Tevrat ve Kuran`daki Sayılamanın Kökeni

Transkript

Tevrat ve Kuran`daki Sayılamanın Kökeni
Önsöz
Zecharia Sitchin (11.07.1920-09.10.2010)’in en çok gurur duyduğu çalışması, ellerinde tuttuğu Berlin
Devlet Müzesi’nin Ön Asya Bölümü’nde bulunan VA 243 no’lu M.Ö. 3000’lerden kalan Akkad mührüdür
(Sitchin’in evinde çekilen bu fotoğraf “Zecharia Sitchin has passed away” mesajından alınmadır). Bu
mühür, şimdiye kadar bilinen gök cisimleri betimlemelerinden ayruı bir tarzdadır. Bunları teker teker
değil de büyük, ışınlar saçan bir yıldızı çembere alan 7 kürelik bir grup olarak göstermektedir. Bu,
Sümerliler’e göre Güneş Sistemi’ni gösteren bir betimlemedir: 12 gök cismi içeren bir sistem. (12.
Gezegen/Yaratılış Destanı, Sayfa: 220). “Dünya Tarihçesi” serisinin ilk kitabına bu mühürden hareketle
“12. Gezegen, 1976” adını verdi. Ona göre, bu mühürdeki kişiler, Tevrat’ta geçen “Nefilimler” yani
“Aşağıya Gönderilmiş Olanlar” idi!
"Eski Ahit, çocukluğumdan bu yana yaşamımı doldurmuştur. Bu kitabın tohumları, yaklaşık 50 yıl
önce atıldığında, o sıralarda sürmekte olan, ‘Evrim Teorisi’ ile İncil arasındaki zıtlıklarla ilgili
tartışmalardan tamamen habersizdim. Ama Tekvin’in orijinal İbranicesi’nden inceleyen genç bir
okul öğrencisi olarak, kendi başıma bir karşı koyma yaratmıştım. Bir gün, Tanrı’nın ‘Büyük Tufan’
ile insanları yok etme kararı aldığında, insan kızları ile evlenmiş bulunan ‘Tanrı Oğullarının’
Dünya üzerinde olduğu 4. Bölümü okuyorduk. İbranice orijinal onları ‘Nefilimler’ diye
adlandırmaktaydı; öğretmenimiz bunun ‘Devler’ anlamına geldiğini açıkladı ama ben itiraz ettim;
aslında bu kelime tam anlamıyla ‘Aşağıya Gönderilmiş Olanlar’, Dünya’ya inmiş olanlar
anlamına gelmiyor muydu? Cezalandırıldım ve geleneksel yorumu kabul etmem söylendi.
Bundan sonraki yıllarda ben, Yakın Doğu'nun dillerini, tarihini ve arkeolojisini öğrendikçe,
Nefilimler bir takıntı haline geldi.”, Zecharia Sitchin: DÜNYA TARİHÇESİ’nin İlk Kitabı: 12.
GEZEGEN'inin Önsözü’nden, 1976.
Sonrasını biliyorsunuzdur: Sitchin, “Nefilim” takıntısı yüzünden, “Nefilim”ler üzerinde
temellendirdiği ve adına “DÜNYA TARİHÇESİ” verdiği bir seri kitap yazdı. Fakat o bu takıntısı
yüzünden kitaplarında yaptığı spekülasyonlar nedeniyle başta bilim adamları olmak üzere,
tarihçiler ve arkeologlar arasında alay konusu oldu! Fakat ben, Sitchin’i tanıdığım ilk günden
beri buna hiç itibar etmedim ve Sitchin’in çalışmalarının devamlı takipçisi oldum.
1
Önsöz
Şimdi aşağıdaki bölümde “Gılgamış Destanı”ndan sonra Tevrat’ın “Tanrı” ile değil ama insani
bir bağlantısı daha ortaya çıktı. Bu bağlantı, Tevrat’taki “İlk Oğulluk Hakkı”nda ve daha birkaç
yerinde geçen “Pişnim” kelimesinin Akadça’dan geldiği ama söz diziminin Mısır’dan geldiğidir.
Bize hep Tevrat’ın Tanrı tarafından gönderilen bir kitap olduğu söylenirdi ve Sitchin de bu
kitaba kendisini öyle kaptırmış ki, Tevrat’ta geçen “Nefilimler”i bir takıntı haline getirmiş ve 90
yıl boyunca bu takıntıyla yaşamak zorunda kalmıştı!
İşte makalemin bu yeni bölümünde Tevrat’ta geçen “Pişnim” kelimesinin kökeni açıklamakla, en
azından diğerlerinin Tevrat’tan kaynaklanan takıntılarla yaşamak zorunda kalmamasını
sağlamakla birlikte, Sitchin’in bu konuda dünyada en yetkili kişi olduğunu unutmayalım. Yani
Sitchin, eğer yaşasaydı ve Tevrat’taki “Pişnim” kelimesinin burada açıklanan kökenini görmüş
olsaydı, eminim ki çocukluğundan kalma “Nefilim” takıntısına gülüp geçecekti.
Özetle, “9. Kapı” filminde söylendiği gibi, bazı
kitaplar hiç açıp okunmaya gelmiyor. Bunlar; Tevrat
ve Kuran (ki İncil hariç) olmak üzere, içinde geçmişe
ait çözülmemiş bilgiler barındıran diğer gizemli
kitaplardır.
Bilmediğiniz şeyleri kurcalamayın!!!...
Dünyanın en büyük Satanik kitap koleksiyoneri Boris Balkan’ın kütüphanesinde yalnızca başyapıt olan kitap eksiktir ve bu kitap için de kütüphanesinde başköşe yapmıştır: “Gölgeler Krallığının 9 Kapısı
(The Nine Gates of the Kingdom of
Shadows)”.
Kitap taciri olan Dean Corso’dan neye mal
olursa olsun bu kitabın dünyada bulunan
diğer 2 kopyasını bulup getirmesini ister.
Balkan’ın amacı; “Satanik Ayinleri”nin hemen hiç kimsenin reddemeyeceği “Seks
Ayinleri”ne döndüğü bir ortamda Lucifer’e
ulaşmaktır. Bu kutsal amacı anlamak gerekiyor!
Ünlü ve deneyimli isim Roman Polanski’nin en iyi
filmi olan “9. Kapı (The Ninth Gate)” gizemli,
gerilimli ve karanlık atmosferiyle şeytani bir hikaye
sunuyor. Filmin baş karakteri Dean Corso (Johnny
Depp), zengin koleksiyoncular için eski ve çok değerli
kitapları araştıran ve bulan bir araştırmacıdır. Yaptığı
görev kültürel birikim, hüner ve çelik gibi sinirler
gerektirmektedir. İşinde son derece başarılı olan
Corso’nun son müşterisi varlıklı ve entellektüel bir
adam olan Boris Balkan, ondan “Gölgeler
Krallığının Dokuz Kapısı” adlı kitabın 17. yüzyıl
kopyasını bulmasını ister. Rivayete göre, bu kitap
Karanlıklar Krallığı’nın dokuz kapısını açacak bir
elyazmasıdır ve kitaptaki 9 işaretin şifrelerinin
çözülmesi ve doğru telafuz edilmesi halinde Şeytan
(Lucifer)’ı kaldıracağı söylenmektedir. Geri kalan iki
kopyası Avrupa’dadır. New York’tan Toledo’ya,
Portekiz’den Paris’e giden yollarda Corso, labirent
gibi tuzaklarla, vahşi ve gizemli ölümlerle karşılaşır.
Kendisini koruyan güçler yardımı ile kendisinden çok
daha güçlü bir varlığa karşı adım adım
yaklaşmaktadır. Zamanla asıl görevinin bir kitabı
bulmaktan çok daha farklı olduğunu anlar.
2
Önsöz
Satanik Bilmecenin Çözümü: Filmdeki “Gölgeler Krallığının 9 Kapısı (DE VMBRARVM REGNI
NOVEM PORTIS, Venetiae, apud Aristidem Torchiam, M.DC.LX.VI)” kitabının kayıtlarda geçen
bilinen 3 nüshası, herbir nüshada 9 çizim ve bu çizimlerin sağ alt köşelerinde “AT (Aristidem
Torchiam)” ya da “LCF (Lucifer)” imzaları şu şekilde yer alır:
Balkan
Fargas
Kessler
1
2
3
4
5
6
7
8
9
AT AT LCF AT AT AT AT LCF LCF
AT LCF AT LCF AT LCF AT AT AT
LCF AT AT AT LCF AT LCF AT AT
Satanik bilmecenin çözümü; her 3 nüshadaki “LCF” imzasının olduğu çizimlerin altında Latince
yazan sözlerin doğru bir şekilde okunmasıyla oluşuyor. Balkan, bu resimleri Puzzle’daki gibi
sıraladıktan sonra, bu resimlerin altında Latince yazan sözleri şöyle tercüme eder:
“1. Sessizlik içinde geziye çıkıyorum, 2. Sadece senin rehberliğinde, 3. Bu talihsizliğin, 4. oklarını
teneffüs etmeye, 5. Kor ateşin içinde oyunların, 6. en büyüğünü oynamaya, 7. ve kazanmaya, 8. Her
ne pahasına olursa olsun kazanmaya ve kader çizgisini değiştirmeye, 9. Bunun için dokuzuncu
kapının kilidini açmaya.”
Evet, sözler bunlar ama bir şeyler ters gidiyor ve Karanlıklar Prensi ortaya çıkmıyor. Bunun
nedeni, Puzzle’daki 9. çizimin orijinal olmamasıdır. Bu çizimin filmin sonunda nerede olduğu
ortaya çıkıyor. Yukarıdaki resimde de görülen bu çizime göre şato yanmıyor; üzerinde Güneş
doğuyor!
UPUAUT, 26.01.2012, 20:43.
3
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
5. Sâmi Halklarının Sayı Gelenekleri: Sâmi halklarının sözlü sayılaması Sümerlerin sayıları
sözlü olarak dile getirme dizgesinden çok farklı olmuştur. Yalnızca dilbilimsel açıdan değil,
matematik bakımından da böyledir bu; çünkü bu sayılama tam olarak onluydu ve hep de öyle
kalmıştır.
Bununla birlikte bu dizge bizim alışık olduğumuz onlu sayılamalar karşısında özünde dilbilgisel
türden irdelemelere bağlı küçük bir başkalık gösterir.
Herşeyden önce şunu belirtelim ki, Avrupalılar’ın dizgelerinden farklı olarak, İbranice’deki ve
Arapça’daki sayı adları ilgili oldukları adın cinsine göre “eril” ya da “dişil” bir biçim taşır. Sıfat
olarak bakıldığında, bir sayının adı, eşlik ettiği ad da eril ise doğal olarak eril biçime, dişil bir adla
ilgiliyse dişil biçime girer. 2 (iki) sayısının adı da aynı şekilde ilgili olduğu adların cinsiyle
uyuşur. Ama, ilginçtir, sonraki sayılar, ilgili olduğu adlar erilse dişil, dişilse erildir. Örneğin,
(“erkek” ile “kadın”ın sırasıyla “anšym” ve “našym” diye söylendiği, 3 (üç) sayısının erilde
“šalos”, dişilde “šlošah” biçimine sokulduğu) İbranice’de “3 erkek” için “šlosah anašym”, “3
kadın” içinse “šaloš našym” denir; “šaloš anašym” ve “šlošah našym” değil.
Buna göre Semitik Akadça (Asur-Babilce) ve Ugaritçe başta olmak üzere birçok kavim dilinden
süzüle süzüle gelen İbranice ve Arapça’daki eril sayıların günümüzdeki yazılışları ve okunuşları
şöyledir:
İbranice ve Arapça’daki Eril Rakamlar
Semitik Akadça
İbranice
Okunuşu
Yazımı
Türkçe Okunuşu
Yazımı
1
2
3
4
5
6
İšten
Šina(e)
Šalaš
Erbe
Hamiš
7
Šediš
8
Samane
9
Tiše
10
Ešer
Sebe
‫דחא‬
‫םיינש‬
‫השולש‬
‫העברא‬
‫השימח‬
‫השיש‬
‫העבש‬
‫הנומש‬
‫העשת‬
‫הרשע‬
A-had
Şna-yim
Şa-loşa
Ar-ba’a
Ha-mişa
Şişa
Şeva’a
Şmona
Tiş’a
Asara
‫دحاو‬
‫نانثا‬
‫ةثالث‬
‫ةعبرا‬
‫ةسمخ‬
‫ةتس‬
‫ةعبس‬
‫ةينامث‬
‫ةعست‬
‫ةرشع‬
Arapça
Türkçe Okunuşu
Vahid
İsnân
Selâse
Erbea
Hamse
Sitte
Seb’a
Semâniye
Tis’a
Aşera
Her üç dilde 1’den 10’a kadar olan sayılar yukarıdaki gibi olup, diğer sayılar (sağdan sola doğru
yazılmaları nedeniyle) bunlardan tıpkı İngilizce’deki gibi türetililir. Örneğin 13 sayısının her üç
dildeki yazılışı ve okunuşu, 13 = 3 + 10 şeklindedir. Fakat tamamen matematik kuralları
üzerine kurulu olan Türkçe’de bunun tam tersi geçelidir; yani On
� üç
⏟ = 10 + 3 tür. Aradaki
=10 =3
sayılar yani rakamların 10 katları yazılırken; 20 hariç, rakamların sonuna Asur-Babilce’de “-a”,
İbranice’de “-im” ve Klasik Arapça’da “-a” ekleri getirilerek çoğullaştırılır. 20 sayısı ise her üç
4
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
dilde özeldir ve aynen Eski Mısır’daki gibi 10’un çifti yani 2 × 10 = 20 olarak çoğullaştırılarak bu
eklere göre yazılır. Bu, Asur-Babilce’de “ešra”, İbranice’de “ešrim” ve Arapça’da “isrūn”dur
(Detaylı bilgi almak için “Georges Ifrah: Çakıl Taşlarından Babil Kulesine, Bölüm 13:
Sümerlilerin Silinip Gidişinden Sonraki Mezopotamya Sayılamaları”na bakınız).
Fakat Sami haklarından Araplar, diğerlerinden ayrılarak Grek Matematiği’nin etkisi altına
girdiler ve sayıları “Arşimet’in Sayılaması”na göre yazmaya başladılar (Bkz. A History of
Mathematical Notations-Vol. I, Sayfa 29’daki “Erken Arap Sayılaması”na. Bu sayılama, aynen
“Arşimet’in Sayılaması”nın Arapça şeklidir). Arap tarihinin göçebeler dönemi boyunca bu
sayılamadaki sayılar adlandırılırken, bu arada Hz. Muhammed (M.S. 570-632) zamanında,
alfabedeki harfler sık sık nümerik olarak yani “Gematrik” olarak kullanılarak İbranice’deki gibi
eski gelenek devam ettiriliyordu. Dolayısıyla 610-632 tarihlerindeki Kuran yazımı sırasında,
Kuran’a sayıların yazılmasında ciddi bir sıkıntı yaşanmadı. Bunu aşağıdaki yazıtlardaki sayıları
inceleyerek açık bir şekilde görebilirsiniz.
5.1. Sayılamayla İlgili Yazıt Örnekleri: Aşağıdaki bulgularda Hz. Muhammed (M.S. 570632)’in ölümünden 60 yıl sonra yazılmış yazıt örnekleri vardır. Bu yazıtlardaki sayıların
yazılışları ve okunuşları ufak-tefek farklılıklarla günümüzdeki gibidir.
1. Abässa Bint Juraij’in Mezar Taşı (Hicri 71/Miladi 691, 19 Nisan 691): Ebatları 30x58 CM
olan bu mezar taşı 14 satır içerir.
5
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Bu mezar taşındaki sayılarla ilgili satırlar şunlardır:
8. O, Pazartesi 4 (
)’te öldü (Bu okuyuş bize, Kur'an sırrı 1300 yıllık kaya
yazıtında makalesindeki Nihat Hatipoğlu (İlahiyatçı, Hürriyet yazarı)’nun “Ben Züheyr, Ömer
4’te vefat etti” şeklindeki okuyuşunu hatırlattı!)
9. Dhul-Qa’dah’tan 10 (
10. 71 (
) gün geçti.
) yılının,
6
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
2. Abd el-Malik Zamanından Kalma “Aqabah (Akabe)” Yazıtı, Hicri 73/Miladi 692-693.
Bu yazıttaki sayılarla ilgili satırlar da şunlardır:
7. Ve o Yahya b.’nin 2 (
) elini doldurmuştu.
7
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
8. 3 (
) yılın Muharrem (ayı)nda el-hakem.
9. [ve yetmiş (
)...]
Kaynak: Yukarıdaki ve diğer örnekler hakkında detaylı bilgi almak için Quran Manuscripts &
Papyrus kitabındaki 174-208. sayfalara bakınız. Fakat Arapça sayıların doğrudan örnekler
üzerinde okunabilenler yalnızca yukarıdakiler iken, diğer örneklerde, hasarlı olduğu için, köşeli
parantezler içinde verildiğinden okunamamaktadır.
3. Gabban’ın Keşfettiği Kaya Yazıtı (Hicri 22/Miladi 644+): Burada Kur'an sırrı 1300 yıllık
kaya yazıtında bulgusuna da yakında bir göz atmamız gerekiyor.
Gabban’ın Keşfi
“(Gabban’a göre) Allah’ın adıyla; ben, Züheyr, bunu
Ömer’in öldüğü zamanda, dördüncü yılın 20’sinde
yazdım.”
Çünkü 21 Kasım 2008 Cuma günü
yandaş medyanın tamamında
neşredilen ve veriliş şekliyle karşı
tarafı şoka sokmayı amaçlayan
sözkonusu habere göre, Suudi
Arabistan Turizm Yüksek
Komisyonu’nda yer alan Arap
araştırmacılardan Ali ibn İbrahim
Gabban’ın ülkenin kuzeybatısında
eşiyle birlikte yaptığı bir gezide,
tarihi bir keşfe imza atmış ve ünlü
belgesel kanalı Discovery Channel’ın
haber sitesi de, bu keşif için, “İslam’ın
en eski yazıtı, Kuran ile ilgili bir sırrı
çözebilir” ifadesini kullanmış ve bu
keşfi magazin hayatına taşımıştı.
Sözkonusu bu keşfe göre, kızıl kumtaşı üstünde yer alan ve silik bir halde bulunan yazının, 1300
yıllık olduğu yapılan inceleme sonucu ortaya çıkmış ve yazıda geçen tarih de, miladi olarak 644
yılına rastlıyormuş. Bu durumda, yazıtta bahsedilen kişi, 644 yılında şehit edilen Hz. Ömer
olduğu tahmin ediliyor ve yazıyı yazan Züheyr adlı şahsın ise, muhtemelen Suriye-Mekke
arasında yol alırken mola veren bir hacı adayı olduğu sanılıyormuş.
Yazı stili uyuyor ama yargıya varmak zor!
Oysa Nihat Hatipoğlu (İlahiyatçı, Hürriyet yazarı) bu bulgu için şunları söylemişti: “İslam’ın ilk
döneminde Arapça yazı Kûfi tarzdaydı. Sülüs ve diğer yazı stilleri sonradan çıktı. Keşfedilen
taştadakiler de ilk dönem yazı karakterlerine benziyor. Yazıda, ‘Ben Züheyr, Ömer 4’te vefat etti’
ifadesi geçiyor. Aradaki bir kelimeyi okumak zor. Yazıdaki Züheyr, sahabelerden Kab bin Züheyr’e
işaret ediyor olabilir. Ama tek bir buluntudan yola çıkarak, Kuran-ı Kerim ve Arap alfabesiyle ilgili
tarihi detayları bir anda yok sayamayız. Tarihi bir levha olarak kıymet ifade eder, ama buradan bir
yargıya varmak zor. Öyle ki, yazının hicri 70 yılından sonra yazılmış olma ihtimali de var. Nitekim
8
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Ebu Esved ilk harekelemeyi 69 yılında yapmış, Haccac döneminde de imla düzenlemeleri
tamamlanmıştı.”
Gerçekten de yukarıdaki ve diğer yazıt örnekleri 644’ten sonra olmasına rağmen, hiçbirinde
aksan işaretleri yoktur. Elimizdeki yazıtlara göre aksan işaretleri, Turan Dursun sitesinin İslami
Forum bölümündeki araştırmacı Hasan AKÇAY’a göre de, 8. yüzyıldan önce yok. Bu konuda
Hasan AKÇAY şunları söyler:
”Gabban bunu gûya o yazıta dayanarak söylüyor ama yazıtta ESRE denen alt çizgi, ÜSTE denen üst
çizgi, ÖTRE denen üst vav yok. Oysa harekeleme asıl bu işaretlerin kullanımı demek.
Benim anladığım, Gabban örneğin ‘nun’un karnındaki noktadan söz ediyor. Ama nokta,
harekeleme işaretlerinin aksine, önemsizdir çünkü insan, en baştaki kelimenin ‘nun’u noktasız olsa
bile, onu ’ene’ diye okuyabilir. Kısacası marifet noktalamada değil harekelemededir; o ise Miladî 8.
yüzyıldan önce yok. Doğruyu söyleyen, Prof. Robert Hoyland olsa gerek.” (Bkz. Kuran yazımı
sırasında aksan işaretleri var mıydı?)
Burada Hasan AKÇAY’ın “Nun” harfinde nokta kullanılıp kullanılmadığıyla ilgili kafasındaki soru
işaretini silmek için Quran Manuscripts & Papyrus kaynağının 203-204. sayfalarında geçen “The
Qurra Papyrus - Oriental Institute No. 13756, 91 AH / 709-710 CE” örneğini verebilirim.
Fakat harflerde nokta kullanımı taa Eski Mısır’daki Hiyeratik yazıtlardan beri mevcuttur. Bu da
“Nun” harfine nokta konulsa ya da konulmasa bile, bu harfin “Ene” olarak açık bir şekilde
okunduğunu ya da okunabilmiş olduğunu gösterir. Fakat bununla birlikte, aynı kaynaktaki 197.
sayfadaki “An Arabic Inscription From Khirbat Nitil, 100 AH / 718-719 CE” yazıtında ne bir
aksan işaretinin, ne herhangi bir noktalama işaretinin kullanılmadığını, dolayısıyla yazıtların bu
yönde bir ağırlık teşkil ettiğini gözden kaçırmamız gerekir.
Bu durumda Gabban’ın 2008’de keşfettiği kaya üzerindeki yazıtın ilk olarak Kureyş Arapçası ile
yazıldıktan sonra noktalama işaretleri eklenerek ikinci kez elden geçirilmiş olduğunu, II. Ramses
medyasında bu haber verilirken ve uzmanların yazıtı değerlendirirken bu ikili durumun gözardı
edilerek sunulduğunu, dolayısıyla Yeni Şafak gazetesi yazarı ve araştırmacı Ali Murat Güven’in
“Efsane Firavunun Cesedi Fos Çıktı!” makalesinden tam 3 yıl sonra, 2008'deki Kurban
Bayramı’ndan 17 gün önce “göz boyamak” amacıyla sürüme konan bu haberin de bir asparagas
haber olduğunu gösterir.
1
1
5.2. Kesirler: Günümüzdeki Arapça’da 2’den 10 ’a kadar olan kesirler tekil (Single) için
ve çoğul (Plural) için
eklerine göre şöyle yazılırlar:
9
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
1
Örnekler:
1
Günümüz Arapçası’nda 2’den 10 ’a kadar olan kesirler, Arabic: An Essential Grammar.
2
Burada 3’e karşılık gelen “tultani” kelimesi “Dualite (Çift)” formatına göre üretilmiştir.
Araplar’ın kullandıkları bu kesirler Eski Mısırlılar’ın birim kesrinden gelir (Bkz. History of Arab
Mathematics’e). Bu yüzden, Kuran’ı Türkçe’ye ilk kez çeviren tefsir alimi Elmalılı Hamdi Yazır,
Kuran’ı Kerim Tefsiri/4. Nisa Suresi’indeki miras ayetlerindeki kesirleri okurken, birim
kesirlerin tam katları şeklinde okumuştur. Yani Elmalılı Hamdi Yazır, birim kesirleri genellikle
“1” katıyla birlikte okurken, birim olmayan kesirleri de tam katlarıyla birlikte okur:
“Eğer aynı şartlar altında kalan kız kardeşler iki veya daha fazla iseler farz hakları terekeden iki
üçte bir, yani üçte ikidir.”
“Bilindiği gibi iki altıda bir üçte bire eşittir”
“Bunun için çocuk, bir kız olduğu taktirde çocuklar tarafındaki erkeklik hakkını
tamamlayamadığından bunu baba tamamlar da, iki altıda birle bir yarımdan kalan kısmı yine
baba doğrudan doğruya bir erkek olarak alır ki, buna asebelik ile birlikte hisse alma denilir.”
10
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Arap matematiğinde, pardon şuna “Mısır Matematiği” dersek daha doğru olur, kesirlerle ilgili
tüm hesaplar tıpkı Mısır Matematiği’ndeki gibi yapılır ve birim kesirler üzerinden yürütülür.
5
1
1
5
Örneğin siz, Hz. Muhammed zamanında 6 diyemezdiniz, ama pekala 2 + 3 �= 6� diyebilirdiniz!!!
Şimdi Mısırlılar’ın bu kesirleri birim kesirler toplamı olarak nasıl yazdıklarını öğrenebilmek için,
Babil kesirleriyle birlikte Mısır kesirlerine yakından bir göz atalım.
5.2.1. Mısır ve Babil Kesirleri
Eski Mısır Matematiği’nde birim kesri hiyeroglifle yazabilmek için “r: nbt (Ağız (Açık Bir
Ağız))” ile gösterilen ve “Parça” anlamına gelen
sembolü kullanılıyordu. Buna göre birim kesirler, bu sembolle birlikte
şeklinde gösterilirken, birim olmayan ve bir istisna teşkil eden, dolayısıyla özel olan kesirler de,
şeklinde gösteriliyordu. Bunlar, her kesrin birim kesirlerin yanyana yazılmasıyla yapılan Mısır
Matematiği’nde “Özel Kesirler” idi (Bkz. Ancient Egypt’e). Fakat bu özel kesirlerin gösterimi tek
türlü değildi. Örneğin Palermo Taşı’nda bu kesirler arkaik formda şöyle yazılmışlardır:
11
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Palermo Taşı’ndaki Özel Kesirler. Arkaik formdaki özel Mısır kesirleri. Bu kesirler, sırasıyla (ki
1
hiyeroglifte alt alta dizilmiş parçalardan oluşan glifler yukarıdan aşağıya doğru okunuyordu), 2 için
2
3
sağdaki “Ağız 1”(ki soldakinin ne anlama geldiği bilinmiyor!), 3 için “Ağız 2” ve 4 için “Ağız 3” şeklinde
okunuyordu (Bkz. Histoire de fractions, fractions d'histoire, S. 28).
