Poster Sunumları - Toraks 2016 Kongresi

Transkript

Poster Sunumları - Toraks 2016 Kongresi
Türk Toraks Derneği
19. Yıllık Kongresi
6-10 Nisan 2016
Poster Sunumları
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Astım Allerji
PS-01
The prevalence of asthma and related
symptoms in Middle East countries
POSTER SUNUMLAR
PS-03
Omalizumab için asla geç değil
Ceyda Erel Kırışoğlu Demir, Hilal Altınöz, Öner Dikensoy
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Background and aim: Asthma is a chronic inflammatory airway
diseases characterized by reversible airway constriction and airway hyperresponsiveness. Asthma is a worldwide problem and its prevalence is
different in various parts of the world. There are insufficient data about
the prevalence and risk factors of this common disease in Middle East
countries. Knowledge of prevalence and risk factors is important for interventions and prevention of the development of disease at an early stage.
The objective of the present review article was to determine the prevalence
of asthma in Middle East countries.
Methods: For this objective were searched in EMBASE, Medline, Web
of Science and Google Scholar, for articles about asthma prevalence in
children and adults in this region of the world for the period 1985–2012.
Results: The prevalence of asthma in different countries of Middle East
and even in various cities of each country was reviewed in children and
adults in both sexes. The possible risk factors for the incidence of asthma
in different areas were also reviewed.
Conclusions: The data showed that the prevalence of asthma is varies
in different countries even in different cities of each country. The common
risk factors for the incidence of this disease were genetic predisposition,
environmental pollution, viral infection and cigarette smoking
Giriş: Ağır Allerjik Astım tedavisinde AntiIgE tedavinin yeri kılavuzlarda
belirlenmiştir. Ancak ileri yaş hastalarda kullanımı, tedavi süresi ve etkinliğine dair klinik veriler sınırlıdır. Kliniğimizde 80 yaşında Omalizumab tedavisi başlanan ve 6 yıl süresince takip edilen olgu sunulmuştur.
Olgu: Elli yıldır allerjik astım ve allerjik rinit tanılarıyla izlenen hasta
2008 yılı itibariyle kliniğimizde takip edilmeye başlandı. Düzenli tedavi almasına rağmen bir yıl içinde hospitalizasyon gerektiren beş ağır astım atağı
geçirmesi ve sık sistemik steroid gereksinimi olması üzerine 2009 yılında
Omalizumab tedavisi başlandı. Başlangıç IgE düzeyi 359.6 IU/ml, eosinofilik katyonik protein 43.6 ng/ml idi. Tedavi sonrası FVC düzeyi beklenenin
%76.4’ den, %134.9’a, FEV1 düzeyi beklenenin %68.3’ ünden %90’ a
yükseldi. Tedavi öncesi sağ orta lob kollapsı ve multipl mediastinel lenf
nodları olan hasta dış merkezde bronkoskopik olarak değerlendirilmiş,
bronş lavajında atipik hücre saptanmamıştı. Takiplerinde 10 ay süreyle
kollaps devam ederken Omalizumab başlandıktan 3 ay sonra dramatik
olarak kollapsın ortadan kalktığı gözlendi. Altı yıl süreyle iki haftada bir
225 IU Omalizumab tedavisi alan hastanın takibinde astım atağı tekrarlamadı. Ağır derecede koroner arter hastalığı ve konjestif kalp yetmezliği
olan olgu altı yıllık takip sırasında sekel bırakmayan transient iskemik atak
geçirmiştir. Altı yıllık tedavinin sonunda kardiyak nedenlerle kaybedilmiştir.
Sonuç: Omalizumab tedavisi 80 yaşında astımlı ve uygun tedaviye ragmen atak sıklığı azaltılamayan hastada atak sayısını sıfıra indirmiştir. Her
ne kadar bu konuda yapılacak prospektif çalışmalara ihtiyaç varsa da bu
olgu bazında ileri yaş hastalarda omalizumab tedavisinin akla getirilmesi
gerektiği düşüncesindeyiz.
Keywords: Adults, Asthma, Children, Middle East, Prevalence, Risk factors
Anahtar kelimeler: Astım, edavi, geriatri, Omalizumab
PS-02
PS-04
Astım hastalarında hastalık algısını
etkileyen faktörlerin incelenmesi
Astımlı Hastalarda Akut Atak ve Stabil
Dönemde Ortalama Trombosit Hacimlerinin
Değerlendirilmesi
Mohammad Hossein Boskabady, Azam Alavinezhad
Neurogenic Inflammation Research Centre and Dept. of Physiology, School of Medicine,
Mashhad University of Medical Sciences, Iran
Gülcan Bahçecioğlu Turan
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Erzurum
Giriş ve amaç: Araştırma, astım hastalarında hastalık algısını etkileyen
faktörlerin incelenmesi amacıyla yapılmıştır
Yöntem: Araştırmanın evrenini Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı ve Özel Vizyon FTR ve Göğüs Hastalıkları Dal Merkezi polikliniklerine başvuran, tanı süresi en az 6 ay olan
hastalar oluşturmuştur.
Örneklemi bu hastalar içerisinden Haziran 2012- 2013 tarihleri arasında polikliniklere başvuran, araştırmaya katılmayı kabul eden ve araştırma
kriterlerine uyan 200 hasta oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında; hasta
tanıtım formu ve hastalık algısı ölçeği kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik, ortalama, standart sapma, Pearson korelasyon katsayı
analizi, Oneway ANOVA ve student t testleri kullanılmıştır.
Bulgular: Araştırma grubundaki hastaların Hastalık Algısı Ölçeğinin
(HAÖ) alt boyutları yaş, cinsiyet, eğitim durumu, medeni durum, aile tipi,
meslek, gelir durumu, sigara kullanım durumu, ailede astım, tanı süresi,
son SFT, hastalık hakkında bilgi alınan kişi, atak sıklığı ve önerilere uyma
ile karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p<0.05)
(p<0.01).
Tartışma ve Sonuç: Hastaların, hastalık algılarının araştırmada sunulan bağımsız değişkenlerden etkilendiği sonucu ortaya çıkmıştır.
Anahtar kelimeler: hemşirelik, hastalık algısı,astım
Uysal Dolap1, Tuncer Tuğ1, Fahrettin Talay1, Zehra Yasar1, Mehmet Tosun2
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bolu
Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Bolu
1
2
Giriş ve amaç: Astım; genellikle kronik hava yolu inflamasyonu ile karakterize heterojen bir hastalıktır. Daha önce yapılan çalışmalarda astımlı
hastalarda birçok inflamatuvar belirteç ve sitokin incelenmiştir. Ortalama
Trombosit Hacmi (OTH), trombosit aktivasyonunu gösteren belirteçlerden
biridir. Özellikle son yıllarda birçok kronik inflamatuar hastalıkta, hastalığın
aktivitesinin, antiinflamatuvar tedavinin etkinliğinin ve inflamasyonun göstergesi olarak önemli bir rolü olduğu gösterilmiştir.Biz bu çalışmada; astım
atağı sırasında ve stabil dönemde OTH ve CRP değerlerinin belirlenmesi,
hastalık aktivitesi ile OTH arasındaki ilişkinin incelenmesini amaçladık.
Yöntem: Bu çalışmaya kliniğimize başvuran 50 astım atak, 50 stabil astım
hastası ve 40 sağlıklı birey dahil edildi. Herhangi bir sistemik inflamatuar hastalığı olanlar, ciddi anemi veya hematolojik hastalığı olanlar, malignitesi olanlar, kronik karaciğer, kalp veya böbrek hastalığı olanlar, sistemik kortikosteroid,
antiinflamatuar veya antikoagülan ilaç kullananlar çalışmaya dahil edilmedi.
Bulgular: Astım atak hastalarındaki OTH değerlerini (9.2 ± 0.9 fL) stabil astım hastalarına (9.6 ± 1.3 fL) göre daha düşük bulmamıza rağmen,
istatistiksel açıdan stabil astım hastaları, astım atağındaki hastalar ve kontrol grubu arasında OTH değerleri açısından herhangi bir fark saptamadık.
(p=0.374). Lökosit sayısı, nötrofil sayısı ve yüzdesi ve CRP değerleri astım
atağındaki hastalarda stabil astımlılara ve kontrol grubuna göre belirgin
olarak daha yüksek saptandı (p=0.000). Stabil astımlı hastalar ile sağlıklı
kontroller arasında ise lökosit sayısı, nötrofil sayısı ve yüzdesi ve CRP değerleri açısından bir fark yoktu (p>0.05).
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak, astımlı hastalarda OTH değerleri
ile hastalık aktivitesi arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptanmamıştır. Çalışmamızda hasta ve kontrol sayısının az olması nedeni ile astımlı hastalardaki OTH’nin yerinin belirlenmesi için daha fazla sayıda hastayı kapsayan
prospektif çalışmaların yapılmasına ihtiyaç olduğu görüşündeyiz.
Anahtar kelimeler: Astım, ortalama trombosit hacmi (OTH)
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
113
POSTER SUNUMLAR
PS-05
2015 yılında Erzincan’da Astım ve KOAH
insidens ve prevalans oranları
Sedat Altın, Edhem Ünver, Gülseren Pektaş, Aysel Erdoğan, Hasan
Ölmez, Ömer Faruk Demir
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Giriş ve amaç: Astım ve KOAH’lı hasta sayısının tam olarak bilinmediği ülkemizde, Erzincan ili için 2015 yılında astım ve KOAH hastalıklarının
insidens ve prevelans oranlarını hesaplamak amaçlanmıştır.
Yöntem: Sağlık Bakanlığı Kronik Hastalıklar ve Erzincan ili Genel
Sekreterliği, Türk İstatistik Enstitüsü verileri kullanılarak 2015 yılında
Erzincan’da ikamet eden 219.043 kişiye ait sağlık verileri tarandı. İnsidens
ve prevelans hesaplamaları yapıldı, yaşa bağlı insidens hesaplandı.
Bulgular: 2015 yılında Erzincan’daki sağlık kurumlarına başvurmuş
hastalardan J44 ve J45 ICD10 koduyla tanı almış hastalar cins, yaş, ilk
defa başvurup başvurmadığı gibi parametrelerle değerlendirildi. Toplam
31.115 astım, 13.704 KOAH tanısı almış hasta tesbit edildi. Kaba prevelans astım için %14,2, KOAH için ise, %6,3 olarak hesaplandı.
2015 yılında ilk defa teşhis edilmiş astımlı hasta sayısı 148, KOAH’lı hasta
sayısı ise, 90 olarak bulundu. İnsidens olarak ta, astım için 100.000’de
67,6, KOAH için 100.000’de 41,1 olarak hesaplandı.
Astım prevelansı kadınlarda %18, erkeklerde %10,2 olarak hesaplanmışken KOAH prevelansı erkeklerde %8,1, kadınlarda ise %4,4 olarak bulunmuştur. Yaşa bağımlı prevalansta ise, astımda kadın cinsinde 70-74
yaş grubunda %37,6 iken, erkek cinsinde 0 yaş grubunda %22,4 olarak
bulundu.
KOAH’ta yaşa bağımlı prevalansta ise, erkek cinsinde 74-84 yaş grubunda
%35,5, kadın cinsinde ise 85 yaş ve üstünde %24,1 bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Erzincan ilimizde astım prevalası, Türkiye ortalamasının üzerinde iken KOAH prevelansı ortalamaya yakın hesaplanmıştır. Sigara içme oranı ve hava kirliliğinin yüksek oluşu gibi nedenlerden
KOAH sıklığının da yüksek olması beklenirken, astım sıklığının çok yüksek
oluşu araştırılmalıdır.
Anahtar kelimeler: astım, KOAH, prevelans, insidens
PS-06
ASTIMLI HASTALARIN EKSHALE SOLUK HAVASI
ÖRNEKLERİNDE VOLATİL ORGANİK BİLEŞİK ANALİZLERİ
MOLEKÜLER ENDOTİPLEME ÇALIŞMALARINDA YENİ
BİR BİYOMARKER OLABİLİR Mİ? [Ege Üniversitesi
Translasyonel Pulmonoloji Araştırma
Grubu (EgeTPAG)]
Levent Pelit1, Özlem Göksel2, Tuğberk Nail Dizdaş1, İlknur Bağatır1,
Füsun Pelit1, Hasan Ertaş1, Münevver Erdinç2, Burak Ordin3, Arif Gürsoy3,
Durmuş Özdemir4, Tuncay Göksel2, F. Nil Ertaş1
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, Analitik Kimya Bölümü, İzmir
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, Matematik Bölümü, İzmir
4
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Kimya Bölümü, İzmir
1
2
3
Giriş: Astımlı hastalıklarının “moleküler endotipleme” çalışmalarında
bir tür biomonitoring yöntemi olan “ekshale soluk havası analizleri” son
zamanların önemli bir çalışma alanı haline gelmiştir. Soluk havası analizlerinde en çok çalışılan “biyomarker” adaylarından birisi “volatil organik
bileşikler”(VOC)’lerdir. Astıma, özelikle ağır astıma moleküler endotipleme
yöntemi ile yaklaşım, standart tedavilere kısmi yanıt alınan bu grup hastalarda yeni tedavi seçenekleri geliştirilmesinde yol gösterici olabilir.
Amaç: Ağır allerjik astımlı hastaların ekshale soluk havası örneklerinde bu fenotipe özgün potansiyel biyomarker özellik taşıyan VOC’lerin
saptanmasıdır.
Gereç ve yöntem: TUBİTAK tarafından desteklenmekte olan prospektif, olgu kontrol çalışması kapsamındaki (No:113Z672) projeye alınan
ağır allerjik astımlı hastalar ile ek hastalığı olmayan sağlıklı gönüllülerle
karşılaştırılarak analiz edilmiştir. Ağır astım tanısı GINA 2015 rehberine
114
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
göre konulurken, olguların genel atopi değerlendirilmesi bölgeye uygun
standart aeroallerjenler ile uygulanan common prik testler (Stallergens,
France) ve/veya allerjen spesifik IgE tarama testleri (Phadia AB, Uppsala,
Sweden) eşliğinde yapılmıştır. Hem hasta, hem de sağlıklı kontrol grubunun ekshale soluk havası örnekleri katı faza mikroözütleme (SPME) yöntemine uygun olacak şekilde, merkezimiz tarafından dizayn edilen spesifik
bir cihaz ile Soluk Havası Laboratuvarımızda toplanmıştır. Analizler sekiz saatlik açlık, uygun diyet ve soluk havasını analizlerini etkileyebilecek
belirli koşullardan kaçınılarak gerçekleştirilmiştir. Katı adsorban fiberler
üzerine önderiştirilen VOC’ler Analitik Kimya Laboratuvarımızda GC-MS
(gaz kromatografisi-kütle spektroskopisi) inlet bloğuna yerleştirilerek termal desorpsiyon ile kromatografik olarak analiz edilmiştir. Ek olarak, ticari
olarak satın alınan ve laboratuvar ortamında hazırlanan SPME fiberlerinin
kullanıldığı analizler de gerçekleştirilmiştir.
Bulgular: Toplam 27 ağır astımlı ve 42 sağlıklı kontrol grubu analize
alındı. Soluk havasındaki VOC düzeyleri kemometrik yaklaşımla, WEKA
veri madenciliği paket programında Neural Network(NN) sınıflandırma
algoritması kullanılarak değerlendirildi. Kullanılan algoritma %95.6 duyarlılık ve %95.8 özgünlük düzeyi ile eğitim kümesi üzerinde %88.6 lık ayırım
başarımına ulaştı.
Sonuç: Araştırmanın ön değerlendirme sonuçları ağır allerjik astımlı
hastaların soluk havası VOC karışımlarının NN sınıflandırma algoritminde
belirgin farklı sinyal düzeyleri ile kontrol grubundan ayrıldığını ve ağır astıma spesifik bir profil sergilediğini ortaya koymuştur.
Anahtar Kelimeler: astım, ağır astım, ekshale soluk havası, VOC, gaz
kromatografii
PS-07
Erişkin Astımlılarda VKI’nin Klinik Ve
Solunum Fonksiyon Testi Parametrelerine
Etkisi
Sibel İnecikli1, Vehbi Ayhan2, Adile Berna Dursun2
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Anabilim Dalı,Rize
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji ve Alerji Hastalıkları Bilim
Dalı, Rize
1
2
Giriş ve amaç: Astım ve obezite tüm dünyada yaygın görülen inflamatuar hastalıklardır. Obezite ve astım arasında etkileşime ait yaş gruplarına
göre farklı veriler bulunmaktadır. Bu çalışmada erişkinlerde VKİ ile persistan astım arasındaki ilişkinin ortaya konması amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya iç ortam aeroalerjen duyarlılığın yaygın gözlendiği 3. basamak sağlık kurumunda astım tanısı ile takip edilen 143 (K/E:
115/29) erişkin hasta alındı. Tüm hastaların yaş, VKİ, astım tanı yaşı, astım
süresi, sigara kullanma durumu, aeroalerjen duyarlılığı, solunum fonksiyon testi (SFT) parametreleri, astım için kullandığı ilaç sayısı ve kontrol
durumu değerlendirildi. VKİ 18-24 (normal), 25-29 (kilolu), 30-39(obez),
≥ 40 (morbid obez) olarak gruplandırılarak astımla ilişkili parametreler ile
karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 47±8 yıl, hastalık süresi 7,44±7,8
yıl ve VKİ ise 30,5±6,28 kg/m2 idi. Hastaların %16 (n=23)’sı normal kiloda, %27,8 (n=40)’i kilolu, %43,8 (n=63)’i obez ve %7,6(n=11)’sı morbid
obez idi. Kırk yaş üzeri hastaların ort. VKİ 40 yaş altı hastalara göre yüksekti (32,29±5,87 vs. 26.46 ±5,28; p=0,001). Astım tanı yaşı >40 olan hastaların ort. VKİ astım tanı yaşı <40 olanlara göre de yüksekti (32,68±6,25
vs. 28,42± 5,61 p=0,002). VKİ arttıkça hasta yaşı ve astım tanı yaşının
da artışı anlamlı idi (p=0,001 ve p= 0,002). Aeroalerjen duyarlılığı saptanan hastaların ort. VKİ aeroalerjen duyarlılığı olmayanlara göre düşüktü
(29,49±3,4 vs. 32,71±4,6; p=0,01). Kontrolsüz astımlıların %60’ı obez
grupta idi. Cinsiyet, kullanılan kontrol edici ilaç sayısı, FEV1(%) ve aeroalerjen duyarlılık paterni obez olan ve olmayanlarda benzerdi.
Tartışma ve Sonuç: Bölgemizde astımlılarda obezite oranı genel popülasyondan yüksektir; ancak obez ve obez olmayan astım hastalarının
klinik farklılıkları ise literatürle benzerlik (non-atopik, geç başlangıç ve kötü
kontrol) göstermektedir.
Anahtar kelimeler: astım, obezite, VKİ
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-08
İmmunoterapinin Allerjik Rinitte Ve Astımda
Solunum Fonksiyon Testine ve Kliniğe Etkisi
fusta bu oranlar erkeklerde azalmakla birlikte kadınlarda artmıştır.Özellikle
iller arasındaki 6,8 kata varan prevalans oranlarındaki farkın nedenleri
araştırılmalıdır.
Anahtar kelimeler: astım, prevelans, illere göre
Güzin Özden1, Pelin Duru Çetinkaya2
Adana Numune Eğitim Araştırma Hastanesi,Allerji İmunoloji Kliniği
Adana Avrupa Hastanesi,Göğüs Hastalıkları Kliniği
1
2
Giriş ve amaç: Ülkemizde allerjik rinit sıklığı %10-20 olarak görülmektedir. Alerjik rinitli hastaların %40-60’ında eşlik eden astım ve astım
hastalarının %80’inde Alerjik rinit görülmektedir. İmmünoterapi hastalığın
seyrini değiştirebilen tek tedavi yöntemidir. Allerjik rinit tanısıyla immunoterapi başladığım olgularımda tedavi yanıtlarını değerlendirmek ve tedaviyi etkileyen faktörleri araştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: Allerjik riniti nedeniyle immunoterapi alan 18-52 yaş arası 53
hasta çalışmaya alındı. Bu olguların 28’inde (%52.8) Astım tanısı da mevcuttu. Dosyalarından dermografik özellikleri incelendi. Astımı olanların
tedavi başında ve 3. ayında yapılan Astım kontrol testi ile tüm hastaların
solunum fonksiyon testi tedavi başında ve tedavinin 3. ayındaki sonuçları
karşılaştırıldı. Aile hikayesi, sigara kullanımı, anti-histamin ilaç kullanımı,
phadıatop sonucuda değerlendirildi.Olguların retrospektif olarak immunoterapiye yanıtlarına bakıldı.
Bulgular: 36 kadın 17 erkek toplam 53 hastanın yaş ortalaması
32.52±9.12 (18-52)‘dir. Hastaların %88.7 (47) sigara kullanmıyor. Hastaların tedavi öncesi solunum fonksiyon testine bakıldığında FEV1 ortalama 3.14±0.93 litre; Pef ortalama %81.45; FEV1/FVC ortalama: %87.48
saptanmıştır.Hastaların %58.5 (31) phadiatop pozitifliği mevcuttu. Hastaların %56.6 (30) ailede astım mevcuttu. Hastaların Total IGE değerleri
ortalama 374.95±444.75 (3.5-2500) olarak saptandı. Astım Kontrol Testi
tedavi başında ortalama 16.61±4.65; immunoterapi sonrası Astım Kontrol Testi ortalama 21.46±3.67 olup istatistiksel olarak anlamlı olarak klinik
iyileşme saptanmıştır(p=0.000). Olguların %81.1 (43)‘i allerjen spesifik
immunoterapi anti-histamin ilaç kullanmayı bırakmıştır.
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışmada immünoterapinin ilk 3 ayda astım
ve rinitte solunum fonksiyonlarına etkisi gösterilememiştir.Astımda istatistiksel olarak anlamlı klinik yanıtta iyileşme saptanmıştır. Olguların %81.1
allerjen spesifik immunoterapi sonrası anti-histamin ilaç kullanmayı bırakmıştır.İmmunoterapi sonrası hem astımlı hemde allerjik rinitli hastalarda
klinik iyileşme saptanmıştır.
Anahtar kelimeler: immunoterapi, alerjik rinit, astım, solunum fonksiyon testi
PS-10
Obez Astımlılarda Komorbiditeler ve
Solunum Fonksiyonları
Nejdiye Mazıcan1, Esra Yarar2, İbrahim Koç3, Bilun Gemicioğlu4
Ege Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İş ve Meslek Hastalıkları Bilim Dalı, İzmir
Necip Fazıl Şehir Hastanesi, Kahramanmaraş
Viranşehir Devlet Hastanesi, Şanlıurfa
4
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Giriş ve amaç: Obezite ve astım pek çok çalışmada ilişkilendirilmiş ve
hava yolu inflamasyonu üzerine etkileri araştırılmıştır. Bu çalışmada, yaş,
cinsiyet, atopi varlığı, komorbit hastalıklar ve solunum fonsiyon testi parametrelerinin obez astımlılarda obez olmayanlara göre farkı ortaya konmak
istenmiştir.
Yöntem: 2013-2014 yılları arasında 3 merkezden astım polikliniğine
başvuran toplam 653 hastanın dosya verileri retrospektif olarak incelendi.
Atağı olmayan, astım kontrol testi 20 üzerinde olan, VKİ (vücut kitle indeksi) değerine ulaşılabilen 579 hasta çalışmaya alındı. Hastaların demografik
özellikleri, komorbiditeleri, VKİ (vücut kitle indeksi), alerji deri testi ve solunum fonksiyon testi değerleri kaydedildi. Hastalar, VKİ’i >30 kg/m2 (obez)
ve VKİ’i ≤30 kg/m2 (normal) olmak üzere iki gruba ayrıldı. Veriler SPSS
15.0 istatistik programı kullanılarak analiz edildi.
Bulgular: Yaş ortalaması 38.6±14.1 olan 579 olgunun %29.5’i erkek,
%70.5’i kadın olup, obez grup 147 olgu içermekteydi. FEV1 ve VKİ değerleri negatif yönde korelasyon göstermekteydi (p=0,01). Obez grupta,
kadın ve erkek oranının, hipertansiyon varlığının, hastaların yaş ortalamasının, normal olan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek
olduğu saptandı (p<0.05). Sigara öyküsü, diabetes mellitus, glokom, psikiyatrik hastalık, hipertirodi, prick deri testi pozitifliği %FEV1 parametreleri
açısından her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı
(p>0.05).
Tartışma ve Sonuç: Obez astım olgularında hipertansiyon komorbiditesine normal kilolu astımlılardan daha çok rastlanmaktadır.
Anahtar kelimeler: Astım, obezite, komorbidite
PS-09
Tablo 1. Hastaların genel özellikleri ve eşlik eden komorbiditeler
İl il 2014 yılı Astım Prevelansı
Sedat Altın , Ethem Ünver , Rana Işık , Handan Altın
1
1
2
2
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Astım hastalığının prevelansı 15 yaş üstü nüfusta %3,8
olarak bildirilmiştir. Astım tanısı hekim tarafından konulmuş hasta cins, yaş
grupları ve toplam prevelansını araştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: 2014 yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık Net-2 verileri kullanılarak
TÜİK 2014 cins ve yaş grupları ile prevelans hesaplamaları yapıldı. İller
genelinde karşılaştırıldı.
Bulgular: 2014 yılında hekim tarafından astım tanısı (J45 ve alt kırımları) kodlanmış hasta sayısı 3.217.667 olarak bildirilmiştir. Bunların
1.978.555’i (%61,5) kadın, 1.239.112’si ise erkektir.
Hastaların yaş ortalaması 41,2 + 8,9 yıl olarak hesaplanmıştır. Kadın
astımlıların yaş ortalaması 43,5 + 9,3, erkeklerin ki ise, 38,7 + 7,8 olarak
bulunmuştur.
Hastaların %20,9’u 0-14 yaş grubunda, %5’i 15-24, %9,3’ü 25-34,
%10’u 35-44, %15,2’si 45-54, %16’sı 55-64 ve %23,6’sı 65 yaş ve üstü
yaş grubunda yer almıştır.
2014 yılı nüfusuna göre oranlandığında astım prevelansı %4,14, kadınlarda %5,11 ve erkeklerde %3,18 olarak hesaplanmıştır. Yaşa bağlı prevelans %14,45 ile kadınlarda 65 yaş ve üstü grupta hesaplanmıştır.
İllere göre yapılan hesaplamada ise, en yüksek prevelanslı 5 il Burdur
(%12,4), Bolu (%11,2), Çorum (%10,5) Bilecik (%10,2) ve Sinop (%10)
bulunurken, en düşük prevelanslı 5 il ise, Van (%2,1), Mardin (%2i1), Mardin (%2,1), Şırnak (%2,0), Manisa (%2) ve Hakkari (%1,8) bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Ülkemizde astım prevalansı kadınlarda %5,11
erkeklerde %4,14, toplamda %3,18 olarak hesaplanmıştır. 15 yaş üstü nü-
Yaş
Kadın/erkek
Sigara içen (%)
Prick test pozitif (%)
Hipertansiyon(%)
Diyabet(%)
Psikiyatrik hastalık(%)
FEV1(%)
VKİ’i ≤30 kg/m2 (normal)
VKİ’i >30 kg/m2 (obez)
35.9±13.6
285/147
74.8
70.9
60.9
68
83.1
72.2±18.2
46.5±12.5
123/24
25.2
29.1
39.1
32
16.9
70.3±16.6
PS-11
Çocukluk Çağı Alerjik Hastalıklarda Medya
Önemli midir ?
İlknur Bostancı1, Ayşegül Ertuğrul1, Emre Can Baysal2
1
Dr.Sami Ulus Kadın Doğum ve Çocuk Sağlığı Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Çocuk İmmünoloji ve Allerjisi, Ankara
2
Dr.Sami Ulus Kadın Doğum ve Çocuk Sağlığı Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Basın ve İletişim Birimi, Ankara
Giriş ve amaç: Sosyal medya ve kitle iletişim araçları günümüzde birçok insan için vazgeçilmez bir konuma gelmiştir. İnternet üzerinden sağlıkla ilgili aramalar en çok arananlar listesinde ikinci sırada yer almaktadır.
Çocukların ebeveynleri sağlıkla ilgili bilgilerinin arttırmak ve deneyimlerini
paylaşmak üzere sosyal medya ve kitle iletişim araçlarını kullanmaktadır-
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
115
POSTER SUNUMLAR
lar. Bu çalışmada kliniğimize başvuran çocukların ebeveynlerinin hastalıklar hakkında bilgi edinme yollarını saptamayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmaya kliniğimize başvuran 136 çocuğun ebeveynleri dahil edildi. Çalışma anketi; sosyo-demografik özelliklerin ve sağlık ile ilgili
bilgi edinme yollarının sorgulandığı 20 sorudan oluşturuldu.
Bulgular: Hastaların tanıları; %49,3 astım ve hışıltılı çocuk, %11,8 besin allerjisi, %11,7 allerjik rinit,%7,4 atopik dermatit, %7,4 ilaç alerjisi,
%7.3 ürtiker-anjiödem idi. Sosyo demografik özellikler değerlendirildiğinde; velilerin %55,1’i 29-39 yaş aralığında, %55,2’si lise veya üniversite
mezunu, %68,2’si il merkezinde ikamet etmekte, %65,9’nun aylık geliri
1300-2300 TL arasında idi. Velilerin %60,4’ünün sağlıkla ilgili bilgileri sosyal medya ve kitle iletişim araçlarından,%18,4’ünün ise sağlık personelinden edindikleri saptandı. En güvenilir bilgi kaynağı olarak %75 veli sağlık
personeli olduğunu düşünürken, %46,4 ebeveyn medyadan aldıkları bilgiyi de güvenli bulmaktadır. Hastaların hastalıkları hakkında merak ettikleri
soruları %70,6 oranında doktorlarına sordukları tespit edildi. Ebeveynlerin
%48,8’i televizyondan edinilen bilgiyi de uygulayabileceğini ifade etti.
Tartışma ve Sonuç: Hastane muayene randevularının bile sosyal
ağlar vasıtası ile yapıldığı günümüz şartlarında velilerin sağlık konusunda bilgi edinmek üzere medyadan faydalanması kaçınılmazdır. Ülkemizde
medya ve sağlık alanında doğru bilgilere ulaşmak için durum tespiti yapan
çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: çocuk, allerjik hastalık, medya
PS-12
Astım Hastalarında Yeme Tutumunun
Değerlendirilmesi
Nigar Dirican1, Kadir Demirci2, Mehmet Akgönül2
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Astım ve kontrol grubunun beden kitle indeksi, yeme tutumu ve depresyon
düzeylerinin kesme puanlarına göre karşılaştırılması
VKİ
Düşük <18,5
Normal 18.5-24.9
Yüksek ≥ 25
YTT
<30
≥30
BDÖ
<17
≥17
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
3 (%4.8)
20 (%31.7)
40 (%63.5)
69 (%89.6)
8 (%10.4)
62 (%98.4)
1 (%1.6)
0,041
56 (%72.7)
21 (%27.3)
58 (%92.1)
5 (%7.9)
0.004
0,963
Increased erythrocyte aggregation and
oxidative stress in patients with idiopathic
interstitial pneumonia
Erhan Uğurlu1, Emine Kılıç Toprak2, Göksel Altınışık1, Özden Kılıç Erkek2,
Betül Cengiz1, Vural Küçükatay2, Hande Şenol3, İsmail Hakkı Akbudak4,
Yusuf Ekbiç2, Melek Bor Küçükatay2
Pamukkale University, Department of Chest disease, Denizli
Pamukkale University, Department of Physiology, Denizli
3
Pamukkale University, Department of Biostatistic, Denizli
4
Erciyes University, Department of İnternal Medicine, Kayseri
2
116
3 (%3.9)
24 (%31.2)
50 (%64.9)
PS-13
1
Anahtar kelimeler: Astım, yeme tutumu, depresyon
P
Klinik Sorunlar - Difüz Parankimal Akciğer
Hastalıkları
2
Giriş ve amaç: Çalışmamızın amacı astım hastalarında yeme tutumlarının incelenmesidir.
Yöntem: Çalışmaya stabil dönemdeki astım hastaları (n=77; ortanca
yaş:41) ve astım grubuyla yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi açısından benzer
özellikli sağlıklı bireyler (n=63; ortanca yaş:42) alınmıştır. Katılımcıların
sosyodemografik bilgileri alınmış, boy ve kiloları ölçülerek beden kitle indeksleri hesaplanmıştır. Astım şiddeti için Astım Kontrol Testi (AKT) uygulanmıştır. Tüm katılımcılara Yeme tutumu testi (YTT), Beck anksiyete
ölçeği (BAÖ), Beck depresyon ölçeği (BDÖ) uygulanmıştır.
Bulgular: Astım grubunda YTT puanları, anksiyete ve depresyon düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı düzeyde yüksek bulunurken (sırasıyla
P=0.039, P<0,01, P<0,01) vücut kitle indeksi açısından fark saptanmadı. Astım hastalarının %10.4’ de YTT’den 30 ve üzerinde puan alarak bozulmuş yeme davranışı olduğu, kontrol grubunda bu oranın %1.6
olduğu belirlendi (P=0.041). Ayrıca BDÖ ≥17 olan astımlı hasta oranı
%27.3 saptanırken bu oran kontrol grubunda %7.9 saptandı (P=0.004)
(Tablo 1). Astım grubunda AKT puanı ile BDÖ puanı arasında (r=-0.304,
P<0,01) negatif yönde anlamlı korelasyon saptanırken YTT arasında korelasyon saptanmadı.
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızın sonucunda astımlı hastaların sağlıklı kontrollere göre anlamlı düzeyde yüksek bozulmuş yeme davranışı gösterdikleri, anksiyete ve depresif belirti düzeylerinin yüksek olduğu
bulunmuştur. Ancak astım kontrol oranlarıyla yeme bozukluğu açısından
ilişki saptanmamıtır. Çalışmamız astımlı hastalarda yeme davranışındaki
bozulmayı göstermesi bakımından önemlidir.
Kontrol (n=63)
YTT: Yeme Tutumu Testi, BDÖ: Beck Depresyon Ölçeği, VKİ: Vücut Kitle İndeksi
1
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Isparta
Astım (n=77)
Background and aim: Hemorheological properties are important determinants of tissue oxygenation. Although hemorheological alterations in
various lung diseases have been well-defined, no information is available
about the effects of idiopathic interstitial pneumonia (IIP) on hemorheological parameters.
The aim of this study was to investigate hemorheological parameters
(erythrocyte deformability, aggregation, and plasma viscosity -PV) and associated oxidative stress indices in patients with IIP.
Methods: The study enrolled 31 patients (9 Idiopathic pulmonary
fibrosis (IPF), 10 non-specific Interstitial Pneumonia (NSIP), 12 Cryptogenic Organising Pneumonia (COP) and 33 healthy controls. Erythrocyte
deformability and aggregation were measured by an ektacytometer. PV
was determined by a cone-plate rotational viscometer and oxidative stress
via a commercial kit.
Results: Erythrocyte aggregation, total oxidant status (TOS) and oxidative stress index (OSI) of IIP patients were higher than controls whereas erythrocyte deformability, PV and total antioxidant status (TAS) were
unaltered.
Conclusions: Increment of oxidative stress in IIP seems to depend on
enhancement of oxidants, rather than alteration of antioxidants. The issue
that, elevated erythrocyte aggregation may further impair tissue oxygenation by disturbing microcirculation in IIP, may be considered in the follow
up and development of new treatment protocols for this disease.
Keywords: Idiopathic interstitial pneumonia, Erythrocyte deformability,
Erythrocyte aggregation, Plasma viscosity, Oxidative stress
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-14
İmmünomodülatör İlaç ve Tümör Nekrozis
Faktör Alfa İnhibitörü Kullanan Hastaların
4 Yılda Çekilmiş Akciğer Grafilerinde
Saptanan Değişiklikler
POSTER SUNUMLAR
Tedaviler değerlendirildiğinde 17 olgu(%47.22) Prednizolon, 9 olgu (%25)
ilaçsız, 5 olgu (%13.88) MTX, 2 olgu(%5.55) ise Azatiyoprin kullandı. İkinci seçenek ilaçlar diyabet, progresyon ve yanıtsızlık nedeniyle kullanıldı.
Bu süre içerisinde sadece 1 olguda(%2.77) nüks saptandı.
Tartışma ve Sonuç: Klinik pratikte en sık karşılaşılan diffüz parankimal akciğer hastalığı olan sarkoidozu hatırlatmak için veriler sunuldu.
Anahtar kelimeler: Sarkoidoz, Akciğer, lenf bezi
Zeynep Burçin Yılmaz1, Peri Meram Arbak1, Tuğçe Pasin2, Esma Uslu3,
Ege Güleç Balbay1
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Düzce
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji Anabilim Dalı, Düzce
1
2
3
Giriş ve amaç: İmmünomodülatör ilaçlar ve TNF alfa inhibitörleri
yaygın olarak kullanılan ve paradoksal olarak bazı olgularda interstisyel
akciğer anormalliklerine yol açabilen ilaçlardır.
Yöntem: Bir üniversite hastanesinin fizik tedavi ve dermatoloji polikliniklerine başvuran 40 ardışık hastanın eski tedavileri sorgulandı ve son 4
yıl içinde çekilmiş akciğer grafilerindeki değişiklikler kayıt edildi.
Bulgular: Hastaların 23’ü erkek, 17’si kadındı. Yaş ortalaması 49.5 ±
11.7 yıl idi. Olguların %50’si Ankilozan Spondilit, %35’i Romatoid Artrit,
%15’i Psöriazis tanısıyla izlenmekteydi. Ortalama hastalık yılı 11.4 ± 8.9
yıl idi. Hastaların %47.5 oranında infliksimab, %32.5 oranında etanersept,
%12.5 oranında adalimumab, %7.5 oranında golimumab kullandığı gözlendi. Hastaların geçmiş tedavileri arasında sıklık sırasına göre sülfasalazin
%75, nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar %57.5, metotreksat %30, steroid
%27.5, hidroksiklorokin %15, azatiyopirin %2.5, kolşisin %2.5 oranlarında bulunmaktaydı. TNF alfa inhibitörleriyle metotraksat kombinasyonu
kullanımı %25 oranındaydı. Sülfasalazin kullanmış hastaların %44.8’inde
ilk grafilerinde parankim anormalliği vardı (kullanmayanların %10’u anormal, p=0.50). Metotreksat kullananların 3. grafilerinde anlamlı yükseklikte
anormal parankim bulguları vardı (%85.7’ye %30.8, p=0.041). İlk grafiler
değerlendirildiğinde hidroksiklorokin kullanmış olanların %50’sinde mediasten patolojik görünümlüyken (3/6 olgu), kullanmamışların %9.1’inde
(3/33) patolojikti (p=0.036). Metotreksat kullananların (2/10) %20’sinde,
eskiden kullananların (4/12) %33.3’ünde mediasten anormal görünümlü
iken, kullanmayanlarda mediasten anormalliği gözlenmemişti (p=0.045).
İnfliksimab kullanan hastaların ilk grafilerinde parankim anormalliği sıklığı %42.1 iken (8/19), ikinci grafide %52.9 (9/17), üçüncü grafide %53.8
(7/13) idi. Etanercept kullanan hastalarda ilk grafide %33.3 (4/12), 2. grafide %36.4 (4/11), 3. grafide %33.3 idi (2/6).
Tartışma ve Sonuç: İmmünmodülatör kullanan hastalarda gelişebilecek olası akciğer grafisi anormallikleri dikkatle incelenmeli ve altta yatan
hastalıkla ilişkisi de hesaba katılarak ilaç etkileri değerlendirilmelidir.
PS-16
Hipersensitivite Pnömonisi: 24 Vakanın
retrospektif analizi
Elif Yelda Özgün Niksarlıoğlu1, Güngör Çamsarı1, Gülcihan Özkan2,
Ayşe Yeter1, Şule Gül1, Abdullah Kansu1, Serpil Başgüden1, Deniz Bilici1
1
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, Istanbul
2
Gaziosmanpaşa Yeniyüzyıl Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları, Istanbul
Giriş ve amaç: Hipersensivite pnömonisi (HP) inhale antjen duyarlılığı sonucu gelişen difüz interstisyel akciğer hastalığıdır. Kliniğimize Ocak 2005-Aralık 2015 tarihleri arasında HP tanısı ile takip edilen vakaları inceledik.
Yöntem: Histopatolojik/klinikoradyolojik olarak HP tanısı olan 24 vakanın klinik ve radyolojik bulguları, tanı metodu, tedavi ve takip sonuçlarını retrospektif olarak değerlendirdik.
Bulgular: Vakaların ortalama yaşı 54.4±11.6 (aralık 34-77) ve yarısı
kadın idi. En sık görülen semptomlar öksürük (n=22; 91.7%) ve dispne
(n=19; 79.2%); toraks bilgisayarlı tomografisinde (BT) en sık rastlanan
radyolojik bulgu ise buzlu cam opasiteleriydi (n=18, 83.2%). Altı (25%)
vakada kuş besleme öyküsü mevcuttu. Altı (25%) vaka çiftci, 3 (12.5%)
vaka pamuk işçisi ve 2 (8.3%) vaka ise fırıncı idi. HP tanısı 12 (50%) vakada açık akciğer biopsisi ile, 2 (8.3%) vakada transbronşial biopsi ile 10
(41.7%).vakada ise klinikoradyolojik olarak konulmuştu. Yirmi iki (%92)
hasta oral kortikosteroid tedavisi almış, bunların 10’unda (%41.7) toraks
BT bulguları stabil kalmış, 9 vakada (37.5%) kısmi regresyon izlenirken 5
(20.8%) vaka tam regresyon gözlenmiştir.
Tartışma ve Sonuç: HP’de en sık izlenen semptom öksürük ve egzersiz dispnesi idi. Buzlu cam opasiteleri en sık görülen radyolojik bulguydu.
Kortikosteroid tedavisi iyi bir tedavi seçeneği olsa da çoğu vakada radyolojik iyileşme görülmedi.
Anahtar kelimeler: Hipersensitivite pnömonisi, radyoloji, semptom, tedavi
Anahtar kelimeler: İmmünomoderatör, akciğer grafi
PS-17
PS-15
Üçüncü Basamak Bir Merkezde
Hipersentivite Pnömonisi
Son Beş (5) Yılda Takip Edilen Sarkoidoz
Olgularının Retrospektif Analizi
Oğuz Uzun, Gamze Koçak, Dursun Ali Kaba, İnci Hülya Güler
Tekin Yıldız1, Gün Murat Eyüboğlu2
Giriş ve amaç: Ekstrensek allerjik alveolit (EAA) olarak da bilinen hipersensitivite pnömonisi (HP), duyarlaşmış kişilerde başta organik antijenler olmak üzere çok sayıda değişik antijenlerin tekrarlayan inhalasyonu
sonucu meydana gelen kompleks bir sendromdur. İntertisyel akciğer hastalıkları arasında en fazla görülen hastalıkların arasında yer almasına rağmen değişik klinik formlarının bulunması ve standart tanı yöntemlerinin
bulunmaması gibi nedenlerle bir çok hastalıkla karışabilmekte ve hastalığın
tanı geç konabilmekte ya da bazen hiç konamamaktadır. Ülkemizde de
aslında HP gelişimi için mesleksel, çevresel, iklimsel ve ev-içi uygun ortam bulunmasına rağmen gereken önemin gösterilmemesi bu konudaki az
sayıdaki yayınlardan anlaşılmaktadır. Bölgemizdeki HP hastalarının klinik
değerlendirilmesinin ülkemizdeki durumu yansıtabileceğini ve bu hastalığın akla gelmesini artıracağını düşünüyoruz.
Yöntem: Retrospektif dosya taraması.
Bulgular: Bulgular Tablo 1’de özetlenmektedir.
Tartışma ve Sonuç: Bu üçüncü basamak merkezde kuş besleyenler
akciğeri, çiftçi akciğeri ve ev-içi kontaminasyona bağlı gelişen HP en sık
karşılaşılan HP tipleri olarak görülmektedir. En sık karşılaşılan klinik form
subakut HP’dir. Bu çalışma zamanında tanı konduğunda önlenebilir bir
hastalık olan HP’nin intertisyel akciğer hastalıkları arasında ülkemizde de
önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir.
Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Yıldırım, Bursa
Medicalpark Bursa Hastanesi, Göğüs Cerrahisi, Osmangazi, Bursa
1
2
Giriş ve amaç: Sarkoidoz, çok sayıda organda inflamatuar hücrelerin
anormal birikimiyle oluşan nodüllerle seyreden bir hastalıktır. Akciğerler
en sık etkilenmekle birlikte, herhangi bir organı da etkileyebilmektedir.
Sarkoidozun gerçek nedeni bilinmemektedir.
Yöntem: Kliniğimizde son beş (5) yıl içerisinde tanısı konup takip edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak taranarak elde edilen veriler
sunuldu.
Bulgular: On iki erkek(%33.33) ve 24 bayan(%66.66) olmak üzere
toplam 36 olgu izlendi. En sık başvuru şikayetleri sırasıyla öksürük, göğüste baskı hissi, ciltte döküntüler, eklem ağrıları şeklindeydi. Başvuru anında
3 olguya(%8.33) evre I, 32 olguya(%88.88) evre II ve 1 olguya da(%2.77)
evre III sarkoidoz tanısı konmuştu. Sadece 6 olguya(%16.66) klinik ve radyolojik olarak, diğer 30 olguya(%83.33) ise histopatolojik olarak tanı kondu. Akciğer ve lenf bezlerinden sonra sırasıyla 11 olguda artrit(%30.5), 10
olguda(%27.77) deri, 3 olguda(%8.33) Nörolojik, 2 olguda(%5.55) göz ve
1 olguda da(%2.77) karaciğer tutulumu saptandı. Ko-morbiditeler olarak
hipertansiyon 9 olguda(%25), diyabet 8 olguda(%22.22), astım 3 olguda(%8.33), Behçet 3 olguda(%8.33) ve kanser 3 olguda(%8.33) saptandı.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Samsun
Anahtar kelimeler: hipersensitivite pnömonisi, kuşçu akciğeri, çiftçi akciğeri
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
117
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. HP tanısı konan 31 hastaların özellikleri
Kadın/Erkek(%)
Yaş
TANILAR
Kuş Besleyenler Akciğeri (%)
Çiftçi Akciğerİ (%)
Ev içi kontaminasyona bağlı gelişen HP (%)
Mesleksel (Küflü süpürge) (%)
KLİNİK FORM
Akut (%)
Subakut (%)
Kronik (%)
Doğal provokasyon testi pozitifliği (%)
SİGARA İÇME ÖYKÜSÜ
Hiç içmeyen (%)
İçip bırakmış (%)
BAL da lenfositoz (%)
HP ile uyumlu TBAB (%)
TBAB de granülom (%)
BELİRİTİ/BULGULAR (%)
Öksürük
Nefes darlığı
Ateş
Kilo kaybı
Ral
Clubbing
TEDAVİ
Kortikosteroid Kullanılan Hasta (%)
HASTALARIN İZLEM SONUÇLARI
Tam düzelme (%)
İyileşme (%)
Stabil (%)
Kötüleşme (%)
Ölüm (%)
Belirsiz (%)
Nüks (%)
22(71)/9(21)
58 (43-80)
lışmalara gerek vardır. Sarkoidozun evresini ve seyrini göstermede yararlı
olabilecek diğer parametrelerin de araştırılması gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Sarkoidoz, evre, ortalama plateler volümü (MPV)
12 (39)
9 (29)
9 (29)
1 (3)
4 (13)
20 (64.5)
7 (23)
2 (6)
25 (81)
6 (19)
13 (42)
13 (42)
5 (16)
30 (97)
28 (90)
12 (39)
8 (26)
23 (75)
4 (13)
Şekil 1. MPV ve evre arasındaki ilişki
Tablo 1. Parametreler ve evre ilişkisi
16 (52)
13 (42)
4 (13)
4 (13)
3 (10)
1 (3)
5 (16)
5 (16)
PS-18
Hangi parametre sarkoidozun evresini
göstermede kullanılabilir?
Emel Tellioğlu, Günseli Balcı, Aydan Mertoğlu, Zühre Taymaz
İzmir Dr Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Giriş ve amaç: Sarkoidoz nedeni bilinmeyen multisitemik inflamatuar
granulomatöz bir hastalıktır. Klinik seyri önceden belirleyen bir belirteç olmaması nedeniyle prognoz halen net olarak bilinmemektedir. Sarkoidozda akciğer radyogramına göre evreleme yapılmaktadır. Toraks Bilgisayarlı
Tomografi ile lezyonlar daha ayrıntılı görüntülenebilmesine rağmen henüz
BT’ye dayalı bir evreleme sistemi yoktur. Hastaların tanı ve takiplerinde
kullanılan parametreler (Radyolojik yaygınlık, aktivasyon bulguları ve
solunum fonksiyon testleri) arasındaki uyum her zaman gösterilememektedir. Çalışmamızın amacı sarkoidozlu olgularda toraks BT ile belirlenen
hastalık evresi ile serum ACE, MPV, Hemoglobin, Lenfosit, nötrofil, lenfosit/nötrofil oranı, FEV1%,FVC%, FEF25-75%, FEV1/FVC, DLCO% gibi
parametreler arasındaki uyumu araştırmaktır.
Yöntem: Hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Median yaşı 49 (23-73) ve kadın/erkek oranı 39/11 olan
toplam 50 sarkoidoz hastası retrospektif olarak incelendi. Toraks BT ile 10
hasta evre 1, 40 hasta da evre 2 olarak gruplandı. Araştırılan parametrelerden sadece MPV sarkoidoz evresi ile istatistiksel olarak anlamlı şekilde
ilişkili görüldü. MPV’nin evre 1 hastalarda daha yüksekken (9.12 ±0.6),
evre 2’de daha düşük olduğu (8.52 ±0.96) (p=0.043) izlendi.
Tartışma ve Sonuç: MPV’nin sarkoidoz hastalarında hastalığın evresi ve seyrini göstermede yararlı olabileceğini düşündüren veriler saptanmıştır. Protrombotik durumlarla ilişkili olabilen bu parametrenin etkinliği
konusunda daha fazla sayıda hastayla yapılmış randomize prospektif ça-
118
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Klinik Sorunlar - Pulmoner Vasküler Hastalıklar
PS-19
Pulmoner embolili yaşlı hastalarda
mortaliteyle ilişkili risk faktörleri
Melike Demir1, Mahsuk Taylan1, Hadice Selimoglu Şen1, Halide Kaya1,
Süreyya Yılmaz1, Cengizhan Sezgi1, Gülistan Karadeniz2, Mehmet Guli
Çetinçakmak3, Derya Yenibertiz4, Füsun Topçu1
Dicle Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Şifa Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
3
Dicle Üniversitesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır
4
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Pulmoner emboli(PE)’li yaşlı ve gençlerdeki klinik, radyolojik ve laboratuar bulgularını karşılaştırmayı ve yaşlılarda mortaliteyi
etkileyen risk faktörlerini saptamayı amaçladık.
Yöntem: Akut PE hastaları değerlendirildi. Hastaların demografik verileri, derin ven trombozu varlığı, komorbiditeleri, PE için diğer risk faktör-
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
leri ve mortalite oranları kaydedildi. Olgular yaşlı (≥65 yaş) yaşlı ve genç
gruba ayrılarak karşılaştırıldı.
Bulgular: İki yüz elli üç PE hastasının 148 (%58.5)’i genç, 105 (%41.5)’i yaşlı idi. Grupların karşılaştırıldığında yaşlı grupta komorbidite varlığı, sPESİ (simplified pulmonary embolism severity index) ve mortalite oranları daha fazla idi
(Tüm p değerleri <0.001). Yaşlılarda sağ atrium çapları, pulmoner arter sistolik
basınç seviyeleri ve proksimal pulmoner arter dallarında trombüs görülme oranı
daha fazlaydı (Sırasıyla p değerleri; 0.015, 0.001 ve 0.042). Yaşlı olgularda mortalite oranı %41 idi. Multivaryant analizinde sPESI ≥1 (p=0.034,OR:5.25,95%
CI:1.14-24.23), C-reaktif proteinin (p=0.004,OR:1.26,95% CI:1.08-1.48) ve
kan üre nitrojeninin(BUN) (p=0.019,OR:1.04,95% CI:1.01-1.07) yüksekliği,
operasyon (p=0.049,OR:3.92,95% CI:0.98-15.62) ve komorbiditelerin (p =
0.016, OR: 6.21,95% CI: 1,41-27,40) varlığı yaşlı olgularda mortaliteyi arttıran
bağımsız risk faktörleriydi. Gençlere gelince, ölüm oranı %12.8 idi ve artan BUN
düzeyleri (p = 0.010, OR: 1.09,95% CI: 1,02-1,16) ve pulmoner enfarktüs (p =
0.125, OR: 10.01,% 95 CI:,53-190,1) mortalite için bağımsız risk faktörleriydi.
Tartışma ve Sonuç: Yaşlı PE hastalarında mortalite oranını yüksek
bulduk. sPESI, komorbiditelerin varlığı, cerrahi girişimler, yüksek BUN ve
CRP seviyelerinin varlığı mortalite riskini tahmin etmede kullanılabilir.
Anahtar kelimeler: Yaşlı, pulmoner embolism, mortalite, risk faktörleri, kan üre nitrojen
Tablo 2. Tedavi öncesi ve sonrası hemogram parametrelerinin karşılaştırılması
Parametre
Tedavi öncesi
(n=48)
NLR (ort ± SD)
7,77 ± 8,08
MPV(ort ± SD)
10,16 ± 0,89
Beyaz küre(ort ± SD)
10693,95 ± 5394.49
NLR: Nötrofil Lenfosit Oranı MPV: Ortalama Trombosit Hacmi
Tedavi sonrası
(n=47)
p
2,91 ± 1,64
9,38 ± 1,11
7877 ± 2732,77
< 0,001
< 0,001
< 0,001
PS-21
Simplified Pulmonary Embolisim Severity
İndex (sPESI) Skoru 0 Olan Olgularda İleri
Risk Sınıflaması Gerçekten Gereksiz mi?
Serhat Erol1, Özgür Batum1, Sami Deniz1, Yasemin Özdoğan1, Atilla Keskin2,
Ufuk Yılmaz1
1
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği
2
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Bölümü
PS-20
Pulmoner Emboli Hastalarında Hematolojik
Parametrelerin Prognostik Değeri
Şule Taş Gülen, Onur Yazıcı, Nuray Seyitoğlu, Emel Ceylan, Osman Elbek,
Mehmet Polatlı, Orhan Çildağ, Fisun Karadağ
Adnan Menderes Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Aydın
Giriş ve amaç: Pulmoner embolinin (PE) gelişimi ve prognozunda inflamasyonun rolü olduğu gösterilmiştir. Literatürde hematolojik parametrelerin PE tedavisinden etkilenmesine dair çalışma yoktur. Bu çalışmada,
PE’li hastaların tanı anındaki ve tedavi sonrasındaki hemogram değerleri
incelenerek, hematolojik parametrelerin tedavi yanıtı ve hastalığın prognozu ile ilişkisi araştırılmıştır.
Yöntem: Çalışmaya Aralık 2014-Aralık 2015 tarihleri arasında hastanemiz Göğüs Hastalıkları Kliniği’nde PE tanısı ile yatırılarak tedavi edilmiş
toplam 48 hasta alındı. Olgu dosyaları dijital arşiv sisteminden retrospektif
olarak incelendi ve demografik verileri, klinik değerlendirmeleri ile tanı
anındaki ve tedavi sonrasındaki hemogramları retrospektif olarak değerlendirildi. Hemogram parametrelerinden beyaz küre (WBC), nötrofil lenfosit oranı (NLR), ortalama trombosit hacmi (MPV)’nin ölçümleri istatistiksel
olarak incelendi. İstatistiksel analizler için SPSS 17,0 programı ile MannWhitney U testi kullanıldı.
Bulgular: Çalışmamıza alınan toplam 48 hastanın ortalama yaşı 62.68
olup, 27’si (%56.2) erkek idi. Ortalama yatış süresi 9,2 gün olarak bulundu. Tanı anında NLR, MPV ve WBC ortalama değerleri sırasıyla 7.77 ±
8.08, 10.16 ± 0.89, 10693.95 ±5394.49 olup tedavi sonunda ise; 2.91 ±
1.64 (p=0.000), 9.38 ± 1.11(p=0.000), 7877.50 ± 2732.77 (p=0.000)
olarak bulundu. NLR, MPV ve WBC değerlerinin tedavi sonrası anlamlı
olarak düştüğü saptandı.
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızın sonuçları nötrofil lenfosit oranı,
ortalama trombosit hacmi ve beyaz kürenin pulmoner embolinin tanısı
ve tedavi yanıtını gösteren prognostik inflamatuar belirteçler olabileceğini
düşündürmektedir.
Anahtar kelimeler: Pulmoner emboli, beyaz küre sayısı, nötrofil lenfosit oranı,
ortalama trombosit hacmi
Tablo 1. Pulmoner Emboli Hastalarının Demografik Verileri
Parametre
Minumum
Maximum
ortalama
Std.Deviasyon (±)
Yaş
Yatış süresi
30
1
84
22
62.68
9.20
15.88
4.64
Giriş ve amaç: Avrupa Kardiyoloji Derneği (ESC) 2014 rehberinde,
pulmoner emboli (PE) tanısı alan ve sPESI skoru 0 olan normotansif olgularda, tedavi kararında etkisi olmayacağı için ileri risk sınıflaması gerekmediği, bu olguların erken taburcu edilebilecekleri hatta uygun olanların
ayaktan tedavi edilebilecekleri ifade edilmektedir.
Nu çalışmanın amcı SPESI skoru 0 olan olgularda ileri risk değerlendirmesinin gerçekten gereksiz olup olmadığının saptanmasıdır.
Yöntem: Haziran 2013 ile temmuz 2015 tarihleri arasında PE tanısı
alan olgular prospektif olarak takip edildi. Bu olgulardan SPESI skoru 0
olanlar çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Çalışmaya 14 erkek ve 19 kadın toplam 33 olgu dahil edildi.
20 (%60,6) olgu düşük risk, 13 (%39,4) olgu ise orta risk idi. Bunlardan 10
(%30,3) olgu orta düşük risk, 3 (%9,1) olgu ise orta yüksek riskti.
Düşük risk grup ile orta risk grup yaş,cinsiyet, D-dimer değeri, body
mass index (BMI), ana pulmoner arterde emboli olması, DVT olması açısından karşılaştırıldı.
İki grup arasında ana pulmoner arterde emboli olması ve D-dimer değeri açısından anlamlı fark saptandı.
Diğerleri açısından iki grup arasında istatistiksel anlamlı fark saptanmadı.
İki grupta da in-hospital ve 3 aylık takipte mortalite yoktu. Hiçbir olguda
takipte hipotansiyon veya şok gelişmedi. Orta risk grupta iki olguya oksijen
tedavisi gerekti. Bunlardan birine dirençli hipoksemi nedeniyle trombolitik
uygulandı.
Tartışma ve Sonuç: sPESI erken mortaliteyi tahmin etmekte güvenli
bir risk skoru olsa da ayaktan ve yatarak tedavi kararında güvenilir değildir.
Ana pulmoner arterde emboli olan veya D-dimer değeri 3600 den yüksek olan olgularda SPESI o olsa dahi ileri risk sınıflaması gereklidir. Bu
olgularda ileri risk sınıflaması mortaliteyi etkilemese de, hastaların tedavi
yerinin kararlaştırılmasında önemlidir.
Anahtar kelimeler: pulmoner emboli, sPESI, risk sınıflaması
PS-22
Ekinokokus hastalığının sebep olduğu
pulmoner hipertansiyonun cerrahi tedavisi
Menduh Oruç1, Şehnaz Olgun Yıldızeli2, Sait Karakurt2, Bülent Mutlu3,
Serpil Taş4, Mehmed Yanartaş4, Bedrettin Yıldızeli5
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, kardiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
4
Kartal Koşuyolu Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kalp Damar Cerrahisi Bölümü, İstanbul
5
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Giriş ve amaç: Ekinokokkozis, larva ve solucan şekli ile köpekler tarafından bulaşan parazitik bir zoonozistir. Kistin büyük çoğunluğu karaciğer,
akciğer veya her ikinde oluşur. Pulmoner kaynaklı hidatik kist hastalığı
genellikle primer kardiyak yerleşimli, akciğer hidatik kist hastalığı veya rüptürü sonucu gelişen ender bir durumdur. bu çalışmanın amacı pulmoner
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
119
POSTER SUNUMLAR
arterin içini tutan pulmoner hipertansiyona yol açan hastalıklarla ilgili klinik deneğimlerimizi gözden geçirmekti.
Yöntem: Veriler 2011 ve 2015 yılları arasında pulmoner endarterektomi (PEA) ameliyatı geçirmiş olan 324 hasta prospektif olarak incelendi.
Bu hastalardan 9 hasta (7 erkek, 2 kadın ve yaş ortlaması 37, 5) pulmoner
hidatidosisinin teşhisi ile PEA cerrahisi için başvurdu.
Bulgular: Pulmoner hipertansiyon (PH) ameliyat öncesi 5 hastada
belirlendi ve ortalama pulmoner arter basıncı (mPAP) 45 mmHg basıncındaydı. The preoperative New York Heart Association(NYHA) sınıf dağılımı
3 hasta klas 3’de ve 5 hastanın klas 2’de olduğunu gösterdi. Ortalama altı
dakikalık yürüme testi 210 metre idi. Veno-arteryel ECMO’nun yerleşmesi
ve pnomonektomi dışında hemoptizinin tedavisi için uygulandı. Sistolik ve
pulmoner arter basıncı (PAP) cerrahi sonrası 65 mmHg ve 35 mmHg den
35 mmHg ve 20 mmHg’a anlamlı bir şekilde düştü (P < 0.001 and P <
0.001, sırasıyla).
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma literatür olarak akciğer hidatik hastalarının en büyüğüdür. Mortalite oranları yüksek olmasına ragmen pulmoner endarterktomi pulmoner arter hidatik kisti çıkarmak için en etkili
tedavi olmaya devam etmektedir.. Etkili medical tedavi kistin tekrarlanmasından kaçınmak için gereklidir. Yüksek mortalite oranları, riski ve ekinokkok hastalığının teşhisi ile hastaların değerlendirlmesi özel PEA merkezlerinde yapılması gerekir
Anahtar kelimeler: hidatik kist, pulmoner hipertansiyon, pulmoner
endarterektomi, hemoptizi.
PS-23
Kist Hidatide Bağlı Pulmoner Hipertansiyon
Tedavisi: Pulmoner Endarterektomi
Menduh Oruç1, Şehmaz Olgun Yıldızeli2, Çağatay Çetinkaya3, Bihter
Sayan3, Bülent Mutlu4, Serpil Taş5, Mehmed Yanartaş4, Bedrettin Yıldızeli3
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi,Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul
4
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, kardiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
5
Kartal Koşuyolu Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Hidatik kist hastalığının etkeni cestod grubuna ait bir
yassı solucan olan Echinococcus granulosus’dur. Pulmoner arter içerisinde hidatik kist görülmesi çok nadir bir durumdur. Bu çalışmanın amacı
pulmoner arter içine yerleşen ve pulmoner hipertansiyona (PH) yol açan
hastalar ile ilgili klinik tecrübemizi gözden geçirmekti.
Yöntem: 2011 ve 2015 yılları arasında pulmoner endarterektomi
(PEA) ameliyatı geçirmiş olan 324 hasta prospektif olarak incelendi. 9 hasta (7 erkek, 2 kadın ve yaş ortalaması 37,5 yıl) pulmoner hidatidosisinin
teşhisi ile PEA cerrahisi için başvurdu. Serebral ekinokokkozis gelişen bir
hasta operasyon öncesi kaybedildi. Sekiz hasta ameliyat edildi. Yedi hasta
ameliyat öncesi albendazol tedavisi almakta idi.
Bulgular: Pulmoner hipertansiyon ameliyat öncesi 5 hastada vardı.
Sepsis (n=1) ve masif hemoptizi (n=2) nedenleri ile mortalite toplam 3
hastada görüldü. Sistolik ve ortalama pulmoner arter basınçları cerrahi
sonrası 65 mmHg ve 45 mmHg den 35 mmHg ve 20 mmHg’a anlamlı bir
şekilde düştü (P < 0.001 and P < 0.001, sırasıyla). Beş hasta postoperatif
10.günde problemsiz olarak taburcu edildi. Ortalama takip süresi 23 ay idi
ve tüm hastalarda önemli klinik düzelme görüldü
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma literatürde bildirilen en geniş akciğer
hidatik serisidir. Yüksek mortalite oranlarına rağmen pulmoner endarterektomi, pulmoner arter hidatik kist tedavisinde en etkili tedavidir. Ekinokokkal hastalığı olan hastalarda cerrahi tedavinin kar-zarar değerlendirilmesi bu konuda uzmanlaşmış pulmoner endarterektomi merkezlerince
yapılması gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Hidatik Kist, Pulmoner Hipertansiyon, Pulmoner
Endarterektomi, Hemoptizi.
120
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-24
Hastanede Yatış Sırasında Gelişen Venöz
Tromboembolinin Engellenmesinde Hastane
Protokolünün Rolü
Leyla Pur Özyiğit1, Sinem İliaz2, Ayşe Bilge Öztürk2, Terman Gümüş3,
Benan Çağlayan1, Levent Tabak1
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Allerji Anabilim Dalı, İstanbul
Koç Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları ve Allerji Bölümü, İstanbul
VKV Amerikan Hastanesi, Radyoloji Bölümü, İstanbul
1
2
3
Giriş ve amaç: Venöz tromboembolizm (VTE) hastane ölümlerinin
en sık önlenebilir nedenlerinden biridir. Profilaksi yaklaşımlarının yeterli
ve etkin kullanımı ile bu konuda başarı sağlandığı bilinmektedir. Ancak
VTE profilaksisi, endikasyona rağmen, hastanede yatan hastaların çoğunluğuna uygulanmamaktadır. Hasta güvenliğini arttırmak amacıyla hastanemizde 2013 yılı Ocak ayından itibaren VTE protokolü kullanılmaya
başlanmıştır. Bu protokol çerçevesinde yatan her hasta için, mevcut riski
ve önerilen profilaksi yaklaşımını belirlemeye yönelik bir form doldurulması zorunlu hale getirilmiştir. Çalışmamızda mevcut protokolün hastanede
VTE gelişimi üzerine etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: 2014 yılında yatan her hasta için VTE profilaksi formu doldurulmuş ve önerilere %80 oranında uyum gerçekleşmiştir. Çalışmamızda
VTE protokolü öncesinde (2012 yılı) ve protokole kabul edilebilir uyumun
elde edildiği yılda (2014 yılı) hastanemizde yatış sırasında objektif yöntemlerle tanı almış tüm pulmoner tromboemboli (PTE) ve derin ven trombozu
(DVT) olguları tespit edilmiş ve bu olguların demografik ve klinik özellikleri
retrospektif olarak karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Hastanede yatış sırasında 2012 yılında 13 (yaş ortalaması
55±16, %33 kadın) ve 2014 yılında 16 (yaş ortalaması 67±14, %58 kadın) olguda VTE gelişmiştir. Bu hastaların VTE profilaksisi alma oranında
VTE protokolü sonrasında artış olmamıştır (p>0.99). 2014 yılında VTE
geçiren hastaların yaş ortalamasının ve kemoterapi alma oranının daha
yüksek olduğu gözlenmiştir (p=0.04, p=0.02). Ayrıca 2014 yılında emboli tanısına kadar geçen hastanede yatış süresinin 2012 yılına kıyasla daha
uzun olduğu görülmüştür (7±7.3 vs. 14±10.4, p=0.005).
Tartışma ve sonuç: Hastanede yatış süresinin uzaması ve artan risk faktörleri, uygulanan VTE protokolünden beklenen klinik etkinliğin kanıtlanabilirliğini güçleştirmiştir. Bu bulgulara rağmen, hastane stratejisi olarak belirlenen
profilaksi amaçlı protokollerin, sağlık çalışanlarında VTE konusunda farkındalığı ve hastane yatışı boyunca hasta güvenliğini arttırdığı düşünülmektedir.
Anahtar kelimeler: Venöz tromboemboli, derin ven trombozu, pulmoner
tromboemboli, profilaksi
KOAH
PS-25
Göğüs Hastalıkları Uzmanlarına Düzenli
Kontrole Gitmeyen KOAH Hastalarının
Değerlendirilmesi
Muzaffer Onur Turan1, Arzu Mirici2, Pakize Ayşe Turan3
Gelibolu Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Çanakkale
Çanakkale 18 Mart Universitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Çanakkale
3
Çanakkale Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Çanakkale
1
2
Giriş ve amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH),komplike
bir hastalık olup hastalarda risk faktörlerine maruziyet, mevcut hastalık
durumu, semptomlar, tedavi etkinliğininin düzenli olarak değerlendirilmesi ve bu izleme dayalı olarak tedavinin düzenlenmesi gerekmektedir.
Göğüs hastalıkları polikliniğine ilaç yazdırmaya gelen veya rapor için
başvuran,düzenli poliklinik kontrollerine gelmeyen KOAH hastalarında
mevcut hastalık durumu ve tedavinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya, Ocak-Haziran 2015 tarihleri arasında Gelibolu
Devlet Hastanesi göğüs hastalıkları polikliniğine, sadece ilaç yazdırmak
için başvuran ve son 1 yıl içerisinde göğüs hastalıkları doktorları tarafından değerlendirilmemiş hastalar (çalışma grubu) ve kontrol amaçlı düzenli
gelen hastalar (karşılaştırma grubu) dahil edildi. Hastalara solunum fonksiyon testi (SFT) ve inhaler cihaz kullanım becerisini değerlendiren bir test
uygulandı.
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bulgular: Çalışma grubunda 70, karşılaştırma grubunda 60 olmak
üzere toplam 130 KOAH hastası çalışmaya alındı. Çalışma grubu hastalarının %40’ı sigara içmeye devam etmekteydi. Bu hastalara SFT en son
1.67±0.98 yıl önce yapılmışken, doktor tarafından KOAH ilaç eğitimi de
son olarak 1.44±0.89 yıl önce verilmişti. Çalışma grubundaki hastalara
son KOAH ilaç eğitimi ve SFT uygulanmasından sonra geçen süre, karşılaştırma grubu hastalarına göre anlamlı olarak daha uzundu (p<0.001).
İki grubun hastaları arasında, kullandıkları ilaçların KOAH’da birleşik değerlendirme sınıflamasına uygunluğu açısından da anlamlı fark tespit edildi (p=0.002). Çalışma grubu hastalarının inhaler cihaz beceri puanları da
istatistiki açıdan anlamlı olacak şekilde daha düşüktü (p=0.035).
Tartışma ve Sonuç: KOAH hastalarının izlemi konusunda standart
bir yaklaşım olmasa da, solunum fonksiyon testi, kullandığı ilaçların uygunluğu ve inhaler tedavi uyumu gibi parametreler düzenli aralıklarla
değerlendirilmelidir. Bu yüzden, herhangi bir sebeple göğüs hastalıkları
polikliniğine başvuran hastalarda bu değerlendirmelerin en son ne zaman
yapıldığının sorgulanması ve hastanın bütünüyle irdelenmesi önemlidir
Anahtar kelimeler: KOAH, düzenli kontrol, tedavi uyumu
PS-26
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı(KOAH)
hastalarında vücut yüzey alanının
değerlendirilmesi
Gülistan Karadeniz1, Sibel Doruk1, Serpil Bulaç Kır1, Melike Demir2
Şifa Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmin
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
1
2
Giriş ve amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) hastalarında düşük vücut kitle indeksinin(BMI) kötü prognoz ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Vücut yüzey alanı(BSA) da BMI gibi vücut kompozisyonu ile ilişkili antropometrik bir ölçümdür. Bu çalışmada KOAH hastalarında hastalık
şiddeti (hava akımı kısıtlılığı ve alevlenme risk grubu) ile BSA arasındaki
ilişkiyi araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmaya 230 stabil KOAH hastası retrospektif olarak kaydedildi. Hastaların demografik özellikleri, sigara alışkanlıkları, ek hastalıkları,
pulmoner fonksiyon testi, KOAH değerlendirme testi(COPD) Assessment
Test (CAT) ve modified medical research council (mMRC) skorları, son bir
yıl içindeki alevlenme sayısı ve hospitalizasyon sayısı kaydedildi. BMI ile
boyd ve mosteller formülleri kullanılarak BSA hesaplandı.
Bulgular: İkiyüz otuz stabil KOAH hastasının yaş ortalaması 68.1±9.8
olup bunların 174’ü (%75.7) erkek 56’sı (%24.3) kadındı. BMI ortalaması
26.1± 4.7 olup BSA ortalaması boyd formülüne göre 1.86 ± 0.21 mosteller formülüne göre 1.84 ± 0.2 idi (Tablo 1). Alevlenme riskine göre
düşük ve yüksek riskli KOAH hastaları hem de hava akımı kısıtlılığına göre
GOLD 1-2 ve GOLD 3-4 KOAH hastaları arasında BSA ve BMI ortalama değerlerinde anlamlı fark saptanmadı (Tablo 2). BMI düşük ve yüksek
olan KOAH hastaları karşılaştırıldığında ise BMI ˂25 kg/m2 olanların yıllık
hospitalizasyon sayısı ortalaması, CAT skoru ortalaması ve sigara paket/
yılı daha yüksekti (respectively p= 0.03, 0.02, 0.04). BMI ≥25 kg/m2 olanların ise ek hastalık varlığı daha yüksekti (p= 0.001). Olgularımızın BMI
ortalaması ile BSA ortalaması korele idi (Şekil 1) (p˂0.001).
Tartışma ve Sonuç: KOAH hastalarında BMI düşük olanlarda hospitalizasyon açısından, BMI yüksek olanlarda eşlik edebilecek komorbiditeler açısından dikkatli olunmalıdır. BSA ile BMI korele olmasına rağmen
BMI’de saptanan anlamlı farklılıklar BSA ile saptanamadı.
Anahtar kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, vücut kitle indeksi, vücut
yüzey alanı
Şekil 1.Vücut kitle indeksine(BMI) göre vücut yüzey alanı(BSA) dağılımı (p˂0,001)
Tablo 1. Hastaların demografik özellikleri
n (%)
Age, years (mean ±SD)
Gender
male
female
Smoker
Nonsmoker
Smoker
Exsmoker
Body Mass Index (mean ±SD)
Body Surface area
BOYD
MOSTELLER
FEV 1 (mean ±SD)
L
%
FVC (mean ±SD)
L
%
CAT score (mean ±SD)
mMRC (mean ±SD)
Exacerbation number* (mean ±SD)
Alevlenme az (0-1) (n, %)
Alevlenme çok (2 ve üstü) (n, %)
Ek hastalık
Yok
var
GOLD 1
GOLD 2
GOLD 3
GOLD 4
A (according to CAT)
B
C
D
A (according to mMRC)
B
C
D
230 (%100)
68,1± 9,8
174 (%75,7)
56 (%24,3)
11 (%4,8)
88 (%38,3)
131 (%57)
26,1± 4,7
1,86 ± 0,21
1,84 ± 0,2
1,39 ± 0,58
52,6 ±18,4
2,26 ± 0,82
67,4 ±20,2
10,6 ±6,8
1,5 ± 0,98
0,9 ± 1,3
178 (%77.4)
52 (%22.6)
78 (%34)
152(%66)
19 %8,3
110 %47,8
77 %33,5
24 %10,5
72 %31,3
33 %14,3
47 %20,4
78 %33,9
80 %34,8
25 %10,9
50 %21,7
75 %32,6
CAT: COPD assessment test FEV1: Forced expiratory volume in 1 second FVC: Forced vital capacity
MMRC: Modified medical research council *: Within the previous 12 months
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
121
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Tablo 2. Hava akım kısıtlılığı ve alevlenme riskine göre vücut yüzey alanı(BSA) ve vücut
kitle indeksi(BMI)
Low risk
High risk
FEV 1 ≥ %50 FEV 1 ˂ %50
A-B
C-D
GOLD 1-2
GOLD 3-4
(n:105 %45,7) (n: 125 %54,3) (n:129 %56,1) (n: 101 %43,5)
Body surface area (mean ±SD)
(Boyd fomula)
Body surface area (mean ±SD)
(Mosteller formula)
Body mass index (mean ±SD)
1,87 ±0,2
1,86 ±0,22
1,87 ± 0,19
1,86 ±0,24
1,84 ± 0,19
1,84 ± 0,21
1,84 ± 0,18
1,84 ± 0,23
26,4 ± 4,6
25,9 ± 4,7
26,4 ± 4,6
25,7 ± 4,7
FEV1: Forced expiratory volume in 1 second * = tüm p değerleri ˃0.05
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bulgular: Ankete katılan 103 kişiden 24’ü (%23.3) KOAH hakkında
bilgisinin olmadığını, 79’u (%76,7) bilgisinin olduğunu söyledi. Bilgi edinme kaynağı olarak en fazla televizyon (%30,4), 2. sıklıkta aile (%26,6),
3. sıklıkta hastaneden şeklinde belirtildi. Üç olguda bilinen KOAH tanısı
varken, 36 olgu ailesinde KOAH tanılı kişi olduğunu belirtti. Ailede ya
da kendisinde KOAH tanısı olan kişilerin bilgi düzeyi ailede KOAH tanısı olmayan kişilere göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek idi
(p<0.0001). Sigara içip içmemesi, öksürük, balgam çıkarma ya da nefes
darlığı yakınmalarının olup olmaması bilgi düzeyini etkilememişti.
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda KOAH isminin bilinirliği %76,7
olup, ailede hastalık var ise hastalığın bilinirliği artmaktadır. En sık bilgi
kaynağı televizyon olup, halka doğru ve etkili bilgilendirme yapmak için
görsel yayın organlarının kullanılması gerektiği düşünülmüştür.
Anahtar kelimeler: KOAH, bilgi, sigara
PS-27
Bileşik KOAH Değerlendirmesi’ne Göre
Farklı İki Grubun Komorbiditelerinin
Karşılaştırılması
İsmail Özsoy1, Buse Özcan Kahraman1, Serap Acar1, Sevgi Özalevli1, Atila
Akkoçlu2, Sema Savcı1
PS-29
KOAH nedeniyle sürekli ilaç kullanım
raporu olan hastaların bilgi düzeyi ve
farkındalıklarının değerlendirilmesi: Bir
anket çalışması
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Fatma Işıl Uzel, Pelin Karadağ, Seda Tural Önür, Demet Turan, Esin
Yentürk, Esin Tuncay
Giriş ve amaç: Komorbiditeler, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı
olan hastalarda sık görülmektedir. Komorbiditelerin, KOAH’lı hastalarda yönetimi zordur. Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığına Karşı Küresel Girişim (GOLD), 2011 dokümanı yeni sınıflandırma olarak Bileşik
KOAH Değerlendirmesi’ni yayınladı. Bununla birlikte, komorbiditelerin iki farklı grup üzerine (Grup B ve C) etkileri tam olarak açık değildir.
Çalışmanın amacı, B ve C grubu KOAH’lı hastaların komorbiditelerinin
karşılaştırılmasıydı.
Yöntem: Kesitsel bir çalışma olarak KOAH’lı hastalarda (GOLD Sınıflaması B ve C) gerçekleştirildi. Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları
Anabilim Dalı tarafından yönlendirilen toplamda 33 stabil KOAH’lı hasta
(grup B (n=16) ve grup C (n=17)) çalışmaya dahil edildi. Son bir yıl içerisindeki alevlenme sayıları ve pulmoner fonksiyon değerleri kaydedildi.
Semptomlar COPD Assessment Test (CAT) ve Modified Medical Research
Council (mMRC) Dispne Skalası ile değerlendirildi. Komorbidite skorunu
değerlendirmek için Charlson Komorbidite İndeksi kullanıldı.
Bulgular: B grubunun semptom skoru (CAT ve mMRC skoru) anlamlı
olarak C grubundan yüksek bulundu (p = 0.001). Pulmoner fonksiyon
testi değerleri, C grubunda anlamlı olarak B grubuna göre düşüktü. Charlson Komorbidite İndeks skorları açısından B ve C grupları arasında fark
yoktu (p=0.406).
Tartışma ve Sonuç: Komorbidite skorları B ve C grupları arasında
benzerdi. KOAH’lı hastalarda GOLD spirometri değerlendirmesinin yanında semptom değerlendirmesi mutlaka yapılmalıdır. Bu nedenle, komorbiditeleri de içeren kapsamlı bir KOAH değerlendirmesi kardiyopulmoner
rehabilitasyon yöntemine karar vermede önemlidir.
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Anahtar kelimeler: KOAH, komorbiditeler,Bileşik KOAH Değerlendirmesi
PS-28
Giriş ve amaç: KOAH, tüm dünyada önemli bir halk sağlığı sorunu
olmasına karşın,hastalar tarafından yeterince bilinmemektedir. Ülkemizde
Göğüs ve İç Hastalıkları uzmanlarınca tanısı koyularak, düzenli tedavi alması uygun bulunan KOAH’lı hastalara ilaç kullanım raporu verilmektedir.
KOAH tanısı ile sürekli ilaç kullanım raporu olan hastaların, hastalıkları ile
ilgili farkındalık ve bilgi düzeyini ölçmeyi amaçladık.
Yöntem: Hastanemiz Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran KOAH
nedeniyle ilaç kullanım raporu bulunan 201 hastaya etik kurul onayı sonrası 15 kısa sorudan oluşan anket uygulandı. Ankette yakınmalar, sigara
öyküsü, KOAH kısaltmasının açılımı, hangi organla ilgili olduğu, bu organın vücuttaki yerinin bilinme ve lokalizasyonun işaretlenebilme durumu,
tedavi hakkında bilgi düzeyi, KOAH gelişimine neden olan etkenler ve
hastalıkla ilgili sağlık okur-yazarlığı durumu sorgulandı. Hastaların yaş,
cinsiyet, eğitim düzeyi, MRC dispne skoru, FEV1 düzeylerine göre GOLD
sınıflaması kaydedildi.
Bulgular: Hasta grubunu 179 erkek (%89) 22 kadın (%11) hasta oluşturmaktaydı. 134 hasta ilkokul mezunu (%66,7), 23 hasta eğitim almamış
(%11,4) 16 hasta lise ve üniversite mezunu (%8) idi. 138 hasta (%69)
50-70 yaş arası yaş grubundaydı. Son 1 yıl içinde tanı alanların sayısı 41
(%20) idi. Balgam çıkarma %48,7, nefes darlığı %74 hastada mevcuttu
ve 130 hastada (%64,7) sigara öyküsü vardı. KOAH’ın açılımını sadece 7
hasta (%3) doğru olarak bildi. 145 hasta (%72) akciğerle ilgili bir hastalık
olduğunu bilirken, 152 kişi (%75,6) akciğerlerin yerini doğru bildiğini söylese de, şekil üzerinde doğru işaretleme oranı %21,9 (44 kişi) idi.
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamız uzman doktor tanılı KOAH hastalarında hastalıkla ilgili bilgi ve farkındalık düzeyinin düşük olduğunu göstermektedir. Bu hasta grubunda bilgi düzeyinin arttırılmasına yönelik geniş
kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: bilgi düzeyi, farkındalık, KOAH
“KOAH” Halk Arasında Ne Kadar Biliniyor?
Sibel Ayık, Ayşe Dallı, Biray Özdemir, Bünyamin Sertoğullarından
İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Giriş ve amaç: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) şu anda
en sık görülen 12. hastalık iken 2020 yılında Dünya’da en sık görülen 5.
hastalık olacağı tahmin edilmektedir.
Bu çalışmada toplumda sık görülen KOAH’ın farkındalığını artırmak için
hastanemiz koridorunda dolaşan hasta ve hasta yakınlarının KOAH hakkında bilgi düzeylerinin araştırılması amaçlandı.
Yöntem: Ankete katılan kişilerin yaşları, sigara içme alışkanlıkları, bilinen kronik akciğer hastalığının olup olmadığı, öksürük, balgam çıkarma
ve nefes darlığı yakınmalarının olup olmadığı ve KOAH adını duyup duymadığı, eğer duydu ise nereden duyduğu soruldu.
122
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-30
Biomass Maruziyeti Olan Kadın Olgularda
Pulmoner Hipertansiyon Bulgularının
Değerlendirilmesi
Zehra Dilek Kanmaz1, Elif Tural2, Esin Yentürk1, Gülfidan Aras1, Esin Tuncay1, Abdüssamet
Gülsüm3
Yedikule Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma hastanesi
Esenyurt Devlet Hastanesi
3
Batman Devlet Hastanesi
1
2
Giriş ve amaç: Pulmoner Hipertansiyon ileri evre KOAH (Kronik
Obstrüktif Akciğer Hastalığı)‘lı olgularda sık görülen bir komplikasyondur.
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Çeşitli amaçlarla hayvansal biyokütle yakıtı(tezek)kullanan toplumlarda
KOAH, kadınlarda erkekler kadar hatta biraz daha fazla oranda görülmektedir. Çalışmamızın amacı biomass maruziyeti olan kadın olgularda, biomass maruziyetinin Pulmoner arter basıncına etkilerini değerlendirmektir.
Yöntem: Biomass maruziyeti olan ve Ekokardiyografik incelemeleri yapılmış olan 90 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Sol kalp
yetersizliği, pulmoner emboli, uyku apne, obesite (35>BMI),kanser,
diyabet,bronşektazi, destroyed lung,sgara içim öyküsü saptanan 26 olgu
çalışma dışı bırakıldı.GOLD kriterlerine göre KOAH tanısı konulan 52 olgu
çalışmaya dahil edildi. Kontrol grubu olarak da biomass maruziyeti olan
ancak solunum şikayeti olmayan, solunum fonksiyon testleri normal sınırlarda olan 12 olgu alındı. Tüm olguların Sistolik pulmoner arter basınçları s(PAB) kaydedildi. s(PAB)‘ın 35 mmHg‘nın üzerinde olması pulmoner
hipertansiyon olarak kabul edildi. İstatistiksel analiz için SPSS 15.0 for
Windows programı kullanıldı. İstatistiksel alfa anlamlılık seviyesi p<0,05
olarak kabul edildi.
Bulgular: KOAH hastalık grubunun FVC%, FEV1%, FEV1/FVC%
ortalaması kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı düşüktü
(p=0,028 p<0,001 p<0,001). Tüm grupta s(PAB),değerlendirilen parametrelerden yaş ile pozitif yönde, FVC% ve FEV1% ile negatif yönde
istatistiksel olarak anlamlı ilişkiliydi (p=0,009 p=0,035 p=0,045). KOAH
grubunda s(PAB)yüksek saptandı(38.3±10.7). Kontrol grubunda ise s
PAB 32.5 ±7.6 mmHg arasında bulundu. s(PAB) açısından iki grup arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark bulunamadı.
Tartışma ve Sonuç: ÇalışmamızdaTezek dumanı inhalasyon ürünlerine kronik olarak maruz kalan kadın olgularda s(PAB) değerlerinin arttığı
saptandı. FEV 1% ve FVC % değerlerinin KOAH’ın şiddetini arttırarak
PH‘nun şiddetini arttırabileceği kanısına varıldı.
Şekil 1. İlk kez tanı alan ve önceden KOAH tanısı olan olgularda katılımcı hekimlerce
uygulanan tanı ve tedavi algoritması
Anahtar kelimeler: Biomass, pulmoner hipertansiyon,KOAH
Tablo 1. Anket çalışmasına katılan hekimlerin özellikleri
PS-31
KOAH Olgularında GOLD’a göre Tanı ve
Gruplama Süreçlerinin DeğerlendirilmesiSenaryo Olgu Çalışması
Oğuz Kılınç , Aylin Konya , Metin Akgün , Esra Uzaslan , Abdullah Sayıner
1
2
3
4
5
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Novartis İlaç
Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzurum
4
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bursa
5
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
3
Giriş ve amaç: Göğüs hastalıkları hekimlerinin kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) tanı, GOLD gruplanması ve tedavi süreçlerinde
yaklaşımlarının değerlendirilmesi.
Yöntem: Türkiye’yi temsil edecek 12 şehirden 50 hekime anket uygulandı. Çalışmada “senaryo” hasta olarak özellikleri verilen 7 olgunun
değerlendirilmesi istendi. Olgular şöyle tasarlandı: 1: KOAH GOLD A,
daha önce tanı almamış, 2: KOAH GOLD B, daha önce tanı almamış, 3:
KOAH GOLD D alevlenme, 4: KOAH GOLD B alevlenme, 5: Nefes darlığı
yakınması olan tedavi altında veya semptom kontrolü olmayan KOAH
GOLD B 6: Astım-KOAH overlap sendromu, 7: Obesite-hipoventilasyon
sendromu. Hekimler önceden hazırlanmış senaryolardaki tıbbi öyküleri
inceledi ve isteyeceği laboratuvar ve görüntüleme sonuçlarını kullanarak
değerlendirme yaptı. Hekim karar verene dek gerekirse ek test ve süreler
ile süreç devam etti. Hekimlerin tercihlerine göre skorlama yapıldı. Burada
ilk kez tanı alan (Olgu 1, 2) ve önceden KOAH tanısı olan hastalar (Olgu 3,
4, 5) ele alınmıştır. Basamak sistemi uygulanarak doğru tanı konulan-doğru gruplama yapılan ve doğru tedavi verilen hastalar takip edilerek doğru
yönetilmiş hasta oranlara ulaşılmıştır.
Bulgular: Ankete katılan hekimlerin özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir.
Olgulara katılımcı hekimlerce uygulanan tanı ve tedavi algoritmaları Şekil
1’de özetlenmiştir.
GOLD’a göre doğru tanı ve doğru gruplama oranları ilk kez tanı alan
KOAH olgularında sırasıyla Olgu 1 için %42, %6; Olgu 2 için %82, %6
ve önceden KOAH tanısı olan olgularda ise sırasıyla Olgu 3 için %92, %8;
Olgu 4 için %94, %6 ve Olgu 5 için %96, %6 idi.
Tartışma ve Sonuç: Bulgularımız, KOAH’da ilk kez tanı alan olgularda GOLD’a göre doğru tanı oranının ve tüm olgularda GOLD’a göre
doğru gruplama oranlarının düşük olduğunu göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, Tanı, Tedavi
Uzmanlık süresi, yıl
Uzmanlık süresi grubu
≤10 yıl
>10 yıl
Görev yapmakta olduğu kurum
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Özel Hastane
Devlet Hastanesi
Üniversite Hastanesi
Polikliniğe bir günde başvuran hasta sayısı
Günde muayene edilen hasta sayısı
Günde muayene edilen hasta sayısı grubu
≤35 hasta
>35 hasta
Kurumunda solunum fonksiyon testi (SFT) yapılan
SFT uygulayan kişi
Teknisyen
Hemşire
Hemşire+Teknisyen
Hekim
7 (1-33)
32 (65,3)
17 (34,7)
29 (58,0)
10 (20,0)
9 (18,0)
2 (4,0)
60 (10-1000)
40 (8-90)
22 (45,8)
26 (54,2)
50 (100,0)
30 (60,0)
15 (30,0)
4 (8,0)
1 (2,0)
Değerler ortanca (minimum-maksimum) veya sayı (%) olarak verilmiştir
PS-32
Genç ve Yaşlı KOAH’lı Erkeklerde Fiziksel
Aktivite Seviyeleri ve Yorgunluk Şiddetinin
Karşılaştırılması
Elvan Keleş1, Deniz Bayraktar1, Aylin Özgen Alpaydın2, Sevgi Özalevli1
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir.
Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir.
1
2
Giriş ve amaç: KOAH’lı hastalarda fiziksel aktivite seviyelerinin azaldığı ve yorgunluk görüldüğü bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı farklı yaş
gruplarındaki KOAH hastalarında fiziksel aktivite seviyeleri ve yorgunluk
şiddetini karşılaştırmaktır.
Yöntem: Kırk dört KOAH’lı erkek hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar
yaşlarına göre 65 yaş altı (n=15) ve 65 yaş üstü (n=29) olmak üzere iki
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
123
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
gruba ayrıldı. Hastaların solunum fonksiyon testleri spirometre ile ölçüldü.
Dispne seviyeleri Medical Research Council skalası ve Modifiye Borg ölçeği, fiziksel aktivite seviyeleri Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi, yorgunluk
şiddeti Yorgunluk Şiddet Ölçeği ile değerlendirildi. Verilerin yorumlanmasında Mann-Whitney U testi ve Spearman Korelasyon testi kullanıldı.
Bulgular: Hastalara ait özellikler Tablo 1’de verilmiştir. Genç ve yaşlı
gruptaki hastalar yaş, boy, vücut ağırlığı, solunum fonksiyon testleri ve
dispne açısından benzerdi (p>0.05). Buna rağmen, yaşlı gruptaki hastaların yorgunluk şiddetleri daha fazla (p=0.04) ve fiziksel aktivite seviyeleri
daha düşüktü (p=0.01). Genç grupta (rho= -0.515, p= 0.049) ve yaşlı
grupta (rho= -0.663, p< 0.001) fiziksel aktivite seviyesi ve yorgunluk arasında negatif bir ilişki saptandı. Her iki gruptaki yaş, solunum fonksiyon
testleri, dispne, fiziksel aktivite ve yorgunluk arasındaki ilişkiler Tablo 2’de
gösterildi.
Tartışma ve Sonuç: Benzer solunum fonksiyon test sonuçlarına sahip
yaşlı ve genç hastalarda algılanan yorgunluk ve dispne şiddetinin fiziksel aktivite seviyesinden etkilendiği görülmektedir. Özellikle yaşlı KOAH
hastalarının pulmoner rehabilitasyon programlarında, fiziksel aktivite düzeylerinin arttırılmasının hedeflenmesinin yararlı olacağını düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: KOAH, yaş, fiziksel aktivite, yorgunluk
Tablo 1. Genç ve yaşlı KOAH’lı erkek hastaların özellikleri
Yaş (yıl)
Boy (cm)
Vücut Ağırlığı (kg)
FVC (Litre/sn)
FVC (%)
FEV1 (Litre/sn)
FEV1 (%)
FEV1/FVC (%)
MRC Skalası
Modifiye Borg Skalası
Yorgunluk Şiddet Ölçeği
IPAQ
Genç Grup (n=15)
Median (25/75 IQR)
Yaşlı Grup (n=29)
Median (25/75 IQR)
p<0.05
59 (53/63)
172 (165/176)
78 (61/102)
2.59 (1.79/3.22)
58.7 (47/78)
1.57 (0.96/2.05)
49.2 (33/58)
60 (57/64)
1 (1/2)
3 (2/5)
36 (20/54)
693 (346.5/2346)
74 (69/80.5)
170 (167/174)
79 (65/85.5)
2.02 (1.63/2.78)
57 (43.85/79)
1.14 (0.79/1.71)
44 (32.1/62.5)
60 (52.25/65.5)
2 (0.5/3)
3 (1.5/5)
47 (37/59)
231 (0/742.5)
<0.001
0.852
0.692
0.102
0.814
0.107
0.990
0.747
0.491
0.980
0.038
0.011
IQR: Interquartile Range, FVC: Zorlu Vital Kapasite, FEV1: 1. Saniyedeki Zorlu Ekspirasyon Volümü,
MRC: Medical Research Council, IPAQ: Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi.
Tablo 2. Genç ve yaşlı KOAH hastalarında yaş, solunum fonksiyon testleri, dispne, fiziksel
aktivite ve yorgunluk arasındaki ilişkiler
Genç Grup (n=15)
FVC (Litre/sn)
FEV1 (Litre/sn)
FEV1/FVC (%)
MRC Skalası
Modifiye Borg Skalası
Fiziksel Aktivite
rho= 0.249
p= 0.371
rho= 0.244
p= 0.381
rho= -0.381
p= 0.161
rho= -0.422
p= 0.117
rho= -0.241
p= 0.386
Fiziksel Aktivite
Yorgunluk
Yaşlı Grup (n=29)
FVC (Litre/sn)
FEV1 (Litre/sn)
FEV1/FVC (%)
MRC Skalası
Modifiye Borg Skalası
rho= -0.515
p= 0.049
Fiziksel Aktivite
rho= -0.078
p= 0.686
rho= -0.063
p= 0.744
rho= -0.027
p= 0.888
rho= -0.479
p= 0.009
rho= -0.472
p=0.010
Fiziksel Aktivite
Yorgunluk
Yorgunluk
rho= -0.655
p=0.008
rho= -0.689
p= 0.004
rho= 0.087
p= 0.759
rho= 0.838
p<0.001
rho= 0.735
p= 0.002
rho= -0.515
p=0.049
Yorgunluk
rho= -0.330
p= 0.080
rho= -0.301
p= 0.113
rho= 0.013
p= 0.947
rho= 0.764
p<0.001
rho= 0.804
p<0.001
rho= -0.663
p<0.001
rho= -0.663
p < 0.001
FVC: Zorlu Vital Kapasite, FEV1: 1. Saniyedeki Zorlu Ekspirasyon Volümü, MRC: Medical Research Council, p<0.05.
124
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-33
Yetişkin Non Kistik Fibrozis Bronşektazi
hastalarında vitamin D düzeyi ile akciğer
fonksiyonları, klinik indeksler, anksiyetedepresyon semptomları arasındaki ilişki
Melahat Bekir, Şehnaz Olgun Yıldızeli, Derya Kocakaya, Hüseyin Arıkan,
Emel Eryüksel, Berrin Bağcı Beyhan
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş ve amaç: Çalışmanın amacı yetişkin non-kistik fibrozis (KF) bronşektazi hastalarında Vitamin D düzeyleri ile solunum
fonksiyonları,semptomlar, psikolojik durum ve hastalık ciddiyet indeksleri
arasındaki ilişkiyi saptamaktı.
Yöntem: Çalışmaya 50 non KF bronşektazi tanılı hasta dahil edildi.Dispne skorları(mMRC),alevlenme,hastane yatış sayısı,vücut kitle
indeksi(VKI),sigara kullanım öyküsü sorgulandı.Vitamin D düzeyleri ölçüldü.Hastalar hastane anksiyete-depresyon(HAD) skalası ile değerlendirildi.
Hastalık ciddiyeti,bronşektazi ciddiyet indeksi (BSI) ve FACED ile hesaplandı.Komorbiditeler Charlson komorbidite indeksi kullanılarak ölçüldü.
Bulgular: Çalışmaya 50 non KF bronşektazi tanılı hasta dahil edildi.
Ortalama yaş aralığı 43±16 olarak saptandı.Pseudomonas aeruginosa 14
(%23) hastada tespit edildi. Anksiyete hastaların 15’nde (%30) depresyon 19’nda (%38) bulundu. BSI’ye göre hastaların 25’i hafif (%50),12’si
orta (%24),13’ü (%26) ileri, FACED skorlamasına göre ise 32(%64) hafif, 1(%30) orta, ve 3(%6) hasta ileri bronşektazi hastasıydı.Hastaların
ortalama vitamin D düzeyi 16.4(3-91.4)ng/ml bulundu,sadece %12’de
vitamin D düzeyi normal düzeyde saptandı(≥30ng/ml).Tüm hastalarda vitamin D düzeyi FEF25-75%(27.0%(8-174) ile (r:0.419,p:0.009) ve
FEV1/FVC değeri (%66.5(38-99) ile (r:0.313,p:0.055) pozitif korelasyon
gösterdi.Vitamin D düzeyi, depresyon saptanan hastalarda 11.29(3-47)
ng/ml,saptanmayanlarda 19.5(3.3-91.4)ng/ml (p:0.096); anksiyetesi olan
hastalarda 14.2(7.51-26.4)ng/ml ve olmayan grupta 16.0(3-91.4)ng/ml
saptandı (p:0.551).Vitamin D düzeyleri ile psikolojik durum,VKI,alevlenme
ile hastane yatış oranı ve komorbidite indeksi arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Anksiyete ve /veya depresyon varlığının BSI ve FACED skorları
ile hastane yatış ve alevlenme sayısı arasında anlamlı ilişki saptanmadı.
BSI’ye göre hafif bronşektazili hastalrada mMRC skoru orta ve ciddi grubuna göre daha yüksek bulundu (p:0.008).
Tartışma ve Sonuç: Vitamin D eksikliğinin non-KF bronşektazili hastalarda çok sık görüldüğünü,düşük vitamin D düzeyinin kötü akciğer fonksiyonları ile ilişkili olduğunu saptadık.Klinik uygulamalarımızda D vitamin
düzeyinin taranması hastaların solunum fonksiyonları,sağlık durumlarının
iyleştirilmesi ve hastalığın gelecekte yönetimi için önemli katkı sağlayabileceği ifade edilebilir.
Anahtar kelimeler: anksiyete,depresyon;non KF bronşektazi,vitamin D,
Tanı Yöntemleri
PS-34
Serumdaki anti-tümör otolog antikorların
protein array ile Küçük Hücreli Akciğer
Kanseri’ (KHAK) nde tespitinin ELISA’ya göre
üstün teşhis gücü
Şükrü Atakan1, Alper Poyraz1, Hülya Bayiz2, Funda Demirağ2, Burçak
Vural3, Pınar Saip4, Ali Osmay Güre1
Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Bilkent Üniversitesi, Ankara
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi, İstanbul
4
Onkoloji Enstitüsü, İstanbul Üniversitesi, İstanbul
1
2
3
Giriş ve amaç: Otolog antikorların gelişimine yol açan tümör antijenlerinin keşfi teşhise yönelik kitlerin geliştirilmesinin de önünü açmaktadır.
Protein arraylerin taranması yeni otolog anti-tümör antikor biyobelirteçlerinin keşfi için çok değerli bir yöntemdir. Sayısal değerler elde edilerek
değerlendirildiğinde protein arraylerin doğrulanabilirliğinin ELISA’yla kıyaslanması amaçlanmıştır.
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Yöntem: 180 klondan oluşan protein arrayler (Source Bioscience)
50 KHAK ve 50 sağlıklı serumu in 1:500 sulandırma oranı ile taranmıştır. Protein arrayler WesternDot625 (Life Technologies) kiti ile işaretlenmiş
ve görüntülenmiştir. Seçilen klonların ürettiği proteinler HisTag’lı protein
saflaştırma ile ELISA için üretilmiştir. ELISA sonuçları hem nitel hem de
Photoshop CS1 Histogram (PS) yöntemi ile sayısal değerler elde edilen
protein array sonuçları ile kıyaslanmıştır. Özgüllük ve duyarlılık değerleri
Monte Carlo algoritması kullanılarak hesaplanmıştır.
Bulgular: SOX2 ve p53 seçilen 180 antijenin içindedir ve hem ELISA
(1) hem nitel (2) hem de PS (3) ile değerlendirildiğinde en yüksek özgüllük
(Özglk) ve duyarlılık (Dyrlk) değerlerine sahiptirler. SOX2 bu yöntemler ile
değerlendirildiğinde sırası ile 1) Dyrlk: 25%, Özglk: 98%, 2) Dyrlk: 34%,
Özglk: 98%, 3) Dyrlk: 43%, Özglk: 98% değerlerini vermektedir. p53 ise
bu yöntemler ile değerlendirildiğinde sırası ile 1) Dyrlk: 16%, Özglk: 98%,
2) Dyrlk: 6%, Özglk: 100%, 3) Dyrlk: 22%, Özglk: 96% değerlerini vermektedir. SOX2 ve p53 bu yöntemler ile birlikte değerlendirildiğinde ise
sırası ile 1) Dyrlk: 36%, Özglk: 96%, 2) Dyrlk: 36%, Özglk: 98%, 3) Dyrlk:
82%, Özglk: 90% değerlerini vermektedir.
Tartışma ve Sonuç: Sonuçlarımız PS yönteminin üstün duyarlılık değerleri oluşturabildiğini göstermektedir. Gelecek hedefimiz KHAK ve diğer
kanserlerin teşhisinde kullanmak üzere yeni otolog antikorların keşif ve
doğrulama çalışmalarında PS yöntemini kullanmaktır.
