Gelişim Dönemleri ve Ergenlerde Ruhsal Sorunlar
Transkript
Gelişim Dönemleri ve Ergenlerde Ruhsal Sorunlar
GELĠġĠM DÖNEMLERĠ VE ERGENLERDE RUHSAL SORUNLAR DAVRANIġ BĠLĠMLERĠ LĠSANS TEZĠ TEZ DANIġMANI: UZM. FATĠH KILIÇARSLAN BAKIRKÖY RUH VE SĠNĠR HASTALIKLARI HASTANESĠ BAġHEKĠM YARDIMCISI ĠSTANBUL -2009 HAZIRLAYAN: AYSEL KILIÇ GELĠġĠM DÖNEMLERĠ VE ERGENLERDE RUHSAL SORUNLAR 2 ĠÇĠNDEKĠLER Giriş ……………………………………………………………………………………….5 ÇOCUK GELĠġĠMĠNE GĠRĠġ Gelişim İle İlgili Kavramlar………………………………………………………………7 Gelişim İlkeleri……………………………………………………………………………8 Gelişim Dönemleri………………………………………………………………………10 Doğum Öncesi ve Sonrası Gelişimi Etkileyen Faktörler……………………………12 FĠZĠKSEL GELĠġĠM Doğum Öncesi Dönemde Fiziksel Gelişim……………………………………………15 Doğum Sonrası Dönemde Fiziksel Gelişim…………………………………………...15 PSĠKO-MOTOR GELĠġĠM Psiko-Motor Gelişim İle İlgili Öğeler……………………………………………………22 Çocuklarda Psiko-Motor Gelişim Aşamaları…………………………………………..25 BĠLĠġSEL VE DĠL GELĠġĠMĠ BĠLĠġSEL GELĠġĠM Bilişsel Gelişim İle İlgili Kavramlar……………………………………………………..38 Zeka……………………………………………………………………………………….47 Piaget‘ e Göre Bilişsel Gelişim Dönemleri…………………………………………….52 DĠL GELĠġĠMĠ Dili Oluşturan Sistemler…………………………………………………………………56 Çocuklarda Dilin Kullanılması………………………………………………………….57 Dil Gelişimini Etkileyen Faktörler………………………………………………………61 Dil ve Konuşma Bozukluklarının Nedenleri…………………………………………..63 Dil ve Konuşma Bozukluklarının Türleri………………………………………………63 DUYUSAL GELĠġĠM Duyular……………………………………………………………………………………65 Duyular Yolu İle Öğrenme………………………………………………………………67 Çocuğun Duyusal Gelişiminde Anne-Babanın Rolü…………………………………67 KĠġĠLĠK GELĠġĠMĠ Kişilik Gelişimiyle İlgili Kavramlar………………………………………………………70 Erikson‘ a Göre Kişilik Gelişim Dönemleri…………………………………………….72 Kişilik Gelişimini Etkileyen Faktörler…………………………………………………..75 3 DUYGUSAL GELĠġĠM Duygusal Gelişim İle İlgili Kavramlar…………………………………………………..77 Çocuklarda Duygusal Tepkiler………………………………………………………….78 SOSYAL GELĠġĠM Sosyal Gelişim İle İlgili Temel Kavramlar……………………………………………..84 Çocuklarda Sosyalleşme Özellikleri…………………………………………………...85 AHLAK GELĠġĠMĠ Ahlak Gelişimi İle İlgili Kavramlar………………………………………………………89 Piaget‘ e Göre Ahlak Gelişimi…………………………………………………………..92 Kohlberg‘ e Göre Ahlak Gelişimi Dönemleri…………………………………………..94 CĠNSEL GELĠġĠM Cinsel Gelişim İle İlgili Kavramlar………………………………………………………99 Freud‘ a Göre Cinsel Gelişim Dönemleri……………………………………………..102 Cinsel Eğitimin Önemi………………………………………………………………….106 ERGENLĠK DÖNEMĠ Bedensel Gelişim……………………………………………………………………….109 Bilişsel Gelişim………………………………………………………………………….111 Duygusal Gelişim……………………………………………………………………….111 Sosyal Gelişim…………………………………………………………………………..114 Ahlaki Gelişim…………………………………………………………………………...116 Gelişimin Yaşlara Göre Özellikleri…………………………………………………….117 Ergenlik Döneminde Anti-Sosyal Davranış…………………………………………..119 Ergenlik Döneminde Karşılaşılabilecek Sorunlar……………………………………120 Ergenin Aile İçi İlişki ve Sorunları……………………………………………………..120 Ergenlerde Cinsellik…………………………………………………………………….121 ERGEN VE RUHSAL SORUNLAR Depresyon……………………………………………………………………………….125 İntihar………………………………………………………………………………….....126 Anksiyete Bozukluğu…………………………………………………………………...127 Panik Bozukluğu………………………………………………………………………...128 Sosyal Fobi………………………………………………………………………………128 Obsesif Kompulsif Bozukluk…………………………………………………………...129 Sınav Kaygısı……………………………………………………………………………130 Yeme Bozuklukları……………………………………………………………………...131 Tik Bozuklukları…………………………………………………………………………132 Samatoform Bozukluklar……………………………………………………………….134 Saç Yolma……………………………………………………………………………….136 Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu……………………………………………...136 Davranım Bozukluğu……………………………………………………………………138 4 Madde Kullanımı…………………………………………………………………………138 Bipolar Affektif Bozukluk………………………………………………………………..141 Şizofreni…………………………………………………………………………………..143 Önemli Çocukluk Dönemi Hastalıklarının Ergenliğe Yansıması……………………144 Ruh Sağlığını Koruma Yolları…………………………………………………………..145 5 GĠRĠġ Bireylerin sağlıklı bir kişilik oluşturması, yeteneklerini en verimli bir şekilde geliştirebilmesi ve toplumda işlevsel olabilmesi çocukluk yıllarında kazanılan tecrübelere dayanır. Bu tecrübelerin önemli bir kısmı çocuğun eğitimi ile gerçekleşir. Toplumun geleceğini ise çocuğun eğitimi belirler. Çocuğun gelişiminde anne-baba ve öğretmenlere büyük rol düşmektedir. Bu kişilerin öncelikle çocukların gelişim dönemleri ve özellikleri ile ilgili bilgi sahibi olmaları çok önemlidir. Çocukların içinde bulundukları gelişim dönemlerinin ve bu dönemlerdeki gelişim ilkelerinin bilinmesi çocukların sağlıklı ve zamanında gelişimini destekleyecektir. Çocuk gelişimi hakkında bilgi sahibi olma, etkili bir öğrenme ortamının oluşturulması açısından da gereklidir. Gelişim dönemleri birbirini ardına sırayla yaşanır. Son çocukluktan sonrada ergenliğe geçiş dönemidir. Bir ergenle yaşamak da zordur. Ergenlik zamanına kadar kontrol edebildiğimiz, ne yapacağını az çok bildiğimiz çocuğunuz gitmiş, yerine sizin sevginizden şüphe duyan, size düşmanıymışsınız gibi davrandığını düşündüğünüz, arkadaşlarını size yeğleyen başka bir varlık gelmiştir. O halde ailelerin, çocukları daha ergenliğe girmeden neler olacağını, nasıl davranmaları gerektiğini; gençlerinde yaşayacakları değişimleri ve bu değişimleri de aileleri ile nasıl paylaşıp kendilerini nasıl anlatacaklarını bilmeleri gerekir. Aslında bu tezde aktarılanlar, çocuklara ve ergenlere nasıl davranmak gerektiği konusunda soruları olan tüm yetişkinler içindir. Düşünen, neyi neden yaptığını bilen ve bunu aktarabilen yetişkinler sağlıklı ve güvenli çocuklar yetiştirler. Tüm çocukların ve ergenlerin sağlıklı gelişmeleri ve mutlu olmaları dileğiyle; Sevgi ve saygılarımla, Aysel Kılıç 6 -ÜNĠTE 1ÇOCUK GELĠġĠMĠNE GĠRĠġ KAVRAMLAR ĠLKELER GELĠġĠM DÖNEMLERĠ DOĞUM ÖNCESĠ VE SONRASI GELĠġĠMĠ ETKĠLEYEN FAKTÖRLER 7 ÜNĠTE 1- ÇOCUK GELĠġĠMĠNE GĠRĠġ A. GeliĢim Ġle Ġlgili Kavramlar 1. Büyüme: Çoğunlukla birbirleriyle karıştırılan ‗büyüme ve gelişme‘ sözcükleri, gerçekte birbirlerinden farklıdırlar ve birbirlerinin yerini alamazlar. Yapısal artışı dile getiren ‗büyüme‘ bedende gerçekleşen sayısal değişiklikleri içermektedir (boy, kilo artışı gibi). Çocuk sadece fiziksel olarak büyümekle kalmaz, ayrıca iç organların yapı ve büyüklüğünde de değişmeler olur. Büyüme, canlı varlığın bedensel yönü ile ilgilidir. 2. GeliĢim: Gelişim daha genel ve kapsamlı bir terimdir. Canlı varlığın yaşamı boyunca geçirdiği tüm değişiklikleri kapsar. Gelişim, insanın beden yapısı, duygusal ve zihinsel özellikleri açısından düzenli bir biçimde değişmesi ve istenilen görevleri yapabilecek bir duruma gelmesidir. Örneğin; bebeğin ilk aylarda elini kolunu sallaması, daha sonra yakalama hareketine dönüşür. Bunlar gelişim ifadesidir. 3. OlgunlaĢma: Gelişim kavramı, genellikle olgunlaşma kavramı ile karıştırılarak kullanılmaktadır. Oysaki bu iki kavramı birbirinden ayırt etmek gerekir. Olgunlaşma, kişinin doğuştan getirdiği potansiyelin zaman içinde ortaya çıkması halidir. Bu anlamda kişinin herhangi bir çaba sarf etmesine gerek yoktur. Kendiliğinden meydana gelen bir süreçtir. Nasıl ki bir meyvenin olgunlaşması için bir çaba sarf etmeye gerek yoktur, kişinin olgunlaşması da benzer bir şekilde zamanla meydana gelir. Olgunlaşma, bir organın görevini yapabilecek seviyeye ulaşması için geçirdiği biyolojik değişmelerdir. Bu tür değişmelerde öğrenmenin etkisi yoktur. Örneğin, çocuk yürüyebilmek için, yürümenin gerektirdiği biyolojik olgunluğa erişememişse, zorlansa da yürüyemez. 4. Öğrenme: İnsanı, diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden birisi de öğrenme kapasitesinin olmasıdır. Biyolojik bir varlık olan insan, kısa sürede pek çok yeni davranış öğrenir. Önceleri çevresine bilinçli olarak gülücük dağıtır, yürümeye, koşmaya, konuşmaya başlar. Daha sonraları ise, giyinmeyi, arkadaşlarıyla oynamayı, okumayı-yazmayı öğrenir. Kişinin yaptığı davranışların büyük bir çoğunluğu öğrenme ürünüdür. Öğrenme; ‗tekrar ya da yaşantı sonucu meydana gelen, kalıcı davranış değişikliği‘ olarak tanımlanabilir. Bu tanıma göre öğrenmenin üç temel özelliği vardır. a) Öğrenme sonucunda mutlaka bir davranış değişikliği meydana gelir: Öğrenme nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin, bireyde davranış değişikliği meydana getirir. Örneğin; daha önce deve görmeyen bir çocuğa, deve resmini gösterip ‗Bu ne‘ diye sorsanız, ya ‗Bilmiyorum‘ diyecektir ya da bildiği hayvanlardan at ya da eşeğe benzetecektir. Resimdeki hayvanın deve olduğu söylendiğinde ise resmi yeniden gördüğü zaman ‗bu bir deve‘ diyecektir. Yani öğrendikten sonraki davranışı değişecektir. Öğrenme ürünü olan davranış hemen ortaya çıkabildiği gibi, yeri geldiği ya da birey istediği zaman da ortaya çıkabilir. İnsanlar öğrendiklerini istedikleri zaman mutlaka gösterirler. Öğrenme ile davranışta meydana gelen değişiklik istendik ya da istenmedik olduğu gibi, yanlış da olabilir. Örneğin; küfürlü konuşma veya sigara içme istenmeyen bir davranış olmakla birlikte öğrenilmiş davranışlardır. b) Öğrenme yaşantı ürünüdür: Bireyin çevresiyle kurduğu etkileşim sonucunda bireyde kalan izler ‗yaşantı‘ olarak tanımlanır. Böylece öğrenmenin, bireyin çevresi ile etkileşim kurması sonucu meydana geldiği söylenebilir. Öğrenme bireyseldir. Örneğin; Aslı ile Gülşah aynı sınıfta bulunan iki öğrenci olduğu halde, dersin sonunda 8 farklı davranışlara sahip olabilirler. Öğretmen ders anlatırken, yanındaki arkadaşı ile konuşan Aslı, öğretmenin anlattığını değil de, arkadaşının anlattıklarını öğrenecektir. Gülşah ise öğretmenin anlattıklarını öğrenecektir. c) Öğrenme kalıcıdır: Öğrenmeden söz edebilmek için bireyin gösterdiği davranış değişikliğinin sürekli olması gerekir. Kısa süreli davranış değişiklikleri, büyüme, olgunlaşma ve sakatlanma sonucu meydana gelen değişiklikler ile ilaç ve içki kullanımından kaynaklanan davranış şekilleri öğrenme değildir. Öğrenmenin gerçekleşebilmesi için gerekli koşullardan birisi genel uyarılma halidir. Bireyin uyarılma düzeyi önemlidir. Yüksek derecede uyarılma aşırı kaygı, şiddetli heyecan şeklinde kendini gösterdiğinde, öğrenme ciddi şekilde engellenir. Eğer organizma çok zayıf bir genel uyarılma durumunda(uykuda) ise öğrenme gerçekleşmez. Öğrenme durumlarında sadece genel uyarılma yeterli olmayabilir. Bununla birlikte güdülenme de olmalıdır. d) Hazırbulunuşluk: Hazırbulunuşluk, olgunlaşma ve öğrenme sonucu kişinin belli davranışları yapabilecek düzeye gelmesidir. Biyolojik olgunlaşmanın yanı sıra, öğrenmeyi gerçekleştirmek ve desteklemek için uygun şekilde gerçekleşmiş çevresel faktörleri içerir. Bu, çocukların bir davranışı öğrenmesi için gereken olgunluğa ulaşmasının yanı sıra, yapılacak davranışla ilgili gerekli bilgi ve becerileri de kazanmış olmasını ifade eder. e) Eğitim: Eğitim, insanlığın doğuşundan beri daima olan, günümüzde de uygarlık düzeyi ne olursa olsun her toplumda hala devam eden bir süreçtir. Öğrenmenin oluşturduğu her durumda, insan davranışlarını değiştiren bir eğitim sürecinden söz edilebilir. Eğitimin temel amacı, yetişmekte olan çocukların ve gençlerin, topluma sağlıklı ve verimli uyum sağlamaların yardımcı olmaktır. Bu uyumun gerçekleştirilebilmesi için de büyüklerin gösterdiği eğilim ve yetenekleri eğitim yolu ile en son sınıra kadar geliştirilir. Uygar toplumların sosyal yaşanlarını sürdürebilmeleri için çeşitli kurumlar geliştirilmiştir. Eğitimin kurumsallaşması için de okullar kurulmuştur. Ancak bu durum eğitim kavramını illa okulla sınırlandırmak anlamına gelmemelidir. Eğitim bireyin tüm yaşamı boyunca devam etmekte, okul içinde ve dışında hayat boyu edindiği tüm tecrübelerin tümünü kapsamaktadır. B. GeliĢim Ġlkeleri Her canlı, kendi türünün gelişim ilkelerine göre büyür, gelişir ve olgunlaşır. İnsanın da kendine has gelişim ilkeleri vardır. Bu ilkeler, dünyanın her noktasındaki insan türü için geçerlidir. Gelişimi anlayabilmek ve yorumlayabilmek için bu ilkelerin dikkate alınması gerekir. Bu ilkeler şu şekilde sıralanabilir: Gelişim, hem kalıtımdan, hem de çevreden etkilenir. Kalıtım, bireyin anne ve babadan genler yoluyla aldığı özellikleri kapsar. Çevre ise döllenme ile birlikte etkili olan tüm uyarıcıları içerir. Gelişim bu iki etmenin etkileşiminin ürünüdür. Genel olarak kalıtımın veya çevrenin daha etkili olduğunu söylemek yanlış olur. Bazı özellikler için kalıtımın, bazı özellikler içinse çevrenin daha etkili olduğu düşünülebilir. Gelişimde bireysel farklılıklar vardır. Belirli gelişim dönemlerini her çocuğun aynı yaş veya dönemde gerçekleştirmesini beklemek yanlıştır. Gelişme, olgunlaşma süreci ile yaşantılar arasındaki öğrenmenin etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Gelişme, biyolojik olgunlaşmadan büyük ölçüde etkilenir. Bununla birlikte biyolojik potansiyelin tam olarak ortaya çıkabilmesi için, bireyin gerekli öğrenmeleri gerçekleştireceği yaşantılar geçirmesi büyük önem taşır. 9 Bu ilke doğrultusunda her birey değişik ve tektir. Gelişim boyunca aynı sırayı takip eden süreçlerden geçilse bile, taşınan farklı kalıtsal yapılar ve çevresel koşullar sebebiyle gelişimde farklılıklar görülebilir. Örneğin, on aylıkken yürüyen çocuklar olabildiği gibi, bir yaşını geçtiği halde yürüyemeyen çocuklar da vardır. Anne-babalar gelişimde bireysel farklılıklar olabileceğini unutmamalıdır. Gelişim düzenli bir sıra izler. Bu ilkeye gelişim sırası ilkesi de denir. Bu ilkeye göre bedensel ve motor gelişim sırasında yapısal ve işlevsel özellikler belirli sırayla ortaya çıkarlar. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: - Gelişim baştan ayağa doğru olur. Doğum öncesinde bebeğin önce başı, daha sonra başa yakın bölgelerden ayaklara doğru bir gelişim görülür. Doğumdan sonra da ilk önce baş, daha sonra gövde, en sonda da bacak ve ayak kaslarının kontrolü ortaya çıkar. - Gelişim, bedenin iç kısımlarından dışa doğrudur. Örneğin, önce omuzlar, daha sonra kollar, en sonunda da eller gelişir. Ellerin kontrolü, parmakların kontrolünden daha önce ortaya çıkar. - Gelişim genelden özele doğrudur. Bebekte önce büyük kas kontrolü başlar, daha sonra küçük kaslar kontrol edilir. Bebekler oturmayı öğrenmeden önce başını dik tutmayı, emeklemeden önce oturmayı, yürümeden öncede emeklemeyi başarırlar. Bu sıra bütün bebeklerde aynıdır. Gelişim sırası aynıdır fakat zaman farkı olabilir. Yaşamın değişik dönemlerinde farklı türden gelişmeler önem kazanır. Farklı gelişim dönemlerinde, değişik gelişim özellikleri ön plana çıkar. Örneğin; bebeklik döneminde bedensel ve motor gelişim, psikolojik ve zihinsel gelişimden daha hızlı ve baskındır. Daha sonra zihin gelişimi ve kişilik gelişimi, önem kazanır. Ergenlik çağında psikolojik ve cinsel gelişim ön planda iken, yetişkinlik döneminde bedensel ve motor gelişim önemini kaybeder. Gelişimin hızı her yaşta aynı değildir. Büyüme ve gelişme bedenin çeşitli organlarında aynı oranda olmadığı gibi, zaman bakımından da aynı hızla ilerlemez. İnsanın alt sistemlerinin büyüme hızı da her yaşta aynı değildir. İnsanın alt sistemlerinin yaşlara göre gelişmesinin değişiklik göstermesi doğaldır. Bu büyüme geriliği ya da özürü değildir. Gelişimin hızlı olduğu dönemlerde çevrenin etkisi fazla, yavaş olduğu dönemlerde azdır. Yaşamın ilk yılları, çocukluk ve ergenlik dönemleri gelişimin hızlı olduğu, çevrenin olumlu ve olumsuz etkilerinin sıklıkla görüldüğü yıllardır. Dolayısıyla bireyin davranışlarında kalıcı izler bırakabilir. Yaş ilerledikçe çevrenin etkisi giderek azalır. Gelişim fiziksel, zihinsel, duygusal, sosyal yönleriyle bir bütündür. Çocuğun her alandaki gelişimi birbiriyle ilişki içindedir. Herhangi bir gelişim alanında bir aksama, diğer alanlardaki gelişimi de olumsuz etkiler. Gelişimin incelenmesi: Gelişimdeki beş temel kavram şöyle özetlenebilir: - Gelişim, dinamik bir olgudur. - Gelişim, genetik bireyselliğin bir sonucudur. - Gelişim, giderek artan bir özelleşme sürecidir. - Gelişimde denge vardır. - Gelişim, art arda görülen, düzenli bir süreçtir. 10 C. GeliĢim Dönemleri 1. Bebeklik Dönemi Doğuştan 2.yaşa kadarki süreye bebeklik dönemi deniyor. Kişi, doğuştan sonraki en hızlı gelişimi bu dönemde gerçekleştiriyor. Bu dönemden sonra gelişim hızı düşmeye başlıyor. Bebeklik döneminde çocuk, anne babasına tümüyle bağımlı iken, bu dönemin sonuna doğru bağımsızlığa adım atıyor. Çocuk, bu dönemde aile bireyleriyle sevgi ilişkileri kurmaya başlıyor. Dönemin Başlıca Gelişim Görevleri: 1.Doğumdan sonraki çevresel değişikliklere uyum. 2.Soluk almaya alışma. 3.Emmeyi öğrenme. 4.Belli zamanlarda uyanmayı ve uyanık kalmayı öğrenme. 5.Belli zamanlarda dışarı çıkma alışkanlığını kazanma. 6.Katı besinlere alışma. 2. Ġlk Çocukluk Dönemi Yaklaşık 2.yaştan 5–8 yaşına kadarki süreye ilk çocukluk (oyun) dönemi deniyor. Bu dönemde çocukta büyüme ve fizyolojik süreçler kararlılığa kavuşuyor. Çocuk, kendi başına oynuyor, kimi işleri görebiliyor, günlük yaşamını önemli ölçüde düzene sokuyor. Dönemin Başlıca Gelişim Görevleri: 1.Yürümeyi ve koşmayı öğrenme. 2.Konuşmayı öğrenme. 3.Kendi başına yemeyi öğrenme. 4.Göz ile el arasında işbirliği ve denge kurma. 5.Çevresine egemen olma ve istediklerini yapabilmek için gerekli araçları kullanabilme. 6.Cinsler arası ayrılıkları ve cinsel ahlakı öğrenme. 7.Kendi başına giyinmeyi öğrenme. 8.Sevilmeyi, sevmeyi ve sevgiyi paylaşmayı öğrenme. 9.Sevgiyi gösterme yollarını öğrenme. 10.Kardeşleriyle ve anne babasıyla uygun ilişkiler kurabilme. 11.Doğru ve yanlış konusundaki kavramları öğrenme, vicdan duygusu geliştirme. 3. Ġkinci Çocukluk Dönemi 5–8 yaşlarından 10–12 yaşlarına kadarki süreyi; yaklaşık olarak ilköğretim 1.kademesini kapsayan döneme ikinci çocukluk (okul) dönemi deniyor. Bu dönemde büyüme hızı ve fizyolojik süreçler, iyice kararlılık kazanmaktadır. Çocuk, okulda ve mahallesinde belli toplumsal ilişkiler kurmaktadır. Kassal ve sinirsel becerilere gerek duyuran bedensel oyunlar oynamaya ağırlık vermektedir. Okulun da etkisiyle yetişkinlerin kavramlarını, mantığını, simgesel anlatımını ve iletişim yollarını kavrama çabasını göstermektedir. Dönemin Başlıca Gelişim Görevleri: 1.Büyük ve küçük kasları kullanmayı öğrenme. 2.Çeşitli oyunlarda beceri kazanma. 3.Kurallara uyarak yaşamayı öğrenme. 4.Yaşıtlarıyla oynamaya ve yaşamaya alışma. 11 5.Ev dışında, başka yetişkinlerle ilişki kurabilme. 6.Bedenini olduğu gibi tanıma ve kabul etme. 7.Kendi cinsi ile özdeşleşme ve kendi cinsine özgü rolleri benimseme. 8.Bedenine bakma ve temizlik alışkanlıkları kazanma. 9.Akranlarıyla yaşamanın, yetişkinlerle yaşamadan daha önemli olduğunu benimseme. 10.Kendi davranışlarının sorumluluğunu yüklenebilme. 11.Okuma, yazma, konuşma, hesaplama gibi temel okul becerilerini kazanma. 12.Zamanla ilgili kavramları öğrenme. 13.Somuttan soyuta doğru düşünme gücünü kazanma. 4. Ergenlik Dönemi Çocukluk ile yetişkinlik (13–14 yaşları ile 18–20 yaşlar) arasını kapsayan geçiş dönemine ergenlik deniyor. Bu dönemin ilk yıllarında, erinlik gerçekleşiyor. Bu yıllarda büyüme hızı artıyor. Özellikle kol ve bacak kemiklerinde, dikkat çekici düzeyde büyüme görülüyor. İçsalgı bezlerinin salgıladığı hormonlar, bedende ve duygusal yapıda, önemli değişikliklere yol açıyor. Bu gelişmelerin yardımıyla kişi, fizyolojik ve anatomik yönden çocukluktan çıkıyor. Bir yetişkinin niteliklerini kazanıyor. Çoğu fizyolojik temele dayanan ergenlikteki bu değişiklikler, birçok gelişim görevlerinin ortaya çıkmasına yol açıyor. Bu dönemde duygular çabuk iniş çıkış gösterir. Çabuk sevinir, çabuk üzülür, birden sinirlenir, olur olmaz şeyi sorun yapar. Tepkileri önceden kestirilemez olur. Derslere ilgisi azalır, çalışma düzeni bozulur. Bencilleşir, istekleri artar, konan yasakları saçma, kendisine tanınan hakları yetersiz bulur. Evdeki kuralların çokluğundan ve sıkılığından yakınır. Ana babanın uyarılarına birden tepki gösterir, kabalaşır, ters yanıtlar verir.‘‘Bana karışamazsınız, ben çocuk değilim‘‘ der. Sürekli bir gidiş-geliş içindedir, kabına sığmaz gibidir. Evde durmak istemez, dönüş saatlerine aldırmaz, yemeğe geç gelir, gece sokağa çıkmak ister. Dağınık ve savruk olur; sık sık bir şeyler devirip kırar. Girip çıkıp bir şeyler atıştırır, ne bulursa yer. İlgiler artmış, gel geç hevesleri çoğalmıştır. Gürültülü müziğe bayılır, süse ve giyime düşkünlük gösterir. Genç kız ayna karşısında saatler geçirir, bir sivilce ile gün boyu uğraşır. Genç erkek saçını uzatır, günün modasına göre kestirir. Zayıflık, şişmanlık, uzun boy, kısa boy, yüz çizgilerinin düzgün olup olmayışı sorun olmaya 12 başlar. Odalarına kapanıp kendi başlarına kalmak isterler. Duvarlara film yıldızlarının resimlerini asarlar, uzun uzun düşler kurar, günlük tutmaya başlar; şiir, öykü yazmaya özenirler. Mesajlaştıklarının ve yazdıklarının okunmasına büyük tepki gösterirler. Telefon tutkusu başlar, arkadaşlarıyla uzun uzun, gizli gizli konuşurlar. Bu dönemdeki ruhsal çalkantının bir nedeni bir anlamı vardır. Hızlı beden gelişmesiyle birlikte gelen cinsel uyanış genci baskı altına alıp bunaltmaktadır. Genç birden bu değişikliklere kendisini uyduracak gücü bulamamakta, iç dengesi alt üst olmaktadır. Doğanın bir oyunu sonucu ruhsal olgunlaşma, bedensel ve cinsel gelişmeye ayak uyduramamaktadır. Genç, bozulan dengeyi düzeltmek için çabalamakta, denemeler yapmaktadır. Tepkilerdeki değişkenlik, davranışlardaki tutarsızlık, duygulardaki iniş çıkışlar hep yeni bir denge kurmaya yöneliktir. Yeni duruma uyum çabalarıdır. Başka bir deyişle genç içten gelen cinsel ve saldırganlık dürtülerinin baskısından kurtulmaya çabalamakta, kendisi için yeni ve yabancı olan duyguları bir düzene sokmaya uğraşmaktadır. Tıpkı toy bir sürücü gibi arabasını doğru yolda tutmaya çabalamakta, sağa sola yalpa yaparak yol almaktadır Dönemin Başlıca Gelişim Görevleri: 1.Hızla gelişen ve oranları değişen bedene uyum sağlama. 2.Yaşıtlar çevresinde bir yer edinebilme. 3.Bir meslek seçme ve buna hazırlanma. 4.Ekonomik bağımsızlık kazanma. Gerekli geliri sağlayabilecek, yetenek ve ilgilerine uygun bir meslek sahibi olma yoluna girme. 5.Aileden bağımsız olabilme. 6.Yetişkin toplumsal statüsüne erişme. 7.Evlenmeye ve aile kurmaya hazırlanma. 8.Uygun bir yaşam felsefesi ile birlikte kişisel değer duygusu oluşturma. D. Doğum Öncesi ve Sonrası GeliĢimi Etkileyen Faktörler Doğum öncesi dönemde annenin içinde bulunduğu şartlar ve bu şartlara bağlı olarak maruz kaldığı durumlar, fetüsü, yeni doğanı ve onun gelişimini etkilemektedir. Aşağıda belirtilmiş olan şartlar bu anlamda gelişimi önleyici önemli faktörlerdir. 1. Hastalıklar: Annenin hamileyken geçirdiği hastalıklar embriyonun gelişimini etkileyebilir. Şeker hastalığı, yüksek tansiyon, şişmanlık gibi metabolizma hastalıkları annenin düşük yapmasına sebep olabilmektedir. Virütik hastalıklardan olan kızamıkçık (rubella)‘ın sağır, geri zekâlı, kör bebeklerin veya kalp rahatsızlığı olan bebeklerin doğumuna yol açtığı bildirilmektedir. Ayrıca grip, suçiçeği gibi hastalıklar fetüsün ölümüne veya özürlü doğmasına sebep olmaktadır. Frengi gibi zührevi hastalıkların da doğum öncesi gelişimi ve fetüsün sağlığını olumsuz etkilediği bilinmektedir. Doğum sonrası dönemde uzun süreli kronik hastalıklar, bebeklerde büyüme ve gelişmeyi olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Uzun süre hastanede yatma, çevre ile ilişkiye girememe çocukların, bilişsel, duyusal ve sosyal gelişimlerinde olumsuz etkiler yaratmaktadır. 2. ÇeĢitli Kimyasal Ġlaçlar ve Çevre Kirliliği: Hamilelik sırasında annenin aldığı, hekime danışmadan kullandığı ilaçların fetüste çeşitli anomalilere, düşüklere veya erken doğuma sebebiyet verdiği kabul edilmektedir. Alınan ilaçlar, çeşitli kimyasallar gibi olumsuz etkileri görülen bir başka etken de sigaradır. Nikotinin düşük ağırlıklı bebeklerin doğumuna sebep olduğu bilinmektedir. Çevre kirliliğinin kaçınılmaz olumsuz etkileri daha dünyaya gelmemiş bebeklere kadar uzanmaktadır. Civa, kükürt, dioksit, asbest, kurşun ve çeşitli zirai mücadele ilaçlarının erişkin kişilere yaptığı hasarlardan fazlasının embriyoda görülebileceği iddia edilmektedir. 13 3. Beslenme: Annenin kötü beslenmesi, dengeli beslenme koşullarının oluşmamış olması fetüsü olumsuz etkilemektedir. Embriyo döneminde gerçekleştiği takdirde, kötü beslenmenin bebeğin organlarının büyümesinde geri dönüşümü imkânsız büyüme gecikmelerine sebebiyet verdiği bilinmektedir. Daha ileride fetüs döneminde oluşan kötü beslenme şartları ise büyümeyi yavaşlatmakla beraber uygun beslenme şartlarının başlamasıyla birlikte kötü etkinin ortadan kalkacağı kabul edilmektedir. Hamilelik süresinde dengeli beslenmenin annenin sağlığı ve bebeğin gelişimi açısından çok önemli olduğu bütün bilim adamlarının aynı düşüncede olduğu bir husustur. 3. Stres: Hamilelikte annenin yaşadığı aşırı uyarılma, stres halleri; buna bağlı aşırı heyecan ve korkuların fetüste damak ve dudak gelişimini aksattığı kabul edilmektedir. Örneğin yarı damaklı ve tavşan dudaklı bebeklerin, aşırı heyecan ve korkuların yaşanması sonucu doğduğu iddia edilmektedir. Ayrıca yoğun streslerle geçen hamilelik dönemi sonunda; düşük kilolu, sinirli ve sindirim sorunları olan bebeklerin doğma olasılığının yüksek olduğu kabul edilmektedir. Stres, doğum sonrası gelişimi, çocuk hangi yaşta olursa olsun olumsuz yönde etkilemektedir. Kekemelik, tik, gece-gündüz altına kaçırma, tırnak yeme gibi psikolojik kökenli problemlere sebep olabilir. Ayrıca, bilişsel fonksiyonları etkileyerek, öğrenme süreci verimsizleşir. 4. Diğer Faktörler: Doğum öncesi gelişimi olumsuz etkilediği öne sürülen diğer faktörler ise; kan uyuşmazlığı, radyasyon ve annenin yaşıdır. Annenin yaşının yirmi yaşın altında ve otuz beş yaşın üstünde olduğu durumlar riskli kabul edilmektedir. 14 -ÜNĠTE 2FĠZĠKSEL GELĠġĠM DOĞUM ÖNCESĠ DÖNEMDE FĠZĠKSEL GELĠġĠM DOĞUM SONRASI DÖNEMDE FĠZĠKSEL GELĠġĠM 15 ÜNĠTE 2- FĠZĠKSEL GELĠġĠM A. Doğum Öncesi Dönemde Fiziksel GeliĢim 1. Dölüt: Kadın cinsel hücresi ile erkek cinsel hücresinin (sperm) birleşmesinden itibaren geçen iki haftalık süre zarfında döllenmiş hücrede (zygot) çok hızlı çoğalmalar, değişiklikler olur. Zygot‘ ta başlayan canlının hayatında ilk 24 saat içerisinde mitoz gerçekleşir ve döllenmiş hücre bölünmeye, çoğalmaya başlar. Tek hücre halindeyken ikiye, sonra dörde, sekize bölünerek milyonlarca hücre sayısına ulaşır. Döllenmenin yaklaşık onuncu gününe doğru dölüt rahim duvarına yapışır. Bu aşamada dölütün büyüklüğü toplu iğne başı kadardır. Rahim duvarına yapışıp, yuvalanan dölüt, ikinci haftanın sonunda embriyo adını alır ve embriyo dönemi başlamış olur. 2. Embriyo: Bu aşama ikinci haftanı sonundan başlayıp, sekizinci haftanın sonuna kadar devam eder. Hızlı hücre çoğalmasıyla büyüyen embriyo ikinci ayın sonunda genel hatlarıyla insan görünümünü alır. Ortalama, uzunluğu 41 mm‘ dir ve beden farklılaşmasının %95 ‗i tamamlanır. Kol ve bacaklar açıkça belirmiş; gözler kulaklar, iskelet ve adaleler de gözlenebilir durumdadır. Üçüncü hafta içinde kalp ilkel şeklini almıştır ve kalp atışları başlamıştır. Özellikle bu evrede annenin sağlığında meydana gelen bir bozukluk doğrudan embriyonun gelişimini etkilemektedir. Embriyoda ilkel bir sinir sistemi de gelişmiştir. 3. Fetüs: Doğum öncesinin ikinci aşaması, üçüncü ayın başından doğuma kadar devam eder. Üçüncü ayın başından itibaren fetüs ismi verilen canlının beden yapısı belirdiği için bu dönem genel büyüme ve sistemlerin zenginleşmesiyle geçer. Fetüsün kalp-damar ve endokrin sistemiyle ilgili çok az çalışma vardır. Fetüsün kalp atışlarının 3. haftada başladığı kabul edilmektedir. Kendi dolaşım sistemi olmasına rağmen fetüsten anneye, anneden de fetüse kan değişimi olur. Yedinci aydan itibaren fetüsün fizyolojik mekanizması dış dünyaya ulaşabilmek için yeterli gelişmeyi sağlamıştır. Dördüncü ayda anne fetüsün hareketlerini hissedebilir. Kemikleşmede dördüncü aydan itibaren başlar. Beşinci ayda, iç organlar gelişmiş durumdadır. Karaciğer, böbrekler gibi bazı organlar gelişimini doğumda bile tamamlamış değildir. Doğumda bebeğin ortalama boyu 50 cm, ortalama ağırlığı da 3 kg civarındadır. Genel olarak erkek bebekler kız bebeklerden biraz daha ağır ve uzun doğarlar. B. Doğum Sonrası Dönemde Fiziksel GeliĢim Fiziksel gelişim çocuğun beden yapısındaki niceliksel değişme ve artışları içerir. Doğumdan oniki yaşa kadar olan fiziksel gelişim boy ve kilo, kaslar, kemikler ve dişler, sistemler ve organlar açısından incelenecektir. 16 1. Boy ve Kilo: Büyüme, organizmadaki hücre sayısının ve hücrelerin büyüklüğünün artmasıyla ilgilidir. Yeni doğan bebeğin boyu, 48-53cm, kilosu ise 3.250-3.500gr arasındadır. Bebeklik döneminde erkekler kızlara oranla daha uzun ve daha kiloludur. İlk yıllarda büyüme oldukça hızlı olup gözle görülebilir niteliktedir. Bebeklik dönemindeki sağlıklı gelişiminin kanıtı bebeğin düzenli olarak kilo almasıdır. Bebek beşinci ayda doğum ağırlığının iki katına, birinci yılda üç katına, ikinci yılda ortalama olarak dört katına ulaşır. Bebeğin bir yıl içersinde boyu ortalama 75cm‘ye, kilosu ise 10kg‘a ulaşır. Bebek ilk 6 ay boyunca ayda 8cm uzar.1–2 yaş arasında boy uzunluğu 10-12cm artış gösterir.2–4 yaşları arasında yılda yaklaşık 7cm uzar.4 yaşla ergenliğin başladığı 10–12 yaş arasında yılda 5-6cm uzar. Birinci yaşın sonunda doğum uzunluğunun % 50 si kadar, 2. yaşın sonunda ise %75 i kadar daha uzamaktadırlar. Dört yaşında ise doğum boyunun yaklaşık 2 katı kadar olur. Bebeğin normal gelişimi için anne sütünün yararı tartışılmaz bir gerçektir. Hem kız hem de erkek çocuklarında boy büyümesi ve ağırlık artması doğumdan sonraki ilk birkaç yıl içersinde ve ergenlik döneminde hızlıyken, ilk çocukluk ve erinlik öncesinde oldukça yavaştır. Kız ve erkek çocuklar arasında boy ve kilo yönünden farklılıklar vardır, bunun nedeni de erkek çocukların kızlara oranla daha çok kemik ve kas kütlesine sahip olmalarıdır. On bir yaş civarı çocukların büyüme ve gelişmelerinde yavaşlama görülmeye başlar, bu dönemdeki çocuk birçok aktiviteye katılarak beceri kazanır, aynı zamanda gelişimindeki yavaşlamadan istifade ederek bedenine alışması da kolaylaşır. Büyüme ve gelişmenin yavaşlamasına karşın, özellikle kız çocuklarında bu dönemde boy ve kilo artışının yanında ilk adet dönemi görülür. Erkeklerdeyse 15–16 yaşlarında ikincil cinsiyet belirtileri görülür. Doğumu takip eden ilk iki yıl süresince büyüme, yaşamın tüm dönemlerine oranla en hızlı olduğu dönemdir. İki yaştan sonra fiziksel büyüme yine hızlı olmakla beraber, biraz yavaşlar. Bu dönemde bebeğin karnının büyük oluşu kamburumsu bir görüntü verir; ancak iki yaşından sonra vücut duruşu yetişkine benzemeye başlar. Erken çocukluk eğitimi döneminde vücut oranları gözle görülebilir şekilde değişir. Gövde ve bacaklar hızla büyür. Yaklaşık 6 yaş civarında vücudun genel görünümü yetişkin görünümüne benzer. Çocukların boy gelişimini desteklemek için bir etkinlik örneği aşağıda verilmiştir. 17 2. Kaslar: Kaslar vücudun hareket sisteminin aktif elemanları olup kemiklerin üzerini örten bölümünü oluşturur. Vücut hareketlerini kaslar sayesinde yapar. Çocuğun doğumda kaslarının ağırlığı beden ağırlığına göre 1/5 ile 1/4 arasındadır, ergenlikte bu oran 1/3 iken yetişkinlikte ise 2/5 si kadardır. Kasların vücuttaki gelişimi belli bir sıra izler, önce büyük kaslar sonrada küçük kaslar gelişir. Doğumdan sonraki ilk aylarda göz kasları aktif haldedir, dört yedi aylar arasında başı ve bedeninin üst kısmını destekleyen kaslarla, el ve kol hareketini sağlayan kasların kontrolü sağlanır. Erken çocukluk dönemindeyse daha çok, kaba motor hareketler ince motor hareketlerden daha önce kendini gösterir. Örneğin çocuklar bu dönemde rahatlıkla koşup zıplayabilirken, düğme ilikleme ve makas kullanma gibi becerileri yapmada zorlanırlar. İnce ve kaba motor becerilerin gelişimi kız ve erkek çocuklarda farklıdır. Kızlar ince motor hareketleri daha iyi yaparken erkek çocukların kaba motor becerilerde daha iyi olduğu gözlenmiştir. Kaslar vücutta şu görevleri üstlenirler: - İskelet sisteminin hareketini sağlarlar. - Vücudun enerji deposudur. - Dilin hareketini sağlar ve konuşmaya yardım eder. - Organların çalışmasını etkiler. - Kalbin çalışmasında ve kan dolaşımında etkin rolleri vardır. - Solunum sisteminin çalışmasına yardımcı olurlar. 3. Kemikler ve DiĢler: Büyüme süreci içerisinde bedenin oranları sürekli bir değişim gösterir. Yeni doğan bebeğin kemikleri kıkırdaktır, zamanla bu kıkırdak doku kalsiyum, fosfat ve diğer minerallerin etkisiyle kemikleşmeye başlar. Yeni doğan bebekte toplam 270 kemik vardır. İlk yıllardaki kemik gelişimi hızlıyken ilk çocuklukta bu hız düşer; ancak ergenlik döneminde kemik gelişiminin tekrar hızlandığı görülür. Yeni doğan bebeğin başı vücuduna oranla daha büyüktür. Normal bir yetişkinde baş beden büyüklüğünün 1/8 i kadardır, yeni doğanda ise bu oran 1/4 kadardır. Yeni doğanın baş çevresi yaklaşık olarak 35 cm dir. Üçüncü ayda 40.5cm, 6 ayda 43cm, 1 yaşında 46cm‘dir. Başın büyümesi, beyin büyümesini yansıttığı için tüm çocuklarda dikkatle izlenmelidir. Göğüs çevresi yeni doğanda baş çevresiyle birbirine çok yakın olup neredeyse eşittir. 1 yaşından sonra göğüs çevresi baş çevresini geçer. Doğumda göğüs çevresi 33 cm‘ dir.1 yaşında 47 cm, 5 yaşında 55 cm‘ dir. Verilen tüm ölçümlerin yaklaşık değerler olduğu ve bireysel farklılıklara göre bu oranlardaki değişikliklerin normal olduğu unutulmamalıdır; ancak bulunan sonuçlar büyük farklılık taşıyorsa, en yakın zamanda çocuğun bir uzmana götürülmesi gerekir. Yeni doğan bebeğin kafatası arasında altı tane boşluk vardır. Bu boşluklara bıngıldak(fontonel) adı verilir. Bunların beş tanesi doğumun ilk günlerinde kapanırken tepedeki bıngıldak on iki-on sekiz ayaları arasında kapanır. Kemik hastalığı olanlarda bıngıldaklar geç kapanırken, beyin gelişiminde problem olmayan çocuklarda daha erken kapanmaktadır. Bazı çalışmalar bu büyümelerin düzenli olmayabileceğini, bebekler ve çocukların bazı aylarda daha fazla uzarken veya ağırlık kazanırken bazı aylarda daha az uzayıp daha az ağırlık kazanabilmelerini göstermektedir. Bazen duraklama dönemlerinin olabileceği gibi ani büyümelerin de olabileceği unutulmamalıdır. Bebeklikteki fiziksel büyümede kalıtım, beslenme, çevre koşulları, ailenin sosyoekonomik düzeyi ve çocuğun yeterli uyarım alması da etkili olmaktadır. Ülkemizdeki ortalama doğum ağırlık değerleri, Batı Avrupa ve ABD standartlarına 18 uygunluk göstermektedir İskelet gelişimi kızlarda ve erkeklerde farklıdır. Özellikle ilk çocukluk döneminde kızların iskelet gelişimi, erkeklerin iskelet gelişimine göre daha ileri seviyededir. Aynı zamanda iskelet sistemi bedenin oranını da belirler. Bedenin baş, kol, el, göğüs, karın, bacak ve ayak gibi parçaların birbirine göre büyüklüğü bedenin oranını verir. Diş tabakalarının gelişimi doğum öncesi dönemde başlar. Olgunlaşmasını tamamlayan dişler, doğumdan sonra belli bir sırayla diş etlerini delerek çıkar. İlk dişler yaklaşık 5–10. ayda çıkmaktadır; ancak farklı ülkelerdeki çocukların diş gelişimlerinin değişik olduğu sonucuna varılmıştır. Bazı bebeklerde dişin ilk çıkışı 12. aya kadar olabilmektedir. Bazı bebeklerin de doğduklarında bir veya birden fazla dişi de olabilmektedir, dört yaşına doğru çocuğun tamamlanan bu dişlerine süt dişleri adı verilir. Süt dişleri 20 adet olup iki-iki buçuk yaşına kadar tamamlanır. Süt dişlerinin çıkma zamanı aşağıda görülmektedir. Süt dişlerini tamamlayan çocuk yedi yaşına geldiğinde süt dişleri çıkış sırasına göre düşmeye başlar ve yerini kalıcı dişlere bırakır. On iki yaşına geldiğinde ise çocuğun ağzında 28 adet kalıcı diş bulunur bırakmaktadırlar. İlk düşen kemiklerin gelişimi ve dişlerin gelişimi arasında sıkı bir bağ vardır. Diş gelişimi bakımından kızlar bir yıl daha öndedir. Süt ve kalıcı dişlerin zamanında ve sağlam çıkmasında annenin sağlıklı ve yeterli beslenmesi, doğum sonrası bebeğin ve annenin yeterli ve dengeli beslenmesinin önemli bir rolü vardır. 4. Sistemler ve Organlar: Vücut gelişimine paralel olarak iç organlarda gelişir. İç organlardaki gelişim ve büyüme aşağıda incelenmiştir: Sindirim sistemi: Bebeğin sindirim sistemi, anne sütü ve onun bileşimine yakın gıdaları sindirebilecek niteliktedir. Bebeklerin midesi küçüktür. Beslenme esnasında mide, kapasitesi ile orantılı miktarda besin alabilir. Midenin boşalması da çabuk olur. Bebek çok çabuk acıkır, bu yüzden de sık sık beslenmesi gerekir. Mide kapasitesi yeni doğan bebekte 20–30 ml iken, birinci haftanın sonunda 60–100 ml‘ ye çıkar. Üçüncü ayda 150 ml, altıncı ayda 200 ml ve birinci yaşın sonunda 300 ml‘ ye ulaşır. İki yaşından sonra çocuklarda mide kapasitesi 500 ml‘ ye kadar çıkar. Bebeklerin vitamin ve kalsiyuma çok fazla ihtiyaçları vardır. Bu maddelerin yoklukları sindirim bozukluklarına yol açar. Sindirim bozuklukları çocuğun fiziksel 19 gelişimini etkiler. Bebek başlangıçta katı yiyecekleri sindiremez. Sindirime yardımcı olan salgıların özelliği ve miktarı çocuk büyüdükçe farklılaşır ve bebek değişik gıdaları kolayca sindirebilir. Mide ve bağırsak gelişimi bebeklik döneminde tamamlanır. Sindirime yardımcı olan salgıların da artmasıyla, bebek yavaş yavaş değişik gıdalara alıştırılır. Ergenlik döneminde, midenin büyüklüğü ve kapasitesi artar. Bundan dolayı bu dönemde aşırı yemek yeme görülür.(Çocuk Gelişimi 1, Ya-Pa Yayınları, 2001, s.51.) Solunum sistemi: Her hücrenin enerjiye ihtiyacı vardır. Bu enerji, besin öğelerinin ve oksijenin sağlanmasıyla sağlanır. Oksijenin hücre düzeyinde kullanılmasına iç solunum, oksijenin dış ortamdan alınmasına ise dış solunum denir. Oksijenin kullanılması ve bebeklerin solunum sistemi yetişkinlerden farklıdır. Solunum yolları, daha dar ve kısadır. Yeni doğmuş bebeklerin dakikadaki solunum sayısı 40–60, üç aylık bebeğin 35–40, bir yaşındaki bebeğin ise 30–35‘ dir. Bu dönemdeki solunum hızlı ve yüzeyseldir. İlk yıllardaki hızlı solunuma kaburga kemiklerinin yatay durumda olması neden olmaktadır. Bu nedenle bebek solunumu daha çok karın yardımıyla yapar. Kalp ve Kan Dolaşımı: Kalp herkesin kendi yumruğu büyüklüğünde olan bir organdır. Vücudumuzda bulunan en güçlü kas kalp kasıdır. Dakikada ortalama 70 kez (60–100 arasında) kasılır. Kalbin her günde pompaladığı kan yaklaşık 20 tonun üzerindedir. Çocukların kalp ritmi daha fazladır. Yeni doğan bir bebeğin kalbi dakikada ortalama 120–140 arasında artar. Bu hızlı artışlar bir yaşına kadar sürer. Dakikadaki kalp atışının sayısı yavaş yavaş azalır ve yetişkin düzeye gelir. Yeni doğan bir bebeğin doğmandan önce kanında buluna hemoglobin zamanla azalarak, yerini yeni ve kalıcı hemoglobine bırakır. Bebeğin kanında bebeği mikroplara karşı koruyan antikorlar bulunur. Bu antikorlar bebeğe plasenta yoluyla anneden geçer. Bebek doğduktan sonra ilk iki- üç ayda, kızamık, kızıl, kabakulak, çocuk felci gibi bulaşıcı çocuk hastalıklarından bu antikorlar yardımıyla korunur. Üçüncü aydan itibaren bu antikorların etkisi azalır. Bu nedenle gerekli aşıların zamanında yapılması gerekir. Kalpten çıkan kan, akciğerlere gider ve oksijenle zenginleştikten sonra kalbe döner. Buna küçük dolaşım denir. Oksijenle zenginleşen kanın vücuda yayıldıktan sonra geri dönmesine ise büyük dolaşım denir. Kan vücut hücreleri ile dış dünya arasında bağlantıyı sağlayan önemli bir dokudur. Hücre ve dokulardaki artıklar kanla uzaklaştırılır. Besinlerle alınan temel maddeler ve solunum ile alınan oksijen hücre düzeyine kadar kan sayesinde iletilir. Bu anlamda kan hayati önem taşır. Böbrekler – İdrar Yolu ve Üreme Organları: Hücreler artık maddeleri doğrudan kana çevirirler. Kan bunları alarak vücudun boşaltım organlarına iletir. Su ve karbondioksit fazlası solunumla, su ve tuzlar terle deriden dışarı atılırlar. Üre, ürik asit, su ve tuz böbrekler tarafından süzülerek idrarla dışarı atılır. İdrarın %95‘i sudur. İlk yıllarda böbreklerin çalışması ve bebeklerin idrar yapması oldukça düzensizdir. Bebeğin idrar yapma sayısı, beslenme ve çevre koşullarına bağlı olarak değişiklik gösterir. Bebeğin aldığı besin ve sıvı miktarı arttıkça, idrar yapma sayısı da o oranda artar. Hayatın ilk yıllarında üreme organlarının büyümesi azdır. Araştırmalar kızlarda uterus ve ovaryumun, erkeklerde ise testislerin ve prostatın erinlikten kısa bir süre önce geliştiğini gösterir. Beyin ve Sinir Sistemi: Beyin, beyincik ve omurilikten oluşur. Merkezi sinir sisteminden 43 çift sinir çıkar. Bu sinirlerin 12 çifti beyinden çıkar. Bunlara kafa çiftleri denir. Bunlar ses, duyma, söz söyleme, tat alma, okuma ve yazma, dengede yürüme 20 gibi etkinliklerin yapılmasını sağlar. Diğer 31 çift sinir ise kaslara ve iç organlara gider. Bu sinirler kasların görevlerini yapmasını sağlar. Merkezi sinir sistemi, kulak ve gözler fötal dönem ve süt çocukluğunda hızla gelişir. Merkezi sinir sistemindeki gelişim yavaş bir şekilde erinliğe kadar devam eder ve daha sonra durur. Beyin doğumda 350 gr ağarlığında olup, erişkin beyninin %25‘i kadardır. Üç yaşındaki bir çocuğun beyin ağırlığı bir yetişkinin beyin ağırlığının %75‘ine, altı yaşında ise %90‘na ulaştığı görülür. Çocukluk döneminde beyin ölçüsünde son derece yavaş bir büyüme söz konusudur. Beynin doğum öncesi ve doğum sonrasındaki gelişimi hızlıdır. Bu hızlı büyüme ve gelişmeye beynin büyüme hamlesi denir. Beynin büyüme hamlesi, doğum öncesi dönemde başlar ve dört yaşa kadar devam eder. Beynin büyüme hamlesinin ilk bölümü, doğum öncesinden onsekizinci aya kadar olan glia hücrelerinin hızla arttığı dönemi kapsar. İkinci bölümü ise, onsekizinci aydan dört yaşa kadar süren miyenilizasyonun gerçekleştiği dönemi içerir. İnsan doğumda, yaşamı boyunca sahip olabileceği nöron hücrelerinin tümüne sahiptir. Bir nöron öldüğü zaman yerine yenisi gelmez. 21 -ÜNĠTE 3PSĠKO- MOTOR GELĠġĠM PSĠKO-MOTOR GELĠġĠM ĠLE ĠLGĠLĠ ÖĞELER AŞAMALAR 22 ÜNĠTE 3 – PSĠKO-MOTOR GELĠġĠM Çocuğun gelişiminde önemli bir yer tutan psiko-motor gelişim, yaşam boyu devam eden bir süreçtir. Bu ünitede psiko-motor gelişimle ilgili öğeler ile 0-12 yaş çocuklarında psiko-motor gelişimin aşamaları konuları ele alınmıştır. a) Psiko-Motor GeliĢimle Ġlgili Öğeler Psiko-motor gelişimin yönü beyin omurilik gelişim sırasına göredir. Birey çevresindeki özel uyaranlara vücuduyla özel cevaplar verir. Böylece davranış örnekleri ortaya çıkar. Davranış örneklerinin belli bir olgunluğa ulaşmasında bireyin belli gelişim öğelerine sahip olması gerekir. Psiko-motor gelişimle ilgili öğeler dikkat, kuvvet, denge, tepki hızı ve eşgüdüm şeklinde sıralanabilir. Bu öğeler, her bir becerinin temel unsurları olup, etkili olma dereceleri becerilere göre farklılık gösterir. 1. Dikkat Dikkat kavramı, göz veya kulağa gelen uyaranların bir kısmının sonraki süreçler için seçilmesidir. Bu kavram yoğunlaşma ve zihinsel kurgularla eş anlamlı olarak da kullanılır. Bunlarla birlikte dikkat kavramının en yaygın ve en çok kullanılan hali duygu ve düşünceyi bir olay ya da nesne üzerinde toplamaktır. Dikkatin gelişiminde ilgi, merak, keşfetmek güdüsü yatar. Çocuk tüm duyu organlarıyla çevresini inceler, her şeyi kısa sürede öğrenmek ister. Çocuk dış dünyadaki hareketlere, renklere, ışığa ilgi gösterir. İlgi bir süre konuya, nesneye, renge, biçime yoğunlaşırken, kısa bir süre sonra başka yöne kayar. Böylece dikkat yeni şeylere yönelir. Çoğu kez birinci yılda bebeğin nesneleri tanıması ve bir şeyleri öğrenmesi için erken olduğu düşünülür. Oysaki çocuk etrafında gördüğü, dokunduğu, hissettiği her şeyden duyumlar alır. Bebek önce çevresini izler, tanır. Başlangıçta çevresinde onunla ilgilenen kişi annesidir. Annenin hareket halinde olması bebeği uyarır. Daha sonra duyduğu seslere göre kafasını çevirir. Önceleri gözler yoluyla nesnelerin renk ve biçimleri algılanırken, daha sonra dokunma yoluyla nesnelerin sert ya da yumuşak oldukları algılanabilir. Çocuk kendisine atılan renkli bir topu yakalamak için gözüyle takip eder, sonra uzanır ve yakalar. Dokuz aylık bir bebek bir nesneye dikkatini yoğunlaştırabilir. Hızlı ve her şeyi keşfetme isteği dikkati kısaltır. Bu dikkat kayması yoğunlaşan ve durulmayan ilgilere bağlıdır. İlginin belli bir yöne çekilerek dikkatin yoğunlaşmasında yaş önemlidir. 2. Kuvvet Motor hareketlerde kas ve sinir sisteminin gelişmesi önemlidir. Kemiklerdeki ve iç organlardaki büyümeyle birlikte, kaslar merkezi sisteminin yönetimiyle istediği hareketi yapar. Her hareket belli bir düzeyde kassal güç ister. Belli bir güce sahip olmada kuvvet önemlidir. Gücün artması kemiklerin ve kasların büyümesine ve bedenin olgunlaşmasına bağlıdır. Çocuğun hızlı büyüdüğü evrelerde beden büyüklüğüne oranla kuvvet azdır. Güce karşı koymak ya da serbest bırakmak için, vücut kısımlarını etkili olarak kullanan çocuk yürüme, koşma, topa vurma, sıçrama, fırlatma gibi yer değiştirmeyi gerektiren hareketleri kuvvetle ilişkili olarak geliştirir. Becerinin tipine göre de kuvvet değişiklik gösterir. Kuvvetin bir diğer özelliği de, hareketin dışarıdan gözlenebilir olmasıdır. Örneğin, üç-dört yaşındaki bir çocuk dolu bir vagonu itebilir, dört buçuk kilogramlık bir nesneyi bir buçuk metre taşıyabilir. Kuvvetin gözlemlenebilirliğine karşın, bireysel farklılıklarda göz ardı edilmemelidir. Beslenme ve kalıtımsal özelliklere göre kuvvetin düzeyi değişebilir. Bireyin kassal 23 gücü ergenlik döneminde en yüksek dereceye ulaşır. Ancak bu dönemde canlılık artarken, durgunluk da yaşanabilir. 3. Denge Denge, belli bir yerde bir hareketi, pozisyonu sürdürmek olarak tanımlanır. Denge aslında hareketlerin hepsinde önemli bir faktördür. Çünkü vücudun ağırlık merkezini bulabilmek için vücut kısımlarının etkili kullanılması gerekir. Vücut kısımlarının etkili bir şekilde kullanılmaması dengeyi bozabilir. Bu durum da bireyin yaşamını tehlikeye düşürebilir. Ancak çocuklar tüm hareketlerinde dengeyi sürdürme, kaybetme ve kazanma yeteneklerine sahiptir. Birçok psiko-motor etkinliklerde bedenin dengeli bir biçimde durması gereklidir. Beceri gerektiren her iş dengeyi gerektirir. Ayakta durabilme, koşma, bisiklet sürme, bir duvar ya da denge tahtasında yürüme, tek ayaküstünde durabilme gibi motor etkinlikler bedenin bir süre dengesini koruması sonucunda gerçekleştirilir. İlk önemli denge gösterisi oturma ve ayakta durmadır. Dönme, eğilme ve yukarı doğru uzanma, çocukların gelişimine paralel olarak ortaya çıkan diğer denge gösterileridir. Denge kas sistemi, göz kontrolü ve orta kulak arasındaki bütünleşme hakkında bilgi verir. Ayakta durabilme becerisi, çocuklarda oturmayı öğrendikten sonra gelişir. Ayakta denge ise küçük bir dayanma alanı ile vücut ağırlık noktası ile sağlanır. Dengede algılama derecesi de önemlidir. Algılamada yer, hareket ve titreme hisleri dengeye yardımcı olur. Ayrıca denge ve kuvvet faktörlerinin birlikte geliştiği görülür. Dengenin çok fazla gelişmediği bir dönemde topa vuran bir çocuğun ayağını geri çekme hareketi fazla gerçekleşmemektedir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte zıt yönde hareket etme eyleminin katılmasıyla denge sağlanabilir. 