Siyasa Gelişmeler ve İşçi Hareketi
Transkript
Siyasa Gelişmeler ve İşçi Hareketi
Siyasa Gelişmeler ve İşçi Hareketi Siyasal Gelişmeler ve İşçi Hareketi Siyasal Gelişmeler ve İşçi Hareketi EKSEN YAYlN C ILiK Babıali Cad. Sıhhıye Apt. No: 19/11 Ca�alo�lu/İSTANBUL Tel: 512 51 46 Baskı: Aydınlar Matbaası Nisan 1991-İstanbul- 1. Baskı İÇINDEKILER SUNUŞ 7 ll 1. BÖLÜM Siyasal Gelişintler 13 İstikrarOlanaldı mıdır? (H. Fırat) 28 Erken SeÇim ve Sonrası 32 Rejimin Açmazı ve Sosyal-demokrasi 38 Siyasal Durumda ve İşçi HarektindeGelişmeler 42 50 58 · DÜzen ve Devrim Devrimci Yü�scliş ve Devrimci Perspektif '90 1 Mayıs'ı 63 Düzen Cephesinde Durum 69 '91'eGirerken 79 II. BÖLÜM İşçi Hareketi 81 Nasıl Bir İşçi Hareketi (A. Azad) 86 Sendikalar ve Siyasal Faaliyet (A. Azmi) 99 iki Eğilim ve Sosyalist Perspektif 103 Sınıf ve Öncü 107 Siyasal Durum, İşçi Hareketi veGenelGrev ı 15 Yığın Harek�i veGörev ıı9 İşçi Hareketi Ne Durumda? ı26 Amaç, Araç ve Görev 130 İşçi Harek:eı.i Tabanındaki BazıGclişı1leler (K. Yayla) 136 Gelişen İşçi Hareketi Üzerine (T. Göker) 149 Şimdiki Işçi Hareketinin Özellikleri (A. Azad) 155 ı Mayıs ve Ecevit'in M i syon u (A. Azad) 160 Dünden Bugüne İşçi Hareketi 168 İşçi Hareketi ve Ge!lel Grev 176 Körfczde Şavaş Tehlikesi, Zonguldak'la Madenci Fırunası 181 Zonguldak: Sonuçlar ve Bazı Görevler (E. Taylan) 195 III. BÖLÜM Seçimler, parlamento ve bagımsız sınıf tııt.umu 197 Seçimler, Parlamento ve Bajtımsız SınıfTutumlı 203 Seçimler ve Revizyonist Liberal Sol (A. Azad) 221 Kötü Bir Sınavın Gösterdikleri (A. Azad) 235 Burjuvazinin Yöneunc Sanatı ve Seçimler SUNU Ş Toplumda. yeni bir devrimci canlanmanın ilk belirtileriyle kendini hisscttirdigi bir dönemde ortaya çıkan marksist-leninist hareket, bu canlanmanın dinamiklerini, olanaklarını, sorunlarını ve onaya çıkardığı/çıkaracağı görevleri doğru kavrayabilınek için, -teorik çabasının yanısıra- siyasal gelişmelere yakm bir ilgi gösterdi. Bu sayede ve daha başından, bugün olayların evrimiyle artık herkes için anlaşılır ve kabul edilir hale gelmiş, şu iki net tespite ulaşiı. Birincisi; Türkiye bir devrim ülkesidir; ve tüm belirtiler, girilen dönemde yeni bir devrimci yükselişin kaçınılmazlığına işaret ediyor. İkincisi; yaşa nacak devrimci yükselişin odağında ve ön saflarında bu kez işçi sınıfı bulunacak, Türkiye işçi hareketi bu yeni dönemde nicel ve nitel bakımdan büyük bir gelişme yaşayacaktır. Elinizdeki derleme, marksist-leninist hareketin· bu alandaki çabalarına tanıklık etmektedir. Okur, olaylarm bugünkü düzeyinde artık sıradan gerçekler olarak herkesin görebildiği bir kısım tespit ve değerlendirmeleri ele alırken, bu tespit ve dcğcrlcndirınclcrin yapı Id ığı tarihe dikkat etınezse eğer, derlemenin taşıdığı önemi de yeterince takdir edemcyccek demektir. * Henüz çok sınırlı bazı belirtilerden kalkarak olayların gelecekteki seyrini öngörmek kuşkusuz önemli olmakla birlikte, sözkonusu olmı marksist-leninist bir politik harcketsc eğer, tck başına çok da anlamlı değil. Bu kadarı bir hareketin ancak iyi bir "gözlemci" olarak nitelen ınesine yetcbilir. Oysa asıl anlamlı ve önemli olan, siyasal gelişmeleri, bunun içinde marksist-leninistler için ayrı bir ilgi alanı olarak işçi hareketindeki gelişmeleri, marksist-leninist hareketin politik perspek tifleri, somut politik ve örgütsel görevleri açısından ele alabilınektir. Demek oluyor ki, elinizdeki dcrlcmcdc bir kısım sonuçları yer�ılaıı çaba, gerçekte marksist-leninist hareketin kendini politik ve örgiilscl olarak oluşturmak ve geliştirmek çabasından ayrı düşünülemez. Teorik 7 gelişmeyle birlikte ve onun bir uzantısı olarak ele alındagında, bu çabanın, teori pratik bütüniiigünde ifadesini bulan yöntemsel ve ilke sel bir önem taşıdıgı da görülecektir. "Proleter sosyalizmi, bir düşünce akımı değil ,fakat gerçek ve en ileri manada bir toplumsal devrim hareketidir Teorik, politik ve örgütsel tüm alanlarda kendi bütünsel kimligine ulaşmak z orundadır Türkiye' nin yeni dönemine ve Tiır/dye devriminin gelişme seyrin e da mg asını vurabi/mesinin biricik g üvences i budur." - . . Marksist-leninistlcr, bir vesileyle , aydm tutarsızlıg ının ve opor tünizminin ifadesi egilimlcre yönelik eleştirilerini bu sözlerle dile getirmişlerdi. Teorik ideolojik gelişmesini politik faaliyet ve ö rgütsel - şckillenme ilc birlikte ele almak, çıkışından itibaren marksist-leninist hareketin ayırdedici bir özel ligi oldu. O, bu konuda, "Marksist bir hareket olarak şekillenmeye teorik, politik ve örgütsel bütünlük içinde bakwıyan her çaba dejenerasyon a ugrar ve oportün isı bir if/asla sonuçlanır" , şeklinde de özctlencbilen net bir kavnıyışla hareket eLLi. Tam da bu nedenle, bu kitap, bundan önceki kitaplarımızın tamam layıcı bir parçası olarak ele alınmalı, ve eğer olanaklıysa, siyasal olaylar ve işçi hareketindeki gelişmelerle bağlantısı içinde devrimci hareketin çeşitli zaaflarını elcştiren bir çalışına olarak, D e vrimci llarekelle Reformisı Egitim' Ic birlikte incelenmelidir. • Bu çalışınada yeralan yazılar 1987 ilc 1 990 yıllan arasında Ekim' de yeralmıştır. 1 98 7 yılı bir yandan Ekim' in oluşumuna denk diişcrkcn, öte yandan da işçi hareketinin toplumsal muhalefetin odağına yerleş ıneye başladığı tarih olmaktadır. Bu tarihsel paralellik bir rastlantı değildir. Sol harekette ve işçi hareketinde farklı kanallarda yaşannuş olmakla birlikte birbirinden etkilenen bir süreç sonunda biriktirilıniş olanın günyüzüne çıkmasıdır. Kuşkusuz, yazılan yazılar son üç yılın ürünü olmasına karşın bir tarihsel bakışı da taşıyorlar. Bu gelişıneler onyılların birikimi üzerine ortaya çıkmıştır. Bu anlamıyla son üç yıl, Türkiye'nin son otuz yılının yoğunlaşmış bir sonucudur. Bu sonuçlardan biri, işçi sınıfının öncü rolünün tartışmasız bir gerçcge dönüşmesiyse, diğeri ise bu gelişmenin siyasal ifadesi proleter sosyalizminin bir siyasal akım ve örgüt olarak doğum udur. 8 1990 yılı sonunda işçi hareketinin ulaşmış nldugu boyut, 1987 yılında pek çok çevrenin, tahmin sınırlarının epey- dışındaydı. 1980 yenilgisi, yalnızca mevcut örgütsel yapıları dcgil, aynı zamanda işçi sınıfına karşı da derin bir güvensiziitti dogurmuştu. Bugünden bakıldı!tında bir tarih gibi gözüküyor, oysa çok de�il üç yıl önce, Ekim pek çok çevreden "işçi hareketinin potansiyellerine abarLılı yaklaştı !lı" yolunda eleştiriler alıyordu. Netaş grevi ve Zonguldak grevi ilc sınırianan bu üç yıllık dönem, işçi hareketindeki gücün oldugu kadar, zayıflıgın da ortaya çıktı�ı bir tarihsel kesit olmuştur. İşçi hareketinin bu temel zayıflıgı sosyalist hareketin önüne parti sorununu acil bir görev olarak çıkarmaktadır. Parti sorunu, işçi hareketi ilc sosyalist hareketin birleştirilmesi görevinin cisimlcşmiş halidir. Teorik-ideolojik-örgütsel bir bütünlüğe sahiptir. İşçi hareketinin yükselmesi karşısında bazı çevreler, sınıfla birleşme 'sorununu "sendikal politikalar" alaııına indirgerken, diğer bazı çevreler de sözde "sendikalizm" ya da "uvriyerizm"c düşmernek adına, gerçekte ise keiıdi elilist aydın eğilimlerinin bir sonucu olarak sınıf hareketine karşı politik-örgütsel görevlerden yan çizdiler ve sınıf la birliği teorik bir sorun düzeyine indiegeyen bir parti fikrini geliş tirdiler. Bu çalışmada yeralan yazıların her iki yaklaşımdan da kalın çizgilerle ayrılan bir perspektif ortaya koyduğu görülebilecektir. Sınıf hareketini yorumlamaktan öte, onu tarihin değiştirici öznesi olarak değerlendiren ve parti sorununu bu perspektifle ele alan bir yaklaşım, bu çalışmanın ayırdedici yönlerinden biri olarak ortaya çıkıyor. * Marksist-leninist bir hareketin işçi sınıfına ayrı bir politik-pratik ilgi göstermesi deyim yerindeyse eşyanın tabiatı gereğidir. Zira Marksizm-Leninizmin özü, devrimci bir sınıf olarak işçi sınıfının modem kapitalist toplumdaki özel yerini, bu özel yerden kaynaklanan tarihsel misyonunu ve bu misyonu gerçekleştirmenin olanaklarını, anıç ve yöntemlerini ortaya koymaktır. İşçi sınıfının tarihsel çıkarlarının ve amaçlarının temsilcileri olarak koınünistlerin temel görevi ise, verili bir toplumda, işçi sınıfının tarihsel ve güncel hedeflerinin doğru bir tesbitini yupmak la yetinmeyerek, bu hedeflere ulaşabilmenin biricik