iş yaşamında çatışma yöntemi

Transkript

iş yaşamında çatışma yöntemi
KÜLTÜREL MĠRAS KAÇAKÇILIĞI VE KORUNMASI
Prof. Dr. Özgen Acar’ın 22.11.2011 tarihinde gerçekleştirdiği konferans metnidir.
Prof. Dr. Abdurrahim Özgenoğlu: Kültürel miras sadece güzel sanatları ilgilendiren bir konu
değil bütün vatandaşları ilgilendiren bir konu diye düşünüyorum ben. Anadolu medeniyetlerin
beşiği deniliyor dolayısıyla burada onlarca medeniyet gelmiş geçmiş bu medeniyetlerin izleri
tarihsel, kültürel tabii dinsel boyutu da var. Bu miraslar hep Anadolumuzun topraklarında yer
alıyor. Ama maalesef biz bu kültürel, tarihsel mirasımıza pek sahip çıkamamışız. Bu hem
Osmanlı döneminde böyle olmuş hem de Cumhuriyet döneminde olmuş hala da bu sahip
çıkamama devam ediyor. Zaman zaman bu konu gündeme geliyor en son gelişi de Yorgun
Herkül konusuydu. Bu konu yine Özgen Acar’ın gayretleriyle ve çabalarıyla sonuçlanmış bir
geri geliş, Yorgun Herkül’ün gerçek topraklarına gelmesi o bakımdan bu konu çok önemli
aslında. Bu kültürel, tarihsel ve dinsel mirasımıza hepimizin sahip çıkması gerekiyor. Define
arayıcıları var bunlar yeni yeni birtakım yeni sistemler geliştiriyorlar. Dolayısıyla hepimizin bu
kültürel mirasın korunması konusunda farkındalığa sahip olmamız gerekiyor ki bunları
dünyanın öbür ucuna gittikten sonra geri getirmeye uğraşmayalım.
Prof. Dr. Özgen Acar: Önce ben size soru sorarak başlayayım. Sorum şu: dünyanın
neresinde bir insan ya da bir turist evinin penceresinden dışarıya baktığında veya otelin
balkonundan dışarı baktığında bulunduğu kıtadan başka kıtayı görür? Bir kıtada
oturuyorsunuz pencereden bakıyorsunuz aynı anda öteki kıtayı görüyorsunuz.
Cevap: İstanbul, Çanakkale.
Ġkinci soru: Dünyanın hangi kenti birden fazla iki ayrı imparatorluğa başkentlik yapmıştır?
Cevap: İstanbul.
Peki, İstanbul hangi imparatorluklara ev sahipliği yaptı?
Cevap: Roma, Bizans, Latin ve Osmanlı. Dört ayrı imparatorluğa başkentlik yapmış dünyada
bir benzeri yok.
Dünyada hangi ülke birden fazla imparatorluklara ev sahipliği yapmıştır?
Cevap: Hitit İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Latin İmparatorluğu
ve Osmanlı İmparatorluğu, Selçuklular ve ayrıca Persler Yunanistan’ı işgal edebilmek için
Anadolu’ya ihtiyaçları vardı imparatorluklarını kursunlar. Onları püskürten Büyük İskender’in
de Afganistan’a kadar gidip imparatorluğunu kurabilmesi için Anadolu’ya ihtiyacı vardı.
Dolayısıyla Büyük İskender İmparatorluğu da Anadolu’da ev sahipliği yapmış bir başka
imparatorluktur. Böylesine bir ülke üzerinde yaşıyoruz. Bugün Anadolu’da üç bin tane antik
kent var ve Yunanistan’dan fazla Yunan, İtalya’dan fazla Roma antik kenti artı Anadolu’ya
özgü kentler. Dünya’nın hiçbir yerinde böyle bir zenginlik yok. Deniliyor ki batı uygarlığının
kökeni Yunan ve Roma uygarlığıdır. Düşünebiliyor musunuz Yunanistan’dan fazla Yunan
kenti burada, İtalya’dan fazla Roma kenti burada o halde uygarlıkların bulundukları yer
Yunanistan mı, İtalya mı, yoksa Anadolu mu? Bunları bilmemiz lazım ki kendimizi dünyaya
daha iyi tanıtabilelim. Türkiye’de yirmi bin tane höyük var. İnsanlar gelmiş, yerleşmiş
yangınlar, istilalar, depremlerle yıkılmış üstlerine yeni bir tabaka oluşmuş, tabakalarla
höyükler oluşmuş. Bu yirmi bin höyükten en ünlüsü Troya. Troya aslında yirmi bin höyüğün
en küçüğü niye bu kadar ünlü çünkü günümüzün deyimiyle Homeros gibi kentin bir hakla
ilişkiler uzmanı vardı. İlyada, Odessa destanlarını yazmasaydı Troya bu kadar ünlü olacak
mıydı? Bir de şöyle düşünün bu yirmi bin höyüğün her birinin bir Homeros’u olsaydı
Anadolu’nun kültürünün zenginliğini kim bilir bugün ciltler dolusu kitaplara dönüşmesi içten
bile değildi. Yirmi beş bin tane Tümülüs var Anadolu’da anıtsal mezar ben onlara
Anadolu’nun piramitleri diyorum. İslamiyet öncesinden yirmi beş bin tane anıt var topladığınız
zaman bunları 70–75 bin tane Anadolu’da tarihsel, kültürel, dinsel miras noktası var.
Türkiye’de 50–55 bin kadar köy olduğuna göre bir anlamda ortalama her köye bir buçuk
tarihsel, kültürel, dinsel miras noktası düşüyor demektir.
1
Dünya’nın hiçbir yerinde böylesine bir yerleşim düzeni yok. Bildiğiniz gibi yazı günümüzden
beş bin üç yüz yıl önce Sümerler tarafından bulunmuştu ve ondan önceki dönemdeki
yerleşmelerin, uygarlıkların adlarını bilmiyoruz ama Anadolu’da adı bilinen İslamiyet
öncesinden gelmiş geçmiş 42 uygarlık var. Anadolu’da 42 uygarlık yaşamış. Hiçbir ülkede
böylesine zengin bir durum yok. Türkiye için dedik ki doğu ile batı arasında bir köprüdür.
Hayır doğu ile batı arasında bir köprü değildir, Türkiye bir kavşaktır. Karadeniz’i ile Akdeniz’i
ile Türkiye bir dört yol ağzıdır bir kavşaktır. Eskiden bir deyim vardı her köyün bir delisi var
diye. Günümüzde bu değişti her köyün bir delisi iki definecisi var. Anadolu’da bugün 50–55
bin kadar köy olduğuna göre yüz bin kadar defineci iş yapıyor. Maalesef tarihi yağmalıyorlar,
tahrip ediyorlar. Artık metal detektörler gündemden düştü artık maden arama ruhsatları alıp
teknolojide en son yeraltı araştırma aletleri de kullanarak define arıyorlar, adı maden arama.