Çok sonraları, Eski Mısır Matematiği’ne ait “Ahmes Papirüsü”, “Moskova Papirüsü” (ki bunlar
başkaynaklardır), “Reisner Papirüsü”, “Kahun Papirüsü” ve “Akhmim Papirüsü”nün
keşfedilmesiyle Mısır bilimciler (Ejiptologlar) ve araştırmacıları, Mısır kesirlerin modern bir
yazımı için paydadaki sayının üzerine paydaki sayı kadar çizgi koymaya başladılar (bildiğim
kadarıyla bu notasyonu keşfeden kişi, Otto Neugebauer’dir) ve bu notasyon günümüzde hala
1
2
kullanılmaktadır. Örneğin kesri 2’nin üzerine bir tek çizgi çekilerek gösterilirken, kesri 3’ün
2
3
üzerine üst üste 2 tane çizginin çizilmesiyle gösterilir. Bu durumda Kuran’da “Miras Ayetleri”
olarak bilinen Nisa suresinin ilgili ayetlerindeki oranların Mısır ve Babil kesrine göre yazılışları,
ayetteki yazılış sırasına göre,
11. Ayet:
12. Ayet:
176. Ayet:
Nisa Suresindeki Oranların Yazılışı
Mısır Kesirleri
Babil Kesirleri
2
1
1
1
2
1
1
1
= 3, = 2, = 6, = 3
= 0; 40, = 0; 30, = 0; 10, = 0; 20
3
2
6
3
3
2
6
3
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
= 2, = 4, = 8, = 6, = 3
= 0; 30, = 0; 15, = 0; 7,30, = 0; 10, = 0; 20
2
4
8
6
3
2
4
8
6
3
1
2
1
2
= 2, = 3
= 0; 30, = 0; 40
2
3
2
3
şeklindedir. Burada Babilliler’in 60 tabanlı sayma sistemini kullandıklarını ve seksagesimal
sayıları konumlu olarak (yani 60 tabanında açarak) yazdıklarına dikkat etmek gerekiyor. Çünkü
12
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Babilliler, bir kesri yazarken, paydasındaki sayının “Düzgün Sayı” olmasına dikkat ederler ve
her kesri konumlu olarak yazamazlardı. Burada sözkonusu olan düzgün sayı, taban olan 60’ın
asal çarpanlarından ve bunların kuvvetlerinden oluşan, yani 2m . 3n . 5k formundaki sayılardır. Bu
durumda Babilliler, kesirleri, paydası 2, 3, 4, 5, 6, 8, 9, 10, 12, 15, 16, 18, 20, 24, 25, ⋯ düzgün
sayılarından biri ise yazabiliyorlardı.
Bu kesirlerin Mısır birim kesirlerinin toplamı olarak yazımı (The Mathematical Leather Roll,
British Museum),
Nisa Suresindeki Oranların Mısır Birim Kesirleri Cinsinden Toplamları
1
1
1
1 1 2
Sütun 1/3-Satır 1:
Sütun 1/3-Satır 7:
+
=
+ =
10 40 8
3 3 3
1 1
1
1
1
1
1
1
Sütun 1/3-Satır 2:
Sütun 1/3-Satır 8:
+
=
+
+
+
=
5 20 4
25 15 75 200 8
1 1
1
1 1
1
Sütun 1/3-Satır 3:
Sütun 1/3-Satır 11:
+
=
+
=
4 12 3
9 18 6
1 1 1
1 1
1
1
Sütun 1/3-Satır 5:
Sütun 1/3-Satır 12:
+ =
+
+
=
6 6 3
7 14 28 4
1 1 1 1
1
1
1
Sütun 1/3-Satır 6:
Sütun 1/3-Satır 13:
+ + =
+
=
6 6 6 2
12 24 8
şeklindedir. Burada Mısırlılar’ın Satır 5 ve Satır 7’de birim kesrin 2 (Double) katını alırlarken,
1
Satır 6’da da 3 katını aldıkları dikkatleri çeker. Ayrıca 4’ün Satır 12’deki yazılışındaki Mısır birim
kesirlerinin seksagesimal sayılarla yazılamadığına dikkat ediniz.
5.2.1.1. Mısır Kesirleri’nde Tarihi Bir Dönüm Noktası
Mısırlılar’ın bu son tablodaki kesirlerin toplamını nasıl yazdıkları daima bir merak konusu
olmuştur. Başta Ejiptologlar olmak üzere kalburüstü matematikçiler, Mısırlılar’ın bu toplam
kesirleri nasıl yazdıklarını araştırmışlar ve birçok formülasyon vermişlerdir. Fakat Mısırlılar’ın
bu toplam kesirleri formülasyondan çok, bir dizi hesapla buldukları ve bu nedenle hiçbir
formülasyonun bunları bulmaya yetmeyeceğini ihmal ettikleri açıktır. Özellikle 1798’de
Napoleon Bonaparte’nin “Mısır Seferi” ile başlayan Avrupa’daki Mısır uygarlığına, dolayısıyla
matematiğine duyulan ve giderek artan ilgi, ne kadar Batılı kalburüstü matematikçi gelip geçmiş
de olsa, onların bu konuda yanıldığı açıktır. Onlar bu kesir toplamlarını modern matematikle
yorumlamaya çalıştıklarından, Mısırlıları anlayamamışlardı!
1
Örneğin Batılılar, Mısırlılar’ın 8’in ilk yazılışını
(17)
4 1
1
1 1
1
1
1 1 5 1 4+1 1
= × = ×
= � + �= � + �=
+
8
5
8 8
5
2 8
10 40
8 5 8 5
şeklinde yazdığını iddia ederler. Oysa onların elllerinde papirüslerdeki örneklerden başka, bu
toplamın böyle yazıldığına dair ne bir formülasyon ne de herhangi bir prosedür, dolayısıyla
hiçbir kanıt yoktu!
Gerçekte, Mısırlılar, birim kesirlerin katlarını
(18) a × b = ��
b b���
b⋯
��
b⇒a×
a tane
1 1 1 1
1
= + + + ⋯+
��
�
�
�
���
�
�
�
��
b b b b
b
a tane
13
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
şeklinde yazmakla birlikte, herhangi bir birim kesri diğer birim kesirlerin toplamını olarak (ki
Satır 2’deki 4 = 5 20 ve Satır 3’teki 3 = 4 12 örnekleri doğrudan bu formülasyona göre
yazılmıştır),
(19) b = b + 1 b(b + 1) ⇒
1
1
1
=
+
b b + 1 b(b + 1)
şeklindeki basit formülasyonu bir dizi hesap altında döndürerek elde ediyorlardı! Yani işin
içinde formülasyondan çok, hesap vardı ve bu durum Batılılar tarafından farkedilse bile, önem
verilmeyen bir nokta idi.
1
Buna göre 8 = 8’in ilk yazılışı yukarıdaki gibi bir formülasyon sonucunda değil;
(20) 8 = 8 + 1 8(8 + 1) = 9 8.9 =
⏟
9
=10 90
şeklinde bir dizi hesap sonucunda bulunuyordu!
72 = 10 72
�
90
� = 10 40 ⇒ 8 = 10 40
=18.4 =18.5
5.3. Çoğul Kesirler: Genel olarak, birim kesirleri herhangi bir dilde okuyabilirdiniz. Çünkü birim
kesirler yukarıda görüldüğü gibi 1000’lerce yıl öncesinin Mısır’ından geliyordu. Buna göre
İbranice’de çoğul bir kesir için birime (birim kesrin okunuşuna) “-im” soneki getirilirken,
Arapça’da “-a” soneki getirilirdi. Bununla birlikte; Arapça’da birim kesir çifte katlanırken, birime
“-n” soneki getirilirdi.
1
Şimdi tarihi ve hem çoğul hem de çifte katlanması nedeniyle 2 × 3 kesrinin tarihçesine yakından
bir bakalım. Okuyucu bu kesrin hem Tevrat’ta, hem de Kuran’da kullanıldığına dikkat etmelidir.
5.3.1. Üçte İki’nin Tarihçesi: Bu kesrin tarih boyunca okunmasında herhangi bir sıkıntı olmasa
da, işleme konulmasında çok ciddi bir sıkıntı vardı. Ve bu sıkıntı M.S. 12. yüzyıla kadar
giderilemedi!
1. Mısır: Eski Mısır’da bu kesir hiyeroglifle
şeklinde yazıp okunuyordu (2’nin Mısır ve diğer dillerde okunuşu için Numbers’a bakınız).
Burada üstteki glifin İngiliz Ejiptolog Sör Alan Gardiner’ın D: Parts Of Body adlı çalışmasındaki
D25: Log: Both lips (Çift dudak).
bulgusundan geldiği çok açık bir şekilde görülüyor. Yani şekildeki iki dudak arasında kalan
çizgisel hat, “ağız”ı ele veriyor.
Bilindiği gibi Sör Alan Gardiner, D; Parts of the body, page two sayfasında “Ağız”ı
14
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
D21:
, Log: Mouth (Ağız), spell Phon: r (re/ra)
2
3
olarak açık bir şekilde tanımlarken, birer özel Mısır kesri olan 3 ve 4 kesirlerini yalnızca
sembolleriyle birlikte göstermiş yani Logogram (Log)’larını vermiş, ama bu kesirlerin nasıl
okunduğunu (spell phon) ve nasıl tanımlandığını (Det) söyleyememişti!
İşte Gardiner'ın tanımlayamadığı bu kesirleri Asur Akadçası’ndan Mısırlılar'ın şu şekilde
tanımlamış olduğunu (Det) öğrenmiş oluyoruz (Sayılar EA 368 tabletinden alınmadır):
2
D22:
, Log: 3, spell Phon: r šnw, Det: Mouth of Two (Ağız 2),
D23:
, Log: 4, spell Phon: r hmt, Det: Mouth of Three (Ağız 3).
3
1
Mısırlılar, özel kesirler hariç, b birim kesirini papirüse yazarken, ağız işareti altında ve ağızdan
ayrık şekilde b sayısını yazarak yani “r-b” şeklinde yazıyorlardı. Bununla birlikte, Mısırlılar,
Hekat Problemleri’nde 2, 3 ve 4 Ro’yu özel olarak; bu sayılardan birini yazdıktan sonra, sayının
altına “Ro” yerine “Ağız” sembolünü ve 1 Ro için de sayıyı yazmaksızın yalnızca “Ağız”
sembolünü yazıyorlardı (Bkz. Ancient Egyptian science: a source book, Sayfa 15’e).
Solda Hekat problemlerinde geçen 1 ro, 2 ro, 3 ro ve 4 ro’nun hiyeroglif alfabesine göre yazımı ve sağda
bunların hiyeratik alfabesine göre yazımı gösterilmektedir (Bkz. EK 2: Hekat Problemleri’ne). Bu
değerlerin Ahmes papirüsündeki hiyeratik alfabedeki yazımından öğrendiğimize göre (sağdaki),
hiyeroglifteki yazımında (soldaki) alt alta dizilmiş parçalardan oluşan glifler yukarıdan aşağıya doğru
okunur. Bu durumda Mısırlılar, 1, 2, 3, 4 Ro”yu, özel kesirlerdekinin aksine, “1, 2, 3, 4 Ağız” şeklinde
yazarlar (Bkz. Richard J. Gillings: Mathematics In The Time of The Pharaohs, Egyptian Weights and
Measures, Figure 20.2: Horus-eye fractions, p. 211).
Ahmes Papirüsü’nde bu kesir 2 farklı toplam olarak şöyle geçer: İlkin, 3 biriminin 2 katını alırsak
yani çifte katlarsak;
(21) 3 = 2 × 3 = 3 3
15
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
toplamı elde edilir. Bu toplam yukarıdaki tablodaki Satır 7’de mevcuttur. Burada okuyucu şu
soruyu sorabilir: Neden papirüsteki hiçbir hesapta 3 3�= 3 + 3� olduğu gibi bırakılmıyor?
Bu sorunun yanıtı, hesabın ilerisinde bunun ne gibi sonuçlar doğuracağı araştırılarak
bulunabilir. Yani 3 3’nin bir kere daha 2 katı alınırsa, 3 3 3 3 ve bunun da 2 katı alınırsa,
3 3 3 3 3 3 elde edilir ki, açık olarak temel kesirlerin böyle anlamsız bir şekilde üst üste
yığılmasının bir faydası yoktur.
Eski Mısırlılar, hesaplarında bu toplam yerine şu toplamı kullanıyordu: 3 biriminden hareketle,
(22) 3 = 4 12 = 2.2 2.6 = 2 × 2 6 ⇒ 3 = 2 × 3 = 2 6 ⇒ 3 = 2 6
toplamı elde edilir ki bu toplam ilkinin kısaltılmış şeklidir. Gerçi bu toplam ne yukarıdaki
tabloda, ne de 2:n Cetveli’nde vardır ama 2:n Cetveli’nde kullanılmıştır.
Eski Mısırlılar bu son toplamdan hareketle bir bütünü
(23) 3 = 2 6 ⇒ 1 = 3 3 = 3 2 6 = 2 3 6 ⇒ 2 3 6 = 1
şeklinde birimlere bölebiliyorlardı. Çünkü bu toplam da 2:n Cetveli’ndeki son toplam olan
(2: 101 =)2 × 101’de kullanılmıştır. Hollandalı matematik tarihçisi ve aynı zamanda bir
matematikçi olan B.L. Van der Waerden, 2:n Cetveli’ndeki bazı toplamların bir seri olarak bu
eşitlikten türetilmiş olduğunu iddia eder!
2. Sümer: Sümerce’de birim kesirler genel olarak “IGI.x.GÁL” formuna göre yazılırdı.
1
Örneğin kesri “IGI.3.GÁL” şeklinde yazılır (Bkz. Introduction to Akkadian, §76. Numerals, Sayfa
3
78’e; sayılar için Sumerian and Akkadian Numbers’a).
3. Ur: Sümer Krallar Listesi’ne göre M.Ö. 2600’lerde Erken Hanedanlık II, I. Uruk
Hanedanlığı’nın Kralı olan Gılgamış (ki kendisi, akla ve mantığa sığmasa da, 126 yıl hüküm
sürdü) adına Akadça yazılmış “Gılgamış Destanı”na ait 11. Tablet’te “Ş𝐚𝐚𝐚𝐚𝐚𝐚
⏟ ” kelimesi geçer
��� − 𝐛𝐛𝐛𝐛
=𝟐𝟐𝟐𝟐
=𝟐𝟐
(“Shanabi” kelimesi hakkında detaylı bilgi almak için Primitive Civilizations 2 Volume Set:
Primitive Civilizations: Or, Outlines of the History of Ownership in Archaic Communities
(Cambridge Library Collection – Women’s Writing) (Volume 2), Sayfa 488’e bakınız). Bu kelime
40
2
hem 2 × 20 = 40 anlamına gelir, hem de 60’ta 40 yani 0; 40 = 60 = 3 anlamına. Kral Gılgamış ile
gemici Ur-Shanabi arasında geçen yolculuğun anlatıldığı bu tablette (ki araştırmacılar,
gemicinin Ur döneminde yaşaması nedeniyle gemicinin adındaki “Ur”un bir önek olduğunu ve
“Shanabi” adının 40’tan geldiğini iddia ederler) “İki kez yirmi saatten sonra biraz yemek
yediler.” cümlesindeki “İki kez yirmi” ve “Bunun üçte biri peksimet kızartmak için harcandı; üçte
ikisini de gemici sakladı.” ile “Çünkü, geminin üçte ikisi suya girinceye dek, onu, kızak üzerinde
aşağıdan ve yukarıdan itmek zorunluğu vardı.” cümlelerindeki “Üçte iki” kelimeleri “Şanabi”
olarak geçer.
4. Babil-Asur: Bu kesir Asur Akadçası’nda (Semitik Akadça) “š𝐧𝐧
� 𝐩𝐩𝐩𝐩
�” olarak okunurdu.
𝟐𝟐 𝐀𝐀ğı𝐳𝐳
Burada “šn (š∂nê /šena/šina/ šinē): 2 (İki)” ve “pm (p (pu)/pum/püm): Ağız” demektir.
16
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Bkz.;
1. Asur Akadçası’nda “2 (İki)” anlamına gelen “šn” kelimesi için “Roger D. Wooddard:
THE ANCIENT LANGUAGES OF SYRIA-PALESTINE & ARABIA”, sayfa 15’teki 2. maddeye,
Introduction to Akkadian, §76. Numerals, Sayfa 76’ya, Comparative Semitic Linguistics: A
Manual, Sayfa 35’e ve Sumerian and Akkadian Numbers’a,
2. Asur Akadçası’nda “P” harfinin “Pa/Pi/Pu” şeklindeki sesli yazımı için Introductory
Assyrian Grammar, Sayfa: 4’e ve bunlardan “Mouth (Ağız)” anlamına gelen “Pū”yu görmek için
Sayfa 8’e. “Ağız” anlamına gelen “Pi” nadiren de olsa kullanılmıştır. Örneğin Ur III Dönemi’nde
“Mis Pi” (ki Sümerce’de “KA DU8-HA”dır) kelimesi “to open the mouth (Ağız Açmak)” ve “Pīt
Pi” kelimesi de “opening of the mouth (Ağız Açma)” anlamlarında kullanılmıştır. Eski Mısır’da
dini bir ritüel olan “Ağız Açma Töreni” yapılıyordu! (Bkz. Robert Bauval & Adrian Gilbert:
Discussions in Egyptology 28 ve Graham Hancock & Robert Bauval: The Message Of The Sphinx)
𝟐𝟐
3. Asur Akadçası’nda “šnpm (šinēpüm)” kelimesinin hem “2 (İki) Pay” hem de “𝟑𝟑 (Üçte
İki)” anlamlarına geldiğini öğrenebilmek için Studies in Biblical law: from the Hebrew Bible to the
Dead Sea Scrolls, Chapter 10)”, Sayfa 243’teki 19. ve 21. dipnotlara.
4. Ugarit: Bu kesir için Asur Akadçası’ndan “š𝐧𝐧
� 𝐩𝐩𝐩𝐩
� ” kelimesi ödünç olarak alındı ve
𝟐𝟐 𝐀𝐀ğı𝐳𝐳
Ugaritçe’ye, küçük bir farkla, “š𝐧𝐧
� 𝐩𝐩𝐩𝐩
⏟ ” şeklinde geçti (Bkz. “šnpt” kelimesi için “Gerhon Brin
𝟐𝟐 𝐀𝐀ğı𝐳𝐳
Studies in Biblical law: from the Hebrew Bible to the Dead Sea Scrolls, Chapter 10)”, Sayfa 243’teki
𝟐𝟐
21. dipnota ve “šn (šinē)” kelimesinin “šn (šine): 2 (İki)” ile “šnpt” kelimesinin “𝟑𝟑 (Üçte İki)”
anlamlarına geldiğini öğrenebilmek için Ugaritic Grammar: Lesson Five - Numerals’e).
5. Sürgünler: 1948’e kadar hiçbir toprakta yerleşik olmayan, ki bu tarihe kadar başta
Mısır ve Babil olmak üzere birçok yerde bir sürgün olarak (ki Eski Mısır’da bu tür kişiler için
“Vatansız” kelimesi kullanılıyordu), dolayısıyla tarih boyunca yalnızca “İbraniler” olarak bir
ulus formunda yaşayan (ki 1789’daki Fransız İhtilali’nden sonra tüm dünyaya yayılan
“Milliyetçilik” fikrinin kökeni buradan gelir) Yahudiler’in ortak dili olan İbranice’de bu kesir 2
farklı alanda,
1.
2.
(Şney Şliş), İsim: Matematikte “Üçte iki” demektir (Bkz. “Israel
Palchan: Hebrew: Phrasebook & Self-Study Guide”, Fractions, Sayfa 32).
(Pişnim), Deyim: İncil’de hem “İki pay” hem de “Üçte iki” anlamlarına gelir.
olarak kullanılır. Fakat İbranice İncil uzmanlarına göre bu kelime 2 farklı şekilde kullanılır:
1. Çift (Double): Yasa Kitabı (Deuteronomy) 21.17’de “İki pay” anlamında kullanılır.
Süryanice’de buna paralel olarak “
” kelimesi kullanılır (Bkz. “Gerhon Brin
Studies in Biblical law: from the Hebrew Bible to the Dead Sea Scrolls, Chapter 10)”,
Sayfa 243’teki 19. dipnota).
2. Üçte iki (Two-thirds): Zechariah 13.8-14.4’de ise “Üçte iki” anlamında kullanılır.
Örneğin Samuel E. Loewenstamm, “The Fathers and the Judges, p.364, n.40”ta “Pişnim”
kelimesinin Akadça’daki “šnpm (šiněpüm)” kelimesinin formasyonu sonucunda yukarıdaki gibi
17
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
2 farklı anlama dönüştüğünü söyler (Bkz. “Gerhon Brin Studies in Biblical law: from the Hebrew
Bible to the Dead Sea Scrolls, Chapter 10”, Sayfa 243’teki 21. dipnota). Burada F. Rundgren’e
göre, “
(Pi)” İbranice İncil’de ve paralel Semitik dillerde “Pay” anlamına gelir. Ancak
Speiser’a göre (“Of Shoes and Shekels”, pp. 18-19), “
(Pim)” diğer kökten türetilmiştir
ve “Üçte İki” anlamına gelir. Bu kelime 1. Samuel 13.21’de şöyle geçer:
,‫כא וְ ָהיְתָה ַה ְפּצִירָה פִים‬
,‫ַל ַמּ ֲחרֵשֺׁת וְָל ֵאתִים‬
,‫ִשׁלֺשׁ ִקלְּשׁוֹן‬
ְ ‫וְל‬
,‫וּ ְל ַה ַקּ ְר ֻדּמִּים; וּ ְל ַהצִּיב‬
.‫ַה ָדּ ְרבָן‬
21. And the price of the filing was a pim for the mattocks,
and for the coulters, and for the forks with three teeth, and
for the axes; and to set the goads (21. Saban demiriyle
kazmanın bileme fiyatı, şekelin pim (üçte ikisi) kadardı.
Beller, baltalar, üvendireler için istenilen fiyat ise şekelin
üçte biriydi)
(Bkz. “Gerhon Brin Studies in Biblical law: from the Hebrew Bible to the Dead Sea Scrolls, Chapter
10”, Sayfa 243’teki 20. dipnota).
Fakat bunlar arasında gerçeği tek söyleyen kişi, günümüzdeki İsrail halkı olsa gerek. Çünkü
günümüzdeki İbranice’de tıpkı Asur Akadçası’ndaki gibi “P” harfi “Peh” şeklinde sesli olarak
yazılırken, “Peh: Ağız” anlamına gelmektedir. Burada Asur Akadçası’nda “Ağız” anlamına gelen
“P” harfinin sesli yazımındaki günlük dilde kullanılan “Pu” ve yalnızca dini ritüellerde kullanılan
“Pi”yi gözönüne alırsanız, günümüzdeki İbranice’deki “Peh”in “Pu/Pum”dan türemiş olduğu ve
“Pi”nin ise İbranice İncil’de aynen kaldığı yani günümüze kadar taşınmış olduğu açık hale gelmiş
olur.
Şimdi siz, “22 Hebrew symbols: SYMBOLS that require OCCULT PRACTICE GEMATRIA to
translate” videosunu tam 2:50/4:06’de durdurursanız, aşağıdaki sonuçların verilmiş olduğunu
görürsünüz:
#17 Peh:
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
Mouth (Ağız).
Speak.
Face.
Theophanies.
Transfiguration.
Coming of the Lord.
Purim.
Parting.
Splitting.
Breaking.
Bursting.
18
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Bu sonuçlara göre, Sembol bilimi de “Peh”in “Ağız” anlamına geldiğini söylüyor bize. Herhalde
sembol bilimci Robert Langdon da (ki şu sıralar “Da Vinci Şifresi (The Da Vinci Code)”nden
sonra “Kayıp Sembol (The Lost Symbol)” kitabı oldukça revaçtadır), bu kayıp sembolün peşinden
koşsaydı, şimdi bulduğumuz sonuca ulaşacaktı.
Neyse, biz bu kayıp sembol hakkında araştırmalarımıza devam edersek; “P” harfinin
İbranice’deki evriminin şu şekilde gerçekleştiğini görürüz:
İbranice’deki “P” harfinin evrimi. Soldaki sembol, ilk Mısır dili olan hiyerofliften gelir ve Erken Semitik
dönemde, yani Alef’in “Öküz Başı (Ox Head)” olarak okunduğu zamanda, kullanılmış ilk proto-semitik
semboldür. Bu sembol dik bir şekilde M.Ö. 1000’lerde Güney Arabistan’da kullanılmıştır. Albay Tahsin
Mayatepek’in bildirdiğine göre, 1937 yılında Atatürk’e son gönderdiği “Müslümanlığa Ait Olduğu
Sanılan Hususların Müslümanlığa Güneş Kültü’nden Girdiğine Dair Mühim Malumat Ve İzahati
Havi Rapor” (Bkz. Saçak Dergisi, sayı 49, Şubat 1988, s.18.) başlıklı 14. Rapor’da, İslamiyet’e orucun da
içinde olduğu ibadetlerin “Güneş Kültü”nden girdiğini anlatmış ve İslam öncesinde Güney Arabistan’da
yaşayan ve Güneş’e tapan “Şems oğulları” adlı bir kavimden bahsetmişti! Bu, pek tabii ki Mayatepek’in
bulgusuna uygun düştü. Çünkü bu sembolün geldiği yerde herkes Güneş’e tapıyordu. Bir zamanlar...,
Güney Arabistan’da yaşayan ve Güneş’e tapan “Şems oğulları” varmış... Bu sembol hiyeroglifte “R” harfi
olarak kullanılırken proto-semitikte “P” harfi olarak kullanılmıştır. Her iki dilde de “Ağız” anlamına gelir
(Bkz. “P” harfinin diğer dillerdeki yazımı için Evolution of the English Alphabet. Orada bu harfin günümüz
Yunancası’nda Asur Akadçası ile İbranice’nin karışımı olarak “Puh” şeklinde okunmuş olduğunu
göreceksiniz).