toplumsal güvencesi olıırak, bu sınıfın, politik ve örgütsel gelişmesi, 9 bağımsız bir siyasal sınıf kimliği kazanması için her yolla çabalamaktır. Sosyalizmin işçi hareketiyle birliği bu kesintisiz çaba içinde gerÇekle şebilir. Bu birliğin cisimlcşmiş bir politik-örgütsel ifadesi olarak gerçek bir devrimci sınıf partisi, bu çaba içinde inşa edilip geliştiri lebilir. Bu sorunlar çerçevesinde popüHzme karşı ideolojik bir mücadele yürüten marksist-leninistler, bunu, kendi ideolojik konuınianna poli tik-örgütsel bir gerçeklik kazandırma çabası ilc birleştirdiler.. İşçi sınıfına pratik yönelimde ifadesini bulan bu süreç, tarihsel ve güncel amaçları ve ihtiyaçları bir amda gözctiyordu. Sınıf yönelimi, işçi sınıfını, gündemdeki partileşmc çabasının toplumsal tabanı ve temel kadro kaynağı, gelişmektc olan devrimci kitle mücadelesinin ekseni, devrim ve ikti�lar mücadelesinin öncüsü ve temel gücü, sosyalizm ve sınıfsız toplum mücadelesinin biricik güvencesi ve taşıyıcısı olarak kavramaktaydı. Bu sürecin başarısı, pra[ik boyuua, yeni dönem işçi hareketini, onun gelişme olanaklarını ve seyrini, başlıca özelliklerini ve sorunlarını doğru kavramayı da gerektiriyordu. Sağladığı bazı ileriemelere rağmen teorideki eklcktizmi ve bıılanıklığı henüz esas olarak koruyan devrimci-demokrasi de, işçi hareketinin belirgin bir şekilde öne çıkışının baskısıyla, yeni dönemde bir "sınıf yönelimi" içine girmiş bulunuyor. Nedir ki, "halk" içinde demokratizm olarak kendini ortaya koyan o eski kavrayış, sınıf içinde bu kez kendini sendikalizm olarak üretti. Marksist-Icninistler başınd<ın itibaren buna da dikkat çektiler ve eleştiri konusu yaptılar. "İşçi Hareketi" başlığı altında Il. Bölümü oluştııran yazılar ince lenirken tüm bu noktalar gözetilmelidir. * "Seçimler, Parlamento ve Bağımsız SınıfTııtıımu" başlığını taşıyan ve III. Bölümü oluşturan yazılar, sonuncusu hariç, 1987 Kasım'ında yapılan erken genel seçim döneminin ürünlerinden oluşuyor. Fakat seçimin güncel siyasal anlamını değil, bu olayı veşile ederek, parla menter seçimler ve parlamento kurumu karşısında marksist tutumu ve temel taktik ilkeleri ele alıyor, liberal ve devrimci kesimleriyle sol hareketin bir eleştirisini veriyor. 10 EKSEN Y AYlNCILIK I. BÖLÜM Siyasal Gelişmeler ISTIKRAR OLANAKLI MIDIR? Sermaye düzeninin tüm temsilcileri ve savunucuları ile emperya list destekçilerinin bugünlerde pek sık dile getirdikleri ortak bir istem var: Siyasal istikr.ır! İç ve dış koşullar açısından bu öylesine yakıcı bir istemdir ki, sermaye düzeninin yedekleri İnönüler, Ecevitlerden başka, legalleş mek için bu ara burjuvaziye kuyruk sallayan revizyonistler de temel politikalarının "siyasal istikrar" istemlerine göre şckillendirmiş bulu nuyorlar. Düzen ve istikrar! Bunlar genel olarak ve her zaman için egemen burjuvazinin değişmez istemleridir. Fakat bugünlerde özellikle ve çok yoğun olarak dile getirilişlerindc, bugünün iç ve uluslar.ırsı koşulbın ayrı bir rol oynuyor. Tüm temel göstergeler, olayların bugünkü evrimi, sermaye düzeninin çok yönlü ve şiddetli bir krize doğru yol aldığıııı gösteriyor. Siyasal istikr.ır istemi bundan duyulan tcdirginliği ve kor kuyu da dile getiriyor. 13 Dur!lm.a biraz daha yakından bakmak, olanaklı bazıtespitler yap mak, proletarya hareketinin ·sorunları, ve komünistlerin' acil görevleri açısından önem taşıyor. I- Ekonomik cephede durum Türkiye kapitalizmi dünya kapitalizminin organik bir parçasıdır. "İhracata dayalı sanayileşme" adı altında son 8 yıldır uygulanmış iktisadi politikalar ülke ekonomisini emperyalist ekonomiye daha da sıkı perçinleıniş, dünya kapitalist ekonomisindeki degişimin etkilerini dolaysız yansıtır hale getirmiştir. Bu nedenle Türkiye ekonomisinin şu an içinde bulundugu durum ve sorunlardan önce, dünya kapitalist ekonomisinin bugünkü durumunu en özet çizgilerle belirtmek gereki yor. Dünya kapitalizmi '80'li yıllarda genel bir durgunluğun pençe sine girmiştir. Kapitalizmin aşırı üretim bunalımının belirgin sonuçları olan ticaret hacmindeki daralma, büyüme hızında düşüş, yatırımlarda azalma, hızla artan işsizlik, enflasyon oranında yükselme, ücretlerde düşüş ve sosyal harcamalarda kısırıtı, tüm belli başlı büyük kapitalist ii! kclerde yaşanır olmuştur. ABD- Japonya ve Kanada ekonomilcrinde son bir kaç yıldır yaşanan nispi büyüme ve işsizlik oranlarındaki nispi azalış kapitalist dünyada bazı umutlar yaratınışsa da, bir kaç hafta önce New York Borsasındapatlak veren şiddetli kriz ve bunun, başta Tokyo Borsası olmak üzere, tüm dünya borsalarnda anında ve aynı şiddette yansıması, bu umutları si.Jip süpürmüştür. Şimdilerde kapitalizmin en hararetli savunucuları bile yakın gelecek konusunda karamsar konuş makta, kapitalizmin 1 929 büyük bunalımının anılarıyla irkilınektedir lcr. Son borsa krizi, dünya kapitalizminin durgunluktan çöküşe yol aldığının işaretlerini taşıyor. Bu gelişmenin Türkiye ekonomisi açısından yaratacağı salt iktisadi başlıca sonuçlar şu noktalarda ifade edilebilir: Birincisi, krizin, dünya kapitalizminin organik bir parçası olan Türkiye ekonomisine dolaysız sonuçları; İkincisi, yıllardır durgunluğun yükünü kendi cınek��ilerinin yanısıra bağımlı ülkelerin omuzlarına akLanın emperyalist iilkclcriıı, 14 durgunluktan çöküşe geçişi geciktirmek ve-yaratacağı yıkımı hafiflet mek için, tüm bağımlı ülkelerin yanısıra Türkiye ekonomisine çıkaracağı ek yeni fatura ve bunun sonuçları; Üçüncüsü, dünya kapitaliziminin artan durgunluğu ve yüzyüze olduğu çöküş tehlikesi koşullarında, dünya ticaretinin giderek darala cağı ve bunun ticaret savaşını ve korumacı önlemleri artıracağı düşü nülürse, tüm umudunu ihracattaki ve ihracata dayalı üretimdeki art ınaya bağlamış Türkiye kapitalizminin karşı karşıya kalacağı sonuçlar; Dördüncüsü, ekonominin çarklarını ancak dış borç ve kredilerle çevirebilen, bu borç ve krcdileri büyük tavizler pahasına bulabilcn tekelci burjuvazinin, yeni borç ve krediler bulmakta karşılaşacağı - güçlükler ve bunun sonuçları. Dünya kapitaliziminin durgunluktan çöküşe geçiş sinyalleri ver diği bir dönemde, Türkiye kapitalizmi ne durumdadır? '70'li yılların ikinci yarısında sürekli bir iktisadi krizin perıçe sinde kıvranan Türkiye kapitalizmi, 1980 başında tıkanına noktasına gelmişti. 24 Ocak kararları trkanıklığı gidermenin. ekonomiyi yeni temeller üzerinde sözde yeniden kurmanın, büyümcyi ihracata dayamanın reçetesi olarak gündeme getirildi. Sermaye sözcüleri bu politikayı "ekonomik istikrar tedbirleri" olarak nitelediler. Serbestçe uygulanabilmesi ise "siyasi istikrar"a bağlıydı. 12 Eylül faşist askeri darbesi bunun koşullarını yaratınayı da aınaçlıyordu. Bu koşullar süngü zoruyla bir dönem için gerçekleştirildi. İşçi ve emekçi yığınlarının yaşamını açlık sınırına iten yoğun bir sömürünün aracı olarak son 8 yıldır uygulamın "ekonomik istikrar politikaları", ekonomik istikrar yaratmak bir yana, Türkiye kapitaliz mini daha da şiddetli bir krizin ve çıkınazın içine itti. Bütün temel ekonomik göstergeleri bunun kanıtıdır. 36 milyar dolara yaklaşan dış borç, 5 trilyon lirayı aşmış iç borç, sapurılınış rcsıni açıklamalaragöre bile %20'1criıı üstünde olan işsizlik, şu an %50'lcrin üstüne çıkmış enflasyon, TL'deki korkunç ve sürekli değer kaybı, dönmeyen krediler, çöken bankalar, bULan şirketler -bütün bunlar 8 yıldır sözde "istikrar"a kavuşturulnıaya çahşılan ekonoriıideki gerçek durumun özet bir görünümünü verınektedirler. Dahası bu ekonomi, sermaye sözcülerinin deyimiyle son bir yılda alabildiğine "ısınınış"tır ve biraz olsun nefes almak için, erken sc\:iındcn hemen 15 sonra gündeme getirilccek ·yeni bir ..tedbirler paketi"ne ihtiyaç duymaktadİr. Bu p:ıketin 24 Ocak paketinden. daha acı ve daha katı olacagı aynca belirtilmektedir. Sermaye sözcüleri ekonomik alanda yalnı7..ca ihr.ıcauaki artışla övünebilmektcdirlcr. Satılanan artışın konjonktürel oldugu, işçi sınıfını ve emekçi köylülüAü açJıga itmek pahasına saglandıgı gerçegi bir yana, dünya ekonomisindeki bun alımın, ticaretteki daralmanın ve bunun kızışuracagı ticari savaşın bu sözde başarıyı ortadan kald ır.