Anadolu böyle bir yağmanın içinde. Anadolu’nun bu çok tanrılı dinlerinden başka tek tanrılı
dinlerine göz atacak olursak Hz. İbrahim Urfalı hemşerimiz ve tek tanrılı dinin çıkışındaki
önemli kişilerden biri. Yahudiliğin ilk tapınağı Sinagog Kudüs yakınlarındaki Sion
tepesindeydi ama bugün yerinde yeller esiyor. Bugün Anadolu’da arkeologlar 13 tane antik
sinagog buldular. Ve Sion dediğimiz zaman İbranice telaffuzu ile zionizm bu tepeden geliyor.
Hristiyan sözcüğü ilk kez Anadolu’da Antakya’da kullanıldı, Hristos. İlk kilise Anadolu’da
Antakya’da yapıldı. İncili dünyada ilk kez dört kişi yazdı. Bunlardan iki tanesi Anadolu’da biri
Antakya’da biri Fırat nehri üzerindeki Rum kalede. Dolayısıyla İncil bile Anadolu
topraklarında yazıldı. Meryem ana bildiğiniz gibi Efes’te yaşadı ve ayrıca aziz Pharos da
Tarsuslu hemşerimizdir. Hristiyanlığı yaymak için Roma’ya dört kez gidip geldi. Kendisi bir
Yahudi’ydi. Hristiyan’lığın yayılmasında İsa’dan daha çok etkili olmuştur. Tarsuslu
hemşerimiz yani Urfalı hemşerimiz Abraham Roma’da öldürüldü. Aziz Yohannes, dünyada 7
tane kutsal kilisesi var yedisi de Anadolu’da. Noel baba Patara’lı hemşerimiz. Hemşerilerimiz
saymakla bitmiyor. İslamiyete geçtiğimiz zaman dünyanın en görkemli islami yapıları Sivas,
Divriği, Bursa’daki camiler, İstanbul’daki camiler, Edirne’deki camiler dünyanın en görkemli
camileri islami yapıları Anadolu’da mimarlık açısından da dünyaya önemli açılımlar sağlamış
yerlerden biri. Böyle topraklarda yaşıyoruz.
Yıl 1921 Yunan ordusu Polatlı’ya kadar gelmiş, Polatlı’da Yunan ordusunun top sesleri
Ankara’dan duyuluyor ve TBMM karar almış Ankara Kayseri’ye kağnılarla taşınıyor,
boşaltılıyor. Köşkte Atatürk Milli Eğitim Bakanlığı’na bir talimat gönderiyor, diyor ki Hars
Müdürlüğü yani Kültür Müdürlüğü kurun. O zaman bakanlığın 17 memuru var, 17 memurdan
4’ü ayrılıyor ve Kültür Müdürlüğü’nü kuruyorlar. Ne yapıyorlar bu dört kişi, Ankara içi ve
çevresinde eski eser toplayıp müze kurmaya başlıyorlar. Düşünebiliyor musunuz çelişkiyi bir
yandan Ankara başkent boşaltılıyor ama bir yandan da Atatürk Ankara’da 1921’de o top
sesleri altında müze kuruyor. Ve bugün Anadolu Medeniyetler Müzesi’ne giderseniz bu
gördüğünüz logo 1921 tarihi onun simgesidir. Çünkü Atatürk’e göre bir ülkenin topraklarına
sahip olabilirsiniz, sınırlarına sahip olabilirsiniz, egemenliğine sahip olabilirsiniz ama o
ülkenin tarihsel, kültürel, dinsel geçmişine sahip olmazsanız o ülke sizin değildir. Atatürk’ün
bu sözünü pekiştiren pek çok olay var. Ondan sonra ne yapıyor? İki tane devlet bankası
kuruyor Eti Bank Hititlerin bankası, Sümer Bank Sümerlerin bankası gibi bankalara bu
isimleri veriyor. Şimdiki gibi birtakım yabancı isimler değil. Ayrıca Ankara’da Ahlatlıbel’de
Orta Doğu arazisi içinde arkeolojik kazılar başlatıyor ve Çorum’da Alaca Höyük kazılarını
başlatıyor. 1938’de hasta yatağında Dolmabahçe Sarayı’nda yaverlerine diyor ki treni
hazırlayın Çorum’a kazıyı görmeye gideceğim. Yaverler doktorlarına söylüyorlar izin
vermiyorlar. Söylemek istediğim olay bir ülkeye sahip olmanın her şeyi onun tarihine ve
kültürüne de sahip çıkmakla mümkün. Ve aradan yıllar geçiyor Dil Tarih Coğrafya Fakültesi,
Türk Tarih Kurumu gibi kurumları da kuruyor. Yıl 1952 artık Türkiye NATO üyesi Amerikan
yardımlarıyla tarımda teknik donanım zenginliği başlıyor. Traktörler köylüye dağıtılıyor, kara
yollarının yapımına başlanıyor, dozerler devreye giriyor dolayısıyla toprak daha çok derinlere
inmeye başlıyor kazılarak. Kazıldıkça tarih fışkırıyor biraz önce söylediğimiz o zenginlik gün
ışığına çıkmaya başlıyor ve sonra köylüler bulduklarını kasabalardaki kuyumculara, çerçilere,
saat tamircilerine satıyorlar onlar da bölgelerdeki kuyumculara oradan İstanbul’daki
Kapalıçarşıya ve Kapalıçarşı’da eski eser mafyası zamanla ortaya çıkıyor.
2
Size Burdur’un Hacılar köyünden Şevket Çetinkaya’yı tanıtmak istiyorum. Şevket Çetinkaya
1957 yılında tarlasında her zamanki gibi çalışıyor her zamanki gibi tarlada tarla fareleri,
köstebekler çıkıyor bir gün bir şeye dikkat ediyor.
Bir köstebek çıkıyor ama köstebeğin
boynunda bir kolye ve Şevket hemen
köstebeğin arkasından koşturuyor telaştan
köstebek çukurun içine atlıyor kolye
dışarıda kalıyor. Kolye dediğimiz zaman
altın filan değil deniz kabuklarından
yapılmış yumak haline gelmiş bir nesne.
Elleriyle kazıyor Şevket gördüğünüz gibi ana tanrıçalar çıkıyor.
Ve bunları alıp köyün öğretmenine götürüyor. Bunlar nedir hocam diyor, eski ama ne
olduğunu bilmiyorum diyor ve 100-150 km ötede kazan İngiliz arkeolog James Mellaart’a
götürüyorlar. James Mellaart komaya giriyor. Çünkü o ana kadar Anadolu’da neolitik dönem
yani cilalı taş devri döneminin varlığı bilinmiyor. Ve bu gördüğümüz eserler günümüzden
8000 yıl öncesinin cilalı taş çağından ana tanrıça heykelcikleri. Mellaart Türkiye’den kazı izni
alıyor ve dört yıl Burdur’da kazı yapıyor. Ve yaptığı açıklama dünyada bomba tesiri yapıyor.