Burada sözkonusu olan kayıp sembol, “P” harfinin İbranice’de kullanılan ilk sembolüdür. Bu
sembol yukarıda solda verilmiş olup, 1000’lerce yıl öncesinin Mısır’ından geliyor. Daha sonra bu
sembol Orta ve Geç Dönemler’den sonra modern şeklini almıştır. Fakat bu sembol ilk zamandan
beri hiyeroglifteki gibi tek başına “Ağız” anlamına gelmekle birlikte, zamanla bu harfin sesli bir
şekilde okunması gerekmiş ve şu şekli almıştır:
P: Eski Mısır’da “Ağız” anlamına gelen bir harf, E: Omuzlarıyla yükselmiş adam. Fakat bu 2 harf yanyana
geldiğinde, “P-eh” sesini verir ve en eski İbranice’de “Ağız” anlamına gelir (Bkz. “The Unchangeable
Vowel-Letters of Ancient Hebrew”. Eğer bu resimdeki “eh” sesine karşılık gelen her sembolü yukarıdaki
aynı döneme ait “P”ye karşılık gelen sembolden sonra yazarsanız, “Peh” kelimesinin hangi dönemde nasıl
yazılmış olduğunu öğrenmiş olursunuz. Yukarıdaki yazım ilk döneme aittir).
Şimdi bu sonuçla "Pişnim" kelimesi artık çok ilginç bir hal aldı. Çünkü bu kelime ilk olarak,
karşımıza Eski Mısır’dan gelen ve Eski Mısır’da “R” harfi olarak okunan sembolle gelir. Bu
sembol tek başına hiyeroglifteki gibi “Ağız” anlamına gelir. Bu sembol daha sonra Asur
Akadçası’nda “Ağız” anlamına gelen “P” harfinin “Pu/Pum/Pi” okunuşlarıyla karşımıza çıkıyor.
Burada “P”nin “Pi” şeklindeki okunuşu dini ritüellerde, dolayısıyla nadiren ortaya çıkıyor. Bu
ise, başlangıçtan beri aradığımız yanıtı veriyor bize.
19
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Eski Mısır’da bir Ağız Açma Serenomisi. Anubis mumyayı tutarken diğerleri mumyanın ağzını açmak
için sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlar. Bu sırada, örneğin bir kralın mumyası için yapılan ağız açma
töreninde, Tanrı krala şöyle seslenir: “Evet Kral, UPUAUT’ın bıçağıyla senin için ağzını açacağım. Ben, ki
Tanrıların ağzını açıp ayıran kişiyim (Horus), demir bıçakla senin için ağzını açıp ayıracağım.”, Piramit
Metinleri 13.
Burada Anubis, mumyalama sırasında mumyalayanın giydiği maskedir. Lahit kapakları ve Horus’un 4
oğlu ölen kişinin organlarının konduğu kaplar (kanopik kutular)’dır. Mumyalandıktan ve maskı taktıktan
sonra ağız açma bıçağıyla ağız aralanır. Çünkü ruhun oradan çıkacağına inanılır. Öldükten sonra bir süre
geçecektir ve kişi ölmediğini fark edecektir. Psikometridir aslında bu. Bedenin, insanın kullandığı eşyanın
bir etkisi olduğuna inanılıyor. Ruh bir süre daha devam edebilmek için onlara ihtiyaç duyar.
Bu tören için Sümer’de “KA DU8-HA” ve Ur III’de de “Mis Pi” fiili kullanılıyordu. Her ikisi de “to open the
mouth (Ağız Açmak)” anlamına gelir. Bununla birlikte, Ur III’de özellikle “opening of the mouth (Ağız
Açma)” anlamına gelen “Pit Pi” kullanılıyordu. Burada tahmin edeceğiniz gibi, “Pi” kelimesi “Ağız”
anlamına gelir.
Demek ki Akadça’daki “šnpm (šinēpüm)” kelimesi Ugaritçe’ye “šnpt (šinēpütüm)” olarak
geçerken, İbranice İncil’e de “Pişnim” olarak geçmiş. Her iki dilde de bu kelime Akadça’dan
ödünç olarak alınmış; ama okunuşları ve kullanışları farklı olmuş. Yani Akadça’daki “šnpm”
kelimesi ve bileşenlerinin anlamları
2
šn (šine): 2
= šnpm = �
P: pm (pum): Ağız
3
iken İbranice’deki “Pişnim” kelimesinin (ki burada Akadça’daki “šnpm” ve Ugaritçe’deki
“šnpt”nin okunuşu Hekat problemindeki
yani “2 ro: 2 ağız” gibi iken, İbranice İncil’deki “Pişnim”in okunuşu
yani “r šn: Ağız 2” gibidir) etimolojik analizi,
,
,
20
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
2
P: Pi (Peh, Pey): Ağız
= Pişnim = �
Şnim (Şnaim): 2
3
şeklinde olmaktadır. Burada “Pi-şnim” kelimesinin bileşenlerinden “Pi” kelimesinin “Ağız”
anlamında kullanıldığını “A Hebrew-English Bible According to the Masoretic Text and the JPS
1917 Edition”daki çeşitli örneklerde görebilirsiniz. Bunun için eğer siz, “Search” kutusuna
“Mouth (Ağız)” yazarsanız, karşınıza İbranice İncil’de “Mouth” kelimesinin geçtiği birçok metin
örneği çıkacaktır.
İşte size “Mouth (Ağız)” kelimesinin “Pi” ile başlayan çeşitli okunuşlarına dair birkaç örnek:
Song of Songs Chapter 1’den:
-‫ כִּי‬,‫ְשׁיקוֹת ִפּיהוּ‬
ִ ‫ִשּׁ ֵקנִי ִמנּ‬
ָ‫ב י‬
.‫טוֹבים דֺּדֶי ָך ִמיָּיִן‬
ִ
Psalms Chapter 119’dan:
,‫כֺּל‬
--‫ְתּי‬
ִ ‫שׂ ָפ ַתי ִס ַפּר‬
ְ ‫יג ִבּ‬
.‫ ִפי ָך‬-‫שׁ ְפּ ֵטי‬
ְ ‫ִמ‬
,‫ְחכִּי‬
ִ ‫ִמלְצוּ ל‬
ְ ‫נּ‬-‫קג ַמה‬
.‫ְפי‬
ִ ‫ְבשׁ ל‬
ַ ‫ ִמדּ‬--‫ָת ָך‬
ֶ ‫ִא ְמר‬
Proverbs Chapter 8’den:
‫ֵאין‬
:‫ ִפי‬-‫א ְמרֵי‬-‫ָל‬
ִ ‫ח ְבּ ֶצדֶק כּ‬
.‫ִקּשׁ‬
ֵ ‫ִפ ָתּל וְע‬
ְ ‫ נ‬,‫ָבּ ֶהם‬
Psalms Chapter 109’dan:
--‫ְמה‬
ָ ‫מר‬ִ ‫וּפי‬
ִ ,‫ָשׁע‬
ָ ‫ב כִּי ִפי ר‬
,‫ִבּרוּ ִא ִתּי‬
ְ ‫ָעלַי ָפּ ָתחוּ; דּ‬
.‫שׁ ֶקר‬
ָ ‫לְשׁוֹן‬
Deuteronomy Chapter 32’den:
2 Let him kiss me with the kisses of his mouth-for
thy love is better than wine.
13 With my lips have I told all the ordinances of thy
mouth.
103 How sweet are Thy words unto my palate! yea,
sweeter than honey to my mouth!
8 All the words of my mouth are in righteousness,
there is nothing perverse or crooked in them.
2 For the mouth of the wicked and the mouth of deceit
have they opened against me; they have spoken unto
me with a lying tongue.
;‫ַבּרָה‬
ֵ ‫ַאד‬
ֲ ‫ ו‬,‫שּׁ ַמיִם‬
ָ ‫א ַה ֲאזִינוּ ַה‬
1 Give ear, ye heavens, and I will speak; and let
the earth hear the words of my mouth.
21
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
.‫ ִפי‬-‫ ִא ְמרֵי‬,‫שׁ ַמע ָהאָרֶץ‬
ְ ‫ְת‬
ִ ‫}ס{ ו‬
{‫}ר‬
2 Kings Chapter 4’ten:
,‫היֶּלֶד‬-‫ַל‬
ַ ‫ִשׁכַּב ע‬
ְ ‫לד וַיַּעַל וַיּ‬
-‫ ִפּיו וְ ֵעינָיו עַל‬-‫ָשׂם ִפּיו עַל‬
ֶ ‫וַיּ‬
ָ ‫ֵעינָיו וְכ‬
,‫ְהר‬
ַ ‫ וַיִּג‬,‫ַפּו‬
ָ ‫כּ‬-‫ַפּיו עַל‬
.‫שׂר ַהיָּלֶד‬
ַ ‫ ְבּ‬,‫ָחם‬
ָ ‫ָעלָיו; וַיּ‬
34 And he went up, and lay upon the child, and put
his mouth upon his mouth, and his eyes upon his
eyes, and his hands upon his hands; and he stretched
himself upon him; and the flesh of the child waxed
warm.
Peki bu ve diğer örneklerdeki “Ağız (Mouth)” kelimesindeki “Pi” öneki nereden geliyordu?
“Pi”nin Akadça’dan geldiğini yukarıdaki araştırma sonuçlarından biliyoruz. Bununla birlikte,
İbranice İncil’deki “Mısır’dan Çıkış (Exodus)” bölümünde “Pi-Hahiroth” denilen bir yerden söz
edilir. Bu yer ismindeki “Pi” kelimesi gerçekten de İbranice’de “Ağız” anlamına, “ha” ismi tarif
eden, örneğin İngilizce’deki “The”, Arapça’da “El” gibi, artikel ve “hiroth” kelimesi ise İbranice
İncil’de “çıkışı olmayan yer (çıkmaz sokak gibi)” anlamlarına gelir. Buna göre “Pi-Hahiroth”
ismi “Bir şeyin ağzı” (İbranice İncil’e göre Kızıldeniz’deki “Sudan yapılmış bir ağız” yani
Yahudiler’in Mısır tarafındaki Nuweiba sahilinden Arabistan tarafındaki Baal-zephon’a geçişte
kullandıkları “Su Koridoru”. Her ne kadar size kaçık bir olay gibi gelse de, Tevrat ve Kuran’a
göre, Hz. Musa asasını yere vurduğunda denizde bir su koridoru oluşmuş (!) Bu su koridorunun
merkezdeki derinliği 750 Metre civarında (ki en derin yeri burasıdır) olmak üzere sağında ve
solunda devasa su sütunlarının meydana gelmesiyle denizde “Sudan yapılmış bir ağız” ortaya
çıktı) anlamına gelir (Bkz. Three Geographical Features by The Sea).
Buna göre geriye “Şnim” kelimesi kalır ki, bu kelimenin Yasa Kitabı (Deuteronomy)
21.17’den, yanlış bir çeviri de olsa, “Çift Pay (Double Portion)”dan “2 (İki)” anlamına geldiğini
herkes bilir. Demek ki İbranice’deki “2 (İki)” rakamı Akadça’daki “š∂nê” kelimesinden (“∂”
düşerek) “š∂ná-im” kelimesine dönüşerek ve bu geçiş sırasında “şn-im” kelimesi bir ara-form
olmak üzere (yani burada da hem “∂” hem de “a” düşerek),
şeklinde modifiye olmuştur (Burada “şnaim” kelimesi okunurken, “a” ile “i” arasına “y”
kaynaştırma harfi sokulur ve “şnayim” şeklinde okunur. İbranice’deki “š∂ná-im” kelimesinin
Akadça’dan geçen “š∂nê” olarak yapısal şeklini görebilmek için “Roger D. Wooddard: THE
ANCIENT LANGUAGES OF SYRIA-PALESTINE & ARABIA”, sayfa 73’teki “Numerals” bölümündeki
maskulindeki 2 rakamının bulunduğu satıra bakınız).
22
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Şu halde bulduğumuz sonuçları toplarsak; İbranice İncil’deki “Pişnim” kelimesinin etimolojik
çözümlenmesi şu olur:
Pi
⏟ Şnim
��� =
Ağız
2
2
3
Bu durumda Semitik diller uzmanı F. Rundgren’in İbranice İncil’de ve paralel Semitik dillerde
geçtiğini söylediği “
(Pi)” kelimesinin “Pay” anlamına gelen çıkarımı tamamen yanlış
olmaktadır. Aynı şekilde, “Pişnim” kelimesinin “Çift Pay (Double Portion)” anlamına geldiğini
söyleyen İncil uzmanları da yanlış bir çıkarımda bulunmuşlardır (Bkz. The Meaning of Pî
ŠENayim in Deuteronomy Xxi 17, The Meaning of Pî ŠENayim in Deuteronomy Xxi 17). Örneğin
Samuel E. Loewenstamm, “Pişnim” kelimesinin Akadça’daki “šnpm (šiněpüm)” kelimesinin
formasyonu sonucunda hem “Çift Pay (Double Portion)” hem de “Üçte iki (Two-Thirds)”
anlamlarına geldiğini söylerken, ikinci çıkarımında haklı iken ilk çıkarımında hatalıdır!
Semitik diller uzmanı L.R. Fischer ise, “An Amarna Age Prodigal, pp. 116-117”de “Pişnim”
kelimesinin çift anlamdaki sunumunda, özellikle ikincil anlam olan "Üçte iki" üzerinde durur ve
bu kelimenin bir ihtimal belirtmesinin mümkün olmadığını söyler. Yani ona göre, bu kelime hem
“1. İki pay” hem de “2. üçte iki” anlamına gelemez; bu kelime olsa olsa, ikincil anlamda
kullanılmış olmalı idi (Bkz. Studies in Biblical law: from the Hebrew Bible to the Dead Sea Scrolls,
Chapter 10)”, Sayfa 243’teki 22. dipnota). Kesinlikle haklı. Çünkü doğrusu bu idi!
Şimdi burada ne olduğunu anlayabilmek için, National Geographic kanalında 2008’de “İslamiyet
ve Kuran (Inside Quran)” adlı belgeselinin “Gizli Anlamlar (Hidding Meanings)” bölümüne
Christoph Luxenberg takma adını kullanan uzman kişinin yerine çıkan Marcus Gross’un
sözlerine bir bakalım.
23
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
National Geographic kanalında 2008’de “İslamiyet ve Kuran (Inside Quran)” adlı belgeselinin “Gizli
Anlamlar (Hidding Meanings)” bölümünde Christoph Luxenberg takma adlı kişiye ait “The SyroAramaic Reading of the Koran: A Contribution to the Decoding of the Language of the Qur’an (German
edition 2000, English translation 2007)” kitabının Almanca’dan İngilizce’ye çevirisinde bulunan Marcus
Gross, Luxenberg’in Kuran hakkındaki görüşlerini şöyle açıkladı (Bu bölümün devamı için National
Geographic İslamiyet ve Kur'an part 2’ye bakınız):
Marcus Gross: “Onu doğru bir şekilde anlamak için Kuran'a yeni bir bakış açısı getirmemiz gerekiyor.
Kuran'daki kelimelerin 10'da 1'i yanlış anlaşılmış. Veya gerçek anlamda hiçbir şey ifade etmiyordu. Ancak
eğer Süryanice biliyorsanız, bu oranı % 5’e kadar indirebiliyordunuz.”
Süryani dili 3. yüzyıl itibariyle baskın dil haline gelmişti. İsa Aramice konuşabiliyordu ve Suriye’nin
Maloula kasabası gibi ücra Hrıstiyan topluluklarında bu dil hala duyulabiliyor. Ancak Muhammed
zamanında Süryanice yazılı ve kültürel olarak bölgedeki en yaygın dildi. Arapça yazı henüz emekleme
dönemindeydi.
Marcus Gross: “İslamiyet öncesi dönemde bazı Arapça yazılar görmek mümkündü. Ancak bunlar küçük
metinler idi. Bu anlamda Kuran Arapça yazılmış ilk kitaptır.”
Programı Sunan Kişi: “Ama Luxenburg Kuran'ın 2 farklı dilde yazıldığını iddia ediyor.”
Marcus Gross: “Dünyanın hemen her yerinde diller iç içe geçmiştir. İngilizce’den bir örnek verecek olursak,
1000 yıl öncesine gidelim. Anglosakson bir köylünün bir lordla konuşmasını hayal edin. Lord Fransızca ve
Anglosakson dillerinin bir karışımı olan Normandiya lehçesini konuşuyor olsun. Bu bileşik dili anlamak için
iki dile de hakim olmak zorundasınız.”
Eski İslam bilginleri Kuran’da yer alan yabancı kökenli kelimeleri kabul etme cesaretini göstermiştir. 10.
asrın en büyük İslam tarihçilerinden olan El Taberi, İbranice, Latince, Yunanca, Farsça, Süryanice ve
Habeş dillerinden gelen kelimeleri tek tek belirlemiştir. Ancak burdaki fark, Luxenberg’in yeni anlamlar
ortaya koyması. Üstelik bunu metnin tartışılması için pek de uygun olmayan bir dönemde yapıyor.
Dil uzmanı olan tek bir profesör milyarlarca insanın algısını nasıl değiştirebilir? Bunu yaparken neye
dayanıyor? Ve hangi yöntemleri kullanıyor?
Marcus Gross: “Kelimelerinin kökenini, daha doğrusu Süryanice’de karşılık gelen anlamlarını ve olası yanlış
anlamaları gözönünde bulunduruyor. Burda noktalama işaretlerinin yapılmadığı bir metnin yanlış bir
şekilde işaretlendiğinden bahsediyor. Yine aynı şekilde, Süryanice olan bir kelimenin yanlışlıkla Arapça bir
metinde de yer alması olasılığı var.”
Luxenberg bu yöntemleri kullanarak Kuran’ın en az bilinen bölümlerini inceledi. Arapça Kuran’da
Meryem İsa’yı doğurduktan sonra Cebrail, ona, “Üzülme! Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı (Meryem
suresi, 24. Ayet)” dediği buyurulur. Oysa Luxenberg’in yorumunda, “Üzülme! Rabbin doğumunu meşru
kılmıştır” deniyor.
Bu konuda farklı örnekler de var: Bakara suresinin 259. ayetindeki “Yiyeceğine ve içeceğine bak! Bir de
eşeğine bak!” sözleri “Şartlarına bak! İçinde bulunduğun vaziyete bak!” şeklinde değiştirilmiştir.
Arapça Dünya’nın sonu geldiğinde insanlar bir adım öne çıkarken, Süryani versiyonda Dünya ortadan
ikiye ayrılıyor.
Peki bu farklılıklardan herhangi biri geleneksel İslami kanıyı değiştiriyor mu?
Marcus Gross: “Anladığım kadarıyla, burda asıl sorgulanan şey, Tanrının varlığı veya ahiret gibi önemli
konular değil, günlük adetlerdir. Bunun en büyük örneği de ‘Peçe’dir. Geleneksel Kuran’da başörtüsüyle ilgili
olarak, ‘Yakalarının üzerine kadar salsınlar (Nur suresi, 31. ayet)’ şeklinde bir ifade yer alıyor. Bu, tartışmalı
24
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
bir cümle. Ancak temel kanı, sözkonusu şeyin baş ve göğüs kısmının örtünmesi yönünde. Ve İran’daki
örtünme biçimi olan çarşafa bakarsanız, bu yönde bir tablo görürsünüz. Ancak aynı ayetin Süryani
yorumunda, ‘Belinizin çevresini örtün!’ gibi bir anlam ortaya çıkıyor. Ve bu örtü bekaretin korunması
anlamına gelebilir ki, bu gerçekten de daha anlamlıdır.”
Luxenberg’in Kuran yorumlamasındaki en büyük tepkiyi cennete ilişkin yaptığı yorumlar çekiyor. İran’ın
İsfahan şehrindeki 17. asırdan kalma bir saray cennetin kapılarının güzelliğini anlatmak amacıyla inşaa
edilmiş. Çölde yaşayan insanların özlemlerini gideren uçsuz-bucaksız yemyeşil bahçeler, sürekli akan
çeşmeleri ve sayısız hurileriyle birlikte engin bir güzellikle Kuran’da anlatılıyor. Hatta Kuran’da yer
almayan bir açıklamada, “Her dürüst erkeğin 72’şer tane huriyle ödüllendirileceği” ile belirtiliyor. Ancak bu
durum Kuran’daki 7 farklı ayetle belirtilen ve ”Her dürüst erkeğin karısıyla birlikte sonsuz bulacağı”
yönündeki vaatle ters düşüyor. Luxenberg bu çelişkiyi çözdüğünü iddia ediyor.
Marcus Gross: “Kuran’da yazan bir bölümde sözkonusu dürüst ve erdemli erkeklerden bahsederken, ‘Biz
onlara iri gözlü güzel hurileri eş olarak vermişizdir (Tur suresi, 19-20. ayet, Duhan suresi, 54. ayet)’ deniyor.
Bu ayetin geleneksel yorumu bu yönde. Ancak işaretlenmemiş metinde noktalamaları farklı yerlerde yapacak
olursanız, ortaya çıkan mesajda, ‘Size kristal kadar berrak salkımlar altında huzur bahşedeceğiz’ diyor.”
Eğer gerçek anlam buysa, intihar bombacısını cennette 72 adet huri değil, bir adet salkım üzüm bekliyor
demektir.
“Deotronomik (Yasa Kitabı)” kitabı (ki bu kitap, Eski Ahit’te adı geçen fakat bugün bir kopyası
bulunmayan kayıp Yahudi metinlerinden biridir) Yoşiyahu (~ M.Ö. 649–609) zamanında yazıldı.
Yoşiyahu (Yoşiya, Josiah) babası Kral Amon’un 31 yıllık iktidarından sonra (M.Ö. 641/640610/609) öldürülmesi sonucu 8 yaşında tahta geçti. Yoşiyahu M.Ö. 641/640’da Yehuda kralı
olduğunda uluslararası platformda hareketlilik söz konusuydu. Doğuda Asur İmparatorluğu
çözülmeye başlamış, Babil İmparatorluğu henüz Asurlular’ın yerini almamış ve batıda Mısır yeni
yeni Asur hakimiyetinden kurtulmuş olarak kendine istikrar sağlamaya çalışıyordu. Komşu
ülkelerdeki bu iktidar boşluğu nedeniyle Kudüs, kendi kendini dış baskılar olmadan idare
edebiliyordu.
25
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Yoşiya Kanun kitabını dinlerken, çizen: Julius Schnorr von Carolsfeld
Hükümdarlığının 18. yılında Yoşiya, seneler boyunca toplanan vergileri BaşRahip Hilkiya’ya
verip Tapınağı renove etmesini istedi. Bu dönemde Hilkiya, “Yasa Kitabı”nı keşfetti. Hilkiya,
Tapınağın hazine odasını temizlerken “Kanun Kitabı” olarak bilinen bir tomar buldu. Bu tomar,
“Musa’nın elinden Yhwh’nın yasaları kitabı” olarak da bilinir. Fakat Rahip Hilkiya, kendi
zamanına kadar gelen bu kitabı derlerken, Yasa Kitabı 21.17’de Asur Akadçası’nda “šnpm
(šinēpüm)” ve Ugaritçe’de “šnpt (šinēpütüm)” olan kelimeyi herhalde “Pişnim” şeklinde
İbranice’de bile anlaşılamaz bir hale soktu. Yahudiler İncil’i okurken, bu kelimenin “Üçte iki”
anlamına geldiğini iyi biliyorlardı ama bu anlamı veren, dolayısıyla temeli olan diğer anlamı
kaybettiler ve “Çift Pay (Double Portion)” şeklinde yanlış bir çıkarıma gittiler.
Şimdi muhtemelen Rahip Hilkiya’nın yazdığı “Pişnim” kelimesinin temel anlamındaki hatayı
düzeltirsek (ki yine yaklaşık M.Ö. 550’de de Eski Yahudiler tarafından derlenen Tevrat’ın
“Krallar Kitabı” bölümünde π = 3 denilerek ölümcül bir hata yapılmıştı!), şöyle bir sonuç çıkar
ki, bu, Christoph Luxenberg’in de layıkıyla belirttiği gibi daha anlamlı değil, doğrusu olur:
26
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
-‫ה ְבּכֺר ֶבּן‬-‫ת‬
ַ ‫יז כִּי ֶא‬
‫ָתת לוֹ ִפּי‬
ֶ ‫ ל‬,‫שּׂנוּאָה יַכִּיר‬
ְ ‫ַה‬
,‫ִמּצֵא‬
ָ ‫י‬-‫שׁר‬
ֶ ‫ ְבּכֺל ֲא‬,‫שׁנַיִם‬
ְ
,‫ֵאשׁית אֺנוֹ‬
ִ ‫הוּא ר‬-‫ כִּי‬:‫לוֹ‬
{‫ }ס‬.‫שׁ ַפּט ַה ְבּכֺרָה‬
ְ ‫לוֹ ִמ‬
17. But he shall acknowledge the first-born, the son of the
hated, by giving him his “Pişnim: Mouth of two: Twothirds (not double portion)” of all that he hath; for he is
the first-fruits of his strength, the right of the first-born is
his. {S} (Hoşlanmadığı kadının oğlunu ilk doğan oğul olarak
tanıyacak ve ona bütün malından üçte ikisi (2 ağız)ni
verecektir. Çünkü bu oğul babasının gücünün ilk ürünüdür.
İlk oğulluk hakkı onun olacak)
Düzeltilmiş bu metinde, tıpkı Rahip Hilkiya zamanındaki gibi, kırmızı renkle yazdığım yerler
hatanın nasıl düzeltildiğini gösteriyor. Yahudiler Tevrat’ı okurken, burayı “Çift Pay (Double
Portion)” şeklinde yanlış bir çıkarıma göre okuyorlar, dolayısıyla yanlış olarak okuyorlardı.
Tarihte Tanrı Fikri’nin Doğuşu
JEAN Bottéro’nun Kırmızı Yayınları tarafından yayınlanan “Tarihte Tanrı Fikrinin
Doğuşu” (Naissance de Dieu, La Bible et l’historien; Editions Gallimard) adlı kitabı şu
çarpıcı cümle ile başlar:
“3 Aralık 1872’de Kutsal Kitap, ‘bilinen en eski kitap’, ‘ötekilerden farklı bir kitap’, ‘bizzat
Tanrı’nın yazdığı ya da dikte ettiği kitap’ olma gibi çok eski dönemlerden gelen niteliğini
yitirmiştir.” (s. 23)
SEÇMELER KİTABI TEVRAT
O gün Londra’nın Society of Biblical Archelogy’sinin önünde ilk Asur bilimcilerden biri olan
George Smith olağanüstü bir keşif yaptığını açıklıyordu; bu Asur bilimciler çivi yazısını sökmek
için elli yıl çaba ve gayret göstermişlerdi ve artık antik Mezopotamya toprağından çıkan tabletler
hazinesinin dökümünü yapmaya başlamışlardı.
