buradan

Transkript

buradan
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
6...... Balkanların mutluluğu bizim mutluluğumuzdur
İçindekiler
7...... Bahreyn Türkiye'den inşaat sektöründe işbirliği istiyor
4
58
n
44..... Mini buzul çağı geliyor mu?
50..... Ankara, lezzetin gizli adresi
52..... Şehirler inşa eden yüksek bir medeniyete sahibiz
66..... Mevlâna şehri Konya
72..... Tuz Gölü’nün büyülü atmosferi
ÇEVRE KONUSUNA AVRUPA’DAN
ÇOK DAHA DUYARLIYIZ
22
2
8...... Tapuda para karşılığı iş yapma dönemini sona erdirdik
10
KENTSEL DÖNÜŞÜM
YASASI NELER GETİRİYOR?
26
KALKINMA İÇİN ATIK
İSRAFINA SON
34
ENERJİ TASARRUFU İÇİN
YEŞİL BİNALAR GELİYOR
38
ORTA DOĞU’NUN
YEDİ ÇEVRE HARİKASI
46
YEŞİL EKONOMİ
İSTİHDAM DOSTU
ULUSAL COĞRAFİ BİLGİ
SİSTEMİ KURULUYOR
GERÇEĞİN DESTANLA
BULUŞTUĞU YER: ÇANAKKALE
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Kentsel Dönüşüm
Yasası Meclis’te
DB Yapım Ajans adına
Sahibi ve
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Şenol Selçuk Turan
Yayın Koordinatörü
Necati Eren
Yayın Kurulu
Ümit Kaçar
Ali İhsan Kıraç
Yakup Türkmen
Sezgin Demircioğlu
Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar
Haber Merkezi
Cansu Kurukahvecioğlu
Fatma Yıldırım
Tasarım
DB Yapım
Fotoğraflar
Selahattin Aydınlı
Sıtkı İlanbey
Baskı
Fersa Ofset Baskı Tesisleri
Ostim 36. Sokak No: 5/C-D
Yenimahalle, Ankara
Tel : 0 312 386 17 00
Faks : 0 312 386 17 04
Yönetim Yeri
Aşağı Öveçler Mahallesi
1333 Sokak No: 17/12
Çankaya, Ankara
Tel : 0 312 472 47 45
Faks : 0 312 472 47 46
Türü
Yaygın Süreli
Çevre ve Şehircilik Dergisi’nin üçüncü sayısıyla karşınızdayız. Hayatımızın
hemen her alanında karşılık bulan bu iki önemli başlıkla ilgili pekçok haber,
bilgi ve dosya yer alıyor bu sayımızda.
Kentsel dönüşümle ilgili önemli düzenlemeler içeren yasa artık Meclis’te.
Bu sayımızda sözkonusu yasanın kapsama alanını, neler getirdiğini ve hangi düzenlemelerin yapıldığını inceleyen geniş bir dosya yer alıyor. Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın “Bedeli ne olursa olsun” talimatıyla başlattığı süreç, Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’nın kapsamlı çalışmasıyla yasa haline geliyor.
Yasanın temel amacı, afet riskli alanların dönüşümü, riskli yapıların yıkılması
ve böylece ülke genelinde güvenli ve yaşanabilir alanların oluşturulması. Hepimizin geleceğini yakından ilgilendiren bu yasayla ilgili dosyamızı ilgiyle okuyacağınızı umud ediyoruz.
Bu sayımızdaki bir diğer ana konu, Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi çalışmaları.
2003 yılında e-dönüşüm Türkiye Projesi kapsamında başlatılan çalışma, 20062010 döneminde stratejik plana girdi ve ilk yasal düzenlemesi 2009 yılında yapıldı.Dünyada hemen her ciddi ülkenin büyük kaynaklar ayırdığı projeyle ilgili
gelinen aşama gerçekten heyecan verici.
Geri Kazanım Sanayicileri Derneği Genel Başkanı İbrahim Engin’le “atık israfı” üzerine yapılan söyleşi, bu sayımızda yer alan bir başka önemli başlığı oluşturuyor.
Beyhan Aslan tarafından hazırlanan “Anayasa’da Çevre” başlıklı makale, enerji tasarrufunda önemli yeri olan “Yeşil Bina”lar hakkındaki dosyamız,
“Ortadoğu’nun 7 Çevre Harikası” adlı görsel şölen, Necati Yılmaz’ın yazdığı “Yeşil Ekonomi, Verimlilik ve İstihdam Dostu” başlıklı çalışma, bu sayıda yer alan
ilgi çekici başlıklardan sadece birkaçı.
Bu sayıda Kadim Şehirler köşemizin konuğu şehitler diyarı Çanakkale. Tarihin en büyük destanlarından olan Çanakkale Zaferi’nin yıldönümünde hayli anlamlı bir çalışma olarak okuyacağınızı umud ediyoruz.
“Şehir Yüzlü İnsanlar” köşemizin bu ayki konuğu Hz. Mevlâna ve elbette
onunla bütünleşen Konya. Ümit Kaçar’ın kaleminden keyifle okuyacaksınız.
Çevre ve şehircilik alanındaki yeni haberler, dosyalar ve çalışmalarlabir sonraki sayımızda tekrar karşınızda olmayı umut ediyoruz.
Saygılarımızla...
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
3
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK HABER
"Çevre konusunda
Avrupa'dan çok daha duyarlıyız"
Avrupa Birliği Delegasyonu Türkiye
Daimi Temsilcisi Büyükelçi Jean Maurice Ripert ile Çevre Müsteşarı Hanier
Menendez’i makamında kabul eden
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, Türkiye’nin müzakereler konusunda üzerine düşen her şeyi yerine
getirdiğini ancak AB’den kaynaklanan
nedenlerle müzakerelerin son derece
yavaş ilerlediğini söyledi.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılımının taraflara sağlayacağı faydalara dikkat
çeken Bakan Bayraktar, ekonomik kriz
sürencinin etkilerinin azaltılmasında Türkiye ile AB’nin ortak fayda çerçevesinde
işbirliği yapması gerektiğini ifade etti.
kaydeden Büyükelçi Ripert, AB-Türkiye
müzakerelerinde çevre faslının önemine
işaret ederek, “Atık su yönetimi, içme
suyu, çevrenin korunması, bio-çeşitlilik,
enerji çeşitliliğinin artırılması konularında çalışmalıyız” şeklinde konuştu.
BÜKREŞ SÖZLEŞMESİ
İÇİN YARDIM İSTEDİ
Karadeniz’in kirliliğe karşı korunmasını amaçlayan Bükreş Sözleşmesi’ne
Türkiye’nin taraf olduğunu hatırlatan
Ripert, “AB olarak biz de bu sözleşmeye taraf olmak istiyoruz. Bu konuda
2020 yılları için IPA’nın farklı bir maliye
politikası uygulayacağını söyledi.
ÇEVRE DUYARLILIĞIMIZ
AVRUPA’DAN YÜKSEK
Türkiye’nin IPA kanalıyla yaptığı
yatırımların, çevre konusunda yapılan
toplam yatırımların sadece binde 5’ini
oluşturduğunu hatırlatan Bakan Bayraktar, Avrupa’nın sanayileşme sürecinde
çevreye karşı gösterdiği duyarlılıktan,
Türkiye’nin 100 kat daha duyarlı davrandığını vurguladı.
Bayraktar, “Türkiye’nin Fransa'da
2023’E KADAR ÇEVREYE
60 MİLYAR EURO
Türkiye’nin AB çevre müktesebatına
uyumu kapsamında çevre faslının halen devam ettiğini hatırlatan Bayraktar,
“Çevre hem çok önemli hem de zor bir
konudur. 2023 yılına kadar yaklaşık
60 milyar Euro’luk bir bütçe gerektirmektedir” dedi.
Vatandaşlara daha sağlıklı, dengeli
ve sürdürülebilir bir çevrede yaşama
ve gelecek nesillere daha iyi bir ülke
bırakma doğrultusundaki çalışmalarının aralıksız sürdüğünü belirten Bakan
Bayraktar, “AB müzakereleri sürecinde
ülkemizden kaynaklanmayan yavaşlamaların ortadan kalkmasını temenni
ediyorum” diye konuştu.
TÜRKİYE İLE AB
AYNI KADERİ PAYLAŞIYOR
Türkiye ile AB’nin ortak bir kaderi
paylaştıklarına olan inancını dile getiren Büyükelçi Jean Maurice Ripert ise,
“İnanıyorum ki siz de yakın bir zaman
içinde AB’nin bir parçası olabileceksiniz” dedi.
Türkiye’nin çevre konusundaki çalışmalarını son derece etkili bulduklarını
4
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
BÜYÜK PARALAR HARCIYORUZ
Türkiye’nin AB’ye uyum sürecindeki çevre faslına büyük önem verdiğini belirten
Bakan Bayraktar, “AB müktesebatına uygun olarak sanayileşmeye çalışıyoruz
ve çevreyi korumak için büyük paralar harcıyoruz” dedi.
Türkiye’nin desteğini bekliyoruz” dedi.
AB’nin çevre alanında tahsis edilen
hibe niteliğindeki yardımlarının yönetimi amacıyla faaliyet gösteren IPA’ya
önem verdiklerini belirten Ripert, 2014-
olduğu gibi, çamur akan nehirleri yok.
Nehirleri, denizleri, temiz. AB müktesebatına uygun olarak sanayileşmeye
çalışıyoruz ve çevreyi korumak için büyük paralar harcıyoruz” dedi.
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK HABER
"Balkanların mutluluğu
bizim mutluluğumuzdur"
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu
(DEİK)/Türk-Makedonya İş Konseyi
ev sahipliğinde düzenlenen çalışma
yemeğine katılan Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktar, burada yaptığı konuşmada, “Türkiye olarak tüm
Balkanların mutluluğu bizim mutluluğumuzdur. Balkanlardaki tüm devletlerin barış, kardeşlik içinde yaşaması
Türkiye’yi mutlu eder” dedi.
altyapı gibi pek çok alanda yaptığı
işbirliklerinin ilerleyen dönemde çok
daha büyük boyutlara taşınacağına
olan inancını dile getirdi.
SERBEST TİCARET
ANLAŞMASI ÖNEMLİYDİ
Sadece ekonomik değil her açıdan Türkiye ile çok iyi ilişkilere sahip
olduklarının altını çizen Makedonya
ilişkin çalışmalar benim liderliğimde
gerçekleşti” dedi.
MAKEDONYA,
AB’YE AÇILAN KAPIDIR
Türk iş dünyasını Makedonya’da
yatırım yapmaya çağıran Gruevski,
“Makedonya’da yatırım yapan kişiler
bunu aslında 650 milyon tüketiciye
ulaştıracaktır. Çünkü Makedonya ile
AB arasında serbest ticaret anlaşmaları, diğer Balkan ülkeleriyle anlaşmaları
vardır” diye konuştu.
MAKEDONYA TAM BİR
YATIRIM CENNETİ
Makedonya’nın yatırım yapmak
için çok iyi bir ülke olduğunu belirten
Gruevski, şu ifadeleri kullandı: “Yatırım
konusunda tüm Doğu ve Güney Doğu
Avrupa ülkelerinden öndeyiz. AB ülkelerinden 19’unun önündeyiz. Sadece
8 AB ülkesi, bizden daha üst sıralarda
yer almaktadır. Makedonya hükümeti,
özellikle yabancı şirketleri çekmek için
iş imkânlarının iyileştirilmesi yönünde
çok büyük çaba sarf ediyor.”
TÜRK İŞ DÜNYASI
BALKANLARA DESTEĞE HAZIR
BARIŞ TÜRKİYE'Yİ MUTLU EDER
Türkiye ile Makedonya arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin daha üst seviyelere
çıkarılması gerektiğini belirten Bakan Bayraktar, “Balkanlardaki tüm devletlerin barış,
kardeşlik içinde yaşaması Türkiye’yi mutlu eder” dedi.
İŞBİRLİĞİ BÜYÜK
BOYUTLARA TAŞINACAK
Makedonya ile Türkiye arasındaki ekonomik ilişkilerin istenilen
seviyede olmadığına işaret eden Bakan Bayraktar, “İki ülke arasındaki
ekonomik ve ticari ilişkileri çok daha
ileriye taşımak durumundayız” ifadesini kullandı. Bayraktar, Türkiye ile
Makedonya’nın tarım, konut, enerji,
6
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Başbakanı Nikola Gruevski, iki ülkenin
ekonomik ilişkiler açısından büyük potansiyel taşıdığını söyledi.
2010 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacminin 311 milyon dolar olarak
gerçekleştiğini, 2011 yılında bu rakamın
380 milyon dolara yükseldiğini belirten
Gruevski, “Burada önemle vurgulamak
istediğim konu, serbest ticaret anlaşmasının imzalanmasıdır. Bu anlaşmaya
DEİK İcra Kurulu Başkanı Rona Yırcalı
da Türkiye için Balkanlar bölgesinin özel
bir önem kazandığını, Balkanların kalıcı
istikrar ve kalıcı barışa kavuşamadan Türkiye’nin istikrar içinde yaşamasının belki
de mümkün olmayacağını, bundan dolayı
Türk iş dünyası olarak her türlü desteği
vermeye hazır olduklarını vurguladı.
2000 yılında yürürlüğe giren serbest ticaret anlaşmasından sonra ivme
kazanan ekonomik ilişkilerde önemli
mesafeler katedildiğini belirten Yırcalı, Makedonya’da 100 civarında Türk
şirketinin 180 milyon dolar olan yatırımlarının yakın zamanda 500 milyon dolara ulaşmasını beklediklerini ifade etti.
Bahreyn Türkiye'den
inşaat sektöründe işbirliği istiyor
Bahreyn İskân Bakanı Basim Bin Yakup El Hamer ve beraberindeki heyeti
kabul eden Çevre ve Şehircilik Bakanı
Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin inşaat sektörü ve inşaat malzemesi alanında dünyanın en ileri ülkelerini geçtiğini ifade etti.
Türkiye’nin inşaat sektöründeki tecrübesini Bahreyn ile daha ileri düzeye
taşımak istediklerini belirten Bakan
Bayraktar, “Bahreyn ile hem coğrafi
yakınlığımız, hem de kültürel birlikteliğimiz var. Ama iş potansiyelimiz
olması gerektiği gibi değil. Ticari iliş-
kilerimizi ileri düzeylere taşırsak, her
iki ülkenin gelişmesine çok daha büyük
katkı sağlayacağımızı görüyoruz” dedi.
rübelerini Bahreyn ile paylaşmak istediklerini söyledi.
MEKANSAL PLANLAMA DESTEĞİ
Bayraktar’ın bu isteğini memnuniyetle karşılayan konuk Bakan El Hamer, gelecek 10 yıl içinde Bahreyn’de
6 milyar dolarlık sosyal konut yapmayı
düşündüklerini, bu konuda Türkiye’nin
deneyimlerinden yararlanmak istediklerini dile getirdi. El Hamer, özellikle
inşaat sektöründe işbirliğini artırmak
istediklerini vurguladı.
Bahreyn’in son 9 yılda istikrarlı bir
kalkınma ve gelişme kaydettiğini dile
getiren Bakan Bayraktar, her iki ülkenin özel sektörü arasındaki ilişkilerin
güçlenmesine destek vereceklerini söyledi. Bakan Bayraktar, iki ülke arasında
imzalanacak bir protokolle Türkiye’nin
mekânsal planlama konusundaki tec-
6 MİLYAR DOLARLIK KONUT
Van için bina röntgen cihazı
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, depreme yönelik çalışmalar kapsamında riskli binaların tespiti
için Almanya’dan getirilen röntgen cihazının test aşamasında olduğunu, işlemin sağlıklı sonuçlanması durumunda seri alımı için çalışmalara başlanacağını bildirdi.
Röntgen cihazlarının seri alımı durumunda, yerel
yönetimlerin cihazın kullanımına dair eğitim ihtiyacının
karşılanmasına yönelik çalışma yapılacağını belirten Bayraktar, “Bakanlığımız Merkez Laboratuvarı’nda mevcut
binaların beton kalitesini ölçmek ve değerlendirmek için
Avrupa’da kullanılan ölçüm cihazları, ilgili mevzuat ve
kullanılan deney metotları ile ilgili araştırmalar devam
etmektedir” dedi.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
7
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK HABER
"Tapuda para karşılığı iş yapma
dönemini sona erdirdik"
Yılda 20 milyon insana hizmet veren tapu
dairelerinin yüzde 60’ına
kamera yerleştirdiklerini
belirten Bayraktar, tapu
işlemlerinin artık kapalı kapılar ardında
yapılmadığını sözlerine ekledi.
2B’DEN GELECEK PARA
ORMANA YATIRILACAK
DAİRELERİN YÜZDE 60'INA KAMERA
Yılda 20 milyon insana hizmet veren tapu dairelerinin yüzde 60’ına kamera yerleştirdiklerini belirten Bayraktar, para karşılığı iş yapma dönemini tarihe gömdüklerini söyledi.
İstanbul Anadolu yakasında yenilenen Ataşehir, Ümraniye, Kadıköy, Üsküdar, Pendik ve Tuzla Tapu ve Kadastro
Müdürlükleri toplu açılış törenine katılan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan
Bayraktar, burada yaptığı konuşmada,
tapuda önemli adımlar attıklarını söyledi.
Ülke genelinde 957 tapu müdürlüğü bulunduğunu, bunlardan yaklaşık
600’ünü bilgisayar ortamına taşıdıklarını belirten Bakan Bayraktar, vatandaş
odaklı ve hizmet eksenli bir anlayışla
çalıştıklarını, para karşılığı iş yapma
döneminin sona erdiğini söyledi.
Orman özelliğini yitirmiş, “2B” arazisi olarak bilinen Hazine arazilerinin
satışını öngören kanun tasarısına da
değinen Bakan Bayraktar, “Bu yasayı,
ormanları çoğaltmak için çıkartıyoruz”
dedi. 2B uygulamasını, “orman vasfını
tamamen kaybetmiş arazilerin kullanıcılarına bedelinin biraz altında satılması” olarak tarif eden Bayraktar, bu
satışlardan elde edilen gelirlerle yeni
ormanlar yapılacağını söyledi.
Bu hususun yasaya da konulduğunu
belirten Bayraktar, “Çıkacak olan 2B
yasasında, 2B’den alınacak paralarla
yeni orman üretme, yeni ağaçlandırma
yapma, Türkiye’nin afet dönüşümünü
sağlama ve şehirlerimizi güzelleştirme
noktasında adımlar atacağız” diye konuştu.
ODTÜ’nün "Katlanan Tekne” tasarımı
ABD'nin Çevre Oskarları ikincisi oldu
ODTÜ Öğretim Görevlisi Dr.
Hakan Gürsu başkanlığındaki ekip,
katlanıp kaldırılabilme özelliğiyle teknelerin marina bağımlılığını
ortadan kaldıran “Foscat32” isimli
katamaran tasarımlarıyla ABD'nin
Çevre Oskarları olarak kabul edilen
“Green Dot” yarışmasında en iyi
ikinci tasarım ödülünü aldı. Aynı
8
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
ekibin geliştirdiği suyunu arıtan,
elektriğini üreten, güneşle ısınan
ve evlerin belediyelerle bağlantılarını en aza indiren Sera Villa
tasarımı da ödüle layık görüldü.
Dr. Gürsu, “Dünya sorunlarına çözümler ürettiğimiz projelerle 11
Çevre Oskarını elinde bulunduran
tek ekibiz” dedi.
KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı Meclis’te
KENTSEL DÖNÜŞÜM YASASI
NELER GETİRİYOR?
Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü
Dünya nüfusu sürekli artıyor.
1800’de 990 milyon olan dünya nüfusu, 1900’de 1 milyara, 1960’ta 3,3
milyara yükseldi. Bugün bu rakamın 7
milyarı bulduğu tahmin edilmektedir.
Dünya nüfusunun yarıdan fazlası halen
kentlerde yaşamaktadır. 2050 yılına kadar kentli nüfusun 6 milyara ulaşacağı
tahmin edilmektedir.
KENTLEŞME
MEZOPOTAMYA’DA BAŞLADI
Kentleşme için temel faktör nüfus
artışı olmakla birlikte, kentleşmeyi tanımlarken toplumun ekonomik ve toplumsal yapısındaki değişimlere de yer
vermek gerekmektedir.
10
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Günümüzden 5 bin yılı aşkın bir
süre önce Mezopotamya'da ortaya çıkan kentleşme, en basit anlamda "kent
sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun
artması" olarak tanımlayabileceğimiz
demografik, ekonomik ve sosyo-kültürel
bir değişmeyi ifade etmekte olup, hızla
büyüyen ve kaçınılmaz bir olgu olarak
karşımıza çıkmaktadır.
KENTLER SANAYİ
DEVRİMİ İLE GÜÇLENDİ
Dünya nüfusu, sanayi devrimine
kadar oldukça yavaş artmıştır. Sanayi
devrimiyle birlikte kentlerin gelişmesi olağanüstü bir güç kazanmış ve bu
dönemden sonra artan dünya nüfusu,
giderek kentsel alanlarda toplanmıştır. Kentleşme, 18. yüzyıl sonlarından
itibaren bugünün gelişmiş ülkelerinde,
sanayi sektörünün gelişimine paralel
olarak yaşanmaya başlanmıştır.
Kentleşme hareketinin dünya geneline yayılması ise II. Dünya Savaşından
sonra gerçekleşmiştir. 1800 yılında 15
milyon olan kentli nüfus, 1980’lerde
800 milyona yükselmiş bulunmaktadır.
2000’li yılların başında ise yeryüzünde 3,2 milyar kişinin kentlerde yaşadığı tahmin edilmektedir. Birleşmiş
Milletler’in tahminlerine göre, 1980’lerde sayıları 35 olan 5 milyondan kalabalık kentlerin sayısı, 21. yüzyılın başında
60’ı geçmiştir.
BEDELİ NE
OLURSA OLSUN
Başbakan Erdoğan'ın
"Bedeli ne olursa olsun"
diyerek başlatılması
talimatını verdiği "Kentsel
Dönüşüm" ile ilgili kanun
tasarısı, afet riskli alanların
dönüşümünü ve riskli
yapıların yıkımını sağlayarak
ülke genelinde güvenli
ve yaşanılabilir alanlar
oluşturmayı amaçlıyor.
TÜRKİYE 84 YILDA
YÜZDE 500 BÜYÜDÜ
Ülkemiz nüfusu ise 1927 yılından
beri artışını kesintisiz sürdürmektedir.
1927 yılında 13 milyon civarında olan
ülkemiz nüfusu, 2011 sonu itibari ile
74 milyonu geçmiştir. Cumhuriyet dönemindeki ilk ve son sayımlar arasında geçen 85 yıllık süre içerisinde, ülke
nüfusu yüzde 500’den fazla bir oranda
büyümüştür.
Ülkemizde özellikle 1950 sonrası
görülmeye başlayan; hızlı nüfus artışı,
tarımda makineleşme, kentsel alanların
görece çekici etkisi beraberinde, göç olgusunu getirmiştir. Böylece Türkiye’nin
artan nüfusu, özellikle 1950 sonrasında
kentsel alanlarda toplanmaya başlamıştır.
1927 yılında toplam nüfusun sadece
yüzde 24,2’si kentsel alanlarda yaşarken, bu oran 1950 yılında yüzde 25’e,
1980 yılında yüzde 43,9’a ve 2011 yılında yüzde 76,8’ye yükselmiştir. Böylece
Ülkemiz kent nüfusu ve kentsel nüfus
artış hızı ile dünyanın önde gelen ülkeleri arasına katılmıştır.
GERİ KALMIŞ ÜLKELER
ÇARPIK KENTLEŞİYOR
Nüfus artışı ve sanayileşme sonucu
ortaya çıkan kentleşme olgusu, çok sayıda sorunu da beraberinde getirmiştir.
Kentleşme hareketlerinde dikkati çeken önemli hususlardan birisi, çarpık
kentleşmenin daha çok gelişmekte olan
ülkeler açısından sorunlu olduğudur.
Gerçekten de gelişmekte olan ülkelerle gelişmiş ülkelerin kentleşme
özellikleri farklılıklar göstermektedir.
Gelişmiş ülkelerde kentleşme ile sanayileşme bir arada yürüyen bir süreç
iken, gelişmekte olan ülkelerde yaşanan
"demografik anlamda" kentleşmedir.
Bu sebeple, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kentleşmesi, "hızlı",
"çarpık", "aşırı", "dengesiz" ve "tekyönlü" kentleşme olarak tariflenmektedir.
Bu gelişmelere Asya, Afrika ve Latin
Amerika kentleri ile birlikte Türkiye’de
de rastlanılmaktadır.
Bugün özellikle dünyada gelişmekte
olan birçok ülkede (Brezilya, Çin, Hindistan ve birçok Güney Amerika, Asya
ve Afrika ülkeleri) kentleşme sorunları
yaşanmakta ve kentsel dönüşüm bu ülkelerin gündeminde önemli yer tutmaktadır.
BREZİLYA’DAN KENTSEL
DÖNÜŞÜME 570 MİLYAR DOLAR
Bu konuların çözümü için hükümetler ciddi şekilde kafa yormaktadırlar.
Örneğin, Brezilya’da bin 700 gecekondu bölgesinden acil olan 200 bölgenin
dönüştürülmesi için devlet 570 milyar
dolar bütçe ayırmayı planlamakta, diğer
yandan, Çin’de 10 milyon acil konut
ihtiyacı ve Hindistan’da da 10 milyon
çok acil konut ihtiyacı olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde, Afrika’da, Güney
Amerika’da, Ortadoğu’da ve Asya’da
da sosyal konut ihtiyacı ve gecekondu
dönüşüm sorunları bulunmaktadır.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
11
KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM
SAVUNMASIZ KENTLER
Hızlı ve denetimsiz kentleşme ve yapılaşma süreci, kentlerimizin doğal
afetler ve insan kaynaklı tehlikelere karşı dirençsiz ve savunmasız bir
biçimde büyümesine neden olmuştur.
sağlıksız, afet riski bakımından güvenli
olmayan, can ve mal güvenliği açısından
risk taşıyan, kentsel teknik ve sosyal
altyapıdan yoksun ve imar mevzuatına aykırı, kentsel alanlar ve yapı stoğu
ortaya çıkmıştır.
AFET RİSKLERİNİ
ARTIRAN FAKTÖRLER
ÇARPIK KENTLEŞMENİN SOSYAL
FATURASI ÇOK AĞIR
Ülkemizde de dünyanın yaşadığı
benzer sorunlar ortaya çıkmış, kentlerimize olan yoğun nüfus baskısının
oluşturduğu gecekondulaşma ve kaçak
yapılaşma; kentlerimizin sağlıklı büyümesini ve gelişmesini önlemiş, olası
bir afet durumunda can ve mal kaybı
riskini arttırmış, doğal çevrenin tahrip
olmasına yol açmış ve yoksulluğu besleyen bir yapı oluşturmuştur.
Bu süreçte kentsel sorunlara çare
bulmak amacıyla geliştirilen politikalar
da yetersiz kalmıştır.
KANUN TASARISININ
HAZIRLANMA GEREKÇELERİ
Cumhuriyet döneminde başlayan
"modern, bilinçli, sistemli ve gayretli"
olarak ifade edilebilecek kentleşme
hareketlerinin, 1950’lere gelindiğinde
yoğun göçlerle birlikte hızlanması ve
mevcut kentsel donanımların bu hızı
yakalamada son derece geri kalması,
kuşkusuz ülkemizde sağlıksız kentleşmenin ilk tohumlarını atmıştır.
Ülkemizde 1950’li yıllardan sonra
yaşanan hızlı ve denetimsiz kentleşme
ve yapılaşma süreci, kentlerimizin doğal
afetler ve insan kaynaklı tehlikelere karşı dirençsiz ve savunmasız bir biçimde
büyümesine neden olmuştur.
12
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
TUTARLI VE ETKİN POLİTİKA
GELİŞTİRİLEMEDİ
Kırsal alandan kentlere hızlı göç
sonrasında yaşanan hızlı nüfus artışı
sonucunda, göçle gelen kitlelerin barınma sorunlarını çözecek, onları güvenli,
sağlıklı, her türlü teknik ve sosyal altyapısı tamamlanmış yaşam çevrelerinde
iskân edecek tutarlı ve etkin politikalar
geliştirilmemiştir.
Bu süreçte; kentler, plansız gelişmeleri yanında hem doğal, tarihi ve
kültürel çevreyi, hem de afet risklerini
göz ardı ederek büyümüşlerdir. Bu sürecin sonunda günümüzde, düzensiz,
Kentsel dönüşüm
yalnızca deprem
açısından riskli alanlar
için düşünülemez;
ancak kentlerinin
büyük bir kısmının
imar mevzuatına
aykırı yapılaştığı
Türkiye’de deprem riski
bulunan alanlardan
başlanılması uygundur.
Afet riskleri, kentlerin yalnızca tehlike kaynaklarına yakınlıklarından kaynaklanmamaktadır. Yapı sağlamlığının
yanında yerleşim düzeni ve dokusu, altyapı ve sosyal donatı, açık alan yetersizlikleri, tehlikeli kullanımlar, bir afet
sonrasında hemen kullanılması gereken
hastane, okul, spor salonları, itfaiye,
haberleşme sistemleri, afet yönetim merkezleri gibi kritik tesislerin mekânsal
dağılımı ve bir sistem oluşturmaması,
özel tehlikelere konu alanların iskân
edilmiş olması gibi çok sayıda fiziki,
sosyal, çevresel ve toplumsal etkenler
de afetler konusunda etkili olmaktadır.
KENTSEL DÖNÜŞÜM
GEREKTİREN DURUMLAR
Kentler, gerek kentsel gelişim sürecine özgü sanayileşme, göç gibi nedenlerle
gerekse savaş, afetler gibi olağandışı
nedenlerle dönüşüme uğramaktadırlar.
Kentsel dönüşüme konu olan alanlar,
köhneleşmiş ve çöküntü alanları, cazibesini yitirmiş alanlar, sağlıksız ve kaçak yapılar ve gecekondu alanlarıdır.
Olağandışı kent yenileme nedenleri açısından bakıldığında, ülkemizde kentsel
dönüşüm ihtiyacı depremler başta olmak
üzere yangın ve sel gibi afetler ve afet
riskleri nedeniyle ortaya çıkmaktadır.
KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN
GEREKLİLİĞİ ORTAK KARAR
Kentsel dönüşüm, 1999 Marmara
ve Düzce depremleri başta olmak üzere, yaşanan diğer önemli depremler ve
son olarak da 2011 yılında meydana
gelen Simav ve Van depremlerinde
yaşanan yıkımlar ve kayıplarla daha
da görünür hale gelen "kentleşme ve
yerleşme sorunları" nedeniyle en çok
konuşulan ve tartışılan konulardan biri
haline gelmiştir.
Yaşanan bu depremler ile ortaya çıkan can kayıpları ve ağır hasarlı veya yıkılan binaların sayısı, ülkemizdeki mevcut
yapı stoğunun önemli bir kısmının risk
altında olduğunu göstermiştir. Deprem
baskısının bir sonucu olarak kentsel dönüşümün bir zorunluluk olduğu konusunda, ilgili çevreler ve özellikle yerel ve
merkezi idareler hemfikir olmuşlardır.
KENTLERİN BÜYÜK KISMI
İMARA AYKIRI YAPILAŞMIŞ
Kuşkusuz, dönüşümü yalnızca deprem açısından riskli alanlar için düşünmek çok da doğru bir yaklaşım değildir.
Ancak yine de öncelikler adına konu ele
alınarak yapılan bir etaplamada, kentlerinin büyük bir kısmının imar mevzuatına aykırı yapılaştığı Türkiye’de bu tür
alanların dönüşümünü ilk sıraya koymak
ve bu alanların önceden olduğu şekliyle değil, bir dönüşüme tabi tutulmak
suretiyle yeniden oluşumlarını temin
etmek gerekmektedir.
Kentsel dönüşüme konu olan alanlar, köhneleşmiş
ve çöküntü alanları, cazibesini yitirmiş alanlar,
sağlıksız ve kaçak yapılar ve gecekondu alanlarıdır.
SAĞLIKLI KONUTLAR
ANAYASAL GÖREV
Bilindiği gibi, Anayasamızın 56.
maddesi; herkesin sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu ve çevreyi geliştirmenin devletin
ve vatandaşların ödevi olduğu hükmüne;
57. Maddesi ise devletin şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir
planlama çerçevesinde konut ihtiyacını
karşılayacak tedbirleri almakla yükümlü
olduğu hükmüne amirdir. Bu kapsamda
Anayasamızda öngörüldüğü üzere ilgili
mevzuatça Bakanlığımıza verilmiş olan
görev, yetki ve sorumluluklar kapsamında
Bakanlığımız sürdürülebilir çevre ve ya-
şam kalitesi yüksek yerleşmeler hedefine
ulaşmak için çalışmalarına başlamıştır.
KENTSEL TASARIM VE
İMAR PLANI ÇALIŞMALARI
Gerek İstanbul’un Marmara deprem
kuşağında olmasının getirdiği deprem
riski gerekse bölgelerdeki çarpık kentleşme vb. diğer sorunlar nedeniyle, Sultanbeyli ve Ümraniye ilçelerinde bir kısım
alanlarda Bakanlar Kurulu’nun 6 Ekim
2011 tarih ve 2011/2266 sayılı kararı
ve 07.01.2012 tarih ve 2012/2641 sayılı
kararı uyarınca yürütülecek iyileştirme,
yenileme ve dönüşüm uygulamaları ile
İstanbul Uluslararası Strateji Belgesinin
KENTSEL DÖNÜŞÜM İÇİN ULUSAL FİKİR BİRLİĞİ
1999 Marmara ve Düzce, 2011 Simav ve Van depremlerinde yaşanan yıkımlar ve kayıplarla
daha da görünür hale gelen kentleşme ve yerleşme sorunlarının "kentsel dönüşüm" ile
çözülmesi konusunda ulusal ölçekte fikir birliği oluşmuştur.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
13
KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM
stoğumuzun büyük bir kısmının güvensiz ve imar mevzuatına aykırı olması,
kaçak yapılaşmanın çok fazla olması
nedenleriyle afetler oluşmadan önce
gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik
çıkarılacak bir mevzuat ile zarar azaltma
öncelikli kentsel dönüşüm çalışmalarında mahalli idarelerle birlikte hızlı ve
etkili projelendirme ve uygulamaların
gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir.
UYGULAMADA
YAŞANAN SORUNLAR
6 MİLYAR KENT NÜFUSU
7 milyarı bulan dünya nüfusunun yarıdan fazlası kentlerde yaşıyor. Kentli nüfus
sayısının 2050 yılına kadar 6 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor.
Kabulüne Dair Yüksek Planlama Kurulu
Kararı kapsamında, İstanbul’un uluslararası bir finans merkezi olması için
İstanbul İli, Ataşehir İlçesi sınırları içerisinde bulunan bir kısım alanın "fiziksel altyapısının iyileştirilmesi başlıklı
bölümünde belirtilen kriterlere uygun
hale getirilmesine dair Bakanlar Kurulunun 22.08.2011 tarih ve 2011/2163
sayılı kararı uyarınca yürütülecek master plan, kentsel tasarım ve imar planı
çalışmalarına başlanılmış olup, gerekli
çalışmalar devam etmektedir.
VALİLİKLER AFET RİSKİ OLAN
BÖLGELERİ BELİRLİYOR
Diğer taraftan Çevre ve Şehircilik
Bakanlığı olarak, zarar azaltma öncelikli kentsel dönüşüm çalışmalarında
mahalli idarelerle birlikte hızlı ve etkili
projelendirme ve uygulamaların gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. Bu
kapsamda Bakanlığımız uzmanlarınca,
ülkemizin birçok kentinde muhtemel
kentsel dönüşüm projelerine dair yerinde inceleme yapılmakta, Belediye ve
diğer kurum ve kuruluşlar ile birlikte
koordineli olarak çalışmalar yürütülmekte ve teknik destek sağlanmaktadır.
Diğer taraftan Bakanlığımızca 81
il Valiliğine yazı yazılmış ve öncelikle
afetlerden azami zarar görebilecek alan
14
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
ve bölgelerinin araştırılarak bu alanlardan kentsel dönüşüm alanı olarak
belirlenebilecek bölgelerin tespit edilmesi, bu alanlara ilişkin gerekli bilgi
ve belgelerin Bakanlığımıza iletilmesi
istenilmiş olup, bu kapsamda tespit ve
talepler Bakanlığımıza gönderilmeye
devam etmektedir.
Kentsel dönüşüme ilişkin düzenleme
ve uygulamalar uzun süre, mevcut mevzuat ve yasal düzenlemeler çerçevesinde
yürütülmüştür. Bu düzenlemelerin bir
kısmından mevzuatın özü nedeniyle,
bir kısmından da uygulamada yaşanan
sorunlar nedeniyle istenen sonuç alınamamaktadır. Bu yasal düzenlemelerin
önemli olanları şunlardır:
775 SAYILI
GECEKONDU KANUNU
1966 yılında çıkartılan 775 sayılı
Gecekondu Kanunu ile ıslah edilebilecek
gecekonduların ve gecekondu yerleşmelerinin iyileştirilmesi, tasfiyesi ve en
Gelişmiş ülkelerde kentleşme ile sanayileşme bir
arada yürüyen bir süreç iken, gelişmekte olan
ülkelerde kentleşme "demografik yığılma" olarak
karşımıza çıkıyor.
ZARAR AZALTMA
ÖNCELİKLİ ÇALIŞMALAR
Bu kapsamda fiziki mekânın güvenli, nitelikli ve yaşanabilir kılınması
için afet riski taşıyan alanların, fiziki,
sosyal ve ekonomik köhneme alanlarının, korunması gerekli doğal, tarihi
ve kültürel çevre alanlarının toplum
yararı esas alınarak dönüşüm plan ve
projeleri kapsamında tasfiye, yenileme
ve iyileştirmeye tabi tutulması büyük
önem arz etmektedir.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak,
ülkemizde, başta deprem olmak üzere
afet riskinin yüksek olmasına karşın yapı
önemlisi yeni gecekondu yapımını önleyici tedbirlerin getirilmesi amaçlanmıştır. Ancak ıslah etme ve önleme çabaları
yetersiz kalmıştır. Başlangıçta yalnızca
konutları içeren düzenleme ve afların
kapsamı çıkarılan yeni yasalarla sanayi
ve ticari yapılarını da kapsayacak şekilde
genişletilmiştir. Bu düzenlemeler, kaçak
yapılaşmanın Hazine, belediye, vakıf ve
benzeri kamu arsa ve arazilerine yönelmesini adeta teşvik etmiş, bu alanlar
spekülatörlerin yağmasına uğramıştır.
Gecekondulaşma kentsel yaşamı da dönüştürmüş, kentlerde kentlileşememiş
nüfus sorunu ortaya çıkmıştır.
Diğer taraftan bu Kanunda yapılan
bazı değişiklikler sonucunda gecekonducular, arsa ya da konutunu satarak ya
da kat karşılığı vererek rant sağlamışlar ve yeni gecekondu yapmaya devam
etmişlerdir.
İMAR KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK
2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı
İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun
Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında
Kanun. 24.02.1984 tarihinde yürürlüğe
giren bu Kanun kapsamında yapılan ıslah imar planları ile kentin sorunlu bölgeleri iyileştirilmeye çalışılmış, ancak bu
tür yerleşimler düzenli ve yeterli kentsel
standartlara hiçbir zaman ulaşamamıştır. 2981 sayılı Kanun imar mevzuatına
aykırı yapılarla gecekonduları kapsamakta olup, gecekondu bölgelerinde
ve çöküntü haline gelmiş alanlardaki
sorunların çözümü için sorun teşkil
eden yapıları sadece yıkmak veya dar
gelirlilerin arsa edinmelerini sağlamak
olmak üzere iki yol benimsenmiştir. Bu
düzenleme ve uygulamalar, maalesef
sağlıksız ve/veya ruhsatsız yapılaşmayı
önleyici veya mevcut olanları iyileştirici
olmamış, tam tersine birer imar affına
dönüşmüştür. Dahası günümüzde afet
riskli alanlar genellikle bu tür alanlardan oluşmaktadır.
3194 SAYILI İMAR KANUNU
Genel anlamda kentsel gelişmeye
yön veren temel yasa 3194 sayılı İmar
Kanunudur. Bu Kanun, yerleşme yerleri
ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan,
fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun
teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiş olup, kentleşme açısından
önemli bir kanundur. 1/1000 ölçeğe
kadar inen arazi kullanım planlarının
hazırlanması için gerekli yetkileri sağlamaktadır. Ancak, bu Kanun kentsel
dönüşüm/yenileme alanlarının tanımlanması için kriterleri içermemektedir.
Diğer taraftan Kanunun 39’uncu
maddesi ile sadece yıkık veya yıkılacak
derecede tehlikeli yapılara ilişkin ilgili idarelerce yapılması gerekli işlemler
belirlenmiştir. Afet öncesi veya sonrası
yapılacak işlemlere ilişkin herhangi bir
hüküm bulunmamaktadır.
YIPRANAN TARİHİ
VARLIKLARIN YENİLENMESİ
5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek
Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması
Hakkında Kanun. 16.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kanunun amaç
maddesinde doğal afetlere karşı tedbirler alınmasına yönelik hüküm bulunmasına karşın, Kanun yenileme alanlarını
yalnızca "SİT alanı olarak tescil ve ilan
edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanları" ile sınırlamıştır.
5543 SAYILI İSKÂN KANUNU
19.09.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5543 sayılı İskân Kanunu ile devletin
büyük projelerini gerçekleştirmek için
yeni yerleşim alanları oluşturulması hedeflenmiştir. Ancak afetten dolayı zarar
görebilecek yapılar için bir düzenleme
bulunmamaktadır.
2985 SAYILI
TOPLU KONUT KANUNU
Konut ihtiyacının karşılanması, konut piyasasının düzenlenmesi, devletin yapacağı destekler için Toplu Konut
Fonu'nun meydana getirilmesi ve kullanılması amacıyla 1984 yılında 2985
SAĞLIKLI BİR ÇEVRE ANAYASAL HAK
Anayasanın 56’ncı maddesine göre herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama
hakkına sahiptir. 57’nci madde ise konut ihtiyacının şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını
gözeten bir planlama çerçevesinde karşılanmasını düzenlemektedir.
Söz konusu Kanun, kentsel yenileme
uygulamalarını yürütmede önemli bir
yasal araç olarak yürürlüğe girmiştir.
Çerçeve kanun niteliği taşıyan, uygulamayı yönetmeliğe bırakan bu Kanun,
beraberinde de birtakım sorunlar getirmiştir.
Bütüncül bir planlama anlayışından
kopuk oluşu, parçacı/noktasal çözümleri
teşvik edişi, "kentsel yenilenme alanı"
ilanının bilimsel kriterlere dayanmayışı ve kolaylıkla istismar edilmeye açık
oluşu, uygulama için gerekli araçları
tanımlamaması bu sakıncalar arasında
sıralanmaktadır.
sayılı Toplu Konut Kanunu çıkarılmış,
Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi
Başkanlığı kurulmuş, daha sonrasında
İdare’nin görev ve yetkileri genişletilerek
bugünkü şeklini almıştır.
TOKİ, 2985 sayılı Toplu Konut
Kanunu’nun Ek 7. maddesi uyarınca
gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya
iyileştirilerek yeniden kazanımına yönelik olarak gecekondu dönüşüm projeleri
geliştirebilmekte, inşaat uygulamaları ve
finansman düzenlemeleri yapabilmektedir. Her ne kadar söz konusu maddede İdarenin depremle ilgili dönüşüm
projeleri de gerçekleştirebileceği belir-
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
15
KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM
AFET TEDBİRLERİ VE
YAPILACAK YARDIMLAR
7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir
Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle
Yapılacak Yardımlara Dair Kanun. Afet
mevzuatının temel çerçevesi, 1959 yılında yürürlüğe giren 7269 sayılı Kanun
ile daha çok kırsal bölgelerde meydana
gelen doğal afetlerde afet sonrası acil
müdahale, yardım, geçici barınma ve
kalıcı konut sorunlarını çözmek için
tasarlanmıştır. Deprem vb. afetler öncesinde, bu risklere hazırlanmak anlamında risklerin azaltılmasına yönelik hükümleri içermemektedir. Diğer
yandan afet sonrası müdahale yetkisi
tamamen merkezi hükümet tarafından
üstlenilmekte, yerel idarelerin rolü sadece merkezi organlara lojistik destek
sağlama ile sınırlı kalmaktadır.
AFET MEVZUATI RİSK
KAVRAMINI GÖZARDI EDİYOR
YOĞUN GÖÇ ve SAĞLIKSIZ KENTLEŞME
Cumhuriyet'le birlikte başlayan “modern, bilinçli, sistemli ve gayretli” kentleşme hareketinin
yerini, 1950’lerden sonra yaşanan yoğun göçler nedeniyle sağlıksız kentleşme almıştır.
tilmiş olsa da, burada İdareye seçmeli
bir serbesti tanınmıştır. Bu kapsamda
bu Kanun, kapsamlı dönüşüm uygulamaları gerçekleştirilmesinde yetersiz
kalmaktadır.
5393 SAYILI BELEDİYE KANUNU
Belediyelere kentsel dönüşüm alanı
ilan etme ve projeleri uygulamaya yönelik yetkiler 5393 sayılı Kanunun 73.
Maddesi ile verilmiş olup, bu maddenin
son şekli 17.06.2010 yılında yürürlüğe
girmiştir.
5393 sayılı Belediye Kanunu, Belediye Meclislerine dönüşüm alanı saptama
16
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
ve ilan etme yetkisi vermiş, ancak sınır
saptama ve ilan etmenin hangi fiziksel,
sosyal, ekonomik ve idari kriterlere göre
yapılacağını tanımlamamıştır. Kanuna
göre bir yerin kentsel dönüşüm ve gelişim proje alanı olarak ilân edilebilmesi
için; yalnızca o yerin belediye veya mücavir alan sınırları içerisinde bulunması
ve en az 50 bin metrekare olması şartı
bulunmaktadır.
Diğer taraftan siyasi kaygılardan
ötürü bu maddenin uygulanmasında
sorunlar yaşanmakta olup, Belediyelerce
yürütülen dönüşüm projeleri tam olarak
amacına ulaşmamaktadır.
Artık nüfusunun üçte ikiden fazlası
kentlerde barınan Türkiye’nin kentlerinde son yıllarda meydana gelen depremlerde, afet mevzuatının zararların
azaltılması konusunda son derece yetersiz kaldığı tüm kesimlerce anlaşılmıştır. Afet sonrası afet bölgesinde yaşamı
normale döndürmeyi amaçlayan, iyi
niyetli, ancak afetin zararlarının nasıl
azaltılacağını hiç hesaba katmayan,
risk kavramını tümüyle göz ardı eden
afet mevzuatı, gittikçe artan kentsel
deprem zararları karşısında kaynak
yaratma sıkıntısına düşmüş, Türkiye
1992 Erzincan depreminden sonra afet
mevzuatını ayakta tutabilmek için borçlanmaya başlamıştır.
TASARIDA NELER
ÖNGÖRÜLÜYOR?
Kentsel dönüşüme ilişkin mevzuatta boşluklar ve eksiklikler bulunmakta
olup, bu düzenlemelerin bir kısmından
mevzuatın özü nedeniyle, bir kısmından
da uygulamada yaşanan sorunlar nedeniyle istenen sonuç alınamamaktadır.
Çok yönlü, kapsamlı politika, teknik
yöntemlerden, kurumsal ve finansal
yapıdan ziyade, yönetim sistemi içinde
farklı birimlerin, sorunlar ortaya çıktıkça
ÜLKEMİZDEKİ
DERPEM GERÇEĞİ
geliştirmeye çalıştıkları, birbirlerinden
kopuk, geçici düzenlemeler ve uygulamalar söz konusu olmuştur.
Çok sayıda yasa ve kurum söz konusudur ve bugün hala kamu "Kentsel
Dönüşüm Yasası" beklentisi içindedir.
Diğer taraftan mevcut mevzuat düzenlemelerinin "finansman boyutunun zayıf
olması ve yaptırım gücünün olmaması"
nedenleriyle de yeni bir düzenlemeye
ihtiyaç duyulmuştur. Bu vb. nedenlerle,
"Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı" hazırlanmış olup, yasalaşması için gerekli
çalışmalar yürütülmektedir.
TEMEL AMAÇ GÜVENLİ,
YAŞANABİLİR ALANLAR
OLUŞTURMAK
Kanun tasarısının temel amacı; afet
riskli alanların dönüşümünü ve riskli
yapıların yıkımını sağlayarak ülke genelinde güvenli ve yaşanılabilir alanların
oluşturulmasıdır. Bu Kanun Tasarısıyla,
olası afet risklerine, kentsel standartların
oluşturulmasına ve sosyal ve ekonomik
koşullara ilişkin bir takım önlemlerin
alınması hedeflenmektedir.
Tasarıda, "Riskli Alan, Rezerv Yapı
Alanı ve Riskli Yapı" tanımı yapılarak
Bakanlık, TOKİ ve mahalli idarelerce bu
alan ve yapılara ilişkin Kanunun amacını
gerçekleştirmek üzere yetki ve görevler
ile uygulamaların gerçekleştirilmesine
yönelik araçlar belirlenmiştir.
Kanun kapsamında kullanılmak üzere çeşitli mali kaynaklar ve uygulamaları
hızlı ve etkili bir şekilde hayata geçirmek üzere araçlar tanımlanmıştır. Söz
konusu araçlar şunlardır:
RİSKLİ ALANLAR, REZERV YAPI
ALANLARI VE RİSKLİ YAPILAR
Riskli alanların, Zemin yapısı veya
üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve
mal kaybına yol açma riski taşıyan,
Bakanlık veya İdare tarafından Afet
ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının
görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca
kararlaştırılacağı,
Rezerv yapı alanının, Bu Kanun
uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin
talebine bağlı olarak veya re’sen, Maliye Bakanlığı'nın uygun görüşü alınarak
Bakanlıkça belirleneceği,
Riskli yapıların, riskli alan içinde
veya dışında olup ekonomik ömrünü
tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır
hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik
verilere dayanılarak tespit edileceği,
Riskli yapıların, Bakanlıkça hazırlanacak yönetmelikte belirlenen usul ve
esaslar çerçevesinde masrafları kendilerine ait olmak üzere, öncelikle yapı
malikleri veya kanunî temsilcileri tarafından, Bakanlıkça lisanslandırılan
kurum ve kuruluşlara, Bakanlıkça süre
verilmesi ve verilen süre içerisinde tespitler yapılmadığı takdirde Bakanlıkça
veya İdare’ce yapılacağı veya yaptırılacağı;
Türkiye’de deprem doğuran, yaklaşık 15 bin km’si ana aks olmak üzere,
toplam 24 bin 500 km. uzunluğunda
canlı fay vardır.
Ülkemizdeki deprem kuşağına baktığımızda ekonomik anlamda gelişmiş
illerimizin bu alanlarda olduğu görülmektedir.
1903 yılından günümüze, topraklarımızda hasar doğuran 130 depremde
(yılda ortalama 1 depremden fazla)
100 bin can kaybı ve yaklaşık 2 milyon
ev kaybettik.
Ülke zenginliğimizin yüzde 90’ı ciddi
deprem riski altındadır. (60 milyon insanımız, 12 milyon konut, 400 Milyar
Dolarlık altyapı ve makine parkı)
Son yüzyıl içinde depremlerde ortalama her yıl milli gelirimizin yüzde 1’ini
kaybettik.
1939 yılında meydana gelen Erzincan
depreminde 60 saniye içinde 33 bin
yurttaşımızı kaybettik.
1999 yılında meydana gelen Gölcük
ve Düzce depremlerinde milli gelirimizin yüzde 10-15’i birkaç dakika içinde
kayboldu.
Olası İstanbul depreminin sonuçları:
Üretim kaybı, ekonomik büyümede
duraksama, ekonomik, sosyal ve siyasi kaos, salgın hastalıklar, otorite
boşluğu.
Ağır hasarlı Can kaybı Fiziksel hasar Evsizler
İşsizler
: 20 - 50 bin bina
: 20 - 50 bin kişi
: 100 milyar Dolar
: 1 - 2 milyon
: 0,5 -1,5 milyon
Son yaşanan Van Depremlerinde yıkılan ve/veya ağır hasar gören konut
sayısının yaklaşık 30 bin olacağı tahmin
edilmektedir.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
17
KAPAK KENTSEL DÖNÜŞÜM
TAHSİS VE DEVİR İŞLEMLERİ
Kanun kapsamındaki uygulamalarda kullanılmak üzere, hazine
arazilerinin,Hazine arazileri dışındaki
kamu kurumlarına ait arazilerin veya
kamu kurum ve kuruluşlarına tahsisli
arazilerin gerektiğinde ilgili kurum ve
kurum ve kuruluşlarının görüşleri alınarak Bakanlığa tahsisi ya da TOKİ veya
İdarelere bedelsiz devrinin sağlanacağı;
TASARRUFLARIN KISITLANMASI
Riskli alanlarda, riskli yapıların
bulunduğu arazilerde ve rezerv yapı
alanlarında uygulama tamamlanıncaya kadar her türlü imar ve yapılaşma
işlemlerinin geçici olarak durdurulacağı,
riskli yapılara elektrik, su ve doğalgaz
hizmetinin verilmeyeceği,
Bu kanun kapsamında uygulamalarda kullanılmak üzere tahsis ve devre konu Hazine arazilerinin satışının,
kiralanmasının ve başka amaçla tahsis
işlemlerinin yapılmayacağı;
TÜRKİYE KENTSEL
DÖNÜŞÜME HAZIR
Özellikle son dönemdeki gelişmeler
sonrası kentsel dönüşüm hususunda vatandaşların da hassasiyetleri, talepleri
ve devlete güvenleri artmış, büyük bir
beklenti oluşmuştur. Valilikler ve Belediyelerden gelen taleplerin yanı sıra,
yaşadıkları alanlarda kentsel dönüşüm
uygulamaları gerçekleştirilmesi ve riskli
yapıların bertarafı yönünde vatandaşlar
tarafından da münferit birçok dilekçe
ve başvuru Bakanlığımıza iletilmektedir. Tüm bu hususlar Türkiye’nin kentsel
dönüşüm için hazır olduğunu göstermektedir.
Bugün bu konunun, ülkemizin öncelikli ve önemli gündemlerinden biri
olarak ele alınması ve Devlet politikası
haline getirilmesi için, dünya örneklerinde olduğu gibi devlet-hükümet,
mahalli idareler, sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra, üniversiteler ve uygulama birimleri ile işbirliği yapılması
gerekmektedir.
KOORDİNATÖR
KURUM İHTİYACI
Kentsel dönüşüm projelerini daha
hızlı bir şekilde hayata geçirebilmek
için ilave düzenlemelere ve koordinatör kurumun belirlenmesine ihtiyaç
TAHLİYE, YIKIM VE
ANLAŞMA ESASI
Riskli yapıların yıkımı ve diğer uygulamalarda öncelikli olarak malikler
ile anlaşma yoluna gidileceği,
Yıkım ve tahliye işleminin duruma
göre yapı sahibi, Mülki Amirler ya da
Bakanlık eliyle gerçekleştirileceği;
UYGULAMA İŞLEMLERİ
Üzerindeki bina yıkılarak arsa hâline
gelen taşınmazlarda yapılacak uygulamalara ilişkin paydaşların en az 2/3 çoğunluğu ile karar verileceği ve 2/3 çoğunluğun
kararına katılmayanların paylarının diğer
paydaşlara satılacağı veya rayiç bedeli
de Bakanlık’ça ödenmek kaydı ile tapuda Hazine adına re’sen tescil edileceği,
Paydaşların 2/3’ü arasında anlaşma sağlanamaz ise; kamulaştırma ya
da acele kamulaştırma yapılacağı,
Anlaşma ile tahliye edilen, yıktırılan
veya kamulaştırılan yapı maliklerine
veya hak sahibi olanlara konut, işyeri,
arsa veya dönüşüm gelirlerinden kredi verilebileceği, iş ve işlemleri hüküm
altına alınmıştır.
18
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Dünya'da KENTSEL DÖNÜŞÜME BÜYÜK BÜTÇE
Çin ve Hindistan’da 10’ar milyon acil konut ihtiyacı olduğu biliniyor. Brezilya’da
1700 gecekondu bölgesinden acil olan 200 bölgenin dönüştürülmesi için
570 milyar dolarlık bütçe ayrılıyor.
KENTSEL DÖNÜŞÜM İÇİN
ULUSAL İŞBİRLİĞİ ŞART
Kentsel dönüşüm bir zarurettir. Ancak zaruret olduğu kadar da kurumların tek başına altından kalkamayacağı
gerçekleştirilmesi çok zor bir iştir. Bu
süreçte ilgili bütün kurum ve kuruluşların, merkezi ve mahalli idarelerin, sivil
toplum kuruluşlarının ve tüm paydaşların birlikte hareket etmesi büyük önem
taşımaktadır.
duyulmaktadır. Ancak bu şekilde yaşanabilirlikten uzak, köhnemiş, can ve
mal emniyeti bakımından riskli, görüntü
itibarı ile de çirkin olan yapılaşmalar
ortadan kaldırılabilecek, estetik yapılar
elde edilebilecek ve halkın daha sıhhatli
ve emniyetli şartlar altında ikametleri
de temin edilecektir. Böylece Anayasa’daki "sosyal hukuk devleti" ilkesinin
hayata geçirilmesi için önemli bir adım
da atılmış olacaktır.
TEKNOLOJİ ULUSAL CBS
ULUSAL COĞRAFİ BİLGİ
SİSTEMİ KURULUYOR
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Coğrafi Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü
Uygulama ve Koordinasyon Dairesi Başkanlığı
Ulusal Coğrafi
Bilgi Sistemi kurma
çalışmaları 2003
yılında e-Dönüşüm
Türkiye Projesi
kapsamında
başlatılmış,
2006-2010 stratejik
planına girmiş, ilk
yasal düzenleme
2009’da yapılmıştır.
Günümüz dünyasında, bilgi en hızlı artan
ve en çok tüketilen olgulardan biridir. Hal Varian ve Peter
Lyman tarafından yapılan bir araştırmada 2000 yılında küresel düzeyde üretilen
toplam yeni bilginin bin 500 terabayt olduğu
ve bunun yıllık yüzde 66 oranında bir büyüme
ile 2003 yılında 3 bin 500 terabayta ulaştığı tahmin edilmiştir. Kuşkusuz bu artış, gelişen teknolojiye
paralel olarak sürekli artan bir hızla büyümektedir.
Coğrafi bilginin üretilen bilgi içindeki payı ise oldukça büyüktür. Yeryüzündeki bilgilerin yaklaşık yüzde 80’i
mekânsal bilgidir (TKGM, 2005; GEO).
Coğrafi bilgi, doğrudan veya dolaylı olarak belirli bir konum
ya da coğrafi alanla ilgili veriden elde edilen bilgi olarak
tanımlanabilir. Coğrafi bilgi, "nerede" bilgisi ile anlaşılmayı, kullanılmayı ve analizi kolaylaştırmak yanında aynı
mekâna ait farklı zaman noktalarında elde edildiğinde
hem alındıkları zaman noktalarına hem de bu noktalar
arasındaki sürece dair bilginin de nakledilmesini sağlar.
MİLYARLARCA DOLAR HARCANIYOR
Dünyadaki binlerce kurum ve kuruluş (kamu sektörü, özel sektör, sivil toplum kuruluşları ve
üniversiteler), coğrafi bilgininin üretimi ve
kullanımı için her yıl milyarlarca dolar
harcamaktadır (FGDC, 1997; Groot ve McLaughlin, 2000).
20
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi, öz bir ifade ile,
mekansal veriye erişimi mümkün kılmak veya erişimi
kolaylaştırmak amacıyla yapılan teknolojik, politik ve
kurumsal düzenlemelerin bütünüdür.
Veri yönetimi ve ağ teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak, yüksek
maliyetlerle üretilen coğrafi bilginin bir
sistem dâhilinde paylaşımının sağlanması için mekânsal veri altyapısı oluşturma
çalışmaları başlamıştır.
