Siyasa Gelişmeler ve İşçi Hareketi

Transkript

Siyasa Gelişmeler ve İşçi Hareketi
Siyasa Gelişmeler
ve
İşçi Hareketi
Siyasal Gelişmeler
ve
İşçi Hareketi
Siyasal Gelişmeler
ve
İşçi Hareketi
EKSEN YAYlN C ILiK
Babıali Cad. Sıhhıye Apt. No: 19/11
Ca�alo�lu/İSTANBUL Tel: 512 51 46
Baskı: Aydınlar Matbaası
Nisan 1991-İstanbul- 1. Baskı
İÇINDEKILER
SUNUŞ
7
ll
1.
BÖLÜM
Siyasal Gelişintler
13
İstikrarOlanaldı mıdır? (H. Fırat)
28
Erken SeÇim ve Sonrası
32
Rejimin Açmazı ve Sosyal-demokrasi
38
Siyasal Durumda ve İşçi HarektindeGelişmeler
42
50
58
·
DÜzen ve Devrim
Devrimci Yü�scliş ve Devrimci
Perspektif
'90 1 Mayıs'ı
63
Düzen Cephesinde Durum
69
'91'eGirerken
79
II.
BÖLÜM
İşçi Hareketi
81
Nasıl Bir İşçi Hareketi (A. Azad)
86
Sendikalar ve Siyasal Faaliyet (A. Azmi)
99
iki Eğilim ve Sosyalist Perspektif
103
Sınıf ve Öncü
107
Siyasal Durum, İşçi Hareketi veGenelGrev
ı 15
Yığın Harek�i veGörev
ıı9
İşçi Hareketi Ne Durumda?
ı26
Amaç, Araç ve Görev
130
İşçi Harek:eı.i Tabanındaki BazıGclişı1leler (K. Yayla)
136
Gelişen İşçi Hareketi Üzerine (T. Göker)
149
Şimdiki Işçi Hareketinin Özellikleri (A. Azad)
155
ı Mayıs ve Ecevit'in M i syon u (A. Azad)
160
Dünden Bugüne İşçi Hareketi
168
İşçi Hareketi ve Ge!lel Grev
176
Körfczde Şavaş Tehlikesi, Zonguldak'la Madenci Fırunası
181
Zonguldak: Sonuçlar ve Bazı Görevler (E. Taylan)
195
III.
BÖLÜM
Seçimler, parlamento ve bagımsız sınıf tııt.umu
197
Seçimler, Parlamento ve Bajtımsız SınıfTutumlı
203
Seçimler ve Revizyonist Liberal Sol (A. Azad)
221
Kötü Bir Sınavın Gösterdikleri (A. Azad)
235
Burjuvazinin Yöneunc Sanatı ve Seçimler
SUNU Ş
Toplumda. yeni bir devrimci canlanmanın ilk belirtileriyle kendini
hisscttirdigi bir dönemde ortaya çıkan marksist-leninist hareket, bu
canlanmanın dinamiklerini, olanaklarını, sorunlarını ve onaya
çıkardığı/çıkaracağı görevleri doğru kavrayabilınek için, -teorik
çabasının yanısıra- siyasal gelişmelere yakm bir ilgi gösterdi. Bu
sayede ve daha başından, bugün olayların evrimiyle artık herkes için
anlaşılır ve kabul edilir hale gelmiş, şu iki net tespite ulaşiı. Birincisi;
Türkiye bir devrim ülkesidir; ve tüm belirtiler, girilen dönemde yeni
bir devrimci yükselişin kaçınılmazlığına işaret ediyor. İkincisi; yaşa­
nacak devrimci yükselişin odağında ve ön saflarında bu kez işçi sınıfı
bulunacak, Türkiye işçi hareketi bu yeni dönemde nicel ve nitel
bakımdan büyük bir gelişme yaşayacaktır.
Elinizdeki derleme, marksist-leninist hareketin· bu alandaki
çabalarına tanıklık etmektedir. Okur, olaylarm bugünkü düzeyinde
artık sıradan gerçekler olarak herkesin görebildiği bir kısım tespit ve
değerlendirmeleri ele alırken, bu tespit ve dcğcrlcndirınclcrin yapı Id ığı
tarihe dikkat etınezse eğer, derlemenin taşıdığı önemi de yeterince
takdir edemcyccek demektir.
*
Henüz çok sınırlı bazı belirtilerden kalkarak olayların gelecekteki
seyrini öngörmek kuşkusuz önemli olmakla birlikte, sözkonusu olmı
marksist-leninist bir politik harcketsc eğer, tck başına çok da anlamlı
değil. Bu kadarı bir hareketin ancak iyi bir "gözlemci" olarak nitelen­
ınesine yetcbilir. Oysa asıl anlamlı ve önemli olan, siyasal gelişmeleri,
bunun içinde marksist-leninistler için ayrı bir ilgi alanı olarak işçi
hareketindeki gelişmeleri, marksist-leninist hareketin politik perspek­
tifleri, somut politik ve örgütsel görevleri açısından ele alabilınektir.
Demek oluyor ki, elinizdeki dcrlcmcdc bir kısım sonuçları yer�ılaıı
çaba, gerçekte marksist-leninist hareketin kendini politik ve örgiilscl
olarak oluşturmak ve geliştirmek çabasından ayrı düşünülemez. Teorik
7
gelişmeyle birlikte ve onun bir uzantısı olarak ele alındagında, bu
çabanın, teori pratik bütüniiigünde ifadesini bulan yöntemsel ve ilke
sel bir önem taşıdıgı da görülecektir.
"Proleter sosyalizmi, bir düşünce akımı değil ,fakat gerçek ve en
ileri manada bir toplumsal devrim hareketidir Teorik, politik ve
örgütsel tüm alanlarda kendi bütünsel kimligine ulaşmak z orundadır
Türkiye' nin yeni dönemine ve Tiır/dye devriminin gelişme seyrin e
da mg asını vurabi/mesinin biricik g üvences i budur."
-
­
.
.
Marksist-leninistlcr, bir vesileyle , aydm tutarsızlıg ının ve opor­
tünizminin ifadesi egilimlcre yönelik eleştirilerini bu sözlerle dile
getirmişlerdi. Teorik ideolojik gelişmesini politik faaliyet ve ö rgütsel
-
şckillenme ilc birlikte ele almak, çıkışından itibaren marksist-leninist
hareketin ayırdedici bir özel ligi oldu. O, bu konuda, "Marksist bir
hareket olarak şekillenmeye teorik, politik ve örgütsel bütünlük içinde
bakwıyan her çaba dejenerasyon a ugrar ve oportün isı bir if/asla
sonuçlanır" , şeklinde de özctlencbilen net bir kavnıyışla hareket eLLi.
Tam da bu nedenle, bu kitap, bundan önceki kitaplarımızın tamam­
layıcı bir parçası olarak ele alınmalı, ve eğer olanaklıysa, siyasal
olaylar ve işçi hareketindeki gelişmelerle bağlantısı içinde devrimci
hareketin çeşitli zaaflarını elcştiren bir çalışına olarak, D e vrimci
llarekelle Reformisı Egitim' Ic birlikte incelenmelidir.
•
Bu çalışınada yeralan yazılar 1987 ilc 1 990 yıllan arasında Ekim'­
de yeralmıştır. 1 98 7 yılı bir yandan Ekim' in oluşumuna denk diişcrkcn,
öte yandan da işçi hareketinin toplumsal muhalefetin odağına yerleş­
ıneye başladığı tarih olmaktadır. Bu tarihsel paralellik bir rastlantı
değildir. Sol harekette ve işçi hareketinde farklı kanallarda yaşannuş
olmakla birlikte birbirinden etkilenen bir süreç sonunda biriktirilıniş
olanın günyüzüne çıkmasıdır.
Kuşkusuz, yazılan yazılar son üç yılın ürünü olmasına karşın bir
tarihsel bakışı da taşıyorlar. Bu gelişıneler onyılların birikimi üzerine
ortaya çıkmıştır. Bu anlamıyla son üç yıl, Türkiye'nin son otuz yılının
yoğunlaşmış bir sonucudur. Bu sonuçlardan biri, işçi sınıfının öncü
rolünün tartışmasız bir gerçcge dönüşmesiyse, diğeri ise bu gelişmenin
siyasal ifadesi proleter sosyalizminin bir siyasal akım ve örgüt olarak
doğum udur.
8
1990 yılı sonunda işçi hareketinin ulaşmış nldugu boyut, 1987
yılında pek çok çevrenin, tahmin sınırlarının epey- dışındaydı. 1980
yenilgisi, yalnızca mevcut örgütsel yapıları dcgil, aynı zamanda işçi
sınıfına karşı da derin bir güvensiziitti dogurmuştu. Bugünden
bakıldı!tında bir tarih gibi gözüküyor, oysa çok de�il üç yıl önce, Ekim
pek çok çevreden "işçi hareketinin potansiyellerine abarLılı yaklaştı !lı"
yolunda eleştiriler alıyordu.
Netaş grevi ve Zonguldak grevi ilc sınırianan bu üç yıllık dönem,
işçi hareketindeki gücün oldugu kadar, zayıflıgın da ortaya çıktı�ı bir
tarihsel kesit olmuştur. İşçi hareketinin bu temel zayıflıgı sosyalist
hareketin önüne parti sorununu acil bir görev olarak çıkarmaktadır.
Parti sorunu, işçi hareketi ilc sosyalist hareketin birleştirilmesi
görevinin cisimlcşmiş halidir. Teorik-ideolojik-örgütsel bir bütünlüğe
sahiptir. İşçi hareketinin yükselmesi karşısında bazı çevreler, sınıfla
birleşme 'sorununu "sendikal politikalar" alaııına indirgerken, diğer
bazı çevreler de sözde "sendikalizm" ya da "uvriyerizm"c düşmernek
adına, gerçekte
ise keiıdi elilist aydın eğilimlerinin bir sonucu olarak
sınıf hareketine karşı politik-örgütsel görevlerden yan çizdiler ve sınıf­
la birliği teorik bir sorun düzeyine indiegeyen bir parti fikrini geliş­
tirdiler.
Bu çalışmada yeralan yazıların her iki yaklaşımdan da kalın
çizgilerle ayrılan bir perspektif ortaya koyduğu görülebilecektir. Sınıf
hareketini yorumlamaktan öte, onu tarihin değiştirici öznesi olarak
değerlendiren ve parti sorununu bu perspektifle ele alan bir yaklaşım,
bu çalışmanın ayırdedici yönlerinden biri olarak ortaya çıkıyor.
*
Marksist-leninist bir hareketin işçi sınıfına ayrı bir politik-pratik
ilgi göstermesi deyim yerindeyse eşyanın tabiatı gereğidir. Zira
Marksizm-Leninizmin özü, devrimci bir sınıf olarak işçi sınıfının
modem kapitalist toplumdaki özel yerini, bu özel yerden kaynaklanan
tarihsel misyonunu ve bu misyonu gerçekleştirmenin olanaklarını,
anıç ve yöntemlerini ortaya koymaktır. İşçi sınıfının tarihsel çıkarlarının
ve amaçlarının temsilcileri olarak koınünistlerin temel görevi ise,
verili bir toplumda, işçi sınıfının tarihsel ve güncel hedeflerinin doğru
bir tesbitini yupmak la yetinmeyerek, bu hedeflere ulaşabilmenin biricik
toplumsal güvencesi olıırak, bu sınıfın, politik ve örgütsel gelişmesi,
9
bağımsız bir siyasal sınıf kimliği kazanması için her yolla çabalamaktır.
Sosyalizmin işçi hareketiyle birliği bu kesintisiz çaba içinde gerÇekle­
şebilir. Bu birliğin cisimlcşmiş bir politik-örgütsel ifadesi olarak
gerçek bir devrimci sınıf partisi, bu çaba içinde inşa edilip geliştiri­
lebilir.
Bu sorunlar çerçevesinde popüHzme karşı ideolojik bir mücadele
yürüten marksist-leninistler, bunu, kendi ideolojik konuınianna poli­
tik-örgütsel bir gerçeklik kazandırma çabası ilc birleştirdiler.. İşçi
sınıfına pratik yönelimde ifadesini bulan bu süreç, tarihsel ve güncel
amaçları ve ihtiyaçları bir amda gözctiyordu. Sınıf yönelimi, işçi
sınıfını, gündemdeki partileşmc çabasının toplumsal tabanı ve temel
kadro kaynağı, gelişmektc olan devrimci kitle mücadelesinin ekseni,
devrim ve ikti�lar mücadelesinin öncüsü ve temel gücü, sosyalizm ve
sınıfsız toplum mücadelesinin biricik güvencesi ve taşıyıcısı olarak
kavramaktaydı. Bu sürecin başarısı, pra[ik boyuua, yeni dönem işçi
hareketini, onun gelişme olanaklarını ve seyrini, başlıca özelliklerini
ve sorunlarını doğru kavramayı da gerektiriyordu.
Sağladığı bazı ileriemelere rağmen teorideki eklcktizmi ve
bıılanıklığı henüz esas olarak koruyan devrimci-demokrasi de, işçi
hareketinin belirgin bir şekilde öne çıkışının baskısıyla, yeni dönemde
bir "sınıf yönelimi" içine girmiş bulunuyor. Nedir ki, "halk" içinde
demokratizm olarak kendini ortaya koyan o eski kavrayış, sınıf içinde
bu kez kendini sendikalizm olarak üretti. Marksist-Icninistler başınd<ın
itibaren buna da dikkat çektiler ve eleştiri konusu yaptılar.
"İşçi Hareketi" başlığı altında Il. Bölümü oluştııran yazılar ince­
lenirken tüm bu noktalar gözetilmelidir.
*
"Seçimler, Parlamento ve Bağımsız SınıfTııtıımu" başlığını taşıyan
ve III. Bölümü oluşturan yazılar, sonuncusu hariç, 1987 Kasım'ında
yapılan erken genel seçim döneminin ürünlerinden oluşuyor. Fakat
seçimin güncel siyasal anlamını değil, bu olayı veşile ederek, parla­
menter seçimler ve parlamento kurumu karşısında marksist tutumu ve
temel taktik ilkeleri ele alıyor, liberal ve devrimci kesimleriyle sol
hareketin bir eleştirisini veriyor.
10
EKSEN Y AYlNCILIK
I.
BÖLÜM
Siyasal Gelişmeler
ISTIKRAR OLANAKLI
MIDIR?
Sermaye düzeninin tüm temsilcileri ve savunucuları ile emperya­
list destekçilerinin bugünlerde pek sık dile getirdikleri ortak bir istem
var: Siyasal istikr.ır!
İç ve dış koşullar açısından bu öylesine yakıcı bir istemdir ki,
sermaye düzeninin yedekleri İnönüler, Ecevitlerden başka, legalleş­
mek için bu ara burjuvaziye kuyruk sallayan revizyonistler de temel
politikalarının "siyasal istikrar" istemlerine göre şckillendirmiş bulu­
nuyorlar.
Düzen ve istikrar! Bunlar genel olarak ve her zaman için egemen
burjuvazinin değişmez istemleridir. Fakat bugünlerde özellikle ve çok
yoğun olarak dile getirilişlerindc, bugünün iç ve uluslar.ırsı koşulbın
ayrı bir rol oynuyor. Tüm temel göstergeler, olayların bugünkü evrimi,
sermaye düzeninin çok yönlü ve şiddetli bir krize doğru yol aldığıııı
gösteriyor. Siyasal istikr.ır istemi bundan duyulan tcdirginliği ve kor­
kuyu da dile getiriyor.
13
Dur!lm.a biraz daha yakından bakmak, olanaklı bazıtespitler yap­
mak, proletarya hareketinin ·sorunları, ve komünistlerin' acil görevleri
açısından önem taşıyor.
I- Ekonomik cephede durum
Türkiye kapitalizmi dünya kapitalizminin organik bir parçasıdır.
"İhracata dayalı sanayileşme" adı altında son 8 yıldır uygulanmış
iktisadi politikalar ülke ekonomisini emperyalist ekonomiye daha da
sıkı perçinleıniş, dünya kapitalist ekonomisindeki degişimin etkilerini
dolaysız yansıtır hale getirmiştir. Bu nedenle Türkiye ekonomisinin şu
an içinde bulundugu durum ve sorunlardan önce, dünya kapitalist
ekonomisinin bugünkü durumunu en özet çizgilerle belirtmek gereki­
yor.
Dünya kapitalizmi '80'li yıllarda genel bir durgunluğun pençe­
sine girmiştir. Kapitalizmin aşırı üretim bunalımının belirgin sonuçları
olan ticaret hacmindeki daralma, büyüme hızında düşüş, yatırımlarda
azalma, hızla artan işsizlik, enflasyon oranında yükselme, ücretlerde
düşüş ve sosyal harcamalarda kısırıtı, tüm belli başlı büyük kapitalist
ii! kclerde yaşanır olmuştur. ABD- Japonya ve Kanada ekonomilcrinde
son bir kaç yıldır yaşanan nispi büyüme ve işsizlik oranlarındaki nispi
azalış kapitalist dünyada bazı umutlar yaratınışsa da, bir kaç hafta önce
New York Borsasındapatlak veren şiddetli kriz ve bunun, başta Tokyo
Borsası olmak üzere, tüm dünya borsalarnda anında ve aynı şiddette
yansıması, bu umutları si.Jip süpürmüştür. Şimdilerde kapitalizmin en
hararetli savunucuları bile yakın gelecek konusunda karamsar konuş­
makta, kapitalizmin 1 929 büyük bunalımının anılarıyla irkilınektedir­
lcr.
Son borsa krizi, dünya kapitalizminin durgunluktan çöküşe yol
aldığının işaretlerini taşıyor. Bu gelişmenin Türkiye ekonomisi
açısından yaratacağı salt iktisadi başlıca sonuçlar şu noktalarda ifade
edilebilir:
Birincisi, krizin, dünya kapitalizminin organik bir parçası olan
Türkiye ekonomisine dolaysız sonuçları;
İkincisi, yıllardır durgunluğun yükünü kendi cınek��ilerinin
yanısıra bağımlı ülkelerin omuzlarına akLanın emperyalist iilkclcriıı,
14
durgunluktan çöküşe geçişi geciktirmek ve-yaratacağı yıkımı hafiflet­
mek için, tüm bağımlı ülkelerin yanısıra Türkiye ekonomisine
çıkaracağı ek yeni fatura ve bunun sonuçları;
Üçüncüsü, dünya kapitaliziminin artan durgunluğu ve yüzyüze
olduğu çöküş tehlikesi koşullarında, dünya ticaretinin giderek darala­
cağı ve bunun ticaret savaşını ve korumacı önlemleri artıracağı düşü­
nülürse, tüm umudunu ihracattaki ve ihracata dayalı üretimdeki art­
ınaya bağlamış Türkiye kapitalizminin karşı karşıya kalacağı sonuçlar;
Dördüncüsü, ekonominin çarklarını ancak dış borç ve kredilerle
çevirebilen, bu borç ve krcdileri büyük tavizler pahasına bulabilcn
tekelci burjuvazinin, yeni borç ve krediler bulmakta karşılaşacağı
- güçlükler ve bunun sonuçları.
Dünya kapitaliziminin durgunluktan çöküşe geçiş sinyalleri ver­
diği bir dönemde, Türkiye kapitalizmi ne durumdadır?
'70'li yılların ikinci yarısında sürekli bir iktisadi krizin perıçe­
sinde kıvranan Türkiye kapitalizmi, 1980 başında tıkanına noktasına
gelmişti. 24 Ocak kararları trkanıklığı gidermenin. ekonomiyi yeni
temeller üzerinde sözde yeniden
kurmanın, büyümcyi ihracata
dayamanın reçetesi olarak gündeme getirildi. Sermaye sözcüleri bu
politikayı "ekonomik istikrar tedbirleri" olarak nitelediler. Serbestçe
uygulanabilmesi ise "siyasi istikrar"a bağlıydı. 12 Eylül faşist askeri
darbesi bunun koşullarını yaratınayı da aınaçlıyordu. Bu koşullar
süngü zoruyla bir dönem için gerçekleştirildi.
İşçi ve emekçi yığınlarının yaşamını açlık sınırına iten yoğun bir
sömürünün aracı olarak son 8 yıldır uygulamın "ekonomik istikrar
politikaları", ekonomik istikrar yaratmak bir yana, Türkiye kapitaliz­
mini daha da şiddetli bir krizin ve çıkınazın içine itti.
Bütün temel ekonomik göstergeleri bunun kanıtıdır.
36 milyar dolara yaklaşan dış borç, 5 trilyon lirayı aşmış iç borç,
sapurılınış rcsıni açıklamalaragöre bile %20'1criıı üstünde olan işsizlik,
şu an %50'lcrin üstüne çıkmış enflasyon, TL'deki korkunç ve sürekli
değer kaybı, dönmeyen krediler, çöken bankalar, bULan şirketler -bütün
bunlar 8 yıldır sözde "istikrar"a kavuşturulnıaya çahşılan ekonoriıideki
gerçek durumun özet bir görünümünü verınektedirler. Dahası bu
ekonomi, sermaye sözcülerinin deyimiyle son bir yılda alabildiğine
"ısınınış"tır ve biraz olsun nefes almak için, erken sc\:iındcn hemen
15
sonra gündeme getirilccek ·yeni bir ..tedbirler paketi"ne ihtiyaç
duymaktadİr. Bu p:ıketin 24 Ocak paketinden. daha acı ve daha katı
olacagı aynca belirtilmektedir.
Sermaye sözcüleri ekonomik alanda yalnı7..ca ihr.ıcauaki artışla
övünebilmektcdirlcr. Satılanan artışın konjonktürel oldugu, işçi sınıfını
ve emekçi köylülüAü açJıga itmek pahasına saglandıgı gerçegi bir
yana, dünya ekonomisindeki bun alımın, ticaretteki daralmanın ve
bunun kızışuracagı ticari savaşın bu sözde başarıyı ortadan kald ır.ıcagı
da kuvvetle m u h temeldi r .
Bugün Türkiye kapitalizminin çarkları ancak sürekli borçlao­
mayla dönebilmektedir. Ekonomi bir borç ekonomisi haline gelmiştir.
Öylesine ki, yıllık ulusal geliri yaklaşık 50 milyar dolar olan Türki­
ye'nin dış borçları yıllık ulusat gelirinin %70'ini (36 milyar dolar)
bulmuştur. 5 trilyon li m yı bulan iç borçlar ise, toplam· 10 trilyon liriı
civarında olan devlet bütçesinin yarısı kadardır.
Bu borç miktarları sürekli büyümektcdir. Zira yeniden borçlan­
maya gidilmcdikçe iç ve dış borçların ana para taksiti ve faiz tkiemeleri
yapılamadıgı gibi, mevcut ekonomi çarkı da döndürülcmemektedir.
Bir hesaplamaya göre, bugün Türkiye kapitalizmi çarkını döndürcbil­
mek için yılda 5 milyar dolar dış, 3 trilyon lira iç borçlanmaya ihtiyaç
duymaktadır. 1986 yılında tüm borçlu ülkeler arasında onuncu sırada
olan Türkiyc'nin, 1987 yılı sonunda yedinci sıraya yükseleceği bizz<ıt
emperyalist tinans çevrelerince ileri sürülmüştür.
İç ve dış borçlarla ilgili bu gerçekler bile tck başımı Türkiye
kapitalizminin illasını bclgclcmcktedir.
Türkiye'de işsizlik, resmi rakamlanı güre 4 milyonun üzerinde­
dir. Bu çalışabilir durumdaki nüfusun %20'sinden fazlasının işsiz
oldu�u anlamına gelir. Petrol-İş sendikası araştırınalarına göre gerek
işgücü anı (çalışabilir nüfus) gerekse işsiz sayısıyla ilgili resmi rakamlar
eksik, yanlış ve saptırılınıştır. Gerçek i şsiz sayısı resmi rakam ol�ın 4
milyonun çok üstündedir. Devlet, işgücü arzını düşük göstererek
(resmi r.ıkamlara göre 18,5 milyon kişi, toplam nürusun %31,6'sı)
gerçek işsiz sayısını ve işsizlik oranını gizleınektcdir.
Türkiye'de işsizlik sürekli büyüınektedir. Ekonominin içinde
bulunduğu krizin ve çıkınazın en iyi göstergelerinden biri de işsizliğin
sürekli ve hızlı bliyüınesidir. Tckelci burjuvazi yeni yatırımlarla ve
16
artan üretimle degil, spekülatif yollarla, açlık sınırina i tilmiş düşük işçi
ücretleriyle ve sürekli zamlarla karlarına kar kaLmaktadır. Sermaye
sözcülerinin popüler deyimiyle "pasta" büyümemcktc, fakat mevcut
pastanı n daha büyük bir bölümu tckelci sermayenin eline geçmektcqir.
B u i şsizl i g in sürekli ve hızlı artışını açıkladıgı g ibi, servct scfalct
-
k utup laşmas ının, yıg ınl a rdaki korkunç yoksull aşmanı n da ifadesi
olmaktad ır
1 980 sonrası s üngü desteğinde uygulanan iktisadi .poli tikaların
asıl hedefi, ç alış an sınıfların aşırı sömürülmesine ve yoksullaştı­
rılmasına day an an bir sermaye birikimidir. Temel araçlarıysa, aşırı
düşük ücretler ve enflasyonİst politikalardır.
24 Ocak Kararlarıy l a birlikte ve 12 Eylül sonmsında işçi ücretleri
sürekli ve sistemli olarak düşürülmüştür. B u süre içinde i şçiler gerçek
ücretlerinin yarısından fazlasını kaybetınişlerdir. Petrol-İş sendikası
araştırmalarına göre, işçi ücretlerindeki düşüş 1938 yılı ücretlerinin
bile altına inmi ş , II. Dünya Savaşı dönemi düzeyine yaklaşmıştır *
1938 ücreti 100 kabul edilirse, ücretler 1977'de 198 cndcks rakam ı na
ulaşırken, sonrasında büyük bir düşüş göstererek 1986'da 88 endeks
rakamına inıniştir. 1938'dc 1,36 TL olan gerçek ücret, 1 986 'da 1 , 1 9'a
inerck 1938'in bile altına düşmüştür.
Bu rakamlar emek sömürüsündeki1korkunç artışın ve işçi sınıfı
içindeki aşırı yoksullaşmanın göstergeleridir. Sömürünün yalnızca
m iktarı değil oranı da aşırı boyutlara varmıştır. İstanbul Sanayi Oda­
sının (İSO) 500 büyük firmayla ilgili rakamları esas alınarak yapılan
hesaplaınalara göre, 19EO karları 100 kabul edilirse, kar artış endeksi
1985'te 1071.5'e çıkmıştır. Yani ll kat artmıştır. İSO'nun en büyük
500 firma için açıkladığı 1986 yılı rakamları, kar artış endeksinin daha
da büyüdüğünü, buna karşılık yaratılm1 yeni değerde ücretierin pay
oran ının daha da düştüğünü gösteriyor. Bu sömürü oranında sürekli
bir artışın ifadcsidir..
Sömürünün ve yoksullaşman ı n boyutları, ulusal gelirden ücreti­
lerin aldığı pay ilc kar-faiz-rant gelirleriyle yaşayanların aldıkları
.
..
* Il. Dünya Savaşı dÖneminin, elerneğin kameye bağlandığı, işçilerin
mecburi çalışmaya,ta�i .t�iluldukları ve her türlü sendikal demokratik haktan
yoksun oldukları bir döıienı oldoğu unutulmamalı.
17
paylar kıyaslandıgında da görülebilir. Yine Petrol-İş'in '86 yıllığı11.da
yeralan hesaplamalara göre, 1 977 yılında ulusal gelirden %36,8 pay
,alan ücretlileri� (buna maaştılar da dahil) payları, 1 986'da% ı 7,7'ye
düşmüştür. Aynı yıllaı:da kar-faiz-rant geliriyle geçinenlerin u lusal
gelirden aldıkları pay%34 , 1'den%64,2'ye yükselm iştir.* Tarım dışı
kesimde b u lunan ve toplam aktif nüfusun yalnızca% 10'unu oluşturan
bir avuç asalağın, toplam ulusal gelirin %64,2'si n i alması çok şey
anlatıyor. Öte yandan i se toplam ulusal gelirin yalnızca % 17,7' sini
alan ücretliler ve maaşitlar (ki toplam faal nüfusun %36'sını oluştu­
ruyorlar, tarım kesimi ücretlileri bu orana dahil değil) toplam gelir
vergisinin %75'ini ödcmcktedirler.
Servet dağılımda asalak sınıflar lehine bu korkunç değişim düşük
ücretierin yanısıra, son yıllarda sürekli hale get, i rilcn yüksek enflasyon
yoluyla sağlanmıştır. Bu gerçeği sermaye profesörleri bile itiraf etmek
zorunda kal m ışlardır. Prof. Necdet Serin yaptığı araştırmanın so­
nuçlarıyla ilgili olarak basma yaptığı açıklamada şunları söylemek­
tedir: "Önemli bir nokta da, bilindiği üzere enflasyon dönemlerinde
gelir dağılımındaki adaletsizlik hızla artar. Yüksek gelirli grupların
gelirleri daha da yükselirken, alt ve orta grupların durumu kötüleşir.
Toplum, az gelirli, orta gelirli ve yüksek gelirli kesimler yerine hızla
'çok az gelirli' ve 'çok yüksek gelirli' iki kesim/i bir yöne kayar.
Türkiye' de şimdi yaşanan budur." (Cumhuriyet, 6 Ekim 1987)
Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Necdet Serin sermaye düzc­
ninin sad ı k bir savunucusudur ama, açıkladığı gerçek scrvet-sefalct
kutuplaşınasından başka bir şey değildir. Bütün araşurmalar bu
kutuplaşınanın vardığı korkunç düzeyi göstermektedir. B i zzat
TÜSİAD'ın açıkladığı rakamlara göre toplam nüfusun en üst%20'lik
dilimi toplam ulusal gelirin %56'sını al ırken, en alt %20'1ik dilim
yaln ızca%4'ünü almaktadır.** Bir başka araştırınaya göre nüfusun en
* Tarını kesimin payı ise aynı yıllarcia %29'dan %18'c düşmüştür. Oran­
lama tarım kesimi dışında tumlarak yapıldığında, üç;rctlilerin payı 1977'dc
%52'den 1986'da %21,6'ya düşerken, kar-faiz-ranı geliriyle geçinenlerin pay­
ları %48'dcn, %78,4'e çıkmıştır.
** Daha önceki oranlama yalnızca faal nüfusa göre yapılırken, buradaki
oranlanıanın toplam nüfus üzerinden yapıldığı unutulmamalı.
18
dilşük %10'luk gelir.grubu i le en yüksek % 1 0'luk grubu arasındaki
fark 1978'de 42 kat iken, 198 3 'de47,3 kata çıkmıştır. Bu uçurum kırSal
kesimde çok daha büyüktür. Dünya Bankası kaynaklarına göre servet
dağılımındaki bozukluk, servet-seralet kutuplaşınası açısından Tür­
kiye'deki durum, Güney Kore, Hindistan, Endonezya, Arjantin,
,
Meksika vb. ülkelerden bile çok daha kötüdür. Nüfusun % IO'luk en
üst gelir grubu toplam ulusal gelirin G. Kore'de%27,5'ini, Hindistan'­
da%33,6'sını, Endonezya'da%34'ünü, Arjantin.' de%35,2'sini alırken,
Türkiye'de %40,7'sini almaktadır.
Bu ekonomik ve sosyal görünüme bir kaç gerçeği daha eklemek
gerekiyor.
Askeri harcaınalara yılda 1 trilyon 300 !""i lyar lira ayıran , ulus­
lararası silah tekellerine m ilyarlarca dolarlık silalı ihaleleri açan burjuva
devletin, halkın sağlığı için ayırdığı miktar yalnızca 194 milyar l i radır.
B u , polis teşkilatı için ayrılan miktar kadar (245 m ilyar lira) bile
değildir. Dünya Bankası raporlarına göre 1968'de yatırımlar içinde
eğitimin payı%12 iken, bu oran 1985'de.%3 'e düşınüşliir. Türkiye'de
birikmiş konut ihtiyacı 2 milyon, yıllık konut açığı 300-400 bindir. Üç
büyük şehirde nüfusun yarıdan fazlası gecekond ularda yaşamaktad ır.
(Ankara'da %76,5 , · İstanbul'da %60'i, İzmir'de %50'si)
Sermaye düzenin tüm temsilcileri ve savunucuları i lc emperya­
list destekçi lcrinin, bugünlerde pek sık "siyasal istikrar" istedikleri
Türkiye'nin genel iktisadi ve sosyal ınanzarasının bazı çizgileri işte
bunlardır.
II- Siyasal cephede durum
Organ ik bir parçası olduğu dünya kapitalizminin d urgunluktan
çöküşe geçiş tehlikesi sinyalleri verdiği bir dönemde, ciddi siyasi­
askeri olayların yaşandığı bir bölgede bulunan, halen iktisadi ve mali
kriz içinde debelenen, dış borçları 40 m ilyar dolara tırmanan, iç
borçları 5 trilyon lirayı aşm ış, işsizlik oranı %20-25'1erde, enflasyon
oranı%50'lcrde, servet-sefalct k utuplaşın!ısı korkunç boyutlara varan,
faal nüfusun yalnızca% 10' unu oluşturan kar-faiz-ranı. geliri sahibi bir
avuç asalağın ulusal gel irden %64 pay aldığı, işçi ücretlerinin açlık
sını rında olduğu, ve dahası, 24 Ocak türü yeni bir "ekonomik tedbirler
19
pakcti"nin kapı,da beklcdigi bir ülkede� siyasal istikrar olanaklı mıdır?
Bu istikrar 12' Eylül dönemindç. ancak geçici bir süre için,
yalnızca baskı ve terör ilc ona eşlik eden çok yoğı.ın. tek yanlı, sistemli,
demagejik bi r ideol ojik kampanya ilc sağlanabildi. Bunun kalıcıolması
olanaksızdı. Kitleleri ezen, yoksullaştıran, yıkıma sürükleyen, bunu
sistemli ve kalıcı bir politika haline getiren bir rejim, baskı. terör ve
demagoji ile sa ğl ad ığı nispi siyasal istikrarı, yalnızca bu yol ve araç­
larla uzun yıllur koruyamazdı.
Son bir kaç yıldaki gelişıneler
koruyaıiıadığını fazlasıyla gösterdi. Rejimin siyasal istikrarsızlığa yol
aldığının göstergeleri bugün gereğinden çoktur. Erken seçim bunun
baskısıyla gündeme gelmiştir; sermayenin siyasal istikrar arayış ı nın
ifadcsidir. Fakat emperyalist çevreleri n ve tckelci burjuvazinin şu
dönemki gözdesi Özal, öngörüldüğü gibi parlamentoda büyük bir ·
çoğunluk kurabilse bile, sermaye düzeninin siy asal istikrar şansı yok tur.
S iyasal istikrar sorunu parlamento içi dengeler! çok aşan , bazen onu
bütünüyle önemsiz kılan bir sorundur,
Düzenin siyasal istikrar şansı yoktur. Zira sermayen in açlık
sınırına i t il m iş işçi sınıfına ve eınekçilcrc iktisadi tavizler bile verıneye
tahammülü yo ktur . Bu tahamm ülsüzlük iktisadi zorunluluklardan
kaynaklanmaktadır. İktisadi ve mali krizin yükünü hafillctmek,
m uazzam m iktarlardaki iç ve dış borçların vadesi gelmi ş ödemelerini
yapmak, ucuz emek ürünleri avantajıyla dış dünyadaki ticari rekabet
şansını korumak, iç savaş kuvveti, Kürdistan bekçisi ve Ortadoğu
jandurması olarak tahkim edilen ordunun m ilyarlarca dolarl ık modern
teçhizatını sağlamak vb. için işçi sınıfı ve emekçi köylü! üğün daha çok
sömiirülınesi, daha çok soyulması gerekiyor.
Kaldı ki, işçiler ve emekçiler yalnızca iktisadi tavizler değ i l ,
demokratik haklar v e siyasal özgiirliik d e istiyorlar. Tam d a aynı
iktisadi zorunluluklardan öliirii, rejimin demokratik haklar alanında
kısmi siyasal tavizlere de tahammül ü yoktur. Zira kısmi ve sınırlı bile
olsa demokratik haklar alanındaki kazanımların işçi ve emekçi sını !ların
siyasal gelişimine katkısı kadar, i ktisadi sonuçlar konusunda da bur­
juvazi yeterince bilinçlidir. Demokratik hakların en çok kullanılabi ld iği
dönemin iktisadi tavizlerin de en çok koparılabi ldiği dönemler oldu­
ğunu, o kendi öz tecrübelerinden biliyor.
Hem sonra, sermaye düzenini yalnızca işçi sın ı fı değil, Kiirt
20
halkının birikmiş öfkesi ve belirginleşen ulusal hak talepleri de.
sıkıştırıyor. Kürt sorunu rejimi zorluyor; ·burjuvazi öneminin ve ifade
ettigi büyük potansiyel tehlikenin bilincindedir, ama taviz verecek
d ur um da da degildir.
Bu nedenlerle, tckelci sermaye, bugün yürürlükte bulunan ve 12
Eylül döneminde süngü zoruyla yarat ılmı ş siyasal-hukuksal sistemin
genel çerçevesi ni korumakta ve kalıcılaştırmakta ısrarl ıd ır.
Bu durumda çatışm� kaçınılmazdır. Zira aşırı bir söm ürü .ve
soygunun di z gi nsiz ve keyfi bir terör ilc tek yanlı dcmagojik bir
propaganda eşliğinde sürdürülebildiği dönem bugün geride kalmıştır.
Artık dizginsiz ve keyfi bir terörü bugün için eski ölçülerde sürdürme
olanağı yoktur. Öte yandan, yığınlardaki sessizlik de tahamm ül
sınırlarını çoktan aşmıştır.
B ü tün bunlar siyasal bunalımı daha geniş bir temel üzerinde
yeniden ürctmektcdir. Ve yakın geleecktc 12 Eylül öncesi döncmden
çok daha şiddetli, çok daha geniş ve derin yaşanacak bir siyasal
bunalımın bir çok öğcsi daha şimdiden bclirginleşmiştir. B ir yandan,
işçi sınıfı saflarındaki derin hoşnutsuzluk ve ortaya çıkan ilk
kıpırdanışlar, Kürt halkının belirginleşen ulusal istemleri , Kürdistan'­
daki silahlı m ücadele, öğrenci gençliğin huzursuzluğu, siyasal
tutuklularm direnişleri ve toplumdaki yankılar ı, halkın güçlenen
demokratik istemleri, Anayasa tartışmaları; öte andan, genel çerçe­
vesi henüz korunsa bile, 12 Eylül ilc yaratılan siyasal-hukusal sistemde
başgösteren gcdikler, siyasal yönetirnde bir türlü kurulamayan istikrar,
burj uvazinin kendi Anayasa'sını ve yasalarını çiğneme durumunda
kalması, transfer ve skandallar panayırına dönen parlamentodaki ç ü­
rümüşlük, burj uva panilerde sonu gelmeyen iç sorunlar, sermayenin
yedek olarak hazırladığı reformisı parti lerin yığınlar nezdinde bir türlü
inandırıcı al lcrnatif olamaması, kontrol d ışına taşan islami eğilim ve
hareketler vb., bütün bunlar gelecekteki derin bir siyasal krizin ilk
göstcrgcleridir.
Kaldı ki, bunlar yalnızca iç toplumsal dinamiklerin yansımalarıdır.
B una bir de bölgesel ve uluslararası etkenleri katmak gerekir. Orta­
doğu'nun birikmiş sorunları ilc İran-Irak savaşı ve Basra Körfezi
olaylarıılın bugün özellikle öne çıkarıp dayanığı ABD ve NATO
jandarmalı ğı, Ortadoğu ve İran 'daki İslamcı-dinci akımlar i lc çevre
y
21
Kürt kurtuluş hareketlerinin baskısı, dünya kapitalizminin agırlaşan
bunalımının ülkeye yansıyacak ve yansıtılacak sonuçları, bütün bunlar
iç dinamiklerin besledigi siyasal istikrarsızlıgın dış siyasal ve iktisadi
koşullarıdır.
Tckelci burjuvazi siyasal istikrar arıyor ve bu arayışta erken
seçimi gündeme alını� bulunuyor. Nedir ki burjuvazinin erken seçimle
siyasal istikrarın kurulacagını ve korunacagını diişündüğünü sanmak,
onu çok saf ve tccriibesiz saymak ve sanmak olur. Y ığınlara bu izienim i
verıneye çalışınakla birlikte, burjuvazi, erken seçimin siyasal iskikrar
değil ama çeşitli iç ve dış sorunların göğüslenmesinde ve kendini
şiddetli olarak dayatmış yeni iktisadi tedbirlerin alınıp uygulanına­
sında daha uygun koşulla r yaratacağını düşünüyor yalnızca: Tartışma­
sız tercihini de Özal'dan y�na yapıyor. Mali, siyasi ve askeri tüm
emperyalist ınihrakların tartışmasız tercihi de Özal'dan yana. Zira
Özal sermayenin iktisadi-siyasi i htiyaçlarını ve tercihlerini en iyi
savunan, en bccerikli ve en kararlı uygulayan ve uygulayacak olan,
üstelik tüm yıpranınışlıgına rağmen öneml i bir oy gücünü koruyan
kişidir halen.
B u rada bir noktayı önemle belirtmek gerekiyor. Bugün Türkiye
kapitalizmi öyle bir iktisadi çıkınazın içindedir ki, uygulanacak çözüm
reçetelerinin çerçevesi bellidir. Demirel, İnönü, ya da Ecevit, her kim
olursa olsun, bu çerçevenin dışına çıkamaz. Özal'ın s0zünü çok ettiği
"alternatifsizlik" yalnızca bir deınagoji değil, bu gerçeğin de d ile
getiril işidir. Yığınlara dönük sözleri ne ol ursa olsun, tüm diğer burjuva
partileri de bu gerçeğin bilincindedirlcr. Ve zaten bu çerçeveye bağlı
kalacaklarına dair başta TQSİAD olmak üzere tüm sermaye çevrele­
rine güven aşılamaya çalışmaktadırlar.
Ekonomide kriz ve çıkınazın belirlediği bu zorunlu çerçeve,
burjuva muhalefet partilerinin, özellik)e S HP' nin, yığınlar nezdindeki
manevra olanaklarını sınırlamakta, buysa onların inandırıcı bir alter­
natif olmalarını güçlcştirmektedir. B u açmazın kendisi, Özal'ın bur­
juva siyaset sahnesinde önemli bir oy gücünü korumasının ba�lıca
etkenlerinden biridir.
Burj uva muhalefet partileri sermaye düzeninin yalnızca iktsadi
değil, siyasal zorunlulukların da bilincindedir. İnönü, Ecevit, Demirel
-tümü de 12 Eylül'ün getird iği siyasal-hukuksal çerçevenin esasına
22
ilişkin bir itiraz ortaya koymuyorlar. İnönü, burjuvazinin siyasal is­
tikrar kaygısını fazlasıyla gözetmekte, üstüne düşeni faz las ıy l a
yapmaktadır. Demirel ile Ecevit, referandumun hemen sonrasında
Kenan Evren 'in huzuruna çıkmışlar ve genel hukuksal-siyasal çerçe­
veye bağlılıklarını bildirmişlerdir. Her ikisi de, bu v esi l eyle yapLıkları
açıklamalarda, kendileri için önemli olanın "rejimin oturması" oldu­
ğunu önemle ve özenle belirtmişlerdir.
Bütün bunlar, sermaye düzeninin yığınlar nezdinde inandırıcılığı
olan bir iç siyasal alternatifi bugün neden yaralamadığını da açıklı yor.
Bir çok k imse bunu gerici ve reformİst burjuva m uhalefetinin bunalı m ı
sayıyor. Oysa bu, sorunu tersten koymaktır. Gerçekte sözkonusu olan,
içinde bulunduğu kriz ve çıkmazdan dolayı düzenin, uygulanacak
politikaların esneklik alanını daraltması, tüm gerici burjuva partilcrini
sınır l ı bir iktisadi ve siyasal çerçevede politika üretmeye zorlaması dır.
Bu .da yığ ınlara değişik bir alternatif sunamaıİıak, onlar nezdinde
inandırıcı olamaınak anlamına gelir. Yedektc inandırıcı bir iç siyasal
alternatif hazırlamanın kaygısını herkesten çok büyük sermaye çevre­
lerinin kendileri duy uyorlar. B u nedenle de, şu ara özel l i kl e görüldüğü
gibi, S HP' yi koltuklaınaya, ona akıl verip yolgöstermeye çalışıyorlar.
Tckelci sermayenin bu konudaki beklentiler i , bu sermaye çevreleriyle
haşır-neşir köşe yazarlarının yazılarına şöyle yansıyor: "Solun güçlü
bir dengeleyici unsur olarak parlamentoda yer almasının yararlı
olacağı görüşü de oldukça yaygın itibar görüyor. Özellikle Erdal
Bey' in ve SHP' nin ortaya kayacağı tavır ve program bu bakımdan
merakla bekleniyor." (Osman Ulugay, İş Aleminde Özal Tercihi ve
Beklenti ler, Cumhuriyet, 21 Eylül 1 987) Öte yandan, Özal ve ANAP ' ı n
e n hararetli destekçisi Milliyet gazetesinin sürekli olarak SHP 'yc akıl
hocalığı yapması da ayn ı gerçeği anlatıyor. İnandırıcı bir iç alternatif
yaratamamanın kaygısını en başta sermaye çevreleri duyuyor.
Bu vesileyle, bir başka tersten konuluşa daha değinmek gereki­
yor. Yine bir çok kimse, sosyal-demokrat partilerin yığınlar nezdinde
inandırıcı al ternatif olamamalarını bu partilerin "bunalım"ına
bağl ıyorlar. Oysa tersine sosyal-demokrat burjuva partileri, yığınları
sürüklcyebilccck inandırıcılıkta bir alternati f olamadıkları için, bir
türlü bunal ımdan k urtu lamı yorlar. Sermaye düzeninin önünde kö­
pcklcşenlcrin emekçi y ığınlar için inandırıcı ve heyecan verici
olmamasında ise anlaşılmaz bir taraf yoktur.
Türkiye son 25 yılda iki devrimci yükseliş ve .iki de azgın karşı­
devrim dönemi yaşadı. Bugün sosyal-demokrasi diye adlandırılan
burjuva-reformist hareket, gerek devrimci yükseliş dönemlerinde,
gerekse karşı-devrim dönemlerinde sermayenin ve karşı-devrimin
hizmetinde olmuş, pratikte bunu y e terl i açıklık ve ke sinli kle göster­
miştir. Gelinen yerde ise, ömegin Ecevit, devrim düşmanlığı, anti­
kom ün izm ve Türk ş ovenizm i alanında azgın gericileri bile geride
bırakacak kadar sermaye uşaklı�ına s�yunmuştur.
Bugün modern revizyonistlerin, özellikle TKP'nin, burjuva­
reformİst partileri yığınlara alternatif olarak gösterıneleri reformİst
hareket hakkında taşınan hayallerin değil, karşı-devrimci siyasal
konumlarının i fades idir. Zaten burjuva-reformist partilerin doldur­
ma.kta yetersiz kaldıkları yere ve role, şu ara kendileri talip ve adaylar.
Ş imdiki tüm çabaları kendilerine burjuva politik arenada yer açmak
amacı etrafında odaklaşıyor. SHP vb. partilerden umdukları da bunun
olanaklarının yaratılmasıdır. TKP -yeni ismiyle TBKP- ordu, devlet
ve parlamento gibi temel siyasal kurumların savunulmasından,
NATO 'da kalışa ve AET' e girişe rıza gösterilmesinden başka, artık
kapitalizmi savunmayı, onun istikrarını bazınamayı da program tezi
haline, getirmiştir. Şöyle: "Öte yandan şu da unutulmamalıdır: Eğer
Jıenüz kapitalizme son vermek, sosyalist üretimi gerçekleştirmek
olanaklı değilse, ekonomide gerçekleştirilecek dönüşümler, kapitalist
üretimi sekıeye uğraıacak, dolayısıyla ekonomiyi işlemez duruma
sokacak önlemler içermemelidir. Bu nesnel bir zorunluluktur." (TKP
MK
Vll. Plenum Belgeleri, s.75)
Bu sözlerin tercümesi şudur: Kapitalizmi yıkamadığımız sürece,
onu savunacağız! Sorunu böyle koyanların, bu mantıkla hareket
edenlerin, kapitalizmi hiç bir '(:aman yıkamayacakları ve ona uşaklığı
her zaman "nesnel bir zorunluluk" sayacakları açıktır.
İstikrar isteyen ve kendine bunu kolaylaştıracak yedekler arayan
burjuvazi ye modern revizyonist h areket yeni olanaklar sunuyor. Bur­
juvazinin şu dönemki nazlanışı yanıltmamalıdır; gerçekte, ç ıkmazlar
içinde debclencn ve yeni bir devriınci yükseli ş tehditiyle yüzyüze olan
rejimin TBKP gibi sübaplara sanıldığından da çok ihtiyacı vardır ve
sermaye temsi lcileri bunun bilincindedirler.
24
III. Komünistlerin görevleri
Yukarıdan beri söylenenler. her devrimeiyi iyimser kılacak bir
tabioyu oluşturuyor. Öyledir; Türkiye kapitalizmi yaşadıgı köklü ve
çözümsüz sorunlara, burjuvazinin siyasal açmazlarma, işçi hareketin­
deki ilk gelişmelere ve Kürt halkının dışa vurmaya başlayan birikmiş
öfkesine bakıp iyimser olmamak için hiç bir neden yoktur. Halihazırda
iç alternatifler konusunda kısır olan sermaye düzeninin tek gerçek
allernatifi devrimdir, bir proleter devrim.
Ne var ki, devrimin* kendiliginden gelmeyecegi, onu
adım adım,
santim santim hazırlayıp kazanmak gerekLigini Marksizm-Leninizm
hep vurgulnmıştır.
"Devrimin zaferi hiç 'bir zaman kendiliğinden gelmez. Onu
hazırlamak ve ele geçirmek, kazanmak gerekir. Ve onu hazırlayabilecek
ve kazanabilecek olan da yalnız, kuvvetli bir devrimci proletarya
partisidir. Öyle zamanlar olur ki durum, de vrimci bir durumdur,
burjuvazinin iktidarı temellerine kadar sarsılmıştır,
mruı
gene de
devrimin zaferi gelmez, çünkü proletaryanın devrimci bir partisi,
yığınları arkasınan sürükleyecek ve iktidarı alacak kadar güçlü ve
yetkesi olan bir parti yoktur. Bu gibi 'durumların' meydana gelemc­
yeceğini sanmak mantıksızlık olur.
"Bu konuda Lenin' in Komünist Enternasyonal' in Il. Kongresin­
de
de vrimci
bunalım
üzerine
söylediği
şu.
öngörülü
sözlerini
anımsatmak yersiz olmayacaktır:
" 'İşte, devrimci eylemimizin dayanağı, temeli olarak devrimci
bunalım sorununa gelmiş bulunuyoruz. Burada da herşeyden önce,
gene çok yaygın iki yanılgıyı belirtmek gerekir. Bir yandan burjuva
ikıi.wııçıları, bu bunalımı, İngilizlerin zarif deyimine uygwı o larak
basil bir 'ralıatsızlık' gibi gösteriyorlar. Öte yandan, devrimciler
zaman zaman bu bunalımın, kesinlikle çaresiz, çıkar yolu olmayan bir
bunalım olduğunu tanıtlamaya çalışıyorlar. Bu bir yanılgıdır. Kesin­
likle içinden çıkılmaz, çaresiz bir durum yoktur. Burjuvazi, aklını
* Devamındaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, bu ifade "devrimin zaferinin"
şeklinde olmalıydı; b ir kalem sürçmesi sonucu böyle çıktı. İstisınar edildi ve
tartışmalara konu oldu. ( B kz. Teori ve Program Sorunları, Eksen Yayıncılık
(Teorinin Yoksulluğu bölümü, s .S0-84)}
25
yitirmiş, utanmaz bir dalavereci gibi davranıyor. Budalalık üstüne
budalalık yapıyor, böylece durumu ağırlaştırıyor ve kendi yıkımını
çabuklaştırıyor. Kabul. Ama bazı küçük ödün/erin yardımıyla, sömü­
rülen/erin belli bir azınlığını uyu tması_nın ve.ezilenlerin ve sömürülen­
/erin belli bir bölümünü falan hareketini ve filan ayaklanmasını
bastırmasının kesin olarak olanak dışı olduğu 'tanıtlanamaz' . Duru­
mun 'kesinlikle' çaresiz, çıkışı olmayan bir durum olduğunu önceden
' tanıtlamaya' kalkışmak boş bir bilgiçlik taslamak, ya da sözcükler ve
düşünceler üzerine oynamak demek olur. Bu noktada ve buna benzer
başka noktalarda, gerçek ' tanıtlama ' , ancak pratikte yapılabilir.
Burjuva düzeni tüm dünyada en derin devrimci bunalımlardan birini
geçiriyor. Şimdi söz konusu olan, devrimci partilerin pratiği ile, bu
partilerin, bu bunalımı başarıyla yürütülen bir devrimin, zafere ulaşan
bir devrimin çıkarına kullanabilmek için yeterince bilinçli örgütlenme
anlayışına sahip, sömürülen kitlelerle yeterince bağlar kurabilmiş,
gözüpek, kararlı ve becerik/i olduklarını ' tanulamaktır' ." (Stalin,
Lenfnizmin Sorunları)
Kuşku yok ki, bugün Türkiye'de bir "devrimci durum" henüz
mevcut değildir. Fakat eğer daha şimdiden birçok iç ve dış belirti,
Türkiye'nin oraya yol aldığını gösteriyorsa, Lenin'den ve S talin 'den
yukarıya aktaqlan görüşler, kom ünistlerin perspektifleri ve görevleri
konusunda yeterl i açıklıkta ve aydınlatıcılıktadır.
Nesnel koşulların bizi devrime yakın kıldığı ölçüde, öznel koşul­
lar bizi devrimden uzak tutuyor. Nesnel koşulların clvcrişliliği ilc
öznel koşulların el veri şsizliği arasındaki oransızlığın bu derece büyük
olduğu nadir durumlar olmuştur tarihte.
.
Biz Türkiyeli komünistler daha gerçek i h ti lalci bir sın ı f partisin­
den b i le yoksun uz. Böyle b ir partiyi inşa etmek ve geliştirmek, en a c i l
görevimizdir. B u görevin üstesinden ise, zorlu teorik-pratik mücadelcler sonucu gelinebi l i r. Bu mücadelenin teorik boyutunu, marksist­
leninist teorinin ışığında proletarya hareketinin tarihsel ve güncel
sorunlarını ve görevlerini çözümlemck, bu çözümleri bili msel esaslara
dayalı bir program ve taktikler demetine dönüştürmek; pratik boyutunu
ise, işçi hareketi içinde yer almak, onun siyasal-örgütsel gelişimini
sağlamak, ileri, sınıf bil incine kavuşmuş unsurlarını i l legal, ihti lalci
bir sınıf örgünütünde birleştirmek oluşturmaktadır.
26
·
Modern revizyonizmin yarattıgı tarihsel tahribatın bugüne
yansırnalarına bakıldıgında, bu işi başarmak bir hayli zor görünüyor.
A ma Türkiyeli komünistler, işçi sınıfı davasına gerçekten baglı dev­
rimciler bu "zor"u başarmak zorundalar.
iktisaçli-sosyal-siyasal dinamiklerin Türkiye'yi devrimci bir
bunalıma hazırladığı bir dönemde, devrimci hareket darmandağınıktır
ve sürekli kan kaybetmektedir. Dağınıklığı ve kan kaybı yalnızca
örgütsel planda değ i l , ama çok daha önemli ve vahi m olarak ideolojik
plandadır.
Legal basında yürütülen son tart ı şma l ar 1 2 Eylül' ün, devriınci
,
hareketin bir kesimi üzerinden silindir gibi geçtiğini, onu fizik olmak­
tan öteye ideolojik olarak ezip bunalttığını göstermektedir. Bugünün
Türkiye sinde ve sol hareketin bazı kesimlerinde, yeni "sosyalizm
'
anlayışı
"
adı altında liberalizm, Kautskizm ve Troçkizm savunuculu­
ğunun eşlik ettiği bir "anli-Stal inizm" moda olmaya başladı. Bu ge­
l işmeye Gorbaçov rüzgarının. ivme kazandırması ve ön saflarında
geçmişte modern revizyonizme karşı en zayıf, en titrek konumda
olanların, onunla flört hal inde bulunanların yer alması anlamlı ve
açıklayıcıd ı r. Hele de, dünyada dönek ve yorgun solcuların 20-30
yıldır tartıştığı sorunların, bizde, ağır yıkım yaratan bir karşı-devrim
döneminin hemen ertesinde tartışma gündemine gelmiş olması gerçe­
ği...
Nesne l ko ş ullar ın, olayların nesnel akışının Türkiye'yi devrim
alternatifine yaklaştırdığı bir dönemde, kendini devri ın i erin pratiği
içinde sınamış ve kanıtlamış teorilerden, şimdiye dek h içbir gerçek
devrimci toplumsal eylem içinde kanıtlama gücü bulamamış, tersine
devrimierin pratiği tarafından hep tarihin derinliklerine gömülmüş
teorilere bu yöneliş, bir ters akışı, bir tür eşitsiz gelişimi i fade ediyor
olmalı .
B u Leninizm düşmanı cereyan ı göğüslemck, b u savrulmalara
karşı durmak da komünistlerin acil görevleri aras ı nda yer alıyor.
H . F ırat
Kasım 1 987
27
ERKEN SEÇİM VE SONRASI
Birikip çeşitlenen sorunların baskısı mevcut parlamentonun oto­
ritesi ve itibarının kaybolması ile de birleşince, tckelci burjuvazi erken
seçimi gündeme getirdi. Erken seçimden bcklentisini, emperyalist
efendileriyle birlikte "siyasal istikrar" olarak ifade etti. Tercihini de,
yine emperyalist hükümet ve finans çevreleriyle birlikte, "Özal ve
istikrar" şeklinde özetledi.
Seçimler yapıldı; Özal :ın partisi, parlamentoda büyük çogunluk
elde etti. Bu sonuca bakılırsa, tekelci burjuvazinin tercihi gerçekleşm iş
görünüyor. B üyük sermaye çevreleri ve tüm emperyalist politika ve
finans çevreleri sonuçtan duydukları büyük memnuniyeti değişik·vc­
silelerle dile getiriyorlar.
Fakat ortaya çıkan ve sermaye çevrelerinde memnuniyet yaratan
. sonuç, daha şimdiden, ve dahası gerici burjuva kampın kendi içinde
tartışına konusu olmaya başlamıştır. Zira Özal 'ın partisi parlamento­
daki üçte iki çoğunluğu, toplam seçmen oylarının neredeyse yalnızca
28
üç te
biri i lc
saglamıştır Ve
bu durum, gerici burjuva muhalefetin ve
bazı akıllı temsilcilerinin sert eleştirilerine hedef olan
ucu be bir seçim s istemi sayesinde gerçekleşmiştir. Meşru iye ti burjuva
kampı'nın belirli kesimlerinde bile tartışma konusu olan erken seçim
sonuçları, potansiyel bir siyasal bunalun öğesidir ve çok geçmeden bu
doğrultuda e tkisini gös terecekti r de. Nitekim çeşitli burjuva
politikacı ları ve yazarlan buna dönük kaygılarım, karamsar beklenti­
lerini seçimlerin hemen ertesinde açıklamışlardır.
Sonuçta, y ıpranmış ve bir siyasal bunalım öğcsi haline gelmiş bir
parlamentodan kurtulmak, gücünü ve itibarını tazelemiş yeni bir par­
lamentoyu kavuşmak üzere erken seçime başvuran tekelci burjuvazi
daha baştan aynı sorunla karşı karşıya kalmışur.
Sermaye düzeni öyle köklü ve çözümsüz sorunlarla yüzyüzedir
ki, istenilen parlamento çoğunluğ u daha yüksek bir oy oran ıyla ger­
çekleşmiş olsaydı bile bu ona istikrar getirıneyecekti. İşçi sınıfının
ücret düzeyini açlık sınırına çekmiş bulunan ve emekçi yığınları
sürekli yoksullaştıran tckelci sermaye y ığınlara iktisadi tavizler bi le
- vermeye hazır olmadığına göre, başka türlü bir sonuç elde etmek de
olanaklı değildir.
V c sermaye, işçi sınıfına ve diğer emekçi kesimlere taviz verecek
durumda olmadığını, tersine, daha çok söm iirüp daha çok soymak zo­
runda ve ihtiyacındaolduğunu seçim sonrasındaki büyük zam furyasıyla
gösterm iştir. Bu biiyük furya sayesinde burjuvazi bir anda 3 trilyon
lirayı halkın ccbinden kendi kasasına aktarmıştır. Bir tür vergi olan
bu miktar devlet bütçesinin nerdeyse üçte biri kadardır.
.
burj uvazinin
*
Nesnel koşullar, 12 Eylül sonrası bütün bir yoğun baskı ve ağır
sömürii döneminin biriktirdiği sorunlar, yığınlar nezdinde etkili bir
propaganda-aj itasyon ve siyasal teşhir için çok elverişli bir durum
oluşturduğu halde, komünistler ve devrimciler, erken seçim öncesinde
bu olanaktan yararlanamadılar. Bu, dağınıklık ve örgütsüzlük le karak­
tcrize olan kendi öznel d urum larının sonucudur.
Dolayısı yla, seçim kampanyası dönemi, faşist, gerici, reformİst
değ işik tiinlcn burjuva partilerin bir iç ın iicadclcsi olarak yaşandı. So29
nuçta en çok oyu özal'ın partisi aldı , ama onun oy oranı bile yalnızca
%36 olabildi. B u durumun kendisi, bir yandan burjuvazinin halihazırda
yığınları ideolojik-PQlitik denetim allında tuttuğunun ifadesi olurken,
öte yandan ise onun , belirgin ağırlıkta bir kitle desteğini kendinde
odaklaştıracak inandırıcıiıktu bir alternatif yaraLamadığını gösteriyor.
Başka bir deyişle, yığınlar, d üzen içi altematill'crin, b urjuva bilincin
ötesine geçemiyorlar ama, düzen partilerinden herhangi birine de
belirgin, canl ı bir umut besleıniyorlar. Bu durum, düzen sorunlarının
burjuva partileri mahkum ettiği manevra alanı sınırlı çerçevede,
toplumsal deınagojinin çeşitliliği dışında, birinin ötekinden çok farkl ı
çözüm reçeteleri sunamaınalarından kaynaklanıyor.
*
B urada, işçi sınıfının tercihindeki belirl i bir fark l ı lığı belirtmek
gerekli ve önemli. Halihazırda kendi de yaygın bir şekilele' b urjuva
bilincin etkisinde olan işçi sınıfı yine de ezilen sınıfların en ileri
kesimini oluşturuyor. B üy ü� kentlerin ve sanayi bölgelerinin seçim
sonuçları, işçi sınıfının büyük bir kesiminin burjuva reform i st partileri
destek l ed i ğin i gösteriyor. Kom ünist ve devriınci-demokrat hareketin
güçsüzl üğü, dağınıklığı, örgütsüzlüğü, öte yandan reformİst ve reviz­
yonist düşüncelerin gücü ve etkisi, hoşnutsuzluk ve homurtular için­
deki işçi sınıfının buna rağmen burjuva reformizmine seçim desteği
vermesini anlaşılır kıl ıyor.
Bu desteğin sınırlarını ve boyutlarını abartınak açık bir yanılgı
olur. İşçi sınıfının refonnist partilere, örneğin I 2 Mart sonrasında
·
olduğu g ibi etkin, canlı, güvenli, büyük beklentilere dayalı bir desteği
sözkonusu değildir. Geçm işin deneyleri, işçi sınıfında, reformİst bir
iktidarın da fazla bir şey değiştirıneyeceği düşüncesini az çok geliş­
tirıniştir. Bu, devriın c i bir alternatif arayışının da temelini oluşturuyor.
H i ç değilse sınıfın ileri kesimlerinde . . .
B u gerçeğin bili ncimle olmak, i h ti lalci bir sınıf hareketi geliştir­
mek aci l , �rtelenmez ve canalıcı göreviyle y üzyüze olan k omünistler
için büyük önem taşıyor. Arayış içerisinde olan işçi sınıfı, her ne kadar
reforınist alternatife kök l ü bir umut besleın iyorsa da y ine de, ihtilalci
bir işçi hareketi geliştirmenin önündeki en büyük engel burj uva i deo­
loj isinin reformİst biçi m idir. İşçi sınıfı sermaye d üzenine karşı hoşnut-
30
·
suidur ama, bu hoşnutsuzlugu sınırlı talepler ve düzen çerçevesinde
tutan, yumuşaup yozlaştıran reformizm ve her yolla ona güç katan
modem revizyonizmdir...
B u engellere karşı mücadele, işçi sınıfı saflannda reformİst al ­
ternatif ve hayallere karşı mücadele, sosyalist bir işçi hareketi
yaratmanın, işçi sınıfının hoşnutsuzlugunu ihtilalci bir mücadele
çizgisine çekmenin en temel koşuludur.
*
Sermayenin işçi sınıfına ve eınekçilcrc ağır yükler getirecek olan
yeni iktisadi saldırılara hazırlandığı seçimler öncesinde biliniyor ve
bekleniyordu. B u yeni saldırı, erken seçimin hemen ertesinde b ütün
temel ihtiyaç maddelerini kapsayan bir zam furyası olarak başladı. B u
saldırının değişik biçimlerde süreceği v e buna yoğun siyasal bask ıların
eşlik edeceği kesindir. Nitekim seçim öncesi propagandanın sahte de­
mokratik motifleri tcrkedilın iş, bazı yasak ve sansür kararlarıyla
diktatörlük dişlerini göstermi ş , kendisine bağlanan bazı l i beral um ut­
ları boşa çıkarmıştır. B urjuvaziye kendi n i beğend irip kabul etlirınek
için bin türlü çaba harcayan, kapitalizmin istikrarını korumayı prog­
ram tezi yapıp "ortak bir dil'' bulmak, ulusun ve insanlığın temel
sorunlarına burj u vaziyle birlikte çözüm aramak üzere "barış" ve
"sınıfsal işbirliği" sloganlarıyla ülkeye dönenler b ile, şimdi l i k yalnız­
ca acı bir hayal kırıklığına uğramı şlardır. Onların burjuvazi ve faşist
diktatörlük konusunda yaratınaya çalıştığı aldatıcı imajı bizzat dikta­
törlüğün kendisi onlara karşı tavrıyla çarpıcı bir şekilde silmi ştir.
Erken seçim sonrası dönemde; sermayen in iktisadi ve siyasi
saldırı larına karşı açık, etkil i ve d i rençli bir muha lefet öncelikle işçi
s ı n ı fı saflarında gelişecektir. Buna kuşku yok.Komünistlcr için sorun
işçi s ı n ı fının devri m c i m uhalefetini sermaye düzenini yıkına bilinci ve
mücadelesi doğrultusunda gcliştirebilmektir. Diğer bir anlatımla işçi
sınıfına sosyalist perspektifi kazandırmaktır.
Türk i ye 'nin yakın geleceğ inden sert sınıf ç�auşınaları var.
B unu kavrayacak ve kucaklayacak sağlam bir teorik temel, tularlı
b i r sın ıf çizg i s i , i l lcgal bir sın ı f örgütü -işte komünistlcrin ihtiyaçları . . .
EKİM
Aralık 1 987
31
REJ1MtN AÇMAZI
ve
SOSYAL-DEMOKRASİ
Türkiye kapitalizminin açmazı büyüyor. işlerin iyi gitmediği,
hükümet dışında, hemen tüm sermaye çevreleri ve onların sözcüleri
'
tarafından yüksek sesle ilan ediliyor. Nereye gidildiğinin tam kestiri­
lemediği, hükümetin insiyatifi yitirdiği, ekonomiyi günübirlik idareet­
meye çalıştığı söyleniyor. Türkiye yeniden derin bir iktisadi ve siyasi
krize mi gidiyor sorusu soruluyor, cevap, çözüm aranıyor.
Resmi verilere göre enflasyon %75'e tırmanınış bulunuyor; ama
buna rağmen ekonomide durgunluk yeni boyutlar kazanıyor. Son
ayl::ırda yoğunlaşan "stagflasyon mu"? tartışınaları bunu anlatıyor.
G ünlük basının ekonomi sayfaları konkordato, iflas, senet
protestolarında rekor düzeyde artış, piyasada durgunluk haberleriyle
dolu:
.
"Konkordato ve iflaslar çığ gibi" . "Narin 'e haciz furyası."
"Ercan lloldirıg beklemede." "Küçüklerde konkordara ve işi bırakma
32
furyası." "Firmalar birden 'görünmez ' oluyor." " /flas ve hileli
iflaslar piyasada kol geziyor." İTO verilerine göre ... Geçen yıl 915
şirket kapanmışleen, bu yılın ilk beş aylık döneminde bu sayı 642 olarak
gerçekleşti . . . Bu yıl kepenk indiren şirketler arasında iki holding de
bulunuyor. Toplam 1 milyar 12 milyon lira sermayeli Sar Holding ve
Almaş llolding İstanbul Şubesi Nisan ayı . içinde ticaret sicilinden
kaydını sildirdiler."
"Şinasi Ertan kriz için konuştu: Sırada bir çok holding var."
" Yusuf Özal: Kaç firma dökülür bilemeyiz." "Ersin Furyalı: Güçsüz
firmaların ipi çeki/sin."
"Protesto/u senelle rekor." "Merkez Bankası 'nın verilerine göre,
1987 yılı Ocak-Mayıs döneminde 491 milyar 315 milyon lira olan
protestolu senet tutarı bu yıl % 71.3 oranında artarak 841 milyar 461
miyon liraya ulaştı . . . 1 987yılında 1 tirilyon 464,9 milyon liraya ulaşan
protestolu senet toplamının bu yıl sonuna kadar 2,5 trilyon liraya
ulaşması bekleniyor." "Merkez Bankası aylık kayıt defterlerinin
kalınlıkları 1 000 sayfayı_ bulunca çareyi kayıt alı sınırını 1 milyon
liraya ç ıkannakta buldu."
"A nadolu siparişleri iptal ediyor. " "Piyasa koşullarının
ağırlaşmas·ı nedeniyle işyerleri kapanıyor. Doğulu tüccar batıya
göçüyor. "
"Sıkışarı piyasanın yeni buluşu: Ölmüş eşekfiyatı. Nakiıte sıkışan
bir çok firma deniie düşen yılana sarılır 'sözünü doğrularcasına,
elindeki malı büyük zarar ederek elden çıkarıyor."
"Enflasyon tehdit ediyor." "TÜSİAD : ekonomik sorunların çö­
zümünde öncelik enflasyona verilmeli." "Özal: Enflasyon 1 989
Nisanmda yüzde 35 'e inecek." "Prof Gülten Kazgan : Enflasyon
%33 'e gerçekten indirilirse, bankalar da işletmeler de kağıuan kap­
lanlar gibi yere seri/ir."
"Türkiye gene 'kayıyor ' mu?"
Cıwılıuriyet gazetesin i n Haziran sayılarında ekonomi sayfasından
"
rastgGic alınmış bu haber ve başl ıklar, Türkiye kapita l izminin daha
derin bir ekonom i k krize doğru yol aldığını, piyasanın panik havasına
girmeye başladığını açık seçi k gösteriyor.
Kriz sadece küçükleri değ i l , b üy ü k kapitalistleri de i fl<ısın içine
çekmeye başlıyor. Kuşkusuz, buna kaçınılmaz olarak en büyüklerin ,
33
d iğer bazı büyükleri yutması veya büyük ölçüde ele geçirmesi, yani
sermayenin daha da merkezileşmesi, tekelleşmenin artışı eşlik edecek.
Nitekim ülkenin en büyük ve en güçlü tckellerinden biri olan İş
Bankası topluluğu başta olmak üzere, bankalar, Ercan Holding ve
Narin Holding 'e el koymak için harek�tc geçmiş bulunuyorlar. Bu
arada, sermayeni n en büyük bölümünü elinde tuta-n kapitalist devletin
ekonomiye m üdahalesi, kapitalist sınıf adına düzenleyici rolü de zorunlu
olarak artıyor; sadece bu yıl 7 milyar 200 m ilyon dolar dış borç ödemek
zorunda olan hükümet, sıkı tedbirlere başvuruyor. B i r yandan, para ve
kredi y i kısarak, yüksek faizle iç borçlanınayı artırarak, üretim i ,
yatırımları, ithalatı kısarak ve zincirleme zamlada iç kaynakları
kendinde toplayarak, öte yandan yeni dış borçlarla d ış borç taksitlerini
ödemeye çalışarak.
Bu tedbirler, kaçınılmaz olarak piyasada daralmaya yol açıyor,
stoklar arlıyor, özellikle denankaları olmayan sanayiciler üretim i sür­
dürıncieri ve aldığı krcdileri geri ödemeleri için gerekl i olan paray ı
bulamadıklarından güç duruma düşüyor, dahası i tlas sürecine giriyor­
lar.
Ekonomik Panoroma dergisini n 2 nolu sayısında verdiği bilgilere
göre, her 1 00 liralık kredi nin 57 lirası , her yüz l i ralık mevduatın 5 ı
l i rası, her ı öo liralık iç borçlanınanın
90 lirası "Devlet Holding"c ait.
Bu durumda, TÜSİAD üyesi sanayici ve bankacıların geçen hafta
yaptıkları bir toplantının ardından, kendilerini sıkıntıya sokan şeyin
"devletin finansman politikası olduğu"nu, "devlete karşı sanayici­
bankacı birleşik cephesi yolunda adım attıkları"ndan sözetmelerinin
dcınagojik ve propaganda yönü bir yana bırakılırsa, kapitalist sınıfın
genel çıkarları için devletin zorun l u ve d üzenleyici m üdahalesinin tck
tck kapitalistlerin çıkarlarına uyınayabildiğini i fade ediyor.
Bunun bir diğer anlamı da, kapitalist sınıf tarafından hararetle
desteklenen ı 980'den beri uygulamın reçeteleri n artık iflas clliğinin
ilanı ve sermayenin o döncmden beri Özal ve ekibine verdiği siyasi
kredinin yavaş .yavaş geri alınmaya başlanması oluyor.
Öte yandan, daha 7 ay önce yapılan seçim lerde en çok oyu alan
hükümet partis i yığınlar nezdinde hızla yıpranıyor, siyasi desteğini
yitiriyor.
G üvenil irlikleri
tartışmalı
da
olsa,
yapılan
kamuoyu
yok lamalarında ANAP'ın üçüncü parti durum una düşmesi, başbakanın,
bakan ların, val ilerin şurada burada sık sık yuhalanınası bunu gösteri-
34
yor. Yıpranma ve yönetememe krizi parti içindeki çelişkileri deartırıyor.