Smith orada Kutsal Kitap’ta geçen tufan öyküsüne çok yakın bir öykü ve bu konuyla ilgili
ayrıntılar bulmuştu. “Gılgamış Destanı” idi söz konusu olan. Smith, bu tableti bir geceyarısı
eşiyle birlikte okumuş ve tablette Tevrat’dan daha fazla detay bilgi bulmuştur. Bundan sonra ne
olduğunu tahmin edersiniz artık. Yani Smith ve eşinin orada bir şok geçirmesini... Ulan, demiştir:
“Bu ne iş ya? Tevrat'ta işlenen bu konu aynen bu tablette de var. Fakat o da ne? Biz tablette
(bağımsız bir kaynaktan ve orada kendisini peygamber olduğunu iddia etmeyen biri tarafından
yazılan) bu konuyu tüm detaylarıyla birlikte görüyoruz. O zaman, o zaman... Bu işte bir terslik var
ya, bizi fena halde keklemişler!” Sonra Smith orada karısına sarılıp bu işten nasıl yırttıklarına dair
küçük bir kutlama yapmıştır. Darısı herkesin başına!
Tevrat’ta anlatılan tufan öyküsü ile yaratılış sürecinin kaynağı Asur-Sümer mitolojisi ise şimdi ne
olacaktı? O zaman Tevrat’ın yapısal varlığı da değişmeyecek miydi? Aynı şekilde, biz de
yukarıdaki metindeki “Pişnim” kelimesini “Üçte İki (2 Ağız)” şeklinde aslına uygun bir şekilde
okursak ne olurdu?
27
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Çok şey değişir. Bir kere, bu kelimeyi orijinal olarak okuduğunuzda, Tevrat'taki Yasa Kitabı
(Deuteronomy) 21.17’deki bu metin, dinsel bir metin olmaktan çıkıyor ve aşağıda detaylı bir
şekilde bir örneği görülen Babil tabletlerindeki gibi sıradan matematiksel bir metne dönüşüyor.
Bu sonuç, Smith’in eşiyle birlikte bir geceyarısı tablette okuduğu “Gılgamış Destanı”ndan sonra
ikinci bilimsel bulgudur ve bu bulgu da Tevrat'ın bir insan yazması olduğunu kanıtlar. O zaman
Tevrat’ın yapısal varlığı da değişmez mi? Bu durumda Tevrat, İsrail anonim (sözlü)
edebiyatından bir seçmeler kitabı olmuyor muydu? Doğrusunu söylemek gerekirse Tevrat bir
seçmeler kitabı oluyor. Zaten öyle olduğu 1872’de iyice kanıtlandıktan sonra 2011’deki bu
bulguyla iyice perçinlendi.
KAYNAK MEZOPOTAMYA’DAN
Tevrat (Eski Ahit) insan elinden çıkma ise, İncil (Yeni Ahit)’in de insan elinden ve ağzından
çıkması gerekmiyor muydu? Bizim için buraya kadar iyi de, bundan sonrası zor: İncil ve
Tevrat’ın, Kuran gibi vahiy yoluyla oluştuğuna (indiğine) inanan Müslümanların da dünyası
yıkılmayacak mıydı? Kuran’ın Tevrat ve İncil’den yaptığı alıntılar ne olacaktı? Tevrat ve İncil
insan imgeleminin ürünü ise Kuran da insan imgeleminin ürünü olmayacak mıydı?
Müslümanları bir yana bırakalım. Yahudiler ile Hıristiyanların büyük bir bölümü kutsal
kitaplarının Mezopotamya mitolojisinden kaynaklandığını ve İsrail halkının tarihini anlattığını
kabul ediyorlar ama dinlerine inanmaktan vazgeçmiyorlar. Bu, sağaltıcı, iyileştirici ilişkiyi çok iyi
anlamak ve değerlendirmek gerekir.
Biz, şimdi müslümanları ve Kutsal Kitaplar ile inanırların arasındaki sağaltıcı, iyileştirici artık
her ne ad verirseniz verin bu ilişkiyi bir kenara bırakıp, yukarıdaki Tevrat metnine kaynaklık
eden aşağıdaki Babil matematiksel metnine bir bakalım.
1) TCL XI. 141 Metni (AO 6433 No’lu Tabletten): Hammurabi Hanedanlığı’nın 30. yılı civarı
(M.Ö. 1760-2 civarı)nda, yani “Hammurabi Kanunları”nın yazıldığı sırada bu tabletteki İştarili’nin İddin Amurrum ve İblutam adlı oğulları arasında bir miras paylaşımı Larsa’da
yapılmıştır. Bu tablette geçen ve Larsa’da yaşamış olan bu kişilerin (İştar-ili, oğulları İddin
Amurrum ve İblutam) soyağacı,
şeklindedir (Bu soyağacındaki kişiler hakkında daha fazla bilgi almak için The old-Babylonian
merchant: his business and his social position kitabına bakabilirsiniz).
Sözkonusu bu tabletteki İştar-ili’nin İddin Amurrum ve İblutam adlı oğulları arasındaki miras
paylaşımı Ur Kralı Ur-Nammu’nun Kanun Kitabı (M.Ö. 2050), Eşnunna Kanun Kitabı (M.Ö.
28
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
1930), ve İsin’li Lipit-İştar’ın Kanun Kitabı (M.Ö. 1870) ve bu yasa koleksiyonunu içinde
barındıran Hammurabi Kanunları (M.Ö. 1760)’nda nasıl paylaştırılacağı belirtilmez; yukarıdaki
Tevrat metnine aynen geçen “Büyük Oğul Hakkı” kuralına göre aşağıda anlatıldığı gibi
yapılmıştır:
1.1)
Orijinal Metin (Çiviyazısı, Akadça): Bu problem aşağıdaki tablet metninin yalnızca ilk
9 satırında geçer.
1.2)
Orijinal Metnin Satır Satır Çevirisi (Akadça-Fransızca): Burada yalnızca yukarıdaki
orijinal tablet metninin 1-9. satırları Akadça ve Fransızca olarak çevrilmiştir.
1) 3 ½ i k u 3 s a r kiri6
3 ½ iku 3 sar de verger
us.sa.du . i. d ù ša dšamaš
confinant (au verger du)
portier (du temple)
de šamaš :
ha.la I-din-dAmurrum
part d'Iddin-Amurrum
1 ½ ik u 26 s a r kiri6
1 ½ iku 26 sar de verger
confinant (au verger d') Utu-
29
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
5) us. sa. du dUtu-ma-an-si mansi et confinant
u. us. sa. d u dNergal
(au verger ,du temple de)
Nergal
ha.la Ib-lu-ta-am .
part d'Iblutam
a-na ta-pi-la-at i-si
en compensation pour les
1 gin ku.babbar
1.3)
1.4)
1.5)
arbres 1 sicle d'argent.
Değerlendirme Metni (Fransızca): Parts des fils d’Ištar-ili: (Iddin Amurrum et
Iblutam. Les parts des deux frères consistent en vergers; l'aîné, Iddin-Amurrum, reçoit
253 sar, le cadet, Iblutam 176 sar du verger. La part de priorité du fils aîné représente
donc le double de celle du cadet; le sar d'excédent de la part d’Iddin Amurrum est
compensée par une soulte pour les arbres de la valeur d’un sicle. Clause du partage en
accadien. La clause de la non mise en valeur des réclamations et le serment manquent.
Problemin Tanımı (Türkçe): İştar-ili’nin oğullarının payları: İki kardeşin (İddin
Amurrum ve İblutam) payları meyve bahçeleri bölümlerinden ibaret; büyüğü, İddin1
1
Amurrum’a 3 İku 3 Sar, İblutam’a bahçelerin 1 İku 26 Sar’ı düşüyor.Büyük kardeşin
2
2
önceliğinden dolayı ona kardeşinin 2 misli düşüyor. İddin Amurrum’un aldığı fazla Sar, 1
Gin (Şekel) değerinde ağaçla ödenmiştir.
Problemin Çözümü : Babil algoritmasına (geometrik dizi) göre her kardeşe düşen hisse
miktarı,
1. (Büyük) kardeşin payı: 2x,
2. (Küçük) kardeşin payı: x
olup, bunların toplamı 1 olduğundan
eşitliğinden
(1) 2x + x = 1
(2) x =
1
3
1
elde edilir. Buradan miras kalan alanı, 5 iku 29 sar = 529 sar olan bahçenin x = 3 ’ü
1
1
küçük oğula verildiğinden, küçük oğul mirasın 3 × 5 iku 29 sar = 1 iku 76 3 sar =
1
2
176 3 sar ve büyük oğul da aynen yukarıdaki Tevrat metnin de geçtiği gibi 2x = 3 yani
1
2
2
2
2x = 2 × 1 iku 76 3 sar = 2 iku 152 3 sar = 3 iku 52 3 sar = 352 3 sar almış olur. Fakat
bu miras paylaşımında, büyük ve küçük oğul bahçenin alanını “sar” ölçü birimine göre
tam sayılarla paylaştıklarından, büyük oğula 353 sar ve küçük oğula 176 sar hisse
1
verilirken, büyük oğul, sar’lık hisse fazla aldığı için, küçük oğula 1 Gin (Şekel)’lik gümüş
3
ödemektedir. Bu sayılar ve bu sayılar arasındaki ilişkileri belirleyen “Büyük Oğul
Hakkı” kuralının yukarıdaki gibi Babil matematiksel metinlerinden Yasa Kitabı
30
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
(Deuteronomy) 21.17 metnine olduğu gibi, hiçbir değişiklik göstermeden aktarıldığını
kanıtlar bize. Bu ise Yasa Kitabı (Deuteronomy) 21.17 metninin dinsel bir metin
olmadığını, Babil tabletlerindeki gibi sıradan matematiksel bir metin olduğunu gösterir.
Kabul edelim ki bu sonuçla Tevrat bir insan yazmasıdır. Bu durumda Tevrat’a atıfta
bulunan İncil (Yeni Ahit) ve Kuran da bir insan yazması olur. Çünkü her ikisi de köken
(orijin) olarak Tevrat’ı seçer.
Şimdi Yasa Kitabı (Deuteronomy) 21.17 metnindeki bu tespitten sonra Tevrat’taki diğer
metinlere bakarsak; 2. Krallar Kitabı’nın 2.9-12’deki,
‫ְא ִליָּהוּ‬
ֵ ‫ ו‬,‫ָברָם‬
ְ ‫ְהי ְכע‬
ִ ‫ט וַי‬
‫שׁאַל‬
ְ ‫ִישׁע‬
ָ ‫אל‬-‫ל‬
ֱ ‫אָמר ֶא‬
ַ
,‫ ְבּ ֶטרֶם‬,‫ ָלּ ְך‬-‫ֱשׂה‬
ֶ ‫ָמה ֶאע‬
‫ַיֺּאמר‬
ֶ ‫ִמּ ְך; ו‬
ָ ‫ָקח ֵמע‬
ַ ‫ֶאלּ‬
‫שׁנַיִם‬-‫י‬
ְ ‫ִיהי נָא ִפּ‬
ִ ‫ ו‬,‫ִישׁע‬
ָ ‫ֱאל‬
.‫רוּח ָך ֵאלָי‬
ֲ ‫ְבּ‬
9. And it came to pass, when they were gone over, that
Elijah said unto Elisha: “Ask what I shall do for thee, before
I am taken from thee.” And Elisha said: “I pray thee, let a
double portion ( Mouth of two: Two-thirds) of thy spirit be
upon me.” (Karşı yakaya geçtikten sonra İlyas, Elişa’ya,
“Söyle, yanından alınmadan önce senin için ne yapabilirim?”
dedi. Elişa, “İzin ver, senin ruhundan iki pay üçte ikisi (2
ağız)ni miras alayım” diye karşılık verdi)
metninde de aynı yanlışlığın yapılmış olduğunu görürüz.
Bu durumda Zecharia 13.8’deki “Pişnim” kelimesinin anlamı da aynı olmak zorundadır:
-‫ְאם‬
ֻ ‫ נ‬,‫האָרֶץ‬-‫ָל‬
ָ ‫ְהיָה ְבכ‬
ָ‫ח ו‬
‫ יִָכּרְתוּ‬,‫שׁנַיִם ָבּהּ‬-‫י‬
ְ ‫ ִפּ‬,‫יְהוָה‬
‫ָתר‬
ֶ ‫ יִוּ‬,‫ִשׁית‬
ִ ‫שּׁל‬
ְ ‫ְה‬
ַ ‫יְִגוָעוּ; ו‬
.‫ָבּהּ‬
8. And it shall come to pass, that in all the land, saith the
LORD, two parts therein shall be cut off and die; but the
third shall be left therein (‘Bütün ülkede’ diyor RAB,
Halkın üçte ikisi vurulup ölecek, Üçte biri sağ kalacak.)
Gerçi burada “Pişnim”in “Üçte iki” anlama geldiği açık ve İncil ile Semitik dil uzmanları
“Pişnim”in “Üçte iki” anlamına geldiğini buradan çıkartmışlardır ama, “Pişnim”in etimolojisi
bugüne kadar çözülememişti!
İkinci olarak, “Pişnim” ile aynı anlama gelen 1. Samuel 13.21’de “Pim” kelimesi kullanılmıştır ki,
bu kelimenin etimolojisi “Pi-m” şeklinde olmakla birlikte, burada “Pi: Ağız” ve “-im” soneki
rakamların İbranice okunuşunda hem çoğullaştırmak hem de çift hale, buradaki kullanımı “Çift
(Double)”tir, hale getirmek için kullanıldığından, “Pim” kelimesi “Ağızlar” değil “Çift Ağız”
‫ ְשׁ‬:ş” ve “ַ‫נ‬:n”
anlamına gelir. Yani anlamları aynı olmak üzere “Pim” kelimesi “Pişnim”in (“
harfleri atılarak. Ki bu harfler en eski İnciller’de bitişik olarak beraber “
” şeklinde yazılırdı!)
kısaltılmış formudur. Buna göre “Pim” kelimesinin anlamı için bir Luxenberg formatı daha
çekersek; 1. Samuel 13.21’in okunuşu şöyle olur ki bu gerçekten de daha anlamlıdır:
31
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
‫ְתה ַה ְפּצִירָה‬
ָ ‫ְהי‬
ָ ‫כא ו‬
‫ַמּ ֲחרֵשֺׁת‬
ַ ‫ ל‬,‫ִפים‬
,‫ִשׁלֺשׁ ִקלְּשׁוֹן‬
ְ ‫ וְל‬,‫ָא ִתים‬
ֵ ‫וְל‬
,‫ְהצִּיב‬
ַ ‫ֻמּים; וּל‬
ִ ‫ְה ַקּ ְרדּ‬
ַ ‫וּל‬
.‫ְבן‬
ָ ‫ַה ָדּר‬
21. And the price of the filing was a pim (Mouth of two:
Two-thirds) for the mattocks, and for the coulters, and for
the forks with three teeth, and for the axes; and to set the
goads (21. Saban demiriyle kazmanın bileme fiyatı, şekelin
pim (üçte ikisi, 2 ağızı) kadardı. Beller, baltalar, üvendireler
için istenilen fiyat ise şekelin üçte biriydi)
Not5: İbranice’de 3-9 rakamların 10 katlarını alınırken yani bu rakamlar çoğullaştırılırken, bu
rakamların okunuşuna “-im” soneki getirilir. 20 rakamı ise 2’nin 10 katı olarak “şna-im”
kelimesinin sonuna “-im” eki getirilerek okunmaz; çünkü bu kelimenin sonunda zaten bu ek var.
İbraniler bu sayının okunuşuna şöyle bir çözüm getirmişler: 10 sayısı “eser” olarak okunduğuna
göre, bunu “-im” sonekiyle çoğullaştırırsak, “eser-im” kelimesi 20’nin okunuşu olsun. Yani
İbraniler, 20 sayısını “-im” sonekiyle 10’u çoğullaştırarak okumuşlardır ki, bu gelenek onlara
Mısır’dan ve Babil’den geçmiştir. Çünkü o zamanların dünyanın bu 2 süpergücünde 20 sayısı,
“2 × 10 = 20” şeklinde kullanılıyordu (Bkz. “Israel Palchan: Hebrew: Phrasebook & Self-Study
Guide”, Numbers, Sayfa 30).
Hakim Samuel tarafından seçilen İsrail’in Krallık öncesi Birleşik Monarşi’nin ilk kralı olan Şaul
(M.Ö. 1047-1007)’un adı Tanah’taki kitaplardan olan “Samuel Kitabı 1&2” ve “Tarihler Kitabı
1” ile Kuran’da adı geçer. Şaul’un yaşamı ve hükümdarlığıyla ilgili hikâyeler Tanah’ın “Samuel
Kitabı”nda yer alır.
1. Samuel Kitabı
Bu kitap adını, ilk bölümlerinde konu edilen Peygamber Samuel’den alır. İsrail’in “Hakimler”
döneminden krallığa geçiş olaylarını konu eder. İsrail yönetiminde meydana gelen bu değişiklik
3 kişinin çevresinde yoğunlaşır: Hakimlerin sonuncusu Samuel, İsrail’in ilk kralı Şaul ve Davut.
Bu kitabın konusu Eski Ahit’in öbür kitaplarındaki gibi, Tanrı’ya bağlılığın başarıyı, Tanrı’ya
itaatsizliğin yıkımı getireceğinin urgulanmasıdır. Bu konu Kâhin Eli’ye 2:30 ayetinde
açıklanmıştır: “Beni onurlandıranı ben de onurlandırırım. Ama beni saymayan küçük düşürülecek.”
Kitapta krallığın kuruluşuyla ilgili değişik tepkilerden söz edilir. Rab’bin kendisi İsrail’in kralı
olarak bilinirdi. Halkın bir kral istemesi karşısında Rab yine de onlar için bir kral seçti. Ama
gerçek şu ki, kral da halk da Tanrı’nın yönetimi altında yaşıyordu (2:7-10). Yoksul zengin, bütün
halkın hakları Tanrı’nın Yasası uyarınca eşit bir şekilde korunuyordu.
“1. ve 2. Samuel Kitapları” Septuaginta’da “1. ve 2. Krallar Kitabı” diye bilinir.
Ana Hatlar:
1:1-7:17
8:1-10:27
11:1-15:35
16:1-30:31
31:1-13
Hakim olarak Samuel.
Şaul’un kral oluşu.
Kral Saul'un ilk yılları.
Davut ile Şaul.
Şaul ile oğullarının ölümü.
32
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
“Eski Ahit”te “Üçte iki” anlamına gelen bilinen ilk kelimeyi 1. Samuel 13.21’de “Pim” olarak
görüyoruz. Aynı anlama gelen ve “Pim”e “
: şn” harflerinin sokulmasıyla (ki böylece “Şnaim”
kelimesi “Şnim” şekline dönüştürülerek İbranice’deki “2 (İki)” anlamı açığa çıkartılmış oldu)
ortaya çıkan “Pişnim” kelimesinin olduğu Yasa Kitabı 21.17 (M.Ö. 8-7. yüzyıl) ve Zecharia 13.8
(M.Ö. 520-518) kitapları 1. Samuel 13.21 (M.Ö. 1047-1007) kitabından çok sonra yazılmışlardır.
Peki İbranice İncil’de “Üçte iki” anlamına gelen ve bilinen ilk kelime olan “Pim” nereden
geliyordu? Ve en önemlisi de, bunun Yahudi toplumunda bir miras problemi sözkonusu
olduğunda, “Çift Pay (Double Portion)” sayıklamasıyla ne ilgisi vardı?
Bu zor soruların yanıtını ancak David Bowman’ın “Mısır Kabalası (Egyptian Kabbalah)”ında
(ki o daha önceden bu kabalahın “Mısır Kabalası” olup olmadığını bilmiyor ve bu makaleyi
“Egyptian Kabbalah?” şeklinde sunuyordu) Büyük Piramit’in dizaynındaki takıntısını
çözdükten sonra bulabildim. Bowman, Mısır kabalasında geçen “Per-Met” ve “Per-Tem”
kelimelerinden hangisinin Büyük Piramit’in dizaynını verdiğini başkaynak Raymond
Faulkner’ın sözlüğü olmak üzere çözmeye çalışmıştı ama Hiyeroglif alfabesinin nasıl
yazıldığından çok, Eski Mısır Matematiği’ne vakıf olmadığı için çözemedi. Onun aradığı yanıt,
“Per-Met” idi! (Bkz. EK 3: Per-Met’in anlamı ya da kısaca, Büyük Piramit’in adı nedir?)
Neyse, ben “Per-Met” kelimesindeki aynı çözümü “Pim” kelimesinde kullanınca, şöyle bir sonuç
ortaya çıktı: Bildiğiniz gibi, İbranice alfabedeki her harf bir sayısal değere karşılır gelir. Buna
“harfin gematrik değeri” denir. Buna göre “P (Pe)” harfinin gematrik değeri “80” ve “M
(Mem)” harfinin gematrik değeri ise “40”tır. Bu durumda “Pm” kelimesini yanyana yazarsak (ki
İbranice sağdan sola doğru yazılır ve Eski İbranice’de sesli harfler yoktu);
: M P = 40 80
şeklinde bir sonuçla karşı karşılaşırız ki, bu sonuç, ki birazdan Grek Matematiği’ndeki kesirlerin
yazımında göreceğiniz gibi, 80: 40 = 2 anlamına gelir. Yani İbranice İncil’deki “Pim: 2 Ağız”
kelimesinde “2 (İki)” şeklinde bir gizli anlam (hidden meaning) var. Bu durumda Yahudiler’in
Yasa Kitabı (Deuteronomy) 21:17’ye göre ilk oğulluk hakkını alan kişinin mirastan 2 pay ve diğer
adamların 1 pay alması olayına “Çift Pay (Double Portion)” demesine şaşmamak gerekiyor.
Yani Yahudiler, bir miras problemi sözkonusu olduğunda ve İncil’e baktıklarında, “Çift Pay
(Double Portion)” sayıklamasını Yasa Kitabı 21.17’de değil 1. Samuel 13.21’de yapmaları
gerekiyordu. Onlar gerçekten de yanlış yerde sayıklıyorlardı!
Son olarak, İbranice İncil’deki “Pay” meselesine bir bakalım. Bu konuda İbranice İncil’de
yalnızca bir yerde kesin bir bilgi verilir. O da herkesin bildiği gibi, “İlk Oğulluk Hakkı” ile ilgili
bölümde “Pişnim” kelimesinin geçtiği yer olan Yasa Kitabı (Deuteronomy) 21:17’dir. Bunun
dışında, İncil’de F. Rundgren’in yanlış çıkarımı olan “Pim: Pay” kelimesi geçtiğinde ne demek
istendiği açık değildir. Örneğin “Ölü Deniz Parşömenleri: Kumran Yazıtları”ndaki Parça 81’de
“Pay” olarak geçen yerlerdeki “Pim” kelimesinin kökeni F. Rundgren’in dediği gibi “Pay”
anlamında değil, yukarıda açıkladığım gibidir. Fakat nasıl ki Krallar Kitabı’nda π = 3 hatasını
yapan derleyiciler ile eski din adamları aynı kişiler değil ise, “Pim” kelimesini kökenindeki
anlamı bozarak “Pay” anlamına getiren, dolayısıyla “Pişnim” kelimesinin anlamını da “Çift Pay
33
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
(Double Portion)”a getiren sonraki derleyiciler de eski din adamlarından farklı çıkarımlara
gitmişlerdir.
5. Grekler: Grekler kesirlerini Arşimet’in sayılamasına, dolayısıyla onun bu sayılamaya
göre kurduğu “Kesirler Sistemi”ne göre yazıyorlardı. Arşimet tarafından Grek
harflerinden kurulmuş sayılama sistemine göre,
Arşimet’in sayılaması: Harflerin gematrik değerleri. Arşimet’in bu sayılamada “0” rakamını ihmal
etmesi, kendisini ve kendisinden sonraki Grek matematikçilerini zor durumda bırakır. Çünkü siz, “0”
rakamını ihmal ederseniz, bütün sayıları yazabilecek bir sayılama sistemini kuramazsınız. Fakat Grek
matematikçilerini asıl çöküşe götüren şey, bu sayılama sistemi üzerine kurdukları “Kesirler Sistemi”nde
Mısırlıları takip edip etmeme kararsızlığı idi!
alfabetik sıralamasındaki her harf bir sayıya karşılık gelir ve bu harflerin sol-üst köşesine bir
kesme işareti daha konulduğunda, Mısır birim kesirleri elde edilirdi. Buna göre Eutokios,
,
Heron,
,
Diofant,
,
,
örneklerini vermişti. Fakat bu sayılama sistemine göre Arşimet’ten Heron ve Diofant’a kadar
tüm Grek matematikçileri, kesirlerle ilgili tüm hesaplarda (ki burada harf/lerin sağ-üst köşesine
konan çift kesme işareti bölme anlamına gelir) kesme işaretinden önce gelen harf/lerin gematrik
değerleri toplamı pay ve sonra gelen harf/lerin gematrik değerlerin toplamı da payda olmak
üzere Mısırlılar’ın birim kesirlerle ilgili hesaplarını aynen taklit ediyorlardı. Daha sonra bu
gelenek Heron ve Diofant (ki Diofant, Heron’un kesirler sistemini geliştirmişti) tarafından
bozulmaya çalışılmışsa da, kurdukları “Kesirler Sistemi”nin karmaşıklığı buna izin vermemiş ve
bazı yerlerde eski geleneğe dönmek zorunda kalmışlardır.
Örneğin son Grek matematikçisi Eutokios(480-540) (Bkz. “Chronology of ancient Greek
mathematicians”), Arşimet'e ait "Daire Çevresi Ölçmesi Hakkında (On The Measurement Of
2
11
The Circle)" çalışmasınnı yorumlarken, kesrini
= 2 6 şeklinde 2 farklı hesapta, 2 farklı
3
26
yerde şöyle yazmıştır:
34
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
1. Eutokios, “Eutokios'un Yorumu (The Commentary of Eutocius, Greek VOL III)”teki sayfa
2
296-297, PDF sayfalandırmasında ise 396-397/632’de 3 kesrini aşağıdaki resimde
gördüğünüz gibi 2 farklı hesapta şöyle yazar:
Eutokios, Arşimet'in π hesabındaki büyük el hesapları alt alta yazarak hesaplar. Soldaki hesaplar
Eutokios'a ait, sağdaki hesaplar ise bu hesapların modern rakamlarla nasıl yapılmış olduğunu gösteriyor.