4. Tepki Hızı ( Reaksiyon ) İnsanların duyu organlarını harekete geçiren ve insanda bir tepkiye yol açan iç ve dış durum değişikliğine uyarıcı denir. Dışarıdan veya içeriden gelen uyarıcılara karşı organizmanın gösterdiği davranışa da tepki denir. Organizmaya dışarıdan gelen etkiye ya da uyarıcıya karşı organizmanın tepki gösterme hızı psiko-motor gelişimde çok önemlidir. Birey kendisine gelen uyarıcıya istedi tepkiyi belli bir zaman içerisinde verir. Birçok etkinliklerde tepki hızı yaşamsal önem taşır. Deney yapan bir öğrenci deneyin gerektirdiği biçimde deney aşamalarını gereken hızda yapamazsa kaza riski artar. Aynı şekilde birey üzerine doğru gelen bir araçtan zamanında kaçamazsa hayatı tehlikeye girer. Tepki hızı gözlenebilmesine karşın, bireyin uyaranı duyması, algılaması ve belli bir süre içinde tepkide bulunması gözlenemez. Örneğin, dıştan gelen bir uyaranla kas kasılır, bu durum gözlenebilir. Oysa uyaranın etkisiyle beyin ve omurilikteki hücrelerin, hareket sinirleri kanalıyla kas liflerine aktarılması ve liflerin istenen hareketi gerçekleştirmesi gözlenemez. Bu nedenle gözlenemeyen zihinsel gelişim işlevi de tepki hızında göz ardı edilmemelidir. 5. EĢgüdüm ( Koordinasyon ) Koordinasyon, amaca yönelik bilinçli hareketlerin devamlılığı ve ahenkli çalışması şeklinde tanımlanır. Motor etkinliği gerektiren bütün işlerde bedenin birkaç organı, birlikte ve eşgüdüm içinde çalışmak zorundadır. Eşgüdüm olabilmesi için gelişimin sağlıklı olması ve beyin merkezinin işlevini iyi yapabilmesi gerekir. Dans etmek, müziğin ritmine göre hareket etmek bunun göstergesidir. Organlar arasındaki eşgüdümün gelişimi bedenin olgunluğuna ve alıştırmalarına bağlıdır. Bedenin olgunluğu arttıkça ve etkinlikle ilgili alıştırmaları da çoğaldıkça organlar arasındaki eşgüdüm artmaktadır. Başın ve gövdenin dik duruşu, başın 24 kontrolü, oturur durumda gövdenin nasıl kullanıldığı, ayakta vücut şemasının durumu, hareketlerin ritmik ve ahenkli olması okul öncesi çocuklarda oyun esnasında gözlenir. Koordinasyonu gözlemek üç- dört yaşında fazla zaman gerektirir. Buna karşılık ilkokulda, yalın bir beceri gibi gözüken yazma işleminde gözün, kolun, bileğin, elin, parmakların ve gövdenin eşgüdüm içinde çalışması, organlar arası eşgüdümün arttığını gösterir. 6. Esneklik Bedenin belli bir oranda esneklik göstermesi gerekir. Eğilme, oturma, kalkma, yürüme gibi hareketler, gereken esneklikte yapılmazsa birey çabuk yorulur ve sakatlanabilir. Küçük yaşlarda beden daha esnektir. Kemikler ve kaslar geliştikçe esneklik azalmaya başlar. Çocukların esneklik yetenekleri beş-sekiz yaş arasında sabittir. En üst noktaya oniki-onüç yaşlarında ulaşır ve yaşla birlikte azalır. Kızlar tüm yaşlarda erkeklerden daha esnektir. En büyük cinsiyet farklılığı, ergenlik atılımı ve cinsel olgunlaşma sırasında görülür. Motor gelişim dönemleri denge 1.Ayın sonu 8-9 ay 7. Ay 11-13 ay 25 b) Çocuklarda Psiko-Motor GeliĢim AĢamaları (0–12 YaĢ) Psiko-motor gelişimde çok basit reflekslerle başlayan hareketler baş, boyun ve gövde kaslarının kontrolü, motor becerilerin temelini oluşturan oturma, emekleme, yürüme, atlama, koşma, tırmanma gibi kaba motor beceriler ve uzanma, bırakma, tutma, fırlatma gibi elin yönetimiyle ilgili manipülatif becerilerin kazanılması şeklinde devam eder. Gelişim süresinde çocuklar bu aşamaları izler. Motor gelişim doğum öncesi dönemden başlayarak ileriki yaşları da kapsayan dört dönemde incelenir. Bu dönemler şu şekilde incelenir: 1. Refleksif hareketler dönemi (0–1 yaş) 2. İlkel hareketler dönemi (1–2 yaş) 3. Temel hareketler dönemi (2–6 yaş) 4. Sporla ilişkili hareketler dönemi (7–12 yaş) Uzmanlaşma Evresi 14 yaş ve üstü Özel Hareket Becerileri Evresi 11-13 yaş SP. İLE İLİŞ. Genel Evre HAR. DÖN. 7-10 yaş Olgunluk Evresi İlk evre Başlangıç Evresi İlk Kontrol Evresi Reflekslerin Ortadan Kalktığı Evre Bilgi Çözme Evresi Bilgi Toplama Evresi 5-7 yaş TEMEL HAREKETLER 4-5 yaş DÖNEMİ 2-3 yaş 1-2 yaş İLKEL HAREKETLER DÖNEMİ Doğum-1 yaş REFLEKS HAREKETLER DÖNEMİ Yrd.Doç.Dr.Serkan HAZAR 4.ay-1 yaş Doğum-4.ay 26 Refleksif Hareketler Dönemi Doğumdan önce fetüs, kimi kez kendiliğinden, ama çoğu kez dış etkilere karşı tekme atarak, el kol oynatarak ve bedenini kımıldatarak tepkide bulunur. Doğduğunda ise bebeğin bedeni üzerinde denetimi yoktur. Bebek reflekslerle hareket eder. Bebeğin yanağına hafifçe dokunulduğunda başını döndürür ve emme hareketini yapar. Azına bir şey verildiğinde emer. Sütü kolayca yutar. Işık tutulduğunda gözünü kırpar, kapatır. Ayağının altına dokunulduğunda ayağını çeker ve ayak parmaklarını acar. Bebek gürültüye ve hızlı hareketlere tepki gösterir. Eline geçirdiği bir nesneyi yakalar. Yakaladığı yere tutunarak kendi ağırlığını kaldırabilir. Karnına dokunulduğunda kollarını açıp kapatır. Sırt üstü yatarken başını bir yöne döndürdüğünde, döndüğü yöndeki kolunu ileri uzatır ve bir kolunu büker ve bedenini başının döndüğü yere eğer. Tüm bu hareketler istem dışı yapılan refleksif hareketlerdir. Bu refleksler zamanla kaybolarak, yerini istemli davranışlara bırakır. Birinci ayda bebek zamanının büyük bir bölümünü yüzüstü veya sırtüstü yatarak geçirir. Genelde hareketli olan bebek, kollarını ve bacaklarını her yönde sallar. Ani değişiklik ve uyarılıcılara tüm vücut olarak tepkide bulunur. Yüzükoyun yatırıldığında başını sağa ve sola çevirir. Yüzüstü yatarken birkaç saniye başını kaldırır. El yumruk pozisyonundadır. Avucuna konan parmağı sıkar. Zil ve çıngırak sesine tepki gösterir. Birinci ayın sonunda doğru bebekte ilk denetimli hareketler başlar. Yattığı yerden ilgisini çeken nesneye doğru başını çevirir. Bedenin denetimi baştan göğse, karına ve bacaklarına doğru gelişir.(Çocuk Gelişimi 1, Ya-Pa Yayınları, 2001, s.69.) İkinci ayda desteklediği zaman başını dik tutabilir. Yüzüstü yatarken kollarının desteği ile göğsünü ve başını yukarıya doğru kaldırır. Sırtüstü yatarken ellerinden tutulup kaldırılınca başını dik tutar. Oturma öne eğiktir, ancak destekle birkaç saniye oturur. Eller acıktır, ellerini orta hatta birleştirebilir. Yakalama istemli hale geçebilir. Nesneyi birkaç kez yakalar, bırakır. Nesneye eli ile vurabilir. Üçüncü ayda bebek başını gövde ekseninde dimdik tutar. Kol ve bacağını hareket ettirir. Kalçalarını hareket ettirerek yüzükoyun yatarken dönebilir. Yüzükoyun yatarken başını ve göğsünü kaldırır. Destekle bir dakika oturur. Kollarına dayanarak doğrulabilir. Nesnelere uzanma ve yakalama çabasında olmasına karşın nesneleri yakalayamaz. Ellerlini incelemeye başlar. Gözlerinin önünde gezdirilen bir nesneyi Başını çevirerek her yönde izler. Gözleriyle sesin geldiği yere bakar. Üçüncü ay bebek için pasif ve hareketsiz sürecin tamamladığı bir dönemdir. İlk üç ay içerisinde çevresiyle gözleriyle, kulaklarıyla ve emzirilirken ağzıyla tanıyan bebek, üçüncü aydan sonra çevresini tanımada ellerini de kullanmaya başlar. GERİ 27 Dört aylık bebek oyuncak çağına girmiş sayılır. Eline verilen ses çıkaran oyuncaklara bakar ve bu oyuncakları sallayarak oynayabilir. Sırtüstü yatırıldığında başını kaldırıp yana dönebilir. Yüzükoyun yatarken ağırlığını kollarına vererek başını 90 derece kaldırabilir. Destekle oturabilir. Görsel alanı içinde olan nesneyi takip edebilir. Gözlerini uzak ve yakındaki nesne üzerine sabitleyebilir. Ellerini daha iyi kullanabilir. Kaba tutma hakimdir. Avuç içi, başparmak ve diğer parmaklarla nesneleri yakalar ve bir süre elinde tutabilir. Elindeki nesneyi sık sık düşürür. Nesnelere kolayca vurabilir. Beş aylık bir bebek destekle emekleme denemesini yapar. Kendini öne arkaya itebilir. Yuvarlanarak yüzükoyun pozisyonundan sırtüstü pozisyona istekli olarak döner. Yüzükoyun yatarken ellerine dayanarak dizlerinin üstüne gelebilir. Kollarının altından desteklenirse ayakta durur, bir adım attıktan sonra arkasından diğerini atar. Başparmağını kısmen diğer parmakları ile karşı karşıya getirebilir. Kendisine uzatılan bir nesneyi yakalar. Nesneyi tek veya iki eliyle tutabilir. İstemli kavrama yetisi gelişir. 28 Altıncı ayda mama sandalyesinde kolayca oturur. Sallanan nesneyi kavrar, başını serbestçe döndürür. Yüzükoyun pozisyondayken bacaklarını gerebilir, kaldırabilir. Bütün yönlere döner, eğilir. Yalnız başına otururken ellerini öne dayayabilir. Başparmağını kullanmadan verilen bir şeyi yakalayabilir. Bileğini döndürür. Nesneyi bir elinden diğerine geçirir. Yeni bir şey verilirse elindekini bırakabilir. Ayakta tutulduğunda yere kuvvetle basar. Yedinci aydan başlayarak bebek desteksiz ve dik oturur. Otururken bedeni bir yöne çevirir uzanır ve doğrulur, sırtüstü yatarken başını kaldırır. Bir eliyle uzanır ve yakalar. Ayağını ağzına götürebilir. Sürünmeye ve emeklemeye başlar. Koltuk altlarından tutulunca ayakta durur ve ağrılığının büyük bir kısmını kendi taşır. Ellerinin her birinde bir nesne tutabilir. Başparmak ve diğer parmaklarla kavrar. Sekizinci ayda bebek destekle ayakta durabilir. Koltuk altından tutulduğunda zıplar, kendi kendine oturma durumuna geçer. Bir yere tutunarak ayağa kalkar. Oturma pozisyonundan emekleme pozisyonuna, emekleme pozisyonundan oturma pozisyonuna geçer. Eşyaları atarak oynar. Nesneleri baş, işaret ve orta parmağıyla yakalar. Nesnelere parmaklarını uzatarak ulaşır. İki eli ile farklı iki nesneyi kavrayabilir ve iki elinde oyuncak varken, birini bırakıp, üçüncüsünü alabilir. Dokuzuncu ayda mobilyalara tutunarak ayakta durur. Otururken durum değiştirebilir. Kendi etrafında otururken dönebilir ve tırmanabilir. Otururken başına konan örtüyü çekip alabilir. İşaret parmağını objeleri göstermek için kullanabilir. Elini ‗hoşcakal‘ anlamında hareket ettirebilir. Deliklerin içine parmağını sokar, nesneleri yakalar ve çeker. Dokuzuncu aydan onikinci aya kadar, çocuklar hangi ellerini kullanmak üzere seçtiklerini belli ederler. Sol elini kullanma ya da sağ elini kullanma beynin sağ ya da sol yarım küresinin kullanımıyla ilgilidir. İki yaşına kadar sağ ya da sol eli kullanmada yardım ve özendirme söz konusu olabilir. Ancak bu konuda yapılacak baskı, çocuğa çok fazla zarar verebilir. Bu nedenle çocukta bazı ruhsal sorunlar yaşanabilir. Erken dönemde sol elini kullanan ve bunda ısrar eden çocukların üzerine gidilmemelidir. Onuncu ayda yardımsız ayağa kalkabilir. Tutunarak yürür. El ve ayaklar üzerinde dört ayak yürüme denemeleri yapar. Bu dönemde erken yürümede görülebilir. İki elinden tutulduğunda yürür. Bir eliyle iki küçük nesneyi tutar ve emekler. Tutunarak ayağa kalkarken elinde bir nesne taşıyabilir, örtü altına saklanan oyuncağı bulur. Gösterilince iki küpü bir fincanın içine koyabilir. Ancak bu atma davranışı, kabaca bırakma şeklindedir. Taklit yeteneği gelişmiştir. On aylık bebekler, ellerinin ve dizlerinin üzerinde çok çabuk emekleyebilir ve elinden tutulduğu zaman yürür. Yürümenin ilk hareketi ayağa kalkmaktır. Onikinci ayda bebek desteksiz ayağa kalkabilir. Çömelebilir ve eğilebilir. Ayakta dururken vücudunu 90 derece döndürebilir. İşaret parmağını deliklere sokar. Kaşığı ağzına götürür. Bardaktan su içebilir, ayakkabı bağlarını çözebilir. Onikinci ayda bebek çömelme durumundan ayağa kalkarak ayakta durur. Düzgün bir şekilde oturur. Yürür, fakat emeklemeyi tercih eder. Yürüme konusunda b,reysel farklılıklar gözlenir. Bazı bebekler onbir aylıkken, bazıları ise onsekiz aylıkken yürümeye başlar. Yürümeye başladıktan sonra bazı hareketler yürümeye eklenir. 29 Emekleyerek merdiven çıkar. İşaret ve başparmak karşılaşması tamamlanır. İçinde nesne bulunan kapların kapaklarını kaldırır. Tek eli tercih eder. Eşyaları iter, çeker, giyinme işlemine katılır. Bazı vücut parçalarını sorulduğu zaman gösterebilir. 1. Ġlkel Hareketler Dönemi - İstemli hareketlerin ilk biçimidir. - Doğumdan sonra baskın olan refleksler korteksin gelişimi ile inhibe edilmeye başlanır. - Ortaya çıkış sıraları genellikle değişmez ancak bireyden bireye farklılıklar gösterir. - Yaşam için gerekli olan hareketlerin temelini oluştururlar. - Denge sağlama (baş boyun ve gövde hareketlerinin kontrolü) - Lokomotor (sürünme, emekleme, yürüme) - Manuplatif beceriler (uzanma, bırakma, yakalama) Motor gelişim dönemleri İlkel hareketler dönemi 1. ay 5. Ayın sonu İlkel hareketler iki evreden oluşur; 1- Reflekslerin ortadan kalktığı evre ( 0–1 yaĢ ) - reflekslerin yerini istemli hareketler alır. - Hareketlerdeki farklılaşma ve bütünleşme zayıftır (reflekslerin etkisi). - Amaçlı ancak kontrolsüz ve kabadır. Çünkü noro-motor yapı hala gelişiminin temel safhasındadır. 2- Ġlk kontrol evresi ( 1–2 yaĢ ) - İlkel hareketlerin kontrol edildiği evredir. - Zihinsel ve motor süreçlerdeki hızlı gelişim sonucu ilkel hareket yeteneklerinde hızlı bir artış görülür. - Bebekler hareketlerde kontrol kazanma ve uzmanlaşmayla ilgilenirler. İlkel hareketler döneminin 3 temel öğesi: - Denge - Yer değiştirme - El becerileri En temel 3 hareketi; uzanma, yakalama, bırakma. 30 2. Temel Hareketler Dönemi Yaşamın ikinci ve yedinci yılları arasındaki süre, temel becerilerin kazanıldığı dönemdir. Bu temel beceriler, koşma, adama, sıçrama, sekme, yakalama, fırlatma, topa ayakta vurma gibi hareketlerdir. Bu beceriler, tüm çocuklarda bulunan ortak özellikler ve yaşam için gerekli beceriler olduğundan “Temel Beceriler” olarak isimlendirilirler. İki yaşından sonra, temel hareketler kaba bir şekilde ortaya çıkarlar. Temel hareketlerin gelişimi üç evrede incelenir. Bu evreler gelişimsel bir sıra izlemekle beraber her evreyi diğerinden kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir. BaĢlangıç evresi: Bu evrede çocuklar, kendi bedenlerinin hareket yeteneklerini anlamak ve bunları denemek için çaba gösterirler. Hareketler sırasında beden ya çok abartılı ya da çok sınırlı biçimde kullanılır. Ritim ve koordinasyon zayıftır. Ġlk evre: Bu evrede, kontrol ve ritmik koordinasyon arttığı için çocuğun hareketleri daha uyumlu ve kontrollü olmaya başlar. Buna rağmen, abartma ve sınırlama vardır. Üç dört yaş çocukları gözlendiğinde bu evrenin özelliklerini taşıyan pek çok hareket görülebilir. Olgunluk evresi: Bu evrede, çocuklar mekanik yönden etkili, uyumlu ve kontrollü, gelişmiş hareket şekillerini sergilerler. Beş altı yaşına gelen çocukların bu evreye ulaşmış olmaları gerekir. Çocukların Çoğunun temel geliştiremedikleri ve yetişkinlerin hareketleri incelendiğinde, bir hareket yeteneklerini olgunluk düzeyinde görülmektedir. Bazı çocuklar, bu düzeye çevresel etkenlerin minimum etkisi ile, temelde olgunlaşma ile ulaşmaktalar. Ancak, Çocuğun olgunluk evresi ne ulaşabilmesi, alıştırma olanağı yaratılmasına, motive edilmesine ve nitelikli bir eğitim verilmesine bağlı olmaktadır. Başlangıç, ilk ve olgunluk olarak belirlenen gelişim sırası tüm çocuklar için aynıdır. Ancak gelişimin hızı çevresel ve kalıtsal etmenlere bağlı olarak değişmektedir. Bu da bireysel farklılıklara neden olmaktadır. Çocuğun olgunluk evresine ulaşıp ulaşamayacağını öğretim, cesaretlendirme ve alıştırma olanakları belirleyecektir. Modeller arasında farklılıklar tüm çocuklarda görülebilir. Örneğin, çocuk fırlatmada başlangıç, yakalamada ilk, koşuda da olgunluk evresinde olabilir. Model içi farklıklar ise bir hareketin gerçekleştirilmesinde rolü olan beden parçalarının yaptığı hareketlerin farklı gelişim evrelerinde olmasından kaynaklanırlar. Örneğin, fırlatmada kolun hareketi ilk, bacağın hareketi olgunluk, gövdenin hareketi ise başlangıç evresinde olabilir. Bunun nedeni ise, yanlış örnekler, yanlış hareketlerle başarıya ulaşma, sınırlı öğrenme olanakları, yetersiz duyu hareket bütünleşmesi olabilir. Bireyin temel hareket yeteneklerinin dengeli bir biçimde geliştiı5lmesi, yaratıcı ve düzeltici bir Öğretimle mümkündür. Temel hareket yeteneklerinin gözlenerek değerlendirilmesi, öğretmenin alıştırmalar planlaması ve uygun öğretim yöntemlerinin saptanması çocukların olgun modeller geliştirmesine yardımcı olacaktır. Temel hareket modellerinde olgunluk evresine ulaşamama, bunların spora uyarlanmasına engel olacaktır. Temel hareketler döneminin en önemli özellikleri: Temel hareketlerin gelişiminde olgunlaşma kadar çevresel (deneyim, alıştırma, spor alanları, çocuk parkları, spor yapan bireylerin varlığı) ve bireysel (motivasyon, yetenek, ilgi) faktörler de önemlidir. Olgunlaşma, hareketlerin kazanılma sırasını, çevresel etmenler de hareketlerin kazanılma hızını ve düzeyini belirler. Bu dönemde hedef temel becerilerin olgun düzeyde başarılmasıdır. Temel 31 hareketlerin olgun düzeyde başarılmasının tek yolu ise, çocuğa deneyim ve atıştırma olanağı sağlayan çevreler sunmaktır. Bu yaş çocukları arasında hareket yetenekleri önem kazanırlar. Çocuklar hareket başarılarını birbirleriyle karşılaştırmaya ve övünmeye eğilim gösterirler. Temel hareket becerilerinin kazanılması çocuğun sosyal ve duygusal gelişimi üzerinde önemli rol oynar. Temel hareket becerilerinin kazanılmasında güç, esneklik, denge, dayanıklılık, hız, çeviklik, koordinasyon gibi faktörler etkilidir. Bir beceri önce en ilkel düzeyde kazanılır, sonra gerekli düzeltmeler yapılır. Deneyim, olgunlaşma ve yetişkinlerin etkisi ile yetenek geliştirilir. Okulöncesi dönemde kazanılan denge, yakalama, atlama, fırlatma, koşu, topa ayakla vurma, sıçrama ve sekme becerileri ve gelişimlerinin genci özellikleri şu şekilde açıklanabilir; Denge: Denge, belli bir yerde bir durumu devam ettirme olarak tanımlanmaktadır. İlk önemli denge şekilleri oturma ve ayakta durmadır. Dönme, eğilme, yukarı doğru uzanma, tek ayak üzerinde durma, çocuğun gelişimine paralel olarak ortaya çıkan diğer denge şekilleridir. Denge, yürüme, koşma ve atlama gibi becerilirin kazanılmasında çok önemli bir faktördür. Bu nedenle, denge yetenekleri iyi test edilmeli ve gözlenmelidir. Denge yeteneğinin geliştirilmesi için, beden eğitimi programlarında denge ile ilgili etkinliklere ağırlık verilmelidir. Çocuk ileriki yıllarda, dengesinin gelişmesi ile iki tekerlekli araçların, buz patenin ve tekerlekli patenin kullanılması gibi, spor aktivitelerine başarılı bir şekilde katılabilir. Denge, sinir sisteminin sağlığını test etmede kullanılan bir durumdur. Aynı zamanda kas sistemi, göz kontrolü ve orta kulak arasındaki bütünleşme hakkında bilgi verir. Yapılan birçok araştırma, işitme engelli çocukların motor gelişimlerinin normal işiten çocuklara göre daha yavaş geliştiğini ve özellikle de denge alanında geri kaldıklarını göstermektedir. Okulöncesi çocuklarının denge becerileri statik denge ve dinamik denge olmak üzere iki şekilde incelenir. Statik denge, tek ayak üzerinde durma süresi ölçülerek incelenir. Dinamik denge ise, denge tahtası ya da çizgi üzerinde yürüme becerisinin değerlendirilmesi ile incelenir. Dinamik dengede, çocuğun performansı yürümede geçen zaman ile ölçülebileceği gibi, yürümede geçen sürenin yürüme mesafesine bölünmesi ile de ölçülebilir. Bay ley ‗nin çalışmaları, çocukların iki yaşına kadar statik ve dinamik denge becerisini kazanamadıklarını göstermektedir. Üç yaş -civarında çocukların çoğu tek ayaklarının üzerinde 3–4 saniye durabilmekte ve 6 cm genişliğinde, 2,5 m uzunluğunda, 10 cm yüksekliğindeki denge tahtası üzerinde başarılı bir şekilde yürüyebilmektedirler. Welman‘ın çalışmaları da dairesel çizgi üzerinde yürüme becerisinin 4 yaşından sonra kazanıldığını göstermektedir. Yakalama: Yakalama, sadece eller ya da eller ve diğer beden parçalarının kullanılması ile havadaki bir topu ya da nesne‘yi durdurarak kontrol altına almayı içerir. Topun sadece ellerle yakalanması ―olgun yakalama şekli ‗‘, eller ve diğer beden parçalarının kullanılması ile yakalanması da ‗‘gelişmemiş hareket şekli‖ olarak tanımlanmaktadır. Yakalama öncesi deneyimlerin, yakalama becerisinin gelişimine büyük katkısı vardır. Çocukların ilk yakalama deneyimleri, bacakları açık durumda oturarak yuvarlanan topu elleri ya da ayakları ile durdurmalarıdır. Bu ilkel başlangıçtan sonra, zaman - mekân ilişkisinin kazanılmasına paralel olarak top yakalama becerisi gelişmeye başlar. Çocuk, oturma durumundan ayakta durma durumuna geçerek yuvarlanan ya da zıplayan topu takip etmeyi, durdurmayı ve kontrol altına almayı 32 öğrenir. Ayağa kalkma, aktif bir katılım yaratarak yakalama becerisinin oluşmasında önemli bir basamak oluşturur. Bu aşamadan havadaki topu yakalama aşamasına geçiş oldukça zordur. Çocuk bu aşamada ya top atılmadan önce, ya da top atıldıktan sonra yakalama tepkisinde bulunur ve topu ancak yerde kontrol altına alabilir. Bu aşama, iki yaş civarında görülmektedir. Çocukların bu ilk aktif yakalama tepkileri aynı zamanda gelişmiş yakalama şeklinin ilk aşamasının başladığını göstermektedir. Bazı araştırmacılar, bir buçuk—altı yaş çocuklarının top yakalama sırasında yüz ifadelerini incelemişlerdir. Korku tepkisinin, başarısız yakalama durumlarında ortaya çıktığını belirtmişlerdir. Durarak Uzun Atlama: Yürüme ve koşma becerisi kazanıldıktan sonra, dengenin gelişmesi ve kuvvetin artmasıyla birlikte atlama becerisi kazanılmaktadır. Durarak uzun atlamanın ve yukarıya doğru sıçramanın ortak bir kaynaktan çıktığı varsayılmaktadır. Her iki hareket de, iki ayak üzerinde ileri ve yukarıya doğru hareket etmeyi gerektirmektedir. Ancak ileri ve yukarıya doğru hareket etme, derecesi farklıdır. Hellebrant, durarak uzun atlamayı, iki ayak üzerinde ileriye doğru sıçramak olarak tanımlamakta ve hareket yönünün dikeyden yataya doğru geliştiğini ifade etmektedir. Çocukların ilk atlama şekilleri, bir bacağı yukarı doğru kaldırarak hızlı bir uzun adım atmaktır. Ancak, iki—iki buçuk yaş düzeyinde iki ayağı kaldırarak atlama becerisi kazanılmaktadır. Bu yaşta ayakları kaldırırken ve yere basarken bacakların hareketinin birbiri ile uyumlu olması oldukça güçtür. Atlama becerisi, çocuğun koşma ve yürümede öğrendiği yere basma eyleminden oldukça farklı olmasına rağmen çocuklar her sıçrama deneyiminde bacakların hareketini uyumlu hale getirmeye çalışırlar. Tenis Topu Fırlatma: Altı aylık çocukların çoğu kollarının fırlatma, atma becerisini ayırt etmekte ve sınırlı kaba bir atma davranışında bulunurlar. Genellikle bir yaşından önce, kısa bir mesafeye top atma davranışı gösterirler. Guttridge ( 1939 ), iki—üç yaş çocuklarının iyi bir fırlatma olmadıklarını ve fırlatma becerisinin ancak dört yaşından sonra hızlı geliştiğini söylemiştir. Beş ve altı yaş çocuklarının çoğunun, yeterli fırlatma becerisine sahip oldukları saptanmıştır. Buna rağmen, tüm yaşlarda ve aynı yaşlardaki çocukların fırlatma performanslarında farklılıklar vardır. Yapılan çalışmalar, fırlatma becerisinin, değişik kültür, yaş ve cinsiyet gruplarında farklılık gösterdiğini belirtmektedir. Erkek çocuklarının fırlatma performansının, kız çocuklarından yüksek olduğu bilinmektedir. Kız çocuklarının performansının düşük olması, farklı fiziksel yapılarından doğabildiği gibi büyük ölçüde deneyim eksikliğinden de kaynaklanabilmektedir. Çünkü top oyunlarında yeterli deneyimi olmayan erkek çocukların da yaşıtları kadar başarı gösteremeyebilirler. Bu durumlar, fırlatma becerisinin öğrenilmiş bir beceri olduğunu göstermektedir. Böylece, fırlatma 33 becerisi yetersiz olan çocuklara, deneyim fırsatları verilerek yaşlarına uygun beceri düzeyine sahip olmaları sağlanabilir. KoĢu: Koşma, çocuğun yürüme becerisinde yeterli düzeye ulaşmasından sonra ortaya çıkan bir yerden bir yere gitme şekillerinden biridir. Çocuğun koşabilmesi için tek bacağı üzerinde herhangi bir desteğe gereksinim duymadan kendisini yukarı ve ileri doğru itecek yeterli bir güce sahip olması gerekir. Aynı zamanda, koşma sırasındaki hızlı hareketleri kontrol edebilmesi için de koordinasyon ve dengeye sahip olmalıdır. Gesell‘e göre, bu yetenekler 18 ay civarında gelişmeye başlar. Bu yaşta vücudun ayaklardan destek almadığı faz yoktur. Topuk- ayakucu süreci henüz kazanılmamıştır. Bu nedenle ilk koşu şekli, hızlı yürümeye benzer ve gerçek koşu olarak kabul edilmez. Ancak, iki yaşta en düşük standardı başarabilecek kadar koşabilirler. Bir yetenekten bir diğerine geçiş, oldukça karmaşık süreçleri kapsar. Burnett ‗in gözlemlerine göre, çocuk yürümenin belli başlı özelliklerini kazansa bile mükemmel olmaktan uzak bir koşu şekline sahiptir. Bunun en iyi örneği, çocuğun koşu sırasında yere ayak tabanları ile basması ve kollarını yukarıda tutmasıdır. Bu durum, Gesell‘in ‗‘birbiri içine girme‖ kavramı ile açıklanmaktadır. Bu açıklama şekline göre, en ilkel biçimde bir yetenek kazandıktan sonra bazı düzeltmeler yapılır, deneyimler, olgunlaşma ve yetişkinlerin etkileriyle geliştirilir. Bu süreç, çocukluktan ergenlik çağına kadar devam eder. Çocuk önce yeni yeteneğinin gerektirdiği gibi düz bir çizgi üzerinde koşmaya başlar. Henüz dönüş yapma, durma yeteneği gelişmemiştir. Dört beş yaşta başlama, dönme ve durma yeteneğinde kontrolün gelişmesi ile koşu gücünde ve şeklinde ilerleme görülür. Topa Ayakla Vurma: İlk topa ayakla vurma hareketleri, koşma yeteneğinin kazanılmasından sonra yaklaşık iki yaş civarında görülür. Bu yaşta çocuğun dengesi, tek ayak üzerinde dururken diğer ayağı ile topa kuvvetini verecek şekilde gelişmiştir. İlk topa ayakta vurma deneyimlerinde, çocuğun bacağının hareket alanı oldukça sınırlıdır. Çocuk havadaki bacağını geriye doğru sallamadan topa vurur. Dengesi çok iyi gelişmediğinden var olan kuvvetini topa veremez. Olgunlaşmaya bağlı olarak, çocuğun denge ve kuvveti geliştikçe topa vurma hareketlerinde ilerleme görülür. 34 İkinci aşamada, bacağın hareket alanı genişler. Bacak dizden arkaya doğru sallanır. Üçüncü aşamada, bu harekete kalçanın da katılımıyla bacağın hareket alanı genişler. Bacak kalçadan itibaren geriye doğru sallanırken, beden ileriye doğru eğilir. Son aşamada ise, yaklaşık altı yaş civarında, kol bacak hareketlerinde zıtlığın ortaya çıkmasıyla kollar büyük ölçüde dengenin sağlanması için kullanılırlar. İtici bacağın en son büyük açısını dengelemek için beden geriye doğru eğilir. Yaşa bağlı olarak topa ayakla vurma şekilleri geliştikçe, topun kat ettiği mesafede de artış görülür. Deach‘in çalışmaları, Erkeklerin topa ayakla vurma performanslarının kızlara göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Sıçrama: Sıçrama, ayaklarla vücudun yerden yükselmesini ve yere inmesini içerir. Sıçrama becerisi, atlama becerisinden daha büyük denge ve koordinasyon gerektirir. Önce iki ayak üzerinde, daha sonra tek ayak üzerinde sıçrama becerisi kazanılır. İki ayak üzerinde sıçrama becerisi ortalama üç yaş civarında, tek ayak üzerinde sıçrama becerisi de ortalama dört yaş civarında kazanılır. Yaş ile birlikte, tek ayak ve iki ayak üzerinde sıçrama sayısı artar ve sıçrama şekli gelişir. Çocuklar kazandıkları bu beceriyi tüm oyunlarına transfer ederler. Değişik yönlere sıçrayarak becerilerini çeşitlendirirler ve diğer becerileri ile birleştirirler. 35 Sekme: Sekme becerisi, ritmik bir şekilde tek ayak üzerinde sıçrama ve bir adım yürüme hareketlerinin sıra ile birleştirilmesini içerir. Bu becerinin temeli, yürüme ve koşma hareketlerine dayanır. Sekme daha büyük denge gelişimi gerektirdiğinden okul öncesi çocuklarında en geç kazanılan bir beceridir. Bu dönemde çocukların, her iki ayağı üzerinde ayrı ayrı sıçraması oldukça zor bir beceridir. Bu beceriyi, ancak altı yaş çocukları çok iyi bir şekilde başarırlar. Bununla birlikte nadiren dört ve beş yaş çocuklarının da bu beceriyi başardığı gözlenmiştir. Literatürde, kız çocuklarının bu beceriyi oyunlarında oldukça sık kullandıkları ve bu nedenle erkek çocuklarından daha başarılı oldukları belirtilmektedir. 4.Sporla ĠliĢkili Hareketler Dönemi 36 Birçok becerilerin ve beceri gerektiren hareketlerin başlaması ve geliştirilmesi bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Bazen anında öğrenmeler gerçekleşir. Ancak unutulmaması gerekir ki, bu tür anında (bir defada) öğrenmeler, basit ve öncekinden az değişik hareketlerde görülür. Koordinasyon gerektiren hareketlerin uygulanmasında çabukluk faktörü aranmaya başlanmalıdır. Motorin özelliklerde kuvvet gelişimi henüz söz konusu değildir. Bu sebeple kendi vücut ağırlığı ve hafif fırlatma araçları kullanılarak bu sağlanmalıdır. Aerobik dayanıklılık ve hareket genişliği (esneklik) bu dönemde iyi gelişmiştir. Bu özelliklerin gelişimine yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Kısa konuşmalara konsantre olabilirler ve öğrendiklerini uzun süre akıllarında tutmazlar. Cinsiyet ayırımı sergilenmeye başlar, çalışmalarda bu konunun göz önünde bulundurulması gerekir. Ayrıca gurup bilinci sınırlı olduğundan bireysel yada küçük guruplarla çalışmalar önerilir. 37 - ÜNĠTE 4 BĠLĠġSEL ( ZĠHĠNSEL ) VE DĠL GELĠġĠMĠ BĠLĠġSEL ( ZĠHĠNSEL ) GELĠġĠM DĠL GELĠġĠMĠ ÜNĠTE 4- BĠLĠġSEL VE DĠL GELĠġĠMĠ 38 A. BĠLĠġSEL GELĠġĠM 1. BĠLĠġSEL GELĠġĠM ĠLE ĠLGĠLĠ KAVRAMLAR Bilişsel gelişimle ilgili kavramlar bölümünde, gizilgüç, yetenek, algılama, kavram oluşturma, bellek ve hatırlama gücü, akıl yürütme ve problem çözme ve yaratılıcılık kavramları açıklanacaktır.(Çocuk Gelişimi1, Ya-Pa Yayınları, 2001, s.89.) a) Gizilgüç: İnsanın kalıtımla getirdiği ve eğitim yoluyla ortaya çıkacağı varsayılan yetenekler ve özellikleri gizilgüç olarak adlandırılır. Kalıtımla gelen, eğitimin etkisiyle değil de doğal olarak ortaya çıkan özellikler gizli değildir. Gizli olduğu ve uygun çevre etkenleriyle açığa çıkabildiği için insanın gizilgücünü tanımak zordur. Ayrıca gizilgüç kavramı, bir bakıma insanın gücünün sonsuzluğunu da anlatır. İnsanın gizilgücünün sınırı henüz daha bilinmemektedir. b) Yetenek: Yetenek, bireyin bilişsel, duyusal ve motor davranışlarla ilgili gizilgücüdür. Birey becerileri, bilgileri, bilişsel, duyusal ve motor yetenekleriyle öğrenir. Öğrenmenin, bir meslek edinmenin, bir ürün üretmenin dayandığı gizilgüç, bireyin yetenekleridir. Birey öğrenme yoluyla yeteneklerini yeterliğe dönüştürür. Yeterlilik, bireyin gizilgücünün bir kesimi olan yeteneklerinin, iş yapabilecek, uygulama yapabilecek, ürün üretebilecek, eyleme geçebilecek nitelikte geliştirerek açığa çıkarılmış bölümüdür. Kısacası yeterlilik eyleme geçebilme niteliğine ulaşmadır. c) Algı: Doğumdan itibaren insan bütün yaşamı boyunca duyularını kullanarak, çevresinde olup bitenleri anlamak, yorumlamak ve yeni durumlara kendini uydurmak için algıyı kullanır. Bir ya da birden fazla duyu organının beyinde kaydettiği uyarıcının yorumlanması algıyı oluşturmaktadır. Algıyı sağlayan duyu organları gözler, kulaklar, ağız, burun, eller ve ayaklardır. Bilişsel bir süreç olan algılama, göze, kulağa ve diğer alıcılara gelen uyarıcılara anlam verilmesi ve yorumlanmasıdır. Örneğin, parlak bir ışığın güneş ışığı olduğu algı yoluyla ayırt edebilir. Algılama, çocuğun çevresini farketme yöntemidir. Algılamada nesneleri ve olayları kavramak için duyular kullanılır. Bütün duyu organları algılamanın elamanlarıdır. Algının olgunlaşma ve öğrenme olmak üzere iki önemli öğesi vardır. Bunlar şu şekilde açıklanabilir: Olgunlaşma: Tüm duyu organlarının sağlıklı gelişmeleri olgunlaşma olarak ifade edilir. Bir ya da daha fazla duyu organının etkinlikte görev yapamaması bir bebeğin algılamadaki gelişiminin geri kalmasına yol açar. Çevre ile etkileşimi kısıtlı olan, söz gelimi işitemeyen bir çocuk, bu durumda dış dünyayı geri kalan duyu organlarıyla yorumlamayı öğrenmek zorundadır. Yaşamın ilk günlerinden itibaren normal gelişim gösteren bir bebeğin tüm duyu organları iyi çalışır. Bu organlar sürekli bir olgunlaşma gösterir. Öğrenme: Dış çevredeki uyarıcıların yorumlanmasında yardımcı olacak geçmiş deneyimler öğrenme olarak kabul edilir. Bir nesne ya da insanla sürekli olarak karşılaşan çocuk, bu deneyimler sonucu yeni bir karşılaşmada aynı nesne ya da insanı tanır. Böylece deneyimler, çevreden bilgi edinmede çocuğa yardımcı olur. Algısal öğrenme olarak adlandırılan bu olgu, çocuğun farklılaşmış olgularının, yetişkin düzeyindeki farklılaşmış algılara erişmesini sağlayan önemli bir etmendir. Algının Önemi Algı, farklı alanlar üzerinde etkilidir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 39 Algı, anlama ve kavramın gelişiminde önemli bir yer tutar. Algılama, çocuğun dikkatini yönlendirir, süresini uzatır. Algı ile ilgili etkinlikler, çocukların duyularını daha etkin kullanmalarına yardımcı olur. Algı ile ilgili etkinlikler, çocuğun verilen etkinliği baştan sona belli bir düzen içinde yapabilmesine yardımcı olur. İşitsel algı, dinleme becerisini geliştirir. Görsel algı, algılananların bellekte depolanmasına yardımcı olur. Dokunma algısı, çocuğun çevresindekileri dokunarak tanımasına ve diğer duyuların kullanımı sırasında onlara rehberlik etmesine yardımcı olur. Bazı algısal etkinlikler, sözel ifade gerektirmediğinden dil ve konuşma problemi olan çocuklar için de uygulanabilir. Bütün bunlar çocuğun gelişiminde algının önemini göstermektedir. d) Kavram OluĢturma: 40 Kavramlar bilginin yeniden düzenlenmesiyle ilgilidir. Sembol bir olay ve nesnenin temsilcisi, kavram ise bir grup olay ve nesneye ait bir dizi özelliğin temsilcisidir. Kavram birbiriyle ilişkili nesne ve olayların ortak yönlerini gösterir. Kavram geliştirme bir sınıflama işidir. Birey nesnelerin fonksiyonlarını algılar. Zihinde biriken imgeler üzerinde bir takım işlemler yapılır. Bunlar soyutlandıktan sonra, zihinde birbirleriyle karşılaştırılır. Bu karşılaştırmada birbirine benzeyen, ortak niteliklere sahip olan imgeler gruplandırılır. Bu gruplar kavram olarak adlandırılır. Örneğin, bir anne kavramı geliştirmede, çocuk annesinin görünüş özelliklerini, yüzünü, saçının rengini, sesini, kokusunu algılar. Annesini diğer insanlardan ayırmaya başlar. Anne ile ilgili bilgi ve becerileri arttıkça, çocuk daha iyi bir anne kavramı geliştirir. Kavram oluşturma yeteneği, insanların nesneleri sınıflandırmalarına olanak sağlar. Kırmızı kavramı ile nesneleri kırmızı ve kırmızı olmayan diye ayırabilir. Seçilen özellik, sınıflamanın temeli olan kavramı oluşturur. Dünyadaki özellik ve niteliklerin sayısı pratik olarak sınırsızdır. Bu nedenle oluşturulan sınıflama ve kavram sayısı da sonsuzdur. Aslında dilimizdeki isimlerin çoğu da kavram adıdır. Bunun dışında kalanlar ise yalnızca özel isimlerdir. Günlük hayatta ister basit, ister karmaşık olsun, kavram öğrenme genellikle yavaş bir süreçtir. Kavram öğrenme ayırt etmeyi öğrenmeyle başlar. Kavramları öğrenmenin ikinci yolu bağlantı kurmadır. Bir kelimenin anlamını bilmeden, bazı olaylarla bağlantı kurularak kelimenin anlamına ilişkin doğru bir fikir oluşturulur. Kavramları öğrenmenin üçüncü yolu da tanımlardır. Tanım, bir kavramı başka kelimelerle açıklayarak öğretir. Çocuğun yaşı ile kavram geliştirme düzeyi arasındaki ilişki tartışılan bir konudur. Bazı araştırmacılar, çocuğun altı-yedi yaşlarında ölçütlere dayalı ayrımlar yapmaya başladığını savunur. Bazılar ise bunun çok daha erken yaşlarda başladığı görüşünü benimserler. Birçok gelişimciye göre, eğer uyarıcılar dikkatlice seçilir ise, çocuk iki yaşındayken renk, şekil ve hacim yönünden değişen özellikleri gruplayabilir. Üç yaşında, yetişkin gibi, ölçütlere dayalı sınıflama yapabilir. Üç-altı yaşındaki çocuk, köpekleri, çiçekleri ve atları gruplayabilir. Etkili bir sınıflama sürecinde iki unsur bulunur. Bunlar şu şekilde açıklanabilir: 1. Figürleri öğrenme gücü: Bir grup nesnenin tüm algısal özelliklerini dikkate almayı, kelimelerin anlamlarını bilmeyi ve bellekte saklamayı gerektirir. 2. Algıları organize etme gücü: Gruplama sürecinde mantıksal ilkeleri kullanmayı gerektirir. Piaget ‗ e göre kavram geliştirmede figürlerin öğrenilmesi ağırlık kazanır. Vygotsky‘ e göre bu iki güç her zaman etkileşim halindedir. Belli ilkeleri seçme ve uygulama gücü yetersiz olan birey, nesnelerle ilgili çok zengin algılara sahip de olsa yeterli bir sınıflama yapamaz. Kavramlar ister soyut, ister somut olsun, insan etkinliklerinin yararlı yönleridir. Kavramların kurulmasıyla, birey kendi dünyasını yansıtır. Kendi görüşünü diğer insanların görüşleriyle bir araya getirir. Nesnelerin özelliklerini değerlendirmeye başlar. Bu kavramlar etkinlikleri planlama ve onları yönlendirmeyi kolaylaştırır. Sağlıklı bir iletişim için kavramlar temel unsurlardır. e) Bellek ve Hatırlama Gücü: Bellek, bireyin edindiği ve öğrendiği bilgileri güvenilir bir şekilde, tam ve doğru olarak zihinde tutmaya ve istenildiği zaman kullanmaya olanak sağlayan bir yetenektir. Hatırlama gücü ise, uygun bir uyarıcı ile zihindeki bilgilerin güvenilir bir şekilde, değişmeden, bilinçli bir hale gelebilmesidir. Belleğin güvenilirliği hatırlama gücü ile anlaşılır.(Çocuk Gelişimi 1, Ya-Pa Yayınları, 2001, s.101-102.) 41 Bellek duygusal kayıt, kısa ve uzun süreli bellek olmak üzere üç yapısal bileşimden meydana gelir. Bunlar şu şekilde açıklanabilir: Duyusal Kayıt: Bu belleğin kapasitesi sınırsızdır. Dışarıdan gelen tüm uyarıcılar algılanabilir. Dikkatle doğrudan ilişkilidir. Dışarıdan gelen uyarıcılara dikkat ettiğimizde ilk olarak duyusal kayıt tarafından alınır. Buraya gelen bilgiler eğer kısa süreli belleğe gönderilmezse birkaç saniye içerisinde yok olur. Kısa Süreli Bellek: Bu bellek işleyen bellek olarak da isimlendirilmektedir. Duyusal kayıtla gelen bilgiler burada işlenerek uzun süreli bellekteki bilgilerle ilişkilendirilip, anlamlı ve önemli görülürse uzun süreli belleğe gönderilir. Bu belleğin kapasitesi sınırlı olmakla birlikte bilgiyi yaklaşık 20 saniye kadar hafızada tutmak mümkündür. Bilgiyi kısa süreli bellekte tutmanın yolu tekrardır. Burada anlamlandırılan bilgiler uzun süreli belleğe gönderilir. Kısa süreli belleğin sahip olduğu işlevler şu şekilde sıralanabilir: 1. Duyusal kayda gelen yeni bilgi ile uzun süreli bellekte depolanmış olan eski bilgileri karşılaştırır ve eşleştirir. 2. Yeni gelen bilginin sesli ve sessiz tekrarlar yoluyla kısa süreli bellekte kalmasını sağlar. 3. Uzun süreli bellekteki örgütlenmiş bilgilerle yeni gelen bilgileri bütünleştirir. 4. Uzun süreli bellekteki bilgileri etkin hale getirip örgütleyerek, davranış haline dönüştürür. Uzun Süreli Bellek: Depo da denilebilir. Kısa süreli bellekte işlenen bilgiler uzun süreliğine saklanmak üzere buraya gönderilir. Burası bir kütüphaneye benzetilebilir. Bilgiler kendi içlerinde gruplandırılarak depolanır. Kısa süreli bellekten gelen bilgiler türlerine göre burada uygun yere yerleştirilir. Belleğin bu üç sisteminde, bilginin akışını kontrol eden bir sistem vardır. Bu sistemde yer alan yapı ve süreçler aşağıdaki şekilde gösterilmiştir. Bellek ve hatırlama gücünün iyi kullanılması için şunlar göz önünde bulundurulmalıdır: 1. Çocuk, düşünme düzeyinin üstünde bilgi edinmek için zorlanmamalıdır. 42 2. Anaokulu çocuklarının bellekleri kısa sürelidir. Bu nedenle öğretilecek bilgiler parça parça açıklanmalıdır. Örneğin, şarkı bütünüyle değil, parça parça öğretilmelidir. 3. Çocuk, hatırlama gücünü geliştirmede kendi stratejisini oluşturmak için serbest bırakılmalıdır. Çocuğun kendi kendisine denemesine fırsat tanınmalıdır. Ancak çocuğun özel bir güçlüğü var ise, önemli noktalara dikkat edilmelidir. 4. Bellek ve hatırlama gücünü geliştirmede, çocuk motive edilmelidir. Anlamları kavraması için fırsat hazırlanmalıdır. Ancak çocuğun zorla ya da özel bir gayretle değil, doğal olarak hatırlanmasının önemli olduğu unutulmamalıdır. 5. Herhangi bir hatırlama güçlüğü karşısında organik bozukluklar ihtimali de gözden kaçırılmamalıdır. Algılanan uyarıcıların yorumlanması, değerlendirilmesi ve kullanılabilmesi için, bellekte saklanması ve ihtiyaç olduğunda hatırlanması gerekir. Bu bakımdan bellek, öğrenmenin kaynağıdır. f ) Akıl Yürütme ve Problem Çözme Akıl yürütme, daha önce öğrenilmiş bilgileri yeni karşılaşılan bir soruna çözüm bulabilmek için birleştirme ve düzenleme sürecidir. Düşünme olayı semboller aracılığıyla gerçekleşir. Semboller de olay ve nesne gibi dış uyarıcıları temsil eden işaretlerdir. Örneğin, düşünme hatırlamaya dayanır. Düşünme için hatırlama ilk koşuldur. Düşünebilmek için daha önceden öğrenilmiş kavramların hatırlanması gerekir. Böylelikle akıl yürütme ile düşünmede yer alan gelişim ve değişmeler çocuğun genel bilişsel olgunluk düzeyini yansıtır. Yönlendirilmiş düşünce, sembollerin çocuğun davranışını etki altına almalarıyla başlar. Bu nedenle yaşamın ilk yıllarında çocuğun düşünme süreçleri bazı kısıtlamaların etkisi altındadır. İlk iki yılda çocuk, nesneleri duyuları aracılığıyla tanımaya çalışır. Görüş alanı dışındaki bir nesnenin özelliklerini gözü önünde bulundurma yeteneğinin ilk belirtileri görülmeye başlar. Örneğin, on aylık bir bebek, bir nesnenin saklandığı zaman bile varlığını sürdürdüğünü öğrenmiştir. Aynı şekilde görünümü değiştiği halde nesnenin özelliklerinin değişmediğini de bilir. Örneğin, anne ve babasını değişik giysilerle görse bile onların yabancı değil anne ve babası olduklarını bilir, tanır. Ayrıca çocuk iki yaşın sonuna doğru, bazı olayların sırayla olmasını bekler. Örneğin, paltosunu giydiğinde dışarı çıkacağını bilir. Bu dönem düşünme ve akıl yürütmenin gelişiminin başlangıcı olarak kabul edilir. İki – iki buçuk yaşındaki çocuk denemelerini geliştirir. Bir sorunla karşılaştığı zaman bilgilerine dayanarak çözüm yolları arar. İki-dört yaş dönemindeki çocuk, daha çok özelden özele dayanan akıl yürütme yöntemini kullanır. Üç-dört yaşındaki çocuk, herhangi bir şekilde birbirine benzeyen iki objeden birini, diğerine neden olarak gösterir. Örneğin, ‗nehir göle gitmek için oluyor ‗ diyebilir. Fakat daha fazla açıklama yapmaz. Dördüncü yaşın sonlarına doğru çocuk bulduğu nedenleri hayalleriyle karıştırmaya başlar. Bu özellik beş-altı yaşlarında da devam eder. Yedi-sekiz yaşlarında çocuk hayalle gerçeği birbirinden ayırmaya başlar. Örneğin, çocuk bir sopayı at yapma yerine, gerçek at ister. Çocuk, birçok kavramı oluşturduğu halde, nedenleri hala somut algılara dayalıdır. Çocuk genelleme yaparken hata yapabilir. Örneğin, ‗su hafif, çünkü sıvıdır diyebilir‘ bütün hafif elementleri sıvı olarak nitelendirir. Dokuz-on yaşlarında çocuk, önceki yıllara oranla sebep bulma ve sonucu belgelemede daha az hata yapar. Soyut düşünme oluşmaya başlar. On-iki yaşlarında bir çocuğun mantığı, yetişkin mantığı gibidir. Mantık sağlıklı bir kişilik gelişimi için, düşünme sisteminin can alıcı damarıdır. 43 Problem çözmede, sorunu değerlendirme, kavrama ve çözüme ulaşma eğilimi görülür. Sorunu kavrayarak çözme, deneme ve yanılma yöntemiyle çözmeden daha etkindir. Problem çözmede tanıma, üretme, kuluçka ve değerlendirme olmak üzere dört aşama bulunur. Bu aşamalar şu şekilde açıklanabilir: 1. Tanıma: Bu aşamada ortaya çıkan problemi oluşturan durum ve engeller tanınır. 2. Üretme: Değişik çözüm seçenekleri aranır. Bu seçenekler uygulamaya konur ve değerlendirilir. 3. Kuluçka: Uygulamalardan bir çözüm elde edilmiyorsa, problem bir yana bırakılır. Başka şeylerle uğraşılır. Daha sonra probleme tekrar geri dönülür. 4. Değerlendirme: Yeniden değerlendirme yapılır. Problem çözülünceye kadar bu aşamalar tekrarlanır. g) Yaratıcılık Toplumun ve insanlığın gelişmesinde yaratıcılık önemli bir yer tutar. İnsanın belirli bir yeteneğini ifade eden yaratıcılık doğuştan getirilen gizil bir güçtür. Her çocukta yaratıcı olma yeteneği bulunur. Yaratıcılığın sürekliliği, derecesi ve ortaya çıkışı çocuktan çocuğa farklılık gösterir. Yaratıcılık sayesinde çocuk, olayları kendisine göre yorumlar.(Çocuk Gelişimi 1, Ya-Pa Yayınları, 2001, s.108.) Yaratıcılık ve yaratıcı düşünme yıllardır tartışılan bir kavramdır. Yaratıcılık konusunda çok çeşitli tanımlar bulunur. Bu nedenle yaratıcılığın tanımında görüş birliğine varmak zordur. Bilim adamları çoğunlukla yeni ve orijinal düşünceleri yaratıcı olarak kabul eder. Ancak her yeni orijinal görüş yaratıcı olmayabilir. Yaratıcılıkla ilgili tanımlar incelendiğinde ortak olarak kullanılan kavramın ‗yeni‘ ya da ‗yenilik özelliği‘ taşıdığı görüşür. Genel olarak yaratıcılık, ‗bilinen şeylerden yeni bir şeyler çıkarmak, özgün bir senteze varmak, bir takım sorunlara yeni çözüm yolu bulmak, daha önceden kullanılmamış ilişkiler arasındaki ilişkileri kurmak, böylece yeni bir düşünce şeması içinde yeni yaşantı, deneyim fikir ve ürünler ortaya koymak‘ şeklinde tanımlanır. Yaratıcılık tanımında da görüldü gibi yaratıcı bir kişide; merak, sabır, buluşlar yapma yeteneği, orijinal ve bağımsız düşünme, deney ve araştırmalar yapabilme, sentezci yargılara varabilme yeteneği bulunur. Yaratıcı kişilerin, kendilerine güvendikleri, kendi kendilerini idare edebildikleri, karmaşıklığı sevdikleri, baskı ve sınırlamalara tahammül edemedikleri de gözlenmiştir. Yaratıcılık kavramı ile zekâ birbirine karıştırılır. Yapılan çalışmalar sonucunda zekâ ve yaratıcılık arasında olumlu bir ilişki olduğu belirtilir. Zekâ ve yaratıcılık yönünden çocuklar dört gruba ayrılarak incelenir. Bunlar şu şekilde açıklanabilir: 1.Üstün yaratıcılık ve üstün zekâya sahip olan çocuklar: Bu çocukların uyumlu, başarılı, arkadaşları tarafından değerli bulanan bireyler olduğu gözlenmiştir. 2. Düşük yaratıcılık ve düşük zekâya sahip olan çocuklar: Bu çocukların kendilerine güvenleri az, arkadaşları tarafından kabul edilmeyen bireyler olduğu gözlenmiştir. Bu çocukların spora yöneldikleri ve başarılı olan arkadaşlarını taklit ettikleri belirlenmiştir. 3.Düşük yaratıcılık ve yüksek zekâya sahip olan çocuklar: Bu çocukların sakin ve içine kapanık, arkadaşlarıyla ilişki kurmada güçlükler yaşayan bireyler olduğu gözlenmiştir. Enerjilerini akademik çalışmaya yönelttikleri, başarısız olmayı kabul edemedikleri saptanmıştır. 4.Yüksek yaratıcılık ve düşük zekâya sahip olan çocuklar: Bu çocukların güven duygusundan yoksun, endişeli ve tedbirli bireyler olduğu gözlenmiştir. Arkadaşlarıyla 44 ilişkilerinin az olduğu, ortamı sık sık bozdukları akademik becerilerde yetersiz oldukları saptanmıştır. Yaratıcı ve rahat bir ortamda mutlu oldukları görülmüştür. Yaratıcılığın geliĢimi: Yaratıcılığın ortaya çıkıp gelişmesi, çocuktan çocuğa farklılık gösterir. Çocukta yaratıcılığın gelişimi yaşlara göre şu şekilde özetlenebilir: Bebeklik döneminde, bebek konuşmadan önce havada elleriyle kollarıyla şekiller çizilerek sevincini, açlığını ve duygusal durumunu anlatmaya çalışır. Bunlar çocuğun içgüdü dilinin birer ifadesidir. Bir yaşındaki çocuk, çevresindeki malzemeye tam anlamıyla egemen değildir. El çırpma, vurma, eşyaları atma gibi harekete dayanan oyunlar oynar. İki yaşındaki nesneleri tanımaya, özelliğine göre kullanmaya ve çevresini keşfetmeye başlar. Nesneleri tanımaya başladığında yaratıcılık ortaya çıkmaya başlar. İki-dört yaşlarında çocuk, kültürel sembolleri öğrenir. Bu devrede çocuğun kelime hazinesi hızlı bir şekilde gelişir. Bu yaşlarda denetimsiz hareketlerden dengeli fiziksel hareketlere geçiş olur. Beş-altı yaşlarında çocuk kültürel sembollerle oynamaktan hoşlanır. Bir sanatçı gibidir. Sembolleri başkalarından gördüğü gibi değil, kendi düşündüğü ve hissettiği biçimde formüle eder. Çocuk hikâyeler yaratır, resimler çizer ve çeşitli yaşam biçimlerini dramatize eder. Çocukta tanıma, seçme, bağıntı kurma, oranlama ve anlam çıkarma yetenekleri tam gelişmemiştir. Çocuk ile çevre arasında artan karşılıklı iletişimin ürünü ve ifadesi yaratıcılıktır. Çocuk büyüdükçe düşünsel ve duygusal yaşamı giderek karmaşıklaşır. Okulun, toplumun ve kültürün etkileri de kendini belli etmeye başlar. Altı-dokuz yaşlarında çocuk, el becerileri yönünden gelişmiş durumdadır. Çocuk ince işlerle uğraşır, bazı dekoratif ürünler yapar. Bu dönemde hala çocuk oyuncaklarla oynar. Bu dönem çocuklarının yaratıcılığında kasların egemenliği artar. 