Özal 'ın, son kongrede yaptıkları yeni bir atak la partin i n "modern bur­
juva" görünümünü bozabilecek faş ist ve fanatik m üslüman akımın siv­
rilmiş isimleri Taşar ve Kcçeciler ilc anlaşmazlığa, hatta çatışmaya
girmesi, hQkümet partisinde bunalım yarauı. T�ışar ve Keçecilcr istifa
tehdidi savurdular.
İşte tam bu noktada, sosyal demokratlar atağa geçip, yüksek sesle
iktidar olmaktan sözetmeye başladı lar. Kamuoyu yoklamalan S HP'nin
birinci parti durumuna yükseldiğini gösteriyordu. Ancak sermaye
sınıfının arzusu h ilafına hükümet olmak veya hükümeLLe kalmak
oldukça güçlii. Ama yığınların öfkesi büyüdüğiinde, onları yauşurınak,
kapitalist düzene doKunmaksızın sahte yollara yöneltmek, bir süre
oyalamak için sosyal-demokrat yedeğe (ya da sol görün ü m l ü burj uva
partilere) ihtiyaç burj uva topl umun siyaset-yönetim geleneğinden biri
değ i l miydi? Bir de sonu rahatsız etmeyecek güvenilir bir ekip olursa
-neden sermayenin kabul edebileceği bir al lcrnatif olmasın? Sermaye
çevreleri bu yönde eği l i m lerini, parti kurultayı öncesi k ısmen bel li
etmişti. Ve kapital i stlere "bi�iın i ktidarımızda rahat uyuyabilirsiniz"
diye teminat veren Baykal eki b i son kurultayla işbaşma getiril incc,
burj uva basının önemli bir bölümü güvenilir ve alternatif bir S HP 'nin
oluştuğu fikrini yayınaya başladı. Hemen ardından, ABD büyükelçisi
S trauz-Hupc parti merkezine giderek -ve genel başkan ı atiayarakl ­
Baykal 'la
35
dakika siiren bir gürüşme yaptı.
B ütün bunlaF, iç ve dış sermaye çevrclcrinin, 1 980 'dcn beri
estirilen ekonomik ve siyasal terör altında bunalarak yeniden sola
kayan kitleleri etrafı nda toplamaya başlayan SHP'yi, muhtemel b ir
al ternatif olarak dikkate a·ımaya başladığını gösteriyor.
Sosyal-demokrasi kapita l izm in krizine çare bulabilir m i ? Açlık
sınırına kadar i tilen işçi ve emekçilerin d urumunda, kapita lizm çerçe­
vesinde de olsa, ciddi bir düzetme sağlayabilir m i? Türkiye kapital­
izm inin durumu ve olanakları gözönüne alındığında bu sorulara pozitif
cevap vermek olanaksızdır.
K urultay Bildirgesi nde, "S H P iktidarı dcl}lokrasiyi tüm kurum ve
kurallarıyla gerçekleştirme kararındadır" dcniliyor. Ekonomik hedefi n
ise, içi boş parlak sözlerden arındırıldığında, "ul usal gelirin sosyal
adalete uygun dağılımını sağlamak" olduğu söyleniyor.
35
Teorik olarak burjuva özgürlükler gerçckleştirilebilir. Ancak bu
şarta baglıdır; iktisadi koşulların bunun için elverişli olması gerekir.
Zira, tersi durumda, burjuva özgürlükler "düzen ve devlet" için teh­
likeli olabilir; işçi sınıfı tarafından kapitalist sınıfa karşı etkili bir silaha
dönüştürülebilir. Oysriki, Türkiye kapitalizminin yaşadıgı bunalım
burjuvaözgürlükleri kaldıramıyor. İkincisi, kapitalist toplum ve devlet
sosyal-demokrasi için biricik veridir; sistemin korunması ve sürdürül­
mesi onun iç in her şeyden öndedir. Bu yüzden, bu koşullarda, inişler
ve çıkışlarta ama sürekli bir istikrarsızlık içinde olan, iktisadi temeli
zayıf Türkiye kapitalizminin bugünkü çerçevesinde, sosyal­
demokratların demokrasi, özgürlük vaadleri, siyasal rejimde bazı
önemsiz rötuşlar dışında, bir vaad olarak kalacaktır. Sosyal demokrat­
lar yürürlükteki siyasal rejimin temel kurumlarının kılına bi l e doku­
namazlar, pa la vra ları bir yana bırakılırsa, gerçekte buna niyetleri de
yoktur. Başka ü lkel erin deneyleri bir yana, daha uz<ık 9Im ayan bir
geçmişte yaşamın Ece'vü hükümeti tecrübcsi bunun tari hi kanıtıdır.
"Ekonomik.kalkınma ve ulusal g elirin sosyal adalete uygun bö­
Hişümü" sözlerinde özetlenen program ise her burjuva partinin ileri
sürdügü türden içi boş bir ınetindir. Farklı olarak "emek", "çal ışan ları n
çık arları " vurguları veril iyor .
Emek ve sermaye ekonom i k bakımdan uzlaşmaz iki kutup oldu­
g un u ve toplam ulusal gelirde olağandışı bir artış sağlamak iç in sosyal
demokratlar bir mucize yaratamayacakianna -ve böyle bir reçeteleri
olmadığına- göre, mevcut ul usal gelir in bölüşürnünde, işçilerin ve
emekçilerin payında azçok ciddi bir artış, kapitalistlerin ve kapitalist
devletin karlarını kısmakla m ümkün olabilir. Oysa kapi ta ! is t sınıf ve
bile ödeyemez
ve Türkiye
kapitalizminin dünya kapitalist ekonom isindeki yeri ve olanak ları
nedeniyle, sosyal-demokratlar, bazı önemsiz rötuşlar y apabi l i rler, ama
devlet korkunç boyutlara varan iç
ve
dış borçlarını
duruma gelm iştir. Dolayısıyla, mevcut iktisadi durum
Özal hükümetinin, uluslararası mali sermaye kurumları tarafından
bel irlenmiş, bugünkü ekonomik politikasının çerçevesinin dışına iste­
scler de çı kamazlar.
O halde onların gerçekte oynayabilecekleri tck
bir
rol kalıyor:
K api ta lizmin yoksul l uğu ve açlık sını rına i ttiği işçileri ve emekçileri
sahte um utlarla bir kere daha aldaunak, oyalamak.
36
Yıgınlar için çekim merkezi olabilecek bir sosyalist alternatif
·
olmadıgına göre, sosyal-demorkasi işçi ve emekçi yığınları bir kez
daha sahte umutlarla oyalama ve aldatma ola.nagına sahiptir. İşçiler!
ve emekçileri şimdiden boş umutlar ve hayaller ve sosyal-demokra­
sinin onları birkez daha mutlak birşekilde hayal kırıklığına uğratacağı
konusunda uyarmak, biricik gerçek altematifin sosyalizmin olduğu
konusunda aydınlatmak görevi ise komünistlcre ve sınıf bilinçli işçi­
lere düşüyor. Bunu yaplıkları ölçüde, yığınların gelecekteki hayal
kırıklığını sosyalizm yönünde devrimci enerjiye dönüştürebilecek ler­
dir.
EKİM
Temmuz 1988
37
SIYASAL DURUMDA
VE tŞÇl HAREKETİNDE. GELİŞMELER
12 Eylül sonrası ilk parlamento tabiatıyla bir siyasal bunalım
etkeniydi. Darbeci generallçr tarafından seçilmiş, seçmcne
onaylattırılmıştı. Gencrallerin kurdurduğu suni partilerden ikisi çok
kısa sürede çökünce, parlamento da ıskartaya çıktı. '87 Kasımındaki
erken seçimle parlamentoyu itibar ve istikrar kazandınimak istendi.
Ancak yürürlüğe koyduğu ucube seçim sistemiyle, hüküm�t partisi ,
%36'lık bir oy oranıyla parlamentodaki sandalyelerin %65'ini ele
geçirince, daha oluşur oluşmaz ikinci parlamento
da siyasal bunalım
··
etkenine dönüştü; erken seçimin ardından yeniden erken seçim
tartışmaları gündeme geldi. Ve nihayet geçtiğimiz ay yapılan yerel
seçimlerde hülç_ümet partisinin daha bir buçuk yıl önce %36 olan
seçmen desteği %22'ye düşünce, ikinci parlamento da hükmünü
tamamlamış oldu. S iyasal bunalım ağırlaştı ve bunun giderilmesinin
kendisi ise daha ağır bir siyasal bunalım etkeni olacaktır.
S islem altenatiOcrini ne kadar da h ızla eskiliyor! Bu onun yapısal
38
krizinin, bu krizi çözemediginin ve halihazırdaki ekonomik koşullar
altında çözemeyeceginin ve yıgınlara hiçbir şey veremediginin, verc­
meycceği nin yeni bir kanıtıdır yalnızca.
Ş imdiden gündeme giren, yeni bir erken seçimle g irecek olan
DYP ve SHP alternatifleri ya da bunların merkezinde oldugu muhtemel
koalisyon hükümetleri aynı akibctle, Özal ve partisin!n akibctiylc
karşılaşmayacaklar mıdır?
50 m ilyar dolara varan dış, 20 tri l yon l i raya
varan iç borç, % 1 00'c tırmanan enflasyon, sürekl i artan işsizlik,
ürkütücü boyutlara varan servet-sefaJet kutuplaşması -bu temel sorun­
lardan hangisini, nasıl çözümlcyeceklerdir? Türkiye kapitalizminin
olanakları , d ünya kapitalist ekonomisi içindeki yeri bellidir. Bu koşul­
lar altındaki bir ü l kede düzen içi iktisadi politika arayışlarının sınırları,
diğer bir dey iş le , burj uva partilerin manevra alanı son dcreec dardır.
Toplumsal dcmagojinin çeşitliliği d ışında, birinin ötekinden çok farklı
çözüm reçeteleri sunamamasının nedeni de budur.
ANAP'ın dağılması halinde DYP en güçlü alternatif olarak gün­
clcıric gelecektir. Nitekim iç sermaye çevreleri bu yönde eğilimlerini
seçimden hemen sonra açığa vurmaya başladılar. Resmi ABD görüşü
de, DYP ilc ANAP'ın birleşmesi di leği eşliğinde, aynı eğilimi dile
getirdi .
Ancak, Türkiye'de nesnel olarak sistemle boğaz boğaza gelme
potansiyeli taşıyan güçlü bir işçi hareketi gelişiyor. Yanısıra Kürt
ulusal hareketi var. Bu, sistem için ciddi bir potansiyel tchlikcdir.
T�h likenin büyümesi durumunda, DSP engel ini şu veya bu şekilde
kaldırmak
kaydıyla,
işçi
hareketini
d urdurmanın,
oyalaınanın,
yaziaştırmanın ve böylece sistem karşıtı bir rataya girmesini önlemc­
nin bir yolu olarak, S H P alternatifi de, bizzat sermuye tarufından tercih
edilebi lir.
İşçilerin klasik sağ partilerden büyük ölçüde kopuşu, son seçi­
min ortaya çıkardığı en önemli olgudur. Hemen hemen bütün işçi mer­
kezlerinde işçi oyları sosyal-demokrasiye kaymıştır. Sorunların onun
tarafından çözüleceğine inandıklarından değil, daha ��ok, önlerinde
başka bir somut, inandırıcı alternatif olmadığından. İşçilerin seçim le re
ve burjuva partilere aldırmaksızın, seçim döneminde, bağımsız olarak,
kendiliğinden harekete geçmeleri d ikkat çekici bir olgudur. B u olgu
sadece toplusözleşmeler dönemi ilc izah edilemez herhalde.
39
İşte böyle bir dönemde devrimci hareketin sıkı durması, burjuva
reformizmine/sosyal-demokrasiye karşı net bi r tutum alması devrim
savaşımının geleceği bakımından tayin edici bir önem kazanıyor. Bu',
önümüzdeki dönemde 'rcformculukla devriıncilik arasııidaki temel
ayrım çizgilerinden biri olacaktır.
Aşa�ıdan gelen, şüphesiz i nişli-çıkışlı ama sürekli büyüyccck
olan, işçi hareketi, şiddetin dışında, sadeec ve ancak bu'rjuva reformiz­
mi eliyle aldatılıp, durdurulabilir; rej i m i onun şiddetinden ancak
reformizm koruyabilir. Her yerde ve her zaman sosyal-demokrasinin
işlevi bu olmuştur zaten.
Sosyal-demokrasi alternatifine, işçi hareketinin ve devriınci ha­
reketin gelişmesi için daha elverişli koşullar saglayabi l ir gerekçesiyle,
şu veya bu şekilde destck vermek, tereddütl ü , hayırlıalı bir tutum almak
sadece budalaca bir düşünce olmayacaktır; sosyal-demokrasinin işçi
hareketini yozlaşurınasına ve devriınci hareketi tecrit etmesine yanlım
etmek demek de olacaktır. Zira, yazmıştık yineliyoruz, burjuva refor­
mizminin güç kazanınası devriınci hareketin güç kaybeLinesi demektir;
aradaki i lişki ters orantılıdır. Ve rcforınisl hmekctin geçici bazı ıaviz­
lcri, sadece işçi hareketini, devriınci kitle potansiyelini eritip düzen
sınırları içinde tutmanın karşılığı olacaktır. Sosyal-demokrasi devri­
m in dalgakıranıdır; barikatın karşı ıarafındadır. Bu y üzden ona karşı
net, i l keli bir m ücadele bağımsız bir işç i hareketinin yaratılması için
ve devrim için stratejik öneındcdir.. Bu olmaksızın ne sosyalist bir işçi
hareketinin yaratılması, ne de bir devrim olanaklıdır.
Devriınci hareketin bir bölümü 12 Eylül sonrası her ne kadar
deınokratizm , "anti - 1 2 Eylülcülük" hastal ığına tutulup n ihai hedefi
unuttuysa da, genel olarak sosyal-demokrasiden bir uzaklaşma görül­
d ü . Ancak bunun henüz sosyal -demokrasinin ciddi bir alternatif
olmadığı koşullarda meydana geldiğini unutmamak gerek iyor. Şimdi
ise sosyal-demokrasinin yeniden yükselişinin koşulları var.
Bu koşullarda devriınci hareketin demokrasi programını temel
aları kesiminin doğrudan böyle bir programdan kaynaklanan önceden
beri malül olduğu sosyal-demokrasiye bir tür gizli umut, ona karşı
hayırhalı tutum gibi zayıflıkları yeniden dcprcşebilir. Özellikle de
"anti- 12 Eylülcülük" çizgisinin egemen olduğu kesimde.
Bütün olgular Türkiye tarihinde görülmemiş çapta ve derinl ikte
40
bir emek hareketinin gelecegini gösteriyor. Burjuva sistemin açmaz­
ları büyüyor, sorunları giderek agırlaşıyor. Yeni bir tarihsel fırsat
geliyor, bu fırsatı yakalamak gerekiyor. Bu da, sosyalist hareketin
görev ve sorumluluklarını kat kal arurıyor. G üçlerin zayıflığından,
hazırlıksızlığından ve dağınıklığından ürkmede.n, harekete müdahale
etmek gerekir. Hareketin devrimin geleceği işte orada, işçi hareketin­
dedir. Onunla kaynaştığı ölçüde yeni güçler .bulacak, o güç arttığı
ölçüde gerçek bir politik kuvvet haline gelecektir. Devrimin güçleri
herhangi bir grubun güçleri ile sınırlı değildir; böyle bir dargörüşlü­
lilge, umuts�zluga kapılmamak gerekiyor. Ayrıca, işçi hareketinin
gelişiminin kendisi, bugün çok sayıda devrimcinin ufkunu sınırlayan,
kendileri farkında olmasalar da nesnel olarak işçilerle birleşmelerin i
güçleştiren ve de. ulaştığı ölçüde işçilerin d e enerjisini sınırlayan ge­
ri, "demokratik" program ların/çizgilerin terk edilmesi, sosyalist prog­
ramın ve s9syalist devrim için savaşımın kabulünü kolaylaştıracaktır.
15-16 Haziran ayaklanmasının işçi sınıfını küçümseyen teorileri pra­
tiğin cevabıyla bir hamlede rafa kaldırması gibi.
Daha bir yıl önce işçi hareketinin abamığımızı söyleyen, ve Tür­
kiye işçi s ınıfının güçsüz olduğunu ileri sürerek sosyalist devrim
programına karşı direnen bazı dargörüşlU devrimcilerimizin şimdi' ye­
niden düşünmeleri gerekiyor.
Hareketin pratik görevlerinin artışı teorik görevlerin yükünü
ağırlaştırıyor. Nasıl bir perspektifle, hangi taktikle m üdahale ediliyor
ve edilecektir sorunu, temel sorun olmaya devam ediyor.
EK İ M
Nisan 1 989
41
DÜZEN VE DEVRİM
Türkiye, sıcak, hareketli, karmaşık, gerilim ve çatışmalarla dolu
yeni bir döneme doğru hızla yol alıyor. Olayların çok yönlü akışı
devrimci bir durumu oluşturacak yönde gelişiyor. Böyle dönemler
toplumların tarihinde her zaman ya da sık sık görülmez. Devrim
yapmak isteyenler için hayati önemde özel tarihsel fırsatlardır bunlar.
Toplumu köklü bir dönüşüme uğratınak, kurulu düzeni yıkmak hedef
ve gayretinde olanların, komünistlcrin ve devrimcilerin, Türkiye'nin
geçmektc olduğu evrenin tarihsel anlamı ve önemi üzerine daha derin
ve tekrar tekrar düşünmclcri, görev ve sorumluluklarına bunun bilin­
ciyle yaklaşmaları gerekiyor.
"'Keyfi ve s ınır tanımaz bir askeri rejim altında göstcril�n tüm ça­
balara, alınan tüm tedbirlere rağmen, kurulu düzeni "korumak ve
kollamak" girişiminin 9. yılında sermaye cephesi tüm cephelerde
dökülüyor. Ekonomide derin bir bunalım, siyasal yönetimde belirsizlik
42
ve istikrarsızlık, hoşnutsuzlugu biriken işçi sınıfı,karşısında saklana­
mayan bir tedirginlik, özgürlüğü ugruna dövüşen Kürt ulusal hareketi
karşısında acz ve çaresizl ik, sıradan dış politika olaylarında aczi
tamamlayan tam bir kişiliksizlik vb. Bunlara, burj uva siyasal yaşamın
�ayağı ve kısır iç çekişme ve didişmelerinden, d üşünce ve kültür
yaşamındaki genel çürüme ve kokuşmayı,ı kadar, bir dizi başka öge
eklenebilir. Düzeni istikrara kavuşturma, tahkim edip güçlendirme
girişiminin 9. yılında varılan yer, işte bu. B unlar s;ıklanamaz ve
reddedilemez-gerçekler olduğu için, 1 2 Eylül icraatçısı bir azınlık
dışında, düzen savunucusu ve sözcüsü durumundaki çok kimse, dar­
benin yıldönümünde, darbeni n çözüm olamadıgını itiraf ediyor. Bu
aslında çözümsüzlügün itirafıdır. Devrim güçlerinin kanlı operasyon­
larla ezildiği, yığınların silah zoruyla kontrol altına alındığı, sermaye
cephesinin iç çelişkilerinin geri plana itildiği ve bir iç muhalefete b i le
olanak tanınmadığı engelsiz bir dönemin dilediğinc� uygulanan poli4ikaları çözüm olamadıysa eğer, bundan , düzenin yapısal çözümsüz­
lüklerle malül olduğu, ve bu durumda, mevcut düzeni temellerinden
yıkmak, yani bir toplumsal devrim için nesnel koşulların elverişliliği
gerçeği kendiliğinden çıkar. Düzen savunucuları bu kadarını itiraf ede­
cek değil elbet, ama d üzeni yıkmak isteyenler, tüm komlinistler ve
devrimciler, bilinçli işçiler ve sade militanlar bu gerçeğin açıklıkla
bilincinde olmalıdırlar. Dönekliğin, korkakl ığın, umutsuzluğun, saf­
lardan kaçışın, tarihsel karamsarlığın bir eğilim ve davranı ş olarak
devrimci sanarda hala var olabildiği günümüzde, bu gerçeğin bilincin­
de olmak ve onu sindirmek muazzam bir güç ve enerj i kaynağı
olacaktır. Türkiye gibi bir Ülkede umutsuz ve karamsar olmak, cehalet
ve darkafalılı ktan değilse eğer, çok zay ı f kişi liklerin bir yansıması ve
kanıtı olabilir ancak.
* * *
Türkiye 'yi yeni bir fırtınalı dönemin eşiğine bir kez daha Türkiye
kapitalizminin yapısal zayıOığı ve bunalımı getirmektedir. Dokuz y ı l
boyunca e n uygun siyasal koşullareta uygulanan ekonom ik "istikrar"
reçetelerinin ard ından , Türkiye kapitalizmi. bugün yeniden derin bir
bunalım i ç i nde k ıvranır duruma gelm iştir. Ekonomi büllin reçeteleri
43
tüketmiştir. Düzen Cephesine ekonominin duromu ve gidişatı konusun­
da genel bir çözümsüzlük ve bundan dagan genel bir karamsarlık
egemendir. İç ve dış borçlann sürekli büyümesi, üretim d üşüşleri,
büyüme hızının sıfırlanması, durgunluk içinde enflasyon, sürekli artan
işsizlik vb. , ekonominin resmi rakamlarla teyid edilen kaba tablosunun
bazı çizgi.leridir bunlar. Bu tabloya, sermaye yazarlarının "gelir
uçurumu" olarak if;ıde etmeyi tercih ettikleri servet-sefalet kutup­
laşmasını da eklersek, siyasal istikrarsızl ığın ve başlamış bulunan yeni
devrimci y ükselişin maddi-iktisadi zeminini kabaca tanımlamış olu­
ruz.
Bugün, siyasal i stikrarsızlık, yönetememe krizi, sermaye düzeni
için iktisadi bunalımdan beslenen ve onu tamamlayan bir başka temel
sorundur. Dokuz yıl önce yapılan darbeyle yalnızca iktisadi "istikrar"
değil, bundan da önemli ve öncelikli olarak siyasal "istikrar" hedet1e­
niyordu. Bu darbenin icnıatçıları daha işbaşındayken yeni bir darbenin
hazırlıklarına ilişkin tartışına ve spekülasyonlar, gerçeklik payı ne.
ol urs-a olsun; rejimin yaşamakta olduğu çıkınaza ve kısır döngüye bir
kan ıt oluşturur. İki yıl önce s iyasal istikrar amyışı içinde erken seçime
gidilmişti. Bugün de aynı arayışa bir çözüm olarak bir kez daha yoğun
bir erken seçim tartışması ve baskısı varsa eğer, bunu da aynı çıkınaza
ve kısır döngüye bir öteki kanı t saymak gerekiyor. İlginç olan, çare
olarak sunulan erken seçimin çare olup olamayacağı kuşkusunun,
bizzat bu "çare"nin savunucularında bile varolabilmesidir. Normal
koşullarda çözümü sınıdan işlerden olan bazı sorunların, örneğin son
ayların gözde konusu Cumhurbaşkanlığı seçiminin, düzen kampında
bunca yoğun tartışına ve çekişmelere neden olması giderek bir kriz
öğesine dönüşmesi de, rejimin işlerliğindeki zayıllığa bir göstergedir.
Rej im bir kez daha tıkanmışur. Ciddi, az çok kalıcı sayılabi lecek
bir "altemmif', bir çözüm ürctcmcmckLCd ir. Oy desteği beştebire
d üşmüş bir partinin hükümet olarak kalınayı ve parlamentonun üçte
ikisin i el inde tutmayı hala sürdürebitmesi kendi becerisinden değil,
alternatif kısırlığındandır. Bunu m uhalefet partilerinin beceri ksizliği­
ne yoran ve yığınları aldatmayı amaçlayan kasnlı burjuva pro­
pagandasına devriınci saflarda bile itibar edilmesine şaşmak gerekir.
Çözüm ve alternatif kısırlığı burjuva muhalefet panilerinin becerik­
sizliğinden değil, köklü ve yapısal sorunlarla yüzyüze sermaye d üze-
44
ninin manevra alaninın darlıgıridandır. Düzenin manevra alanı hayli
darald�gı içindir ki, vahim bir hal almış bulunan ve burjuvazi tarafından
"milli dava" ilan edilen temel iktisadi ve siyasal sorunlarm çözümü
için, "iktidarıyla ve muhalefetiyle" tüm burjuva siyasal parti ve çevreleri
benzer politikalarm dışına çıkamıyorlar ve çıkamazlar. SHP 'nin , "SHP Solculai"ı"na belki şaşırtıcı görünen-, resmi devlet pol itikaların ı
hükümet pa rtis ind en daha kararlı savunması ve daha şimdiden gelc­
cekteki iktidarının ilk iki yıl ında "sosyal-demokrat prognıın ın ı
uygulamayacağını, yığınlardan fedakarlık i stcyeceğini açıklaması
bundandır. Burjuva muhalefetin hayli yı pranm ı ş olan hükümet partisi
karşısında biricik malzemesi bu yıpranmışlığı kull anm ak tı r Sorunlar
"memleketin kölli idaresinden doğuyor" yoll u propaganda, yığınları
aldatmayı ve oyalaınayı, dikkatleri düzenin kendisinden yıpranın ış
yönetimlere çekmey i amaçlayan bu propaganda, yığınların desteğini
alabilmek için m uhalefetin kullanabildiği esas teınadır. Ve burjuvazi­
nin, mevcut hükümet karşısında muhalefet partilerinilen birine deste­
ğini yöneltınesi ve "alternatif' olarak sivrillmesi, sözkonusu partinin
"
.
ortaya koyucağı farklı programa deği l, yığınları aldalınayı ve oyala­
ınayı başarabilme yeteneğine bağlıdır.
* * *
Düzenin zayı flıkları bilinciyle hareket eden egemen burjuvazi,
bir yandan baskı ve şiddet aygıtlarını Lahkim edip muhtemel bir
devrimci bunalıma karşı kendini hazırlarken, öte yandan böyle bir
bu nal ımı engellemek, hiç değilse olanaklar ölçüsünde geciktirmek için
sa h te alternatifler hazırlıyor. B ugün daha çok SHP'de temsil ed i len ve
kendine sosyal-demokrasi diyen akıma bu açıdan bakmak gerekiyor.
Türkiye'nin yakın dönem tari hi, sosyal-demokrasinin her devriınci
yükseli ş döneminde devrime karşı dalgakıran rolii oynadığını açıklıkla
göstermiştir. Sosyal-demqkrasi, bugünkü SHP ve DSP, İnönüler ve
Ecevitlcr, baskı ve sömürüden bunalan ve düzen d ışına akma potan­
siyelinde olan yığınları "sol" bir görünüm ve dcmagoj iylc düzen içinde
tutmak, aldatmak, oyalaımık ve pasifize elmek, düzenin yaşamakla
olduğu krizin devrimci birduruma dönüşmesini engellemek şeklindeki
hain , gerici ve karşı-devrimci misyonu bilinçli ve gönüllü olarak
45
üstlenmiş bulunuyorlar. Sermayenin, işçi sınıfını, kır ve şehir
yoksullarını ve Kürtköylülü�ünü dizginlemede bugün en gözde umudu
sosyal-dernokrasidir. B unda ne ölçüde ve ne kadar süre başarıl ı ola­
bileceği ayrı bir sorun olmakla birlikte muhtemel bir sosyal-demokrat
hükümetin temel işlevi bu o lacaktır. B il inçsiz yığınlar ilc, devrim ve
iktidar perspektifleri . zayıf, devriınci çözümün tasfiyesi pahasına
verilcbilecek bazı sınırl ı tavizlere ve sözde bir "yurnuşarna"ya umu­
dunu bağlamış bir k ısı m darkafalı küçük-burjuva "devrimci"si dışında,
.
btı gerçeği herkes bi lmektedir.
Düzenin krizini derinlcştirrnek ve muzaffer bir devrime dönüştür­
mek isteyen her gerçek devrimci parti, grup ya da kişi, genel obırak
sosyal demokrasi ve özel olarak SHP konusunda açık ve net olmalı ,
en ufak bir hayale olanak tanırnamalıdır. Bu temel, ilkesel ve stratej ik
önemde bir sorundur. B u konudaki titizlik ve açık tutum gerçek
·
devrimciliğin ayrım çizgisidir. Bu alanda ikili bir görevle karşı
karşıyay ız. Bir yandan yığınla� içindeki yanılsamaları sosyal demokra­
sinin içyüzünü sergilcyerek kırmak, öte yandan bu temel sorunla i lgili
devrimci saflardaki reforqıist eğilime ve hayal lere karşı ideolojik
mücadele vermek zorunday ız.
Bağımsız bir devriınci sınıf hareketi geliştirmek acil göreviyle
yüzyüze olan biz komüni stler, bunun önündeki en temel ve güçlü
engel lerden birinin, işçi sın ıfı saflarında sosyal-demokrasi konusun­
daki yaygın hayaller olduğunu bir an -için unutmamal ıyız. Bağımsız bir
işçi sınıfı hareketi yaratmak bakımından sosyal-demokrasinin etkin­
liğini kırmak sorunu stratejik bir önem taşımaktadır. Öte yandan
yığınların birikmiş hoşnutsuzluğunu militan devriınci bir kitle m üca­
delesi doğrultusunda geliştirmek şeklindekj devrimci taktik çizginin
başarısı için de aşılması gereken temel engellerden biri, yine sosyal­
demokrasiye ilişkin hayallerdir. Ve son olarak, devrim mücadelesini
zafcrlc taç land ırabilrnek, sermaye düzeninin çözümsüzl ükleri ni onu
temellerinden yıkmak doğrultusunda değerlendi rebilmek ve iktidarı
ele geçirmek temel hedefine ulaşabilmek de, öteki koşulların yanısıra,
sosyal-demokrasinin karşı-devriınci misyonunu boşa çıkarabilmek
ölçüsünde mümkündür.
Yaşadığımız dönernde yığınlar arasında, halla devrime yakın un­
surlarda, S HP konusunda ehven-i şer mantığı kuvvetlidir. Bu mantık
46
her dönemde ve bugün, devrime akabilecck öğeleri so syal -demokra
siye yöneltmcktedir. Baskı ve sömürüden bunalan işçilere ve emck­
çilcre, ehven-i şerin şcrlerin en kötüsü olduğunu, dahası, Türkiye'nin
bugünkü koşullarında, sosyal-demokrasinin e·h ven-i şer b i le
olamayacağını, sermayenin sınırları belli poli tikalarının dışına
çıkaınayacağını, zaten buna niyetli de olmadığını anlatmak gerekmek­
­
tedir. G ündelik politik yaşam bunu anlatabilmenin sayısız olanaklarını
sunuyor. Son cezaevi direnişleri döneminde SHP 'nin aldığı resmi tavır
ve rejimin Adalet Bakanının S HP yönetim ine öded iği şükran borcu,
yalnızca sıradan bir güncel örnektir.
Devriınci saflarda ise sosyal-demokrasiye karşı zayıflığı, ideolo­
jik ve sınıfsal konumlardan kaynaklanan daha derin nedenlerin yanısıra,
reformlar sorununa yaklaşımdaki çarpıklık beslemektedir. B ir devriın­
ci için reformlar devriınci m ücadelenin yan ürünleri oldukları ölçüde
bir değer ve anlam taşırlar. Bu tür tavizleri devrim mücadelesini güç­
lendirerek elde edebiliriz. Devrim m ücadelesini güçlendirmek ise
reformizm i zayı flatmak, etkinliğini kırmaktan geçer. Devrimi güçlen­
diren ve mücadeleyi kolaylaşuran türden reformlar, burjuvazinin
güçlenen devrime vermek zorunda kaldığı tavizler olabilir ancak.
Devrim bu tavizleri kul lamırak kendini daha da güçlendirmeye çalışır.
Oysa muhtemel bir SHP hükümetinden um ulan iğreti bazı düzelıneler,
devrim alternati fini zay ıflatmanın, yığınları devrim mücadelesinden
alıkoymanın öınürsüz ve değersiz bedelleri olabil i r ancak. B urj uvazi­
nin, gelişecek bir devrimci işçi hareketinin tedirginliğini ve slirıneklc
olan K ürt özgürlük m ücadelesi nin sıkıoutarını yaşadığı bir dönemde,
devriınci bir y ükselişin uç verdiği günümüzde, reform-devrim diya­
lcktiğine leninist yaklaşımı açıkl ıkla kavramak her zamankinden ayrı
bir önem taşımaktadır.
Tekrar v urgulanı ayı öneml i görüyoruz: sınıf hareketinin
bağ ımsızl ığı, devrimci mücadelenin başarılı gel işimi ve devrimin
geleceği l)akımından sosyal-demokrasi sorunu temel ve hayati bir
önem taşımaktad ır.
* * *
Düzenin karşı karşıya olduğu köklü ve çözümsüz sorunlar ilc
47
Türkiye' nin ginnekte oldugu fırtınalı dönem, düzeni yıkiT!ak ve devrimi
gerçekleştinnck isteyenlere yalnızca sevinç ve heyecan verebilir. Oysa
bu aynı olgular revizyonistleri ve solcu gcçinmeyi seven liberal
aydınları, rej i m yumuşamadan sertleşecek kaygısıyla tedirgin ediyor.
Gelinen aşamada· tutumunu belirgin bir şekilde düzenden yana belir­
lemiş bu kesim için biricik umut, düzenin bu bunalımlı dönemi kazasız­
bclasız atlatabilmesinde burjuvaziye verecekleri destek karşıl ı gın da
bu rj u va legalitesini kazanabilmektir. Geçmişte, bunalımlı anlarda
düzeni düze ,çıkaracak "milli koalisyon" istekleri sermaye çevre lerin­
den ve ordudan gelinli. Bugün bu yol l u istekler yine aynı çevrelerin
bir kısım sözcülerinden geliyor. Fakatdüzenin bu istem i ne ve i h ti yac ı na
bugün gönüllü sözcülük eden yeni g üçler, revizyonistlerden başkası
değil. Bu hain ve devrim karşıtı bir konuındur. Modem revizyonistlerin
yalnızca taktiği değil, bir bütün olarak programı, devrimin tasfiyesini
ve düzenin istikrara kavuşturulmasını öngörüyor. istikrarlı bir
düzen,yani istikrara kavuşmuş sermaye düzeni, dünyada "barış"ı ,
Türkiye'de "demokras i"yi ve Kürdistan 'da "kül türel özcrkliği" ola­
naklı kılacaktır! Revizyonistler böyle düşünüyorlar, bunun için
çalışıyorlar. B unların ham hayaller olması, revi zyonizmi n burjuvazi ye
sunacağı hizmetin değerin i azaltmıyor. Devriınci bir bunalıma karşı
çok yönlü olarak kend ini hazırlayan burjuvazi, kendisine sunulan bu
hizmetin değerin i biliyor ve uşaklığın bedelini uşakları kendi legalitesi
içine almaya hazırlananık ödüyor. Devri mci tutsaklara sıradan tavizler
vermekten bile kaçınan düzen, düzen uşaklarına legatitelerini vermeyi
yaln ızca bir zamanlama sorunu olarak görüyor.
* * *
Türkiye 'de sol ve sağ kavramları salları bclirginleştirmiyor, ter­
sine kararuyor. Düzen uşakları kendilerini sol olarak sunabiliyorlar.
Bu nedenle gerçek ayrım çizgisi devrim ve düzen arasında çizilmelidir.
Türkiye'nin girmektc olduğu yeni dönemde bu ayrım özell ikle önem­
lidir. K urul u toplumsal ve siyasal düzeni temellerinden yıkınayı hc­
deOeyenlcr, düzenin yaşamakta olduğu bunalımı devriınci bir bunal ıma,
giderek muzaffer bir devrime dönüştürmek isteyenler devriıncidir ve
dcvriı'n kam pın ı oluşturmaktad ırlar. Kurul u toplumsal ve siyasal düzeni
48
savunan, güçlüklerini ve bazı kusurlarını gidererek onu düze çıkarmaya,
kapitalizmi istikrara kavuşturmaya çalışanlar, ya da bu dogrultudaki
çabalara bilinçli ve gönüllü olarak destek verenler ise düzen kampını
oluşturmaktadırlar. Burada, bugün için devrime karşı şiddet k ullan­
maktan yana olup olmamak, soruna stratejik açıdan bakıldıgında öze
ilişkin bir farklılıga tekabül etmez. Ortak payda, devrimin engellen­
mesi yoluyla düzeni esenlige çıkarmaktır.
Düzenle devrimi ayıran hat, ateş hattıdır.
EKİM
Eylül 1 989
49
DEVRİMCİ YÜKSELİŞ VE DEVRİMCI
PERSPEKTiF
Son bir ayın olayları Türkiye'de yeni bir devrimci kille eylemleri
dalgasının gelişmektc olduğunu gösteriyor. Yeniçeltck katliamının
yolaçtığı yaygın tepkiler ve eylemler, tütün üreticilerinin dir�nişi,
sıklaşan işçi m itingleri, binlerce, onbinlerce işçinin her günkü direniş
eylemleri, yaygınlaşan öğrenci hareketleri, tüm bunlar yeni bir dev­
rimci dalganın ilk habcrcileridir. Kürdistan 'daki olayları buna
katmıyoruz. Zira orada sıradan kitle eylemlerinin ötesinde, kendine
özgü dinamikleri ve istemleri ilc gelişen, geleneksel tüm i lişkileri
temelden sarsan, değişime zorlayan gerçek bir devriınci süreç zaten
var. Onu Türkiye devrimine bağlayan binlerce bağla birlikte Kürdistan
devrimi bugün kendine özgü bir gcrçekliktir.
S on olaylar, '80 'lerin ikinci yarısından itibaren başlayan, ilk belir­
Lileri sınırlı ve kesikli işçi eylemleri olarak ortaya çıkan, geçen yılki
Mart-N isan işçi hareketleriyle öneml i bir ivme kazanan yeni devriınci
yUkselişin bugün artık ·yen i bir safhaya girmektc olduğunu gösteriyor.
50
B u son 30 yılın üçüncü devrimci yükseliş olgusudur. Aynı dönemde
Türkiye, ikincisi tam bir vahşete dönüşen iki karşı-devrim saldırısı
yaşamıştır. Sonuncusunun tahribatı büyük olmuş, ama yine de bu, biraz
gecikerek de olsa, nispeten ağır bir tempoyla da gelişse, üçüncü bir
devrimci yükselişi engelleyememi ştir.. Gecikme döneminin, patlayıcı
madde stoklarının derinlemesine ve genişlemesine birikmesiyle geç­
tiğini, hızlanan olaylar açık olarak göstenncktedir.
Türkiye'nin bir üçiincü devrimci y'iikseliş dönemine girmesi ne
şaşırtıcıdır, ne de rastlan u. Zira Türkiye bir devrim ülkesidir. Yalnızca
son dönemin olayları değil, daha da önemlisi son 30 yılın olayları bunu
açık-saçık hale getirınişLir. Biz komünisLler, yaşamakta olduğumuz
devriınci süreci anlık heyecanlarla değil, bu tarihsel perspektif içinde
ele almalıyız. Dünya devriminin ağırlık merkezi artık Türkiye 'dedir.
Bu ayııı zamanda, Tiirkiye işçi sınıfının, uluslararası işçi sınıfının öncü
kesimi olmak gibi şerefl i bir tarihsel görev ve olanakla yiizyiize olduğu
anlamına da gelir. 7 1 yıl önce bugünlerde, Komünist Enternasyonal 'in
Kuruluş Kongrcsi 'nde, M.S uph i , "Dünya ihtilalinin gelecekteki sey­
rinde Türkiye proJetaryası şerefli bir mevki işgal edecektir", demişti.
Ek im Devriminin o coşku dol u fırtınalı günlerinde, M.S uphi bu sözleri
coşkuyla dolu bir iyimserlikle, kuşku yok, daha yakın bir "gelecek"
için sarfetınişti. Ama daha geç bir tarihsel evrede de olsa, Suphi 'nin
bu sözleri bir anlam ve güncellik, bir gerçekleşmc-olanağı kazanınıştır.
Tarihsel evrimin sayısız karmaşık etken iyle oluşan geleceği önceden
kestirmeye kalkışmak zor ve riskli bir iştir. Ama eğer olayların akışı
beklenmedik sonuçlar yaratınazsa, son 30 yılın olguları ve şi mdiki
gelişmeler, "Dünya devriminin gelecekteki seyrinde" Türkiye işçi
sınıfının tarihsel ve evrensel değerde "şerefl i bir mevki" işgal edeceği
konusunda iyimser ve inançlı olmamız gerektiğini gösteriyor.
Bu biraz da Türkiyeli komiinistlerin ve devrimci lerin tarihin önle­
rine koyduğu misyon un hakkını ne ölçüde verebileceklerine bağlı. B ir
ülke nesnel devrim olanaklarıyla yüzyiizeyse, bir ül kede yığınlar 30
yıllık bir zaman kesitine belirl i aralıklarla yayılan bir devrimci kay­
naşınayı yeniden yeniden yaşayabil iyorlarsa, böyle bir ülkede çok şey
devriıncilerin gösterecekleri çaba ya, scrgi leyccekleri ycteneğc bağlıdır.
Olayların akışı , bel l i bir topl umsal bünyenin derinden dcrine işleyen
iç dinamikleri, içten içe bir devri m i mayalıyorsa, böyle bir toplurnda
51
devrimi muzaffer bir sonuca ulaştırmak, devrimi koparıp kazanmak
devrimcilerin görevidir. Bir devrim ülkesinde devrimcinin tarihsel
misyonu devrimi muzaffer kılmaktır. Bunun gerektirdigi her çabayı
olaganüstü bir fedakarlık ve kararlılıkla ortaya koyabilmektir.
Sosyalizme yüz çevi1111 e süreci içinde oluşan bürokratik-revizyo­
nist iktidarların içten içe çürüyerek bugün artık kumdan şııtolar gibi
peşpeşe çökmeleri, tüm 'dünyada olduğu gibi Türkiye'de de, devrim­
cileri ve yığınları hedef alan bir karamsarlık ve uı'nutsuzluk dalgasına
çevcilrnek istendi, isteniyor. Burjuva gericiliğinin yanısıra, tüm hain­
ler, dönekler, devrim kaçkınları elçle vermiş bunu bir kampanya
halinde sürd ürüyorlar. Modern anti-komünizmin günlük basındaki
temsilcisi Cumhuhyet gibi gazeteler, bu doğrultuda olağanüstü bir
çaba harcıyorlar. Moskova'da Çar için gösteri yapanları manşetten
veren gerici burjuva basını, Zonguldak'ta "Katil Sermaye", "Kahrol­
sun Faşist Diktatörlük", "İşçiler Elele Genel Greve" gibi şiarlarla
yürüyen onbinlerce işçiyi sıradan bir haber· olarak verebiliyor.
Türkiye 'nin gerçek devrimcileri bu gerici rüzgarı göğüsleycbilecck
kimlikte olduklarını göstermiş bulunuyorlar. Ama bu kadarı yetmez.
Tarih in omuzlarıımza yüklcdigi biiyük sorumluluk yanında bu kadarı
çok anlaml ı deği l. Asıl yapmamız gereken, dünyadan Türkiye'ye esti­
rilen gerici rüzgar karşısında, Türkiye'den tilm dünyaya devriınci bir
rüzgar estirebilmektir. Libcrallerin, döneklcrin, kaçaklarıı:ı dünya ge­
riciliğinin hizmetinde yaranıkları um utsuzluk ve karamsarlık
cereyanına karşı, göstereceğimiz olağanüstü de�riınci çabayla devrimi
ilerlctmck, böylece dünyanın tüm emekçi ve devrimci güçlerine umut
ve güç taşıyabilmektir. Tarihin bugünkü evresinde ve bugünün
Türkiye'sinde, görev ve sorumlulukları na bu perspektiOe yaklaşabilen
kişi, gerçek bir devrimci olarak adiandınimaya hak kazanabitir ancak.
Türkiye'nin gerçek devrimcisi, yüzünü geçmişe dönerek sosyalist
Ekim Devrimiyle elde edilen maddi kazanı mlarının yokedilmesine
gözyaşı döken değil, yüzünü ileriye, geleceğe dönerek "Yeni Ek imler
İçin ! " ileriye atı labilcndir.
Siyasal yaşamımızın daha en başında, Ekim 'in ilk sayısında, biz,
muzaffer bir Türkiye Devriminin d ünyayı sarsacak etkiler yaratacağını
dile getirmiştik. B u etkiyi şimdi daha da geniş bir çerçevede düşün­
mcmiz gerekiyor. Onu, dünya ölçüsünde yaratılmak istenen tarihsel
52
karamsarlı�ı darbclcmck, dünya devrim sürecine yeni bir atılım
kazandırmak, dünya komünist ve devrimci hareketini hızlandırmak,
kapitalizmin ebed ili!ti hakkında ycşertilen hayalleri yıkmak çerçeve­
sinde, bu en geniş çerçevede ele almamız gerekiyor. Bu, devrimi
kendimiz için de�il dünya devrimi için yapmamız gerekiyor olarak da
düşünülebilir. Şu içinde bulundu�umuz tarihsel ortamda enternasyo­
nalizm kavramı, biz Türkiyeli komünistler için her zamankinden çok
daha derin ve güç l ü bir anlam, çok daha zengin bir içerik kazanmış
bulunuyor.
Dünya devrimi için, Türkiye devrimini başarınalıyız!
·
* * *
Bir devrim ülkesi, siyasal gerici liğin katmerleştiği, toplumu sindir­
mc operasyonlarının sık sık gündeme getirildiği bir ülkedir ay,nı
zamanda. Böyle bir ü l kede, uluslararası burjuvazinin tam desteğ indeki
egemen burjuvazinin, devrim olanaklarını tasfiye etmek, devriınci
gcliş,ncleri bo�mak, devrimin sürükleyici güçleri olacak siyasal, güçlcri­
örgütleri y oketınek, devrimin maddi güçleri olan emekçi sınıfları
ınücade!edcn alıkoymak, aldatmak, oyalamak, şaşırtmak için her yola
başvuracağı, binbir aracı ve yöntemi içiçe kullanacağı kendiliğinden
anlaşılır.
Türkiye burjuvazisi hem kendisini bekleyen potansiyel akibetin,
hem de bunun karşısında kendi misyonunun bilincinde oldu�unu
göstermiş, çaba ve uygulamalarıyla artık belli bir deneyim de
kazanmıştır. Devrimci kitle hareketindeki her gelişme hamlesi
karşısında, uşağı ve sözcüsü durumundaki tüm kişi, kurum ve
kuruluşların, tüm partilerin, örgütlerin, basının, hep bir ağızdan "terör
yeniden tırmanıyor", "anarşi hortl uyor" kampanyasına girişıncieri ve
bu kampanyayı besieyecek çeşitli provokasyonların tezgahlanması bu
deneyimin bir parçasıdır.
Tam da kitle hareketinde bell i bir gelişmenin yaşandığı , işçi harc­
ketinin yeni bir bahar dalgasına dön üşeceği bir dönemde, sermaye dev­
letinin kirl i işler bölümü harekete geçm iştir. Önce Muammer A ksoy,
ardından Çetin Emeç . . V c ikisin i n ardından dizginsiz bir "terör
tırman ıyor" kampanyası ve "yeni bir askeri darbe mi?" tehdidi. Amaç
.
53
harekellenmiş kitleleri dizginlemek, şaşırtmak, korku ve kararsızlıga
itmektir. Amaç baskı , terör ve denetim uygulamalarına haklılık
kazandırmaktır. Amaç, 1990 1 Mayıs 'ının görkemli bir m ücadele
gününe dönüşmesini engellemektir. Amaç, 1 Mayıs 'la durulmayacak
olan, toplusözleşme dönemi olan yaz aylarında iyice hareketlenecek
olan işçi kitlelerini açmaza almak, eylem gücünü ve istegini kırmak,
işçi hareketini tecrit etmektir.
Bunlar Türkiye burjuvazisinin çok bayatiarn ış taktikleridir ve artık
çok kimse tarafından bilinmektedir. O vicdansız resmi "kamuoyu"nun
bir kesimi bile, işlenen cinayetierin "devletteki giiç odakları"nın yeni
bir marifeti oldugunu hiç degilse ima yollu dile getiriyor. Bu tür
denenmiş provokasyonlada kitle hareketini·n karşısında çıkmak, bunun
için Çetin Emeç gibi kendi en sadık hizmetkarlarını bile kurban
seçmekten geri durmamak, sermaye düzeni payına bir aczin, bir
korkunun, akibetini hissetmekten kaynaklanan gerçek bir tarihsel
tedirginlik duygusunun bir yansıması olabilir ancak.
Düzen, kirli girişim ve ptovokasyonlarla ve onu izieyecek "terör"
demagojisiylc, belli bir kargaşa ve bulanıklıga yolaçıp, işçi sınıfının
geri kesimlerinde belli bir çekingenlik ve tereddür yaratmayı başarsa
bile, işçi hareketini dizginlemey i , devriınci canlanınayı engellerneyi
başarması kolay olmayacaktır. Askeri darbe ise şu aşamada ne
olanaklıdır, ne de "çözüm". Şimdi lik o yalnızca bir korku ve tehdit
aracıdır. Daha Muamıner Aksoy cinayetinin ardından devrimciler, bu
provokasyonlam ve taktiklere pabuç bırakmayacaklarını gösterdiler.
İşçilerin tutumu ise, Şubat ayında yayılan eylemiiliktc görülebilir.
Bu vesileyle devrimci hareketi n bireysel teröre eğilimli kesimlc­
rini, at izinin it izine karışmasına elverişli şu dönemde yeniden uyar­
ınayı görev sayıyoruz. '80 öncesinde, 16 Mart katliamının ardından
Türkiye büyük kitle gösterilerinin devriınci atmosferini yaşıyorken,
Ümraniye 'de beş "faşist işçi"yi öldürerek havayı bir anda değiştiren,
n esnel olarak diktatörl liğe bir anda en biiyük yardımı sunan körleme­
sine davranışların sonuçlarından artık bir Şeyler öğren mek gerekiyor.
Bugünün Türkiye'sinde yüzlerce fabrika kaynıyor. Devriınci
olduklarına inananlar buralara gitsinler, devriınci sınıfı örgütlesin ler,
fabrikaları "devrim i n kalesi" haline getirsinler. Devrimi gerçek
kı lınanın en güçlü, etkili ve kestirme yoludur bu.
54
Devrim ülkesinde devrime zarar verebilecek davranışları kesin ve
sert bir şekilde mahkum etmek, bir hak oldugu kadar bir görevdir de.
* * *
Gelmektc olan devrimci yükselişin son otuz yıl içerisinde kendisini
öneeleyen ilk ikisinden temel bir farkı, bu sonuncusunun işçi hareke­
tini n damgasını taşımasıdır. '80'lcrin ortasından i tibaren sahneye ilk
ç ıkan işçilerold u; bugün, '90'1arın başında, sahneyi belirgin bir şekilde
işçiler tutuyor. Ve bu sahne birkaç büyük sanayi kentinden de ibaret
değildir. B unu, devrimimizin proleter karakterinin belirgin gösterge­
lerinden biri saymak gerekiyor.
İşçi hareketi ağır, sancılı bir tempoda ve kesikli dalgalar halinde
gelişti. Komünistler�onun bu özelligini daha başından tespit ettiler.
M uhtemelen gündemdeki yeni dalga da toplu sözleşme döneminin
ard ından hızını kaybedecek, yavaşlayacaktır. Ama durmayacak, çeşitli
biçimler kazanarak sürecek, ve içten içe bir yenisini hazırlayacaktır.
Onun bu özel liğinden, kesikli dalgalar halinde gelişmesinden hareket­
le, ek olarak, iktisadi etkeniere ve istemiere bağlı olarak canlanmasını
ve sonrasında ni sp i bir durgunluğa girmesini kanıt göstererek, bazıları
onu küçümseme yoluna gittiler, gidebildi ler. En hafif ifadeyle bu, kitle
hareketlerinin devrimci mantığını ve dinamizmini değerlendirmedeki
bir yeteneksizliğin i fadesieli r.
B ugünkü işçi hareketinin son 30 yılın mücadele birikimleri üzerin­
de yükseldiğini, onu harekete geçirenin yaln ızca bazı ekonomik haklar
değ il ama çok daha öneml i ve temel olarak, kapitalist düzenin
dayanılmaz hale gelen genel toplumsal, siyasal ve iktisadi koşullar
bütünü olduğunu kavrayamayan bir kimse, kitle hareketlerinin,
dolayısıyla bugünkü hareketin devriınci gelişme mantığından hiçbir
şey an lamaın ış demektir.
Dikkat edin sermayenin bir kısım sözcülerine . Onlar, Dcmircller,
İnönülcr, Eccvitler, mevcut işçi hareketini yaln ızca i leri sürdüğü bazı
ekonomik ve demokratik haklarla dcğerlendiriyorlar, bu çerçevede iş­
çilere hak vermekten, hatta bir kısım "haklı" taleplerini savunmaktan
da geri durmuyorlar. Ama onlar gerçekte bu reform talepleri görün­
lüsünün gerisindeki asıl devrimci niteliği, devrimci dinamizmi görii-
55
yorlar, biliyorlar ve bun dan ürküyorlar. Tarihte "kuru fasulye"
isyanl arının devrimci ayaklanmalara dönüştügünü, bu rj uv azi bir kısım
sözde devrimciden daha iyi biliyor. B u nedenledir ki sermayenin
temsilcileri hareketi görüntüsünden ibaret göstermek, onun derindeki
devrimci niteliğini karartmak, bu gerçeği özellikle hareketliliği yaşa­
yan işçinin kendisinden saklamak için olmadık çabalar harcıyorlar.
Ecevit'in, Türk burjuvazisinin bu aşağılık hizmetkarının, geçen Mart­
Nisan işçi hareketleri sırasında bu amaçlı çabaları gerçekten dikkate
dcğerdi.
Bir ınarksistin görevi ise bugünkü işçi hareketine bakarken görün­
tünUn ötesine geçebilmek, onun asıl devrimci niteliğine, g ücüne ve .
kaynaklarına ulaşabilmcktir. Halih azırd�ıki istemleri ilc on u yaratan
derindeki nedenleri birbirinden ayırmak, bu ikincisini göz'önündc tut­
mak, dolay ısıyla, hareket karşısındaki görev ve so!umluluklarını da bu
açıdan saptayabilmektiL Bu sonuncu nokta önemlidir. Hareketi
abartıyorsunuz diyenlcrin, aynı zamanda harekete karşı görevlerden
uzak duran çevreler olması rastlantı değil.
Öte yandan, bir marksist için asıl önem li olan, olması gereken, işçi
hareketin i n mevcut istemlerini elde etmede ne ölçüde başarıl ı olduğu
değil, bu elde etme mücadelesi içinde, bu hareketli! ik içinde, kazandığı
eğitim ve deneyim, edindiği mücadele bilinci ve gcleneğidir. Bu ve
daha önce i fade edilen, ikisi birarada, kitle hareketine yaklaşımda bir
marksist devrimeiyi bir liberal reformcudan ayırmanın temel
kıstaslarındandır.
İşçi hareketi gelişme çizgisini sürdürecektir. B üliin güç ve
olanaklarım ız ı seferber ederek bu harekete katı Imal ı , onu destekleme­
l i , gcliştirıneli-, yaymalı, örgütlerneye ve politik bakımdan geliştir­
meye, temel devriınci hedefiere yöneltıneye çalışmalıyız. Tck kcl i­
meyle ona önderl ik etmeliyiz. Hareketin mevcut çerçevesi, bilinç ve
örgütlenme düzeyi onun temel zaafıd ır. Bu zaafkısa dönemde ve kolay
giderilebilecek gibi görünmüyor. Bunun kendisi bir önderlik boşluğu­
na işaret ediyor. Komünist hareketin güçsüzlüğü, dağınıkl ığı ve örgüt­
süzlüğü anlamına geliyor. Ama öte yandan, mevcut hareketlilik hem
komünist hareketin ve hem de buna bağlı olarak işçi hareketinin
zaanarını hızla gidennede uygun ve elverişli bir ortaındır. Örgütlenme
ve birlik sorununun komünist hareketin temel bir ihtiyacı ve zaafı
56
oldugu haklı olarak sık sık belirtiliyor, yakınma konusu ediliyor.
Bunda samimi ve tutarlı olanlar, dikkatlerin i ve pratik çabalarını işçi
hareketine yöneltsinler. İşçi hareketinin bugünkü devrimci zemini
dışında denenecek her örgütlenme ve birlik çabası, boş ve sonuçsuz
kalmaya mahkumdur.
Yeni bir devrimci yükselişin baş gösterdiği bir dönemde, örgüt
sorunu hayati önemdedir. Bu sorunu atlayarak, ya da ona yeterli ilgiyi
gösterıneyerek devrim ve iktidardan sözedenleri ciddiye alamayız.
Örgüt sorunu devrim yapmak istek ve kararlılıgının denek taşıdır.
Liberal gcvezelikle ihtilalci konumu ve kimligi ayırdetmenin turnuso­
ludur. Sözü edilcnin, çok sayıda "sosyalist"in üstüne yıllardır
tartıştıkları halde bir türlü başararnadıkları gevşek bir yasal parti değil,
leninist tipte, i llegal gerçek bir proleter ihtilal örgütü 1 partisi olduğunu
eklememiz gcreksizdir.
Devrim i _başarmanın, iktidarı kazanmanın ve sosyalizmi kurmanın
gerçek güvencesi böyle bir örgüt olabilir ancak.
EKİM
Mart 1990
57
'
90
1
MAYIS 'I
Sermaye cephesi haftalar boyunca yogun bir terör estirdi. Her türlü
tehditi savurdu. En yetkili ağızlardan yasaları çigneyenleri kurşunlarız
açıklamalarında bulundu. ı Mayıs günü tüm İstanbul ' u poli s ve asker
sürüleriyle işgal etti, helikopterlerle gözetim altına aldı.
Fakat tüm b u çabalar·sonuç vermedi. ı Mayıs kitlesel bir katılımla
ve m i litanca kutlandı: Binlerce işçi ve devrimci yasaları ve yasakları
çigneyerek tehditlere papuç bırakmayarak sokaklara ve meydanlam
aktı. Yüzbinlerce işçi üretimi şu ya da bu biçimde ve düzeyde durdu­
rarak ya da aksatarak 1 Mayıs ' ı kutladı. '90 1 Mayıs'ı, ; 89 I Mayıs'ından
daha başarılı oldu. Devri min ve proletaryanın kalbi İstanbul ı990
Dünyasının en miliLan ı Mayıs işçi eylemlerine sahne oldu. Bu sonuç,
devrimci hareket ve işçi hareketi için büyük bir başarıdır. Bu sonuç,
sermaye cephesi için utanç verici bir başarısızlıktır. Onlar bir kez daha
Taksim ' e kızıl bayrak çektirmedik diye teselli bulabilirler. Ama koca
58
bir devletin Taksi m ' i ancak geniş çaplı bir seferberlikle elde tutabil­
mcsi bile, gerçekte bizim gücümüzün bir göstergesidir. Devleti buria
mecbur etıne)c bile özünde Taksim'de de ı Mayıs'ı kutlamış olduğu­
m uzun bir ifadcsidir. Sermayeninki i se yalnızca bir tesellidir.
Bir yıl önce, bugünlerde ve yine bu sayfalarda, İstanbul 'da yaygın
ve militan direnişieric kutlanan ' 89 ı Mayıs ' ının anlam ve önemini
degerlendirirken, şu gerçegi n altını çizmiştik: " '89 ı Mayıs'ı tekil bir
olaydır ama", TUrkiye' n i n , "derin ve kuvvetli köklere sahip bir sosyal
devrim toprağı" olduğu gerçeğinin, bu genel gerçeğin, özlü ve anlaml ı
bir i fadesi de olmuştur aynı zamanda.
İşçi sınıfının yaygın bir katı lımıyla kullanan '90 1 Mayı s ' ı , bu genel
gerçeğin çok daha açık ve çarpıcı, çok daha derin ve ,kapsamlı bir
i fadesi o l d u
·
.
'90 ı Mayıs ' ının , anlamını, ön em i n i ve derslerini değişik yönlc­
riyle yeniden yeniden değerlendirmek , an lamak ve özü ıns e ın ek ,
m utlaka yerine ge t i ri l mes i gereken önemli bir görevdir. Devriınci
sanarda ve öncü işçi l er arasında bunun hakctLiği ilgiyi göreceği ,
konunun değ işik yönleriyle şu y a da b u d üzeyde irdclcnip tartışılacağı
kesindir. Zengin mesajlar ve dersler içeren bu direniş ey lem i n i , her
bakımdan ve elbet güncel sonuçlar bakımından da değerlendirmek
gerekl i olmakla birlikte, biz burada bir kez daha dikkatierin asıl olarak,
'90 ı May ı s ' ı nııı derinden dcrine verdiği tarihsel ve evrensel önemdeki
mesaja çek il mesinden yanayız. Bu güncel dersleri ya da sonuçları
küçümsemek ya da ikinc i l önemde görmek demek değildir. Ters ine,
güncel dersleri ve görevleri tarihsel bir perspekti fc dayalı ve böyle b i r
sorum luluk bilinciyle, m üthiş bir inanç, i y i mserlik v e enerj i kaynağı
olan böyle bir kavrayış temeli üzerinde ele alab i l mek demektir.
Devrimci n in onsuz olamayacağı tarihsel i y i mserl iği , bugün dünya
ölçüsüncieki b i r propaganda ilc s i ste m l i ve sürek l i bir saldırı hedefi
yapılıyor. Dikkate değer bir ş e k i l d e, 1 Mayıs öncesi ve sonrasında,
Türkiye' de, tüm sermaye yazarları ve politikacılarının işledikleri temel
tema da hep bu oldu. D ünyada ö len bir davayı Türkiye'de bazı inatçı
bağnazlar garip bir ısnırla hala yaşatınaya çalışıyorlard ı ! Gerici bur­
juva propaganda çok bilinçli bir terc ihle, güncelden çok tari h se l boy uta
sald ı rıy ord u Hedef tarihsel bilinci ve i y i nıserl i ği darbelem ekti . Bunda
.
başarıl ı ol unduğu ölçü(lc güncel çaba ve enerj in i n temelsiz b ı rakac ağı ,
59
kötürümleştirilecegi iyi biliniyordu.
Bu olgu, içinden geçmektc oldugumuz tarihsel kesitin devrimci ve
karşı-devrimci propagandasında, tarihsel devriınci iyiınserligin korun­
ınası ya da kırılınası sorununun temel bir temayı oluşturdugunu
gös�erir. Onlar, sermaye cephesi, tarihsel ve güncel gerçeklerin teryüz
edilmesine dayalı bir propaganda ilc devriınci iyiınserligi kırmak
savaşı yürütüyorlar. Bizler, devrim cephesi, nesnel ve canlı gerçekiere
dayalı bir propagandayla devrimci iyiınscrligi sürekli işlemck, koru­
mak, geliştirmek, pekiştirrnek ihmal edilmez göreviyle karşı karşıyayız.
Tartışmasız bir devrimci kararldığın ve yaygın bir işçi katılımının
karaktcrize ettiği '90 1 Mayıs'ına da asıl bu açıdan bakmalıyız. '90 1
Mayıs ' ı Türkiye toplumuınun bağrında devrimci birikim ve enerjinin
yeni bir göstergesi, Türkiye'nin bir devrim ülkesi olduğu gerçeğinin
yeni bir tescili olmuştur.
Tarihsel birikimlcrdcn, nesnel olgulardan ve olayların bugünkü
seyrinden hareketle, Türkiye'nin bir devrim ülkesi olduğu gerçeğinin
altını sürekli çizmek ve, bu ülkede zafcrle taçlanacak bir devrimin
dünya ölçüsünde sonuçlar yaratacağı öngörüsünü hep vurgulamak,
gerçeklerden kopuk aşırı bir iyimscrliğc düşmek ya da cömertçe kolay
devrim hayalleri yaratmak değildir. Şüphe yok, işimiz hayli zor ve
çetin. Tarihsel bir silkinişin öncüleri olmanın büyük ağırlığı var
omuzlarımızda.
Karşımıza yalnızca tüm güç ve olanaklarıyla Türkiye burjuvazisi
değil, bugün sosyalizm öldü histerisiyle zafer çığlıkları atan tüm em­
peryalist sermaye cephesi dikilecek. Düşmanlarıınız Türkiye burjuva­
zisiyle sınırlı olsaydı, işimiz n ispeten kolay olurdu. Ne ki tarih evrensel
sonuçları olabi len her devrimin dünya ölçüsünde "kutsal cephe"lerlc
karşı karşıya kaldığını gösteriyor. Ama eğer bu toplum, şu içinde bu­
lunduğumuz tarihsel kesitte, dünyayı sarsacak bir toplumsal devrimin
dinam iklerini ve birikimlerini gerçekten kendi bünyesinde taşıyorsa,
devrimci bir patlamaya dönüşecek unsurları ve güçleri sürekli olarak
içten içe birikti riyorsa, devrimin bu nesnel yönüne ilişkin tespitleri­
ınizde tarihsel bir yanılgı yı yaşamıyorsak eğer, o halde, bunun ötesinde
herşey, son tahl ilde bize bağlıdır. Devrimi o lağanüstü bir güç, enerji
ve çabayla hızlandırmak, gerçek ve muzalTer kılmak, gösterilccek
çabaya, yapılacak hazırlığa bağlıd ır.
60
Devrimierin kendiliginden zafere ulaşamayacagı, nesnel gelişme­
lerin olgunlaştırdıgı ve kaçınılmaz kıldıgı devrimci patlamaların, eger
öznel elkenler ve hazırlıklar yeterli degilse, muzaffer: sonuçlara vara­
m�yacagı, toplumu belki temellerinden sarsacagı ama yine de
yıkamayacagı devrimci ögretinin basit bir gcrçegidir. Devrimler tari­
hinden süzülmüş bu basit gcrçegi , her devrimci iyi kötü bilir. Ama bir
devrim ülkesinde bunu sıradan bir ögreti dcrsi olmaktan çıkarıp derinden
dcrine sindirmck gerekir B u bilinci iç se l leş tirmek , bitmez Lü k cnmez
.
"
"
bir çaba ya dönüştürmek gerekir. '90 1 Mayıs' ı Türkiye ' nin bi r devrim
ülkesi old uğu nu bir kez daha gÖstermekle kalmamış, fakat aynı zamanda
nesnel olanaklar ile öznel hazırlık arasındaki uçurumu da scrgil eıni ş t ir
sos yal izınlc özeleş sayı ldı ğı ve
"koınüı:ıistlcrin b ayramı olarak sunulduğu bir ülkede ı Mayıs'ı
kutlaınıştır. A m a öte yandan, iş ç i yığınları bunu büyük ölçüde kendi­
liğinden, m ücadele isteklerinin bir i fadesi ve sı'n ıf sczg i leri n in bir
sonucu olarak, örgütsüz ve önderl ikten yoksun olarak yapmışlardır.
Tarihin kendi i rademiz dışında önümüze koyduğu dünya devrimine
k arş ı büyük soru mluluğumuzun ı ş ığınd a , '90 ı Mayıs ' ı nm güncel
derslerini de asıl olarak bu yönüyle dcğcrlen di r ınc ıniz gcre�iyor.
Devriınci hareket bir kez daha tüm gerici sermaye cephesini
şaşkın lığa, öfkeye ve kaygıya düşüren övgüye değer bir k�ırarlılık
scrg i lemiştir. Militan bir tutumun ve tehditlere meydan okuyan bir
kararlılığın i fadesi olarak Taksim 'c, ı Mayıs Alanına çıkmakta ki ıs ran
bunu kanıtlar. Ama bu ayn ı tutum, öte yandan, i şçi s ınıfı hareketinden·
kopukluğurı, bu hareketin bünyesindeki devrimci enerjiyi harekete
gcçirınc bil incinden yoksunluğun, bu temel görev karşısındaki yete­
neksizliğin de b ir yansıınasıdır. Taksiın 'e çıkışın tck tara ll ı
abartılınasını, her türlü esnek eylem taktiğini dışta bırakacak bir
katılıktu ınutlaklaştırılınasın ı , bu yönüyle de ele almak gerekir.
'89 ı Mayıs'ında da sermayeni n kolluk k uvvetleri ı Mayıs Alanını
işgal etmişlerdi . Ama tam da bu yolla, tüm İstanbu l'un eylem alanına
dönüşmesini kolaylaştırmış, fabrikalardaki eylem leri ise bütünüyle si­
neye çekmek zorunda kal m ışlardı. B u yılın ı Ma yı s ' ıııda yeniden ger­
çekleşen bu durumu, devrimciler bilinçli olarak hesaha katınalıydılar.
Bu, I Mayıs 'a işçi katı lımın� hep nicelik hem de nitelik olarak daha
ileri bir düzeye çıkarabilccckti. N i tekim V. Koç' tan Dcm ircl'e, Nazlı
.
Evet, yüzbinlerce işçi 1 Ma y ı s ' ı n
"
61
Ilıcak'tan İnönü'ye tüm gerici sermaye sözcüleri "şu ı Mayıs yasallaş­
sm" diyorlarsaeğcr1 yalnızca ı Mayıs'a sahip çıkış kararlılığı karşısında
boyun eğmek durumunda kaldıklarından değil, yanısıra, yasağın ve
Taksim işgalinin tüm İstanbul'u ve sayısız fabrikayı eylem alanına
dönüştürdüğünü görmenin tedirginliğinden de dolayıdır bu.
S ermaye cephesi bugüne kadar ı Mayıs'ı yok S<\ymak ve her yolla
engellemek yolunu tuttu. Devriınci hareketin gösterdiği kararlılık bu
çabayı boşa çıkarmış bulunuyor. Artık ı Mayıs bir "işçi bayramı"
olarak yaygın "kabul" görüyor. Bu, devrim ve işçi hareketi için önemli
bir başarıdıf. Ş imdi yeni bir dönem başlıyor. Burjuvazi zorunluluklar
karşısında tutumunu değil, taktiğini değişLirınişLir. Kaba yöntemlerle
yasaklamak yerine ince ve sinsi yöntem lerle içi boşaltılmış, devriınci
ruhundan ve anlamından yoksun bırakılmış, "terbiye" edilmiş bir ı
Mayıs hedefliyor. S HP, Türk- İş bürokratları ve solun terb iye edi lmiş
kesimleri daha şimdiden bu m isyona soyunmuş bulunuyorlar.
Aruk devrimci hareketi yeni bir görev, yeni bir sınav bekliyor.
Terbiye edilmiş ı Mayıs taktiğini boşa çıkarmak, ı Mayıs ' ı , işçi
sınıfının tüm sermaye ve gericilik dünyasına karşı bir mücadele günü
olarak YJlŞatmak...
EKİM
Mayıs ı990
62
DÜZEN CEPHESİNDE DURUM
Düzen cephesine genel çizgiler içinde bakıldığında görünen
nedir? Sık sık ve herkesçe üzerinde durulan iktisadi görünümü özet­
lemek, iktisadi sorunları sıralamak gereksizdir. Kapitalist ekonomi
uzun yıllardır aynı çıkınazın içcrisindedir, temel sorunları bakımından
'
çözümsüzdür. G ündelik politikalarla "gün" kurtarılınaya çalı­
şılmaktadır. Bu i se sorunların birikınesi ve ağırlaşınası sonucunu
doğurmakta ve doğal olarak sosyal hareketliliğin ve politik bunalımın
uygun zeminini pekiştirmektedir.
S iyasal plandaki görünüm ise şöyle özetlenebilir: Yığınlam "en
üstün irade" olarak sunulan parlamento, sözde parlamenter rej imin bu
sözde temel kurumu, biçimsel bakımdan bile büyük ölçüde devreden
çıkarıl!nıştır. Türk burjuvazisinin gerçek s iytısal karar ınerkczi, liberal
aydınlar tarafından bugünlerde yeniden bolca övgüsü yapılan '6 1 Ana­
yasası sayesinde, son 30 yıldır hep generallerin egemenliğindeki Milli
·
63
G üvenlik Kurulu (MGK) olmuştur. Uluslararası ve yerli sermaye çev­
relerinden süzülüp gelen istemler önce MGK'da temel politika ve
kararlara dönüşmüş, ard ından hükümete dikte .ettirilmiştir. Bu politika
ve kararlar, yasal çerçeve uygunsa dogrudan hükümet İcraatı haline
gelmiş, degilsc hükümet eliyle önce parlamentoya getiri lmiş, biçimsel
tartışmaların ardından "yasa" katma yük�eltilmiş, buna da milletin
iradesinin millet meclisi eliyle tecell isi adı verilmiştir. Bu işleyişi
kısmen boz up zaafa ugratan, MGK kararlarının yasa ve i craata dönüş­
ınesini engelleyen ya da geciktiren biricik engel, sistemin kendi dışından
gelen baskılardı;' yıgınların tepkileri ve devriınci miicadeleleriydi.
12 Eylül sonrasından beri ve şimdilerde artık biçimsel parlamen­
tonun bu biçimsel işlevi bile büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Artık
MGK 'de generaller eliyle saptanan ve hükümete dikte .ettirilcn pol i ­
tikalar, hükümeteliyle v e Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yoluyla
yasa haline getiri lınektc ve uygulanmaktadır. Sözde purlaınemer reji­
min bütünüyle iflusı demek olun bu işleyiş tarzı , burjuvazi bakım ından
bir politik güçsüzlük göstergesi sayı lmalıdır. Kaba yöntemlerin geri­
sinde daima bir zayıflık, bir çaresi zlik vardır. Düzenin içinde bulun­
duğu güçliikler, karar ve politi,kaların seri ve firesiz uygulanmasını gc­
rektirınektc, bu ise KHK yolu ilc gerçekleştirilmektedir. Parlamento­
nun biçimsel işlevi , gereksiz tartışma ve zaman kaybı sayılınakwdır.
Yasama ve yürütme yetkisi fiilen MGK, demek oluyor ki gene­
raller eliyle kullan ılınca, temel etkinlik alanı parlamento olan sözde
burjuva muhalefeti de biçimsel muhalefet zemininden bile yoksun
kalmakta, bu da onun iflası anlamına gelmektedir. Şu dönem general­
lerin parlaınent()(J<ık i öteki partilere ve rd ig i rol, parlamentoda bile
değil, "zirve"lerdc ve kulislerde temel pol itikuları onaylamak, sonra
da bu pol itikaların özünü yığınlardan gizlcınck ve onların uygulanışını
hakl ı göstermek için çaba harcaınak, gereki rse bunun için, İnönü'nün
son K.ürdislan gezisiyle yapLığı gibi, yurt sathına dağılmakur. Demi­
rellerin ve İnönülerin yaptığı bundan başka bir şey degild ir. Bunu,
devletin iyi yönclilmcdiğin i , hükümetin iyi yönctemedigini ekleyerek
yapmaları "muhalefet" olmanın gereklcrindendir. Onların itiraz ı icraa­
ta değil, icraatçılarad ır.