ıcagı da kuvvetle m u h temeldi r . Bugün Türkiye kapitalizminin çarkları ancak sürekli borçlao mayla dönebilmektedir. Ekonomi bir borç ekonomisi haline gelmiştir. Öylesine ki, yıllık ulusal geliri yaklaşık 50 milyar dolar olan Türki ye'nin dış borçları yıllık ulusat gelirinin %70'ini (36 milyar dolar) bulmuştur. 5 trilyon li m yı bulan iç borçlar ise, toplam· 10 trilyon liriı civarında olan devlet bütçesinin yarısı kadardır. Bu borç miktarları sürekli büyümektcdir. Zira yeniden borçlan maya gidilmcdikçe iç ve dış borçların ana para taksiti ve faiz tkiemeleri yapılamadıgı gibi, mevcut ekonomi çarkı da döndürülcmemektedir. Bir hesaplamaya göre, bugün Türkiye kapitalizmi çarkını döndürcbil mek için yılda 5 milyar dolar dış, 3 trilyon lira iç borçlanmaya ihtiyaç duymaktadır. 1986 yılında tüm borçlu ülkeler arasında onuncu sırada olan Türkiyc'nin, 1987 yılı sonunda yedinci sıraya yükseleceği bizz<ıt emperyalist tinans çevrelerince ileri sürülmüştür. İç ve dış borçlarla ilgili bu gerçekler bile tck başımı Türkiye kapitalizminin illasını bclgclcmcktedir. Türkiye'de işsizlik, resmi rakamlanı güre 4 milyonun üzerinde dir. Bu çalışabilir durumdaki nüfusun %20'sinden fazlasının işsiz oldu�u anlamına gelir. Petrol-İş sendikası araştırınalarına göre gerek işgücü anı (çalışabilir nüfus) gerekse işsiz sayısıyla ilgili resmi rakamlar eksik, yanlış ve saptırılınıştır. Gerçek i şsiz sayısı resmi rakam ol�ın 4 milyonun çok üstündedir. Devlet, işgücü arzını düşük göstererek (resmi r.ıkamlara göre 18,5 milyon kişi, toplam nürusun %31,6'sı) gerçek işsiz sayısını ve işsizlik oranını gizleınektcdir. Türkiye'de işsizlik sürekli büyüınektedir. Ekonominin içinde bulunduğu krizin ve çıkınazın en iyi göstergelerinden biri de işsizliğin sürekli ve hızlı bliyüınesidir. Tckelci burjuvazi yeni yatırımlarla ve 16 artan üretimle degil, spekülatif yollarla, açlık sınırina i tilmiş düşük işçi ücretleriyle ve sürekli zamlarla karlarına kar kaLmaktadır. Sermaye sözcülerinin popüler deyimiyle "pasta" büyümemcktc, fakat mevcut pastanı n daha büyük bir bölümu tckelci sermayenin eline geçmektcqir. B u i şsizl i g in sürekli ve hızlı artışını açıkladıgı g ibi, servct scfalct - k utup laşmas ının, yıg ınl a rdaki korkunç yoksull aşmanı n da ifadesi olmaktad ır 1 980 sonrası s üngü desteğinde uygulanan iktisadi .poli tikaların asıl hedefi, ç alış an sınıfların aşırı sömürülmesine ve yoksullaştı rılmasına day an an bir sermaye birikimidir. Temel araçlarıysa, aşırı düşük ücretler ve enflasyonİst politikalardır. 24 Ocak Kararlarıy l a birlikte ve 12 Eylül sonmsında işçi ücretleri sürekli ve sistemli olarak düşürülmüştür. B u süre içinde i şçiler gerçek ücretlerinin yarısından fazlasını kaybetınişlerdir. Petrol-İş sendikası araştırmalarına göre, işçi ücretlerindeki düşüş 1938 yılı ücretlerinin bile altına inmi ş , II. Dünya Savaşı dönemi düzeyine yaklaşmıştır * 1938 ücreti 100 kabul edilirse, ücretler 1977'de 198 cndcks rakam ı na ulaşırken, sonrasında büyük bir düşüş göstererek 1986'da 88 endeks rakamına inıniştir. 1938'dc 1,36 TL olan gerçek ücret, 1 986 'da 1 , 1 9'a inerck 1938'in bile altına düşmüştür. Bu rakamlar emek sömürüsündeki1korkunç artışın ve işçi sınıfı içindeki aşırı yoksullaşmanın göstergeleridir. Sömürünün yalnızca m iktarı değil oranı da aşırı boyutlara varmıştır. İstanbul Sanayi Oda sının (İSO) 500 büyük firmayla ilgili rakamları esas alınarak yapılan hesaplaınalara göre, 19EO karları 100 kabul edilirse, kar artış endeksi 1985'te 1071.5'e çıkmıştır. Yani ll kat artmıştır. İSO'nun en büyük 500 firma için açıkladığı 1986 yılı rakamları, kar artış endeksinin daha da büyüdüğünü, buna karşılık yaratılm1 yeni değerde ücretierin pay oran ının daha da düştüğünü gösteriyor. Bu sömürü oranında sürekli bir artışın ifadcsidir.. Sömürünün ve yoksullaşman ı n boyutları, ulusal gelirden ücreti lerin aldığı pay ilc kar-faiz-rant gelirleriyle yaşayanların aldıkları . .. * Il. Dünya Savaşı dÖneminin, elerneğin kameye bağlandığı, işçilerin mecburi çalışmaya,ta�i .t�iluldukları ve her türlü sendikal demokratik haktan yoksun oldukları bir döıienı oldoğu unutulmamalı. 17 paylar kıyaslandıgında da görülebilir. Yine Petrol-İş'in '86 yıllığı11.da yeralan hesaplamalara göre, 1 977 yılında ulusal gelirden %36,8 pay ,alan ücretlileri� (buna maaştılar da dahil) payları, 1 986'da% ı 7,7'ye düşmüştür. Aynı yıllaı:da kar-faiz-rant geliriyle geçinenlerin u lusal gelirden aldıkları pay%34 , 1'den%64,2'ye yükselm iştir.* Tarım dışı kesimde b u lunan ve toplam aktif nüfusun yalnızca% 10'unu oluşturan bir avuç asalağın, toplam ulusal gelirin %64,2'si n i alması çok şey anlatıyor. Öte yandan i se toplam ulusal gelirin yalnızca % 17,7' sini alan ücretliler ve maaşitlar (ki toplam faal nüfusun %36'sını oluştu ruyorlar, tarım kesimi ücretlileri bu orana dahil değil) toplam gelir vergisinin %75'ini ödcmcktedirler. Servet dağılımda asalak sınıflar lehine bu korkunç değişim düşük ücretierin yanısıra, son yıllarda sürekli hale get, i rilcn yüksek enflasyon yoluyla sağlanmıştır. Bu gerçeği sermaye profesörleri bile itiraf etmek zorunda kal m ışlardır. Prof. Necdet Serin yaptığı araştırmanın so nuçlarıyla ilgili olarak basma yaptığı açıklamada şunları söylemek tedir: "Önemli bir nokta da, bilindiği üzere enflasyon dönemlerinde gelir dağılımındaki adaletsizlik hızla artar. Yüksek gelirli grupların gelirleri daha da yükselirken, alt ve orta grupların durumu kötüleşir. Toplum, az gelirli, orta gelirli ve yüksek gelirli kesimler yerine hızla 'çok az gelirli' ve 'çok yüksek gelirli' iki kesim/i bir yöne kayar. Türkiye' de şimdi yaşanan budur." (Cumhuriyet, 6 Ekim 1987) Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Necdet Serin sermaye düzc ninin sad ı k bir savunucusudur ama, açıkladığı gerçek scrvet-sefalct kutuplaşınasından başka bir şey değildir. Bütün araşurmalar bu kutuplaşınanın vardığı korkunç düzeyi göstermektedir. B i zzat TÜSİAD'ın açıkladığı rakamlara göre toplam nüfusun en üst%20'lik dilimi toplam ulusal gelirin %56'sını al ırken, en alt %20'1ik dilim yaln ızca%4'ünü almaktadır.** Bir başka araştırınaya göre nüfusun en * Tarını kesimin payı ise aynı yıllarcia %29'dan %18'c düşmüştür. Oran lama tarım kesimi dışında tumlarak yapıldığında, üç;rctlilerin payı 1977'dc %52'den 1986'da %21,6'ya düşerken, kar-faiz-ranı geliriyle geçinenlerin pay ları %48'dcn, %78,4'e çıkmıştır. ** Daha önceki oranlama yalnızca faal nüfusa göre yapılırken, buradaki oranlanıanın toplam nüfus üzerinden yapıldığı unutulmamalı. 18 dilşük %10'luk gelir.grubu i le en yüksek % 1 0'luk grubu arasındaki fark 1978'de 42 kat iken, 198 3 'de47,3 kata çıkmıştır. Bu uçurum kırSal kesimde çok daha büyüktür. Dünya Bankası kaynaklarına göre servet dağılımındaki bozukluk, servet-seralet kutuplaşınası açısından Tür kiye'deki durum, Güney Kore, Hindistan, Endonezya, Arjantin, , Meksika vb. ülkelerden bile çok daha kötüdür. Nüfusun % IO'luk en üst gelir grubu toplam ulusal gelirin G. Kore'de%27,5'ini, Hindistan' da%33,6'sını, Endonezya'da%34'ünü, Arjantin.' de%35,2'sini alırken, Türkiye'de %40,7'sini almaktadır. Bu ekonomik ve sosyal görünüme bir kaç gerçeği daha eklemek gerekiyor. Askeri harcaınalara yılda 1 trilyon 300 !""i lyar lira ayıran , ulus lararası silah tekellerine m ilyarlarca dolarlık silalı ihaleleri açan burjuva devletin, halkın sağlığı için ayırdığı miktar yalnızca 194 milyar l i radır. B u , polis teşkilatı için ayrılan miktar kadar (245 m ilyar lira) bile değildir. Dünya Bankası raporlarına göre 1968'de yatırımlar içinde eğitimin payı%12 iken, bu oran 1985'de.%3 'e düşınüşliir. Türkiye'de birikmiş konut ihtiyacı 2 milyon, yıllık konut açığı 300-400 bindir. Üç büyük şehirde nüfusun yarıdan fazlası gecekond ularda yaşamaktad ır. (Ankara'da %76,5 , · İstanbul'da %60'i, İzmir'de %50'si) Sermaye düzenin tüm temsilcileri ve savunucuları i lc emperya list destekçi lcrinin, bugünlerde pek sık "siyasal istikrar" istedikleri Türkiye'nin genel iktisadi ve sosyal ınanzarasının bazı çizgileri işte bunlardır. II- Siyasal cephede durum Organ ik bir parçası olduğu dünya kapitalizminin d urgunluktan çöküşe geçiş tehlikesi sinyalleri verdiği bir dönemde, ciddi siyasi askeri olayların yaşandığı bir bölgede bulunan, halen iktisadi ve mali kriz içinde debelenen, dış borçları 40 m ilyar dolara tırmanan, iç borçları 5 trilyon lirayı aşm ış, işsizlik oranı %20-25'1erde, enflasyon oranı%50'lcrde, servet-sefalct k utuplaşın!