45 Dokuz-oniki yaşlarındaki çocuğun çözümsel davranışları artar. Bu yıllarda çocuğun kendini anlatma gücüne olan güveni sık sık sarsılır. Yaratıcı etkinliklerde beceriksiz oldukları görülür. Yaklaşık onbeş yaşında çocuğun yaptığı ürünlerde ilk kez sanatsal yaratma kendini gösterir. Cinsiyet yönünden farklılıklar görülür. Kızlar renk zenginliği, zariflik ve güzelliğe bağlılık gösterir. Erkekler ise daha çok teknik ve mekanik işlerle uğraşır. Yaratıcılığın geliĢtirilmesi: 46 Çocuğun yaratıcılığının evde ve okulda desteklenmesi gerekir. Bu da ev ve okulda yetişkinlerin işbirliğini gerektirir. Okul öncesi çağı çocuklarla çalışan eğitimci ve yetişkinler çalışmalarında şu kıstaslara dikkat etmelidirler: 1. Çocuklar oyunlarında serbest bırakılmalı, zaman ve hayal güçleri sınırlanmamalıdır. 2. Çocuklara hayal güçlerini artıran materyaller verilmelidir. 3. Yaratıcı düşünmek için, fikirlerin içi dışına çıkarılmalı, ters çevrilmeli yani fikirlerle oynanmalıdır. 4. Çocukları baskı altına almamalı, değişik ve şaşırtıcı fikirleri engellenmeyip, cesaret verilmelidir. 5. Çocuğun çevresinde oynayabileceği eşyaların olması ve evin ya da sınıfın çeşitli yerlerinde oynayabilmesi sağlanmalıdır. Yetersiz çevre koşullarının yaratıcılığı olumsuz etkilediği unutulmamalıdır. 6. Çocuğun heyecanı, hevesi ve yetişkinin sınırlamaları arasında denge kurulmalıdır. 7. Sorunların çözümünde, çocukla "öyle olmaz, böyle olur" gibi kesin konuşmalar yapmak yerine "başka türlü nasıl yapabilirdin?" gibi açık uçlu öneriler getirilmeli, çözüm yolları tartışılmalıdır. Çocuğun özgür düşünmesine, deneme yanılma ile problemlere çözüm bulmasına, ezbercilikten uzaklaşmasına yardımcı olunmalıdır. 8. Bir işi gerçekleştirebilmesi için, çocuğa cesaret verilmeli, imkân sağlanmalı ve yardımcı olunmalıdır. 9. Çocuğa çevresini algılaması, gözlemesi ve bu gözlemlerini değerlendirmesi öğretilmelidir. 10. Her şeye "evet" diyen bir çocuk yetiştirme anlayışına sahip eğitim sisteminin, çocuğun yaratıcılığını olumsuz yönde etkileyeceği unutulmamalıdır. 11. Her yerde ve her zaman "mükemmel olmak" duygusundan uzaklaşılmalıdır. 12. Eğer çocuk hazırsa, daha fazla şeyler öğrenmesine fırsat tanınmalıdır. 13. Cinsiyet rolünün aşırı ya da yanlış vurgulanmasının yaratıcılığı olumsuz etkilediği unutulmamalıdır. 14. Çocuğun kendine güven duyması sağlanmalıdır. 15. Kalabalık sınıflar, aşın yüklü sınıf çalışmaları ve katı disiplin anlayışının çocukların yaratıcılığını engellediği unutulmamalıdır. 16. Çocukta yaratıcılığın gelişmesi ve ortaya çıkması için çocuk kitapları ve sanatla daha çok etkileşimde bulunması sağlanmalıdır. 17. Bilhassa ilk ve orta dereceli okulların kuramsal derslerinde gereğinde yaratıcı etkinliklere (yaratıcı drama gibi) ve sanatsal süreçlere yer verilmesi, resim ve müzik derslerinin oyun, dramatizasyon, tiyatro etkinliklerinin katılmasıyla zenginleştirilmesi sayesinde çocukların ilgi ve yeteneklerinin ortaya çıkması ve yönlendirilmesinin gerçekleşebileceği göz önünde bulundurulmalıdır. 18. Çocukları dinleyip, fikirlerini uygulamaları kolaylaştırılmalıdır. Çünkü çocuklar yaptıkları ve düşündükleri şeyler hakkında yetişkinlerin düşüncelerine ihtiyaç duyarlar, 19. Çocuğu yaratıcılığa yöneltmede ödül kullanılmamalıdır. Zira ödülü elde etmeye çalışmak, çocuğun yaratıcılığını engelleyebilir. 20. Kendi yaratıcılığınız için ise, yeterli hayat tecrübesine sahip olmalı, okumalı, çeşitli insanlarla ilişki kurmalı, seyahat etmeli, çalışmalı ve bunları yapabilmek için kendinize zaman ayırmalısınız. Çünkü bilinmeyen bir şey hakkında yaratıcı düşünmek zordur. 2. ZEKÂ 47 Bireyin gerek sorunları çözerken gerek çevreye uyum sağlarken var olan tüm yetenek ve becerilerini kullanması ile ortaya çıkan düzeydir. Örneğin bir öğrenci bir matematik problemini çok kısa sürede çözerken bir başkası çok uzun sürede çözebilir. Bir başkası ise hiç çözemeyebilir. Zekâ ve Kişilik Psikolojide Bireysel farklılıkların temelinde yer alır. Aynı uyarıcıya farklı kişilerin farklı tepkiler göstermesi bireysel farklılıklardan kaynaklanır. Örneğin öğretmenin azarladığı bir öğrenci utanıp ağlarken bir başkası aldırmayıp gülebilir. İşte aynı uyarıcılara gösterilen farklı tepkilerin temelinde yetenek, mizaç, karakter farklılıkları; daha genel bir ifadeyle zekâ ve kişilik farklılıkları yatar. Zekânın sınıflandırılması: Günlük yaşamda zekâ, genelde tek bir yetenek veya becerinin sivrilmesi biçiminde anlaşılır. Bu hatalı bir düşüncedir. Çünkü zekâ algılama, öğrenme, düşünme gibi pek çok yetenek ve becerinin birlikte kullanımı ile kendini gösterir. Zekâ genel hatlarıyla Thorndike tarafından üç ana farklılık çerçevesinde sınıflandırılmıştır; 1-SOYUT ZEKÂ: Sembol kullanarak düşünme yeteneğidir. Çocuklukta pek kendini göstermeyen bu zekâ,12 yaş ve sonrasında ağırlıklı olarak kendini gösterir. Soyut zekâ gerçekte var olmayan ancak var olanlar arasındaki ilişkilerden zihnin soyutlama ve genelleme gücüyle elde ettiği sembollerle uğraşır. Örneğin; pi sayısı, türev, limit, sayılar tabiatta somut olarak yoktur. Matematik kavramlarını kullanmak, matematiksel ilişkileri kurmak soyut zekâ işidir. Romancı, şair, besteci soyut zekâsını kullanır. 2-MEKANİK(SOMUT)ZEKÂ: Araç-gereç ve makineleri yapıp kullanmada kendini gösterir. Çocukluk yıllarında kendini göstermeye başlayan bu zekâ, bozulan bir oyuncağı tamir ederken, yap-boz türü oyuncaklarla uğraşırken yoğun biçimde kullanılır. Bu zekânın daha çok mühendislerde, tamircilerde, uzman işçilerde bulunması gerekir. 3-SOSYAL ZEKÂ: Toplumsal çevreye uyum sağlamada, insanlarla iyi ilişkiler kurmada kendini gösterir. Sosyal zekâsını iyi kullanan bir insan çevresinde sevilir, sayılır, lider özellikleri ile sivrilip insanları etkiler. Politikacılık, avukatlık, öğretmenlik, pazarlamacılık gibi toplumla sıkı ilişkiler içinde olması gereken mesleklerde sosyal zekâ ön plana çıkar. Piaget‘e göre zekânın özellikleri şu şekilde sıralanabilir: 1. Zekâ, biyolojik uyumun özel bir halidir. Bu uyum, kişinin çevresi ile etkileşim kurmasını sağlar. 2. Zekâ, bir çeşit dengedir. Zihinsel yapı ile çevre arasında sürekli olarak gelişen, durmadan yenilen dinamik bir dengenin ifadesidir. 3. Zekâ, yaşayan ve eylemlerde bulunan bir zihinsel işlemler sistemidir. Bilgi edinmek için eylem gereklidir. Çocuk durağan ve edilgin bir tutumla bilgi edinemez. Eylemlere girişecek, çevresini keşfedecek ve bir şeyler öğrenecektir. Bütün bunların ışığı altında, genel ve en geniş anlamıyla zekâ ‗bireyin sahip olduğu beden, sosyal yetenek ve fonksiyonlarının bütünleşerek oluşturduğu çok yönlü öğrenme, öğrenilenlerden yararlanma, uyum sağlama ve yeni çözüm yolları bulabilme yeteneği‘ şeklinde tanımlanabilir. Zekâ yönünden özel gruplar: 1-Zekâ Geriliği 2-Üstün Zekâlılık 48 1-Zekâ Geriliği: Zekâ Bölümleri düşük olan bireylere geri zekâlı denilmektedir. Zekâ geriliğinin nedenleri; kalıtım ve (beyin zedelenmesi, doğum öncesi annenin geçirdiği hastalıklar gibi) diğer hastalıklardır. Zekâ özürlüler üçe ayrılır: a) Ġdiot:(Z.B. 0–24) Sürekli bakıma muhtaç olan zekâ özürlülerdir. Bunlar ortalama olarak 2 yaşındaki bir çocuğun zekâ düzeyini geçemezler. Sürekli bakıma muhtaçtırlar. b) Embesil:(Z.B.025–49) Eğitilebilir zekâ özürlülerdir. Öğretilirse basit işler yapabilirler. Tarlada çalışmak, bulaşık yıkamak v.b. Sorumluluk duygusundan yoksundurlar. c) Moron: (Z.B. 50–69) Öğretilebilir zekâ özürlülerdir. Erişkinlerinin zekâ düzeyi 9– 10 yaşındaki bir çocuğunki gibidir. Tüm zekâ özürlü olanların yaklaşık %85 i morondur. Ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bazı ilköğretim okullarında bu tip zekâ özürlüler için özel sınıflar açılmıştır. 2-Üstün Zekâlılık: Zekâ bölümü yüksek olan bireylere üstün zekâlı denilmektedir. Her alanda her zaman üstün başarı gösterirler. Üstün zekâlılar özel eğitimle seviyelerine uygun yetiştirilemedikleri takdirde, zekâlarını olumsuz alanlarda kullanma ihtimalleri vardır. Bu da toplumsal açıdan önemli bir risk oluşturur. Bu nedenle üstün zekâlı kişilerin zamanında tespit edilerek, seviyelerine uygun bir şekilde yararlı alanlara yönlendirilmesi gerekir. Özel yetenekler: Yetenek bireyin zihinsel ve bedensel alanlarda iş başarabilme gücüdür. İnsanlar arasında yetenek bakımından farklılıklar vardır. Psikolojide özel yeteneklerin tespiti mesleğe yöneltme ve mesleğe seçme açısından önem taşır. Zekâ Bölümü 50‘den aşağıya 50–59 60–69 70–79 80–89 90–109 110‘dan yukarı Aptal ve Budala Ahmaklar Ahmaklar Düşük Zekâlılar Tutuk Zekâlılar Orta Zekâlılar Zekiler En Üstün Öğretim Seviyesi İlkokulun 1. sınıfına bile giremezler 1. Bazen 2. sınıf çalışmalarını başarabilirler 3.ve 4. sınıfları okuyabilirler 4.ve bazen 6. sınıfları başarabilirler 7. Bazen 8. sınıfları başarabilirler Üniversiteye gidebilirler Zekâ bölümleri ve öğrenme seviyeleri. Zekânın ölçülmesi: Zekâ, zekâ testleri aracılığı ile ölçülür. Test, birden fazla insanın davranışlarını ölçmek amacı ile kullanılan sistematik ölçme tekniğidir. Zekâ testleri sonucunda zekânın değerlendirilmesinde temel ölçüt olan Zekâ Bölümü (IQ) bulunur. Zekâ bölümü şu formüle göre saptanır: Zekâ Yaşı: Zekâ Bölümü (IQ) =Takvim Yaşı *100 Formülde geçen zekâ yaşı, zekâ testleri sonucu saptanan yaştır. Takvim yaşı ise içinde bulunulan yaş grubudur. Örneğin bu formülü yıl olarak ele alırsak zekâ testleri sonucu 10 zekâ yaşına sahip 10 yaşındaki bir çocuğun zekâ bölümü hesaplanırken, 10 Zekâ Bölümü = 10 * 100 = 100 Formülüne göre çocuğun zekâ bölümü 100 olarak bulunur. 49 Zekâyı belirleyen faktörler: Zekâyı belirleyen iki temel etken vardır. Bunlar kalıtım ve çevredir. Zekâyı etkilemede kalıtımın ve çevrenin payları nedir? Sorusuna cevap aramak için çeşitli araştırmalar yapan psikologlar, zekânın gelişebilme sınırlarının kalıtımla belirlendiğini tespit etmişlerdir. Kalıtımla getirilen bu potansiyel iyi çevre koşullarında geliştirilebilir. Ancak uygun çevre koşulları zekânın sınırlarını değiştiremez. Ancak iyi çevre koşulları kalıtımla getirilen potansiyelin en verimli bir şekilde geliştirilmesini sağlayabilir. Yani çok iyi çevre koşulları geri zekâlı bir bireyi normal veya üstün zekâlı duruma getiremez. Kalıtımla getirilmiş olunan potansiyeli kullanma açısından iyi bir çevreye ihtiyaç vardır. Yine araştırmalar göstermiştir ki; kalıtımla getirilen potansiyel eğer iyi bir çevre ortamında(eğitim, sağlık ve sosyal yönden) geliştirilmez ise zekâ seviyesi açısından tek başına yeterli olmamaktadır. O halde öncelikle kalıtımın zekâ potansiyeli açısından etkisi daha fazla olmakla beraber, tek başına zekâyı belirlememektedir. Potansiyel ne olursa olsun çevre şartlarının o potansiyele uygun olması gerekmektedir. Bu da zekânın ciddi ölçüde kalıtım ile ve bunu tamamlayan çevre şartları ile oluştuğunu ve geliştiğini gösterir. Kalıtım, zekânın ve duyu organlarının düzeyini belirlemede belki daha önemlidir; çevre ise inançların, alışkanlıkların, tutumların yani kişilik özelliklerinin belirlenmesinde daha etkili görülmektedir. Zekâda yaşa bağlı olarak da bazı değişmeler görülür. Bireyin zekâsı genellikle 18– 20 yaşlarına kadar artar.30 yaşlarından sonra bazı alanlarda düşüş belirir. Ancak genellikle normal dışı bir durum olmadıkça bireyin zekâ ile ilgili gelişme hızında İleri yaşlarda önceki durumun korunduğu görülür. Pek çok düşünür, sanatçı ve bilim adamının yaşlılık döneminde verimli olmaları zekâ düzeylerini koruduklarını göstermektedir. Zekânın insanlar arasındaki dağılımı: Bir toplumda bireylerin sahip olduğu zekâ düzeyleri çan eğrisine uygun bir biçimde dağılım gösterir. İnsanlar arasında büyük farklar vardır. İnsanların çoğunun zekâ bölümü, ortalama 100 olmak üzere. 90 ile 110 arasında değişme gösterir. Zekânın insanlar arasındaki dağılımı şu şekilde gösterilebilir: Normal Veya Orta Z 50% Düşük Z Geri Z 2 % 7% 70 Üstün Z. İleri Z 16% Tutuk Z 16% 80 Çok Üstün Z. 2% 7% 90 100 110 120 130 Zekâ bölümlerinin nüfus içindeki dağılım 50 Bu şekil incelendiğinde insanların %50‘ sinin normal zekâya sahip olduğu söylenebilir. Çan eğrisinin bir ucunda zihinsel yetersizliği olan çocuklar, diğer ucunda da üstün zekâlı çocuklar yer alır.(Çocuk Gelişimi 1, Ya-Pa Yayınları, 2001, s.119.) Bu özelliklere sahip olan çocuklar şu şekilde açıklanabilir: 1. Zihinsel yetersizliği olan çocuklar: Zihinsel yetersizlik gelişim süreci içinde genel zekâ fonksiyonlarının normalin altında olması, öğrenme ve sosyal uyum sağlayıcı davranışlarda bozukluğun görülmesi şeklinde tanımlanır. Genel zekâ fonksiyonlarının normalin altında olması zekâ bölümü puanının 70 ve altında olması şeklinde tanımlanır. Zihinsel yetersizliği olan çocuklar geç ve güç öğrenirler. Dikkatleri dağınıktır, kısa süreli belleklerinde problemleri vardır, dil ve konuşma bozuklukları yaygındır. Kişilik ve sosyal özelliklerde bazı problemler görülür. Fiziksel gelişimleri, normal gelişime benzerlik gösterir. Bu çocukların eğitimlerinin temel amacı, bağımsız yaşama becerilerini, kapasiteleri ölçüsünde geliştirmek olmalıdır. Zihinsel yetersizliği olan çocuklar homojen bir grup değildir. Kendi içlerinde önemli bireysel farklılıklar gösterirler. Bu nedenle bu çocukların sınıflandırılması gerekir. Zihinsel yetersizliği olan çocuklar dört grupta sınıflandırılır. Hafif derecede zihinsel engelliler: Temel okuma-yazma ve sayma becerilerini kazanmada yaşanan problemler sonucu ortaya çıkar. Zekâ bölümü puanı 50–55 ile 70 arasındadır. Bu çocukların motor gelişimlerinde normal gelişim gösteren çocuklara göre biraz daha gerilik görülür. Orta derecede zihinsel engelliler: Sosyal, duygusal ve dil gelişimi alanlarında gecikmenin olması, davranış problemlerine rastlanması, temel okuma-yazma ve sayma becerilerinde problemlerin görülmesi sonucu ortaya çıkar. Zekâ bölümü puanı 35–40 ile 50–55 arasındadır. Motor gelişimleri yaşıtlarına göre daha geri olmaktadır. Günlük bakımlarında kısmen bağımsız olabilirler. Ağır derecede zihinsel engelliler: Ciddi biçimde konuşma ve dil gelişimi güçlüğü, sosyal, duygusal veya davranış problemleri ile temel öz bakım becerilerini öğrenmesinde ortaya çıkan gecikme durumunu ifade eder. Zekâ bölümü puanı 20–25 ile 35–40 arasındadır. Algısal yetenekleri çok zayıftır. Sözel yönergeleri anlamada güçlük çekerler. Bakımları için sürekli birisine ihtiyaç duyarlar. Ġleri derecede zihinsel engelliler: Klinik bakıma gereksinim duyan, zekâ bölümü puanı 20–25‘ in altında olan gruptur. Tam bir denetim gereklidir. Kendilerine bakamaz ve koruyamazlar. Zekâ Bölümü Aptal Budala Geri Zekâlı Ahmak Düşük Zekâlı Tutuk Zekâlı Orta Zekâlı İleri Zekâlı Üstün Zekâlı Çok Üstün Zekâlı Zekâ derecelerinin normal dağılımı 0–24 25–49 50–69 70–79 80–89 90–109 110–119 120–129 130-+ Nüfus Ġçindeki Oran %2 %7 %16 %50 %16 %7 %2 51 2. Üstün zekâlı ve Üstün yetenekliler: Üstün zekâlı ve üstün yetenekli çocuklar genellikle parlak çocuklarla karıştırılmaktadır. Bu nedenle bu iki grubun özelliklerinin karşılaştırılması, üstün zekâlılar için alınması gereken önlemlerde ana babaların öğretmenleri yönlendirmelerinde yardımcı olacaktır. Parlak çocuk; * İlgilidir. * Sorulara cevap verir. * Yanıtları bilir. * Grubun üst dilimindedir. * Anlamı kavrar. * Uyanıktır. * Verilen işi tamamlar. * İyi fikirleri vardır. * Okuldan hoşlanır. * Güçlü belleği vardır. * Öğrenirken mutlu olur. * Verilenleri kolaylıkla alır. * Kolaylıkla öğrenir. * Belli bir sırayla öğrenmekten hoşlanır. * Akranlarıyla olmaktan hoşlanır. * Bilgiyi özümser. Üstün zekâlı çocuk; * Oldukça fazla meraklıdır. * Sorunun ayrıntılarını tartışır. * Sorular sorar. * Grubun çok ötesindedir. * Anlam çıkarır. * Keskin gözlem yapar. * Projeler oluşturur. * Alışılmamış tuhaf fikirleri vardır. * Öğrenmeden hoşlanır. * İsabetli tahminlerde bulunur. * Öğrenirken eleştireldir. * Verilenleri alırken coşkulu ve gergindir. * Verilenleri zaten bilmektedir. * Karmaşık ve giriftlik onu coşkulandırır. * Büyük yaştakileri ve yetişkinleri seçer. * Bilgiyi değiştirip uygular. Bu özellikler yönünden çocuklar arasında bireysel farklılıkların olabileceği unutulmamalıdır. Üstün yetenekli bir çocukta bazı özellikler daha belirgin iken bazıları zayıf olabilir. Üstün yetenekli çocukların bu yeteneklerini geliştirmede normal eğitim programları yetersiz kalır. Bu çocukların kendi ilgi ve yetenekleri doğrultusunda farklılaştırılmış programlara ihtiyaç vardır. Üstün yetenekli çocukların eğitiminde hızlandırma, zenginleştirme ve özel gruplandırma modelleri uygulanır. Bu uygulamalar şunlardır: 1. Hızlandırma 2. Zenginleştirme 3. Özel gruplandırma 52 3. PĠAGET’ E GÖRE BĠLĠġSEL GELĠġĠM DÖNEMLERĠ Piaget‘ e göre insan gelişimi bir basamaklar serisidir. Bu basamakların her biri belirli özellikleri içermektedir. Her basamağa ait kriterler çocuğun zihinsel fonksiyonlarının özelliklerini kapsar. Piaget, gelişimin evreler halinde gerçekleştiğini düşünür. Piaget‘ in bilişsel gelişim kuramında dört temel kural bulunur. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 1. Evreler değişmez bir şekilde belli bir sıra ile ortaya çıkar. 2. Bir sonraki evre önceki evrelerin kazanımlarını da içerir. 3. Her birey kendine göre gelişim gösterir. Bireysel farklılıklar söz konusudur. 4. Piaget‘ in gelişim kuramı her evre için kritik olan gelişim özelliklerini belirtir. Bu temel kurallara göre Piaget bilişsel gelişimi dört dönemde inceler. a) Duyusal-Motor Dönemi (0–2 yaş) b) İşlem Öncesi Dönem (2–7 yaş) c) Somut İşlemler Dönemi (7–11) d) Soyut İşlemler Dönemi (11 yaş ve üzeri) Duygusal-Motor dönemi (0–2 yaĢ): Piaget‘ göre bebeğin bu dönemde kazandığı davranışlar doğuştan getirilen reflekslerin şema halinde geliştirilmesidir. Bebeğin doğuştan sahip olduğu emme ve yakalama refleksleri diğer birçok davranışın kökenini oluşturur. Zihinsel açıdan, bu dönemin diğer bir özelliği de ertelenmiş taklittir. Bu dönemin sonuna doğru taklit, model yok olduktan sonra görülür. Örneğin, eve bir misafir gelir. Bu misafirin çocuğunun davranışları birkaç gün sonra çocuk tarafından taklit edilir. Buna ertelenmiş taklit denir. Ertelenmiş taklit ile çocuğun zihninde kavramlar oluşmaya başlar. Piaget, bebekliğin erken dönemlerinde bebeğin kendi varlığının bilincinde olmadığını kabul etmektedir. Bebek algıladığı dünyasıyla bir bütündür. Bu evrede nesnelerin sürekliliği yoktur. Anne, bebeğin görme alanının dışına çıktığında yok olur. 3–4 aylık çocuklar oyuncak topu top görme alanı içindeyken izleyebilir. 5–6 aylık bebekler, top bir perdenin arkasında kaybolduğunda o noktaya uzun süre bakabilirler. Sekiz aylık bebekler topu kaybolduğu yerde arayabilirler. Bu aylar bebeklerde ―nesnelerin sürekliliği‖ düşüncesinin geliştiği aşamasıdır. Bu gelişim aşaması bellek gelişimi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Bu dönemin en önemli kazanımı belki de hedefe yönelik davranıştır. Çünkü bebek, eline-koluna hâkim değil iken, dış dünyanın farkında değil iken, elini-kolunu belli bir amaçla belli bir nesneye doğru kullanabilir hale gelir. Bu dönemin sonunda çocuk bir şeyi arzu eder ve ona yönelik bir davranışta bulunur. Başlangıçta istemsiz kas hareketlerinden oluşan hareketler, bu dönemin sonunda belli bir amaca yönelir. ĠĢlem öncesi dönem (2–7 yaĢ): İşlem öncesi dönem ikiye ayrılmaktadır. Bunlar; a) Sembolik Dönem ya da Kavram Öncesi Dönem (2–4 yaş) b) Sezgisel Dönem (4–7 yaş) a) Sembolik Dönem ya da Kavram Öncesi Dönem (2–4 yaĢ) Bu yaş döneminde çocuk iç temsil süreçlerini daha karmaşık ve çok boyutlu olarak kullanmaya başlamaktadır. Simgeler ve sözcüklerle, nesneler arasındaki ilişkileri bilinçli olarak kullanabilmektedir. Geçmiş olayları da o ölçüde simgesel olarak tanımlayabilmektedir. Gene de olayların ve nesnelerin çeşitliliğini, bir düzen içinde bütünleyebilecek yeteneği henüz gelişmemiştir. Kocaman bir mantarın suda yüzebilmesine karşılık, küçücük bir çivinin niçin suda battığını açıklayamaz. Piaget ayrıca, simgesel işlemin önemli ölçüde ―taklit‖ten doğduğunu savunur. Yani bilişsel simge, içte kalan, dışarı vurulmayan taklittir. Ağaç dalını at gibi, uzun bir sopayı kılıç 53 gibi kullanmayı, çeşitli evcilik oyunlarındaki ana baba rollerini taklit yoluyla simgeleştirir. Bu dönemdeki çocuklar aynı zamanda ben merkezlidir. Kendini başkalarının yerine koyamazlar. Dünyayı başkalarının açısından göremezler. Objeleri sadece tek bir özellik açısından sınıflandırabilirler. Bir özellik bakımından farklı olan nesnelerin farkını göremezler. Mantık yürütmede tümevarım ya da tümdengelim yollarını kullanamazlar. Mantıkları değişken, yüzeyseldir ve tek yönlü düşünürler. b) Sezgisel Dönem ( 4–7 yaĢ) Çocuklar bu dönemde, mantık kurallarına uygun düşünmek yerine, sezgilerine dayalı olarak akıl yürütürler ve problemleri sezgileriyle çözmeye çalışırlar. Korunum henüz gelişmemiştir. Çocuklar bu dönemde, nesnenin dikkat çekici özelliklerine odaklanmakta diğer özeliklerini gözden kaçırmaktadırlar. Bu dönemde çocuklar işlemleri tersine çeviremezler. Piaget‘e göre, tersine çevirme, düşünmenin önemli bir yönüdür ve korunumun başlangıç noktasıdır. Korunum, herhangi bir nesne ya da nesne grubunun fiziksel biçimi ya da mekândaki korunumu değiştiğinde, nesnenin miktar, sayı, alan, hacim v.b. özelliklerinin değişmeyeceği ilkesidir. Ben merkezli düşünce, bu dönem çocuklarının diğer kişilerle ilişkilerinde de tipik olarak gözlenir. 4–5 yaşlarındaki bir çocuk sokaktan koşarak gelip annesine ― o topu aldı. O topu vermiyor‖ derken ―o‖ zamirinin kimi kastettiğini annenin bilmediğini düşünemez. Bu düşünme biçiminin sonucu olarak işlem öncesi çocukları yaptıkları yaramazlıklarla ebeveynlerine zahmet verdiklerini anlayamazlar. Ben-merkezli davranış işlem öncesi dönemdeki oyun davranışlarında da görülebilir. 2–4 yaşlarındaki iki ya da üç okul öncesi çocuk birlikte oynadıklarında ben-merkezlilikleri tipik olarak paralel oyunla ve ortak monologlarla sonuçlanır. Paralel oyunda çocukların bireysel amaçları, kuralları ve ilgileri vardır ve çoğu kez başkalarının ne yaptığını görmeyi bile başaramazlar. Ortak monologda farklı konularda konuşurlar, ama söylediklerinin ilgisiz olduğuna dikkat etmez -hatta aldırmaz- görünürler. 54 c) Somut ĠĢlemler Dönemi ( 7–11 yaĢ) Çocuğun düşüncesi bu dönemde daha esnektir. Çocuk olayların nedenlerini açıklayabilir. Nesneleri büyüklük ve küçüklüklerine göre sıraya koyabilir. Bu sıraya yenilerini ekleyip çıkarabilir. Nesnelerin mekânda yeri değişse bile bunların sayılarının değişmeyeceğini bilir. Tersine çevirebilme kavramını kazandıkları için korunum ilkesiyle ilgili bir sorunları yoktur. Somut işlemler dönemindeki çocuklar, benmerkezcilikten uzaklaşmışlardır. Olayları ve dünyayı, başkaları açısında da görebilirler. Ancak bu dönemde, düşünme süreçleri çocuk tarafından gözlenebilen gerçek olaylara yöneliktir. Çocuklar, somut olduğu sürece karmaşık problemleri çözebilirler. Soyut problemleri ise çözemezler. Soyut kavramları, çevresindeki model alma yoluyla yerinde kullanmalarına rağmen, anlamlarını açıklayamazlar. d) Soyut ĠĢlemler Dönemi (11 yaĢ ve üzeri) Soyut işlemler dönemi 12 yaş sonrası başlayarak, yetişkinlik yıllarına uzanır. Göreceli düşünce gelişerek, bir sorun değişik biçimlerde ele alınabilir. Genelleme, tümdengelim, tümevarım gibi zihinsel işlemler yapılır. Hipotezler kurularak, doğrulukları kontrol edilir. Soyut düşünce yetisi geliştiği için, soyut kavramlar kullanılarak, üzerlerinde fikir yürütülür. Ergenlik döneminde de ergen ben-merkezciliği denilen, herkesin kendisine dikkat ettiği gibi bir düşünce biçimi görülür. Bu düşünce biçimi yüzünden ergen herkesin ona baktığı, onu gözlediğini düşünür ve kendini sürekli olarak sahnede hisseder. Bu benmerkezcilik, çocuğun başkasının perspektifinden olaya bakamamasından farklıdır. Ergen başkalarının perspektifini alabilmeye başladığı için ―ya onlar ne der?‖ diye düşünmeye başlamıştır. 55 Piaget’ in GeliĢim Dönemleri Düzey Yaş Sensori-motor (Sensorimotor) 0–2 İşlem Öncesi (Preoperational ) 2–7 Somut İşlemler (Concrete Operational) 7 – 11 Soyut İşlemler (Formal Operational) 11 – (+) Özellikler Davranışlar hedefe yöneliktir. Düşünme öncelikle motor ve duyusal işlemlerle meydana gelir. Duyusal etkinliklerin koordinasyonu düzelir. Motor etkinliklerin koordinasyonu düzelir. Nesneler ve insanlar, kendisi dâhil, birbirinden farklılaşır ve süreklilik yeteneği gelişir. Konuşma ve sembolik düşünme başlar. Dil ve sembolik düşünce önemli ölçüde artar. Benmerkezci konuşma ve düşünme baskındır. Dil gelişiminde hızlı bir gelişme olur. Sembolik düşünme gelişir. Algılardan odaklanma başlar. Korunumda başarısızlık dönem boyunca bulunur. Bazı nesneler bir kurala göre gruplanır ve sınıflanır, başka bir kurala göre yeniden sınıflanamazlar. Somut nesnelerle mantıksal işlemler yapılabilir. Nesnelerin yüzeysel özelliklerine dayalı davranışın yerini çıkarsamalar alır. Sembolik düşünme, sayıları kullanma hızla gelişir. Sayılara dayalı akıl yürütme gelişir. Kavramlar oluşur; birleştirme ve sınıflandırma özellikleri gelişir. Benmerkezciliğin yerini sosyal etkileşim alır. Soyut ve hipoteze dayalı problemler çözülür. Nesne ve olayların yokluğunda soyut düşünme meydana gelir. Tüm ihtimaller ve varsayımlar düşünülebilir. Soyut fikirler analiz, sentez yapılır ve değerlendirilir. Somut bağlamlardan tamamen sıyrılmış kavramlar oluşur: oran, enerji, atom kavramları öğrenilir. 56 B. DĠL GELĠġĠMĠ Dil gelişiminin sunulduğu ikinci bölümde ise, dil gelişiminin tanımına, dilin elementlerine, çocuklarda dilin kullanılmasına ve dil özürlerine yer verilmiştir. Dil, iletişimi sağlama aracı olarak tanımlanır. Dil, sesler, semboller ve sözcükler gibi temel birimlerden oluşur. Dil gelişimi ise, kelimelerin, sayıların, sembollerin kazanılması, saklanması ve dilin kurallarına uygun olarak kullanılmasıdır. Dil, çocuğun öğrenmesinde önemli yer tutar. Dil gelişiminde sesin duyulması ve dili kullanma deneyimlerinin olması gerekir. Çocukların, yetişkin konuşmalarını taklit ederek dili öğrendikleri ileri sürülür. Çocuğun dil gelişiminin temelinde iletişim kurma, diğerlerin dikkatini çekme, isteklerini, duygu ve düşüncelerini iletme gereksinimi bulunur. Dil bilimcilere göre, insanlığın gelişmesinde dilin önemli işlevi vardır. Dilin işlevleri şu şekilde sıralanabilir: 1. Dil, arzu ve istekleri ifade eder. 2. Dil, aynı zamanda heyecan ve duyguları ifade eder. 3. Dil, nesnelerin durumunu ve olayları açıklar. 4. Dilin en önemli aracı konuşmadır. Dil, kendi materyalini kendi geliştirir. 5. Dil, konuşmanın devam ettiğine işaret eder. 6. Çocuk kendi ağlama sesinden zevk alır. Çocuk doğduğu günden itibaren konuşma dilini öğrenmeye başlar. Çocuğun dili, iletişim aracı olarak kullanabilmesi için dille ilgili sembolleri öğrenmesi, belleğinde saklaması ve gerektiği durumda kullanması gerekir. Çocuğun bu özellikleri kazanması, dilin yapısını oluşturan sistemlere bağlıdır.(Çocuk Gelişimi 1, s.130.) 1. Dili OluĢturan Sistemler Dilin gelişimi konusunda yapılan çalışmalara göre dil gelişimi, ses, sıra ve anlam sistemi olmak üzere üç sistemden meydana gelir. Bunlar şu şekilde açıklanabilir: a) Ses Sistemi: Konuşma dilinde anlamı ayırt etmeye yarayan en küçük ses birimleri ses sistemlerini oluşturur. Çocuk başlangıçta sesin akışını duymalıdır. Sesin akışını algılayan çocuk bu sesleri küçük parçalara bölerek kendi dilini oluşturur. Ünlü ve ünsüz ses birimlerinin farklı birleşimler halinde kullanılması ile sözcükler oluşur. Her dilin kendine özgü ses sistemleri bulunur. Çocuklar yaklaşık iki buçuk yaşlarına kadar tüm ünlü ve ünsüz sesleri çıkarabilirler. Bununla birlikte tüm seslerin çıkarılması yedisekiz yaşlarına kadar sürer. b) Sıra Sistemi: Cümlenin yapısını oluşturan ses gruplarının cümle içinde sıralanmasıdır. Cümlenin yapısını oluşturan öğelerin anlamlı bir biçimde birleştirilmesi ile ilgili kuralları içerir. Çocuğun ilk ifadeleri tek sözcükten oluştuğu için, çocuk sıra sistemi ile ilgili kuralları, iki sözcük döneminde kullanmaya başlar. Çocuk ses gruplarındaki sıraya dikkat etmelidir. Aksi halde cümlelerin anlamları değişebilir. Örneğin ‗Ahmet süt ister‘ cümlesi sıra değiştiğinde ‗süt Ahmet ister‘ anlamsız bir biçime değişebilir. Cümle içindeki anlam ilişkileri, Türkçe‘ de isim ve fiillere sistemli bir şekilde takılan eklerle belirtilir. Türkçe‘ nin söz dizimi kuralları, cümle içindeki öğelerin yerini serbestçe değiştirmeye izin verir. Bu yüzden önemli bir anlam değişmesi genellikle olmaz. Fakat kişi, zaman ve hal bildiren belirteçleri ve ekleri doğru yerlerde kullanmak gerekir. c) Anlam Sistemi: Anlam, dili kullanmanın can damarıdır. Seslerin sembol aracılığıyla nesne ve olaylarla ilişkisini belirler. Sözcükler, belirli bir anlamı ifade etmek için kullanılır. Çocuk dili anlamlı kullanmaya başladığında, belirli durumlar ve nesnelerle kendi düşünceleri 57 arasında anlamlı ilişkiler kurar. Sözcük ve cümlelerini belli anlamlar oluşturmak üzere kullanır. Anlamsal gelişim ile zihinsel gelişim düzeyi paralel bir gelişme gösterir. Çocuk bilişsel kavramları kazandıkça, dilin anlamsal yönü de zenginleşir. 2. Çocuklarda Dilin Kullanılması (0–12 yaĢ) Konuşmayı ve diğer insanları anlamayı öğrenmek çocukların geliştirdiği en karmaşık yeteneklerden biridir. Tüm çocuklar konuşma öncesi sesler çıkarırlar. Çocuğun ihtiyaçlarını, ilgilerini ve düşüncelerini ifade edebilmesi için, iletişimin dört boyutunu kazanması gerekir. İletişimin boyutları şu şekilde sıralanabilir: 1. Konuşma yoluyla başkalarının söylediğini anlamak. 2. Kendi söz dağarcığını geliştirmek. 3. Sözcükleri doğru olarak telaffuz etmek. 4. Anlaşılabilir bir cümle yapısını kavramak. Yaşamın ilk birkaç ayında bebekler gerçek konuşmanın temeli olan ağlama ve anlamsız sesler çıkarma yoluyla iletişim kurarlar. Daha sonraları, söylenenleri anlamaya, tek kelimelerle kendini ifade etmeye ve cümleler kurarak konuşmaya başlarlar. Dilin kazanılması konuşma öncesi ve konuşma dönemi olmak üzere iki dönemde incelenir. Bu dönemler şöyle bir şemada gösterilebilir: (Çocuk Gelişimi 1, s.132.) Dilin Kazanılması Konuşma Öncesi Dönem 1. Yeni doğan dönemi(ağlama) 2. Gığıldama dönemi 3. Mırıldanma dönemi 4. Mırıldanmanın tekrar dönemi Konuşma Dönemi 1. Ses, sözcük dönemi 2. Tek sözcük dönemi 3. iki sözcüklü ifadeler dönemi 4. Üç ve daha fazla sözcüklü ifadeler dönemi 5. Gramer kurallarına uygun konuşma dönemi Bu dönemler şu şekilde açıklanabilir: a) KonuĢma Öncesi Dönem Bu dönem, yeni doğan dönemi(ağlama), gığıldama, mırıldanma ve mırıldanmanın tekrarı dönemlerinden oluşur. Yeni doğan dönemi (ağlama): 0–6 haftalık bir dönemi kapsar. Yeni doğanın davranışlarının çoğu istem dışıdır. Konuşmanın gelişimi için arama, emme, yutma refleksleri önemlidir. Yemek yeme ile ilgili olan bu reflekslerin sürekli tekrarlanması ağlama ve seslenme sonucunda, bebek konuşma sesi üretimi için gerekli olan nefes alma ve ağız yüz yapılarını kazanır. Konuşma mekanizmasının asıl görevi, nefes alma ve yemek yemedir. İlk 3 haftada çıkarılan sesler farklılaşmamış, amaçsız, anlamsız rastgele çıkarılır. İkinci 3 haftalık dönemde farklılaşmış sesler ortaya çıkar. Çıkarılan bu sesler, uyarıcı ile ilişkili olup genellikle açlık ve rahatsızlık ağlamalarıdır. Ağlama, bebeğin ihtiyaç ve isteklerini belirten ilk tek iletişim yoludur. 1. ayın sonunda anne, sesin farklılığına göre ağlamanın nedenini (açlık, kızgınlık, acı) belirleyebilir. Çıkarılan sesler, anlam yönünden incelendiğinde ham sözcüklerin başladığı; bebeğin başkalarının sesine tepki gösterdiği dönem olduğu görülür. Gığıldama dönemi: 6 hafta ve 3 ay arasındaki dönemi kapsar. Ağlama ile birlikte bebekler basit sesler çıkarır. Çıkarılan bu sesler evrenseldir. Bebeğin bu sesleri çıkarmasında bilinç yoktur. Bebek rahatsızlığını ifade eden seslerin yanı sıra mutluluk 58 ve rahatsızlığını ifade eden sesler de çıkarır. İki aylık bebeğin, ağız kasları kontrolü gelişimini sürdürürken bebek ağız hareketlerini başlatıp durdurabilir. 2 ve 3 aylık dönem, gülme ve gığıldama dönemidir. Çocuk, sesi ses olarak çıkardığını bilir. Çıkardığı seslerden mutlu olur, ses oyunları oynar ve kendiliğinden ses üretimi başlar. Rastgele olarak çıkarılan sesler a, u, o ünlü seslerini uzatır. Daha sonra da bu seslerin sonuna h eklenerek ah, uh, şeklinde sesler üretirken s, k, g gibi yumuşak damak ve gırtlak seslerini çıkarır. Ses üretimi hâlâ refleksiftir. Çıkarılan sesler, anlam yönünden incelendiğinde hoşnutluğu ve hoşnutsuzluğu belirten seslerdir. Başkalarının çıkardığı seslere tepki verirken annesinin sesine gülümser. Mırıldanma dönemi: 3–6 aylar arasında görülür. Bebeğin ses mekanizması üzerindeki kontrolünün arttığı görülür. Dili yuvarlama ve ileri uzatma becerisi görülür. Memnuniyetini belirten sesler çıkarır. Ayrıca kendi çıkardığı bu sesleri taklit eder. Bu taklit sesleri, yalnız olduğunda görülür. Bebeğin çıkardığı sesler refleksif olmaktan çıkmış, tamamen amaçlı hâle dönüşmüştür. Ses çıkarma için uyaran kendisidir. Bu dönemde bebek, ünlü ve ünsüz seslerin çeşitlerini üreterek bunları tekrar eder. Buna vokal jimnastik denir. Bebeğin tekrar etmekten hoşlandığı bu sesler ―ma-ma-ma‖, ―baba-ba‖gibi seslerdir. Görüldüğü gibi bebek, ünsüz benzeri seslerle ünlü benzeri sesleri birleştirerek iki heceli sözcükler oluşturmaya başlar. Bu dönemde b, m, p gibi dudak sesleri çıkarır. Uzun oyun sesleri, çığlıkları ve seslenmeler görülür. Bebeğin çıkardığı seslerin sayısında ve türünde artmalar vardır. Kendi kendine konuşmaya başladığı dönemdir. Mırıldanmanın tekrarı dönemi: 6–9 aylar arasında görülür. Bu dönem, ses oyunlarının tekrarı dönemi olarak da ifade edilir. Bebek, ses üretimi ile işitmeyi birleştirir. Seçilmiş işitilen sesleri tekrarlar. Mırıldanmanın tekrarının görülmemesi, bu dönemde dil problemlerinin, işitme kaybı, zihinsel gerilik gibi durumların ortaya çıktığını gösterir. Bebeğin ağız hareketlerinde çeşitlilik görülür. Bebeğin çıkardığı sesler, hece tekrarına dönüşerek daha çok çevredeki dilin niteliklerini kazanır. Önceleri p, b, d gibi dudaksı ve diş eti patlamalı sesler çoğunluktadır. Ünlü ünsüz birleşimlerinin tekrarıyla ―ba-ba-ba‖, ―de-dede‖ ―ma-ma-ma‖ şeklinde görülür. Bu dönemde çocuk, değişik sesler çıkarır. Çocuklar kelime söyleyene kadar, çocukla beraber bu seslerin tekrar edilmesi teşvik edicidir. Bu dönemde çocuk, bütün ses mekanizmasını serbestçe hareket ettirmeyi öğrenir. Bebeğin ses oyunlarında ritim kullandığı görülür. b) KonuĢma Dönemi Konuşma dönemi; ses, sözcük, tek sözcük, iki sözcüklü ifadeler, üç ve daha fazla sözcüklü ifadeler ve gramer kurallarına uygun konuşma dönemlerini kapsar. Ses sözcük dönemi: 9–12 aylar arasında görülür. Bu dönem, tekrarlama ya da çeşitlenmiş mırıldanma dönemi olarak da ifade edilir. İnsan seslerini bilinçli bir şekilde taklit eder. Çocuğun sık sık mırıldanarak yetişkin konuşmasına benzeyen dizeler oluşturduğu görülür. Bu sesler anlamdan yoksun, akıcılık özelliği olan, düz cümle ya da soruya benzeyen acele mırıltı şeklindedir. Bu anlaşılmaz konuşmalara, jargon denilmektedir. Mırıldanmalar, çocuk için sözcük yerini tutar. Dil bilimcilerin, ilk sözcüğün söylendiği bir yaş civarını genellikle dilin başlama noktası olarak kabul ettiği görülür. Bu dönemde çocuk, birkaç jesti ve sözcüğü anlar. Bu aşamadan sonra bebekler, artık anlamları araştırmaya kendi dillerini öğrenmeye hazır durumdadır. Tek sözcük dönemi: Çocuklar bir yaşına geldiklerinde gerçek konuşmaya geçerler. Bir buçuk yaşlarında ilk sözcük sesle oynamanın rastlantısal bir sonucu olarak ortaya çıkar ve tekrarlamalar yoluyla uygun bir şekil olarak kuvvetlendirilir. Tek sözcüklü cümleciklerin üretildiği dönemde dilbilgisi yapısına bakıldığında isimlerin en yaygın kullanıldığı, bir kaç tane de fiil, sıfat göze çarpmaktadır. 59 YAġ DĠL GELĠġĠM ÖZELLĠKLERĠ Refleksif Davranışlar (arama, emme, yutma) görülür. Konuşma sesinin üretimi için gerekli olan nefes alma, ağız ve yüz hareketlerinin kazanıldığı dönemdir. Bu Yeni doğan Dönemi (0-2Ay) Gığıldama Dönemi dönemde farklılaşmamış ve farklılaşmış ağlamalar görülür. Farklılaşmamış ağlamalar, refleksiftir. Farklılaşmış ağlamalar, 1.ayın sonunda bebeğin aç, kızgın ve acılı olduğunu belirten iletişim aracıdır. Bebekte gülme, haz aldığı durumlarda gığıldama gözlenir. Ünlü seslerin (a,u,o gibi) uzatılması şeklinde görülür. Daha sonra bu seslerin sonuna ―h‖ eklenerek (2-4Ay) ―ah,eh,uh‖ şeklinde sesler üretilebilir. ―k,g‖ gibi yumuşak damak ve gırtlak sesleri çıkarır. Mırıldanma Dönemi (4- Dil kontrolünün artmasıyla, ünlü ve ünsüz seslerin çeşitlerini üreterek bunları 6Ay) tekrar etmekten hoşlanırlar. Bu sesler ‖ma-ma-ma‖, ―ba-ba-ba‖ gibi seslerdir. ―P,b,m‖ gibi dudak seslerinin kullanımının başlaması da görülür. Mırıldanmanın Tekrarı Dönemi (7-9Ay) Hece tekrarları gözlenir (ba-ba,ma-ma). Ses üretimiyle işitmenin birleştirilmesi sıklıkla görülür. Yetişkin konuşmasına benzeyen, ancak anlaşılamayan uzun diziler meydana getirir. (jargon) BaĢkalarının Seslerini Bebekler bu dönemde insan seslerini bilinçli bir şekilde taklit ederler. 11. aydan Taklit Dönemi itibaren, ses-sözcük dönemi başlar. Bebek anlaşılamayan ses dizileri arasına, tek heceli sözcükler yerleştirmeye başlar. İlk anlamlı sözcüklerin kullanıldığı (9-11Ay) Ses-Sözcükler Dönemi (11–14 Ay) gözlenir. Artık anlamları araştırmaya ve kendi dillerini öğrenmeye hazırdırlar. Birbirine benzemeyen hece tekrarları yapılır. Cümle seslerine benzeyen bir dizi ses üretiminde bulunurlar. Bu söylemlerde; ritim, duraklama, ses değişimleri cümle kullanımlarına benzerlik gösterir. Birbirini Ġzleyen Tek Sözcüklü Cümlecikler Dönemi (18-24Ay) Bu dönemde çocuk nesneleri ve resimleri isimlendirir. Basit yönergelere tepki verir. İki sözcüklü cümleler kurar. Uzun cümleyi genelde özne + eylem şeklinde kısaltır. Jargon kullanımı devam eder, amaçlıdır. 60 İki sözcük dönemi: İki yaşına doğru çocuklar, tek sözcüklerin birbirini izlemesiyle iki sözcüklü birleşimler oluşturmaya başlarlar. Bu dönem dilbilgisi yapısının başlangıç dönemidir. İki sözcüklü cümleler yapabilirler. Bunlar genellikle birbirini izleyen tek sözcüklerin birleşimi şeklindedir. İki, üç yaşlarında çocukların dilbilgisi yeteneklerinde ve sözcük hazinelerinde hızlı bir gelişim görülür. Çocuklar yetişkin seslerinin üçte ikisini öğrenmiştir. Çıkarılan ünlülerin %90'ı doğrudur. Ünsüzlerin birçoğunu da kendine özgü biçimde söylerler. Çocuklar 3–4 yaşlarına geldiklerinde ana dilinin temel yapılarını öğrenir ve kendilerini iyi bir biçimde ifade edebilirler. Dil kullanımları çok yönlüdür. Duygularını, düşüncelerini, ilişkilerini anlatırlar, ünlülerin %90'ını, ünsüzlerin %60'ını doğru söylerler. Hayali oyunda dili kullanırlar. Zamanla sözcük ve cümle yapısındaki karmaşıklık giderek artar. Çocuklar 4–5 yaşlarına geldiklerinde dil kolay, doğru kullanılan bir araç haline gelir. Önceki döneme göre daha karmaşık cümle yapısı kullanmaya başlarlar. 5–6 yaşlarındaki çocukların dil kullanımı bir yetişkininkine benzer. Sosyal etkileşimde konuşma artmaktadır ve daha anlaşılır biçimdedir. Sonuç olarak denilebilir ki; çocuğun kendine özgü bir dil yapısı vardır. Bu dil yapısı, yetişkin diline göre daha basit bir yapıdır. Ancak yetişkin dilinin eksik kalmış dili değildir. Çocukların dili, yaratıcı ve üretici bir özellik göstermektedir. Çocuk önemli sözcükleri seçip, daha yakın cümleler kurarak, kendini ifade etmektedir. Gramer kurallarına uygun konuşma dönemi: 3–6 yaş dönemini kapsar. 3-4yaş çocuğunun kelime hazinesi gelişir. Yeni sözcükler öğrenirken, bildiği sözcükleri daha esnek kullanır. Ana dilinin temel yapılarını öğrenir. Kendini rahatça ifade eder. Dil kullanımı çok yönlü olup duygularını, düşüncelerini ilişkilerini anlatır. Fısıldamayı öğrenir. Hayali oyunda dil kullanır. Çocuk, kendine dönük açıklamalar yaparak benmerkezci konuşma sergiler. Söz diziminde özne, nesne ve yüklem arasındaki fonksiyonel ilişkileri anlar. Çekim kurallarının görülmeye başladığı dönemdir. Çocuk geçmiş, şimdiki ve geniş zaman eklerini kullanır. Çocuk önce ―Kedi içer.‖ derken şimdi ―Kedi içiyor.‖şeklinde kullanır. ― Nerede, ne zaman?‖ 3 yaş civarında olan çocuklar ne, kim? sorularını genişletirler. Yetişkinlerin kullandığı soru formlarındaki cümleleri, 4 yaşlarında üretmeye başlarlar. 4–5 yaşta çocuk dili kolay ve doğru kullanılır. Anne ve babasının ses perdesini taklit eder. Dili kullanmada kız çocukları, erkek çocuklarına göre daha iyidir. Benmerkezci konuşma sürdüğü görülür. Sözcük sayısı artmaya devam eder. Kelime hazineleri 1000 kadardır. Önceki döneme göre daha karmaşık cümle yapısı kullanmaya başlarlar. Çoğul kullanımı doğru yapılır. 5–6 yaşındaki çocuğun, dili kullanımı bir yetişkin diline benzer. Sosyal etkileşimde konuşma artar ve anlaşılır biçimde olduğu görülür. Çocuk, yetişkini daha az taklit eder. Çekim kuralları ve kişi zamirlerinin çekimi de doğru kullanılır. Çocuk, 5 yaşına geldiğinde olayları sırasına göre anlatır. ― Elimi yıkadım ve yemeğimi yedim‖ gibi. Olayları ― önce-sonra‖, ―sırasına dizme‖; geçmiş, şimdiki, gelecek‖ zamanı kullanımı gelişir. Çocuk, 5 sözcük içeren cümleler kurabilir. Çocuklar 6–7 yaşlarında birlikte yaşadıkları yetişkin gibi konuşurlar. Sözcük sayısı ortalama 2000 kadardır. 8 yaşına geldiğinde sözcük sayısı 3000‘e ulaşır. Bu yaştan sonra dinleme süresi artar. Yaşadıkları olayları mantıklı bir şekilde anlatırlar. Telaffuzları düzgün, kelimeleri çeşitlidir. Bir çocuğun konuşması sürekli olarak eleştirilirse, bu durum onun için kötü olabilir. Sürekli eleştirmek yerine anne babaların ve çevresindeki kişilerin doğru konuşarak çocuk için model olmaları önemlidir. 61 Dil GeliĢimini Etkileyen Faktörler Genetik: Bütün sağlıklı bebekler dil öğrenme yeteneği ile doğarlar. Bebekler dil gelişimi için doğuştan donanımlı olup duymaya karşı son derece duyarlıdırlar. Bebekler doğumdan sonraki birkaç gün içinde, tüm sesler arasından insan sesini hatta annelerinin sesini ayırt edebilirler. Ses farklılıklarına duyarlı olup, hece grupları arasındaki farkları, ―b‖ ve ―p‖, ―d‖ ve ―t‖ ses farklarını anlayabilirler. Bebeklerin dili anlamaya ve üretmeye başlamadan çok önce dil için genetik yönden hazır oldukları kabul edilebilir. Algısal, Bilişsel ve Nörolojik Gelişim: İşitme algısının normal olması sağlıklı dil gelişimi yönünden önemlidir. Duyma kusuru olan bebeklerin 4–8 aylar arasında yapılan ses oyunları döneminde normallerden ayrıldığı, daha az sessiz harf kullandıkları ve 4–18 aylar içinde ses üretimindeki yaratıcılığın giderek azaldığı dikkati, ses oyunlarından işitsel geri alım olmadığı için bebeğin dil gelişiminin aksamaktadır. Görsel algılama dil gelişimi için belirleyici olmakta, ciddi görme kaybı olan çocukların dil gelişimleri, görmesi normal olanlara göre daha geç başlamaktadır. İki yaşına kadar çocuğun çıkardığı seslerle zekâsının ilişkisi olmamasına karşın, iki yaşından sonra dil gelişimi ile zekâ arasında sıkı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Erken konuşan çocukların zekâ düzeylerinin genellikle normal ya da normalin üstünde olduğu ve dilin zekâya bağlı olarak geliştiği görüşü kabul edilmektedir. Fiziksel ve Ruhsal Durum: Zihinsel gerilik, sağırlık, serebral palsi, idiopatik parmak ucunda yürüme, yaygın gelişimsel bozukluklar ve otizmde dil gelişimi ve konuşma etkilenmektedir. Ağır ve uzun hastalıklar, çocuğun konuşmasını bir ya da iki yıl erteleyebilir. Hastalık nedeniyle başkaları ile iletişimin sınırlanması, konuşmaya daha az yüreklendirilmesi konuşmada gecikmeye yol açabilir. Anne-Bebek Etkileşimi ve Sosyal Çevre: Dil kazanımı temelde aynı sırayı izlese de, bu gelişimin hızı sosyal çevreden etkilenmektedir. Erişkinlerin bebekle erken dönemden başlayarak kurdukları sözel iletişim bebeğin anadilini öğrenmesinin temelini oluşturur. Çevre ve özellikle anne tarafından çocuğa sunulan sözel uyaran zenginliğinin dil gelişimini olumlu etkilemektedir. Bakımevlerinde büyüyen çocuklar aile içinde büyüyen çocuklara oranla daha çok ağlarlar fakat daha az hecelerler. Bunların konuşmayı daha geç öğrenmeleri göstermiştir ki, sıkı kişisel ilişkiler dil gelişiminde önemli bir etkendir. Aile bireyleri özellikle anne ile çocuk arasındaki sağlıklı ilişkiler dil gelişimini olumlu etkiler. Bu konuda ailenin genişliği de önemlidir. Ailede tek olan çocuk daha çabuk ve düzgün konuşur çünkü ailenin tek ilgi merkezidir. Annenin bebekle olan etkileşimi ile bebeğin konuşma öncesi iletişim becerisi birbiri ile ilişkilidir. Bebek ile konuşmanın ise yalnız bebeğin daha sonraki dil öğrenimi için değil, çevre-bebek etkileşimi yönünden de son derece önemidir. Bebeğin erken dönemde kendisi ile etkileşime girenleri ve çevreyi izleme ve dinleme becerileri sözel etkileşimin temelini oluşturur. Erken bebeklik döneminde bebek-anne arasındaki duygusal iletişim öncelikle yüz yüze bakma, vücut duruşu, dokunma ve ses çıkarma ile olur. Bebek büyüdükçe daha karmaşık ve üstün sistemler geliştirse de yüz yüze etkileşim ve karşılıklı bakış, duygulanımın paylaşılması ve etkileşimin düzenlenmesinde çekirdek rolü oynar. Eğer bir bebek ya da küçük çocuk bakışlarını bir nesne ile kişi arasında kaydırarak değiştiriyorsa onunla bu deneyimini paylaşma istediğinin bir belirtisi olarak 62 yorumlanabilir. Annenin bebeğe verdiği tüm bu uyaranlar bebeğin dil gelişimi ile uyumludur. 