ULUSAL COĞRAFİ BİLGİ SİSTEMİ
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi, öz bir
ifade ile, mekansal veriye erişimi mümkün kılmak veya erişimi kolaylaştırmak
amacıyla yapılan teknolojik, politik ve
kurumsal düzenlemelerin bütünüdür.
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi veya aynı
anlamda kullanılan Ulusal Mekansal
Veri Altyapısı, daha geniş bir tanımla;
dağıtık bir mimari ile tutulan mekansal
verilerin, kurumlar, kuruluşlar, teknoloji, insan ve ekonomik kaynakların
oluşturduğu bütün içinde, web servisleri ile değişiminin, paylaşımının,
erişilebilirliğinin ve kullanımının koordinasyonunu ve kolaylaştırılmasını
amaçlayan altyapıdır (Groot ve Mclaughlin 2000).
pective, ESDP), genişleyen Avrupa’nın
global ekonomideki yeri hedef olarak
belirlenmiştir. AB, ESDP ile içe dönük
bölgesel planlama politikalarının yerine, global rekabetin mekansal stratejilerini ikame eden araçlar geliştirmeyi
hedeflemiş ve bunun uygulanabilmesi
için Avrupa düzeyinde her üye devlette üretilen verinin ortak bir istatistiki
bilgiye dönüştürülmesini bir gereklilik
olarak belirlemiştir.
INSPIRE DİREKTİFİ
Bu doğrultuda çıkarılan INSPIRE
Direktifi, su kaynakları yönetimi, acil
durum yönetimi, afet yönetimi, tarımsal faaliyetlerin organizasyonu ve
yönetimi, yatırım alanlarının tespiti,
kentleşmenin izlenmesi gibi birçok stratejik uygulamayı gerçekleştirebilmek
amacıyla farklı kurumlar tarafından
üretilen coğrafi verilerin tek bir yapı
içinde kullanıma sunulmasını ve paylaşımını amaçlamaktadır.
INSPIRE Direktifi’ne göre Ulusal
Coğrafi Bilgi Sistemi bileşenleri metaveri; mekânsal veri setleri ve mekânsal
veri servisleri; network servisleri ve teknolojileri; paylaşım, erişim ve kullanıma
ilişkin düzenlemeler ile koordinasyon
ve izleme mekanizmalarından oluşmaktadır.
INSPIRE ile belirlenen standart ve
politikalar, AB uyum programı çerçevesinde, Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi
Altyapısının oluşturulması için temel
olarak alınmaktadır.
ÖNEMLİ BİR KARAR DESTEK ARACI
CBS ve KBS, çarpık kentleşmenin neden olduğu sosyal, ekonomik ve ekolojik
problemlerin belirlenmesi, analiz edilmesi ve çözümlenmesi için kent bilgisinin
yönetilmesinde, mekansal planlama ve kentsel dönüşüm süreçlerinin iyileştirilmesinde ve
uygulamaların hızlanmasında önemli bir karar destek aracıdır.
İLK ÇALIŞMALAR
ABD’DE BAŞLADI
Ulusal Mekânsal Veri Altyapısı ilk
olarak Amerika Birleşik Devletleri'nde,
13 Nisan 1994 yılında yayımlanan Federal Kayıt ile açık bir şekilde tanımlanmıştır. Bunu takip eden yıllarda, farklı
ülkeler, Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemini
kurma çalışmalarına başlamış ve 2007
yılında Avrupa Birliği tarafından yayımlanan 2007/2/EC numaralı INSPIRE
(Avrupa Mekânsal Veri Altyapısı) Direktifi ile coğrafi bilginin kıtasal düzeyde
paylaşılabilmesi hedeflenmiştir.
AVRUPA’DAKİ ÇALIŞMALAR
1999 yılında Avrupa Birliği Mekansal Gelişme Perspektifi adında hükümetler arası bir belge yayınlayarak
(European Spatial Development Pers-
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
21
TEKNOLOJİ ULUSAL CBS
Coğrafi bilginin
üretilen bilgi içindeki
payı oldukça büyüktür;
yeryüzündeki bilgilerin
yaklaşık yüzde 80’i
mekânsal bilgidir.
TÜRKİYE’DEKİ ÇALIŞMALAR
Ülkemizde Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi kurma çalışmaları 2003 yılında
Başbakanlık tarafından yayınlanan
2003/48 sayılı Genelge ile yürütülmeye başlanan e-Dönüşüm Türkiye Projesi
Kısa Dönem Eylem Planı kapsamında
başlatılmıştır. Eylem Planı'nda yer alan
“Türkiye Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi
Oluşturulabilmesi İçin Bir Ön Çalışma
Yapılması” konulu 47 numaralı eylem
Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü’nün (TKGM)
sorumluluğunda gerçekleştirilmiştir.
22
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
2005 yılında Devlet Planlama
Teşkilatı’nın koordinasyonunda 2005/5
sayılı Yüksek Planlama Kurulu Kararı
ile e-Dönüşüm Türkiye Projesi 2005
Eylem Planı yayınlanmıştır. Bu eylem
planında yer alan “Türkiye Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Oluşturmaya Yönelik
Altyapı Hazırlık Çalışmaları” konulu 36
numaralı eylemin yürütülmesi görevi
TKGM'ye verilmiştir. Bu kapsamda yapılan çalışmaların neticesinde Türkiye
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Politika ve
Strateji Dokümanı hazırlanmıştır.
CBS ÇALIŞMALARI
2006’DA BAŞLADI
2006-2010 Bilgi Toplumu Stratejisi Eylem Planının "Kamu Yönetiminde
Modernizasyon" teması altında yer alan
75 numaralı “Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısı Kurulumu” eylemi ile Türkiye’de
coğrafi veri altyapısı kurulumuna yönelik uygulama çalışmaları başlatılmıştır. 75 numaralı eylem, kamu kurum
ve kuruluşlarının sorumlusu oldukları
coğrafi bilgileri ortak altyapı üzerinden
kullanıcılara sunmaları amacıyla bir portalın oluşturulması ve coğrafi verilere
ilişkin içerik ve değişim standartlarının
belirlenmesi konularını kapsamaktadır.
TKGM sorumluluğunda yürütülen eylem sonucunda, Coğrafi Bilgi Sistemi
Altyapısı Kurulumu Fizibilite Etüdü hazırlanmıştır. Hazırlanan rapor, 14 Ocak
2011 tarihinde mülga Devlet Planlama
Teşkilatı'na sunulmuştur.
INSPIRE DİREKTİFİ
INSPIRE Direktifi su kaynakları yönetimi, acil durum yönetimi, afet yönetimi, tarımsal
faaliyetlerin organizasyonu ve yönetimi, yatırım alanlarının tespiti, kentleşmenin izlenmesi
gibi birçok stratejik uygulamayı gerçekleştirebilmek amacıyla farklı kurumlar tarafından
üretilen coğrafi verilerin tek bir yapı içinde kullanıma sunulmasını ve paylaşımını
amaçlamaktadır.
İLK YASAL
DÜZENLEME 2009’DA
09.12.2009 tarihinde mülga Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname'de yapılan değişiklik ile
“Türkiye Coğrafi Bilgi Sisteminin Oluşturulmasına, iyileştirilmesine ve işletilmesine dair iş ve işlemleri yapmak,
yaptırmak, yaygın olarak kullanılmasını
teşvik etmek” görevi verilmiş ve Ulusal
Coğrafi Bilgi Sistemi oluşturulması ile
ilgili ilk yasal düzenleme yapılmıştır.
Bu göreve dayalı olarak 2011-2013
dönemini kapsayan Orta Vadeli Programda, «e-Devlet Uygulamalarının
Yaygınlaştırılması ve Etkinleştirilmesi»
hedefi kapsamında, 2011 yılı Yatırım
Veri yönetimi ve ağ
teknolojilerindeki
gelişmelere paralel
olarak, yüksek
maliyetlerle üretilen
coğrafi bilginin bir
sistem dâhilinde
paylaşımının
sağlanması için
mekânsal veri altyapısı
oluşturma çalışmaları
başlamıştır.
Programı'nda 268 numaralı tedbir ve
2012 yılı Yatırım Programında 289 numaralı tedbir ile «Ulusal düzeyde coğrafi bilginin sunumunu ve paylaşımını
sağlamak üzere bir portal kurulacak;
veri içerik ve değişim standartları belirlenecektir» alt hedefi tespit olunmuştur.
Bakanlığımızca, “Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısı Kurulumu Projesi”
kapsamında belirlenen hedefleri gerçekleştirmek üzere çalışmalara devam
edilmektedir.
ULUSAL CBS NELER SAĞLIYOR?
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi, farklı
kurum ve kuruluşlar tarafından üretilen
coğrafi verinin bir araya getirilmesini,
farklı kullanıcılara ve uygulamalara
paylaştırılmasını, ulaşılabilir verinin
keşfini ve kullanım amacına uygunluğunun değerlendirilmesini sağlamaktadır.
Bunları sağlayabilmek için beş önemli
alanda uygulama esasının belirlenmesi
ve düzenleme yapılması gerekmektedir:
- Metaveri;
- Belirlenecek olan temalardaki coğrafi veri ve servislerin birlikte çalışabilirliği ve uyumlaştırılması;
- Ağ servisleri ve teknolojileri;
- Coğrafi veri ve servislerin paylaşımı
ile ilgili önlemler;
- Koordinasyon ve izleme önlemleri.
ETKİN YÖNETİM
VE KALİTELİ
HİZMETİN
ANAHTARI: CBS
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi altyapısının oluşturulması, Dokuzuncu Kalkınma Planı'nda belirlenen
Bilgi ve İletişim Teknolojilerinin
Yaygınlaştırılması, e-Devlet Uygulamalarının Yaygınlaştırılması ve
Etkinleştirilmesi, Kamu Hizmetlerinde Kalite ve Etkinliğin Artırılması, Çevrenin Korunması ve Kentsel
Altyapının Geliştirilmesi, Enerji ve
Ulaştırma Altyapısının Geliştirilmesi ile Bölgesel Gelişme Politikasının
Merkezi Düzeyde Etkinleştirilmesi
hedeflerine hizmet etmektedir.
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi altyapısının kurulması ile elde edilecek faydalar şöyle özetlenebilir:
- Birlikte çalışabilir coğrafi veri
standartları belirlenerek e-devlet
uygulamalarının yaygınlaşması
sağlanacak ve vatandaşa verilen
hizmetin niteliği ve niceliği arttırılacak,
- Veri paylaşımı sağlanarak
mükerrer veri üretiminin önlenmesi neticesinde kaynak israfının
önüne geçilecek,
- Doğru ve güncel coğrafi bilgiye erişim sağlanması ile karar destek süreçleri iyileşecek ve kamuda
etkin yönetime hizmet edilecek,
- Veriye hızlı ve kolay erişim
sağlanarak yatırım süreçleri iyileşecektir.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
23
TEKNOLOJİ ULUSAL CBS
STANDARTLAR BELİRLENİYOR
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi kurulumunun yerel yönetim odaklı olarak sağlanması için,
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca “Kent Bilgi Sistemi Standartlarının Belirlenmesi Projesi”
yürütülmektedir.
ULUSAL CBS’NİN HEDEFLERİ
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısı Kurulumu Projesi’yle, Ulusal
Coğrafi Bilgi Sistemi kapsamındaki
coğrafi veri temaları ile bunlara ait
tanım ve kapsam, Avrupa Mekânsal
Veri Altyapısı (INSPIRE) Direktifi ve
uygulama esasları da dikkate alınarak
belirlenmektedir.
Kurum ve kuruluşlarca üretilen
coğrafi verilerin birlikte çalışabilirlik
esasları dahilinde paylaşılabilmesi için;
referans model, uygulama şeması ve
detay kataloglama kuralları, koordinat
referansı ve birim tanımlama, tanımlayıcı yönetimi, kayıt yönetimi, metaveri, veri transferi ve veriler arasındaki
tutarlılık gibi bileşenleri içeren jenerik
kavramsal model tanımlanmakta ve
buna dayalı olarak uygulama şemaları
oluşturulmakta ve veri tanımlama dokümanları hazırlanmaktadır.
KENT BİLGİ
SİSTEMLERİNE STANDART
Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi kurulumu gerçekleştiriminin yerel yönetim
odaklı olarak sağlanması için; Bakanlığımızca “Kent Bilgi Sistemi Standartlarının
Belirlenmesi Projesi” yürütülmektedir.
Bilindiği üzere kent bilgisi kentliye hizmet eden altyapı, çevre, inşaat, ulaştırma, enerji, turizm, tarım, haberleşme,
güvenlik ve diğer tüm sektörlerce üretilen ya da kullanılan bilgilerin bütününden oluşmakta ve bu geniş veri ve
bilgi yelpazesi ise Ulusal Coğrafi Bilgi
Sistemi’nin kapsamını oluşturmaktadır.
ÖNEMLİ BİR KARAR
DESTEK ARACI: KBS
Coğrafi Bilgi Sistemleri ve onun kent
bazına indirgenmiş şekli olan Kent Bilgi
Sistemleri (KBS), çarpık kentleşme ve
şehirlerin hızlı büyümesinin neden olduğu ve giderek artan sosyal, ekonomik ve
ekolojik problemlerin belirlenmesi, analiz
edilmesi ve çözümlenmesi için kent bilgisinin yönetilmesinde, mekansal planlama ve kentsel dönüşüm süreçlerinin
iyileştirilmesinde ve yapılacak uygulamalarda hız kazanılmasında önemli bir
karar destek aracıdır.
Proje kapsamında Kent Bilgi Sistemi
standartlarının oluşturulmasına yönelik
olarak mevzuat, kurumsal altyapı, veri/
kullanıcı gereksinimi ve uluslararası standartların analizi ile kavramsal veri modeli
tasarımı, mekânsal veri standartlarının
belirlenmesi, KBS veri değişim formatının
geliştirilmesi ve idari ve mali modelleme
çalışmaları yapılmaktadır.
KAYNAKÇA
FGDC, (1997), "Framework, Introduction and Guide", Book of Federal Geographic Data Committee, Washington.
GEO, Oregon Geospatial Enterprise Office, http://gis.oregon.gov/.
Groot, R. and McLaughlin, J. (2000), "Geospatial Data Infrastructure: Concepts, Cases and Good Practice", Oxford University Press, New York, USA.
TKGM, (2005), "Türkiye Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Oluşturulabilmesi İçin Ön Çalışma Raporu".
TKGM, (2006), "Türkiye Ulusal Coğrafi Bilgi Sistemi Oluşturmaya Yönelik Altyapı Hazırlık Çalışmaları Raporu".
TKGM, (2010), "Coğrafi Bilgi Sistemi Altyapısı Kurulumu Fizibilite Etüdü Raporu"
Varian, H. and Lyman, P., (2003), http://www2.sims.berkeley.edu/research/projects/how-much-info-2003/printable_report.pdf.
24
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
GERİ DÖNÜŞÜM ATIK YAĞLAR
"KALKINMA İÇİN ATIK
İSRAFINA SON VERMEK ŞART"
GEKSANDER Genel Başkanı
İbrahim Engin’e göre,
kalkınma çabasındaki
ülkelerin doğal
kaynaklarından maksimum
faydalanabilmeleri için
atık israfına son vermeleri
gerekiyor.
Geri Kazanım Sanayicileri Derneği
(GEKSANDER) Genel Başkanı İbrahim
Engin, derneğin Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından lisanslandırılmış geri
kazanım-dönüşüm sektörünü temsil eden
firmalar öncülüğünde 14 Nisan 2009 tarihinde Ankara’ da kurulduğunu söyledi.
KURUMSALLAŞMAK
ÖNCELİKLİ HEDEF
Sektörün kurumsallaşmasını sağlamak için çalıştıklarını kaydeden Engin,
amaçlarını, "geri dönüşüm sektöründe
faaliyet gösteren yerel ölçekli şirketlerin
ortak kazanımlarının sağlanması, şirketlere küresel bir geniş görüşlülük kazandırmak, sektör içerisinde ortak paydalar
oluşturarak birlikte çevresel ve bilimsel
bir yapı kazanılması" şeklinde özetledi.
26
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
DERNEK
BÜNYESİNDEKİ
SEKTÖRLER
Dernek bünyesinde, madeni
atık yağ ve bitkisel atık yağ geri
dönüşümü, elektrik ve elektronik
atıkların geri dönüşümü, kablo geri
dönüşümü, metal geri dönüşümü,
atık pil ve akümülatörlerin geri dönüşümü, endüstriyel ambalajların geri
dönüşümünü yapan firmalar bulunduğunu belirten Engin, bu dalların dernek
yönetiminde de temsil edildiğini söyledi.
YEŞİL KAMERA
KISA FİLM YARIŞMASI
GEKSANDER’in de aralarında yer bulunduğu 13 sivil toplum kuruluşunun 5 Haziran 2009 Dünya Çevre Gününde İstanbul’da
Bitkisel atık yağ, sanayiden çıkan atık yağ, demir,
çelik, bakır, kurşun, kâğıt, plastik, kauçuk, cam,
elektronik atıkların geri kazanılması, doğal
kaynakların tükenmesini en azından geciktiriyor.
bir araya gelerek "Atıkları Kaynağında
Toplama Platformu"na katıldıklarını hatırlatan Engin, destek verdikleri sosyal sorumluluk projelerine dair şunları anlattı:
"Atıkların geri dönüştürülerek ekonomiye yeniden kazanılması konusunda
kamuoyundaki bilincin gelişmesine katkı
sağlamak amacıyla, Recycling INDUSTRY
Dergisi’nin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın desteği, TÜÇEV’ in katkılarıyla düzenlediği
Yeşil Kamera Üniversiteler Arası Geri Dönüşüm ve Çevre Kısa Film Yarışması’na
katkı ve destek sağlıyoruz."
ÇEVRE YÖNETİMİ ÇALIŞTAYI
Çevre ve Orman Bakanlığı öncülüğünde TÜÇEV ile birlikte 27–28 Mayıs 2010 tarihinde Sapanca’da düzenlenen "AB Sürecinde Çevre Yönetimi
Çalıştayı"na katılarak sektördeki beklentileri dile getirdiklerini kaydeden
Engin, TAIEX RTP tarafından 20–21
Ekim 2010 tarihinde Eskişehir’de gerçekleştirilen "Atık Yağ Mevzuat ve Uygulamaları" konulu seminere katılarak
sunum yaptıklarını ifade etti.
GEKSANDER
Genel Başkanı
İbrahim Engin
II. ULUSAL ATIK MADENİ YAĞ
ÇALIŞTAYI
TÜBİTAK tarafından 24 Şubat 2011
tarihinde Ankara’da gerçekleştirilen "II.
Ulusal Atık Madeni Yağ Çalıştayı"nda
Türkiye’de madeni yağ sektörü, atık
yağların toplanması ve taşınması, geri
kazanımı ve bertaraf edilmesine ilişkin
konuların dile getirildiğini hatırlatan
GEKSANDER Genel Başkanı Engin,
"Atık Kod Listesi’ndeki 20 ana başlıkta yer alan atıklardan birçoğunun geri
kazanımı/dönüşümü yapılabilmektedir.
Derneğimiz bütün bu alanların düzenlenmesi ile ilgili yapılan faaliyetlerin
içerisinde yer almaktadır" şeklinde
konuştu.
çevre sağlığının korunması konusunda
önlemlerin alınması yönünde gerekli
çalışmaları yapmak ve sürdürebilirliği
amacını ilke edinerek faaliyetlerini devam ettirmektir."
ATIK YÖNETİMİNDE
ÖNCELİK SIRASI
Genel Atık Yönetimi’nde öncelik sırasının, 1) Önleme, 2) Kaynakta Azaltma,
3) Yeniden Kullanım, 4) Geri Kazanım/
Geri Dönüşüm, 5) Ön İşlem (Yakma
Dâhil), 6) Bertaraf şeklinde sıralandığını
hatırlatan Engin, sektörün eğitilmesinde
büyük katkıları bulunan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Orman ve Şu İşleri
Bakanlığı ve TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi’ne teşekkür etti.
DERNEĞİN MİSYONU
Faaliyetler sırasında bakanlıklar, belediyeler, enstitüler, üniversiteler, STK,
diğer kurum ve kuruluşlar ile birlikte
hareket ettiklerinin altını çizen Engin,
derneğin misyonunu şöyle özetledi:
"Derneğimiz atık madeni yağların,
toplanması, taşınması, depolanması
ve geri kazanımı ile birlikte insan ve
Atık Yağ Nasıl Oluşur?
Sanayileşerek kalkınmış ülkelerde
olduğu gibi, Türkiye’de de madeni yağ
kullanım oranının yıldan yıla arttığına
işaret eden GEKSANDER Genel Başkanı İbrahim Engin, ömrünü doldurarak kullanım özelliklerini kaybeden
veya değişik nedenlerle kullanılmayan
yağların "atık yağ" olarak adlandırıldığını söyledi.
Madeni veya sentetik yağların
yağlama amacıyla belli bir süre kullanım sonucunda kimyasal ve fiziksel
olarak kirleneceğine dikkati çeken
Engin, şunları söyledi:
"Yağ, içindeki katkı maddelerinin
kırılması, normal kullanım esnasında
kir, metal sürtünmeleri, su veya kimyasallarla karışarak kirlenir ve rengi
koyulaşarak kullanılamaz duruma gelir. Yağ zamanla uzun kullanımdan
dolayı iyi performans göstermez.
Dolayısıyla motorun daha iyi iş yapabilmesi için kullanılmış yağ, yeni
yağla değiştirilir."
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
27
GERİ DÖNÜŞÜM ATIK YAĞLAR
GERİ DÖNÜŞÜM NEDİR?
Geri dönüşümü, "yeniden değerlendirilme imkânı olan atıkların çeşitli fiziksel ve kimyasal işlemlerden geçirilip ikincil hammaddeye dönüştürülerek
tekrar üretim sürecine dâhil edilmesi"
şeklinde tarif eden Engin, "Diğer bir ifadeyle geri dönüşüm, herhangi bir şekilde kullanılarak kullanım dışı kalan
atık malzemelerin çeşitli geri dönüşüm
yöntemleri ile ham veya mamul madde
olarak tekrar imalat süreçlerine kazandırılmasıdır" dedi.
Bitkisel atık yağ, sanayiden çıkan atık yağ, demir, çelik,
bakır, kurşun, kâğıt, plastik, kauçuk, cam, elektronik
atıkların geri kazanılması, doğal kaynakların
tükenmesini en azından geciktiriyor.
KAYNAKLAR SINIRSIZ DEĞİL
Kaynakların sonsuz olmadığının, dikkatlice kullanılmadığı takdirde doğal
kaynakların bir gün tükeneceğinin akıldan çıkarılmamasını isteyen Engin, "Bu
durumun farkına varan ülke ve üreticiler
kaynak israfını önlemek ve ortaya çıkabilecek enerji krizleri ile baş edebilmek
için atıkların geri kazanılması ve tekrar
kullanılması için çeşitli yöntemler aramış ve geliştirmişlerdir" diye konuştu.
ATIK İSRAFINA SON
Ülke
Ekonomisine
Devasa Katkı
Türkiye ekonomisi açısından
bakılacak olursa: Bir varil yaklaşık 210 litre ham petrolden 3 litre
baz yağ elde edilirken, aynı miktar
baz yağı 4.75 litre atık motor yağından elde etmek mümkündür.
Ülkemizin baz madeni yağının
çoğunu ithal eden bir ülke olduğunu düşünülürse, rafinasyon ve
rejenerasyonun ülke ekonomisine
katkısının devasa boyutu hesaplanabilir.
Nitekim Ocak-Ağustos 2011
döneminde toplanan atık motor yağının, yüzde 9’u hammadde olarak geri kazanılmak üzere
lisanslı rafinasyon rejenerasyon
tesislerinde, yüzde 80’i enerji olarak geri kazanılmak üzere
çimento, kireç veya demir çelik
fabrikalarında, yüzde 11’i tehlikeli atık olarak bertaraf tesisinde
değerlendirilmiştir.
28
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Kalkınma çabasında olan ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya bulunan
gelişmekte olan ülkelerin doğal kaynaklarından uzun vadede ve maksimum şekilde faydalanabilmeleri için atık israfına
son vermeleri gerektiğine dikkati çeken
GEKSANDER Başkanı, "Geri dönüşümde
amaç; kaynakların gereksiz kullanılmasını önlemek ve atıkların kaynağında ay-
rıştırılması ile birlikte atık çöp miktarının
azaltılması olarak düşünülmelidir" dedi.
GERİ DÖNÜŞÜM ÇOK ÖNEMLİ
"Bitkisel atık yağ, sanayiden çıkan
atık yağ, demir, çelik, bakır, kurşun,
kâğıt, plastik, kauçuk, cam, elektronik
atıklar gibi maddelerin geri kazanılması
ve tekrar kullanılması, doğal kaynakların
tükenmesini en azından geciktirecektir"
diyen Engin, şöyle devam etti:
"Bu durum; ülkelerin ihtiyaçlarını
karşılayabilmek için ithal edilen hurda
malzemeye ödenen döviz miktarını da
azaltacak, kullanılan enerjiden büyük
ölçüde tasarruf sağlayacaktır. Örneğin
kullanılmış kâğıdın tekrar kâğıt imalatında kullanılması, hava kirliliğini yüzde
74–94, su kirliliğini yüzde 35, su kullanımını yüzde 45 azaltmaktadır. Bir ton
atık kâğıdın kâğıt hamuruna katılmasıyla
8 ağacın kesilmesi önlenebilmektedir."
Fiber hızlı TTNET FİBERNET, yani hızlıdan da hızlı internet evinize geliyor. HD kalitedeki filmler
dakikalar içinde iniyor. İnternette beklemeler sona eriyor. Gençler hayal ettikleri hızda oyun
oynuyor! TTNET FİBERNET’le tanışmak için, sizi de bir TTNET Satış Noktası’na bekliyoruz!
TTNET’le her şey mümkün!
www.ttnet.com.tr l 444 0 375
TTNET FİBERNET Paketleri ile 100 Mbps’ye kadar hızlı internet erişimi sağlanabilmektedir. TTNET FİBERNET Paketleri altyapının uygun olduğu yerlerde
verilebilmektedir. Hizmetten yararlanabilmek için uygun cihaz gerekmektedir. TTNET FİBERNET tarife paketleri ve hizmet detayları hakkında ayrıntılı ve
güncel bilgi www.ttnet.com.tr’de.
BİLİNÇ DUYARLILIK TESTİ
ÇEVRE VE ŞEHİR TESTİ
1. Dünyadaki tüm şehirler, dünya üzerinde yaklaşık yüzde 2’lik bir alan işgal ediyor. Acaba
dünyadaki sera gazı emisyonlarının yüzde kaçı
şehirlerden salgılanıyor?
A) Yüzde 10
B) Yüzde 20
C) Yüzde 50
D) Yüzde 70
2. Büyük şehirlerde kişi başına salınan sera gazı
emisyonu miktarı, ülke ortalamasına kıyasla daha
azdır. Ancak aşağıdaki şehirlerden hangisinde
kişi başına salınan emisyon ülke ortalamasından
fazladır?
A) İstanbul
B) New York
C) Londra
D) Pekin
3. Marmaray Projesi hayata geçirildikten sonra,
projenin gerçekleştirilmediği durum ile kıyaslanınca, projenin kaç yıllık işletme dönemi boyunca, yıllık ortalama 115,000 ton/yıl düzeyinde
sera gazı emisyonu giderilecektir?
A) 10 yıl
B) 25 yıl
C) 50 yıl
D) 75 yıl
4. Aşağıdakilerden hangisi dışa enerji bağımlığı
yüksek olan Kore’nin toplu konutlarda kullandığı enerji tasarruf yöntemlerinden biridir?
A) Binaların birbirlerine yakın bir şekilde inşa
edilmesi
B) Binalardaki yapılarda yansıtıcı camların kullanılması
C) Binaların güneye bakacak şekilde inşa edilmesi
D) Binaların birbirlerine uzak bir şekilde inşa
edilmesi
5. Aşağıdaki şehirlerden hangisinde çalışan kesim
arasında toplu taşıma kullanım oranı en yüksektir?
A) Amsterdam
B) Honolulu
C) Zürih
D) Tokyo
6. Kentsel dönüşüm projelerini ve bu işlemler sonrası ortaya çıkan büyük ölçekli atıkların yönetimi düşünüldüğünde, atık malzemelerinin ne
kadarını geri kazanmak mümkündür?
A) %30
B) %50
C) %70
D) %90
30
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
MART 2012
7. Isı adası, birbirine yakın çok sayıda ısı kaynağının
kentsel alanlarda ısının artmasına neden olarak
bu alanlarla etrafları arasında gece ısısı yönünden
farklılık yaratan ve dolayısıyla sıcak havayı ve
kirleticileri tutan bir sis kubbesi oluşumuna yol
açan olumsuz duruma denir. Kentlerde oluşan ısı
adasının küresel ısınmaya etkisi nedir?
A) Fosil yakıt emisyonlarından daha şiddetli
bir etkisi vardır
B) Fosil yakıt emisyonları ile aynı seviyede bir
etkisi vardır
C) Fosil yakıt emisyonlarından daha az bir
etkisi vardır
D) Küresel ısınmaya herhangi bir etkisi yoktur
8. Hollanda’nın Roterdam şehri 2011 yılında 100
küresel şehir arasında gerçekleştirilen bir araştırmaya göre kişi başına en çok sera gazı salgılayan
şehir seçilerek listede en üst sıraya yerleşmiştir.
Şehirdeki yüksek sera gazı emisyonun sebebi nedir?
A) Şehrin bir liman kenti olması
B) Nüfusunun yüksek olması
C) Genç nüfusun yüksek olması
D) Soğuk bir şehir olması
9. Sağlıklı ve sürdürülebilir bir atık yönetim sistemi, geri kazanılabilir atıkların çöp ile karışmadan
kaynağında ayrı toplanması ve organize bir yapı
içerisinde geri kazanım sürecinin gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. Geri kazanım çalışması
ile aşağıdakilerden hangisi mümkün olmaktadır?
A) Doğal kaynakların korunması
B) Sera gazı emisyonlarının azaltılması
C) Katı atık miktarının artması
D) Küresel ısınmanın önlenmesi
10. Bir zamanlar insanların yanından geçerken kokudan rahatsız oldukları, kapanması için önünde eylemlerin yapıldığı Mamak Çöplüğü, hangi
yöntemin kullanılmasıyla artık yılda 500 bin ton
karbondioksit eşdeğeri emisyon gerçekleştiren
bir yer haline gelmiştir?