Anahtar kelimeler: Otolog anti-tümör antikor biyobelirteçler, KHAK teşhisi,
protein array, ELISA, özgüllük, duyarlılık
PS-35
Hematolojik Hastalığı Olan Bağışıklığı
Baskılanmış Hastalarda Bronkoskopinin
Tanısal Etkinliği
Nurdan Köktürk1, Fatma Yıldırım1, Burcu Başarık Aydoğan1, Ayşe
Kalkancı2, Özlem Güzel Tunçcan3, Şahika Zeynep Akı4, Zeynep Arzu
Yeğin4, Zübeyde Nur Özkurt4, Gülsan Türköz Sucak4
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim
Dalı, Ankara
4
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Hematolojik bozukluğu olan ya da kök hücre transplantasyonu yapılmış hastalarda pulmoner komplikasyonların değerlendirilmesinde bronşiyal örnekleme önemli bir yer tutmaktadır.Bu çalışmada
toraks bilgisayarlı tomografisinde (BT) akciğer bulguları bulunan hematolojik hastalarda bronkoskopik örneklemenin komplikasyon oranı ve tanısal
etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Ocak 2012-Eylül 2013 arasında Gazi Üniversitesi Göğüs Hastalıkları Bölümü’nde fleksibl bronkoskopi yapılmış hematolojik bozukluğu olan hastaların kayıtları ve laboratuvar bulguları retrospektif olarak incelendi.Demografik,klinik,radyolojik ve mikrobiyolojik
bulgular,işleme bağlı komplikasyonlar ve tedavileri kaydedildi.Tüm hastalarda bronkoalveolar lavaj (BAL) ve bronşiyal yıkamada mantar
boyamaları,kültür,galaktomannan tayini ve aspergillus,candida,pneumoc
ystis carinii (PCP) ve cytomegalovirus (CMV) için PCR çalışıldı.Bronkoskopik örnekleme sonrası tedavide yapılan değişimler ve 30 günlük mortalite oranları değerlendirildi.
Bulgular: Çalışma sürecinde yapılan 900 bronkoskopiden 46 tanesi toraks BT’de akciğer bulguları bulunan hematolojik hastalara uygulanmıştı.
Yirmidokuz (%61,7) bronşiyal yıkama, 22 (%46,8) BAL,14 (%24,8) transbronşiyal biyopsi ve 1 (%2,1) mukozal biyopsi uygulanmıştı.Tüm gruptaki komplikasyon oranı %25,5 idi.En sık görülen komplikasyon hipoksemi olup tüm komplikasyonların %21,3’ünü oluşturuyordu.Otuz günlük
mortalite oranı %10,9 idi ancak işleme bağlı ölüm saptanmadı.Hastaların
%41,3’ünde mikrobiyolojik incelemelerde pozitif sonuç elde edildi.Kültürlerde en sık üreyen organizma candida albicans idi (%8,7).Bronkoskopi
sonuçları 26 hastada (%56,5) tedavi yönetiminde değişikliğe neden oldu.
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma ile, özellikle pulmoner enfeksiyonu
bulunan hematolojik bozukluğa sahip hastalarda bronkoskopinin sonuçlar
üzerinde belirgin etkisi olduğu gösterilmiştir.
Anahtar kelimeler: Bağışıklığı baskılanmış hasta,hematoloji, pulmoner
enfeksiyon, fiberoptik bronkoskopi
POSTER SUNUMLAR
PS-36
GUT hastalarında solunum fonksiyon testi:
Prospektif klinik çalışma
Mustafa Saygın1, Önder Öztürk2, Funda Yıldırım Baş3, Mehmet Şahin4,
Taner Gonca5
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Isparta
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Isparta
4
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç hastalıkları Anabilim Dalı, Ramatoloji Bilim
Dalı, Isparta
5
Isparta Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Isparta.
1
2
3
Giriş ve amaç: Çalışmamızın amacı GUT hastaları ve asemptomatik
hiperürisemisi olan hastalarda solunum fonksiyon testi (SFT) ve demografik verilerle ilişkisinin araştırılmasıdır.
Yöntem: Çalışmaya kontrol grubu (K) (n=25 %27,8), GUT tanısı alan
(G) (n=34 %37,8), ve asemptomatik hiperürisemisi (AH) olan (n=31
%34,4) 90 hasta dahil edilmiştir. Hastaların ürik asit ve SFT ölçümleri yapıldı. Demografik veriler, sigara kullanımı, beslenme durumu ve medikal
tedavileri anket aracılığıyla sorgulandı. Veriler tanımlayıcı istatistik, ANOVA, bağımsız t testi ve ki-kare testi ile değerlendirildi.
Bulgular: Yaş ortalamaları 48,12±16,74 olan 82 erkek (%92,1),
7 kadın (%7,9) çalışmaya alındı. Hastaların ürik asit değerleri K ile AH
(p=0.001) ve G (p=0.001) grubu arasında istatistiksel olarak anlamlıdır
ve iki grupta kontrol göre yüksek bulundu. Zorlu vital kapasite (FVC) değeri K ile G grubu (p=0.001), AH ve G (p=0.008) grubu arasında istatistiksel olarak anlamlıdır ve G grubunda azaldı. Zorlu ekspirasyon hacmi
1. saniye (FEV1) değeri K ile G grubu (p=0.002), AH ve G (p=0.005)
grubu arasında istatistiksel olarak anlamlıdır ve G grubunda azaldı. Tepe
akım hızı (PEF) değeri K ve G grubu arasında istatistiksel olarak anlamlıdır
(p=0.028) ve G grubunda azaldı. Vücut kitle indeksi (VKİ) değeri K ile AH
(p=0.001) ve G (p=0.001) grubu arasında istatistiksel olarak anlamlıdır
ve AH ile G grubunda yüksek bulundu. Sigara kullanımı ile gruplardaki
SFT değerleri arasındaki ilişki anlamsızdı. G grubunda yaş ile FVC (r=0,597, p=0,001), FEV1(r=-0,667, p=0,001), PEF(r=-0,526, p=0,002),
FEF25-75(r=-0,375, p=0,045), MEF75(r=-0,434, p=0,021) arasında
anlamlı korelasyon bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Asemptomatik hiperürisemi ve GUT hastalarında
solunum fonksiyon testleri özellikle obstrüktif tipte bir patoloji yönünde bozulmaktadır. Bu hastalarda rutin kontrollerde SFT testinin belirli aralıklarla
yapılması önerilmektedir.
Anahtar kelimeler: GUT, asemptomatik hiperürisemi, FEV1, FVC, FEF25-75
PS-37
PULMONER VENÖZ VARYASYONLARIN ÇOK
DEDEKTÖRLÜ BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ İLE
İNCELENMESİ
Ayşe Umul1, Mustafa Kayan1, Hakan Demirtaş1, Mustafa Kara1, Ahmet
Orhan Çelik1, Hasan Ali Ekşili1, Fatmanur Kayan2
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Isparta
Isparta Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, Isparta
1
2
Giriş ve amaç: Pulmoner ven drenaj tiplerinin 128 Dedektörlü Bilgisayarlı Tomografi ile incelemek
Yöntem: Ocak 2015- Aralık 2015 arasında farklı nedenlerle çekilen
ve yaşları 9 ile 82 arasında değişen, rastgele seçilmiş 500 hastanın ince
kesit (1 mm kolimasyon) kontrastlı toraks BT’leri rutin transvers ve koronal planlarda değerlendirildi. Her iki tarafta venöz ostium sayısına ve
pulmoner venlerin drenaj tiplerine göre Marom klasifikasyonu göz önüne
alınarak sınıflama yapıldı. Isparta ve çevresini kapsayan bu çalışmada her
bir paternin sıklığı ve cinsiyetler arası farklar değerlendirildi.
Bulgular: Kadın olgu sayısı 228 (yaklaşık %45,6), erkek olgu sayısı
272 (yaklaşık %54,4) olup iki cinsiyet arasında anlamlı istatiksel fark saptanmadı. Sağ akciğerde çoğu hastada (%86,4) üst ve alt lob venlerine
giden çift ostium bulundu ve orta lob veni üst daldan ayrılıyordu. Bir hastada (%0,6) tek ostium saptandı. 44 hastada (%8,8) üç ostium bulundu.
Çalışmada, Marom sınıflamasında bulunan dört ve beş ostium varlığına
hiçbir hastada rastlanmadı. Sol akciğerde en fazla (%95,2) üst ve alt lob
venlerine açılan iki ostium saptandı. Kalan hasta grubunda (%4,2) tek
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
125
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
ostium mevcuttu. Solda Marom sınıflamasında olmayan bir hastada üç
ostium ve iki hastada bizim L2c olarak adlandırdığımız iki ostium varlığı ile
birlikte lingual dalın üst lob veninden 1 cm.den daha kısa segment sonrası
ayrıldığı varyasyon bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Bilateral pulmoner venöz ostial varyasyon sık
olmayıp sağda varyasyon olasılığı daha fazladır. Multidedektörlü ince kesit
BT, pulmoner venöz varyasyon taramasında gold standart tanı yöntemidir.
Tablo 1. Sağ lob venlerinin drenaj tipleri, yüzdeleri ve kadın-erkek dağılımı
Drenaj
patern
R1
Anahtar kelimeler: pulmoner, ven, drenaj, ince kesit
R2a
R2b
R2c
R3a
Açıklaması
Hasta Yüzde
sayısı oranı
Single common ostium in the left atrium
3
receiving upper, middle, and lower lobe veins
Two atrial ostia for the upper and lower lobe
veins; the middle lobe vein joins the proximal 299
upper lobe vein less than 1 cm from the ostium
Two atrial ostia for the upper and lower lobe
veins; the middle lobe vein joins the proximal 133
upper lobe vein more than 1 cm from the ostium
Two atrial ostia for the upper and lower lobe veins;
21
the middle lobe vein joins the lower lobe vein
Three atrial ostia for the upper, middle,
44
and lower veins
0.6
Kadın hasta Erkek hasta
sayısı ve
sayısı ve
yüzdesi
yüzdesi
1 (0,4)
2 (0,7)
59,8
147 (64,5) 152 (55,9)
26,6
53 (23,2)
80 (29,4)
4,2
7 (3,1)
14 (5,1)
8,8
20 (8,8)
24 (8,8)
Tablo 2. Sol lob venlerinin drenaj tipleri, yüzdeleri ve kadın-erkek dağılımı
Drenaj
patern
L1a
L1b
Şekil 1. Solda L3 varyasyonu izleniyor
L2a
L2b
L2c
L3
Açıklaması
Hasta Yüzde
sayısı oranı
Lower lobe vein joins upper lobe vein to form
a common trunk vein less than 1 cm long that
9
drains into the left atrium (one ostium)
Lower lobe vein joins upper lobe vein to form a
common trunk vein more than 1 cm long that
12
drains into the left atrium (one ostium)
Two atrial ostia for the upper and lower lobe
veins, respectively; ostia are separated by left
242
atrial wall
Two atrial ostia for the upper and lower lobe
veins, respectively; ostia are not separated by
234
left atrial wall
Two atrial ostia for the upper and lower lobe
veins,lingual vein joins the proximal upper lobe 2
vein less than 1 cm from the ostium
Three atrial ostia for the upper, middle,
1
and lower veins
Kadın hasta Erkek hasta
sayısı ve
sayısı ve
yüzdesi
yüzdesi
1,8
2 (0,9)
7 (2,6)
2,4
3 (1,3)
9 (3,3)
48,4
106 (46,5)
136 (50,0)
46,8
116 (50,9)
118 (43,4)
0,4
1 (0,4)
1 (0,4)
0,2
0 (0)
1 (0,4)
PS-38
Otopsi ile 204 Vakada Trakeobronşial Ağacı
Değerlendirmek
Aysun Yakar1, Fatih Yakar2, Erdoğan Kara1, Nihan Ziyade1, Safa Çelik1
Adli Tıp Kurumu, Adalet Bakanlığı, İstnabul
Pulmoner Departmant, Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi, İstanbul
1
2
Şekil 2. Sağda R2b varyasyonu izleniyor
126
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve amaç: Her cerrah, bronkoskopist, anestezist ve radyolog için
havayolu anatomisinin bilinmesi temel gereksinimdir. Trakeobronşial sistemde değişik anatomik varyasyonlar mevcuttur. Anatomik diseksiyonla
ölü vakalarda trakeobronşial ağacı incelemeyi amaçladık.
Yöntem: Adalet Bakanlığı, Adli Tıp Kurumu’nda 204 vakaya anatomik
diseksiyon yapıldı.
Bulgular: Olguların %78,9’u (n=161) erkek, %21,1’i (n=43) bayan,
olguların yaşları 12 ile 98 yıl arasında değişmekteydi. Trakeobronşial varyasyon 200 vakada (%98) tespit edildi. TBV sıklığı ile yaş ortalaması ve
cinsiyet arasında ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p >0.05).
Sağ üst lobun trifurkasyon paterni %60.3 (123/204)idi.Sağ üst lobun lineer diziliminden sonra ikinci en sık varyasyonu b1+(b2+b3) idi. Orta
lobun anormal dizilimi vakaların %16.1’de kayıt edildi. Sağ bazal alt
lob için; vakaların %26’ında (53/204) en sık görülen anatomik varyant
b8+(b9+b10) iken, sol bazal alt lob için; vakaların %34.8’inde (71/204)
en sık görülen anatomik varyant bazal orifisin dört segmentli olmasıydı. En sık TBV’lar; iki subsegmentli sağ ve sol apikal bazal segmentler
(%39.7), dört segmentli sol alt lob bazal (%34.8), üç segmentli sol üst lob
divizyonuydu(%25.5).
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tartışma ve Sonuç: Trakeobronşial ağaç yüksek oranda kişisel özellik
sergilemektedir.Havayolu anatomisinin bilinmesi terapotik ve tanısal girişimleri daha kolay ve doğru bir şekilde yapmayı sağlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Trakeobronşial Varyasyonun Otopsi İle Tespiti
Sağ üst lob
Tablo 1. Sağ akciğer anatomik varyantlar
Anatomik Variantlar
sağ üst lob
b1+b2+b3
b1+b2+b3 *
(b1+b3)+b2
(b1+b2)+b3
b1+(b2+b3)
b1+b3
b2+b3
quadrivial patern
accessory lobe
Total Varyasyon
Orta lob
iki segmentli
üç segmentli
farklı yerleşim
Total Varyasyon
Apikal Bazal Segment
yokluğu
üç subsegmentli
iki subsegmentli
dört subsegmentli
girişte ikili dallanma
Total Varyasyon
SubapiKal segment
Mediobazal segment yokluğu
Şekil 1. Dört segmentli sağ üst lob
Sağ üst lob distalinde aksesuar lob ve sağ subapikal segment
Sayı
Vakaların total yüzdesi
85
34
10
22
33
7
1
8
1
116
41.6
16.6
4.9
10.8
16.2
3.4
0.5
3.9
0.5
56.8
175
29
4
33
85.7
14.2
2
16.1
3
112
81
8
2
94
1.5
54.9
39.7
3.9
1
46
11
5
5.4
2.5
Tablo 1. Sağ ve sol bazal segment dağılımının sayısı ve sıklığı
Bazal
Segmentler
sayı
(sağ)
vakaların toplamının
yüzdesi (sağ)
sayı
(sol)
vakalrın toplamının
yüdesi (sol)
b8+(b9+b10)
ana segmental bronşlu
b8+b9+b10
bazalde (b8+b9+b10)
(b8+b9)+b10
iki segmentli
dört segmentli
beş segmentli
altı segmentli
yedi segmentli
Total Varyasyon
53
43
18
4
40
39
4
1
2
151
26.0
21.1
8.8
2.0
19.6
19.1
2.0
0.5
1.0
74.0
41
40
15
0
7
71
25
4
1
163
20.1
19.6
7.4
0
3.4
34.8
12.3
2.0
0.5
79.9
PS-39
Plörezili olguların plevra sıvısında ve
kanda YKL-40 düzeyinin tanısal rolü
Şekil 2. Aksesuar lob ve sağ subapikal (oklar)
Yasemin Söyler1, Abbas Taner2, Oya Kayacan1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Yüksek İhtisas Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Ankara 1
2
Giriş ve amaç: Plevra sıvıları sık karşılaşılan patolojilerdir. Klinik ve
çeşitli laboratuvar testleriyle plevra sıvısına neden olan spesifik tanıya ulaşılmaya çalışılır. Plevra sıvılarında tanısal amaçlı çeşitli belirteçler üzerinde
durulmaktadır. YKL-40 (kitinaz-3 benzeri protein 1, human kartilaj glikoprotein) da bu amaçla kullanılan akciğer hasarı ile ilişkili inflamatuar bir
belirteçtir. 18 glikozil hidroksilaz ailesinin bir üyesi olup biyolojik olarak
fonksiyonları tam olarak bilinmese de salgılanma paterni inflamasyonda,
doku yeniden yapılanmasında ve fibrozisde rol oynadığını düşündürmektedir. Bizim çalışmamızdaki amaç, plevra sıvısı ve serum YKL-40 düzeyinin
akciğer ve plevra hastalıklarına bağlı gelişen plevra sıvılarında etyolojik ve
ayırıcı tanısındaki rolü ve kullanılabilirliğini araştırmaktır.
Yöntem: Prospektif, tanımlayıcı ve korrelasyonel bir çalışmadır. Çalışmaya 23 transüda, 48 malignant plevra sıvılı(MPE), 27 parapnömonik
plevra sıvılı(PPE), 6 tüberküloz plörezili(TPE), 17 paramalign plevra sıvılı
ve 10 tane diğer nedenlere bağlı gelişen plevra sıvılı olmak üzere 131 olgu
alındı. 2 olgunun plevra sıvısı pü olması sebebiyle çalışmadan çıkarıldı,
aynı olguların serum düzeyleri çalışıldı.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
127
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bulgular: Median plevra YKL-40 düzeyi eksüda sıvılarda transüda sıvılardan yüksek bulundu(p=0,016). Median plevra YKL-40 en yüksek paramalign plevra sıvılarında, en düşük transüda sıvılarda bulundu (p=0,040).
Serum YKL-40’ın median değeri en yüksek PPE’de, en düşük TPE’de
idi(p=0,01). TPE ve PPE grupları arasında yapılan ROC analizinde serum
YKL-40’ın yüksek değerleri için ayırıcı özellik gösterdiği, cut-off 284 ng/
mL belirlendiğinde sensivitenin %62, spesifitenin %100 olduğu saptandı
(p=0,01).
Tartışma ve Sonuç: Yüksek plevra YKL-40 düzeyleri eksüda sıvıları
transüda sıvılardan ayırmada kullanılabilir ve serum YKL-40’ın yüksek düzeyleri PPE ayrımında yararlı olabilir.
Anahtar kelimeler: YKL-40, plevra sıvısı, kitinaz-3 benzeri protein 1
PS-40
Ultarsonografi rehberliğinde yapılan
trans torasik biyopsi
Coşkun Doğan, Sevda Şener Cömert, Benan Çağlayan, Elif Torun
Parmaksız, Ali Fidan, Nesrin Kıral, Banu Salepçi
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Akciğerin periferik yerleşimli tümörlerinde ultrasonografik (USG) görüntüleme rehberliğinde yapılan trans torasik iğne biyopsisi
(TTB) yapılan olguların özelliklerini incelemek.
Yöntem: Kasım 2014-Ocak 2016 yılları arasında akciğer kanseri ön
tanısı ile kliniğimizde toraks USG rehberliğinde - General Electric Logic 7
cihazı ile 3,5 MHz konveks prob kullanılarak-TTB yapılan olgular retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik, klinik, radyolojik bulguları,
USG ile ölçülen tümör boyutları, tercih edilen TTB türü, yapılan TTB’nin
patolojik tanısı, işlem sonrası komplikasyonlar ve olguların final tanı yöntemleri kayıt edildi.
Bulgular: Çalışmaya 11(%27,5)’i kadın 29 (%72,5)’u erkek toplam 40
olgu alındı. Olguların yaş ortalaması 57,6 (±12,4) idi. 36 (%90) olgunun
sigara öyküsü var ve ortalama sigara öyküsü 27,2 (±11,9) paket-yılı idi.
Olgulardan 20 (%50)’sinde ek hastalık vardı. En sık ek hastalık 12 (%30)
olguda KOAH’tı. En sık akciğer grafi bulgusu 35 (%87.5) olgu ile akciğerde kitle idi. Ortalama oksijen saturasyonu %96 (±2) idi. Yapılan toraks
USG ile ortalama tümör boyutu 5,3 cmx4,2 cm (±2,2) olarak bulundu.
Olgulardan 39 (%97.5)’unda ince iğne aspirasyon biyopsisi (İAB), 8 (%20
)’ine tru-cut biyopsi ve İAB, 1 (%2.5)’ine yalnızca tru-cut biyopsi yapıldı.
31 (%77,5) olgunun tanısı USG eşliğinde TTB ile konulurken, 9 (%22,5)
olguya tanı koymak için ikinci bir yönteme ihtiyacımız oldu. İşlemler sırasında 1 (%2.5) olguda toraks tüpü takılması gerekmeyen pnömotoraks
gelişmesi dışında ciddi komplikasyon yaşanmadı. Olguların patoloji sonuçları Şekil 1’de, final tanı algoritması Şekil 2’de verilmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Toraks USG eşliğinde yapılan TTB’ler güvenli,
hızlı, hastayı radyasyona maruz bırakmayan ve komplikasyonu az görülen işlemlerdir. Bu alanda eğitimli göğüs hastalıkları uzmanlarınca işlem
güvenle yapılabilir.
Anahtar kelimeler: Akciğer kanseri, Toraks ultrasonografisi, trans torasik biyopsi.
Şekil 2. Olguların final tanı algoritması. (BT: Bilgisayarlı tomografi, FOB: Fiber optik
bronkoskopi USG: Ultrasonografi TTB: Trans torasik biyopsi)
PS-41
Is there any superiority among diagnostic
methods in organizing pneumonia in terms
of clinical features of the patients?
Kuthan Kavaklı1, Nesrin Öcal2, Deniz Doğan2, Ali Fuat Çiçek3, Hakan Işık1,
Sedat Gürkök1
Gata Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara
Gata Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara
3
Gata Patoloji Anabilim Dalı Başkanlığı, Ankara
1
2
Background and aim: The aim of this study was to evaluate the
clinical features of cases with organizing pneumonia, and compare the
patients diagnosed by bronchoscopic transbronchial biopsy with patients
diagnosed by surgical lung biopsy.
Methods: Medical records of 41 patients diagnosed with organizing
pneumonia between years 2004-2014 were reviewed retrospectively.
Results: 41 patients with organizing pneumonia were identified.
39.02% of the cases were diagnosed by bronchoscopic methods and
60.97% of the cases were diagnosed by surgical procedures. While the
frequency of ground glass opacities (GGO), consolidations and micronodules were higher in the group diagnosed by bronchoscopy, mass like
lesions were more common in the cases diagnosed by surgery. Bronchoscopy, that was performed in 30 patients totally, had a diagnostic efficacy
of 53.33%. Diagnostic value of bronchoscopy was significantly higher in
COPs. While diffuse radiological pattern was more common in ‘successful bronchoscopy’ group, frequency of focal pattern was higher in ‘failed
bronchoscopy’ group. GGO in ‘successful bronchoscopy’ group and mass
like lesions in failed bronchoscopy’ group reached significant differences.
Conclusions: There were significant differences between the diagnostic procedures in terms of radiological patterns. This is the first study about
the relationship between the diagnostic methods and the characteristics of
organizing pneumonia.
Keywords: Cryptogenic organizing pneumonia, secondary organizing pneumonia,
clinical feature, diagnostic procedure
Şekil 1. Olguların patolojik tanılarının dağılımı
Figure 1. Thorax CT manifestation of consolidation (a), mass like lesion (b), ground
glass opacity (c), and cavity (d).
128
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
POSTER SUNUMLAR
Pulmoner Rehabilitasyon ve Kronik Bakım
PS-43
Pulmoner rehabilitasyonun Astım atak
sayısına etkisi
Figure 2. On histological examination of an excisional biopsy, a foreign body
tissue raection against germinative membrane of probable hydatid cyst. There is a
dense inflamatory reaction composed of lymphocytes, plasma cells and hystiocytes
in the lung paranchyme surrounding the lesion. (100xH&E) (2a). In another area
of the same slide there are Masson bodies filling the air spaces (100xH&E) (2b).
Bronchoscopic biopsy sample containing many Masson bodies. (100xH&E) (2c).
PS-42
Küçük Hücreli Akciğer Kanseri (KHAK)
Teşhisinde Kullanılabilecek Serumda
Bulunan Otolog Anti-Tümör Antikor
Biyobelirteçlerinin ELISA ve Protein Array
Taramalarının Karşılaştırılması
Alper Poyraz1, Şükrü Atakan2, Hülya Bayiz3, Funda Demirağ3, Burçak
Vural4, Pınar Saip5, Ali Osmay Güre1
İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Ankara
Poyraz Biyoteknoloji Limited Şirketi, Ankara
3
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
4
İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, İstanbul
5
İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Otolog antikorların gelişimine yol açan tümör antijenlerinin keşfi teşhise yönelik kitlerin geliştirilmesinin de önünü açmaktadır.
Protein arraylerin taranması yeni otolog anti-tümör antikor biyobelirteçlerinin keşfi için çok değerli bir yöntemdir. Sayısal değerler elde edilerek
değerlendirildiğinde protein arraylerin doğrulanabilirliğinin ELISA’yla kıyaslanması amaçlanmıştır.
Yöntem: 180 klondan oluşan protein arrayler (Source Bioscience)
50 KHAK ve 50 sağlıklı serumu in 1:500 sulandırma oranı ile taranmıştır. Protein arrayler WesternDot625 (Life Technologies) kiti ile işaretlenmiş
ve görüntülenmiştir. Seçilen klonların ürettiği proteinler HisTag’lı protein
saflaştırma ile ELISA için üretilmiştir. ELISA sonuçları hem nitel hem de
Photoshop CS1 Histogram (PS) yöntemi ile sayısal değerler elde edilen
protein array sonuçları ile kıyaslanmıştır. Özgüllük ve duyarlılık değerleri
Monte Carlo algoritması kullanılarak hesaplanmıştır.
Bulgular: SOX2, p53 ve FB-4 seçilen 180 antijenin içindedir ve hem
ELISA, hem nitel, hem de PS ile değerlendirildiğinde en yüksek özgüllük ve hassasiyet (duyarlılık) değerlerine sahiptirler. SOX2 antijeni için
sırasıyla 98% özgüllük 25% hassasiyet, 98%özgüllük 34%hassasiyet,
100%özgüllük 44%hassasiyet değerlerine ulaşılmaktadır. p53 antijeni için
ise 98%özgüllük 16%hassasiyet, 100%özgüllük 6% hassasiyet, 96%özgüllük ve 22%hassasiyet değerleri ortaya çıkmaktadır. Diğer bir biyobelirteç
olan FB-4 antijeni için 96% özgüllük 18% hassasiyet, 100% özgüllük 4%
hassasiyet,100%özgüllük 20%hassasiyet değerleri vermektedir.
SOX2, p53 ve FB-4 otolog anti tümör antikoların birlikte değerlendirilmesi ile elde edilen sonuçlar ise ELISA yönteminde 96%özgüllük 40%hassasiyet, nitel yönteminde 98%özgüllük 42%hassasiyet, PS yönteminde ise
90%özgüllükte 74%hassasiyet değerleridir.
Tartışma ve Sonuç: Bu üç biyobelirteçin panel oluşturularak PS yöntemi ile değerlendirilmesiyle KHAK’ni teşhis edici gücü oldukça yüksek
olduğu ortaya çıkmıştır. Gelecek hedefimiz ise KHAK ve diğer kanserlerin
teşhisinde kullanmak üzere yeni otolog antikorların keşif ve doğrulama çalışmalarında PS yöntemini kullanmaktır.
Anahtar kelimeler: ELISA, Hassasiyet, KHAK Teşhisi, Otolog anti-tümör antikor
biyobelirteçler, protein array
İpek Candemir, Pınar Ergün, Dicle Kaymaz, Neşe Demir, Filiz Cennet
Taşdemir, Nurcan Egesel, Fatma Şengül
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş ve amaç: Astım, ataklarla seyreden yaşam kalitesini etkileyen
havayolu hastalığıdır. Bu ataklar kendiliğinden veya tedavi ile geri dönüşlü, değişken bir hava yolu obstrüksiyonu ile birliktedir. PR, etkinliği KOAH
tanılı olgularda kanıtlansa da, Astım tanılı olgularla yapılan az sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmada amacımız, PR’nin ilk 1 yılda atak sayısına etkisini araştırmaktı.
Yöntem: 2010- 2014 tarihleri arasında merkezimizde PR programını
tamamlayan 35 olgu çalışmaya alındı. Sekiz hafta multidispliner ayaktan
PR uygulanan olguların PR öncesi ve sonrası bir yıllık dönemde acil başvuru, yatış sayıları kaydedildi.
Bulgular: 30’u kadın olan olguların, yaş ortalamaları 45±9’du. PR
sonrası vücut kompozisyonu (YVKİ p=0.01), yaşam kalitesi (SGRQ total
p˂0.005), dispne algısı (MRC p˂0.005), hastalık kontrolü (AKT p˂0.05)
egzersiz kapasitesinde (AHMYT p˂0.005, EMYT p=0.00) kazanımlar
izlenirken, anksiyete ve depresyon skorları (p˂0.005) ve acile başvuru,
hastaneye yatış sayısında (p˂0.005) istatistiksel anlamlı azalma bulundu
(tablo-1).
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışmada, kapsamlı, multidispliner PR ile astım tanılı olgularda vücut kompozisyonu, dispne algısı, yaşam kalitesi, egzersiz kapasitesi, hastalık kontrolü ve anksiyete, depresyonda kazanımlarla
sonuçlanan etkin bir yaklaşım olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, yatış gerektiren
atak sayısını ve acil başvuru sayısını azalttığı bulunmuştur
Anahtar kelimeler: Astım, atak sayısı, PR,
Tablo 1. PR öncesi ve sonrası kaydedilen parametreler
PS-44
Huzurevinde Kalan Bireylerde Cinsiyetler
Arası Postüral Deformitelerin Varlığı
İle Solunum Sistemi, Günlük Yaşam
Aktivitelerindeki Farklılıklar
Özden Canbay, Nihan Katayıfçı, Esra Doğru Hüzmeli, Fatma Duman,
Murat Ağar
Mustafa Kemal Üniversitesi, Fizik tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Tokat
Giriş ve amaç: Bu çalışma, huzurevinde yaşayan bireylerde cinsiyetler
arasında postür, solunum sistemi, günlük yaşam aktivitelerindeki farklılıkları belirlemek amacıyla yapılmıştır
Yöntem: Çalışmaya 65 yaş ve üzeri, 20 erkek ve 20 kadın birey değerlendirmeye alındı. Hatay Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon
Merkezi’nde kalan bireyler değerlendirmeye alındı. Bireylerin sosyodemografik bilgileri kaydedildi. Bireylere postür analizi çekül ile yapıldı; solunum sistemi değerlendirmesi için solunum frekansı, solunum tipi bakıldı.
Bireylerde kas kısalık testi ve kas kuvveti değerlendirildi. Günlük yaşam
aktiviteleri Lawton-Brody Enstrümental Günlük Yaşam Aktiviteleri Ölçeği
ile değerlendirildi
Bulgular: Çalışmaya alınan bireylerin yaş ortalaması 76,8±6,4 yıl idi.
Bireylerin %17,5’inin(6 erkek, 1 kadın) sigara kullandığı; %82,5’inin(14
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
129
POSTER SUNUMLAR
erkek, 19 kadın) kullanmadığı belirlendi. Sigara kullanımında cinsiyetler
arasında anlamlı ilişki bulundu(p=0,037). Torakal kifozda artış görüldü ve
cinsiyetler arasında anlamlı fark bulundu (p=0,022). Omuz adduktor-internal rotator kasları kısalık ölçümlerinde anlamlı fark görüldü (p=0.003).
Bireylerin %5’i Abdominal, %7.5’i göğüs, %87.5’i mix tip solunum yapmaktaydı. Dispnesi olan birey %7,5, ortopnesi olan birey %15 idi. Bireylerin %77,5’ininde solunum problemiyle karşılaşılmadı. Solunum problemleri açısından cinsiyetler arasında anlamlı ilişki görüldü (p=0,028) Kadın
bireylerde ortopne %30, dispne %5; erkek bireylerde dispne %10 iken
ortopne görülmedi. Cinsiyetler arasında GYA’de anlamlı fark bulundu
(p=0,037). Günlük yaşam sınıflandırmasında tam bağımsız %85, yardım
gerekli %12,5, tam bağımlı %2,5 kişiydi.
Tartışma ve Sonuç: Yaşlı kadınlarda kas esnekliği ve toraks bölgesi hareketliliğindeki azalma erkeklerden fazla bulundu ve cinsiyetler arası
solunum problemlerinde farklılık olduğu görüldü. Bu farklılıklar dikkate alınarak, geriatrik bireylerin rehabilitasyon programları uygun şekilde
oluşturulmalıdır
Anahtar kelimeler: Huzur evi, Postur, Günlük Yaşam Aktiviteleri, Solunum sistemi
PS-45
Sağlıklı Kadınlarda Yağsız Vücut Ağırlığı
İndeksinin Fiziksel Aktivite Düzeyi Ve
Solunum Fonksiyonları Arasındaki Ilişkisi
Elif Tuğba Dönmez1, Sevgi Özalevli2
1
Sağlık Bakanlığı İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Fizik Tedavi ve
Rehabilitasyon Bölümü, İzmir.
2
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir.
Giriş ve amaç: Solunum problemi olmayan, genç kadınlarda yağsız
vücut kütle (YVK) değerlerinin, bireylerin fiziksel aktivite düzeylerine ve
solunum fonksiyonlarına etkisini araştırmaktır.
Yöntem: Çalışmaya Vücut kitle indeksi (VKİ), normal olan (Grup 1)
12 kişi ve yüksek olan (Grup2) 9 kişi dahil edildi. Bireylerin demografik ve
klinik özellikleri kaydedildi. Tanita BC418MA model tartı ile YVK değeri,
Spirometre ile solunum fonksiyon testleri (SFT), Uluslar arası fiziksel aktivite anketi (FADA) ile fiziksel aktivite düzeyi ölçüldü.
Bulgular: Yaş ortalamaları; grup 1 için 36.50±5.89, grup 2 için
38.89±8.71 idi (p>0.05). VKİ ortalaması; grup 1 için, 21.27±1.63kg/m2
ve grup 2 için, 28.43±3.68kg/m2 idi (p=0.00). YVK değeri; grup 1 için
40.82±3.07kg, grup 2 için 49.68±4.69kg (p=0.00). PEF % ve FEF75
% değerleri; grup 1 kadınlarda diğerlerine göre istatsitiksel olarak anlamlı
derece yüksekti (p≤0.02). Diğer tüm SFT parametrelerinin iki grup bireylerde benzer olduğu saptandı (p>0.05). Normal kiloya sahip olan kadınların yüksek kiloya sahip olan kadınlara göre fiziksel aktivite düzeyleri
daha iyi bulundu (p=0.01). VKİ ve YVK değerlerinin, grup 2 bireylerinde
birbirleriyle korele olduğu (r=0.89, p=0.001), iki gupta FADA değerleriyle ilişkili olmadığı, özellikle grup 2 bireylerinde olmak üzere YVK değerinin, FEV1%, PEF, MEF25-75, FEF25, FEF75 değerleriyle ilişkili olduğu
bulundu
Tartışma ve Sonuç: Sağlıklı olarak tanımlanan, genç kadınlarda artan
vücut ağırlığının özellikle efor gerektiren ve küçük hava yolarının kalitesini
gösteren spirometre değerlerinde azalmalar meydana getirdiği, bu etkilenimi YVK değerinin VKİ’ne göre daha iyi tanımlayabildiği ve sonucun
bireylerin fiziksel aktivite düzeyi ile henüz ilişkili olmadığı görülmektedir.
Çalışmamız yüksek olgu sayısı ile daha doğru yorum yapmak amacıyla
devam etmektedir.
Anahtar kelimeler: yağsız vücut kütlesi, solunum, fiziksel aktivite düzeyi, kadın,
sağlıklı
130
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
PS-46
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
KOAH hastalarında kinezyo bantlama
yönteminin solunum fonksiyonlarına etkisi:
pilot çalışma
Murat Tomruk1, Elvan Keleş1, Aylin Özgen Alpaydın2, Sevgi Özalevli1
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir.
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Kinezyo bantlama (KB) tekniği uygulandığı bölgede
mekanoreseptörleri uyararak kas, yüzeyel fasya, cilt ve ciltaltı yumuşak
dokuların dolaşımını arttırmaktadır. Çalışmamız ile, güncel olan bu uygulamanın KOAH hastalarında uygulanabilirliğini ve etkinliğini araştırmak
amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya Evre 2-3 olan, klinik olarak stabil 6 (1 kadın, 5
erkek) KOAH hastası dahil edildi. Anterior ve posterior subkostal bölgeye
“Diyafragma KB tekniği” ve üst trapez kaslarına da “KB kas tekniği” uygulandı. KB 6 hafta boyunca, haftada 2 kez uygulandı. Hastaların solunum
fonksiyonları ve ağız içi inspiratuar/ekspiratuar basınç değerleri spirometre
ile, dispneleri MMRC Skalası ile, yorgunluk şiddetleri Modifiye Borg Skalası ile, fonksiyonel egzersiz kapasiteleri 6 Dakika Yürüme Testi (6DYT) ile
ölçüldü.
Bulgular: Hastaların yaş ortancası 61, FEV1 değeri ortancası 1.55,
FEV1 yüzdesi ortancası %51, FEV1/FVC oranı ortancası 62 idi. KB sonrası öncesine göre; hastaların FEV1/FVC oranında anlamlı (p=0.04) olmak
üzere, FEV1, PEF, FEF25-75, MEP değerleri ve yüzdelerinde, MIP değerinde ve 6DYT mesafelerinde artış olduğu saptandı (p>0.05). Ayrıca hastaların FVC değeri ve yüzdesi, dispne ve yorgunluk şiddetlerinde azalma
kaydedildi (p>0.05).
Tartışma ve Sonuç: Pilot çalışmamızın sonuçlarına göre; KB’nin
KOAH hastalarında uygulanabilir olduğunu, hastaların semptomlarını
azaltmasının ve solunumsal fonksiyonları değiştirmesinin dikkat çekici olduğunu düşünmekteyiz. Ayrıca KB’nin tedaviye uyumu zor olan KOAH
hastalarında memnuniyet yaratarak, kolaylıkla uygulanabilir olduğu gözlemlenmiştir. Devam eden çalışmamız, KB’nin pulmoner rehabilitasyon
programlarında yer alabilirliğini aydınlatacaktır.
Anahtar kelimeler: kinezyo bantlama, KOAH, pulmoner rehabilitasyon, solunum
fonksiyonları
PS-47
Akut Lösemi Hastalarının Fonksiyonel
Egzersiz Kapasitesi ve Solunum
Kas Kuvvetinin Sağlıklı Bireylerle
Karşılaştırılması
Zeynep Pelin Dündar1, Meral Boşnak Güçlü1, Burcu Camcıoğlu1, Gülşah
Barğı1, Zeynep Arıbaş1, Müşerrefe Nur Karadallı1, Fulden Sarı1, Gülsan
Türköz Sucak2
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Lösemi hastalarında uygulanan tedaviler, hastalığın
kendisi ve süreç sebebiyle fiziksel performanları kısıtlanır. Bu sebeple
akut lösemi hastalarının pulmoner fonksiyonları, solunum kas kuvvetleri
ve fonksiyonel egzersiz kapasitesi kısıtlanabilir fakat bu konuda yapılan
çalışmalar kısıtlıdır. Çalışmanın amacı akut lösemi hastaları ile sağlıklı bireylerin fonksiyonel egzersiz kapasitesi, dispne ve solunum kas kuvvetini
karşılaştırmaktı.
Yöntem: Otuz yedi akut lösemi hastası (41.9±18.1 yıl, 15K/22E) ve
30 sağlıklı birey (39.7±11.0 yıl, 14K/16E) karşılaştırıldı. Demografik özellikler kaydedildi. Pulmoner fonksiyonlar spirometre, fonksiyonel egzersiz
kapasitesi altı dakika yürüme testi (6DYT), solunum kas kuvveti ağız basınç ölçüm cihazı, dispne ve yorgunluk Modifiye Borg dispne ölçeği ile
değerlendirildi.
Bulgular: Her iki grubun demografik özellikleri benzerdi (p>0.05).
Akut lösemi hastalarında istirahat oksijen satürasyonu (p<0.001) istatiksel
anlamlı olarak düşük; kalp hızı (p<0.001) ve yorgunluk algısı (p=0.007)
yüksekti. 6DYT mesafesi (p<0.001), 6DYT’i sonrası oksijen satürasyonu (p=0.038) düşük; dispne algısı (p=0.025) ve quadriseps femoris
kas yorgunluğu (p=0.011) yüksekti. Akut lösemi hastalarının inspiratuar
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
(p=0.004) ve ekspiratuar kas kuvveti (p<0.001) sağlıklı bireylere göre istatistiksel anlamlı olarak düşüktü.
Tartışma ve sonuç: Akut lösemili hastaların fonksiyonel egzersiz kapasitesi, solunum kas kuvveti ve istirahat oksijen satürasyonu azalmıştır;
istirahat kalp hızı, dispne, yorgunluk ve quadriseps femoris kas yorgunluğu artmıştır. Akut lösemili hastalarda pulmoner rehabilitasyonun etkileri
araştırılmalıdır.
Anahtar kelimeler: akut lösemi, fonksiyonel egzersiz kapasitesi, solunum kas
kuvveti, dispne
PS-48
The effects of a pulmonary rehabilitation
program on exercise tolerance, quality of
life, sleep quality and emotional status in
the patients with Parkinson’s disease
Belma Doğan Güngen1, Yusuf Aydemir2, Yeşim Güzey Aras1, Adil Can
Güngen2, Dilcan Dündar1, Serdar Bal3
1Sakarya Üniversitesi, Eğitim Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Sakarya
2Sakarya Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Sakarya
3Sakarya Eğitim Araştırma Hastanesi, Fizyoterapi, Sakarya
Background and aim: Because of these physical insufficiencies, patients with Parkinson’s disease (PD) maintain sedentary lives, with less
motor activity. This life style causes social isolation, and increased dependency to others, leading to a vicious cycle that worsens the emotional
disorder and life quality. We aimed in the present study to investigate the
effects of pulmonary rehabilitation on the respiratory parameters and effort capacity, quality of life (QoL), anxiety, depression, and sleepiness in
the patients with PD.
Methods: The study included 34 mobilized patients with moderate
stage PD. Patients underwent a 12-week pulmonary physiotherapy (PPT).
Pulmonary function tests (PFT), six-minute walk test (6mWT), Unified
Parkinson’s Disease Rating Scale (UPDRS), QoL, Parkinson’s Disease
Questionnaire (PDQ), Beck Anxiety Inventory (BAI), Beck Depression Inventory (BDI), and Epworth Sleepiness Scale (ESS) scores were evaluated
before and after PPT.
Results: Spirometric parameters of the patients improved significantly following the PPT. The walking distance increased significantly in
the 6mWT performed after physiotherapy, from the mean value of 233
m, to 269 m (p<0.001). UPDRS, QoL, PDQ, BAI, BDI and ESS scores
were found to improve significantly after the PPT (p<0.001, p<0.001,
p<0.001 respectively).
Conclusions: Our results have confirmed the views that respiratory
parameters of the patients would improve, their effort capacities would
increase resulting in decreases of dependency and social isolation, which
might improve quality of life in these cases, and additionally anxiety-depression and sleepiness might decrease, following a PPT program.
Keywords: Parkinson’s disease, pulmonary rehabilitation, anxiety, depression,
sleepiness, quality of life.
Figure 2. The effect of PPT on clinical characteristics, emotional status and sleep
quality of subjects
PS-49
Kronik Akciğer Hastalarında Pulmoner
Rehabilitasyon Endurans Egzersizlerinin
Solunum Kas Kuvveti Üzerine Etkisi
Arif Balcı, Esra Pehlivan, Lütfiye Kılıç
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş ve amaç: Çalışmanın amacı Pulmoner Rehabilitasyon Programı
(PRP) kapsamında yapılan endurans egzersizlerinin, solunum kas kuvveti
üzerine etkisini incelemektir.
Yöntem: Ocak 2014 ile Aralık 2015 tarihleri arasında hastanemizde
PRP uygulanan hastalardan, en az 16 seans egzersiz eğitimini tamamlamış olan 22 hastanın kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların
solunum kas kuvvetini belirlemek için (Care Fusion Micro RTM cihazı ile)
ağız için basınç ölçümleri yapıldı. Hastaların başlangıç ve bitiş maksimal
inspratuvar basınç (MIP)/ maksimum ekspratuvar basınç (MEP), solunum
fonksiyon testi (SFT), 6 dakika yürüyüş testi (6DYT) ve yürüyüş bandında
(treadmill) kat edilen mesafeleri incelenerek analiz edildi. PRP 2 gün hastanede doğrudan gözetimli, 3 gün evde olmak üzere, toplam 5 gün ve 2
ay süresince uygulandı.
Bulgular: Hastaların %54,5’i erkek (n:12), %45,5’i kadın (n:10) ve yaş
ortalaması 44±15,90 bulundu. Tanılarına göre 11 KOAH (%50), 4 bronşektazi (%18,2), 1 interstisyel akciğer hastalığı (İAH) (%4,5), 2’ kifoskolyoz (%9,1), 2’ kistik fibrozis (%9,1), 1 pnömokonyoz (%4,5), 1 sarkoidoz
(%4,5) idi. Yapılan istatistiksel analizde, başlangıç ölçümlerinde MIP değerinin 6DYM ile kuvvetli, FEV1 ve treadmill de kate dilen mesafeyle zayıf
korole olduğu görüldü. Rehabilitasyon sonunda treadmill de kat edilen
mesafede, istatistiksel açıdan ileri derecede anlamlılık tespit edildi. FEV1
değerinde hasta bazında artış/düzelme olmakla beraber, istatistiksel olarak
gerileme, MIP değerinde ve 6DYT BORG değerlerinde istatistiksel olarak
ileri derecede anlamlı gelişme tespit edildi.
Tartışma ve Sonuç: Hastalık progresyonuna bağlı FEV1 düşüklüğüne
rağmen, PRP egzersiz kapasitesini arttırmakta, dispne algısını azaltmaktadır. MIP değerinin 6DYM ile korelasyonu yüksektir. PRP, hastaların inspiratuar kas kuvvetini arttırır.
Anahtar kelimeler: Pulmoner rehabilitasyon, ağız içi basınç kuvveti, MIP
Tablo 1. Demografik Özellikler
Figure 1. The effect of PPT on pulmonary functions, walk distance and quality of
life.
Yaş(yıl)
BMI
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Tanı
KOAH
Bronşektazi
İ.A.H
Kifoskolyoz
Kistik Fibrozis
Pnömokonyoz
Sarkoidoz
44±15,90
21±4,27
12 (%54,5)
10 (%45,5)
11 (%50)
4 (%18.2)
1 (%4,5)
2 (%9,1)
2 (%9,1)
1 (%4,5)
1 (%4,5)
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
131
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
PS-51
Tablo 2. Pulmoner Rehabilitasyon Öncesi ve Sonrası Bakılan Parametreler
MIP
MEP
FEV1(%)
6DYM(m)
6DYT-BORG1
6DYT-BORG2
Treadmillde katedilen mesafe(m)
Korelasyonlar
MIP
PRP Başlangıç
PRP Bitiş
p
66,24±22,08
110,22±38,66
35,46±20,61
357,81±141,78
2,09±1,36
3,90±2,02
500,00±182,07
68,09±18,72
116,59±42,81
33,60±17,21
377,13±132,82
1,88±1,36
3,47±1,51
818,18±228,63
0,003
0,358
0,000
0,000
0,000
0,000
0,000
FEV1
r=0,047
6DYT Mesafesi
r=0,515
Treadmill Mesafesi
r=0,417
PS-50
Evre 3-4 Sarkoidoz Hastalarında Egzersiz
Eğitiminin Altı Dakika Yürüme Mesafesi
Üzerine Etkisi- Randomize Kontrollü Çalışma
İlknur Naz1, Sevgi Özalevli2, Serir Özkan3, Hülya Şahin4
Katip Çelebi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
3
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Kliniği,İzmir
4
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pulmoner
Rehabilitasyon Ünitesi,İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Son yıllarda interstisyel akciğer hastalarında uygulanan egzersiz eğitiminin semptomlarda ve fiziksel fonksiyonda iyileşme
sağladığı gösterilmiştir. Ancak çalışmalarda hasta populasyonu interstisyel
akciğer hastalıkları karma grubundan oluşmuş olup egzersiz programının
salt sarkoidoz hastalarında etkinliği bilinmemektedir. Bu nedenle çalışmamızda egzersiz eğitiminin evre 3-4 sarkoidoz hastalarında altı dakika yürüme mesafesi üzerine etkisini incelemeyi amaçladık.
Yöntem: 18 sarkoidoz hastası (evre 3 ve 4), standart bakım veya 12
haftalık süpervize eğitim gruplarına katılacak şekilde randomize edildi.
Tüm katılımcılara 12 haftalık izlem öncesi ve sonrası altı dakika yürüme
testi, maksimal inspiratuar ve ekspiratuar basınç ölçümeri, bacak ve sırt
kuvveti ölçümü, MMRC Dispne Skalası, Yorgunluk Şiddet Ölçeği, St. George Solunum Hastalıkları Anketi, Hastane Anksiyete ve Depresyon Anketi, body pletismograf ve karbon monoksit difüzyon kapasitesi testi ve arter
kan gazı ölçümleri uygulandı.
Bulgular: Egzersiz eğitimi grubunda altı dakika yürüme mesafesindeki
ortanca artış 40(31-62) metreydi.
12 hafta sonrasında egzersiz kapasitesi, dispne algısı, yorgunluk, anksiyete, periferal ve nspiratuar kas kuvveti, parsiyel arteriyel oksijen basıncı, arteriyel oksijen saturasyonu, St. George Solunum hastalıkları anketi
semptom, aktivite ve total skorundaki iyileşme egzersiz grubunda anlamlı
olarak daha fazlaydı(p<0.05).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda egzersiz eğitiminin evre 3 ve 4 sarkoidoz hastalarında egzersiz kapasitesi, kas kuvveti, dispne, yaşam kalitesi,
yorgunluk ve oksijenasyon üzerine olumlu etkileri olduğu görülmüştür. Bu
nedenle evre 3 ve 4 sarkoidoz hastalarının standart tedavilerine egzersiz
eğitiminin eklenmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: altı dakika yürüme mesafesi, egzersiz eğitimi, sarkoidoz
132
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Allojeneik Hematopoetik Kök Hücre Nakli
Alıcılarında Şiddetli Yorgunluğun Solunum
Fonksiyonları, Dispne, Kas Kuvveti, Egzersiz
Kapasitesi, Depresyon ve Yaşam Kalitesi
Üzerine Etkileri
Gülşah Barğı1, Meral Boşnak Güçlü1, Gülsan Türköz Sucak2
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara,
Medical Park Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Yorgunluk, allojeneik hematopoetik kök hücre nakli
(HKHN) alıcılarında sıklıkla algılanan semptomlardan biridir. Fakat şiddetli
yorgun olan ve olmayan allojeneik-HKHN alıcılarının solunum fonksiyonları, dispne, solunum ve periferik kas kuvveti, submaksimal ve maksimal
egzersiz kapasitesi, depresyon ve yaşam kalitesini karşılaştıran çalışma
yoktur. Alıcılarda şiddetli yorgunluğun belirtilen sonuç ölçümleri üzerine
etkilerini incelemek amacıyla bu çalışma planlandı.
Yöntem: Yirmi dört şiddetli yorgun olan (Yorgunluk Şiddet Ölçeği
puanı ≥36) allojeneik-HKHN alıcısı (nakil üzerinden >100 gün geçmiş)
(40.08±12.44 yıl, 14E, 10K) ve 25 yorgun olmayan alıcı (36.20±13.73
yıl, 20E, 5K) karşılaştırıldı. Solunum fonksiyonları spirometre, dispne Modifiye Medical Research Council Dispne ölçeği (MMRC), solunum kas kuvveti (MİP, MEP) ağız basınç ölçüm cihazı, periferik kas kuvveti el dinamometresi, fonksiyonel egzersiz kapasitesi 6-dakika yürüme testi, maksimal
egzersiz kapasitesi Modifiye Artan Hızda Mekik Yürüme Testi, depresyon
Beck Depresyon Envanteri-2 (BDE-II) ve yaşam kalitesi Avrupa Kanser
Araştırma ve Tedavi Organizasyonu Ölçeği kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: Şiddetli yorgun olan allojeneik-HKHN alıcılarında semptom
ölçeği (p<0.001) ve BDE-II (p=0.010) puanları istatistiksel anlamlı olarak daha yüksek; dirsek fleksörleri (p=0.005), kavrama (p=0.007), omuz
aduktörleri (p=0.041) ve fleksörleri (p=0.036) kas kuvveti, genel sağlık
durumu (p=0.007) ve fonksiyonel ölçek (p=0.001) puanları daha düşüktü. Solunum fonksiyonları, dispne, egzersiz kapasitesi, MİP, MEP ve diz
ekstansörleri kas kuvveti gruplarda benzerdi (p>0.05).
Tartışma ve Sonuç: Allojeneik-HKHN sonrasında yorgunluk şiddetlendikçe; depresyon, üst ekstremite kas kuvveti ve yaşam kalitesi kötüleşmektedir. Üst ekstremite kas kuvvetlendirme egzersizlerinin ve psikososyal
desteğin yorgunluk üzerine etkileri araştırılmalıdır.
Anahtar kelimeler: Allojeneik hematopoetik kök hücre nakli, yorgunluk, kas
kuvveti, egzersiz kapasitesi, dispne, yaşam kalitesi
PS-52
Yetişkin Bronşektazi Hastalarında
Fonksiyonel Egzersiz Kapasitesinin
Fizyolojik Cevapları
Fulden Sarı1, Burcu Camcıoğlu1, Zeynep Arıbaş1, Zeynep Pelin Dündar1,
Müşerrefe Nur Karadallı1, Gülşah Barğı1, Nilgün Yılmaz Demirci2, Meral
Boşnak Güçlü1
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Bronşektazi egzersiz kapasitesinin azalması ve yorgunluk ile birlikte öksürük ve balgam üretimiyle karakterizedir. Hiperinflasyon,
solunum mekanizmasının değişmesi, dispne ve kas kuvvetinin azalması
gibi semptomlar sonucu egzersiz kapasitesi azalır. Egzersiz testleri boyunca oksijen desaturasyonu ve nefes darlığı bronşektazi hastalarında yaygın
olarak görülen semptomlardır. Fakat; yetişkin bronşektazili hastalarda altı
dakika yürüme testi (6DYT)’de fizyolojik cevapları araştıran limitli sayıda çalışma vardır. Çalışmamızın amacı yetişkin bronşektazili hastalar ve
sağlıklı bireylerin fonksiyonel egzersiz kapasitesi ve fizyolojik cevapları
karşılaştırmaktır.
Yöntem: 24 yetişkin bronşektazi hastası (44.37 yıl, 7E/17K) ve 29
sağlıklı birey (47.37 yıl, 12E/17K) karşılaştırıldı. Demografik özellikler kaydedildi. Pulmoner fonksiyonlar spirometre, fonsiyonel egzersiz kapasitesi
6DYT ve dispne, yorgunluk Modifiye Borg ölçeği ile değerlendirildi. Kalp
hızı ve solunum frekansı kaydedildi.
Bulgular: Kilo (p=0.003), boy (p=0.029), beden kitle indeksi (BKİ)
(p=0.043), pulmoner fonksiyonlar (p<0.05) ve istirahat SpO2 (p<0.001)
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
istatistiksel anlamlı olarak düşük, istirahat dispne (p=0.003) ve yorgunluk
(p=0.041) yüksektir. Bronşektazi hastaların Altı-DYT mesafesi (p=0.12)
ve ∆SpO2 (p=0.022) sağlıklı bireylerden istatistiksel anlamlı olarak düşüktü. 24 bronşektazi hastasında yapılan çoklu regresyon analizine göre
6DYT mesafesinin %37 varyansı BKİ (R2=0.14, p=0.02), boy (R2=0.12,
p=0.001) ve SpO2 (R2=0.052, p=0.02) ile açıklandı.
Tartışma ve Sonuç: Bronşektazi hastalarında fonksiyonel egzersiz kapasitesi azalır, dispne ve yorgunluk artar ve fonksiyonel egzersiz boyunca
solunum cevapları bozulur. Düşük vücut kompozisyonu ve oksijen satürasyonu bozuk fonksiyonel egzersiz kapasitesine katkı sağlayan faktörlerdir.
Pulmoner rehabilitasyon programı dispne ve yorgunluğu azaltmayı, fonksiyonel egzersiz kapasitesini artırmayı hedefleyen yaklaşımlar içermelidir.
Anahtar kelimeler: Bronşektazi, Fonksiyonel Egzersiz Kapasitesi, Altı Dakika
Yürüme Testi
PS-53
Sağlıklı Yetişkin Türklerin Fiziksel Aktivite
Seviyeleri
Burcu Camcıoğlu, Meral Boşnak Güçlü, Gülşah Barğı, Müşerrefe Nur
Karadallı, Zeynep Arıbaş, Zeynep Pelin Dündar, Fulden Sarı
Gazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara
Giriş ve amaç: Enerji tüketimini gerektiren, iskelet kasları tarafından
üretilen herhangi bir bedensel hareket olarak tanımlanan fiziksel aktivite
mortalite riskini azaltır ve çeşitli kronik hastalıkların önlenmesine katkıda
bulunur. Fiziksel inaktivite sağlıklı bireyler için de önemli bir sorundur ve
doğru olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Çalışmamızın amacı sağlıklı
orta yaşlı Türk bireylerin fiziksel aktivite seviyelerini belirlemek ve cinsiyetler arası karşılaştırma yapmaktır.
Yöntem: 134 bilinen hastalığı olmayan sağlıklı birey dahil edildi. Demografik bilgiler kaydedildi. Pulmoner fonksiyonlar spirometre ve fiziksel
aktivite seviyesi çok sensörlü metabolik holter (Sensewear, BodyMedia) ile
değerlendirildi. Cinsiyetler arası karşılaştırma yapıldı.
Bulgular: Bireylerin yaşları 31.62±11.74 yıl, vücut ağırlıkları 68.15±12.62 kg, boyları 168.02±8.09 cm ve vücut-kitle indeksleri
24.01±3.79 kg/m2’ydi. Bireylerin %67.2’si normal kilolu, %21.6’sı fazla
kilolu ve %8’si obezdi. Bireylerin pulmoner fonksiyonları normaldi. Bireylerin %7.5’i sigarayı bırakmış and %15.7’si sigara içmekteydi. Bireylerin
günlük toplam enerji harcaması (TEH) 11491.84±2312.56 joule, aktif
enerji harcaması (AEH) 3484.31±2224.05 joule, fiziksel aktivite durasyonu (FAD) 194.02±117.04 dk, adım sayısı (AS) 10729.14±4958.88
adım, ortalama MET değerleri 1.72±0.30 MET’ti. Cinsiyetler arası FAD,
AS and MET değerleri benzerdi (p>0.05). Erkeklerin total (p<0.001) ve
aktif enerji harcaması (p<0.001) kadınlarla karşılaştırıldığında istatistiksel
olarak daha yüksekti.
Tartışma ve Sonuç: Orta yaşlı sağlıklı Türk bireyler günlük ortalama
adım sayısına göre, %35.4’ü çok aktif, %37.8’i aktif, %13.4’ü az aktif ve
%13.4’ü fiziksel olarak inaktiftir. Bireylerin %70.1’inin ortalama MET değeri 1.6 MET’in üzerindeydi (aktif: >1.6 MET). Erkek bireylerin enerji harcaması bayanlara göre daha fazladır. Fiziksel aktivite danışmanlığı kronik
hastalıkların önlenmesi için önem taşımaktadır.
Uyku Bozuklukları
PS-55
Obstrüktif uyku apne sendromu ile kandaki
D vitamin düzeyi arasındaki ilişki
Banu Salepci1, Benan Çağlayan2, Elif Torun Parmaksız1, Nesrin Kıral1, Ali
Fidan1, Sevda Sener Cömert1, Coşkun Doğan1, Gülten Aktin Güngör1
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Koç Üniversitesi Hastanesi
1
2
Giriş ve amaç: Son yıllarda obstrüktif uyku apne sendromu(OUAS) ile
D vitamin düzeyi arasındaki ilişkiyi araştıran birkaç çalışma mevcut. Çalışmamızda OUAS ile D vitamin düzeyi arasında bir ilişki olup olmadığını
araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmaya uyku laboratuarına polisomnografi için gönderilen
hastalar dahil edildi. Tüm gece polisomnografi ve kanda D vitamin düzey
ölçümleri yapıldı. OUAS’li olgular ile OUAS olmayan olgular ve hafif-orta
OUAS ile şiddetli OUAS olguları D vitamin düzeyleri açısından karşılaştırıldı. D vitamin düzeyi ile apne-hipopne indeksi (AHİ) ve vücut-kitle indeksi
(VKİ) arasındaki korelasyon değerlendirildi.
Bulgular: Yüz seksen bir olgunun ortalama yaşı 49 ±12, %60’ı erkek, ortalama VKİ 31±6 idi. Ortalama vitamin D düzeyi 15.5±11.6 ng/
ml (%95 CI;13-17 ng/ml) idi ve 134 (%74) hastada D vitamin yetersizliği
mevcuttu. 161(%89.5) olguda OUAS teşhis edildi, 52’si (%32) hafif, 38’i
(%23.5) orta,72’si (%44.5) ağır şiddette idi, 19 olguda OUAS yoktu. Ortalama yaş ve ortalama VKİ OUAS’li olgularda OUAS olmayanlara göre
daha yüksekti (50 ve 38 yıl; 32 ve 26; p<0.001).Cinsiyet, kan vitamin
D düzeyi ve D vitamin yetersizliği olan hasta yüzdesi açısından iki grup
arasında fark bulunmadı(p>0.05).Şiddetine göre farklı OUAS’li olgularda
vitamin D düzeyi açısından fark yoktu(p=0.68) (Şekil).Vitamin D düzeyi
ile AHI ve VKİ arasında korelasyon yoktu.
Tartışma ve Sonuç: OUAS olan ve olmayan olgular arasında vitamin
D düzeyi açısından fark bulunmadı. Uyku laboratuarına gönderilen olguların büyük çoğunluğunda D vitamin yetersizliği ve genel Türk popülasyonuna göre daha düşük D vitamin seviyeleri tespit edildi. Polisomnografi
için gönderilen olgulara D vitamin düzeyi bakılması ve yetersizlik bulunanların tedavi edilmesi gerektiği sonucuna varıldı.
Anahtar kelimeler: D vitamin düzeyi, Obstrüktif uyku apne sendromu,
Polisomnografi
Anahtar kelimeler: çok sensörlü metabolik holter, fiziksel aktivite, sağlıklı
PS-54
Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
Yardımcı Solunum Kaslarında Bulunan Latent
Tetik Noktanın Solunum Fonksiyonlarına ve
Solunum Kas Kuvvetine Etkisi
Ebru Kaya Mutlu1, Tansu Birinci2, Rüstem Mustafaoğlu1, Arzu Razak Özdinçler1
Şekil 1. Şiddetine göre farklı OUAS›li olgularda ortalama D vitamin düzeyi
İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
2
Medeniyet Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
1
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
133
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-56
Polisomnografik verilerin
değerlendirilmesinde cinsiyet faktörü
Elif Torun Parmaksız, Banu Salepçi, Nesrin Kıral, Ali Fidan, Gülten Aktın
Güngör, Coşkun Doğan, Sevda Cömert
Drb Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: OUAS tekrarlayan üst havayolu obstrüksiyonu
ile karakterize bir hastalıktır.Kadın/erkek oranı yaklaşık ½ olup erkek
populasyonda %10 civarında görülmektedir.Kadınlarda daha az görülmesinin hormonlar,vücut yağ dağılımı,üst havayolu anatomisi ve
fonksiyonu,nörolojik solunum kontrol mekanizmalarına bağlı olduğu düşünülmektedir.Çalışmamızda cinsiyetin uyku mimarisine,OUAS’nin sıklığına ve ağırlığına etkisini inceledik.
Yöntem: Ocak 2011-Aralık 2015 arasında uyku laboratuarımızda de
ğerlendirilerek,horlama,tanıklı apne,gündüz uykululuk ve tatminsiz uyku
şikayetlerine yönelik polisomnografi uygulanan ardışık 1387 olgu retrospektif olarak değerlendirildi.Hastaların demografik verileri,klinik özellikleri
ve PSG dataları kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya 892(%64.3)erkek,495(%35.7)kadın olmak üzere toplam 1387 olgu dahil edildi;1263(%91) olguda OUAS tanısı kondu.
Hafif OUAS 363(%29) olguda,orta OUAS 342(%27)olguda ve ağır OUAS
558(%44)olguda saptandı.PSG uygulanan erkeklerde %93(n=831),
kadınlarda %87(n=432)oranında OUAS mevcuttu.(Şekil 1)Cinsiyete
göre OUAS ağırlık gruplarının dağılımı Tablo 1’de özetlenmiştir.Vücut
kitle indeksi(VKİ) açısından cinsiyetler arasında anlamlı fark bulunmadı.
Erkeklerde uyku etkinliği daha yüksek,uyku ve REM latansı daha düşük
bulundu(p<0.0001). AHI,AI ve ODI erkek olgularda istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulundu(p<0.0001).Uyku boyunca desature geçen
süre ve minimum saturasyon yönünden kadın-erkek arasında anlamlı fark
bulunmadı.
Kadın
hastalarımızın
122’si(%24.6)premenapozal,373’ü(%75.4)
postmenapozal dönemdeydi. Premenapozal olguların %68’inde OUAS
görülürken,bu oran postmenapozal olgularda %93.6’ya ulaştı.Premenapozal hastaların çoğunluğu(%57.8)hafif OUAS iken,postmenapozal hastaların çoğunluğu(%37.8)ağır OUAS idi(Şekil 2)
Tartışma ve Sonuç: Cinsiyetin PSG bulgularına etkilerini
araştırdığımız,geniş bir populasyonu ele alan bu çalışmamızda,benzer
VKİ olan olgu grubumuzda OUAS’nin erkeklerde,kadınlara göre daha
çok,daha ağır ve daha genç yaşta görüldüğünü,ayrıca OUAS görülen kadın hastaların daha büyük bölümünün postmenapozal olduğunu ortaya
koyduk.Kadınlarda uyku etkinliğinin daha düşük, uyku ve REM latansının
daha uzun olduğunu gördük.Sonuçta OUAS ön tanısı ile değerlendirilen
olgularda, bulgular cinsiyete göre farklılıklar gösterebilmektedir ve klinik
değerlendirme yapılırken, bu faktör de göz önünde bulundurulmalıdır.
Anahtar kelimeler: obstrüktif uyku apne sendromu, polisomnografi, cinsiyet
Şekil 2. Premenapozal ve postmenapozal olguların dağılımı
Tablo 1. Polisomnografik verilerin cinsiyete göre dağılımı
Yaş
VKİ(kg/m2)
Uyku süresi(dakika)
Uyku etkinliği(%)
Uyku latansı(dakika)
REM latansı(dakika)
Evre 1(%)
Evre 2(%)
Evre 3(%)
REM(%)
AHI
AI
SpO2 %90’ın altında geçen süre(%)
ODI
Minimum saturasyon(%)
Ortalama saturasyon(%)
Erkek(n=892)
Kadın(n=495)
p değeri
46.78±12.00
30.71±5.44
299
83.0
13.96
120
8.5
62.7
14.3
14.2
35
23
17.5
29.6
81.2
92.0
52.24±11.79
32.91±7.28
300
76.5
23.54
143
8.8
60.8
16.6
14.4
26
13
15.8
21.6
80.8
92.6
<0.0001
0.31
0.84
<0.0001
<0.0001
<0.0001
0.62
0.002
<0.0001
0.64
<0.0001
<0.0001
0.33
<0.0001
0.53
0.05
PS-57
İzmir ilindeki göğüs hastalıkları
uzmanlarının obstrüktif uyku apne
sendromu tanı ve tedavisine yaklaşımları
Özge Oral Tapan1, Sebahat Genç1, Utku Tapan2, Aylin Özgen Alpaydın1,
Bahriye Oya İtil1
Dokuz Eylül Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
1
2
Şekil 1. OUAS ağırlığına göre göre kadın-erkek olguların dağılımı
134
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve amaç: Çalışmamızda İzmir ilindeki göğüs hastalıkları uzmanlarının obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) tanı ve tedavisi ile ilgili
yaklaşımlarını değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: İzmir ilindeki yaklaşık 120 göğüs hastalıkları uzmanının 78’i
OUAS ilişkili 24 soruluk (6’sı demografik verilere, 4’ü eğitim bilgilerine, 9’u
tutum ve davranış özelliklerine, 5’i bilgi düzeyine yönelik) anket formunu
cevapladılar.
Bulgular: Katılımcıların %67.9’u kadın, %32.1’i erkekti. Ortalama
yaş 41.06±5.63’tü. %52.6’sı eğitim ve araştırma hastanelerinde, %32.1’i
devlet hastanelerinde, geriye kalanlar da özel ve üniversite hastanelerin-
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
de çalışmaktaydı. Ortalama uzmanlık yılı 11.16±6.09’du. Aylık ortalama
poliklinik hasta sayısı 714.10±324.42, OUA ilişkili semptomla polikliniğe
başvuran hasta sayısı 15.50±22.10’du. %64.1’ü uzmanlık eğitimlerini polisomnografi yapılabilen bir merkezde almışlardı ve %24.4’ü uyku ünitesinde rotasyon yapmışlardı. %48.7’si uzmanlıkları sırasında polisomnografi eğitimi almışlardı ve %26.9’u aktif uyku hekimliği yapmışlardı. %67.9’u
poliklinikte OUAS ilişkili semptom sorgulaması yapıyorken, preoperatif değerlendirme sırasında bu oran %38.5’ti. %97.4’ü OUA semptomlu olguları uyku ünitelerine yönlendirdiklerini; %65.4’ü çalıştıkları hastanelerinde
uyku ünitesi olduğunu söylediler. Sıklıkla OUAS tanısının konulmasında
kendilerini yeterli bulduklarını ancak hasta yönetiminde aynı derecede yeterli hissetmediklerini belirttiler. OUAS’ın diğer göğüs hastalıkları arasında
önemli bir yeri olduğunu ve OUAS riski olan hastaların belirlenmesinin
çok önemli olduğunu söylediler. OUAS tanı ve tedavisine yönelik soruların
doğru yanıtlanma oranı %95’in üzerindeydi.
Tartışma ve Sonuç: OUAS önemli bir hastalıktır. Çalışmamızda günlük göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastaların %2.17‘sinde OUA
semptomları vardı ve hekimlerin %64’ü uyku bozuklukları eğitimi almışlardı. Göğüs hastalıkları uzmanlık eğitiminde uyku bozukluğu eğitimi vardır
ve mezuniyet sonrası uzmanlık dernekleri de eksik kalan eğitimleri tamamlamaktadır. Çalışmamızda uzmanlık yılı ortalaması düşük ve eğitim araştırma hastanelerinde çalışan sayısı fazlaydı. Bu nedenle daha fazla katılımcılı
geniş çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: obstrüktif uyku apne sendromu, anket, bilgi, davranış
POSTER SUNUMLAR
Tablo 1. Astım ve/veya rinit hastalarının demografik, fizyolojik ve klinik özellikleri
Yaş (ort ± SD) yıl
Cinsiyet (K/E) (n/n)
Tanı (n)
Astım
Astım + Rinit
Rinit
VKİ (ort ± SD) kg/m2
Sigara (ort ± SD) pk-yıl
FEV1 (ort ± SD) % pred
FEV1/FVC ort ± SD) % pred
Ek Hastalıklar n (%)
Gaströzafagal reflü
Kronik rinosinüzit
Nazal polip
Tedavi n (%)
İnhaler kortikosteroid (İKS)
İKS+ uzun etkili beta agonist (LABA)
Lökotrien reseptör antagonisti (LTRA)
Sistemik steroid
İKS+ LABA+ LTRA
43,66 ± 13,40
104/37
(n)
46
57
38
27,6 ± 5,42
10,76 ± 8
84,94 ±20,18
77,85 ± 13,79
n (%)
3 (%2,1)
32 (%22,7)
21 (%14,9)
n(%)
13 (%9,2)
55 (%39)
2 (1,4)
1 (0,7)
25 (17,7)
Tablo.2. Berlin Anketine göre belirlenen OSA risk gruplarında SF-36 alt ölçekleri
PS-58
Astım ve Riniti Olan Hastalarda Obstrüktif
Uyku Apne (OSA) Riski ve Bu Durumun Astım
Kontrolü ile Hastaların Yaşam Kalitesi
Üzerindeki Etkisi
Banu Gülbay1, Turan Acıcan1, Aslıhan Gürün Kaya1, Miraç Öz1, Zeynep
Çelebi Sözener2, Ömür Aydın2, Zeynep Pınar Önen1, Gülfem Elif Çelik2,
Dilşad Mungan2
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İmmunoloji Alerji
Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Astım ve rinit toplumlarda sık olarak görülmektedir. Bu
çalışmada; OSA ile bazı ortak risk faktörleri taşıyan astım ve rinitli hastalarda OSA riskini değerlendirmek ve yüksek OSA riski olanlarda bu durumun
astım kontrolü ve yaşam kalitesi üzerindeki etkisini araştırmak amaçlandı.
Yöntem: Kliniğimizde astım ve/veya rinit tanısı ile takip edilen hastalara OSA riskinin araştırıldığı Berlin anketi ile SF-36 yaşam kalitesi anketi
uygulandı.
Bulgular: Çalışmamızda 103’ü astımlı (46’sında sadece astım, 57’sinde astım ve eşik eden rinit mevcut), 38’i rinitli olmak üzere toplam 141
hasta prospektif olarak değerlendirildi. Hastaların klinik özellikleri tablo
1’de gösterilmiştir.
Tüm hastaların 23’ünde (%16,3) yüksek OSA riski olduğu saptandı. Astımlı tüm hastaların 18’inde rinitli tüm hastaların da 15’inde yüksek OSA
riski saptandı. Değişkenler incelendiğinde yüksek OSA riski olanların yaş
ortalaması ve vücut kitle indeksi (VKİ) istatistiksel olarak daha yüksekti
(p=0.011, p<0.00).
Hastaların 37’sinde (%35,9) kontrolsüz astım saptandı. Yüksek OSA
riski taşıyan astımlı hastaların %44,4’ünde kontrolsüz astım varlığı tespit
edilirken, aynı oran düşük OSA riski taşıyan grupta %34,1 idi (p=0,407).
Astım kontrolü kötü olan grupta sadece FEV1/FVC oranı düşük saptanırken (p=0,03), diğer parametrelerde anlamlı farklılık izlenmedi.
Kontrolsüz astımlı hastalarda tüm SF36 parametrelerinde istatistiksel
olarak anlamlı azalma varken, yüksek OSA riski taşıyan grupta ise sadece genel sağlık kolunda istatistiksel olarak anlamlı düşüklük saptandı
(p=0.034) (Tablo 2).
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak, çalışmamızda astım ve/veya rinit
olgularında topluma göre artmış yüksek OSA riski saptanmıştır. Ancak
yüksek OSA riski varlığının astım kontrolünde ya da yaşam kalitesinde
belirleyici olmadığı görülmüştür. OSA ile astımın sık görülen birlikteliği nedeniyle önemli klinik sonuçları olan OSA’ya ait semptomların, astımlılarda
sorgulanması gerektiğini düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: astım, OSA, OSA risk, rinit
Fiziksel fonksiyon
Fiziksel problemlere bağlı kısıtlama
Ağrı
Genel sağlık
Vitalite
Sosyal fonksiyon
Emosyonel problemlere bağlı kısıtlama
Mental sağlık
Yüksek OSA risk
Düşük OSA risk
(n=23)
(n=118)
Med (IQR) (min-max) Med (IQR) (min-max)
65 (40-80) (20-100)
75 (50-90) (5-100)
25 (0-100) (0-100)
75 (0-100) (0-100)
74 (52-84) (0-100)
83 (59,5-100) (0-100)
40 (25-57) (0-77)
52 (36,5-65) (5-100)
50 (25-60) (0-75)
50 (35-60) (0-85)
75 (62,5-87,5) (0-100) 75 (62,5-100) (0-100)
100 (0-100) (0-100)
100 (0-100) (0-100)
52 (48-60) (16-72)
52 (48-64) (20-100)
p
0,104
0,783
0,169
0,034
0,831
0,411
0,774
0,521
PS-59
Obstrüktif Uyku Apne Sendromu ve
Hipotiroidnin Karotis Arter İntima Mediya
Kalınlığına Etkisi
Fulsen Bozkuş1, Nursel Dikmen2, Gülay Güngör3, Anıl Samur4
1
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniverstesi Tıp Fakültesi,Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
Kahramanmaraş
2
Kahramanmaraş Necip Fazıl Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Kahramanmaraş
3
Kahramanmaraş Necip Fazıl Devlet Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Kahramanmaraş
4
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Antalya
Giriş ve amaç: Obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) toplumda sık
görülen ve hipotiroidi ile %1,2-11 arasında değişen oranlarda birlikte görülebilen bir hastalıktır. OUAS ve hipotiroidinin kardiyovasküler hastalıklar
ile lişkisini gösteren çok sayıda çalışma vardır. Biz de bu çalışmamızda
OUAS’lu hastaların karotis arter intima media kalınlık (KİMK) ölçümleriyle
aterosklerotik durumlarını belirlemeyi ve bu ölçümlerin eşlik eden hipotiroidi ile ilişkisini ortaya koymayı amaçladık.
Yöntem: Bu çalışmaya Mayıs 2014 – Ocak 2016 tarihleri arasında Necip Fazıl Şehir Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Polikliniğine horlama
şikayeti ile başvuran ve uyku laboratuvarında polisomnografi yapılmış
olan hastalar alındı. Hastalardan tiroid fonksiyon testleri istendi. Dopler
ultrasonografi ile karotis arter ıntima media kalınlığı ölçüldü
Bulgular: Çalışmaya 23 izole OUAS olgusu, 8 hipotiroidinin eşik ettiği
OUAS olgusu ve 21 kontrol olgu dahiledildi. KİMK ortalamaları sırasıyla
izole OUAS grubunda 0.67±0.12 mm, hipotiroidinin eşlik ettiği OUAS
grubunda 0.8±0.12 mm; kontrol grubunda ise 0.54±0.08 mm olarak
bulundu ve bu fark istatistiksel olarak anlamlıydı. (p<0,05). Hipotiroidinin eşlik ettiği OUAS grubunda sT4 düzeyi ile KIMK arasında negatif bir
korelaseyon izlendi
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
135
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızın sonuçları KIMK ölçümlerinin,
OUAS’a eşlik eden hipotiroidi durumlarında, kardiyovasküler komplikasyonlarını tespit etmek için kullanılabilecek invazif olmayan bir inceleme
yöntemi olması açısından önemli olduğunu düşündürmektedir.: OUAS ile
hipotiroidi birlikteliğin farkındalığının artması, hipotiroidisi olan OUAS’lu
hastalarda kardiyovasküler komplikasyonları dikkate alarak OUAS şüphesi ile tetkik edilen hastalarda hipotirodi taraması yapılması gerektiğini
düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Uyku apnesi, karotis arter, hipotiroidizm.
Tablo 1. Çalışma grubunun genel özellikleri
Yaş
Cinsiyet(E/K n,%)
VKİ
AHİ
TSH
sT4
KİMK ort
Group 1
(n:23)
Grup 2
(n:8)
Group 3
(n:21)
44.78±11.99
16(0.696)/7(0.304)
30.34±2.41
50.21±23.28
1.25±0.51
1.27±0.21
0.67±0.12
44.25±14
2(0.25)/6(0.75)
31.08±1.75
50.35±32.98
5.49±1.35
0.96±0.36
0.8±0.12
39.43±9.17
12(0.571)/9(0.429)
28.54±1.84
3.61±1.03
1.45±0.58
1.2±0.12
0.54±0.08
Hafif OUAS
(n=89)
Orta OUAS
(n=91)
Ağır OUAS
(n=119)
P değeri (OUAS
gruplarında)
Üre
8.05
11.56
30.16
36.86
0.02
Kreatinin
0.79
0.79
0.82
0.86
0.02
Ürik asit
5.05
5.47
5.95
6.47
0.01
İdrar kreatinin
211.44
168.88
177.69
180.01
0.53
İdrar protein
13.13
13.14
23.19
24.18
0.04
İdrar mikroalbumin
15.78
15.83
43.63
48.95
0.07
Mikroalbumin/kreatinin
8.05
11.56
30.16
36.86
0.18
Table 2. Demografik ve polisomnografik verilerin dağılımı
0,232
PS-60
Obstrüktif uyku apne sendromunda
mikroalbuminüri
Elif Torun Parmaksız1, Ergün Parmaksız2, Banu Salepçi1, Gülten Aktın
Güngör1, Benan Çağlayan1
Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Nefroloji Kliniği, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: OUAS kardiovasküler hastalıklar,hipertansiyon,DM,d
islipidemi gibi böbrek hasarına yol açabilecek ciddi metabolik sonuçlar
doğurabilen sık görülen bir sağlık sorunudur. Albuminuri, böbrek hasarının
erken bir belirteci ve kardiovasküler hastalıklar için erken bir prediktör ve
risk faktörüdür. Çalışmamızda albuminuri düzeyi ile OUAS varlığı ve ağırlığı arasındaki ilişkiyi değerlendirdik.
Yöntem: OUAS kardiovasküler hastalıklar,hipertansiyon,DM,dislipide
mi gibi böbrek hasarına yol açabilecek ciddi metabolik sonuçlar doğurabilen sık görülen bir sağlık sorunudur. Albuminuri, böbrek hasarının erken
bir belirteci ve kardiovasküler hastalıklar için erken bir prediktör ve risk
faktörüdür. Çalışmamızda albuminuri düzeyi ile OUAS varlığı ve ağırlığı
arasındaki ilişkiyi değerlendirdik.
Bulgular: Yaş ortalaması 48.46(18-85) olan 204(%62) erkek,126(%38)
kadın hasta çalışmaya alındı. Hastaların 31’inde(%9.4)OUAS
saptanmazken,OUAS grubunda 89(%29.8)hastada hafif,91(%30.4)hastada orta 119(%39.8) hastada ağır OUAS tespit edildi. Çalışma grubunun özellikleri ile polisomnografik veriler Tablo 1’de gösterilmiştir. Üre,ürik
asit,idrar protein,idrar mikroalbumin ve mikroalbumin/kreatinin OUAS
olan grupta anlamlı düzeyde artmış bulundu(sırasıyla p=<0.0001, 0.006,
0.01, 0.001, <0.0001). Serum kreatinin oranı apneiklerde artmış olsa da
aradaki fark anlamlı bulunmadı.
Hafif,orta ve ağır OUAS grupları karşılaştırıldığında hastalık ağırlığı arttıkça serum üre,kreatinin,ürik asit ve idrar protein düzeylerinde istatistiksel
olarak anlamlı artış görüldü(sırasıyla p=0.02;0.02;,0.01;0.04). İdrar mikroalbumin ve mikroalbumin/kreatinin oranı da hastalık şiddeti ile artmakla
beraber, fark anlamlı bulunmadı(sırasıyla p=0.07;0.18)Lojistik regresyon
analizi ile OUAS varlığı ve VKİ mikroalbuminüri için bağımsız risk faktörleri
olarak bulundu.
Tartışma ve Sonuç: OUAS artmış idrar mikroalbumin/kreatinin oranı
ile ilişkili bulunmuştur.Özellikle obez OUAS hastalarında mikroalbuminuri
konusunda dikkatli olunmalıdır.
Anahtar kelimeler: obstrüktif uyku apne sendromu, mikroalbuminüri, proteinüri
136
OUAS olmayan
(n=31)
p
0.006
0,001
0,001
0,063
0,001
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Renal fonksiyon bulgularının dağılımı
Yaş
Kadın/erkek
VKİ
Uyku süresi
Uyku etkinliği
Uyku latansı
REM latansı
Evre 1
Evre 2
Evre 3
REM
AHI
AI
spO2<%90
ODI
Minimum spO2
Ortalama spO2
OUAS olmayan
(n=31)
Hafif OUAS
(n=89)
Orta OUAS
(n=91)
Ağır OUAS
(n=119)
37.9(18-78)
15/16
26.37
344.01
80.71
17.27
138.89
6.01
55.47
22.44
16.08
2.24
0.81
4.24
1.52
90.5
95.54
46.56(18-75)
40/49
31.10
327.39
80.98
18.63
119.44
6.21
56.18
21.05
16.36
10.02
3.18
5.92
7.95
85.14
93.91
51.51(26-85)
40/51
32.04
312.05
81.65
20.17
118.13
7.34
59.31
17.58
16.47
21.53
8.57
11.07
17.47
83.02
93.27
50.29(25-79)
3/88
32.30
279.45
79.57
15.49
129.81
9.87
67.61
9.81
12.39
58.45
42.68
29.91
50.92
76.15
90.65
Göğüs Cerrahisi
PS-61
Benign Mediastinal Kitlelerin Video
Yardımlı Torakoskopik Tedavisi: 44 Olgunun
Analizi
Mehmet Furkan Şahin1, Koray Aydoğdu2, Funda İncekara2, Mustafa
Şevki Demiröz2, Sadi Kaya2, Göktürk Fındık2
Lüleburgaz Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Kırklareli
Ankara Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Geleneksel cerrahi yöntemler ile karşılaştırıldığında,
video yardımlı torakoskopik cerrahi (VATS) toraks patolojilerinin yönetiminde alternatif bir yöntemdir ve son gelişmelerle beraber benign mediastinal lezyonlar için standart yaklaşım olmaya başlamıştır. Bu çalışmada
benign mediastinal kitlelerin tedavisinde VATS’ın yararlılığını vurgulamak
amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamızda, tek bir göğüs cerrahisi kliniğinde Ocak 2009Ocak 2015 tarihleri arasında VATS ile opere edilen benign mediastinal
kitle tanısı alan 44 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olgular yaş, cinsiyet, şikayet, bulgular, tanısal işlemler, patolojik özellikleri ve postoperatif
erken dönem komplikasyonları açısından analiz edildi.
Bulgular: Mediastinal benign kitle lezyonu nedeniyle VATS ile yaklaşılan 44 olgu çalışmaya dahil edildi. Olguların ortalama yaşı 49 idi ve 28’i
kadın iken 16’sı erkekti. %27,3’ü asemptomatik olmakla beraber en sık
nefes darlığı, göğüs ağrısı ve öksürük şikayetleri ile başvurdular. Mediastinal lezyonların %50’si anterior kompartmanda izlendi. Anterior mediastende en sık timik lezyonlar (%36,3), ve sonrasında mediastinal kistler
saptandı. Visseral kompartmanda en sık mediastinal kistlerin (%25,0)
yerleştiği görüldü. Tüm olgulara VATS ile komplet rezeksiyon uygulandı.
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Postoperatif %9,1 oranında komplikasyon gelişti ve bunların %4,5’i uzamış hava kaçağıydı.
Tartışma ve Sonuç: Mediastinal lezyonların tanı ve tedavisinde VATS
ile cerrahi yaklaşım önemli yer tutmaktadır. Mediastinal kitle ve kistlerin
cerrahi tedavisinde uygun olan olgularda postoperatif avantajları nedeniyle VATS öncelikli olarak tercih edilmelidir.
Anahtar kelimeler: video yardımlı torakoskopik cerrahi, benign mediastinal kitle,
mediastinal kist; mediastinal tümör
Tablo 1. Bening mediastinal kitlelerde semptomların dağılımı
ASEMPTOMATIK
DISPNE
GÖĞÜS AĞRISI
ÖKSÜRÜK
HEMOPTIZI
MYASTENIA GRAVIS
HALSIZLIK
SIRT AĞRISI
DISFAJI
%27,3
%22,7
%20,5
%11,4
%4,5
%4,5
%4,5
%2,3
%2,3
Tablo 2. Benign mediastinal kitlelerin lokalizasyonlarına göre görülme sıklıkları
MEDİASTİNAL KİSTLER
TİMİK LEZYONLAR
NÖROJENİK TÜMÖRLER
BENİNG GERM HÜCRELİ TÜMÖRLER
MEZENKİMAL LEZYONLAR
CASTLEMAN HASTALIĞI
PARATROİD LEZYONLAR
TOPLAM
Anterior
Visseral
Posterior
Toplam
2
16
1
2
11
1
4
1
1
2
15 (%34,1)
17 (%38,6)
17 (%38,6)
2 (%4,5)
2 (%4,5)
2 (%4,5)
2 (%4,5)
2 (%4,5)
44
1
2
22 (%50)
7 (%15,9)
PS-62
Pektus Karinatum Ameliyat Sonuçlarımız: 18
Hastamızın Analizi
Akın Eraslan Balcı1, Suna Polatoğlu1, Siyami Aydın1, Derya Özdemir
Tüten4, Murat Kılıç2, Semih Koçyiğit5, Muharrem Çakmak3
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Elazığ
Muş Devlet Hastanesi Göğüs Cerrahi Servisi, Muş
3
Diyarbakır Devlet Hastanesi Göğüs Cerrahi Servisi, Diyarbakır
4
Şehit Ersin Aslan Devlet Hastanesi Göğüs Cerrahi Servisi, Gaziantep Devlet Hastanesi,
Göğüs Cerrahi Servisi, Gaziantep
1
2
Giriş ve amaç: Toraks ön duvarında Pectus Carinatum deformitesi
tanısıyla ameliyat edilen olgularımızda ameliyat yöntemleri ve sonuçlarını
incelemek.
Yöntem: 2004-2015 yılları arasındaki Pectus Carinatum ameliyat geçiren 18 olgu değerlendirildi. Mixt deformite 3 (%16.7) hastada vardı. Yaş
ortalaması 16 ± 5.5 (26-5); erkek/kız oranı 16/2 olup, 15 (%83.3) hasta
minimal invaziv (Abramson), 3 (%17.6) hasta açık (kartilaj rezeksiyonu Welch) yöntemle opere edilmişti. Abramson yönteminde olguların çoğunda çelik tel ile bar fiksasyonu kullanıldı.
Bulgular: Otuzaltı operasyon: primer düzeltme 18 (%50), bar çıkarma
12 (%33.3), sekonder düzeltme 7 (%19.4). Bir (%6.7) Abramson ameliyatında çift bar takılmıştı. Operasyon süresi 1.8 ± 1 (4-1) (Welch: 3.2
± 1 (4-2), Abramson: 1.4 ± 0.6 (2.5-1) saat bulundu (p<0.05). Oniki
(%80) bar çıkarılmıştı (süresi 16 ± 8.9 (26-2) ayda). Bar çıkarma süresi
1.5 ± 0.7 (3-1) saatti. Beş (%33.3, 5/15) hastada 6 (%40) kez bar kaydı.
Çelik tel 2-3’lü sarmalsa tel kopması-barda kayması görülmedi. Hastane
süresi 3.6 ± 1.6 (7-1) gündü (Abramson: 3.6 ± 1.7 (7-1), Welch: 5 ±
1 (6-4) (p=0.09, t-test)). Abramson’lu bir hastada düzelme olmadı, bar
çıkarıldı (2. ayda; şiddetli ağrı, 40 gün sonra kıkırdak rezeksiyonu). Welch
yönteminde komplikasyon olmadı. Kozmetik olarak tam memnuniyet
14 (%77.8), orta derecede memnuniyet 2 (%11.1), memnun olmayan 2
(%11.1) hasta vardı. Başarı oranı %88.9 olarak hesaplandı. Welch için
tam memnuniyet ve başarı oranı %100 oldu.Abramson için tam memnu-
niyet %73.3 (11/15), orta derecede memnuniyet %18.2 (2/11), memnun
olmayan %18.2 (2/11) ve başarı oranı %86.7 (13/15) bulundu.
Tartışma ve sonuç: Toraks ön duvarı kemik yapısı güçlü olan erişkin
hastalarda Abramson yöntemi başarısız olduğunda Welch yöntemi başarıyla kullanılabilir.
Anahtar kelimeler: Pektus Karinatum, Welch, Abramson, Minimal İnvaziv Pektus
Operasyonu, Kıkırdak Rezeksiyonu
PS-63
Rezeksiyon Uygulanan Senkron Akciğer
Kanserli Hastaların Sağkalım Oranları ve
Prognostik Özellikleri
Cansel Atinkaya Öztürk1, Elçin Ersöz1, Murat Kavas2, Serdar Evman1,
Çağatay Tezel1, Hakan Kıral1, Volkan Baysungur1, Levent Alpay1, Sibel
Arınç2, İrfan Yalçınkaya1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Akciğer kanserli bir olguda eşzamanlı ikinci bir akciğer
kanserinin tanımlanmasına senkron akciğer kanseri denir. Seyrek rastlanılan tümörler olduğundan prognoz, sağkalım ve evreleme konusunda
belirsizlikler mevcuttur. Bu amaçla cerrahi rezeksiyon uygulanan senkron
tümörlü hastaların sağkalım oranlarını retrospektif olarak inceledik.
Yöntem: Ocak 2004-Ocak 2014 tarihleri arasında 15 hasta senkron
akciğer kanseri nedeniyle rezeke edildi. Hastaların tümü erkekti. Yaş ortalaması 63 iken hastalar 46-81 yaşları arasındaydı. Görülen histolojik
tipler 5 hasta adenokarsinom, 7 hasta skuamöz hücreli karsinom, 3 hasta skuamöz hücreli karsinom+ adenokarsinomdur (Şekil 1). Evrelemeye
baktığımızda senkron tümörlerde evre IB en fazla, sonra evre IB ve IIA
görülmektedir. (Şekil 2).
Bulgular: Hastane mortalitesi görülmedi. Ortalama sağkalım hastalarda 30 ay (min 3, max 60 ay) dır (Tablo 1). Postoperatif komplikasyon oranı %40’tı. Yaş ve cinsiyetin sağkalıma etkisi yoktur. En sık görülen komplikasyonlar pnömoni ve yara yeri enfeksiyonu idi (Tablo 2).
Tartışma ve Sonuç: Senkron kanserlerde sağkalım primer akciğer
kanseriyle karşılaştırıldığında daha kötüdür. Hastalığın evresi ve yapılan
cerrahi işlemin küratif olup olmaması sağkalımı etkileyen iki önemli etkendir. Senkron akciğer kanserinde, kitlelerin hücre tipinin farklı olması
prognozu olumlu yönde etkilemektedir. Senkron akciğer kanserinde cerrahi tedaviye karşın sağkalım oranı düşüktür. Bunun en önemli nedeni, geniş
rezeksiyon endikasyonu olmasına karşın, zorunlu sınırlı rezeksiyonun fazla
sayıda yapılması ve metastatik hastaların bu grupta değerlendirilmesidir.
Anahtar kelimeler: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, senkron akciğer tümörleri
Şekil 1. Senkron akciğer tümörlü hastaların evrelere göre dağılımı
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
137
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
PS-65
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Akciğer Dışı Maligniteler Nedeniyle
Operasyon Yapılan Hastalarda Gelişen
Akciğer Metastazlarına Yaklaşım Ve
Sağkalım
Levent Cansever, Hasan Akın, Yunus Seyrek, Çağrı Cemaller, Süleyman
Ceyhan, Ali Murat Akçıl, İbrahim Dinçer, Mehmet Ali Bedirhan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Zeytinburnu, İstanbul
Şekil 2. Senkron akciğer tümörlü hastaların histopatolojik özellikleri
Tablo 1. Senkron Akciğer Tümörlü Hastaların Epidemiyolojik Özellikleri
Yaş (ort yıl, min-max)
Cinsiyet
Erkek
Kadın
Histopatoloji
Yassı Hücreli Ca
Adenoca
Adenoca+ Yassı Hücreli Ca
Rezeksiyon (taraf)
Sağ
Sol
Bilateral
Komplikasyonlar (%)
n=6 olgu
Sağkalım (ort ay, min-max)
63.2 (46-81)
15
7
5
3
0
3
12
%40
30 (3-60)
Giriş ve amaç: Ocak 2009-Aralık 2014 tarihleri arasında akciğer dışı
maligniteler nedeniyle opere olan 47 hastaya 52 akciğer metastatektomi
operasyonu uygulandı. Kliniğimizde akciğer dışı maligniteler nedeniyle
akciğere metastaz yapmış hastalara yapılan metastatektomi yapılan hastaların sağkalım analizleri araştırmayı hedefledik.
Yöntem: Ocak 2009-Aralık 2014 tarihleri arasında akciğer dışı maligniteler nedeniyle opere olan 47 hastaya 52 akciğer metastatektomi
operasyonu uygulandı. Hastaların tümüne bilgisayarlı toraks tomografisi,
bronkoskopi yapıldı. Yapılan operasyon tipleri ve sağkalım analizi yapıldı.
Bulgular: Yirmibeş kadın, 22 erkek hastanın ortalama yaşı
53,44±13,27 idi. Kırkyedi hastaya 52 operasyon yapıldı, toplamda 72
metastaz çıkarıldı. Yirmi hasta kolon kanseri, 5 hasta meme kanseri, 5 hasta sarkom, 3 hasta endometrium kanser, 3 hasta böbrek kanseri, 2 hasta
malign melanom ve 9 hasta da diğer sistem kanserleri nedeniyle opere
hastalar idi. Onsekiz hastaya lobektomi/segmentektomi, 27 hastaya wedge rezeksiyon, 1 hastaya ise sternotomi ile mediastenden kitle çıkarılması ve 1 hastayada kot rezeksiyonu yapıldı. Hastaların ortalama sağkalımı
50,93±5,9 ay idi. Beş yıllık genel sağkalım %24,6 ay ve medyan sağkalım
41±12,1 ay idi.
Tartışma ve Sonuç: Akciğer dışı maligniteler nedeniyle opere edilen hastalar metastazlarını genellikle akciğere yapmaktadırlar. Hastaların
sağkalımını etkileyen en önemli faktörler primer hastalığın kontrol altında
olması, hastalıksız sağkalım süresi ve metastazların tam olarak çıkarılmasıdır. Primer hastalık ile metastaz saptanma süresi 2,8 yıl idi. Hastalarımızın ortalama sağkalımları 50,93±5,9 ay ve 5 yıllık genel sağkalım %24,6
olarak saptandı. Akciğer dışı kanserler nedeniyle opere edilen hastalar
çok yakından takip edilmeli ve olası akciğer metastazları açısından çok
iyi değerlendirilmelidirler. Akciğer metastatektomisi uygulamak hastalara
sağkalım avantajı sağlamaktadır.
Anahtar kelimeler: akciğer metastaz, toraks dışı kanser, metaztatektomi
PS-64
Dev Büllerde Cerrahi: Dokuz Hastanın
Retrospektif Analizi
PS-66
Sena Uğur Çalışkan, Şeyda Örs Kaya, Özgür Samancılar, Kenan Can
Ceylan, Arkın Acar
Pnömotoraks Olgularında Tedavi
Anlayışımız Değişti mi?: 12 Yıllık Sonuçlar
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrrahisi Anabilim Dalı, İzmir
Giriş ve amaç: Büllöz amfizem alveolar alanın genişlemesi ile karakterize bir hastalıktır. Wakabayashi sınıflamasına göre dört başlık altında
incelenir. Dev bül ise büllöz amfizem içinde daha nadir görülmektedir ve
bu sınıflamaya göre tip 1 büller içinde yeralır. Bazı vakalarda semptomları
hafifletmek ve hastanın yaşam standardını arttırmak adına cerrahi müdehale gerekebilir.
Yöntem: Bu çalışmada kliniğimizde 2010 ve 2015 yılları arasında
opere edilen dev bül tanılı dokuz hasta retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya dahil edilen olguların sekizi erkek ve biri kadın olmak üzere yaş
ortalamaları 51,2 (35-60 yaş). Bir kadın hasta dışında kalan sekiz hastanın
özgeçmişinde sigara mevcuttu. Tüm hastalar detaylı preoperatif değerlendirmeden geçirildi.
Bulgular: Dokuz hastanın hepsine büllektomi ve mekanik plöredez uygulandı. Altı hastaya torakotomi ile müdehale edilirken, kalan üç hastada
operasyon VATS kullanılarak sonlandırıldı. Postoperatif dönemde ventilatör desteği gereksinimi olmadı. Toraks tüpü kalış süresi ise 9-22 gün olarak
saptandı. Çalışmaya dahil edilen hastalarda mortalite gelişmedi ancak iki
hastada uzamış hava kaçağı tespit edildi.
Tartışma ve Sonuç: Dev bül tanılı hastalar, cerrahi müdehale öncesinde mutlaka detaylı olarak değerlendirilmelidir. Cerrahi deneyimin artması
ile minimal invaziv tekniklerden VATS da güvenli ve etkili bir yöntem olarak tercih edilebilir.
Anahtar kelimeler: cerrahi, dev bül, VATS
138
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Tevrat Özalp1, Mustafa Küpeli2, Kenan Varol3, Ersin Çiftçi4
1
Amasya Üniversitesi, Şerefeddin Sabuncuoğlu Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi, Amasya
2
Gaziosmanpşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat
3
Amasya Üniversitesi, Şerefeddin Sabuncuoğlu Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji, Amasya
4
Amasya Üniversitesi, Şerefeddin Sabuncuoğlu Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel
Cerrahi, Amasya
Giriş ve amaç: Kliniğimizde takip edilen pnömotoraks olgularının tedavi ve rekürrens sonuçlarını araştırdık.
Yöntem: Ocak 2004-2015 Aralık tarihleri arasında, 155 spontan pnömotoraks olgusu geriye dönük yaş, cinsiyet, pnömotoraks tarafı, yatış süresi, sigara öyküsü, tomografik özelliklere göre rekürren pnömotoraks sayısı,
sadece PAAC grafi çekilenlerde uzamış hava kaçağı olmayan olgularda
rekürrens, bütün olgulardaki rekürrens ile hava kaçağı durumu ve süreleri,
pnömotoraks yüzdesi, etyoloji, görülme ayı, uygulanan tedavi yöntemleri,
komplikasyon ve mortalite açısından değerlendirildi.
Bulgular: Yaş aralığı 15-78 idi. 114’ü erkek, 9’u kadındı. Pnömotoraks,
69 sağ, 54’ü sol taraftaydı. Hastanede yatışsüresi ortalama 8.3 gündü. 67
olgunun toraks BT’si incelendi. Bu grubun %47’sinde rekürrenpnömotoraks gelişirken %46’sında uzamışhavakaçağı vardı. Bu grupta olgular tomografi ile 4 gruba ayrıldı: 1.grupta 14, 2.grupta 28, 3.grupta 17, 4.grupta
8 olgu vardı.. Sadece PAAC grafi ile değerlendirilip uzamış hava kaçağı
olmayan 42 olgu vardı. 2’sinde rekürrens gelişti.
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Olguların 110’unda parsiyel, 12’sinde subtotal ve 33’ünde total pnömotoraks gelişti. Hava kaçağı süresi total pnömotorakslarda ortalama
6.2, subtotal 6,0 ve parsiyelde ise 6.7 gün idi. Olguların 91’i primer, 32’si
sekonder spontan pnömotoraksdı. PSPli olguların 18’i ikinci epizot pnömotoraksla geldi. En çok mart, en az mayıs aylarında pnömotoraks görüldü. 149 olguya tüp torakostomi uygulandı. 24 olgu opere edildi. Axiller
torakotomi 18’ine VATS 6’sına yapıldı. Tüp torakostomide komplikasyon
gelişmedi. Bir olguda ampiyem gelişti. Operasyon grubunda postoperatif
mortalite ve nüks olmadı. Olgularımız taburcu edildikten sonra ortalama
50.9 ay takipedildiler.