8–12 aylık bebek rutin çerçevedeki birkaç sözcüğü anlar ancak annenin baktığı nesnelere bakması, dikkat çekilen nesneyle hareketlenmesi, yapılan eylemleri taklit etmesi çok daha fazla şeyi anlıyor izlenimi verebilir. Örneğin; anne, ―şu güzel topa bak‖ dediğinde bebek annenin bakış yönünü yakalayarak topa bakar. Bebeğin topa doğru hareket ettiği sırada anne ―haydi topu tut‖ derse sanki bebek bu yönergeye uymuş gibi görünür ve pozitif pekiştireç alır. Bu davranışlar aynı zamanda annebebek etkileşiminin güçlenmesine, etkileşimde bebeğin başarı ile yer almasına olanak sağlar. Böylece bebek de gerçek dili anlamaya daha da yakınlaşır. Çocuğa bakım verenin sürekliliği ve aynılığının yanıt dilinin gelişiminde önemlidir. Bebeğin genel durumunun huzursuz olması, ağlama süre ve şiddetini artırmakta ve anne-bebek uyumunu olumsuz etkilemektedir. Annenin bebeği kucaklaması anne karnındaki ortama benzer bir ortam yaratması yoluyla bebeğin ağlama ve huzursuzluğunu azaltır. Bebeğin uyarılarına annenin yanıtlılığının bebekteki güven duygusunu destekleyerek iletişimin gelişimine olumlu katkıda bulunur. Cinsiyet: Oyuncak aracılığı ile kurulan iletişimde cinsiyet farkı saptanmazken annelerin yalnızca konuşarak kurdukları iletişime kızların yanıtlarının daha fazla olduğu ayrıca kız bebeklerin sözel uyaranlara, erkeklerin ise görsel uyaranlara daha fazla tepki verdikleri dikkati çekmiştir. Ayrıca annelerin kız çocukları ile daha çok konuşarak erkek çocukları ile ise dokunarak iletişim kurdukları görülmüştür. Aile Yapısı ve İki Dillilik: Aile içindeki birey sayısı arttıkça çocukların konuşma konusunda daha yavaş olurlar, bunun nedeninin ise kalabalık aile ortamında erişkinlerin bebekle konuşmaya daha az zaman ayırabilmeleri olabileceği ileri sürülmüştür. İki ayrı dilin konuşulduğu ortamlarda yaşayan ya da iki dil öğrenmek zorunda kalan çocuklar başlangıçta tek dili öğrenen çocuğa göre daha yavaş bir gelişim gösterirler. Küçük çocukların yabancı dilin ses ve duyuş özelliklerine karşı çok keskin bir kulakları olduğu, daha ileri yaşlarda ise çocukların ve büyüklerin dil öğrenirken daha çok dilbilgisi, kavram ve anlam üstünde durdukları ve bu nedenle ikinci bir dilin öğrenilmesinde küçük çocukların daha üstün bir durumda oldukları ileri sürülmektedir. Sonuç olarak tüm bebekler dili öğrenmeye öncelikle kullanılan dildeki sesleri öğrenmekle başlarlar. Seslerden hecelere, cümlelere ve dilin tam olarak anlaşılmasına dek süren süreç içinde sıra değişmezken, gelişimin hızı tüm bu etmenlerden etkilenmektedir. 63 Dil ve KonuĢma Bozukluklarının Nedenleri Dil ve konuşma bozukluklarının nedenleri iki grupta incelenir: 1.Organik Bozukluklar - Ağızdan yapı bozuklukları - Merkezi sinir sistemi bozuklukları - Duyu organlarındaki bozukluklar - Bilişsel bozukluklar - Motor bozukluklar 2. Fonksiyonel Bozukluklar - Çocuğun yaşadığı çevre - Ailede yöresel dilin konuşulması - Ailede birden fazla dilin konuşulması - Ciddi duygusal ve sosyal bozukluklar - Aile içi problemler - Ciddi duyusal sorunu olan çocuklar Dil ve KonuĢma Bozukluklarının Türleri Çocukların dil gelişimlerinde beklenen aşamalar da gecikmeler olması, konuşmanın, dikkati konuşana çekecek kadar normalden çok farklılık göstermesi ve iletişimin bozulduğu ve koptuğu durumlar, konuşma ve dil bozuklukları olarak tanımlanır. Dil ve konuşma bozuklukları 3 grupta incelenebilir: 1. Söyleyiş ( Artikülâsyon) Bozuklukları: Konuşma seslerini çıkarma işlemine söyleyiş(artikülasyon )denir. Dört çeşidi vardır: a) Atlamalar: Sözcüklerin yalnız bir kısmı söylenir. Araba yerine "arba'' b) Yerine koyma: Sözcüğün başında ortasında veya başındaki sesin yerine başka bir ses kullanılır."Arı'' yerine "ayı'' c) Eklemeler: Sözcüklerdeki fazla sesleri içerir."aşağı'' yerine "aşşağı'' d) Çarpıtmalar: Ses, konuşma dilinde olmayan yeni bir ses olarak çıkarılır. "araba''yerine"aba'' 2. Ses Bozuklukları: a) Ses perdesi: Bir kimsenin sesi perde bakımından yaşına ve cinsiyetine göre, beklenenden daha alçak ya da yüksek olmasıdır. b) Ses yüksekliği: Sesin çok yumuşak, zayıf ya da yüksek olmasıdır. 3. Konuşma Akışındaki Bozukluklar: a) Acele-Karmaşık konuşma: Konuşmaları hızlı, düzensiz, acele, karmaşık olur, Çoğu zaman kekemelikle karıştırılır, söylemek istediklerini anlatamazlar. Kekeleyenlerin aksine bozukluklarının farkında değildirler, konuşabilirler ve nadiren kekelerler. b) Kekemelik: Anormal tekrarlarda duraksamalardan veya söyleyiş için gerekli seslerin hecelerin veya hareketlerin uzatılmasından oluşur. Bunlarla birlikte konuşma çabasını gösteren mimik ve jestleri konuşmanın engellenmesini konuşmadan kaçınmayı ve kaygıyı içerir. 64 -ÜNĠTE 5- DUYUSAL GELĠġĠM DUYULAR YOLU ĠLE ÖĞRENME ÇOCUĞUN DUYUSAL GELĠġĠMĠNDE ANNE BABANIN ROLÜ 65 ÜNĠTE 5- DUYUSAL GELĠġĠM A. Duyular Bir bebek, doğduğu zaman hiçbir bilgiye sahip değildir. Ama doğduğu andan itibaren çevresini tanımasını mümkün kılacak bazı organlar ve mekanizmalar vardır. Bunlara duyu organları ve duyum mekanizmaları denebilir. Çevremizi, hatta kendi bedenimizi tanımamız duyu organlarımızla olur. Hem beden içinden, hem de dış çevreden gelen etkilerin alıcı organları göz, kulak, burun, dil, deri‘ dır. Bunlar duyu organlarıdır. Duyu organları dışarıdan gelen etkileri alabilecek özel bir yapıya sahiptir. Duyu organlarında uyarıcılar sonucu meydana gelen kimyasal ya da elektriksel değişikliklerin belli sınır yollarından geçerek beyne ulaşmasına duyum, çevreden gelen bu etkilerin duyulabilmesi yetisine ise duyu denir. Birbirinden bağımsız şekilde değişik duyu organlarından gelen veriler algısal süreçte anlamlı bir bütüne dönüşür. Böylece duyular anlam kazanır.(Çocuk Gelişimi 1, s.147.) Duyusal gelişim çocuğun duyularını yaşam içinde prova etmesiyle gerçekleşir. Duyusal gelişim sürecinde dokunarak hissetme duyusu; görerek, görme duyusu; işiterek, duyma duyusu; koklanarak, koku alma duyusu ve çeşitli şeylerin tadına bakarak tat alma duyusu tanınır ve gelişir. Bu nedenle duyusal gelişim çocuğun çevresinde algılayabileceği nesne ve objelerin çeşitliliğine bağlıdır. Çocuğun çevresinde ne kadar çok nesne ve obje varsa duyuları da o kadar gelişecektir. Beş duyumuz çok mükemmel bir şekilde yaratılmıştır. Fakat onlar sadece birer araçtır, alettir. Çünkü algılayan duyular değil, zihindir. Algılama geliştikçe zihin de gelişir. Zihin, dış dünyadaki şeylerle ilgili bilgileri elde etmek için beyin ve sinir sistemini kullanır. Duyular yoluyla elde edilen şeyler, zihnin çalışması için hammaddedir. Tıpkı bir bedenin, büyümesi için belirli gıdalara ihtiyacı olduğu gibi, zihinde, büyümek için dış dünyadan, evrenden alınan izlenimlere muhtaçtır. Ve alınan bütün izlenimler, zihin aracılığı ile ruha gönderilir ve dolayısıyla ruh zenginleşir. DIġ DÜNYA – - – BEDEN (BeĢ duyu) – ZĠHĠN (Algılayan) – RUH (ZenginleĢen) Duyu organlarımızın çalışmasına o kadar alışmışız ki, onları ―doğal bir şey‖ gibi ele alırız. Onları geliştirilmiş, hassas ve olağanüstü araçlar diye tanıyamayız. Eğer ruhun bu aletleri projelendirdiğini, imal ettiğini ve kullandığını düşünürsek, onların hayatımızla asıl ilişkilerini anlamaya başlar ve onlara saygıyla davranırız. Şimdi duyularımızın özelliklerine şöyle bir göz atalım: 1. Dokunma duyusu: Deri dokunma duyusunun bulunduğu yerdir ve sinirleri derinin tamamı üzerinde dağılmıştır. El ve bilhassa parmaklar ve onların uçları da duyunun asıl organlarıdır. Dokunma duyusunun keskinliği, bedenin değişik bölümlerinde değişir. Dokunmanın duyarlık derecesi de kişiden kişiye farklıdır. Bazılarının parmaklarında çok hassas bir dokunma duyusu varken, diğerlerinde çok düşük düzeydedir. Aynı şekilde bazı insanların birkaç gram ağırlık değişikliğini hissedebildikleri de bilinmektedir. Dokunma duyusunun gelişmesinde dikkatin önemini çok büyüktür. Çok hassas dokunma duyusu gerektiren mesleklere girmiş kimselerde gelişme olağanüstüdür. Kumaş kontrol edenler, yalnızca dokunma duyusu ile en ince farklılığı ayırt edebilirler. Körler görme eksikliğini büyük ölçüde, gelişmiş dokunma duyusuyla giderirler. Hatta dokunarak renk ayırımı bile yapabilen körler vardır. Bebeklerde dokunma duyusu ilk beş ayda dudaklar ve dil dışında tam gelişmiş değildir. Nazik, özenli dokunmalar bebekler için çok önemlidir. Bu, bebeklere 66 sevildiklerini ve önemli olduklarını hissettirir. Bebekler doğdukları andan itibaren dokunmalara karşı hassastırlar; acı ve ağrı hissedebilirler. Dokunma duyusunu desteklemek amacıyla sert, yumuşak gibi farklı dokudaki oyuncak ve materyallerle bebeğin gelişimi desteklenmelidir. 2. Tatma duyusu: Bu duyu, dokunmayla yakından ilgilidir. Gerçekte bazı otoriteler tatma duyusunu dilde, pek çok gelişmiş bir dokunma duyusu gibi düşünürler. Dil, en hassas dokunma duyusuna sahiptir. Ayrıca mükemmele yaklaşacak şekilde tat alma duyusu da vardır. Tatma ve dokunmada cisim, duyu organı ile doğrudan doğruya temas etmelidir. Koklama, işitme ve görmede böyle değildir. Tatma duyusu bedenin çok ufak bir bölümünde (dilde) sınırlandırılmıştır. Hâlbuki dokunma duyusu geneldir. Tatma duyusu büyük ölçüde sıvıların varlığına bağlıdır. Yalnızca eriyebilen maddeler tat alma duyusu ile varlıklarını belli ederler. Şarap tadımcısı gibi öyle meslekler vardır ki, bu meslekte çalışanların inanılmaz derecede tat alma duyuları gelişmiştir. Bebekler, tatlar arasındaki tatlı, tuzlu, acı veya ekşi gibi farkları anlarlar. 1–2 günlük bebekler bile değişik tatları ayırt edebilirler. Tatlı besinleri, acı ve ekşi besinlere göre daha çok tercih ederler. Bu nedenle değişik tatlarla karşılaştıklarında tepki gösterirler. Bu özellik ek gıdalara geçme sırasında dikkate alınmalı ve bu konuda doğru adımlar atılmalıdır. 3. Koku duyusu: Bu duyu ile tatma duyusu birbirine yakından bağlıdır. Burun, herhangi bir madde ağza girmeden önce kokusunu keşfeder. Koku duyusu, küçük partikül veya cisimlerin, hava vasıtasıyla burun içindeki ıslak zara götürülmesiyle başlar. Zar ıslaklığı ile partikülleri bir süre yakalar ve hassas sinir organizması aradaki fark ve nitelikleri zihne bildirir. Zihin de cismin özelliği hakkında böylece bilgi edinir. Tüm değişik kokular zihne kaydedilir. Doğduklarında bebeklerin koku alma duyuları da gelişmiştir. Hoşlandıkları kokulara gülümseyerek hoşlanmadıkları kokulara da yüzlerini çevirerek tepki verebilirler. Bebekler, annelerinin kokularını ve kendi annelerinin sütlerinin kokularını diğerlerinden ayırt edebilirler ve anne yanında huzur duyarlar. Bu nedenle bebeğin her ihtiyacına, ağlamasına kucağınıza alarak karşılık verebilirsiniz. Doğdukları, daha doğru bir ifadeyle anne karnında var oldukları andan itibaren bir birey olan bebeklerin bu özelliklerinin bilinmesi ve desteklenmesi mevcut potansiyellerini arttıracaktır. Bu yöndeki çabalarınız ve doğru davranışlarınız öz güvenli, sadece bedenen değil ruhen de sağlıklı bireyler olarak hayatlarına devam etmelerine olanak sağlayacaktır. Bu nedenle çocuklarımıza sık sık sevgimizi 67 göstermeli, ihtiyaçlarına zamanında ve uygun bir dille cevap vermeli, en önemlisi onlara en başından beri saygı duymalıyız. 3. ĠĢitme duyusu: Bu çok karışık bir duyudur. İşitme olayında cisim çok uzakta olsa bile izlenimler, havanın titreşimleri ile taşınır, sonra işitme duyusunun sinir sistemi tarafından yakalanır ve zihne bildirilir. Kulak da belirli frekanslar arasında duyar. Bazı kişilerde duyma farklılıkları olabilir. Fakat dikkatin uygulanmasıyla herkes bu duyuyu geliştirebilir. Hayvanlar da çok keskin işitme duyularına sahiptir. Diğer taraftan müzisyenler de bu duyularını başka yönde geliştirmişlerdir. İşitme duyusu ilk önce bebeğin bir şeyler öğrenmesi için ve de konuşabilmesi için gereklidir. İşitme gebelik döneminden itibaren gelişmektedir. Yeni doğan bebek ancak ani ve yüksek seslere tepki verirler. 2. ayda sese dönebilir, 6. ayda ise tamamen seslere kulak verir ve tanıdığı seslerle keyiflenir. Bunun dışında erken doğum, doğumda sorun yaşamış ve ışık tedavisi gerektirecek sarılı geçirmişse bu bebekler için özel olarak değerlendirilmesi şarttır. Bebek doğduktan itibaren ona sevgi sözcükleri ve müzik dinleterek sesli oyuncaklar ile duygularının gelişmesinde yardımcı olmanız gerekecektir. Bebeğinizin çıkardığı sesleri taklit edin. Bu durum bebeğinizin konuşmasına yardımcı olacaktır. 4. Görme duyusu: Bu duyu, insan duyularının hepsinin en karışığı ve en üstünü olduğu kabul edilir. Diğer duyulardan herhangi birinden çok daha çeşitli bilgiler verir. Göz de belirli iki frekans arasında görür. Bunların üstünde ve altında sayısız derecede gözle görülemeyenler vardır. Bunlardan bazıları aletlerle algılanabilir(Mikroskop veya Teleskop gibi). Görme olayını, eşyaların, objelerin üzerine doğru uzanmış bir dokunma duyusu olarak da algılayabiliriz. Yeni doğan döneminde bebek, görme alanı içinde; 45-90o‘lik açıda, 15–25 cm uzaklıktaki parlak cisimleri fark eder. İki haftalıktan itibaren de kısa süreli takip etmeye başlar, ilk izlediği de anne yüzüdür. 2 aylıktan itibaren cisimleri 180 derece izleyebilir. 4 aylıktan sonra görme fonksiyonu gelişmiştir; eşyayı görür ve uzanıp almak ister. Görme fonksiyonu 5–6 yaşta tam olarak gelişir. İlk 2–3 ayda gözlerde geçici kaymalar görülebilir. Kayma devamlı ise ve 3. aydan sonra düzelmiyorsa şaşılık açısından mutlaka tıbbi olarak değerlendirmelidir. Yeni doğan döneminde yüzünüzü görebilmesi için bebeği kendinize yakın tutun, ona parlak canlı renkte nesneler gösterin. 2. aydan itibaren parlak renkli, hareketli, sesli oyuncaklarla dikkatini çekmeye çalışın. Daha sonraki aylarda da yine ayına uygun oyuncaklar tercih ederek, birlikte oyunlar oynayın. B. Duyular Yolu Ġle Öğrenme Sözlü açıklamalar yolu ile öğrenme güç bir beceridir. Öğrenme Becerisi Teorisi de insanların tercih ettikleri farklı öğrenme türleri olduğunu ileri sürmektedir. Teoriye göre bazı bireyler dokunarak, bazıları işiterek, bazıları ise görerek öğrenir. Küçük çocuklar ise tüm bu duyularını işe katarak öğrenirler. Kelimeler çocuk için bazen pek anlamlı değildir. Ancak davranışları gözlemleyerek öğrenebilir. Bu nedenle davranışlar ile sözler arasında ilişki bulunması çok önemlidir. Bu ilişkiyi de duyular sağlamaktadır. Birçok duyu organının ise öğrenmenin kolay ve etkili olmasını sağlar. Çocuğun ezbere dayalı bilgiler yerine kalıcı bilgiler öğrenmesine neden olur. C. Çocuğun Duyusal GeliĢiminde Anne Babanın Rolü Çocukların merak duyguları onların gelişimlerinin doğal sonucudur. Bu nedenle çocukların merak duyguları desteklenerek doğal gelişimi de desteklenmiş olacaktır. Çocuğunuzun merak ettiklerini koklamasına, tatmasına izin verin. Ama bunu çocuğunuzu izleyerek değil, onunla iletişim kurarak yapın. Ama bunu yaparken 68 çocuğunuz ona zarar verecek bir şeyi yapmak isterse ona başka bir ilgi alanı yaratın. Böylece onu engellemiş değil, aynı zamanda imkân tanımış olursunuz. Çocuğunuza evin dışında ki algı alanlarıyla tanışma fırsatı verin. Doğadaki canlıları tanımak onun dünyasının zenginleşmesine yardımcı olacaktır. Çocuğunuzun meraklarını ve incelemelerini onunla paylaşın. Birlikte bir kediyi okşayın ya da karınca yuvalarına bakın. Çocuğunuzla onun yapmak istedikleri ile ilgili merakları konusunda inatlaşmaya girmek yerine denemesine ve duyumsamasına fırsat verin. Yoksa çok da faydalı olmayan inatlaşmayı çocuğunuza öğretmiş olursunuz. Son olarak çocuğunuzun gelişim dönemleri hakkında bilgi sahibi olun ki onunla iletişim kurabilmeyi, ona destek olabilmeyi gerçekleştirebilesiniz. 69 -ÜNĠTE 6KĠġĠLĠK GELĠġĠMĠ KAVRAMLAR ERĠKSON VE KĠġĠLĠK GELĠġĠMĠ ETKĠLEYEN FAKTÖRLER 70 ÜNĠTE 6- KĠġĠLĠK GELĠġĠMĠ Bu ünitede kişiliğin tanımı ve önemi, kişilik sistemleri, bilin. Açıklanacak Erikson‘a göre kişilik gelişim dönemleri, kişiliği etkileyen faktörler üzerinde durularak, kişilik gelişiminin diğer alanlarla ilişkisine değinilecektir. Kişiliğe ilişkin birçok şey söylenmekteyse de tanımı konusunda zorluklarla karşılaşılmaktadır. Kişiliğin bugüne dek birçok tanımı yapılmıştır. Psikologlara göre kişilik; bireyin özel ve ayırıcı davranışları içermektedir. Kişilik; - ‗ Bireyin, toplumsal çevresi içinde karşılaştığı ve edindiği izlenimlerle oluşturduğu davranış özelliği‘, - ‗Bireyin ruhsal ve toplumsal tepkilerinin tümüne verilen ad‘, - ‗Bir kimsenin kendine özgü belirgin bir özelliğinin olması durumu‘ şeklinde tanımlanmıştır. (Çocuk Gelişimi 2, Ya-Pa Yayınları, 2001, s.13.) Bu tanımlara dayalı olarak; kişiliğin insanın kendine özgü olan ve onu başkalarından ayıran özellikleri olduğu söylenebilir. Bugüne dek yapılan tanımlarda kişilik, ‗bir insanı başkalarından ayıran bedensel, zihinsel ve ruhsal özelliklerin bütünü‘ olarak değerlendirilmiştir. Başka bir deyişle, kişilik kavramından, bir insanı nesnel ve öznel yanlarıyla diğerlerinden farklı kılan duygu, düşünce, tutum ve davranış özelliklerinin tümü anlaşılır. Büyüme ve gelişme en hızlı olduğu 0–6 yaş dönemi kişiliğin temelinin atıldığı dönem olarak kabul edilmektedir. Çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesi için fizyolojik ve psiko-sosyal ihtiyaçlarının yerinde ve zamanında karşılanması gerekir. İhtiyaçların karşılanmaması çocuğu huysuz ve gergin yapacağından, sağlıklı kişilik gelişimini engeller. A. KiĢilik GeliĢimiyle Ġlgili Kavramlar Kişilik gelişimini daha iyi kavrayabilmek için, kişiliğin yapısı ile ilgili sistemler ve bilinçle ilgili kavramlar üzerinde durmak gerekir. 1. KiĢilik Sistemleri: Her bireyin aile ve arkadaşları ile ilişkilerini, sosyal hayata uyumunu, hayattan tat alma ve mutlu olmasını, gelecekle ilgili kararlarını etkileyen önemli etmenlerden birisi benlik kavramıdır. Benlik kavramı bireyin tüm gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Benlik, bireyin yalnızca kendine özgü tutum, duygu, davranış, algı ve değerlerinden oluşan, kendine ilişkin görüşüdür. İnsanın kendi iç dünyasıyla ve başkalarıyla kurduğu iletişimin ürünü ve yaratıcısı olarak da düşünülmektedir. Freud‘ a göre kişilik üç ana sistemden oluşur: id, ego ve süper ego‘ dur. Davranış bu üç sistemin karşılıklı etkileşimin ürünüdür. İd: Kalıtımsal olarak gelen içgüdüleri içeren ve doğuştan varolan psikolojik gizil güçlerin tümüdür. Ruhsal enerji kaynağı olan id, diğer iki sistemin çalışması için gerekli olan gücü de sağlar. Enerjisini bedensel süreçlerden alır. Freud id e "gerçek ruhsal varlık" demiştir. İd fazla enerji birikimine katlanamaz. Böyle bir durum organizmada gerilim yaratır. Bu gerilimi giderebilmek için id biriken enerjiyi boşaltma eğilimi gösterir. Buna id' in haz ilkesi denir. Ego: İd'i denetleyen ve bilinçdışı kılan yapıya Freud ego demiştir. Doğuşta varolan ve zamanla gelişen ego insanın biyolojik yapısına ters olan veya gerçeklere uygun düşmeyen eylemleri bilinçaltına bastırır. Ego, kişiliğin gerçekçi yürütme organıdır. Gücünü id'den alır. Egonun görevi kendi içinde ve dışında uyum sağlamaktır. Sevdiği için kendi canını düşünmeden harcayan, bir inanç uğruna şehit olan egodur. Ego aynı zamanda id, süperego ve dış dünyada çatışma halinde olan istekler arasında bir uzlaşma sağlamakla da yükümlüdür. 71 Süperego: Kişiliğin üçüncü ve en son gelişen sistemi olan süperego toplum yasalarını kapsar: Doğuşta var olmayan ve ancak gelişmeyle beliren süperego içimizdeki yargıçtır. Süperegonun başlıca işlevleri: 1) İd'den gelen içgüdüsel dürtüleri bastırmak ve yönlendirmektir. Bunlar özellikle açıklanmasını toplumun hoş karşılamadığı nitelikte cinsel ve saldırgan dürtülerdir. 2) Egoyu gerçekçi amaçlar yerine törel amaçlara yönelmeye ikna etmek. 3) Kusursuz olmaya çabalamaktır. Aslında id, ego, süperego farklı ilkelerle çalışan psikolojik süreçlere verilmiş adlardan başka bir şey değildir. Egonun yönetici önderliği altında bir ekip olarak, birlikte hareket ederler. Böylece kişilik, bir bütün olarak işler. İd kişiliğin biyolojik bölümünü, ego psikolojik ve süperego toplumsal bölümlerini oluşturur. İd'de egemenliğini sürdüren haz ilkesine karşılık ego, gerçeklik ilkesini benimsemiştir. Psikanalitik kuramın en karmaşık ama temel kavramları olan haz ilkesi ve gerçek ilkesini dinamik kuram kapsar. 2. Bilinç: Freud psikoanalitik kuramı geliştirirken, kişiliğin organizasyonu ile ilgili bir model de ortaya çıkarmıştır. Bu oluşturulan modele göre fiziksel yaşam üç ayrı düzeyde olan ‗bilinçle‘ temsil edilmektedir. Bunlar bilinç, bilinçaltı ve bilinçdışı düzeylerdir. Bilinç : Dış dünyadan ya da bedenin içinden gelen algıları fark edebilen zihin bölgesidir. Organizma belli bir alanda kendi yetki ve gereksinimlerine göre seçmeler, ayıklamalar yapmakta ve bütün algılama bilinçli olarak ayırt edilenlerin niteliğini etkileyen, bilinçte tek bir iz bırakan uyarımlardan bilinçli olarak ayırt edilenlerin niceliğini kısıtlamaktadır. ―Bilinçlik‖ deyince uyanıklık, ayırt edilme, farkında olabilme durumlarını algılamaktayız Bilinçdışı: Bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları içerir. Sansür mekanizmasının engeli, dolayısıyla bilinç düzeyine ulaşma olanağı olmayan zihinsel süreçleri içerir. 72 ―Bilinçdışı‖ deyince kişinin özel çabası ile bilince çağrılmayan, farkına varılmayan yaşantıların saklı olduğu ruhsal bölmedir. Bu nitelikte olan ruhsal süreçlerdir. Bu yaşantılar ancak özel yöntemlerle; serbest çağrışım, rüyalar, anormal ruhsal belirtilerle ortaya çıkar. Bilinçaltı (bilinç öncesi) : Dikkatin zorlanmasıyla bilinç düzeyi de algılanabilen zihinsel olayları ve süreçleri içerir. Bilinç altından bilinç düzeyine kolayca çıkabilecek her şey bilinç öncesidir. B. Erikson’ a Göre KiĢilik GeliĢim Dönemleri Erik Erikson, Freud‘un kuramını ergenlikten sonra yaşlılığa kadar genişleterek sekiz psikososyal gelişim dönemini tanımlamıştır. Gelişimde kritik dönemler olduğuna inanmaktadır. Erikson‘a göre, insanın yaşamında belli başlı sekiz kritik dönem vardır. Her dönemde de atlanması gereken bir kriz, bir çatışma bulunmaktadır. İnsanların sağlıklı bir kişilik kazanmalarında bu dönemlerin başarılı olarak atlanması gerekmektedir. Eğer bir dönemdeki kriz tam olarak çözümlenemezse bireyin yaşamının daha sonraki dönemlerinde de bu kriz devam eder, çözümleninceye kadar problem yaratır. 1.Evre: Güvene KarĢı Güvensizlik (0–1 yaĢ) Bu dönem, doğumdan bir yaşına kadar sürer. Bu dönemde bebekler, çevresindeki dünyaya güvenip güvenemeyeceklerine ilişkin temel duygular edinirler. Yaşamın ilk yılında çocuğun ihtiyaçlarının doyurulması, büyük ölçüde anne ya da onun yerine geçen yetişkine bağlıdır. Bir başka deyişle, anne ya da onun yerine geçen yetişkinle kurulan ilişkinin niteliği temel güven duygusunun ve toplumsallaşmanın özünü oluşturmaktadır. Çocukta, iyimserlik ve mutlu olmanın temelleri atılır. 2.Evre: Bağımsızlığa KarĢı Utanma ve ġüphecilik (1–3 yaĢ) Bu dönem on ikinci aydan üç yaşına kadar sürer. Bu dönemde çocukların çoğu yürümekte, başkalarıyla iletişim kurabilecek kadar konuşmaktadır. Çocuklar artık tümüyle başkalarına bağılı kalmak istemezler. Önceki dönemde temel güven duygusunu kazanmış çocuk, öz saygısını yitirmeksizin kendi kontrolünü kazanabilmesi için, özgürlüğü hissetmesi gerekmektedir. Kendi kendine yemek yeme, eşyalarını toplama, giyinme ve soyunma, giysisini seçme, karşılaştığı bazı problemleri çözme çabalarında teşvik edilmelidir. Böylece çocukta bağımsızlık 73 duygusunu temelleri atılır. Kendi kendini kontrol etme ve saygının özü bu dönemde oluşur. 3.Evre: GiriĢkenliğe KarĢı Suçluluk Duyma (3–6 yaĢ) Girişkenliğe karşı suçluluk duyma, üç yaşından altı yaşına kadar olan dönemdir. Çocuğun motor ve dil gelişimi, onun fiziksel ve sosyal çevresini daha fazla araştırmasına, daha atılgan olmasına olanak verir. Gerek anne-baba gerekse okul öncesi eğitim kurumlarındaki öğretmenler çocuğun koşmasına, atlamasına, oynamasına izin verilmelidir ki çocukta girişkenlik duygusu gelişebilsin. Doğal merakından dolayı çok sık azarlanan ve engellenen çocukta, suçluluk duygusu gelişmektedir. 4.Evre: BaĢarıya KarĢı AĢağılık Duygusu (6–12 yaĢ) Bu dönem altı yaşından on iki yaşına kadar sürer. Erikson‘a göre birey kişilik gelişim dönemlerinden ilkinde ―bana ne verildiyse ben oyum‖ ikincisinde ―ne yaparsam oyum‖ üçüncüsünde ―hayal ettiğim şeyi olacak kişiyim‖ dördüncüsünde ―ne öğrenirsem oyum‖ inancına sahiptir. Bu dönemde çocuk okula gittiği için sosyal dünyasında büyük bir genişleme meydana gelir. Arkadaşlar ve öğretmenin çocuk üstündeki etkisi artarken ana-babanın etkisi giderek azalmıştır. Çocuklar bu dönemde, yetişkinlerin kullandıkları aletleri kullanmaya çalışırlar; bir şey üretmeye çaba gösterirler. Çocukların çabaları desteklendiğinde, çalışma ve başarılı olma davranışları gelişir. Aksi takdirde sürekli olarak yaptıklarında eleştirilen bir desteklenmeyen, beğenilmeyen çocuklar, yaptıklarının değersizliğine inanarak aşağılık duygusu geliştirebilirler. 5.Evre: Kimlik Kazanmaya KarĢı Rol KarmaĢası (12–17 yaĢ) Bu dönem 12–18 yaşları kapsar. Ergen bu dönemde kimlik arayışı içindedir. Hızlı fiziksel ve fizyolojik değişimiyle baş etmeye çalışırken bir yandan da gelecekteki eğitimi, kariyeri hakkında yeni kararlar verme durumundadır. Ergenin üstünde akran gruplarının büyük bir etkisi vardır. Erikson‘a göre ergen bu dönemde başarılı bir şekilde kimlik kazanma sorununu çözerse kendine güvenen, kendinden emin bir kişi olarak yaşamını sürdürür. Bu dönemde ―Ben kimim?‖ sorusu çok önemli hale gelir. Ergen, bu soruyu cevaplarken, ana-babasından çok, akran gruplarından etkilenir. Ergenlik dönemi değişme zamanıdır. Ergenin bu dönemde cevaplaması gereken birçok soru vardır. Bunlardan bazıları, ―Çocuk mu yoksa yetişkin miyim?‖, ―Bir gün baba ya da anne olacak mıyım?‖, ―Başarılı mı yoksa başarısız mı olacağım?‖. Ergenin sağlıklı bir kimlik kazanmasında çevresinde model alabileceği yetişkinlerin bulunması önem taşımaktadır. Erikson‘a göre bu dönemde ergen, başarılı bir şekilde kimlik kazanma sorununu çözerse, kendine güvenen, kendinden emin bir kişi olarak yaşamını sürdürebilir ve başarılı olur. 6.Evre: Dostluk Kazanmaya KarĢı Yalnız Kalma ( 18–26 yaĢ) Yaklaşık olarak 18–26 yaşlarını kapsar. Ergenlik döneminde kimliğini bulan kişi bu dönemde artık başkalarıyla yakınlıklar, dostluklar kurabilir. Karşı cinsle arkadaşlıkta, sevgi ağırlık taşır. Gencin yaşamında evlilik ve iş kariyeri önemli hale gelir. Ergenlik döneminde dostluklar sağlam temeller üzerine kurulur. Gencin yaşamında evlilik konuları ve evlenme önemli bir yer tutar. Bu dönemdeki krizi sağlıklı olarak atlatan kişi güvenli bir şekilde sevgiyi verme ve alma gücüne sahip olur. Aksi durumda, başkalarıyla dostluk ilişkisi kurmada güçlük çeken genç, birey için istenmeyen ve salıksız olan psikolojik bir yalnızlığa itilebilir. Genç yetişkinin bu dönemdeki krizi, öğretmenlerine ve çevresindeki tüm kişilere karşılıklı sorumluluklar düşmektedir. İnsana sevgi ve saygıyı esas alan bir toplum yapısında, bu çatışmaların başarılı bir şekilde çözümlenebileceği gözlemlenmektedir. 74 7.Evre: Üretkenliğe KarĢı Duraklama Bu dönem orta yetişkinlik yıllarını kapsar. Birey için çocukları yoluyla neslini devam ettirmek önemli olduğu gibi evi dışında da gelecek nesillerin yetişmesine rehberlik ederek üretken olabilir. Üretken olmadığında da bir işe yaramama duygusuna kapılıp durgunluk içine girebilir. Bu döneme olumlu atlatabilmesi için bireyin evini, işini paylaştığı kişilere önemli sorumluluklar düşmektedir. Yetişkin bu dönemde üretken, verimli ve yaratıcıdır. Kişi evi dışında da topluma yararlı işler yapabildiği, kendinden sonraki kuşaklara rehberlik edebildiği sürece üretkendir. Aksi durumda bir işe yaramama duygusuna kapılabilir ve durgunluk dönemine girebilir. Etrafa karşı kayıtsız tavırlar geliştirirler. Sahte, köksüz ilişkiler kurar, kendi doyumunu ve çıkarını öncelikle gözetirler. Ayrıca hep yerinde saydığını düşünerek mutsuz olabilirler. Bu dönemdeki krizi, bireyin olumlu bir şekilde atlatmasında; evini, işini paylaştığı kişilere yani çevresinde yoğun etkileşimde bulunduğu bireylere önemli roller düşmektedir. 8.Evre: Benlik Bütünlüğüne KarĢı Umutsuzluk İleriki yetişkinlikteki yılları kapsar. Bu dönemde birey ya önceki yedi dönemin olumlu birikimi sonucu benliğini tam olarak bulmuş, mutlu, güvenli, sevilen, aranan bir kişi ya da önceki dönemlerde çatışmaları sağlıklı olarak geçirmeme sonucu umutsuzluklar içinde hırçın aksi bir insan görünümündedir. Sonuç olarak, insanın kişiliğinin şekillenmesinde ve gelişiminde başlangıçta anne ya da onun yerine geçen yetişkinden başlayarak daha sonra aile, okul, şehir ve dünyadaki diğer insanlar önemli rol oynamaktadır. O halde mutlu insanlardan oluşan mutlu bir toplum meydana getirmek istiyorsak, bireyin her dönemdeki temel ihtiyaçlarını en iyi şekilde doyurmasını sağlamak çatışmalarını çözümlemesine yardım etmek üzere çaba harcamamız gerekmektedir. Erickson’un psikososyal gelişim kademeleri Kriz dönemleri İyi geçirilirse Kötü geçirilirse Ümit Gelecek korkusu İsteklilik Konrolsuzluk duygusu Girişimci faaliye Cezalandırılmaktan korkma Beceri ve âletlerle uğraşma Yetersizlik ve aşağılık duygusu Sadakat Kimliğini karıştırma İlk yaş Güven-Güvensizlik İkinci yaş Otonomi, Utanç - Şüphe 3-5 yaşları Girişimcilik - Suçluluk 6 yaş- erinlik Çalışkanlık-Aşağılık duygu Ergenlik Kimlik karmaşası -rolünü arama Erken yetişkinlik Sevgi Yakınlık -Yalıtılmışlık Kaçınma Orta yaşlar Üreticilik - Verimsizlik Özen Düşkünlük, can sıkıntısı Yaşlılık Bilgelik Yaşamaktan iğrenme Benlik bütünlüğü-Umutsuzl 75 C. KiĢilik GeliĢimini Etkileyen Faktörler Kişiliği oluşturan etmenleri iki başlık altında toplamak mümkündür. Biyolojik etmenler ve sosyal etmenler. Biyolojik etmenler: Kişiliğin gelişmesinde tiroit bezi, böbrek üstü kapsülleri, hipofiz ve cinsel bezlerin salgıları önemli derecede etkiye sahiptir. Ayrıca kişiliğin birbirini tamamlayan katmanları arasında iç salgı bezlerinden başka diğer katmanlar da biyolojik ağırlıklıdır. Katmanlar bedensel nitelikler, iç salgı bezleri, zekâ, içgüdü ve dürtüler, güdülerden kaynaklanan duygulanım ve coşkulanım ile kişiliğin benliği olarak sıralanır. Bu katmanlardan duygu, algı, öğrenme, konuşma, anlatım, bellek, yargı, düşünce, zekâ, motor tepkiler, duygu tepkileri, görüntü, giyim, davranış özellikleri, ahlak ve inanç biçimleri bir insandan diğerine değişebilir. İnsanın kişiliği bunların ruhsal ya da biyolojik niteliklerinden ağır basanına göre şekillenir. Soyaçekim ve kalıtımın kişilik gelişimindeki en önemli rolü zekâda ortaya çıkmaktadır. Çünkü zekâ, diğer kişiliği oluşturan diğer etmenlerin gelişmesi için gereklidir. Kişinin yeni durumlar, engel ve sorunlar karşısında deneyimlerinden ve öğrendiklerinden yararlanarak gerekeni yapması, yeni çözümler bulabilmesi temel zihinsel işlevler gerektirir. Diğer önemli bir etken olan benlikse insanın özellikleri, amaç ve beklentileri, yetenek ve olanakları, değer yargıları ve inançlarından oluşmakta olup, durağan değildir. Bireyin bedensel yapısı hakkındaki yargıları, yaşıtlarına göre kendisini güzel ya da çirkin, zayıf ya da şişman, çevik ya da hantal olarak algılaması onun kişiliğini etkiler. Yetenekler, kişiliği kişinin kendini tanıması yönünden etkilemektedir. Ayrıca güdülenmeyi sağlayarak, bireyin yeterlilik duygusu geliştirmesine neden olurlar. Kişiliği ve toplumsal davranışları derece derece etkileyen cinsiyetse, kişinin cinsiyete uygun davranışlar benimsemesini sağlayarak kişiliğe yön verir. Gerçekte bireysel farklılıkların çoğu biyolojik temelli veya genetik bağlantılıdır. Ancak kişiliğin toplum ölçülerine göre şekillenmesinde çevresel etkenlerin rolü de büyüktür. Sosyal etmenler: Çocuk doğumdan itibaren yaşadığı çevrenin tümünden etkilenir. Kişiliği oluşturan katmanlardan son dördü sosyal içeriklidir. Bunlar: 1. Kişiliğin dışarı yansıyan, başkaları tarafından algılanan duygu, düşünce, tutum, hareket ve eylemleri, 2. Kişiliğin toplum değerleri, kuralları ve ahlaki değerleri, 3. Kişiliğin kendini olduğu gibi kabul ettirdiği yöntem, yol ve ürünleri, 4. Kişinin evrendeki yerini ve değerini saptamasıdır. Çocukluktan itibaren bu katmanlar oluşurken çocuğun duygusal ve fiziksel gereksinimlerine sürekli cevap veren anne tutumu önemlidir. Kişiliğin biçimlenmesinde en önemli çevresel faktör olan aile, özel davranışların kazanılmasında rolü olan övgü ve cezaların kaynaklandığı ve kullanıldığı ortamdır. Ailede model alma ve örnek alma ile anne-baba tutumu kişiliği etkiler. Öyle ki, burada sadece anne babanın çocuğa karşı tutumu değil, yakın aile çevresi ve kardeş ilişkilerinin önemi de büyüktür. Çocuğun bazı fiziksel özellikleri, büyüklerin ve diğer yaşıtların ona karşı olan tepkileri de kişiliğin yoğrulmasında büyük rol oynar. İnsanın içinde yaşadığı toplum sınırları kitle iletişim araçları ile genişler. Genişleyen bu çevrede kişilikler de çeşitlenir. Çünkü her insanın yaşantı ve deneyimleri birbirinden farklıdır. 76 -ÜNĠTE 7DUYGUSAL GELĠġĠM KAVRAMLAR DUYGUSAL TEPKĠLER 77 ÜNĠTE 7- DUYGUSAL GELĠġĠM Duygu; Belirli nesne, olay ya da kişilerin bireyin iç dünyasında uyandırdığı izlenimler olarak tanımlanır. İnsan, hayati boyunca çevreden gelen uyarıcıların etkisiyle çeşitli duyguları yasar. Birey sosyal çevre ile etkileşim içindeyken az ya da çok haz ve elem duyguları içindedir. Çocukların fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının karşılanması ya da karşılanmaması onlarda bazı duyguların oluşmasına neden olur. Yasamın ilk günlerinde altı değiştirilen, karni doyurulan bebek haz duyar. Ancak büyümeyle birlikte sadece fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması haz duyması için yeterli değildir. Çocuk; annesinin kucağında olmak, sevilmek, okşanmak, annesinin sıcaklığını hissetmek ister. Görüldüğü gibi duygular, birey olmanın en önemli unsurudur. Bütün insanların, yeni doğmuş bebeklerin bile duyguları vardır. Sosyalleşmenin olabilmesi için duygular temel rolü üstlenir. Bu yüzden duygular, yasama uyum sağlama fonksiyonlarıdır. A. Duygusal GeliĢim Ġle Ġlgili Kavramlar Duygu: Bireyin yaşamında, bir canlanma hareketlenme anlamına gelmektedir. Belli bir uyaran karşısında genellikle güdü ve değerlerle ilişkili olarak belirip çoğu kez süreklilik ve tutarlılık gösteren, heyecandan daha zayıf bir uyarım biçimidir. Duygular, çocuğun temel gereksinimleri ve bu gereksinimlerin etkisini dışarı yansıtmasıdır. Haz ya da elem olarak yaşanan duyguların yansıması çocukta sevinç, mutluluk, üzüntü, korku, öfke, kıskançlık, saldırganlık ve ağlamadır. Duygular, öğrenme ve olgunlaşmayla birlikte yaşamın her döneminde farklılıklar gösterir. Heyecan: Heyecan, genellikle yoğun yaşanan, olumlu ya da olumsuz duyguların organizmada durgun ve olağan durumunu bozması olarak tanımlanır. Heyecan hem haz yönünde hem de elem yönünde olabilir. Heyecanın haz ya da elem yönünde olmasını çevreden gelen uyarıcılar belirler. Heyecanın oluşmasında her zaman çevresel faktörler etkili değildir. Bazen de birini düşünmek ya da hayal etmek bireyin heyecanlanmasına neden olur. Heyecanın meydana getirdiği bedensel değişiklikler: 1. Kan basıncı ve kalp atışında artma, 2. Nefes alış ve verişte artma, 3. Gözbebeklerinde büyüme, 4. Terleme, tükürük salgısında azalma, 5. Kandaki şeker miktarında artma, 6. Sindirim organlarında rahatsızlıklar, 7. Deri üzerindeki tepkilerdir. Refleks: Organizmanın, bir uyarana karşı verdiği cevaptır. Bebeğin dünyaya gelmesiyle birlikte tutma, emme gibi refleksleri devreye girerek hayata uyumunu kolaylaştırır. Bu refleksler on 15–16. haftalardan itibaren kaybolur ve yerini öğrenilmiş davranışlara bırakır. Haz: Haz, bir güdünün doyumu sağlandığında ya da bir amaca varıldığında yaşanan duygudur. Haz, bireye mutluluk ve rahatlık verir. Haz, ihtiyaçların doyumundan kaynaklanan bu duygu insani sevindiren duygular olarak tanımlanır. Sevinç, mutluluk, hoşlanma ile ifade edilir. Büyüklerin küçüklere sevecen davranması onları neşelendirir ve mutlu eder. Kişinin merak ettiği bir konuyu araştırması da onun merakının giderilmesine neden olur. 78 Çevreden gelen tüm etkiler, mutluluk ve rahatlık verir. İhtiyaçların doyumundan kaynaklanan, insani sevindiren duygulardır. insani sevindirir ve haz verir. Haz veren bu duygular olumlu duygulardır. Haz duyguları, insanin yaşamına renk verir; gelişimine ortam hazırlar, duygu sistemini güçlendirir, düşünmeyi çabuklaştırır, çocuğu yasama bağlar. Elem: Bireyler, ihtiyaçları karşılamadığı ve duyguları tatmin edilmediği zaman gergin ve mutsuz olurlar. Buna da elem denir. Elem, insanda gerilim yarattığı kişinin kendisini ve karsısındakini üzdüğü veya zarara uğrattığı için olumsuz bir duygudur. Kişinin başarısızlığa uğraması, baskı altında kalması, sevdiği bir kişiyi yitirmesi elem duyguları yaratır. Bu duygulara bir başkası neden oluyorsa öfke, kıskançlık, nefret, iğrenme, kızgınlık, düşmanlık gibi duygulara neden olur. İnsanın karşısındakinden çok kendinden kaynaklanan elem duyguları ise korku, utanma, üzüntü, sıkıntı, bitkinlik, eziklik gibi duygulardır. B. Çocuklarda Duygusal Tepkiler (0–12 YaĢ) Gülme: Gülme, ilk duygusal tepkilerdendir. Bebeğin ilk günlerdeki gülümsemesi, yüz kaslarının belli bir duruma gelmesidir ve bu gülümsemeler bir reflekstir. 10–12 haftalık bir bebek, uyurken ten temasında bulunulduğunda gülerken daha ileriki zamanlarda birtakım uyarıcılara gülme tepkisi verir. Bebek, ilk aylarda insan yüzüne gülümser. Daha çok alışkın olduğu annesi, babası ya da kendisine bakan kişiye güler. Sekiz haftalık bir bebek, annesini gördüğü zaman mutluluk ifadesi verir. Çünkü annesiyle arasında çok farklı bir duygusal bağ kurulmuştur. Bu bağ, bebeğin güven duygusunun gelişmesine çok önemli katkıda bulunur. Ayrıca bebeğin süt çağı döneminde olması annesi ile sürekli ten temasında bulunması aralarındaki bağı daha da geliştirir. 5–9 aylık olan bebekler, tanımadığı kişilere tepki gösterir. Çocuk, tanıdığı ve bildiği yüzlere olumlu tepki verirken; tanımadığı yabancı insanlara karşı olumsuz tepki verir. Çocuk, büyüdükçe tepkileri de farklılık gösterir. Erken çocukluk döneminde çocuğun gülmesi bilinçlidir. Bu dönemde çocuklar, en çok başkalarının gülmesine, ani sevinçler, hayal kırıklığı ve mahcubiyet gibi durumlarda güler. Erken çocukluk döneminde çocuğun birtakım becerileri kazanmasında öğretmen, arkadaş ve yetişkinlerin olumlu tepkileri güven duygusunu geliştirirken; becerilerin kazanılmamış olması güven duygusunu kaybetmesine neden olabilir. Çocuk, bu duyguyla alay ederek gülebilir. Ağlama: Bebeğin doğumdan sonraki ilk tepkisi ağlamadır. Karnı acıktığında, rahatsızlığında, altı ıslandığında, gaz sancısı çektiğinde, uykusu geldiğinde huzursuzlaşıp ağlayan bebek ilk zamanlar fiziksel ihtiyaçlarını belli etmek için ağlar. Zamanla ağlama, anlam kazanmaya başlar ve duygusal tepki olarak kullanılır. Çocuk, annesinin yokluğunu hissettiği ve onun yanında olmasını istediği zaman ağlayarak tepkisini gösterir ya da evinden, alışmış olduğu ortamdan ayrıldığında da ağlama tepkisi verir. Çocuk, 2 yaş ve daha sonrasında olumsuz duygularını ifade etmek için ağlar. Oyunu engellendiğinde, istediği yapılmadığında ya da oyuncağı elinden alındığında ağlar. Erken çocukluk döneminde üç yaşından itibaren duygusal tepkileri artar ve duygu türlerinin hepsini yaşarlar. Bütün bu duygular yaşanırken de çevrelerine yansıtırlar. 79 Öfke, kıskançlık, inatçılık, mutluluk vs. özellikle oyun sırasında görülür. Küsme ve itişmeler, ağlama sebebi olabilir. Kucaklamak, öpmek ve dokunmak çocuğun sevgi deposu için çok önemlidir. Erken çocukluk döneminin sonuna doğru çocuğun rekabet, yarışmacılık ruhu başarısızlığa uğradığı zaman ağlayarak tepki verir. Daha sonra okula başlayan çocuğun farklı sosyal ortama girmesiyle uyum döneminde ağlamalar görülebilir. Yaşın büyümesiyle ağlamalar azalır. Ergenliğe yaklaşan çocuğun mahcup duruma düşmesi kendisiyle alay edilmesi, küçük düşmesi, utanma, sert tartışmalara girmesi ağlamasına neden olabilir. Korku: Korku, bir tehlike karşısında duyulan tepkidir. Organizmayı koruma içgüdüsüne bağlı olarak ortaya çıkar ve gelişir. Birey, organizmanın tehlikede olduğunu hissettiği anda korkmaya başlar. Çocuk, korktuğu anda bazı tepkilerde bulunur. Bunlar korktuğu şeyden kaçma, çığlık atma, gözlerini kapatma, olduğu yerde sinme veya ağlamaktır. Korkuların temelinde yatan, güvensizlik duygusudur. Bu nedenle çocuklar, korktuklarında siner, kaçar ya da annelerine sarılırlar. Güveni çocuğa sağlayacak kişiler öncelikle anne-baba ve çevredeki diğer yetişkinlerdir. Bu nedenle anne-babanın çok sert olması ya da dayak atması çocukta korku yaratır. Anne babadan ayrı düşme, ortalıkta kalma korkusu çocuğun güvenini sarsar, tedirgin eder. Korkuların büyük çoğunluğu, öğrenme sonucu ortaya çıkar. Öğrenme, yaşantı ve yanlış yönlendirmelerle bağlantılıdır. Yetişkinin, çocuğun yanında korku ve kaygılarını belirtmesi çocuğun onu hissetmesine neden olabilir. Korkunun oluşumu çevredeki koşullara, uyarıcının veriliş biçimine geçmiş yaşantılara o andaki fizyolojik ve psikolojik durumuna bağlıdır. Zekâ cinsiyet sosyoekonomik statü, sosyal ilişkiler, fizyolojik koşullar, kişilik yapısı korkunun çocukta oluşmasını etkileyen faktörlerdir. Çocuğunuza olan ilgi ve sevginiz onun korkularını azaltır. Bebek; yabancı yüzlere, ani sese ve düşme tehlikesine tepki gösterir. Birinci yılın sonunda çocuk, kendince birtakım nesnelerden, belli kişilerden ve olaylardan korkar. Yaşla birlikte çocukların korkularında artmalar görülür. 2-5 yaşları arasında çocuklar; ani ve yüksek ses, gök gürültüsü, deprem, karanlık, dilenci, hayalinde canlandırdığı yaratıklar ve yalnız kalmaktan korkarlar. Bu dönemde, somut şeylerden olduğu kadar soyut düşünceden de korkarlar. Erken çocukluk döneminin sonundan itibaren 12 yaşına kadar korkular azalır. Okul çağındaki çocuklar silah, kesici aletler, yangın, kendilerine zarar verebilecek hayvanlardan korkarlar. Ayrıca sosyal ilişkilerinde küçük düşme, alay edilme, yaptığı herhangi bir işte başarısız olmaktan da korkarlar. Korkunun Nedenleri: - Çocuklarda güven duygusunun kazandırılmamış olması. - Çocuğun sevgi ve şefkatten yoksun olarak büyümesi. - Çocuk yetiştirmede baskıcı ve otoriter tutumun tercih edilmesi. - Tehditlerle çocuğu yönlendirmek, ―yemeğini yemezsen seni doktora götürüp serum taktıracağım‖ gibi. - Çocukları soyut ya da somut şeylerle korkutmak. - Aile içinde şiddet olaylarının yaşanması, şiddet ve korku içeren filmlerin izlenmesine izin verilmesi. Korkunun Önlenmesi: - Korkuya neden olan etmenleri ortadan kaldırılmalıdır. - Yetişkinler çocuklarına örnek teşkil edeceğinden korkularını onlara belli etmemelidir. - Çocukların korkularıyla alay edilmemeli, korktuğu şeyle karşı karşıya getirmeye çalışılmamalıdır. 80 - Çocukların korku filmleri izlemesine izin verilmemelidir. - Çocuğa aşırı baskı uygulanmamalıdır. - Çocuğa fiziksel cezalar uygulanmamalıdır. - Korku, eğitim aracı olarak kullanılmamalıdır. - Çocuğa güven duygusu kazandırılmalı, sevgi ve şefkat gösterilmelidir. Öfke: Öfke, herhangi bir isteğin engele uğramasından dolayı ortaya çıkan olumsuz duygudur. Bu olumsuz duygu karşısında çocuk gerilir, kendini sıkar, dişlerini gıcırdatır, tepinir, ağlar etrafa saldırır veya küskünlük tepkisi gösterir. Öfke, yaşla birlikte paralel olarak artmaktadır. Üç yaşına kadar çocuklar en çok oynadığı oyuncağın elinden alınması ya da oyunundan alıkonulması, temizlik, yemek yeme, tuvalet eğitimi, odada yalnız bırakmak, uyku, giyinme, soyunma gibi durumlarda öfke tepkisi gösterir. Üç yaşından sonraki dönemde öfke küskünlükle ifade edilir. Öfke nedenleri daha çok sosyal olaylardır. Bu dönemde çocuklar arkadaşlarına, konulan kurallara, annesine, kardeşlerine öfkelenir. Böyle durumlarda anne-baba olarak sürekli yasaklar koymak, nedenini açıklamadan her şeye kızmak çocuğu daha da fazla öfkelendirir. Öfkeyi ortaya çıkaran nedenler arasında annebaba tutumları önemli bir yer tutmaktadır. Erken çocukluk döneminden okul çağına geçişte öfke uyandıran durumlar artar. Yaptığı herhangi bir faaliyete son verdirilmesi, sürekli tenkit edilmesi, akranlarıyla kıyaslanması, sık uyarı ve tembihlerde bulunulması çocuğu öfkelendirir. Bu tepkilerini çevrelerine yansıtırken küçük çocuklara göre çok daha fazla kontrollüdürler. Çocuğun öfkesini önlemek için yapılması gerekenler: - Çocuğun temel gereksinimleri zamanında karşılanmalı. - Öfkelenen çocuğun dikkati başka yöne çekilmeli. - Çocuğa fiziksel ve yersiz cezalar verilmemeli. - Ebeveynler öfkelenerek çocuğa örnek olmamalı. - Çocukların öfkeleriyle alay edilmemeli. - Çocukların onurunu kıracak davranışlardan kaçınılmalı. - Çocuğun isteklerinin neden engellendiği anlayacağı dilden açıklanmalı. - Çocuğun her istediği şey yerine getirilmemelidir. Ġnatçılık: İnatçılık, geçerli ve makul neden olmadan çocuğun verdiği kararda dayatmasıdır. Çocuk direnci ve inadı, anne-baba sayesinde öğrenir. İnatçılık, çocuklarda en çok 3– 6 arasında görülür. Bu dönemdeki inatçılığın nedeni, benlik duygusu ve bağımsızlık bilincinin gelişmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu yaşlarda çocuklar, varlığını ve düşüncelerini kabul ettirme çabası içinde olduklarından inatçılık tepkileri de doğaldır. 7–12 yaşlarında çocuk için ikinci bir inatçılık dönemi başlar. Bedensel ve duygusal gelişimindeki farklılıklar hızlı bir gelişim gösterir. Çocuk, gelişime ayak uydurmakta zorluk çeker. Çevredekilerin kararsız ve tutarsız davranışları çocuğu inatçılığa iter. Bazen çocuk, bazen de yetişkin tavırlarıyla kendisini birey olarak kabul ettirme çabasına girer. Çocukluktan erinliğe geçiş döneminde yetişkinlerin isteklerine karşı gelirler. Kurallara uymadıkları gibi kendi kurallarını kendileri belirlemek ister ve yetişkinleri eleştirirler. Hem çocuklukta hem de erinlik döneminde karşılaşılan inatçılık tepkileri yetişkinler tarafından anlayışla karşılanmalı, olumsuz eleştiriler yerine onlara değer vererek doğru iletişim kurmaya çalışılmalıdır. Çocuğun inatçılığını önlemek için yapılması gerekenler: - Çocuğun ihtiyaçları, zamanında karşılanmalıdır. - Çocuk kızgın ve sinirli olduğu anlarda, tartışmaya girilmemelidir. - Çocuğun her istediği engellenmemelidir. 81 - Çocuk yetiştirmede baskıcı tutuma yer verilmemelidir. Yetişkinler tehdit ve zor kullanarak çocuklara isteklerini yaptırmamalıdır. - Yetişkinler, kardeşler arasında kıskançlığa sebebiyet verecek davranışlardan kaçınmalıdır. - Çocuğa dayak atılmamalı ve şiddetli cezalardan kaçınılmalıdır. - Çocuğa bağımsızlık duygusu kazandırılmalıdır. Kıskançlık: Kıskançlık, her yaşta görülebilen ve temel nedeni üstün olma olan bir duygu hâli olarak tanımlanır. Sevgi ya da herhangi bir şeyin paylaşılmasına katlanamama sonucu duyulan his ve tepkilerdir. Kıskançlık; insanın yapısında var olan, şiddetine göre olumlu veya olumsuz etkileri olan bir duygudur. Örneğin okul başarısının kıskanılması ve aynı başarıyı elde etmek için çaba gösterilmesi olumlu bir duygu olarak kabul edilirken, arkadaşının ya da kardeşinin herhangi bir eşyasına sahip olamadığı için zarar vermesi olumsuz bir tepki olarak kabul edilir. Yeni doğan bebekte kıskançlık tepkisi yoktur. Ancak bir yaşındaki çocuk, annesinin kucağında başka bir bebek gördüğünde kıskançlık tepkisi verir. İlk çocukluk döneminde ebeveynlerin ilgisinin başkalarına yönelmiş olması çocukta kıskançlığın oluşmasına neden olur. Bu dönemdeki kıskançlığın nedeni, fazla ilgilenilmemesi ve yeterince sevgi gösterilmemesidir. Erken çocukluk döneminde kıskançlığın en belirgin şekilde ortaya çıkmasının nedeni, yeni bir kardeşin dünyaya gelmesidir. Nedeni ise genellikle anne ya da babaların bilinçli ya da bilinçsiz ayrımcı yaklaşımlarıdır. İlköğretime başlayan çocukta kıskançlık duygusu azalmaya başlar. Çocuğun sosyal çevresinin değişmesiyle birlikte kıskançlık duygusunda da değişmeler olur. Bu dönemde kıskançlık duygusunu daha önce yaşayan çocuk, bu defa kıskançlığını başarılı, lider özellikli, popüler, arkadaşları ve öğretmenin sempatisini kazanmış olan sınıftaki arkadaşlarına çevirir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte kıskançlık tepkileri, doğrudan dolaylıya doğru bir gelişim gösterir. Kıskançlığın sebebi ve tepkisi genellikle psikososyal etkileşim ortamıyla çocuğa yöneltilen uyarımlara bağlıdır. Gerekli önlem alınmazsa kıskançlık nedeniyle çocukta tırnak yeme, parmak emme, alt ıslatma, içine kapanma gibi davranış bozuklukları görülür. Çalışkanı örnek göstermek olumsuz etki yaratır. Kıskançlığın önlenmesi için yapılması gerekenler: - Çocuğa sevgi ve ilgi gösterilmeli. - Aile, çocuklar arasında ayrım yapmamalı. - Yeni bir kardeşin dünyaya geleceği fikrine çocuk alıştırılmalıdır. - Doğum sonrasında bebekle ilgili bazı işler, (beslenme, temizlik gibi) kontrollü bir şekilde çocuğa yaptırılmalı. - Çocuklar birbirleriyle kıyaslanmamalıdır. - Anne ve baba, büyük çocuğa da zaman ayırmalıdır. - Okul döneminde öğretmen, kıskançlığa sebebiyet verecek davranışlardan kaçınmalıdır. - Kıskançlığın nedenleri araştırılmalı, gerekli tedbirler alınarak giderilmeye çalışılmalıdır. Saldırganlık: Saldırganlık, çocuğun olumsuz duygularını bastırmayıp çevresindeki eşyalara veya başkalarına zarar vermesidir. Saldırganlık, engellenme duygusuna gösterilen bir tepkidir. Bu tepkinin oluşmasında anne-baba tutumlarının etkisi ilk sırada yer alır. Çocuğun davranışlarının sık ve gereksiz yere engellenmesi, temel ihtiyaçların zamanında karşılanmaması, çocuğa dayak atılması, aile içi şiddete tanık olması, çocuğu sık cezalandırmak, çocuğu dinlememek, davranışlarını eleştirmek, alay 82 etmek anne-babaların çocuk eğitiminde görüş birliğinde olmamaları saldırgan davranışlara neden olur. Saldırganlığın önlenmesi için yapılması gerekenler: - Saldırganlığın önlenmesi için öncelikle çocuğa sevgi ve şefkat gösterilmelidir. - Çocuğa güven duygusu verilmeli ve güvenli bir ortam hazırlanmalıdır. - Çocuğun temel ihtiyaçları zamanında karşılanmalıdır. - Çocuğa fiziksel ceza uygulanmamalıdır. - Çocuk şımartılmamalıdır. - Çocuğun olumlu davranışları ödüllendirilmelidir. - Ebeveynler saldırganlık davranışında çocuklara örnek teşkil etmemelidir. - Çocuğu saldırganlığa iten nedenler ortadan kaldırılmalıdır. - Çocuğa enerjisinin boşaltacağı oyun ortamı sağlanmalıdır. 