A) Çöplüğün başka bir yere taşınması
B) Entegre Katı Atık tesisinin kurulması
C) Kompostlaştırma
D) Çöplerin yakılması
CEVAP 1
Birleşmiş Milletlerin yaptığı bir araştırmaya göre şehirlerden salgılanan sera
gazı emisyonu toplam sera gazının yaklaşık yüzde 70’ini oluşturuyor.
CEVAP 2
Toplu taşıma, nüfus yoğunluğu ve
dar yaşama alanları sebebiyle şehirlerden kişi başına salınan sera gazı emisyonu, ülke ortalamasından altındadır.
Ancak Pekin’deki kişi başına salınan
sera gazı emisyonu, tüm Çin’e kıyasla
daha fazladır. Bunun nedeni ise ülkenin
geri kalanının çoğunun başkente kıyasla
daha az gelişmiş olmasıdır.
CEVAP 3
Marmaray Projesinin gerçekleştirmediği takdirde ortaya çıkacak olan
durumla, projenin gerçekleştirilmesi
karşılaştırıldığında, projenin bir sonucu
olarak hava kirliliğinde oluşacak olan
azalmanın yaklaşık olarak sera gazlarının miktarında -başta CO2 olmak
üzere- ilk 25 yıllık işletim dönemi boyunca, yıllık ortalama olarak yaklaşık
115 bin ton/yıl düzeyinde olacağı tahmin edilmektedir.
CEVAP 4
Enerji tasarrufu için alınacak önlemlerden bir tanesi ısınmayı arttırmak
için binaları güneye bakacak şekilde
inşa etmektir.
CEVAP 5
Şehrin kısıtlı coğrafyası ve merkezi istihdam alanı sayesinde Honulu’da
uygulanan otobüs sistemi ile yaklaşık
çalışan kesimin yüzde 97’si toplu taşıma
ile yolculuk etmektedir.
CEVAP 6
Bina yapımı ve inşaat atığının tüm
fraksiyonları göz önünde tutulursa atık
malzemelerin yüzde 90’nını geri kazanmak mümkündür. Hali hazırda inşaat
atıklarının sadece küçük bir kısım geri
kazanılmaktadır.
CEVAP 7
2011 yılında Stanford Üniversitesinde gerçekleştirilen bir araştırmaya
göre ısı adaları Sanayi Devriminden
bu yana küresel ısınmanın yüzde 2 ve
yüzde 4’lük bir kısmına etki etmektedir. Fosil yakıtlar ise toplam küresel
ısınmanın yüzde 79’luk kısmını etkilemektedir.
CEVAP 8
Avrupa’nın en büyük liman kenti
olan Roterdam, aynı zamanda petrol
ürünlerinin ticaret merkezi ve büyük
gemilerin yakıt alma yeridir. Benzer
nüfuslu ve iklimli şehirlere kıyasla
Roterdam’daki kişi başına düşen sera
gazı emisyonu bu nedenden dolayı kat
ve kat fazladır.
CEVAP 9
Geri kazanım çalışması ile doğal kaynakların korunması, kaynak israfının
önlenmesi ve bertaraf edilmesi gereken
katı atık miktarının azaltılması mümkün olmaktadır. Ayrıca, hem depolama
alanına giden atık miktarı azaltılabilecek, hem de değerlendirilebilir atıklar
hammadde olarak ekonomiye kazandırılabilecektir.
CEVAP 10
Mamak’ı bu hale getiren Entegre
Katı Atık tesisinin kurulmasıdır. Birinci safhada çöp sahası rehabilite edilir
ve çöp gömülür. Daha sonra borulama
yapılarak gaz çıkartılır. Aynı safhanın
içinde o çıkan gazdan enerji üretilebilir ve aynı anda çöp ayrıştırma istasyonlarında geri dönüşümlü ve organik
malzemeleri ayıklanır.
Organik maddeler fermantasyon
yöntemiyle metan gazına, enerjiye ve
gübreye çevrilir. İkinci safhada kompozit üretim ve ilave fermantasyon yapılır.
Üçüncü safha ise geri kalan çöp termal
yöntemle tekrar enerjiye ve gübreye
çevrilir.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİR
n
31
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK HUKUK
Anayasa'da çevre
Av. Beyhan Aslan
Tüketici ve Çevre Eğitim Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
21. Dönem Denizli Milletvekili
Siyasi partilerimiz seçimler öncesi,
1982 Anayasasının ihtiyaçlara cevap
vermediği, ihtilal ürünü olan bu anayasadan kurtulmak gerektiği konusunda
halkımıza görüşlerini arz ettiler. Geniş
halk kitleleri, sivil toplum örgütleri üniversiteler, kamu ve özel sektör temsilcileri, aydınlar da aynı düşünceyi paylaştılar. Seçim sonrası oluşan T.B.M.M,
bütün toplumu kucaklayan, çağdaş, yeni
bir anayasanın yapımı için; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan
siyasi partilerimizin eşit üye ile temsil
edildiği, oybirliği ile kararların alına-
32
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
bildiği Anayasa Uzlaşma Komisyonu'nu
oluşturdular.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
Sayın Cemil Çiçek ile birlikte, İzlaşma
Komisyonu; her vesile ile yayınladıkları
mesajlarında, toplumun her kesimine
hitap ederek, Anayasa ile ilgili görüş ve
önerilere açık olduklarını, bu konuda görüşleri ve önerileri olanların elektronik
ortamda iletişim kurarak ya da bizzat
başvurarak iletebileceklerini açıkça ilan
ettiler. Umarız, muhataplar çağrıyı dikkate almışlar, katkıda bulunmuşlardır
ya da bulunacaklardır.
Tüketici ve Çevre Eğitim Vakfı
olarak; vakfımızın amacını oluşturan
tüketici hakları ve çevreye ilişkin konuların, Anayasal teminat altına alınması temennimizdir. Tüketici Hak ve
Sorumlulukları kapsamına; sağlıklı bir
çevrede yaşama hakkının yanında, sağlıklı çevrenin oluşumuna katkıda bulunmak, yani çevreyi ve doğal kaynakları
korumak sorumluluğu da girmektedir.
1982 Anayasamızın "Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması başlığı altında düzenlenen 56. Maddesi sağlıklı
bir çevrede yaşama hakkını ve çevrenin
korunması ile sağlıklı çevrenin oluşmasında bireylere ve devlete görev yüklemiştir. Mevcut Anayasamızda anayasal
teminat mevcuttur. Anayasamızda var
olan mevcut metinle yetinmeyip, çevre
daha ileri boyutta yeni anayasamızda
yer almalıdır. Çevreyle ilgili daha ileri
bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Anayasaların kısa ve öz metinler olduğunun
bilincindeyiz. Kısa, öz, anlaşılır cümlelerle anayasa içeriğinde çevre konusu
daha kapsamlı olarak teminat altına
alınmalıdır. "Çevrenin anayasalarda
yer almasına gerek yoktur. Anayasalar
kısa ve öz metinlerdir. Çevreye ilişkin
konular kanunlarla düzenlenmelidir"
görüşüne katılmıyoruz. Yeni Anayasa
tartışmalarında önem verilen bir başlık
olması temennimizdir.
Çevrenin Anayasal düzeyde korunması; yasama organını çevrenin korunması, kirliliğin önlenmesi, kirletenin sorumluluğu konularında hukuki ve cezai
yaptırımlarla ilgili kanunları çıkarma
zorunluluğu altına sokacaktır. Yargı;
çevresel konularda karar verirken gücünü Anayasadan alacaktır. Yürütme;
çevreye karşı daha duyarlı olacak, idari
yaptırımları tavizsiz uygulayacaktır.
çevre” kavramları yeni Anayasada dengeli biçimde yer almalıdır. Çevreyle barışık bir kalkınma modeli benimsenmelidir, ekonomi ile ekoloji dengelenmelidir.
Çevre hak ve hukukunun karakteri, sadece yaşayanlar için değil, henüz
doğmamış gelecek nesillerin de hak ve
hukukunu korumaktır. Nesiller arası
adalete vurgu yapılmalıdır.
Çevre; sınır tanımayan sınır aşan bir
kavram olarak bütün insanlığın ortak
varlığı olduğu gibi; korunup kollanması
da insanlığın ortak sorumluluğundadır.
Usulüne göre imzalanıp, TBMM tarafından kabul edilip yürürlüğe giren çevreye
ilişkin uluslar arası metinler üst hukuk
normları olup, yeni Anayasamız yanında
insanımıza güç verecektir.
Bahsettiğim çevresel konuların yeni
Anayasamızda yer almasının nasıl formüle edileceği konusu, Anayasayı yapan iradenin işi ve kabulü olacaktır.
Tüketici ve Çevre Eğitim Vakfı olarak;
formüle edilmiş yeni Anayasada madde
taslağını Anayasa Uzlaşma Komisyonu,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa
Komisyonu yetkililerine takdim etme
sorumluluğunun bilincindeyiz.
Sağlıklı bir çevrede
yaşamak sadece
insanın değil doğadaki
bütün canlıların
hakkıdır. Yeni
Anayasamız; diğer
canlılar, bitkiler ve
hayvanların yaşam
alanlarını korumalı,
çeşitliliğini ve
sürdürülebilirliğini
teminat altına
almalıdır.
Anayasal teminat altına alınmasını
istediğimiz bize göre hayati kabul
ettiğimiz çevresel konular nelerdir?
-Sağlıklı bir çevrede yaşamak sadece insanın değil doğadaki bütün
canlıların hakkıdır. Yeni Anayasamız;
diğer canlılar, bitkiler ve hayvanların
yaşam alanlarını korumalı, çeşitliliğini
ve sürdürülebilirliğini teminat altına
almalıdır. İnsan dışı canlılar Allah’ın
insana emaneti olup bu konuda görev
insanoğluna yüklenecektir.
-Doğal kaynakların korunmasında,
gelecek nesilleri düşünerek yönetilmesinde, ekolojik dengenin gözetilmesi,
bireylerin ve devletin görev alanı içinde
olup, çevre duyarlılığının gelişmesi için
eğitim ve öğretim görevi sivil toplum ve
devlete yüklenmesi anayasal teminata
bağlanmalıdır.
İnsanın mutluluk ve refahı için vazgeçilmez "sürdürülebilir kalkınma" ile
yaşamın vazgeçilmesi “sürdürülebilir
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
33
ŞEHİRCİLİK YEŞİL BİNALAR
ENERJİ TASARRUFU İÇİN
YEŞİL BİNALAR GELİYOR
Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’nin açılışında konuşan Çevre ve
Şehircilik Bakanı Bayraktar, “Yeşil binalar üreterek, yalıtımı daha
iyi yaparak yüzde 50’ye varan enerji tasarrufu sağlayabiliriz” dedi.
Çevre Dostu Binalar Derneği’nin
düzenlediği Uluslararası Yeşil Binalar
Zirvesi’nin açılışına katılan Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar,
burada yaptığı konuşmada, dünya genelinde şehirleşmenin giderek arttığını,
Türkiye’de de nüfusun yüzde 78’inin
şehirlerde yaşadığını söyledi. Karbon
salınımının, sera etkisinin azaltılmasının
önemine işaret eden Bakan Bayraktar,
"Bizim ülkemizde binalar yüzde 38-40
oranında enerjiyi emiyor.
Ülkemizde fosil yakıtlara ödediğimiz
para 55 milyar dolar. Türkiye’nin şöyle bir avantajı, sorumluluğu var; yeşil
binalar üreterek, yalıtımı çok daha iyi
yaparak yüzde 50’ye varan bir enerji
tasarrufu sağlayabiliriz. Yeni yapılan
binalarda eskiye göre enerji tasarrufu
yüzde 20 ile yüzde 80 arasında artıyor" dedi.
YEŞİL BİNA ENERJİ TASARRUFU
SERTİFİKASI
Bakan Bayraktar, "Yeşil binaların yapımı ve doğa dostu malzemelerin üretilmesi konusunda teşvikler gelecek. Hem
Türkiye’deki binaların
yüzde 38-40 oranında enerjiyi emdiğine
dikkat çeken Bayraktar, yeni yapılan
binalardaki enerji tasarrufunun eskiye
göre yüzde 20 ile yüzde 80 arasında
arttığını söyledi.
34
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
2012 yılı başından itibaren yeşil bina enerji tasarrufu sertifikası vermeye
başladıklarını hatırlatan Bakan Bayraktar, yaklaşık 10 bin binaya bu sertifikayı
verdiklerini, bunun artması gerektiğini kaydetti.
vergi yönünden, hem kredi yönünden,
diğer yönlerden bir takım kolaylıklar,
bir takım teşvikleri de etap etap getiriyoruz" diye konuştu.
2012 yılı başından itibaren yeşil bina
enerji tasarrufu sertifikası vermeye başladıklarını hatırlatan Bayraktar, yaklaşık
10 bin binaya bu sertifikayı verdiklerini, bunun artması gerektiğini kaydetti.
Erdoğan Bayraktar, "8-10 milyon
arasında ülkemizde bina var. Bunların
yaklaşık 2,5 milyonu yeni bina, kalanı
da eski bina. Eski bina enerjiyi savuruyor, yalıtımı çok kötü. Binalarda enerji
tasarrufu önemli" diye konuştu.
ENERJİYİ ÜRETMEK KADAR
TÜKETMEK DE ÖNEMLİ
Enerjiyi üretmek, temin etmek kadar
enerjiyi savurmamanın, karbondiok-
sit salınımını azaltmanın da o derece
önemli olduğunu vurgulayan Bakan
Bayraktar, karbondioksit salınımının
artmasında sadece günah keçisinin konutlar olmadığını, sanayinin, teknolojinin, atıkların, enerjiyi kötü kullanmanın
da burada etkili olduğunu kaydetti.
Bayraktar, "19. yüzyılın başından
itibaren 1970 yılına kadar başta Avrupa,
Amerika ve Uzak Doğu’da karbondioksit
salınımı çok yoğundu, şimdi insanlık
başını iki elinin arasına koydu, çok ciddi
şekilde düşünüyor, ciddi tedbirler almak
için çalışmalar yapıyor" dedi.
Türkiye’nin de bunların hepsine
büyük oranda uymaya çalıştığını ifade
eden Çevre ve Şehircilik Bakanı, Türk
insanının bu konuda sorumluluğunu
büyük ölçüde yerine getirme noktasında
olduğunu vurguladı.
19 MİLYON KONUTUN 14
MİLYONU ESKİ
Türkiye’de yaklaşık 19 milyon konut
stoku bulunduğunu, bunun 14 milyonunun eski olduğunu, bunların da enerjiyi savuran, yapım tarzları bakımından
uygun olmayan, depreme dayanıklılık
bakımından istenilen ölçüde dizayn
edilmediğini söyleyen Bakan Bayraktar, "Fakat 1999’dan itibaren adım adım
yönetmeliklerle, tüzüklerle, yeni teknolojilerle yapım usullerini geliştiriyoruz.
Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin özel sektörü devlet sektörü olarak iddia ediyoruz
ve çok net ifade ediyorum, dünyanın
en ileri ülkelerinde üretilen çevre dostu
inşaat malzemeleri Türkiye’de de üretiliyor. Şu anda her bakımdan dünyada
ilk 5’in içerisindeyiz kim ne derse desin"
şeklinde konuştu.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
35
ŞEHİRCİLİK YEŞİL BİNALAR
Kentsel dönüşümü, afet riski altındaki alanların
dönüştürülmesi kapsamıyla bütünleştirerek daha
da yaygınlaştıracaklarını kaydeden Bayraktar,
“Hükümet olarak, Bakanlık olarak kararlıyız” dedi.
170 NOKTADA KENTSEL
DÖNÜŞÜM YAPILIYOR
KENTSEL DÖNÜŞÜM DAHA DA
YAYGINLAŞACAK
Hükümetin planlı kentleşme ve
konut üretimi programı kapsamında
TOKİ’nin bir taraftan konut ürettiğini
bir diğer taraftan da şu anda Türkiye’nin
170 noktasında kentsel dönüşüm yaptığını belirten Bayraktar, kentsel dönüşümün çok zor bir iş olduğunu, burada açık gözlerin, gettolaşmış grupların,
menfaat gruplarının piyasaya çıkabileceğine, siyasi baskılar olabileceğine
işaret etti.
Kentsel dönüşümü, afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi kapsamıyla
bütünleştirerek Türkiye’de daha da yaygınlaştıracaklarını kaydeden Erdoğan
Bayraktar, şunları kaydetti:
"Bugüne kadar Erzincan’da, Kars'ta,
Ankara’da, İstanbul’da Küçükçekmece’de, Türkiye’nin birçok yerinde
Diyarbakır’da, İzmir’de kentsel dönüşümler yaptık. Şimdi tüm Türkiye’de,
yoğun nüfusu olan ve deprem aksı üze-
rinde bulunan şehirlerden başlamak üzere kentleri dönüştürmeye başlayacağız.
Türkiye’de ana deprem aksı 15 bin kilometre, Afyon’a giden, İzmir’e giden
kanatlarla birlikte Türkiye 24 bin 500
kilometrelik bir deprem aksı üzerine
oturuyor. Marmara Bölgesi’nden başlamak üzere doğuya doğru önemli olan
vilayetlerimizde becerisi olan belediye
başkanlarımızla beraber hareket ederek
afet riski altındaki alanların dönüştürülmesini başlatacağız. Hükümet olarak
kararlıyız, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
olarak kararlıyız. Tüm bakan arkadaşlarımız olarak, başta Başbakanımız olarak
bu işe çok net bir şekilde kararlıyız."
YENİ BİNALAR ENERJİYİ
TASARRUF EDECEK
Yapılan işin salt bir kentsel dönüşüm, salt afet riski altındaki binaların
dönüştürülmesi olmadığını, bundan
sonra çevre dostu, yeşil, enerjiyi savurmayan, tasarruf eden binalar olacağını
belirten Bakan Bayraktar, bunun ikinci
adımı olarak artık dünyanın yaptığı gibi
fosil kaynaklı enerji yerine dönüşebilir,
çevre dostu enerjilerden istifade edileceğini vurguladı.
Bakan Bayraktar, 2023 yılına kadar
Türkiye’de harcanan enerjinin yüzde
23’ünü güneş, rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerjilerden ve yağmur atık
suların tasarruflarından sağlamanın hedeflendiğini belirtti.
TAPU, AFET ALANLARI VE 2B
KANUNLARI MECLİS’TE
Bayraktar, açılışın ardından, gazetecilerin sorularını yanıtlarken, TBMM’de
kendilerini ilgilendiren 3 yasa olduğunu söyledi. Bunların birinin Tapu
Kanunu’nda yapılması gereken değişiklik olduğunu belirten Bakan Bayraktar,
şunları kaydetti:
"Yani mütekabiliyet şartı aranmaksızın, Türkiye’nin stratejik konumu
dikkate alınarak, Türkiye’deki askeri
alanlar, özel alanlar ve tarihi bakımdan
öneme haiz alanlara dikkat etmek suretiyle, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi,
öz güveni artmış ülkelerde olduğu gibi
ülkemizde de mütekabiliyet şartı arama-
36
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
ZİRVEYE BÜYÜK KATILIM
Uluslararası Yeşil Binalar Zirvesi’ne Bakan Erdoğan Bayraktar’ın yanı sıra İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı Kadir Topbaş, Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Vedat Akgiray, TOKİ Başkanı Ahmet Haluk
Karabel, Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği Başkanı Haluk Sur, Dünya Yeşil Binalar Konseyi ve US GBC
Başkanı Rick Fedrizzi ile yerli ve yabancı sektörün önde gelen temsilcileri katıldı.
Türkiye’nin enerji vizyonuna da dikkati çeken Bakan Bayraktar, 2023 yılına
kadar ülkede harcanan enerjinin yüzde 23’ünün güneş ve rüzgâr enerjisi gibi
yenilenebilir kaynaklardan sağlanacağını söyledi.
dan gayrimenkul satışını rahatlatmak
için bir yasamız var. Diğer yasamız da,
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Yasası'dır. Bu zaten kentsel
dönüşüm yasalarıyla 770 sayılı yasadan
2981-85 sayılı yasalara varıncaya kadar
Büyükşehir Belediyesi Kanunu’na varıncaya kadar, bütün bu yasalarla entegre
olacak şekilde ama biraz daha kentsel
dönüşümü, afet dönüşümü, deprem dönüşümü, depreme dayanıksız binaların
dönüşümünü kolaylaştırıcı özellikleri
içeren bir yasa da şu anda Meclis’te.
Bir diğeri de Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından dizayn edilen 2B diye
adlandırılan, orman vasfını kaybetmiş
alanların kullanıcılarına, olmazsa üçüncü şahıslara satılmasını kolaylaştıran
ve buradan çok ciddi kaynak beklenen
yasadır. İnşallah önümüzdeki en kısa
sürede bu 3 yasayı da Meclis’ten geçirmek suretiyle kanunlaştıracağız."
VAN’A 40 BİN KONUT 4-5
MİLYAR TL’YE MAL OLACAK
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in,
Van’da 40 bin kalıcı konutun faturasının
4-5 milyar lira civarında olacağı yönündeki sözlerinin anımsatılması üzerine
de Bayraktar, şunları söyledi:
"O civarda. Adeta yeni bir Van üretilecek. Doğudaki bir merkez vilayetimiz, marka şehrimiz olma noktasında
çok ciddi yatırım yapacağız Van’a. Salt
konut değil kamu binaları, eğitim tesisleri, sağlık tesisleri, ulaşım yolları, yeni
yaşam alanlarının üretilmesi, Van’ın su
temini ve teknik altyapısının yenilenmesi
noktasında çok ciddi çalışma yapıyoruz.
Modern hayatın gerektirdiği donatılar,
kentsel tasarım ne ise o noktada Van’da
çalışmalarımız devam ediyor. Planlamada belli bir noktaya geldik. Bunu oradaki
yerel dinamiklerle beraber yürütüyoruz."
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
37
ŞEHİRCİLİK GELECEĞİN BİNALARI
ORTA DOĞU’NUN
YEDİ ÇEVRE HARİKASI
AYDIN DERİN
Çevre söz konusu olduğu zaman belki de Orta Doğu
akla gelen ilk bölgelerden biri değil; ancak daha yakından
baktığımızda bölgenin yeryüzünde bulunan en harika sürdürülebilir projelere ev sahipliği yaptığını görüyoruz.
Dünyada sürdürülebilirlik açısından eşi benzeri bulunmayan havaalanı, banka ve stadyum gibi birçok örneğin yer
aldığı bu bölgedeki yapıların en önemli özelliği, yapılardaki
1
dayanıklılık ile ilgi çekici ve sürdürülebilir bir mimarinin
tüm özelliklerinin kullanılması olarak açıklanabilir.
Tarihsel süreç içinde, ikliminin, coğrafyasının ve kültürünün etkileriyle yaratmaya başladığı uzun, zengin ve
sürdürülebilir mimari yapılarıyla artık dünyaya enerji ve
kaynak kullanımında örnek olacak Orta Doğu’nun 7 çevre
harikasını sizler için inceledik.
Masdar: Dünyanın ilk
sıfır karbon emisyonlu şehri
Masdar Şehri, Orta Doğu’nun en bilindik projelerinden biridir. Abu Dabi yakınlarında çölde inşasına
başlanan Masdar Şehri’ni ileride ayrıcalıklı yapacak
olan özelliği, yalnızca güneş enerjisinden yararlanılması
olacak ve bu sayede 2016 yılında tamamlanacak kentte
yüzde 75 elektrik, yüzde 60 su tasarrufu sağlanacak.
Şehirde yaşayacak 50 bin kişinin enerji ihtiyacı, güneş
enerjisi dâhil sırf yenilenebilir kaynaklardan sağlanacak
ve şehir, atmosfere hiç karbon gazı salmayacak. Denize
yakın bir bölgeye inşa edilecek olan şehir, çöl rüzgârları
ile Abu Dabi Havaalanı'nın gürültüsünden yüksek bir
çevre duvarıyla korunacak.
Şehir, yenilenebilir ve alternatif enerji teknolojileri
ve çözümlerinin geliştirilmesini, ticarileştirilmesini ve
uygulanmasını hızlandırmayı amaçlayan Abu Dabi'nin
çok boyutlu bir girişimi. Şehirde yalnızca güneş enerjisi
kullanılacağı için 25 yılda 2 milyar dolarlık petrol eşdeğerinde enerji tasarrufu yapılacak.
38
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
2
Abu Dabi’nin Yeşil Çatılı Çarşısı
Yeşil çatılar sayesinde yerleşimler ve hatta
dünya çapında çevre üzerinde pozitif etkiler
yaratılabilir. Abu Dabi’nin tarihi Aldar Merkez Çarşısı da son dönemde bu kapsamda
ele alınmış yerlerden biri. Tarihi çarşı, alçak
yüksekliği, ekolojik dükkanları, otelleri, ofisleri
ve lokantalarıyla kent halkına hem modern
ve lüks ürünler sunan aynı zamanda yöresel
mutfağı ve el yapımı ürünleriyle eski zamanlardan esintiler getiren bir yer.
Kentin simgesi haline gelen Aldar Merkez
Çarşısı, ufak balkonlar, geçitler, avlular ve üç
devasa kule ile süslü. İki sokak genişliğindeki
yapı, sürgülü duvar ve çatıya sahip. Bu özelliği
binanın enerji maliyetini düşürürken
aynı zamanda ortama doğal havalandırma ve aydınlanma sağlıyor. Çatıda
yer alan bahçeler
ise çöl şehrini sakin bir vahaya dönüştürerek etkileyici bir kamu parkı
oluşturuyor.
3
Fas’ın Büyüleyici
Kubbeli Bankası
Beton çerçevesi, kemeraltı girişi ve modüler bir ızgara üzerine işlenmiş girintileriyle dikkat çeken bina, yapısı
itibariyle yüksek enerji verimliliği sağlıyor. Isıyı düşürmek
amacıyla tasarlanmış paslanmaz çelik yüzeyli demir ızgaralar
ise havalandırmaya olan ihtiyacı azaltıyor. Yapıda dikkat
çeken başka bir unsur ise binanın temelinde kaynağı Fas’ta
bulunan siyah granit ve gri kireç taşı hammaddelerinin
kullanılması.
Osmanlı mimarisinin sembolü olan kubbe, içinde Fas Dış Ticaret Bankası’nın
üç şubesini bulunduruyor. Binadaki "Yeryüzü Tüpü" adı verilen elektriksiz soğutma sistemi sayesinde bina içerisine monte edilmiş boş bir
boru sistemi ile temiz hava kullanılarak doğal bir soğutma sağlanıyor.
Bu sistem Afrika’da bir ilk olsa da dünya genelinde örnekleri görülebilir.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
39
ŞEHİRCİLİK GELECEĞİN BİNALARI
4
Abu Dabi’nin Kafes Kubbeli Meclis Binası
100 metrelik bir kubbe yapısıyla bu hayret verici tasarım beyaz mermerden yapılmıştır. Işık,
kubbenin camlarından süzülerek
binanın ısınmasını sağlıyor, böylece enerji verimliliğini artırıyor.
Ayrıca su kenarında inşa edilmesi
sayesinde bina geceleri çarpıcı bir
şekilde parlıyor.
"Çölün çiçeği" ismiyle de anılan binanın temelinde yatan sürdürülebilirlik
mantığı ve enerji verimliliği bu projenin
Estidama Girişimi yani ülkenin sürdürebilirlik tasarım programı kapsamında
5’inci sırayı alması bekleniyor.
5
Fas’ın Büyük Kasablanka Stadyumu
Fas Milli Futbol Takımı 2013 yılında yeni bir
stadyuma kavuşacak. 100 hektarlık alana inşa
edilecek stadyumu diğerlerinden farklı kılan en
büyük özelliği ise sıcak günlerde ısının geçmesini
önleyen beton gölgelikleri olacak. Böylece seyirciler maçları artık onlara adeta çölde bir vaha
hissi yaşatacak bir stadyumda seyredecekler.
Eski bir taş ocağına inşa edilecek stadyumun şekli bir minerali andıracak şekilde tasarlanıyor. 2013 yılında tamamlanması beklenen 80 bin kişilik bu stadyumun özelliği, uygun
değerde güneş alabilmesi için özel olarak tasarlanan, tepesinde
kafes benzeri büyük bir delik bulundurması. Ayrıca bu yapının başka bir işlevselliği de havalandırmanın doğal yollardan
sağlanması olacak.
40
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
6
Kuveyt Uluslararası Havaalanı
Yakın bir zaman içerisinde Kuveyt'e uçmayı düşünüyorsanız,
havaalanına indiğinizde yeşil mimarinin güzelliklerini görme
fırsatı yakalayabilirsiniz.
Havaalanı, emsallerinden hem teknolojik, hem de daha çevreci
olacak şekilde tasarlanıyor. Tüm terminallerinin çatısına döşenecek güneş panelleri ile, dünyanın ilk LEED (Enerji ve Çevresel
Tasarımda Liderlik) Altın Sertifikası'na sahip havaalanı olacak.
İnşa edilecek 3 adet terminalin kanadı andıran yapısı şık bir görünüm
sağlarken, her bir kanadın uzunluğu
1,2 kilometre olacak. Kuveyt Havaalanı
güneş ışığından da maksimum verim
sağlayacak şekilde tasarlanıyor.
Dünyanın en sıcak yerlerinden biri
olan Arabistan Çölü’nde yer alacak yapı-
da beton sütunlar kullanılacak, böylece
içeriyi hem soğutacak hem de dışarıdaki
sıcaklıktan koruyacak.
Çölün ortasında inşaatına başlanan
yapının yılda 13 milyon yolcuya ev sahipliği yapması planlanıyor. Ancak bu
tasarım yolcu sayısının gelecekte 50 milyona ulaşacağı varsayılarak inşa ediliyor.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
41
ŞEHİRCİLİK GELECEĞİN BİNALARI
7
Katar’ın 2022 Dünya Kupası Stadyumları
Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Katar Emirliği, üstün
tasarımı ve teknolojisi ile adından
söz ettiren stadyumlarıyla 2022
Dünya Kupası finallerine hazırlanıyor. Avustralya, Japonya, Güney Kore ve ABD’nin de aralarında
olduğu adaylar arasından seçilen
Katar, dünya kupasına ev sahipliği
yapacak olan ilk Orta Doğu ülkesi.