Tartışma ve Sonuç: Hastalar toraksBT ile değerlendirilerek gruplandırılmalıdır Grup 2 ve 3’de rekürrens oranı yükseldiğinden ilk epizotta operasyon önerilebilir Grup 4’deki olgular genellikle cerrahiye uygun değildir
ve rekürrens ölümcül olabilmektedir. Bunlarda otolog kan ile plörodesis
güvenli bir yöntemdir.
Anahtar kelimeler: Rekürrens, Spontan pnömotoraks, Tedavi.
PS-67
Amfizem tedavisinde farklı hacim küçültücü
tedavi metodlarının sonuçlarının
karşılatırılması
Bayram Metin1, Yavuz Selim İntepe2
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı. Yozgat
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı. Yozgat
1
2
Giriş ve amaç: Amfizem hastalarında volüm küçültme amacıyla uygulanan endobronşial valf, endobronşial koil uygulaması ve volüm küçültücü
cerrahi yöntemlerinin işlem öncesi ve işlem sonrası birinci yıldaki fonksiyonel değerlerinin birbirleri ile karşılaştırması amaçlandı.
Yöntem: Hastanemizde amfizem nedeni ile endobronşial valf uygulanan (n:11), endobronşial koil uygulanan (n:9) ve volüm küçültücü cerrahi
uygulanan (n:7) hastaların prosedür öncesi, ve prosedür sonrası birinci
yıldaki solunum fonksiyon testi ve 6 dakika yürüme testi sonuçları dosya
kayıtlarından elde edildi.
Bulgular: Araştırma grubunun tamamı 27 hasta olup, yaş aralığı 4072, medyan yaş 57, yaş ortalaması 57.1 ± standart sapması 8.8 yıldır.
Valf, Koil ve volüm küçültücü cerrahi müdahale sonrasında Amfizem hastalarının; SFT FEV1% değerlerinde sırasıyla %54.0, 44.4 ve 24.6 (total
%41.1) artış, 6 MWT değerlerinde sırasıyla %85.7, 78.7 ve 34.1 (total
%69.8) artış görülmüştür.
Tartışma ve Sonuç: Amfizem hastalarında Volüm küçültücü cerrahi,
endobronşial valf ve Koil uygulamalarının üçü de solunum fonksiyon testlerinde benzer iyileşmeler sağlarken, 6 dakika yürüme testinde valf ve koil
grubunda cerrahi gruba göre daha anlamlı artış elde edilmiştir.
Anahtar kelimeler: Amfizem, Endobronşial hacim küçültme, Koil, Valf, Hacim
küçültücü cerrahi
POSTER SUNUMLAR
PS-68
Diğer organ kanser öyküsü olan
hastalarda primer akciğer kanseri
birlikteliği
Yunus Seyrek, Levent Cansever, Suleyman Ceyhan, Ali Murat Akçıl,
Mehmet Ali Bedirhan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş ve amaç: Kanser teşhisi konan hastaların hayatları boyunca bir
başka kansere yakalanma veya teşhis edilmiş kanserin nüksüne rastlanabilmektedir. Günümüzde multipl primer malignitelerin insidansı nadir değildir. Görüntüleme teknikleri tümörlerin özellikle erken yakalanmasında
önemli rol oynamaktadırlar. İkincil malignitelerin yakalanmasında görüntülemelerin dikkatle incelenmesi kadar hastanın kontrollerini aksatmaması
da önemlidir. Metastaz şüphesiyle opere edilen hastalarda frozen section
(F/S) çalışılmalı ve 4 hastadan birinin primer akciğer kanseri çıkabileceği
unutulmamalıdır.
Yöntem: İkibindokuz-2015 yılları arasında kliniğimizde opere edilmiş
1044 hasta retrospektif olarak analiz edildi. Ekstra pulmoner malignite tanısı ile opere olmuş, sonrasında akciğerinde tanısız nodul veya kitle ile
başvuran hastalar tarandı. Bu koşullara uyan 19-73 yaş aralığındaki 64
hasta (49 erkek, 15 kadın) tespit edildi. Bunların arasından ikinci primer
olarak akciğer kanseri olanlar ve metastaz olanlar ayrıldı.
Bulgular: Onaltı hastada (%25) ikinci primer akciğer kanseri görüldü;
Bu grup 43-70 yaş aralığında bulunmakta ve 11 erkek 5 kadın hastadan
oluşmaktadır. Bu hastalardan 6’sı (%37.5) larenks, 5’i (%31.6) kolon, 1’i
(%6.25) karaciğer, 1’i (%6.25) testis ve 1’i (%6.25) de meme karsinomu
nedeniyle opere edilmiştir. Kırk hastada primer kanserin metastazı olduğu
izlendi. Sekiz hastanın 5 tanesi granülomatöz iltihap, 3 tanesi ise reaktif
olarak raporlandı. Yaptığımız araştırmada ikinci primer tümör saptanma
olasılığı %25 olarak hesaplandı.
Tartışma ve Sonuç: Akciğer dışı maligniteler sebebiyle opere edilen
hastaların takiplerinde akciğerde metastaz veya ikinci primer tümör görülme olasılığı mevcuttur. Radyolojik taramalarında kitle saptanan hastalarda
tanısal girişim yapılmalıdır. Akciğerdeki mass cerrahiye uygunsa peroperatif F/S çalışılmalıdır. Metastaz ya da ikinci primer akciğer karsinomu tanısına göre rezeke edilmelidir.
Anahtar kelimeler: Ekstrapulmoner malignite, metastaz, ikinci primer, multipl
primer malignite
PS-69
3D Printer ile Nylon 680 Co-Polymer
Kullanılarak Üretilen Yabancı Cisimlerin
Sıçanlara İmplante Edilmesi ve
Biouyumluluğunun Değerlendirilmesi
Nezih Onur Ermerak1, Barış Yüksel2, Tunç Laçin3, İpek Erbarut4, Berna
Karakoyun Laçin5, Pınar Kuru6, Mustafa Yüksel3
Kilis Devlet Hastanesi, Kilis
Google Inc.
3
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
4
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul
5
Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Temel Sağlık Bilimleri Bölümü, İstanbul
6
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul
1
2
Şekil 1. a. Coil Uygulanan hastanın PAAC grafi görüntüsü b. Endobronşial valf
görüntüsü c. Tek port VATS görüntüsü
Tablo 1. KOAH hastalarına yapılan müdahalelerin etkisi
Giriş ve amaç: 3D Printing her geçen gün bilimsel ve endüstriyel dünyada daha da önem kazanan yeni bir teknolojidir. 3D Printer kullanılarak
tıbbi aletlerin, stentlerin vb. üretildiği yeni çalışmalar yapılmaktadır. Biz de
çalışmamızda 3D Printer ile üretilmiş yabancı sicimleri sıçanlara implante
ederek biouyumluluğunu değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Nylon 680 Co-Polymer (Taulman3D, Saint Peters,MO,USA)
kullanarak 3D Printer (Afinia H480,Chanhassen,MO,USA) ile değişik şekil
ve ebatlarda yabancı cisimler ürettik. 2 adet sıçanı opere ederek herbir
sıçana 4’er adet değişik şekil ve ebatta yabancı cisim implante ettik.
Bulgular: Sıçanları 45 gün boyunca takip ettik. Bu süre zarfında herhangi bir patolojik belitiye rastlamadık. Sonrasında sıçanları sakrifiye ederek patolojik incelemeye gönderdik. Patolojik inceleme sonucu pigmente
yabancı cisimler içeren az sayıda makrofajın eşlik ettiği minimal kronik
enflamasyon olarak belirtildi.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
139
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Tartışma ve Sonuç: 3D Printing teknolojisi diğer alanlarda olduğu
gibi tıp alanı içinde önemli bir gelişmedir. Daha farklı tür ve sayıda hayvanlarla çalışmalara ihtiyacımız olmasına karşın Nylon 680 Co-Polymer
kullanarak 3D Printer ile cerrahi pratik ve çalşımalar için tıbbi aletler ve
implantlar üretebiliriz.
Anahtar kelimeler: Göğüs Duvarı, 3D Printing, Nylon 680 Co-Polymer, Göğüs
Cerrahisi, Yeni Teknoloji
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Sigarayı deneyenlerde sigara içme davranışını etkileyen lojistik regresyon modeli
Değişken
Sigara içen
(n=180)
Sigara içen
(n=180)
OR[%95 GA]
p
Eğitim yılı
3.57±1.73
3.37±1.68
1.09[0.96-1.23]
0.162*
Cinsiyet
Anne Eğitimi
PS-70
Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
Başarısız Ravich operasyonu Sonrası
Pektus ekskavatum için Minimal İnvaziv
cerrahi(MİRPE)
Mehmet Bilgin1, Muharrem Özkaya2
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kayseri
Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Antalya
1
2
Yaşanılan yerde sigara içen varlığı
Merak
Özenti
Arkadaşın sigara içmesi
PS-71
Tıp öğrencilerinin sigara içme
davranışlarının modellenmesi: Kesitsel bir
çalışma
Neriman Aydın1, Seval Kul2, Öner Dikensoy3
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Gaziantep
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi,Biyoistatistik Anabilim Dalı, Gaziantep
3
Acıbadem Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışmada Tıp Fakültesi öğrencilerinin sigara içme
durumları ve etki eden faktörlerin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde 2014-2015 öğretim yılında öğrenim gören 936 öğrenci değerlendirmeye alınmıştır. Sigara içme davranışını etkileyebilecek faktörler univariate analiz sonuçlarına
göre belirlenmiştir. p≤0,10 olan değişkenler çoklu lojistik regresyon modeline dahil edilmiştir. P<0,05 anlamlı kabul edilmiştir.
Bulgular: Araştırmaya alınan öğrencilerin 508’i (%54,3) erkek, 428’i
(%45,7) kadındır. Sigarayı ilk deneme yaşı ortalama 16,0±4,6’dır. Halen
sigara içen 180 (%19,2) kişi olup deneyenlerin %35’inin halen sigara içtiği
saptanmıştır.
Birinci modelde daha önce en az bir kez sigarayı deneyen 514 kişiden
halen içen ve içmeyenler karşılaştırılmıştır. Erkeklerin kadınlara göre 3,95
kat (%95 GA 2,46-6,34), arkadaşı sigara içenlerin içmeyenlere göre 2,36
kat (%95 GA 1,36-4,08), annesi üniversite mezunu olanların ilkokul mezunu olanlara göre 2,37 kat (%95 GA 1,25-4,50), kaldığı yerde sigara içilenlerin içilmeyenlere göre 2,87 kat (%95 GA 1,89-4,38) daha fazla sigara
bağımlısı oldukları saptanmıştır.
İkinci modelde şu anda sigara içen ve içmeyenler karşılaştırılmıştır. Erkeklerin kadınlara göre 5,11 kat (%95 GA 3,34-7,82), annesi üniversite
mezunu olanların ilkokul mezunu olanlara göre 1,74 kat (%95 GA 1,003,03), kaldığı yerde sigara içilenlerin içilmeyenlere göre 2,9 kat (%95 GA
2,00-4,11) daha fazla sigara bağımlısı oldukları saptanmıştır. Ayrıca öğrencinin sınıf yılındaki her bir yıllık artışın sigara içme riskini 1,17 kat arttırdığı
saptanmıştır.
Tartışma ve Sonuç: Toplumda rol model olan hekim adaylarının yaklaşık beşte birinin sigara içtiği ve fakültede sınıf ilerledikçe içme oranının
arttığı gözönüne alındığında içenlerin bırakması ve içmeyenlerin başlamasının önlenmesi için akran eğitimlerinin ve öğrencilerin uygun barınma
olanaklarının arttırılmasının önemli olduğu sonucuna varılmıştır.
Anahtar kelimeler: sigara, risk faktörleri, tıp öğrencisi
140
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
148(82.2%)
181(54.2%)
3.95[2.45-6.34]
0.001*
32(17.8%)
153 (45.8%)
1
Referans
Üniversite
52(29.1%)
73(21.1%)
2.34[1.25-4.50]
0.008*
Lise
89(49.7%)
179(54.1%)
1.48[0.88-2.49]
0.140
İlkokul
38(21.2%)
79(23.9%)
1
Referans
Ekonomik durum
Stres
Tütün Kontrolü
Erkek
Kadın
İyi
51(28.3 %)
83(24.9%)
1.14[0.39-3.27]
0.814
Orta
121(67.2%)
235(70.4%)
0.95[0.36-2.53]
0.915
Referans
Kötü
8(4.4%)
16(4.8%)
1
Evet
84(46.7%)
77(23.1%)
2.87[1.88-4.38]
0.001*
Hayır
96(53.3%)
257(76.9%)
1
Referans
Evet
30(16.7%)
78(23.4%)
1.28[0.68-2.44]
0.443
Hayır
150(83.3%)
256(76.6%)
1
Referans
Evet
2(1.1%)
4(1.2%)
1.98[0.33-12.04]
0.456
Hayır
178(98.9%)
330(90.8%)
1
Referans
Evet
14(7.8%)
17(5.1%)
2.37[0.95-5.63]
0.066
Hayır
166(92.2%)
317(94.9%)
1
Referans
Evet
126(70.0%)
178(53.3%)
2.36[1.36-4.08]
0.002*
Hayır
54(30.0%)
156(46.7%)
1
Referans
*p<0.05
*p<0.05
Tablo 2. Sigara içme davranışını etkileyen lojistik regresyon modeli
(Hiç denememiş olanlar dahil)
Değişken
Sigara içen
(n=180)
İçmeyen
(n=756)
Eğitim yılı
3.57±1.73
3.37±1.68
Erkek
148(82.2%)
181(54.2%)
Kadın
Üniversite
32(17.8%)
52(29.1%)
153(45.8%)
73(22.1%)
Lise
89(49.7%)
179(54.1%)
İlkokul
İyi
38(21.2%)
51(28.3%)
79(23.9%)
83(24.9%)
Orta
121(67.2%)
235(70.4%)
Kötü
Evet
8(4.4%)
84(46.7%)
16(4.8%)
77(23.1%)
Hayır
96(53.3%)
257(76.9%)
Cinsiyet
Anne ieğitim
Ekonomik
durum
Yaşanılan yerde
sigara içen
varlığı
OR[%95 GA]
p
1.17[1.051.30]
5.11[3.347.82]
1
1.74[1.003.03]
1.24[0.781.98]
1
1.17[0.462.93]
1.02[0.432.41]
1
2.87[2.004.11]
0.004*
1
Referans
0.050*
0.363
Referans
0.741
0.967
Referans
0.001*
Referans
*p<0.05
PS-72
Ekspiryum havasında karbonmonoksit
ölçümünü etkileyebilecek faktörler
Gökhan Erdoğan1, Esra Sönmez1, Mehmet Atilla Uysal2, Hişam Alahdab1,
Nihal Erdoğan2
Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Sigara bırakmayı değerlendirmek için kullanılan ekspiryum havasındaki karbonmonoksit(eCO) düzeyini pek çok faktör etkilemektedir. Çalışmamızda sigara kullanan hastalarda eCO değerlerinin, Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testi(FNBT) sonuçları, kullandıkları sigaranın
nikotin düzeyi ve ölçüm öncesi en son sigara tüketilme zamanı ile ilişkisini
araştırdık.
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Yöntem: Çalışmaya 321 sigara içicisi (35’i kadın 286’sı erkek, yaş
ortalaması 34±7 olup, 189’u lise, 132’si üniversite mezunu) dahil edildi. İçicilerin eCO düzeyleri Bedfont pico Smokerlyzer cihazı ile ölçüldü.
Kullandıkları sigara paketi üzerinde yazan nikotin düzeyi, en son içilen
sigara ile ölçüm zamanı arasındaki süre ve Fagerstrom Nikotin Bağımlık
Testi(FNBT) sorgulanarak aralarındaki ilişki istatistiksel olarak incelendi.
Çalışmaya FNBT skoru ≤4 olan hastalar hafif, ≥5 olan hastalar yüksek
derecede nikotin bağımlısı olarak kabul edildi.
Bulgular: Çalışma grubunun FNBT ortalaması medyan değeri 2,00
(IQR: 2 -4), sigara yükü medyan değeri 7,5 (IQR:4:00-13,75) paket/yıl
bulundu. İçtikleri sigara nikotin düzeyi ≥1 mg (n=65) olan hastaların
eCO(ppm) düzeyi, <1 mg (n= 256) nikotin tüketen hastalara kıyasla
anlamlı derecede yüksek bulundu (sırasıyla 24.94±12.22, 21.40±11.44;
p<0.05). FNBT skoruna göre hafif derece bağımlı hastalar(n=265), yüksek derecede bağımlı hastalara(n=56) kıyasla eCO(ppm) düzeyleri arasında istatistiksel anlamlı fark bulundu (sırasıyla 20.34 ±10.79, 30.52±12.15;
p<0.001). Ayrıca eCO ölçümünden önceki bir saat içinde sigara içenlerin
(n=197) eCO(ppm) düzeyi, bir saat sonrası sigara içenlere(n=124) göre
anlamlı derecede yüksekti (sırasıyla 26.19±11.01, 15.6±9.64; p<0.001).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda içilen sigaradaki nikotin düzeyinin,
hastanın nikotin bağımlılık skorunun ve en son içilen sigara ile ölçüm zamanı arasındaki sürenin eCO düzeyini etkilediğini bulduk. Sigara bırakma
polikliniğindeki hastaları eCO ölçümü ile değerlendirirken bu bulguların
göz önüne alınması gerektiği kanaatindeyiz.
Anahtar kelimeler: exhale CO, sigara yükü, nikotin düzeyi
PS-73
Sigara Bırakmada Ruhsal Durumun ve
Partner Desteğinin Önemi
Muzaffer Onur Turan1, Arzu Mirici2, Pakize Ayşe Turan3
Gelibolu Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Çanakkale
Çanakkale 18 Mart Universitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim dalı, Çanakkale
3
Çanakkale Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Çanakkale
1
2
Giriş ve amaç: Sigara içme alışkanlığı, aynı evde yaşayan insanların
alışkanlıkları ile de etkileşim halindedir. Ansiyete ve depresif belirtileri olan
kişilerin daha çok sigara içtiği bilinmektedir. Çalışmamızda, sigara bırakma
polikiniklerine başvuran hasta ve eşlerinin ruhsal durumlarının ve partner
desteğinin sigara bırakma tedavisine olan etkisinin araştırılması amaçlandı.
Yöntem: Temmuz 2014- Ocak 2015 tarihleri arasında, Gelibolu Devlet
Hastanesi Sigara Bırakma Polikliniği’nde sigara bırakma tedavisi başlanan
kişiler ve eşleri değerlendirmeye alındı.Çiftlerden, Evlilik Uyum Ölçeği ve
Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeği’ni doldurmaları istendi. Sigara bırakma tedavisi başlanan katılımcılar, tedaviden 6 ay sonra kontrol amaçlı
çağırıldı ve sigara bırakma durumları gözden geçirildi. Katılımcılara, sigara
bırakmaya eşlerinin desteğini değerlendirmek için PIQ anketi uygulandı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 141 katılımcının %55.3’ü eşleriyle birlikte %44.7’si bireysel olarak sigara bırakma polikliniğe başvurdu,
Hastaların %74.5’inde vareniklin,%12.8’inde bupropion,%2.1’inde nikotin sakızı tedavisi başlanırken,%10.6’sına ise davranışsal destekte bulunuldu. Tedavi süreci sonunda katılımcıların %55.3’ü sigarayı bırakmada
başarılı oldu. Eşiyle sigara bırakmak için başvuranların %42.3’ü sigarayı
bırakabilmişti;çiftlerin %96.2’sinde sigara bırakma konusunda aynı sonuç
tespit edildi. Sigaranın bırakılamaması ile, katılımcıların kendisinde ve
partnerlerinde anksiyete ve depresyon riskinin yüksek olması (katılımcı:
p=0.028 ve 0.037;partner: p=0.003 ve 0.007),partnerin sigara içiyor
oluşu (p<0.01) ve evlilik uyumunun düşük olması (p<0.01) arasında istatistiki açıdan bir ilişki mevcuttu. Sigarayı bırakmış katılımcı partnerlerinin
verdikleri destek (PIQ skoru) anlamlı olarak yüksekti (p<0.01).
Tartışma ve Sonuç: Sigara bıraktırma programına alınacak hastalarda, ruhsal açıdan mevcut durum ve partner desteği önemlidir. Sigara içmeyen aile bireylerinin varlığı, kişinin sigarayı bırakmasını kolaylaştırıcı bir
faktördür. Bu süreçte çiftlerde tedavi öncesinde mevcut anksiyete ve depresif belirtilerin tespit edilip gerekli önlemlerin alınması ve eşlerinin sigara
bırakma konusundaki desteği sigara bırakma tedavi başarısını artıracaktır.
POSTER SUNUMLAR
PS-74
Sigara içicilerinde sakarin testi uygulaması
ile nazal mukosiliyer klirens zamanının
değerlendirilmesi
Seyhan Us Dülger1, Önder Akdeniz2, Fevzi Solmaz2, Özlem Şengören Dikiş1
Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Bursa
Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Kliniği, Bursa
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışmanın amacı, hava yollarının primer savunma
mekanizması olan mukosiliyer klirensi zamanının sigara içicilerinde nasıl
değişikliğe uğradığını, basit, etkili, ucuz bir yöntem olan sakarin testi ile
değerlendirilmesidir.
Yöntem: Çalışmaya18-65 yaş arası 85 olgu alınmıştır.Bunların 50’si
Sigara Bırakma Polikliniğimize başvuran, kronik ek hastalığı bulunmayan
sigara içicileri (1. grup); 35’i ise sigara içmeyen, sağlıklı gönüllülerdi (2.
grup). Her iki grubun da kulak burun boğaz muayeneleri normaldi. 1.
gruptaki olgulara anamnez, fizik muayene sonrasında Fagerström Bağımlılık Testi (FGST), Ekspiryum Havasında Karbonmonoksit Ölçümü (Exp.
CO) yapılıp Sakarin Testi uygulandı. 2. gruba da anamnez ve fizik muayene sonrasında Sakarin Testi uygulanarak her iki grubun test sonuçları
karşılaştırıldı.İstatistiksel analizler statistical Package for Social Sciences
(SPSS) versiyon 23 ile yapıldı.
Bulgular: 1.grupta FGST testi ile 10 (%20) olgu hafif, 25(%50)
olgu orta, 15(%30) olgu da yüksek derecede sigara bağımlısı olarak değerlendirildi. Exp.CO ölçümü ortalamaları 16,44±7,63 idi. 11(%22)
olgunun ≤10paket/yıl, 28(%56) olgunun 10-20paket/yıl, 5(%10) olgunun 20-30paket/yıl ve 6(%12)olgunun da ≥30paket/yıl sigara içme
öyküsü mevcuttu. Sakarin Testi ile mukosiliyer klirens zamanı ortalaması
13,3±5,41 dakikaydı. 2.grupta ise bu değer 8,77±2,38 dakika bulundu. 1.grupta mukosiliyer klirens zamanı 2. gruba göre istatistiksel anlamlı
olarak yüksek bulundu (p<0,05). Ancak 1.grupta paket/yıl olarak sigara
içme anamnezi grupları ve FGST testi bağımlılık değerleri ve cinsiyetler
arasında mukosiliyer klirens zamanı açısından anlamlı fark yoktu (sırasıyla
p=0,943, p=0,812,p=0,450).
Tartışma ve sonuç: Hava yollarının primer savunma mekanizması
olan mukosiliyer klirens sigara ile yavaşlamaktadır.Üstelik bu durum içilen
sigara miktarı ve sigara içme süresi ile de bağlantılı değildir. Sigarayı bırakmak solunum yollarının korunmasında büyük öneme sahiptir.
Anahtar kelimeler: mukosiliyer klirens zamanı, sakarin testi, sigara, sigara
bırakma polikliniği
Şekil 1. Grupların mukosiliyer klirens zamanı karşılaştırması
Anahtar kelimeler: partner desteği, psikolojik durum, sigara bırakma
Şekil 2. sakarin testi
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
141
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-75
Ağrı İlinde Göğüs Hastalıkları Polikliniğine
Başvuran Hastalarda Sigara İçme
Özellikleri ve Etkileri
Esra Yarar1, Nejdiye Mazıcan2
Necip Fazıl Şehir Hastanesi, Kahramanmaraş
Ege Üniversitesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İş ve Meslek Hastalıkları Bilim Dalı, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Ağrı ilinde herhangi bir nedenle göğüs hastalıkları polikliniğine başvuran hastalarda sigara alışkanlıklarının sıklığını ve hastalıklarla ilişkisini saptamayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmamızda Ocak 2013-Ocak 2014 tarihleri arasında Ağrı
Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran 741 hasta verileri otomasyon sistemindeki hasta dosyaları taranarak retrospektif olarak
veri toplama yoluyla yapıldı. Hastaların demografik özelliklerinin yanı sıra
solunum fonksiyon testleri (SFT), eşlik eden hastalıkları, mevcut tanıları,
vücut kitle indeksi (VKİ) ve sigara içme özellikleri ayrıntılarıyla elde edildi.
İstatistiksel analizler MedCalc Statistical Software version 12.7.7 (MedCalc
Software bvba, Ostend, Belgium; http://www.medcalc.org; 2013) programı kullanılarak gerçekleştirilmiştir.
Bulgular: Çalışmamıza katılan olguların 402’si (%54.3) erkek, 339’si
(%45.7) kadın ve yaş ortalaması 47.5±16.4 idi. Hastaların VKİ ortalaması
27.44±5.51 idi. Hastaların ortalama FEV1 değerleri (%) 70.25±21 idi.
Hastaların, 590’ı (%77.4) solunumsal, 151’i (%19.8) solunum dışı dahili
problemler nedeni ile polikliniğimize başvuran hastalardan oluşmaktaydı.
Olguların 283’ü (%38.2) hiç sigara içmemiş, 323’ü (%43.6) aktif olarak
sigara içmekte, 135’i (%18.2) ise sigarayı bırakmıştı. Olguların 439’unda
(%59.2) pasif maruziyet mevcut, 302’sinde (%40.8) pasif maruziyet yoktu. Cinsiyet ile sigara içme durumu arasında anlamlı bir farklılık bulunmaktadır (p<0.001), sigara içme erkek cinsiyette kadın cinsiyete göre anlamlı oranda daha fazladır. Sigara içenlerin VKİ’ne göre %23.2’ si obez,
%33.7’si fazla kilolu; sigara içmeyenlerin %35.7’si obez, %32.9’u fazla
kilolu grubundaydı (p<0.05). Ancak VKİ seviyeleri sigara içenlerde de
normalden yüksektir. Sonuçta sigara içiyor olmak bireylerin normal kiloda
olacağı anlamına gelmemektedir.
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak sigara içimi Ağrı ili için toplum sağlığını tehdit eden ciddi bir sorun olup sigara karşıtı bilincin gelişmesi için
özellikle hekimlere önemli görevler düşmektedir.
Anahtar kelimeler: Sigara, bağımlılık, tütün, epidemiyoloji, Ağrı.
PS-76 Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
Genç Erişkinlerde Madde Kullanımının
Solunum Kas Kuvvetine Etkisinin İncelenmesi
Rüstem Mustafaoğlu1, Ebru Kaya Mutlu1, Özhan Yalçın2, Arzu Çiftçi
Demirci2, Caner Mutlu2, Arzu Razak Özdinçler1
1
İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
İstanbul
2
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma
Hastanesi, Çocuk ve Ergen Psikiyatri Kliniği, İstanbul
PS-77
Üroloji Polikliniğine Başvuran Hastaların
Sigara Farkındalıkları
Ayşe Turan1, Pelin Duru Çetinkaya2, Atıf Çakmak1, Şaban Can1
Çukurova Dr. Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesi
Özel Avrupa Hospital Hastanesi Adana
1
2
Giriş ve amaç: Akciğer kanserinin ana nedenlerinden olan sigara kullanımının mesane ve böbrek kanserinde de önemli rolü bulunmaktadır. Bu
çalışma üroloji polikliniğine başvuran hastalarda sigaranın kanser etiyolojisindeki rolünü sorgulamak amacı ile yapılmıştır.
Yöntem: Çalışma tanımlayıcı tipte olup, Çukurova Devlet Hastanesi
Kasım-Aralık 2015 tarihlerinde üroloji polikliniğine herhangi bir nedenle
başvuran 220 gönüllünün katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, demogra-
142
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
fik özelliklere ve sigara alışkanlıkları ile mesane, böbrek ve akciğer kanseri
risk faktörü açısından değerlendirilmesine ilişkin sorulardan oluşan anket
formu ile toplanmış, frekans, ortalama ve ki-kare testi ile analiz edilmiştir.
Bulgular: Olguların 89’u (%40.5) kadın, 131’i (59.5) erkek ve yaş
ortalamaları 35.64±11.35’tir(18- 65). Cinsiyet ile sigara içimi arasında erkeklerde içme oranı yüksek bulunmuş istatistiksel olarak anlamlılık
saptanmıştır(p=0.00).Eğitim durumunda 74’ünün (%33.6) lise, 53’ünün
(%24.1) üniversite ve 45’inin(%20.5) ise ortaokul mezunu olduğu tespit
edilmiştir. Lise ve üniversite mezunu olanlarda sigara içiminin yüksek olduğu belirlenmiş ve fark anlamlı bulunmuştur (p=0.00). Eğitim durumu
ile sigaranın kanser etkeni olarak bilinip bilinmediğine bakıldığında eğitim
düzeyi ve sigara bilinci arasında anlamlı ilişki olduğu saptanmıştır(mesane;
p=0.00, böbrek; p=0.01ve akciğer;p=0.00). Hastalardan 108’i(%49.1)
sigara içtiğini, 15’i bıraktığını (%6.8) ve 97’si (%44.1) ise sigara içmediğini
belirtmişlerdir. Sigara içenlerden 39’u(%17.9) si bırakmayı düşündüğünü
ifade etmişlerdir. Sigara içen ve bırakmış olanların sigaraya başlama yaş
ortalamaları 17.73±3.37‘dir (11- 30). Hastanemizde sigara bırakma polikliniği olduğunu 108(%49.1) kişinin bildiğini, 86 kişinin (%39.1) bilmediğini ve 26 kişi ise hastanemizde sigara bırakma polikliniğinin olmadığını
belirtmişlerdir. Hekimler tarafından sigara içimi sorgulamasının yapılıp
yapılmadığı sorusuna 118 kişi bazen cevabını vermiştir.
Tartışma ve sonuç: Eğitim durumu yüksek olanların sigara bilincine
sahip olduğu gözükmekle birlikte sigara içiminin yaygınlığı çelişmektedir..
Bu bağlamda sigara bilincini oluşturmak için tüm hekimler hastalarına sigara içimini sorgulamalı ve sigara bırakma polikliniklerinin göz önünde
olması sağlanmalıdır.
Anahtar kelimeler: poliklinik, sigara
PS-78
Üniversite Öğrencilerinde Sigaranın
Fiziksel Aktive Yaşam Kalitesi Ve Egzersiz
Kapasitesi Üzerine Etkileri
Nihan Katayıfçı, Esra Doğru Hüzmeli, Özden Canbay, Fatma Duman,
Ersin Dağ, Kudret Kuş
Mustafa Kemal Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, Tokat
Giriş ve amaç: Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde gençler arasında
sigara kullanımı önemli bir sorun teşkil etmektedir. Çalışma üniversite öğrencilerinde sigaranın fiziksel aktivite, yaşam kalitesi, fiziksel uygunluk ve
kas kuvveti üzerine etkilerini araştırmak amacıyla yapıldı.
Yöntem: Çalışmaya 45 sağlıklı (22.02±3.13: 34 E, 11 K) üniversite
öğrencisi dahil edildi. Sigara içen (21 kişi) ve içmeyen (24 kişi) bireyler
dahil edildi. Bireylerin demografik bilgileri kaydedildi, sigara maruziyeti,
Vücut Kitle İndeksi (VKİ) belirlendi. Fiziksel aktivite düzeyleri Uluslararası
Fiziksel Aktivite Ölçeği, yaşam kalitesi SF-36 ölçeğiile, fonksiyonel egzersiz
kapasitesi 6-dk yürüme testi ve kas kuvveti ise taşınabilir el dinamometresi
ile değerlendirildi. Dipne ve yorgunluk Modifiye Borg dispne Ölçeği ile
değerlendirildi. Sigara içen ve içmeyen bireyler karşılaştırıldı.
Bulgular: Bireylerin fiziksel aktivite düzeyleri karşılaştırıldığında sigara
içen ve içmeyen gruplar arasında anlamlı fark olmadığı saptandı (p>0.05).
Olgular UFAA’dan elde edilen toplam fiziksel aktivite puanını göre sınıflandırıldığında %13.3’ünün(n=6) fiziksel olarak aktif olmadığı, %68.9’unun
(n= 31) fiziksel aktivite düzeyinin düşük olduğu, %17.8’inin (n=8) fiziksel
aktivite düzeyinin yeterli olduğu görüldü. Sigara içenlerin 6-dk yürüme
testi mesafesinin (613.19±48.39) içmeyenler den (665.60±66.38) istatistiksel anlamlı olarak daha azdı (p=0.002) vardı. Sigara içen bireylerin
Sf-36 alt dalı ruhsal sağlık (p=0.004) ve sosyal roller (p=0.019) puanları
içmeyenlerden istatistiksel anlamlı olarak daha düşük, dispne (p=0.001)
ve yorgunluk algısı (p=0.021) daha yüksekti, kas kuvvetinde gruplar arasında anlamlı fark yoktu (p>0.05).
Tartışma ve Sonuç: Üniversite öğrencilerinin fiziksel aktivite düzeyleri
genel olarak düşüktür. Sigara içen üniversite öğrencilerinin ise fonksiyonel
egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesi kendi akranlarından daha kötüdür ve
dispne ve yorgunluk seviyeleri daha yüksektir. Sigaranın erken dönemde
bireylerin egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesini etkilediği görülmektedir.
Sigara bıraktırma merkezlerine yönlendirilmeleri yararlı olacaktır.
Anahtar kelimeler: Sigara, Üniversite Öğrencileri, Yaşam Kalitesi, Fiziksel
Aktivite, 6-dk yürüme testi
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-79
Elektronik sigara konulu Türkçe internet
sitelerinde içerik araştırması
Murat Güner1, Ümmühan Peçe1, Elif Dağlı1, Pınar Ay2, Füsun Yıldız1,
Osman Elbek1
Sağlık Enstitüsü Derneği
Marmara Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Ülkemizde elektronik sigara yasal satışı bulunmamaktadır. Bununla birlikte internet aracılığıyla elektronik sigara satıldığı bilgisi
yaygındır. Bu çalışmanın amacı Türkçe hazırlanmış elektronik sigara konusunda bilgi veren veya ürünün satışını yapan internet sayfalarının içeriğini
araştırmaktır.
Yöntem: Bu çalışma kesitsel gözlem çalışmasıdır. Arama motorunda
elektronik sigara, e-sigara başlıkları ile tarama yapılarak bulunan sitelerin
kurumsal kimlikleri, verdikleri ürün içerik ve fiyat bilgileri, satış yöntemleri
ve araçları, hedef kitleleri, sağlık uyarıları veya iddiaları konusundaki tarama yapılmıştır.
Bulgular: İncelemede 96 aktif site taranmış, %11.7’sinin blog veya
forum olduğu, %39’unun şahıs, %4’ünün firmaya ait olduğu saptanmıştır. Sitelerin %9.6’sının sahibinin aynı olmadığı %35,1’inin aynı şahsa ait
olduğu saptanmıştır. %61 “com”, %13 “gen”, %6.4 “com.tr”, %3 “gen.
tr” uzantılıdır.
Sitelerin %96’sı 53 ayrı e-sigara markasını 20-550 TL arasında satmaktadır. Satılan ürünlerin %50’si bilinen kargo firmaları ile taşınmaktadır. Sitelerin %50’sinde indirim duyurusu saptanmıştır. E- likit satışı yapanların
%18.1’i tek ürün, %13.8 I 100-150 ürün pazarlamaktadır. %92’si hedef
kitlede cinsiyet ayrımı yapmamaktadır.
Ürünlerin %41’inde nikotin miktarı, %88’inde katkı maddeleri, %62’sinde
sağlık zararları belirtilmemiştir. %91.5’inde 18 yaş uyarısı bulunmamakta,
%51.1’inde güvenli olduğu, %56.4’ünde sigara bıraktırma iddiası, %26
sında “sigara bıraktırır” sloganı vardır. %20’si ulusal veya uluslararası sağlık kurumlarına atıf yapmıştır.
Tartışma ve sonuç: Yasal olarak ticaretine izin verilmeyen ve solunum
sisteminde olası zararları olan bir ürün ülkemizde sağlığa tehdit oluşturacak iddialar ile pazarlanmaktadır. Bu sitelerin kapatılarak ticaretin durdurulması gereklidir.
Anahtar kelimeler: elektronik sigara, sağlık iddiaları, sigarayı bırakma
PS-80
Yüksek riskli bir işyerinde sigara bırakma
girişim programının etkinliği
Ayşe Coşkun Beyan1, Yelda Varol2
Dokuz Eylül Üniversitesi, iş ve Meslek Hastalıkları Bilim Dalı, İzmir
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Çalışmamızda patlama ve yangın açısından yüksek
riskli bir iş yerinde çalışan işçilerin sigara bırakma programı sonrası 6 aylık
sigara bırakma başarı oranlarını belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: Sigara içtiği tespit edilen 147 çalışana sigara bırakma girişim
(SBG) programına katılmaları teklif edildi. Çalışanlara veri toplama formu
ile sigara başlama yaşı, içilen sigara miktarı (paketxyıl), aile üyelerinin sigara içme tutum ve davranışları, sigara içme sebepleri, sigara bağımlılığı
ve zararları konusunda çalışanın özdeğerlendirmesini içeren anketler düzenlendi. Fagerstöm nikotin bağımlılık testi (FNBT) ile bağımlılık düzeyleri
sorgulandı.
Bulgular: Çalışanlarının 270’i (%97) erkek ve 6’sı (%3) kadındı. Ortalama yaşları 36,8±8,4 yıl idi. Aktif sigara içicisi olan 144 kişinin ortalama
yaşı 38,4±6,9 idi. Ortalama içilen sayı 18,5 paket/yıl ±12,8 idi. Sigara
başlama yaş ortalaması 19,8±4,9 idi. Fagerstörm nikotin bağımlılık ölçeği puan ortalaması ise 6,6±1,9 saptandı. Ellibir (%35,4) çalışan SBG’e
katıldı. Bu eğitimine katılan grup ile SBG eğitimine katılmayan grup arasında; kronik hastalık varlığı(p=0,03), toplam tüketilen sigara (paket/
yıl) (p<0,001), sigaraya başlama yaşı (p=0,001), sigara bırakmak için
herhangi bir yöntem deneme durumu (p=0,002), sigara zararı öz değerlendirme ortalama puanı (p<0,001), FNBT ortalama puanı (p<0,001),
sigara bağımlılığı öz değerlendirme ortalama puanı (p=0,001) ve sigaranın sosyal bir ortam olduğu düşüncesinin varlığı (p≤0,001) açısından
POSTER SUNUMLAR
istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Altıncı ayın sonunda sigara bırakma oranları karşılaştırıldığında, SBG katılan gruptan 12(%23) çalışan
sigarayı bıraktı, 39(%77) çalışan halen sigara içiyordu. SBP programına
katılmayan gruptan ise 4 (%4) çalışan sigarayı bıraktı, 89(%96) çalışan
sigara içmeye devam ediyordu. İki grup arasındaki fark istatistiksel anlamlı
idi (p<0,001).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda sigara bırakma girişimine katılan çalışanlar katılmayanlara göre daha yüksek sigara bırakma oranı
sergilemişlerdir.
Anahtar kelimeler: Sigara bırakma, işçi sağlığı, işyeri, nikotin bağımlılığı
PS-81
Hekimlerin Sigara Bırakma Faaliyetlerinin
Belirleyici Özellikleri ve Uzmanlık
Alanlarına Göre Karşılaştırmalı
Değerlendirmesi; Bir Özeleştiri
Seyhan Us Dülger1, Ersin Budak2
Bursa Yüksek İhtisas Eğitim Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, Bursa
Bursa Yüksek İhtisas Eğitim Araştırma Hastanesi Psikoloji Bölümü, Bursa
1
2
Giriş ve amaç: Sigara bırakma faaliyeti tüm hekimlerin her alanda ve
her yerde sürdürmesi gereken bir iyi klinik uygulamasıdır. Bu çalışmanın
amacı, bu iyi klinik uygulamasını, biz hekimlerin hangi belirleyici özelliklerde ve hangi branşlarda ne kadar hayata geçirdiğini inceleyerek bir özeleştiri getirmektir.
Yöntem: Hastanemizde çalışan hekimlerden gönüllü olanlara, poliklinik, klinik ve acilde karşılaştıkları hastaların sigara içme alışkanlıklarına yönelik yaklaşımlarını belirleyecek sorular ve mesleki tükenmişlik ölçeğinden
oluşan bir anket uygulandı. Statistical Package for Social Sciences (SPSS)
version 23 programı kullanılarak hekimlerin branşları, belirleyici özellikleri
ile anket sorularına cevapları arasındaki ilişki değerlendirildi.
Bulgular: Yaş ortalamaları 39,73±7,68 olan 41’i (%64,1) erkek,
23’ü(%35,9) kadın olan 64 hekim çalışmaya alındı. %25’i(n=16) sigara
içiyor.%75’i (n=48) de içmiyordu. Hekimlerin duygusal tükenme testleri
ile klinik, poliklinik ve acilde hastalara sigara içip içmediklerini sorma oranları arasında korelasyon yoktu (sırasıyla p:0,371>0,05; p:0,483>0,05;
p:0,283>0,05 Pearson Korelasyon Testi). Klinikte, poliklinikte ve acilde
hekimlerimizin hastaların sigara alışkanlıklarına yaklaşımları açısından ise
anlamlı fark vardı (p:0,000<0,05 Samples Friedman’s Two Way Analiz
Testi). En yüksek oranlar klinikte, en düşük oranlar da acilde tespit edildi.
Klinik ve acilde branşlar arasında anlamlı fark yokken poliklinikte istatistiksel anlamlı olarak Göğüs Hastalıkları, Göğüs Cerrahisi, Kulak Burun
Boğaz Uzmanları, hastalarının sigara içme alışkanlığı konusunda daha duyarlıydı (sırasıyla P:0,217; P:0,542; p:0,013 Samples Kruskal-Wallis Testi).
Tartışma ve Sonuç: Toplumumuzun sigara içme alışkanlığı ile verdiği
mücadelede biz hekimlerin kritik bir öneme sahip olduğu açıktır. Bu önemli göreve tüm meslektaşlarımızın dikkatini çekmek özelikle de biz Göğüs
Hastalıkları Uzmanları’na düşmektedir. Çalışmamız belki de daha fazla
sayıda hekimle ve çok merkezli olarak planlanarak sigara ile mücadelede
meslektaşlarımızın farkındalığını daha da arttırabilir.
Anahtar kelimeler: sigara, iyi klinik uygulama
Şekil 1. Branşlara göre poliklinikte sigara içme alışkanlığına yaklaşım.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
143
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Şekil 2. Poliklinik, klinik ve acilde hekimlerin sigara içme alışkanlığına yaklaşımları
PS-82
Hamileliğin Sigara Davranışları Üzerine
Etkisi
Hilal Altinöz, Ceyda Erel Kirişoğlu Demir, Suha Alzafer
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş ve amaç: Hamilelikte sigara kullanımı bebek ve gebelik üzerine
son derecede olumsuz etkilere sahiptir. Gebelikte içilen sigara ile bebeğin
gereksinim duyduğu kandaki oksijen miktarı azaacak ve gelişimi için olumsuz etkiler ortaya çıkacaktır. Biz de kurumumuzda kontrol edilen gebelerin
gebelikleri ile birlikte sigara içimlerine etkilerini araştırmayı planladık.
Yöntem: Kurumumuza bağlı 3 farklı hastanede Kadın Hastalıkları ve
Doğum Polikliniklerinde 01.11.2015-01.12.2015 tarihleri arasında gebelik tanısı konan ya da takibi yapılan ve anket formunu doldurmayı kabul
eden 247 gebe ve esi çalışmaya alındı.
Bulgular: Gebelerin ortalama yaşları 31.39±3.7 idi. İlk gebe kalma
yaşları 29.63±3.5 idi. Polikliniğe geldiklerinde ortalama 23.69±11 haftalık gebelikleri mevcuttu.
Gebelerin ortalama %69.2’si lisans mezunu idi. %63.2’si ilk gebelik idi.
Gebelerin halen %14.6’sınnın bir kızı, yine %14.6’sının bir oğlan çocuğu
mevcuttu. Gebelerin %8.5’I gebe kalmak için tedavi görmüştü. %33.2’si
kız, %32’si erkek, %1.2‘si ise ikiz bebek bekliyordu.%11.7’sinin bir hastalığı mevcuttu.Polikliniğe başvuran gebelerin %3.2’si hala sigara içmeye devam ederken, %18.2’si gebe kalınca bırakmış, %10.1’I önceden bırakmış,
%67.2’si ise hiç içmemişti. Sigara içenlerin %42.9’u sigarayı bırakmayı
düşünmüyordu. Gebelerin %34.6’sının eşi sigara içiyordu. %50.7’sinin
eşi içmiyordu. %2.4’ü gebelikle birlikte bırakmıştı. %12.3’i ise önceden
bırakmıştı. Sigara içen baba adaylarının %26.2’si ise sigarayı bırakmayı
düşünmüyordu. Gebelere eşlerinin, baba adaylarına ise anne adaylarının
sigara içmesi ile ilgili ne düşündükleri sorulduklarında ise gebelerin ikisi
(%0.8) ve baba adaylarının ikisi (%0.8) eşlerinin sigarayı bırakmasını istemediğini belirtmişti.
Tartışma ve Sonuç: Sigara içiminin bebek üzerine etkilerinin bilinmesine rağmen hala bazı gebelerin sigara içmeye devam etmesi ve hatta
sigarayı bırakmayı düşünmemesi, baba adaylarının da benzer şekilde davranması sigaranın fetus üzerine etkilerinin daha çok anlatılması konusunu
gündeme getirmelidir.
Anahtar kelimeler: gebelik, sigara içmek, sigara bırakmak
KOAH
PS-83
KOAH’lı hastaların fiziksel aktivite ve yaşam
kalitesinin alevlenme ve stabil dönemde
karşılaştırılması
Gökçen Arkan Erdoğan, Elif Şen
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Giriş ve amaç: Alevlenmelerin KOAH’lı hastalarda solunum fonksiyonları, yaşam kalitesi ve fiziksel aktivite üzerinde olumsuz etkileri mevcuttur. KOAH’lı hastalarda, alevlenmelerin fiziksel aktivite ve yaşam kalitesi
üzerine etkilerinin belirlenmesi, alevlenme sırasında bozulan fiziksel aktivite ve yaşam kalitesinin stabil dönemde gösterdiği değişimin belirlenmesi
önemlidir.
144
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Yöntem: Çalışmaya akut alevlenme sebebi ile hastaneye yatırılan 26
KOAH tanılı hasta alındı.Hastaların 5’i kadın, 21’i erkekti.Verilerin analizi
SPSS for windows 15 paket programında yapılmıştır. Hastaların akut alevlenme ve stabil dönemlerinde çeşitli yaşam kalitesi anketleri [KOAH değerlendirme anketi(CAT), Saint George Respiratory Questionnaire(SGRQ),
SF-36, Nottingham sağlık profili, London chest activity of Daily
living(LCADL)] uygulandı,dispne düzeyi (mMRC), BOD indeksi ve adımsayar ile ölçülen fiziksel aktivite düzeyi belirlendi. Alevlenme sırasında ve
stabil dönemde fiziksel aktivite, sağlık durumuyla ilişkili yaşam kalitesi ve
solunum fonksiyonlarındaki değişimler ve ilişkileri incelendi.
Bulgular: 26 hastanın verileri alevlenme dönemi ile karşılaştırıldığında
stabil dönemde adım sayılarının, FEV1, FVC, FEF25-75 değerlerinin artış
gösterdiği(tablo 1), CAT, LCADL, SF-36, Nottingham sağlık profili anketi bazı alt bölüm skorlarında istatistiksel olarak anlamlı düzelme olduğu
saptandı(tablo 2). Fiziksel aktivitedeki düzelmenin sağlıkla ilişkili yaşam
kalitesi ile yakından ilişkisi bulunduğu gösterildi. Alevlenme dönemi ve stabil dönem karşılaştırıldığında adım sayısındaki değişimi, bağımsız olarak
etkileyen değişkenin SF-36 anketinin genel sağlık algısındaki değişim olduğu saptandı.SF-36 anketinin genel sağlık algısındaki 1 birimlik değişim,
adım sayısında 22 birimlik artışa neden olmaktaydı.
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışmada hastaneye yatış gerektiren ağır
KOAH akut alevlenmelerinde hastaların fiziksel aktivitelerinin kısıtlandığı
ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitelerinin bozulduğu, stabil dönemde ise solunum fonksiyonlarında, fiziksel aktivite ve yaşam kalitesinde anlamlı düzelme olduğu belirlendi.
Anahtar kelimeler: KOAH, Alevlenme, stabil dönem, fiziksel aktivite, sağlıkla
ilişkili yaşam kalitesi
Tablo 1. Hastaların alevlenme dönemi ve stabil dönem AKG, SFT parametreleri, adım
sayılarının karşılaştırılması
Parametreler
FEV1 pred%
FVC pred%
FEF25-75 pred%
Adım sayısı [ortanca (min-maks)]
Alevlenme dönem
(n=26)
Stabil dönem
(n=26)
p
değeri
40±12,7
65±17,4
15,2±5,9
936 (122-3430)
45,8±16,2
73,2±19,4
18,1±8
2870 (449-4225)
0,007
0,005
0,007
<0,001
Tablo 2. Hastaların alevlenme dönemi ve stabil dönem dispne ve yaşam kalitesi
anketlerinin karşılaştırılması
Parametreler
Alevlenme Dönemi
(n=26)
Stabil Dönem
(n=26)
Londra Günlük Yaşamda Göğüs Aktiviteleri Ölçeği [ortanca (min-maks)]
Kişisel bakım
9 (4-19)
8 (4-18)
Fiziksel aktivite
6 (3-15)
5 (2-10)
Total skor
26 (10-52)
21 (9-41)
CAT skoru [ortanca (min-maks)]
24,5 (8-40)
19 (8-40)
St. George Solunum Anketi [ortanca (min-maks)]
Hastalığın etkileri
47 (6-89)
38 (7-90)
Total skor
59 (17-92)
46 (8-90)
SF-36 [ortanca (min-maks)]
Fiziksel rol kısıtlılığı
19±29
50 (0-100)
Canlılık
37,5 (5-70)
55 (10-70)
Mental sağlık skoru
42 (21-62)
45 (25-60)
Nottingham Sağlık Profili [ortanca (min-maks)]
Enerji düzeyi
66±38
33 (0-100)
Emosyonel durum
22 (0-89)
11 (0-78)
50 (0-100)
25 (0-88)
Fiziksel mobilite
12 (0-100)
8,8±24
Ağrı
p
değeri
<0,001
0,005
0,002
0,057
0,019
0,026
0,008
0,005
0,001
0,003
0,050
0,003
0,027
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-84
Göğüs Hastalıkları Polikliniğinde KOAH’lı
Hasta popülasyonunun KF-36 Skoru VE SFT
sonuçlarınındeğerlendirilmesi
Burcu Yormaz1, Mustafa Şahin2
Beyhekim Devlet Hastanesi, Konya
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakultesi, Konya
1
2
Giriş ve amaç: Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı (KOAH) başta sigara olmak üzere akciğerlerin zararlı partikül ve gazlara karşı anormal inflamatuar cevabına bağlı tamamen geri dönüşümü olmayan bir hastalıktır.
Akciğerleri tutan bir hastalık olmasına rağmen sistemik etkilere de yol açabilmektedir. Akut alevlenmeleri ve komorbiteleri hastalığın genel şiddetine
bireysel hasta bazında katkı sağlamaktadır. Bu nedenle KOAH hasta takibi
ve akut alevlenmelerinin önlenmesi önem arz etmektedir. Çalışmamızın
amacı polikliniğimize başvuran hastalarda KOAH hastalığı ve akut alevlenme sıklığının k tespit edilmesidir.
Yöntem: 2015 yılında konya ilinde takip ve /veya akut atak nedenıyle
yeni tanı almış KOAH tanılı hastaların dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi.Hastaların demografik özellikleri, FEV1, sigara içme öyküsü,sigarayı
bırakma zamanı, hastalık evresi, tedaviye uyum oranları,takip süresi,atak
ve hastaneye yatış sayıları ve KF-36 hayat kalite indekslerideğerlendirildi.
Bulgular: Polikliniğimize 10 aylık çalışma periyodunda toplam
747 hasta başvurmuş olup bu hastaların 251 (%33.6) KOAH tanısı almıştır. KOAH tanısı alan hastaların 123 (%49.2)’i akut alevlenme, 128
(%50.8)’si kontrol/takip olarak polikliniğimize başvurmuşlardır,hastaların
134’i (%53.3) kadın, 117’u (%46.6) erkek toplam 251koahlı hasta alındı.
Hastaların 50’sı (%20) aktif sigara içici, 138’u (%54.9) sigarayı bırakmış,
63’i (%25.2) hiç içmemişti. Sigara içmeye devam eden ve bırakmış hastalar arasında sigara paket/yılı, FEV1, değeri, yıllık atak ve KF-36 skorları
açısından anlamlı farklılık izlenmedi. Ayrıca sigarayı bırakmış olan gruptan
sigara içen gruba göre KF-36 skorları açısından istatistiksel anlamlı olarak
artmış olduğu izlendi.
Tartışma ve Sonuç: KOAH evresi ve dolayısıyla FEV1 ile KF -36 skoru antiparalellik göstermektedir. Aynı zamanda çalışmamızın sonuçları,
KOAH’lı olguların tek başına solunum fonksiyon testi parametreleri ileizlenmesine karşın, yaşam kalitesi ile birlikte değerlendirildiğindeözellikle
ileri evre olgularda daha iyi izlem olanağı vereceğini düşündürmüştür.
Anahtar kelimeler: koah,kf-36,fev1
PS-85
Kronik obstrüktif akciğer hastalığında
inhaler kortikosteroidler ve pnömoni
ilişkisi
Sevda Şener Cömert1, Şükran Mutlu1, Benan Çağlayan2, Elif Torun
Parmaksız1, Banu Salepçi1, Nesrin Kıral1
POSTER SUNUMLAR
almakta olan grupta pnömoni gelişiminin budesonide/formoterol grubuna göre daha fazla olduğu saptandı (p=0.042). Ayrıca KOAH olgularında
pnömoni gelişimi ile FEV1 değeri, arter kan gazında pH ve PCO2 değerleri ve son 1 yılda hastaneye yatış sayıları arasında anlamlı ilişki bulundu
(p=0.000, p=0.012, p=0.000, p=0.04; sırasıyla).
Tartışma ve Sonuç: KOAH olgularında İKS kullanımı pnömoni riskini
arttırmaktadır, bu risk flutikazon propiyonat kullanan olgularda daha fazladır. Bu veriyi desetekleyecek prospektif, randomize kontrollü çalışmalara
ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: KOAH, pnömoni, inhale kortikosteroid, akut atak
PS-86
KOAH Hastalarında Hastalık Algısının
Anksiyete ve Depresyon Üzerine Etkisinin
İncelenmesi
Mehtap Tan, Gülcan Bahçecioğlu Turan, Nuray Dayapoğlu
Atatürk Üniversitesi İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, Erzurum
Giriş ve amaç: Bu araştırma KOAH hastalarında hastalık algısının
anksiyete ve depresyon üzerine etkisini belirlemek amacıyla tanımlayıcı
olarak yapılmıştır.
Yöntem: Bu araştırma, Atatürk Üniversitesi Yakutiye Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları servisinde Kasım 2015-Ocak 2016 tarihleri arasında araştırmaya katılmayı kabul eden ve araştırma kriterlerine uyan 200
hastadan oluşmuştur. Verilerin toplanmasında kişisel bilgi formu, hastalık
algısı ölçeği ve hastane anksiyete ve depresyon ölçeği kullanılmıştır. Veriler
SPSS 18.0 paket programında değerlendirilmiştir.
Bulgular: Hastalık algısının alt boyutlarından olan hastalık belirtisi
boyutlarının puan ortalaması 7.36±2.77, hastalık hakkındaki görüşleri
boyutlarının puan ortalaması; kişisel kontrol 18.65±4.64, süre (akut/kronik) 21.88±5.38, duygusal temsiller 22.33±4.32, hastalığı anlayabilme
16.26±3.37, sonuçlar 20.13±3.42, tedavi kontrolü 17.93±2.97, süre
(döngüsel) 14.18±2.49, hastalık nedenleri boyutlarının puan ortalaması; psikolojik atıflar 16.39±4.13, risk faktörleri 19.80±5.20, bağışıklık
10.37±2.20, kaza ve şans 5.26±1.81 olarak saptanmıştır.
Hastalık algısı ölçeğinin alt boyutlarından sonuçlar ve kişisel kontrol alt
boyutları HAD-A skalası ile pozitif ilişkisi olduğu saptanmıştır (p<0,05).
Hastalık nedenleri skalasının bağışıklık alt boyutu anksiyete puanı ile negatif ilişkisi olduğu saptanmıştır (p<0,05). Bunun yanı sıra hastalık hakkındaki görüşler skalasının sonuçlar ve duygusal temsil alt boyutları HAD-D
ile pozitif bir korelasyona sahiptir (p<0,05). Hastalığı anlayabilme alt boyutu ile negatif bir korelasyona sahiptir (p<0,05). Hastalık nedenleri skalası için ise bağışıklık alt boyutu ile negatif bir korelasyon vardır (p<0,05).
Kaza ve şans alt boyutu ile pozitif yönde bir ilişki vardır (p<0,05).
Tartışma ve Sonuç: Hastalık algısı çoğu alt boyutları ile birlikte değerlendirildiğinde anksiyete ve depresyonu etkilediği belirlenmiştir
Anahtar kelimeler: hastalık algısı, hemşire, kronik obstriktüf akciğer hastalığı (KOAH)
Dr.Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Koç Üniversitesi, Koç Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Kronik obstruktif akciğer hastalığında (KOAH) pnömoni olma riski artmıştır ve inhale kortikosteroid (İKS) kullanan olgularda
pnömoni iki kat daha fazla görülmektedir. Çalışmamızda KOAH olgularında İKS kullanımının ve kullanılan İKS tipinin pnömoni ve akut atak gelişimindeki rolünü tespit etmeyi amaçladık.
Yöntem: Kliniğimizde Ekim 2015-Ocak 2016 tarihleri arasında akut
atak veya pnömoni tanılari ile yatarak tedavi edilen 82 KOAH olgusu çalışmaya prospektif olarak dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri,
solunum fonksiyon testleri, klinik, laboratuvar ve radyolojik bulguları yanı
sıra son bir yıl içinde kullanmakta oldukları İKS ve bronkodilatör tedavi
kayıt edildi. İnhale kortikosteroid kullanımının ve kullanılan İKS tipinin
pnömoni ve akut atak gelişimindeki rolünü saptamak amacıyla SPSS 17.0
programı ile ki-kare ve Mann Whitney-U tetstleri kullanıldı. p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalamaları 70.1±9.2 yıl olan, 21(%25.6)
kadın, 61(%74.4) erkek toplam 82 KOAH olgusu dahil edildi. Olguların
%53.7(44)’si budesonide/formoterol, %26.8(22)’i ise flutikazon propiyonat/salmeterol, %19.5(16)’i ise tiotropium bromür tedavisi almaktaydı.
KOAH olgularında İKS kullanımı ile pnömoni gelişimi arasında anlamlı
ilişki olduğu görüldü (p=0.015). Flutikazon propiyonat/salmeterol tedavisi
PS-87
KOAH olgularında 4 ve 8 puf salbutamol ile
postbronkodilatör yanıt
Şule Gündoğdu1, Buket Çalışkaner Öztürk1, Fatma Eren2, Bilun Gemicioğlu1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Astım olgularına 8 puf salbutamol ile daha iyi daha iyi
bir bronkodilatör yanıt alındığı bildirilmektedir. KOAH olgularında da 4
puf salbutamol sonrası yapılan postbronkodilatör test ile 8 puf salbutamol
sonrası oluşan yanıtların farkının çeşitli spirometrik parametrelerle ortaya
konması amaçlanmıştır.
Yöntem: Anabilim Dalı Polikliniğinde KOAH tanısı ile izlenen, araştırmaya katılmaya onam veren, stabil, kombine tedavi altındaki, yeterli
süre öncesinde bronkodilatör tedaviyi kesmiş KOAH olgularında araştırma yapılmıştır. Hastalara bazal spirometri testi yapılıp ardından 400 mcg
salbutamol inhalasyonu verilmiş, 15 dakika sonra spirometri tekrarlanmıştır. Hastaya sonrasında tekrar 400 mcg salbutamol verilmiş ve 15 dakika
sonra spirometre 3. defa tekrarlanmıştır. Üç spirometri arasındaki FVC,
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
145
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
FEV1 ve küçük hava yolları açısından da FEF25-75, FEV3 ve 1-FEV3/
FVC değişimleri Mc Nemar testi ile karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Araştırmaya 45 hasta (63 ± 10 yaş, 76% (n:34) erkek) alındı. Spirometrik değerlerdeki bazı sonuçlar tablo 1 de verilmiştir. 200 ml ve
%12 FEV1 değişimi 400 mcg salbutamol ile n:10 (%22) hastada, 800 mcg
salbutamol ile n:13 (%31)hastada pozitif bulundu. 400 mcg ve 800 mcg
salbutamol ile FVC, FEV1, FEV1/FVC, FEF25-75 değerlerinde anlamlı
fark bulunmadı (p˃0.05). FEV3 değişimleri karşılaştırıldığında ise 400 mcg
ve 800 mcg salbutamol arasında ml ve % açısından anlamlı fark saptandı
(p˂0.05). Ancak oranlandığında 1-FEV3/FVC olarak yine fark olmadığı
gözlendi (p>0.05).
Tartışma ve sonuç: Postbronkodilatör yanıt salbutamolün 800micg’a
çıkılması ile KOAH olgularında değişmemektedir. 400 micg salbutamol ile
postbronkodilatör yanıt bakılması yeterlidir
Anahtar kelimeler: KOAH, postbronkodilatör yanıt, salbutamol, spirometre
Tablo 1. Spirometrik bulgular
FVC (ml)
FVC(%) FEV1(ml) FEV1(%) FEV1/FVC (%) FEV3 (ml)
Başlangıç
2711±710 82±16 1441±548
400micg salbutamol 2857±707 87±21 1551±573
800micg salbutamol 2892±761 87±17 1577±588
55±18
60±20
60±20
52±11
54±12
54±12
2074±677
2191±680
2261±711
PS-88
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı
Alevlenmelerinde KOAH Değerlendirme Testi
(CAT) ve Mortalite İlişkisi
Sarıyya Mammadova1, Gonca Günakar2, Aycan Kayalar3, Seçil Taşyürek
Demir4, Nermin Gürhan5, Nurdan Köktürk1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Kahramanmaraş Halk Sağlığı Müdürlüğü, Kahramanmaraş
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hemşirelik Hizmetleri Müdürlüğü, Psikiyatri Anabilim Dalı,
Konsultasyon Liyezon Psikiyatri Bilim Dalı, Ankara
4
Tekirdağ Malkara Devlet Hastanesi, Tekirdağ
5
Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ülkemizde
ve dünyada en sık öldüren hastalıklar arasında 3. sıradadır. Hastaneye
yatış gerektiren alevlenmeler mortalitenin en önemli nedenidir. KOAH
Değerlendirme testi (CAT) 2011 den itibaren GOLD kılavuzu tarafından
stabil hastalarda değerlendirme metodu olarak önerilmektedir. Alevlenme dönemde alınan CAT skorunun uzun dönem mortalite ile olan ilişkisi
bilinmemektedir.
Yöntem: Haziran 2011-2013 tarihleri arasında KOAH alevlenme ile
kliniğimize başvuran 98 (80 E, 18 K) olgu, Haziran 2015 tarihine dek mortalite yönünden takip edildi.
Bulgular: Olguların %81’I erkekti. Ortalama yaş 68.1 ± 9.7 yıldı. Ortalama postbronkodilatör FEV1 %51.25 ±17.03, FVC %53.52 ±19.1,
FEV1/FVC 54.33 ± 13.6 idi. Ortalama CAT skoru 15.3 ± 6.5. Univariate
Cox regression analizde CAT skoru mortalite ile ilişkili bulunmuştur (hazard ratio (HR)=1.109; 95% CI 1.054 - 1.167; p<0.001).
Tartışma ve Sonuç: CAT skoru sadece stabil hastalarda semptom değerlendirmek için kullanılan bir test değil aynı zamanda mortalite belirteci olabilir.
Anahtar kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, mortalite, CAT skoru.
146
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-89
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bölgesel farklılıkların kronik havayolu
hastalığı olan bireylerde atak ve stabil
dönemde görsel sanatların yorumlanması
üzerine etkisi
Serap Argun Barış1, Tuğba Önyılmaz2, Osman Odabaş3, Füsun Yıldız1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Özel Konak Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kocaeli
3
Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Resim Bölümü, Kocaeli
1
2
Giriş ve amaç: Bölgesel farklılıkların kronik havayolu hastalığı olan
bireylerde atak ve stabil dönemde görsel sanatların yorumlanması üzerine
etkisinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: Kocaeli ve Mardin illerinde kronik hava yolu hastalığı ile
başvuran hastalara atak sırasında ve stabil dönemde resmin oluşturduğu
his, yorumu ve baskın rengin sorgulandığı üçer soru içeren 6 adet resim
gösterildi. Ayrıca atak döneminde Beck anksiyete ve depresyon anketi
uygulandı.
Bulgular: Çalışmaya 60 hasta alındı. Hem stabil hem de atak dönemlerinde resimlerin oluşturduğu olumlu veya olumsuz his, resim yorumu ve
resmin baskın rengi açısından bölgeler arasında anlamlı farklılık mevcuttu.
Bu farklılığın özellikle 1, 2, 3 ve 5 numaralı resimlerde daha belirgin olduğu görüldü. Mardin’de resmin olumlu ya da olumsuz yorumlanmasında
1, 2, 3 ve 5 numaralı resimlerde atakta ve stabil dönemde anlamlı fark
bulundu. Kocaeli’de resmin oluşturduğu his (1, 3, 5 ve 6. resim) ve olumlu
veya olumsuz yorumlama (2, 3, 4, 5 ve 6. resim) açısından atak ve stabil
dönemde anlamlı fark izlendi. Atak sırasında olguların %50’sinden fazlasında depresyon skorunun ≥12 olduğu görüldü. Resmin oluşturduğu
his ve yorumlarının depresyon ile ilişkisine bakıldığında, 5. resmin yorumu depresyon ile ilişkiliydi (p=0,037). Beck anksiyete ölçeğine göre atak
döneminde olguların %80’inde anksiyete mevcuttu. Anksiyete varlığı ile
resimlerin olumlu/olumsuz yorumları açısından 2 ve 6. resimlerde anlamlı
fark izlendi (p=0,02; p=0,016).
Tartışma ve sonuç: Görsel sanatların yorumlanmasında kişisel ve bölgesel farklılıklar mevcuttur. Stabil dönemde sanat eserlerinin yorumlanmasında olumlu değişim göstermeyen hastaların anksiyete veya depresyon
varlığı açısından değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Anahtar kelimeler: atak, anksiyete, depresyon, kronik hava yolu hastalığı, resim,
sanat
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
POSTER SUNUMLAR
PS-90
PS-92
Sigara içmeyen kadınlardaki amfizem ayrı
bir fenotip mi?
Kronik Kalp Yetmezliği Olan KOAH’lı
Hastalarda Yaşam Kalitesi
Esra Erdemir, Bahar Kurt, Seda Rabia Toksoy, Şilan Işık
Sema Özberk1, Didem Karadibak2, Hans Peter Brunner3
Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
1
Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Gaziantep
Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü, İzmir
3
Maastricht Üniversitesi Kardiyoloji Bölümü, Maastricht
2
Amfizem, terminal bronşiollerindistalindeki hava yollarının belirgin fibrozis olmaksızın, duvar harabiyeti ile birlikteki anormal kalıcı genişlemesidir.
Amfizemin bilinen en sık iki sebebi ise sigara ve alfa-1 antiripsineksikliğidir.
Burada son bir yıl içinde kliniğimize yatan sigara içmeyen ancak toraksBTsinde amfizem bulguları olan 18 kadın hasta incelendi. Hastalara postbronkodilatör sonrası spirometri,mMRCdispne skalası ve CAT değerlendirme testleri yapıldı. Hastalarımızın yaş ortalaması 72 (aralık 55-84 yaş)
olup, 17’si ev hanımı, 1i çiftçi olarak çalışmıştı. Hastaların 7’sinde pasif sigara dumanı, 16 hastada ısınma ve yemek pişirme amacıyla kullanılan biyoyakıtların neden olduğu iç ortam hava kirliliğine maruziyet vardı.Şehirde yaşayan 6 hasta, 12 hasta yaşamlarının en az yarısında kırsal kesimde
yaşamıştı.Komorbid hastalıkları (bronşektazi, hipertansiyon, diabet, kalp
yetmezliği, osteoporoz,depresyonvb) idi. İki hasta tüberküloz geçirmişti.
Bir hasta (%7,6’sı) Evre I, 5 hasta (%38.4’ü) Evre II, 6 hasta (%46.1’i)
Evre III ve bir hasta (%7.6sı) evre IVdü.Dört hastada (%22.)sentrilobüler
amfizem,6 sında (%33) paraseptal amfizem, 4’ünde (%22.) paraseptal ve
sentrilobüler amfizem, 4’ünde (%22) düzensiz irregüler amfizem vardı. Bu
hastaların ortak özelliği sigara içen erkek amfizemli hastaların aksine obez
olmaları (BMI >29) idi. Ayrıca atak sayılarının fazla olmaması, son bir yılda hastane yatışlarının 0-1 arasında olması, semptomlarının sürekli olması
ve bronkodilatör ilaçlara yanıtın iyi olmaması şeklinde idi. GOLD a göre
A ve C grubunda yoğunlaşmakta oldukları dikkat çekmektedir. Hastalarımızın yarısında semptomların son 10 yıllık geçmişi olduğu gözlenmiştir.
Sigara içmediği halde KOAH (özellikle amfizem) gelişen kadın hastaların
klinik seyirleri açısından daha geniş gruplarda gözlem yapılması açıkta kalan soruları yanıtlamaya yardımcı olabilecektir.
Anahtar kelimeler: biomass,copd,non-smoker
PS-91
Bölgesel farklılıkların KOAH’lı hastalarda
demografik bulgular üzerine etkisi
Giriş ve amaç: Bu çalışmada Evre II ve III Kronik Kalp Yetmezliği
(KKY) olan, KOAH (Kronik Obstüriktif Akciğer Hastalığı) tanısı almış hastalarda yaşam kalitesi, fonksiyonel kapasite ve depresyon düzeyleri arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için planlandı.
Yöntem: Bu çalışma, EVRE II ve III kronik kalp yetmezliği tanısı konmuş 102 KOAH’lı, yaş ortalaması 76,59±7,74 olan yaşlı hastanın değerlendirilmiş olduğu bir çalışmadır. Çalışma 2003-2006 yıllarında Almanya
ve İsviçre’de birçok klinikte toplanmış verilerden oluşmaktadır. Hastaların
Kalp yetmezliği sınıflandırması New York Heart Association sınıflandırması
(NYHA classification)’a göre yapılmış; KOAH şiddetleri FEV1/FVC oranlarına göre değerlendirilmiş; yaşam kalitesi ölçeği olarak Minnesota yaşam
kalitesi ölçeği, fonksiyonel kapasite için 6 dakika yürüme testi (6DYT), depresyon düzeyleri için ise geriatrik depresyon skalası (GDS) kullanılmıştır.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen olgulardan 13’ü 6 dakika yürüme
testini tamamlayamadığından çalışma dışı bırakılarak; 73’i erkek(%80,2),
18’i kadın (%19,8) Kronik Kalp Yetmezliği olan KOAH’lı geriatrik hastalardan oluşmaktadır. Kronik kalp yetmezliği evreleri NYHA sınıflamasına göre
21’i evre II (%23,1) 70’i evre III (%76,9)’dan oluşmaktaydı. 6DYT’inde
yürünen mesafe ortalaması erkek olgularda 270,44 ±104,37, kadın olgularda 210,56 ±91,04 idi. Olguların yaşam kalitesi skoru 45,98±22,32
idi. Depresyon skorları ise 4,69±3,31 idi. Yapılan regresyon analizinde
depresyon durumu ile fonksiyonel kapasite arasında negatif yönde ve
zayıf, depresyon durumu ile yaşam kalitesi arasında pozitif yönde, zayıf
ve istatistiksel olarak anlamlı korelasyon bulundu (p<0,05). Fonksiyonel
kapasite ile yaşam kalitesi arasında ise negatif yönde, zayıf ve istatistiksel
olarak anlamlı korelasyon bulundu (p<0,05).
Tartışma ve Sonuç: Kronik Kalp yetmezliği olan KOAH’lı hastalarında
depresyon ve fonksiyonel kapasite ile yaşam kalitesi arasında anlamlı bir
ilişki bulunmuştur. Yaşam kalitesinin belirlenmesinde fonksiyonel kapasitenin ve depresyon düzeyinin değerlendirilmesi önemlidir.
Anahtar kelimeler: kalp yetmezliği, KOAH, yaşam kalitesi, depresyon,
fonksiyonel kapasite
Tuğba Önyılmaz1, Serap Argun Barış2, Haşim Boyacı2, İlknur Başyiğit2,
Füsun Yıldız2
Özel Konak Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kocaeli
2
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Tanı Yöntemleri
1
Giriş ve amaç: Çalışmamızın amacı, Kocaeli ve Mardin’de yaşayan
KOAH hastalarında bölgesel farklılıkların demografik bulgular üzerine etkisinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: Hastaların demografik özellikleri, iç ve dış ortam maruziyetleri
kaydedildi
Bulgular: Çalışmaya 19 kadın (%10,3), 166 erkek (%89,7), toplam
185 hasta alındı. Eğitim durumları açısından gruplar arasında anlamlı farklılık izlendi (p=0,00). Hastaların 1/3’ü aktif sigara içici idi. Cinsiyet, yaş,
aktif ve pasif sigara içme özellikleri gruplar arasında benzer idi. Mardin’de
sarma tütün ve nargile kullanımının yaygın olduğu izlendi (p=0,00).
Mardin’de hastaların %86.1’inde biyomas teması mevcuttu. Beslenme ve
ısınma özellikleri açısından gruplar arasında istatistiksel anlamlı farklılık
izlendi (p=0,00). Meslek dağılımları açısından; Kocaeli’nde fabrikalarda
çalışma sıklığının, Mardin’de ise çiftçiliğin daha yaygın olduğu izlendi.
(p=0,02). Grupların kırsal veya kentsel bölgede yaşama sıklıkları benzerdi
ancak göç dağılımı açısından anlamlı fark izlendi (p=0,00). Kocaeli’de popülasyonun %35’inde farklı bölgelerden göç öyküsü mevcuttu. Kocaeli’de
sonbahar, Mardin’de ise kış mevsiminde diğer gruba göre daha fazla
semptom artışı olduğu ifade edildi (p=0,00). Hava kirliği ve toz fırtınası
ile semptom artışının Mardin’de Kocaeli’ye göre anlamlı derecede yüksek
olduğu izlendi (p=0,008).
Tartışma ve Sonuç: Farklı bölgelerde yaşayan KOAH’lılarda hastalık
gelişimini ve seyrini etkileyen faktörler açısından farklılıklar mevcuttur. Bu
farklılıkların prognoza etkisini araştıracak uzun süreli çalışmalara ihtiyaç
bulunmaktadır.
Anahtar kelimeler: Bölgesel farklılık, demografik bulgu,KOAH
PS-93
Ülkemizde Solunum Fonksiyon Testlerinin
Yapılma Sıklığı
Sedat Altın1, Şeyma As2, Ayşegül Akbaş3, Kaan Kara2, Ömer Faruk Demir1
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Akciğer hastalarının tanı ve takibinde çok önemli yere
sahip olan Solunum Fonksiyon Testleri (SFT)’nin ülkemizde yapılma sıklığı
bilinmemektedir. 2014 yılında resmi bildirim yapılan hastane verilerinden
SFT yapılma oranlarına ulaşmayı amaçladık.
Yöntem: 2014 yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık-Net2 sistemine giriş yapıp
sağlıklı veri gönderen hastaneler ayıklanarak hasta sayısına göre oranlamalar yapıldı. Hastaneler sonuçlarıyla karşılaştırıldı.
Bulgular: 2014 yılında 846 hastaneden 770’inde toplam 1.939.896
hastaya SFT yapıldığı, bunun 1.619.314’ünün (%83,5) normal SFT
(701.220 SUT kodu), 306.511’i (%15,8) Reversibilite (701.230 SUT
kodu), 8517’si (%4,4) Difüzyon testi (701.161 SUT kodu) ve 5.554’ü
(%2,9) bronkoprovokasyon testi (701.210 SUT kodu) olarak kodlandığı
bildirilmiştir.
Bu testlerden reversibilitenin 385 hastanede, CO difüzyon testinin
103’ünde ve provokasyon testinin ise, 36’sında yapıldığı bildirilmiştir.
2014 yılında J40-J47 arası ICD10 koduyla muayene olan hasta sayısı 4.761.905 olarak bildirilmiştir. SFT yapılma oranı %40,7 olarak ger-
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
147
POSTER SUNUMLAR
çekleşmiştir. Eğitim hastaneleri ve üniversitelerde (3.basamak) bu oran
%54,2’lere çıkarken, ikinci basamakta göğüs hastanelerinde bu oran
%45,1, devlet hastanelerinde ise, %28,3 olarak hesaplanmıştır.
Tartışma ve Sonuç: Hasta sayısına oranlandığında akciğer hastalarının teşhis ve takibinde önemli ve basit olan solunum fonksiyon testlerinin
yeterli oranda yapılmadığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca, reversibilite testinin %16’lar düzeyinde yapılması da, astım tanısı açısından rehbere uyum
sorununu ortaya koymaktadır.
Anahtar kelimeler: solunum fonksiyon testi, akciğer hastalıkları, hastane
PS-94
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı ve
Astım birlikteliği: Nötrofil lenfosit oranı
kullanılabilir mi?
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bu hastalara kemoradyoterapi sonrası toraks difüzyon MR ve BT tetkikleri
yapıldı. Tedavi sonrası dönemde; difüzyon MR 2. kür kemoterapiden 1
hafta, radyoterapiden 2 hafta sonra, BT ise difüzyon MR’dan 3 hafta sonra
tekrarlandı. Tümörün ortalama ADC değeri ve çapı, BT ve MR imajlarından yararlanılarak hesaplandı ve karşılaştırıldı. Çap değişiklikleri RECIST (Solid Tümörlerde Cevap Değerlendirme Kriterleri) kriterlerine göre
değerlendirildi.
Bulgular: Tekrarlanan ölçümler, tedaviye iyi yanıt veren hastalarda
BT’de tümörün geniş çapında azalmayla birlikte ADC değerlerinde de anlamlı derecede artış olduğunu ortaya çıkarmıştır.
Tartışma ve Sonuç: ADC değerlerinin değişimi kemoterapi ve/veya
radyoterapiye erken yanıtın saptanmasında güvenilir bir indikatör olabilir.
DAG’nin akciğer kanserli hastalarda tümörün tedaviye yanıtını öngörmede BT ve PET / BT’ye alternatif olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz
Anahtar kelimeler: Difüzyon, görünür difüzyon katsayısı, akciğer kanseri,
tedaviye yanıt, manyetik rezonans görüntüleme
Emine Aksoy, Baran Gündoğuş, Pakize Sucu, Meltem Çoban Ağca, İpek
Özmen, Soner Umut Kuver, Pınar Atagün, Mürşide Demirhan Uzun,
Dilek Yavuz, Özlem Makbule Akbay, Özlem Oruç, Zuhal Karakurt
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi,
Solunumsal Yoğun Bakım Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) ve Astım
birlikteliği olan AKOS çok yeni literatürümüze girdi. Göğüs hastalıkları hekimleri farklı zamanlarda aynı hastaya KOAH veya astım tanılarını verebiliyor. Bu hastaların AKOS olabileceğini düşündük. Çalışmamızda hem
astım, hem KOAH tanıları girilmiş hastalarda perifer eozinofili (eozinofil
%2 ve üzeri) varlığı bakıldı ve nötrofil lenfosit oranları (NLO) eozinofili
varlığında farklı mı sorusuna yanıt araştırıldı.
Yöntem: Geriye dönük gözlemsel kohort çalışma eğitim araştırma hastanesinde, 2014 yılında yapıldı. Hastane elektronik verilerinde poliklinik
takiplerinde hem KOAH, hem Astım tanıları almış hastalar çalışmaya alındı. Sistemden hemogram, varsa C-reaktif protein kayıt edildi. Perifer eozinofil %2 ve üzeri olan Eozinofilik grup (EG) ve oezinofilik olmayan grup
(EOG) olarak gruplandırıldı. Gruplar kayıt edilen verilerle karşılaştırıldı.
Sistemde spirometri olmadığından kayıt edilemedi.
Bulgular: Çalışma döneminde ortalama yaşları 58(SD,14) 217 hasta
(%44.7 kadın) çalışmaya alındı, eozinofilik grup %60.4 idi. EOG, n=86
(%51.6 kadın) ve EG n=131 (%40.5 kadın) ile benzer idi. NLO değerleri
ortanca [%25-%75] olarak EOG’da 3.0 [2.0-4.0] ile EG’dan 2.0 [1.5-3.0]
anlamlı yüksek idi (p<0.001). CRP EG’de 34 hastada ortanca 3.5 [3.015.0] iken EOG’da 22 hastada 5.0 [3.0-10.0] (p>0.35) idi.
Tartışma ve Sonuç: Farklı zamanlarda poliklinik başvurularında
KOAH ve ya astım tanısı alan hastaların çoğunluğunda perifer Eozinofil %2 ve üzeri olması ve nötrofil lenfosit oranlarının ise eozinofilik KOAHlılarda düşük olduğunda (<3) olduğunda AKOS’un düşünülmesini
öneriyoruz.
Şekil 1. DAG
Anahtar kelimeler: KOAH, Astım, AKOS, perifer eozinofili, nötrofil lenfosit oranı
PS-95
Akciğer Kanserli Hastalarda Tedaviye
Yanıtın Değerlendirilmesinde Difüzyon
Ağırlıklı Manyetik Rezonans Görüntüleme
Melike Şener Sorgun1, Cihan Göktan1, Yavuz Havlucu2, Tuğba Göktalay2,
Feray Aras3, Fikret Kurhan2
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Manisa
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
3
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Manisa
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışmanın amacı, akciğer kanserinde kemoradyoterapi sonrası ADC değerinin değişimini gözlemlemek ve tedavinin erken
aşamasında ADC değerlerindeki değişimin, tedaviye yanıtı tahmin etmedeki yeteneğini belirlemektir.
Yöntem: Prospektif çalışmamız patolojik olarak akciğer kanseri tanısı
doğrulanmış, evre 3-4 akciğer kanserli hastalarda gerçekleştirildi. Tedavi
öncesi T2 ağırlıklı MR, Difüzyon MR ve PET-BT tetkikleri yapılan 25 hasta
çalışmaya dahil edildi. 11 hasta kemoradyoterapi ile tedavi edildi ve hastalar ilk görüntüleme tetkiklerinden önce herhangi bir tedavi almamıştı.
148
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. PET-BT
PS-96
Malignite Dışı Akciğer Lezyonlarında PET BT
Yanlış Pozitifliği
Sevim Taşan1, Fatma Sema Oymak1, Nuri Tutar1, İnci Gülmez1, Hakan
Büyükoğlan1, İnsu Yılmaz1, Özlem Canöz2, Ümmühan Abdulrezzak3,
Güven Kahriman4, Ömer Önal5
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kayseri
3
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, PET BT Anabilim Dalı, Kayseri
4
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Girişimsel Radyoloji Anabilim Dalı, Kayseri
5
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kayseri
1
2
PET BT (Pozitron Emisyon Tomografisi) günümüzde benign hastalıklardan malign hastalıklara birçok tanıda kullanılmaktadır. Ancak fdg (florodeoksiglukoz) kanser spesifik antijen değildir. İnflamatuar psödotümör,
antrakozis, mantar enfeksiyonları, alveolar hemoraji, granülamatöz has-
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
talıklar (sarkoidoz, wegener, tüberküloz) gibi benign hastalıklarda da yanlış pozitiflik bildirilmiştir. Planladığımız 100 olgu çalışmanın ilk 10 tanesi
burda sunulmuştur. Sunulan 10 olgunun dört tanesi granülamatöz iltihabi
olay (%40) iki tanesi antrakozis (%20) iki tanesi inflamatuar psödotümör
(%20) bir tanesi alveolar hemoraji (%10), bir tanesi mantar enfeksiyonu (%10) oluşturmaktadır. Olguların tamamının tanısı patolojık olarak
doğrulanmıştır.
Materyal-metod: tüm hastalara 18 fdg pet ct çekilmiştir. Pet ct cekilen
tüm hastalara bronkoskopi yada mediastınoskopi ile tanı konulmuştur.
Sonuç: PET BT’de suv max değeri 2.5 un üzerinde olan 10 olgunun
dört tanesi granülamatöz iltihabi olay (%40) iki tanesi antrakozis (%20) iki
tanesi inflamatuar psödotümör (%20) bir tanesi alveolar hemoraji (%10),
bir tanesi mantar enfeksiyonu (%10) olarak sonuçlanmıştır. Sonuç olarak
pet bt pozitifliği sadece malignite değil cesitli benign hastlalıklarda da saptanmaktadır. Bu açıdan suv max değeri 2.5 un üzerinde olan olgularda
mutlaka patolojik olarak tanı konulmalıdır.
Anahtar kelimeler: benign, pet bt, yanlış pozitiflik
POSTER SUNUMLAR
obstrüksiyonu ve tekrarlayan enfeksiyon atakları görülür. Bazı hastalarda
seyir hafif olsa da, bir grup hastada süreç sık hastane yatışları ve ölüme
kadar ilerleyebilmektedir. Hastanemizde bronşektazi tanısı ile izlenen hastalarda mortaliteyi etkileyen durumları araştırdık.
Yöntem: Hastanemizde bronşektaziye ait J47 ICD-10 kodu ile yatarak
ve ayaktan tedavi edilen hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi.
Toraks BT/HRCT ile bronşektazi tanısı kesinleşmiş ve lokalizasyonu belirlenmiş 2003 yılından itibaren kaydı bulunan 251 hasta değerlendirmeye
alındı.Hastaların sağkalım durumları Sağlık Bakanlığı Ölüm Bildirim Sistemi ile Ocak 2016’da kontrol edildi.Mortalite hesaplamaları SPSS 20.0 for
Windows sisteminde Kaplan Meier analizi ile yapıldı. p<0,05 istatistiksel
olarak anlamlı kabul edildi.
Bulgular: İncelenen 251 hastanın 14 tanesi kaybedilmişti (%5,6). Yaş
ile mortalite arasında anlamlı ilişki bulunmazken, sigara öyküsü ile mortalite arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki (p=0,024) saptandı. Balgam
kültüründe Pseudomonas aeruginosa üremesi ve balgam kültüründe saptanan mikroorganizma sayısı mortalite ile ilişkili bulundu (p=0,0001).Benzer şekilde yoğun bakım ünitesinde yatmış olmak da mortalite ile ilişkili
idi (p=0,0001). KOAH tedavisi alıyor olmakla mortalite arasında anlamlı
ilişki saptandı (p=0,002). Toplam tutulan lob sayısı ile mortalite arasında
da anlamlı ilişki görüldü (p=0,036).
Tartışma ve sonuç: Hastanemizde 2015 yılına ait yatan hasta mortalite oranı %3,5’tur. Bronşektazi hastalarında saptanan %5,6’lıkmortalite bu
hastalığın halen ölümcül seyredebildiğini göstermektedir. Sigara öyküsü,
balgam kültüründe saptanan bakteri sayısı ve Pseudomonas enfeksiyonu,
KOAH tanısı, akciğerde tutulan lob sayısı ve yoğun bakım ihtiyacı mortaliteyi arttıran durumlardır.
Anahtar kelimeler: bronşektazi, mortalite, sağkalım
PS-98
Senkron kanser araştırmasında
otofloresan bronkoskopi deneyimimiz
Nilgün Yılmaz Demirci, Seriyye Memmedova, Can Öztürk
Gazi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Şekil 1. PET CT’de subkarınal lenf nodu granulamatöz iltihabi olay tutulumu
Şekil 2. PET CT inflamatuar psödotümör tutulumu
PS-97
Giriş ve amaç: Konvansiyonel bronkoskopinin (beyaz ışık
bronkoskopisi-BIB) kullanımı aşikar tümörle sınırlıdır. Erken neoplastik
değişikliklerin tespit edilebilmesi amacıyla geliştirilmiş otofloresans bronkoskopi (OFB), malign ve premalign dokuların normal dokulardan farklı
floresans göstermesi prensibi ile çalışan sistemdir.
Yöntem: Bu retrospektif analizde, Şubat- Haziran 2015 tarihlerinde
kliniğimize bilinen malignitesi olup radyolojik özellikleriyle metastatik veya
primer akciğer malignitesi ön tasıyla yatırılan ve aynı seansta öncesinde
beyaz ışık, sonrasında otofloresan bronkoskopi [(Autofluorescence imaging bronchoscopy AFI (Olympus Optical Co., Ltd, Tokyo, Japonya)]
yaptığımız hastalarımızın klinik, radyolojik ve bronkoskopik özelliklerini
derlemeyi amaçladık. BIB bulguları, birinci grup normal, ikinci grup eritem veya ödem, üçüncü grup nodüler lezyonlar veya mukozal düzensizlik
olmak üzere sınıflandırıldı. OFB bulguları ise birinci grup normal, ikinci
grup hafif kahverengi refle değişikliği, üçüncü grup eflatun refle değişikliği
olarak sınıflandırıldı. BIB ve OFB’de görülen birinci gruptan biyopsi alınmazken ikinci ve üçüncü gruptaki lezyonlardan biyopsi alındı.
Bulgular: Analizimize on olgu alınmıştır. Ortalama yaş 62 yıl ve E:K
oranı 8:1 bulunmuştur. On olgunun 2’si opere akciğer ca, 2’si opere mesane ca, 2’si nazal skuamöz cell ca, birer tane de larenx ca, malign melanom,
kolon ca ve mide ca tanıları ile takipliydi. On olgumuzun BIB normal iken,
iki olguda OFB de patolojik refle saptandı ve alınan biyopsi sonucu sırası
ile adenoca ve skuamöz cell ca (SCC) ile uyumluydu.
Tartışma ve Sonuç: Bilinen malignitesi olan olgularda senkron kanser
araştırmasında imkanlar dahilindeyse OFB yapılması gerektiği ve OFB’nin,
BIB ile gözlenemeyen premalign ve malign lezyonların tespit edilmesinde
daha duyarlı bir yöntem olduğu kanaatine varılmıştır..
Anahtar kelimeler: otofloresan bronkoskopi, senkron kanser, akciğer kanseri,
prekanseröz lezyonlar
Bronşektazi hala ölümcül bir hastalık mı?
Fatma Işıl Uzel, Sedat Altın, Şeyma Özden, Esin Tuncay
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş ve amaç: Bronşların anormal ve kalıcı olarak genişlemesi olarak
tarif edilen bronşektazide, genellikle kronik balgamlı öksürük, havayolu
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
149
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. PET CT’de subkarınal lenf nodu granulamatöz iltihabi olay tutulumu
Olgu No Yaş Cins Primer Tanı
Radyoloji
BIB
OFB
TANI
1
58
E
Akciğer CA
2
72
E
Larenx CA
3
73
E Mesane CA
4
53
E
5
50
K M.Melanom
6
71
E Mesane CA Sol üst lobda 2 cm kaviter lezyon SUVmax: 2.5 Grup 1 Grup 1 Normal Mukoza
7
75
E
Nazal SCC
Sağ alt lobda 8 mm nodül
Grup 1 Grup 1 Normal Mukoza
8
58
E
Kolon CA
Sol üst lobda 1 cm nodül, SUVmax: 1.9
Grup 1 Grup 1 Kr. İnflamasyon
Nazal SCC
Güdük yeri SUV Max: 4.5
Grup 1 Grup 1 Normal Mukoza
Sağ üst lobda buzlu cam
Grup 1 Grup 3
Adenoca
Sağ alt lobda 12 mm nodül
Grup 1 Grup 3
SCC
Sol alt lobda 1 cm nodül
Grup 1 Grup 1 Normal Mukoza
Sağ alt lobda 1 cm nodül, SUVmax: 1.8
Grup 1 Grup 1 Normal Mukoza
9
52
E
Mide CA
Sağ Akciğer alt lobda SUVmax: 4.4 nodül
Grup 1 Grup 1 Normal Mukoza
10
59
E
Akciğer CA
Güdük yeri SUV Max: 2.5
Grup 1 Grup 1 Normal Mukoza
Yöntem: Akciğerde kitlesi olan 10 olguda periferik lenf nodu ve akciğerde periferal kitlelere uygulanan AİİS’nin sonuçları değerlendirilmiştir.
Results: On hastanın (1’i kadın 9’u erkek), yaş ortalaması 59 (35-84)
yıl idi. Periferik lenf nodu saptanan 7 hastaya, periferik yerleşimli akciğer
lezyonu olan 3 hastaya AİİS yapıldı ve yaymalar değerlendirildi (Şekil
1, 2). Periferik lenf nodu ve periferik kitleden AİİS yapılan 10 hastanın
2’si skuamoz hücreli karsinom, 4’ü küçük hücreli dışı akciğer karsinomu,
diğer 4’ü ise malignite pozitif olarak tanı aldı. Malignite pozitif saptanan 4
hastadan 2’si bronkoskopi ile skuamoz hücreli karsinom ve küçük hücreli
karsinom tanıları alırken 2‘si trucut biyopsi ile skuamoz hücreli karsinom
ve lenfoma tanıları aldı. Lenf nodu ve periferik lezyondan yapılan AİİS
tanının yanında evreleme açısından da fayda sağladı.
Tartışma: Sonuç olarak periferik olarak tümör veya tümör metastazına
ulaşılabilen hastalarda aspirasyonsuz ince iğne sitolojisi yapılması kolay ve
etkin bir yöntemdir; tanı yanında tümör non-rezektabilitesini ve diğer ayırıcı tanılarda da yol gösterici olabilir. AİİS başlangıç noninvaziv tanı yöntemi
olabilir. Sitoblok yöntemleriyle tanıyı artırmak mümkündür.
Anahtar kelimeler: aspirasyonsuz ince iğne sitolojisi, periferik lenf nodu, periferik
akciğer lezyonu
PS-99
Acil serviste pnömotoraks:PAAC Grafisi mi?
Toraks BT mi?
Mustafa Küpeli1, Şule Sinem Gedikbaş2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Tokat
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Acil Tıp Anabilim Dalı, Tokat
1
2
Giriş ve amaç: Acil servise başvuran ve pnömotoraks tanısı alan hastalarda tanı yöntemi olarak PAAC grafisi ve Toraks BT karşılaştırması geriye dönük olarak çalışılmıştır
Yöntem: Ocak 2015 ve aralık 2015 arasında tanı alan 20 olgu geriye
dönük olarak incelenmiştir.
Bulgular: 20 olgunun 19u erkek 1i kadındı.ortalama yaş 44.9 idi 10
olgu göğüs ağrısı 5 i nefes darlığı 1i öksürük 1 i yan ağrısı 3 hasta biyopsi
sonrası 3 hasta düşme 1 hastada darp sonrası başvurmuştu.12 hastada
sağ 7 hastada sol 1 hastada da bilateral pnömotoraks tespit edilmiştir.
Tartışma ve sonuç: Pnömotoraks hayatı tehdit eden acil bir durumdur.tanıda PAAC grafisi ucuz ve basit olduğundan daha kolaydır fakat acil
servis şartlarında çok dikkatli olunmalıdır.özellikle teavmalı hastalarda tomografi tercih edilebilir
Anahtar kelimeler: Pnömotoraks,PAAC Grafisi,Toraks Bt
PS-100
Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
Şekil 1. Aspirasyonsuz ince iğne sitolojisi uygulama yöntemi
Osteoporoz veya Osteopenili Kadınlarda
Solunum Fonksiyonları ve Yaşam Kalitesi
Arasındaki İlişki
Nihal Ağbaş Sakallı1, Rengin Demir2, Nurselin Öztürk1
1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim
Dalı, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü, Kardiyopulmoner Fizyoterapi Bölümü, İstanbul
PS-101
Akciğerde kitle saptanan 10 olgunun
aspirasyonsuz ince iğne sitolojisi ile
tanısal değerlendirmesi
Şenay Yılmaz1, Güntülü Ak1, Emine Dündar2, Selma Metintaş3, Muzaffer
Metintaş1
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Eskişehir
2
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Eskişehir
3
Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Eskişehir
1
Giriş: Periferik lenf nodu veya lezyona yönelik ince iğne aspirasyonunun (İİA) non invaziv bir inceleme yöntemi olduğu ve sitopatolojik tanı
sağladığı önceki çalışmalarla gösterilmiştir. Burada geleneksel emici kuvvet
uygulaması ile yapılan ince iğne aspirasyonu değil de aspirasyonsuz ince
iğne sitolojisinin (AİİS) kanser teşhisinde tanı ve evrelemeye katkısını vurgulamayı amaçladık.
150
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. Aspirasyonsuz ince iğne sitolojisi uygulama yöntemi
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
POSTER SUNUMLAR
PS-102
PS-104
Periferik Akciğer Nodüllerinde
Bronkoskopinin Tanısal Değeri
Pnömokonyozda eski etkenler ve yeni
olgular (üç olgu nedeniyle)
Duygu Fidan, Yasemin Karaman, Asmaa Almadani, Ersan Atahan, Günay Aydın
Ayşe Coşkun Beyan, Nur Şafak Alıcı, Arif Hikmet Çımrın
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Giriş ve amaç: Fiberoptik bronkoskopi (FOB), soliter pulmoner nodül
ve kitle lezyonlarında tanı koymak için yapılması gereken ilk diagnostik işlemdir. FOB ile endobronşiyal lezyon izlenmeyen periferik akciğer lezyonlarında bronş lavajı, firçalama, transbronşiyal biyopsi (TBB) ve transtorasik iğne aspirasyon biyopsileri de kullanılmaktadır. Çalışmamızda, periferik
akciğer nodüllerinde FOB un tanısal etkinliğini değerlendirdik.
Yöntem: Çalışmamıza 2011-2014 yılları arasında, toraks BT de santral
havayollarından periferde, 3 cm’den küçük soliter nodülü olan 67 hasta
retrospektif olarak tarandı. Bilgisayarlı tomografilerdeki lezyonların özellikleri aynı radyolog tarafından değerlendirildi. Bronkoskopi, bronş lavajı,
transtorasik iğne aspirasyonu, transtorasik iğne aspirasyon biyopsi, cerrahi
yöntemlerle son tanıya ulaşılmış 60 hasta çalışmaya alındı. Periferik soliter
nodüllerde bronkoskopinin tanısal etkinliğinin araştırıldığı bu çalışmada,
nodül boyutu, anatomik ve radyolojik lokalizasyonu ve nodülün radyolojik özellikleri ve FDG tutulum oranları ile tanıları karşılaştırmalı olarak
değerlendirildi.
Bulgular: 60 (48 E/19 K) olguya bronkoskopi yapılmıştı. Pulmoner
nodüllerin çapı 17.6 ± 6.1 mm, anatomik dağılımı %61 sağ akciğerde,
%58 üst loblarda izlendi. %68.3 (n:41) olguda malignite saptanmıştı. 6
olguda endobronşiyal lezyon izlenmiş ve 4 olguda (%6.6) bronkoskopik
biyopsi ile tanı konulmuştu. Bronş lavajı ile tanı konulan 8 olgu ile birlikte bronkoskopinin tanı oranı %20 olarak saptanmıştır. Transtorasik iğne
aspirasyon biyopssii ile 11 olguda (%18.3); akciğer cerrahi biyopsi ile 20
olguda (%33.3) tanıya ulaşılmıştı. Bu iki grup, tanı koyma başarısı yönünden FOB ile karşılaştırıldığında, aralarında anlamlı fark bulundu (p=0.03
ve p=0.02).
Tartışma ve Sonuç: Periferik soliter pulmoner nodüllerde FOB endobronşiyal patolojisi saptanmayan olgularda tanıya katkısı az olduğu için,
özellikle malignite olgularında görüntüleme eşliğinde transtorasik biyopsi,
transtorasik iğne biyopsisi için anatomik lokalizasyonu uygun olmayan olgularda ise cerrahi biyopsi tanıda altın standarttır.
Pnömokonyoz, inorganik tozların akciğerlerde birikmesi ile oluşan doku
reaksiyonları olarak tanımlanmaktadır.Türkiye’ de en sık görülen meslek
hastalığı grubunu oluşturmaktadır. Diş teknisyenliği, seramik işçiliği ya da
kömür işçiliği gibi pnömokonyozun sık görüldüğü ve görece daha çok bilindiği meslekler dışında birçok farklı meslek grubunda da pnömokonyoz
gelişme riski bulunmaktadır. Üç meslek grubunda tanı konmuş pnömokonyoz olguları sunulacaktır. 59 yaşında erkek olgu (olgu1), 26 yıldır perlit
madeninde eleme ve paketleme işçisi olarak çalışıyor. Nefes darlığı yakınması ile başvurdu. 26 yaşında erkek hasta (olgu 2), 4 yıldır seramik fabrikasında, kalıpların içini kimyasal talk ile kaplama işi yapıyor. Nefes darlığı
ve öksürük yakınması ile başvurdu. 27 yaşında erkek olgu (olgu 3), 3 yıldır
pomza madeninde yükleme işçisi olarak çalışıyor. Göğüste batar tarzda
ağrı ve eforla ortaya çıkan nefes darlığı yakınması ile başvurdu. Her üç olguda da çalışma ortamı havalandırması ve kişisel koruyucu donanımların
kullanımı yetersiz idi. Radyolojik ve fonksiyonel değerlendirme ile sırasıyla
olgulara, kronik basit silikozis; kronik basit silikozis+talkozis; kronik basit
silikozis tanısı konuldu. Perlit, silisyumdan zengin alüminyum ve magnezyum mineralleri de içeren doğal kayaç türüdür. Kimyasal talk, hidratlanmış
magnezyum silikadan oluşan mineraldir. Hem kendi içeriğinde hem de
seramik çamurunda silisyum minerali kullanılmaktadır. Pomza madeni de
silisyumdan zengin volkanik bir kayaç türüdür. Kullanım alanında silika ile
karışık olarak kullanılabildiği bilinmektedir. Ülkemizde farklı iş alanlarında
pnömokonyoz ortaya çıkma potansiyeli sürmektedir
Anahtar kelimeler: bronkoskopi, nodül, tanı, periferik
Ayşe Coşkun Beyan, Nur Şafak Alıcı, Arif Hikmet Çımrın
Anahtar kelimeler: Farklı pnömokonyozlar, perlit, pomza, talk
PS-105
Tekstil sektöründe yeni riskler
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları
PS-103
Soma Faciası Sonrasında Akciğer Grafisinde
Patolojik Bulgular Tespit Edilen 8 Olgunun
Değerlendirilmesi
Yavuz Havlucu1, Ece Kaya2, Fatma Evyapan3, Peri Meram Arbak4
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Salihli Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Manisa
3
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli
4
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
1
2
Soma’da bir maden ocağında 2014 yılında oluşan ve 302 işçinin ölümü
ile sonuçlanan facidan sağ olarak kurtulan 90 işçi telefon ile aranarak çalışmaya davet edilmiştir.Çalışmaya 39 işçi katılmıştır. Çalışmada 12 işçinin
akciğer grafisinde patoloji tespit edilmiştir. 12 işçi ileri tetkik için kliniğimize
davet edilmiştir. Davete 8 işçi olumlu yanıt vermiştir.