83 -ÜNĠTE 8SOSYAL GELĠġĠM KAVRAMLAR SOSYALLEġME ÖZELLĠKLERĠ 84 ÜNĠTE 8- SOSYAL GELĠġĠM Bireyin sosyal uyarıcılara ve grup yaşantısına, toplumdaki yaptırımlara karşı duyarlı olabilmesi, içinde bulunduğu grupla ya da yaşadığı kültürdeki diğer bireylerle geçinebilmesi onlardan biri gibi davranabilmesine sosyal gelişim, denir. Özetle; Sosyal gelişim, toplumsal beklentilere uygunluk gösteren kazanılmış davranış yeteneği olarak tanımlanabilir. Önemi: Sosyalleşme bireyin toplumun sosyal değerlerini anlamasına; bu sosyal değerler doğrultusunda kendine uygun davranışlarla uymasına, bunları sürekli geliştirerek uygulamasına dayanır. Çocuğun, ailenin sosyal değerlerini algılamaya başlaması, bunları kendine göre eleştirmesi ve davranışa dönüştürmeye çalışması sosyalleşmesinin ilk göstergelerdir. Diğer gelişim alanlarında olduğu gibi, erken çocukluk çağında kazandığı sosyal değerler ve sosyal yaşantılar daha ileri yaşlardaki sosyal gelişimin temelini oluşturur. Çocuğun sosyalleşmesi kalıtımdan çok, çevrenin etkisine yani öğrenmeye dayanır. Çocuğun çevresindeki kişilerle sürekli etkileşim içinde olması, onun sosyalleşmesini sağlar. Çocuğun sosyal gelişimini iyi tanımak gerekir. Aksi halde çocuktan gelişim düzeyinin üstünde yapamayacağı davranışları isteyerek, onu uyumsuzlaştırmış veya gelişim düzeyine göre sosyalleşmesini geciktirmiş olabiliriz. Bir insanın sosyalleşmesi için şunları öğrenmesi gerekir: - Gereksinimlerini doyurmak. - Davranışlarını toplumun değer yargılarına göre düzenlemek. - Olumsuz davranışlarını en aza indirmek. - Toplumca onaylanan davranışları alışkanlık haline getirmek. - Gelenek ve göreneklere uygun davranmak. - Başkaları ile iyi ilişkiler halinde olmak. - Kendine karşı saygılı olmak. Çocuğun sosyal bir kişi olması kalıtımdan çok, çevrenin etkisine yani öğrenmeye bağlıdır. A. Sosyal GeliĢim Ġle Ġlgili Temel Kavramlar Benlik: Çocuk dünyaya geldiği ilk aylarda bedeniyle dış dünyayı ayırt edemez. Çevreyi kendi bedeninin bir parçası olarak algılar. Zamanla kendi bedeninin sınırlarını öğrenir, kendini tanımaya başlar. İlgi alanları arttıkça kendisinin duyguları, düşünceleri ve istekleri olan birey olduğunun farkına varır. Böylece benliğin ilk temelleri atılmış olur. Önce aile bireyleri, daha sonra çevresi ile ilgili sosyal bağlar kurarak benlik gelişimini sürdürür. Çocukluktan itibaren yeterli ilgi gören birey temel güven duygusunu kazanarak olumlu bir benlik geliştirir. Sevgi, ilgi ve güvenden yoksun olarak yetişen bireyse olumsuz ben kavramı geliştirerek büyür. SosyalleĢme-SosyalleĢtirme: Bireyin içinde bulunduğu toplumda geçerli olan kural ve değer yargılarını öğrenmesi, onlarla uyum içinde olmasına sosyalleşme denir. Sosyalleştirmeyse bireye özellikle çocuğa üyesi olduğu topluluğun ya da toplumun töre, gelenek ve kültürel değerleriyle ölçülerini öğretme ve benimsetme işidir. Çocuğun, gencin veya yetişkin bir insanın geliştirdiği yetenekler arasında, edindiği zevkler, alışkanlıklar, tavırlar ilgiler ve davranışlarda ortaya çıkan olgunlaşmalar da vardır. Mesela bir erkek çocuk küçük yaşlarda arkadaşlarıyla bilye oynar, bir kız çocuk bebeğiyle veya arkadaşıyla evcilik oyunu oynar. Ama aynı çocuklar büyüyüp delikanlılık veya genç kızlık çağına geldiğinde artık bu tür oyunları terk etmiş olmaları 85 gerekir. Eğer hala aynı oyunlara devam ediyorlarsa onların büyüyüp olgunlaşmağa başladıklarından şüphe edilir. Bir başka örnek vermemiz gerekirse 2–3 yaşlarındaki çocuğa herhangi bir oyunu oynamasını teklif ettiğimizde çoğunlukla reddeder. Çünkü henüz sosyalleşmiş ve gruba ait olmuş değildir. Ama aynı çocuğa 10–12 yaşlarına geldiğinde birlikte oynayacak bir oyun teklif edildiğinde kabul eder. Çünkü belli bir seviyede sosyalleşmiştir. Artık topluma ait olma yolunda ilerlemekte ve grupla birlikte olmanın gereğini yerine getirmektedir. Eğer bir genç kız veya delikanlı, akranları ile veya çevredeki her seviyeden insanla rahat diyalog kurabiliyorsa, karşılıklı ilişkilerinde nezaket kurallarına riayet edebiliyorsa sosyalleşmiş demektir. Artık onun için hayat daha bir anlamlıdır. O, artık okumaktan sanattan sosyal faaliyetlerden de zevk alır. Buna karşılık yalnızlıktan hoşlanan topluma girmekten kaçınan içine kapalı kolayca arkadaş edinemeyen gençlik çağına gelmesine rağmen hala annesinin-babasının veya belli bazı insanların yönlendirmesiyle hareket eden bir genç kız veya delikanlı ise sosyalleşmemiş veya sosyal gelişmesini zamanında ve yeterince tamamlayamamış demektir. Sosyal Olgunluk: Bireyin anlayış, duygu tutum, beceri gibi özellikler bakımından içinde yaşadığı toplumun beklentileri doğrultusunda gösterdiği olgunluktur. Kültür: Bir toplumun duyuş, düşünüş, yaşayış bakımından diğerlerinden ayıran gelenek, görenek ve adetlerin tümüne, toplumun yaşam biçimine kültür denir. Çocuğun kültürü, ergenlik çağına kadar eğitim ile gerçekleşir. Yani bir toplum içinde yaşayarak öğrendikleri, edindikleri, kültürün ona katkılarının tamamıdır. Bu sürece, eğitimciler eğitim adını verir. Okul hayatına kadar ailede süren birinci döneme birinci, ergenlik çağına kadar süren okul evresine ikinci çocukluk denilmektedir. İnsan dünyaya er veya dişi olarak gelir. Kültürlenme ile kadın veya erkek olur. Bu süreç, yani toplumca verilen cinsel rollerin, kimliklerin benimsenmesi işi, ergenlik çağına kadar tamamlanmış olmaktadır. Davranışların büyük bir kısmının oluşmasını sağlayan temel kişilik örgütlenmesi ‗birinci çocukluk‘, geri kalanı ‗ikinci çocukluk‘ evresinde kazanılmış olur. B. Çocuklarda SosyalleĢme Özellikleri (0–12 YaĢ) Sosyalleşmenin temelini oluşturan sosyal ilişkiler iki ya da daha çok insan arasında oluşan karşılıklı etkileşimdir. Bireyin diğer insanlarla birlikte olma, onlara katılma isteği ve ihtiyacı duyması sosyalleşmenin gereğidir. Çocuğun sosyal gelişiminde de arkadaş edinme ve grup ilişkilerinin ve bu ilişkilerde yaşanan işbirliği, rekabet gibi duyguların önemi büyüktür. (Çocuk Gelişimi 2, s.69.) ArkadaĢ Edinme: Bebek 5.-6. aylarda başka çocuklara tepki göstermeye başlar. Başka bir çocuğu gördüğünde ona doğru atılır ya da çekinir, gülümser ve sesler çıkarır. Bebekliğinin sonuna doğru başka çocuklarla oynaması, oyuncaklarını paylaşması ve arkadaşlarıyla kavga etmesi oldukça sık görülen davranışlardır.2–3 yaşlarında oyun arkadaşlarını çabucak değiştirebilir ve başka bir arkadaşını sevdiğini söyleyebilir. Erken çocukluğun sonlarına doğru çocuğun ana-babasına bağlılığı çözülmekte ve dışarıdaki arkadaşlarıyla ilgilendiği görülmektedir. Çocuğun artık uzunca bir süre beraber olduğu bir ya da iki arkadaşı vardır. Gruba Katılma: Çocuklar 2 yaşına kadar yalnız oynar. Diğerleriyle olan ilişkileri; taklit, birbirini seyretme ve birbirinin oyuncağını alma davranışı şeklinde görülür. Grup halinde 86 oynamaya 3- 4 yaşında başlar. Oynarken birbirleriyle konuşur ve grup içinden oynamak istediklerini seçerler. Gösterdikleri ortak davranış birbirlerini seyretme ve konuşmadır. Okul çağı, öğrencinin gruplaşma çağıdır. Bir öğrencinin akran veya oyun gruplarından birine katılması hem çocuk için bir ihtiyaçtır, hem de onun sosyalleşmesi için bir zorunluluktur. Çocuk Kavga ve TartıĢmaları: Erken çocukluk çağında çocuklar, karşılaştıkları hayal kırıklığının sonucunu kavgaya bağlarlar. Özellikle ilgi merkezi olma, duygularının başka yollarla doyurulmaması halinde, kavgacılıkla bu duygularını doyurmaya çalışırlar. Oyun gruplarında sık sık kavga ederler; ama kavganın sonundaki küskünlükleri uzun sürmez, barışırlar. Ailenin çocuk üzerindeki tutumu çocuğun diğer çocuklarla arkadaşlığının olumlu ya da olumsuz yönlere eğilim göstermesine neden olur. Sevgi dolu bir ailede büyüyen çocuklar çevrelerindeki insanlarla kavga etmeden iletişim kuracaklardır. Şiddetin görüldüğü ailede yetişen çocuklar kavgacı olacaklardır. Sevgi gören çocuk sevmeyi, şiddet gören çocuk kavgayı öğrenir. ĠĢbirliği: Yaşantısının ilk yıllarında kendini evrenin merkezi zanneden çocuklar, benmerkezcidir. Oyunları kısa sürelidir. Bütün dünyanın onun etrafında döndüğünü zanneder. 3. yaştan itibaren çevresinde diğer varlıkların bulunduğunu kabul eder. Sahip olduğu şeyleri diğer insanlarla paylaşmaya başlar. Çevresiyle iletişim kurması, kendisinin dışında bir dünyanın varlığını kabul etmesi demektir. Çevresiyle ilişkileri arttıkça sosyalleşme gelişir. Çocuğa içinde yaşadığı toplumun kurallarını ve paylaşmayı öğretmek, eğitimin görevidir. İnsanların birbirleriyle yardımlaşması, dostça yaşaması, işbirliğini gerektirir. Erken çocuklukta, oynadığı oyunun kurallarına uyan, arkadaşlarının hakkına saygı duyan çocuk, büyüdüğünde toplum kurallarına uyan sosyal bir insan olacaktır. Rekabet: İnsanların yapısında doğal yarışçılık duygusu vardır. Yarışçılık duygusu insanı başarıya götürür. Bu duygu kıskançlık boyutuna ulaşırsa kişinin kendisine ve çevresine zarar verir. Ailenin yaşadığı ortam rekabet konusunda çocuk için temel etkendir. Ailede sevgi ve hoşgörüye dayalı bir ortam varsa, çocuk paylaşmayı, çocuklar arası ayrım ve şiddet varsa kıskançlığı öğrenecektir. Aynı cinsten kardeşler arasında, yaş farkı fazla değilse, az veya çok rekabet görülür. Anne-baba, kardeşlerden birine daha fazla ilgi gösteriyorsa, rekabet kıskançlıkla birlikte daha da belirginleşir. Yetişkinin görevi çocuğa rekabet gerektirmeyen bir ortam sağlamaktır. Kız-Erkek Çocuk ĠliĢkileri: Çocukların arkadaşlarıyla etkileşimi iki yaşından sonra başlar ve cinsiyetle ilgili tavırlar belirir. Kendi cinsinin ve karşı cinsin özelliklerini öğrenir. Kızlar annelerini, erkekler babalarını model alırlar. Kızlar ve erkekler dört yaşına kadar birlikte oynarlar. Oyunlarında kız- erkek ayrımı yapmazlar. Kızlar oyunlarında erkek arkadaşlarına rol verebileceği gibi erkeklerde oyunlarında kız arkadaşlarına rol verebilirler. Dört yaşından sonra çocukların kız-erkek ayrımı yaparak, kızların ve erkeklerin kendi cinsleri arasında oyun grupları kurduğu görülür. Böyle bir ayrım yapmada büyüklerin tavrı ve çocukların ilgileri önemlidir. 87 9–11 yaşları arasında kız-erkek arkadaşlığı yeni bir boyut kazanır. Bu dönemde kızlar kendi cinsleriyle erkeklerde kendi cinsleriyle arkadaşlık kurarlar. Kesinlikle karşı cinsi oyunlarına almazlar. Kızlar erkekleri acımasız ve kaba görürler. Kızlar ve erkekler birbirini asla çekemez ve aşağılar. Bu durum ergenlik çağına kadar devam eder. 88 -ÜNĠTE 9- AHLAK GELĠġĠMĠ KAVRAMLAR PĠAGET VE AHLAK GELĠġĠMĠ KOHLBERG VE AHLAK GELĠġĠMĠ 89 ÜNĠTE 9- AHLAK GELĠġĠMĠ Ahlak gelişimi, bireyin toplumun değer yargılarını benimseyerek içinde bulunduğu çevreye uyumunu ve kendi ilke ve değer yargılarını oluşturmasını amaçlayan bir süreç olarak tanımlanır. Ahlak gelişimi, topluma nasıl davranılması gerektiğinin farkında olmaktır. Bireyin doğuştan getirdiği gizli güçlerin etkisi ile toplumda var olan iyi-kötü ya da doğru-yanlış kavramlarının inanç, huy, tutum, alışkanlık, adet, gelenek, görenek gibi manevi değerleri oluşturan değerlerin tümüdür. Ahlak gelişimi; toplumun tüm değerlerine olduğu gibi uyma değil, topluma etkin bir uyum sağlamak için kendi değerler sistemini oluşturma sürecidir. Birlikte yaşadığımız insanlara karşı görevlerimizi, sorumluluklarımızı öğrenmek ahlaki gelişimin bir parçasıdır. Ahlak gelişiminin birincil hedefi, bireyin evrensel ilkeler, yanlış-doğru, hak ve adalet kavramları doğrultusunda kendi doğrularını ve ilkelerini geliştirmesidir. Ahlak gelişimi; bireyin küçük yaşlardan başlayarak toplum tarafından beğenilen, kabul edilen doğru davranışları yapmasıdır. Çevreden gelen tepkilerle belirlenen davranışlara ilişkin izlenim ve bilgiler ahlaki davranışlara ve ahlak kurallarına temel olur. İnsanlar, ahlak kurallarını bilmesine karşın bu kurallara uymakta güçlük çeker. O hâlde çocukların ahlak gelişiminde dikkat edilecek en önemli nokta, çocuklara çocuk yaştan başlayarak ahlak kurallarına inanmaları, bunlara karşı olumlu bir tavır geliştirmeleri ve bunları uygulama alışkanlığını kazanmaları gerekir. Her toplumun kendine özgü ahlak kuralları vardır. Her birey, küçük yaştan başlayarak içinde büyüdüğü toplumun ahlak kurallarına göre iyi ve doğru sayılan davranışları yapmamayı öğrenir. Çocuk bunu anne, baba ve yakın çevresiyle olan ilişkilerinden öğrenir. Çocuğa öncelikle iyi davranışın neden iyi, kötü davranışın da neden kötü olduğu açıklanmalıdır. Bundan sonra iyi ahlaklı birey olarak yetişmesini beklemek doğru olur. Çocuk büyüdükçe, diğer bireylerin duygularını ve toplum kurallarını anlama yeteneği artar. En üstün ahlak kuralları evrenseldir. Yani din, ırk, ülke farkı tanımazlar; sevgi, yardımlaşma, doğruluk, dürüstlük, insan severlik, acıma vb. duygular her toplumda geçerlidir. Her bireyin, kendi toplumunun kurallarına ve evrensel değerlere uygun yetiştirilmesi gerekir. Ahlak gelişiminin en üst düzeyi ise kendi toplum kurallarına ve evrensel değerlere uygun, bağımsız olarak doğru karar vermektir. A. Ahlak GeliĢimi Ġle Ġlgili Kavramlar Törel DavranıĢlar: Törel davranış, toplumun töresine uygun davranıştır. Her toplumun yerleşik ahlak, inanç, gelenek ve görenekleri vardır. Söz gelimi evlenme töreni toplumsal ilkelere ve kurallara uygun yapılırken aynı zamanda töreye uygun, başka bir deyişle inançlara, ahlaka, geleneklere ve göreneklere de uygun olması istenir. Toplumsal davranışın değeri, özelliği, töreye uygun olması orantısında yükselir. Kişilik gelişimi, bireyin isteğine bağlıdır. Birey, kendisini ne kadar çok geliştirmişse kişilik de o oranda sağlam olur. Çünkü bireyin güdülerine ―dur‖ deyip, onu belirli doğrultulara yöneltecek olan bireyin kendini geliştirme isteğidir. Bireyi çeşitli şekillerde davranışa yönelten fizyolojik ve toplumsal güdüler, bireyin gelişmesiyle birlikte belli bir düzene girer. Böylece kişilik, törel davranışların kişide yerleşik hâle gelmesi olarak kabul edilir. Ahlak, toplum içinde bireylerin iyiye ve kötüye aynı anda doğruya ve yanlışa ilişkin davranış biçimleri ve kurallardır. Ahlak, toplum üyelerinin davranışlarının hangilerinin kötü hangilerinin iyi olduğunu gösterir. Törel gelişim, bireyin toplumsal gelişimi ile ilgilidir ve onun bir uzantısıdır. 90 Törel davranışla ilgili olarak toplumdan topluma iyi-kötü, doğru-yanlış gibi değer yargıları değişebilir. Ahlak, toplumdaki bireyleri uymak zorunda bırakır. Bireyler de bu doğrultuda davranışlarını düzenlerler. Törel gelişim içinde, davranışların toplumun uygun göreceği bir biçimde düzenlenmesi de yer alır. Çocuklar, törel davranışlara doğuştan sahip değildir. Daha çok öğrenerek, yaşayarak, uygulayarak benimserler. Çocuk doğuşta ne iyi, ne de kötüdür. Onun nasıl bir birey olacağı doğumdan sonraki yaşantılarıyla ilgilidir. İnsan, yaradılışı gereği iyiye yöneliktir. Çocuğun içten gelen istekleri incelendiğinde ―sevgi‖ ve ―iş birliği yapmak‖ yönünde olduğu görülür. Çocuğun daha sonraki yaşamındaki olumlu ya da olumsuz etkiler, törel davranışlarının değişmesine yol açar. Bencillik: Bencil‘i yalnız kendi çıkarlarını düşünen, kendi çıkarlarını herkesinkinden üstün tutan birey diye tanımlayabiliriz. Bencillik ise başkalarını umursamadan bireyin bütün eylem ve işlerinin kendi yararına, çıkarına yönelik olması, bu tutumun yaşam tarzı hâline getirmesidir. Temel gelişimde bencil davranışlar aşamasında olan insan, sadece kendi çıkarlarını düşünür. Bencil davranışlar en çok 3–6 yaşlarda görülür. Daha önceki yaşlar, töre dışı davranışlar dönemidir ve bu dönem ilk üç yılı içine alır. Bu çağda çocuk, iyilik ve kötülük düşüncesine sahip değildir. Yalancılığın ve hırsızlığın kötü bir şey olduğunu bilmez. Yalanlar, hayal dünyasının zenginliğinden; hırsızlık henüz mülkiyet kavramı gelişmediğinden meydana gelir. Bencil davranışlar aşamasındaki çocuk, kendini dünyanın merkezi gibi görür. Her şeyin kendi istekleri doğrultusunda olmasını ister. Bu nedenle bu dönem ―benmerkezcilik‖ dönemi olarak adlandırılır. Benmerkezci çocuk; kendini analiz etmek, kendi hakkında düşünmek istemez. Düşünce ve kurgu olan şeyler bile çocuk tarafından maddi gerçekler gibi algılanır. Örneğin kendisine çikolata, kola, cips gibi sevdiği şeyleri veren kişileri, vermeyenden çok sever. Zihinsel yapı tam gelişmediğinden çocuk bu dönemde daha çok duygularının etkisi altındadır. Bazen başkalarını da düşünür gibi olur. Ama yine de dolaylı olarak kendisini düşünür. Bencillik, vicdan ve törel duyguların oluşmasını güçleştirir. Çocuk, bu duyguları ancak çevresindekilerin davranışlarını gözleyerek öğrenir. Bencillik davranışının sonunda çocuk ne gibi tehlikelerin ve cezanın gelebileceğini tahmin eder. Bencil davranışı yapan birey için bunlar pek umursanacak gibi değilse kaçınmanın yolunu biliyorsa, bencil eylemlerine devam eder. Çocukların okula başlama döneminde bu aşamadan geçmiş olması gerekir. Çocuk bu dönemde kuralların bilincindedir, ama doğasını kavrayamaz. Bu dönemde çocuk arkadaş arar. Ancak her çocuk arkadaşla birlikte kendi oyununu oynar. Kazanmak, birinci olmak düşüncesi henüz gelişmemiştir. Öykünmecilik: Öykünme; taklit etme, bireyin başkalarının davranışlarını kendine model alarak benimseyip, yinelemesidir. Bağımlılık, boyun eğmek, itaat etmek için başkasının davranışına olduğu gibi hiç bozmadan uymaktır. Öykünme, çoğunlukla beğenilen takdir gören davranışları yapanlara benzemek için yapılırken; uyma, etki yapanlarla iyi anlaşmak için yapılır. Törel gelişimin öykünmecilik aşamasında olan birey, ne yapması gerektiğini kendi içinde ölçüp tartmadan, kendine kolay geldiği ya da kınanmaktan korktuğu için başkalarının yaptığını yaparak rahat eder. Bu durum toplumsal öğrenme kuramıyla da açıklanabilir. Bu kurama göre çocukların, yetişkinlerin ahlak normlarını öncelikle gözlemledikleri davranışları, kuralları, değerleri dereceli bir taklit etme süreciyle kazandıkları ileri sürülür. Kısacası, öykünme, toplumsal bir öğrenme sürecidir. Birey, öykünmeyle topluma uygun birçok davranışı öğrenir. Öykünmeciliğin olumsuz yönü ise bireyin bu yolu tek 91 öğrenme yolu olarak görmesinin sonucu olarak, kendisine özgü davranma bağımsızlığını yitirmesidir. Vicdan: Vicdan; insanın davranışlarının iyiliğini, kötülüğünü, doğruluğunu, yanlışlığını, haklılığını haksızlığını içsel olarak yargılama gücü olarak tanımlanır. Çocuğun kendisini kontrol edebilmesiyle ilgilidir. Vicdan, bireyin davranışları hakkında bir yargıda bulunmaya yönelten, kendi ahlak değerleri üzerine dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan güçtür. Bu güçle birey, davranışları konusunda bir karara varır. Birey bu karara göre kendisini ödüllendirir ya da cezalandırır. Temelde çocuk, öğrendiği sınırları ve kısıtlamaları benimseyerek toplumsal kurallar karşısında belirli tavırlar elde eder. Bazı çocuklar, büyüdükçe topluma aykırı davranışlar gerçekleştirirler. Örneğin: suç işlerler, bazı çocuklar da aşırı vicdanlı olup, genellikle büyüdüklerinde fazla duyarlı, özverili, duygusallık nedeniyle psikologlardan en çok yardım alan kişiler olurlar. Çok utangaç, çekingen, güvensiz, yaptıkları her şeyde çevreye zarar vereceklerinden korkan bu aşırı vicdanlı bireylerdir. Dikkat etmemiz gereken şey, çocukları evde ya da okulda her iki yönde de aşırılıklar içinde yetiştirmemektir. Vicdanlılık; duygusal ve ussal(akıl) vicdan olmak üzere ikiye ayrılır. Duygusal vicdanlılık aşamasında insan davranışlarını duygusal inançlarıyla yargılar. 10 yaşından ergenliğe kadar bu dönem sürer. Zihinsel yetenekler tam anlamıyla gelişmediği için çocuk duygularının etkisindedir. Hoşlanma ilkesi çocuk üzerinde henüz varlığını sürdürmektedir. Bu dönemde çocuk, kendisinden yapması istenen davranış kurallarını öğrenir ve bunlara sıkıca bağlanır. Bağlanılan bu davranış kurallarının bazısı çocuk tarafından benimsenir. Örneğin çok sevdiği bir kişinin aile bireyleri, arkadaş, sanatçı vb. hareketini yapmak zamanla bu hareketin bağımsız olarak yapılması ile sonuçlanır. Bir süre sonra davranışın yapılmasında rol oynayan ―önemli kişi‖ unutulur, yalnızca bu davranış kalır. Çocuk, henüz davranışların nedenlerine inecek gücü gösteremez. Bu nedenle yargıları kutsaldır. Bilimsel tutuma sahip olmayan birçok yetişkin bu basamakta kalır. Bu yetişkinler nabza göre şerbet vermekten hoşlanırlar. Her davranışlarında duygularının etkisi vardır. Fen ve doğa deneyleriyle başlayarak tartışma yöntemiyle çocuklara yavaş yavaş bilimsel düşünebilme gücü kazandırıldıkça çocuk bu basamakta kalmaz, kurtulur. Ussal vicdanlılık aşamasına geçen insan, davranışlarını ussal inançlarıyla yargılar. Duygusal vicdanlılıktan ussal vicdanlığa geçen birey, törel ilke ve kuralları usunun(aklının) süzgecinden geçirerek ve sorgulayarak uygular. Bu aşamada insan, törel ilke ve kuralların yerine, zamanına, duruma ve uygulanan bireye göre değiştirilip, geliştirilerek uygulanabileceğinin bilincine varır. Özgecilik: İnsanın kendisinden önce başkalarının iyiliğini, yararını düşünüp yardımcı olmasıdır. Başkalarından karşılık beklemeden iyiliğine koşmak ve bu davranışları yaparken, bunun başkalarına zarar verip vermeyeceğini, onları üzüp üzmeyeceğini düşünmektir. Törel gelişimin ulaşabileceği en son aşamadır. Çünkü çocuklar davranışlarını kontrol etmeyi öğrenebilirler, fakat duygularını asla. Bu dönemdeki çocuklar, duruma göre esnek hareket edebilme yeteneğini kazanırlar. Özgeci birey, başkaları ile sürekli empati içindedir. Karşılaşılan olaylar, kişiler karşısında ussal vicdanına dayanarak davranır. Özgecilik duygusu, kişinin başkalarının iyiliği için çalıştığının belirtisidir. Bu duygu sevginin bir parçasıdır. Bireylerin bencillikten kurtulması, törel duyguların geliştiğini gösterir. Çocuk bencillikten kurtuldukça ―özgeci‖ olmaya başlar. Bu yaştaki, çocuk dünyada başkalarının varlığını, onların da 92 kendisi gibi bir birey olduğunu kabul eder. Buna karşın çocukta yine de bencillik vardır. Çocuk ancak 9–10 yaşlarına ulaştıktan sonra kendi kendini eleştirebilecek bir olgunluk düzeyine ulaşır. Bundan sonra özgecilik duygusu daha da gelişmeye başlar. Özgecilik duygusuna sahip olan bireyde anlayış, sempati, incelik, özveri ve yardım duygusu bir arada bulunur. Özgeci birey, törel davranışlarını katı kurallardan kurtararak kendini başkalarının yararına olan amaçlara yöneltir. Böylece birey, yaşamındaki engelleri özgeci bir tutumla kaldırmaya çalışır. Bireyin ahlak gelişimi belli aşamalar izler. Bu aşamalar bireyin bireysel gelişiminden bağımsız değil, ona paraleldir. Bu bölümde Piaget ve Kohlberg‘in ahlak gelişimine ilişkin görüşleri açıklanacaktır. B. Piaget’ e Göre Ahlak GeliĢimi Piaget, çocukların ahlak gelişimi konusunda çalışan ilk araştırmacıdır. J.Piaget; ahlak gelişiminin, bilişsel gelişime paralel olarak geliştiğini ve belli bir sıra izleyen dönemler içinde ortaya çıktığını söylemektedir. Yaşı ne olursa olsun her bireyin bilişsel gelişimin en son basamaklarına kadar ulaşabilmesi beklenmemelidir. Biyolojik olgunlaşma ile öğrenme yaşantıları birlikte, bilişsel gelişimde ulaşabilecek düzey üzerinde belirleyici olmaktadır. Aynı durum ahlak gelişimi için de söz konusudur. Piaget‘e göre çocukların doğru ve yanlışa ilişkin yargıları ve kuralları yorumlama biçimleri yaşlara göre değişiklikler göstermektedir. Piaget, çocukların ahlak gelişimini incelerken çocukların 6 yaşına kadar oyun kuralları olmadığını, oyunları diğer çocuklardan öğrendikleri gibi oynadıklarını, ancak 2–6 yaş arasında çocuklar bazı kuralları fark etmeye başlayarak ne anlama geldiğini ya da ne amaçla konduklarını bilmeden bu kurallara uygun davranışları taklit ettiklerini belirtmiştir. 6 yaştan sonra çocuklar, kuralları izlemede ya da uymada tutarsızlık gösterse bile kuralların ne anlama geldiğini kavramaya başlamışlar. Bu yaşlarda çocuklar, kuralların değiştirilemez olduğuna inanmakta ve hiç sorgulamadan bu kurallara uygun davranmaktadırlar. Piaget‘ e göre 10 yaşlarına kadar çocuklar oyunlar dışında kurallara uyarlar. Fakat kuralları koyan kişiler olmadığı zamanlarda bu kurallara uymayabilirler. Örneğin çikolata yemesi yasaklanan bir çocuk, annesi ya da babası yokken çikolata yiyebilir. Piaget, 0–6 yaş döneminde çocuklarda kural kavramı olmadığından ―Bu dönemde ahlak söz konusu değildir― demektedir. Bu nedenle ahlak gelişimi, bilişsel gelişim aşamalarından olan işlem öncesinden, somut işlemler dönemine geçtiği 6 yaşına kadar başlamaz. Piaget, çocukların oyunlarındaki kurallara uyma davranışını aşağıdaki şekilde incelemiştir: - Devinim dönemi (0–2 yaş grubu) - Duygusal Ben-merkezcil dönem (2–7 yaş) - Başlangıç halinde işbirliği dönemi(7–11 yaş) - Gerçek işbirliği dönemi(11 yaşın üzeri) Duygusal Devinim Dönemi Bu dönem, motor ve bilişsel özellikleri kapsar. Piaget yaşamın ilk iki yılını incelemiş; zekânın bu dönemde kökenlerinin ortaya çıktığını, doğumda sadece refleks hareketleri başaran bebeğin, ikinci yılın başında konuşmaya başladığını, sembolik düşünceler gibi zihinsel işlevler geliştirdiğini belirtmiştir. Çocuk, belli aşamalara ulaşabilmek için yeni davranışlar ve araçlar geliştirebilmektedir. Bu dönem, çocuğun uyarıcıları etkin bir şekilde özümlenmesi, düzenlenmesi ve uyum sağlaması yolu ile çocuğun zihinsel gelişim sürecinde değişiklikleri sağlar. Sosyal yaşantıların, çocuğun bu aşamaları geçirmesinde büyük etkisi vardır. 93 Çocuklar ilk yaşlarda anne-babaların emir verdiklerini, davranış kurallarını öğretmede ısrarcı olduklarını öğrenirler ve kurallara uydukları zaman mutlu olacaklarını anlarlar. Ancak bu kurallar, çocukların kendi bakış açılarından söz etmelerini ve ahlaki konularda farklı düşünceleri benimsemelerine engel olur. Kısaca çocuklar kuralların farkındadır, ancak ne amaçla ya da kuralları neden izlemek gerektiğini anlamazlar. Benmerkezcil Dönem Çocuk, artık bu dönemde sistemleşmiş kuralları anlamaya başlar. Yine de daha çok kendi koyduğu kurallara uyar. Kazanmak için uğraşmaz. Ona göre kurallar, yetişkinler ve Tanrı tarafından konulmuştur. Kurallar kutsal olarak kabul edilir. Küçük değişiklikler, kuralları çiğneme olarak algılanır. Piaget, bu dönemi ―bağımlılık evresi‖ diye adlandırmaktadır. Piaget‘e göre çocuklar, 2–7 yaş arası çocuklar, kendinden büyük çocukları gözler; ne anlama geldiğinin farkına varmadan kurallara uygun davranışları da taklit eder. Bu konuda tam bir bilgisi olmasa da kuralları çiğnemez. Ancak oyunu, sosyal bir etkinlik olarak algılamaz. Bu aşamada çocuklar birbirleriyle ortak gibi görünse de her biri kendi oyununu oynar. Eğer çocuğun oyun arkadaşı bir yetişkinse oyunun sonunda çocuk oyunun nasıl olduğundan ya da kazanmanın ne demek olduğundan habersiz: ―Kim kazandı?‖diye sorabilir. Sonuç olarak bu dönemde engelleyici ahlak kurallarının anlamı kavranmadan yüzeysel olarak algılandıkları, ahlakî gerçeklik özellikleri ile belirlenen evredir. BaĢlangıç Hâlinde ĠĢ Birliği Dönemi Çocuklar, bu dönemde oyunun sadece hareket zevklerinden, üzerinde anlaşılmış konulara göre yarışma zevkine geçerler. Kurallar, karşılıklı ilişkiler içinde sürekli rekabet ortamı oluştururlar. Bu dönemde benmerkezli aşamanın aksine kurallar, sosyal bir aktivite olarak oyunu düzenlemede önem kazanır. Bu aşamadaki çocuklar uzlaşılan konularda oynamayı sevdikleri için her bir oyuncuyu dikkatlice izlerler. Çünkü kazanma sadece verilen kuralların çerçevesinde önem taşır. Bu dönemde de çocuklar, kuralları tam anlayamazlar. Çocuklar arasında kurallarla ilgili uyuşmazlık olabilir. Ancak akranları ile bir arada olma isteği o kadar ki bu faklılıklar ortadan kalkar. Oyun artık çocuk için sosyal bir etkinlik olarak algılanmaya başlar. Piaget‘e göre çocukların bir konuyla ilgisi farklı bakış açılarının olduğunu ve kuralların anlaşma, uzlaşma ve başkalarının görüşlerine saygı gösterme sonucu ortaya çıktığını öğrenmeleri, yaşıtları ile etkileşim sonucunda oluşmaktadır. Ahlak gelişiminde dışa bağlılık, çocukların 10 yaşına kadar olduğu dönemi kapsadığı kabul edilmektedir. Çocuklar bu dönemde ahlaki yargıları açısından çevresine bağlıdırlar. Yetişkinler tarafından konulan kuralları düşünmeden kayıtsız şartsız kabul ederler. 94 Gerçek ĠĢ Birliği Dönemi Bu dönemde çocuğun zihinsel gücü, bir başkasının görüş açısını anlayabilecek ve benmerkezcil düşünceden sıyrılabilecek güce erişmiştir. Çocuk, bu doğrultuda bağımlı ahlâktan kurtularak işbirliği ahlâkı ile kurallara ilişkin bağımsızlığa ulaşır. 11 yaşından sonraki dönemde çocukların yaptıkları değerlendirmeler ―görecelik‖ kazanmaya başlar. İçinde bulunulan koşulları dikkate alarak değerlendirmeler yapan çocukların, ahlâkî yargıları ve kuralları uygulayışları esneklik gösterebilir. Çocuklar, bu dönemde başkalarının değerlendirmelerinden çok kendi yaptıkları değerlendirmeye uygun davranmaya başlarlar. Konulan konuları otoritelerce de ele alınmış kanunlar olarak değil, karşılıklı hoşgörü ürünü olarak kabul eder. İş birliği arzusu ise 11–12 yaşlarında vardır. Piaget‘in kurallara saygının nasıl geliştiğine ilişkin bulgularına bakıldığında 7–8 yaşına kadar çocukların kurallara sıkıcı bir saygı duydukları görülür. Çocuklara göre kuralların gizemli bir kaynağı vardır. Onları dokunulmaz ve kutsal olarak algılarlar. Çünkü kuralları formüle edici herhangi bir yeterli yaşantıları olmamıştır. Yetişkine karşı duyulan tek yanlı saygının yerini, karşılıklı saygı aldığında ―bağımsızlık ahlakı‖ artık oluşmuştur. 11–12 yaşındaki çocuk ahlak kurallarının içeriğini anlamaya başlar. Kural, kendi vicdanının verdiği karardır artık. Kurala cezadan kaçınmak için değil, kendisine güvenilmesini istediği için uyar. Piaget, çocuğun adalet ve ahlak konusundaki düşüncelerinin hem çevre hem de olgunlaşmanın etkisiyle değiştiğini; ancak ahlak kurallarını kavramlaştırabilmesi için kavram gelişiminin de ilerlemesi gerektiğini ileri sürmüştür. Araştırmalar ahlaki gelişim düzeyi ile bilişsel gelişim düzeyi arasındaki paralelliği destekler görünümdedir. Bireyin takvim yaşının ilerlemesi, zihinsel gelişim basamaklarında ilerlemesi için yeterli değildir. Aynı durum ahlak gelişimi için de geçerlidir. Bireyin içinde bulunduğu koşullar, öğrenme yaşantıları, deneyim vb. gelişimin her düzeyinde önemlidir. Piaget, çocuğun ahlak gelişimi ile birlikte adalet, ceza konusundaki görüşlerinde de değişiklikler olacağını belirtmiştir. Başlangıçta çocuk, bir kötülük yapıldıysa kötülüğün cezasını çekmesi gerektiğine inanır (kefaret adaleti). Bir de sana yapılan kötü bir durumda sen de karşılık vermelisin (misilleme adaleti) diye düşünür. Biri oyuncağını kırdıysa sen de onunkini kırarsın ya da bir başkası senin yerine bunu yapmalı diye düşünür. Daha sonraki aşamada ise yerine koyma (tazmin etme adaleti) oluşmaya başlar (oyuncağı kırdıysan ödemeli ya da kendi oyuncağını vermelisin ya da kırdığını onarmalısın.). ―Çocuğu inandırmak için etkili bir yol vardır ki buna duyguları yansıtma yöntemi diyoruz.‖ C. Kohlberg’ e Göre Ahlak GeliĢimi Dönemleri Kohlberg, ahlaki gelişim kuramında, ahlaki yargının insan yaşamındaki işlevi çerçevesinde incelenmesi gerektiğini vurgular. Kolhberg‘in ahlak gelişimi kuramı, Piaget‘in kuramının yeniden incelenmesi, yeniden adlandırılmasıdır. Kohlberg de Piaget gibi çocuk ve yetişkinlerin belirli durumlarda davranışları nasıl yorumladıklarını incelemiştir. Piaget ahlaki gelişimi bir inşa süreci; Kohlberg ise evrensel ahlaki ilkelerin keşif süreci olarak görmektedir. Ayrıca Piaget, anlattığı öykülerde eylem ve düşünce arasında bir ayrım gözetmezken, Kohlberg deneğin zihnindeki çatışmaları anlamaya yönelik hipotetik öyküler anlatmaktadır. Bu amaçla çocukların ve yetişkinlerin ahlaki ikilemlerini kapsayan belli durumlar vererek onlara bu durumlarda nasıl tepkide bulunacaklarını sorarak yürütmüştür. Kohlberg, değişik yaş grupları ve sosyoekonomik düzeylerdeki bireylere değişik öyküler verdikten sonra öyküde anlatılan durum ile ilgili karar vermelerini ister. Verilen kararın doğru ya da yanlış olması önemli değildir. Önemli olan bireyin öyküde anlatılan soruna çözüm bulurken kullandığı gerekçeler ve yaptığı değerlendirmelerdir. Kolhberg‘in kullandığı problem durumlarından(ahlaki ikilemlerden) iki örnek durum aşağıda verilmiştir: 95 Örnek Durum: Avrupa‘da bir kadın, az görülen kanser hastalığının bir türü nedeniyle ölmek üzeredir. Bu kentte bulunan bir eczacı onu kurtarabilecek ilacı bulmuştur. Ancak ilaç için 2000 dolar istemektedir. Bu fiyat, ilacın maliyetinin 10 katıdır. Hasta kadının kocası Heinz herkesten borç alarak ancak 1000 dolar toplayabilir. Heinz, eczacıya karısının ölmek üzere olduğunu söyleyerek ilacı biraz ucuza satmasını ya da daha sonra kalanını ödemesine izin vermesini ister. Eczacı: ―Bu ilacı ben buldum ve para kazanmak istiyorum‖ diyerek teklifini geri çevirir. Bunun üzerine Heinz, eczaneye gizlice girip ilacı çalar. Bu durumda hasta kadının eşi ne yapmalıdır? Neden? Örnek Durum: Joe‘nun babası, Joe 50 dolar kazanırsa onu kampa götüreceğine dair söz vermiştir. Ancak fikrini sonradan değiştirmiş Joe‘ dan kazandığı parayı kendisine vermesini istemiştir.Joe da 10 dolar kazandım diye yalan söylemiş ve 40 doları kampta kullanmak üzere kendisine ayırmıştır.Joe kampa gitmeden önce kardeşi Alex‘e yalan söylediğini ve kazandığı para miktarını söylemiştir.Bu durumu Alex babasına söylemeli midir? Kohlberg, yukarıdaki ve benzer durumlar için aldığı cevapları sınıflayarak, bireylerin altı yargı aşaması geçirdiklerini belirtmektedir. Bu altı aşama ise üç dönem içinde yer almaktadır. Bu üç dönem, çocuk ya da yetişkinin ―ahlaki davranış‖ ya da ―doğru olarak neyi algıladığını ve bunu nasıl belirlediğine göre sıralanmıştır. Diğer dönem kuramlarında olduğu gibi, her bir dönem, kendinden öncekine dayanmakta kendinden sonraki döneme ise temel oluşturmaktadır. Aynı kişi, aynı durum, aynı zaman ve durumlarda bir aşamada davranış gösterirken bir başka zaman ve durumda da başka bir aşamada davranış gösterebilmektedir. Kolhberg‘e göre ahlak gelişim düzeyleri: 1. Gelenek Öncesi Dönem Bu düzey, Piaget‘in ―dışsal kurallara bağlılık‖ döneminin özelliklerini içine alır. Bu düzeydeki çocuk, kültür içinde kabul edilen iyi ve kötü ölçütlere göre davranır. 1. Aşama: Ceza ve İtaat Eğilimi: Bu dönemde kurallar, başkaları tarafından konur. Çocuklar, sadece otoriteye uyar ve cezalandırılmaktan kaçınır. Genellikle olayların dış görünüşüne ve ortaya çıkan zararın büyüklüğüne bakarak karar verirler. Onlar için olayların gerisinde nedenler önemli değildir. Etkinliğin fiziksel sonuçları, etkinliğin kötü ya da iyi olduğunu belirler. Örneğin bir çocuk annesine yardım ederken tabakları istemeden kırmıştır. Diğeri ise annesinden izinsiz şeker alırken şekerliği düşürüp kırmıştır. Bu dönemdeki çocuklara hangisinin suçlu olduğu sorulduğunda tabakları kıran çocuğun daha suçlu olduğunu belirtmişlerdir. 2. Aşama: Saf Çıkarcı Eğilim: Bu aşamada çocukların sadece kendi istekleri ve gereksinimlerinin karşılanması önemlidir. Diğer bireylerle olan ilişkilerinde onların gereksinimlerinin de farkındadırlar; fakat yine de kendi çıkarları ön plandadır. Çıkarcı bir biçimde başkalarının gereksinimlerini de dikkate alır. Somut değişime dayanan adil alışverişler yapmaktadır. Göze göz, dişe diş anlayışı vardır. ―Her şey karşılıklıdır‖ inancına sahiptir. Maddi eşitlik ilkesi, bu dönemde adalet anlayışının en belirgin göstergesidir. ―Bana bir şey yap, ben de senin için bir şey yaparım‖ anlayışı vardır. 2. Geleneksel Dönem Bu dönemdeki çocuklar, diğer insanların beklentilerine; özellikle de özdeşleştikleri özel insanları ve genel toplumsal düzenin beklentilerine uymak isterler. İçinde bulundukları grubun gereksinimlerini bazen kendi gereksinimlerinden üstün tutarlar ve grubun isteklerine uygun davranmaya özen gösterirler. Sosyal düzeni destekleme ve sadakat önemlidir. 96 1. Aşama: Kişiler Arası Uyum Kendi akran grubuyla iş birliği içindedir. Ait olduğu grubun kurallarına uygun davranırlar. İyi çocuk olarak başkaları tarafından onaylanmak isterler. Başkalarına iyi davranma, yardım etmek onları mutlu eder. Benmerkezciliğin azalması ve somut işlemler dönemine girilmesiyle çocuk, olayları başkaları açısından görebilme özelliğini kazanır. Çevresinde bulunanların hissettiklerini de dikkate alır. 2. Aşama: Kanun ve Düzen Eğilimi Bu dönemde doğru davranış, sosyal düzene ve otoriteye uygun olarak kişinin görevini yerine getirmesidir. Artık akran gruplarının kurallarının yerini, toplumsal kurallar ve kanunlar almıştır. Kanunlara hiç sorgulanmaksızın uyulmalıdır. Uymayanlar ise kesinlikle hoş görülmezler. Yetişkinlerin çoğunun bu dönemde olduğu varsayılır. 3. Gelenek Sonrası Dönem Birey, izlemek istediği ahlak ilkelerini başkalarında ve otoriteden bağımsız olarak seçer. Ahlak gelişiminin son iki aşaması bu düzeyin kapsamındadır. 1. Aşama: Sosyal Sözleşme Eğilimi Genellikle temel hak ve özgürlükler göz önüne alınarak konmuş olan yasa ve kanunlara uymak çok önemlidir. Toplumsal kuralların ve değerlerinin göreceli olduğunu düşünerek bunları eleştirici bir şekilde incelerler. Kanunların demokratik olarak değiştirilebileceği ilkesine sahiptirler. Bu dönemde insan hakları, özgürlük gibi kavramlar bireyin değerler sisteminde önemli yer tutar. 2. Aşama: Evrensel Ahlak İlkeleri Eğilimi Ahlaki gelişim açısından ulaşılabilecek son noktadır. Birey, ahlak ilkelerini kendisi seçip oluşturur ve bunlara uygun davranır. Burada bireyin benimsediği ahlak ilkeleri; insan hakları, bütün insanların eşitliği, adalet gibi soyut ve evrensel düzeyde ahlak ilkeleridir. Bu ilkeler, genellikle demokratik toplumlarda uygulanan kanun ve yasalarla uyumludur. Kohlberg modelinin önemli yönü, her bir dönemin iki unsurunun nasıl etkileştiğidir. Her bir dönemde ahlakî kararın nasıl alındığına ilişkin bir bakış açısı söz konusudur. Örneğin ilk evredeki çocuk benmerkezcidir ve bütün durumlara kendi açısından bakar. Geliştikçe çocuk, başkalarının bakış açısı nedeniyle ya da toplum için bir bütün olarak hangisinin en iyi olduğunu ikilemini yaşar. Bu alandaki ilerlemelerin bireyin bilişsel gelişimine ve biyolojik temele bağlı olduğu düşünülür. Ayrıca, çocuğun ahlâkî durumlarla ilgili deneyimlerinden oldukça etkilenen ahlaki unsur ile de desteklenir. Böylece Kohlberg kuramı ahlaki gelişimin, bilişsel yetenekler ile ahlaki konular ile ilgili yinelenen olayların birleşiminden ortaya çıkması konusunda Piaget‘in kuramıyla benzerlik gösterir. Kolhberg‘in ahlaki düşünce dönem modeli, çocuklar başkaları ile birlikte karar alma işlemlerine katıldıklarında ve fikir alışverişinde bulunduklarında gerçekleşen rol oynama olanaklarına önem vermektedir. Kolhberg‘e göre ahlaki bir problemle karşılaşan bireyin getirdiği çözümler aşağıdaki gibidir. - Konulan kurallara göre savunmak (haklı çıkarmak) örneğin: İlacı çalmamalısın. Çünkü hırsızlık yapmak iyi bir şey değildir. - Kararın maddi sonuçlarına göre savunma yapmak. - Uyum sağlamak açısından savunma yapmak. - Adalet, eşitlik ve yaşamın değeri açısından haklı çıkarmak. Kohlberg, son düzey olan gelenek sonrası düzeye ulaşma yaşının 14 olduğunu belirtmiştir. Ancak yapılan araştırmalar yetişkinlerin tümünün gelenek sonrası düzeye ulaşmasının mümkün olmadığını göstermektedir. Kohlberg ve Piaget‘in görüşleri 97 birleşmekte ve olgunlaşmanın yanı sıra geçirilen çevresel yaşantıların da ahlak gelişimi üzerinde etkili olduğu ortaya çıkmaktadır. ―Daha önceden verdiğimiz cevap, daha sonraki bir değerini silmemeli, değiştirmemeli, çarpıtmamalıdır.‖ 98 -ÜNĠTE 10CĠNSEL GELĠġĠM KAVRAMLAR FREUD VE CĠNSEL GELĠġĠM CĠNSEL EĞĠTĠMĠN ÖNEMĠ 99 ÜNĠTE 10- CĠNSEL GELĠġĠM Biyolojik özelliklerimizi temel aldığımızda erkek ya da dişi olarak belirlenen bir cinsiyetimiz vardır. Cinsellik ise bu biyolojik yapı üzerine eklenen sosyolojik, psikolojik ve felsefi boyutları da içeren daha geniş bir tanımlamadır. Doğum öncesinden ölüme kadar duyguları, düşünceleri, inançları, davranışları ve yaşantıları içeren gelişimsel bir süreçtir. Belirli bir yaşam döneminde beklenen cinsel duygular, inançlar ve davranışlar o yaşa uygun cinsel gelişimi belirler. Cinsel gelişim kişinin kendi cinsi ile ilgili üreme organlarının büyüyüp gelişmesini ve bunlardan doğan sorunlarla ilgili davranış değişikliklerini kapsar. Cinsel gelişim kişiliğin diğer yönlerini de etkiler. Cinsel kimliğin oluşması ve kişinin cinsel kimliğine uygun davranmasında cinsel gelişim de önemli bir etmendir. Cinsel gelişimle ilgili kavramların daha kolay anlaşılmasında bir çocuğun kız ya da erkek olarak takınacağı tutum, rol ve davranış biçimlerine ait yapılacak yönlendirmelerin önemli olduğu bir gerçektir. A. Cinsel GeliĢimle Ġlgili Kavramlar Bu bölümde cinsel gelişimle ilgili olarak cinsel olgunluk, cinsel kimlik ve cinsel eğitim kavramları verilmiştir. Cinsel olgunluk Cinsel olgunluk insanın üreme sisteminin ve organlarının sağlıklı döl üretebilecek düzeye ulaşabilmesidir. Cinsel olgunluk bedenin ―büyüme‖ sine ilişkin bir kavramdır ve cinsel gelişimin temelini oluşturur. Büyüme, genetik ve çevre faktörlerinin etkisi altındadır. Çevre faktörleri arasında yeterli ve dengeli beslenme, gerekli desteğin sağlanması ve hastalıklardan korunma sayılabilir. Cinsel olgunluğa erişme biyolojik ergenliğin temelidir. Bu dönemde ilk göze çarpan ergenin hızla boy atması ve ağırlıkça artmasıdır. Ergenlik döneminde iskelet, kas ve yağ dokularının boyutlarında belirgin bir artış olmaktadır. Kas gelişimi, erkeklerde kızlara oranla daha fazlayken yağ dokusu gelişimi ise kızlarda daha fazla olmaktadır. Büyüme olayı, tiroit hormonu, androjen ve östrojenlerin etkisi altında olup bu hormonların miktarlarında da artma olmaktadır. Bütün bu değişikliklere ikincil değişiklikler denir. Temel değişiklik üremeyi sağlayan bezlerin çalışmaya başlaması ile sağlanır. Üreme organlarındaki büyüme ve gelişme yönünden iki cins arasında farklılık görülür. Kızlar, erkeklerden yaklaşık iki yıl önce buluğ çağına girmeleri sebebiyle cinsel organların gelişmesi kızlarda daha erken tamamlanır. Cinsel olgunluğa erişen bir kızın vücudunda keskin çizgiler kaybolmaya, kollar, bacaklar, kalçalar ve göğüsler biçimlenmeye, koltuk altında ve cinsel organ çevresinde kıllanma ve yüzde sivilceler görülmeye başlar. Bunlar ikincil değişikliklerdendir. Asıl önemli değişiklik, yumurta hücresinin olgunlaşması ve adet kanamalarıdır. Kızlar genellikle 10–13 yaşlarında ilk adetlerini görürler. Bazılarında ise adet görme 15–16 yaşlarında olur. Yumurtanın olgunlaşması, yumurtalıktan ayrılması ve adet kanamasının görülmesi olaylarının tümüne ―adet döngüsü‖ denir. Erişkin bir kadının yumurtalıklarından her ay (28 günde bir) bir yumurta atılır. Buna yumurtlama (Ovulasyon) denir. Bu yumurta erkek hücreleri (sperm) ile birleştiği takdirde gebelik meydana gelir. Her adet döngüsünde rahim duvarı kalınlaşır, eğer o döngü içinde gebelik meydana gelmezse adet kanaması görülür. Yumurta döllenirse gebelik başlar ve gebelik süresince adet kanaması olmaz. Ergenliğin ilk belirtilerinden birisi testis torbası (skrotum) ve testislerin gelişmesidir. Çeşitli sebeplerle oluşan penis sertleşmesi her zaman erotik anlamda değildir. Bu durum ergende utangaçlığa yol açar, ne yapacağını bilemez. Bu dönemde ilk meninin gelmesi, sıkıntı ve hayret yaratır. Bunun normal, fizyolojik bir olay olduğunu bilmeyen ergen meninin gelmesinden suçluluk duyabilirler. Bu değişikliklerin 100 sebeplerini bilen ergenlerde bu tip problemler ve dönemler kolay atlatılır. Yüzde sivilcelerin oluşması, sakal ve bıyığın çıkması, sesin kalınlaşması, koltuk altında ve cinsel organ çevresinde kıllanma, hızlı boy artışı, kasların gelişmesi ve özellikle omuzların gelişmesi bu dönemin özelikleri arasındadır. Cinsel Kimlik Cinsel kimlik, bireyin cinsiyetinden haberdar olması, bedeni ve benliğini belli bir cinsellik içinde algılayışı, kabullenişi, duygu ve davranışlarında buna uygun biçimde yönelişidir. Başka bir deyişle; bireyin kadın ya da erkek olarak kendisinin farkına varması ve kabullenmesidir. Bir çocuğun kız ya da erkek doğması cinsel kimliğini kazanması için ilk koşuldur. Çocuk kendi cinsinin eğilimleri desteklendiği sürece kız ya da erkek kimliğini benimseyecektir. Bireyin biyolojik olarak kadın veya erkek grubuna katılmasından çok, cinsiyet rolünü benimsemesi önemlidir. Freud‘a göre erkek çocuk cinsiyet rolünü babasıyla özdeşleşerek benimser. Bireyde libido denen hareketli cinsel bir enerji vardır. Bu enerji yaşam boyu bireyin önemli davranışlarını yönlendirir. Erkek çocuk, babası ile kendisi arasında benzerlik görür, kendini babasıyla özdeşleştirir. Özdeşleşme, çocuğun çok sevdiği ve hayranlık duyduğu bir yetişkin figürüne kendini benzetmesi sürecidir. Davranışçı yaklaşımı benimseyen psikologlar ise çocuğun cinsiyet rolünü benimsemesinde edimsel şartlanmanın önemli olduğunu savunmaktadırlar. Çocuk erkek veya kadın grubunun davranış örüntüsünü gözler, algılar ve taklit eder. Taklit edilen davranış aile üyelerince onaylanır ve ödüllendirilerek motive edilir. Motivasyon devam ettiği sürece kadın veya erkek cinsiyet grubunun rolü benimsenir. Bilişsel yaklaşımcılara göre taklit etme tamamen reddedilemez. Ancak çocuğun anlama düzeyine göre taklit yapabileceği ve taklit edilen davranışın ailenin değerlerine uygun düşenlerden seçileceği kabul edilir. Çocuk, üç-dört yaşında kişiliğini fark etmeye başlar. Meslekleri, kız ve erkek çocukları arasındaki farkı, çocukla yetişkin arasındaki ayrılıkları algılar. Üç yaşındaki bir çocuk hangi tür eşyaların hangi cinsiyet grubuna ait olduğunu bilir. Dört yaşındaki bir çocuk kız veya erkek olduğuna karar verebilir. Çocuk çevresinde aynı cins bir çok kişinin sergilediği pek çok özelliklerle karşılaşır. Cinsiyet rolünü benimseyebilmek için önce kendi kimliğinin farkına varır. Kız mı yoksa erkek mi olduğunu anlar. Erkek çocuğu diğer erkeklere benzeyen kendi fiziksel ve davranışsal yönlerini, kız çocuğu da diğer kızlara ve kadınlara benzeyen kendi fiziksel ve davranışsal yönleri algılar. Kız çocukları anneleri, erkek çocukları da babaları gibi davranmaya başlarlar. Taklit etme birinci derecede önemli değildir. Kız çocuğu annesini, erkek çocuğu babasını yeterli bulmadıkları ya da beklentilerine cevap alamadıkları zaman özdeşleşme durur. Çocuk gerçekte anne ve babasıyla özdeşleşmeyebilir. Toplumda babasız pek çok çocuğun erkek rolünü, annesiz kız çocuğunun da kadın rolünü benimsediği ancak baba yokluğunun kızların cinsel gelişimi üzerinde erkeklerden daha az zarar verici olduğu gözlenmektedir. Babanın yokluğu, evden uzakta çalışması ya da çocuklarından uzak kaldığı durumlarda, erkek çocuk cinsel kimliğini geliştirmede bocalayabilir. Yalnız ablaların, teyzelerin başka bir deyişle kadın örneklerinin bol olduğu bir ev ortamı kız çocuğu için uygun bir ortamdır ancak böyle bir ortamda erkek çocuğunun erkek kimliğinden sapmaları kolaylaşmaktadır. Üstüne titrenen, evden çıkarılmayan çocuk arkadaşlıktan da yoksun kalınca kız kimliği daha da belirginleşir. Sokağa çıksa da erkek çocuklarına uyamaz. Oyunlara alınmaz. Kız çocuklarına yönelip onlarla kaynaşır. Kendi cinsel kimliğinden gittikçe uzaklaşan çocuk güvensiz bir kişilik geliştirir ve önlem alınmazsa kız yapılı bir erişkin olup çıkar. Ergenlik çağına geldiğinde karşı cins yerine kendi cinsine ilgi duymaya başlayabilir. Annenin olmayışı ya da annenin kadınsı özellikler göstermeyişi de kız çocuk için benzer bir güçlük 101 yaratmaktadır. Sevecen, yumuşak ve duygusal özellikler yerine sert tavırlı, erkeksi davranışları belirgin olan bir anne kız çocuğuna uygun örnek olmayacaktır. Erkeksi özellikleri baskın olan bir anneyle özdeşim yapan bir kız çocuğu halk arasında erkeksi davranışlar ve özellikler gösteren kadınlar için söylenen ―Erkek Fatma‖ gibi davranabilir. Ebeveynlerin kız ve erkek çocuklarından beklentileri değişiktir. Erkek çocuğun, güçlü dayanıklı, yürekli, tuttuğunu koparan ve girişken olması istenir. Kız çocuğun usluluk, kibarlık, sevecenlik gibi nitelikler kazanmasına önem verilir. Kızın atılgan, girişken, başına buyruk olması aranan özellikler değildir. Erkek çocuğun ise pısırık, çekingen, korkak olmaması üzerinde çok durulur. Bilinçli ya da bilinçsiz ebeveynler kıza ve erkeğe yaraşan nitelikleri destekler ve pekiştirirler. Kıza ve erkeğe yakışmaz diye bilinen davranışlar anında cezalandırılır. Erkek çocuk çarşıya, pazara gitmeye alıştırılırken, kız çocuk evden uzaklaşmaması için öğütlenir. Okulöncesi dönemdeki bir erkek çocuğunun odası taşıt, spor ekipmanı, makineler ve savaş oyuncakları içerirken, kız çocuklarının odasında daha çok bebek ve evle ilgili oyuncaklar bulunmaktadır. Kız çocukların savaş oyuncakları ve taşıtlarla oynamaları ebeveyn tarafından onay görmemekte, erkek çocuğun cinsiyetine uygun olmadığı düşünülen oyuncaklarla oynamaları ise özellikle babaları tarafından hoş karşılanmamaktadır. Cinsel kimlik gelişiminde çocuk çevresindeki ağabey, abla, teyze, amca gibi örneklerden de etkilenmektedir. Oyunlarında aynı cinsten arkadaşlarının olumlu ya da olumsuz özelliklerini de benimserler. Kendi cinsel kişiliklerini onlarla karşılaştırır, erkek ve kız olarak yarışırlar. Cinsel Eğitim Cinsel eğitim, bedensel, duygusal ve sosyal gelişim kavramlarından hareketle, erkek ve kadının toplumsal rollerinin incelenmesi, bireylerin birbirlerine karşı kabul, sevgi, güven ve sorumluluk geliştirmeleri için eğitim olanaklarının sağlanması, insan cinselliğinin olumlu ve yapıcı bir güç olarak dengeli bir aile hayatında uygun bir biçimde geliştirilmesidir. Başka bir tanımda cinsel eğitim, bireye üreme ile ilgili konu ve sorunlarda, cinsel iç dürtü ve güdülerini denetleyebilmesinde, cinsel konularda başkaları ile kuracağı ilişkilerde ve cinsel ilgilerinde gerekli davranışları kazandırmak için yapılan eğitimdir. Her ebeveynin aklına ― Çocuklarımızı cinsel hayat konusunda aydınlatmamız gerekli mi?