ısı korkunç boyutlara varan, faal nüfusun yalnızca% 10' unu oluşturan kar-faiz-ranı. geliri sahibi bir avuç asalağın ulusal gel irden %64 pay aldığı, işçi ücretlerinin açlık sını rında olduğu, ve dahası, 24 Ocak türü yeni bir "ekonomik tedbirler 19 pakcti"nin kapı,da beklcdigi bir ülkede� siyasal istikrar olanaklı mıdır? Bu istikrar 12' Eylül dönemindç. ancak geçici bir süre için, yalnızca baskı ve terör ilc ona eşlik eden çok yoğı.ın. tek yanlı, sistemli, demagejik bi r ideol ojik kampanya ilc sağlanabildi. Bunun kalıcıolması olanaksızdı. Kitleleri ezen, yoksullaştıran, yıkıma sürükleyen, bunu sistemli ve kalıcı bir politika haline getiren bir rejim, baskı. terör ve demagoji ile sa ğl ad ığı nispi siyasal istikrarı, yalnızca bu yol ve araç larla uzun yıllur koruyamazdı. Son bir kaç yıldaki gelişıneler koruyaıiıadığını fazlasıyla gösterdi. Rejimin siyasal istikrarsızlığa yol aldığının göstergeleri bugün gereğinden çoktur. Erken seçim bunun baskısıyla gündeme gelmiştir; sermayenin siyasal istikrar arayış ı nın ifadcsidir. Fakat emperyalist çevreleri n ve tckelci burjuvazinin şu dönemki gözdesi Özal, öngörüldüğü gibi parlamentoda büyük bir · çoğunluk kurabilse bile, sermaye düzeninin siy asal istikrar şansı yok tur. S iyasal istikrar sorunu parlamento içi dengeler! çok aşan , bazen onu bütünüyle önemsiz kılan bir sorundur, Düzenin siyasal istikrar şansı yoktur. Zira sermayen in açlık sınırına i t il m iş işçi sınıfına ve eınekçilcrc iktisadi tavizler bile verıneye tahammülü yo ktur . Bu tahamm ülsüzlük iktisadi zorunluluklardan kaynaklanmaktadır. İktisadi ve mali krizin yükünü hafillctmek, m uazzam m iktarlardaki iç ve dış borçların vadesi gelmi ş ödemelerini yapmak, ucuz emek ürünleri avantajıyla dış dünyadaki ticari rekabet şansını korumak, iç savaş kuvveti, Kürdistan bekçisi ve Ortadoğu jandurması olarak tahkim edilen ordunun m ilyarlarca dolarl ık modern teçhizatını sağlamak vb. için işçi sınıfı ve emekçi köylü! üğün daha çok sömiirülınesi, daha çok soyulması gerekiyor. Kaldı ki, işçiler ve emekçiler yalnızca iktisadi tavizler değ i l , demokratik haklar v e siyasal özgiirliik d e istiyorlar. Tam d a aynı iktisadi zorunluluklardan öliirii, rejimin demokratik haklar alanında kısmi siyasal tavizlere de tahammül ü yoktur. Zira kısmi ve sınırlı bile olsa demokratik haklar alanındaki kazanımların işçi ve emekçi sını !ların siyasal gelişimine katkısı kadar, i ktisadi sonuçlar konusunda da bur juvazi yeterince bilinçlidir. Demokratik hakların en çok kullanılabi ld iği dönemin iktisadi tavizlerin de en çok koparılabi ldiği dönemler oldu ğunu, o kendi öz tecrübelerinden biliyor. Hem sonra, sermaye düzenini yalnızca işçi sın ı fı değil, Kiirt 20 halkının birikmiş öfkesi ve belirginleşen ulusal hak talepleri de. sıkıştırıyor. Kürt sorunu rejimi zorluyor; ·burjuvazi öneminin ve ifade ettigi büyük potansiyel tehlikenin bilincindedir, ama taviz verecek d ur um da da degildir. Bu nedenlerle, tckelci sermaye, bugün yürürlükte bulunan ve 12 Eylül döneminde süngü zoruyla yarat ılmı ş siyasal-hukuksal sistemin genel çerçevesi ni korumakta ve kalıcılaştırmakta ısrarl ıd ır. Bu durumda çatışm� kaçınılmazdır. Zira aşırı bir söm ürü .ve soygunun di z gi nsiz ve keyfi bir terör ilc tek yanlı dcmagojik bir propaganda eşliğinde sürdürülebildiği dönem bugün geride kalmıştır. Artık dizginsiz ve keyfi bir terörü bugün için eski ölçülerde sürdürme olanağı yoktur. Öte yandan, yığınlardaki sessizlik de tahamm ül sınırlarını çoktan aşmıştır. B ü tün bunlar siyasal bunalımı daha geniş bir temel üzerinde yeniden ürctmektcdir. Ve yakın geleecktc 12 Eylül öncesi döncmden çok daha şiddetli, çok daha geniş ve derin yaşanacak bir siyasal bunalımın bir çok öğcsi daha şimdiden bclirginleşmiştir. B ir yandan, işçi sınıfı saflarındaki derin hoşnutsuzluk ve ortaya çıkan ilk kıpırdanışlar, Kürt halkının belirginleşen ulusal istemleri , Kürdistan' daki silahlı m ücadele, öğrenci gençliğin huzursuzluğu, siyasal tutuklularm direnişleri ve toplumdaki yankılar ı, halkın güçlenen demokratik istemleri, Anayasa tartışmaları; öte andan, genel çerçe vesi henüz korunsa bile, 12 Eylül ilc yaratılan siyasal-hukusal sistemde başgösteren gcdikler, siyasal yönetirnde bir türlü kurulamayan istikrar, burj uvazinin kendi Anayasa'sını ve yasalarını çiğneme durumunda kalması, transfer ve skandallar panayırına dönen parlamentodaki ç ü rümüşlük, burj uva panilerde sonu gelmeyen iç sorunlar, sermayenin yedek olarak hazırladığı reformisı parti lerin yığınlar nezdinde bir türlü inandırıcı al lcrnatif olamaması, kontrol d ışına taşan islami eğilim ve hareketler vb., bütün bunlar gelecekteki derin bir siyasal krizin ilk göstcrgcleridir. Kaldı ki, bunlar yalnızca iç toplumsal dinamiklerin yansımalarıdır. B una bir de bölgesel ve uluslararası etkenleri katmak gerekir. Orta doğu'nun birikmiş sorunları ilc İran-Irak savaşı ve Basra Körfezi olaylarıılın bugün özellikle öne çıkarıp dayanığı ABD ve NATO jandarmalı ğı, Ortadoğu ve İran 'daki İslamcı-dinci akımlar i lc çevre y 21 Kürt kurtuluş hareketlerinin baskısı, dünya kapitalizminin agırlaşan bunalımının ülkeye yansıyacak ve yansıtılacak sonuçları, bütün bunlar iç dinamiklerin besledigi siyasal istikrarsızlıgın dış siyasal ve iktisadi koşullarıdır. Tckelci burjuvazi siyasal istikrar arıyor ve bu arayışta erken seçimi gündeme alını� bulunuyor. Nedir ki burjuvazinin erken seçimle siyasal istikrarın kurulacagını ve korunacagını diişündüğünü sanmak, onu çok saf ve tccriibesiz saymak ve sanmak olur. Y ığınlara bu izienim i verıneye çalışınakla birlikte, burjuvazi, erken seçimin siyasal iskikrar değil ama çeşitli iç ve dış sorunların göğüslenmesinde ve kendini şiddetli olarak dayatmış yeni iktisadi tedbirlerin alınıp uygulanına sında daha uygun koşulla r yaratacağını düşünüyor yalnızca: Tartışma sız tercihini de Özal'dan y�na yapıyor. Mali, siyasi ve askeri tüm emperyalist ınihrakların tartışmasız tercihi de Özal'dan yana. Zira Özal sermayenin iktisadi-siyasi i htiyaçlarını ve tercihlerini en iyi savunan, en bccerikli ve en kararlı uygulayan ve uygulayacak olan, üstelik tüm yıpranınışlıgına rağmen öneml i bir oy gücünü koruyan kişidir halen. B u rada bir noktayı önemle belirtmek gerekiyor. Bugün Türkiye kapitalizmi öyle bir iktisadi çıkınazın içindedir ki, uygulanacak çözüm reçetelerinin çerçevesi bellidir. Demirel, İnönü, ya da Ecevit, her kim olursa olsun, bu çerçevenin dışına çıkamaz. Özal'ın s0zünü çok ettiği "alternatifsizlik" yalnızca bir deınagoji değil, bu gerçeğin de d ile getiril işidir. Yığınlara dönük sözleri ne ol ursa olsun, tüm diğer burjuva partileri de bu gerçeğin bilincindedirlcr. Ve zaten bu çerçeveye bağlı kalacaklarına dair başta TQSİAD olmak üzere tüm sermaye çevrele rine güven aşılamaya çalışmaktadırlar. Ekonomide kriz ve çıkınazın belirlediği bu zorunlu çerçeve, burjuva muhalefet partilerinin, özellik)e S HP' nin, yığınlar nezdindeki manevra olanaklarını sınırlamakta, buysa onların inandırıcı bir alter natif olmalarını güçlcştirmektedir. B u açmazın kendisi, Özal'ın bur juva siyaset sahnesinde önemli bir oy gücünü korumasının ba�lıca etkenlerinden biridir. Burj uva muhalefet partileri sermaye düzeninin yalnızca iktsadi değil, siyasal zorunlulukların da bilincindedir. İnönü, Ecevit, Demirel -tümü de 12 Eylül'ün getird iği siyasal-hukuksal çerçevenin esasına 22 ilişkin bir itiraz ortaya koymuyorlar. İnönü, burjuvazinin siyasal is tikrar kaygısını fazlasıyla gözetmekte, üstüne düşeni faz las ıy l a yapmaktadır. Demirel ile Ecevit, referandumun hemen sonrasında Kenan Evren 'in huzuruna çıkmışlar ve genel hukuksal-siyasal çerçe veye bağlılıklarını bildirmişlerdir. Her ikisi de, bu v esi l eyle yapLıkları açıklamalarda, kendileri için önemli olanın "rejimin oturması" oldu ğunu önemle ve özenle belirtmişlerdir. Bütün bunlar, sermaye düzeninin yığınlar nezdinde inandırıcılığı olan bir iç siyasal alternatifi bugün neden yaralamadığını da açıklı yor. Bir çok k imse