kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!
Transkript
kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü!
kızılbaş Şubat 2013 - sayı 23 kızılbaş alevilerin sorunlarının tartışıldığı demokratik kürsü! kızılbaş yayınlayan / veröffentlicht generaldirektor freizugeben. sakine polat genelyayın yönetmeni: ali ülger tr. hukuk danışmanları: av. nadide metin erdoğan av. erdal doğan av. hıdır özcan av. birliği hukuk danışmanı: av. ertekin ceylan ankara temsilcisi: hatice çevik tel: 0506 818 66 55 [email protected] İstanbul temsilcisi: savaş erdoğan tel: 0535 38 95 778 [email protected] berlin temsilcisi: ali koçak [email protected] tel: 0177 457 79 78 stuttgart temsilcisi: ali usta [email protected] tel: 0176 78 56 12 71 adres: bergheimer str 51 d - 47228 duisburg almanya tel: +49 (0) 177 502 88 53 http://www.kizilbas.biz [email protected] kızılbaş’ta yayınlanan yazı ve ilanların sorumluluğu sahiplerine aittir. kızılbaş’ta imzasız ve kaynaksız yazılar yayınlanmaz. yayın tarihi: 15 şubat 2013 sayı: 23 yeni web sayfamız: http://www.kizilbas.biz kızılbaş’ın eski sayılarını bize vereceğiniz e-mail adresinize pdf dosya olarak gönderebiliriz. k izilbasdergisi@k izilbas.biz gönüllü katkı formu adı soyadı :.................................................................................................. adres :.......................................................................................................... e-mail & tel :............................................................................................... ali ülger konto: 300 23 23 29 BLZ: 350 500 00 Sparkasse Duisburg 6 sayı 30 € - 12 sayı 60 € kızılbaş - sayfa 3 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 içindek iler: Sayfa 04 - Cangözü ile görmek - Sakine Polat Sayfa 06 - Kızılbaş Dergisi’den Demokratik Toplum Kongresi (DTK) 2-3 Şubat 2013 tarihlerinde Diyarbakır’da Alevi Konferansı Katılımcılarına ve Kamuoyuna! Sayfa 06 - Dedelerimizin eli kanlı özür dilerim! - Ahmet Türk Sayfa 07 - Demokratik Toplum Kongresi’nin 1.Kürdistan Alevi Konferansı Amed’de toplandı Demokratikleşmeyi ve barış sürecini destekliyoruz! Sayfa 09 - 1.Alevi Konferansı ve Düşündürdükleri - Erdal Yıldırım Sayfa 10 - CHP’li belediye başkanı: Kürtleri Aydın’dan temizleyeceğim Sayfa 11 - Kullanışlı Aleviler / Alevilik Üzerine Notlar Son - Gökhan Erdogan Sayfa 20 - Hızır Yaşlı Nenemdi! - Haydar Karataş Sayfa 22 - ERMENİ VE ZAZA KIZILBAŞ ALEVİ HALKLARININ SURP SARKİS-ROCÊ XIZIRÎ BAYRAMI KUTLU OLSUN! - Sarkis Hatspanian Sayfa 23 - BAL GİBİ BİR XIZIR ORUCU - Ahmet Güven Sayfa 24 - ZAZACA AYRI BİR DİLDİR (LEHÇE DEĞİLDİR) SEVAN NİŞANYAN Sayfa 26 - “Atatürk bu yüzyılın gördüğü en büyük dehadır” - Sırrı Süreyya Önder Sayfa 27 - SANIKA DİKSILEMANİ Hawar Tornêcengi Sayfa 29 - Bi dîtina min, gelek civakan kevneşopiya cejna Xidir Nebî û Xidir Eylas ji bo berjiwendiyên xwe kirine roja Xwedanê evînê. - Kemal Tolan Sayfa 31 - „Birlikte Yaşadığımız Halkların Özgürlüğü Bizim de Özgürlüğümüzdür.” PRK/Rizgari 1. Kongre Sonuç Bildirgesin’den Aktarma Sayfa 33 - Bizim adımıza Öcalan’ın görüşmesi yeterlidir - M. Karayılan Sayfa 35 - İmralı Görüşmelerinden Barış Çıkar mı? - Cemil Gündoğan Sayfa 36 - Mutfakta barış pilavı pişiyor - Îbrahîm Aksoy Sayfa 38 - Beşikçi: Müzakereleri Öcalan değil BDP yürütmeli SÖYLEŞİ: - İRFAN AKTAN Sayfa 41 - AK Parti ile BDP’li vekiller kol kola halay çekti Sayfa 42 - ÖZÜR DİLEMEK “BİLDİĞİNİZ GİBİ DEĞİL” - AYDA ERBAL Sayfa 45 - Osmanlı İmparatorluğu Divan-ı Harp Mahkemesinde (Divan-ı Harb-i Örfî) Görülen İttihat ve Terakki Partisi Bölge Sorumlu Sekreterleri (Kâtib-i Mesuller) Davaları - Meline Anumyan Sayfa 48 - Ne mutlu ‘Türküm diyene’ mi? Ne mutlu ‘Türk olana’ mı? - Prof. Ayşe Hür Sayfa 50 - ANADİL HAKKI - GÜNEY CUMA CAN Sayfa 51 - Türkiyede Arap nüfusunun dağlımı Sayfa 52 - Abdüllatif Şener’den dehşet veren iddialar Sayfa 52 - Alevilik dersi öğretmeni kursu.. Sayfa 53 - Sivas olayları için yeni suç duyurusu Sayfa 54 - Bir Kavram Bin Kirim Yanilsamalar 1 - Ali Kanlı Sayfa 55 - DEDESİNİN İZİNDEN IRKÇI TORUN İTTİHATÇI SOYKIRIMCI KATLİAMCI CHP Sayfa 56 - Sevgili Dostlarım! - İshak Alaton Sayfa 56 - Aile cenazeyi geri istiyor Sayfa 57 - ALEVİLİKTE KURBAN; TARİHTE KURBAN ve KURBAN BAYRAMI - ADNAN CANGÜDER Sayfa 01/64 Kapaklar Ali Ülger BELGESEL GÖSTERİMİ 3 MART'ta, Kadıköy'de Sevgili Arkadaşlar 03 Mart 2013 Pazar günü saat 19.00'da Barış Manço Kültür Merkezi'nde Lozan Mübadilleri Vakfı (LMV) ve Sosyal Dayanışma ve İletişim Derneği (SODİD) etkinliği olarak gerçekleştirilecek MÜBADELE GECESİ'ne davetlisiniz. Telefon: +90 212 245 61 55 kızılbaş - sayfa 4 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Cangözü lığının Kürdi versiyonuyla birlikte yürütülecek asimilasyonun, uygulayacağı siyasetin verebileceği zararları şimdiden hesaba katmayanlar yarin yok olacaklarını bilmelidirler!... ile * * * görmek Sakine Polat Gündem alabildiğine hızlı degişiyor. MİT-APO görüşmeleri meyvelerini vermeye başladı. Kandil İmralı arasında kurulan görüşme trafiğinde hedeflenen amaç, tek bir fire vermeden, TC ve Apo’un emir ve talimatlarına uygun olarak garanti altına alınmasını sağlamaktır. M. Karayılan’ın verdiği demeçte Serok Apo’un tek başına görüşmeleri sürdürmesinin ve vereceği kararlarının kendilerini de bağlayıcı olacağını açıkladı. Hızlı dizginlenen bu barış(!) teslimiyet sürecinin işletilerek, silah bırakılıp köklü tasfiyenin gerçekleştirilmesi için MİT tüm imkanlarını kullanmaktadır. Kürt siyasal tarihi, yeni bir döneme girerken, bu teslimiyete karşı direnen yeni bir duruş gelişmesi teslimiyeti teşhir edebilir... Apo’un bu işbirlikçi siyaseti, kürt milli mücadelesinin ertelenmesi, kazanılan başarı ve bilincin tekrar heba edilmesi olacaktır... * * * Tırk Kürt İttihatçı ittifakının oluşturulmasıyla, yerel alanda çok ciddi sıkıntıların oluşacağı ve şiddetli tasfiyelerin gündeme gelebileceğini hesaba katmak gerekir. Şöyle ki; 36 dilin konuşulduğu bu coğrafyada tek millet, tek din, tek dil ülküsü için katliamların yapılabilecegini asla unutmamak gerekir. Hamidiye Alaylarının yeniden organize edilmeyeceginin hiç bir garantisi yoktur. Soykırım, Katliam ve Sürgünlerden arda kalan milli ve dini toplulukların bir daha soykırımlara, katliamlara tabi tutulmayacağının hiç bir güvencesi yoktur. Tırk Kürt ittihatçı ittifakı hiçte hayıra delalet degildir!... Tüm mazlum kesimler, bu oluşabilecek tehlikeyi şimdiden görmeli ve kendilerini korumanın araçlarını üretmelidir!.. * * * Demokratik Toplum Kongresi (DTK) 2-3 Şubat 2013 tarihlerinde, Diyarbakır’da Alevi Konferansı düzenledi. Biz Kızılbaş Dergisi de yazılı ve sözlü sözhakkıyla birlikte kongreye davet edildik. Temsilcimiz Konferansa katıldı. Ne yazık ki; ne yazılı bildirimizin dağıtılmasına ne de okunmasına müsade edilmedi. Bu uygulamanın ne anlama geldiğini yorumlamaya bile gerek yoktur.... DTK’ın Kızılbaşlara yönelik siyasetinin özcesini söyle özetlemek mümkündür; Tırk devletinin türkleştirip müslümanlaştıramadığı Kızılbaşları ehlileştirip(!) Kürtlük üzerinden devlet ümmeti müslüman yapma projesidir!.. Aklısalim olan her kızılbaş, bu devlet siyasetini görmelidir. Kendini koruyup geliştirmemiz için, bu ittihatçı ittifakın dışında kalmayı başarmalıyız. BDP - DTK Başkanları Ermeni, Süryani, Êzidi katliamlarından dolayı özür beyanatları yayınlıyorlar. Bunlar sadece bireylerin görüşleri olarak pasif bir açıklamadan öteye geçemez bu haliyle. Samimi ve sorunların çözümüne yönelik kalıcı, emin adımlar atılmak isteniyorsa yapılması gereken işler, bir yol haritasıyla kamuoyuna sunulmalıdır. BDP -DTK Başkanları bu beyanatlarını, kendi parti kongrelerinde parti kararına çevirmelidir. Özürün gereginin yerine getirilmesini bir proğram haline getirilmelidir!... Bu yönde atılan en küçük bir adım yoktur. Bunlar, günü-birlik söylemlerle durumu idare etme siyasetidir. Bu tür ucuz siyaset ile kalıcı ve başarılı demokratik gelişmeler mümkün degildir. * * * Biz Kızılbaşlara yönelik Osmanlı döneminde alınmış FERVALAR halen yürürlüktedir. Bu kanlı fervalara müslüman kürtler de itiraz etmeden katılmışlar!... Müslüman zazalar da ha keza!.... Şimdi Biz Kızılbaşlar olarak, Kürt halkının sömürgecilere karşı yürüttükleri haklı mücadelelerini meşru gördük. Kızılbaş evlatları bu mücadeleye aktif katıldılar, evini sofrasını köyünü yurdunu açtılar... Kendi öz örgütlenmemiz ile kendimizi temsil etmenin siyasetini geliştirmeliyiz. MİT-APO ittifakı, Kürt milletinin hiç bir ekonomik, demokratik siyasal taleplerine cevap vermekten çok çok uzaktır!... Aksi durumda ittihatçıların asimilasyonundan kendimizi korumanın mümkün olmayacağını bilmeliyiz. MİT + APO ittifakına karşı durmak her onurlu kürt yurtseverinin önünde duran bir görevdir. Türk İttihatçılarının 100 yıldır yaptıklarını eyi görüp sağlıklı sorgulamak durumundayız. Şimdi Tırk İttihatçı- Asla pes etmeden! can cana kızılbaş - sayfa 5 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Kızılbaş Dergisi’den Demokratik Toplum Kongresi (DTK) 2-3 Şubat 2013 tarihlerinde Diyarbakır’da Alevi Konferansı Katılımcılarına ve Kamuoyuna! Can Cana, nelik öneriler sunmalıyız. Osmanlı’nın biz Kızılbaşlara yö-nelik görüşleri "Kızılbaşların katli vaciptir, görüldüğü yerde öldürüle! öldüren gazi de, Kızılbaş elinde helak olan da şehit"(1) oluyor. Osmanlı tüm fetvalarını kanla, şiddet ile uygulamıştır. Bu Osmanlı devlet siyasetini biz Kızılbaşlar biliriz! Bunu yapmadığımız sürece bu sorunu sömürgeciler tarafından kullanılmasına malzeme vermiş oluruz. Osmanlı’dan Cumhuriyete geşişte de birşey değişmemiştir, Osmanlı katliam ve soykırımcı siyasetini TC. devleti devir almıştır. Şöyleki; Misaki milli dahilindeki tırk ve devlet ümmeti sunni müslüman olmayan toplulukları türkleştirme faaliyetini devlet siyasetiyle ya türk yapılacaklar ya da toptan imha, katliam, soykırım politikalarına tabi tutulacaklar. Bu İttihatçı devlet siyasetiyle her taraf kangölüne çevrildi. Başta Ermeniler, sonra pontus, peşinden Koçgir, Şeyhsaid, Dersim, Maraş, Çorum, Madımak ile devam ettirilmektedir... Katliam soykırımı ve sürgün sonrası uygulanan ittihatçı asimilasyon siyaseti, en yoğun olarak ta dersim ve Kızılbaşlara uygulanmıştır... Devletin İttihatçı asimilasyonu, katliamın soykırımının ve sürgünlerin bin katı daha ağır zarar vermiştir bize, bu durumun bilince çıkartılması şarttır... Geçmişte Osmanlının biz Kızılbaşlara yönelik almış olduğu fetvalarına Müslüman Kurmanc ve Müslüman Zazalar da itiraz etmemişlerdir!.. Müslüman Kurmanc ve Müslüman Zazaların da kendi dünüyle bugünüyle yüzleşmelerini öneriyoruz... Oysa asimilasyon devlet tarafından öteki olarak görülen bizler için ortak sorundur. Bu nedenle bizler demokratik değerler dahilinde konuşulabilinir ortamı üretmeleyiz. Çözümlerine yö- bugün bu çatı altında Alevilerin sorunlarıyla ilgili bir sempozyumun düzenlenmesi elbette önemlidir. Yalnız burada eksik olan atlanan önemli bir durum var, hatırlatmak isteriz. Devlet İttihatçı asimilasyon siyasetini işleterek yerden bitercesine "cemevleri" açtırdı. Kadrolarını da kendisi devşirdi. Hala Devletin alevi siyasetiyle yarım kalmış asimilasyonu tamamlamak istiyorlar. Biz Kızılbaşların tarihimizde özel olarak inşa edilmiş cemevi mekanlarımız olmadı ve hala yoktur!.. Kızılbaşlık gizlilik esasına göre kendini işletmiştir. Dışarıdan devşirme de almamıştır. Gizliliğe neden, tartışılabilinir, şu kadarını belirtmekle yetinelim.. Gerek Şiiliğin, gerekse Sunniliğin bizi kafir "rafizi" görmeleriyle başlamıştır, gizli hayatımız.... Burada yapılan tartışmalar ile önerilerin biz Kızılbaşların tarihsel ve toplumsal siyasal sorunlarımıza işık olmasını dilerdik. Ne yazık ki yapılan programda bu yönde bizce bir açılım yoktur. Bugün hala Alevilik olarak sunulan işin altında menfaatçi çıkar siyasetleri işletiliyor. Daha dün CHP’nin eleteğini öpenlerin, Bu Kınalı-Kekliklerin siyasetinin de demokratik olmadığı açıktır. Biz kızılbaşlar; Kürt siyasetini CHP den köklü kopuşunu ittihatçı ittifakın dışında görmek isteriz. Ezidilerden özür dilenmesi hayırlı bir adımdır. Gereğinin yapılmasını görmek isteriz. Yoksa Türk başbakanı R.T. Erdoğanın Dersim özürü gibi altı boş kalır. Umarız ki Kürt tarafı bu tür yola girmez.... Ermeni soykırımından dolayı sadece sözler ile geçiştirme siyasetiyle, ne Kürt tarafına ne de Ermeni tarafına hiç ama hiç bir insani fayda getirmez. Yakın TC tarihinde de Devlet kendi örgütlenmelerini yenileme ihtiyacı duydu ve Ankara Gölbaşında bir toplantı yaptı. Dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal’ında katıldığı o toplantıda bir bildirge yayınlandı. "Alevilik Bildirgesi" (2) Buyurun; -Yaşar KEMAL, Aziz NESİN, İlhan SELÇUK, Tarık AKAN, Zülfü LİVANELİ, Berker YAMAN, Kıvanç ERTOP, Çetin YETKİN, Ataol BEHRAMOĞLU, Atilla ÖZKIRIMLI, Emil Galip SANDALCI, Süleyman YAĞIZ, Bekir YILDIZ, Muharrem Naci ORHAN, Erdal Atabek, Nejat BİRDOĞAN, Vedat GÜNYOL, Cemal ÖZBEY, Mesut MERTCAN, Battal PEHLİVAN Cengiz BEKTAŞ, Müjdat GEZEN, Recep BİLGİNER, Lütfü KALELİ, Jülide GÜLİZAR, Nevzat HELVACI, Nart BOZKURT, Tanıl BORA, Adnan SÖZEN, İhsan ATAR, Ahmet BULUT, Akın GÜRDAL, Musa ATEŞ, Rıza ZELYUTBizce Devletin asıl amacı şuydu; Kızılbaş Alevi topluluklarındaki müslümanlaştırmayı türkleştirmeyi tamamlamak... Diğer yandan da kürt milli mücadelesine katılmayı önlemekti! Bugünki süreçte AKP hükümeti alevi açılımı adı altında bir dizi görüşmeler yaptı. Alevilikle alakası olmayan devşirmelerle yapılan açılım bizce kandırmacadan ibarettir. Bugün sivas kızılbaş - sayfa 6 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 davası zaman aşımına uğramış, ev işaretlemeleri ile aleviler teşhir edilmeye korkutulmaya çalışılmaktadır. Maraş katliamında yitirdiği canlarını anmaya giden kızılbaşlara maraşa girme izni dahi verilmemiş devletin kolluk kuvvetlerinin şiddetiyle karşılık verilmiştir. Dün olduğu gibi bugün de zihniyet değişmemiştir. Dedelerimizin eli kanlı özür dilerim! İşin özcesi Kızılbaş-Alevi meselemizi sadece inanç işleriyle sınırlamak bizi ölüme mahkum etmektir. DTK Eşbaşkanı Türk, 1915’te Ermeniler, Süryaniler ve Ezidilere uygulanan politikalara Kürtlerin de dahil olduğunu söyleyerek, “Burada Kürtlerin de payı var. Dedelerimiz, bu halklara zulmetti. Torunları olarak özür diliyoruz. Bu özrü kabul etmek önemlidir” dedi. Kızılbaş-Alevi meselemiz toplumsal tarihsel ve siyasal bir sorundur. İşin bu yanından bakmak ve biz Kızılbaş Alevilerin kendi öz örgütlenmelerimizin ile kendi sorunlarımıza sahip çıkmamız ile bu sorunları çözen bir taraf olabiliriz. Halklar üzerinde oynanan oyunların bilincinde olmalı ve empati yapabilmelidirler… Düzenlenen bu sempozyuma katılanların soruna, bir de bu yanından bakmalarını öneriyoruz!. Ermeniler, Süryaniler ve Ezidilerden özür diledi... Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı, Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk, 1915’te Ermenilerin büyük acılar yaşadığını söyleyerek, “Propagandalarla Kürt halkı da Ermenilere zulüm etti” diyerek Ermenilerden, Süryanilerden ve Ezidilerden özür diledi. Ya Kızılbaşlar olarak, kendi öz örgütlerimizle kendimizi yenileyeceğiz, ya da asimilasyonlardan kendimizi kurtaramayacağız. Türk, İMC TV’de yayınlanan bir programda soruları yanıtladı. Sağlıklı ve başarılı olmanız dileklerimiz ile Türk, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ a, “Siz milliyetçi kesimlere mesaj vererek bu sorunu götüremezsiniz. Bir Müslüman olarak, bir insan olarak, barışa inanan bir insan olarak devreye girin, müdahale edin. O zaman Başbakan olmazsınız bu ülkenin lideri olursunuz” diye seslendi. can cana 01 Şubat 2013 Kızılbaş dergisi Sakine Polat / Ali Ülger www.kizilbas.biz [email protected] tel: +49 177 502 88 53 ankara temsilcisi: tel: 0506 818 66 55 ............................ (1)http://www.kizilbas.biz/belgeler/ 101-seyhuelislam-ebussuud-efendi-fetvalari.html (2)http://www.kizilbas.biz/belgeler/ 102-devletin-alevilik-bildirgesi.html BAŞBAKAN’A ÇAĞRI YAPTI Türk, bir soru üzerine Kürtlerin 1915’te Ermeni, Süryani ve Ezidilere yönelik katliamlarda kullanıldığını söyledi. Türk, şöyle devam etti: Ahmet Türk ‘TÜRKLER DE ÖZÜR DİLESİN’ “1915’lerde Ermeniler büyük acılar yaşadı. Burada Kürtlerin de payı var. Kürtler kullanıldı. Buradaki halk bir zulümle karşı karşıya kalmış. Hem Süryaniler, hem Ezidilerle ilgili hem de Ermenilerle ilgili dedelerimiz, babalarımız kullanıldı, bu halklara zulmetti, onların eli kanlıdır dedik. Bu halkların, bu grupların kanı ile elleri kirlidir, dedim. Biz evlatları olarak, torunları olarak özür diliyoruz. Bence özrü kabul etmek önemlidir. Biz Kürtler olarak diyoruz ki evet irademiz dışında kullanıldık. Propagandalarla Kürt halkı da Ermenilere zulüm etti. Bundan ızdırap ve acı duyduğumuzu çok rahat ifade edebiliyoruz. Türkiye’nin de bu büyüklüğü göstererek Ermenilerden, Ezidi ve Süryani halkından özür dilemesi gerekiyor. Bu olaylar cumhuriyetten önce olmuşsa bu sıkıntıya ne gerek var?” KAYNAK: http://www.demokrathaber.net kızılbaş - sayfa 7 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Demokratik Toplum Kongresi’nin 1.Kürdistan Alevi Konferansı Amed’de toplandı Demokratikleşmeyi ve barış sürecini destekliyoruz! 2-3 Şubat 2013 tarihlerinde Diyarbakır Cegerxwun Kültür Merkezi’nde toplanan “Demokratik Toplum Kongresi’nin 1.Kürdistan Alevi Konferansı” Türkiye ve Kürdistan’ın 4 parçasından ve Türkiye’nin değişik illerinden gelen delege ve konuklarla toplandı. Konferansa, bir çok Alevi federasyonu, derneği, cemevi katılırken, konferansın açılışı üç Alevi dedesinin kırmançkî, Kurmanci ve Türkçe okuduğu Gülbanklarla açıldı. Bu konferans pariste katledilen 3 kadın siyasetçi SAKİNE CANSIZ, FİDAN DO ĞAN, LEYLA ŞAYLEMEZ‘e atfedildi. Konferansımız tarih boyunca ve yakın tarihimizde yaşanan Koçgiri, Dersim, Kırıkhan, Malatya, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi ve diğer yerlerde yaşanan kıyımlara ve zülme maruz kalan tüm canlarımızı büyük bir saygıyla anar. Uluslar arası komplonun boşa çıktığı Kürt sorunun barışçıl ve demokratik çözümü için görüşme ve diyalog arayışların olduğu bir süreçte konferansımızı gerçekleştiriyor olmamız büyük bir anlam ifade etmektedir. Bu anlamda görüşme ve diyalog sürecini destekliyoruz. Konferans’ta yapılan 7 farklı oturumda, Alevi tarihinden ocaklara, Alevi katliamlarından ana dilde ibadete kadar bir dizi konuda tebliğler sunuldu, tartışmalar yapıldı. Konferans, bu coğrafyada egemenlerin tarih boyunca yok saydığı, imha ve asimilasyon politikalarına tabi tuttuğu Kürt ve farklı kimliklere mensup Alevi temsilcilerinin bir araya gelerek sorunlarını tartışması ve ortak çözüm yolları araması açısından tarihi bir adım olmuştur. Yaşadığımız coğrafyada ve Ortadoğu’ da milliyetçi ve dini boğazlaşmaların arttığı ve arttırılmak istendiği bir ortamda çok kimlikli ve çoğulcu demokratik bir birliktelik arayışının iki önemli dinamiği olan Demokratik Alevi Hareketi ve Kürt siyasal hareketinin yan yana gelmesi barışçıl ve demokratik çözümler için umut vericidir. Konferans, egemen zihniyetin Aleviliğe kendisine göre yön verme, tanımlama çabalarını ve Türk-İslam sentezini reddetmiş, devletin kontrolü dışındaki bir Aleviliğin coğrafyamıza barış başta olmak üzere, eşitlik, özgürlük, adil paylaşım ve sevgiyi taşıyacağına vurgu yapmıştır. Konferans, Alevilerin eşit yurttaşlık temelinde yürüttüğü hak alma mücadelesine demokratik Kürt siyaseti hareketinin ve genel olarak demokrasi güçlerinin desteğinin daha da büyümesinin, egemen yaklaşımları boşa çıkaracağının altını çizmiştir. Çünkü Konferans, Aleviliğin özgürlüğü Kürtlerin özgürlüğü, Kürtlerin özgürlüğü de Aleviliğin özgürlüğü anlamına geleceğine inanmaktadır. Konferans, bir asimilasyon kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılmasını ve Cemevlerinin ibadethane olarak yasal statüye kavuşturulmasını kabul etmiştir. Konferans bu kapsamda, Hacı Bektaş Veli Dergahı başta olmak üzere Alevilere ait kutsal mekanların asıl sahiplerine iade edilmesini savunmuştur. Konferans, Alevi köylerinde camilerin yapılmasının asimilasyon politikasının bir parçası olması itibariyle bu anlayışı kabul etmemiş ve redetmiştir. Zorunlu din derslerinin kaldırılmasını isteyen Konferans, AKP’nin mevcut eğitim sistemiyle “dindar ve kindar gençlik“ yetiştirme heveslerini gerici ve asimilasyoncu bir zihniyetin devamı olarak görmüş ve reddetmiştir. Konferansımız, Toplumun en dinamik gücü olan gençlik üzerindedevletin çağdaşlaştırma adına yozlaştırarak kendi kimliğinden, kültüründen uzaklaştırma dolayısıyla farklı kimliklere büründürme politikasına karşılık gençliğin kendi kültürü ile buluşturması amacıyla Alevilik sistemi içerisinde gençliğin önemsenmesi örgütlülük içerisindeki aktivitesi ve etkinliğinin sağlanması savunulmuştur. Konferans, laik devlet anlayışının, devletin inançlara karşı eşit mesafede durması olarak kabul ederek, devletin Sünni inancını esas alarak hakim ve egemen kılmaya çalışmasını reddetmiştir. Bu yaklaşıma uygun olarak Konferans, yeni anayasa sürecinde genel demokratikleşme talebinin yanı sıra, Aleviler başta olmak üzere bütün inançların yasalar önünde eşitliğinin garanti altına alınmasını da savunmuştur. Alevilere karşı olan ön yargıların ve tehdit politikalarının yaşamın her alanında sürdürülmekte olduğunu bir kez daha tespit eden Konferans, kamuda dışlama, toplumda rencide etme ve geçmiş katliamları hatırlatan Alevilerin evlerinin işaretlenmesini katliamcı zihniyetin bir göstergesi olarak gördüğünden, özellikle görsel ve yazılı medyada ve ayrıca ders kitaplarında kimlik ve inançlara dönük nefret suçlarına karşı cezai yaptırımlar uygulanmasını istemiştir. Konferans, yakın tarihimizde yaşanan ve belleklerimizde halen canlılığını koruyan Koçgiri, Dersim, Kırıkhan, Malatya, Maraş, Çorum, Sivas, Gazi ve diğer katliamlarla ilgili tüm bilgi ve belgelerin açığa çıkarılmasını için gerçekleri araştırma komisyonunun oluşturulmasını ve devletin Alevilerden resmi olarak özür dilemesi gerektiğini savunmuştur. Konferansımız, devletin bugüne kadar baskıcı politikalarının da bir sonucu olarak Alevi Ocak kültürü, Yol Erkan hizmetleri ve dedelik kurumuyla ilgili sıkıntılar yaşadığı tespitini yaparak, yaşanan sıkıntıların aşılması ve Yol erkanın sürdürülebilmesi için tüm Alevi örgütlerinin ve ocaklarının bir araya gelerek çözüm üretmesini önermiştir. Çünkü, tarihsel gelişim süreci Ocak kültürü üzerinden gelişen, Alevilik için son derece önemli olan Ocak sistemi bundan sonra da hep önemli olacağından yerel özgünlüklerle de beslenerek yürütülmesi gerekmektedir. Tek tipleşmenin Aleviliğin ruhuna uygun olmadığını tespit eden Konferans, bu yaklaşıma uygun olarak Alevi örgütleri ve kurumları farklılıklarıyla bir arada olma yol erkanın sürdürülmesi ve ortak mücadele platformlarının ocak kültürü üzerinden şekillendirilmesini savunur. Konferansımız bu çerçevede, Alevi Ocak ları, Cem evleri, Dergahlar ve AleviBektaşi örgütlerini yolun olmasa olmaz kurumları olarak görür ve aralarında farklılıklardan kaynaklı problemleri Yol’un kaideleri içinde çözüme kavuşturulmasını benimser ve farklılıklarımızı da bir zenginlik olarak görür. Aleviliğin günümüze taşınmasında önemli bir katkısı olan “Analık” kültürünün giderek zayıfladığı gerçeğinin açığa çıktığı konferansta, “Analık” kültürünün Alevilik için aydınlanma, inanç ve felsefesini oluşturuyorsa, kadınların da toplumların eşitlik özgürlük ve adalet kızılbaş - sayfa 8 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 sağlayıcılığının yol göstericileri olduğu aşikardır. Analık makamından hareketle toplumun ataerkil zihniyetten çıkarılmasının bir ayağı olarak inancın doğru aktarımının geliştirilmesi, yitik yanlarının açığa çıkarılması önem arz etmektedir. Bundan dolayı da Alevi örgütlülüğünde kadınların daha aktif yer alması, yol’un korunması ve yürütülmesi açısından çok önemli olduğunu benimsemiştir. Konferansımız, Aleviliğin farklı süreklerine saygı gösterir. Türk, Kürt, Arap, Arnavut, Romen, Fars gibi farklı etnik kimliklere sahip Alevilerin tümünü aynı değerde görür. Ortak payda olan Aleviliğin daha da gelişiminde ve özümsenmesinde anadilini önemle vurgular. Diğer etnik kimliklerde olduğu gibi Kürt Alevilerinin de kendi ana dilleri olan Kürtçe ile ibadetlerini sürdürmelerini, yol erkan hizmetlerini yürütmelerini destekler. Konferans, Kürdistan’da bulunan farklı inançsal kimliklerin, egemenlerin böl-çatıştır-yönet politikasının aracı olmaktan çıkartıp barış içinde toplumsal kardeşleşmenin ve ulusal birliğin paydası olmalıdır. Konferans, her farklılığın kendisini bütünlük içinde özgürce ifade etmesini ve var etmesine olanak tanıyan özerk yönetim biçimlerini savunur. Konferansımız bu anlamıyla farklı kimlik ve inançların eşit koşullarda yan yana yaşamasının demokratik özerklikten geçtiğine inanır. Konferansımız, tarih boyunca zulmün karşısında direnişin sembolü olmuş ve 72 millete aynı nazarda bakan Alevilerin hem coğrafyamızda hem de bölgemizde barış sürecine doğrudan müdahil olma- BDP’li Sırrı Sakık, sını benimsediği gibi, demokratik, özgür ve eşit ilişkiler için mazlum Kürt halkının yürüttüğü özgürlük, barış, eşitlik ve kardeşlik mücadelesini desteklediğini ilan etmiştir. Ayrıca aşağıdaki kararlara varılmıştır: 1-Konferansın sonuçlarını taşımak üzere yerel konferansların yapılması 2- Konferans kararlarını hayata geçirmek üzere Konferans Koordinasyon Kurulunun oluşması 3-Alevilerin Kürtlerin demokratik ulus birliğine yönelik çalışmalara aktif katılması 4- Mezopotamya coğrafyasında yaşayan Alevilerin, ‘Mezopotamya Aleviler Birliği’ adı altında örgütlendirilmesini 5- Sakine Cansız Alevi Kadın Akademisinin kurulması Meclis kürsüsünden şunları söylüyor: - Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kaf kaslar’dan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahibi değilsiniz, haddinizi bileceksiniz. - Burada mücadele edip bu coğrafyada ortak vatanı kuranlar bu coğrafyanın sahipleridir. Oradan gelip, hele dağdan gelip bağcıyı kovma hakkına hiç mi hiç sahip değilsiniz. - Nereden geldiyseniz biz bilmeyiz. Biz, bu toprakların sahibiydik. 1071’de giriş yaptığınızda da bu topraklardaydık, Cumhuriyet oluştuğunda da bu topraklardaydık. - Biz Kürtler, hiçbir dönem ihanet etmedik. İhanet varsa sizin genetik mirasınızdadır. Atalarınızda arayın ihaneti. kızılbaş - sayfa 9 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 1.Alevi Konferansı ve Düşündürdükleri Sonuç olarak iki gün süren konferans bütün eksiklikleri, hataları, yanlışlarının yanında geleceğe dair beklentilerimizi canlı tutmamıza ve bu konferansta görülen eksikliklerin, yapılan hataların ve doğru olmayan tespitlerin süreç içinde düzeltilip birlikte mücadele fikrinin geliştirilmesine vesile olmasına; (kimi kişilerce estirilmeye çalışılan soğuk rüzgarlara gerek olmadığına) birlikte mücadele yönündeki çabaların inatla, ısrarla, kararlılıkla sürdürülmesine; önümüzdeki sürece olumlu şekilde yansıtılmasını ümit etmeye devam edeceğim. 1. Alevi Konferansı ve Düşündürdükleri Diyarbakır’da 2-3 Şubat tarihlerinde düzenlenen son derece önemsediğim, konuyla ilgili herkesin de önemsemesi gereken 1.Alevi Konferansı ile ilgili bazı gözlem, tespit ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle Diyarbakır’da Demokratik Toplum Kongresi öncülüğünde, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Diyarbakır Şubesi, Özgür Demokratik Alevi Derneği tarafından da desteklenen böyle bir kongrenin düzenleneceği, yurtiçinden ve yurtdışından birçok kurum ile çok sayıda tarihçi, akademisyen, aydın ve yazarın da konferansa katılım haberini alınca son derece memnun oldum. Üstelik bu kongredeki yedi ayrı oturumdan biri olan ‘Cumhuriyet Dönemi Alevilere Yönelik Katliamlar ve Yarattığı Tahribatlar’da sunum yapıp yapmayacağım sorulunca bu memnuniyetim daha da arttı. Konferans çalışması ve sonuç kararlarının yüzlerce yıldan bu yana hem Selçuklular, hem de Osmanlı İmparatorluğu zamanında, hem de cumhuriyet döneminde çeşitli şekillerde yok sayma, inkâr, imha, asimilasyon, katliam ve kimi zaman da soykırıma varan saldırılarla karşı karşıya kalan Aleviler ve Kürtler açısından son derece verimli bir işlev üstlenebileceğini düşündüm. Konferansın pirlerimiz Hasan Kılavuz, Hüseyin Gazi Metin ve Zeynel Dedenin Türkçe, Kurmanci ve Kırmancki Gülbanglarıyla başlaması da son dere- Erdal YILDIRIM ce değerli ve önemliydi. Ben de konferans konuşmamın başında, ‘biz Aleviler, insanı Tanrı belledik, Enel Hak dedik. Aleviliği bir yaşam biçimi, felsefe, kültür ve yol belledik. Mezhebimizi soranlara, Nesimi’nin sözleriyle ‘Sorma be birader mezhebimizi, biz mezhep bilmeyiz yolumuz vardır’ demiştim. Sonunda ise Alevi toplumu kardeş halklarla, toplumlarla kardeşleşerek safları sıklaştırmalı, inkâr, imha, asimilasyon politikalarına karşı tüm demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etmelidir, çünkü halkların, toplumların kurtuluşu buradadır’ demiştim. Ancak konferans hazırlık komisyonu adına okunan 12 sayfalık metin birinci sayfasından son sayfasına kadar içerik, yapılan analizler, tarifler, tanımlama ve kurgulama açısından birçok hatayla doluydu. Bu metinde yazılanlar aslında salondaki birçok kişinin anlamlandıramadığı bir durumdu. Oysa günlerce takdire değer bir çalışma sergileyen Konferans Hazırlık Komisyonu bu metinin yazımında daha duyarlı ve özenli olmalıydı. Okunan metinde ‘Aleviliğin tarihinin İslamiyet ile başladığı, islamın içinde olduğu, islamiyetteki kavganın bir halifelik ve halifelik sırası sorunundan başka bir şey olmadığı, Alevilik kavramının Ali taraftarlığı ve Ehlibeyt taraftarlığı olduğu, giderek de Aleviliğin nerdeyse Şialıktan başka bir şey olmadığı’ anlatılıyordu. Bu durum iki açıdan önemli hatalar içeriyordu. Anlatılanların gerçek Alevilikle ilgisinin olmaması bir yana, Aleviliğin, Hz.Ali ve İslamiyetle açıklanmaya çalışılması da başlı başına bir yanlıştır. Bu, bugüne kadar Aleviliği Sünnilik içinde asimile etmek isteyen, Aleviliği islamiyete yamamaya ve entegre etmeye çalışan egemenlerin yaptığına benzer mantıkla bir Alevilik tarifi yapılmasıdır. Aleviliğe yeni bir don biçilmesidir. Doğru değildir. Oysa doğru tarif ve/veya açıklama konferansta konuşulanlardan, yapılan sunumlardan ve ortaklaşılan kararlardan sonra sonuç bildirgesine eklenir. Bu aynı zamanda konferansa katılıp sunum yapanlara karşı da nezaketsizliktir. Ve de söz konusu tavır ve yapılan tarifler sistemin - egemenlerin kendilerine uygun bir Aleviliği yaratma ve tarif etme çabasıyla benzeşir ki, bunun da anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir yanı bulunmamaktadır. Yine okunan metinde, tarihte Alevilerin uğradığı katliamlar anlatılırken Koçgiri ve Dersim; sonuç bildirgesinde de yine Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum, Sivas katliamları tespit edilmiş, ama ne yazık ki Madımak Katliamı (ki, Madımak katliamı Aleviler ve Alevilik açısından bir kırılma, yeniden varolma noktasıdır) unutulmuş ve adeta yaşanmamış sayılmıştır. Oysa 12 yaşında olan ve 8 saatlik gerici, faşist, ırkçı kuşatmadan sonra toplam 33 can ile birlikte yakılmak suretiyle ölümsüzleşen Koray Kaya’yı unutmak ile yine 12 yaşında ve 13 kurşunla Mardin Kızıltepe’de kahpece katledilen Uğur Kaymaz’ı unutmanın hiçbir farkı yoktur. Konferans sonuç bildirgesine baktığımızda oturumlarda ağrılıklı konuşulan kimi konuların sonuç bildirgesine yazılmaması; ortak mutabakata varılmayan kimi konuların da sonuç bildirgesinde yer alması nedeniyle bildirgenin eksik kalan hataları içeren ve de bu nedenle düzeltilmesi gereken bir belgeye dönüştüğünü görmekteyiz. Konferansa davet edildiğimizde isim 1.Alevi Konferansı olarak söylenmişti. Salonda ise konuşmacıların arkasındaki pankartta konferansın ismi Türkçe, Kurmanci ve Kırmancki olarak “1.Alevi Konferansı” olarak yazılıydı. Ama pankarta sonradan “Kürdistan“ sözcüğü eklenmişti. Çeşitli etnik kimliklere, hatta çeşitli farklı ülkelerde farklı etnisiteye sahip Alevilerin olması, tüm kızılbaş - sayfa 10 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Alevileri kucaklayıcı ve ortak sorunlar çerçevesinde bir araya getirmek / gelmek ve topyekün bir dayanışma hedeflendiğinde de Alevilikle ilgili genel bir konferansın bölgesel isimler verilerek daraltılmasının doğru olmadığı anlaşılmaktadır, burada da bu tür bir sözcük eklenmesi doğru ve gerekli değildir . Alınan kararlardan olan “Mezopotamya Aleviler Birliği” kurulması kararı varolan Demokratik Alevi Hareketi, yani Alevi Bektaşi Federasyonunu (ABF) ister istemez güçsüzleştirir ve 25 yıldır çok zor şartlar altında bugüne getirilmiş olan mevcut örgütlenmeyi daha da güçlendirmek yerine bölmeye/ güçsüzleştirmeye hizmet eder ki, hiç kimsenin bunu arzu edeceğini düşünmüyorum. Sonuç bildirgesinde “Madımak Oteli Utanç Müzesi Olsun” talebinin yer almaması önemli bir eksikliktir, mutlaka bir yolu bulunmalı ve eklenmelidir. Konferans sonuç bildirgesi komisyonunun ve/veya DTK’nın sonuç bildirgesi kitapçık, broşür vs şeklinde basılacaksa, “Mezopotamya Aleviler Birliği” kararının çıkartılması ve “Madımak Utanç Müzesi” talebinin de eklenmesi son derece yerinde olacaktır. Zira konferansta dikkat çeken önemli konuların başında, mevcut laik(!) cumhuriyet rejiminin Alevi sorunlarını hiçbir şekilde çözmeyeceği ve bu nedenle konferansta sıkça sözedilen Demokratik Özerklik Projesiyle Alevi sorunlarına da çözüm bulunabileceği tespitidir. Sonuç olarak iki gün süren konferans bütün eksiklikleri, hataları, yanlışlarının yanında geleceğe dair beklentilerimizi canlı tutmamıza ve bu konferansta görülen eksikliklerin, yapılan hataların ve doğru olmayan tespitlerin süreç içinde düzeltilip birlikte mücadele fikrinin geliştirilmesine vesile olmasını; (kimi kişilerce estirilmeye çalışılan soğuk rüzgarlara gerek olmadığına) birlikte mücadele yönündeki çabaların inatla, ısrarla, kararlılıkla sürdürülmesine; önümüzdeki sürece olumlu şekilde yansıtılmasını ümit etmeye devam edeceğim . 8 Şubat 2013 CHP'li belediye başkanı: Kürtleri Aydın'dan temizleyeceğim SEVDE KILINÇ / STAR Adalet ve Kalkınma Partisi Aydın Milletvekili Mehmet Erdem, CHP'li Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu'nu etnik siyaset yapmakla suçladı. Çerçioğlu'nun 'Kürtleri Aydın'dan temizleyeceğim' dediğini aktaran milletvekili Erdem "Bu süreç Aydın'da büfelerin kaldırılmasıyla başladı. Baktı ki o zaman ciddi bir ivme yakaladı. Şimdi de aynı siyaseti Balıkçılar üzerinde yürütüyor. Balıkçılar etnik yönünü bildiğimiz kişiler. Tehlikeli bir oyun." dedi. Aydın Belediye Başkanı Çerçioğlu Erdem'in iddialarının doğru olmadığını savundu. Milletvekili Erdem ise "Bana bu bilgileri aktaran muhtarlar zamanı gelince konuşacak" dedi. TEHLİKELİ OYUNLAR Geçtiğimiz hafta yapılan AK Parti Aydın 46. İl Danışma Meclisi Toplantısında konuşan Mehmet Erdem, "Aydın, tehlikeli bir oyunun içine çekiliyor. Büfeler kaldırıldı vatandaşlar bunu olumlu karşıladı, buna itirazımız yok. İlk önce kaldırılan büfeler, SİT alanına uygun olmayan yapılaşma olduğu için kaldırılması gerekiyordu. O büfeler bu karar çerçevesinde kaldırıldı. Bu da Özlem Hanımın ilk belediye başkanlığı günlerine denk geldi. Özlem Hanım, oldu Topuklu Efe. Çerçioğlu buradan etnik siyaset malzemesi elde etti. Etnik siyaseti, Menderes Park'ta balıkçılarda da kullanılıyor. Köylerde etnik siyaset yapılıyor. Bu tehlikeli oyundan biran önce vazgeçmesini diliyorum. Bizim birlik, beraberlik ve kardeşliğe ihtiyacımız var. Eğer sorumluluk noktasındaki insanlar, birlik, beraberlik ve kardeşliğimizi zedeleyecek ve birbirimize düşürecek mahiyette birtakım kıvılcımlara neden olacak etnik siyasetini sür- dürülürse, Aydın'ın hayrına olmaz" şeklinde konuşmuştu. İDDİASINI TWITTERA TAŞIDI Mehmet Erdem bu konuşmasının ardından sosyal paylaşım siteleri üzerinden yaptığı açıklama ile iddialarını yineledi. Konuyla ilgili açıklama yapan Mehmet Erdem şunları söyledi: "Özlem Çerçioğlu, köy muhtarlarını davet ediyor. Onları belediyede misafir ediyor ve bu esnada muhtarlar ile sohbet ediyor. Bazı köyleri ziyaret ediyor. Bize muhtarlar kanalıyla geldi bu iddialar. 'Kürtleri Aydın'dan temizleyeceğim' diyormuş kendisi. Bu etnik bir siyasettir. Tehlikeli bir siyaset anlayışıdır. Terörle mücadelede belli bir aşamaya gelindi. Hassas bir süreçten geçiyoruz. CHP'de yaşanan benzer söylemler dolayısıyla istifa yaşandı. Kılıçdaroğlu 'etnik siyasete müsaade etmeyiz' diyor. Fakat Çerçiğlu etnik siyaset yapıyor. Bunun için Aydın'da bazı argümanları da kullanıyor. Menderes Park işletmeleri 4 yıldır aynı ücret ile kirada. 