Ekim 'in başından itibaren altını çizdiği bir gerçek var; burjuva
muhalefetinin açmazı, aslında düzenin açınazıdır. K arş ı karşıya bul u n
-
64
duğu köklü ve ciddi iktisadi ve politik sorunlar, d,üzenin manevra
alanını aynı zemin üzerinde alternatif politikaları o anaksız kılacak
ölçüde daral lmıştır. Bu durum, öteki burj uva partilerin bugün gündeın­
de ota n temel iktisadi ve Politik sorunların hiçbirinde ıuevcut hükümet
partisinden farklı bir değerlendirme ve çözüm ' ön'e risine sahip
olamaması şeklinde yansıyor. Ve bu, onların yığınlar nezdinde neden
bir türlü inandırıcı bir alternatif olarak görülcmcd iğini açıkladığı gibi,
oy desteği yüzde l O 'lara d üştüğü hep ileri sürülen hükümet partisinin
de neden buna rağmen hala- hükümet edebildiğini de açıklar. Emper­
yal ist m ihrakhır ve y�rli tckeller adına ülkenin gerçek yöneticileri olan
gencraller de, saptanan politikaları eksiksiz ve kölece, bir tür "emir­
kom uta" işleyişi içinde uyguladığı için, bugünkü hükümet partisini ve
onun fi ili lideri olan cumhurbaşkanını tercih ediyorlaç.
Düzenin esas ağırlığını SHP ve DYP'nin ol uşturduğu muhalefet
partilerine ise, kendi lerini sermaye çevreleri ve gencraller nezdinde
tercih ed ilir k ı lmak için sarılacakları biri diğerinin uzantısı iki nokta
kalıyor. B irincisi, mevcutpolitikaları daha kuvvetle uygulamayı s iyasal
bakımdan olanaklı kılacak daha güçlü bir oy desteğ i; ve ikincisi,
kitleler nezdinde hükümet partisi ölçüsünde yıpranmam ış olmak.
Gerçekte de emperyalist ve iç sermaye çevreleri SHP ve DYP'nin
durumuna yalnızca bu açıdan bakıyorlar. Bu iki partin in yığınlar
nezdinde yeterince inandırıcı olamamasının kaygısını en az bu parti­
lerin yöneticileri kadar sermaye · çevrelerinin kendileri duyuyorlar.
İnandırıcı bir alternatif hükümet partisi oluştunuııaınak bizzat rej im in
bir zaafı sayılıııalıdır. Yaşanmakta olan "yönetcmcme krizi "rı in başlıca
göstergelerinden biri de budur.
Buradan burjuva siyasal sahnesinin yeni unsurlarına, düzenin
yeni payandaları olan sosyal-reformisLierin konumuna ve misyonuna
geçilcbilir. Sosyal-reformİstler deni lince genellik le yalnızca TBKP
anlaşılmaktadır. Oysa bu TBKP'den "solcu" gqçincn liberal aydınla ra,
"Yeni Sol Parti" girişiıncilerinden "yeni oluşuıncu"lara kadar hayli
geniş bir yelpazedir. Y ine de bu çevrelerin konumunu, misyonunu,
ideolojik ve politik alçalışını, uşaklığa d uydukları hevesi en iyi sim­
geled iği için TB KP bunların "temsilcisi" olarak al ınabi lir. Liderleri
serbest bırakılan bu parti şimdi yasal olarak kurulma� ü�eredir. 13u
olanağa kavuştukları dönem , burjuvazinin işçi hareketini , Kürt ulusal
�
65
hareketini ve genel olarak devrimci hareketi hedef alan kapsamlı
politikaları gündeme aldığı bir dönemdir de. Yığınların ve devrimci
akımların sıradan demokratik hakları ve yasal olanakları bile kulhm­
maktan yoksun bırakılmak istcndikleri bir dönem , sosyal-rcfonnistlc­
rin yasal parti kurma hak ve olanaklarına kavuştukları bir dönem
olabiliyor. Bu karşıt gelişme, sosyal reformisLierin karşı kampta, düzen
kampında konumlandıklarını n basit bir kanıtıdı r. Düzen politikası
içindeki sınırlı, ama y ine de burjuvazi için son derece ö�emli m isyon­
ları bellidir. Birincisi, Mussolini tipinde bir Kanun Hükmünde Karar­
nameler rejimi baline gelmiş rejime ve onun baskı ve teröre dayalı
uygulamalarına örtülen "demokrasi" şalının eksik parçasını tamamla­
mak; ikincisi, uluslararası gelişmelerin devrimci saflarda yaratuğı
ideolojik kargaşayı ve reformİst eğilimleri körüklcmek; ve üçüncüsü,
etkilcdiklcri bir kısım "ileri" işçiler ve sendika bürokratları ünıcılığıyla
işçi hareketinin gelişme hızını kesmck. Bu son noktada nasıl bir rol
oynayabildiklcri son 1 Mayıs direnişlerinde bir kez daha görüldü;
TBKP'nin etkisindeki şubeler ve işyeri tcmsilcileri mil itan direnişiere
karşı grcv kırıcı rolü oynadılar.
Düzenin siyasal sahnesindeki bu bel li görünümlerden manevi
alanına geçildiğinde ilk göze çarpan, görülmemiş boyutlarda bir de­
jcncrasyon ve çürümedir. Olağantaşmış rüşvet, yolsuzluk ve siyasal
skandallar bir yana. Düzenin başbakanı en aşağılayıcı "fıkralar",
düzenin cumhurbaşkanı "hanedan" öyküleriyle bizzat düzen kesimin­
de bile yoğun bir tartışma, eleştiri ve alay konusuysa eğer, düzenin
çürüdüğünün, kokuştuğunun bundan daha iyi bir kanıtı olamaz.
Yerlerine alay konusu ettiklerinden daha iyisini koyamayan burjuvazi ,
gerçekte kendi düşkünlüğü ilc alay etmiş oluyor.
Düzenin ideoloj ik cephesine gelince, din ideolojisinin bel irgin
bir şekilde öne geçtiği, düzenin maddi varl ığını korumak için dinin
daha etkili bir silaha dönüştürütmek istendi ği görülüyor. B unun mimarı.
emperyalist çevreler ve biz:t.at CIA merkezleridir. Kemalizmin resmi
bir ideoloji olarak artık pek bir işe yaramad ığı ve zaten uzun zamandır
da fiilen geri plana düştüğii, 12 Eylül 'den itibaren artık resmen Türk­
İslam sentezi ilc ikame edildiği Türkiye'de, din çok değişik biçimle­
riyle (buna Alevi bir d inci akım geliştirmek de dahil) daha etkili bir
silah olarak gündeme alınıyor. Devrimci yayınlarda din sorunu,
66
Amerikan emperyalizminin Türk burjuvazisine Ortadogu için
tasarladığı yeni rolle ilintili olarak, dolayısıyla daha çok dış politika
ihtiyaçları bakımından ele alınmaktadır. Bu yönü olinakla birlikte
bundan da önemli ve asıl olarak, bu bir iç politika ihtiyacıdır. Devriınci
gelişme ve ideoloj i karşısında "ılımlı islam", demek oluyor ki burj uva
düzenin "modern" koşullarına uydurulınuş dinsel ideoloji, en etkili
dalgakıran olarak değerlendiriliyor.
* * *
İşçi hareketi ve Kürt ulusal hareketi sermaye düzeni için iki temel
sorun durumundalar. B u iki hareket, bu aşamada henüz birbirinden
bağımsız olarak ya da birbirlerini ancak dalaylı biçim lerde ct_k ilcycrck,
sürekli bir gelişme içindelcr. İşçi hareketi taşıdığı politik dinaınizıni
ve politik eylem potansiyelini I Mayıs eylemleriyle göstermiş bulu­
nuyor. S ürekli küllcndirilınck i stendiği halde işçi kitleleri arasında
gitgidc daha kuvvetli bir istem haline gelen genel grcv, bu politik
eylem potansiyelinin bir başka önemli ifadcsidir. KUrt ulusal hareketi
ise zaten dogası gcregi bütünüyle politik bir zemine sahiptir ve eşitlik
ve özgürlük gibi köklü ve kapsamlı politik istemler üzerinde yüksel­
mektedir. Bu iki harekete bu aşamada bir üçüncü olarak gençlik
hareketini eklemek zor gibi görünüyor. Zira devriınci Ôğrcnci hareketi
uzun dönem etkil i olan dar akademik zemini sıçrama denebilecek bir
değişimle kırmakla birlikte, bunu kitlesel tcınclc dayalı bir biçimde
başaramad ı . Yaşaınakı.a olduğu politik canlılık gençliğin en ileri ve son
dcreec dar kesimlerine dayandığı için, görümüye rağmen gerçekte
düzen için henüz ciddi bir sorun oluşturm uyor.
İşçi hareketi ve Kürt ulusal hareketiyle başa çıkmak düzeninin
bugünkü iki temel gündcınidir. Çözüme ilişkin politikanın esası ise
tüm burjuva politik kamp için tektir. Hareketin öncü kesimlerini
ezmek, kitlelerini kontrol <ıllına almak, gerekirse ancak bundan sonra
sınırlı bazı Lavizlcrlc hepten yatıştırmak. Taviz verebilmek için önce­
l ikle öncü kesimleri ezmek, hiç değilse tecrit etmek, bir önkoşul olarak
ele alınmaktadır. Bu nedenle de şu dönemin tck "çözüm" yönLemi
olarak baskı ve terör uygulanmaktadır. "Zirvc"dc m uLabakall sağlanan
politika budur. SS Kanımamesinin içerd iği önlemlerin simgelediği
67
budur. Bu aşamada burjuvazi. bir politika yöntemi olarak taviz vermek
bir yana, gelişen mücadelenin fiilen koparıp aldığı hakları ve yarauıgt
olanakları ortadan kaldırmak çabası içerisindedit.
Öte yandan, baskı ve şiddete dayalı politika burjuvazi için bir
öncelik tercihi olmaktan çok bir zorunluluktur. Düzenin bugünkü du­
rumu ve dengeleri tavizi, "reform" yöntemini olanaksız kılmaktadır.
Dünya "yumuşamaya ve demokrasiye" giderken ülkemizde neden hala
sertlik yöntemi diye sızianan l i bcrallerin görcmedikleri, görnıek iste­
mcdikleri budur. Ya da örneğin. SHP'nin "ANAP'laşması"nın sırrı
tanı da budur. Zorla ve fiilen elinden alınacaklar dışında, bilinçli bir
politikanın gereği olarak katlanabilcceğ i ve ona umduğu politik
somiçları saglayabilccck tavizler verebilecek koşullardan yoksundur
burjuvazi. Örneğin işçi hareketine en sınırlı tavizler" bile mevcut
iktisadi politikalarda önemli değişiklikleri gerektirmektedir. Oysıı
kapitalist ekonomi bunu kaldıracak durumda değildi r.
* * *
Tüm bunların düzen için zayıflık göstergeleri olduğu bir gerçek­
tir. Ve böyle bir zayıllığın oluştuğu her yerde burjuvazi onu baskı
aygıtlarını tahkim ederek, baskı ve ezme politikal<ırını sistemli bir
şekilde uygulayarak dengelcmeye çalışmıştır. Bunda başarılı olup
olamamak ise, temelde işlerin devrim cephesinde nasıl gitliğine bağl ı
olmuştur. Düzenin çözümsüzlükleri, güçsüzlükleri üzerinde hep
duruyoruz. B unun her zaman yapılması gerekir. Zira bir toplumda belli
bir tarihsel kesitte oluşmuş ve yoğunlaşmış devrim koşulları ve ola­
nukları en <ıçı k şekliyle bilincc çık<ırılabildiği ölçüde, o devrimin zaferi
için harcan�ıcak çaba ve enerji de o ölçüde büyük olacaktır. Fakat öte
yandan, tum da bu alanda, devrim i hazırlamak ve kazanmak alanında
yapılması gerekenler en enerjik, en tam ve en örgütlü bir şekilde
yapılmadıkça, sonuca ulaşmak da m ümkün olmayacaktır.
Tarihsel deney imin gösterdiği budur.
EKİM
Hazinın
68
1 990
'9l'E G IRERKEN
Başta komünistler devrimci hareketin bir kesimi için, yeni bir
devriınci y ükselişin gelmektc olduğunu y ıllar öncesinden görmek hiç
de zor olmadı. Yalnızca derinden dcrine işleyen dinamiklerin tahlili
değil, günbcgün çoğalan dış belirtiler, yıldan yıla g üçlenerek ve
yayılarak yaşanan ilk kıpırdanışlar bunu görmeyi kolaylaştırınaktaydı.
Fakat yine de ' 80'1i yılların ikinci yarısı boyunca bunun, gitgide
güçlenerek de olsa henüz yalnızca güçlü bir beklenti olarak kaldığı da
bir gerçektir. Oysa '90 yılı bunu bir beklenti olmaktan çıkarmış, somut
bir gerçeklik haline getirmiştir. Geride kalan '90 yılı Türkiye'de yeni
bir. devri mci yükselişin artık pratik bir olgu haline geldiği bir yıl ola­
rak, tam da bu nedenle bir dönüm noktası olarak tarihe geçecek,
Türkiye devrimi için nasıl bir önemli dönemeç olduğu ilerde daha iyi
anlaşılacaktır. Merkezinde proletaryanın, proleter kitfc hareketinin
bulunduğu bu devriınci yükseliş, Doğu Avrupa'nın çöktüğü ve bu
69
vesileyle dünya ölçüsünde devrime ve sosyalizme karşı dizginsiz ve
hayli etkili bir gerici ideolojik politik saldırının yaşandıgı bir dönemde
patlak verdiği için; tam da bu tarih sel özgün ortam nedeniyle, devrimci
karşı cıkileri daha şimdiden u l uslararası planda yansıyan, gerici dal­
gaya karşı bir dalgakıran rolü oynayan ve giderek tersten bir cercyana
dönüşen olay olarak, dünya devrimi bakımından da tarihsel bir önem
ta ş ı mak tadır.
Geride kalan yılın devrimci yükselişi somut bir gerçeklik hal ine
getiren kitle eylemleri bilançosuna kabaca bir göz atalım. Yılın ilk
ayları, özellikle Şubat ayı yoğun işçi eylemlil iğine sahne oldu. Aynı
dönemde buna küçük üreticilerin direnişi ve öğrenci eylemleri eşlik
etti. Sürmek tc olan işçi eylemliliği Mart' da bu kez Kürdistan' da patlak
veren ve Kürt ulusal hareketinde yeni bir safuaya geçişin ifadesi olan
sarsıcı siyasal kitle direnişlerine ve gösterilerine sahne oldu. Mayıs'da
Türkiye işçi sınıfı tarihinin en geniş katılım lı 1 Mayıs eylemi yasalara
ve yasaklara rağmen gerçekleşti. Yaz ayları küçük memurların ve
"memur" sayılan emekçi kesimlerin eylemleriyle geçti. Eylül ayında
proleter kitle hareketinde yeni bir kabarışın ilk işaretleri ortaya çıktı.
Yeni bir dalganın gelmektc olduğu Kasım ayı kaynaşmalarıyla kesin­
leşti, Aralık ayı boyunca ise beklenen gerçekleşti. Zonguldak ınaden
işçilerinin militan grevi ve haftalarca süren politik gösterileri, 26
Aralık grevleri, 3 Ocak genel uyarı grevi ve nihayet maden işçilerinin
70 bin kişiyle sürdürdüğü 5 günlük "Ankara'ya Y ürüyüş" eylemi
proleter kitle hareketindeki bu yeni kabarışın somut i fadeleri oldular.
Devriınci yükselişin geride kalan yıla ilişkin bilançosu nu tamamlamak
için şunları da eklemek gerekiyor: '90 yılı boyunca sanayi kentlerinde
onbinlerce işçinin coşkulu politik sloganlarla katıldığı çok sayıda
yürüyüşler, mitingler ve salon toplantıları yapıldı. Bu yılın toplanı ında
yaklaşık 300 bin işçi greve gitıi. Yılın yalnızca son bir ayında grevdc
olan işçi sayısı 200 bini buldu. B u sayıya her an 1 00 bin greveiyi daha
ekieyebilecek anlaşmazlıklar ise hala çözüm lenebilıniş deği l. B u
rakamlara tck tck işyerierindeki sayısız direniş eylemi dahil değildir.
Örneğin grev yasağı kapsam ındaki binlerce linyit işçisi son iki ay
boyunca değişik biçimler alan fi ili direnişler içinde old ular.
'70' Icrdcki yükselişin tepe noktası 1980 yı lı idi ve bu yılda grcvci
işçi sayısı yalnızca 85 b i ni bulmuştu. Hareketli bir yıl olan ' 89 için ise
,
70
·
bu rakam ancak 40 bin olabildi. Oysa '90 yılının yalnızca Aralık ayı
için bu rakam 200 bindir.
Genel hatlarıyla yapılan bu dökümün kesinleştirdigi gerçek, Tür­
kiye'nin, tarihinin hiç bir dönemiyle kıyaslanamayacak düzeyde ve
merkezinde proleter kitle hareketinin bulundugu bir devrimci yükselişi
yaşamakta oldugud ur. Yıllar öncesinden Türki ye nin bi r devrim ü lkesi
o ld ugu tespitini yapan EKİM, geçen yılın daha ilk aylarında, o g üne
dek kesik l i ve sınırlı bir eylemlilik biçiminde uç veren yükselişi n '90
y ılında artık bir somut olguya dönüşecegi değerlendirmesin i yapmış,
"Devrimci Yükseliş ve Devrimci Perspektif' başlık l ı başyazısında
bunu şu perspekti fle el e al m ış tı :
" Türkiye' nin bir üçüncü devrimci yükse/iş dönemine girmesi ne
şaşırtıcıdır, ne de rastlantı. Zira Türkiye bir devrim ülkesidir. Yalnızca
son dönemin olayları değil, daha da önemlisi son 30 yılın olayları bunu
açık seçik hale getirmiştir. Biz komünistler,yaşamakıa olduğumuz dev­
rimci süreci anlık heyecanlar/a değil, bu tarihsel perspektifiçinde ele
almalıyız. Dünya de vriminin ağırlık merkezi artık Türkiye' dedir. Bu
aynı zamanda, Türkiye işçi sınıfının, uluslararası işçi sınıfınlll öncü
kesimi olmak gibi şerefli bir tarihsel görev ve olanakla yüzyüze olduğu
anlamına da gelir." (Sayı: 30, Mart 1 990)
Bir bütün olarak son bir yılın olayları yukarıda söylenenleri tam
b ir kesinlikle doğrulamıştır. Türkiye'nin devrimci olanakları, bu
olanakları değcrlen direbi lecek yetenekteki biricik sınıf olduğunu
şimdiden kanıtlamış bulunan Türkiye işçi sınıfı nın bu sayede ulusla­
ranısı proletarya hareketi içinde kazanmakla olduğu özel konum,
bunlar artık herhangi bir tartışmayı anlamsız kılacak kesintiktc gerçek­
ler haline gelmişlerdir. Bugün için artık çıplak olan bu olgular, özel­
likle Avrupa' da olmak üzere tüm dünyada giderek daha çok komünist,
devri mc i ve sınıf bilinçli işçi için ilgi, heyecan ve umut kaynağı
olmaktadır.
Emperyalist dünya ise çok daha erken bir zamandan . beri bu
gerçeklerin farkındadır. Olayları özel bir dikkatle izlemekte, değerlen­
diınekte, pol itikalar gel iştirmekte, önlemler düşünmekte, giderek bu
olayların kurulu burj uva düzeni tehdit edici bir aşamaya ulaşınası du­
rumunda nasıl davranacağı, hangi yöntem ve araçları kullanacağı ko­
nusunda somut ipuçları vermektedir. Türkiye'de işç i hareketinin
·
'
71
yayıldığı şu dönemde NATO Genel Sekreteri Manfred Wömer, tüm
Ortadoğu'yu toplumsal ve siyasal bir "istikrarsızlık alan ı " ilan ettiği
k onuşmasında, Türkiye'yi kritik halka olarak tanımlamış, bu çerçeve­
de NATO' n un "yeni m isyon"una i şaret etm iştir. Benzer bir görliş
NATO Başkomutanı tarafından aynı glinlerde dile getirilmiş ve bunun
ardından NATO Çevik Kuvveti Türkiye'ye çağrılmıştır. Bir Amerikan
generali tarafından "tarihsel önemde" olarak nitelenen bu gelişmenin
gerçekten tarihsel önem taşıyan asıl anlamı bugün için Körfez krizi
bahanesiyle karartılabi lmektedir. Nedir ki bugünkü biçimiyle simge­
sel sayılan ve Irak'a karşı sunulan bu girişimin, gerçekte yarın, ulus­
lararası sermaye cephesini Türkiye'den yaracak olan devrimim izin
anında karşısında bulacağı uluslararası sermaye cephesi i ttifakın ı ,
onun m üdahaleci birleşik askeri gücünü siıngeled iğine kuşku duyul­
maınal ı. Emperyalist dünya, bugünkü Körfez krizini iyi bir fırsat
sayarak Ortadoğu'da ve onun zayıf halkası olarak Türkiye'de yarına
göre hazırlanıyor. Yaşamakta olduğumuz devriınci yüksel işin yeni
evreleri bu gerçekleri daha da anlaşılır hale getirecek tir.
* * *
Proleter k itleler i le kent ve kır yoksullarınlll bağrı nda gizli duran
biiyük devrimci enerji ve mücadele gücüyle k ıyaslandığında, devrimci
yüksel işin bugünkü bu henüz oldukça geri ve zayıf say ılabilecek
d üzeyi b ile, Türkiye devriminin kendine özgü karakteri, sosyal çeh resi
ve içeriği konusunda açık belirtiler taşımaktadır. Proletarya mücade­
lenin yalnızca başını çekmekle kalmamakta, muazzam gövdcsiyle
temel gücünü de oluşturmaktad ır. Bugünkü olaylar bunu herkesin
kavrayabi leceği ölçüde basit algılanan bir olgu haline getirm iştir.
Çatışmanın toplumsal gerçek l iğiınizin iki temel kategorisi olan emek
ve sermaye arasında cereyan ettiği , bu i k i kategorinin tems i lci leri
olarak iktidar savaşıınında proletarya ilc burJuvazinin karşı kar ş ı ya
bulunduğu, tiim öteki toplumsal katınan ların toplumsal çatışmanın bu
ana eksenine göre ınevzilcneceği , olayların bugünkü düzeyinde bile
izlcneb i lmektedir. İşçi sınıfının egemen burjuvazi karşısında içine
girdiği kaynaşma ve mücadel e soldaki bazı müzın i n reformislieri dah i ,
"işte sınıfa karşı sınıf! " diye haykıracak kadar hcycanlandırabi lınck72
tedir. Sosyalist olmak iddiasındaki reformistler bir yana. Türkiye'nin
bugünkü sosyal harckellili�i artık bazı gerici bu rj uv a yazarlarının bile
son olaylar üzerine konuşup yazarlarken "sınıfa karşi sınıf' olgusunu
dile getirmeye zorlamıştır. Toplumumuzda iki temel sınıfın, b urj uvazi
ile proletarya , karşı karşıya durdugu, çatışmanın ve hesap laşm an ın bu
iki temel sınıf arasında gel işeceği , iktidarı elde tutabi irnek ya da ele
geçirmek sorununun asıl olarak bu i k i sınıf arasında bir sonuca bağla­
nacağı, tüm bunlar artık pratik te belirginleşen gerçeklerdir ve devri­
mimizin kendine özgü karakteri, sosyal çchrcsi ve içeriğine i lişkin
ı.arı.ışmalarda olaylarla doğrulanınakı.a olan ı.cınel nesnel verilcrdi r.
Öte yandan işçi sınıfının, egemen burj uvaziyc karşı m ücadele
gücünü ve kararlılığını ortaya koyduğu ölçüde, taşıdığı mücadele ener­
jisini ve yeteneğini sarsıcı eylemlerle örnekiediği ölçüde, kendi geri
kitl elerin i olduğu kadar, topl umdaki tüm ezilen ve sömürülen katman­
ları da sarstığı, uyandırdığı, kendine çek tiği, onlar için bir umut hal ine
geldiği, yine olaylarla kanıtianınakla olan nesnel bir gcrçek l iktir. İşçi
sın ı fı bizzat gerçek yaşam içinde sermaye tarafından ezilen ve sömü­
rülen tüm çalışan ki tlelerin öncüsü, harekete geç i rici ve sürükleyici
gücü haline gelmektedir. Zongu ldak' da gelişen proleter k itle hareke­
tin i n kısa zamanda bir ha l k hareketine doğru gelişınesi ve ı.üm topluın­
da g üçlü bir yankı bulması, eylem in mahalli n iteliği de düşün üldüğün­
de, bu açıdan gerçekı.cn çarpıcı ve .öğreticidir. B undan hareketle,
m ücadelenin daha ileri düzeylerinde, işçi 'sın ı fının, ileri bir bil inç ve
örgütl ülük düzeyi i Ic bell i başlı sanayi kentlerinele ortaya koyabi ieceği
devriınci bir gi rişkenliğin, siyasal sınıf ilişkilerimlc yaraLacağı köklü
değişimi ve yeniden ıncvzilcnişi kestiemek hiç de zor değil. Bunun,
l)lıgünkü haliyle K ürt u lusal hareketinin hayli karışık ve değişken olan
sosyal bileşim inde nas ıl bir değişıneye yol açacağı i se temel önemde
bir başka sorundur. Tüm toplumu sarsan bir proletarya hareketin in
var! ı ğı koşullarında, K ürt emekçi katınanlarının kend i lerini Kürt
burjuva katınanları gibi yalnızca ulusal siyasal isteınieric sını riayacağını
sanmak safl ı k olur.
Devri m i m izin sosyal çehrcsi ve karakteri bakım ından ayd ıntatıcı
olan bu verilere, devriınci yüksel işin ortaya ç ıkardığı m ücadele araç
ve yöntemlerine i lişkin verileri eklemek gerekiyor. S i yasal gösterilere
doğru gen işleme düzeyine u laşmış proleter kitle grevi bugünkü dev73
rimci yükselişin temel mücadele biçimidir. Olaylarİn genişlemesi ve
boyutlanması proleter kitle grevi anıcıhgıyla gerçekleşmektedir.
Mücadeleni n siyasal karakteri bclirginlcştikçc, proleter kitle grevinin
değişik biçi m l erinin oynadıgı muazzam rol daha iyi aniaşı lacaktır. İ şçi
komiteleri ilc sendikalar ise, mücadelenin bugünkü aşamasındaki
örgütsel araçlar olmaktadır. Bu, m ücadeleye proleter araç ve yöntem­
lerin damgasını vurmak la oldugu anlamına gelir ki, bunu devrimimizin
proleter karaktcrin i bir başka yönüyle aydınlatan bir olgu saymak
gerekir.
Son olarak, yığın hareketinin bu genel nesnel görünümlerinin
ötesinde, bugilnkü düzeyiyle onun bilinç ve önderlik düzeyine, bunun­
la bağlantılı olarak şiarlarına, ileriye sürdüğü istemlerine bir göz
'
atalıin. B u kuşkusuz hareketin en zayıf yanıdır. Eyleminin yer yer
kazandıgı çok ileri biçimlere rağmen hareketin bilinç ve önderlik
düzeyi henüz son dcreec geridir. İ şçilerde büyük bir mücadele kararlılığı
var. Eylem içinde sürekli artan bir mücadele deneyimi var. Fakat
mücadelenin temel sorunları, hedefleri ve yönü konusunda işçi sın ı fı
henüz burjuva bilincin sınırları içindedir. Bu bakımdan denilcbilir ki
hareket gerçek bir burj uva kuşatma altındadır. B urjuva muhalefet,
sendika bürokrasisi ve sosyal reformizm bu kuşatmanın birbirine
eklenen ve birbirini tamamlayan değişik halkalandır. İ şçilerin ken­
diliğinden ileri sürebildikler.i demokratik hak istemleriyle uyum sağla­
mak sözü geçen m ihraklar için zor olmadığı için, bu kuşatma önemli
ölçüde başarılı da olmaktadır. Zonguldak işçileri ekmek ve demokrasi
mücadelesi verdiklerini , demokratik haklar için dircmliklerini söylü ­
yorlard ı. Kurulu düzenin temellerine yönelmeyen bu siyasal reform
istemlerine sahip çıkmak özellikle sendika bürokratları ve sosyal re­
formistlcr için hiç de zor ol mam aktadır.
Küçük-burjuva sosyalizmi bu gerçeği kavrayaın ıyor. Proleter
yığın hareketinin nesnel görünümü ve öğeleri sahip olduğu geri
programları boşa çıkardığı ölçüde, proleter hareketin öznel yönünü
oluşturan zayıflıklardan kendi geri programına ve hedeflerine daya­
naklar bulmaya çalışıyor. Oysa tam da bu zayıfl ığın kendisidir ki
siyasal demokrasi istemlerine dayalı devrim progr�mlarına öldürücü
darbeyi vuruyor. Zira mücadelenin bu geri düzeyinde ve bilinç v e
ön derl ik planındaki bugünkü vahim· durumda bile, işçi hareketi
demokratik ist�mlerin önemli bir kısmını kendine şiar edinebiliyor.
Zonguldak eyleminin gösterdiği gelişme düzeyi buna örnektir. İ şçi
hareketinin kendiliğinden gelişme ile ulaştığı bilinç düzeyinin ve
bunun yansıması olan şiarların daha şimdiden bazı programları zor­
laması -işte öldürücü olan budur. " İ ş, ekmek, özgürlük" yalnızca bazı
devrimci grupların def!il, en az 1988'den beri Türk-İ ş yönetiminin de
kullandığı temel bir şiardır.
Demokratik siyasal istemiere sahip çıkmak, işçi hareketinin bu
istemiere dayalı mücadelesini desteklemek, bu mücadele içinde ki tle.
leri eğitmek, tüm bunların taktik önemi büyüktür. Ama şu temel
gerçeği de olaylar şimdiden kanıtlamaktadır: B urjuvazinin devrilmesi
ve iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi temel hedefine
bağlanmamış bir demokrasi m ücadelesi, kaçınılmaz olarak düzen içi
kanallara akar.
Proleter yığınlar, kent ve kır yoksulları, demokrasi m ücadelesini
şimdiden vermektedirler. Zonguldak işçileri örneğinde olduğu gibi , bu
mücadele içinde hızlı bir eğitimden de geçmektedirler. Bütün görev
bu mücadeleyi iktidar mücadelesine bağlayabilmek, demokrasi uğruna
mücadeleyi sosyalizm uğruna m ücadele düzeyine çıkarabil mek tir. Ha­
reketin öznel yanını geliştirmenin canalıcı boyutu budur. İ şçi sınıfının
politik bağımsızlığını gerçekleştirmek, işçi hareketine nüfuz eden her
türlü burjuva etkiyi felç etmek bununla mümkündür._ Demokrasi mü­
cadelesini burjuvaziye karşı siyasal iktidar mücadelesine ve sosyalizm
için mücadeleye bağlayamadığı sürece, işçi hareketinin değişik dü­
zeylerde gelişim inden söz edilebilse bile, işçi sınıfının politik bağım­
sızlığından asla sözedilemez.
* * *
B ugün işçi ki tleleri büyük bir uyanış içindedirler. İşçi hareketi
pol itik bir ınceraya girmiştir. İ şçiler artık siyasal istemler, kendileriyle
ve öteki emekçi sını narın sorunları ve mücadelesi arasında köprü
kuran türden siyasal istemler i leri sürüyorlar. B u onları bugünden
ezilenlerin öncüsü haline getiriyor. İşçi hareketinin gelişimi bakımından
tarihsel önemde büyiik bir gelişınedir bu. Ö te yandan işçi hareketinin
gelişmesi, Türkiye işçi sınıfının taşıdığı büyük devrimci enerjiyi,
75
eylem isteği ve yeteneğini , sınırlı hak ve istemler uğruna bile ortaya
kayabildiği m ücadele kararl ı l ığını , belki henüz yalnızca bazı en i leri
örneklerle, ama yine de oldukça anlamlı ve heyecan yaratacak d ü zeyde
ortaya koymuştur. Dahası tüm bu mücadeleler işçi sınıfını eğitiyor.
Onun yeni yeni g erçekleri farketmesini, bizzat kendi gücünün ve
enerj isinin büyüklüğünü, m uazzam eylem yeteneğini görmesini
kolaylaştınyor. Kendine olan güvenini a rtı rı yor. Kendi mücadeleleri­
nin toplumda yarattığı heyecanı , ezilen katınanlar arasında yarattığı
umut ve yak ın l ığ ı görüyor. Tüm bunlar kend il i ği nden oluyor. Ne var
ki bu "kendi l iğinden" oluş, devriınc i hareketin bir k es iminde yalnızca
şaşkınlığa ve heyecana yol açarke n , diğer bazı kesimlerinde ise "ken ­
dil iğindencilik" üzerine darkafa l ı l ı k n umun es i boş gevezeliklere konu
oluyor. Her iki durumda d a sonuç hareketi el leri böğründe i zl emek
o luyo r.
Oysa bugün aksayan biric i k faktör öncü olmak iddiasındakilerin
harekete yapınası gereken m üdahaledir. Bu m üdahale bugünkü hal iy l e
son dcreec yetersiz, hatta işçi hareketinin ulaştığı gel i ş m e düzeyi d ü ­
şünülürse, önemsizdir. Fakat bu m üdahaleyi yapabilmek yaşanisaldır.
Bu m üdahaleyi yapabilcek güç ve irade ortaya konınadığı, bunun araç
ve olanakları yaratı l ınadığı, b u m üdahale somut olarak başarılamad ığı
sürece, "devrim ü l kesi", "devrimci yüksel iş", "iŞçi hareketindek i ge­
_
lişme" üzerine söylenip yazılan her şey anlamsız söz yığını olarak
kalır. B izler, evet biz Ekiıncilcr, bu m üdalıale için seferber olmalı y ı z .
B u n u başarabilmek için önemli avantaj larımız var. Yalnızca Türki­
ye ' nin devriınci olanaklarını değ i l , bu olanakların kendini bugün
ortaya koyuş biç i m i n i , k i tle hareketinin geli ş i m seyrin i , d i namikleri n i ,
g liçlü v e zayıf yanlarını doğru kavrıyoruz. B u önemlidir. Zira m üda­
hale alanını ve nesnesi n i doğru kavramak demektir. Bu ol madan bir .
tck doğru pratik adım atılamaz. Ned ir ki bu kadar yetmez. Doğru
kavrayış uygulamak içindir. B u kavrayışı pra tik bir m üdahale hal ine
getirmel iyiz. Önüm üzde yüzbinlerce eylcıııciylc i fade edilebilen b i r
işçi okyanusu var. B u , güçlcrimizi en iyi şekilde düzcnleyebi lıneın izi,
en etk ili, en veri m l i araç ve yöntemleri geliştirınemizi ve kullan ımıınızı
gerektirir. B i nlerce ve onbinlerce i şçiye aynı anda ulaşabi lıncl i , aynı
anda scslcneb il meliyiz. Oysa ki bugünkü güç ve olanak larınıızla ya­
pı labilcccklcrin bile pek azııı ı yapıyoruz. Yığın hareketine anla mlı
76
sayılabilecek bir m üdahale yetenegi ve pratigi ortaya koyabiimiş
degiliz henüz. Başka devrimci grupların da başka açıdan genellikle iç
karartıcı olan durumu bu aland·aki kusurlarıınızı hafifletmez, soruın­
lulugumuzu azallmaz. Kötü emsalin·emsal olmayacagı .bir yana, tam
bu durum bizim sorumluluğumuzu kat kat artırmaktadır.
İşçi hareketine ve bu hareket ekseninde sürınekte olan devrimci
yüksel işe, olayların seyrini ve yönünü etkileyecek bir müdahaleyi ba­
şarnbilmek inancı ve çabasıyla ortaya çıkabilmel iyiz. Hareketimizin
m isyonu ve geleceği buna bağlıdır.
EKİM
Ocak. l991
77
II. BÖLÜM
İşçi Hareketi
NASIL BİR İŞÇİ HAREKETİ?
Üç yı llık bir sessizlik döneminin ardından, '84 yılından itibaı:en
kıpırdanmaya başlayan işçi hareketi '87 'de atılıma geçiyor. Yürüyüş,
protesto gösterileri, ınitingler, toplantılar, yemek boykotlan, oturma ve
iş yavaşlatma gibi eylem türlerindeki artışın yanısıra, son dokuz ayda
toplam grevci sayısı 26 bine ulaştı. Ancak bu sayı bugünkü iktisadi­
demokratik savaşıının boyutu hakkında tam bir fikir vermez. Y ürür­
l ükteki sendika ve grev yasalarının niteliği, çok sayıda işkolunu
kapsayan grev · yasağı, alınıp da uygulanmayan grev kararları,
uyuşmazlık zabıtları, sendika bürokr.ısisinin sermayeyle işbirliği vb.
olgularm tüm ü gözönüne alınarak emek-sermaye çatışmasının gerçek
boyutu ve derinliği görülebilir.
12 Eylül rejiminin getirdiği yeni olağanüstü engeller olmasayd ı,
sendika bürokrasisinin sermayeyle işbirliğine rağmen, şüphesiz 1 2
Eylül döneminin yarattığı birik imin d e itilimiyle, i ktisadi hareketin
81
boyutu geçmiş yıllarla kıyaslanmayacak bir noktaya ulaşırdı. Ser­
mayenin, gencrallerin süngÜsü ve kırhacı eşliğinde başlattığı haçlı
seferi , işçi sınıfını eğitti. S ınıfın alttan alLa kaynadığı, geç m iş h içb ir
dönemle kıyaslanmayacak oranda örgütlenme ve m ücadele isteği gös­
terdiği günlük basındaki dikkatli gözlemciler tarafından dile getiril i­
yor. Dünün en durgun görünen kesimlerinde dahi protesto sesleri
yükseliyor, mücadele isteği artı yor 64 yıldan beri ilk kez greve ç ıkm ak
isteyen demiryolu işçilerinin grevinin sendika b ü rokrasi si tarafından
utanç verici b i r şekilde satılınasına karşı işçilerin tepkileri o kadar
şiddetli oldu ki, deni lebilir ki, bugüne kadar sendika bürokrasisine
karşı yapılmış en sert tepkiydi bu. Sendika bürokrasisine, "başınıza
kara. buhıtlar yağdıracağız" dediler. Sendikanın İstanbul Ş'ubcsi B aş­
.
kanı ve Eskişehir şube yöneticileri istifa etti. İşveren ve sendika
bürokrasisi buna işten atma ve sürgünlc cevap verd i. Sadece bu olay
bile, çatışmanın boyutu ve derinliği hakkında kesin bir fikir verebil ir.
Öte yandan, biraz dikkatli b i r gözlem, sınıf hareketinin gel işınesi
ve bağımsız bir hüviyet kazanması bakımından son dcreec öneml i bazı
öğelerin önceki dönemlerden çok daha belirgin olduğunun veya
olacağının ipuçlarını veriyor.
S mıfın g iderek artan geniş bir kesiminde, tecrübe ve sezgi yoluyla,
ayrı bir sınıf oldukların ın, yürürlükteki sistemin kendilerine karşıt bir
sistem olduğunun bilinci; ileri unsurlarda ise, epeyce olgunlaşmış bir
sınıf bilinc i ; gösteriler, grevler, " İşçi lerin B irl iği Sermayeyi Yenc­
cck", "İşçiler B i rleşin" sloganlarıyla başlıyor, sermayeyi lıcderl iyor.
S ınıfın ileri kesim lerinden siyasi tutuklulara, öğrenc ilere destck geli­
yor vb.
Sınıf dayanışması; Netaş greviyle güçlenen bu öğc, deri işçilerinin
greviyle daha anlamlı bir hal aldı. İşçilerde aynı ve tck bir ordunun
neferleri olduğu fikri, somut olarak güçleniyor.
Sendika bürokrasisine karşı m ücadele eği l i m i ; sendika patronları
işçiler !.arafından yüksek sesle hain ilan edil i yor, yuhalanıyor, üzerle­
rine yürünüyor, açıkça tehdit ediliyor vb.
Eği tim düzeyinin ilcril iği; bunun için sadeec i şç i lerin ve ileri
unsurlarının dcmcçlcrine, konuşınalarına gözatmak yeter. 1 9R2 'de
yapı lan anketler kentlerdeki ücreti i leri n sadeec % 7 'sinin okuma yazina
bilmed iğini ve sallarında l ise, endüstri mes lek l i sesi ve onnokul
82
mezunlarının oranının oldukça yükseldiğini gösteriyor. Artık eli kalem
tutan aydın bir {şçi kuşağı yetişiyor.
B ugün Türkiye toplumundaki sınıf çatışmalarının ekseninde pro­
letarya-burj uvazi, emek-sermaye çatışmasının olduğunu, n üfusun di­
ğer sömürülen kitlelerinin sömürenlere karşı mücadelesinin bu eksen
etrafında biçimtendiğini ve biçimteneceği ni anlamak için fazla zorlan­
mak gerekmez; sürmekte olan çatışmayı, günl ü k olayları gözlernek
yeter. Sadece bilimsel ·incelemeler ve teorik akıl yürütmeler değil,
pratik eylemi n kendisi, programlarını bu çatışma (emek-sermaye)
üzerine kurmamış teorileri geçersiz kılıyor. Pratik, gerçek ekonomik
ve toplumsal gelişme düzeyine ve sürecine uymayan köhne teori ve
programların üzerine yürüyor.
S ınıfı n sürekli artan nice! gücü ve pratik eylemi, sosyal izm adına
ortaya çıkan her siyasal akımı, şimdi her zamankinden çok daha fazla,
onun hareketiyle ilgilenmeye zorluyor. Doğal olarak çekim merkezi,
umut kaynağı oluyor. Bu nesnel durumun zorlamasıdır. Ve "işçi
sınıfına" sloganı yine, ama her zamankinden fazla moda oluyor. Ala,
güzel. B u bir i lerleıncdir! Ama hangi prograin ya da perspekti tle?
Sorunun canalıcı noktası budur.
Sınıfın d iğer sömürülen ve ezilen kitlelerini de etkileyen ve harekete
geçiren hareketi 1960 '!ardan beri sahnededir. Ancak bu hareket bugüne
kadar bağımsız bir kimlik kazanamadı; sosyalist bir işçi hareketine,
sermaye düzenini ve iktidarını yıkma, sosyalizmi kurma hedefine yö­
nelmiş örgütlü bir siyasal harekete dönüştürülemcdi .
Sosyalizm adına hareket edenler tarafından, ona, taşınabildiği
kadar bulanık sosyalizm fik irleriyle karışık burj uva demokratik ya da
devrimci demokratik fikirler taşındı. TİP, sınıfa bir tür burjuva sosya­
l izmi -parlaıne.nter sosyalizm ilc birli kte reformcu, burjuva-dcınokra­
tik önyargılar taşıdı. MDD 'den kök alan onlarca gruplan oluşan popülist
hareket, sın ı fa, radikal veya (daha az olmak üzere) reformcu tonda,
küçük-burjuva sosyalizmini, yurtsever, demokratik fikirleri taşıdı.
MDD kanadının diğer bir unsuru TKP ise, her zaman olduğu gibi, işçi
hareketin i burj uvazinin bir fraksiyonunun, '80 öncesi reformcu frak­
siyonunun yedeği haline getirmenin partisi rolünü oynadı. (Ş imdi lerde
TİP, bu partiye i iLihak etmek üzere.)
Her kim, bugünkü Türkiye'de, kapital ist bir ülkede, sermaye d ii·
83
zeninin ve sermaye sınıfının açık ve çıplak egemenliginin hüküm
sürdügü, ücretli çmegin yaygın ve geniş çapta sömürüsünün iktisadi
hayata damgasını vuran başlıca olgu oldugu, teınel çelişmenin emek­
sermaye çelişmesi, sınıf çatışmalarının eksenini proletarya-burjuvazi
çatışması oldugu bir toplumda, tarihsel olarak çözümlenınemiş bazı
burjuva devrim görevlerin i kendine program edinen demokratik devrim
ufkuyla, sosyalist ve anti-kapitalist perspektife baglanmamı ş
demokratlıkla sınırlı bir anti-faşizm, yurtseverlikle sınırlı bir anti­
emperyalizmle işçi sınıfına giderse, o, sadece sınıfa küçük-burjuva
demokratik öğeleri taşıyor, son tahlilde, işçi hareketin i burjuvazinin
etkisi altına l alanına çekiyor demektir. Proleter devrim -bizde demok­
ratik istemierin kesin, tutarlı ve sosyalistçe çözümü gelip buna
dayanmıştır.
Komünistler, işçi hareketini demokratik istemler ugruna tutarlı
savaşıma sürmekten bir an geri durmayacaklardır: Ama bu, sermaye
iktidarının devrilmesini kolaylaştırmak, bu temel amaç için savaşım
olanaklarını artırmak ve bütün demokratik öğeleri ve özlemleri bu
savaşıın uğruna seferber etmek içindir.
Sosyalist işçi hareketi yaratınaktan sözediyoruz. Mademki, sosya­
list işçi hareketi, bilimsel sosyalizmle işçi hareketinin, aynı anlama
gelrnek üzere onun ileri unsurlarının, birliği demektir; mademki, bizde
hala bilimsel sosyalizm le işçi hareketi ayrı ayrı yürümektedir, o halde
komünistler bütün enerj ilerini böyle bir hareketin yaratılmasına, bu
acil göreve hasretmelidirler.
Ş imdi, komünistlcrin pratik faaliyeti, bu harekete katılmak, ona
yardım etmek, bütün sömürülen ve ezilen kitlelerin öncüsü olmasını
sağlayacak siyasal bilinci vermek; genel olarak bilimsel sosyalizmin
fikirlerini ve olabildiği kadarıyla kendi teorik faaliyetlerinin (tartışmasız
en zayıf yanları budur) ürünlerini �ropaganda yoluyla öncelikle hare­
ketin i leri unsurlarına taşımaktır.
Asli amaç, sınıfın iktisadi savaşımını (ki bu, Türkiye'nin bugünkü
koşullarında, sık sık hükümet ve devletle çatışmaya dönüşerek kolayca
siyasi hüviyet kazanıyor) sermaye düzenini yıkma, mülksüzleştiren­
Iedn m ülksüzleştirilip tüm sömürülen ve ezilen kitlelerin ekonomik­
siyasi köleliğine son verilmesini sağlayacak olan sosyalizmi kurma
hedefine yönelmiş bilinçli ve örgütlü sınıf savaşım ına dönüştürmektir.
84
B u da, · sosyalist propaganda, sosyalist basının işçilere ulaştırtlması
demektir. Sosyalist işçi çevreleri, bizim koşullarımızda i l legal işçi
çekirdekleri, bu illegal çekirdekler etrafında legal mevziler ve kürsüler
demektir. Nihayet bu, illegal çekirdekleri sayısız legal, yarı-legal
kollarıyla, işçi hareketinin en ileri unsurlarını bagrında toplayan militan
bir işçi partis i demektir.
Her kim, Türkiye koşullarında üstelik sadece tarihsel tecrübe
degil, yakın zamanın tecrübesi de ortadayken, işçilere legal bir parti
öneriyorsa, o tercihini kesinlikle düzen içi bir alternatifteıı, son tahlilde
burjuvaziden yana koyuyor demektir. Bu, açıkça düzen dışı bir hare­
ketten, devrimden vazgeçmek, işçileri aldatmaktır. Onları, kapitalist
rejime karşı, onun alacagı siyasal biçimlerden bagımsız olarak, her şart
altında savaşma yetenegine sahip devrimci bir partiden yoksun
bırakmak, burjuvazinin anlayışına ve insafına terketmekle eş anlamlıdır.
Her şeye adeta yeniden başlıyoruz. İşin başında sayılırız. Hedef,
büyük merkezlerdeki modern sanayi proletaryası, onun da öncelikle
büyük fabrika ve işyerlerinde toplanmış kesiınidir. B ü tün dikkat ve
enerjimizi bu alana vereceğiz. Biz sosyalistiz ve proleter devrim için
savaşıyoruz. Bu da, her şeyden önce, modern sanayi proJetaryası de­
mektir. Bu kesimi kazanınadan, zaten yetersiz ve az sayıdaki güçle­
rimizi başka alanlara dağıtınak, arnaçianınıza ters düşer; ve daha
baştan hareketin yönünden sapınası, her şeyin yilirilmesi demek olur.
Proleter devrimin gelecegi fabrikaların fethedilınesinden geçiyor.
A. Azad
Ekim 1 987
85
SENDİKALAR VE StYASAL FAALİYET
Sendikalar ve sendikalar içinde devr1mci faaliyet sorunu her
zaman komünistterin gündeminde bir sorun olmuştur. B u , sendikaların
komünistlerjn temel amaçları bakımından taşıdığı büyük önem nede­
niyledir. Sendikalann bu önemi , işçi sınıfının örgütlenme merkezleri
olarak onların geni ş işçi yıgınlarının eğiti minde ve sermayeye karşı
m ücadeleye sevkedilinesinde, siyasal-topl umsal devrimin ha­
zırlanmasında, devrimdc ve yeni toplumun inşasında oynayabilecekle­
ri m uazzam rolden gelir. B ugün kapitalist ülkelerin çoğunda,
sendikalarm işçi aristokrasisi aracılığıyla sermaye düzenine eklemlen­
miş gerici bürokratik aygıtlanı dönüşmüş olmaları, bu gerçeği değiş­
tirmez. Eğer kapitalizm, sermaye ve ücretli emek sistemi İlelebet
yaşamayacaksa, ya bu işçi aristokrasisi ve bürokratik yapı gelecekteki
sert sınıf çaLışınalarının zorunlu bir pratik ihtiyacı olarak işçi hareketi
tarafından tasfiye edil ip , bu örgütlerin niteliği değiştirilecek; ya da, bu
86
olanaksızsa alu boşaltılarak yerine yenileri veya yeni biçimler konu­
larak fiilen işe yaramaz fonksiyonsuz aygı tlar olarak kenara i ti lccek­
lcrdir.
Marks, "sendikalar sermaye ile emek arasındaki gerilla savaş­
ları için nasıl gerekliyseler, ücretli emek ve sermaye egemenliği
sisteminin yerini alacak örgütlü organlar olarak, bunların önemi daha
da büyüktür" diyordu. Lenin, "dünyanın hiçbir yerinde proletaryanın
gelişmesi, sendikalar olmadan, sendikaların ve işçi partisinin karşılıklı
eylemi olmadan gerçekleşmemiştir ve gerçekleşemez" diyordu.
Sendikaların tarihsel evri m i , kapitalist ülkelerin çoğunda halihazırdaki
durumları, tarihsel olarak geçici ve değişebilir olan bu olgu, bu sap­
tamalan geçersiz kılınıyor.
Bu nedenle, sendikalar içinde devrimci faali yete ilişkin doğru bir
politikaya sahip olmak hayati önem taşıyor.
Bizde sendikaların öteden beri çeşitli renkler taşıyan (gericiler,
sosyal-demokratlar, revizyonist-l iberal sol) sendika bürokrasisi ara­
cılığ ıyla doğrudan veya dalaylı burjuva ideolojisinin ve politikasının
etkinliği alLında olduğ u bilinınekLedir. DİSK bu durumu değiştirıni­
yord u . Dün nesnel olarak, işçi hareketini burjuva reformizminin
(sosyal -demokrasi) yedeği haline getirme rolünü oynayan DİS K lider­
leri , aynı rolü bugün resmi olarak üstlenmiş bulunuyorlar (Abdullah
Baştürk, Felım i Işıklar vd.). Ve takriben 2 milyon işçi sendikalarda
örgütlenmiş bulunuyor.
Bu durum karşısında sendikalara i l işkin doğru politika-taktik
nedir, ne olmalıdır? Bel l i k i , bu sendikalarda, bu sendikalar içinde
örgütlenm iş işçiler üzerinde gericilerin , rcform istlerin etkinl iğ i
kırılmadan işçi hareketi ilerleyemez. Gerici, reformİst sendikalarda
çalı şmak, bu sendikalardak i yozlaşmış bürokratik aygı tların ve gerici ,
burjuvalaş m ış yöneticilerin etk i n l iğini k ırmak , işçi leri kazanmak ve
onlar kazanıldığı ölçüde sendika ları kazanmak, mümkünse onları
işlcyi�lcri-tüzüğü bak ım ından işçilerin deneti minde demokratik,
amaçları bak ım ından devriınci sınıf sendikalarımı dönüştürmek, işte
biricik doğru pol i tika-taktik budur. Nitelikleri ne olursa olsun, işçilerin
toplanma ve örgütlenme merkezleri olan, dikkate alınabilir bir işçi
kitlesi n i içinde toplayan bii t iin send ikalarda ayı r ı msız çalışmak gere­
k i r. Leninizmin ve u l u slararası i şçi hareketini n tecrübelerinin bize
87
öğrettiği de budur. B u sorun, onu dışLalamamakla birlikte, csasen
yönetimleri ele geçirme sorunu değildir. Bu konuya daha sonra yeni­
den dönmek üzere, bir kaç nokt.anın allını çizmek gerekiyor.
İşçi hareketinden sözedilince çoğu klınsenin aklına genell ikle
veya öncelikle, sendikalar, sendikal hareket gel iyor. Ş üphesiz sendikal
hareket işçi hareketinin bir yönüdür; ama sadeec bir yönüdür. Ve zaten
hemen bütün kapilalist ülkelerde, işçi sın ı fı az çok oluşur oluşmaz çoğu
zaman kendil iğinden oluşmuş ve gelişmiştir. Oysa, işçi hareke.tindcn
sözedi l irken bir komünisıin aklına öncelikle gelmesi gereken, işçi
partisi de dahil, siyasal işçi hareketidir. B izde olmayan d a budur. Ve
komünistler işçilerin iktisadi mücadelesine, onun gelişmesine yardım
ederlerkcn dah i , bu ası l amacı, sermaye egemenliğini yıkmayı hedef­
leyen siyasal işçi hareketinin yaratıl m a s ı ereğini gözetmek
zorundadırlar. Bu kavram lar hakkındaki bir sürü yararsız akademik
tartışma bir yana, zaten pratik hayatLa, bu ikisi bir aradadır, birl i kte,
içiçe, yanyana gelişir. İktisadi m iicadclekrinc kaı ılmadan işçileri politik
m ücadeleye nasıl çekebilirsiniz? Ve gerçek hayatta, kapitalist sınıf ve
kapitalist devletle doğrudan veya dolaylı karşı karşıya gelmeyen,
çatışmayan az çok geniş kapsamlı bir iktisadi hareket, "salt iktisadi
hareket" var mıdır?
Bu anlayışın uzantısı, koın ünistlcrin sendikalardaki asıl rolü ve
görevlerinin anlaşıl maınasıdır. Çok sözü edi l m iş bazı şeyleri yinele­
rnek zorundayız. Scndikalardaki, sendikal hareket içindeki görevler­
den sözedi ldiğindc, akla genellikle veya öncelikle ekonomik-scndikal
mücadele gelmekted ir. Ş üphesiz bu da görevlerden biridir, bu m üca­
deleni n araçları da scndikalardır; ve zaten serıdikalar bu ihtiyacın
ürünü olarak doğmuşlarcl ır. Salt sendikacılar, send ika bürokrasisi de
bu mücadeleyi şu veya bu ölçüde yürütmüştür, yürütmckLCdir. Bu
kom ünistlcre rağmen de olm uştur, olmaktadır, olmaya devam edecek­
tir. Bu m ücadelenin önemi bilinmektedir, küçümsenemez. Ve bizim
sınıf Içinde bir bütün teşkil eden devriınci faaliyetimizin (ideoloj ik­
politik-ekonomik) bir unsurudu r. A m a bizim asli görevi miz
"sendikacılık" değildir. Onu salt sendikac ılar cia yapıyor. B izim başlıca
ve temel görevimiz s ı n ı fın politik eğitim ini ve örgütlenınesini sağla­
mak, ona politik hedeflerini göstermektir. Diğer bir deyişle, sendika­
lar da dahil bütün i şç i ür g ü t le r i n deki faa l i yetlerimizin ana ekseni
88
ideolojik, pol itik etkileme faaliyeti olmalıdır. B u send ikala rın kendi·
lerine has konumlarını ve görevlerini gözardı etmek anlamına gelmez.
İdeolojik, politik etkilemc faaliyeti , hiÇ kuşkusuz bütün toplumsal
yaşamın -sadece işçi_yaşamının değil- canlı, objektif olguları, sınıfın
günlük yaşamı ve durumu zeminine oturtutmadan başarıyla yürütüle­
mez. Ekonomik-sendikal mücadele de bu zeminlerden biridir. Ama bu
abartılmamalıdır; n ihayet sermaye düzeni çerçevesinde işgücünün
fiyatını ve işçinin çalışma koşullar ın ı belirlemeyi amaçlar. Ve kapi­
talist ekonom i çerçevesinde bunun sınırı az çok bellidir. Komünistleri n
asl i görevi ise, sınıfa ücretli emek ve sermaye egemenliği sisteminin
kaldırılınasıfıın zorunlul uğu bil incini vermek, bunun nasıl olacağını,
yerine neyin konulması gerektiği konusunda aydınlatmaktır. Yani
zaten salt sendikacılar tarafından da zorunlu olarak şu veya bu ölçüde
verilen -ki Türkiye'de bu önem l i ölçüde verilmiştir- ekonomik-scndi­
kal bilinç düzeyinden politik-sosyalist bilinç düzeyine yükseltmek tir.
Yoksa sal t sendikacılar, sendika bürohasisi tarafından da yürütülebi­
lcn daha iyi ücret, daha geniş haklar vb. çerçevesinde kalarak, onlarla
kavganın asıl alanı n ı buraya çekmek değildir (şüphesiz zaman zaman
bu alandaki çatışma da çok önem kazanabilir).
B izim sendika bürokrasisiyle asıl ayrıın ımız ekonomik-scndikal
m ücadeledeki tutum değildir; bu alandaki tutumumuz zaman zaman
onlarla çakışab i l i r de. Hatta bu m ücadele onlar tarafından az çok tutarlı
bir şekilde yürütüldüğünde, görevimiz sadece onları destekleınekten,
daha ileri i tmekten ibaret kalacaktır. Örneğin geçm i şte DİS K bu alanda
Türk-İş 'ten daha tutarlı bi� mücadele yürütcbiliyordu pekala.
Sendikalarda gerici, reform ist, burjuvalaşmış liderlerin gücünü
ancak işçiler içinde politik etkinlik yaratarak kırabiliriz. S ınıf içindeki
faaliyet politik etkinlik yaratırsa, sınıf bilinçli işçilerin desteği
kaçınılmaz olarak sendikalarda komünistlcrin ve onları destekleyen
işçilerin etkinliğiyle sonuçlanacaktır. Böyle bir durumda, baskı, hile,
tüzük engelleri, seçim dalavereleri vb. yollarla komüni stlerin sendi­
kalarda etkinlik kurmasını önlemek oldukça güç olacaktır. B u , ancak
geciktirilebilir. Önlense dahi , siyasal etkinlik devam eder -ki bizim için
aslolan da budur-, ve sendikal hareket en uygun kanalı şu veya bu
şekilde bulur.
İşyerierinde ve sendikalardaki faaliyetim iz, gerici, reformİst yö-
89
neticilerin ekonomik-sendikal m ücadeledeki rutarsızlıklarını teşhir,
işçilerin memnuniyetsizliğini sendikal muhalefette toplama çerçeve­
sini aşmazsa, siyasal faaliyet de bunun ekseni etrafında dönerse,
devrimciler örgütünün asli görevleri, işyerlerindq, sendikalarda deY­
rimci çekirdekler (h ücreler vb.) oluşturma görevi , ikinci plana itilir
ya da unutulur. B u durumda da sını f içinde kalıcı mevziler sağlanam az.
'80 öncesi tecrübe bunu göstermi ştir.
Sendikal politika-taktik ne olmalıd ır?
Sendikal hareket ve buna dair izlenecek politika-taktik sorunu
bugün sol çevrelerde önemli tartışma konularından birini oluşturuyor.
"Tlirk-İş 'te birlik", "Yeni bir DİSK", "Bağımsız sendikaları geliştir­
mek", "Türk-İş yönetimini de�rmek" önerilen -- çözümler; ya da,
bunların bir kaçı birlikte öneriliyor.
Doğru politika, nesnel-pratik durum ve onun ihtiyaçları gözönü ­
n e alınarak, sınıfın dar bir kesiminin eğilimleri değil , genel eğilimi ve
ihtiyaçları gözetilerek saptanabilir.
Her şeyden önce bir Dİ S K sorunu vardır, bu kon il henüz kapanmış
değildir. Ka}'!unmamış saymak gerekiyor. DİSK davası, o gün ve
bugün , yürürlükteki yasalara göre dahi skandal bir davadır. Yasalar
ön!.inde açık çalı�an koca bir sendika g i z li örg ü t sayıldı, maliarına bir
haydut gibi davranan devlet tarafından cl konuldu. flu soruna ilgisiz
.
kalmamak, canlı tutmak gerek iyordu ve gerekiyor. Ancak DİSK baştan
sahipsiz kaldı, bıra kıldı. "Oidu-biui" d üşli_nccsi adeta kanıksandı . Bu
yüzden, sorunu canlı tutmak, baskı güçleri oluşturmak oldukça güç­
leşti. Ama yınc de çabalaınak, kabullcnıneınck gerekiyor.
Gencr:..ı l ler, DİS K 'in şahsında sadece devriınci işçi hareketine ·
değil -zira s ı n ı fın en ileri kesim leri bu send ikadaydı-, işçi sınıfına
saldırdı; sendikal hakları, onu gerekçe göstererek, onun şahsında
g aspeui .
Ne yazık k i , DİS K 'li i şçiler, bu saldırıya ınırı ldanmalar dışında
sessiz kaldılar. Oysa, işçi sın ı fının önemli ve en ileri bölüınli, bu
sendikanın kurulması, geliştirilmesi ve yaşatılması için küçüınsenıne­
yecck çabalar harcamıştı. Türkiye işçi hareketi tarihinele en önemli
olay olarak kaydedilen 15-16 Haziran başkald ırısı, bu sendikaya, onun
90
şahsında devrimci işçi hareketine yapılan saldırı nedeniyle patlak
vermişti. Ancak, tersi iddialarına karşın, DİSK liderleri, işçileri sen­
dikalizmin, reformizmin çerçevesinde tuttular, onları, yasalcılık, icazet
anlayışıyla egiuiler. S iyaseti de ancak bunun ekseninde, sosyal­
demokrasinin yedeginde yaptılar. İşçilerin önce şevkle sarıldıgı bu
sendika, "sınıf sendikası" şiarıyla ortaya çıkan reformist, revizyonist
liderler tarafından o hale getirildi ki, işçiler genel olarak sendikaya
yabancıtaşLı lar, adeta "sendikaların yararı yok" fikrine vardılar. Maden­
İş sendikal demokrasiyi yok eden uygulaınalarıyla bunun en olumsuz
örneği haline geldi. Öte yandan, çarpık bir anlayışla yürütülen
"muhalefet"lcr, sendika içinde sendika rolü atfedilen "DSM"cilik,
"ayrı sendika" adı altında "dükkan sendika"cı lık da bu yabancılaşmayı
artırdı. Bu yüzden de işçiler, DİSK 'i burjuvazinin saldırılarına karşı
fiilen korumak bir yana, ona ciddi olarak sahip bile çıkmadılar.
Tutuklunan ya da tutuklanmayan yöneticileri de bunun için işçilere
hiçbir çagrıda bulunmadılar. Ki, olsa olsa, ancak onların çagrıları etkili
olabilirdi. Ancak, orduya saygı anlayışıyla, sendi kalist bir anlayışla
egitilmiş işçiler içi nde bu çagrının ciddi yankı yaratmayacağı söyle­
nebilir. Darbenin sessizliklc karşılanmasının en önemli nedenlerinden
biri de buydu şüphesiz.
Öte yandan, cger dalkavukça konuşınayacaksak, her şeye rağ­
men, işçilerin kendi sendikalarına sahip çıkmamalurı, en hafi f i fadeyle,
onlar adına acınası bir durumdu. B unu hatırlamak, işçilere hatırlatmak,
üzerine gitmek gerekiyor.
Generaller DİSK'i askıya alıp Türk-İş'in şahsında tck tip bir
devlet sendikası yaratmak istediler. Arzuladıkları iş ve sendika düzc­
ninin yasal-hukuki dayanaklarını büyük ölçüde gerçekleştirdiler; ama
devlet güdümünde örgüLlenmiş bir iş ve sendika düzeni yaratmayı
başaramadılar. B u bakı mdan yaptıkları örgütsüz bırakarak, baskıyla
işçileri Türk-İş 'te toplamak oldu. Ş üphesiz bu zoraki ve gönülsüz bir
birlikti . Ama artık bunu tartışmanın pratik bir yararı kalmam ıştır.
Ş imdi sorun şud ur: Süngü zoruyla yaratılmış bu birlik onlara karşı
döndürülebilir mi? B u mümkündür. Eğer DİSK bir nitelikdiyse, �c
önemli olan bu niteliksc, bazılarının kaygılarının aksine bu kaybolmaz,
daha geniş bir niceliği kapsayarak kendini Türk-İş'in içinde yeniden
üretir. DİSK 'li işçiler devrimci gelenekleri Türk-İş 'tc yayarak, zoraki
91
yaratılmış bu birli�i uzun vadede sınıf çıkarma uygun devrimci bir
birli�e dönüştürebil irler. Bu başarı labilirse, generallerin ve kapitalis t­
lerin silahları kendilerine dönecektir
Unutulmamalıdır ki, Türk-İş, niteli�i ne olursa olsun, i şç i hare­
ketinde bir olgudur; ve işçi sınıfının en büyük bölümünü içinde topla­
yan bir örgüttür. Bu dün de böyleydi , bugün de öyledir. DİS K 'e
ragmen, DİSK'in yanısıra böyleydi; DİSK açılsa da öyle olacaktır.
Bazı çevreler Türk-İş 'i nitcleyerek, "egemen sınıfların işbirlikçisi",
"ihanet çizgisi" d iyerek sorundan kolayca sıyrılıveriyorlar, sıy­
rılacaklarını sanıyorlar. Sorun TKP-TİP vb. çevrelerin, şüphesiz sosyal
demokratların etekleri altında bir takım hesaplarla, sunduğu gibi "Türk­
İş 'te birlik" sorunu degildir.
Bu "bilimsel sosyalistler"iıniz, kusurlarını gizleyerek DİS K'i
övüp duruyorlar . '80 öncesi de aynı şeyi yaptılar. Türk-İş 'e de sadece
lanet yağdırmakla yetindiler. Ancak şunu unutuyor, görmezden geli­
yorlar: Türk-İş uzunca süreden beri mi lyonu aşkın bir i şç i kitlesini
içinde barındırıyor, denetimi altında tutuyor. DİS K askıya alınmasaydı
da, açılsaydı veya açılsa da, yeni bir DİSK oluşturulsa da bu böyle
olacaktı(r). Ve bu sendikanın geric i , anti-komünist yapısı yıkılmadan,
gerici pürokrasi tecrit ed ilmeden, ya da altı boşaltılmadan işçi hareketi
bir bütün olarak ilcrleyeınez. B u da, ancak, bu sendikanın içinde
çalışınayı tem el bir pol itika olarak saptamak ve uygulamakla müm­
kündür.
B u , yönetimi ele geçirıne sorununa indirgenemez, bununla
sınırlanamaz. Bu, işçiler üzerinde gerici burj uva ideolojisi ve
politikasının etkisini kırmak sorunudur. Gerisi buna bağlı olarak
gündeme gelecektir. Türk-İş 'teki gerici, anti-komünist yapı parçala­
nabilirse, sendika içinde demokratik bir ortam oluşturulabilirse, işçi
hareketinin yeni ve m uazzam bir atı l ı m yapacağı ve bunun her şeyin
çehresin i değiştireceğini hesaplamak zor değildir. Şüphesiz bu olduk­
ça güç, soluk sabır isteyen bir iştir. Ama cesaret etmek gerekiyor. B u
m ilyonluk işçi örgütü hesaba katıl madan, bir devrimin hazır­
lanmasından nasıl cidd i ciddi sözedilebilir.
Bazıları b u güç i ş karşısında dehşete kapılıp (dev sendika bürok­
rasisi, yasalar, devlet, solun halihazırdaki durumu ve güçleri düşün ül­
düğünde bu anlaşılır bir şeydir), işin kolayına kaçıyorlar. Örneğin,
.
92
"Demokratik İşçi Sendikaları Konfederasyonu"nu öneren· Yeni Öncü
ve bütünüyle çakışmamakla birlikte, benzer görüşlere sahip Yeni
Çözüm çevresi .
Yeni Öncü şunları yazıyor:
" . .. Egemen sınıflar D İSK 'i askıya alıp, Türk-İş'i destek/emiş/er­
dir. Çünkü işçi sınıfının Türk-İş le toplanması koşulunda asıl tehlike
olan sosyalist işçilere seçenek kalmayacaktır. Ya Türk-İş'e gelip so�yal
demokratların potasında eriyecek ya da ayrı sendika kuracak."
Devamla pek yerinde olarak, "Türk-İ ş '� gidildigindc neden
sosyal-derrlokrat potada eriyel im" sorusunun gelebileceğini düşünerek
bunu şöyle cevaplıyor:
"Bunun üç nedeni vardır:
"Birincisi: İki temel güç çalışırken (sosyal-demokratlarla muha­
fazakarlar kastediliyor-AA), genellikle daha küçük ve marjinal kesim­
lere Jaraf lutmak kalır. Aksi 'bölücülük ' olur. Ve sonu tecrittir.
" /kincisi: Sendikacılığı bilen Türk-İş'li sendikacılar/a, sosyal­
demokrat sendikacıları iyi tanıyanlar bilirler ki, onlara karşı, onların
yöntemleriyle ve alanlarında mücadele edilirse mağlubiyet
kaçınılmazdır. . .
" Üçüncüsü de; Türkiye işçi sınıfı dün DİSK 'e varmış da olsa
henüz sosyal-demokrasiden umut kesmemiştir." (Sayı: 2, Nisan 1987)
Ş unu hemen bclirtcl im; Türk-İş 'te çalışmak, temel tutumlardan
biri olmalıdır, ancak, şüphesiz bu tck alternatif olarak sunulamaz.
Örneğin, yanısıra bağımsız sendikalar da vard ır. Sorun, hiçbir ayırım
gözetmeksizin i şçilerin bul undugu her iirg ütle, işçilerin toplanma
merkezlerinde çalışmak, şeklinde konulabilir. Yeni Öncü nün politi­
kası Türk-iş 'tc, bu en büyük işçi sendikasında çalışmayı dıştalıyor,
sosyalist işçileri, bunun yararsız, beyhudc bir çaba olacağıııa
inandırmaya çalışıyor. Bunun için getirilen gerekçe ve kanıtlar ise
mantıksızdır, inandırıcılıktan yoksundur. Dahası, gerekçelerin çoğu
kendisine çevrilcbilir.
Egemen sınıfların Türk-İ ş 'i kolladıkları, Türk-İş in gerici bürok­
rasisi ni egemen sınıfların hizmetinde olduğu açık.Aına bu, sorunu dc­
ğiştirmcz. Zira, yinelcmck zorundayız, egemen sınıfların poli­
Likasından, Türk- İş 'in niteliğinden ayrı olarak Tiirk-İş, Türkiye işçi
hareketinde nesnel bir olgudur; DİS K açıl•.;a da, ya da yeni bir konfc'
93
·
dcrasyon oluşturulsa da, şimdi içinde 1 ,5 milyon işçiyi barındıran
Türk-İş, yine bir milyona yakın işçiyi içinde, denetiminde tutacaktır.
Zira sorun işçi hareketinde burj uva ideolojisinin-politikasını·n etkin­
liğinden kaynaklanıyor. Bunu k ırmak gerekiyor.; dıştan sendikal
rekabetle bunu k ı raınazsınız. Geçmişte DİSK'in Türk-İş 'le rekabeti­
nin bu durumu ciddi olarak değiştirıned iği, değiştireınediği biliniyor.
B u milyonluk kitle ancak ve ancak içerden yapılacak ciddibir çalışmayla
kaz�ınılabilir.
Kanıtiara gelince, birincisi, eğer sözkonusu akıl yürütme doğruy­
sa, bu, "sosyalistler", bugün hemen hemen siyasetin, çatışmanın her
alanında, örneğin seçimlerde, temsili kurumlarda v b., burjuva güçler­
den birinin yedeği olmaya mahkumdurlar, anlamına gelir. Zira, s iyasal
çatışmanın hemen bü�ün alanlarında iki ana güç hala m u hafazakarlar
ve sosyal-dcınokratlard ır; sosyalisllcr büLün toplumsal sınıf ve kesim­
ler içinde, başlıca çatışma alanlarında azın lıktırlar. Yeni Öncü n ün
mantığıyla, bu durumda olan "böl ücü"lükle damgalanıp tecrit olma­
mak için, ya burjuva güçlerden birinin yedeği olmak, ya da sadeec
sosyalistlerin kendi aralarında veya sosyalistlerle sosyal-demokratların
rekabetine dayanan alanlar bulmak , yaratmak gerekiyor! Ama, örneğin
sadece sosyalistlerle sosyal-dcmokrmların rekabetinin sözkon usu ol­
duğu fabrikaları tck tck keşfedip yayınlarsa, yine örneğin, seçimlerin
ve temsili kurumların bu ilkeye göre düzenlediği alanları sapı.arsa,
sosyalist işçiler Yeni Öncü 'nün tavsiyelerine kuşkusu z uyacaklardır!
Sorun marjinal azı nlık olmaktan çıkmakur; ve Yeni Öncü 'n ün
çarp ı k mantığının tersine, komiin istlcr her al anda politik ve pratik
olarak bagımsız, bütün burjuvaziden bağımsız bir tutum takınınaksızııı
azınlık olmaktan çıkamaz lar. Y cd ek olmak, kimliğini yitirmek, eri­
rnek, yok olmak demektir. Bağ ı msız tutum, geri bilinçli yığınlanı
"bölücü"lük, "sekterlik" olarak gör ü l cb i l i r. Eğcr komünistler haklı ysa,
doğru çizgiye sah i p l ersc, zaman ve tecrübe onları doğrulayacaksa,
bütün bunlar geçici ol<1cakLır. S ı ıııf m ücadelesi tarihi bunu öğrctiyor.