bunu gerici ve reformİst burjuva m uhalefetinin bunalı m ı sayıyor. Oysa bu, sorunu tersten koymaktır. Gerçekte sözkonusu olan, içinde bulunduğu kriz ve çıkmazdan dolayı düzenin, uygulanacak politikaların esneklik alanını daraltması, tüm gerici burjuva partilcrini sınır l ı bir iktisadi ve siyasal çerçevede politika üretmeye zorlaması dır. Bu .da yığ ınlara değişik bir alternatif sunamaıİıak, onlar nezdinde inandırıcı olamaınak anlamına gelir. Yedektc inandırıcı bir iç siyasal alternatif hazırlamanın kaygısını herkesten çok büyük sermaye çevre lerinin kendileri duy uyorlar. B u nedenle de, şu ara özel l i kl e görüldüğü gibi, S HP' yi koltuklaınaya, ona akıl verip yolgöstermeye çalışıyorlar. Tckelci sermayenin bu konudaki beklentiler i , bu sermaye çevreleriyle haşır-neşir köşe yazarlarının yazılarına şöyle yansıyor: "Solun güçlü bir dengeleyici unsur olarak parlamentoda yer almasının yararlı olacağı görüşü de oldukça yaygın itibar görüyor. Özellikle Erdal Bey' in ve SHP' nin ortaya kayacağı tavır ve program bu bakımdan merakla bekleniyor." (Osman Ulugay, İş Aleminde Özal Tercihi ve Beklenti ler, Cumhuriyet, 21 Eylül 1 987) Öte yandan, Özal ve ANAP ' ı n e n hararetli destekçisi Milliyet gazetesinin sürekli olarak SHP 'yc akıl hocalığı yapması da ayn ı gerçeği anlatıyor. İnandırıcı bir iç alternatif yaratamamanın kaygısını en başta sermaye çevreleri duyuyor. Bu vesileyle, bir başka tersten konuluşa daha değinmek gereki yor. Yine bir çok kimse, sosyal-demokrat partilerin yığınlar nezdinde inandırıcı al ternatif olamamalarını bu partilerin "bunalım"ına bağl ıyorlar. Oysa tersine sosyal-demokrat burjuva partileri, yığınları sürüklcyebilccck inandırıcılıkta bir alternati f olamadıkları için, bir türlü bunal ımdan k urtu lamı yorlar. Sermaye düzeninin önünde kö pcklcşenlcrin emekçi y ığınlar için inandırıcı ve heyecan verici olmamasında ise anlaşılmaz bir taraf yoktur. Türkiye son 25 yılda iki devrimci yükseliş ve .iki de azgın karşı devrim dönemi yaşadı. Bugün sosyal-demokrasi diye adlandırılan burjuva-reformist hareket, gerek devrimci yükseliş dönemlerinde, gerekse karşı-devrim dönemlerinde sermayenin ve karşı-devrimin hizmetinde olmuş, pratikte bunu y e terl i açıklık ve ke sinli kle göster miştir. Gelinen yerde ise, ömegin Ecevit, devrim düşmanlığı, anti kom ün izm ve Türk ş ovenizm i alanında azgın gericileri bile geride bırakacak kadar sermaye uşaklı�ına s�yunmuştur. Bugün modern revizyonistlerin, özellikle TKP'nin, burjuva reformİst partileri yığınlara alternatif olarak gösterıneleri reformİst hareket hakkında taşınan hayallerin değil, karşı-devrimci siyasal konumlarının i fades idir. Zaten burjuva-reformist partilerin doldur ma.kta yetersiz kaldıkları yere ve role, şu ara kendileri talip ve adaylar. Ş imdiki tüm çabaları kendilerine burjuva politik arenada yer açmak amacı etrafında odaklaşıyor. SHP vb. partilerden umdukları da bunun olanaklarının yaratılmasıdır. TKP -yeni ismiyle TBKP- ordu, devlet ve parlamento gibi temel siyasal kurumların savunulmasından, NATO 'da kalışa ve AET' e girişe rıza gösterilmesinden başka, artık kapitalizmi savunmayı, onun istikrarını bazınamayı da program tezi haline, getirmiştir. Şöyle: "Öte yandan şu da unutulmamalıdır: Eğer Jıenüz kapitalizme son vermek, sosyalist üretimi gerçekleştirmek olanaklı değilse, ekonomide gerçekleştirilecek dönüşümler, kapitalist üretimi sekıeye uğraıacak, dolayısıyla ekonomiyi işlemez duruma sokacak önlemler içermemelidir. Bu nesnel bir zorunluluktur." (TKP MK Vll. Plenum Belgeleri, s.75) Bu sözlerin tercümesi şudur: Kapitalizmi yıkamadığımız sürece, onu savunacağız! Sorunu böyle koyanların, bu mantıkla hareket edenlerin, kapitalizmi hiç bir '(:aman yıkamayacakları ve ona uşaklığı her zaman "nesnel bir zorunluluk" sayacakları açıktır. İstikrar isteyen ve kendine bunu kolaylaştıracak yedekler arayan burjuvazi ye modern revizyonist h areket yeni olanaklar sunuyor. Bur juvazinin şu dönemki nazlanışı yanıltmamalıdır; gerçekte, ç ıkmazlar içinde debclencn ve yeni bir devriınci yükseli ş tehditiyle yüzyüze olan rejimin TBKP gibi sübaplara sanıldığından da çok ihtiyacı vardır ve sermaye temsi lcileri bunun bilincindedirler. 24 III. Komünistlerin görevleri Yukarıdan beri söylenenler. her devrimeiyi iyimser kılacak bir tabioyu oluşturuyor. Öyledir; Türkiye kapitalizmi yaşadıgı köklü ve çözümsüz sorunlara, burjuvazinin siyasal açmazlarma, işçi hareketin deki ilk gelişmelere ve Kürt halkının dışa vurmaya başlayan birikmiş öfkesine bakıp iyimser olmamak için hiç bir neden yoktur. Halihazırda iç alternatifler konusunda kısır olan sermaye düzeninin tek gerçek allernatifi devrimdir, bir proleter devrim. Ne var ki, devrimin* kendiliginden gelmeyecegi, onu adım adım, santim santim hazırlayıp kazanmak gerekLigini Marksizm-Leninizm hep vurgulnmıştır. "Devrimin zaferi hiç 'bir zaman kendiliğinden gelmez. Onu hazırlamak ve ele geçirmek, kazanmak gerekir. Ve onu hazırlayabilecek ve kazanabilecek olan da yalnız, kuvvetli bir devrimci proletarya partisidir. Öyle zamanlar olur ki durum, de vrimci bir durumdur, burjuvazinin iktidarı temellerine kadar sarsılmıştır, mruı gene de devrimin zaferi gelmez, çünkü proletaryanın devrimci bir partisi, yığınları arkasınan sürükleyecek ve iktidarı alacak kadar güçlü ve yetkesi olan bir parti yoktur. Bu gibi 'durumların' meydana gelemc yeceğini sanmak mantıksızlık olur. "Bu konuda Lenin' in Komünist Enternasyonal' in Il. Kongresin de de vrimci bunalım üzerine söylediği şu. öngörülü sözlerini anımsatmak yersiz olmayacaktır: " 'İşte, devrimci eylemimizin dayanağı, temeli olarak devrimci bunalım sorununa gelmiş bulunuyoruz. Burada da herşeyden önce, gene çok yaygın iki yanılgıyı belirtmek gerekir. Bir yandan burjuva ikıi.wııçıları, bu bunalımı, İngilizlerin zarif deyimine uygwı o larak basil bir 'ralıatsızlık' gibi gösteriyorlar. Öte yandan, devrimciler zaman zaman bu bunalımın, kesinlikle çaresiz, çıkar yolu olmayan bir bunalım olduğunu tanıtlamaya çalışıyorlar. Bu bir yanılgıdır. Kesin likle içinden çıkılmaz, çaresiz bir durum yoktur. Burjuvazi, aklını * Devamındaki alıntıdan da anlaşılacağı gibi, bu ifade "devrimin zaferinin" şeklinde olmalıydı; b ir kalem sürçmesi sonucu böyle çıktı. İstisınar edildi ve tartışmalara konu oldu. ( B kz. Teori ve Program Sorunları, Eksen Yayıncılık (Teorinin Yoksulluğu bölümü, s .S0-84)} 25 yitirmiş, utanmaz bir dalavereci gibi davranıyor. Budalalık üstüne budalalık yapıyor, böylece durumu ağırlaştırıyor ve kendi yıkımını çabuklaştırıyor. Kabul. Ama bazı küçük ödün/erin yardımıyla, sömü rülen/erin belli bir azınlığını uyu tması_nın ve.ezilenlerin ve sömürülen /erin belli bir bölümünü falan hareketini ve filan ayaklanmasını bastırmasının kesin olarak olanak dışı olduğu 'tanıtlanamaz' . Duru mun 'kesinlikle' çaresiz, çıkışı olmayan bir durum olduğunu önceden ' tanıtlamaya' kalkışmak boş bir bilgiçlik taslamak, ya da sözcükler ve düşünceler üzerine oynamak demek olur. Bu noktada ve buna benzer başka noktalarda, gerçek ' tanıtlama ' , ancak pratikte yapılabilir. Burjuva düzeni tüm dünyada en derin devrimci bunalımlardan birini geçiriyor. Şimdi söz konusu olan, devrimci partilerin pratiği ile, bu partilerin, bu bunalımı başarıyla yürütülen bir devrimin, zafere ulaşan bir devrimin çıkarına kullanabilmek için yeterince bilinçli örgütlenme anlayışına sahip, sömürülen kitlelerle yeterince bağlar kurabilmiş, gözüpek, kararlı ve becerik/i olduklarını ' tanulamaktır' ." (Stalin, Lenfnizmin Sorunları) Kuşku yok ki, bugün Türkiye'de bir "devrimci durum" henüz mevcut değildir. Fakat eğer daha şimdiden birçok iç ve dış belirti, Türkiye'nin oraya yol aldığını gösteriyorsa, Lenin'den ve S talin 'den yukarıya aktaqlan görüşler, kom ünistlerin perspektifleri ve görevleri konusunda yeterl i açıklıkta ve aydınlatıcılıktadır. Nesnel koşulların bizi devrime yakın kıldığı ölçüde, öznel koşul lar bizi devrimden uzak tutuyor. Nesnel koşulların clvcrişliliği ilc öznel koşulların el veri şsizliği arasındaki oransızlığın bu derece büyük olduğu nadir durumlar olmuştur tarihte. . Biz Türkiyeli komünistler daha gerçek i h ti lalci bir sın ı f partisin den b i le yoksun uz. Böyle b ir partiyi inşa etmek ve geliştirmek, en a c i l görevimizdir. B u görevin üstesinden ise, zorlu teorik-pratik mücadelcler sonucu gelinebi l i r. Bu mücadelenin teorik boyutunu, marksist leninist teorinin ışığında proletarya hareketinin tarihsel ve güncel sorunlarını ve görevlerini çözümlemck, bu çözümleri bili msel esaslara dayalı bir program ve taktikler demetine dönüştürmek; pratik boyutunu ise, işçi hareketi içinde yer almak, onun siyasal-örgütsel gelişimini sağlamak, ileri, sınıf bil incine kavuşmuş unsurlarını i l legal, ihti lalci bir sınıf örgünütünde birleştirmek oluşturmaktadır. 