4 yılın sonunda mı aklınıza geldi? Balıkçılar etnik yönünü bildiğimiz kişiler. Bu süreç Aydın'da büfelerin kaldırılmasıyla başladı. Baktı ki o zaman ciddi bir ivme yakaladı. Şimdi de aynı siyaseti geliştirmeye çalışıyor. Tehlikeli bir oyun. Biz de bu yaşanlar karşısında sosyal paylaşım siteleri üzerinden, sizler vasıtasıyla Kılıçdaroğlu'nu uyarıyoruz" dedi. 26 Ocak 2013 Cumartesi Kaynak: http://haber.stargazete.com kızılbaş - sayfa 11 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Kullanışlı Aleviler / Alevilik Üzerine Notlar Son Gokhan Erdogan Hatır Kalsın, Yol Kalmasın Alevilik, Azerbaycan, İran, Irak, Suriye, Bulgaristan, Yunanistan, Kıbrıs, Romanya, Makedonya gibi çevre ülkelerdeki yerel unsurları, etkileşimleri ve Almanya, İngiltere, Fransa, ABD vb ülkelerdeki diasporasıyla ve de Türkiye’de milyonlarla ifade edilen Alevi nüfusu ile büyük bir sosyal ve ekonomik gücü ifade eder. Bunun yanı sıra Yunus Emre’den, Pir Sultan Abdal’a, Aşık Veysel’e birçok ozanları, özgün kültürüyle Türkiye’nin kültürel yapısını büyük oranda belirleyen bir geleneğe sahiptirler. Bu nedenle Alevi nfusu, kültürü, örgütleri Türkiye siyasetinin tam merkezinde yer almaktadır. Alevilerin büyük çoğunluğu kendilerini yalnızca Alevi sıfatıyla tanımlamaktadırlar. Buna ragmen bir yanda Sünni Türk devlet öte yanda diğer siyasi hareketler kendi ajandaları ve ideolojilerine göre Alevileri üç tarz-ı siyasetin, üç farklı kimlik inşa sürecinin etkisi altına almaya çalışmaktadırlar. Birbiriyle de etkileşen, nüansları bulunan bu kimlik inşa süreçlerinin her biri, tanımlar kısaca şöyle özetlenebilir; 1) Aleviler Türktür 2) Aleviler Kürttür 3) Aleviler Müslümandır. Her biri Alevilerin aslında eski Türk, Kürt ya da İslam geleneklerinden kaynaklandıklarını ve parçaları olduğunu iddia etmekte ve bu iddia üzerinden Alevi toplumunu kendi kurdukları tarihi, ideolojik bir kimliğe doğru asimile etmeye çalışmaktadırlar. Alevi sivil toplumunun da genel eğilimlerini veren bu üç tarz-ı siyaset kendi siyasetlerini Alevi toplumuna taşımakta oldukça başarılı olmalarına rağmen Alevi toplumunun problem ve ihtiyaçlarını görme ve dillendirme noktasında o oranda başarsız olmaktadırlar. Bu anlamda Aleviliğin temsili, sesi gasp edilmiş bulunmaktadır. Bir kimlik olarak Alevilik Modernist yaklaşıma göre Millet ve Milliyetçilik kavramları insanlık tarihinin bütün saf halarda insana içkin olarak varolmamış, Fransız devrimi ve sanayi devrimi döneminde ortaya çıkmış yeni kavramlardır (Gellner 1981). Sanayi devrimi sonucu üretim teknikleşip merkezileşirken toplumsal yapı da bu üretimi sürdürecek biçimde dil ve kültür anlamında standartlaşmaya başlıyor. Feodal üretim tarzının parçalandığı ve dinin toplumsal rolünü kaybettiği dönemde ortaya çıkan boşluk, bu sefer “milliyetçilik” ile doldurulmaya başlanmıştır (Benedict 2006). Henüz Türk ulusunun inşa edilemediği dönemde Yakup Kadri’nin Yaban romanında Anadolu’yu gezen bir aydın tipi, köylüye Türk olup da nasıl Mustafa Kemal taraftarı olmadığına dair çıkışırken köylünün cevabı “Biz Türk değiliz ki beyim… Biz İslamız, elhamdülillah… O senin dediklerin Haymana’da yaşar. (Karaosmanoğlu 1936)” biçiminde olmuştur. Benzer bir biçimde araştırmalara göre Alevilerin de büyük çoğunluğu (Akkiraz 2012), (K. Fırat 2005) kendilerini millet denilen yeni ve Anderson’un ifadesiyle “hayali cemaat” üyelikleriyle değil kadim “Alevi” kimlikleriyle tanımlamaktadırlar. X’i Alevilik dışında Türk, Kürt, İslam vb herhangi bir kimlik olarak düşünürsek süreç “Alevi”den “Alevi x” e oradan “x Alevi” ye en sonunda sadece ”x” dönüşecekleri bir biçimde gelişmektedir. Baskın olan Alevi kimliği ile sahip olunan ya da olunmasi istenen ikinci bir kimliğin yer değiştirmesi için gösterilen baskı ve çabalar suretiyle kısmi ya da bütün bir asimilasyon görülmektedir. Aleviliği çoklu tanımlamak Osmanlı’dan günümüze Alevi toplumu üzerinde süren yoğun baskı, asimilasyon politikaları ve şehirleşme bir eşitsiz gelişim sürecinin parçası olarak Alevilerin geleneksel örgütlenme modelllerini dağıtmış, kitleyi büyük ölçüde atomize etmiştir. Bu süreç, cenaze törenleri gibi bir çok başlıkta asimilasyona neden olmuş olmasına rağmen öte taraftan da Alevi toplumunda merkezileşmenin, tekleşmenin olmaması yerel özelliklerin, çeşitliliğin kaybolmamasını da sağlamıştır. Sünni toplumu ise Osmanlı’da Halife sıfatıyla padişah tarafından temsil edilmiş, Cumhuriyet döneminde ise Diyanet tarafından merkezi olarak devlet bütçesi ve kadrolarıyla tepeden aşağıya doğru bir kimlik olarak inşa edilmiştir. Günümüzden bir örnek vermek gerekirse Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ; “Diyanet İşleri Başkanlığı kalkar veya kaldırılırsa, bu milletimize yapılmış en büyük kötülük olur. İnsanlarımızın ayrışmasına yol açar. Cami, cami bölünmesine neden olur (NTV 2013)” Tespitinde bulunmaktadır. Bu tekçi devlet zihniyeti, Alevi açılımı boyunca ve sonrasında sürekli olarak bir tanımlanma dayatması ile yaklaşıyor, süreci çıkmaza itiyordu: “Ama Alevilik bir dindir deniliyorsa bunu çıksınlar müşterek olarak açıklasınlar. (R. T. Erdoğan 2012)” Alevi önde gelenlerinin bir bölümü, eşit yurttaşlık, düşünce ifade özgürlüğü çerçevesi üzerinden konuyu tartışmak yerine iktidarın kendilerini itelediği makasta Aleviliğin ne olduğunu dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan farklı Alevi topluluklarının kendi kararlarına bırakmak, çoklu tanımlamanın mümkün olduğunu ifade etmek yerine, tekçi bir tanımı tartışmayı seçtiler. Dört Kapı, Kırk Makam ve bir sandalye… kızılbaş - sayfa 12 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Alevi toplumunun geleneksel yapıları çözülürken kentleşen Aleviler yeni örgütlenmeler altında buluşmaya çalıştılar. Fakat köylerden çıkan Aleviliğin şehirde güçlü siyasi hareketlerin hegemonya alanında bağımsız bir örgütlenme gerçekleştirmesi kolaylıkla mümkün olmayacaktı. Birçok Alevi örgütü kurulacak fakat bunlardan bir çoğunun önceliği Alevilik, Alevi toplumunun ihtiyaç ve sıkıntılarından olmaktan çıkacak çeşitli siyasi hareketlerin bölge / alan kapatma üye devşirme vb amaçlarına hizmet edecekti (Devrimci Alevi Komitesi 2012). Yazı boyunca örneklerini vereceğim bu kuruluşların ister başlangıçtaki amaçları Alevi toplumunu manipüle etmek olsun ya da olmasın, diğer toplumsal gruplarla girdikleri müttefiklik ilişkilerinin görünen sonucu kurdukları ilişkiden faydayı Alevi toplumu görmemiştir. Böylece Alevilerin örgütleri olmaktan ziyade devletin, siyasi hareketlerin Aleviler içindeki örgütleri/uzantıları durumuna dönüşmüşlerdir. Günümüz siyasetinin temsili yapısı ile Alevi toplumunun kurumsal temsili arasındaki boşluk çeşitli kişilerin farklı farklı siyasetlerle müttefiklik ilişkileri içinde kendilerini temsilci olarak kurmalarıyla fiili olarak doldulurulmaya çalışılmaktadır. Bir gelenek ya da demokratik temsille ilişkisi olmadan genelde bir kurum içinden fakat kurum kimliğinden ziyade kişi olarak kendilerini öne çıkarmaya çalışan bu “temsilcilerin” iktidara ve siyaset alanındaki diğer aktörlere alışıldık diplomasi olanaklarını sağladıkları açıktır fakat bu şahışların Alevi kültürü, toplumu içinde yerleri oldukça tartış- malıdır. Asimetrik güçlerin etkileşiminin söz konusu olduğu Aleviler ve devlet/siyaset ilişkisinde temsiliyetin yani muhatabiyetin hatta “kahraman” ın asimetrideki güçlü taraf olan devlet/örgüt tarafından açık ya da kapalı belirlendiğini görüyoruz. Ergenekon dava sürecinde Alevilik konusunda Dersim’de soykırım olup olmadığından, Atatürk’ün rolüne devletin tüm kırmızı çizgilerine riayet eden bir kişi olan eski ABF genel başkanı Ali Balkız’a suikast planı (Yurdakul 2009) ortaya çıkmıştır. Fakat bu planla hedeflenenin sadece makbul bir Aleviyi ortadan kaldırmak mı, yoksa makbul bir Alevi kahramanı yaratıp arkasında makbul bir siyaset örgütlenmesi mi olduğunu halen karanlıktadır. Aleviler ve üç tarz-ı siyaset “Kızılbaş eşittir Türk’tür” Cem Vakfı http://www.cemvakfi.org.tr Bu yazı dizisinin bir önceki bölümünde ele aldığımız Cem Vakfı ve yeni “sözde” Alevi dernekleri de bu sürecin örnekleridir. Süreç “sözde” Alevi derneklerinde olduğu gibi sadece muhattabın devlet tarafından tepeden kurulmasıyla gerçekleşmemekte aynı zamanda kişiler, kurumlar aktif şekilde devlete ya da kendi istikballerini gördükleri çeşitli siyasetlere Aleviliği kimi zaman soft power, kimi zaman yedek kuvvet olarak paketleyip pazarlamaktadırlar. Bölgesel yumuşak güç paketlemesinin örneği olarak, “sözde” Alevi derneklerinin ortaya çıkmasıyla devletli pozisyonunu kaybetmiş Cem Vakfı Genel Başkanı İzzetin Doğan, Türkiye’nin Balkan politikalarında Alevilerin Türkiye Devleti için kullanım değerini şöyle ifade ediyor; “Oysa son 35 yılda Türkiye’de Laik Devlet sisteminin fiilen çökertilerek Devletin Sünni bir görünüm kazanması ve uygulamada Devletin Aleviliği dışlar görünmesi, Türkiye’nin bu bölgelerdeki nüfuz, yarışında sahayı İran’a kaptır- ması tehlikesini beraberinde getirmiştir. (Doğan)” TRT’de yayınlanan “Bir Nefes Balkan (TRT 2010)” belgeselinde de görebileceğimiz gibi bölgedeki Alevi nüfusu Türkiye Devleti’nin ilgi alanındadır. Edirne Cem Vakfı’nın internet sitesinde yer alan Mürsel Bali Sultan Törenleri’ne dair habere baktığımızda Cem Vakfı’nın Balkan “açılımına” devletin, Türkiye içinde hiçbir etkinlikte görülmeyecek ilgisi göze çarpmaktadır. “Ruşenler köylülerinin düzenlediği “Mursal” Kurbanı 11 Kasım Pazar günü Seyyid Ali Sultan Dergâhı yakınlarındaki Mursal Sırtı’nda gerçekleşti. Seyyid Ali Sultan’ın oğlu Mursal Bali’yi anmak için düzenlenen kurban etkinliğine Edirne Valisi Hasan Duruer, Edirne Belediyesi Başkan Yardımcısı Ertuğrul Tanrıkulu, Edirne Borsası Başkanı Mustafa Yardımcı, Edirne MüftüsüÖmer Taşçıoğlu, Cem Vakfı Edirne Şubesi Başkanı Mustafa Çetin, T.C. Dışişleri Bakanlığı Edirne Temsilcisi Metin Kılıç, Edirne Vali Yardımcısı Abdullah Aslaner, EdirneSüloğlu Kaymakamı Serhat Kahraman, Edirne İl Jandarma Alay Komutanı Albay Selman Kömürcü, Edirne İl Emniyet Müdürü Cemil Ceylan, Edirne İl Milli Eğitim Müdürü Hüseyin Özcan Hastaneler Birliği Genel Sekreteri İlhan Açıkgöz, Kültür Turizm Edirne İl Müdürü İrfan Özcan, Edirne Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Sami Öztürk, Edirne Valiliği Özel Kalem Müdürü İbrahim Tarancı, Cem Vakfı Halkla İlişkiler Başkanı Ayhan Aydın, Güney Bulgaristan Alevi-Bektaşi Derneği Başkan Yardımcısı Merdenur Recep, T.C. Gümülcine Başkonsolosu Osman İlhan Şener, Gümülcine S.Müftüsü İbrahim Şerif, Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği Asbaşkanı Osman İsmail, Kozlukebir Belediye Başkanı İbrahim Şerif, Kozlukebir Belediyesi “Toplumsal Hareket” Başkanı Saadettin Şakir Hüseyin, Seyyid Ali Sultan Dergâhı Koruma Vakfı Başkanı Ahmet Karahüseyin, Seçek Azınlık Eğitim ve Kültür Derneği Başkanı Ali Pencal’ın yanısıra kalabalık bir soydaş topluluğu katıldı. (Trakya-Alevi)” Ulusalcı Aleviler içinde tüm oyuncular İzzettin Doğan gibi güçlü oyun kurucu aktörler değillerdir. Örneğin, 2001 yılındaki “Alevilik bir sınıf değildir ki, onun partisi olsun. (Balkız, Milliyet kızılbaş - sayfa 13 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Gazetesi 2001)” Beyanının aksine Ali Balkız, Aleviler yeknesak aynı siyasi görüştelermiş ve bu bir siyasi parti ile temsil edilebilinir gibi, Alevi Bektaşi Federasyonu’nun o dönem ki başkanı sıfatıyla “Alevi partisi” kurma çalışmaları içinde yer aldı (Sevimay 2009). Federasyon bileşenlerinin bir kısmının (Üstündağ 2010) (PSAKD 2009) parti kurma çalışmasına destek vermediği gibi, ABF hukukunun da Genel Başkanın bu sıfatla, böyle bir çalışma yürütmesine izin vermediği yönünde itirazları olacaktı (Eser, Nurhak Dağı 2009). Buna rağmen federasyon bileşenlerinin görüşlerini dikkate almadan, monolitik temsiliyetçi, dini bir parti kurma girişimiyle kendisi ve arkadaşları adeta topluca milletvekilli olma şansı yakalayacaklardı. Bu süreçten umutlu olduğu dönemde Ali Balkız, “CHP rozetlerini çıkarıp atmadıkça kurtuluş yok (Balkız, Alevi Haber 2009)” demesine karşılık kısa bir süre sonra 2011’de Alevi Bektaşi Federasyon’u genel başkanlığından istifa ederek genel seçimlerinde CHP milletvekilli aday adayı olacaktı. Anlaşılacağı üzere Ali Balkız’ın “Cemevleri serbest olsun, türban yasaklansın”, “[Aleviler göre] Hz. Ali, Mustafa Kemal Atütürk olarak zuhur etti (Balkız, Bugün 2008)”, “Alevi Halkının derinden bağlı olduğu; İstiklal Marşı, Bayrak, Vatan ve Mustafa Kemal Atatürk gibi ortak değerler (Balkız, ABF 2010)” gibi ifadeleri CHP aday adaylığından milletvekilliğine taşınmasına yeterli olmadı. Yazının ilerleyen kısmında Ali Balkız’ın ifadelerindeki Alevilerin değerlerini federasyonunun en büyük bileşenlerinden Pir Sultan Abdal Kültür Derneğinin basın açıklamalarına baktığımızda göremeyecek olmamız da Balkız’ın siyasi kolaycılığının bir örneği olacaktır. Alevi sivil toplum kuruluşlarını, önde gidenlerini araştırırken çoğu kez “isim benzerliği mi?” sorusunu kendinize sorduracak kadar hızlı siyasi değişim yaşadıklarını görmekteyiz. Türkiye siyasetinde olmayan değişimi, dönüşü açıklama, hesap verme alışkanlığı, Alevi kuruluşları ve önde gelenleri için de geçerli görünmektedir. “Demek ki, ocakzade dedeler ya da büyük şeyhler ve babaların hepsi Türk soyludur. Türklerin genlerine yeryüzüne gelişleriyle birlikte “ulus olma bilinci” işlenmiş ve Oğuz Ata’dan gelen töre değişmez yasa haline gelmiştir. …. Okullarda ana dil Türkçe yerine İngilizce eğitimi ve öğretimi yapılması en büyük ihanettir. Buna ilaveten küreselleşme ile birlikte son dönemde “Türk Irkını Melezleştirme Yoketme” planları… süreç içinde Kürtleşmişlerdir…. Kızılbaş eşittir Türk’tür…. Bugün “Eline Beline Diline Sahib Olmak” düsturunun ulusal siyasal bilinçdeki adı; “Ulusal Devlet’e Ulusal Dil’e, Ulusal Tarih’e sahib çıkmaktır.” ” (Kenanoğlu ve Onarlı, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Gazi Üniversitesi 2002) Türklerin doğuştan kimi üstün özelliklere sahip olduğu, “ırk”ın korunması gerektiği, Kızılbaşların hepsinin Türk olduğu gibi pür resmi tarih ve ari ırkçılıkla karşılaştığımız bu metnin sahibinin adını daha sonra Yüzleşme Derneği’nin çıkardığı “Resmi Tarihle Yüzleşiyoruz (Yüzleşme Derneği 2012)” kitabının yazarları arasında da görebiliyoruz. Yazar, Halkların Demokratik Kongresi Genel Meclis üyesi (HDK 2012), Alevi Bektaşi Federasyonu Eski Başkan Yardımcısı (Birgün 2010), Hubyar Sultan Derneği Başkan Yardımcısı Ali Kenanoğlu’dur. Kenanoğlu şu sıralar kendini şöyle ifade ediyor; “Alevilerin dışında hiçbir siyasal parti içinde çalışmam olmadı. Ama bakış açım duruşum siyasi tercihlerim hep soldan yana olmuştur. Soldan yana derken kendini sol gösterip de etnik köken anlamıyla milliyetçilik yapan soldan yana değil, gerçekten sol değerleri savunan soldan yana olmuşumdur. (Kenanoğlu, Alevi Haber Ajansı)” Yukarıda alıntılarla yer verdiğim metnin ikinci yazarı, İsmail Onarlı’nın Cem Radyo’ya verdiği söyleşide Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi’nde Türk ırkçısı ifadeler kullanmasına rağmen Cem Radyo’da bir anda farklı bir ideolojik ve etnik kimliğe büründüğünü görüyoruz. “Ben kendimden başlarsam birçok ırkın karışımıyım, elimizdeki ve arşivdeki belgeler böyle yazmaktadır: Türk, Arap, Zaza, Kürt bilinenler ya “Anadolu Kimliğim” oluşmuştur. (Aydın, Cem Radyo 2000)” Bir başka yerde; “Türkiye nüfusunun %70’i “kafatasçı Irkçı ve İslam Şeriatçısı” bir kültüre sahiptir (Onarlı 2001)” ifadesine de rastladım. Bir uçta CHP’nin diğer uçta daha küçük ulusalcı sol partilerin Alevilere bakışı ise hemen hemen birbiriyle aynı çizgidedir. Yazının ikinci bölümünde CHP’nin Cumhuriyet’in kuruluş dönemindeki politikalarını ele almıştım. Bugün ise CHP, ancak seçildikten 330 gün sonra (TVHABER 2011) “Alevi” kelimesini kullanabilen bir Genel Başkan’a sahiptir. Dersim soykırımı ve suçluları bugün hale CHP’nin savundukları arasındadır. Bu minvalde bu değerlere, ilericiliğe dair Kaypakkaya’nın çözümlemesi halen geçerliliğini korur görünmektedir; “Kürt isyanlarının yeni Türk devleti tarafından vahşice bastırılmasını ve peşinden yapılan kitle katliamlarını feodalizme karşı yönelmiş ‘ilerici’, ‘devrimci’ bir hareket diye alkışlayanlar, sadece ve sadece iflah olmaz hakim ulus milliyetçileridir… (Kaypakkaya 1971)” Günümüzdeki kaynaklara göre Dersim soykırımının bir isyan sonucu gerçekleştiği tartışmalıdır fakat Dersim soykırımına dair “ilerici” yaklaşım dün olduğu gibi bugün de Kaypakkaya’nın tarif ettiği çizgiye denk düşmektedir. CHP 1938’deki Dersim Soykırımını halen savunmakta (Öymen 2009), örnek bir uygulama olarak göstermektedir. CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Seyit Rıza’ya dair iadeyi itibar tartışmalarında işi hakarete vardırmış “olmayan itibar iade edilemez” (Çebi 2012) demiştir. Dersim soykırımına dair tarihsel TKP o dönem ki tavrından ötürü özür (Yağcı 2011) dilemişse de yeni TKP takip edebildiğim kadarıyla böyle tavır yerine mirasını sahiplendiği partinin o gün isyanın bastırılmasını ilerici gören ifadesinin bugün soykırıma uğrayanları gerici olarak niteleyerek tekrarlamaktadır: “Dersim isyanı ve isyanın sembol ismi Seyit Rıza Türkiye ilericiliğinin mücadele tarihinin bir parçası olarak görülemez. (Yaşlı 2011)” ifadesiyle soL dergisi yazarı, Türk Solu dergisini “Bu anlamda köylü kırmalarını doğrayan Hızır Paşa acaba sosyalizmin ön koşullarını mı yaratıyordu? (G. Fırat, Türk Solu 2009)” sorusuyla ifade ettiği “ilerici” çizgisiyle bütünleşiyordu. Gerek TKP gerek diğer ulusalcılar için olsun Alevilik, dini kimliğinden, kendi taleplerinden sıyrılarak pratikte sadece fiziki güce sahip bir kitleye indirgenmektedir (Kılıçer 2012). Bu grup için de Cemevi bir ibadethane değil bir diyanet görevlisinin ifadesindeki gibi “cümbüş evi”dir. “Solun uzattığı ele tutunan ve konser salonu, tiyatro kızılbaş - sayfa 14 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 sahnesi, sergi salonu, okuma odası, kütüphane, etüt merkezi, konferans salonu, sohbet odası, dans salonu, dayanışma evi, mahalleli buluşma noktası, aşevi olabilen cemevinin ibadethaneye indirgenmesi açık bir gerileme anlamı taşır. Bu halkçı ve ilerici işlevlerin ibadethaneye sığması mümkün değildir. İbadetheneye sıkıştırıldığında diğer yönleri ayazda kalacak bir Alevilik, asimilasyona karşı savunmasız da kalır.” (Güler 2011) Milyonlarla ifade edilen nüfusunu, kadim geleneğini, yüzyıllarca süren varoluş mücadelesine saygı duymadan 0.14’lük (Hürriyet 2011) oy oranı ve tepeden modernist yaklaşımla Aleviliğin kendi kazanımlarını “solun uzattığı ele” bağlamak gerçekten kendini dev aynasında görmek olsa gerek. Alevilik ibadethanelere “sıkıştırıldığında” sanki yüzyıllarca Türkiye solunun gölgesinde asimilasyondan korunmuş gibi sol’un desteğinden mahrum kalacağı ve böylece “savunmasız da kalacağı” düşüncesi de aynı ruh halinin sonucudur. Dersim soykırımı konusunda, Türk Solu dergisi ise bir adım daha ileri gidip “Dersimliler devletten özür dilesin (G. Fırat, Türk Solu 2011)” kapağıyla 344. sayısını çıkaracaktı. Bu çizginin bir başka ucu olan Aydınlık Gazetesi konu Alevilik olunca Akit Gazetesi çizgisine düşüp Yalçın Küçük’ün “mum söndü” iftirasını içeren yazısını bile yayınlayabilmektedir (Küçük 2011). Aleviler, siyasi bir müttefik olmanın haricinde kendi taleplerini dillendirdiklerinde ise bu çevreler tarafından kolaylıkla gericilikle itham edilmekte ve dışlanmaktalar. “Alevi toplumunun büyük bölümü Kürttür” Birileri Aleviler Ortaasyadan gelmiş, Şaman kökenlidir derken diğer taraftan Abdullah Öcalan’ın Kürtlerin Ziya Gökalp’idir (Küçükaydın 2008) dedidiği İsmail Beşikçi televizyonda seyrettiği bir programı kanaate varmakta yeterli görüp, “Alevilik İslamiyet’ten önce Mezopotamya’da yaşayan bir inançtır. Zerdüşt kökenli bir inançtır” diyebilmektedir (Beşikçi, GomanWeb 2006). Ankara Eski HADEP il başkanı olan, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği genel başkanlığını yürüten Kemal Bülbül (PSAKD 2006), Alevilerin aşina olduğu “Aleviler Türkmendir” tezini kendi siyasetine uygun olarak ters çevirerek “Alevi toplumunun büyük bölümü Kürttür” ve “Maraş, Alevi inancı ve Kürt kimliğine karşı yapılmıştır” tezlerini ileri sürmektedir (DİHA 2012). Bülbül’ün geçtiğimiz yıl PKK ve KCK tutuklu ve hükümlülerinin başlattığı cezaevlerindeki açlık grevlerine (CNN Türk 2012) dair Alevi toplumuna hitaben, “Cezaevlerinde bulunan inançsal anlamda da bizi temsil edenler için Alevi toplumunu Yass-ı Kerbela orucunu üç gün öne almaya ve bu canlarla dayanışma için oruç tutmaya davet ediyorum” biçiminde bir bildirisi yayınlandı. İfadedeki bizi temsil edenlerin kim olduğu ve nasıl bir temsiliyetleri olduğu, “biz” in kimleri kapsadığı açık değildir. Tüzüğünde “Çalışmaları ırk, dil, inanç, cinsiyet ve siyasal görüş ayırımı gözetmeden sürdürür. (PSAKD 2011)” yazan derneğin genel başkanı Bülbül, Alevilerin Pirleriyle, Türkiye DTK Alevi Konferansı 2013 – http://dersimnews.com siyasetinin çeşitli kanallarındaki siyasi aktörleri aynı düzlemlerdelermiş gibi bir arada sıralamaktan da çekinmemektedir; “Hacı Bektaş’a, Hallac-ı Mansur’a, Nesimi’ye, Şeyh Bedrettin’e inananlar ve onların ardılları olan Denizlere, Mahirlere, İbrahimlere, Mazlumlara inananlar…” (Bülbül, Fırat Haber Ajansı 2012) (Bülbül, sol 2012) Bu ardıllığı hangi kıstaslarla ve ne cüretle koyduğunu anlamak gerçekten zor. Bir takım Alevi derneklerinin bildirilerinde, kimi yöneticilerinin konuşmalarında Alevi Pirleri ile Türkiye solunun önde gelen isimlerini bir arada anılması oldukça alışıldık bir durum haline geldi. Bir Alevinin sağcı da olabileceğini düşünerek örneğin Kemal Bülbül’ün bildirisini “ve onların ardılları olan Abdullah Çatlı’lara, Muhsin Yazıcıoğulları’na… ” biçimde değiştirsek sanırım siyasetin ne oranda Alevi değerlerinin içine karıştırılmaya çalışıldığı daha çarpıcı bir halde gösterebilirim. Bülbül bu yaklaşımıyla, hem siyasi aktörleri mistifiye etmekte, siyaseti ona, buna “inanlar” olarak tanımlamakta hem de öte yandan Alevi Pirlerini, günlük siyasetinin aracı, meşrulaştırıcı temeli haline getirmektedir. Kürt hareketi kendi siyasal birikim, örgütlülüğü geliştikçe kendi dışındaki topluluklarla ilişkileri de daha açık konumlar almakta. Diyarbakır Bağlar’da bir Cemevi açılmıştır (Bağlar Belediyesi 2011), BDP Alevi Çalıştayları düzenlemekte (İMC 2012), ayrımcılığı karşı meclis araştırmaları istemektedir (ANF 2013). Öte yandan KCK İnanç Komitesi Ramazan ayı dolayısıyla yayınladığı bildiride, Türk Diyaneti gibi “üzerinde ezan-ı serif okunan topraklar” (ANF 2012) ifadesiyle islami fethin sembollerini kullanmakta sakınca görmemektedir. Hürriyet Gazetesinin logosundaki “Türkiye Türklerindir” ifadesinin ideolojik olarak aynısı yazımsal olarak tam tersi olan “Kürdistan Kürtlerindir.” (Demirtaş 2012) ifadesiyle de Kürt olmayan Alevilerin ve diğer gurupların varlığı kolaylıkla unutulabilmektedir. Kürt hareketinin Aleviliğe bakışı birçok noktada “Tersinden Kemalizm” olarak özetlenebilecek noktadır. Devlet nasıl kendi Alevisini yaratıyor, öne çıkarıyorsa Kürt hareketide de aynı çizgi vardır. Kürt hareketi tarafından öne çıkarılmış isimlerden olan Kemal Bülbül, bir Ale- kızılbaş - sayfa 15 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 vi dernek yöneticisi olarak ne şekilde kendinde hak bulduğu bilinmez fakat Alevi toplumunun varoluş mücadelesini, kendi sorunundaki söz hakkını ve sorumluluğunu “BDP’ye Alevi sorunu sorumluluğu veriyoruz. (Bülbül, Yüksekova Haber 2012)” ifadesiyle bir siyasi partiye kendince devretmişti. Fakat bu devirdeki eli çabukluktan bir sonuç alınmayacağı kısa sürede anlaşılmış olacak ki 2-3 Şubat 2013’te Diyarbakırda once 1. Alevi konferansı adıyla düzenlenmiş sonra ismi 1.Kürdistan Alevi Konferansı olarak çevrilmiş bir konferansı düzenlendi. Konferans sonuç bildirgesine baktığımızda Kürt hareketinin de tıpkı AKP gibi mevcut Alevi sivil toplum ve temsilcilerini görmezden gelerek ‘Mezopotamya Alevi Birliği’ adıyla kendisiyle daha organik “sözde” Alevi dernek ve federasyonları kurma yoluna girdiğini görüyoruz (Evrensel Gazetesi 2013). Bu sefer Alevi toplantılarında ve Cemevlerinde görmeye alışık olduğumuz Atatürk portreleri yerine PKK kurucularının portrelerinin (Gündük 2013) yer aldığı bu konferansın sonuç/karar bildirisinde ise PKK kurucusu “Sakine Cansız Alevi Kadın Akademisi kurulması.” kararının alındığını görüyoruz. ABF birleşenlerinden biri olan Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkanı Engin Gündük’ün ifadesiyle konferans (kongre?) “Alevilerden ziyade Kürt siyasal hareketinin ihtiyaçlarına dönük bir organizasyon özelliğini taşıdığı görülmüştür. (Gündük 2013)” “Hiçbir Alevi Aleviliğin din olduğunu iddia edemez” Yazının ikinci bölümünde Alevi toplumuyla ilişkisi olmayan Alevilerin kendilerini temsilini engellemek, söz haklarını çalmak ve makbul bir Alevi kimliği yaratma doğrultusunda toplumu asimile etmeye görevlendirilmiş görünen “sözde” Alevi dernek ve federasyonuna değinmiştim. Abant Platformu toplantılarını düzenleyen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Onursal Başkanı Fethullah Gülen (Fethullah Gülen Resmi Sitesi 2004), (Gülen, GYV 1994) “Dersimli Alevilerin dini yoktur (Gülen, Youtube)” derken Abant Platformu yönetim kurulu üyesi Ali Bulaç Alevilere adeta aba altından sopa gösterircesine “Alevi Sempozyumunda” “Alevilerin her ağızlarını açtıklarında önce iyi – doğru insan olmak lazım demeleri de doğru değildir; iyi ve doğru insan olmak için, önce Müslüman olmak gerekir. (Eser, DABF)” diyordu. Platformun bir diğer yönetim kurulu üyesi “Alevilerin Kemalizm’le imtihanı” yazarı, Dersim araştırmacısı, Yüzleşme Derneği kurucusu Cafer Solgun (Abant Platformu) ‘u ise “önce Müslüman olmak gerekir” mesajını almış olsa gerek “Kendimi teolojik konularda yeterli görmüyorum.” ifadesinden sonra “Alevilerin namaz kılmak, hacca gitmek gibi İslamiyet’in bazı gereklerini yerine getirmekten imtina ettikleri bilinen bir durum. Bu, İslam tarihindeki bilinen ayrışmada Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’ten yana tutum almalarıyla ilgilidir. (Bayraktar 2010)” Solgun, kendisinin de ifade ettiği yetersiz teolojik bilgisine karşın Aleviler ve ibadethaneler başlığında, “Cemevi, Aleviler için ibadet mekanıdır. Aleviler camiye karşı değillerdir. Camiye gitmeyişlerini Hz. Ali’nin namaz kılarken camide şehit edilmesi ve “Emevi İslamı” olarak adlandırdıkları dönemde camilerde Ehlibeyt’e küfür edilmesi ile gerekçelendirmektedirler. (Fars Haber Ajansı 2012)” Aleviler, Alevilerin kendini nasıl tanımlayacakları konusunda ise Türk Sünni devlet tezleriyle gayet parallel ve cesur bir ifadeyle “Hiçbir Alevi Aleviliğin din olduğunu iddia edemez (Solgun, Gerçek Hayat 2012)” demektedir. Sivas katliamından elini yıkamak isteyen bir kesimin, “her iki olayda da bölücü terör örgütünün parmağı (TRT Türk 2012)” olabileceği üzerine Sivas ve Başbağlar katliam dosyalarını birleştirdiği şu günlerde Solgun’un ifadelerinden de gördüğümüz yeni “Resmi tarihin” eskisiyle bir farkının sadece “Atatürk’ün resmi cemevinden kalkacak (Düzel 2011)” olması gibi görünmektedir. Pir: “Ey talipler bu bir uzak yoldur, gelemezsiniz! Gelme gelme, dönme dönme! Gelenin malı, dönenin canı! Bu yol demirden yay, oddan gömlektir giyemezsiniz, gidiniz!” Musahiplik Töreni (Kaygusuz) Yüzyıllar boyunca devlet baskısı altında yaşamış, izleri sürülmüş, katliamlara uğramış Alevilerin kendilerini, inançlarını korumaları ancak yukarıda alıntıladığım törendeki Pir’in ifadelerinde görüldüğü gibi içlerinde bulundukları durumun zorluklarını kavramaları ve ona göre Cem’lerini cemaatlerini biçimlendirmeleriyle mümkün olmuştur. Günümüzde Alevilerin örgütlenmeleri de, karşılarındaki asimilasyoncu güçlerin taktikleri de değişmiştir. Dünün koşullarına karşı kendini koruyabilmiş Alevi geleneği, bugünün koşullarına kendini uyarlamakta, hazırlamakta oldukça zorlandığı görülmektedir. Yıllar yılı CHP geleneğiyle, Mustafa Kemal ile aralarına mesafe koyma gereksinimi görmeyen, Cemevlerinde Hacı Bektaşı Veli’nin, Hz. Ali’nin resimlerinin yanına dini bir figurmüş gibi Atatürk’ün resmini koyan Alevi derneklerinin hergün Dersim soykırımına yeni belgelerin, Mustafa Kemal’in (Kılıç ve Örer 2011), İsmet İnönü’nün (Radikal Gazetesi 2013) imzalı belgeleri yayınlanırken içine düştükleri çıkmaz ortadadır. İçine düştükleri bu çıkmazın, Alevi toplumuyla, değerleriyle herhangi bir siyasi figürü ilişkilendirmeye çalışanların önünde örnek olarak durması gerekir. Bir örnek vermek gerekirse, Ali Balkız, ABF Genel Başkanı sıfatıyla Milliyet gazetesine verdiği röpörtajda Dersim soykırımıyla Atatürk’ün bağlantısını “Bunu tarihçilere sormak lazım (Sevimay 2009)” diyerek geçiştiriyordu. Dersim’de yaşanılanların katliam mı soykırım mı olduğu sorusunu ise hukukçulara, tarihçilere bırakmıyor ve soykırım olmadığı şeklinde cevaplıyordu. Parti kurma çalışmalarını anlattığı röportajda, bu cevabın ne 1948’de BM tarafından kabul edilmiş Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nedeki (BM 1948) soykırım tanımına, ne arşiv belgelerine, ne de ABF birleşenlerinin genel kaanatine dayanmadığı açıktır. Açık olan yeni resmi ideolojinin kırmızı çizgisinin katliamdan, soykırıma taşınmış olduğu ve bunun makbuliyet için bir eşik çizgisi olduğudur. Dersimin Kayıp Kızları 2012 yılında Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Genel Başkanı sıfatıyla Kemal Bülbül, iki tırnak içinde kullandığı Ermeni soykırımı konusunda “Bu anlamda Türkiye, ABD ve Avrupa’da iki de bir de Ermeni Halkı’nın acılarını kirli politikalara alet etmek “Tedip, tenkil ve tehcirin” bir başka biçimde sürdürülmesinden başka bir şey değil- kızılbaş - sayfa 16 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 ödevinde dile getirse, kendi okulunda öğrenmek istese böyle bir tartışma çıktığında bu da “acıların kirli politikalara” alet edilmesi mi olacaktır? Avrupa Birliği’nin 2008 yılında yayınladığı Irkçılıkla ve Yabancı Düşmanlığıyla Mücadele Çerçeve Kararı (EU 2008) dir. (Bülbül 2012)” biçiminde açıklama yapıyordu. Ulusalcı tezleri tekrarlamadan önce temsil edilmeye çalışılan toplumun koşullarını kavramak ve yakın gelecekte önünde duracak problemleri görmeye çalışmak gerekmektedir. Bülbül için acılar gayet “ulusal sınırlar” ve ulusal değerler içinde iken, 2011 yılında Avrupa Parlementosu’nda bir kez daha Dersim Konferansı yapılıyor ve Avrupa Birliği’ne, “Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde tarihiyle yüzleşmesi için Hakikatleri araştırma ve Adaleti sağlama komisyonunun oluşumunun bir şarta dönüştürülmesi. Bunun için Avrupa Parlamentosunun daha aktif çaba göstermesi (Dersim Konferansı 2011)” için çağrı yapılıyordu. Avrupa’da, ABD’de dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Aleviler; Alevi ve Almanya vatandaşı, Alevi ve İsviçre vatandaşı gibi yaşadıkları ülkelerde inançlarının, kültürlerinin tanınması ve korunmasını dünyadaki Ermeni diasporasının, farklı coğrafyalara yayılmış diğer toplulukların yaptığı gibi talep ediyorlardı. Bu süreçte, İsviçre’nin Basel kantonundan (Stroppel 2012), Hamburg’a (Cumhuriyet 2012), Avusturya’ya birçok devlet Aleviliği resmi olarak tanıdılar. Alevi toplumunun var olma mücadelesi bu noktada bitmiyor, örneğin Dersim soykırımı konusundaki tartışmalar, yeni ortaya çıkan belgeler yakın zamanda sadece Türkiye’de yaşayan Alevilerin değil, dünyadaki tüm Alevilerin tarihine dair okul kitaplarında değişiklik yapılmasını gerektirecek düzeydedir. Yarın ABD’nin bir yerinde Alevi bir öğrenci kendi tarihinin gerçeklerini bir Türkiye’den örnek vermek gerekirse Türk Solu dergisinin, “Dersimliler devletten özür dilesin (G. Fırat, Türk Solu 2011)”, “Kürt nüfusun üremesi durdurulsun” gibi faliyetlerle soykırım suçunu inkarını ve küçümsemeyi suç sayıyor. Bu da örneğin soykırıma uğramış halklara, soykırımcı devletin diplomatik, ekonomik gücüne karşı bir koruma kalkanı getirmektedir. Fransa’da Ermeni Soykırımını inkarı suç sayan yasanın parlementoya gelmesiyle alevlenen tartışma tam bu noktaya dairdi. Dersim 37-38 Soykırım Karşıtı Komitesi ile Dersim’i Yeniden İnşa Cemiyeti Dersim Soykırımına dair Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesine suç duyurusunda bulundu (Özgür Gündem 2012). Gelecekte Dersim Soykırımı uluslararası kamuoyunda tanınırsa, soykırım suçluları ortaya çıktığında benzer bir mücadele Alevi toplumu önünde de durmaktadır. Bu bağlamda “İnsan evvala bombalarını atıyor, bunlar bittikten sonra canlı hedef görürse makineli tüfeğe müracaat ediyor. Dersim’de ilk bombardımanın heyecanını unutamam... (Çalışlar 2012)” şeklinde röpörtaj veren pilot Sabiha Gökçen’in adının havalimanından kaldırılması da Cumhuriyet tarihiyle hesaplaşılmasının da gündemdeki yeri gitgide önem kazanacaktır. Türkiye dışındaki Aleviler’in kendi ülkelerinde Türkiye’nin diplomatik, ekonomik baskısından korunması içinde Fransa’da tartışılan yasalara benzer yasaların çeşitli ülkelerde tartışılacağı, gündeme taşınacağı açıktır. Dersim soykırımın, Dersim’de ‘Tertele Peen” yani “sonraki soykırım (Güven 2011)” sözüyle anılmaktadır. Dersimliler, başlarına geleni biricikleştirip, dünyada sadece kendi başlarına gelen bir felaket olarak değil tanık oldukları “Tertele Viren” olarak adlandırdıkları Ermeni soykırımından, “sonraki soykırım” olarak adlandırmaktadırlar. Dersim köylüsünün daha o gün açıklıkla gördüğü benzerlik, tarihsel koşutluk bugün de geçerlidir. Benzerlikler gelenekler, geçmiş dışında özellikle bugün de diaspora, soykırım, soykırımı inkar mücadelesinde görülmektedir. Alevi toplumunun önde gelenlerinin, temsilcilerinin, siviltoplum kuruluşlarının kendileriyle çeşitli oranda benzer deneyimlere sahip Ermeni, Yahudi, Kürt tarihinden öğrenecekleri şeyler olduğu açıktır. Sonuç olarak, şaibeli ve karanlık bir uluslaşma sürecinin mirası ve günümüzde halen tüm şiddetiyle süren bir iç savaş, uluslararası dengeler nedeniyle, Türkiye’de demokrasinin, hukuk devletinin gelişimine endeksli Alevi toplumunun ve diğer azınlıkların sorunları ne bir başlarına çözülür ne de çok iyimser olmamızı gerektirir noktada görülüyor. 89 yıllık Cumhuriyet, bilinen en eskisi 788 (Aydın, Cem Vakfı 2011) yıllık olan Cemevlerini tanımaz iken, 1650 yıllık Süryani Manastırı Mor Gabriel’i, hazine arazisi üzerinde bir gecekondu gibi “işgalci” (Gültekin 2012) sayabilmektedir. Süreç daha dün başlamış olmadığı gibi, kısa bir sure sonra bir noktaya varabileceği de oldukça şüphelidir. Devlet geleneği ve aklı ile çözümsüzlüğü “zamanla talepleri de kalmaz” noktasında kendi için süren aktif bir süreç olarak tanımlarken, karşısında uzun dönemli, dengeli, öngörülü, ciddi siyaset geliştirmeyen hiçbir hareketin bu bağlamda Alevi toplumana bir faydası olmayacağı görünmektedir. Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam (Nesimi 1425) *Bu yazının yazılma sürecinde büyük katkıları olan Azad Alik editörlerinden Ayda Erbal’a (@aydalabre) gösterdiği özen ve sabır için teşekkür ediyorum. Gökhan Erdoğan Twitter @Gokhan_Erdogan Kaynakça Fidan, Hakan. Radikal Gazetesi. Eylül 13, 2011. http://www.radikal.com.tr/Radikal. aspx?aType=HaberYazdir&ArticleID=1063 204 (accessed Ağustos 21, 2012). de Lamartine, Alphonse. “OsmanlıTarihi.” In Osmanlı Türkmen İlişkileri, by Cemal Şener, 370. 1995. Binzet, Fadıl. Radikal Gazetesi. Şubat 29, 2012. http://www.radikal.com.tr/Radikal. aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleI D=1080295&CategoryID=77 (accessed Ağustos 21, 2012). kızılbaş - sayfa 17 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Evrensel. Evrensel Gazetesi. Mayıs 5, 2012. http://www.evrensel.net/news. php?id=28419 (accessed Ağustos 21, 2012). Sabah. Sabah Gazetesi. Mart 30, 2012. http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/03/30/erzincanda-da-evlerisaretlendi# (accessed Ağustos 21, 2012). Kazete. Kazete. Nisan 4, 2012. http:// www.kazete.com/index.php/politika/383-20126 (accessed Ağustos 21, 2012). Cumhuriyet. Cumhuriyet Haber Portalı. Mart 1, 2012. http://www.cumhuriyet. com.tr/?hn=318952 (accessed Ağustos 21, 2012). AA. Haber Türk. Mart 28, 2012. http://www.haberturk.com/gundem/haber/728695-alevi-evlerininisaretlenmesi-olayinda-sok-iddia (accessed Ağustos 21, 2012). Caymaz, Onur. Birgün. Mart 13, 2012. http://www.birgun.net/actuels_index. php?news_code=1331633584&year=2012 &month=03&day=13 (accessed Ağustos 21, 2012). Yenigün. Gerçek Gündem. Temmuz 29, 2012. http://www.gercekgundem. com/?p=478037 (accessed Ağustos 21, 2012). NTV. NTV. Aralık 16, 2009. http://www. ntvmsnbc.com/id/25032536/ (accessed Ağustos 21, 2012). CNN Türk. CNN Türk. Mayıs 4, 2011. http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/05/04/basbakan.erdogan.bel.altindan. vurdu/615540.0/index.html (accessed Ağustos 21, 2012). Büyükşahin, Taylan. T24. Haziran 18, 2012. http://t24.com.tr/haber/sizininancinizi-binlerce-kisi-ayni-anda-hicyuhaladi-mi/206585 (accessed Ağustos 21, 2012). ntvmsnbc. NTV. Mart 13, 2012. http:// www.ntvmsnbc.com/id/25330055/ (accessed Ağustos 21, 2012). AA. Radikal. Temmuz 2, 2012. http:// www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType= RadikalDetayV3&ArticleID=1092946&C ategoryID=78 (accessed Ağustos 21, 2012). Focus Haber. Focus Haber. Mart 13, 2012. http://www.focushaber.com/ sivas-davasi-nin-avukatlari-simdi-neyapiyor–h-119465.html (accessed Ağustos 21, 2012). DHA. Milliyet Gazetesi. Haziran 30, 2011. http://gundem.milliyet.com.tr/madimakoteli-bilim-ve-kultur-merkezi-oldu/gundem/gundemdetay/30.06.2011/1408705/ default.htm (accessed Ağustos 21, 2012). Sontag, Susan. Başkalarının Acısına Bakmak. İstanbul: Agora Kitaplığı, 2005. ushmm. Holokost Ansiklopedisi. 2012. http://www.ushmm.org/wlc/tr/article. php?ModuleId=10007823#related (accessed Ağustos 21, 2012). Ergin, Sedat. Hurriyet. Eylül 17, 2010. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/15801716.asp?yazarid=308&gid=61 (accessed Ağustos 21, 2012). Sait, Baha. İttihat-Terakki’nin Alevilik Bektaşilik Araştırması. Translated by Nejat Birdoğan. Istanbul: Berfin, 1994. Shayegan, Daryush. Yaralı Bilinç Geleneksel Toplumlarda Kültürel Sizofreni. Translated by Haldun Bayrı. Istanbul: Metis, 2010. Cumhuriyet. Cumhuriyet. Ağustos 22, 2012. http://www.cumhuriyet.com. tr/?hn=360900&utm_source=dlvr.it&utm_ medium=twitter (accessed Ağustos 23, 2012). Wiki. Wikipedia. Haziran 28, 2012. http://tr.wikipedia.org/wiki/Osmanlı_İmparatorluğu’nda_Alevi_zulmü#cite_ note-12 (accessed Ağustos 23, 2012). Bayrak, Mehmet. NavKurd. Aralık 23, 2007. http://www.navkurd.net/nivisar/ mehmet_bayrak/mesrutiyet.htm (accessed Ağustos 23, 2012). Yuksel , Metin. “Yeni Kuran Tefsiri.” Hurriyet Gazetesi, Kasım 19, 1997. Bayrak, Mehmet. newededersim. Mayıs 10, 2012. http://www.newededersim.com/ news_detail.php?id=10817 (accessed Ağustos 23, 2012). TBMM. Köy Kanunu. Ankara, Nisan 7, 1924. Vikikaynak. “Misak-ı Milli.” WikiSource. Mayıs 22, 2011. http://tr.wikisource.org/ wiki/Misak-ı_Millî (accessed Ağustos 23, 2012). Solgun, Cafer. “Taraf.” Eylül 13, 2009. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği. Mart 22, 2006. http://www.psakd.org/sarioglan.html (accessed Ağustos 23, 2012). Bakanlar Kurulu. “MEMLEKET İÇİ DÜŞMANA KARŞI SİLAHLI SAVUNMA ÖDEVİ YÖNETMELİĞİ.” Mevzuat. Ekim 03, 1945. http://www.mevzuat.adalet.gov. tr/html/20022.html (accessed Ağustos 23, 2012). Kawa Yayınları. Kawa Yayınları. 2009. http://www.demircikawa.blogspot.com (accessed Ağustos 23, 2012). İnsel, Ahmet. “İç Düşmanlar.” Radikal İki, Ocak 3, 2010. TRT. TRT. Eyül 23, 2010. http:// www.trt.gov.tr/haber/HaberDetay. aspx?HaberKodu=a677ee3d-a71a-41d5918a-e4aa20b84118 (accessed Ağustos 23, 2012). ETHA. Savaş Karşıtları. Mayıs 26, 2010. http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?A rsivTipID=5&ArsivAnaID=57619 (accessed Ağustos 23, 2012). Milliyet. Milliyet . Temmuz 10, 2012. http://siyaset.milliyet.com.tr/tbmmde-cemevi-talebine-ret/siyaset/siyasetdetay/10.07.2012/1565060/default.htm (accessed Ağustos 23, 2012). Hürriyet. Hürriyet. Ağustos 6, 2012. http:// www.hurriyet.com.tr/gundem/21156583. asp (accessed Ağustos 23, 2012). Milliyet. Milliyet. Ağustos 2, 2012. http://siyaset.milliyet.com.tr/ak-parti-yeyonelik-kumpas-kuruluyor/siyaset/siyasetdetay/02.08.2012/1575317/default.htm (accessed Ağustos 23, 2012). Haber27. Haber27. 01 Ağustos 2012. Ağustos 01, 2012. http://www.haber27. com/cezaevinde-kac-muvazzaf-asker-var91163h.htm (accessed Ağustos 23, 2012). Vatan. Vatan . Ağustos 24, 2012. http:// haber.gazetevatan.com/istanbulda-bircemevi-kundaklandi/476415/1/Gündem#. UDdy1qkiRdx (accessed Ağustos 24, 2012). Gazete Vatan. Gazete Vatan. Eylül 28, 2012. http://haber.gazetevatan.com/alevimahallelerine-saldiri-basladi/483893/30/ Haber#.UJbuH6UiQsk (accessed Kasım 4, 2012). Kurucan, Ahmet. “Aleviliği Alevilerden öğrenmek.” Zaman Gazetesi, Kasım 2011. Stroppel, Selma Güven. Hurriyet. Ekim 19, 2012. http://www.hurriyet.com.tr/ planet/21729566.asp (accessed Kasım 4, 2012). Setav. SETAV. 2010. http://www.setav.org/ ups/dosya/28043.pdf (accessed Kasım 4, 2012). Saymaz, İsmail. Radikal Gazetesi. Eylül 17, 2012. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&Articl eID=1100642&CategoryID=77 (accessed Kasım 26, 2012). İlknur, Miyase. Cumhuriyet Gazetesi. Aralık 14, 2011. http://www.cumhuriyet. com.tr/?hn=300272 (accessed Kasım 26, 2012). Özel, Selahattin. Alevi Bektaşi Federasyonu. Temmuz 25, 2012. http://www.alevifederasyonu.org.tr/index.php?option=com_ content&view=article&id=1175:abf-aleviiftaryla-ilgimiz-yoktur&catid=1:sonhaberler&Itemid=2 (accessed Kasım 26, 2012). TCCB. “Cumhurbaşkanı Gül, AleviBektaşi Federasyonları ve Derneklerinin İftarına Katıldı.” Türkiye Cumhuriyet Cumhurbaşkanlığı. Temmuz 26, 2012. http://www.tccb.gov.tr/haberler/170/83647/ cumhurbaskani-gul-alevibektasifederasyonlari-ve-derneklerinin-iftarinakatildi.html (accessed Kasım 26, 2012). Genç, Derviş, and Mehmet Tayanç. Zaman Gazetesi. Kasım 25, 2012. http://www. zaman.com.tr/newsDetail_getNewsById. action?newsId=2020456 (accessed Kasım 26, 2012). Akalın, Nebahat Kübra. Birgün Gazetesi. Temmuz 24, 2012. http://www.birgun.net/ actuels_index.php?news_code=134312020 4&year=2012&month=07&day=24 (accessed Kasım 26, 2012). Sarıboğa, Veli. Sabah Gazetesi. Kasım 25, 2012. http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/11/25/muharrem-de-bizimramazan-da-bizim-ahmet-calik (accessed Kasim 26, 2012). Beşikçi, İsmail. Alevi Haber AJansı. Aralık 18, 2007. http://www.alevihaberajansi.com/index.php?option=com_ content&task=view&id=1389 (accessed Kasım 26, 2012). Şahin, Teoman. ABNA. Kasım 7, 2012. http://abna.ir/data.asp?lang=10&Id=362919 (accessed Kasım 26, 2012). Fars News. Fars News . Ağustos 5, 2012. http://turkish.farsnews.com/newstext. aspx?nn=9104252875 (accessed Kasım 26, 2012). ANF. Fırat Haber Ajansı. Temmuz 19, 2012. firatajans.org/index. php?rupel=nuce&nuceID=65764 (accessed Kasım 26, 2012). Karakaşlı, Karin. Agos. Kasım 23, 2012. http://www.agos.com.tr/haber. php?seo=turkiyenin-tarihi-ile-benimkisisel-tarihim-ayni&haberid=3474 (acces- kızılbaş - sayfa 18 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 sed Kasım 26, 2012). Toprak, Binnaz. Türkiye’de Farklı Olmak. Istanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 2008. Kılıçer, Kurtuluş. MLAM. Nisan 1, 2012. http://mlam.tkp.org.tr/makaleler/alevilerkinci-cumhuriyet-e-boyun-e-ecek-mikurtulu-k-l-er (accessed Kasım 26, 2012). Frekans Araştırma. Turk Yahudileri. 2009. http://www.turkyahudileri.com/images/ stories/dokumanlar/farkli_kimliklere_yahudilige_bakis_algi_arastirmasi_090930. pdf (accessed Kasım 26, 2012). Gültekin, Uğur. Agos Gazetesi. Kasım 24, 2012. http://www.agos.com.tr/haber. php?seo=suryaniler-mor-gabriel-icinaihm-yolunda&haberid=3484 (accessed Kasım 26, 2012). Aydın, Ayhan. Cem Vakfı. 2011. http:// www.cemvakfi.org.tr/ayhan-aydin/cemevleri-gercegi/ (accessed Kasım 26, 2012). Kansu, Işık. Cumhuriyet Gazetesi. Eylül 15, 2012. http://www.cumhuriyet.com. tr/?hn=365580&kn=7&ka=4&kb=7 (accessed Kasım 27, 2012). YouTube. “Syrian Sunni Cleric Threatens: “We Shall Mince [The Alawites] in Meat Grinders”.” YouTube. 2012. http://www. youtube.com/watch?v=Bwz8i3osHww (accessed Kasım 27, 2012). Hurriyet Gazetesi. Hurriyet Gazetesi. Ağustos 6, 2012. http://www.hurriyet.com. tr/gundem/21156583.asp (accessed Kasım 27, 2012). CNN Türk. CNN Türk. Ağustos 6, 2012. http://www.cnnturk.com/2012/guncel/08/06/akpli.vekilden.alevilik.raporu/671838.0/index.html (accessed Kasım 27, 2012). Çizmeci, Doğan. Vatan Gazetesi. Nisan 3, 2012. http://haber.gazetevatan.com/caferiimam-ders-verdi/441021/1/Haber (accessed Kasım 27, 2012). Akkiray, Sabahat. CHP. Nisan 4, 2012. http://www.chp.org.tr/?p=67849 (accessed Kasım 27, 2012). Beşikçi, İsmail. GomanWeb. Ekim 20, 2006. http://gomanweb.org/GOMANWEB2/koseli_demokrasi/ismail_besikci. htm (accessed Kasım 27, 2012). Erdoğan, Tayyip Recep. “YouTube.” YouTube. 2010. https://www.youtube.com/ watch?v=6Z_yKplPTBU (accessed Kasım 28, 2012). Eygi, Mehmet Şevket. Türk Time. Temmuz 14, 2012. http://www.turktime.com/ haber/Mehmet-Sevki-Eygi-den-TuhafIddia-/184796 (accessed Kasım 28, 2012). Erdoğan, Recep Tayyip. Hürriyet Gazetesi. Eylül 30, 2012. http://www.hurriyet. com.tr/gundem/21589232.asp (accessed Kasım 28, 2012). Güler, Aydemir. SoL . Mayıs 11, 2011. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemirguler/chpnin-alevi-vaadi-42402 (accessed Kasım 28, 2012). Küçük, Yalçın. Marksist. Ekim 5, 2011. http://www.marksist.org/haberler/4993ergenekoncu-yalcin-kucukten-alevilerehakaret (accessed Kasım 28, 2012). Hoşgör, Şebnem. Gazete Vatan. Kasım 11, 2012. http://haber.gazetevatan.com/40-binaleviye-kan-kusturdum/492469/1/Haber (accessed Kasım 28, 2012). NTV. NTV. Kasım 20, 2012. http://www. ntvmsnbc.com/id/25399456/ (accessed Kasım 28, 2012). Demirtaş, Selahattin . Yüksekova Haber. Ağustos 4, 2012. http://www.yuksekovahaber.com/haber/demirtas-kurdistan-kurtlerindir-80633.htm (accessed Kasım 28, 2012). Bülbül, Kemal. Fırat Haber Ajansı. Kasım 10, 2012. http://firatnews.com/index. php?rupel=nuce&nuceID=71179 (accessed Kasım 28, 2012). Nesimi, Seyyid. ŞiirGenTR. 1425. http:// www.siir.gen.tr/siir/s/seyyid_nesimi/bende_sigar_iki_cihan.htm (accessed Kasım 28, 2012). NTV. NTV. Ocak 2, 2013. http://www. ntvmsnbc.com/id/25410757/ (accessed Ocak 2, 2013). Erdoğan, Recep Tayyip. Hürriyet Gazetesi. Ağustos 6, 2012. http://www.hurriyet. com.tr/gundem/21156583.asp (accessed Ocak 2, 2013). Doğan, İzzettin. Cem Vakfı. http://www. cemvakfi.org.tr/uncategorized/turkiye’ninbalkan-politikasinda-alevilik-olmayinca-2/ (accessed Ocak 3, 2013). Trakya-Alevi. Trakya Alevi. http://www. trakya-alevi.com/edirne-cem-vakfiyunanistan-cikarmasi.html (accessed Ocak 3, 2013). Bülbül, Kemal. soL. Aralık 29, 2012. http://haber.sol.org.tr/soldakiler/pir-sultanabdal-kultur-dernegi-avcilar-subesini-actihaberi-65201 (accessed Ocak 3, 2013). Bayrak, Mehmet. 2002. http://www.navkurd.net/nivisar/mehmet_bayrak/hakikat. htm (accessed Ocak 3, 2013). PSAKD. Tüzük. Şubat 2011. http://www. pirsultan.net/kategori.asp?KID=4&ID=26 (accessed Ocak 4, 2013). Balkız, Ali. Alevi Haber. Haziran 11, 2009. http://www.alevihaberajansi.com/ index.php?option=com_content&task=vi ew&id=7456&Itemid=50 (accessed Ocak 4, 2013). Sevimay, Devrim. Milliyet Gazetesi. Kasım 30, 2009. http://www.milliyet.com.tr/ Yazar.aspx?aType=YazarDetay&ArticleID =1167795&AuthorID=221&b=Aleviler%20 yeni%20solun%20pesinde&a=Devrim%20 Sevimay&ver=71 (accessed Ocak 4, 2013). Balkız, Ali. Milliyet Gazetesi. Ağustos 19, 2001. http://www.milliyet.com. tr/2001/08/19/guncel/gun00.html (accessed Ocak 4, 2013). Eser, Turan. Nurhak Dağı. Aralık 5, 2009. http://www.nurhakdagi.net/modules. php?name=Kose_Yazilari&op=viewarticle &artid=930 (accessed Ocak 4, 2013). Üstündağ, Erhan. BIANET. Ocak 15, 2010. http://www.bianet.org/bianet/ siyaset/119481-yeni-sol-parti-tartismasialevi-orgutlerini-yardi (accessed Ocak 4, 2013). PSAKD. Aralık 10, 2009. http://www. pirsultan.net/haber_detay.asp?ID=3647 (accessed Ocak 4, 2013). Balkız, Ali. Bugün. Eylül 1, 2008. http:// www.bugun.com.tr/haber-detay/38543-hzali-ataturk-olarak-zuhur-etti-haberi.aspx (accessed Ocak 4, 2013). —. ABF. Mayıs 5, 2010. http://www.alevifederasyonu.org.tr/index.php?option=com_ content&view=article&id=432:ytmagirierin-hedefi-olmayaca-&catid=13:abfbaslamalar&Itemid=259 (accessed Ocak 4, 2013). CNN Türk. CNN Türk. Kasım 19, 2012. http://www.cnnturk.com/2012/turkiye/10/19/58.cezaevinde.483.kisi.aclik. grevinde/681345.0/index.html (accessed Ocak 4, 2013). Akkiraz, Sabahat. Alevi Enstitusü. Aralık 19, 2012. http://alevienstitusu.blogspot. com/2012/12/sabahat-akkirazn-hazrlattgalevi-raporu.html (accessed Ocak 5, 2013). Arman, Ayşe. Hurriyet. Temmuz 28, 2012. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21085392.asp (accessed Ocak 5, 2013). Fırat, Kamil. Milliyet. Temmuz 5, 2005. http://www.milliyet.com.tr/2005/07/05/ guncel/gun01.html (accessed Ocak 5, 2013). Kenanoğlu, Ali, and İsmail Onarlı. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Gazi Üniversitesi. 2002. http:// www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/ui/dergiler/23-27-111.pdf (accessed Ocak 5, 2013). Yüzleşme Derneği. Yüzleşme Derneği. Aralık 9, 2012. http://yuzlesmedernegi. com/genel/resmi-ideolojiyle-yuzlesme-kitap-oldu (accessed Ocak 5, 2013). HDK. HDK. 2012. http://www.halklarindemokratikkongresi.net/meclis.asp?hid=63 (accessed Ocak 5, 2013). Birgün. Birgün. 2010. http://www. birgun.net/research_index.php?category_ code=1266239827&news_code=126632 1199&year=2010&month=02&day=16 (accessed Ocak 5, 2013). Kenanoğlu, Ali. Alevi Haber Ajansı. http://www.alevihaberajansi.com/index. php?option=com_content&task=view&id= 254&Itemid=50 (accessed Ocak 5, 2013). TVHABER. TVHABER. Nisan 23, 2011. http://www.tvhaber.com/video/2855/ kilicdaroglu-ilk-kez-kurt-ve-alevi-dedi. html (accessed Ocak 5, 2013). Öymen, Onur. TBMM. Kasım 10, 2009. http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/ Tutanak_B_SD.birlesim_baslangic?P4=20 485&P5=H&page1=61&page2=61 (accessed Ocak 5, 2013). Çebi, Hamza. Aydınlık. Aralık 23, 2012. http://www.aydinlikgazete.com/ mansetler/17789-olmayan-itibar-iadeedilemez.html (accessed Ocak 5, 2013). Yağcı, Nabi. Taraf Gazetesi. Aralık 1, 2011. http://www.taraf.com.tr/nabi-yagci/ makale-kurtlere-ragmen-sorun.htm (accessed Ocak 5, 2013). Yaşlı, Fatih. soL. Aralık 6, 2011. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/fatih-yasli/dersimuzerine-49063 (accessed Ocak 5, 2013). Fırat, Gökçe. Türk Solu. Ekim 10, 2011. http://turksolu.org/344/basyazi344.htm (accessed Ocak 5, 2013). Fethullah Gülen Resmi Sitesi. Fethullah Gülen Resmi Sitesi. Nisan 20, 2004. http:// tr.fgulen.com/content/view/7907/11/ (accessed Ocak 6, 2013). Gülen , Fethullah. GYV. 1994. http:// www.gyv.org.tr/Hakkimizda/Detay/10/ Kuruluş%20Konuşması (accessed Ocak 6, kızılbaş - sayfa 19 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 2013). Gülen, Fethullah. Youtube. https://www. youtube.com/watch?v=7TWHk5oDEHM (accessed Ocak 6, 2013). Abant Platformu. Abant Platformu. http:// www.abantplatform.org/Hakkimizda/ Detay/34/Yönetim%20Kurulu (accessed Ocak 6, 2013). Bayraktar, Cemile. Derin Düşünce. Temmuz 1, 2010. http://www.derindusunce. org/2010/07/01/aleviler-ama-namuslu-insanlar-cafer-solgun-ile-roportaj/ (accessed Ocak 6, 2013). Fars Haber Ajansı. Ağustos 5, 2012. http://turkish.farsnews.com/newstext. aspx?nn=9104252875 (accessed Ocak 6, 2013). Eser, Turan. DABF. http://www.alevi.dk/ ALEVILIK/abant_platformu.htm (accessed Ocak 6, 2013). Solgun, Cafer. Gerçek Hayat. Temmuz 2329, 2012. http://www.timas.com.tr/kurumsal/haberler/aleviligin-din-oldugu-iddiaedilemez.aspx (accessed Ocak 6, 2013). Düzel, Neşe. Taraf Gazetesi. Aralık 5, 2011. http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/ makale-cafer-solgun-ataturk-un-resmicemevinden-kalkacak.htm (accessed Ocak 6, 2013). TRT Türk. TRT Türk. Aralık 30, 2012. http://www.trtturk.com.tr/haber/sivas-vebasbaglar-katliami-dosyalari-birlestirildi. html (accessed Ocak 6, 2013). Aydın, Ayhan. Cem Radyo. 2000. http:// www.cemvakfi.org.tr/alevi-tarihi/ismailonarli-ile-soylesi/ (accessed Ocak 6, 2013). Onarlı, İsmail. Alev Bektaşi Araştırma Sitesi. Haziran 30, 2001. http://www. alevibektasi.org/index.php?option=com_ content&view=article&id=627:yenidoenemde-aleviler-neyapmal&catid=38:aratrmalarkategori&Itemid=54 (accessed Ocak 6, 2013). Küçükaydın, Demir. Köxüz. Kasım 21, 2008. http://www.koxuz.org/anasayfa/ icerik/tersinden-kemalizm-alevilik-dinulus-bilim-ve-politika-uezerine-besikcielestirisi (accessed Ocak 6, 2013). Kaygusuz, İsmail. İsmail Kaygusuz. http:// www.ismailkaygusuz.com/419/550/265cemler-musahplk-ve-duekuenluek-uezerne. html (accessed Ocak 6, 2013). Kılıç, Abdullah, and Ayça Örer. Radikal. Kasım 20, 2011. http://www.radikal.com. tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3 &ArticleID=1070078 (accessed Ocak 6, 2013). Radikal Gazetesi. Radikal. Ocak 4, 2013. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx? aType=RadikalDetayV3&ArticleID=111 5394&CategoryID=77 (accessed Ocak 6, 2013). BM. 1948. http://tr.wikisource.org/wiki/ Soykırım_Suçunun_Önlenmesi_ve_Cezalandırılması_Sözleşmesi (accessed Ocak 6, 2013). Bülbül, Kemal. NewedeDersim. 2012. http://www.newededersim.com/news_ print.php?id=10658 (accessed Ocak 6, 2013). Dersim Konferansı. 2011. http://www.sondakika.com/haber-avrupa-parlamentosu- nda-dersim-konferansi-2754096/ (accessed Ocak 6, 2012). Cumhuriyet. Cumhuriyet Gazetesi. Ağustos 16, 2012. http://www.cumhuriyet.com. tr/?hn=359468 (accessed Ocak 6, 2013). EU. 2008. http://europa.eu/legislation_summaries/justice_freedom_security/ combating_discrimination/l33178_en.htm (accessed Ocak 6, 2013). Çalışlar, Oral. Radikal Gazetesi. Aralık 22, 2012. http://www.radikal.com.tr/ Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&Artic leID=1113336&CategoryID=98 (accessed Ocak 6, 2013). Güven, Banu. Aralık 2, 2011. http://banuguven.com/1937-1938’e-dersimliler’inkoydugu-isim-tertele-peen-sonrakisoykirim/ (accessed Ocak 6, 2013). Özgür Gündem. Özgür Gündem. Kasım 24, 2012. http://www.ozgur-gundem. com/index.php?haberID=56370&ha berBaslik=Dersim%20Katliamı%20 UCM’nin%20önünde&action=haber_ detay&module=nuce (accessed Ocak 7, 2013). PSAKD. Pir Sultan Abdal Kültür Derneği. 2006. http://www.pirsultan.net/kategori. asp?KID=15&ID=119 (accessed Ocak 7, 2013). DİHA. Özgür Gündem. Aralık 22, 2012. http://www.ozgur-gundem. com/index.php?haberID=59318&hab erBaslik=’Maraş,%20Alevi%20inancı%20ve%20Kürt%20kimliğine%20 karşı%20yapılmıştır’&action=haber_ detay&module=nuce (accessed Ocak 7, 2013). Bağlar Belediyesi. Bağlar Belediyesi. Aralık 27, 2011. http://www.baglar.bel.tr/ bilgi856-Diyarbakirda-Kultur-ve-Cemeviacildi.baglarbelediyesi (accessed Ocak 7, 2013). İMC. İMC. Haziran 16, 2012. http://www. imc-tv.com/haber-aleviligin-tarifi-devletin-haddi-degil-3508.html (accessed Ocak 7, 2013). Bülbül, Kemal. Yüksekova Haber. Haziran 25, 2012. http://www.yuksekovahaber. com/haber/aleviler-bdpye-sorumluluk- veriyoruz-76729.htm (accessed Ocak 7, 2013). Kaypakkaya, İbrahim. Türkiye’de Milli Mesele. 1971. Hürriyet. Hürriyet Gazetesi. 2011. http:// www.hurriyet.com.tr/secim2011/default. html (accessed Ocak 7, 2013). Yurdakul, Mithat. Milliyet. Temmuz 23, 2009. http://www.milliyet.com.tr/ Siyaset/HaberDetay.aspx?aType=Haber Detay&ArticleID=1120550&Date=23.0 7.2009&b=Suikast%20planini%20inceleyen%20Balkiz%20iddianameye%20 girdi&KategoriID=4 (accessed Ocak 8, 2013). Gellner, Gellner. “Nationalism.” Theory and Society (Springer) 10, no. 6 (1981): 753-776. Benedict, Anderson. Imagined Communities. London: Verso, 2006. Karaosmanoğlu, Yakup Kadri. Yaban. Ankara: İletişim , 1936. ANF. Fırat Haber Ajansı. Ocak 9, 2013. http://firatnews.com/index. php?rupel=nuce&nuceID=73940 (accessed Ocak 10, 2013). TRT. TRT. 2010. http://www. trt.net.tr/ondemand/detay. aspx?galeriresimkodu=56f777c3-b7224d9c-89eb-efccc8ee6487 (accessed Ocak 10, 2013). Fırat, Gökçe. Türk Solu. Haziran 22, 2009. http://www.turksolu.org/241/basyazi241. htm (accessed Ocak 10, 2013). Devrimci Alevi Komitesi. Ekim 20, 2012. http://www.kerbela.biz/2012/featured/pir-sultan-abdal-kultur-dernegi-genel-merkezi’ nin-devrimci-alevi-komitesi-dusmanligi-s uruyor (accessed Şubat 6, 2013). Evrensel Gazetesi. Evrensel Gazetesi. Şubat 4, 2013. http://www.evrensel.net/news. php?id=48201 (accessed Şubat 6, 2013). Gündük, Engin. ABF. Şubat 6, 2013. http://www.alevifederasyonu.org.tr/index.php?option=com_ content&view=article&id=1351:akdgenel-bakan-guenduek-mezopotamyaaleviler-birlii-alevi-hareketini-boelmekdemektir&catid=1:son-haberler&Itemid=2 (accessed Şubat 6, 2013). Lîstika şanoyê ya bi Kurdî "Araf / Di Navbera Du Welatan De" di 16ê Sibatê de di saet 19:00an de li Weqfa Îsmaîl Beşîkcî ji bo sûdewariya weqfê tê nîşandan. Bi hêvîya beşdariya we.. Zimanê lîstikê Kurdî ye.Heqê beşdariyê: 10 TL Tiyatro Avesta yapımı, Aydın Orak'ın yönetip oynadığı "Araf / İki Ülke Arasında" adlı Kürtçe tiyatro oyunu 16 Şubat saat 19:00'da İsmail Beşikci Vakfı'nda vakıf yararına sahneleniyor. Katılmanız dileğiyle... Oyun Dili Kürtçe'dir. Giriş : 10 TL "Araf / Between Two Countries" which is produced by "Tiyatro Avesta", directed and played by Aydın Orak will be performed at February 16th, Saturday, 19:00 at the İsmail Besikci Foundation. The Performance is Kurdish. Entrance: 10 TL. İSMAİL BEŞİKCİ VAKFI İstiklal Cad. Kuloğlu Mah. Ayhan Işık Sok. No: 21/1-4 Beyoğlu İstanbul Tel: +0212 245 81 43 Fax:+0212 245 71 70 kızılbaş - sayfa 20 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Hızır Yaşlı Nenemdi! rif edeyim: mezarlık tarlaların içinden başlar bir tepeye doğru tırmanmıştı. Bir tepeye tırmanmış bu mezar taşları arasında boynuzları burgulu koç heykelleri, mezar taşlarına işlenmiş şah maranlar, yıldızlar, güneş figürleri vaardı. Bu tepeyi görünce, buralarda ne çok insanın yaşadığını fark ederdinizi, oysa köy artık yok olma ile yüzyüzeydi, beş altı hane kalmıştı, bu hayattan geride. Haydar Karataş, Hızır dendi mi ben, yaşlı nenemi hatırlarım. Bir tepenin yamacına konmuş, üç hanenin orta yerinde, üstünde bacası tüten küçük bir kulübesi vardı onun. Gola Ostoro Dağın’dan kapup gelen dereler, yüksek kaya silsilelerini geçerek, batıdan gelip Laç Deresi’nin yüzmetre aşağısında Munzura dökülürdü. Üç oğul, yirminin üzerinde torunu arasında yaşardı. Biz ona Pirke diye seslenirdik. Bazen de kızdırırdık, hoşumaza giderdi bastonuna sallaması. Evlerimizin ön çephesi böylesine kanatlanmış uçuyorken vadiden aşağı, Gola Ostora dağına açılan arka kapı bir o kadar karanlıktı. Kışın karlar kapatır, bahar aylarında ise, gök gürlemeleri, dağlardan kopup gelen sel ve kar sularının gümbürtüsü kapıyı devirip içeri girecekmiş gibi bir hali vardı. Bu kapıdan hep korkardım. Pars toplardı. Yaz günleri sabahları evinden çıkar, akşamları küçük heybesine doldurduğu yiyecekleriyle geri gelirdi. Bu pars toplama onda bir alışkanlık hali almış gibi görünse de, sahiden de fakirdi. Henüz yirmili yaşlarındayken, kocasını bir kavgada yitirmişti. O büyük ölüm anında çocuklarını almış Bend ormanında sır olmuştu. Çok güzel masallar anlatırdı. Yaşlandıkça utanır oldu, oğullarından uzaklaşıp torunlarına yaklaştı. Oğulları mal mülkü paylaşmış, ona bir keçi ve bir ceviz ağacı vermişlerdi. Ceviz ağacını beklerdi, ağaca karga gelse söylenir: „anam bula bula benim ağacı mı buldun?“ Ama buluyordu, köyün üçyüz dörtyüz keçisi arasında kurt bula bula onun keçisini bulmuştu. Size anlatacağım bu hikaye, hem Dersimlilerin en büyük bayramı olan Hızır’ı ve hem de nenemin hayatını anlatır. Bizim evlerimiz pek çok Dersim evi gibi iki katlıydı. Kesme taşlardan yapılmış evin alt katında keçi ve koyunlarımız kalırdı. Önünde, Kuling vadisini kanatları altına alan kocaman bir çardak balkonu vardı. Böyle ferah, ta haydaran dağları görünürdü bu çardaktan. Hani insan kafasını Kuling kayalığından şöyle bir eğse, Laç deresinin dibine düşer sanırdı. Sıncık ve Kışın yağan karın, bu kapımızı defalarca kapattığını hatırlarım. Babamın anlattığı masal adamlarının bu kapıdan eve girip çıktıklarını da hayal ederdim. Aslında bu arka kapının beni ürkütmesinin asıl nedeni; arka oda dediğimiz yiyeceklerin, yani un, bulgur, şeker, yağ, peynir, ceviz, dut, erik, elma ve armut kurularının bulunduğu yerin bu odada olmasındandı da. Ne vakit, arka odada saklanmış bu hazineden birşeyler araklamaya kalksam uğuldayan bu kapıyı düşünür, kapı üzerime devrilir diye ödüm patlardı. Benden bir kaç yaş küçük olan kız kardeşime yalvarırdım. Ama o: „Ben karışmam Heydo anneye söylerim!“ Hay allah, her gün bu tehtit ve dırdırı duymak can sıkıcıydı. Gene de bir yolunu bulup bu odaya dalar, o envai çeşit torbalara elimi daldırır birşeyler ceplerime doldururdum. İşte ben Hızır denen şeyle böyle bir kış günü, evimizin arka odasında karşılaştım desem inanır mısınız? Gağand’ı (Dersim’de yeni yıl)geride bırakmış, Hızır ayına girmiştik. Hızır günü yemekler yapar, çoluk çocuk Haçeli mezarlarının bulunduğu tepeye giderdik. Bu mezarlık sonradan bozuldu ya, ama gene de ben size ta- Hızır günü köy ahalisi, evlerinde yaptığı yiyecekleri, helvalar, gömmeler, yağlı ekmekleri alır bu tepeyi tırmanarak, iki kara kavak ağacının bulunduğu yere gelirdik. Eline birşey alan bu iki ulu kavak ağacının yolunu tutardı, Usuv Ali, karşıdan Ali Ekber, Sebrahim, Albıra, Alkadır, Seyd-e Hese Hul, daha kimler kimler, amcam Doğ-e Memiş. İşte bu karakışların birinde annem Hızır yemeği yapma hengamesi yaşarken, ben fırsat bu fırsat arka odanın yolunu tututum. Arka odanın kapısını büyük bir sessizlikle açtım, ayak uçlarına basarak, tuz çuvalının üstüne çıkıp elimi en çok sevdiğim erik kaklarının olduğu torbaya daldırmıştım ki, hep uğuldadığını, beni bir gün yakalayacak korkusuyla baktığım Gola Ostora Dağ’ına açılan o ürkütcü kapı bir insan gibi inlemeye başladı. Elim öyle torbanın içinde kala kaldı. Nefesim dahi durdu sandım! Sonunda yakalamıştı beni, anneme sesleniyordu: „Ahh,“ diyordu, „ah anam, Gule!“ ses o kadar zayıftı ki, dışarıda uğuldayan tipinin sesine karışıyordu. Oturma odasına nasıl geldim hatırlamıyorum. Gelip sobanın yanına oturdum, kız kardeşim bekliyor, cebimden birşeyi çıkarıp ağzıma atacam diye. Yalvaran gözlerle ona baktım: „Paşam gel arka odaya gidelim,“ dedim. Yok, çok inatçı kız, gelmedi. Annemin yaptığı Hızır yemeğini izlemeye koyuldum. Iyisi annemi o arka odaya göndermek, kapıya yaslanmış inleyen Hızırı içeri almaktı. „Daye, sana tuz lazım değil mi?“ Yok, değilmiş! Hayır bizim o kapı inliyordu, biri gelmeliydi, ama kimi kanadırabilirdim ki? Hayvanlara ot veren ablam geldi. Bu Paşa zaten oldum olası kızılbaş - sayfa 21 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 benim hep tersime giderdi. Ablamı görür görmez heyecanla: „abla arka odada kurbesık var“ dedim. Kurbesık, bir vaşak türüydü. Yaban kedisinden daha iri bir cüssesi vardı. Mezar filan kazar, bazen hayvanların ahırına dahi girerdi. Çok severdim bu ablamı, elimden tuttü: „Gel bakayım o kurbesık’ın kulaklarını çekeyim“ Sandı bir şey istiyorum. Arka odaya gittik. Kapıyı göstererek, „burda“ dedim. Açtı ve kapının arkasına devrilmiş nenem, kapının açılmasıyla bir kar yığını ile içeri düştü. Hızır günü için pişirdiği helvası dökülmüş, bileği kırılmıştı. Annem koştu geldi. Şaşkındım. Bir çocuk gibi titriyor, havada sallanan bileğine değil de, Hızır için pişirdiği, dökülmüş helva tepsisine ağlıyordu. „Döküldü,“ dedi, „ayağım kayınca döküldü.“ Babam geldi, o da kızdı: „Nedir, senin bu telaşın, kim mezara gitti seni unuttu, hele bir dur!“ sonra üzüldü, annesinin bileğini eline alıp sıcak suyla ovdu. Keçi kılına yumurta kırdı, bileğini sardı. Oğlu bileğini sararken, nenem söylendi. Hızırdı, mezarlığa bir şey götürmeliydi. Babam kendi eliyle, nenem için yeniden helva yaptı. O yaparken, nenem sağlam eliyle suyu döktü, şekerini kendisi ayarladı, tattı. „yağı az“ dedi. İkindi üzeri, mezarlığa gitmek için yola koyulduk. Neneyi sırtına aldı oğullar, bir babam, bir diğer amcalarım. Vardık kara kavak ağaçlarına. Halka olduk, yukarıdan telaşla Hıdır amca, irili ufakalı çocukları, babası Seyd-e Hese Hul geldi. Ne güzeldi, iki ağacın etrafına halka olduk. Yemek tepsileri, lokmalar orta yere kondu. Köpeklerimiz, kediler onlar da günün önemini biliyorlarmış gibi durdular sahiplerinin yanında. Mumlar yakıldı, herkes içinden geldiği gibi dualar etti. Ölmüş yakınların mezarı ziyaret edildi. Ve getirilen yemekler küçük parçalar halinde dağıtılmaya başlandı. Sadece bize değil, o ulu kavak ağaçlarının çatalına, mumların yakıldığı yere de bırakıldı. Köpek ve kedilere de verildi... Her Hızır günü, Zürich şehrinin mezarlığına giderim. Bu mezarlıkların bekçileri, mum yakanları dua okuyanları var. Ne acı derim kendi kendime, ne büyük keder bu böyle. Politikanın diline düşmek istemem, ama bu ne büyük bir yok olma. Benim için Hızır, o soğuk kış günü yola düşmüş ninemdi. Biz ona Pirke derdik. Kolu kırılsa dahi, ölmüş atalarına saygı için mezarlığın yolunu tutan, ölülerimizin huzuruna boş elle giderim diye ağlayan Pirke! Ya sizin? Sahi, ziyaret etmeyeli ne kadar zaman oldu ölmüş bir yakınınızın mezarını? Varsın bu sürgün uzun olsun, varsın yasak olsun o topraklar. Ben her yıl hızır günü Zürich mezarlığına giderim. Bu babamın mezarı, derim işte ninem. Seyd-e Hese Hul’in mezarı da bu olsa gerek... sayıyorum... Hatırlamak eski bir gelenekmiş, eski Mısır’dan da evel. Hızır günü, rivayet o dur ki, ölmüşler ve yaşayanlar bir araya gelirlermiş. O gün, sofrada bir tabakta ölenlerin ruhları için konurmuş. Maksat, hatırlamak, gönlünü almaktır. Dersim’de Hızır ayı boyunca, ölmüş insanların ruhları hatırlanırdı, yemek yaparken, ekmek yapılırken, her ölen için annem ağzını kıpır kıpır kıpırdatır, ölenlerin ruhları için ateşe tuz atılırdı. Hızır, eski Mısır’da yani, tanrı insandan ve doğadan koparılmadan evel olduğu gibi, bu ay hatırlanırdı. Hızır ayı sadece gönül alma mıydı? Hayır o bunun yanıda bir de sevgi ayıydı. İyisi burada bitirmek, onun neden sevgililer günü olduğunu, yani şu batılıların 14 Şubat Sevgililer Günü denen şeyin nasıl kutlanadığını bir başka zamana bırakayım. Hızır gönül alma ayıdır. Ben kaç kez nenemin gönlünü aldım. O karlı mezarlık yolundan, koluna girip evimize kadar yürüdüm. „Hatırladın mı nene, o Hızır günü ayağın kaymıştı da düşmüştün.“ „Hatırlamaz olur muyum milcan!“ Kaynak: http://www.haydarkaratas.com/hiziryasli-nenemdi-makaleler-98.aspx Özlemlerini, evveliyatlarını anlatan Dersimliler… Yanlısın, kahırla ufalan hayatın farkında olan Zazalar, Kürtler, Ermeniler, Kızılbaslar… Candarmalar, pasalar, hükümetler, asiretler, metruk evler, bosalmıs ovalar, inatla gelenege sarılan köylüler, atlılar, tüfengler… Gece Kelebegi yeniden kanat çırpıyor…İlk kitabın öncesine gidiyor… On İki Dağın Sırrı Bir Göz Ağlarken kitap h. karataş Sipariş için web: http://www.haydarkaratas.com kızılbaş - sayfa 22 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 ERMENİ VE ZAZA KIZILBAŞ ALEVİ HALKLARININ SURP SARKİS - ROCÊ XIZIRÎ BAYRAMI KUTLU OLSUN ! Sarkis Hatspanian 26 Ocak 2013, Ermenilerin Surp Sarkis, kardeş Zaza Kızılbaş Alevi halkının Rocê Xızıri adlandırdıkları ve 3 gün oruç tutulan bayram günüdür. Bu vesileyle tüm Sarkis, Sako, Sergey, Seroj, Serj, Mardiros ve Mardik'lerin isim günü kutlu olsun. «Dersim Ermenileriyle Zazalar, seyyahların çoğunu şaşırtacak kadar dostluk ilişkileri içindeydiler. Bununla birlikte çok sayıda seyyah, Dersimlilerin Hıristiyan dinine ve Dersim bölgesinde bulunan kiliselerine karşı özel hürmet gösterdiklerini belirtmişlerdir. Zazalar, bu kiliselerin mübarek yerler oldukları kanısındaydılar, hatta onları ziyaret etmekteydiler. Kızılbaş Dersimli Zazalar yalnızca Ermeniler’e karşı değil, bütün Hıristiyanlara da iyi davranmışlardır. Bu davranış karşılıklıydı. Türk otoritelerinin Dersim Ermenilerini Zazalar ve Kürtler’e karşı husumeti kışkırtma çabaları ve onların mukavemetini azaltma çalışmaları Dersim’de yaşayan Ermeniler tarafından birçok defa boşa çıkarılmıştır. Gerek Kürtler’e rüşvetler vererek ve gerekse Ermeni ve Zaza Kızılbaş Alevileri arasında dini düşmanlık yaratma çabaları başarıya ulaşamamıştır.» BEYAZ ATLI AZİZ SARKİS KİMDİR? Aziz Sarkis, Ermeni dünyasında, en çok popülarite kazanmıș Ermeni azizlerinden biridir. Evlenme çağındaki genç kızların ve genç erkeklerin rüyalarında eș adaylarını görmeleri ile ilgili anlatımlarla çok tanınır. Gerçekte, Aziz Sarkis (Sergius), Roma ordusunda görevli ve Hıristiyanlığa sıkıca inanmıș, imanlı bir komutandı. Roma imparatoru Büyük Konstantin I’in (306-337) zamanında Kapadokya'da doğduğu söylenir. Dini bütün bir Hıristiyan olan Ordu Komutanı Sarkis (Sergius), İmparator Konstantin I'in ılımlı ve hoșgörülü din politikasından esinlenerek, pagan olan Roma İmparatorluk ordusunda Hıristiyanlığı vaaz edip yaymaya ve misyonerlik yapmaya bașlar ve çoğu kișiyi Hıristiyanlaştırır. Büyük Konstantin I.' in ölümünden sonra da Roma imparatorluğunda, Hıristiyanlığa yönelik bu ılımlı ve hoșgörülü din politikası İmparator Julyanos (361-363) devrine kadar sürdü, ancak Roma İmparatorluğunun son Putperest İmparatoru olan Julianos'un tahta gelmesi ile değiști, ılımlı politika yerini, katı ve baskı politikasına bıraktı, Hıristiyanlar șiddete ve ișkenceye maruz kaldılar. Komutan Sarkis zor durumlara ve sıkıntılara düștü. Bu durum karșısında oğlu Mardiros ile ülkeyi terk etmeye karar verdi ve Hıristiyan bir ülke olan Ermenistan’a gitti. Orda Ermeni Kralı Büyük Dırtad'ın torunu Kral Diran'ın hizmetine girdi. (342-350), bu arada Roma İmparatoru putperest Julianos ve orduları Doğu ülkelerine kadar ulașmıșlardı. Ermeni Kralı Diran Hıristiyan olan ülkesini ișgal tehlikesinden korumak için, Sarkis'in İran'a gitmesini önerdi. Pers (İran) kralı Șabur II (Sebuh), (310379), Sarkis'i sıcak karșıladı ve onu ordusunda komutan olarak görevlendirdi. Ancak, dini bütün bir Hıristiyan olan Sarkis burada da Hıristiyanlığı yayma çalıșmaların devam edince, Zerdüșt (putperest) olan ülkede, Sarkis'in durumu giderek kötüleşti. Pers Kralı Șabur, Sarkis'e ve oğluna Tapınaklarda Ateșe tapmalarını ve ibadet etmeleri- ni emretti. Aziz Sarkis emri reddetti, karșı çıktı, Hıristiyan olarak kalacağını açıkladı. Bu nedenle önce oğlu Mardiros öldürüldü, sonra kendisi de zindana atıldı, daha sonra da idam edildi. Aziz Sarkis'in cesedi kendine sadık 14 cesur asker tarafında toprağa verildi. Bu 14 asker de daha sonra idam edildiler. Aziz Sarkis infazından önce, infaz mahallinde, "Tanrım, adım adaklarla ve dini ayinle anılsın" șeklinde dua etti. Bu nedenle Ermeni Kilisesi, Hıristiyanlık adına șehit olan, "SEVGİ"nin simgesi, "Gençlerin" hamisi Aziz Sarkis'in anısını her sene Ocak ayı sonunda veya Șubat ayı bașı pazar günü kiliselerde rahmetle ve dini ayinlerle anmaktadır. Ermeni dünyasında Aziz Sarkis Komutan, oğlu Mardiros ve 14 cesur askerler yortusu yalnızca dini ayinlerle, dualarla kutlanmaz, aynı zamanda halk geleneklerine ve göreneklerine göre törenler düzenler, perhizler, oruçlarla da tutar. Aziz Sarkis, aynı zamanda, Așk rüyalarını gerçekleștiren Aziz olarak da tanınır. Geleneklere göre, Ermeni genç kızları veya erkekleri, Aziz Sarkis yortusunun (Genellikle Șubat ayının ikinci hafta sonu, 2012’de 4 şubat, bu yıl 26 ocak tarihine rastlamaktadır) bir gün öncesi tuzlu Pelit (bir nevi buğday yemeği) yerler ve bunu rüyalarında gelin veya damat kızılbaş - sayfa 23 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 adaylarını görebilme inancına bağlarlar. Aziz Sarkis yardımseverliği ile de tanınır, oysa kendisinin beyaz atından bașka bir zenginliği yoktu. O devamlı beyaz atı üstünde herkesin yardımına koșardı. Aziz Mesrop Maștots, onun mezarını, Ermenistan’a Ardașad șehri yakınlarına naklettirmiș ve orda onun adı ile anılan bir kilise ve manastır inșa ettirmiștir. Bugün bu yer inanç turizmi acısından, herkes tarafından merakla ziyaret edilmek istenen bir adak yeridir. Kaynak: Dr. Sarkis Adam (Almanya) BAL GİBİ BİR XIZIR ORUCU Anılar genellekli hasret gidermek içindir. Bazen dost sohbetlerinde söz vaktinde açılır. Sevdiklerimize dahir hatıraları dile getiririz.’’Gavur Mahallesi’’ kitabında Mıgırdiç Magrosyan bu dünyadan göçüp giden sevdikleri için’’istedim ki hatıraları birazda bu satırlarda yaşasın’’ diyor ya, ben de öyle istedim. Artık toprak olan sevdiklerimin hatıralarıyla biraz hasret gidermek için. Hayatımda bir kere oruç tuttum ve ebemin (anne annemin) balını çaldım. Aleviler’de Şubat’ın 12 ile 15’ i arasında üç günlük Hızır orucu tutulur. Aynı zamanda 14 Şubat yıl başı sayılır. Gazi Küçük Dersim’deki Kiliselerin, bazı psikosomatik hastalıkların tedavisi için, yöre halkı tarafından sıkça ziyaret edildiğne bizzat şahit oldum. Ablam Güllü’nün İmam Rıza İsmindeki Oğlu Zaman zaman havale geçiriyordu. Bu yüzden Annemle birlikte Köderiç köyündeki Kilise enkazının üzerinde bir gece Çocukla birlikte yattıktan sonra Çocuğun şifa bulduğuna bizzat şahit oldum. Esasen Köderiç’deki bu kilise enkazı tüm yörede ziyaret olarak kabul ediliyordu. Obanın çocuklarına uydum. Ebem ‘’sen dayanamazsın’’ falan dediyse de aldırmadım. ‘’tutacağım’’ dedim. Gerçi açlığa dayanamazdım ama kararlıydım. Sabah erkenden kalktım gittim.Ebem de kapıyı kitledi gitti. Arkadaşlarımla kar topu oynuyoruz, karda kayıyoruz derken öğlenleyin acıktım. Hızır orucu zor. Sahura kalkmak yok. Gün batımından gün batımına. Dayanacak gibi değilim. Kapı kilitli. Kilit eski bir demirçelik kilidi. Uzun anahtarıyla yukardan bastırarak açılıyor. Ben önceden bir ara kilitle oynarken bir tırnağını kırmıştım. Onun için kolay açılıyordu. Ebemin bu durumdan haberi yoktu. Aklıma kilidi açıp ebemin balından çalmak geldi. Satıla koyup yüklüğün altında saklamıştı.Balda karakovan balı yedi derde derman. Hep çiçek özü hiç şeker yok. Ebem kıtlık görmüş bir kadındı.Canımız istedi diye bir dürüm yapıp verecek gibi değildi. Uzaklardan hatırı sayılır bir misafir gelirse, tabakta misafire ikram ederdi. Başkale'de bulunan Soredir Kilisesi Onun tabağında kalanı bize verirdi. Misafir de çok şükür tabağı silip süpürürdü. Göz hakkımı neyse artık ebem ekmeğe sürer bizim de ağzımız tatlanmış olurdu. Kilidi bir metalla bastırarak açtım. İçeri girdim, açık yufka ekmekle iki dürüm yaptım. Halis süzme bal. Kışın ortasında, insanın ağzının içine çiçek kokusu yayılıyor. Yakayı ele vermeden çıktım. Kapıyı tekrar kitledim. Dürümlerimi bir güzel yedim. İkindiye doğru arkadaşlarım epeyce perişan oldular.Ben kendi havamdayım.Oynuyorum dalga geçiyorum. Daha ilk okulun ortalarındayız.İçlerinden en küçüğü de benim. Ebem gitmiş bakkaldan lokum ve bisküvi almış. Gün batımına doğru teyzemlerde toplandık. Tabi yaşlılar oruç tutmuyor. Biz çocuklar tutuyoruz. Hatta bir sevdiğine oruç hediye edilebiliniyor. Dedem ve ebem beni neşeli ve açlığı takmayan halimi görünce seviniyorlar. Ebem iki de bir teyzeme beni göstererek ‘’ben buna kurban olam,akşamda b işey yemedi,yese de yemese de hiç fark etmiyor, ne dirençli’’deyip duruyor. Teyzemin çocukları perişan olmuş, her biri bir tarafa düşmüş. Neyse sıcak süt, lokum ve bisküvi geldi. Orucumuzu açacağız.Ben de lokumu bisküvilerin arasına koyup yemeği çok severim ama yiyemiyorum. Bal beni kesmiş. Teyzemin çocukları felaket yiyorlar. Bu arada dedem ve ebemin beni övmeleri devam ediyor. Yemekten sonra torunlar olarak dedemin ve ebemin ellerini öptük. Dedem bana bir düve (inek olacak dana) verdi. Yanaklarımdam öptü. Ödülümü aldım. Yıllar sonra dedeme takılırdım, ‘’dede bir gün oruç tutum, ebemin balını çaldım, ama sen bana düveyi verdin’’derdim. O da ‘’oğluma düve de, bal da helal olsun’’der gülerdi. Ahmet Güven kızılbaş - sayfa 24 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 ZAZACA AYRI BİR DİLDİR (LEHÇE DEĞİLDİR) Kürt Milliyetçileri Zazacanın Kürtçenin lehçesi olduğunu yazıyorlar.Onlara karşı delilleriniz nelerdir ? benimsemesine neden olmuştur.Fakat, tüm bu gelişmelere rağmen Zazalar ve Zazaca üzerine yapılan araştırmalar, Zazaların Türklerden, Kürtlerden ve Farslardan tamamen farklı bir etnik grup olduğunu göstermektedir.Özellikle Zazaca üzerinde yapılan dilbilimsel araştırmalar bu yöndedir. 1.Atalarımızdan beri yüzyıllardır biz Kürtlerden ayrı bir topluluk olduğumuzu biliyoruz. 