Örneğ in, Ş ubat Devriminden sonra her sorunda bağımsız tutum takınan
Bolşevikler, rakipleri tarafından hep "böl ü c ü l ük"lc, "sckterl ik"le
suçlanınışlardı. Zaman ve tecrübe, önceleri ayn ı kanıları paylaşan
işçileri h ı zla bolşcviklcrin safına itti. Yeni Öncü, soruna sadece
kongreler, seçimler açısından bakıyor. Sadece birincisi değil , ikinci
'
94
kanı t da bunu gösteriyor. Ş üphesiz onların yöntemleriyle onlara karşı
m ücadele etmek çok güçtür. Ancak, bli: öntemleri teşhir edip işlemez
hale getirmek, sendikal demokrasi bilincini ve normlarını geniş işçi
yıgınları arasında yaymak ve pratik olarak göstermek için de bu tür
send ikalarda çalışmak zorunludur. Sadeec sosyalistlerin ya da sosya­
l istlerle sosyal-demokratların rekabetine dayanan "temiz" sendikalar
sal ı k vermek işin kolayına kaçmaktır. Yeni aİtcrnatifler rcddcdilcıncz,
ama Yeni Öncü 'nün anlayışı Türk-İş 'te çalışınayı imkansız gösteri­
yor.
Üçüncü kanıt; işçiler hala sosyal-demokrasiden umut kesmemiş·,
sc -sadece sosyal demokrasiden ın i?-, onların old.� u her yerde çalışmak
gerekiyor.
Yeni Öncü 'n ünü politikası ve benzer tuLUmlar, ınuhafazakarla,ı;ın
ve sosyal-demokratların etkisindeki işçileri ve sendikalarf onlara terk­
ediş anlam ını taşıyor. Dahası, bu, farkında olsunlar, olmasınlar Q�ek­
tif olarak sendika bürokrasisinin çıkarına uygundur.
Çcrçevelcri, hareket alanları ne kadar daraltı lınış, n itelikleri ne
olursa olsun , sendikalar, i şçi lerin yığın örgütleri vard ır (Türk-İş,
bağ ımsız sendikalar). V c bu haliyle de sendikalar işçi haıcketini iloriyc
doğru götürınenin kaldıraçlarıclırlar.
Hareket ancak bu zem in üzerinde i leriye götürüleb i lir; -�ger
zorunlu ve kaçınılmaz ol ursa, yeni alternatifler de ancak bu zeının
üzerinde doğabi l i r. B unu gözard ı etmek komün istleri sınıftan tecrit
eder, ya da en fazlasından dar bir kesiınlc başbaşa bırakır.
Sonuç olarak; sınıf m ücadelesinin ve işçi hareketinin gelişiminin
i lerde önümüze hangi alternati ricri ç ı karacağ ını kesin olarak
saptayaınayacağıınızı ve bu nedenle lı içbir biçime kendimizi tamam ıyla
ve m utlak olarak bağlayaınayacağı m ızı unutınaksızın, takti ğim iz, mev­
cut sendikalarda çalışmak, gerici , burj uva sendikaları içten kthctınek
için mücadele olmalıdır. Lenin, bunun aınansız bir mücadele olacağını,
burj uvalaşınış sendika liderleri nin ipliğini Lam olarak pazara çıkarana
ve bunları sendikalardan kov<ına kadar sürdürülmesi gerektiğini söylemişti.
Bir kere daha; bu, onu da dıştalamaınakla birlikte, salt yönetimi
ele geçirme sorunu değildir. Aslolan işçilerin üzerinde politik etkinlik
kurmak, işyerierini temel alarak, burada denetim kurınaktır. B u,
y
·
95
sendika bürokrusisini tabandan koparmak demektir; böyle bir durum­
da, komünistterin etkinliginin sendikalarayansıması tamamen imkansız
kılınırsa, onların altını boşaltacak alternatifiere de başvurulabilir.
Bir kaç nokta daha
Sendikalardaki muhalefet, şüphesiz, önceden saptanmış belirli
hedeflere yönelik olarak yürütülmelidir. B u hedeflere ortak yönclişi
sağlamak ve koordinasyon kurmak için belirli bir biçim vermek, isim­
lcndimıek gcr�kcbilir. Ama ·so öncesi yapıldığı gibi, "sendika içinde
sendika" anlamında değil, muhalefet hareketi anlamında. Bu, yerine
ve koşullara göre geçici - örneğin sadece seçim döneminde- ya da
sürekli olabilir. Muhalefet hareketi sınıf sendikacılığını ve s�ndikal
demokrasiyi benimseyen tüm akımlar ve işçilerin birliğini kapsamalı,
bunun içir,ı enerjik ohırak çalışılmalıdır.
Öte yandan, muhalefet oluşturmak, her duruma uygun, her zaman
geçerli bir politika olamaz; gcnellcştirilcmez. Öyle durum lar, öyle sen­
dikalar olabilir ki, mu halefet gcrckmcycbilir.
*
Sendikalaşmam ı ş işçileri örgütleme faal iyeti, onları en uygun
sendikaya geçinneyi hcdcflcmcl idir. Hangi sendikaya girileceğini iş­
çilerin ortak iradesi tayin edecektir şüphesiz, ama, sendikaların nitc­
J ikleri konusunda onları aydınlatmak gürcviıiıizdir.
*
Sendika bürokrasisinin teşh irinin işçilerin sendikalara ya­
bancılaşmasına yol açınamasına dikkal edilmelidir. ·so öncesi bu
konuda vah im hatalar yapıldı. Sendikaların sendika patronlarının de­
ğil, işçilerin olduğu ve burjuvalaşını ş yöneticiler alaşağı edilip gerçek
sahiplerinin eline geçtiğinde, sermayeye karşı güçlü silahiara dönüşe­
ceği işçilerin bilincinde yer etmelidir. "Sermayeden, Devlcucn
Bağımsız S ınıf Sendikaları", "Sendikalarıımza sahip çıkalı m", "Hain
yöneticiler sendikalardan defolsu n ! " şiarlarını yayınalıyız.
96
S endi k� tabaiunda sendikal demokrasi ilkelerini yaymak, işçilere
malctmck, bunu sendikalara kabul etti rmek için azami çaba harcamak
gerekir. Temsilcilerin işçiler tarafından seçilmesi, istenildiğinde yine
sadece-onlar tarafından görevden alınması, seçimle gelmiş yetkililerin
yukardan azledilemeyeccği, temsilciler kurulu ve onun kararlarının
bağlayıcılığı, grev ve topl u sözleşmelerin işçilerin onayına sunulması,
düşünceleri nedeniyle işçilerin sendikalardan atılamayacağı -vb., vb.
*
Sadeec "aşağıdan" savaşım değil, "yukardan" da ctkilcme ve
sızma faaliyeti. Sendikalardaki ideolojik-siyasi kazanma, etkilemc
faaliyeti şüphesiz tamamen çürümüş ve burjuvalaşmış üst yöneticiler,
l iderler takımı hariç, halihazırcia mevcut sendika hiyerarşisine ele
yönelmelidir. Yani, sadece "yönetilen" işçilere_ ve onların ileri
unsurlarına değil, bilinci çarpıtılmış, aldatılmış, hatta fii l i durumlarıyla
sendika bürokrasisinin hizmetinde, ama kazanılabilecek, etkilenebilc­
cek ·s endikacılara da yönelmek gerekir. Ş ube yönetici leri, temsilciler
vb. B unlara genellikle, peşin "sendika patronlarının adamları" olarak
bakılmaktadır. B u yanl ıŞtır. Şüphesiz böyleleri pek çoktur. Ancak,
bunların içinde yılların deney ve birikimini şahsında toplayan, bilgi l i ,
tccrübcli, işçileriri güvenine sahip, sın ıfına h izmet etLiklerine
inananların sayısı hiç de az değildir. B unları kazanına yolunda çaba
sarfetmeyi ihmal etmemek gerekir. Sadeceaçık savaşı m değil, Lenin 'in
salık verdiği gibi , "(eğer gerekirse) savaş hi lelerine başvurmak, gizli
eylem yöntemleri kullanmak gerekir."
*
Mevcut Grev, Toplu Sözleşme ve Sendikalar Yasasının iptali,
tam ve sınırsız grev, toplusözleşme ve sendika hakkının elde edi lmesi
uğruna yaygın bir ajitasyon ve eylem. Şu kesindir: Türkiye'de mevcut
iş ve sendika yasalarını fiilen veya yasal olarak parçalaınaksızın işçi
97
hareketi özgürce gelişip serpile mez. Bu da, kap ital is t sınıf ve devletle
zorlu bir m ücadeleyi gerektirir B u istemler ugruna m ücadele
kaçınılmaz olarak, sermayey le devletle, generalieric hesaplaşmaya,
yan i siyasal bir mücadeleye dönüşecektir. Zira bu istemierin önündeki
ilk engel, dogrudan ve i.amamen kapitalist sınıfın istekleri dogrultu­
sunda hazırlanmış 12 E yl ül rejiminin anayasası ve yasalandır. Böyle
bir mücadele, tabiatıyla işçi sınıfı için muazzam bir adım olacak, onun
siyasal eğitiminde dolaysız bir rol oynayacaktır.
A. Azad
Aralık 1987
.
,
98
,
IKI EÖILIM VE SOSYALIST PERSPEKTIF
Demokratizm ve bir tür ekonomizm, Türk.iyc sol hareketinin '80
sonrası iyice müzminleşme egilimi gösteren iki htıstalıgıdır. İki ana
tema, "demokrasi mücadelesi" ve "sendikal sorunlar" sol basının
büyük bir bölümünün sayfalarını dolduruyor.
Ekim, birinci eğilim üzerinde sık sık duruyor. İkinci eğilim de
birincisiyle bağlantılıdır; ikisi de anti�kapitalist / sosyalist bir perspek­
tif ve programdan yoksun olmayı anlatıyor. Burjuva toplum ve ege­
menlik koşullarında sosyalist programın altına düşüldüğünde, teorik
ve pratik olarak burjuva toplum�n çerçevesini aşmak .olanaksızlaşır.
Polis devleti, özgürlükten yoksunluk koşulları, demokratik-siya­
sal özgürlükler için mücadelenin önemini artırıyor; bu açık. Ama
burjuva toplum altında, ona demokratik bir biçim vermek, ya da ka­
. pitalizmin ötesine geçmeyen· bir demokrasi hedefini işçilere program
olarak sunmak ya da pratikte faaliyetinin ekseni haline getirmek, işte
99
bu, m arksistlerin kabul edemeyecegi bir şeydir. Böyle bir şey, birinci
olarak, teoride ve pratikte sosyalizmi terketmek demektir. İkincisi,
kapitalist toplumu n zorunlu üstyapısının 1 siyasal biçiminin demokrasi
olması ·gerektiğine inanmak demektir; onun hakkında boş hayaller
beslerneyi ve yaynıayı i fade eder. Kapitali zmin bütün tarihi, özellikle
de kapitalizmin iktisadi temelinin zayıf olduğu bizimki gibi ülkelerin
tarihi, burjuvazi bakımındaı1· demokrasinin tamamıyla şarta, kendi
çıkarlarını ve egemenliğini sürdürme şartına bağlı olduğunu göster­
mektedir. Kaldı ki, burjuva toplumun en demokratik biçimlerinin dahi ,
sermayenin 1 yani azınlığın egemenliğini 1 demokrasisini i fade ettiği,
ücretli köleliğin ''uygar" bir biçimde sürdürülmesinden başka bir şey
olinadıgı biliniyor. O halde m arksist propaganda, işçileri demokratik­
siyasal özgürlükler için savaşıma çağırırken, özgürl ükten yoksunlu­
ğun, demokrasisizliğin bizzat sermaye egemenl iğinden kay­
naklandığını, gerçek özgürlüğün ve çoğunluğu;ı demokrasisinin ancak
sermaye egemenliğinin yıkılınası ilc elde edilebileceğini ve bunun
maddi 1 iktisad i temelinin kapitalistlerin m ülksüzlcştirilmesi, yani
.sosyalizm olduğunu; en demokratik bir burjuva toplumun dahi kapi­
talistlerin işçiler üzerinde egemenliğini ortadan kaldırmayacağını, bu
y üzden de sınıf bilinçli işçinin amacının kapitalist kölelik koşullarına,
yani kendi kölelik koşullarına "uygar", "demokratik" bir biçim vermek
olamayacağını , kaldı ki, bun un, yani sermayenin egemenliğini daha
"demokratik " , daha "uygar" bir biçimde sürdürmeyc zorlanmasının
da, ancak onun egemenliğini doğrudan hedelleyen bir savaşımın ürünü
olabileceğin i , ama yine de kapitalist egemenl ik koşulları altında .böyle
bir d urumun sürekli olamayacağını , açıklamaya yönelmelidir. Demok­
ratik özlem ve istemler uğruna her savaşımı sermayenin egemenliğini
devirme, işçi sın ı fının iktidarını kurma hedefine, sosyalizme
bağlamanın ve i şçileri burjuvazinin, onun siyasal temsilcilerinin
sürdürmeye çalıştığı şu "demokrasi" oyununun figuranları olmaktan
k urtarınanın yolu budur.
· Marksist bakış açısından yoksun olununca, baskı koşulları demok­
ratizmi, ağır söm ürü koşulları da bir tür ekonomizmi besliyor. Dünün
küçük-burjuva yığınlara dayanan halkçı akımları, büyük bir gayretle
işçi sınıfına yöneliyorlar. Orada doğal olarak ücret sorunlarıyla, sendikal
sorunlarla karşılaşıyorlar; ama bunları öylece kabulenip uğraşlarının
1 00
ekseni haline getiriyorlar. Bu da, bu sorunların aşırı abartılması eği
limine yol aÇıyor.
Kültürel ihtiyaçları orda kalsın, işçi sınıfı i çin "ekmek" sorunu,
saglık sorunu, çocuklarının egiti m sorunu kelimenin gerçek anJamıyla
ha y a ti bir sorun h a l i ne gelm i şti r . Son on yılda i ç ine itildigi iktisadi
koşullar, fizik i v e m anev i y ıkı m /ç ürüm e ortamı n ı h azı rlam iştır; ol g u lar
bunun g iderek daha da kötülcşeeegini gö�teriyor. Ve em ek , dogal ve
kaç ı nılm az olarak, kapitalist sınıfa bagımlı send ika bü rokra tlar ı n ı n en
gcl l crine ragmen, ken d i n i korum ak i ç i n k en di l iğ ind en harekete geçi­
­
­
yor; iktisadi hareket gelişiyor, gelişmeye de devam edecektir. Emeğin
dah a i yi yaşam k oşul lar ı iç i n s ava ş ı mına y ardım etm e k k omün i st ferin
değişmez sıradan bir görevidir. Ancak, pratik m ücadelenin kendisi de
şunu kanıtlıyor; bizde, kapitalizmin çivisinin çıktiğı bizim g i bi ülke­
lerde, ücret zamları, kap i ta l i s tleri n ve k apital is t devletin mallara
y ap tıkl arı zamlarla, bir veya b ir kaç zam dalgasiyla süpürülüp g ötü
r ü l m ekl e ka l m ı yor , i şç i l e r esk i ücretlerini dahi koruyamaz duruma
d ü şüyorl ar. S istem in yeniden ü reti m i n i sağlamak içiri zoru nl u olan
dizginsiz sömürü, proleterleri ve proleter olmayan sömürülen e·mekçi
yığınları açlığın pençe s in e itiyor. Bu şu demektir: B izde "ekmek"
sorunu giderek bir devrim sorunu haline gel iyor, gelecektir. Zira
sistem, işçi sınıfına vercb i l eceğ i ciddi ekonomi k taviz olanaklarını
yitirmiştir. Sadece, giderek artan bir tempoda· büyüyen, iç ve dış
borçların miktarı, bu nların getirdiği y ü kl er ve si�tcmin bunları karşı l am a
o l an aklpr ı bunu k a n ı tlam a y a yeter. Sermaye e mek gücünü giderek
artan bir tempoda yağmalamak zorundadır. Ancak, Türkiye'nin tarih­
sel ve ulusal k oş ul la rı öyledi r ki, sermaye i şçi s ı n ı fına "bir lokma, bir
hırka" koşul lanlll kabul ettirenıez. İşçi s ı ı:ı ı fı nı n
şehir ve kır
y ok su l lar ı n ı n fiziki ve manevi çöküşünü d u rdurm ak i ç in dah i, kapita­
l istlerin ve büyük toprak s a hipl er in in m ül k süzlcştiri l m esi , nesnel bir
zorunluluk olarak kend ini dayatmıştır. Ama, sınıf, genel olarak, b unu
ken di liğ i nden aniayıp b i l in c e çı k aramaz sezer, yaklaşır. İşte bu noktada
koınünistlcrin rol ü ortaya ç ı kar. Ona doğrudan, i l k hedef olarak,
iktidara el koyup devlet m ülkiyetini kendi dene ti m i n e alması, büyük
burjuvazinin ve büyük toprak sahipleri nin m ü l ksüzlcştiri l mcsi hede­
fıni� sosyalizm hedefin i göstermek gerekiyor. Her kim, teorik ve pratik
olarak, faal iyetinin eksenine bunu koymazsa, kom ünist adına la y ı k
,
­
,
,
1 01
olamaz; işçilerin sadece enflasyona yetişrnek için ücret aruşları peşin­
den koşuşturolup serscmletilmeleriııe yardım etmiş olur. Sendika
bürokratlarının, salt sendikacıların yapugı da bir ölçüde budur; salt
sendikacı ilc sosyalist arasındaki ayırım da burada ortaya çıkar.
Kaldı ki, işçi sınıfının, kendi ve kendisiyle birlikte tüm sömürülen
ve ezilenlerin kurtuluşunun koşullarını bazırlayabilmesi, yani öncülük
rolünü oynayabilmesi için, sadece kendi sorunlarıyla dcgit, tüm toplu­
mun sorunlarıyla ilgilenip müdahale edebilmesi gerekir.
Özetle, özgürlükten yoksunluk, agır sömürü koşulları işçi sınıfına
sosyalist/sınıf bilinCi taşımak için son derece elverişli koşullar yaratı­
yor.
. Son olarak, her türlü demokrasi ve sömürüyü sınırlandırma istem
ve eylemi anti-kapilalist bilinç ve eylemi yaymak için bir vesile,
manivela olarak kullanıldıgında, sınıf kelimenin tam anlamıyla sosya­
list pmpaganda bombardımanına tabi tutuldugunda, sürekli eleştiri ve
yakınma konusu olan ve gerçekten de hareketin ilerlemesinin önünde
muazzam bir engel oluşturan gerici sendika bürokrasisini altetmenin
yolu da açilacaktır. Ziraonları ayakta tutan asıl güç; işçi sınıfı sallarında
egemen olan burjuva ideolojisinin ve siyasetinin elkinligidir. Sosya­
listler daha iyi ekonomik mücadele vaadiyle sendika bürokrasisini
altedemezlcr. Sınıfın hiç olmazsa ileri kesimleri sosyalizme kazanıl­
dıgında, sosyalistlerin sendikalarda etkinliği hiç bir güç tarafından,
IY.ıskı, hile, tüzük engelleri ... ilc önlenemez. Ya da hareket kendine yeni
yollar, yeni kanallar açar. İşte o zaman, sadece sermaye ile emek
arasındaki iktisadi savaşımın s&glam ve güvenilir araçları olacak
sendikaların degil, ücrelli emek ve sermayenin egemenligini ortadan
kaldırınada da oynayabilecekleri en iyi rolü oynayacak sendikalann
koşulları hazırlanmış olacaktır.
EKİM
Ocak 1 989
1 02
SINIF VE ÖNCÜ
Olgular, 1987 yılının işçi hareketi için bir aLılım ve ilerleme yılı
oldugunu dogruluyor. Kesin rakamlar henüz belli olmamakla birlikte,
grevci işçi sayısı 30 bine yaklaştı. Grevle kaybolan işgünü sayısı ise,
1 ,5 milyonu aştı. Yürürlükteki grcv, toplusözleşme ve sendika
yasalannın getirdigi olağanüstü engeller gözönüne alınarak, bu rakam­
lar, 1980 ve öncesi yıllarla kıyaslandığında oldukça dikkat çekicidir.
Rakamlar çok daha yüksek olabilirdi. Örneğin, �dece sendikalara
genel olarak mücadeleci bir çizginin egemen olması halinde, 12 Eylül
rejiminin işçiler bakımından yaranığı ekonomik yıkım ve grevsiz
geçen yılların yolaçtığı birikim nedeniyle, bir "grev patlaması" yaşa­
nabilirdi. Üstelik bu grcvler, "yürürlü�teki yasalarla grev yapılmaz"
mantığı çignene çiğnene yapılmıştır. Öte yandan, işçiler kendilerini
sadece yasal biçimlcrlesınırlamıyorlar; henüz zayıfbireğilim olmakla
birlikte, yasaları çiğneyerek de dircomeye başladılar. İstanbul yol
103
işçilerinin ve Nursan işçilerinin direnişleri iki örnek.
İktisadi savaşım gelişecektir. Sınıfin yaşam ve çalışma koşullan
bunu zorunlu kılıyor. Türk- İş y ön etic i leri nin şu sıralar yeniden genel
gre vden sözetmeye başlamaları rastlantı degil. Söyleyene degil, söy­
letene bakmak gerekir; "aşağı" zorluyor.
24 Ocak kararlarını ve ardından gelcn darbeyi takibeden yıllarda
iktisadi planda kendilerine vurulan darbeler o kadar ağır oldu ki (%50
oranında m utlak yoksullaşma), işçiler bunu iktisadi savaşırola telafi
etmeye çalışıyorlar. Ekmek ve iş sorunu yakıcı bir sorun haline gel­
m iş tir ve bütün sömürülen sınıfı kasıp kavuruyor, fiziki ve manevi
yıkıma itiyor. Ancak, sömürünün boyutu iktisadi savaşımlaazaltılınaya
çalışılsa da, iniş çıkışları içermekle birlikte, artarak sürecektir. Türkiye
kapitalizmi buna mahkumdur; ciddi iktisadi tavizler verecek, az çok
bir "sosyal denge" kurabilecek durumda değildir. Zayıf itlisadi temeli,
d ünya kapitalist ckonomisi" içindck i yeri de bunu olanaksız k ı lıyor.
Sadece dış ve iç borçların hı:I Ja artan ürkütücü boyutu bunun bazı
göstergeleri. Türkiye sadeec bu yıl 6,5 mi lyar dolar dış borç ödemek
zorunda. Daha çok söm ürü, düpedüz yağma -si stemin başka türlü
ayakta kalmasının olanağı yok.
Bu koşullar altında, yönet ici sınıflar için, hangi siyasal biçim
altında olursa olsun, "sopa"nın şiddetini arllrınaktan başka bir alter­
natif kalm ıyor. Ekonomi k teröre kaçınılmaz olarak siyasal terör eşl i k
edecektir. Nitekim, i ş ç i hareketine v e devriınci harekete yönel i k
tedbirler bir ölç üde burjuva muhalefeti d e kapsayacak tarzda genişle­
tiliyor. Y�n i Özal hü kümeti göreve başlar başlamaz süratle bunu
gcrçcklcştirıne işine yöneld i. Yeniden d üzenlenen "basın yasası",
"ınuzır neşriyat yasası", .başkanlık sistemini kurmaya yönel i k "anaya­
sa değişikliği" planları; Özal ve güruhu meclis k ürsüsünden hayasızca
işkencenin olmadığına dair konuşurken, sağdan soldan i şkencenin
devletin meşru eylemi sayılınası gerektiğine inanan sözde bilim adam ı,
hukukçu, yarg ıçların ıüremesi bunu anlatıyor.
İşçi sını fı \·e sermayenin baskı ve sömürüsü altındaki d iğer emek­
ç iler için de tck b i r gerçek alternatif vardır, ve kelimenin tam anlamıy la,
nesnel bir zorunluluk olarak, bu, kendini hiç bir zaman bugün olduğu
kadar dayatınaın ıştır: Kendilerini g iderek artan bir tempoda acımasızca
sömüren, fiziki ve ınanevi yıkıma iten sermaye düzenini ve ikti darını
104
yıkmak, sosyalizmi kurm.a k. "Köklü bir değişim" fikrinin yayılması
ve maddi bir kuvvete dönüşmesi için nesnel koşullar her zamankinden
daha elverişlidir.
Fiziki ve manevi yıkımı sınırlandırmak - durdurmak için i ktisadi
savaşım şarttır, ama kapitalizmin çivisinin çıktığı Türkiye'nin bugün­
kü koşuiıarında, bu, son tahlilele hiçbir sorunu çöz m ü yor. İşçiler pratik"
olarak bunu görüyor, kanıtlanması gerekmez. B ugün toplusözleşmeele
kazandıklarını, günlük bir olay hali ne gel m i ş fiyat artı Ş iarıyla çok k ısa
bir sürede y itiriyorlar.
Pratik tecrübenin kendi s i , kanıtları'ı naya i htiyaç bırakmaksızın ik­
tisadi mücadelenin yetersizliğin i gösteriyor; siyasal m ücadelenin, sınıfa
karşı s ı n ı f olarak topl u-birleşik m ücadelenin önem ini ortaya çıkarıyor.
Hareketin ek zam vb. taleplerle zembereğinden boşanm ı ş fiyat
artışlarını kovalamakla sınırlannıası, i şç ilerin bununla oyalan ması, on­
lan serscm letir, ufkunu daraltı r. Gcrjci sendika bürokrasisinin yap­
ınaya çalıştığı da budur. Pol itikaya, yönetici sınıfı n politikasına aktif
olarak, sınıfa karşı
sınıf olarak, n:ı üçlahale etmeksizin, hareketini bu
.
ınceraya sokm aksızın sınıf tck bir ciddi adım atamaz.
B i r i lerlemeyi ve atılımı i fadeeden şimdiki işçi hareketinin zayıflığı
da işte burada. Devlet işlerine, hükümelierin politikasına aktif m üda­
hale geleneğinden yoksun. Örneği n zam dalgaları karşısında sokağa
dökülme,. hükümetin iktisadi-siyasi politikasını aktif olarak protesto
etme, güç kullanarak etkilcıne vb. geleneğinden yoksun.
Ancak, sınıfın epeyce gen iş bir kesi minde sermayeye karşı parça
parça savaşıının ve halihazırdaki m ücadele biçimleri n i n yeters izliği­
nin, topyekün ve daha etkili m ücadele biçimlerine başvurulması ge­
rek l i l iğinin hissedildiğinin ve kavranmaya başland ığının açık işaret­
Ieri de görülüyor. "Aşağı"dan zorlanan genel grev istemi b unu ifade
ediyor.
Aslında, sınıfın g iderek artan bir kesiminde tecrübe ve sezgi
yol uyla da olsa, yürürlükteki s istemin kendilerine karşıt bir s istem
olduğu, patronlarla çıkarları karşıt s ınıf old ukları b i linci gel i ş iyor.
Sosyalizme aç ik ileri kesim leri , genellikle, sosyal-demokrasiyi bir
çare, ardından g i d i lm eye layı k bir çizgi olarak gördüklerinden değ i l ,
henüz inand ırıcı, pratik bakımdan d a mihrak olabilen başka bir alter­
natif bulamadıklarından, ehven-i şer olsun diye destekliyorlar.
1 05
İşte bu .noktada komünist aydınlardan ve sınıf bilinçli işçilerden
oluşan devrimci öncünün tayin edici tarihi rolü ortaya çıkıyor. Sorun
'
bu öncüyü yaratmaktır.
Böyle bir öncü, olabildiği kadarıyla, geçmişin ihtilalci birikimi
içindekomünist potansiyeluışıyan bütün unsurları kapsamalı ve onların
enerjisini harekete gcçirmclidir ki, hızla bir güç haline gelebilsin.
Bu öncu içinden çıktığı küçük-burjuva devrimciliğinin bütün iz­
lcrindcn arınmalı, yeni bir üslup, yeni bir ruh, yeni bir militan tipi
yaraunahdır. Alabildiğine bilinçte donanmış, olağanüstü bir enerji ve
yüksek fedakarlık ruhuna sahip! soluklu, sıniflan kopmayan, sınıfın
eyleminin yerine kendi eylemini geçirmeyen, ama sonuna kadar ihti­
lalci bir öncü. Bizzat devrimci eylemiyle sınıfa güven veren, inandırıcı,
pratikte de alternatif bir mihrak.
Sınıfın uırihi rolünü oynayabilmcsi için, nesnel olarak ·böylc bir
öncünün yardımına ihtiyacı var. Böyle bir öncüyü yaratma uıri�i
görevi , henüz omuzları zayıf şimdiki kuşaktan komünistlere düşüyor.
Ancak bunu başaracak lardır, başarmak zorundadırlar. Revizyonistle­
rin, legal sosyalistlerin, küçük-burjuva devrimciliğinin gösterişli haline
aldırmamak gerekiyor. Türkiye, hem nıdikal hem de proleter çözümler
isteyen bir ülkedir. Sosyal reformculuğun ve küçük-burj uva devriın­
ciliğinin son tahtilde başarı şansı yoktur ya da geçicidir.
Öyleyse herkes on kat, yüz kat enerjiyle işe koyulmalıdır. Oblo­
ınovculuğun, dargörüşlülüğün, bireyciliğin kökünü kazımak gereki­
yor. Az olsun ama, proleterce, komünistçe olsun! Zorunluluğu kav­
ramış, tarih bilincine sahip bir kuşak olduğumuzu göstermeliyiz.
EKİM
Ocak
106
1988
DURUM,. tŞÇl HAREKETİ
VE GENEL GREV
StYASA'L
Erken seçim öncesinde, sermayenin siyasal istikrar arayışı içinde
seçimlere başvurdugu bir dönemde, Ekim 'de şu degerlendirme
yapılıyordu: "Tüm temel göstergeler, olaylarm bugünkü evrimi, ser­
maye düzeninin çok yönlü ve şiddetli bir krize doğru yol aldığını
gösteriyor." (Sayı: 2, Kasım 1987)
Seçimler yapıMı, iktidar güç tazeliyeli daha ancak 4 ay oldu. Fakat
sermaye düzeni daha şimdiden "çok yönlü ve şiddetli bir kriz"i belirgin
bir �şekilde yaşıyor. Sennaye bası�u ve burjuva muhalefet çevreleri
bunu. mevcut hükümetin "hızlı yıpranma rekoru" olarak yorıımluyor­
lar. Ortada bir "rekor" oldugu doğru olmakla birlikte, bunu kıran
mevcut h ükümet degil, sermaye düzeninin kendisidir. Y ıpranma iddia
edildigi gibi hükümetin beceriksizligi ya da politikalarının yetersizli­
ğinden degil, kapitalist ekonominin çözümsüz sorunlarından
kaynaklanıyor.
107
B ütün bir 12 Eylül döneminde her türlü yasağın elverişli ortamında
süngü zo-r uyla uygulanan reçeteler, kapital ist ekonomiye çare olmamış,
onu bugünkü şiddetli iktisadi ve mali·kfizi yaşa-m aktah alıkoyamam ı ştır
.
4 Ş ubat kararları adı altında uygulamaya konan yeni reçete, bazı
sermaye sözcülerin i n kendileri tarafından bile "24 Ocak Kararlarının
iflası" olarak değerlendiril m iştir.
Son 8 yıllık deney bütün açıklığıyla göstermiştir; Türkiye kapita­
lizmi deva bulmaz bir bunalımın pençesindcdir. Hiçbir reçete o.na çare
olamamakta, toplumsal bir devrimle ondan kurtulmanın on-m ilyonlar­
ca emekçinin gerçek çıkarlarına uygun tek çare olduğu g ittikçe daha
iyi anlaşılmaktadır.
İktisadi ve mali kriz, siyasal kriz öğelerini sürekli biriktiriyordu.
Ön saflarında işçilerin yer aldığı genişleyen devrimci toplumsal
m uhalefet, bu siyasal krizin temel etkenlerinden biriydi. Sermaye
erken seç imle zaman kazanmak, siyasal istikrar değilse bile, çeşitli iç
ve dış sorunların göğüslenmesinde, kendini dayatmı ş acil iktisadi
tedbirlerin uygulanınasında daha cl verişii bir ortam elde etmek istiyor,
elde edeceğini de sanıyordu. B ug ün bütün bu b�klentilerin boşa çıkması
bir yana, ortaya çıkan manzara, sermaye d üzeni adına en kötümser
olanların bile umduğundan kötü oldu.
Bugün sermaye düzeni öylesine bir açmaz ve çıkmaz içindedir ki,
uygulanan yeni reçeteler bir yandan emekçilerin sefaletini katmerleş­
tirmekt_e, böylece onların m uhalefetini yaygınlaştırıp yoğunlaştırmakta,
fakat öte yandan , tckelci burjuvazinin beklentilerine de çare ve çözüm
olama�ıaktadır. Uygulanan reçeteler, sermaye cephesini kendi içinde
.
bölınekte, bazı kesimlerden ciddi hoşnutsuzluk sesleri yükselmekte­
dir. Daralan kaynakların bülüşü m ü üzerinde yükselen bu iç çatışma
toplumsal muhalefetin artmasıyla şiddetl cnınck te , diktatörlük bünye­
sinde değişik mevzileri tutmuş çeşitli faşist güç odakları arasındaki da­
laşma larda yan yankılar bulmaktadır. .
Erken seçime geçici bir süre için de olsa bir siyasal .istikrar öğesi
olacağı umuduyla başvurulın uştu . Fakat toplam seçmen oylarının
yalnızca üçte biriyle sağla_ıımış üçte ikilik parlamento çoğunluğu
hakkında, erken seçimin hemen ertesinde Ekim şu değerlcndirnıeyi
yapmıştı: "Meşruiyeti burjuva kampının belirli kesimlerinde bile
tartışma konusu olan erken seçim sonuçları, potansiyel bir siyasal
10 '
bunalım öğesidir' "ve çok geçmeden bu doğrultuda etkisini gösterecektir
,
de. ; (Erken Seçim ve Sonrası, başyazı, sayı: 3, Aralık 1 987)
Beş yıllık bir süre için yapılmış bir seç i m in ardından daha beş ay
Ş
bile geçmcmi k�n gündeme giren erken seç i m trutışmaları, siyasaf
kriiin belirgin göstcrgylerindendir. Bu bir yönetememe krizid ir. Seçim
'
sonuçları, ANAP'ın azınlık oyıi, bu krizi yaratan değ i l yalnızca şid­
detlendiren bir etkendir. Daha yüksek bir oy oranına dayalı olsaydı
bile, me�ut hükümet bugünkü ekonomik ve siyasal ortama dayana­
maz, hızla yıpranır tartışma konusu olurdu.
Erken seçim tartışmaları, ş i m d i l i k yalnızca siyasal kriz sö:stergesi
oluyor ve onu şiddetlendiriyor. Erken seçimin ne kadar '\.rken" bir
zamanda gündeme geleceği konusunda ise şimdilik bir şey söylene­
mez. Kal d ı ki böyle bir manevranın yığınlar üzerindeki aldaLJcı,
oyalayıcı, saptırıcı etkisi aricak geçici olabilir. Yeni bir seç i m , yeni bir
pa·rıamcnto bileş i m i , s iyasal olayların ana doğrultusunu, siyasal krizin
derinleşme eği l i m in i dcğiştirmcyccektir. B unalım parlamentonun bi­
leşiminden doğmuyor; orada yansımasını buluyor. B unal ım mevcut
hükümetin u ygulamakla olduğu politikalardan doğmuyor; bu politika­
lar yalnızca bunal ımın yapısal ve çözümsüz olduğunu gösteriyor.
Uygulanmakta olan pol itikalar, e m peryalist ekonomi ve finans çevre­
lerinin istemi doğrultusundadır ve hiç bir yeni hükümet bu m ihraklarca
çizilmiş genel çerçevenin dış ına kesin olarak çıkamaz.
dolarlık ulusal gelire karşılık,
ve her yıl
6-7
50
60
m i lyar
m ilyar dolara varan dış borcu olan
m i lyar dolar dış borç ödemek yükümlülüğü ilc yüzyüze
bir ülkede, düzen içi iktisadi pol itika arayışlarının sınırları bellidir.
Erken seçim tartışmalarına, S HP' nin sermaye basını tarafından öne
sürülmes i , "alternatif' olarak sunulması eşlik et miştir; ve bu yalnızca,
yığınlar içindeki hoşnutsuzluğun k abarınasından, patlayıcı öğelerin
hızla birikmesinden dolayıdır.
Egemen burj uvazi bugün , ekonomik çıkınaziarına çare aramanın
yanısıra, onun kadar, hatta gelinen yerde artık ondan da çok, işçi ve
emekçi m uhalefetine çare ve çözüm arıyor. SHP ya da genel olarak
burjuva reformizın i , kapitalisL ekonominin sorunlarına değil, k i tle ın u­
halcfetine bir "altcrn alif' olarak görülüyor ve sunuluyor. Burjuvazi,
özellikle işçi sınıfı içinde yaşanan ve diğeremekçi kesim leri kapsaması
kaçınılmaz görünen devriınci kaynaşmaların önünü almak için bir kere
109
daha burjuva reform izmini sahte bir alternatif -olarak yılınların önüne
sürmek, o�;tları bu yolla oyalamak, aldatmak, tepkilerin sokağa değil
de parlamentoya akmaşını sağlamak çabasında. SHP yönetimi de
görev ve misyonunun bu olduğu tam bilinciyle hareket etmektedir.
· S iyasal hesaplarını esas. olarak bugünün SHP ve DYP'ye dayalı par­
lamento içi muhal�feti ve yarının bu aym partilerin parlemento çogun­
luğuna dayalı iktidan üzerine yapan, temel siyasal takılklerini buna
göre saptayan çeşidi revizyonist mihraklarda,bu k:onumlarıyla , S HP 'ye
verilen görev ve misyonun sol içindeki uzantıları durumundadırlar.
İktisadi krizin beslediği siyasal sorunlarla cebclleşen sermaye cep­
hesi, öte yandan iç siyasalkaynaşınayı biraz olsun hafifletcbilmek için,
dış sorunları öne çıkarmak gayretinde. Bu bazen, Davos 'ta barış
türküleri çağırmakta,
bazen
İran-Irak
savaşına
çözüm
bulmak
iddialarında, şimdilerde ise "Kerkük-Musul sorunu" üzerine şovenist
erppcryalist kampanyalar açmakta ifadesini buluyor. Bugün öne çıkan
bu sonuncusu, kuşkusuz d ikkatleri dışa çekmekten öte bir anlam
taşıyor. Türk burjuvazisinin "Kerkük-Musul sorunu" üzerine tarihsel
niyetleri, sermaye sözcüleri tarafından ber vesileyle dile getirilen
sözde "tarihi hak" iddiaları biliniyor. Dolayısıyla bu k'bnu.da yaratılan
gürültü yalnızca, dikkatleri içten dışa çekmek, yığınlarda şovenist
eğilimler yaratmak, içten içe kaynaşan işçi hareketini dizginlemek gibi
amaçlarla sınırlı değil. Burjuvazi, aynı zamanda, somut bir işgal
girişimini gündemde tutarak ıneşrulaştırmaya çalışıyor. Amerikan
emperyalizminin ise Türk burjuvazisinin bir işgal girişimine dayalı
bazı hesapları ve planları yıllar öncesinden yaptığı bugün basımı
yansımış bulunuyor.
Ne var ki, sorunu sürekli sıcak ve gündemde tutmakla, bir işgal
girişimi için sınıra yığınaklar yapınakla birlikte, sermaye sözcüleri bir
"macera"dan korkuyor. Bu korkunun esas kaynağı, ne İnın-Iraksavaşına
bulaşmaktır, ne de bir savaşın getireceği ekonomik çöküntüdür. Türk
burjuvazisinin yüreğine "macera" korkusunu işleyen, Kürt halkı ve
Kürt ulusal kurtuluş hareketleridir. İşin ucunda "evdeki bulgurdan
olma" ağır riski vardır. Kerkük-Musu l 'u işgal girişiminin, Irak
Kürdistan ı 'nda şiddetli bir direnişe yolaçınası bir yana, Türkiye
Kürdistanı 'nda ulusal bilinci alevlendirerek ulusal ayaklanmalara
yolaçması kuvvetle m uhtemeldir. Sermaye sözcüleri de bugün bu
110
gcrçegi dile getirmekte bir sakınca gönnüyorlar. Türkeşbile bu gerçcgi
bütün açıklıgı ile ifade etmekten kaçınmamıştır.
Uygula11an iktisadi politikalar ekonominin krizine çare olaınıyar
ama, yıgınların yoksulluifunu katınerleştiriyor. Emekçilerin yaşamı
açlık sınırına çekilmiştir tespiti, bir süredir her yanda yükselen "açiz!
açız!" çıglıklarında ifadesini buluyor. Kapitalistlerin hızlı sennaye
birikimine, aynı hızla yıgınların açhgı, yoksulluifu, işsizligi eşlik
ediyor. Açlık, yoksulluk, işşsizlik gibi toplumsal felaketler, beraberin­
de toplumsal patlama öifeleri biriktiriyor. Devrim durumu artık salt
devrimcilerin iyimser bir beklentisi olmaktan çıkmış, burjuvazi için,
bazı sermayesözcüleri tarafından "toplumsal patlamalar" şeklinde dile
getirilen, karamsar bir bcklentiye dönüşmüştür.
Toplumsal hoşnutsuzluğun odaifında, ön saflarında, doğal olarak
işçi sınıfı yer alıyor. Önderlik ögelerinin ve örgütlenme düzeyinin
zayıflığına raifınen, Türkiye işçi sınıfı belki de tarihinde ilk kez bir
bütün olarak, bir blok olarak yoifun bir kaynaşma yaşıyor. Bütünüyle
dipten gelen kendil iifinden bir kabarışta işçi hareketi giuikçecanlanıyor,
güç kazanıyor. Tüm yasal kısıtlılıklara rağmen grev hareketi 1987yılında gerçek bir sıçrama yaşadı. 324 işyerinde 28 bin işçinin katıldığı
grevler yapıldı. 1 988 yılının ilk ayları büyük çoğunluifu taban inisi­
yatifinedayalı çoksayıda direnişesahne oldu. Salt Ocak-Şubataylarında
ve yalnızca İstanbu l ve çevresindeki fabrikalarda 50 bini aşkın işçinin
bu eylemiere katıldığı basında yer aldı. Çoğunlukla sendikaların bilgisi
dışında, hatili bazen sendika-patron ortak engelini aşarak, işi bırakma,
fabrika işgali, iş yavaşlatına, yemek boykotu, mesaiye kalınama
şeklinde gerçekleşen bu eylemler, tabandaki poı.ansiyeli ve büyük
m ücadele isteğini ortaya koyuyor.
Türk-İş'i n h üküınetle ve sennayc çcvrclcriylc "diyalog politikası"nı
boşa çıkaran, yalnızca bu çevrelerin taviz verecek durumda olmaına­
ları değil, bundan da çok, diyaloglarla sorunun çözüleıneycccğini
kendi öz tecrübeleriyle görmüş işçi yıifınlarının büyük tepkisi ve
protestosu ohnuştur. İşçi sınıfı, diyalog politikasının karşısında "İşçiler
Elele Genel G reve" militan sloganında ifadesini bulan mücadele iste­
ğini çıkardı. Zamlar yoluyla yoğun bir iktisadi saldırının yaşandığı bir
dönemde hükümetle ve scnnaycy lc uzlaşmaya çalışınanın utancını
aldıkları eylem kararlarıyla silıneyc çabala yan sendika bürokratları , bu
lll
yolla tabanı n öfkesini de yatıştırma, bu öfkenin kendilerine yönelme·
sini engelleme gayretindeler.
B ütüri hazırlıksızlıklara ve yaygın engellemelere ragmen,
"Pahahlıgı, iktidarı ve işverenlerin Tutumu'n u Protesto" için yapılan
"Yemek Boykotu"nu işçilerin ezici çogunlugu, kimi yerlerde yanlarına
öğrencileri ve memurlan da alarak, başarıyla gerçekleştirdiler. Ycr yer
coşku·lu topl:lntılara da dönüşen bu eylem, geri ve pasif bir direniş
şekl iydi, fakat işçi sınıfınn ülke çapında birleşik bir davranışı, bir
girişim olarak da önemli ve anlaın lı yd ı . Nitekim sermaye çevrelerinde
rahatsızlıga, geleceğe dönük kaygılara yol açtı.
. Ardından yapılan Sakarya mitingine onbinlerce işçi katıldı ve
"İşçiler Elele, Genel Greve" s!Öganı en çok, en coşkulu atılan slogan
olarak işçilerin mücadele isteğini dile getirdi. Türk-İş başkanı yaptığı
konuşmada ekmek mücadelesi özgürlük mücadeleSine bağlanm ıştır
diyerek, işçi hareketin in siyasal hak ve özgürlüklertalebini i fade etmek
zorunda kaldı.
Daha önceki sözleşme dönemlerinde işveren dayatınalarma boyun
eğerek sözleşmeleri peşpeşe imzalamak zorunda kalan sendika bürok­
ratları, işçilerin yaygın hoşnutsuzluğu ve grev isteği karşısında artık
eski pcrvasızlığı göstereınemekteler. Bu yıl 700 bini aşkın işçiyi
kapsayan toplusözleşme görüşmeleri var ve daha şimdiden, bir çok
yerde anlaşmazlık zabıtları tutulmuş, grev kararları ilan edilmiştir. B u ,
1 988 yılı için yaygın bir grev dalgasını kuvvetle muhtemel bir gelişme
haline getirmiştir.
*
Fakat, denilebilir ki, işçi hareketinin mevcu t birikimini, işçi sınıfı
sanarındaki mücadele istemini, h içbi r şey bugün işçi hareketinin ortak
haykırışı haline gelmiş "İşçi ler Elele Genel Greve" sloganı kadar
açıklıkla anlatamaz. Geçmişte, sermaye tarafından kom ünistl iğin,
düzen yıkıcılığının alamcti farikaları arasında sayılan genel grev iste­
m i , bugün büyük işçi kitlelerin in mücadele şiarı haline gelmiştir ve
Türk-İş yönetimi \.arafından kağıt üzerinde de olsa karar altına al ınm ıştır.
Genel grcv istemi , kuşkusuz geçmiş birikim lerin temeli üzerinde,
fakat bütünüyle tabandan gelen kendiliğinden bir istem oldu. 12 Eylül
1 12
sonrasında, ilk defa, 1984 Haziran 'ında Türk-İş I. Bölge Temsilciler
Toplantısında dile getirildi. O günden bu yana, çeşitli yollarla k üllcn­
dirilmeye çalışılsa da, sınıf içinde hep tartışma gündeminde kaldı,
sürekli güç kazandı, tüm işçi toplantı ve direnişlerinin en yaygın ve
en coşkulu sloganı oldu.
Gelinen yerde kendini açık bir sorun olarak dayatmış, taban<Jan
gelen baskı sonucu Türk-İş yönetim i arafından karar altına alınmasıyla
iyice güncelleşmiştir.
Güçlü bir m ücadele isteğinin i fadesi olmakla birlikte, bütünüyle
kendiliğinden gelişimin bir ürünü olan genel grevin, talepleri de bu
niteliğine uygun oluşmuş bulunuyor. Bugün için işçiler, genel grevi,
sermayeni n iktisadi saldırılarını püskürtmenin, ücretleri yükseltme­
nin, iş ve çalışma yasalarında gerekli demokratik değişiklikleri gerçek­
leştirmenin, bazı siyasal hakları elde etmenin aracı olarak görüyorlar.
Bu taleplerin sınırlı siyasal niteliği bir yana, büyük ölçüde sınıfın kendi
özgül talcplcridirler. İşçi hareketi henüz kendi taleplerini daha geniş
bir temel üzerinde i fade edebilecek ve kendi dışındaki halk sınıf ve
tabakalarının taleplerine kendi taleplerinin yanısıra yer verebilecek
bilinç ve önderlikten yoksundur.
Fakat bu durum genel grevin önemini azaltmıyor. Bu iktisadi ve
kısmi siyasal talepler için bir genel grevle bile, işçi sınıfı, doğrudan
mevcut siyasal iktidan ve anayasal rejimi karşısına alan m uazzam
önemde bir ileri adım atmış olacaktır. Genel grevi n kendisi Anayasa 'nın
açık bir ihlali olacağı gibi, talepleri de Anayasa'nın değiştirilmesini
gerektiriyor.
Kaldı ki sorun bundan da ötedir. Bugünkü sınırlı somut niteliği
içinde bile başarılı bir genel grevin , kendi taleplerini aşan ciddi siyasal
sonuçları olacaktır. Kaçınıl maz olarak mevcut anayasal rejimle
çatışacak ülke çapında birleşik bir işçi eylemi, m ilyonlarca işçinin
ortak bir eylemi ölarak genel grev, işçi sınıfının m uazzam gücünü
yalnızca pervasız burjuvaziye değil, bundan çok daha önemli olarak,
bizzat bu işçi ordusunun tek tck üyelerine gösterecek ; birlik, dayanışma
ve m ücadele konusunda işçi sınıfı bireylerinin bilincinde sıçramalar
yaratacaktır. Başarılı bir genel grev, işçi sınıfının üretimden gelen
birleşik gücünü, aynı zamanda diğer emekçi sınıf ve tabakaların
gözünde somutlaştıracak, onları işçi sınıfına yakınlaştıracaktır.
113
Devrimci k itle m ücadelesinin kazandıracagı hız ye yaygınlık, işçi
hareketin in siyasal gelişiminde oynayacagı bü.y ük rol, i leri işçilerin
komünizme kazanılmasında yaratacagı elveriş l i ortam, bürokratik sen- ·
dika yapılarını darbelemede, sendikalann m ücadele örgütleri haline
getirilmesinde yaratacagı olanaklar vb., bütün bu açılardan başarıl ı bir
genel grevin oynayacagı m uazzam rol yeterince açıktır.
Fakat onu başarıl ı kılmak, onu örgütlernek ve ona önderlik etmekle
mümkündür. Türk-İş bürokratlarının bunu yapmaya niyetleri yok. B u
durumda komünisllerin , dc.wrimcilerin, sınıfbilinçli işçilerin tabandan
inisiyatifi ele alarak genel grev istemini örgütlü bir girişime hazır­
lamaları canalıcı bir önem taşıyor. Türk-İş yönetim i bir genel greve
niyetli degil, ama tabanın güçlü baskısı karşısında ondan kolay kolay
yakasım sıyırabilecek gibi de değil. Herşey tabandal_d eğilimi besle­
meye, güçlendirmeye, yaymaya, eyJem girişimine dönük somut örgüt­
lenmeler yaratmaya ve bütün bunları Türk-İş yönetimi üzerinde somut
ve sürekli bir baskıya dönüştürmeye bağlıdır.
B ütün bu acil görevler yalnızca eylemi başarıl ı kılmak için değil ,
işçi hareketini Türk-İş yöneti minin muhtemel bir ihanetinin
sonuçlarından korumak için de hayati bir önem taşıyor. Türk-İş bürok­
ratları bu ihaneti iki türlü sergileyebi lirler. Ya şimdiye kadar yaptıkları
gibi oyalama ve aldatmacalarla işi sürüncemede bırakıp eylem potan­
siyelini eritme yoluna giderek; ya da salt yasaksavma niyetine, işçileri
hazırlıksız ve örgütsüz sözde bir genel grev girişimi ilc yüzyüze
bırakarak ve böylece onları sermayenin maddi ve moral yıkıma sürük­
leyecek saldırılarına açık hale getirerek . . .
Mevcut genel grev isteminin talepleri ekonomik ve siyasal reform
talepleri durumundadır. Komün istlerin ve devriıncilerin tüm çabası, bu
talepler etrafında samuLlanan genel grev isteminin güçlü devrimci bir
kitlesel eylem olarak gerçekleşmesi için çalı şmak ve ondan en aci l
siyasal ve temel devrimci istemierin kitlelere götürütmesi için e n iyi
şekilde yararlanmak olmalıdır.
EKİM
Nisan 1988
114
YIÖIN HAREKETİ VE GÖREV
Yıgın hareketi gelişiyor, öfke ve memnuniyetsizlik fiili Ilacekete
dönüşüyor. Ve olgular bunun, belki de iniŞii çıkışlı ama giderek artan
bir tempoda ilerleyecegini gösteriyor.
Genel grev sloganlarıyla birlikte, 1 ,5 m ilyonu aşkın işçinin ülke
çapındaki toplu protestosun u, önce tstanbiıl Üniverşitesi pğrencile�j­
nin gözüpek eylemi, sonra, yasak, ve tchditlcre .�({y9an okuy;an sayıları
bir kaç bini bulan işçi, ögrenci ve aydının İstanbul 'daki 1 Mayıs
gösterisi takip etti.
İşçi sınıfında ülke çapında bugüne kadar görülmemiş derinlik ve
genişlikte bir kaynaşma var. Bu, sermayenin temsilelleri tarafından da
dile getiriliyor ve ürkütücil bulunuyor. Peşpeşe grev kararları ahn�yor.
Cumhuriyeı gazetesinin 27 Nisanda yapugı döküme göre, hala grevde
bulunan işçi sayısı 6 bini aşarken, grev kararı alınmış işçi sayısı 32 bini,
sözleşmesi uyuşmazlıkla sonuçlanmış işçi sayısı ise 76 bini aşmış bu-
115
lunuyor. Bu rakamlar ekonomik hareketin hızla büyüyen boyutunu
gösteriyor. Sadece alınmış grev kararları uygulandıgında dahi 1 988 'in
daha ilk beş ayında, 1 987 yılının rakamları aşılmış olacak.
Bunun dışında, çeşitli biçimlerde ortaya çıkan pasif veya aktif işçi
direnişleri o kadar arttı ki, bir kısmı yansımadıgı veya yansıtılmadıgı
halde, günlük basında bu 'tür direniş haberlerinin yer almadıgı gün
hemen yok gibi.
Öte yandan bizzat "aşağı"nın istemi ve zorlamasıyla alınmış genel
grev kararı tüm işçilerin talebi olarak gündemde duruyor. Şayet Türk­
İş'in gerici bürokrasisi pek muhtemel ve hiç de sürpriz olmayacak bi�
"fark"la yan çizmezse, genel grevden önce ülke çapında iki saatlik bir
uyarı grevi ve onlarca ilde miting yapılması gerekiyor.
İşçiler mücadele etmek istiyor; yasaklara ve yasalara rağmen so­
kağa çıkmak istiyor. Genel grev isteminin kendisi bile, kapitalistlere,
devlete, anayasa ve yasalara açıktan meydan okumayı ifade ediyor.
"Bu yasaları biz yapmadık ki uyalım" fikri ileri devrimci işçiler
tarafından yaygınlaştırılıyor.
İşçi eylemleri, ezilen ve sömürülen diğer kesimlerin desteğini de
alıyor. Sakarya ve Adana mitingine topl umun diğer kesimlerinin ve
öğrencilerin katılması, yemek boykotunun bir çok iş yerinde küçük
memurlar ve bir kısım teknik personel ve ayrıca öğrenciler tarafından
desteklenmesi bunu gösteriyor. Kürt yurtseverlerinin manevi destekle­
rinin yanısıra, diktatörlüğe darbe vuran, onun otoritesini zayıflatan
mücadeleleri işçi hareketine nesnel bir desteği ifade ediyor. Bu destek
işçiler toplumun diğer ezilen ve sömürülen kesimlerinin istemlerini de
dile getirmeyi, onları desteklemeyi, yani bütün ezilenlerin öncüsü
olmayı öğrenebildikleri oranda artacaktır.
G rev hareketini , sokak eylemini geliştirmek, yaymak -bugün
yı g ınları devrimcileştirecek, inisiyatifini ve ba gımsız hareketini
gel iştirecek tek yol, biricik devrimci taktik işte budur.
İcazet, yasacılık şeklindeki o• berbat geleneği kırmanın, yasaklar
rejimini sarsınanın ve işlemez hale getirmenin, yasa tanımaz militan
bir işçi ve kitle hareketini geliştirmenin nesnel koşulları mevcuttur. I
Mayıs 'ta İstanbul 'da yapılan gösteri bu yolda atılmış gözüpek bir
adımdır. Devam ettirmek, gelenek haline getirmek gerekiyor.
İşçilerin, sömürülen ve ezilen kitlelerin büyüyen ve bir yandan fiili
116
eyleme dönüşen hareketi karşısında diktatörlügün ve hükümetin baskı
ve terörün şiddetini artırma yoluna başvurmaktan başka alternatifi yok.
Gittikleri her yerde yuhalanmaya başlanan Özal ve bakanları, acz ve
şaşkınlık içinde, işçilerin ve halkın "açız" diye başlayan protestolarını
tehditle cevaplıyor, sopanın ucunu gösteriyorlar. Protesto ve grevlerin
artmaya başla!iıgı, bir dizi miting ve genel grevin gündemde olduğu
bir sırada Evren küstahça yeni bir darbe tehdidi savuruyor.
Muhalefetteki burjuva partiler ise, yıgınların memnuniyetsizligini
ve öfkesini yeni bir seçimle parlamentonun bileşiminde yapılacak bir
değişiklige, bir hükümet değişikliğine yönel tıneye çalışıyorlar.
Burjuva demokrasisini kendine program edinen, "parlamentonun
en üst organ olarak görev yapmasının sağlanmasını" en önde görev ilan
eden, "Türkiye'nin kurtuluşunun ANAP hükümetinden kurtulmakt.'l.n
geçtiğine inanan", "yüzde 65 'lik çoğunluk" dediği sosyal-demokrat,
muhafazakar, dinci, faş ist sermaye partilerinden oluşan muhalefet
partilcrini "ANAP iktidarının alternatifi" olarak sunan ve onlardan
demokrasi dilenen revizyonist-liberal sol da, aynı şekilde kitlelerin
öfkesini ve hareketini parlamenter eylemin yedeğine çekme rolünü
üstleniyor. "Parlamento içi ve dışı muhalefetin birleştirilmesi" olarak
adlandırılan bu gerici taktik, işçi sınıfı hareketini ideolojik-siyasal
olarak burjuvaziye bağlamaya hizmet ediyor. Devriınci taktik bunun
tam karşıtıdu; grev ve sokak eylemlerini geliştirmeyi, yığınların burjuva
parlamentosu ve partileri hakkındaki umut ve önyargılarını kırıp,
bağımsız devrimci hareketini yaratmayı ve onu iktidar mücadelesine
yöneltıneyi amaçlar.
Herkes doğal olarak kendi rolünü oynayacaktır.
Sermaye düzeninin yeniden şiddetli bir krize doğru hızla yolaldığı,
işçilerin ve sermaye tarafından söm ürülen ve ezilen diğer kitlelerin
ekmek ve özgürlük istemleriyle harekete geçmeye başladıkları bir
dönemde, net bir sosyalist programı, onlara ekmeği de, özgürlüğü de
verebilecek tek düzen olarak sosyalizmi yığınlara alternatif ol;ırak
sunma gücünde ve yeteneğinde devrimci bir işçi partisinin yokluğu
Türkiye 'nin tarihsel bir talihsizliğidir.
Başlıca ve asli görevleri henüz böyle bir partiyi yaratmak, komünist
hareketi, komünist işçi hareketine dönüştürmek olan komünistler,
yükselen işçi hareketinde ne kadar enerjik olarak yer ahrlarsa, bu
·
117
görevi o kadar hızla başaracaklardır. Dipten gelen ve artık kendini
açı�.ı vuran dalganın büyüklügüyle, kendilerinin güçleri ve hazırlıklan
arasındaki mesafenin büyüklügü kmİı ünistleri ürkütmemelidir; tersi­
ne, bunun bilincinde olarak ve bu yüzden de bir kaç misli daha fazla
enerjiyle müdahale etmek, deyim uygunsa her şeye ragmen "büyük
oynamak" gerekiyor. Gelişen işçi hareketi kendi öncülerini ve
kadrolarını hızla yaratacaktır. Bütün sorun, cesaretle, ısrarla bu kesim­
lere ulaşabilmektir. Bütün pratik çaba bu işe hasredilmelidir. Bir
yükselişten sınıfın ileri unsurlarının hiç olmazsa önemli sayılabilecek
bir kısmını kapsayan, polis ve diktatörlükle savaşma yçtenegine sahip
gizli devrimci bir işçi örgütü oluşturarak çıkmak, mevcut koşıdlar
altında belki de en iyi kazanç sayılacaktır; ki bu, gelecegin iktidara
aday ihtilalci partisi olacaktır.
EKİM
Mayıs
118
1 988
İŞÇl HAREKETİ NE DURUMDA?
Şunun iyi kavranması ve hep gözönünde bulundurulması gere­
kiyor; işçi sınıfı saflarındaki kaynaşma kısmi, yöresel ya da sektörel
dcgil , geneldir. Hoşnutsuzluk ve hareketlilik ülke çapındadır.
Buzdagının görünen kısmı sürekli yer degiştiriyor. Dün öne çıkan
metal, lastik, deri, kimya işçileriydi. Bugün petrol, kimya, kömür,
belediye işçileridir. Yarın başka kesimler, başka sektörler olacalçtır.
Fakat bu bizi görünenin, öne çıkanın, parlayanın ötesine. bakmaktan
ötesini görmekten alıkoymamalıdır.
NETAŞ 'a, DERBY'e bakıp, işçi hareketi i lerliyor-geriliyor de�
gcrlendirmeleri yapmak dönemi, birileri için henüz degilse bile; geride
kalmış bulunuyor. Yasal iktisadi grevler, bugünün Türkiye' sinde sınıf
hareketinin düzeyini belirlemede bir çok göstergeden artı.k yalnızca
biridir. Ayrıca da, şu an için en önemlisi de degildir.
İşçi hııreı<etinin nabzı, yasal iktisadi grevierden çok, yasadışı fiili
119
direnişlerde kendini ortaya koyuyor. Bazılannın sandığı gibi bunlar
yalnizca yemek boykotu vb. "geri" biçimlerden ibaret de değildir.
Hayır! İşçi sınıfının elinde grev hakkı olsun-olmasın tüm sektörlerde
kullanabildiği, bizzat kendi inisiyatif ve yaratıcılığının ürünü etkili bir
dizi yeni silah var. Üretimi çeşitli yollarla yavaşlatma, aksatma bunların
en önemlilerindendir. "Gerekirse grevden daha etki n yön temler bulur,
yaşama geçiririz". Bu söz grev haklannın gaspedilmesine karşı diğer
işyerierindeki sınıf kardeşleriyle birlikte bir haftadır direnen Aliağa
Petro-Kimya işçilerine ait. Başbakanın tehditle kanşık belirttiği gibi,
bu yöntemler yasadışıdır. Ama hiç bir yasal güç uygulanmasına engel
olamıyor.
Bir diğeri servislere binilmeyerek yapılan işyeri mahallindeki
toplu yürüyüşlerdir. Bunlar bazen kilometreleri buluyor. Göze görün­
müyor, anlamı ve önemi üzerine pek düşünülmüyor ama, bunun yarın
fabrika mahallinden ana caddelere, meydanlara taşmayacağını, militan
gösterilere dönüşmeyeceğini kim garanti edebilir. Kitle eyleıniyse
sözkonusu olan, çoğu kere, hesap, plan, ölçü tanımaz; eylemin dina­
m iği, mantığı yeni biçimleri kendiliğinden üretir, dayatır. Bugün servis
arabalarına binmemek; öfke sergilerneye yetebiliyor. Ya yarın?
B ugün belirgin özellikler taşıyan bir işçi hareketi var ortada.
Parlamentoda bir yasa çıkıyor; aynı anda İzmit, Kırıkkale, Diyarbakır
ve Aliağa'da işçiler benzer yöntemlerle ve aynı kararlılıkla, aynı
heyecanla direniyorlar. Henüz belirli sınırlar içinde kalsa da yasa ve
yasak çiğniyorlar. Nedenleri güncel olabilir, ama ortaya konan davranış
yılların birikimini yansıuyor.
Bugünün işçi hareketi yılların birikimi üzerinde yükseliyor. Bu
kendini çeşitli biçimlerde v e şimdilik ancak bir ölçüde dışa vuruyor.
Dün "komünistlerin taktiği" olarak suçlanan genel grevin bugün
yüzbinlerce işçinin coşkuyla haykırdığı bir mücadele sloganı haline
geldiği hatırlanırsa, işçi hareketinin katettiği mesafe, sağladığı birikim
daha iyi anlaşılır.
Hoşnutsuzluk, homurdanma, kıpırdanma ve kaynaşma geneldir;
tüm sektörlerde ve ülke çapmdadır. İşçi hareketine günlük değerler
biçenler, bugünkü hareketliliği güncel bazı istemler için cılız ve geçici
bir kıpırdanış sananlar ve sayanlar fena yanılıyorlar. istemler henüz
sınırlı ve dar olabilir, sınıfın kendi geçici çıkarlarının ötesine geçme·
120
yebilir, ama bu istemler ugruna g_österilen hareketlilik yılların biriki­
minden kök alıyor ve bu istemierin ötesinde bir deger taşıyor. Bu
gerçeği kavrayamayanlar sınıf ve genel devrimci hareket karşısında
görevlerini kavrayamazlar ve hep geride ka\ırlar.
Bilinç, örgütlenme, hareketlilik, eyleme geçme potansiyeli vb.
açılardan büyük farklılıklar gösteriyor olsa bile, hoşnutsuzluk ve mü­
cadele isteği geneldir. Bunun koşullarını burjuvazinin son 8 yıllık po­
litikaları yarattı. Burjuvazi, işçi sınıfının bir blok olarak karşısına
geçmesinin zeminini adeta döşedi. İşçi sınıfına dönük siyasal ve
iktisadi saldırılarını genel, merkezi ve katı politikalar olarak saptadı
ve uyguladı. B unu yapmakla, dün genel hoşnutsuzlugu mayaladı ve
bugünkü genel hareketliliği hazırladı.
B ugün için burjuvazi bu hoşnutsuzluğu tatmin etmek, hareket­
liliği gidermek olanaklarından yoksundur. B irbirine bağlı nedenlerin
sonucu olarak, ne ciddi iktisadi ı.avizler ne de siyasal tavizler verebi­
liyor.
Tatmin edemediği gibi, ezemiyor da. Sert tedbirlerle ezmek bir
çözümdür ama, bunu olur olmaz gündeme getirmek burjuvazinin kendi
iradesini ve tercihini aşıyor. Genel baskı ve yasakların yanısıra, ancak
ciddiye alınamayan ve yalnızca tepkiyi aleviendi ren tehditler savura­
biliyor. Ara rejim tartışınaları ve faşist Evren ' in darbe tehditleri bunun
örneklcridir. Nedir ki tehditler ters sonuçlar yaratmış, diktatörlüğün
başi güç ve gülünç duruma düşmüştür.
Tatmin etmek ya da ezmek bugünün koşullarında olanaksız
olunca, olağan baskılar ve yasaklar da yetmeyince, geriye en etkili
yöntem olarak, oyalamak, aldatmak, hızını kesmek, çapını daraltmak,
düzeyini düşürmek, hedefini şaşırtmak, yanlış kanallara akıtmak, sahte
alternatifiere yöneltmek vb. kalıyor. Kısaca oyalama ve potansiyeli
adım adım eritme taktiği.
Sermayenin bugünkü umudu bu takliğin başarısıdır. Ve bunu
uygulamada en büyük yardımcısı, başta Türk-İş merkez yönetimi
olmak üzere, sendika bürokrasisidir.
* * *
Bugünkü işçi hareketi karşısında sendika bürokrasisinin yerini ve
121
rolünü açıklıkla tanımlamak önemlidir.
Türk-İş yönetimi işçi hakları için harekete geçmiş, ya da konum
ve misyon degiştiemiş degildir. Oysa kimileri üstü kapalı ve utangaçça,
revizyonist çevrelet ise daha açık olarak bunu iddia ediyorlar. Elbette
arada bir önde göründükleri oluyor, ama gerçekte yalnızca dipten gelen
dalga sürekli ve yaygın tazyik onları öne düşmeye zorluyor. Zira
kolluğu korumanın da dalgayı kırmanın da yolu budur. Türk-İş yöne­
timi öne düşerken bile, bunu geriye çekmek, oyalamak, kontrol altında
tutmak ve geri biçimler içinde eritmek için yapıyor. Türk-İş yöneti­
cileri bunu zaman zaman itiraf da ediyorlar; biz olmasak komünistler
düşer önüne götürür, diyorlar.
Sendika bürokratlarının tutumu ve kararı değişir, ama misyonu
değişmez. Onlar diyalog ve "zirve"Ierde açık ihanetlerini sergilerier­
ken de, bazı eylemleri işçilerin zoruyla hayata geçiriderken de, aynı
misyonu yerine getiriyorlar. Birinci durumda bazı sözde tavizieric
aldatmak, ikincisinde ise hak savunucusu pozunda oyalamak gayretin­
dedirler.
1 984 Haziran'ında Türk-İş I. Bölge Temsilcileri Toplantısı'nda
işçiler tarafından "Genel Grev" şiarı ortaya atılalı beri, Türk-İş yöne­
timi bu iki tutumu, aynı amaca dönük, içiçe ya da peşpeşe sergiiemiş tir.
Son 6 aya bir bakalım: Aralık 'ta "diyalog politikası", tabandaki büyük
tepkinin baskısıyla Şubat'ta "eylem kararları" ve bazı eylemler,
ardından Mayıs'ta yeniden "zirve" ve "diyalog politikası". Ve son
olarak, tepkiler karşısında ek açıklama; "eylemler sürecek! "
Sendika bürokratları 4 yıldır hep dalga kıran rolü oynuyorlar.
işçilere değil, sermayeye hizmet ediyorlar. Bu 4 yıl boyunca işçileri
aldatmakta ve oyalamakta belirli bir başarı sağladılar, ama işçi hare­
ketinin yayılmasını, daha ileri mevzilere kayınasını, genel grev istemi
konusunda daha istekli ve ısrarlı olmasını engelleyemediler. Son
"zirve" ve yasal değişiklikler manevrasına karşı tabanda kabaran öfke
de bunu kanıtlar. İstanbul milinginde pallaması beklenen bu öfke
selinden onları, gizli işbirliği yaptıkları valiliğin yasağı kurtarmıştır.
İstanbul 'da miting! Bu Türk-İş ağalarının korkulu rüyasıdır.
Türk-İş yönetimi işçi sınıfının eylem talebinden yakasım
kurtaramayacaktır. Bugüne kadar her yan çizmenin ardından, işçiler
enselerinden tutarak "düşün önümüze" dediler adeta. Onları belirli
122
P-ylcmlere zorladılar. İşçiler bu aynı zorlamayı yine yapacaklardır.
Tam da bu noktada birbirini tamamlayan iki önemli ·görev var.
Birincisi, işçi tabamnda, fabrika ve işyerlerinde eyleme dönük örgüt­
lenmeler sorunudur. Devrimci işçilerin inisiyatifi ilc, bu sorun daha
şimdiden bazı fabrikalarda, Eylem Komiteleri, İşyeri Komiteleri
şeklinde gündeme getirilmiş ve belli adımlar atılmıştır. Bu örgütlen­
meler, işçilerin inisiyatifi ele alma, mücadelenin kaderini çeşitli
kademelerdeki sendika bürokratlarının eline bımkmama, mücadeleyi
taban örgütlenmesine dayama vb:, isteklerinin ifadesidir. Bilinçli bir
içerik kazandırıldıgı, işlevleri dogru tanımlandıgı ölçüde, işçi hareke­
tinin ve genel olarak mücadelenin gelecegi açısından muazzam önem
taşıyor bu komiteler. Önemli nokta şudur: Bugünkü biçimleriyle bu
örgütler sendikaların alternatifi değil, bir yönüyle, sendikaları aşağıdan
yukarıya devrimcileştirmenin ilk adımı ve temel basamağı olarak
görülınelidir. Sendikaların anti-demokratik işleyişini ve bürokratik
yapısını kırmanın, tabanın devrimci, in isiyatifini, enerjisini ve iradesini
yönetime dayatmanın ve önümüzdeki dönemde bu yönetimleri alaşağı
etmenin araçları da olabilmelidirlcr.
Bunun kendisi ikinci önemli göreve işaret ediyor. 1989 yılı sen­
dikalarda genel kurullar dönemidir. Sendika yasalarındaki son degi­
şiklikler, petrol işçilerinin grev hakkını gaspetmiş ama, hain sendika
agalarına dört dönem daha seçilme hakkı ve olanağı saglamıştır.
Sendika ağaları "zirve"de işçileri satmışlar, karşılığında yeniden
seçilme hakkı kazanmışlardır. İşçiler bu aşagıhk pazarlıgın
farkındadırlar ve sendika yönetimine karşı öfke doludurlar. Bu öfkeyi
sendika bürokratlarına karşı mücadeleye, sendikaların yapısını , işle­
yişini ve yönetimini devrimcileştirmeye kanalize etmçk, bu göreve
artık daha yoğun sarılmak günlin görevidir. Ve tabandan yaratılacak
işyeri ve fabrika komiteleri bunun etkili araçları olacaktır. Bu hangi
devrimci siyasal gruba yandaş ol ursa olsun, tüm devrimci işçilerin
ortak çabası ve inisiyatifi ilc başarılabilir bir görevdir.
Sendika bürokratları sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanlarıdır.
İşçi hareketini dizginlemek, temel ve vazgeçilmez mücadele araçlan
olan sendikaları felç etmek ve etkisizleştirmek onların degişmez
misyonudur. Burjuvaziye karşı etkili ve başarılı bir mücadele, başka
şeylerin yanında, sendika bürokrasisini ctkisizleştirme ve yıkma
123
ölçüsünde mümkündür.
İ şç ilerin değişik burjuva politik ve ideolojik görüşlerin, değer­
lerin, inançların etkisinde olması ile, belirli bir burjuva politik partiye
ve lidere belirgin bir şekilde bağlanması, umut olarak görmesi, ardından
sürüklenmesi farklı şeylerdir. Geniş işçi yığınlarının bugün burjuva
dünya görüşünün değişik biçimlerinin etkisinde olduğu bir gerçektir.
Fakat ciddi sorunlarla karşı karşıya olan işçi sınıfı, bunların çözümünde
şu ya da bu parti ve lidere değil, kendi gücüne dayalı mücadeleye
güveniyor. Kendi gücüne güven gelişen işçi hareketinin yeni ve en
önemli kazanımıdır.
12 Mart sonrasında salonları ve meydanları "Umudumuz Ecevit"
diye dolduran işçiler, şi.m di aynı salonları ve m eydanları " İşçiler Elele
Genel Greve" şiarıyla dolduruyorlar. Bu," kimilerinin kavrayamadığı
önemli bir gelişmeyi, işçi hareketindeki muazzam bir ilerlemeyi anlatır.