26 · Modern revizyonizmin yarattıgı tarihsel tahribatın bugüne yansırnalarına bakıldıgında, bu işi başarmak bir hayli zor görünüyor. A ma Türkiyeli komünistler, işçi sınıfı davasına gerçekten baglı dev rimciler bu "zor"u başarmak zorundalar. iktisaçli-sosyal-siyasal dinamiklerin Türkiye'yi devrimci bir bunalıma hazırladığı bir dönemde, devrimci hareket darmandağınıktır ve sürekli kan kaybetmektedir. Dağınıklığı ve kan kaybı yalnızca örgütsel planda değ i l , ama çok daha önemli ve vahi m olarak ideolojik plandadır. Legal basında yürütülen son tart ı şma l ar 1 2 Eylül' ün, devriınci , hareketin bir kesimi üzerinden silindir gibi geçtiğini, onu fizik olmak tan öteye ideolojik olarak ezip bunalttığını göstermektedir. Bugünün Türkiye sinde ve sol hareketin bazı kesimlerinde, yeni "sosyalizm ' anlayışı " adı altında liberalizm, Kautskizm ve Troçkizm savunuculu ğunun eşlik ettiği bir "anli-Stal inizm" moda olmaya başladı. Bu ge l işmeye Gorbaçov rüzgarının. ivme kazandırması ve ön saflarında geçmişte modern revizyonizme karşı en zayıf, en titrek konumda olanların, onunla flört hal inde bulunanların yer alması anlamlı ve açıklayıcıd ı r. Hele de, dünyada dönek ve yorgun solcuların 20-30 yıldır tartıştığı sorunların, bizde, ağır yıkım yaratan bir karşı-devrim döneminin hemen ertesinde tartışma gündemine gelmiş olması gerçe ği... Nesne l ko ş ullar ın, olayların nesnel akışının Türkiye'yi devrim alternatifine yaklaştırdığı bir dönemde, kendini devri ın i erin pratiği içinde sınamış ve kanıtlamış teorilerden, şimdiye dek h içbir gerçek devrimci toplumsal eylem içinde kanıtlama gücü bulamamış, tersine devrimierin pratiği tarafından hep tarihin derinliklerine gömülmüş teorilere bu yöneliş, bir ters akışı, bir tür eşitsiz gelişimi i fade ediyor olmalı . B u Leninizm düşmanı cereyan ı göğüslemck, b u savrulmalara karşı durmak da komünistlerin acil görevleri aras ı nda yer alıyor. H . F ırat Kasım 1 987 27 ERKEN SEÇİM VE SONRASI Birikip çeşitlenen sorunların baskısı mevcut parlamentonun oto ritesi ve itibarının kaybolması ile de birleşince, tckelci burjuvazi erken seçimi gündeme getirdi. Erken seçimden bcklentisini, emperyalist efendileriyle birlikte "siyasal istikrar" olarak ifade etti. Tercihini de, yine emperyalist hükümet ve finans çevreleriyle birlikte, "Özal ve istikrar" şeklinde özetledi. Seçimler yapıldı; Özal :ın partisi, parlamentoda büyük çogunluk elde etti. Bu sonuca bakılırsa, tekelci burjuvazinin tercihi gerçekleşm iş görünüyor. B üyük sermaye çevreleri ve tüm emperyalist politika ve finans çevreleri sonuçtan duydukları büyük memnuniyeti değişik·vc silelerle dile getiriyorlar. Fakat ortaya çıkan ve sermaye çevrelerinde memnuniyet yaratan . sonuç, daha şimdiden, ve dahası gerici burjuva kampın kendi içinde tartışına konusu olmaya başlamıştır. Zira Özal 'ın partisi parlamento daki üçte iki çoğunluğu, toplam seçmen oylarının neredeyse yalnızca 28 üç te biri i lc saglamıştır Ve bu durum, gerici burjuva muhalefetin ve bazı akıllı temsilcilerinin sert eleştirilerine hedef olan ucu be bir seçim s istemi sayesinde gerçekleşmiştir. Meşru iye ti burjuva kampı'nın belirli kesimlerinde bile tartışma konusu olan erken seçim sonuçları, potansiyel bir siyasal bunalun öğesidir ve çok geçmeden bu doğrultuda e tkisini gös terecekti r de. Nitekim çeşitli burjuva politikacı ları ve yazarlan buna dönük kaygılarım, karamsar beklenti lerini seçimlerin hemen ertesinde açıklamışlardır. Sonuçta, y ıpranmış ve bir siyasal bunalım öğcsi haline gelmiş bir parlamentodan kurtulmak, gücünü ve itibarını tazelemiş yeni bir par lamentoyu kavuşmak üzere erken seçime başvuran tekelci burjuvazi daha baştan aynı sorunla karşı karşıya kalmışur. Sermaye düzeni öyle köklü ve çözümsüz sorunlarla yüzyüzedir ki, istenilen parlamento çoğunluğ u daha yüksek bir oy oran ıyla ger çekleşmiş olsaydı bile bu ona istikrar getirıneyecekti. İşçi sınıfının ücret düzeyini açlık sınırına çekmiş bulunan ve emekçi yığınları sürekli yoksullaştıran tckelci sermaye y ığınlara iktisadi tavizler bi le - vermeye hazır olmadığına göre, başka türlü bir sonuç elde etmek de olanaklı değildir. V c sermaye, işçi sınıfına ve diğer emekçi kesimlere taviz verecek durumda olmadığını, tersine, daha çok söm iirüp daha çok soymak zo runda ve ihtiyacındaolduğunu seçim sonrasındaki büyük zam furyasıyla gösterm iştir. Bu biiyük furya sayesinde burjuvazi bir anda 3 trilyon lirayı halkın ccbinden kendi kasasına aktarmıştır. Bir tür vergi olan bu miktar devlet bütçesinin nerdeyse üçte biri kadardır. . burj uvazinin * Nesnel koşullar, 12 Eylül sonrası bütün bir yoğun baskı ve ağır sömürii döneminin biriktirdiği sorunlar, yığınlar nezdinde etkili bir propaganda-aj itasyon ve siyasal teşhir için çok elverişli bir durum oluşturduğu halde, komünistler ve devrimciler, erken seçim öncesinde bu olanaktan yararlanamadılar. Bu, dağınıklık ve örgütsüzlük le karak tcrize olan kendi öznel d urum larının sonucudur. Dolayısı yla, seçim kampanyası dönemi, faşist, gerici, reformİst değ işik tiinlcn burjuva partilerin bir iç ın iicadclcsi olarak yaşandı. So29 nuçta en çok oyu özal'ın partisi aldı , ama onun oy oranı bile yalnızca %36 olabildi. B u durumun kendisi, bir yandan burjuvazinin halihazırda yığınları ideolojik-PQlitik denetim allında tuttuğunun ifadesi olurken, öte yandan ise onun , belirgin ağırlıkta bir kitle desteğini kendinde odaklaştıracak inandırıcıiıktu bir alternatif yaraLamadığını gösteriyor. Başka bir deyişle, yığınlar, d üzen içi altematill'crin, b urjuva bilincin ötesine geçemiyorlar ama, düzen partilerinden herhangi birine de belirgin, canl ı bir umut besleıniyorlar. Bu durum, düzen sorunlarının burjuva partileri mahkum ettiği manevra alanı sınırlı çerçevede, toplumsal deınagojinin çeşitliliği dışında, birinin ötekinden çok farkl ı çözüm reçeteleri sunamaınalarından kaynaklanıyor. * B urada, işçi sınıfının tercihindeki belirl i bir fark l ı lığı belirtmek gerekli ve önemli. Halihazırda kendi de yaygın bir şekilele' b urjuva bilincin etkisinde olan işçi sınıfı yine de ezilen sınıfların en ileri kesimini oluşturuyor. B üy ü� kentlerin ve sanayi bölgelerinin seçim sonuçları, işçi sınıfının büyük bir kesiminin burjuva reform i st partileri destek l ed i ğin i gösteriyor. Kom ünist ve devriınci-demokrat hareketin güçsüzl üğü, dağınıklığı, örgütsüzlüğü, öte yandan reformİst ve reviz yonist düşüncelerin gücü ve etkisi, hoşnutsuzluk ve homurtular için deki işçi sınıfının buna rağmen burjuva reformizmine seçim desteği vermesini anlaşılır kıl ıyor. Bu desteğin sınırlarını ve boyutlarını abartınak açık bir yanılgı olur. İşçi sınıfının refonnist partilere, örneğin I 2 Mart sonrasında · olduğu g ibi etkin, canlı, güvenli, büyük beklentilere dayalı bir desteği sözkonusu değildir. Geçm işin deneyleri, işçi sınıfında, reformİst bir iktidarın da fazla bir şey değiştirıneyeceği düşüncesini az çok geliş tirıniştir. Bu, devriın c i bir alternatif arayışının da temelini oluşturuyor. H i ç değilse sınıfın ileri kesimlerinde . . . B u gerçeğin bili ncimle olmak, i h ti lalci bir sınıf hareketi geliştir mek aci l , �rtelenmez ve canalıcı göreviyle y üzyüze olan k omünistler için büyük önem taşıyor. Arayış içerisinde olan işçi sınıfı, her ne kadar reforınist alternatife kök l ü bir umut besleın iyorsa da y ine de, ihtilalci bir işçi hareketi geliştirmenin önündeki en büyük engel burj uva i deo loj isinin reformİst biçi m idir. İşçi sınıfı sermaye d üzenine karşı hoşnut- 30 · suidur ama, bu hoşnutsuzlugu sınırlı talepler ve düzen