Kliniğimize başvuran 8 işçinin toraks bilgisayarlı tomografileri çekilmiş
ve tomografide izlenen bulgulara ışığında ek tetkikler yapılmış veya pnömonkonyoz düşünülerek takibe alınmıştır.
Olguların birinde ieri tetkikler sonucunda sarkoidoz tanısı konmuştur.
diğer bir olguda da (22 yaşında) alfa 1 antitripsin eksikliğ tespit edilmiştir.
diğer olgular da pnömokonyoz düşünülerek takibe alınmış ve işyerlerine
gerekli bildirimler yapılmıştır.
Bu olguları sunmamızdaki amaç, pnömonkonyoz yönünden riskli iş kolunda çalışan işçilerde diğer patolojilerde akla getirilmelidir ve işe giriş muayenelerinde çekilen akciğer grafileri değerlendirilirken dikkat edilmelidir.
Anahtar kelimeler: pnömokonyoz, sarkoidoz, alfa 1 antitripsin eksikliği
Yakın zamanda kot kumlamacılığı nedeniyle gelişen silikozis olgularıyla
gündeme gelen tekstil sektöründe diğer risklerden kaynaklanan sağlık sorunları yeterince bilinmemektedir. Çeşitli kimyasallar ve işin özelliklerinden
kaynaklanan riskler nedeniyle solunum sistemini de kapsayan farklı hastalıklar ortaya çıkabilir. Tekstil sektöründen tanı koyduğumuz meslek astımı (MA)
ve mesleksel dermatit (MD) olgularımız sektördeki farklı mesleksel risklere
dikkat çekmek amacıyla sunulacaktır. 6 farklı işletmeden başvuran 9 çalışan
değerlendirildi. Çalışanların özellikleri tabloda sunulmuştur. Olguların çalıştığı birimler; kot eskitme, kesim, dikim, baskı makinası operatörlüğü, laser ile
kesim ve kalite kontrol idi. Olguların tümüne MA, 2 olguya da MD tanıları
konuldu. Tanılar meslek anamnezi, fizik muayene ve fonksiyonel değerlendirmeler ile konuldu. Tekstil birden çok işlemin yapıldığı bu nedenle çok
farklı sistemleri etkileyerek sağlık sorunları oluşturabilme potansiyeline sahip
bir sektördür. Mesleği de içeren ayrıntılı anamnez mesleki riskin tanımlanmasında ve meslek hastalığı tanısının güçlendirilmesinde temel araçtır.
Anahtar kelimeler: Meslek astımı, tekstil, laser, kalite kontrol
Tablo 1. Olguların özellikleri
Olgu
İşletme
Yaş
Cinsiyet
İş Tanımı
Tanı
1
2
3
4
5
6
7
8
9
1
1
1
2
3
4
4
5
6
45
34
26
33
32
33
34
32
31
E
K
K
E
K
K
K
K
K
Kot eskitme
Kalite kontrol
Kalite kontrol
Kot eskitme
Baskı makinası operatörlüğü
Kesim- dikim
Kesim- dikim
Kesim- dikim
Kalite kontrol ve laser ile kesim
MA
MA
MA ve MD
MA
MA
MA
MA
MA
MA ve MD
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
151
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-106
PS-108
Meslek astımında dikkat çekici noktalar
(dört olgu nedeniyle)
Mesleki Akut Karbonmonoksit
Zehirlenmesinde Sistemik, Solunumsal ve
Kardiyovasküler Etkilenme (Soma Faciası
Nedeniyle)
Ayşe Coşkun Beyan, Nur Şafak Alıcı, Arif Hikmet Çımrın
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Fırıncı astımı, latekse bağlı astım ya da izosiyanata bağlı astım gibi görece iyi bilinen meslek astımı(MA) türleridir. Her geçen gün yeni MA yapıcı
ajan tanımlanmaktadır. Günlük pratikte tedaviye dirençli astımlı olgularda
mesleki ve çevresel maruziyetlerin kontrol edilmemesinin önemli olduğu
bilinmektedir. MA’ na yol açan yeni etkenler ve tedavi direncinde mesleki maruziyetin önemini vurgulayan dört olgu sunulacaktır. 30 yaşında
erkek olgu (olgu 1) 8 yıldır matbaa teknikeri olarak çalışırken son 1yıldır
iş yerinde şiddetlenen nefes darlığı yakınması ile başvurdu. Matbaa mürekkepleri glikol gibi alkol türevi maddeleri içermektedir. Temizlik amacı ile
tiner kullanıyordu. Özellikle temizlik işleminde iki kez iş yerinde astım atağı
geçirdiğini belirtti.
32 yaşında erkek olgu (olgu 2) 9 yıldır sabun imalatı işçisi olarak çalışmış.
8 yıl önce astım tanısı almış ve etkin tedaviye rağmen kontrol altına altında
değildi. 33 yaşında kadın olgu (olgu 3) 11 yıldır sofra tuzu imalatında çalışıyordu. 9 yıl önce astım tanısı almış ve son 3 yıldır astım atakları nedeniyle
sık sık hastane yatışları olmuş. İş yeri ortamında alınan ortam kültüründe
Aspergillus üredi. 25 yaşında erkek olgu (olgu 4) 3 yıldır araç muayene işletmesinde egzos emisyon teknisyeni olarak çalışıyor. Çalışmaya başladıktan
birkaç ay sonra nefes darlığı ve öksürük yakınmaları başlamış ve astım tanısı
almış idi. Olgularda solunumsal yakınmalar, yakınmaların iş ile ilişkisi, fonksiyonel değerlendirme ve PEF izlemleri ile MA tanısı konuldu.
MA sebebi çalışma ortamındaki maruziyetlerdir. Günlük pratiğimizde “zor
astım” “kontrolsüz astım” tanılarıyla takip ettiğimiz olgularda sorununun
kaynağının mesleksel maruziyetler olabileceği unutulmamalıdır.
Anahtar kelimeler: Meslek astımı, zor astım, kontrolsüz astım
PS-107
Pnömokonyoza Sosyal Yönden Bakış
Nur Şafak Alıcı, Ayşe Coşkun Beyan, Arif Hikmet Çımrın
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Giriş ve amaç: Pnömokonyoz ülkemizde en sık meslek hastalıklarından
birisidir. Tanı sonrasında çalışanlarda tıbbi, sosyal ve ekonomik sorunlara
yol açabilir. Pnömokonyoz tanısı alan olgularımızın sosyal durum, işyeri koşulları ve tanıya bağlı karşılaştıkları durumları değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Polikliniğimizde 2013-2015 tarihleri arasında Pnömokonyoz
tanısı öncesi ve sonrası durumları ile ilgili bilgiler toplanarak sonuçları
değerlendirildi.
Bulgular: Yaş ortalaması 38,11±6,7 olan, hepsi erkek 45 olgu telefon anketi uygulanarak değerlendirildi. Olguların sektörel dağılımı;
21olgu(%46,7) seramik, 14 olgu(%31,1) diş teknisyeni, 5 olgu(%11,1) kot
kumlama, 4 olgu (%8,9) mermer kesimi, 1 olgu(%2,2) maden idi. 23 olgu
(%51,1) sendika üyesiydi. 24 olgu (%53,3) sözleşmeli çalışıyordu. 44 olgu
(%97,8) sigortalı idi.
31 (%68,9) olgunun işe giriş muayenesi yapılmıştı. 41 olgunun (%91,1)
işyeri hekimi vardı. 34 olgu (%75,6) işyerinde sağlık riski olduğunu söyledi. En sık belirtilen risk faktörü toz idi (34 olgu %75,5). En sık alınan önlem
havalandırma ve kişisel koruyucu donanımların uygulanması idi (%73,3).
32 olgu (%71,1) işyerindeki risklerden korunma eğitimi almıştı.
Meslek hastalığı tanısından sonra işe devam eden olguların 15’ine
(%66,7) bölüm değişikliği yapılmıştı. 30 olgu (%67,7) aynı işyerinde çalışmayı sürdürüyordu. 15 olgu (%33,3) meslek hastalığı tanısından sonra işyerinden ayrılmıştı. İşten ayrılma gerekçeleri; gönüllü olarak işi bırakma(10
olgu, %22); işveren tarafından sözleşmenin iptali (2 olgu, %4,4). İki olgu
(%4,4) işverene maddi/manevi tazminat davası açmıştı. İşten ayrıldıktan
sonra 7 olgu (%15,6) aylık gelirinin olmadığını söyledi.
Tartışma ve Sonuç: Ülkemizde farklı sektörlerde pnömokonyoz görülmektedir. İşe ait riskleri bilenlerin oranı yüksek olmakla birlikte riske yönelik korunmanın yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. İşyerinde sağlık hizmetine
ulaşımları sınırlıdır. Meslek hastalığı tanısı sonrasında iş kaybı ve beraberinde sosyoekonomik kayıp önemli bir sorun olabilir.
Anahtar kelimeler: Sigorta, Sözleşme, Pnömokonyoz
152
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Yavuz Havlucu1, Fatma Evyapan2, Peri Meram Arbak3, Ece Kaya4, Taci
Erdem5, Ahmet Atalan5, Mehmet Ünal Demiray5, Ayşın Şakar Coşkun1,
Arzu Yorgancıoğlu1
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
4
Salihli Devlet Hastanesi, Manisa
5
Soma Devlet Hastanesi, Manisa
1
2
3
Giriş ve amaç: Akut CO zehirlenmelerinde gözlenen klinik ve laboratuar bulgular birçok çalışmanın konusunu oluşturmuştur.Ancak bulguların
hastaneye başvuru süresi ile ilişkisi üstüne araştırmalara gereksinim vardır.
Yöntem: Soma’da bir maden ocağında 2014 yılında oluşan ve 302
işçinin ağırlıkla CO zehirlenmesi sonucu ölümüyle sonuçlanan faciadan
canlı olarak kurtulan ve Devlet Hastanesi Acil Servisi’ne başvuran 90 erkek işçinin sağlık kayıtları incelenmiştir. Çalışma kesitsel ve retrospektif idi.
Bulgular: Olguların %15.6’sı hastaneye ilk 4 saatte, %40’ı 4-8 saatte
ve %44.4’ü 8 saatten sonra başvurmuşlardı. Genel şikayetler arasında başağrısı (%93,3), baş dönmesi (%73.3), bulantı (%50), bayılma (%24.4),
kusma (%5.6), görme bozuklukları (%5.6), konfüzyon (%3.3) vardı.Solunumsal yakınmalar %40 oranında nefes darlığı, %63.3 öksürük, %18.9
balgam iken, kardiyak belirtiler arasında %22.2 göğüs ağrısı, %40 oranında çarpıntı bulunmaktaydı. Olguların %45.6’sında akciğer grafisinde
patolojik bulgu vardı. Tedavi yaklaşımında nazal kanülle oksijen uygulama
%37.8, maskeyle oksijen uygulama %51.1 ve diğer merkezlere sevk %11.1
oranında gerçekleşmişti. İlk 8 saatten sonra başvuran olgularda ortalama lökosit (16635.0 vs 10942.8), üre (18.6 vs 12.3), AST (50.5vs30.2),
ALT(44.5 vs 32.7), CKMB (56.6 vs 24.6) değerlerinin ilk 4 saatte başvuranlardan anlamlı olarak yüksek olduğu gözlendi (p<0,05). İlk 4 saatte
başvuranlarda başağrısı (%57.1 vs %100), baş dönmesi (%7.1 vs %87.5),
bulantı (%7.1 vs %62.5), bayılma (%0 vs %37.5), görme bozuklukları (%0
vs %12.5) ilk 8 saatte başvuranlara göre anlamlı olarak azdı. İlk 4 saatte
başvuranlarda nefes darlığı (%14.3 vs %57.5), balgam (%0 vs %32.5)
göğüs ağrıs (%0 vs %40) çarpıntı (%14.3 vs %52.5) 8 saatte başvuranlara
göre anlamlı olarak azdı (p<0,05). İlk 4 saatte başvuranlarda ral (%0 vs
%22.5), ronküs (%0 vs %27.5), taşipne (%7.1 vs %42.5), taşikardi (%7.1
vs %52.5), ritm bozukluğu (%0 vs %20) siyanoz (%0 vs %20) 8 saatte
başvuranlardan anlamlı olarak azdı (p<0,05).
Tartışma ve Sonuç: Kitlesel CO zehirlenmelerinde kazanın olduğu yer ve
hastaların taşınması sırasındaki acil yardım organizasyonlarının etkili şekilde
gerçekleşmesinin sistemik belirti ve bulguları,laboratuar bulgularını azaltacağı
öne sürüldü.Mesleki CO zehirlenmelerinde işyerindeki oksijen maskelerinin
etkili olarak kullanımının etkilenen kişi sayısını azaltacağı belirtildi.
Anahtar kelimeler: CO zehirlenmesi, maden kazası
PS-109
Nepal’in Başı Dumanlı KadınlarıNagarkot’tan Mini Saha Notları
Yeşim Yasin1, Haluk Çalışır2
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Acıbadem Üniversitesi, Atakent Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
1
2
Giriş ve amaç: Nepal, nüfusunun %82’si kırsalda yaşayan dünyanın
en yoksul ülkelerinden biridir. Ülke insani gelişmişlik indeksinde 157. sıradadır ve sağlık altyapısı yetersizdir. Bu nedenle, Acıbadem Üniversitesi
Tıp Fakültesi öğrencileri hocalarıyla birlikte üç yıldır ülkenin değişik kırsallarında Nepal Sosyal Pediatri Projesi yürütmektedir. Bu çalışmada 2015’te
projenin üçüncü döneminde Katmandu’ya 30 km uzaklıktaki Nagarkot’da
yapılan küçük bir saha araştırmasının bulguları sunulacaktır.
Yöntem: Nagarkot’ta 12 hanede, yerel tercüman aracılığıyla kadınlarla
yüzyüze görüşmeler yapılmış, evlerinde bulunan açık ocakların fotoğrafları
çekilmiş ve görüşmeler boyunca not tutulmuştur. Sorular hanehalkının sosyo-demografik özellikleri, gelir durumları, kullandıkları yakıt türü ve genel
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
sağlık durumlarını anlamak üzere hazırlanmıştır. Kişisel gözlemler ve saha
notları birleştirilerek, bir araştırma projesinin hazırlık çalışması yapılmıştır.
Bulgular: Nagarkot’un görece daha gelişmiş bir bölgesindeki bir ev
dışında, ziyaret edilen her hanede açık ocaklarda, hem ısınma hem de
pişirme amaçlı biyoyakıt kullanılmaktadır. Evlerin büyük bölümünde ortam havasına karışan dumanın tahliyesini sağlayacak bir baca veya başka
bir ventilasyon sistemi bulunmamaktadır. Ortalama ev büyüklükleri 40-60
metrekare arasında değişmektedir. Mutfaklar açıktır. Odalar birbirlerinden
sadece yarıları açık bölmelerle ayrılmakta veya hiç ayrılmamaktadır. Genellikle kerpiçten yapılmış evler yeterince ışık almamaktadır. Üstelik yemek
yenen ve yatılan yerler genellikle aynıdır. Bu nedenle ev içi ortam kirliliği
maruz kalımı daha uzundur. Kadınlar ve çocuklar evde geçirdikleri zaman
yüzünden KOAH ve akciğer kanseri açısından risk grubudur.
Tartışma ve Sonuç: Nepal’in değişik bölgelerinde “temiz yakıt” kullanımını özendiren değişik projeler yapılmış olmasına rağmen,ülkedeki derin
yoksulluk ve kırsalda yaşayanların düzenli gelirlerinin olmaması geleneksel
ısınma ve pişirme örüntülerini kalıcı biçimde değiştirememiştir. Sürdürülebilir çözümlerin üretilebilmesi için konuya biyo-mediko-sosyal boyutlarıyla
odaklanacak niteliksel araştırmaların yapılmasına ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: biyoyakıt, ev içi hava kirliliği, Nagarkot, Nepal, yoksulluk
PS-110
Silikozis: Altı Olgu
Bahar Tüzün1, Veli Göylüsün1, Özkan Kaan Karadağ2
İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi Göğüs Hastalikları
İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi İş Sağliği Bilim Uzm
1
2
Giriş: Silikozis kristal yapıdaki silika tozlarının solunması sonucu oluşan parankimal akciğer hastalığıdır. Madenler, taş ocakları, tünel açma,
yol yapımında ve kumlamacılık yapılan iş yerlerinde, inşaat iş kolunda,
çimento ve beton üretiminde, cam imalatında,çanak çömlek yapımında,
döküm işlerinde, diş laboratuvarlarında ve hatta tarımla uğraşanlarda
görülebilmektedir.
Gereç-yöntem: Periyodik muayene grafisi sonucu ile hastanemize
yönlendirilen ve tanı konulan konulan 6 farklı iş kolunda çalışan silikozis
vakası sunulmuştur. Vakaların yaş, sigara, çalıştıkları iş kolları, çalışma süresi, semptomları, solunum fonksiyon testleri, yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi (YÇBT) tetkiki değerlendirilmiştir.
Sonuç: Silikozis önlenebilir fakat küratif olarak tedavi edilemeyen çevresel ve mesleksel bir hastalıktır. Silikozisli bir olgunun periyodik muayene
sırasında tespit edilmesi işyerindeki maruziyetin, kontrol önlemlerinin değerlendirilmesini ve diğer çalışanların sağlığını korumayı sağlar. İşyerindeki
maruziyetin ve kontrol önlemlerinin izlenmesi yanı sıra çalışanlar da silikanın sağlık etkileri açısından periyodik olarak izlenmesi gerektiğine dikkat
çekmeye çalıştık.
Anahtar kelimeler: silikozis,iş kolları, periyodik muayene,
PS-111
Mesleki Astım Tanısında Uluslararası
Geçerlilikte Metodolojinin Oturtulması
{(Ege Üniversitesi Translasyonel
Pulmonoloji Araştırma Grubu EgeTPAG])}
Özlem Göksel1, Zehra Nur Töreyin2, Nejdiye Mazıcan2, Emir Özçalışkan3,
Münevver Erdinç1, Sinan Akgöl3, Ülkü Karabay Yavaşoğlu5, Outi
Kuuliala6, Irmeli Lindström7, Hille Suojalehto7, Tuncay Göksel1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Allerji ve İmmünoloji
Ünitesi, Mesleki ve Allerjik Hava yolu Hastalıkları Laboratuvarı, İzmir
2
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İş ve Meslek Hastalıkları Bilim
Dalı, İzmir
3
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İzmir
4
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
5
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, Biyoloji Anabilim Dalı, İzmir
6
Finlandiya Meslek Sağlığı Araştırma Enstitüsü (FIOH), Kimya Bölümü, Helsinki, Finlandiya
7
Finlandiya Meslek Sağlığı Araştırma Enstitüsü (FIOH) Göğüs Hastalıkları, Meslek
Hastalıkları Takımı, Helsinki, Finlandiya
Giriş ve amaç: Türkiye’de mesleki astım(MA) sıklığı konusunda sağlıklı veri bulunmamaktadır. Spesifik İnhalasyon Provokasyon Testleri(SİCT)
POSTER SUNUMLAR
dahil tanıda altın standart kabul edilen tanı yöntemlerinin rutin uygulamada eksikliği ve farklı uzmanlık alanlarının interdisipliner çalışmalarına olan
ihtiyaç bu durumun başlıca sebeplerindendir.Bu çalışmanın amacı MA
ön tanılı olgu aracılığı ile tanıda uluslararası geçerliliği olan metodolojinin
oturtulması için izlenen yöntemi sunmaktadır.
Yöntem: Kliniğimizde Ege Üniversitesi Altyapı Projesi kapsamında
ve Ege TPAG Danışma Kurulu Üyelerinden Finlandiya,FIOH Araştırma Merkezinin danışmanlığında SICT Laboratuvarı kurulmuştur.Göğüs
Hastalıkları,allerji-immunoloji,meslek hastalıkları uzmanları, kimyager ve
biyologlardan oluşan multidisipliner ekip metodolojiyi oturtmak üzere bir
araya gelmiştir.
Bulgular: Kırk-altı yaşında erkek hasta, son 2 aydır devam eden hırıltılı
solunum ve nefes darlığı yakınmaları ile kliniğimize başvurdu.Özgeçmişinde astım dahil ek hastalık tanısı bulunmuyordu.İlk muayenesi,solunum
fonksiyon testleri normal,metakolinle nonspesifik bronş provakasyon testi
(MCT) ve common prik testleri menfiydi.Toz boya üretimi yapan bir fabrikanın hammadde öğütümü aşamasında 15 yıldır ustabaşı olarak çalışan
olgunun öyküsü iş ile indüklenen,yeni başlayan MA ile uyumluydu.İş yerinden kliniğimize iletilen“Malzeme Güvenlik Bilgi Formu”epoksi reçineleri
içeren polyester ve tozlarına maruziyeti gösteriyordu. Dört hafta süre ile
evde ve iş yerinde 4 saat aralıklarla yapılan seri PEF ölçümleri OASYS yazılım sistemine girildi.Epoksi reçineler ile plasebo kontrollü SICT planlandı.
Laktoz ile negatif plasebo gününü takiben, hasta 2.gün aktif ajan epoksi
reçineye (CAS-No.25068-38-6) 1/1000,1/100,1/10 ve 1:1(v/v) artan konsantrasyonlarda maruz bırakıldı.İşlem süresince SICT kabini içerisindeki
ortam havası partikül konsantrasyonu epoksiler için izin verilen maruziyet
limitlerinin (PEL)altında tutuldu.İşlemde 15dk aralar ile ve takiben 8 saat
boyunca yapılan FEV1vePEF ölçümlerinde değişkenlik %10’u geçmedi.
SICT’i takiben MCT hala menfi olan olguda MA tanısı dışlandı.
Tartışma ve Sonuç: Uluslararası geçerli MA tanı metodolojisi kliniğimizde oturtulmuştur.
Anahtar kelimeler: Mesleki astım, spesifik inhalasyon provakasyon testi (SICT),
translasyonel pulmonoloji
PS-112
Kronik Solunum yetmezliği olan hastalarda
akciğerler, inflamatuvar belirteçler
biomass ve sigara maruziyetinde benzer mi
etkilenir? PİLOT çalışma.
Birsen Ocaklı, Eylem Acartürk Tuncer, Emine Aksoy, Fulya Çiğiltepe,
Sinem Güngör, Selahattin Öztaş, İpek Özmen, Meltem Çoban Ağca,
Cüneyt Saltürk, Nalan Adıgüzel, Zuhal Karakurt
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi,
Solunumsal Yoğun Bakım Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Biomass, sosyokültürel düzeyi düşük ancak vaz geçilemez yakıt maddesi iken sigara bağımlılık yapan, havayolları ve akciğerlerimiz için zararlı gazlar salan keyif verici maddedir. Çalışmada iki maddenin
zararlı gazlarına maruziyette akciğerlerimiz ve inflamatuar belirteçler benzer mi etkilenir araştırma sorusuna cevap arandı.
Yöntem: Geriye dönük vaka kontrol çalışması 2014-15’de Solunumsal
yoğun bakım polikliniğinde takip edilen kronik solunum yetmezliği (KSY)
olan akciğer hastalarında, sigara içmeyen biomass maruziyeti olanlar
(vaka grubu Biomass Grubu) ve yaş ve cinsiyet eşleştirilerek biomass maruziyeti olmayan, sigara içenler (Kontrol Sigara Grubu) çalışmaya alındı.
Hastaların demografik özellikleri, hemogram değerleri, nötrofil lenfosit
oranları (NLO), C-reaktif protein, KSY nedeni, arter kan gazı (AKG), son
bir yıla ait solunum fonksiyon testleri (SFT) hasta dosyalarından kayıt edildi. Gruplar kayıt edilen veriler ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışma döneminde çalışma kriterleri olan Biomass N=51(3
erkek), Sigara=55(4 erkek) hasta kabul edildi. Grupların demografik özellikleri, laboratuvar değerleri Tablo 1 de özetlendi. Sigara ortalama 43p/y
(SD 18). Her iki grup inflamatuar belirteçler yönünden benzerdi. Grupların AKG ve SFT değerleri Tablo 2 de özetlendi. Biomass grubu daha
hiperkarbik, düşük FVC ve tiffanuya sahip idi.
Tartışma ve Sonuç: Biomass maruziyeti yaş ve cinsiyet eşlemesi yapıldığında kadınlarda en az sigara kadar akciğerlere hasar verdiği ve vital kapasite kaybının daha belirgin olduğu gözlenir. Düşük sosyo ekonomik durumda
akciğer vital kapasitenin düşük olması biyomass maruziyeti ile ilişkili olabilir.
Anahtar kelimeler: Biomass, sigara, KOAH, kronik solunum yetmezliği, inflamatorry cells
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
153
POSTER SUNUMLAR
Tablo 1. Grupların arter kan gazı ve solunum fonksiyon değerleri
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
I‘e göre farklı seviyelerde önemli derecede artış gösterdi(p<0.001) ve
GA uygulanan grup III’teki parametreler grup II ye göre önemli derecede
düzelmiştir (p<0,001).İmmünohistokimyasal olarak PGE2, TNF-α, CRP,
SAA, kaspaz-3 ve -9 Grup II’de kontrol grubuna göre önemli derecede
arttı (p<0,001) ve GA uygulanan grup III’teki bu parametreler grup II ye
göre önemli derecede düzelmiştir(p<0,001).
Tartışma ve Sonuç: MTX’in kan dokusunda oksidatif stres ve DNA
hasarına, akciğer dokusunda da oksidatif stres, enflamasyon ve apoptozise
neden olamaktadır.GA bu etkilere karşı koruyucu rol oynamaktadır.
Anahtar kelimeler: Metotreksat, Gallik Asit, Akciğer Toksisitesi, İMA, SAA.
PS-114
Obez ve preobez bireylerde solunum
fonksiyonlarının, fiziksel aktivite düzeyinin
ve yaşam kalitesinin karşılaştırılması
Tablo 2. Grupların arter kan gazı ve solunum fonksiyon değerleri
Rıdvan Aktan1, Sevgi Özalevli2
İzmir Ekonomi Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
1
2
Deneysel Araştırmalar
PS-113
Metotreksatın akciğerdeki enflamasyon
ve apoptotik yolak biomarkırları üzerine
etkisi; gallik asidin rolü
Mustafa Saygın1, Önder Öztürk2, Özlem Özmen3, İlter İlhan4, Taner
Gonca5, Nurhan Gümral1, Hikmet Orhan6
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Isparta
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Burdur.
4
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya, Isparta
5
Isparta Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Isparta.
6
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Isparta
1
2
3
Giriş ve amaç: Çalışmamızın amacı Metotreksat (MTX) kullanımının
akciğerdeki inflamatuvar ve apoptotik yolak biomarkırları üzerine etkisini
ve gallik asidin (GA) rolünü araştırmaktır.
Yöntem: Çalışmamızda 24 adet Wistar Albino erkek rat 3 grup olarak tasarlandı.Grup I:Kontrol grubu; (0,1 ml/oral serum fizyolojik, 7 gün+2. Gün
i.p.).Grup II;MTX grubu (20 mg/kg,i.p, tek doz, 2.gün).Grup III; MTX+GA
grubu (15 mg/kg/oral,7 gün).Kan dokusunda;comet analizi,iskemi modifiye albumin (İMA) düzeyi,akciğer dokusunda histolopatolojik analiz,
total oksidan sistem (TOS), total antioksidan sistem(TAS), oksidatif stres
indeksi(OSI), tümör nekroz faktör alfa,C reaktif protein,serum amiloid A
(SAA),prostaglandin E2 (PGE2), kaspaz 3,-9 immünohistokimyasal olarak
değerlendirildi.
Bulgular: Kan dokusundaki İMA ve comet analizlerinde DNA hasarı,
akciğer dokusunda TOS ve OSI değerleri grup I’e göre grup II’de anlamlı
olarak arttı(p<0,05).GA kan dokusunda DNA hasarını ve İMA düzeylerini azaltttı, akciğer dokusunda ise TOS ve OSI değerlerini anlamlı olarak
azalttı(p<0,05).Akciğer dokusunda histopatolojik bulgular grup II‘de grup
154
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve amaç: Obez ve preobez bireylerde solunum fonksiyonlarının, bireylerin fiziksel aktivite düzeyi ve yaşam kalitesi değerleri ile ilişkisini
araştırmaktır.
Yöntem: Araştırmaya 55 birey dahil edildi (Vücut kitle indeksine (VKİ)
göre; 33 preobez, 22 obez). Bireylerin demografik ve klinik bilgileri kaydedildi. Solunum fonksiyon testleri (SFT); spirometre ile, yaşam kalitesi;
Kısa-Form-36 yaşam kalitesi ölçeği (SF-36 YK) ve obeziteye özgü yaşam
kalitesi ölçekleri ile, fiziksel aktivite düzeyi; uluslar arası fiziksel aktivite ölçeği (IPAQ), dispne şiddeti; modifiye medical research council (mMRC)
skalası ile değerlendirildi.
Bulgular: VKİ değerleri iki grupta anlamlı derecede farklı bulundu (preobez 27.85±0.99, obez 32.05±1.56, p<0.05). Bireylerin yaşları preobez
51.46±9.40, obez 54.00±9.73 idi (p>0.05). Obez bireylerin preobez
bireylere göre FEV1 ve PEF değerlerinde anlamlı derecede olmak üzere
(p<0.05), tüm SFT parametrelerinde azalma olduğu ölçüldü (p>0.05).
Fiziksel aktivite düzeyleri preobez bireylerin 305.61±173.43, obez bireylerin 215.75±136.76 olup, obezlerde daha fazla olmak üzere iki grubun da
inaktif olduğu saptandı (p<0.05). Bireyler SF-36 yaşam kalitesi alt gruplarına göre karşılaştırıldığında, obez bireylerin aleyhinde, fiziksel fonksiyon,
fiziksel rol güçlüğü, vitalite ve emosyonel rol güçlüğü bakımından anlamlı
bir fark bulunmasına rağmen (p<0.05) obeziteye özgü yaşam kalitesi bakımından anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). VKİ değerinin, preobez
bireylerde dispne şiddeti (p<0.05) ve SFT parametreleri (p>0.05) ile ilişkili olduğu, obez bireylerde ise dispne şiddeti ve obesiteye özgü yaşam kalitesi ölçeği ile anlamlı derecede (p<0.05), PEF % değeri, IPAQ ve SF-36
YK kategorileri ile (p>0.05) ilişkili olduğu bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Preobez bireylerde, artan VKİ, bireylerin solunum
fonksiyonlarını etkilemesine rağmen obez bireylerde artmış VKİ ve azalmış
akciğer fonksiyonları bireylerin fiziksel aktivite düzeylerini ve yaşam kalitelerini önemli ölçüde düşürmektedir.
Anahtar kelimeler: obez, preobez, pulmoner, SFT, yaşam,
PS-115
Lokal dekonjestanların trakea ve akciğer
üzerine etkisi
Sertaç Arslan1, Güven Güney2, Buket Demirci3
HİTİT Üniversitesi TıpFakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Çorum
HİTİT Üniversitesi TıpFakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, Çorum
Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Aydın
1
2
3
Giriş ve amaç: Nazal dekonjestanların alt solunum yolu fizyolojik ve
histolojik özellikleri üzerine muhtemel etkileri konusunda kısıtlı bilgi mevcuttur (1). Nazal dekonjestanların alt solunum yoluna ulaşıp kalıcı etkiler
oluşturup oluşturmadıkları net olarak bilinmemektedir. Çalışmamızda nazal dekonjestanların kronik uygulamada sıçan trakeası ve akciğerleri üzerine histolojik etkilerinin ortaya konulması amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamızda 4-6 aylık 60 adet erkek sıçan rastgele 10’arlı
gruba bölündü. Sekiz hafta boyunca günde 2 kez hep aynı taraftaki tek
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
burun deliğine damlalık ile hazırladığımız deneysel ilaçlarımız (Otrivine®
damla, Ksilometazolin, Benzalkolyum, EDTA, Sorbitol çözeltileri) uygulandı. Kontrol grubuna serum fizyolojik uygulandı. Deneyin sonunda trakea
ve her iki akciğer dokuları %10 luk formol içine alındı, patolojik inceleme
ile değerlendirildi
Bulgular: Tüm gruplar incelendiğinde üst solunum yolu inflamasyon
ve bronşial ödem bulgularının ilaç uygulamasından daha çok etkilendiği
görüldü. Sorbitol, xylometazolin, BAC ve EDTA gruplarında bronşlarda
ödem artmış bulundu. Sorbitol uygulanan sıçanların tümünde tip 2 pnömosit artışı saptandı (%60 hafif, %30 orta, %10 yüksek düzeyde artış).
BAC grubunda sıçanların %80’inde tip 2 pnömosit artışı saptandı. Trakea
ve bronş epitelinde dökülme değerlendirildi. Sorbitol grubunun %60’ında,
EDTA grubunun %87.5’inde; Otrivin grubunun %50’sinde etkilenme saptandı. BAC grubunda sıçanların %70’inde, EDTA grubunda %62.5’inde
bronş düz kas hipertrofisi saptandı. Epitelde goblet hücre sayıları karşılaştırıldı. Grupların üst solunum yolu goblet hücre sayıları arasında istatistiki olarak anlamlı farklılık olduğu; ve bu anlamlılığın kontrol-otrivin
(p=0.025) ve kontrol-BAC (p=0.001) grubu karşılaştırmalarından kaynaklandığı belirlendi.
Tartışma ve Sonuç: Dekonjestanların üst solunum yolunda bazı değişikliklere neden olabileceği bilinmekle birlikte; alt solunum yolu üzerinde
de kalıcı etkileri olabileceği akılda tutulmalıdır.
Anahtar kelimeler: Dekonjestan, Xylometazolin, Akciğer, Trakea
POSTER SUNUMLAR
PS-116
Overiyektomize sıçanlarda balık yağı,
D-vitamini ve egzersizin akciğerler üzerine
etkisi
Sertaç Arslan1, Oğuzhan Özcan2, Güven Güney3, Buket Demirci4
HİTİT Üniversitesi, TıpFakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Çorum
Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Hatay
3
HİTİT Üniversitesi, TıpFakültesi, Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, Çorum
4
Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Aydın
1
2
Giriş ve amaç: Menopozun solunum yolu üzerine etkileri ve muhtemel koruyucu ajanlar hakkında sınırlı bilgi mevcuttur. Çalışmamızda balık
yağı, D vitamini ve egzersizin sıçan trakea ve akciğerleri üzerinde menopoza bağlı ortaya çıkabilecek oksidatif strese karşı koruyucu etkileri olup
olmadığının araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Elli adet 3-4 aylık Wistar Albino cinsi dişi sıçan onarlı beş gruba ayrıldı. Genel anestezi altında 40 tanesine ooferektomi yapıldı. Sham
grubuna sadece karın kesisi yapıldı. Ooferektomi (OVX) grubuna 12 hafta
boyunca başka işlem uygulanmadı. Balık yağı (OVX+FO) grubuna haftada bir gavaj ile balık yağı; D Vitamini (OVX+Dvit) grubuna i.p. olarak
haftada bir D vitamini; Egzersiz (OVX+E) grubuna haftada 3 gün 45 dakika treadmill egzersiz uygulandı. 12 haftanın sonunda trakea ve akciğerler
alındı. Trakea ve sağ akciğer histopatolojik inceleme için formaldehidde
saklandı. Sol akciğer -80°C’de saklanarak doku homojenizatında süperoksid dismutaz (SOD),glutatyon peroksidaz (GSH), katalaz ve malondialdehit (MDA) çalışıldı.
Bulgular: Ooferektomi grubunda ortalama goblet hücre sayısı artmıştı. OVX+FO ve OVX+E gruplarında trakeal inflamasyon OVX grubuna
göre daha düşük saptandı. Trakeal epitelde dökülme, peribronşial düz kas
hipertrofisi, peribronşial lenf foliküllerinde artış ve tip 2 pnömosit artışı
bulguları diğer tüm gruplarda (OVX, OVX+FO, OVX+Dvit) değişen miktarlarda artmış bulunurken OVX+E grubu sham grubu ile benzer özellikler
gösterdi. OVX+Dvit, OVX+E ve OVX+FO gruplarında MDA düzeyleri
OVX’den anlamlı olarak daha düşük bulundu. OVX ve OVX+E grubunda
GSH değerleri sham’den anlamlı olarak düşük bulundu. OVX+Dvit grubu
GSH düzeyleri OVX’den anlamlı olarak yüksek bulundu. OVX grubunda
SOD düzeyleri sham’den anlamlı olarak düşük bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Histopatolojik özellikler bakımından egzersiz menopoz akciğerinde en fazla koruyucu etken gibi görünürken doku düzeyinde oksidatif stresi artırıyor olabilir.
Anahtar kelimeler: menopoz, akciğer, oksidatif stres, balık yağı, vitamin d, egzersiz
Şekil 1. Goblet hücre sayıları
Tablo 1. Dokuda GSH &SOD
Gruplara göre etki tablosu
Tablo 1. Gruplara göre etki sayıları için çapraz tablolar
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
155
POSTER SUNUMLAR
Tablo 2. Dokuda MDA & Katalaz
6 – 10 Nisan 2016
PS-118
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Ratlarda radyasyonla oluşturulan akciğer
hasarında cinsiyet temelli farklılıklar
Esra İnan1, Güler Yavaş2, Pınar Karabağlı3, Fatma Hümeyra Yerlikaya4,
Fikret Kanat5, Mecit Süerdem5, Baykal Tülek5
Ağrı Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Ağrı
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Konya
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Konya
4
Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Konya
5
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Konya
1
2
3
PS-117
The possible association of MTHFR C677T,
MTHFR A1298C, PAI-1 4G/5G and ACE I/D gene
polymorphisms with deep vein thrombosis
and pulmonary thromboembolism
Malik Ejder Yıldırım1, Hande Küçük Kurtulgan1, Osman Beton2, Öztürk
Özdemir3, Yusuf Kenan Tekin4
Faculty of Medicine, Department of Medical Genetics, Cumhuriyet University Siva
Faculty of Medicine, Department of Cardiology, Cumhuriyet University Sivas
Faculty of Medicine, Department of Medical Genetics, Canakkale 18 Mart University
Canakkale
4
Faculty of Medicine, Department of Emergency Medicine, Cumhuriyet University Sivas
1
2
3
Background and aim: Deep vein thrombosis (DVT) is the formation
of a blood clot (thrombus) in deep veins and pulmonary thromboembolism (PTE) is a blockage in one of the pulmonary arteries as a complication of venous thrombosis. Some thrombogenic genetic markers may
contribute to the formation of DVT and PTE. We investigated the distribution of MTHFR C677T, MTHFR A1298C, PAI-1 4G/5G, ACE I/D gene
polymorphisms and allelic frequencies in patients with DVT and PTE in
a certain population in Turkey and we analysed the association of aforementioned thrombotic gene polymorphisms with these disorders.
Methods: 157 patients with DVT, 147 patients with PTE and 140
controls were included in this study. Genomic DNA was extracted and
isolated DNA samples were screened for MTHFR C677T and A1298C,
PAI-1 4G/5G and ACE I/D gene polymorphisms using reverse hybridization procedure (Strip assay).
Results: There was an association between MTHFR A1298C polymorphism and PTE. The difference between PTE cases and controls was
significant in terms of MTHFR A1298C genotypes and C allele frequency (P=0.020 and P=0.030). PAI 1 4G/5G polymorphism was associated
with the formation of either DVT or PTE. The frequency of 4G allele was
statistically higher in DVT and PTE cases in comparison with control group
(P = 0.002 and P= 0.015). MTHFR C677T and ACE I/D polymorphisms
were not associated with neither DVT nor PTE (p>0.05).
Conclusions: MTHFR A1298C polymorphism may contribute to the
formation of PTE and it can be thought that PAI 1 4G/5G polymorhism
have relation with the development of either DVT or PTE.
Keywords: Deep vein thrombosis, pulmonary thromboembolism, gene
polymorphism.
156
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve amaç: Radyoterapi torakal bölge malign hastalıklarının tedavisinde önemli role sahiptir. Toraksa yönelik radyoterapi alan hastalarda
gelişen akciğer hasarı etkin radyoterapi dozunun verilmesinde doz kısıtlayıcı faktör olup önemli bir morbidite ve mortalite sebebidir. Radyasyona
bağlı akciğer hasarı gelişimini etkileyen radyasyon dozu, ışınlanan akciğer
volümü, eşzamanlı kemoterapi uygulaması gibi birçok faktör olup cinsiyetin rolü net olarak bilinmemektedir. Bu çalışma ile sıçanlarda oluşturulmuş deneysel akciğer radyasyon hasarı modelinde cinsiyetin radyasyona
bağlı akciğer hasarı gelişiminde bir risk faktörü olup olmadığını göstermek
amaçlandı.
Yöntem: Çalışmada 12 haftalık 31 erkek ve 31 dişi Wistar albino soyunda rat kullanıldı. Gruplar A1:Sham kontrol dişi, A2:Radyoterapi(RT)
alan dişi, A3:Ooferektomi yapılan dişi, A4:Ooferektomi+RT uygulanan
dişi, B1:Sham kontrol erkek, B2:RT alan erkek, B3:Orşiektomi yapılan erkek, A4:Orşiektomi+RT uygulanan erkek olarak düzenlendi. Radyoterapi
gruplarına her iki akciğere yönelik tek doz 12Gy RT verildi. Radyoterapi sonrası tüm gruplar 16 hafta takip edildikten sonra sakrifiye edilerek
akciğer dokusunda hidroksiprolin düzeyi ölçüldü, histopatolojik inceleme
yapıldı ve TGF β1 ekspresyonu bakıldı.
Bulgular: Çalışmamızda radyoterapi verilen tüm gruplarda kontrol
grubu ile kıyaslandığında akciğer dokusu hidroksiprolin içeriğinin arttığı,
histopatolojik değerlendirmede doku hasarı ve pulmoner fibrozis oluştuğu
ve TGF β1 ekspresyonunun arttığı tespit edildi (Tablo 1). Ancak radyoterapi verilen normal dişi ile radyoterapi verilen ooferektomi yapılmış dişi,
radyoterapi verilen normal erkek ile radyoterapi verilen orşiektomi yapılmış erkek, radyoterapi verilen dişi ile radyoterapi verilen erkek sıçanlar
arasında aynı parametreler açısından anlamlı fark bulunmadı (Tablo 1).
Tartışma ve Sonuç: Radyoterapi uygulanan dişi ve erkek rat grupları arasında radyasyon akciğer hasarının histopatolojik ve biyokimyasal
belirteçleri açısından fark olmadığı saptandı, cinsiyetin radyasyona bağlı
akciğer hasarı gelişiminde risk faktörü olmadığı düşünüldü.
Anahtar kelimeler: Akciğer kanseri, hidroksiprolin, radyasyonla oluşturulmuş
akciğer hasarı, radyoterapi, TGFβ-1
Tablo 1. Tüm gruplarda grup içi ve gruplar arası hidroksiprolin, fibrozis ve TGF β1
karşılaştırmaları p değerleri (p<0.05)
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-119
Sağlık Politikaları
Myotonik Distrofili hastalarda solunum
fonksiyon testleri ve kan gazı değerleri
Sedat Kuleci1, Ahmet Evlice2, Filiz Koç2
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Adana
1
2
Giriş ve amaç: Myotonik Distrofi Tip (MD ), erişkinlerde en sık görülen kas distrofilerinden biridir ve prevalansı 3-15/100,000 olarak bildirilmektedir. MD1, otozomal dominant geçişli kalıtsal bir hastalıktır. Hastalık
progresif özellikte olup, kas güçsüzlüğü, kas erimesi ve myotoni ile karakterizedir. Solunumsal bozukluklar bu hastalarda sık görülmektedir ve sıklıkla
restriktif solunum bozukluğu ile hipoksemi görülmektedir. Bu çalışmada
Çukurova Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalı tarafında takip edilmekte
olan MD1 tanılı hastaların solunum fonksiyon testleri (SFT) ile arter kan
gazı (AKG) sonuçlarının değerlendirilmesi planlanmıştır.
Yöntem: Bu çalışmada Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı tarafından takip edilen ve genetik olarak da MD1 tanısı konan 24 hasta çalışmaya alınmıştır. Bu hastalar Göğüs Hastalıkları
Polikliniği’nde solunumsal açıdan değerlendirilmiş ve bu hastalara SFT ile
AKG ölçümleri yapılmıştır.
Bulgular: Hastaların %41,7’si (10/24) erkekti. Hastaların ortalama
yaşı 38,0±7,1 idi. Hastalığın başlama yaşı 30.0±9,9 idi. Hastaların SFT
ölçümleri ortalama %FEV1/FVC:%82,3±6,3; %FEV1=%71,4±20,6;
%FVC=%73,8±21,4; %TAK=%80,1±16,3 ve %RV=%98,4±40,0 olup,
AKG ölçümleri ortalama pO2=78,4±20,7mmHg; SaO2=%93,1±5,6;
pH=7,38±0,02; pCO2=39,4±9,0mmHg ve HCO3=22,9±4,4mEq/dl
olarak bulunmuştur.
Tartışma ve Sonuç: MD1, neden olduğu kas güçsüzlüğü ve myotoni
nedeniyle, hastaların solunum kaslarını da etkileyerek, solunum fonksiyonlarını bozabilmektedir. Bizim çalışmamızda da MD1’li hastalarda restriktif tipte solunum bozukluğu saptanmıştır. Benzer şekilde, restriktif tipte
solunum bozukluğuna bağlı olarak, AKG ölçümlerinde hipoksemik değişiklikler saptanmıştır. Sonuç olarak, diğer tüm nöromusküler hastalarda
olduğu gibi, MD1 tanılı hastaların da SFT ve AKG sonuçlarının düzenli takibi önemli olup, hastalığın ileri dönemlerinde gelişebilecek olan solunum
yemezliğinin erken dönemde saptanmasını sağlayacaktır.
1
1
Anahtar kelimeler: Myotonik Distrofi, restriktif tip solunum bozukluğu, hipoksemi
PS-120
2014 yılında satılan inhaler solunum
ilaçlarını kimler reçeteledi?
Sedat Altın1, Ethem Ünver1, Cengiz Özdemir2, Demet Turan2, Nurdan Kalkan2
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: İnhaler solunum ilaçlarını göğüs hastalıkları uzmanları
dışında diğer branşlarda da reçetelendiği bilinmektedir. Bunun oranlarını
genelde ve alt gruplarda dağılımını araştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: 2014 yılı IMS rakamları ve alt analizleri kullanılarak deskriptif
analizler yapıldı.
Bulgular: 2014 yılında IMS sınıflanmasında R olarak sınıflanan solunum pazarında toplam 233.702.162 kutu ilaç satılmıştır. Bunlardan inhaler
solunum pazarı olarak R03F grubunda 76 adet ilacın 22.846.639 kutusu
satılmıştır. Bu toplam solunum grubu ilaçlarının %9,8’ini oluşturmaktadır.
Bu ilaçların 13.367.323’ünün (%58,5) aile hekimliği, 6.724.149’unun
(%29,4) göğüs hastalıkları 2.755.167’sinin ise (%12,1) diğer uzmanlık dallarınca (54 ilaçla 2.157.727’sini iç hastalıkları uzmanları, 26 ilaçla
438.839’unun çocuk hastalıkları uzmanları, 15 ilaçla 71.116’sını kardiyolog,7 ilaçla 15.470’inin KBB uzmanları yazıldığı bildirilmiştir.
76 preparatın 27’sinin inhaler, 22’sinin toz kapsül, 17’si diskus, 10’unun
turbohaler şeklinde piyasada mevcut olduğu görüldü.
22.846.639 kutunun 9.245.336’sının inhaler (ÖDİ) 8.292.621’inin toz
kapsül, 3.924.677’sinin diskus, 1.384.005’inin turbohaler olarak reçetelendiği görüldü.
Tartışma ve Sonuç: 2014 yılında hastalarımıza yazılan inhaler grubu
ilaçların 1/3’ünden azını göğüs hastalıkları uzmanları reçetelemiştir.
Anahtar kelimeler: Solunum sistemi, ilaç, reçeteleme, uzmanlık dalları
PS-121
Aile Hekimliği Sistemi Çöktü mü?
Sedat Altın1, Ethem Ünver1, Handan Altın2, Aysel Erdoğan1
Tablo 1. MD1’li hastaların SFT ve AKG ölçüm sonuçları
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
ÖZELLİK
N
ORTALAMA
STANDART SAPMA
YAŞ
BAŞLAMA YAŞI
HASTALIK SÜRESİ
%FEV1/FVC
%FEV1
%FVC
%TAK
%RV
pH
pO2
pCO2
HCO3
SaO2
24
24
24
23
23
23
17
17
10
10
10
10
10
38,0
30,0
7,9
82,3
71,4
73,8
80,1
98,4
7,38
78,4
39,4
22,9
93,1
7,1
9,9
7,3
6,3
20,6
21,4
16,3
40,0
0,02
20,4
9,0
4,4
5,6
Giriş ve amaç: 2009 yılında tüm Türkiye’de yürürlüğe konulan Aile
Hekimliği sistemi üzerinden 7 yıl geçtiğinden beklenen faydayı sağlayıp
sağlamadığını araştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: 2015 yılı ilk 10 aylık dönemde Sağlık Bakanlığı Sağlık-Net2
verileri ile illerdeki 1. Ve 2.3 basamak muayeneleri karşılaştırıldı.
Bulgular: 2015 Ocak-Kasım aylara arasında 10 ayda ülkemizde
503.213.769 sağlık tesislerine müracaat olmuş, bunun 188.561.561’i
(%37,5) aile hekimliği sistemine, 314.652.208’i (%62,5) ise, 2. Ve 3. Basamak kurumlarımıza gerçekleşmiştir.
İller bazında bakıldığında ise, sadece Mersin (%52,5) ve Malatya
(%56,9) illerimizde aile hekimliği muayene oranı, hastane başvuru oranını
geçmiştir.
Aile hekimi sayısı 2015 Kasım ayı itibariyle, 22.467 klinisyen uzman
hekim sayısı ise, 32.437olup aile hekim başına 8.393 muayene düşerken
uzman hekim başına 9.701 muayene düşmektedir.
Tartışma ve Sonuç: Halkımızın aile hekimliği sistemi güveninin olmaması ve sevk zincirinin ihdas edilmemesi nedenleriyle sağlık hizmet
yükünün, tıpkı sağlık ocağı sisteminde olduğu gibi 2/3’ünü hastaneler
üstlenmişlerdir. Acilen sevk zinciri uygulamasına geçilmesi gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: aile hekimliği, illere göre dağılım
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
157
POSTER SUNUMLAR
PS-122
Hangi Bölgemizde Yaşayanların Akciğerleri
Daha Hasta?
Sedat Altın1, Ethem Ünver1, Seda Tural2, Handan Altın2
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
2023 yılı beklenen verilerine göre göğüs hastalıkları uzman ihtiyacı
hemen hemen tüm insangücü hesaplamalarına göre 3.500 civarında bulunmuştur ve 1600 civarında göğüs hekimi açığının 2023 yılında kapatılabilmesi için yılda eğitim kurumlarımıza 200 civarında göğüs hastalıkları
asistanı alınmalıdır.
Anahtar kelimeler: insangücü, göğüs hastalıkları uzmanı, hesaplama
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
Giriş ve amaç: Ülkemizin 7 bölgesinden solunum sistemi hastalıkları
hastalık yükünün araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: : Sağlık Bakanlığı Sağlık-Net2 verileriyle ülkemizin bölgeleri
arasında solunum sistemi hastalık kodlarıyla başvuran hasta sayıları üzerinden deskriptif tanımlamalar yapıldı.
Bulgular: 2015 ilk 5 ayında toplam 111.981.663 hastane başvurusu
olmuştur. Bunun 23.776.707’si (%21,3) solunum sistemi hastalık kodlarıyla kodlanmıştır. Toplam poliklinik olarak en fazla poliklinik 31.428.217
(%28) ile Marmara Bölgesi’nde gerçekleşmiştir. Solunum polikliniği de
6.379.928 (%20,3) ile yine Marmara bölgesinde olmuştur. Nüfus açısından ise, Marmara’da toplam nüfusun %30,4’ü yaşamaktadır.
Nüfusa göre oranlandığında, Karadeniz bölgesinin gerek toplam poliklinik, gerekse de solunum polikliniği oranı açısından diğer bölgelerden daha
fazla hastanın olduğu saptanmıştır.
Güneydoğu Anadolu bölgesinde sayısal olarak hem solunum polikliniği hem de toplam poliklinik sayısı açısından sondan 2. Olmasına karşın,
nüfusa oranlandığında toplam poliklinik oranı içinde solunum polikliniği
oranı %23,6’sı ile bu bölgemizde mevcuttur.
Öte yandan solunum sistemi tanıları açısından bakıldığında, astım ve
KOAH tanıları alan hastaların oranlarına göre ise, Batı Karadeniz bölgesinde (Zonguldak, Bartın, Kastamonu, Karabük,Çankırı, Sinop, Samsun,
Tokat, Çorum, Amasya) %5,31 ile en fazla olduğu bölgedir.
Tartışma ve Sonuç: Nüfusa göre güneydoğu Anadolu bölgesinde
yaşayan halkımızın, sayısal olarak ta Karadeniz bölgesinde yaşayanların
akciğerleri daha fazla hastalanmaktadır. Bunda sağlığın sosyal bileşenlerini
irdelemek gerekecektir.
PS-124
İkametgahı Dışında Muayene olan
Solunum Sistemi Hastalarının İllere Göre
Karşılaştırması
Sedat Altın1, Ethem Ünver1, Thery Sibemona2, Esra Günaydın2, Şeyma
As2, Ömer Faruk Demir1
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Sedat Altın, Nurdan Kalkan, Zeynep Binnaz Yıldırım, Demet Turan, Pelin
Karadağ, Fatma Işıl Uzel
Giriş ve amaç: Solunum sistemi hastalarının illerimizde tedavi olma
oranlarını araştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: 2014 yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık-Net2 verileri kullanılarak illere göre başka illere giden solunum sistemi ICD 10 kodu almış (J00-J99)
hasta sayıları karşılaştırıldı.
Bulgular: 2014 yılında 8.539.584 göğüs hastalıkları uzmanlarına kayıtlı muayenin 5.602.313’ü (%65,6) solunum sistemi ICD10 kodlarıyla
yapılmıştır.
Bu muayenelerin %10,7’si (601.428) ikamet dışı il dışında, %37,5’u
(2.100.776) kendi ilçesi dışında gerçekleşmiştir. İl dışı muayenelerin en
yüksek olduğu ilk 10 ilimiz, Tunceli (%25,9), Gümüşhane, Çankırı, Bayburt, Muş, Hakkari, Artvin, Ağrı, Sinop ve Kırşehir (%16,3) olarak sıralanmıştır. En az il dışı muayeneye giden illerimiz ise, %3,9 ile Balıkesir,
Kütahya, Muğla, Çanakkale, Konya, Denizli, Gaziantep, Hatay, Trabzon,
Adana (%6,2) olarak gerçekleşmiştir.
Solunum sistemi tanıları yönünden bakıldığında ise, en fazla il dışına
başvurunun solunum sisteminin süpüratif ve nekrotik hastalıkları, %16, 4
ile interstisyel hastalıklar ve %15,8 ile plevra hastalıkları kodlarıyla olduğunu, en az başvurunun ise, %7,7 ile akut alt solunum yolu hastalıkları nedeniyle olduğu görülmüştür. Kronik alt solunum yolu hastalıkları (KOAH,
astım ve bronşektazi) nedeniyle %8,3 oranında hastanın ikameti dışındaki
ilde muayene olduğu hesaplanmıştır.
Tartışma ve Sonuç: 2014 yılında solunum sistemi hastalığı tanısı
konulan yaklaşık 10 hastadan birinin ikameti dışındaki bir ilde muayene
olmasının nedenleri tartışılmalı ve göğüs hastalıkları uzman atamalarında
bu kriter de dikkate alınmalıdır.
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Anahtar kelimeler: ikametgah, solunum sistemi, muayene
Anahtar kelimeler: akciğer hastalıkları, coğrafi bölge
PS-123
2023 yılında Göğüs Hastalıkları Uzman Sayısı
İdeali Ne Olmalıdır?
Giriş ve amaç: Son yıllarda göğüs hastalıkları hasta sayıları beklenilenden daha hızlı artmaktadır. Aile hekimliği sistemi maalesef yeterince
etkili olamamıştır. Buna karşılık, göğüs hastalıkları asistan sayıları düşürülmüştür. Çeşitli insangücü yöntemleriyle 2023 yılında olması gereken
göğüs hastalıkları uzman sayısını araştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: Sağlık Bakanlığı Sağlık Net2 verileri ile TÜİK nüfus projeksiyonları kullanılarak, insangücü hesaplama modelleri ile çeşitli yöntemlerle
2023 yılı göğüs hastalıkları uzman ihtiyacı belirlendi.
Bulgular: 2014 yılı gerek prevalans çalışmaları, gerekse de Sağlık Bakanlığı ve SGK verileriyle halen 4.850.000 civarında olduğu hesaplanan
15 yaş üstü göğüs hastası sayısının 2023’te 15 yaş üstü nüfusun %15 artacak olması, ortalama yaşam süresinin erkekte 75,8, kadında 80,2 yıla çıkacak olması, 65 yaş ve üzerindeki nüfusun 5,7 milyon kişiden (toplam nüfusa oranı %7,5) 8,6 milyon kişiye (%10,2) yükselecek olması nedenleriyle
2023’te beklenen hasta sayısının 6.790.000’e çıkması beklenmektedir.
Hasta sayısına göre yapılan hesaplamada 3607 uzmana gereksinim olduğu görüldü. Nüfusa göre yapılan hesaplamada ise, 3586 uzmana ihtiyaç
olduğu saptandı. İşyüküne dayalı hesaplama ile ise, 3532 uzman gereksinimi olacağı hesaplandı.
Halen 1927 göğüs hastalıkları uzmanının aktif olarak çalıştığı ve bunların 1285’inin Sağlık Bakanlığı hastanelerinde çalıştığı dikkate alınmalıdır.
Tartışma ve Sonuç: Ülkemizde göğüs hastalıkları uzman sayısı halen mevcut işyüküne, nüfusa, hasta sayısına göre hesaplandığında yaklaşık 1600 uzman civarında eksiktir. Son 7 yılda göğüs hastalıkları işyükü
%94 artış gösterirken, göğüs hastalıkları uzman sayısı yalnızca %28 artış
göstermiştir.
158
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-125
POSTER SUNUMLAR
Tablo 1.
Acil ve Göğüs Hastalıkları polikliniğine
Başvuran Suriyeli Mültecilerin Başvuru
Tanıları
Şerif Kurtuluş1, Zafer Hasan Ali Sak2, İrfan Eser3
Ceylanpınar Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Şanlıurfa
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa
3
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Şanlıurfa
1
2
Giriş ve amaç: Son beş yıldır Suriye’de devam eden savaş milyonlarca insanın göç etmesine neden olmuştur. Mülteciler kamplarda ve kentlerde barınmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti tarafınca geçici koruma kapsamındadır. Sağlık hizmetleri de ücretsiz bir şekilde sağlanmaktadır.
Bu çalışma; kampta yaşayan Suriyeli Mültecilerin Acil ve Göğüs Hastalıkları Polikliniğine başvuru yapan hastaların, aldıkları tanıların, değerlendirmesi yapılması amaçlanmıştır.
Yöntem: 21000 nüfuslu Suriyeli Mültecilerin barındığı Ceylanpınar
çadır kampında, 01.01.2015 – 30.12.2015 tarihleri arasında Acil polikliniği ve Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran hastaların aldıkları tanılar geriye dönük olarak Fonet İşletim Sistemleri kullanılarak incelendi.
Hastalıkların sınıflandırmasında ICD-10 kullanıldı. Veriler yüzdelik oranlar
şeklinde hesaplandı.
Bulgular: Ceylanpınar Çadır kamp Hastanesi Acil Polikliniğine müracaat eden hastalar; 0 günlük bebek ile 106 yaş aralığında olup yaş ortalaması 39.7’dir. Toplam 188660 hasta başvuru yapmış olup bunların
90183’ü (%47.80) Erkek, 98477’si (%52.19) Kadın’dır. Göğüs Hastalıkları
polikliniğine müracaat eden toplam hasta sayısı 2374’dir. Bunların 961’i
(%40.48) Erkek, 1413’ü (%59.51) Kadındır (Tablo 1). Suriyeli Mültecilerin
aldıkları tanı yüzdeleri Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşları ile kıyaslandı (Tablo 2).
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma; şehirleşmenin getirdiği sosyal ve çevresel sorunların olmadığı, doğa ile iç içe olan ve kendine has sosyal ve
çevresel değişkenlerin izlendiği, sağlık ve diğer hizmetlere ulaşımın ücretsiz
olduğu bir popülâsyonda yapılması yönüyle şehirlerde yapılan çalışmalara
kıyas imkânı sunacaktır. Çalışmamızda Göğüs Hastalıkları yönünden Pnömoni ve KOAH tanı oranı yüksekliği dikkat çekmektedir. Her ne kadar çadır kamplarda sağlıklı ve ideale yakın yaşama ortamı sağlansa da savaşın
fizyolojik ve psikolojik etkilerinden kurtulmaları zaman alacaktır.
Anahtar kelimeler: göğüs hastalıkları, hastalık, savaş, Suriyeli mülteciler, tanı,
Türkiye
ICD kodu ve tanı
34-Bronş ve akciğer
malign neoplazmı
C61-Prostat malign
neoplazmı AKCİĞER
METASTAZI
R06.0-Dispne
R07.4-Göğüs ağrısı
G47.3-Uyku apnesi
I86.8-Varikoz venleri
(DVT+)
I26-Pulmoner Emboli
J01-Akut sinüzit
J06.9-Akut üst solunum
yolu enfeksiyonu
J18.9-Pnömoni
A15.0 –Akciğer
Tüberkülozu
J20-Akut bronşit
J30.2-Mevsimsel allerjik
rinit
J44-Kronik obstrüktif
akciğer hastalığı
J45-Astım
J47-Bronşiektazi
J84.1-İntersitisyel
akciğer hastalığı
J90-Plevra efüzyonu
J93.8-Pnömotoraks
K21-Dispepsi - Reflü
M79.1-Miyalji
M40.0-Postural kifoz
S22-Kaburga(lar),
sternum ve torasik
omurga kırıkları
E45-Gelişme
Z32-Gebelik testi
Z33-Gebelik durumu
Q76.6-Kaburgaların
konjenital
malformasyonlar
Diğer Başvurular
TOPLAM Başvuru
Ceylanpınar Devlet
Hastanesi Göğüs
Hastalıkları
Polikliniğine
başvuran Suriyeli
Mülteciler
3
% Oran
Çadırkamp
hastanesi acil
semt polikliniğine
başvuran Suriyeli
mülteciler
% Oran
0.126
0
0.000
1
0.042
2
0.001
3
273
3
6
0.126
11.500
0.126
0.253
66
796
0
2
0.035
0.422
0.000
0.001
9
243
65
0.379
6.024
2.738
3
1325
54221
0.002
0.702
28.740
345
7
14.532
0.295
284
0
0.151
0.000
164
58
6.908
2.443
4996
662
2.648
0.351
252
10.615
511
0.271
443
7
1
18.660
0.295
0.042
1817
0
0
0.963
0.000
0.000
8
20
60
49
1
7
0.337
0.842
2.527
2.064
0.042
0.295
3
10
20157
11888
0
5
0.002
0.005
10.684
6.301
0.000
0.003
15
45
44
2
0.632
1.896
1.853
0.084
503
4081
3089
2
0.267
2.163
1.637
0.001
340
2374
14.322
100.000
84237
188660
44.650
100.000
Tablo 2.
ICD kodu ve tanı
J18.9-Pnömoni
J44-Kronik obstrüktif
akciğer hastalığı
Diğer Başvurular
Toplam Başvuru
Ceylanpınar
Devlet Hastanesi
Göğüs Hastalıkları
Polikliniğine
başvuran Suriyeli
mülteciler
% Oran
Ceylanpınar
Devlet Hastanesi
Göğüs Hastalıkları
Polikliniğine
başvuran T.C
vatandaşı
345
% Oran
14.532
284
1.443
252
10.615
511
2.596
1777
2374
74.853
100.000
18887
19682
95.961
100.000
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
159
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-126
Suriyeli Mülteciler ile Türkiye Cumhuriyeti
Vatandaşlarının Anksiyete Oranları
kıyaslaması
Şerif Kurtuluş1, Zafer Hasan Ali Sak2, İrfan Eser3
Ceylanpınar Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları Şanlıurfa
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa
3
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Şanlıurfa
1
2
Giriş ve amaç: Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre; Sağlık; bireyin bedenen, ruhen ve sosyal olarak tam bir iyilik hali olarak tanımlanmaktadır. Savaşların bedenen, ruhen ve sosyal yönden yarattığı tahribat
kalıcı olabilmektedir. Dünyanın muhtelif coğrafyalarında ve komşu ülke
Suriye’de yaşanan savaş insanların sağlığını ciddi düzeyde etkilemektedir.
Bu çalışma; savaş mağduru mülteciler ile sınır illerde yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Anksiyete oranları kıyaslanması
amaçlanmıştır.
Yöntem: Gerek çadır kent gerekse ilçe merkezinde yaşayan Suriyeli
mülteciler ile Sınır ilçesi olan Ceylanpınar da yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının, 01.01.2015 – 30.12.2015 tarihleri arasında Acil ve
Göğüs Hastalıkları polikliniği başvuruları, geriye dönük Fonet işletim sistemi kullanılarak incelendi.
Çeşitli semptomlar ile başvuran ve Anksiyete Bozukluğu tanısı alanlar,
yüzdelik oranlar şeklinde hesaplandı.
Bulgular: Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran Suriyeli mülteci
sayısı 2374 kişi, Göğüs Hastalıkları polikliniğine başvuran Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayısı 19682 kişi, Çadır Kent Acil Semt polikliniğine
başvuran Suriyeli mülteci sayısı 170161kişi, Ceylanpınar Devlet Hastanesi
Acil Polikliniğine başvuran Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı sayısı 245188
kişi idi. (Tablo 1)
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma; mültecilere ne kadar ideale yakın
yaşama ortamı sağlansa da; savaş mağduru mültecilerin ruhen sağlıklı olmadıklarını göstermektedir.
Ancak savaşın etkilerine tanıklık eden ve sınır ilçede yaşayan Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşlarının da bu savaştan etkilendiği görülmektedir. Bu
etkilenme savaşın içinden gelen mültecilere göre daha fazla düzeydedir.
Her iki grupta da Kadın cinsiyetin Erkek cinsiyete göre daha çok Anksiyete yaşadığını göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Anksiyete, Kadınlar, Savaşa Sınır Kentler, Suriyeli Mülteciler,
Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı
Tablo 1. Suriyeli mülteciler ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının anksiyete oranları
kıyaslaması
Başvuru niteliği
Anksiyete bozu
kluğu tanısı
Göğüs Hastalıkları polikliniğine
35 kişi (%1.474)
Başvuran Suriyeli Mülteciler
Göğüs Hastalıkları polikliniğine
Başvuran Türkiye Cumhuriyeti
313 kişi (%1.590)
vatandaşı
Çadır Kent Acil Semt Polikliniğine
385 kişi (%0.226)
başvuran Suriyeli Mülteciler
Ceylanpınar Devlet Hastanesi Acil
Polikliniğine başvuran Türkiye
1225 kişi (%0.499)
Cumhuriyeti Vatandaşı
Anksiyete bozukluğu
tanısı kadın oranı
Toplam Başvuru
25’i Kadın (%1.053)
2374
239’u Kadın (%1.214)
19682
223’ü Kadın (%0.131)
170161
863’ü Kadın (%0.351)
245188
PS-127
2014 yılı Poliklinik Muayenelerinin ve
Yatışların Hasta İkametine ve ICD10
Kodlarına göre Oranları
Sedat Altın1, Ethem Ünver1, Ertan Murat2
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Erzincan Verem Savaş Dispanseri, Erzincan
1
2
Giriş ve amaç: Sevk zincirinin olmadığı ülkemiz sağlık sisteminde
ICD10 kodlarına göre ikametgah dışında muayene olmuş olan poliklinik
hastalarının oranlarını araştırmak amaçlandı.
160
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Yöntem: 2014 yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık-Net verileri ile ICD-10 kod
gruplarına göre tanı almış hastaların, ikamet ettikleri ilçe, il ve ildışı muayene sayıları oranlanarak hastalıklara göre farklılıkları araştırıldı.
Bulgular: 2014 yılında toplam 614.980.541 muayenenin
419.506.814’i (%68,2)ikamet ettiği ilçelerde gerçekleşirken, 144.774.812
(%23,5) kayıtlı olduğu ilde yapılmıştır. 50.698.915 (%8,2) muayene ise, il
dışında gerçekleşmiştir.
ICD10 kod tanı gruplarına göre bakıldığında, malignite grubunda il
dışı muayene %23,1, konjenital malformasyon grubunda %14,3 oranlarıyla en yüksek grupları oluşturmuştur. 50.698.915 il dışı muayenenin
8.621.569 (%17) Z00-Z99 (Sağlık servisleriyle temas ve sağlık durumunu etkileyen faktörler), 7.824.031 (%15,4) J00-J99 (solunum sistemi) ve
5.642.163 (%11,1) M00-M99 (Kas, iskelet ve bağ dokusu hastalıkları) tanısını aldıkları saptandı.
2014 yılında yatışı yapılan 10.952.114 hastanın da 4.923.876 (%45)’i
kendi ilçesinde yatırılırak tedavi olurken 4.511.840 (%41,1) kendi ilinde
yatırılmıştır. 1.516.398 (%13,8) hasta ise, ildışında yatış almıştır. ICD 10
koduna gore yatış gruplarından il dışı en fazla yatışın onkolojik hastalıklarda (%25,8) ve göz hastalıklarında (%19,7) gerçekleştiğini hesapladık.
Tartışma ve Sonuç: ülkemiz genelinde hastalarımızın %8’i poliklinik
nedeniyle, %14’e yakını da yatış nedeniyle kendi ikamet ettikleri il dışına
çıkmışlardır. Hekim ve hastane yatağı düzenlemelerinde bu verilere gore
planlama yapılmalıdır.
Anahtar kelimeler: poliklinik, yatış, il dışı sevk
Akciğer ve Plevra Malignitelerİ
PS-128
Prognostik nutrisyonel indeksin küçük
hücreli dışı akciğer kanseri sağkalımına
etkisi
Feyyaz Kabadayı, Dilek Ernam, Ülkü Aka Aktürk, Makbule Özlem Akbay,
Erhan Oğur
Süreyyapaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Son yıllarda sistemik inflamatuar yanıtın kanser gelişiminde önemli bir role sahip olduğu gösterilmiştir. Çeşitli inflamatuar
parametreleri içeren indeksler kanser hastalarında prognozu belirlemede
kullanılmıştır. Bunlardan prognostik nutrisyonel indeks (PNİ)’in tümörün
orjininden bağımsız olarak prognostik öneme sahip olduğu bildirilmiştir.
Çalışmamızda KHDAK olgularının PNİ değerleri ile ortalama ve progresyonsuz sağ kalım arasındaki ilişkisiyi araştırmayı amaçladık
Yöntem: Retrospektif kohort çalışması olarak düzenlenen çalışmamızda hastanemizde takip edilen 231 olgunun dosyaları incelendi.Demografik
özellikler, klinik, histopatolojik, radyolojik, laboratuar ve tedavi parametreleri kaydedildi. Onodera ve ark tarafından sunulan basitleştirilmiş PNİ
formülünü (10xalbumin + 0,005xlenfosit sayısı/mm3) kullandık.Çalışma
olgularımızda survinin belirlenmesinde PNİ için ROC eğrisi analizi yapılarak cut-off “42.2” seçilmiştir.
Bulgular: Hastaların 205’i (%88.7) erkek, 26’sı (%11.3) kadın olup
107 (%46.3) olguyla adenokarsinom en sık saptanan histopatolojik tiptir. Hastaların medyan yaşı 60 (34-82) yıldı. Akciğer kanseri için önemli
bir risk faktörü olan sigara kullanımı %91,8 olarak saptandı. 231 olgunun
ortanca sağ kalım süresi 469.03 ±296.14 gün olarak bulundu. Olguların
progresyonsuz sağ kalım süresi 350.84 ±270.94 gün olarak bulundu. PNİ
gruplarının ortalama sağ kalımları kıyaslandığında; 1. grubun ortalama
sağ kalımı 408.47 gün, 2. grubun ortalama sağ kalımı 529.06 gün olup
istatiksel olarak anlamlı olarak farklılık saptandı (p:0.002). PNİ gruplarına
göre olguların yaşam süreleri arasında log rank (Mantel-Cox) testi ile kıyasandığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p:0.008).
Tartışma ve sonuç: Çalışmamızda genel ve progresyonsuz sağ kalımda tedavi öncesi düşük PNİ değerinin diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak kötü prognostik faktör olduğu gösterilmiştir.Buna göre PNİ’nin
KHDAK’de sistemik inflamatuar yanıtın bir belirteci olarak prognozu ön
görmede kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri, prognostik nutrisyonel
indeks, prognostik faktörler, sağ kalım, evre.
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-130
Tablo 1. PNİ gruplarının karşılaştırılması
Kilo kaybı
Metastaz
Progresyonsuz sağ kalım
Ortalama sağ kalım
Grup 1
PNİ <42,2
n(%)
Grup 2
PNİ ≥42.2
n(%)
p değeri
35(30.4)
58(51.8)
325.9-gün
408.4-gün
17(14.7)
43(38.1)
375.4-gün
529-gün
0.004
0.019
0.16
0.002
PS-129
2014 yılında Erzincan’da İkamet eden
Akciğer Kanserli Olguların Sürvileri
Ethem Ünver, Sedat Altın, Hasan Ölmez, Ömer Faruk Demir, Gülseren Pektaş
Erzincan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Giriş ve amaç: Akciğer kanserli hastalarımızın ortalama 1 yıl yaşadıkları bilinmektedir. 2014 yılında Erzincan’da yaşayan akciğer kanserli
hastaların sürvilerini araştırmak amaçlanmıştır.
Yöntem: Sağlık Bakanlığı Sağlık-Net2 verileri ve Nüfus İdaresi Ölüm
verilerinden faydalanarak 2014 yılı içerinde ülkemizin herhangi bir yerinde konulmuş olsa bile akciğer kanseri tansı almış hastalar çalışmaya dahil
edildi. Tanı konulduktan sonra ölüme kadar, 21.12.2015 tarihi itibariyle
yaşayanlarda ise, o tarihe kadar geçen süre alınarak sürvileri ay olarak hesaplandı. Sürvi analizi Kaplan Meier Yöntemiyle yapıldı. Karşılaştırmalar,
log-rank ile, etkileyen faktörler ise, Cox’s proportional hazards regression
modeli kullanılarak yapıldı.
Bulgular: 2014 yılında Erzincan ikametli 143 hastaya akciğer kanseri
teşhisi konulmuş ve tedavileri yapılmıştır. 110’u erkek, 33’ü ise, kadın olan
hastalarımızın Yaş ortalaması 64,0± 11,9 erkeklerde 64,0 ± 11,63 kadınlarda 63,5 ± 12,83 olarak hesaplanmıştır.
21.12.2015 tarihi itibariyle 64 hastanın sağ, 79 hastanın ise öldüğü tesbit edilmiştir. Erkek hastalardan 46’sı(%41,8), kadın hastalardan ise 18’i
(%54,5) bu tarih itibariyle yaşamaktaydı. 2 yıllık sağkalım oranı, KaplanMeier analizine göre %39, ortanca sağkalım 15 ay (%95 GA: 10.5-19.5
ay) oarak hesaplandı.
Ortanca sağkalım süreleri erkeklerde 13, kadınlarda 22 ay olup aradaki
fark anlamlı değildi (p= 0.21). Yaş gruplarına göre de, sağkalım farkı istatistiksel olarak gösterilemedi (p=0.14). Yaş, sürekli bir değişken olarak analiz
edildiğinde de, yine, sağkalım üzerinde etkili olarak bulunmadı (p=0.30,).
87’sinin teşhisi Erzincan’da konurken 29’unun İstanbul’da, 14’ünün
Ankara, 5’inin Erzurum 3’ünün Bursa, 2 Malatya, 1’er İzmir, Antalya ve
Kayseri’de teşhis konulduğu saptanmıştır.
143 hastanın7’sine (%) cerrahi tedavi uygulanmış olması, vakaların ileri
evrede yakalandığının göstergesi olarak söylenebilir. 45’ine kemoterapi,
4’üne de radyoterapi uygulanmıştır.
Akciğer kanserli hastaların 91’i (%64) merkezden, 13’ü Üzümlü ve 12’si
de Refahiye ilçesindendi. Merkezdekilerin ortalama sürvisi 11,8 ay, ilçelerdeki hastaların ortalama sürvisi ise, 11,3 ay olarak hesaplandı. İlçelerdeki
hastaların yaş ortalaması 65,9, merkezdekilerin ise 63 olarak bulundu.50
ilçelerdeki hastaların 21’i (%42) halen sağ, merkezdeki 93 hastadan da
43’ü (%46,2) sağdır.
Tartışma ve Sonuç: Erzincan’da ikamet eden akciğer kanserli hastalarımız da ortanca sürvi 15 ay olarak bulundu. Hastalarımızın hala ileri
evrede başvurmaları da, sağlık erişiminin çok artmasına karşın yeterince
etkin olunamadığının bir diğer göstergesidir.
Anahtar kelimeler: akciğer kanseri, sürvi,
Mahalle Mahalle İstanbul’un Akciğer
Kanseri Haritası
Sedat Altın1, Cengiz Özdemir2, Levent Karasulu2, Ethem Ünver2
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: 2014 yılında İstanbul’da teşhis konulmuş 7.610 akciğer kanserli hastanın ilçe ve mahalle bazında dağılımını yaparak, sıklığı
etkileyen faktörleri araştırmak amacıyla bu çalışma gerçekleştirilmiştir.
Yöntem: Sağlık Bakanlığı Bilgi İşlem verileriyle 2014 yılında İstanbul’da
C34 koduyla takip ve tedavisi yapılan hastaların demografik özellikleri karşılaştırıldı. İlçe nüfusları, cins ve yaş gruplarına karşılaştırılırken TÜİK tarafından verilen mahalle nüfuslarına göre de, mahallelerin akciğer kanseri
prevalanslarına bakıldı.
Bulgular: 2014 yılında İstanbul’da 10.011 hastaya akciğer kanseri teşhisi konulmuş, ancak bunların 7.610’u (%76,1) İstanbul’da ikamet
etmekte olduğu saptandı. Bunların 5.747’si (%75,5) erkek, 1.863’ü ise,
kadındı. Hastaların %42,1’i 65 yaş ve üstü yaş grubunda, %34’ü 55-64
yaş grubundaydı.
Nüfusa göre oranladığımızda, prevelans 100.000’de 52,9 ile Türkiye
ortalamasının biraz altında bulundu. Erkeklerde 100.000’de 79i6i kadınlarda ise, 100.000’de 26 olarak hesaplandı. En yüksek prevalans 65 yaş
üstü erkeklerde 100.000’de 694,2 bulundu.
İlçelere göre sınıflandırdığımızda ise, 100.000’de 213,6 ile Beykoz ilçesi en fazla, 83,4 ile Küçükçekmece en az kanser prevalansına sahip ilçelerimizdi. Nüfus piramidinde genç ve çocuk nüfusun daha fazla oranda
olduğu ilçelerde (Esenyurt, Sultangazi, Küçükçekmece gibi) prevalans en
düşük, Beykoz, Maltepe, Kartal ve Kadıköy gibi yaşlı nüfusun daha fazla
oranda olduğu ilçelerde ise prevalans daha yüksekti. Cinsiyet açısından
erkeklerde Beykoz 100.000’de 345,4 ile birinci sırada, kadınlarda da Kadıköy 100.000’de 112,5 ile ilk sırada yer almıştır. Başakşehir 117,7 ile erkeklerde en sonda, Arnavutköy ise, 25,3 ile kadınlarda en sonda yer almıştır.
İstanbul’da 937 muhtarlık mevcuttur ve bunların nüfusları 13 ile 59.399
arasında değişmekte olup en büyük mahalleler, Bahçelievler, Ataşehir ve
Küçükçekmece’de mevcuttur. Buna karşın en fazla akciğer kanserli hasta
bildiriminin olduğu mahalleler ise, 72 hastayla Ataşehir İçerenköy, 57 hastayla Maltepe Bağlarbaşı, 56 hastayla Maltepe Zümrütevler, 45’er hastayla
Kadıköy Bostancı, Göztepe, Kozyatağı olarak sıralanmıştır.
Yaşayan nüfusa oranladığımızda ise, 100.000’de 307,9 ile Beykoz Paşabahçe, 100.000’de 257,2 ile Fatih Küçükayasofya, 221,9 ile Beykoz
Gümüşsuyu, 206,9 ile Beykoz Yalıköy ve 201,9 ile de Beykoz Kanlıca
sıralanmıştır.
Tartışma ve Sonuç: İstanbul’da mahallelere göre akciğer kanserli vakalarını sıraladığımızda Anadolu yakasında Beykoz, Kadıköy, Maltepe, Avrupa yakasında ise, Fatih ilçesinin mahallelerinde daha fazla vaka bildirimi
yapılmıştır. Bunun nedenlerine yönelik epidemiyolojik çalışma yapılması
uygun olacaktır.
Anahtar kelimeler: akciğer kanseri, mahalle, ilçe, prevalans
PS-131
Malign Plevral Mezotelyomalı Toplam 17
Olgunun Retrospektif Analizi
Hıdır Esme1, Ercan Kurtipek2, Mustafa Karaağaç3, Yaşar Ünlü4,
Taha Tahir Bekçi2
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Cerrahisi Kliniği, Konya
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği, Konya
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Kliniği, Konya
4
Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Kliniği, Meram/Konya
1
2
3
Giriş ve amaç: Malign Plevral Mezotelyoma (MPM) son yıllarda giderek artan sıklıkla rastlanılan ve asbest ile doğrudan ilişkisi olan bir tümördür. Ortalama sağkalım süresi oldukça kısa olan bu tümörlerde erken tanı
oldukça önemlidir. Ülkemizde de, bazı bölgeler, bu kanser için predispozan
olan asbestten zengin topraklar içermektedir. Bizim de çalıştığımız bölge
içersinde özellikle Ereğli yöresi, bu topraklardan oldukça zengin bir bölgedir. Bu yüzden bizde, hastanemizde 2012-2015 yılları arasında yatarak
tetkik ve tedavi edilen MPM’lı 17 olguyu, retrospektif olarak değerlendirip,
kongrede sunmayı amaçladık.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
161
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Yöntem: Malign Plevral Mezotelyoma tanısı almış olan olgular, retrospektif olarak incelenmiştir.
Bulgular: Olguların 13’ü ölü (%54 K, %46E), 4’ü ise sağdı
(%50K,%50E). Tanı koyulduğu andan itibaren, ortalama sağkalım süresi
5.3 ay olarak bulundu. Halen yaşamını sürdürenlerde ise bu süre 8.7 ay
olarak saptandı. Tüm olgular içersinde epiteloid tip mezotelyoma %76 ile
en sık gözlenen subgrup oldu. Bunu bifazik tip izlerken (%18), sarkomatoid tip en az izlenen gruptu (%6).
Tartışma ve Sonuç: Ülkemizdeki yapılan çalışmalara paralel olarak,
bizim olgularımızda da kadın hakimiyeti mevcuttu. Bununda kadınların
çevresel asbest maruziyetine daha fazla maruz kalması ile ilişkili olduğunu
düşünmekteyiz. Özellikle ülkemiz gibi asbest maruziyetinin çok fazla olduğu bölgelerde, göğüs ağrısı ile gelen kişilerde mutlaka mezotelyoma akla
getirilmelidir.
Anahtar kelimeler: Mezotelyoma, Epiteloid, Sarkomatoid
Tablo 1. Olguların Demografik Verileri
CİNSİYET/YAŞ/EX-SAĞ
E/33/EX
E/89/EX
E/67/EX
K/71/EX
K/74/EX
E/75/EX
K/45/EX
K/67/EX
K/42/EX
E/58/EX
K/35/EX
E/69/EX
K/78/EX
E/53/SAĞ
K/50/SAĞ
E/81/SAĞ
K/60/SAĞ
Anahtar Kelimeler: akciğer kanseri, erken tanı, ekshale soluk havası, VOC
TANI
YAŞAM SÜRE
EPİTELOİD
EPİTELOİD
EPİTELOİD
SARKOMATOİD
EPİTELOİD
EPİTELOİD
EPİTELOİD
EPİTELOİD
EPİTELOİD
MİKST
MİKST
EPİTELOİD
EPİTELOİD
EPİTELOİD
EPİTELOİD
MİKST
EPİTELOİD
4 AY 1 GÜN
22 GÜN
2 AY 5 GÜN
7 AY 27 GÜN
5 AY 24 GÜN
6 AY 1 GÜN
13 AY 21 GÜN
2 AY 23 GÜN
2 AY 4 GÜN
7 GÜN
8 AY 13 GÜN
10 AY 7 GÜN
5 AY 9 GÜN
5 AY 1 GÜN
9 AY 9 GÜN
10 AY 27 GÜN
9 AY 20 GÜN
PS-132
AKCİĞER KANSERİNİN ERKEN TEŞHİSİ İÇİN
NEFESTE BİYOMARKER TAYİNİNE YÖNELİK
İNVAZİV OLMAYAN YÖNTEM GELİŞTİRİLMESİ [Ege
Üniversitesi Translasyonel Pulmonoloji
Araştırma Grubu (EgeTPAG)]
Levent Pelit1, Tuncay Göksel2, Tuğberk Nail Dizdaş1, İlknur Bağatir1,
Füsun Pelit1, Özlem Göksel2, Hasan Ertaş1, Burak Ordin3, Arif Gürsoy3,
Durmuş Özdemir4, Haydar Soydaner Karakuş2, Münevver Erdinç2, Fatma
Nil Ertaş1
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, Analitik Kimya Bölümü, İzmir
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
3
Ege Üniversitesi Fen Fakültesi, Matematik Bölümü, İzmir
4
İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Kimya Bölümü, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Akciğer kanserinin düşük doz BT taramasındaki yüksek yanlış pozitiflik sorununu çözebilmek amacıyla yeni yöntemlerin arayışları devam etmektedir. Modern analiz teknikleri sayesinde ekshale soluk
havasında saptanabilir hale gelen uçucu organik bileşikler (VOC) akciğer
kanseri tanısına yönelik bir biyomarker olabilir. Bu çalışmanın amacı akciğer kanserinin tanısında ekshale soluk havasında biyomarker özellik taşıyabilecek VOC’lerin saptanmasıdır.
Yöntem: TUBİTAK (Proje no:113 Z 672) tarafından desteklenmekte
olan prospektif olgu kontrol çalışmasına yeni tanı akciğer kanserli hastalar alınmıştır. Kontrol grubuna astımlı hastalar ve sağlıklı gönüllüler dahil
edilmiştir. Olguların ekshale soluk havası örnekleri katı faza mikroözütleme
(SPME) yöntemine uygun, merkezimiz tarafından dizayn edilen spesifik
bir cihaz ile Soluk Havası Laboratuvarımızda toplandı. Katı adsorban fiber
162
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
üzerine önderiştirilen VOC’ler Analitik Kimya Laboratuvarımızda gaz kromatografisi kütle spektroskopisi (GC-MS) inlet bloğuna yerleştirilerek termal desorpsiyon ile kromatografik olarak analiz edildi. Buna ilaveten ticari
olarak satın alınan ve laboratuvar ortamında hazırlanan SPME fiberleri de
kullanılarak ek analizler de gerçekleştirildi.
Bulgular: Toplam 67 akciğer kanserli ile kontrol grubundaki 69 olgu
analize alınmıştır. Tüm olguların soluk havası VOC düzeyleri WEKA
veri madenciliği paket programında kanserli-sağlıklı ayırımı yapabilmek
için, Random Forest (%70.42), Random Tree(%72.68), Multi Layer
Perceptron(MLP) (%74.56), Logistic (%70.36), Naive Bayes (%50.27) ve
Neural Network (NN) (%86.44) sınıflandırma algoritmaları kullanılarak
analiz edildi.
Tartışma ve sonuç: Çalışmanın ön değerlendirme sonuçları kullanılan
sınıflandırma algoritmalarından NN sınıflandırma algoritmasının soluk havası VOC karışımının kanserli hastalarda belirgin farklı sinyal düzeyine sahip olduğunu ortaya koyabildiğine ve böylece yeni tanı alan kanserli hastaları kontrol grubundan belirgin olarak ayırabildiğine işaret etmektedir.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-133
Ekstratorasik Malignitelerin Endobronşial
Metastazlarının Bronkoskopik Tedavisi
Volkan Karaçam1, Kemal Can Tertemiz2, Eyüp Sabri Uçan2, Ali Karakılıç1,
Aydın Taşdöğen3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı
1
2
Giriş ve amaç: Akciğer dışı malignitelerin %1,1-5’inde endobronşiyal/
endotrakeal metastazlar görülebilir. Böbrek, meme ve kolon kanserleri en
sık endobronşial metastaz yapan tümörlerdir. Semptomlar primer akciğer
kanserine benzerdir. Trakeal metastazlarda nefes darlığı ön planda olabilir.
Endobronşial metastazların tedavisi hastanın performansı, tümör lokalizasyonu ve tipine göre radyoterapi, kemoterapi ve girişimsel bronkoskopik
teknikleri kapsamaktadır. Endobronşial tedavi uygulanan akciğer dışı endobronşial metastazı olan olguların klinik verilerini ve sağ kalım durumlarını araştırmayı planladık.
Yöntem: Akciğer dışı malignitelerin endobronşial metastazına yönelik endobronşial tedavi uygulanan olguların verileri retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Toplam 5 olgunun verileri retrospektif olarak incelendi. Olgulardan ikisine ikişer kez girişim uygulanmıştı. Olguların tamamı erkekti.
En sık görülen semptom nefes darlığı idi. Tüm olgular primer maliginitesine yönelik tedavi almış ve tedaviye yanıtsız olgulardı. Olguların sadece
trakea ve ana bronşlardaki lezyonlarına yönelik endobronşial tedaviler
uygulanmıştı. Tüm işlemlerde rijit ve fiberoptik bronkoskopi birlikte kullanılmıştı. Tabloda olguların özellikleri gösterilmektedir.
Tartışma ve Sonuç: Ekstratorasik malignitelerin endbronşial metastazları nadir görülmesine rağmen ciddi semptomlarla seyrebilir. Özellikle büyük hava yollarına olan metastazlarda semptomlar daha şiddetli
olmaktadır. Seçilmiş olgularda endobronşial tedavilerle hava yolunun
açık tutulması sağlanarak semptomatik iyileşmenin yanında diğer tedavi yöntemlerinin uygulanabilmesini sağlayarak sağ kalıma katkıda bulunabilmektedir. Ayrıca sarkom gibi radyoterapi ve kemoterapiye dirençli
malignitelerde palyasyon amacı ile uygulanabilir. Endobronşial tedavide
seçilecek yöntem, kişisel deneyim ve eldeki olanaklar göz önüne alınarak
seçilmelidir. Özellikle tam obstrüksiyon gelişmeden girişim uygulanması
başarıyı artırabilir.
Anahtar kelimeler: Endobronşial Metastaz, Endobronşial Tedavi, Ekstratorasik
Maligniteler
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Olguların özellikleri
Yaş
Girişim
sayısı
Sağ
kalım
2
Eksitus
2
Sağ
Koter
1
Sağ
Karina
Koter
1
Sağ
Trakea, parankim
Koter
1
Sağ
Semptom
Lokalizasyon
62 İğsi hücreli sarkom
Dispne
Trakea, parankim
65
Malign melanom
Dispne
Renal hücreli
karsinom
Kolon
adenokarsinom
Mide
adenokarsinom
Dispne,
hemoptizi
Sol ana bronş,
parankim
Sağ ana bronş,
parakim
Dispne
Dispne,
hemoptizi
42
80
56
Primer tümör
Tablo 1. Erken mortaliteyi etkileyen faktörler
Tedavi
Koter, rezektör
balon
Koter, rezektör
balon
PS-134
Malign plevral efüzyonlu küçük hücreli
dışı akciğer kanserinde erken mortalitenin
değerlendirilmesi
Nevin Taci Hoca1, Gülçin Sarı2, Özge Şafak1, Nermin Çapan1
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Dr. Nafiz Körez Sincan Devlet Hastanesi, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Maling plevral efüzyonlu (MPE) küçük hücreli dışı
akciğer kanserinde erken mortaliteyi etkileyen faktörlerin saptanması
amaçlanmıştır
Yöntem: Ocak 2010 - Kasım 2015 tarihleri arasında, küçük hücreli dışı
akciğer kanseri tanısı alan ve sitolojik olarak MPE tespit edilen 102 hasta
retrospektif olarak incelendi. Erken mortaliteyi etkileyen faktörler araştırılmak üzere 90 günden önce eksitus olanlar grup I, 90 gün ve üzerinde
eksitus olanlar grup II olarak kabul edildi. Gruplar Kikare ve Student-t testi
yöntemleriyle karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya alınan 102 hastanın %82,4’ü erkek, (n:84)
%17,6’sı kadın (n:18) idi. MPE’nin en sık nedeninin %69,6 (n:71) ile
adenokarsinom olduğu saptandı. 102 hastanın ortanca sağkalım süresi
108 gündü. Hastaların 47’si (%46,1) Grup I, 55’i (%53,9) Grup II‘de yer
almaktaydı. Sıvının sağda lokalize oluşu, aktif sigara içimi, artmış nötrofil
düzeyi, nötrofil/lenfosit oranının ≥ 5 olması, ECOG ≥2 olması, artmış
LDH düzeyleri ve azalmış serum albümin-total protein, plevra albümintotal protein düzeyleri, lenfosit düzeyi erken mortaliteyi etkileyen faktörler
olarak bulundu (tüm değerler için p<0,05). Cinsiyet, yaş, histopatolojik
alt tipi, uzak metastaz varlığı, kilo kaybı, efüzyon miktarı, plöredez tedavisi
alıp almadığı, serum sodyum ve kalsiyum düzeyi, plevral glukoz ve ADA
düzeylerinin erken mortaliteye etki etmediği saptandı (tüm değerler için
p>0,05).
Tartışma ve Sonuç: Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde MPE varlığı
prognozu olumsuz etkilemektedir. Sıvının sağda lokalize oluşu, aktif sigara
içimi, artmış nötrofil /lenfosit oranı, serum LDH düzeyi ve ECOG, azalmış
serum albümin-total protein, plevra albümin-total protein düzeyleri, lenfosit düzeyi erken mortaliteyi etkileyen faktörler olarak saptandı.
Anahtar kelimeler: Malign plevral efüzyon, küçük hücreli dışı akciğer kanseri,
erken mortalitenin
Özellikler
Yaş (yıl)
Cinsiyet (erkek/kadın)
Sıvılokalizasyonu (sağ-sol)
Aktif sigara kullanan hasta
Nötrofil (adet/mm3)
Lenfosit (adet/mm3)
Nötrofil/lenfosit ≥5
ECOG ≥2
Serum albümin (g/dL)
Serum total protein (g/dL)
Plevra albümin (g/dL)
Plevra total protein (g/dL)
Grup 1
(n:47)
Grup 2 (n:55)
P
66.2 (±11)
42/5
35/10
42
8961±3117
1185±583
34
28
3.09±0.5
6.2±0.7
2.3±0.5
4.0±0.8
65.3 (±10)
42/13
30/25
40
6435±5473
1577±791
18
12
3.60±0.5
6.6±0.6
2.8±0.6
4.5±0.9
.6
.08
.01
.03
.007
.006
.000
.000
.000
.002
.000
.008
PS-135
Akciğer Kanserli Hastalar Büyükşehirlerde
mi Tedavi Ediliyor?
Sedat Altın1, Ethem Ünver1, Mehmet Akif Özgül2, Levent Cansever2,
Necati Çıtak2
Erzincan Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Erzincan
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: 2014 yılında akciğer kanseri (C34) teşhisi konulmuş
hastalar, ikametlerine göre tedavi gördükleri illere göre karşılaştırılması
yapılarak tedavilerinin büyükşehirlerde yapılma oranlarını karşılaştırmak
amaçlandı.
Yöntem: 2014 yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık-Net2 verilerinden faydalanılarak akciğer kanseri tanısı konulmuş hastaların ikametgah adresleri ile tedavi oldukları sağlık kurumunun bulunduğu iller, kurumun cinsi ve tedavi
gördükleri uzmanlık alanına göre karşılaştırmalar yapıldı.
Bulgular: 2014 yılında Akciğer kanseri tanısı almış 41.129 hastanın
dökümleri yapıldı. Hastalarımızın 32.703’ü (%79,5) erkek, 8.426’sı ise
kadın’dı. Bunların 3.535’i (%8,6) yatırılırken tedavi görmüştür. Hastalarımızın ikamet ettikleri yerde teşhis ve tedavi olma yüzdesi %76,6 olarak
gerçekleşti. İkametgahlarına göre bakıldığında ilk 10 ilimiz,7799 (%19)
hasta ile İstanbul, 2.107 (%5,1) hasta ile Ankara, 2.122 (%5,1) hasta
ile Bursa, 1.599 (%3,9) hasta ile İzmir, 1.309 (%3,2) hasta ile Balıkesir,
1.144 (%2,8) hasta ile Adana, 1.051 (%2,6) ile Kocaeli, 1.046 (%2,5)
ile Samsun, 1.006 (%2,4) ile Aydın, 808 (%2) ile Mersin yer alırken, en
az akciğer kanserli hastaya sahip illerimiz, 31 hastayla Kilis, 35 hastayla
Bayburt, 43 hastayla Hakkari, 48 hastayla Gümüşhane ve 62 hastayla
Tunceli olmuştur.
En az oranda tanı konulan iller Kilis (%12,9), Gümüşhane (%16,7),
Şırnak (%19,2), Çankırı (%20,2) ve Siirt (%21,6) olarak sıralanırken en
yüksek oranda tanı konulan illerimiz 10.011 (%128,4) hasta ile İstanbul, 3.459 (%164,2) hasta ile Ankara, 2.587 (%121,9) hasta ile Bursa,2.034 (%177,8) hasta ile Adana, 1.680 (%105,1) hasta ile İzmir olarak
sıralanmıştır.
Nüfusa göre akciğer kanseri prevelans oranlarında en yüksek illerimiz
100.000’de 151 ile Bilecik, 121 ile Sinop, 120 ile Bartın, 112 ile Kırklareli
ve 110 ile Balıkesir olurken, en düşük prevelanslı illerimiz ise, 100.000’de
16 ile Hakkari, 16 ile Şanlıurfa, 20 ile Şırnak, 22 ile Adıyaman ve 24 ile
Kilis olarak sıralanmıştır.
Tartışma ve Sonuç: 2014 yılında akciğer kanserli hastalarımızın yaklaşık ¾’ü ikametgahlarında tanı konurken, düşük nüfuslu illerimizin hastalarının daha çok bölge hastanelerinin olduğu büyükşehirlerde tanı ve
tedavi oldukları görülmüştür.
Anahtar kelimeler: akciğer kanseri, ikametgah, tanı, tedavi
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
163
POSTER SUNUMLAR
Çocuk Göğüs Hastalıkları
PS-136
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tartışma ve Sonuç: Taramada IRT yüksekliğinin anlamlı kabul edilip
hastaların ter testi normal olsa bile belirli bir süre takip edilmesinin tanı için
önemli önemli olduğu ve bu sürede bulguların ortaya çıkabildiği görüldü.
Anahtar kelimeler: Kistik fibrozis, yenidoğan, tarama programı
Tekrarlayan wheezingi olan infantlarda
vitamin D düzeyi
Ali Özdemir1, Dilek Doğruel2, Özlem Yılmaz1, Remzi Oktay1, Filiz Adım1
Mersin Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi, Pediatri Kliniği, Mersin
2
Adana Başkent Üniversitesi, Pediatri Kliniği, Adana
1
Giriş ve amaç: İnfant döneminde tekrarlayan wheezing etiolojisi viral enfeksiyonlar, atopi, küçük hava yolu çapı gibi etmenlere bağlanmıştır.
Son yıllarda vitamin D eksikliğinin de tekrarlayan wheezing patogenezinde
rol oynayabileceği bildirilmiştir. Ancak bu konuda yeterli araştırma yoktur.
Bu nedenle çalışmamızda, erken çocukluk döneminde tekrarlayan wheezingi olan hastalarda vitamin D düzeyi araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamıza Eylül 2014 ve Aralık 2014 tarihleri arasında yaşları 9-24 ay arasında 3 veya daha fazla tekrarlayan wheezingi olan infantlar ile aynı dönemde ve yaş aralığında kontrol grubu olarak alınanlar dahil
edilmiştir. Vücut vitamin D yeterliliğini gösteren serum 25-hidroksi vitamin
D [25(OH)D] düzeyleri karşılaştırılmıştır. Çalışmada tekrarlayan wheezingi
olan hastalar modifiye astım prediktivite indeksi (APİ) kriterlerine göre pozitif ve negatif olarak gruplandırılmıştır.
Bulgular: Çalışma grubunda toplam 186 tekrarlayan wheezingi olan
hasta ve kontrol grubunda ise118 sağlıklı olgu çalışmaya dahil edilmiştir.
APİ negatif grupta en düşük serum 25(OH)D düzeyi (n=121; 22.71±10.76
ng/mL) bulunurken APİ pozitif grupta da (n=65; 24.08±9.02 ng/mL)
kontrol grubuna göre serum 25(OH)D düzeyi (26.24±11.88 ng/mL) düşük saptanmıştır (p<0.05). Vitamin D eksikliği (<20 ng/mL) APİ negatif
grupta %52.1 (p<0.01), APİ pozitif grupta ise %38.5 (p<0.05) bulunmuş
ve kontrol grubuyla (%31.4) karşılaştırıldığı zaman istatistiksel olarak anlamlı yüksek gözlenmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Vitamin D düzeyleri her iki wheezing fenotipinde
de infant döneminde düşük gözlenmiştir. Tekrarlayan wheezing etiopatogenezinde vitamin D eksikliği rol oynayabilir. Ancak bu konuda daha fazla
araştırmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: astım prediktivite indeksi, tekrarlayan wheezing, vitamin D
PS-137
Konya İli KistikFibrozis Tarama Programı ve
İlimizde Kistik Fibrozis İnsidansı
Sevgi Pekcan1, Şule İzgi2, Hasan Öznavruz2, Meltem Energin1
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları
Konya Çocuk, Ergen, Kadın ve Üreme Sağlığı Hizmetleri Şubesi
1
2
Giriş ve amaç: Kistik fibrozis otozomal resesif geçişli bir hastalık olup
ülkemizde insidansının 1/2500-1/3000 olduğu düşünülmektedir. Ocak
2015 tarihinden itibaren T.C. Sağlık Bakanlığı tarama programına alınmış
olup program kapsamında IRT yüksekliği tesbit edilen tüm yenidoğanlar
ter testi yapılmak üzere Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi çocuk göğüs hastalıkları kliniğine yönlendirilmektedir
Yöntem: Ocak 2015 tarihinden itibaren T.C. Sağlık Bakanlığı tarama
programına alınmış olup program kapsamında IRT yüksekliği tesbit edilen
tüm yenidoğanlar ter testi yapılmak üzere Necmettin Erbakan Üniversitesi
Meram Tıp Fakültesi çocuk göğüs hastalıkları kliniğine yönlendirilmektedir
Bulgular: Konya ilinde 1Ocak 2015- 31 Aralık 2015 tarihleri
arasında(Suriyeli göçmenlerin doğumları dışında) 36285 sayıda canlı bebek doğdu. Sağlık Bakanlığı yenidoğan KF taramasında IRT yüksekliği
tesbit edilen 118 çocuğa ter testi yapıldı. Bir yılda 15 hasta tarama ile KF
tanısı aldı.