Zengin petrol ve gaz rezervlerine sahip olmasıyla yüksek yaşam
standartlarını yakalayan Katar, 5’i
henüz proje aşamasındaki stadyumlar için 4 milyar dolarlık bir
bütçe ayırdı.
Kumla örtülü, sıcak ve kuru
bir iklime sahip olan ülkede, finallerin nasıl oynanacağı sorusu
defalarca akıllara gelmesine rağmen, futbolseverlere sıcaklığı 20’li
derecelerde tutarak maç izleme
imkânı verebilmek için özel sistemler geliştirildi.
Zengin petrol ve gaz rezervlerine sahip olmasıyla
yüksek yaşam standartlarını yakalayan Katar,
5’i henüz proje aşamasındaki stadyumlar için 4
milyar dolarlık bir bütçe ayırdı.
42
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Karşılaşmaların oynanmadığı zamanlarda güneş panellerinin
suyu ısıtması ve soğutma sisteminin de buza dönüştürmesiyle açık
havada soğutma işlemi gerçekleşmiş olacak. Stadyumların açılır
kapanır tavanları serin havanın
dışarı sızmasını engellerken, güneş panelleri, ışıklandırma, skor
tabloları ve geri kalan her şeyin
gücünü şebekeye aktarılmış elektrikten almasını sağlayacak.
İKLİM MİNİ BUZUL ÇAĞI
mini buzul çağı
GELİYOR MU?
Aşırı soğuklar dünyayı dondururken önümüzdeki 15 yılın güneş
faaliyeti nedeniyle daha da soğuk geçmesi bekleniyor.
S
ert kış şartları pek çok ülkede etkili olmaya devam ediyor. Son yılların en soğuk kışını yaşayan
Almanya'da sıcaklıklar sıfırın altında 30 dereceye kadar indi. Japonya'da bir kayak merkezinin
ekipman deposunun çatısı yağan karın ağırlığına dayanamayarak çöktü.
Libya'nın bazı kesimlerinde de kar yağışı görüldü. Yaz
mevsimini yaşayan Avustralya ise sel ile mücadele etmeye
çalışıyor. Venedik lagünü aşırı soğuklar yüzünden buz tuttu. Ukrayna'nın Kırım bölgesinde, bazı şehirler arasındaki
karayolu bağlantısı koptu. Bulgaristan’da şiddetli rüzgârlar
nedeniyle Varna Limanı kapatıldı.
44
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
İNGİLİZLER’E GÖRE MİNİ BUZUL ÇAĞI GELİYOR
Yaşanan bu olağan dışı olaylar bilim dünyasını harekete
geçirdi. Bu raporlardan en ilginci bu aybaşında yayınlandı.
İngiliz Meteoroloji Dairesi’yle East Anglia Üniversitesi’nin,
yayımladığı ortak araştırmaya göre, küresel ısınmanın yerini
artık, "mini buzul çağı" alıyor. 30 bin ayrı meteoroloji ölçüm
istasyonundan gelen verilere dayanarak gerçekleştirilen çalışmada, dünyada hava sıcaklıklarının yükselmesinin, 1998
yılında durduğu bulgusuna ulaşıldı. Dahası, önümüzdeki
15 yılın, güneş faaliyeti nedeniyle daha da soğuk geçmesi
bekleniyor.
Güneşte olağandışı gelişmeler yaşandığına dikkat
çeken bilim adamları, 2020 yılında gerçekleşmesi
beklenen bir sonraki güneş döngüsünün daha geç
yaşanabileceği uyarısında bulunuyor.
GÜNEŞİN FAALİYETLERİNDE
AZALMA VAR
İngiliz bilim adamları, güneşin faaliyetlerinde olağandışı bir yavaşlama tespit
ettiklerini ve bu durumun on yıllarca sürebileceğini açıkladı. Güneşin üzerindeki
lekelerde belirgin bir azalma ve kutuplarına yakın bölgelerdeki faaliyetlerinde
yavaşlama gözlemlediklerini belirterek
"Bunlar, yıldızımızın uzun bir sükûnet
dönemine girdiğinin işaretleri" dediler.
Bilim adamları, güneşte olağandışı
gelişmeler yaşandığına dikkat çekerek,
2020 yılında gerçekleşmesi beklenen
bir sonraki güneş döngüsünün olması
gerekenden daha geç yaşanabileceği
uyarısında bulundular. Özellikle güneşin
faaliyetlerin en yoğun olduğu 20. yüzyıldaki değerler ile karşılaştırıldığında, bu
etki 2100 yılına kadar giderek azalıyor.
Analizlere baktığımızda 2100 yılına kadar küresel sıcaklıklarda sadece
0.08 0C’lik bir azalma görünüyor, bunun
nedeni de atmosferde artan sera gazı
emisyonlarının etkisi. Eklemekte fayda
var, şu an hesaplanan değerlere göre
2100 yılında sera gazı emisyonlarının
küresel sıcaklıkları 2.5 0C arttırması
tahmin ediliyor.
YETERİNCE SERA GAZI YAYDIK
NASA Güneş Dinamikleri Gözlemevi’nde (SDO) görevli olan Dean Pesnell,
"Güneşteki faaliyetin iklimle ilgili olduğuna dair bazı bulgular var, ancak bunu
teyit edemiyoruz… Güneşin faaliyetini
en düşük seviyeye indirmesi halinde buzul çağı başlayacağını zannetmiyorum.
Atmosfere gereğinden fazla karbondioksit, metan ve sera gazı yaydık" dedi.
HAVA SICAKLIĞI
1998’DE ZİRVE YAPTI
NASA’YA GÖRE
DÜNYA SOĞUMUYOR
Ancak ABD Ulusal Havacılık ve
Uzay Dairesi’nde (NASA) görevli bilim
adamlarının araştırması olayın başka
bir boyutunu ortaya çıkarıyor. Bilim
adamlarının yayınladığı araştırmaya
göre bu yavaşlamanın sürekli artmakta
olan küresel sıcaklıklara etkisi tahmin
edilenden çok daha az.
0.13 0C olması bekleniyor. O dönemde
yaşanan "Mini Buz Çağı"nda Avrupa’daki su kanalları buz kesmiş, Alplerdeki
buzullar, dağ yamaçlarındaki köylere
kadar uzanmıştı.
450 YIL ÖNCEKİ MİNİ BUZ ÇAĞI
Güneşin faaliyetleri, 1645 ve 1715
yılları arasında gerçekleşen ve tarihe "Maunder Minimum" olarak geçen
benzer bir olaydaki seviyeye düşse bile
2100 yılında sıcaklıklardaki azalmanın
Hava sıcaklıkları 1998 yılında küresel ölçekte en yüksek değerlerine ulaştı.
Sonraki senelerde derecelerdeki yüksekliler 1998 yılının değerlerine ulaşmadığı için çoğu bilim adamı bu yılda
küresel ısınmanın durduğu iddiasında
bulundu. 2011 yılının başında Dünya
Meteoroloji Örgütü, 2010 yılının 1998
ve 2005 ile birlikte yaşanmış en sıcak yıl
olduğunu açıklasa da, küresel ortalama
sıcaklıkların her sene giderek artması
beklenmeyen bir durum.
Asıl tehlike tropik ormanlarda
Şu ana kadar güneşin faaliyetleri
ve sera gazı emisyonlarının etkisi hakkında yapılan somut bir model veya
araştırma yok. Ya da dünyanın tam
anlamıyla ısındığı ve soğuduğu daha
kanıtlanamamış bir durum. Tek bilinen güneşin faaliyetlerinin 20. yüzyıl
seviyesinde olmasının sadece yüzde
8’lik bir ihtimal olduğu.
Ancak iklim değişikliği ve sera gazı
emisyonları konusunda İngiliz Meteoroloji Dairesi’nin araştırmasında çok
dikkat çeken bir kısım var: Araştırmada
belirtildiği üzere tropik ormanlarının
iklim değişikliği nedeni ile kuraklığa
uğraması, artan sera gazı emisyonlarının buzulları eritmesinden daha
çok risk taşıyor.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
45
GÜNDEM YEŞİL EKONOMİ
YEŞİL EKONOMİ VERİMLİLİK VE
İSTİHDAM DOSTU
Çevre dostu, verimli ve rekabete dayanan ekonomik araçları
kapsayan Yeşil Ekonomi, enerjiyi ve doğal kaynakları koruyor,
kirliliği ve atıkları azaltıyor, istihdamı artırıyor.
NECATİ YILMAZ
46
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
K
aliforniya merkezli Next 10 düşünce kuruluşunun hazırladığı "Yeşilin Başka Tonları"
isimli araştırma raporuna göre, eyalette 2008
Ekonomik Krizi sonrasında en az istihdam
kaybı yeşil meslek gruplarında yaşandı. Kaliforniya eyaletindeki ve ülkenin geri kalanındaki istihdam
oranlarının karşılaştırıldığı araştırma raporunda yeşil
ekonomi alanında hizmet veren sektörlerin istihdam kaybında farkedilebilir bir direnç gösterdiği gözlemlendi.
Eyaletin genelinde Ocak 2009-Ocak 2010 arasında yaşanan
ortalama iş güçü kaybı %7 seviyesindeyken, yeşil ekonomi
alanında hizmet veren sektörlerde bu seviye %3 oranında
görüldü. 1995-2010 dönemleri ele alındığında ise eyaletin
toplam ekonomisinin %12 seviyesinde büyüdüğü gözlemlendi.
Yeşil ekonomi kapsamında faaliyet gösteren sektörlerde ise
%53 oranında bir büyümeye şahit olundu. Başka bir deyişle
ülke çapındaki ekonomik durgunluk sonrası yeşil istihdam
verileri 2008 yılındaki seviyeye gerilerken, eyaletin toplam
istihdam verileri 2001 seviyesine döndü.
İMALAT SEKTÖRÜNDE ELEKTRİK VERİMLİLİĞİ
TOPLAM ELEKTRİK TÜKETİMİNE GÖRE İMALAT GSYH
YEŞİL EKONOMİNİN
GELİŞMEKTE OLAN SEKTÖRLERİ
Yeşil ekonomi, Kaliforniya'da varlığını ağırlıklı olarak 15 sektörde sürdürmektedir. Bu sektörlerde, ekonomide yaşanan
durgunluğa rağmen Ocak 2009 - Ocak 2010 arasında istihdam artışı görülmüştür.
n
GELİŞMEKTE OLAN 15 SEKTÖR
SEKTÖR
TANIMI
Enerji Üretimi
-
-
-
-
Enerji Verimliliği
Temiz Ulaşım
50
Enerji Depolama
45
40
35
Hava Kalitesi
30
Geri Dönüştürme
ve Atık
25
20
15
0
Su ve Atıksu
1992
1997
2002
2007
İMALAT SEKTÖRÜNDEKİ TOPLAM ELEKTRİK TÜKETİMİNE GÖRE GSYH
Tarımsal Destek
ARTAN ENERJİ İHTİYACI KRİZİ TETİKLİYOR
2007 yılının son çeyreğinde küresel ekonomi ciddi bir
düşüş dönemine girdi. 2000'li yıllar boyunca başta petrol
olmak üzere bütün ticari mallar, doğal kaynaklar ve tarım
ürünleri fiyatlarında büyük bir yükseliş gözlendi. Çin ve
Hindistan gibi yüksek nüfuslu ülkelerde gözlenen ekonomik
büyüme bu sınırlı kaynaklara olan talebi arttırdı ve fiyatların
yükselmesine neden oldu.
2008 yılında gıda fiyatları tarihin en yüksek düzeylerine
ulaştı. Altın ve petrol gibi değerli maddeler de tarihinin en
yüksek değerini kazanırken, ABD dolarının değeri hemen
hemen bütün diğer para birimleri karşısında önemli ölçüde
düştü.
Her ne kadar dünya ekonomisindeki durgunluğun 2009
yılında son bulduğu söylense de, krizin etkilerinin tam anlamıyla geçtiğini söylemek yanlış olur. Dünyanın nüfusu arttıkça, sınırlı kaynaklara olan talep de artmaya devam ediyor.
Araştırma ve
Geliştirme
Kurumsal Hizmetler
Finans ve Yatırım
Geliştirilmiş Gereçler
Yeşil Binalar
Temiz Üretim
Enerji Altyapısı
Yenilenebilir enerji üretimi
Yenilenebilir enerji konusunda araştırma ve geliştirme
Yenilenebilir enerji konusunda danışmanlık hizmetleri
Ekipman, kontrol ve yazılımları sağlamak
- Enerji verimliliği konusunda danışmanlık ve mühendislik
hizmetleri
- Enerji verimliliği yüksek ürünler üretmek
- Enerji verimliliği üzerine araştırmalar
- Alternatif enerji uygulamaları
- Enerji verimliliğini ölçmek
- Alternatif yakıt çalışmaları
- Motorlu araçlar için ekipman üretimi
- Gelişmiş pil üretimi
- Yakıt pilleri
- Pil parçaları ve aksesuarları üretmek
- Emisyon denetimi ve kontrolü
- Çevresel iyileştirme
- Danışmanlık
- Danışmanlık hizmetleri
- Geri dönüştürme
- Su verimliliği
- Araştırma ve Geliştirme
- Su arıtma sistemleri
- Pompa teknolojileri geliştirmek
- Danışmanlık hizmetleri
- Sürdürülebilir arazi yönetimi
- Sürdürülebilir balık yetiştiriciliği
- Sürdürülebilir tarım ürünleri
- Yenilebilir enerji, alternatif yakıt ve ulaşım alanlarında yeni
teknolojilerin araştırılması
- Çevre hukuku
- Yeşil ekonomi alanındaki ürünleri pazarlama ve halkla ilişkiler
- Yeşil meslek gruplarının istihdamı
- Yeşil iş alanları
- Emisyon ticareti
- Projelerin finanslanması
- Risk sermayesi
- Biyoplastik
- Enerji verimliliğini arttırmak için yeni gereçler
- Tasarlama ve inşaat
- İnşaat malzemeleri
- Yeşil emlakçılık
- Yerleşim yerlerinin yönetimi
- Gelişmiş paketleme
- Proses yönetimi ve danışmanlığı
- Endüstriyel alan temizliği
- Kablo ve gereçlerin temini
- Danışmanlık hizmetleri
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
47
GÜNDEM YEŞİL EKONOMİ
EKONOMİK KRİZ,
İKLİM KRİZİNİ DE TETİKLİYOR
Kötü giden tek şeyin dünya ekonomisi olduğu söylenemez. İklim değişikliğinin de etkileri giderek artıyor ve
sonuçları doğrudan olmasa da dolaylı
olarak hissediliyor. Hava olayları değişiyor, yaşanan doğal afetler artıyor,
tarımsal üretim aksıyor ve su kaynakları
giderek azalıyor.
Ekonomik kriz, iklim krizini de tetikliyor. İşletmelere, hane halklarına
ve kamu sektörüne temiz enerji, enerji
verimliliği, çevrenin olumsuz etkilerinin azaltılması ve doğal kaynakların
korunması yönünde yatırım yapmaları için ayrılan sermaye, kriz yüzünden
her geçen gün azalıyor.
Kuşkusuz bunun sebeplerinden biri
Kaliforniya'nın ileriyi gören ve yeşil ekonomiyi destekleyen kamu politikasıydı.
Diğer eyaletlere kıyasla Kaliforniya'da
son dönemde temiz enerji ve enerji verimliliği teknolojisi yatırımlarına hatırı
sayılır bir destek vardı. Böylece Kaliforniya, gelişmekte olan küresel yeşil
ekonominin merkezi haline geldi. Her
ne kadar kriz, yeşil ekonomiye sırtını
dönse de, yeşil ekonomi krizin aşılması
noktasında ekonomiye elini uzatmayı
bildi.
Ekonomik kriz, iklim
krizini de tetikliyor.
Temiz enerji, enerji
verimliliği, çevrenin
olumsuz etkilerinin
azaltılması ve
doğal kaynakların
korunması yönünde
yatırım yapılması için
ayrılan sermaye, kriz
yüzünden her geçen
gün azalıyor.
KALİFORNİYA'NIN
FARKI YEŞİL EKONOMİ
YEŞİL EKONOMİ
VERİMLİLİĞİ ARTIRIYOR
rünüyor. Ülkedeki ekonomik durgunluğa rağmen, eyalette enerji verimliliği,
ekonomik büyüme ve canlanma göze
çarpıyor.
Ancak krizden en çok etkilenen ülkelerin başında gelen ABD'nin Kaliforniya
eyaletinde durum biraz daha farklı gö-
Raporda, gelişmekte olan yeşil ekonomi ikiye ayrılıyor. Mevcut sanayisini
değiştirmektense, verimliliği sürmekte
olan yöntemi değiştirerek sağlamaya
çalışan grup "Uyarlanabilir Yeşil Ekonomi" kapsamında ele alınıyor. Bu grupta yer alan işletmeler, hanehalkları ve
kamu sektörü elemanları, sürdürülebi-
SEKTÖRLERE GÖRE YEŞİL İSTİHDAM / KALİFORNİYA
09-10
200,0 0 0
GELİŞTİRİLMİŞ GEREÇLER
KURUMSAL HİZMETLER
TEMİZ ÜRETİM
+%4
ENERJİ ALTYAPISI
+%14
FİNANS ve YATIRIM
TARIMSAL DESTEK
150,0 0 0
ARAŞTIRMA ve
GELİŞTİRME
ENERJİ DEPOLAMA
TEMİZ ULAŞIM
YEŞİL BİNALAR
+%1
SU ve ATIKSU
100,0 0 0
ENERJİ VERİMLİLİĞİ
GERİ DÖNÜŞTÜRME ve
ATIK
HAVA KALİTESİ
50,0 0 0
ENERJİ ÜRETİMİ
0
19
95
19
96
19
97
19
98
19
99
20
00
20
01
20
02
20
03
20
İSTİHDAM
48
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
04
20
05
20
06
20
07
20
08
20
09
20
10
+1%
YEŞİL EKONOMİ ve
BÖLÜMLERİ
n
ANA YEŞİL EKONOMİ
İşletmelerin sağladığı ürünler ve
hizmetler bağlamında; karbon bazlı
enerji kaynaklarına alternatifler sunarlar, enerjiyi ve doğal kaynakları
korurlar, kirliliği ve atıkları azaltırlar.
n
lirliği sağlamak ve giderleri azaltmak
için mevcut sistemlerindeki yöntemleri
tekrar ele alıyor sonrası için yatırımlar
yaparak değiştiriyor.
Diğer grup ise "Ana Yeşil Ekonomi"
olarak adlandırılan, daha çevre dostu,
verimli ve rekabete dayanan ekonomik
araçları kapsıyor. Ana Yeşil Ekonomi
grubuna giren işletmelerin sağladığı
ürünler ve hizmetler, karbon bazlı enerji kaynaklarına alternatifler sunuyor,
enerjiyi ve doğal kaynakları koruyor,
kirliliği ve atıkları azaltıyor.
"Uyarlanabilir Yeşil Ekonomi" daha
geniş bir kesime hitap ederken, "Ana Yeşil Ekonomi" daha teknolojiye dayalı ve
sınırlı bir alanda görülüyor. Ancak "Ana
Yeşil Ekonomi" doğrudan çözüm odaklı olduğundan çevre ve enerjiye olan
etkileri de bir o kadar verimli oluyor.
ENERJİ VERİMLİLİĞİ ARTTIKÇA
ÜRETİM DE ARTIYOR
Enerji verimliği arttıkça, daha az
tüketilerek daha çok üretim sağlana-
biliyor. Bu tüm sektörler için geçerli.
Bir işletmenin üretimde harcadığı enerji
ve nakit miktarı düştükçe, elde edilen
fayda işletmenin büyütülmesinde kullanılabiliyor.
Ekonomi açısından enerji verimliliği, toplam enerji tüketiminin gayri safi
yurt içi hasılaya (GSYİH) bölünmesi ile
ölçülebilir. Enerji verimliliğinin artması her tüketilen enerji birimi için daha
fazla GSYİH'ye eşdeğer.
Rapora göre, Kaliforniya enerji bakımından ülkenin geri kalanından yüzde 64 daha verimli. 1990 yılından beri
enerji verimliliği Kaliforniya'da yüzde
37 ve ülkenin geri kalanında ise yüzde
35 seviyesinde artıyor.
KALİFORNİYA'NIN ELEKTRİK
VERİMLİLİĞİ FARK ATIYOR
Özellikle GSYİH'ye göre imalat sanayisindeki elektrik tüketimi ele alındığında, Kaliforniya'nın ülkenin ortalamasına kıyasla elektiriği daha verimli
kullandığı görülüyor.
UYARLANABİLİR YEŞİL EKONOMİ
İşletmeler bazında; sürdürülebilirlik ilkesiyle hareket ederler, yöntemler ve ürünler, kaynak verimliliğini
arttırma ve olumsuz çevre etkilerini
azaltmaya yönelik değişir, tedarik zinciri boyunca bu dönüşüm sürer. Hane
halkları ve kamu sektörü bağlamında; tüketim alışkanlıklarını değiştirir,
kaynak verimliğini artırır.
n
EKONOMİNİN GERİ KALANI
İşletmeler, hane halkları, kamu
sektörü aynı şekilde değişiklik yapmadan devam ederler.
Kaliforniya'nın imalat sanayisinde
kullandığı elektrik verimliliği 1992'den
2007'ye yüzde 21 oranında artmış. 2002
ile 2007 arasında ise ülkenin geri kalanında elektrik verimliliği yüzde 10
azalırken, Kaliforniya'da yüzde 13 oranında artıyor.
Başka bir deyişle, Kaliforniya'nın
imalat sanayisi, elektriğe harcadığı her
dolar için toplam üretimden yaklaşık
44 dolar kazanıyor. Bu da ülkenin geri
kalanındaki imalaat sanayisinin kazandığından 13 dolar fazlaya tekabül ediyor.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
49
ŞEHR-İ LEZZET ANKARA
ANKARA, LEZZETİN
GİZLİ ADRESİ
NASUHİ GÜNGÖR
Baba memleketim değil, lakin doğma büyüme Ankaralıyım. Çocukluğumun şehrinde hava kirliliği vardı, sular akmaz, çöpler toplanmazdı. Kışları
kömür, yazları sırılsıklam ter kokardı.
Lakin bir büyüsü var bu tuhaf şehrin,
yıllar oldu hala Ankara’dayım.
Dergideki dostlarım beni dolduruşa
getirip “Abi sen ağzının tadını bilirsin,
bizim gurmemiz sensin” deyince, Şehri
Lezzet sayfasının ilk konuğu Ankara
olsun istedim. Bir vefa borcu gibiydi
benim için.
En çok sekiz ya da dokuz yaşındayım. Cumaları Ayvalı’dan dolmuşla
Ulus’a, oradan doğru Hacı Bayram’a.
Dedesinin ellerine sımsıkı yapışmış
çocuğun aklından geçen tek bir şey
var. Cuma namazı çıkışında Hacı
Bayram’ın meşhur dö-
nerinden tatmak. Küçüçük salaş bir
mekanda gözünü birkaç metre ötedeki
muhteşem manzaraya dikip öylece yutkunmak. Sanki saatler sürer o incecik
etlerin alimünyum tabakların üzerine
düşüp soğan eşliğinde masaya gelmesi.
Öyle bir sabırsızlık.
O güzelim manzarayı şöyle bir yumulup hızla mideye indirmek işten değil. Lakin yanınızda İstanbul beyefendisi
bir büyükbaba olunca, işin içine bir de
hutbeden akılda kalanlar bölümü eklenince, görseniz pek bir nazik çocuk
sanılacak bir edayla oturulur masada.
Meşrubatını şişeden içenlere iyi davranılan bir yerde, ısrarla bardak isteyen
büyükbabamı nasıl da garip bulurdum
o zamanlar!
Yıllar geçti, bazen dostlarla, bazen
bir başıma yolum düştü o muhteşem
lezzet adresine. Ankara başka bir şehir
olsa da zaman içinde, o tadı bilenlerin asla vazgeçmediği bir adresti Nazım
Usta’nın mekanı. Bir lezzet sohbetinde
tadınızı daha fazla kaçırmayayım;
ama büyükbabamı, beni yetiştirip büyüten o bilge adamı,
kahramanımı kaybettikten sonra bir daha gi-
remedim oraya. Nazım Usta kimbilir
kaç dükkan değiştirdi Hacı Bayram’da,
ama gidemedim işte.
Döner’in hası Ankara’da
yenir o kadar!
Bakalım Şehri Lezzet’in Ankara yolculuğu bir yazıya sığacak mı, hiç sanmam. Madem çocukluktan yola çıkıp
dönerde karar kıldık, oradan devam
edelim.
Memleketin dört bir yanını merak
ve meslek saikiyle dolaşmış bir adam
olarak derim ki, eğer Ankara’da yaşıyorsanız, mesela döner yemek için hiç
başka memleketlere yorulmanıza hacet
yok. Dönerin en güzelini yersiniz bu
şehirde, hem de bir değil birkaç adreste.
Önce bir iki amatör gurme ipucu:
Harbi ve hakiki Ankara dönerinde ete
kıvamında kuyruk yağı katılır, varlığını
hissetmekle hissetmemek arasında kalacağınız bir miktarda. Tuzu azsa tadsız,
fazlaysa zehir olur. Ustalık tuzdan belli
olur desek yeridir.
Etin seçilmesi başka bir hikaye. Etin
kalitesi düştükçe sanki günah işlemiş bir
kalp gibi kararır gider döner. Erbabı,
etin tüm sinirlerini tek tek alır, kendi
Memleketin dört bir yanını merak ve
meslek saikiyle dolaşmış bir adam olarak
derim ki, eğer Ankara’da yaşıyorsanız,
mesela döner yemek için hiç başka
memleketlere yorulmanıza hacet yok.
Dönerin en güzelini yersiniz bu şehirde,
hem de bir değil birkaç adreste.
50
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
yöntemince bir gece önceden terbiye
eder. Soğan suyuyla olanı makbülüdür,
en azından benim için.
İşte size bu kıvamda döner yiyeceğiniz bir iki adres daha. İlki Güvenlik
caddesinin ortasındaki Mutlu Kebap.
Dört küçük masanın zor sığdığı dükkanda, şansınız
varsa, öğle saatlerinde
döner bulursunuz.
Onu buldunuz diyelim de, yer bulur musunuz, işte
o biraz şüpheli.
Yaz kış farketmez,
caddenin üzerinde
sıra bekleyen lüks
arabaları, şık giyimli hanımları hayretle
izlersiniz.
Söz açılmışken, Mutlu’da lezzet
yolculuğunun amirali döner olsa da,
özellikle yaz aylarında musakka yemeden ayrılanları dövseler yeridir! O nasıl
muhteşem bir lezzettir ki, masadan kalkan herkes “Şöyle bir musakka yapan
bir hanım bulsam, hemen evlenirim”
deyiverir! Bitmedi, tas kebabı ve köftesini de bir başka seferde listeye alın.
Pişman olmazsınız.
Hoşdere caddesinden Atakule’ye
doğru çıkıyorsunuz. Atakule’ye gelmeden önce, caddenin bitiminde sağda,
sessiz sakin ve yine küçük bir mekan:
Çankaya Lokantası.
En fazla saat 11 ila 14 arasında döner bulursunuz, bulunca da bana dua
edersiniz. O kadar söyleyeyim. İştahınız
yerindeyse kuru fasulye pilav ya da arnavut ciğeri de yiyebilirsiniz. Sıra bekleyenlerin psikolojik baskısından kurtulabilmek için lezzete odaklanmanız
yeter de artar bile!
Gece vakti acıkıp
yollara düşsek!
Ramazan aylarında dostlarım benden
uzak durur, özellikle
oruç saatlerinde. Ne
çekilmez bir adam
olurum bir bilseniz. İftara birkaç saat kala aklıma bin türlü mekan, yemek ve de lezzet düşünce kaçışır
giderler etrafımdan.
Akla lezzet düşürüp yoldan çıkarmakla ilgili marifetimin en güzel öyküleri, soğuk bir gece vakti “Bir çorba mı
içsek” cümlesiyle başlar. Sihirli sözcük
ağzımdan çıkmıştır bir kere. Geriye yol
arkadaşı bulmak kalır ki, en kolayıdır. Lezzet dünyamın
biricik varisi oğlum, hazır kıta
beklemektedir. “Baba bir
Rumeli yapalım
mı?” diye çoktan kapıya
yönelmiştir.
Ankara’da yaşayanlar için Rumeli’ye
uzanmak an meselesidir. Haftanın yedi
günü 24 saat açık Rumeli İşkembecisi
emre amadedir. İster Kızılay’da, isterseniz Bestekar sokakta. Benim tercihim
Bestekar sokak. Özel bir nedeni yok.
Ama çocuklarımız orada büyüdü desek yeridir.
65 yılı aşan bir gelenektir Rumeli.
Allah ömür versin, önce Hamdi Amcanın, sonra çocuklarının kaliteden
asla taviz vermeden devam ettirdiği
bir gelenek.
İşkembe çorbasını, elbette bütün türevleriyle, tuzlama, şırdan, damardan
içebileceğiniz sıcacık bir mekan. Yahut
dil-paça, kelle-paça ile başlayabilirsiniz.
Mevsimine göre ıspanaktan musakkaya,
tas kebabından işkembeli nohuta kadar
bin türlü lezzet. Her malzemesi, etinden
sebzesine, zeytinyağından ekmeğine
kadar özenle seçilmiş bir adres: Rumeli.
İşte gördünüz mü, Ankara’daki lezzet yolculuğunun daha başında yerimiz
bitti. İstanbulluları kızdıracak kadar
güzel balık lokantalarından, Bursa’yı
kıskandıracak iskender kebabından,
özellikle de Uludağ’dan söz etmeye
fırsat kalmadı. Şehrin dört bir yanına
gizlenmiş baştan çıkarıcı kebapçıları,
oto sanayide birbiri ardına sıralanan
köftecileri, hele pidenin zirvesi Ye-An’ı
anmaya umarız bir daha fırsat buluruz.
Gelecek ay bir başka lezzet şehrinde buluşmak üzere ve soluğu çoktan
mutfakta aldığınıza göre;
Afiyet olsun!