Anadolu’da neolitik dönem cilalı taş devri varmış diye herkes heyecanlanıyor. Kazısı dört yıl
sürüyor ama bu arada yazları Mellaart kışları Şevket kazıyor. Ve bir müddet sonra Louvre
Müzesi, British Müzesi, Newyork Metropolitan Müzesi’nde hacılar eserleri sergilenmeye
başlanıyor. Bizde de var hacılar eserleri diye çünkü Şevket sevkiyata devam ediyor. Bu 4
yılın sonunda artık Mellaart’ın kazısı bitiyor ve Şevket ile konuştuğumda şöyle dedi; artık bir
şey çıkmaz oldu ama dışarıdan kaçakçılar sürekli geliyorlar sonra düşündüm bu adamlar
8000 yıl önce bu kirli toprağı kullanmadılar mı, boyayı buradaki kök boyalardan elde
etmediler mi onlar yaptıysa bende yaparım dedim ve başladım üretime diyor. Bir müddet
sonra karısı buna diyor ki sen bu ana tanrıçaları iyi beceremiyorsun bırak çamuru ben
yoğurayım. Ve Şevket’in eşi hamur yerine çamurdan ana tanrıçalar yapmaya başlıyor,
Şevket bunları fırınlıyor ve sevkiyat devam ediyor. Bir gün bir İngiliz antikacı Şevket’e geliyor
Şevket’ten mal alıyor malları İzmir Efes oteline götürüyor sıcak küvetin içine dolduruyor ama
o gün dağılıyor heykelcikler. Anlıyor ki sahte çünkü iyice pişmişse yıllarca toprak altında
olduğuna göre çözülmesine dağılmasına imkan yok. Onun üzerine gidiyor İngiltere’de bir
açıklama yapıyor dikkat edin sahte hacılar var diyor. Ve ondan sonra o görkemli müzelerin
vitrinlerinden eserler aşağıya indiriliyor. Hangisi 8000 yıl önce hangisi Şevketin ürünü? Ve
sonra vitrinlerde 3’e 5’e düşüyor 30–40 heykelcik. Bir gün 1989 yılında New York’ta bir
galeride bulunan Diyarbakırlı Ermeni vatandaşımızın açtığı bir galeri var. Orada idoller sergisi
vardı gittim oradaki ana tanrıça heykelinin satış fiyatı iki yüz yetmiş beş bin dolardır. Galeri
sahibine dedim ki bu sahte. Nasıl olur dedi iki tane Amerikalı profesör bunun hakiki olduğuna
dair rapor verdi dedi. Yok, bu sahte dedim sen bunu bir laboratuvara incelet. Peki dedi
gönderdi bir hafta sonra rapor geldi evet toprak hacılar toprağı, hacılar kök boyası ama
bunun içinde petrol kimya artıkları var. Günümüzden 8000 yıl önce petrol kimya var mıydı?
Yoktu çünkü Şevket her zaman odun yerine o gün aygazla fırınlamış içine sinmiş ve sonra
galeri sahibi sen nasıl anladın dedi. Normalde apış arası orjinalinde dize kadar birleşiktir.
Şevket bunun bacaklarını ayırmış. Dolayısıyla bu ayrıntı diğer Amerikalı arkeologların
dikkatinden kaçmış ama ben pek çok hacılar eseri gördüğüm için görür görmez Şevket’in
ürünü olduğunu anladım. Yine Burdur’da Bucak’ta Kremna antik kentinde köylüler kaçak kazı
yapıyorlar. Hükümet kaçak kazıları önlemek için Jale İnan’ı oraya gönderiyor ve arkeolojik
kazıya başlıyor. Jale Hanım bir yeri kazarken hocam orayı kazmayın biz burayı parselledik
bir taş üzerinde bir taş onun üzerinde de bir taş varsa biz orayı kazmışızdır hiç uğraşmayın.
Bu gördüğünüz atkuyruklu esin perisi Kremna müzesinde 6–7 tane var.
Şimdi görüşmeler başlandı bunların geri getirilmesi gündemde. Yine
Bucak’ın Gölhisar İbecik köyünde Bubon antik kenti var.
3
Bir gün iki köylü yağmur sonrası akşamüzeri evlerine dönerken güneş
yatay ışığını vuruyor bunlar patikadan inerken yerde boz bir şey parlıyor.
Ve ayaklarıyla vurduğu zaman insan başından daha büyük tunçtan Roma
imparatoru Caracalla çıkıyor. Ve Caracalla’yı İzmir’de bu iki kişiden birisi
kaçakçıya o zaman ki para ile 35 000 liraya satıyor. O zaman bu paraya
bir kilo külçe altın alınıyor. Bu köylü köye acentadan motorsiklet ile
dönüyor, köyde bisiklet yok ama köyde arkadaşın motorbisikleti var. Artık
köyün genç kızları köy meydanına inip ona daha çok kendisini
beğendirmeye çalışıyorlar ve bu arkadaşın adı artist Mustafa’ya çıkıyor. Öbür delikanlılar
bozuluyor bu işe bu bir şey sattı köşeyi döndü diyorlar. Hadi yürüyün Bubon antik kentini
kazalım.
Gördüğünüz gibi antik kentinde şu alanda 2 metre 20 santim
yüksekliğinde tunçtan heykeller buluyorlar ve bunları satıyorlar. Hatta bir
gün bir cuma günü Cuma Namazına gitmeleri lazım 100–150 kişi
kazıyorlar. Şimdi bir kısmı gidecek bir kısmı kalacak ya kalanlar bir şey
bulursa ne olacak bir de bakıyorlar köyün imamı da aralarındaymış.
İmam kıbleyi buluyor ve geçiyor ve Cuma Namazını kılıyorlar kıldıktan
sonra kazıya başlıyorlar. Gördügünüz 2 metre 20 santimlik heykellerden
bir tanesine jandarma el koyuyor ve bugün Burdur Müzesi’nde. Yine
Antalya Kumluca’ya doğru inersek Kumluca’nın bir köyünde Gönül diye
bir teyze var köyün keçilerini o otlatıyor. Bir gece rüya görüyor diyor ki rüyasında 12–13
yaşlarında bir kız ‘Gönül Teyze seni zengin edeceğim ama hiç kimseye anlatmayacaksın’
diyor. Ertesi günü keçilerle antik kentine çıkıyor. Keçilerden bir tanesinin ayağına bir şey
takılıyor.