5 hasta makroduct yöntemiyle ter testi 90mEq/L üstünde tesbit edilerek
tanı alırken; 2 hastanın ter testi ara değerdeydi (60-90) ve takipte biri
pseudo-Bartter(PSB), diğeri gaitada yağ pozitifliği ve vitaminA düşüklüğü
tesbit edilerek tanı aldılar. Ter testi normal olan 6 çocuk(IRT yükek) ise ilk
gelişlerinde ailelerine hastalık hakkında bilgilendirilip takibe alındı bunlardan 4’ü PSB nedeniyle, ikisi ise kilo alamama gaytada yağ pozitifliği ve
yağda eriyen vitaminlerin düşüklüğü ile ilk 3 ay içinde kistik fibrozis tanısı
aldı. Bir çocukta IRT’i normal olmasına rağmen 7 aylıkken PSB ile gelip
KF tanısı aldı. Konya ilinde sonuçlar ile KF insidansı 1/2268 olarak tesbit
edildi.
164
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-138
Kistik fibrozisin ilk bulgusu ‘ağır anemi’:
Altta yatan ne?
Tuğba Şişmanlar1, Ayşe Tana Aslan1, Mehmet Köse2, Sevgi Pekcan3, Fatih
Süheyl Ezgü4, Işıl İrem Budakoğlu5, İdil Yenicesu6
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs
Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
2
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk
Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Kayseri
3
Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları
Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Konya
4
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk
Metabolizma ve Genetik Bilim Dalı, Ankara
5
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıp Eğitimi Anabilim Dalı, Ankara
6
i Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Hematoloji
Bilim Dalı, Ankara
Giriş ve amaç: Ağır anemi Kistik fibroziste başlangıç bulgusu olarak
nadir bildirilmiş bir durumdur. Bu çalışmada Kistik Fibroziste ilk bulgu olarak ağır anemi sıklığı ve nedenleri ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
Yöntem: 2006-2015 yılları arasında üç ayrı Çocuk Göğüs Hastalıkları
merkezinde 231 Kistik Fibrozis tanısı ile takipli hasta ağır anemi sıklığı ve
risk faktörleri açısından gözden geçirildi. Anemiyi etkileyebilecek yaş, cinsiyet, ilk altı ay beslenme durumu, pankreatik yetmezlik olup olmaması,
mutasyon tipi, vitamin A, E albümin düzeyleri değerlendirildi. İlk bulgu
olarak ağır anemiyle başvurup solunum sistemi yakınması olmayan Kistik
Fibrozisli hastaların klinik ve laboratuvar bulguları diğer Kistik Fibrozisli
hastalarla karşılaştırıldı.
Bulgular: On yedi hastanın (%7) başlangıç bulgusu solunum sistemi
yakınması olmaksızın ağır anemi idi. Anemi ile başvuran hastaların ortalama yaşları 3,15±0,30 ay, diğer hastaların ortalama yaşı ise 22,12±2,88
idi. Anemi ile başvuran grupla diğer grubun verileri karşılaştırıldığında
başvuruda hastaların yaşları ve albümin düzeyleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark saptandı (p<0.001). Vitamin E ve A düzeyleri açısından
gruplar arasında fark yoktu. Anemi grubunda ortalama hemoglobin değeri
5,59±0,21 g/dl idi ve solunum sistemi yakınmalarının ağır anemiden ortalama 6,3 ay sonra ortaya çıktığı görüldü.
Tartışma ve Sonuç: İlginç olarak ağır anemi ve kontrol grubu arasında
beslenme şekli, vitamin A, E düzeyleri, pankreatik yetmezlik olup olmaması, mutasyon tipi açısından fark saptanmadı. Erken bebeklik döneminde
ağır anemi Kistik Fibrozisin ilk bulgusu olabilmektedir. Ağır anemiyle başvuran bebeklerin ayırıcı tanısında Kistik Fibrozis akılda tutulmalıdır. Anemi
solunum sistemi yakınmalarından aylar önce ortaya çıkabilmektedir.
Anahtar kelimeler: ağır anemi, kistik fibrozis, infant
PS-139
Toraks BT-Anjiografi persistan solunum
sistemi yakınması olan konjenital kalp
hastalıklı çocuklarda yararlıdır
Tuğba Şişmanlar1, Ayşe Tana Aslan1, Çiğdem Öztunalı2, Sedef Tunaoğlu3,
Deniz Oğuz3, Serdar Kula3, Emine Betül Derinkuyu2, Öznur Boyunağa2
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Göğüs
Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
2
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk
Kardiyoloji Bilim Dalı, Ankara
Giriş ve amaç: Konjenital kalp hastalıklarında solunum sistemi yakınmaları görülebilir.
Yöntem: Solunum sistemi yakınması olan konjenital kalp hastalıklı çocuklar gözden geçirildi. Persistan solunum sistemi yakınması olan hastalar
vasküler yapılar ile havayolu ilişkisi açısından değerlendirildi.
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bulgular: Konjenital kalp hastalığı ile takipli 253 hasta solunum sistemi
yakınması nedeniyle çocuk göğüs hastalıkları polikliniğinde izleme alındı,
62 hastanın persistan solunum sistemi yakınması mevcuttu. Persistan solunum sistemi yakınması olan hastalardan 10 (%16) tanesinin yakınması
başka nedenlerle açıklanamadığı için bronkoskopi ve BT-Anjiografi yapılıp
vasküler bası saptandı.
Persistan solunum sistemi yakınması olan hastaların ortalama yaşları
4,8±7,6 idi. Bu hastalarda kompleks kardiyak anomaliler vardı. Hastalardan üçü daha önce kardiyak anomali nedeniyle opere olmuştu. En sık
bulgu uzamış vizing ve aynı lobda tekrarlayan pnömoni idi. Üç hastada
bronkoskopi ile bası bulgusu saptandı. BT-Anjiografi ile altı hastada genişlemiş pulmoner arterin, bir hastada genişlemiş pulmoner venin, bir hastada genişlemiş ventrikülün, bir hastada genişlemiş kalbin ve bir hastada
genişlemiş inen aortanın trakea ya da bronşlara bası yaptığı gösterildi.
Bu hastaların hepsi doğumdan itibaren konjenital kalp hastalığı tanısıyla
takip ediliyor olmasına rağmen hava yolu basısı ortalama 4,8 yıl sonra tanı
aldı. Başvurudan önce ekokardiyografi ya da konvansiyonel anjiografi yapılmış olmasına rağmen bu hastalarda hava yolu bası tanısı BT-Anjiografi
ile konuldu.
Tartışma ve Sonuç: Kalp ya da vasküler yapılar basınç ya da akım değişiklikleri sonucunda genişleyip torasik yapılara bası yapabilir. Bu hastalar
kardiyak anomali açısından anjiografi ile değerlendirilirler ancak anjiografi ile vasküler yapıların torasik yapılarla ilişkisi değerlendirilememektedir.
Persistan solunum sistemi yakınması olan konjenital kalp hastalığı olan
çocuklar vasküler yapıların ya da kalbin torasik yapılara basısı açısından
Toraks BT-Anjiografi ile değerlendirilmelidir
Anahtar kelimeler: konjenital kalp hastalığı, çocuk, BT-Anjiografi, vasküler bası
PS-140
Bronşektazinin genetik sebepleri: primer
immün yetmezlikler
Semiha Bahçeci Erdem1, Sait Karaman1, Hikmet Tekin Nacaroğlu1, Selçuk
Yazıcı2, Canan Şule Karkıner1, Esra Toprak Kanık2, Nesrin Gülez1, Demet
Can2, Ferah Genel1
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Balıkesir
TC Sağlık Bakanlığı İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve
Araştırma Hastanesi, İzmir
1
POSTER SUNUMLAR
PS-141
Havayolu Hemanjiomları: Çok Merkezli Takip
Sonuçları
Tuba Koçkar1, Nilay Baş İkizoğlu2, Emine Atağ2, Zeynep Seda Uyan3,
Yasemin Gökdemir2, Sedat Oktem1
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Kocaeli
1
2
3
Giriş: İnfantil hemanjiomlar, en sık görülen çocukluk çağı tümörüdür.
Sıklıkla baş ve boyun bölgesinde bulunan infantil hemanjiomlardan özellikle havayolunda yer alan subglottik hemanjiomların yol açtığı solunum
problemlerini çözebilmek için erken tanı ve tedavisi gereklidir.
Amaç ve METHOD: Subglottik hemanjiom vakalarının demografik özellikleri, tanı ve tedaviye yaklaşımın değerlendirilmesi. Bu amaçla 3 merkez
tarafından takip edilmiş toplam 8 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: 8 hastadan 3’ü erkek (%37.5), 5’i kız (%63.5) idi. Tanı yaşı
ortalaması 5.2 ± 5.4 ay (1-17 ay) idi. Takip süresi ortalama 18,6±16
ay (3-48 ay) idi. 7 hastanın (%87,5) başvuru semptomu stridor iken, 1
hastanın (%12,5) hemoptizi idi. Hemanjiomlarının 7 tanesi subglottik bölgede, 1 tanesi trakeal yerleşimli idi. Hastaların tümüne tanı fleksibl bronkoskopi ile konulmuşken, 8 hastanın 4’üne ek tetkik olarak boyun bölgesi
görüntülemesi, magnetik rezonans(MR) ile yapılmıştı. 7 tanesi medikal
olarak, 1 tanesi laser eksizyon uygulaması ile cerrahi olarak tedavi edildi. Medikal tedavi olarak 3 hastada (%37.5) propronalol+prednisolon, 2
hastada (%25) propronalol+metilprednisolon, 1 hastada (%12,5) sadece
metilprednisolon ve 1 hastada sadece propranolol (%12,5) tercih edilmiş
idi. Hastaların tümünde medikal tedavi devam etmekteydi. Takip süreleri
boyunca 8 hastadan 5’i semptomsuz olarak izlenirken, 3 hastanın aralıklı
hırıltı şikayetlerinin özellikle üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında olmak üzere hala devam ettiği tespit edildi.
Sonuç: Başvuru semptomu stridor olan özellikle süt çocukluğu döneminde havayolu hemanjiomları ayırıcı tanıda yer alması gereken bir sebep
olup, erken tanı ve tedavisi önem taşımaktadır. Tedavisi sıklıkla medikal
olmakla birlikte uygun vakalarda cerrahi yaklaşımlar alternatif tedavi yöntemleri arasında yer almaktadır.
Anahtar kelimeler: havayolu, hemanjiom, fleksibl bronkoskopi
2
Giriş ve amaç: Gelişmiş ülkelerde kistik fibroza sekonder bronşektazi
(BE) daha ön planda iken, az gelişmiş ülkelerde ise kistik fibroz dışı BE’ler
daha sık görülmektedir. Çalışmalarda kistik fibroz dışı BE olgularının %9%33,8’inin PİY olduğu bildirilmektedir. Bu çalışmada kistik fibroz dışı BE
tanılı hastalardan PİY tanısı alan olguların retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: 1995-2016 yılları arasında Dr. Behçet Uz Çocuk Hastanesi
Çocuk Göğüs Hastalıkları Polikliniği’mizde klinik bulguları, akciğer grafisi
ve /veya akciğer tomografisi ile BE olduğu doğrulanmış 116 kistik fibroz
dışı BE olgusundan İmmünoloji polikliniği’mizce PİY tanısı alan olgular
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Toplam 116 bronşektazili olgunun 16’sı (%13,8) PİY tanısı
almıştır. Olguların 2’si kız, 14’ü erkektir. Tüm PİY’li olgular içinde kombine
immün yetmezlik %43,7 (n=7), primer antikor eksiklikleri %37,5 (n=6),
fagositer sistem defekti %12,5 (n=2), genetik sendrom ve immün yetmezlik %6,2 (n=1) olarak saptanmıştır. Tüm olgularda BE her iki akciğer bazal
segmentlerde olup 4 olguda sağ orta lobda da BE belirlenmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Kistik fibroz dışı BE’li hastalarda PİY akla getirilmelidir. Bu hastaların tanı, tedavi ve izleminde multidisipliner yaklaşım
önemli olup genellikle iyi bir fizik muayene, öykü ve basit laboratuvar testleri ile PİY tanısı konulabilmektedir. İmmün yetmezliklerin erken tanı ve
tedavisi yaşam kurtarıcı olabildiği gibi akciğer hasarı gibi komplikasyonları
engelleyerek hastaların yaşam kalitesini arttırmaktadır.
Anahtar kelimeler: Genetik sebepler, Kistik fibroz dışı bronşektazi, Primer immün
yetmezlikler,
PS-142
Çocuklarda Edinsel Havayolu
Malformasyonları: Olgu Serisi
Tuba Koçkar1, Rukiye İrem Yekeler2, Sedat Oktem1
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş: Solunum semptomlarına yol açan üst solunum yolu obstruksiyonları konjenital ve edinsel olabilmektedir. Subglottik stenoz çocuklarda
üst solunum yolu obstrüksiyonlarının en sık nedenlerinden biridir. Bu durum hastaların uzun süreli ventilasyon ile izlenmeleriyle ve yoğun bakımda
yatış sürelerinde uzamayla sonuçlanabilmektedir.
Amaç ve method: Fleksibl bronkoskopi ile tespit edilmiş üst havayollarında obstruksiyona yol açan edinsel patolojileri olan hastaların tedavi ve
takiplerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: 15 hastanın 7’si (%46.6) kız, 8’i erkek (%53.4) idi. Yaş ortalaması 12,5± 3,7 (6-20 ay) idi. Başvuru semptomları sıklık sırasıyla 10’unda
ekstübe edilememe (%66.6), 3’ünde bifazik stridor (%20) ve 2’sinde inspiratuar stridor (%13.4) idi. Hastaların bronkoskopi sonrası tanıları sırasıyla
9’unda granülasyon dokusu+subglottik stenoz (%60), 4’ünde granülasyon dokusu (%26.6), 2’sinde vokal kordlarda sineşi (%13.4) idi. 11 hasta
(%73,3) trakeostomi açılarak, 3 hasta (%20) lazer ile granülasyon dokusu
eksizyonu ve trakeostomi açılarak, 1 hasta (%6.7) ise sadece takip şeklinde
izlendi. 6 hasta (%37.5) hala trakeostomize izlenmekteyken, 4 hastanın
(%25) trakeostomisi izlemde kapatılabildi. 5 hasta ise takipten çıktı. Hastaların tümünde entübasyon öyküsü mevcut iken, entübasyon süresi median
değeri 32,2±18,4 gün idi. 5 hastada bronkopulmoner displazi, 1 hastada
konjenital kalp hastalığı, 1 hastada hipotonik infant öyküsü mevcut idi.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
165
POSTER SUNUMLAR
Sonuç: Uzamış ventilasyon öyküsü olan hastalarda özellikle subglottik
bölgede gelişen granülasyon dokusu nedeniyle hastaların ekstübasyonu
başarısızlıkla sonuçlanmaktadır. Öyküsünde entübasyon, uzamış ventilasyon bulunan solunum sıkıntısı ve stridor bulgusu olan çocuklarda havayolu malformasyonları akla gelmelidir. Bu hastaların fleksibl bronkoskopi ile
değerlendirilmesi erken tanı ve tedaviye olanak sağlamaktadır.
Anahtar kelimeler: Üst solunum yolu, stridor, subglottik stenoz.
PS-143
Trakeostomili Çocuklarda İzlem: Tek Merkez
Takip Sonuçları
Tuba Koçkar1, Şifa Şahin2, Sedat Oktem1
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, İstanbul
1
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
33 hastanın 22’ sinde tek mikroorganizma, 1 hastada ise 2 mikroorganizma ile kolonizasyon vardı. 22 hasta (%66.6) inhale steroid, 3 hasta
(%9.1) oral steroid kullanmaktaydı. 22 hasta (%66.6) inhale antibiyotik, 9
hasta (%27.3) oral antibiyotik kullanmaktaydı.
Alevlenmede en sık semptomlar balgam miktarında artış (%66.7), öksürük artışı (%60.6), FEV1’de düşüş (%33.3) olarak saptandı, en sık üreyen mikroorganizma Pseudomonas aeruginosa (PA) (%60.6) ve MRSA
(%12.1) olarak saptandı. Tedavi sonrası solunum fonksiyon testi yapabilen
23 hastanın 9’unda (%39.1) FEV1 değerinde düşüş mevcuttu. Bu hastaların tamamı PA ile kolonize idi.
33 hastanın 3’ünde (%9.1) bir yıl içinde nüks görülürken 3 hasta (%9.1)
kaybedildi, bu hastaların 3’ü PA ile kolonize ve ikisinde ABPA mevcut idi.
Tartışma ve Sonuç: KF’li hastada ÇİD mikroorganizma ile infeksiyon
artmış morbidite ve mortalite ile ilişkilidir. Etkili enfeksiyon kontrol önlemleri ve uygun antibiyotik seçimi ile ÇİD’li mikroorganizmaların gelişimi önlenmeye çalışılmalıdır.
Anahtar kelimeler: Kistik Fibrozis, Çocuk, Çoklu İlaç Direci, Akut Alevlenme
2
Giriş ve amaç: Çocuklarda trakeostomi uzamış ventilasyon, santral
hipoventilasyon, nöromuskuler hastalıklar, ileri derecede laringomalazi ya
da trakeomalazi varlığı gibi bir çok farklı endikasyonla açılabilmektedir. Kliniğimizden takipli trakeostomi ile izlenen hastaların demografik özellikleri
ve takip süreçlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Kliniğimizden takipli 48 hastanın verileri retrospektif olarak
incelenmiştir.
Bulgular: Toplam hasta sayısı 48 olup, bunlardan 19’u kız, 29’u erkek
idi. Hastaların median yaş ortalaması 2 yaş (1-4,5 yaş) idi. Trakeostomi
açılma yaşı median değeri 6 ay (1 ay-7,5 yaş) idi. Trakeostomi endikasyonları sıklık sırasıyla uzamış ventilasyon ihtiyacı, asfiksi, bronkopulmoner displazi ve havayolu anomalileri idi. Uzamış ventilasyon ihtiyacı olan
hastalarda altta yatan en sık neden konjenital kalp hastalığı idi. Hastaların tümü mekanik ventilasyon (MV) desteği almış, 24 hastanın izlemde
(%53,3) MV ihtiyacı kalmazken 21 tanesi (%46.7) halen MV desteği almaktaydı, 3 hasta ise takipten çıkmıştı. Hastaneye yatış sıklığı oranları; en
az bir kez %34.1 iken; 10’dan fazla yatış sıklığı %6.9 tespit edildi. Trakeostomi sonrası %18.2’sinde yoğun bakım ihtiyacı olmamışken, %63.6’sında
en az bir kez yoğun bakım yatış öyküsü mevcuttu. 22 hasta (%45.8) hala
trakeostomize olarak izlenirken 15 tanesinin trakeostomisi (%31.2) izlemde kapatılmıştı. 6 hasta takipten çıkarken, 5 hasta ise (%10) kaybedilmişti.
Tartışma ve Sonuç: Uzamış ventilasyon ihtiyacı olan çocukların trakeostomi ile izlemi, yoğun bakım yatış sürelerinin azalmasına, hastaların
evde takibine ve daha düşük hasta bakım maliyetine olanak sağlayabilir.
Uygun hastalarda trakeostominin bir süre sonra kapatılması da mümkün
olmaktadır.
Anahtar kelimeler: pediatrik, trakeostomi, takip sonuçları
PS-144
Çoklu İlaç Direncine Bağlı Alevlenmeler
Nedeniyle Yatırılan Hastalarımızın
Değerlendirilmesi
Emine Atağ1, Serkan Atıcı2, Nilay Baş İkizoğlu1, Yasemin Gökdemir1, Ela
Erdem Eralp1, Eda Kepenekli Kadayıfçı2, Ahmet Soysal2, Mustafa Bakır2,
Fazilet Karakoç1, Refika Ersu1, Bülent Karadağ1
Marmara Üniversitesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Marmara Üniversitesi, Çocuk Enfeksiyon Hastalıları Bilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Kistik fibrosis (KF) sık pulmoner alevlenmeler ve hastane yatışları ile seyreden bir hastalıktır. Patojen bakterilerdeki çoklu ilaç
direnci (ÇİD) bu grupta belirgin bir sorun olup, sıklığı giderek artmaktadır.
Bu çalışmanın amacı ÇİD’ e bağlı olarak gelişen alevlenmeler nedeniyle
hastaneye yatırılan hastalarımızın özelliklerini belirlemektir.
Yöntem: Üç ya da daha fazla antimikrobiyal ilaç grubundan en az birine dirençli mikroorganizmalar ÇİD olarak tanımlandı. Çocuk Göğüs Hastalıkları polikliniğinden takipli, ÇİD alevlenmeleri nedeniyle yatış yapılan
33 hasta çalışmaya alındı.
Bulgular: 33 hastanın 23’ü (%69.9) kız, 10’ u erkek (%30.3) idi. Yaş
ortalaması 9.5+5.5 yıl idi. 28 hastada (%84.8) pankreatik yetmezlik, 5
hastada (%15.2), allerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA) 5 hastada (%15.2) karaciğer tutulumu ve 1 hastada (%3.1) KF ilişkili diabet
mevcuttu.
166
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Pulmoner Rehabilitasyon ve Kronik Bakım
PS-150
Ayaktan Takipli Yapılandırılmış Pulmoner
Rehabilitasyon Programlarına Katılımı
Öngörmede BODE İndeksinin Yeri
Tuğba Göktalay, Seçil Sarı, Yavuz Havlucu, Fikret Kurhan, Ayşın Şakar
Coşkun, Pınar Çelik, Arzu Yorgancıoğlu
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Manisa
Giriş ve amaç: Ayaktan takipli yapılandırılmış Pulmoner Rehabilitasyon (PR) programı başta KOAH olmak üzere solunumsal semptomu
olan bütün hastalarda kullanılmaktadır. 4-12 hafta arasında uygulanan bu
programlar genel olarak haftada 2 gün hastanede gözetimli, en az 1 gün
evde olacak şekilde yapılandırılmaktadır.
Yapılandırılmış PR programına katılımını öngörmede, KOAH hastalarında mortalite göstergelerinden olan BODE indeksinin yeri olup olmadığını
araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Üçüncü basamak üniversite hastanesi olan kliniğimizde
KOAH atak nedeni ile yatan tüm hastalara yapılandırılmış PR programına
katılmaları önerildi. 6 hafta ve daha fazla süre ile devam eden ve sonlandırma değerlendirme testleri yapılan hastalar programı tamamlamış olarak
kabul edildi. Hastaların taburculuktan sonraki 15 gün içinde değerlendirmeleri yapıldı. Sosyo-demografik verileri ve BODE indeksi bileşenleri
kaydedildi. BODE indeksi hesaplandı. Araştırmanın bağımlı değişkeni PR
programına katılma, bağımsız değişkenler sigara kullanım yılı, FEV1%,
6DYT, mMRC, BMİ, BODE indeksi olarak tanımlandı, ki-kare ve korelasyon analizleri uygulandı.
Bulgular: Araştırmaya 29’u (%55,8) PR programını tamamlayan toplam 52 hasta dahil edildi. PR programına katılıp tamamlayanlar ile diğer grup arasında yaş, cinsiyet, ek hastalık varlığı, sigara kullanımı, son
1 yılda hastaneye yatış ve atak geçirme açısından istatistiksel anlamlı bir
farklılık yoktu (Tablo1). PR programına katılmayanların sigara kullanımları
daha fazla, 6DYT mesafeleri daha kısa idi. PR programına katılmayanların mMRC değeri istatiksel anlamlı olarak daha kötü idi (p=0.038).Ayrıca
BODE indeks değerleri daha yüksek idi.
Tartışma ve Sonuç: Yapılandırılmış PR programlarına katılımda hastanın ulaşım sorunlarının yanı sıra BODE indeksinin bileşenlerinden olan
başta dispne algısının derecesi olmak üzere, egzersiz kapasitesinin etkili
olabileceği düşünüldü. Bu nedenle, hastalara programlara katılım konusunda ayrıntılı bilgi verilmesi, kazanım hedeflerinin net olarak tanımlanmasının programa uyuma katkı sağlayabileceği öngörüldü.
Anahtar kelimeler: Pulmoner Rehabilitasyon, Katılım, BODE indeks
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-152
Tablo 1. Demografik veriler
Cinsiyet
Sigara
PR Programını tamamlama
Ek Hastalık Varlığı
Evde O2 Cihazı Kullanımı
Evde Nebulizatör Kullanımı
Evde NIVM Kullanımı
Son 1 yılda hastanede yatış
Erkek
Kadın
Hiç içmemiş
Aktif içici
Ex smoker
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Evet
Hayır
Evet
Hayır
45 (%86,5)
7 (%13,5)
7 (%13,5)
6 (%11,5)
19 (%75)
29 (%55,7)
23 (%44,3)
25 (%48)
27 (%52)
20 (%38,5)
32 (%61,5)
13 (%25)
39 (%75)
3 (%5,8)
49 (%94,2)
34 (%65,4)
18 (%34,6)
PS-151
Palyatif Bakım Ünitesi Göğüs Hastalarına Ne
Kadar Faydalı Olur?
Nilüfer Coşkun, Halide Fulya Kızıltepe, Dudu Handan Akış, Meral
Uluköylü Mengüç, Özgür Bülent Tüzün, Tuğçe Aşı, Volkan Dinç, Ali Burak
Haras, Oktay Yılmaz, Ömer Faruk Tarhan, Müge Özdemir, İpek Özmen,
Özlem Oruç, Müjgan Taşova
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş ve amaç: Dünyada palyatif bakım üniteleri (PBÜ) hastalığın tedavisinden ziyade hasta konforu ve rehabilitasyonu için önemlidir. Ülkemizde yeni kurulmaya başlanan bu ünitelerin işleyişi ile ilgili veri sınırlıdır.
Hastanemizde yeni kurulan Türkiye’nin en büyük PBÜ’nin 3 aylık verilerinin paylaşılması amaçlandı.
Yöntem: Ekim 2015 ve Ocak 2016 tarihleri arasında PBÜ de yatırılan
her hasta çalışmaya alındı. PBÜ’nün çalışma düzeni, personel sayısı, oda
ve donanımı; hastaların demografik özellikleri, tanıları, yatış günleri, hastane mortaliteleri kayıt edildi. Veriler tanımlayıcı istatistikle özetlendi.
Bulgular: 36 yatak kapasiteli, 19 oda ile hizmet verilen ünitede 7 hekim, 1 psikolog, 20 hemşire, 5 personel, 2 sekreter çalışmakta. PBÜ’ne
hasta kabulü konsey ile yapılmaktadır. Çalışma süresinde yaş ortalaması 78 (23-100) olan 186 hasta (140 erkek) PBÜ’ne kabul edildi. Tanıları
KOAH 59 (%32), Akciğer Kanseri 54 (%29), KOAH dışı solunum sistemi
hastalıkları (solunum yetmezliği,pnömoni v.b) 16 (%9), nörolojik hastalıklar 14 (%8), protein enerji malnütrisyonu ve buna bağlı sekeller 12 (%6),
kalp ve ilişkili hastalıklar (aritmi,ht,yetmezlik v.b.) 11 (%6), kronik ağrı 10
(%5), diğer maligniteler 10 (%5) idi. Ortanca değer olarak hastane kalış
günü 12 (1-34) gün ve hastane mortalitesi %33.9 (n=63) idi.
Tartışma ve Sonuç: PBÜ göğüs hastalarına hastanelerde servislerden
daha olumlu katkı sağlar. “Servis şartlarında” PBÜ’ne tanımlanan hastaların (hasta yakınları dahil) psikososyal ve spritüel gereksinimlerin karşılanarak, acı çekmelerinin önlenmesi ve hafifletilmesi oldukça zordur. PBÜ
için tanımlanan hastaların oranları, artan yaşlı nüfüs ve ilerleyen tedavi
yöntemleri ile ciddi artış gösterecektir. Yoğun bakım yatak sayının yarısı
olarak hesaplanan PBÜ yatak sayısının yetersiz kalacağı kanaatindeyiz.
Her hastane için PBÜ için tanımlanan hastaların oranlarına göre yatak
sayılarının belirlenmesi önerilir.
Anahtar kelimeler: palyatif bakım, geriatri, palyasyon
Altı dakika yürüme testinin pulmoner
arteriyal hipertansiyonlu hastalarda kas
zayıflığının belirlenmesinde kullanımı
Buse Özcan Kahraman1, Sema Savcı1, İsmail Özsoy1, Serap Acar1, Ebru
Özpelit2, Bahri Akdeniz2, Can Sevinç3
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
1
2
3
Giriş ve amaç: Pulmoner arteryel hipertansiyonlu (PAH) hastalarda
fonksiyonel egzersiz kapasitesi ile kas kuvveti arasındaki ilişki iyi bilinmektedir. Altı dakika yürüme testi (6DYT), fonksiyonel egzersiz kapasitesinin
belirlenmesinde PAH’lı hastalarda rutin olarak kullanılan önemli bir ölçüm
yöntemidir. Uygun rehabilitasyon programlarının planlanmasında kas
kuvvetinin ölçümü önemlidir. Ancak klinik pratikte periferal ve solunum
kas kuvvetlerinin objektif ölçümü, 6DYT’nin aksine özel ekipmanlar gerektirmekte ve zaman almaktadır. 6DYT sonucu 380 m’den fazla olan PAH’lı
hastaların hastalığa özel tedavi almaları durumunda yaşam beklentilerinin
daha uzun olduğu bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı, 6DYT’de 380 m
kesim noktasının hastaların periferal ve solunum kas kuvvetinin karşılaştırılmasında kullanılabilirliğinin belirlenmesiydi.
Yöntem: Bu çalışmaya 6DYT sonucu 380 m’den az olan 13 ve fazla
olan 11 olmak üzere toplam 24 PAH’lı hasta dahil edildi. Egzersiz kapasitesi 6DYT ile değerlendirildi. Solunum kas kuvveti, maksimal inspiratuar ve
ekspiratuar basınçlar (MIP ve MEP) ölçülerek değerlendirildi. Periferal kas
kuvveti (diz ekstansiyon, omuz fleksiyon, omuz abdüksiyon, dirsek fleksiyon ve el kavrama kuvvetleri) el dinamometresi ve handgrip ile ölçüldü. İki
grup arasındaki kas kuvvet farkı karşılaştırıldı.
Bulgular: 6DYT sonucu 380 m’den az olan hastaların MIP (p=0,002),
omuz fleksiyon kuvveti (p=0,016), omuz abdüksiyon kuvveti (p=0,019),
dirsek fleksiyon kuvveti (p=0,004), kavrama kuvveti (p<0,001) ve diz
ekstansiyon kuvveti (p=0,037) diğer gruba göre anlamlı olarak düşüktü.
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları, 6DYT sonucu 380
m’den az olan hastaların periferal ve solunum kas kuvvetlerinin daha ciddi
şekilde etkilenmiş olabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar kelimeler: Altı-dakika yürüme testi, kas zayıflığı, pulmoner arteryel
hipertansiyon
PS-153
Geriatrik Bireylerde Fonksiyonel Egzersiz
Kapasitesine Denge, Solunum ve Periferal
Kas Kuvvetinin Etkisi
Gülşah Özsoy1, İsmail Özsoy2, Nursen İlçin2, Sema Savcı2, Nil Tekin3
İzmir Bozyaka Eğitim Ve Araştırma Hastanesi
Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksek Okulu, İzmir
Narlıdere Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi
1
2
3
Giriş ve amaç: Fonksiyonel egzersiz kapasitesinde azalma geriatrik
bireylerde sık karşılaşılan bir problemdir. Bununla birlikte geriatrik bireylerde fonksiyonel egzersiz kapasitesini hangi faktörlerin etkilediği tam olarak bilinmemektedir. Çalışmanın amacı, geriatrik bireylerde fonksiyonel
egzersiz kapasitesine denge, solunum ve periferal kas kuvvetinin etkisini
incelemektir.
Yöntem: Çalışmaya, İzmir Narlıdere Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde ikamet eden 42 geriatrik birey dâhil edildi. Katılımcıların demografik bilgileri, fonksiyonel egzersiz kapasitesi (6 Dakika
Yürüme Testi [6DYT]), dengesi (Tinetti Denge ve Yürüme Değerlendirmesi [POMA]), solunum kas kuvveti (Maksimal İnspiratuar Basınç [MIP],
Maksimal Ekspiratuar Basınç [MEP]) ve periferal kas kuvveti (diz ekstansör
kuvveti) değerlendirildi. Geriatrik bireylerde bağımsız değişkenlerin fonksiyonel egzersiz kapasitesine etkisini saptamak için çoklu doğrusal regresyon
analizi kullanıldı.
Bulgular: 6DYT mesafesi ile POMA skoru (r=0.680, p=0.001), diz
ekstansiyon kuvveti (r=0.586, p=0.001), MIP (r=0.421, p=0.005), MEP
(r=0.308, p=0.047) arasında anlamlı korelasyon bulundu. Çoklu doğrusal regresyon analizinde %52.9 varyansla, 6DYT mesafesinin belirleyicileri
olarak POMA skoru ve diz ekstansiyon kuvveti saptandı.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
167
POSTER SUNUMLAR
Tartışma ve Sonuç: Denge ve diz ekstansiyon kuvvetinin geriatrik
bireylerde fonksiyonel egzersiz kapasitesini etkilediği saptandı. Geriatrik
bireylerde fonksiyonel egzersiz kapasitesini arttırmaya yönelik planlanacak
pulmoner rehabilitasyon programlarında denge eğitimine ve büyük kas
gruplarını içerecek kuvvetlendirme egzersizlerine yer verilmelidir.
Anahtar kelimeler: geriatrik, fonksiyonel egzersiz kapasitesi, denge, solunum kas
kuvveti, periferal kas kuvveti
PS-154
Tip II Diyabetli Bireylerde Fonksiyonel
Kapasite ve Pulmoner Fonksiyonların
İncelenmesi
İsmail Okur1, Betül Taşpınar1, Orçin Telli Atalay2, Türkan Paşalı Kilit3,
Ümran Toru4, Eda Özge Küçük1
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Kütahya
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Denizli
3
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kütahya
4
Dumlupınar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kütahya
1
2
Giriş ve amaç: Diabetes Mellitus(DM), hiperglisemi ile karakterize
metabolik bir hastalıktır. Kronik hiperglisemi; özellikle gözler, böbrekler, sinirler, akciğerler, kalp ve kan damarları, olmak üzere birçok organda uzun
vadede hasar, fonksiyon bozukluğu ve yetmezlik ile birçok sistemi etkilemektedir. Çalışmamızın amacı tip II diyabetin, bireylerin kardiyopulmoner
sistem fonksiyonları üzerine etkisini belirlemektir.
Yöntem: Çalışmaya yaşları 53,63 ± 6,07 yıl olan tip II diyabetli 30(23
kadın, 7 erkek) yetişkin birey dahil edildi. Katılımcıların demografik verileri
kaydedildikten sonra fonksiyonel kapasitelerini değerlendirmek üzere “6
Dakika Yürüme Testi(6DYT)”, pulmoner fonksiyonu değerlendirmek üzere “Solunum Fonksiyon Testi(SFT)” yapıldı. Elde edilen veriler beklenen
değerler ile uygun istatistiksel yöntemler kullanılarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmamız sonucunda 6DYT ile kat edilen mesafe
510,36±55,18m olarak tespit edildi, beklenen mesafeyle arasında anlamlı fark bulunamadı (p=0,347). SFT değerlendirmesi sonucunda;
FEV1 ve FVC değerleri beklenenden düşük olmasına ve aradaki farkın
anlamlı olmamasına rağmen, FEV1/FVC değeri %81,59±4,63 olarak,
beklenen değerden yüksek bulundu(p=0,003). Elde edilen PEF değeri
ise 5,41±1,52 L/s olarak tespit edildi ve beklenen değerden daha düşük
olarak bulundu(p=0,000).
Tartışma ve sonuç: Diyabete eşlik eden hiperglisemi tablosu birçok
mikrovasküler ve makrovasküler komplikasyona neden olmaktadır. Güncel çalışmalar da diyabetli bireylerin, yaşıtlarına göre daha düşük FVC
ve FEV1’e sahip olduğunu göstermektedir. Araştırmamız neticesinde de
FEV1 ve FVC’deki farklı oranlardaki düşüşler neticesinde FEV1/FVC oranı
anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur.
6 – 10 Nisan 2016
PS-155
Pulmoner Rehabilitasyon Programına Hasta
Seçiminde Radyolojik İnceleme: Akciğer
Grafisi Yeterli midir?
Lütfiye Kılıç1, Elif Yelda Niksarlıoğlu1, Nur Dilek Bakan1, Abdullah Kansu1,
Esra Pehlivan2, Arif Balcı2
1
Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz,Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim
ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Fizyoterapi, İstanbul
Giriş ve amaç: Pulmoner Rehabilitasyon Programına (PRP) başlamadan önce hasta değerlendirmesi komorbiditelerin tespiti ve tedavisi için iyi
bir fırsattır. Aynı zamanda hastaya özgü PRP’nin güvenle yapılandırılmasını sağlar. Rehberlerde ve literatürde değerlendirmede kullanılacak radyolojik yöntem ile ilgili bir öneri bulunmadığı için, standart posteroanterior
akciğer (PA) grafinin PRP öncesi hasta değerlendirmede yeterince güvenli
olup olamadığını araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Mayıs 2013 ile Aralık 2015 tarihleri arasında PRP uygulanmış
82 hasta dosyası retrospektif olarak incelendi. Akciğer transplantasyonu
öncesi PRP’ye yönlendirilen 21 hasta, listeye alınmadan önce kapsamlı
olarak araştırıldıkları için değerlendirme dışı bırakıldı.Geri kalan 61 hastanın direk grafileri ve toraks bilgisayarlı tomografileri (BT) deneyimli bir
göğüs hastalıkları uzmanı tarafından tekrar değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, sigara öyküsü ve eşlik eden hastalıkları incelendi.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların 15’i (%24.6) kadın, 46’sı
(%75.4) erkek, yaş ortalaması 54.5±12.4 ve sigara içme oranı %82 idi.
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) %69 oranıyla PRP’ye en sık
yönlendirilen hastalık grubuydu. En sık (%59) görülen komorbid hastalık kardiyovasküler hastalıklardı.Hastaların %87’sine toraks BT incelemesi yapılmıştı. Bu hastalarda PA akciğer grafisinde saptanmamış fokal
bronşektazi %16.4 (10 hasta), aort anevrizması %4.9 (3hasta, görüntü 2),
patolojik incelemede malign olan akciğer nodül/kitlesi %3.2 (2 hasta, görüntü 1) ve 2 hastada PA akciğer grafide tek akciğerde görülen bronşektazinin bilateral olduğu saptandı (%3.2). Toraks BT kesitlerinde troid nodülü
saptanan bir hastaya (%1.6), ileri incelemede troid kanseri tanısı kondu.
Tartışma ve Sonuç: Hastanın mevcut akciğer hastalığının daha iyi
değerlendirilmesi ve özellikle bazı hastalıklar (akciğer kanseri, aort anevrizması) için risk grubunda olan hastalarda, standart akciğer grafisi tek başına
yeterli değildir.Son 1 yıl içinde toraks BT’si olmayan hastalarda BT çekilmesi güvenli PRP için mutlaka gereklidir.
Anahtar kelimeler: aort anevrizması, pulmoner rehabilitasyon, hasta seçimi
Anahtar kelimeler: Tip II diyabet, Kardiyopulmoner fonksiyon, Solunum
fonksiyon testi, 6 dakika yürüme testi
Tablo 1.
Görüntü 1. Sağ akciğer alt lob paravertebral 3.5 cm kitle
Tablo 2.
168
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-156
Yaşlılarda depresyon ve bilişsel
fonksiyonların dispne algısına olan etkisi
Pınar Yıldız Gülhan1, Tuğba Kaplan2, Bekir Kaplan3, Muhammet Fatih
Topuz4, Mehmet Alper Yılmaz5, Muhammet Gülhan6, Şeyma Yıldız7,
Mehmet Ekici8
Tosya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Kastamonu
Ulus Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Ankara
Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü, Ankara
4
Tosya Devlet Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Bölümü, Kastamonu
5
Tosya Devlet Hastanesi, Dahiliye, Kastamonu
6
Tosya Devlet Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji, Kastamonu
7
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dahiliye Anabilim Dalı, Ankara
8
Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kırıkkale
1
2
3
Görüntü 2. Torako abdominal bileşke düzeyinde 6.5 cm sakküler aorta anevrizması
Giriş ve amaç: Yaşlılık önüne geçilmesi mümkün olmayan; biyolojik,
kronolojik ve sosyal bir süreçtir. Dünya nüfusunda geriatrik popülasyonun
giderek artması bu yöndeki çalışmaları arttırmıştır.Depresyon ve bilişsel
fonksiyonlardaki azalma ile birlikte hastaların fiziksel hastalık algılarında
artma oluşmaktadır. Bunlardan biride hastalardaki dispne algısı ve bunun
objektif göstergesi olan FEV 1 değerindeki değişimlerdir.
Bu çalışmanın amacı, geriatrik populasyonda depresyon ve bilişsel semptomların dispne algısı üzerine etkisini değerlendirmektir.
Tablo 1. Hastaların demografik özellikleri ve bulguları
Demografik Özellikler
Yöntem: Çalışmaya 65 yaş üzeri 97 kişi alındı. Tanımlayıcı tipteki bu
araştırmada, yaşlıların solunum fonsiyon testleri, Mini Mental Durum Testi
(MMDT), Geriatrik Depresyon Ölçeği (GDÖ), Zung Kendini Değerlendirme Depresyon Ölçeği (KDÖ), MRCS değerlendirilmiştir. İstatistiksel analizlerde Spearman Korelasyonu, Kruskal Wallis testleri kullanılmıştır.
Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 76,7. Araştırmada MRCS ile
FEV1 lt, MRCS ile GDÖ ve KDÖ değerleri arasında pozitif korelasyon
bulunmuştur. MMDT ile GDÖ ve KDÖ değerleri arasında negatif korelasyon bulunmuştur. GDÖ ile KDÖ arasında pozitif korelasyon bulunmuştur. GDÖ sonucu 0 (depresyon yok) olanların FEV1 değeri, GDÖ sonucu
1-2(1: olası, 2: kesin depresyon) olanlardan anlamlı olarak fazla bulunmuştur (p=0,004). GDÖ sonucu 0 olanların KDÖ değeri 41,94 iken 2
olanların 51,03 olarak bulunmuştur. GDÖ sonucu 2 olanların KDÖ değeri
anlamlı olarak fazladır (p=0,008). GDÖ sonucu 0 olanların MMDT değeri
18,89 iken 1 olanların 15,26 olarak bulunmuştur.
Tartışma ve Sonuç: Depresif semtomları belirgin olan, bilişsel fonksiyonları düşük olan geriatrik popülasyonda dispne algısı belirgin olmaktadır. Çalışmamızda bilişsel fonksiyonları yüksek olanların depresyon skorları düşük bulunmuştur. GDÖ ve KDÖ yüksek olanlarda MRCS daha yüksek
bulunmuştur. Yaşlılarda depresyon gibi önüne geçilebilir durumlar düzeltilebilirse yaşlıların dispneyi daha doğru algılayacağını ve bununda geriatrik
popülasyonda sağlıkla ilgili yaşam kalitesini arttıracağını düşünmekteyiz.
n (%)
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Yaş (Ortalama±SD)
Başlangıç Tanı
KOAH
KOAH+Bronşektazi
KOAH+Akciğer kanseri
Bronşektazi
Diğer
Sigara içen
KOMORBİDİTE
YOK
VAR
-Kardiyovasküler Hastalık
-Diğer
TORAKS BT
YOK
VAR
15 (%24.6)
46 (%75.4)
54.5 ± 12.4
42 (%69)
5 (%8)
4 (%6.5)
4 (%6.5)
6 (%10)
50 (%82)
22 (%36)
39 (%64)
23 (%59)
16 (%41)
8 (%13)
53 (%87)
Anahtar kelimeler: bilişsel fonksiyon,depresyon, dispne, geriatri
Tablo 2. Ek hastalık saptamada BT’nin, PA akciğer grafisine katkısı ve tespit edilen
hastalığa göre PRP’nin yapılandırılmasına akciğer BT’nin katkısı
Akciğer BT’nin PA grafiye ek tanısal katkısı
Akciğer BT’nin PRP’ye katkısı
(Hastaya yaklaşım değişikliği)
VAR
YOK
Bronşektazi 12 (%19.6)
Aort anevrizması 3 (%4.9)
Akciğer kanseri 2 (%3.2)
Troid kanseri 1 (%1.6)
16 (%26.2)
33 (%54.1)
37 (%60.7)
Tablo 1. GDÖ, KDÖ, FEV1 ilişkisi
fev1
MRCS
KDÖ
MMDT
0
1
2
P
1,68
2,04
41,94
18,89
1,10
2,79
47,00
15,26
1,26
2,93
51,03
16,69
0,004
0,072
0,008
<0,001
GDÖ sonucu 0 olanların FEV1 değeri, GDÖ sonucu 1-2 olanlardan anlamlı olarak fazla bulunmuştur (p=0,004).
GDÖ sonucu 0 olanların KDÖ değeri 41,94 iken 2 olanların 51,03 olarak bulunmuştur. GDÖ sonucu 2 olanların KDÖ
değeri anlamlı olarak fazladır (p=0,008). GDÖ sonucu 0 olanların MMDT değeri 18,89 iken 1 olanların 15,26 olarak
bulunmuştur. GDÖ sonucu 0 olanların MMDT değeri 1 olanlardan anlamlı olarak fazladır (p<0,001)
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
169
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Göğüs Cerrahisi
PS-157
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tartışma ve Sonuç: Sağ orta lob ve sol üst lob (lingula) da yerleşen
kistlerin perfore olma riski yüksek olduğu için operasyonun mümkün olan
en kısa sürede yapılması önerilebilir.
Anahtar kelimeler: cerrahi, kist hidatik, pediyatri
Akciğer rezeksiyonu sonrası hava
kaçağında erken dönem otolog blood-patch
uygulamasının etkinliği
Ali Özdil, Tevfik İlker Akçam, Önder Kavurmacı, Ayşe Gül Ergönül, Kutsal
Turhan, Alpaslan Çakan, Ufuk Çağırıcı
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir
Giriş ve amaç: Akciğer rezeksiyonu sonrasında en sık görülen komplikasyon ve uzamış hastane yatışına neden olan major etken uzamış hava
kaçağıdır. Bu çalışmada anatomik akciğer rezeksiyonu sonrası gelişen
uzamış hava kaçağına yönelik uyguladığımız otolog blood-patch’in (OBP)
etkinliğini araştırıldı.
Yöntem: Kliniğimize Ocak 2010 ile Aralık 2015 arasında küçük hücreli
dışı akciğer karsinomu (KHDAK) nedeniyle anatomik akciğer rezeksiyonu
uygulanmış 44 hastaya (37 erkek, 7 kadın OBP yapıldı. Hastalar ilk dört
gün içinde OBP yapılanlar (Grup I) ile postoperatif dördüncü günden sonra uygulama yapılanlar (Grup II) olarak iki gruba ayrıldı. İki grup arasında
hava drenajı kesilme zamanı ile tüp torakostomi zamanları retrosepektif
olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 59.68 ± 9.90 (29 - 74) / yıl idi. Sağ
üst lobektomi 17 (38.6%) hasta ile en çok uygulanan rezeksiyon şekli oldu.
Ortalama göğüs tüpü kalış süresi 9.70 ± 3.65 (4 - 19) / gün olarak saptandı. İki grup ortalama göğüs tüpü kalış süresine göre kıyaslandığında grup
I hastaların tüp kalış süresinin anlamlı olarak daha kısa olduğu görüldü
(7.23 ± 2.63 gün vs 12.18 ± 2.73 gün, p<0.0001). OBP uygulama sonrasında hava kaçağı kesilme zamanında gruplar arasında bir fark yoktu.
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak, OBP’in akciğer rezeksiyonu sonrası gelişen hava kaçağının idamesinde basit ve etkili bir yöntem olduğunu
düşünmekteyiz. Erken OBP’nin tüp torakostomi sonlandırılma zamanını
ve hastanede kalış süresini kısalttığı görüldü.
Anahtar kelimeler: otolog blood-patch, uzamış hava kaçağı, akciğer rezeksiyonu
Şekil 1. Sağ orta lobda perfore kist hidatiğe ait toraks BT görüntüsü.
Tablo 1. Hastaların temel özellikleri
Grup 1
(perforasyon)
Özellikler
erkek / kadın n / %
yaş (yıl)
Kist sayısı n (%)
Kist boyutu (cm)
Senkron KC kh n (%)
Hastanede yatış süresi (gün)
Tüp süresi (gün)
Takip süresi (ay)
21 / 8
(33,3 / 12,7)
11.3±4,2
31 (%41,9)
5,7 ± 2,5
6 (9,5)
13,0 ± 6,0
6,9 ± 3,8
61.5± 41,8
Grup 2
(intakt)
p
23/11(36,5/17,5)
p>0,05
10,9±3,8
43 (%58,1)
6,3±3,0
7 (11,1)
8,8 ± 3,2
6,0 ± 2,4
60,8±39,0
p>0,05
p>0,05
p>0,05
p=0,002
p>0,05
p>0,05
Tablo 2. Kistlerin lokalizasyon ve perforasyon açısından değerlendirilmesi.
PS-158
Pediyatrik yaş grubunda akciğer kist
hidatiğinde kist lokalizasyonunun
perforasyona etkisi
perforasyon
Var n / %
Yok n / %
toplam
Sağ üst
Sağ orta
Sağ alt
Sol üst
Sol alt
toplam
p
5 (%33,3) 5 (%71,4) 7(%36,8) 7 (%53,8) 7 (%35,0) 31 (%41,9) >0.05
10(%66,7) 2 (%28,6) 12 (%63,2) 6 (%46,2) 13 (%65) 43 (%58,1) >0.05
15(%20.3) 7 (%9,5) 19 (%25,6) 13 (%17,6) 20 (%27.0) 74(%100) >0.05
Ömer Önal, Ömer Faruk Demir, Leyla Hasdıraz, Fahri Oğuzkaya
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kayseri
Giriş ve amaç: Akciğer kist hidatikleri plevral boşluk veya solunum
yollarına rüptüre olarak hemoptizi, pnömoni, ampiyem, anaflaksi, masif
yayılım gibi komplikasyonlara neden olabilir. Literatürde kist içi basınç,
kistin büyüklüğü, santral veya periferik olması gibi faktörlerin perforasyon
üzerine etkisi araştırılmıştır. Bu çalışmanın amacı kistin lokalizasyonunun
perforasyon üzerine etkisini araştırmaktır.
Yöntem: Haziran 2004-Aralık 2015 tarihleri arasında akciğer kist hidatiği nedeniyle opere edilen 16 yaş altı 63 hasta çalışmaya dahil edildi.
Hastalar perfore kist hidatik olan grup 1 ve intakt olan grup 2 olarak iki
gruba ayrıldı. Cerrahi tedavide parankim koruyucu yöntemler (kistotomikapitonaj) tercih edildi.
Bulgular: Hastaların temel özellikleri Tablo 1’de verilmiştir. Her
iki grupta da görülen en sık semptom öksürük idi(%30,2). Hastaların
%41,6’sında bronşa perforasyon, %3,2’sinde pnömotoraks, %4,8’inde
ampiyem tespit edilmiştir. Kistlerin en sık yerleştiği lokalizasyon 27.0% ile
sol alt lob (n=20) iken, sağ alt lob tutulumu %25.6% (n=19) olarak tespit
edildi. Sağ orta lobda tespit edilen 7 kistin 5 (%71,4) tanesinin, sol üst lobda yerleşen 13 kistin 7’sinin (%53,8) perfore olması dikkat çekici idi (Tablo
2). Sağ orta lob kistlerinde perforasyonun nedeni bu lobun göreceli olarak
diğer loblara göre küçük olması nedeniyle büyüyen kistin basıncının artması olabilir. Ayrıca sağ orta lob ve sol lingula lokalizasyonlardaki kistlerin
kalbe yakın olmaları nedeniyle kalp pulsasyonu ile kalp ve toraks duvarı
arasında daha çok travmaya maruz kalarak daha küçük olmasına rağmen
yüksek perforasyon riski olduğunu düşünüyoruz.
170
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-159
Büyük Hücreli Akciğer Karsinomları: Dünya
Sağlık Örgütü 2015 Kriterlerine Göre
Tekrar Sınıflandırma
Funda İncekara1, Göktürk Fındık1, Şevki Mustafa Demiröz1, Ebru Sayılır1,
Koray Aydoğdu1, Selim Şakir Erkmen Gülhan1, Funda Demirağ2, İrfan
Taştepe3, Sadi Kaya1
1
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, Ankara
2
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji
Departmanı, Ankara
3
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Ankara
Giriş ve amaç: Bu çalışmanın amacı büyük hücreli akciğer kanserinin
(BHAK) kesin tanı oranını artırmak amacıyla klinikopatolojik özelliklerini
analiz etmek, özetlemek ve 2015 Dünya Sağlık Örgütü (WHO) kriterlerine
göre yeniden sınıflandırmak.
Yöntem: Ocak 1999 ile Aralık 2014 tarihleri arasında, büyük hücreli
akciğer kanseri için akciğer rezeksiyonu ve lenf nodu diseksiyonu yapılan
31 hastanın klinikopatolojik verileri, retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: 31 BHAK vakası bu süreçte Atatürk Göğüs Hastalıkları ve
Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesin’de akciğer kanseri nedeniyle yapılan toplam 1450 olgunun %2,1’i idi. Bunların 29’u erkek ve 2’si
kadın, yaş ortalaması 56,3 (39-76 yıl) idi. 31 olgunun postoperatif patolojik tanıları 4 olguda belirsiz immünhistokimyasal özellikler ile BHAK, 15
olguda null immünhistokimyasal özellikleri ile BHAK olarak izlenirken 12
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
vakada hiçbir boyanma gözlenmeden BHAK olarak sonuçlandı. Toplam
31 BHAK vakasının 10’unda lenf nodu metastazı izlendi.
Tartışma ve Sonuç: Insidans hızı düşük olmasına rağmen BHAK,
yüksek dereceli olması ile her zaman invazyon ve metastaz eğilimi yüksektir. BHAK kesin tanısı öncelikle patolojik tanıya dayanır. Bu çalışmada cerrahi türü, patolojik tümör, lenf nodu ve metastaz (TNM) sınıflaması
derecesi, adjuvan kemoterapi, nüks süresi, nüks yeri, tedaviye cevap ve
uzun vadeli sonuçları değerlendirilip 2015 WHO kriterlerine göre yeniden
sınıflandırıldı.
Anahtar kelimeler: Büyük hücreli akciğer karsinomu, Cerrahi, Sınıflandırma
PS-160
3D Printer ile Nylon 680 Co-Polymer
Kullanarak Implant Üretimi Ve Domuzlarda
Göğüs Duvarı Rezeksiyonu Sonrası
Rekonstrüksyonda Kullanılması
Mustafa Yüksel1, Barış Yüksel2, Nezih Onur Ermerak3, Tunç Laçin1, İpek
Erbarut4, Berna Karakoyun Laçin5, Pınar Kuru6
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İstanbul
2
Google Teknoloji Şirketi, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü, New York, ABD
3
Kilis Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Kilis
4
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul
5
Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Temel Sağlık Bilimleri Bölümü, İstanbul
6
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İstanbul
1
Giriş ve amaç: 3D Printing son yıllarda bilimin her alanında kullanılmaya başlayan yeni bir teknolojidir. Medikal aletler ve implantlar üreterek
tıp alanında da 3D Printing üzerine her geçen gün yeni çalışmalar yapılmaktadır. Biz de 3D Printing ile implant üreterek göğüs duvarı rezeksiyonu
sonrası rekonstrüksyonda kullanmayı planlayarak, bu teknolojiyi göğüs
cerrahisine adapte etmeyi amaçladık.
Yöntem: 2 adet domuza Toraks Bilgisayarlı Tomografi (BT) çekildi. Bu
tomografi üzerinde rezeke edeceğimiz göğüs duvarı alanı belirlenerek ölçümler yapıldı. Ölçülen verileri kullanarak rezeke edeceğimiz alana uygun
implant 3D Printer ile üretildi. Nylon 680 Co-Polymer/FDA onaylı materyal (Taulman3D, Saint Peters,MO,USA) kullanarak 3D Printer (Afinia
H480,Chanhassen,MO,USA) ile kaburgalar ürettik. Daha sonra domuzları
opere ederek göğüs duvarı rezeksiyonu yaptık ve ürettiğimiz kaburgalarla
rekonstrükte ettik.
Bulgular: Domuzlardan bir tanesi anesteziden uyanırken miykard enfarktüsü geçirerek kaybedildi. Diğer domuz 45 boyunca takip edildi. 45
günün sonunda domuz sakrifiye edildi ve rezeke edilen göğüs duvarı patolojik incelemeye gönderildi. Histopatolojik inceleme de orta derecede
kronik enflamasyon ve az sayıda pigmente yabancı cisimler içeren dev
hücreler tespit edildi.
Tartışma ve Sonuç: Daha fazla çalışmalara ihtiyaç duymamıza rağmen, bu çalışma; 3D Printing gibi gelecek vadeden bir teknolojinin Göğüs
Cerrahisi’ne adapte edilmesi açısından önemli bir adımdır. Cerrahi müdahelelerimizde 3D Printer ile üretilen implantları kullanabiliriz. Operayon
öncesi ölçümler yapılarak hastalara özel olarak hazırlanmış implantları
kendi kendimize daha ucuza ve daha kısa sürede yapabiliriz.
Anahtar kelimeler: 3D Printing, Nylon 680 Co-Polymer, Göğüs Cerrahisi, Göğüs
Duvarı Rezeksiyonu ve Rekonstrüksyonu, İmplant
POSTER SUNUMLAR
PS-161
Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
Endoskopik Torakal Sempatektomide
Klipsin Sempatik Sinir Üzerine Etkisi:
Elektromyografik Bir Deneysel Çalışma
Mehmet Muharrem Erol1, Hakan Salcı2, Ahmet Sami Bayram1, Hilal
Çeşme2, Hüseyin Melek1, Cengiz Gebitekin1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Bursa
Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Bursa
1
2
PS-162
Özofagus yabancı yabancı cisimlerde; 15
yıllık klinik deneğimiz
Menduh Oruç, Fatih Meteroğlu, Sedar Onat, Refik Ülkü
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Giriş ve amaç: yabancı cisimler çoğunlukla çocuklarda görülmektedir.
Sivri uçlu, geniş çaplı, uzun cisimler özofagusa takıldığından özofagus da
delinme, gömülme, tıkanma gibi semptomlara neden olmaktadır. Çıkarılmaları için birçok yöntem mevcuttur. Bu çalışmada amacımız özofaguskopi uyguladığımız çocukların geriye dönük analizini yaptık.
Yöntem: 2000 ile 2015 yılları arasında kliniğimizde özofagus yabancı
cisime maruz kalan 1106 çocuk hasta değerlendirildi. Tüm hastalara acil
şartlarda genel anestezi altında rijit özofaguskopi uygulandı.
Bulgular: çocukların yaş ortalamaları 3.1(20 gün-16 yıl) idi. 817 hastada metal para ve geriye kalan hastalar değişik boylarda ve enlerde olan
yabancı cisimlerdi. Bu hastaların 50 (%4.5)’inde genel anestezi sırasında
yabancı cisim mideye geçtiği görüldü (skopi ile tespit edildi). Hastaların 4
(%0.36)’ünde özofagus yaralanması görülürken, bu özofagus yaralanması
ola hastalardan birinde anormal bir komplikasyon olan aort yaralanması
gelişti. Bir hastamız kaybedildi.
Tartışma ve Sonuç: : tanıda gecikme olması komplikasyonu artırmaktadır. Çift sarmal şeklinde görülen yabancı cisimler metelik paradan çok
yassı pillerin görüntüsüdür. Bunun için grafi değerlendirilmesi iyi olmalıdır
Anahtar kelimeler: ösofagus, yabancı cisim, aspirasyon
PS-163
Tek Port Endoskopik Torakal
Sempatektominin Etkinliği
Volkan Karaçam1, Kemal Can Tertemiz2, Ali Karakılıç1, Aydın Taşdöğen3,
Aydın Şanlı1, Nezih Özdemir1
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İzmir
1
2
Giriş ve amaç: Hiperhidroz yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyen
bir durumdur. Endoskopik Torakal Sempatektomi(ETS) ile birçok olguda
yaşam kalitesinde düzelme ve terleme semptomlarında belirgin azalma
sağlanabilmektedir. Bu çalışmada ön aksiler tek kesiden yapılan ETS’nin
etkinliğini değerlendirdik.
Yöntem: Ocak 2014-Haziran 2015 tarihleri arasında hiperhidroz nedeni ile ETS uygulanan ve en az 6 ay süre ile takip edilen olgular retrospektif
olarak değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya 20 kadın ve 27 erkek dahil edildi. Olguların ortalama yaşı 26,9±9,3, semptom süresi 10,9±8,0 yıl ve ortalama BMI değeri 23,7±2,7 saptandı. Semptom başlangıç zamanı 9 olguda çocukluk,
26 olguda ergenlik ve 12 olguda erişkin yaş döneminde olduğu görüldü.
Olguların %25,5 inde aile öyküsü mevcuttu. Olguların %36,2’sinde elkoltukaltında, %21,3‘ünde ellerde, %17,0’sinde el-ayaklarda, %10,6’sında el-koltukaltı-yüz-ayaklarda, %8,5‘inde koltukaltında ve %6,4‘ünde
el-koltukaltı-yüzde hiperhidroz mevcuttu. İntraoperatif komplikasyon
görülmezken, 2 olguda postoperatif minimal pnömotoraks görüldü. Ortalama hastanede yatış süresi 1,08±0,35 gündü. İşlemin etkinliğinin değerlendirilmesi amacıyla takip edilen perfüzyon indeksinin postoperatif dönemde istatistiksel anlamlı olarak arttığı görüldü (preoperatif 1,55±0,54,
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
171
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
postoperatif 4,22±0,68, p<0,001). Postoperatif 10. günde 8 olguda
hafif ve 2 olguda şiddetli ağrı mevcuttu. Terleme ile ilişkili yaşam kalitesi
skoru ortalaması preoperatif dönemde 4,12±0,40 iken, postoperatif dönemde 1,63±0,88 idi (p<0,001). Preoperatif hiperhidroz skoru ortalama
3,72±0,45 iken postoperatif dönemde 1,34±0,63 idi (p<0,001). Postoperatif kompanzatuar terleme olguların %40,4‘ünde görüldü. Postoperatif
6. Ayda olguların %85,1 i benzer semptomları olan kişilere sempatektomiyi tavsiye edeceğini söyledi.
Tartışma ve Sonuç: Tek portla yapılan ETS ameliyatı yüksek effettivitesi, 1 cm’den küçük skar iyileşmesi, kısa ameliyat süresi, minimal ağrı ve
kısa hastanede yatış sebebiyle medikal tedaviye dirençli primer hiperhidroziste tercih edilmesi gereken cerrahi teknik olmalıdır.
Anahtar kelimeler: Endoskopik Torakal Sempatektomi, Terleme, Yaşam kalitesi
PS-165
Tümör Hastalarında Parankim Koruyucu
Bronşiyal Sleeve Rezeksiyon Sonuçlarımız
Elçin Ersöz Köse, Çağatay Saim Tezel, Rıza Serdar Evman, Serda Kanbur
Metin, Talha Doğruyol, Abidin Levent Alpay, Cansel Öztürk Atinkaya,
Selami Volkan Baysungur, İrfan Yalçınkaya
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Cerrahisi Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Akciğerin benign ve malign hastalıklarında, sağlam
akciğer parankimini korumak için lobektomiye alternatif olarak izole bronşiyal sleeve rezeksiyonun seçilmiş hastalarda etkinliğini araştırmak amacıyla demografik özellikler, endikasyon, taraf, komplikasyon, mortalite ve
sağkalım oranları açısından değerlendirdik.
Yöntem: Çalışmaya Ocak 2010- Aralık 2015 tarihleri arasında operatif
morbidite, mortalite ve uzun dönem sonuçlarını belirlemek için seçilmiş
hastalarda endobronşiyal tümör sebebiyle izole bronşiyal sleeve rezeksiyon uygulanan 12 olguya (10 olgu erkek, 2 olgu kadın, ortalama yaş:
43,25; dağılım 24-65 yaş) ait veriler retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: İzole bronşial sleeve rezeksiyon endikasyonları 6 olguda tipik
karsinoid tümör,2 olguda adenoid kistik karsinom, 2 olguda mukoepidermoid karsinom ve epitelyal-myoepitelyal karsinom, 1 olgu hamartom ve
1 olguda müköz gland adenomudur. Olguların 4’ü sol, 4’ü sağ lokalizasyonlu, 2’si trakea, 2’si de karinada idi (Şekil 1). Hiçbir olguda lenf nodu
tutulumu saptanmadı. 9 olgu evre IA, 1 olgu evre IB, 2 olgu da benign
lezyon idi. Hastalarımızda major morbidite ve mortalite gelişmedi ve hiçbir
hastada lokorejyonel nüks ve uzak metastaz gelişmedi. Ortalama sağkalım
oranlarımız 31±21,97 ay (7 ay-72 ay)dı.
Tartışma ve Sonuç: Doğru seçilmiş hastalarda, malign veya benign
hastalıkta parankim kaybı olmadan izole bronşial sleeve rezeksiyonlar
yapılabilir. Komplikasyon oranları düşük ve iyi uzun vadeli sonuç elde
edilebilir.
Anahtar kelimeler: endobronşiyal tümör, izole bronşiyal sleeve rezeksiyon,
parankim koruyucu
Şekil 1. endobronşiyal tümör lokalizasyonları
PS-166
Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde orta
lobektomi uygulanan hastalarda sağkalım
analizi ve prognostik faktörler
Cansel Atinkaya Öztürk1, Deniz Gürer1, Çağatay Tezel1, Hakan Yılmaz1,
Volkan Baysungur1, Levent Alpay1, Serdar Evman2, Murat Kavas2, İrfan
Yalçınkaya1
1
Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği,
İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği,
İstanbul
Giriş ve amaç: Akciğer kanserinde orta lobektomi seyrek oranda yapılmaktadır. Tek başına orta lobektomi sonuçlarının değerlendirildiği çalışma sayısı azdır. Bu çalışmada sağkalıma etki eden faktörler incelendi.
Yöntem: Ocak 2008- Aralık 2015 tarihleri arasında küçük hücreli dışı akciğer kanseri nedeniyle 38 hastaya (15K, 23 E) orta lobektomi
uygulandı.
Bulgular: Ortalama yaş 57.5 (min:31, max:74). On hastada yassı hücreli kanser, yedi hastada nöroendokrin tümör ve 15 hastada ise adenokarsinom, altı hastada müsinöz adenokarsinom gözlendi. Sekiz hastada
endobronşial lezyon mevcuttu. Altı hastaya VATS ile lobektomi uygulandı.
Ortalama tümör çapı 2.5 cm (min: 1 cm, max: 5 cm). Üç hastada N1,
bir hastada N2 mevcuttu. Sekiz hasta Evre IB, 26 hasta ise Evre IA idi.
Üç hasta Evre IIA, bir hasta Evre IIIA. Dokuz hastada exitus gözlendi. Bu
hastaların ikisinde müsinöz adenokarsinom mevcuttu. Dört hastada lokal
nüks, beş hastada uzak metastaz gözlendi. Lokal nüks olanların hiçbirinde
EBL yoktu ve lenf nodları negatifti. Uzak metastaz olan hastaların ikisinde
N1 mevcuttu. Genel sağkalım 71.3 ay, hastalıksız sağkalım ise 58.07 ay
olarak gözlendi. Hastalıksız sağkalımla tümör evresi (p=0.69) ve histopatoloji ile ilişkisi saptanmadı (p=0.62). Aynı zamanda 20, 30 ve 50 mm
tümör çapları ile sağkalım arasında farklılık gözlenmedi.
Tartışma ve Sonuç: Orta lobektominin sıklıkla adenokarsinomlu hastalarda uygulandığı gözlenmektedir. İstatistiksel olarak anlamlı gözlenmese
de müsinöz adenokarsinom ve N1 tutulumu kötü prognostik faktörlerdir.
Anahtar kelimeler: Orta lobektomi, küçük hücreli dışı akciğer kanseri, prognostik
faktörler
172
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tüberküloz
PS-167
Tüberkülozlu Hastalarda Anksiyete,
Depresyon, Yalnızlık ve Damgalanmanın
Değerlendirilmesi
Ayla Yılmaz, Özden Dedeli
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hemşirelik Anabilim Dalı, Manisa
Giriş ve amaç: Bu çalışmanın amacı, akciğer tüberkülozlu hastalarda
anksiyete, depresyon, yalnızlık ve damgalamanın değerlendirilmesidir.
Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki araştırma İzmir merkezdeki bir
eğitim araştırma hastanesinin tüberküloz polikliniği ve servislerinde ayaktan ya da yatarak tedavi ve bakım hizmeti alan 208 hasta ile yürütüldü.
Araştırmada veriler, araştırmacı tarafından sosyodemografik bilgileri içeren
soru formu ve Tüberkülozlu Hastalarda Stigma Ölçeği (THSÖ), Hastane
Anksiyete Depresyon Ölçeği (HAD) ve UCLA Yalnızlık Ölçeği kullanılarak toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde, ortalama ± standart sapma
(Ort±SS), yüzde dağılımları ve korelasyon analizleri kullanıldı.
Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 45,5 ±14,8
(31-60) yıl olup büyük çoğunluğu evli (%62) ve erkekti (%63). Hastaların
%26’sının anksiyete, %60,5’nin depresyon yönünden riskli olduğu, yaklaşık %80,2’inde orta ve yüksek düzeyde yalnızlık hissettikleri belirlendi.
Hastaların %47,6’sının damgalanma ölçeğinin bütününde ortalamanın
üstünde puan aldığı bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Araştırma sonucunda, hastaların anksiyete yönünden düşük risk, depresyon yönünden yüksek riskli oldukları, orta ve
yüksek düzeyde yalnızlık algıladıkları ve orta düzeyde damgalanma deneyimledikleri bulundu.
Anahtar kelimeler: Tüberküloz, damgalama, anksiyete, depresyon, yalnızlık
PS-168
Tüberküloz plörezisi tanısında kullanılan
laboratuar parametrelerinin tanısal değeri
Tanyeli Asena Arısoy, Mehmet Sezai Taşbakan, Abdullah Sayıner
POSTER SUNUMLAR
PS-169
Uygun Doğrudan Gözetimli Tedavi Sıklığı ve
Erişimin Önündeki Engeller
Hilal Adıgüzel1, Işıl Ergin1, Gonca Atasoylu2, Özgür Sekreter2, Ayşe Pınar
Balcan3, Ziya Tay2, Nuray Külük3, Serap Alkan3, Hatice Gürbüz3
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir
Manisa İl Halk Sağlığı Müdürlüğü, Manisa
Manisa Şehzadeler Toplum Sağlığı Merkezi, Verem Savaş Birimi, Manisa
1
2
3
Giriş ve amaç: Tüberküloz tedavisi; uzun sürmesi, erişim problemleri ve çevre tarafından damgalanma korkusuyla zorlu bir süreçtir. Doğrudan gözetimli tedavi (DGT), tüberküloz (tbc) hastasının her gün ilaçları
içiminin izlenmesini gerektirmektedir ve hastalık sürecindeki bu sorunlarla
baş etmede önemli bir yere sahiptir. Çalışmamız Manisa’daki tbc hastalarında uygun DGT sıklığını belirlemek ve DGT uygulamasında oluşan
coğrafi, organizasyonel, sosyokültürel ve ekonomik engelleri tanımlamayı
amaçlamaktadır..
Yöntem: Kesitsel çalışmamız, Manisa merkez dispanserine kayıtlı 18
yaş üstü ve bir aydır tedavi alan tbc hastalarını kapsamaktadır. On ay
arayla iki hasta grubuyla görüşülmüştür. Katılım oranı %87,2’dir(n=75).
Görüşme sonunda tbc ile ilgili bilgilendirme amaçlı sunum yapılmış ve
broşür verilmiştir. Uygun DGT; hastanın bir sağlık personeli/yakını eşliğinde günlük tedavi dozlarını almasıdır.
Bulgular: Demografik veriler tablo1’de verilmiştir. DGT uygulamaları;
kendi kendine(%41,3), günlük olarak sağlık personeli tarafından(%44,0),
aile yakını tarafından(%14,7) yapılmaktadır. Uygun DGT sıklığı %58,7’dir.
DGT uygulama kararına doktor dahil olmazsa, hasta kendi kendine tedavi
almayı seçmektedir(%86,4, p<0,001). Yaş, cinsiyet, eğitim, gelir, sağlık
kurumuna uzaklık uygun DGT açısından fark yaratmamaktadır. DGT sürecindeki temel zorluklar tablo 2’de belirtilmiştir. İlaca erişimde veya sıra
beklemeye ilişkin sorun belirten olmamıştır. Hastaların %33,3’ü sosyal
engeller tanımlamakta, %40,0’ı hastalıkla ilgili sıkıntılarını paylaşmak istemekte ve %14,7’si bunun için eski bir tüberküloz hastası ile temastadır.
Tartışma ve Sonuç: Hasta talebi doğrultusunda tedavinin kendi
kendine uygulanmasındaki yaygınlık, tedavinin uygunluğuna dair şüphe
oluşturmakta, tedavi başarısını sorgulatmakta ve çoklu ilaç dirençli hasta
sayısını arttırma olasılığı açısından endişe yaratmaktadır. Gözetmen seçimi
mutlaka doktor tarafından yönlendirilmelidir. Tedavi uyumunun arttırılması için sosyal destek sağlanmalıdır.
Anahtar kelimeler: aile hekimliği, doğrudan gözetimli tedavi, tüberküloz,
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir
Giriş ve amaç: Bu çalışmanın amacı tüberküloz plörezisi tanısında kullanılan parametrelerin tanı değerini değerlendirmektir.
Yöntem: Plevral efüzyonu olan ve parankimal infiltrasyonu olmayan
241 hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Bu hastalardan eksüdatif efüzyonu olan 101’i (33 kadın, ortalama yaş 58.5 ±15.6) çalışmaya alınmıştır. Plevra biyopsisinde granülomatöz plöriti olup antitüberküloz tedavi ile
iyileşme (n=23), ya da plevral sıvı kültüründe M. tuberculosis üremesi
olması(n=2) tüberküloz plörezisi olarak değerlendirilmiştir. Tüberküloz
plörezisi tanısında kullanılan plevral sıvı sitolojisi, mikobakteriyolojik değerlendirme (ARB, PCR), adenozin deaminaz (ADA), glukoz, albumin,
laktat dehidrogenaz (LDH) düzeyleri hasta dosyalarından incelenmiştir.
Bulgular: Eksüdatif plevral efüzyonu olan 101 hastanın 25’inde son
tanı tüberküloz plörezisi, 64’ünde malign plevral efüzyon ve 12’sinde
parapnömonik efüzyondur. Tüberküloz plörezisi tanısı alan birer olguda
ARB (+) ve PCR (+) saptanmıştır. Yedi hastanın (%28) plevral sıvısında
M. tuberculosis üremesi olmuştur. Sitolojik incelemede lenfositik eksüda
tüberküloz plörezisi tanısı alan hastaların 18’inde (%72), parapnömonik
efüzyonu olanların birinde (%8.3) ve malign efüzyonu olan hastaların
7’sinde (%10.9) saptanmıştır.Lenfositik efüzyonun tüberküloz plörezisinde
duyarlılığı %72.0, özgüllüğü %88.4 bulunmuştur. Plevral sıvı glukoz ve
LDH düzeylerinin ise üç grup arasında farklı bulunmamıştır. Plevral sıvı
albumin düzeyi tüberküloz plörezisinde, parapnömonik efüzyonda ve malign efüzyonlara göre daha yüksek olmakla birlikte ayırıcı tanıda kullanılabilecek bir eşik değer saptanamamıştır. Plevral sıvı ADA düzeyi tüberküloz
plörezisinde (94.9±44.2 U/L) diğer hastalık gruplarından daha yüksek bulunmuştur. ADA için sınır değer > 70 U/L alındığında tüberküloz plörezisinde duyarlılığı %86.4, özgüllüğü %93 olarak saptanmıştır (AUC: 0.854).
Tartışma ve Sonuç: Mikrobiyolojik değerlendirme tüberküloz plörezisi tanısında yeterli tanısal verime sahip değildir; plevral sıvı ADA düzeyi
özellikle patolojik ya da mikrobiyolojik kanıtı olmayan olgunlarda ampirik
tedavi başlama kararının verilmesini sağlayabilir.
Tablo 1. Katılımcıların sosyodemografik özellikleri
Değişkenler
n
%
Cinsiyet (kadın)
Eğitim (ilkokul ve altı)
Gelir (yoksulluk sınırı altı)
Şehir merkezi dışında yaşayanlar
Eve/işe yakın sağlık kuruluşu olmayanlar
Kontrol için telefon ile çağırılanlar
36
56
43
41
20
51
48,0
74,6
57,3
50,7
26,7
68,0
DGT sürecinde belirtilen zorluklar
n
%
DGT hakkında yetersiz bilgi
İlaç kullanımı ve/veya yan etkileri hakkında yetersiz bilgi
Sağlık ocağına gitmede zorluk/gitmek istememe
İlk iki ay ilaç sayı fazlalığı nedeniyle ilaç içmede zorlanma
Sağlık kurumuna ulaşım zorluğu
Dışlanma/bulaştırma korkusu
Maddi destek ihtiyacı
Manevi destek ihtiyacı
Çalışma şartları nedeniyle DGT uyumsuzluğu
6
16
14
7
14
28
11
12
6
18,0
21,3
18,7
9,3
18,7
37,3
14,6
16,0
8,0
Tablo 2. DGT sürecinde belirtilen zorluklar
Anahtar kelimeler: ADA, plörezi, tüberküloz
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
173
POSTER SUNUMLAR
PS-170
Hava Yolu ile Seyahat Eden Tüberküloz
Hastalarının Temaslı Taramaları
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
hastalıkla ilgili farkındalığı arttırarak tüberkülozla mücadelede daha etkin
adımların atılmasını sağlayacağı düşüncesindeyiz.
Anahtar kelimeler: Öğrenci, tıp eğitimi, tüberküloz
Aysun Bozdağ, Onur Ceyhan Aksu, Nevin Yayar, Turgut Çalışkan, Nurhan İnci
İstanbul Halk Sağlığı Müdürlğü, İstanbul
Giriş ve amaç: Uçakla seyahat eden Tüberküloz hastalarının temaslı
muayene sonuçları ve yapılacak iyileştirmelerin belirlenmesi.
Yöntem: 2013 - 2015 yıllarında Tüberküloz Daire Başkanlığı ve Verem
Savaş Dispanseri birimimizden bildirilen, hava yolu ile seyahat eden tüberküloz hastalarının temaslılarına yapılan işlemler dispanser kayıtlarından
retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Bildirilen 7 tüberküloz hastası için 9 uçuş tarandı. bunlardan
3’ü yabancı uyrukluydu 3’ü HR dirençli, 1’i HRZE dirençli, diğer 3’ünün
direnç sonucu bilinmiyordu. 1 tübeküloz hastası uçuş esnasında ex olmuştu.153 temaslının 94’ü kabin ekibi görevlisi, 59’u yolcu idi. Bildirilen temaslılardan 145 kişiye ulaşılmıştır. Kabin görevlilerinden 36’sına Akciğer
grafisi çekilmiş, 31’i en az 1 kere TCT yaptırmış, 7 tanesi en az 1 IGST
yaptırmıştır. 2 sinin IGST Pozitif bulundu. Yolculardan 37 tanesi en az 1
akciğer filmi çektirdi. 2 kişiye ileri tetkik yapıldı. TB hastası bulunmadı. 36
kişi en az 1 TCT yaptırdı. 2 kişide konversiyon gözlendi. 4 kişiden ARB
alındı yayma ve kültür sonuçları negatif geldi.
Tartışma ve Sonuç: Yolcuların sağlıklı iletişim bilgilerine ulaşmakta
zorluklar yaşanmaktadır. Temas tarihinden sonra en erken 1 ay gibi bir
zamanda ilk tarama muayeneleri yapılabilmektedir. Kabin görevlilerinin işyeri tarafından da bilgilendirilmeleri yapılmasına rağmen başvuru oranları
çok düşük kalmaktadır. Temaslı taramalarının daha hızlı ve sağlıklı yürütülebilmesi içi yolcu ve kabin görevlilerinin tüm iletişim ve adres bilgilerinin
ve T.C. Numaralarının tarafımıza verilmesi gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Tüberküloz, uçak yolcuğulu
PS-171
Şekil 1. Öğrencilerin tüberküloz korku düzeyi
PS-172
Solunum Yetmezliği Gelişen Tüberküloz
Hastasıyla Temas Eden Sağlık Çalışanlarına
Uygulanan Tarama
Tıp Fakültesi Öğrencilerinin Tüberküloz
Hastalığı Hakkındaki Bilgi Düzeyleri
Peri Meram Arbak, Zeynep Burçin Yılmaz, Ege Güleç Balbay,
Öner Abidin Balbay
Melike Demir1, Emel Aslan2, Mahsuk Taylan1, Süreyya Yılmaz1, Gamze
Bucaktepe3, Nurefşan Aydeniz4, Esra Nur Sizer4, Recep Işık1
Giriş ve amaç: Tüberküloz sağlık çalışanları için risk oluşturmaya devam etmektedir.
Yöntem: Üniversite Hastanesi’ne 2014 yılının 10. ayında kabul edilen
74 yaşındaki erkek hastanın 1 aydır gece yükselen ateş, gece terlemesi,
kilo kaybı, genital, cilt ve oral yara şikayetleri varmış. Ayaktan başvuruda
alınan bronş lavajının direkt yayması negatifmiş. Hasta kültür sonucunu
beklerken solunum yetmezliği gelişmiş. Hipoksemi, plevral sıvı ve interstisyel akciğer hastalığı ön tanılarıyla hastaya yatış verilmiş. Hasta Acil serviste
9 saat bekledikten sonra önce Göğüs servisine, 18 saat sonra Dahili Yoğun
Bakım Ünitesi’ne alınmıştı. Hastanın lavaj ARB kültüründe üreme oldu.
Hasta pnömotoraks gelişmesiyle ve solunum yetmezliği nedeniyle öldü.
Temas eden 36 sağlık çalışanına PPD taraması uygulandı. Temaslıların
24’ü kadındı (%66), Temaslıların 13’ü yoğun bakım (%36), 11’i göğüs
hastalıkları (%30), 10’u acil servis (%27), 2’si anestezi servisi (%5) çalışanı
idi.
Bulgular: Çalışanların 6’sında PPD 10 mm altı idi (%16). Üç ay sonra
tekrarlanan taramada 2 yoğun bakım ünitesi çalışanında PPD 10 mm üstüne çıkmıştı ve kemoprofilaksi başlandı.
Tartışma ve Sonuç: Tüberküloz hastalarının acil serviste uzun süre
bekletilmesi ve izolasyon koşullarının sağlanamadığı yoğun bakım ünitelerinde yatırılmasının sağlık çalışanlarını mesleki tüberküloz riskiyle karşılaştırdığı gözlendi.
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Diyarbakır
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı,
Diyarbakır
3
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Diyarbakır
4
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrencisi, Diyarbakır
1
2
Giriş ve amaç: Tüberküloz(TB)’nin tüm hekimler tarafından iyi bir
şekilde bilinmesi, erken tanı ve tedavi ile hastalığın yayılmasını ve kötü
seyirli vakaların oluşmasını önleyecektir. Ülkemizde tıp eğitiminin 3. ve
5. yılında TB eğitimi verilmektedir. Biz de bu çalışmada tıp fakültemiz öğrencilerinin TB eğitimi almadan önce ve sonraki dönemdeki bilgilerinin
yeterliliğini ölçmeyi, mezuniyet öncesi hekim adaylarının bu konuda eksikliklerini belirleyerek gerekli önlemlerin alınması adına farkındalığımızı
arttırmayı amaçladık.
Yöntem: Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin demografik
özellikleri, sigara alışkanlıkları, TB hakkındaki tanı ve tedavi aşamasındaki
bilgi düzeylerini ölçmek ve hastalıkla ilgili endişelerini değerlendirmek için
on dört sorudan oluşan bir anket hazırlandı. Öğretim üyeleri gözetiminde,
öğrenciler tarafından anket formları dolduruldu.
Bulgular: Çalışmaya katılan 293 öğrencinin 152(%51,9)’sini 2. sınıf
öğrencileri(Grup 1), 141(%48,1)’ini de 5. sınıf öğrencileri(Grup 2) oluşturmaktaydı. Grup 1’deki öğrencilerin yaş ortalaması 19,8± 1,5 yıl iken, grup
2 öğrencilerinin ise 21,9± 2,4 yıl idi. Grup 1 öğrencilerinin 61(%40,1)’i
çok, 80(%52,6)’i orta düzeyde; grup 2 öğrencilerinin ise 38(%27)’i
çok, 43(%30,5)’ü orta düzeyde TB hastalığından korkmaktaydılar
(p<0,001),(Şekil 1). TB’un nasıl bulaştığını, hangi organları daha çok tuttuğunu, aşılanma, tanı ve tedavi bilgilerini Grup 2’deki öğrenciler daha iyi
bilmekteydi [sırasıyla (%84,4), p <0,001; (%97,2),p <0,001; (%89,4),p
<0,001; (%70,9), p<0,001 ve (%83,7), p <0,001). Her iki grupta sağlık
çalışanlarında TB enfeksiyon riskinin olduğunu bilmekteydiler(p=0,485).
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak, geleceğin hekim adaylarının mezuniyet öncesi dönemde, TB hakkındaki bilgileri kısmen iyi olsa da hedeflenen düzeyde değildir. Tıp eğitiminde, ilk sınıflardan itibaren TB hastalığı
ile ilgili eğitimlerin sadece teorik değil klinik destekle zenginleştirilmesinin,
174
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Anabilim Dalı, Düzce
Anahtar kelimeler: PPD,Sağlık çalışanları,Tüberküloz.
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-173
Tüberküloz Kontrol Uygulamaları Hasta
Verilerini Nasıl Etkiler? Bir Verem Savaşı
Dispanseri Sonuçları
Filiz Duyar Ağca1, 5 No.lu Verem Savaşı Dispanseri Çalışanları 1999-2012
3 No.lu Verem Savaşı Dispanseri,Ankara
5 No.lu Verem Savaşı Dispanseri, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Tüberküloz Kontrol Programlarının uygulanması halinde tüberküloz (TB) hasta verilerinde oluşan değişiklikleri değerlendirmek
Yöntem: Ulusal TB Kontrol Programı çerçevesinde Ankara ili
VSD’lerinde a- TB Kontrolü için Başvuru Kitabı-2003, b- Aktif Sürveyans
Çalışması-2003, c- TUTSA verilerinin uluslar arası standartlarda toplanması-2005, d- DGT Uygulaması-2006 yıllarında hayata geçirilmiştir. Ankara Yenimahalle Dispanseri 1999-2002 ve 2009-2012 dönemi kayıtları
dispanser çalışması temelinde geriye dönük incelendi.
Bulgular: TUTSA kayıtlarının ön şekli Ankara VSDlerinde ilk olarak
1999 yılında oluşturulmuştur. 1999-2002 verileri bu kayıtlardan; 20092012 verileri TUTSA kayıtlarından alınarak karşılaştırmalı değerlendirildi.
Tartışma ve Sonuç: Kontrol programlarının uygulanması sayesinde
bölgede nüfus artışına rağmen olgu sayısı azalmıştır. Aktif sürveyans çalışmasıyla saptanan akciğer-dışı olgular ve kadın hastaların sayısı artmıştır.
Genç erişkin yaş gruplarındaki hasta sayısı azalırken 45 yaş üzeri gruplarda
artmıştır. Tedavi takibinin standart olması ve DGT uygulaması tedavi terk
oranlarını azaltmıştır. Koruma tedavisi verilen temaslıların artışı temaslıdan
bulunan hasta sayısını azaltmıştır.
Donanımlı, gönüllü sağlık çalışanlarının varlığında; ulusal rehber doğrultusunda kayıt, tedavi, takip ve raporlama en iyi şekilde yapılmakta bu durum
toplum sağlığını olumlu yönde etkilemektedir.
Anahtar kelimeler: DGT, Rehber, Sürveyans, TUTSA, Tüberküloz
Tablo 1. 1999-2002 ve 2009-2012 dönemlerinin verileri
VSD ortalama bölge nüfusu
VSD’de kayıtlı toplam hasta sayısı
Kadın olgular
Akciğer TB olgu sayısı
Akciğer dışı TB olgu sayısı
15-44yaş aralığında olgu sayısı
45yaş ve üzeri olgu sayısı
Yabancı uyruklu hastalar
DGT uygulanan hasta sayısı
Tedaviyi terk eden hasta sayısı
Kontrol edilen temaslı sayısı
Koruma tedavisi verilen temaslı sayısı
Temaslıdan bulunan yeni TB hasta sayısı
1999-2002
2009-2012
650.000
502
189(%37,6)
362 (%72.1)
140(%27,8)
316 (%62,9)
172 (%33,7)
0
0
19(%3,8)
1972(%87,8)
290(%14,6)
29(%5,8)
900.000
511
248(%48,5)
272 (%53.2)
239(%46.7)
224(%43,8)
259(%50,9)
11(%2,1)
508(%99)
3(%0,6)
2158(%87,3)
366(%16,9)
23(%4,5)
PS-174
Tüberküloz Hastalarında Anksiyete ve
Depresyonla Mizaç ve Karakter Profilinin
Değerlendirilmesi
araştırılmıştır fakat mizaç ve karakter profili daha önce incelenmemiştir.
Bu nedenle biz de çalışmamızda TB hastalarında kişilik mizaç ve karakter
profillerini belirlemek ve sağlıklı bireylerle karşılaştırmayı amaçladık.
Yöntem: Bu çalışmada, 240 maddelik kendi kendine uygulanan mizaç
ve karakter envanteri (TCI) ile 14 maddelik hastane anksiyete ve depresyon ölçeği kullanılmıştır. Çalışmaya 45 TB hastası ile 48 sağlıklı gönüllüler
alınmıştır
Bulgular: TB hastalarında, ortalama zarardan kaçınma skorları sağlıklı
kontrollere kıyasla anlamlı derecede daha yüksek bulunurken, ortalama
sosyal onaylama skoru ise anlamlı derecede düşük bulumuştur. TB hastalarında depresyon skoru kontrol grubundan anlamlı derecede yüksek
(P=0.049), anksiyete skoru ise anlamlı olmayan derecede yüksektir. TCI
profilleri, TB hastalarının anksiyete ve depresyon skorlarıyla ilişkili değildir.
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışmada, TB hastalarında zarardan kaçınma
skorunun daha yüksek, sosyal onaylama skorunun ise daha düşük olduğu
saptanmıştır. Gelecekte yapılacak çalışmalar, TB hastalarında TCI için spesifik ve odaklanmış müdahaleler geliştirilmesine yol açabilecektir. Sonuç
olarak, klinik uygulamalarda TB’nin değerlendirilmesi ve tedavisinin, aynı
zamanda psikosomatik yaklaşımları da içermesi gerektiğine inanmaktayız
Anahtar kelimeler: Tüberküloz, mizaç, karakter.
Tablo 1. Tüberküloz hastaları ve sağlıklı bireylerin Hastane anksiyete ve depresyon skorları
HAD A
HAD D
Tüberküloz
Kontrol
p
6.18±4.76
5.70±3.05
5.23±2.20
4.40±1.85
0,837
0,049
Tablo 2. Tüberküloz hastaları ve sağlıklı bireylerin mizaç karakter envanter skorları
NS1 exploratory
NS2 impulsiveness
NS3 extravagance
NS4 disorderliness
Harm avoidance
HA2 fear of uncertainty
HA3 shyness
HA4 fatigability
RD1 sentimentality
RD3 attachment
RD4 dependence
Persistence
SD1 responsibility
SD2 purposefulness
SD3 resourcefulness
SD4 self-acceptance
SD5 congruence
C1 social acceptance
C2 empathy
C3 helpfulness
C4 compassion
C5 integrated conscience
ST1 self-forgetfulness
ST2 trans-identification
ST3 spiritual acceptance
Tübrküloz
Kontrol
p
2.96±1.492
2.27±1.304
2.44±1.617
1.98±1.288
9.98±3.739
2.64±1.786
1.42±1.118
2.53±1.984
3.8±1.914
2.33±1.087
1.29±0.968
2.58±1.574
2.36±1.246
2.93±1.543
1.76±1.026
2.6±1.529
3.76±2.002
2.42±1.381
2.83±1.534
1.9±1.225
3.81±2.049
3.13±1.525
3.49±1.829
3.6±1.851
3.82±2.177
2.83±1.521
2.19±1.232
2.15±1.502
1.79±1.254
7.92±2.323
1.62±1.566
1.48±1.238
1.9±1.225
3.42±1.635
2.17±1.078
1.23±1.036
2.5±1.75
2.35±1.229
2.83±1.521
1.81±0.982
2.75±1.537
4.02±1.984
3.91±1.844
2.91±1.552.
1.98±1.196
3.78±2.141
3.6±1.876
3.4±1.954
3.5±1.81
3.94±2.067
0,643
0,924
0,381
0,412
0,002
0,002
0,927
0,266
0,400
0,493
0,702
0,690
0,943
0,733
0,788
0,592
0,542
0,001
0,843
0.603
0,953
0,258
0,789
0,688
0,697
Fulsen Bozkus1, Selma Ateş2, Özlem Orhan3, Anıl Samur4
1
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniverstesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı,
Kahramanmaraş
2
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniverstesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim
Dalı, Kahramanmaraş
3
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı,
Kahramanmaraş
4
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Anabilim Dalı, Antalya
Giriş ve amaç: Tüberküloz (TB), enfeksiyon hastalıkları arasında dünya genelinde birinci sırada gelen ölümcül bir hastalıktır. Tüberküloz hastalarında anksiyete ve depresyon başta olmak üzere pekçok psikososyal
hastalıklar ve bunların istenmeyen sonuçları oldukça sık görülmektedir.
Yapılan çalışmalarda bu hastalığın psikososyal durumları bir çok yönden
PS-175
Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
Üsküdar Dispanserinde Sosyal Yardım
Çalışmaları
Bektaş Kısa
Bektaş Kısa Üsküdar VSD
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
175
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
Klinik Sorunlar - Pulmoner Vasküler Hastalıklar
PS-176
Normotansif orta risk grubu akut pulmoner
emboli hastalarında tedavi ve erken dönem
mortalitenin değerlendirilmesi
Berrin Er1, Ahmet Görkem Er2, Ahmet Uğur Demir1, Lütfi Çöplü1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Akut pulmoner embolide 30 günlük mortalite çeşitli
çalışmalarda %9-11 saptanmıştır. Hemodinamisi stabil orta risk grubunda trombolitik kullanımı tartışmalıdır. Bu çalışmada orta risk grubundaki
hastalarda kullanılan tedaviler ve erken dönem mortalite durumu değerlendirilmesi planlandı.
Yöntem: Temmuz 2014-Aralık 2015 tarihleri arasında Hacettepe Tıp
Fakültesi acil servisine başvurusu sırasında BT anjio ile pulmoner emboli
tanısı doğrulanmış hastaların klinik ve laboratuar bilgileri retrospektif olarak değerlendirildi. Pulmonary emboli severity index (PESI) skorları hesaplandı. Erken dönem mortalite bilgileri Türkiye Halk Sağlığı Kurumu
ölüm bildirim sisteminden alındı.
Bulgular: Pulmoner emboli saptanan 79 hastanın 1 aylık mortalite
oranı %8.8 saptandı. Orta risk grubunda olan hemodinamisi stabil 52 hastanın 23’ü(%44) erkekti ve grubun yaş ortalaması 63(22-91) idi. Hastaların 42’sinde (%80) PESI skoru sınıf III-V idi. 46(%88) hastanın EKO’sunda
sağ kalp disfonksiyonuyla uyumlu bulgusu mevcuttu. 25 (%48)hastanın
BNP düzeyi >100 pg/ml, 23(%44) hastanın troponin I değeri pozitifti.
Hastaların 21’i(%40) orta-düşük risk grubunda, hem sağ kalp disfonksiyonu olan hem de miyokardiyal hasar belirteci pozitif olan 31(%60) hasta
ise orta-yüksek risk grubundaydı. Trombolitik verilen 11(%21) hastanın
6’sına ultrasonik azaltılmış doz tPA (ort 18.6 mg), 5’ine 100 mg sistemik
tedavi verildi. 41(%79) hastaya unfraksiyone heparin veya heparin tedavisi verildi. Trombolitik verilen hastalardan 1’i(%9), standart tedavi verilen gruptan 3’ü(%7.3) ilk 30 günde kaybedildi. Trombolitik verilen grupta
ortalama hastane yatış süresi 10.7 gün, standart tedavi grubunda 12 gün
saptandı(Tablo1).
Tartışma ve Sonuç: Akut pulmoner embolide mortalite oranı literatür verileriyle uyumlu bulundu. Çalışma erken dönem verilerini içermekte
olup hasta sayısı artırılarak iki tedavi şeklinin uzun dönem mortalite, pulmoner hipertansiyon gelişimi, ilaç yan etkileri ve nüks açısından etkilerinin
değerlendirilmesi planlanmaktadır.
Anahtar kelimeler: PESI, pulmonary emboli, trombolitik
Tablo1.
Ortalama yaş
Erkek cinsiyet
PESI (Sınıf III-V)
EKO-sağ kalp disfonksiyonu
Troponin I pozitifliği
Hospitalizasyon süresi (gün)
Herhangi bir nedene bağlı ilk 30 günde ölüm
Trombolitik (n:11)
Standart tedavi (n:41)
64.6
3 (%27)
9 (%82)
10 (%91)
9 (%82)
10.7
1 (9 %)
62.6
20 (%49)
33 (%80)
36 (%88)
28 (%68)
12
3 (7.3 %)
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Yöntem: Bu retrospektif çalışmada objektif olarak güncel kılavuzlara
uygun olarak akut PTE tanısı alan hastalar alındı. Primer sonlanım noktası
olarak 1 aylık tüm sebeplere bağlı mortalite kabul edildi.
Bulgular: Çalışma için Toplam 409 hasta tarandı 72 hasta data eksikliği
nedeniyle dışlandı. Çalışma 337 hasta ile tamamlandı. Hastaların hepsine
PTE tanısı pulmoner BT anjiyo ile konuldu. Median urik asit(UA) seviyesi
5.35 mg/dL interquartile range: 4.1-7.3) olarak bulundu. Ölen hastalarda yaşayan hastalara göre serum urik asit seviyesi daha yüksek bulundu
[5.2(4.1-7.0) vs 6.9 (4.6-10.0), p=.038 ]. Troponin pozitif olan hastalarda
UA daha yüksek idi [ 4.85(3.8-6.45) vs 6.35 (4.8-8.2) p<.001]. ESC 2014
kılavuzuna göre yüksek riskli(n=23,%6.8) hastalarda UA seviyesi 6.9(4.88.1), intermediate riskli(n=251,%74.5) hastalarda 5.5(4.4-7.65) ve düşük
riskli(n=62,%18.4) hastalarda 4.3(3.4-5.8) bulundu. Intermediate riskli
hem de high riskli hastalarda serum UA seviyesi düşük riskli hastalara göre
istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<.001 and p=.001Serum UA seviyesi ptenin 30 günlük mortalitesi için bağımsız risk faktörü olduğu görüldü
(OR:1.2,P=.002)
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışmada akut PTE’li hastalarda yüksek serum UA seviyesinin 30 günlük mortalite için bağımsız risk faktörü olduğu
bulundu. Üstelik PTE şiddeti artıkça serum UA seviyesi de artmaktaydı.
Sonuç olarak serum UA basit ve kolay elde edilebilir, ki rutin biyokimyasal
analiz içinde yer almaktadır, her merkezde çalışabilen bir tetkikdir. PTE’nin
risk tayinininde özellikle acil serviste triage markeri olarak kullanılabilir.
Anahtar kelimeler: Urik asit,PULMONER EMBOLİ,risk tayini
PS-178
Prevalence of pulmonary arterial
hypertension in chronic hepatitis B patients
Aysel Sünnetçioğlu1, Muntecep Asker2, Mahmut Sünnetçioğlu3, Ali İrfan
Baran3, Betül Ersöz3, Fatih Esmer3
Department of Chest Diseases, School of Medicine, Yuzuncu Yil University, Van
Department of Cardiology, School of Medicine, Yuzuncu Yil University, Van
Department of Infectious Diseases, School of Medicine, Yuzuncu Yil University, Van
1
2
3
Objective: To evaluate pulmonary artery systolic pressure (PASP), as
assessed by echocardiography, in chronic hepatitis B patients without a
clinical history of liver disease, as well as to estimate the prevalence of
PAH among such patients.
Methods: A total of 112 patients with chronic hepatitis B were enrolled in the study. All of the patients underwent transthoracic Doppler
echocardiography. We defined PAH as an estimated PASP ≥ 40 mmHg.
Results: Of the 112 participants, 63 (56.3%) were male and 49
(43.7%) were female. The mean age of the patients was 39.9± 11.1 years,
and the mean duration of hepatitis B infection was 7.5 ± 5.8 years. The
mean serum levels of hepatitis B surface antigen (HBsAg) were 3502 ±
2479 cells/µl. The HBsAg in patients with PAH was significantly higher
than without PAH (p<0.01). The mean PASP was 30.8± 9.5 mmHg, 20
(17.8%) of the participants having a PASP ≥ 40 mmHg and were therefore classified as having PAH. The PASP correlated positively with the
serum level of HBsAg (r = 0.464, p < 0.01).
Conclusions: The prevalence of PAH in chronic hepatitis B patients
without a clinical history of liver disease was found to be 17.8%. We also
found a correlation between PAH and the serum level of HBsAg in those
patients. However, clinical trials involving larger patient samples are needed in order to determine the full clinical significance of that correlation.
Keywords: Pulmonary hypertension, Hepatitis, Echocardiography
PS-177
Ürik asit pulmoner tromboembolide kötü
prognoz belirteci olabilir mi?
Savaş Özsu1, Arif Mansur Çoşar2, Hayriye Bektaş Aksoy1, Tevfik Özlü1
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Trabzon
Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Trabzon
1
2
Giriş ve amaç: Pulmoner tromboemboli(PTE) ciddi mortalite ve morbideye yol açan önemli bir kardiovasküler hastalıktır. Serum ürik asit(UA)
seviyesi DM,IPAH, KTEPH ve metabolik sendrom gibi hastalıklarda yükselmektedir. Bu çalışmada; serum UA seviyesinin 30 günlük PTE mortalitesi ile ilgili ilişkisini ortaya koymak amaçlanmıştır.