2
Her iki taraftaki renkli çizgilerle içine alınan sayılarda Eutokios’un 3 kesrinin nasıl yazmış olduğu
görülüyor.
Şimdi ilkin bu hesaptaki pembe renkli çizgilerle içine alınmış sayıları büyütür ve biraraya
getirirsek şu sonuç çıkar:
2
Eutokios’un 3 kesrini Eski Mısırlılar gibi 2 6 =
1
11
26
1
1
= 2 + 6 şeklinde yazmış olduğu görülüyor.
Burada 2 = 2 anlamına gelen ve “L” harfine benzeyen Grekçe sembol, daha önceden Arşimet
(M.Ö. 287-212) ve Diofant (M.S. 200 veya 214 - 284 veya 298) tarafından da kullanılmış idi!
İkinci olarak, yeşil renkli çizgilerle içine alınan sayıları biraraya getirirsek,
2
11
1
1
olduğunu görürüz. Burada Eutokios, 3 kesrini yine 2 6 = 2 + 6 olarak yazar.
2.
Eutokios’un VOL III’teki sayfa 298-299 (PDF sayfalandırmasında 398-399/632)’deki 2.
2
hesapta 3 kesrini yine 2 farklı hesapta yine aynı şekilde yazar:
35
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
2
Eutokios bu hesapta da renkli çizgilerle içine alınmış sayılarda 3 kesrini yine
Bu hesaptaki mavi renkli çizgilerle içine alınan sayılar,
11
26
şeklinde yazar.
ve kırmızı renkli çizgilerle içine alınan sayılar,
5
şeklindedir. Burada Eutokios'un bu son sayıyı günümüzdeki gibi 3 şeklinde yazmak yerine
11
1
1
1 2 6 = 1 + 2 + 6 şeklinde yazmış olduğunu açıkça görüyoruz.
Not 6: Yukarıdaki hesaplar hakkında detaylı bilgi almak için The Works of Archimedes (English)
[Google] kitabına bakınız. Eğer bu kitabın PDF sayfalandırmasına göre sayfa 74/521’deki
“ARITHMETIC IN ARCHIMEDES” bölümündeki “Grek Sayılama Sistemi (Greek Numeral
System)” konusuna bakarsanız, Eutokios’un burada yaptığı hesapları net bir şekilde
anlayabilirsiniz. Ayrıca bu kitabın 77. sayfasında Eutokios’un bir hesabı örnek olarak verilmiştir;
ona da bakınız!
İskenderiyeli Heron (10-70) ise, “Heronis Alexandrini Opera Quae Supersunt: Hieronis
Definitiones cum Variis Collectionibus Heronis Quae Feruntur Geometrica. Greek with German
2
translation. ed. J.L. Heiberg. Vol IV”teki sayfa 112’de “Eski Metroloji” hakkında bilgi verirken, 3
kesrini
36
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
𝟐𝟐
𝟏𝟏 𝟏𝟏
=2𝟑𝟑
2
=2
𝟐𝟐 𝟔𝟔
2
Heron’un 3 kesrinin kullanımına ilişkin örnekleri. Grek matematikçileri 3 kesri için Mısır Matematiği’nden
” sembolünü icat ederken, bu kesri “δi µοιρον (di’ moiron)” olarak anıyorlardı!
esinlenerek “
2
olarak 2 farklı şekilde yazar. Burada Tannery, Diofant’ın, dolayısıyla Heron’un 3 kesri için
kullanmış olduğu “
” sembolünün kökeninin koptik dilinde yazılmış, 5. yüzyıldan kalma
“Akhmim Papirüsü”ndeki “
” sembolünden geldiğini söyler. Bu sembol tıpkı Rosetta
2
Taşı’ndaki gibi, sırasıyla (yukarıdan aşağıya doğru), 3’ün hiyeroglifte “
demotik, “
” ile koptik formlardan geldiği ve en sonunda da “
” arkaik, hiyeratik,
” ile Grek formuna ulaştığı
anlaşılıyor. Fakat “
” sembolü Arşimet’in sayılamasındaki 800’e karşılık gelen “ω”
sembolüyle karıştırılabilinirdi ki Arşimet ile başlayan ve Diofant ile son şeklini bulmuş kesirler
sistemi bu gibi durumlar nedeniyle karmaşık, dolayısıyla sağlıklı değildi!
a
Diofant (200/214-284/298) ise, kesirleri genel olarak b şeklinde yazar. Eğer problemin
a
çözümüne göre b bir bileşik kesir ise, ya bu kesri olduğu gibi bırakır ya da bu kesri tamsayılı
2
kesre çevirir. Fakat Diofant kesrine gelince durur ve Heron’u takip etmekten başka bir çıkar
3
yol bulamaz (Bkz. “Diophantus of Alexandria (English)”, Sayfa 61/409’a). Çünkü Diofant,
2
Heron’dan kalan kesirler sistemini geliştirmiş olsa bile, tam kuramaz. Örneğin Diofant, 3 kesrini
bir problemin çözümünde tıpkı Heron’un yukarıdaki örneğindeki gibi şöyle yazar (Bkz.
“Arithmeticorum Libri VI. (Greek), VOL. I”, Sayfa 343/495):
11
a
⇒ X2 = 2 2 6 .
Bununla birlikte, Diofant, tüm kesirleri b şeklinde yazmaya çalışsa da, geleneksel yazımdan
ayrılamaz (Bkz. “Arithmeticorum Libri VI. (Greek), VOL. I”, Sayfa 179/495):
Grek Sayılamasının, Dolayısıyla Kesirler Sistemi’nin Çöküşü
Grek sayılaması, her ne kadar yukarıda Arşimet tarafından düzgün bir sayılama sistemi
verilmeye çalışılmışsa da, “0” rakamı için hiçbir sembol kullanılmayışından ve bu rakamın
olmayışı nedeniyle 10 tabanındaki rakamların tekrarlı olarak kullanılmadığından dolayı esas
çöküşü yaşar. Çünkü Arşimet, “0” rakamının olmaması nedeniyle 1’den 9’a kadar olan rakamları
10’nun bir kuvveti olarak yazarken, Grek alfabesindeki diğer harfleri ve bunları da çeşitli
şekillerde kullanarak sayılamayı içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Fakat buradan “Sıfır”ın
kavram olarak mevcut olmadığı anlamı çıkarılamaz; çünkü Arşimet, “Tüketme Metodu”
37
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
nedeniyle sıfırı kavram olarak pekala biliyordu ama rakam olarak bilmiyor, dolayısıyla bunun
için herhangi bir sembol kullanmıyordu!
Kabul etmek gerekir ki böyle bir sayılama (kaç tane harf olursa olsun) hiçbir dilde kurulamaz. Bu
durum, Arşimet’e kendisinden önceki Grek matematikçilerden (ilk matematikçi Thales idi) ve
onlara da Mısırlılar’dan kalan kötü bir miras idi! Oysa Sümerliler-Babilliler, M.Ö. 2000’lerden
beri “0” rakamını bir sembolle değil ama bir “boşluk” bırakarak kullanıyorlardı. Bu rakam için
bir sembolle kullanımı Yeni Babil Dönemi’ndeki M.Ö. 7. yüzyılda gerçekleşir.
İşte sayılamada böylesine büyük bir çöküş yaşayan Grek matematikçileri, özel Mısır
1
kesirlerinden, için
2
1
1 β 1 β 1
αβ′ = , αβ = , = , =
2
2 α 2 α 2
2
ve 3 için
2
2 γ 2 γ 2
βγ′ = , βγ = , β = , =
3 β 3
3
3
3
gösterimlerden hiçbirini kullanmadılar ama γδ′ = 4 şeklindeki gösterimi kullandılar. Bu da, Grek
matematikçilerinin kesirler sistemindeki çöküş yerini gösterir bize.
𝟏𝟏
6. Arabistan: Arapça’da “𝟐𝟐 (Üçte iki)” kelimesi ise,
: Sulus-âni (Üçte iki).
olarak bilinir ve burada
: Sulus (Üçte bir).
olmak üzere Kuzey Arapça’da “Üçte bir”i 2’ye katlayabilmek için “Sulus” kelimesinin sonuna “n” soneki getirilirken, Klasik Arapça’da “-âni” soneki getirilir (Arapça’daki “-âni” soneki
hakkında bilgi almak için “Roger D. Wooddard: THE ANCIENT LANGUAGES OF SYRIA-PALESTINE
& ARABIA”, sayfa 194’teki “4.1.2. Numerals/4.1.2.1. Dual” bölümüne bakınız). Burada “Sulus”
kelimesinin en eski şeklini yani arkaik formdaki şeklini Hicri 73/Miladi 692-693 tarihli Abd elMalik zamanında kalma bir yazıtın 8. satırında şöyle görüyoruz:
“8. Üç (
) yılın Muharrem (ayı)nda el-hakem.”
38
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Gördüğünüz gibi bu satırdaki “
” kelimesinde aksan ve noktalama işaretleri olmadığı için,
bu kelime “Selâse (Üç)” olarak da okunabilir, “Sulus (Üçte bir)” olarak da. Çünkü bu kelimede
hiçbir işaret yok. O zaman bu kelimenin nasıl okunması gerektiği metinden çıkarılması
gerekiyor. Yani bu kelime metindeki hangi okunuşta bir anlam ifade ediyorsa, o şekilde
okunacaktır.
Peki bu satırda yalnızca “
” kelimesi mevcut olsaydı (ki nitekim bir sonraki satır bu
şekildedir: “9. [ve yetmiş (
)...]”), Gaban’ın keşfettiği kaya yazıtında aksan
işaretleri olduğunu söyleyen Nihat Hatipoğlu (İlahiyatçı, Hürriyet yazarı) hocamız bu
kelimeyi nasıl okuyacak idi? Üstelik o, “Yazıda, ‘Ben Züheyr, Ömer 4’te vefat etti’ ifadesi geçiyor.
Aradaki bir kelimeyi okumak zor.” demişti!
Bu kelime Kuran’daki miras ayetlerinden Nisa-176’da;
‫ثل‬
ُّ‫ثُل‬
َ‫نا‬
: Kuran’da “Sulus-âni”, Modern Arapça’da “Tult-âni” (Üçte iki) (Kahire Metni, Nisa
suresi Ayet 176’dan)
şeklinde okunurken, Nisa-11’de;
‫ث‬
ُ‫ثُل‬
َ‫ا‬
: Kuran’da “Sulus-â” (Üçte iki) (Kahire Metni, Nisa suresi Ayet 11’den)
şeklinde okunur. Burada “Sulus-âni” kelimesinin “Sulus-â” şeklinde okunması, bu kelimenin
nominatif halinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Arapça’da bazen bir kelime “Çift (duble, dual,
double)” haline getirilirken “-n” soneki yerine, “-n” eki düşerek ve uzun bir sesle ayrılarak (-ā),
“-ā” gelir. Bu durum ismin nominatif hale geçmesinden meydana gelir (Arapça’daki “-âni”
sonekinin “-â”ya dönüşmesi hakkında bilgi almak için “Roger D. Wooddard: THE ANCIENT
LANGUAGES OF SYRIA-PALESTINE & ARABIA”, sayfa 194’teki “4.1.2. Numerals/4.1.2.1. Dual”
bölümüne bakınız).
Eski Kuran Metinlerinde “Sulusâni” Kelimesinin Yazımı
Bu kelimenin yazımı hakkında internette yaptığım araştırmaya göre 2 tane örnek bulabildim.
Bunlardan ilki en eski Kuran olarak bilinen ve birçok şaşırtıcı sonuç çıkan “Sana’a Kodeksi
(Metni) (Codex Sana’a)”dir.
39
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
1. Codex Sana’a DAM 01-27.1 – A Qur'ānic Manuscript From Mid-1st Century Of Hijra
(10.04.2008, 21.05.2009): Bu folyolardan (sayfalar)
Folio Number
-
Codex Sana’a DAM 01-27.1
Qur'anic Sūrah Size of Folio (CM) Image Publication
36.3x28.0
4:171-5:3
Christie's 2008, recto
sayfasında “Sulus-âni” kelimesi şöyle yazılmıştır:
Sana'a metnindeki “Sulus-âni” kelimesi (Christie's 2008, recto).
Burada “Sulus-âni” kelimesinin sonunda bulunan “Nun” harfi şimdiki Kuran’dan (Kahire Metni)
farklı olarak bitişik yazılmış ve “Se” harfinin üstündeki 3 nokta da üst üste 3 çizgi çekilerek
gösterilmiş.
Eski Kuran Yazımı ve Paleografik Uzmanı Alman bilim adamı olan Dr. Gerd-R. Puin, Sana’a
Metni’nin, dolayısıyla bu metnin Emevi Halifesi I. Melik zamanından kalmış olduğunu söylüyor.
Kendisi M.S. 705-715 yılları arasında hükümdarlık yapmıştır. Bilinen en eski Kuran olan “Sana'a
Metni” Hz. Muhammed’in ölümünden yaklaşık 80 yıl sonra yazılmıştır. Bu durumda yukarıdaki
kelime de aynı tarihte yazılmış olmalıdır, değil mi? Fakat öyle değil. Çünkü bu kelimenin yazıldığı
sayfanın altındaki metin silinmiş, sayfa ters çevrilerek üzerine bir ikinci metin geçirilmiştir. İşte
şimdi yukarıda gördüğümüz kelime bu ikinci metne aittir. Bu ikinci metnin ise ne zaman
yazıldığı belli değil. Fakat sayfaların üst köşelerinde modern rakamlarla yazılan sayfa numaraları
bize bu konuda bir fikir verir. Yani bu son metin defalarca elden geçirilmiş olup, Emevi Halifesi I.
Melik zamanında da yazılmış olabilir, 16. yüzyılda da.
2. The “Qur’an Of Uthmān” At The Türk ve İslam Eserleri Müzesi (Turkish and Islamic
Art Museum), Istanbul, Turkey, From 1st / 2nd Century Hijra (21.09.2009,
25.09.2009): Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde "Şam Evrakı" olarak bilinen Hicri 2.
yüzyıla ait Nisa suresine ait,
Folios
54a - 75b
Qur'anic Sūrah Image Publication
Altıkulaç, 2007
al-Nisā
Comments
-
folyolardan 12995 envanter no’lu folyodaki metin tıpkı yukarıdaki gibidir. Yani bu sayfada da
Nisa suresinin sonuna ve Maide suresinin başlangıcına ait ayetler vardır.
Ben bu sayfadaki “Sulus-âni” kelimesini yukarıdaki gibi büyüttüm ve şöyle bir görüntü çıktı
ortaya:
40
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Şam evrakındaki “Sulus-âni” kelimesi (Türk ve İslam Eserleri Müzesi Şam Evrakı 12995).
Burada da “Sulus-âni” kelimesi ufak-tefek farklarla yukarıdakine benzer şekilde yazılmış. Bu
farklardan biri, “Se” harfinin üzerine bir üçgen oluşturacak şekilde 3 nokta koyulmuş olmasıdır.
Tıpkı şimdiki gibi!
Özetle, her iki metindeki “Sulus-âni” kelimesinin İslam’ın başlangıcından beri hep aynı şekilde
yazılmış gibi görünüyor. Fakat bu durumda “Sulus-âni” kelimesinin bu yazılış şekline, yani
Kuran’ın Warsh versiyonuna itibar edersek (ki şimdiki Kuran olan Kahire metni Kuran’ın Hafs
versiyonudur ve bu versiyonun hepsinde “Sulus-âni” kelimesindeki “Nun” harfi ayrı olarak
yazılır); o zaman “Hafs” ve “Warsh” versiyonlarındaki;
İmam HAFS’a Göre Kuran
İmam WARSH’a Göre Kuran
Nagfir: We give mercy (Biz
bağışlarız/bağışlayalım)... 2:58
Yugfar: He gives mercy (O bağışlar)... 2:57
Taquluna: You (plural) say
(diyorsunuz/söylüyorsunuz)... 2:140
Yaquluna: They say (diyorlar/söylüyorlar)... 2:139
Nunshizuhaa: We shall raise up (Onu inşaa
ediyoruz/birleştiriyoruz)... 2:259
Nunshiruhaa: We shall revive/make alive (Onu
canlandırıyoruz/canlı hale getiriyoruz)... 2:258
Bu kelimelerin başlagıcındaki harfler farklıdır. Bu fark, “We (Biz)” ve “He (O)” öznelerinin değişmesiyle
cümlenin anlamını değiştirir.
Buradaki kelimelerin de ilk harfleri farklıdır. Dolayısıyla “You (2. çoğul şahıs)” ile “They (3. çoğul
şahıs)” öznelerinin değişik olması nedeniyle cümlenin anlamı değişir.
Bu kelimelerde farklı harfler vardır ve bu farklılık 2 farklı kelime yapar. Bu 2 kelime aynı anlamda ama
özdeş değildir.
41
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Ataytukum: I gave you (Size verdim)... 3:81
Ataynakum: We gave you (Size verdik)... 3:80
Bu kelimelerde de farklı harfler vardır. Bu fark, “I (1. tekil şahıs)” ve “We (1. çoğul şahıs)” öznelerinin
değişmesiyle cümlenin anlamını değiştirir.
Yu'tiihim: He gives them (Onlara verir)... 4:152
Nuutiihimuu: We give them (Onlara veririz)... 4:151
Buradaki kelimelerin de ilk harfleri farklı olup, “He (2. tekil şahıs)” ile “We (1. çoğul şahıs)” öznelerinin
değişik olması nedeniyle cümlenin anlamı değişmektedir.
örneklerindeki anlam değişikliğine neden olan ve kaldırılamayan hataları da kabul etmemiz
gerekecek (Bkz. The Different Arabic Versions of the Qur’an/Part 2: The Current Situation By
Samuel Green. Sağ sütunda sure ve ayet numaraları verilen kelimeleri görebilmek için de “Warsh
Versiyonu, S. 707, 94.7 MB”na bakınız).
Not 7: Nisa suresinin 11 no’lu ayetindeki “Sulus-â” ve 176 no’lu ayetindeki “Sulus-âni”
kelimelerinin, dolayısıyla Nisa suresinin eski Kuranlar’daki yazımını görebilmek için, Quran
Manuscripts & Papyrus kaynağında geçen ve tabii ki bu arada birçok müzeyi ziyaret ederek şu
kitaplara bakınız:
1. The “Qur'ān Of Uthmān” At The Egyptian National Library (Dār Al-Kutub Al-Misrīyya),
Cairo, Egypt, From 1st / 2nd Century Hijra (03.09.2009, 06.09.2009).
Folio No
-
Qur'anic Sūrah
4:11-12, 89-92, 122-128
Manuscript
Arabe 324c
Image Publication
-
2. The “Qur'ān Of Uthmān” At St. Petersburg (Russia), Katta Langar, Bukhārā And Tashkent
(Uzbekistan), From 2nd Century Hijra (16.06.2000, 24.06.2008).
Folio Number (True)
4b
Qur'anic Surah/Ayah Copyist
4:169-4:176
Number of Lines Location
3. The “Qur'ān Of Uthmān” At The Topkapi Museum, Istanbul, Turkey, From 1st / 2nd
Century Hijra (19.11.2003, 31.07.2008).
Folios
47b-66b
4
Qur'anic Sūrah Image Publication
Altıkulaç, 2007
al-Nisā
Comments
Slight fragmentation of verses 25-27, 31–37
Codex Sana’a DAM 01-27.1 – A Qur'ānic Manuscript From Mid-1st Century Of Hijra
(10.04.2008, 21.05.2009).
42
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Folio Number
-
Codex Sana’a DAM 01-27.1
Qur'anic Sūrah Size of Folio (CM) Image Publication
36.3x28.0
4:171-5:3
Christie's 2008, recto
5. The “Qur’an Of Uthmān” At The Türk ve İslam Eserleri Müzesi (Turkish and Islamic Art
Museum), Istanbul, Turkey, From 1st / 2nd Century Hijra (21.09.2009, 25.09.2009).
Folios
54a - 75b
Qur'anic Sūrah Image Publication
Altıkulaç, 2007
al-Nisā
Comments
-
6. Arabe 328a – A Qur'ānic Manuscript From 1st Century Hijra In Bibliotheque Nationale,
Paris (28.06.2008, 02.07.2008).
Folios
10b
11a
20b
Qur'anic Surah/Ayah Image Publication
4:9-4:12
4:12-4:20
Déroche and Noseda, 1998
4:173-4:176, 5:1-5:3
Comments
Facsimile edition
7. Codex Mixt. 917 – A Qur'ānic Manuscript From 1st / 2nd Century Hijra (08.08.2008,
18.01.2009).
Folio Number
40v-59r
Qur'anic Surah Image Publication
Al-Nisa
Location
Austrian National Museum, Vienna
İslami kaynaklarda ise “Sulusâni” kelimesi şu şekilde tanımlanır:
SÜLÜSÂN: Üçte iki. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda üçte iki hisse (pay). Hissesi nısıf
(yarım) olanlardan zevcden (kocadan) başka olan birden fazla olunca, sülüsânı alıp, aralarında
eşit olarak pay ederler (M. Mevkûfâtî).
Bu tanım bizi doğrudan şu eşitliğe götürür:
‫صِّنلا‬
ْ ‫( ُف‬Nifs: Yarı, 12 = 2)
+
‫سلا‬
ُّ‫( ُسُد‬Sudusu: Altıda bir, 16 = 6)
Tanımda gizli olarak verilen bu eşitlik şu rivayetten gelir:
=
‫ثلا‬
ُّ‫ثل‬
َُ‫� نا‬Sulusani: Üçte iki, 23 = 3� .
“Abdullah b. Mes'ud, Peygamber'in, murisin kızı, oğul kızı ve kız kardeşiyle ilgili bir
uygulamasından şu şekilde söz eder: ‘Resulullah (s.a.s.) ölenin kızı için yarım, oğul kızı için üçte
ikiye tamamlamak için altıda bir ve geri kalanın kız kardeşe verilmesine hükmetti’, eş-Şevkâni,
Neylü’l-Evtâr, Mısır, t.y, VI, 58.
Demek ki Hz. Muhammed, ilk miras ayetini 625’te Nisa suresindeki 11. ayeti açıklarken, Eski
Mısırlılar tarafından 1000’lerce yıl kullanılan ve daha sonra Grekler’e geçen (ki Araplar o zaman
tamamen Grek Matematiği’nin etkisi altında idi. Bkz. A History of Mathematical Notations-Vol. I,
Sayfa 29’daki “Erken Arap Sayılaması”na. Bu sayılama, “Arşimet’in Sayılaması”nın tamamen
Arapça şeklidir)
43
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
26=3
temel eşitliğini biliyor ve kullanıyormuş! Burada ilginç olan şey şu ki; Hintli matematikçilerden
Brahmagupta 628’de (yani yalnızca, Nisa suresindeki 11. ayetin Hz. Muhammed tarafından
açıklanmasından 3 yıl sonra) ve Bashkara da 1150’de (ki bunlar Hint matematiğinin baş
2
matematikçileridir), her ikisi birlikte kesrini ancak yazabilmişlerdi! (Bkz. Precalculus
3
2
1
mathematics). Yani Hz. Muhammed’in 3 kesrini Eski Mısırlılar, Grekler gibi 2 × 3 şeklinde
𝟏𝟏
anladığı ve yazdığı (ki zaten “Sulus-âni” kelimesinin anlamı “ ’ün 2 katı” demektir), hesaplarda
𝟑𝟑
ise Grekler gibi Mısır birim kesirlerini kullandığı anlaşılıyor.
Bu konuda Encyclopedia of the history of Arabic science, 2. cilt kitabının sayfa 338'teki "HİND
SİSTEMİNDE ORTAK VE ONDALIK KESİRLER (COMMON (VULGAR) AND DECIMAL
3
FRACTIONS IN THE HIND SYSTEM)"de şu örnek verilmiştir: Müslümanlar, kesrini anladılar
4
1
1
ama 2 + 4 şeklinde ifade ettiler. Onlar, bunu Hindu formunda şöyle yazdılar:
1
2
1
4.
2
Not 8: Burada Hintli matematikçi Bakshali’nin 3 kesrini farklı anlayışından dolayı, onun bir
hesabından sözetmek yerinde olacaktır. Bakshali, bu kesri (ki burada “+” işareti “-“ anlamına
gelir)
1
2
1
1 = 1 − �= �
3
3
3+
şeklinde algılamaktadır. Bakshali, M.S. 2-4. yüzyıllarına ait olduğu anlaşılan “On the Bakshali
Manuscript (1887)” kitabının 7. sayfasında şu hesabı yapar: Bakshali, bu hesapta bu kesri
yanyana 3 kez yazar ve bunları çarpar. Bu, matematiksel olarak,
1
1
1
1
1
2 2 2
8
1
1
1
1 = �1 − � �1 − � �1 − � �= × × = �
3
3
3 3 3 27
3
3+ 3+ 3+
demektir. Daha sonra bu çarpımın tersini 32 ile çarparak 108 sayısını bulur. Bunun da
matematiksel ifadesi,
dir.
32 ×
27
= 108
8
Tabii ki müslümanlar hesaplarında birim kesirleri kullanırken, diğerleri de onlardan farklı
değildi. Örneğin 10. yüzyılda Mısır’da yaşayan Yahudi bir yazar olan Rabbi Sa’adia ben Joshep
al-Fayyumi (941’de öldü), miras problemlerindeki hesaplarında birim kesirleri kullanıyordu!
Rabbi Sa’adia’dan 2 yüzyıl sonra Fibonacci, kesirleri kısmi kesirlere ayırmak için genel bir
kural verdi (Bkz. “David Eugene Smith: History of Mathematics, S. 212”ye). Günümüzde
44
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
“Fibonacci-Sylvester Algoritması” olarak bilinen algoritma, Mısır kesir algoritmasına göre
daha kullanışlıdır. Bu algoritma 1202’de Fibonacci tarafından keşfedilmiş, 1880’de Sylvester
tarafından geliştirilmiştir. Algoritmayı Fibonacci kullanmış ancak doğruluğu 1880’de Sylvester
tarafından ispatlanmıştır.
Şu halde bu bulgulara göre şu soruları sormanın ve yanıtlarının verilmesi kaçınılmaz olur:
1. 1000’lerce yıllık Mısır Matematiği’ni gözönüne almıyorum bile, yalnızca Grek Matematiği’nin
ilk ve son temsilcilerini gözönüne alırsak; Thales (M.Ö. 624-M.Ö. 546)’ten Eutokios (M.S.