çerçevesinde tutan, yumuşaup yozlaştıran reformizm ve her yolla ona güç katan modem revizyonizmdir... B u engellere karşı mücadele, işçi sınıfı saflannda reformİst al ternatif ve hayallere karşı mücadele, sosyalist bir işçi hareketi yaratmanın, işçi sınıfının hoşnutsuzlugunu ihtilalci bir mücadele çizgisine çekmenin en temel koşuludur. * Sermayenin işçi sınıfına ve eınekçilcrc ağır yükler getirecek olan yeni iktisadi saldırılara hazırlandığı seçimler öncesinde biliniyor ve bekleniyordu. B u yeni saldırı, erken seçimin hemen ertesinde b ütün temel ihtiyaç maddelerini kapsayan bir zam furyası olarak başladı. B u saldırının değişik biçimlerde süreceği v e buna yoğun siyasal bask ıların eşlik edeceği kesindir. Nitekim seçim öncesi propagandanın sahte de mokratik motifleri tcrkedilın iş, bazı yasak ve sansür kararlarıyla diktatörlük dişlerini göstermi ş , kendisine bağlanan bazı l i beral um ut ları boşa çıkarmıştır. B urjuvaziye kendi n i beğend irip kabul etlirınek için bin türlü çaba harcayan, kapitalizmin istikrarını korumayı prog ram tezi yapıp "ortak bir dil'' bulmak, ulusun ve insanlığın temel sorunlarına burj u vaziyle birlikte çözüm aramak üzere "barış" ve "sınıfsal işbirliği" sloganlarıyla ülkeye dönenler b ile, şimdi l i k yalnız ca acı bir hayal kırıklığına uğramı şlardır. Onların burjuvazi ve faşist diktatörlük konusunda yaratınaya çalıştığı aldatıcı imajı bizzat dikta törlüğün kendisi onlara karşı tavrıyla çarpıcı bir şekilde silmi ştir. Erken seçim sonrası dönemde; sermayen in iktisadi ve siyasi saldırı larına karşı açık, etkil i ve d i rençli bir muha lefet öncelikle işçi s ı n ı fı saflarında gelişecektir. Buna kuşku yok.Komünistlcr için sorun işçi s ı n ı fının devri m c i m uhalefetini sermaye düzenini yıkına bilinci ve mücadelesi doğrultusunda gcliştirebilmektir. Diğer bir anlatımla işçi sınıfına sosyalist perspektifi kazandırmaktır. Türk i ye 'nin yakın geleceğ inden sert sınıf ç�auşınaları var. B unu kavrayacak ve kucaklayacak sağlam bir teorik temel, tularlı b i r sın ıf çizg i s i , i l lcgal bir sın ı f örgütü -işte komünistlcrin ihtiyaçları . . . EKİM Aralık 1 987 31 REJ1MtN AÇMAZI ve SOSYAL-DEMOKRASİ Türkiye kapitalizminin açmazı büyüyor. işlerin iyi gitmediği, hükümet dışında, hemen tüm sermaye çevreleri ve onların sözcüleri ' tarafından yüksek sesle ilan ediliyor. Nereye gidildiğinin tam kestiri lemediği, hükümetin insiyatifi yitirdiği, ekonomiyi günübirlik idareet meye çalıştığı söyleniyor. Türkiye yeniden derin bir iktisadi ve siyasi krize mi gidiyor sorusu soruluyor, cevap, çözüm aranıyor. Resmi verilere göre enflasyon %75'e tırmanınış bulunuyor; ama buna rağmen ekonomide durgunluk yeni boyutlar kazanıyor. Son ayl::ırda yoğunlaşan "stagflasyon mu"? tartışınaları bunu anlatıyor. G ünlük basının ekonomi sayfaları konkordato, iflas, senet protestolarında rekor düzeyde artış, piyasada durgunluk haberleriyle dolu: . "Konkordato ve iflaslar çığ gibi" . "Narin 'e haciz furyası." "Ercan lloldirıg beklemede." "Küçüklerde konkordara ve işi bırakma 32 furyası." "Firmalar birden 'görünmez ' oluyor." " /flas ve hileli iflaslar piyasada kol geziyor." İTO verilerine göre ... Geçen yıl 915 şirket kapanmışleen, bu yılın ilk beş aylık döneminde bu sayı 642 olarak gerçekleşti . . . Bu yıl kepenk indiren şirketler arasında iki holding de bulunuyor. Toplam 1 milyar 12 milyon lira sermayeli Sar Holding ve Almaş llolding İstanbul Şubesi Nisan ayı . içinde ticaret sicilinden kaydını sildirdiler." "Şinasi Ertan kriz için konuştu: Sırada bir çok holding var." " Yusuf Özal: Kaç firma dökülür bilemeyiz." "Ersin Furyalı: Güçsüz firmaların ipi çeki/sin." "Protesto/u senelle rekor." "Merkez Bankası 'nın verilerine göre, 1987 yılı Ocak-Mayıs döneminde 491 milyar 315 milyon lira olan protestolu senet tutarı bu yıl % 71.3 oranında artarak 841 milyar 461 miyon liraya ulaştı . . . 1 987yılında 1 tirilyon 464,9 milyon liraya ulaşan protestolu senet toplamının bu yıl sonuna kadar 2,5 trilyon liraya ulaşması bekleniyor." "Merkez Bankası aylık kayıt defterlerinin kalınlıkları 1 000 sayfayı_ bulunca çareyi kayıt alı sınırını 1 milyon liraya ç ıkannakta buldu." "A nadolu siparişleri iptal ediyor. " "Piyasa koşullarının ağırlaşmas·ı nedeniyle işyerleri kapanıyor. Doğulu tüccar batıya göçüyor. " "Sıkışarı piyasanın yeni buluşu: Ölmüş eşekfiyatı. Nakiıte sıkışan bir çok firma deniie düşen yılana sarılır 'sözünü doğrularcasına, elindeki malı büyük zarar ederek elden çıkarıyor." "Enflasyon tehdit ediyor." "TÜSİAD : ekonomik sorunların çö zümünde öncelik enflasyona verilmeli." "Özal: Enflasyon 1 989 Nisanmda yüzde 35 'e inecek." "Prof Gülten Kazgan : Enflasyon %33 'e gerçekten indirilirse, bankalar da işletmeler de kağıuan kap lanlar gibi yere seri/ir." "Türkiye gene 'kayıyor ' mu?" Cıwılıuriyet gazetesin i n Haziran sayılarında ekonomi sayfasından " rastgGic alınmış bu haber ve başl ıklar, Türkiye kapita l izminin daha derin bir ekonom i k krize doğru yol aldığını, piyasanın panik havasına girmeye başladığını açık seçi k gösteriyor. Kriz sadece küçükleri değ i l , b üy ü k kapitalistleri de i fl<ısın içine çekmeye başlıyor. Kuşkusuz, buna kaçınılmaz olarak en büyüklerin , 33 d iğer bazı büyükleri yutması veya büyük ölçüde ele geçirmesi, yani sermayenin daha da merkezileşmesi, tekelleşmenin artışı eşlik edecek. Nitekim ülkenin en büyük ve en güçlü tckellerinden biri olan İş Bankası topluluğu başta olmak üzere, bankalar, Ercan Holding ve Narin Holding 'e el koymak için harek�tc geçmiş bulunuyorlar. Bu arada, sermayeni n en büyük bölümünü elinde tuta-n kapitalist devletin ekonomiye m üdahalesi, kapitalist sınıf adına düzenleyici rolü de zorunlu olarak artıyor; sadece bu yıl 7 milyar 200 m ilyon dolar dış borç ödemek zorunda olan hükümet, sıkı tedbirlere başvuruyor. B i r yandan, para ve kredi y i kısarak, yüksek faizle iç borçlanınayı artırarak, üretim i , yatırımları, ithalatı kısarak ve zincirleme zamlada iç kaynakları kendinde toplayarak, öte yandan yeni dış borçlarla d ış borç taksitlerini ödemeye çalışarak. Bu tedbirler, kaçınılmaz olarak piyasada daralmaya yol açıyor, stoklar arlıyor, özellikle denankaları olmayan sanayiciler üretim i sür dürıncieri ve aldığı krcdileri geri ödemeleri için gerekl i olan paray ı bulamadıklarından güç duruma düşüyor, dahası i tlas sürecine giriyor lar. Ekonomik Panoroma dergisini n 2 nolu sayısında verdiği bilgilere göre, her 1 00 liralık kredi nin 57 lirası , her yüz l i ralık mevduatın 5 ı l i rası, her ı öo liralık iç borçlanınanın 90 lirası "Devlet Holding"c ait. Bu durumda, TÜSİAD üyesi sanayici ve bankacıların geçen hafta yaptıkları bir toplantının ardından, kendilerini sıkıntıya sokan şeyin "devletin finansman politikası olduğu"nu, "devlete karşı sanayici bankacı birleşik cephesi yolunda adım attıkları"ndan sözetmelerinin dcınagojik ve propaganda yönü bir yana bırakılırsa, kapitalist sınıfın genel çıkarları için devletin zorun l u ve d üzenleyici m üdahalesinin tck tck kapitalistlerin çıkarlarına uyınayabildiğini i fade ediyor. Bunun bir diğer anlamı da, kapitalist sınıf tarafından hararetle desteklenen ı 980'den beri uygulamın reçeteleri n artık iflas clliğinin ilanı ve sermayenin o döncmden beri Özal ve ekibine verdiği siyasi kredinin yavaş .yavaş geri alınmaya başlanması oluyor. Öte yandan, daha 7 ay önce yapılan seçim lerde en çok oyu alan hükümet partis i yığınlar nezdinde hızla yıpranıyor, siyasi desteğini yitiriyor. G üvenil irlikleri tartışmalı da olsa, yapılan kamuoyu yok lamalarında ANAP'ın üçüncü parti durum una düşmesi, başbakanın, bakan ların, val ilerin şurada burada sık sık yuhalanınası bunu gösteri- 34 yor. Yıpranma ve yönetememe krizi parti içindeki çelişkileri deartırıyor. Özal 'ın, son kongrede yaptıkları yeni bir atak la partin i n "modern bur juva" görünümünü bozabilecek faş ist ve fanatik m üslüman akımın siv rilmiş isimleri Taşar ve Kcçeciler ilc anlaşmazlığa, hatta çatışmaya girmesi, hQkümet partisinde bunalım yarauı. T�ışar ve Keçecilcr istifa tehdidi savurdular. İşte tam bu noktada, sosyal demokratlar atağa geçip, yüksek sesle iktidar olmaktan sözetmeye başladı lar. Kamuoyu yoklamalan S