Keçinin ayağını çektiği zaman gördüğünüzü gümüşten kilise çıkıyor. Gönül
Teyze heyecanlanıyor ve aşağıda portakal bahçelerinde çalışanlara
sesleniyor çağırıyor. Köylünün biriyle ile konuştum, ‘ben gitmedim çünkü
Kaymakam okul inşaatına angarya yaptırıyordu, antik tiyatronun taşlarının
söktürüp okul inşaatında kullandırıyordu bize o yüzden yine angarya var
diye düşündüm gitmedim’ dedi. Peki sonra ne oldu? Bir müddet sonra
köylüler başta Gönül Teyze olmak üzere ellerinde gümüş tepsilerle 15
kadar köylü tepeden aşağıya çeyiz alayı götürür gibi gidiyorlar.
Gördüğünüz gibi gümüş tepsiler üzerlerinde altın haçlar. Bunlar daha sonra 1 milyon dolara
Washington’da Dumbarton Müzesi’ne satıldı. Hazine kaçırıldığında ikiye
bölündü Antalya Müzesi’nde var, 70 kadar parçanın 50 kadarı Dumbarton
Müzesi’nde. Bunların geri getirilmesi için çalışılıyor ben yıllar önce bu konuda
bir belgesel de yaptım. Bugüne kadar ilgisizlik sürdü inşallah bundan sonra
bunlarda Türkiye’ye kazandırılır. Bunlar neydi biliyor musunuz? Üzerindeki
yazılardan Bizans’ın en görkemli imparatoru VI. yüzyılda Justinian Kumluca
yakınlarındaki Sion tepesindeki bir manastıra hediye olarak göndermiş. O
dönemde Antalya çevresi Yahudiler çoğunlukta Sion tepesindeki masnastırın
kurucusu Noel Baba, Nicholaos. Çocukları sevindiren bir insan olarak algılar.
Halbuki Aziz Nicholaos din adamı, genç hristiyan adamlarının yetiştirip
bunları çeşitli yerlere gönderip Yahudileri devşirtme yolunda adam
yetiştiriyordu. Sion manastırı ve oradaki başarıdan dolayı bunları İstanbul’dan imparator
buraya şükran borcu olarak göndermiş. Üzerinde böyle yazıyor ve bunun adı Noel Baba
Hazinesi.
Bu gördükleriniz Washington’da müzede sergileniyor.
4
Sözünü ettiğim Sion manastırı, Noel Baba’nın manastırının
bugün ki hali bu. Tabanında pek çok çatı elemanı var
rahatlıkla restore edilebilir. Bugün Demre’deki Noel Baba
kilisesi denilen aslında 17.18. yy’larda yapılmış, bir ülçüde
Rusların da katkısıyla düzeltilmiş bir kilise ama bugün
turistten geçilmiyor. Noel Baba’ya adanmış ama bakın
orjinali ne kadar ilgisiziz. Siz genç mimarlar artık buraya
inşallah el atarsınız. Size daha önce yirmi beş bin kadar
tümülüsten bahsetmiştim ve Anadolu’nun piramitlerinden söz etmiştim. Kaçak kazılarda
tepelerin karnıyarık gibi nasıl deşildiğini görüyorsunuz. Anlatacağım olay Karun hazinesi.
1966 yılının 6. ayının 6. günü saat 6 akşam üzeri on tane kaçakçı mezar odasına giriyorlar.
İlk giren İkiztepe’den Gürek köyünden demirci Osman Ünsal, Osman’ı iple sarkıtıyorlar
aşağıya ellerinde bir taş bir de el feneri var. Daha sonra kendisiyle konuştuğumda olayı şöyle
anlattı; indirdiler beni aşağıya bir taş karyolanın üzerinde uzun saçlı bir kadın yatıyordu,
üzerinde beyaz elbise vardı ama bir müddet sonra kadın toz oldu, uçtu ceset dağıldı geride
bir tutam saç kaldı ve ben o anda bayılmışım. Bayılmasının iki nedeni var; bir gördüğü
manzara korkunç ikincisi içeride ağır radon gazı birikmiş içeriye oksijen girince ceset
çürüdüğü için toz oluyor. İkincisi onun bayılmasına radon gazı sebep oluyor. Bir müddet
sonra kendisine geliyor ve yukarıdan sesleniyorlar hazineyi buldun mu, ses ver filan şeklinde.
Bulduğu kap kacağı tek tek yukarıya veriyor bir taraftan da kaydediyor. Bu arada bir tane
aslanlı bir altın yüzüğü de cebine atıyor ve sonra diğer köylüler de iniyor. Bunları çuvallara
koyuyorlar ama o gece Karun Hazinesi kimin evinde kalacak konusunda aralarında tartışma
çıkıyor. Neticede İkiz Tepe tümülüsünün olduğu yer duvarcı Durmuş Ersoy’a ait o halde onun
evinde kalsın diyorlar. Fakat Durmuş o gece hazineyi üçe bölüyor bir bölümünü oğlunun
evine, bir bölümünü damadın evine gönderiyor, bir bölümünü de kendisi saklıyor. Fakat
köyden bir muhbir jandarmaya haber veriyor baskın yapılıyor eve o anda evde ne varsa ele
geçiriliyor jandarma tarafından öbürleri bulunamıyor ve civardaki diğer 3 tümülüsten
buluntularla birlikte 66 ve 68 yılları arasında 4 yılda New York Metropolitan Müzesi’ne o gün
ki para ile hazine 1.7 milyon dolara satılıyor. Müze bunları deposunda saklıyor alıcılardan
başka, yöneticilerden başka kimseye gösterilmiyor. Ben bunu 4 yıl sonra 1970 yılında
öğrendim. Araştırmam 16 yıl sürdü, defalarca Uşak, Manisa köylerine gittim. Bir kaç kez New
York’a gittim ve 1986’da bulduğum kanıtlarla, o zaman milliyet gazetesinde çalışıyordum
milliyet gazetesinde tanık ifadeleri ve kanıtlarla ben bunu açıkladım. Ve Türkiye dava açtı
dava sonucunu beklemeden müze bunu geri vermek zorunda kaldı 6 yıl sonra. Hazineden
bazı örnekler gösteriyorum.
Bu gördüğünüz bir şarap, karaf, gümüş müze bunu
o tarihte yüz bin dolara almış bugün müzadeye
çıksa beş milyon dolar. Gördüğünüz gibi sapındaki
heykelcik gümüşten yapılmış ustalığa bir bakınız.
Ve bu altın broş malesef müzeden çalındı.
Bu ilginç, gördüğünüz gibi Persepolis’te Pers kralının ayakları
altındaki bir tütsü kabı. O gece bunları çuvala doldurup
Durmuş’un evine götürürken çuvalın bir tarafı delikmiş oradan
bu gördüğünüz tütsü kabı düşüyor. Arkadan gelen birisi bunu
buluyor diğerlerine göstermeden bunu ceketinin cebine
saklıyor. Sonra o ayrıca satıyor. Ona sordum sen ne buldun
sattın dedim ben Karun’un zurnasını buldum dedi.