İşçiler iktidar partisine ateş püskürüyorlar. Demirel' i ve DYP'yi
kendi öz tecrübeleriyle iyi tanıyorlar. Uyuşuk ve kişiliksiz SHP'ye ve
onun mıymıntı liderine ise güven duymuyorlar. Ciddi bir hazırlık
yapılmadan sapa bir il olan Sakarya'da gerçekleştirilen Türk-İş mitin­
gine 30 bin coşkulu işçi katıldı. Aynı dönemde İstanbul gibi bir işçi
kentinde özel bir hazırlıkla yapılan S HP mitingine ise yalnızca 10
binden biraz fazla heyecansız bir topluluk katıldı. Aynı İstanbul 'da
yapılacak Türk-İş mitingi ise, yüzbinlerce öfkeli işçinin akması bek­
lendiği için, htikümet ve Ttirk-İş yönetiminin gizli işbirliği ile şimdi­
lik engellendi. İşçilerin Türk-İş mitinglerine ilgisi, kendi güçlerine
duyulan güvenin bir göstergesidir. İşçilerin bütüı\ dikkati Türk-İş 'te­
dir. Türk-İş yönetiminin bunalması da bundan dır. Dipten gelen dalgayı
dizginleme yükü büyük ölçüde sendika bürokratlarının omuzlarına
binmiştir. Geçmişle bu işi, Türk-İş ve DİSK yönetimlerinin yardımıyla
Ecevit CHP'si yapıyordu. Şimdi SHP' nin yardımıyla Türk-İş yöneti­
minin kendisi yapıyor. Aynı Türk-İş yönetimi bu yükü hafifletmek
için, sık sık SHP ve DYP'nin kapısına dayanıyor ve bu partileri işçilere
kurtarıcı olarak sunmaya çalışıyor. Bu iki partinin "işçi hakları savu­
nucusu" pozlarına daha sık girmesi de bu aynı çabayı anlatıyor.
Bu gerçeğe işaret etmemiz, işçi sınıfı üzerindeki burjuva etkileri
küçümsemekten çok, gelişen işçi hareketini ihtilalci bir işçi partisiyle
kucaklamanın önemini vurgulamak istememizdendir. İşçi hareketin in
124
mücadelede kend i gücünün farkına vardıgı bugünkü durum, hem böyle
bir parti inşa etmek için geniş olanaklar sunuyor hem de bunu acil ve
yakıcı hale getiriyor.
Gelişen işçi hareketinin gelecegi ve kalıcı başarılan, öncü parti
sorununa sıkı sıkıya baglıdır. İşçi hareketinin bugünkü en acil ve teinel
ihtiyacı budur.
Bu ihtiyacı karşılamak, pratik-siyasi sorunlara oldugu kadar, teo­
rik-programatik sorunlara da ilgi göstermek, incelemek, çözmek ölçü­
sünde olanaklıdır. Kapitalist bir Türkiye' de ve güçlü ve gürbül. bir işçi
sınıfının sermayeye karşı homurdandıgı bir dönemde siyasal demokra­
siyi temel bir stratejik aşama olarak sunanların çokluğu koşuilarında,
bu özellikle önemlidir.
EKİM
Haziran 1988
125
AMAÇ, ARAÇ VE GÖREV
Bugün sosyalizm adına siyaset arenasındaki hemen her siyasal
akım, işçi hareketinin politik gelişimi için sosyalist harek�tle işçi
hareketinin birleştirilmesinin, bu iki hareketin ayrılığına bir an önce
son verilmesinin zorunluluğuna vurgu · yapıyor. Ancak, pek yerinde
olan bu vurguyla birlikte, hayati sorun, nasıl bir perspektifle, nasıl bir
programla birleşrnek gerektiği sorunudur. '80 öncesi radikal solun işçi
sınıfı hareketiyle birleşmesini engelleyen, buna rağmen birleşmeye
yöneldiğinde de çabaJannın başarısız kalmasına yolaçan asıl neden
halkçı bir dünya görüşüne ve programa sahip oluşuydu. İster "anti­
emperyalist, anti-feodal", isterTürkiye koşullarına daha iyi uyarlanmış
"anıi-cmpcryalist, anti-oligarşik" ya da "anti-tekel, anti-faşist" içerik­
tc olsun, bütün "demokı;alik devrim" programları/çizgileri benzer
sonuçlara yol açtılar. Özü küçük-burjuva demokratik olan "bağımsızlık
ve demokrasi" programında -buna artı sosyalizm ibaresini eklemek
126
hiçbir şeyi degiştirmez- ısraredendevrimciler bunu hala anlayamadılar.
Bununla birlikte, pratik deneyimin zorlamasıyla işçi hareketiyle
birleşme zorunlulugu, ona dayanmaksızın, Türkiye gibi emek-sermaye
kutuplaşmasının sınıf mücadelesinin temel ekseni oldugu ve bütün
diger çatışma ve çelişkilerin buna tabi olduğu bir ülkede, burjuvaziye
karşı ciddi ve sonuç alıcı bir siyasal savaşıının yürütülemeyecegi
anlaşılmı ş görünüyor. Ancak "eski" perspektifle sürdürüh;n bu
çabaların, son tahlilde, başarısızlığa mahkum olacakları kesindir. Zira,
Türkiye gibi bir ülkede doğrudan sosyalizmi hedefleyen bir programın
altına inmek, işçi hareketini kapitalizmin ve burjuva demokrasisinin
alanına hapsederek, pcşinen burjuvazinin yörüngesine sokmak, "yıkıcı"
gücünü zayıflatınak, iktidar hedefinden yoksun bırakınakla eş
anlamlıdır. Bu yüzden de, sosyalist programın altına inenler komünist
adına layık olamazlar; öznel niyetlerinin farklılıgına rağmen, nesnel
olarak "sol demokratlar" konumuna düşmekten kaçınamazlar. Örne­
gin, '80 öncesi, işçi sınıfının ileri unsurlarını ve ileri kesimlerini
kontrolü altında tutan TKP'nin "sol CHP" olmaktan öteye bir rol
oynayamaınasının nedeni sadeec taktik çizgisindeki reformizm i değil,
"demokratik" içerikli programıydı da.
Burjuva toplum altında "deınokrasi"nin program edinilmesi ya da
fetişlcştirilmesi zorunlu ve kaçınılmaz olarak reforınizıni üretir. Zira
sosyalist demokrasinin altındaki bir demokrasi istemi burjuva toplum
koşullarında teorik ve pratik olarak gerçekleşebilir bir şeydir. Aynı
şekilde, bütün rad ikalliğine ve sosyal-demokrasi ilc araya sınır çekme
çabasına rağmen, programının demokratik-halkçı içeriği nedeniyle
devrimci-demokrasi de adeta sosyal-demokrasiye çalışmış, politik faa­
liyetinin ürünlerini CHP kotarmıştır. Bir i şçinin veya emekçinin "dev­
rimci" olmasıyla sandıkta sosyal-demokrasiye ınühürü basması pek
birbirine aykırı gelmemiştir. "Boykot" çağrıi anna da pek kulak
asılmaınıştır.
Halkçı saflardan kopan hareketimiz, bulanıklığa yer vermeyen
sosyalist bir platforınla, proleter devrim bayrağıyla ortaya çıkarak
önemli bir adım atmıştır. Ancak henüz "demokras i" programında ısrar
eden çok sayıda komünist eğilimli kişinin, gerek teorik mücadelenin,
gerekse pratik olguların yard ım ıyla sosyalist bir platforma
ulaşacaklarından kuşku duyınamak, mevcudu idealize edip, her şeyi
127
onunla sınırlı görmek şeklinde bir dargörüşlülüge düşmernek gerekir.
Digqr bir deyişle devrimci-demokrasi saflarında ayrışma sürecektir.
Öte yandan ulusal planda radikal bir konuma geçmek isteyen, ama
modem revizyonizmle araya sınır çekerneyen saflardan da ileriye
doğru sıçramalar olabileceği konusunda ümitli olmak gerekiyor. Zira
Türkiye proleter devrime, sosyalizme gebe bir ülkedir. Devrime karşıt,
itfaiyeci rolü oynayan revizyonist-reformİst teori ve politikayı
kaldırmaz. Devrimci bir konumda kalmak isteyenler revizyonizmle
çatışmak zorunda kalacaklardır. Ve bu yönde her gelişme Türkiye
komünist hareketi için yeni olanaklar yaratabilir.
Komünistler, nesnel hareketin ihtiyaçlarıyla kendi öznel güçle­
rinin yetersizliği ve geriliği arasındaki uyumsuzluktan ürkrneksizin
işçi sınıfına net sosyalist hedeflerle gideceklcrdir: Sermaye İktidarının
Yıkılması, İşçi S ınıfı İktidarının Kurulması; bütün pratik faaliyetleri­
nin bağlı olması gereken eksen budur.
Rastlantılarla yetinmeksizin, planlı ve bilinçli bir şekilde sınıfın
ileri unsurlarına yönelerek onları komünizme ve sosyalist platforma
kazanmak - işçi hareketinin politik gelişimi bu yönlü çabaların veri­
m ine bağl ıdır.
İtildiği fiziki ve manevi çürüme ortamına karşı zaten kendiliğin­
den m ücadele eden işçilere yardım etmek çok özel bir yetenek gerek­
tirmiyor. Bu zaten bir tür alışkanlık sonucu yapılıyor; ve daha etkin
bir şekilde yapmak değişmez bir görevdir. Ancak her kim işçi hare­
ketinin sorunlarıyla ilgilenmeyi fiil iyatta ücret ve sendikal sorunlarına
indirgiyor veya esas i lgisini burada topluyorsa, gerçekte işçilere kötülük
yapıyor demektir. Pratik duruma boyun eğilmemeli, işçilerin dikkati
ücret ve sendika sorunlarından öteye, sömürünün, yoksulluğun, özgür­
lükten yoksunluğun nedeni olan kapitalist sisteme, onun ortadan
kaldırılması zorunluluğuna çekilmelidir. Kısmen kaba bir sosyalist
propaganda dahi -ki pek becerilemeyen bir şeydir-, her halükarda,
pratik faal iyette "somutluk" adına, "acil istem leri atlamamak" adına
�unun ihmal edilmesinden daha yararlı sonuçlar doğuracaktır. Gerek li
olan "zam, zulüm, işkence, faşizm" türünden lafkalabalığı değil, işçiye
kapitalist sistemi, onun işleyişini, yıkılınasının "tek kurtuluş yolu"
olduğu, "sosyalizmin tck çare olduğu" fikrini kavratan propaganda ve
ajitasyondur.
128
Öte yandan, öğrenci sorunundan Kürt sorununa, dış politikadan
si yasal tutuklular sorun una kadar tüm temel toplumsal-siyasal sorunlar
işçiler arasındaki propaganda ve ajitasyonun konusu yapılmalı ve
tartıştırılmalıdır ki, işçilerin sadece kendi dar sorunlarıyla değil, tüm
toplumun sorunlarıyla ilgilenip müdahale etmelerine ve böylece öncü
misyonunu oynayabilmelerine yardımcı olunabilsin.
V e son olarak, kendilerinin olan devrimci bir parti fikri işçiler
arasında yaygınlaştırılmalıdır. İşçi hareketinin öne çıkardığı unsurların
hiç olmazsa önemli sayılabilecek bir bölümünü etrafında toplayabilen
bir parti en acil h edeftir .
Böyle bir parti ise bizim koşullarımızda ancak illegal olarak
kurulabilir. Bunu teoride ilke olarak kabul eden ama fiiliyatta "legal
parti"yi iş edinen bazı akımlar gerçekte sonu yeni bir u:ajediyle bitecek
bir oyuna girişiyorlar. Bu aslında ihtilalci bir örgüt yaratma işinden yan
çizmektir. Legal olanakları sosyalist hareketin gelişimi için sonuna
kadar kullanmayı küçümsemek sözkonusu olamaz. Ancak, henüz ciddi
bir illegal temelin olmadığı koşullarda sınıf bilinçli, ileri işçilerin
dikkati legal basın araçlarıyla "legal sol parti" üzerine çekilmektedir.
Asgari bir illegal parti kültürünün/geleneğinin ileri işçiler arasında
dahi olmadığı koşullarda, bu, tasfiyeciliğin bir başka türü olacaktır. Ve
işçileri aldatmakla, enerjilerini çarçur etmekle sonuçlanacaktır. Öte
yandan, sosyalist bir programı bir yana bırakalım, budanmamış,
devrimci niteliğinden arınmamış hiçbir program yürürlükteki yasal
çerçeveye sığdırılamaz. Programlarını burjuva toplumun yasallığını
veri olarak hazırlamış TBKP ve SP dahi henüz bu işi başaramadılar.
Bırakalım isteyenler "Legal sol parti"yi ya da "yasal devrimci parti"yi
kendilerine iş edinsin ler. Biz fabrikalarda gelecekteki ihtilalci bir işçi
partisinin temeli olacak gizli işçi grupları oluşturma işini her şeyin
önüne koyacağız.
EKİM
Ağustos 1988
129
İŞÇİ HAREKETİ TABANlNDA BAZI
.
GELİŞMELER
Dünya sermaye cephesinin zayıf bir halkası olan Türkiye kapita­
lizminin büyüyen bunalımı emek ile sermaye arasındaki çatışmayı"
besliyor, kızıştırıyor. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişki, top­
lumsal bünyemizin bu temel çelişkisi, günümüz Türkiyesinin · tüm
temel toplumsal ve siyasal sorunlarının da çözüm ekseni olduğunu
giderek daha belirgin bir şekilde gösteriyor.
Türkiye işçi sınıfı genel toplumsal muhalefetin odağına oturmuş
durumda. Bugün işçi sınıfı genel toplumsal muhalefetin en hoşnutsuz
öğesi olmakla kalmamakta, hoşnutsuzluğunu en yaygın olarak ve çok
değişik biçimler içinde ortaya koymaktadır. Devrimimizin geleceği
açısından bu çok; önemli bir gelişmedir. İşçi sınıfımızın bugünkü bilinç
ve C?rgütlenme düzeyine bakarak onu küçümseme eğilimi, halen filiz­
leome aşamasındaki devrimci sınıf hareketinin ayakları altında ezil­
meye mahkumdur. İşçi sınıfımız toplumumuzun tüm yoksul, emekçi
130
ve yan-proleter unsurlarını kendi etrafında birleştirebilecek, burjuva­
zinin sınıf egemenliğini devirmeyi amaçlayan bir devrimci savaşa
yöneltebilecek m uazzam bir güç durumundadır.
Kuşkusuz işçi hareketi henüz filizlenme evresindedir. Ama yılların
birikimi işçi sınıfını önemli gelişmelere gebe duruma getirmiştir. Tür­
kiye kapitalizmi işçi sınıfının hoşnutsuzluğunu iktisadi ve siyasi taviz­
lefle yatıştırma, bu yolla · onu düzenin uysal kölesi olarak tutma
olanaklarından yoksundur mevcut durumda. S ürekli iktisadi bunalım
buna elvermemektedir. Bu nedenledir ki hareketliliğin geliştiği,
yaygınlaşmakta olduğu günümüzde, burjuvaziyi en çok korkutan,
tedirgin eden şey, çeşitli biçimlerde uç verel) işçi eylemleridir. Bur­
j uvazi işçi sınıfının iktisadi istem ve eylemleri karşısında bile taham­
mülsüzdür. Grev yasaklamalar, toplu işten atmalar, sendika seçme ve
sendikal örgütlenme konusunda getirilen kısıtlamalar, sürekli fiili
baskılar, işçi hareketine tahammülsüzlüğün, işçi sınıfını sindirme
politikasının bariz ömekleridir. Fakat, reformistlerin ve sosyal-refor­
misderin tam desteğine rağmen, burj uvazinin bu çabaları kalıcı sonuç
vermemekte, işçi tabanındaki hoşrtutsuzluk büyümekte, önümüzdeki
döneme damgasını vuracak bir işçi hareketi mayalanmakta, şimdiden
bunun bir çok belirtisi uç vermektedir.
·
Bugünün devrimci işçi hareketi kendini eylemde taban inisiyatifi,
sendikalar tabanında devrimci muhalefet ve sendika muhalefetini aşan
konum ve işleyişieriyle işyeri ya da fabrika komiteleri vb. somut
biçimler içinde ortaya koyuyor. Eylemde taban inisiyatifi, işyeri
komiteleri ve sendika bürokrasisine karşı devrimci muhalefet bugün
işçi tabanında, elbette öncelikle ileri kesimlerinde, en çok tartışıian
konular durumunda. Çeşitli gruplara yakınlık duyan devrimci işçiler,
aralarındaki "çeşitli düşünce farklılıklarına rağmen" birlikte davran­
maya ve gelişmelerde etkili olmaya çalışıyorlar. İşçi tabanında
"muhalefetten olmak" temelinde kendiliğinden bir tür emek cephesi
oluşuyor. Hen iiz çok geniş işçi kesimlerini kucaklamıyor. Netleşmiş
hedeflerden ve birleşik bir örgütlenmeden haliyle yoksuıı. Fakat bu
safları sürekli genişleyen "muhalefet cephesi", işçi hareketini ve onun
bir öğesi olarak sendikal h areketi düzenin sınırları dışına çıkarma
şeklindeki devrimci eğilimiyle bizi yakından ilgilcndiriyor. izlemeyi,
anlamayı, m üdahale edip yol göstcrmeyi, temel amaçlara ve iktidar
1 31
hedefine dönük bir bilinçte donatma yı, acil ve önemli bir görev olarak
koyuyor önümüze. İşçi hareketini kavramak, bagımsız politik gelişme­
sini kotaylaştırmaya elverişli özellik veolanaklaiinı doğru tespit etmek,
ona doğru ve isabetli müdahalelerde bulunmak, işçi hareketindeki iç
birikimi ve gelişmeleri yakından izlemeyi gerektiriyor.
Tabandaki çıkışlar bugün için kendini daha çok sendikal muhalefet
biçimleri içinde ortaya koyuyor. Son bir iki yıldır sınıfa dönük belirli
çabalar içine giren gruplar da karşılaŞtıkları bu durumu veri almakta,
mevcut sendikal muhalefeti. şu veya bu biçimde etkilemek gayreti gös­
termektedirler. Sendikal sorunlar ve ·taktikler, devrimci demokrat
yayın organlarında ve ileri işçiler içinde en çok tartışılan konular. Dar
bir zemini ifade ettiği için sağlıklı olmama)cla birlikte, mevcut durum
büyük ölçüde budur. Bir süre öncesine kadar daha çok, Türk-İş 'te m i
birl�şilmeli yoksa DİS K 'in yerini alacak yeni bir konfedcrasyona m ı
gidilmeli ekseninde süren tartışmalar, yerini sendikal muhalefet örgüt­
lenmeleri ve i_şyeri komitelerine dönük tartışmalara bıraktı. Bu deği­
şimi tabandaki gelişmeler yarattı. Bazı işkollarında ortaya çıkan
"muhalefet birliği" girişimleri ve giderek yaygınlaşan fabrika komi­
teleri, tartışmaların da seyrini değiştirdi.
İşçi sınıfının en mücadeleci kesimlerinin örgütlü olduğu DİSK
faşist cunta tarafından kapatılınca, yıllarca belirsizlik içinde kalan
DİSK 'li işçiler '80 'lerin ortasına doğru Türk-İş "e geçtiler. Buna bir
kesimin bağımsız sendikalarda toplanması eşlik etti. Metal i şkolunda
Otomobil-İş, petro-kimya işkolunda Laspetkiın-İş bunun örnekleri
oldu. Gelinen yerde, temel ölçülerle bakıldığında Türk-İş 'e bağlı
sendikalardan pek farklı olmayan bu "bağımsız sendikalar"dan da
kopuş başladı. Veya bunlar içinde de ayrı muhalefet hareketleri ortaya
çıktı.
"Muhalefet birliği" girişimleri aslında yeni değil. Örneğin 1 986
ortalarında İstanbul 'da tekstil işkolunda ve Teksif sendikasına karşı
"Teks if Muhalefeti" ortaya çıkmış ve çıkışını kamuoyuna şu sözlerle
başlayan bir açıklamayla duyurmuştu: "Bizler İstanbul bölgesinde
çeşitli tekstil fabrikalarında çalışan sınıf bilinçli öncü işçiler olarak;
siyasal konularda ayrılıklarımız olmasına karşın, Teksif Sendikası
içerisinde gerçek işçi sınıfı sendikacılığının temel ilkeleri doğrultusun­
da Teksif Muhalefeti ' adı altında birlikte olduğumuzu ve birlikte
132
mücadeleye girdiğimizi duyuruyoruz." Teksif Muhalefeti bu bildiriyi
yayınladıktan sonra iddiasına uygun bir çalışma içine giremedi ve
varhgı ile yoklugu belirsiz ölü bir girişim olarak kaldı.
Aynı işkolunda farklı bir girişim ortaya yeni bir bagımsız sendika
çıkardı. Şevket Yılmaz gibi kurtların başında bulundugu Teksif'in bu
tür cılız muhalefetlerle devrilemeyecegini gerekçe gösteren bu girişi­
m in sahipleri, Demokratik Tekstil-İş'i kurdular. Gerçekte bu sendika
küçük konfeksiyon atölyelerinde çalışan işçilerin gelip gittigi bir
dernek görünümünde daha çok.
Daha yakın dönemde ve Gıda-İş kolunda ortaya çıkan Tek G ıda­
İş Demokratik Muhalefet Birli.�i (DMB) ise bir.başka örnek. İlkeler
ve amaçlar bakımından daha derli toplu bir görünümü var. DMB 'nin
oluşumunda "çeşitli düşüncelerden öncü işçilerin birligi" türünden
tanımlar yerine, belli bir perspektif konmuş ortaya. "Sarı Amerikancı,
sınıf uzlaşmacı"sı Tek Gıda-İş ve Türk-İş bürokrasisine karşı, "sınıf
sendikacıhgını hayata geçirmek için DMB oluşturulmuştur'... deniyor
açıklamasında. Sendikaların s iyasal mücadelede tarafsız kalınamaları
gerektigi ilke olarak benimseniyar ve; "işçi sınıfının gerçek ekonomik
kurtuluşu sömürünün ortadan kalkacağı bir düzenin kurulmasından
geçmektedir. Çalışanların emeğin tüm ürünlerine sahip olacağı, ve
tüm toplumsal yaşam üzerinde kendi kitle örgütleriyle söz ve karar
sahibi olacağı sosyalist bir düzeni sağlamak için verilen mücadelede
sendikalar tarafsız kalamaz, kalmamalıdır'' , deniliyor. Belki de bil­
dirinin en öneml i mesajı olan bu düşünce, militan işçilerin sosyalizm
m ücadelesi bil inç ve isteklerini koyuyor ortaya. (DMB 'nin çalış­
malarıyla Tek Gıda- İş'in İstanbul I nolu şubesi yönetimine muhalefetten işçiler seçildiler.)
Giderek yaygınlaşmakta olan işyeri komiteleri ayrı bir önem
taşıyor. Ortaya çıkışlarında sendikal bürokrasiye karşı tabandan ini­
siyatifi ele alma eğilimi harekete geçirici bir rol oynadı., oynuyor. Ama
bu tür örgütlenmeler bir kez oluştoktan sonra sendikal zemini aşan bir
konum ve işlev kazanıyorlar. Zira tabandaki genel mücadele isteğinin,
devrimci birikimin üzerinde yüksel iyorlar. Öte yandan, bugün için ve
b ugünkü halleriyle bu örgütlenmelere oldugundan başka, abartılmış
misyonlar da yüklemernek gerek.* Hala esas olarak sendikal m uhalefet
zcminindeler. Ama bunun önemli bir gelişme ve deneyim olduğu
.
.
133
kesindir. Tabandaki devrimci girişkenligin oldugu kadar, mücadeleyi
ve örgütleurneyi yasal-icazetçi çerçevede tutma reformİst egilimini
aşmanın da ifadesidirler, işyeri komiteleri. Sendikal muhalefet dürtü­
süyle kendiliginden dogmuş olsalar bile, "ekmek sorunu"nun politik
m ücadeleye ve Q.evrim sorununa baglandıgı günümüzde, bu tür örgüt­
lerin ufku bir takım işçi haklarının elde edilmesi savaşımı ile sınırlı
kalamaz. İşçi hareketinin gelişmesinde önemli bir rol oynama potan-.
siyeli taşJ.yan bu örgütlenmeler, m ücadelenin gelecegi için de büyük
önem taşıyorlar. Sendikaların aşağıdan yukarıya devrimcileştirilme­
sinde, anti-demokratik yapı ve işleyişin kırılmasında, sendikal demok­
rasinin hakim kılınmasında, sermaye uşagı tüm sendika bürokratlarının
defedilmesinde, tabanın tüm m ücadele istek ve .enerjisinin harekete
geçirilmesinde, genel olarak sendikaların proletaryanın devrimci sınıf
mücadelesinin etkin araçları haline getirilmesinde bu örgütlenmeler
önemli bir rol oynayabilirler.
Henüz yeni ve oluşmakta olan ve daha çok da İstanbul'da ortaya
çıkan bu tür örgütlerin tam nasıl bir gelişme seyri izleyeceklerini
zaman gösterecek. Şimdilik bu deneyimi dikkatle izlemeli, anlamaya
çalışmalı, yaygınlaşmasına ve pekişınesine katkıda bulunulmali,
sosyalist sınıf bilinciyle donatmaya çabalamalıyız.
· Bir çok grubun artık dikkat ve çabasını esas olarak işçi sınıfina
yönelttigi biliniyor. " İşçi" gazeteleri çıkarılıyor, işçi hareketinin
ortaya çıkardıgı sorunlar tartışılıyor, sendikal politikalar öneriliyor,
"muhalefet" programları sunuluyor, vb. EKİM, sık sık bunun "kendi­
liğinden" bir gelişim olduğunu, sınıf kavrayışında ve perspektifinde
köklü bir değişmeyi ifade etmediğini belirtti. Küçük-burjuva siyasal
örgüt pratiklerinin iflası, küçük-burjuva katmanların hareketsizligi ile
birleşince, dikkatler işçi sınıfına kaydı. İçine girdiği durağanlığı
'80 'lerin ortasından itibaren kıran ve içten içe kaynaşan işçi sınıfı,
yukarda özetiediğimiz ve örnekiediğimiz devrimci taban inisiyatifle­
rine uygun zemin yarattı böylece. İşçi hareketi tabanındaki bu sevin* Işçinin Sesi artık alışılmış bulunulan subjektivizmi, abarımacılığı ile işyeri
komiteleri halq<ında şunları yazıyor: "Türkiye 'de son zamanların en önemli
olgusu, daha devrimci durum bile doğmadan, böyle bir işçi örgütlenmesinin, işçi
devletinin ilerde nüvesi olabilecek bir örgütlenmenin doğmuş olmasıdır."
(Sayı:362, 19 Eylül 1988)
134
dirici gelişmeler, özellikle son bir yıldır çeşitli sol' gruplan ve bu
gelişmeleri etkileme çabasına sakmuş bulunuyor. Bu çeşitli saglıksız
yaklaşım ve girişimleri de ortaya çıkarıyor. B unlan yakından izlemek,
değerlendirmek ve özellikle devrimci önder işçiler önünde sergilemek,
işçi hareketini bozucu etkilerden korumak bakımından önem taşıyor.
Özellikle dikkat çeken şudur: Bir çok gn,ıbun ortaya attığı sözde
"muhalefet" programları, ekonomist-sendikalist bir nitelik taşıyor,
hareketin kendiliğinden ortaya çıkardığı düzeyi ve talepleri pek az
noktada aşıyor. Hala esas olarak sendikal muhalefet zemininde olan
girişimiere olmadık misyonlar ("iktidar organları") yükleyenler oldu­
ğu gibi, onu kendi darkafalılıklarının ürünü dar kalıplara (örneğin
DSİM) sıgdırabileceklerini sananlar da oluyor. Temelde uvriyerist ve
kuyrukçu olan, kendiliğindenliği teori haline getirmeyi önderlik etmek
sananlar da var (BİM). Troçkizm ve anarko-sendikalizm melezi bu
eğilim, belirli bir işkolundaki sendikal muhalefet girişimini, "işçi
sınıfının öncü ve lokomotif gücü" olarak sunabiliyor; "siyasal alanda
mücadele"yi ise, "sendikalar ve toplusözleşmeler yasasını ciddi bir
taarruza maruz bırakmak"a indirgeycbiliyor.
B unlar yalnızca ilginç uç örnekler. Ş u veya bu grubun bakış
açısındaki sakatlıklar bir yana, gündeme getirilen girişimlerin pratik
sonuçları da önemlidir. Tabandaki devrimci işçilerin girişimiyle ve
ortak çabasıyla yaratılmış çeşitli muhalefet örgütlenmelerini, bugün
her grup bir yana çekmeye, kendine göre yeni bir şekil vermeye
çalışıyor. B unun tabandaki birliği zedelemesi, bu birliğin cisimleştiği
fabrikakomiteleri vb. örgütlenmeleri zayıflatması, hatta dağıtmasından
korkulur.
Sağlam bir leninist sınıf bakışına ve proleter devrimi perspektifine
sahip komünistleri ve komünist işçileri önemli görevler bekliyor.
K. Yayla
Mart 1 989
135
GELIŞEN İŞÇİ HAREKETİ ÜZERİNE
İşçi hareketi son üç yıllık yasal ve yasadışı eylemleriyle yeniden
toplumsal muhalefetin odagına yerleşmiş durumda. '60'larda ve
'70'lerdeki devrimci yükselişlerde de işçi hareketi, hareketin bel ke­
migini oluşturmuştu. Buna ragmen küçük-burjuva demokratik hareke­
tin gölgesinde kalmıştı. Yeni dönemdeki işçi hareketi, kendini yeniden
tekrarlayan bir hareket olmaktan çok uzaktır. Geçmişin deneylerinin
de yardımıyla, yeni, özgün özellikleriyle ortaya çıkıyor. Türkiye
tarihinde, hiçbir zaman emek-sermaye çelişkisi kendini bu kadar
çıplak bir şekilde ortaya koymadı. '60 'larda ve '70'lerdeki devrimci
yükseliş döneminde, küçük-burjuva kitlelerin devrimci-demokratik
eylemi işçi hareketini gölgede bırakabiliyordu. Yeni dönemde ise,
küçük-burjuva demokratik hareket 12 Eylül 'ün yıkımının da etkisiyle
yorgun düşmüş, şimdilik güçlü, istikrarlı bir hareket geliştirme şansını
1 36
kaybetmiştir. Küçük-burjuva hareket, yeni dönemde, ancak işçi hare­
ketinin desteginde, ondan cesaret alarak, onun iteklemesiyle yıgınsal
olarak canlanabi lir
Gelişen hareketi hiçbir parti, grup, sendika yönetmiyor; kendi­
liginden bir hareket olarak, tabandaki ileri işçilerin inisiyatifiyle ge­
lişip ilcrliyor. Bagımsız bir sınıf hareketi kimligine ulaşmış, bagımsız
bir parti tarafından yönlendirilen bir hareket degildir. İşçi hareketini
bagımsız bir politik kimlige kavuşturmak, komünistlerin ve ileri
işçilerin en temel görevi olarak oldugu yerde duruyor. Kendiliginden
hareketin daha da kitleselleşerek, eylemlerinin şiddetini arttırarak boy
verip gelişmesi bu eksikligi daha yakıcı bir sorun olarak dayatıyor.
İşte bu koşullarda harekete müdahale etmek göreviyle karşı
karşıya olan sosyalist hareket, yeni dönemde gelişen hareketin özgün­
lüklerini, devrimci dinamiklerini, güçlenınesini ve kalıcı başarılar
kazanmasını engelleyen zayıflıklarını bilince çıkarmak ve çıkartacağı
dersler ışığında teoride ve pratikte ona nasıl müdahale etmek gerek­
tiğini ortaya koymak zorundadır.
.
Hareketi bes·leyen koşullar
Son 9 yıldır uygulanan ekonomik politikalarla işçi sınıfı açlık
sınırına itildi. Kapitalistlerin karları kat kat artarken işçilerin alım gücü
sürekli düştü. 12 Eylül rejimi ücretiere zorunlu tahkim sistemi getire­
rek, grevleri, sendikal faaliyeti yasaklayacak, DİSK'i kapatarak, işçi
sınıfının ekonomik çıkarlarını savunma ve yaşam koşullarını iyileştir­
me araçlarını da ortadan kaldırdı.
Kapitalist sınıf 12 Eylül aracıl ığıyla işçi sınıfını açlık sınırına
itmekle kalmadı, sendika ve toplusözleşme yasalarındaki değişik­
liklerle işçi sınıfının yasal yollardan hak savaşımını da neredeyse
olanaksız hale getirdi. Yarım milyondan fazla işçiyi grev hakkından
yoksun bırakarak, sendikal örgütlcnmeyi zorlaştırıcı, sendika bürokra­
sisini güçlendicici önlemler getirerek, hak grevini yasaklayacak,
hükümetin grev ertelemesini kolaylaştırarak, greve gitmeyi
zorlaştırarak vb. işçi sınıfını yasaklar cenderesine soklu. İşçi sınıfı bu
cendere içinde kalamazdı, kalmadı da.
B una bir de genel olarak 12 Eylül öncesi kısmen varolan politik
137
hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasını eklediğimizde, işçi sınıfına
yönelik ekonomik, politik baskının şiddeti ve bu şiddet karşısındaki
'bunalmışlık, birikim ve öfke daha iyi ıanlaşılır.
Sermayenin son on yıldaki ekonomik ve politik saldırıları işçi
sınıfında derin bir hoşnutsuzluk, öfke ve savaşım isteğini beslemiştir.
Bu sadece sınıfının ileri kesimlerinde, belli işkollarında değil, tüm ülke
çapında, sınıfın bütününde görülüyor.
İşçi harekeiinin hangi koşullarda geliştiğinin, eğilimlerinin
anlaşılması bakımından dikkate alınması gereken diğer bir etken, işçi
sınıfının sendikal örgütlülüğünün durumudur. Özellikle de geçmişteki
DİSK faktörünü gözönüne almak gerekir. DİSK, doğuşundan itibaren
genellikle savaşımcı işçileri saflarında toplamış, sınırlı düzeyde de
olsa tabanın eğilimlerini dikkate almış, işçilerin eylemlerine destek
olmuştur. DİSK her ne kadar devrimci bir sınıf sendikacılığını yaşama
geçirmem iş, reformİst · ve revizyonist yöneticileri eliyle politik
bakımdan işçi hareketini sosyal-demokrasinin kuyruğuna takmaya
çalışmışsa da, ilerici sendikal bir örgüt olarak işçi haraketinin gelişi­
minde önemli bir rol oynamıştır. '60'larda ve '70 'lerde grevierin ve
direnişierin çoğunluğun u DİSK üyesi işçiler yapmıştır. Her ne kadar
liderleri işçileri yarı yolda bırakınışiarsa da, 15-16 Haziran eylemi,
DGM ve MESS direnişi, faşizme ihtar eylemi, DİSK 'in girişim ve
destyğiyle gerçekleşmiş eylemlerdi.
B ugün işçiler bir parti olarak örgütlenmiş değil, bu bakımdan bir
parti önderliğinden ve desteğinden yoksunlar. Öte yandan DİSK gibi
bir sendikaya sahip değiller; çeşitli bağımsız sendikalar ise işçilere
güven vermiyor. Daha ötesi, NETAŞ 'ta Otomobil-İş'in yaptığı gibi
işçilere sahip çıkinıyorlar. Bugün işçi hareketi sendikal alanda sermaye
düzeninin istikrarını düşünen sarı, Amerikancı sendika bürokratlarının
yönettiği Türk-İş 'in insafına bırakılmış durumda. İşte tam da bu
koşullarda işçiler kendi güçlerine güverenek sendika bürokratlarının
engellemelerine ve onlara rağmen, grev, direniş eylemleriyle ser­
mayeye karşı dircomeye çalışıyorlar. Doğal olarak dışardan ve sendi­
kal alanda destek yoksuniuğu koşullarında, öncelikle ileri işçilerin
yardımıyla hareket ihtiyatlı bir şekilde i lerliyor. Yeni dönemdeki işçi
hareketi bu birikim ve koşullarda yolalıyor.
138
Hareketin özellikleri
Son üç yıldır, bütün olumsuz etkeniere ve greve gidilemez denilen
koşullara ragmen, işçi sınıfı yogun bir grev eylemine girişti. 1987
yılında, 29 bin 734 işçi greve çıktı ve bu grevlerde ·kaybolan işgünü
sayısı 1 milyon 961 bin 940'dı. 1 988'de ise 30 bin 483 işçinin katıldıgı
503 grev oldu. Bu grevierde kaybedilen işgünü sayısı ise 2 milyon 853
bin 940<dı.
Grevierin önemli bir özelligj, '60'h ve '70 'li yıllara göre işçilerin
daha uzun süre grevde kalması ve işçi sınıfının geçmişte grev eylemine
katılmamış kesimlerinin de greve katılmış olmasıdır.
Yeni dönemde, grevler, işçi hareketinin gücünü, öfke ve biriki­
mini, savaşım istegini yansıtmaktan çok uzaktır. İşçi hareketinin nabzı
grevierde degil, grev dışı eylemlerde atıyor.
12 Eylülden sonra sermayenin koydugu yasaklar, dogal olar�
işçi hareketini yasadışı eyleme zorluyor. 1 988 yılında -kesin rakamlar
bilinmemekle birlikte- 60'dan fazla yasadışı işçi eylemi gerçekleşti.
Eylemiere katılan işçi sayısı yüzbinleri buluyor. Sadece Türk-İş 'in l l
Mart yemek boykotu eylemine 1 ,5 milyon; Petrol-İş 'in toplusözleşme
uyuşmazlıklarını ve Petlas'daki imzalanan toplusözleşmeyi protesto
için 8 Kasımda yaptıgı yemek boykotuna 620 işyerinden 80 bin;
Eskişehir'de iş kazasında iki işçinin ölümünü protesto için 18 sendi­
kaya mensup işçilerin yaptıgı yemek boykotuna 35 bin işçi katıldı.
Yasadışı direnişler salt yemek boykotu, sakal bırakma gibi pasif
direniş biçimleri olarak da gerçekleşmedi; onbinlerce petrol, kimya,
demiryolu, belediye vb. işçisi bir çok işkolunda günlerce iş yavaşlat­
ma, çeşitli sürelerle iş bırakma, sesli ve sessiz yürüyüş vb. biçimlerde
aktif direniş eylemlerine de katıldı . Örneğin, toplu bir şekilde viziteye
çıkma, doğrudan iş yavaşlatmanın, otomasyon usulü çalışan fabrika­
larda işi bırakmanın bir başka biçimidir. Yine servis araçlarına binme­
yerek toplu bir şekilde işyerine gelme, işyerini terketme yasadışı
yürüyüş eyleminin bizzat kendisidir. Tüm bu eylemler yasadışıdır,
yasalar çignenerek yapılmaktadır. Anayasa ve yasalara göre, "siyasi
amaçlı grev, dayanışma grevi, genel grev, işyeri işgali, işi yavaşlatma,
verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz". Artık sözkonusu yasak­
lar aşılmış, yasakların koyucuları ve koruyucular·ı harekete geçemez
139
duruma düşmüştür.
Bu yıl içinde, özellikle de geçti!timiz�ayda, yasadışı direnişiere
katılan işçilerin sayısı ise yüzbini aştı, eylem biçimleri daha da sert­
leşti.
Yasadışı işçi hareketlerinin kapsamını, katılımı daha iyi kayra­
mak için, geçmiş dönemdeki yasadışı işçi eylemleri ile karşılaştırma
yapmak gerekiyor.
1960-70 döneminde 762 işçi olayı gerçekleşmiş ve bunların
%7 1 'i (53-9 olay) grev, %6'sı (45 olay) işyeri işgali, % 1 l 'i (82 olay)
pasif direnme, %9'u (69 olay) miting ve yürüyüş biçiminde gerçekleş­
miştir.1 Sözkonusu yasadışı eylemiere katılan işçi sayısı konusunda bir
bilgi olmamakla birlikte, bu dönemde özellikle 15-16 Haziran olaylarını
anmak gerekir.
1970'li yıllarda direniş sayısı ve direnişe katılan işçi sayısı konu­
sunda kesin rakamlar olmamakla birlikte, genel tablo hakkında fikir
verecek belli rakamlar da var. Yine aynı kaynağa göre, 1 976 ve 1 977
yıllarında MESS 'e bağlı işyerlerinde, toplam 70 yasadışı eylem
( 1976:45, 1 977:25) gerçekleşmiştir. Bunların 29 'u oturma grevi, 2 'si
işyeri işgali , 21 'i verim düşürme, 8 'i yemek boykolu ve 10'u da diğer
eylem biçimleri olarak gerçekleşmiştir.
'70'li yıllarda işçi hareketinin en hareketli yıllarından birini oluş­
turan 1979 yılında, toplam 156 işyerinde direniş yapılmış, bu direniş­
Iere 93 işyerinde yaklaşık 140 bin işçi katılınışt.ır. Diğer işyerlerinde ,
katılan işçi sayısı ise belli değildir.2 B unlar içinde, direnişiere katılım
ve işyeri sayısı bakımından ilk beş sırayı; i şten çıkarılmaları protesto
(38 eyleme 10 bin 299 işçi katılmıştır), sosyal güvenlik hakkı verilmesi
ve düşük ücretle çalışmayı protesto (27 eyleme 24 bin 2 1 5 işçi katılmış),
maaş ve ikramiyelerin ödenmemesini protesto (17 eyleme 34 bin 775
işçi katılmıştır), fabrika içi ula$ımda kullanılan vagonların az olmasını,
ısıtma sisteminin çalışmamasını protesto yürüyüşü (İSDEMİR 'de 20
bin işçi) gibi nedenlerle yapılan direnişler oluşturmaktadır.
Grev ve yasadışı direnişierin yoğunlaştığı 1980 yılına ilişkin tam
bilgi bulunmamakla birlikte, bu dönemde özellikle, Tariş,Tekel sigara
fabrikaları, Antbirlik, Çukobirlik, Yeniçeltek, Adana'da Sabancı
Holding'e bağlı işyerierindeki direnişler hem kitleselliği, hem de
eylem biçiminin sertliği bakımından önemli eylcmlerdi.
1 40
Bütün bunlar, yeni dönemde işçi hareketinde yasadışı direnişler
ve bunlara katılım oranının 1960'1ı ve 70'li yıll ara göre daha ileri bir
düzeyde olduğunu gösteriyor.,
Ayrıca, yeni dönemde yasadışı eylemlerin işçi hareketi n deki
öne­
gerçekleştirildiğini iyi kavramak
gerekiyor. 1960 ve 70'li yıllarda gerçekleşen direnişierin çoğun lı.lğ u
doğrudan sendikaların, özellikle de DİSK'in denetiminde ve desteğin­
de yapılıyordu. Örneğin, 1 979 yılı içinde gerçekleşen direnişierin 54 'ü
(50 bin işçi katılmış) DİSK'e bağlı işyerlerinde gerçekleşmiştir. 1 979 'da
gerÇekleşen diren işieri n 71 'i (5 1 bin 963 işçi katılmış) ise, snidikasız
işçiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Yeni dönemde ise, bir kaç küçük
sendika dışında, en önemli sendikal kuruluş olarak Türk-İş vardır.
Bazılarının sandığı ve iddia ettiği gibi Türk-İş 'in niteliğinde, düzen
savunuculuğunda değişen bir şey yoktur. Sadece taban baskısının et­
kisiyle, görünüşü kurtarmak için bazı göstermelik eylem kararları
almakla yetinmiş, genelde ise bu kararları uygulamaya yanaşmamıştır.
Onlar için koltukları ve sermaye düzeninin istikrarı bugün de her şeyin
üzerindedir.
Bugün ise, işçi hareketi DİSK veya DİSK gibi bir sendikanın
desteğinden de yoksun olarak, mevcut sendika bürokratlarının eylem­
leri engelleme çabalarına rağmen kendi gücüne güven temelinde
yasaklara rağmen gelişiyor. Bugün işçi sınıfına kendisinin dışında
yardım ve destekte bulunacak ciddi hiç bir güç yoktur.
Yasal grevler ve yasadışı eylemler büyük bir çoğunlukla doğru­
dan tabandan gelen işçi inisiyatifine dayanarak gerçekleşiyor. B u, yeni
dönemdeki işçi hareketinin en önemli dinamiğini, bağımsız olarak
hareket etmek konusundaki avantajını oluşturuyor. Olayları belli
kalıplar içinde değerlendiren, hareketi geriden izleyenierin sandığı
gibi, "gündelik mücadeleyi sendika bürokratları yönlendir"miyor.3
İşçiler sendika bürokratlarına rağmen, onların denetimi dışinda,
ya da onları önüne katarak eyleme geçiyorlar. Sendika bürokratları
yasadışı işçi eylemlerine taraftar olmadıkları gibi, yasal grevleri bile
tabanın baskısı olmadan uygulamaya koymak istemiyorlar, uygula­
maya konulan grevleri ise, bir an önce bitirmenin yollarını arıyorlar.
B u yasalarla grev yapılmaz di yenler Türk-İş 'in sendika bürokratları ydı.
İşçi hareketi, sadece yasal grevierin yapılabilcceğini değil, yasaları
mini anlamak
için
hangi koşullarda
141
Çigneyerek de eylem yapılabilecegini kanıtladı.
Türk-İş'in sendika bürokratları, işçi sınıfının grev dışı eylemle­
rini engellemeye çalışıyorlar, engelleyemedikleri durumda, en geri
noktada tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar; bunda da başarılı ·
olmazlarsa, eylemler gerçekleştikten sonra, bunların bir kısmına sahip
çıkıyorlar.
Tarihinin hiç bir döneminde Türkiye işçi sınıfı, sendika
bürokratlarına bugünkü kadar güvensizlik duymadı, sendika
bürokratlarına ragmen, daha ötesi, sendika bürokratlarına karşı, eylem
koymadı. B inlerce işçi sendika şubelerini basıyor, sendikacılarla eyleme
geçmek için sert tartışmalar yapıyorlar.
B ugün işçi sınıfı geçmişten farklı olarak haklarını elde etmek için
sendikacıların gözlerine bakmıyor, sendikaların yapacagı toplusözleş­
meleri beklemiyor. Görüşmeler devam ederken, çeşitli pasif veya aktif
eylem biçimleriyl({ · görüşmeleri etkilerneye çalışıyorlar. B u
davranışlarıyla hem işverene kararlılıklarını gösteriyorlar, hem de
sendika bürokralarını uyarıyorlar. Kuşkusuz '60 'larda ve '70 'lerde de
DİSK - Türk-İş sendikal rekabeti nedeniyle sendika bürokratlarına
karşı eylem konuldu. Ne var ki, bugün işçi sınıfı sendika degiştiemek
için, sendikal rekabet nedeniyle eyleme girişmiyor, sendikaların kendi
çıkarlarını savunmakta yetersiz kalması, sendika bürokratlarının bu
savaşımda kendilerine engel olması nedeniyle sendika bürokratlarına
karşı güvensizlik duyuyor, onlara karşı eylem koyuyor, onlara ragmen
eyleme girişiyor. . Bugün bir çok yerde eyleme geçen işçiler, sendika
yöneticilerinin denetimi dışında, hatta onlara da uyarı amacıyla eylem
yaptıklarını açıkça dile getiriyorlar. B u, geliştirilmesi, sendikalara
güvensizlige dönüştürülmeyecek şekilde yönlendirilmesi gereken işçi
hareketinin önemli özelliklerinden biridir. Bu görev en başta sosya­
listlere ve sınıf bilinçli işçilere düşüyor. Genel olarak sendikal örgüt­
lülüge güvensizlik işçi hareketinin güçlülügünü degil, zayıflıgını
gösterir. Sendikalara sahip çıkılmalı, sendika bürokratları alaşağı
edilmelidir. Sınıfbilinçli işçi hareketinin sloganı bu olmalıdır. Sendika
bürokratlarının alaşağı edilmesi, bürokratik yapısının kırılması, işçi
hareketinden kopmamış, denetlenebilir ve gerektiğinde görevden
alınabilir sınıf bilinçli işçi önderleri tarafından yönetilmesi, sendika­
ları işçi sınıfının günlük çıkarlarını savunmada temel bir dayanak
1 42
noktası haline getirebilecegi gibi, politik savaşımda,-sermaye egemen­
liginin yıkılınası savaşımında önemli bir dayanak noktası haline de
getirebilir.
Yeni dönemdeki işçi hareketinin diger bir önemli özelligi dogru­
dan işçi inisiyatifine dayanan örgütlenmelerin güçlenmesidir. Ekim 'in
geçen sayısında, bunun İstanbul somutundaki örneklerine deginildi.4
İstanbul proletaryasının deneyimi ve örgütlülüğü nedeniyle bu konuda
başı çekmesi dogaldır. Ne var ki, İstanbul öreneklerindeki kadar
bilinçli, düzenli, belli politik amaçlara sahip olmasalar bile, bu tür
örgütlenmelere öteki kentlerde de rastlanmaktadır. Yasadışı eylemin
olduğu her yerde genellikle fiilen bir komite oluşmakta ve harekete bu
komite önderlik etmektedir. Belki eylemiere önderlik eden işçiler
kendilerine komite adı vermiyorlar veya eylem bitince komitenin
işlevi de bitiyordur. Ancak böyle olsa bile, fiiliyatta bir komitenin
harekete önderlik ettiği, eylemlerin işçi inisiyatifiyle gerçekleştiği,
bunun ise sınıf hareketinde önemli bir ilerlemeyi temsil ettiği bütün
kuşkuların ötesindedir. Görev, sözkonusu inisiyatifleri bilinçli, istik­
rarlı, işçi sınıfının gündelik çıkarlarını savunmanın ötesinde işlevler
üstlenmiş örgütlenmelere dönüştürmektir. Sözkonusu işçi insiyatifleri
sadece burjuvaziye karşı savaşımın değil, sendika bürokrasisine karşı
savaşımın da önemli dayanak noktalarıdır.
Yeni dönemdeki işçi hareketinin diğer bir özelliği, yasadışı di­
renişlerin geçmişten farklı olarak, kamu işyerlerinde, devlet işletme­
lerinde yoğunlaşmasıdır. Bu, işçi hareketinin yeni bir özelliği ve
hareketin güçlülüğünün göstergesidir. '60'larda '70'lerde genelde
KİT'lerde Türk-İş 'in örgütlü olmasının da bir sonucu olarak, bu
işyerlerinde işçi hareketi yoğun değildi. Olduğu kadarıyla da çoğun­
lukla sağlıksız ve geri eğilimlerin bir sonucu olarak gerçekleşiyordu.
Kuşkusuz bu işyerlerinde Türk-İş 'in örgütlenmesi, işçilerin geriliğinin
de bir sonucuydu. Sözkonusu işletmelerin özelliği devlet kuruluşları
olması, işçilerin karşısına kapitalist olarak devletin çıkmasıdır. Özel
kapitalist işyerlerinde savaşıma atılan işçiler, karşılarında tek tek
kapitalistleri gördükleri için, devletin sınıfsal niteliği konusunda
yanılucı eğilimler besleyebiliyorlaı:, kapitalistlere karşı savaşla, onların
egemenlik aracı, koruy ucusu devlet arasındaki ilişki konusunda doğru­
dan bir bağlanu kuramayabiliyorlar. Oysa devlet kuruluşlarında, dev143
!etin kurumları işçilerin karşısında hem kapitalist olarak, hem de.
sermay_e düzeninin koruyucusu olarak çıkıyor . Bu savaşım içinde,
yaygın olan "devlet baba" imajı hızla yıkılabiliyor, bu ise işçi sınıfının
politik bilincinin ilerlemesinin bir vesilesi oluyor
1960 'larda, işçi eylemleri özel sektö� işyerlerinde yogunlaşmıştı.
Genelde devlet işletmelerindeki işçiler hareketsizdi. '70'li yılların
ikinci yarısından itibaren devIet işletmelerinde işçilerin hareketlendigi
görülüyor. B unda genel olarak ekonomik krizin ağırlaşmasının, bu
kesimi de derinden etkilemesinin, DİSK - Türk-İş arasındaki sendikal
rekabetin devlet işletmelerine de sıçramasının, s.ı k sık hükümet degi­
ş ikl ikleri olmasının ve hükümete gelen partinin kendi yandaşlarını
devlet işletmelerine almasının ve bunun sonucu olarak sık sık toplu
işten çıkarmaların gündeme gelmesinin belirleyici etkisi vardır. Bu
etkenler işçi sınıfının sermaye iktidarına, özel olarak bu işletmelerin
patronu olan devlete, bir bütün olarak, sınıf olarak harekete geçmesini
olumsuz bir şekilde etkiliyor, işçiler arasında bölünmüşlük yaratıyor
ve sağlıksız eğilimleri besliyordu. Kuşkusuz bütün bu nedenlerle
ortaya çıkmış olsa bile, olayın kendisi işçileri daha fazla politize
ediyor, atalctten uzaklaşmalarına neden oluyordu; ama bu bile yukar­
daki olumsuzluğu ortadan kaldırmıyor. Bu dönem üzerine araştırma
yapan Y .Koç, sözkonusu işyerlerinde, "işçi-işveren çelişkisinden çok,
işyerierindeki işçiler arasındaki saflaşmanın yolaçtığı çelişkiler(in)
ortaya çık"tığını söylüyor.
Yeni dönemdeki işçi hareketinin devlet işletmelerinde, petrol,
kimya, demiryolu, kömür, demirçelik, belediye, tersane ve diğer
işyerlerinde yoğunlaşması, hem işçilerin geçmişteki geri konumlarını
bir ölçüde aştıklarını, hem de sözü edilen ve işçi hareketini bölen
yukarıdaki olumsuz etkenleri geride bırakarak harekete geçtiklerini
ortaya koyuyor.
Bugün işçi hareketi yoğun bir sendikal rekabetin, hükümet de­
ğişiklikleri ve partilere göre tutum alan bölünmüşlüğün, Türk-İş 'in hü­
kümetle işbirliği yaparak işçi hareketini pasif bir konumda tutmasının
olumsuz etkilerinden önemli ölçüde bağımsız olarak gelişiyor. Eyleme
her eğilimden işçiler büyük bi� çogunlukla blok halinde katılıyor ve
bu hareketin gelişmesi, sınıf kardeşligi ruhunun derinleşmesi
bakımından, işçi hareketinin gelecegi bakımından önemli bir avantajdır.
.
144
İşçi sınıfı içinde burjuva partiler etkin olmasına ragmen, işçiler kendi
çıkarları etrafında bu partilerden bagımsız bir tutum takınabiliyor.
Aynı şekilde işçi sınıfı içinde sosyal-demoKrasinin güçlü bir etkisi
olmasına ragmen, işçi sınıfı sosyal-demokrasi karşısında geçmiş coş­
kusunu göstermiyor. Önemli bir kesim, alternatifsizlik koşullarında
sosyal-demokratlara oy veriyor. Her egilimden işçiler sokaklara
dökülüyorsa, genel grev sloganını sık sık gündeme getiriyor, hükümet
istifa diye bagırıyorsa, partilerin düzenlcdigi toplantılarda kendi
sloganını haykınyorsa, bütün bunlar hareketin gelecegi bakımından
önemli bir ilerleme sayılmalıdır.
Yeni dönemdeki işçi hareketinin ileri ve güçlü yanlarından bir
di geri, işçi sınıfının eyleminin şu veya bu şehirde veya işkolunda degil,
işçi sınıfının geri kesimlerini de içine alarak bütün ülke çapında ve tüm
işkollarında gerçekleşiyor olmasıdır. İşçi sınıfındaki hoşnutsuzluk,
öfke savaşım istegi geneldir. Tarihinde hiç bir ciddi eylem olmamış
işyerlerinde işçiler greve çıkıyor, yasadışı eyleme katılıyor. Bu konuda
en çarpıcı örnek, 10 bin işçiyi kapsayan SEKA grevi ve demiryolu
işçilerinin eylemleridir. SEKA 'da işçiler ilk kez greve gitmekle de
kalmadı, sendikalardan ücret talep etmeden de greve gidebileceğini
kanıtladı. Grevin son günlerinde Türk-İş 'in sınırlı parasal yardımı ve
sınıf kardeşlerinin doğrudan inisiyatifi ile çevre esnafının çeşitli bi­
çimlerde gerçekleşen yardımlan dışında hiç bir yardım almadan, dört
ay gibi uzun bir süre grevde direndi. Sendikalardan ücret talep etmeden
greve gitme kararlı lığına diger bir örnek 40 bin Zonguldak kömür
işçisinin son dakikada önlenen grev girişimidir.
İşçi hareketinin yasal ve yasadışı biçimlerle gelişmesi bir başka
gerçeği daha ortaya çıkarıyor: İşçi sınıfının eylemi toplumun diger
emekçi kesimlerinden yaygın bir sempati ve destek görüyor.
Sözkonusu destek, Karabük 'te görüldüğü gibi, demir çelik işçi­
lerinin eylemlerini desteklemek için esnafın kepcnk kapatması biçi­
minde, maddi destek biçiminde, gösteri yapan işçileri alkışlayarak
manevi destek biçiminde vb. gerçeklcşiyor. Gerçi bugün, işçi sınıfı
içinde sınıf kardeşlerini desteklemek için dogrudan eylem koyma
bilinci hala geridir. B una rağmen, çeşitli işkollarında aynı dönemde
eyleme geçmek, adı öyle konmasa bile doğrudan dayanışınanın bir
başka biçimidir. Dayanışmayı eylemlerle yaygınlaştırmak, eylemin
145
amacını açıktan "dayanışma" olarak belirlemek ve bu temelde
dayanışmayı güçlendirmek gerekiyor. Bu görev yerine getirildiği
oranda işçi hareketi daha da güçlenecek, politikleşecek ve kapitalistler
işçi sınıfının taleplerini daha fazla dikkate almak zorunda kalacaktır.
İşçi hareketinin geleceği bakımından önemli ve devrimci fOl oy­
nayacak etkenlerden biri olarak belirteceğimiz son nokta, değişik
eğilimden sosyalist i şçilerin ortak hareket etmeleri, en azından geçmiş­
teki derin bölünmüşlüğü önemli oranda aşmalarıdır. Bugün Türkiye ' de
sosyalist hareketin çeşitli eğilimler etrafında bölünmüşlüğü, genel
olarak işçi hareketinden kopukluğu, olduğu kadarıyla da çoğunluğu­
nun işçi hareketine geri, halkçı, ciddi reformİst öğelerle sakatianmış
programlarla müdahale etmeye çalıştıkları açık bir olgudur. Bütün
bunlara rağmen, çeşitli sosyalist eğilimlerden devrimci işçiler, burju­
vaziye karşı işçi sınıfı hareketinin geliştirilmesinde ortak hareket
edebiliyorlar, ortak komitelerde örgütlenebiliyorlar. Bu devrimci ve
bağımsız sosyalist bir işçi hareketinin yaratılması, sosyalist hareketin
sınıf içinde meşruluk kazanması bakımından desteklenmesi, teşvik
edilmesi gereken bir gelişmedir. Sosyalist hareketin sınıf iÇinde gelişip
güçlenmesi, işçi hareketinin burjuva partilerden, reformizm ve reviz­
yonizmden kopuşunu hızlandıracak, daha güçlü ve bağımsız bir işçi
hareketinin yaratılmasının koşullarını olgunlaştıracaktır.
Yeni dönemdeki işçi hareketi yukarda saydığımız yeni ve dev­
rimci özelliklerinin yanısıra, mevcut bilinç ve savaşım düzeyiyle bir
çok alanda hala geri bir konum sergiliyor.
Her şeyden önce hareket kendiliğinden ve ağırlıklı olarak eko­
nomik taleplerle gündeme geliyor. İşçi hareketi kapitalizmin kendisine
karşı değil, onun sonuçlarına karşı savaşarak gelişiyor. Hareket, ağırlıklı
olarak ekonomik taleplerle gelişmesine rağmen, sık sık gündeme ge­
tirilen genel grev, hükümetin istifası vb. istemler veya grev yasaklarının
kaldırılması talepleri politik taleplerdir.
İşçi hareketi esas olarak ekonomik istemler etrafında gelişiyor,
ancak
ekonomik
istem iere
dayalı
eylemler bugünün
Türkiye
koşullarında belli ölçülerde politik biçiıplere bürünebiliyor. Yasaları
çignemeden etkili bir ekonomik savaşı m verilerneyeceği gibi, bugünün
Türkiye'sinde ekonomik taleplerin gerçekleşmesi için verilen savaşla
politik haklar uğruna savaş üstüste gelmiştir. Türkiye kapitalizmi
146
geçici de olsa işçileri rabatiatacak ekonomik istemleri karşılama
olanagından yoksundur. İşçi sınıfının kitlesel olarakg ündeme getirdigi
ve giderek artan "açız" feryatlarına yanıt verecek durumda degildir.
"Süper ücret" artışı olarak deger�endirilen toplusözleşme kazanımları
bile f�zla zaman geçmeden yüksek enflasyon nedeniyle eriyip
gitmektedir. İşçi sınıfı bunun bilincindedir; bu bilinçledir ki, son
dönemde bir yıllık toplusözleşme talebi g iderek yaygınlık
kazanmaktadır.
S' ınıf bilinçli bir işçi hareketi, kendini dar ekonomik taleplerle
sınırlayamaz. İşçi sınıfı sadece bugünü için degil, gelecegi için de
savaşmak zorundadır. İşçi sınıfının gelecegini kazanmasının yolu ise,
sermaye egemenliginin yıkılmasından, sömürünün ve eşitsizligin temeli
olan özel mülkiyetİn ortadan kaldırılmasından geçmektedir. Bu ise,
daha işin başında politik hedef ve amaçlar ugruna savaşırİlın gündeme
alı�masını, işçi sınıfının tüm ezilen ve sömürülen emekçi yığınların
öncüsü olarak her türden politik baskı ve eşitsizliğe müdahale etmesini
gerektirir.
Yeni dönemdeki işçi hareketi, örnegin '70 'lerdeki işçi hareketine
göre talepleri bakımından
geri olmakla kalmıyor, savaşımın şiddeti ve
ı
biçimleri bakımından da henüz geri bir konum sergiliyor. Giderek
sertleşme egilimi göstermesine ragmen, bugün yıgınsal olarak en çok
başvurulan eylem biçimleri henüz geri ve pasif biçimlerdir. Ömegin,
'70'lerde olduğu gibi, bir 1 5 - 1 6 Haziran direnişi, MESS ve DGM
direnişieri, faşizme ihtar eylemi vb. biçimlerde sert savaşıma girişiimiş
degil. Fakat bu noktada baştan beri dikkat çekmek istediğimiz gibi,
genel politik ortamın farklılığını, DİSK faktörünü, yeni dönemdeki işçi
hareketinin henüz gelişmesinin başlangıç evrelerini yaşadığını unut­
mamak gerekir. Nesnel koşullar her geçen gün işçi sınıfını daha seit
ve kitlesel eylemiere zorlayacaktır.
Bugün sosyalistlerin sadece gelişen işçi hareketinin güçlü yanlarını
koyma görevi yoktur. Aynı zamanda, belki de daha fazla onun
zayıflıklarını irdeleme, ortaya koyma ve hareketi bu zayıflıklarından
arındırmak için çaba gösterme görevi vardır. İşçi sınıfının kendiligin­
den hareketine genel övgü, zayıflıklarını bilince çıkarmayan, görev­
lerini buna göre belirlemeyen bir sosyalist hareket sadece kendini işçi
hareketinin kuyruğuna takılınaya mahkum eder. İşçi sınıfı hareketinin
147
yolunu aydmlatmayanların, temel görevleı:ini dogru bir şekilde belir­
lemeyenierin ona bir şey vermeden, işçi hareketinde çok şey istemeye
haklan yoktur.
İşçi hareketinin sınıf mücadelesinin odagına yerleşti� bir dö­
nemde · ne yazık ki, hala bazı sosyalistler, küçük-burjuva içerikli
programlarla, demokrasi, demokratik kapitalizm, demokratik devrim
programlarıyla harekete müdahale etmeye çalışıyorlar. İşçi sınıfına,
kapitalizme başkaldırı bilincini değil, aşırı lıklardan arındırılmış kapi­
talizm bilincini, sosyalist demokrasiyi degil, sınırları n� kadar geniş
tutulursa tutulsun özü burjuva olan bir demokrasi bilincini aşılamaya
çalışıyorlar. ProJetat'ya-burjuvazi çelişmesinin eylem alanında kendini
dayattığı günümüz koşullarında, bu programlar, savunanların irade ve
isteginden bagımsız olarak gerici, işçi hareketinin önünü karartıcı bir
rol oynuyor. Sosyalizm programı dışında hiçbir program işçi sınıfının
bugünkü nesnel temel istemlerini karşılayamaz. Doğal olarak bu
programların işçi hareketinde yankı bulması, bilimsel sosyalizmle işçi
hareketi arasındaki mesafeyi daraltıcı bir rol oynaması düşünülemez.
İşçi hareketinin gelişimi her geçen gün program, strateji ve taktigini
işçi sınıfı hareketinin sermayeye karşı cepheden saldırısı ve sosyalist
devrim üzerine kuranların haklılığını kanıtlıyor. BugUnün devrimcisi,
harekete gerçekten hizmet etmek istiyorsa sosyalist devrimci olmak
zorundadır.
T.
Göker
Nisan
1 989
Dipnotlar:
1 ) Yıldırım Koç, Planlı Dönemde Işçi Hareketini Belirleyen Etkenler,
OTDÜ Gelişme Dergisi, 1 9 8 1 Özel Sayısı, s.301
2) TÜBA Ajans Bliltenlerindcn aktaran, 1979 DISK Ekonomik Raporu
3) Ö zgürlük Dünyası, sayı: 15
4) Işçi Hareketi Tabanında Bazı Gelişmeler, K. Yayla
148
ŞİMDtKt tşçt HAREKETİNfN ÖZELLİKLERİ
600 bin civarında KİT işçisinin toplusözleşme dönemi vesile­
siyle başlayan eylemleri sürüyor. Mart ortalarından beri yüzbinlerce
işçi hareket halinde; iş yavaşlatıyor ya da durduniyor, yürüyor, gösteri
yapıyor. . . Grev ve Lokavt, Toplanu ve Gösteri Yürüyüşleri yasaları
fiilen delinmiş bulunuyor. Hareketin sendika bürokrasisini aşugı,
dahası çogu zaman onunla çatıştigı, ona ragmen s'ürdügü biliniyor.
B ütün gözlemciler Türkiye tarihinde böylesine kitlesel, yaygın ;ve uzun
süreli bir işçi hareketinin görülmedigi noktasında birleşiyorlar�
Ancak, bütün teorik ve pratik faaliyetlerini işçi hareketinin ge­
lişmesine hasreden ve hasretmeleri gereken komünistterin görevlerini
dogru saptayabilmeleri için, şimdiki hareketin ana çizgilerini aslına
uygun tanımlamak, abartılı degerlendirmelerden kaçınmak gerekiyor.
Eylemler yarım milyonu aşkın KİT işçisinin toplusözleşme
dönemi vesilesiyle ve iktisadi nedenlerle başlamıştır. Ve sözleşmelerin
bağıtlanmasıyla da, en azından bu kesimde durolmaya başlayacaktır.
149
İkincisi, hareket, bir gözlemcinin ifadesiyle, kapitalizmin kendisine
degil, sonuçlarına yönelmiştir. Kelimenin gerçek anlamıyla sefalete
itilen, sosyal-kültürel ihtiyaçları orada kalsın, fiziki olarak dahi leen­
dini idame ettiremeyen işçi sınıfı tamamen iktisadi nedenlerle kendi­
liginden harekete geçmiştir. İşçilerin içinde bulundukları yaşain
koşullarını sayılarta yİnelernek gerekmiyor; günlük basında, dergiler­
de, sendika basınında sık sık yayıntanıyor. Özetle işgücü adeta "bedava"
satın alınıyor. Hareketin şiı,ı.rları kendi kendini tanımlıyor: "Açız,
ekmek istiyoruz! " Hükümete karşı sloganlar, genel grev istemi gibi
siyasal içerikli istemler de bu çerçevede şekilleniyor.
Eyleme geçen kesim, Tekel ve Tersane işçileri vb. istisnalar dışta
tutulursa, sınıfın en geri, en muhafazakar kesimidir. Buna karşılık,
toplusözleşme dönemine girmemiş özel sektörde toplumun sınıfın ileri
kesimlerinde, bazı istisnalar dışında, bir hareket veya dayanışma
eylemi görülmüyor. B askıcı siyasal ortam ve işsizlik tehditi gibi
etkenler, genel olarak sınıfın siyasal bilinç ve örgüt düzeyi, ve özellikle
de sendikaların nitelikleriyle birlikte düşünüldügünde, farklı bir
beklenti de şimdilik pek gerçekçi olmazdı. Ancak eylemde olmayan
işçilerin de kaynaşma içinde oldukları, eylemlerin heyecanını içten
duydukları, örnegin sendikalarının bir işaretiyle harekete geçebilecek­
leri kesindir. Sınıfın en geri kesimlerini dahi harekete geçiren nesnel
koşullar -ekonomik durum/yaşam koşulları- bütün işçi sıpıfı için
aynıdır. Bu da hareketin derin köklerini gösterir. Şimdilik bilinç ve
tecrübe bakımından geri olanlar, eylemde ileri, bilinç ve tecrübe
bakımından ileri olanlar eylemde geri konumlarda bulunuyorlar. Zira
eylemlerin nedeni toplusözleşmelerdir.
Hareket ekonomik nedenlerle başladı, ancak, eyleme geçen işçi­
lerin eyleme başlarken sahip oldukları bilinç ve amaçlarla, eylemin ge­
rek işçilerin bilincinde, gerekse siyasal-toplumsal planda yarattıkları
sonuçlar aynı olmuyor. Zaten kitle hareketinin özelligi ve manugıdır
bu.
İşçiler tamamen ekonomik nedenlerle harekete geçiyorlar, ama
hükümct-devlet ve TİSK ve MESS 'in, yani kapitalist sınıfın merkezi .
ekonomik politikasıyla karşılaşıyorlar. Bunu anlıyorlar ve hük Ü metle
çatışmaya ba şlıyorlar; "hükümet istifa" sloganları bunu ifade ediyor.
Bu da, hükümet-devlet ve kapitalistlerle işçiler arasındaki çıkar
150
karşıtlıgını işçilere gösteriyor, düşmanlık tohuıtıları ekiyor.
Hak aramak için harekete geçtiklerinde, hak arama yollarının
kapalı oldugunu, yasal engeller oldugunu görünce, yasaları 1 yasaklan
bilinçle çigniyor, çigpemesini ögreniyorlar. Henüz s� örnekleri olmasa
da, özellikle yıgınlar bakımından yasaları çigneme geleneginin zayıf
oldugu bizim koşullarımızda bu oldufça önemlidir.
Diyarbakır, Malatya, Kars'taki işçi eyleme geçtiginde� aynı anda,
ve de sadece kendi işkolunda degil, degişik iş kollarında, İstanbul,
İzmir, Adana, Ankara'daki i şçilerin de eylem yapacaklarını, eylemde
olduklarını biliyor ya da ögreniyor. Bu da sınıf dayanışması bilincini
geliştiriyor: İşçilerin çıkarlarının bir ve aynı oldugunu, hükümetin ve
kapitalistlerin çıkadarıyla karşıt oldugunu anlıyor, anlamaya başlıyor.
Hükümetin ve kapitalist sınıfın merkezi ortak politikasına karşı
mevzi, parça parça eylemlerin yetersiz oldugu görülünce, sınıfın top­
yekün, tck blok halinde eyleme_ geçmesi gerektigi kavranıyor ve
"işçiler elele genel greve'' şiarı hemen bütün işçi sınıfının şiarı haline
geliyor.
İşçiler eylem içerisinde şendika bürokrasisini daha iyi tanıyorlar.
Eylemin kendisi sendika bürokrasisinin -"sagcı" veya "sosyal-demok­
rat"- gerici, "grev kıncı", niteligini açık seçik ortaya seriyor; teşhirle,
aydınlatma faaliyetiyle gösterilemeyen, pratik eylem tarafından göste­
riliyor; tecrübeyle ögreniliyor. Ve sendika merkezleri basılıyor, tehdit
ediliyor, onlara ragmen eylemler sürdürülüyor.
Örnekler artırılabilir. Bütün bunlar işçi yıgınları arasında siyasal
bilinç, sınıf bilinci tohumları ekiyor, ya da daha doğrusu, bunun
zeminini hazırlıyor; sınıf, hareket/eylem içerisinde şekilleniyor,
olgunlaşıyor.
Öte yandan, hareket, toplumda iki temel kutup oldugu, bir yanda
işçiler, diğer yanda kapitalistler (ve en büyük işveren olarak kapitalist
devlet) olduğu, her iki tarafın çıkarlarının çatıştıgı gerçegini diger halk
sınıf ve tabakaları nezdinde de netleştiriyor; dikkatlerini işçiler üze­
rinde topluyor. İşçi hareketi bütün sömürülen ve ezilenlere cesaret ve
umut veriyor. Aynı şey devrimci hareket için de geçerli.
Ancak, aynı şekilde, bütün bunlar, hareketin sınıf bilincinden
yoksun olduğu, işçilerin genel olarak burjuva ideolojisi ve politikasının
etki alanında oldukları gerçegini de degiştirmiyor.
·
151
Türkiye'de işçilerin yaygın ekonomik-sendikal hareketi uzun sü­
redir vardır. Ancak işçiler ilk defa büyük yıltınlar halinde "açız" diye
sokaklara dökülüyorlar. İşçilerin son on yılda yi tirdikleri ve içine itH­
dikleri yaşam koşulları, ve ekonominin durumu ve olanakları gözönü­
ne alındıgında� iktisadi hareketin, iniş çıkışlarla, zaman zaman durul­
malarla, ama giderek büyüyecegini ve sertleşecegini söylemek
mumkündür. Şüphesiz işçilerin direnişi karşısında kapitalistler ve
kapitalist devlet zorunlu olarak tavizler vereceklerdir; ancak dizgin­
lerinden boşanmış enflasyon )<oşullarında bir elden verilen, kısa sürede,
öteki elle geri alınacaktır. Dış ve iç borç çıkınazı içerisinde debelenen
adeta kronik bir bunalım içindeki Türkiye kapitalizmi buna mecbur­
dur. B u da, toplumun nefes borularını tıkayan yürürlükteki siyasi­
hukuki çerçeveyle birlikte düşünüldügünde, sistemi sürekli gerilim
·
içinde tutacak, açmazlarını artıracak, emek-sermaye çeİişkisi ve
çatışması giderek daha da keskinleşecektir. Burjuvazi bakımından
sarsıntısız bir çıkış yolu, çelişkiyi yumuşatacak hiçbir formül görül­
müyor, siyasal temsilcile'ri tarafından önecilemiyor da.
*
İşte komünistler bütün güçlerini keskinleşen ve giderek daha da
keskinleşecek olan bu çelişkiden, emek-sermaye çelişkisinden
alacaklardır; bütün teorik ve pratik faaliyetlerinin eksenini bu alan
üzerine oturtacaklardır.