480-M.S. 540)’a kadar 1000 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen, Hz. Muhammed (M.S.
571-M.S. 632), kendisine Tanrı tarafından herşeyi bildiren vahiy meleği Cebrail olduğu halde,
neden okunuşu ve hesaba konuluşu ancak M.S. 12. yüzyılda anlaşılan bu kesri günümüzdeki
gibi söylemedi de, Grekler gibi söyledi? (Ki Grekler, 1000 yıldan fazla, özellikle Arşimet’ten
1
2
sonra, “Kesirler Sistemi”ni her defasında olumlu yönde geliştirmelerine rağmen, ve
2
3
kesirlerine hiç dokunmamışlar, Mısırlılar’dan aldıkları gibi kullanmışlar yani geleneksel
yazıma uymuşlar idi!)
Kanıt, Birdenbire Uygarlık’ta!
Şahsen ben, eğer Hz. Muhammed 625’te 1000’lerce yıldan beri çeşitli uygarlıklar tarafından
2
kullanılan 3 kesrinin yazımı ve hesaba konuluşunu 12. yüzyıldaki yani günümüzdeki gibi
söylemiş olsaydı, o zaman biz orada birdenbire bir uygarlığın ortaya çıkmış (ki Grek
Uygarlığı, birdenbire ortaya çıkan uygarlık değil, arkadan gelen bir uygarlık idi) ve bunu da
ortaya çıkaran kişinin Hz. Muhammed olduğunu, dolayısıyla bu ani gelişme karşısında Hz.
Muhammed’in olsa olsa Tanrı ile irtibat kuran bir kişi ve kendisinin de bir peygamber olması
gerektiği sonucuna varacaktık. Tabii ki burada “Hz. Muhammed, getirdiği Kuran ile dünya
düzenini bozmak istemedi!” türünden yalanlara itibar etmiyoruz.
Peki Hz. Muhammed peygamberliğini ilan ederken böyle bir gelişme yaşanmış mıydı? Hayır.
Zaten böyle bir şeyin olamayacağı Mısır Valisi Mukavkıs’ın Hz. Muhammed’in mektubuna
verdiği şu yanıtta açık ve seçik olarak görülüyor:
“Ben bir peygamberin geleceğini biliyordum. Ancak onun Şam’dan çıkacağını ümit ediyordum.
Zira peygamberlerin çoğu bu bölgelerden çıkmıştır. Gerçi son peygamberin Arabistan’dan
sertlik, darlık ve yoksulluk ülkesinden çıkacağını da okumuştum. Hz. İsa’dan günümüze
600 sene geçmiş bulunuyor. Yakınlarda bir peygamberin geleceğini tahmin ediyordum. Fakat
ona uymak hususunda zorluğum vardır. Bu Kıptîler benim bu kararıma uymazlar. Ben bu
saltanatı bırakmak da istemiyorum. Ancak şuna kesinlikle inanıyorum ki O’nun sahabeleri şu
beldelere kısa zamanda hâkim olacaklardır”
Burada özellikle koyu olarak vurgulanan cümleden Hz. Muhammed’in peygamberliğini
medeniyette çok daha ileride olan Şam’da değil, medeniyetten bihaber; tamamen yoksulluk,
darlık ve sertliğin hakim olduğu Arabistan’da ilan ettiği anlaşılıyor. Siz, buna Araplar’ın
sayılamasının ve kesirlerle ilgili tüm hesapların Grek Matematiği’nden geldiğini eklediğinizde
ve Hz. Muhammed’in getirdiği öğretide “Birdenbire Uygarlık” için hiçbir ani sıçrama
olmadığını gördüğünüzde, Arap Uygarlığı’nın Grek Uygarlığı gibi arkadan gelen bir uygarlık
değil, çok daha arkalardan gelen bir uygarlık olduğunu anlarsınız.
Şimdi bunu kanıtlayabilmek için, Kuran’daki miras ayetlerinin Tevrat ve Grek (Mısır)
Matematiği’ne göre nasıl yazılmış olduğunu tarihçesiyle birlikte inceleyelim.
45
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
1.1. 2 Pay Problemi (Double Portion Problem): Tarihte bilindiği kadarıyla, bu problem ilk
kez Sümer-Babilliler tarafından ortaya atılmıştır. Çek Asurolog Lubor Matuş, bu
probleme ilişkin Larsa’da M.Ö. 1800-1700’lere tarihlenmiş AO 6424 no’lu tablette “TCL
X. 55” ve “TCL X. 141” şeklinde anlandırdığı 2 tane örnek keşfetti! Carl Boyer, bu
tabletlerde geçmeyen “2 Pay” için “ši-it-ti-in i-li-qí-(ma)” kelimesini teklif eder. Fakat F.
Rundgren’in keşfi olan “šnpm (šinēpüm)” kelimesi, sıradan bir kelime değildi; bu
kelime dini metinlerde geçen, İbranice İncil’deki gibi “İlk Doğan’ın (Büyük Oğul)
Doğum Hakkı (The birthright of the first-born)” için kullanılan ve Asur Akadçası’nda,
tıpkı hiyerogliflerdeki gibi, “2 Ağız” yani “Üçte İki” anlamına gelen bir kelimedir. A.
Goetze ise, Ugaritçe’deki “šnpt” kelimesinin Akadça’daki bu kelimeden ödünç olarak
alındığını keşfeder. Tevrat’ta ise bu problem “İlk Oğulluk Hakkı”nın geçtiği yerde, Yasa
Kitabı (Deuteronomy) 21:17’de, “Pişnim” kelimesiyle bilinir; fakat “2 Pay (Double
Portion)” olarak yanlış bilinir. Çünkü “Pişnim” kelimesi de öncekiler gibi aynı
anlamdadır.
Bu konuda kutsal kitaplardaki tarihi ilk kayıt, yaklaşık olarak M.Ö. 2000’lerde Harran’da
(Urfa) dünyaya gelen ve babasıyla birlikte bir ara Babil’e (Filistin) giden Hz. İbrahim
zamanından gelir. İbrahim’in oğlu İshak’ın Rebeka’dan olma Yakup, İsrailoğulları’na
kral olabilmek için Esav’ı kandırarak “İlk Oğulluk Hakkı”nı aldı. Fakat Babil’den gelen
bu miras kültürüne yani “İlk Oğulluk Hakkı”na göre hareket eden bu kişiler, miras
kavgasına ilahi bir kılıf geçirerek yönetim gücünü tekellerine almak istemişlerdi. Çünkü
bu hak onlardan çok daha önceleri Sümer, UR ve Babil Hanedanlıkları’nı yönetecek
kişilerden evin yöneticisine kadar, halkın her tabakasındaki kişilerin seçiminde
kullanılıyordu (ki bu hakkın M.Ö. 2000 öncesine ait Sümer zamanında da uygulandığını
gösteren tabletler vardır elimizde). Aynı şekilde, İsmail İbrahim’in ilk oğlu olmasına
rağmen İsrailoğulları’nın başına İshak geçmiştir. Bu hak mahrumiyetine neden olarak
öne sürülen şey, İsmail’in köle birinden doğmuş olması idi. Sümer-Babil Hukuku’na göre
köle birinden doğan kişi, ilk oğul olsa bile yönetici ve mirasta hak sahibi olamaz.
İkinci tarihi kayıda Musa ile firavunun şu konuşmasında rastlıyoruz:
46
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Musa (Charlton Heston): Mısır üzerine bir musibet daha gelirse, Tanrı bunu senin sözlerin üzerine
gerçekleştirecektir.
-Tüm ülkede o kadar büyük figan kopacak ki insanları kesinlikle bırakacaksın.
Firavun (Yul Brynner): Bir daha gelme Musa! Çünkü bir daha yüzünü gördüğüm gün, kesin öleceksin!
Musa: Böyle yazılsın.
Firavun: Bu köle tohumu ve tanrısına dünyanın unutamayacağı bir yanıt vereceğim.
-Ordu komutanı, Talis’ten savaş arabalarını çağır!
-Bir bela daha olacak... Fakat bu kez Goşen kölelerinin üzerine! Her evde ilk doğan bebek öldürülecek, önce
Musa’nın oğluyla başlayın!
“10 Emir (Ten Commandments, 1956)” filminden. Bu olay hakkında kutsal kitaptan detaylı bilgi almak
için, Mısır’dan Çıkış (Exodus) kitabındaki İlk Doğan Çocukların Ölümü’ne bakınız.
Üçüncü tarihi kayıdı, Yahudiler’in M.Ö. 586’da Babil Kralı Nabukadnezar II (M.Ö. 605-562)
tarafından Babil’den sürülmeden önce, M.Ö. 8-7. yüzyılda Sümer-Babil’den gelen miras
kültürünü Yasa Kitabı 21.15-17’ye “İlk Oğulluk Hakkı” başlığı altında koyarak devam
ettirdiklerini görüyoruz. Kral Yoşiya (M.Ö. 649-609) zamanında BaşRahip Hilkiya’nın
tapınağın hazine odasında bulduğu bu kitabı derlemesi, aynı geleneğin devam ettirilmesinden
başka bir şey değildi.
Bundan tam 1 milenyum sonra dördüncü tarihi kayıt ortaya çıktı. Arabistan’da M.S. 610’da
peygamberliğini ilân eden Hz. Muhammed, M.S. 625-632 yılları arasında Kur’an-ı Kerim’deki
miras ayetlerinin olduğu Nisa suresinin 11, 12 ve 176 no’lu ayetlerini bu hakka göre dizayn etti
ya da edildi, burası tam olarak çözülmüş değil. Fakat 625’te Uhud Savaşı sonunda şehit olan Sâd
bin Rabi (r.a.)’nin eşinin miras için Hz. Muhammed’ten arabuluculuk yapmasını isterken, Hz.
Muhammed’in, ağzından çıkan ilk miras ayeti olarak, Nisa suresinin 11. ayetinin giriş cümlesi
olan “erkeğin payını kadının payının 2 katı” kuralı Hz. Muhammed henüz peygamberliğini
ilan etmeden önce bazı Arap kabilelerinde uygulanıyordu bile!
Hz. Muhammed, miras ayetlerinin temeli olan Nisa
suresindeki 11. ayetin giriş cümlesinde yer alan kuralı
Kuran’a koyarak resmileştirdi!
Diyanet İşleri Başkanlığından emekli bir imam Arif Tekin,
yandaki baskı tarihi 2000 olan kitabında bu kural hakkında
şöyle der: "Kuran’da kız çocuğa verasetten ayrılan payın
1
erkek çocuğunkinin 'si nispetinde olması hükme de eskilere
2
Kuran'ın Kökeni: Diyanet İşlerinden emekli bir imam olan Arif
Tekin, daha önceden hiç kimse tarafından itiraf edilemeyen “erkeğin
payının kadının payının 2 katı”
olmasını bu kitapta anlatıyor!
Kuran'ında resmi hale getirdi (42)."
dayanır. Hatta Muhammed henüz peygamber olmadan bir
kısım Arap kabileleri bunu uygulardı. Islamî kaynaklarda
belirtildiğine göre bunu ilk ortaya çıkaran Zül'mecasid'el
Yeşküri’dir. Sümerlerde, baba kızına çeyiz vermek
zorundaydı; aksi halde öldüğünde erkek çocuğun payı kadar
olmazsa da malından belli bir hisse kızına verilirdi. Hatta
bugün hala bazı bölgelerde geçerli olan başlık parası
Sümerler’den kalma ve Hammurabi'nin kanunlarında birkaç
yerde de işlenmiştir (41). Muhammed'den önce bazı Arap
1
kabileleri de kız çocuğa verasetten erkek payının 2'si
nispetinde hisse verirlerdi. Muhammed bunu da kendi
47
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Aslında Arif Tekin’in Kuran’daki Nisa suresinin 11. ayetinin başlangıcı olan ve tüm miras
ayetlerini temellendiren kuralının, yani “erkeğinin payının kadının payının 2 katı” olması
kuralı (ki bu kural, Tesniye’nin 21:17’deki ya da Hammurabi dönemine ait Larsa tabletlerindeki
kuralın erkek ve kadın için düzenlemesinden başka bir şey değildir) İslamiyet öncesinde
olduğunu dile getirmiş olması yeni bir şey değildir; tez yazan ama çok az sayıda ilahiyatçı
tarafından tezlerde de dile getirilen bir konudur. Fakat bir elin parmak sayısını geçmeyen bu
ilahiyatçılar da, bilgidağarcıkları az ya da fazla olsa bile gerçeği bile bile inkar ettiklerinden
dolayı bu kuralın aşama aşama Babil’den İslamiyet öncesi bazı Arap kavimlerine ve oradan da
Kuran’a geçtiğini kabul etmezler. Hatta bu konuda hadislere bakıldığında, içinde zorba
hükümlerin olduğu ve bu yüzden insanı tımarhanelik eden hadisler bile mevcuttur.
Sıra bizde!
"Yeni bir şey keşfetmeksizin büyük felsefi meseleleri uzun uzadıya tartışmaktansa küçük de olsa bir
gerçeği keşfetmeyi tercih ederim.", Galilei Galileo.
Hepimizin bildiği ya da bize söylendiği gibi, M.S. 625’te Uhud Savaşı’nın bitiminde Ensârlar’dan
Sâd bin Rabi (r.a.)’nin şehit olması ve geride iki kızı, bir hanımı ve bir de kardeşi kalmasına
rağmen, kardeşin malın hepsini alması üzerine kadın Hz. Muhammed'e gelip aracı olmasını
istedi. Hz. Muhammed, bunun üzerine;
Nisa-11: Allah size evlatlarınızın miras taksimini şöyle emrediyor: Çocuklarınızda, erkeğe iki kadın
payı kadar,...
48
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
ile başlayan ilk miras ayetlerini (Nisa suresinin 11 ve 12 no’lu ayetleri) verdi. Bu yapılan şey
aslında Hz. Muhammed'in (E: Erkek, K: Kadın)
(2) E = 2K
şeklindeki kuralıyla yapılan miras paylaşım düzenini resmileştirmekten başka bir şey değildi.
Çünkü, Hz. Muhammed’in 625-632 yılları arasında verdiği tüm miras ayetleri bu kural
üzerinden temellenmekteydi!
Sözkonusu (2) kuralının İslamiyet öncesinde bazı Arap kabileleri tarafından kullanılmış
olduğunu
1. İbn Habib, Kitabu'l-Muhabber, Beyrut ty., s. 324.
kaynağından başka,
1. Arif Tekin (Diyanet İşleri Başkanlığından emekli bir imam): Kuran'ın Kökeni.
2. Abdurrahman YAZICI: SAHÂBE DÖNEMİ MİRAS HUKUKU UYGULAMASI (The opinions
and implementations of the companions of the Prophet Muhammad on inheritance),
YÜKSEK LİSANS TEZİ, İSTANBUL 2005.
kaynaklarından da biliyoruz. Bu kaynaklardan Arif Tekin’in (2)’deki kural hakkında ne dediğini
yukarıda verdim. Abdurrahman YAZICI’nın ise gayet güzel bir tez çıkartmış olduğunu söylemek
ilk başta doğru gibi görünüyor ama bu durum aldatıcıdır. Çünkü o, bu tezin sayfa 30’un sonu ile
31'in başında,
"İslâmiyet’ten kısa bir süre önce Zu’l Mecâsid isimli bir şahsın malını erkek ve kız çocukları
arasında ikili birli taksim ettiği (64) ve bâzı zengin soylu ailelerin kız çocuklarına terekeden pay
verdikleri (65) nakledilmektedir. Bu durum, İslâm öncesi dönemde kadınları mirasçı yapma
uygulamalarının olduğunu göstermektedir."
diyerek Arif Tekin gibi bir gerçeği teslim ederken, sayfa 123’teki Sahâbe dönemi miras hukuku
uygulamasında,
"İslâm'ın ortaya çıktığı bölgedeki hukuk sistemlerinin incelendiği birinci bölümde, İslâm miras
hukuku'nun diğer hukuk sistemlerinden tamâmen farklı olarak kendisine has usul ve yapısının
olduğu görülmüştür. Roma, Yahudi ve Cahiliye dönemi Arap miras hukuk sistemleriyle ilgili
değerlendirmeye de yer verilen bu bölümde, bu hukuk sistemlerinin İslâm hukuku ile aralarındaki
etkileşimin görülmesinin yanında, temel miras hukuku prensipleri bağlamında İslâm miras
hukukundan farklı özellik ve usüllerini de görmek mümkün olmuştur."
şeklinde çıkarttığı sonuca katılmak mümkün değildir, çünkü ana makalemdeki kronolojik olarak
verilen bilgilere göre bu sonucun çıkartılması mümkün değildir. Yani Abdurrahman YAZICI’nın,
“Bu hukuk sistemlerinin İslâm hukuku ile aralarındaki etkileşimin görülmesinin yanında, temel
miras hukuku prensipleri bağlamında İslâm miras hukukundan farklı özellik ve usüllerini de
görmek mümkün olmuştur.” şeklinde değil, yukarıdaki kronolojik bilgilere göre, özellikle Nisa
49
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
suresinin 11. ayetinin giriş cümlesi tamamen bir miras kültürünün göçmesi sonucu sonucunda
meydana gelmiştir. Bu durumda, diğer miras ayetleriyle birlikte İslam Miras Hukuku’nun sözüne
ettiği “Miras Hukukları”ndan farklı olması, ikinci planda kalır.
Şimdi yukarıda dediğim gibi (2) kuralının İslamiyet öncesinde mevcut olması nedeniyle İslami
kesim tarafından hadis destekli zorba hükümlerin olduğu geniş tefsirli ve yorumlu
“Cahiliye/Cahiliye’nin Temel Özellikleri: Cahiliye Adetleri/Hac ili ilgili birtakım batıl inançlara
sahip olmak” değerlendirmesine bir bakalım:
“Bazı kaynaklarda, câhiliyye döneminde Zu'l-Mecasidi’l-Yeşkûri isimli birisinin, mirastan kız
çocuğuna, erkek çocuğuna verdiği hissenin yarısı kadar hisse verdiği belirtilmektedir (İbn Habib,
Kitabu'l-Muhabber, Beyrut ty., s. 324). Bu haber, bizi önemli bir mesele ile karşı karşıya
getirmektedir. Acaba İslam kaynakları tarafından söylenilen câhiliyye devrindeki bu uygulama
münferit bir vak'a mıdır? Yoksa örfî kanuna dahil bir tatbikat mıdır? Bir başka ifadeyle Kuran ve
Muhammed'in tatbikatı ile teşrî edilmiş olan (4/Nisâ, 11; 5/Mâide, 38; Sahih-i Buharî, K. Hudud, c.
VIII, s. 15-16; Sahih-i Müslim, K. Hudûd; Sünen-i Tirmizî, K. Tahâre 110/272, no: 145; İmam Ahmed
b. Hanbel, el-Müsned, c. II/177) mirasa ait bu hüküm, İslâm ibka mı etmiştir? Eğer ibka etti ise
bunun kaynağı nedir?
Câhiliyye devrinde İslâm ahkâmına uygun olan sözkonusu bu tatbikat Kitabu'l-Muhabber'de;
"Câhiliyyede kız çocuğuna ilk defa miras veren... ilk defa kız çocuğuna bir, erkeğe iki hisse
takdir eden kimse..." şeklindedir. Bu ifadelerdeki "ilk defa" kaydı, üzerinde durulan miras
tatbikatının daha öncelerden (Sümer-Babil Miras Kültürü, Tevrat ve İncil) gelen köklü bir tatbikat
olduğunu gösterir bize. Fakat buna karşılık, Sahih-i Buhari’de İbn Abbas'tan şöyle bir rivâyet
vardır: "Öteden beri, ölenin malı erkek çocuğun olur ve vasiyet ana-babaya yapılırdı. Allah
bu tatbikatı, irâdesine uygun bir şekilde neshetti. Erkek evlâda kıza verilen hissenin iki
katını takdir etti." (İbn Haceri’1-Askalânî, Fethu'l-Bâri, Kahire 1348, s. 197. Ayrıca Bedrüddin-i
Aynî, Umdetü'l-Kari, İstanbul 1308, c. VI, s. 485; Sahih-i Buharî, K. Tefsir, c. V, s.178). İbn Abbas'ın
bu haberi, Kitabu'l-Muhabber'de verilen mâlûmatı cerh etmektedir. Zira nesh, mutlak mânâda bir
hükmün yürürlükten kaldırılıp yerine yeni bir hüküm getirilmesidir. Dikkat edilirse İbn Abbas,
"Allah Teâlâ (c.c.) bu tatbikatı, irâdesine uygun bir şekilde neshetti. Erkek evlâda kıza
verilen hissenin iki katını takdir etti." demiştir. O halde Câhiliyye devrinde, İslâmî hükme uygun
olan tatbikat, münferit bir vâkıa olarak kalmaktadır ve İslâm dininin bunları ibka etmesi diye bir
şey sözkonusu olamaz. Nitekim Ebû Ca'feri't-Tahâvî: "Bir miras, İslâm'dan önceki devirde
İslâmî hükümlere uygun olarak taksim edilmiş veya hırsızlık yapan bir kimseye aynı şekilde
İslâmî esaslara uygun ceza verilmişse, mâhiyeti itibariyle aynı bile olsalar, bunlar İslâmî
hükümlere dâhil edilemezler. Çünkü teşrî kaynakları farklıdır." (Tahâvî, Şerh-i Meâni'1-Âsâr,
Haydarabad 1333, c. IV, s. 245) diyerek bir inceliğe işaret etmiştir. Fakat bu bilgiler de İslami
kaynaklar tarafından verilen tek yönlü ve güçlü olanın sözünün geçtiği bir zamandan gelmektedir.”
Bu açıklamalar karşısında yapılacak tek şey var. O da, yukarıdaki resimde Engizisyon
Mahkemesi’ndeki din adamlarının karşısına geçmiş Galieo’nun dediği gibi uzun uzundayı
konuşmaktansa küçük de olsa bir gerçeği keşfetmek ve “Angels&Demons” filmindeki
Simgebilimci Prof. Langdon’un dediği gibi bu keşfi bize verilmiş bir armağan olarak kabul etmek
ve bununla yetinmek olacaktır. Çünkü bize verilen armağan yalnızca bu ve bunun değerini
50
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
bilmemiz gerekiyor. Bu arada, Kilise, Galieo’yu 1633’te mahkum etti, 1983’te haklı olabileceğini
kabul etti ve 1996’da da özür diledi!
Diğer taraftan, ikinci planda kalan miras ayetlerinden,
1
Nisa-12. Eğer hanımlarınızın çocukları yoksa, bıraktıkları mirasın 2’si sizindir. Şâyet bir
1
çocukları varsa o zaman mirasın 4’ü sizindir. Bu paylar, ölenin vasiyeti yerine getirildikten ve
varsa, borcu ödendikten sonra verilir. Eğer siz çocuk bırakmadan ölürseniz, geriye bıraktığınız
1
1
mirasın ’ü hanımlarınızındır. Şâyet çocuklarınız varsa o zaman bıraktığınız mirasın ’i
4
8
hanımlarınızındır. Bu paylar, yaptığınız vasiyetler yerine getirilip ve varsa borcunuz ödendikten
sonra verilir.
ayeti ile Bizans İmparatoru Justinianus(527-565) tarafından hazırlatılan ”Novellae
(Novels)”ya fakir dul kadını korumak için koydurttuğu,
 “Çeyiz getirmemiş ve bu sebeple fakir olan dul kadın, çocuklara düşen hisseye eşit; çocuk
1
olmadığı takdirde mirasın ’ünü mülkiyetine alabilir” (Abdurrahman YAZICI: SAHÂBE
4
DÖNEMİ MİRAS HUKUKU UYGULAMASI/4. Karı ve Koca Arasında Miras, Sayfa: 40/133).
hükmünü karşılaştıralım.
Gördünüz gibi, her iki hükümde boldla vurgulanmış ifadeler ya da hükümler birbirinin tıpkısının
aynısıdır. Ve bu, Justinianus’un “Novels (Yeni Kanunlar)”ından yalnızca basit bir örnektir.
Fakat bu durum bu kadar açık olması rağmen, İslam kaynakları bu ve benzeri çakışmaları
reddeder. Örneğin, bir kaynakta şu ifadeler geçer: “Bundan daha garip olanı şudur. Bu iddiayı ileri
sürenler, İslâm’ın miras hukukunun eski Roma’nın miras hukukundan alınmış olduğunu
söylüyorlar!” (Bkz. “Muhammed Hüseyin TABATABAİ (r.a.): Kur’an ve Sünnet’te Miras/6-Yeni
Miras Kanunları”)
Bu hükümde Justinianus’un çok merhametli bir imparator olduğunu, imparatorluğundaki çeyiz
getirmemiş ve bu sebeple fakir kalmış dul kadınları düşünmüş olduğunu ve kendisinden önceki
hiçbir Roma Miras Hukuku’nda olmayan bu yepyeni bir kural getirmiş olduğunu görüyoruz.
Bununla beraber, Justinianus’un bu yeni hükmü neden getirdiğini anlayabilmek için SümerBabil toplumlarındaki miras işleyindeki şu ters mantığı anlamamız gerekir: Modern
toplumbilimciler, soruna, toplumun işleyiş ilişkilerinden koparılmış bir cinsiyet ayırımı
gerekçesi varsayarak baktıkları için, “Normal Kızlar”ına en fazla “Çeyiz” verip gönderen
Mezopotamyalılar’ın, tapınakta “Kutsal Fahişe” olan kızına, (ve eğer olmuşsa, onun erkek
çocuğuna) neden miras hakkı tanıdığı bir muamma haline dönüşmüştür: Normal kızlarına miras
vermeyen Mezopotamyalı baba, bu hakkı neden sadece fahişe olan kızına tanımaktadır?! Bu
sorulara bir türlü doğru yanıt verilememiştir.
Örneğin bunun için Hammurabi Kanunları’nda şu çok açık olan maddeyi verebiliriz:
51
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
§ 182 - Eğer bir baba, Babil Marduk’unun Naditu’su olan kızına çeyiz vermezse, mühürlü bir
belge ona yazmazsa, baba kaderine gittiğinde, baba evi malından (erkek) kardeşleri ile birlikte
hisse bölüşecektir. Tımar sorumluluğunu yüklenmeyecektir. Marduk Naditu’su terekesini
istediğine verecektir.