176
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-179
Serum RDW düzeyinin pulmoner
trombotromboemboli tanılı hastalarda
klinik özellikler ve mortalite üzerine etkisi
Serap Argun Barış1, Tuğba Önyılmaz2, Tuba Çiftçi1, İlknur Başyiğit1,
Haşim Boyacı1, Füsun Yıldız1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
2
Özel Konak Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kocaeli
1
Giriş ve amaç: Kırmızı kan hücresi dağılımı (RDW), kırmızı kan hücrelerinin heterojenitesini gösteren bir parametredir. Önceki çalışmalarda
artmış RDW düzeyinin kardiyovasküler hastalıklarda ve KOAH’ ta mortalite ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızın amacı RDW seviyesinin
pulmoner tromboemboli (PTE) hastalarına klinik bulgular ve mortalite
üzerine etkisinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: Son 4 yılda PTE tanısı ile takip edilen hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların demografik özellikleri, yatış
süreleri, hemogram, troponin ve BNP düzeyleri, arter kan gazı bulguları,
radyolojik bulguları, trombolitik tedavi ve YBÜ ihtiyacı ve exitus durumları
kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya 71’i kadın (%49,3), 73’ü erkek (%50,7) olmak
üzere, yaş ortalaması 58,8 ± 16,3 yıl olan toplam 144 hasta alındı. Ortalama yatış süresi 9,7 ± 5,9 gün idi. RDW değerinin 51 hastada (%35,4)
artmış olduğu izlendi. RDW düzeyi normal ve artmış olan gruplar arasında, cinsiyet, troponin, BNP skoru, PA akciğer grafisi, toraks BT bulguları,
trombolitik ve YBÜ ihtiyacı açısından anlamlı farklılık izlenmedi. Ancak
RDW düzeyi normal ve artmış olan gruplar arasında ekokardiyografide
sağ yüklenme bulguları, yatış süresi ve mortalite oranı açısından anlamlı
farklılık izlendi (p=0,03, p=0,002 ve p=0,008). EKO’da sağ kalp dilatasyon bulgusu olanlarda olmayanlara göre YBÜ ihtiyacının anlamlı derecede yüksek olduğu izlendi (p=0,012).
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma, artmış RDW seviyelerinin PE
hastalarında uzamış yatış süresi ve mortalite ile ilişkili olabileceğini
düşündürmektedir.
Anahtar kelimeler: hastane yatışı, mortalite, pulmoner tromboemboli, RDW,
PS-180
Pulmoner tromboemboli geçiren hastaların
3,6 ve 12 aylık izlenme sonuçları
Bahar Kurt, Şilan Işık, Esra Erdemir, Seda Rabia Toksoy
POSTER SUNUMLAR
olarak takip edilmesi ile KTEPH olgularının atlanmasına engel olacağını
düşünmekteyiz
Anahtar kelimeler: pulmoner tromboemboli,derin ven trombozu,kronik
tromboembolik pulmoner hipertansiyon,pulmoner hipertansiyon
PS-181
Pulmoner trombo-embolide ortalama
trombosit hacmi hipoksemi ile ilişkilimidir?
Coşkun Doğan, Şükran Mutlu, Ali Fidan, Sevda Şener Cömert, Benan
Çağlayan, Elif Torun Parmaksız, Banu Salepçi
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Pulmoner trombo-embolilerde (PTE) ortamla trombosit hacminin (OTH) arttığını bildiren çalışmalar vardır. Pulmoner embolizm
şiddet indeksi (PESİ) PTE’de erken dönem prognozun belirlenmesinde
kullanılır ve hipoksemi PESİ’nin bir parametresidir. Çalışmamızın amacı
PTE’li olgularda OTH ile hipoksemi arasındaki ilişkiyi araştırmaktır.
Yöntem: Aralık 2015- Şubat 2016 tarihleri arasında kliniğimizde PTE
tanısı ile yatarak tedavi gören 46 olgunun dosyası retrospektif olarak incelenerek bu çalışmaya dahil edildi. Olguların demografik, klinik ve laboratuvar bulguları kayıt edildi. Olguların hastaneye başvuru günü bakılan
hemogramında OTH değerleri kayıt edildi. Arter kan gazında hipoksemisi tespit edilen olgular ile hipoksemisi olmayan olguların OTH değerleri
karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya 23 (%50) kadın 23 (%50) erkek olgu alınmıştır.
Olguların yaş ortalaması 63,6 (±17,5) idi. En sık şikayet 35 (%76,1) olguda nefes darlığı idi. Olguların 39 (%84,8)’unda ek hastalık vardı. En sık
ek hastalık 24 (%52.2) olguda kardiyak ek hastalıklardı. Olguların demografik, klinik ve laboratuvar değerleri tablo 1 ve 2’ de verilmiştir. Olguların
tanı öncesi ortalama OTH değerleri 8,4 (±1,1) olarak bulundu. Oda havasında bakılan arter kan gazında ortalama PaO2 değeri 68,4±23,9 mm/Hg
olarak bulundu. Hipoksemik (PaO2<80 mmHg) olanlarda OTH değerleri
hipoksemik olmayanlarla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük bulundu (sırasıyla 7.9 ± 0.9 ve 8.8 ± 1.2, p= 0.02)
Tartışma ve sonuç: Ucuz, kolay ve hızlı ölçülebilen bir parametre olan
OTH PTE tanısı alan olgularda prognoz hakkında fikir verebilir. PTE’nin
prognozu ve ağırlığını ortaya koymada daha büyük seriler ile prospektif,
kontrolü ve randomize çalışmalar planlanabilir.
Anahtar kelimeler: Pulmoner emboli, ortalama trombosit hacmi, trombosit.
Tablo 1. Olguların demografik bulguları ve laboratuvar değerleri
Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Pulmoner tromboemboli (PTE) oldukça sık karşılaşılan, mortalitesi ve
morbiditesi yüksek pulmoner acil olguların başında gelmektedir. Çalışmamızda son 1 yılda tanı alan ve 3-6-12 aylık takipleri (EKO, Doppler USG
ve BT anjio) yapılan 34 hasta retrospektif olarak incelendi. Toplamda 34
hastanın 19 (%55.8)’u kadın 15(%44.1)’i erkekti. Yaş ortalaması 57(aralık
24-82 yaş)ydi.Hastalarda risk faktörleri DVT 13ünde (%38.2), malignite 7’sinde (%20.5), cerrahi operasyon (%14.7),immobilizasyon (%11.7),
kardiyak nedenler (%11.7) ve 2 hastada (%) oral kontraseptif kullanımı
şeklindeydi. Beş hastada masif 29unda submasif emboli vardı.Tanıdan
sonra trombolitik ve/veya antikoagülan tedavi başlandı.DVTsi olan olguların 3 ay sonraki alt ekstremite doppler USG de %53.8’de DVT görülmedi. Erken yaşta (<45 yaş) pulmoner emboliyle takipli 8 hastanın 3ünde
MTHFR geni heterozigot, 1 tanesinde MTHFR geni homozigot saptandı.
Tedavi sürecinde 6. Ay emboli protokollü BTlerinde %72.7sinde pulmoner emboli izlenmemiş olup,7 hastada (%21.2) mevcut emboli devam etmekteydi. Pulmoner embolisi devam eden 7 hastanın birinde 12.aydaki
kontrolde emboli görünümünde gerileme izlendi, bir olguda embolinin
devam ettiği ve diğer 4 hastada emboli izlenmezken geri kalan hastaların
takipleri devam etmektedir. Submasif embolili onbir hastada oPAB <25
mmHg idi. Ortalama PABı çok yüksek olan 5 hastanın (60-72-75-80-95
mmHg) üç tanesinin PAB ı 6. ayda düştü ve PTE izlenmedi. Bir hastanınsa ortalama PAB 75 olarak devam etmekte ve pulmoner hipertansiyon
semptomları sebat etmektedir. Bu hasta KTEPH kabul edilmiş ve medikal
tedavi kararı alınmıştır. Hastalarımızın ilk tanılarındaki EKOlarında oPAB
ortalaması 40.4 olup, 3 ay sonraki kontrol EKOlarında oPAB ortalaması 33tü. PTE geçiren ve pulmoner hipertansiyonu olan hastaların düzenli
Yaş
Cinsiyet (k/e)
Sigara (Paket-yılı)
Sistolik tansiyon (mm/Hg)
Diyastolik tansiyon (mmHg)
Kalp tepe atımı (/dk)
Dakika solunum sayısı (/dk)
Trombosit sayısı (/uL)
Ortalama trombosit hacmi (fL)
pH
PaO2 (mmHg)
PaCO2 (mmHg)
HCO3 (mEq/L)
Oksijen saturasyonu (%)
Ortalama
Standart sapma
63,6
23/23
18,8
123,5
73,1
96,1
21,9
280,3
8,4
7,42
68,4
38,8
24,3
87,3
17,5
27,5
16,7
11,4
14,4
5,5
101,8
1,1
0,08
23,9
12,3
9,5
16,8
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
177
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
KOAH
Tablo 2. Olguların semptom ve ek hastalıkları
Semptom
Dispne
Göğüs ağrısı
Hemoptizi
Çarpıntı
Senkop
Diğer
Ek hastalık
Kardiyovasküler sistem
Pulmoner sistem
Renal sistem
Nörolojik sistem
Diğer
Olgu (n)
%
35
14
7
2
2
19
76
30,4
15,2
4,3
4,3
41,3
24
23
6
4
19
52,1
50
13
8,6
41,3
PS-182
Pulmoner Emboli Hastalarında Klinik,
Radyolojik Ve Laboratuvar Bulgularının
Değerlendirilmesi
Fahrettin Talay1, Zehra Yaşar1, Tuncer Tuğ1, Aysel Karğı2
Abant İzzet Baysal Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Bolu
İzzet Baysal Devlet Hastanesi, Bolu
1
2
Giriş ve amaç: Pulmoner emboli (PE),sık karşılaşılan ve yaşamı
tehdit eden bir hastalıktır.PE’ye özgü bir klinik tablo ve fizik muayene
bulgusu olmadığı için genellikle tanı koymada güçlükler olabilmektedir.
Tanıda semptom ve bulguların dikkatli bir şekilde değerlendirilmesi ve
risk faktörlerinin sorgulanması önem taşımaktadır.Bu çalışmada amacımız kliniğimizde tanı almış ve tedavileri yapılmış olan pulmoner embolili
hastaların;semptomları, risk faktörleri, fizik muayene, laboratuvar ve radyolojik bulgularının değerlendirilmesi amaçlandı.
Yöntem: Kliniğinimizde pulmoner emboli tanısı konulan hastaların
dosyaları retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Bu çalışmaya kliniğimizde pulmoner emboli tanısı konulan
90 hasta dahil edildi.Hastaların 46’sı erkek (%51), 44’ü kadın (%49) idi.
Yaş ortalaması 61.6 ± 16.5 yıl idi.Olgularımızda saptanan en sık semptomlar nefes darlığı(%81.1) ve göğüs ağrısı(%56.7) idi.Fizik muayenede
en sık saptanan bulgular oskültasyonda ral duyulmas(%38.9),DVT bulgusu (%37.8) ve takipne (%35.6) idi.Olgularda en sık kazanılmış risk faktörleri ileri ya (%46.7), yakın zamanda geçirilmiş cerrahi operasyon(%33.3)
ve immobilizazyon(%25.6) idi.En sık saptanan akciğer grafisi bulguları sırasıyla tek taraflı diyafragma yüksekliği (%61.1),çizgisel atelektazi (%35.6)
ve plevral sıvı (%34.4) idi.En sık EKG bulguları t negatifliği (%36.7) ve sinüs taşikardisi (%33.3) idi.Hastaların tümüne bilateral alt ekstremitedopler
ultrasonografi(USG) yapılmıştı ve 37 hastada(%41.1) derin ventrombozu
(DVT)saptandı.Olguların %95.6’sına spiral bilgisayarlı tomografi (BT) ile
tanı konulmuştu. Buna karşın Ventilasyon/perfüzyon(V/Q) sintigrafisi ile
hastaların %3.3’üne tanı konulmuştu. Bir olguya da (%1.1) alt ekstremite
USG ile tanı konulmuştu.Olguların %8.9’u masif, %36.7’si submasif ve
%54.4’ü nonmasif emboli ile uyumlu idi.
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızdan elde ettiğimiz bulgular literatür ile
benzerlikler göstermektedir. PE ile ilişkili morbidite ve mortatitenin azaltılabilmesi için özellikle risk faktörü olan hastalarda,uyumlu klinik ve laboratuar bulgularının varlığında PE düşünülmesi ve zaman kaybetmeden
tedaviye başlanmasının önemli olduğu düşüncesindeyiz.
Anahtar kelimeler: Pulmoner Emboli, Klinik Bulgular, mortalite
178
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-183
KOAH hastalarında uykunun
değerlendirilmesi
Neşe Erdem1, Rahşan Çevik Akyil1, Cemil Yavuz2
Adnan Menderes Üniversitesi, Söke Sağlık Yüksekokulu, Aydın
Muğla Üniversitesi, Fethiye Sağlık Yüksekokulu, Muğla
1
2
Giriş ve amaç: Bu araştırma, KOAH hastalığının uyku üzerine etkisini
belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır.
Yöntem: Araştırma, Ekim-Kasım- Aralık 2015 tarihlerinde Adnan
Menderes Üniversitesi Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları servisinde
yatan 50 KOAH’ lı hasta ile yapılmıştır (Araştırmanın veri toplama süreci
devam etmektedir.) Araştırmaya en az 6 aydır KOAH tanısı almış, soruları yanıtlayabilecek bilişsel yeterliliğe sahip olan ve araştırmaya katılmayı
kabul eden hastalar alınmıştır. Araştırma verilerinin toplanmasında; sosyodemografik özellikler ve hastalığa ilişkin soruları içeren Anket formu ve
KOAH hastalığının uyku üzerine etkisini belirlemek için Astım ve KOAH
Uyku Ölçeği (CASIS) kullanılmıştır. Ölçek; toplam 7 sorudan oluşan likert
tipte bir ölçektir. Ölçek puanının yüksek olması kötü uyku kalitesini, düşük olması ise iyi uyku kalitesini göstermektedir. Verilerin değerlendirilmesinde; yüzdelik, ortalama, Mann Whitney U testi, Kruskall Wallis Varyans
Analizi kullanılmıştır.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 65.36±11.64, %56’sı erkek, %70’
i ilköğretim, %92’si evli, %74’ü çekirdek aile yapısına sahiptir. Hastaların %80’inin çalışmayan, emekli, ev hanımı, %54’ünün geliri giderine
eşit, %92’sinin sosyal güvencesi var, %48’inin eşiyle yaşayan hastalar
olduğu belirlenmiştir. Hastaların hastalık süresinin 8.72±7.83 yıl olduğu,
%68’inin başka bir hastalığının olduğu, %58’ inin sigara içtiği ya da bıraktığı, %98’ inin ilaç kullandığı, %82’sinin ilaçlarını düzenli kullandığı,
%88’ine ilaç kullanımı ile ilgili bilgi verildiği, %70,5’ine bilgiyi doktorun
verdiği, %84’üne hastalık hakkında bilgi verildiği, %85.7’sine hastalık hakkında bilgiyi doktorun verdiği, %48’inin uyku problemi yaşadığını ifade
ettiği saptanmıştır. Hastaların ortalama CASIS değeri 52.13 ± 19.94 olarak bulunmuştur.
Tartışma ve Sonuç: Ortalama CASIS puanı 52.13 tür, veri toplama
süreci devam etmektedir.
Anahtar kelimeler: KOAH, uyku
PS-184
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı olan
bireylere bakım veren aile üyelerinin
bakım yükü ve yaşam kalitelerinin
değerlendirilmesi
Arzu Sıdar Dilbaz1, Özden Dedeli2, Arzu Yorgancıoğlu1
Celal Bayar Üniversitesi Hafsa Sultan Hastanesi, Manisa
Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu, Manisa
1
2
Giriş: Bu çalışmada amaç, kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH)
bireylere bakım veren aile üyelerinin bakım yükü ve yaşam kalitelerini
değerlendirmektir.
Gereç-Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki araştırma, Manisa ilinde bir üniversite hastanesinin göğüs hastalıkları servisinde yatarak sağlık
bakım hizmeti alan KOAH’lı bireylere bakım veren 203 aile üyesi ile yürütüldü. Araştırma verileri gündüz mesai saatleri içerisinde aile üyeleri ile yüz
yüze görüşme tekniği kullanılarak “Hastaya Bakım Verenin Tanıtıcı Anket
Formu”, “Bakım Verme Yükü Ölçeği” ve “Kısa Form-36” içeren soru formu ile toplandı. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel analizler ve korelasyon analizleri yapıldı. Bulgular, sayısal ve yüzdelik dağılım,
ortalama (Ort) ve standart sapma (SS) şeklinde gösterildi.
Bulgular: Aile üyelerinin yaş ortalaması 50,1±17,1 (18-87) yıl olup
büyük çoğunluğu kadın (%76,4) ve evli (%80,8) idi. Aile üyelerinin Bakım Verme Yükü Ölçeği (BVYÖ) aldıkları puan 62,5±18,1 (0-74) idi. Kısa
Form-36 (SF-36) aldıkları puanlar ise fiziksel işlevsellik 19,7±7,9 (0-30),
fiziksel rol güçlüğü 14,8±3,5 (0-17), ağrı 15,7±4,0 (0-21), genel sağlık
algısı 14,1±6,6 (0-25), vitalite (canlılık) 11,0±7,2 (0-22), sosyal işlevsellik
14,5±3,5 (0-20), emosyonel rol güçlüğü 24,0±2,4 (0-29) ve ruhsal sağlık
13,9±8,4 (0-27) idi.
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Sonuç: Araştırma sonuçları, KOAH’lı bireylere bakım veren aile üyelerinin algıladıkları bakım yükünün yüksek olduğu, yaşamlarının olumsuz
etkilendiği ve yaşam kalitelerinin de düşük düzeyde olduğunu gösterdi.
Anahtar kelimeler: Bakım yükü, yaşam kalitesi, kronik obstrüktif akciğer hastalığı
PS-185
Evaluation of T-peak to T-end(Tp-e) interval
and Tp-e/QT ratio in patients with Chronic
Obstructive Pulmonary Disease
Gülistan Karadeniz1, Fatma Üçsular2, Melike Demir3, Serpil Bulaç Kır1,
Sibel Doruk1, Aysel İslamlı4
Sifa University School of Medicine, Department of Pulmonology, Izmir
Dr Suat Seren Chest Disease and Surgery Training and Research Hospital, Department of
Pulmonology, Izmir
3
Dicle University School of Medicine, Department of Pulmonology, Diyarbakır
4
Sifa University School of Medicine, Department of Cardiology, Izmir
1
2
Background and aim: The peak and the end of T-wave (Tp-e) and
Tp-e/QT ratio are two novel electrocardiographic markers for transmural dispersion of repolarization (TDR). Previously reported studies have
demonstrated that prolonged Tp-e interval and Tp-e/QT ratio are associated with malignant ventricular arrhythmias. In this study, we aimed to
assess the effect of smoking status, degree of airway obstruction on the
Tp-e interval and Tp-e/QT ratio in patients with COPD and to investigate
its relationships with COPD assessment test (CAT) and modified British
Medical Research Council (mMRC).
Methods: A hundred and twenty-four consecutive patients diagnosed
with COPD were retrospectively reviewed. The 12-lead ECG examinations
were performed at speed of 25 mm/s while the patients were in supine
position. QTdispersion, Tp-e intervals and Tp-e/QT ratio were measured.
Results: Comparison of ECG parameters between two groups showed
a significantly higher average heart rate (p< 0.05) in the patients with
COPD than controls. There was not found any difference in QTdispersion
and Tp-e interval between two groups. However, P wave maximum and
minimum values, Tp-e/QT ratio were found slightly higher in patients with
COPD compared to control subjects (p value< 0.05).
Conclusions: Tp-e/QT ratio may be a useful marker of complex ventricular arrhythmogenesis in patients with COPD.
Keywords: Chronic Obstructive Pulmonary Disease, T-peak to T-end(Tp-e)
interval, Tp-e/QT ratio
POSTER SUNUMLAR
Table 1. Demographic characteristics of the patients and controls
Mean age (mean±SD)
Gender (Female/Male)
Smoking status
Ex-smoker
Smoker
Arterial blood pressure
Systolic (mean±SD)
Diastolic (mean±SD)
BMI (mean) (mean±SD)
Mean FEV 1(mean±SD)
Liter
%
Mean FVC (mean±SD)
Liter
%
Mean FEF 25-75 (mean±SD)
Liter
%
Mean CAT score (mean±SD)
Less symptoms (n)
High symptoms (n)
Mean m MRC (mean±SD)
Average exacerbations * (mean±SD)
Low exacerbations (n)
High exacerbations (n) **
GOLD classification (n (%))
1
2
3
4
CAT/m MRC (n(%))
A
B
C
D
*:
COPD (n=124)
Controls (n=90)
p
66.6±9.3
59/65
66±9.9
41/49
0.34
0.39
82
42
55
35
128.3±12.3
76.3±8.3
25.7±4.6
121.2± 11.2
77.3± 5.6
26.8± 4.6
˂0.001
0.61
0.29
1.36± 0.5
50± 18.5
-
-
2.26±0.8
64.9±20.5
-
-
-
-
-
-
-
-
8 (6.5%)
52 (41.9%)
48 (38.7%)
16 (12.9%)
-
-
33 (26.6%)/ 40
17 (13.7%)/ 10
31 (25%)/ 34
43 (34.7%)/ 40
-
-
0.8± 0.4
30.6± 15.6
10.8± 6.7
64
60
1.46±0.8
0.9± 1.3
96
28
Table 2. Electrocardiographic parameters of the patients and controls
Average heart rate (bpm)*
P max**
P min**
P dispersion**
QT dispersion**
QTc dispersion**
Tp-e maximum**
Tp-e minimum**
Tp-e / QT ratio**
COPD (n=124)
Controls (n=90)
p
86.2± 12
93 (40-140)
54 (20-60)
47 (20-60)
31 (20-60)
33±13.2
86 (60-120)
55 (20-80)
0.21 (0.15-0.31)
77.9±13
84 (40-120)
43 (20-80)
40 (20-80)
30 (20-60)
31.2±15
86 (60-120)
55 (40-80)
0.20 (0.15-0.3)
0.002
0.01
0.04
0.24
0.72
0.35
0.66
0.77
0.03
*: data presented as mean ± SD, **: data presented as median (maximum and minimum),
bpm: beat per minute QTc: corrected QT, n=number of the patients
PS-186
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’nda
Nötrofil Lenfosit Oranının Önemi
Erdal İn, Mutlu Kuluöztürk, Önsel Öner, Figen Deveci
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Elazığ
Giriş ve amaç: Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı (KOAH) sistemik
inflamasyon ve havayolu kısıtlaması ile karakterize yaygın bir akciğer hastalığıdır. Son zamanlarda, nötrofil lenfosit oranı (NLO) çeşitli inflamatuar
hastalıklarda inflamasyonun saptanmasında artan bir ilgi odağı haline gelmiştir. Bu çalışmada, KOAH hastalarında inflamasyonun saptanmasında
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
179
POSTER SUNUMLAR
ve akut alevlenmelerin tanınmasında NLO’nun rolünün değerlendirilmesi
amaçlanmıştır.
Yöntem: Bu retrospektif çalışmaya 47’si akut alevlenme, 56’sı stabil
dönemde olan toplam 103 KOAH hastası ile KOAH hastaları ile uygun
yaş ve cinsiyette 40 sağlıklı kontrol olgusu dahil edildi. Tam kan sayımı,
C-reaktif protein (CRP) ve eritrosit sedimantasyon hızı (ESH) hastane dijital arşiv sisteminden bulunarak değerlendirildi. NLO tam kan sayımından
hesaplandı.
Bulgular: Hem akut alevlenme hem de stabil dönemdeki KOAH hastalarında NLO düzeyleri sağlıklı kontrollere göre yüksek saptandı (sırasıyla;
p< 0,001, p< 0,05). Tüm KOAH hastaları korelasyon analize dahil edildiğinde, NLO düzeyleri ile serum CRP (r= 0,641, p< 0,001) ve ESH (r=
0,276, p= 0,005) düzeyleri arasında pozitif korelasyon saptandı. NLO düzeyleri ile zorlu vital kapasite (r= - 0,20, p= 0,043) ve zorlu ekspirasyon 1.
saniye volümü (r= - 0,288, p= 0,003) düzeyleri arasında ise negatif korelasyon olduğu görüldü. KOAH hastalarında akut alevlenmenin saptanması
için cutoff değeri 3,34 olarak alındığında, NLO’nun sensitivitesinin %78,7,
spesifitesinin %73,2 olduğu saptandı (AUC 0,863, P< 0,001).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızın sonuçları, NLO’nun KOAH hastalarında artmış inflamasyonun saptanmasında kullanılabilecek güvenilir ve
basit bir belirteç olabileceğini göstermektedir. Ek olarak, NLO’nun KOAH
hastalarında olası akut alevlenmelerin erken saptanması için kullanılması
yararlı olabilir.
Anahtar kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, nötrofil lenfosit oranı,
inflamasyon.
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Hastaların genel özellikleri.
Yaş ± SD
Cinsiyet; kadın (%)
Sigara p-y ± SD
Charlson komorbidite
indeksi
Beden kitle indeksi
Başvuru öncesi semptom
süresi
Son yıldaki atak sayısı
FEV1; %
FVC; %
FEV1/FVC; %
Serviste yatış süresi
Hemoglobin
Beyaz Küre
CRP
D-dimer
Total (n=36)
PE pozitif (n=13)
PE negatif (n=24)
p
71.9 ± 9.4
7 (19.4)
51.8 ± 29.2
71.8 ± 9.2
3 (23.1)
54.7 ± 31.5
72 ± 9.6
4 (17.4)
50 ± 28.4
0.95
0.68
0.65
6.5 ± 3.5
5.5 ± 2.4
7.1 ± 4
0.31
25.3 ± 5.4
24.6 ± 6.9
25.7 ± 4.5
0.44
15.1 ± 11.8
16.9 ± 16
14 ± 8.4
0.62
1.7 ± 1.1
45.9 ± 15.3
63.7 ± 14.9
55 ± 10.3
13.9 ± 7.9
-
2 ± 1.5
53.7 ± 16.8
68 ± 14.3
60.3 ± 10
12.1 ± 8.4
12.5 ± 1.5
12136 ± 4209
41.3 ± 44.4
2039 ± 1960
1.6 ± 0.9
41.4 ± 12.8
61.3 ± 14.9
52 ± 9.5
15 ± 7.6
13.8 ± 2.1
11720 ± 5275
66 ± 73.6
2208 ± 4020
0.51
0.047
0.22
0.04
0.13
0.07
0.81
0.48
0.89
PS-188
PS-187
Akut KOAH alevlenmede pulmoner emboli
varlığı
Murat Türk1, Fatma Yıldırım2, Nurgül Sevimli2, Nurdan Köktürk2
Yerköy Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Yozgat
Gazi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışma ile akut KOAH alevlenmesi (AKA) esnasında pulmoner emboli (PE) tespit edilen hastaların genel özelliklerinin ve PE
için risk faktörlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Bu retrospektif çalışma üçüncü basamak bir üniversite hastanesinde 3 yıllık süre içerisindeki veriler taranarak gerçekleştirilmiştir.
AKA nedeni ile yatış kararı verilen hastalar içerisinde PE ön tanısı ile BTanjiyografi çekilen hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların genel
özellikleri karşılaştırılmış ve PE gelişimi için bağımsız risk faktörlerinin tespiti için binominal lojistik regresyon analizi uygulanmıştır.
Bulgular: BT-anjiyografi tetkiki bulunan 36 hastanın 13 (%36.1)’ünde
PE tespit edilmişti. Bu grubun 7 (%54)’sine PE öncelikli atak nedeni olarak
değerlendirilerek yatış anında, 6 (%46)’sına ise takip süresince atak nedeni
kesinleşmediği için BT-anjiyo çekilmişti.Her iki grup arasında yaş, cinsiyet,
sigara içimi, beden kitle indeksi, semptom süresi, son yıldaki atak sayısı,
Charlson komorbidite skorları açısından farklılık bulunmadı. PE grubunun
yatış anındaki FEV1 ve FEV1/FVC değerleri daha iyi korunmuştu (sırasıyla %41.4 vs %53.7; %52 vs %62.3; p<0.05). Binominal lojistik resgresyon analizinde belirlenen değişkenler ve PE gelişimi arasında ilişki tespit
edilmedi. Yatış anında D-dimer bakılan 27 hastada, her iki grup arasında
farklılık izlenmedi. PE bulunan 1 (%8.3) hastada D-dimer <500 µg/L, PE
bulunmayan 12 (%80) hastada ise >500 µg/L bulundu. PE öncelikli atak
nedeni olan hastaların son yıldaki atak sayısı, diğer PE’li hastalara göre
belirgin olarak daha azdı (1.1 vs 3.2; p<0.05).
Tartışma ve Sonuç: Kısıtlı sayıda hasta ile gerçekleştirilen çalışmamız
sonuçlarına göre AKA esnasındaki D-dimer düzeyinin PE ayırıcı tanısı için
güvenilir olmadığı, PE’li hastalarda SFT’nin daha iyi korunduğu ve daha
az atak geçiren hastalarda PE tanısının başvuru anında daha erken konulduğu bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: KOAH, akut alevlenme, pulmoner emboli
180
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Akut Alevlenme ile Başvuran Kronik
Obstrüktif Akciğer Hastalığı Olgularında
Derin Ven Trombozu Sıklığı
Sinem Ağca Altunbey1, İpek Özmen1, Celalettin Haluk Çalışır1, Sümeyye
Alparslan Bekir1, Selma Aydoğan Eroğlu1, Sinem Güngör1, Sühendan
Coşan Ketenci2, Adnan Yılmaz1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs
Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Venöz tromboemboli, kronik obstrüktif akciğer hastalığının akut alevlenmeleri için önemli bir nedendir. Akut alevlenme ile
başvuran kronik obstrüktif akciğer hastalarında derin ven trombozu (DVT)
sıklığını araştırdık.
Yöntem: Ardışık 103 hasta çalışıldı. Derin ven trombozu, renkli doppler ultrasonografi ile araştırıldı.
Bulgular: Çalışma 69 erkek 34 kadın hastayı kapsıyordu. Hastaların
yaşı 48-86 yıl arasında değişiyordu. 12 (%11.7) hastada derin ven trombozu saptandı. DVT üç hastada iki taraflı idi. DVT’li ve DVT’siz olgular
arasında yaş, cinsiyet ve solunum fonksiyon testleri açısından belirgin bir
fark yoktu. Hemoptizi DVT’li hastalarda daha belirgindi (p< 0.05).DVT’li
hastalar daha yüksek D-Dimer değerine sahiptiler. Uzun süreli oksijen kullanım oranı DVT’siz grupta daha yüksekti.
Tartışma ve Sonuç: DVT, akut alevlenme ile başvuran kronik obstrüktif akciğer hastalığı olgularında yaygın bir problemdir. Hemoptizi varlığı
ve yüksek D-Dimer düzeyleri, bu hastalarda DVT varlığını işaret edebilir.
Anahtar kelimeler: D-Dimer, DVT, KOAH
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-189
Stabil KOAH Hastalarında Anemi
Serpil Ekici1, Sibel Gök İnecikli2, Filiz Mercantepe3, Aziz Gümüş4, Adile
Berna Dursun5
POSTER SUNUMLAR
%2,2’si entübe edildiğini belirtti. NIMV ihtiyacı gerektiren yatış sayısının
Kocaeli’de anlamlı olarak yüksek olduğu izlendi (p=0,02).
Tartışma ve Sonuç: KOAH’da tanı gecikmesi, korunma yöntemleri
ve tedavi seçenekleri açısından bölgesel farklılıklar mevcut olup bu farklılıkların hastalık seyri üzerine etkisini araştıracak uzun süreli çalışmalara
ihtiyaç bulunmaktadır.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Rize
Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Trabzon
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Rize
4
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Rize
5
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Allerji ve
İmmunoloji Bilim Dalı, Rize
Anahtar kelimeler: bölgesel farklılık, KOAH, tedavi
Giriş ve amaç: KOAH’lı hastalarda sıklıkla eşlik eden ek hastalıklar,
hastalık yönetiminde zorluklara yol açmaktadır. Anemi de KOAH’a eşlik
eden durumlar arasındadır.Araştırmamızda stabil KOAH’lılarda anemi
prevalansını belirlemek, KOAH klinik parametreleri ile anemi varlığı ve tipi
arasındaki ilişkiyi ortaya koymak amaçlanmıştır.
Yöntem: Tıp Fakültesi EAH göğüs hastalıkları polikliniğinde KOAH tanısı ile takip edilen ve 2015 yılı ilk altı ayı içerisinde başvurusu olan 116
erkek hasta ICD-10 tanı kodları kullanılarak, hastane bilgi işlem sistemi
veri tabanı aracılığı ile saptandı. KOAH evrelmesi GOLD 2015 önerilerine
göre yapıldı. Ek hastalık nedeniyle ilaç kullanımı ve atak döneminde olan
hastalar değerlendirmeye alınmadı. Hastaların stabil döneme ait hemogram sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Anemi tanısı Dünya Sağlık Örgütü kriterine (erkekler için Hb<13mg/dl ve Htc<%39) göre yapıldı.
Hastaların anemi parametreleri incelendi. Demir eksikliği anemisi (DEA)
ve kronik hastalık anemisi (KHA) varlığı ile KOAH evresi, hospitalizasyon
ve YBÜ yatışı arasında ilişki değerlendirildi.
Bulgular: 116 erkek hastanın yaş ort. 68±24y ve hastalık süresi
ort.22±12y idi. Halen %81,89’u sigara içmekteydi. Hastaların 33’ünde
(%28,4) anemi saptandı. DEA’si 2 hastada (%1,72), KHA’si ise 31 hastada
(%26,72) tespit edildi. Evre 1 olan 8 hastanın 1’inde KHA, evre 2 olan
43 hastanın 8’inde KHA, 1’inde DEA, evre 3 olan 55 hastanın 17’sinde
KHA,1’inde DEA, evre 4 olan 10 hastanın ise 5’inde KHA tespit edildi.
KOAH evre 2 ve 3 hastalarda anemi daha yüksek bulundu (p<0,05). Anemi varlığı ile hospitalizasyon ve/veya YBÜ yatışı arasında ilişki gözlenmedi.
Tartışma ve Sonuç: Stabil KOAH’lıların yaklaşık 1/3’üne anemi eşlik
etmektedir. KOAH yönetiminde birinci basamakta dahi kolaylıkla tespit
edilebilen aneminin de sorgulanması proaktif bir yaklaşım olarak günlük
rutine alınmalıdır.
KOAH alevlenme ile hastaneye yatan
hastalarda, alevlenme nedenleri
arasındaki klinik farklar
1
2
3
Anahtar kelimeler: Anemi, demir eksikliği, KOAH, kronik, sistemik
PS-190
Bölgesel farklılıkların KOAH’lı hastalarda
tedavi ve korunma üzerine etkisi
PS-191
Nurdan Köktürk1, Murat Türk2, Fatma Yıldırım1, Nurgül Sevimli1
Gazi Üniversitesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Yerköy Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Yozgat
1
2
Giriş ve amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı alevlenmesi
(KOAH-A), hastalığın seyrinde kötüleşmeye, morbidite ve mortalitede artışa neden olmaktadır. Bu çalışma ile KOAH-A nedeniyle hastane yatışı
yapılan hastaların alevlenme nedenlerinin klinik özelliklerinin belirlenmesi
amaçlandı.
Yöntem: Üçüncü basamak referans hastanesine 2006-2014 yılları
arasında KOAH-A nedeni ile yatan hastaların verileri retrospektif olarak
incelendi. Hastaların demografik ve klinik özellikleri yedi ana alevlenme
nedeni (Pnömoni, alt solunum yolu enfeksiyonu (ASYE), pulmoner emboli, bronşiektazi, tedavi uyumsuzluğu, dekompanse kalp yetmezliği, belirlenemeyen neden) açısından karşılaştırılarak alevlenmelerin klinik özellikleri
ortaya çıkarıldı. İstatistiksel analiz için Kruskal Wallis testi ve korelasyon
analizi kullanıldı.
Bulgular: Çalışmaya ortalama yaşı 70.3±10 ve 202’si (%85.2) erkek
olan 237 hasta alındı. Alevlenme nedenleri arasındaki farklara bakıldığında; FEV1, FVC ve D-dimer düzeyi pulmoner emboli; vücut kitle indeksi
dekompanse kalp yetmezliği; son bir yıldaki servis yatış sayısı, yoğun bakım yatış öyküsü pnömoni; CRP düzeyi pnömoni ve bronşiektazi; yatış
öncesi semptom süresi pnömoni ve ASYE gruplarında belirgin yüksekti.
Korelasyon analizinde tüm hastalarda yatış anındaki FVC düzeyi ile yatış
süresi arasında (p=0.01; r= -0.175) ve pnömoni grubunda FEV1 düzeyi
ile yatış süresi arasında negatif korelasyon izlendi (p=0.04; r= - 0.273).
Tartışma ve Sonuç: Alevlenme nedenlerinin klinik özellikleri arasında
gösterdiğimiz farklılıklar, ileride KOAH akut alevlenme ile yatırılan hastaların klinik yönetiminde yol gösterici olacaktır.
Anahtar kelimeler: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, KOAH, alevlenme, etyoloji
Serap Argun Barış1, Tuğba Önyılmaz2, İlknur Başyiğit1, Haşim Boyacı1,
Füsun Yıldız1
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Kocaeli
Özel Konak Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, Kocaeli
1
2
Giriş ve amaç: Çalışmamızın amacı Kocaeli ve Mardin’de takipli
KOAH hastalarında bölgesel farklılıkların tedavi ve hastalıktan korunma
stratejileri üzerine etkisinin değerlendirilmesidir.
Yöntem: Hastaların tanı yaşı, CAT ve mMRC skorları, solunum fonksiyon testleri, hastalık evresi, acil başvuru ve hastane yatış sayısı, tedavi ve
korunma stratejileri kaydedildi.
Bulgular: Çalışmaya 19 kadın (%10,3), 166 erkek (%89,7), toplam
185 hasta alındı. Şikayet başlama yaşları benzerdi, ancak tanı gecikmesi
Mardin’de Kocaeli’ye göre anlamlı yüksek bulundu (p=0,00). Solunum
fonksiyon testi değerleri Kocaeli’de anlamlı düzeyde yüksek idi. Gruplar
arasında mMRC açısından farklılık izlenmezken, CAT skorunun Mardin’de
Kocaeli’ye göre yüksek olduğu izlendi (p=0,00). Hastaların önemli kısmı C
(%18,5) ve D (%64,1) evresindeydi ve evre dağılımı açısından gruplar arasında anlamlı farklılık izlendi (p=0,001). İlaç kategorileri ve inhaler cihaz
uyumu açısından gruplar arasında anlamlı farklılık izlenmedi (p=0,23).
Kocaeli’de yaşayan hastalarda BİPAP kullanımının anlamlı olarak yüksek
olduğu izlendi (p=0,02). Hastaların %23,8’i grip aşısı, %8,1’i ise pnömokok aşısı olduğunu belirtirken, Kocaeli’de grip aşısı yaptırma oranı anlamlı
düzeyde yüksekti (p=0,03). Pulmoner rehabilitasyon ve egzersiz önerisi
açısından gruplar arasında anlamlı farklılık izlendi (p=0,00). Olguların
%15,7’si NIMV, %5,9’u ise YBÜ takibi gerektirecek yatışı olduğunu ve
Şekil 1. Atak nedenlerine göre FVC değerlerinin karşılaştırılması
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
181
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Akciğer ve Plevra Malignitelerİ
PS-193
Karsinoid Tümörlerde Cerrahi Sonuçlarımız
Hakan Keskin, Makbule Ergin, Yasin İlter Toker
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Antalya
Giriş ve amaç: Karsinoid tümörler tüm bronşiyal sistemden kaynaklı tümörlerin sadece %1’ini oluşturmaktadır. ilk tariflenmesi 1882 yılında
Müller tarafından yapılmış olup 1907 yılında Oberndorfer tarafından karsinoid ismi verilmiştir. 1972 yılında ise bazı karsinoid tümörlerin agresif olduğunu saptayan Arrigoni tarafından tipik ve atipik olarak ikiye ayrılmıştır.
Yüzde kızarıklık, diyare, karın ağrısı, yüksek kan serotonin ve 5 hidroksiindolasetik asit düzeyi ile karakterize olan karsinoid sendrom karsinoid tümörlerin %0-10 unda gözükür. Atipik karsinoid tümörlerde yüksek metastatik potansiyel nedeniyle karsinoid sendrom gelişme riski daha yüksektir.
Şekil 1. Atak nedenlerine göre yatış öncesi semptom sürelerinin karşılaştırılması
PS-192
Kronik Obstrüktif Akciğer hastalarının
izleminde nütrisyonel durumun
değerlendirilmesinin solunum
parametreleri, hastalık şiddeti,
fonksiyonel kapasite ile ilişkisi
Elif Özarı Yıldırım, İpek Özmen, Murat Öztürk, Özgür Yılmaz, Nurgül Yer,
Rüya Aydın, Nur Uçkun
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş ve amaç: Mini nutrisyonel değerlendirme anketi malnutrisyon
taramasında kullanılan basit, kolay uygulanabilir bir testtir. KOAH hastalarında malnutrüsyon önemli prognostik faktörlerden biridir ve yakın takip
edilmesi erken tespit edilmesi gerekmektedir.
Yöntem: Polikliniğimize başvuran KOAH tanısı almış 246 hasta sigara
içme alışkkanlıkları, biyomass maruziyetleri, son 3 ay içinde antibiyotik
kullanma, steroid kullanma durumları, charlson comorbidite indeksleri
kaydedildi. solunum fonksiyon testleri, mmrc, cat, biyoelektriksel impedans, antropometrik ölçümleri yapıldı. Yaş ortalaması 63, 16±9,1 olan
201 erkek 45 kadın hastanın Nutrisyonel durum değerlendirilmesi mini
nutrisyon anketi(MNA) ile yapılmıştır.
Bulgular: Hastaların beden kitle indeksi, yağsız vücut kitle indeksi, solunum fonksiyon testleri değerleri ile MNA skorları arasında istatistiksel anlamlı korelasyon (p<0,001) saptandı. Hastaların %69,4 ü et, balık ya da
tavuk tüketemediklerini ifade etmekte, aynı hastalar sağlık durumlarını ise
iyi(%59), hatta çok iyi(%14) olarak değerlendirmekteydiler. Bu hastaların
BMI leri ortalama 28,55 olmasına rağmen FFMI leri 19, 85 idi.
Tartışma ve Sonuç: MNA testi vücut kitle indeksi ve yağsız vucut
kitle indeksi ile güçlü korelasyon göstermektedir. KOAH hastalarında
günlük poliklinik takiplerinde MNA testi nutrisyonel değerlendirme için
kullanılabilir.
Anahtar kelimeler: KOAH, nutrisyonel değerlendirme, MNA,
182
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Yöntem: ocak 2010 ile aralık 2015 tarihleri arasındaki 6 yıllık zamanda
kliniğimizde opere ettiğimiz 11 olgu retrospektif olarak incelendi. Bu hastalar yaş, cinsiyet, preoperatif semptomlar, tanı yötemleri, tümör yerleşimi,
cerrahi tedavi yöntemi, tümör tipi ve postoperatif komplikasyon yönünden incelendi.
Bulgular: ortalama yaş 51.1 olarak bulundu. en sık başvuru nedenleri
içinde %63 ile öksürük %45 ile sık enfeksiyon ve %36 ile hemoptizi mevcuttu. Tanı yöntemlerinde en sık bronkoskopik biyopsi bulunmuştur.(%81)
cerrahi tadavi yöntemlerinde ensık %54 ile lobektomi uygulanmıştır. Sadece 2 hastada uzamış hava kaçağı saptandı.
Tartışma ve Sonuç: Karsinoid tümörlerin tedavisi cerrahi olarak çıkartılmasıdır. Özellikle tipik karsinoid tümörlerde cerrahi sınırların negatif
olması durumunda 5 yıllık sağ kalım %95-100 olarak saptanmaktadır.
Karsinoid tümörlerde en sık kullanılan tanı yöntemi bronkoskopi ile biyopsi alınmasıdır. Ancak biyopsi sırasında oluşabilecek kanamalara karşı dikkatli olunmalıdır. periferik yerleşimli tümörlerde ise transtorasik ince iğne
biyopsisi ile tanı konulabilir. Fakat bu tanı yöntemi ile tanı konulurken küçük hücreli akciğer karsinomu ile karışabileceği akıldan çıkartılmamalıdır.
özellikle seçilmiş vakalarda karsinoid tümörlerin bronş duvarı boyunca
yayıldığı için parankim koruyucu tedavilerin uygunabileceği unutulmamalıdır.
Anahtar kelimeler: karsinid sendrom, karsinoid tümör, nöroendokrin tümör
Tablo 1. olguların dağılımları
yaş cinsiyet
56
bayan
72
53
43
42
erkek
kadın
erkek
erkek
62
27
56
57
53
bayan
bayan
bayan
bayan
bayan
41
bayan
preopertif
semptom
tümör
yerleşimi
öksürük
hemoptizi
hemoptizi
öksürük
sık enfeksiyon
öksürük
hemoptizi
öksürük
sık enfeksiyon
öksürük
hemoptizi
öksürük
sık enfeksiyon
öksürük
sağ alt lob
cerrahi tedavi
tümör
tipi
postoperatif
komplikasyon
tipik
uzamış hava kaçağı
sol alt
sol alt
sol alt
sol üst
wedge
rezeksiyon
lobektomi
wedge
lobektomi
lobektomi
tipik
tipik
tipik
atipik
-
sağ üst
sol üst
sol alt
sağ alt
sağ üst
lobektomi
lobektomi
wedge
segmentektomi
lobektomi
tipik
tipik
tipik
tipik
tipik
-
sağ alt
segmentektomi atipik
uzamış hava kaçağı
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
POSTER SUNUMLAR
PS-194
PS-196
Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri
Rezeksiyonu Sonrasında Post Operatif Yatış
Süresine Yaşın Etkisi
Doğu Karadeniz Bölgesinde Akciğer Kanseri
Epidemiyolojisi
Hüseyin Fatih Sezer, Salih Topçu, Aykut Eliçora, Adil Avcı
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Rize
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kocaeli
Giriş ve amaç: Akciğer kanseri coğrafi bölgelere göre farklılıklar gösteren kanser ölümlerinin en sık nedenlerinden biridir. Bu çalışmada tıbbi onkoloji merkezimizde akciğer kanseri tanısı ile takip edilen hastaların
demografik ve klinik özelliklerini değerlendirerek dünya ve ülke geneli ile
farklılıklarının araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: İki yıl boyunca üçüncü basamak sağlık kuruluşu tıbbi onkoloji merkezinde herhangi bir kanser tanısı ile düzenli takibi yapılan 18 yaş
üzeri 776 hastanın tıbbi kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. Akciğer
kanserli 148 (K/E: 8/140) hastanın demografik bilgileri ile hastalıklarına ait
tanı yaşı, histolojik tip, evre, sağkalım süresi incelendi. İstatistik analiz için
SPSS 17 kullanıldı.
Bulgular: Akciğer kanseri erkeklerde %19 ile birinci sırada görülürken,
kadınlarda %2 idi. Her iki cinste en sık 41-80 yaş arası görülürken, sıklığın
55 yaş sonrasında arttığı görüldü. Tütün mamülleri kullanım oranı %56
idi ve 45 yaş üzerinde halen sigara içenlerde sayısal olarak daha fazla
akciğer kanseri olduğu bulundu. Ailede kanser varlığı tüm grupta %27
iken, akciğer kanserli hastalarda %24 idi. En sık başvuru şikayetleri öksürük (%24) ve nefes darlığı (%22) idi. Histolojik tip olarak küçük hücreli
dışı karsinom(KHDAK) %89 (%32 adenokarsinom, %34 squamoz hücreli
karsinom, %22 adeno-skuamöz ayrımı yapılamayan KHDAK), küçük hücreli akciğer karsinomu ise %9 oranında görüldü. Tanı esnasında metastaz
oranı %52 idi ve en sık metastaz yeri olarak % kemik (%16), ikinci sırada
%14 ile beyin sonrasında sürrenal ve karaciğer olarak gözlendi. Ortalama
yaşam süresi ise 5,4 ay idi.
Tartışma ve Sonuç: Tanımlayıcı tipte olan araştırmamızda dünya geneline göre bölgemizde akciğer kanserinin daha erken yaşlarda görülmesi
ve tütün kullanım oranının daha düşük olması dikkat çekicidir.
Giriş ve amaç: Cerrahi ve anestezide yaşanan gelişmelerle her ne kadar ileri yaş hastalara yapılan cerrahi girişim sayısı artsa da halen ileri yaş
tek başına cerrahi seçeneğini olumsuz etkileyebilmektedir.Yaşlanma ile vücutta önemli fizyolojik değişiklikler gözlenmekte ve buda hastaların cerrahi
sonrasındaki dönemde hastane yatış sürelerini etkilemektedir. Özellikle
kardiyovasküler sistem, solunum sistemdeki fizyolojik değişiklikler ve yaşla
orantılı olarak artan diyabet, böbrek ve karaciğer hastalıkları, beslenme
bozuklukları nedeniyle cerrahi sonrası yaşamı tehdit eden birçok komplikasyonun görülme riski artmaktadır(1-2). İleri yaştaki küçük hücerli dışı
akciğer kanseri tanılı hastaların büyük çoğunluğunda uzun süreli sigara
kullanım öyküsü mevcuttur ve buna sekonder olarak kalp-damar hastalıkları, KOAH, maligniteler, nörolojik hastalıklar başta olmak üzere beklenen
yaşam süresini ve post operatif morbidite oranını etkileyecek ve doğal olarak yatış süresini uzatabilecek pek çok ek hastalığı da sahiptirler. European Society of Thoracic Surgeons’ın akciğer kanseri klavuzunda 70 yaş ve
üzeri hastaları ileri yaşlı grup olarak kabul edilmektedir (3).
Yöntem: Kliniğimizde Ocak 2006-Ocak 2015 tarih aralığında Küçük
Hücreli dışı akciğer Ca nedeni ile opere ettiğimiz 288 kişi retrospektif olarak tarandı.
Bulgular: Benzer demografik ve akciğer operasyon özgeçmişine sahip
288 kişinin ortalama post operatif taburculuk süresi 12,40±6,646 (min:1
max:57) idi.70 yaş ve üstü grubun post operatif taburculuk süresi 12,98 ±
8,812 gün (min:7 max:57), 70 yaş altı grupta post operatif taburculuk süresi 12,29±6,193 gün (min:1 max:41) idi.Her iki grup arasında anlamalı
fark gözlenmedi (p:0,916)
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak post operatif yatış süresinin pek
çok faktörle değişebildiği, yaşın tek başına etkileyen bir değişken olmadığı
kanaatine varıldı.
Cengiz Denizalp, Gülnihal Tufan, Cemil Bilir, Adile Berna Dursun
Anahtar kelimeler: akciğer kanseri, epidemiyoloji, sigara, metaztaz, sağkalım
Anahtar kelimeler: Yatış süresi,Post operatif,Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri
PS-197
PS-195
Akciğer Kanserli Hastalarda Serum Protein,
Lipid Profilleri ile CRP Değerlerinin Evre ve
Histopatolojik Tiple İlişkisi
İleri Evre Akciğer Kanserli Hastalarda
Yaşam Kalitesi ve Solunum Fonksiyon
Testlerinin Değerlendirilmesi
Bedriye Atay Yayla1, Sevin Başer Öncel2
Denizli Servergazi Devlet Hastanesi, Denizli
Pamukkale Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Denizli
1
Füsun Şahin, Ayşe Feyza Aslan, Pınar Yıldız
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, İstanbul
Giriş ve amaç: Akciğer kanseri tedavisinde katedilen gelişmelere rağmen sağkalım oldukça düşüktür. Yapılan çalışmalarda sağkalım oranı bu
denli düşük olan akciğer kanserinin tedavi sonrası yanıt değerlendirme
aşamasında radyolojik yanıtın yanı sıra yaşam kalitesi değerlendirmesinin
yapılması gerektiği vurgulanmaktadır. Çalışmamızın amacı, ileri evre akciğer kanseri tanılı hastalarda yaşam kalitesi ve SFT, MBS, CRP, periferik
oksijen saturasyonu ve hemogram değerlerinin yaşam kalitesine etkisini
değerlendirmektir.
Yöntem: Prospektüs olarak planladığımız çalışmamızda yeni tanı almış,
Evre IIIB ve IV akciğer kanseri tanılı 35 hasta değerlendirildi. Hastaların
tanı sırasında, tedavi ve takip sırasında olmak üzere toplam 3 kez yaşam
kalitesi anketleri dolduruldu. SFT, periferik oksijen saturasyonu ölçümü,
MBS, CRP ve hemogram tetkikleri yapıldı.
Bulgular: Performans skoru ve yaşam kalitesi anketlerinde izlem boyunca kötüleşme izlendi. SFT, MBS, periferik oksijen saturasyonu, Hemogram ve CRP değerleri ile EORTC-C30 ve LCSS anketleri arasında
anlamlı korelasyon saptandı.
Tartışma ve Sonuç: Akciğer kanseri tanılı hastaların takiplerinde yaşam kalitesi anketleri ile değerlendirme önemli bir yere sahiptir ve SFT,
MBS, periferik oksijen saturasyonu, hemogram ve CRP değerleri ile korelasyon göstermektedir.
Giriş ve amaç: Akciğer kanserinde lipid/protein profillerinde ve inflamasyon göstergelerinde değişiklikler olduğu bildirilmiş olmasına rağmen
bu verilerin hangi konularda değerli oldukları tam bir netlik kazanmamıştır.
Çalışmamızın amacı akciğer kanserli hastalarda lipid/protein profillerinin
ve inflamasyon belirteci olarak CRP’nin sağlıklı olgulardan farklarını belirlemek, aynı zamanda evre ve hücre tipleriyle ilişkilerini tespit etmekti.
Yöntem: Çalışmaya 130 akciğer kanserli hasta ve 40 sağlıklı olgu alındı. Preoperatif ya da tedavi öncesi kan sayımı verileri bilgisayar kayıtlarından sağlandı.
Bulgular: Kanserli grupta albümin ve HDL sağlıklı kontrol grubundan
anlamlı olarak daha düşük; trigliserid, VLDL ve CRP ise anlamlı olarak
daha yüksekti (p<0.05). Total protein, total kolesterol ve LDL değerleri
istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,005). İleri evre akciğer kanserlerinde albümin ve HDL anlamlı olarak daha düşük; CRP ise daha yüksekti
(p<0.05). Histopatolojik tipler arasında bu ölçümler açısından anlamlı bir
fark yoktu (p>0.05).
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda özellikle albümin,
HDL, CRP değerlerinin akciğer kanserli hastalarda sağlıklı olgulardan
anlamlı olarak farklılık gösterdiği ve bu farkın ileri evre hastalarda daha
belirgin olduğu saptanmıştır.
Anahtar kelimeler: akciğer kanseri, solunum fonksiyon testleri, yaşam kalitesi
Anahtar kelimeler: Akciğer kanseri, CRP, lipid, protein
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
183
POSTER SUNUMLAR
PS-198
Akciğerin Primer Adenoid Kistik Karsinomu:
13 Olgunun Değerlendirilmesi
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tartışma ve Sonuç: Pleomorfik karsinom, akciğerin nadir görülen bir
tümörüdür. Patolojik tanı sıklıkla cerrahi ile edilir. Pleomorfik akciğer karsinomlu hastaların prognozu cerrahi tedaviye rağmen kötüdür.
Anahtar kelimeler: pleomorfik karsinom, akciğer, prognoz
Gülbanu Horzum Ekinci1, Dildar Duman1, Murat Kavas1, Ayşe Ersev2,
Levent Alpay3, Osman Hacıömeroğlu1, Çağatay Tezel3, Adnan Yılmaz1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Patoloji Laboratuvarı, İstanbul
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Primer pulmoner adenoid kistik karsinomlu olguların
klinik özelliklerini ve tedavi sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Ocak 2004-Aralık 2012 tarihleri arasındaki patoloji laboratuvar kayıtları incelendi. Pulmoner adenoid kistik karsinom tanılı 13 olgu
saptandı.
Bulgular: Olguların 9’u (%62.3) erkek, 4’ü (%37.7) kadın olup erkek:
kadın oranı 2.2:1 idi. Hastaların yaş ortalaması 54.5 yıl olup 30-73 yıl
arasında değişiyordu. On (%76.9) olgu sigara içme öyküsüne sahip idi. Bir
olgu hariç tüm olgular semptom tanımlıyordu. Dört (%37.7) olgu normal
akciğer grafisine sahipti. Fiberoptik bronkoskopide 13 olgunun 12’sinde
(%92.3) endobronşiyal lezyon saptandı. Tümör 7 (%53.8) olguda ana
bronşta, 3 (%23.1) olguda lob bronşunda, 3 (%23.1) olguda ise segment
veya subsegment bronşunda lokalize idi. PET-BT incelemesi 9 olguda yapılmış olup ortalama SUVmaks değeri 6.3 (2.4-16.8) idi. Bir hasta tanı
sırasında metastatik hastalığa sahipti. On hastaya cerrahi rezeksiyon uygulandı. Operasyon 5 olguda lobektomi, 4 olguda pnömonektomi ve 1
olguda bilobektomi inferior idi. Ortanca sağ kalım süresi 40 ay olup 3-123
ay arasında değişiyordu.
Tartışma ve Sonuç: Adenoid kistik karsinom, akciğerin nadir görülen bir tümörüdür. Sıklıkla santral yerleşim gösterir. En iyi tedavi yöntemi
cerrahidir.
Anahtar kelimeler: adenoid kistik karsinom, akciğer, prognoz
PS-199
Akciğerin Pleomorfik Karsinomu: 20
Olgunun Klinik-Patolojik Bulguları ve
Tedavi Sonuçları
Gülbanu Horzum Ekinci1, Osman Hacıömeroğlu1, Ayşe Ersev2, Çağatay
Tezel3, Arzu Cennet Işık4, Levent Alpay3, Adnan Yılmaz1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
2
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Patoloji Laboratuvarı, İstanbul
3
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Cerrahisi Kliniği, İstanbul
4
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç
Hastalıkları Bölümü, İstanbul
Giriş ve amaç: Pleomorfik karsinom, akciğerin nadir görülen bir tümörü olup tüm malign akciğer tümörlerinin %0.1-1’ini oluşturur. Bu çalışmanın amacı pleomorfik karsinomlu olguların klinik ve patolojik bulguları
ile tedavi sonuçlarını değerlendirmekti.
Yöntem: Ocak 2005- Aralık 2013 tarihleri arasındaki patoloji laboratuvar kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Pleomorfik akciğer karsinomlu
20 olgu saptandı ve çalışıldı.
Bulgular: Çalışma 18 erkek ve 2 kadın olguyu kapsıyordu. Olguların ortalama yaşı 63.4 yıl olup 38-81 yıl arasında değişiyordu. On sekiz
(%90) hasta sigara içme öyküsüne sahipti. Tüm olgular yakınmalı idi. En
sık radyolojik bulgu kitle olup bunu sıklık açısından soliter pulmoner nodül
izliyordu. Fiberoptik bronkoskopide 6 olguda endobronşiyal lezyon saptandı. Pleomorfik karsinomun patolojik tanısı 2 olguda bronkoskopi, 18
olguda cerrahi ile elde edildi. Dört (%20) hasta tanı sırasında metastatik
hastalığa sahipti. 15 olguya cerrahi rezeksiyon uygulandı. Lobektomi en
sık rezeksiyon yöntemi idi. Patolojik olarak epitelyal komponent 13 olguda
skuamöz hücreli karsinom, 7 olguda adeno karsinom idi. Sağ kalım süresi
11 olguda 1 yıldan kısa idi. Ortanca sağ kalım süresi 6 ay olup bu süre
1-97 ay arasında değişiyordu.
184
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-200
-70 yaş üstü küçük hücre dışı akciğer
karsinomu hastalarımızın demografik
özellikleri
Elif Yılmaz, Dilek Ernam, Ülkü Aka Aktürk, Makbule Özlem Akbay, Feyyaz
Kabadayı, Erhan Oğur
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi EA Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: 70 yaş üstü küçük hücre dışı akciğer kanseri tanısı alan
hastalarımızın demografik özellikleri araştırıldı.
Yöntem: Ekim 2011-Haziran 2014 tarihleri arasında hastanemize başvurarak küçük hücre dışı akciğer kanseri tanısı alan 70 yaş üstü 40 hasta
retrospesktif olarak incelendi. Olguların tedavi öncesi demografik ve klinik
özellikleri araştırıldı.
Bulgular: Olguların 34’ü (%85) erkek,6’sı (%15) kadın olup hastaların
ortalama yaşı 74.28±3.32 yıl idi. Akciğer kanseri için önemli bir risk faktörü
olan sigara kullanımına bakıldığında 9 hasta (%22.5) non-smoker, 3 hasta
(%7.5) aktif smoker, 28 hasta (%70) ex-smoker idi. Olguların performans skalası (ECOG) değerlendirildiğinde 10 tanesi (%25) ECOG 0,21 tanesi (%52.5)
ECOG 1,7 tanesi (%17.5) ECOG 2,2 tanesi (%5) ECOG 3 idi.Olguların histopatolojik incelemesinde 18’i (%45) ile en çok adenokarsinom tespit edildi.
15’i (%37.5) skuamöz hücreli akciğer karsinomu,7’si (%17.5) tiplendirilemeyen KHDAK idi.Hastaların 6’sı (%15) evre 2A,2’si (%5) evre 2B,7’si (%17.5)
evre 3A,7’si (%17.5) evre 3B,18’i (%45) evre 4 idi.Tanı anında 22 olguda
(%55) metastaz yokken, 18 olguda (%45) metastaz saptandı.En sık metastaz
yerleri sırasıyla kranial, karşı akciğer,plevra-perikard,karaciğer,kemik ve sürrenal metastazlar idi. Bu olguların toplam 12’sine (%30) cerrahi işlem yapıldı.Cerrahi işlem yapılan hastaların 2’sine (%5) cerrahi öncesi neoadjuvant
kemoterapi, 6’sına (%15) cerrahi sonrası adjuvant kemoterapi, 4’üne (%10)
cerrahi sonrası adjuvant kemoterapi ve radyoterapi uygulandı. 40 olgunun
ortalama sağ kalım süresi 450,75±276,162 gün olarak tespit edildi.
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak mevcut bulgular 70 yaş üstü akciğer kanseri olgularının klinik özelliklerinin 70 yaş altı olgulardan farklılık
göstermediğini düşündürmektedir.
Anahtar kelimeler: Histopatoloji,ileri yaş,küçük hücre dışı akciğer karsinomu
PS-201
-Malign plevral efüzyonların, benign
efuzyonlardan ayrımında plevral sıvı
anjiopoetin 2 seviyelerinin tanısal değeri
Alaattin Köseler1, Ömer Ayten2, Dilaver Taş2, Gülhan Ayhan2, Oğuzhan
Okutan2, Faruk Çiftçi2
Kayseri Asker Hastanesi, Kayseri
Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Göğüs Hastalıkları Servisi, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Anjiopoietinler, malign plevral efüzyon (MPE) patogenezinde ana basamaklar olan inflamasyon, anjiyogenez ve vaskuler
permeabilite artışının düzenlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Çalışmamızda, malign plevral efüzyonların diğer efüzyonlardan ayrımında
plevra sıvı anjiopoietin 2 (Ang-2) seviyelerinin tanısal değerini araştırdık.
Yöntem: Çalışmamıza, 13 transüda, 28 benign eksüda ve 25 malign
plevral sıvıya sahip toplam 66 hasta alındı. MPE’li hastaların 12’si histopatolojik olarak MPE tanısı konulmuş ve 13’ ü ise malignitesi olup diğer eksüdatif plevral efüzyon nedenleri ekarte edilmiş olan (paramalign) hastalar
idi. Ang-2 ölçümü için The Human Ang-2 Enzyme-linked immunosorbent
assay (ELISA) Kit (RayBiotech, New York, USA) kullanıldı
Bulgular: Plevral sıvı Ang-2 seviyeleri, hem benign eksüda hem de
malign eksüda vasfındaki sıvılarda transüda vasfındaki plevral sıvılara göre
belirgin olarak yüksek bulundu (p<0,05). Benign eksüda grubunda plevra
Ang-2 seviyeleri malign eksüda grubuna göre yüksek olarak saptandı ancak
bu durum istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). Histopatolojik olarak
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
POSTER SUNUMLAR
tanı konulan MPE’li hastalar ile tanı konulmayan (paramalign) grup arasında ANG-2 seviyeleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı.
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak, Ang-2’nin, literatürle benzer şekilde, eksüdatif plevral sıvılarda, malign ya da benign ayrımı yapmada
yetersiz olduğu saptandı.
Tartışma ve Sonuç: TK-1 düzeyleri, hasta grupta sağlıklı kontrol grubuna göre yüksekti. TK-1 düzeyi yüksek olan grubun sağkalım süresi daha
kısaydı. Artmış TK-1 düzeyinin, sağkalımı belirleyen bağımsız bir prognostik faktör olduğu ve akciğer kanseri tarama programlarında bir belirteç
olabileceği düşünülmüştür.
Anahtar kelimeler: Anjiopoietin 2, malign plevral efüzyon, benign plevral
efüzyon.
Anahtar kelimeler: Timidin kinaz, prognoz, akciğer kanseri
Şekil 1. TK1 değerleri bakımından hasta ve kontrol gruplarının grafiği
Tablo1. Hastaların sağ kalım süreleri bakımından TK-1 değerlerinin düzeyleri arasındaki
farklılığa ilişkin Mann Whitney U testi sonuçları
Çocuk Göğüs Hastalıkları
PS-202
-İleri Evre Küçük Hücreli Dışı Akciğer
Kanserinde Serum Timidin Kinaz-1 Düzeyinin
Prognoz İle İlişkisi
Hacer Akşit Yaşar1, Nevin Taci Hoca2, Koza Murat3, Nermin Çapan2, Arzu
Ertürk2
1
Dr. Suat Seren Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Göğüs Hastalıkları, İzmir
2
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, Ankara
3
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi
Biyokimya, Ankara
Giriş ve amaç: Kanser tedavisinde, proliferasyonu yansıtan belirteçlerin, prognostik, tedaviyi yönlendirici rollerinin olduğuna dair birçok çalışma yapılmıştır. Biz de çalışmamızda, ileri evre küçük hücreli dışı akciğer
kanserli (KHDAK) hastalarda, tedavi öncesinde bakılan, bir proliferasyon
göstergesi olan serum Timidin Kinaz-1(TK-1) enziminin, bilinen prognostik
faktörlerle ve sağkalım süresi ile ilişkisini değerlendirip, prognostik önemini
ortaya koymayı amaçladık.
Yöntem: Çalışmaya, kliniğimizde Aralık 2012- Eylül 2013 tarihleri arasında, ileri evre (Evre 3B-4) KHDAK tanısı konulan 73 hasta ve 30 sağlıklı
gönüllü alındı. Prospektif yürütüldü. Önemli prognostik faktörler ve sağkalım süreleri serum TK-1 düzeyi ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Hasta grubun TK-1 değerleri, sağlıklı kontrol grubunun değerlerinden anlamlı olarak yüksekti (Şekil 1). TK-1 değerlerinin Cut-Off
noktası, hastaların sağ olup olmamalarına göre ROC eğrisi analiziyle belirlendi. Buna göre hastalar TK-1 yüksek ve düşük grup olarak karşılaştırıldı.
TK-1’in düşük olduğu grubun sağ kalım süreleri, yüksek olan gruba göre
daha uzundu (Tablo 1).
Anemisi olan hastaların TK-1 düzeyleri daha yüksekti. Kilo kaybı, ECOG,
histoloji, evre ile serum TK-1 arasında anlamlı farklılık saptanmadı. PETBT’de lezyonun SUVmax değeri, vücut kitle indeksi ve tümör çapı ile TK-1
düzeyleri arasında anlamlı farklılık yoktu. Metastaz yerleri ile TK-1 arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Evre 4’deki hastaların sağkalım süreleri,
Evre 3B’deki hastalara göre anlamlı derecede daha kısaydı. ECOG 3-4
olan grubun sağkalım süreleri ECOG 0-1 olan gruba göre daha kısaydı.
PS-203
The benefits of computed tomography (CT)
in diagnosis of the small airways diseases
(SAD) in children
Ilgar Mustafayev Almas
Department of Pulmonology, Researh Institute of Lung Disease, Azerbaijan
Background and aim: Evaluation of the effectiveness of CT diagnostic study at SAD compared with plain radiography (RG) of lungs.
Methods: Were examined 113 children with asthma (BA), 139 with
bronchiolitis obliterans (BO), and 103 with bronchopulmonary dysplasia (BPD). Were used methods of radiography (RG) and computed
tomography(CT).
Results: The majority of children with BA observed reversible changes:
increased lung markings, peribronhitis, hyperinflation. CT revealed irreversible changes in the COB - transpulmonary bands, areas of fibrosis,
adhesions, bronchiectasis and reversible changes- hyperinflation, a sign
of uneven ventilation, infiltrative changes, areas of atelectasis. In BPD in
most cases, CT revealed the presence of fibrosis, adhesions, bands, emphysema, hiperiperinflation, atelectasis and bronchiectasis.Most of these
signs were detected only at CT.
Conclusions: A comparative analysis of RG and CT in diseases of the
small airways in children showed the most informative method of CT with
a differentiated approach to diagnosis. CT method is indispensable to clarify the stage and severity of bronchopulmonary pathological process. CT
reveals such direct signs of BO and BPD as hyperinflation, reducing the
air content, and atelectasis distelektazy, portions of the fibrous thickening
of the walls of the bronchial tubes, the presence of “air trapping” (a sign
of uneven ventilation).
Keywords: radiography,computed tomography, small airways disease
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
185
POSTER SUNUMLAR
PS-204
The status of blood gases in patients with
chronic obstructive pulmonary disease in
children
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
çıkarılmıştır. Bir yıldan fazla hışıltısı olan 2 olguda da bronşektazi gelişimi
saptanmıştır.
Tartışma ve Sonuç: Persistan hışıltı ile izlenen olguların ayırıcı tanısında yabancı cisim aspirasyonunun mutlaka araştırılması, geç tanı alan yabancı cisim aspirasyonuna bağlı komplikasyonların gelişimini azaltacaktır.
Anahtar kelimeler: Aspirasyon, Hışıltı, Persistan, Yabancı cisim,
Afet Iskenderova Nejef1, Ilgar Mustafayev Almas2
Department of Functional Diagnostics, Research institute pf Lung diseases, Azerbaijan
Department of Pulmonology, Research institute pf Lung diseases, Azerbaijan
1
2
Background and aim: Examine the condition of blood gas in bronchial asthma (BA) and bronchiolitis obliterans (BO), depending on the
severity of diseases
Methods: The study included 59 patients with asthma and 31 patients
with CP in age from 3 to 15 years. By severity were identified: mild, moderate and severe disease. the partial pressure of gases (pCO2 and pO2)
were studied in venous blood. Results were processed by the Student
Results: Clinical manifestations of diseases was a syndrome of bronchial obstruction, expressed as shortness of breath, wheezing, spastic cough,
wheezes on auscultation of varying severity depending on severity of diseases. In less severe in acute stage take places hyperventilation and observed PO2 (32,3 ±1,5) and PCO2(41,4 ± 0,3) is somewhat reduced. At
moderate form is characterized by worsening hypoventilation, decreased
PO2(30,4± 2,2), PCO2 increases(42,4± 2,3). In remission observed normalization of indicators. During exacerbation of mild and moderate forms
of BW observed hyperventilation, a reduction in PO2 and PCO2 (29,4
± 2,2 and 47,3 ± 2,3). Aggravation of severe disease occurs hyperventilation PO2 decreases (26,5 ± 4,3), PCO2 increases (53,5 2,5 ± 2,0).
Remission is characterized by normalization of blood gas parameters.
Conclusions: The blood gas analysis and the clinical picture of the
disease can more accurately assess the severity of the patient’s condition
and determine an adequate scheme of therapy
Keywords: blood gases, asthma, bronchiolitis obliterans
PS-205
Persistan Hışıltının Altından Çıkarılan
Yabancı Cisim Aspirasyonları
Sait karaman1, Aytaç Ökkeş Karkıner2, Semiha Bahçeci Erdem1, Hikmet
Tekin Nacaroğlu1, Selçuk Yazıcı3, Canan Şule Karkıner1, Esra Toprak
Kanık1, Demet Can3
1
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Allerji
Kliniği, İzmir
2
Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Cerrahi Kliniği,
İzmir
3
Balıkesir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıları Anabilim Dalı, Balıkesir
Giriş ve amaç: Yabancı cisim aspirasyonu her yaşta görülmekle birlikte çocukluk çağında özellikle ilk üç yaşta sık görülür. Çocuklarda alt solunum yolu semptomlarının persiste etmesinin sık nedenlerinden birisidir.
Polikliniğimize persistan hışıltı yakınması ile başvuran ve etyolojik değerlendirme sonrasında yabancı cisim aspirasyonu saptanan hastaların değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çocuk Allerji ve Göğüs Hastalıkları Polikliniği’mize Ocak
2013 ile Aralık 2015 tarihleri arasında persistan hışıltı yakınması ile başvuran tüm hastalar değerlendirilmiştir. Persistan hışıltı için en az 1 aydır hışıltının aralıksız devam etmesi şartı aranmıştır. Bronkoskopi dahil etyolojiye
yönelik ileri tetkiklerin tümünün yapıldığı hastalar çalışmaya alınmıştır. Yabancı cisim aspirasyonu saptanan olguların klinik özellikleri kaydedilmiştir.
Bulgular: Persistan hışıltı yakınması ile başvuran 478 hastanın 48’ine
bronkoskopi dahil etyolojiye yönelik ileri tetkiklerin tümünün yapıldığı
saptanmıştır. Bronkoskopik değerlendirme ile 12 hastada yabancı cisim
aspirasyonu gösterilmiştir. Yaşları 7 ay ile 9 yaş arasında değişen hastaların
hışıltı yakınmalarının en az 1 aydır persiste ettiği, iki olgunun ise bir yıldan
uzun süredir hışıltı yakınması olduğu kaydedilmiştir. Olguların 4’ünün öyküsünde başlangıçta ifade edilmediği halde bilhassa sorgulandığında yabancı cisim aspirasyonu şüphesi olduğu saptanmıştır. 3 hastada ise akciğer
tomografisinde yabancı cisim kuşkusu olması üzerine bronkoskopi uygulanmıştır. Fiberoptik bronkoskopik değerlendirme sonrası rijit bronkoskopi
ile 2 olguda fıstık, 3 olguda fındık, 1 olguda ceviz, 1 olguda çekirdek kabuğu, 1 olguda kauçuk obje, 4 olguda orijini belirlenemeyen besin artığı
186
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-206
Çocuk göğüs hastalıkları polikliniğimizde
takipli trakeo özafajial fistüllü hastaların
değerlendirilmesi
Küpra Öksüz, Sevgi Pekcan
Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Konya
Giriş ve amaç: Trakea özefajial fistül (TÖF) özafagusun en yaygın
görülen anomalisidir. En sık %87 ile proksimal ösafagus atrezisi ve distal
trakeal fistül birlikteliği görülür. Prevelansı 1.7 /10000 dir.
Yöntem: Kliniğimizde 2006- 2015 yılları arasında TÖF tanılı 17 hastanın özellikleri ve takipleri değerlendirildi.
Bulgular: 9 kız 8 erkek hastanın 5’i prematür,2500 gr altındaydı. 15
hasta ilk hafta içinde opere olmuştu. 8 hastamız izole özafagus atrezisi, 1
hastamız izole TÖF idi.Hastaların beraberinde 1 anal atrezi, 1 intestinal atrezi,1 anal atrezi mevcuttu. En sık eşlik eden anomali kardiak anomaliydi.
(1 dextrokardi, 1 aort koartasyonu ve vsd, 1 sol aort dal stenozu 7 ASD).
Ek olarak 1 thalasemi minor, 1 demyelinizan hastalık saptandı.
Hastaların takibinde 2 kronik akciğer, 5 özafagus proksimalinde darlığı,1 bronşektazi ve tüberküloz, 1 mide girişinde poş, 1 ösafagus ve mide
anastomozunun tekrarı, 1 mide fundusunun diyafram üzerine çıkması, suturların açılması, 1 ösafagus dilatasyonu ve 1 tekrar töf açıklığı bulunduğu
görüldü. 1 ösafagus dilatasyonun olan proksimal bölgeden yabancı cisim
(naylon) çıkarıldı. 1 hastamıza 15 defa proksimal ösafagus balon dilatasyonu yapıldı. 3 hastamıza ösafagus dilatasyonu yapıldı.
İlk yıl akciğer problemi nedeniyle yatışları sıktı (2-15 ortalama 5). En sık
solunum yolu problemi laringomalazidi. bronşiolit,pnemoni ve reflü vardı.
En sık dinleme bulgusu stridor ve vizingdi. ilk yıl persentilleri 3p altında,
takipte 3’ü 3p altında seyretti,diğerleri 3p-75p arasındaydı. Hastaların takipte solunum problemleri belirgin azaldı.
Tartışma ve Sonuç: TÖF sık görülen ve solunum bulgularınında sık
görüldüğü gastrointestinal sistem anomalisi olup hastaların solunum sistemi problemleri açısındanda takibi uygundur
Anahtar kelimeler: Trakea özefajial fistül,TÖF,
PS-207
Meram Tıp Fakültesi Çocuk Göğüs
Hastalıkları Bölümünde İzlenen Konjenital
Akciğer Anomalilerinin Özellikleri
Aysel Burcu Palandökenlier, Sevgi Pekcan
Meram Tıp Fakültesi Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Çocuk Göğüs Hastalıkları,
Konya
Giriş ve amaç: Konjenital akciğer anomalileri nadir görülür. Bronkopulmoner sistemin tüm bileşenlerinden kaynaklanabilir. Solunum distresi
yaratabileceği gibi, yıllarca tanısız da kalabilir.Hastanemize başvuran çocuk hastalarda doğuştan akciğer anomalilerini belirleyip, seyirlerini incelemeyi amaçladık.
Yöntem: 2007-2015 yılları arasında hastanemizde konjenital pulmoner anomali tanısı alan TÖF dışı hasta profili incelenmiştir.Tanı alma
zamanları, tanı yöntemleri ve tedavileri açısından geriye dönük olarak
değerlendirildi.
Bulgular: : Hastanemizde 8 yıllık dönem içerisinde toplam 98 hastada konjenital akciğer anomalisi saptandı.Olguların 17’si TÖF, gerisi diğer
konjenital akciğer anomalileri idi.TÖF dışı olan 79 konjenital anomalili
hastanın özellikleri incelendi.Bu olgular laringomalazi (12), trakeomalazi
(3), bronkomalazi (1), sağ pulmoner agenezi (1), pulmoner sekestrasyon
(1), akciğer hipoplazisi (1 sağ, 4 sol), kistik adenoid malformasyon (6),
pulmoner A-V fistül (3), aksesuar sağ bronkus (1), bronkojenik kist (10),
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
diafragma evantrasyonu (9), pulmoner arter agenezi (sağ 1, sol 1), bronkosel (1), vasküler sling (1),vasküler ring(3) lober amfizem (4), scimitar
sendromu (2), pektus carinatum (3), pektus excavatum (8), skolyoz (5),
chiliatidi (2), Poland sendromu (1) idi.Şikayet başlama yaşları; doğumda
27, 1ay öncesi 3, 1ay-1 yaş arası 31, 1-2 yaş arası 6, 2 yaş üzeri 8 hastaydı.Tanı alma yaşları doğumda 13, 1 ay öncesi 5, 1ay-1 yaş arası 30,
1-2 yaş arası 11, 2 yaş üzeri 16 hastaydı.14 hastanın tanısı direk grafi, 20
hastanın toraks BT, 7 hastanın MR ve MRA ile konuldu.Hastalardan 18’i
opere edildi.Opere edilenlerin 10’unda şikayetlerin devam ettiği gözlendi.
Opere edilmeden takip edilenlerin ise 17’sinde şikayetlerin devam ettiği ve
düzenli inhaler tedavi ihtiyacı duyduğu gözlendi.
Tartışma ve Sonuç: Prenatal dönemde fetüsün, postnatal dönemde
yenidoğan bebeğin kaybına yol açabildiklerinden erken tanı konulması ve
tedavisi önemlidir.
Anahtar kelimeler: Akciğer, konjenital anomaliler
PS-208
Yabancı Cisim Aspirasyonu Hakkında
Annelerin Bilgi Düzeyi
Şebnem Özdoğan1, Gözde Şahin2, Özgecan Avcı2, Nükhet Büşra Duran2,
Bilge Atlı2, Nurver Akıncı2, Gülşen Köse2
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği
1
2
Giriş ve amaç: Yabancı cisim aspirasyonu çocukluk çağının önlenebilir ölümle sonuçlanan kazaların başında gelmektedir. Çalışmamızın
amacı yabancı cisim aspirasyonu hakkında annelerin bilgi düzeyinin
belirlenmesidir.
Yöntem: Yaşları 1 ay-5 yaş arasında olan çocuk servisinde yatarak tedavi gören 169 olgunun annesine anket uygulandı.
Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin %50’si yabancı cisim aspirasyonu hakkında yeterli bilgi düzeyine sahipti. İleri yaş annelerin, çalışan
annelerin ve üniversite mezunu olan annelerin yabancı cisim aspirasyonu
hakkındaki bilgileri anlamlı olarak daha yüksek bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Toplumda yabancı cisim aspirasyonu hakkında
farkındalığın ve bilgi düzeyinin arttırılabilmesi için öncelikle kadınların eğitim düzeyinin arttırılması gereklidir.
Anahtar kelimeler: Yabancı cisim aspirasyonu, bilgi düzeyi, çocuk, anne
PS-209
Çölyak Tanısı ile İzlenen Çocuklarda Alerjik
Rinit ve Astım Sıklığı
Şebnem Özdoğan1, Nafiye Urgancı2, Merve Kesim Usta2, Nuray Uslu Kızılkan3
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları, İstanbul
2
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Gastroenteroloji, İstanbul
3
Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Gastroenteroloji, İstanbul
1
Giriş ve amaç: Çölyak hastalığı genetik yatkınlığı olan bireylerde ince
barsak mukozasında glutene bağlı hasar ile karakterize otoimmun bir
hastalıktır. Literatürde çölyak hastalığının astım ve alerjik rinit ile ilişkisi
olduğu ileri sürülmektedir. Çalışmanın amacı çölyak tanısı ile izlenen çocuklarda alerjik rinit ve astım sıklığını incelemek ve sağlıklı kontrol grubu
ile karşılaştırmaktır.
Yöntem: Çalışmaya yaşları 6-19 yaş arasında olan 53 Çölyak tanısı
ile izlenen ve 80 sağlıklı kontrol grubu alındı. Tüm olgulara ISAAC anketi
uygulanıp solunum fonksiyon testi (SFT) yapıldı.
Bulgular: Astım semptomları ve doktor tanılı astım sıklığı çölyak ve
kontrol grubunda benzer bulundu (Çölyak grubunda %30 ve %19, kontrol
grubunda %17,5 ve %22.5) (p>0.05). Çölyak grubunda 6 (%11) olguda,
kontrol grubunda ise 7 (%9) olguda SFT’de obstrüktif değişiklikler rapor
edildi. Alerjik rinit semptomları ve doktor tanılı alerjik rinit sıklığı da çölyak
ve kontrol grubunda benzer olarak bulundu (Çölyak grubunda %36 ve
%9, kontrol grubunda %34 ve %9) (p>0.05).
Tartışma ve Sonuç: Astım ve alerjik rinit sıklığı çölyak tanılı olgularda
kontrol grubuna kıyasla yüksek bulunmadı.
Anahtar kelimeler: Çölyak hastalığı, astım, alerjik rinit, çocuk
POSTER SUNUMLAR
PS-210
Üçüncü Basamak Çocuk Hastanesinin Bir
Yıllık Ter Testi Deneyimleri
Ayşegül Ertuğrul, İlknur Bostancı, Serap Özmen, Gülay Şenel
Dr. Sami Ulus Kadın Doğum ve Çocuk Sağlığı Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Pediatrik Allerji immünoloji, Ankara
Giriş ve amaç: Kistik fibrozis (KF) başta solunum ve gastrointestinal
sistem olmak üzere birden fazla sistemi tutan, otozomal resesif geçişli, beyaz ırkta sık görülen bir hastalıktır. Ter testi tanıda altın standarttır. Kistik
fibrozisin erken tanı ve tedavisi ile mortalitenin azaltılması mümkündür.
Ülkemizde yapılan çalışmalarda insidansın 1/3000 olduğu belirtilmektedir.
Ülkemiz genelinde 01.01.2015 tarihi itibariyle KF hastalığı neonatal tarama programına dâhil edilmiştir.Kistik fibrozis hastalığı tarama programına
alındıktan sonra 3. basamak çocuk hastanesi olan merkezimizde ter testi
verilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: 01.01.2015-31.12.2015 tarihlerinde ter testi yapılan 363
hastanın bilgileri retrospektif olarak dosyalarından taranmıştır. Ön koldan
pilokarpin iyontoforez yöntemi ile ter tetiklenerek, toplanmış ve terde klor
analizi kondüktivite ile ölçülmüştür.
Bulgular: 363 hastanın %56,5’i erkek (n=205), ortalama yaş (min.maks.) 56,1 ay(1-216) idi. Hastaların %14,9’una (n=54) ter testi tekrarı,
%5,5’ine (n=20) genetik analiz yapıldı. Hastaların %92,3’ünün (n= 335)
ter testi sonucu 60 mmol/L’den küçük, %6,9’unun (n=25) 60-90 mmol/L
aralığında, %0,8’inin (n= 3) 90 mmol/L’nin üzerinde idi. Ter testi istemlerinde ilk beş nedeni sıklık sırası ile tekrarlayan bronşit ve/ veya bronşiektazi %23,5 (n=85), tekrarlayan alt solunum yolu enfeksiyonu %16
(n=59), büyüme gelişme geriliği ve boy kısalığı %14,9 (n= 54),tekrarlayan üst solunum yolu enfeksiyonu ve sinüzit %8,8(n=32), protein enerji
malnütrisyonu %7,2 (n= 26) oluşturmakta idi. Hastaların %53,4’ü (n=
194) solunum sistemi bulguları, %20,7’si (n= 75) gastrointestinal sistem
tutulum bulguları, %4,4’ü (n=16) neonatal tarama programında şüpheli
sonuç nedeniyle ter testi istemi yapılmıştı.
Tartışma ve Sonuç: Uygulaması kolay, göreceli ucuz, tekrar edilebilir
bir test olan ter testinin KF tanısında önemini vurgulamak istiyoruz. Ter
testi yapan merkez sayısının arttırılması gerektiğini düşünüyoruz.
Anahtar kelimeler: kıistik fibrozis, ter testi, çocuk
PS-211
Akut Bronşiolitli 3 Yaş Altı Çocuklarda
Epitel Geçirgenlik Göstergeleri ve
Oksidatif Stresin Rekürrense Etkisi
Yeşim Yiğit1, Özge Yılmaz2, Yurda Şimşek2, Esra Toprak Kanık2, Ece Onur3,
Arzu Oran3, Hasan Yüksel2
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Manisa
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Solunum ve Allerji Bilim Dalı, Manisa
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Bilim Dalı, Manisa
1
2
3
Giriş ve amaç: Akut bronşiolit 3 yaş altındaki çocuklarda görülen hava
yolu inflamasyonu ile ilişkili bir durumdur. Bu çocuklarda hava yolu inflamasyonuna, oksidatif stres ve epitel bariyer bozukluğu ile artmış permeabilite eşlik edebilir. Bu çalışmada bronşiolit tekrarı ile clara cell protein
(CC16), sürfaktan protein D (SP-D), Chitinase 3- Like 1 protein (YKL-40)
ve isoprostan- 8 düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi planlanmıştır.
Yöntem: Bu prospektif kohort çalışmaya 3 yaşından küçük, akut bronşiolit tanısı alan 155 hasta alındı. Hastaların yaş, cinsiyet, kardeş, ailede
sigara ve allerjik hastalık öyküsü ve başvuru sırasındaki bronşiolit semptom skorları kaydedildi. Tüm olgulardan SP-D, CC-16, YKL-40 ve isoprostane-8 ölçümü için kan örneği alınarak -80°C’de saklandı. Tüm olgular
1 yıllık takip süreci sonunda bronşiolit tekrarı açısından değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya alınan 155 hastanın 63‘ünde bronşiolit tekarladı.
En az bir kardeşe sahip olma ve ailede allerjik hastalık öyküsü bronşioliti
tekrarlayan grupta daha sıktı (p=0.002, p=0.003). Diğer yandan gruplar
arasında cinsiyet ve ailede sigara içilmesi açısından fark yoktu (p=0.14 ve
p=0.32). Bronşiolit semptom skoru, takip sırasında bronşioliti tekrarlayan
grupta anlamlı olarak daha yüksekti (p<0.001). Biomarkerlardan CC-16,
YKL-40, isoprostane-8 düzeylerinde gruplar arasında anlamlı fark yoktu
(p=0.14, p=0.66 ve p=0.27). Serum SP-D düzeyi tekrarlayan bronşioliti
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
187
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
olan grupta, istatiksel anlamlı farkı olmamakla birlikte, düşük olma eğilimindeydi (p=0.07, 95%CI: (-2.2, 66.6).
Tartışma ve Sonuç: Üç yaşının altında bronşiolit geçiren çocuklarda
ailede allerji öyküsü, kardeş varlığı ve başvurudaki semptom skorunun
yüksek olması bronşiolit tekrarı ile ilişkilidir. Biyobelirteçlerden SP-D, bu
çocuklarda bronşiolit tekrarı açısından ilerideki kohort çalışmalar için aday
molekül olabilir.
Anahtar kelimeler: Akut bronşiolit, CCP-16, İzoprostan-8, Sürfaktan protein D,
YKL-40
Tablo 1. Bronşiyolit tekrarının biyobelirteçlerle ilişkisi Değerler ortalama (standart
deviasyon) şeklinde verilmiştir
Bronşiyolit tekrarlayan
Bronşiyolit tekrarlamayan
p
SP-D
YKL-40
CCP-16
izoprostan
158,0±86,0
190,2±118,2
0,06
90,7±78,2
96,4±80,4
0,66
11,3±3,9
12,4±4,8
0,143
36,2±10,8
38,4±13,2
0,268
PS-212
Postenfeksiyoz Bronşiolitis Obliterans
Hastalarımızın Değerlendirilmesi
Ayşe Ayzıt Atabek1, Ahmet Hakan Gedik2, Rumeysa Tuna3, Erkan Çakır2
İstanbul Ünversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Bronşiyolitis obliterans (BO) nadir görülen, çocuklarda genellikle akut
alt solunum yolundaki hasarı takiben distal hava yollarının obstrüksiyonu
ve yoğun inflamatuar reaksiyonu ile karakterize ağır bir kronik akciğer hastalığıdır. Çocuklarda en sık BO nedeni infeksiyonlardır, kemik iliği ve akciğer transplantasyonu sonrası, ilaçlar, toksik gaz inhalasyonu, kollajen doku
hastalıkları da diğer nedenleri oluşturur. Alt solunum yolu enfeksiyonlarından altı hafta sonra düzelmeyen vizing (hışıltı) veya öksürük, uzamış
ve özellikle bir bölgede lokalize veya yaygın krepitan rallerin duyulması
tanıyı düşündürür. Burada Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde 2010-2015 yılları arasında takip ve tedavi edilen 54 BO hastası
ele alınarak, hastaların demografik özellikleri, radyolojik bulguları ve steroid yada azitromisin tedavisinin etkisinin değerlendirilmesi hedeflenmiştir.
Ayırıcı tanıya giren diğer hastalıklar ekarte edildi. Hastaların 36’sı (%67)
erkek, 18’i (%33) kız olup, tanı anındaki yaş ortalaması 44,75 ay’dı. En
sık başvuru şikayeti persistan öksürük ve hırıltı olup, fizik muayenede en
sık rastlanan semptom wheezing olarak tespit edildi. Hastaların ortalama takip süresi 33 ay (12-144 ay) olup, tanıları hikaye, fizik muayene
ve tomografi bulgularına bakılarak koyuldu. Bilgisayarlı tomografide ensık
rastalanan bulgular mozaik perfüzyon ve peribronşiyal kalınlaşma olarak
gözlenirken, atelektazi ve bronşiektazi diğer sık rastlanan radyolojik bulgulardandı. Steroid ve/veya azitromisin tedavisi sonrası hastaların semptomlarında ve hastaneye yatış oranlarında belirgin azalma tespit edilmekle
beraber semptomları persiste eden 2 hastaya BIPAP tedavisi verildi. Hastaların %24’ünde (13) ise bronşiektazi gelişti.
Anahtar kelimeler: Postenfeksiyöz bronşiolitis obliterans, steroid, azitromisin
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Pulmoner Rehabilitasyon ve Kronik Bakım
PS-213
Nakil hastalarında pulmoner
rehabilitasyon önemlidir
İpek Özmen1, Elif Yıldırım1, Özgür Yılmaz1, Murat Öztürk1, Rüya Evin
Aydın1, Suar Çakı Kılıç2, Nurgül Karagöz Yer1
1
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Pulmoner Rehabilitasyon Ünitesi, İstanbul
2
Medical Park Göztepe Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İstanbul
19 Yaşında kadın hasta 2,5 yıl önce Akut Miyeloid Lösemi nedeniyle
kemik iliği (Kİ) nakli yapılan hasta nefes darlığı, çabuk yorulma ve halsizlik
yakınmaları ile başvurdu. Kemik iliği nakil sonrası yoğun steroid kullanımı olan hasta son 2 yıldır sürekli O2 desteği almaktaydı.Kİ nakil sonrası
Graft Versus Host hastalığı ve organize pnömoni hikayesi olan hasta immobil, yatağa bağımlı ve sekresyonlarını atmakta zorlanıyordu. Hastaya
O2 desteği altında yatak içi kuvvetlendirme hareketleri ve Nöromusküler Elektriksel Stimülasyon uygulandı.Beslenme desteği verildi. Pulmoner
rehab öncesi mMRC 3, 6 dakika yürüme testinde 5L/dk O2 desteği ile
240m yürüdü. 8 haftalık pulmoner rehabilitasyon(PR) programı sonrası
6 dakika yürüme testinde 260 m yürüdü. St. George solunum anketinde toplam skor PR öncesi 89,3 ve PR sonrası 84,3 olarak saptandı. Hematolojik malignitelere bağlı nakiller sonrası erken ve geç dönem akciğer
komplikasyonları ve immunsüpresif tedaviler sonucu kas gücünde azalma,
osteoporoza neden olmaktadır ve hastalar immobil kalmaktadır. Olgu hematolojik malignitelerde pulmoner rehabilitasyonun önemine dikkat çekmek için sunulmuştur.
Anahtar kelimeler: pulmoner rehabilitasyon,akciğer nakli, kemikiliğinakli,
myopati, egzersiz kapasitesi
PS-214
Astım tanılı olgularda kapsamlı PR etkinliği
İpek Candemir, Pınar Ergün, Dicle Kaymaz, Neşe Demir, Filiz Cennet
Taşdemir, Nurcan Egesel, Fatma Şengül
Atatürk Göğüs Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara
Giriş ve amaç: PR, KOAH dışı kronik solunum sorunlu hastalıklarda
önerilse de, astımda etkinliği net olarak belirlenmemiştir. Kısıtlı sayıda çalışmada, PR etkinliği gösterilmiş ve egzersiz eğitimi ile bu olgularda yaşam
kalitesinde düzelme görülmüştür. Bu çalışmada amacımız Astımlı olgularda kapsamlı PR etkiniğinin incelemekti.
Yöntem: 2010-2015 tarihleri arasında merkezimizde PR programını tamamlayan 52 olgu çalışmaya alındı. Tüm olgulara ayaktan, 8 hafta süren
direk gözetimli kapsamlı PR uygulandı.
Bulgular: Olguların ortalama yaşları 50±10’du. Tablo-1’de olguların PR öncesi ve sonrası değerleri verilmiştir. PR sonrası olguların vücut
kompozisyonunda (VKİ p=0.02, YVKİ p=0.001), dispne algısında (MRC
p˂0.05), yaşam kalitesinde (SGRQ total p˂0.05), egzersiz kapasitesinde
(AHMYT p˂0.05, EMYT p=0.001) ve astım kontrolünde (AKT p˂0.05)
istatiksel anlamlı kazanımlar ve hastane anksiyete- depresyon skorunda
(p˂0.05) istatiksel anlamlı azalma izlenmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Kapsamlı multidispliner PR programları astım
tanılı olgularda da etkili bir yaklaşımdır. Astım tanılı olgular PR merkez/
unitelerine yönlendirilmelidirler.
Anahtar kelimeler: PR, Astım, etkinlik
Tablo 1. Olguların PR öncesi ve sonrası değerleri
188
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-215
Evde noninvaziv ve invaziv mekanik
ventilatör desteği ile takibedilen
hastaların sonuçlarının değerlendirilmesi
Azime Açar
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı, Antalya
Giriş ve amaç: Ev tipi invaziv ve noninvaziv mekanik ventilatöre bağlı
hastaların prognozunun takibedilmesi, hastaların evde ve sağlık kurumlarında yaşadığı sorunların belirlenerek çözümüne ışık tutmaktır.
Yöntem: Çalışma tanımlayıcı ve retrospektif olarak yapıldı. Hastaların
verileri Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Mia-MED sisteminden ve telefon
aracılığıyla ailelerden elde edildi. Çalışmaya 2012 Temmuz -2015 Temmuz ayları arasında Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Çocuk Yoğun Bakım
Ünitesi ve Çocuk Sağlığı Kliniği’nde ev tipi noninvaziv ve invaziv mekanik
ventilatör cihazı ile takibedilen pediatri hastaları alındı. Hastaların yaşları
1 ay-18 yaş arasında idi. Yalnızca trakeostomisi olan veya sadece evde
oksijen tedavisi alan hastalar çalışmaya dahil edilmedi.
Bulgular: Ev tipi ventilatör desteği alan hastaların 40 tanesi invaziv
ventilatör cihazi 12 tanesi ise noninvaziv ventilatör cihazı ie takibedildi.
Bu hastaların tanıları nöromüsküler hastalıklar, onkoloji, konjenital kalp
hastalıkları, trafik kazası, kronik ve konjenital böbrek hastalıkları ve bronşektaziydi. Bu hastalardan 5 tanesi aile uyum sürecinde servisten tekrar
yoğunbakıma alındı ve kaybedildi. Konjenital kalp hastalığı olan 1 hasta
ise dış merkezden trakeostomi açılarak ev tipi ventilatör cihazıyla çocuk
acil servisinden kabul edilmiştir. 4 hasta 2012 temmuz ayından önce ev
tipi ventilatör cihazı kullanmaya başlamış fakat bu tarihten sonra pnömoni
nedeniyle pediatri servisine yatışı yapıldığı için çalışmaya dahil edilmiştir.
Bu hastalardan 2 gullien barre, 2 trafik kazası nedeniyle mekanik ventilatöre bağlanan toplam 4 çocuk ventilatör desteğinden tamamen ayrılabildi.
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda sadece trafik kazası ve gullien barre nedeniyle ventilatörle takibedilen hastalar ventilatör desteğinden tamamen ayrılmıştır. Diğer tanılarla özellikle nöromüsküler hastalık nedeniyle
ventilatöre bağlı hastaların ventilatör gereksinimlerinin devam etmesi bu
hastalarda ev tipi ventilatör uygulamasının yerinde bir seçim olduğunu
göstermektedir.
Anahtar kelimeler: evde bakım, mekanik ventilatör, trakeostomi
Şekil 1. Sağkalım oranları
Şekil 2. Tanılar
PS-216
Anemik Olmayan Genç Kadınlarda
Fonksiyonel Egzersiz Kapasitesi, Yorgunluk
Algısı, Fiziksel Aktivite Düzeyi ve Hemoglobin
Düzeyi Arasındaki İlişki (Pilot Çalışma)
Elif Sakızlı, Arzu Daşkapan
Kırıkkale Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Kırıkkale
Giriş ve amaç: Kronik obstrüktif akciğer hastalığında Hemoglobin düzeylerinin fonsiyonel kapasite üzerine etkisini inceleyen çalışmalar vardır.
Fakat sağlıklı genç kadınlarda Hemoglobin düzeyi ile fonksiyonel egzersiz
kapasitesi, yorgunluk algısı, fiziksel aktivite düzeyi arasındaki ilişkiyi değerlendiren çalışmaya rastlanmamıştır. Amacımız sağlıklı genç kadınlarda
Hemoglobin düzeyi ile fonksiyonel egzersiz kapasitesi, yorgunluk algısı,
fiziksel aktivite düzeyi arasındaki ilişkiyi değerlendirmekti.
Yöntem: 12 genç sağlıklı kadın (22.25±1.48 Yaş, 20.98±2.36 VKİ)
dahil edildi. Demografik özellikler kaydedildi. Fonksiyonel egzersiz kapasitesi 6 dakika yürüme testi (6DYT), yorgunluk Vizüel Analog Skalası (VAS),
fiziksel aktivite düzeyi Uluslararası fiziksel aktivite anketi kısa formun Türkçe versiyonu ile değerlendirildi.
Bulgular: 12 genç sağlıklı kadının yaşları 22.25±1.48, Hemoglobin
değerleri 13.14±0.99‘dur. Hemoglobin değeri ile 6DYT (rho=0.244,
p=0.445), ulaşılan kalp hızı (rho=-0.340, p=0.280), fiziksel aktivite skoru
(rho=-0.028, p=0.930) arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır.
Tartışma ve Sonuç: Anemik olmayan kadınlarda Hemoglobin düzeyi
ile submaksimal egzersiz kapasitesi ve fiziksel aktivite düzeyi arasında bir
ilişki bulunamamıştır. Daha geniş örneklemlerle maksimal egzersiz kapasitesini değerlendiren testlerin uygulandığı ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: Fiziksel aktivite, Hemoglobin düzeyi, Submaksimal egzersiz
kapasitesi
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
189
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-217
PS-219
Bronşektazili hastalarda fiziksel aktivite
düzeyinin değerlendirilmesi
Kistik fibrozisli hastalarda solunum kas
kuvveti ile göğüs kafesi hareketliliği ve
postür arasındaki ilişkinin incelenmesi
Aslıhan Çakmak1, Deniz İnal İnce1, Özge Özalp1, Cemile Bozdemir
Özel1, Ebru Çalık Kütükcü1, Melda Sağlam1, Naciye Vardar Yağlı1, Hazal
Sonbahar Ulu1, Özden Özkal1, Hülya Arıkan1, Lütfi Çöplü2, Toros Selçuk2
1
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Giriş ve amaç: Egzersiz kapasitesi ve günlük fiziksel aktivite düzeyi,
sağlık durumunun ve mortalitenin önemli belirleyicileridir. Kronik akciğer
hastalarında egzersiz kapasitesi azalmaktadır. Çalışmamızda bronşektazili
hastalarda fiziksel aktivite düzeyinin amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya yaşları 18–65 yıl arasında olan 17 bronşektazili
birey (ort. yaş: 38,12±18,55 yıl) dahil edildi. Bireylerin 11’i kadın, 7’si
erkekti. Bireylerin yedi günlük fiziksel aktivite düzeyleri, üç eksenli akselerometre ile ölçüldü. Egzersiz kapasitesinin değerlendirmesi, artan hızda
mekik yürüme testi ile (AHMYT) yapıldı. AHMYT mesafesinden zirve oksijen tüketimi (4.19+ [0.025x AHMYT mesafesi] formülü ile) hesaplandı.
Bulgular: Bronşektazili hastaların orta şiddetli fiziksel aktivite süresi
ortalama 106±82 dk/gün olarak bulundu. Günlük şiddetli fiziksel aktivite
süresi 15 dakika ve üzerinde olan altı birey mevcuttu. Ortalama fiziksel
aktivite enerji tüketimi 1236.94±639.93 kcal/gün olarak belirlendi. Ortalama AHMYT mesafesi 628.64±218.17 m ve ortalama zirve oksijen tüketimi 19.90±5.45 ml/kg/dk olarak bulundu. Fiziksel aktivite süresi ve şiddeti
ile AHMYT mesafesi ve zirve oksijen tüketimi arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki bulunmadı (r=0.391, p=0.120; r=0.304 p=0.235).