5
Gördüğünüz gibi mezar odasındaki duvar resimleri bunları
da söküp götürdüler fakat köyde bir levhacı var kendisini
ressam olarak tanımlayan, o gidiyor madem ben ressamım
diyor mezar odasında öbür duvarlara daha önce gördüğü
için kendisi resim yapıyor. Onları kesiyor ve İsviçre
üzerinden New York Metropolitan Müzesi’ne tekrar
satılıyor. New York Metropol bunlara bakıyor taş aynı taş ama ezgileri İzmirli Durmuş Yaşar
ve oğulları yağlı boyası. Ve Karun hazinesi Uşak Müzesi’nde sergileniyor.
Bu gördüğünüz Hacılar’a gelen yabancı antikacılar çevre köylere de
gidiyorlar. Hacılar’ın yanında Düver diye bir köy var. Oraya gittiklerinde
köy kahvesinden bir tanesi diyor ki; bizde de bir şeyler var ama önemli
mi diyor gidelim görelim diyor. Adamın ahırına gidiyorlar hayvanlar
dışarıya çıkartılıyor hayvanlar üşümesin diye Frig tapınağının
kabartmalarını alta sermiş adam ve bugün Türkiye’de yalnız bir tanesi
Burdur bir tanesi İstanbul Müzesi’nde olmak üzere gerisi tamamen
yurtdışında.
Bu Marsyas Heykeli bunu da 1988 yılında New York’ta bir
galeride gördüm. Manisa Müzesi müdürü bana bir gün dedi ki; sen bunları
buluyorsun bizim de buradan çalınmış bir Marsyas Heykeli var dedi ve yandan
çekilmiş çok kötü bir fotokopisini verdi. Bu Marsyas Heykelini de bul. Bunu bir
köylü bulmuş, traktör sürerken bu heykel çıkıyor ve zevk sahibi adam heykeli
evinde televizyonun yanına biblo diye koyuyor. Konu komşu geliyorlar
beğeniyorlar tabii kaçakçılar da geliyor satın almak için ama satmıyor. Fakat bir
gece buna bir meyhanede kafayı çektiriyorlar daha sonra elinden yedi bin dolara
satın alıyorlar ama alamayan kaçakçılar ihbar ediyor ve adam 3 ay hapis yattı
ama heykel kayıp. Müze müdürü bana o kötü fotokopiyi verdi Newyork’ta
galeride gördüm bunu ve hemen tanıdım. Yanımda eşim de vardı eşime tarif
ettim ileride bir mahkeme konusu olacak olursa eser kaybolmadan önce eşim de
ezberlesin heykeli istedim. Sonra düşündüm ki Amerikan mahkemesi der ki senin eşin sen
ona öğrettin o da böyle konuşuyor der eşimin tanıklığı kabul edilmeyebilir diye onun üzerine
oradaki sergide bulunan Amerikalılar önünden ayrılmıyor yüksek sesle bakın şurasında kırık
var şurası çatlak diye adamların dikkatini çekti. Sonra çıkarttım kartımı verdim onlardan da
kartını aldım ki ileride tanıklık yapmakta kullanayım diye. Bunun satış fiyatı beş yüz kırk bin
dolardı. Daha sonra Türkiye’de ve Amerika’da yayınladım orada mecbur bir Türk vakfına
bağışlandı. Türkiye’ye iki yıl sonra getirildi ve Manisa Müzesi’ne teslim edildi. Yağmurlu bir
gece sadece o müze soyuldu ve sadece o heykel çalınmıştı. Daha sonra ben bunu Ödemiş
yolunda bir tarlada buldurttum ve şimdi yine Manisa Müzesi’nde ama bundan sonra çalınırsa
bulabilir miyim onu bilemiyorum. Bir gün New York’ta büromda otururken bir telefon çaldı
Brooklyn Müzesi’nden bir arkeolog ‘ben eski eser yağmacılığına karşıyım siz bu işlerle
uğraşıyorsunuz, bizim müzede Türkiye’den gelmiş bir mermer lahit var bunun için de gereğini
yap’. Brooklyn Müzesi’ne gittim etrafında dolaştım, fotoğraflarını çektim. İşin ilginç tarafı ister
Karun Hazinesi ister Noel Baba ister Marsyas olsun Türkiye’den iz sürerek gittim. Dolayısıyla
ona ulaştım ama bu nereden geldi Türkiye’de 3.000 tane antik kent var. Bir ipucu arıyorum
önünde bir yazı var bunun Amerikalı falanca kişi müzeye ödünç verdi. Kimliğini araştırmaya
başladım düşündüm çünkü bunu alacak adam mutlaka zengindi. Araştırdım meğerse Wall
Street’de borsadaki önemli bir şirketin patronuymuş ve aynı zamanda dönemin Türkiye’deki
başbakan Turgut Özal’ın hükümetinin de New York’taki mali danışmanı. Türkiye’den bunun
kaçırılmasının yasak olduğunu bilen bir adam buna bir milyon dolar vermiş satın almış. Adam
bunu evinde sergileyemez niye ağırlık 4 ton, bu bir lahit içinde ölü ya da ölüler vardı.
6
Akşamları oturuyor aman ne kadar güzel sanat eseri harika diyor ama bir günden sonra
insan üşütmeye başlar. Bunun içindeki ölü kadın mıydı erkek miydi diye kafayı üşütür. Ama
bu arkadaş bunu müzeye ödünç veriyor niye, Amerikan vergi yasalarına göre iki yıl sonra
bunu ister bir müzadeye çıkartabilir Türkiye’den bir istek olmadığı takdirde ve isterse müzeye
bağışlayabilir ve bağışladığı tarihteki değeri üzerinden vergisinden düşürebilir. Ben bunu
yayınladım adam panikledi, müze almayı reddetti ve sonra önündeki etiket çıktı Türk
Hükümeti’nin ödünç olarak verdiği belirtildi ve iki yıl sonra geldi Antalya’da sergileniyor. Adam
vergisinden ne kadar düştü biliyor musunuz, o günkü değeri 12 milyon doları vergisinden
düştü dolayısıyla ne oldu öteki Amerikalıların cebinden ödetmiş oldu devlete. Bu gördüğünüz
herkül lahiti, biraz önce gösterdiğim çelenkli lahit 4 ton uçakla Türkiye’den İstanbul
Yeşilköy’den çocuk kalıbı diye çıkartılmıştı.
Bu gördüğünüz çelenkli lahit 10–15 yıl önce kaçakçılık teknolojisi,
rüşvet yöntemi bu kadar ilerlemediği için o tarihte diyorlarki
bulanlar Süleyman Çoban adı sen bunu dilim dilim kes öyle
kaçıralım. Süleyman bunları dilim dilim kesiyor ve bir kısmı
İstanbul’da bulunuyor bir kısmını Jale İnan Paul Getty Müzesi’nde
buldu, ben üç tanesini Almanya’da buldum sonra Paul Getty Müzesi’nden geldi. Almanya’da
bulduğumda yayınladığımda Almanya’daki zengin adam dedi ki; bende böyle bir şey yok dedi
aradan 5–10 yıl geçti o adam Türkiye’deki bir kimya şirketi ile bir ortaklık kurdu ve Türkleri ne
kadar çok sevdiğini anlatmak için bunları Türkiye’ye bağışladı. Bugün bunlar birleştirildi
Antalya Müzesi’nde sergileniyor.