2.Zazaca ile Kürtçe arasındaki farklılıklar benzerliklerden fazladır.Benzer olan yapılar ise bütünirani dillerde zaten var olan yapılardır.Eğer mesele benzerlik ise Kürtçenin de Farsçanın bir koluolması lazım. Haddizatında hazar denizinin kuzeyinde konuşulan farsça diyalektleri zazacayaKürtçeden daha yakındır.İsterseniz net ortamından farsça bir parça indirin ve dinleyin.Göreceğinizolağanüstü bir benzerliktem başka bir gerçeklik değildir.O halde neden Kürtçe lehçesi iddiasındabu ısrar sürdürülüyor.Sakın ırkçılığın (faşizmin) bir hastalığı olan kendisine ait olmayanı kendinemal edip sömürgesi yapmak olmasın. 3.Zazaların Zaza olduğu gerçeğiZazalar kendi dillerinde, Türklere "Tırk", Kürtlere ise yöreden yöreye "Kırdas", "Khurr" veya http://www. facebook.com/profile.php?ref=profile &id=100000154191720" Khurrmanc" derler ve kendilerini her iki halktan da ayırırlar. Türklüğü veya Kürtlüğü kabul etmezler. Zaza halk türkülerinde de bu ayrım çok net bir şekilde görülmektedir. Kürdoloji'nin babası kabul edilen Minorsky, İslamAnsiklopedisi'nin İngilizce basımında Zazalar'ın kesinlikle Kürt olmadığını belirtir. Ayrıca Batılı dilbilimciler, Zazaca'dan hareketle ZAZALARIN FARSLARDAN ve KÜRTLERDEN tamamen farklı İRANİ kökenli bir etnik grup olduğunu belirtirler. Diğer taraftan, İranoloji biliminde Zaza dili, Kürtçe ve Farsça'dan farklı ÖZGÜN İRANİ bir dil olarak tasnif edilmektedir. Yine dünya üzerinde, 6,000'den fazla dil ve lehçeyi araştıran Ethnologue'a göre Zazaca iki lehçeden oluşan (Dersimce/Kuzey Zazaca ve GüneyZazaca/Dımılki), başlı başına bir dil olarak sınıflandırılmıştır. Zazaların ve Kürtlerin yüzyıllarca aynı coğrafyada yaşaması iki toplumun kültürel olarak yakınlaşmasına neden olmuştur. Kürtler’in siyasi ve sayısal olarak Zazalar'a göre daha üstün olması ise, Zazalar'ın ve Zazaca'nın varlığı konusunda bir dezavantaj oluşturmuştur. Ayrıca bölgede etkin olan sol örgüt ve yapılar da devrim adına ısrarla Zazaların kürtlerin bir kolu olduğu tezini işledikleri için sol düşünceyi benimseyen zazaların büyük bir çoğunluğu kendilerini kürt olarak görmeye başlamışlardır ve bu şekilde bir kanaati bazı zazalar arasında yaymışlardır.Diğer taraftan devlette daha da bölünmeyelim (!) düşüncesiyle zazaların kürtlerin bir kolu olduğu iftirasının halk arasında yerleşmesine zemin hazırlamıştır. Bakın bugün bile TRT 6 da zazaca bir lehçe olarak kabul edilmektedir. Zazalar kendilerini Türk, Kürt ve Fars kimliklerinin dışında görmelerine rağmen, Zaza halkı geçmişte uzun bir dönem boyunca dışarıdan bir bakışla Kürt sayılmış, dilleri de Kürtçe'nin bir lehçesi zannedilmiş ve Zazalara Kürt muamelesi yapılmıştır.Zazaca hakkında siyasette ve halk arasında, özellikle Batı Anadolu’da yaygın olan "Kürt lehçesi" tanımlaması vardır. Zazaca'nın ilk olarak başlıbaşına bir dil olduğunu kanıtlayan dilbilimci Karl Hadank, 1932 yılında yayımladığı Die Mundarten der Zâzâ adlı eserinde Zazaca'nın Kürtçe'nin veya Farsça'nın bir lehçesi olmadığını, bu dilleri dilbilimsel olarak karşılaştırarak Zazaca'nın başlı başına bir dil olduğunu kanıtlamıştır. Peter Lerch (1856), Friedrich Müller (1864), Albert van Le Coq (1901), Prof. Dr. Jost Gippert, McKenzie, Prof.Dr. G. Kôjima gibi dilbilimcilerin eserlerinde de Zazaca net bir şekilde özgün ve bağımsız bir İrani dil olarak tasnif edilmiştir. Zaza halkının yaşlı ve siyasetten uzak kalmış kesimi, Türklüğü ve Kürtlüğü kabullenmez (Türkiye'ninEtnik Yapısı, Ali Tayyar Önder, Fark Yayınları). Zazaların kendi başına güçlü bir siyasi ve akademikmerkezi örgütlenmeye sahip olmaması, Zaza halkının dil ve kimlik sorununun gündeme çok zayıf birşekilde gelmesine veya hemen hemen hiç anılmamasına sebebiyet vermektedir.Zazalar kendilerini Tunceli yöresinde Alevi anlamında "Kırmancki", Varto, Hınıs, Tekman, Çat, Adaklı yöresinde "Şarê Ma", Bingöl yöresinde "Zaza", Koçgiri, Palu ve Maden yöresinde "Zaza", Siverek, Çermik, Koçgiri ve Aksaray yöresinde "Dımıli ve Zaza yada zwenema" olarak adlandırmakta; dillerine ise sırasıyla "Kırmancki", "Zonê Ma", "Zazaki" ya da "Dımılki" demektedirler. Diğer taraftan Kürt siyasetçiler ve genel olarak geçmişten bugüne hemen hemen bütün Kürt sol örgütlenmeleri de Zazaları Kürt, Zazacayı da Kürtçe'nin bir lehçesi saymışlardır. Bu durum Zazaları Kürt kimliğine itmiş ve günümüzde birçok Zazanın kendisini Kürt olarak tanımlamasına ve Kürtlüğü 1900 yılında "Dersim" adlı kitabını yayınlayan Ermeni yazar Antranig, İranolog Oskar Mann ve tarihçi V. Minorsky'e göre, Zazalar tarafından kendi etnik kimliğini tanıtırken yaygın olarak kullanılan "Dımıli"terimi, Ermenice karşılığı "Dêlmik" olan Kuzeyİran'daki Gilan taraflarında bulunan S EVA N N İ Ş A N YA N kızılbaş - sayfa 25 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Deylem bölgesine tekabul etmektedir. Zazaların muhtemelen MS 9. ile 11. yy. arası Deylem'den bugünki yurtlarına göçettiği tezi birçok Zaza araştırmacıları tarafından kabul görmekte, ki hala Kuzey İran'da konuşulan Mazenderanca ve Gilanca gibi diller Zazaca'ya köken olarak Kürtçe'den daha fazla yakınlık arzetmektedir.Zaza terimi ise Zazalar'ın bugün yaşadığı bölgede birçok köy ve yer adında geçmektedir. Zazana, Zuza,Sason, Zavzan gibi sözcükler de buna örnek gösterilebilir. MÖ 542 yılında Pars kralı Dara (Darius)'unBehistun yazıtında da yukarı Fırat ve Dicle Havzası "Zazana" olarak adlandırılmaktadır.Ayrıca doğruluğu tam olarak bilinmemekle birlikte Diyarbakır'da bulunan bazı zazalar kendilerine sorulduğunda kendilerinin Hurriler in dolayısıyla sümerler in torunları olduklarını ve bu nedenle kesinlikle Türk ya da Kürt olmadıklarını iddia etmektedirler.Nisan 2009'da T.C. Genelkurmay Başkanı'nın yaptığı resmi konuşmada ilk kez Zazalar'dan bahsedilmiş ve Zazalar ile Kürtler'in farklı etnik unsurlar olduğu belirtilmiştir 4-1597 yilinda yazilan Kürt tarihi "Serefname" de söyle denilmektedir."Kürt asiret ve topluluklari dil , gelenek ve sosyal yapilar yönünden 4 Büyük kisima ayrilirlar. 1. Kurmane 2. Lor 3. kelhane 4. Goran" Zazalarin adlari bile kürtlerin arasinda gecmez .En meşhur kürt kitabında böyle iken niçin Kürtçüler zazaların kürt olmasını istiyor ? 5- Almanca ile İngilizce arasındaki şu benzerliklere bakınız.Eğer bu benzerliklerden dolayı Almancaaslında İngilizce’nin lehçesidir fikri doğru ise zazacanın da kürtçe’nin lehçesi olduğu savunulabilir. Ki aklı başında hiçbir insan bunu savunmaz.O takdir bu benzerlik delili bir analojiden başka bir şeydeğildir.Almanca: mache, komme, gehe, sageIngilizce: to make, to come, to go, to say Almanca: gebe, nehme, esse, trinkeIngilizce: to give, to take, to eat, to drinkAlmanca: sehe, lache, weine, durst, hungerIngilizce: to see, to laugh, to cry, thirst, hungerAlmanca: in meinem haus, unser dorf Ingilizce: in my house, our village şu: KUYRUK DAVASI Mesela standart yazı Türkçesinden sapanErzurum ağzı lehçedir. Dilbilimcilerin tercih ettiği yeni tanım da şöyle:Özel bir eğitim gerekmeksizin karşılıklı olarak anlaşmaya izin veren dil varyantlarına lehçe denir.Mesela bizim İstanbul Ermenicesiile Erivan Ermenicesi iki ayrı lehçedir, ilk işittiğinde şok yaşarsın ama biraz zorlasan iyi kötü anlaşılır. Bilindiği gibi insanlar yüzyıllar önce çeşitli tabletlere ve mağara duvarlarına çizdikleri resimlerle kendilerini ifade ediyorlardı.Lakin zamanla insanlar her konuda kendilerini geliştirdiler.Ve çeşitli sebeplerden ötürü göç etmeye başladılar.İnsanların anayurtlarından ayrılması bir bakıma dillerinde yayılıp ayrılması anlamını taşımaktadır.Günümüzde dilbilimciler iki dil arasındaki dil birliğini o dillerin köklerinin hangi guruptan geldiğine ve o dillerdeki en eski sözcüklere bakarak anlarlar.Dilbilimin temelinde bu kavram vardır; ‘ mutual intelligence’dediğimiz kavram.Eğer bir dil daha önce bağlı olduğu dillerden kopma aşamasında gramer yapıları oluşturmuş ise ve artık bir birlerini anlayamayacak duruma gelmişlerse o dil lehçe olmaktan çıkar ve kendi başına dil olur.Sanırım asıl konumuza geçme vakti geldi;zaza dilinin Kürtçenin bir lehçesi olduğunu iddaa edenlere mutual intelligence kavramının iyi bir cevap olacağı kanısındayım. Çünkü zazaca bu kavramı doğruluyor ve başlıbaşına bir dil oluyor bu durumda.Zazaca ve İngilizce arasındaki bazı kelimelerin şekil olarak benzemesi, Türkçeyle benzeşmesi normalama İngilizce ile benzeşmesi bu dilin çok eski olduğunu, etkilediğini ve etkilendiğini gösterir ki,bunu bir lehçe deyip geçenlere tokat gibi bir cevap daha vermiş olur. İNGİLİZCE ZAZACA Great gırdMiddle miyon(köken maidya) Mother mae(köken mathro)Father pi(köken pithar)Three hire(köken thri ‘thr’ zazaca ‘hr’ olur.Kürtçe ve Farsçada ‘s’ olur millet sevgisi sahtedir.Ve sonuç olarak şunu söylemek gerekirse;zaza dili hiçbir dile kuyruk değildir ve en önemliside bu dil yaşayacaktır.. ZAZACA BAŞLIBAŞINA BİR DİLDİR Lehçe ya da diyalekt dediğimiz şeyin bir eski bir de yeni anlamı var. Eskisi Yazılı edebiyatı olan bir dilin yazılı standarttan ayrılan sözlü şekillerine lehçe denir. Her iki anlamda Zazaca Kürtçenin lehçesi filan değil, ayrı bir dil. İtalyanca ile Fransızca nasıl ayrı dillerse öyle ayrı bir dil. Akraba bir dil gerçi, ikisi de İrani kökten türemiş. Ama tahminen ikibin yıl önce yolları ayrılmış. Kelime hazineleri önemli oranda ayrışmış. (Misal: gelmek Kürtçe hatin, Zazaca ameyene; gitmek Kürtçe çûn Zazaca şiyayene.) Fonetik evrimleri farklı. Misal, “göz” anlamına gelen kelime birinde çaw birinde çım olmuş, ikibin yılın sonunda. Birinin gurg dediği kurda diğeriVerg diyor.Gramer büsbütün farklı. En önemlisi Zazacada –tıpkı Fransızca ve Almancadaki gibieril-dişil ayrımı var, bu özelliğiyle Kürtçe dahil bütün öbür İrani dillerden ayrılıyor. Tam ve düzgün cümlelerle konuşan bir Kürt ile Zazanın anlaşması mümkün değil. Dolayısıyla “aynı dili konuşuyorlar” demek anlamsız.Tarihte kader birliği etmiş olabilirler, Zazaların bir kısmı kendini “Kürt” sayıyor olabilir, kendi bilecekleri iştir, bilemem. Ama kalkıp da Zazaca Kürtçenin lehçesidir diyecek olsan hakikate savaş açan Öztürkçülerden farkın kalmaz, bunu görmek lazım. Ortak kökten gelmişler, peki; ama ona bakarsan İngilizce de ortak kökten gelir, o da mı Kürtçenin lehçesi sayılacak? "Dün demiştim, Zazaca ile Kürtçenin “fonetik evrimi” farklı olmuş. Yani nasıl Türkçe kelimeler farklı yerel ağızlarda yamulur, çarpılır, farklı hallere girer, bir yerde kolay öbür yerde goley derler, bu da öyle. Birkaç örnek vereyim de ne dediğim anlaşılsın.Sayılardan girelim mesela. “Beş ” Kürtçede penc, Zazacada ponz ya da pondz. kızılbaş - sayfa 26 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Basit değil mi?Ama “üç” Kurmanci sê, Zazaki hirê, kolaysa anla dilbilimci değilsen. Dilbilimciysen bu da basit gerçi, ikisi aynı sözcük,İngilizce three de aynı. Özgün /thr/ ses grubu Zazacada /hr/ şeklini almış, araya dolgu i’si girmiş, Kürtçede ise aynen Farsçadaki gibi önce /sr/ basama ğından geçip sonra r’yi kaybetmiş.Okumak K. xwendin, Z. wendene. istemek K. xwestin, Z. wa ştene. Yemek K. xwarin, Z.werdene. Kızkardeş K. xweşk Z. wae. Demek ki neymiş? Hint avrupa dillerinde orijinal olan /kw/ sesi Kürtçede /xw/ Zazacada /w/ halini almış. Latincede aynı ses / qu/ olur. O yüzden mesela istemenin Latincesi geçmiş zamanda quaestus olur, ki İngilizceden bildiğiniz quest’tir. Xwestin demek. İsim K. naw, Z. name: hayret değil mi? Yıl K. sal, Z. sarre. Alakası yok gibi görünüyor ama bakın, yürek K. dil, Z. zerre. Çünkü eski İranca /rd/ ikilisi modern Farsça ve Kürtçede Tüm örneklerde /l/ olmu ş, buna karşılık Zazacada umumiyetle /rr/ şekline evrilmiş. Kalbin eski İran dillerindeki kar şılığı nitekim zard veya thard. Aynı kelime İngilizcede heart, Almancada herz, Yunancada kardiyolojiden tanıdığınız kardía, Latincede belki cordial’den tanıdığınız cord-, Ermenicede sird, Rusçada serdtse, eski Hintçede hrdaya şeklinde karşımıza çıkıyor.Bunların hepsi kurallı değişimler. Yani her birinin tam ve ayrıntılı olarak tanımlanmış formülleri var. Tak makinaya, aynen üretsin. Kıssadan hisse: Her dil başlı başına bir mucizedir. Öğren öğren sonu gelmez. Zazaca bile." Kaynak: TARAF “Atatürk bu yüzyılın gördüğü en büyük dehadır” Sırrı Süreyya Önder Büyükşehir belediyelerine ilişkin tasarının TBMM İçişleri Komisyonu görüşmelerinde Sırrı Süreyya Önder’in konuşması Atatürk tartışması çıkardı. Büyükşehir belediyelerinin sayısını artıran, çok sayıda belde belediyesinin ve köylerin tüzel kişiliğinin kaldırılmasını getiren “Büyükşehir Belediyesi Kanunu Tasarısı”nın TBMM İçişleri Komisyonu görüşmelerinde Atatürk tartışması çıktı. BDP ’li Sırrı Süreyya Önder , sözlerini, “Atatürk’e hakaret” olarak değerlendiren bazı milletvekillerine yanıt verirken, “Atatürk bu yüzyılın gördüğü en büyün dehadır, neden eleştireyim?” dedi. Bunun üzerine İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin , “Çevir gazı yanmasın” diyerek laf attı. Önder ise ayağa kalkarak, “Neyin çevir gazı yanmasın. Benim adım İdris Naim mi? Çevir gazı yanmasınsa, emniyet müdürüne sahip çıksaydın. Nasıl iki günde başınız bir tarafa bedeniniz bir tarafa gittiniz. Atatürk’ü sevmek bütün insanları sevmektir” dedi. O sırada BDP’li Altan Tan ise, “Kimse sevmek zorunda değil. Seven sever sevmeyen sevmez” dedi. Bunun üzerine MHP ’li milletvekilleri hep birlikte karşı çıktı. MHP’li Nevzat Korkmaz, “Atatürk’e laf söylemeye hakkınız yok. Çık git buradan. Senin gramın nedir? Atatürk’e hakaret edeceksen çık dışarı. Eliniz kanlı diliniz kanlı. Atatürk’e laf söyleyecek adam mısın?” dedi. Bu sözler üzerine Önder ile Korkmaz arasında tartışma yaşandı. Korkmaz, Önder’e, “Atatürk’ü seveceksin. Burada bu kadar laf söylendi. Ben senin yerine olsam burada bir dakika kalmam” derken Önder, “Ben sana ‘Marks insanlığın en yüce değeridir. Bunu idrak etmeyenin burada durmaya hakkı yoktur’ desem ne kadar ciddiye alırsan ben de seni o kadar ciddiye alırım” dedi. MHP’liler bu söze, “Marks ile Atatürk’ü karşılaştırıyor” diye itiraz etti. Önder ise, “İkisi de bir fanidir. İnsandır” dedi. Tartışmanın uzaması üzerine görüşmelere ara verildi. Verilen arada BDP’li Önder dışarı çıkarken, MHP’li milletvekilleri İçişleri Bakanı Şahin’e bağırarak, “Bunları sen şımartıyorsun. Sizin yüzünüzden bu hale geldi” diye bağırdılar. Bakan Şahin ile MHP’liler arasında bir süre tartışma yaşanırken, daha sonra MHP’li Lütfü Türkkan CHP ’lilere, “Neden itiraz etmiyorsun” diyerek çıkıştı. Tartışma CHP ve MHP’liler arasında sürdü. (Kaynak: Radikal) kızılbaş - sayfa 27 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Diksıleman/ ibibik (Upupa epops), çavuş kuşu SANIKA DİKSILEMANİ Beno, nêbeno… qulê Heqi dina de jü nêbeno. Taê theyrê Heqi ki jê qulê Heqi benê. Rozê Sultan Sıleman derd u khulê qomê xo dıma cêreno ke cırê çare bivêno. Roz u asmi vêrenê ra, Sultan Sıleman riyê çêyi nêvêneno. Cêniye rê beno qurdesan, xo nana’ro neweşiye. Se kero, se mekero, teknena sona lewê Pire, vana: - Sultan Sıleman derd u khulunê her keşi rê çare vêneno, hama gos mıra nêkuno, riyê mıde nianedano.. Ez se bıkeri ke ey biyari howa xo ser? Pire aqıl dana cı, „nia, nia bıke..“ vana. A ki vatena Pire ana ser, rozê pesewe ra urzena ra, nuno husko çhikonek kena phıstınê xo, huşki ra kuna cıle, mêrdê xo pina. Axıri Sultan Sıleman vejino yeno çê. Yeno ke, cêniya xo hawa cıle dera. Pers keno: - Sultana mı, torê se biyo..? Cêniye vana: - Ez nêwesu, parşuyê mı şikiyê, nêş’kin ke raurji karê çêyi bıkeri. Xo ke cıle de nat-bota dêmdana, beno ve qırçe-qırça parşiyunê cênıke, parşi habire qırçenê. Sultan Sıleman nêsono ser ke, nuno husko phıstinê cênıke de şikino. O ve xo ki cêniya xora zaf haskeno, hama se bıkero waxtê xo çino.. Cêniya xo na hal de ke vêneno, kuno qısawete. Sono dermani dıma cêreno.. se ke keno, cênıke wes nêbena. Her roz vana, „parşiya mına şikitaiye..“ zovina thawa nêvana. Teseliya Sultan Sılemani ke kuna, cıra perskeno, vano: ke o waxt parşiyê mı wes bê. Dezê mırê zovina çare çino. Sultan Sıleman sare xoverde nano ro, kuno ğeyalê wastena cêniya xo. Peyniye de telal dano pırodaene: - Çıxaşi theyr u thur ke esto, verê saraya Sultan Sılemani de bêro pêser. Sultane nêwesa, purtê theyru ra qatê cıle cırê dermano..! Veng gıneno’ro her ca, theyr-thur pêro heşino pê, verê saraya Sultan Sılemani de yeno pêser. Sultan Sıleman yeno pêro theyr-thuri moreno, niadano ke pêro theyri amê, hama ju tey çino. „Kamci amo, kamci nêamo?“ Doskenê ke, Diksıleman nêamo.. Sultan Sıleman wazeno ke Diksıleman ki bêro. Xeverê cırê rusneno, hama Diksıleman a roze nino. Theyrê bini ki bê dey raji nêbenê ke purtê xo bıdê, vanê „hata ke Diksıleman nêame ma purtmurt nêdame“. Rozê, dı roji ke Diksılemani sero vındenê, Goyine vana: - Ez gereke şêri, nıka çhuçıkê mı halêne de geste merdê! Kês go pıra nêkuno, hama a boyna dekernena, qe arê cı nêdana boyna wanena. - Dezê torê çı ke dermano mıra vaze, ez şêri doskeri biyari, hên bo ke to wes keri..“ Sultan Sıleman qayit keno ke, Goyine rê rehetiye çina, habire wanena; ano Goyine purt keno, keno sılto sur, rusneno halêni. Cêniye ki xora na perşi sero nurnena. Desınde vana; „Tı ke purtê theyr u thuru ra qatê cıle mırê bıvırazê, beno Roza hireyine Diksıleman vejino gırka-gırka yeno. Sultan Sıleman qarino, vano: - Tı çıra xo nia gıran cêna? Fırna to çaê honde biya berze, ma tede nêkena? Hondaê theyr-tur amê ita rê, çımê xo raa to dero… Diksıleman vano: - Ya Hezreti Sıleman, tı pila.. zoneme, tı ke çık bıwazê, yeno hurêndi. Her çi bınê emrê todero. Hama raştiye ke persena, nafa canê mı nêwast ke ez bêri. Tı ki zonena ke, her çi ve hayê xo. Na dina sero isan eve aqıl u sıtara xo, heywan eve çermê xo, theyr-thur ki eve perr u purtê xo weşino/cüyino. To çaê eve vatena cêniya xora ma theyr-thuri purt kena ke? Zımuston serd u puk de, amnon germo kelaz de ma bêperr u bêpurt se bıkerime? Ju roze de hazar theyr yeno dina, hazar u ju theyr ki mıreno. Sultan Sıleman vano: - Yanê, tı vana se hazar theyr yeno dina, se hazar u ju theyr ki mıreno, ya? - Heya, o ju theyro feqır ki wastena cêniya tora mıreno. Coka mı honde gıraneni kerde, herey amune. Heqaniye ke persena, ez nêwazen purtê xo bıdine.. Dustê na qesê Diksılemani de Sultan Sılemani venê xo nêvet, tenê ğeyal ra têpia vake: - Hên aseno ke, tı theyrıko de zaf baqıla. Serva na qesa to, ez doçhıko de zernên dan to, so dina u dare ra bıfeteliye u koti ke wazena şikina şêrê uza weşiya xo serbest bıramê. kızılbaş - sayfa 28 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Diksıleman cêreno ra, Sultan Sılemani ra vano: - Nêê, ez doçhıko zernên nêwazen.. Çı ke, ez ke doçhıko zernên ra bıfeteliyi, isan kuno’ra mı dıme, wazeno mı bıkiso ke doçhıko zernên mıra bicêro. Eve na tore, peyê mıde az uzê mı nêverdano… Sultan Sıleman na qesey sero ke tenê fıkırino, vano: - Eke hênio no doçhıkê to purtê tora bo, her ca torê cenet u omrê to zaf derg bo! Peyniye de Sultan Sıleman theyr-thuri pêro serbest verdano. Theyr-thur pêro sayiya Diksılemani de purtbiyene ra xeleşino, hama teyna theyra Goyine sıltık manena. A roze ra nat, çımê kêşi era Goyine nêgıneno. Vanê ke; kam ke Goyine diye, mıreno. Goyine a lerzekerdena xo ver, hên sılt u ruta. Usar ke ame, dar u ber ke bi khêwe, merx u kınkor ke jêdiya, vengê Goyine hona vejino. Oncia vanê ke; Goyine sıltbiyena xora nê, a merdena isani u asayişê xora ar kena. Coka her daym kuna qurnıkê dari, kuna bınê merx u kınkori hona dest kena cı wanena. Ma oncia ki bêrime hal-mezalê cêniya Sultan Sılemani. Hala niadime, aê rê sebiyo. Heya, peyniye de jurê cêniya Sultan Sılemani vejiyo werte. Vanê; Sultan Sıleman eve purtê Goyine amo çê, cêniya xo hona cıle de biya. Biyo ve guçıkê orğane ro ke, cêniya xo cıle ra vezo. Diyo ke cêniya xo bınê cıle de rut u rupala. O purtê Goyineo ke dest de biyo, gureto esto saqunê cêniya xo ser ke ayvê daye eve na tuk bıtêmno. Oncia vanê ke; muyê ke bınê çeng u wertê saqunê isani de vejinê, uza ra mendê. [Hawar Tornêcengi] Kaynak: http://www.facebook.com/profile. php?id=100003063756841#!/VengeDersim Vurmuşlar, Dağ keçileri, bir görseniz onlar ne güzeldir, kışları Munzur vadisinin çıplak kayalıklarına inerler, yazları yüksek dağ yerlerine çıkarlar. Gece Kelebeği'nde dağ keçilerini şöyle tarif ederim: "...Çıplak dağın bayırları yemyeşil çayır otlarıyla doluydu ve püfür püfür hafif dağ rüzgârı esiyordu. Çarşır otu bir yonca tarlası gibi birbirine dolanmıştı. Küçük bir ceylan kafilesine denk geldik. Ceylanlar başlarını kaldırıp bir süre bize baktılar. Annem: “Gel kızım, gördün mü dağ keçilerini.“ “Gördüm, anne.“ “Dağ keçilerinin sahibi Sultan Babadır, onları yaz kış Sultan Baba korur. Sultan Baba yetimleri kanatları arasına alır, onları öldürmez. Gördün mü, adam ölülerini bırakıp gitmemiş, orada onlara sarılıp yatmış. Ermeni, toprağına çok sadık, gördün Perperıkam, bırakmadı biz evlerin kapısından bakalım dahi.“ “Sultan Baba, Düzgün Baba’dan büyük mü anne?“ “Büyüktür Perperıkam, Sultan Baba her şeyden büyüktür. Hazreti Ali kutsal atı Düldülüyle en son Sultan Babada kaybolmuş, bir görsen Sultan Baba ne kadar yüksek bir dağdır, buradan dahi dumanlı başı görülür ya, bak işte şu kapkara bulutların arkasında, başı hep böyle dumanlı olur. Kızdı mı, bomba atar, taş yağdırırdı...“ ... vurulmuş bu nazlı karaca geyiklerini görünce içim allak bullak oldu, bu Dersim'liler her şeye yürürler, cenazelere bütün şehir katılır, insan gurur duyar, hani bir günde kendi içlerindeki insanların gidip bu hayvanları avlamasına karşı yürüşüyüş yapsalar, ne kadar güzel olur, ne kadar makbul. Anadolu eskiden dağ keçilerinin yurduymuş, sürüler halinde gezerlermiş, bugün sadece Dersim'in dağlık iç vadilerinde kaldılar, Anadolu'da, Mezopotamya'da başı derde giren halklar hep bu dağların ardına saklandı, bu toprağın nesli tükenen canlıları da oraya gitmiş, ama kör olası avcılar yıllardır onları avlıyor. Siz hiç dağ keçisinin vurulduktan sonraki halini gördünüz mü, avcı avını alıp gider, sürünün geri kalanları (ki genelde beş altı dağ keçisi şeklinde gezerler) döner ve arkadaşlarının vurulduğu yerde dim dik dururlar, ağlar gözyaşı dökerler. lütfen merhamet, dersim'de dağ keçisi bittiği gün Dersim de biter! insan doğayla var, doğadaki canlıyla saygıyla... ....................................Haydara Karataş dersim’de avcılık yapanları ihbar ediniz! tel: 0554 45 381 437 tel: 0542 247 30 88 ÖNEMLİDİR LÜTFEN PAYLAŞINIZ.... DOĞAMIZIN GÖZBEBEKLERİNİ KATLEDENLERİ İHBAR EDENLERE 1000 TL ÖDÜL. GEREKLİ BİLGİ İÇİN ARAYINIZ. İHBAR EDİNİZ; DERSİM GENELİNDE GÖRDÜĞÜNÜZ AVCILIK FAALİYETLERİNİ, YOL BOYUNCA AV YAPANLARIN ARAÇ PLAKALARINI LÜTFEN İHBAR EDİNİZ. GÖNÜLLÜRLE ARTIK BU KATLİAMA DUR DİYECEĞİZ. MUNZUR DOĞA AKTİVİSTLERİ kızılbaş - sayfa 29 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Bi dîtina min, gelek civakan kevneşopiya cejna Xidir Nebî û Xidir Eylas ji bo berjiwendiyên xwe kirine roja Xwedanê evînê. Min di gelek nivisînên xwe yên ku hatine belakirin de gotiye „Piraniya çîrok, mesele, ayet, lêkolîn, berhem û hemû dîroka ku alim, zane, nivîskar, partî û rêxistinên dagirkerên Kurdîstanê li ser dîroka netewa Kurd û bi taybetî jî yên li ser Êzdiyatiyê nivîsandine anjî gotine qet bi kêr nayên. Û min dîsa li ser vî babetî gotiye, Agehdarî û zanîna me kurdan li ser dîroka kurdayetiyê û rewşa cıvakan êzdiyan pir lewazin ” Mînak: Gava rewşenbîr, nivîskar, berpirsyarên mal, komel, ol, çande, partî û rêxistinên Kurdî, di der heqê dîroka olên li Kurdîstanê hene û bi taybetî jî gava ewan di nav zargotina kevneşopiyên qedîmtirîn dînê Kurda(Ezdahîtiyê) de li ser bingeha afirandina kevneşopiya Xidir Nebî û Xidir Eylas(yên bi navê Xocê Xizir, yê ku timî zindî ne) baş lêkolîn bikirina û bala xwe berdana ser temamiya vî “Qewlê Şêxadî û Mêra : Wê dibêje Xidir neqîb e Padşayê min yê hebîb e Derwêş Adem: .................................. Ew Derwêşê minî xas e Bi şayar û bira vexwarî kas e Qesdikir çû dîwana Xidir û Liyas e Xidiro ya Xidirî Li Derwêş Adem fikirî Derwêş bira tu li vî derghî li mehderê Xidiro bira dura ji min re bînin Ji behrê ezimînin Heke ezetê Şêxadî serê min serkela, xoristanê dadinîn in Ey Xidir wê we dibê ye tirsa bû ji xofa Xwedê ye Pîr Şeref de: …………………… Şeref deng diket ji esas e Fehimê min zar qeyas e Tu Xidirî anî Liyas e Xidiro ya Xidirî Pir himeta qadirî li hemû cewabayî hazirî ……………………” Dûre ewanê jî fahm bikira ku, di zar- gotina me Ezdahiyan de hêjî li ser rojî û cejna Xidir Nebî û Xidir Eylas, mîna berê weke Xwedanê Miraza (hizkirin, evîn û hêviyê), mirad xwazan, xefûrê rêya, piştevan(hêviy)ên kesên nexweş, hêjar, xîzan, girtî, sembola jiyîna nû(ava hayatê, zemzem e), li her deverê zindî-amade ne pîrozdikin û awanê jî mîna min bidîtina ku ”ezdiyati-haveyne-mirovatiya-mezopotamiya ye”. di mîtologiya me Êzdiyan ya kevn û ya niha de jî têxwanêkirin, “ne ferze ku hemû Êzdî van sê rojiyên Xidiryas û Xidirnebî bigrin. Lê, ew evdê ku van rojiyan digrin, divê heft sala li ser hevûdinê, di heftiya meha Sibatê(meha2) ye yekemîn de, di roja dûşembê, sêşembê û pênçşembê rojî bigre û roja înê (yanî îsal 14.02.13 de) jî cejna wan çêke.*2” Gelek şûnwarnas, dîrokzane, lêkolînvan û olnasên Mezopotamiya yê jî dizanin ku, bingeha kevneşopiya Xidir Nebî û Xidir Eylas di wextê ŞARİSTANİYA KU ÊZDİYAN Lİ SER ERDNÎGARİYA KURDİSTANÊ destpêkiriye de peyda buye. Baş têbîra min û belkî bêye bîra gelek xwandevanan jî, li gundan di êvara ku sibê bive cejna Xidir Nebî û Xidir Eylas de, kevaniyên malê di wextê berî razanê de, pêxwûn didane keç û lawen, yên ku li ber mirazan bûn û digotine wan, “eger ku tû hîna nizanîbî, ka kî ji te hizdike anjî ka ew mirazê ku te xistiye dilê xwe, wê were cîh an na, ewê îşev di xewnê de were avekê bide te anjî tû yê di xewna xwe de bivînî”. Di zargotina me Êzdiyan de tê gotin: “Di vê cejnê da: - serbir na êne serjêkirin. - Ne be ji mal dûrkevîn û biçîne rê û rêbarên dûr. - Nêçîr li rojên rojiya û cejnê qedexeye. - Genmî, cehî, nehk û baqilka di qelînin û di bêjnê (qelatik, pêxûn), eve jî nîşana bi dumahî hatina werzê çandinê ye. - Roja çarşembuyê qelatika di hêrin di bêjnê - Roja cejnê, cotyar hinek pêxûnê di be nav zeviyên xwe û lê di reşînin bo xêr û bereketê. - Pêxûne di gel doşavê vedstirên dibê (xebîse) - Savarên hêray di qelînin û lê di nên di bêjnê (çerxûs, dan)-*1) Bi dîtina min, ev kevneşopiyan bingeha ola me, dûre buye dergûşa gelek şaristaniyan û bi taybetî jî li nav piraniya çanda ol-mîletên Mezopotamiya yê de belabuye. Her ol û netewê jî mîna me, gelek çîrok, bîr, bawerî û bi zimanê xwe weşandine. Gelek civakan jî ev kevneşopiya cejna Xidir Nebî û Xidir Eylas ji bo berjiwendiyên xwe guhastine, kirine mîna roja Xwedanê evînê û gelek ji wan hêjî vê cejna Xidir Nebî û Xidir Eylas mîna baweriya Ezdahîtiya me ya berê pîrozdikin. Şêweyên pîrozkirina vê cejna Xidir Nebî û Xidir Eylas li goriya herêmên ku Êzdî lê dijyan gelekin. Lê, hemû Êzdî hêjî li goriya salnama me Êzdiyan, ya berî zayîna Hz.Îsa ye, di heftiya meha Sibatê(meha 2 ya her salê) ye yekemîn de, rojiya ji bona xatirê meznaya Xidir Nebî û Xidir Eylas, yên ku Xwedanê evînê(zindîmahîn, dilovanî, mirovatî, hêvî û hwd.ê) ne digirin. Lê, weke ku Binêrin, gelek ol û netew jî weke me Ezdahiyan, vê kevneşopiya Xwedanê roja evînê, di roja 14 sibata mîladî de pîrozdikin û her yekê bi zimanê xwe ji vê roja pîroz ra dêje: “Êlîya, Xidirî Zênde, Hıdır-Nebı Xızır, Temûz, Liyas, Valentinstag, Valentine’s Day, Saint Valentin, Ημέρα του Αγίου Βαλεντίνου, Sevgililşr Günü, Վալե նտինի օրը, Ezîz Sergius, Св. Валентин, Ystävänpäivä, הבהאה גח, San Valentino, Valentinovo, Valentino Dies, Valentijnsdag, نیاتنلو زور, День святого Валентина, Día de San Valentín, Sevgililer Günü, Valentinnap, дзень святога Валянціна, Dita e Shën Valentinit, بحلا ديعû hwd.“ “Qewlê Miskîno jaro de: Kanê Xidir kanê Elyas? Kanê derwêşê tizbî û wekaz? Tu jî xweşbî, ew jî dinav Axê de kirin qeyas. .........................” Kemal Tolan 04.02.13 Çavkanî: 1. Pîr Xidir Suleyaman-Ezîdiyatî sala 1995. 2. Kemal Tolan- Nasandina Kevneşopiyên Êzdiyatiyê 2006, rûpel: 75 kızılbaş - sayfa 30 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 özürün gereği nasıl yerine getirilecek? önerisi olan var mı? kızılbaş - sayfa 31 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 „Birlikte Yaşadığımız Halkların Özgürlüğü Bizim de Özgürlüğümüzdür." PRK/Rizgari 1. Kongre Sonuç Bildirgesin'den Aktarma "-Birlikte Yaşadığımız Halkların Özgürlüğü Bizim de Özgürlüğümüzdür. Kongremiz, Kürdistan Devrimi’nin birlikte yaşadığımız uluslar, halklar ve dinsel grupların da kurtuluşu olduğu, özgürlüklerinin, kendilerini ifade etmeleri ve geliştirmelerinin yolunu açacağı görüşündedir. Mücadele sürecimizin halklar arasındaki ortak yaşama bilinci, dayanışma, saygı ve hoşgörüyü geliştirecek tarzda yükseltilmesi gerektiği gibi, kurtuluşu örgütlemeyi hedefleyen toplumsal projemizde de somut talepler ve programatik öngörülerle ortaya konulması zorunludur. -Kongremiz, Parti saflarında, Ulusal Kongre, Ulusal Cephe ve Platform gibi bütün temsil organlarında birlikte yaşadığımız halkların, kültürlerin temsili ve kendini ifade etme koşullarına titizlikle sahip çıkarak somut çözümlerini ortaya koyar. Bu öneriler partimizin Kürdistan Kongre’si Hazırlık Komitesi’ne sunduğu Kürdistan Kongresi Yasa Taslağı’nda da belirtilmiştir. - Geniş ve yaygın olmasına rağmen partimiz Kürtçe’yi Kurmanci lehçesiyle aynılaştırmaz; Soranî, Zazakî ve Lurî lehçeleriyle birlikte ele alır. Soran, Zaza ve Lur bölgelerinde bu lehçelerin esas olmak üzere, Parti yayınlarında tüm lehçelerin kullanılmasına özen gösterir -Partimiz hem ulusal Demokratik kurumlarındra, Cephe Plotformlarında, her türlü temsil düzeyinde Dört temel lehçenin de kullanılmasını; bu halkların kendilerini temsil ve ifade haklarını savunduğu gibi, Bağımsız Fedaratif Kürdistan projesinde de Kurmanc, Soran, Lur ve Zazaların “Özerk Federe Bölgeleri” olması ve yönetim organlarında temsili gibi ulusal demokratik çözümleri de formüle etmektedir. - Partimiz bütün dinsel inanç, tarikat ve cemaatler karşısında kendi felsefe ve düşünce formasyonana uyarlı olarak eşit mesafededir. Dinler, inançlar, tarikat ve cemaatler arasında tercih yapmaz; birbirleri üzerinde egemenlik kurma ve varlıklarını ortadan kaldırmaya yönelik tavır ve girişimlere karşı çıkar. - Özgürlük, Demokrasi ve Sosyalizm; Bizim Yaşam ve Mücadele Tarzımızdır Kongremiz, özgürlük ve demokrasinin yalnızca sömürgecilerden talep edeceğimiz bir şey değil, kendi mücadelemizde, yaşamamız yaşatmamız gereken bir olgu olduğu görüşündedir. Bu nedenle mücadele içerisinde ve toplumsal projelerimizde değişik kimliklerin, farklılıkların tanınması ve özgürleşmesine gösterilen tavır ayırtedici bir öneme sahiptir. Partimiz, bu nedenle içinde her türlü ayrımcılık ve dışlama tavrını barındıran “azınlık” kavramını reddederek, “birlikte yaşadığımız halklar, kültürler, inançlar” için kurtuluş mücadelemizde bugünden inşa etmemiz gereken bir özgürlük projesini öngörmektedir. Bu kavrayıştan hareketle Kongremiz Kürdistan’ın çoğulcu yapısına dayanarak demokratik programını somutlaştırmıştır; - Bağımsız, Birleşik Demokratik, Federatif KÜRDİSTAN CUMHURİYETİ Partimiz,Kürdistan’ın çoğulcu yapısı, tarihsel uygarlıkların mirasçısı olmasından harketle Kürdistan’da “Tek ulus” dayatmasını asla kabul etmez. Böyle bir anlayış Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin ruhu ve özüyle de asla bağdaşmaz. Bu nedenle Bağımsız Birleşik Kürdistan kendi içinde FEDERAT‹F bir yapı ile örgütlenmek durumundadır. Kürdistan’ın Federatif yapısında • Özerk Bölgeler, • Eyaletler, • Kantonlar, • Kültürel Özerklik Hakları ve • Eyalet Meclislerinde Temsil gibi uygulamalar birlikte ve içiçe kullanılacaktır. 4 Kürt ortak kimliğinin ögeleri olan ve dört büyük lehçe grubunu oluşturan Soran, Zaza, Lur ve Kurmanc toplumları kendi lehçe ve kültürlerini konuşup geliştirecekleri Özerk Bölge ya da Eyaletlere sahip olacaklardır. > Güney Kürdistan’da Süleymaniye merkezli Soran Özerk Bölgesi, > Kuzey Kürdistan’da Koçgiri-Dersim merkezli Zaza Özerk Bölgesi, > Güney Doğu Kürdistan’da Kirmanşah merkezli Lur Özerk Bölgesi. -Soran Eyaletinde Soranî, -Dersim-Koçgiri Eyaletinde Zazakî (Dımılkî), -Kirmanşah Eyaletinde Lurî lehçeleri esas alınacak, -Kurmancî ise Serhat, Amed, Botan, Behdinan, vb... eyaletlerinde esas olmak üzere, diğer eyaletlerde seçmeli lehçe olarak kullanılacak. -Her eyalet ve özerk bölgede esas alınan kendi lehçesiyle eğitim ve öğretim yapacak, diger bir lehçe ise seçmeli olarak öğretilecek. Kurmanci’nin temel lehçe olarak kullanıldığı eyaletlerde ise, Sorani, Zazaki ve Luri lehçeleriyle eğitim yapan kurumlar bulunacak ve bu lehçeler okullarda seçmeli olarak öğretilecektir. -Ulusal Yayın kurumlarında dört lehçe de kullanılacaktır. 4 Asuri-Süryani halkının Kürdistan’ın fedaratif yapısına bütün alanlarda katılımı esas alınacaktır; a) Ulusal Meclis ve Yönetim organlarında; Eyalet Parlamentolarında oransal temsil; b) Çoğunluğu oluşturdukları yerlerde Özerk Bölge, Eyalet veya Kanton’lar halinde örgütlenme hakkı; c) Tüm Kürdistan’da Asuri-Süryani diliyle eğitim-öğretim yapan okullar, yayın olanakları ile Asuri-Süryani Kilisesinin örgütlenmesi de içinde bulunan Kültürel Özerklik hakları; 4 Kürdistan’da yaşayan Türk halkının (Güney Kürdistan’da Türkmen, Doğu Kürdistan’da Azeri halkları da dahil) Kürdistan’ın fedaratif yapısına bütün kızılbaş - sayfa 32 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 alanlarda katılımı esas alınacaktır; a)Ulusal Meclis ve Yönetim organlarında; Eyalet Parlamentolarında oransal temsil; b) Çoğunluğu oluşturdukları yerlerde Özerk Bölge veya Kanton’lar halinde örgütlenme hakkı; c) Tüm Kürdistan’da diliyle eğitim-öğretim yapan okullar ve yayın olanakları ile Kültürel Özerklik hakları; 4 Ermeni ulusunun uğradığı tarihsel haksızlığı da telafi etmek üzere Kürdistan’da bir dizi önlem geliştirilecektir, a) Kürdistan’da yaşayan Ermeni halkı için Ermenice eğitim ve öğretim yapan okullar, yayın olanaklar ve Ermeni kilisesinin örgütlenmesi de dahil Kültürel Özerklik hakları, b) 1915 sürgünü ve soykırımı sırasında göçettirelen Ermeni ailelerinin ülkelerine dönebilmelerine hakkı ve olanakları sağlanarak, yerleşim alanları verilecektir. 4 Kürdistan’da birlikte yaşayan halkların Dil ve Kültürel hakları Anayasal güvence altında olacaktır; Kürtçe’nin lehçeleriyle birlikte, Süryanice, Ermenice, Türkçe (Azeri ve Türkmen), Farsça v.d; 4 Kürdistan’da sömürgecilerin değiştirdikleri tüm yerleşim birimleri tarihteki gerçek adlar ıle kullanılacak; halkların kendi isimlendirmeleri geçerli olacaktır. 4 Ülkeye Geri Dönüş Hakkı Partimiz, sömürgecilerin coğrafyamızda uyguladıkları sistemli göçettirme ve soykırım politikaları sonucu anavatanlarını, yerleşim birimlerini zorla terketmek zorunda bırakılan milyonlarca halk şahsında yaşanan mültecileştirme, vatansızlaştırma üzerine kurulu tarihsel haksızlık sorununu çözmek üzere Ülkeye Dönüş Projesi’ni; Ermeni, Süryani, Kürt halklaryla, birlikte yaşayan kardeş diğer halklara, dini cemaatlare ve kültürlere mensup insanların geriye dönüş haklarını savunmaktadır. Göçettirilen halkların ülkelerine dönüşünü kültürel, sosyal zenginliğimize yeniden kavuşma ve tarhsel haksızlığın sonuçlarının giderilmesi çabası olarak görür, ancak geri dönüşün ülkedeki diğer halklara karşı öç-alma ve yeni göç sorunlarına yol açmasına izin vermez. Ülkeye dönüş hakkı toplumların birbirleryle ve tarihleriyle büyük barış hareketidir. Onlara ülkelerine dönüş hak ve güvenceleri sağlanması ve yerleşmeleri için toprak verilmesini öngörür. Geri dönüş, eski yerleşim alanlarında yerleşmiş bulunan toplumların toprak ve yerleşim düzenlerini bozmadan ve göç olaylarına meydan vermeden yeni yerleşimler açılarak ikame edilecektir. - Dinsel Toplulukların Özerkliği -Kürdistan Federasyonunda Dini cemaatlerin herbirinin iç örgütlenmesi ve hukuksal işlerliği Kültürel Özerklik kapsamındadır. Kamusal Alan / Toplumsal Düzen/ ise dini esaslara dayandırılamaz. Hiçbir inanç grubu, din veya cemaatin kendi özel hukuk normları diğerlerine dayatılamaz ve Kamu Hukukuna esas alınmaz. Bu normların çeliştiği yerde Federal Anayasa ve Yasalardaki hukuk düzeni geçerlidir. - Din, inanç, vicdan ve ibadet özgürlüğü, temel kişisel haklar olarak güvence altındadır. - Kiliseler, Camiler, Cemevleri, Havra-Sinagog ve her inanca ait bütün ibadethanelerin, inanç ve kültürlerce kutsal sayılan yerlerin korunması; Dinsel toplulukların toplum içerisinde kendilerini serbestçe ifade edebilmesi ve kendi iç örgütlenmelerini sürdürme haklarını tanır. - Egemen kültür ve dinlerin baskıları karşısında yokolma tehdidiyle karşı karşıya kalan Alevîlik, Yezidilik gibi dini grupların, tarikat veya cemaatlerin korunmasını güvenceye alır. - Otantik Etnik Yaşamın Korunması - Ulusal kültürel yaşamın otantik biçimlerinin, bu kültür sahiplerince devam ettirilme isteğine saygı gösterilecektir. Kürdistan’daki Koçerler (Alikan vd.. gibi) göçebe aşiretlerin otantik yaşam koşulları eğer talep ediyorlarsa korunacak ve yaşatılacaktır. Aynı biçimde Poşa, Mıtrıp, Qareçi, Çingene adlarıyla tanımlanan etnikkültürel gruplar da tüm federatif anayasal haklardan yararlandıkları gibi, otontik yaşamlarını koruma özerkliğine de sahip olacaklardır. Kongremiz 1915 Büyük Ermeni soykırımını insanlık tarihinin kara lekelerinden biri olarak mahkum eder. ‹şbirlikçi Kürt Feodallerinin de Osmanlı-Türk sömürgeciliğine suç ortaklığı yaptığı bu kanlı eylemin, Ermeni halkına karşı işlenmiş tarihsel bir haksızlık olduğunu kabul eder. Aynı süreçte Asuri-Süryani halkı ve Yezidi Kürtler de soykırım ve sürgüne tabi tutulmuştur. Tarih boyunca kardeş Kürt, Ermeni ve Asuri halklarının arasındaki dinsel farklılıkları ve çelişmeleri kışkırtıp kullanarak, ulusları ayrı ayrı sömürgeleştirme ve yoketme eylemlerine zemin bulan sömürgecilerin, bugün de bu kardeş halkları arasındaki çıkar birliğini baltalamak istemektedir. Bu coğrafyanın en eski ve yerleşik halkları olarak yüzyıllarca birlikte yaşayan bu ulusların, tarihin acı deneyimlerinden dersler çıkararak, bu tuzakları birlikte boşa çıkarmaları yalnız tarihe karşı değil, kendi gelecekleri için de bir borçtur. Bu nedenle; - Partimiz, kendi kaderini tayin hakkı ambargo altında tutulan Kürt, Ermeni ve Asuri halklarını birlik ve dayanışmaya çağırmaktadır - Ülke içinde ve ülke dışındaki Ermeni halkını, politik örgütlerini, kültürel ve diplomatik kurumlarını KUKM içinde yer almaya ve mücadeleyi aktif olarak desteklemeye çağırır. - Bütün halklara karşı işlenen Soykırım Suçlarına karşı toplumsal siyasal duyarlılığın artırılması ve halklar arasındaki saygı, hoşgörü ve birlikte yaşama ilkelerinin canlı tutulması amacıyla; her 24 Nisan tarihini Ermeni Soykırımını Anma Günü olarak kabul eder. Bunun yanı sıra Kongremiz; -Soykırım ve zorla göçettirmelerle tarihsel haksızlığa uğratılan ulus ve kültürlere ilişkin araştırma, inceleme ve akademik çalışmaların desteklenmesi ve sonuçlarının siyasi çalışmaya çıkartılmasını, -Parti kadroları içinde ve kitle çalışmalarında diğer halkların tarihlerine, dil ve kültürlerine saygı ve hoşgörüyü geliştirmek, eşit temsil ve haklarına sahip çıkılması için sürekli bir eğitim ve bilinç taşınmasını kararlaştırmıştır." - Soykırım Suçlarının Mahkum Edilmesi PRK / Rizgari 1. Kongresi Sonuç Bildirgesi'nden (1999) kızılbaş - sayfa 33 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Bizim adımıza Öcalan’ın görüşmesi yeterlidir Kandil’in bir numarası Murat Karayılan’dan İmralı sürecini etkileyecek önemli açıklama: Bizim adımıza Öcalan’ın görüşmesi yeterlidir PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden, KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, İmralı ile MİT arasındaki diyalog sürecini önemli bulduklarını ifade etti. Fırat Haber Ajansı’na (ANF) mülakat veren Murat Karayılan, Devletin İmralı’da tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan’la görüşmesinin kendileri adına yeterli olduğunu belirtti. Karayılan, “Bir önceki röportajımızda İmralı görüşmelerine dönük sarf ettiğiniz kimi sözleriniz çeşitli kesimler tarafından sizlerin de görüşmelere katılmak istediğiniz biçiminde yansıtıldı. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?” sorusuna şöyle cevap verdi: “Şimdi bizim bazı söylemlerimize dayanarak ‘PKK ya da KCK de sürece dahil olmak istiyor’ diyen çevreler oldu veya böyle konuşan kişiler var. Ancak öyle bir durum söz konusu değildir. Bizim adımıza, yani KCK adına Önder Apo’nun görüşmesi yeterlidir. BDP ayrı bir siyasi oluşumdur, o da kendi rolü çerçevesinde elbette sürece ve görüşmelere dahil olabilir ama bizim adımıza Önderliğimizin görüşmeler yapması kendi başına yeterlidir. Biz, ‘Biz de görüşmelere katılmalıyız’ gibi bir şey söylemedik. Ancak bize düşen bölümleri, yani teknik ve uygulama sorunlarını çözmek üzere, İmralı’daki görüşmeler paralelinde elbette ki farklı departmanlar oluşturulabilir. Bunlar, gereği gibi yapılır.” “Direkt irtibat kurabilmeli” Karayılan, stratejik kararları uygulayabilmek için Öcalan’ın kendileriyle direkt irtibat kurabilmesi gerektiği yönündeki düşüncesini ise şu sözlerle ifade etti: “Stratejik kararlar ve değişim süreçlerinin uygulanması için Önderliğimizin bizlerle tartışabilme olanağının yaratılması gerekiyor. Yani Önder Apo bizlerle direkt diyaloğa geçebilmelidir. Biz demiyoruz ki, ‘biz de ayrıca görüşmelere katılalım.’ Hayır, zaten devletin ilgili kurumu, çeşitli kanallarla bize de ulaşmaya çalıştı. Fakat biz kızılbaş - sayfa 34 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 yeşil ışık yakmadık. Öyle bir talebimiz de yoktur. Biz Önderliğimizin bizi tam olarak temsil edeceğine inanıyoruz. Ama Önderliğimizin, kararlarını veya görüşmelerde ulaşılan sonuçları, özellikle de stratejik değişim anlamına gelecek konularda tüm yapıyı ikna etmesi gerekmektedir. Onun için de diyaloga geçmesi gereklidir.” “AKP güven vermiyor” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde sık sık dile getirdiği PKK’lıların silah bırakarak Türkiye’yi terk etmesi yönündeki açıklamalarına karşılık, “Kim kimi ülkesinden kovuyor? Burası bizim ülkemizdir. Siz dışarıdan gelmişsiniz, ülkemizde işgâl kuvvetisiniz. Terk edecek olan biri varsa, o da sizsiniz” diyen Karayılan, sorunun çözümü konusunda pratik adımlar atılması gerektiğini belirtti ve “Mevcut durumda AKP hükümetinde sorunun çözümüne dönük samimi ve güven veren bir yaklaşımı pek göremiyoruz” dedi. Karayılan, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’de sorunun çözümünde parlamentonun rol üstlenmesi önemlidir. Yani parlamentonun gerekli anayasal düzenlemeleri yapmasıyla kalıcı barış koşullarının temeli atılmış olunur. Başbakan’ın mevcut durumda bize dayatmak istediği şey ancak tamamen yenilmiş, mücadele ile kazanma şansını kaybetmiş bir örgüte ve halka dayatılacak olan şeylerdir. Yani tek taraflı bir biçimde, “gideceksiniz, silahlı mücadeleyi bırakacaksınız, bırakana kadar da bizim size karşı saldırılarımız devam edecektir” tarzındaki üslup, sorunu çözme üslubu değil, işi yokuşa sürme üslubudur. “ “Keşke Çukurca eylemi olmasaydı” Karayılan, İmralı görüşmelerinin başlamasının ardından Çukurca’daki Karataş Jandarma Karakolu’na 7 ocakta yaptıkları baskın için “Keşke Çele (Çukurca) eylemi olmasaydı. Ama keşke Lice’deki olay da olmasaydı” dedi. Karayılan bu saldırının Lice’ye misilleme olduğunu, geri çekilme sırasında ise büyük kayıplar verdiklerini de kabul etti. Saldırıyı PKK’nın bölge gücünün düzenlediğini belirten Karayılan, “Sonuçta bir misilleme eylemidir. Lice’deki olaya ve yine Nusaybin’deki olaya karşı geliştirilmiştir” dedi. (Taraf) Eski CHP Genel Başkanı, Antalya Milletvekili Deniz Baykal, “Ben Birgül Hoca’nın konuşmasının yanlış olduğunu söylemiyorum. Aksine doğru olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki ben de Birgül Hoca’yla aynı şeyi düşünüyorum” kızılbaş - sayfa 35 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 İmralı Görüşmelerinden Barış Çıkar mı? Bugünlerde herkesin merak ettiği soru şu: İmralı görüşmelerinden gerçek bir barış çıkar mı? kısmı yeterince açıktır. Her zaman aynı açıklıkta anlaşılamayan kısmı ise şudur: Kürtlerle olan ilişkideki her değişme, Türklerin kendi aralarındaki güç ve iktidar ilişkilerini de etkileyeceği içinKürtlerle yürütülen bir barış süreci demek, aynı zamanda Türklerin Türklerle çekişmeleri süreci demektir. Bu soruya ciddiye alınabilir bir cevap vermek, en azından aşağıdaki üç tespiti göz önünde bulunduran bir analizin yapılmasını gerektirir: 1) Bir ulusal hareket, söylemsel planda dışarıya, yani işgale, sömürgeciliğe vb. karşı bir eylemi dile getirse de sadece dışarıyla sınırlı bir şey değildir. Bir ulusal hareket, aynı zamanda, o hareketin temsilcisi olduğunu iddia ettiği toplumdaki güç ve iktidar ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi isteği ve eyleminin de bir ifadesidir. Ulusal hareketler bakımından dölyatağı işlevi gören bu sistematik, bu tür sorunların çözümü bakımından da çok önemli bir boyutu ifade eder. İstisnası henüz görülmemiş olan bu ilişkinin konumuz açısından kaçınılamayacak sonucu şudur: Bir barış süreci, sadece ulusal hareketle devlet arasında bir kapışma alanı değil, en az bunun kadar önemli olmak üzere, hareketin temsil ettiği topluluğun ve bizzat hareketin kendisinin içindeki bir çekişme alanı olacaktır. Adını koyarak ifade edersek bir barış süreci, daha ilk adımdan itibaren Kürtler arası bir çekişme süreci demektir. Durum böyle olduğu içindir ki devlet, İmralı sürecini, bir yandan Kürt hareketini bölüp parçalamak için kullanırken diğer yandan bu hareket içindeki kendisine yakın kesimleri asli muhataplar haline getirmek için çalışmaktadır. Sakine Cansız ve iki arkadaşının Paris’te kurşunlanmalarıyla ilgili yazımda(*) izah etmeye çalıştığım gibi, veriler, diğer ihtimallerden ziyade, bu cinayetin, PKK’yi İmralı görüşmelerine uygun biçimde dizayn etmek amacıyla işlenmiş olduğuna işaret ediyor. Ama devlet sadece PKK’yi dizayn etmeye çalışmıyor. İmralı adasına BDP’ den kimin gideceğiyle ilgili son günlerdeki tartışmalarda gördüğümüz gibi, BDP’ye karşı da benzer bir operasyon yürütüyor. Başbakanın: “Ali İmralı’ya gidebilir, ama Veli gidemez”, türünden açıklamaları bu operasyonun ifadesidir. Devlet, açık bir şekilde Cemil Gündoğan BDP’yi kendi isteklerine uygun biçimde dizayn etmeye çalışmaktadır. Dün Leyla Zana vb. üzerinden yürütülen ve biraz da çiğ biçimde yürütüldüğü için tutmayan operasyon, bu kez barış sürecini ilerletme adına yapılmaktadır. Devlet, BDP ve kitlesini, “ya bizim önerdiğimiz isimlere razı olursunuz, ya da barışı unutursunuz” diyerek tehdit etmektedir. Barış arzusu taşıyan geniş kitlelerin, barış ile birkaç ismin feda edilmesi arasında tercih yapmak zorunda kaldıklarında barışı tercih edecekleri hesabına dayandırılmış olan bu operasyonunun tutup tutmayacağı ayrı bir konu. Buna girmeyeceğim. Bu yazı bağlamında bizi ilgilendiren şey, barış sürecinin Kürtler arası bir çekişme alanı olduğu ve devletin bunu kendi lehine manipüle etmek için her yolu deneyeceğidir. Bu notu düştükten sonra ikinci tespite gelebiliriz. 2) Bir ulusal hareketle barışmak demek, özünde, bu hareketin temsil ettiği veya temsil ettiğini iddia ettiği toplulukla dar anlamda egemen sistem, geniş anlamda da egemen toplum arasındaki güç ve iktidar ilişkilerini yeniden düzenlemek demektir. Diğer bir deyişle, barış süreci, dar anlamda Kürtlerle Türk egemenlik sistemi, geniş anlamda ise Kürtlerle Türkler arasındaki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi anlamına gelir. Belirlemenin buraya kadar olan 3) Çatışmanın tarafı olan güçler bir vakumda değil de uluslararası nitelik taşıyan bir sistem içinde var olduklarına ve aralarındaki kavga da çoktandır bu sistemin bir parçasını oluşturduğuna göre, bir barış süreci demek, uluslararası alanda da bir çekişme veya kapışma süreci demektir. Bir kere daha adını koyarak söylersek, Kürtlerle Türkler arası bir barış süreci demek, Kürtlerin ve Türklerin kendi komşuları ve müttefikleriyle olan ilişkileri başta olmak üzere, bölgesel ve küresel ölçekteki hemen hemen bütün ilişkilerinin şu veya bu düzeyde yeniden şekillen(diril)mesi demektir. Böyle bir yeniden şekillenme ise yeni uluslararası sorunlar veya sıkıntılara yol açmadan gerçekleşemez. Yukarıdaki üç tespitten çıkan ortak sonuç şudur: Bir barış süreci, aslında, değişik biçimlerde ve alanlarda süren daha karmaşık bir çekişme ve çatışma sürecidir. Barış diye diye, barışın çatışmayla olan bu diyalektik ilişkisini çoktan unutmuş olanları irkiltse de gerçek budur. Ve bu gerçeği kavrayamayan tarafın–ki örneğimizde daha çok Kürtler bakımından geçerlidir- barış sürecini düzgün biçimde yönetme şansı yoktur. Bu gerçeği hatırlattıktan sonra, yazının başındaki soruya dönersek şunu söyleyebiliriz: İmralı görüşmeleriyle yeni bir evreye girmiş olan sürecinin gerçek bir barışla neticelenebilmesi, yukarıda tarif edilen alanların üçünde de asgari düzeyde bir uzlaşmaya varılıp varılamamasına bağlıdır. Teorik olarak düşünüldüğünde, böyle bir uzlaşmanın her üç alanda da aynı düzeyde ve aynı sağlamlıkta yaratılamayacağı söylenebilir. Bazı alanlarda görece daha istikrarlı bir konuma ulaşılırken diğer alanlarda bunun gerisinde kalınabilir. Bu kadar karmaşık bir sorunda başka türlü bir sonuç mümkün değildir. Böyle olmakla birlikte, tek tek her bir alanın belirleyici güçleri- kızılbaş - sayfa 36 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 ni uzlaşmaya katamayan, uzlaşmanın sorumluluğunu üstlenmeye ikna edemeyen veya en azından tarafsız veya çekimser bir pozisyona çekemeyen bir çözümün tırnak içinde bir “çözüm” olarak kalacağı da açıktır. Hiç kuşkusuz anılan üç alanda sağlanacak asgari uzlaşmayla varılacak bir barışın da bazı sorunları olacaktır, ama işleme şansı bulunan yegâne barışın bu tür bir barış olduğu da açıktır. Peki, böyle bir uzlaşmaya varılamaması durumunda ne olur? İmralı görüşmeleri muhtemelen bir kaosla neticelenir. Bölgenin bugün içinde bulunduğu durumla bir arada düşünüldüğünde, bunun yüksek bir ihtimal olduğunu belirtmek gerekir. Tabii, kaos derken sadece çatışmanın şu ana kadar sürdüğü biçimiyle devam etmesini kastetmiyorum. İlaveten, çatışmanın bölgesel bir savaşın parçasına dönüşmesi ve savaşan tarafların kendi içlerinde kargaşaya sürüklenmeleri gibi ihtimaller de gündeme gelecektir. Dünden farklı olarak bugün böyle bir noktada bulunuyoruz ve bu durum, Türk devletinin Öcalan’la masaya oturmuş olmasının arkasında yatan nedenlerden birini oluşturmaktadır. Hem bu ilişkinin, hem de yukarıda anlatılan üç uzlaşma alanının daha yakından incelenmesi başka yazıların konusu olabilir. ----------------(*) Paris cinayetleriyle ilgili söz konusu yazıyı şu linkte bulabilirsiniz: Mutfakta barış pilavı pişiyor Îbrahîm Aksoy Aşçı başı Erdoğan ve onun yamağı Öcalan mutfakta herkesten habersiz, Kürdlere barış pilavı pişiriyorlar. Kürdler, emin olun ki açlığınızı yatıştırmak için siz bu pilavı daha çok beklersiniz. Ocaktaki kazanda sizler için hiç bir şey yoktur, boşuna beklemeyin! Adına barış ve kardeşleşme dedikleri bu hareket, 5 Kasım 2007 tarihinde, Erdoğan ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Ergin Saygun’ un (şu anda Ergenekon sanığı olarak içerde) ABD’ye davet edilmesi ile başladı. ABD bunlardan PKK ve Ergenekon’un tasfiyesini istedi. Kısa bir süre sonra da Ergenekon tutuklamaları başladı ve hala devam ediyor. Ergenekon istemediği için PKK bir türlü silah bıraktırma durumuna getirilemedi. Görüldüğü kadarıyla bugün Ergenekon ile de PKK’nin silah bırakması konusunda uzlaşı sağlanmış. Ergenekon’un ovadaki kolu CHP’nin duruşu bunu gösteriyor. Erdoğan ve Öcalan kendilerinden gayet emin olarak, “barışın önünde kimse duramaz” şeklinde naralarını atıyorlar. 9 Ocak 2013 günü üç Kürd kızı, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez, acaba barışın önünde duracaklar diye mi, Paris’in ortasında katledildiler? Bu katliam için rivayet çok. Eğer öyle ise bu katliamlar daha devam edecek gibi görünüyor. Çünkü Kürd milletinin bu çakma barışı kabullenmelerini hiç kimse beklemesin. Çünkü bunun adı barış değil, Öcalan’ın Kürd milletine sırtını dönüp, umutlarını yıkmasıdır. Bunu ileride hep birlikte yaşayacağız ve göreceğiz. Zübeyir Aydar ilk açıklamasında, “olayın faillerini Fransız devleti derhal bulmak mecburiyetindedir” dedi. Bu tam da Zübeyirvari bir açıklama idi. Halbuki daha önce başta Paris olmak üzere, Avrupa’nın bir çok kentinde, PKK bir çok Kürd yurtseveri infaz etmişti. Aynı Zübeyir bunların da faillerinin bulunması için bir çağırı yapmamıştı. Başkalarını bilmem ama, ben bunu çok iyi hatırlıyorum. Öcalan ile görüşen Ahmet Türk, “artık kimse barışı sabote edemeyecek” diyor. Peki sayın Türk, Ekim 2009’da Habur’ da Gerillalarla birlikte, otobüsün üzerindeki sen değilmiydin? Acaba o zaman öngörülen barış sürecini bu şekilde kamuoyuna sunma ihtiyacını neden duydunuz? Kürd milletinin kanatsız barış meleği, dün dündü, bu günde, bu gün. Aysel Tuğluk hanımefendi “Erdoğan arkadaşlarımızın katillerini bulmak için çaba harcamalıdır” diyor. Bu sözlerin sahibi, TC adına dünya aptallar yarışmasına katılsa, TC’ye kesin bir altın madalya kazandırır. Acaba bu hanımefendinin, öldürülen arkadaşlarından birinin, PKK kurucusu olduğundan haberi var mı? 34 yıl önce PKK’yi kuran 22 kişi şimdi nerede, haberi var mı? Abdullah Öcalan; hapiste, Sakine Cansız; öldürüldü, Seyfettin Zorlu; çatışmada öldü, Ali Haydar Kaytan, Cemil Bayık ve Duran Kalkan Kandil’de, Kesire Yıldırım, Baki Karer ve Hüseyin Topgider; Avrupa’ya kaçtı, Faruk Özdemir, Ferzande Tağaç ve Ali Çetiner kayıp, Abdullah Kumral, Şahin Dön- kızılbaş - sayfa 37 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 mez, Resul Altınok, Suphi Karakuş, Mehmet Şener ve Mehmet Turan infaz edildiler. Ali Gündüz, Abbas Göktaş pişman oldular, Mazlum Doğan ve Mehmet Hayri Durmuş kendilerini yaktılar. Aysel Tuğluk hanımefendi, TC Başbakanı’ndan bu insanların katillerinin bulunmasını istiyor ve bu insan kendini Kürd milletinin temsilcisi olduğunu sanıyor. Olayın ikinci günü, devlet yalakası aydınlar, hep bir ağızdan, hemen hemen dünyanın bütün istihbaratlarını ve uluslararası karanlık güçlerin olabileceğini yazdılar. Eğer biz bunların gösterdiği yerde suçluları ararsak, doğru sonuca gidemeyiz. Çünkü bu tür olaylarda bunların görevi, olayları çarpıtmak ve kafaları karıştırmak. Görüldüğü kadarıyla bu iş söylendiği gibi profesyonellerin değil ama yarı profesyonellerin işi. Olayı yapan birden fazla kişi. Çünkü bir kişi tek başına ve bir anda üç kişinin başına birkaç kuşun birden sıkamaz. Ayrıca sıkılan toplam kurşun sayısı on, halbuki bu küçük tabancalar en fazla dokuz mermi alır ve içerde de hiç bir boğuşma olmamış. Kapı şifreli de olsa, içeri girmek isteyen biri, biraz bekledikten sonra, gelen herhangi birisi ile de çok rahat biçimde, içeri girebilir. Binanın kameralarının çalışmadığı söyleniyor. Çevrede çalışan kameralar mutlaka vardır. Bayanların üzerinde mantoları olduğuna göre, ya katillerle birlikte yeni içeri girmişlerdi, ya da bir süre oturduktan sonra, onlarla çıkmak üzere idiler. Ama ilginç olan, hafta içi olmasına rağmen, üç bayanın dışında saatlerce hiç kimsenin büroya gelmemesi. Büro büyük istasyona 300 m. Mesafede. 28 Aralıkta Avrupa genelinde, PKK’ nin son durumları değerlendirmek üzere, bütün yetkililerle Paris’te bir toplantı düzenlediği ve bu bayanlarında bu toplantıya katıldıkları söyleniyor. Fransız istihbaratı katılımcıları ve toplantıdaki konuşmaları mutlaka kayıt altına almıştır. Fransa’ya girişten itibaren, herkesin telefon konuşmaları, büyük olasılıkla dinlenmeye alınmıştır. Buradan hareketle, şu anda Fransız polisinin elinde, olayın üzerine gidebilecek kadar yeteri bilginin mevcut olacağını düşünmek lazım. Görüldüğü kadarı ile bu iş başka devletlerin istihbaratı ve istihbaratların yan örgütü mafyanın işi gibi görünmüyor. Bilindiği gibi Sakine Cansız baştan beri Öcalan ile çelişki içerisindedir. Nişanlısı Mehmet Şener infaz edildikten sonra, Sakine’den bir özeleştiri alınarak, itibarsızlaştırılıp köşeye konmuştur. Zaten her PKK’ linin sayfalar dolusu özeleştirisi olduğu bilinen bir geçek. Her ne kadar açıkta Öcalan’a bağlı olduğunu söylese de içten Öcalan’dan nefret ederdi. Zaten Öcalan da hep Sakine’yi asi ve muhalif görmüştür. Acaba bu çakma barış süreci, Sakine için infaz nedeni olabilir mi? Muhtemelen karşı çıkacak olanlar için de bir mesaj olamaz mı? Ben muhtemellerin bu doğrultuda yoğunlaşacağı kanaatindeyim. Yoksa hiç bir yabancı istihbaratın, bir kenara oturtulmuş Sakine üzerinden mesaj vereceğini sanmıyorum. DA İ M İ kainatın aynasıyım madem ki ben bir insanım hakkın varlık deryasıyım madem ki ben bir insanım insan hakta hak insanda arıyorsan bak insanda hiç eksiklik yok insanda madem ki ben bir insanım 2008 yılından beri bu çakma barış görüşmeleri Öcalan ile sürdürülüyordu. Oslo olayı sadece bu görüşmeleri legalize etmek ve insanlara kabul ettirmek için bir oyundu. İki ay önce Erdoğan; dokunulmazlıkları kaldırıyor, idam cezasını yeniden getiriyor ve Gerillayı ininde yok ediyordu. Son iki haftadır öyle uslanmış ki nerede ise “biraderim Abdullah” diye hitap edecek. ilim bende kelam bende nice nice alem bende yazar levhi kalem bende madem ki ben bir insanım Bu çakma barış da Hoca’nın göle maya çalması gibi, ya tutarsa? tevrat'ı yazabilirim incil'i dizebilirim kuran'ı sezebilirim madem ki ben bir insanım Kim bilir belki de tutar. 30 yıldan beri ilk defa, Türk vatandaşı bile olmayan, bir PKK kurucusunun ve arkadaşlarının cenaze törenleri olaysız bir şekilde Diyarbakır’da sona eriyor. Bu da bize Devletin de (Ergenekon) PKK’nin silah bırakma konusunda uzlaşı içerisinde olduğunu gösteriyor. Kürdistan sorunu için yeni bir milat başlıyor. Aynı milat Türkiye için de yeni bir başlangıç olacaktır. Bu çakma barış ile Kürdler Apo’yu kayıp ediyor ama çok şey kazanacaklar. Ocak 2013 Kaynak: http://www.navkurd.eu bunca temmenni dilekler vız gelir çarkı felekler bana eğilsin melekler madem ki ben bir insanım enel hak'ım ismim ile hakka erdim cismim ile benziyorum resmim ile madem ki ben bir insanım daimi'yim harap benim ayaklarda turap benim aşıklara şarap benim madem ki ben bir insanım kızılbaş - sayfa 38 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Beşikçi: Müzakereleri Öcalan değil BDP yürütmeli SÖYLEŞİ: İRFAN AKTAN Birkaç ay öncesine kadar Öcalan’a karşı idam şantajını dillendiren Başbakan Erdoğan, bir anda “İmralı sürecini” dillendirmeye başladı. Bu “açılıma” ilk etapta temkinli yaklaşan BDP ise son günlerde bu süreci önemsediğini söylüyor. PKK’nin silahlı güçlerini tıpkı 1999’da olduğu gibi sınır dışına çıkaracağına dair senaryolar çiziliyor, takvimler açıklanıyor. Fakat perde arkasında Öcalan’la neler konuşulduğu, Öcalan’ın nasıl bir yol haritası çizdiği bir muamma olarak duruyor. Keza Öcalan’ın avukatlarıyla görüştürülmemesi, hatta İmralı’ya gidecek BDP heyetinin bizzat Erdoğan tarafından belirlenmeye çalışılması, “İmralı sürecine” ilişkin kuşkuları daha da artırıyor. Deyim yerindeyse ömrünü Kürtlerin maruz kaldığı baskı ve ayrımcılığı ifşa etmeye adamış olan sosyolog İsmail Beşikçi de sürece kuşkuyla yaklaşan isimlerden biri. Gerek Kürt hareketi gerekse AKP, barıştan söz ediyor. Peki, taraflar aynı “barışı” mı istiyor? Müzakere süreci nasıl olmalıydı? Kürtler için ideal olan çözüm nedir? En önemlisi de 21. yüzyıl Kürtler açısından nasıl bir gelecek barındırıyor? İsmail Beşikçi’ye kulak veriyoruz… Başbakan Erdoğan, İmralı’ya hangi BDP milletvekillerinin gideceğine kendisinin karar vereceğini, “uygun görülen” isimlere de izin verileceğini açıkladı. Erdoğan’ın bu baskın tavrını neye bağlıyorsunuz? Ben çok farklı bir şey söyleyeceğim. Bu görüşmelerin BDP ile hükümet arasında yürütülmesi gerekiyor. Yani istihbaratla bu görüşmelerin yürütülmesi olumlu bir tutum değil. Yani görüşmeler Öcalan’la yürütülmemeli mi? Evet, BDP’nin hükümetle görüşmesi gerekir. Tabii BDP bu süreç içinde, gerek Abdullah Öcalan’la, gerek Avrupa kanadıyla, gerekse Qandil’deki yöneticilerle ilişki içinde olmalıdır. Ama görüşmelerde belirleyici aktör BDP olmalıdır. Kürt hareketi müzakere konusunda hep Öcalan’ı işaret etti. İşte o yanlış bir tuttumdu. BDP’nin, Qandil’deki yöneticilerin, Avrupa kanadının durmadan Öcalan’ı işaret etmesi doğru değil. Neden? Parti yürütmeli; siyaset kurumu daha önde olmalı. Tabii bu birkaç yıllık bir sorun değil. Neredeyse on yılı aşkın bir süredir bu böyle. Ben bu sürecin yanlış geliştiği kanısındayım. Görüşmelere, devlet bir heyetle ka- tılıyor. Örneğin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın görüşmelere bir heyetle gittiği anlaşılıyor. Ayrıca, görüşmeler sırasında kafasında bir soru oluşursa, İçişleri Bakanı’nı, Dışişleri Bakanı’nı, Genelkurmay’ı, arayabilir. Başbakan’ın bizzat kendisini arayabilir. Abdullah Öcalan’ın kafasında bir soru oluşursa… Kürt tarafı da görüşmelere bir heyetle katılmalıdır. Görüşmeler MİT’le değil, hükümetle yapılmalıdır. Sürecin Öcalan’la yürütülmesinin sakıncası nedir? Öcalan devletin elinde, devletin denetimi altında bulunan bir kişidir. Siz devletin denetimi altındayken ne söyleyebilirsiniz? Devlet sizi denetliyor. Cezaevindesiniz; devlet hakkında sağlıklı bir eleştiri yürütebilir misiniz? Fakat Öcalan daha Türkiye’ye teslim edilmeden yıllar önce de birlikte yaşamayı esas alan bir çözüm bulmak istiyoruz diyordu. Öcalan’ın genel çizgisi buyken, hapiste olup olmaması, devlete karşı tutumunu belirleyebilir mi? Belirler tabii. Devletin elinde olduğunuz zaman, devletin isteklerinin dışında bir şey ifade edemezsiniz. Söylediklerin devletin düşüncesine, tutumuna uygun olur. Devlet size “şunları bunları söyle” demez ama siz devletin ne istediğini, neyden rahatsız olacağını kızılbaş - sayfa 39 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 bilir ve ona göre tavır ve davranış sergilersiniz. Öcalan gibi bir liderin böyle bir noktaya gelmesi için nasıl bir sebep olabilir ki? Ben daha baştan bu ilişkinin yanlış kurulduğunu ifade etmeye çalışıyorum. BDP’ye öncelik verilmesi gerekiyordu. Sizce mevcut süreç, bu yöntemle devam ederse nasıl nihayetlenir? Ben zaten bu görüşmelerden umutlu değilim. Olumlu bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum. Devletin sorunu çözme diye bir niyetinin olmadığı kanısındayım. Başbakan, Kürt sorunu yoktur diyor. O zaman görüşülen konu nedir? Görüşülen konu PKK’nin silah bırakması. Karşılığında bir şey verileceği kanısında değilim. Başbakan, sorun çözüldü diyor. Öcalan aslında Demokratik Konfederalizm tezinde, dört devlet arasında bölüşülmüş olan Kürdistan’ın ulus-devlet sınırlarına müdahale edilmeden ama bu sınırları anlamsızlaştıracak sosyo-ekonomik ve siyasal tedbirlerle yeniden dizayn edilebileceğini söylüyor. “Türkiye parçalanmasın, İran, Irak, Suriye parçalanmasın!” Peki, Kürdistan mı parçalansın? Daha doğrusu bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmış Kürdistan böyle mi kalsın? Bu mu denmek isteniyor? Bu yanlış bir tutum. Kürt sorunu günümüze kadar çözülemeden geldiyse, bunun temel nedeni Kürdistan’ın parçalanması ve paylaşılmasıdır. Siz bunu kavramak durumundasınız. Böyle bir felaket Kürtlerin başına nasıl getirilmiş? Bu felaket günümüze kadar nasıl kendisini koruyarak getirilebilmiş? Siz şimdi böyle bir konu yokmuş gibi davranıyorsunuz ama temel belirleyen budur. Eğer halkların kendi kaderlerini tayin hakkı varsa, Kürtler kaderlerini ulus-devlet dışında bir formülle tayin etmek istiyor olamaz mı? Bir ay kadar önce Birleşmiş Milletler’de Filistin, gözlemci devlet statüsü aldı. Bu kararı dünyada herkes alkışladı. Türkiye’de de sağcılar, solcular, liberaller alkışladı. Filistin “23. Arap devleti” veya “BM’ye üye 209. devlet” oldu. Ama Kürtlere sıra geldiği zaman “devlet zaten iyi bir şey değildir, devlet kötüdür” deniyor. Bu tutumu ahlaki bulmuyorum. Sizce Öcalan ne yapmak istiyor? Abdullah Öcalan, tutsak olduğunun bilincinde olmalıdır. BDP Öcalan’ın tutsak olduğunu bilmelidir. PKK’nin Avrupa kanadı, Qandil’deki yöneticiler, Demokratik Toplum Kongresi, Öcalan’ın tutsak olduğunu bilmelidir. PKK kurumlarının durmadan Öcalan’ı işaret etmeleri bir zaaftır. Öcalan’ın da “ille de ben ön planda olayım” tutumunda olması bir zaaftır. Sizce Öcalan’ın muhtemel bir sınır dışına çıkma talimatına PKK uyar mı? Hiçbir kazanım elde edilmeden böyle bir talimat verilmemelidir. Başbakan, Erdoğan’ın Filistinliler, Bosna’daki Müslümanlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti söz konusu olduğu zaman ne gibi haklar, özgürlükler istediğini biliyoruz. Kürtler için bu hakları ve özgürlükleri neden istemediği sorgulanmalıdır. AKP hükümetinin bu konularda bazı adımlar atması, örneğinin, TRT–6 küçümsenecek bir adım değildir. Ama düşünelim ki Saddam Hüseyin’in Irak’ında bile bu haklardan, özgürlüklerden daha fazlası vardı. Kürt hareketi demokratik özerklik talep ediyor. Bu gerçekleştiğinde Kürtlerin sorunları çözülmüş olmayacak mı? Olmaz. Sen eğer “devlet istemiyorum” dersen, buna sahip de olamazsın. Ama istediğin zaman, bunu yaşama geçirmek için mücadele edersin. Kürt sorunu bu kadar ağır yaşanıyorken ulus-devleti aşmak sadece seni Kürtlükten koparır. Bir yere de varmazsın. Dünyanın sorunlarına çözüm aradığını düşünürsün ama Kürt çocukları her sabah ”Türküm, doğruyum… Varlığım Türk varlığına armağan olsun” şeklinde bağırtılmaya devam eder. Belediye meclislerinin dörtte üç üyesi sizden olur ama bir Kürt şairinin, yazarının, siyaset adamının ismini bir caddeye veremezsin. İnsanın ütopyalar üretmesi güzel, ancak somut durumlardan da kopmamak, onlar yokmuş gibi davran- mamak gerekir. Sizce Kürtler bağımsız devlet istiyor mu? Kürtler istemeli. Öcalan, 2009’da sizin bu söylediklerinize şöyle bir yanıt vermişti: “İsmail Beşikçi yazısında kırk milyon Kürt var, Kürtlerin de bir devletinin olması gerektiğini söylüyor. Olaya devletçi yaklaşıyor. Anlıyorum onu, İyi niyetlidir, dürüsttür. Devlet istemelisiniz mesajını veriyor. Ama benim ne demek istediğimi tam anlamıyor. Devlet halklara özgürlük getirmez.” Bu yanlış bir tutum. “Devlet halklara özgürlük getirmez” diyorsun ama Türkiye, İran, Irak, Suriye diye devletler var. Sen bu devletler karşısında kendi hakkını, hukukunu nasıl koruyacaksın? 16 Mart 1988’de Halepçe’de Saddam Hüseyin, Kürtlere soykırım uyguladı. O sırada 53 üyeli İslam Konferansı Kuveyt’te toplantı halindeydi. Sonuç bildirgesinde, Halepçe’ye ilişkin küçücük bir atıfta bile bulunulmadı. Ama Bulgaristan’ın, Türklerin isimlerini değiştirilmesi kınanıyor, Batı Trakya’daki Türkler, Türkiye’deki alfabeyi kullanamadıkları için Yunanistan kınanıyor. Bunlar devlet işte! Zehirle gazla binlerce insanın öldürülüyor ama sesini kimseye duyuramıyorsun. Bu anlayışlarla mücadele edebilmek için senin de böyle bir birime ihtiyacın var. Yoksa ezilirsin. Ama Kürtler devlet kurmak istemedikleri için devletsiz kalmış değil. Öyle bir güçleri yok… İşte ben de bu yüzden 1920’lerden itibaren oluşturulan uluslararası güç koalisyonunun anlaşılması gerektiğini söylüyorum. Kürtlere küçücük bir statü bile verilmeden oluşturulmuş bir statüko var. 1920’lerde Kürdistan üçüncü defa bölünüp paylaşıldı. İlk bölünme 16. yüzyılda, Şah İsmail’le Yavuz Sultan Selim arasındaki savaşta oldu. İkincisi İran Kürdistanı’nın Kuzey kesimlerinin 19. yüzyılın ilk çeyreğinde İran-Rus savaşları sonunda Rusya’nın denetimine geçmesiyle yaşandı. Son otuz yıllık savaşta da aşiretler bölündü, aileler bölündü. Bir kardeşin korucu, diğerinin gerilla ol- kızılbaş - sayfa 40 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 duğunu görüyoruz. Demek ki bir ulus, tarihinde belirli bir dönemde bölünmenin ve paylaşılmanın hedefi olduğu zaman, bu, durmadan kendini üreten bir durum yaratır. Eğer sen sürekli bölünme, parçalanma ve paylaşılmanın hedefi oluyorsan, sende bir zaaf vardır. Düşman güçler bu zaaftan yararlanıyor. Kürtler bunun bilincine varmalı. Niye adımız sadece “terör” denince anılıyor? Kürtler bunu düşünmeli. MİT-Öcalan görüşmelerinde belli bir mutabakata varıldığı söyleniyor… Ama Başbakan bu süreçte Kürt sorunu yoktur diyor. Yoğun biçimde operasyonlar sürüyor. O zaman nedir varılan mutabakat? Sorun bu kadar ağırken, Başbakanın bu kadar rahatça “Kürt sorunu yoktur” diyememesi gerekir. Silahlı mücadelenin miadını doldurduğunu söyleniyor. Siz PKK’nin silahlı mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu, devletin katı tutumuyla ilgili bir durum. Devlet, resmî ideoloji çok belirgin. Resmî ideoloji değişmiyor. Siz hâlâ çocuklarınıza, içinde w,x,q olan isimleri veremiyorsunuz. Devlet, Kürtleri halk olarak tanımıyor ama Abdullah Öcalan’ı tanıyor. Öcalan’la konuşuyor. Burada bir çelişki yok mu? Bizzat PKK lideri Öcalan, BDP, PKK’nin Avrupa kanadı, Qandil’deki yöneticiler, Demokratik Toplum Kongresi, KCK, bütün Kürt kurumları bu çelişkinin bilincinde olmalıdır. Türk basını, Türk yazarlar, Türk araştırmacılar da öyle. Ama hükümet diyor ki, eğer silahlar bırakılırsa, bu tür “tali” meseleler çözülür… 1999–2004 yılları arasında gerilla sınır dışındaydı. Silahlar susturulmuştu. Ama o dönemde de devlet hiç adım atmadı, şimdi de atmıyor. “Kürt sorunu yoktur, sorun PKK’nin elindeki silahlardır” deniyor. “TRT 6 var. Cezaevinde aileler kendi dillerinde konuşabiliyor. Bu ufak pürüzler vardı, onları da kaldırdık. Sorun kalmadı” deniyor.. Hâlbuki sorun vardır ve çok ağırdır Sizce devletin uzun vadedeki Kürt politikası nedir? Kürtleri Türklüğe asimile etmek devletin temel politikasıdır ve bu politikadan vazgeçilmiş değildir. Anadilinde eğitimin engellenmesinin temel nedeni de budur. Asimilasyona karşı Kürtler kendi tedbirlerini almalıdır. Öcalan’ın çok sık referans gösterdiği Bakunin, Kropotkin veya Proudhon gibi anarşist kuramcılar, insanlığa devletsiz, iktidarsız bir dünya kurmayı salık veriyor. Kürtlerin bir devlet deneyimi yok ama mesela Irak Kürdistanı’nın yönetimi, özellikle yoksul Kürt kitleleri tarafından eleştiriliyor. Halkların kültürel haklarını elde etmeleri, onların sınıfsal sorunlarını çözmüyor. Dolayısıyla Öcalan’ın devletsiz bir kurtuluş tahayyülünde bulunması daha devrimci değil mi? Değil. Böyle bir görüş, bu ortamda ancak resmî ideolojiye hizmet eder. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde gelirin eşit dağıtılmamasını, Kürtlerin kendi mücadelesi engelleyebilir. Ama Kürtler öncelikle Araplarla, Türklerle, Farslarla sorunlarını çözmeli. Gerek PKK gerekse devlet “artık barış olsun” diyor. Sizce iki taraf aynı barıştan mı söz ediyor? Devlet, “PKK silahları bırakıp geri çekilsin” diyor. “Bunun dışında bir sorun yoktur” diyor. Devletin barıştan kastı budur. PKK de demokratik, millî haklar konusunda ısrarlı. İki tarafın barıştan kastı farklıdır. Müzakere deniyor ya, işte bu iki farklı görüşü uyuşturmaya çalışmalılar. Sizce uyuşur mu? Çok zor. Kısa zamanda sonuç alınacağını zannetmiyorum. Devlette bu niyet yok. Tarihsel sürecin aynasından bakınca, sizce bir gün Kürdistan kurulacak mı? Evet, önemli olan bilinçtir. Bilinç geliştiği zaman sen de “istemiyorum” demeyeceksin. İsteyeceksin. İstediğin zaman da kazanırsın. Aslında Kürtler, en azından federasyon gibi bir siyasal birimi savunmalı. Gerilla da bu federasyonun güvenlik gücü, zabıta gücü olmalı. Kaynak: http://www.birgun.net kızılbaş - sayfa 41 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 AK Parti ile BDP’li vekiller kol kola halay çekti Diyarbakır bulunan Siirtliler Derneği tarafından düzenlenen geleneksel Siirtliler Gecesinde renkli sahneler yaşandı. Geceye, BDP, AKP, Siirt Valisi ve Diyarbakır Emniyet Müdürünün kol kola çektiği halay damgasını vurdu 28.01.2013 Başkanlığını Adnan Öktüren’in yaptığı ve kısa adı DİSİDER olan Diyarbakır Siirtliler Derneği’nin geleneksel olarak düzenlediği Siirtliler Gecesi’ne Siirt’ten, Diyarbakır’dan ve Ankara’dan çok sayıda kişi katıldı. AK Parti Siirt Milletvekilleri Afif Demirkıran ile Osman Ören, BDP Diyarbakır Milletvekili Ahmet Altan ve Nursel Aydoğan, Siirt Valisi Ahmet Aydın, Siirt Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Murat Erman, Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven, Siirt Cumhuriyet Başsavcısı, Siirtspor Başkanı, AK Parti Diyarbakır İl Başkanı, Ak Parti Siirt İl Başkanı ve Avrasya Kalkınma Platformu Güneydoğu Temsilcisi ve iş Adamı Abdullah Arzakçı, katılımcılar arasındaydı. Diyarbakır bulunan Siirtliler Derneği Başkanı Adnan Öktüren ile Başkan Yardımcısı Metin Yılmaz, konukları tek tek karşılayarak yakından ilgi gösterdiği gözlendi Siirtliler gecesine katılan AK Parti Siirt Milletvekilleri Afif Demirkıran ile Osman Ören, BDP Diyarbakır Milletvekili Altan Tan ve Nursel Aydoğan, Siirt Valisi Ahmet Aydın, Siirt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Erman, Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven kol kola girerek halay çekti. Gece Kürtçe şarkılar eşliğinde çekilen halayın ardından yapılan konuşmalarla devam etti. Devlet, millet ve bölge halkı olarak çok acılar çektiklerini belirten AK Parti Siirt Milletvekilleri Afif Demirkıran, artık bu kan ve acının sona ermesinin kaçınılmaz olduğunu belirterek bu sorunun sona ermesine kimsenin karşı çıkmaması gerektiğini, yaşanan olumlu havanın herkesi barışa odakladığın, bu havanın herkeste bir barış umudu doğurduğunu söyledi. Siirt Valisi Ahmet Aydın gecede Diyarbakır’da Vali Yardımcılığı görevini yürüttüğü sırada yaşadığı anılarını anlattı. Vali Aydın, "Hakikaten çok özel ve mutlu günler yaşadım bu şehirde. Çok sıkıntılı dönemlerimiz de oldu. Özellikle o dönemde Diyarbakır İl Emniyet Müdürü olan Zeki Çatalkaya, çok sert duran ve devletçi bir yapıya sahipti. Ancak ne olursa olsun o kötü günleri geride bıraktık ve inanıyorum ki o günler bir daha geri gelmeyecektir” dedi. Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven ise yaptığı konuşmada, Siirt’in bir aşk ve ilim şehri olduğunu aktararak, bu ilim ve aşkla yollarına devam edeceklerini ifade etti. Sunuculuğunu Ali İhsan Hatipoğlu’nun yaptığı Gece, verilen plaket ve Kürtçe-Türkçe Şiirlerin okunmasının ardından sona erdi. Kaynak: http://www.gazetediyarbakir.com/ haber-6573-AK-Parti-ile-BDPli-vekiller-kol-kola-halay-cekti.html kızılbaş - sayfa 42 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 AYDA ERBAL ÖZÜR DİLEMEK “BİLDİĞİNİZ GİBİ DEĞİL”* kü özrünün niye özür olamadığının metin analizine geçmeden önce, özür literatüründe genel olarak kabul görmüş asgari gerekliliklerin ne olduğuna bakalım. http://goo.gl/XkZMd Ayda Erbal** Türkiye’nin şimdiye kadar kendi odalarında kendi aralarında konuşup siyaset yapanları bir araya gelip birbirleri hakkında bunca yıldır biriktirip durdukları husumeti ortaya döktükçe kamusal alandaki “özür”ler de çoğaldı. Bir önceki cümlede özür kelimesinin tırnak içinde kullanmamın nedeni, şimdiye kadar, Türkiye’li aydınların Ermeniler’den dilediği “özür”, Başbakan Erdoğan’ın Dersimliler’den dilediği “özür”ü ve BDP Milletvekili Sırrı Sakık’ın bugünkü ve daha önceki “özür”leri dahil kamusal alandaki özürlerin hiçbirinin literatürde geçen özür kriterlerine uymaması. Hatta diyebiliriz ki son yıllarda kamusal alanda özürlerin neredeyse hepsinin ortak noktası, üzerine bir kez daha özür dilenmesi gereken metinler olmaları. Türkiye’li aydınların Ermeniler’den “özür”ünün, özür gereken bir mesele olduğu konusunda kamuyu eğitmekle birlikte, kişilerarası basit özür standartlarına bile uymaması ve pek çok başka siyasal ve felsefi sorunun yanısıra neden özür dilenen tarafa karşı peşin bir şiddet içerdiğini şu kitaptaki Mea Culpas, Negotiations, Apologias adlı bölümde uzun uzun yazdım.Burada tekrar o konuya girmeyeceğim. Başbakan Erdoğan’ın Dersim özrünün niye özür olmadığına ilişkin Bilgin Ayata ve Serra Hakyemez yakında yayımlanacak bir yazı yazdılar.