1
3
Linkini verdiğim “Marduk Naditu”su tapınak fahişesi oluyor. Burada sorulması gereken soru,
İngilizce’deki “Nude (Nü)” olan kelimesinin “Naditu”dan türeyip türemediğidir. Çünkü
internette “Nude Teens” ya da bu işle ilgilenen kızların çoğu kendisine bu ismi veriyor. Belki
onlar da geçmişte atalarının yaptığı aynı iş nedeniyle “Naditu” ismini alıyorlar, bilemiyorum
ama bu, daima dikkatimi çeken bir konu olmuştur.
Şimdi başa dönüp bir değerlendirme yaparsak, başlangıçta bize ters gelen mantık şu şekilde
çözülmüş olur: Sümer ve Babil toplumlarında kız çocuklarına miras verilmezken, 6. Babil Kralı
Hammurabi (M.Ö. 1792-1750) yoksul olan ve bu yüzden tapınak fahişesi olan kızlara baba
vasiyetinden miras verilmesini isteyen hüküm koyuyor M.Ö. 1760’larda yazıldığı varsayılan
kanunlarına. Justinianus ise Hammurabi’den biraz daha ileriye giderek; çeyiz getirmemiş ve bu
yüzden fakir olan, yani adeta tapınak fahişesi durumuna düşmüş dul kadınlara bir miras payı
veriyor. Hz. Muhammed de, 625’te Nisa-12’de bunun yalnızca dul kadınlar için değil, bütün
kadınlar için yapıyor. Yani Justinianus ile Hz. Muhammed’in her ikisi de çocuğu olmayan
1
kadının miras payının 4 olduğunu söylüyorlar; Justinianus’un farkı, bu kadının dul olması ve
fasfakir olmasıdır. Özetle, yöneticiler, zaman geçtikçe daha yumuşak kalpli, dolayısıyla daha
merhametli oluyor ve toplumdaki düşkünlerin toplum içinde kalmasını sağlayan bir takım
hükümler getiriyorlar.
1.2. Yeni Bir Miras Problemi: Ata’nın rivayetine göre, 625’teki Uhud Savaşı’nda
Ensârlar’dan Sâd bin Rabi (r.a.)’nin şehit olması ve geride iki kızı, bir hanımı ve bir de
kardeşi kalmasına rağmen, kardeşin malın hepsini alması üzerine, Sâd bin Rabi’nin eşi
Hz. Muhammed’e gelip aracı olmasını istedi. O da bunun üzerine Tevrat’ta hazır duran
Yasa Kitabı 21.15-17’deki “İlk Oğulluk Hakkı”ndan hareketle yeni bir miras problemi
düzenledi. Bu yeni düzenlemeye göre 625’ten 632’ye kadar E = 2K (E. Erkek, K: Kadın)
olmak üzere aile bireylerinin hemen hemen tamamına kapsayacak şekilde mirastan
çeşitli oranlar verildi. Bu oranların Mısırlılar’ın birçok problemin çözümünde kullandığı
1 1 1
+ + = 1 ⇒236 = 1
2 3 6
eşitliğinden türetilmiş olduğu anlaşılıyor. Çünkü miras bir bütündür ve bu da kesir
olarak “1” ile gösterilir.
Şimdi bu yeni miras problemine göre Hz. Muhammed’ten Hz. Ömer’e kadar gerçek
hayattan alınma miras problemlerini inceleyelim.
Problem 1: Ata, İslamiyet’teki ilk miras problemini şöyle rivâyet eder: “Sâd b. Rabi
(r.a.) şehid olmuş, iki kızı, bir hanımı, bir de kardeşi kalmıştı. Kardeşi, malın hepsini
alıverdi. Kadın da Hz. Peygambere gelip, “Ey Allah'ın Resulü! İşte Sâd’ın kızları, Sâd
öldürüldü, bunların amcası da mallarını aldı.” diye durumu arz etti. Peygamber (s.a.v.) de,
“Haydi şimdilik git, umarım ki, Allah bu konuda hükmünü yakında verecektir.”
buyurmuştu. Bir süre sonra kadın yine geldi ve ağladı ve bunun üzerine bu âyet indi.
52
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Bundan dolayı Peygamberimiz kızın amcasını çağırdı, “Sâd’ın iki kızına üçte iki ve
bunların annesine sekizde bir ver! Kalanı da senin.” buyurdu.
Çözüm: Hz. Muhammed’in burada nasıl hesap yaptığı açık değildir. Fakat Mısır
kesirlerine göre, onun “Sâd’ın iki kızına üçte iki” derken, mirastan geriye kalan oranın
2
1− = 236−26 = 3
3
ve “Bunların annesine sekizde bir ver!” derken de, mirastan geriye kalan oranın ya da
“Kalanı da senin” sözüne karşılık gelen oranın
3−8 =
4+1,3+2
⏞
5
24
=
4+1 3+2
4
1 3
2
1 1 1 1
,
=
+ , +
= + , +
= 6 24, 8 12
24
24
24 24 24 24 6 24 8 12
olduğu anlaşılıyor. Fakat burada Hz. Muhammed, hiç hesap yapmadan, “Kalanı da senin”
derken, 3 − 8 farkının pozitif olduğu, dolayısıyla kalanın bulunması için hiç hesap
yapmaya, yani Sâd’ın kardeşine 6 24 ya da 8 12 demeye bile gerek olmadığını gayet iyi
biliyor!
Problem 2: Abdullah b. Mes’ud, Peygamber’in, murisin kızı, oğul kızı ve kız kardeşiyle
ilgili bir uygulamasından şu şekilde söz eder: "Resulullah (s.a.s.) ölenin kızı için yarım,
oğul kızı için üçte ikiye tamamlamak için altıda bir ve geri kalanın kız kardeşe verilmesine
hükmetti", (eş-Şevkâni, Neylü’l-Evtâr, Mısır, t.y, VI, 58).
1
Çözüm: Bu rivayete göre, ölenin kızı için 2 = 2 oranı ve oğul kızı için a oranı
1
2
+a = ⇒ 2+a = 26
2
3
1
eşitliğine dayanılarak verildiğine göre, bu eşitlikten açık bir şekilde a = 6 = 6 bulunur.
Bu durumda ölenin kız kardeşi için verilecek oran, ilk problemdeki ilk kalan olur. Bu,
matematiksel hesapla,
dir.
1 1
1−� + � = 236−26 = 3
2 6
Problem 3: Çocuğu ve babası olmayan bir kadın ölür ve geriye annesini, kocasını ve bir
öz kız kardeşini bırakır. Herbiri bu mirastan hangi oranda pay alır?
Çözüm: Öncelikle hesaba geçmeden önce herbir aile üyesinin
Nisa 11’den: “Eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir
düşer.”
Nisa 12’den: (Koca için) “Eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı
sizindir.”
Nisa 176’dan: “Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın
yarısı onundur.”
53
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
1
1
1
ayetleri gereğince, annenin 3 = 3, kocanın 2 = 2, öz kız kardeşin 2 = 2 ve toplamda da
1
2 2 3 = 13 = 1 + 3 oranında pay alacakları açıktır. Bu ise miras paylaşımında bir metot
gerektirir. Çünkü ayetlerdeki oranlarla bu mirası paylaştırmak mümkün değildir.
Halife Ömer döneminde gündeme gelen ve tarihte ilk defa “Avl (Avliye)” metodunun
uygulandığı problemin bu olduğu rivayet edilir ve İslam Hukukçuları bunu aynen kabul
eder. Sözkonusu bu metoda göre önce toplamdaki herbir kesir toplam kesre bölünmesi,
sonra elde edilen bu kesirlerin eşitlenmesi gerekir. Bu, matematiksel olarak,
�2:
�2:
�3:
2 2 3 = 13 ⇒ �
13�
13�
13�
12 = 1 ⇒
��
�� + �
��
�� + �
��
�� = 1 ⇒ 4�8 + 4�8 + 6�
=2×2 4=4 8
=4 8
=3×2 4=6 12
(3)
(3)
(2)
�3 × 12
���
24� + �3 × 12
���
24� + �2 × 12
���
24� = 1 ⇒ �3 × 8� + �3 × 8� + �2 × 8� = 1
=8
=8
=8
1
demektir. Demek ki başlangıçta mirastan 2 = 2 oranında pay alan koca ve kız kardeş 3
1
pay ve 3 = 3 oranında pay alan anne ise 2 pay alacakmış! Kim söylüyor bunu?
Sahabelerle istişare eden Halife Hz. Ömer. Sahabeler, Mısır kesirlerini kullanarak bu
problemin çözümünü düşündüler ve yukarıdaki gibi bir hesap yaptıktan sonra, mirastan
koca ve kız kardeşin 3 pay ve annenin 2 pay alması gerektiğine karar verdiler.
Problem 4: Kardeşleri olmayan bir adam (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür. Geriye üç
kız çocuğu, annesi, babası ve karısı kaldığına göre, herbirinin mirastan alacağı pay ne
olur?
Çözüm: İlk kez oryantalist Jochen Katz tarafından ileri sürülen bu problemin çözümü o
gün için çok zor olduğu görünüyor. Çünkü,
Nisa-11’den: “(Çocuklar) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi
onlarındır.”
Nisa-11’den: “Ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin
altıda bir hissesi vardır.”
Nisa-12’den: (Karı için) “Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır.”
2
1
ayetlerine göre üç kız evlada mirasın 3 = 2 6’sı, ana ve babanın herbirine 6 = 6 ve
1
karısına 8 = 8 kaldığından, yine “Avl” gerektiren
1
2 1 1 1
+ + + = 2 6 + 6 + 6 + 8 = 18 �= 1 �
8
3 6 6 8
(1)
sonucuyla karşılaşırız ki toplamdaki herbir kesrin toplama bölünmesiyle elde edilen
kesirleri eşitlemek kolay değildir.
9
8
Burada öncelikle 18 = 8 kesrinin tersi olan 9 = 8 × 9 kesrini birim kesirler toplamına
çevirmemiz ve bu çevirme işlemi için de Rhind Papirüsü’ndeki 2: n cetveline bakmamız
2
gerekiyor. Bunun için ilk olarak 3 = 2 × 3 kesrinin birim kesirler toplamı cinsinden
papirüse baktığımızda, orada bir şey göremiyoruz ama
54
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
(2) 2 × 3 = 2 6
olduğunu herkes biliyor. Şimdi bu eşitliğin her iki yanını 3 ile çarparsak,
3/. 2 × 3 = 2 6 ⇒ 2 × 9 = 6 18 (3)
sonucunun papirüste verilmiş olduğunu görürüz. Bu sonuç kâtip Ahmes’in 2 × 3 = 2 6
eşitliğini bildiğini ama cetvelin girişine yazmaya gerek duymadığını gösterir. Bundan
sonra istenilen sonucuna ulaşmak için (3)’ün her iki yanını 2 kere 2 ile çarpmak
gerekiyor.
Bu nedenle (3)’ün her iki yanını 2 ile çarparsak,
2/. 2 × 9 = 6 18 ⇒ 4 × 9 = 3 9 (4)
eşitliği ve bu eşitliğin de her iki yanını 2 ile çarparsak, yani (2) ve (4)’ü taraf tarafa
toplarsak,
2/. 4 × 9 = 3 9 ⇒ 8 × 9 = 2 × 3 + 2 × 9 = 2 6 + 6 18 = 2 3 18
eşitliklerinden
sonucunu bulmuş oluruz.
(5) 8 × 9 = 2 3 18
Şu halde (1)’deki herbir kesri (5)’teki kesirle çarparsak; sırasıyla, 2 6’nin 2 3 18 ile
çarpımından
2 6: 18 = 2 6 × 2 3 18 = 4 6 36 + 12 18 108 = 4�
12 6 18 36
���
108
�� = 3�6 18 27 =
2 18 27 ⇒ 2 6: 18 = 2 18 27 (6),
=3
=27
=2
6’nin 2 3 18 ile çarpımından
6: 18 = 6 × 2 3 18 = 12 18 108 ⇒ 6: 18 = 12 18 108 (7)
ve 8’nin 2 3 18 ile çarpımından
8: 18 = 8 × 2 3 18 = 16 24 144 ⇒ 8: 18 = 16 24 144 (8)
toplam kesirleri elde edilir ki bunlar (1)’de yerlerine konursa,
(9) 2 18 27 + 12 18 108 + 12 18 108 + 16 24 144 = 1
toplam kesriyle karşılaşırız. Burada toplamda herbir kesir 3 tane birim kesrin toplamı
olduğu halde, bir önceki problemdeki gibi bunları eşitleyen sayıları bulmak o kadar kolay
değildir. Örneğin 2 18 27 kesrinin 12 18 108’nin 4 katı olduğunu biliyoruz ama ilkini 4 ile
55
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
çarparsak, 4 × 2 18 27 = 8�
72 108 = 12 18 108 olduğunu görebilmek zordur. Aynı
=12 18
şekilde, (1)’den “Avl” ile elde edilen (16,4,4,3) paylarını bunları sırasıyla genişleten
sayılar olduğunu da görebilmek zordur. Yani Sahabeler bu problemdeki oranların
toplamını (1)’deki gibi 18 olduğunu ve “Avl” gerektiğini görüyorlardı ama “Avl”
uygulandıktan sonra (9)’daki gibi her bireye karşılık gelen Mısır kesirlerindeki birim
kesir sayısı arttığı zaman, problemin çözümünün buradaki gibi güçleştiğini biliyorlardı.
Burada “4.2. Bir Miras Oranlarının Kombinasyonları”ndaki (13), (14), (15), (16)’da
“Avl” gerektiren diğer örneklerin çözümünü okuyucuya bırakıyorum.
MS. 391’de İskenderiye’deki kütüphane yanıyor, Ambrose Dudley. Bizans imparatoru I.
Theodosius (11.01.347-17.01.395)’un emriyle, orada pagan eğitimi veriliyor gerekçesiyle (!)
yakılmıştır ama kütüphanedeki Grekçe yazmalar koruma altına alınmıştır. Öyle, çünkü Arşimet’in
palimpsestine kaynaklık eden çalışmaları, Heron’un “Metrica”sı, Diofant’ın “Arithmetica”sı
başta olmak üzere bütün Grekçe kitapların günümüze ulaşması başka türlü açıklanamaz.
Bunlardan Heron’un “Metrica”sının 1897’de H. Schöne tarafından ve “Arşimet Palimpsesti”nin
de 1906’da J.L. Heiberg tarafından İstanbul’da keşfedilmesi, bu ve diğer kitapların Bizans
İmparatoru I. Theodosius tarafından İskenderiye Kütüphanesi’nden İstanbul’a getirildiğini
kanıtlar (Bkz. küçük bir koleksiyon için The Greek manuscripts in the old Seraglio at
Constantinople (1916)). Aha bu da, I. Theodosius’un kütüphaneyi yakmadan 1 yıl önce İstanbul’a
getirdiği Sultanahmet’teki Dikilitaş. Bu arada, Hz. Ömer’in “Mısır Fethi (644)” sırasında komutan
Amr bin Âs’ın kütüphanede ne bulduğu merak konusudur.
Bizans İmparatoru I. Theodosius’dan 251 yıl sonra bu kez sahneye Müslümanlar çıkar.
İslamın Halifesi Hz. Ömer’in komutanı Amr Bin As, 642’de İskenderiye’yi işgal eder.
Onların gerekçesi de aynıdır. Halife, İslam’a aykırı olan herşeyin yok edilmesini
emretmiştir. Demek ki 251 yıl sonra kütüphane yeniden inşaa edilmiş ve bir depo gibi
tekrar doldurulmuş. General Amr bin Âs, kütüphanede eline geçen bazı Yunanca
kitapları ne yapacağını sorunca (mektup yoluyla tabii ki), “içinde işe yarar bir şey varsa
sakla, değilse yak!” cevabını alıyor, Halife’den. Orada yaşlı bir Hristiyan filizof, yahudi bir
Hekim, matematiğe ve astronomiye ilgi duyan Hypatie, General Amr’ı bu bilgi ve sanatın
tapınağını yok etmekten vazgeçirmeyi deneyecekler. Ona bu duvarlar arasında yaşayıp
ölen bilginlerin, filozofların, şâirlerin hayatlarını anlatacaklar: Öklit, Arşimet, dünyanın
güneş etrafında döndüğünü bulan Aristarcos, Dünya’nın çevresini günümüzdekine çok
yakın bulan Erathostenes, “Geometrica” ile geometride çığır açan ve ilk buharlı
makineleri icat eden Heron, “Arithmetica”da kesirlerle günümüzdeki gibi hesap
yapabilen Diofant, Batlamyus ve gerçek uğruna hayatlarını veren daha niceleri (Bkz.
Öklit’in Asası).
56
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Burada Diofant’ın “Arithmetica” kitabı üzerinde biraz durmamız gerekiyor. Çünkü
a
Diofant şimdiye kadar hiçbir Yunanlı matematikçinin başaramadığı, kesirleri şeklinde
b
yazmayı hemen hemen başarmış ve kesirlerle ilgili hesapları günümüzdeki gibi yapmıştı.
Bu kitap tam da yukarıdaki miras problemlerindeki kesirlerle ilgili hesapları
kolaylaştıran ve bu yüzden tam bu iş için biçilmiş kaftandı. Biliyoruz; Bizans İmparatoru
I. Theodosius’un 391’de kütüphaneyi yaktırmış olmasının Hz. Ömer’e, dolayısıyla
müslümanlara fatura edilmek suretiyle bir iftira atılmak istendiği,
“Hz. Ömer’in de oradaki kitapların Müslümanlığa uymadığı gerekçesiyle kütüphanenin
yakılmasını emrettiği söylentisi çıkmıştır. Ancak kesin kanıt yoktur. Birkaç batılı tarihçi bu
savı kabul etse de daha çok sayıda batılı tarihçi bunun yanlış olduğunu söylüyor.”
türünden savunmalarla hep söylenegelmiştir. Fakat 8. yüzyıldan başlayarak İbn Haldun,
Abdullatif Bağdâdî, İbnu`l-Kıftî, Ebû`l-Ferec gibi birçok İslam bilgini ve Batılılar,
eserlerinde “Hz. Ömer kütüphaneyi yaktırdı” derken hayal mi görüyorlardı? Örneğin İbn
Haldun, “Mukaddime” adlı eserinde İskenderiye Kütüphanesi’ni Hz. Ömer’in
yıktırdığını söyler ve "Keldanilerin, Süryanilerin, Babillilerin, Kıptilerin ilimleri nerede?
Bize sadece Yunanlıların ilmi kaldı!" diyerek teessüf eder.
2. Hz. Muhammed’in Kuran’da kaynak olarak Tevrat’ı gösterdiğini ve miras problemini de (Nisa
suresi 11, 12 ve 176 no’lu ayetler) Yasa Kitabı (Deuteronomy) 21:15-17’deki “İlk Oğulluk
Hakkı”nın yeni düzenlemesini olduğu gibi ve Bizans İmparatoru Jüstinyen (527-565)’in
hukuk külliyatındaki 4. bölüm olan "Novellae"den bazı apartmalarla aldığını biliyoruz. Fakat
Yasa Kitabı (Deuteronomy) 21:17’deki “Pi-şnim: Ağız 2, Üçte iki” kelimesi köken itibariyle,
sırasıyla, Mısır hiyeroglifindeki “r-šnw: Ağız 2, Üçte iki”, Asur Akadçası’ndaki “šn-pm
(šinepüm): Ağız 2, Üçte iki” ve Ugaritçe’deki “šn-pt: Ağız 2, Üçte iki” kelimesinden
gelmiştir. Bu durumda, aradakileri saymıyorum bile, Mısırlılar, Babilliler ve Ugaritliler de
müslüman mı idiler?
Bu sorunun yanıtı için de yalnızca
“Hammurabi Stelası”nı huşu içinde,
yakından incelememiz yeterlidir,
sanırım.
Hammurabi stelasındaki Kral
Hammurabi ve Güneş Tanrısı Şamaş
Hammurabi stelası: Kral Hammurabi Güneş Tanrısı
Şamaş’ın tahtının önünde. "Hammurabi Kanunları, M.Ö.
1760 civarı" Babil'in koruyucu tanrısı Marduk adına
yapılan Esagila Tapınağı'na dikilen bir taş üzerine Akatça
dilinde yazılmıştı. Hammurabi, kendisine bu kanunları
yazdıranın güneş tanrısı Şamaş'ın olduğunu söylemiştir.
Dolayısıyla kanunlar da tanrı sözü sayılıyordu!
Babil sülâlesi içinde tarih bakımdan
büyük önemi olan ilk kişi 6. Babil Kralı
olan Hammurabi (M.Ö. 1792-M.Ö.
1750) dir. Onun kanunlarını belirten
ünlü dikili taş da bugüne kalmıştır. Dikili
taşın en üstünde, tahta oturmuş güneş
tanrısının önünde dua eden bir kral
vardır. Bu motif bir Sümer konusudur.
Kral, tanrıdan aldığı esinle taşın
üzerinde yazılı kanunu meydana
getirmektedir.
Güneş Tanrısı Şamaş’ın önünde
57
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
bulunan Hammurabi, başı üstünde kenarları köşeli bir başlık ya da peruka taşımakta, üstünde
de bir omzunu açıkta bırakan bir elbise bulunmaktadır. Tanrının üstünde enlemesine pileli bir
eteklik, belden yukarısında gene bir omzunu açıkta bırakan bir elbise vardır. Başında da bir
külah, üzerine sucuk biçiminde sargısı bulunan bir kavuk görülüyor. Hammurabi Dikili Taş’ı
üzerinde görülen bu sahne, heykel icrası bakımından ifadeli ve yumuşak bir modleye sahiptir.
Ancak bu rölyefte biz savaş ya da zafer sahnesi görmüyoruz. Fakat Hammurabi, Tanrı önünde
tapınma hareketinde bulunan bir kral da değildir. Burada Hammurabi’nin Tanrı önündeki hali,
krala bilgi veren bir başbakanın duruşu gibidir. Her iki figürün üzerindeki elbise, vücutlarına
toplu bir bütünlük ifadesi veriyor. Kralın elbisesi, enerjik bir hareketin hatlarını
kuvvetlendirmektedir. Yüzdeki ifade arkaik değil, ayrıntılara gidilmiş kişisel bir portre
incelemesidir. Rölyefin bir çerçeve içine yerleştirilmemesi ve figürlerin serbest olarak
düzenlenmesi, aynen Naramsin’in Dikili Taş’ındaki düzen ile Cemdet-Nasr’ın yüksek çıkıntılı
anlatımını yansıtır. Hammurabi kanununun yazılı olduğu taşın üzerindeki bu rölyef, derinlik
duygusuna, doğa gözlemine dayanılarak yapılmış bir çalışmadır ve kişisel bir anlatım içindedir.
Sami-istil anlatımı dışında kalan bu çalışma tarzı, gelenek ile bağlantılı görülmektedir. Bu
gelenek yani arkaik olmayan çehre modlesi, bilhassa gözlerde, burunda ve aşağı doğru uzanan
sakaldadır.
Kaynak: Adnan Turani, Dünya Sanat Tarihi.
İşte Me and Hammurabi Stele resmindeki genç de atası Hammurabi ve Şamaş’a uzun uzun
bakarak inceliyor ve bunun 1000’lerce yıllık bir gelenek olduğunu anlıyor: O, Sümer ve Babil
Dönemleri’nde Tanrıların olduğunu ve tüm kralların bu Tanrılara tam bir bağlılık içinde
ülkelerini yönettiğini anlıyor. Bu nedenle insanlığın yazılı ve sözlü tarihinde, mitolojilerde,
destanlarda ve masallarda çeşitli Tanrılar, ölümsüzler, mucize yaratanlar vs. vardır. Kadim
milletlerin yaratılış efsanelerinde “göklerden gelenler (Sitchin’e göre, Nefilimler)”den,
göklerden verilen hüküdarlarlıkdan sık sık söz edilir. Bunlara sembolik demiş, halk üstünde
otorite ve üstünlük kurmak, ülkeleri fethetmek ve makamları işgal etmek için (örneğin
Türkiye’nin de içinde yer aldığı GOKAP Projesi’ndeki ülkelerin bugün içinde bulundukları
durum, buna güzel bir örnek teşkil eder) deyip uydurup geçmişiz ve Tanrı’yı evrende boşuna
aramışız. Bugün Tanrılar’ın yerini peygamberlerin almasının nedeni kesinlikle budur.
İşte örnekleri...
Hawking, 22 yıl sonra Tanrı fikrinden vazgeçti!
İngiliz fizikçi ve evrenbilimci Stephen Hawking’in Amerikalı fizikçi Leonard Mlodinow ile
birlikte yazdığı ve 9 Eylül 2010’da piyasaya çıkan “The Grand Design (Büyük Tasarım)” isimli
kitabında “Evrenin var olması için Tanrı’ya gerek olmadığını” öne sürdü. Bu kitaptan Times
gazetesinin bilim ekinde yayımlanan bazı bölümlerine göre, Hawking, “Yerçekimi kanununun
varlığı, Evren’in kendisini yoktan var etmesine olanak tanıyor. Evren’in ve bizim var olma
nedenimiz ‘kendi kendini yaratmadır’. Tanrı’nın fitili ateşleyip Evren’i harekete geçirmesine gerek
yok” diyor. Hawking, “Bing Bang’in anlaşılamaz bir olay, dolayısıyla Tanrı’nın bir mucizesi değil,
fizik kurallarının kaçınılmaz bir sonucu” olduğunu belirtiyor.
Bu ifadeler, Hawking’in 1988’de yazdığı “Zamanın Kısa Tarihi” isimli kitabındaki sözlerinden
belirgin biçimde farklılık gösteriyor. Hawking bu kitabında, “Tamamlanmış bir teoriye ulaşırsak
58
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
bu insan aklının nihaî zaferi olacaktır. Çünkü o zaman Tanrı’nın düşüncelerini bileceğiz” demişti.
Hawking, geçen Haziran ayında yaptığı bir açıklamada ise “Soru şu: Evren’in oluşma şekli Tanrı
tarafından bizim anlayamayacağımız nedenlerle mi seçildi yoksa bilimin kurallarıyla mı belirlendi?
Ben ikincisine inanıyorum. İsterseniz bilim yasalarını ‘Tanrı’ olarak adlandırabilirsiniz. Ama bu
görüşüp soru sorabileceğiniz bir Tanrı olmaz” demişti.
Bilimadamı, etolog, yazar, evrim kuramcısı, ateist, Oxford Üniversitesi zooloji profesörü Richard
Dawkins, Hawking’i bu kararından dolayı tebrik etti. Önde gelen ateistler ise Hawking’in yeni
kitabında daha önceki görüşlerini yani “Tanrı Fikri”ni terk etmesini memnuniyetle karşıladı.