‖ sorusu takılmaktadır. Günümüzde bu soruya kesinlikle olumlu cevap verilmektedir. Eğer çocuk, doğum, cinsiyet farkı, ana ve babanın rolü gibi konuları ana babasından öğrenemezse, başka kaynaklardan cevap aramaya başlayacaktır. Çocukların cinsellikle ilgili sordukları sorulara eksik ya da kaçamak cevaplar vermek neredeyse bir gelenektir. Çocuğa ―nereden geldiği‖ konusunda bilgi verme yasağı kimi zaman susarak gösterilir. Çocuk soru sormaması gerektiğini bilinçsizce hisseder. Bu durum çocukların merakını daha çok artırır ve araştırmalarını derinleştirir. Cinsel olaylardan hiç söz edilmez. Çocuk susar, soru sormaktan cayar ve görünüşte bu konulara ilgi göstermez. Ancak içinden bebeklerin nereden geldikleri, erkekler ve kızlar arasındaki farkı, niçin yalnız evli insanların çocuğu olduğunu sorar durur. Bu durumda en büyük tehlike bu soruları daha bilgili bir arkadaşın yanıtlamasıdır. Çocukta cinsiyet farkıyla ilgi sorular 2. yaşta, doğumla ilgili olanlarsa 3–4 yaşta başlar. Çocuğun cinsel konulardaki merakı, öteki meraklar gibi yerinde ve sağlıklıdır. Bu, dünyayı tanıma ihtiyacından doğmaktadır. Sağlıksız merak yoktur ancak merakın sağlıksız doyumu vardır. Ana-babalar ―Bu benim çocuğumu ilgilendirmiyor‖,―Çocuğum bunlarla hiç ilgilenmemiştir‖, ―eminim ki bunları hiç düşünmüyor‖ derler ancak yanılırlar. Çocukların ilgilenmeyişleri sadece görünüştedir gerçekte meraklarını içine atar ve 102 saklarlar. Oysa çocukların kimi şeyleri anlaması için çeşitli olanaklar vardır. Yeni bir kardeşin doğumu, çocukların nereden geldiklerini açıklamayı sağlar. Hayvanlarda çocukları ilgilendiren canlı bir örnektir. Cinsel eğitime ne çok erken ne de çok geç başlanmalıdır. Çocuğun gelişim düzeyine uymayan bilgi güçlük yaratır. Çocuğa istediği anda basit, kısa, gerçek ve endişesiz cevap verilmelidir. Somut bilgiler zihni karıştırmayacaktır. B. Freud’ a Göre Cinsel GeliĢim Dönemleri Sigmund Freud (1856–1939) yetişkinlerde kişilik ve anormal davranışlar üzerinde çalışmalar yapsa da kişiliğin yapısında bebeklik ve çocukluk yıllarının önemini belirten ilk kuramcı olması nedeniyle önemli bir yere sahiptir.(Çocuk Gelişimi 2,s.113) Freud kişiliğin biçimlenmesinde yaşamın ilk altı yılının önemini vurgulamış ve çocuk yetiştirmede anne-baba tutumlarının önemine dikkati çekmiştir. Freud‘a göre kişilik id, ego ve süperego olmak üzere üç kısımdan oluşur. İd kişiliğin temel taşıdır. Doğuştan getirilir ve ruhsal enerjinin kaynağıdır. Aynı zamanda id, iç güdülerinde (libido ve saldırganlık) kaynağıdır. Ruhsal enerji içgüdüler şeklinde ortaya çıkar ve bir an önce doyurulmak ister. Ruhsal enerji doyurulma istemiyle içgüdü şeklinde ortaya çıkınca, Ego devreye girer. Ego kişiliğin yürütme organıdır. İd‘in istekleriyle dış dünyanın (Süperegonun) eşleştirilmesi ile uğraşır. Ego gerektiğinde idin isteklerini ertelemeye, hoş yaşantıları seçmeye, hoş olmayanlardan uzak durmaya çalışır. Ego akılcıdır, mantıklıdır bir anlamda kişiliğin karar organıdır. Süperego ise; toplumsal ahlak kurallarını içerir. Süper ego bu anlamda vicdan demektir. Kişinin değer yargıları ve ahlak kuralları süper egosunda bulunur. Her zaman kafasına estiği gibi davranan ve toplumsal kuralları hiçe sayan kişilerde id baskındır, sürekli olarak ahlak kurallarını ve başkalarının ne diyeceğini dikkate alan, kurallara sıkı sıkıya bağlı kalan kişide süper ego baskındır; sürekli olarak akılcı davranmaya çalışan kişide ego baskındır. Freud, çocukluğun insan yaşamındaki önemini vurgulamıştır. Bu bölümde Freud‘un cinsel (psiko-seksüel) gelişim dönemleri ve bu dönemlerin özellikleri 103 verilmiştir. 1. Oral dönem (0–1 yaş) 2. Anal dönem (1–3 yaş) 3. Falllik dönem (4–6) yaş 4. Latent (gizil) dönem (7–11 yaş) 5. Genital (puberte) dönem (12–18 yaş) 1. Oral Dönem Bu dönemde haz bölgesi ağızdır. Belli başlı davranış biçimi olarak emme, ya da içine alma gösterilebilir. Bebek bu dönemde etrafındaki uyarıcıları almaya çalışır. Bunu hem emme biçiminde hem de diğer duyu organlarıyla yapmaya çalışır. Örneğin, gözleriyle etrafında gördüklerini, kulaklarıyla duyduklarını içine almaya çalışır. Bu dönemin ikinci kısmında diş çıkarma ile birlikte ısırma davranışı görülmeye başlar. Bu dönem uygun geçirilmediği takdirde, ağızla ve içe almayla ilgili bir takım davranışlar sıklıkla görülebilir: Sigara içme gibi… Bebek bu dönemde dünyanın güvenilir bir yer olup olmadığını anlamaya çalışır. Eğer bu dönem iyi geçirilirse temel güven duygusu edinilir. Annenin (veya onun yerine geçen kişinin ) davranışları bu dönemin en önemli öğelerindendir. Çocuk üç boyut içinde güven duygusu kazanabilir: Tanıdıklık, tutarlılık ve süreklilik. Anne bebeğin ihtiyaçları ile doyumu arasında yer alır. Bebeğin ihtiyaçlarının düzgün aralıklarla ve yeterli miktarda karşılanması, çocukta temel güven duygusunun gelişimine yol açar. Bu dönemde annesiyle sıcak, sevecen ve güven verici bir ilişki yaşayan çocuğun yaşam boyu diğer insanlarla da benzer nitelikte ilişki kurması beklenir. 2. Anal Dönem Anal dönem, haz ve ilginin dışkılama bölgesinde yoğunlaştığı dönem anlamındadır. Bu dönemde çocuk dışkı tutma ve bırakma davranışlarını yoğun biçimde kullanır. Bu dönem tuvalet eğitiminin ağır bastığı dönemdir. Çocuk dışkısını ve çişini, kaslarını kontrol altına alarak tutmasını öğrenir. Tuvalet eğitimi aşamasında anne, çocuğun dışkısını tutmasını ve uygun zaman ve yerde yapmasını ister. Bunun için ödül ve ceza kullanır. Çocuk için dışkısı önemlidir. Dışkısı ile oynayabilir ve çevreye sürebilir. Bu durumda annenin tepkisiyle karşılaşır. Aynı dışkılama işlemi için annenin bazen sevinmesi, bazen kızması çocukta şaşkınlık yaratır. Annesinin baskısı sonucu çocuk, istenmeyen güdülerini bastırır. Bu dönemde annenin çok sabırlı ve sevecen olması gerekir. Annenin tuvalet eğitimi sırasında gösterdiği baskıcı ve katı tutumu çocuğun dışkısını tutmasına ve ileriki yaşamında inatçı, cimri ve yıkıcı kişilik özellikleri göstermesine neden olur. 104 Çocuk tuvalet eğitimi ile tutma ve bırakma davranışlarını geliştirmektedir. Aynı zamanda bu dönem inatçılık dönemidir. Bu dönemde çocuk inatla bir şeyi ellerine alır, inatla onu savunur ve korur veya istemediklerinde onu atarlar. Çocuk bu dönemi iyi atlatamazsa, Freud‘a göre ileriki yaşlarda koleksiyon yapabilir (tutar) veya müsrif birisi olabilir (bırakır). 3. Fallik Dönem Bu dönemde kişinin dikkati, ilgisi ve haz duygusu cinsel organlara yönelmiştir. Freud kuramını bu dönemde yaşandığını düşündüğü Oedipus ve Elektra Kompleksleri üzerine kurmuştur. Oedipus kompleksi, erkek çocuğun annesine karşı (cinsel) bir istek duyması ve babasını rakip olarak algılaması demektir. Bu dönemde cinsiyeti(ni) keşfeden çocuk, bir yandan babasına hayranlık duyar, öte yandan (annesine karşı hissettiği duyguları anlarsa diye) babadan korkar. Elektra kompleksi ise kız çocukların babalarına karşı bir ilgi duyması ve annelerini rakip olarak görmeleri durumudur. Freud daha çok Oedipus kompleksi ile ilgilenmiştir. Gerek kız çocuğun gerekse erkek çocuğun ilk olarak anne ve babasıyla başlayan cinsel tercihleri süreç içinde kız çocuğun annesine benzeme, erkek çocuğun ise babasına benzeme çabalarıyla yön değiştirir. Çocuklar artık kendileri için rakip olan anne ve baba modelleriyle kurdukları özdeşimle onlar gibi olmayı deneyerek bu çatışmayı çözümlemeye çalışırlar. Kız çocuk annesine benzeyerek babasının beğenisini kazanmaya, erkek çocuk da annesinin beğenisini kazanmaya çalışır. Bu mücadele Freud‘un kuramının temelini oluşturur. Erkek çocuğun annesine yönelik cinsel duyguları özellikle babasıyla olan ilişkilerinde çatışma yaratır. Babadan gelecek cezanın cinsel isteklerin merkezi olan organlarına yöneleceğini bekleyen çocuk, babasının kendisinin cinsel organlardan yoksun bırakacağından korkar (İğdiş edilme korkusu). Bu durum anneye duyulan cinsel duyguların babaya yönelik düşmanlık duygularının bastırılmasına neden olur. Bu karmaşa aynı zamanda erkek çocuğun babasıyla özdeşleşmesine neden olur, anneye yönelen cinsel isteklerin yerini sıcak sevgi duygularının almasını sağlar. 105 Kız çocuklarda ise bu dönemde ilk sevgi nesnesi olan kişi yani annenin yerini giderek baba alır. Freud‘a göre bu durum kız çocuğun penisten yoksun olduğunu fark etmesi ile başlar. Kız çocuk eksiklik duyduğu bu durumdan annesini sorumlu tutar ve babasına yaklaşır. Babasına karşı geliştirdiği bu yakınlık aynı zamanda kendinde olmayan bir organa sahip olmasındandır. Penise imrenme adı verilen bu durum, erkekteki iğdiş edilme korkusunun karşılığıdır. Bu karmaşa erkek çocukta olduğu gibi kız çocukta da bastırılır ya da çözümlenir. 4. Latent (Gizil) Dönem İlkokul dönemini kapsayan yedi - on bir yaş dönemi Freud‘a göre Latent dönem olarak adlandırılır. Bu dönemde çocuk önceki cinsel meraklarını ansızın unutur. Ruhsal ve cinsel alanda daha önceki yıllarda yaşanmış olan çalkantılar ve çatışmalar yatışır. Okula başlama, cinsel aktivitelerin azalması ve toplumsallaşma görülür. Toplumsal kurallar benimsenir. Bu dönemde anne-baba ve aile bireylerine, öğretmen ve akranlar eklenmiştir. Çocuk artık anne babasının yanında başka kişilerle de özdeşim kurar. Bu dönemde cinsel roller sağlamlaşır ve pekişir. Kız ve erkek çocukların oyunlarının niteliği farklılaşır. 5. Genital (Puberte) Dönem Freud ergenlik dönemini Genital dönem olarak adlandırmaktadır. Çocuğun cinselliği üreme amacına yönelik değildir daha çok haz almaya yöneliktir. Ergenlik ile birlikte kişinin cinselliği üreme amacına yönelik hale gelir. Bu dönem çocuklukla erişkinlik arasında yer alan, ruhsal sorunları bol olan bir dönemdir. Buna paralel olarak çocukluğun bağımlılık döneminden, erişkinin bağımsız dönemine geçiş başlar. Bu dönemin amacı gencin anne-babasına olan bağımlılığından koparak, aile dışındaki karşı cinsle olgun ilişkiler kurabilmeyi öğrenmesidir. 106 C. Cinsel Eğitimin Önemi Anne-babanın gerek çocuklarının cinsel kimliklerinin oluşumunda, gerekse cinsel eğitimlerinde rolleri büyüktür. Konuyu ülkemiz düzeyinde ele alırsak takınılan tavırların genellikle uç noktalarda ve hatalı olduğu görülmektedir. Ülkemizde eskiden beri cinsel konuların anne- babayla konuşulması gelenek ve göreneklerimize göre yasaklanmıştır. Gelenek ve göreneklerimiz nedeniyle cinsel konularda görülen bu yasaklar ve koşullandırmalar gençlerimizi karşı cinsle konuşmaktan bile alıkoyarken, zaman zaman eş cinsellik, kız kaçırma ya da ırza geçme gibi sapıklığa ve suça itebilmektedir. Çocukluk döneminde cinsel yaşam konusunda eksik, hatalı bilgiler, gencin evlendiği zaman cinsel uyumu olmayan, doyum sağlayamayan, sinirli öfkeli uyumsuz birey olmasına neden olabilir. Çocuk yetiştirmede ebeveyn yaklaşımlarında sınıfsal farklılıklar gözlenmektedir. Üst sosyo-ekonomik seviyedeki ebeveynler çocuk cinselliğine karşı nispeten açık ve kabul edicidir. Çocuklarının ilgilerine açıklık getirirken, alt sosyo-ekonomik seviyedeki aileler, çocuklarının cinsel ilgilerini bastırmaya eğilimlidir. Çoğu anne –baba cinsel eğitimin çocuğa ya da gence bu konuda sadece bir şeyler anlatmak olduğu düşüncesindedir. Oysa anne-babaların birbirlerine karşı davranışları çocuğun vücudunu araştırmasına, keşfetmesine karşı tepkileri, tuvalet alışkanlığının kazanılmasındaki tutumları, çocuğun sorularına verdikleri yanıtlar ve çevresini öğrenme konusundaki girişimlerine karşı aldıkları tavır çocuğun cinsel gelişiminde 107 önemli rol oynar. Çocuk üç yaşına geldiğinde kız-erkek ayırımlarını fark etmeye ve cinsellikle ilgili sorular sormaya başlar. Bu doğal bir gelişimdir. Ebeveyn paniğe kapılmamalı çocuğun sorduğu sorulara doğru cevaplar vermelidir. Cevaplar ayrıntılı, uzun, çocuğun kavrayamayacağı kadar karışık olmamalıdır. Sadece çocuğun sorduğu kadar anlatılmalıdır. Çünkü çocuk her yaşta farklı sorular sorarak meraklarını giderecektir. Cinsel eğitim gerçeğe uygun olmalıdır. Çocuğa biyolojik açıdan üreme, cinselliğin aile yaşamında ve toplumdaki önemi anlatılmalıdır. Cinselliğin kişiliğin bir parçası olduğu vurgulanmalı, yaş ve gelişim düzeyine göre kürtaj, doğum kontrolü, gayri meşru çocuklar üzerinde durulmalıdır. Ebeveynler, öğretmenler cinsel eğitim konusunda yeterli, doğru ve çocukların gelişimlerine uygun bilgiye sahip olmalı ve bu konuda çocuklarına yardım etmeli, yol göstermelidir. -ÜNĠTE 11ERGENLĠK DÖNEMĠ BEDENSEL GELĠġĠM BĠLĠġSEL GELĠġĠM DUYGUSAL GELĠġĠM SOSYAL GELĠġĠM AHLAKĠ GELĠġĠM GELĠġĠMĠN YAġLARA GÖRE ÖZELLĠKLERĠ ERGENLĠK DÖNEMĠNDE ANTĠ-SOSYAL DAVRANIġ ERGENLĠK DÖNEMĠNDE KARġILAġILABĠLECEK SORUNLAR ERGENĠN AĠLE ĠÇĠ ĠLĠġKĠ VE SORUNLARI ERGENLĠKTE CĠNSELLĠK 108 ÜNĠTE 11- ERGENLĠK DÖNEMĠ ‗Ergen‘ sözcüğü, Batı literatüründeki ‗adolescent‘ in karşılığı olarak kullanılmıştır. Latincede büyümek, olgunlaşmak anlamında kullanılan ‗adolescere‘ fiilinin kökünden gelmekte olan bu sözcük, yapısı gereği bir durumu değil, bir süreci belirtmektedir; ünümüzde bireyde gözlenebilen hızlı ve sürekli bir gelişme evresi olarak da tanımlanabilmektedir. ( Yavuzer, Haluk, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007, s.262. ) Ergenlik dönemi, biyolojik, psikolojik, zihinsel ve sosyal açıdan bir gelişme ve olgunlaşmanın yer aldığı çocukluktan erişkinliğe geçiş dönemidir. Ergenliğin gelişimi ve sürekliliği devam edegelen bir süreçtir. Ergenlik genellikle hızlı fiziksel değişimlerle başlar, psikososyal olgunlaşma ile sürer. Kişinin bağımsızlığını ve sosyal üretkenliğini kazandığı, çok da belirli olmayan bir zamanda sona erer. Başlama yaşı gibi bitiş zamanı da bireye, ülkeye, sosyal çevreye göre değişimler gösterebilir. Buna karşın genellikle 11–12 yaşlarında başladığı ve yirmili yaşlarda sona ermesi gerektiği kabul edilmektedir. Ergenlik dönemi uzun bir dönem olduğu için 12–14 yaş arası erken ergenlik, 14–17 arası orta dönem, daha sonrası da geç dönem olarak değerlendirilebilir. 109 Ergenlik dönemi hızlı gelişen bir dönemdir. Bu dönemde birbirine zıt gibi görünen duygular bir arada yaşanabilir. Aynı anda hem hüzün hem de mutluluk dönemi olan ergenlik, benzer şekilde grup halinde yaşama ve yalnızlığı, öncelikle başkalarının gereksinimlerini düşünme ve bencilliği içinde taşır. Bir yandan hızlı fiziksel, cinsel, düşünsel değişimlerin yanı sıra, toplumun ona yüklediği yeni istekler ergenliğin özünü oluşturur. Toplumun ergenden istekleri yaşanan topluma göre değişiklik göstermekle beraber, temel beklenti, olgunlaşması ve bağımsız yaşayabilmesidir. Ergenlik döneminde cinsel organlardaki gelişim, fonksiyonuyla doğrudan ilgili olan temel cinsel özelliklerle, üreme fonksiyonuyla dolaylı olarak ilgili olan (tüylenme, göğüs ve kalçanın gelişimi vb. gibi) özellikler biçiminde özetlenebilir. Ergenlik döneminin bir bölümünü oluşturan bu evre, kızlarda 6 ayı biraz aşarken, erkeklerde 2 yıl, hatta daha da fazla sürebilir. Ergenlik dönemini, cinsel olgunluğun görüldüğü erinlik evresiyle özdeş tutmamak gerekir. Her ne kadar erinlik, ergenliğin bir evresini oluşturmaktaysa da, erinlik öncesi, erinlik ve ergenlik aşamalarını içeren uzun süreli bir dönemdir. Ergenlik, tek başına fizik olgunluğu değil, olgunluğun tüm yüzlerini içeren bir yaşam dilimidir. (Yavuzer, Haluk, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007, s.263.) Ergenlik döneminde ergen kendinde olan değişikliklerin farkındadır. Kendisi için yeni olan birtakım duygular içindedir. Bu dönemlerde karşı cinse yönelik olan ilgisinde artma olur. İşte bu noktada, cinsel olgunluk ve büyümenin, ergenlikteki tüm fizyolojik gelişim ve olgunlaşma değişiklikleriyle ilgili olduğu görülür. Fizyolojik yönden ergenliğin, özellikle üreme organlarıyla ilgili salgı bezlerinin olgunlaşıp büyümeleri sonucu işlevlerine başlamalarıyla tamamlandığı kabul edilir. Ayrıca bu yıllardaki bedensel değişimler bireyin uyumsuzluğuna neden olur. Sosyal olarak kabul görme, aileden ve diğer insanlardan saygı ve sevgi bekleme, kendine saygı duyma, başarı isteği, bedenen güzel ve güçlü olmak arzusu ve bağımsızlık ergenlik dönemindeki beklentilerin önemli bir kısmını oluşturur. A. BEDENSEL GELĠġĠM Ergenlik dönemi bir dizi fiziksel değişikliği içerir. Ergenlik döneminde olan ve cinsel gelişimi de içine alan bu fiziksel değişimlere puberte (buluğ) denir. Puberte başlangıcı değişiklikler gösterir. Bu değişiklikte genetik, beslenme ve sağlık etkilidir. Kızlarda 11(8–13) yaş civarı olan puberte başlangıcı, erkeklerde kızlardan genellikle iki yıl sonra başlar (13–14). Bitiş ise kızlarda 16 yaş civarı iken, erkeklerde 17–18 yaşa değin sürer. Değişimler boy, kilo, iskelet sistemi, kas ve yağ dokusu, solunum ve dolaşım sistemlerinin yanı sıra, merkezi sinir sistemi ve üreme organlarındaki gelişimi de kapsar. Ayrıca etnik ve kültürel farklılıklarında etkili olduğu düşünülmektedir. Bu zaman aralıklarından önce başlaması, erken ergenlik olarak adlandırılır. Gelişimsel ve psikolojik olarak sorun yaratabileceğinden yardım almak gerekebilir. Bedensel değişiklikler nedeniyle ergen gizliliğe daha çok önem verir. Oda, banyo gibi yerlerde kapıyı kilitlemeye başlar ve izinsiz girilmesine tepki gösterirler. Ergenin bedensel gelişimi dendiğinde, beden yapısı ile ilgili olarak akla gelen en önemli gelişmeler, boy ve ağırlık artışıyla iskelet ve kas gelişimi, iç salgı sistemindeki gelişim ve çeşitli organlarda görülen büyümelerdir. GeliĢmede Hormonların Rolü 110 Ergenin cinsel açıdan olgunlaşmasıyla bedensel değişimleri ve kısa süreler içinde boy atarak büyümesi, hipofiz bezinin büyüme hormonu salgılaması sonucu gerçekleşir. Bu hormonun salgılanmasının hızla artması emri, beynin önemli ve karmaşık bir bölümü olan hipothalamus tan gelir; ama ancak hipothalamus gereğince olgunlaştıktan sonra. Bu oluşumun yaşı ve süreci ise kişiden kişiye farklılık gösterir. Hipofiz bezinin salgıladığı hormonlar, başta tiroid ve adrenal bezleri olmak üzere, iç salgı (endokrin) bezlerinin çoğunu etkiler. Bu hormonlar husyeler (testiküller) ile yumurtalıkların (överler) büyümelerini etkileyici olduğu kadar, onların salgıladıkları hormonları da uyarıcı niteliktedir. Cinsel erinlik ise erkeklik hormonu olan androjen ve kadınlık hormonu - östrojen ile gerçekleşir. Buraya kadar sözünü ettiklerimizle bütün diğer hormonlar çok karmaşık biçimlerde birbirleriyle ilişkili olarak işlev görürler ve gerek erinin, gerekse ergenin birçok bedensel ve iç gelişmelerini yönetirler. Cinsellik ile hormonların ilişkisi üzerine yapılan ilk araştırmalarda, dişilerin yalnızca dişilik hormonları, erkeklerin de sadece erkeklik hormonları ürettikleri varsayılırdı. Sonuç olarak hormonlar, onları üreten cinslere göre adlandırılmışlardı. Gerçekteyse biri diğerine karışmış durumdadır ve gerek kadınlık, gerekse erkeklik hormonları her iki cinste de bulunmaktadır. Kadınla erkek arasındaki hormon farkı, erkeklik ve kadınlık hormonlarının oranında ortaya çıkmaktadır. Erkeklerde erkeklik hormonunun etkisi, erkek vücudunun salgıladığı kadınlık hormonunun etkisinden çok fazladır. Nitekim bunun tersi de kadınlar için geçerlidir. Ancak kadınlarda cinsel organlarla koltukaltlarının tüylenmesi, kadın vücudunun ürettiği erkeklik (androjen) hormonunun etkisiyle olur. Boy GeliĢimi Ergenliğin başlangıcının en belirgin habercisi, boy uzamasıdır. Değindiğimiz gibi, boy uzamasıyla tüm büyümeyi ve gelişmeyi hipofiz bezinin ön yumrularından çıkan salgılar düzenlemektedir. Boy uzaması ve ağırlık artışını gösteren grafik eğrisi incelendiğinde, gerek ergenliğin başlangıcı, gerekse hemen öncesinde hızlı bir gelişim olduğu görülür. Erkeklerde hem boy, hem de ağırlık eğrilerinde yükseliş, 12–16 yaşları arasında daha keskin ve belirgin bir biçimde görülmekte ve bu ilerleme 18 yaşına kadar sürmektedir. Kızlarda ise, ergenlik öncesinde hızlı olan gelişimin, ergenlik döneminde yavaşladığı görülür. 111 Doğumda erkekler boyca kızlara oranla biraz daha uzundurlar. 10 yaş dolaylarında erkek çocuk birkaç yıl için bu boy avantajını kaybeder. Ergenlik ortalarına doğru erkek çocuk yeniden kazandığı bu avantajı yaşam boyu sürdürür. Kızlarda yapılan bir boy gelişimi çalışmasında, 10–11,3 yaşları arasında ilk kez âdet gören 10 kız, 14–15,5 yaşlarında ilk kez âdet gören diğer 10 genç kızla karşılaştırılmıştır. Gözlemler sonucu erken âdet gören kız grubunun boyca en yüksek düzeye ulaşması da daha önce olmuştur. Daha geç âdet gören kızlarınsa en yüksek boy düzeylerine daha geç eriştikleri saptanmıştır. Ancak bu ikinci grubun, birinci gruba oranla daha uzun boylu olduğu görülmüştür.(Yavuzer, Haluk, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007, s.265.) Ağırlık GeliĢimi Ağırlık ve boy gelişimleri karşılaştırıldığında, ağırlık artışı, boy uzamasına paralel bir gelişim izler. Cinsler arasındaki farklılıkların da aynı düzeyde olduğu dikkati çeker. Erinlik öncesinde kızlar erkeklere oranla daha hafiftirler. Erinliğin başlarında kızların erkeklerden biraz daha ağır oldukları görülür. Ancak erinliğin sonlarına doğru erkeklerin kızlardan daha ağır oldukları ve bu avantajlarını geri kalan yaşam evrelerinde de sürdürdükleri dikkati çeker. Ġskelet ve Kas GeliĢimi Ergenlik döneminde ağırlık artışı, kas ve kemiklerin büyümesiyle gerçekleşir. Çocukluk döneminde, kaslar vücudun toplam ağırlığının % 30'unu, olgunlaşma sonucu ise % 63'ünü oluştururlar. Ergenlik döneminde kemikler ağırlaştığı gibi, hacimce de büyürler. Bilindiği gibi, yeni doğmuş bebeğin iskelet yapısı çoğunlukla kıkırdaktan oluşmaktadır. Çocukluk dönemi sırasında kıkırdakta kalsiyum fosfat ve diğer minerallerin depolanması sonucu kemikleşme görülür. Erinlik dönemindeki iskelet yapısında 350 kemik vardır. Erişkinlikte ise, bu kemik sayısı 206'ya düşer. Kemikleşme olgusu ergenlik yılları boyunca olgunlaşmaya kadar sürer. Yapılan çalışmalar kemikleşme derecesinin beslenmeyle yakından ilgili olduğunu göstermiştir. Beden ġekli ve Oranları 112 Beden şekli ve oranlarındaki önemli değişiklikler, ergenlik dönemindeki fiziksel büyümenin karakteristiğidir. Çocukluk dönemlerinde kız ve erkekler arasında şekil acısından çok az farklılıklar varken, ergenlik döneminde bu farklılıkların giderek arttığı dikkati çeker. Erkek ergen şekli genellikle dümdüz uzanan bacaklar, dar kalça, geniş omuzlarla karakterize olurken, kızlardaki ergenlik dönemi biçimi eğimli olarak uzanan bacaklar, geniş kalçalar, dar omuzlar şeklindedir. 15 yaşındaki ergen, bazı gelişim faktörlerini tanıyabilmekte ve bunların insanlar arası ilişkilerdeki etkisini bilmektedir. Örneğin, kısa ya da çok uzun boylu olmak, çok şişman ya da çok zayıf olmak, ergenin grup içindeki statüsünü ve arkadaş ilişkilerini etkileyen önemli bir faktör olabilir. B. BĠLĠġSEL GELĠġĠM Bedensel ve cinsel değişimlerle birlikte ergenler zihinsel yeteneklerinde de değişim yaşarlar. Bilişsel gelişim ergenlerin yalnız kendilerini, ailelerini, arkadaşlarını ve öğretmenlerini değil, dünyalarını görme biçimi üzerinde uzun süreli etkiler taşır. Ergenlerin düşünme süreçleri değişir. Gittikçe artan biçimde geleceğe yönelik ve soyut düşüncelerle ilgili olurlar. İdealizm kazanır. Cinsellik, ahlak, din gibi konularla ilgili gerçekten kendilerine ait bir değerler takımı edinirler. 11–12 yaş dolaylarında başlayan mantıksal düşünmenin yetişkinler düzeyine ulaştığı bu döneme soyut işlemler dönemi denir. Somut işlem döneminde olan bir çocuk gerçek sorunlarla uğraşmak zorunda olduğu halde (çünkü onun düşüncesi şimdiki zaman ile sınırlı) soyut işlem düşüncesine sahip olan ergen, yakın çevreyi varsayımsal bir geçmişe ya da geleceğe bağlayan olası sorunlarla uğraşır (geleceği hesaba katabilir). Somut işlem döneminde bir çocuk bilgi somut olarak verildiğinde (bilgi ile görsel ya da fiziksel bir ilişki kurabileceği ölçüde) bilgiyi sistemli ve mantıklı bir biçimde işleyebilir. Ergen ise olaylar olmadan sonuçlarını kestirme yeteneğini geliştirir. Zihninde birçok seçeneği gözden geçirip inceleyebilir, mantıksal sonuçlar çıkarabilir ve ister somut, ister soyut biçimde sunulsun, karmaşık sorunları sistemli bir biçimde çözebilirler. Kısacası ergenler, geleceği varsayımlar doğrultusunda görme ve gerçek ya da olası sorunlara seçenek çözümler üretmelerine olanak veren yetenekler kazanırlar. Ergenin geleceğe yönelik palanlar yapabilmesi, davranışlarını eleştirebilmesi, değerler sistemini olgunlaştırabilmesi ve kendini tanıyarak kabul edebilmesi soyut düşünme yeteneğinin kazanılmış olmasını gerektirir. O nedenle okullarımızda çocuğu ilgilendiren konular üzerinde soyut düşünme yeteneğinin sınırlarını genişletici tartışmalara yer vermek, onları ders dışı okumalara yöneltmek ve okunanları değerlendirmek vazgeçilmez etkinlikler olmalıdır. C. DUYGUSAL GELĠġĠM Oldukça uzun ve dengeli bir davranış döneminden sonra çocuk, ansızın dengesiz ve düzensiz bir evre olan ‗ergenlik dönemi‘ nin eşiğinde kendini bulur. Ergenlik dönemi, özlem duyulan bir yaşam dilimi olmadığı gibi, gelişmekte olan çocuk için de yaşanması oldukça zor bir evredir. Bu evre, ‗gence hiçbir şey anlatamadığımız için, anlatma çabasının yoğun olarak sürdürüldüğü bir dönem‘ şeklinde açıklanabilir. Ergenlik konularındaki çalışmalarıyla tanınan Stanley Hall, hızlı ve belirgin değişikliklerin bu dönemde yer aldığını, bu evrede çocuğun tümüyle yeni bir kişiliğe büründüğünü ileri sürer. Hall ‗a göre bu değişiklikler cinsel olgunluk sonucu, yani biyolojik kaynaklıdır. Hall bu dönemi bir ‗fırtına ve ergenlik‘ evresi olarak tanımlar. Ona göre bu evredeki genç, duygusal, dengesiz, önseziden yoksun bir bireydir. (Yavuzer, Haluk, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007, s.268.) 113 Duyguların Yoğunluğunda ArtıĢ: Buluğdan başlayarak ergenin duygularının yoğunluğunda artma olur. Üzüntü, sevinç, öfke, korku gibi duygularını ifade ederken bu yoğunluk göze çarpar. Artan duygululuk ve coşku hali ergende duygularını dışa vurma ve ifade etme ihtiyacını doğurur. Olumsuz duygular el, kol hareketleri, yüz ifadesi ve bağırma gibi sözlü ve sözsüz davranışlarla dışa vurulurken, heyecan, coşku ve karşı cinse yönelik duygular şiir veya öykü yazma, hatıra defteri tutma aracılığı ile kâğıda yansıtılır. ÂĢık Olma: Karşı cinse yönelik ilgiler buluğ öncesinde başlar. Ergenlikte cinsel içerikli beğenme ve beğenilme arzusu bireye heyecan veren bir duygudur. Cinsler arasındaki yakınlaşma eğilimi, ergenliğin başlarında daha çok grupta bir arada olma isteği taşırken sonraları karşı cinsten belirli bireylere yönelmiş romantik duygular ortaya çıkar. Mahcubiyet ve Çekingenlik: Buluğ öncesinden başlayan ve buluğda da devam eden bir durumdur. Adeta vücutlarını saklamak isterler. Vücutlarında meydana gelen farklı zaman ve hızlardaki değişiklikleri saklamak ve ya kendi vücutlarını meraklı gözlerden saklama amacı taşıdığı düşünülebilir. AĢırı Hayal Kurma: Biyolojik-cinsel gelişme, duygululuktaki artış ve zihinsel gelişme, ergenlerin akıllarından geçirdikleri yoğunluğunu ve niteliğini de değiştirir. Ergen hayal kurma yolu ile arzularını düşüncelerine yansıtır. Hayal konusu geleceğe yönelik tasarılar olabileceği gibi, gerçekleşmesini isteyebileceği herhangi bir isteği de olabilir. Hayalin içeriği genellikle karşı cinse yöneliktir. Hayal etme yaratıcı düşünceyi besleyen en önemli güçtür. Bu anlamda yararlıdır. Ancak gerçekleştirilmemiş istekler sanki olmuş gibi hayal ediliyorsa, o zaman ergenler için bir sığınma ve telafi etme aracı haline getirilmiş demektir. Tedirgin ve Huzursuz Olma: Bu duygu ergenin karşı karşıya kaldığı stres uyarılarının etkisine göre ve uyaranları algılayış biçimine göre değişmektedir. Meydana gelen değişikliklere alışma çabalarının yanı sıra, akranları ve yetişkinlerle olan sosyal ilişkilerdeki aksamalar veya bu isteğin engellenmesi de huzursuzluk yaratabilir. Yalnız Kalma Ġsteği: Buluğdaki bir kız veya erkek zaman zaman başkalarından uzaklaşmak, kendisi ile baş başa kalmak istiyor gibidir. ÇalıĢmaya KarĢı Ġsteksizlik: Hızlı büyümenin olduğu bu dönemde ergenin bir miktar durgun ve atıl olduğu adeta hareket etmeye üşendiği zamanlar vardır. Çalışmaya daha az isteklidir. Vücut enerjisini adeta büyümeye harcıyor gibidir. Çabuk Heyecanlanma: Ergen yeni durumlarla karşılaştığında, bu kendisi için alışık olmadığı bir durumsa heyecanlanıp korkabilir. Heyecan dengesi tam oluşmadığı için duygularının kontrolü zordur. Çoğu ergen heyecan verici durumlar karşısında kolayca kızabilir. Kızarma ergende korku yaratan istenmedik bir durumdur. Sadece bu korku tek başına ergeni heyecanlandırıp, kaygısını arttırabilir. Ergen bu durumda kendisinin başkaları tarafından aciz, güvensiz ve korkak gibi algılanabileceğini düşünür ve bu izlenimi bırakmaktan dolayı üzüntü duyar. Heyecanların kontrolü öğrenme ile kazanılır veya olgunlaştıkça belirli durumlar karşısında gösterilen duygusal tepkilerde dengelilik artar. Ergenlik Döneminde En Sık Rastlanan Heyecan Biçimleri 114 Korku: Ergenlikte korku tepkisi bir anlamda çocukluktakiyle eşdeğerdir. Genç bireyler için özellikle ―bilinmeyen‖ şeyler korkunun doğmasına temel nedendir. Ergenin ilgilendiği faaliyetlerin sonucunu kestirememesi de korkuya neden olabilir. Ergenlikte tüm duygusal konularda bireyin kendini kontrol edebilme alışkanlığını kazanabilmesi önemlidir. Ergenlikte korku Üç Temel Noktada incelenebilir: 1. Objelere Karşı Duyulan Korkular: Yılan, köpek, uçak, fırtına, ateş gibi objelere karşı duyulan korkular. 2. Sosyal İlişkilerden Duyulan Korkular: Diğer insanlarla tanışmak, alaycı kimselerle bir arada olmak, topluluk önünde konuşmak ya da çoğunluğu büyüklerden oluşan bir gruba katılmak, gençlerde korku meydana getirebilir. Bu tür sosyal korku, utangaçlık ya da şaşkınlık şeklinde görülür. 3. Ergenin Kendisi İle İlgili Korkuları: Yoksulluk, ölüm, kendisinin veya ailesinden bir bireyin ciddi bir hastalığa tutulması, okulda ya da işinde başarısızlığa uğraması gençte korku oluşturabilir. Genç korku durumunda kaçma ya da (vücudun kaskatı kesilmesi, titreyip şaşırması, terlemesi gibi bedensel tepkiyle yanıt verir. Yaş ilerledikçe, çevresiyle olan ilişkilerin artması sonucu korkuların giderek azaldığı görülür. EndiĢe: Endişeler gerçek nedenden çok, hayali nedenlerden oluşan korku tipleridir. Korkulan durumun zihinsel düzeyde prova edilerek yinelenmesidir. Genellikle korkudan daha uzun sürerler. Burada gelecekte beklenen durumlardan duyulan gerilim halleri söz konusudur. Endişe, geçmişte bireye doyum sağlamayan bazı olaylar üzerine, oluşabildiği gibi, bireyin başarmak istediği geleceğe yönelik faaliyetlerini de içerebilir. Orta ve lise öğrencileri özellikle çeşitli okul sorunları hakkında, dış görünüş ve arkadaşları arasında popüler olmama, endişe yaratan diğer konular arasında sayılabilir. Öfke: Ergenlik döneminde öfkeye neden olan uyarımlar genellikle sosyal kaynaklıdır. Ergenle alay edilmesi, ona yalan söylenmesi öfkeyi oluşturan başlıca nedenlerdir. Duygusal Kırıklıklar: Bir arzu ya da amacın önüne çıkan dış veya iç engeller ergene kırıklıkların oluşumuna yol açar. Bu durumların çok azında öfke, ama hepsinde sıkıntı hali görülür. Ergen kırıklığını sosyal çevrenin kabul edebileceği bir davranış biçimde belli eder. Bireyin kırıklık anında göstereceği tepki onun yaşına, toplumsal geçmişine, deneyimlerine ve kendisine kırıklık yaratan nedeni algılayış biçimine bağlıdır. 115 Gencin arzularını gerçekleştirmesini etkileyen faktörleri beş grupta toplayabiliriz. 1. Biyolojik yetersizlikler: Bireyin arzuları, biyolojik kapasite ve yeteneklerinin çok üstündedir. 2. Yetersiz alışkanlık yetenek ve beceriler: ergenlik döneminde birey tam bir uyum gösterebilmek için gerekli olan alışkanlık, yetenek ve becerilerden yoksundur. 3. Çevresel yetersizlik ve tehlikeler: Maddi yetersizlikler, sosyal merkezlerden uzak olmak, arkadaşı gibi davranmasını engelleyen okul ve ailelerin kural ve disiplinleri, gencin kırıklığa uğramasına neden olur. 4. Ergende biyolojik ve psikolojik gereksinmelerden doğan karmaşık istek, nefret, tercihlerle dolu tavırların yarattığı bir ruhsal durum egemendir. Ancak huzurlu bir aile ortamında duygusal bakımdan sağlam bir yapı içinde, bu arzular rahat bir şekilde karşılanırsa çevreye uyum kolaylaşır. (Yavuzer, Haluk, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007, s.274.) Ruhsal zorlanmalar: İnsan, faaliyetlerinde engellendiğinde bir gerilim veya bunalım yaşarlar. Her hangi bir baskı, hoş olmayan bir olay, yüklenilen ağır görevler veya üzüntü yaratan olaylar ruhsal zorlanma olarak nitelendirilebilir. Uygun eğitim öğretim ya da yaşantılar ortamı sağlanamadığında şu davranış ve bozuklukları görülebilir: - Öğrencide sosyal geri çekilme. - Uyumsuz davranışlar (kaçma, çalma, suça yönelme vb.) - Madde bağımlılığı (sigara, alkol, bali, tiner, uyuşturucu ) - Davranış bozuklukları (stres, depresyon, nevroz, psikoz ). - Çatışma (aile, okul, sokak ) - Uzaklaşma. D. SOSYAL GELĠġĠM Sosyal gelişme, kişinin içinde yaşadığı toplum tarafından kabul edilebilir biçimde davranmayı öğrenme sürecidir. Çocuğun diğer insanlarla olan sosyal ilişkilerinin nasıl olacağı hayatın ilk yıllarındaki öğrenmelerine bağlıdır. İnsanlarla sıcak ilişkiler kurmaktan hoşlanan çocuklar bu davranışı öğrenme ile kazanırlar. Bu bakımdan anne-baba ve diğer yetişkinlerin sosyal davranışları çok önemlidir. Çocuğun tek çocuk, ortanca veya büyük çocuk olup olmadığı, kardeş sayısı, cinsiyeti, ailenin büyüklüğü, ailenin katıldığı sosyal deneyimlerin kalitesi, eve misafir gelişi, misafir ağırlama biçimi, ebeveynin evdeki misafire takınması gereken tavır, ailenin sosyal, ekonomik ve kültürel seviyesi hep topluma uymasını, sosyalleşmesini etkileyen belli başlı faktörlerdir. Aralarında çok yaş farkı olan kardeşi olma, sosyalleştirmeyi güçleştirebilir. Kardeşlerin ve ev halkının hep aynı cinsiyetten olması karşı cinsle ilişki kurmayı güç hale getirebilir. Toplumsal Uyum: Ergen, toplumda saygınlık kazanmaya ve statü sahibi olmaya gereksinim duyar. Toplumsal uyum geniş ölçüde bu gereksinmenin karşılanmasına bağlıdır. Ergenlik yılları bir anlamda, toplumsal gelişim ve uyum yılları olarak da nitelenebilir. Toplumsal uyum zamanla kazanılır. Bu uyum ergenlik döneminde bazı deneyimlerle gelişir. Bu evrede birey kendi cinsinden oluşturduğu grup içinde faaliyetlerini düzenlemeye çalışır. İlk sosyal uyumlarını gerçekleştirirken kendilerine deneyim fırsatı tanınan, özgür bir aile ortamında, yeterince sevgi ve güven ortamı içinde büyüyen çocukların ergenlik döneminde başarılı olmaları için gerekli ortam hazırlanmış demektir. Bu nedenle anne ve babaların önce çocuklarını tanımaları, onların ilgi ve yeteneklerini bilmeleri, onları özerk kılmak üzere fırsat hazırlamaları, nihayet onların sorularına arkadaşça 116 kuracakları diyalog yardımıyla eğilmeleri ergenlik döneminin kolayca aşılmasına yardımcı olacak etkenlerdir. ÖzdeĢleĢme: Ergenlik çağı, kişiliğin toplumsal nitelik kazandığı bir arayış dönemidir. Ergen, kim olduğunu, neye değer vereceğini, kime bağlanıp inanacağını, amacını bulmaya çalışır. Çevresinde daima onun gibi olmak istediği kişileri arar. Böylece özdeşleşme yaparak kişiliğine biçim verirken, yetiştiği çevrenin ekonomik ve sosyo-kültürel koşullarının etkisi altında, sorumluluk ve özerklik arasında denge kurmak ister. Zamanla karşı cinse olan düşmanca duyguların yerini ilgi alır. Ergen zamanla içinde bulunduğu grubun idealleri ve sosyal standartlarıyla kendi davranışlarını değerlendirmek durumundadır. Yeteneklerini, dürtü ve ilgilerini grup istekleri doğrultusunda yöneltmesi doğrultusunda başarısı gelişir. Ergenin değişen ve gelişen kişiliği içinde, çevrede yeni değerler aramaya, kişiliğinin olgunlaşmasında rol oynayan özdeşleşme ile sorumluluk kavramlarına yanıt bulmaya çalışır. Bu kavramlar gence kişilik kazandırır, toplumla ilişkilerini biçimlendirir, toplumdaki yerini ve rolünü oluşturur. Özdeşleşme, gençlik çağına özgü ruhsal yapı içinde aile bireylerinden başlayarak çevredeki kişilere, düşüncelere, kültüre doğru gittikçe genişleyen bir alanda, gencin istemli ya da istemsiz olarak benimsediği, özümlediği düşünce davranış, tutum ve eylemlerden oluşan bir süreçtir. Özdeşleşmenin oluştuğu ortamın toplumsal, ekonomik, kültürel özellikleri, bir yandan kişiliği oluştururken, öte yandan kişilikle toplum arasındaki tüm ilişkilerin temeli olan özerklik ve sorumluluk kavramlarını biçimlendirir. KiĢilik ve Çevre: Kişilik ve çevreye baktığımızda, gencin kişiliğini yani duygu, düşünce, tutum, eylem ve davranışını değerlendirmek, ancak onun içinde yaşadığı ya da içinde çıktığı evreyi tanımak, bu evre içinde sözü edilen temel kavramların ne biçimde geliştiğini bilmekle olur. Ergenlerin duygu, düşünce, davranış, eylem, amaç ve beklentileri 3 katmandan oluşur. Bunlar, temel kişilik yapısı, gençlik çağına özgü psiko-sosyal özellikler, gencin yaşadığı çevrenin sosyal kültürel, ekonomik özelliklerdir. Bu üç katmanın oluşturduğu kişilik yapısı içinde genç, özdeşleşme, sorumluluk çabalarına çözüm arar. Bu çözüm gencin içinde yaşadığı kesimin özelliklerine göre değişik olur. 3 kavram arasındaki dengesizlik, bireysel ve toplumsal sorunlara yol açar. Bu kavramların sağlıklı gelişmesi, gençle içinde yaşadığı toplum arasındaki ekonomik, kültürel dengeye bağlıdır. Tüm ergenlik dönemi içindeki evrelere baktığımızda, uzmanların büyük çoğunluğu, 12–25 yaşları dolaylarını olumsuz olarak tanımlamaktadır. Karşıtlık, dengesizlik olguları, bu dönemde ağır basmaktadır. E. AHLAKĠ GELĠġĠM 117 Çocukların zihinsel işlevleri yeterince gelişmediği için, ergenlerden ve erişkinlerden farklı ahlaki değer algıları vardır. Ergenlik döneminde ise zihinsel işlevlerinin gelişiminin hızlanması nedeniyle ahlaki değerler önem kazanır. Aynı zamanda sosyal beklentiler ve ergenin yaşadığı deneyimler ergenlik döneminde artar. Kimlik ve benlik kavramlarının oturması için, ergenin bazı değerler oluşturmaya ihtiyacı vardır. Çocukluk döneminde özdeşim yapılırken iyi, kötü, doğru, yanlış gibi kavramlar öğrenilmeye başlanır. Başlangıçta anne-babanın engellemeleri nedeniyle ve ceza korkusuyla yapmadığı davranışları, zamanla kendiliğinden yapmamaya başlar. Çünkü bu değer yargılarının öğrenir ve kendini denetler. Toplumsal, ahlaki ve dini kuralları öğrenir. Bunlara uymamak için utanç, korku ve kaygı yaratır. Ahlaki değerlerin gelişimi ve etkileri ebeveyn tutumları ile bağlantılıdır. Çocuğa değer veren, sevgisini gösteren ve başarısını öven, nedenleri açıklayan aile tutumu, ahlaki değerlerin özümlenmesini sağlar. Aynı zamanda kendine güvenli, sorumluluk alabilen ve karar verebilen bireyler olurlar. Buna karşın, korkutma, ceza ve fiziksel şiddete dayalı tutum izleyen, eleştiri yapan aileler, ahlaki olgunluğu sağlayamadıkları gibi, çocukların kendilerini değersiz hissetmelerine neden olurlar. Çünkü insanlar başkaları onlara değer verdikçe, kendilerine değer vermeyi öğrenirler. Kendilerine saygı, ergenlikle beraber artar. Başlangıçta başkalarının onları kabul etmesi ile ilişkiliyken, olgunlaştıkça kişisel başarıları rol oynar. Kendine güveni olmayan ergenin, yanlışı da çok olacaktır. Ailevi destek, uyarıcı ve düşünmeye sevk eden eğitim, sosyokültürel çevre yüksek düzeyde bir ahlaki gelişimi besler. Ergenlik döneminin en önemli dönemlerinden biri de idealizmdir. Bu nedenle ergenler, her şeyi sorgular, kendilerini adayabilecekleri sosyal ya da politik nedenler bulmaya çalışır, dünyaya zarar verici durumlara çözüm arar. Bu tür idealizmleri olan ergenlerle olmayanların, erişkin dönem için kendilerine seçtikleri yaşam biçimleri farklılık gösterir. Bu dönemde ergenin sorguladığı şeylerden birinin aile düzeni olması, ebeveynler için rahatsızlık verici olabilir. Politika ve dine bakış ergenlikte değişim gösterir. Politik düşünceleri ergenlikle birlikte daha soyut, otoriteye karşı ve çatışmaya yönelik olur. Zihinsel gelişimleri ile orantılı olarak, politik olayları değerlendirme ve yargılamaları da gelişir. Ergenlik döneminde din daha da anlaşılır ve Tanrı daha soyut bir güç olarak algılanmaya başlar. Kültürlere, toplumlara ve yaşanan zamana bağlı olmakla birlikte, ergenlik döneminde dini konularda zorlamak işe yaramaz. Bu durum geçicidir. Bir süre sonra ergen dini gereklerini kendi isteği ve yönelimine göre düzenler. F. GELĠġĠMĠN YAġLARA GÖRE ÖZELLĠKLERĠ 118 A. Gesell, ergenlik dönemindeki duygusal ve toplumsal gelişimleri yaşlara göre adım adım inceleyerek açıklamaya çalışmıştır. Gesell‘ e göre en belirgin farklılıklar ergenliğin ortalarına doğru görülür. Gesell, 14–15–16 yaşlarındaki bu gelişim özelliklerini şöyle sıralar: On Dört YaĢ: Bu yaştaki ergende daha çok duygusal alanda farklılıklar görülür. 13 yaşın verdiği ürkeklik, yerini dışa dönük bir yapıya bırakmıştır. Ergenin ev içindeki yaşamında gülerek, konuşarak daha etkin olduğu görülür. 14 yaşında ergen, gerek çevreye gerekse kendisine karşı öncesine oranla daha çok yönelmeye başlamıştır. Bedenindeki belirgin fizyolojik değişiklikleri ve fazla enerjiyi hissetmesine karşın, kendine güven duyar. Bu yaştaki genç, yaşamı sever, daha neşeli ve dışa açıktır. 13 ve 14 yaşındaki ergenlerle yapılan karşılaştırmalı çalışmalar, 13 yaşındakilerin daha ciddi ve dikkatli olduklarını ortaya koymuştur. 14 yaşındaki gencin yetişkinlere ve aile bireylerine olan tutumu daha olgunlaşmış, artık evini sosyal bir kurum olarak görmeye başlamıştır. Bu da onun her şeyi eleştirmesine yol açar. Anne-babayı eleştirme, onların düşüncelerini benimsememelerine karşın, aile bağları daha güçlenmiştir. Anne babayla genç arasında, karşılıklı saygı ve güven ilişkisi başlamıştır. Gençler, başkalarının duygularını daha iyi anlama, kendilerini onların yerine koyarak düşünme çabası içindedirler. 14 yaşındaki ergen, diğer insanlarla daha ilgilenir ve bireysel farkları daha yakından inceler. Başkalarının davranışlarını, kendisinin ve anne babasının davranışlarıyla karşılaştırır. Kararları, 13 yaşındaki ergenin kararlarından daha tarafsızdır. 14 yaşındaki gencin arkadaş sayısı artmıştır. Arkadaşlarının çeşitli özelliklerini tanır ve onları hoşgörüyle karşılar. Arkadaşlarına çok bağlıdır ve akranları tarafından sevilen bir kişi olmayı amaçlar. 14 yaş gruplaşmasında, kişilik ve cinsiyet farkları giderek açık seçik bir şekilde ortaya çıkar. Çoğunlukla erkekler, arkadaşlarını kendi cinslerinden seçerler. Genç kızlar ise kişilik özellikleri kendilerine yakın olanları arkadaş seçme eğilimindedirler. Okulların hemen hemen hepsinde her sınıfta gruplaşmalar göze çarpar. Spor, tiyatro ve müzik gibi faaliyetler genç kızları birbirlerine bağlar. 