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
51
TARİH OSMANLI'DA ŞEHİRCİLİK
Şehirler inşa eden yüksek
bir medeniyete sahibiz
Türk şehirciliği Türk medeniyetinin çok önemli bir tezahürüdür.
Şehirler inşa eden yüksek bir medeniyete sahip olduğumuzu
bilmeliyiz ve göstermeliyiz.
Prof. Dr. Halil İNALCIK
52
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Şehir tarihi benim 50 yıldan
beri uğraştığım bir konudur. O
günlerde, Bursa’da Çelebi Mehmed
Külliyesi’nin önemli bir parçası olan
müzede şer’iye sicilleri üzerinde çalışmaya başladım. O zaman bu siciller (sonradan bu sicillerin 250
cilt üzerinde olduğunu öğrendik)
müzenin bir köşesinde, toz toprak
içerisinde duruyordu. Ben Bursa tarihi üzerine çalışıyordum. O siciller
üzerine çalışmaya başladım. Gördük
ki Bursa şehrinin insanları, binaları,
her şeyi bu sicillerin içerindedir.
Kadıların tuttuğu siciller şehir
tarihçiliğinin ana kaynağıdır ve
hemen hemen her kadının vazife
gördüğü şehirde bu sicillerden yüzlercesi bu güne kadar gelmiş, fakat
yüzlercesi de tahrif edilmiştir. Bursa
sicillerinin bu perişan durumu karşısında, buradan yazdığım ilk makale Ömer Lütfü Barkan’ın İktisat
Fakültesi Mecmuası’nda yayınlanan
Bursa’nın sosyal yapısı üzerinde yaptığım araştırmadır. Bursa kadısının
defterinde tereke defterleri vardır.
Tereke defteri nedir: Birisi vefat ettiği zaman onun mirasçıları,
herkes değil, bir niza konusu ise
miras, isteyenler kadıya müracaat
eder. Kadı ölenin bütün mallarını
raice göre kıymetlendirir. Yani esirler, köleler dahi oraya kaydediler.
Uzun listeler halinde bunlar değerlendirilir ve yekûndan sonra mirasçılar arasında kadı bunları pay eder.
Tabii bu işlem karşılığında bir resim
alır kadı. Bu siciller Fatih devrine
kadar iniyor.
ŞEHİR TARİHİNİN ANA
KAYNAĞI KADI SİCİLLERİDİR
Bu terekelerin 400 tanesini
inceledim ve miras miktarına ve
bırakılan malların, terekenin mahiyetine göre bir tasnif yaptım. Miras miktarı, Bursa’nın o günlerdeki sosyal sınıflarını belirlemek için
temel ölçü idi. Orada 10.000 akça
altında miras bırakmış olan kişileri
fakir kabul ettim. 10.000-50.000
arasındakileri orta sınıf olarak kabul
ettim. 50.000 akça üzerinde miras
bırakanları zengin sınıf olarak kabul ettim. Bu suretle yüzde 88’inin
10.000 akça altında miras bıraktıklarını tespit ettim. Bunları fakir olarak kabul ettim. Yani Bursa şehrinin
sosyal yapısını bu suretle fakirler,
orta sınıf ve zenginler olarak tasnife muvaffak oldum. Bahse konu
yazı İktisat Fakültesi Mecmuası’nda
basılmıştır. Aynı zamanda o sicillerin şehir tarihi için ana kaynak
olduğunu size hatırlatmak istiyorum. O zamandan beri bu siciller
üzerinde yüzlerce çalışma, tezler
yapıldı. Ama o zamanlar Bursa sicilleri malum değildi. Demek ki kadı
sicilleri şehir tarihi araştırmalarının
ana kaynağıdır.
OSMANLI HER ŞEYİ DETAYLI
ŞEKİLDE KAYDEDİYOR
Bakınız başka bir misal vereyim
bu konuda. Sicillerde bir kayıt görüyorum. Bir Ermeni Ankara’dan
büyük sof kumaşı stokları ile gelmiş. Gelir gelmez indiği handa yerleşmiş. Tabii gelir gelmez yaptığı
Osmanlılar şehirleri
tahrip etmek değil,
geliştirmek için
fethederlerdi. İstanbul
ele geçirildikten sonra
vakıflarla yeniden inşa
edilmiştir. Harap bir
Bizans’tan yeni bir
Türk İslam şehri inşa
edilmiştir.
işlerden birisi kendisine Bursa’da
bir kemha elbise yaptırmak. Fakat
bu zat ölmüş. Öldüğü için de terekesi sicile geçiyor. Terekesi içinde
müzik aletleri var, demek ki zevk
sahibi bir insan, seyahati esnasında
da kendisini bu zevkten de mahrum
etmemek için müzik aletleri ve cariyeler var. Tasavvur edin, bir Ermeni
tüccarı Ankara’dan Bursa’ya geliyor.
Büyük sof stoklarıyla… O zaman,
Ankara’da sof ticareti daha çok Ermenilerin elindeydi. Ankara’nın Hacı
Bayram-ı Veli’si, Türk olsun Ermeni
olsun oradaki işçilerin kaderine ilgi
duyar, onun için emek sahiplerinin
ilk velisidir. Kendi emeği ile çalışmayanı kendi müritleri arasına almazdı
Hacı Bayram-ı Veli.
Başka kaynaklardan öğreniyoruz: İtalya’dan zengin bir prensin
hanımı Bursa’daki Floransalı bir
tüccardan kendisi için sof alıp göndermesini istiyor. Yani bir sicilden,
bir terekeden neler öğrenebiliyoruz.
Evet, şehir tarihinin kaynakları yalnız siciller değildir fakat ana kaynağı
sicillerdir hiç şüphesiz.
OSMANLI TÜRK ŞEHİRLERİ
VAKIFLARLA İNŞA EDİLİR
Bizim şehir tarihçiliğinde bir şehrin inşasında çok medeni, Batı’da
bile misalini görmediğimiz çok
önemli bir müessese buluyoruz.
Bütün Osmanlı –Türk şehirleri vakıflarla inşa edilir. İstanbul harap
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
53
TARİH OSMANLI'DA ŞEHİRCİLİK
Vaktiyle 500 bin
nüfusa sahip olan,
fetih öncesinde nüfusu
30 bine kadar düşen
İstanbul’un 15-20 sene
içerisinde 60.00070.000 nüfuslu
gelişen bir şehir
haline gelmesini vakıf
sistemine borçluyuz.
bir şehir olarak ele geçirildikten
sonra vakıflarla yeniden inşa edilmiştir. Vakıf, imaret sistemidir. İmaret sisteminin şehircilikte önemini
ilk kez Osman Ergin Bey yazdı.
Sonra Barkan’ın İktisat Fakültesi
Mecmuası’nda konu üzerine uzun
bir yazısı çıkmıştır: “İmaret Sisteminin Şehirlerin Teşekkülündeki
Önemi.” Türklerin bir şehri yeniden
inşa etme yolundaki faaliyetlerinin
temelini ve sistematiğini biz imaret
sisteminde buluyoruz.
OSMANLI’NIN FETİHLERDE
KULLANDIĞI ÖZEL METOD
İmaret sistemi nedir? Evvela
özellikle İstanbul’dan bahsediyoruz.
Yalnız İstanbul için değil, Osmanlı
Devleti’nin fethettiği şehirleri almakta kullandığı özel bir metod vardır.
Yalnız Osmanlılar değil, Selçuklular
ve diğer beyliklerde de bunu görüyoruz, bir şehri tahrip etmeden,
nüfusuyla ve binalarıyla aynen ele
geçirme kaygısı vardır. Top kullanımı yayılmadan önce Osmanlıların
bir şehri fethinde daima şu metodu
kullandıklarını biliyoruz: Osmanlı
ordusu Bursa’yı Osman Gazi zamanında 101’de muhasara etti. Muhasara sırasında iki kule yapıldı birisi
tepede birisi aşağıda. Aktimur Kulesi
ve Balabancık Kulesi. 1301’de abluka altına alınan şehir ancak 1326
Nisan’ında teslim oldu. Bu 25-26
senelik süre zarfında şehri aç bırak-
54
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
mak, yani dışarı ile olan temaslarını
tamamen kontrol etmek suretiyle
şehrin kendiliğinden teslimi sağlanmıştır.
OSMANLI ŞEHRİ HARAP BİR
ŞEKİLDE ALMAK İSTEMEZ
Yine İznik 1301’de Osman Gazi
tarafından muhasara edildi. O da iki
kule yaptı. Birisi Draz Ali Kulesidir.
Bugün Bursa civarında bir köydür.
Başka bir kule de Karatigin vadisinde yaptı. Bu iki kule şehri otuz sene
dışarı ile temastan ayırdı. Bu tecrit
30 yıl sürdü. Şehir 1331’de Orhan’a
teslim oldu. Aynı fetih metodunu
biz bütün batı Anadolu şehirlerinde,
Birgi’de, Efesus’ta ve diğerlerinde
görüyoruz. Yani Osmanlı şehri harap bir şekilde almak istemez. İstanbul muhasarasında Fatih şehri
kahren, (zorla, cebirle) fethetmek
kaygısında değildi, teslim almak
istiyordu.
ŞEHİR TAHRİP OLMASIN
DİYE TESLİM OL ÇAĞRISI
YAPILIR
Şehri muhasara ettiğiniz zaman
şehrin teslim edilmesi için üç defa
teslim olma teklifi yapılır. İstanbul
muhasarasında da Fatih ileride payitaht edeceği şehri harap bir şekilde devralmak istediği için üç kere
imparatora elçi gönderdi, teslim
teklifinde bulundu. Fakat imparator “Elimde değil, Cenevizliler ve
Venedikliler şehri teslim etmek istemiyor” diyor. Çünkü esas savunma
askerleri Venediklilerden oluşuyor.
Rumlar da istemiyor.
Selanik’te aynı şeyi görüyoruz.
Çandarlı Halil Paşa üç sene şehri abluka ettikten sonra 1381’de
teslim aldı. İstanbul’a dönersek üç
kere red cevabı karşısında Fatih son
taarruzun yapılmasını emretti. Kahren alınan bir şehrin nüfusu ordu
tarafından ganimet olarak esir edilir. Bu İslami bir kuraldır. Taşınır
malları yağma edilir. Ordu yüz bin
kişi. Bu ordu İstanbul’a akınca orayı
alt-üst etti. Bir kaynağımız diyor ki,
İstanbul halkı olduğu gibi çadırlardaydı. Nüfus kalmadı. Kiliselerdeki
bütün kıymetli eşya yağma edildi.
Mukavemet eden herkes öldürüldü.
Bu harap şehrin portresini yakında
700 sayfalık bir kitap olarak neşrediyorum.
FATİH 2 YIL İÇİNDE
İSTANBUL’U TAHRİR
ETTİRDE
Fatih Sultan Mehmed bu harap
şehri aldıktan sonra 1455’te, fetihten 2 sene kadar sonra bütün binaları ve içindekileri tahrir ettirdi. Bu
tahriri yapan meşhur tarihçi Tursun
Bey’dir, Beylerbeyi Hamza Bey’in
oğlu. Arşivden bu kıymetli vesikayı
birisi yürütmüş, öyle anlaşılıyor.
Burada Galata’da, Galata teslim olduğu için bir anlaşma yapıldı. Bu
usuldendir. Teslim olacak şehir ile
bir ahitname yapılır. Ahitname bir
nevi anayasa gibidir. Dini yeminle
verilen taahhüt. Eğer teslim olursa
şehir ahalisinin malları, canları ve
tapınakları güvence altında olacak.
Bunu hükümdar dini bir yeminle
tasdik eder artık bozulamaz. Oradaki Hıristiyan halk hükümdarın bu
taahhüdüne güvenerek teslim olur,
ahitnameyle. Bu bir Osmanlı fetih
metodudur. Birçok Rumeli şehirleri
böyle alınmıştır. Selanik, Üsküp…
Osmanlılar şehirleri tahrip etmek
değil, onları aynen almak, onlara
bir anayasa vermek ve geliştirmek
için fethederlerdi.
İSTANBUL’UN İHYASI İÇİN
TÜRKLERE YAPILAN ÇAĞRI
İstanbul misali hakkında bahsettiğim vesika, 104 sayfalık bir defter ve maalesef Ayasofya bölgesi
kayıp. Birisi önemli görüp almış
onu. Fakat diğer mahalleleri var.
Tursun Bey mahalle mahalle gezerek tahrir etmiş. Galata’nın tahrip edilmemiş binaları, insanları,
Bizim şehir tarihçiliğinde bir şehrin
inşasında çok medeni bir müessese
buluyoruz. Bütün Osmanlı Türk şehirleri
vakıflarla inşa edilir.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
55
TARİH OSMANLI'DA ŞEHİRCİLİK
kiliseleri her şeyi bu defterde bellidir.
Fakat İstanbul tarafında hiç nüfus yok.
Kiliseler harap olmuş, Kariye Kilisesi, St.
Teodosia (Gülcamii) mesela… Ve nüfus olmadığı için de harabeye gitmekte.
Öyle harap bir şehirle karşı karşıyayız.
Fatih şehri ihya etmek için ilan ediyor:
Rumeli’den ve Anadolu’dan gelen her
Türk’e, her Müslüman’a şehirde eline
geçirdiği binayı, saray olsun, ev olsun,
kilise olsun, vaat ediyor. Bunun üzerine bu iki bölgeden insanlar geliyor.
Vesika o kadar teferruatlı ki Aydın’dan,
Bursa’dan Altıparmak Mahallesi’nden
kim gelmiş görebiliyorsunuz.
FATİH’İN HEDEFİ İSTANBUL’U
TÜRK ŞEHRİ YAPMAK
Gelen Türk nüfusu gösteriyor ki
Fatih’in maksadı şehri alır almaz bir
Türk şehri olarak ihya etmektir. Fakat
gelen halk bakıyor ki pazar yok, geçim
imkânı yok. Bunların çoğu bırakıp kaçıyor. Şehir yine harap… Bunun üzerine
Fatih Rumeli’deki şehirlerdeki Yahudileri sürgün usulüyle zorla İstanbul’a
getiriyor ve vergilerden muaf tutarak,
avarızdan, belli yerlere yerleştiriyor.
Fener’e, Balat’a, Samatya’ya… Şehri
ihya etmek için imaret sistemine başvuruyor. Çünkü halk gelip yerleşmiyor,
şehir eski halini alamıyor.
İMARET SİSTEMİNİN ESASI
VAKIFLARDIR
Zaten Bizans’ın son zamanlarında
şehir felaket bir durumda… Fetihten
önce bir İspanyol sefirin İstanbul tasvirleri var. Vaktiyle beş yüz bin nüfusa
sahip Bizans şehrinin nüfusu otuz bine
düşmüş. Halk manastırlar etrafında duvarların içinde. Şehrin içinde sürüler
dolaşıyor, tarlalar var. Yani zaten şehir harap bir vaziyette… Fakat imaret
sistemi sayesinde Fatih kapanları –kapan ithal edilen malların tartılıp ithal
mallardan resmi alındıktan sonra satılmaya başlandığı büyük pazarlardır.
Unkapanı, Balkapanı, Yağkapanı gibi- ve
şehrin ortasında da büyük çarşıyı yapıyor. Bugün Kapalı Çarşı dediğimiz yeri
yapıyor. Biz bu inşa faaliyetini, şehrin
15-20 sene içerisinde 60.000-70.000 nüfuslu gelişen bir şehir haline gelmesini
vakıf sistemine borçluyuz. Yani imaret
sisteminin esası da vakıflardır.
AYASOFYA’NIN İMARI İÇİN
13 BİN ALTINLIK VAKIF
Orada bir noktaya işaret edeyim,
Batılı Hıristiyan müelliflerin hiç kale
almadıkları bir hakikat… Ayasofya’nın
şehir fethedilmeden bir iki sene önce
kubbesi çökmüştü. Fatih Ayasofya’ya
girdiği zaman kiliseyi şehrin camii kebiri olarak ilan etti, sonra buraya birçok vakıflar kurdu. Mesela İstanbul’un
bütün cizye geliri Ayasofya Camii’ne
bırakılıyor. Ayasofya’nın tamiri, canlanması, muhafazası için on üç bin altınlık vakıf yapılmıştır. Bir Ayasofya
mimarı tayin edilmiştir. Bu önlemler
alınmasıydı bugün Ayasofya’nın yerinde yeller esiyor olacaktı. Bugün Batılı
muharrirler “Bu eski Hıristiyan kilisesidir, bizim olacak tekrar” diyorlar.
Münih’teki bir Bizans Kongresi’nde
müşahede ettim. Bavyera Kardinali
Ayasofya’nın tamiri, canlanması, muhafazası için 13 bin altınlık vakıf yapılmıştır.
Bir Ayasofya mimarı tayin edilmiştir. Bu önlemler alınmasıydı bugün Ayasofya’nın
yerinde yeller esiyor olacaktı.
56
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
vardır orada. Bizantinistler önünde
kalkıp “İstanbul Ayasofya kubbesindeki yıldız daima parlayacaktır” dediği
zaman oradaki Bizantinistler kalktı ve
beş dakika ayakta alkışladı.
CAMİ OLAN KİLİSELER NASIL
AYAKTA KALDILAR?
Onların kalbinde hala Ayasofya vardır. Eğer biz senede 13.000 altın vakfedip, ona özel bir mimar tayin etmemiş
olsaydık bugün Ayasofya olmayacaktı.
Büyük Sinan duvarları desteklemek için
payendeler yaptı. Hıristiyan müellifler
yakınırlar. Kiliseleri Türkler harap ettiler
derler. Bu kiliseler 20-30 tane kadar,
ben bu defterden bütün bu kiliseleri
tespit ettim. İngilizce yazdım bu kitabı
ki dostlarımız, Hıristiyan dostlarımız
okusunlar diye. Özellikle kiliselerin 16.
Asırda yavaş yavaş camiye çevrildiklerini görüyoruz. St. Teodosia Kilisesi
Gülcamii oldu, Kariye Kilisesi de camiye çevrildi.
Bu camiler batıda araştırma konusu
olmuştur. Her birisi için cilt cilt kitap yazılmıştır. Diyorlar ki “Türkler Bizans’ın
bu sanat abidelerini ele geçirdiler ve
camiye çevirdiler.” Fakat şunu kaydetmezler, kiliselerin camiye çevrilmeleri
şu şekilde olmuştur: Orada Rum halkı
bu kiliseyi kullanıyor fakat zamanla
kilise etrafında İslam yerleşmesi bir
ekseriyet halini aldığı zaman bir camiye ihtiyaçları oluyor. Camiye çevrilir
çevrilmez o kiliseye vakıflar ihdas ediliyor. Bu vakıflar sayesinde bütün bu
kiliseler bugüne kadar gelmiştir. Eğer
vakıf desteği olmasaydı bu kiliselerin hiç
birisi kalmazdı. Bugün Kariye Camii’ni
biliyorsanız, oradaki mozaikler, İtalyan
Rönesans’ının kaynağı sayılmaktadır
ve ayaktadır. Bu sanat eserleri, camiye çevrildikten sonra büyük vakıflarla
gönümüze kadar gelmiştir.
İSTANBUL 20 YILDA TÜRKİSLAM ŞEHRİ OLDU
Bugün vakıflar idaresi bu bahsettiğimiz eserleri tamir etmek için büyük
masraflara girmektedir. Demek istiyorum ki batılı yazarlara bakarsanız biz
İstanbul’u tahrif etmişiz, kiliseleri se-
bepsiz yere camiye çevirmişiz. Batının
tarihçiliğine katiyen inanmayınız. Benim
fakülte sıralarından beri güttüğüm hedef Osmanlı’nın medeni tarafını ortaya
koymaktır. Osmanlı şehirciliği, imaret
sistemi sayesinde İstanbul’u yeniden
inşa etmiştir.
1472’de Fatih yeni bir vakıf tahriri
yaptırdı. 1472 vakfiyesini yakında çıkarıyoruz. Ahmet Beyatlı’nın çalışması ile
Tarih Kurumu’na teslim ettik. 1472’ye
gelindiğinde İstanbul artık gelişmiş bir
Türk şehri. Demek istiyorum ki, harap
bir Bizans’tan yeni bir Türk İslam şehri
inşa ettik. Bu inşada imaret sistemi başrolü oynamıştır. Nasıl? 1459’da Fatih
vüzerasını huzuruna çağırdı. “Her biriniz İstanbul’da seçtiğiniz bir bölgede bir
külliye, bir imaret yapacaksınız” dedi.
Mahmud Paşa büyük çarşı etrafındaki
arazide kendi külliyesini yaptı. Camii
var, mahkeme de oradaydı. Hanlar
yaptı.
FATİH HER VEZİRE BİR İMARET
İNŞA ETTİRDİ
Külliye tabiri yanlıştır aslında, sonradan uydurulmuş bir tabirdir, aslı imarettir. İmaret içinde evvela bir tapınak
yani camii yapılıyor. Camiye ek olarak
medrese. Medreseden başka yolculara,
fukaraya hizmet etmek üzere bir imaret… Bugün Eyüp’e giderseniz oradaki
imaret hala çalışmaktadır. Yani sosyal
bir hizmet görmektedir bu imaret.
Mektep, kütüphane, gelen yolcuların
develerini çektikleri develikler. Bu vezirlerden her birisi bir imaret inşa ettiler. Vakıflar kurdular, bu külliyeleri
idame etmek için.
VAKIF SİSTEMİ İMARET
SİSTEMİNİN TEMELİDİR
Vakıf müessesesi de şehirciliğimizde
ana müesseselerdendir. Çünkü bir imaret inşa ettiğinizde onun devam etmesi
için bir gelir kaynağı ihdas edeceksiniz.
Vakıf sistemi de imaret sisteminin temelidir. Dükkânlar vakfa gelir sağlar.
Hamamlar ve benzeri yapılar başka,
hayır için yapılan binalar başkadır
ve ikisi birbirini tamamlar. Gedik Ahmed Mahallesi’ni bilirsiniz İstanbul’da.
Fatih’in veziri Gedik Ahmed burada bir
imaret yaptığında zamanla orada bir İslam mahallesi teşekkül etti. Davut Paşa
da bir külliye yaptı ve orada da mahalleler kuruldu. II. Bayezid zamanında
12 adet nahiye ve her bir nahiyenin
merkezinde böyle bir imaret ortaya çıktı.
ŞEHİRLER İNŞA EDEN YÜKSEK
BİR MEDENİYET
Özetle şunu bilmek lazımdır ki,
Türk şehirciliği Türk medeniyetinin
çok önemli bir tezahürüdür. Türk şehirciliğini şer’iye sicillerimizi, vakfiye
defterlerini inceleyerek layıkıyla ortaya
koymak mümkündür. Bugün görüyorum
üniversitelerde yüzlerce tez ortaya konuluyor. Çok seviniyorum, bu seviyeye
geldik. Dünyada özellikle bizi tanımak
istemeyen Batı karşısında medeni, şehirler inşa eden yüksek bir medeniyete
sahip olduğumuzu bilmeliyiz ve göstermeliyiz.
(*) Bu yazı, Prof. Dr. Halil İnalcık’ın, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından düzenlenen 1.
Milletlerarası Şehir Tarihi Yazarları Kongresi’nin
açılışında yaptığı konuşmanın metninden oluşmaktadır.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
57
KADİM ŞEHİRLER ÇANAKKALE
GERÇEĞİN DESTANL A BULUŞTUĞU YER
Ç ANAKKALE
Muhteşem bir mazinin gizemli sırlarını çağlar üstünden bugünlere
fısıldayan Çanakkale'nin hikâyesi, sade bir şehrin değil, aynı
zamanda büyük zaferlerin ve büyük hezimetlerin de hikâyesidir.
HASAN HÜSEYİN ÖZ
Her şehrin kendine ait bir dili ve
üslubu vardır. Hele hele söz konusu kadim şehirler ise, iç içe geçmiş anlamlar barındıran bir üslupla muhatapsınız
demektir.
58
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Zaten üslubunu oluşturamamış şehirler "ölü şehirler" kategorisine girer;
üslup, yaşama cehdidir. Yani dünden
bugüne yaşayagelme becerisinin ve ileri
doğru yaşaya gitmek cehdinin ifadesidir.
Sonsuzluğun sarkacı o şehirler üzerinde salınıp durmaktadır. Bu sarkaç
bazen ahenkle salınır, bazen de kıyamet
suruna nispet edercesine esen fırtınanın
etkisiyle bütün yeryüzünü sallandırır.
Ve tarih 1915'te bir kere daha Çanakkale'de düğümlenir…
Fakat bu düğümleniş geçmiştekilerin bütün hikâyesini içinde
eritip bir varoluş cehdine dönüştürmüştür. Eğer burada savaş
kaybedilecek olursa, ne Truva'nın esatiri kalacaktır,
ne de Osmanlı'nın insanlık ideali… Çanakkale şehri
bu hikâyeyi bir kere daha anlatır insanlığa…
Çanakkale işte surun nispetine muhatap rüzgârın salladığı sarkacın merkezlerinden biridir. Onun kaderi boğazın
sert esintilerinde yoğrulmuştur.
Kader diyorum, çünkü üzerinde bulunduğu yarımada strateji kelimesinin
ete kemiğe bürünmüş halidir.
Onun sarkacı bu yüzden ahenkten
çok zorluğun muhatabıdır.
Ve Çanakkale, bu kıyamet sarkacının
tecelligâhı olmasına sebep olan stratejik
önemi dolayısıyla, hakkında yazılacak
olan gerek haber, gerek gezi, gerekse de
tanıtım yazısı olsun hep bu stratejinin
kokusunu üzerinde taşıyacaktır.
Bu yazı Çanakkale'nin bana fısıldadıklarını kelamın gücü nispetinde ete
kemiğe büründürülmesinden ibarettir.
Kelamın gücünün yetersiz kalacağı malum! Lakin o sarkacın estirdiği fırtınalar
bizim kelamımıza da güç vereceği umuduyla yolculuğa çıkmak zorundayım...
KADİM TOPRAKLARIN
GENÇ ŞEHRİ
Aslında Çanakkale, şehir merkezi itibariyle daha geç dönemlere aittir. Evliya
Çelebi, "Kurucusu Valide Sultan olduğundan adına Sultaniye denmiştir" diyerek,
şehrin kuruluşunu Osmanlı dönemine
dayandırır. Nitekim Osmanlı döneminde
şehrin ismi Kale-i Sultaniye idi. Şehre
adını veren kalenin Fatih Sultan Mehmet
döneminde kurulduğu biliniyor.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde
bu kale ile ilgili şunları söylemektedir:
"Bu kaleyi evvela Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u fethetmeden önce
yaptırıp, İstanbul Rumlarına gidecek
zahire yardımını, bu boğazdan kesip,
Akdenizlileri İstanbul'a yardım ettirmedi. Bundan sonra Fatih, Karadeniz boğazının iki tarafında dahi kaleler yaptırıp,
düşmanı bütün bütün sıkıntıya soktu.
Bu kalenin inşasına tarih: Lillezine bihi
izzi liküfri bihi noksan, Tarihi mebanihi «bünyan-i Mehmet Han» Sene 856.
Fatih, İstanbul'u fethettikten sonra,
bu kaleleri daha çok mamur ederek,
Donanmay-ı Hümayunu Mora seferine
gönderdi."
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
59
KADİM ŞEHİRLER ÇANAKKALE
Günümüzde de iyi durumda olan ve
Askeri Deniz Müzesi ile birlikte görülebilen kalenin ve boğazın savunulmasında
görevli asker ve idareci sivil memur müslümanlar ilk olarak Fatih Camii civarındaki Cami-i Kebir Mahallesini kurarlar.
Aynı dönemde kalenin yapımında çalışan
Romanlar da Çay Mahallesini oluştururlar. Bu yönüyle bakıldığı zaman Evliya
Çelebi'nin dediği gibi İstanbul'un fethinin
ilk anahtarı Kale-i Sultaniye olur.
Bu iki mahallenin oluşumundan sonra yoğun olarak denizcilik ile uğraşan
Rumlar çevreden şehre gelerek Cami-i
Kebir Mahallesinin kuzey yönünde Rum
Mahallesi kurarlar.
AYNALI ÇARŞI
ESATİRLE GERÇEK
İÇ İÇE BİR ŞEHİR
1889 yılında II. Aldülhamid'in
padişahlığı sırasında Çanakkale'nin
önde gelen Yahudi ailelerinden
birine mensup İlya Halyo tarafından
inşa edilmiştir. Kesinliği olmayan
bir başka görüşe göre ise, Evliya
Çelebi ünlü Seyahatnamesi'nde
çarşıdan söz
etmiş, dolayısıyla
da çarşının varlığı
daha eskiye
dayandırıldığı için
İlya Halyo'nun
bu çarşıyı inşa
ettirmediği,
sadece onartıp
kullanıma
açtığı da öne
sürülmektedir.
Çarşı 1915
Mart'ında
Gelibolu çıkartması sırasında
bombardıman ve yangınlarla tahrip
olmuştur. 1918 - 1921 yılları arasında
İngiltere'nin Çanakkale'yi işgali
sırasında İngilizler, Aynalı Çarşı'yı atları
için "ahır" olarak kullanmıştır. Aynalı
Çarşı 1921 yılından sonra bir dönem
giriş kapısı dışında büyük oranda yıkık
bir yapı olarak kalmış ve çarşı olarak
kullanılmamıştır.
Çarşı içinde eskiden atlar için koşum
ve süs eşyası yapan dükkanlar
yer alıyordu. "Ayna" denilen "at
gözlükleri"nin çarşıda satılmasından
dolayı bir tür benzetme olarak "Aynalı
Çarşı" adının kullanıldığı rivayet
edilmektedir.
60
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Fakat Çanakkale bunun ötesindedir. Yukarıda "Çanakkale zorluğa muhataptır" dedik... Dört büyük olay bu
muhataplığı gösterir gibidir: Truva savaşı, Biga Çayı etrafında cereyan eden
İskender-Pers savaşı, Osmanlı'nın cihan
devleti olma yolunda attığı büyük adımın geçiş güzergâhı olması ve nihayet
bütün dünyanın kaderinin düğümlendiği
1915 Çanakkale Savunması...
Bu yüzden Çanakkale'nin üslubu,
esatirle-gerçekliğin iç içe geçmişliğinde gizlidir.