Toplumun temel sorunu, devrimimizin dogrudan hedefi bu çe­
lişkinin çözümüdür. B ütün diger çelişki ve sorunların çözümü buna
bağlıdır, bu eksen etrafında biçimlenecektir. İç ve dış her türlü kapi­
talist sömürünün ortadan kaldırılması, bizim koşullarımızda giderek
bir devrim sorunu haline gelecek olan "ekmek" sorununun çözümü ve
insana yaraşır onurlu bir yaşam için, bütün demokratik reformların tam
ve eksiksiz gerçekleştirilip teminat altına alınması, yani toplumun de­
mokratikleştirilip "halk egemenliği"nin mutlak olarak kurulması, ulusal
baskıya son verilip ulusal eşitligin saglanması için, doğrudan, ilk hedef
olarak kapitalist iktidarın ve kapitalizmin devrilmesi, burjuvazinin
152
mülksüzleştirilmesi -işte her fırsatta, her vesilt:iyle i şçilere gösterilmesi
gereken hedef budur. Emek-sermaye çelişkisinin çözümünü eksenine
almayan, dogrudan, ilk hedef olarak sosyalist iktidar ve sosyalizm
hedefini göstermeyen hiçbir program, bunu merkezine almayan hiçbir
teorik ve pratik çalışma marksist olarak nitelenemez. İşçilerin dikka­
tini asıl sorundan uzaklaştırır, kafalarını karıştırır, ve son tahlilde
onları burjuva ideolojisi ve siyasetinin etkisi alanında tutmaya devam
eder.
Komünistlerin güçleri sınırlıdır. Bu yüzden enerjilerini sadece en
gerekli alanda ve en gerekli olana harcamalıdırlar. Doğrudari yazıyoruz:
Örneğin, ekonomik ajitasyon yapmak bizim koşullarımızda artık hiç
de onlara düşmüyor. Bu işi bizzat işçilerin kendileri, sendikalar,
sendika basını yapıyor; hem de fazlasıyla. İşçilerin bu bakımdan
yardıma ihtiyaçları yoktur.
Komünistler şimdiki ve gelecekteki hareketlilikten işçilere siya­
sal ajitasyon yapmak, anti-kapitalist /sosyalist fikir ve şiarları taşımak
için yararlanmalıdırlar. Bunun en elverişli araçları bildiriler ve ola­
naklı olduğu ölçüde broşürlerdir. Bırakalım yasadışı yayınları, yasal
yayınlar dahi, mevcut koşullar. altında, değil işçi yığınlarına, işçilerin
ileri kesimlerine dahi ulaşamıyor. Bildirilerin önemi bu nedenle de
daha da artıyor.
İşçiler yasaları çiğnerneyi öğreniyorlar. Burjuvazinin akıllı
temsilcileri bundan bir hayli ürktüler. Bay Ecevit işçilerin yaptıklarının
Gandivari eylemler olduklarını söyleyivermek ihtiyacı duydu. Köşe
yazarları yasaların derhal değiştirilmesini tavsiye ettiler. Aksi takdir­
de, işçiler kötü alışacak, kanun ve devlet otoritesi zedelenecek,
sarsılacaktı ... Amaç işçilerin yaptıklarının bilince çıkmasının ve gele­
nege dönüşmesinin önüne geçmekti. Komünistlere ise bunu iyice
bilince çıkarmak ve geleneğe dönüştürmek, yasaların nihayet kağıtlar
olduğu, gerçek yasaların kuvvet ilişkileri tarafından ortaya çıkarıldığı
ve belirlendiği, işçi ve halk düşmanı yasaların ricayla, icazetle veya
parlamenter tartışmalarla değil, ancak onların fiilen çiğnenip geçersiz
hale getirilmesiyle ortadan kaldırılabileceği fikrini ısrarla işlernek
görevi düşüyor. Düzen dışı, yasaları gerektiği her zaman sistemli
olarak çiğneyen militan bir işçi hareketi yaratmanın koşuludur bu.
Ve son olarak, sendika bürokrasisine karşı oluşmuş ve giderek
153
büyüyecek olan öfke ve muhalefeti körüklemek,- sistemleŞtirmek,
örgütlernek ve bundan sendikalann bürokratik yapısının kırılıp dev'
ri!Jlcileştirilmesi için yararlanmak gerekiyor.
A. Azad
Mayıs 1 989
154
1
MAYIS
ve
ECEVIT 'İN MISYONU
Parti ve sendika liderleri eliyle sosyal-demokrasi her zamanki
hain, "grev kıncı" rolünü ı Mayıs 'ta da oynadı. Ama şüphesiz ki en
aşagılık olanı DSP lideri Ecevit'inkiydi. Devletin ve düzenin "yüksek
çıkarlar"ını gözetptek daha baştan grev kırıcılıgına soyundu. Özal,
bakanlan , valiler, polis şefleri ı Mayıs gösterisini yapmaya kararlı
işçileri ve sosyalistleri tehdit edip vahşet vaadederken, o da usta
demagoglugunu devlet ve burjuvazi için kullanarak, onlara fikri ve
siyasal destek verdi; ı Mayıs 'ın karşısında, ey lülist reformların yanında
yer aldı.
1
Mayıs öncesi verdigi demeçte, Türkiye işçi hareketinin
kökeninde I Mayıs'la tarihsel bir baglanu olmadıgını, Türkiye 'de işçi
haklannın elde edilmesinde
23
Temmuz 1 963 tarihinin önemli oldu­
gunu, eger bir gün kutlamak gerekiyorsa,
oldugunu açıklıyor ve DSP'li işçileri
çagırıyord u.
24 Temmuzun daha uygun
1 Mayıs'a katılmamaya
Devlet terör makinesini harekete geçirdi; Ecevit ideolojik
saldırıyla onu tamamladı. Onunkisi daha igrenç ve daha tehlikeli; "sol"
155
görünümünü ve sol e�ilimli işçiler üzerindeki etkisini kullanarak, işçi
hareketinin -uluslararası işçi hareketinin degerierini tahrip etmeyi,
bozmayı amaçlıyor. İşçi ve halk hareketinin sosyalizmle buluşmasını
ve birleşmesini önlemek- Ecevit'in bütün misyonu zaten budur, bu
olmuştur.
Türkiye işçi hareketinin kökeninde ı Mayıs 'la tarihsel bır bağ­
lantı yokmuş! Öyle mi dersiniz? Türk burjuvazisinin bu "kültürlü"
temsilcisinin ağzından bu sözleri işitmek ne .de eğlenceli ! Aşağılık
demagog alemi budala sayıyor. B una göre, ı Mayıs, Amerikan, hadi
bilemediniz Batı Avrupa işçi sınıfının tarihiyle ilgilidir! Bu nedenle
sadece Türkiye işçi sınıfı değil, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa
dışmda, ı Mayıs'ı kutlayan bütün diğer ülkelerin işçi sınıfları, bay
Ecevit'in, Türk burjuvazisinin bu "gelişmiş" temsilcisinin tarihi
düzelten bu "tarihi açıklama"smı dikkate alıp, artık bundan böyle I
Mayıs kutlarnalarına son vermeli ve her biri kert di "23 Temmuz"larını
saptayıp "işçi bayramı" olarak o günü kutlamalıdırlar!
Her ne kadar, tarihsel kökeni Amerikan işçi sınıfının 8 saatlik
işgünü için 1 Mayıs 1 886 'da giriştiği kanlJ mücadelenin anısına
dayamyorsa da, 1 Mayıs'ın işçi haklarından öte bir anlamı olduğu
olgusunu bir yana bırakıyoruz.
Şüphesiz işçi sınıfları yaşıt değillerdir. Ancak bay demagog çok
iyi biliyor ki, henüz genç işçi sınıflarının sahip oldukları hakların
temelinde yaşlı Avrupa ve Amerikan işçi sınıflarının zahmetli, kanlı
m ücadeleleri vardır. Genç işçi sınıfları bugün sahip oldukları haklara,
çoğu zaman nispeten. daha kolay sahip olabilmişlerse, yine bu da
AvFupa 'nın ve Amerika'nın yaşlı işçi sınıflarının sayesinde, onların
yarattığı ve ulusal yasalara ve ul uslararası anlaşmalara 1 belgelere
geçirdikleri örneklerin baskısıyla olmuştur. İşçi sınıflarının bir bölü­
münün kazand ığı ileri mevziler di)!erlerine emsal olmuş, bütün ·ülke­
lerin kapitalist sınıfları bu yönde zorlanmıştır.
1 Mayıs 'ın tarihi kökeni olan Amerikan işçi sınıfının 1886 'daki
eylemi de tam da bunu ifade ediyor. Amerikan işçi sınıfı kanı, idam
sehpaları pahasına 8 saatlik işgünü talebini bütün dünya işçilerinin
bayrağına yazdı. Sonra doğan genç işçi sınıfları da daha doğar doğmaz
* Şimdi aynı şekilde Avrupa işçi sınıfının başlattığı35 saatlik iş haftaq bütün
uluslardan işçilere emsal oluyor.
156
aynı bayragı yükselttiler. Ve 8 saatlik işgünü bütün kapitalist ülkelerin
yasalarına sokuldu.* Aynı şekilde sendika, grev, toplu sözleşme, sosyal
haklar vb. hemen tüm işçi hakları ileri Avrupa ve Amerikan işçi
sınıfları tarafından formüle edilmiş ve tüm dünya işçi sınıfiarına mal
olmuş ve gerçekleşmiştir.
Bay dcmagog bütün bunları şüphesiz biliyor. Dahası, 23 Ternınu-i
1963 'de verilmek zorunda kalınan hakların ve tavizlerin de, Türkiye
işçi sınıfının aşagıdan gelen baskısının yanısıra, daha çok, hatta daha
da önemli olarak, Avrupa ve Amerika işçi sınıflarının ve sosyalist
toplumların gerçekleştirdikleri örneklerin baskısının ürünü oldugunu
da pekala biliyor. O halde bay Ecevit neden böyle konuşuyor, basit
gerçekleri tepetaklak ediyor? Neden bu kadar bayağılaşıyor? Şüphe­
siz, bir sınıfın, burjuvazisinin "gelişmiş" bir temsilcisi olarak görevini
yapıyor; işçi sınıfının saflarında sınıf bilincinin, enternasyonalizmin
gelişmesinin önüne geçmek istiyor. Türk burjuvazisi 60 yıldır 1 Mayıs
yasağını neden sürdürüyor; köpekçesine saldırıp kanla boğuyor?
Ayrıca bay Ecevit, bir anlık bir "yükseliş" dışında siyasal
yaşamında hiçbir işi ciddi olarak başaramamış bu "küçük" adam,
megalomaniylc malül bir zattır. 1 963 'de çalışma bakanıydı. Grcv,
lokavt ve toplusözleşme yasaları onun döneminde hazırlanmıştır. Bu
arada bunu hatırlauveriyor, kendisinin bir "işçi dostu", "işçi haklarının
mimarı" olarak anılmasını istiyor.
Şüphesiz bu onun kuruntusudur. Burjuvazi 1961 Anayasası 'na
konulmak zorunda kalınan grev ve toplu sözleşme haklarını sürümee­
rnede bırakıyor, yasalarda şarta bağlamak istiyordu. İşçiler ve sendi­
kalar ise protestolara başladılar, şartsız ve kısıtlamasız grev hakkı
istediler. 1962 yılında Türkiye'nin her bölgesinden işçilerin katıldığı
200 bin kişilik Saraçhane Mitingi'nde grev hakkı için genel grev
tehdidinde bulundular. Gerisini Ali Gevgilli 'den okuyoruz: "Ama
toplum bu yasaları beklemeye gerek duymaksızın kendi dinamizmini
ortaya koymakta gecikmez. Örnek olarak, Türkiye 'nin en önde gelen
işadamı Vehbi Koç 'un İstanbul 'daki kablo fabrikası Ka vel'de TİP 'li
sendikacılarla başlatılan ilk ol aylı gre v, 1 960 'lar Türkiye 'sinde adeta
yeni sosyal uyanışın bir simgesi oluyordu. Bunu, metropol İstanbul 'un
öteki büyük sanayi kuruluşlarındaki grevler izliyor, yasası daha
çıkmadan grev yaşama geçiyordu. Loka vtı da grevle birlikte
yasalaştıran Bülent Ecevit 'e, en büyük tepki de bu nedenle yine sol
sendikacılardan gelmiştir. l960 'lıyıllar başlarken Ecevit, sendikaların
partilerüstü politika izlemesi yolundaki geleneksel öğretiyi de savu­
nuyor; işçi sınıfının üst sendikal örgütü Türk-İş'i o rotada tutmak için
çaba gösteriyordu. Ecevit 'in bir başka ilginç davranışı, grev ve /okavt
yasasıyla toplu işpazarlığı yasalarının çıktığı l963 yılının 23 Temmuz
gününü İşçi Bayramı ilan ettirmesiydi.
. "O yıllar, Türkiye 'de 1 Mayıs 'ların Bahar Bayramı diye
adlandırı/dığı ve yine Takrir-i Sükun yasası nedeniyle İşçi Bayramı
adıyla yığınsal biçimde kullanmasının otuz yılı aşkın süredir önlendiği
dönemlerdir." *
Görüldüğü gibi bay Ecevit'in tutumu yeni ve sürpriz değildir.
Amerikancı -sarı sendikacılığın destekleyicisidir. '70 'lcrde de
DİSK'i de sosyal-demokratlaştırarak bu çizgiye çekmek için çalıştı.
İşçilerin hak olarak değil suç olarak nitelediği "lokavt"ın mima­
'r ıdır.
ı Mayıs karşıtlığı yeni değildir, Takrir-i S ükun geleneğinin
devamcısıdır. "Bahar B ayramı" masalı yerine "23 Temmuz İşçi
Bayramı"nı icat ederek bu gel,eneği sürdürmeye çalışmıştır. Bugün
artık sarı Türk- İş yöneticileri dahi "23 Temmuz" masalını terkedip ı
Mayıs 'ta bildiri yayınlamlik zorunluluğu duyarken, o hala "23
Temmuz"da ısrar etmeye kararlıdır.
Türkiye işçi sınıfı ı976'da 1 Mayıs yasağını kırdı. Bu tarihten
sonra, onu ilk yeniden yasaklama şerefi de bay Ecevit'e aittir.
S ıkıyönetim onun döneminde ilan edildi ve ı 979 'da İstanbul'da ı
Mayıs kutlamaları yasaklandı. Ecevit'in partisi bir bildiriyle "Cl/P '/iler
1 Mayıs kutlarnalarına katılmasın/ar. CHP 'li/erin töreniere katıl­
mamaları ülkenin yüksek çıkarları ve CHP 'nin sorumluluk anlayışı
için gerekli görülmüştür" diyordu.
Yine her zamanki gibi düzenin "yüksek çıkarlar"ını gözetti.
Devlet göstericilere kurşun yağdırdı; o ise daha çok rakibi SHP'yi
kınayan demetinde, İnönü'yü ve Baykal'ı ı Mayıs konusunda işçileri
kışkırtmakla, sendikaları bu yönde baskı altına almakla ve sonra da
kitleler sokaklarda kurşunlanırken sembolik bir gezintiye çıkarak
* Yükseliş ve Düşüş, s.233-34,
Altın KiLapi ar Yayınevi
158
günah çıkarınakla suçladı, ve bunun ne sosyal-demokratlıga, ne de
insanlıga sıgdığını söyledi. Şüphesiz bütün bunlar, "kışkırtmak" -tam
bir polis agzı- ve "sosyal-demokratlık"ın vasıfları kısmıJıariç, doğru.
Ancak, SHP liderlerinin tutumu ikiyüzlülük ve korkaklıktı; Ecevit'inki.
ise düpedüz alçaklık, devletin safında cepheden saldınydı.
İşçi ve halk hareketinin sosyalizme yönelişinin önüne geçmek­
Ecevit'in misyonu hep bu olmuştur. "Ortanın Solu" çizgisi bu amaçla
yaratıldı; kendi ifadesiyle, Türkiye :n in sosyalizme kayışını önlerneyi
amaçlıyordu. '70'lerdeki dvvrimci yükselişin önüne geçmek için "düzen
değişikliği" sloganıyla bu m is-yonunu sürdürdü, nihayet açık komü­
nizm düşmanlığı ve din tüccarlığında noktaladı. Eski gücünü ve
popülaritesini yitirince, şimdi artık Güven Partisi ve Feyzioğlu'nun
rolünü üstlenmiş bı,ılunuyor; pu yüzden qe iyice köpekleşiyor.
Ama o tarihe bir başka türlü geçmek niyetinde. Yakın zamanda
İngiliz radyo -televizyon kurumu B BC 'ye verdiği bir demeçte, tarihe
"darbelere karşı" bir politikacı olarak geçmek istediğini söyledi. Oysa
bu aşağılık demogogun, gizlerneye çalışıyorsa da, 12 Eylül'ün yolunu
açan ve 12 Eylülcülere destek verenlerin başında yer aldığı biliniyor.
Kendi hükümetleri döneminde "Kontr-gerilla" ve MHP'nin üzerine
gitmedi, aksine adeta korudu. ı Mayıs 1 977 katliamının dosyalarını
kapattı. Maraş, Çorum vb. katliamlar onun hükümeti döneminde oldu,
ve üzerine gidilmedi. B unun yerine sıkıyönetim ilan ederek iktidarı
orduya teslim_ etmenin yolunu o . açtı. Darbecilerin işlerini
kolaylaştırmak için onursuzca partisini terketti ve kapatılınası
karşısında sessiz kaldı. Generalleri Demirel 'den daha içtenlikle deste­
kledi. Ama adeta bahaneler yaratarak, bir kaç kez kendisini kısa
sürelerlc tutuklatıp, gerçeği örtıncye, üstelik kendisini bir "kahraman"
olarak sunmaya çalıştı. Yalçın Küçük bütün bunları derleyip yorum­
layıp yazdı (Türkiye Üzerine Tezler-3). Yazar, yazarken sık sık "utanı­
yoruın" ifadesini kullanıyor. Okuyucu okurken iğreniyor.
"Büyük adam" havasındaki bu "küçük işlcr"in "küçük adam"ı
tarihe şüphesiz geçecektir; ama örneğin A.Gevgilli 'nin ve Y .Küçük 'ün
yazdığı tarzda ...
Ecevit iğrenç rolünü oynamaya devam ediyor. S ınıf bilinçli işçi
ondan sadece tiksinti duyabilir.
A. Azad
Mayıs 1989
159
DÜNDEN BUGÜNE İŞÇİ HAREKETİ
Türkiye işçi sınıfının tarihsel ve siyasal gelişimi ele alınırken
gözden kaçınlmaması gereken bazı hususlar · vardır.
Birincisi, Türkiye kapitalizmiyle yaşıt olarak yüzyılı ·aşkın bir
geçmişi olmakla birlikte, Türkiye kapitalizminin .asıl atılımını son
40
yılda yapmasına paralel olarak, Türkiye işçi sınıfı da asıl şekillenişine,
bugünkü ağırlıklı toplumsal gücüne bu aynı tarihsel kesitte kavuşmuş­
tur. Bundan çıkan sonuç büyük bir kesimiyle onun henüz çok yeni ve
genç bir toplumsal oluşum olduğu gerçeğidir.
İkincisi, Türkiye burjuvazisinin kendi tarihinin son derece sınırlı
ve güdük burjuva demokratik atılımlarını yüzyılın ilk döneminde ya­
şaması ve işçi sınıfının ise bu aynı dönemde son derece cılız olması,
onu burjuva demokratik gelişme içinde yer almanın sağlayacağı
demokratik siyasal gelişme olanaklarından hemen hemen yoksun
bırakmıştır. Oysa evrensel tarihe bakıldığında, bir çok ülkede prole-
1 60
tarya, ya burjuvazinin önderliğindeki demokratik ya dfl ulusal devrim­
ler süreci içinde kendi siyasal gelişmesinin ilk tarih sel aşamasını
yaşamış, ya da bizzat bu süreçte insiyatifi ve önderliği ele geçirerek
bağımsız ve egemen bir siyasal kuvvet haline gelmiştir. Türkiye işçi
sınıfı
ise
bu iki gelişme çiz�sinin' de dışında kalmıştır.
Üçüncüsü, dünya tarihinde örneği az bulunur bir durum olarak,
sol hareketin
70
yıllık geçmjşlne rağmen, Türkiye işçi sınıfı, dünya
görüşü, program ; taktik ve örgüt olarak kendisinin
bağımsızlığının
temsilcisi bir
siyasal sınıf
dek sahip
devrimci partiye bugüne
olamamıştır. Dolayısıyla da böyle bir partinin önderliği altında yaşa­
yabileceği siyasal ve örgütsel gelişme ve olgunlaşma olanaklarından
yoksun kalmıştır. Başta TKP, işçi sınıfı adına ortaya çıkan partilerin
kendileri genellikle kurulu düzeni aşan, ona devrimci bir i ktidar alter­
natifi oluşturan ideolojik ve politik perspektifiere sahip olamadılar.
Tam da bu nedenle, işçi sınıfı üzerinde çok cılız kalan siyasal etkile­
riyle işçi sınıfı içinde burjuva etkinin dolaylı taşıyıcıları olmaktan
öteye gidemedi ler. '70'li yılların başında ortaya çıkan devri!Pci siyasal
hareketler isekendilerini şekillendiren küçük-burjuva toplumsal zemini
aşıp işçi sınıfına yönelemediler. İşçi sınıfının devrimci politik geliş­
mcsine etkileri ancak dolaylı ve bu nedenle de çok sınırlı olabildi. Bu
dönemde f70'li yılların ikinci yarısı) büyük b i r canlılık yaşayan işçi
hareketi için denebilir ki en büyük talihsizlik, solun onu düzen çerçe­
vesi içinde tutucak kesimleri için temel ilgi alanı olmak, fakat onu
düzenden koparacak kesimleri içinse ilgi alanı dışında kalmaktı.
Tüm bunlar birarada, hem işçi sınıfı hareketinin politik ve örgütsel
gelişimindeki bugünkü yetersizliğin tarihsel nedenlerine ışık tutarlar;
ve hem de, tüm bu yetersizliğe rağmen işçi hareketinin bugün ulaştığı
gelişme düzeyinin aslında hiç de küçümsencmcyeceği gerçeğine işaret
ederler.
İkinci emperyalist savaş sonrası dönemde yaşanan hızlı kapitalist
gelişmenin dolaysız bir sonucu olarak safları hızla kalabalıklaşan ve
nesnel varlığı ile belirgin bir toplumsal ağırlığa kavuşan işçi sınıfı,
kendi tarihi içinde ilk olarak '60'lı yıllarda hissedilir bir güç olarak
mücadele sahnesine çıktı. Sonraki 20 yıl içinde sendikal ve demokratik
mücadele ve örgütlenme alanında belli mesafeler katetmekle birlikte,
ideolojik, politik ve örgütsel bakımdan, son derece dar bir öncü kesim
161
dışında, burjuva partilerin ya da burjuvazinin sol içindeki uzantılarının
etki ve denetiminde kaldı: Yine de iktisadi ve kısmen demokratik
siyasal mücadeleler içinde yeralarak belli bir m ücadele deneyimi
kazandı. Kendini s.ermayenin doymak bilmez sömürüsü ve keyfi baskısı
karşısında bir ölçüde savunabilecek bazı hak ve kazanımlar elde etti.
Burjuvazinin
12 Eylül saldırısı işçi sınıfını bu koşullar ve gelişme
düzeyi içinde yakaladı ve işçi hareketinin o güne dek biriktirdiği tüm
nak ve kazanımlarını bu saidıniann toplu ve sistemli hedefi yaptı.
.
Karşı-devrimin siyasal hedefi devrimci hareket idiyse, sınıfsal hedefi
de işçi sınıfı oldu. Amaç devrimci hareketi ezmek, işçi sınıfını ise tüm
m ücadele olanaklarından ve araçlarından yoksun bırakmak, etkisiz
kılmak, demoralize etıvekti.
O
g üne kadarki mücadele deneyimi ve
politik hazırlığı, bilinç ve örgütlenme düzeyi, böyle bir toplu saldırıya
direnmesine yetmeyince, işçi sınıfı tüm kazanımlarının, bu arada en
ilkel demokratik haklarının bile, ortadary kaldırılmasına yalnızca seyirci
\
kaldı. Reformizmin ve rev zyonizmin işçi hareketi üzerindeki ezici
etkinliği ona kolay bir yenilginin acısını tattırdı. Karşı-devrimin ilk bir
kaç yılında, belli bir moral çöküntü, güçsüzlük ve kendine güvensizlik
duygusu, dağınıklık, şaşkınlık, ne yapacağını bilmezlik, bu kolay
yenilginin kaçınılmaz sonuçları oldu işçi sınıfı için.
12 Eylül saldırısıyla birlikte işçi hareketinin 20 yılda biriktirdiği
hak ve kazanımları bir hamlede tırpanlamakla kalmayan burjuvazi,
basit bir üretim nesnesine indirgediği işçi sınıfının yaşam koşullarında
büyük bir yıkım yaratan ağır sömürü politikaları uyguladı yıllarca.
Ama tam da bu yolla, işçi sınıfının kendi tarihinin en büyük atılımını
yaşayabileceği zemini de kendi elleriyle döşe·m iş oldu. Kolay yenil­
ginin acısı ve sonuçları sonraki yılların keyfi baskı ve ağır sömürü
politikalarıyla birleşince, işçi sınıfı derinden derine bugünkü kaynaş­
ma ve mücadelenin öğelerini biriktiedi kendi içinde. ' 80'1i yılların
ortasında sıradan iktisadi istemler için son derece sınırlı ve ürkek
başlayan ilk kıpırdanışlar, her yeni yılda bir öncekini aşan sarsıcı grev
ve direniş dalgaianna dönüştü. '89 yılı Mart-Nisan direnişlerine, '90
yılı
1
Mayıs eylemlerine sahne oldu. Genel grev istemi ve sloganı işçi
sınıfının geri kesimlerine bile yayıldı. Tüm toplantı, direniş yürüyüş
ve mitingierin değişmez coşkulu sloganına dönüştü. Tabanda devrimci
işçi insiyatifinin ürünü olarak ve eylem kırıcı sendika bürokratlarına
1 62
lç:arşı bir devrimci alternatif işlevi gören devrimci örgütlenmeler çıktı
ortaya.
Sözkonusu olan hiç de basit bir yeniden canlanış değildir. Sorunu
böyle görmek, işçi hareketinin geçmişe göre ve şu sön dört beş yıl
içinde sağladığı büyük ilerlemeyi gözden kaçırmak olur. Son yılların
harelçetliliğine toplu olarak bakıldığında, işçi s�nıfının, kuşkusuz geride
kalari bir kaç on yılın deneyimi ve birikimi üzerinde yükselen , an:ıa
kesinlikle işçi hareketinin gelişim tarihinde yeni bir safhay ı işaretleyen
büyük bir ilerlemeyi yaşadığı görülecektir. Bunun en belirgin ifadesi
kendi gücüne duyulan güvendir. Geçmişte, işçi sınİfının nispeten
gelişmiş kesimlerinde bile sorunların çözümü için belli burjuva par­
tilere
(ÇHP)
ve sendika bürokrasisinin belli kesimlerine (DİSK) bel
bağlanırdı. Oysa bugün, kendi sorunlarını ve istemlerini henüz çok dar
bir çerçevede ifade ediyor olsa bile, işçi sınıfı bunların çözümünü ya
da elde edilmesi�i hiç de şu veya bu burjuva politik mihraktan ya da
sendika bürokrasisinden bcklemiyor. B urjuva partilerinin vaatlerine
ilgisiz kalarak ve sendika bürokrasisinin oyalayıcı engellerini aşarak
bizzat harekete geçiyor. Ve böyle davrandığı ölçüde ise kendi gücüne
olan güveni daha da artıyor, kendisinin çıkarları farklı bir sınıf olduğu
ve sorunlarına ancak kendi m ücadelesiyle· çözüm bulabiieceği gerçe­
ğini gitgide daha iyi algılıyor. · Hiç bir şey işçi hareketindeki bu
gelişmeyi, ' 80'li yılların ortasında bizzat kendi bünyesinden fışkıran,
yaygınlaşıp genelleşen, bugün artık her yerde ve her vesileyle dile
getirilen genel grev istemi ve "İşçiler Elele Genel Greve! " sloganından
daha iyi anlatamaz.
·
İşçi sınıfındaki ilerlemenin bir başka göstergesi, kendi gücüne
güvenin doğal bir uzantısı olarak ortaya çıkan birlik ve dayanışma
bilinci ve pratiğidir.Siyasal görüş farklılıkları, milliyet ve mezhep
farklılıkları işçi sınıfını eski oranda bölemediği gibi, grev ve direniş
eylemleri sınıfın birlik ve dayanışma bilincinin geçmişe göre hayli ileri
örneklerine sahne oluyor. İşçi sınıfına yönelik ekonomik ve politik
saldırılarını son on yılda tck elden merkezi politikalar olarak saptayan
ve uygulayan burjuvazi, böyle yapmakla işçi sınıfı içinde birlik ve
dayanışma ruhunu, bu saldırıları blok halinde göğüsleme bilincini
adeta kendi eliyle yarattı. Bunu da en iyi özetleyen bir kere daha
"İşçiler Elele Genel Greve! " sloganıdır.
1 63
Zaman zaman yasadışı direniş örnekleri gösterebilen, bunun hala
da aşılamayan en ileri ömegini 15- 16 Haziran direnişiyle veren geçmiş
dönemin işçi hareketi, yine de toplam olarak ele alındıgında kuyvetli
bir yasal çerçevede davranma ve yasaklanı uyma anlayışı içinde idi.
İşçi sınıfı saflarına bu zihniyeti özenli bir çaba ile reformİst revizyonist
partiler ve sendika bürokrasisi yerleştirmişti. Sermayenin 12 Eylül dö­
neminde işçi sınıfının yasal çerçevede hak arama ol.anaklarını en
asgariye indirmesi sonuçta ters tepti. Sıradan hakları için bile ancak
yasaları çiğneyerek eylem yapabilir hale geldi işçiler. Ve olayların
gösterdiği gibi bundan hiç dekaçınmadılar, giderek bunu bir alışkanlık,
bir davranış biçimi haline getirdiler. Yasalar işçi hareketi için geçmiş
büyüsünü yitirdi. Mevcut hukuksal çerçeve gitgide daha açık olarak
sermayenin çıkarlarının yasal güvencesi olarak algılanıyor.Geçmişte
reformİst politikacılar ve sendika bürokratları işçi hareketinin anayasal
düzenin güvencesi olmasıyla övünüyorlardı. Bugün -ise,. işçi hareke­
tinin henüz çok dar olan politik istemleri bile dolaysız olarak anayasal
çerçevenin kırılmasını gerektiriyor. Ve işçiler yaygın olarak bunun
bilincindedirler. Kaldı ki "Genel Grev" şiarının kendisi de anayasanın
açık bir ihlali isteğinin dile getirilmesinden başka bir şey değildir.
Politikleşme doğrultusundaki güçlü eğilim ve potansiyel işçi ha­
reketinin bir diğer belirgin özelliğidir. Burada işçi kitlelerinin bugünkü
öznel bilinçlerinin ve bugünkü somut istemlerinin ne olduğu sorusu­
nun öz,el bir önemi yoktur. Önemli olan hareketin derindeki kökleri ve
nesnel mantığıdır. Ülke çapında bir kaynaşma yaşayan , sorunların
çözümü için kendi gücüne güvenen, yasaları ve yasakları çiğneyen,
merkezileşmiş ekonomik ve politik saldırıların karşısında bir sınıf
olarak davranmaya çalışan bir toplumsal yığındır sözkonusu olan. Bu
politikleşmeye son derece elverişli bir zemin demektir ve zaten olaylar
bunun kanıtlarını açıklıkla veriyor. Öte yandan toplantılar, direnişler,
yürüyüş ve mitingler, son 1 Mayıs kutlamaları işçi sınıfının hiç değilse
ileri kesimleriyle belli bir politik gelişme süreci içine girmiş bull!ndu­
ğunu da gösteriyor. Politik propaganda-ajitasyona, özellikle politik
bildirilere gösterilen ilgiyi de buna ekleıneliyiz. Ve bir kez daha ülke
çapında mevcut anayasal rejime ve siyasal iktidara karşı politik bir
eylem isteğinden başka bir şey olmayan Genel Grev şiarı üzerine bu
yönüyle de düşünmeliyiz.
1 64
Ve belki de en önemlisi, sınıf hareketiyle birleşrnek pratik çabası
. içinde bulunan komünist hareket iÇin en büyük 6nemi taşıyan olgu,
bugünkü işçi hareketinin sahip bulundugu geniş öncü işçi kuşagıdır.
Geçmiş dönemlerin birikimi ile son yılların kitlesel hareketliligi ortaya
militan, mücadele konusunda istekli ve kararlı, belli bir deneyime ve
belli bir sınıf bilincine sahip, devrimci amaçlara ve sosyalizJ11 düşün­
cesine açık, işçi hareketindeki eylemlilige baglı olarak sayılan sürekli
artan bir öncü işçi kuşagı çıkarmış bulunuyor. Kuşkusuz işçi hareketi
geçmiş dönemlerinde de böyle ileri bir işçi kuşagına sahipti. Fakat
bunlar, devrimci akımiann sınıf hareketine ilgisizliginin de bir sonucu ·
olarak, reformİst ve revizyonist partiler tarafından kazanılmış ya da
sendika bürokrasisi tarafından yozlaştırılarak tabandaki uzantılarına
dönüştürülmüşlerdi. Oysa yeni öncü kuşak büyük bir bölümüyle böyle
degil, hiç degilse henüz degii. Şimdiki hareketliligi sendika bürokra­
sisinin ördüğü engelleri de aşarak bu unsurlar sürüklüyor. Hareketin
geleceğinin de güvencesi olan bu kuşak, yeni dönem işçi hareketinin
denilebilir ki en ileri ürünü, en büyük kazanım ıdır. Açık bir devrimci
örgüt ve önderlik arayışı içindeki bu unsurlar, eğer komünistler
üzel'lerine düşeni layıkıyla yapmayı başarırlarsa, sosyalizı:n ve işçi
hareketinin birliği gibi temel .tarihsel bir adımın atılmasını hayli
kolaylaştıran bir m isyon yerine getirebilirler.
İşçi hareketinde yeni bir safhayı ifade eden tüm bu özelliklere bir
arada bakıldığında, birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını, birbirle­
rinden doğduklarını ve birbirlerini beslediklerini görmek · 'ZOr
olmayacaktır.
Ama öte yandan, sayılan bu üstünlüklerine rağmen, tarihsel bir
perspektifle bakıldığında, işçi hareketinin bugünkü gelişme düzeyiyle
henüz çok geri bir gelişme aşamasında olduğuna da kuşku yok. Her
şeyden önce, baskı ve sömürü politikalarının yıllardır biriktirdiği hoş­
nutsuzluğun dışa vurumu olmakla birlikte, işçi hareketinin mevcut ha­
rcketliligi henüz iktisadi ve bazı sınırlı demokratik istemieric kendini
ifade edebilİyor ancak. Nesnel toplumsal konumuyla tUm ezilen ve
çalışan sınıfların öncüsü olması gereken işçi sınıfı, bugünkü durumuy­
la henüz kendi dışındaki emekçi kesimler için bir şeyler yapmak bir
yana, kendi acil siyasal istemlerini bile dile getirebilecek bir bilinç ve
davranış düzeyinden uzaktır. Mevcut yasal ve anayasal çerçeveye
1 65
sığmayan istemlerle ortaya çıkmak ile mevcut toplumsal ve. siyasal
düzeni aşan istem ve davranışlar farklı şeylerdir'. Bugünkü işçi hareketi
ikincisinden henüz uzaktır. Demek oluyor ki hareket militan olmakla
birlikte henüz bu anlamıyla ihtilalci değildir. Mevcut anayasal düzen
karşısında belli bir sınıfa özgü belli tepkiler ortaya koyabiliyor, "kendisi
için" davranabiliyor. Nedir ki rtıevcut toplumsal ve siyasal düzen
karşısında henüz "kendiliğinden" bir sınıftır. Belli sınırlar içinde
kendine bakabilmesi, ama henüz kendi dışına (diğer emekçi sınıf ve
katmanlara) bakamaması, düzenin sınırlarını aşan bir bakış v.e
davranıştan yoksunluğunun bir başka ifadesidir. Kısaca, dar bir öncü
kesim hariç, işçi sınıfı asıl kitlesiyle henüz burjuva bilincin değişik.
biçimlerinin etki sahasındadır.
Tüm bunların özeti işçi hareketinin politik yönden geriliği ve
zayıflığıdır.
.
Bunu örgütsel yönden zayıflık tamamlamaktadır. Bugün için işçi
sınıfının tek istikrarlı örgüt biçimi denebilir ki hala yalnızca
sendikalardır. Ne var ki sendika bürokrasisinin tam hakimiyetinde
bulunan sendikalara da zaman zaman geri ve sağlıksız eğilimiere
varabiten belli bir tepki var işçi kitlelerinde. Zayıf ve mevzii kalan
işyeri komiteleri ve diğer bazı muhalefet örgütlenmeler ise henüz
oluşum sancısı içindeler. Grev ve eylem anlarında ortaya çıkan işyeri
eylem komiteleri ise eylem sonrasında işlevini yitirebilmektedir. Öte
yandan, işçi hareketinin ön saflarını tutan öncü işçi kesimi de büyük
ölçüde örgütsüzdür. Bu unsurlar belirgin bir örgüt arayışı içinde
olmakla birlikte, solun işçi sınıfı ve sosyalizm adına ortaya çıkan çok
sayıda grubunu hiç de kendi arayışları için çekici ve tatmin edici
bulmuyorlar. İleri öncü kesiminin bile örgütsüzlüğü işçi hareketinin
örgütlenme düzeyi ya da daha uygun bir ifadeyle zaafı için çarpıcı bir
göstergedir.
İşçi hareketinin karşı karşıya bulunduğu genel önderlik boşluğu,
kendisini kucaklayacak bir öncü sınıf partisinden yoksuniuğu ise,
doğal olarak onun en temel zaafıdır ve kuşkusuz tüm öteki zaaflarından
kurtulabilmesinin de kesin birönkoşuludur. Komünistler tüm çabalarını
işçi hareketinin bu en temel ihtiyacını karşılama görevine yöneltmiş
bulunuyorlar. Teorik boyutu temel sorunlarda, programda ve taktik
ilkelerde netleşme olan bu görevin, pratik ve örgütsel boyutu ise işçi
166
sınıfı bareketiyle birleşmek, işçi sınıfının en ileri ve devrimci
unsurlarına dayalı,bir öncü partiyi bizzat bu sınıfın bağrında, onun bii
parçası olarak yaratmakt,ır.
Parti sorununun bu ikinci boyutu, bizim için, işçi hareketinin
politik ve örgütsel gelişimini saglamak pratik çabasıyla çakışmaktadır.
Partinin örgütsel temelleri bu çaba içinde yaratılacak, proleter sınıfsal
karakteri bu çaba içinde güvenceye alınabilecektir.
İşçi hareketinin politik ve örgütsel gelişiminde başarılı olabil­
mek, bu süreci kolaylaştırıp hızlandırabilmek, aynı zamanda, işçi
hareketinin kendi dinamik gelişiminin ortaya çıkardıgı olanaklardan
en iyi yararlanabilmekle mümkündür. Sınıfın geniş kitlelerine malolan
Genel Grev şiarı ilc, henüz sınırlı da kalsa, tabanda devrimci işçi
inisiyatifinin somutlaşmış biçimleri olarak ortaya çıkan işçi ya da
işyeri komiteleri, bunun bugün için çök önemli iki örnegidir. İşçi
hareketi üzerinde etkinlik kurmak çabası içersindeki çok sayıdaki
devrimci grup genel grev istemine sahip çıkınakla birlikte, kendi
bugünkü koşulları içinde bir genel grev isteminin anlamı ve böyle bir
eylemi gerçek kılmanın gerekleri konusunda genellikle zayıf ya da
ilgisiz kalmışlardır. İşçi komiteleri ise kendi nesnel gerçckligi içinde
değedendirilip geliştirileceğine ve yaygınlaştırılacağına, herkesee bir
tarafa çekilerek keyfi bir anlam ve işlev yüklenmiş, dahası pratikte
genellikle sahipsiz bırakılmışlardır. Bu ise işçi hareketinin bu henüz
zayıf, sınırlı ama hareketin gelecegi bakımından son derece önemli
ürünlerini belli bir tıkanıklık ve bozulmayla yüz yüze bırakmıştır.
'
Bu iki sorunu, işçi hareketinin sundugu bu iki olanagı, gelişme­
lerin bugünkü aşamasında yeniden ele almak, buna ilişkin hedef ve gö­
revlerimizi netleştirmek zorundayız.
EKİM
Ağustos 1990
167
İŞÇİ HA,REKETİ
ve
GENEL GREV
Yeni dönem işçi hareketi hep her yenisi'bir öncekini aşan kesikli
dalgalar halinde gelişti. Şu günlerde yeni bir eylem dalgasının haber­
cisi bir kaynaşma var. Tüm bilgiler ve belirtiler, bu yeni dalganın da
kendinden öncekileri aş'acagına, dahası işçi hareketinde yeni bir evreyi
başlatacagına işaret ediyor. Bu yeni evrenin en belirgin özelligi, işçi
hareketinin politik bir ınceraya girmesi, buna uygun istem v� eylem
biçimlerinin önplana çıkması olacaktır. Bu kez kaymişmayı ya­
şayanların içinde metal ve maden gibi Türkiye işçi sinıfının en dene­
yimli ve militan kcsimle.rinin ön safı tutuyor olması, bu ihtimali
güçlendiriyor. Aslında Zonguldak bölgesinde 36 bin maden işçisinin
anlamlı bir şekilde faşist askeri darbenin yıldönümüne denk getirdigi
iki günlük bölgesel genel grev, bu evreyi başlatmıştır bile.
S ınıfın kendi içinden fışkıran ve '80'li yılların ikinci yarısı
boyunca hep gündemde kalan genel grev, son kaynaşmaların yarattıgı
cereyanla, işçi sınıfı saflarında bugün her zamankinden daha kuvvetli,
168
artık kendini somut ve pratik olarak dayatan bir istem haline gelmiştir.
Genel grev günün pratik bir soı:unu olarak, özellikle İstanbul işçileri
arasında yo�un ve heyecanlı tartışmalara konudur. Böyle bir eylemin
a�ırlı�ını ve sorumlulu�unu omuzlarında taşıyan ve taşıyacak oHın
öncü işçi kesimi içinde, bir genel grev girişiminin anlamı, niteliği,
gerçekleşme biçimi, talepleri, örgütsel araçları, muhtemel seyri ve
sonuçlan gibi bir dizi canalıcı kon uda tartışmalar yapılmaktadır. 6enel
grev istemine ilişkin tartışmaların aldığı bu yeni biçim, işçi hareketinde
yeni bir evreye geçiş eğiliminin belki de en özlü göstergesidir.
Bu sorunun, genel grevin, bazı kesimlerde belirsiz bir içerikle,
daha çok da son bir kaç yılın belli bir kanıksanmışlığı ile, bir çeşit
alışkanlık olarak, bu yeni kaynaşma döneminde de yinelenmesi dışında,
devrimci hareket içinde enine boyuna bir tartışma, somut bir tutum ve
hazırlık konusu olmaması gerçekten şaşırtıcı. Genel teorik ve pol itik
sorunlar üzerine yer yer hararetli tartışmalar sürdüren devrimci ve
"marksist" çevrelerin, pratik yaşamın akışından ve haliyle işçi hare­
ketinin kendisinden kopuk oluşlarının bundan daha çarpıcı bir kanıtı
zor bulunur. Oysa şu günlerin Türkiye' sinde genel grev, önemle ve
öncelikle tartışılması gereken , yalnızca somut ve net bir tutuma değil,
yoğun pratik-örgütsel bir hazırlığa da konu olması gereken acil bir
siyasal sorundur. Bu alandaki gecikme ve gevşeklik, işçi hareketindeki
bu yeni kaynaşmanın ve gelmekte olan grev dalgasının yarattığı son
derece elverişli ortam ve olanakları, bir kez daha, "kendiliğinden"
yaratacağı bazı kazançlar dışında heba etmek demektir. Artık en ilgisiz
olanların bile gözlemleyebilecekleri bir olgudur; her yeni kaynaşma
döneminde işçi kitleleri güçlü bir mücadele ve eylem isteği koyuyorlar
ortaya; fakat önderlik ve örgütlenme · yoksuniuğu karşısında, güven­
sizliğe ve cesaretsizliğe düşüyor, yeniden durgunlaşıyorlar. Bunun
sorumluluğu dolaysız olarak ve tümüyle "bizler"in, işçi sınıfını temsil
etmek iddiasındaki tüm "sosyalistler"in omuzlarındadır.
*
İşçi sınıfı saflarındaki bu yeni kaynaşma, genel grev isteminin
bu yeniden önplana çıkışı, sermaye cephesindeki gelişmelerle, burju­
vazinin yeni iktisadi ve pölitik saldırılarıyla doğrudan bağlantılıdır.
1 69
Denebilir ki sermayenin yeni gırışım ve saldırılannın sonuçlarını
hisseden ve anlamını sezen işçi kitlelerinin, bu saldırılara dolaysız bir
tepkisi dir.
SS Kararnemesiyle birlikte genel devrimci harekete, işçi hareke­
tine ve Kürt ulusal hareketine karşı saldırıya geçen burjuvazi, Körfez
krizini uygun bir fırsat ve bahane sayarak siyasal ve, ekonomik
saldırıianna yeni _boyutlar ekledi.
Körfez'de emperyalist dünyaya uşaklık politikasının yarattıgı
ağır mali fatura, zam dalgaian ve katı ücret politikalarıyla işçilere ve
çalışan kitlelere ödetiliyor. Zaten dayanılmaz yaşam koşulları içinde
bunalan ve belli tepkiler gösteren kitlelere, bu yeni fatura, ancak yeni
baskı uygulamaları ile kabul ettirilebilirdi. Dozu artan politik saldırılar
bunun ifadesidir.
Yasalarda yeri olan en ilkel demokratik hakların kullanılmasına
dahi tahammül edemez bir noktaya gelmiştir mevcut rejim. Burjuva
partiler aracılığıyla kitleleri, özellikle işçileri kontrol etmek ve oya­
lamak olanalçiarı daraldığı ölçüde, çözüm baskı ve terörün dozunu
artırmakta görülüyor.
Kürdistan 'daki politika ve uygulamalar ise artık hiç bir sınır
tanımayan bir vahşete dönüşmüştür. Sömürgeci d�vlet, kuşku yok ac·
zinden Osmanlının barbarca yakıp-yıkma, köyleri ateşe verme gele­
neğine dönmüştür. Direniş bölgelerini "insansızlaştırma_" politikası
kan ve ateşle uygulanmaktadır.
Acze kapıldıgı her anda oldugu gibi, iğrenç bir davranışla, "re� ine"
saydığı devrimci tutsaklara yeni saldırılara girişmckte, idam tehditle­
rini, toplu sürgünler, ölümler pahasına kazanılmış hakiann gaspı iz­
lemektedir.
Tüm bu pölitika ve uygulamalar, düzen için, esneme olanak­
larından yoksunluk anlamında bir zayıflığın ifadesidirler. Bu politika
ve uygulamalara, çalışan kitlelerde, özellikle de işçi kitleleri arasında
hoşnutsuzlugu ve mücadele egitimini körüklediği bilindiği halde baş­
vuruluyor. Bu büyük bir açmazdır düzen için. Burjuvazi , Körfez krizini
ve buna bağlı olarak yaratmaya çalıştığı savaş atmosferini, işçi hare­
ketini dizginlemek ve Kürt ulusal direnişini ezmek için kullanabile­
ceğini düşünmüş, böylece iç sorunlarını bir süre için de olsa hafifle­
teceğini umınuştu. Gelişmeler bu politika ve hesapların ters teptiğini
1 70
gösteriyor.
İşçiler gerilememiş, tersine bilenmiştir. Ekonomik saldırılar, po­
litik baskılar ve savaş kışkırucılıgı arasındaki baglantıları farketmeye
başlamışlardır. İşçiler arasında savaş karşıtı tepkilerin yaygınlaşması
ve yüksek sesle dile getirilmesi rastlantı degil. Toplusözleşme döne­
mine girmiş işçi kesimlerinde bu çok belirgin bii: egilim ve davranıştır.
Genel grev istemi ve tartışmaları bu ortamda canlanıyor. B u tür
canlanmaların büyük toplusözleşme döoemlerinde ve bu vesileyle
gündeme gelmesini ise doğal karşilamak gerekiyor. İşçi hareketindeki
gerilige kanıt sayılabilecek bu olgu, paradoksal bir biçimde onun ileri
sıçrama dinamizmine bir kanıt olarak da kabul edilebilir. Zira bu, işçi
kitlelerinin tek tek toplusözleşmelerle elde edilecek iktisadi
kazanı mlardan fazla bir şey ummadıklarının, sermayenin merkezileş­
miş ekono�ik ve politik saldırılarını ancak genel birleşik bir eylemle
püskürtebileceklerine duydukları belli bir inancın ve bilincin de
göstergesidir. Nitekim tüm bilgiler ve gözlemler de bunu doğruluyor.
bevrimci hareketin özellikle aydın çevrelerden oluşan kesimle­
rinde, işçi hareketinin bugünkü dinamizmini, taşıdığı politikleşme
olanaklarını kavramada tuhaf bir yeteneksizliğe rastlanınaktadır.
Tuhaflık, "yedi kat yerin dibi"ndeki ·uğultudan sözedip de gözler
önündeki uğultulu kaynaşınayı görememektedir; hala
uyuyan
"potansiyel"den sözetmekle yetinınektedir. Böyleleri işçi hareketinde­
ki devrevi canlanma ları, bunların özellikle toplusözleşme dönemlerine
denk gelmesinden kalkarak, daha hala ücret artırım ı isterninden öteye
geçmeyen bir kısırlığın ifadesi saymakta, hareketi buna indirgeınek­
tedirler. Bu yaklaşımı, işçi hareketine karşı pratik görevlere tepeden
bakma ve bunlardan uzak durına tutuınuyla birleştirmeleri ise ancak
doğal karşılanabilir. Zira belki de gerçekte, sözü edilen teorik yaklaşım
sözü edilen pratik tutumun, yani işçi hareketiiii karşı somut pratik
görevlerden kaytarınanın, aydınca bir kılıfıdır yalnızca.
Türkiye' nin bugünkü gerçeklerini, burjuvazinin iktisadi ve politik
saldırılarının kopınaz bütünlüğünü, yığın hareketinin dinarnizmini ve
gelişme diyalektiğini birarada değerlendiren bir marksist içinse, işçi
kitlelerinde mücadele isteğinin toplu pazarlık dÖnernlerinde yoğunlaş­
ması yalnızca doğaldır. Ve bu çerçevede, burjuvazinin on yıllık baskı
ve sömürü politikalarına karşı yoğunlaşmış bir tepkinin ve karşı koyuş
1 71
isteğinin en özlü ifadesi olarak genel grev isteminin bu· dönemlerde
canlanması anlamlıdır. 1907 yıhndakaleme aldığı bir yazısında, Lenin,
"Kitle Yoksulluğunun ve Ekonomik Mücadelenin · Şiddetlenmesi"
arabaşlığı altında, şunları söylüyordu: "Bütün Rus. devrimi tarihi gös­
termiştir ki, devrimci hareketin bütün ayaklanmaları ancak böyle
ekonomik kitle hareketleri temeli üzerinde başlamıştır. "
*
Genel grev istemi işçi hareketine dışandan ya da yukarıdan bir
çabayla maledilmedi, tersine, kuşkusuz geçmiş onyıllarm mücadele
birikimi temeli üzerinde,-fakat bütünüyle tabandan gelen, işçi hareke­
tinin kendi iç gelişimiyle kendiliğinden oluşan bir istem oldu. Hızla
yayıldı, yerleşti, tüm işçi toplantılarının en yaygın ve �n coşkulu
sloganı haline geldi. Bu istemin gücü de güçsüzlüğü de onun bu
özelliğinde yatıyor. Sınıfın toplu eyleminin etkili bir biçimi olarak, işçi
hareketinin kendi içinden fışkırması, ülke çapında yaygınlaşması,
geniş işçi kitlelerinin sermayenin saldırılarına karşı toplu mücadele
, isteği ve kararlılığınin bir simgesi olarak yıllar boyunca gündemde
kalması ve gitgide daha kuvvetle arzulanması, tüm bunlar genel grev
isteminin gücünü gösteriyor.
Fakat öte yandan, kuşku yok, allı yıldır işçi hareketinin günde­
minde olduğu halde, bir türlü arzudan eyleme dönüşmemesi bile tek
başına onun güçsüz yanının önemli bir göstergesidir. İşçi hareketinin
genel zaafları, önderlik ve örgütlenmeden yoksunluk, genel grev iste­
minin de zayıf yanını oluşturmaktadır. İşçiler, aslında hiç güvenme­
dikleri halde, seçeneksiziikten ötürü eylem kararını ve örgütlenmesini
hep Türk-İş bürokratlarından beklediler ve onları buna zorlamakla
yetindiler. Sermayenin yeminli uşakları olarak Türk-İş bürokratları ise
işçilerin bu toplu eylem istemini, şimdiye kadar her yol ve manevraya
başvurarak dizginlediler ve geri plana ittiler . Tam allı yıldır açıkça
reddetmeden bugüne kadar oyaladılar. Güvenebileceği yönlendirici
bir önderlik ve asgari bir eylem örgütlülüğü olmadan, Türkiye'nin
siyasal koşullarında hayli cüretli ve siyasal sonuçları bakımından son
derece etkili bir eyleme, genel greve, işçi kitlelerinin kendiliğinden
kalkışması ise gerçekten güç bir işti. Bu güçlük, işçi s ınıfının bilinci,
1 72
m ücadele tecrübesi ve örgütlenme düzeyi gözetildiğinde daha iyi
anlaşılır.
Ama yine de bugün işçi hareketi, örneğin üç yıl öncesinden hayli
farklıdır. Bu farklılık doğal olarak genel gr�v isteminin işçi kitleleri
nezdinde anlamı, kapsamı ve hayata geçirilebilirliği için de geçerlidir.
Yaşam koşullarının bugün düne göre daha da kötüleşmesi ve 1 2
Ey!.ül'le kaybedilen hak v e mevzilerin bile henüz yeniden elde edile­
memiş olmasının işçi sınıfında yarattığı ek öfke bir yana. Şu son bir
kaç yılda, işçi kitleleri önemli mücadeleler yaşadılar, deneyimler
edindiler. B urjuva partilere bağladıkları umutlar iyice yıprandı. Bu
arada Türk-İş bürokratlarıin daha iyi tanıdılar. Onların oyalayıcı ve
aldatıcı taktikleri, manevraları konusunda şimdi d�ha çok fikir sahi­
biler. Ve belki de en önemlisi, işçi hareketi, belli bir tecrübeye ve
mücadele kararlılığına sahip, işçi sınıfı mücadelesine daha geniş
perspektiflerle bakabilen, devrimci ve sosyalizme eğilimli kalabalık
bir öncü kuşak çıkardı kendi içinden. Genel bir önderlik boşluğu
ortamında ve şimdiki mücadele düzeyi çerçevesinde kısmi bir önderlik
v_e örgüt misyonunun taşıyıcısı durumundadır bu öncü işçi kesimi. Son
bir faktör olarak, henüz çok yeni ve henüz çok sınırlı oll}lakla birlikte,
komünistlerin ve devrimcilerin işçi hareketiyle kurduğu ilk bağlardan
sözedilebilir.
Tüm bunlar birarada, işçi hareketinde düne göre bir ilerlemenin,
daha ileri mücadele ve eylem biçimlerine geçişin ifadesi ve etkenle­
ridir. Bugüne kadar, örneğin '89 Mart-Nisan eylemliliği sırasında,
yaygın olarak uygulanan ve üretimi aksatmayı ancak dalaylı olarak
hedefleyen eylem biçimleri bugün artık işçileri tatmin etmiyor. Ve bu
tatminsizlik binlerce işçinin katıldığı toplantılarda sık sık dile
getiriliyor. İşçiler daha ileri, üretimin doğrudan aksatılmasına yönelik
eylem biçimleri istiyorlar. İki günlük bölgesel genel greviyle 36 bin
maden işçisi bunun yolunu açmış, ilk örneğini vermiştir. İşçi hareketi
bugün bir genel grev eylemine her zamankinden daha yakındır.
Muhtemelen de bunun yolu, Zonguldak örneğinde olduğu gibi, bölge­
sel denemelerin ardından açılacaktır.
Genel grev sorununa ilişkin olarak devrimci hareketin taşıdığı
ortak sorumluluk sanıldığından da büyüktür. Scrmaycninin politik
saldınlarını püskürtrnek ve kitlelerin devrimci eylemliliğini geliştir1 73
rnek taktik çabası içindeki devrimci hareket için, geniş işçi ve "memur"
kitlelerinin genel grev istemi muazzam önemde bir taktik fırsatur.
Bunu değerlendirebilmek, net ve kararlı bir tutumla yoğun bir politik
ve örgütsel çaba içine girebilmekten geçiyor. İşçi hareketinin ise bugün
böyle bir çabaya herzamankinden daha çok ihtiyacı var.
Genel greve ilişkin bir dizi diğer sorunu irdeleyen aşağıdaki
parça, Ekim'in aynı konuya ilişkin Nisan 1 988 tarihli başya�ısından
alınmıştır. İşçi hareketinin kendiliğinden bir ürünü olarak genel grevin,
kendi bu nesnelligi içindeki sınırlı amaçlarına ilişkin ilk paragrafın işçi
hareketindeki belli ilerlcmelerlc kısmen eskimesi dış'ında, tüm öteki
sorunlara ilişkin görüşler bugün de canlı, geçerli ve günceldir:
. "Güçlü bir mücadele isteğinin ifadesi olmakla birlikte, bütünüyle
kendiliğinden gelişimin bir ürünü olan genel grevin, talepleri de bu
niteliğine uygun oluşmuş bulun uyor. Bugün için işçiler, genel grevi,
ser!llayeilin iktisadi saldınlarını püskürtmenin, ücretleri yükseltme­
nin, iş ve çalışma yasalarında gerekli demokratik değişiklikleri gerçek­
leştirmenin bazı siyasal hakları elde etmenin aracı olarak görüyorlar.
Bu taleplerin sınırlı siyasal niteliği bir yana, büyük ölçüde sınıfın kendi
özgül talcplcridirler. İşçi hareketi henüz kendi taleplerini daha geniş
bir temel üzerinde ifade edebilecek ve kendi dışındaki halk sınıf ve
tabakalarının taleplerine kendi taleplerinin yanısıra yer verebilecek
bilinç ve önderlikten yoksundur.
"Fakat bu durum genel grevin önemini azaltmıyor. Bu iktisadi
ve kısmi siyasal talepler için bir genel grevle bile, işçi sınıfı, doğrudan
mevcut siyasal iktidarı ve anayasal rejimi karşısına alan muazzam
önemde bir ileri adım atmış olacaktır. Genel grevin kendisi Anayasa ' nın
açık bir ihlali olacağı gibi, talepleri de Anayasa'nın değiştirilmesini
gercktiri yor.
"Kaldı ki sorun bundan da ötedir. Bugünkü sınırlı somut niteliği
içinde bile başarıl ı bir genel grevin, kendi taleplerini aşan ciddi siyasal
sonuçları olacaktır. ,Kaçınılmaz olarak mevcut anayasal rejimle
çatışacak ülke çapında birleşik bir işçi eylemi, milyonlarca işçinin
ortak bir eylemi olarak genel grev, işçi sınıfının muazzam gücünü
yalnızca pervasız burjuvaziye değil, bundan çok daha önemli olarak,
bizzat bu işçi ordusunun tek tck üyelerine gösterecek; birlik, dayanışma
ve mücadele konusunda işçi sınıfı bireylerinin bilincinde sıçramalar
•.
1 74
yaratacaktır. Başarılı bir genel' grev, işçi sınıfının üretimden gelen
birleşik gücünü, aynı zamanda d iger emekçi sınıf ve tabakaların
gözünde somutlaştıracak, onları işçi sınıfına yakınlaştıracaktır.
"Devrimci kitle mücadelesinin kazandıracagı hız ve yaygınlık,
işçi hareketinin siyasal gelişiminde oynayacagı büyük rol, ileri işçi­
lerin komünizme kazanılmasında yaratacagı elverişli ortam, bürokra­
tik sendika yapılarını darbelemede, sendikaların mücadele örgütleri
haline getirilmesinde yaratacagı olanaklar vb., bütün bu açılardan
başarılı bir genel grevin oyuayacağı muazzam rol y�terince açıktır.
"Fakat onu başarılı kılmak, onu örgütlernek ve ona önderlik et­
mekle mümkündür. Türk-İş bürokratlarının bunu yapmaya niyetleri
yok. Bu durumda kdmünistlerin, devrimcilerin, sınıf bilinçli işçilerin
tabandan insiyatifi ele alarak genel grev istemini örgütlü bir girişime
hazırlamaları canalıcı bir önem taşıyor. Türk-İş yönetim i bir genel
greve niyetli değil, ama tabanın güçlü baskısı karşısında ondan kolay
kolay yakasım sıyırabilecek gibi de değil. Herşey tabandaki eğilimi
bcslemeye, güçlendirmeye, yaymaya, eylem girişimine dönük somut
örgütlenmeler yaratmaya ve bütün bunları Türk-İş yönetimi üzerinde
somut ve sürekli bir baskıya dönüştürmeye bağlıdır.
"Bütün bu acil görevler yalnızca eylemi başarılı kılmak için
değil, işçi hareketini Türk-İş yönetiminin muhtemel bir ihanetinin
sonuçlarından korumak için de hayati bir önem taşıyor. Türk-İş bürok­
ratları bu ihaneti iki türlü sergileyebilirlcr. Ya şimdiye kadar yaptıkları
gibi oyalama ve aldatmacalarla işi sürüncemede bırakıp eylem potan­
siyelini eritme yoluna giderek; ya da salt yasaksavma niyetine, işçi leri
hazırlıksız ve örgütsüz sözde bir genel grev girişimi qe yüzyüze
bırakarak ve böylece onları sermayenin maddi ve moral yıkıma sürük­
leyecek saldırılarına açık hale getirerek .. .
"Mevcut genel grev isteminin talepleri ekonomik ve siyasal
reform talepleri durumundadır. Komünistlerin ve devrimcilerin tüm
çabası, bu talepler etrafında somutlarran genel grev isteminin güçlü
devrimci bir kitlesel eylem olarak gerçekleşmesi için çalışmak ve
1
ondan çn acil siyasal ve temel devrimci istemierin kitlelere götürütmesi
için en iyi şekilde yararlanmak olmalıdır . "[Ekim, sayı:7, (Bkz. eliniz­
deki kitap, s. l l 3-1 14)]
EKİM
Kasım 1990
1 75
KÖRFEZDE SAVAŞ TEHLIKESI
ZONGULDAK' TA MADENCt FlRTlNASI
(Parça)
"Yeni dönem işçi hareketi hep her yenisi bir öncekini aşan kesikli
dalgalar halinde gelişti. Şu günlerde yeni bir eylem dalgasının habe�cisi
bir kaynaşma var. Tüm bilgiler ve belirtiler, bu yeni dalganın da
kendinden öncekileri aşacağına, dahasi işçi hareketinde yeni bir evreyi
başlataeağına işaret ediyor. Bu yeni evrenin en belirgin özelliği, işçi
hareketinin politik bir mecraya girmesi, buna uygun istem ve eylem
biçimlerininönplana çıkması o�acaktır. Bu kez kaynaşmayı yaşayanların
içinde metal ve maden gibi Türkiye işçi sınıfının en deneyimli ve militan
kesimlerinin ön safi tutuyor olması, bu ihtimali güçlendiriyor. Aslında
Zonguldak bölgesinde 36 bin maden işçisinin anlamlı bir şekildefaşist
askeri darbenin yıldönümüne denk getirdiği iki günlük bölgesel genel
grev, bu evreyi başlatmıştır bile."
Bu değerlendirme, Ekim'in geçen sayısının "İşçi Hareketi ve Genel
Grev" başlıklı başyazısında yer aldı (sayı: 38, Kasım 1990). Muhtemelen
1 76
pek çok kimse bunu anlamakla ya da buna inanmakta güçlük çekti, hiç
degilse bimz fazla iyimser buldu. Oysa bugün, yalnızca bir ay sonra, bu
degerlendirme artık bir öngörü degil somut bir gerçekliktir. İşçi sınıfı
devrimcileri olmak iddiasındaki pek çok çevreyi hazırlıksız yakalayan
Zonguldak madencilerinin m ilitan siyasal eylemleri ve bunun işçi hare­
g
ketindeki yankıları bu gerçekli i çıplak gözle görülebilir hale getirmiştir.
Zonguldak m�dencilerinin günlerdir süren ve daha da sürecek olan
eylem fırtınası, işçi hareketinde yeni bir durum, yeni bir aşamadır. İki
açıdan; hem muhteva ve nitelik, hem de büründügü eylem biçimleri
bakımından. İşçi hareketi nihayetbelirgin bir şekilde iktisadi istemlerden
politik istemlere, kendi dar sorunlanndan toglumun gerici sorunlarına
genişliyor. İktisadi grevierden politik yürüyüş ve gösterilere, yasaların
temkinli bir aşılmasından bir kenti günlerce militan siyasal gösteriler
alanına çevrirecek düzeyde yasaların cüretli bir çignenişine geçiyor.
Kendi dışındaki halk tabakalannın edilgen sempatisini almaktan onları
kendi siyasal protesto gösterilerine dogrudan çekme gücüne ve aşamasına
ulaŞıyor. Ortaya koydugu militan etkinlik, işçi sınıfı dayanışmasını bir
kentin sınırlarından ülkeye, ülkeden henüz kendini edilgen sempati
biçiminde ortaya koyuyor olsa bile uluslararası alana yayıyor.
Girdigi coşkulu eylemli kaynaşma içinde Zonguldak madencilcri
ücret artınmı ve öteki iktisadi istemleri unutmuş bulunuyorlar. Yürüyüş
ve gösterilerin temel sloganları Cumhurbaşkanını, Hükümeti ve burjuva­
zinin savaş kışkırtıcı sı politikasını hedef alıyor. B unlar Cumhurbaşkanına
hakaretten sayısız kişinin yargılandıgı, "Savaşa hayır" dediği için 16
yaşındaki lise ögrencilerinin tutuklandıgı, "güzide" yazar ve sanatçılarına
bir yasal sessiz yürüyüş izni bile verilmedigi bir ülkede oluyor.
Zonguldak madenci eylemi kesin olarak işçi hareketinde yeni bir
aşamanın ifadesidir. Bu işçi hareketinin politik bir mecmya girişidir. Bu
açıdan, bu eylemin deneyi ve dersleri, belirginleştirdigi gerçekler, işçi
hareketi ve toplumun tiim sınıfları ve politik güçleri üzerindeki etkileri ve
yankıları üzerinde dikkatle düşünmek ve sonuçlar çıkarmak, bu yeni
safhasında işçi hareketi karşısında görevlerimizi anlamak bakımından
olduğu kadar, bugünkü p<>Jansiyel ve birikimiyle devrimci politik bir
savaşta işçi hareketinin taşıdıgı olanakları tüm boyutlarıyla kavramak
bakımından da önemlidir.
Öte yandan, madenci eylemi bugünkü düzeyiyle işçi hareketinin
1 77
smırlanm, daha açık bir ifadeyle yetersizliklerini de belirginleştirmiştir.
Önderlik ve örgütlenme zaafı bütün açıklı�ıyla ortaya çıkmıştır. Her şey
bir yana, eylemin havasına, akışına, coşkusuna'uyarak olsa bile, neticede
eylemi demagog sendika bürokratları yönetmiştir. O sendika b�kratlan .
ki, iki yıl önce grevi engell�kleri için hain ve satılmış ilan edilmelerini
geçelim, daha iki ay önce iki günlük direnişin karşısına dikildikleri için
işçilerce aynı şekilde suçlanmışlardı.Şimdi bu aynı "hainler" ve
"satılmışlar", coşkulu işçi kitlelerince "Başkan nerede biz orada"
sloganıyla onurlandırılabiliyor. Bu sendika demagogları bir yandan
eylemin büründültü siyasal biçimlere sahip çıkarlarken, öte yandan bu
devrimci işçi eylemini "Özal gidecek dertler bitecek" sloganıyla burjuva
muhalefetin düzen içi kanalına akıtmakta hayli başarılı olabiliyorlar.
Eylem düzeyindeki büyük ilerlemeye tagmen işçi hareketinin bilinç,
önderlik ve örgütlenme düzeyindeki büyük gerililtin göstergesi bu ol­
guya son Zonguldak direnişinden bir dizi başka örnek de verilebilir.
Ömeltin Zonguldak eylemini her yol ve röntemi kullanarak kuşatmaya
ve kontrol altında tutmaya çalışan burjuva muhalefet partilerinin siyasal
toplantılarına gösterilen belli bir ilgi bunun çok önemli bir başka göster­
gesidir.
İşçi hareketini bekleyen ve altı hep çizilen tuzaltın ne oldu�u. madenci
eylemiyle bir kez daha görülmüştür. İşçi hareketini kaba terörcü yöntem­
lerle ezmeyi henüz göze alamadıltı sürece, onu kontrol altında tutmak,
sınırlamak ve düzen içi kanallara akılmak için burjuvazinin hala etkili
olabilen iki önemli aracı var: sendika bürokrasisi ve burjuva muhalefet
partileri, özellikle de sosyal-demokrasi. Madenci eylemi, burjuva muha­
lefet partilerinin gerekti�inde demagojik manevralarla kendilerini belli
bir düzeyde ve biçimde işçi hareketinin havasına uydururarak işçi kitle­
lerini aldalip etki altına alabildiklerini de göstermiştir. Bu aynı zamanda,
işçi hareketinde son on yılın birikimi olan ve bugün güncelleşen, pratik
olarak gerçekleşme olasıhltı hayli artan genel grev eylemini bekleyen en
ciddi tehlikenin de ifadesidir. Madencilerin siyasal eylem fırtınası, işçi
hareketi üzerinde genel grev doltrultusunda muazzam bir ajitasyon etkisi
yapmış, işçi sınıfına genel grev için somut bir çaltrı olmuştur. Zaten
bizzatZonguldak madencileri bunu böyle ifadeetmekte, sloganlaştırmakta,
başta İstanbul işçileri olmak üzere, SEKA işçilerinden Ege linyit işçile­
rine kadar sınıfın önemli kesimleri de bunu böyle algılamaktadırlar. Bu
1 78
durumda işçi hareketini ve onun genel grev eylemini sendika bürolerasi­
sinin ve burjuva muhalefe�nin tuzaklarından korumak, komünistlerin ve•
devrimcilerin en can alıcı güncel görevi·haline gelmiştir. Devrimci öncü
işçi kuşagını bu alanda büyük bir sorumluluk bekliyor.
Düzenin siyasal sıkışmışlıgı, Körfez politikasının iflası, işçi hareke­
tinin bu agır baskısıyla birleşince, faturayı Özal'a ve partisine çıkaracak
bir erken seçim burjuvazi için tek çıkış yolu olarak gündeme gelmektedir.
Bu manevra siyasal krizi hafifletmek, işçi hareketinin hızını kesrnek ve
hiç degilse onu bir süre için oyalamak· başarısı saglayabilir. Bu oyunu
boşa çıkarmak devrimci hareketin en acil görevidir. Genel grevle erken
seçim arasında bag kuran, erken seçimi genel grevin bir istemi olan,ık
sunan her çaba gericidir, düzenin ve burjuvazinin hizmetindedir. 'SP de
içinde tüm sosyal reformistlerin konumu ve misyonu budur. Bu, içinde
yaşadıgımız 1roşullarda burjuvazinin manevmlarına karşı mücadele ile
sosyal reformizme karşı mücadelenin yakıcı biçimde birbirine baglandıgını
ifade eder. İşçi hareketinin normal seyri bu gerici politikayı boşaçıkarmaya
müsaiuir. Zira işçiler parlamento ve burjuva partilerinden çok kendi
mücadelelerine güveniyorlar. Hükümet degişikligi degil, sermayenin
iktisadi ve politik saldırılarını püskürtınek, siyasal ve iktisadi haklarelde
etmek istiyorlar. Bunu bizzat kendi güçleriyle, kendi çabalarıyla elde
etmek istediklerinin en özlü göstergesi, coşkulu ve militın genel grev
sloganı ve istemidir. Bu istemi ve engelleyemedikleri bir durumda bu
eylemi erken seçime ve hükümet degişikligine kanalize etmek bugün
Demirel'lerin ve İnönü'lerin politikasıdır.
*
Zonguldak madenci direnişi devrimci hareketin güçsüzlügünü, yeter­
sizligini ve perspektifsizligini de bütün açıklıgıyla göstermiştir. Tüm
kesimleriyle işçi sınıfı hareketinin politik temsilcisi ve öncüsü olmak
iddiasındaki devrimci hareket, bu önemli işçi çıkışına hazırlıksız
yakalanmıştır. Bu yalnızca bir örgütsel hazırlıksızlık olsaydı, bir ölçüde
anlaşılır sayılabilirdi. Nedir ki bir çok çevre perspektifolamk da hazırlıksız
yakalanmıştır. Zonguldak eyleminin kapsamı ve biçimi, devrimci hare­
ketin özellikle en "teorik" kesimleri için tıtlibir sürpriz olmuştur. Pratige
baglanmayan, hareketle bag kuramayan, onu beslemeyen ve ondan
beslenmeyen bir teorinin koflugu ve işlevsiziili bir 'kez daha açıga
çıkmıştır.
Madenci direnişiyle yeni bir ivme kazanan işçi hareketi üzerinde tüm
komünistler ve devrimcilerdikkatle düşünmek, görev ve sorwnluluklannı .
gözden geçirmek zorundadırlar. İşçi sınıfının bugünkü harekeıliliginde
yansıyan son 30 yılın birikimi ve deneyimi, son on yılın birikmiş
öfkesidir. Birikmiş, yogunlaşmış, kızışmış biçimiyl� bugün kendini son
derece umut verici biçimlerde ortaya koyuyor. Nedir ki devrimci bir teori,
devrimci bir program, devrimci bir taktik ve tüm bunlarla yogrulmuş
devriinci bir örgüt (ihtilalci bir sınıf partisi) olmadan, hareketin kendi iç
dinamizmi ve olanaklarıyla bir sonuca varamayacagı, ya aldaulaciıc ya da
ezilerek her ,halükarda denetim altına alınacagı, tarihin de teorinin de
basit bir gerçegidir.
Kürt·ulusal sorunu. ve direnişi de dahil Türkiye'deki tüm toplumsal­
siyasal sorunların ve mücadeleterin kaderi dolaysız olarak işçi hareketi­
nin kaderine baglıdır. Türkiye işçi sınıfının Türlc burjuvazisine karşı
mücadelede toplumun tüm ezilen ve sömürülen kesimlerine karşı tarihsel
sorumlulugunu yerine getirebilmesi, bunun için gerçek bir iktidar alter­
natifi olabilmesi, işçi sınıfı devrimcilerinin, komünistlerin, bu sınıfa,
onun gelişmekte olan hareketine karşı sorumluikiarını yerine getirebit­
mesine sıkı sıkıya ve belirleyici biçimde baglıdır.