14 yaşındaki kızların etkin olarak oluşturdukları bu gruplar, psiko-sosyal açıdan büyük önem taşır. 14 yaşındaki genç, canlı, enerji dolu ve iyimserdir. Herhangi bir konunun iki yönünü de görür ve bağımsızca fikir yürütür. Thurstone‘ a göre, insan zekâsının en önemli yönü olan dil anlayışıyla sözcük seçimi, 14 yaşında yetişkinlerin düzeyine çok yaklaşır. Bu yaş, mantıklı ve gerçekçi düşüncenin arttığı bir dönemdir. 14 yaşındaki çocuğun gelişim özellikleri, Pedagoji bölümü için büyük önem taşır. 14 yaşın kendine özgü enerjisi, açıklığı, çeşitli ilgileri, idealleri, dil anlayışı ve mantığıyla onun tüm bireysel, zihinsel ve sosyal özellikleri ergenin eğitilmesi konusunda önemli birer ilgi alanını oluşturur. 14 yaşın diğer bir tipik yanı da, bu dönemde ergenin daha mutlu olması ve kendine güven duymasıdır. Bu yeni anlayış biçimi ve kavramların gelişmesiyle genç, 14 yaşla birlikte kendi kendini eleştirmeyi de başarır. 119 On BeĢ YaĢ: 15 yaşındaki ergenin gelişim özellikleri, belli bir formülle belirlenemeyecek kadar çok ve çeşitlidir. Genç, ailesi ve öğretmenleri için çözümlenmesi çok güç bir bilmeceye dönüşmüştür. Ancak onun da en büyük arzusu, hem kendini anlayabilmek hem de başkaları tarafından anlaşılabilmektir. Bu yaştaki gencin davranışlarında bir yıl öncesine göre bazı farklılıklar görülür. 15 yaşındaki genç, 14 yaşındaki mutlu, enerjik ve güven dolu yılın tam tersine, ilgisiz ve kayıtsızdır. Başkalarının üzerinde bıraktığı donuk etki, gerçekte onun duygularıyla ilgilidir. Bu yaşın en önemli özelliklerinden biri, duyguların giderek hassaslaşmasıdır. 15 yaş gencinin duygularındaki değişim, onun alınganlaşmasına, birçok konuda rahatsız olmasına, bazı şetlere karşı koymasına ve bazılarından da korkmasına yol açar. Bu olumlu ve olumsuz duygular, büyüme ve deneyimlerle tam şekillerini bulurlar. 15 yaşındaki ergenin estetik ve dünya görüşüyle entelektüel alanda yoğunlaşan yeni algıları, 14 yaşındaki gencin geniş öğrenme meraklarının devamı sayılabilecek olumlu bir yönüdür. 15 yaşındaki gencin olgunlaşma belirtileri üç ana grupta toplanabilir: a) Giderek artan kendini gözleme ve kendini tanıma, b) Gelişen bir bağımsızlık duygusu, c) Ev, okul ve toplumdaki gruplara bağlanma ve onlarla uyuşma. Ergen, gelişimi boyunca bu üç niteliği birbiriyle uzlaştırmayı görev bilir. 14 yaşındaki ergen, evi olumlu bir kurum olarak görürken, 15 yaş gencinin ev içi ilişkilerinin giderek zayıfladığı görülür. Ergen, ev içinde az konuşup, yalnız kalmaya özen gösterir. 15 yaş genci yeterince büyümüş olduğunu düşünür, başkalarının kendine çocuk gözüyle bakmasını istemez. Bu yaştaki ergenler, ellerinde olsa tüm mekân ve zaman sınırlarını aşabilecek derecede özgürlük arzusuna sahiptirler. Özgürlük arzusunun, ergenin kendine güvenini sağlaması ve sorumluluklarını geliştirmesi açısından önemi büyüktür. Bununla birlikte 15 yaş genci, yasa ve geleneklerle belirlenmiş kurallara uymak zorunda olduğunun farkındadır. Bireyin ruhsal gelişimi grubun baskısından çok etkilenir. 15 yaş ergeni, toplum yaşamını sever, arkadaşlarıyla beraber olmaktan hoşlanır. Grup içinde yapılan tartışmalarda ergen, özgürlüğünü grubun baskısına karşı koruma gereksinimi duyar ki bu da, onun gelişmesi için çok faydalıdır. 15 yaşındaki ergenin olgunlaşması sonucu, onun sosyal ilişkilerinde bazı farklılıkları ortaya çıkmıştır. Ergen, anne ve babasının aşırı yakınlığını istememektedir. Onlarla birlikte bir toplantıya katılmak ergeni mutlu etmez. Ergenin algıları sık sık değişmektedir. Özgürlük duygusunun yanında rekabet duygusu da gelişir. Ergen, yaşanan herhangi bir olayda kendi yerini ve arkadaşları arasındaki saygınlığını arar. Bu dönemdeki bazı ergenler, okula ve bazı öğretmenlere fazlasıyla bağlanırlar. Bireysel farklar bu evrede ruhsal, toplumsal ve kişilik özellikleriyle ilgili alanlarda ortaya çıkar. Yine yetenekler, eğilimler ve liderlik özellikleri bu dönemde belirginleşir. 15 yaş genci, eleştirici bir gözle kendini algılar ve işlerini tek başına yapma zorunluluğunu duyar. Ergen, bu dönemde diğer insanlara bağlı olduğunun bilincine iyice varır, bu da onda bir gerilim yaratır. Bütün bu açıklamalardan da ergenin mutlu ve dışa dönük olan 14 yaştan uzaklaştığında psiko-sosyal açıdan karmaşık bir 15 yaş dönemine girdiği anlaşılmaktadır. 120 On Altı YaĢ: İnsan gelişmesinin büyük sarmalı irili ufaklı dairelere dönüştüğünde, bu dairelerin en büyüğünün 10 yaşında başlayıp 16 yaşında sona erdiği görülür. 16 yaşından 5 yıl sonra tam bir olgunluğa erişme söz konusudur. 16 yaşındaki ergen, büyükler üzerinde yetişkin etkisi bırakır. Kendini daha iyi yönetebilmekte ve duygusal açıdan düzene kavuşmaktadır. Bu dönemde bir hazırlık niteliğine taşıyan bir 15 yaşın ardından, 16 yaşın en önemli özelliği, bu yaşta bireyin kendine olan güveninin yeniden artmasıdır. 15 yaşındaki gençte bağımsızlık arzusu varken, 16 yaş gencinde bu bağımsızlığı yaşama isteği gözlenmektedir. Ergen bağımsızlığını doğal bir olgu olarak görür. Kendine olan güveni öylesine gelişmiştir ki ailesine de bu bağımsızlığı olağan bir şey olarak kabul ettirir. 15 yaşındaki, aileye karşı koyma tutumundan farklı olarak, 16 yaş genci, ailesinin kendine uymasını umut eder. Sürtüşmeleri azalmıştır. Herkese karşı daha hoşgörülüdür. Yaşamı olduğu gibi kabullenir. Onun için insanlar ilginçtir, onlara karşı çoğunlukla olumlu tepkilerde bulunur. Çeşitli arkadaşlıklar kurarak diğer insanlar hakkındaki bilgilerini derinleştirmek ister. Arkadaş çevresini genellikle aile çevresine yeğ tutmasına karşın, aile içi ilişkileri düzelmiş, görüş ayrılıkları azalmıştır. 16 yaşındaki gençler geleceğe daha fazla yönelmişlerdir. Yapılan araştırmalardan, kendileriyle görüşülen gençlerin çoğunun üniversiteye gitmek istedikleri belirlenmiştir. 16 yaş genci, duygularını baskı altında tutar. Fazla alınganlıktan sıyrılmıştır, gereksiz endişelere kapılmaz. İnsan doğasıyla ilgilidir. Gözlemcidir ve hüküm verir. Kendini algılaması, kendine yetmesi ve topluma uyması, onu yetişkinliğe iyice yaklaştırmıştır. Bu dönemde genç, yasaları ve toplumsal kuralları kavramaya başlamıştır. Gencin kişilinin gelişiminde önemli adımlar atılmış, gerek birey olarak, gerekse toplumun bir üyesi olarak, olumlu gelişmeler kaydedilmiştir. G. ERGENLĠK DÖNEMĠNDE ANTĠ-SOSYAL DAVRANIġ Ülkemizde suçların yaklaşık yarısını, 25 yaşın altındaki çocuk ve ergenlerin işlemiş olması ve ileri yaşlarda suç işleyenlerin büyük bir bölümünün, çocuklu ve ergenlik dönemlerinde de suç işlemiş olmaları, sorunun önemini daha da artırmaktadır. İstatistiklerin çocuk suçlarının en çok 14 yaşında işlendiğini göstermesi, zorlu ergenlik dönemi ile suç arasında dinamik bir ilişkinin varlığını göstermektedir. Ülkemizde işlenen suç türünün en çok ―şahsa karşı‖ olduğu bunu ―cinsel‖ suçlara, ―mala karşı‖ işlenen suç türlerinin izlediği belirlenmiştir. Evden Kaçma Evden kaçan gençlerin kendilerine göre tutarlı bir çok nedeni vardır.: Alışılagelmiş yaşam biçimini değiştirmek, büyüyüp olgunlaşmak, geçici de olsa huzur bulmak ve kabul görmek, yeni bir yuva ve yaşam aramak bu nedenlerin başlıcalarıdır. Evden kaçma kişisel rahatsızlılar dışında, aile gerginliklerine de bir tepkidir. Aile sorunları değer çatışmaları, sosyal konularda çatışma, okul başarısızlığı, ana-baba tarafında ihmal ya da reddediliş gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır. İşin ilginç yanı, evden kaçan gençlerin çoğu ana-babalarını sever ve sayarlar. Bu ayrılış düş kırıklığı sunucudur; ana-baba anlamamakta ya da beklentilerinde ve kurallarında son derece katı davranmaktadır. Onlara göre evleri birbirine anlayış göstermeyen, sorumluluk ve güven duymayan birbirleriyle hiçbir fiziksel ya da 121 duygusal ilişkisi olmayan, iletişim kuramayan insanların yaşadıkları bir yerdir. Kısaca gençlerin evden kaçmalarına yabancılaşma duygusu, baskı ve gerginlik neden olmaktadır. Araştırmalarda gençlerin evden kaçmalarına, dolayısıyla anti-sosyal davranışa ilk adımlarını atmalarına neden olan en büyük etken %59 oranında baba baskısı olduğu kanıtlanmıştır. Kısacası evden kaçmanın kökeninde, aile içinde psiko-sosyal etkileşim yetersizliği ve ergenlik döneminin özellikleri yer almaktadır. H. ERGENLĠK DÖNEMĠNDE KARġILAġILABĠLECEK SORUNLAR Ergenlerin en hassas olduğu nokta güç kullanarak hükmedilmeye çalışılmasıdır. Ergen anne ve babalarından büyüdüğünü kabul etmelerini ne bu konuda tutarlı davranmalarını bekler. Böyle durumlarda ergen kendini anlaşılmamış ve engellenmiş hisseder. Bu dönem yoğun bir eleştirme, inceleme, karşılaştırma dönemidir. Kardeşler arası çatışma yaşar. Kardeşlerinden kendilerini anlamalarını büyüdüklerini fark ederek saygı göstermelerini beklerler. Anne babalar ergenlik döneminde çocuklarının kendilerinden uzaklaştıklarını hissederler ve üzülürler. Aslında ebeveynlerine her zamankinden daha fazla bağlıdır. Başarı ergenlik döneminde düşebilir. Nedeni dağılan bilgiyi toparlayamamak, ders çalışmak için gerekli motivasyonu sağlayamamaktır. Sürekli hayal kurmaktan, kendilerini verememekten şikâyet ederler. Ancak nedenini anlayamazlar. Ergenler ilgi odağı olmaktan hoşlanırlar. Ergenler heyecanlı ve acelecidirler. Öğretmenlerde kişilik ve bilgi birikimine dikkat ederler. I. ERGENĠN AĠLE ĠÇĠ ĠLĠġKĠ VE SORUNLARI Ergenin davranışlarına rehberlik edecek değerleri kazanması ve sosyal yönden sorumluluklarını öğrenmesi konusunda yardıma gereksinimi vardır. Bu gereksinimi karşılayan ve ergenin yaşamında etkili olan toplumsal kurum, ailedir. Ergen yaşadığı toplumda, kendi görev ve statüsü hakkında açık seçik bir fikre sahip değildir. Kendisine yetişkin görev ve sorumlulukların verilmemesi ergeni mutsuz kılar. Aile yuvasında gördüklerinin olgunlaşmakta olan ergenin kişilik yapısında biçimlendirmede çok büyük, çok derin etkisi vardır. Aile yuvasının havası ve ortamı, aile bireyleri arasındaki ilişkiden doğar. Ama baba ile çocuk arasındaki belli başlı ilişkiler, güçlünün tutumuyla gücün yani otoritelerin türünü ve bunların ergen üzerindeki etkisi ile gencin bunu algılayışını belirler. Ergenlik döneminde anne baba kontrolüne karşı gelişe tepkiye koşut olarak otorite desteğine olan gereksinim, duygusal gerginliğe neden olur. Ergene karşı yetişkinin baskı ve yasaklara dayanan disiplin anlayışı, olumlu ve yapıcı olması gereken bu evreyi çatışmalarla dolu olumsuz bir döneme dönüştürebilir. İkna ederek denetlemeyi seçen ana -babanın çocuğu, onların duygu, düşünce, değer ve beklentileri hakkında sebepleri ve sonuçları ile birlikte bilgi sahibidir. Anlaşılır ve tutarlı tepkilerin birikimi, hangi davranışın sonuçlarının ne olacağını belirlemiştir. Dolayısıyla genç, hem davranış seçimlerinde kendini özgün görebilir, hem de seçimleri hakkında kısıtlanacağından çekinmeden ana-babasına danışabilecek bir durumdadır. Zor yoluyla veya sevgi esirgeyerek denetlemek, gençleri ana-babaların isteklerine uygun davranışlara yöneltmek için kısa vadede geçerli gibi görünebilir. Anne ve babanın ergene güven vermesi ve aralarındaki diyalogu en iyi biçimde sürdürmesi gerekir. 122 Ġ. ERGENLERDE CĠNSELLĠK Erotik düşünceler, cinsellikle ilgili bütün konulara derin bir ilgi, vücutla ilgili yoğun endişeler, davranışlar konusunda kafa karışıklığı (başkalarının davranışlarıyla karşılaştırma) ve anne-babanın uyarılarıyla vücudun dürtüleri arasında köşeye sıkışmışlık duygusu: ergenlik çağında cinsellik çok heyecan verici olabileceği gibi, erişkinlerdeki gibi suçluluk, kaygı ve karmaşık sorunlarla da dolu olabilir. Bununla birlikte, cinselliğin istenmeyen sonuçları olan cinsel enfeksiyonların ve gebeliğin ergen üzerindeki etkileri erişkinde-kinden çok daha hırpalayıcıdır. Günümüzde gençler anne-babalarının gençlik dönemleriyle karşılaştırıldığında daha özgürmüş gibi görünüyor, ama cinsel olarak kendilerini kanıtlamaya zorlayan çevre baskısı ergenliği daha da sersemletici bir deneyime dönüştürüyor. Günümüzde ergenler arasında ilk cinsel deneyim yaşı giderek düşüyor ve istenmeyen gebelik oranı artıyor. İngiltere‘de ergenlerde gebelik oranı yaklaşık 100 000 iken, yakın zamanda yapılan bir araştırma erkeklerin %50‘sinin, kadınların ise üçte ikisinin cinsel ilişkiye çok erken başladığı inancında olduğunu gösteriyor. Birçok ergen cinsel ilişki için henüz çok erken olduğunu düşünebilir; ancak kafaları mastürbasyon, âdet kanamaları, gece boşalmaları ve kendi cinsel yönelimlerine ilişkin sorunlarla meşguldür. Ergenin çevresindeki erişkinler de bazen birbiriyle çelişen tavsiyelerde bulunarak, ergenin kafasının daha da karışmasına neden olabiliyor. Türkiye‘de ergenlik çağındaki gençlerin bütün bu konularda güvenilir kaynaklardan önyargısız ve açık yanıtlar elde etme olanakları son derece sınırlı olmakla birlikte, son yıllarda bu doğrultuda bazı adımlar atılmaya başlandı. Mastürbasyon: Kendi kendini tatmin ya da mastürbasyon (kişinin haz almak ve orgazma ulaşmak amacıyla kendi cinsel organlarını okşaması) ergenlik çağındaki erkek çocuklarda doğal sayılıp, geniş kabul görüyor, ama ergenlik çağındaki çok sayıda genç kız da mastürbasyon yapıyor ve erişkinlik çağında da buna devam ediyor. Ergenlerde mastürbasyon cinsel hazları ve boşalmayı kendi başına güvenli bir yoldan keşfetmeye olanak veren yararlı bir yöntemdir ve sonraki cinsel aktivitelerde ön sevişme sırasında kişinin nelerden hoşlandığını anlamasına yardımcı olabilir. Ayrıca kişinin orgazma ulaşabileceğini göstermeye de yardım eder. Erkekler elleriyle ya da bir yüzeye (örneğin yatağa) dayanarak penisin gövdesini ve başını ovuşturma yoluyla mastürbasyon yapar. Kızlar art arda hafif hareketlerle klitorisi uyarabilir ve vajina ile göğüslerini okşayabilirler. Mastürbasyonda ―normal‖ 123 kabul edilebilecek bir sıklık yoktur; bazı kişiler günde birkaç kez, bazıları ise haftada bir ya da daha seyrek mastürbasyon yapabilir. Ayrıca mastürbasyon yapmak istememek de son derece normaldir. Geçmişte mastürbasyonun doğal olmadığı, hatta zararlı olabileceği, insanın kör olmasına yol açabileceği düşünülürdü. Oysa günümüzde en güvenli seks olarak değerlendiriliyor ve birçok erişkinin yaşam boyu uyguladıkları son derece normal bir davranış olarak kabul ediliyor. EĢcinsel duygular: Ergenlik çağı genellikle duyguların çok yoğun yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemde tutkulu arkadaşlıklar geliştirilir ve her iki cinsten hayran olunan kişilere karşı derin duygular beslenebilir. Ergenlerin çoğu kendi cinsinden bazı kişilere bağlanır ve eşcinsel mi (homoseksüel, aynı cinse ilgi duyan), yoksa heteroseksüel mi (karşı cinse ilgi duyan) oldukları konusunda kafa karışıklığı yaşayabilir. Ergenler kendi cinslerinden kişilerle çeşitli cinsel deneyimler de yaşayabilir. Bütün bunlar son derece normaldir ve kişinin kendi cinselliğini keşfetmesinin bir parçasıdır. Eşcinsel duygular ve deneyimler yaşayan birçok kişi daha sonra heteroseksüel ilişkilere girer. Diğer bazıları kendi cinslerinden kişilere karşı güçlü duyguları olduğunu hisseder ve bu tercihi yaşam boyu sürdürür. Bazı kişiler de, tek bir kişiyle kalıcı bir ilişki sürdürebilmelerine karşın, her iki cinse de ilgi duyabilir. Her iki cinsiyetten kişiyle ilişkisi olan kişiler kendilerini ―biseksüel‖ olarak adlandırabilir. Toplumların çoğunda aileye önem verilip heteroseksüel ilişkiler normal kabul edilirken, homoseksüel ilişkiler anormal, günah ya da sapkınlık sayılır. Dolayısıyla heteroseksüel dünyaya uyum yapma baskısı çok kuvvetlidir. Oysa gerçekte insanların çoğu için cinsellik geniş bir yelpazedir; kişi karşı cinsle cinsel ilişkiyi tercih edebilir, ama bazı koşullarda aynı cinsten kişilere de ilgi duyabilir ya da bunun tam tersi yaşanabilir. Eşcinsellerin çoğu çok küçük yaşlardan başlayarak kendilerinin ―gay‖ olduklarını bildiklerini söylüyor. Cinselliği konusunda kişinin kafası karışıksa, kendisine zaman tanıyarak bu konuyu dikkatle irdelemesi gerekir. Bazı kişiler kendi cinselliklerini reddederek evlenmeye ve çocuk sahibi olmaya kadar gidiyor, ama bu çoğu zaman daha büyük bir mutsuzluğa neden oluyor. Gerçi eşcinsel yaşam birçok soruna ve çatışmaya yol açabilir, ama bu konuda dürüst olmak daha iyi olabilir. OynaĢma: Cinsellik konusuna merak duymak ve bazı şeyleri denemek normaldir. Gençlerin çoğu cinselliği dudaktan öpüşerek, dilleriyle öpüşerek, bazen de elbiselerinin üzerinden birbirlerinin vücuduna dokunarak dener. Öte yandan, kişiler bazen elbiselerini çıkararak da birbirlerinin vücudunu okşayabilir ve birbirlerine mastürbasyon yapabilir. Bunlar cinsel birleşme öncesindeki ―ön sevişmeye‖ benzer ve sonunda cinsel birleşmeyle sonuçlanabilir. Dolayısıyla, denemelerin hazzına varmak istiyorsanız başlangıçtan itibaren her iki eşin nereye kadar gitmeye hazır olduğunu belirlemekte yarar vardır. Ne kadar ―kendinden geçerse geçsin‖ hiç kimsenin diğerini oynaşma ya da öpüşmeyi bir adım ileri götürme konusunda zorlamaya hakkı yoktur. Oynaşma cinsel birleşmeye götürüyorsa, gebeliğin ve enfeksiyonların önlenmesi için prezervatif kullanma konusu ele alınmalıdır. Ayrıca oynaşma sırasında meninin vajinanın yakınına boşalmaması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır; bu durumda cinsel birleşme olmadan da gebe kalmak mümkündür. Dahası, eşlerden birinin cinsel organına dokunduktan sonra ötekinin cinsel organlarına dokunan parmaklarla enfeksiyon bulaşabilir. Enfeksiyonları önlemek için derideki ya da parmaklardaki kesikler su geçirmeyen 124 plastikle kapatılmalıdır; erkek ve kadın prezervatifi de kullanılabilir. Oral seksin güvenli olması için çeşitli tatlarda prezervatifler satılmaktadır. Oynaşmanın sınırları konusunda her iki eş de aynı görüşteyse, bu yöntem cinsel birleşmenin doğurabileceği sorunlar olmaksızın cinsellikten zevk almanın çok hoş ve oldukça güvenli bir yolu sayılabilir. Ġlk Cinsel BirleĢme: İlk cinsel birleşme, erişkinler dünyasına adım atmada önemli bir geçiş töreni olarak görülür. Üzerinde doğru dürüst düşünmeden hızla bu adımı atmak kolaydır. Yeni bir durum söz konusu olduğu için, deneyimli iki kişi arasında bile ilk cinsel ilişkide çoğu zaman birçok beceriksizlik yaşanır. Her iki eş de deneyimsizse, durum daha da güç olabilir; eşlerin ikisi de çekingen, sinirli ve endişeli olacaktır. Dolayısıyla, kişilerin zaman ayırarak önce birbirlerini tanımaları ve birbirlerinin vücutlarına alışmalarında yarar vardır. Daha da önemlisi, prezervatif kullanılması konusu ve gebeliği önleyici yöntemler önceden ele alınmalıdır. Gençlerin %70–80′i ilk cinsel birleşmede prezervatif kullandığını belirtiyor. Gençlerde doğurganlık yüksek olduğu için, kadının istenmeyen gebeliği önleyici (kontraseptif) hap kullanması, erkeğin de enfeksiyonları önlemek için prezervatif kullanması akla uygun olabilir. Gebelik, Gebeliği Önleyici Yöntemler ve Cinsel Yolla BulaĢan Hastalıklar: Cinsel ilişki gebeliğe, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara ya da her ikisine birden yol açabilir. Bunların ikisinin de olmaması için her iki eşin de eşit sorumluluk yüklenmesi, istenmeyen bir gebelik olursa bu sorunun üstesinden gelmede eşit rol almaları gerekir. Bu gibi konularda, medikososyal merkezlerine, AÇSAP merkezlerine, sağlık ocaklarına ve hastanelerin ilgili birimlerine (aile hekimi, jinekoloji, üroloji) başvurulabilir. Telefonla danışmanlık hizmetleri veren merkezler de vardır. Bu gibi merkezlerde çalışan doktorlar sır saklamakla yükümlüdür. Gebeliği önleyici haplar (kontraseptif haplar) doktorun önerisiyle kullanılmalıdır. Gerektiği gibi uygulanırsa gebeliği önleyici etkisi güçlüdür. Ama cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı önlem alabilmek için daima prezervatif de kullanılmalıdır. Prezervatifler HIV (AİDS), belsoğukluğu, klamidya ve trikomonyaz gibi enfeksiyonlara karşı iyi bir korunma sağlar, ama cinsel organlarla temastan önce takılmalıdır. Genital siğil ve herkese karşı da bir ölçüde koruma sağlar. Genç kız gebeliği önleyici hap kullanmıyorsa ve prezervatifsiz cinsel ilişki yaşanırsa ya da ilişki sırasında prezervatif yırtılır ya da penisten çıkarsa, gebelik riskini azaltmak için olayı izleyen 72 saat içinde acil kontraseptif kullanılabilir (buna ―ertesi sabah hapı‖ adı da veriliyor, ama ilişkiden sonra üç gün boyunca etkili olduğu için aslında bu doğru bir tanımlama değil). Bu yöntemde 12′şer saat arayla ikişerden dört hap alınır ve gebe kalma riski yüzde 2–3′e düşürülür. Türkiye‘de de Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması merkezlerine ya da kadın doğum kliniklerine bu amaçla başvurulabilir; ayrıca, HIV bulaşma kuşkusu olduğunda, 48 saat içinde bu birimlere yapılacak bir başvuru ile HIV virüsünü çok büyük olasılıkla yok eden bir tedavi protokolü uygulanabilir. 125 -ÜNĠTE 12- ERGEN VE RUHSAL SORUNLAR 126 ÜNĠTE 12- ERGEN VE RUHSAL SORUNLAR A. DEPRESYON Ergenlerde depresyon tanısı koymak zor olabilmektedir, çünkü ergenlik döneminde duygusal iniş ve çıkışlar normal bir süreç de olabilmektedir. Bazen dünyanın harika bir yer olduğu düşüncesiyle kendini iyi hisseden ergen, bazen de hayatın berbat bir şey olduğunu düşünebilir. Bu düşünceler birkaç saat içinde değişebileceği gibi birkaç gün bile sürebilir. Depresif duygu durumunun sürekli olması, okul başarısının düşmesi, aileyle ve arkadaşlarla ilişkilerde sorunlar yaşanması, madde bağımlılığı ve diğer olumsuz davranışlar depresif epizodu işaret ediyor olabilir. Bu dönemde depresyon riskini arttıran faktörleri şöyle sıralayabiliriz: ebeveynlerden birini ölüm ya da boşanma nedeniyle kaybetme, çocukluk döneminde fiziksel ve cinsel tacize maruz kalmak, sosyal beceri eksikliği, kronik hastalıklar ve aile bireylerinden birinde depresyon hikâyesinin olması. Aşağıda sıralanan belirtiler iki haftadan daha fazla sürerse depresyon riskinden söz edilebilir: - Okul başarısının düşmesi. - Arkadaşlardan ve sosyal etkinliklerden uzak durmak. - Üzüntülü ve umutsuz ruh hali. - Enerjinin ve motivasyonun düşük olması, hiçbir şeyden zevk alamama. - Öfkeli olma. - Eleştirilere karşı aşırı tepkili olma. - İdeallerine ulaşamayacağını hissetme. - Özgüvenin düşük olması, suçluluk duyguları. - Kararsızlık, konsantre olamama, unutkanlık. - Huzursuzluk. - Yemek ve uyku örüntüsünde değişiklikler. - Madde bağımlılığı. - Otorite figürleriyle sorunlar. - İntihar düşüncesi. Ergenler, depresif duygu durumundan kaçınmak için uyuşturucu ya da alkol kullanabilir ya da rastgele cinsel ilişkiler kurabilir. Ergenler, düşmanca, saldırganca ve riskli davranışlarla da depresyonlarını ortaya koyabilirler. Ancak bu davranışlar onların sadece yeni sorunlar yaşamalarına neden olur, depresif duygu durumları derinleşir ve arkadaşlarıyla, aileleriyle ve okul yönetimiyle ilişkilerine zarar verir. Ergenlerde Depresyon Tedavisi: Depresyon geçiren ergenlerin tedavi edilmesi son derece önemlidir. Depresyon ciddi bir durumdur ve tedavi edilmezse ergen bireyin hayatını tehdit eder bir duruma gelebilir. Eğer ergen tedavi görmeyi reddederse, aile üyelerinin ya da ergenle ilgilenen diğer yetişkinlerin bir uzmandan yardım alması faydalı olabilir. Depresyon tedavisinde ilaç ve psikoterapi kullanılmaktadır. İlaç depresyonun semptomlarını gidermekte etkilidir. Özellikle ilaç tedavisiyle birlikte yürütülen psikoterapi etkili çözümler sağlamaktadır. Psikoterapi, ergene neden depresyona girdiğini anlamasına ve stresli durumlarla nasıl baş edeceğini öğrenmesine yardımcı olur. Duruma bağlı olarak terapi, bireysel, grup ya da aile terapisi şeklinde yürütülür. Depresyonda olan ergenin yardıma ihtiyaç duyduğunu kabul etmesi iyileşme yönünde atılmış önemli bir adımdır. Ancak, yardıma ihtiyaç duyduğunu ve bunun için 127 adım atması gerektiğini kabul eden ergenlerin sayısı görece az olabilmektedir. Bu nedenle arkadaşlarının ve ailesinin desteği, teşvik edici önerileri önemlidir. B. ĠNTĠHAR Ergenlik yılları diğer hayat dönemlerine oranla intiharın en çok olduğu dönemdir. Nedenleri: İntiharın en belirgin nedenlerinin başında çocukluktaki sevgi yoksunluğu gelmektedir. Anne babanın ölmesi, ayrılması, aileden ayrılma, karşı cins tarafından reddedilme, grup içinde aşağılanma, onuru ile oynanması ergeni derin bir üzüntüye düşürebilir. Üzüntünün aşırı olması, bireyi çaresizlik içinde bırakması, ergeni ölüme bu acı verici duygulardan kaçmanın bir yolu olarak bakmaya itebilir. Ölümün sıkıntılardan kurtulmanın tek yolu olarak görülmesi ergenlerin intihar etme riskini arttıran çok önemli bir etkendir. Belirtileri: İntihar öncesinde intihara eğilimi olan bireyler bazı işaretler gösterirler. En belirgin ipucu bireyin canına kastetmeyi düşündüğünü ifade etmesidir. Bir şekilde hayattan bezdiğini intihar etmeyi düşündüğünü ifade eden birey kesinlikle ciddiye alınmalıdır. Daha önce intihara teşebbüs etmiş bir insan da açık bir şekilde intihar riski taşımaktadır. Ölüm hakkında konuşmalar, ümitsizlik içinde olma, geleceğe yönelik isteklerden ve değer verdiği şeylerden vazgeçme, aile ve arkadaşlarından uzaklaşma, sürekli endişeli ve gergin olma, davranışlarda ani değişiklikler, alkol ve uyuşturucu gibi alışkanlıkları edinme, uykularda bozukluk, kendini değersiz bulma, sürekli bezgin ve mutsuz olmanın yanında hayatı yaşamaya değer bulmama gibi belirtiler intihar eğilimi taşıyanlarda gözlenmektedir. Alkol ve uyuşturucu kullanma ile bireyler geçici bir güven duygusuna kapılabilirler ancak alkol ve uyuşturucu etkisi ile toplumsal baskılar daha az hissedilir ve gerçek eğilim ve duygular daha kolay ortaya serilir. Bu bakımdan alkol ve uyuşturucu hem intihar eğilimleri açığa çıkarması bakımından tehlikelidir hem de sorunlu olanlar için bir sığınma aracı olarak kullanıldığından sorunlarla baş etme yollarının öğrenilmesini zorlaştırır. İntihar eden gençler arasında anne ve babası ayrılmış olanların oranının yüksek olduğu, yakın çevrelerinde intihar vakası ile karşılaştıkları ifade edilmektedir. Önleme: Ergenlik intiharlarının önlenmesinde ilk yapılması gereken anne babanın, öğretmenlerin ve ergenlerin eğitilmeleridir. Anne babalara ve öğretmenlere intihar eğilimi olan ergenlerin nasıl tanınacağını ve onlara nasıl yardım edileceğini öğretmek önem taşır. Ergenin intihar ile ilgili düşüncesi aile içinde çeşitli tepkilere neden olabilir. Panikleme, üzülme, kendini suçlama, durumu inkar etme, görmezlikten gelme ve önemsememe gibi. Bu durumda anne babaya durumun ciddiyeti anlatılmalıdır. Anne baba ve öğretmenler için en önemli başlangıç bu eğilimi taşıyan gençlerle konuşmaktır. Bu konuşmanın onları değerlendirme, yargılama ve benzeri tavırlar taşımadan yapılması, destekleyici, onunla yakın ve sıcak ilişki kurmaya yönelik olması ilk şarttır. Ergen, onu anladığımızı, değer verdiğimizi ve destek olacağımızı hissetmelidir. İntihara teşebbüs edenlerin önemli bir kısmı derdini anlatacak kimse bulamamaktan yakınmıştır. Dertlerini ifade eden ergen kısmi bir rahatlama duyar. İkinci yol ergenin sorunlarını çözme konusunda geliştirdiği baş etme biçimlerini gözlemek ve ona bu konuda yeni stratejiler öğretmektir. Bireyler çocukluklarından 128 beri çevresindeki insanların benzer durumlarda kullandıkları çözüm yollarını taklit eder. Sorunun ağırlığı altında ezilmek, onun çözümsüz olduğunu ve kendisine hiç kimsenin yardım edemeyeceğini düşünmek intiharı düşünenlerin sorunlarına yaklaşımlarında genellikle gözlenen tavır alışlardır. Buna karşılık sorunların önemli bir kısmının zamana ve içinde bulunulan şartların değiştirilmesi ile sorunlara yaklaşımlarının da değişeceğini kabul etmek daha olumlu bir yaklaşımdır. Sorunların üstesinden gelme ile ilgili olumlu bakış açıları öğretme ile kazandırılabilir. Sorunları ve çözümleri konusunda kendisinden daha deneyimli bireylerin değerlendirmeleri bireyin içgörü geliştirmesine yardım eder. Üçüncü olarak intihar eğilimi olan bireye kaygı ve gerilimi ile baş edebilmesi için gevşeme tekniklerini ve kendine güvenini desteklemek için güvenli davranış tekniklerini öğretmek önerilebilir. C. ANKSĠYETE BOZUKLUĞU Aslında anksiyete değişik ve farklı durumları içeren bir terimdir. Yani bir bulgudur. İnsanda zorlama yaratan etkenler sonrasında ortaya çıkan yanıta anksiyete denir. Bazı durumlara uyum için geçici olarak ortaya çıkan bir duygu olmakla birlikte, bazı hastalıklarda temel bulgu olarak karşımıza çıkar. Kimi zaman birbirlerinin yerine kullanılsalar da korku ve anksiyete farklıdır. Korku, dışarıdan gelen bir tehlikeye karşı ortaya çıkan durumdur. Korku nesnel bir tehlike karşısında, kendini korumak için ortaya çıkan bir duygudur. Oysa anksiyete bilinmeyene, bilinç dışı, kişi tarafından tanınmayan tehlikeye karşı hissedilir. Hastalar tarafından tansiyon, panik, korku, sinir, endişe gibi terimler kullanılır. Anksiyetenin Türkçe karşılığı bunaltı ya da kaygı olarak kullanılabilir. Ergenlerde anksiyete bozukluğu en sık görülen hastalıklardan olmasına karşın en az bilinenlerinden biridir. Anksiyetenin temelinde biyolojik ve psikolojik nedenler vardır. Zorlayıcı durumlarda beyinden salgılanan bazı maddeler ve bu maddelerin salgılandıkları bölgelerdeki reseptörlerinde değişiklikler olmaktadır. Ayrıca hormonların da anksiyete üzerinde etkisi vardır. Özellikle östrojen anksiyeteyi gideren bir hormondur. Ruhsal olarak doğduğu andan itibaren değişen şekil ve oranlarda insanlar, değişen koşullar, beklenmedik durumlar, travmalar gibi durumlarda anksiyete hissederler. Geçici olarak, duruma uyum için hissedildiğinde koruyucu bir etmen olmasına karşın süreğen hale gelince önemli ve sık görülen bir sorundur. Bazen çok özel bir duruma karşı oluşabildiği gibi, bazen anksiyeteli ruh durumu nedeniyle, her şeyle tetiklenebilen bir anksiyeteden bahsedilir. Bu tür anksiyeteye yüzen(serbest) anksiyete, duruma bağlı olarak çıkan anksiyeteye ise durumsal anksiyete denir. Anksiyete, kalıtımsal, biyokimyasal, çevresel, kişisel etmenlerle ortaya çıkabildiği gibi, çeşitli hastalıklar ve kullanılan bazı ilaçlara bağlı olarak da oluşabilir. Hastalıklara ya da ilaçlara bağlı ortaya çıkan anksiyete ikincil anksiyetedir. Bulgular: Anksiyete bulguları birkaç başlık altında incelenebilir. En sık rastlanan bulgular somatik bulgulardır. Bunlar, el titremesi, kalp çarpıntısı, terleme, kan basıncında yükselme, gerginlik, terleme, sık idrara çıkma, ağzı kuruluğu, karın ağrısı, kusma gibi belirtilerdir. Bilişsel bulgular ise dikkat azalması, öleceğinden, kontrolünü kaybedeceğinden ya da çıldıracağından korkma şeklindeki bulgulardır. Ayrıca davranışsal olarak, hareketsiz kalma, sık sık nefes alıp verme, aşırı gergin olma ve geri çekilme izlenir.(Semerci, Z. Bengi, Ergen Ruh Sağlığı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007, s. 188–189.) Ne Yapılabilir? Anksiyete bozuklukları denildiği zaman, yaygın anksiyete bozukluğu, panik bozukluk, obsesif-kompulsif bozukluk, sosyal fobi, post-travmatik stres bozukluğu, 129 akut stres bozukluğu, madde kullanımına bağlı anksiyete bozukluğu ve fobiler anlaşılmaktadır. Her birinin bulguları ve tedavileri farklılıklar gösterir. Bunun dışında anksiyete ile başa çıkmanın yollarından biri, anksiyete yaratacak durumlarla baş edebilmektir. Bu nedenle çeşitli davranışsal yöntemler kullanılır. Anksiyete tedavisinde gerekli durumlarda ilaç verilir. D. PANĠK BOZUKLUĞU Panik bozukluğu olan ergenler, ağır depresyon geçirme, intihar etme ve alkol bağımlısı olma riski taşıyor. Panik bozukluğun yaygın görülen bir rahatsızlık olduğunu belirten panik bozukluğun ergenlerde kalp çarpıntısı, nefes darlığı gibi belirtilerle başladığını, beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan ve tekrarlayan yoğun korku veya rahatsızlık dönemleriyle devam ettiğini söyledi. Panik atak belirtileri nelerdir? : - Aşırı derecede korkulu olma (çok kötü bir şey olacak duygusu) - Kalbin hızlı veya şiddetli bir şekilde çarpması - Sersemlik veya baş dönmesi - Titreme veya sarsılmalar - Gerçek dışılık hissi - Ölüm korkusu - Kontrolü veya aklını kaybetme korkusu Panik bozukluk tedavi edilmezse ne olur? Teşhis ve tedavi edilmemesi durumunda panik bozukluğu ve yol açtığı komplikasyonlar ciddi sonuçlar doğurabilir. Panik ataklar ergenin ilişkilerini, okul durumunu veya normal gelişimini bozabilir. Panik bozukluğu olan çocuklar panik atak geçirmeseler bile sürekli kaygı duymaya başlayabilirler. Bazıları panik atağın ortaya çıkabileceğini veya yardım bulamayacaklarını düşündükleri ortamlardan kaçınabilirler. Örneğin okula gitmek veya ailesinden ayrılmak istemeyebilirler. Ağır vakalarda çocuk veya ergen evden çıkmaktan dahi kaçınabilir. Panik bozukluğu olan çocuk ve ergenlerde ağır depresyon gelişebilir ve intihar riski artabilir. Kaygıyı azaltmak amacıyla panik bozukluğu olan ergenler alkol veya uyuşturucuya da başvurabilirler. Yapılan araştırmalarda lise çağı gençlerde çocuklara nazaran daha sık görüldüğü belirlenmiştir.18.000 kişi üzerinde yapılan araştırmada, Panik bozukluğu olanların %18'i, ilk atağın 10 yaşından önce başladığını belirtmiş ve panik başlangıcının en üst noktaya ulaştığı yaş diliminin 15–19 yaş arası olduğu bulunmuştur. Okul korkularının altında da bazen bu şikâyetler yatabilmektedir. Çok iyi araştırılmalıdır. Bu şikâyetlere sahip olanların bir an önce uzman yardımı alması gerekir. Panik bozukluğu olan ergen ve çocuklarda ilaç ve psikoterapi‘nin birlikte kullanıldığı tedavilerden fayda sağlamaktadır. Erken tedavi ile kapalı yer korkusu, madde kullanımı, depresyon gibi komplikasyonlar da önlenmektedir. E. SOSYAL FOBĠ Sosyal fobi ergenlerde çok sık karşılaşılan bir sorundur. Yeni insanlarla tanışma, toplum içinde bulunma gibi faaliyetlerden kaçınma, giderek içine kapanma şeklinde ortaya çıkar. Özellikle yabancısı oldukları ortamlarda hata yapma korkuları kendilerini sürekli denetlemeye; utangaç tavırlar iletişimsizliğe neden olur. Sosyal fobisi olan gençler sürekli kaygılıdırlar. Gülünç durumuna düşmektense yalnız yaşamayı yeğlerler. Alıngan olduklarından kendilerince abartılı yorumlar yaparlar ve bu yorumlara inanırlar. Genelde direkt göz teması kurmazlar. Kızarma, 130 terleme, ses tonunu ayarlayamama, ellerde titreme gibi fizyolojik tepkiler gösterebilirler. Beden imajıyla barışık değillerdir. Giysi seçiminde zorlanırlar. Şaka kaldıramazlar. Olumsuz bir duygu yaşadıklarında gereğinden fazla tepkisel davranırlar. Sosyal fobisi olan ergenlerin yaşam kalitelerini ve başarı oranlarını arttırmak için aile dinamiklerini incelemek, güven duygularını arttırmak, yeni davranış şekilleri kazandırmak üzere bireysel veya grup terapi alması uygundur. F. OBSESĠF KOMPULSĠF BOZUKLUK Obsesyon, kişinin isteği dışında ortaya çıkan ve bilinç alanına zorla giren ısrarlı düşünceler, imajlar, kompulsiyon ise eyleme yönelik bir zorlama olarak tanımlanmaktadır. Obsesyonlar, tekrarlayıcı kelime, düşünceler, korku, anılar, resimler veya dramatik sahneler olabilir. Kompulsiyonlar ise obsesyon tarafından aktive edilen, bazı düşünceler, dürtüler, korkulardan kurtulmaya yönelik zorunlu eylemlerdir. Çocuklarda bazen obsesyon tanımlanmaksızın kompulsiyon olabilir. Hem obsesyon hem kompulsiyonların anlamsızlığı ve gereksizliği birey tarafından bilinmektedir. Obsesyonlar aşağıdaki belirtilerle tanımlanır: - Bu bozukluk sırasında kimi zaman gelen ve uygunsuz olarak yaşanan ve belirgin anksiyete ya da sıkıntıya neden olan, yineleyici ve sürekli düşünceler, dürtüler ya da düşlemler - Düşünceler, dürtüler ya da düşlemler sadece gerçek yaşam sorunları hakkında duyulan aşırı üzüntüler değildir. - Kişi, bu düşünceleri, dürtüleri ya da düşlemlerine önem vermemeye ya da bunları baskılamaya çalışır ya da başka bir düşünce ya da eylemle bunları etkisizleştirmeye çalışır. - Kişi, obsesyonel düşüncelerin, dürtülerini ya da düşlemlerini kendi zihninin bir ürünü olarak görür. Kompulsiyonlar aşağıdaki belirtilerle tanımlanır: - Kişinin, obsesyonel bir tepki olarak ya da katı bir biçimde uygulanması gereken kurallarına göre yapmaktan kendini alıkoyamadığı yineleyici davranışlar ya da zihinsel eylemler - Davranışlar ya da zihinsel eylemler, sıkıntıdan kurtulmaya ya da var olan sıkıntıyı azaltmaya ya da korku yaratan olay ya da durumdan korunmaya yöneliktir; ancak bu davranışlar ya da zihinsel eylemler ya etkisizleştirilmeyi ya da korunulması tasarlanan şeylerle gerçekçi biçimde ilişkili değildir, çok aşırı bir düzeydedir. Çocuk ve ergenlerde görülen obsesyon ve kompulsiyonlar erişkinlere benzemektedir. En yaygın ritüel aşırı yıkanma, tekrar etme, kontrol etme, dokunma, sayma, düzenlemedir. Çocuk ve ergenlerle yapılan çalışmalarda ilkokul çağı çocuklarında en sık görülen kompulsiyon sayma ve simetri, erken ergenlikte aşırı yıkanma, geç ergenlikte seksüel düşünce ve ritüeller olduğu belirtilmiştir. Çocuk ve ergenlerin bir kısmı belirtilerini saklama eğilimindedir. Özellikle işlev düzeylerinde ciddi bozukluk yoksa, aile obsesif-kompulsif belirtileri fark etmeyebilir. Uzun saatler üretken olmayan bir biçimde ödev yapan, yazdıklarını sürekli silip yeniden yazan, kelimelere, harflere, ayrıntılara takılmadan ödevlerini bitirmekte güçlük çeken çocuklar, yıkanırken bol ve sabun tüketen, tuvalet kağıdını bol kullanan, yıkanmaktan kızarmış elleri olan, odalarına başkalarının girmesi ve eşyasını ellemeyi tolere edemeyen, bazı aktivitelerden kaçınmayı seçen çocuklarda obsesif kompulsif bozukluk açısından değerlendirmek gerekmektedir. Çocuklardaki OKB bazen 131 ebeveynin benzer semptomları nedeniyle ebeveynin dikkatini çekmeyebilir. OKB‘ u olan çocukların %71‘nin ebeveyninden birinde ya OKB ya da obsesyonlar görülmesi genetik geçişi desteklemektedir. OKB’ nin tedavi yöntemleri: Psikodinamik tedavilerin bu bozukluğun tedavisinde kısıtlılığı olmasına rağmen semptomlara eşlik eden anksiyete ve depresif semptomlarla baş etme becerilerini arttırma, aile ilişkilerini düzenleme, arkadaş ilişkilerini, kaçınmaları azaltmak amacıyla dinamik oryantasyonlu terapinin işlevsel ve etkin olduğu vurgulanmaktadır. G. SINAV KAYGISI Belli bir düzeyde Sınav kaygısı öğrencinin sınav anında potansiyeli tam olarak kullanamamasıdır. Öğrenciler sınav anında olumsuz iç konuşmalarla kendilerini etkiler ve düşünülen bu olumsuz konuların doğruluğuna inanırlar. Bunun sonucu öğrenci çalışmasının karşılığını alamamaktadır. Kaygı, insan davranışını yönlendiren motive eden bir özelliğe sahiptir. Ancak aşırı düzeyde yaşanması bizi engellemektedir. Kaygı ile baş etme derken, sınav durumlarında aşırı bir rahatlık ve gevşeme kesinlikle kastedilmemektedir. Sınavlar sonrasında bir konu ile bilgilerimizin değerlendirilmesi söz konusudur. Sınavlar öğrencinin kişiliğini ya da genel anlamda başarılı ya da başarısız olduğunu değerlendirmez. Kaygı yaşamak son derece doğaldır. Önemli olan kaygı düzeyinin çocuğun performansını olumsuz yönde etkileyecek yerlere gelmemesidir. Herhangi bir duygunun oluşmasında, üç ana boyut vardır; Bunlardan ilki; dış çevremizde oluşan olaylardır. Örneğin, birinden hediye aldığımızda mutlu oluruz, yakınlarımızı kaybettiğimizde üzülürüz, karanlıkta biri karşımıza çıkarsa korkarız, sınavlar sırasında heyecanlanırız. İkinci boyut; fizyolojik tepkilerimizdir. Örneğin, kalp atışlarında artış, midemizin sıkışması gibi Son boyut ise; dış olaylarla ilgili geliştirmiş olduğumuz inançlarımız olaylara yüklediğimiz anlamlar, özetle kafamızın içinde yaptığımız monologlar yada iç konuşmalardır. Sınav heyecanında kendiliğinden ortaya çıkan bizim elimizde olamayan bir şey değildir. Kendimizi heyecanlı hissetmemize yol açan bizim kendi düşüncelerimizdir. Düşüncelerimizin kaynağı da bizdedir. Düşünceyi biz başlatır biz bitiririz. Bizim dışımızda hiç bir olay bizi şu veya bu şekilde düşünmeye yönlendirme gücüne sahip değildir. Sınav öncesinde kendimize bu sınavı başaracağım dersek başarmamız daha kolay olur. Ama yapamayacağım, başaramayacağım gibi olumsuz düşünceleri aklımızdan geçirirsek, bu bizim sınavda başarısız olmamıza yol açar. Sınava başlamadan kısa bir süre önce hissedilen duygu hali genellikle heyecandır. Beyin bir süre sonra karşılaşacağı soruları yanıtlayabilmek ve gerekli olan beyin fonksiyonlarını yerine getirebilmek için hazırlık aşamasındadır. Önemli olan bu doğal sürecin kaygıya ve paniğe dönüştürülmemesi, algılama, anlama, yorumlama, hatırlama gibi bilinçsel etkinliklerin olumsuz yönde etkilenmemesidir. Anne baba tutumları sınav kaygısının oluşmasında önemli rolü oynamaktadır. Çocuğun alacağı nota ailenin aşırı önem vermesi, çocuğu yarışa sokması, arkadaşları ile kıyaslaması, ailenin tepkilerinin çocuğu etkilemesine neden olmakta ve çocuğun sınavda başaramama kaygısı yaşamasına neden olmaktadır. Aile çocuğu 132 rahatlatmalı, sınavların bilgiyi ölçmek için tek araç olmadığını, notun çok önemli olmadığını, önemli olanın bir şeyler öğrenmeye çalışmak olduğunu, istediğinde başarabileceğini söylemeli, sevgisini göstererek destek olmalıdır. H. YEME BOZUKLUKLARI Günümüzün hızla artan ve ergen sağlığını tehdit eden problemlerinden biri olan yeme bozuklukları; birçok faktörün tetikleyici rol oynaması ile ortaya çıkmaktadır. Özellikle zayıf olmanın güzel unsuru olarak medya ve magazin programlarında sıkça provake edilmesi, yanlış diyet uygulamaları nedeniyle yaşanan başarısız zayıflama öyküleri ve bunlara eşlik eden psikolojik problemler yeme bozukluğu oluşum riskini arttırmaya devam etmektedir. Geçen bir yıl süresince 4–5 kez diyet yapma eğiliminde bulunan ve her seferinde hüsran yaşayan bireyler kronik diyetçiler olarak tanımlanabilmektedir. Kronik diyetçiler, sürekli diyette olduklarını ifade ederler ve genellikle toplum içerisinde yemek yemekten kaçınırlar. Tüm dünya ülkelerinde epidemiyoljik olarak şişmanlığın artışı, beraberinde çözüm bulma yarışını getirmiştir. Şişmanlığın ilk tedavi seçeneği olan diyet tedavisinin, birçok çalışmada yetersiz kaldığına dair iddialar mevcuttur. Diyet yapan bireylerin metabolik verimliliğinde artış söz konusudur. Bunun anlamı şudur ki; metabolizma daha az enerjiyle çalışma konusunda adaptasyon geliştirir. Bunun sonucunda, belirli bir zaman diliminde kısıtlanmış enerji alımı metabolizmayı değiştirmekle birlikte, ağırlığın korunması daha az enerji ile gerçekleşebilmektedir. Yeme davranış bozukluğu olan bireylerde yapılan çalışmalar; diyet yapma ve yeme bozukluğu arasında açık ilişkiler olduğunu desteklemektedir. Ayrıca bu ilişki toplumsal düzeyde yapılan çalışmalarda da saptanmıştır. Özellikle bireylerin, kendi kendilerine yaptıkları yanlış diyetlerin, yeme davranış bozukluğunu artırdığı ve yeme davranış bozukluğu oluşumuna etki edecek psikolojik eşiğe olan mesafeyi azalttığı belirtilmektedir. Bu veriler, bireysel olarak diyetisyene danışılmadan yapılan diyetlerin ciddi yeme patolojisini arttırdığına işaret etmektedir. Kadınlarda yapılan deneysel çalışmalarda ise; düşük kalorili diyet yapanların, kontrol grubuna kıyasla yeme bozukluğu semptomlarını daha çok gösterdiği saptanmıştır. Ağırlıkla ĠliĢkili Kaygı ve Takıntılar: Ağırlıkla ilişkili kaygının şişmanlıkla olan ilişkisi; depresyon ve anksiyete gibi negatif psikolojik durumların, sağlıksız diyet yapma davranışlarının ve beden memnuniyetsizliğinin bireyleri tıkınırcasına yeme davranışına sürüklediği ve bunun sonucunda da şişmanlık riskinin arttığı şeklinde açıklanmaktadır. Ağırlıkla ilişkili kaygının, özellikle genç yetişkinlerde bireysel diyet yapma eylemini tetiklediği ve yanlış diyet uygulamaları nedeniyle bu bireylerdeki tıkınırcasına yeme davranışı riskinin arttığı bildirilmektedir. Tıkınırcasına yeme davranışı; ağırlık kazanımı ve şişmanlık riskini arttırmaktadır. Özellikle, sağlıksız diyet davranışlarının (aç kalma, öğün atlama, aşırı sigara içimi gibi) ağırlık kontrolü amacıyla kullanılması ile ağırlıkla ilişkili takıntılar yakından ilişkilidir. YanlıĢ Diyet Uygulamaları ve Yeme Bozukluğu: Yeme davranış bozukluğu olan bireylerde yapılan çalışmalar; diyet yapma ve yeme bozukluğu arasında açık ilişkiler olduğunu desteklemektedir. Klinik örneklemi kapsayan birçok çalışmada yeme davranış bozukluğu başlamadan önce, yeme bozukluğu olan bireylerin diyet yapmaya başlamış oldukları rapor edilmektedir . Ayrıca bu ilişki toplumsal düzeyde yapılan çalışmalarda da saptanmıştır. Özellikle bireylerin, kendi kendilerine yaptıkları diyetlerin, yeme davranış bozukluğunu arttırdığı ve yeme davranış bozukluğu oluşumuna etki edecek psikolojik eşiğe olan mesafeyi azalttığı belirtilmektedir. Bu veriler, bireysel olarak diyetisyene danışılmadan yapılan diyetlerin ciddi yeme patolojisini arttırdığına işaret etmektedir. Kadınlarda yapılan deneysel 133 çalışmalarda ise; düşük kalorili diyet yapanların (800 kalori), kontrol grubuna kıyasla yeme bozukluğu belirtilerini daha çok gösterdiği saptanmıştır. Kültürümüzde medyanın her konuda fikri olma doğası nedeniyle, ince bedenin güzellik için olmazsa olmazlığının acımasızca provoke edilmesi, yeme davranış bozuklukları için potansiyel oluşturur. Kültürel olarak mükemmeliyetçilik; tarih boyunca kadınlarda incelik, erkeklerde ise yağsız ve kaslı olmanın ideal görüntü olarak benimsenmesi şeklinde ilerlemiştir. Yapılan bir çalışmada, 16 ay boyunca magazin dergileri ve gazeteleri okumayan kadınlarda, yeme davranış bozukluğu belirtilerinin azaldığı bildirilmiştir. Mükemmel incelik algısı ile yeme davranış bozukluğu belirtileri arasındaki ilişkiler son derece güçlüdür. İnceliğin ideal olduğu düşüncesi, beden memnuniyetsizliği ve yeme davranış bozuklukları için belirleyicidir. Buradan anlaşılması gereken şudur ki; gazetelerden, dergilerden, televizyon programlarından ya da bir mankenin veya sanatçının yaptığı diyetten verim almayı beklemek son derece yanlış bir düşüncedir. Diyet kişiye özel bir uygulamadır. Diyetisyenler, kişinin bireysel, fizyolojik, biyokimyasal, sosyal, psikolojik ve kültürel özellikleri bir süzgeçten geçirerek bireysel beslenme modeli oluştururlar. Beden Memnuniyetsizliği ve Yeme Bozukluğu: Beden memnuniyetsizliği; yeme bozuklularının oluşumunda en güçlü ve tutarlı risk faktörlerinden biridir. Beden memnuniyetsizliğinin, yeme bozukluğu oluşturma riski üç farklı mekanizmayla açıklanmaktadır. İlk mekanizmaya göre; beden memnuniyetsizliğinin, kusursuz inceliğe ulaşmak için diyet yapma deneyimlerini arttırdığı ve başarısız deneyimler sonucunda yeme bozukluğu riskinin artması şeklindedir. İkinci mekanizma; beden memnuniyetsizliğinin negatif psikolojik sorunlara (depresyon ve anksiyete) neden olduğu, bunun sonucunda tıkınırcasına yeme ve arınma davranışları (kendini kusturma gibi) gibi radikal çözümlerin tetiklendiği düşünülmektedir. Son mekanizmada ise; beden memnuniyetsizliğinin yeme bozukluğu gelişimini direkt olarak arttırdığı şeklindedir. Yeme bozukluğu tedavisi nasıl olmalıdır? : Yeme bozuklukları tedavisi bilgi, emek, sabır ve tecrübe isteyen bir süreçtir. Bu süreçte hekim, psikolog, hemşire, diyetisyen gibi farklı disiplinlerden oluşan ekipler görev alır. Uygulanacak beslenme programları her hasta için diyetisyen tarafından özel olarak planlanır. Beslenme programı tamamen hastanın tüm özellikleri göz önüne alınarak düzenlenir ve hastaya yeni doğan bir bebeğe gösterilen özenle yaklaşılır. Psikolojik tedavide hastayı yeme bozukluğuna iten etmenlerin belirlenmesi ve bu etmenlerin çözüme ulaştırılması tedavinin başarısı açısından son derece önemlidir. Sonuç olarak; yeme bozukluklarının oluşmasında birçok etmenin rol oynadığı bir gerçektir. Yanlış diyet uygulamaları ve hatalı beslenme alışkanlıkları, yeme bozukluğunun tetiklenmesinde önemli yer tutmaktadır. Bu nedenle; küçük yaşlarda sağlıklı beslenme alışkanlıklarının çocuklara öğretilmesi ve sürekliliğinin sağlanması, yeme bozukluğu oluşum riskini azaltacaktır. I. TĠK BOZUKLUKLARI Çocuğunda başlayan göz kırpma burun çekme boğazını temizleme gibi garip hareket ve ses çıkarmalar anne babaların kaygı duydukları durumlardan biridir. Yineleyici istem dışı amaca yönelik olmayan ancak baskılanabilen hareketler olarak tanımlayabileceğimiz bu durumları tik olarak adlandırıyoruz. Tikler sıklıkla çocuk ve ergenlerde görülmekte ve bu dönemde başlamaktadır. Çocuk ve Ergen Psikiyatrisine 134 yapılan başvuruların önemli bir bölümü bu yakınmalardan kaynaklanmaktadır. Çoğu tikler aralıkları kısa olan devreler şeklindedir. Göz kırpma burun kıvırma dudak oynatma ya da kaşları kaldırma gibi normal davranışın bazı bölümlerini taklit edebilirler. Tek tek ya da bir orkestra örüntüsü içinde birlikte olabilirler. Yoğunluk ve şiddetleri değişkendir. Bir çocukta birden fazla tik görülebilir. Bazen biri biter biri başlayabilir. Çocuklar tiklerini geçici bir süre istemli olarak engelleyebilirler. Bu yüzden başkalarının yanında görülmeyebilir. Zaman zaman sıklık ve şiddetleri değişebilir. Uykuda kaybolurlar stresle artarlar. En fazla 6–7 yaş arasında görülürler. Çocuk ve gencin benlik saygısında aile yaşantısında sosyalleşmesinde okul ya da iş başarısında güçlüklere neden olurlar. Tikler birçok şekillerde ortaya çıkmaktadır. Göz kırpma baş sallama omuz silkme surat buruşturma ve öksürme gibi basit ve ani davranışlardan yüz hareketleri ayağını yere vurma koklama kendine çeki düzen vermeye çalışır biçimde kol ve baş hareketleri gibi daha karmaşık amaçlıymış gibi görünen davranışlara dek değişkenlik gösterebilir. Şiddetli durumlarda bu hareketler vurma kırma biçiminde kendini yaralayıcı davranışlar şeklinde olabilir. Bazen de başka birinin davranışlarını aynı şekilde taklit etme biçiminde ortaya çıkar. Bir de ses çıkarma şeklindeki tikler vardır. Bunlar boğaz temizleme şeklinde ses çıkarmadan konu dışı belirli sözcükleri ya da deyişleri yineleme sosyal yönden kabul edilebilir olmayan açık saçık sözcükler kullanma ya da küfür etme ve kişinin kendi söylediklerini yinelemesi ya da duyduğu son sesi kelimeyi ya da cümleyi yinelemesi şeklinde görülebilir. On yaşından sonra çocuklar yaptıkları bu davranışların öncesinde gelen dürtüleri fark etmeye başlarlar. Dürtüler tiklerin çıktığı beden bölgesinde bir kaşıntı ya da gidişme hissi şeklinde bir algı olarak fark edilebilir. Bunlar tiklerin istenmeyen böyle bir uyaranı rahatlatmaya yönelik istemli bir tepki olarak değerlendirilmelerine neden olur. Aslında pek çok ergen ve erişkin tiklerini istemli yönleriyle bazen de hem istemli hem istemsiz yönleri ile tanımlamaktadırlar. Bu durumun tersine çoğu küçük çocuk tiklerinden habersiz olup bunları istemsiz davranış ya da sesler olarak yaşamaktadır. Tikler arada bir ortaya çıkan geçici ya da kalıcı durumlardır. Geçici olarak niteleyebileceğimiz tikler çeşitli beden bölgelerinde ortaya çıkan ve bir yıldan kısa bir sürede kaybolan tiklerdir. Bu tik bozuklukları çocuklar arasında oldukça yaygındır. Sağlıklı çocukların %12-14'ünde görülmektedir. Erkek çocuklarda kızlardan daha fazla görülmektedir. Şehirlerde yaşayan çocuklarda daha sık görülmektedir. Bu tikler 3–10 yaşları arasındadır. Eğer bir çocukta bu davranışlar bir yıldan fazla sürerse buna uzun süren tik bozukluğu ismi verilmektedir. Genellikle tiklerin beynin çalışması ile ilgili bir düzensizlikten ya da tümüyle ruhsal bir sorundan kaynaklandığı düşünülür. Ancak tiklerin ortaya çıkması için yetersiz biyolojik gelişme ve olumsuz çevre etkenlerinin bir araya gelmesi gerektiği üzerinde durulmaktadır. Tik belirtileri genellikle gerginlik veren bir olay sonrasında artar. Ailenin ya da öğretmenlerin isteyerek yapıyor şeklinde çocuğu yanlış anlamaları ya da belirtileri kısıtlamak için cezalandırma utandırma gibi yollara başvurmaları belirtilerin şiddetlenmesine ve çocuğun gerginliğinin artmasına neden olmaktadır. Görüldüğü gibi anne babayı ve çocuğu kaygılandıran bu ses ve hareketler kişinin elinde olmadan ortaya çıkmakta ve sürmektedir. İlk ortaya çıktığı üç ya da beş yaşlarında çocuğun çevresindekileri taklit etmeye çalışmasının bir sonucu olarak öğrenme ile ilgilidir. Bir göz iltihabından sonra ya da bir üst solunum yolu hastalığından sonra kalan rahatsızlık hissi de böyle bir davranışı başlatabilmektedir. Bu yaşlarda ortaya çıkan hatta ilkokul döneminde görülen tikler kendiliğinden geçebilmekte çocuğun karşılaştığı stres durumlarında yeniden başlamaktadır. 