Yorgun Herkül, ilginç olan tarafı şu 1990 Eylül’ünde New York Metropolitan
Müzesi’nde Shelby White-Leon Levy adlı bir çiftin özel koleksiyonu
sergileniyor. Bir gideyim göreyim dedim ve gittim Türkiye’den bir takım ufak
tefek eserler var ama bunun altında Yorgun Herkül yazıyor başka bilgi yok.
Birden bire dedim ki Özgen sen bu heykeli biliyorsun ama ilk defa orada
görüyorum. Başladım heykelin etrafında dolaşıyorum bir müddet sonra
farkettim ki müze bekçisi benden huylanmış o da benim etrafımda dolaşıyor.
Heykel Güneş ben Dünya müze bekçisi Ay böyle yörüngede dolaşıp duruyoruz. O anda
farkettim müzedeki diğer ziyaretçiler durmuş bizi seyrediyorlar. Sonra bozuntuya vermedim
katoloğu aldım fotokopisini çektim. Türkiye’de doksan beş kadar müze var ve
bu doksan beş müzeden Antalya Müzesi’ne Kayhan Dörtlük’e resmi faksladım.
Kayhan’dan bir yanıt geldi bizim kapıda duran alt tarafı olup üstü olmayan
Yorgun Heykel varya onun üstü bu dedi. Ondan sonra araştırmalarım bir iki ay
daha sürdü gerek Amerika’da gerek Türkiye’de bunu yayınladım. Amerika’daki
yayınlamam üzerine New York Times Gazetesi bu heykeli Boston Müzesi
müdürü Cornelius Vermuele ile Shelby White ortaklaşa satın almışlar. Shelby
White-Leon Levy özel koleksiyoncu dediğim Newyork’ta bir gayrimenkulcü yani
emlak simsarı ama daire alıp satmıyorlar gökdelen alıp satıyorlar. Yani öylesine
zengin bir yahudi aile ve ortaklaşa almışlar. Cornelius Vermuele’ye soruyor
New York’ta gazeteci ne diyorsunuz? Nasıl olur bir heykelde iki göbek diyor. Bu kırıntıyı
göbek sanıyor. Fakat biraz üzüldüm tabii adam heykel uzmanı ben bir gazeteciyim. Sonra bu
resimleri Prof. Jale İnan’a gönderdim. Telefon etti bunun orjinali Yunan heykel traşı tunçtur,
bu Yorgun Herkül heykelinden 50 tane Roma kopyası vardır dedi. Bunlar düştüklerinde genel
olarak böyle kırılırlar ve dolayısla onun parçası olması söz konusu olmayabilir dedi. İki tane
uzman bunu söylüyor ben şaşırdım geldim Türkiye’ye elimdeki fotografları Jale İnan’a
verdim, haklısın dedi. Ve hükümete bakanlığa başvurdu beni gönderin onu orada
kanıtlayacağım dedi. Ve Jale Hanım’ı gönderdiler ancak söylediğim gibi alttaki kısım
çıkmadığı için Jale Hanım’ın götürdüğü heykelin üst kısmının kalıplarıyla uyuşum
sağlanamadı. Ama Jale Hanım döndü geldi Türkiye’ye %100 o ve bir daha gideceğim dedi.
Ve Alman uzmanları bunun tamamının kalıplarını çıkarttı öyle gitti bu sefer. Fakat Türk
hükümeti inanmadı bunun böyle olacağına ve Jale İnan kendi cebinden ödeyerek bir daha
7
gitti Amerika’ya ve benden de rica etti ben oradaki avukatlarla temasa geçtim ve alttaki o
kaide kısmı çıkartıldı resmen uyuşum sağlandı. Ve Cornelius Vermuele Jale Hanım’ın elini
öptü. Jale Hanım Türkiye’ye döndüğünde Özgen gerçekte Cornelius benim değil senin elini
öptü dedi ve o an işte benim için her şey yeterdi. Ve Süleyman Çoban dilim dilim sattığı
herkül lahitinden aldığı parayla her yere ailesiyle pazara gidiyor. Dediğim gibi 1990 yılında
oldu bu olay biz 2011’de getirdik bu aradaki 20 yıl boyunca Bakanlık ve Genel Müdürlük
ilgisiz kaldılar ben yazmaya devam ettim ve sonuçta geçen ay geldi ve Antalya’da yerine
konuldu. Ve o gün oraya herkes davetliydi bir ben davetli değildim. Aynı olay Karun Hazinesi
geldiğinde de Anadolu Medeniyetler Müzesi’nde sandıklar açılıyor dönemin Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel de gelmiş ve Süleyman Demirel dedi ki; ben başbakanlığım zamanında
bu Karun Hazinesi için önüme ödenek tahsisleri gelirdi Amerika’daki mahkeme masrafları için
ya bu gelmez boşuna gidiyor bu para derdim ama mademki başlanmış imzalayayım derdim.
Getirenlere çok çok teşekkür ederim dedi o gün de orada davetli değildim bütün dünya bütün
basın mensupları oradaydı.
Bu da Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Hattuşaş’ta Boğazköyde Türk ve
Alman arkeologlar Hitit devlet arşivini bulmuşlardı. On binden fazla Hitit
tableti dokunmak ve onarılmak üzere iki sfenks ile birlikte Berlin’e
gönderilmişti. Daha sonra bunlardan üç bin tanesi geri getirildi ve bir
sfenks geri getirildi İstanbul’da kaldı ancak yıllarca sonra diğerleri geri
getirilmedi Almanya bölündü bunlar Doğu Almanya tarafında kaldı ve
bizim hükümet ilgisizlik gösterdi. 1986 yılında
konuyu yine gündeme taşıdım o günden sonra
devamlı olarak yazdım karşılıklı görüşmelere başlandı. Doğu
Almanya ve Batı Almanya birleşti ve en sonunda geçenlerde geldi
ikiziyle birlikte önümüzdeki günlerde Çorum Boğazköy’de
birleştirilecek. Bu daha önce gelen bir kadın sfenks bu da yeni
gelen sfenks heykeli ve şu anda söz konusu tarihte bunun açılış
törenine böyle bir davetiye aldım.
Bu da Afrodisias’dan, 1904’te Fransız arkeolog Paul Gaudin Afrodisias’ı
kazıyor ve bugün gördüğünüz ihtiyar balıkçı heykelinin üst kısmını Berlin
Müzesi’ne satıyor yıllarca sonra Kenan Erim bunları buldu ve Türk
Hükümeti’ne rica etti bunların birleştirilmesi konusunda. Türk Hükümeti Doğu
Berlin’deki büyük elçimize bu konuda ilgilenmesini istedi. O tarihteki oradaki
büyük elçimizden gelen yanıt aynen şöyle: ben böyle süfli işlerle uğraşmam.