Üzerinde bulunduğu yarımadanın
konumu, gerçeği ve esatiri bir potada
eritip, Homeros'un mitolojik İlyadası'nın
önemli bir bölümünü yazdırırken, ondan
üç bin yıl sonra Mehmet Akif Ersoy'a
hakikatlerin gönle düşmesinden mülhem gerçeklerin hikâyesi olan Çanakkale
Destanı'nı kaleme aldırır.
Bir yanda Truva savaşının on yıllık mitolojik direniş hikâyesi, bir yanda düvel-i muazzamaya karşı verilen
varoluş savaşı; varlığın düğümlenişi...
Bir yanda dönemin dünya sistemini
etkileyen İskender-Pers savaşı, bir yanda
da gelecek dünyanın 600 yıllık gidişatını
belirleyecek Osmanlılar'ın karşıya geçişi.
KALE-İ SULTANİYE
Çanakkale, şehir merkezi itibariyle daha geç dönemlere aittir. Evliya Çelebi, "kurucusu
Valide Sultan olduğundan adına Sultaniye denmiştir" diyerek, şehrin kuruluşunu Osmanlı
dönemine dayandırır. Nitekim Osmanlı döneminde şehrin ismi Kale-i Sultaniye idi. Şehre
adını veren kalenin Fatih Sultan Mehmet döneminde kurulduğu biliniyor.
KENDİNİ TARİHTE
GİZLEYEN ŞEHİR...
Kaç şehir dünyayı bu kadar derinden
etkileyebilir? Ya da dünyanın kaderini
bu kadar düğümleyen kaç bölge vardır?
O yüzden Çanakkale'nin hikâyesi
salt bir şehir hikâyesi değildir. Onun
hikâyesi, kaderin de hikâyesidir.
Tüm mütevazılığı ile bu muhteşem
geçmişin sırrını üfler yeryüzümüze Çanakkale...
Onu bir hissedişle yazabilirsiniz belki
bu yüzden... Belki bir feryattır bu hissediş, belki de düğüm düğüm çığlık...
Onun tarihi kronolojik sıraya uymaz.
Bir bakarsınız aynı manzara, bir bakarsınız birbiriyle hiç alakası olmaya bir
görüntüler topluluğu. Nereden yakalamalı, hangi cümleyi hangi kelimeyle
devam etmeli?
Kaz dağlarından başlayıp boğazda
biten bölgenin hikâyesi, hep bu iç içe
geçmişliğin oluşturduğu anaforda kâh
ahenkli bir meltemle, kâh tarihin ağırlığıyla yüreğinizi yerinden çıkaracak
gibi olan bir kasırgayla karşınıza çıkar.
Tarihi yapan bu çelişkiler değil midir
zaten? Bir sarmal gibi bütün dünyayı
saran çelişkiler...
Bu yüzden kronoloji yetmez sizin
Çanakkale'yi yazmanıza devam etmeniz için...
O daha komplike bir yolculuğa çağırır sizi... Kâh günümüzdesinizdir kâh
binlerce yıl öncesinde...
Kâh yarımadadasınızdır kâh onbinlerce kilometre ötedeki Yeni Zelanda'da...
Onu yazmaya devam etmek için bu
atlamalara rıza göstermek zorundasınızdır. Fakat yazının bir mihengi olmalı.
Bana göre o mihenk de Çanakkale'yi
esatirden gerçeğe doğru yoğuran Osmanoğulları'nın onunla yaşadıkları hikâye...
TARİH YAPMAK İÇİN
YAPILAN GEÇİŞLER
Çanakkale'yi anlamak için belki de
bugüne en yakın tarihten başlamak gerek. Fakat bugünün kolay anlaşılacağını
kim söyleyebilir ki size... Varoluş için
kendini fedaya göze alış kelimelerin
kaldırabileceği bir yük müdür?
Onun için seferlerin peşine takılıp
kelimeleri koşturmak daha kolay geliyor
bana. Çünkü kelimelerin de varoluş için
kendilerini feda etmesi için de seferler
peşinde koşup olgunlaşması gerekiyor,
o yükü kaldırmaları için.
Geçişler ve seferler geldiğimiz
durakta yeni başlangıç noktamız olsun. Onun için de en yakın tarihi
yani Osmanlılar'ın Rumeli'ye geçiş
güzergâhından, kâh Osmanoğullarının Rumeli'ye geçişini, kâh İskender'in
Anadolu'ya geçişini, zaman içinde gidip
gelerek seyredelim.
Sonsuzluğun sarkacı o
şehirler üzerinde salınıp
durmaktadır. Bu sarkaç
bazen ahenkle salınır,
bazen de kıyamet suruna
nispet edercesine esen
fırtınanın etkisiyle bütün
yeryüzünü sallandırır.
Çanakkale işte surun
nispetine muhatap
rüzgârın salladığı
sarkacın merkezlerinden
biridir. Onun kaderi
boğazın sert esintilerinde
yoğrulmuştur.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
61
KADİM ŞEHİRLER ÇANAKKALE
Çanakkale bölgesinin Osmanlı için
asıl önemli yanı Rumeli'ye geçişte yaptığı ev sahipliğinden kaynaklanır. Zira
Osmanoğulları 1353'te Orhan Gazi tarafından bölgenin alınmasından önce
de Anadolu'dan Rumeli'ye Çanakkale
Boğazı'ndan geçerler.
Rumeli'nin vatanlaşmasının İstanbul'un fethinin ilk adımı bu seferde
gizlidir. Bu yüzden kilit bir şehirdir
Çanakkale.
Kilidi oluşturmak için sefer Büyük
İskender'in yönünün tam zıddına doğru
yoğunlaşır.
Tarih kitapları bu seferi bir gece
vakti, Süleyman Paşa'nın liderliğinde
dualarla gerçekleştirildiğini yazmaktadır. Hangi ruh hangi cehdi beslemiştir
bu dualarda? Ve o zamanki merkez
Biga bu büyük oluşu hangi gözlerle
seyretmiştir?
Çaka Bey'in Türk denizciliğinin tohumlarını attığı bu şehir yüzyıllar sürecek Batı seferlerinin de nüvesini oluşturacak geçiş hangi âlemin kapılarını
açmıştır acaba bu topraklarda?
Bin 700 yıl önceki Perslilerle-Makedonyalı İskender'in savaşında kızıla boyanmış Biga Çayı, yeni fatihlerin
hikâyesini nasıl anlatırdı? İskender'in
seferiyle, Osmanoğulları'nın mütevazı
geçişini karşılaştırmış mıdır acaba?
62
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
İSKENDER'İN
İLK BÜYÜK ZAFERİ
Osmanoğulları'nın mütevazı geçişinden tam bin 700 yıl önce başka bir
geçişe şahitlik eder yarımada... Bu geçiş
de aslında İskender'in düşmanına nispetle mütevazı bir geçiştir... Fatih Sultan Mehmet'in hocası Molla Gürani'nin
Zaman zaman büyük
savaşlarda Truva'nın
gerçek hikâyesini ifşa
eder; Homeros'un
pagan tasavvurlarının
ötesinde bir hakikati
bağırır dünyaya: Bir
düğümdür Truva… Öyle
bir düğüm ki, insanlığa
onuru anlatacak kadar
bir zaman diliminde
bütün gücüyle
direnir.
hikâyesini anlatmaktan hoşlandığı Büyük İskender'in bu mütevazı geçişi, yarımadanın dünya sistemini değiştirmek
adına rahim görevi gördüğüne bir kere
daha şahit eder bizi.
Tarih kitaplarında büyük sıfatıyla
anılacak İskender ile müstebit Pers kralı
Darius'un amansız savaşının rahmi...
Batılıların kendilerine ideoloji devşirdikleri bu savaş, aslında Çanakale'nin
mütevazılığında daha farklı terennüm
edilir.
Bu savaş tarih kitaplarında şöyle
tasvir edilir:
"35 bin Makedonyalı ve 7 bin 600
yunanlıdan oluşan ordusuyla karşıya
geçti. Teknesi karşı kıyıya yaklaşınca
mızrağını karaya doğru fırlattı. Mızrak
yere saplandı. İskender karaya çıkınca mızrağını yerden çıkararak bütün
Asya'nın Makedon mızrağıyla fethedileceğini ilan etti.
Büyük Pers ordusunun başında Kral
Darius III vardı ve İskender'in ordusunu
yok etmek üzere bütün askerlerini toplamıştı. İki ordu Truva harabeleri yakınındaki Biga Çayı'nda karşılaştı. Çayı
geçerek Perslerin direkt üstüne yürümek
isteyen İskender'e komutanları karşı çıktı.
İskender ise "Buraya gelmek için
koca Çanakkale boğazını geçmişken,
önümüzdeki bu sığ çay mı bizi durdura-
cak. Bu çay karşısında gerilersek Çanakkale Boğazı utancıdan kızarır"
deyince bütün ordu karşıya geçer ve Pers ordusunu bozguna uğratır."
VE TRUVA...
Kelimeleri, bu büyük savaştan bir üç yıl öncesine koşturalım tekrar
ve Truva savaşının on yıllık direniş hikâyesini bölgenin şahitliğinde
yazmaya çalışalım...
Homeros'un Odesa ve İlyada'sında son bir ayını tasvir ettiği bu
büyük direniş, bölgenin mitolojik diliyle kulağımıza üfleniyor.
Savaş Homeros'a göre "Truva'lı Paris'in Sparta Kralı Menelaus'un
karısı Helen'i kaçırması sonucunda Yunanlıların Anadolu'daki Truva
kentine saldırması" sonucu çıkar.
On yıl sürer ve nihayet Yunanlılar'ın Truva atının içine gizlediği
askerlerin kaleye girerek bir gece vakti kale sakinlerine verdiği baskınla nihayetlenir...
Esatirle gerçeğin iç içe geçtiği bu savaş, Çanakkale'nin otuz kilometre dışındaki kalıntılar bulunduğu zaman gerçek bir mahiyet kazanır.
Fakat Homeros'un dilinden mitolojik bir mahiyetle de olsa, yüz
yıllardır bu savaş dilden dile dolaşır, Truvalılar'ın direnişi ve bir
hileyle yenilmelerinin hikâyesi özellikle batılı toplumların kimlik
arayışlarına eşlik eder.
Çanakkale ise bu savaşı bütün sırrıyla kendi içinde saklar yüzyıllardır. Zaman zaman büyük savaşlarda Truva'nın gerçek hikâyesini
ifşa eder; Homeros'un pagan tasavvurlarının ötesinde bir hakikati
bağırır dünyaya:
"Bir düğümdür Truva... öyle bir düğüm ki, insanlığa onuru anlatacak kadar bir zaman diliminde bütün gücüyle direnir. İnsanın onur
denilen nesneyle ilişkisinin kopmasının varlık nedeninden uzaklaşmak
anlamı olduğunu anlatana kadar uğraşır. Kalıntıların ötesinde bir ruh
bırakıp, sonunda her şeyin bir sonu olduğunu ve onurun hile karşısında inançtan başka silahı olmadığını söyleyerek, yavaşça çözülür."
ATATÜRK ve
ÇANAKKALE
Atatürk'ün Çanakkale'ye ilk gelişi, bilindiği gibi,
Kurtuluş Savaşı'ndan öncedir. 20 Ocak 1915'te,
Tekirdağ Bölgesi'nde yeni kurulmakta olan 19.
Tümen Komutanlığı'na tayin edildi. Atatürk, kısa
sürede bu tümeni kurmuş, 25 Şubat 1915'te,
savaşlara katılmak üzere Eceabat'a gelmiş, burada
ikmal yaptıktan sonra 18 Nisan 1915'te Bigalı
Köyü'ne gelerek bir köy evini karargâh yapmıştı.
Bir hafta sonra savaş başlamış, Atatürk, Conkbayırı
ve Arıburnu'nda üstün düşman kuvvetlerine
karşı, taarruz ve savunma savaşları yaparak,
kahramanlığı, cesareti ve kazandığı zaferlerle bütün
dünyanın dikkatlerini üzerine toplamış, 1 Haziran
1915'te albaylığa yükseltilmişti.
8 Ağustos 1915'te Anafartalar Grubu Komutanlığı'na
getirildikten hemen sonra Conkbayırı'nda düşmanı
denize dökmüş, Çanakkale'yi bir kere daha
kurtarmıştı. Çanakkale Zaferi'nden sonra, bir
kahraman olarak 10 Aralık 1915'te İstanbul'a döndü.
Atatürk'ün Cumhuriyetin ilanından sonra,
Cumhurbaşkanı olarak Çanakkale'ye gelişleri, 1
Eylül 1928 tarihine rastlar. Atatürk, Çanakkale'ye 14
Temmuz 1933 Cuma günü bir daha gelmişti. Vali,
Belediye Başkanı ve Çanakkale ileri gelenleri ile bir
süre görüştükten sonra, o akşam Yalova'ya hareket
etti. Atatürk, 14 Nisan 1934 günü saat 19.00'da
Çanakkale'ye tekrar geldi.
Son olarak Atatürk, İran Şahı Rıza Pehlevi ile birlikte
yurt gezisine çıkmışlardı. 25 Haziran 1934 sabahı
otomobillerle Biga üzerinden Çanakkale'ye hareket
ettiler. Saat 15.50'de Çanakkale'ye ulaştılar. Atatürk,
burada Rıza şah Pehlevi'ye Çanakkale Savaşları
konusunda bilgi verdi.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
63
KADİM ŞEHİRLER ÇANAKKALE
Üzerinde bulunduğu yarımadanın
konumu, gerçeği ve esatiri bir potada
eritip, Homeros'un mitolojik İlyadası'nın
önemli bir bölümünü yazdırırken,
ondan üç bin yıl sonra Mehmet Akif
Ersoy'a hakikatlerin gönle düşmesinden
mülhem gerçeklerin hikâyesi olan
Çanakkale Destanı'nı yazdırır.
KADER ANI: 1915
Bu kadar uzun yolculukta kelimeler
olgunlaştı mı bilmiyorum... Fakat bir
hayli yorulduğu da ortada!
Truva'dan 3 bin yıl sonrasına yolculuk yapacak hali kalmadı... Lakin
Çanakkale "onur" kelimesini kulaklarıma bir kere daha fısıldadı. "Onurun
yorgunluğu olmaz" dedi. Ve ekledi:
"Onurun gerçek hikâyesi 1915'te yazıldı
ve dahi ben onurun kemal noktasına
o savaşla ulaştım."
Truva'dan üç bin yıl sonra...
Dehşetengiz bir anafor... Müstebit
güçler, mazlumların son umudunu kır-
64
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
mak için Çanakkale topraklarının önüne
gelirler...
Ağır silahları ve dünyanın dört bir
yanından devşirdikleri kalabalık güçlerine çok güvenmektedirler... Son umut
da kırıldı mı, kendi sistemleri ebediyen
yaşayacaktır...
Karşılarında son iki yüz yıldır cepheden cepheye onuru taşımış insanlar
vardır.
Çanakkale son sığınaktır. Eğer burada savaş kaybedilirse insan denilen
varlığın bütün umudu kaybolacaktır...
Ve tarih bir kere daha Çanakkale'de
düğümlenir... Fakat bu düğümleniş geç-
miştekilerin bütün hikâyesini içinde eritip
bir varoluş cehdine dönüştürmüştür.
Eğer burada savaş kaybedilecek olursa ne Truva'nın esatiri kalacaktır, ne de
Osmanlı'nın insanlık ideali... Kısacası insanın insan kalma mücadelesi kaybedilecektir. Varoluş için kendini feda etmenin
zamanıdır artık... Çanakkale bu feda
edişe bütün gücüyle katılacak, var kalmak için o da kendini feda edecektir...
Bir kere daha insanlığın kalbi olmuştur Çanakkale... Boğaz'ın sert esintinin
salındırdığı sarkaç bütün dünyayı sallamaktadır...
Mehmet Akif Hicaz'dan bu fırtınayla
"Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı/ Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı" dizelerini yazar...
Ve bu fırtına sonrasında umudu tazelenmiştir insanlığın... Çanakkale bu
umudu hala yaşatmaktadır mütevazı
bir şekilde... Hep umudun ve onurun
hikâyesini yaşamış kent, geleceğe doğru
bu hikâyeyi anlatmaya devam etmektedir.
(*) Fotoğraf arşivlerini bizlere açan 18 Mart
Üniversitesi, Çanakkale Belediyesi ve Çanakkale
Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü'ne teşekkürlerimizi sunarız.
ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR Mevlâna
MevlÂna şehri Konya
Şehir yüzlü insanlar arasında belki de en karakteristik olanı
Konya-Mevlâna terkibidir. Konya’nın tüm özellikleri bu isim
etrafında sema yapar gibidir. Konya, diğer tüm vasıflarından
önce bir “Mevlâna Şehri”diR.
ÜMİT KAÇAR
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanı
66
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Sevgi, barış, hoşgörü ve kardeşliğin sembolü
olan Mevlâna, tüm insanlığın gözünü kamaştıran
parlak bir güneş gibidir.
Uçsuz bucaksız Konya ovasındaki günebakanları andıran hak âşıkları, yönlerini döndükleri Mevlâna’dan gözlerini alamazlar, durmaksızın
aşk ile sema ederler büyük velinin etrafında…
Mevlâna’nın gözüyse Şems’ten başkasını görmez… Şems Mevlâna’sız, Mevlâna Şems’siz düşünülemez… Mevlâna’sız Konya ise hayal dahi
edilemez…
Mevlâna, “şehir yüzlü insanlar” arasında belki de en karakteristik olanıdır. Konya’nın tüm
özellikleri Mevlâna isminde şiirsel bir görüntüye
bürünmüş gibidir. Konya, diğer vasıflarının yanı
sıra ve fakat hepsinden daha önce bir “Mevlâna
Şehri”dir…
Ölümü "Allah’a kavuşmak" olarak gören,
ölüm gününü "gelin gecesi" manasına
gelen "Şeb-i Arûs" diye nitelendiren
Mevlâna, "Ölümümüzden sonra
mezarımızı yerde aramayınız! Bizim
mezarımız âriflerin gönüllerindedir"
diyordu. 2007 Mevlâna Yılı gösterdi
ki, O, bütün insanlığın gönüllerinde
kendisine emsalsiz bir yer edindi.
HORASAN’IN BELH ŞEHRİNDE DOĞDU
30 Eylül 1207 tarihinde bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh
şehrinde doğan Mevlâna'nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında "Bilginlerin Sultanı" unvanını almış olan Hüseyin Hatibî
oğlu Bahaeddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri
Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.
Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi
olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle 1212 veya 1213 yıllarında aile fertleri ve
yakın dostları ile birlikte Belh'ten ayrılır.
FERİDÜDDİN ATTAR İLE KARŞILAŞMA
Sultânü'l-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olur.
Burada tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar
ile karşılaşır. Mevlâna küçük yaşına rağmen
Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çeker ve takdirlerini
kazanır. Sultânü'l-Ulemâ Nişâbur'dan Bağdat'a
ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâbe'ye hareket eder.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
67
ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR Mevlâna
2007 DÜNYA
Mevlâna YILI
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü
olan UNESCO, Mevlâna Celaleddin-i Rumi’nin
800’üncü doğum yılı olması dolayısıyla 2007 yılını
bütün dünyada “Mevlâna Yılı” olarak ilan etti.
UNESCO tarafından görkemli bir şekilde kutlanan
2007 Mevlâna Yılı çerçevesinde 25 ülkede yaklaşık
100 program düzenlendi. İstanbul ve Konya’da
Uluslararası Mevlâna Sempozyumu ve Konya'da
Uluslararası Gençlik Buluşması gerçekleştirilirken,
mistik müzik festivaline 19 ülkeden müzisyenler
katıldı. Şeb-İ Arus Haftasında 85 bin kişi sema
töreni izledi. Dünyanın en önemli kültür şehirlerinden 18’inde konferanslar ve sema gösterileri
düzenlendi.
Türkiye'nin girişimi ve İran ile Afganistan'ın da
katılımıyla UNESCO’nun Paris’teki merkezinde
7 Eylül 2007 günü yapılan anma toplantısında konuşan UNESCO Genel Müdürü Koichiro
Matsuura, Mevlâna'nın barış, hoşgörü ve sevgi
felsefesinin, sınır, dil ve kültür farklılığı tanımadığını belirtti. Matsuura,
kültürlerarası diyalog ve kalıcı barış
için Mevlâna felsefesinin bugün her
geçen günden daha
fazla önem kazandığını söyledi.
Uçsuz bucaksız Konya ovasındaki günebakanları
andıran hak âşıkları, yönlerini döndükleri Mevlâna’dan
gözlerini alamazlar, durmaksızın aşk ile sema ederler
büyük velinin etrafında…
Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğrar.
Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile
Lârende'ye (Karaman) gelir. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın
yaptırdığı medreseye yerleşir ve burada 7 yıl kalır.
1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da
evlenen Mevlâna’nın bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adında iki oğlu olur. Yıllar sonra Gevher Hatun' u kaybeden
Mevlâna, bir çocuklu dul bir hanım olan Kerra Hatun ile ikinci evliliğini yapar. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir
Alim Çelebi adlı iki oğlu ve Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya gelir.
KONYA’NIN EN PARLAK DÖNEMİ
Bu yıllarda Anadolu'nun büyük bir kısmını egemenliği altına
almış olan Selçuklu Devleti’nin başkenti olan Konya sanat eserleri
ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkârlarla dolup taşmaktadır.
Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşamaktadır. Devletin hükümdarı olan Alâeddin Keykubad, Sultânü'l-Ulemâ Bahaeddin Veled'i
Karaman'dan Konya'ya davet ederek başkente yerleşmesini ister.
Sultanın davetini kabul eden Bahaeddin Veled, 3 Mayıs 1228
tarihinde ailesi ve dostları ile birlikte Konya'ya ulaşır. Sultan Alâeddin
tarafından muhteşem bir törenle karşılanır ve ona ikametgâh olarak
Altunapa (İplikçi) Medresesi tahsis edilir.
68
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
BABASI VEFAT EDİNCE Mevlâna SAHNE ALIYOR
Sultânü'l-Ulemâ, 12 Ocak 1231 yılında vefat edince, kendisine mezar yeri
olarak Selçuklu Sarayı'nın Gül Bahçesi seçilir ve günümüzde müze olarak
kullanılan Mevlâna Dergâhı'nın bugünkü yerine defnedilir.
Sultânü'l-Ulemâ’nın vefatı üzerine, O’nun talebeleri ve müridleri Mevlâna'nın
çevresinde toplanırlar. Büyük âlim olarak yetişen Mevlâna’nın yaşadığı İplikçi
Medresesi kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşmaktadır.
ŞEMS-İ TEBRİZİ İLE KARŞILAŞMA
15 Kasım 1244 tarihinde Şems-i Tebrizî ile karşılaşan Mevlâna, Şems'te
"mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görür. Ancak beraberlikleri uzun sürmez. Şems aniden ölür. Şems'in vefatıyla birlikte uzun
yıllar inzivaya çekilen Mevlâna, 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuştu.
Mevlâna’nın gözü Şems’ten başkasını görmez…
Şems Mevlâna’sız, Mevlâna Şems’siz düşünülemez…
Mevlâna’sız Konya ise hayal dahi edilemez…
ÖLÜM DEĞİL ŞEB-İ ARUS (GELİN GECESİ)
Ölüm gününü “yeniden doğuş günü” olarak kabul eden Mevlâna, öldüğü
zaman sevdiğine, yani Allah'ına kavuşacağına inanıyordu. Bu nedenle ölüm
gününe “düğün günü” veya “gelin gecesi” manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyen
Mevlâna, ardından gözyaşı dökenlere şu vasiyeti bırakıyordu: “Ölümümüzden
sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir.”
Mevlâna’nın vasiyet gibi sözü fazlasıyla doğrulandı. O, sadece “ariflerin
gönüllerinde” değil, 2007 Mevlâna Yılı gösterdi ki, bütün insanlığın gönüllerinde kendisine emsalsiz bir yer edindi.
Belh’te başlayan hayat yolculuğuna Konya’da veda eden Mevlâna Celaddin-i
Rumi, Konya’da her yıl düzenlenen Şeb-i Arus törenlerinde onbinlerci kişiyi
buluşturmaktadır.
a
a
a
a
a
MESNEVİ'DEN SEÇMELER
Mademki kendinde bir dert veya pişmanlık
hissediyorsun; bu, Allah’ın sana olan yardımının ve sevgisinin bir delilidir.
Sen değerinle ve düşüncenle, iki âleme de
bedelsin, ama ne yapayım ki kendi değerini bilmiyorsun.
Bazı insanlar vardır ki selam verirler ve
selamlarından is kokusu gelir. Bazıları
da vardır ki selam verirler ve onların selamından misk kokusu gelir.
Denizin kenarına kadar, ayakların izi
vardır. Ama denize girdikten sonra ne iz
kalır, ne işaret.
Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç
kimse padişah olmadı.
a
a
a
a
a
Sen bizim suretimize değil, siretimize bak.
Bizim sözlerimizin hepsi nakit, başkalarınınki nakildir. Nakil, nakdin fer’idir.
Ömründen nasibin, kendini Sevgiliden
mesut bulduğun andan ibarettir.
Sözünü öyle bir izah et ki havas da avam
da istifade etsin. Herkesin aklının ereceği,
fikrinin anlayacağı bir tarzda anlat. Söz
söyleyen kemal sahibi olursa, (mağfiret ve
hakikat) sofrasını yaydı mı, o sofrada her
türlü aş bulunur. Hiçbir misafir aç kalmaz,
herkes o sofrada kendi gıdasını bulur.
Doğruluk Musa’nın asası gibidir. Eğrilik
ise sihirbazın sihrine benzer. Doğruluk
ortaya çıkınca onların hepsini yutar.
a
a
a
a
a
Ümit, güvenlik yolunun başıdır. Yolda
yürümesen de daima yolun başını gözet.
Gönlü ışık yakmayı, aydınlanmayı öğrenen
kişiyi, güneş bile yakamaz. Gündüz gibi
ışıyıp durmayı istiyorsan, geceye benzeyen
benliğini yakıver.
Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen
bahçe geçici, fakat akıldan meydana gelen
gül bahçesi hep yeşil ve güzeldir.
Nice kişiler vardır ki dizimin dibindedirler, ama benim için sanki Yemen’dedirler.
Yemen’de olan niceleri de vardır ki sanki
dizimin dibindedirler.
Bir mum diğerini tutuşturmakla ışığından
bir şey kaybetmez.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
69
TARİH KANUNÎ’NİN NÂME-İ HÜMÂYUNU
Kanunî'nin Fransa Kralı
Fransuva'ya Nâme-i Hümâyunu
Erhan afyoncu
Fransa Kralı Birinci Fransuva, Avrupa’daki en büyük rakibi Şarlken karşında 1519’daki imparatorluk seçimlerinde
Kutsal Roma-Cermen tacını, 1525’deki
Pavia Savaşı’nda da özgürlüğünü kaybetti. Hristiyan âlemine 1519’da imparator seçilebilmek amacıyla üç yıl içinde
Haçlı ordularının başına geçip bütün
Avrupa’yı ve İstanbul’u Türkler’den kurtaracağını vadeden Kral Fransuva’nın
annesi Osmanlı İmparatorluğu’ndan
yardım istemek zorunda kaldı.
Kanunî, 1526 Ocak’ında Kral
Fransuva’ya gönderdiği nâme-i
hümâyununda kendi haşmetini belirtip,
imparatorluğunun vilayetlerini
tek tek sayarken Fransa’yı
sıradan bir vilayet, kralını da hiç ünvan zikretmeden sıradan bir
hükümdar olarak
nitelendiriyordu:
“Şanı yüce
Allah’ın -sözü
ve kudreti yüce
olsun- yardımı,
peygamberlik
göğünün güneşi, kerem ve
cömertlik burcunun yıldızı, nebiler zümresinin reisi, kemâl sahipleri
fırkasının önde gideni,
bereketi bol olan Muhammed Mustafa -Allah’ın selâmı
üzerine olsun- ve dört sevgilisinin ki,
Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’dir, Allah
onların cümlesinden razı olsun. Onların mukaddes ruhlarını yoldaş eylesin.
Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar
hakanı, hükümdarlara taç veren Allah’ın
70
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
(*)
yeryüzündeki gölgesi Akdeniz’in
ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve
Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un
(Sivas ve civarı) ve Dulkadir Vilayeti’nin
(Maraş ve civarı) ve Diyarıbekr’in ve
Kürdistan ve Azerbaycan’ın ve Acem’in
ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve
Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün
ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in
ve şerefli babalarım ve yüce atalarımın kahredici kuvvetleriyle fethettikleri, büyüklüğün sığınağı olan zatımın
ateş yağdıran ve zafer nakşeden kılıcıyla
fetheylediğim nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bâyezid Han oğlu
Sultan Selim Han oğlu Sultan
Süleyman Han’ım. Sen ki
Fransa vilayetinin Kralı
Fransuva’sın:
Hükümdarların
sığındığı kapıma
elçiniz Frangipan
ile mektup ve
sözlü olarak da
bir takım haber
göndermişsiniz.
Ülkenizi düşman
istila ettiğini, şu
anda hapiste olduğunuzu bildirip, kurtuluşunuz
konusunda bizden
yardım talep etmişsiniz. Daha başka ne
söylediyseniz herşey benim
âlemin karargâhı olan tahtımın
ayaklarına arz olunmuştur. Her şeyden
ayrıntılı olarak haberdar oldum. Şimdi,
hükümdarların yenilmesi ve haps olunması hayret edilecek bir şey değildir.
Gönlünüzü hoş tutup üzülmeyesiniz.
Bu durumda bizim şerefli babalarımız
ve yüce atalarımız –Allah kabirlerini
nurlandırsın- daima düşmanı defetmek
ve ülkeler fethetmek için seferden geri
kalmamışlardır. Biz de onların yolundan
gidip, her zaman memleketler, sarp ve
korunmuş kaleleri fetheylemekteyiz. Gece
gündüz daima atımız eyerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Yüce Allah hayırlar
nasip edip, iradesi ne ise yerine gelsin.
Bundan başka durumlar ve haberlerin,
gönderdiğiniz adamınızdan sorulmuş
olduğu malumunuz olsun. Böyle biliniz.
1526 Ocak ayının ortalarında, saltanat mekânı, büyük ve korunmuş şehir
İstanbul’da yazıldı”.