*** Ancak genel kural olarak içinde “eğer” sözü geçen herhangi bir önermenin başka bir metinsel analize tabii tutulmadan özür sayılamayacağını söylememiz gerekiyor. Literatüre “if apologies” “şartlı özürler” diye geçmiş bu tür, özür dilenirken yapılmaması gerekenler konusu başlığı altında epeyce geniş yer tutuyor. Özür meselesinin Türkiye’den daha ciddiye alındığı yerlerde genelde bu çeşit özürler özürden zaten sayılmadığı gibi, özür dilenen tarafa yeniden özür isteme hakkı da veriyor. Tarafla- NASIL BİR ÖZÜR? rın özürden memnun olmadığı zaman yaptıklarına ilişkin son zamanlardaki en ilginç örneklerden biri Apple ve Samsung arasında İngiltere mahkemelerinin de karıştığı “özür” olayı. Cep telefonu piyasasını yakından takip edenlerin hatırlayacağı gibi, mahkeme Apple’ın Samsung’dan dilediği özrü yetersiz bulmuş ve bu nedenle Apple’ın Samsung’un dava giderlerini de karşılamasına karar vermişti (bkz burası). Her ne kadar Türkiye’de kamuoyuna yansımış özürlerin pek çoğu standart altı da olsa, yine de standartaltılıklarına rağmen kamuoyunu eğittiklerini söylememiz gerekiyor. Bu özürlerin yetersizliklerinin bir nedeni özür dileyenlerin metinlerinin standartaltı olmasıysa, diğer bir nedeni de Türkiye’nin medyasında bu standartaltılığa heyecanla meşruiyet veren gazeteciler. Türkiye’de de bir gün anaakım köşe yazarlarının pek çoğu akla hayale gelebilecek her siyasi konuda görüş bildirmekten vazgeçip işlerini ve varsa ilgi alanlarını ciddiye aldıklarında kamuoyunun da tepkisi normalleşecektir. Fakat bu konudaki tek eksiklik gazetecilerden de gelmiyor. Örneğin DurDe gibi bir insan hakları kuruluşu bile özürler konusunda hiç çalışmamış oldukları ayan beyan belli demeçler vererek ya da verilen demeçlere hiç mesafeli durmadan twit atabiliyorlar (bkz bugünkü DurDe twiti). Sırrı Sakık’ın geçenlerde Ermenilerden dilediği “özür”ü hakkında ayrıca yazılması gerekiyor. Ancak Sırrı Sakık’ın dünkü sözlerine dair bugün- Siyasi özürlerin ne içermesi gerektiği başlıbaşına bir tartışma olmakla beraber, muvaffak bir özrün bu literatürde de kabul görmüş 4 bileşeni var. (Nick Smith gibi felsefecilerse bir özrün kategorik olarak özür olarak kabul edilmesi için bundan çok daha fazlasını sağlaması gerektiği görüşündeler) - Özür dilenecek kabahatin ne olduğunun açıkça ifadesi - Utanma, tevazu ve içtenlik ifadesi - Kabahati tekrarlamamaya ilişkin niyet ifadesi - Kabahattan dolayı oluşmuş maddi manevi zararı tamir /onarma Yukarıdaki kriterlerden özellikle birincisine göre kabahati olan öznenin kabahatin hem ne olduğunu açıkça ifade etmesi hem de kabahati işlemiş taraf olarak sorumluluğu üzerine alması ve bütün bunları edilgen dil kalıplarına kaçmadan yapması gerekiyor. Bu kriterlerden içtenliğe ilişkin olan içinse şunu söylemeliyiz. Bir özrün içtenlikle ifade edilmiş olması o özrü otomatik olarak muvaffak özür yapmaya yeterli olamayabiliyor. İnsanlar içtenlikle de başarısız özür dileyebiliyorlar. Örneğin Türkiye aydınlarının “Ermenilerden özür kampanyası” özür değildir derken metni imzalamış otuzbin üzerinde Türkiye vatandaşının içtenliğine ve kendilerince bir şeyler yapmaya çalıştıklarına ilişkin niyetin iyiliği değil sorgulanan. Üçüncü kriterse özrün bir yap-boz-yap-boz sarmalına girmemesi için önemli. Gerek özel gerekse kamusal alandaki özürlerin geleceğe ilişkin bağlayıcılığı olması gerektiği düşünülüyor. Zira özür dilemenin bir ağırlığı, bağlayıcılığı ve iki taraf için de sağaltıcılığı olması gerekiyor. Bütün bunların yanısıra özellikle kamusal alanda dilenen özrün mağduru bir kere daha mağdur etmemesi gerekiyor. Örneğin kızılbaş - sayfa 43 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 bu metnin yazarı olan ben, okuyucusu olan size karşı bir kabahat işlediysem ve siz bu kabahata ilişkin benim özrümü kabul etmeye henüz hazır değilseniz (ki mağdurların hem böyle bir hakları, hem de özrü kabul etmediklerinde düşmanlaştırılmayacaklarını bilmeye hakları var), ben de bunu bildiğim halde sizden kamusal alanda özür dilemeye kalkıyorsam, burada mağduru daha da mağdur etmeye ilişkin agresif bir yatırım olduğu düşünülüyor. Özellikle kamusal alandaki özürlerde mağdurun kimden nasıl bir özür beklediği ya da özür bekleyip beklemediği gibi meselelerin ciddiye alınması, hatta geniş müzakereci bir tutumla mağdur tarafın beklenti ve isteklerinin öğrenilmesi gerekiyor. http://www.cicero.de/berliner-republi k /w illy-br a ndt s-u ma r mu ng- desostens/42566 Özellikle savaş suçları, etnik temizlik, soykırım gibi tarihsel suçlara dair durumlarda mağdurun haklarına ilişkin oldukça enteresan bir makale yine aynı kitapta Andrea Erkenbrecher tarafından kaleme alınmıştı. Erkenbrecher bu makalesinde Nazilerin bir günde yerle bir ettikleri Fransız köyü Oradour Sur Glane mağdurlarından az sayıda hayatta kalanların sayısız sivil toplum ve siyasi özür denemelerine rağmen özrü kabul etmediğinin bir tarihini yazarken aynı zamanda mağdurların barışmama hakkının da olduğunu düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Yine parallel bir bağlamda 90’larda Oglala Sioux kabilesinin Amerikan Yedinci Süvari Alayı’nın Güney Dakota’da Wounded Knee bölgesindeki 1890 yılındaki katliamına dair özrü kabul etmemesi geliyor akla.[1] Kamuoyundaki özürlerin sayısının artmasının genelde hem tek tek bireylerin, hem kurumların, hem de siyasi aktörlerin sorumluluklarını kendilerine hatırlatmaları ve hesap verebilirliğin sadece kağıt üzerinde değil toplumda yaşayan bir norm olarak da yerleşmeye başladığının da bir göstergesi. Dolayısıyla dilenen özrün muvaffakiyetinden bağımsız bu çeşit bir normatif fonksiyonu var. Keza aynı şekilde özür dilenmesi gereken durumlarda dilenmemiş ve hatta daha da ileri gidilerek mağdur olanı daha da mağdur etmiş tutumlar da bir negatif öğrenmeye neden oluyor. Örneğin Metis Yayınları editörü Semih Sökmen’in Hamza Aktan’ın Rojin Akın ve Funda Danışman’ın “Bildiğiniz Gibi Değil” kitabına ilişkin intihal iddialarındasorumluluk alıp Aktan’ın argümanını fikir hırsızlıkları çerçevesinde ciddiye almak yerine kendisinin kurumsal gücüne de dayanarak Aktan’ın hem karakterine hem de ne yapması gerektiğine dair ders vermeye devam ettiği durumda olduğu gibi. [2] Bütün iktidarını çeşitli siyasi ve entelektüel mülahazalar yanısıra, başkalarının fikir haklarının pazar değerini belirlemek üzerinden kurmuş bir yayınevinin intihal konusunda verdiği tepkinin hem kendisi hem de kolayca hasıraltı edilmiş olması Türkiye’nin entelektüel iklimine dair çok şey söylüyor. Misal bu evsahibini bastırmaya çalışmış yiğit-hırsızlık durumunuAğustos ayında Fareed Zakaria’nın bir süre CNN network’ünden çekilmesine de neden olacak durumla karşılaştıralım –ki o durumda da Zakaria’nın özrü muvaffak bir özrün birinci kriterine uymuyordu aslında. SIRRI SAKIK’IN “ÖZÜR”Ü Gelelim Sırrı Sakık’ın özrü kabahatini aratmayacak kadar sorunlu özür metnine. Ancak ondan önce Sırrı Sakık’ın çarpıtıldığını iddia ettiği sözlerine sonra da özür metninin içeriğine bakalım. İZZET ÇETİN (Kocaeli) – Ulus kavramını bilmiyorsun! İşinize gelmiyor değil mi ulus kavramı? SIRRI SAKIK (Devamla) – Bakın, bugünün katliamı… Sözüm ona, AK PARTİ’den biri de çıkıp buna cevap veriyor. Efendim, sizi eleştiriyor… Ama kaş yaparken göz çıkarıyorsunuz. Sizde de bu diğer halklara karşı düşmanlık nedir Allah aşkına? Bu ülke sadece siz Sünnilerin, Türklerin, bilmem kimlerin babasının çiftliği midir? Burada Ermeniler de yaşıyor, Yahudiler de yaşıyor, Rumlar da yaşıyor ve diğer halkalara da saygılı olun. Yani, onların söylemleri ne kadar ırkçıysa sizin bu davranışınız da bir o kadar ırkçıdır ve size açıkça söylüyorum: Gidin, Çanakkale’ye bakın, Çanakkale’de sadece sizin atalarınız gidip orada savaşmadı. Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kaf kaslar’dan, Boşnaklar’dan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz, haddinizi bilecek- siniz.[3] Gazetelerin ve sosyal medya aktivistlerinin pek çoğunun Sırrı Sakık’ın metnini hiç sorunşallaştırmadan eylemi tarif etmeye yönelik “Sırrı Sakık Özür Diledi” şeklindeki haberlerinin nedeni olan Sakık metni ise şöyle.[4] “Dün genel kurulda yapmış olduğum konuşma ne yazık ki farklı yansıtıldı ve farklı noktalara çekildi. Biz her türlü ırkçılığa, ayrımcılığa, asimilasyona, baskıya ve zulme maruz kalmış bir halkın temsilcileri olarak asla ırkçımilliyetçi bir tutum içerisinde olmadık, olmayız. Türkiye’deki bütün farklı etnik kimlikler başımız gözümüz üzerinedir. Bizim sorunumuz halklarla değil, tekçiliği dayatan, farklılıkları yok sayan sistemledir. Kesinlikle söylediklerimde her hangi bir kasıt yoktur. Benim vicdanım bütün kimliklere notrdur. Bu topraklarda yaşayan 75 milyon, en az benim kadar bu toprakların sahibidir. Sözlerimin maksadını aştığını düşünerek incinen her kim var ise özür dilerim. Oldukça sorunlu olan bu metni bileşenlerine ayırarak nelerin sorunlu olduğuna bakalım. 1- Dün genel kurulda yapmış olduğum konuşma ne yazık ki farklı yansıtıldı ve farklı noktalara çekildi. Sakık ne yazık ki birinci cümlesiyle söylediği sözlerin sorumluluğunu almak yerine, kabahati sözü aktaranlara atıyor. Haber siteleri acaba sözleri çarpıttı mı diye baktığımızda Meclis tutanaklarının haber sitelerinin çerçevesini desteklediği görülüyor. Dolayısıyla burada hiçbir çarpıtma yok. 2- Biz her türlü ırkçılığa, ayrımcılığa, asimilasyona, baskıya ve zulme maruz kalmış bir halkın temsilcileri olarak asla ırkçı-milliyetçi bir tutum içerisinde olmadık, olmayız. Türkiye’deki bütün farklı etnik kimlikler başımız gözümüz üzerinedir. Sakık burada kendisinin mağdur bir halktan gelmesini yani mağdur deneyimini özselleştirip, mağdurlar ırkçılık, ayrımcılık sözkonusu olduğunda kimseyi mağdur etmez diyor. Ancak bunun hem Türkiye özelinde hem de dünya genelinde sayısız örnekleri kızılbaş - sayfa 44 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 mevcut. Abdullah Öcalan’ın düşüncesinde Yahudiler ve İsrail meselesine bakmak ilginç olurdu. Ancak henüz yazılmamış bir külliyat yerine yazılmış bir şeye bakmak isteyenler Rıfat Bali’nin Türkiye’nin mağdurları gerek mütedeyyin gerekse Ermeni gazetecilerin yazılarındaki anti-semitik öğeleri incelediği şu yazısına bakabilirler. Dünyadan örnekler içinse Mahmoud Mamdani’nin Rwanda Soykırımını anlattığı “When Victims Become Killers” (Mağdurlar Cani Haline Geldiğinde) adlı eserine bakılabilir. Dolayısıyla burada Sırrı Sakık’tan beklediğimiz mağdurluğa ilişkin bir öze atıfta bulunması yerine sözlerinin siyasi sorumluluğunu alması, zira mağdurları diğerlerinden ayıran o çeşit bir meleksi öz olmadığı gibi, bu çeşit bir öz savunmanın kendisi özcü, ayrımcı bir tutuma işaret ediyor. 3- Bizim sorunumuz halklarla değil, tekçiliği dayatan, farklılıkları yok sayan sistemledir. Kesinlikle söylediklerimde her hangi bir kasıt yoktur. Benim vicdanım bütün kimliklere notrdur. Bu topraklarda yaşayan 75 milyon, en az benim kadar bu toprakların sahibidir. Sakık burada üçüncü kez topu taca atarak bu sefer de kendisinin Birgül Ayman Güler ve destekçilerine karşı haklı konumunu haksız hale getiriyor. Türkiye’deki siyasi sistemin muhalefeti de dahil kabaca tekçiliği dayatan, farklılıkları yok sayan bir sistem olduğu konusunda Sakık’la hemfikirim. Liberal muhalefetin çok az bir kısmı hariç, tek çeşit Kürt (BDP-PKK hattına biat eden ve mümkünse AKP’li olmayan), bir çeşit Türkiye Ermenisi (Agos ve çevresi) ve bir çeşit Yahudi (mümkünse İsrail’i yerden yere vuran) görmek istiyor. Bu seçilmiş ötekiler genelde çoğunluğun kendisini iyi hissettiren azınlıklarından mürekkep –ki bunun tarihsel ve siyasal nedenlerini daha uzun tartışmak ve bu seçmeci tutum içinde olanların siyaseten ne yaptığına ilişkin Türkçe’ye bu konuda yeni terimler kazandırmak lazım, örneğin İngilizce’deki tokenism gibi. Ancak Sakık konuşmasında bu ayrıştırmayı yapamıyor ve doğrudan yerlilik / sonradan gelmelik üzerinden bir hiyerarşi kurup o noktadan eleştiriyor. Geçen hafta öne çıkmış CHP milletvekillerinin söylemleri eşit vatandaşlık ilkesine ne kadar aykırı ve kabul edilemezse Sakık’ın söyledikleri de o kadar aykırı ve kabul edilemez. Taner Akçam ve Ümit Kurt’un son kitapları Kanunların Ruhu’nda gerek Osmanlı gerek Cumhuriyet yasalarıyla vatandaşlık dışında bırakılmış Ermenilerin de hakkının tartışıldığı bir ortamda, tartışmanın bir yandan varolan vatandaşlık çerçevesinin iyileştirilmesine, bir yandan da o çerçevenin genişletilmesine ilişkin bir eksene evrilmesi gerekiyor – ki eski diplomatlardan Volkan Vural’ın da bu yönde söyledikleri de var (Bkz şurası). Sakık’ın sözlerinde kasıt olmadığını hatta söylediklerine gerçekten üzüldüğünü de kabul edebiliriz ama o durumda da sözlerin kasıtlı olmasından bağımsız bir kabahat var. Özrün özür olabilmesi için kabahatin olduğu biçimiyle sahiplenilmesi gerekiyor. 4-Sözlerimin maksadını aştığını düşünerek incinen her kim var ise özür dilerim. Bu cümle başarısız özürler altında defalarca tekrarlanmış, özür literatürü taramışlar için çok bilindik bir cümle aslında. Sakık sanki sorunlu olan kendi cümlelerinin içeriği değil de bu cümlelerin maksadını aştığını düşünerek incinenlermiş gibi yapıp topu son bir kez daha taca atıyor. Halbuki sorun karşıdakilerin duyarlılığı ya da kolay incinirliği değil, sorun Sakık’ın Perşembe akşamki genel kurul konuşmasının içeriğinde, dolayısıyla sorumluluk Sakık’ta. “Her kim var ise” cümlesi ise mağdurun kim olduğunu belirsizleştiriyor –ki hem bu durumda hem Birgül Ayman Güler’in, hem de önce Hasip Kaplan sonra Altan Tan’ın konuşmalarına maruz kalmış vatandaşlar olarak hepimiz mağduruz, sadece Kürtler, Kafkaslardan gelenler ya da Boşnaklar değil. [5] Son olarak bu yazıdan da anlaşılacağı üzere özür dileme eyleminin kendisi kadar hem özrün dilenme biçiminin (örneğin kamusal kabahatların her zaman kamusal özürler gerektirmesi gibi), hem de dilenenin özür kriterlerine uyup uymadığının da gazeteciler bu konuda hepimiz adına kesin karara varmadan kamusal alanda tartışılması gerekiyor. “Özür diliyorum” kelimesi sadece performatif bir eylem bildiriyor, ancak eylemin hem özür kriterlerine göre hem de mağdurların kendisi tarafından özür olarak kabul edilip edilmeyeceği ise bambaşka bir tartışma. Umuyoruz bu yazı kamusal alanda sadece eyleme değil aynı zamanda içeriğe ilişkin böyle bir tartışmaya katkıda bulunabilmiştir. * Yazıya eleştirileriyle ivedilikle katkıda bulunmuş olan Burcu Gürsel, Gökhan Erdoğan ve Ayşe Özdemir’e teşekkür ediyorum. **Ayda Erbal, New York Üniversitesi, Siyaset Bölümü @aydalabre *** Ayata ve Hakyemez’in yazısını basılmadan önce okumuş olmama rağmen, Ayata zaman farkı nedeniyle resmi referansı, bu yazı Azad Alik’te yayımlandıktan sonra gönderebildiği için bu referansı yazı basıldıktan sonra ekleyebiliyoruz: Bilgin Ayata, Serra Hakyemez (2013): “The AKP’s Engagement with Turkey’s Past Crimes: An Analysis of PM Erdoğan’s “Dersim Apology”,” Dialectical Anthropology, Spring 2013. [1] http://www.history.com/topics/wounded-knee [2] Metis bu tartışma sırasında kitabın ikinci yazarı Funda Danışman’ın Hamza Aktan’dan özel alanda dilediği özür hiç yokmuş gibi yaparken, Funda Danışman’ın kamusal alandaki kabahatine ilişkin kamusal alanda özür dilememiş olması da ayrıca sorunluydu. [3] Yukarıdaki alıntıyı TBMM’nin sayfasından aldıysam dahttp://www. tbmm.gov.tr/develop/owa/Tutanak_B_ SD.birlesim_baslangic?P4=21884&;P5 =H&PAGE1=1&PAGE2=64 Sakık’ın sözlerinden Perşembe gecesi Emre Keskin’in twitleri sayesinde haberdar oldum, kendisine teşekkür ediyorum. [4] Gerçi Sırrı Sakık’ın özrünün özür olduğu konusunda peşin hüküm verenler sadece aktivistler değil aynı zamanda BDP’li siyasetçilerdi. Örneğin BDP’li Ferhat Tunç şu twiti attı htt ps://twitter.com /ferhattt unc/status/297442180644081664 [5] Ayman Güler, Kaplan ve Tan ile ilgili yazımı hafta başında Armenian Weekly sayfalarında okuyabilirsiniz. h t t p: //a z a d a l i k .wo r d p r e s s . com/2013/02/01/ozur-dilemek-bildiginiz-gibi-degil/ kızılbaş - sayfa 45 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Osmanlı İmparatorluğu Divan-ı Harp Mahkemesinde (Divan-ı Harb-i Örfî) Görülen İttihat ve Terakki Partisi Bölge Sorumlu Sekreterleri (Kâtib-i Mesuller) Davaları Bilindiği gibi, İttihat ve Terakki Partisi bölge sorumlu sekreterleri, Ermeni Soykırımı’nın gerçekleştirilmesinde önemli rol üstlenmiş, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı bölgelerindeki Ermenilerin tehcir ve katlini yerinde düzenleyerek denetlemişlerdir. Aşağıda sunulan makale, Osmanlı İmparatorluğu’nun olağanüstü askeri mahkemesinde ittihatçıların bölge sorumlu sekreterlerine karşı görülen davalarla ilgilidir. İttihat ve Terakki Partisi bölge sorumlu sekreterlerinin davası, 21 Haziran 1919 tarihinde İstanbul askeri mahkemesinde (Divan-ı Harb-i Örfî) başlamış, fakat 28 Haziran 1919 tarihli duruşmadan sonra olağanüstü askeri mahkemede değişiklikler yapılması sebebiyle, 6 Ekim 1919 tarihine kadar davanın görülmesine ara verilmiş olduğundan dolayı, 7 ay sürmüştür. Davalı sayısı başlangıçta 7 kişiden oluşmuş olmakla birlikte, içlerinden birinin davası daha üçüncü duruşmada düşmüştür. Daha sonraki duruşmalarda davalıların sayısı 12’ye çıkmış ve hüküm 12 kişiye okunmuştur. Sanıklar, Manisa sorumlu sekreteri Avni, Beyoğlu sorumlu sekreteri Hasan Salahattin, Eskişehir sorumlu sekreteri Doktor Besim Zühdî, Bursa sorumlu sekreteri Doktor Mithat, Mirgün sorumlu sekreteri Cevdet, Halep sorumlu sekreteri Cemal, Edirne (Adrianapolis) müfettişi Abdülgani, Konya sorumlu sekreteri yardımcısı Abdülkadir, Kastamonu sorumlu sekreteri yardımcıları Münir ve Hasan Fehmi ile Afyon Karahisar müesseseleri fesih işleri eski görevlisi Hayrettin’den oluşmaktaydı. İttihat ve Terakki Partisi sorumlu sekreterlerinin davası, mahkeme reisi Mustafa Nazım Paşa’nın riyasetinde başlayıp, mahkeme reisi Esat Paşa’nın görev süresinde son bulur. üçüncü duruşma esnasında, mahkeme başkanının talimatıyla mahkeme kâtibi tarafından, Karapet Yazıcıyan, Tadeos ve farklı Ermeni şahitlerin mahkemeye yolladığı telgraf okunur. Sanıklar, Edirne Ermenilerinin tehcirine katılımını ispatlayan çok sayıda kanıtlardan dolayı, davalılardan Abdulgani’nin vermiş olduğu beyanatların gerçekle bağdaşmadığını ileri sürer. Meline Anumyan / Tarih doktoru Mahkeme heyeti davanın başlangıcında, başkan (re’îs) Mustafa Nazım Paşa, üyeler Tuğgeneral (Mirliva) Zeki Paşa, Tuğgeneral Mustafa Paşa (Nemrut veya Kürt lakabıyla tanınmıştır), Tuğgeneral Ali Nazım Paşa ve Albay (Miralay) Recep Ferdi Bey’den oluşmakta, savcı görevini, savcı yardımcısı Feridun Bey yerine getirmekteydi[1]. Mahkemenin ilk duruşmasında (21 Haziran 1919) mahkeme başkanı tarafından sanıkların kimlik tespiti yapılır ve akabinde, 19 Haziran 1919 tarihinde düzenlenen iddianame okunur. İddianameye göre sanıklar İttihat ve Terakki Partisi’nin gayrikanunî niyetlerinin gerçekleştirilmesine alet olmak ve ülke güvenliğini tehlikeye atmakla suçlanırlar[2]. Savcı, sanıkların ceza kanununun 45. ve 56. maddelerine istinaden cezalandırılmalarını talep eder[3]. Sanıklar avukat talep eder ve böylece duruşma ertelenir. 23 Haziran 1919 tarihinde görülen ikinci duruşmada tüm sanıklar, kendilerine istinat edilen suçlamaları reddeder, hatta bazıları, “kendi bölgelerinde tehcir gerçekleşmediği” ve “bu konuda daha sonraları bilgi sahibi olduklarını” öne sürerek, Ermeni tehciri hakkında hiçbir şey duymadıklarını iddia ederler[4]. 28 Haziran 1919 tarihinde görülen Telgrafta, tehcir edilen Ermenilerden sadece 30’unun geri döndüğü de belirtilmektedir[5]. Şahitler, gerçeği açığa çıkarabilmek amacıyla adil bir heyetin Edirne’ye gönderilmesi ricasında bulunur[6]. Savcı yardımcısı Akıp Bey, benzer bir heyet göndermenin gerekli olmadığını mahkemeye iletir. Sanık Zühdî bu duruşmada, “tehcirle ilgili” kanunun hükümet tarafından kabul edildiğinden dolayı, konuyla ilgili suçların da hükümete ait olduğunu belirtir[7]. Olağanüstü askeri mahkemede yapılan değişikliklerden dolayı, bu oturumdan sonra davaya uzun süre ara verilir ve ancak 6 Ekim 1919 tarihinde devam edilir. Sorumlu sekreterler davası, bu oturumdan sonra Ali Rıza Paşa’nın başbakanlığı döneminde (2 Ekim 1919’dan 8 Mart 1920’ye kadar) devam edilir. Uzun süreli aradan sonra devam edilen davada, mahkeme heyeti ve başkanı da değişmiştir[8]. 6 Ekim duruşmasında sanık avukatları tarafından ortaya atılan, mahkemenin bu davayı görme açısından kendisini yetkisiz ilan etme talebi, mahkeme tarafından reddedilir[9]. Sanıklar da aynı talepte bulunarak, 18 kızılbaş - sayfa 46 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Ekim 1919 tarihinde, davalarını bir başka nakletmesi ricasıyla harbiye nazırı Cemal Paşa’ya başvurur. kurşuna dizilmiş olduğunu belirtmektedir[16]. Sanık, tüm suçlamaları inkâr etmeye çalışır[17]. Cemal Paşa, dilekçeyi mahkemeye iletir, fakat mahkeme, davanın sona yaklaştığı ve buna gerek olmadığı cevabını verir[10]. Sorumlu sekreterlerin yargılanmasının beşinci duruşması 27 Ekim 1919 tarihinde gerçekleştirilir. Davanın yedinci (12 Kasım 1919) ve sekizinci (22 Kasım 1919) duruşmalarında Soykırım’dan kurtulan Ermeniler dinlenir. İstanbul’dan Çankırı’ya tehcir edilen 180 Ermeni’den sadece 30’u hayatta kalmış ve Ermeni katliamlarının Cemal Oğuz’a bağlı olan Teşkilat-ı Mahsusa çeteleri tarafından gerçekleştirilmiş olduğu, Çankırı’da kalan son 5 Ermeni’nin ise şehir dışına çıkarılarak yolda, katledilmeleri maksadıyla bir çeteye teslim edildiği Eczacı Krikor’un şahitliğiyle belgelenir. Çankırı sorumlu sekreteri Cemal Oğuz’un[11] dosyası da bu duruşmada, davaya dâhil edilir[12]. Oğuz, İstanbul’dan Çankırı’ya tehcir edilen Ermenilerin katliyle suçlanmaktadır[13]. Bu duruşmada, tehcir edilenlerden rahip Garabedyan’ın, Cemal Oğuz’un Ankara Ayaş’a tehcir edilmiş olan 5 ünlü Ermeni’nin katlini düzenlediğine dair yazılı ifadesi okunur[14]. Aynı duruşmada, Kastamonu valisi Reşit Paşa’nın, Kastamonu sorumlu sekreteri Hasan Fehmi’yle ilgili ifadesi okunur. Kastamonu valisi ifadesinde, Kastamonu Ermenilerinin tehcir edilmesi gerekliliği konusunda Teşkilat-ı Mahsusa başkanı imzasıyla Bahaeddin Şakir’den bir yazı almış olduğu, fakat emre uymadığından dolayı görevden alındığını belirtmektedir. Vali, Kastamonu sorumlu sekreteri Hasan Fehmi’nin “Reşit Paşa Türklerin değil, Ermenilerin valisidir” diyerek, kendisine karşı propaganda yapmış olduğunu da belirtir. Sanık Hasan Fehmi, belirtilen ifadeyle ilgili hiçbir açıklama veremez[15]. Mahkemenin, 3 Kasım 1919 tarihli altıncı oturumunda, Çankırı sorumlu sekreteri Cemal Oğuz’a karşı yönelik yazılı ifadeler okunur ve bazı şahitler dinlenir. Bu duruşmada mahkeme kâtibi tarafından Çankırı’da Ermeni ve Türk şahitlerin vermiş olduğu ve tümünün de belirtilen sanığın aleyhinde olan ifadeler okunur. Özellikle şahit Terlemezyan, 700 kişilik bir Ermeni kafilesinin Toroslara doğru tehcir edildiği ve tehcirden kaçınmak isteyen herkesin Sekizinci duruşmada, Çankırı’ya sürgün edilmiş ve Soykırım’dan kurtulmuş olan Ermeni mimar Simon, mahkemeye verdiği ifadesinde, yukarıda belirtilen 5 Ermeni’nin katledilmesi esnasında kendisinin Çankırı’da bulunduğu ve jandarma komutanının, Ermenilerin katledilmesiyle ilgili kendisine “bu hükümetin işidir”,- dediği ve bu konuda herhangi bir kovuşturmanın açılmış olmadığını belirtir[18]. Sanıklardan Cemal Oğuz, Aralık 1919 ve Ocak 1920 duruşmalarında, akli muvazenesini kaybetmiş olduğu intibasını uyandırmaya çalışır, sürekli mahkeme başkanıyla tartışır ve hatta intihar denemesinde bulunur. Nihayet mahkeme heyetini, kendisini sinir hastalıkları hastanesine gönderme konusunda ikna eder. Mahkeme heyeti ilk başta dilekçesini kabul etmemekle birlikte, onuncu duruşmada (29 Aralık 1919) bu şahsın dava dosyasını “sağlık problemleri” bahanesiyle sorumlu sekreterler davasından ayırır[19]. Cemal Oğuz’un ayrılmış olan davası 27 Ocak 1920 tarihinde ele alınır. Davanın 3 Şubat 1920 tarihli oturumunda Ermeni avukat Kaspar Çeraz mahkemede ifade vererek, kendisinin Çankırı’da sürgün bulunduğundan dolayı Taniel Varujan ve Rupen Sevag’ın katledilmelerinin ayrıntılarına vakıf olduğunu belirtir. Şahidin ifadesine göre Cemal Oğuz, ünlü Ermeni şairini şahsen göndererek, katlini düzenlemiştir. Kaspar Çeraz, vermiş olduğu ifadesinde, mahkemeye tüm verilerle ilgili ke- sin tarihler ve isimler sunar[20]. 5 Şubat 1920’de düzenlenen bir sonraki duruşmaya katılan Mikayel Şamdancıyan, Cemal Oğuz’a karşı verdiği ifadede, Ermeni sürgünlerinin iki grubunun listelerinin (24 ve 52 kişilik), Çankırı mutasarrıfı Asaf Bey’den daha güçlü olan Cemal Oğuz tarafından Çankırı’da düzenlenmiş olduğunu tasdik eder[21]. Cemal Oğuz’un davası, Mayıs 1920 tarihinde Yüzbaşı Nureddin’le birlikte görülür. Oğuz, 27 Mayıs 1920 tarihinde hastaneden taburcu edilir ve mahkeme tarafından 5 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldığından dolayı tekrar merkez hapishanesine getirilir, ardından ise Büyük Britanya yüksek komiserliğinin talebiyle 2 Ağustos 1920’de İngilizlere teslim edilir ve İngilizler tarafından 30 Eylül 1920 tarihinde Ermeni katliamlarıyla suçlanan bir dizi Türk görevliyle birlikte Malta’ya sürgün edilir[22]. Parti bölge sorumlu sekreterleri davasının on birinci (1 Ocak 1920) ve on ikinci (3 Ocak 1920) duruşmaları esnasında, avukatlar ve sanıklardan oluşan savunma tarafı dinlenir. Mahkemenin kararı 8 Ocak 1920 tarihli duruşmada verilir. Dava hükmünde, İttihat ve Terakki Partisi sorumlu sekreterleri ve delegeleri (murahhas) davaları sonucunda, tüm ülke yönetiminin partinin tekeline alınması sonucunda, parti tarafından tehcir, katliam ve soygun gerçekleştirilmiş olduğunun tespit edildiği kaydedilmiştir. Tehcir edilen Ermenilerden bazılarının evlerinin parti kulüplerine çevrilerek emval-i metruke mobilyalarıyla döşenmiş olduğu tespit edilmiştir[23]. Mahkeme hükmünde ayrıca, Kastamonu Ermenilerinin, genel nüfus içinde sayılarının az olduğu ve “Tehcir kanunu” hükümlerine istinaden tehcir edilmemeleri gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme hükmüne istinaden, yerel vali Reşit Bey’in “Ben ellerimi kana bulamam” diyerek, bölgesindeki Ermenilerin tehcir emrine uymadığında, Kastamonu sorumlu sekreter Hasan Fehmi’nin kendisini hemen görevinden azlederek, Atıf’ı vali tayin ettiği, bu sonuncusunun ise tehciri azimle uygulayarak trajik olaylara sebep olduğu belirtilmiştir[24]. kızılbaş - sayfa 47 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Dava hükmünde Ermeni katliamlarının, İttihat ve Terakki Partisi tarafından kurulmuş olan Teşkilat-ı Mahsusa tarafından gerçekleştirilmiş olup, parti sorumlu sekreterlerinin bu çalışmalara destek vererek kolaylaştırdıkları tüm delil ve kanıtlarla tespit edildiği belirtilmektedir[25]. Sorumlu sekreterlerle ilgili dava hükmüne istinaden, sanıklardan Manisa sorumlu sekreteri Avni Bey, bazı kişileri gayrihukuki olarak hapsetmekten dolayı 9 ay hapis cezasına çarptırılır. Diğer sanıklar mahkeme tarafından beraat ettirilir[26]. ___________ Parti sorumlu sekreterleri hakkında verilen hükme istinaden, sanıklardan Kastamonu sorumlu sekreteri Hasan Fehmi, Müslüman ahaliyi sürekli olarak Ermenilere karşı kışkırttığı, şahsi inisiyatifiyle valiyi görevinden azlettiği, Ermenilere ait malları zimmetine geçirdiği, kendisi tarafından tayin edilen yeni vali Atif’le birlikte Ermenilerin tehcirini gerçekleştirdiği için 10 yıl kürek cezasına çarptırılır. [1] Takvîm-i Vekayi, No 3586, 28 Haziran 1919, s. 161. [2] A.g.e., s.163-164. [3] «Իթթիհատական քարտուղարներուն դատավարութիւնը», «Ճակատամարտ», 22 հունիս, 1919, N 187 (2008): / İttihatçı Sekreterlerin Davası”, “Çakatamart”, 22 Haziran 1919, sayı 187 (2008)/ [4] Takvîm-i Vekayi, No 3589, 5 Temmuz 1919, ss. 165-175. [5] «Իթթիհատական պատուիրակներուն դատավարութիւնը», «Ճակատամարտ», 29 հունիս, 1919: /“İttihatçı Delegelerin Davası”, “Çakatamart”, 29 Haziran 1919/ [6] Takvîm-i Vekayi, No 3596, 13 Temmuz 1919, s. 205. [7] A.g.e., s.210. [8] Ata F., İşgal İstanbulu’nda Tehcir Yargılamaları, Ankara, 2005, s. 226. [9] Dadrian V., Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, Divan-ı Harb-i Örfî Zabıtları, İttihad ve Terakki’nin Yargılanması 1919-1922, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008. s. 153. [10] Ata F., İşgal İstanbulu’nda Tehcir Yargılamaları, s. 226. [11] İttihat ve Terakki Partisi üyelerinin iddianamesinde de Cemal Oğuz’un adı geçmektedir, bk. Takvîm-i Vekayi, No 3540, 5 Mayıs 1919, s. 7. [12] Cemal Oğuz, ünlü Ermeni şair Taniel Varujan ve Rupen Sevag ile Onnik Mağazacıyan, dökmeci Vahan ve ekmekçi Artin Ağa’nın katledilmesinin düzenleyicisi olmuştur. Cemal Oğuz, İstanbul’dan Çankırı’ya tehcir edilen Ermenileri gruplar halinde sürgün ederek, Ankara valisi Atıf’a teslim etmiştir. Oğuz, Kastamonu’daki görevdaşıyla birlikte, Kastamonu valisi Reşat Paşa’yı azletmiş ve valinin, Mahkeme hükmüne istinaden, Bolu Ermenilerinin sayısının az olmasına ve kanuna göre tehcire tabi olmamalarına rağmen, sanıklardan eski Bolu sorumlu sekreteri Mithat, halkı “Ermenileri istemiyoruz” diyerek gösteri yapmaları için kışkırtmıştır. Daha sonra, yukarıda adı geçen sanık tarafından, tehcire karşı duran Bolu vali yardımcısı Ali Hilmi Bey de görevinden azledilmiştir. Böylelikle, adı geçen sanık tehcirin uygulanmasına katkı sağlamıştır. Bu suçlardan ötürü, Bolu sorumlu sekreteri Mithat da mahkeme tarafından 10 yıl kürek cezasına çarptırılmıştır. Sanıklardan Edirne delegesi Abdulgani, dava hükmüne istinaden, tehcir eylemi üzerinde büyük etki etmiş, silahlı çetelerle her yeri dolaşmış, Ermenilerin maddi varlıklarına el koyarak büyük zenginlik elde etmiştir. Dava hükmünde belirtildiği üzere, adı geçen sanığın Edirne’deki tehcirin bir gece içinde gerçekleştirilmiş ve sadece bir Ermeni kafilesi gönderilmiş olduğunu belirtmiş olmasına rağmen mahkeme, Edirne’ye yaptığı başvuru sonucunda, Edirne Ermenilerinin üç kafile halinde tehcir edilerek Der-Zor’a gönderildikleri bilgisine ulaşmıştır. Edirne tehciri davası dâhilinde de Abdulgani’ye aynı suçlamayla dava açılmış olduğundan dolayı mahkeme, sanık hakkındaki hükmünü bu davanın kararına göre vermeye karar vermiştir. Kastamonu Ermenilerini tehcirden muaf tutma konusundaki kararını bozmuştur. “Çakatamart” gazetesinin belirttiğine göre Cemal Oğuz, “İttihat’ın eski bir av köpeği” olup, şifre görevlisi olarak 1909 yılındaki Adana katliamında da bulunmuştur. Bk. «Դանիէլ Վարուժանի եւ Ռ. Սեւակի սպաննիչը ձերբակալուած», «Ճակատամարտ», 5 ապրիլ, 1919, N 122 (1943) /“Taniel Varujan’ın ve R. Sevag’ın katili tutuklandı”, “Çakatamart”, 5 Nisan 1919, sayı 122 (1943)/ [13] Dadrian V., Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, s. 153. [14] A.g.e. [15] A.g.e., s.154. [16] «Վարուժանի սպաննիչներուն դատավարութիւնը», «Ճակատամարտ», 5 նոյեմբեր, 1919: /“Varujan’ın Katillerinin Muhakemesi”, “Çakatamart”, 5 Kasım 1919/ [17] Dadrian V., Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, s. 154. [18] A.g.e. [19] A.g.e., s.155. [20] «Ո՞վ սպաննեց երկու բանաստեղծները», «Ճակատամարտ», 4 փետրվար, 1920: /“İki Şairi Kim Öldürdü?”, “Çakatamart”, 4 Şubat 1920/. [21] «Ճէմալ Օկուզի դատը», «Ճակատամարտ», 6 փետրվար, 1920, N 373 (2194): /“Cemal Oğuz’un Muhakemesi”, “Çakatamart”, 6 Şubat 1920, sayı 373 (2194)/ [22] Dadrian V., Akçam T., “Tehcir ve Taktil”, s. 88. [23] Takvîm-i Vekayi, No 3772, 10 Şubat 1920, s. 3. [24] A.g.e., s.4. [25] A.g.e. [26] Takvîm-i Vekayi, No 3772, 10 Şubat 1920, ss. 4-6. Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan Kaynak: http://akunq.net/tr/?s = Osmanl%C4%B1+%C4%B0 mparatorlu%C4%9Fu+Divan%C4%B1+Harp+Mahkemesinde Batı Ermenistan ve Batı Ermenileri’yle ilgili bilgi alış verişi gerçekleştirme merkezinin internet sitesi. Bu adresten bize ulaşabilirsiniz: http://akunq.net/tr [email protected] kızılbaş - sayfa 48 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Ne mutlu 'Türküm diyene' mi? Ne mutlu 'Türk olana' mı? Ayşe Hür kaleme aldığı bugünkü yazısında Mustafa Kemal'in, Ekim 1922'de bir grup öğretmene şöyle dedi: 'Üç buçuk yıl öncesine kadar dini bir cemaat olarak yaşıyorduk... O zamandan beri Türk milleti olarak yaşıyoruz.'... Bana göre buram buram ırkçılık kokan “Türk ulusuyla Kürt milliyeti eşit değil” sözleriyle ‘gündeme damgasını vuran CHP’li Birgül Ayman Güler, geri adım atmadığı gibi “Benim sözlerim Atatürk’ün ulus tanımının aynısı” diyerek ikinci bir tartışma başlattı. Geçen hafta çıktığımız yolculuğa kaldığımız yerden devam edelim ve Ayman’ın bu son iddiasına cevap arayalım. Birinci Dünya Savaşı sırasında Şevket Süreyya’nın ‘Türk değil miyiz?’ sorusuna “Estağfurullah!” diye cevap veren Kafkas Cephesi’ndeki Müslüman Osmanlı askerlerini ‘Ne mutlu Türküm diyene!’ diye haykırtmak çok zaman almamıştı. Bu kısa ve radikal yolun mühendisi Mustafa Kemal bu dönüşümü üç aşamada sağlamıştı. İlk aşama olan ‘Milli Mücadele’ yıllarında (19191922) Anadolu’nun ve Rumeli’nin Müslüman ahalisini ‘Düvel-i Muazzama’ya karşı seferber etmek için ‘dini’ tanımlar kullanılmıştı. Örneğin Mustafa Kemal 1 Mayıs 1920’de BMM’ye hitap ederken Mustafa Kemal şöyle demişti: “Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkez değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyedir, samimi bir mecmuadır...” İkinci evrede, ‘dini’ tanım yerini yavaş yavaş ‘siyasi’ tanıma bırakacaktı. Önce 8 Şubat 1921’de Büyük Millet Meclisi’nin başına ‘Türkiye’ kelimesi kondu. Mustafa Kemal ‘siyasi’ bir terim olarak ‘Türk’ü ilk kez 21 Eylül 1922’de Büyük Zafer’e ilişkin beyannamesinde kullandı. Ve Mustafa Kemal, Ekim 1922’de bir grup öğretmene şöyle dedi: “Üç buçuk yıl öncesine kadar dini bir cemaat olarak yaşıyor- sa da, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra, Milli Mücadele ittifaklarına ihtiyaç kalmadığını düşündüren adımlar atılmaya başlamıştı. duk… O zamandan beri Türk milleti olarak yaşıyoruz.” ‘Bu memleket tarihte Türk’tü’ Türk milletinin hangi unsurları kapsamadığının bir ipucunu Mustafa Kemal 16 Mart 1923’te Adana Türk Ocağı Esnaf Cemiyeti’nin çayında yaptığı konuşmada vermişti: “Arkadaşlarımız söylevlerinde demişlerdir ki, Adanamıza hâkim olan diğer unsurlar, şunlar, bunlar, Ermeniler sanat ocaklarımızı işgal etmişler ve bu memleketin sahibi gibi bir durum almışlardır. Şüphesiz haksızlık ve küstahlığın bundan fazlası olamaz. Ermenilerin bu verimli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleket sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza kadar Türk olarak yaşayacaktır…” Bu ırkçı yaklaşım, 8 Nisan 1923 tarihinde Halk Fırkası’nın kuruluşunu müjdeleyen Dokuz Umde’deki ‘Türkiye Halkı’ ile dengelenmeye çalışıldıy- Örneğin 1924 Anayasası görüşmelerinde Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Türkiye’nin harsını (dilini ve kültürünü) benimseyene kadar Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin ‘Türk milletinin parçası’ sayılmaması gerektiğini belirtirken, Celal Nuri (İleri) “Türkiye’nin gerçek vatandaşlarının” “Türkçe konuşan Hanefi Müslümanlar” olduğunu ileri sürmüştü. Sonunda, vatandaşlık tanımını yapan 88. Madde “Türkiye’de din ve ırk ayırdedilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese ‘Türk’ denir” şeklinde formüle edilirken, 12. Madde ile “Türkçe okuyup yazmak bilmeyenler milletvekili seçilemezler” denilerek, Kürtler ve gayrimüslim azınlıkların yolu kesiliyordu. ‘Milliyet tek birleştiricimizdir’ Muhtemelen bu dışlamaya bir tepki olan Şeyh Said İsyanı’nın bastırılmasından sonra Başvekil İsmet Paşa, 27 Nisan 1925 tarihli Vakit gazetesinde yayımlanan beyanatında rejimin ırkçılıkta ısrarlı olacağını ilan ediyordu: “Milliyet tek birleştiricimizdir. Diğer unsurlar Türk çoğunluğu karşısında etkileme gücüne sahip değildir. Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları derhal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız. Vatana hizmet edeceklerde arayacağımız nitelikler her şeyden evvel o adamın Türk ve Türkçü olmasıdır…” Irk ıslahı medeniyet meselesidir! Bir süredir Gobineau ve Pittard gibi ırkçı düşünürlerin eserlerini büyük bir dikkatle incelediği bilinen Mustafa Kemal’in direktifleri doğrultusunda 1925’te kurulan Türk Antropoloji Tetkikat Merkezi’nin ilk işleri arasında ‘Karacaahmet Mezarlığı’ndan toplanan kafataslarının ölçümü’ ile ‘Türk, kızılbaş - sayfa 49 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Ermeni, Rum ve Musevi gibi farklı ırki kökenlere sahip çocuklar üzerine’ karşılaştırmalı araştırmalar yapmak vardı. 30 Eylül 1926’da, Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde, Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Kongresi adına gelen heyete “Bu kadar mühim olan spor hayatı, bizim için daha mühimdir. Çünkü ırk meselesidir. Irkın ıslah (iyileştirilme) ve küşayişi (ferahlığı) meselesidir. Istıfası (ayıklanması) meselesidir ve hatta biraz medeniyet meselesidir...” diyen Mustafa Kemal, 20 Ekim 1927 tarihli Gençliğe Hitabesi’nde ise “Ey Türk genci, muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” diyerek ırkçılığı metaforik bir forma sokmuştu. Ertesi yıl, üniversite öğrencileri eliyle yürütülen ‘Vatandaş Türkçe konuş!’ kampanyası ile ‘Türk ulus-devletine Türk vatandaşı yetiştirme’ işine hız verildi. Mahmut Esat Bozkurt’un incileri 1927’den beri kademeli olarak devam eden Ağrı Kürt İsyanı’nın kanlı biçimde bastırıldığı dönemin Adliye Vekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey’in 1 Eylül 1930’da Akşam gazetesinde boy gösteren şu ifadeler, ‘Türkler’ için yaptığı tanımların adeta bir kopyasıydı: “[Kürtler] Hayatlarında acımanın manasını öğrenmemişlerdir. Hunhar, atılgan, vahşi ve yırtıcıdırlar. Çok alçaktırlar. Yakaladıkları takdirde sizi bir kurşunla öldürmezler. Gözünüzü oyarlar, burnunuzu keserler, tırnaklarınızı sökerler ve öyle öldürürler! (...) Kadınları da kendileri gibi imiş...” Mahmut Esat Bey’in en çok bilinen vecizesi ise 18 Eylül 1930’da Ödemiş Yaylası’nda irat ettiği “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır” nutku olacaktı. Alpin ırkın özellikleri Dünyadaki bütün medeniyetlerin Türkler tarafından kurulduğunu iddia eden Türk Tarih Tezi’nin tartışmaya açıldığı 2-11 Temmuz 1932 tarihli Birinci Tarih Kongresi’nde ‘üstün Türk ırkı’ Reşit Galip tarafından şöyle tanımlandı: “Uzun boylu, beyaz simalı, düz veya kemerli ince burunlu, muntazam dudaklı, çok kere mavi gözlü ve göz kapakları çekik olarak değil uf kî açılan ‘Alpin ırkı’ (...) A grubu kan gibi uzvi (organik) özellikleri; medeniyet, kahramanlık, sanat yeteneği gibi içtimai (sosyal) özellikleriyle tanınır.” Kongreye sarışın bir köylü karı-koca ile yavrularını Türk ırkının örnekleri olarak sunan Antropolog Prof. Şevket Aziz (Kansu) Bey, Gazi’ye dönüp kendisini bu ‘mütekâmil’ (gelişmiş) ırkın önderi olarak selamlamış ve büyük alkış toplamıştı. 1933 yılbaşında Maarif Vekili Reşit Galip’in Mustafa Kemal’e armağan ettiği kitaplardan birini güya ‘rasgele açıp’ okuduğu paragraf şöyleydi: “Kafasını ve vicdanını, en son terakki şuleleriyle güneşlendirmeğe karar vermiş olan bugünün Türk çocukları biliyor ve bildirecektir ki onlar dört yüz çadırlı bir aşiretten değil, onbinlerce yıllık ari, medeni, yüksek bir ırktan gelen, yüksek kabiliyetli bir millettir.” (Sürekli alkışlar.) Afet İnan’ın belirttiğine göre bu sözleri bizzat Mustafa Kemal yazdırmıştı. 1933, üniversite gençlerinin 5 yıl aradan sonra “Vatandaş Türkçe konuş!” haykırışlarıyla toplumun gayri-Türk unsurlarını yeniden terörize ettiği yıldı. 1934 İskân Kanunu’nun ırkçı dili ‘Kürt Meselesi’ni halletmek ve Müslüman muhacirlerin iskân sorunlarını çözmek için 1934 Haziranı’nda çıkarılan İskân Kanunu ile Türkiye üç bölgeye ayrıldı. “1 numaralı mıntıkalar: Türk kültürlü nüfusun yoğunlaşması istenilen yerlerdir. 2 numaralı mıntıkalar: Türk kültürüne asimilasyonu istenilen nüfusun nakil ve iskânına ayrılan yerlerdir. 3 numaralı mıntıkalar: Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri ile boşaltılması istenilen ve iskân ve ikamete yasak edilen yerlerdir.” Böylece, 1924 Anayasası’nın 88. Maddesi’ndeki ‘Türk ıtlak olunur’ ifadesinde neyin kastedildiği bir kez daha anlaşılmıştı. “Brakisefal Türk ırkının yaratımı olan kültür nasıl modern dünya uygarlığına kaynaklık etmişse Avrupa’dan Afrika’ya hatta Amerika’ya kadar tüm kültür dilleri de kök dil olarak Türkçeden türemiştir!” diyen Güneş Dil Teorisi’nin formüle edildiği 1936’da Afet İnan, ‘Türklerin brakisefal Alpin ırkının mükemmel temsilcileri olduğunu göstermek üzere’ İsviçreli Antropolog Pittard’ın nezaretinde yaptığı doktora çalışması sırasında tam 64 bin kişiyi antropometrik ölçümlere tabi tuttu. Antropolojinin kullanımı 20-25 Eylül 1937’de toplanan İkinci Tarih Kongresi’nde Sadri Maksudi Arsal’ın sunduğu bildirinin başlığı “Beşeriyet Tarihinde Devlet ve Hukuk Mef humu ve Müesseselerinin İnkişafında Türk Irkının Rolü”; Hasan Reşit Tankut’un tebliği”Dil ve Irk Münasebetleri”; Dr. Nurettin Onur’un tebliği “Kan Grupları Bakımından Türk Irkının Menşei Hakkında bir Etüd” adını taşıyordu. Türk Tarih Tezi’nin doğruluğunun bir kez daha ilan edildiği kongreye ünlü ırkçılık kuramcısı Pittard da bir bildiri sunmuştu. 1925-1939 arasında yayınlanan ve Maarif Vekillerinin ‘fahri reisliğini’ yaptığı Türk Antropoloji Mecmuası ise o dönemde, bilimsel bir araç olarak antropolojiyi kullanılarak, Türk ırkının üstünlüğünü kanıtlamak için ne kadar kafa patlatıldığına dair örneklerle doluydu. Özet Kaynakça: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, 2006; Ahmet Yıldız, “Ne Mutlu Türküm Diyebilene” Türk Ulusal Kimliğinin Etno Seküler Sınırları (1919-1938), İletişim, 2001; Nazan Maksudyan, Türklüğü Ölçmek, (Bilimkurgusal Antropoloji ve Türk Milliyetçiliğinin Irkçı Çehresi), Metis, 2005; Suavi Aydın “Cumhuriyet’in İdeolojik Şekillenmesinde Antropolojinin Rolü: Irkçı Paradigmanın Yükselişi ve Düşüşü”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Kemalizm, C.2, İletişim, 2001, s. 344-369; Uluğ İğdemir, Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu, TTK, 1973; Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, TTK, 1969; Naci Kutlay, “İsmet Paşa’da Dönemsel Irkçı Anlayışlar”, Özgür Politika, 9-12 Kasım 2003. Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal. aspx?aType=RadikalYazar&Article ID=1119711 kızılbaş - sayfa 50 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 ANADİL HAKKI GÜNEY CUMA CAN İRRASYONEL SAMANDAĞ EKONOMİSİ SURİYE’DE RUANDA KATLİAMI SENDROMU HOŞGÖRÜ ÜZERİNE ANADİL HAKKI BABASIZ EVLER DİYARI BİTMEYEN 28 ŞUBAT SÜVEYDİYE’NİN ANTİK İKİ LİMANI AKDENİZ’DE AKDENİZ’DEN UZAKTA HAKEM OLAYI VE DEMOKRASİ BİR HALKIN BAŞARISI ŞİMDİ VEFA ZAMANI MÜLTECİLER HUKUKU VE HAK İHLALLERİ EBU FİRÂS EL-HAMDANİ GURBETÇİLERİMİZE TANINAN YENİ HAKLAR Anadil sağlıklı ve kompleksiz her bireyin atasından alacaklı çocuklarına ise aktarmakla borçlu olduğu bir temel hak ve hürriyettir. Yaşam hakkı, düşünce ve ifade hürriyeti, din ve vicdan özgürlüğü gibi kişinin devredemediği, vazgeçemediği sert çekirdekli haklara temel hak ve hürriyetler denir. Anadil de kişinin maddi ve manevi varlığının temeli olduğu için temel hak ve hürriyet kapsamındadır ve anayasal koruma statüsünde olmalıdır. Ülkemizde YÖK'ün deyimiyle yaşayan diller şeklinde kategorize edilen Arapça, Kürtçe, Çerkezce vs diller vardır. Bu dillerin varlıklarının korunumu yazı dilleriyle bilinmelerine bağlıdır. Nesilden nesile ağızdan ağza gelen sözlü emanet eski nesillerin duyarsızlıkları, evlatlarının daha iyi ve şivesiz konuşmalarını istemeleri, gelecek kaygısı; yeni nesillerin de internet çağında facebook, twitter,knight on line gibi yüksek meşguliyetleri ve bitmeyen sınavların baskısıyla kaybolma tehlikesiyle karşı karşıyadır.Bir dilin korunumu bir kültürün insanlığın bir mirasının korunumudur. Bu koruma o dilin yazı diliyle öğrenilmesinden geçer. Çünkü yazı hem dilin öğrenimini sağlar hem de dili standardize ettiğinden yozlaşmadan kendine yabancı sözcüklerden anlam kaymalarından korur. Yazı dili bilinen bir Arapçaya 'menit gereş'i yazamazsın. 'İşkifek ' e 'sağol' da diyemezsin. 'ıtfedal buyur geç' de olmaz. 'temmiz heniyi' ye harfler izin vermez! 'ebuket sayyer savunma keysi iktir' maşaallah sana. 'Ma çalış le matemetik vü geometri de! Zor. Yazısı olan bir dilde 2 km de bir lehçe de değişmez. Bahır behir, çeyi şoyi çekişmesi de yaşanmazdı o zaman. Siirt Arapçasında da durum trajikomik. burda da Arapça; Kürtçe Farsça sözcüklerle kaynamış ve ve nevi şahsına münhasır bir hale gelmiştir. Nasılsın Eşi mint olmuş. Nereye gidiyorsun esebtü itruh 'tür. Cibilne fefi şeyi şiy denir, üç çay getir derken. Araba harabe, araba bozuk demekken; piroziy kunduretuk, kunderetkiy ayakkabın hayırlı olsundur. Botan Kürtçesi kapalı havzanın etkisiyle daha saf bir dil olduğu iddiası olsa da karma bir yapıdadır. Çitki başi inşallah? Ne yapıyorsun iyisindir inşallah. Te fehim kir? Anladın mı? Çi dı şuğuliy? Ne yapıyorsun? Ez memure bı tapu. Tapuda memurum. Fehim, şuğıl, memur kelimeleri ortak kelimelerden. Memur kelimesi ünlü uyumuna uymadığından Türkçe değildir. Şuğıl, fehim de Arapçadır. Hatta 'm' harfiyle başlayan Türkçe bir kelime yoktur. Öz Türkçe sözlüklerde m harfi yoktur. M harfi kelime çekimlerinden mefulü sembolize ettiğinden çoğunlukla Arapçadır. İsim, fiil katele; fail katil; meful maktül. İsim ketebe; fail kâtip; meful mektub gibi. M ile başlayan kelimeler Türkçede de kabul görmüş artık ortak kelime haline gelmişlerdir. Mektup Matbaa Mostra Marş Mabet malik mülk macnun maaş marka maraz mesut murat mekân milat müfettiş mücahid mücadele müddet makam İki dillilik dezavantaj değildir. İki dili bilen hayata daha geniş bir ufuktan bakabilir. Dil zenginliği bireyin algısını zenginleştirir. Dil bilmek sadece kültürel değil hayat mücadelesinde de aranılan bir özellik olduğundan yaşamsal bir gerekliliktir de. İyi Arapça bilen ticaret, sanayi, eğitim, din gibi alanlarda bir adım öndedir. Bugün Arapça 22 ülkede konuşulan Birleşmiş Milletlerin resmi beş dilinden biridir. İki dili bilen biri her dili kendi kurallarına riayet ederek konuşmaya çalışmalıdır. Bir dili iyi bilen diğer dil için de aynı hassasiyeti taşır. İyi Türkçe konuşan İyi Arapça konuşmaya da yatkındır. Elde bir dili doğru düzgün konuşmasını sağlayan tecrübesi vardır. Psikolojide mi pedagojide mi olan pozitif korelasyon var diyelim bu ilişkide. Ama her iki dili yarım yamalak konuşan iki dilde de duygu ve düşüncelerini düzgün aktaramadığından karmaşaya neden olur. Arapça konuşmamak Türkçeyi iyi bilmeyi sağlamaz. Aksine iyileri çoğaltmakla dillerin, kültürlerin ve insanların kaynaşması toplumsalllaşması sağlanır.'Şivesi bozulmasın diye cici kızına Arapça öğretmeyen kadına; o kızın karakteri, nesilden nesile olan kültür varlığının da korunması gerektiğini kim anlatacak? Münevver -ki onlar bu kelimeye soğukturlar- aydın 68 kuşağı mı; yoksa çok yönlü prezantıbıl dynamic 2000 kuşağı mı? Anadiliyle konuşmanın yasaklandığı günlerden yerel dil ve lehçelerde yayınların yapıldığı, kitap dergi gazetelerin basıldığı bir zamana gelindi. Kürtçe, Arnavutça, Boşnakça seçmeli ders statüsüne alınarak okullarda okutulacak. Kürtçe yüksek lisans eğitimi birkaç üniversitede verilmeye başlandı. Uzun mücadelelerden sonra anadilde savunma hakkı da mevzuata giriyor. Bu kanuni haklardan yararlanmak isteyenler kendileri veya çocuklarına artık dil eğitimi verilmesini de isteyebilecekler. Dedenden kalan tarla için gösterdiğin hassasiyetin yüzde birini dedenin diline de göstermelisin. Tarla miras da dil teferruat mı oğul? Maddi mirasa gelince mirasın kabulü, manevi mirasa ise reddi miras doğru mu? Ekbere hizin fid-dünya te kün zelmi bile işruş! Dünyada en büyük hüzün köksüzlüktür! İlel lika. Görüşürüz. Kaynak: http://www.cemregazetesi.net kızılbaş - sayfa 51 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Türkiyede Arap nüfusunun dağlımı 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 İstanbul 13.524.240 Ankara 4.890.893 İzmir 3.965.232 Bursa 2.652.126 Antalya 2.143.482 Adana 2.108.805 Konya 2.038.555 Gaziantep 1.753.596 Şanlıurfa 1.716.254 Mersin 1.667.939 İzmit 1.601.720 Diyarbakır 1.570.943 Antakya 1.474.223 Manisa 1.340.074 Kayseri 1.255.349 Samsun 1.251.729 Balıkesir 1.154.314 K. Maraş 1.054.210 Van 1.022.532 Aydın 999.163 Denizli 942.278 Adapazarı 888.556 Muğla 838.324 Tekirdağ 829.873 Eskişehir 781.247 Erzurum 780.847 Mardin 764.033 Malatya 757.930 Trabzon 757.353 Ordu 714.390 Afyon 698.626 Sivas 627.056 Zonguldak 612.406 Tokat 608.299 Adıyaman 593.931 Kütahya 564.264 Elazığ 558.556 Ağrı 555.479 Çorum 534.578 Batman 524.499 Çanakkale 486.445 1.780.775 560.245 410.280 386.045 112.090 600.070 201.100 201.510 780.030 467.850 52.570 80.540 690.850 32.350 23.520 12.680 21.950 18.320 97.210 35.450 17.200 25.260 82.305 11.600 23.120 18.600 313.460 19.320 17.600 18.650 16.840 13.870 24.650 23.680 20.870 25.370 16.450 13.950 17.540 190.880 30.540 % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % 13,17 11,45 10,35 14,56 5,23 28,46 9,86 11,49 45,45 28,05 3,28 5,13 46,86 2,41 1,87 1,01 1,90 1,74 9,51 3,55 1,83 2,84 9,82 1,40 2,96 2,38 41,03 2,55 2,32 2,61 2,41 2,21 4,03 3,89 3,51 4,50 2,95 2,51 3,28 36,39 6,28 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 79 80 81 Osmaniye 485.357 Yozgat 465.696 Şırnak 457.997 Giresun 419.498 Muş 414.706 İsparta 411.245 Edirne 399.316 Aksaray 378.823 Kastamonu 359.759 Düzce 342.146 Kırklareli 340.199 Uşak 339.731 Niğde 337.553 Bitlis 336.624 Amasya 323.079 Rize 323.012 Siirt 310.468 Kars 305.755 Nevşehir 283.247 Bolu 276.506 Kırıkkale 274.992 Hakkari 272.165 Bingöl 262.263 Burdur 250.527 Karaman 234.005 Kırşehir 221.015 Karabük 219.728 Erzincan 215.277 Yalova 206.535 Bilecik 203.849 Sinop 203.027 Iğdır 188.857 Bartın 187.291 Çankırı 177.211 Artvin 166.394 Gümüşhane 132.374 Kilis 124.452 Ardahan 107.455 Tunceli 85.062 Bayburt 76.724 Toplam 74.724.269 1.340 14.530 33.870 8.365 45.250 7.505 11.240 14.580 8.360 35.600 12.680 17.680 9.540 42.870 10.820 9.670 130.540 11.360 25.670 16.860 31.210 18.650 14.680 13.590 12.650 11.580 8.650 9.540 24.655 7.800 6.550 10.350 6.980 5.600 11.680 4.850 41.640 4.955 3.540 4.870 % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % % 16,76 3,12 7,40 1,99 10,91 1,82 2,81 3,85 2,32 10,40 3,73 5,20 2,83 12,74 3,35 2,99 42,05 3,72 9,06 6,10 11,35 6,85 5,60 5,42 5,41 5,24 3,94 4,43 11,94 3,83 3,23 5,48 3,73 3,16 7,02 3,66 33,46 4,61 4,16 6,35 8.309.540 % 11,12 Kaynak: http://www.turkiyearaplari.org/tr/haberdetay.asp?ID=200 Bülent Ecevit'in ölümünden başsağlığı mesajı yayınlayan, üzüntüsünden kırk gün yemeden içmeden kesilen, chp den vekil olmak için ırkçı deniz baykal'ın el-eteğini öpen, gene de chp listesine alınmayan, sonra da kadıköy den bağımsız(!) aday olup 1644 oy ile kendini rezil edenlere duyurulur! eli kızılbaş kanına bulaşan necdet menzir içinde başsağlığı mesajı hatırlatılır! - Sadık Türkmen - t u r k i ye a r a pl a r i @ g m a i l .c o m kızılbaş - sayfa 52 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Abdüllatif Şener’den dehşet veren iddialar İran’ın daveti üzerine Tahran’da düzenlenen Suriye Konferansı’na katılan Şener, aldığı istihbaratları açıkladı: Türkiye’yi parçalama ve istikrarsızlaştırma adına El Kaide militanları, Alevilere saldıracak!.. Abdüllatİf Şener şu ifadeleri kullandı: Görüştüğüm kişi, El-Kaide’nin ABD’nin bölgeyi yeniden dizayn etmek, Türkiye’yi istikrarsız hale getirip parçalamak adına Alevileri hedef alacağını ve katliamlara başlayacağını söyledi. Abdüllatif Şener’den dehşet veren iddia! Tahran’daki Suriye Konferansı’na katılan Şener, aldığı istihbaratları açıkladı: Türkiye’yi parçalama adına El Kaide militanları, Alevileri katledecek İran’ın daveti üzerine 18 Kasım’da Tahran’da düzenlenen Suriye konferansına katılan eski Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, dehşete düşüren açıklamalarda bulundu. Suriyelilerin geleceğine Suriyeliler’in karar vermesi gerektiğini söyleyen Şener, “Türkiye’nin muhalefetin yanında yer alması uluslararası güç odaklarının taşeronluğunu üstlenmekten başka hiçbir anlam ifade etmiyor” dedi. Tahran’da kaldığı otelde El-Kaide konusunda uzman İranlı yetkili ile görüştüğünü söyleyen Şener, “El-Kaide ile ilgili bilgi istedim. Çünkü onlar bu konuda tecrübeli. Türkiye’den ElKaide’ye katılmak üzere gidenler İran üzerinden ulaşıyor. El-Kaide ile ilgili son duyumları onların uzmanlarından dinledim. Hatta 6-7 kişi ile birlikteydik. Görüştüğüm kişi, El-Kaide’nin ABD’nin bölgeyi yeniden dizayn etmek, Türkiye’yi istikrarsız hale getirip parçalamak adına Alevileri hedef alacağını ve katliamlara başlayacağını söyledi” dedi. Ankara taşeron Suriye’yi karıştıranların dışarıdan gelen silahlı kişiler olduğunu, ülkede istikrar için bu grupların ülkeyi terk etmeleri gerektiğini vurgulayan Şener, Türkiye’nin destek verdiği muhaliflerin meşru olmadıklarını savundu. Şener, şöyle devam etti: “Suriye’deki muhalefetin insan hakları ihlalleri ayyuka çıkmış. Çocukları katlediyor, türbelere bomba atıyorlar. Öylesine çok yabancının Suriye’de kan gövdeyi götürecek bir eylemi başlattığı bir ortamda halk nazarında içerideki Suriyeli muhalifler de yara alıyor. Yabancı işgalcilerle işbirlikçi konumuna düşen Suriye muhalefeti ortaya çıkmış vaziyette. Uluslararası senaryolar ortaya konularak muhalefet yapısıyla Suriye’de iyi şeyler olsun amaçlamıyor. Sadece uluslararası küresel güçlerin Suriye’yi karıştırmak ve Suriye üzerinde kendi emellerini gerçekleştirmekten başka hiçbir niyetleri yok.” 3 bin Türk militan Bu arada, Tahran’daki toplantıda konuşulanlar özetle şöyle: “CIA kontrolündeki 10 kişilik ElKaide militanları Suriye’de sivil halka akıl almaz işkenceler yaptı. Bu militanların içinde 3 bin Türk’ün bulunduğu delillerle ortaya konuldu. Toplantıdaki bütün konuşmacılar Suriye’de akan kanda asıl sorumluluğun Başbakan Tayyip Erdoğan ve Türkiye olduğunu vurguladı.. Esad’ı hedef alan Suriye saldırısının asıl amacının Büyük Kürdistan’ın inşası olduğu somut verilerle ortaya konuldu. El-Kaide’nin İslamiyeti çirkin göstermek için CIA tarafından nasıl kurulup büyütüldüğü istihbari verilerle paylaşıldı.” Kaynak: http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/ habergoster.php?haber=77488 Alevilik dersi öğretmeni kursu.. Danimarka Alevi Birlikleri Federasyon’unun (DABF) başvurusu üzerine Alevilik Danimarka’da 2007 yılında, kendine özgü bir inanç toplumu olarak resmen kabul edilmiştir. Danimarka’da remi olarak kabul edilen inançlar hakkında okullarda öğrencilere genel bilgi verilmektedir. DABF okullarda bu derleri verecek öğretmenleri yetiştirmek ve ayrıca Alevi kültür merkezlerimizde Alevilik eğitimi verecek öğretmen yetiştirmek amacıyla 2013 yılı özel kurs ve seminerler düzenleyecek. DABF, bu kursa ve seminerlere katılan, (Danimarka’da öğretmenlik veya benzeri düzeyde eğitimi olan) canlara ‘’Alevilik dersi öğretmeni belgesi’’ verecek. Danimarka eğitim bakanlığı ve kurumlarına bu isimler verilecek ve bu canlar okullarda vs. Alevilik derslerini verecekler. Kursa katılabilmek için: Danimarka’dan öğretmen, pedagog veya benzeri bir yüksek okuldan diplomanız olması gerekir. Kurslara Alevi kökenli ve Alevi kurumlarımıza üye olan canlara öncelik verilecek. Kurs eğitimin içeriği: Eğitim okunacak belirli ‘pensum’ kitaplar, Alevilikle ilgili yazılar, uygulamalı ders planlarından oluşuyor. Ve kurs Almanya’da Alevilik dersi veren eğitimcilerle tarafından, hafta sonu seminerleri ve DABF’nin düzenlediği bir dizi paneller şeklinde verilecek. İlgi duyan canlar, DABF başvurarak ‘’Alevilik dersi öğretmeni kursuna’’ katılabilirler.. Ayrıntılı bilgi, katılım formu için İLETİŞİM: DABF genel sekreteri’ F. Acar İ[email protected] tlf. 40 96 88 78 Ekleyen: Alevi Forbundet i Danmark (DABF) Danimarka Alevi Birlikleri Federasyonu kızılbaş - sayfa 53 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Sivas olayları için yeni suç duyurusu Madımak Müze Derneği Başkanı Hüseyin Karababa, Sivas olaylarıyla ilgili yeni görüntüler nedeniyle Başbakan Erdoğan, İdris Naim Şahin ve tüm görevliler hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. İZMİR - 20 yıl önce Madımak Oteli’nin yakılması sonucu hayatını kaybeden Gülsüm Karababa’nın kardeşi Hüseyin Karababa, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmek üzere İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına başvuru dilekçesini vermeden önce İzmir Adliyesi önünde basın açıklaması yaptı. Karababa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, 2 Temmuz 1993 tarihinden itibaren görev yapmış İçişleri Bakanları, Emniyet Genel Müdürleri ve sorumluluğu tespit edilecek diğer şüpheliler hakkında ’suç delillerini gizleme, suçluyu kayırma, görevin kötüye kullanılması’ iddiasıyla soruşturma başlatılarak kamu davası açılması talebinde 21 şubat perşenbe akşamı saat 19:00 da istanbul taksimden galatasaray lisesine yürüme kararı aldık, bütün ana dillere özgügürlük diyerek, zaza platforumu ve Halklarin Anayasasi girişimi olarak tekrar haykıracagız Bütün ana dillere özgürlük diye. Zaza platforumu olarak bu yürüşün organizesinde aktif örgütleyicisi olarak kendi pankartlarımız ve kitlelerimizle, pomak, laz, arap, ermeni, rum, gürcü, çerkez ve diger halklardan dostlarımızla seferber olacagız. Bizleri aiyle, millet, halk ve ulus yapan ana dillerimizdir. Ana dillerimizi seviyoruz, ana dillerimiz başımızın tacı olup bizleri var eden esas ham maddemizdir. Bu anlamda istanbuldaki BÜTÜN bulundu. 2012 Aralık ayında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davayı Devlet Denetleme Kurulu’nca araştırılması talimatını verdiğini ifade eden Karababa, 2013 Ocak ayında ise TBMM Araştırma Komisyonu’nca yeniden araştırılmak üzere inceleme kararının alındığını söyledi. Karababa, dava dilekçesinde, İçişleri Bakanlığı’nca yeni görüntülerin TBMM Araştırma Komisyonu’na verildiğini ve bu görüntülerin 1 Şubat 2013 tarihinde basında yer aldığını kaydederek, "Sivas Emniyeti’ne ait olan ve 20 yıldır İçişleri Bakanlığı’nda gizlenen bu belgelerin bu süre zarfında ANA DİLLERE ÖZGÜRLÜK yürüşümüze bütün internet sayfalarımızda, gurup sayfalarımızda paylaşarak, gazate ve basını duyarlı hale getirerek kitleleri yürüşe katmak için bu kampanyayı başlatıyoruz. Bütün dostlarımız,arkadaşlarımız urfadan, bingöle, dersimden, diyarbakıra ve avrupaya her alanda kolları sıvayarak 20 ekim istanbul taksim zazacaya özgürlük yürüşünde oldugu gibi var gücümüzü koyarak ana dilimiz zazacaya ve bütün diger ana dillerimize sahip çıkmak için 21 şubat perşenbe akşamı saat 19:00 da istanbul taksimde buluşalım. Saygı ve sevgilerimizle. ZAZA PLATFORUMU Metin Güler görev yapmış emniyet müdürlerinin, emniyet genel müdürlerinin, içişleri bakanlarının ve başbakanların bilgisi ve talimatları dışında saklanmış olmaması mümkün değildir" dedi. CHPİzmir Milletvekili Mustafa Moroğlu da, davanın zaman aşımının basında da yer alan yeni delillerle ortadan kaldırılması gerektiğini savunarak, "İçişleri Bakanlığı, 20 yıldır elinde olan belgeleri zaman aşımı sonrası servis etmiştir. Bu insanlık suçunun bu şekilde zaman aşımına uğraması katliamı aklamıştır" dedi. DHA - Bahri KARATAŞ http://www.radikal.com.tr kızılbaş - sayfa 54 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Bir Kavram Bin Kirim Yanilsamalar - 1 önce 40 yıllarında Çin Sarayından bir Tergüse kız istenmesini Türklüğün tarihsel varlığına kanıt olarak gösterir Türkü ........... Hemen herkesin diline pelesenk olmuş bu kavramın anlamını bilmeyen, ve bilgisizliği nedeniyle kültür jenosidine (kültür soykırımı) hizmet edenlerin başında kendini aydın, ilerici, devrimci sayanlar gelir. Ve hatta bunların arasında birçok farklı etnik kökenden gelenler de var. Ermenice yada Kürtçe bir türkü söyle diyenler arasında müzisyen (müzik insanı) olduğunu iddia edenlerin sayısı da hayli yüksek. Ali Kanlı tıpkı TÜRK TARIH TEZİ´nde olduğu gibi her şey türkle başlatılmalıydı. "Oy havar havar Havar demekte ne var elin elimde olsun üç aylik yolda ne var" Kendisi de bir kürt olan İsmet İnönü (sagır İsmet) Şark seyehatinden (1923) döndükten sonra bir Şark Islahat Planı hazırlamıştı.. ve Planın hedeflerini anlatırken: "yeni bir türk tarih tezi hazırlamalıyız.. bu tarih tezinde kendini kürt sayanların aslinda türk olduğunu yazmalıyız, kadınlara türkçe öğretmeliyiz "vs. ile devam eden ve sonrasında Ağrı ve Dersim kırımlarına varan planlarını açıklamıştı (meraklısına Şark Islahat Planı kaynakları verilir) gene bu planın bir gereği olarak: Ermeni ve süryanilerden boşaltılmış topraklara kesinlikle kürtlerin yerleşmesi yasaklanmalı, balkanlardan, Arnavutluk, Bosna vs den bir yıllık tüm giderleri devlet kasasından karşılanmak üzere yeni topluluklar getirilerek yerleştirilmeli der ve bu planını hayata geçirir. (üç aylık yol bilindiği gibi sürgün ve kırım yoludur) kimbilir zavallı Heranus o şarkıyı hangi duy(g)ularla dinleyip algıladı kimbilir Heranusun yüreği kaç milyon parçaçığa bölündü ....... Keza öncellerinden Ziya Gökalp Diyarbakır Kürt Cemiyeti temsilcilerinden olup sonradan çarkedenlerdendir. Ziya, Türklüğün Esaslarını yazarken öylesine kendinden geçer ki: İsadan Derin travmanın bir ömür gizlenmesi kolay mı? elbette ki değil.. O Heranus ki ; ölümüne değin bir tek torunu dışında hiç kimseye sır vermedi kökenleri hakkında.. Hristiyanken müslüman olup secdeye vardi zulmün zoruyla... Kurdistan Press gazetesi dijitalize edildi. "Türkülerimiz"le başlayan uzun cümleler kurarak aşklarını, sevdalarını, tutkularını, kavgalarını anlatmaya çalışırlar .. ve hatta daha da ileri giderek çoçuklarının adlarını türkü koyarlar .. Geçen yüzyıla damgasını vuran ilk soykırımın mağdurlarından olan Fethiye Çetin; Anneannem adlı kitabında defalarca türkülerden sözeder .. kitabının biryerlerinde kuzenim Haluk Dersim Türküsünü söylerken anneannem cankulağıyla dinliyordu der.ki : Dersim Türküsü denen ŞARKI nın son dörtlüğünde soykırımın açık izleri vardir Ama kırım bununla kalmadı belleklerın silinmesi gerekirdi şarkıların, deyişlerin, demelerin, klamların, stranların silinmesi gerekirdi hafızalardan geleceğe hafızası sıfırlanmış bir nesille gidilmeliydi, onun için herşey yeniden yazılmalı, yeniden çizilmeli, yeni baştan düzenlenmeliydi Zat i muhteremin Diyarbakırdaki Müzelestirilmis Malikhanesine ugradım gecen sonbaharda.. bir Ermeni mirasi olduğu su götürmez.. sahi Ziya´nin Ermenilerle ne akrabalığı vardı da bu mirasa kondu? iste bu mantığın bir geregi olarak bizzat Mustafa Kemal eliyle baslatıldı kültür kırımı 1926 da Mustafa Kemal tarafindan kurdurulan Halkevleri bir tür asimilasyon merkezleri işlevi gördü Etnik Arındırmadan artakalan Anadolu Halklarının türklestirilmesine en önemli rolu oynayan ikinci etken de TRT oldu daha lise birinci sınıftayken Sivas valisi tarafından kesfedilerek Ankara ya yollanan Muzaffer Sarisözen 1937 de baslattığı Türkü Öğreniyoruz adlı programla Anadolunun ne kadar Şarki müziği varsa derleme adıaltında Türkçeleştirerek (cogunlukla) da revizyondan geçirerek, örneğin Pir Sultan´ın Beni Görüp Yüzün Öte Yana Dönderme adlı eserinin orijinalinde; "sen bir padisahsın hükmün elinde" iken derlemesinde; "sen bir güzelsin türkmen ilinde " olarak düzenlenmiştir bu minval üzre yaklaşık 13 000 Şarki (şarka ait, şarktan gelen) müziği "Türkü"leştirmiştir (türke ait, türkten gelen) ki; bunların herbiri bir baska dile, bir baska kültüre aitti Ermeni, Süryani, Rum, Cerkez, Abhaz, Acem, Kürt ve daha birçok etnik kökene ve dile ait ne varsa türkleştirildi, "Türkü" leştirildi .. www.gelawej.net Kurdistan Press dijital arşivi, 1986-92 yılları arasında Kürdistan’ın dört parçası ve Türkiye’de politik sürecin kronolojik irdelenmesinde araştırmacı ve okurların faydalanacağı önemli bir kaynak olma özelliğine sahip. Kurdistan Press’in dijitalizasyon projesi gazetenin redaksiyonunda yer alan Abit Gürses ve Ceyhun Arslan tarafından hayata geçirildi. Kurdistan Press arşivine http://kurdistan-press.org/ internet adresinden, iletişim için [email protected] mail adresinden ulaşılabilinir Rahmetli Orhan Kotan'ın yönetiminde 1986-1992 yıllarında yayın yapan Kurdistan Press gazetesinin tüm sayıları dijitalize edilerek internet ortamında kullanıma açıldı. Bu önemli yayın arşivini internet ve e-book kullanımına açan arkadaşları kutluyorum. Bu vesileyle o dönem için çok önemli bir Kürt gazeteciliği / yayıncılığı yapan Kürdistan Press'in tüm kurucu ve emektarlarını da saygıyla selamlıyorum. Recep Maraşlı http://kurdistan-press.org kızılbaş - sayfa 55 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 DEDESİNİN İZİNDEN zaten. İnönü kendisi ‘ırkçı ve mezhepsel bir sorun değil, asayiş sorunu var’ diyor. Herkes hatıralarını okusun.” IRKÇI TORUN Sürgün geliştirmedi İTTİHATÇI SOYKIRIMCI KATLİAMCI CHP İsmet İnönü’nün torunu CHP’li Gülsün Bilgehan’dan, "Dersimliler iyi ki sürüldü" diyerek katliamın ve sürgünün bölgeye görgü ve medeniyet getirdiğini savundu! İsmet İnönü’nün torunu CHP’li Gülsün Bilgehan’dan Dersim için şok değerlendirmeler: Sonuçta bugün Tunceli en görgülü, en eğitimli insanlardan oluşuyor. Sürgüne gönderilen genç kızlar da çok iyi yetişti. CHP Ankara Milletvekili ve dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan, 1938’de yapılan ve bugün ‘Dersim katliamı’ olarak tartışılan operasyonlarla ortaçağ döneminde yaşanan Tunceliler’in Türkiye’nin en eğitimli ve demokrasiye inanan insanları haline geldiğini savundu. CHP milletvekili Bilgehan, operasyonların yapıldığı dönemin İnönü değil Atatürk dönemi olduğunu da söyledi. İnönü yerine Atatürk yazılmalı Gazeteci Serpil Çevikcan dün yayımlanan köşe yazısında, İsmet İnönü’nün torunu CHP Ankara Milletvekili Gülsün Bilgehan’ın sözlerine yer verdi. Bilgehan’ın, dedesi İnönü’yü savunurken, şu çarpıcı ifadeleri kullandığı görüldü: “İnönü’nün yerine Atatürk’ü yazmak gerekir diye düşünüyorum. Çok açık. İnönü diye söylediği bütün dönem Atatürk dönemidir. O dönem tek parti dönemi, milli dava dönemi. Kaldı ki imparatorluktan beri süregelen birtakım sorunlar var. O sorunların çözülme yöntemleri bugünki insan haklarını uyuyor mu, tabi ki uymuyor. Onun için Başbakan’ın sözlerinde bir kötü niyet var.” İnsan haklarına uymuyor ama... “Değerlendirmeyi tarihçilere bırakmak gerekiyor. Ama Dersim’i anlatan ve harekatları eleştirenler bile orada bir sorun olduğunu kabul ediyorlar. Bu sorunun çözülme yöntemi bugünki insan haklarına uymuyor ama o dönemde başka çare yokmuş zaten. Bence sonuca bakmak lazım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden söz ediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlarda var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı.” O belgelerde bir suç unsuru yok “İsmet İnönü hatıralarında, ‘Ben 1937’de Dersim’i bıraktığım zaman mesele büyük çapta halolmuştu’ diyor. Dedemi savunmak içinde bunu söylemiyorum. Ondan sonra yönetimde olanlar da o dönemi devam ettirmişler. İnönü’nün torunu olarak hatıralarından benim okuduğum; ‘1937’de bıraktığımda iş bitmişti’ diyor. En azından şunu insaf ederek söylemek gerekiyor ki son bir yılda İnönü yok. Pembe Köşk’te, evinde oturuyor, ayrılmış. Sürgünlerin olduğu, isyanın en ağır şekilde bastırıldığı zaman İnönü Başbakan değil zaten. Ben şunu kendime yakıştıramam; ‘İnönü’den sonra gelen Başbakan’a, O’nun ailesine sorun’ diyemem ama gerçek de o. O şekilde de artık gerçekleri görmek gerekiyor. Ben o belgelerde bir suç unsuru göremedim. Bir isyan olduğunu söylüyorlar - Sürgünlerden Ali Kılıçkaya: “Dersim katluiamında benim ailem de büyük acılar çekti. Dedem köylülerle birlikte kurşuna dizildi. Babam da bizimle birlikte Balıkesir’e sürüldü. Çokbüyük acılar çekildi. Sürgün olayını iyi anlamda yorumlamak mümkün değil. Sürgüne gönderilenler gittikleri yerlerde de iyi şeyler yaşamadılar. Horlandılar, aşağılandılar, haksızlığa uğradılar. O gittikleri yerlerde de büyük trajediler yaşandı. Hikayenin bir de bu yönü var. Bu nokta da unutulmamalı. Sürgünlerin gönderildiği yerlerde insanlar ‘Bunlar insan yiyor’ diyorlardı sürgünler için. ‘Kuyruklu Kürtler’ diyerek aşağılanıyorlardı. O dönemlerde çekilen büyük acılara ben deşahidim. Sürgünün insanları geliştirdiği iddiasını da doğru bulmuyorum.” DERSİMLİLERDEN ‘GAFA’ TEPKİ Dedesinin torunuymuş - Özgür Fındık (Dersim Sürgünleri Belgeseli’nin Yönetmeni): “Gülsün Bigehan gerçekten de dedesinin torunuymuş! Kendisine çektiğim belgeseli özel olarak göndereceğim. Yaşananları bir de oradan izlesin, bakalım anlattığı başarı ve mutluluk tablosunu orada görebilecek mi?” Faşizanca bakış - Çayan Demirel (38 / Dersim Katliamı Belgeseli Yönetmeni): “Bu bakış açısını faşizanca buluyorum. Madem öyle ismini de koysunlar. Almanlar ismini koydu. Aslında Gülsün Bilgehan’ın sözleri bir itiraf. Yapılmak istenen, yapılan tam da buydu.” kızılbaş - sayfa 56 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Sevgili Dostlarım! İshak Alaton 2015’e üç var… Üç yıl su gibi geçer. 24 Nisan 2015’e doğru yol alırken alışılagelmiş inkâr politikamıza devam edip kaçacak delik aramaktansa farklı davranalım. Öncelikli hareket edip, boğayı boynuzlarından kavramak için örgütlenelim. Ayıp oluyor artık… Geçmişi ile yüzleşmekten korkan, büyümemiş, güdük kalmış çocuklar gibi davranmaktan ben yoruldum. Sesimizi yükseltelim. Ülkemize ve toplumumuza saygınlık kazandırmak, gelecek kuşaklara karşı borcumuzdur. Doksan yıl boyunca sayısız günahlar işledik. İskeletleri dolaplara yığıp kapılarını kilitledik. Doksan yıldır, kafamız kuma gömülü, dünya kör ve sağır diyoruz. Gerçeklerle yüzleşmekten korkuyoruz. Bizlere korkmayı öğrettiler. İskeletler, dolap içinde çürüdüler, ya- yılan kokular dayanılmaz hale geldi. Ben artık nefes alamıyorum. Ya sizler?.. Gelin, bizler de sesimizi Ankara’daki parlamenterlerimize duyuralım. Bizlerin, milletin milletvekilleri olduklarını hatırlatalım. Milletin sesini partilerinin yönetimine duyursunlar. mezarlarına birer karanfil bıraksınlar. “Babaların günahını çocuklarının ve torunlarının omuzlarına yüklemek, adil insana yakışmaz” derdi lisedeki felsefe hocam. Hepsi öbür dünyaya göçmüş birkaç insanın günahlarının hesabını bizden kimse sormuyor. İskelet dolu dolapların kapılarını açmamıza yardımcı olsunlar. Bizlere yakışır defin törenleri sonrası bir dakikalık saygı duruşu ile günahlarımızdan arınalım. Cesaret fakiri, gerçeklerden kaçan bir toplumun ferdi olmaktan yoruldum. Ben artık saygınlık arıyorum. Saygınlığa çok önem veriyorum. Bana yardım ediniz… Sevgilerimle… K a y n a k : h t t p : / / w w w. d u rd e . org/2013/02/6266/#more-6266 Böylece, geçmişimizle barışalım, kurbanların ruhlarını şad edelim. İsteyenler Aile cenazeyi geri istiyor ASALA’nın Esenboğa baskınında yakalanan ve 30 yıl önce Ankara’da asılan Levon Ekmekçiyan’ın ailesi, çocuklarının cenazesini geri istiyor. Haber: İSMAİL SAYMAZ- ismail. [email protected] / Arşivi 12 Eylül’den sonra asılan ASALA militanı Levon Ekmekçiyan’ın ailesi, idamının 30. yıldönümü olan bugün İçişleri Bakanlığı’na bir dilekçe vererek oğullarının Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’ndaki yerinin tespitini istiyor. Bakanlıktan yanıt gelir gelmez aile, cenazenin kendilerine iadesi ve gelenekleri doğrultusunda Fransa’ya gömülmesi için harekete geçecek. endişeleri nedeniyle gidememişler. ASALA’ya bakış düşünülünce ailenin endişeleri çok anlaşılır” dedi. Ekmekçiyan’ın Fransa’da yaşayan ağabeyi Hampartsum Ekmekçiyan, avukatları Eren Keskin aracılığıyla sunduğu dilekçede, bugüne kadar çeşitli kaygılarla kardeşinin cenazesini kendi istedikleri yerde ve kendi usullerine göre defnetme başvurusunda bulunmadıklarını fakat artık cenazelerini nakletmek istediklerini söyledi. Bunun için de gömülü olduğu yerin tam bilgisinin verilmesini istedi. ‘Mezarını bilmiyoruz’ Ailenin bugüne kadar oğullarının mezarının yerini dahi bilmediklerini ve ziyaret etmediklerini vurgulayan Avukat Keskin, “Aile cenazesini almak istiyor. Geçmişteki koşullar ve Keskin, Ekmekçiyan’ın saldırıdan 1 ay sonra avukatsız çıktığı mahkemede tek celsede idama mahkûm edildiğini kaydederek “Olayı araştırdığımda aslında yargılamanın son derece antidemokratik biçimde yapıldığını gördüm. 12 Eylül’deki diğer davalar gibi. Bu, İstiklal Mahkemesi’ni aratmayacak bir yargılama şeklidir” diye konuştu. Tek celsede yargılandı ASALA militanı Ekmekçiyan, Zohrap Sarkisyan’la beraber 7 Ağustos 1982’de Ankara Esenboğa Havalimanı’na silahlı baskın düzenledi; baskında, aralarında Sarkisyan’ın da olduğu 8 kişi öldü, 70’i aşkın kişi yaralandı. Yaralı halde yakaladı. Ekmekçiyan, 7 Eylül 1982’de avukatı olmaksızın çıktığı tek celselik mahkemede idama mahkûm edildi ve 28 Ocak 1983’te Ankara Merkez Cezaevi’nde asıldı. Ekmekçiyan, Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi. kızılbaş - sayfa 57 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 ALEVİLİKTE KURBAN; TARİHTE KURBAN ve KURBAN BAYRAMI Tarihte yaşamış eski uluslarda ve toplumlarda kesilen kurbanın özellikle yavru kurbanların insanların günahlarını temizlediklerine inanılırdı. Örneğin eski Anadoluda Asurlarda yada Sümerlerde en çok öne çıkan kurbanlar; koyun, kuzu olduğu ve her insan için bir koyun başı kesilmesi inancı vardı.Anadoluda ve Mezopotamyada halen konu ile ilgili tapınaklara ve kalıntılara günümüzdede rastlanılmaktadır. Tarihte, Alevilikte Kurban ve Kurban Bayramı ama biz bunu biraz daha genişletip ve ayrıntıya inerek sizlerin düşüncesine sunacağız. Bir bütün olarak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için İslam ile diğer dinlerdeki Kurban olayınıda kısaca anlatmaya çalışacağız. 