Hawking, 1988’de “Zamanın Kısa Tarihi”nde fiziğin tanrı’nın evreni yaratmış olabileceği
olasılığına bazı engeller çıkardığını ancak bu ihtimali tamamen ortadan kaldırmadığını yazmıştı.
Türkiye’de de dünyanın her yerinde olduğu gibi çok tartışılan “God Delusion (Tanrı Yanılgısı)”
kitabının yazarı Richard Dawkins, Times’a yaptığı açıklamada, “Darwinizm Tanrı’yı biyolojiden
çıkardı ancak fizik kararsız kalmıştı. Hawking bugün öldürücü darbeyi vurdu” dedi.
Kitabında tanıtımında da şu ifadelere yer veriliyor: Yaşamının son 30 yılında Albert
Einstein birleşik bir teori -doğadaki tüm kuvvetleri tek bir çerçevede tanımlayacak bir teori- için
çalıştı. Fakat Einstein’ın zamanı böyle bir buluş için doğru zaman değildi. Profesör Stephen
Hawking için de, 1988’de, içinde yaşadığımız evreni açıklamak amacıyla bizi klasik fizik,
Einstein’ın rölativite teorisi, kuantum fiziği ve sicim teorisi arasında yolculuğa çıkartan
“Zamanın Kısa Tarihi”ni yazarken de doğru zaman değildi. O da Einstein gibi bilimin kısa bir
zamanda uzun süredir peşinde olduğu “Herşeyin Teorisi (M-Theory)”ne ulaşabileceği sonuca
varmıştı.
Profesör Hawking ve ünlü bilim yazarı Leonard Mlodinow, bu çığır açan yeni çalışmada,
orijinal ve tartışma yaratacak bir teori ortaya çıkarmak için Hawking’in 40 yıllık araştırmalarına
ve alışık olunmayan güncel bir dizi astronomik gözlemlere, teorik atılımlara dayanıyorlar. Onlar
ikna edici bir şekilde tek ve yeni bir model formüle etme bilimsel saplantısının yersiz
olabileceğini, varolan teorilerin sentezlenmesi ile evrenin en derin gizemlerini tüm yönleri ile
anlamamızı sağlayacak anahtarı bulabileceğimizi savunuyorlar. Ünlü olduğu üzere canlı ve
berrak bir dille yazılan “Büyük Tasarım”, Hawking’in bilimsel teorinin bu değişik sac ayaklarını
kaynaştırma arayışlarının toplamı. Kitap, dün ve gelecek arasında farklılıkları araştırıyor,
gerçeğin doğasını açıklıyor ve şu önemli soruyu soruyor: Bilme ve anlama arayışında ne kadar
ileri gidebiliriz?
Newton’ı çürütmeye çalışıyor!
Öte yandan gazete, Hawking’in 1988’de satış rekorları kıran “Zamanın Kısa Tarihi” adlı
kitabında Tanrı’nın kainatı yarattığı tezinin bilimsel anlayışla çelişmediğini söylediğine dikkat
çekti. Ünlü fizikçi bu kitapta, “Eğer bütün bir teori kurabilirsek, bu insan mantığının nihai zaferi
olacaktır çünkü ancak bu sayede Tanrı’nın aklını da anlayabiliriz” demişti.
Hawking’in, 1727 yılında ölen meslektaşı İngiliz fizikçi ve matematikçi Sör Isaac Newton’ın
teorilerini çürütmeye çalıştığı ve Amerikalı fizikçi ve yazar Leonard Mlodinow ile birlikte
yazdığı kitap 9 Eylül 2010’da piyasaya çıktı. Newton, Evren’in bir kaos sonucu oluşamayacağını
ve Tanrı tarafından tasarlanmış olması gerektiğini düşünüyordu. Newton, bir seferinde
59
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
“Yerçekimi gezegenlerin nasıl hareket ettiklerini açıklıyor, gezegenleri neyin yörüngeye soktuğunu
değil… Her şeyi Tanrı yönetir” demişti.
Hawking sene
başında da
insanoğlunun uzun
dönemli
kurtuluşunun tek
yolunun uzayı
kolonize etmek
olduğunu söylemişti.
Kısa süre önce de
insanoğlunun
uzaylılarla temastan
kaçınması gerektiği,
aksi takdirde
sonuçların yıkıcı
olabileceği
uyarısında
bulunmuştu.
Din adamları ateş
püskürüyor!
Uluslar Topluluğu
Başhahamı, İngiliz
Yahudilerin dini
lideri Hahambaşı
Jonathan Henry
Sacks kitabı
eleştirdi, Profesör
Hawkins’i, insanları
din ve bilim arasında
tercih yapmaya
zorlamakla suçladı.
“Einstein ve Eddington” filminden bilindiği üzere, Einstein, “İzafiyet Teorisi”ni ileri
sürerken, Tam Güneş Tutulması sırasında yıldızların yer değiştirdiğini (ki büyük cisimler
yıldızların ışığını kırar) söylemişti. Bunun üzerine İngiliz ölçüm bilimadamı Arthur
Eddington yardımcısıyla birlikte 29 Mayıs 1919’daki Tam Güneş Tutulması’nı
fotoğraflayabilmek için Principe adasına gitti. Daha sonra Kraliyet Akademisi’ne geri
döndüklerinde, Eddington, fotoğraf levhalarını hazırlarken, yardımcısı da salondakilere
şunları söylüyordu: “Tutulma anında çekilmiş bu fotoğrafik levha mukayese levhası ile
birebir örtüşürse, Einstein'ın yanıldığını ve Newton'un kuramının tutarlı olduğunu
anlayacağız. Eğer iki görüntü arasında fark çıkarsa o zaman Güneş'in yerçekim alanının
yıldızın konumunu kayrdırdığını anlayacağız... Ve yeni bir yerçekim kuramımız olacak.”
Eddington her iki levhayı karşılaştırıp yıldızların konumlarında kaymalar olduğunu fark
ettiğinde, Einstein’ın “İzafiyet Teorisi” hakkında uzunca bir bilgilendirme yaptıktan
sonra “Bunda Tanrı’nın planını görebiliyorum” dedi.
Anglikan Kilisesi
Başpiskoposu
Rowan Williams’ın,
“Fizik tek başına
‘Neden hiçbir şey
değil de birşeyler var’
sorusuna yanıt
bulamaz” dediğini
yazdı.
Sonuç: Kolay değil,
bir İngiliz
60
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
bilimadamının Tanrı fikrinden vazgeçmesi. Yukarıdaki resmin altyazısında geçen “Einstein ve
Eddington” filminde de görebileceğiniz gibi İngilizler, “Tanrı” sözkonusu olduğunda, kimse
onları “Tanrı” fikrinden vazgeçiremez. Bir İngiliz fizikçi ve evrenbilimcisi olan Hawking’in
toplam 40 yıllık çalışmasının son 22 yılında Tanrı fikrinden vazgeçmesine neden olan olaylar
dizisi özetle şöyle cereyan etmiştir: O evrende, bir yerde, bir maddenin işleyişinde Tanrı’ya ait
bir iz bulabileceğini tahmin ediyordu, fakat evrenin her yerindeki işleyiş fizik kurallarına tabi
olduğundan, daha doğrusu fizik kurallarına terkedildiğinden aradığı izi bulamadı. Yani siz,
evrenin neresine bakarsanız bakın, hatta oradaki maddeleri atomlarına kadar inceleseniz bile,
orada Tanrı’yı değil o maddeye özgün fiziksel kuralları göreceksiniz. Evet, Hawking’in 40 yıl
boyunca elde ettiği biricik tecrübe bu idi. Fakat o, özellikle son 22 yılda bu tecrübenin uzayda da
geçerli olduğunu görünce ve Tanrı’ya ait bir izin Bing-Bang sırasında ortaya çıkmış olması
ihtimaline karşılık CERN’deki deneylerde de “Tanrı Parçacağı”na ulaşılamaması nedeniyle
“Tanrı” fikrinden vazgeçti. Bu son olay, gerçekten de kelimenin tam anlamıyla Hawking’e son
darbeyi indirdi!
Peki Einstein ne diyordu?
Tanrısal göndermeleri nedeniyle sıkça dindar kesimlerce örnek gösterilen ve alıntılanan bir
diğer bilim insanı olan Einstein da Hawking gibi kişisel bir Tanrı’ya inanmıyordu. Albert
Einstein 17 Aralık 1952’de Beatrice Frohlich’e yazdığı mektupta “Kişisel bir Tanrı fikri bana
garip, hatta safça geliyor” diye belirtmiş, 1953’te yine kendi el yazısıyla aldığı bir notta, “Doğaya
asla amaç veya hedef, veya antropomorfik olarak anlaşılabilecek herhangi bir özellik atfetmedim.
Benim doğada gördüğüm şey, bizim ancak noksan bir şekilde kavrayabildiğimiz ve düşünen her
insanı tevazuya sevk etmesi gereken muazzam bir yapıdır. Bu, mistisizmle hiç alakası olmayan
gerçek manada bir iman duygusudur” demiştir.
Einstein, 1954 yılı Mart ayında yazdığı mektupta ise açıkça şu paragrafa yer vermişti:
“Dini kabullerim hakkında okuduklarınız elbette bir yalandan ibaret, sistematik olarak tekrar
ettirilen bir yalan bu. Kişisel bir tanrıya inanmıyorum ve bunu asla saklamadım, hatta açıkça dile
getirdim. İçimde dini olarak adlandırılabilecek bir şey varsa bu, bilimin açıklayabildiği haliyle
evrenin yapısına karşı duyduğum sınırsız hayranlıktır.”
Ayrıca bu filmin 3. Kısım Sonu-4. Kısım Başında da Albert Einstein ile Max Planck birlikte
Merkür’ün yörüngesini hesaplarken, Einstein’ın “Tanrı” hakkındaki yukarıdaki görüşlerini
doğrulayan şu konuşma geçer:
Max: “Sana çok ciddi bir soru sorabilir miyim?
-Ya Tanrı sana yanıldığını söyleseydi?
-Sana: ‘Uğraşma, Newton haklı’ deseydi?”
61
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
Einstein: “O zaman Tanrı’ya bu bakış açısından dolayı teşekkür ederim... birbirimizle ters
düştüğümüzü kabul ederdik... Ve kendimi Tanrı için daha çok üzülür bir durumda hissederdim.”
Max: “Peki Tanrı’ya inanıyor musun?”
Einstein: “Kendi hayatlarımıza yaptığımız şeyin iradesine sahip olan bir Tanrı tasavvur
edemiyorum.”
Max: “Peki ya ölümden sonraki yaşam?”
Einstein: “Aynı şekilde kendi fiziksel ölümünün baki kalacağını düşünen bir ferdi de tasavvur
edemiyorum.”
Özetle yukarıda Hawking’in 40 yıllık süreçte incelediği ve son 22 yılda sonuçlandırdığı, adeta bir
“Hawking Kronolojisi”ne dönüşen ve birçok bilimadamını içine alan “Tanrı’nın İzi”
araştırmasına ilişkin daha pek çok örnek verilebilinir. Bugün kutsal kitaplar ve peygamberler
hakkında açıklanacak, bilinecek pek çok gerçek mevcuttur. Şu an biliyor olduklarımızın (ki buna
bu makale de dahil), bilinecek olanların yanında cüce kalacağı zamanlar gelecektir. Bu yeni
yorumlar karşısında her türlü zihin açıklığına sahip olmamız gerekiyor.
ATATÜRK’ün zihni her zaman açıktı. O, bu konuda kendi elleriyle Lise II. Sınıflar yazdığı Tarih
kitabında 80 yıl önce şu tespiti yaptı:
“Tarih bize öğretir ki, bütün dinler, milletlerinin cehaletinden faydalanarak, utanmaksızın Tanrı
tarafından gönderildiklerini söyleyen adamlar tarafından tesis olunmuştur.”, M.K. ATATÜRK,
TARİH II, ORTA ZAMANLAR, İstanbul Devlet Matbaası, 1931.
Diğer araştırmacıların görüşleri ise şöyledir:
“Olağanüstü bir iddia olan ‘Tanrı’ kavramına ‘Mezopotamya’daki Miras Kültürünün Kökeni:
Babil’den Arabistan’a’ çalışmasıyla olağanüstü bir kanıt vermek istedim, ancak ‘İzafiyet
Teorisi’ne göre Hawking Dünya’da 40 yıl yaşlanırken ben sanki başka bir gezegende 4 ay
yaşlandım. Ama ikimizin de bulduğu sonuç aynı: Tanrı yok!
Peki Tanrı varsa, neden o zaman Hawking, ‘Büyük Patlama’dan sonra evrende ona ait hiçbir iz
bulamadı? Aynı şekilde, Tevrat ve Kuran’daki miras ayetlerinde neden Tanrı’ya ait hiçbir iz
göremiyoruz da, hep önceki medeniyetlerin izlerini görüyoruz?
Özetle hangi konuya el atarsak atalım, Tanrı’nın izini değil ama, insanın izini görürüz!”, UPUAUT,
27.04.2011, 00:00.
“Yerçekimi gezegenlerin nasıl hareket ettiklerini açıklıyor, gezegenleri neyin yörüngeye soktuğunu
değil… Her şeyi Tanrı yönetir”, Newton.
62
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
“Bunda Tanrı’nın planını görüyorum.”, Arthur Eddington.
“Doğaya asla amaç veya hedef, veya antropomorfik olarak anlaşılabilecek herhangi bir özellik
atfetmedim. Benim doğada gördüğüm şey, bizim ancak noksan bir şekilde kavrayabildiğimiz ve
düşünen her insanı tevazuya sevk etmesi gereken muazzam bir yapıdır. Bu, mistisizmle hiç alakası
olmayan gerçek manada bir iman duygusudur” , Albert Einstein.
“Kendi hayatlarımıza yaptığımız şeyin iradesine sahip olan bir Tanrı tasavvur edemiyorum. Aynı
şekilde kendi fiziksel ölümünün baki kalacağını düşünen bir ferdi de tasavvur edemiyorum.” ,
Albert Einstein.
“Dini kabullerim hakkında okuduklarınız elbette bir yalandan ibaret, sistematik olarak tekrar
ettirilen bir yalan bu. Kişisel bir tanrıya inanmıyorum ve bunu asla saklamadım, hatta açıkça dile
getirdim. İçimde dini olarak adlandırılabilecek bir şey varsa bu, bilimin açıklayabildiği haliyle
evrenin yapısına karşı duyduğum sınırsız hayranlıktır.” , Albert Einstein.
“Kişisel bir Tanrı fikri bana garip, hatta safça geliyor” , Albert Einstein.
“Eğer bütün bir teori kurabilirsek, bu insan mantığının nihai zaferi olacaktır çünkü ancak bu
sayede Tanrı’nın aklını da anlayabiliriz”, Stephen Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi, 1988”den.
“Tamamlanmış bir teoriye ulaşırsak bu insan aklının nihaî zaferi olacaktır. Çünkü o zaman
Tanrı’nın düşüncelerini bileceğiz” , Stephen Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi, 1988”den.
“Soru şu: Evren’in oluşma şekli Tanrı tarafından bizim anlayamayacağımız nedenlerle mi seçildi
yoksa bilimin kurallarıyla mı belirlendi? Ben ikincisine inanıyorum. İsterseniz bilim yasalarını
‘Tanrı’ olarak adlandırabilirsiniz. Ama bu görüşüp soru sorabileceğiniz bir Tanrı olmaz”, Stephen
Hawking, Haziran 2010.
“Darwinizm Tanrı’yı biyolojiden çıkardı ancak fizik kararsız kalmıştı. Hawking bugün öldürücü
darbeyi vurdu!”, Richard Dawkins, 3 Eylül 2010.
“Ünlü fizikçi Hawking, geçmişte bir yaratıcıya inanmanın, bilimle çelişmeyeceğini savundu ve
kendisini ilk tebrik eden kişi, dünyaca ünlü ateist ve evrimbilimci Richard Dawkins oldu!”, Çeşitli
haber ajansları, 3 Eylül 2010.
“Dawkins, Hawking’in 23 yıl sonra ‘Tanrı’ kavramından kurtulmuş olmasını büyük bir
mennuniyetle karşıladı!”, Çeşitli haber ajansları, 3 Eylül 2010.
“Evreni Tanrı yaratmadı”, Stephen Hawking, “Büyük Tasarım, 2010”dan.
“Tanrı yok!”, Stephen Hawking, “Büyük Tasarım, 2010”dan.
“Tanrı’ya gerek yok!”, Stephen Hawking, “Büyük Tasarım, 2010”dan.
“Tanrı parçacığını bulamayacaklar!”, Stephen Hawking, “Büyük Tasarım, 2010”dan.
63
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
“Çalışmalarımın tüm gösterdiği, evrenin başlangıcının Tanrı’nın şahsi anlık bir isteği olduğunu
söylemek zorunda olmadığınızdır.”, Stephen Hawking.
“Biz yalnızca çok sıradan bir yıldızın küçük bir gezegeninin üstündeki ileri bir maymun soyuyuz.
Fakat biz Evren’i anlayabiliyoruz. Bu, bizi özel kılıyor.”, Stephen Hawking.
“Yaptığım şey, evrenin başlangıcının bilimsel kurallarla açıklanabileceğinin mümkün olduğunu
göstermekti. Bu sayede, evrenin başlangıç kararının bir Tanrı’ya başvurularak açıklanmasının
gereksizliği ortaya çıkar. Bu bir Tanrı’nın olmadığını kanıtlamaz, sadece Tanrı’ya bir ihtiyaç
olmadığını gösterir.”, Stephen Hawking, “Büyük Tasarım, 2010”dan.
“Olağanüstü iddialar, olağanüstü kanıtlar gerektirir.”, Carl Sagan.
“Bana öyle geliyor ki, uçan daire gözlemlerinin, dünyasal zekanın irrasyonel karakteristiklerinden
kaynaklanıyor olması, dünya dışı zekanın rasyonel karakterlerinden kaynaklanıyor olmasından çok
daha olasıdır.”, Richard Feynman.
“Şüphe ve belirsizlik içinde, bilgiden yoksun olarak yaşayabilirim. Bence bu şekilde yaşamak, yanlış
olabilecek cevaplarla yaşamaktan daha ilginçtir.”, Richard Feynman.
“Bilim dünyası dışındakilerin, bilim hakkında en fazla canlarını sıkan şey, büyük ihtimalle
doğaötesi iddiaların bilim adamları tarafından dogmatik bir şekilde reddidir. Fakat bilimin
reddettiği, o iddialar değil, o iddiaları desteklemek üzere ileri sürülmüş kanıtlardır. Bilimsel kanıt,
tanımı gereği, herkesin hemfikir olacağı kadar güçlü olmalıdır. Bilim adamları, sihirbazlar gibi,
gösterinin en önemli yerinde ellerini örtemezler. Bunu yaparlarsa seyirciler yuhalar ve domates
atar… Bilim, bilim adamının bir fikre nasıl ulaştığını umursamaz. Fakat fikrini desteklemek için
kullandığı delili umarsar. Delil, iddiaya inanmayanları dahi ikna edecek güçte olmalıdır. Sadece
inananları değil.”, Alan Cromer.
“Tanrı olmadığını ispatlayabileceğimi iddia etmiyorum. Aynı şekilde Şeytan’ın uydurma olduğunu
da ispatlayamam. Hıristiyan tanrısı var olabilir, Olimpus’un tanrıları da varolabilir, ya da eski
Mısır’ın, ya da Babil’in. Ama bu varsayımlardan hiçbiri diğerinden daha olası değildir. Bunlar, olası
bilgilerimizin bile dışında duruyorlar, herhangi birisini ciddiye almak için hiç bir sebep yoktur.”,
Bertrand Russell.
“Din, aklımızın bebeklik döneminden kalma bir şeydir, biz mantık ve bilimi rehber olarak aldıkça
yok olacaktır.”, Bertrand Russell.
“İnsan kolay inanan bir canlıdır. Bir şeylere inanmak zorundadır. İnanmak için iyi bir sebep
bulamadığında, elindeki kötü sebeplerle yetinir.”, Bertrand Russell.
“Sonsuz bir varlık kendisini sınırlayacak mekanda ve zamanda bulunamaz. Öyleyse hiç bir yerde
değildir, hiç bir yerde olmayan şey de yok demektir.”, Gorgias.
“Tanrı yokluktur. Tanrı insanın tek başınalığıdır.”, Jean Paul Sartre.
“Dinler çoğunluğun korkusu ve azınlığın kurnazlığı üzerine kuruludur.”, Stendhal.
“Şimdiye dek dini cennet, cehennem, ölümden sonra yaşam ya da Tanrı düşüncelerine dair en ufak
bilimsel bir kanıt görmedim.”, Thomas Edison.
64
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
“Gerçek kafir, kitlelerin tapındıkları tanrıları inkar eden değil; asıl, kitlelerin inandıkları tanrıları
doğrulayan kişidir.”, Epikuros.
“Her kim için dünya nedensiz olarak görünüyorsa ve bu yüzden onun kendisi de nedensiz olarak var
oluyorsa, işte onun için Tanrı mevcuttur.”, Karl Marx.
“Saplantı nevrozunu bir dinin oluşumunun patolojik karşılığı olarak değerlendirip bu nevrozu
bireysel bir din, dini ise evrensel bir saplantı nevrozu olarak tanımlayabiliriz.”, Sigmund Freud.
“Dindarlar bazı nevrotik hastalıklara karşı büyük ölçüde korunaklıdırlar; evrensel bir nevrozu
kabul etmiş olmaları onları bireysel bir tane edinme külfetinden kurtarır.”, Sigmund Freud.
“Dünyayı yaratmış olan lütufkar bir Tanrı olsaydı ve evrende ahlaki bir düzen ve ölümden sonra
yaşam olsaydı çok hoş olurdu; ama şu çok çarpıcı bir gerçektir ki, tüm bunlar bizim öyle olmasını
istememizle sınırlı.”, Sigmund Freud.
“Din yaygın bir tür ruh hastalığıdır.”, Sigmund Freud.
“İnsanlar gerçek olmasını diledikleri şeylere inanırlar.”, Jül Sezar.
“Ben bir ateistim, hepsi bu. Ben birbirimize karşı iyi olmaktan, başkalarına yardım etmekten başka
bir şeye inanmıyorum (I’m an atheist, and that’s it. I believe there’s nothing we can know except
that we should be kind to each other and do what we can for each other)”, Katharine Hepburn.
“Tinsel bir dünyadan başka bir şeyin bulunmadığı gerçeği elimizden umuduzu alır, ama bize bir
kesinlik bağışlar.”, Franz Kafka.
“İnsan, içinde yok edilemez bir şeyin varlığından sürekli emin olmadan yaşayamaz; ancak gerek bu
yok edilemez şey gerekse de bu güven kendisinden daima gizli olabilir. Bu sürekli gizliliğin kendini
açığa vurma yollarından biri, kişisel bir tanrıya inançta kendini gösterir.”, Franz Kafka.
“Dinlerin hepsi fabl, mitoloji gibiler.”, Thomas Jefferson.
“Her şey dinin yanında: vahiy, kehanetler, hükümetin koruması, en yüksek değer ve tanınmışlık… ve
hepsinden öte, doktrinlerini çocukluğun körpe çağında zihne kazıma, dolayısıyla neredeyse
doğuştan gelen fikirler gibi görülmelerini sağlama şeklindeki paha biçilmez ayrıcalıktır.”, Arthur
Schopenhauer.
“İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri din tarafından vicdanların yoldan çıkarılmasıdır.”,
Arthur C. Clarke.
“Bazı insanlar vardır, eğer bir şeyi zaten bilmiyorlarsa, onlara anlatamazsınız.”, Louis Armstrong.
“Gözler sadece zihnin algılamaya hazır olduğu şeyleri görür.”, Henry Bergson.
“İnsanlar dünyanın düz olduğuna inandıkları zamanlarda haksızdılar. Dünyanın küre şeklinde
olduğunu düşündüklerinde de haksızdılar. Fakat eğer dünyanın küre şeklinde olduğuna inanmanın,
düz olduğuna inanmak kadar yanlış olduğunu düşünüyorsanız, sizin bakış açınız, bu ikisinin
toplamından daha yanlıştır.”, Isaac Asimov.
65
Tevrat ve Kuran’daki Say ılamanın Kökeni
“Kesin bilgi ancak çok az bildiğimiz zaman mümkündür. Bilgi miktarımız arttığında şüphemiz de
artar.”, Goethe.
“Eğer bir insan kesin bilgiden yola çıkarsa, şüphelere ulaşır. Şüpheden başlamayı becerebildiğinde
ise, kesin bilgiye ulaşır.”, Sör Francis Bacon.
“Toplum için tehlikeli olan, inançsızlık değil, inançtır.”, George Bernard Shaw.
“Aşırı şüphe, aşırı kolay inanmadan daha iyidir.”, Robert G. Ingersoll.
“Eğer insanları, düşündüklerine inandırırsanız, sizi severler. Gerçekten düşündürürseniz ise, sizden
nefret ederler.”, Don Marquis.
“Zihin, kaldırabileceğinden daha fazla bilgiyle karşı karşıya kalırsa, anlamlı (ve genellikle
onaylayıcı) fikirler arar. Sonuç olarak, beklentilerimizle uyuşmayan delilleri minimize ederek,
baskın dünya görüşünün kendi kendini onaylamasını sağlamaya çalışırız.”, Frank J. Sulloway.
“Tüm dinler beni hasta ediyor. Din insanları ayırdı. Geniş bir şapka giyip elinde duman tüten bir
keseyle ortalıkta dolaşan papayla yüzünü beyaza boyayıp bir kayaya dua eden bir Afrikalı arasında
bir fark olduğunu sanmıyorum.”, Howard Stern.
“Daha dün iman esasları olarak kabul ettiğimiz bir çok şeyi bugün fabl diye anlatıyoruz.”, Michel
E. de Montaigne.
“Beni kontrol edecek olan o kimdir? Neden Ben sınırsız özgürlükle davranıp, konuşup, yazıp,
düşünemiyorum? Evren için ben neyim, ya da, evren, o benim için ne? Yanlışın ve doğrunun,
düşüncenin ve adetlerin zincirlerini kim yarattı? Ve ben onları taşımak zorunda mıyım?”, Robert D.
Richardson.
“Din kemoterapi gibidir, bir sorunu çözebilir, ama arkasından bir milyon tane daha yaratabilir.”,
John Bledsoe.
“Sizi saçmalıklara inandırabilenler, size katliam yaptırabilirler.”, Voltaire.
66

Benzer belgeler