Fransa’nın yardım isteyen mektubunu
getiren elçi Almanlar’ı doğudan sıkışması
için Kanunî’yi Macaristan üzerine bir sefer
açması için teşvik etmekle de görevlendirilmişti. Osmanlılar Macaristan’ı fethedebilirlerse Fransa üzerindeki Habsburg
baskısı azalacaktı. Macaristan Kralı İkinci
Layoş, Kutsal Roma-Cermen İmparatoru
Şarlken ile Avusturya Kralı Ferdinand’ın
kızkardeşleri Anna ile evliydi.
Osmanlı yönetimi bu gelişmelerle
birlikte Macaristan seferini gündeme
aldı. Bu arada Şarlken, Fransızlar’la
anlaşarak Birinci Fransuva’yı serbest
bıraktı. Ancak Osmanlı yönetimi Macaristan seferinden vazgeçmedi. Kanunî,
Macaristan’a sefer yaparak Şarlken’e
bir mesaj vermek istiyordu.
Şarlken’e karşı İngiltere, Fransa, Papalık, Venedik ve Milano arasında bir
ittifak kurulmuştu. Macar Kralı Layoş,
bu yüzden Habsburglardan Osmanlı
tehdidine karşı aradığı desteği bulamadı. Osmanlı ordusu 1526 Nisanı’nda
yola çıktı. Sürekli yağan yağmurlarla
ve sellerle boğuşarak Macaristan’a ilerledi. Petervaradin, İlok, Ösek kaleleri
ard arda ele geçirildi. Osmanlı ordusunun hedefi Macaristan’ın başkenti
Budin’di. Türk ordusuyla savaşmaktan başka çaresi bulunmayan Macar
Kralı, Osmanlı ordusunu 29 Ağustos 1526’da Mohaç’ta karşıladı. Ancak
Macarlar tarihlerinin en ağır mağlubiyetlerinden birini aldılar. Mohaç
Savaşı’nda Macar Krallığı tarihe karıştı. Kanunî, Macarlar’ı safdışı bırakarak doğrudan doğruya Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun Alman
kanadını baskı altına aldı. Macaristan Habsburglar ile Osmanlılar arasında
150 yıldan fazla sürecek bir savaş alanı haline geldi.
Fransuva, İmparator Şarlken’le bir anlaşma imzalayarak esaretten
kurtulmuştu. Ancak 1528’de Şarlken karşısında bir kez daha kötü duruma
düşüp Kanunî Sultan Süleyman’dan yardım istedi. Avusturyalılar’ın da
Budin’e saldırmaları üzerine Osmanlılar 1529’da yeniden harekete geçtiler. Kanunî’nin hedefi bu sefer Viyana’ydı. Osmanlı Sultanı, hem bu yeni
hedefi ele geçirecek hem de Avusturya’nın Macaristan tehdidini ortadan
kaldıracaktı. Viyana, Avusturya’nın başkenti olduğundan Ferdinand burayı
müdafaa etmek için savaşmak zorundaydı. Türk ordusunun Avusturya’ya
girmesi Şarlken’in baskısı altındaki Fransa’ya da rahat bir nefes aldıracaktı.
Ancak aşırı yağan yağmurlar yüzünden Viyana fethedilemedi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Modern Avrupa’nın şekillenmesinde
önemli tesiri vardır. Kanunî zamanında doğu sınırlarının fazla tehdit
almaması ve Avrupa’da gelişen şartlar sebebiyle asıl hedef batı olmuştu.
Bu dönemde Habsburg İmparatorluğu akrabalık bağlarıyla Avrupa’nın
önemli bir kısmında hakimiyet kurmuştu. İtalya, İspanya, Avusturya,
Almanya, Macaristan gibi ülkeler dolaylı veya direkt olarak Habsburg
İmparatorluğu’na bağlıydılar. Habsburglar’ın önünde direnen tek güç
Fransa idi. Osmanlılar’ın Avrupa’daki bu mücadeleye karışmaları siyasi
dengenin yeniden kurulmasını sağladı. Fransa, Osmanlılar’ın, Habsburglar’a
karşı mücadeleye girmesiyle hayat hakkı bulabildi.
(*) Doç. Dr., Marmara Üniversitesi-Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
71
ÇEVRE TUZ GÖLÜ
Tuz Gölü’nün
büyülü atmosferi
Önemli bitki ve kuş alanı, sulak alan, birinci derece doğal sit ve
ÖZEL ÇEVRE KORUMA alanı olan Tuz Gölü, tuzluluk bakımından Lut
Gölü’nden sonra dünyada ikinci sıradadır.
Çevre Ve Şehircilik Bakanlığı
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü
Tuz Gölü'nün oluşumu İç Anadolu çukurunun şekillenmesiyle yakından ilişkilidir. Karadeniz Dağları ve Toroslar
Paleosenden itibaren yükselip İç Anadolu çukurunu oluşturmaya başlamışlardır. Miyosen ile Pliosen aralığında (24 ile
5 milyon yıl öncesi) denizin İç Anadolu çukuruna ilerlemesiyle bugünkü Tuz Gölünü oluşturacak ilk jeolojik oluşum
başlamıştır.
Tuz Gölünü de içinde barından İç Anadolu iç denizi gerilemesini günümüze kadar sürdürmüş, böylelikle Tuz Gölü
günümüzdeki şeklini almıştır. Dolayısıyla Tuz Gölü etrafındaki özellikle karasal fauna elemanlarının şekillenişinde bu
72
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
süreç ve buna bağlı olarak gelişen vejetasyon yapısının göz
önüne alınması gerekir.
Alanın bu geç jeolojik formasyonu, yani iç denizin çekilmesi birçok karasal türün sekonder olarak İç Anadolu’ya
yerleşmesine neden olmuştur. Tuz Gölü Özel Çevre Koruma Bölgesi idari olarak Ankara, Konya ve Aksaray illeri
sınırları içindedir.
Tuz Gölü, İç Anadolu Bölgesi’nde, doğudan Kızılırmak
masifi, güneyden obruk, batıdan Cihanbeyli ve kuzeyden
Haymana platolarıyla çevrili çukur alanın kuzeydoğusundaki
en alçak bölümünde yer almaktadır.
TÜRKİYE’NİN EN SIĞ
GÖLLERİNDEN
Konya kapalı havzasında yer alan
Tuz Gölü, jeolojik olarak tektonik kökenlidir. Türkiye’nin en sığ göllerindendir,
derinliği birçok yerde 0,5 metreden
azdır. Türkiye’nin en az yağış alan yeri
olduğu için akarsu bakımından çok fakirdir.
Peçenek Suyu, DSİ Konya drenaj
kanalı, İnsuyu ve Uluırmak önemli akarsularıdır. Ancak bu suların bir
kısmı yazın kurumaktadır. Bu nedenle yazın kuruyan bölgelerde yaklaşık
30 cm tuz tabakası oluşmaktadır. Bu
tuzluluktan kaynaklanan su yoğunluğu
1–22,5 cm3/gr, tuz oranı yüzde 32,4’tür.
Dünyada Lut Gölü’nden sonra tuzluluk
bakımından ikinci sırada gelmektedir.
KUŞ VARLIĞI İÇİN
UYGUN BÖLGE
Tuz Gölü Özel Çevre Koruma (ÖÇK)
Bölgesi içindeki Tuz Gölü ve yakınındaki birbirleriyle ilişkili küçük göller
olan Akgöl, Bolluk Gölü, Düden Gölü,
Eşmekaya Gölü, Köpek Gölü ve Tersakan Gölü kuş varlığı açısından Türkiye’deki önemli sulak alanlardan birisidir.
Uluslararası kriterlere göre, uluslararası
öneme sahip 81 sulak alandan A sınıfı
sulak alan kategorisinde olan 18 sulak
alan içerisinde yer alır.
KUŞ TÜRÜ
BAKIMINDAN ZENGİN
Bölge barındırdığı kuş türlerince
zengin bir alandır. Özellikle kışın yağışlarla birlikte artan su miktarı pek
çok sucul kuş türüne geniş yaşam alanı
ARTEMIA SALINA CENNETİ
Tuz Gölü, dünya kültür balıkçılığında en yaygın olarak kullanılan canlı yem
olan Artemia’yı doğal olarak stok halinde bulunduran son derece önemli bir
konumdadır. Tuz Gölü’nde konaklayan ve kuluçkaya yatan kuşların özellikle de
Flamingoların beslenmesinde Artemia çok önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle
Artemia Salina ülkemiz biyolojik çeşitliliğinin korunması ve birçok kuş türünün
neslinin devam etmesi açısından oldukça önemli bir canlıdır. Ayrıca Artemia Salina bulunduğu sucul ortamda enerji geçişinde görev aldığı için besin zincirinde
de önemli bir konuma sahiptir.
sunmaktadır. Ördekler, patkalar, kazlar
vb türler bölgede çok sayıda bulunup
beslenebilmektedir.
Bölgede kuluçkaya yatan ve bölgedeki sayıları önemli miktarlara ulaşan
kuş türlerinden bazıları şunlardır; Angıt
(Tadorna ferruginea), Suna (Tadorna
Tadorna), Bataklık Kırlangıcı (Glareola
Prantincola), Kılıçgaga (Recurvirostra
Avocetta) ve Flamingo (Phoenicopterus Ruber).
20 MEMELİ TÜRÜ YAŞIYOR
Tuz Gölü ÖÇK bölgesinde Eulypotyphla (Kirpiler ve sivriburunlu fareler),
Chiroptera (Yarasalar), Lagomorpha
Tuz Gölü, uluslararası
kriterlere göre,
uluslararası öneme
sahip 81 sulak alandan
A sınıfı sulak alan
kategorisinde olan 18
sulak alan içerisinde
yer almaktadır.
(Tavşanlar), Rodentia (Kemirgenler),
Carnivora (Yırtıcılar) takımlarına ait 20
memeli türü saptanmıştır. ÖÇK alanındaki memeli hayvan türleri geniş yayılımlı türler olup lokal endemik bir tür
bulunmamaktadır.
Bölgede bulunan memeli türlerinden IUCN’e göre 1 tür NT ve 1 tür VU
kategorisinde yer almaktadır. Tuz Gölü
ÖÇK alanı Türkiye için endemik olan İç
Anadolu Tarla Faresi’nin de (Microtus
Anatolicus) yayılış alanı içindedir.
Bölgede yaygın bir dağılışa sahip
olan Gelengi (Tarla Sincabı) Spermophilus Xanthoprymnus alanın anahtar
türlerindendir. Bu tür gündüz aktif olup
(diurnal) bölgedeki pek çok gündüz yırtıcısı (kuş ve memeli hayvan) için besin
kaynağı durumundadır.
85 KUŞ TÜRÜ TESPİT EDİLDİ
Tuz Gölü ÖÇK kuş varlığı açısından
Türkiye’deki önemli sulak alanlarımızdan birisidir. Uluslararası kriterlere göre
A sınıfı sulak alan kategorisindedir.
Özellikle Angıt, Flamingo ve Kılıçgaga
başta olmak üzere pek çok kuş türünün çok sayıdaki bireyine ev sahipliği
yapmaktadır.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
73
ÇEVRE TUZ GÖLÜ
Alanı ve Özel Çevre Koruma Alanı olan
Tuz Gölü, aynı zamanda Ramsar Kriterleri bakımından uluslararası öneme
sahip bir sulak alandır.
Genellikle tuzlu göllerin etrafındaki kuşaklarda oluşan, Anadolu’nun iç
kısımlarındaki önemli karasal tuzculların çoğu Konya kapalı havzasında oluşmuştur. Bu havzada Bolluk ve Tersakan
göllerini de içine alan Tuz Gölü; Konya,
Aslım bataklığı; Aksaray, Eşmekaya ve
Sultanhanı sazlıkları; Karapınar, Sultaniye sazlığı; Karaman, Ereğli Sazlığı
önemli tuzlu tavalardır.
YÖRESEL ENDEMİKLER
DİKKAT ÇEKİYOR
Bölgede tespit edilen 85 kuş türünün çoğunluğu
sucul ve step habitata uyum sağlamış olan yerli, yaz
göçmeni ve kış göçmeni türlerdir.
Bölgede saptanan 85 kuş türü Ciconiiformes (Leyleksiler), Anseriformes
(Kazsılar), Falconiformes (Gündüz Yırtıcıları), Gruiformes (Yelveler, Turnalar
ve Bataklık Kuşları), Charadriiformes
(Yağmur Kuşları), Columbiformes (Güvercinler), Cuculiformes (Gugukkuşları), Strigiformes (Gece Yırtıcıları),
Caprimulgiformes (Çobanaldatanlar),
Apodiformes (Ebabiller), Coraciiformes
(Gökkuzgunları) ve Passeriformes (Ötücü Kuşlar) ordolarına dâhildir.
FLAMİNGO, LEYLEK,
KIZIL ŞAHİN
Alanda bulunan kuş türleri çoğunlukla sucul ve step habitata uyum sağlamış olan yerli, yaz göçmeni ve kış
göçmeni türlerdir. Bunlardan yaz göçmeni olanlar alanda sayıca üstün olan
gruptur. Bundan sonra sırasıyla yerli
ve kış göçmeni olan türler gelmektedir.
Gölün doğu kısmında Akleylek ve
Karaleyleklere bol rastlanmıştır. Bunun
nedeni bu bölgede yoğun bulunan tarla faresi olabilir. Tamamen kuru halde
olan Eşmekaya sazlığında az sayıda kuş
türü kaydedilmiştir.
Çayır Delicesi (Circus Pygargus) ve
Gökçe Delice (Circus Cyaneus) ve ayrıca
74
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
bölgede yaygın olan Kızıl Şahin (Buteo
Rufinus) bu sazlık alan üzerinde uçuşta
ve avlanırken kaydedilmiştir. Bölgedeki
kuş türlerinden Bataklık Kırlangıcı (Glareola Pratincola) alanda yuvalanan ve
sıklıkla rastlanan bir türdür.
TUZ GÖLÜ’NÜN FLORASI
Sahip olduğu biyolojik çeşitlilik
değerleri yanı sıra Önemli Bitki Alanı,
Önemli Kuş Alanı, 1. Derce Doğal SİT
Birçok bitkinin yetişmesine imkan
vermeyen tuzlu topraklarda fizyolojik
açıdan özelleşmiş ve ekolojik olarak
adapte olabilmiş bitkiler yaşayabilir.
Bunların birçoğunun yaprakları sukkulent yapılı veya kalın kutikulludur.
Kök hücreleri, tuzlu topraklardan suyu
alabilecek yüksek osmotik basınç değerine sahiptir.
Tuzun fazlasını ya salgılarlar veya
yapraklar üzerindeki küçük tüysü torbacıklarında depolarlar.
Halen tarıma uygun olmayan birçok
yerde İran-Turan florasıyla sıkı ilişiği
olan halofitik (tuzlu toprakları seven
vejetasyon) İç Anadolu düzlüklerinde
geniş alanlar kaplar.
İKİ KAPLUMBAĞA TÜRÜ VAR
Tuz Gölü ÖÇK bölgesinde saptanan sürüngen türleri
Testudines ve Squamata olmak üzere 2 takıma ait olan
türlerdir. Bu takımlardan Testudines kaplumbağa türlerini içerir. Bölgede iki familyaya dâhil olan 2 kaplumbağa
türü saptanmıştır. Bu türlerden Benekli Su Kaplumbağası
(Emys Orbicularis) bir su kuyusundan taşan akıntı içerisinde kaydedilmiştir.
Bu tür, temiz (tatlı) su göstergesi olan bir türdür. Eskil
ilçesinin kuzeyine doğru tatlı su kaynağı (ırmağın) bulunmadığı bir bölgeden bu türün kaydedilmesi çalışmanın en
önemli bulgularından birini oluşturmuştur. Kaplumbağalar
dışında kalan sürüngenleri içine alan Squamata takımı ise
kertenkele ve yılan türlerini kapsamaktadır. IUCN’e göre
sürüngen türlerinden 1 tür NT ve 1 tür de VU tehlike
kategorisindedir.
Bölge, barındırdığı kuş türlerince zengin
bir alandır. Özellikle kışın yağışlarla birlikte
artan su miktarı pek çok sucul kuş türüne
geniş yaşam alanı sunmaktadır.
Kızıl Şahin (Buteo rufinus)
Tuz Gölü’nün Güneydoğusunda yer
alan Bolluk-Tersakan Gölü-Eskil-Yenikent hattındaki tuzlu topraklar ile Sultanhanı Bataklıkları yöresel endemikler
bakımından zengin ve korunması öncelikli yerlerdendir.
TUZ GÖLÜ’NÜN
FLORİSTİK ÖNEMİ
Genel olarak “Sulak Alanlar” ve
“Tuzlu Tavalar” floristik çeşitlilik açısından fakir olup dünyanın birçok yerinde rastlanabilen kozmopolit (geniş
yayılışlı) türler çoğunluktadır.
Bu genel durumun aksine Tuz Gölü’nün güney kesimleri dünyadaki diğer
tuzlu tavaların aksine endemizm oranı ve floristik çeşitlilik açısından çok
zengindir.
Bu zenginliğin asıl sebebi dünyanın
diğer tuzlu tavalarında da bolca bulunan
NaCl’in yanı sıra lokal alanlarda sülfatca
(NaSO4) zengin toprakları barındırıyor
olmasıdır.
ÖNEMLİ BİR ENDEMİZM
MERKEZİ
Bu nedenle Tuz Gölü’nün güney
kesimleri ülkemizin önemli endemizm
merkezlerinden birisidir.
Lokal monotipik endemik bir cins
olan Kalidiopsis Wagenitzii bitkisinin
yegane yayılış alanı Tuz Gölü’nün güney kesimleridir.
Diğer bir monotipik cins olan Micrornemum Coralloides de bu alanda
barınmaktadır. Cyathobasis Fruticulo-
sa ise bu alandaki 3. monotipik cinstir.
Ülkemizde 16 monotipik cins olduğu
düşünüldüğünde bunların 3 tanesinin
bu alanda lokalize olması Tuz Gölü’nün
floristik önemini göstermesi bakımından önemlidir.
Gene ülkemizde yayılış gösteren 6
endemik Limonium türünün 5’i Tuz
Gölü çevresindedir.
Tuz Gölü havzasının güney ve özellikle güney batı kesiminde endemik türlerin yoğunlaştığı anlaşılmaktadır.
İKİ YAŞAMLILAR: SU KURBAĞASI
Su Kurbağası
Tuz Gölü ÖÇK bölgesi içinde saptanan iki yaşamlılar
Anura takımı içinde yer almaktadır. Anura takımı kuyruklu iki yaşamlıları (kurbağalar) içerir. Bölgede 2 familyaya dâhil olmak üzere üç kurbağa türü kaydedilmiştir:
Bufo Bufo (Siğilli Kurbağa), Bufo Viridis (Pseudepidalea
Viridis). Gece Kurbağası ve Rana Ridibunda (Pelophylax Ridibundus) Su Kurbağası. Semenderlerin dâhil
olduğu Caudata takımına ait türlere rastlanmamıştır.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
75
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK KÜLTÜR-SANAT
SERGİ
MUTLULUK FABRİKALARI
Feyziye Mektepleri Vakfı -Teşvikiye
7 Şubat-17 Mart
VitrA Çağdaş Mimarlık
Dizisinin ilk sergisi olan
‘Mutluluk Fabrikaları’nda
14 mimari ekibin araştırma ve yorumları, mekana
yerleştirilen mobil kutuların
içinde sergileniyor... 10
yıllık bir dönüşüm sürecini anlatan sergi, insanı ve
mimariyi temele alan bir
perspektiften teknoloji, siyaset ve ekonomik gelişmelerin bu iki öge üzerindeki
etkilerine dikkat çekiliyor.
SERGİ
TARİH NEHRİ
BORUSAN PERİLİ KÖŞK
14 Ocak - 15 Nisan
İspanyol 'yeni medya' sanatçısı Daniel Canogar'ın
'Tarih Nehri' isimli sergisi, atık malzemelerden
oluşturduğu eserleriyle dünyamızın doğal kaynaklarının yok olması tehdidine ve atıkların çevreye verdiği
zarara dikkat çekiyor.
Canogar'ın su temasını ele alan beş özgün yerleştirmesinden oluşan sergide, kavramsal açıdan kültürlerin oluşumunda önemli bir yeri bulunan suyun
tükenişini ve boşa harcanmasından kaynaklanan
sorunları ele alınırken, bir toplum ve yaşam kaynağı
olarak su ile toplumsal bellek arasındaki ilişkiyi de
araştırılıyor.
Ticari binaları değil, ticari
yapıları konu alan sergide,
kendi ticari yapılarımızı üreterek mutluluğumuza ve iç dünyalarımıza ilişkin yeniden söz sahibi olabileceğimiz vurgulanıyor.
SERGİ
VAN GOGH ALIVE
Antrepo 3, Karaköy
10 Şubat- 15 Mayıs
SERGİ
SEGMENT #1A
BORUSAN PERİLİ KÖŞK
21 Aralık-15 Nisan
"Helsinki Okulu" fotoğraf akımının önemli
temsilcilerinden biri olarak değerlendirilen Ola
Kolehmainen'in çarpıcı kompozisyon anlayışı ile
bilgisayar temelli sanatta farklı deney ve üretimlerin öncülerinden biri olarak kabul edilen Manfred
Mohr'un dijital sanat alanında çığır açan eserleri
Segment #1A'da sergilenmeye devam ediyor. Borusan Çağdaş Sanat Koleksiyonu'nda önemli yeri
olan iki sanatçı; 'SPOT ON' adıyla anılan yeni bir
sergileme modeli kullanıyor.
76
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
biri olarak kabul
Dünyanın en büyük ressamlarından
kadar hiç deneedilen Van Gogh’un eserlerini bugüne
n Van Gogh Alive
yimlenmemiş yepyeni bir formatta suna
buluşuyor.
Dijital Sanat Sergisi sanatseverler ile
Singapur’daki dünya
prömiyerinin ardından ilk kez Türk
sanatseverlerle
buluşan, geleneksel
sanat ve modern
teknolojinin
sentezlendiği
Van GoghAlive,
dahi ressamın en
ünlü eserlerini
evenin
3,000’in üzerinde dijital imaj ile çerç
müze gezisinin çok
içinden çıkararak izleyicilerine klasik
ötesinde bir deneyim yaşatıyor.
23. Ankara Film Festivali
PROJE
15–22 Mart 2012 tarihleri
arasında, Dünya Kitle İletişimi
Araştırma Vakfı tarafından, Kültür Bakanlığı desteği ile bu yıl 23.
kez düzenlenecek olan Ankara
Uluslararası Film Festivali, bu
yılki ana temasını ‘Tektiplesme’ olarak belirledi.
İstanbul Bilgi Üniversitesi
5 Mart- 14 Mayıs
15-22 Mart
Tüm farklılıkların törpülendiği ve zihinlerin tektip yaşam tarzına alıştırıldığı bir dünyada yaşadığımız gerçeğinden yola çıkan Festival, dünyayı
istila eden tektip yaşam tarzına, bireylerin birbirinin hemen aynı hedeflere kilitlemesine ve bundan doğan büyük trajedilere vurgu yapmayı hedefliyor. Ayrıca festival, seyircisini küreselleşen kültürün dayattığı tektip
yaşam tarzı ve bunun ardındaki nedenler üzerine düşünmeye çağırıyor.
Usta
Fırçaların
Buluşması
A'DAN Z'YE
İSTANBUL'U
KEŞFETMEK
Japonya'dan Institute for Information Design işbirliğiyle İstanbul Bilgi
Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı
Yüksek Lisans Programı tarafından
"A'dan Z'ye İstanbul'u Keşfetmek"
konulu, uluslar ve disiplinler arası iki
aşamadan oluşan bir tasarım çalıştayı
düzenleniyor.
Çalıştay sırasında katılımcılar tasarım
becerileri ve mesleki deneyimlerini
arttırma fırsatı buluyor.
17 Şubat – 12 Mart
Yarışma
YABAN HAYAT
Fotoğraf
Yarışması
Son Katılım Tarihi:
15 Mayıs 2012
Türkiye'de yaşayan yaban hayvan
türlerinin tabî yaşam alanlarında belgelenmesi, coğrafyamızın
bu alandaki zenginliğinin tespit
edilmesi, yaban hayatı hakkında bir
farkındalığın oluşturularak, toplumsal bilgilenme, ilgi ve duyarlılık
seviyesinin arttırılmasına katkıda
bulunma amacı taşıyan yarışmada
profesyoneller ve amatörler iki ayrı
kategoride yarışacak…
Ülkemiz sınırları içerisinde yaşayan
yabani hayvanlar konu alındığı için evcilleştirilmiş ya da bir
çeşit tutsaklık ortamında tutulan
hayvanların yer aldığı fotoğraflar
değerlendirmeye alınmayacaktır.
Derinlikler Sanat Merkezi, yeni
yılın en önemli sanat etkinliklerinden birine imza atıyor. Her
yıl geleneksel olarak düzenlediği
“Usta Fırçalar’ın Buluşması”
sergisi bu yıl Cumhuriyet dönemine damgasını vurmuş usta
ressamların eserlerini bir araya
getiriyor.
Sanat severler bu sergiyle birlikte
ilk kez Adnan Turani, Celal Tutant, Cemal Tollu, Cihat Özgemen, Elif Naci, Hüseyin Bilişik,
İbrahim Balaban, İbrahim Çallı,
Kemal Zeren, Mehmet Pesen,
Muazzez Özduygu,Naile Akıncı,
Neşet Günal, Nuri Abaç, Nuri
İyem Ramiz Aydın, Sami Lim,
Şadan Bezeyiş, Şeyho Bulut, Şeref Akdik ve Turgut Atalay gibi
ustaların resimlerini bir arada
görme imkanını yakalayacaklar.
Bienal
SON KERVAN
Mercati di Traiano, Roma
11 Mart
İtalyan başkentinde, bu yıl ilk kez yapılan İpekyolu Bienali kapsamında
fotoğraf sanatçısı Arif Aşçı'nın, tarihi
İpekyolu güzergahında kervanlarla gerçekleştirdiği seyahate ait fotoğraflar
sergileniyor.
Seyahate hazırlık aşamasında en çok
ünlü İtalyan gezgin Marko Polo'dan etkilendiğini belirten Aşçı, 1996 yılında
deve sırtında yola koyulduğu 'Çin'den
Çanakkale'ye'' isimli seyahatini18 ayda
tamamlamış… projenin bitiminden 15
yıl sonra Mercati di Traiano Müzesi'nde
yayınlanan fotoğraflara ilgi oldukça
yoğun.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
77
FARKINDALIK BİLİYOR MUSUNUZ?
!
BUNLARI BİLMELİSİNİZ
Kullandığımız yakıtlardan kül ve zehirli gaz gibi atıklar açığa çıkar. Baca ve
egzozlardan çıkan zehirli gazların birleşmesi sonucu asit yağmurları oluşur. Asit
yağmurları temas ettiği bitki örtüsünün yok olmasına, insanlarda deri ve akciğer
hastalıklarına neden olur. Çevre kirliliğini azaltmak için yüksek kalorili, kül ve
zehirli gaz çıkışı az olan yakıtlar kullanılmalıdır.
ÇÖPLER
BALIKLARDAN
FAZLA
Bir yıl içinde
denizlerden
avlanan balıkların
ağırlığının üç katı
kadar atık, denizlere
atılmaktadır.
ÇÖZÜM AĞAÇTA
TEMİZLİK
ZAMANI
Küresel ısınmaya karşı en etkili tedbir fidan dikmektir,
bir ağaç ömrü boyunca 1 ton karbondioksiti emer.
Ülkemizde herkes her
gün yerden bir parça
çöp toplasa günde
60 milyon parça çöp
toplanmış olur.
DETERJANLAR
SULARI
KİRLETİYOR
Fosfat içeren
deterjanlar içme
suyu kaynaklarına
karışarak suyu
kullanılmaz hale
getirmektedir.
ÇÖPLER
ÖLDÜRÜYOR
Maalesef hayvanların
yüzde 23,5'u bizim attığımız çöplerle ölüyorlar.
AMPÜLLERİ
DEĞİŞTİRİN
ARABANIZI AZ KULLANIN
Haftada 2 gün arabanızı kullanmazsanız yılda 750 kg.
kirli egzoz gazını havaya bırakmayı engellemiş olursunuz.
78
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
MART 2012
Evde kullandığınız
ampulleri tasarruflu
ampuller ile değiştirin.
Tasarruflu ampuller
10 kez daha uzun
ömürlüdür ve yüzde 75
enerji tasarrufu sağlar.
10 UÇAK YAPILABİLİR
ATIKLARI
AYIRIN
Bir yılda tüketilen içecek kutularından geri
dönüşümle 10 adet büyük yolcu uçağı üretilebilir.
Evsel katı atıkların
yüzde 68'ini organik
atıklar; geri kalanını
kâğıt, karton,
tekstil ve plastik
oluşturmaktadır.
YAKITTAN
TASARRUF
Apartmanınıza
"ısı yalıtımı" veya
"mantolama" yaptırarak
yakıttan yüzde 40
oranında tasarruf
sağlayabilirsiniz.
HAVA KİRLİLİĞİ
ÖLDÜRÜYOR
Dünyada her yıl hava
kirliliğinden 3 milyon
insan ölüyor.
KAÇIŞ YOK
Bazı sanayi
kuruluşlarının
atık sularında bol
miktarda bulunan
zararlı kimyasallar,
bu suların
döküldükleri nehir,
göl ve denizlerde
bulunan canlılara,
bu canlılardan
da insanlara
geçmektedir.
56 SULAK ALAN
Sulak alanlar, biyolojik çeşitlilik açısından dünyanın
en verimli bölgeleridir ve ülkemizde uluslararası 56
adet sulak alan bulunmaktadır.
GÜNEŞE YATIRIM YAPIN
Gelişmiş ülkelerde güneş ve rüzgar enerjisine
yatırımlar yüzde 41 artmıştır. Rüzgar ve güneş
enerjileri “çevre dostu” enerjilerdir.
A+ TERCİH EDİN
Beyaz eşyalarınızda
daha az enerji ve
daha az su harcayan
ürünleri tercih edin.
Onları satın alırken
enerji performansının
A veya A+ olmasına
mutlaka özen gösterin.
MART 2012
n
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK
n
79

Benzer belgeler