EKİM
Aralık 1990
l
ZONGULDAK
SONUÇLAR VE BAZI GÖREVLER
Tarihsel koşullar
Zonguldak işçi sınıfının mücadele deneyimi açısından zengin bir
mirasa sahip oldugu söylenemez. Buna karşın egemen sınıf açısından
her zaman bir korku ve endişe kaynagı olabilmiştir. Kurtuluş Savaşı
henüz daha sürerken kem·alist burjuvazi işçi sınıfını yanma çekmek ve
Sovyet devriminin etkilerini kırmak amacıyla özellikle Zonguldak işçi
sınıfına yönelik iki kanun çıkarıyor.
Zonguldak'ta her zaman işçi sınıfı üzerinde sömürü aynı zamanda
şiddetögesini de içinde barındırmıştır. Kemalist burjuvazinin çıkardıgı
kanunlarda angarya yasaklanmakla beraber, Zonguldak işçileri için
angarya daha uzun süre uygulanan bir gerçeklik olarak durmuştur.
I. ve II. mükellefiyet dönemleri olarak anılan dönemlerde işçiler
yogun bir baskı altında ve fiilen angarya şartlan altında çalıştıı;ıl­
mışlardır. B u angarya anlayışının izleri bugüne kadar ulaşmıştır. Yakın
döneine kadar işçiler üzerinde, özellikle de mühendisler aracılıgıyla·
uygulanan ve zaman zaman da dayak atınalara kadar varan bir baskıdan
181
sözetmek mümkündür.
Zonguldak bu özellikleriyle sosyalist görüşlerin kolay yankı bul­
dugu alanlardan bir tanesidir. Bu özelligi Zonguldak tarihinden de sap­
tayabiliriz. Gerek Kurtuluş Savaşı sırasında gerekse de sendikal hakların
saglandıgı 1946'lı yıllarda Zonguldak'ta sosyalist fikirlerio belirli bir
etkinliginin oldugu görülüyor. 1946'da sendika kurma özgürlUgünün
kazanılmasıyla beraber, Zonguldak'ta da sendikal çalışmalar başlıyor,
bu çalışmalarda sosyalistlerin bir etkinligi vardır. Hemen ardından ilan
edilen sıkıyönetimle bu sendikalar kapatılıyor. Zonguldak işçi sınıfı
bir kez daha baskı ve işkenceyle karşılaşıyor.
Zonguldak işçi sınıfının tarihinde 1965 yılının özel bir önemi
y
vardır. Zonguldak'ta bu tarih bir yerel başkaldın ı simgelemektedir.
İ şçiler devletin resmi kurumlarını, sendikayı basmışlar ve askerlerle
çatışmaya girmişlerdir. İ ki şehit verilerek edinilen bu mücadele
deneyimi, bugünkü Zonguldak eyleminin arkasındaki önemli bir moral
güçtür. (Zonguldak madencileri anlamlı bir davranışla geçtigirniz
günlerde kalabalık bir topluluk halinde şehitlerini andılar.)
Zonguldak işçileri, her gün iş kazası, meslek hastabgı vb. ile
yüzyüze çalışmaktadır. Yalnız iş koşullarındaki degil, aynı zamanda
iş mekanındaki saglıksızlık ve güçlükler, madenci işçilerin tepkilerini
ortaya koyuşlarını da etkiliyor. Zonguldak işçileri de adeta "grizu" gibi
patlıyor.
Zonguldak işçi sınıfı, geçmişte kuvvetli olan topnlkla bagını
bugün artık önemli ölçüde yitirmiş ve işçileşme sürecinde önemli
mesafeler katetmiştir.
Zoguldak 'ta bir işçinin belirli bir dönem madende, belirli bir
dönem de toprakta çalışmasını ifade eden münavebe sistemi içerik de­
giştirmiştir. Münavebe sistemiyle çalı şan yeraltı maden işçisi, artık
maden ocagında çalışmadıgı dönemlerde dahi ikinci bir iş bularak yine
·
ücretli olarak çalışmaktadır.
Kuşkusuz bu, Zonguldak işçi sıriıfı üzerinde köylü düşüncesinin,
geri ilişkilerin kültürünün etkisinin ortadan kalktıgı anlamına gelmi­
yor, dahası Zonguldak grevinin kısa sürede bir "halk hareketi" haline
dönüşmesinde bu geri kültürel ilişkilerin belirli bir rolü olmuştur.
Bu noktada şunu belirtmek gerekir, tüm bu geri kültürel ilişkilere
karşın Zonguldak artık bir işçi kentidir. Zonguldak köyleri artık işçi
182
mahalleri haline gelmiştir, dolayısıyla, bu geri kültürel ilişkiler
rahatlıkla bir avantaj haline de dönüşebilmektedir.
Hareketin genel özellikleri
Geçtigirniz günlerde Zonguldak işçi sınıfının, 15-16 Haziran ey­
lemlerinin ardından yaşanmış en kitlesel, en canlı ve belirli sınırlar
içerisinde siyasal gösterilere de dönüşen grevine tanıklık etti.
Bugünkü işçi hareketinin temel özelliklerinden biri de, eylemlerin
toplusözleşme döneinierine baglı olarak patlak veren "kitle grev"leİ'i
şeklinde gelişmesidir. Bu durum, hareketin, yer yer öne çıkan politik
şiarlara karşın henüz ekonomik çeperi aşamadıgını ve' kendi dışına
bakamadıgını göstermektedir
Zonguldak'ta da sınıfın politik şiarlan nispeten öne çıkarmasına
ve savaş gibi toplumun genelini ilgilendiren bir konuda tutum belir­
lemesine ragmen, hareketin esasen bu çerçevede geliştigi söylenebilir.
Yalnız bu grevin kendine has özellikleri oldugu da hemen herkes
tarafından belirtilen bir gerçekliktir. Bir kere bu grev başlangıcından
kısa bir süre sonra yerel bir genel grev özelligini dahi aşmış, yerel bir
halk hareketi haline dönüşmüştür. İkinci olarak bu grev, "bu işyerinde
grev vard_ır" pankartı asıldıktan sonra, grev gözcüleri dışında tüm
işçilerin evlerine dagıldıgı ve pasifbir biçimde sendikanın toplusözleş­
me görüşmelerini sonuçlandırmasını bekledigi bir grev olmamıştır.
Aksine işçiler kitlesel olarak toplusözleşme görüşmeleri üzerinde
basınç oluşturmaya çalışmışlar, hergün Zonguldak sokaklarında kitle­
sel gösteriler yapmışlardır. İşçiler, bu kararlı tavırlarıyla sendikalarını
da harekete zorlamışlar ve dahası iktidara karşı ioplumsal muhalefetin
fiili önderi haline gelmişlerdir. Üçüncüsü, Zonguldak grevi toplu iş
sözleşmesinin uyuşmazlıkla sonuçlanmasıyla başlamış, ekonomik ta­
lepler etrafında gelişen bir işçi eylemi olmasına karşın kısa bir süre içe­
risinde kullanılan şiarların hemen tümü siyasal taleplere dönüşmüştür.
Hareketin kendiligindenligi ve sendika bürokrasisi
Zonguldak grevi, kendiliginden işçi eyleminin gücünü ve
zayıflıklarını, ikisini bir arada ve çok net olarak ortaya koymuştur.
183
Zonguldak'ta gösteri ve yürüyüşler sendikanın yönlendirmesi
dışında, dogal bir tarzda başladı.* Bu başlangıç, Zpnguldak gtevinin
etki ve sonuçlarının bu denli büyük olma�ına da yolaçmışhr. Kuşkusuz
eylemin bir patlama şeklinde ortaya çıkmasında şaşılacak bir şey
yoktur. Toplumsaleylemin mantıgı geregi bu türolayların hemen tümü
kendiliginden gelişir. Eylemin kendiiilinden karakterini giderecek
olan, sosyalistlerin işçi sınıfıyla kurdukları organik baAJn derecesi
(öncü işçilerin komünist örgütle birleşmesinin derecesi) ve dogru
taktik sloganların atılabilmesidir.
Zonguldak eyleminin en önemli özelliklerinden bir tanesi de işçi
sınıfının gösterdigi kararlılık çizgisidir. Zaten bir kendiligiiiden hare­
ketin az çok kendi içinde başarılı ölabilmesi, harekette ifadesini bulan
öfke ve kararlılıgın boyutuna da baglıdır. Zonguldak iŞçileri Ankara'ya
yürüyen bir öfke ve kararlılık seliydi. Hareketin bir aşamasına kadar
sendikacılar işçi sınıfının bu öfke ve kararlılığına az çok uyum
sagladılar. Hatta işçilerin önemli derecede güvenini de kazandılar.
Fakat Mengen'den geriye dönüşle başlayan ve toplu iş sözleşmesinin
imzalanmasıyla devam eden süreç sendikanın artık işçiler nezdinde
prestijinin' sarsılmaya başladığı bir dönemin başlangıcıdır.
Hareket üzerinde etleimizin sınırlı oldugu ve sendikanın gelişen
hareketi engeleyemcdigi, hatta az çok uyum sağladıgı bir dönemde,
hareketi daha ileri noktalara taşıyacak şiarların sınıf içinde
propagandasını yapmak yerine "sendikacılarla uğraşmayı" baş faaliyet
haline getirerek sınıfa bilinç götürülecegini, sınıfla birleşilebileceğini
düşünenler hata yapıyor demektir. Sınıfa ileri şiarlar götürülebildigi
oranda ve onunla beraber sendika bürokrasisini teşhir içinde uygun
zeminler oluşturulur.
İşçilerin Mengen'den geri dönüşü, işçilerin sendika dışında bir
örgütsel seçenekle tanışmamış olmalarıyla ilgilidir. Mengen'den geri
dönüş, burjuvazi tarafından bir "yenilgi" olarak sunulmaya çalışılıyor.
Böylece burjuvazi bir "yenilgi" psikozu yaratarak, işçi hareketini
moral anlamda güçsüzleştirmeyi planlıyor.
* Sendikanın toplu iş sözleşmesi hakkında değerlendirme toplantısına
işçiler topyekün gitmeye başlamışlar, sendikaya doğru topluca yürüyen işçilere,
bir sosyalist işçinin "kaldırımdan değil caddeden yürüyelim" önerisi getirmesi
·
üzerine olay bir anda bir gösteriye dönüşmüş ve bu böylece sürüp gitmiştir.
184
İşin ilginç yanı bu "yenilgi" tiradııla solun önemli bir kesiminin
de eşlik ediyor olmasıdır. Bir kez daha onların işçi hareketini "ken­
diliginden
hareket" olarak degerlendirmelerinin, b� kavrayışı
yansıt madıgı oruiya çıkıyor. Önemli olan bir kendiliginden hareketin,
bu denli ileri gidebilmesini saglayan dinamikleri saptamaya çalışmak
ve bu dinamikleri sınıfla birleşrnek amacı dogrultusunda kullanabil­
mektir. Kendiliginden bir hareketin belli bir tutarlılık ve kararlılık
çizgisiyle Ankara yürüyüşünü tamamlamasını beklemek, bütün "ken­
diliginden hareket" saptamalarının içten içe bir kendiliJtinden harekete
tapınma egitimini de taşıdıgını göstermektedir: İşçiler geri dönme
konusundaki isteksizliklerine ragmen, sendika dışında bir öRderligin
olmaması
ve
bir
önderlige
sahip
olmadan
bu
yürüyüşün
başarılamayacagım sezmeleri, ek olarak da diger bölgelerdeki işçi
sınıfından bekledikleri destegin gelmemesi nedeniyle geri dönmelç
zorunda kaldılar.
İ şçi hareketindeki kaynaşmanın genelliğine rağmen, hareketi mi­
litan eylemiere sürükleyen patlamalar yerel karakterini korumaktadır.
B� genel kaynaşmanın yerel patlamalara aktif bir destek haline dönü­
şememesi, işçi hareketinin merkezi düzeydeki önderlik arayışına cevap
verilemeıriesiyle doğrudan bağlantılıdır. Bugün Zonguldak'taki patla­
ma, yarın Adana'da, diğer gün İ stanbul'da olabilmektedir. Bu hareket­
lerin mer�ezileşmesi ve politik bir hareket haline dönüştürülmesi, bir
kez daha işçi sınıfının parti ihtiyacının karşılanmasının bugün artık acil
bir görev olarak önümüzde durduğunu kanıtlamaktadır.
Madenci grevinde de, işçi sınıfının örgütlenme konusunda henüz
sendikal örgütlülük içerisinde sıkışıp kald ıgı açıkça görüldü. İ şçi sınıfı
genel olarak sendikalara karşı da güvensizdir, fakat, Zonguldak'ta iş­
çilerin özellikle sendika başkanının kişiliğinde sendikaya daha çok gü­
vendikleri ortaya çıkıyor. Şemsi Denizer, hareketi apolitikleştirme
konusunda yoğun bir gayret sarfetmekle beraber, Mengen 'e kadar
işçilerin önüne doğrudan bir engel olarak çıkmamaya da özen gösterdi.
Dahası, bu tip bir eylemle Türkiye işçi sınıfının duygularına seslene­
bileceğini ve bunun kendini "Türkiye'nin Walesa'sı" olarak sendikal
önderlik yarışında Türk- İ ş başkanlığına taşıyabileceğini d üşün üyordu.
Bu planlar içerisinde Ş . Denizer gelişen harekete uyum sağlamaya
çalıştı, hareketin kendini sürüklemeye başladığını hisseuigi an da ise
185
"Burada önemli kararları ben veririm" diyerek, hareketi fiilen gerilet­
meye başladı.
Bu deneyimi kazanmış bir işçi sınıfına, Ş. Denizer'in bundan sonra
"önderlik" yapması hayli zor olacakur. Eger Ş. Denizer ciddi bir
anlayış degişikligi geçirmezse, hareketin önüne bir engel olarak
dikilmeye başlayacaktır. Kuşkusuz, bu noktada sorunun kritik yanını
komünistlerin gösterecegi çaba oluşturuyor. Çünkü işçi sınıfının
önündeki sendika bürokrasisi engelini aşınanın yolu esas olarak yeni
bir sendikal önderlik önermekten degil, . işçi sınıfının örgüt arayışına
bir başka platformdan cevap verebilmekten geçiyor. Öncü işçilerle
örgütsel pianda birleşebildigimiz ölçüde sendika bürokrasisiniit oluş­
turdugu "ciddi" engelin de aşılabilmesi kolaylaşacaktır.
Zonguldak eylemi, sendika bürokrasisinin gerçek yüzünü bir kez
daha açıga çıkarmak konusunda da ek imkanlar saglamıştır. Türk-İş
bürokratları, bu eylemi başından beri engellemeye çalışmış, diger sen­
dikaları Zonguldak eylemini desteklemernek dogrultusunda' yönlen­
dirmiş ve açıktan açıga yürüyüşün sona erdirilmesi çagrısını yapmıştır.
3 Ocak tarihinde uygulanan, işçilerin "evde oturarak" gerçekleş­
tirmelerini kararlaştırdıkları "genel grev"le de işçilerin genel ve militan
eylem çizgisini yeniden pasif biçimlere döndürmeye çalışmışlardır.
Yer yer "genel grev"in sokaga taşınlması yönündeki çabalar olumlu
sonuç verse de sendika bürokrasisi 3 Ocak'ta genel olarak bir eylem­
sizlik havasını yaratınayı başarmıştır.
Bu durumu, Zonguldak eyleminin desteklenmesi ve ortak eyleme
dönüştürülmesi konusunda işçi sınıfının gösterdigi pasiflikle birlikte
düşünürsek, Türkiye'nin siyasal gündemini belirleyen bir işçi hareke­
tinin içten içe bir zayıflık taşıdıgı da görülebilecektir. Bu zayıflık
tersten sosyalist hareketin gösterdigi önderlik zaafiyetini ortaya ser­
digi ölçüde ders çıkarılacak bir olgudur da. Kitleselleşmiş bir hareketin
önderlik ihtiyacının uzun süre karşılanamaması o hareketi içten içe
çürümeye ve pasifize olmaya götürür. Kendi�iginden hareketin uzun
süre aynı çizgiyi koruyacagını sanmak bir yanılgı olacaktır.
·
"Yalıtma politikası" ve devrimci faaliyet
Devrimci çevreler, sınıfhareketiyle birleşme konusunda hala eski
186
kolaycılıgı sürdürüyorlar. İşçi sınıfının kendiliginden ayaga blkugı
anlarda, harekete dergileriyle, özel sayılarıyla müdahale etmeye
çalışıyorlar. Bugün işçi sınıfı bu tip bir müdahaleye karşı kapalı bir
tutum izliyor. Bu tutum yalnızca Zonguldak'a özgü de degildir.
Devrimci hareketin eski pratiklerine duyulan güverisizligin bunda
önemli bir rolü vardır. Bunu.n sosyalist harekete karşı bir kapalılık
olarak algılanması da son derece yanılucıdır. Nitekim bizim Zongul­
dak eylemindeki deneyimimiz, sınıfa sınıfın içinden müdahale edildigi
zaman, geniş bir etki alanı yaratmanın mümkün oldugunu da göster­
miştir.
Burjuvazinin işçi sınıfı ile sosyalist hareketi birbirinden yalttmak
için yogun bir gayret içinde oldugu açıktır. Bu politikanın diger bir
boyutu da işçi sınıfını politikadan yalıtma çabalarıdır.
Burjuvazi sürekli işçi sınıfına, "aranıza nifakçılar sokmadıgınız ve
politik hedefler gütmediginiz müddetçe eylemlerinize hoşgorüyle
'
yaklaşınz" mesajını vermeye çalıştı. Ömegin Hürriyet gazetesi
sendikanın tazyikiyle 'işçilerin devrimci yayınları almamaları, hatta
yırtmalarını manşetten vererek Zonguldak işçilerinin bu tavrını gökle­
re çıkardı.
Fakat bu tip bir yalıtma politikasının başacıya ulaşması nesnel
olarak mümkün degildir. Nitekim Zonguldak işçilerinin eylemleri
daha ilk adımda "politik" bir hareket olarak burjuvazi tarafından
suçlanmaya başlanmış, işçi_ sınıfı ile burjuva hükümet daha ilk adımda
karşı karşıya gelmişlerdir. Devletin "hoşgörüsü"nün anlamı, binlerce
polis ve askeri Zonguldak'a yıgmasıyla işçiler nezdinde de aç1ga
çıkmıştır. Devletin televizyonunun kendilerine kapalı oldugu bir anda
polisin kameralarının Zonguldak'ta bulunmasının anlamını hiç kuşku­
suz işçi sınıfı kavramaktadır.
Bu açıdan Zonguldak eylemi, devletin burjuva egemenliginin
aracı oldugu gerçeginin kavranması açısından işçi sınıfını aydınlatıcı
bir işlev de görmüştür.
Zonguldak'ta işçi sınıfı ile sosyalistleri birbirlerinden yalıtma
çabalarının rahatlıkla boşa çıkarılabildigi görülmüştür. Üstelik Zon­
guldak'ta işçiler üzerinde önemli ölçüde etki sahibi sendikacılar da
bizzat bu çabayakatılmışlardır ve devrimci sosyalistlerekarşı saldırgan
bir tutum takınmışlardır.
·
187
Reformizmin havzadaki etkisi bir hayli eski v�köklüdür. Bu elki
eylemin her aşamasında mücadeleyi geriye çekme çabası biçiminde
kendini gösterdi. İşçilerin iktidar perspektifli slogan ve önerilerinin
karşısında, reformİstler sürekli olarak "böliicülük", "bozgunculuk"
suçlamasıyla çıktılar. Reformizmin bu tip karalama çabaları karşısında
pek çok devrimci işçi sosyalizm propagandasını yapmaJctan, "tecrit
oluruz" kaygısıyla geri durdu.
Bu, hareketin bir başka zayıf yanını göstermektedir.
Komünistler, devrimci öncü
işçilere devrim
ve sosyalizm
propagandasının her koşulda yapılmasının önemini ısrarla anlatmalı
ve reformizmin elkisinin kırılması mücadelesine bu boyutuyla da
önem vermelidirler. Bu tabiki işçilerin ekonomik karakterli, demokra­
tik karakterli1aleplerine kayıtsız kalınacagı anlamına gelmiyor. Önemli
olan propaganda ve mücadelenin her iki boyutunu birlikte yürütebil­
mektir. Hayır! Ekonomik-demokratik haklar propagandası adına
devrim _ ve sosyalizm propagandasından vazgeçmek degil, aksine
ekonomik haklar, demokratik haklar mücadelesini sosyalist iktidar
perspektifine baglayan bir propaganda ve eylem çizgisi ... Ama her
koşulda devrim ve sosyalizm perspektifinin odağa konulduğu bir
propaganda ve ajitasyon ...
İşçi hareketini çembere almaya çalışan burjuva-muhalefet, sosyal
reformizm ve sendika bürokrasisi engellerini aşmak için, bu egilimleri
teşhire yönelik bir ideolojik mücadeleyi her koşulda sürdürmek kuş­
kusuz zorunludur, ama her türden reformİst mikrobun panzehirinin
bizzat pratik olduğunu da unutmamak· gerekiyor. · İşçi hareketinin'
sokaklara, meydanlara döküldügü bir yerde ve anda reformizmin işçi
hareketinin geriye çekmeye uzun süre .g!icü yetmez, yetmeyecektir.
Burada asıl sorun öncü işçi kuşağı ile sosyalist hareketin birleşmesinin
önündeki en büyük engel olan "güvensizlik duygusunu" saglam pra­
tiklerle, sağlam bir önderlik çizgisiyle ve yerinde müdahalelerle
aşabilmekten geçiyor. Birçelişki gibi gözüküyor ama öncü işçi kuşağını
kucaklayabilmenin yolu, herşeyden önce bu kesimlere işçi sınıfı
içerisinde bir etki ve güç odağı olduğumuzun gösterilmesinden,
EKİM'in sadece "ideolojik" anlamda değil aynı zamanda organik
anlamda da işçi sınıfının hareketi oldugunun gösterilmesinden geçi­
yor.
188
Sendika bürokrasisi ve grev komiteleri
İ şçi hareketinin anık genelleşmiş bir özelligi haline gelen harekete
sendikaların yanısıra ve baz�n de sendikalara alternatif olarak işyeri
komiteleri, grev komiteleri vb. gibi taban örgütlenmelerinin inisiyatif
koyması olgusu Zonguldak'ta da görüldü.
İşçi komiteleri vb.nin kendi inisiyatiflerini kıncı etkisini gören
sendika bürokrasisinin tavrı, bu komiteleri kendi inisiyatifleri altında
oluşturmak oluyor. Zonguldak'ta da grev komitelerini daha baştan
sendika kendi şube yöneticilerinin inisiyatifinde oluşturdu. Böylece
sendikanın inisiyatifi korunmaya çalışıldı. GMİS 'e işçilerin duydugu
nispi güven de dikkate alınırsa, sendikanın inisiyatifine yönelik ciddi
bir muhalefetin oluşmaması, sendikanın en baştan denetleyici tavrıyla
da ilgilidir. Buna ragmen grev komiteleri zaman zaman bagımsız
inisiyatif geliştirmeye çalışmış, fakat her seferinde karşısında sendika
bürokrasisini bulmuştur. Sendika bürokrasisi, grev komiteleri imzalı
pankartların taşınmasına dahi tahammül gösterememiştir.
Türkiye işçi hareketinin geneliyle kıyaslandıgında, Zonguldak'ta
oluşan grev komiteleri henüz geri bir noktayı temsil etmektedir. Fakat
bu noktada dahi, bu tip komiteterin sendika bürokrasisinin etkisini
kırmada ve hareketi politikleştirmede ciddi roller oynayabilecegi
görülebiliyor. Bu nedenle komünistler, esasa yine ocaklarda hücreler
oluşturmayı koymakla beraber, bu tip komitelerin potansiyel önemini
kavramalı ve buralarda etkin olmaya çahşmalıdırlar. Fakat bu, belirt­
tigirniz
gibi
ocaklarda
hücre
faaliyetinin
temel
olmasını
unutturmamalıdır. Esasen biz ocaklarda hücreler kurabildigimiz oran­
da bu tip komitelerde etkin olmanın da koşullarını saglamış olacagız.
"Meclis istifa" slogam
İşçi sınıfı içerisinde mevcut hükümet tamamıyla teşhir olmuş
durumdadır, fakat işçi sınıfının burjuva muhalefeti de bir alternatif
olarak görmedigi uzun süredir ortaya çıkmış bulunan bir başka gerçek­
tir. Zonguldak gibi burjuva muhalefetin etkisinin nispeten daha güçlü
oldugu bir bölge açısından da temel olarak bu gerçegin geçerli oldugu
söylenebilir.
189
Nitekim, bazı çevrelerce çeşitli açılardan tartışılan "Meclis istifa"
sloganı·bu gerçegi ifade ediyor. "Meclis istifa" sloganının bir yönüyle
"sine-i millet" politikasıyla bir ilgisi oldugu kuşkusuzdur. Ama "Meclis
istifa" sloganı "sine-i millet" taruşmalannın etkisine ragmen temelde
burjuva muhalefetin inisiyatifi dışında ortaya çıkmış, işçi sınıfı. bur­
juva muhalefetin kısırlıgını kendi yöntemleriyle çözmeye çalışmış,
burjuva muhalefeti tavır almaya zorlam ış ur. İlk olarak, bu sloganın bu
açıdan burjuva muhalefetin teşhirini kolaylaşuran bir yönü de vardı,
ikinci olarak; işçi sınıfının "Meclis istifa" sloganını bu kadar kolay ve
yaygın olarak benimsemesi, içinde burjuva muhalefetin de yeraldıgı
meclise karşı toptan bir güvensizlik duydugunu gösteriyordu. Sonra­
lan , muhalefetin "sine-i millet"e dönmemesi üzerine ise "Meclis
istifa" sloganı çok daha belirgin olarak burjuva muhalefeti de hedef­
leyen bir içerige kavuşmaya başladı.
Kuşkusuz, bazılarının "Meclis istifa" ve "İşçiler birleşin, iktidara
yerleşin" sloganına, burjuva muhalefetin etkisiyle aulan ve "erken se­
çim" amacını güden ve bu anlamda "Özal istifa", "Hanedan istifa"
sloganlarıyla ortak içerik taşıyan sloganlar oldugu gerekçesiyle karşı
çıkmalarının hiç bir manuksal açıklaması yoktur. Hele bir de bunun
karşısına Türk-İş tarafından "dejenere" edilmiş ve "içerigi çarpıtılmış"
"İş, ekmek, özgürlük" sloganı alternatif olarak çıkarıhyorsa, getirilen
yaklaşım -iyice anlamsızlaşıyor.
"Meclis istifa", "İşçiler birleşin, iktidara yerleşin" sloganları elbette
net bir iktidar perspektifine sahip olunarak atılan sloganlar degildir.
Ama sosyal mücadeleler tarihi, bu tip sloganların işçi sınıfının mevcut
burjuva altematiOere olan güvensizliginin yogunlaşugı dönemlerde
ortaya çıktıgını gösteriyor. Rusya'da " lO kapitalist bakan istifa"
sloganıyla ortaya çıkan işçi hareketinin kısa zamanda burjuva düzenin
tümünü hedefleyen bir harekete dönüşmesinin iç dinamiklerini kav­
rayamayanlar, bugün "net bir iktidar perspektifi ifade etmiyor" gerek­
çesiyle "Meclis istifa" ve "İşçiler birleşin, iktidara yerleşin" slogan­
larının karşısına çıkarlar. Bu sloganların net bir iktidar perspektifi
taşıyarak ve bu denli yaygın atıldıgı bir durumda işçi sınıfı zaten bu
"eleştiricilere" gerek duymayacak ve iktidarı alacaktır.
Komünistlerin görevi, bu sloganların yaygınlaştırılmasıyla bera­
ber burjuva muhalefetin, sosyal-reformizmin ve sendika bürokrasisi-
190
nin etkisini kırmaya yönelik etkili bir propagandafaaliyeti yürütmektir.
İşçi sınıfı üzerinde "Meclis i stifa". "İşçiler birleşin. iktidara yerleşin"
sloganlarıyla ve hareketin yükselme egilimi gösterdigi bir anda (bu
sloganların mucidinin kim oldugu hiç önemli degil) reformizmin bir
etki kurabi lecegini düşünmek mücadele süreçleri hatdonda "net bir
perspektife" sahip olarnamale demektir.
Bazl görevler
Zonguldak eylemi, işçi hareketinde önemli kilometre taşlarından
biri olarak tarihe geçmiştir. B ir yandan işçi hareketine daha militan ve
kitlesel eylem biçimlerine geçişinin yolunu açarken, öte yandan henüz
iktidar perspektifinden uzak olsa da. işçi hareketi nin "dar ekonomik
çıkarları"nın ötesind� taleplerin formüle edildigi bir eylem olmuştur.
Eylem sıralannda atılan savaş aleyhtarı sloganlar. işçileri n toplumun
genel taleplerini de di le getirmeye başladıklarını. henüz çok cılız olsa
da "kendi dışına bakma" bilincinin gelişmeye başladıAını göstermek­
tedir.
Zonguldak eylemi "bir yeni lgi degil, başlangıçur". İşçilerin Men­
gen'e kadar yürüyebilmesi , onların içlerinde birikmiş bir öfkenin ve
kararlılıgın sonucu başarılabitirdi ancak. İşçiler, henüz sosyalist hare­
ketle birleşmemiş oldukları bir dönemde toplumun gündemini bu denli
belirleyebiliyorlarsa, bunu, içten içe kaynamanın artık bir kabından
taşma haline dönüşmeye başladıgının göstergesi saymak gerekir.
Komüni stler açısından Zonguldak; 42 bini madenierde toplam 120
bin işçinin çalıştıgı bir kent olarak, özel önem veri lmesi gereken bir
cografyadır. Özellikle işçi leşme sürecinin maddi anlamda aldıgı bu
boyutta bi rlikte, Zonguldak tam anlamıyla bir işçi şehri olmaya
başlamıştır.
Dogal ki, Zonguldak işçi sınıfının kültürel anlamda üzerinde
taşıdıgı geri dönemin izlerini gözardı etmemek gerekiyor. Ayrıca
Zonguldak'ta önemli patlamaları görece bir suskunluk döneminin
izledigi de bili nmektedir. Gerçi 12 Eylül eylemleri ve Ankara yürü­
yüşü artık Zonguldak'ta çok şeyi degiştirmiştir. Fakat yine de Zongul­
dak'ta yürütülecek bir faaliyet sokak çatışmalarından barışçıl dönem­
lere, barışçıl dönemden sokak çatışmaianna hızla geçecek esneklige
191
sahip olmak zorundadır.
Komünistterin Zonguldak'ta belirli bir düzeyde ilişkileri olmakla
beraber, öncü kuşagını kucaklayabildigi söylenemez. Dolayısıyla ge- ·
lişen işçi hareketine örgütümüzün önderlik edebilmesi açısından güçler
yeterşizdi. Bizim açımızdan Zonguldak işçi hareketi asıl olarak öncü
işçi kuşagı ile birleşmenin saglanması bakımından önem taşıyordu.
Zonguldak direnişi sınıfla sosyalist hareketin birleşmesi açısından
zengin olanaklar saglıyordu. Hareketimiz, Zonguldak'taki patlamayı
önceden saptayabilmesine ragmen yaygın ve etkili bir siyasal inisiya­
tifin ortaya konmasını saglayacak hazırlıkları yeterince gerçekleştire­
m edi. Yürütülen faaliyet temel olarak Zonguldak'taki yoldaşların
yerel çabası ile gerçekleşti. Bu faaliyetimizin istedigirniz güçte olmasını
engelledi ve yüzlü rakamlarla 'ifade edilecek bir "partili" işçi kuşagı
yaratabilecegimiz bir eylemde, kurabildigimiz ilişkiler iki haneli rakamı
geçemedi.
Her fabrikada ve işçi sınıfının yogun oldugu bölgelerde oldugu
gibi Zonguldak'ta da sınıfın öncü kesimi bölünmüş durumdadır. Bu
bölünmüşlük sosyalistlerin işçi hareketine önderlik edebilmesinin
önünde ciddi birengel olarak durmaktadır. Yine reformisı sendikacıların
ve burjuva muhalefetin hareketi geriye çekme konusundaki başarıları,
bu bölünmüşlükle de dolfrudan ilgilidir.
Biz komünistler, sınıfın öncü kesiminin tümüyle birleşmeyt'he­
deflemeliyiz: Bunun için öncüyü bölmeye yönelik her türlü çabanın
karşısına dikilmeliyiz. Böylesine eylemlilikler işçi sınıfının öncü
kesimini kendiliginden birleşmeye dogru yöneltir. Sınıf hareketinin
yükselmesi kadar sınıfın öncülerinde birleşme egilimini doguracak hiç
bir şey yoktur. Bize düşen bu birleşme egilimini gerçeklik haline
getirecek bir çizgi izlemektir. EKİM Hareketi olarak, başından beri
kendi içine, örgüte ve örgütsel çıkariara dayalı bir politika izlemedik
ve bu tip politikalarla her aşamada hesaplaştık. Bizim izledigirniz
politika sınıfa ve sınıfın öncülerini kazanmaya yönelik olmuştur ve
öyle olmalıdır.
Zonguldak'ta yerüstü ve yeraltı işçileri arasındaki fiziksel temas
eksikligi, işçilerin örgütlü davranışlarında bir takım zaaflar
yaratmaktadır. Yerüstünde çalışan işçiler nispeten daha egiıimli ve
önderlik vasfına sahipler, fakatçalışma koşullarındaki belirgin farklılık
192
yeralunda çalışan işçiler ile yerüstünde çalışan işçileri bölme yönün­
deki çabalan kolaylaşurmaktadır. Özellikle reformist sendika bürok­
rasisi eylem süresince yeralu ve yerüstü işçilerini bölme konusunda
· öze,l bir gayret sarfetti. Komünistler bu çabalara karşı durmalı, aksine
yeralu ve yerüstü çalışanlarının komünist örgüt çatısı altında birligini
saglamalıdırlar.
Önümüzdeki ı Mayıs, Zonguldak açısından özel bir önem taşıyor.
ı Mayıs bir yandan, Ankara yürüyüşünün işçilere politik anlamda neler
kazandırdıgının görülebildigi bir gün olacaktır, öte yandan da iyi bir
'
hazırlıkla işçi sınıfı hareketinin politikleştirilmesi açısından önemli
olanaklar sunan bir gün olacaktır.
Eger önümüzdeki ı Mayıs, kitlesel, militan sokak gösterilerinin
yapıldıgı bir gün haline getirilebilirse, o zaman işçi sınıfının politik
eylemlerinin bclirleyecegi yeni bir döneme girildigini ilan edebilecegiz
demektir.
E. Taylan
Mart ı 99 1
193
HI. BÖLÜM
Seçimler, Parlamento
ve
BaAtmsiz Sınıf Thtumu
SEÇİMLER, . PARLAMENTO VE BAÖIMSIZ
SINIF TUTUMU
ANAP, parlamentodaki . çogunlugu
aracı lıgıyla, seçim yasasını
yeni degişikliklerle alabildigine keyfileştirip; erken seçim kararı aldı.
Getirilen bar(lj o kad(lr yüksel< ki, bir kaç parti ancak aşabilir. Sççime
hazırlık ve prQpaganda süteşi bir ay gibi kısa bir süreye sıgdırıldı vb.
Böylece ANAP, rakipleri diger sermaye partilerine, burjuva iıormlara
uygun eşit koşullarda bir mücadele olanagı dahi tanımamış oluyor.
Referandum maratonunu kılpayı kazanabiimiş yorgun rakiplerini
hazırlıksız yakalamayı, seçim tarihinin,bir yıl öne alınmasıyla normal
sürenin yaratacagı yıpranmanın sonuçlarından kurtulmayı, referan­
dum
sonuçlarının
psikoloj ik
avantajlarını .hükümet
olmanın
olanaklarıyla birleştirip seçimlerde en kazançlı, daha dogrusu, mutlak
çogunluga sahip parti olaı::,ık çıkmayı hedefliyor. Öte yandan bununla,
katılan partilelin ve adayların tamamen darbeci generaller tarafından
saptandıgı skandal bir seçimle (1983 seçimleri) oluşturulan parlamen-
to �ri.ıiı:teıci- . �şmalı cıurum .ııona erdirilip, �na �·meşrulugu" ve
"saygınbgı" yeniden kazalıdırılrmş olacaftır, Eger başarırsa, 12 Eylül
rejimini ve onun yaratugı k�nimliın kendine zırb edinen sennayenin
"sonradan" görme bu fütursuz çetesi,
beş
yıl daha hükümet etmeyi
"millet iradesi" ile garanti altınaalmış olacak. Başta ABD olmak üzere,
-uluslararası mali sennayenin ve halcim sınıflarımızın tercihi de budur
kuşkusuz. . Bunu, "Özal istikrar demektir" sözleriyle açıkça ifade
ediyorlar. Onların nezdinde, Özal ve partisi,
1 980 Ocak'ında uygulan­
maya konulan, 12 Eylül rejimiyle tamamlanan iktisadi-siyasi politi­
kayı -"istikrar politikası"-·harfiyen ve fütursuzca uygulayan ve uygu­
lamaya kararlı güruhu temsil ediyor.
Sadece sennaye partilerinin katıldıgı bu yarıştan kimin hangi so­
nuçları elde edecegi komünistler ve sınıf bilinçli işçiler bakımından
özel bir önem taşımıyor. Erken seçimin burjuva kampta ne gibi geliş­
melere yol açacagını ve bunlar arasında yeni güç dagılımını, önümüz­
deki günler gösterecek.
Normal
zamanlara. göre siyasal canlılıgın aruıgı, her partinin
kendi program ve tutumlarını açıkladıgı seçim ortamından, kendileri
için varolan olaganüstü engellere ve yasak ortamına ragmen, komü­
nistlerin ve devrimci güçlerin kendi amaçları dogrultusunda yararlan­
maları istenirdi. Ancak devrimci kamptaki siyasal güçlerin halihazırdaki
durumları nedeniyle seçimlerde kayda deger bir etkinlik göstereme­
yecekleri apaçık tır. Genel olarak işçilerin ve.halkın devrimci demokrat
temsilcilerinin adaylan (büyük ihtimalle hiç) olmayacaktır. Revizyo­
nistlerin (TKP vb.) ve liberal solun (Perinçekler, Aybarlar, Baştürkler)
önceki seçimlerde oldugu gibi burjuva partilerden SHP 'yi destekleye­
cekleri malum.
Ancak, sosyalist hareketin ideolojik-siyasi bağımsızlıgını sag­
lamanın ve bagımsız sosyalist bir işçi hareketi yaratmanın çabalarımız ın
ekseni ve biricik amacı olduğu bir dönemde, seçimler, bu bagımsız
kimligin ve tutumun vurgusunu yapmanın bir vesilesi olması bakı­
mından önem taşıyor.
İkinci olarak da, parlamento ve benzeri temsili kurumlar konusun­
da komünistterin izlemesi gereken taktikler, '80 öncesinde, içinden
kopup geldigirniz popülist hareketin liderleri tarafından karmakarışık
edildiğinden, bu konudaki taktik politikanın bir kez daha ele alınması
198
fırsatı 'yaratması bakımından önem taş,ıyor.
Parlamento· ve benzeri temsili kurumlara kaişı tutumumuzun yol
gösterici ilkeleri� uluslararası işçi hareketinin evteiısel tecrübesinin or­
taya çıkardıgı taktik-siyasi ilkelerdir. Bunlar, önce Marks ve Engels·
tarafından proletarya hareketinin ve onun b<tgımsız sinıf tutninunun
geliştirilmesi bakımından ele alınınıştır. 1920 1erin başlannda ise, çok
daha karmaşık koşullarda Lenin tarafından, Rusya·daki bolşevizm de·­
neyine de dayanılarak, olaganUstü bir açıklıkla ortaya konulmuş, diger
ülkelerin işçi hareketinin tecrübeleriyle de, dogruıugu pratik olarak
sınanmıştır. Ve bunların, marksist literatürden haberdar herkes
tarafından bilinmesi gerekir. Oysa, bizde, proletaryanın degil, ama
onun adına, gerçekte küçük-burjuva demokratik hareketin temsilciligi
rolünü üstlenen popülist hareketin !iderleri, her alanda oldugu ·gibi
siyaset-taktik alanında da her şeyi tepetaktak ettiler. Bu ilkelerin ve
nesnel gerçegin yerine, derin bir subjektivizmin ve kof keskinliğin
ürünü taktiklerini ve hayal dünyalarını geçirdiler.
'Burjuva parla­
mentosunu ve bütün öteki gerici kurumları dağıtmaya gücümüz yet­
mediği sürece, bu kurumlarda çalışmak zorundasınız . . . bunu yap­
mazsanız gevezeden baş/r,a bir şey değilsiniz 'diyen . . . zalim, keyfi,
despotik çarlık rejiminde bu taktiği hayata geçiren bolşevizm deneyini
örnek gösteren Lenin 'e, bu hareketlerin liderleri gözlerini
kapamış/ardı. Küçük-burjuva demokratik hareketin şaşaa/ı görünü­
münü ön plana çıkarıp, ' gerici parlamentolardan devrimci amaçlarla
yararlanılması gibi çetin bir meselenin üstünden atlayarak ' devrimci
yükselişe sözde önder/tk etmişlerdi. Lenin 'in, uluslararası komüniz­
min devrimci taktik ilkelerini, Rus deneyiminden de yararlanarak
formüle ederken, 'yığın grevlerinin siyasi greve ve sonra da devrimci
greve ve en sonunda da çarlığa karşı ayaklanmaya doğru hızla dönüş­
lüğü objektif durumun doğru olarak hesap edilmiş olmasından ötürü
verilmişti ' dediği seçimleri boykot kararı (taktiği), bizim liderlerin
elinde bayağılaştırı/ıp yozlaştırıldı. Bu tür taktikler yığınların kendi
öz tecrübeleriyle devrim için eğitilmelerine hizmet etmediği gibi,
hareketi yığıntarla birleştirmemiş, tersine koparmıştır. " (Yakın Geç­
mişe Genel Bir Bakış -Platform Taslağı,* Mayıs 1 987, s.22)
Burjuva yasallığın araçları olan parlamento ve diğer temsili
"
* Yeni basun için bkz. Eksen Yayıncılık, s.53-54
199
·
kurumların, bizde güdük, alabildiıtine sakatianmış olması, yönetemez
duruma geldiklerinde, bu biçimlerin egemen sınıflar tarafından kolay"
ca ortadan kaldırılıyor olması, bu kurumlar varoldukçit ve de bu
kuruml;ırı dagıtmaya gücümüz yetmediıti sürece, bu kurumlarda
çalışma zorunlulu!tu şeklindeki tutumumuzo de�iştirmez. Ancak, bo
taktik gündemde ol,dultu müddetçe her seçim oyununa katılmak gerekir
türünden bir tutum da mutlaklaştırılamaz. Bilindigi gibi, özellikle
bizim gibi ülkelerde, askeri diktatörlükler tarafindan, sık sik, normal
burjuva normaların dahi uygulanmadığı, sadece düzenleyenierin
adaylarının ya da isteklerini n oylandığı seçim ya da referandum
komedileri düzenlenmektedir. Bizde · 1983 milletvekili genel seçimi,
1982 Anayasası ve devlet başkanlığı için halk oylaması gibi. Bu gibi
durumlarda, seçimlere ya da oyl�maya katılıp, katılıtıaı'nak, her sOmut
durumda yeniden ele alınması gereken bir tutumdur. örneğin, 1 983
milletvekili genel seçimine katılmamak, ama Anayasa · oylamasına
katılıp red oyu vermek siyasal bakımdan doğru tutumdu.
Bu gibi özel durumlar dışta tutulursa, parlamento ve diğer temsili
kurumlara katılma taktiği gündemde olduğu sürece, sosyalist işçi ha­
reketinin veya onu temsil iddiasındaki komünist hareketin pratik.
siyasal eylemi:
* Sermaye egemenliği altında, en demokratik burjuva cumhuıj­
yetlerinde bile genel oyun ve parlamentonun bir aldatmaca olduğunun
bilincinde olarak, ama bu aldatmacayı yığınlar önünde açığa çıkarmak,
buna dair önyargıları yıkmak ve kendi devrimci amaçları için bu
kürsüyü kullanmak ereğiyle, seçimlere ve parlamentoya katılmak;
* Olanakhysa, her yerde burjuva partilerin adaylarına karşı işçi­
lerin adaylarını ileri sürmek ve bunların seçilmeleri için eldeki �üm
imkan ve araçları kullanarak parlamentoda bir işçi grubu oluşturmaya
çalışmak;
* Seçilıne�eri imkansız olsa dahi , işçi hareketinin bağımsızlığını
korumak, programını ve görüşlerini kamu önüne getirmek için işçilerin
kendi adaylarını koymak;
* Daha gerici ya da faşist sermaye partilerinin kazanacağı ya da
onların kazanmasına sebep olunabileceği gerekçeleriyle işçilerin
sosyal-demokrat burjuva partileri tarafından aldatılmasına karşı
mücadele etmek ve işçileri reformcu burjuva partileri (SHP, DSP gibi)
·
200
desteklemekten alıkoymak; böylesi . gerekçelerin işçileri aldaunayı
amaçladıgı �e işçi hareketinin bütün burjuva p�rtilerden tam ve kesin
bir lcopuşl(\, böyl�sine bagımsız bir tutum la sajtlayacagı ilerlemenin
pariamenıoya bir kaç gericinin girmesiyle ortaya çıkacak dezavantajdan çok daha önemli oldugunu açıklamak:;
.
* Siyasal gericilige ve sermayeye karşi başarılı bir savaşımın ve
Qihayet qnu altedebilmenin tek teminatının ba,!tımsız bir işçi hareketi
oldugu fikrini ısrarla ileri sürmek ve işlemek;
* İşçilerin ya da desteklenebilecek halkın devrimci demokrat
adaylarının olmadığı veya önceden belirli anlaşmalarla kurulmuş bir
seçim blokunun bulunmadıltı durumlarda, aynı şekilde, sosyalist ha­
re.ketin ba,!tımsızlıgını korumak ve geliştirmek amacıyla, işçileri boş
oy kullanmaya çagırmak olmalıdır.
Bizde '80 öncesi ve sonrası yaşanan deneyler de gözönündeyken,
reformcu burjuvazi (sosyal-demokrasi) yürürlükteki işçi sınıfına karşıt
sistemin savunucusu ve koruyucusuyken, sosyalist ve sınıf bilinçli
işçiler için sosyal-demokrat burjuva partilere oy vermek, utanç verici
bir tutum, sınıf düşmaniarına yardım etmek olur. Reformİst burjuva­
zinin ilerlemesine koşulsuz yardım etmek, onun başarısını isternek
sınıf bilinçli işçinin tutumu olamaz.
Bu ülkede sol, onyıllardır farkında olarak veya olmaksızın ideo­
lojik, siyasi ve pratik tutumuyla, işçi sınıfını, direkt ya da dolaylı,
burjuvazinin şu veya bu fraksiyonunun ya da küçük-burjuvazinin
eklentisi haline getirmiştir; bu yüzden de bütün burjuvaziden ve küçük­
burjuvaziden bagımsız bir sınıf hareketi yaratamam ıştır. Bugün reviz­
yonistler ve liberal sol ayı:ıı rolü sosyalizm adına oynamaya devam
ediyorlar. Bu bakımdan, bagımsız kimlik sorunu, bunun vurgusu ve
ilk adımları, hayati bir önem taşıyor. Bu, varolmanın ve ilerlemenin
olmazsa olmaz koşuludur. Dolayısıyla, Kasım ayındaki erken seçimde
işçilerin adayları ya da destekleyebilecegimiz devrimci demokrat
adaylar veya önceden oluşmuş bir seçim bloku olmadığına göre,
işçileri boş oy kullanmaya çağırmalıyız. S iyasal bakımdan do,!tru 've
etkili yol sandık başına gidip boş oy kullanmaktır. Oy kullanmamak
değil; bu, edilgen bir tutum olur. İşçinin sandık başına gidip, işçilerin
adayları yok, sadece burjuvazinin adayları var, sınıf düşmaniarına oy
veremem, o halde boş oy kullanmalıyım şeklindeki tutumu, burjuva.
·
201
ziden kesin bir kopuşu, ba�ımsız sınıf tutumun\1 anlatır ki, bu, muaz­
zam bir ilerlemeyi ifade eder.
Son olarak, burjuva partilerin yürüttütü seçi m kampanyasından,
miting, gösteri ve toplanulard!!n, şiarl an m ı z ı yaymak, demok ratik ve
sosyalist ajitasyon için yararlanmak gerekir.
Ekim
202
1987
SEÇIMLER VE· REVİZYONİST -LİBERAL SOL
Ekim 'in ilk sayısında seçimler ve parlamentoya ilişkin tutumumuzu
açıklamıştık. Ve sol adına konuşan_ bütün parı.iler ve siyasal akımlar
�nümüzdeki seçime ilişkin tutumlarını açıklamış bulunuyorlar. Ancak
biz bu konuya girmeden önce bir başka noktaya kısaca deginmek isti­
yoruz.
*
12 Eylül rejimi solu sadece fiziksel olarak tahrip etmedi, terörle
yarattıgı korku ve yılgınhk ortamı manevi ve ideolojik tahribatın
koşullarını da yarattı. Asıl yıkım kendini bu alanda gösteriyor. Bıi
durum, SBKP'nin yeni "atılım"ları sonucu uluslararası sag cereyanın
görülmemiş güçlenişiyle birleşince, büsbütün ciddi bir haf ahyor. Sa�
cereyan, sadece revizyonist parti ve akımların kendireri için daha çok
203
bir yük olan Mar_ks iıfıin �n. teıp�l kavraml annı n
.
Pa. ter�edilip,Euro­
ko m ünistıeş�elerine burjuva rejimle, burjuva yasalhgıyla bütünleşen
ya da bütünleşm�k isteyen alaiade reformcu-liberal burjuva sosyalist­
'
lerine dönüşmelerine yol açmıyor, dünün radikal, "ortadoks" küçük
burjuva sosyalistlerine de sirayet ediyor.
Burjuva demokrasisine övg ü ya da soyut, safbir demokrasi fikrinin
idealleştirilmesi, sosyalist dogrudan demokrasinin yerine burjuva ço­
gulculugunun
geçirilmesi,
anti-Stalirıizmin
depreşmesi,,
hemen
yanıbaşında Troçkizmin uç verişi, kısaca liberal bir dalga radikal
Türkiye solunu ezip geçmeye çalışıyor.
Bu sag dalganın ana kaynagını, her ne kadar aralarında çelişki ve
çatışmalar olmuş veya var ise de, selefieri Kruşçevler, Brejnevler olan
Gorbaçovların liderligindeki SBKP oluşturuyor. SBKP27. Kongresin­
de, Gorbaçov, teoriyi geliştirmek adına, yeni koşullara uymadıgı ge­
rekçesiyle "katı şema ve formüller", "alışılmış ama şimdiden eskimiş
olan fikirler" olarak tanımladıltı Marksizın-Leninizme üstü kapalı bir
saldırıyı açıkça başlattı. i çte, ekonomide, kar, meta, piyasa
mekanizmalannın, yani 1960 'lardan itibaren kademe kademe uygula­
maya konulmuş kapitalist mekanizmaların dolu dizgin serbest
'
bırakılması ve buna uygun siyasal yapılanma çabası; dışta sözde banşı
ve istikrarı koruma ve n ükleer savaşı önleme gerekçesiyle, liderligini
ABD'nin yap'tıgı kapitalist devletlere "kontrolsüz sosyal patlamaları"
-yani devrimleri- önlemek, "sıcak noktalar"ı ortadan kaldırmak için
işbirligi çagrısı, bugünkü SBKP politikasının
iki ana eksynini
oluşturuyor.Ve bunların kökeninde bir yandan eşitsiz gelişm enin
yarattıltı geriligi gidermek, diğer yandan süper devlet tutumu yatıyor.
Kapitalist yolda çok daha fütursuz ve bunu gizlerneye bile hiç ihtiyaç
duymayan ÇKP ise, yeni toplanan 1 3 . Kongresinde, başkanı Zao
Ziyang'ın ağzından Çin toplumunun geriliğini "radikal sosyalizm
uygulaması"na yükleyip, "Marksizm-Leninizmin günün koşullarına
uymayan i lkelerinin terkedileceğini" açıklayarak, Çin 'de 2 1 . yüzyılın
ortalarına kadar meta ekonomisinin -yani .kapitalizmin- geçerli
olacagını ilan etti. Bu ara, Sovyet ve Çin basınında atılan yeni adımlara
karşılıklı övgü ve .destek eksik olmuyor. Ancak ÇKP, Batı kapitaliz­
mine hayran itibarsız bir parti haline geldiğinden sol üzeı:inde etkisi
yok. Tarihsel ve güncel etkisi ve gücünün yanısıra, revizyonizmin en
204
ince ve en sinsi biçimini temsil eden SBK:P güçlenen
·
merkezini oluşturuyor.
sag dalganın
SBKP etrafında kümelenen revizyonist partiler de kendilerini bu
duruma her zamanki gibi süratle uyarlıyorlar. (Şüphesiz bu, ço�u tam
bir uydu durumunda olan· bu partilerin, bir süper devlet olarak SoY'yei­
ler Birli�i 'nin dünya çapındaki siyasi stratejisine ayak uydurma gereği
olarak da gündeme geliyor.) Artık bu partiler Euro-komünistler gibi,
adlarından başka komünizmle ilişkilerini kesme sürecine girmiş bu­
lunuyorlar.
Bizde TKP-TİP'i, yani müstakbel TBKP'yi ele alalım .tfaydar
Kutlu veBehice Boran tarafından TBKP Program Tasansını açıklamak
için Brüksel 'de düzenlenen basın toplantısında kendi ifadeleriyle "ye­
nilenme", "yeni bir yol", yapıcı lık, "açılmamış bir kimlik" ile sahneye
çıkıyor, "huzur, istikrar ve barış" özlemine koşul yeni programlarıyla
"istikrarlı bir dünya ve Türkiye"yi hedefliyorlar.
"Katı şema ve formülier", "eskimiş fikirler", "dar sınıf bakış açısı"
-siz .Marksizm-Leninizm diye okuyun- terkediliyor.
Artık "proletarya diktatörlüğü" kavramı kullamlmayacaktır. Zira
bugün bu kavram artık barış, hümanizm: demokrasi yönünde değişen
dünyaya uymuyor. Buna karşılık, en demokratik biçimi altında bile
sermaye sınıfının toplurnon çoğunluğu üzerinde diktatörlüğü olan �e
egemenliği tehlikeye girdiğinde gerek ileri, gerek geri kapitalist ülke­
lerde tefCdd ütsüz faşizm veya askeri diiClatörlüklerle değiştirilen ya da
degiştirilmek istenen burjuva demokrasisi
("ulusal demokrasi",
"demokrasi"), şüphesiz bu uygar, demokratik ve hümanist diktatörlük,
TBKP'nin stratejik hedefidir.
TBKP'nin
"bugünkü
stratejisi,
devrimin
barışçı
yolunun
kazanılmasıdır." Zira TBKP, "yapıcı"dır, oysa şiddete ve iç savaşa
başvuran devrim yıkıcıdır! TBKP, barışçı, parlamenter yolda, %51 'c
dönecektir!
Artık "savaş politikanın devamı değildir." O cskidcndi. "Politikanın
devamı
politika olmak
zorunda" !
Ortadoğu 'da,
Nikaragua�da,
Afganistan 'da ... sürdürülen savaşlar politikanın devamı değildir!
TBKP, bunlar ve bu gibi tüm kavramlar "eğer eskimişse; günümüze
uyınuyorsa atmaktan korkmayacaktır."
Bütün bunları çok önce yapmış Euro-komünistlerc gelince, onların
205
deneyler:inden öJrenilmeliydi, zira "onlar dünyamızın yeni koşullarını
ilk deAerlendirenlerdir."
Amacımız, .Marksizmin devlet, devrim� demokrasi, diktatörlük, si­
yaset, savaş, barış vb. hemen tüm bilimsel kavramlarımı bayagı ve anti-:
komünist propaganda argUmanlarıyla saldıran bu tezleri tartışmak
deAil. Bunu yapmak gerekiyor. Cepheden yapılan bu saldınyı
karşılamak gerekiyor.
Burada sadece şunu söylemek istiyoruz: bu meşum saldın, doAru­
dan SBKP'den, Gorbaçovlardan kök aldıgı halde, ulusal planda bu
sagcı dalgayı karşılamak, teoride Marksizmi savunmak, politikada
sınıftutumu takınmak işinin, bu anti-marksist teori ve politikayı üreten
merkezi dogrudan hedef almadan, onunla araya kesin ·bir sınır, k:ruın
bir çizgi çekmeden başardamayacagıdır. Bazı çevreler bunu yapmak
istiyor, ama bu imkansızdır, orada durmak olanaksızdır. Ya da orada
duruldukça, oportünizme, eklektizme düşnick kaçınılmazdır. SBKP
her şeyi tahrip ediyor. Euro-komünistleşiyor ve Euro-komünistleş­
meyi teşvik ediyor. Ve bazıları kalkıp bu partinin, revi.zyonizmin bu
ana merkezinin ulusal plandaki türevlerine karşı durmaya çalışıyorlar.
Marks'ı, Engels 'i, Lenin 'i, Stalin 'i, Dimitrov 'u çok ciddiye aldıklarını
ve her zaman referans olarak baktıklarını söylüyorlar. Buraya kadar
güzel, iyi. Ama ·öte yandan, anlaşılmaz bir bagnazlıkla SBKP'yi,
revizyonizmin bu ana evrensel kaynagnıı başka türlü göstermek, sözde
"yaşayan sosyalizm"i savunmak, Gorbaçovların, Jivkovların ne sadık
ve duyarlı komünistler olduklarını ispatlamale için mantık sınırlarını
zorluyorlar. (Toplumsal -Kurtuluş · Yalçın Küçük vb.) "önemli olan
niteliktiC "Daha temiz daha iyi." "Öro-komünist, dcjenere sosyalist
demek oluyor." Ama Euro-komünistleşmenin evrensel dayanaklarına
da vurmak gerekiyor. Bunun için de, Bolşevizmin ve onun lideri
Lenin 'in, S par'takistler ve onların l iderleri Liebknecht 'in,
Lüxcmburg 'un ilkeliligine, kararlılıgına ve cesaı:ctinc sahip. olmak
gerekiyor.
R�vizyonist yozlaşmanın lideri SBKP'ye karşı durmadan TKP­
TİP'c Euro-komünistleşmeyc karşı duramazsınız. Oportünizın
yapmaksızın, cklcktizme düşmeksizin bu olanaksızdır. Haydar Kutlu
bagıra çagıra ilan ediyor:
" '80 darbesinden sonra geçmişimizi ·ve eksiklikleTimizi ciddiyeıle
206
degerlendirmeye btişladık. Dünyaya delişik bir çerçeveden bakmak
gerekiyordu. ... kendimizi yenileme sürecine girdik. Bu süreç içinde
SBKP 27. Kongresi ve da!ıa sonra girişilen yenilenme politikası· bize
her şeyden önce yaptıg&mız şey konusunda cesaret verdi. Kalıp/ara
bag/ı. kalmamakla do#fu bir şey yaptı8ımızı gösterdi. Ayrıca dünya
koşulları, yeni koşullar ve buradan· çıkacak analiz konusunda, teorik
olarak, metod olafak esin kaynagı oldu 27. Kogre." (Brüksel Basın
Toplantısı)
TKP-TİP literatürüne giren '1katı şema ve formüller", "alışılmış
ama eskimiş fikirler", "dar sınıfbakış açısı" vb. bütün bunlar SBKP'den,
Gorbaçovlardan alınmıştır.
*
Tarihin ve kapitalist toplumun materyalist tahlilinden çıkarılmış ve
pratik deney tarafından her seferinde dogrulanrhış marksist teorinin
kaba inkarı politikada kendini en baya.!ı;ı şekilde üretiyor. Kapitalist
düzene, burjuva siyasal sisteme adapte olma, burjuvazi önünde utanç
verici diz çöküş ve yakarış, burjuva siyasal güçlerin eklentisi haline
geliş:
TKP Merkez Komitesi organı Atılım, TKP'nin seçimlerdeki tutu­
munu manşetten şu başlıklarla duyuruyor: "Türkiye daha büyük bir
istikrarsızlıgın eşiginde." "Ya seçim ittifakı ya bunalım! . ." (Aillım, 1
Ekim 1987; sayı: 209) TKP, demokrasi güçleri olarak tanımladıgı mu­
halefetteki burjuva partilere sesleniyor. Ve bütün ülkelerin burjuvazi­
sinin sınıf savaşına karşı "huzur,. istikrar, barış·: bayragının yeni
taşıyıcısı olarak ve bir1 komünist (!) partisi olarak, bunalımı ve
istikrarsızhgı önlemeye davet ediyor.
TKP uzun bir süredir burjuvazinin ANAP dışındaki siyasi temsil­
cilerinin "kollektif bilinci"ni temsil rolüne soyunmuş bulunuyor.
Ş üphesiz görcvlendirildiginden değil, gönüllü, buna dair taşıdıgı derin
inanç nedeniyle kendiliginden üstlenmiş bulunuyor. Onlara, kuşkusuz
dilekleriyle birlikte, her i:neselcde taktik veriyor, en makul yolu
göstermeye çalışıyor. · Ama ne yazİk, ·elinde bir yaptırım gücü
olmadıgından ve bu siyasal güçler bir türlü "kollektif bilinç"e erişme­
yip, kesimsel ve bencil çıkarlarını öne çıkardıklarından ya da kendisine
207
kulak asmadıklanndan, TKP'ye sa� üZüntülerini bildirmek kalıyor.
' TKP'ye göre,' ANAP'in ·anti-demokratik seçim . yasasıni erigelle­
"seçimlerin bo'ykotu dotru tutum
olurdu:"· Ama ne yazık ki, evet "tıe yazık ki, başta DYP- tarafından
şöyle bir ortaya atılmış olan seçim · kanununun ve seçimietin boykot
edilmesi egilimi hemen gündemden kalktı." (agy., · s. ı, 20) (Ah şu
kararsızlık!) Ve "Türkiye Komünist Partisi seÇim kanunununkarşısında
muhalefetin birleşerek erken seçimi boykot etme doğru tutumunda
bir/eşernemiş olmasını ve bugüne kadar bir seçim ittifakının
kurulamamış olmasını üzüntüyle karşılıyor. (Aynen böyle! ) SeÇim
ittifakının kurulması, boyk�t yolunun tutulmamı� olmasının yarattığı
olumsuz sonuçları bir ölçüde giderebilecek ve gelecek için sağlam bir
umut (ne "umut"!) yaratabilecektir. Biz, eğer muhalefet partileri
işlevli bir seçim ittifakında birieşebilirler ve 12 Eylül Anayasasını
değişti'ıme ve demokratik bir seçim.yasası ile seçimleri yenileme ortak
_
hedeflerinde birleşebili'rlerse tüm gücümüzle bu ittifakı
destekleyebilecegiz." (agy.)
rnek ve planlarını bozmak· için
' Az sonra görccegiz� "eger"le ifade edilmek istenen bir "şart" degil,
sadece bir "dilek", "rica", aşalı;ıhk bir "yakarış"tır.
Şüphesiz TKP'nin dilekleri dilek, yakarışiarı yakarış olarak
kalacaktır. Ve o bunları sadece bir dilek olarak öne sürmektedir. Zira
Demi�ellerin, Erbakanları n, Ectwitlerin, İnönüleri n en azından şimdi­
lik TKP'nin dileklerine aldırdıkları falan yok. O da bunu biliyor. Ama
olsun, diiekler dilek olarak kalsa bile, destek kesindir. Ve TKP, bu
konuda b�rjuva muhalefet partileri arasında, örnegin dilı;cr bazı liberal
sol çevrelerin burjuva muhalefet partilerinin tümüne destck vermekle
beraber, solun oylarının SHP'de toplanmasını tercih etmeleri türünden
bir ayırım ya da öncelik sıralaması yapma yanlısı bile degildir. Zira
o adil ve "güvenilir bir baglaşık,.Lır. Ve "Türkiye Komünist Partisi bu
tutumun bir 'kanıtı ve sonucu olarak kendisine kulak veren seçmenleri
her seçim bölgesinde en şanslı ve gerçekten tutarlı demçkrat adayiara
sahip partilere oy vermeye çaCırmakıadır." (agy.)
İşçi sınıfı politikası, komünist parti dedilı;in bÖyle olur işte!
TKP işçi sınıfı içinde burjuvazinin "Truva Atı"dır. İşçi sınıfını
sen'naye partilerine ve sermaye düzenine bağlamanın partisidir.
önceleri bu Ecevitlerlc sinırhydı. 'İşçi sınıfını onlara bağladı. DİSK'i
208
sosyal-demokratlaşurdı. Şimdi bunu Demirellere, Erbakanlara kadar
genişletiyor. Bütün degerieri ve devrimci bilinci tahrip ediyor. İşçileri
sadece sermayenin sosyal-demokrat hizmetkarlarına degil, Ameri­
kancı, holdingci Demirellere, müslüman fanatiklere, Humeyni ya da
S uudi taslakları Erbakanlar� destek vermeye, her seçim bölgesinde en
şanslı hangileriyse onlara oy vermeye ç�ırıyor.
TKP'nin de içinde yer aldığı Sol Birlik partileri (TİP, TSİP, TKEP,
TKSP) seçimlerde benzer bir tutum takınıyorlar. Buna ilişkin bildiri
Atılım'ın aynı sayısında yer alıyor. Tutumun özünü açıklayan bölü­
mün aktarılmasını TKP'ye bırakalım: "Sol Birlik bildirisinde MÇP
dışındaki tüm muhalefet partilerinin '1 982 Anayasasına Hayır,
Demokratik Bir. Anayasa, Demokratik Bir Seçim Kanunu ' talebi
çerçevesinde birleşerek, seçimlerde ortak bir tutum almalıdır/ar ' di­
leğinde bu/unutmaktadır. " (ag y .) TKP tarafından eklenmiş bu "dilekte
bulunmak" ifadesi tamı tarnma yerine oturuyor. Gerçekten de Sol
Birlik, MÇP dışındaki muhalefet partilerine ortak tutum almayı tavsiye
edip, içinde Kürt halkının haklı istemlerinin dikkate alınması da
bulunan dileklerini sıraladıktan sonra, "bu istemleri dile getiren parti
ve adayiara oy verilmesi çağrısında bulunmaktadır." (agy.)
Bir an için bu platformun mantığının çerçevesinde düşünelim. v·e
işçilerin bir takım anayasal reformlar için burjuva partileri destekle­
meye çağrılabileceğini, bu tutumun i lkesel bakımdan kabul edilebile­
ceğini varsayalım. Bu durumda bile bu takliğin iler tutar yanı yoktur.
Ortada bir seçim bloku, önceden yapılmış bir anlaşma mı vardır? Ya
da burjuva muhalefet partilerinin Sol Birlik'in istemlerini karşılayan
kamuoyu önünde yapılmış yazılı beyanları ını vardır? Hayır, hayır!
Hiçbiri . Sadece dilekler ve koşulsuz destek. Hepsi bu! Kaldı ki,
demokrasi ve reform vaadleri her zaman burjuva partilerin yığınları
aldatmada ana temaları değil midir? Komünistlerin, işçilerin partisinin
görevi bu vaadleri gerçek diye sunmak veya böyle sunulmasına yardım
etmek yerine, bu aldatmacaları sürekli ve sistemli açığa çıkarmak değil
midir? Ama hayır, TKP ve onun kuyruğundaki diğer Sol B irlik par­
tilerinin, bütün revizyonistlerimizin - liberal solcularımızın burjuva­
zimize, hem de B izans-Osmanlı entrikacılığını ve kalleşliğini miras
olarak devralmış ve bütün benliğine ve ruhuna sindirmiş burjuvazimi­
zc güvenleri tamdır. Daha doğrusu güvenmek istiyor, ona da kendileri
209
hakkında güven aşılamak istiyorlar. Bakın bunu TKP nasıl ifade
ediyor: "Öte yandan seçim ittifakını gerçekleştiren partilerin kamUf!­
yuna, üzerinde fikir birliğine vardıkları ortak hedefleri duyurmaları
seçim ittifakına duyulan güveni artıracak, pekiştirecek, bu ittifakın
sağlam bir perspektifi olduğunun kanıtı olacaktır. Aralarında parti­
mizin de bulunduğu So/Birlik partileri seçime ilişkin bildirilerinde bu
gerçeği vurguladılar." (agy.) Yani söylenmek istenen şu: Bakın biz
size açık bono veriyoruz, siz de örneğin bir bildiriyle bizim anayasal
dileklerimizi de dikkate alan bir platformu kamuoyuna duyurursanız,
hem bu güvene layık olduğunuzu kanıtlar ve üstelik bunu artırıp
pekiştirmiş olursunuz, hem de size açık bono verdigirniz için bizi
kınayacak, bedelsiz uşakhkla suçlayacak "dar sınıf bakış açısı"na
sahip düşmanlarımızın saldırılarından biraz olsun korumuş olursunuz.
Buraya kadar sorunu bu partilerin platformunun mantığı içinde ele
aldık. Bu partiler işçi sınıfı, Marksizm, komünizm adına konuşuyorlar.
Oysa Marksizm ve gerçek işçi partilerinin tarihi tecrübesi bize parla­
mento, seçimler vb. temsili kurumların işçi partisi için, işçi sınıfının,
veya onu temsilen, bağımsız sınıf tutumunu dile 'getirmenin, diğer
burju.v a, küçük-burjuva partilerle olan farkını ortaya koymanın, işçi
sınıfını bu partilerin ideolojik-siyasi etkisinden kurtarmanın, bu par­
tilerin aldatmacalarını ve ·sistemin tabiatını açıga çıkarmanın, yani
kısaca, yığınların politik bilincini geliştirmenin, örgütlemenin ve
devrime doğru ilerietmenin araçları olması gerektiğini öğretiyor.
Marks ve Engels sorunu böyle ele almışlardı. Örneğin 1 848 Dev­
riminin yenilgisinden sonra yeni bir devrimci dalganın geleceğini ümit
ettikleri 1 850'de proletaryanın, feodalizmi ve mutlakiyeti devirecek
olan bir devrimin başını çekecek demokratik küçük-burjuvazi ile
birlikte savaşırken bağımsızlığını korumasını, bağımsız hareketini ge­
liştirmesini önemle vurguluyor ve devrimin başarısı halinde oluşacak
bir temsili meclise ilişkin Komünist Birlik'in tutumunu şöyle
saptıyorlardı:
"Burjuva demokrat adaylar yanında, her yerde işçi adaylar da
gösterilmelidir. . Bunların seçilme şanslarının hiç bulunmadığı yer­
lerde bile, işçiler, bağımsızlıklarını korumak, güçlerini ölçmek ve
kamuoyunun önüne kendi devrimci tutumlarını· ve kendi parti görüş­
Lerini koymak için, kendi adaylarını göstermelidirler. Bu konuda
.
210
demokratların, örneğin böyle yapmakla demokratik partiyi böldük/eri
ve gericilere kazanma olanagı sagladıkları yolundaki savlarta ·kendi­
lerini ayartma/arınafırsat vermeme/idirler. Bu türden sözlerin nihai
amacı proletaryayı aldatmaktır. Proleter partinin böyle bir bağımsız
eylemle kaçınılmaz olarak göstereceği ilerleme, temsili-kurum içeri­
sinde bir kaç gericinin varlığının doğurabi/eceği sakıncadan çok daha
önemlidir." (Seçme Yapıtlar-I, s.22 1 -222, Sol Yayınları) B unlar, bir
devrim durumu gözönüne alınarak yazılmıştır. Üstelik sözkonusu olan
ve proletaryanın gericilerin kazanması pahasına olsa dahi destekle­
mekten kaçınması istenen güç, devrimci-demokrat küçük-burjuvazi­
dir. TKP ve Sol Birlik'in destek verdikleri ise, tümü de yürürlükteki
sermaye düzenini savunan DYP, RP, SHP, DSP gibi gerici burjuva
partilerdir. Düşman güç olarak saptadıkları da, yarın yukardaki bur­
juva partilerden birinin ya da· bunların bir kaçının koalisyonunun
yerine geçebileceği ANAP'tır. Marksizm adına, devrimci taktik adıila
bu bayağılık utanç verici.
Lenin 'in, Bolşeviklerin tutumu da aynıdır. Bilindiği gibi Kadetler
(Anayasa! Demokratik Parti) Rus liberal burjuvazisinin partisiydi ve
Rusya 'da anayasal bir monarşi istiyordu. Kadetler çarlığın iç ve dış
politikasını bütün ana noktalarda destekliyor, ancak iktidar için çaba
harcıyorlardı. Ama Lenin, liberallerle ittifaka karşıydı ve bir Bolşevi­
ğİn oy sandığına bir Kadet'in ismini taşıyan oy pusulasını atmasını
iğrenç buluyordu. 1906 Duma seçimlerinde Lenin, kitleleri Kara­
Yüzler tehlikesi ile korkutup desteğini almaya çalışan Kadetleri şöyle
cevaplıyordu: " İşçilerin partisi Kara-Yüzler tehlikesi şeytanı ile dar
kafalıları korkutma beylik metodunu aşağılama/ıdır . . . İşçilerin partisi
kitlelere : Sadece kendi sosyalist bilincinize ve sosyalist örgütünüze
güvenin , demektedir. Mücadelede öncelliği ve liderlik hakkını burju­
vaziye teslim etmek, özgürlük davasını kandırıcı sözlerle, modaya
uygun cici/i yaftaların bayağı parlaklıkları uğruna saımakla aynı
şeydirDuma 'daki hiçbir Kara-Yüz tehlikesi, liberal burjuvaziyi, onun
slogan/arını, adaylarını ve onun politikasını körü körüne takip eden
kitlelerin zihinlerindeki çürüme kadar zararlı olamaz. " (Kitle İçinde
Parti Çalışması, s.54, Ser Yayınları)
Ve dahası, Kadctlerle blok oiuşturma yanlılarını (Trudovikler,
Halkçı Sosyalistler, Sosyalist Devrimciler) şiddetle ycriyordu:
211
"Ktidetlerle birlikte olan blokların savunucuları, sadece proletaryaya
ve bütün özgürlük davasına zarar vermemektedir. Onlar şehir ve kır
yoksulları arasındaki politik bilincin gelişmesine de zararlı
olmaktadırlar." (agy., s.54)
"Balımsu. bir işçi sınıfı politik partisi yaratmaya yardım etmek,
işçilerin partisinin büyük tarihi görevidir. Kadeılerle bloklar kurma
taraftari olanlar bunun yerine getirilmesine engel olmaktadırlar.