1. Dünya tarihi…İnsan(lar)ın Kurban edilmesi 2. Dinler ve inançlar tarihi…Adem-İbrahim (Abraham) ile Dinsel ve İnançsal Kurban ve Kurban Bayramı a. Tek Tanrılı Dinler b. Alevilik ve Batınilik c. Ekonomik-Siyasi ve Toplumsal etkisi Öncelikle Kurban nedir? kelime anlamı nedir? nereden gelir? Açıklamaya çalışalım. Kelime olarak ibrani dili olan aramicede Korban arapçaya ise Kurb, Türkceye isede Kurban olarak geçmiştir.Yani kelimenin kökü aramicedir ve arapça üzerinden türkçeye geçerek bu günümüze ulaşmıştır. Tanrılara sunulan bütün herşey Kurban konumundadır ve o şekilde adlandırılır. Mana olarak anlamı ise Allaha yakınlaşmak, Allah rızasını kazanmak sözlük anlamı ise hemen hemen aynıdır; Allaha yakınlaşmaya vesile olan onun rızasına ermek niyetiyle kesilen ve sunulan canlı hayvan demektir. Bunun yanında diğer anlamları ise; 1. Bir dinin emrini veya bir adağı yerine getirmek için kesilen hayvan 2. Müslümanlarda Kurban kesimi ve bayramı 3. Herhangi bir olayda yada konuda yaşamını yitiren kimse 4. Herhangi bir siyasi düşünce için kendini feda eden yada feda edilen insan 5. Bölgelere göre değişen çağırma, hitap sözü ve isim Tarihte iki türlü kurban vardır 1. Kanlı Kurban (canlı)…tavuk ,horoz, sığır, at, balik gibi 2. Kansız Kurban (cansız)…zeytin, süt, elma gibi (biyolojik olarak canlıdır) Bu tür kurbanlar tarih boyunca bütün dinlerde ve inançlarda bulunmuştur. Yapılan bu iki tür kurbanların ortak amacları ise; ADNAN CANGÜDER 1. İstenilen şeyi elde etmek için sunulan pazarlık…çocuk isteme, sevgiliye kavuşma 2. Elde edilen şeye teşekkür olarak sunulan şükran…çocuğun olması, ev sahibi olunması 3. Bir hatayı, günahı ve kusuru bağışlatmak için sunulan kefaret yani affedilme veya af dileme… küskünlük, barışma, kan davası 4. İlk ürün ve avdan önce tanrıya yada tanrılara bir hak yada borç olarak sunulan şans….hasat kaldırma,balık tutma avı 5. Hayranlık ve hayran duyulan şeyler için yapılan kurbanlar…çok zor bir işin başarılması sonucu,savaşa ve sürgüne gidiş-geliş Kansız kurbanlar ise; üzüm, ceviz, şarap gibi çeşitli yiyecekler, hediyeler ve değerli eşyaları sayabiliriz. Tarihsel olarak kurban kesme geleneğinde kesilen kurbanın feda edilmesiyle ölen kişinin yeniden dirilme düşüncesinin yattığı tarihçiler tarafından belirlenmiştir. Yaşanılan doğal afetler, yangınlar ve kötülüklerin tanrılar tarafından yaratıldığı tanrıların kızdığı ve bu kızgınlıkların sona ermesi kötülüklerin bitmesi için ilk insanların çeşitli canlı ve cansız varlıkları kurban niyetine sundukları bilinen bir gerçektir. Bu durumda bizlere kurban olayının insanların kendilerinde oluşan korkularının sonucu ortaya çıkan bir durum olduğunu göstermektedir. Tarihte kurban ve kurban etme, insanın ortaya çıkışından sonraki zamana aitken; tek tanrılı dinlerde ise çok sonraki zamanda kurban ve kurban etme olayı oluşmuştur. Tarihsel olarak insanlık tarihi kurban tarihinden çok daha eski ve öndedir. Bununla beraber hasta insanlar için canlı hayvanlarında kurban olarak sunuldugu bilinmekte ve tarihte kesilen bu kanlı kurbanların iç organlarına bakılarak ilerisi için büyücüler tarafındanda fala bakılarak kehanetlerde de bulunulmuştur. Ve bu durum günümüzde dünyanın bazı bölgelerinde halende devam etmektedir. Tarihte en çok kurban ilk önce insanların kurban edildiği yerlerde görülmüştür. Bu yerler öncelikle Mısırdaki nil deltasi ile Güney Amerikadaki İnka- Aztek uygarlığında yılda 50.00 bin insanın kurban edildiğide görülmüştür. Kesilen kurbanın kanı kutsal yerlere sürülür ve uğruna kesilen kurbanın öbür tarafta ölen kişiyi mutluluğa ve kurtuluşa götüreceğine ve kurbanın tanrıların besini olduğuna inanılırdı. Tarihsel olarak kurbanların boğazları kesilerek kurbanın kesimi yapılırdı, ürünün bereketli olması,doğan ilk çocuk ve ilk ürün içinde kurban kesilirdi, bunun yanında kesilen hayvanın gücününde kesen insana geçeceği inancıda vardı. Avrupada ise Roma imparatorluğu döneminde insanlar kurban edilmiş ve insanı kurban eden kişinin yıkanıp temizlenmesi gerekmiştir. Gelenek olarak insan yada hayvanların, ilkbaharda doğan yavrularıda tanrıya kurban olarakta sunulmuştur. Türklerde ise kurban kişinin zenginliği ile orantılıydı öncelikle at kurban edilmiştir ve bu işlem atların belleri kırılarak yapılmıştır. Bunun yanında tanrılara horozlarda kurban olarak sunulmuştur. Tarihteki yaşamda belirli hayvanların kurban edilmesi o hayvanların yaşamda üstlendikleri mitolojik roller ve yaşamdaki görevine ve önemine göre kabul görmüşlerdir. Yazılı tarihte ilk kurban olayının yaşandığı yerler Anadolu, Mezopotamya, Mısır, kızılbaş - sayfa 58 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Hindistan Çin,İran ve Güney Amerika olduğu araştırmalar sonucu ortaya çıkmıştır. Özellikle toprağa yerleşik toplumlarda insan kurban edilme olayı daha çok göze batmakla birlikte ilginçtir göçebe toplumlarda hemen hemen kurban olayı hiç yok gibidir. Tarihte yaşanılan krallıklar döneminde öldükten sonra öbür tarafta yardım etmesi için hizmetçileri,aşçısı, karısı ve atıda kralın ölümünden sonra öldürülüp kurban edilmişlerdir. Hindistandaki brahmalarda kurbanın kesilişi dünyanın yeniden yaratılışı inancını taşır ve kurban kesilen yerler kutsal görülürdü bu durum halen günümüzdede devam etmektedir. Kanlı kurban edilme şekillerinde ise boğazının kesilmesi,aç ve susuz bırakma, yakmak, suda boğmak ve canlı canlı kemiklerini kırmak gibi yöntemler kullanılmıştır. Orta asya Türklerinde en değerli kurban At olarak gecer. Çünkü göçebe topluluklarda en değerli canlı varlık attır. Kurbanın süslenmesi ve kınalanması günümüze kadar gelmiştir. Bunun nedeni ise renklerin özelliğinin hassasiyetinin ve anlamının kendisini kurbanda göstermiş olmasıdır. Kansız kurbanlar ise yiyecek ve içeceklerdir.Ayrıca başıboş bırakılan hayvanlarda kansız kurban sınıfına girmekte ve bu tür kurban olan hayvanlara ise İduk denirdi. Son olarak kutsal dağlara, ırmaklara ve göğede kurbanlar sunulmuştur. Buraya kadar tarihsel olarak kurban olayını azda olsa açıklamaya çalıştık ve şimdi tek tanrılı Dinler ve çok tanrılı inançlar açısından Kurban ve Kurban bayramını açıklamaya çalışalım. Öncelikle kutsal kitapları olan ve Kurban olayını açıklayan 4 önemli tek tanrılı Dini söyleyelim Peygamberi Kitabı Dini Konumu 1.Musa…Tevrat..Yahudilik...Tanrının emri 2. Zerdüşt…Zend Avesta…Mazdeizm… Yasaklamıştır 3. İsa…İncil…Hıristiyanlik…Yoktur 4. Muhammed…Kuran…İslam…Vaciptir/ Sünnet Zerdüştün Dini olan Mazdeizm de tek tanrı olan Ahura Mazda kutsal kitabı ise Zend Avesta`dır. Su aygırı ve diğer hayvanlar affedilmek ve bağışlanmak için kurban edilmiş ama daha sonra Zerdüşt kendi dininde kurban inancını yasaklamıştır. Bizi burada ilgilendiren 2 kutsal kitap olan Tevrat ve Kuran dır. Zerdüşt kurban edilme olayını yasaklamış, Hrıstiyanlıkta ise kutsal olan ekmek ve şarap ile kurban şekil değiştirmiş buna göre; İsa`nın kendisini insanlığa feda etmesi kurban yerine geçmiş sarap kanını ekmek ise bedenini temsile dönüşmüştür. Hrıstiyanların dini ibadetlerinde ekmeğin şaraba batırılıp yenilmesinin kutsallığının nedenide buradan kaynaklanmaktadır. Bizi ilgilendiren konumuza gelirsek öncelikle kurban hikayesini az çok biliyorsunuz. Dil bilimi açısından anlatırsak; İbrani dininde Abraham arapçaya ibrahim olarak geçmiştir ve türkçeyede aynı şekilde gelmiştir. İbrahimin 2 oglu vardır Şimael ibranice, arapcaya ve türkceye İsmail olarak geçmiştir. Diğeri ise İsaac dır; oda İshak olarak geçmiştir diğer örnekler ise jakoob un yakup, elyaas ın ilyas olarak geçmesinide verebiliriz. İbrahim firavunun emri nedeniyle mısırı terketmiş. Yanındaki kabilesi, malı ve mülkü ile şimdiki kabe topraklarına yakın mina denilen yere eşi sara ile 90 yaşlarında yerleşmiştir. Osmanı musafda ismail olarak geçerken İncil ve Tevratta bu İshak olarak geçer yani 3 büyük dinde kurban edilecek olanın kim olduğu bu iki isim üzerindedir. Ama Islam dininde ve Alevi inancında ismail olarak kabul görür. Ibrahim bir oğlu olduğunda onu Allaha kurban edeceğini söylemiş ve daha sonra bir erkek çocuğu olmuştur. Çocuğu 12 yaşına geldiğinde üst üste 3 kere rüyasında oğlunu kurban vermesi gerektiğini görmüş bunu oğluna açıklamış oğluda razı olduğunu söylemiş ve oğlunu kurban edecegi zaman gökten Cebrail bir canlı koç ile gelerek çocuğu yerine koçu kurban etmesini söylemiş ve ibrahim oğlu yerine koçu kurban etmiştir. Tevrat’ın “Tekvin” kitabında yer alan hikayenin özeti ise şöyledir: Tanrı, İbrahim’i denemek ister ve ona şöyle der: “Ey İbrahim! Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu, İshak’ı al ve Moriya diyarına git ve orada sana söyleyeceğim dağların biri tilerinde onu yakılan kurban olarak takdim et” (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 1-3). Bu emir üzerine İbra¬him, uşaklarından ikisini ve oğlu İshak’ı alır, eşeğine palan vurup Al¬lah’ın söylemiş olduğu yere gitmek üzere yola koyulur. Üç günlük bir gidişten sonra İbrahim, gözlerini kaldırıp, Tanrı’nın belli ettiği yeri uzaktan görür. Uşaklarına, “Siz burada eşekle beraber kalın, ben çocuk¬la beraber oraya gideceğim; secde edip yanınıza döneriz” der. Ve sonra bir miktar odunu İshak’ın sırtına yükler. Eline bir bıçak alarak o belli edilen yere doğru yollanır. Yolda İshak babasına sorar: “Ey baba! İşte ateş ve odun, fakat yakılan kurban için kuzu nerede?” İbrahim, “Oğlum, yakılan kurban için kuzuyu Allah kendisi tedarik eder” der. Nihayet, Tanrı’nın belli etmiş olduğu yere varırlar; orada İbrahim bir mezbah yapıp odunla- rı dizer ve İshak’ı bağlayarak odunların üzerine yatırır. Sonra eline bıçağı alır ve tam oğlunun boynunu kesmek üzereyken Tanrı’nın meleği göklerden seslenir: “Elini çocuğa uzatma ve ona bir şey yapma; çünkü, şimdi bildim ki, sen Allah’tan korkuyorsun (Anadolu Alevi Kızılbaşlarının inancında Allah korkusu yoktur. Hakk sevgisi üzerine inancını inşa eden bir öğretide Allah korkusu olmaz ve aslada olmamıştır.) ve kendi biricik oğlunu benden esirgemedin” (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 4-12). Bu seslenme üzerine İbrahim gözlerini kaldırıp baktığında görür ki, çalılıklar içinde bir koyun (koç) boynuzlarından tutulmuş durmaktadır. Hemen gidip oradan koyunu alır ve oğlunun yerine koyunu “yakılan kur¬ban” olarak takdim eder (Tevrat, Tekvin, Bap 22: 13). Az geçmeden Tanrı’nın meleği ikinci kez göklerden İbrahim’e seslenir ve şöyle der: “Mademki her şeyi yaptın ve biricik oğlunu esirgemedin, seni zi¬yadesiyle mübarek kılacağım ve senin zürriyetini... deniz kenarın¬daki kum gibi çoğaltacağını; senin zürriyetin düşmanlarının kapı¬sında hakim olacaktır... çünkü sözümü dinledin” (Tevrat, Tekvin, Bap 22). Osmanı musafta yer alan şeklinde ise Tevrat’ta anlatılan hikaye Saffat Suresi’ne şu şekilde geçmiştir. İbrahim, kendi kavmini putlara tapınaktan alıkoyamayınca, “Doğrusu ben Rabbim uğrunda sizi bırakıp gidiyorum; O beni doğru yola eriştirir” der (Saffat Suresi, ayet 99). Sonra Tanrı’ya yalvarıda bulunarak kendisine “irilerden” bir çocuk vermesini ister (Saffat Suresi, ayet 100)ve Tanrı da ona “yumuşak huylu bir oğlan” verir (Saffat Suresi, ayet 101) Fakat, İbrahim, Tanrı’ya olan bağlılığını kanıtlamak için, oğlunu (İsmail’i) ona kurban etmek ister. Ve bir gün çocuğunu alıp yola çıkar. Yolda gi¬derlerken oğluna şöyle der: “Ey oğulcuğum! Doğrusu ben uykudayken seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” Yani anlatmak ister ki. Tanrı kendisini denemek istemiş ve oğlunu kurban etmesini em¬retmiştir. Bu beklenmedik soruya oğlu (İsmail) şöyle cevap verir: “Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa yap; Allah dilerse, sabredenlerden olduğumu göreceksin” (Saffat Suresi, ayet 102). Bunun üzerine İbrahim, boğazlamak için oğlunu alnı üzerine yatırır. Fakat, tam bu sırada Tanrı seslenerek, İbrahim’i denemek için böyle yapmasını emrettiğini, iyi dav¬rananları ödüllendirdiğini bildirir ve fidye olarak kendisine büyük bir kur¬banlık verir. Dediğimiz gibi isim Tevrat ve İncile göre İshak Osmanı musafa göre ise İsmaildir. kızılbaş - sayfa 59 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Bu olaydan sonra Kurban bayramı Yahudilerce kutlanmaya başlanmış. İbrahim Allah katında inanç sınavını vermiş, artık insan kanı yerine hayvan kanı akıtılacak ve çocuklarıda kendisine bağışlanmıştır. Ve artık insanlar kendi çocuklarını kurban etmeyecek insanların yerine hayvanlar kurban edilecektir. Tam olarak açıklamak istersek Yahudi dininde Kurban Bayramı ilk olarak bu şekilde başladı diyebiliriz. Dinsel olarak ilk kurban ise ibrahim ile değil; Ademin çocukları olan Habil ve Kabil ile başlamıştır. Buna göre Habil ve Kabil kurban kesmiş habil`inki kabul olurken kabil inki kabul olmamış ve Kabilde kıskanıp Habili öldürmüştür. Buda tek tanrılı, tek kitaplı ve tek peygamberli dinler tarihinde ilk kurbanın ibrahim ile değilde adem döneminde başladığını göstermektedir. Tevrat’ın “Tekvin” kitabında anlatılan şekliyle ilk kurban şöyledir: Adem’in iki oğlu olmuştur ki, adları Habil ve Kabildir. Bu iki kardeşten biri olan Habil, koyun sürüsü güden bir çobandır. Diğer kardeş Kabil ise çiftçidir. Beraberce yaşayıp giderlerken bir gün Habil, gütmekte olduğu sürünün ilk doğanlarından bir koyunu kesip Tanrı’ya kurban olarak sunar. Çifçilikle uğraşan Kabil ise, Tanrı’ya kurban olarak toprak ürünlerinden (buğday) sunar. Tanrı, Habil’in sunmuş olduğu kesilmiş koyunu kurban olarak kabul eder, fakat Kabil’inkini kabul etmez. Bunun üzerine Kabil, kıskançlığa kapılıp kardeşi Habil’i bir vuruşla öldürür (Tevrat, Tekvin, Bap 4, 1-9). Ayrıca hiç bilinmeyen veya çok az bilinen bir diğer kurban olayı ise sünnettir, kökü afrikadır. Mısırdan ayrılan musanın tanrıya kendisinden bir parça sunmak için ortaya çıkardığı , kavmini kutsayarak mecbur ettiği sünnet olayıda özü itibariyle bir kurban ibadetidir. Evet buraya kadar kısada olsa tarihsel ve tek tanrılı dinker açısından sizlere kurbanı ve bayramını anlatmaya çalıştık. Ve şimdi bizi ilgilendiren asıl konuya geliyoruz. Bilindiği gibi günümüzdeki kurban inanışı diğer tek tanrılı dinlerde olduğu gibi kökenini ibrahim peygamberden alır. İnanışın çıkış noktası aynıdır. Ama anlamı ve manası aynı değildir ve tamamende farklıdır. Konunun Osmanı musaf olarak açıklamasına geçersek bilinmesi gereken en önemli nokta şudur. Biz aleviler Kuranın değiştirildiğine şimdiki orjinal hali olmadığına, ömer zamanında ayetlerin ve surelerin kendilerine göre değiştirildiğine, osman zamanında ise şu anki durumuyla kitap haline getirildiğine, osman-ı musaf, osmanın kitabı olarakta söylediğimizi ve aslının şu anda günümüze ulaşmadığını kabul eder,inanır ve o şekilde yorumlarız. Özellikle ömer ve mervan döneminde değiştirilmiş ve yeniden yazılmış orjinal yazmaları ise yakılarak yok edilmiştir. Bunun yanında ömer mısırdaki büyük iskenderiye kütüphanesini yaktırmıştır. Hitler ve Kenan Evren de tarihte kitap yakan faşist insanlardan bazılarıdır. Biz Aleviler kuranı yani osman-ı musaf ı kitap olarak kabul eder ama asla orjinal olmadığına ve değiştirildiğine inanırız. Bu ikisi bizim için ayrılmaz bir bütündür. Yani İslamistler gibi tek bir harfinin değişmeden günümüze kadar geldiğini asla kabul etmeyiz. Devam edelim; Osmanı musafdaki Kurban sureleri ise; Bakara, Ali İmran, ,Maide,Hac,Saffat, Fetih(Kılıç) ve Kevserdir bu surelerde kısaca kurbandan bahsedilir ve İslam dininin kurban kesiminde bu sureler okunur. İslam dininde kurban Muhammedin mekkeden medineye göçünün 2.yılında kabul olmuş. Muhammed veda haccında 100 kurban kestirmiş, 62 tanesini kendisinin her yaşı için, 1 kurbanı kızı Fatma için geri kalanını ise Ali ye kestirmiştir. İslamda kurban ibadeti ve kesimi Muhammedin Islam dinini açıklamaya başlamasından tam 12 yıl sonra dinsel ibadet olarak islam dininde kendine yer bulmuştur. Alevilikte kurban ve kurban bayramı ve konuyu daha iyi anlayabilmek için sunniliğide anlatıp aradaki farkı ortaya koyacağız. Islamda Kurban Bayramının ortaya çıkışı ise Müslümanların Hac ziyareti sonrası yaptıkları ibadetlerini kutsamak için kestikleri kurbanlarını daha sonra bayramlaştırmaları sonucu ortaya çıkmıştır. Peki bunu neden yapiyoruz sebebi şu; bizleri yok etmek ve asimile etmek isteyen düşüncenin önüne gecebilmek için önce karşı düşünceyi bilmek zorundayız. Aksi bir düşüncemiz bulunmamakta, ayrıca bilmek ve öğrenmekte bizim öğretilerimizin en başında gelir. Hac Suresi’ndeki hükümlere göre Kurban kesimi, Tanrı’yı yüceltmek İçin İbadet anlamını taşıyor; Bu nedenle Kurban keserken Tanrı’nın adının anılması gerekir (Hac Su¬resi, Ayet 36) Hac Suresi’nin 35., 36. ve 37. ayetlerinden anlamaktayız ki, kurban kesimindeki asıl amaç, Tanrı’yı yüceltmek ve ona şükürler etmektir; bu bakımdan kurban olayı Tanrı’ya ibadettir. Tanrı, bu hayvan¬ların ne etlerinin ne de kanlarının kendisine ulaşmayacağını söyler; daha başka bir deyimle kurban kesiminin kendisi için maddi bir çıkar sağlamadığını, sadece kendisini yüceltici bir ibadet olduğunu anlat¬mak ister. Kurban kesiminde Tanrı’nın güttüğü amaç kendisinin ibadet yoluyla yüceltilmesini, kendisine şükredilmesini sağlamaktır. Bunun böyle olduğunun iyice anlaşılması için, kurban keserken, hay¬vanın ön ayaklarının bağlanması ve Tanrı’nın adının anılması gerekir (Hac Suresi, ayet 35-36). Osmanı musaftaki ayetlerde Kurban kesimi, Tanrı’yı yüceltemeye yönelik bir ibadettir. Ne Osmanı musaftada ne de Osmanı musafta olmayan uygulamalarda, kurban kesiminin sadece yoksulları doyurmak ve korumak amacıyla gerçekleştirildiğine dair bir anlatı ve mana yok¬tur. Yoksula para veya mal şeklindeki yardımın, Tanrı’ya kur¬ban sunmaktan daha hayırlı bir iş sayılabileceğine dair herhangi bir hükümde bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde Osmanı musafta, kurbandaki amacın, her ne şe¬kilde olursa olsun, kan akıtmayı önlemek olduğuna dair bir işaret de yoktur. Kan akıtma şeklindeki kurban kesimi olayının başlı başına “ibadet” niteliği taşıdığını belirleyen bir çok ayet vardır. Osmanı musafa göre kurban ke¬simindeki amaç, esas itibariyle yoksula yardım değil, Tanrı’ya bağlı¬lığın, kan akıtımı yoluyla saptanmasıdır. Islamda Kurban kesebilmek mali bir ibadettir yani parası olanlar kurban kesebilirler. 1 kişiden 7 kişiye kadar ortak kurban kesebilirler ve İslam dininde koyun, keci,sığır, manda ve deve kurban olarak kesilir. Borç para ile kurban kesebilirler ama parası kurban olarak kabul görmez sadakaya geçer. Islamda Sunnilikte ortak kurban kesiminda farklı niyetlerde olabilir. Hacda kesilen kurbana hedy kurban bayramında kesilen kurbana uhdiye denir. Duası ise çok daha farklıdır. Euzübillahimineşşeytanirracimbismillahirrahmanirrahim ve Allahu Ekber diye başlar. Bu ise bizim inancımızda yoktur. Aleviler hiç bir gülbenglerine Euzübillahimineşşeytanirracimbismillahirrahmanirrahim ve allahu ekber olarak başlamaz ve yapmazlar. kızılbaş - sayfa 60 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Islamda kurban kesebilmek icin müslüman olmak ki doğrusu ise müsülmandır, hür olmak,ergenlik çağında olmak,misafir olmamak,paraya ve belli bir mala sahip olmak mecburidir. Bu arada İslam dininin kurban ibadetinin bir zengin ibadeti olduğunu ve hür olmak ilede köleciliği ve köleliği kabul ettigini ve öyle söylenildiği gibi de köleliği ve köleciliğide asla kaldırmadığını burada görmekteyiz. manlar kurban kesimlerini ve kurban bayramlarını hac mevsiminde hacca gidince yaparlar bizlerde ise böyle birşey yoktur. Bizlerde kurban edilen hayvanlar ise koç , koyun,sığır,deve ve horozda kurban olarak kabul edilir. Islamda ise asla kabul edilmez hatta dinden çıkış-ridde bile sayılır. Kesilecek kurbanın hamile yani yavrulama dönemi olmamalı bu nedenle daha çok erkek cinsi tercih edilir. Kesilecek olan kurbanlıkta, kurbanın sakat olmaması, kör olmaması, dilsiz, kulaksız kuyruğunun yarıdan fazlası kesik olmaması ve cok zayıf olmaması belirleyicidir. Geçmişte Aleviler köylerde ve kırsalda kurban Erkanlarında bayram yapmazlardı. 1945 ve özellikle 2.Dünya savaşı sonrası ile 1950 den sonra kentleşme , şehirleşme ve 1826 da 2.Mahmut tarafından yapılan yeniçeri ve bektaşi kıyımı sonrasında dergaha atanan Nakşibendi tarikatı Şeyhi tarafından Bektaşilik tarikatına sokulan Kurban Bayramı uygulamasının günümüze uzantısı, devamında Bektaşilik ile tanışma ve biraraya gelmenin etkileriyle Alevilerde kurban bayramı yapmaya başlamışlardır. Buda asimilasyon ile İslamist Nakşibendiliğinin Bektaşi tarikatı üzerinden zaman içinde günümüze getirdiği olumsuz etkilerdir. Şunuda söylemek zorundayız Aleviler Hace Bektaşa gidip ziyaret ettiklerinde kurban keseler, bu o yere değil o kutsal insana gitmek ziyaret etmek ve onun için kurban kesmektir. Islam dininde 4 çeşit kurban vardır Akika, Hac, Adak ve Kurban bayramı kurbanıdır. Ve yine mezheplere göre kurban vacip yada sünnet olarakta kabul olabilmektedir Evet kısada olsa İslam dinindeki kurbanı ve kurban bayramını açıklamaya çalıştık. Sunni inancında olan bayramlaşma Alevilerde yazdığımız olumsuz negatif etkiler sonucu ayıp olmasın, can korkusu ve yaşadıkları kentlere uyum sağlama ve en önemlisi kendini saklama, sırrını yabancıya açmama ile baslamıştır. Hace ; inançsal bazda ve önder,egitmen lider öğretmen demektir. Bektaşiler kurban bayramında kesilen kurbandan sonra cem yapıp 12 hizmetide yerine getirirler. Anadolu Alevi Kızılbaşlarında ise bu da yoktur. Yeri geldikçe karşılaştırmaları sürdüreceğiz. Alevi inancında kurban kesimi kutsal ama bir o kadar da rıza ile olur, her Alevinin yapmasi gereken 17 Erkan bir yol kuralıdır. Ama bunun yanında gösteriş için ve sırf cana kıymak için kurban kesilmez. Islam dininde kurbandan sonra 2 rekat namaz kılarken, bizde ise kurban tığlandıktan sonra kurban eti yenilirken lokma ve sofra gülbengleri verilir. Islam dininde 4 çeşit kurban varken bizlerde iç ve dış kurbanlar olarak 2 ye ayrılır. Asr-ı Saadet olarak kabul edilen 4 halife dönemi ve devamı araştırıldığında bu apaçık bir şekilde ortaya çıkacaktır. Şimdi biz Anadolu Alevi Kızılbaşlarındaki kurban Erkanını anlatmaya başlayabiliriz. ÖNCELİKLE ANADOLU ALEVİ KIZILBAŞLARINDA KURBAN BAYRAMIDA, NAMAZIDA YOKTUR..! Bizde kurban kesmek terimi yoktur onun yerine bizler Kurban Tığlamak deriz. Tığ farsça bir terimdir. Türkcesi ise kılıç demektir, yani kurban kılıçlamak anlamını taşır. Bu bağlamda İslam dini ile İnanç dilimiz bile ayrıdır kesinlikle uyuşmaz ve aslada aynı anlamları içermez. Ayrıca Kurban 17 Erkandan biri olarakta inancta kabul görür. Alevilikte Kurban Erkanı vardır ama Kurban Bayramı ve Namazı yoktur, yani tam türkcesi ile söylersek cana kıymak bayramı yoktur. Bütün canlıları Hakk ın bir parçası olarak gören inancımızda bu şekilde bir bayram bulunmamaktadır. Bunuda şuradan öğrenmekteyiz. Bizim Duvazlarımızda, Gülbenklerimizde, Beyitlerimiz ve Deyişlerimizde kurban yazar ama kurban bayramı diye bir söz ne yazılmış nede söylenmiştir.. Kurban Erkanını yürütün denir ama bayramını yapın diye bir şey yoktur. Bunun nedeni ise İslam dininden etkilenmedir. Çünkü İslam dininin insanları olan müslü- Islamda; misafirler kurban kesmezken bizde misafirlerde kurban kesebilirler. Islamda; belli bir servet ve mal aranırken Alevilikte aranmaz. Islamda; sadece ibrahim peygamber için kesilirken bizlerde İmam Hüseyin içinde manevi bir anlam taşır, yani İmam Hüseyinin Kerbelada katledilmesinin manevi inancınıda içinde taşır. Islamda, kurban kesmeyen dinden çıkmazken bizde yol kurallarından biridir rıza ile kurban kesmeyen yola kabul edilmez, çünkü yol kurallarından biri kurban kesmektir. Bizdeki kurban gülbengi ile Islamdaki kurban duaları farklıdır. Bizde Bismi Şah Hallah Hallah ile başlar. Kurban Gülbenlerimiz amin ile bitmez. Bizde gülbenklerimizin sonunda asla amin denilmez ve şimdiye kadarda asla denilmemiştir. Bektaşilikte yine kurban gülbengi biraz daha değişik olmasına rağmen hemen hemen aynı gibidir. Bizlerde Pirin ve talibin kurban gülbenkleri yörelere göre değişmektedir. Kurban tığlama gülbenkleri okunduktan sonra kurbanlar tıglanır.. Bizde hacca gitme olayı olmadığından hacca gidip kurban kesme ve kurban bayramı bulunmamakta ama bunun yanında ziyaretlere ve kutsal yerlere gidip kurban kesme vardır. İÇSEL KURBANLAR 1. Görgü Kurbanı…Görgü cemlerinde kesilir. Sadece musahipli canların katıldığı cemlerdir. 2. Matem Kurbanı…12 günlük Yas-ı Matem orucundan sonra yapılan Lokma amaclı kurban-Asure.. 3. Düşkünlük Kurbanı…Yoldan düşmüş bir insanın düşkünlüğünün kaldırılması için kesilen kurban 4. Abdal Musa Kurbanı…Abdal Musa Cemlerinde kesilen kurban Alevi Cemleri iki türlüdür A - Görgü Cemi B - Birlik Cemi Alevi Kızılbaş cemlerine yalnızca iki kutsal varlık adını vermiştir. Bu iki ulu varlık ise Abdal Musa ve Hızır dır. Bunun dışında hiç bir varlık Alevi Kızılbaş cemlerine adını vermemiştir. Ne yazıkki günümüzde bu iki kutsal varlığın dışında başka isimler adınada cemler yürütülmektedir. Newruz cemleri ise birlik cemleri konumundadır. 5. Dardan İndirme Kurbanı…Hakk a yürüyen bir canın hayrını vermek için kesilen kızılbaş - sayfa 61 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 cem ibadetinde kesilen kurban 6. Musahiplik Kurbanı…Yola girişte tutulan Musahiplik ceminde kesilen kurban 7. Kirvalık Kurbani…Sünnet yapılırken kesilen kurban DIŞSAL KURBANLAR 1. Adak Kurbanı…Kutsal görülen bir yere gidildiğinde dileğin gerçekleşmesi için kesilen kurban 2. Hızır orucu Kurbanı…Her yıl yapılan ve Şubat ayının 13.14.15 inde tutulan Hızır Orucu kurbanı 3. Sultan Newruz Kurbanı….Hz Ali`nin doğum günü olan Sultan Newruz Ceminde kesilen kurban 4. Hıdırellez Kurbanı…6 Mayısta Hıdırellez Bayramında kesilen kurban. (Osmanlıda Oyun Çoktur. 6 mayıs 1972de idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnanı Demokrasi Şehitleri olarak kabul etmemizin üzüntüsü ne yazıkki bayramımızı gölgelemiştir.) 5. Kurban Bayramı Kurbanı…Kurban Bayramında kesilen kurban. Görüldüğü gibi Alevi inancında yaşamın hemen hemen her alanında önemli olan her olay için bir kurban kesme erkanı vardır. Buda bizi İslam dininden ayıran bir başka önemli noktadır. Aleviler İmam Hüseyini kestikleri her kurbanda anarken, Islamda ise asla böyle bir şey yoktur. Çünku bizim için İmam Hüseyin Yol un devamı için kendisini Kerbelada kurban ederek inancından dönmemiş ve zalime boyun eğmemiş, bu nedenle akıtılan kandaki kutsallığıda kestikleri her kurbana vererek anarlar. Aleviler sadece İmam Ali ve onun soyu olan 11 insanı hepsi toplam 12 olmak üzere İMAM olarak anarlar. Camiilerde namaz kılan-kıldıran yada sunni inancındaki ulemaları asla imam olarak çağırmaz ve kabul etmez. Bu ulemaların yada ileri gelenlerin Ömer,Osman veya Ebu Bekir olması hiçbir şeyi asla değiştirmez. Islamda kesilen kurbanın bazı organları yenilmezken bizlerde yenilir, mesela bağırsakları, kuyruğu, hayaları yani yumurtalıkları. Yaşamsal zorluk ve hayat şartlarından dolayı yenilmiş ve halende yenilmektedir. Kurban Duvazlarımız yani Gülbenklerimiz ise çok daha farklıdır ve bizim Pirlerimiz kurbanlara gülbenk okumadığı sürece kesilemez ve etleri dağıtılamaz. Bizde her önüne gelen kurban kesemez. Özellikle Rızalık alınmadan kurban kesilmez. Öncelikle ev içinde dargın ve küskün olmayacak, hellalık alınacak, rızalık ve helallık alınmadan kurban kesilmez. Nasıl ki cemde Pir rızalık ve helallık almadan cemi yürütemiyorsa bir Alevi canıda evinden rızalık ve helallık almadan kurban tığlayamaz. Ayrıca kurban kestim artik cennetliğim gibi düşünceler asla inancımızda yer almaz. Ki cennet ve cehennem olgusu inancında yoktur ve aslada kabul etmemişizdir. Islamda ise bu gibi bir uygulama ve anlayış yoktur. Bizim inancımızda Horoz, Tuz, bir Tas Su yada Ekmek bile yerine göre kurban olarak geçerken Islam dininde ise bu durum yoktur ve daha öncede söylediğimiz gibi dinden çıkma olarakta görülür. Bizlerde Kurban Erkanı ve yolu öncelike Pirler, Mürşitler , Rehberler, Bektaşilikte Dede yada Baba lar tarafından yapılırken; bunların olmadığı yerde rızalık ile Talipler tığlarken Islamda ise böyle birşey yoktur. ve kendilerine göre aslada kabul görmez. Bunun yanında kesilen kurbanlar gösteriş amacıyla daha çok hayvan kesmek, başkalarını aşağılamak yada küçük düşürmek yada zenginlik gibi amaçlar için yapılmaz Ulu orta yerlerde ve geceleri kurban kesilmez. Kurbanın kanı derin sayılabilecek bir çukura akıtılır ve üstü kapatılarak gömülür, kemikleri kırılmaz ve kurban kesilirken yönü Güneşe doğru çevrilir ama ne yazık ki günümüzde Benim Kabem İnsandır inanışı şehirleşmenin getirdiği etki ve asimilasyon sonucu Islamdaki gibi kıbleye doğru yönelmiş ama buna rağmen halen asimileden etkilenmemiş örneğin Abdal Musa Dergahı gibi kırsal yerlerde ve bazı köylerde güneşe doğru çevrilmekte ve gülbenkleride bu şekilde okunmaktadır. Cemlerde cemal cemale, yani yüz yüze yapılan ibadetler Alevi inancında insanın kıble olduğunun pratikteki en basit örneğidir. biri, kötülüğü nefreti kendinde yok etmek yani Hiç liğe ulaşmaktır. Bunun yanında her yıl Pir darına durup rızalık almak sorgudan geçmek ve nasip almak ancak yola kendini adamak ile gerçekleşmektedir , bu davranış ile kişi kendini her yıl yola kurban eder. Islamda ise asla böyle bir şey yoktur. Her Alevi canı aslında kendi yolunun kurbanıdır. Yani zahiri anlamın dışında batıni olarak Hakk la Hakk olmak birliğe varmak inancını taşır yoksa Islamdaki gibi bir anlamda kurban kesilerek Allaha yaklaşma veya günahlarından arınma olmaz. Musahiplik ceminde yola girenlerin boyunlarına tığbend baglanmasi ve canların kendi kendilerini kurban konumuna getirmesi ile söylenen Canım Kurban Tenim Tercüman yani canını yola kurban ederken tenini de buna şahit olarak göstermesi ile çok şey söylenmeden öz söylenilmiş ve anlatılmıştır. Bunun yaninda Enel Hakk diyerek Hakkı kendimizde görüp kendimizide Hakkın bir parçası sayıyorsak kesilen kurbaların aslında yola ikrar vermiş olanların yola devam ettiklerinin bir işareti yani mühürü olarakta kabul ederiz. Hakkı kendinde gören ve kendini Hakkın bir parçası kabul eden bir inancın ve yolun sahibi insanlarının Allaha yakınlaşmak için kurban bayramını yapmak gibi bir sünni inancına ait kurban kesme anlayışı yoktur. Yetmiş deve ile Kabeden gelsem Amentü okusam abdestim alsam Ulu camilerde beş vaktim kılsam Mürşide varmadan yoktur çaresi Arafatta kurban kessem yedirsem Hac kurbanın kabul oldu dedirsem Pir aşkına su doldursam su versem Mürşide varmadan yoktur çaresi ALEVİ-BATINİ ANLAMDA KURBAN.. Kul Himmet Bizim inancımızın asıl önemli noktası yani Sır olarak söylenen kurban ise aslında, Yola talib olan canın yola girerken ikrar vermesi ve kendi canından vazgeçip kendini yola kurban etmesi bir yönüyle kendini tamamen teslim etmesidir. Yani Pirin huzurunda Dara durması kendisini Yola teslim etmesi ve yola adaması asıl kurban anlamındadır. Nefsini körelterek ölmeden ölmek, en değerli varlığından vazgeçip her türlü fedakarlığa katlanmak ve Yola bağlılık Can`ın Canan a adanmasıdır. Can yola talip olan kişiyi ifade ederken Canan ise Hakk ı ifade etmektedir. Ve kendinde var olan ikiliği, birliğe indirmek, ki- Yolumuzda öl ikrar verme, öl ikrarından dönme, gelenin malı dönen canı olarak yola verilecek en önemli kurbanın kişinin kendisi olduğu söylenmiştir. Kişinin Kurban Verdirilmesi`dir Verilmesi Canım erenlere kurban Serim meydanda meydanda İkrârım ezelden kadim Canım meydanda meydanda Yanarım yoktur dumanım Gönlümde yoktur gümânım ise İkrar kızılbaş - sayfa 62 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Al malım bağışla canım Varım meydanda meydanda Kellem koltuğuma aldım Kan ettim kapına geldim Ettiğime pişman oldum Dâr'ım meydanda meydanda Münkir rakipten kaçın Müminim hulle don biçin Ben bülbülüm bir gül için Zârım meydanda meydanda Gerçek olan olur gani Gani olar veli Nesimî'yim yüzün beni Derim meydanda meydanda Nesimi Yol ehli olanlar yolda Hakikata ulaştıklarında gerçek kavuşmaya vardıklarında bunun anısına kurban tığlarlar.. Ölmeden Evvel Ölmek, Bu Dünyadan Vazgeçip İnsan-i Kamilliğe Ulaşmak yani bir bütün olarak her şeyinden vazgeçmektir. Içsel ve Dışsal tek Kurbandir. Can ın cem tutup Yola Erkana göre Mürşitlerin,Pirlerin ve Taliplerin önünde dünyevi işlerinden ve malı ile mülkünden vazgeçmek için kestirdigi içsel ve dışsal olarak kabul edilen en kutsal ama bir o kadarda en az kesilen kurbandır. Cünkü burada kesilen asıl kurban o canın kendisi olmaktadır. Ayrıca Bektaşilerde meydandaki 12 Posttan biri olan Kurbancı Postu ise İbrahim makamıdır. Bunun yanında Batıni anlamda yine Lokma da kurban anlamını taşır, mezarlara yada ziyaretlere gidildiğinde kurban kesemeyenler yaptıkları lokmaları yada yanında getirdikleri yiyecekleride kurban niyetiyle rızalıkla sunarlar. Özellikle persembeyi cumaya baglayan aksam yakılan mumlar ve mezarlara sunulan lokmalarda aynı şekilde kurban yerine gecer ve kurban kutsallığını taşır. Bu ise yine Islamda yoktur. Kurban beyitlerimiz ve deyislerimize örnek vermek istersek, MUHAMMED ALİ’YE İNDİ BU KURBAN Akıl ermez yaradanın sırrına Muhammed Ali’ye indi bu kurban Kurban olam kudretinin nuruna Hasan, Hüseyin’e indi bu kurban Ol İmam Zeynel’in destinde idim Muhammed Bâkır’ın dostunda idim Cafer-i Sadık’ın postunda idim Musa’ Kâzım, Rıza’ya indi bu kurban Muhammed Taki’nin nurunda idim Ali-yün Naki’nin sırrında idim Hasan-ül Askeri’nin dârında idim Muhammed Mehdi’ye indi bu kurban Aslı Şah-ı Merdan güruhu Naci Hakikata bağlı bu yolun ucu Senede bir kurban talibin borcu Muhammed Mustafa’ya indi bu kurban Tarikatten hakikate ereler Cennet-i âlâya hülle sereler Muhammed Ali’nin yüzün göreler Erenler aşkına indi bu kurban Şah Hatayi’m eder bilir mi her can Kurbanın üstüne yürüdü erkân Tırnağı tesbihtir, kanı da mercan Oniki İmam’a indi bu kurban. Şah Hatayi KURBAN GÜLBENGİNE ÖRNEK; Bism-i Şah Allah Allah!.. Kurbanımız kabul, muradımız hâsıl ola! Evimiz, ocağımız şen, kısmetimiz gür ola!.. Lokmalarımız Hak dergâhına yazıla! Her kazaya kalkan, her belâya bekçi ola!.. Üçlerin, Beşlerin, Kırkların, Oniki İmamların, Ondört Masum-u Pâkların Onyedi Kemerbestlerin şefaatından mahrum eylemeye!.. Şah-ı Merdan yardımcımız, Hz. Pir gözcünüz ola! Gerçeğe hû, mümine ya Ali!.. Dört Kapu Kurbanlar tığlanıp gülban çekildi Gaflet uykusundan uyana geldim Dört kapı sancağı anda dikildi Üryan büryan olup meydana geldim Evvel eşiğine koydum başımı İçeri aldılar döktüm yaşımı Erenler yolunda gör savaşımı Can ü baş koyarak kurbana geldim Ol demde uyandı batın çırağı Üç adım ileri attım ayağı Rehberim boynuma bendettiği bağı Koç kurban dediler imane geldim Dört kapu selamını verüp aldılar Pirin huzuruna çıkıp geldiler El ele el Hakk’a olsun dediler Henüz ma’sum olup cihana geldim Pirim kulağıma eyledi telkin Şah-ı velayete olmuşuz yakın Mezhebim Ca’fer-i Sadık-ul-metin Allah dost eyvallah peymana geldim Özüm darda gözüm yerde durmuşum Muhammed Ali’yi ikrar vermişim Sekahüm hamrini anda görmüşüm İçip kana kana mestane geldi Yolumuz On iki İmam’a çıkar Mürşidim Muhammed Ahmed-i Muhtar Rehberim Ali’dir sahip Zülfikar Kulundur Şahiya divana geldim Şahiya Ayrıca Alevi inancında İnsana Hizmet ve Yola Hizmet, Hizmet Hakk içindir sözü ile açıklanır. Bu nedenle kurban bayramlarında kurban tığlamak yerine kurumlarımıza yardım etmek bir fakiri doyurmak yada öğrenciyi okutmak gibi ihtiyacı giderecek hizmetlerde kurban kesmek ibadeti yerinede geçmektedir. Bizim inancımızda yer alan Rıza Şehrini var edebilmek İnsan-i Kamillikle mümkünken ihtiyaca göre davranmak ve yaşamak öğütlenirken gereğinden fazla kurban kesmek ve gösterişe varan davranışlarda bulunmak inancımızda yer bulmaz ve kabulde görmez. Son olarak ekonomik açıdanda açıklamaya çalışırsak kurban derilerinin değeri toplandığında çok yüksek bir meblağ tutmaktadır. Özellikle Türkiyede toplanılan kurban derileri THK, Çocuk Esirgeme yada Huzurevi gibi kurumlara gideceğine islamcı cemaatlere ve tarikatlara gitmektedir. Bu durumda bizlere asimile silahı olarak geri dönmektedir. Kesilen kurban derilerinin doğru değerlendirilmesi, yararlanılması korunması gerekmektedir. Bu nedenle kesilen kurbanlarının derilerinin doğru yerlere gitmesinede ayrıca dikkat etmeliyiz. Öte yandan laik olduğunu belirten ve söyleyen bir devletin dinsel bir olaydan para kazanması aslında o devletin laik olmadığının bir diğer göstergesidir. Diyanetin kurban derilerinden ve kesiminden kazandığı mali güc Türkiyedeki bütün diğer öteki inançları yok etmede ve eritmede onemli bir rol oynamaktadır. Bütün yukarıda yazdıklarımızı anlatacabileceğimiz güzel bir deyişimiz ile bitirelim Bütün evren semah döner Aşkından güneşler yanar Aslına ermektir hüner Beş vakitle avunmayız Canan bizim canımızdır Teni bizim tenimizdir Sevgi bizim dinimizdir Başka dine inanmayız Hüdayiyim hüdamız var Dost elinden bademiz var Muhabbetten kalamız var Ölüm ölür biz ölmeyiz Yolu sürenlere aşk ile….. Saygılarımla Adnan CANGÜDER/Münih kızılbaş - sayfa 63 - sayı 23 - Şubat 2013 - [email protected] - tel: 00 49 (0) 177 502 88 53 Maraş Katliamı'nın yaşandığı sıralarda dönemin İçişleri Bakanı olarak görev yapan Hasan Fehmi Güneş, katliam anlarını canlı yayında anlattı. Hasan Güneş katliam için "faşist bir plan" ifadelerini kullanarak tüyler ürperten katliamın detaylarını canlı yayında paylaştı... KAYNAR SUYA ÇOCUK ATILDI Hasan Fehmi Güneş, katliamın tüyler ürperten anlarını anlatırken, katliam esnasında kaynar suya atılarak öldürülen bir çocuk bile olduğunu kay- dederek "Yörükselim Mahallesi’nde canilerin elinde kurtulan 10 yaşındaki bir çocuk kaçarak komşularına sığınıyor ancak onca yıllık komşuları onu evine almıyor. Yine bir kişiyi ağaca çivileyip ateş ederek öldürüyorlar. En Annelerimiz... Onların en belirgin özelliği yalnızca kendi çocuklarını değil tüm çocukları sevmek! En zor zamanlarda kol kanat gerdiler, emek verdiler çocuklarına ve çocuklarının arkadaşlarına. Belki de kendi dışımızdaki dünyaya duyarlı olmak, kolektivizm, annelerimizden bir duyuş olarak geçti bize. Onlardan aldığımız bu duyuşa bilinç katarak dünyaya dokunmaya çalıştık. Hatta değiştirmek isteminde olacak kadar özgüvenli olduk. Çocuk değildik, ama çocuk kadar içtendik. Yürekliydik. 12 Eylül'ün en karanlık dönemlerinde onlar bizi korumaya çalıştılar, etrafımızda zırh oldular. Anladık mı bilinmez... vahşi olaylardan birisi de kocaman bir kazanda kaynar suya atılarak öldürülen çocuk cesedi bulduk" dedi. Maraş, katliamının göz göre göre geldiğini ifade eden Günşe "Katliamın önüne geçilemedi, çünkü istihbarat bize bunlarla ilgili bilgi vermiyordu. Olaylar başladı, Vali'ye istihbarat verilmedi, askeri çağırmakta da geç kalındı. Gelen asker de yeterli değildi. Ben istihbarat örgütünün oradaki cinayetlere, oradaki katliama katkı yaptığını düşünüyorum. Engel olmayı bırakın, MİT bizzat katkı yaptı." dedi... Biz devrim yapıp güya onları kurtarmayı düşlerken, onlar aklımızın ucundan geçmeyen ironiler yarattılar düşünce dünyamızda. Bizi uyardılar, ayılttılar, direncimizi güçlendirdiler. Necmettin Yalçınkaya kitabında; kimi zaman pratik zekâsıyla düşündüren, kimi zaman kendine güveni ve cesaretiyle hayran bırakan, kimi zaman da ataklığı ve hazırcevaplığıyla güldüren ve onun yetişmesinde en büyük emek sahibi olan annesini merkeze alarak 12 Eylül Darbesi'ni, arkadaşlarını ve mücadelesini anlatıyor kısa hikâyeleriyle. Siparişleriniz için: [email protected] Komşu haklarımız ile ortak bayramımız olan Gağant / Gağan cemicümlemize hayırlı bereketli huzurlu olması dileklerimiz ile!