135 Böylesi durumlarda tiklerin yerleşmesinde anne baba ya da öğretmen gibi çocukların iletişimde olduğu kişilerin rolü önemlidir. Yetişkinler çocukta ortaya çıkan bu davranışlar nedeniyle kaygılanmakta ve çocuğun bu tür davranışlarını görebilmek için tüm davranışlarına dikkat etmeye başlamaktadırlar. Hatta sürekli uyararak çocuktan bu davranışlarını kontrol etmesini istemektedirler. Bu ise şu iki şekilde etkili olarak çocukta tiklerin yerleşmesine neden olacaktır. Birincisi çocuğa anne babanın kaygısı bulaşacak çocuk bu davranışlarını kontrol etmeye çalışacak sonuçta çocukta ortaya çıkan gerginlik ise tikleri doğuracaktır. İkinci durum ise yine gergin çocuğuna ayıracak zamanı kısıtlı olan ve bu kısa süre içinde onun davranışlarını değiştirmeye çalışan anne babaların tutumudur. Burada çocuk anne babanın azalan ilgisini bu belirti ile üzerinde tutmaya çalışır. Çünkü anne baba bu davranışları sergilediğinde ona zaman ayırmakta ve ilgilenmektedirler. Bu yüzden tik sorunu ile bize başvuran anne baba ve çocuğun tedavisinde öncelikle eğitimsel ve destekleyici yaklaşımlar ve gerektiğinde ilaç tedavisi önermekteyiz. Bu tedavi şekli ailenin ilişkilerini ve beklentilerini düzenlemede olumlu etkiye sahiptir. Özellikle aile ve çevresi çocuk ve ergendeki bu davranışları istemli ve kendilerini kızdırmak amacıyla yaptığı şeklinde yanlış olarak değerlendirmektedirler. Bu nedenle tikleri söndürme ve yok etmede aile ve öğretmen ile yapılan işbirliği büyük ölçüde yarar sağlar. Öğretmenin bilgilendirilmesiyle sınıfta çocuk için daha olumlu ve destekleyici bir çevre sağlanabilir. Tersine çocuğun tikleri nedeniyle sürekli azarlanması ciddi zararlar verebilir. Çocuk otorite figürlerine olumsuz tavırlar geliştirebilir. Okula devam etmek istemeyebilir. Öğretmenin tik davranışlarına olumlu yaklaşması çok önemlidir. Anne baba çocuğun karşısında yer alarak sürekli onu davranışları ile eleştirmek yerine çocuğu anlamalıdır. Bu davranışlarının onun elinde olmadan ortaya çıktığını belirterek gerginliğini azaltmalı çocuğa kaygısı bulaştırmamalıdır. Eğer çocuk tikleri ev dışı ortamlarda sergilemiyor belirli durumlarda gösteriyorsa; tiklerin ortaya çıktığı durumların değerlendirilmesi gerekecektir. Bu durumlar gerginliğin arttığı çocuğu huzursuz eden ya da yoğun ilginin gösterildiği durumlar mıdır? Ancak son durumda ilgi çekmek amacıyla yapıldığı düşünülerek çocuğa tümüyle kayıtsız kalmamak gerekmektedir. Burada da anne babanın birlikte geçirilecek kaliteli bir zaman ayırması tik belirtilerini söndürecektir. Burada sayılan olumlu tutumlar tiklerin hemen tamamının yerleşmeden sönmesini ve bitmesini sağlayabilecektir. Tiklerin bir kısmı ise burada belirtilen olumsuz tutumlar ile ya da çocuk ve ergenin önerilen söndürme çabalarına karşın yerleşmekte ve uzun süre devam etmektedir. Çocuğu ve çevresini rahatsız eden tikler zaman zaman yeniden ortaya çıkıyor ve bu süre bir yılı aşıyorsa ilaç tedavilerinin bu çabaya eklenmesi önerilmektedir. Ġ. SOMATOFORM BOZUKLUKLAR Bu hastalıkların temel özelliği, fiziksel ve bedensel yakınmaların bulunmasıdır. Başka deyişle, kişi, ruhsal sorunlarını bedensel belirtilerle göstermektedir. Ancak, bu fiziksel ve bedensel yakınmalarda herhangi bir organik bulgu gösterilemez. Bulguları açıklayacak bilinen bir fizyolojik mekanizma söz konusu değildir. Bu hastalıkları açıklamada, fizyolojik etkenler ve bilinçdışı çatışmaların birlikte etken olduğu kabul edilir. Bu hastalık grubunun 5 kategorisi vardır: Konversiyon Bozukluğu: Bir veya birden çok nörolojik ya da duyusal belirti ortaya çıkar. Bu semptomlar, psikolojik çatışma veya ihtiyaçlarla bağlantılıdır ve belirtiler, hiçbir şekilde fiziksel veya nörolojik kaynaklı değildir. Felç, denge bozukluğu, yutma güçlüğü, kusma, afoni (ses çıkaramama) gibi motor belirtiler görüler. Bunlar, mesela felç belirtileri gerçek 136 nörolojik bir rahatsızlık değildir. Sara benzeri bayılma nöbetleri sık görülür. Bilinçsizlik halleri ve körlük, sağırlık, koku almama, hissizlik, çift görme gibi aslında gerçek bedensel hastalık olmayan duyusal bozukluk ve değişmeler ortaya çıkar. Doğaldır ki bu belirtiler kişinin günlük yaşamında, iş yaşamında engeller oluşturur. Hastane polikliniklerine başvuranların %10‘u, tüm psikiyatri polikliniklerine başvuran hastaları %5-15‘ini bu hastalar oluşturur. Erken erişkinlikte ortaya çıkar fakat orta ve ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir. Kadın ve erkeklerde görülme oranı ikiye birdir. Bu bozukluğu gösteren kişinin ailesinde daha sık görülür. Düşük sosyoekonomik gruplarda ve düşük eğitimlilerde daha yaygındır. Dinamik açıdan hastalık, represe edilen (bastırılan) bilinçdışı psikolojik çatışmaların ifadesidir. Cinsel ve saldırganlık dürtüleri, ego tarafından kabul edilebilir nitelikte değildir ve yukarıda tanımlanan belirtilere dönüştürülmüştür. Aynı semptomu gösteren aile üyelerini benimseme söz konusudur. Bazı hastalarda, hastalıklarına karşı bir ilgisizlik, aldırmazlık görülebilir. Hasta görmemektedir fakat buna aldırmazlık içindedir. Kabul edilemez dürtünün represyonu (bastırma) ile anksiyetenin azaltılması, hasta için birincil kazançtır. Dürtünün hastalık belirtisine dönüştürülmesinde sembolizasyon söz konusudur; mesela, hastanın kolu felç olmuş gibi bir durum almışsa, saldırgan dürtülerinin ifadesi engellenmiş olur; başka deyişle, hasta eliyle kimseye vurabilecek durumda değildir. Hastalık, tekrarlayıcı olmaya eğilim gösterir. Arada hastalıksız dönemler bulunur. Hipokrat, bu hastalığı tanımlamış, ―histeri‖ adını vermiştir. Bu adlandırma, yanlış çağrışımlara yol açtığından yakın zamanlarda terk edilmiştir. Ağrı Bozukluğu: Bedensel bir hastalık olmamasına rağmen, hasta sürekli ve şiddetli ağrılarından yakınır; öyle ki ağrılar klinik açıdan değerlendirmeyi gerektirecek ölçüde şiddetlidir. Stres ve çatışma, ağrının başlaması ve alevlenmesi ile yakından bağıntılıdır. Ağrılar, anestezi (dokunma ve ağrı hissinin olmaması) ve parestezi (karıncalanma gibi hisler) gibi semptomlarla birlikte olabilir. Depresyon belirtileri de sıklıkla ağrıya eşlik eder. Herhangi bir yaşta, genellikle 30-40‘lı yaşlarda ortaya çıkar ve kadınlarda daha çok görülür. Birinci dereceden akrabalarda depresyon, alkolizm ve ağrı bozukluğunun daha yüksek görüldüğü bildirilmiştir. Ağrı yakınmaları olan hasta, bir şekilde çevresi tarafından ödüllendirildiğinde ağrı davranışları güçlenir. Çevresi, hastaya, rahatsızlığı nedeniyle daha itinalı davrandığında, ağrı belirtileri yoğunlaşabilir. Böylelikle hasta, istemediği davranışlardan kurtulmuş olur. Hasta, ağrılarıyla çevreyi etkiler ve bundan bir kazanç sağlar. Söz gelimi, bozulma noktasına gelmiş bir evlilik sağlamlaştırılabilir. Burada hasta, bir ruhsal iç çatışmasını, bedeni vasıtasıyla sembolik olarak ifade ediyor olabilir. Hastalar, bilinçdışı olarak ruhsal belirti göstermeyi güçsüzlük olarak görüp onu bedene yerleştirebilir. Ağrı, sevgi elde etmenin bir yöntemi olabilir ya da bir ceza olarak kullanılabilir. Hipokondriasis: Bu hastalarda, hastalanma korkusu ya da aslında olmadığı halde ciddi bir hastalığı olduğu inancı vardır. Kişinin beden semptomlarını yanlış yorumlaması söz konusudur. Herhangi bir organ ya da işlevsel sistem etkilenebilir. Mide-barsak, kalp-damar sistemleri ile ilgili olanlar, en sık olarak görülenlerdir. Hastalar, bir hastalık ya da organlarında kötü işleyiş olduğuna inanırlar. Muayenede bir bedensel hastalık bulunmaması ve laboratuar testlerinin normal çıkması, kısa süre için hastaya bir güven sağlasa da belirtiler tekrar geri döner. Hastalık inançları sanrı düzeyinde değildir. Günlük dilimizde bu kişilere ―hastalık hastası‖ denilir. 137 Tüm hastaların %10‘unu bu hastalar oluşturur. Kadın-erkek oranı eşittir. Her yaşta ortaya çıkabilir, ancak erkeklerde 30‘lu, kadınlarda 40‘lı yaşlarda en fazla görülür. Tek yumurta ikizlerinde ve birinci dereceden akrabalarda daha sık görülür. Bu hastalar, bedenle ilgili işlevlere ve duyumlara doğuştan aşırı duyarlılığa sahip olabilirler. Aynı zamanda, düşük ağrı eşiğine ya da fiziksel rahatsızlıklara karşı düşük dirence sahiptirler. Başkalarına karşı olan saldırganlık dürtüleri, belirli bir beden bölümü ile kendine yönelmiştir. Ağrı duyulan organ, önemli sembolik bir anlama sahip olabilir. Başkalarına duyulan öfkenin represyonu (bastırma), fiziksel yakınmalara duyulan öfkenin deplasmanı (yer değiştirmesi) söz konusudur. Ağrı ve acı, kabul edilemez dürtüler için, bir ceza olarak kullanılır. Arada iyileşmelerle seyretmekle birlikte kronik gidişli bir hastalıktır. Alevlenmeler, genellikle saptanabilir bir yaşam stresi ile bağlantılıdır. Eğer başka bir bedensel hastalık eklenirse daha ağır seyreder. Beden Dismorfik Bozukluğu: Bedenin tümü ya da bir bölümünün görünümünde bir kusur olduğuna inanırlar. Bazen, bedenin bir bölümünde hafif bir kusur bulunabilir fakat bu kusurla uğraşmaları gerçek kusurla bağlantılı değildir. Hafif kemerli bir buruna sahip olan hastam, kafasını burnunun çirkinliğine takmıştı. Burnunu düzeltmek için birkaç estetik cerrahı dolaşmıştı. İlk ikisi, ameliyata değecek bir kusu görmediklerini söyleyerek ameliyata yaklaşmamış fakat üçüncüsü ameliyat etmişti. Küçük kusur ortadan kalkmasına rağmen, bu defa ameliyat sonucu burun kemerinin biraz fazla alındığı yakınması ile hastamın rahatsızlığı sürmüştü. Hastanın yakındığı küçük kusurlar için, buruşukluklar, saç dökülmesi, kadınlar için küçük göğüsler ya da erkekler için küçük penis, yaşlılıkta ciltte çıkan benekler örnek gösterilebilir. Eğer hafif bir fiziksel kusur varsa, kişinin bu kusura ilgisi çok abartılıdır. Ancak bu inanç ―sanrısal bozukluk, somatik tip‖teki gibi sanrı düzeyinde değildir. Hasta, mevcut bedensel kusurunun boyutunu abartıyor olduğu olasılığını kabul edebilir ya da hiç kusuru olmadığını tartışma konusu yapabilir. Ergenlikten erken erişkinliğe kadar uzanan bir yaşta ortaya çıkabilir. Kadın-erkek farkı göstermez. Hekimlere, estetik cerrahlarına, cildiyecilere tekrarlayıcı vizitelerle kronik gidişli bir hastalıktır. İkincil depresyon gelişebilir. J. SAÇ YOLMA Çocuklarda hatta ergenlerde görülür. Sıkı sık saçları koparmak, çekmek, yolmak, şeklinde görülür. Hem kız hem de erkekler de görülebilir. Yapılan araştırmalara göre, saç yolma bozukluğunun nedenleri arasında, anne çocuk arasındaki duygusal bağın tam anlamıyla ve güçlü kurulamamış olması vardır. Çocuğun annesiyle duygusal bağ kuramaması onu rahatsız eder hırçınlaştırır. Ayrıca zihinsel özürlü çocuklarda da bu bozukluk görülür. Saç yolma davranışı gösteren çocukların anneleri, çocuğun bu davranışından dolayı cezalandırmamalı küçük düşürmemelidir. Aksine ailece daha yakın bir ilgi ve şefkat gösterilmelidir. K. DĠKKAT EKSĠKLĠĞĠ HĠPERAKTĠVĠTE BOZUKLUĞU Dikkat eksikliği- hiperaktivite bozukluğu, bireyin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayan dikkat sorunları, aşırı hareketlilik ve istekleri erteleyememe ile kendini gösteren psikiyatrik bir bozukluktur. 138 Bu bozukluğun 3 temel belirtisi vardır: 1. Dikkat eksikliği 2. Aşırı hareketlilik 3. Dürtüsellik Bir kişide bu bozukluğun varlığından söz edebilmek işin bu belirtilerin 7 yaşından önce başlamış olması, süreklilik göstermesi, (en az 6 aydır) birden fazla ortamda görülüyor olması ve kişinin günlük yaşamını etkileyecek boyutta olması gerekir. 1.Dikkat eksikliği: Dikkat eksikliği, dikkat süresi ve yoğunluğunun kişinin yaşına ve gelişim düzeyine göre az olmasıdır. Konsantrasyon problemi, unutkanlık, dağınıklık, eşyaları kaybetme, dikkatsizce hatalar yapma gibi belirtilerle kendini gösterir. Bu bireyler bir şeye olan ilgilerini hızlı bir şekilde kaybeder, çabuk sıkılırlar ve daha ilgi çekici bir şeyin arayışı içine girerler. Bu bireylerin; kalabalık, gürültülü ve uyaranın fazla olduğu ortamlarda, dikkatlerini bir noktaya odaklamaları daha zor olur. 2.Aşırı hareketlilik: Bireyin yaşına ve gelişim düzeyine uygun olmayacak biçimde hareketli olmasıdır. Çok konuşma, otururken bile elin ayağın kıpır kıpır olması, çoğu zaman hareket halinde olma gibi belirtilerle kendini gösterir. Uykuda bile hareketlilik görülür. 3.Dürtüsellik: Genel olarak bireyin davranışlarını kontrol edebilmesinde sorun vardır. Düşündüğünü hemen yapma, acelecilik, istediklerini erteleyememe, söz kesme, sırasını beklemekte güçlük çekme gibi belirtilerle kendini gösterir. Dürtüselliğin temel nedeni, kişinin bir şey yapmadan önce düşünmesi gereken süre boyunca durmalarını sağlayan sistemin iyi çalışmamasıdır. Bu nedenle akıllarına gelen şeyi hemen yaparlar, ancak yaptıktan sonra uygun olup olmadığını görebilirler. Dikkat Eksikliği-Hiperaktivite Bozukluğuna EĢlik Eden Belirtiler: a-) Dağınıklık, düzensizlik b-) Dalgınlık, hayal kurma c-) Tutarsızlık d-) Koordinasyon güçlükleri, sakarlık e-) Bellek sorunları f-) Uyku sorunları g-) Sosyal ilişkilerde sorunlar h-) Saldırgan davranışlar i-) Özgüven ve öz saygının azalması Her çocukta bu belirtilerin tümü bulunmayabilir. Tanı için bu belirtilerin görülmesi şart değildir, ancak bunların var olması tanıyı destekler. Bu belirtilerin yanı sıra bu kişilerde; enerjik olma, yaratıcılık, sıcakkanlı ve cana yakın olma, esneklik, hoşgörü, risk alabilme gibi olumlu özelliklerde görülür. Nedenleri: - Genetik nedenler - Çevresel etkenler - Beyindeki yapısal ve işlevsel farklılıklar 1. Genetik nedenler: - D.E.H.B olan çocukların ana babalarından benzer belirtiler olma oranı, normal çocuklara oranla 2–8 kat fazladır. - D.E.H.B olan çocukların kardeşlerinde benzer belirtiler görülme olasılığı 3 kat fazladır. - Tek yumurta ikizlerinde her ikisinde de görülme oranı % 80–90, - Çift yumurta ikizlerinde her ikisinde de görülme oranı %30‘dur. 2. Çevresel etkenler: Bu etmenler tek başına, doğrudan D.E.H.B‘ a neden 139 olmaktan çok genetik olarak yatkınlığı olan bireylerde D.E.H.B oluşma riskini arttırırlar. - Annenin gebelikte sigara, alkol kullanımı - Erken doğum, doğum komplikasyonları - Doğum sonrası bazı hastalıklar kurşun gibi maddelere maruz kalma. 3.Beyindeki yapısal ve işlevsel farklılıklar: Beyindeki dikkat ve davranış kontrolünden sorunlu olan bölgelerde yapısal ve işlevsel farklılıklar mevcuttur. Tedavisi: D.E.H.B. için tek bir tedavi yönteminin uygulanması çoğunlukla yeterli olmamaktadır. İhtiyaca göre aşağıdaki farklı tedavi yöntemlerinin birlikte uygulanması gerekebilir: 1. İlaç tedavileri 2. Ana baba ve öğretmen eğitimleri 3. Çocuğa özel tedavi ve eğitim programı. L. DAVRANIM BOZUKLUĞU Davranım bozukluğu devamlı olarak saldırganca ve bozuk davranışlar gösteren ergenler için kullanılmaktadır. Davranım bozukluğu şu başlıklarda ele alınmaktadır: - İnsanlarda ve hayvanlarda fiziksel zarara neden olacak davranışlar - Taşınır ve taşınmaz mallarda zararlara veya kayıplara neden olacak davranışlar. - Dolandırıcılık ve hırsızlık. - Kuralları çiğneme veya bozma. Bu davranışlardan herhangi üçünün son on iki aydır yapılması ve 10 yaşından sonra başlaması ergenlikte başlayan davranım bozukluğu olarak tanımlanmakta ve belirtilerine göre hafif, orta, ağır derecede olmak üzere ayrılmaktadır. Davranım bozukluğu ile asi tavırlar göstermeyi birbirinden ayırmak gerekmektedir. Asi davranışları olan gençlerle ilgilenip konuşulduğunda, bu davranışlarında azalma görülmekte ve daha uyumlu olmaktadırlar. Oysa davranım bozukluğu tanısı konmuş ergenlerin olumsuz ve sosyal yönlerden bozuk davranışlarının yetişkinin gösterdiği olumlu yaklaşımlar sonucunda da azalmadığı ifade edilmektedir. Davranım bozukluğu erkeklerde dört ile beş misli fazla görünmektedir. Bu bozukluğun niçin erkek ergenlerde daha çok görüldüğü tam olarak açıklanamamaktadır. M. MADDE KULLANIMI Günümüzde alkol ve uyuşturucu bağımlılığı çocukluğun sonlarında ve ergenliğin başlarında başlamaktadır. Bu bağımlılık ruhsal veya fiziksel olabilir. Ruhsal bağımlılık, keyif verici bir uyaranı kullanmaya alışmak, onu arzu etmek ve olmadığı zaman da gerginlik ve kaygı yaşamaktır. Fiziksel bağımlılık, ruhsal bağımlılığın tersine uyarana bağlanma durumudur. Uyaranın yoksunluğunda vücutta titreme, 140 terleme, kusma, kasılma gibi fiziksel değişiklikler görülür. Madde kullanımı ve madde bağımlılığı birbirinden farklıdır. Madde kullanımı ruhsal bir bozukluk değildir; ama madde bağımlılığı ruhsal bir bozukluktur. Bir bardak alkol almak ya da bir kerelik uyuşturucu almak ergenlerin ruhsal durumunu bozmaz ya da onların sürekli bu maddeleri kullanacaklarını göstermez. Oysa sürekli bu maddeleri kullanmak ve hayatı onlara göre yönlendirmek ergenlerin ruhsal durumunu etkiler. Peki, bir bireyin bağımlı olduğunu nasıl anlarız? (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders)‘ün ölçütlerine göre aşağıda belirtilenlerin en az üçünün olması bireyin madde bağımlısı olarak tanımlanması için yeterlidir: 1- Bağımlı olunan maddeye karşı son 1 yıl içinde bir tolerans geliştirilmiş olması. 2- Yoksunluk belirtileri göstermek ve bundan kurtulmak için bağımlı olunan maddeyi veya benzerlerini almak. 3- Düşündüğünden yüksek dozlarda ve uzun dönemlerde maddeyi kullanmak. 4- Madde kullanımından kurtulmak veya kontrol altına almak için devamlı çaba içinde olmak. 5- Maddeyi bulmak, kullanmak ve etkilerinden kurtulmak için çok fazla zaman harcamak. 6- Maddeyi kullanmaktan dolayı sosyal, mesleki ve serbest zaman etkinliklerinde azalma veya bu etkinlikleri terk etmek. 7- Kullanılan maddeden dolayı fiziksel veya psikolojik sorunların varlığına rağmen madde kullanımına devam etmek. Bağımlılığın Nedenleri: Ergenin aktivitelere katılmaması, destekleyici bir ailesinin ve sosyal çevresinin olmaması onun içinde gerilim yaratır. Ergen bu gerilimden kaçma yolları arar. Alkol ve uyuşturucu kullanımı bu kaçış yollarından biridir. Eğer bunlar onu rahatlatırsa daha sık kullanmak isteyecek ve bu da bağımlılığa yol açacaktır. Ergenleri bağımlılığa iten olaylar ―risk faktörleri‖ diye adlandırılırlar. Bu faktörler depresyon, heyecanlılık, rahatsız aile ortamı ve ezilme duygusu gibi duygusal problemlerdir. Bunlar bencillik, güçsüzlük, umutsuzluk ve güvensizlik gibi duygular yaratırlar. Addictions and More adlı makale ergeni bağımlılığa iten beş evreyi açıklıyor: Evre 0- Alkole duyulan merak. Evre 1- Kendini iyi hissetmenin ne kadar kolay olduğunu öğrenmek.(suç duygusu hariç) Evre 2- Sosyal olaylarda içki içmeyi değil de canları isteyince içmeyi öğrenmek. Evre 3- Sarhoş olmak hayatın asıl amacı olur. Evre 4- İyi olmak için içilir (bağımlılık). Hep daha fazlasına ihtiyaç duyulur. AlıĢkanlık ve Bağımlılık Yapan Maddelerin Sınıflandırılması: Alışkanlık ve bağımlılık yapan maddeler etkilerine ve türlerine göre değişik biçimlerde sınıflandırılırlar. Bunların sınıflandırılması için ortak bir görüş yoktur. Bu maddelerin sürekli kullanımıyla birey bu maddelerin herhangi birine fiziksel veya psikolojik olarak bağlı hale gelebilir. Fiziksel bağımlılık, bireyin tolerans tanıması ve yoksunluğuyla tanımlanır. Tolerans, bireyin devamlı kullanımı sonucu aynı hazzı alması amacıyla giderek artan miktarda madde kullanmasıdır; yoksunluk ise bireyin madde kullanmayı devam ettirmemesiyle hoş olmayan fiziksel semptomlar göstermesidir. Psikolojik bağımlılık ise öğrenmeyle gelişir, bazı bireyler anksiyeteyi azaltmak amacıyla madde kullanımına alışmışlardır, maddeye fiziksel bir istek duymasalar bile bağımlı hale gelebilirler. Psikolojik bağımlılık giderek fiziksel bağımlılığa dönüşebilir. 141 Bağımlılığın Tedavisi: Madde bağımlılarına suçlu olarak değil, birer hasta olarak yaklaşılmalıdır. Tedaviye başlamadan önce bağımlı olan kişiyle birkaç kez konuşulmalı, kişilik yapısı ve bağımlılığı oluşturanların ruhsal, toplumsal nedenlerin belirlenmesine çalışılmalıdır. Bu tedavide amaç bu kişilerin yeniden topluma kazandırılmasıdır. Aileler de ergene bağımlılıktan kurtulmada yardımcı olabilirler. Bunun için Stanton Peele 7 öneride bulunmuştur: • Çocuğunuza örnek olarak maddelerden uzak durmasını öğretin. • Çocuğunuzla açık ve dürüst olarak konuşun. • Fikirlerinizi konuştuğunuz gibi hislerinizi de çocuğunuzla paylaşın. • Çocuğunuzun başka yetişkinlerle iletişim kurmasında destekleyici olun. • Çocuğunuzun ilgi alanlarına yönelmesinde destekleyici olun. • Çocuğunuza onun fikirlerinin ve kararlarının da önemli olduğunu gösterin. • Çocuğunuzun kendi kararlarının ve sorumluluklarının olmasında saygı gösterin ve ona yol verin. Fiziki Etkileri: Beyin ve Merkezi Sinir sisteminde: Sigaradan itibaren bütün uyuşturucuların en büyük zararı ve tahribatı beyin ve merkezi sinir sistemi üzerindedir. Bu sebeple beynin mazrufu olan aklı ve iradeyi işlemez hale getirir. Kişiyi dengeden, normal yaşam ve davranışlardan uzaklaştırırlar. Beyin ve akıl sağlığının en büyük düşmanı uyuşturuculardır. Bağımlılarda beliren ilk olgu; akıl ve sinir hastalıkları ve arızalarıdır. Delilik, erken bunama, şuur kaybı, uykusuzluk, felçler hezeyan (sayıklama, saçmalama, akıl dışı davranışlar ) halüsinasyonlar (vehim, hayal görme, işitme vs. ), zekâ ve hafıza kayıpları. En kısa ifade ile: Akıl hastalıkları, zihni ve ruhi karmaşa ve kaoslar. Sindirim Sisteminde: Bulantı, kusma, karın ağrıları, kabızlık, ishal, mide ve bağırsak spazmları, kanama ve yaraları, gastrit, ülser vs. Karaciğer ve Böbreklerde: Bu zehirlerin organizmadan atılmasında en ağır görev bu organlara düşmekte olup, karaciğer ve böbreklerde büyük arıza ve tıkanmalara, karaciğerde yetersizlik, yağlanma, sertleşme (siroz). Böbreklerde büyük tahribat, albümin, kan ve idrar çoğalması, tıkanmalar, ağır böbrek hastalıkları Gözlerde: Işık ve mesafede uyumsuzluk, şaşılık gece körlüğü, göz bebeği büyümesi, küçülmesi, göz adale felci bilinen sonuçlar ve tezahürlerdir. Solunum Sisteminde: nefes darlığı, öksürük, boğulma hissi, bu yolla kalp sıkışmaları, solunum felçleri ve ölümler bilinen olaylardır. Kan organlarında: Kan, insan hayatının en önemli organı olup, uyuşturuculardan büyük zararlar görür. Kansızlık, kan zehirlenmeleri, kan hücrelerinde şekil ve miktar değişiklikleri, kanın korkulu arızası olan pıhtılaşma ve kangrenler başlıca arızalardır. Zehirlenme: Uyuşturucuların başta gelen olumsuzluğu zehirlenmeler ve bu yolla 142 gelen ölümlerdir. İlk defa olursa HAD, tekerrür ederse "Müzmin Zehirlenme" adını alır. Sosyal ve Maddi Etkiler Sosyal bir varlık olan insanın çevresi ile uyum içinde olması, akıl ve zihin sağlığı ile mümkündür. Bu sebeple akli ve zihni hayatın en büyük düşmanı olan uyuşturucular, insanın uyum gücünü zaafa ve iflasa götürmekle onu aileden, toplumdan ve çevresinden kopararak, yalnızlığa, bunalıma ve hemen ardından da sorumsuz, hipisel (hayvani) bir hayata mahkûm eder. Bağımlıyı yaşayan bir ölü haline getirir. (Hip Kültür) Bu sebeple, uyuşturucuların, bağımlıya, aile hayatına, doğacak çocuklara, iş hayatına, aile ve ülke ekonomisine, ferdi ne toplumsal ahlaka (namus, iffet, şeref, haysiyet v. s. ) verdiği zararlar ifadelere sığdırılamaz. İntiharların, cinayetlerin, her türlü fuhşiyat, gasp ve anarşinin temelinde uyuşturucu vardır. İç ve dış düşmanların en tahripkâr silahı uyuşturucu ve uyuşturucu salgınlarının itici gücü olan uyuşturucu kültürü (hip kültür) dür. Cemiyetleri inkıraza götüren her türlü maddi ve manevi tahribatın temeldeki sebebidir. Bunlar. Ayrıca AİDS, frengi, verem, kanser, kangren ve benzeri birçok ölümcül hastalığın yayılmasında da en büyük fail uyuşturucular ve bağımlılarıdır. N. BĠPOLAR AFFEKTĠF BOZUKLUK(MANĠK DEPRESĠF PSĠKOZ) Yaşamın bir bölümünde depresyonun, bir bölümünde ise gittikçe artan, dizginlenemeyen bir neşe, bir enerji bazen de bir öfkenin hâkim olduğu durum, bir ruhsal hastalıktır. Her şeyin artmış olduğu dönemlere manik dönemler, hastalık dönemlerinin bir kısmını depresyonda, bir kısmını da manide geçirmeye de bipolar bozukluk ya da eski adıyla manik depresif psikoz denir. (Semerci, Z. Bengi, Ergen Ruh Sağlığı, Alfa Yayınları, 2007, s.255.) Bu hastalık mani ve depresyon atakları ile karakterizedir. Hastanın duygulanımı mani dönemlerinde neşe, depresyon dönemlerinde umutsuzluk ve çökkünlükle karakterizedir. Ara dönemlerde kişi normale döner. Bazı hastalarda mani ve depresyon belirtileri bir arada görülürken, bazı hastalarda belirtiler hafif düzeydedir. Toplumda görülme sıklığı %1-2‘dir. Kadınlar ve erkeklerde eşit oranlarda görülür. Hastalar ilk atağı genelde yirmi yaşlarında geçirirler ancak daha önce veya daha sonra da olabilir. Beş altı yaşlarında veya elli yaşından sonra ilk atağını geçiren hastalara da rastlanabilmektedir. Bazen ilk atak depresyondur, bu durumda tanı koymak zordur ve genelde gecikir. Hastalığın ortaya çıkışı sıklıkla kişinin meslek ve eş seçimi dönemine rastlar ve kısa sürede tanı konulup önlem alınmazsa kişinin hayatında önemli sekeller bırakır. Hastalık taşkınlık yani mani döneminde ise aşırı para harcama cinsel ilgi ve aktivitede artma ile kişiye ve aileye ciddi maddi ve manevi zararlar verir. Çökkünlük dönemleri ise diğer depresyonlara göre daha ağırdır ve intihar riski daha yüksektir. Hastalığın belirtileri, süresi ve şiddeti kişiden kişiye değişir. Bazı hastalarda mani bazılarında ise depresyon daha baskındır. Bazen de mani ve depresyon eşit oranda görülür. Ataklar birkaç günden birkaç aya kadar değişir. Özellikle tedavi edilmediğinde uzun sürer. Hastalar yaşamları boyunca ortalama 10 atak geçirirler ancak bundan az veya fazla sayıda atak olabilir. Atak sayısı arttıkça ataklar arasındaki süre kısalır. Bir yıl içinde dört veya daha fazla sayıda atak olduğunda hızlı döngülü mani olarak adlandırılır. 143 Hastalık Neden Ortaya Çıkar? : Pek çok rahatsızlıkta olduğu gibi bu hastalığın nedeni de tam olarak bilinememektedir. Diğer psikiyatrik hastalıklar içinde genetik geçişi en fazla olan rahatsızlık manidir. Hastaların %50‘sinin anne veya babasında aynı hastalık olduğu tespit edilmiştir. Tek yumurta ikizlerinden birinde mani olduğunda diğerinde mani görülme oranı %70‘ tir. Bu hastaların birinci derece yakınlarında mani ve depresyon görülme oranı normal topluma göre daha sıktır. Akrabalık derecesi azaldıkça risk azalmaktadır. Örneğin hastanın kuzeninin aynı hastalığa yakalanma riski kardeşine göre daha düşüktür. Hastalığın beyindeki nörotransmitter dediğimiz maddelerin işlevlerinde bozulma ile ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bilgisayarlı tomografi ve MRI tetkiklerinde bu hastalarda bazı değişiklikler gözlenmektedir ancak bu hastalığa özgü bir değişiklik tespit edilememiştir. Yine EEG bulguları da bir özellik göstermemektedir. Doğum sonrası hastalığın aktive olması hormonal değişikliklerin de rolü olduğunu düşündürmektedir. Uykusuzluğun mani atağı ile yakın ilişkisi vardır. Hastalar genelde ilk atağın uykusuzlukla başladığını ifade ederler. Multiple skleroz, kafa travması veya epilepsi gibi bazı hastalıklarda mani de görülebilmektedir. Yine bazı ilaçlarda mani ortaya çıkarabilmektedir. Mani Belirtileri Nelerdir? : Mani belirtileri şöyle özetlenebilir: - Enerji artışı, kolay yorulmama. - Aşırı neşelenme veya aşırı sinirlilik. - Dikkatin çabuk dağılması. - Uyku ihtiyacında azalma. - Muhakeme yeteneğinde bozulma, düşüncelerde aşırı artma. - Cinsel istek ve aktivitede artma. - Hastalığı kabul etmeme. - Aşırı para harcama. - Riskli davranışlar içine girme. - Konuşmada aşırı artma, konuşmanın bölünememesi, hızlı konuşma. - Kendine aşırı güven, kendini büyük ve önemli biri olarak görme. Bu belirtilerin tek başına bulunması bir anlam ifade etmez tanı koyabilmek için birkaçının bir arada olması ve bir süredir devam ediyor olması gerekir. Mani atağı hızlı başlangıçlıdır ve hastalar atağın uykusuzlukla başladığını ifade ederler. Kişi kendini aşırı iyi hisseder, dikkati çok artmıştır, kendine çok güvenmektedir ve sosyal ilişkileri kolayca kurar hale gelmiştir, çevredeki insanlara sataşma, laf atma sıktır. Başkalarının konuşmalarına katılır çevredekileri bu nedenle rahatsız ederler. Duygulanımda kişinin kendisini iyi hissetmesinin yanında ani duygu değişmeleri ve dengesizlik sıktır. Hasta gülerken aniden ağlamaya veya bağırmaya başlayabilir. 144 Mani ve depresyonun birlikte bulunduğu durumda depresyon ve mani belirtileri aynı anda bir arada bulunabilir veya birinden diğerine geçiş sıktır. Hastalık ilerledikçe aşırı konuşma ve hareketlilikte artış görülür. Bazen konuşma o kadar artar ki kişi cümleleri tamamlayamaz olur, konuşmada birbiri ile bağlantısı olmayan kelimelerin art arda sıralanması dikkati çeker. Kişi önemli birisidir, önemli görevler üstlenmiştir, aklında gerçekleştirilmesi güç planlar vardır, hatta bu nedenle kendisine zarar vermeye veya yok etmeye çalışanlar vardır. Davranışlar kontrolsüzdür. Toplum kurallarını hiçe sayar. Karşı cinse sakıntılık edebilir, trafik kurallarını hiçe sayabilir. Aşırı para harcama, aşırı makyaj yapma, göze çarpan giysilerle dolaşma olabilir. Hasta ödeyemeyeceği borçlar altına girebilir, kredi kartlarını sonuna kadar kullanabilir. Yine kontrolsüz şekilde kumar oynayabilir. Gayrimenkullerini yok pahasına satmaya veya başkalarına bağışlamaya kalkabilir. Bazı hastalar kendilerini kontrol edebilmek için alkole yönelir. Bazen kişi gerçek hayatla ilgisini koparıp hayal dünyasında yaşamaya başlayabilir. Bu durumda şizofreniden ayrımı güçtür. Bazı bedensel hastalıklar ve ilaç kullanımlarında da benzer tablolar ortaya çıkabilir bunların ayrımı gerekir. Hastalar genelde hastalıklarının farkında değildir ve bu nedenle doktora gelmek istemezler. O. ġĠZOFRENĠ Şizofreni garip düşünceler, anormal duygular ve olağan dışı davranışlara neden olan tıbbi bir hastalıktır. Çocuklarda nadir olarak görülür ve erken aşamalarında fark etmek çok zordur. Şizofreni hastası çocuk ve ergenlerin davranışlarını yetişkin şizofrenlerden farklı olabilmektedir. Şizofreni hastası çocukların çoğunda psikotik semptomların (halüsinasyonlar, hezeyanlar ve düzensiz düşünce yapısı) görülmesinden çok önce dil ve diğer fonksiyonların gelişiminde gecikmeler görülmektedir. Psikotik semptomlar ise çoğunlukla yedi yaşında veya daha sonra ortaya çıkmaktadır. Ayrıca yetişkinlikte ortaya çıkan şizofreni vakalarının çocukluklarına kıyasla daha fazla kaygılı ve yıkıcı davranışlar sergiledikleri de bilinmektedir. Şizofreni hastası çocukların davranışları zaman içinde değişkenlik gösterebilmektedir. Çocuklar garip korku ve fikirlerden bahsetmeye başlayabilir. Anne-babalarına yapışmaya veya anlamsız şeyler söylemeye başlayabilirler. Başkaları ile ilişki kurmaktan hoşlanan çocuklar utanmaya ve içine kapanmaya başlayabilir ve başka kişilere kendi dünyasında yaşıyor izlenimi verebilir. Çocuğunda aşağıda sayılan belirtileri gözlemleyen anne-babaların çocukluk çağı şizofrenisini değerlendirme, teşhis ve tedavi etme konusunda eğitim almış çocuk ve ergen psikiyatrisi uzmanlarına başvurmaları gereklidir. Erken uyarı işaretleri: - Hayal ile gerçeği ayırmak zorlanma. - Gerçekte olmayan şeyler görme ve sesler duyma. - Karmaşık düşünüş. - Canlı ve garip düşünce ve fikirler. - Ruh durumunda aşırı değişken yapı. - Acayip davranış ve hareketler. - Kronolojik yaşına göre daha küçükmüş gibi davranma. - Aşırı kaygı ve korku dolu olma. - Televizyon ya da filmleri gerçeklikle karıştırma. - Arkadaş edinme ve arkadaşlıkları sürdürme konusunda ciddi sorunlar. Tedavi: Erken teşhis ve ilaç tedavisi önemlidir. Yukarıda sayılan sorun ve semptomları sergileyen çocuk ve ergenler kapsamlı bir değerlendirmeden geçirilmelidir. Bu tür 145 kişilere çeşitli uzmanların dâhil olabileceği özel tedavi programının uygulanması gerekebilir. Genellikle ilaç tedavisi, bireysel terapi, aile terapisi ve özel programların (okul, faaliyetler) bir kombinasyonunun uygulanması gerekli olur. Psikiyatrik ilaçlar tespit edilen semptom ve sorunların çoğunun üstesinden gelinmesinde yararlı olur. Ö. ÖNEMLĠ ÇOCUKLUK DÖNEMĠ HASTALIKLARININ ERGENLĠĞE YANSIMASI Otizm: Otizm, birbirine benzerlikler gösteren yaygın gelişimsel bozukluklar başlığı altındaki bozukluklardan biridir. Temel olarak iki alanda bozukluk görülür: İletişim ve sosyal gelişim alanı ve yineleyen, sınırlı ilgi ve davranışlar. Ve bunların çocuk 30 aylık olmadan başlaması gerekir. Aslında bebek doğduğu andan itibaren farklılık gösterir. Eğer ailenin daha önce olmuş bir bebeği varsa, aile kıyaslama yapabilir. Pek ağlayıp sızlamayan, tepkisiz, fazla uslu bebeklerdir. Aile bebeğin onlara gereksinim duymadığı kanısına bile kapılabilir. Otizm, bir çocukluk dönemi hastalığı olmakla birlikte, ergenlik döneminde yeni sorunlar doğurur. Diğer insanların duygularını anlayamadığı ve davranışlarını ona göre düzenleyemediği için sorunlar çıkabilir. Cinsel duyguların uyanması ile bu sorunlar artar. Cinsel merakları, insanlara dokunma gibi davranışları sorun yaratabilir. Benzer şekilde toplum önünde mastürbasyon yapma gibi davranışsal sorunlar da gözlenebilir. Ergenlikte oluşacak bu tür sorunlar için, ergenin davranışsal olarak eğitilmesi ve ailenin ergenliğe hazır olması gerekir. Zekâ Gerilikleri: Zekâ gerilikleri de çocukluk döneminde saptanmakla birlikte, ergenlik döneminde yeni sorunlara yol açar. Geriliğin derecesi ve erken başlanan uygun eğitim bu sorunların düzeyini etkiler. Aile için zekâ sorunu olan bir ergenle baş etmek, bir çocukla baş etmekten zor olabilir. Aileler özellikle cinselliğe ilişkin ne yapacaklarını bilemediklerinden, bu konuda hiç konuşmayarak yok saymaya çalışırlar. Bu konuda çocuğa zekâ düzeyine göre bilgi vermek, hem onun hem de ailenin işini kolaylaştıracaktır. Cinsel gelişimi diğer çocuklardan farklı olmayacaktır. Cinsel dürtüleri yaşıtlarıyla aynıdır. Sorun daha çok bu dürtülerle yaptığı davranışları, nerede yapıp nerede yapamayacağı konusunda olan sıkıntıdan kaynaklanır. 146 P. RUH SAĞLIĞINI KORUMA YOLLARI Ruh sağlığı insanın kendisi ve çevresi ile bir uyum ve denge içinde olmasıdır diye tanımlanabilir. Hayatın her döneminde bazı temel düşünce biçimlerine sahip olmak ve bunun yanı sıra bazı temel davranışları kazanmak ruh sağlığını korumak için vazgeçilmezdir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir : 1. Öfke, kızgınlık, korku, sevinç gibi olumlu ve olumsuz duyguların içe atılmaması, uygun bir dille ifade edilmesi şarttır. Isıyı hareket enerjisine çeviren bir buhar kazanına belli bir basınca kadar buhar depolanır ve sonra buharın itme gücünden faydalanılır. Buhar depolanan kazanın fazla buharın salındığı bir emniyet supabı vardır. Böylelikle kazanın fazla buhar doldurularak patlaması önlenir. İnsanlar da bir anlamda ―istim çıkarmalıdırlar‖. Bu, insanın güvendiği insanlara içini dökmesi, duygu ve düşüncelerini onlara anlatması şeklinde olur. Gençlerin de konuşmaya, dinlenmeye ve anlaşılmaya ihtiyaçları vardır. 2. Herkes kendisinin dünyada bir başka benzeri olmayan bir varlık olduğuna ve en az bir alanda yetenekli olduğuna inanmalıdır. Kişinin kendisine ve yeteneklerine saygı göstermesi şarttır. Herkesin kendini gerçekleştirmeye, kendindeki saklı güçleri açığa çıkarmaya gücü olduğuna inanması gerekir. 3. İnsanlar acı ve elem veren olaylardan kaçarak, neşe ve mutluluğa yönelirler. Bu insanın yapısında vardır. Mutsuzluk veren olaylardan uzaklaşırken onları iyi anlamak lazımdır. Mutsuzluk veren olayları görmezlikten gelmek, yok saymak da bir yoldur. Ancak bir sorun meydana geldiği zaman çözülmeye çalışılmalıdır. Kişiler arasında bir sürtüşme varsa, taraflar araya üçüncü kişileri sokmadan kabul edilebilir ölçüler içinde konuşmalıdırlar. 4. Zamanı verimli şekilde değerlendirmek olumlu ruh sağlığına sahip olmanın birinci şartıdır. Çalışmak ve üretken olmak ile ruh sağlığı arasında yakın ilişki vardır. Genin iş veya okul dışı serbest zamanlarında da uğraşları olması, onun yapıcı ve yaratıcı olmasına yol açacaktır. 5. Ergenlik döneminde, genin isteklerinin engellenmesini veya bir arzusunun gerçekleşmemesi onda kırıklık yaratır. Gençlerin arzularının gerçekleşmemesi karşısındaki hayal kırıklıklarının yaratığı üzüntü yetiklinden çok daha fazladır. Karşı cinsten bir arkadaşı tarafından reddedilmek, okulda başarısızlık veya bir isteğinin yerine getirilmemesi gibi olayları karşılama biçimini öğrenmeleri üzüntülerini telafi etme yollarını arttıracaktır. Arzu edilmeyecek durumlarla bir konudaki başarısızlığın kişinin bütün alanlarda başarısızlığı anlamına gelmeyeceğini düşünmek, başarısız olma veya engellenme karşısındaki kırgınlıkları azaltacaktır. Burada anne ve babanın desteği gereklidir. 6. Beden sağlığı ile ruh sağlığı arasındaki ilişkiye dikkat etmek gerekir. Yetişme çağındaki bir insan için gerekli proteinlerden ve minerallerden yoksun bir beslenme beden ve ruh sağlığını tehlikeye düşürebilir. 7. Spor yapmak beden ve ruh sağlığını güçlendirir. Sportif faaliyetler gençteki beden enerjisinin uygun şekilde harcanmasını sağlar. Gençlerdeki öfke ve saldırganlık duyguları spor yolu ile giderilebilir. Grup içinde yapılan sporla aynı zamanda gençlerin sosyalleşmesi için uygun ortamlar sağlarlar. 8. Günlük hayatın getirdiği gerginlikler ve zorlanmalar karşısında vücuttaki kas gerginliklerini gevşetme ve uygun nefes alma yöntemlerini bilmek yarar sağlar. Böylelikle gerilim ve zorlanma karşısında kalan bir insanda uzun vadede ortaya çıkabilecek baş ağrısı, kalp çarpıntısı ve sürekli iç sıkıntısı gibi olumsuz belirtilerle baş etmek mümkün olur. 147 9. Her insan gibi ergenin de beslenme, barınma ve korunma ile ilgili temel ihtiyaçları karşılanmalıdır. Ergenin aynı zamanda sevilmeye, güven duymaya, takdir edilmeye, kendini değerli görmeye ihtiyacı vardır. Bunların yanında gençlerin her insan gibi fark edilmeye, yani dikkat edilmeye, hoş vakit geçirmeye, arkadaşları ile sohbet etmeye, hayal kurmaya ve müzik dinlemeye de ihtiyacı vardır. Anne ve babanın bilmesi gereken şey, her gencin bu ihtiyaçları karşılama biçiminin farklı olduğudur. Her insan, tamamen kendine has özellikleri olan ve kendinden başka kimse ile benzeşmeyen ―tek‖ bir varlıktır. Gencin bu farklılığı yetişkinler tarafından saygı ile karşılanmalıdır. 10. Bütün öğretilerde ―kendini bilme‖ kuralı ruh sağlığının ve olgunlaşmanın temel basamağıdır. İnsanın duyguları, ilgileri, yetenekleri, ileriye yönelik düşünceleri, yürüme, giyinme ve konuşma şekli, yalnızken veya başkalarının yanındayken takındığı tavırlar ve daha birçok özellik kişiliğini yansıtır. Gencin kendi kişiliğini bilmeye çalışması, olaylar karşısındaki tavrını anlamasına, kendi kendini değerlendirebilmesine, gerektiğinde kendisini eleştirebilmesine, kendini başkalarının gözü ile değerlendirebilmesine, iyi ve kötü yanlarını fark edip daha iyi olmaya çalışmasına yol açar. (Kulaksızoğlu, Adnan, Ergenlik Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000.) 148 KAYNAKÇA ġenol, Prof. Dr. Selahattin, Çocuk ve Gençlik Ruh Sağlığı, Hyb Yayıncılık, Ankara, 2006. Baldık, Ömer, Ansiklopedik Eğitim ve Psikoloji Rehberi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2005. Yavuzer, Prof. Dr. Haluk, Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2007. Saygılı, Doç. Dr. Sefa, Ruh Hastalıkları ve Korunma Yolları, Elit Yayınları, İstanbul, 2005. Aral, Baran, Doç. Dr. Neriman, Gülen; Bulut, Çimen, AraĢ. Gör. ġenay, Serap, Çocuk Gelişimi 1, Ya-Pa Yayınları, İstanbul, 2001. Aydın, Betül, Çocuk ve Ergen Psikolojisi, Atlas Yayın Dağıtım, İstanbul, 2005. Kulaksızoğlu, Prof. Dr. Adnan, Ergenlik Psikolojisi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000. Bacanlı, Prof. Dr. Hasan, Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2005. Öztürk, Prof. Dr. M. Orhan, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Nobel Tıp Kitapevleri, Ankara, 2004. DurmuĢ, Ayten, Ergenlik Dönemi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2005. Arkonaç, Sibel, A. , Psikoloji Zihin Süreçleri Bilimi, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 1998. Aydın, Doç. Dr. Ayhan, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Tekağaç Eylül Kitap Yayın Dağıtım, Ankara, 2005. Aydın, Editör: Prof. Dr. Betül, Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2005. Nar, Ercan, Kimse Beni Anlamıyor, Babıâli Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2007. Yavuzer, Prof. Dr. Haluk, Çocuk Eğitimi El Kitabı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2005. Briant, Monta Z. , Bebeklerin İşaret Dili, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2006. Semerci, Prof. Dr. Z. Bengi, Ergen Ruh Sağlığı, Alfa Yayınları, İstanbul, 2007. Yörükoğlu, Prof. Dr. Atalay, Gençlik Çağı Ruh Sağlığı ve Ruhsal Sorunlar, Özgür Yayınları, İstanbul, 2007. Aral, Baran, Doç. Dr. Neriman, Gülen; Bulut, Çimen, AraĢ. Gör. ġenay, Serap, Çocuk Gelişimi 2, Ya-Pa Yayınları, İstanbul, 2001. Aydın, Doç. Dr. Ayhan, Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul, 2000. Açan, M. Meltem, Çocuk Psikolojisi, Yakamoz Yayıncılık, İstanbul, 2009. Cüceloğlu, Doğan, İnsan ve Davranışı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991. Cüceloğlu, Doğan, İçimizdeki Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1992. Çileli, Meral, Ahlak Psikolojisi ve Eğitimi, V Yayınları, Ankara, 1986. 149 Çileli, Meral, ‗Ergenlikte Ahlak Gelişimi‘ Ergenlik Psikolojisi, Hacettepe Taş Kitapçılık, Ankara, 1987. EkĢi, Aysel, Gençlerimiz ve Sorunları, İstanbul Üni. Yayınları, İstanbul, 1982. Özbey, Çetin, Çocuk Gelişiminde Yaşanan Sorunlar, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2006. Budak, Erdal; AkbaĢ, Ahmet, Okul Öncesi Çocuğun Gelişimi ve Eğitimi, Pozitif Yayıncılık, İstanbul, 2007. Apuhan, Recep ġükrü, Ergenlerle İletişim, Timaş Yayınevi, İstanbul, 2004. EkĢi, Aysel, Çocuk, Genç ve Anne Babalar, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1990. Onur, B. , Ergenlik Psikolojisi, Hacettepe Taş Kitapçılık, Ankara, 1991. Onur, B. , Gelişim Psikolojisi, Verso Yayıncılık, Ankara, 1991. Yavuzer, Haluk, Ana- Baba ve Çocuk, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1994. ġenol, Selahattin; ĠĢeri, Elvan, Dikkat Eksiği Hiperaktivite Bozukluğu, Hyb Yayıncılık, Ankara, 2006. Houde, Oliver, Çocuk Psikolojisi, Dost Yayınları, Ankara, 2006. Yörükoğlu A. , Çocuk Ruh Sağlığı, Çocuk Yetiştirme Sanatı ve Kişilik Gelişimi, Özgür Yayınları, Ankara, 1998. 150