" İşçilerin partisinin karşı karşıya oldu8u bir di8er ödev de,
perişan, sefil ve mahvolmaya mahkum şehir küçük-burjuvazisi kille­
lerini ve köy/ülü8ü liberal burjuvazinin önyargılarının ve fikirlerinin
etkisinden kurtarmaktır. Bu ödevin yerine getirilmesi d_e yine, Kadet­
lerle bloklar kurmayı savunanlar tarafından engellenmektedir. " (agy.
s.56)
Çarlıgın mutlak egemenliginin hüküm sürdügü otokratik Rusya
koşullarında Lenin 'in ve Bolşevikterin anayasal monarşi isteyen Rus
liberal burjuvazisine karşı tutumu buydu.
Revizyonist partilerin tutumunu "igrenç" kelimesi bile karşılamıyor.
Denilebilir ki, işçilerin kendi adayları yoksa ya da komünistler aday
gösterilebilecek durumda degillerse, başka ne yapılabilir? Bu sorunun
yanıtı Ekim 'in ilk sayısındaki
"Seçimler, Parlamento ve BaHımsız Sınıf
Tutumu * başlıkl ı yazıda verilmişti. Bu gerekçe de, işçileri burjuva
"
partileri desteklemeye çagırmanın kanıtı olamaz. Eger komünistler
pratikte ba�ımsız yürüteb ilecek durumda de�iHerse, hiç de her somut
sorunda politika belirlemek zorunda degillerdir. Ya da bunu sadeec
pcdagojik amaçlarla yapabilirler. Ki bu da, sınıfı olabildigi kadarıyla
burjuva partilerden koparmaya yörielik olabilir. Ömcgin, işçileri boş
oy, geçersiz oy kullanmaya çagırmak. Bu hiç de atıl bir tutum degildir.
Revizyonistterin mantıgı her şeyi tepetaktak ediyor. Burjuva alterna­
tiflerden, ehven-i-şerden ötesini görmüyor, görmek istemiyor. Ehven­
i şeri, burjuva partilerin kuyrugu olmayı politika yapmak, politikada
somutluk olarak sunuyorlar. Neden burjuva partilere oy vermek somut,
aktif bir politika oluyor da, oy vermemek, geçersiz oy kullanmak atalet
oluyor. Tersine, işçinin sandık başına gidip, işçilerin adayları yok,
sadece burjuvazinin adayları var; sınıf düşmanlarıma oy veremem, o
* Bkz. elinizdeki kitap, s. l97)
212
halde boş oy kullanmalıyım şeklindeki tutumu, burjuvaziden kesin bir
kopuşu, bagımsız sınıf tutumunu anlatır ki, bu, muazzam bir ilerlemeyi
ifade eder. Bagımsız sınıf hareketini, işçinin politik bilincini geliştir­
ınede bir ilk adım olarak bundan daha somut, daha devrimci bir tutum
olabilir mi?
Ama revizyonistterin bagımsız sınıfhareketi diye bir kaygıları yok­
tur.
Ömegin,
alternatif bir tutum
olarak
İstanbul,
Ankara ve
Diyarbakır'da işçiler adına çok sınırlı sayıda da olsa bagımsız adaylar
gösterildi. Ancak revizyonistler-liberal sol buna karşı derhal ve kesin
olumsuz tutum aldılar. Kimine göre bu tutum demokrasi güçlerini, yani
DYP'den DSP'ye tüm burjuva muhalefet cephesini bölmekti. Kimine
göre bu, sol oyları, yani sosyal-demokrat cepheyi bölmekti. Dolayısıyla
ANAP'a hizmetti. Ya da sol hazırlıksızdı, cılız sonuçlarla onun yaygın
ve güçlü potansiyeli gölgelenmemeliydi, dolayısıyla, solu temsilen
oylar SHP'de toplanmalıydı. " ... seçim sonuçları yorumlanırken , solun
gücü bu aşamada SHP oylarının yüzdesiyle değerlendirilecektir. Sol
güçler benimsese de benimsemese de, nesnel olarak yığınların gözün­
de durum budur. " (Gün, Ekim 1987, sayı: 32, bkz. Seçim yazıları)
Hayır, bu bir "nesnellik" degil, yanılsamadır. Daha dogrusu revi­
zyonistler-liberal sol bakımından "nesnellik"tir, ama sosyalistler
bakımından degil. Zira onlar her zaman burjuvazinin şu veya bu
fraksiyonunun, sosyal demokrasinin bir eklentisi olmuşlardır. Bu
"nesnellik"i bozmak, bu yanıtsamayı gidermek, sosyal demokrasiyle
araya kesin bir sınır çizmek gerekiyor. Devrimci solla burjuva sol
arasına kalın bir çizgi çekmek gerekiyor. Güçler ne kadar cılız olursa
olsun pratik siyasette bu ilk adım atılmaksızın bagımsız ve sosyalist
bir işçi hareketi nasıl yaratılabilir? Sosyalizmin temsilciligini sermay­
enin sosyal-demokrat yedeklerine havale etmek, utanç verici bir tutum,
varoldugu kadarıyla işçilerde devrimci, sosyalist bilinci tahrip etmek,
işçilerin davasına ihanet degil midir?
Revizyonist-liberal solun tümünün gerekçesi aynı ve ortaktır.
Sosyalist Parti Girişim Komitesi: . . . yurttaşlarımızı ANAP 'a oy
vermemeye çağırıyoruz."
"Bağımsız adayiara verilen oy/ar gizli boykot anlamına gelecek
ve bu da ANAP 'ın işine yarayacaktır. Bu nedenle bağımsız sosyalist
adayları destekleyen bir çağrıda bulunmayı düşünmüyoruz. " (Yeni
"
213
Gündem, Ekim 1987, sayJ:83)
.tÜınter�:· "Seçimlerde ta�rımızı 'ANAP 'a oy yok 'diye belirledik,
ANAP 'ın mutlaka alaşagı edilmesi gerek. Anti-demokratik seçim
yasasını da. dikkate a/dıgımızda, güçlerin mutlaka bir noktada
toplanmasının zorunlu oldugu görülmektedir. İyi niyetli de olsa, buna
engel olacak hiçbir tavrı be"(limsemiyoruz." (Bagımsız adaylar kaste­
diliyor-AA,agy.)
Görüş: "Bu seçimlerde SHP 'yi destek/iyoruz. Bımun nedeni de
demokrasi güçlerinin birlikteliginin her zamandan daha çok önem
taşımas ıdır. DSP 'ye verilecek oy/arın sonuçta Özal 'a yarayacagı,
bagımsız sosyalist adayların da Türkiye solunu bütünüyle temsil etmediklerini düşünüyoruz." (agy.)
.
M.Aii Aybar: "Bagımsız sosyalist adaylar çıkması sosyalizmi
tanıtmak ve propaganda yapmak açısından olumlu görülebilir. Ancak
sınırlı bir gir;işimdir. Önümüzdeki seçimlerin esas meselesi, bence,
Özal hükümetini iktidardan düşürme/etir. Bunun için tüm muhalefet
partileri seçimi boykot etmelidir. Bu yapılmazsa, muhalefet partileri­
nin Öza/ 'ı düşürmek için her seçim bölgesinde işbirligi yapmaları
tavsiye olunur." (agy.)
. "Pemokrasi güçlerinin birligi", "Solun oylarının bölünmemesi"
gerekçelerine deginildi. Aydınlıkçıların "gizli boykot" suçlaması ise
üzerinde durulması gereksiz bayağı bir demagojidir. Geriye "Kara­
Yüzler tehlikesi" ya da '80 öncesi olduğu gibi "MC tehlikesi"ni
anıŞtıran "ANAP tehlikesi" kalıyor. Bir "ANAP tehlikesi"dir tutturui­
muş gidiyor. "ANAP'a, Özal'a yarar" deniyor. Biz de mantığı tersine
çeviriyoruz: "DYP'ye Demirel'e yarar, SHP'ye İnönü'ye yarar." Sınıf
bilinçli işçi hiç de bunlardan birini, ehven-i şeri tercih etmek zorunda
değildir. Eğer Marksizm ve işçi sınıfı. adına konuşuyorsak, partilere
karşı tutumumuzu sadece ve sadece, bu partilerin yürürlükteki sermaye
düzeni ve işçi sınıfı karşısındaki konumları bakımından saptayabiliriz.
Y ürürlükteki sermaye düzeni ve işçi sınıfı karşısındaki temel tutum­
ları bakımından bir DYP'nin, bir RP'nin, hatta S HP ve DSP'nin
arasındaki fark nedir? Burjuvazinin tüm kesimleri ve onların siyasal
temsilcileri -partileri- kapitalizmi n sürmesi gereklil iği ve işçi sınıfı ve
devrim karşısında birleşmiyorlar mı? Aynı nesnel koşullarda, aynı
sınıf adına önerilen programların ya da çözümlerin farklılığı, sadece
214
yürürlükteki işçi sınıfına karşit sistemin nasıl sürdürülmesi . gere�tiği
konusundaki farklılıklardan ibaret değil midir? K�ldı ki, Tür�iye'nin
bugünkü iktisadi-toplumsal ve siyasal koşulları bu görece farklılıkları
da azaltıyor, siliyor. Tümü de aynı iktisadi programı uygulamak
zorundalar. Daha yumuşak ve daha sert ama aynı siyasal sistemi
sUrdürrnek zorundalar. ANAP giderse ne olacak? Biri ya da .birileri
onun yerini alacak. S istem tıkanıp yeni bir darbe gündeme gelmezse
eğer; bu her zaman böyle değil midir? Bugün Özal yarın Demirel �eya
İnönü 'dür. Ama işçi sınıfı· ve emekçiler bakımından, hayal k ınkhkları
ve ümitsizlik dışında, temel. hiçbir sorunda değişiklik olmaz. Burjuva
partiler işçileri ve emekçileri serseme çeviriyorlar. Revizyonist�liberal
solcularda buna yardım ediyorlar. Dün MC, Demirel "esas t�hlike"ydi.
Bu gün ANAP ve Özal, yarın yine Demirel olabi lir. Ya da revizyonist­
terin bestedikleri umutlar bir boşa çıktığında, hayal kınkhktarım ifade
edecekleri, ricalarda bulunacakları , sitem edecekleri, ama şüphesiz
yine de desteklerini esirgemeyecekleri sermaye düzeninin sosyal­
demokrat hizmetkarları İnönüler, Ecevitler.
V c atların yarışına dayanan bu sistem sürdükçe, atların her değiş­
mcsinde ya da sistem tıkandıkça gelebilecek her yeni darbede revizyo­
nistler politika değiştirecek, yeni "tehlike"ler, yeni "baş düşınan"lar
tespit edilecek ve bir kısır döngü halinde bu sürüp giderken, sistem
kendi mantığı içinele yürümeye devam edecek. Ve gericle işçiler ve
emekçilerde hayal kırıki ıkları, bilinç çürümesi, çaresizlik kalacak. İşçi
sınıfı bu sersemletici, kurtuluş yolunu saptıran oyunun bilincine erip,
bütün burjuva ve küçük-burjuva partilerden tam ve kesin olarak kopana,
sınıf bilincine crene, kendi bağımsız partisini oluşturup, sistemin
tümüne karşı kendi bağımsız eylemini sürdürme yeteneğine sahip
olana kada� revizyonist-liberal sol çevreler politikalarıyla işte tam da
bunu, bu hayati ve acil görevin yerine getirilmesi işini torpilliyorlar.
*
Burjuva partilerin kuyruğuna takılış revizyonist-liberal solun
programlarının ya da siyasal platformlarının doğrudan mantıki sonu­
cudur. 12 Eylül sonrası tümü de programlarının ya da siyasal
215
·
platformlannın düzeyini indirdi, sosyal-demokratların hatta Demirel 'in
programına yaklaşurdılar. Devrim gündemden çıkarıldı ya da bu söz,
bir reformlar demetine anayasal düzenlemeler derekesine düşürüldü.
Sosyalizm, marksist içeriginden yoksun bir tür burjuva sosyalizmine
dönüştürülerek uzak bir gelecege ertelendi. Burjuva demokrasisi biricik
program olarak benimsendi. İllegalite, illegal parti yani ihtilal partisi
afaroz edildi; burjuva demokrasisi kutsanarak ona saygı, onun
yasallıgına ve çizdigi çerçeveye saygı telkin edilir oldu.
Bu da, kaçınılmaz olarak, sadece sosyal-demokrasiyle degil, gerici
sermaye partileriyle (DYP gibi), komünizmin ve işçi sınıfının fanatik
düşmanlarıyla (RP, İslam radikalleri gibi) ortak noktalar aramaya,
onları liberal sosyalistlerimiıle geçinebilecekleri bir demokrasi için
ikna çabalanna, onlara yaltaklanmaya, onlar hakkında hayaller yay­
maya, sahip olmadıkları nitelikleri atfetmeye yolaçtı. Demirelierin
demokratlığına dair tartışmalar, bizzat Demirellerin kendilerinin söz
ve eylemleriyle bunu sık sık tekzip etmelerine rağmen, ortalığı kapladı,
'
vh
TKP'den, Aydınlıkçılara kadar bu hep böyle.
Aydınlıkçıların sözcüsü Saçak dergisi, "tek çözüm" olarak parla­
mentoyu savunan kuvvetlerin "milli uzlaşması"nı öneriyor.
Murat Belge, toplumsal sınıfların uzlaşmasına dayanan bir "ulusal
konsensus" öneriyor.
Ahmet Kaçmaz, sadece SHP'yle sınırlı olmakla birlikte, "demokra­
si bloku"ndan sözediyor.
TKP, "tüm iktidarın demokratik koşullarda oluşacak bir parlamen­
toda olduğu", "Barış ve Ulusal Demokrasi Programı", aynı programı,
TKP-TİP yani müstakbel TBKP, "Barış ve Demokratik Yenilenme
Programı" adıyla öneriyor.
Burjuvaziyle işbirliği yolunda en ikircimsiz ilerleyen TKP'dir.
Şöyle başladi:
" . . . Biz burjuvazinin değişik kanatlarının bugün bir demokrasi .
müştereği ortaya koymuş olmalarına büyük değer veriyoruz. Bunu hiç
ikircimlenmeksizin destekliyoruz. Bu gelişmenin ülke tarihinde yeni
bir gelişme, olgu olarak çok yönlü irdelenmesi gerekliliğini ileri
sürüyoruz . . .
"Günümüzde iki ayrı demokrasi programı oluşmuştur. Birincisi
'
216
burjuva muhalefet partilerinin birleştiği demokrasi asgari müştereği­
dir...
"Diğeri Sol Birlik'in öne sürdüğü daha kapsamlı ve tutarlı demok­
rasi platformudur. Bunun istemleri, hedefleri biliniyor. Sol Birlik 'in
platformu birinci pl'atformla ortak noktalara sahiptir.
"Bu iki gelişme, asla küçümsenmemesi üzerinden atianmaması ge­
reken yakın tarihimizin iki önemli olgusudur. BUrjuva muhalejetin ho­
mojen olmadığını, çelişkiler taşıdığını, geriye dönüşler yapabileceğini
biliyoruz. Bunu önlemek ve iki platformu birbirine yak/aştırmak görevi
sol güçlere ve öteki tutarlı demokrat/ara düşüyor. . . "
"Şimdi görev bu iki platformu, ortak noktaları genişleterek,
artırarak yaklaştırmak, solun demokrasi hareketindeki etkinliğini
artırmaktır." (TKP MK 4.Plenumu)
TKP, bu görevi yerine getirdi, ama "Barış ve Ulusal Demokrasi
Programı"yla kendi platforumunu burjuva muhalefetin platformuna
daha da yaklaştırarak.
TKP'ye göre, 12 Eylül darbesiyle iktidarın sınıf tabiatı değişmiştir.
"12 Eylül ile iktidarı emperyalizmin işbirlikçisi, ulus düşmanı güçler"
ele geçirmiştir. Yani daha önce emperyalizmin işbirlikçisi olmayan
ulusal güçler iktidardaydı! Ve şimdi "Bütün ulusal güçler... ulusal
kurtuluşçu topyekün bir seferberlik içine ' girmelidir/er." (Barış ve
Ulusal Demokrasi Programı, s. 1 2)
" Yapılması gereken ilk iş 12 Eylül rejimine son vermek ve demok­
ratik bir rejim kurmaktır. 12 Eylül rejimine son verebilmek için, Evren­
Özal yönetimini iktidardan uzaklaştırmak, demokratik bir rejim kura­
bilmek için de ulusal ve demokratik bir iktidar� işbaşma getirmek
zorunludur." (agy .)
Kimdir bu iktidarın sınıfsal güçleri? B unlar işçilerden ulusal sana­
yicilere -bunlarla kastedilen büyük sanayi burjuvazisidir, orta katman­
lar değil, onlar ayrıca sayılıyor-, sendikalardan ziraat, sanayi ve ticaret
odaları mensuplarına kadar uzanıyor. (Barış ve Ulusal Demokrasi
Programı, s.9)
Kimdir bu iktidarın siyasal güçleri?
"TKP, yasadışı tutulan öteki sol güçler, SHP, DSP, RP, DYP"
(agy., s. l 2, s.30)
Nasıl bir demokrasi ve bu nasıl kurulacaktır?
217
"Eğer bir kazaya uğramazsa önde genel seçimler duruyor. Seçim­
ler de demokrasi güçlerinin işbirliği için bir platform... olacaktır.
"Bugünden ve seçim ortamında demokratik işbirlikleri oluşturul­
ması başarılırsa, demokratik bir parlamento oluşabilir. Bu işbirliği
yığınların istemlerine ne ölçüde açık olursa, yeni parlamento ve yeni
hükümet o ölçüde demokratik olacaktır.
"Seçilecek parlamento, yeni demokratik bir anayasa, demokratik
bir seçim yasası,, sınırsız genel af görevlerini yüklenmeli demokratik
hak ve özgürlükleri eksiksiz sağlamalı ve uzak olmayan bir zamanda
demokratik seçimleri öngörmelidir.
"TKP, birleşik yığınsal demokratik harekete dayanacak ulusal,
demokratik hükümetin ulusal demokrasiyi yaşama geçirmesi için mü­
cadele edecektir. Ulusal demokratik hükümete katılacak güçler
arasında, işçi sınıfının ağırlığı ve etkisi, öncülük derecesi, TKP 'nin ve
birleşik sol güçlerin o andaki güçlülüğü ölçüsünde ulusal demokrasi
eksiksiz kurulabilecektir." (TKP 'nin Ulusal Demokrasi Alternatifi,
s. l l)
Yani TKP'ye göre şu önümüzdeki seçimlerde ANAP kaybederse,
SHP, DSP, RP ve DYP'nin çogunluğu oluşturdugu demokratik bir
parlamento oluşacaktır. Oluşacak parlamento, yeni demokratik bir
anayasa, demokratik bir seçim yasası ve demokratik hak ve özgürlü­
kleri eksiksiz saglama görevini yüklenip yerine getirdikten sonra, TKP
ve birleşik solun da katılacağı yeni demokratik seçimler yapılacak ve
şüphesiz, S HP, DSP, D YP, RP, TKP ve diğer sol parlamentoda çoğun­
luğu sağlayacak böylece ulusal demokrasi kurulacaktır ! Eger TKP ve
birleşik sol da kurulacak yeni ulusal ve demokratik hükümete katılırsa,
o zaman ulusal demokrasi eksiksiz kurulmuş olacaktır! Sonra,
Türkiye'yi yeniden "gelişme ve kalkınma", "modernleşme" yoluna
sokacak ekonomik ve sosyal tedbirler uygulamaya koyulacak, bu da
" 1 5 -20 yıllık bir süre içinde" tamamlanabilecektir. (TKP 'nin Ekono­
mik ve Sosyal Politika Alternatifi, s.36) Böylece iki aşamalı anti­
emperyalist demokratik halk devriminin birinci aşaması tamamlana­
cak, sonra TKP'nin öncülüğü pekiştiği ölçüde ikinci aşamaya geçilc­
cek, sonra sosyalizm ...
Üstelik , "1KP 'nin birlik ve mücadelepolitikası konjonktürel, geçici
bir politika, bir taktik değildir. 1KP 'nin birlik ve mücadele politikası
·
218
ülkemizin temel sorunlarının çözümünde taraf olma, güvenilir bir
bag/aşık .o lma poliıikasıdır." (Barış ve. Ulusal Demokrasi Programı,
s.13)
TKP'nin işçi sınıfına program, devrimci politika olarak sunduğu
şey işte budur!
TKP'nin program olarak sunduğu bu ince düşünülmüş ayrıntılı top­
lumsal projenin uygulanabilirliği bakımından akıl dışılığı hakkında
konuşmak yersiz olur. Sözkonusu bağlaşıkların, yani SHP, DSP, RP
ve DYP'nin henüz buna benzer projeleri yok. TKP; burada da yine
sadece diliyor ve dileklerinden program oluşturmuş oluyor.
Ancak burjuva partiler, anayasal ve parlamenter sisteme saygılı
TKP'li bir demokrasi programına sahip değillerse, bu her şeyden önce
Türkiye kapitalizminin imkanlarının sınırlılığından, burjuvazinin ik­
tisadi gücünün zayıflığındandır. Yanısıra, bir dizi hassas siyasal
sorunlara -Kürt sorunu gibi- sahip oluşundandır. Türkiye kapitalizmi
işçi sınıfına, komünizme kapalı bir parlamenter çerçeveyi dahi
kaldıramıyor. Son otuz yılın tarihi, peşpeşe gelen askeri darbeler bunu
anlatıyor. Olabildiği kadarıyla burjuva demokratik çerçeve, örneğin
1 960 ve 1974 sonrası, şarta baglıdır; sistem tehlikeye girdiğinde
ortadan kaldırılmaktadır. Kaldı ki burjuva demokrasisi, olabildiği
kadarıyla, sadece geri ülkelerde değil, ileri ülkelerde dahi şarta bağlıdır.
Tarih bunun kanıtıdır.
Türkiye 'de siyasal gericilik doğrudan sermaye egemenliğinden,
sermaye iktidarından kaynaklanıyor. Bizde siyasal gericiliğin, faşiz­
min temsilcisi iktidardaki burjuvazidir. Dolayısıyla demokrasi sorunu
sermayenin egemenliğini devirme sorununa, yani bir proleter devri­
mine ve dolayısıyla proleter demokrasisi sorununa bağlanmıştır:
Öte yaMan kapitalist bir ülkede, burjuva demokrasisi programı
tarih.sel ve siyasal bakımdan gerici bir programdır. Demokratik istem­
leri için, bunların derhal gerçekleşmesi için savaşıma evet, ama bur­
juva demokrasisini program edinmeye hayır! Sermaye düzeninin ve
sermaye iktidarının hüküm sürdüğü bir ülkede burjuva demokrasisi
marksist bir işçi partisinin programı olamaz.
Demokrasi sorununun işçi sınıfı bakımından hayati önemi açıktır.
V c işçi sınıfı ancak demokrasi savaşımı içinde sosyalist devrime
hazırlanabi'lir. Ama burjuva demokrasisini program ed inerek, onu
219
kendisine stratejik hedef seçerek degil. Eger Marksizmden söz edili­
yorsa, demokrasi savaşımının
anlamı
komünistler bakımından
"Proletaryanın, burjuvazinin devril-mesini ve kendi zaferini hazırlamak
üzere, bütün demokratikkurumları ve özlemleri kendi sınıfsavaşımında
seferber etmesi" olabilir.
A. Azad
Kasım
220
1987
KÖTÜ BİR SINA VIN GÖSTERDİKLERİ
(Y. Çlizüm, Türkiye Sorunları, Sosyalist /#Çi ve 1. Mayıs
dergilerinin seçim taktiklerinin eleştirisi)
Siyasal mücadele ve sorunlardaki temel tutumlar bir siyasal parti
veya akımın niteliginin daha kolay aniaşılmasını saglayan gösterge­
lerdir. Bazen teori ve programda örtük bulunan öz, pratik siyasal
sorunlar ele alındıgında kendini bütün çıplaklıgıyla ortaya koyar.
Marksizm ve işçi sınıfı adına konuşan parti ve grupların seçim plat­
formları ya da taktikleri bu bakımdan her biri hakkında fikir edinme­
mizi sagladı. Her biri, sadece dar anlamda seçimlerdeki tutumlarını
degil, bunlarla birlikte, dogal ve kaçınılmaz olarak, bazı temel sorun­
lardaki tutumlarını da açıga vurdular. Konunun önemi burada.
Ekim, ilk sayısında, "Seçimler, Parlamento ve Bagımsız Sınıf Tu­
tumu" başlıklı yazıda şuna işaret etmişti:
"Bu ülkede, sol, onyıllardırfarkında olarak veya olmaksızın ideo­
lojik, siyasal ve pratik tutumuyla, işçi sınıfını, direkt ya da dolaylı,
burjuvazinin şu veya bu fraksiyonunun ya da küçük-burjuvazinin
221
eklentisi haline getirmiştir; bu yüzden de, 'bütün burjuvaziden ve
küçük-burjuvaziden bağımsız bir sınıf hareketi yaratamamıştır. Bugün
revizyonistler ve liberal sol· aynı rolü sosyalizm adına oynamaya
devam ediyorlar. B u bakımdan bağımsız kimlik sorunu, bunun vurgusu
ve ilk adımları, hayati bir önem taşıyor. Bu varolmanm ve ilerlemenin
olmazsa olmaz koşuludur."
Aynı yazıda, "sosyalist hareketin ideolojik-siyasi bağımsızlığını
sağlamanın ve bağımsız sosyalisı bir işçi hareketi yaratmanın
çabalarımızın ekseni ve biricik amacı olduğu bir dönemde, seçimler,
bu bağımsız kimliğin ve tutumun vurgusunu yapmanın bir vesilesi
olmasi bakımından önem taşıyor" , deniyordu.
B urjuva partileri desteklemeye ya da işçileri bu partileri destekle­
mekten alıkoymak için açık ve doğrudan çağrı yapmaktan geri durarak
desteklemeye -bu tavır ya da "tavırsızlık" da dolaylı desteği ifade eder­
. son vermek, işçilerin temsilcileri yoksa boş oy kullanmak şeklindeki
doğru tutum, geniş kesimlere ulaştırılmasa dahi, ulaşabildiği kadarıyla,
hiç olmazsa, sınıfın sosyalist ya da sosyalizme yatkın ileri kesim leri­
nin, dahası, bugünkü koşullar altinda komünistlerin de, siyasal eğitimi
bakımından önemi vardı ve bağımsız kimlik kazanmanın bir adımını
ifade ediyordu.
"Ulusal demokrasi", "demokratik yenilenme", "milli uzlaşma",
"ulusal konsensus", "demokrasi bloku" vb. isimler altında burjuva de­
mokrasisi ni kendine program/amaç edinmiş revizyonist-liberal sol
burjuvaziye bağımlı olduğunun yeni bir örneğini verdi; seçimlerde ona
çalıştı. B unların tutumlarını Ekim 'in 2. sayısında ele almıştık.
Ancak, burjuvaziye el uzatmanın örnekleri, şu veya bu şekilde,
küçük-burjuva sosyalizminin temsilcisi gruplarda ya da bu akımın '80
sonrası. başkalaşmış veya başkalaşına sürecindeki temsilcilerinde de
görüldü. Bu yazıda bunu gösterıneye çalışacağız.
Örneğin, Yeni Çözüm. Yeni Çözüm, Türkiye'de devriınci popülist
hareketin, devriınci demokrasinin en militan temsilcilerinden biridir.
Seçimlerin ardından yaptığı değerlendirmede, revizyonistlere ve
"yeni reformistler" olarak adlandırdığı bağımsız aday gösteren dergi­
lere verip veriştiriyor; "seçimler konusunda izlenen politika"nın,
"devrimci çizgiyle oportünist çizginin net olarak ayrıştığı noktalardan
biri" olduğunu yazıyor. (Sayı:9, s.S-6, Ocak 1 988) Katılıyoruz. Ancak
222
bununla birlikte, Yeni Çözüm 'Un seçimlerde devrimci bir çizgi izledigi
konusunda knşkuluyuz. O halde, Yeni Çözüm 'ün seçimlerde sundugu
devrimci çizgi neydi, onu görelim.
Yeni Çözüm, seçimlerdeki tutumunu Ekim-Kasım sayısındaki "Par­
lamento Seçimleri ve Devrimci Tavır" başlıklı başyazısında açıklamıştı.
Yazıda, seçimlere öncekilerde oldugu gibi sadece burjuva partilerin
katıldıgı, emekçi kesimlerin ise kendiİerini temsil eden partileriyle
katılma şansına yine sahip olmadıkları belirtildİkten sonra, tek tek
alternatifler ve tutumlar ele alınıyordu:
"Kendilerine 'sosyalist ' diyen kimi ilerici dergilerin seçimlerde
kendi adaylarını göstermeleri de bu gerçeği degiştirmeyecektir. ller
. şeyden önce bir kez, 'sosyalist '(!) diye ileri sürülen bu adaylar, iddia
edildiği gibi gerçek birer sosyalist değil, reformisı ya da revizyonist­
terin adaylarıdır. Bu halleriyle devrimci sol güçler tarafından destek­
lenmeleri sözkonusu olamaz." (Sayı:8, s. l )
" İktidar partisi ANAP n e kadar düzen partisi ise DYP, Sl/P v e DSP
de o kadar düzen parti/eridir. Hiçbiri emekten ve emekçiden yana
değildir ...
"Emekçiden yana olduğunu her fırsatta dile getiren SHP ile DSP,
gerçekte emeğin ve emekçinin karşısındadır. Aksi olsaydı emperyaliz­
min yeni sömürgesi bir ülkede emperyalizme ve onun tahakkümüne
karşı çıkar, NATO 'da kalmaktan AT'ye tam üyelikten sözetmez/erdi. "
"
(agy.) (İşçiye karşıt bir konumda, burjuva çerçevede kalınarak da, yani
anti-kapitalist, sosyalist bir içeriği olmaksızın da, bütün bunlar savu­
nulabilir.)
Şimdi iniş başlıyor:
"Göre/i de olsa SIJP ve DSP düzen partileri olmalarına rağmen
ANAP, DYP vb. partilerden bazıfarklı tutumlara sahip oldukları qçık.
Her şeyden önce bu iki parti bünyesinde az da olsa demokrat, yurtsever
ve ilerici adaylar barındırmakta olup hatta (hatta!) bunların bazıları
kimi seçim bölgelerinde adaylık/arını bile (bile!) koymuşbulunmaktadir
(Aman ne iyi!). O halde bu iki parti desteklenemez mi diye sorulabi­
lir?" (agy.)
Bu soruya cevap olarak, SHP ve DSP'nin düzen partileri oldukları,
"sol" olmadıkları, "içlerinde deınokmt ya da i lerici unsurların bulun­
ması, SHP ve DSP gibi sosyal-demokrat iddialı partileri ilerici ya da
223
demokrat yapamayacalfı" sözlerinin ardından, "Yarın, Gün, Alınteri
reformİst ve revizyonistler"inin, "SHP'nin desteklenmesi gerektiği
dogrultusundaki tiradları"na, "bunun burjuva kuyrukçuluğu olduğu­
nun farkındalar mı bilemiyoruz" şeklindeki "uyarıcı" eleştiii geliyor:
Sonuç:
"SHP ile DSP gibi burjuva partilerin parti olarak (abç) devrimci
sol güçler tarafından desteklenmelerinin sözkonusu dahi edilemeye­
ceği.,. Keza mevcut bağımsız sosyalist (!) adayların da ... belirtilen
nedenlerle desteklenemeyeceği .. Devrimci Sol güçler olarak bu erken
genel seçimde kendi bağımsız devrimci adaylarımızı da gösterme
durumunda olmadığımıza göre. .. Bu aşamadaki doğru devrimci tavır;
ilericiliğinden, demokrat ve yurtseverliğinden kuşku duyulmayan,
özellikle varsa bağımsız adaylar, bu türden adaylar bulunmuyorsa
(şimdi hazır olun !) SHP ya da DSP 'deki yukarda belirtilen niteliklere
uygun (parti değil) partili adaylar desteklenmelidir. (abç.) Belirtilen
adayların bulunmadığı seçim bölgelerinde sandık başına gidilmemeli;
bu bölgelerde seçimler 'boykot ' edilmelidir." (agy., s.2)
SHP, DSP değil de, "belirtilen niteliklere uygun" SHP ya da DSP'li
adaylar desteklenmelidir - Yeni Çözüm 'ün seçimlerde sunduğu "dev­
rimci sol" taktik işte buydu! Gerçekte, burada sözkonusu olan, sık sık
rastlandığı gibi, radikal "sol" biçim ardındaki özün -küçük-burjuva
demokratik öz- kendini sağ bir tarzda açığ� vurmasıdır. Sosyal-demak­
rasinin kuyrukçusu revizyonist-liberal sola esip gürleyen Yeni Çözüm,
seçimlerde, kendisinin de "devrimci sol" bir tarzda sosyal-demokra­
sinin destekçisi, kuyruğu durumuna düştüğilnün farkında mıdır,
bilemiyoruz. Şu basit nedenlerden dolayı:
Adayların kişisel düşünce ve eğilimleri ne olursa olsun, aylar
partilere ve programlara verilir. "Biz partiyi değil, partili adayları
destekliyoruz" kaydı bu gerçeği değiştirmez; ayrıca bu sözler
saçmalıktır, zira, "partili adayları destekliyoruz" demek, "partiyi
destekliyoruz" sözlerinin yinelenmesinden başka bir şey değildir. Tek
tck adaylar, kişisel düşünce ve eğilimlerinden bağımsız olarak- resmi ·
çizgiden farklı düşüncelere de sahip olabilirler, bu öncmsizdir- liste­
sinde yer aldıkları partiyi ve onun programını temsil etmiş olurlar, ve
verilecek ayların dağuracağı siyasal sonuç da bundan başka bir şey
olmaz. Bu, siyasetin basit bir kuralıdır, bilinmesi gerekir. Ancak, Yeni
224
Çözüm 'ü buna iten şey, politik safi ık, bilgisizlikten çok, nesnel olarak
temsil ettigi toplu,m sal kesim ve onun özlemlerinin, istemlerinin ifa­
desi olan çizgisinin yolaçugı küçük-burjuva demokratik önyargılardır.
O, anti-kapitalist, sosyalist içerige oturmamış bir bagımsızlık ve
demokrasi programını amaçlaştırdıgından, esasen bununla sınırlı ol­
dugundan, sosyal-demokrat partilerin saflannda her zaman kendinden
bir şeyler bulabiilr. Zira, orda orta sınıfların temsilcileri vardır ve bu
partiler göreceii olarak orta sınıf özlem ve çıkarlarının, sermayesınıfının
genel çıkarlan çerçevesinde, taşıyıcısıdırlar.
"Yurtsever", "demokrat", "ilerici" -bütün bu kavramlar burjuva
içerikten bagımsız degillerdir, ve izafidirler.- SHP, DSP saflarındaki
pek çok işi bu kavrarnlara uyar. Zira pek çogu "yurtsever"dir, ya da
"kendi ulusu"nun, yani "kendi burjuvazisi"nin çıkarlarını başka
uluslann burjuvazileri ne, büyük kapitalist devletlere karşı savunmaya
hazırdırlar. "Cumhuriyet"in gelecegini ve bütünlügünü tehlikeye
sokmamak kaydıyla, bununla sınırlı olarak, "demokrat"tırlar;
"ilerici"dirler, dini gericilige karşı olmaya hazır, laik devletten
yanadırlar, vb. Ve şüphesiz ki, bütün bu "nitelik"lerini mevcut burjuva
sistemin meşruluguna dokunmadan, onun içinde ve "yasal" araçlarla
gerçekleştirmek is terler; yani reform isttirl er, burj u va
reformcularıdtrlar. Yeni Çözüm bulabilir, ama komünistler burada
kendinden bir şey bulmazlar, bulamazlar.
Öte yandan, seçimler komünistler bakımından "özel bir siyasi ope­
rasyon degildir ... yalnızca sınıf bilinçli proletaryanın dünyaya siyasi
bakış açısının temel taleplerini ve ilkelerini savunmak için özel bir
fırsattır." (Lenin) Bu nedenle de, "yurtseverlik", ·"demokratlık" "ile­
ricilik" gibi küçük-burjuva demokratik ilkeler-önyargılar ya da reform
istemleri üzerine oturtulamazlar.
Kaldı ki, Yeni Çözüm kendi ölçütlerinde dahi tutarsızlıga düşmüş­
tür. örnegin, bazı dergilerin ileri sürdügü bagımsız adayları gerçek
sosyalist olmadıkları gerekçesiyle desteklememiştir. Olabilir, bu bir
tutumdur ve burada sosyalist ölçütler sözkonusu edilmiştir. Ancak,
SHP ve DSP'nin adayları ise "yurtsever", "demokrat", "ilerici" ölçüt­
lere vurulmuştur. İşte tutarsızlık burada. Sözkonusu bagımsız adayların
SHP ve DSP'nin adaylannın istisnasız tümünden daha "yurtsever",
"demokrat", "ilerici" oldukları tartışma götürür mü? Bu da, Yeni
225
Çözüm 'ün hiç de "sosyalist ölçütler" kaygısını taşımadıgını, ya da en
azından, grupçu, "benim degilse neye yarar" şeklindeki küçük-burjuva
illetiyle, malUl oldugunu gösterir.
Yeni Çözüm, seçimlerin ardından yaptıgı degerlendirmede�bagımsız
aday gösteren dergÜeri eleştirirkeiı, "somut durumun somÜt tahlilini
yaparak ona göre devrimci taktiklerini çizmek yerine ML klasiklerden
aldıkları 'sosyalizmin bagımsız tavrını koymak', 'sos1ftlist propagan­
da yapmak' görevini. .. mekanik-şemalik bir biçimde uygulamışlardır",
, diyor. Kahve toplantılarından sözederek, "bunlar $ nereden çıktı",
"bugüne kadar neredeydiniz", �'bitse de kafam ızı dinlesek" şeklindeki
tepkileri aktanp aklınca m uhataplarını alaya alıyor. Devamla, sonucun
"tam bir kara mizah" oldugunu, bagımsız adayiara verilen oylarıo
yüzler hanesini aşmadıgını, · "girdikleri seçim de aldıklan üçer-beşer
yüz oyla kitlelerin nezdinde sol'un gücünü karikatürize ettiklerini"
-yazıyor. (Sayı:9, s.S-6)
Sözkonusu dergilerin Marksizmi temsil edip etmedikleri bir yana,
Yeni Çözüm 'ün aslında onlann şahsında aşagıladıgı şey, Marksizmin:
devrimci sınıftutumunun ta kendisidir. Yeni Çözüm yazarları marksist­
leninist
klasiklerden çıkarılmış i l keleri ve yöntemleri
aşagılayacaJdarına -ki onlar, bunları hep "3. bunalım döneminin ilişki
ve çelişkileri" nedeniyle modası geçmiş, eskimiş, "dogmatik" bulur­
lar!- biraz onlara kulak verselerdi belki dogru yolu bulurlardı. Marks­
Engels işçi hareketinin bagımsızlıgına ve bunun korunmasına en
büyük titizligi göstermişlerdir. Her meseledc oldugu gibi, temsili
kurumlar sorununa da bu açıdan yaklaşmışlardır. Bu nedenle, ömegin,
Almanya'da 1 850 'de, bekledikleri yeni bir devrimin ardından yapılacak
temsili seçimlerde, kazanma şanslarının hiç olmadıgı durumlar da
dahil, gericilerin kazanması pahasına da olsa, bagımsızlıklarını
korumaları için, işçilerin, mutlakiyete ve feodalizme karşı savaşın
başını çekecek olan devrimci küçük-burjuvaziyi dahi desteklememe­
lerini, görüşlerini kamuoyu önüne getirmek için her yerde kendi
bagımsız adaylarını ileri sürmelcrini salık veriyorlardı. Lenin, bir
Bolşevik'in sandıga bir Kadet'in (toplumsal-siyasal rolü bakımından
aşagı yukarı bizdeki sosyal-demokrata denk düşer) ismini taşıyan oy
pusulasını atmasım igrenç buluyordu. Yeni Çözüm ise, okuyucularına,
Türkiye'nin Kadetleri arasında "ilericiliginden, demokrat ve yurtse·
226
·
verliginden kuşku duyuİmayan" adayiara oy verilmesini salık venniş­
tir. Üstüne de, kalkıp, kitlelerin apolitik veya dogal tepkilerini ya da
şaşkınlıklarını -zira, sosyalizm uzun süredir ortada yok ya da sesini
duyurarnıyar gerçekten- muhaliflerine karşı kullanırken dahada tutarsız
bir konuma düşüyor. Sonra da, yüzlerle ifade edilen oy miktarıyla alay
ediyor. Kendisi gösterseydi diyelim ki, binler hanesini tutturacaktı. Bu
çok mu farklı olurdu? Sol gücünü neden abartsın ya da ortaya koymak­
tan korksun. Alternatif bagımsız bir politik hareket yaratma yolunda,
atılması zorunlu bir adımsa, önce yüzlerle de baŞlasa, buradan başla­
madan, bin, onbin, yüzbin, milyon olmak olanaklı mıdır? Kaldı ki,
burada önemli olan temel siyasal tutum ve ilkelerdir, oy miktan degil.
Yeni Çözüm 'ün sözkonusu dergilerin şahsında alaya aldıgı dogru tutum
ve ilkelerdir; ve bu dergilerin niteliklerinden bagımsız olarak, onların
tutumu, hiç kuşkusuz
Yeni Çözüm 'ün
tutumundan ileriydi. Alternatif
bir güç olarnamanın alternatifi, burjuva partileri desteklemek alterna­
tifi degildir.
Yeni Çözüm 'ün
yapugı tastamam buydu.
"İlericiliginden, demokrat ve yurtseverliginden kuşku duyulmayan
adayların bulunmadıgı seçim bölgelerinde seçimler boykot edilmeli­
dir" tutumu ise, sag tavrı dengeleyen 'sol' tutum olmalı. Sözkonusu
edilen, uluslararası işçi hareketinin tarihinde devrimci bir gelenek olan
"boykot" sloganı ise, yeri ve zamanında, kesinlikle bir devrimci yük­
seliş, bir devrimci durum anında, ileri sürütmesi gereken, cepheden bir
saldırı aracı olan "boykot" sloganı bizim "sol"cularımızın elinde
yeterince yozlaştırıldı. Onların bunu devrimci glidülerle yapmalan
hiçbir şeyi degiştirmez. Yıllardır tekrarlanıp durulan, ama ne oldugu
hiç aniaşılmayan ve anlaşılması için de hiç kafa yorulmayan, bu
nedenle de artık bıkkınlık veren, şu "somut şartların somut tahlili" de
bu olmalı!
Popülist hareketin devrimci kanadı, anti-emperyalist, anti-faşist,
anti-şovenisttir, siyasal gericiligin kararlı düşmanıdıt. Kapitalist
sömürü ve baskıya karşı çıkar, emekten yanadır; ama bunu marksist
açıya, sınıf bilinçli proJeterin bakış açısına oturtamaz. Bizim popülist­
ler Marksizmi, işçi sınıfının dünya görüşUnU temsil ettiklerine içten­
likle inanırlar. Ancak,işçi sınıfı onların gözünde, Lenin 'in işaret ettigi
gibi, sosyalizm için sonuna kadar savaşacak tek sınıf degil de, genel
olarak "halk" ın bir parçasıdır, mevcut sistemden en çok acı çekef\,bu
·
yüzden de ona karşı en kararlı savaşacak olan sınıfur, Yeni Çözüm
gibilerinde bu da degildir, onun adına öncülük misyonu yülclenecek
bir parti �afından kırdan şehire stratejisinin manuki sonucu olarak,
ömegin devrimin temel ve itici gücü olarak ele aldıgı köylülük
(sınıflardan olu�n. karşıt sınıfiara bölünmüş köylülük!) tarafından
kurtarılması gereken bir sınıftır. İşçi sınıfı devrimciligi, işçi sınıfının
fiili öncülügü, "işçi ihtilali" ise "sovyetik tip" diye reddedilecek,
sovyet devrimine çoktan ihanet etmiş "dogmatik" diye nitelenen düpedüz iltifat- revizyonistlere atfedilir. (Bkz. Yeni Çözüm, sayı:S,
"Proletaryanın Üç Büyük Zaferi" başlıklı yazı). O ise, genel olarak
"halk"ın temsilcisidir. Örnegin, bakkallann, küçük esnafın gelecegi
için de savaşmaktan geri durmaz. Bu yüzden de şu satırlar hiç şaşırtıcı
olmaz: "Küçük esnaf ve zanaatçılar, ihracata yönelik birikim
politikasının kaçınılmaz sonucu olarak, bakkalların süpermarketlere,
zanaatçıların da sermayeleri eritilerek tekellerin sermaye dişlileri
arasında eritilme/erine vb., üretim kooperatiflerinde bir araya gelerek
karşı çıkışı savunma/ıdır/ar." (Yeni Çözüm, sayı:2, s.5)
Ana temaları bagımsızlık, demokrasi ve genel olarak "halk" olan
küçük-burjuva sosyalizmi 1 devrimci-demokrasi marksist söylemlerlc
ne kadar karışmış olursa olsun, tarihi tecrübelerin de kanıtladıgı gibi,
son tahlilde, burjuva demokrasisinin sol kanadıdır. Bunu şu veya bu
şekilde kaçınılmaz olarak ortaya koyar, bagımsız bir işçi hareketi
geliştikçe bu daha açık görülecektir.
Siyasal gericiligin, faşizmin sermaye iktidanndan kaynaklandıgı,
ve bu nedenle de demokrasi sorununun (tek tek demokratik istemler
için demokrasi savaşımı. degil, devlet olarak demokrasi sorunu) ser­
maye egemenliginin devrilmesi sorununa baglandıgı, bunun da, söz­
konusu olan ve ugruna savaşılması gereken proletarya devrimiyse, bir
sosyalist demokrasiden başka bir şey olamayacagı burjuva-kapitalist
bir ülkede, Türkiye 'de, sadece burjuva demokrasisi programı degil,
demokratik devrim programı, ya da genel olamk demokrasiyi amaç
edinmek, kişiyi, akımları, partileri şu veya bu şekilde burjuvazinin
yörüngesine sokar. Yeni-Çözüm bize bunun bir ömegini veriyor. Diger
bir örnegini, TDKP şahsında H.Fırat gösterdi. (Bkz. Ekim, sayı:4,
"Teorinin Yoksullugu" başlıklı yazı)
228
•
Başka örnekler de var.
Alan Yayıncılık Türkiye Sorunları Dizisi nin 3 nolu kitabında,
A.R.Sarıali imzasını taşıyan "Seçim Üzerine" başlıklı yazıda, sorun
"demokratikleşme süreci" bakımından ele alınıyordu. "Seçimlerin
demokrasiye geçiş olmadı� ı. 1 2 Eylül rejiminin varlı�ını sürdürdü�ü"
saptamasının ardından, bir dizi siyasal reform talebi sıralanıyar ve
devrimcilerin sözkonusu "talepleri içtenlikle savunacak ve yerine ge­
tirilmesi doğultusunda çalışacak milletvekili adaylarıyla -sayıları
çok az da olsa- hangi siyasi partide olduklarına bakılmaksızın, aynı
platformda yer almaları ve birlikte hareket etmeleri yanlış
olmayacaktır" deniliyordu. (Türkiye Sorunları Dizisi-3, s.7-8)
Görüldü�ü gibi bu arkadaşiann demokrasi ufku daha geniş! "De­
mokratlan" sadece SHP, DSP adayları arasında degil, diger partilerde
de anyarlar. B u bakımdan TBKP'nin demokrasi perspektifini andırıyor.
Popülist hareketin liberal cenahına yakın olduklan gözönüne alınınca,
anlaşılır oluyor.
'80 öncesi, popülist hareketin modern revizyonizme en yakın duran
kesimi olan, '80 sonrası ise sag cereyanın etkisi altına en çok giren,
Gorbaçov 'un demokrasi atılımlanndan da ilham alan Yeni Öncü çevresi
de şu "demokrasi" sorununda tekledi. Demokrasi üzerine eski Kautskist
şarkıyı okumaya başladı. Proleter demokrasi ile burjuva demokrasisi
arasındaki farkı bulanıklaştırdı. Bu, siyasal sonuçlarını ilk fırsatta, ör­
negin referandum sorununda verdi. "Her boş oy Özal ve I 2 Eylülcülere
soldan verilmiş bir destektir" diyerek en hızlı "evet"çiler arasında yer
alan Yeni Öncü nün, diğer gerekçelerinin yanısıra, temel gerekçesi
"demokrasi"ydi. Tam bir şaşkınlık ömegi, sol ile sag arasında ortak
demokrasi mantığı arıyor, "evet"in gerekçesini sosyalist demokrasi
sorununa kadar vardırıyordu. (Sayı:6, s.2, Eylül 1 987) Yeni Öncü Yazı
Kurulu çoğunluguna gerekli yanıtlar, yine aynı derginin yazarlarından
A. Ural tarafından, aynı derginin sayfalannda verildi. Ş imdilik ekie­
yecek fazla bir şey yok. Yeni Öncü, son sayısında, sorunun esasına hiç
girmeden, referandum sorununda düştüğü zor durumu kısmen telafi
etmek için şunları yazdı: "Referandum üzerine yaptığımız değerlen­
dirmede, hayır oylarının Özal'la birlikte olduğunu söylemiştik. Seçim
,
'
'
229
sonuçlan bizim yanıldı#ımızı gösterdi. Hatta bizim savımız, evet
'olmayan oyların da ("boş {)y" kastediliyor) Özal'a yardımcı olacagı
şeklindeydi." (Sayı:9. s.3,
09alc
1988) Dikkat çeken nokta şu ki, sag
cereyana kapılmış akımlarda yer alan, ama bu cereyanı göglislemeye,
durdurmaya çalışan tek tek unsurlar, siyasal-taktik sorunlarda da aşagı
yukarı benzer sonuçlara vanyorlar. Ahmet Ural bunup bir ömegi.
Sosyalist İşçi
5osyalist İşçi, bir yandan Troçkizmle flört
Bu duruma, Xurtuluş "ı ;ıt:.ınun diger kanadında,
sayfalarında da rastlıy(.ı
ederken, öte yandan a.ı
·
r�linizmi kendine ilke edinmiş bir dergi. Bu
büyük devrimeiye uluorta dil uzatıyor. Aynı derginin yazarlarınçtan
R.Kasım ise, bu anti-Stalinist dile karşı çıkıyor. İlginçtir, Sosyalist İşçi
Yazı Kurulu, referandumda "evet"çiydi; seçimlerde SHP'ye· oy veril­
mesi ça#fısı yaptı. R.Kasım ise referandumda bagımsız tutum için "boş
oy" dedi; seçimlerde sosyal-demokrasinin desteklenmesine karşı çıkıp,
sosyalist işçi hareketinin yaratılması için sosyal-demokrasiden kopu­
şun zorunluluguna dikkat çekip, bazı dergilerin gösterdigi bagımsız
adayların desteklenmesini istedi.
Bu iki örnek rastlantı degil, bir şeyler anlatıyor. Kautskizm ve
Troçkizm , biri sag diger sol uçta olmasına ragmen, ikisine her
yakınlaşma aynı sonucu, liberalizm i üretiyor. Buna karşı direnenler ise
burjuva kuyrukçulugunu reddediyor.
Sosyalist İşçi seçimlerdeki tutu m unu açıkladıgı sayıda,
yazarlanndan biri (Seyfi Cengiz) iç sayfalarda bilinen troçkist görüşü
yineleyeı'ek "Stalinist burjuvaziyle ittifak politikası" eleştirisi yapar­
ken, Yazı Kurulu ise baş sayfada gerçekte bu "ittifak';ın nasıl
yapılacagını göstermek istercesine, burjuvaziye -şüphesiz "en keskin
biçimde eleştiri" hakkını koruyarak! - direkt ve koşulsuz destegini
bildiriyordu:
"Sosyalist Işçi bugün Türkiye işçi sınıfı hareketini ileriye çekecek
olan taktigin SHP 'e oy verilmesi olduğunu tespit eder" (Sayı: 36, Ekim
1987)
Sosyalist İşçi seçim politikasını şu yöntemle saptıyordu:
" . .. sosyalistler siyasal olaylar karşısındaki taktiklerini saptarken
önce işçi sınıfı hareketinin durumuna, ihtiyaçlarına ve taleplerine bak­
mak zorundalar. Takfiğin saptanmasındaki ikinci kriter ise sosyalist­
lerin işçi sınıfı hareketi karşısındaki durumudur. Üçüncü olarak ise
230
burjuvazinin konumuna bakılmalıdır." (agy.)
Yanlış! Seçimler herhangi bir siyasal olay, herhangi bir taktik, ör­
negi� bir sendikal taktik, grev taktigi gibi ele alınamaz. Btırada tak­
tikten dar anlamıyla degil, geniş anlamıyla sözedilebilir. B u da, temel,
'
stratejik tutumlar tarafından belirlenir. Şu veya bu sınıfın temsilcisi her
parti, akım temel tutumlarını, programını kitlelere sunar. İ şçilerin
partisi de öyle. Marksizmin ve gerçek işçi partilerinin tarihi tecrübe­
sinin bize ögrettigi de budur. Bu yüzelen Lenin, komünistler açısından
seçimler, "yalnızca sınıf bilinçli proletaryanın dünyaya siyasi bakış
açısının temel taleplerini ve ilkelerini savunmak için özel bir fırsattır"
diyordu.
Sosyalist Işçi sözkonusu üç kriteri nasıl uyguhıyordu? Ozetle şöyle:
İ şçi hareketi kazanıma susamış halde. Grevler bunun göstergesi.
Ancak kazanımların siyasal boyuta da yansıması gerekiyor. Sosyal­
demokrasi pasif ve işçileri hayal kınklıgına uğratıyor, ancak sosyalist
alternatif fiziki bir güç olarak var olmadığından, sağa kayma tehlikesi
var. İşçiler blok halinde kendilerine en yakın gördükleri sosyal­
demokrat partilere akıyor. O halde işçi hareketini ileriye çekmek için
S HP 'ye oy yerrnek gerekiyor.
.
Devrimci taktik dediğiniz böyle saptanır işte! Mevcut durum tahlil
edilir, zaten işçilerin kendiliğinden sahip olduğu bilinç -burjuva bilinç­
saptanır, üzerine "devrimci" etiketi yapıştınlarak kendilerine politika
olarak sunulur. Peki burada "devrimci" olan ne? "Nesnel" olanı -ger­
çekten nesnel durum Sosyalist İşçi 'nin verdiği gibidir- degiştiemek için
bilinçli olanın müdahalesi nerede? Öncünün m i�yonu, sosyalist olinanın
anlamı ne? Buna kendiliğindencilik bile denmez. Haklı olarak "kuy­
rukçu" diye nitelenen revizyonist-liberal sol 'dan ayının çizgisi nere­
·
de? Var! "O sosyal-demokrasiyi eleştirisiz desteklemekte", oysa
Sosyalist İşçi, "en keskin biçimde eleştirisini" yaparak destekledi!
Sosyalist İşçi şunları da yazdı: "Boykot ya da onun bir başka biçimi
olan referandumda 'boş oy', seçimlerde oypusulasının üzerine 'yaşasın
sosyalizm ' yazmak siyasal olgulardan kaçmaktır. Politikasızlıktır."
(agy., s.2)
"Boykot" ile "boş oy"u aynılaştırmak, bülün "kuyrukçu" konuma
düşenierin baş vurduğu bir demagoj iydi. Burjuvaalternatiflerden birini
seçmek, şüphesiz bir politikaydı, üstelik de "nesnel"di, ama 'devrimci'
deıildi. Işçilerin adayları yoksa "boş oy" -bu da bir politikaydı- pek
"nesnel" görünmüyordu -nesnellikten ne anladıgınıza baglı- ama bu­
günkü koşullarda biricik devrimci politikaydı.·Revizyonistler de aynı
gerekçeleri ileri sürmüşlerdi. ·Biz de şunları ileri sürmüştük:
"Denilebilir ki, işçilerin kendi adayları yoksa ya da komünistler
aday gösterebilecek durumda degillerse, başka ne yapılabilir? ... Bu
gerekçe de, işçileri burjuva partileri desteklemeye çalırmanın kanltı
olamaz. Eter komünistler pratikte batımsız yurütebilecek durumda
detillerse, hiç de her somut sorunda politika belirlemek zorunda
detillerdir. Ya da bunu sadece pedagojik amaçlarla yapabilirler. Ki·
bu da, smifı olabildili kadarıyla burjuva partilerden koparmaya
yönelik olabilir. ÖrneHin, işçileri boş oy, geçersiz oy kullanmaya
çağırmak. Bu hiç de atıl bir tutum deli/dir. Revizyonist/erin manııtı
her şeyi tepetak/ak ediyor. Burjuva alternatiflerden, ehven-i şerden
ötesini göremiyor, görmek istemiyor.Ehven-i şeri, burjuva partilerin
kuyrutu olmayı politika yapmak, politikada somutluk olarak sunuyor­
lar. Neden burjuva partilere oy vermek somut, aktifbir politika o/uypr
da, oy vermemek, geçersiz oy kullanmak ata/et oluyor. Tersine işçinin
sandıkbaşmagidip, işçilerin adaylarıyok, sadece burjuvazinin adayları
var; smif düşmanlarıma oy veremem, o halde boş oy kullanmalıyım
şeklindeki tutumu, burjuvaziden kesin kopuşu, bağımsız sınıftutumunu
anlatır ki, bu muazzam bir ilerlemeyi ifade eder. Bağımsız sınif
hareketini, işçinin politik bilincini geliştirmede bundan daha somut,
daha devrimci bir tutum olabilir mi?" [Ekim, sayı:2, s.l2, (Bkz.
elinizdeki kitap. . s.2 12]
İşçi hareketi, sosyal-demokrasiye eleştirici destekler sunularak
değil, ona vurularak ileri çekilebilir. Ona şu veya bu şekilde destek
vermek, işçileri onun ilerlemesine yardım etmeye çağırmak, hem
marksistlerin temel tutumianna terstir, hem de işçileri aldatmak,
aldatılmasına yardım etmek olur.
Sosyal-demokrasinin yörüngesiı'ıden çıkmanın, bağımsız bir kim­
lik kazanmanın hayati önemine vurgu yapan bazı çevrelerin de sosyal­
demokrasi konusunda k-afa açıklığına sahip olmadıkları görülüyor.
1 Mayıs dergisi, referandumda burjuvazinin sunduğu gündemi
kabullenip, sahte ikileme ve '82 Anayasasının bir tür yeniden onay­
lanmasına aletolanları ve seçimlerde sosyal-demokrasiye destek verme
232
tutumunu eleştirdikten sonra, şöyle bir sonuca vanyordu:
"Sbsyal demokrasiyle ayrım çizgisini netleştirmek/e sosyal-demo­
krasiyle ittifak yapmak, iıtifllk için pazarlığa oturmak ona koşul/u
destek ve�mek sorunun çokfarklı iki boyutu. Bunu ayırmak gerekiyor...
Şöyle ki, sosyalistlerin 'hesaba katılması gereken ' saygın bir odak
oluşturabilmesi için bağımsız varlığını, gücünü somut bir şekilde
göstermesi gerekiyor. Başka bir deyişle sözgelimi mücadele süreci,nde
sosyal-demokrattarla kimi konularda ittifak yapabilmek için, sosya­
listlerin bir pazarlık gücüne sahip olabilmeleri için 'bağımsız çizgile­
rini bütün açıklığıyla ilan etmeleri şart. . . sosyalistler somut bir güç
olduklarında sosyal-demokratlar onları nazara almak zorunda
kalacaklardır. Yine sosyalistlerin bağımsız politik hıı;ttının yaratılması
sosyal-demokratları daha tutarlı hareket etmeye zorlarken kitlesel
istemleri programına yazmasına, onları savunmaya itecektir." (Sayı:4,
s.2, Ekim 1987)
" İşçi sınıfının bağımsız politik. hallının yaratılması için, sosyal
demokrattarla gerçekten pazarlık yapabilmek için 1 Kasım seçimle­
rinde BA GIMSIZ SOSYALİST ADAYLAR seçeneğini gündemimize
almalıyız." (agy., ş.2)
Sosyal-demokratlada ittifaktan, pazarlıktan, dahası onları daha tu­
tarlı programa ve eyleme i tmekten sözediliyor. B urada sözkonusu olan
küçük-burjuva demokratik önyargıların, liberal hayallerin bir başka
şekilde uçverişidir. Sosyal-demokrasiyle niçin, hangi amaçlar için
ittifak yapılabilir? Sosyal-demokrasi yürürlükteki sermaye düzeninin
dayanaklarından biri, gerici, karşı-devrimci bir güçtür; devrimci işçi
hareketinin düşmanıdır. Türkiye devrimi sermaye iktidarını devir­
meyi, sosyalizmi kurmayı hedefleyecekse, sosyal-demokrasi, ittifak
bir yana, darbenin ana dogrultusunun yöneltilmesi, tecrit edilmesi
gereken bir güç olur. Öte yandan, o, tutarlı bir burjuva demokrasisi
programına dahi sahip değildir, statükoc udur, burjuva "cumhuriyet"in
muhafazası onun için her şeydir. Bunun için, faşizme dahil her şeyi
kabule hazırdır; tarihi tecrübelerin kanııladığı gibi sosyalist devrim
kapıya dayandığında onun eelfatlığını üstlenmeye de hazırdır. Kürt
sorununda nasıl da köpekleşiyor, görmüyor musunuz? Bu ve bu gibi
özelliklerini bilmek için her seferinde bize göstermesi mi gerekiyor?
Sosyalistlerin işçi sınıfı hareketinin tarihsel hafızaları olmaları, unuı23 3
mamalım ·gerekir.
Belirli siyasal reform vbg. kısa vadeli istemlerde çakışma olşa bile,
sosyalist hareket sosyal-demokrasiden ayrı yürümek zoru�dadır.
Yukarıda belirtilen nedenler yüzünden, bu gibi durumlar da, onunla
ittifakın ya da ona koşullu destek vermenin gerekçesi olamaz.
Devrimci demokrasi ve onun bugün farklılaşmış veya farklılaşma
sürecindeki bazı temsilcileri içi� kötü bir sınav olan seçimlerin göster­
dikleri bunlardır.
A: A�d
Şubat 1988
234
BURJUV AZİNİN YÖNETME SANATI VE
SEÇİMLER
Onun fikir, inanç ve yargılar sistemi işçiler ve sömürülen emekçi
yıgınlar, ya da en azından onların büyük bir bölümü tarafından benim­
senmeseydi, burjuva toplumu sadece zor yoluyla uzun süre ayakta
tutmak olanaksız olurdu. Ornegin, dogası nedeniyle sürekli kötülükler
üreten kurulu mUlkiyet düzeni gözden uzak tutularak, sömürülen
yıgınlara, kötülüklerin veya onların artmasının nedeni olarak hükümet
eden paitilerin, hatta kişilerin gösterilmesi -muazzam burjuva propo­
ganda aygıunın sürekli ve özenle işledigi fikirlerden biri de budur. Her
seferinde yıgınlann memnuniyetsizligi ve öfkesi tek tek partilere ve
kişilere yöneltilir; yıpranmış olanların yerine yenileri devreye girer ya
da sokulur. Böylece sistem dışı/sisteme karşıt bir hareketin ortaya
çıkması önlenir; sistem teminat aluna alınmış olur.
Oysa hükümette olsun, muhalefette olsun, liberal, sosyal-demok­
rat veya faşist olsun, ya da sermayenin hangi kesimlerini temsil
235
ederlerse etsinler, bütün burjuva partilerin asli fonksiyonu kapitalist
mülkiyet düzeninin korunmasıdır. Aralarındaki çelişki ve çauşmalar
ya da aynı koşullarda aynı sınıf adına önerilen programların görece
farklılıgı, tali olan, belirleyici olmayan kesimsel çıkarlar dışta tutulur­
sa, yürürlükteki işçi sınıfına karşıt sistemin nasıl sürdürülmesi konu­
sundaki farklılıklardan kaynaklanır. Birbirlerini kıyasıya suçlarlar,
ama kapitalist mülkiyet düzenini tartışma konusu etmezler.* işçilere,
diğer sömürülen emekçi yığınlara işlerin iyi gitmemesinin nedeninin
şimdi veya kendilerinden önce hükümet eden parti veya partiler oldugu
fikrini vererek, yürürlükteki sistem içinde sorunların çözülebileceği
umudunu canlı tutmaya çalışırlar. Her bir parti hükümet olursa ken­
disinin sorunları çt1zebileceğini vaaderecek yönetmek için sırayı
bekler... Denilebilir ki, ortalama normal koşullar altında burjuva toplu­
mun yönetme kuralı/sanatıdır bu. Bunun aracı, ise parlamentodur.
S istem bununla yürümeyip tıkandığında ya da bir devrimle tehdit
edildiğinde ise, çıplak egemenlik alternatifi gündeme gelir.
Bizde devreye şimdilik bunun gelenekselleşmiş aracı "devlet
partisi"/ordu girer. Yönetememe krizinde acz içindeki burjuva partiler
·
de zaten bunu açık veya zımni olarak davet eder ya da kabullenirler.
"Devlet partisi" toplumu, hatta burjuva partileri zapturapt altına alır.
Rejim aleyhtarlarına karşı "gerekli tedbirleri zamanında almayan" ve
"demokratik parlamenter sistemi yozlaştıran parti ve politikacılar"ı
suçlar! .. Sosyalist hareket, işçi hareketi, sistem aleyhtarı diğer toplum­
sal-siyasal güçler itilebileceği en geri noktaya itilip, sermayenin ihti­
yaç duyduğu önlemler alındıktan sonra, şüphesiz koşullar tarafından
belirlenen bir ,hızla, yeniden parlamenter sisteme dönülür. Çıplak
diktatörlüğü açık veya zımni olarak destekiemiş veya fiilen kabullen­
miş burjuva partiler, "demokratik parlamenter sistem"in erdemlerine
dair seslerini yükseltirler, hatta bunu zedeleyen generalleri suçlamaya
başlarlar. . .
Ş üphesiz b u basitleştirilmiş bir anlatımdır; ama bizde sermaye­
nin egemenliği, örtülü veya açık, bir süredir aşağı yukarı bu şekilde
* Radikal - faşist-dinci - veya sosyal-demokrat burjuva partiler tarafından
bazen, bazı yönleriyle tartışma konusu ediliyor göründüğü durumlarda ise,
katıksız bir aldatmaca sözkonusudur; sistemin radikal ve reformcu operasyonlar­
la kurtanimasım ve sürdürülmesini ifade ederler.
236
sürdürUlUyor.
Demokratizm illetine tutulmuş, sosyalist programdan ve iktidar
perspektifinden yoksun sol, siyasal faaliyetinin merkezine sermaye
egemenliginin kendisini devirmeyi koymak ve taktiklerinf tamamiyle
bu amaca uygun olarak belirlemek yerine, burjuva' egemenliginin
aldıgı biçimlerle (örtülü veya çıplak, "demokratik" veya faşist vb.), şu
veya bu hükümetle ya da "klik"le ugraşmayı kendine iş edinirken,
farkında olsun olmasın, işçilerin ve sömürülen emekçi kitlelerin bilin­
cini, hareketini sistem içinde tutma işinde burjuvaziye yardım eder,.
ona çalışır. Hedef, dün Demirel veya MC hükümetleridir, hatta
MHP'dir. Bugün "Evren-Özal iktidarı"dır. Yarın yine Demirel olabi­
lir. Ya da sosyal-demokrasiye karşı açık veya gizli bir umut, ya da en
azından hayırhah bir tutum, sonra hayal kırıkhgı. ..
Hep sayunucudur. Devrim, devrimin şiddeti ne kadar zorunluluk­
sa, karşı-devrimin ve onun şiddetinin de o kadar zorunlu ve kaçınılmaz
oldugunu bir türlü anlayıp, sindiremez. Cuntalardan ''hesap sorma"
illetine tutulur. Daha "12 Mart"la hesaplaşmadan "12 Eylül" gelir.
Yıllarca süren •;12 Mart" yıldönümü protestoları, yerini daha ne kadar
sürecegi belli olmayan ·:12 Eylül" yıldönümü protestolarına bırakır.
Her ne kadar, teoride, demokrasinin sınıfsal içerigini kabul etse
de, adeta mutlak demokrasiye inanmıştır. Burjuva toplumun siyasal bi­
çiminin "demokratik" olması diye bir zorunluluk olmadıgını, tersine
bunun tamamen sistemin korunması ve sürdürülmesi ihtiyacı tarafından
bclirlendigini, sermaye egemenliginin/devletinin bir ucunun parla­
menter demokrasi bir ucunun faşizm -ve arada başka bir dizi biçim­
oldugunu (örtülü veya çıplak egemenlik), �unların aynı egemenligin
degişik görünümleri/biçimleri oldugunu ve dolayısıyla birbirlerinin
zıddı olmadıklarını bir türlü anlayamaz. Bu yüzden de, siyasal eylemi,
burjuva topluma "demokratik", daha elverişli ve kabul edilebilir bir
siyasal biçim verme düzeyine iner; iktidarın uzagına düşer.
Sonuç olarak "faşizm-demokrasi" ikilemi, şu veya bu hükümele
ya da kliğe karşı mücadele, "en kötüler"e, "en azgınlar"a karşı daha
az kötüler hakkında hayal besleme, "12 Eylüller"den hesap sorma kısır
döngüleri içinde kimligini yitirir, kendini tüketir, yorgun düşer;
devrimci, ilerici yıgınları da serseme çevirir.
*
237
Seçim veya referandum döne111:1erinde solun bii bötumUnün.
ı.;g­
rudan veya dolay lı, burjuvazinin yede�ine düşmesi ise, yukanda çi;•ıJen
tablonun tamamlayıcı bir unsurudur yalnızca. Herhangi bir anda
hükümet edenlere karşı muhalefetteki burjuva partilerin, v:�ya "daha
kötü"lere karşı "daha az kötü"lerin, örnegin sosyal-demokratlann
desteklenmesi, ya da aynı tutumun "devrimci sol" bi r görünümü olan,
"SHP'nin ve DSP'nin 'yursever', 'demokrat' nitelikli adayların des­
teklenmesi" politikasının temelinde yatan budur.
Komünistlerin politik taktiklerinin dayandıgı ve tabi oldugu eksen,
anti-kapitalist 1 sosyalist program tarafından belirlenen bir strateji ola­
bilir; sermayenin egemenligini devirmeyi, işçi sınıfının iktidarını
kurmayı hedefler. Ki bu da, onların, her alanda, bütün burjuvaziden
tam kopuşunu, bagımsız bir kimligi zorunlu kılar; yürürlükteki işçi
sınıfına karşıt sistemin 1 sermaye egemenliginin sürdürülmesi soru­
nunda ve sosyalizm karşısında, en gericisinden sosyal-demokratına
kadar, temel tutumları aynı olan burjuva partilerin şu veya bu gerek­
çeyle desteklenmesini olanaksız kılar.
Öte yandan, seçimlere, reformların yapılmasını saglayacak koşul­
lar için, örnegiiı ılı m lı bir hükümetin koşullarını yaratmak vb. için özel
bir fırsat olarak bakmak tipik bir reformisı tutumdur; politikayı bur­
juvazinin yedeginde yapmayı, ondan medet ummayı ifade eder. Bazı
bölümleri tarafından açıkça ifade edilen, bazı bölümleri tarafından da
açıkca ifade edilmesc de solda egemen tutumdur bu. Oysa komünistler
bakımından seçimler, esasen, "sınıfbilinçli proletaryanın siyasal dünya
görüşünün ilkelerini ve temel isteklerini savunmak için özel bir fırsattır"
yalnızca.
O halde, komünistler ve sınıf bilinçli işçiler önümüzdeki yerel se­
çimlerde de, ayrım yapmadan, sadece bagımsız sosyalist ve bagımsız
devrimci demokrat adayları destekleyeceklerdir; bu nitelikte adayların
olmadığı yerlerde ise sandık başına gidip pusulaların üzerine kendi
temel istemlerini yazarak boş oy kullanacaklardır.
EKİM
Ş ubat 1989
238
"Proleter sosyalizmi, bir düşünce akımı değil, fakat gerçek ve en ileri
manada bir toplumsal devrim
hareketidir. Teorik, pratik
ve örgütsel
tüm alanlarda kendi bütünsel kimliğine ulaşmak zorundadır. Türkiye'nin
yeni dönemine ve Türkiye devriminin gelişme seyrine damgasım vurahil­
mesinin biricik güvencesi budur. "
Toplumda yeni bir devrimci canlanmanın ilk belirtileriyle kendini
hissettirdiği bir dönemde oı1aya çıkan marksist-leninist hareket, bu can­
lanmanın dinamiklerini, olanaklarını, sorunlarını ve ortaya çıkardığı/
çıkaracağı görevleri doğru kavrayabilmek için, -teorik çabasının yanısı­
ra- siyasal gelişmelere yakın bir ilgi gösterdi. Bu sayede ve daha başın­
dan, bugün olayların evrimiyle artık herkes için anlaşılır ve kabul edilir
hale gelmiş, şu iki net tespite ulaştı. Birincisi; Türkiye bir devrim ülkesi­
dir; ve tüm belirtiler, girilen dönemde yeni bir devrimci yükselişin kaçı­
nılmazlığına işaret ediyor. İkincisi; yaşanacak devrimci yükselişin oda­
ğında ve ön safların<ia bu kez işçi sınıfı bulunacak, Türkiye işçi hareketi
bu yeni dönemde nicel ve nitel bakımdan büyük bir gelişme yaşayacak­
tır.
Marksist-leninist bir hareketin işçi sınfına ayn bir politik-pratik ilgi
göstermesi deyim yerindeyse eşyanın tabiatı gereğidir. Zira Marksizm­
Leninizmin özü, devrimci bir sınıf olarak işçi sınıfının modem kapitalist
toplumdaki özel yerini, bu özel yerden kaynaklanan tarihsel misyonunu
ve bu misyonu gerçekleştirmenin olanaklarını, araç ve yöntemlerini orta­
ya koymaktır. İşçi sınıfının tarihsel çıkarlannın ve amaçlannın temsilci­
leri olarak komünistlerin temel görevi ise, verili bir toplumda, işçi sınıfı­
nın tarihsel ve güncel hedeflerinin doğru bir tesbitini yapmakla yetinme­
yerek, bu hedeflere ulaşabilmenin biricik toplumsal güvencesi olarak, bu
sınıfın, politik ve örgütsel gelişmesi, bağımsız bir siyasal sınıf kimliği
kazanması için her yolla çabalamaktır. Sosyalizmin işçi hareketiyle birli­
ği bu kesintisiz çaba içinde gerçekleşebilir. Bu birliğin cisimleşmiş bir
politik-örgütsel ifadesi olarak gerçek bir devrimci sınıf partisi, bu çaba i­
çinde inşa edilip geliştirilebilir.
KDV Dahil 1 3.000TL