Bunun üzerine Kenan Erim benden rica etti, tesadüf o tarihte bizim Karun
Hazinesi’nin avukatlarından bir tanesi Doğu Berlin’e gidiyordu. Ondan rica
ettim bir alçı kopyasını verdiler. Newyork’a getirildi, Kenan Erim New York’ta
ona teslim edilecek. Bu konuda Almanya ile görüşmelere yeniden başlandı.
İnşallah bu heykel de bu şekilde Afrodisias ile birleşir.
Bu M.Ö. 6. yy Bandırma’da bir çay kahvesinin bahçesinde öyle atılmış
yerde duruyordu kaçakçılar bunu aldılar, kaçırdılar ve yıllarca sonra ben
bunu müzayede de bir katalogunda gördüm yayınladım daha önce
yayınlanmış bir fotoğraf vardı onun üzerine müzayede durduruldu bu
eserde geldi şu anda Dumbarton Müzesi’nde sergileniyor.
8
Gelelim Elmalı definesine. Elmalı olayı 1984 yılında 3
vatandaşımız bir televizyon tamircisinin yaptığı yerli metal
dedektörle Elmalı’da 1900 sikkeden oluşan bu yüzyılın
definesini buldular. Yüzyılın definesi denmesinin sebebi
içinde on drahmiler var. Bu on drahmiler Yunanlıların Persler’i
yenmesinin anısına çıkartılmış olan paralar. Dünya’da 13
tane vardı bir tanesi 275 bin dolara satılmıştı bunun içinde 14
tane var. Bunlardan bir tanesi çarkıfelek yapımcısına altı yüz
bin dolara satıldı. Hazinenin tamamı 3.5 milyon dolara bir
Amerikan zenginine satıldı. Bunu da izledim dört yıl sonra yayınladım ve dokuz yıllık bir
mahkeme aşamasından sonra geldi ve Antalya Müzesi’nde sergileniyor. Ayrıca bu hazinenin
önemi içinde o dönemde Pers’lere karşı Attika-Delos Birliği vardı yani o dönemin NATO’su.
NATO’nun bütün paraları var onun içinde bırakın bu günü o gün için bile çok önemli bir
koleksiyon ve böylesine görkemli bir define. Bu define bulunduktan sonra Elmalı Korkuteli
Vadisi kaçakçıların hücumuna uğruyor. Hatta bir gün bir köylü ‘sen hep gündüzleri geliyorsun
gece gel araziyi çık gör ateşböceklerinden geçilmiyor’ dedi. Nedir ateş böcekleri, define
arayanlar, sigara içenler yani ortalığı ateş böcekleri sarmış.
Orada bir Frig prensesinin mezarını tespit ediyorlar, köy bekçisi
müzeye haber veriyor müze kurtarma kazısı yapıyor. Ve Frig ana
tanrıçası fildişinden çeşitli heykeller var bir Frig rahibi gümüşten ve
çeşitli elektrondan mücevherler. Frig rahipleri hadım ederlerdi
kendilerini, kibeleye tapıldıkları törenlerde bu gallos toplulukları vardı.
Bu yüzyılın lahdi olayına geçiyorum. Bu yüzyılın lahdi olayı Milas’ta
uzun yuva diye bir yer var yıllardır leyleklerin yuva yaptığı bir yer var,
Hisarönü. Kaçak kazılar yapılmak isteniliyor ev sahibi buna karşı
çıkıyor ve adam öldürülüyor.
Başka defineciler öldürülüyor ve sonuçta 2007 yılında
mezar odasına giriyorlar gördüğünüz gibi görkemli bir lahit
dünyanın yedi harikasından biri olan Mausolos Bodrum’da
biliyorsunuz tapınak, bu onun babasının lahdi Milas’tan
Bodruma taşınmadan önce yapılmış ortada Mausolos’un
babası duruyor. Bir aile fotoğrafı bu.
Gördüğünüz gibi elinde bir şarap kasesi Mausolos’un babası
Herosrtatus’un ve Mausolos bir avda, kızları ve duvarda görkemli
resimler var. Bu resimler nasıl korunacak belli değil, mezara giriş yeri.
Gördügünüz gibi adam öldükten sonra karısı buna direniyor fakat kızı bir
kaçakçıyla evli ve karısını kandırmak için Denizli de bir şirket kuruyorlar.
Şirketin adı Egem Doğalgaz, dogalgazcılar ne kullanır, delgeç
kullanırlar. Delgeçlerle delip mezar odasına mermerden iki metre bazı
yerlerde 50 cm. olmak üzere bunları delerek mezar odasına girmişler.
Bir müddet sonra bu öğreniliyor ancak iş işten geçmiş içeride bir şey
bulunamıyor. Bir takım yolsuzluklar çeşitli olaylar yaşandı.
Neticede jandarma devreye girdi, iz sürdü ve bu doğalgaz
şirketinin sahibinin kardeşinin Denizli’de eski eserleri
sattığını saptadı ve bunlar müzeye kaldırılmış o zaman el
konulmuş müzeden alındı bu gördüğünüz laktin köşeleri
yanlarındaki yerlerde var.
Onun yerine istisnai olarak bu heykeller var 40 cm
yüksekliğinde Herostratus, Mausolos heykelleri ailenin
heykelleri var. Gördüğünüz gibi Denizli’de satılan bu
9
eserlerden bazıları müzeden alındı Milas’a getirildi. Gördüğünüz bir Apollon heykeli altın,
Herostratus tunçtan bir dizliği ve bu gördüğünüz Bodrum’a gidenler Su Altı Müzesi’nde
Prenses Ada’nın mezarına gitmişlerdir.
Ada Herostratus’un kızı, bu gördüğünüz taç Herostratus taçı kısa bir süre önce İskoçya’da
Edinburgh’da havaalanında iskoç polisi üç Türk’te yakaladı şimdi
Türkiye ile görüşmeler sürüyor. Ama iskoç polisi bunun
Türkiye’den geldiğini ikna olmamış gibi düşünüyor ve bu altın taçı
kaçakçılara vermeye hazırlanıyor inşallah böyle bir hata
yapmazlar. Hükümet adamlarımızın dediği bir şey var ne olacak
Yunan eserini verin Yunanlılara, Roma eserini verin İtalyanlara
gibi laflar etmişlerdi. Topraktan çıkan eser Bizans eseri değildir
tarihsel, kültürel, dinsel miras dediğimiz zaman topyekün bir
miras olayıdır. Günümüzde en yaygın olanı camilerden yapılan
soygunlardır.