Tartışma ve Sonuç: Bronşektazili hastalarda, orta şiddetli fiziksel aktivite düzeyi nispeten yeterli iken, şiddetli aktivite düzeyi olması gerekenin
altındadır. Bu sonuçlar, kişilerin fiziksel olarak aktif olmayı gerektiren mesleklerinin olmasından kaynaklanmış olabilir. Sağlıklı kişilerle, olgu sayısı
artırılarak yapılacak karşılaştırılmalı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: bronşektazi, fiziksel aktivite düzeyi
Özden Özkal1, Deniz İnal İnce1, Naciye Vardar Yağlı1, Melda Sağlam1,
Ebru Çalık Kütükçü1, Aslıhan Çakmak1, Cemile Bozdemir Özel1, Hülya
Arıkan1, Ebru Güneş Yalçın2
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara
Hacettepe Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Göğüs Hastalıkları
Ünitesi, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Kistik fibrozis (KF)’te kronik obstrüksiyon ve hiperinflasyon solunum kaslarını etkiler. KF’li hastalarda ikincil problem olarak
torakal kifoz ve diğer postüral bozukluklar gözlemlenebilir. Bu çalışmanın
amacı, KF’li hastalarda solunum kas kuvveti ile göğüs kafesi hareketliliği
ve postür değerlendirmesi arasındaki ilişkiyi incelemekti.
Yöntem: Çalışmaya sekiz KF’li hasta (5E, 3K, ortalama yaş=
12.56±2.83 yıl) dahil edildi. Solunum kas kuvveti, taşınabilir ağız içi basınç ölçer ile maksimal inspiratuar basınç (MIP) ve maksimal ekspiratuar
basınç (MEP) ölçülerek değerlendirildi. %MIP ve %MEP değerleri hesaplandı. Aksilla, epigastrik, subkostal bölgelerinden göğüs çevre ölçümü
yapıldı. Hastaların postür değerlendirmesi, sırtüstü yatış pozisyonunda
ve ayakta dik duruş pozisyonunda yapıldı: (1) Posterior akromion-yatak
arasındaki mesafe, (2) posterior akromion-duvar arası mesafe (3) tragusduvar arasındaki mesafe, bilateral olarak cetvel ile ölçüldü.
Bulgular: MIP ile sağ tragus-duvar ölçümü (r=0.867, p=0.002) ve sol
tragus-duvar ölçümü (r=0.695, p=0.038) arasında pozitif yönde anlamlı
ilişki bulundu. MIP ve MEP ile epigastrik bölge göğüs çevre ölçümü arasında (r=0.707 ve r=0.949; p>0.05) ölçümü arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki bulundu. %MEP ve subkostal bölge göğüs çevre ölçümü
arasında negatif yönde anlamlı ilişki bulundu (r=-0.709, p=0.04).
Tartışma ve Sonuç: KF’li hastalarda solunum iş yükünün artması ve
yardımcı solunum kaslarının aktive olması ile, hastanın baş, boyun ve sırt
bölgesinde postüral deformiteler ortaya çıkar. Bu nedenle KF’li hastaların
postür değerlendirmeleri ve postüral bozukluklara yönelik egzersiz programları, pulmoner rehabilitasyon programına dahil edilmelidir.
Anahtar kelimeler: kistik fibrozis,postür,solunum kas kuvveti
PS-218
Primer Siliyer Diskinezili Çocuklarda
Dispne Algılaması, Fonksiyonel Kapasite ve
Solunum Fonksiyonunun İlişkisi
Hazal Sonbahar Ulu1, Deniz İnal İnce1, Cemile Bozdemir Özel1, Aslıhan
Çakmak1, Naciye Vardar Yağlı1, Melda Sağlam1, Ebru Çalık Kütükcü1,
Hülya Arıkan1, Uğur Özçelik2, Nagehan Emiralioğlu2
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara
1
Giriş ve amaç: Primer siliyer diskinezi (PSD), hareketli siliyalarda
fonksiyon bozukluğu ile karakterize nadir görülen bir hastalıktır. PSD solunum fonksiyonlarını etkiler. Bu çalışmada PSD’li çocuklarda solunum
fonksiyonları ve fonksiyonel egzersiz kapasitesi arasındaki ilişkiyi incelemek amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya 31 PSD’li (yaş ortalaması=13.10±3.77 yıl, 16 E,
15 K) çocuk alındı. Hastaların demografik özellikleri ve solunum fonksiyon
testi değerleri kaydedildi. Solunum kas kuvveti (MİP, MEP) ağız içi basınç
ölçer ile ölçüldü. Fonksiyonel kapasitenin değerlendirilmesinde altı dakika
yürüme testi (6DYT) kullanıldı. Dispne algısı ise modifiye Medical Research Council (mMRC) skalası ile ölçüldü.
Bulgular: Çalışmanın sonucunda 6DYT mesafesi ile MİP (r=0.385;
p=0.032), %MİP (r=0.385; p=0.033) ve MEP (r=0.373; p=0.039) arasında istatistiksel olarak bir ilişki belirlendi. 6DYT mesafesi solunum fonksiyonu testi sonuçları ile ilişkili değildi. mMRC değerinin ise MİP (r=-0.364;
p=0.044),%FVC (r=-0.371; p=0.040), MEP (r=-0.384; p=0.033) ve
%MİP (r=-0.449; p=0.011) arasında ilişki bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Bu sonuçların ışığında, PSD’li çocuklarda fonksiyonel kapasite ve solunum kas kuvveti ilişkilidir. Bu hastalarda solunum
kas eğitiminin sonuçları araştırılmalıdır.
Anahtar kelimeler: Primer siliyer diskinezi, fonksiyonel kapasite, dispne algısı,
solunum kas kuvveti
190
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-220
Kronik Omuz Ağrılı Olgularda Toraks
Mobilitesi ve Solunum Kas Gücü
Etkileniminin İncelenmesi
Atiye Kaş1, Recep Erdal1, Orçin Telli Atalay2, Hande Şenol3
Pamukkale Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Denizli
Pamukkale Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksek Okulu, Denizli
3
Pamukkale Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Denizli
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışma kronik omuz ağrılı olgularda toraks mobilitesi ile solunum kas gücünün değerlendirilmesi amacıyla yapıldı.
Yöntem: Çalışmaya Denizli ilinde özel bir tıp merkezine başvuran, en
az 6 aydır devam eden omuz ağrısı şikayeti olan, herhangi bir solunum
hastalığı olmayan ve sigara kullanmayan 75 yaş altı olgular dahil edildi.
Üst ekstremite kas kuvveti el dinamometre testi ile, torakal mobilite göğüs
çevre ölçümü ile, solunum kas gücü maksimal inspiratuar ve ekspiratuar
basınçlar ölçülerek, omuz ağrı ve disabilite indeksi ile değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 58±9,59 yıl olan 18 kadın, 3 erkek
olgu dahil edildi. 3 olgu sigara kullandığı için, 7 olgu ise 75 yaş üstü olduğu
için çalışmaya dahil edilmedi. Olguların inspiratuar ve ekspiratuar kas gücü
ortalamaları sırasıyla 61,04±22,75 cmH2O ve 87,57±30,81 cmH2O bulundu. Bu değerler normatif değerlerin sırasıyla %78,33 ve %59,33’di.
Üst ekstremite kas gücü ortalaması etkilenen taraf 43,61±18,92 kg/N,
diğer taraf ise 49,38±17,25 kg/N, torakal mobilite ortalaması aksillar
2,97±1,95 cm, xiphoid 2,07±1,96 cm, subkostal 1,23±1,55 cm, disabilite skoru ortalaması 57,14±20,8 bulundu. Bulgularımıza göre olguların
etkilenen taraf ekstremite kas gücü azalma olduğu, disabilite geliştiği, ayrıca toraks mobilitesinin ve solunum kas kuvvetinin de azaldığı bulundu.
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızın sonuçlarına göre kronik omuz ağrısı nedeniyle ekstremite kas gücü ve solunum kas gücü azalmıştır. Bu ağrının toraks hareketliliğinde azalmaya sebep olabileceğini düşünüyoruz. Bu
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
çalışmada kronik omuz ağrılı olgularda disabilite geliştiği; ekstremite kas
gücünde, solunum kas gücünde ve toraks mobilitesinde azalma olduğu
görülmüştür. Kronik omuz ağrılı olguların rehabilitasyon programlarında
toraks mobilitesini artırmaya yönelik uygulamalar ve solunum egzersizleri
eklenmesinin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Anahtar kelimeler: kronik omuz ağrısı, toraks mobilitesi, solunum kas gücü
PS-221
Sağlıklı genç bireylerde akupunktur
uygulamasının solunum fonksiyonları
üzerine etkisinin incelenmesi:Pilot çalışma
Orçin Telli Atalay1, Nihal Büker1, Erdoğan Kavlak1, Raziye Şavkın1, Harun
Taşkın1, Ayça Uyan2
Pamukkale Üniversitesi Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Yüksek Okulu, Denizli
2
Zirve Üniversitesi, Sağlık bilimleri Fakültesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü, Gaziantep
1
Giriş ve amaç: Akupunktur terapatik veya önleyici amaçlar için, iğne
kullanımı ile vücudun çeşitli noktalarının uyarılmasını içeren Geleneksel
Çin Tıbbına ait bir tedavi biçimidir ve son yıllarda batı tıbbında da kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Bu çalışmanın amacı vücutta solunum
sistemi ile ilişkili noktalara yapılan akupunktur uygulamasının solunum
fonksiyonları üzerine etkisini incelemekti.
Yöntem: Pamukkale Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulunda yapılan bu çalışmaya yaş ortalaması 21,14±0,96 olan sağlıklı genç birey dahil edildi. Çalışmaya katılan bireyler randomize olarak
çalışma grubu (n=8) ve kontrol grubu (n=8) olarak iki gruba ayrıldı. Çalışma grubundaki bireylere haftada bir gün, 10 hafta süreyle çeşitli noktalara (GB20, B10, BL13, BL21, CV16, SP 21,LU5, LU7, Li4), uygulanan
noktaya göre 25 ve 40 mm’lik iğnelerle akupunktur uygulandı. Kontrol
grubuna herhangi bir uygulama yapılmadı. Her iki grubun solunum fonksiyonları (FVC, FEV1, FEV1/FVC, PEF, FEF 25-75) akupunktur grubunda uygulamadan önce, birinci uygulama ve 10 hafta sonra olmak üzere
değerlendirildi
Bulgular: Çalışmanın sonucunda akupunktur yapılan grupta birinci
uygulama sonrasında solunum fonksiyonlarının hiçbir parametresinde
anlamlı değişiklik olmazken(p>0,05), 10 haftalık uygulama sonrasında
FEV1 ve PEF değerlerinde anlamlı artış bulundu (p<0,05).Kontrol grubunun solunum fonksiyonlarında beklenen şekilde herhangi bir anlamlı
değişiklik olmadığı görüldü
Tartışma ve Sonuç: Akupunktur uygulamalarının solunum disfonksiyonları üzerindeki etkilerine ilişkin sonuçlar tartışmalıdır. Bu çalışmada
sağlıklı bireylerde akupunktur uygulamasının solunumu stimule edici bir
etkisinin olup olmadığı incelendi ve bazı parametrelerde artış olduğu görüldü ancak çalışmadaki olgu sayısının ve değerlendirme parametrelerinin
az olması nedeniyle ileriki çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.
Anahtar kelimeler: solunum terapisi, akupunktur, solunum fonksiyonları
PS-222
SVO Geçirmiş Olgularda Solunum Kas
Kuvveti ile Periferik Kas Kuvveti Arasındaki
İlişkinin İncelenmesi
Recep Erdal , Atiye Kaş , Orçin Telli Atalay , Hande Şenol
1
1
2
3
Pamukkale Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Denizli
Pamukkale Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon YO, Denizli
3
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Denizli
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 63,1±7,62 olan 10 kadın, 11 erkek toplam 21 olgu dahil edildi. MAS’a göre spastisite skoru 1 (%4,8)
olgunun 0, 5 (%23,8) olgunun 1, 12 (%57,1) olgunun 1+, 3 (%14,3)
olgunun 2 olarak belirlendi. Olguların MMT, Quick DASH ve RMİ skor
ortalamaları sırasıyla 23,14±2,03, 48,33±14,42 ve 10,43±1,69 bulundu. Olguların inspiratuar ve ekspiratuar kas kuvveti ortalamaları sırasıyla
43±22,48 cmH2O ve 71,00±37,45 cmH2O’du. Bu değerler normatif değerlerin sırasıyla %47,42 ve %40,87’siydi. Periferik kas kuvveti ortalaması
sağlam taraf için 30,24±9,72 kg/N, paretik taraf için ise 12,33±6,30 olarak ölçüldü. Periferik kas kuvveti ile solunum kas kuvveti arasında anlamlı
korelasyon bulunmadı (p>0,05).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızın sonucunda hemiparetik olgularda
solunum kas kuvveti ile periferik kas kuvveti arasında ilişki bulunmamıştır
ancak solunum kas kuvvetinin azalmış olması nedeniyle olguların solunum fonksiyonları açısından da değerlendirilmesinin ve rehabilitasyon
programlarında solunum kas eğitiminin de olmasının önemli olduğunu
düşünüyoruz.
Anahtar kelimeler: SVO, Hemiparezi, Solunum kas kuvveti, MIP, MEP
PS-223
Mukopolisakkaridozlu Hastaların Solunum
Kas Kuvveti ve Egzersiz Kapasitelerinin
Değerlendirilmesi
Cemile Bozdemir Özel1, Aslıhan Çakmak1, Hazal Sonbahar1, Deniz İnal
İnce1, Melda Sağlam1, Naciye Vardar Yağlı1, Ebru Çalık Kütükcü1, Hülya
Arıkan1, Özden Özkal1, Serap Kalkanoğlu Sivri2
1
Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Metabolizma Bölümü,
Ankara
Giriş ve amaç: Mukopolisakkaridoz (MPS) lizozomlarda glikozaminoglikanların birikimine bağlı olarak çeşitli organlarda geniş semptom ve
bulgu gösteren kronik ve ilerleyici bir sendromdur. Solunum ve dolaşım
sisteminde bazı anormalliklere yol açmaktadır. Bu çalışmada MPS’li hastaların solunum kas kuvveti ve egzersiz kapasitesinin değerlendirilmesi
amaçlandı.
Yöntem: Çalışmaya toplam 10 MPS’li birey (5 K, 5 E; ortalama yaş:
13.7±5.65 yıl) katıldı. Demografik ve fiziksel özellikleri kaydedildi. Solunum kas kuvveti (Maksimal inspiratuar basınç (MİP), maksimal ekspiratuar
basınç (MEP)) ve egzersiz kapasitesi (altı dakika yürüme testi (6DYT)) değerlendirildi. 6DYT mesafesi, MİP ve MEP değerleri aynı yaş ve cinsiyetteki beklenen değerlerle karşılaştırılarak ifade edildi.
Bulgular: Olguların ortalama MİP değerleri 72.90±29.30 cmH2O,
ortalama %MİP değerleri %82.00±29.35, ortalama MEP değerleri
81.00±29.89 cmH2O, ortalama %MEP değerleri %61.9±16.2, olarak
bulundu. Olgular 6DYT’inde ortalama 400.4±174.25 m yürüdü. Beklenen değerin yüzdesi olarak ifade edildiğinde %56.4±24.2’ya karşılık geldi.
Olgular 6DYT sırasında maksimal kalp hızının ortalama %72.8±18.15’ine
ulaştılar. 6DYT ile MİP (r=0.610; p=0.061) ve MEP (r=0.212; p=0.576)
arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon bulunmadı.
Tartışma ve Sonuç: Bu hastalarda solunum kas kuvveti ve egzersiz
kapasitesi arasında ilişki bulunmadı. Olgu sayısının artırıldığı ve egzersiz
kapasitesine etki eden faktörlerin araştırıldığı çalışmaya ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: Mukopolisakkaridoz, fonksiyonel kapasite, solunum kas
kuvveti
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışma SVO sonrası fizyoterapi programına yönlendirilen hemiparetik olgularda solunum kas kuvveti ile periferik kas kuvveti arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapıldı.
Yöntem: Çalışmaya Denizli ilinde bulunan özel bir tıp merkezine SVO
sonrası Hemiparezi tanısıyla yönlendirilen olgular dahil edildi. Olguların
spastisite düzeyleri Modifiye Ashworth Skalası (MAS), mental düzeyleri
Mini Mental Test (MMT), üst ekstremite disabilte düzeyleri Quick DASH
Türkçe formu, mobilite düzeyleri ise Rİvermead Mobilite İndeksi (RMİ)
kullanılarak değerlendirildi. Solunum kas kuvveti Maksimal inspiratuar ve
ekspiratuar basınçlar ölçülerek değerlendirilirken, periferik kas kuvveti el
dinamometresiyle ölçüldü.
PS-224
Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
Hemşirelerde Uyku Kalitesi ve Yaşam
Kalitesi Arasındaki İlişkinin İncelenmesi
Gamze Başkent1, Nurhan Özata Keskin2, Gülden Gökçay2
İstanbul Üniversitesi, Çocuk Sağlığı Enstitüsü, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,
İstanbul
1
2
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
191
POSTER SUNUMLAR
PS-225
6 – 10 Nisan 2016
Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
İnmeli Hastalarda Farklı Dispne
Skalalarının Karşılaştırlıması
Abdurrahim Yıldız1, Rüstem Mustafaoğlu1, Ayşenur Bardak2, Ebru Kaya
Mutlu2, Arzu Razak Özdinçler2
İstanbul Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü,
İstanbul
1
2
PS-228
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Kronik obstrüktif akciğer hastalarında
postural stabilite, fiziksel performans ve
akciğer fonksiyonu arasında bir ilişki var
mıdır?
Yasemin Çırak1, Gül Deniz Yılmaz Yelvar2, Yasemin Parlak Demir3, Beyza
Nur Karadüz1, Büşra Baytok3
Turgut Özal Üniversitesi, Kardiyopulmoner Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
Turgut Özal Üniversitesi, Muskuloskeletal Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
Turgut Özal Üniversitesi, Nörolojik Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
1
2
3
PS-226
Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
Osteoporoz ve Osteopenili Kadınlarda
Solunum Fonksiyonları ile Fonksiyonel
Kapasite ve Periferik Kas Kuvveti Arasındaki
İlişki
Nur Selin Öztürk1, Rengin Demir2, Nihal Ağbaş Sakallı1, Şansın Tüzün1
1
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim
Dalı, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi, Kardiyoloji Enstitüsü, İstanbul
PS-227
Torakotomi Operasyonu Sonrası Uygulanan
Gevşeme Egzersizlerinin Ağrı Şiddeti,
Analjezik Tüketim Miktarı, Anksiyete ve
Depresyon Üzerine Etkilerinin İncelenmesi
Anıl Şahin1, Sema Gül Türk2
Akdeniz Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Antalya
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, OGEM, Samsun
1
2
Giriş ve amaç: Progresif kas relaksasyon tekniği(PMR) vücuttaki 16
izole kas grubunun sistematik kasılma ve gevşeme metodudur.Bu teknikte
amaç hem fiziksel hem mental gerginliğin ortadan kaldırılmasıdır.Torakotomi en şiddetli postoperatif ağrı olarak bilinmektedir.Bu çalışmanın amacı
torakotomi operasyonu geçiren bireylerde PMR’nin ağrı şiddeti, analjezik
tüketimi, anksiyete-depresyon düzeyi ve vital bulguları nasıl etkilediğini
araştırmaktır.
Yöntem: Çalışmamız Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesi’nde yaşları 40-65 arasında değişen, çeşitli tanılarla torakotomi operasyonu geçirmiş 10 katılımcı ile gerçekleştirilmiştir.
Bireyler randomize olarak iki gruba ayrılmıştır: kontrol grubu (n=5) ve
çalışma grubu (n=5). Tüm bireylerin demografik bilgileri, postoperatif ilk
3 gün boyunca analjezik tüketimleri ile tedavi öncesi ve sonrası ağrı şiddeti
Vizüel Analog Skalası(VAS) ile, kalp hızı ve solunum frekansları kaydedilmiştir. Postoperatif ilk 3 gün boyunca her gün en son analjezik tüketiminden sonra kontrol grubuna günde 1 kez solunum fizyoterapisi, çalışma
grubuna günde 1 kez solunum fizyoterapi ve PMR uygulanmıştır. Tedavi
sonunda Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği(HAD) ile tüm bireylerin
anksiyete düzeyi ölçülmüştür.
Bulgular: Gruplar arasında demografik bilgiler, solunum frekansı, kalp
hızı, anksiyete düzeyi, analjezik tüketim miktarları açısından istatistiksel
olarak anlamlı fark yoktur.(p>0.05) Postoperatif 3.gün tedavi sonrası VAS
skoru; kontrol grubu 5,4(3,4 - 6,9) ve çalışma grubu 1,7(1-4,9) açısından
istatistiksel olarak anlamlı fark vardır.(p<0.05)
Tartışma ve Sonuç: Gevşeme egzersizi yapan bireylerin solunum
frekansı, kalp hızı, anksiyete düzeyi, analjezik tüketimleri ve postoperatif
ilk 2 günki ağrı şiddetleri gevşeme egzersizi yapmayan bireylerden farklı
değildir. Ağrı şiddeti postoperatif 3.gün gevşeme egzersizi yapan bireylerde
daha düşük bulunmuştur.PMR tekniğinin torakotomi operasyonu geçiren
bireyler üzerindeki etkilerini araştırdığımız bu çalışmanın sonuçları postoperatif erken dönemde yalnızca ağrı şiddetinin değişkenlik gösterdiğini
ortaya koymaktadır.
Anahtar kelimeler: Ağrı, Anksiyete ve Depresyon, Gevşeme Egzersizleri, Progresif
Kas Relaksasyon Tekniği, Torakotomi
192
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve amaç: Diyafragmanın, omurganın stabilitesini gerektiren
aktiviteler sırasında aktif hale geldiği ve postural stabilizasyonun önemli
bir komponenti olduğu bilinmektedir. KOAH’ta hastalık ilerledikçe diafragmanın pozisyonu ve gerilim-kuvvet ilişkisi bozulmaktadır. Ayrıca kas
yorgunluğunun proprioseptif geri bildirim üzerinde olumsuz etkisi vardır.
Amacımız hastalığın şiddetine göre postürü, denge ve yürüyüşü, gövde
stabilizasyonu, fiziksel performansı ve fonksiyonel kapasiteyi karşılaştırmaktır ve bunların akciğer fonksiyonu üzerine etkilerini belirlemektir.
Yöntem: Bu kesitsel çalışmada altmış KOAH’lı hasta değerlendirildi
(GOLD evre 2 ve 3). Hastalar birinci saniyedeki zorlu ekspiratuar hacmine
(FEV1) göre iki gruba ayrıldı; A grubu = beklenen FEV1>%50; B grubu
= beklenen FEV1 <%50 ve karşılaştırıldı. Tüm hastalara Postür değerlendirmesi, Berg Denge Ölçeği (BBS), Fonksiyonel Uzanma Testi, Tinetti
Denge ve Yürüme Değerlendirmesi, gövde endurans testleri, Kısa Fiziksel
Performans Bataryası(KFPB), solunum fonksiyon testi ve altı dakikalık yürüme testi (6DYT) uygulandı. Çoklu regresyon analizi ile bu parametrelerin
FEV1 üzerindeki etkisi değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 52,03±12,14 ve hastalık süresi
ortalama 8,82±7,61 yıldı. BBT, KFPB, Tinetti denge ve yürüme test ve
gövde endurans test sonuçlarında ve 6DYT mesafesi gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p<0.05). Fakat Postural değişiklikler
ve fonksiyonel uzanma testi sonuçları gruplar arasında benzerdi. Azalmış
postural kontrol, denge ve gövde stabilizasyonu FEV1’deki varyasyonun
%53’ünü açıklamaktadır.
Tartışma ve Sonuç: KOAH’lı hastalarda postural kontrol ve gövde
stabilizasyonu pulmoner fonksiyonlarla ilişkilidir. Bu nedenle pulmoner
rehabilitasyonun içerisine postural kontrolü ve gövde stabilizasyonunu geliştirmeye yönelik yaklaşımlar eklenmelidir.
Anahtar kelimeler: fiziksel performans, Kronik obstrüktif akciğer hastalığı,
postural stabilizasyon,
Solunum Yetmezliği ve Yoğun Bakım
PS-229
Preoperatif radyolojik bulguların koroner
arter bypass cerrahisinde postoperatif
komplikasyonları öngörmedeki değeri
Özlem Erçen Diken1, Adem İlkay Diken2, Adnan Yalçınkaya2, Onur Hanedan3,
Gülnaz Gökyokuş4, Mehmet Emir Erol2, Hasan Öner2, Kerim Çağlı2
Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Çorum
Hitit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyovasküler Cerrahi Anabilim Dalı, Çorum
3
Trabzon Ahi Evran Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyovasküler Cerrahi, Trabzon
4
Hitit Üniversitesi Çorum Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hemşire, Çorum
1
2
Giriş ve amaç: Pulmoner komplikasyonlar koroner cerrahi sonrasında
sıkça karşılaşılan komplikasyonlardır. Bu komplikasyonları öngörmede ve
risk değerlendirilmesinde radyolojik görünümün yeri ile ilgili yeterli bilgi
sağlayan bir çalışma yoktur. Bu araştırmada, preoperatif radyolojik akciğer
değerlendirilmesi ile postoperatif komplikasyonları öngörecek belirteçlerin
saptanması amaçlanmıştır.
Yöntem: Ocak 2012-Ocak 2014 yılları arasında kardiyovasküler cerrahi kliniğimizde koroner arter bypass cerrahisi yapılıp preoperatif olarak
göğüs hastalıkları konsültasyonu yapılan 250 olgu çalışmaya alındı. Postoperatif komplikasyonları etkileme ihtimali nedeniyle astım öyküsü olan
(34 hasta), aktif sigara içen (53 hasta) ve vücut kitle indeksi 25’in üstünde
olan olgular çalışma dışı bırakıldı.
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Bulgular: 176 olgunun ortalama yaşları 60.3±8.3, periferik oksijen
saturasyon değerleri %96.6±2.7’ydi. Postoperatif atelektazi 74 olguda,
postoperatif plevral sıvı 62 olguda görüldü. 64 olguda postoperatif bronkospazm görüldü. 14 olguda 24 saatten daha fazla olan uzamış mekanik
ventilatör gereksinimi görüldü. 12 olguda pnömoni, 71 olguda postoperatif 1.gün hipoksemi, 3 olguda pnömotoraks saptandı.
21 amfizemli olgunun 16’sında (%76,2) bronkospazm mevcuttu (P=<
0.001). Mozaik perfüzyon görülen 3 olguda sıvı ve 3 olguda bronkospazm
görüldü (P= 0.04, P= 0.04). Plevral sıvı-kalınlaşma olan 18 olgunun
10’unda (%55.6) postoperatif sıvı görüldü (P=0.04). Preoperatif konsolidasyon olan 6 olgunun 5’i (%83.3) postoperatif pnömoni tedavisi gördü
(P=< 0.001). Preoperatif plevral çekinti ya da subsegmenter atelektazi
bulguları olan 32 olgunun 7’sinde (%21.9) hipoksemi görüldü (P= 0.023).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda preoperatif dönemde amfizem,
mozaik perfüzyon, plevral sıvı-kalınlaşma, konsolidasyon, atelektazi gibi
patolojilerin varlığı koroner arter bypass cerrahisi geçiren olgularda postoperatif pulmoner komplikasyon gelişim riski açısından anlamlı olduğu ortaya konulmuştur. Bu radyolojik görünümlere sahip hastaların postoperatif
komplikasyonlar açısından yakın takibi yapılmalıdır.
Anahtar kelimeler: koroner arter bypass cerrahisi, preoperatif değerlendirme,
postoperatif pulmoner komplikasyonlar
PS-230
Hasta yakınlarında yoğun bakım algısı ve
memnuniyeti
Murat Emre Tokur1, Ecem Dikeç2, Kutay Can Polat2, Mustafa Göktan2,
Sezer Hürkan Akgün2, Begüm Ergan3
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Yoğun Bakım Eğitim Programı, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yoğun Bakım
Bilim Dalı, İzmir
1
2
3
Giriş ve amaç: Yoğun bakım ünitelerindeki hizmet içi kalite değerlendirmeleri, sağlık bakımı ilişkili kalite göstergelerinin monitörizasyonunun yanı sıra hasta ve hasta yakınlarının yoğun bakım ünitelerinden
beklentilerinin belirlenmesi, kişilerin öncelikli ihtiyaçlarının sağlanması
basamaklarını içerir. Önemli kararlar çoğunlukla hastanın yakınları tarafından yapılmaktadır ve bu nedenle hasta yakınının yoğun bakım ünitesinin
işlevini bilmesi ve yoğun bakım hakkındaki farkındalığı önemlidir; ayrıca
verilen hizmetten memnuniyetin aralıklı olarak ölçülmesi gereklidir. Bu nedenlerden dolayı merkezimizde yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların
yakınlarının yoğun bakım ünitesi algısını belirleme amaçlayan bir anket
çalışması yürütülmüştür.
Yöntem: Hastanemiz etik kurulundan onay alındıktan sonra Nisan-Mayıs 2015 tarihleri arasında yoğun bakım ünitelerinde yatan hasta yakınlarının yoğun bakım algısı ve farkındalığını ölçmek üzere anket uygulaması
yapıldı. Toplam 16 sorudan oluşan anket iki ana bölüm içermekteydi. Birinci bölümde hasta yakını ile ilişkili genel bilgiler ve yatan hastanın yatış
tanısını sorgulamakta iken, ikinci bölümde yoğun bakım ünitesi ve hasta
bakımı ile ilişkili sorular mevcuttu.
Bulgular: Anketi 50 hasta yakını doldurdu, hasta yakınlarına ait özellikler Tablo 1’de sunulmuştur. Anket sonuçları değerlendirildiğinde hasta
yakınlarının çok az bir kısmı hastalarının yoğun bakım ünitesine yatış gerektiren tanısını bilmekte olduğu görülmüştür (%32). Hastanın tanısının
doğru bilinmesi ile hasta yakınının yakınlık derecesi arasında bir ilişki olmadığı saptanmıştır (p>0,05). Hasta yakınlarının genel olarak yoğun bakım ünitesinden memnuniyet oranı (iyi/çok iyi) %88 olarak saptanmıştır.
Yoğun bakım ünitesinde hastanın kalış süresi ile hasta yakınlarının memnuniyetinin arttığı görülmüştür (p<0,05).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda merkezimizde hasta yakını memnuniyetinin yüksek olduğu, ancak hasta yakınlarının hasta yatışının ilk
gününden itibaren daha detaylı bilgilendirmeleri gerekliliği saptanmıştır.
Anahtar kelimeler: yoğun bakım, farkındalık, hasta yakını, memnuniyet,
bilgilendirme
POSTER SUNUMLAR
Tablo 1. Hasta yakınlarına ait özellikler (Değerler sayı (n) ve yüzde ya
da ortanca (çeyrekler arası aralık; 25-75) olarak verilmiştir).
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Yakınlık derecesi
1. derece
2. derece
3. derece
4. derece
Yaş, yıl
Yoğun bakım ünitesinde yatış süresi, gün
n
%
31
19
62
38
26
7
9
8
54.5
4
52
14
18
16
38.8-62.3
3-21
PS-231
İç Hastalıkları Yoğun Bakım Ünitesine
Solunumsal Nedenlerle Yatan Hastaların
İncelenmesi
Pervin Hancı, Ebru Ortaç Ersoy, Arzu Topeli İskit
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Yoğun Bakım Bilim Dalı, Ankara
Giriş ve amaç: İç Hastalıkları Yoğun Bakım Üniteleri bir çok farklı
hastanın izlendiği yoğun bakımlardır. Ancak solunumsal nedenli hasta yatışları sık görülmektedir. Bu çalışmada amaç; iç hastalıkları yoğun bakım
ünitesine solunumsal nedenle yatan hastaların sıklığının belirlenmesidir.
Yöntem: Çalışma Hacettepe Üniversitesi İç Hastalıkları Yoğun Bakım
Ünitesi’ nde yapılmıştır. Ocak 2007-Aralık 2014 tarihleri arasında ünitemize yatan hastaların hastane kayıtları ve hasta dosyaları tarandı. Hastaların
demografik özellikleri kaydedildi. Solunumsal nedenli yatışlar incelendi.
Tanımlayıcı istatistikler, parametrik ve non parametrik testler ile sonuçlar
değerlendirildi.
Bulgular: Toplam 1405 hastanın dosyası incelendi. Bu hastaların altıyüz otuz üç’ü (%45) solunumsal nedenle yatırılmıştı. Hastaların yaş ortalamaları 64,3±17,3 idi. APACHE II ortalamaları 19,6 bulundu. Hastaların
227’si (%32,2) KOAH, 181’i (%25,6) pnömoni, 106’sı (%15) solunum
yetmezliği, 52’si (%7,4) pulmoner ödem, 38’i (%5,4) pulmoner emboli,
29’u (%4) diğer solunumsal nedenlerle yatırılmıştı. Solunumsal nedenlerle
yatan hastaların mortalitesi %32,9 saptandı. Mortaliteyi etkileyen faktörler
sırasıyla yaş (p:0,006), APACHE II (p<0,001), yoğun bakım yatış süresi
(p<0,001), komorbidite varlığıydı (p:0,009). Solunumsal nedenler arasında en yüksek mortalite %36 ile pnömoni hastalarında izlendi.
Tartışma ve Sonuç: Solunumsal nedenler yoğun bakım yatışlarının
büyük kısmını oluşturmaktadır. Solunumsal nedenli yatışların en sık nedenleri KOAH alevlenme ve pnömonilerdir.
Anahtar kelimeler: Yoğun Bakım, KOAH, pnömoni
PS-232
Kronik solunum yetmezliği olan Obezite
ve Hipoventilasyon Sendromu ve Obez
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı: benzer
benzemezleri
Nezihe Çiftaslan Gökşenoğlu, Eylem Acartürk Tuncer, Feyza Kargın,
Emine Aksoy, Huriye Berk Takır, Sinem Güngör, Fulya Çiğiltepe, Özlem
Yazıcıoğlu Moçin, Gökay Güngör, Nalan Adıgüzel, Zuhal Karakurt
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi,
Solunumsal Yoğun Bakım Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Obezite hipoventilasyon sendromu (OHS) tanısında
kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ve diğer nedenler dışlanarak
konur. Kronik solunum yetmezliği (KSY) olan OHS ve obez KOAH’larda
benzer ve benzemez klinik ve inflamatuar laboratuar verileri sınırlıdır. Çalışmamızda KSY olan OHS ve Obez KOAH hastalarının obeziteleri dışında
ortak özellikleri nelerdir soruna yanıt araştırıldı.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
193
POSTER SUNUMLAR
Yöntem: Geriye dönük gözlemsel kohort çalışmada solunumsal yoğun bakım ünitesi polikliniğinde, 2014-2015’de- takip edilen KSY OHS
(PaCO2 45 ve üzeri, beden kitle indeks (BKİ) 30 ve üzeri) ve obez KOAH
(BKI 30 ve üzeri) hastaları çalışmaya alındı. Demografik özellikler, BKI,
arter kangazı (AKG), spirometry, hemogram, biyokimya, C-reaktif protein
değerlerikayıt edildi. İki grup verilerilerle karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışma dönemi OHS 365 ve Obez KOAH 278 çalışmaya
alındı. Hastaların demografik özellikeri ve laboratuar değerleri tablo 1 de
özetlendi. İnflamatuar belirteçler anlamlı olmasa daha yüksek idi. Anlamlı
farklı olan labaratuar değerlerinin klinik önemi yoktu. Tablo 2 de AKG ve
spirometry testleri özetlendi. Obez KOAH hastaların anlamlı hiperkarbik
ve anlamsız olsa da HCO3 değerleri yüksekti. OHS hastalarının spirometry değerleri restriktif paterde idi.
Tartışma ve Sonuç: Obez KOAH ve OHS hastaları klinik prezentasyonda birbirine benzeselerde solunum fonksiyon parametreleri KOAH’da
obstrüktif paterde ve OHS restriktif patternededir. OHS’de hiperkarbi görülmesi havayolu patolojilerinden farklı etyopatogeneze sahip olduğunu
düşündürür.
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
tif dönemdekideğerlei ölçme amacıyla 24 hasta aralık 2014-haziran 2015
yılları arasında incelendi.
Bulgular: Ankete katılan hastaların 14 ü(%58) erkek,10 u (%42) ise
bayandı,hastaların ortalama yaşı 44,3 idi (36-67).Hastaları Apne hipopne
indeksine(AHİ) göre sınıflandırdığımızda 1 i ağır(%4),4 ü (%16) orta derecede,19 u (%70) da hafif derecede OSAS a sahipti. Operasyonu öncesi ve
sonrası hastaların kontrol takıplerınde yapılan anket değerlendirilmesinde
kategorisel puanların operasyon öncesine oranla anlamlı derecede düştüğü, hastaların uyku kalitesinde pozitif düzelmeler olduğuve CPAP (sürekli
pozitif hava basıncı uygulaması) uygulama gerekliliğinin minimuma indiği
tespit edildi.
Tartışma ve Sonuç: OSAS ağırlığına göre olgular incelendiğinde morbid obes hastalarda operasyon ile hastalık şiddeti,morbidite ve mortalitesi
azalmakta olup,hayat kalitesi giderek yükselmektedir.Obesite cerrahisi ile
ilgili çalışmaların multidispliner olarak göğüs hastalıkları klinikleri ile kombine edilmesi için geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır
Anahtar kelimeler: OSAS,anket,obesite
Anahtar kelimeler: Obezite hipoventilasyon sendromu, kronik solunum
yetmezliği, obez kronik solunum yetmezliği
SOLUNUM SİSTEMİ ENFEKSİYONLARI
Tablo 1. Hastaların demografik özellikleri ve hemogram, biyokimya değerleri
PS-234
Hastanede Gelişen Pnömonilerde Çok İlaca
Dirençli Patojenlerin Hastalık Seyri ve
Mortalite üzerine Etkileri
Bengül Gürsoy, Serdar Akpınar, Emine Bahar Kurt, Recai Ergün
Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
Bölümü, Ankara
Tablo 2. Hastaların arter kangazı ve son 1 yıllık spirometry değerleri.
PS-233
Morbid Obesite Cerrahisinin Obstrüktif
Uyku Apne Sendromuna Etkilerinin Berlin
Anketi İle İncelenmesi: Retrospektif bir
Çalışma
Burcu Yormaz1, Mustafa Şahin2
Beyhekim Devlet Hastanesi, Konya
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Konya
1
2
Giriş ve amaç: Obstrüktif Uyku Apne Sendromu (OSAS) sirkadien
ritmli uyku sırasında rekürren hale gelen üst solunum yolundaki daralmalar veya tıkanmalar şeklinde kendini gösteren bir hastalıktır. Ataklar
halinde olan soluk kesilmeleri uykunun devamlılığını ve kalitesini bozar,
hastalarda gündüzleri aşırı uykululuğa neden olur. Morbid obesitesi olan
toplumlardaki OSAS prevalansı gün geçtikçe artma eğilimi göstermektedir.
Çalışmamızda obesite cerrahisi sonrasında OSAS lı hastaların tedavi öncesi ve sonrasındaki kalite indekslerini araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Hastanemize morbid obesite nedenıyle operasyon amaçlı
başvuran OSAS hastalarında Berlin anketiyle preoperatif ve postopera-
194
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve amaç: Sağlık Bakımı İlişkili Pnömoni(SBIP),Ventilatör İlişlili Pnömoni (VIP), Hastanede Gelişen Pnömoni(HGP) aynı başlık altında toplanan hastalık gruplarını oluşturmaktadır. Pek çok araştırmada bu
grupta yer alan olgularda hastalığın seyri, tedavisi ve prognostik belirteçlerle ilgili araştırmalar halen sürmektedir. Çalışmamızda bu grup hastaların prognozunun belirlenmesinde, sistemik belirteçler ve skorlamalarla
birlikte, çok ilaca dirençli patojenlerin mortalite üzerine etkilerini ayrı ayrı
incelemeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmamızda yaşları 18-85 arasında değişen,HGP,VIP, SBIP
tanılarını alan hastalarda C-reaktif protein(CRP), prokalsitonin,balgam/
transbronşial aspirat kültürü,aynı zamanda serum IL-6(interlökin 6) düzeyleri incelendi.Laboratuvar değerleri ve pnömoni tanısı ile eş zamanlı SOFA, APACHE II, PSI, CURB-65 skorlamaları yapılarak HGP, VIP,
SBIP‘li olgularda çok ilaca dirençli bakterilerle, sistemik belirteçler ve skorlamaların mortalite üzerine etkisini ayrı ayrı gruplar halinde karşılaştırılarak
incelendi.
Bulgular: Balgam/transbronşial aspirat kültüründe üreme olan hastalarda mortalite oranı yüksek bulundu.Üreme olan 14 olgunun yüzde
78.6’sında mortalite görüldü.Tanı alan hastalarda ölçülen serum IL-6
düzeyi mortalite ile korele olarak istatistiksel anlamlı artış gösteriyordu
(p=0,040). Ayrıca çalışmamızda IL-6 değerlerinin aynı zamanda SOFA (Sequential Organ Failure Assessment), APACHE II,PSI(Pneumonia Severity
Index), CURB-65 ile korele olduğu görüldü (sırasıyla p=0.010, p<0.000,
p=0.015, p=0.024) Sağlık Bakımı İlişkili Pnömoni (SBIP),Ventilatör İlişlili
Pnömoni(VIP), Hastanede Gelişen Pnömoni (HGP) tanısı alan hastalarda
ölçülen IL-6 değerinin SBIP, VIP, HGP’de mortalite tayininde bu skorlamalarla birlikte kullanılabileceğini düşündürmektedir.
Tartışma ve Sonuç: HGP’li hastaların tanı anında hastalık ciddiyet
ve mortalite tahmini açısından PSI,APACHE II ve SOFA klinik skorlama
sistemleri ile PCT, CRP ve IL-6 biyobelirteçleri değerlendirildiğinde,bazal
IL-6 değerlerinin yüksek oranda yol gösterici olabileceği görüldü.IL-6 ile
birlikte klinik skorlama sistemlerinin birlikte kullanılması ve kültür sonuçları ile birlikte değerlendirilmesi tedavi öncesi hastalık ciddiyet ve mortalite
tahmininde klinisyenlere ciddi yarar sağlayabileceğini düşündürmektedir.
Ancak daha kesin sonuçlara ulaşmak için, daha fazla olgu üzerinde yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır
Anahtar kelimeler: interlökin-6, APACHEII, SOFA, PSI
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-235
Rothia Mucilaginosa pnömonisi olguları
Ceyda Erel Kirişoğlu Demir1, Hilal Altınöz1, Süha Alzafer1, Pejman
Golabi1, Sesin Kocagöz2, Öner Dikensoy1
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
POSTER SUNUMLAR
hastaların yarıdan fazlası bilateral tutuluma sahiptir. Yatarak tedavi gerektiren hasta sayısı da bu grupta yüksektir. Ülkemizde bronşektazi hastalarının
balgam mikrobiyolojisi ile ilgili kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: bronşektazi, balgam, mikrobyoloji
1
2
Giriş ve amaç: Rothia mucilaginosa gram pozitif koagülaz negatif bir
kok olup oral kavite florasının bir parçasıdır. Son yıllarda özellikle immün
bağışlıklığı baskılanan hastalarda enfeksiyon etkeni olarak karşımıza çıkmaktadır. İmmünkompromize hastalarda, hematolojik malignitelerde ve
kök hücre transplantasyonu sonrası gelieşn pnömonilerde patojen bakteri
olarak sayılı vakada bildirilmiştir. Nadir olarak bağışıklığı baskılanmamış
olgularda da patojen bakteri olarak saptanmıştır. Bu çalışmada Rothia
mucilaginosa pnömonisi tanısı alan olgularımızın klinik özellikleri tartışıldı.
Yöntem: Retrospektif olarak 2010-2014 yılları arasında alt solunum
yolu örneklemesinde Rothia mucilaginosa üremesi olan olgular alındı. Dokuz bronkoalveoler lavaj, 3 trakeal aspirat ve 2 balgam örneği %5 kanlı
agar, çikolata agar, EMB besiyerlerine ekildi. Kantitatif kültür amacıyla ek
dilüsyonlu ekimler yapıldı. 48 saat 37 °C’de inkübasyon sonunda üreme
gözlenen kolonilerin bakteri tanımlamaları kütle spektrometrisi yöntemi ile
yapıldı. Alt solunum yolu örneklemesinde kütle spektrometrisi ile anlamlı
üreme olan olgular alındı.
Bulgular: Yaşları 7- 71 arasında 4’ü kadın toplam 14 olgu değerlendirildi. Olguların yaş ortalaması 54±17.7 yıl bulundu. Olguların 9’ una malignite, 8’ ine KOAH ve 3 olguya Tip II Diabetes Mellitus eşlik etmekteydi.
5 olguda sistemik steroid kullanımı sırasında pnömoni gelişti. 5 olgu ise immunkompetandı. En sık görülen başvuru semptomu ateş, prodüktif öksürük, nefes darlığı ve hemoptiziydi. Radyolojide en sık görülen bulgu plevral
efüzyon ve pnömoni ile uyumlu opasite artışıydı. Sadece 2 olguda ciprofloksasin ve eritromisine karşı direnç saptandı. 12 olgu tedaviye iyi yanıt
vererek tam iyileşme gösterirken malignite eşlik eden 2 olgu kaybedildi.
Tartışma ve Sonuç: Rothia mucilaginosa malignite ve KOAH’ın eşlik
ettiği pnömoni olgularında özellikle plevral efüzyon ve hemoptizi varlığında akla getirilmelidir.
PS-237
Coronavirüse Bağlı Gelişen Solunum Yolu
Enfeksiyonları
Ceyda Erel Kırışoğlu Demir1, Pejman Golabi1, Suha Alzafer1, Öner
Dikensoy1, Sesin Kocagöz2
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Bronşektazi hastalarının balgam
mikrobiyolojisi neler gösteriyor?
Giriş ve amaç: Coronavirüsler soğuk algınlığının en sık ikinci etkeni
olup çocukluk çağında, immünkompromize hastalarda ve ileri yaş hastalarda pnömoniye neden olur. Bu çalışmada Coronavirüs saptanan sekiz
olgu bazında bu virüse bağlı gelişen solunum yolu enfeksiyonları gözden
geçirilmiştir.
Yöntem: Retrospektif olarak 2009 -2015 yılları arasında nazofarengeal sürüntü örneklerinde ‘Multiplex Polimeraz zincir reaksiyonu)’ yöntemi
ile Human coronavirus 229E/NL63 ve Human coronavirus OC43/ HKU1
saptanan olgular değerlendirildi.
Bulgular: Yaşları 25- 65 arasında 5’ i kadın toplam 8 olgu değerlendirildi. Beş olgu pnömoni, 2 olgu akut bronşit, 1 olgu ise üst solunum yolu
enfeksiyonu tanısı almıştı. Pnömoni tanısı alan olguların hepsi (n: 5) ve
akut bronşit tanısıyla Romatoid Artrite bağlı immünsupresif tedavi alan bir
olgu hospitalize edilmişti. Beş olgu immünkompromize idi (İmmünsupresif
tedavi, akciğer kanseri, common variable immün yetmezlik, Akut Lenfoblastik Lösemi (ALL), gebelik). İki olguya KOAH, bir olguya astım, iki olguya ise Tip II DM eşlik etmekteydi. ALL tanısı ile kök hücre nakli yapılan
bir olgu entubasyondan üç gün sonra kaybedilmişti. Yedi olgunun sigara
öyküsü yoktu. En sık başvuru semptomu öksürük (n:7, %87.5) olup 6
olgunun halsizlik, kırıklık, 5 olgunun yüksek ateş (38.8±1.0 C°) yakınması
vardı. Dört olguda başvuru sırasında boğaz ağrısı, baş ağrısı, yaygın kas
ağrıları mevcuttu. ALL tanısı ile kök hücre nakli yapılan olguda Enterokok
ve Cytomagalovirüs saptandı. Diğer olgularda sekonder enfeksiyon tespit
edilmedi. Olguların lökosit sayısı ortalama 7456±2637, C reaktif protein
düzeyi ise 6.2± 7.5 mg/dl bulundu. Radyolojik değerlendirmede 5 olguda
nonhomojen infiltrasyon, 1 olguda ise bronkovasküler izlerde artış izlendi.
Tartışma ve Sonuç: Corona Virüs özellikle bağışıklığı baskılanmış olgularda ağır toplum kökenli pnömoninin ayırıcı tanısında akla getirilmelidir.
Fatma Işıl Uzel, Sedat Altın, Derya Hırçın Çenger, Esin Tuncay
Anahtar kelimeler: Coronavirüs, pnömoni, bronşit, üst solunum yolu
enfeksiyonu, bağışıklığı baskılanmış hasta
Anahtar kelimeler: Rothia mucilaginosa, pnömoni, oral kavite, flora
PS-236
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
Giriş ve amaç: Bronşektazi, bronşların anormal ve kalıcı olarak genişlemesidir. Genellikle kronik balgamlı öksürük, hava
yolu obstrüksiyonu ve tekrarlayan enfeksiyon atakları eşlik eder. Bronşektazi oluşmasında ve gelişip ilerlemesinde en önemli neden enfeksiyon
olduğu için, balgam mikrobiyolojisinin bilinmesi, tedavinin temel taşlarındandır. Hastanemizde bronşektazi tanısı ile izlenen hastaların balgam
kültürü sonuçlarını bu amaçla değerlendirdik.
Yöntem: Hastanemizde bronşektaziye ait J47 ICD-10 kodu ile yatarak
ve ayaktan tedavi edilen 2003 yılından itibaren kayıtlı hastaların dosyaları
retrospektif olarak incelendi. Toraks BT/HRCT ile bronşektazi tanısı kesinleşmiş ve lokalizasyonu belirlenmiş 251 hasta değerlendirmeye alındı.
Bulgular: 138 hastada balgam kültürü sonucu mevcuttu. 65 (%25,9)
hastada normal flora bakterileri, 38 (%15.1) hastada Pseudomonas aeruginosa, 11 hastada (%4,4) S.pneumoniae, 9 (%3,6) hastada H.influenzae,
7 (%2,8) E.coli, 6(%2,4) hastada E.coli, 4 (%1,6) hastada Klebsiella pneumoniae, 4 (%1,6) hastada Mycobacterium tuberculosis üremesi saptandı.
Patojen bakteriler arasında en sık izole edilen Pseudomonas aeruginosa
üremesi saptanan 38 olgunun 28 (%73,7) tanesinde bilateral tutulum
mevcuttu. Bu hastaların 29 (%76.3) tanesi hastaneye yatarak tedavi edilmiş, 8 tanesinde de yoğun bakım ünitesinde yatış gerekmişti.İkinci sıklıkta
saptanan S.Pneumonia üremesi olan 11 olgunun 9 tanesinde hastanede
yatarak tedavi gerekmişti. Bu hastaların 2’sinde yoğun bakım ünitesinde
yatış gerekmişti.
Tartışma ve Sonuç: Hastanemizde takipli bronşektazi hastalarının
balgam kültürlerinde en sık rastlanan patojen bakteri P. aeruginosa’dır. Bu
PS-238
Is Mannose-Binding Lectin a predictor of
Ventilator-Associated Pneumonia?
Selami Ekin1, Ahmet Arısoy1, Mahmut Sünnetçioğlu2, Fırat Adıyaman2,
Ali İrfan Baran2, Nurettin Yüzkat3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı, Van
3
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Van
1
2
Background and aim: Nosocomial pneumonia (NP), which is defined as pneumonia that occurs more than 48 h after a patient’s admission
to hospital, is the second most common nosocomial infection and the primary cause of death in intensive care units (ICUs). Mannose-binding lectin
(MBL) is a plasma lectin with a high affinity for N-acetyl glucosamine, a
component of peptidoglycan, which is present on the surface of microorganisms, but not on human cells.
Methods: The study enrolled 28 patients with VAP who were hospitalised in the ICU between August 2014 and August 2015 and 19 control
cases who did not have VAP. The data on the subjects recorded were age,
gender, leukocyte count, CRP, MBL, APACHE-2 score, and survival. MBL
serum levels were measured with an enzyme-linked immunosorbent assay
The results were interpreted according to the manufacturer’s instructions,
and levels > 0.1 μg/mL were accepted as normal.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
195
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Results: The mean patient age was 49.78 ± 18.15 years for the VAP
group and 49.94 ± 17.04 years for the controls. The mean MBL level was
0.16 ± 0.12 in the VAP patients and 0.30 ± 0.38 in the controls. The mortality rate was 35%in the patients and 32% in the controls. No differences
in age, sex distribution, leukocyte count, MBL level, APACHE-2 score, or
mortality rate were detected between the groups, while there was a significant difference in the CRP levels.
Conclusions: This study failed to establish a correlation between MBL
levels and the development of VAP or the mortality rate.
Keywords: Pneumonia, Ventilator-Associated; Mannose-Binding Lectin; C-reactive
protein
Şekil 2. Olguların tespit edilen birincil enfeksiyon odakları
PS-239
Septik pulmoner emboli tanılı olgularımızın
özellikleri
Coşkun Doğan, Sevda Şener Cömert, Benan Çağlayan, Elif Torun
Parmaksız, Ali Fidan, Nesrin Kıral, Banu Salepçi
Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Giriş ve amaç: Septik pulmoner emboli (SPE) birincil bir enfeksiyon
odağından kaynaklanan mikroorganizma içeren fibrinlerin pulmoner arterler yoluyla akciğere ulaşarak, akciğerde bilateral nodüler-kaviter infiltrasyonlara yol açan nadir görülen bir hastalıktır. Bu çalışma SPE tanısı
alan olguların özelliklerini incelemek için planlanmıştır.
Yöntem: Ocak 2011- Aralık 2015 tarihleri arasında kliniğimizde tetkik
ve tedavi edilirken final tanı olarak SPE tanısı alan olguların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik, radyolojik, laboratuvar
ve mikrobiyolojik bulguları, birincil enfeksiyon odakları, başlanan antibiyotik tedavileri, tedavi süreleri incelenerek kayıt edildi.
Bulgular: Çalışmaya 2 (%20)’si kadın, 8 (%80)’i erkek toplam 10 olgu
alındı. Yaş ortalaması 45,7 (±13) idi. Olguların ortalama sigara öyküsü
10,6 (±11,1) paket-yılıydı. Olguların laboratuvar bulguları tablo 1’de verilmiştir. Radyolojik bulgular değerlendirildiğinde 6 (%60) olgunun akciğer
grafisinde nodül, 4 (%40) olgunun konsolidasyon olduğu görüldü. Tüm
olguların toraks bilgisayarlı tomografisinde (TBT) (%100) bilateral periferik yerleşimli, damarların sonlanım noktalarına lokalize nodüller izlendi
(Şekil 1). En sık saptanan birincil enfeksiyon odağı 5 (%50) olguda diş çekim öyküsüydü (Şekil 2). 2 (%20) olgunun kan kültüründe üreme olurken
8 (%80) olguda üreme olmadı. Olguların ortalama hastanede yatış gün
sayısı 7,7 (±4,4) gündü. Tedavide en sık kullanılan antibiyotik 6 (%60)
olguda intravenöz (İV) 3.kuşak sefalosporin olduğu bulundu. Başlanan
antibiyoterapi ile tüm olgularda tam klinik ve radyolojik yanıt gözlendi.
Tartışma ve Sonuç: Akciğerlerde bilateral, multipl ve özellikle damarların sonlanım noktalarına yerleşmiş nodüler-kaviter görünümü olan olgularda enefeksiyon parametreleride yüksek seyrediyor ve birincil bir enfeksiyon odağı da bulunuyor ise SPE akılda tutulmalıdır. Hastalığın tanısında
erken klinik şüphe ve TBT değerlidir.
Anahtar kelimeler: Diş çekimi, septik emboli, pulmoner emboli.
Tablo 1. Olguların laboratuvar parametreleri.
Laboratuvar parametreleri
Beyaz küre (/uL)
Serum rekatif proteinin (mg/L)
Sedimantasyon (mm/saat)
Oksijen saturasyonu (%)
Ateş (ºC)
Dakika solunum sayısı (/dk)
Sistolik tansiyon (mmHg)
Diyastolik tansiyon (mmHg)
Ortalama
Standart sapma
15867
153
60
96,3
37,8
19
130,5
81,3
(±11461)
(±124)
(±35)
(±2,9)
(±1,1)
(±3,2)
(±27,3)
(±18,7)
PS-241
KOAH’da Pnömokok ve İnfluenza Aşılanma
Oranı: Rehberlere ne kadar uyuluyor?
Serpil Ekici1, Sibel Gök İnecikli2, Filiz Mercantepe3, Aziz Gümüş4, Adile
Berna Dursun5
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Rize
Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Trabzon
3
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Rize
4
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Rize
5
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Allerji ve
İmmunoloji Bilim Dalı, Rize
1
2
Giriş ve amaç: KOAH’ta morbidite, mortalite ve maliyetlerin en
önemli nedeni olan atakların önlenmesi için rehberlerin çoğunluğunda
pnömokok ve yıllık influenza aşıları önerilmektedir. Bu çalışmada KOAHlı
hastalarda aşılanma konusuna pratikte ne kadar uyum sağlandığını tespit
etmek amaçlanmıştır.
Yöntem: 3.basamak sağlık kuruluş göğüs hastalıkları polikliniğinde
2015 yılının ilk 6 ayında KOAH tanısı ile takip edilen tüm KOAH’lı hastalar sözel olarak çalışmaya davet edilerek, katılmayı kabul eden 120 erkek
hasta ile çalışma yürütüldü. KOAH evrelemesi, 2015 GOLD kriterlerine
göre yapıldı. Hastalar KOAH tanısı aldıktan sonra pnömoni aşısı ve 2014
yılı sonbahar aylarında influenza aşısı yaptırıp yaptırmadıkları ile konu
hakkında bilgi sahibi olup olmadıkları açısından sorgulandı.
Bulgular: 120 hastanın ort yaşı 67±21 idi. Hastaların 79’unun
(%65,83) sadece influenza aşısını yaptırdığı, 8 (%6,6) hastanın her iki aşıyı da yaptırdığı, 33 (%27,5) hastanın ise hiç aşı yaptırmadığı tespit edildi.
Hastaların 118 tanesi (%98,3) sadece influenza aşısından, 103 tanesinin
(%85,8) ise pnömokok aşısından da haberdar olduğu gözlemlendi. Anket
sonrasında her iki aşıdan heberdar olan hastaların tamamı ile pnömokok
aşısından haberdar olmayan 17 hasta ve influenza aşısını bilmeyen 2 hastanın da aşıyı yaptırmayı kabul ettikleri gözlendi. Halen %82,2’si sigara
içen hastaların sigara içme durumları ile aşı oranları arasında anlamlı ilişki
tespit edilemedi.
Tartışma ve Sonuç: KOAH atak önlenmesi için rutin olarak önerilen influenza aşısı için hastaların farkındalık düzeyleri iyi olmasına rağmen
pnömokok aşısı ile ilgili farkındalık oldukça düşüktür. KOAH hastaları ile
karşılaşan her basamaktan hekimlerin bu konuda hastaları bilgilendirmesi
ilk adım olarak önerilebilinir.
Anahtar kelimeler: Aşı, influenza, KOAH, pnömokok
Şekil 1. Toraks BT’de bilateral, multipl bazıları kaviter nodüller.
196
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-242
Son Bir Ayda Serviste Takip Edilen H1N1
Pozitif Olgularımız
Nevhiz Gündoğdu, Öner Dikensoy
Sanko Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Gaziantep
Bu sene Türkiye’de ölümcül grip vakaları geçen yıllara göre daha fazlaydı. Gaziantep’te de bu sene yoğun grip vakalarına rastlandı. Bu olguları
mevsimsel influenza veya grip vakalarından klinik olarak ayırmak kolay
değildir. Burada servisimizde takip ettiğimiz son 20 günde başvuran H1N1
pozitif olgular klinik seyirleri, radyolojik ve labaratuar sonuçları ile sunulması ve bu hastalarda ayırt edici bir paternin olup olmadığının belirlenmesi amaçlandı. Toplam 13 hastanın kaydına ulaşıldı. Hastalar acil servis ve
polklinikten hastanemize başvurmuş olup 1 vaka dış merkezden sevkli olarak gelmiştir. Bu vakalardan 1 tanesi gebe olup hastaların tamamında oseltamavir kullanılmıştı. Bu olguların tamamı sorunsuz olarak taburcu edildi.
Anahtar kelimeler: H1N1, Pnömoni, Gribal enfeksiyon
PS-243
Influenza A (H1N1) Virus Pnömonili
Olgularımızın Klinik Özellikleri
Ayşe Gül Öney Kurnaz1, Hasan Zafer Ali Sak1, Dilek Şen Dokumacı2,
Funda Yalçın1, Nurefşan Boyacı2, Mehmet Gencer1
Şekil 1. PA Akciğer grafisi (KOAH tanılı aynı zamanda akciğerde kitlesi olan erkek
hasta)
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Şanlıurfa
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Şanlıurfa
1
2
Pandemik İnfluenza A (H1N1) virüsü insanlarda genel olarak
ateş,öksürük,boğaz ağrısı,baş ağrısı ve titremeye neden olmaktadır.Nadir
de olsa solunum yetmezliğine sebep olabilir.Domuz gribi şüphesiyle yatırılan ve virolojik olarak H1N1(+) olan pnömonili hastalarımızın radyolojik
ve klinik özelliklerini sunmayı amaçladık.
Aralık 2015-1 şubat 2016 tarihleri arasında viral pnömoni tanısıyla
25(12E/13K) hasta yatırıldı. Tüm hastalardan nazal sürüntü alınarak sağlık
müdürlüğüne gönderildi.5 hastada (%20) H1N1 (+) bulundu.Olguların
4’ü kadın,1’i erkekti.Erkek hastanın aynı zamanda KOAH öyküsü ve tanı
konmamış akciğer kitlesi vardı.Kadın hastalardan biri mental retarde idi.
Diğer hastalarda ek hastalık yoktu.Hastalar 25-64 yaşları arasında idi.Tüm
hastalarda akut viral enfeksiyon tablosu mevcuttu. H1N1(+) hastalarda
buna ilave olarak nefes darlığı veya solunum sıkıntısı mevcuttu. Akciğer
filmlerinde çoğunlukla retiküler yoğunluk artışları görülürken (Şekil1-2);
Toraks BT’lerinde yamalı tarzda buzlu cam görüntüsü mevcuttu. Erkek
hastamız ve mental retarde olan 1 hastamızda mekanik ventilasyona ihtiyaç duyuldu ve hastalar yaşamlarını yitirdiler. Hastalara oseltamivir tedavisi ile birlikte antibiyotik (vancomisin, levofloksasin, sulperezon gibi)
tedavisi uygulandı.
İnfluenza A,mevsimsel influenzadan farklı olarak sağlıklı orta yaş grubunda da solunum yetmezliğine neden olabilir. Geç tanı konulduğunda
veya yetersiz tedavi edildiğinde sekonder enfeksiyonların da eklenmesi ile
ölüme yol açabileceğinden,viral enfeksiyon düşünülen hastalarda akılda
tutulmalıdır.Tedavide oseltamivir ilk seçenektir.
Şekil 2 PA Akciğer grafisi (Mental retarde olan kadın hasta)
Uyku Bozuklukları
Anahtar kelimeler: İnfluenza A, Domuz Gribi, Solunum Yetmezliği
PS-244
Does the Neutrophil-to-Lymphocyte Ratio
Have Any Importance Between Subjects With
Obstructive Sleep Apnea Syndrome With
Obesity and Without Obesity?
Fulsen Bozkus1, Nursel Dikmen2, Anıl Samur3
Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kahramanmaraş
Necip Fazıl Şehir Hastanesi, Kahramanmaraş
3
Akdeniz Üniversitesi Tıp fakültesi, Antalya
1
2
Background and aim: An increase in the incidence of OSAS (obstructive sleep apnoea syndrome) has been seen due to the reported association between OSAS and obesity. Inflammatory markers could be used to
predict the degree of systemic inflammation, which could be a prognostic
factor for future adverse events such as cardiovascular risks. One marker
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
197
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
that has recently started being used as an indicator of systemic inflammation is neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR).The aim is to evaluate NLR,
which is a easily measured parameter of systemic inflammation in OSAS
subjects with and without obesity
Methods: 155 subjects were assigned to four different groups according to their body mass indices. Comparisons of white blood cell, neutrophil, lymphocyte, NLR values and anthropometric measurements were
done for each group.
Results: The NLR and neutrophil counts of group 4 (obese OSAS
group) were statistically significant and higher than those of groups 1, 2
and 3. The lymphocyte counts of group 4 (obese OSAS group) were the
lowest amongst all groups, A positive correlation was found between the
body mass index and lymphocyte count values of obese OSAS subjects
(r=0.027, p=.353).
Conclusions: The NLR ratio was found to be increasing by obesity
grade and reveals that the associated inflammatory response also increases. The NLR ratio might be used as an inflammatory marker in obese
OSAS subjects and could be useful in the prediction of cardiovascular and
metabolic risks for the subjects.
Keywords: Obesity, OSAS, Neutrophil-to-lymphocyte ratio.
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Table 2. Demographic and anthropometric characteristics of the patients
Group 1
Control
Group 2
Normal OSA
Group 3
Overweight OSA
Group 4
Obesity OSA
P value
Sex(male/female; n)%) 25/17(59.5/40.5) 20/16(45.6/44/4) 21/17(55.3/44.7) 25/14(64.1/35.9)
0.846
Age (years)
44.02±11.35
42±11.24
43±7.16
43.69±7.42
0.923
BMI(kg/m2)
23.31±1.62
23.34±1.54
27.82±1.24
36.29±2.29
0,001
Neck circumference (cm)
33.76±1.67
37.86±1.85
39.05±2.86
41.54±2.91
0,001
Waist circumference (cm)
92.76±1.41
93.12±1.82
98.99±1.39
103.81±1.99
0,001
Hip circumference (cm)
102.46±2.09
102.43±2.28
107.30±1.84
108.64±1.26
0,001
0.95±0.02
0.90±0.02
0.89±0.13
0.95±0.023
0,001
Waist to hip ratio
PS-245
Kliniğimizde uyku bozukluğu nedeniyle
takip edilen hastaların Epworth uykululuk
ölçeği skoru, klinik ve demografik
özellikleri
Orhan Altınöz1, Şakir Özgür Keşkek2
Defne Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği, Antakya
Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Adana
1
2
Giriş ve amaç: Uyku bozukluğunun nedenleri çeşitli olup genel popülasyonda sıklığı %20-25 oranındadır. Epworth uykululuk ölçeği gündüz
uyku halini göstermekte kullanılan bir testtir. Bu çalışmada kliniğimize son
bir yıl içinde uyku bozukuluğu nedeni ile başvuran hastaların Epworth
uykululuk ölçeği, klinik ve demografik özellikleri araştırıldı.
Yöntem: Retrospektif olarak planlanan çalışmaya; uyku bozukluğu tarifleyen 18 yaş üstü ve 65 yaş altı her iki cinsten hastalar dahil edildi. Uyku
bozukluğuna neden olan ilaç kullanan ve madde bağımlısı olan hastalar
çalışmaya dahil edilmedi. Tüm hastaların yaşı, cinsiyeti, vücut kitle indeksi
(VKİ) ve Epworth uykululuk ölçeği skoru kaydedildi. Verilerin analizinde
MedCalc 15.8.0 istatistik paket programı kullanıldı.
Bulgular: :Çalışmaya 268 (%74) erkek 94 (%26) kadın olmak üzere toplam 362 hasta alındı. Ortalama yaş 49.5±13.8, VKİ 32.4±6.9, Epworth uykululuk ölçeği skoru 8.5±5.2 olarak hesaplandı. Değişkenler cinsiyete göre
karşılaştırıldığında; kadınlarla erkekler arasında Epworth skoruna göre fark
bulunmazken (p= 0.089, Tablo 1) yaş ve VKİ’ye göre anlamlı fark bulundu
(p<0.001, p=0.003, sırasıyla, Tablo 1). Epworth skoruyla VKİ arasında anlamlı bir korelasyon saptandı (p=0.004, r= 0.158, Figür 1).
Tartışma ve Sonuç: Kliniğimizde uyku bozukluğu nedeniyle takip
edilen hastaların büyük çoğunluğu erkeklerden oluşmaktaydı. Uyku bozukluğu olan kadınların erkeklerden daha yaşlı ve kilolu olduğu görüldü.
Epworth skorunun VKİ ile korele olmasına rağmen, daha kilolu olan kadınlarla erkekler arasında Epworth skoruna göre fark olmaması altta yatan
nedenlerin farklı olmasından kaynaklandığı düşünüldü.
Figure 1.
Anahtar kelimeler: Epworth uykululuk ölçeği, uyku bozukluğu, vücut kitle indeksi
Table 1. Full blood count of the groups
Group 2
Group 3
Group 4
Group 1 Control Normal OSA Overweight OSA Obesity OSA P Value
Neutrophil count
(mean ±SD; 103/μ)
Lymphocyte count
(mean ±SD; 103/μ)
Leukocyte count (mean
± SD;
103/μ)
NLR (mean ±SD)
3.57±0.28
4.43±0.27
4.67±0.37
6.34±0.57
0.001
2.31±0.15
2.76±0.17
2.59±0.27
2.12±0.063 0.001
6.84±0.35
7.27±0.47
8.46±0.32
9.46±0.36
0.001
1.55±0.16
1.59±0.15
1.83±0.30
2.98±0.29
0.001
Figure 1. Epworth skoru ile VKİ arasındakı korelasyonu gösteren saçılım diyagramı
198
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 1. Verilerin cinsiyete göre karşılaştırılması
Yaş (yıl)
VKİ (kg/m²)
Epworth skoru
Erkek (N=268)
Kadın (N=94)
p
47.2±12.5
31.7±5.2
8.2±5.0
56.1±15.4
34.5±10.0
9.3±5.5
<0.001
0.003
0.089
PS-246
Hipertansiyonu olan OSAS tanısı
almış hastalarda nokturnal oksijen
desaturasyonu gelişimi ile ilişkili klinik ve
polisomnografik bulgular
Bulgular: Çalışmayı 28-68 yaşları arasında (31 E/19K) 50 hasta tamamlamıştır. Hastaların ortalama AHİ: 38.74±6.61 ve VKİ: 34.04±5.28
saptanmıştır. Çalışmaya alınan hastaların CPAP kullanma süresi 16.7±3.3
ay kaydedilmiştir. 26 hastada kilo değişimi saptanırken 24 hasta vücut ağırlığını korumuştur. CPAP öncesi hastaların vücut ağrılıkları 92.66±14.27
sonrasında 92,64±15.23 kg (p>0,05), ilk CPAP basınçları 7.18±1.95,
kontrol basınçları 6.16±1.64 mbar (p˂0,05) saptanmıştır. 34 hastanın
PAP basıncı değişirken 16 hastada aynı basınçlar izlenmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Kilo değişimi olanlar ve olmayanlar arasında
CPAP basınç değişim oranları farklı bulunmamıştır. Vücut ağırlığında azalma ile CPAP basınç değişikliği arasında korelasyon saptanmamıştır. CPAP
basınçlarında azalma üst solunum yollarında mukozal-submukozal ödemin ve inflamasyonun azalmasına bağlanmıştır. Ağır OSAS hastalarında
kilo değişimi olmadan da CPAP basınç değişikliği sık gözlenmiştir. Ağır
OSAS hastalarının CPAP basınçlarını azaltmak için daha fazla hasta sayılarıyla çalışmalar gereklidir.
Anahtar kelimeler: OSAS, kilo verme, PAP
Aslıhan Gürün Kaya, Banu Gülbay, Turan Acıcan
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara
Giriş ve amaç: Obstruktif uyku apne sendromu (OSAS) olan hastalarda apne ve hipopnelere bağlı intermittan hipoksi ve uyku bölünmelerinin
oksidatif stresi ve sempatik aktivasyonu arttırarak hipertansiyona neden
olduğu bilinmektedir. Ancak, OSAS’lı hastaların bir kısmında ise nokturnal
oksijen desaturasyonu (NOD) izlenmemektedir.
Yöntem: Çalışmamızda OSAS tanısı almış, hipertansiyonu olan 75
hastanın klinik ve polisomnografik bulgularının NOD saptanan ve saptanmayan grupta karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 75 hastanın yaş ortalaması 55.3±9.51 olup, %72’si erkekti. Ortalama vücut kitle indeksi (VKI)
34.12±6,30 kg/m2 idi. Yetmiş beş hastanın 48’inde (%64) NOD saptandı.
NOD saptanan ve saptanmayan grupta yaş ve cinsiyet açısından farklılık
saptanmazken, NOD grubunda VKI değeri anlamlı olarak daha yüksek
izlendi (35.25 vs 30.06, p: 0,021). Her iki grupta gerek OSAS semptomları
ve Epworth uykuluk skoru açısından gerekse toplam uyku süresi, uyku
etkinliği, REM latansı ve uyku mimarileri dağılımı açısından farklılık izlenmedi. Sadece NOD saptanan hasta grubunda uyku latansı, NOD saptanmayan gruba göre daha kısa saptandı (ortanca 5 IQR [2-9.5] vs 9 IQR
[6-9.5], p:0,006). NOD saptanan hasta grubunda arousal indeksi anlamlı
olarak daha yüksekti (ortanca 20.6 IQR[14.6-32.0] vs 14 IQR[10.4-20.3],
p: 0.004). NOD saptanan hasta grubunun AHI değeri, NOD olmayan
gruba göre anlamlı olarak yüksekti (ortanca 46.25 IQR[18,82-72,70] vs
24.7 IQR[16.0-44.70], p: 0.01). Gruplar arasında hipopne süreleri arasında farklılık saptanmazken, hem NREM hem REM uykuda ortalama
apne süreleri NOD saptanan grupta daha yüksekti (NREM 20.09±8.78 vs
16.99±4.61; p:0.049, REM 15.79±17.59 vs 8.49±9.54; p:0.023).
Tartışma ve Sonuç: Sonuç olarak, hipertansiyonu olan hastalarda
artmış VKI, arousal indeksi, AHI değeri, apne sürelerinin ve kısalmış uyku
latansının NOD gelişimi ile ilişkili olabileceği bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: hipertansiyon, nokturnal oksijen desaturasyonu, OSAS,
PS-247
Ağır OSAS hastalarında PAP tedavisini aynı
basınçla sürdürelim mi?
Ayşegül Gencer, Buket Öztürk, Ersan Atahan, Benan Müsellim
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş ve amaç: Obstruktif uyku apne sendromu tekrarlayıcı apnelerle seyreden kronik bir hastalıktır. Obezlerde hastalığın görülme sıklığı artar. Tedavide kilo verme ve PAP altın standarttır. PAP tedavisi; sempatik
aktivasyonu ve sık uyku bölünmelerini azaltarak metabolizmayı düzeltir,
hastaların kilo vermesi beklenir. PAP tedavisini düzenli kullananlarda kilo
değişimi ile basınç değişimi arasındaki ilişki bilinmemektedir. Ağır OSAS
hastalarında düzenli CPAP kullanımının kilo değişimi ve PAP basıncına
etkisi araştırılmıştır.
Yöntem: Mart 2013- Haziran 2014 arasında ağır OSAS tanılı, CPAP
tedavisini en az 12 ay kullanan 54 hasta çalışmaya alınmıştır. Haftada en
az 5 gece ve 5 saat düzenli tedavi kabul edilmiştir. Basınç titrasyonu polisomnografi eşliğinde otomatik PAP ile yapılmıştır. CPAP titrasyonunda 4
saatten az uyku süresi olanlar ve supin pozisyonda uyku süresi iki test farkı
%10 dan fazla olanlar dışlanmıştır.
PS-248
Uric Acid and Red Cell Distribution Width
as Predictors of Cardiovascular Events in
Obstructive Sleep Apnea
Aysel Sünnetçioğlu
Department of Chest Diseases, School of Medicine, Yuzuncu Yil University, Van
Objective: Obstructive sleep apnea (OSA), characterized by recurrent
partial or complete pharyngeal closure, resulting in apnea or hypopnea,
is closely associated with cardiovascular events (CVEs). Elevated red cell
distribution width (RDW) and serum uric acid (SUA) levels have also been
associated with CVEs and the consequent mortality. The aim of this study
was to investigate SUA and RDW as predictors of CVEs in OSA.
Methods: This was a retrospective study involving 600 subjects evaluated by polysomnography. Subjects were grouped according to the apnea-hypopnea index (AHI), expressed as events/h: < 5 (control); 5-15
(mild OSA); 16-30 (moderate OSA); and > 30 (severe OSA). Data were
collected regarding current and prior cardiovascular comorbidities, including coronary artery disease, congestive heart failure, and arrhythmias.
Results: The mean RDW and the mean SUA were significantly higher
in the severe OSA group than in all other groups (P <.015 and P <.003,
respectively, for all). During the study period, there were 83 CVEs, of
which 40 (48.2%) occurred in the severe OSA group. The RDW was significantly higher in the subjects with OSA and CVEs than in those with
OSA only (P <.005), although there were no significant differences between the subjects with and without CVEs in terms of the SUA in any of
the groups (P >.05).
Conclusıon: Elevated SUA and RDW appear to be associated with
OSA severity. Higher RDW also appears to be associated with CVEs in
OSA.
Keywords: obstructive sleep apnea; cardiovascular diseases; uric acid; red cell
distribution width.
PS-249
Obstrüktif Uyku Apne Sendromu
Hastalarında Pozitif Havayolu Basıncı
Tedavisine Uzun Dönem Uyumu Etkileyen
Faktörler
Tanyeli Asena Arısoy, Mehmet Sezai Taşbakan, Özen Kaçmaz Başoğlu
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilimdalı, İzmir
Giriş ve amaç: Obstrüktif uyku apne sendromunda (OUAS) pozitif havayolu basıncı (PAP) tedavisi altın standarttır. Ancak PAP tedavisine uyum
oranları %29-83 arasındadır.
OUAS tanısı ile PAP tedavisi başlanan hastalarda uzun dönem PAP
uyum oranlarını belirlemek ve uyumu etkileyen faktörleri araştırmak
amaçlanmıştır.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
199
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Yöntem: PAP tedavisi başlanan ve düzenli izlenen 101 OUAS hastasının demografik, antropometrik, klinik, polisomnografik ve izlem parametreleri ile PAP uyumu arasındaki ilişki araştırılmıştır. Tedavi günlerinin en az
%70’inde ve günde en az 4 saat cihazını kullanan hastalar uyumlu olarak
değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya alınan 101 hastada (yaş ortalaması 54.7±10.6,
75’i erkek) en sık kullanılan cihazın CPAP olduğu (%77.2) ve hastaların cihazlarını ortalama 33.8±5.5 aydır kullandığı saptanmıştır. Seksen
altı hasta (%85.1) PAP tedavisine uyumlu olarak değerlendirilmiştir.
PAP uyumlu hastaların başvuru anında Epworth uykululuk ölçeği (ESS)
(11.2±5.7’ye karşın 7.1±5.5, p=0.014) ve apne-hipopne indeksi değerleri (54.6±27.4’e karşın 41.3±35.6, p=0.025) uyumsuzlardan daha
yüksek bulunmuştur. Ayrıca uyumlu hastalarda izlemde EES değerinde
daha belirgin düşme saptanmıştır (p=0.032). Demografik, antropometrik
ve klinik parametrelerle tedaviye uyum arasında ilişki izlenmemiştir.
Tartışma ve Sonuç: Düzenli izlem yapılan OUAS hastalarında uzun
dönem PAP uyum oranlarının oldukça yüksek (%85.1) olduğu saptanmıştır. Ayrıca gündüz uykululukları ve hastalık ciddiyetleri daha belirgin olan
hastaların PAP uyum oranlarının daha iyi olduğu ve tedaviden daha fazla
yarar gördükleri gözlenmiştir.
Tablo 1. Çalışmaya katılan olguların polisomnografik ve dermografik özellkleri
Anahtar kelimeler: Obstrüktif Uyku Apne Sendromu, PAP Tedavisi, Uyum
PS-250
Kronik obstrüktif akciğer hastalığı veya
astım obstrüktif uyku apne sendromunun
şiddetini etkiliyor mu?
Önder Öztürk1, Ahmet Akkaya1, Uluğbey Hayri2, Taner Gonca3, Bilim Kehya1
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Isparta
Tekirdağ Devlet Hastanesi, Tekirdağ
Isparta Devlet Hastanesi, Isparta
1
2
3
Giriş ve amaç: Obstrüktif uyku apne sendromu (OSAS) ile kronik
obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) veya astım birlikte görülebilir (Overlap
Sendromu). Çalışmamızda KOAH ve astımın OSAS şiddetine ve uyku mimarisi üzerine etkilerini retrospektif olarak araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Uyku şikayetleri ile uyku laboratuvarımıza başvuran ve OSAS
tanısı konulan KOAH ve astım hastalarının dosyaları retrospektif incelendi.
Epworth Uykululuk Skalasına (ESS) göre gündüz aşırı uykululuk skorları
belirlendi. Hastaalrın polisomnografik ve dermatografik veriler One-Way
Anowa, Kruskal Wallis, Ki-Kare, Mann-Whitney U testleri kullanılarak
karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya Overlap sendromlu (11 astım e 33 KOAH) ve 22
OSAS toplam 66 erkek hasta (yaş ort:54,89±1,76 yıl) alındı. KOAH ve
OSAS’lı hastalarda yaş, kalp hızları (uyanıkken, REM ve NREM) OSAS’lı
hastalara göre yüksekti (p<0.05). REM% azalmıştı (p>0.005). Fakat benzer farklılıklar Astım ve OSAS’lı hastalarda saptanmadı. KOAH ve OSAS’lı
hastalarda yaş ve boy (p<0.001),ESS ve AHI(p<0.05), astım ve OSAS’lı
hastalara göre anlamlı yüksekti. KOAH ve OSAS’lı hastalarda REM% azalırken Evre 1% ve 2% düzeyi artmıştı (p>0.05) (Şekil 1). KOAH ve OSAS’lı
hastaların daha obez oldukları saptandı (Ki kare=9,35,p=0,009). KOAH
OSAS şiddeti ile ilişikili bulundu (Ki kare=13,24, p=0.01) (Şekil 2).
Tartışma ve Sonuç: KOAH’ın varlığı OSAS’ın şiddetini artırmakta,
dermografik ve polismongrafik değişiklere neden olmaktadır. Bu nedenle
KOAH veya astım hastalarında uyku ile ilgili şikayetler sorgulanmalı ve
şikayeti olanlara polisomnografi testi uygulanmalıdır.
Anahtar kelimeler: Obstrüktif uyku apne, kronik obstrüktif akciğer hastalığı, astım
200
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 1. KOAH-OSAS şiddeti
Göğüs Cerrahisi
PS-251
Spontan pnömotoraks nedeni ile göğüs
tüpü takılan hastalarda farklı solunum
egzersizi metodlarının karşılaştırılması
Bayram Metin1, Şener Yıldırım1, Yavuz Selim İntepe2, Eylem Yıldırım2
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Yozgat
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Yozgat
1
2
Giriş ve amaç: Pnömotorakslar genellikle tüp torakostomi ile tedavi
edilirler. Takip sırasında da hastadan öksürtme, trifometre, balon şişirme,
ıkınma, yürüme, büzük dudak solunumu ya da merdiven çıkma egzersizleri yaptırılarak plevral aralıktaki havanın drenaj sistemi yolu ile dışarı
çıkması ve akciğerin ekspanse olması sağlanır. Biz çalışmamızda primer
spontan pnömotoraks nedeni ile göğüs tüpü takılan olgularda; öksürme,
triflow metre ile çalışma, balon şişirme ve yürüme egzersizlerinin; SFT,
saturasyon, nabız, ekspanse olma dönemleri ve göğüs tüpünün çekilme
süresi yönünden etkilerini karşılaştırmak istedik.
Yöntem: Çalışmada Pnömotoraks nedeni ile göğüs tüpü takılan 10
hastaya öksürme ile birlikte aynı marka ve özellikte triflovmetre çalışması,
10 hastaya öksürme ile birlikte standart aynı sertlik ve özelliklerde balon
şişirme çalışması, 10 hastaya öksürme ile birlikte günlük belirlenen mesafede ve sürede koşu bandında ekstradan yürüyüş yaptırıldı. Kontrol amaçlı
olarak 10 hastaya da normal klinik aktiviteleri ile birlikte sadece öksürme
egzersizleri yaptırıldı. Hastaların diren takıldıktan sonraki, kontrol grafi ta-
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
kiplerine göre akciğerlerinin kaçıncı günde ekspanse oldukları, hava kaçağı süreleri, işlem sonrası 1. Gün ve taburcu olduğundaki FEV1 değerleri,
kaç tanesinde uzamış hava kaçağına bağlı VATS endikasyonu doğduğu,
satürasyon takipleri, nabız takipleri kaydedildi.
Bulgular: Tüm grupların diren takıldıktan sonra ve taburcu olduğu
günkü FEV1 ve saturasyon değerleri açısından birbirine benzerdi. Grupların akciğer grafide expanse olduğu gün ve hava kaçağının kesildiği gün
değerleri benzerdi.
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma, sadece öksürme ile öksürmeyle diğer solunum egzersizlerinin birlikte uygulanması arasında anlamlı bir fark
olmadığını göstermektedir.
POSTER SUNUMLAR
Tartışma ve Sonuç: Oral alımın kesilmesi, erken evrede endoskopik
değerlendirmenin yapılması ve endoskopi sonucuna göre tedavi planının
yapılması komplikasyonların önlenmesi açısından büyük öneme sahiptir.
Anahtar kelimeler: Koroziv özefajitler, Özefagial darlık, Erken Tedavi, Cerrahi
Tedavi
Tablo 1. Olguların doskopik özellikler.
Anahtar kelimeler: Spontan pnömotoraks, Tüp torakostomi, Solunum
egzersizleri, Ttriflometre, Balon
Tablo 1. Olguların klinik özellikleri
Tablo 2. Endoskopik özelliklere göre yaş, hastaneden kalış zamanı, lokosit düzeyi, kan
basıncı ve nabız arasındaki korelasyon
Tablo 2. Göğüs tüpü takılarak takip edilen hastaların klinik sonuçları
PS-253
Ameliyat sonrası kontamine atipik kist
hidadikler
PS-252
Koroziv özefajitler ile ilgili klinik
deneyimlerimiz
Bayram Metin1, Olgun Kadir Arıbaş2
Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Yozgat
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Koroziv maddelerin oluşturdukları özofagus yanıkları
ciddi komplikasyonlar ile seyrettiği için çok önemlidir. Biz burada kliniğimizde takip ve tedavi ettiğimiz koroziv madde içen 39 olgumuzu klinik
özellikleri ve tedavi yaklaşımlarımıza göre değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmamıza Ocak 2000-Aralık 2007 yılları arasında Selçuk
Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi,Göğüs Cerrahi kliniğinde tedavi edilen
ve dosya kayıtlarına ulaşılabilen 39 hasta dahil edildi. Olgularımızın 24
tanesi bayan, 15 tanesi erkek idi. Kadınlarda ortalama yaş 35.96 iken erkeklerde ortalama yaş 50.67 idi.
Bulgular: Koroziv madde içme oranı kadınlarda daha yüksek idi. İçilen
koroziv madde miktarı suisit amaçlı içenlerde yanlışlıkla içenlere oranla
belirgin yüksek idi. Endoskopik özelliklerine göre olguların %82,1 inde
normal veya grade 1 endoskopi bulgusuna rastlanılmıştır. Grade 2,3 ülser
tüm olguların %10,3’ünü oluştururken, grade 4 ağır yanık tüm olguların
%7,7’ini oluşturuyordu.
Menduh Oruç1, Ali Bırak1, Atalay Şahin2, Fatih Meteroğlu1
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Diyarbakır
Diyarbakır Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Bölümü, Diyarbakır
1
2
Giriş ve amaç: Hidatik kist hastalığı çoğunlukla karaciğer ve akciğerlere yerleşen paraziter bir enfestasyondur (1). Kemik yapılarda yerleşim
nadir görülür. Hidatik kist ülkemizde endemik bir hastalık olup atipik yerleşimlerin de söz konusu olduğu bilinmelidir (3).
Amacımız cerrahi yöntemlerle tedavi edilen hidatik kistlerin başka doku ya
da organlarda nüks edebileceğini literatür eşliğinde paylaşmaktır.
Yöntem: Olgu 1: 13 yıl önce sağ akciğer üst lob hidatik kist tanısıyla
opere edilen 20 yaşında kadın hasta sol torakotomi bölgesinde ele gelen
ağrılı kitle lezyonu şikâyetiyle kliniğimize başvurdu. Hastanın akciğer grafisinde sağ hemitoraks lateralinde opak kitle lezyonu görüldü.
Olgu 2: 7 yıl önce akciğer hidadik kist tanısı ile opere edilen 45 yaşında
kadın hasta sırt ağrısı şikâyeti ile kliniğimize başvurdu. Tomografisinde sol
hemitoraks 6. vertebral kemikleri erode eden kitle mevcuttu (Şekil 2).
Olgu 3: İki yıl önce sırtında küçük bir cerrahi ameliyat tarif eden erkek
hasta ameliyattan sonra şişkinlik şikâyeti vardı.(Resin 3). Cerrahi yapıldı.
Bulgular: Larvaların gelişim gösterdiği ve en sık hastalık yaptıkları dokular karaciğer (%75) ve akciğer (%15) gelmektedir. Perikard, epikardium,
miyokard, fissür, plevral boşluk, dalak, böbrek, periton, diyafragma, beyin
ve kemikler gibi diğer yerlerde yerleşebilirler (4).
Tartışma ve sonuç: Kist hidatik çok farklı anatomik bölgelerde görülebilir. Olgularımızın ortak yönü cerrahi operasyon geçirmiş olmaları
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
201
POSTER SUNUMLAR
ve operasyonların ortak yönü hidadik kistin kontaminasyonuna dikkat
edilmemesidir
Anahtar kelimeler: kist, akciğer,cerrahi
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
kers. According to histological type epidermoid cancer have resulted - 80
patients (53%); followed by adenocarcinoma 37 (24.5%)
Conclusions: 1. Male sex in our study represents the largest number
of cases.
2. The largest concentration of cases is in urban areas.
3. Smoking as risk factor presents significant statistical changes.
4. Epidermoid cancer leads the curve of the cases and followed by
adenocarcinoma
Keywords: Lun cancer, smoking, surgery intervent
PS-255
Costochondral Rib Resectıon Due To
Prolonged Pain And Swelling
Cumhur Murat Tulay1, İbrahim Ethem Özsoy2, Ümit Oğur3, Zeynep Tarini4
Department of Thoracic Surgery, Celal Bayar University, Manisa
Department of Thoracic Surgery, Kayseri Education-Research Hospital, Kayseri,Turkey
Department of Nuclear Medicine, Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Education-Research
Hospital, Şanlıurfa
4
Department Of Pathology, Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Education-Research Hospital,
Şanlıurfa
1
2
3
Şekil 1. Kist hidadik resmi
Şekil 2. Tomografi görünümü
PS-254
General data of patients with lung cancer
treated with surgical methods 2010-2013
Background and aim: To show effects and results of costochondral
rib resection due to prolonged chest pain and swelling without underlying
disease.
Methods: This retrospective study was comprised 54 patients with
thoracic wall pathology. Fourteen of the included patients had costochondral pain, swelling and tenderness upon palpation, without any other
problems. The time between the onset of chest pain and surgery ranged
from 14 to 60 months. Whole-body bone scintigraphy and thorax computed tomography were used for imaging. Costochondral rib resection was
performed. Numerical pain rating scale(NRS) was done to determine the
effectiveness of surgery before and 2 months after operation. Pain scales
were evaluated by non-parametric Mann-Whitney U test.
Results: Increased focal activity was diagnosed for the chondral parts
of the ribs in three patients scintigraphically with normal tomographic findings. Pathologically, enchondroma was identified in two patients and low
grade chondrosarcoma in one patient. An expansile chondral deformity
was detected via tomography only in one patient with normal scintigraphic findings who had a low grade chondrosarcoma. Scintigraphic activity
was positive in only one enchondroma patient with normal tomographic
findings. Ossified cartilage tissues were observed in two patients who had
increased focal activity. Pain relief was achieved 6–8 weeks after surgery.
The mean postoperative pain score was 0,64 while preoperative one was
9.(p≤0,05)
Conclusions: Moreover resection of costochondral rib lesions with
swelling and long duration pain would increase health related quality of life
even if no pathology is found scintigraphic and/or radiographic imaging
Keywords: Costochonral swelling, bone scintigraphy, chest pain, rib resection,
costochondral pathology
Silvana Abdi Bala1, Loreta Shaqir Agolli2
Department of Internal Disease,Faculty of Medicine, Tirana, Albania
University Hospital for Lung Disease “Shefqet Ndroqi”, Tirana, Albania
1
2
Background and aim: Cancer is a major health problem and lung is
one of main organs where is localized this lethal pathology.
Deaths from neoplasic disease stand in second place in the structure of
general mortality rate in Albanian population. Surgery is the best option of
treatment of patients with pulmonary cancer with non-small cell, when the
disease is localized in one lung and not spreading beyond lungs.
This survey is the study of the general characteristics of patients with
lung cancer treated with surgical methods.
Methods: Survey was taken in a group of 151 patients suffering by
lung cancer and treated with surgical methods during 2010-2013 in University Hospital of Lung Disease in Tirana. Statistical analysis was conducted using SPSS 15 (statistical package for social science). The data
obtained from this survey have shown the fact that early detection of pulmonary cancer makes surgical treatment successful and increased survival
of the patients.
Results: The average age of the patients have resulted 56.6 ± 9.9.
Male sex has predominated - 138 (91.4%), this and in accordance with
the gender structure of lung cancer in our country. 86.1%) resulted smo-
202
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Figure 1. Costachondral resection
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-256
İkinci basamak devlet hastanesinde
toraks travması yönetimi:281 olgunun
değerlendirilmesi
Onur Akçay1, Ahmet Sızlanan2
Kızıltepe Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Mardin
Mardin Devlet Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Mardin
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışmada, toraks travması nedenleri, tedavi yöntemleri literatür eşliğinde incelemiştir.
Yöntem: Temmuz 2014 – Kasım 2015 tarihleri arasında toraks travması nedeni ile başvurmuş veya transfer edilmiş 281 hastanın kayıtları
retrospektif olarak incelendi.
Bulgular: Hastaların 235’i erkek (%83,6) 46’sı kadın (%16,4) olup
çalışma grubunun yaş ortalaması 38,4+19,5 (median 35, 3-88) idi. 206
(%73,3) hasta künt toraks travması (KTT) grubunda, 75 hasta (%26,7) ise
penetran toraks travması (PTT) grubunda yer aldı. Hastanede ortalama
kalış süresi 5,31+3,83 gündü. KTT grubunda 5,09+3,83 gün, PTT grubunda 5,97+3,78 gün (p=0,106). Ölüm oranları KTT grubunda %7,3,
PTT grubunda %14,7 idi (p=0,053).
Tartışma ve Sonuç: Toraks travmaları hayatı tehdit eden yaralanmalar olduğundan dolayı hızlı bir şekilde eşlik eden sistem yaralanmaları ile
birlikte tanısı konulup vakit kaybetmeden tedavi sürecine başlanmalıdır.
Figure 2. Enchondroma without sintigraphic activity
Table 1. Patients’ characteristics
Case
Age
Gender
1
19
F
Location/
Trauma history/
Pain duration
Anahtar kelimeler: Toraks travması, kosta fraktürü, hemopnömotoraks
Scintigraphy
Tomography
Pathology
Right fourth cc*
Trauma(+)
36 months
Normal
Normal
3x1x1cm ossified
cartilaginous tissue
Tablo 1. Hasta verileri
Künt Travma (%)
Cinsiyet
Kadın
Erkek
Yaş
Intratorasik Patoloji
Pnömotoraks
Hemotoraks
Hemopnömotoraks
Kontuzyon
Ekstratorasik Patoloji
Intrakranyal
Intra abdominal
Ortopedik
Kemik Yapı Patolojisi
Multipl Kot Fraktürü
Tek Kot Fraktürü
Tedavi
Tüp Torakostomi
Torakotomi
Konservatif
Hastane Kalış Süresi
YBU Takibi
Var
Yok
Sağkalım
Sağ
Ölüm
Penetran Travma (%) Toplam (%)
p
19,4
80,6
42,25+20,38
8
92
27,71+11,88
16,4
83,6
38,4+19,5
0,028
<0,001
35
14,1
17,4
30,5
25,3
42,6
20
4
32,4
21,7
18,1
23,5
0,127
<0,001
0,627
<0,001
13,6
4,9
15,5
6,6
13,3
2,6
11,7
7,1
12,1
0,143
0,032
0,003
59,2
16
2,6
1,3
44,1
12,1
<0,001
<0,001
35,9
1,5
64,1
5,09+3,83
73,3
20
20
5,97+3,78
44,5
6,4
47
5,31+3,83
<0,001
<0,001
<0,001
0,106
17
83
26,7
73,3
19,6
80,4
0,071
92,7
7,3
85,3
14,7
90,7
9,3
0,053
2
17
F
Right fourth cc
42 months
Normal
Normal
4x1.5x0.7cm mature
Cartilaginous tissue
3
25
M
Right second cc
Trauma(+)
20 months
Normal
Normal
3.5x1x1cm regenerating
cartilage
4
22
F
Right third cc
20 months
Normal
Normal
3x1x1cm cartilaginous
tissue
5
17
F
Right fourth cc
16 months
Normal
Normal
4x1x1cm cartilage with
focal hypocellularity
6
15
M
Left fourth cc
Trauma(+)
26 months
Normal
Normal
4x1.2x1.5cm
cartilaginous tissue
7
21
M
Right second cc
Trauma(+)
46 months
Normal
Normal
3x1x1.5cm
cartilage with focal
hypocellularity
8
22
F
Right second cc
15 months
Normal
Normal
3.5x1.5x0.8cm
cartilaginous tissue
9
20
M
Right second cc
Trauma(+)
24 months
Normal
Normal
3x2x2cm
enchondroma
10
22
M
Right second cc
60 months
Focal increased
activity at right
second rib
Normal
5x1.5x1.5cm ossified
cartilaginous tissue
11
19
F
Left fourth cc
44 months
Focal increased
activity at left
fourth rib
Normal
5.5x1.5x1.5cm ossified
cartilaginous tissue
12
21
M
Left third cc
14 months
Normal
Expansile
deformity at left
third rib
5.5x2x2cm
hyperchromaticpleomorphic atypical
chondrocytes,
myxoid changes and
binucleation. Grade I
chondrosarcoma
PS-257
13
32
F
Right fourth cc
Trauma(+)
17 months
Normal
Normal
2.5x1.1x1.5cm mature
cartilage
Plevral Efüzyonlarda Lokal Uniportal VATS
14
30
F
Left second cc
22 months
Focal increased
activity at left
second rib
Normal
4.5x2x2.5cm
enchondroma
Osman Korcan Tilkan1, Mertol Gökçe1, Bülent Altunsoy2, Hakan
Tanrıverdi2, Figen Atalay2
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Zonguldak
Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Zonguldak
1
2
Giriş ve amaç: Plevral efüzyonların tanı ve tedavi yaklaşımı halen tartışmalı olarak devam etmektedir. Torasentez ile alınan mayinin sitolojik
değerlendirilmesi ya da kapalı plevra biopsisi ile tanı konulamayan plevral
efüzyonlu olgularda tek port videotorakoskopik cerrahi (uVATS) yaklaşım
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
203
POSTER SUNUMLAR
uygulanabilmektedir. Kliniğimizde tanı konulamayan kardiyopulmoner rezervi sınırlı plevral efüzyon olgularında, lokal anestezi ve sedasyon altında
plevral biyopsi ve drenaj ile tanı ve tedavi uyguladığımız olgularımızı retrospektif olarak değerlendirdik.
Yöntem: Ocak 2010 - Ocak 2016 tarihleri arasında kliniğimizde kardiyopulmoner rezervi sınırlı, genel anestezi açısından yüksek riskli kabul edilen, tanı konulamayan plevral efüzyonlu 17 olgunun 11’i erkek, 6’sı bayan
olup yaşları 45 ile 86 arasında (ort: 63) değişmekteydi. Lokal anestezi ve
sedasyon altında uVATS ile plevral biyopsi ve plevral drenaj uygulandı.
Klinik, radyolojik ve cerrahi eksplorasyona bağlı olarak malignite olasılığı
düşünülen olgulara ise ek olarak plörodezis yapıldı.
Bulgular: Olguların tümüne uVATS ile eksplorasyon, drenaj ve plevra
biyopsisi uygulandı. Sekiz olguya (%47) ise talk plörodezis işlemi ek olarak
yapıldı. Ortalama plevral efüzyon drenaj miktarı 950cc olarak hesaplandı. Cerrahi işlem sırasında mortalite ve morbidite görülmedi. Operasyon
süresi ise ortalama 25 dk (20-30 dk) idi. Cerrahi sonrası ortalama drenaj
miktarı 150cc/gün, dren kalış süresi 3 gün ve hastanede kalış süresi 4 gün
olarak belirlendi. Plevral biyopsilerin patoloji sonuçları incelendiğinde; 8
olguda (%47) malignite, 6’sında (%35) kronik inflamasyon, ve 2 olguya
da (%18) tüberküloz tanısını konuldu.
Tartışma ve Sonuç: Nedeni belli olmayan plevral efüzyonların tanısında kapalı plevra biyopsisi ilk tercih olarak kullanılmaktadır ve tanı oranının yaklaşık %65-70 arasında değiştiği bildirilmiştir. İşlem sonrasında
komplikasyonlar (pnömotoraks, hemotoraks gibi) gelişebilmekte ayrıca
plevral efüzyon tam olarak boşaltılamamaktadır. Günümüzde cerrahi enstrümanların ve cerrahi deneyimin gelişimine paralel olarak minimal invaziv cerrahi yaklaşımın kullanımı giderek artmaktadır. Literatürde VATS ile
plevral efüzyonlara tanı konulma oranı yaklaşık %90-95 arasında bildirilmektedir. VATS işlemi genel anestezi altında tek akciğer ventilasyonuna
uygun olgularda yapılabilmektedir. Plevral biyopsi ve drenaj uygulanmasının genel anestezi açısından yüksek riskli olduğu kardiyopulmoner rezervi
sınırlı plevral efüzyonlu olgularda lokal anestezi altında uVATS yaklaşım
ile plevra biyopsisi, drenaj ve plörodezis başarıyla ve güvenle uygulanabilmektedir. Nedeni belli olmayan plevral efüzyonlu olgularda uVATS yaklaşım ile plevra biyopsisi, drenaj ve plörodezis işleminin, kısa operasyon süresi, erken tanı ve tedavi avantajı ile güvenle kullanılabildiği, kapalı plevra
biyopsisine alternatif olabileceği akılda tutulmalıdır.
6 – 10 Nisan 2016
PS-259
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Komplike kist hidatid nedeni ile oluşan
abdominoplevral fistüllere yaklaşım
Yekta Altemur Karamustafaoğlu, Fazlı Yanık, Cenk Balta, Adem Karataş
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Edirne
Giriş ve amaç: Abdominoplevral fistüller (APF) abdomen, abdominal
organlar ve bronş ağacı veya plevra arasında, hepatik enfeksiyonlar ya da
travma nedeni ile oluşan anormal bağlantılardır ve kist hidatid hastalığının
ciddi bir komplikasyonudur. Bizde çalışmamızda APF nedeni ile cerrahi
tedavi uygulanan sekiz olgumuzu retrospektif olarak irdeledik
Yöntem: 2004-2015 yılları arasında yaşları 47 ile 73 (ort:57,8) arasında dört erkek, dört kadın olgu APF nedeni ile tedavi edildi. Beş olgu dispne, göğüs ağrısı, öksürük, pürülan balgam şikayeti ile iki olgu ise bunlara
ek olarak safralı balgam ile başvurdu. Hastaların tamamı echinococcus
granulosus ile enfekte idi. Beş olguda hepatoplevral fistül (HPF), iki olguda bronkobiliyer fistül (BBF), bir olguda komplike kist hidatid nedeni ile
abdominoplevral fistül (APF) mevcuttu.