Bu gördüğünüz minber kapısı nefis bir ahşap işçiliği olan bunun da
kapısını çaldılar ve ben onu Londra’da buldum. Ve imam bir gün
soruyor bu nasıl geldi diye, bir İngiliz gazeteci kadın bulmuş getirmiş,
dedi. Türkiye’nin en önemli camilerinden Sivas Divrigi Camii bunu
Amerika’daki bir sergide gördüm. Bir ingiliz galeri sahibi Oliver Hoare
kimdir, Leydi Diana’nın sevgilisi. Ve aynı anda Ayşegül Nadir Tecimer’
in sevgilisi. Ben bunu buldum Amerikan FBI devreye girdi el koydu
uzantıları Londra’daki galerisinden de alındı
bunlar da geri geldi.
Bu ahşaplar aslında İstanbul’daki Yenikapı’da Mevlevihane’ydi.
Yangın sonucu bunlar kayıptı bunları çalmışlar ve sonra
anlamasınlar diye yangın çıkartmışlar ve bunları da bulduk
Türkiye’ye getirdik.
New York’taki töreni görüyorsunuz
dönemin Diyanet İşleri bakanı, dönemin
Kültür Bakanı, FBI ajanları bunları Türkiye’ye geri veriyorlar. Bu
Sinan Paşa İstanbul Camii’den kaçırılan mozaik bunlarda geri
geldi.
Sonuca doğru gidecek olursak Türkiye bir köprü değil doğu ile batı arasına bir kavşaktır
demiştik. Amerikalı Prof. George Bass deniz altı arkeolojisinin kurucusu diyor ki tekne yapımı
günümüzden 5.000 yıl öncesine gider diyor, şöyle düşünün her yıl bir tekne batmış olsa
Karadeniz, Marmara, Akdeniz’de en az 5.000 batık vardır diyor. Sonuçta bu Uluburnu batığı
Kaş açıklarında yine kendileri kazıp buldular Bodrum Müzesi’nde sergileniyor.
Bulunan altın kaseler, şu gördüğünüz Mısır kraliçesi Fravun
Nefertiti’nin altından mührü. O topraklar arasında arkeologlar
bunları bulup çıkartıyorlar ve bugün Bodrum Müzesi’ne
kazandırdılar. Gördüğünüz gibi bu teknede Habeşiştan’dan
deve kuşu yumurtaları var, Kıbrıs’tan bakırlar var,
Romanya’dan balta var, Yunanistan’dan seramik kaplar var,
Anadolu’dan başka nesneler var. Burası deniz altı müzesi gibi
seyyar müze gibi düşünelim bu geminin sahibi kim, Mısırlılar mı içindeki Nefertiti üründen
dolayı, bakırlardan dolayı Kıbrıslılar mı, baltadan dolayı Romanya mı, semikten dolayı
Yunanistan mı ama bu Türkiye’nin karasularında olduğu için ortak olarak hepsinin birden
korunması ve Türkiye’den dolayı Türkiye’nin tarihsel, kültürel, dinsel mirasının parçalarıdır.
Benim her zaman söylediğim bir şey var tarih yerinde güzel onun için tarihi yerinde korumak
lazım. Prof. George Bass ne demişti 5.000 yıl öncesi İstanbul Marmara kazılarında 35 tane
10
batık bulundu. İşin ilginç tarafı İstanbul Marmara ring projesinin Japonlar 1 milyon dolara
finanse ediyorlar. Anlaşma yaparken şöyle bir madde koydular kazılar yapılacak
UNESCO’nun gözetiminde önce arkeologlar gidecek onların geçtiği yerden biz geçeceğiz.
Sayın Başbakanımız çıkıyor çanak çömlek bu işi uzattı diyor. Japon benim tarihimi
düşünüyor ben düşünmüyorum. Batı Tiflis Ceyhan boru hattı Almanlar diyor ki ben
güzargahın planını vereceğim benden önce toplum bilimciler köyleri kontrol edecek eğer
güzergaha bir köy çıkıyorsa taşınması gerekiyorsa taşıyalım taşınmıyorsa biz yönümüzü
değiştirelim. Bir arkeolojik alan çıkıyorsa önce arkeologlar kazsınlar eğer çok büyük alansa
ben yönümü değiştiririm böyle bir madde koydular ama bakıyoruz Hasankeyf olayında ne
olacağı belli değil. Biz kendi topraklarımızı korumuyoruz yabancılar bizi bizden daha çok
düşünüyorlar ve çanak çömlek denilen Marmara’dan gördüğünüz gibi kürekler çıktı 8.400
yıllık yani tekne yapımı birden bire 5.000 yıl öncesinden 8.400 yıl öncesine gitti dolayısıyla
her yıl birer tane tekne batma mantığını düşüncek olursak 8.400 tane batık var demektir
Türkiye kıyılarında.
Bu gördüğünüz resim Afrodisias’da müze yoktu bir depoda
duruyordu yağmurlu bir gece hırsızlar girdiler 11 tane heykel
başını çaldılar. Prof. Kenan Erim Amerika’dan geldiğinde
çalındığını saptadı dünya arkeolojisinde uyarı yaptı bu eserler
çalınmıştır bunları önleyin diye. Bu sakallı erkek başı New
York’taki Türk başkonsolosluğumuza bilinmeyen bir kişi
tarafından kargoyla gönderildi. Fakat bunu gönderen, talimatı
veren ve paket yapan aynı kişi olmadığı için bir hata yapmış
daha önce gelmiş olan bir ambalajlı kağıdı ters düz etmiş, açıldığı zaman içinden çıkıyor
adres Paul Getty Müzesi ve Paul Getty Müzesi bunu geri vermiş. Aradan bir kaç yıl geçti
Prof. Erim Afrodisias’da geri kalan kısmını buldu gördüğünüz gibi oturuyor ve işin ilginç tarafı
bunun önünde Pitagoras yazılı işte Pitagoras karşımızda. Pitagoras’ın bu zamana kadar
elimizde heykeli yok resmi yok ve artık sakallı erkek başı değil bu bir Pitegaros. Eger
olmasaydı bu Paul Getty Müzesi’nde nasıl sergilenecekti sakallı bir erkek başı. Son olarak
şunu söylüyorum National Geographic Vakfı 1989’da vakfın kuruluşunun 100. yıl törenini
yaptı Washington’da 15 bilim insanına ödül verdi kristal küre ödülü niye, dünyanın
kırılabilirliğini anlatmak üzere dünyayı korumamız gerektiğini doğasıyla, madeniyle,
heykeliyle, arkeolojisiyle korumak için. O 15 kişiden iki tanesi Anadolu arkeolojisiyle
bağlantılıydı biri George Bass ikincisi Prof. Kenan Erim. Kenan Erim kürsiye çıktı ödülünü
aldıktan sonra şunu söyledi; geçmişimizi gelecekle yaratamayız onun için geçmişimize bugün
sahip çıkalım.
11

Benzer belgeler