Bulgular: Yedi olgu APF nedeni ile opere edildi, bir hasta genel durumunun kötü olması nedeni ile konservatif olarak tedavi edildi. Dört olguda
(%62,5) karaciğer kubbe kisti ve absesi nedeni ile sağ torakofrenotomi ile
kistotomi ve fistül kapatılması, bir olguda (%12,5) sağ torakofrenotomi ile
fistül traktının kapatılması, bir olguda (%12,5) haraplanmış akciğer nedeni
ile sol alt lobektomi, bir olgudada (%12,5) sağ torakofrenotomi ile fistül
kapatılması ve dekortikasyon uygulandı.Genel durumu kötü olan hastaya
perkütan transhepatik drenaj uygulanarak konsevatif izlendi. Hastaların
tamamı iyi durumda taburcu edildi. Postoperatif takiplerinde bir komplikasyon görülmedi
Tartışma ve Sonuç: Kist hidatid nedeni ile APF görülmesi oldukça nadir bir komplikasyondur. Biz bu vakalarda torakofrenotomi ile tek seansta
karaciğer kistinin boşaltılmasının ve fistül traktının kapatılmasının, özellikle
operasyon sonrası safra fistülünün devam eden olgularda safra pasajının
açıklığının da kontrol edilmesinin en iyi tedavi seçimi olduğuna inanıyoruz
Anahtar kelimeler: abdominoplevral fistül, komplikasyon, kist hidatid
Anahtar kelimeler: Tek Port Videotorakoskopik cerrahi, Lokal Anestezi, Plevral
Biyopsi
PS-260
ORTA LOB SENDROMLARINDA CERRAHİ TEDAVİ
PS-258
Minimal İnvaziv Pektus Ekskavatum
Operasyonlarımız: 38 Hastamızın
değerlendirilmesi
Akın Eraslan Balcı, Siyami Aydın, Suna Polatoğlu
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Elazığ
Giriş ve amaç: Pektus Ekskavatum deformitesi tanısıyla yapılan minimal invaziv operasyonları retrospektif olarak incelemek
Yöntem: 2004-2015 yılları arasında Pektus Ekskavatum ameliyatı geçiren 38 hasta değerlendirildi. Mikst deformite 6 (%15.8) hastada vardı.
Yaş ortalaması 18.1 ± 6.6 (31-3), erkek/kız oranı 33/5 olup bütün hastalar Nuss yöntemiyle opere edilmişti. Fiksasyonda çelik tel ve stabilizatör
kullanılmıştı.
Bulgular: 8 hastaya 2 bar diğerlerine tek bar kullanılmıştı. Ameliyat
süresi 1 saat, postoperatif hastane süresi 3.5 gündü. Dört hastada insizyon
yerinde scar dokusu gelişti. Bir hastada pnömotoraks gelişti. Dört hastada
bar kayması görüldü. Bir hastada bar iki kez destabilize oldu. İki hastada
insizyon yeri enfeksiyonu görüldü. Derin dokularda enfeksiyon ve mortalite olmadı. Postoperatif erken dönemde en sık görülen yakınma göğüs
ağrısı, en sık reoperasyon nedeni bar kaymasıydı.
Tartışma ve Sonuç: Pektus Ekskavatum deformitesi için Nuss ameliyatı minimal morbidite ile başarıyla yapılabilmektedir. Bar stabilizasyonu
ile ilgili problemler morbiditenin başta gelen nedenidir.
Anahtar kelimeler: pektus ekskavatum, nuss, minimal invaziv, stabilizasyon
Ayşen Taslak Şengül, Yasemin Büyükkarabacak, Tuba Apaydın, Pelin
Sürücü, Ahmet Başoğlu
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim dalı, Samsun
Giriş ve amaç: Orta lob sendromu(OLS) nadir görülen fakat önemli
bir klinik patoloji olup literatürde hakkında yeterli çalışma yoktur.Sağ akciğerin orta lobunun ve bazen de lingulanın kronik yada nükseden kollapsı
ile kendini gösterir. Bu çalışmada medikal tedaviye cevap vermeyen rekürren ve inatçı pnömoni ataklarıyla seyreden OLS’li hastalarda cerrahi
tedavinin etkinliği araştırıldı.
Yöntem: Ocak 2012 ve Ocak 2015 yılları arasında 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Kliniği’nde medikal tedaviye cevap
vermeyen orta lob sendromu olan 8 hastaya pulmoner rezeksiyon yapıldı.
Bulgular: Hastalardan 5’ü kadın, 3’ü erkek olup yaş ortalaması 47(2170) idi. En sık semptom öksürük ve balgam olup tüm olgularda bulunmaktaydı. Tüm olgular preoperatif PA akciğer radyografisi, lateral grafi,
bilgisayarlı tomografi (BT) ve bronkoskopi ile değerlendirildi. Cerrahi endikasyon; altı olguda rekürren pnömoni ve persistan atelektazi, iki olguda
broşektazi idi. Yapılan sağ torakotomide tüm olgularda, orta lobun etrafındaki lenf nodları basısına bağlı olarak orta lob bronşunun basıya uğradığı
ve orta lobun rudimenter olduğu gözlendi. Peroperatif ve postoperatif dönemde mortalite gözlenmedi. Postoperatif ortalama yatış süresi 6.1(5-14)
gün idi. Takipte olguların hepsinde semptomlar bir daha tekrarlamadı.
Tartışma ve Sonuç: OLS’de öncelikle etyolojik faktör iyi belirlenip tedavi ona yönelik olmalıdır. Konservatif tedaviye cevap OLS’de vermeyen
hastalarda orta lob yada lingulanın cerrahi rezeksiyonu önerilebilir.Bu konuda sınırlı sayıda çalışma olsa da postoperatif morbidite ve mortalitenin
cerrahi sonrası düşük olduğu görülmektedir.
Anahtar kelimeler: orta lob sendromu,cerrahi,tedavi
-
204
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
POSTER SUNUMLAR
Tartışma ve Sonuç: Pulmoner sekestrasyon nadir bir konjenital malformasyondur.Benign bir hastalık olmasına rağmen,preoperatif değerlendirme her zaman ayırıcı tanıya götürememektedir.Çoğu otör tekrarlayan
enfeksiyonlar, daha büyük rezeksiyon gereksinimi ve kanama ihtimali
yüzünden bu lezyonların rezeksiyonunu önerir. Açık torakotomi,anormal
sistemik besleyen arterlerin güvenli dönülüp bağlanması için en iyi
yaklaşımdır.
Anahtar kelimeler: pulmoner sekestrasyon,cerrahi,tedavi
-
Şekil 1.
Şekil 1.
Şekil 2.
PS-261
Pulmoner Sekestrasyonda Cerrahi Tedavi
Şekil 2.
Yasemin Büyükarabacak, Ayşen Taslak Şengül, Volkan Yılmaz, Gökhan
Pirzirenli, Ahmet Başoğlu
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Samsun
PS-262
Giriş ve amaç: Pulmoner sekestrasyon, tanımlanabilen bir bronşial
bağlantısı olmayan embryonik akciğer dokusu kitlesi olup beslenmesini bir
yada daha fazla anormal sistemik arterden almaktadır.Arteryel kan desteği sistemik bir damardandır. Bu çalışmamızda nadir görülmesi nedeniyle
2012-2015 yılları arasında pulmoner sekestrasyon nedeniyle opere edilen
on olguyu sunmayı amaçladık.
Yöntem: Ocak 2012 ve Ocak 2015 yılları arasında 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Kliniği’nde pulmoner sekestrasyon nedeniyle cerrahi tedavi uygulanan 10 hasta geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: Hastalardan 7’si kadın, 3’ü erkek olup yaş ortalaması 31.1
(19-51) idi. En sık semptom öksürük, balgam olup tüm olgularda bulunmaktaydı. Olguların sekiz tanesinde çekilen akciğer grafisinde ve Toraks
BT de sol akciğer alt lob bazal segmentlerde, iki olguda sağ hiler bölgede
düzensiz konsolidasyon alanları gözlendi. Yedi olgunun çekilen BT anjiografisinde sol alt lobda inen aort düzeyinde aberan arteryel yapı tespit
edildi. Yapılan torakotomide sekiz olguda, sol alt lob ile,bir olguda sağ üst
lob ile bir olguda da sağ orta lob ile inen aort arasında aberan arteryel
beslenme olduğu, iki olguda sol alt lobun hipoplazik olduğu, iki olguda da
sol alt lobun broşektatik olduğu gözlendi. 6 olgu EPS, 4 olgu İPS idi. Postoperatif ortalama yatış süresi 7(5-14) gün idi. Postoperatif takipte morbidite
& mortalite izlenmedi. Tüm olgularda ortalama takip 9 ay (6 ay–3yıl) idi.
Künt ve Penetran Akciğer Kontüzyonları:
64 Olgunun Analizi
İbrahim Ethem Özsoy1, Cumhur Murat Tulay2, Mehmet Akif Tezcan1
Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Kliniği, Kayseri
Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Manisa
1
2
Giriş ve amaç: Akciğer travması künt ve penetran travmalar sonrası ortaya çıkar. Özellikle künt travmalarda en sık oluşan akciğer hasarı
kontüzyonlardır. Akciğer kontüzyonu gelişen 64 olgu etiyoloji, eşlik eden
göğüs ve diğer sistem bulguları, tedavi yöntemleri ve sonuçlar açısından
değerlendirildi.
Yöntem: Kasım 2009- Kasım 2012 tarihleri arasında Göğüs Cerrahisi
Kliniğine yatırılarak tedavi edilen toraks travmalı 171olgudan, 64 (%37.4)
akciğer kontüzyonlu olgu, cinsiyet, yaş, etiyoloji, eşlik eden göğüs ve göğüs dışı sistem yaralanmaları, uygulanan tanı ve tedavi yöntemi, komplikasyon ve mortalite durumları değerlendirildi. Tanı akciğer grafisi ve toraks
tomografisi ile kondu. Bazı olgularda medikal, bazı olgularda ise medikal
ve cerrahi tedavi birlikte uygulandı.
Bulgular: Olguların 51’i erkek (%79.7), 13’ü kadın (%20.3), yaş
aralıkları 18 ile 84 arasında değişmekte olup ortalama 39.9±6.1 idi. 59
(%92.2) olguda künt, 5(%7.8) olguda ise penetran travma mevcuttu.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
205
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
En sık beraber olan göğüs patolojisi 44 (%68.8) olguda kot fraktürü idi.
Üç ve daha fazla kot fraktürü olan olgu sayısı 33(%51.6) idi. Altı (%9.4)
pnömotoraks, 7(%10.9) hemotoraks ve 27(%42.2) hemopnömotoraks
mevcuttu. 40 (%62.5) hastaya tüp torakostomi uygulandı.Majör cerrahi 3
(%4.7) olguda uygulandı; 2 olguda parankim tamiri, 1 olguda ise v.azigos
ligasyonu yapıldı. Otuzüç (%51.6) olgu yoğun bakımda takip edildi ve
7 (%10.9) olguda mekanik ventilatör gereksinimi duyuldu. Beş (%7.81)
olgu ise kaybedildi.
Tartışma ve Sonuç: Künt travmada kontüzyon oluşumunda birinci
mekanizma travmanın göğüs duvarında yaptığı basınç etkisi ile akciğerde
oluşan ezilme, ikinci mekanizma ise travma sırasında akciğerde oluşan ivmelenmeye bağlı olarak akciğerin göğüs duvarı içinde ileri-geri hareketi ile
oluşan akciğer ezilmesidir. Kontüzyon alanı genişliği ve diğer sistemlerde
patoloji varlığı prognozu kötü etkiler.
Anahtar kelimeler: Travma, akciğer, kontüzyon
PS-263
Pediyatrik yaş grubunda bilateral akciğer
kist hidatiği tedavisinde üç-beş gün ara ile
bilateral evreli torakotomi uygulanması
güvenli bir yöntem midir?
Şekil 1. Toraks BT parankim kesitinde bilateral kist hidatik görünümü.
Ömer Önal, Ömer Faruk Demir, Leyla Hasdıraz, Fahri Oğuzkaya
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kayseri
Giriş ve amaç: Bilateral akciğer kist hidatik hastalığı tüm akciğer kist
hidatiklerinin içerisinde %4 ile %26,7 arasında görülmektedir. Bilateral
kist hidatik cerrahi tedavisinde median sternotomi veya evreli torakotomi
seçenekleri mevcuttur. Evreli torakomi yapılan vakalarda ise her iki torakotomi arasında 3 haftadan 3 aya kadar beklenmesi gerektiğini belirten
yayınlar mevcuttur. Bu çalışmanın amacı aynı cerrahi ekip tarafından 3-5
gün ara ile yapılan bilateral evreli torakotomi hastaları ile unilateral cerrahi
yapılan hastaların postoperatif komplikasyon, hastanede yatış süresi, morbidite ve mortalite oranlarını inceleyerek güvenli bir prosedür olup olmadığının değerlendirilmesidir.
Yöntem: Bu çalışmaya 2010-2015 yılları arasında aynı cerrahi ekip
tarafından akciğer kist hidatiği nedeniyle opere edilen 16 yaş altı 38 hasta
dahil edilmiştir. Hastaların tümüne kistotomi-kapitonaj uygulandı. Hastalar unilateral torakotomi yapılan grup 1 ve üç-beş gün ara ile bilateral
evreli torakotomi yapılan grup 2 olarak iki grupta incelenmiştir.
Bulgular: Hastaların özellikleri tablo 1’de özetlenmiştir. En sık görülen
semptomlar sırasıyla öksürük %28,9 (n=11) ve göğüs ağrısı %21,1 (n=8)
idi. Kistlerin en sık yerleştiği lokalizasyon %28,9 ile bilateral alt loblarda
eşit olarak tespit edilmiştir (Şekil 1-2).
12 (%31,6) hastada 16 adet komplikasyon izlenmiş olup, en sık görülen
postoperatif komplikasyon hava kaçağı (n=5) idi. Gruplar postoperatif
komplikasyon açısından incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark
tespit edilmemiştir (Tablo 2). Ameliyat sonrası dönemde her iki grupta da
nüks veya mortalite görülmemiştir.
Tartışma ve Sonuç: Pediyatrik yaş grubunda üç-beş gün ara ile uygulanan evreli torakotomi komplikasyon oranını arttırmayan güvenle kullanılabilecek bir cerrahi yöntemdir.
Anahtar kelimeler: cerrahi, kist hidatik, pediyatri
206
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Şekil 2. Aynı olgunun ameliyat sonrası arka-ön akciğer grafisi
Tablo 1. Hastaların gruplara göre özellikleri
Hasta özellikleri
Grup1 (unilateral)
Grup 2 (bilateral)
p
Erkek / Kadın n(%)
Yaş (yıl)
Kist sayısı n (%)
Kist boyutu (cm)
Senkron KC kisti n (%)
Hastanede yatış süresi (gün)
Tüp süresi (gün)
Takip süresi (ay)
21 / 10 (55,3 / 26,3
11.2 ± 3,8
31 (68,9)
6,4 ± 2,7
8 (21,1)
9,7 ± 4,5
6,7 ± 3,4
34,5 ± 22,8
5/2 (13,2 / 5,3)
12,6 ± 2,6
14 (31,1)
10,4±4,9
0
15,3 ±7,6
10,5 ± 4,7
40,7 ± 42,9
p>0,05
p>0,05
p=0,04
p>0,05
p=0,014
p=0,017
p>0,05
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 2. Grupların postoperatif komplikasyon açısından karşılaştırılması
Postoperatif
komplikasyon
atelektazi
Hava kaçağı
pnömotoraks
Bronko plevral fistül
Pnömoni
İntraoperatif hipoksi
İnsizyon yeri enfeksiyonu
Toplam
PS-264
Tütün Kontrolü
Grup 1
(unilateral) n (%)
Grup 2
(evreli) n (%)
Total
n (%)
p
2 (6,4)
4 (12,8)
3 (9,6)
1 (3,2)
1 (3,2)
1 (3,2)
0
10 (32,3)
2 (28,5)
1 (14,3)
0
0
0
0
1 (14,3)
2 (28,6)
4 (10,5)
5 (13,1)
3 (7,9)
1 (2,6)
1 (2,6)
1 (2,6)
1 (2,6)
12 (31,6)
>0.05
>0.05
>0.05
>0.05
>0.05
>0.05
>0.05
>0.05
Bu bildiri Yazar tarafından geri çekilmiştir.
Spontan Pnömotoraksta Kalıtsallık
Mehmet Muharrem Erol1, Mehmet Türe2, Ahmet Sami Bayram1, Hüseyin
Melek1, Tahsin Yakut2, Cengiz Gebitekin1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Bursa
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Bursa
1
2
PS-265
Çocuklarda Yabancı Cisim Aspirasyonları:
Retrospektif Analiz
Muharrem Çakmak1, Akın Eraslan Balcı2, Atilla Durkan1, Atalay Şahin1,
Bülent Öztürk1, Ahmet Erbey1
Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Kliniği, Diyarbakır
Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı, Elazığ
1
2
Giriş ve amaç: Solunum sistemine yabancı cisim aspirasyonu yaşamı
tehdit eden ve ölümcül olabilen bir durumdur. Çalışmamızda rijid bronkoskopi ile müdahale edilen hastaların sonuçlarını literatür eşliğinde paylaşmayı amaçladık.
Yöntem: 2004 - 2014 yılları arasında yabancı cisim aspirasyonu ya da
şüphesi nedeniyle kliniğimize yatırılan ve rijid bronkoskopi yapılan 1-7 yaş
arası toplam 48 hastanın dosyaları incelendi. Aspire edilen yabancı cisimlerin karakteristik özellikleri ve tipleri, çocukların yaş dağılımları, yabancı
cisimlerin yerleştiği anatomik lokalizasyonlar değerlendirildi. İstatistiksel
olarak anlamlılıkları irdelendi.
Bulgular: Hastaların ortalama yaşları 3.23 ± 1.73 idi. Otuzu erkek,
18’i bayandı (p < 0.05). Yabancı cisim 32 hastada sağ, 13 hastada sol,
3 hastada trakea lokalizasyonlu idi (p <0.05). Yabancı cismin 15 hastada
sağ ana, 15 hastada sağ alt, 2 hastada orta, 9 hastada sol ana, 4 hastada
sol alt bronşta olduğu görüldü. Hastaların 21’inde para (p < 0.05), 7’sinde
türban iğnesi, 2’sinde nohut, 2’sinde fındık, 2’sinde fıstık, 2’sinde yemek
kırıntısı, 2’sinde yumurta kabuğu, 1’inde nar, 1’inde mısır, 1’inde kemik,
1’inde saat pili, 1’inde top sibobu, 1’inde yumurta parçası tespit edilirken,
4 hastada bronkoskopinin negatif olduğu görüldü.
Tartışma ve Sonuç: Yabancı cisim aspirasyonlarının çoğunlukla sağ
(ana-alt bronş) yerleşimli olduğu, erkek cinsiyette daha fazla görüldüğü ve
özellikle 3 yaş civarında sıklığının arttığı tespit edildi. Çocukların yabancı
cisim aspirasyonlarının çoğunlukla anne ya da babanın yanında gerçekleştiği ve yabancı cisim aspirasyonu ile ailelerin eğitim ve sosyokültürel
seviyeleri arasında ilişki olduğu tespit edildi. Sonuç olarak yaşamı tehdit
eden yabancı cisim aspirasyonlarını önlemede ailelerin bilgilendirilmesi ve
farkındalıklarının arttırılması öncelikli yaklaşım olmalıdır.
PS-266
Malatya’ da sigara paketi üzerindeki resimli
uyarılar hakkında ne biliniyor?
Seda Beyhan Sagmen1, Mikail Özdemir2
Malatya Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Malatya
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışmada sigara paketi üzerindeki resimli uyarıların
bilinirliği ve sigara bırakma polikliniğine basvurudaki etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır
Yöntem: Çalışmaya Malatya Devlet Hastanesi Sigara Bırakma polikliğine basvuran 356 hasta alınmıştır. Hastaların demografik özelikleri, içtikleri sigara sayısı, paket/yıl hesabı değerlendirlmiştir. Fagerström nikotin
bağımlılık testi uygulanmıs olup,sigara paketlerindeki 14 resimli uyarı gosterilerek, hangilerinin en cok bilindiği ve sigara polikliniğine basvuruda en
cok hangısınden etkilendikleri sorgulanmıştır
Bulgular: Kadınlar ve erkeklerde en çok bilinen 2 resimli uyarı ‘’Sigara
dumanında benzen nitrozamin, formaldehit ve hidrojen siyanid gibi kanser
yapıcı maddeler bulunur’’ yazılı 6 numaralı resimli uyarı (%21,9;%22,2)
ve 7 numaralı ‘’Sigara içmek ölümcül akciğer kanserine neden olur’’ yazılı
uyarı (%20,4, %20)) olarak tespit edilmiştir. 3. en çok bilinen ise kadınlarda 4 numaralı ‘’sigara içenler genç yaşta ölür ‘’yazılı uyarı (%12,6) ve
erkeklerde ise 1 numaralı Sigara içmek kan akışını yavaşlatır ve cinsel iktidarsızlığa neden olur (%16,7) yazılı uyarı olarak tespit edilmiştir. 11. Resim
‘’Çocukları koruyun, dumanınızı onlara solutmayın’’ içerikli uyarıdan en
çok kadınların etkilendği, 1 numaralı ‘’Sigara içmek kan akışını yavaşlatır
ve cinsel iktidarsızlığa neden olur‘ ’mesajlı uyarıdan en çok erkeklerin etkilendiği tespit edilmiştir (p <0,043; p:0,01). Lise mezunu ve altı eğitime
sahip olanlarda üniversite mezunu olanlara göre daha sık olarak fagerström skoru 7 ve üzeri olarak saptanmıştır (p:0,032) Kadınların fagerström
skoru erkeklerin fagerstrm skorundan istatistiksel olarak anlamlı yüksek
saptanmıştır (p<0,01)
Tartışma ve Sonuç: Sigarayı bırakma konusunda toplumun yeterli
bilgilendirilmesi, toplumun eğitilmesi ve uyarılması şeklindeki uygulamalarda resimli uyarıların önemi büyüktür Önemli sağlık sorunlarını net olarak gösteren resimlerle desteklenmesi gerekmektedir
Anahtar kelimeler: Resimli uyarı, sigara bırakma, nikotin bağımlılığı
Anahtar kelimeler: Aspirasyon, Bronkoskopi, Bronş, Trakea, Yabancı Cisim
Resim 1.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
207
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
PS-268
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Ücretsiz sigara bırakma tedavisi ilaçları
tedavi başarısını nasıl etkiledi? Çorum
deneyimi
Sertaç Arslan1, Ahmet Uluşan2, Özlem Erçen Diken1
HİTİT Üniversitesi TıpFakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Çorum
Hitit Üniversitesi Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahi Kliniği, Çorum
1
2
Resim 2.
PS-267
Şanlıurfa’da bir devlet hastanesinde sigara
içen ve içmeyen bireylerin karakteristikleri
İbrahim Koç, Yusuf Doğan, Serdar Doğan, Nurcihan Akbulut, Hafize Kılınçkaya Doğan,
Selçuk Köker, Abdülaziz Kaya, Nesimi Yavuz
Viranşehir Devlet Hastanesi, Şanlıurfa
Giriş ve amaç: Tütün kullanımı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde
de önemli bir sağlık problemi olup kullanım oranları ile ilgili farklı veriler mevcuttur. Bu çalışmada amacımız Şanlıurfa’da bir devlet hastanesine başvuran hastaların tütün açısından düşüncülerini ve tecrübelerini
değerlendirmektir.
Yöntem: Çalışma kapsamında Şanlıurfa Viranşehir Devlet Hastanesi’ne
başvuran hastalara yüz yüze görüşme suretiyle kapalı ve açık uçlu sorular
soruldu. Çalışma için bağlı bulunan Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği İzni ve Etik Kurul Onayı alındı.
Bulgular: Çalışmaya 184’ü (%33,8) kadın, 360’ı(%66,1) erkek toplamda 544 kişi dahil edildi. dahil edilen 544 hastanın 269’u (%49) sigara
içicisi idi. 544 kişiden 370’i (%68) tedavi ile sigaranın bırakalabileceğine
inanıyordu. Tüm hastaların %16’sı (88 kişi) daha önce psikolojik tedavi
almış olarak saptandı. Sigara içenlerin (269 kişinin) 186’sı (%69) ilk içtiği
sigarayı hatırlıyor, 200’ü (%74,3) ilk tanıştığı sigara markasını hatırlıyor.
Sigara başlama sebeplerine bakıldığında 127 kişi sadece meraktan (%47),
42 kiş sadece keyif verici olduğu için (%15), 76’sı stresle baş etmede
yardımcı (%28)olduğu için sigaraya başladığını belirtti. Sigara içenlerin
%69’u (187 kişi) sigarayı bırakmayı düşünüyor, %66’sı (178)kişi daha
önce sigarayı bırakmayı denemiş ve bir yıl kadar içmeyen kişi oranı ise
%19 (52 kişi).
Tartışma ve Sonuç: Tütün kullanımı tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye’de de önemli bir problemdir. Tütünün yol açtığı hastalıkların önüne geçmek için en iyi yöntem sigaranın bırakılması hatta hiç başlanmamasıdır. Her iki aşamada da bireylerin tütün kullanımı ile ilgili düşünceleri
önemlidir. Okuma yazma oranının düşük olduğu Şanlıurfa’da ne yazık ki
sigara içme oranı %50 civarındadır.
Anahtar kelimeler: Sigara içen, sigara içmeyen, karakteristik
208
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
Giriş ve amaç: Sigara bırakma tedavisinde kullanılan ilaçlar sigorta
kapsamında ödenmemektedir. Sigara bırakma polikliniklerinde hekim tarafından başlanan tedavide kullanılacak ilaçların toplum sağlığı merkezlerinde ücretsiz olarak hastalara verilmesi uygulamasıyla tedavi başarısının
değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Temmuz 2015-Kasım 2015 arasında Çorum Hitit Üniversitesi
Sigara Bırakma Polikliniğinde tedavi başlanan 72 hastanın (42 erkek, 30
kadın) dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Yaş ortalaması 37.4 idi. En sık semptomlar efor dipnesi
(%74.3) ve balgam çıkarmaydı (%61.4). Psikiyatrik tedavi alan 2 hastaya
tedavi başlanamadı. Elli beş hastaya vareniklin (%78.6), 15 hastaya bupropion (%21.4) uygulandı. Üç aylık tedavinin sonunda 21 hasta (%30)
sigarayı bıraktı. Erkeklerde bırakma oranı %28.6, kadınlarda %30 saptandı. Bırakanlarda ortalama sigara içme süresi 22.1 yıl, bırakmayanlarda 17.7 yıldı (p=0.254). Vareniklin grubunda bırakma oranı %32.7 iken
bupropion grubunda %20 bulundu (p=0.344). Fagertsrom bağımlılık
düzeyleri düşük (0-4), orta (5-7) ve yüksek (8-10) olarak incelendiğinde,
düşük bağımlılıkta bırakma oranı %16.7, orta derecede %33.3, yüksek
bağımlılıkta %35.1 saptandı (p=0.361). Vareniklin ve bupropion arasında
bağımlılık düzeyine göre sigara bıraktırmada farklılık saptanmadı. Daha
önceden sigara bırakmayı denemiş ve başarısız olmuş kişilerden, ilaç kullanmamış olanlarda bağımlılık düzeyi homojen dağılım gösterirken, eskiden vareniklin kullanmış olanlarda düşük düzeyde bağımlılar %9.1 iken,
eskiden bupropion kullananlarda bu oran %25 saptandı (p=0.285). Eskiden bırakmayı denemiş olup yeniden bupropion verilen grupta ağırlıklı
olarak düşük düzeyde bağımlı olup eskiden ilaçsız takip edilen (%81.8)
ve eskiden nikotin replasmanı verilen (%84.6) hastalar mevcuttu. Sigarayı bırakan hastaların tedavi öncesi ve sonrası SFT bulguları karşılaştırıldı.
Ortalama PEF%; %71.6’dan %77.7’ye (p=0.062), ortalama MEF75%;
%75.9’dan %82’ye yükseldi (p=0.100).
Tartışma ve Sonuç: Sigara bırakma ilaçlarının ücretsiz olması tedavi
başarısını düşüren bir etken olabilir.
Anahtar kelimeler: Sigara bırakma tedavisi, Vareniklin, Bupropion
Tablo 1. Tedaviye göre sigara bırakma oranları
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tablo 2. Sigara bırakmadan önce ve bıraktıktan sonraki spiroetri bulguları
POSTER SUNUMLAR
PS-270
Sigara Kullanımı Kişisel İmajı Nasıl Etkiler?:
Hemşirelerle Yapılan Bir Anket Çalışması
Merve Tarhan1, Aylin Aydın2, Levent Dalar3
İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
3
İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Bölümü, İstanbul
1
2
PS-269
Sigara Bırakma Polikliniğine Başvuran
Olguların Tedaviye Uyumu ve Ek
Hastalıklarla İlişkisinin Değerlendirilmesi
Perihan Çetinkaya1, Ayşe Turan2, Pelin Duru Çetinkaya3, Cihan Yücel1,
Özden Uçar1, Arzu Pınar1
Adana Numune Eğitim Araştırma Hastanesi, Sigara Bırakma Polikliniği, Adana,
Çukurova Dr. Askim Tüfekçi Devlet Hastanesi, Sigara Bırakma Polikliniği, Adana
3
Avrupa Hospital, Adana
1
2
Giriş ve amaç: Günümüzde tütün kullanımı tedavi edilebilir bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Tedavinin çok büyük bölümü ise sigara bırakma polikliniklerinde yapılmaktadır. Sigara Bırakma polikliniğimiz göğüs
hastalıkları uzmanı, hemşire, psikolog ile hizmet vermektedir.
Yöntem: 2014 yılı içerisinde polikliniğimize başvurarak 1 yılını tamamlayan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenmiş; her hasta en az
üç kez aranmıştır ve sigarayı bırakıp bırakmadıkları öğrenilmiştir. Tedavi
uyumları ek hastalıklarına ve bunu etkileyen faktörlere bakılmıştır. Bu çalışmada SPSS 16.0 kullanılmıştır.
Bulgular: 140 kadın (%30.8), 314 (%69.2) erkek toplam 454 olgu
çalışmaya alınmıştır. Yaş ortalamaları 40.36 ± 12.65 (18-68), sigara kullanma miktarları ortamala 22.06 ± 12.56 paketyıl, fagerstrom bağımlılık
düzeyleri ortalama 6.10 ± 2.64’dür. 441 (%97)olguya farmakolojik tedavi
başlanmıştır. Farmakolojik tedavi başlanmış olan hastaların 194(%43) çeşitli nedenlerden dolayı ilacı kullanmamıştır. 1 yılın sonunda tüm olgular
aranmış 186(%40) olguya ulaşılamamış. Ulaşılan olguların %69.40(186)’ü
sigara içiyor; %30.59 sigara içmiyordu. Olguların hastalık dağılımları incelendiğinde 242 (%53.3) kişide ek hastalık olmadığı 212 (%46.7) kişide ise
bir veya birden fazla hastalığı olduğu tespit edilmiştir. Tütün Bağımlılığına
eşlik eden hastalıklar en sık 66 kişi (%14.5) Depresyon, 61 kişi (%13.4) Astım, 58 kişi (%12.8) Hipertansiyon, 38 kişi (%8.4) KOAH, 38 kişi (%8.4)
DM, 34 kişi (%7.5) Koroner Arter Hastalığı olarak saptanmıştır.Farmakolojik tedavi alan ve almayan gruplar ek hastalıklar yönünden karşılaştırıldığında istatistikel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır.
Tartışma ve Sonuç: Bu çalışmada farmakolojik tedavi başlanma
oranı %97; tedaviyi kullanma oranı %56; bir yılın sonunda %40 olguya
ulaşılamamış ve bir yıllık sigara bırakma oranı%30 olarak saptanmıştır.
Olguların ek hastalıklarının olmasının tedavi uyumuna etkisi gösterilememiştir.Sigara bırakma oranlarını yükseltebilmek, nüksleri önleyebilmek için
hastaları daha yakından takip edebileceğimiz bir sistem geliştirmek için
çalışmalar yapılmalıdır.
Anahtar kelimeler: sigara bırakma polikliniği, ek hastalık, tedavi uyumu
Giriş ve amaç: Sigara ve sigara kullanımının, insanların toplumdaki saygınlığını ve itibarını belirleyen kişisel imaj üzerine olumsuz etkileri
olabilir. Bu noktadan hareketle çalışmada, bir göğüs hastalıkları hastanesinde çalışan hemşirelerin sigara içen insanları nasıl algıladıklarının ve
kişisel imajları hakkında nasıl bir yargıya sahip olduklarının incelenmesi
amaçlandı.
Yöntem: Çalışma, 2016 yılı Ocak ayı içinde bir göğüs hastalıkları hastanesinde çalışan 128 hemşire ile tanımlayıcı olarak gerçekleştirildi. Hemşireler, tanıtıcı ve mesleki özellikleri ve Sigara ve Kişisel İmaj Ölçeğini içeren 60 soruluk anketi yanıtladı. Sonuçların analizi için, sıklık testleri, Mann
Whitney U testi ve Kruskal Wallis testleri kullanıldı.
Bulgular: Hemşirelerde sigara içme prevelansı %30,5 olarak bulundu. Sigara ve kişisel imaj ölçeğinden aldıkları puan ortalaması 128,34
olup orta düzeydeydi. Hemşirelerin en düşük puan ortalamasını sosyallik (12,62±5,20), en yüksek puan ortalamasını ise çevreyi rahatsız etme
alt boyutlarından aldıkları görüldü (14,23±4,63). Hemşirelerin tanıtıcı
ve mesleki özellikleri ile sigara ve kişisel imaj ölçeğinden aldıkları toplam
puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,05). Hemşirelerin sigara kullanım durumları ile özsaygı, olumsuz
sağlık etki, olumsuz fiziksel görünüm, kaytarma ve diğerlerini olumsuz etkileme alt boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulundu
(p<0,05).
Tartışma ve Sonuç: Sigaranın insanların sosyalleşmesinde bir araç
olmadığı aksine sigara kullanan insanlarla aynı ortamı paylaşan kişilere
rahatsızlık verdiği ve sigara kullanan bireylerin kişisel imaj algısı üzerinde
etkili olduğu sonucuna varılabilir.
Anahtar kelimeler: algı, sigara kullanımı, kişisel imaj, hemşire
PS-271
Sigara Bırakma Polikliniğine başvuran
içicilerde cinsiyet farkının psikiyatrik
semptom tarama testi sonuçları ile ilişkisi
Pınar Pazarlı Bostan1, Fatmanur Karaköse Okyaltırık2, Emel Koçer3,
Çiğdem Kınık3, Levent Kart4
İstanbul Esenyurt Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, İstanbul
4
Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Giriş ve amaç: Nikotin bağımlılığı ile birçok psikiyatrik semptom ve
bozukluğun birliktelik gösterdiği bilinmektedir. Sigara Bırakma Poliklinikleri (SBP)’ne başvuran içicilerin psikiyatrik semptom(PS) açısından taranması ve doğru yönlendirilmesi sigara bırakma sürecinin başarısını arttırabilir. SBP’lerinin yoğunluğu da gözönünde tutularak, PS tarama testlerinin
yapılması önerilen içici gruplarının önceden bilinmesi, bu tarama testlerinin rutinde kullanımını kolaylaştırabilir.
Yöntem: Eylül 2011-Mart 2012 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinin SBP’ne başvuran erişkin içicilerin demografik özellikleri, içicilik
özellikleri ve SCL90r PS Tarama Testi sonuçları kaydedildi; bu tarama testinde PS bulgusu olan ve olmayan içiciler univariate analiz (kikare testi) ve
logistik regresyon analizi ile değerlendirildi.
Bulgular: Polikliniğe başvuran toplam 421 içicinin, %20’si (n=85)
SCL90r PS Tarama Testinin sorularını cevaplamayı reddettiği için, 22’si
ise eksik data nedeniyle çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya dahil edilen 314
içicinin 169’u erkekti. Yaş ortalaması 41.2±10.9 (17-78) idi. %47.4’ü
ortaokul ve altı düzeyinde eğitime sahipti. İçicilerin paket-yıl ortalaması
27.7±17.7(1-120) iken; günlük içilen sigara adedi ortalaması 23.5±9.3(260) adet/gün; Fagerström Bağımlılık Testi skoru ortalaması 6,6±2.1(0-11)
idi. İçicilerin %41.4’ünde genel PS bulgusu mevcuttu.Genel PS bulgusu
olan ve olmayanlar karşılaştırıldığında; kadınlarda, ortaokul ve altı düzeyinde eğitimi olanlarda ve yüksek nikotin bağımlılarında genel PS bul-
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
209
POSTER SUNUMLAR
gusu varlığının daha fazla olduğu görüldü(p=0.001; p=0.04; p=0.003).
Logistik regresyon analizinde, “kadın cinsiyet”in genel PS bulgusu varlığı
için bağımsız prediktör olduğu görüldü.Kadın ve erkek içiciler ayrı ayrı değerlendirildiğinde; yüksek nikotin bağımlılığı olan erkek içicilerde genel PS
bulgusu daha fazla oranda olduğu görüldü(p=0.00000).
Tartışma ve Sonuç: Çalışmamızda elde edilen sonuçlar, nikotin bağımlılığı ile birliktelik gösterebilen psikiyatrik hastalıklar açısından içicilerin taranması için ipuçları sağlayabilir. Özellikle kadın içicilerde ve yüksek
bağımlılığı olan erkek içicilerde psikyatrik semptom taraması yapılması
önerilebilir.
Anahtar kelimeler: sigara bağımlılğı, psikiyatrik semptom,nikotin
PS-272
Sigara İçen ve İçmeyen Fizyoterapi
Teknikerliği Bölümü Öğrencilerinin Fiziksel
Aktivite Düzeyleri ile Sağlıklı Yaşam Biçimi
Davranışlarının Değerlendirilmesi
Anıl Şahin1, Sema Gül Türk2
Akdeniz Üniversitesi, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Antalya
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, OGEM, Samsun
1
2
Giriş ve amaç: Bu çalışmanın amacı Akdeniz Üniversitesi Fizyoterapi Teknikerliği bölümü öğrencilerinin sigara içimi alışkanlıkları, fiziksel
aktivite düzeyleri ile sağlıklı yaşam biçimi davranışları arasındaki ilişkinin
araştırılmasıdır.
Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu
Fizyoterapi Teknikerliği bölümünde okuyan 140 öğrencinin demografik
bilgileri (cinsiyet, yaş, boy, kilo, medeni durum, yaşadığı yer, sigara içimi)
sorgulanmıştır. Öğrencilerin fiziksel aktivite düzeyleri Uluslararası Fiziksel
Aktivite Anketi (UFAA) kısa formu, sağlıklı yaşam biçimi davranışları ise
Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları Ölçeği II (SYBDÖ) ile değerlendirilmiştir.
Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 19,49±1,78 yıldır. 140 öğrencinin 101’i kadın, 39’u erkektir. Öğrencilerin %35,7’sini (50 kişi) sigara içenler, %64,3’ünü (90 kişi) sigara içmeyenler oluşturmaktadır. Kız öğrencilerin %26,7’si, erkek öğrencilerin %59’u sigara içmektedir. Sigara içenlerin
%57,9’u arkadaşlarıyla, içmeyenlerin %70,9’u ailesiyle birlikte kalmaktadır. Ortalama total UFAA skorları; sigara içenlerde= 3039±2091 ve sigara içmeyenlerde= 3180±2816 olarak bulunmuştur. Ortalama SYBDÖ
skorları; sigara içenlerde 137±21 ve sigara içmeyenlerde 138±17 olarak
kaydedilmiştir. İki grup arasında ortalama UFAA ve ortalama SYBDÖ
skorları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur. Tüm öğrencilerin
total UFAA skorları ortalaması 3129±2574, SYBDÖ skorları ortalaması
ise 137±18 dir. Tüm öğrencilerin %12,1 (17kişi) düşük düzeyde, %49,3’ü
(69kişi) orta düzeyde, %38,6’sı (54kişi) yüksek düzeyde fiziksel aktivite
yapmaktadır. Tüm öğrencilerin UFAA ile SYBDÖ skorları arasında pozitif
yönde istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur.
Tartışma ve Sonuç: Sigara içen ve içmeyen öğrenciler arasında fiziksel aktivite düzeyi ve sağlıklı yaşam biçimi davranışları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır. Fakat tüm öğrencilerde hesaplanan
UFAA ile SYBDÖ arasındaki pozitif ilişki nedeniyle, tersi de mümkün olmak üzere, öğrencilerin fiziksel aktivite düzeyi arttıkça sağlıklı yaşam biçimi
davranışlarının doğru orantılı artış gösterdiği kaydedilmiştir.
Anahtar kelimeler: Fiziksel Aktivite, Sağlıklı Yaşam Biçimi Davranışları, Sigara,
Üniversite Öğrencileri
210
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
6 – 10 Nisan 2016
PS-273
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Ramazan’da oruç tutan/tutmayan gruplarda
sigara bırakma farmakoterapisinin yan etki
ve tedavi sonuçları
Sinem İliaz1, Seda Tural Onur2, Mehmet Atilla Uysal2, Efsun Gonca Uğur
Chousein2, Elif Tanrıverdi2, Belma Akbaba Bağcı2, Ayşe Bahadır2, Didem
Görgün Hattatoğlu2, Mediha Gönenç Ortaköylü2, Sibel Yurt2
Koç Üniversitesi Hastanesi, Göğüs Hastalıkları bölümü, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları Bölümü, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Sigara dünya çapında en yaygın bağımlılıktır. Müslüman içiciler Ramazan boyunca uzun açlık nedeniyle içtikleri sigara sayısını
azaltırlar. Ramazan ayındaki sigara bırakma polikliniği tecrübemizi paylaşarak, oruçlu grupta günde tek doz bupropion ve vareniklin uygulamasının, oruç tutmayan grupta günde iki kez uygulamaya kıyasla etkinlik ve
yan etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: 2014-2015 Ramazan ayında sigara bırakma polikliniğimize
başvuran ve en az bir kez kontrole gelen 57 hasta değerlendirildi. Oruçlu
grupta, akşam yemeğinden sonra tek doz bupropion ve vareniklin ile idame tedavi yapıldı. Hastaların demografik verileri, oruç tutma durumları,
aldıkları sigara bırakma ilacı ve dozu kaydedildi. İlk kontrol vizitinde bildirilen yan etkiler de kaydedildi. Altı ay sonra telefonla sigara içme durumları
sorgulandı.
Bulgular: Toplam 57 hastanın 20’si (%35,1) oruçlu iken 37’si (%64,9)
oruç tutmuyordu. Oruç durumuna göre hastaların cinsiyet, yaş, sigara pktyıl, medeni durumu, eğitim durumu ve ortalama Fagerström skoru benzerdi (p>0.05). Yan etkiler ve 6 ay sonraki sigara içme durumları da oruç
durumuna göre benzer bulundu (p>0.05).
Tartışma ve Sonuç: Örneklemimiz küçük olmakla birlikte tek doz
bupropion ve vareniklin ile yan etkiler ve sigara bırakma oranları gruplar
arasında farklı değildi.
Anahtar kelimeler: açlık, Ramazan,sigara bırakma, tek doz, yan etki
PS-274
Sigara Bağımlılarında ve Sigara
İçmeyenlerde CYP2A6 ve CYP2A13 Genlerine
Ait Varyantların Yeni Nesil Dizileme (YND) ile
Belirlenmesi
Sacide Pehlivan1, Mehmet Atilla Uysal2, Tülin Çağatay3, Çiğdem Kekik
Çınar1, Feyza Erkan3, Ülgen Sever1, Züleyha Bingöl3, Mustafa Pehlivan4,
Yedikule Sigara Bırakma Çalışma Grubu2, Sadrettin Pençe5
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul,
4
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Anabilim Dalı, Gaziantep
5
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
1
2
3
Giriş ve amaç: CYP2A6 ve CYP2A13 gen varyantlarını, Sigara Bağımlısı (SB) ve Sigara İçmeyenlerde (Sİ) belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: Altmış dört (25E/39K) SB ve 36(11E/25K) Sİ çalışmaya
alındı. “Primer-BLAST” programda tasarladığımız primerler kullanılarak
CYP2A6 ve CYP2A13 genlerine ait çoğalttığımız amplikonlar (Long distance PCR Yeni nesil dizileme (YND) için kullanıldı. Hazırlanan PCR ürünleri “ “Illimuna MiseqQ platformu” nda dizilendi..“Paired-end ham dizi”
verileri biyoinformatik analiz platrormu “NC_000019.10” i kullanılmış ve
her iki gruptaki varyant yükü ile allel sıklığı belirlenmiştir..
Bulgular: SB’ larda yaş ortalaması 47±13, Sİ’ lerde 34±12 olup, yaş
ve cinsiyet SB ve Sİ ler arasında istatistiksel olarak anlamlı idi. (p<0.001,
p<0.001, sırasıyla). Toplam kırkbir farklı gen varyantı bulundu. SB’larında
36 varyant tespit edilirken, Sİ’ lerde 26 varyant bulundu.Varyant genotip
ve sıklığına göre varyant 5/6 SB’larında artarken, varyant 3/10 Sİ’ lerde
artmış olduğu bulundu(p<0.05). CYP2A13 gen analizi sonucunda 11
farklı gen varyantlarını ortya çıkarırken, 10 varyant SB’ larda, 3 varyant
ise Sİ^lerde bulundu. CYP2A13 varyant genorip sayısı ve allel sıklığı, varyant 1,4 SB’ larda artmıştır(p<0.05)..
Tartışma ve Sonuç: CYP2A6 geninin farklı dağılım ve sayısı artmıştır
(SB’larda. 5/6 SB, Sİ’ lerde 3/10), CYP2A13 gen i varyantlarıSB’larda,
Sİ‘re göre artmıştır. SB’ larında, Sİ’ lere göre anlamlı varyantt artışı, vary-
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
nat haplotiplnin sigara bağımlılığının sürdürülmesinde etkili olabileceğini
bize göstermiştir.
Bu proje İstanbul Üniversitesi BAP-ÖNAP proje desteği ile gerçekleştirilmiştir.
Anahtar kelimeler: Sigara bağımlılığı, CYP2A&, CYP2A13, nikotin
Yedikule Sigara Bırakma Çalışma Grubu: Ayşe Bahadır, Sibel Yurt, Seda Tural
Önür, Balma Akbaba Bağcı, Didem Görgün Hattatoğlu, M. Gönenç Ortköylü, Efsun
Gonca Uğur Chausein, Barış Açıkmeşe, Şule Gül, Elif Tanrıverdi.
PS-275
Kırsal Küçük Bir İlçede Devlet Desteği
ile Taşımalı Sigara Bırakma Polikliniği
Uygulaması Sonuçları
Ali Nihat Annakkaya1, Leyla Yılmaz Aydın1, Davut Baltacı2, Hamide Pala
Erol3, Ege Güleç Balbay1, Öner Abidin Balbay1
Düzce Üniversitesi Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Düzce
Düzce Üniversitesi Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, Düzce
Düzce Üniversitesi Hastanesi Başhemşire Yardımcısı, Düzce
1
2
3
Giriş ve amaç: Çalışmanın ana amacı başta kamu çalışanları olmak
üzere sigarayı bırakmak isteyen ilçe halkına destek olarak tütün ürünü kullanımını azaltmaktır. Bir diğer amaç toplumu bilinçlendirerek çocukları ve
gençleri tütün ürünlerinin zararlarından korumaktır.
Yöntem: Temmuz 2014- Temmuz 2015 tarihleri arasında haftanın bir
günü Sigara bırakma Polikliniği ilçe kaymakamlığı toplantı salonunda yapılmıştır. İlçe toplum sağlığı merkezi hekim ve sağlık personelinden destek
alınmıştır. Sigara bırakma Polikliniğinde kullanılan standart öykü alma
formları doldurulmuş; klasik Sigara bırakma müdahalesi uygulanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya 18 kadın (%17,5) 85 erkek (%82,5) toplam 103
kişi katıldı. Ortalama yaş 41,5 idi. Olguların %76,7’si evli, %43,7’si kamu
çalışanıydı. %30,1’inde kronik hastalık mevcuttu. En sık sağlığa zararlı olduğu için (%81’6), sigara ilişkili sağlık sorunu yaşadıkları için (%33) ve
ekonomik nedenlerden (%33) bırakmak istiyorlardı. Olguların %28,2’si
sigarayı bıraktı. Bırakanların sigara içme süre ve miktarları (paket-yıl) bırakamayanlardan anlamlı olarak düşüktü. Annesi sigara içenler (%63,6’ya
%23’9), doktor tavsiyesi ile bırakmaya gelenler (%76,5’e %18,6), çay
içerken sigara içme isteği artanlar (%38’e %18,9), sigarayı aniden bırakmanın gerektiğini savunanlar (%38,6’ya %20,3) ve önceki denemelerinde
yoksunluk belirtisi yaşamayanlar (%80’e %25,5) daha yüksek oranda sigarayı bıraktı. İçmeyi sürdürenlerde kapalı ortamlarda içme %20,9, kendi
evinde içme %11,3, arabada içme %8,5, çocukların yanında içme %20,1,
içmeyenlerin yanında içme %6,5, başkasına ikram etme %17,1 oranında
azalmış, açık alanlarda sigara içme %1,9 oranında artmıştı.
Tartışma ve Sonuç: Kırsal kesimde devletin desteklediği ve forse ettiği
taşımalı sigara bırakma polikliniği hizmetinin; kabul edilebilir sigara bırakma oranları, sigara konusunda halkın bilinçlenmesi ve sigaranın zararlarının azaltılmasına yönelik önemli katkılar sağlayan, emek yoğun ancak
verimliliği yüksek bir uygulama olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar kelimeler: devlet desteği, kırsal bölge, sigara bırakma, sigaradan
korunma
PS-276
Anne Baba Sigara İçiminin Sigara Başlama
Yaşı ve Bağımlılık Düzeyine Etkisi?
Sabiha Banu Denizeri1, Tülin Çağatay2, Esra Demir1, Züleyha Bingöl2, Elif
Pala1, Asena Coşgun1, Penbe Çağatay3, Ziya Gülbaran2, Feyza Erkan2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Aile Hekimliği Anabilim Dalı, İstanbul
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İstatistik Bilim Dalı, İstanbul
1
2
POSTER SUNUMLAR
Yöntem: Göğüs Hastalıkları Anabili Dalı Sigara Bırakma Polikliniği’ne
başvuran 902 erişkin bireyin ilk başvuru sırasında doldurulan anket formları incelendi. İstatistiksel değerlendirmelerde Mann Whitney U test ve Kikare testleri kullanıldı.
Bulgular: Olguların %54.8’i erkek, %45.2’si kadın, yaş ortalaması
43.79±12.47 idi. Annesi sigara içenlerin ortalama sigara başlama yaşı içmeyenlere göre daha küçük (21.96-24.16) babası içenlerin başlama yaşı
daha küçük (18.85-19.42), anne ve babası içenlerde sigara başlama yaşı
daha küçük (18.67-19.33) bulundu. Annesi sigara içenlerin EMASH skoru
içmeyenlere göre anlamlı olmamakla birlikte daha yüksekti. Cinsiyete bakıldığında ise kadınlar hem sayıca fazla (p=0.01) hem de EMASH skorları
daha yüksekti (p=0.002) ve sigaraya başlama yaşları benzerdi. Babası
sigara içenlerin içtikleri sigara miktarı (paket/yıl) içmeyenlere göre anlamlılığa yakın olarak daha yüksekti (p=0.07). EMASH skorları anlamlı yüksek
(p=0.023), cinsiyete bakıldığında erkeklerin EMASH skoru daha yüksekdi (p=0.013). Anne ve babası birlikte sigara içenlerin içmeyenlere göre
günlük sigara miktarı sınıra yakın anlamlılıkla yüksek (p=0.07), EMASH
skorları anlamlı yüksek (p=0.019), sigara başlama yaşları daha erkendi.
Tartışma ve Sonuç: Anne babanın birlikte ve ayrı ayrı sigara içmesinin erken sigara başlama yaşına ve EMASH bağımlılık skoruna etkisi
görüldü. Bu sonucun daha büyük popülasyon ve genetik çalışmalarla kanıtlanması gerekir.
Anahtar kelimeler: sigara, nikotin bağımlılığı, EMASH skoru
PS-277
Tokat İlinde Yetişkinlerde Sigara İçme
Prevalansı
Özkan Yaşayancan1, Rıza Çıtıl2, Yalçın Önder2, Yunus Emre Bulut2,
Mücahit Eğri2, Nurşen Yaşayancan3
Tokat Halk Sağlığı Müdürlüğü
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı
3
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı
1
2
Giriş ve amaç: Tütün ve tütün mamulleri dünyada olduğu gibi ülkemizde de, alınan tedbirlere rağmen halen önemli morbidite ve mortalite
sebeplerindendir. Amacımız Tokat ilinde 20 yaş üzerindeki yetişkinlerin
sigara içme sıklığını belirlemektir.
Yöntem: Mart-Eylül 2013 tarihleri arasında yürütülen toplum tabanlı
ve kesitsel nitelikteki bu çalışmanın evrenini Tokat ilinin 20 yaş üzeri nüfusu oluşturmaktadır. Örneklem büyüklüğü beklenen prevalans (p) %50
olarak,sapma (d) 0,05 alınarak, %97 güven aralığında ve desen etkisi 2
alınarak hesaplanmıştır. Örneklem grubunun %92,2’sine (n=2428) ulaşılarak yüzyüze standart anket formu uygulanmıştır.
Bulgular: Çalışmaya katılanların %54,8’i kadın, %45,2’si erkek;
%.40,2’si 20-39 yaş, %43,7’si 40-64 yaş, %16,1’i >65 yaş grubunda;
%17,5’i ilkokul altı mezunu, %68,5’i ilköğretim mezunu, %24,0’ı lise ve
üzeri mezunu; %51,2’sinin aylık geliri <1000 TL, %48,8’inin ≥1000 TL;
%58,9’u kentte, %41,1’i kırsal bölgede yaşamaktadır.
Katılımcıların %62,3’ünün daha önce hiç sigara içmediği, %20,7’sinin halen sigara içtiği, %17,0’ının ise daha önceden içip bıraktığı tespit
edilmiştir.
Sigara içenlerin; %78,1’i erkek; %53,4’ü 20-39 yaş grubunda, %62,7’si
ilköğretim ve altı mezunu; %40,2’sinin aylık geliri <1000 TL; %62’si kentte yaşamakta olup; sigara içenlerle içmeyenler (hiç içmeyen ve içip bırakanlar) arasında cinsiyet, yaş grubu, eğitim düzeyi, aylık gelir ve yerleşim
yerine göre sigara içme durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmıştır (p<0,05).
Tartışma ve Sonuç: Tokat ilinde erkeklerde, 20-39 yaş grubunda, eğitim düzeyi düşük olanlarda, düşük geliri olanlarda ve kentte yaşayanlarda
sigara içme sıklığı daha fazla bulunmuştur. Bu oranlar Türkiye’deki sigara
içme oranından daha düşüktür. Sigaranın ulaşılmasını ve kullanılmasını
önlemek için eğitimlerin devam etmesi ve kanunun kararlılıkla uygulanmaya devam edilmesi gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: Sigara, yetişkin, prevalans
Giriş ve amaç: Nikotin bağımlılığının genetik yatkınlığı ile ilişkili genetik testlerle yapılan birçok çalışma mevcut. Genetik çalışmalardan önce bir
çıkarım yapabilir mi sorusuna cevap bulabilmek için sigara bırakma polikliniğimize başvuran bireylerin sigaraya başlama yaşı ve nikotin bağımlılık
derecesine ebeveyn sigara içiminin rolünü araştırdık.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
211
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-278
Nikotin bağımlılığının fiziksel aktivite,
fiziksel uygunluk, anksiyete ve depresyon
düzeyi üzerine etkisi: Randomize kontrollü
çalışma
Yasemin Çırak1, Gül Deniz Yılmaz Yelvar2, Yasemin Parlak Demir3, Duygu
Korkem3, Mustafa Korkmaz2
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyopulmoner Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Muskuloskeletal Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nörolojik Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
were higher (415±153) than those of controls (253±62.3) and Tbc.
post (258±64). Similar to NLR, PLR levels also were higher in Tbc.pre
(241±122) and in Tbc.post (132±59) compared to controls (101±63).
We found PDW higher in Tbc.post (17.5±1.5).
Conclusions: Our study suggests that high platelet count, PDW, NLR
and PLR as positive indicators in the diagnosis and management of pulmonary tuberculosis.
Keywords: Tuberculosis, platelets, PDW
1
2
3
Giriş ve amaç: Tütün kullanımı, birçok sistemi etkiler. Nikotin bağımlılığının fiziksel aktivite (FA), fiziksel uygunluk (FU), anksiyete ve depresyon
düzeyi üzerine etkilerini araştırmaktır.
Yöntem: Çalışmaya Fagerström Skalasına göre nikotin bağımlılık düzeyi orta ve yüksek olan 18-30 yaş arası 50 gönüllü ile yine aynı yaş aralığında 49 sağlıklı, gönüllü, yetişkin katıldı. Kardiyorespiratuar uygunluğu
belirlemek için altı dakika yürüme testi (6DYT), kas-iskelet sisteminin uygunluğunu değerlendirmek için kavrama kuvveti, sıçra-uzan testi ve omuzboyun mobilite testi, motor uygunluğu belirlemek için flamingo denge ve
sekiz şekli yürüme testi, vücut kompozisyonun uygunluğu için ise; bel çevresi ölçümü ve vücut kitle indeksi (VKİ) değerlendirmeleri yapıldı. Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ)-uzun formu, Hastane Anksiyete Depresyon Skalası (HADS) ve Beck depresyon skalası uygulandı.
Bulgular: Sigara içen grubun yaş ortalaması 22.38±2.82, kontrol grubunun yaş ortalaması 21.23±1.72’dir. 6DYT mesafesi, flamingo denge
testi, sekiz şekli yürüme testi, omuz-boyun mobilite testi ve VKİ skorları karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
yoktu (p<0.05). Kavrama kuvveti, sıçra-uzan testi ve bel çevresi skorları
karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı
(p<0.05). IPAQ-iş, IPAQ-ulaşım ve IPAQ-ev işleri FA skorları karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu fakat
IPAQ-boş vakit FA skoru karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir fark vardı (p<0.05). Anksiyete ve depresyon değerleri
karşılaştırıldığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı
(p<0.05).
Tartışma ve Sonuç: Sigaranın neden olduğu olumsuz değişikliklerin
FU ve FA üzerine etkilerinin araştırılması, buna yönelik yaklaşımları geliştirmede önemlidir. Bu çalışma, nikotin bağımlılığının özellikle kasiskelet
sistemi uygunluğunu ve vücut kompozisyonunu, boş-vakit/spor FA alışkanlığını etkilediğini, anksiyete ve depresyon düzeyini artırdığını gösterdi.
Anahtar kelimeler: nikotin bağımlılığı, fiziksel uygunluk, fiziksel aktivite
Tüberküloz
PS-279
Trombocytosis, Platelet Distribution
Width, Neutrophil to Lymphocyte Ratio
and Thrombocyte to Lymphocyte Ratio in
Pulmonary Tuberculosis
İbrahim Koç1, Funda Coşkun2, Serdar Doğan1, Yusuf Doğan1, Ahmet Uluşan3
Viranşehir Devlet Hastanesi, Şanlıurfa
Harran Üniversitesi, Şanlıurfa
3
Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çorum
1
2
Background and aim: Platelet distribution width (PDW), neutrophil
and lypmhocyte are routinely studied in the complete blood count. The
aim of this study was to evaluate whether PDW, neutrophil to lymphocyte
ratio (NLR) and platelet to lymphocyte ratio (PLR) could be used in the
diagnosis and follow up of pulmonary tuberculosis.
Methods: A hundred and ten patients with a newly diagnosis of
pre-treatment pulmonary tuberculosis (Tbc.pre), two hundred healthy
controls and a hundred and two patients after the end of tuberculosis treatment (Tbc.post) in a total four hundred and twelve patients included in the
study. Baseline NLR and PLR was measured by dividing the neutrophil
count by the lymphocyte count.
Results: NLR was higher in Tbc.pre (4.8±2.8) compared to controls
(1.9±1.6) and Tbc.post (2.3±1). Thrombocyte levels of Tbc.pre patients
212
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-280
Evre I sarkoiodoz ve tüberküloz
lenfadenopati ayrımında nörofil/lemfosit
oranı ile trombosit/lenfosit oranının
potansiyel rolü
Cengiz Özdemir1, Sinem Nedime Sökücü1, Seda Tural Önür1, Levent Karasulu1,
Levent Dalar2
Yedikule Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul,
Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları, İstanbul
1
2
Giriş ve amaç: Granulomatöz inflamasyona neden olduğu lenf nodu
genişlemesi ile başvuran parenkim tutulumunun, ek organ tutulumunun
ve balgam ARB pozitifliğinin eşlik etmediği tüberküloz (TB) ve evre I sarkoidoz hastalarında ayırıcı tanı zordur. Çalışmamızın amacı nörofil/lemfosit
oranı (NLR) ile trombosit/lenfosit (PLR) oranının parenkimal infiltrasyon
olmadan sadece mediastinal lenfadenopati ile başvuran hastalarda bu iki
hastalığının ayırıcı tanısındaki yerini araştırmak.
Yöntem: Hastane kayıtlarına ulaşılan son tanılarına göre toplamda 19
TB, 55 sarkoidoz hastası ve 32 kontrol vakası retrospektif olarak çalışmaya
alındı. Hastaların tümünde lenf nodu biopsileri sonucunda granulomatöz
reaksiyon gösterilmişti. Hastaların ilk başvuru hemogram değerleri çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Kontrollerle karşılaştırıldığında NLR ve PLR değerleri hem
sarkoidoz hem de tb hastalarında kontrollere kıyasla anamlı olarak yüksektir (for NLR P˂ 0.001 and P= 0.012; for PLR P˂ 0.001 and P= 0.007).
NLR değerlerinde sarkoiodoz ve tb vakaları arasında fark yoktur. Serum
PLR değerleri sarkoiodoz hastalarına kıyasla TB hastalarında anlamlı yüksektir (405,62±95,63 vs. 253,39±69,42, P=0.042). Sarkoidoz ve TB ayrımında PLR için en uygun cut off değeri 140 olarak bulunmuştur. Bu cut
off değer için sensitivite %71, spesifisite %53, ve eğri altında kalan alan
(AUC) 0.657 olarak bulundu.
Tartışma ve Sonuç: NLR ve PLR, evre I sarkoiodoz ve tb hastalarını
kontrollerden ayırmakta etkili olsa da sadece PLR değeri, evre I sarkoidoz
hastalarının tb hastalarından ayrılmasında kullanışlı bir parametre olabilir.
Anahtar kelimeler: Lenfadenopati, nörofil/lemfosit oranı, trombosit/lenfosit oranı
Tablo 1. Kan parametreleri ile hasta grupları ve kontroller arasındaki ilişki
Değer
Sarkoidoz
Tüberküloz
P değeri
(sarkoidoz-tb)
Kontrol
NLR
PLR
Plt
Wbc
Hb
Htc
Rdw
Mpv
Pdv
2,54 (IQR: 2,09)*
188±69,42*
293±78,01
7,01±1,98
13,62±1,34
40,95±3,81
14,36±2,05
8,44±1,14
16,32±1,97
1,98 IQR: 1,53**
137,9 IQR: 70,88**
302,32 ±68,95
7,75±2,11
12,85±1,38
39,12±4,14
15,32±2,23
8,45±0,93
6,57±1,88
0,097
0,042
0,376
0,172
0,052
0,128
0,120
0,931
0,887
1,62± 0,62
108,08±35,21
256,88 ±44,16
6,95±1,11
14,53±1,41
43,96±4,34
14,40±1,71
8,84±1.85
16,02±3,36
* Sarkoidoz hastalarında NLR ve PLR değerlerinin kontrol ile karşılaştırılması P˂ 0.001 ve P˂ 0.001 ** Tüberküloz
hastalarında NLR ve PLR değerlerinin kontrol ile karşılaştırılması P= 0.012 ve P= 0.007 *** PLR değerleri sarkoidoz
ve tüberküloz hastalarında P= 0,042
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-281
2014-2015 Yılları Antalya Bölge Tüberküloz
Laboratuvarı Çalışmaları
Mete Önde1, Saime Ebru Yeğin2, Fatma Yeşim Karakoç1, Özden Yavuz2,
Oktay Yaşar Özdemir2
Muratpaşa Toplum Sağlığı Merkezi, Antalya
Muratpaşa Toplum Sağlığı Merkezi Verem Savaş Dispanseri Birimi, Antalya
1
2
Giriş ve amaç: Antalya Bölge Tüberküloz Laboratuvarı Antalya,
Isparta ve Burdur İllerine hizmet veren bir bölge laboratuvarıdır. Laboratuvara bölgede bulunan Eğitim Araştırma, Devlet ve Özel Hastaneler
ile Verem Savaş Dispanserlerinden numune gelmektedir. Bu çalışmanın
amacı, 2014 yılı ve 2015 yılı ilk dokuz ayında Antalya Verem Savaş Dispanseri Bölge Tüberküloz Laboratuvarı’na gelen numunelerin sonuçlarını
değerlendirmektir.
Yöntem: Bu çalışma tanımlayıcı tipte olup, Antalya Verem Savaş Dispanseri Bölge Tüberküloz Laboratuvarı kayıtlarından elde edilen 2014 yılı
ve 2015 yılı ilk dokuz ayına ait numune sonuçlarının retrospektif olarak
incelenmesi ile yapılmıştır. Tüm numunelere teksif yöntemi ile yayma ve
kültür yapılmıştır. Tanımlayıcı istatistiklerde yüzde ve sayı kullanılmıştır.
Bulgular: Laboratuvarımıza 2014 yılı ve 2015 yılı ilk dokuz ayında
toplam 10005 numune gelmiş olup bunların alındıkları yere göre dağılımı
Tablo 1.’de gösterilmiştir. Teksif yöntemi ile bakılan numunelerin %8.9’u
(892) yayma pozitif, %91.1’i (9113) yayma negatif bulunmuştur. Tüm numunelere kültür yapılmış, %6.4’ü (644) kültür pozitif, %6.1’i (606) kontaminasyon, %87.5’i (8755) kültür negatif bulunmuştur. Kültür pozitif 644
numunenin 252’sine ilaç direnç testi uygulanmış olup 5 numune kontaminasyon olarak değerlendirilmiş, kalan 247 suşun %74.5’inde (184) direnç
saptanmamıştır. Tüm suşların %25.5’inde (63) en az bir ilaca direnç saptanmış olup %18.2’sinde (45) SM direnci, %13.4’ünde (33) INH direnci,
%8.9’unda (22) RIF direnci ve %2.8’inde ETB (7) direnci bulunmuştur.
ÇİD-TB sıklığı %6.5 (16) olarak bulunmuştur. İlaç direnç testi sonuçları
Tablo 2. ve Grafik 1.’de gösterilmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Laboratuvarımızda yapılan ilaç direnç testi sonuçları “Türkiye’de Verem Savaşı Raporu 2013” verileri ile örtüşmekte
olup, tüberküloz tedavisinde ilaç direncinin hala büyük bir sorun olarak
devam ettiğini göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Tüberküloz, ilaç direnci
POSTER SUNUMLAR
Tablo 1. İlaç direnç testi sonuçları
Direnç yok
Bir ilaca direnç
İzoniazid
Rifampisin
Streptomisin
İki ilaca direnç
İzoniazid+Streptomisin
İzoniazid+Etambutol
Çok ilaca direnç
İzoniazid+Rifampisin
İzoniazid+Rifampisin+Streptomisin
İzoniazid+Rifampisin+Streptomisin+Etambutol
Toplam
Sayı
184
Yüzde
74.5
9
6
24
3.7
2.4
9.7
6
2
2.4
0.8
1
10
5
247
0.4
4.1
2.0
100.0
Tablo 2. Numunelerin alındıkları yere göre dağılımı
Alındığı Yer
Balgam
İdrar
Bronşial Sıvı
Perikart Sıvısı
Diğer*
Toplam
Sayı
9544
183
183
29
66
10005
Yüzde
95.4
1.8
1.8
0.3
0.7
100.0
* Plevra sıvısı, BOS, Biyopsi materyali, Abse, Açlık mide sıvısı, Kemik iliği
PS-282
Haziran 2013-Aralık 2014 tarihleri arasında
YGHH’de tüberküloz tanısı alıp Zeytinburnu
Verem Savaş Dispanseri’ne yönlendirilen
olguların değerlendirilmesi
Hatice Çiner Çağlayan
Yedikue Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs
Hastalıkları, İstanbul
Şekil 1. İlaç Direnç Testi Sonuçları, Yüzde (Sayı)
Giriş ve amaç: Haziran 2013-Aralık 2014 tarihleri arasında YGHH’ye
başvurup tüberküloz tanısı alarak Zeytinburnu VSD’ye yönlendirilen olguların demografik ve klinik özelliklerinin incelenmesi, kür ve tedavi başarı
oranlarının saptanmasıdır. Sonuçlar ülkemiz ve dünyadaki çalışmalarla
karşılaştırılmıştır.
Yöntem: Zeytinburnu VSD hasta kayıt defteri incelenerek 108 yeni
olgu tüberküloz vakası çalışmaya alınmıştır. SPSS versiyon 22.0 paket değerlendirme programı kulanılmıştır.
Bulgular: %57’si erkekti. %50’si 15-30 yaş arasındaydı. Çalışanların
%37’si tekstil sektöründe idi. Çalışmayanların %40’ı ev hanımı idi. Tüberküloza en sık eşlik eden hastalık DM idi. Hastaların %76’sının temaslısı yoktu. %63’ünde BCG skarı mevcuttu. %73’ü akciğer tüberkülozuydu ve ACTB ile ADTB arasında yaş ortalaması açısından farklılık yoktu.
PAAG’de %27,4 minimal lezyon, %43,13 orta ağırlıkta lezyon, %29,4 ağır
lezyon gözlenmişti. Ek hastalığı olan grupta ağır lezyon varlığı, ek hastalığı olmayan gruba göre anlamlı olarak daha yüksek oranda gözlenmiştir.
Hastaların %41’inin aktif olarak sigara içtikleri görülmüş olup daha önce
sigara içmiş veya aktif sigara içen olgularda %35,7 orta ağırlıkta, %40,5
oranında ise ağır lezyon gözlenmiştir. En sık gözlenen yan etki gastrik irritasyon bulgularıydı. %71,3’üne balgam mikroskopisi yapılmıştı, yayma
negatif kültür negatif %17, yayma negatif kültür pozitif %13, yayma pozitif
kültür pozitifliği %41’di. INH direnci %1.8, Rif direnci %1.8, ve çok ilaca
direnç %1.8‘di. %63 olguda tedavi tamamlama, %34 olguda ise kür elde
edildi. %2 tedaviyi terk o, %1 nakil giden, %1 exitus, %1 ise tedavi başarısızlığı saptanmıştır. Tedavi başarısı %97’dir. Tüm hastaların tedavileri DGT
ile uygulanmıştır. Olguların %37’si tedavi tamamlanmasında sonra VSD
kontrolüne gelmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Sonuçlarımız Türkiye verileri ve Türkiye’de verem savaşi 2013 raporu sonuçları ile uyumlu bulunmuştur.
Anahtar kelimeler: yghh,tüberküloz,tedavi başarısı
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
213
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
Tülay Sağıroğlu1, Süha Özkan2
vardı.Bütün olgulara isoniazid ilacı ile 15 kişiye 6 ay, diğerlerine 9 ay tedavi uygulanmıştı.Tedavi sonuçları incelendiğinde tedavi tamamlama %72,
terk %7,dr önerisi veya yan etki nedeniyle ilacı bırakma %12, ölüm %1,
nakil %6, sonuç yok %2idi.
Tartışma ve Sonuç: Koruma tedavisi en çok romatizmal hastalar
ve erkek olgularda uygulanmıştı. Tedavi başlamada TDT değeri en fazla
15mm ve üstü idi. Tedavi başarı oranımız ise %72 idi.
Ankara 3 Nolu Verem Savaş Dispanseri, Ankara
Ankara Yenimahalle Çamlıca Aile Sağlığı Merkezi, Ankara
Anahtar kelimeler: Latent tüberküloz tedavisi, immüno supresyon, tüberkülin
deri testi, isoniazid
PS-283
Ankara Dispanserlerine 2010-2014 Yılları
arasında kaydedilen yabancı ülke doğumlu
tüberküloz olgularının değerlendirilmesi
1
2
Giriş ve amaç: Ankara Dispanserlerine 2010-2014 yılları arasındaki 5
yılda kaydedilerek tedavi edilen yabancı ülke doğumlu hastaların özelliklerini ve tedavi sonuçlarını, aynı yıllarda Ankara Dispanserlerinde kaydedilen tüm tüberküloz hastalarıyla karşılaştırarak değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: 2010-2014 arası 5 yıldaki yabancı ülke doğumlu (YÜD) tüberküloz hastalarının bilgileri TUTSA kayıtlarından ve dispanserlerdeki
hasta dosyalarından geriye dönük olarak incelendi. Ankara’ya ait veriler
Tüberküloz Daire Başkanlığı TUTSA kayıtlarından alındı.
Bulgular: : 2010-2014 yılları arasında kaydedilen 3148 tüberküloz olgusunun 70’inin (%2,2) YÜD olduğu, yıllara göre sırasıyla 5, 18, 16, 13,
18 hasta kaydedildiği görüldü. Yaş ortalaması 33,4±17,6 olan hastaların
yaş ortancası 30-31 hesaplandı ve hastaların %61,4’ü erkekti. 34’ü Asya,
23’ü Avrupa, 13’ü Afrika kıtasındaki bir ülkede doğmuştu. YÜD hastaların
55’i (%78,6), yeni olgu olarak kayıtlıydı, 43’ü (%61,4) akciğer tüberkülozluydu. Bu oranlar Ankara hastalarında sırasıyla %93 ve %52,5 idi. Akciğer
tüberkülozlularda 31’inin (%72,1) yayması pozitiftir, yayma negatif-kültür
pozitif olan 3 olgu daha eklendiğinde bakteriyolojik pozitiflik %79,1 bulunmuştur. 36 üremiş kültürden 34’üne (%94,4) ilaç duyarlılık testi yapılmış,
bunlardan 2’si yeni hastada olmak üzere toplam 9 (%26,5) çok ilaca direnç (ÇİD) saptanmıştır. ÇİD oranı tüm Ankara hastalarında %4,7’dir YÜD
hastalarından 2’sinin tedavisi halen devam etmekte olup, sonuçlananlar
içinde başarılı tedavi 59 (%86,8), terk 3(%4,4), ölüm 3((%4,4), ülke dışına
nakil 3(%4,4) bulunmuşken tüm Ankara hastalarında sonuçlananlar içinde tedavi başarısı %93, terk %.1,7, ölüm %5,1’dir.
Tartışma ve Sonuç: Ankara’da YÜD hastaların sayısında yıllar içinde
anlamlı bir farklılık ve artış bulunamamıştır. Önceden tedavi görmüş hasta
oranı daha yüksek bulunmuştur ve YÜD hastalarda ÇİD oranı yüksekliğinin sorun oluşturabileceği düşünülmektedir.
Anahtar kelimeler: Ankara,Tüberküloz, Yabancı Ülke Doğumlu
Tablo 1. Yabancı ülke doğumlu (YÜD) hastalarla tüm Ankara hastalarının tedavi
sonuçlarının karşılaştırılması (tedavisi sonuçlanan hastalara oranlanmıştır)
Tedavi başarısı
YÜD hastalar
Tüm Ankara
hastaları
Tedaviyi terk Tedavi başarısızlığı Ölüm Nakil Giden
%86,8
%4,4
-
%4,4
%4,4
%93
%1,7
%0,1
%5,1
%0,1
PS-285
2013-2015 yılları arasında Ankara 3 No.lu
Verem Savaş Dispanseri’nde dosya açılan
tüberküloz hastalarının bildirim durumları
Asiye İnan Süer, Filiz Duyar Ağca, Tülay Sağıroğlu
Ankara Altındağ 3 nolu Verem Savaş Dispanseri, Ankara
Giriş ve amaç: Dispanserimizde son 3 yılda tüberküloz (TB) tanısıyla
kayda aldığımız hastaların, tanı aldıkları kurumlardan gelen bildirimlerinin
analiz edilmesi ve hastalarımızın ne kadarının bildirimle öğrendiğimizin
tespiti
Yöntem: 01.01.2013 ile 31.12.2015 tarihleri arasında dispanserde
kayda aldığımız hastalar incelendi. Nakil gelenler, il dışı adresli olup geçici olarak dosya açtıklarımız ve dispanserimizde tanı alan hastalar çalışma
dışında bırakıldı. Çalışmaya dahil edilen hastaların dosyaları, TB defteri
kayıtları, bu hastalara ait dispanserimize ulaşan veya bizim tarafımızdan
yapılan bildirimler incelenerek veriler analiz edildi.
Bulgular: 2013-2015 döneminde kayda alınan 322 hastadan 298’i çalışmaya alındı. Hastaların 212’si (%71’i) Atatürk Göğüs Hastalıkları Hastanesinde (AGHH), 42’si (%14) üniversite hastanelerinde,27’si (%9) eğitim
araştırma hastanelerinde (EAH)tanı almıştı.
187 (%63) hastanın tanı koyan kurumdan bize bildirimi gelmişti. AGHH
tanılı hastalarda bu oran %74 iken, üniversite hastanesi tanılılarda %34,
EAH tanılılarda %40’dı.
108 (%58) hastada önce bildirim gelmişti ve hastadan bildirim sayesinde haberdar olunmuştu. 79 hasta (%42) ise bildirimi henüz gelmeden
dispanserimize gelmişti. Bildirimi gelmeyen hastalar da dahil edilince 298
hastadan sadece 108’inden (%36) bildirim sayesinde haberdar olunmuştu.
Tartışma ve Sonuç: 2003’den beri aktif sürveyans yapılan ilimizde
hastalarımızın üçte birinin bize bildiriminin gelmemiş olması, bildirimi
gelenlerin de yarıya yakınının hastadan önce elimize ulaşmamış olması,
özellikle üniversite ve EAH’de tanı alanlarda bildirim oranlarındaki düşüklük; bildirim sisteminin işleyişi ve hızında sorunlar olduğunu düşündürdü.
Bildirim konusunda daha ayrıntılı analizlere gerek olduğuna karar verildi.
Anahtar kelimeler: Bildirim, dispanser, Tüberküloz
PS-284
İmmun supresyon nedeniyle latent
tüberküloz tedavisi uygulanan olguları
değerlendirmek
Beyhan Çakar
Ankara 7 nolu Verem Savaş Dispanseri, Ankara
Giriş ve amaç: Dispanserimizde 2010-1014 yılları arasında immun supresyon nedeniyle latent TB tedavisi (LTBT) uygulamasını
değerlendirmek
Yöntem: Beş yıllık sürede immun supresyon nedeniyle LTBT uygulanan olgular retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Dispanserimizde 2010-1014 yılları arasında dispanserimizde
604 kişiye LTBT verildi. Bunların 274 olgu (%45) immun supresyon nedeniyle LTBT tedavi almıştı. Tüm olgular değerlendirmeye alındı. Bunların
yaş ortalaması 42.04±13.45 (1-77), en fazla 34-44 yaş grubuna(%28)
LTBT uygulanmıştı. Kadın/ erkek oranı: 44/56. Başlangıç tüberkülün deri
testi (TDT) değerleri 0-4mm(%13), 5-14mm (%37), 15+mm (%42), quantiferon testi yapılarak tedavi başlanan olgu(%1), sonuç yok (%7) idi.
Tedavi endikasyonları incelendiğinde en büyük grubu romatizmal hastalıklar(%61), romatizmal hastalıklar arasında ankilozan spondilitti (%45)
almıştı. İkinci sırada cilt hastalıkları, üçüncü sırada hematolojik hastalıklar
214
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
PS-286
Çanakkale dispanserlerinde takip edilen
tüberküloz olgularının değerlendirilmesi
Tanseli Gönlügür1, Gülin Başol2, Uğur Gönlügür3, Burhan Kütük2
Çanakkale Devlet Hastanesi, Çanakkale
Çanakkale Halk Sağlığı Müdürlüğü, Çanakkale
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Çanakkale
1
2
3
Giriş ve amaç: Tüberküloz ile mücadele için kullanılan kontrol programının performansını ölçmede “kür oranı” ve “olgu bulma oranı” kullanılan
iki önemli parametredir. Hastalığın kontrol altına alınma çalışmalarında
epidemiyolojik verilerin de kullanılması gereklidir. Bu çalışmanın amacı
bölgemizdeki tüberküloz olgularının sıklık ve özelliklerini saptamak ve bu
şehir için ciddi bir sağlık sorunu olarak boyutlarını göstermektir.
Yöntem: Ocak 2008 ile Ocak 2015 tarihleri arasında Çanakkale Dispanserlerinde takip ve tedavi edilen tüberküloz olguları geriye dönük olarak değerlendirildi. Veriler SPSS programına yüklenerek incelendi.
Bulgular: 810 olgunun 573‘ü (%71) erkekti. Yaş ortalaması (9-88 arasında) 48 ± 18 idi. 704 olgu (%87) yeni olgu idi. 53 vaka nüks, 5 olgu
tedavi başarısızlığından dönen, 32 olgu dispansere nakil gelen, 2 olgu ise
kronik tüberküloz idi. 588 akciğer tüberkülozu olgusunun 534‘ünde (%91)
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
yayma sonucu kayıtlıydı. Olguların %65’i yayma-pozitif idi. Yayma-negatif olan 152 olgunun 49‘unda kültür sonucu kayıtlıydı. Bu 49 olgunun
41’inde (%84) kültür pozitifti. En sık görülen ekstrapulmoner tüberküloz
formları plevra tüberkülozu (%48) ve lenfadenit (%25) idi. Akciğer dışı tüberküloz tanısı 72 olguda histopatolojik yöntemlerle konuldu. Tüberküloz
başvuruları Aralık ve Nisan aylarında en düşük, Haziran ve Temmuz aylarında ise en yüksekti. Tüberküloz insidansı 2012 yılı için yüzbinde 26 idi.
Olgu bulma oranı 2012 yılı için %30 idi. Tedavi sonuçları %91 kür veya tedaviyi tamamlama, %1 tedaviyi terk, %0.1 tedavi başarısızlığı, %4.2 ölüm
ve %3.6 nakil giden şeklindeydi.
Tartışma ve Sonuç: Bölgemizde tüberküloz açısından aktif olgu bulma çalışmalarının yapılması gerekmektedir.
Anahtar kelimeler: tüberküloz, epidemiyoloji, mevsimsellik, tanı, tedavi sonuçları
PS-287
İzmir İlindeki 11 Dispanserin 2010-2014 Yılları
Arasında Yaptıkları Temaslı Taramalarının
Değerlendirilmesi
Mert Aydın, Süheyla Ege, Hatice Aksoy, Metin Kızılelma, Neşe Zeren
Nohutcu, Bediha Kızılkaya
Methods: 62 family physicians registered all patients with diagnosis
of COPD during regular office visits. All physicians performed detailed
physical examinations and completed the special designed questionnaire.
Blood samples were taken for lipid profile and glucose level. We used
data from paper medical record about cardiovascular risk factors and their
treatment.
Results: We studied 928 patients (457 males and 471 females). Mean
age 61.9±8.7 years. COPD patients remain undertreated with statins
(46% treated), even so those with a cardiovascular history (64% treated).
Although more patients received antihypertensive treatment (84%) compared to hypolipidemic medication (58%), the proportion of patients attaining targets for total cholesterol (TC) (30%), HDL-cholesterol (HDL-C)
(61%), and LDL-cholesterol (LDL-C) (39%) exceeded far those attaining blood pressure control (18%). The primary endpoint of reaching the
goal for LDL-cholesterol (<100mg/dL) was attained by 37% of patients,
of which only 9% reached the more stringent target of LDL-C<70 mg/
dL. The pharmacotherapy of risk factors in COPD by family doctors was
found in some instances not to conform to recommended guidelines.
Conclusions: The majority of COPD patients are treated for hypercholesterolemia and hypertension, although, there is still under treatment,
especially in patients with cardiovascular disease. Therefore, wider implementation of process and outcome indicators, which proved to be related,
and continuous evaluation of their result, is needed.
Keywords: Primary care, COPD, cardiovascular
İzmir Halk Sağlığı Müdürlüğü, İzmir
Giriş ve amaç: Tüberküloz tanısı almış hastaların temaslılarının taranması yeni hastaların saptanmasında etkili bir yöntemdir. Bu çalışmada,
İzmir’de faaliyet gösteren 11 Verem Savaş Dispanseri Biriminde 20102014 yılları arasında tedavi alan 3176 hastanın 8294 temaslısı incelenerek
değerlendirildi.
Yöntem: Hasta dosyalarından temaslılarına ait yaş, cinsiyet, BCG skar
varlığı, tüberkülin cilt testi (TCT) yapılma durumu, radyoloji, kaynak olguya yakınlık derecesi ve tanımı, proflaksi alma durumu ve sonucu retrospektif olarak incelendi. Analizler Microsoft Excel programı ile yapıldı.
Bulgular: Temaslıların 2164’i (%26,1) 0-15 yaş grubundaydı. 3121’i
(%44,9) erkek ve 4573’ü (%55,1) kadındı. BCG skarı 3997’sinde (%48,2)
bakılmıştı. 3704’ünde (%92,7) en az bir BCG skarı vardı. 3773’üne
(%45,5) TCT yapılmıştı ve 954’ünün (%25,3) sonucu 15 mm ve üzerinde saptanmıştı. 4307 kişi (%51,9) yayma pozitif akciğer tüberkülozu
hastası temaslısı olarak kontrolden geçirilmişti. Tüm temaslıların 2580’ ine
(%31,1) koruyucu tedavi başlanmıştı, bunların 1819’u (%70,5) tedaviyi
başarı ile tamamlamıştı. Koruyucu tedavi almadan hasta olan 14 (%0,17)
ve koruyucu tedavi alarak hasta olan 11 (%0,13) temaslı tespit edilmiştir.
Proflaksi almayanların tamamı akciğer tüberkülozu temaslısı ve biri ev dışı
temaslı idi. Proflaksi alanların biri akciğer dışı tüberküloz temaslısı olup 4’ü
proflaksiyi başarıyla tamamlamış ve 2’si terk etmişti.
Tartışma ve Sonuç: Temaslı muayenesi sonucu saptanan hastaların
23’ü (%92,0) akciğer tüberkülozu ve ev içi temaslısıdır. İnsidans ise %000
301’dir. Bu rakam normal popülasyona göre 15 kat fazladır. Akciğer tüberkülozu hastalarının özellikle ev içi temaslılarının kontrolden geçirilmesi
yeni hastalara tanı konulması açısından önemlidir.
Anahtar kelimeler: Tüberküloz, Temaslı, Koruma tedavisi
KOAH
PS-288
Cardiovascular preventive management
in patients with chronic obstructive
pulmonary disease in primary care
Oleksii Korzh, Sergiy Krasnokutskiy, Iryna Korzh
Department of General Practice-Family Medicine, Kharkiv Medical Academy of
Postgraduate Education, Kharkiv, Ukraine
Pulmoner Rehabilitasyon ve Kronik Bakım
PS-289
Sigara Bıraktırma ve Danışmanlık
Konusunda Fizyoterapistlerin Bilgi ve
Görüşleri
Yasemin Çırak1, Gül Deniz Yılmaz Yelvar2
Turgut Özal Üniversitesi, Kardiyopulmoner Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
Turgut Özal Üniversitesi, Muskuloskeletal Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
1
2
Giriş ve amaç: Sağlık profesyonelleri tarafından yapılan sigara bırakma danışmanlığının, sigara içenler arasında bırakma oranlarını artırmada
etkili bir yaklaşım olduğu gösterilmiştir. Fizyoterapistler, sağlık alanında
sigara bırakmayı başlatma ve destekleme konusunda gerekli etki alanına
sahiptir. Fakat fizyoterapistlerin uygulamalarının bir parçası olarak sigara
bırakma konusundaki bilgi ve görüşleri tam olarak bilinmemektedir. Bu
çalışma fizyoterapistlerin sigara bırakma konusundaki bilgi ve görüşleri
araştıran ilk çalışmadır. Çalışmanın amacı, fizyoterapistlerin, sigara içmenin sağlığa etkileri, klinikte pratik uygulamaları sırasında sigara bırakmayı
ele alma konusundaki görüşleri ve hastalarında sigarayı bırakmayı sağlamadaki öz-yeterliliklerini değerlendirmektir.
Yöntem: Türkiye Fizyoterapistler Derneği haberleşme grubuna üye
olanlara sosyodemografik bilgilerini, sigara içme konusundaki bilgi ve görüşlerini, sigara bırakma danışmanlığı ile ilgili öz-yeterlilik, bariyerleri ve
kolaylaştırıcı etmenleri içeren anket gönderildi ve 156 fizyoterapist tarafından cevaplandı.
Bulgular: Katılımcıların yaş ve klinik deneyim ortalaması sırasıyla 32.4
± 8.08 ve 10.44±8.39’du. Katılımcıların çoğu (%64.1) kadındı. Fizyoterapistlerin büyük bir kısmı sigaranın sağlığa olumsuz etkileri hakkında yeterli
bilgiye sahipti. Fizyoterapistlerin %82.1’i sigara bırakma konusunda eğitim
almaları gerektiğine katılıyor veya kesinlikle katılıyordu. Fizyoterapistlerin
sigara bırakmada danışmanlık konusunda öz-yeterlik düzeyler düşüktü.
Zaman eksikliği sigarayı bırakmada hastalara danışmanlık konusunda en
önemli engel olduğu bildirildi.
Tartışma ve Sonuç: Genel olarak, fizyoterapistlerin çoğunluğu sigara
içenlere bırakmanın tavsiye edilmesinin ve danışmanlığın klinik sorumlulukları olduğunu görüşünü dile getirirken, sigarayı bırakmada meslek grubu olarak daha fazla katılımlarının olması gerektiğini belirttiler.
Anahtar kelimeler: danışmanlık, fizyoterapist, sigara bırakma
Background and aim: The aim of this study was to assess the adherence to guidelines on cardiovascular (CV) prevention and target attainment for patients with chronic obstructive pulmonary disease (COPD) in
general practice.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
215
POSTER SUNUMLAR
6 – 10 Nisan 2016
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
PS-290
PS-292
Kronik obstrüktif akciğer hastalarında
düşme korkusu, denge ve bunu etkileyen
hastalığa bağlı faktörler: kesitsel çalışma
Pulmoner rehabilitasyon ile i-BODE indeksi
değişir mi?
Yasemin Çırak1, Gül Deniz Yılmaz Yelvar2, Yasemin Parlak Demir3, Büşra
Baytok3, Beyza Nur Karadüz1
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyopulmoner Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
2
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Muskuloskeletal Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
3
Turgut Özal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nörolojik Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
1
Giriş ve amaç: Azalmış kas kuvveti, bozulmuş denge ve azalmış egzersiz kapasitesinin yaşlı erişkinlerde düşme korkusunu(DK) arttıran faktörler
olduğu bilinmektedir. Fakat KOAH’lı hastalarda DK’nu ve bunu etkileyen
faktörler hakkında çok az bilgi vardır. Bu çalışmada amacımız sağlıklı
kontrollerle KOAH hastalarında DK ve denge düzeylerini karşılaştırmak
ve KOAH’ta hastalığa bağlı faktörler ile DK ve fiziksel fonksiyon ve fiziksel
aktivite seviyesi arasındaki ilişkiyi belirlemektir.
Yöntem: KOAH’lı 55 (10 kadın ve 45 erkek) katılımcı ve 55 yaş ve
cinsiyet olarak eşleştirilmiş kontrollerde DK Düşme Etkinlik Ölçeği (FES)
kullanarak değerlendirildi. Fiziksel fonksiyon kuadriseps femoris kas
kuvveti(manuel kas testi ile), kavrama kuvveti (Jamar el dinamometresi
ile), Berg Denge Ölçeği, tek ayak üzerinde durma ve Altı dakika yürüme
testi ile değerlendirildi. Fiziksel aktivite düzeyi Godin Boşvakit-Zaman anketi kullanılarak değerlendirildi.
Bulgular: KOAH’lı hastalarda (ortalama yaş 68,50 ± 8,15, FEV1: pred 44,79 ± 18,18%)
kontrol grubu ile karşılaştırıldığında daha yüksek DK sahipti (DEÖ= 43,85 ± 25,91 vs 25.16
± 12.47, p=0.00). Kuadriseps ve el kavrama kuvveti, Bilim DalıS, tek ayak denge ve fiziksel
aktivite düzeyi ve fonksiyonel kapasiteleri karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı
farklılık saptandı(p <0.05). KOAH’da yüksek DK, azalmış quadriceps ve el kavrama kuvveti,
bozulmuş denge, azalmış fiziksel aktivite düzeyi ile ilişkilidir.
Tartışma ve Sonuç: Bu bulgular KOAH’ta DK’nun azaltılmasına yönelik gelecekteki tedavi stratejilerine yol gösterici olabilir. Pulmoner rehabilitasyonun komponentleri içerisine denge eğitimi ve düşme korkusunu
azaltmaya yönelik yaklaşımlar eklenebilir.
Anahtar kelimeler: düşme korkusu, denge, kronik obstrüktif akciğer hastalığı
Elif Yıldırım, İpek Özmen, Murat Öztürk, Özgür Yılmaz, Rüya Evin Aydın,
Nur Uçgun, Nurgül Karagöz Yer
Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Pulmoner Rehabilitasyon Ünitesi, İstanbul
Giriş ve amaç: İ-BODE indeksi KOAH hastalarında mortalite riskinin değerlendirilmesi için geliştirilmiştir. Bu çalışmada KOAH hastalarında
pulmoner rehabilitasyon programı öncesi ve sonrası İ-BODE indeksinde
değişim retrospektif olarak araştırıldı.
Yöntem: Hastalar pulmoner rehabilitasyon programı öncesi ve sonrası
egzersiz kapasitesi için artan hızda mekik yürüme testi (AHMYT),dispne
skoru (MRC),vücut kitle indeksi(BMI) ve FEV1% değerlerinden oluşan
skorlama sistemi olan i-BODEndeksi ile değerlendirildi.Hastalar fizyoterapist eşliğinde alt ve üst ekstremite kuvvetlendirme egzersizleri, bisiklet,
yürüme bandı, solunum egzersiz eğitimine alındı. Hastalar haftada 2 gün
toplam 8 haftalık programlara alındılar.
Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 63±8 olan 6 kadın 44 erkek toplam 50 KOAH hastası alındı. PR öncesi i-BODE indeksi 2.8±2,PR sonrası
1.8±1olarak saptandı. Pulmoner rehabilitasyon sonrası İ-BODE indeksinde azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur(p<0.005).
Tartışma ve Sonuç: KOAH hastalarında pulmoner rehabilitasyonun
etkili olduğu mortalite risk değerlendirme testi olan i-BODE indeksi ile
gösterilmiştir.
Anahtar kelimeler: KOAH,i-BODE indeksi, pulmoner rehabilitasyon, egzersiz
kapasitesi, dispne skoru,BMI
PS-293
Sedatize ve entübe yoğun bakım
hastalarında ağrının değerlendirilmesi
Yasemin Çırak1, Gül Deniz Yılmaz Yelvar2, Ali Osman Çırak3
Turgut Özal Üniversitesi, Kardiyopulmoner Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
Turgut Özal Üniversitesi, Muskuloskeletal Fizyoterapi Anabilim Dalı, Ankara
3
Dr. Anabilim Dalıurrahman Yurtarslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi,
Ankara
1
PS-291
Bariatrik Cerrahi ameliyatlarından sonraki
dönemde kilo fazlası kayıplarının(EWL)
solunum fonksiyonları üzerine etkisinin
değerlendirilmesi
Burcu Yormaz1, Mustafa Şahin2
Beyhekim Devlet Hastanesi, Konya
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Konya
1
2
Giriş ve amaç: Morbid obesite guunumuzde gelişen ve gelişmekte olan toplumlar için neredeyse artık global bır sorun haline gelmiştir.
Morbid Obesiteyle ilgili çalışmaların buyuk çoğunluğunda artık yeni modaliteler EWL (fazla kiloların kaybı) ve TWL (Total kilo kaybı) olmuştur.
Özellikle EWL vücut kütlesindeki artışın, yağ dokusundan mı, yoksa kas
kütlesindenmi olduğuna ilişkin net yanıt verememesine karşın en anlamlı
değerlendirme kriterleri arasında kendine yer bulmuştur. Çalışmamızda
solunum sistemini etkileyen bozukluğu olan morbid obez bireylerde operasyon öncesi ve sonrasındaki EWL değerlerindeki düzelmenin solunum
fonksiyonlar üzerine etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır
Yöntem: BMI (vücut kitle indeksi) değerlerine göre 50 ın üzerindeki
bireylerin preoperatif ve postoperatif dönemdeki solunum fonksyonlarını ölçmek amacıyla ocak 2015-ocak 2016 yılları arasında 112 hasta
incelendi.
Bulgular: Hastaların kontrol takıplerınde ilk üç ay sonunda EWL değerlerinde %50 ye yakın oranda düşme gözlendi,bununla SFT arasında
anlamlı bi korelasyon bulundu. EWL değerleri arttıkça FEV1, FVC değerlerinde de düzelme ve hastaların hayat kalite indekslerinde artmagözlendi.
Tartışma ve Sonuç: Hayat kalitesinin ve solunum fonksiyonların değerlendirilmesinde EWL % değerlerinin efektif bir parametre olabileceği
ve vücuttaki fazla kiloların azalması ıle hastların ilaç dozlarını azaltmaktan
başlayıp bırakmaya kadar gıden pozitif bir sürece yol açtığı gözlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Obeite,SFT,EWL
216
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
2
Giriş ve amaç: Ödem, enfeksiyon, iskemi immobilizasyon, invaziv ve
non invaziv araçların kullanımının yoğun bakım hastalarında(YBH) ağrıya
neden olabilmektedir. Ağrı değerlendirmesinde en güvenilir kaynak hastanın kendisidir. Ancak entübe ve sedasyonda olan, bilinci bozulan yoğun
bakım hastaları sözel iletişim kuramadıkları için ağrılarını değerlendirmek
oldukça zordur. Çalışmamızın amacı entübe ve sedatize YBH’nın ağrı düzeylerini değerlendirmek ve ağrı algısını etkileyen faktörleri belirlemektir.
Yöntem: Çalışmamıza üniversite hastanesinin yoğun bakım ünitesinde
tedavi gören 75 hasta dahil edildi. Vital bulguları, arterial kan gazı değerleri
kaydedildi ve Apache II skorları hesaplandı. Ağrının şiddetini ve sedasyon
düzeyini değerlendirmek için tüm vakalara gözlem yöntemiyle Davranışsal Ağrı Ölçeği (DAÖ), Yetişkinler İçin Sözel Olmayan Ağrı Ölçeği(SOAÖ),
Ramsay Sedasyon Düzeyi Ölçeği (RSÖ), Motor Hareket Değerlendirme
Ölçeği(MAAS) ve Sedasyon Ajitasyon Sakalası(SAS) uygulandı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 69,48±12,51’di ve 39(%52)
kadın ve 36(%48) erkekti. SOAÖ skorlarına göre %32’ sinin ağrısı yok,
%44’ünün orta düzeyde ağrısı var ve %24’ünün şiddetli düzeyde ağrısı vardı. Ortalama RSÖ ve MAAS skoru sırasıyla 3,16±1,74 ve 2,64±1,68’di.
Ağrı şiddetlerine göre gruplarda solunum frekansı, sistolik ve diastolik kan
basıncı, DAÖ ve SAS skorları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı
bir fark bulundu(p<0.05). Ayrıca DAÖ ve SOAÖ skorları karşılaştırıldığında kadın ve erkekler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardı
(p<0.05).
Tartışma ve Sonuç: YBH’ların yaklaşık üçte ikisi ağrı hissetmektedir.
Bu nedenle YBH’larının sedatize iken ağrılarının olduğu ve etkili bir yaklaşım geliştirmek için bunun hem davranışlarına hem de vital bulgularına
yansıdığı dikkate alınmalıdır.
Anahtar kelimeler: ağrı, entübe, sedatize, yoğun bakım
6 – 10 Nisan 2016
POSTER SUNUMLAR
TÜRK TORAKS DERNEĞİ
SOLUNUM SİSTEMİ ENFEKSİYONLARI
PS-294
TOPLUM KAYNAKLI SOLUNUM YOLU
İNFEKSİYONLARINDA ETKEN OLABİLEN
MİKROORGANİZMALARIN SEFDİNİR VE SEFDİNİR+
KLAVULANATA İN VİTRO DUYARLILIKLARI
Nezahat Gürler, Öner Kipritçi, Neşe Kabasakal
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, İstanbul
Bu çalışmada geniş spektrumlu, oral kullanılabilen, 3. kuşak bir sefalosporin olan sefdinir ve sefdinir+klavulanatın metisiline duyarlı Staphylococcus aureus, Streptococcus pneumoniae, Moraxella catarrhalis ve
Haemophilus influenzae’ye in vitro etkileri araştırılmıştır.
Materyel ve Metod: Çalışmada solunum yolu ve yara/cerahat örneklerinden infeksiyon etkeni olarak izole edilen, 80 metisiline duyarlı
S.aureus, 57 Streptococcus pneumoniae, 42 Haemophilus influenzae ve
47 Moraxella catarrhalis suşu kullanılmıştır.
Suşların sefdinir ve sefdinir+klavulunata duyarlılıklarının belirlenmesinde CLSI’nin önerileri doğrultusunda mikrodilüsyon yöntemi kullanılmıştır.
(CLSI 2015, M-100-S-25, M07-A10, Methods for Dilution Antimicrobial
Susceptibilitiy Test For Bacteria That Grow Aerobicaly:Approved Standart) .
Bulgular: Suşların sefdinir ve sefdinir+klavulanata duyarlılık sonuçları
ve MİK değerleri Tablo 1 ve Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 1. Suşların sefdinir ve sefdinir +klavulanata duyarlılığı
Bakteri
Sefdinir
n (%)
Sefdinir+Klavulanat
n(%)
S.aureus (n:80)
S.pneumoniae (n:57)
H.influenzae (n:42)
M.catarrhalis (n:47)
63 (79)
45 (79)
28 (67)
36 (77)
76 (95)
53 (93)
41 (98)
42 (89)
Tablo 2. Suşların sefdinir ve sefdinir +klavulanat için MİK değerleri
S.aureus (80)
Sefdinir
Sef+ klavulanat
H.influenzae
(42)
Sefdinir
Sef+ klavulanat
S.pneumoniae
(57)
Sefdinir
Sef+ klavulanat
M.catarrhalis
(47)
Sefdinir
Sef+ klavulanat
128
64
32
16
8
4
2
1
0,5 0,25 0,125 <0,125
1
-
-
1
-
-
1
1
-
4
1
10
2
11
19
28
26
17
10
7
21
-
-
-
-
2
-
3
-
3
-
6
2
11
7
5
8
5
7
7
19
-
-
-
-
1
-
1
-
2
-
3
-
6
4
12
12
11
13
22
28
2
-
2
-
1
-
-
-
3
-
1
2
2
3
4
3
5
1
16
13
11
25
Sonuç: Toplum kaynaklı solunum yolu infeksiyonlarına neden
olabilecek metisiline duyarlı Staphylococcus aureus, Streptococcus
pneumoniae, Haemophilus influenzae ve Moraxella catarrhalis suşlarının sefdinir+klavulunata sefdinirden, daha duyarlı olduğu ve bu bakterilerle gelişen infeksiyonların tedavisinde uygun bir seçenek olabileceği
belirlenmiştir.
Türk Toraks Derneği 19. Yıllık Kongresi • Program ve Bildiri Kitabı
217

Benzer belgeler