HP'nin birinci parti durumuna yükseldiğini gösteriyordu. Ancak sermaye sınıfının arzusu h ilafına hükümet olmak veya hükümeLLe kalmak oldukça güçlii. Ama yığınların öfkesi büyüdüğiinde, onları yauşurınak, kapitalist düzene doKunmaksızın sahte yollara yöneltmek, bir süre oyalamak için sosyal-demokrat yedeğe (ya da sol görün ü m l ü burj uva partilere) ihtiyaç burj uva topl umun siyaset-yönetim geleneğinden biri değ i l miydi? Bir de sonu rahatsız etmeyecek güvenilir bir ekip olursa -neden sermayenin kabul edebileceği bir al lcrnatif olmasın? Sermaye çevreleri bu yönde eği l i m lerini, parti kurultayı öncesi k ısmen bel li etmişti. Ve kapital i stlere "bi�iın i ktidarımızda rahat uyuyabilirsiniz" diye teminat veren Baykal eki b i son kurultayla işbaşma getiril incc, burj uva basının önemli bir bölümü güvenilir ve alternatif bir S HP 'nin oluştuğu fikrini yayınaya başladı. Hemen ardından, ABD büyükelçisi S trauz-Hupc parti merkezine giderek -ve genel başkan ı atiayarakl Baykal 'la 35 dakika siiren bir gürüşme yaptı. B ütün bunlaF, iç ve dış sermaye çevrclcrinin, 1 980 'dcn beri estirilen ekonomik ve siyasal terör altında bunalarak yeniden sola kayan kitleleri etrafı nda toplamaya başlayan SHP'yi, muhtemel b ir al ternatif olarak dikkate a·ımaya başladığını gösteriyor. Sosyal-demokrasi kapita l izm in krizine çare bulabilir m i ? Açlık sınırına kadar i tilen işçi ve emekçilerin d urumunda, kapita lizm çerçe vesinde de olsa, ciddi bir düzetme sağlayabilir m i? Türkiye kapital izm inin durumu ve olanakları gözönüne alındığında bu sorulara pozitif cevap vermek olanaksızdır. K urultay Bildirgesi nde, "S H P iktidarı dcl}lokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla gerçekleştirme kararındadır" dcniliyor. Ekonomik hedefi n ise, içi boş parlak sözlerden arındırıldığında, "ul usal gelirin sosyal adalete uygun dağılımını sağlamak" olduğu söyleniyor. 35 Teorik olarak burjuva özgürlükler gerçckleştirilebilir. Ancak bu şarta baglıdır; iktisadi koşulların bunun için elverişli olması gerekir. Zira, tersi durumda, burjuva özgürlükler "düzen ve devlet" için teh likeli olabilir; işçi sınıfı tarafından kapitalist sınıfa karşı etkili bir silaha dönüştürülebilir. Oysriki, Türkiye kapitalizminin yaşadıgı bunalım burjuvaözgürlükleri kaldıramıyor. İkincisi, kapitalist toplum ve devlet sosyal-demokrasi için biricik veridir; sistemin korunması ve sürdürül mesi onun iç in her şeyden öndedir. Bu yüzden, bu koşullarda, inişler ve çıkışlarta ama sürekli bir istikrarsızlık içinde olan, iktisadi temeli zayıf Türkiye kapitalizminin bugünkü çerçevesinde, sosyal demokratların demokrasi, özgürlük vaadleri, siyasal rejimde bazı önemsiz rötuşlar dışında, bir vaad olarak kalacaktır. Sosyal demokrat lar yürürlükteki siyasal rejimin temel kurumlarının kılına bi l e doku namazlar, pa la vra ları bir yana bırakılırsa, gerçekte buna niyetleri de yoktur. Başka ü lkel erin deneyleri bir yana, daha uz<ık 9Im ayan bir geçmişte yaşamın Ece'vü hükümeti tecrübcsi bunun tari hi kanıtıdır. "Ekonomik.kalkınma ve ulusal g elirin sosyal adalete uygun bö Hişümü" sözlerinde özetlenen program ise her burjuva partinin ileri sürdügü türden içi boş bir ınetindir. Farklı olarak "emek", "çal ışan ları n çık arları " vurguları veril iyor . Emek ve sermaye ekonom i k bakımdan uzlaşmaz iki kutup oldu g un u ve toplam ulusal gelirde olağandışı bir artış sağlamak iç in sosyal demokratlar bir mucize yaratamayacakianna -ve böyle bir reçeteleri olmadığına- göre, mevcut ul usal gelir in bölüşürnünde, işçilerin ve emekçilerin payında azçok ciddi bir artış, kapitalistlerin ve kapitalist devletin karlarını kısmakla m ümkün olabilir. Oysa kapi ta ! is t sınıf ve bile ödeyemez ve Türkiye kapitalizminin dünya kapitalist ekonom isindeki yeri ve olanak ları nedeniyle, sosyal-demokratlar, bazı önemsiz rötuşlar y apabi l i rler, ama devlet korkunç boyutlara varan iç ve dış borçlarını duruma gelm iştir. Dolayısıyla, mevcut iktisadi durum Özal hükümetinin, uluslararası mali sermaye kurumları tarafından bel irlenmiş, bugünkü ekonomik politikasının çerçevesinin dışına iste scler de çı kamazlar. O halde onların gerçekte oynayabilecekleri tck bir rol kalıyor: K api ta lizmin yoksul l uğu ve açlık sını rına i ttiği işçileri ve emekçileri sahte um utlarla bir kere daha aldaunak, oyalamak. 36 Yıgınlar için çekim merkezi olabilecek bir sosyalist alternatif · olmadıgına göre, sosyal-demorkasi işçi ve emekçi yığınları bir kez daha sahte umutlarla oyalama ve aldatma ola.nagına sahiptir. İşçiler! ve emekçileri şimdiden boş umutlar ve hayaller ve sosyal-demokra sinin onları birkez daha mutlak birşekilde hayal kırıklığına uğratacağı konusunda uyarmak, biricik gerçek altematifin sosyalizmin olduğu konusunda aydınlatmak görevi ise komünistlcre ve sınıf bilinçli işçi lere düşüyor. Bunu yaplıkları ölçüde, yığınların gelecekteki hayal kırıklığını sosyalizm yönünde devrimci enerjiye dönüştürebilecek ler dir. EKİM Temmuz 1988 37 SIYASAL DURUMDA VE tŞÇl HAREKETİNDE. GELİŞMELER 12 Eylül sonrası ilk parlamento tabiatıyla bir siyasal bunalım etkeniydi. Darbeci generallçr tarafından seçilmiş, seçmcne onaylattırılmıştı. Gencrallerin kurdurduğu suni partilerden ikisi çok kısa sürede çökünce, parlamento da ıskartaya çıktı. '87 Kasımındaki erken seçimle parlamentoyu itibar ve istikrar kazandınimak istendi. Ancak yürürlüğe koyduğu ucube seçim sistemiyle, hüküm�t partisi , %36'lık bir oy oranıyla parlamentodaki sandalyelerin %65'ini ele geçirince, daha oluşur oluşmaz ikinci parlamento da siyasal bunalım ·· etkenine dönüştü; erken seçimin ardından yeniden erken seçim tartışmaları gündeme geldi. Ve nihayet geçtiğimiz ay yapılan yerel seçimlerde hülç_ümet partisinin daha bir buçuk yıl önce %36 olan seçmen desteği %22'ye düşünce, ikinci parlamento da hükmünü tamamlamış oldu. S iyasal bunalım ağırlaştı ve bunun giderilmesinin kendisi ise daha ağır bir siyasal bunalım etkeni olacaktır. S islem altenatiOcrini ne kadar da h ızla eskiliyor! Bu onun yapısal 38 krizinin, bu krizi çözemediginin ve halihazırdaki ekonomik koşullar altında çözemeyeceginin ve yıgınlara hiçbir şey veremediginin, verc meycceği nin yeni bir kanıtıdır yalnızca. Ş imdiden gündeme giren, yeni bir erken seçimle g irecek olan DYP ve SHP alternatifleri ya da bunların merkezinde oldugu muhtemel koalisyon hükümetleri aynı akibctle, Özal ve partisin!n akibctiylc karşılaşmayacaklar mıdır? 50 m ilyar dolara varan dış, 20 tri l yon l i raya varan iç borç, % 1 00'c tırmanan enflasyon, sürekl i artan işsizlik, ürkütücü boyutlara varan servet-sefaJet kutuplaşması -bu temel sorun lardan hangisini, nasıl çözümlcyeceklerdir? Türkiye kapitalizminin olanakları , d ünya kapitalist ekonomisi içindeki yeri bellidir. Bu koşul lar altındaki bir ü l kede düzen içi iktisadi politika arayışlarının sınırları, diğer bir dey iş le , burj uva partilerin manevra alanı son dcreec dardır. Toplumsal dcmagojinin çeşitliliği d ışında, birinin ötekinden çok farklı çözüm reçeteleri sunamamasının nedeni de budur. ANAP'ın dağılması halinde DYP en güçlü alternatif olarak gün clcıric gelecektir. Nitekim iç sermaye çevreleri bu yönde eğilimlerini seçimden hemen sonra açığa vurmaya başladılar. Resmi ABD görüşü de, DYP ilc ANAP'ın birleşmesi di leği eşliğinde, aynı eğilimi dile getirdi . Ancak, Türkiye'de nesnel olarak sistemle boğaz boğaza gelme potansiyeli taşıyan güçlü bir işçi hareketi gelişiyor. Yanısıra Kürt ulusal hareketi var. Bu, sistem için ciddi bir potansiyel tchlikcdir. T�h likenin büyümesi durumunda, DSP engel ini şu veya bu şekilde kaldırmak kaydıyla, işçi hareketini d urdurmanın, oyalaınanın, yaziaştırmanın ve böylece sistem karşıtı bir rataya girmesini önlemc nin bir yolu olarak, S H P alternatifi de, bizzat sermuye tarufından tercih edilebi lir. İşçilerin klasik sağ partilerden büyük ölçüde kopuşu, son seçi min ortaya çıkardığı en önemli olgudur. Hemen hemen bütün işçi mer kezlerinde işçi oyları sosyal-demokrasiye kaymıştır. Sorunların onun tarafından çözüleceğine inandıklarından değil, daha ��ok, önlerinde başka bir somut, inandırıcı alternatif olmadığından. İşçilerin seçim le re ve burjuva partilere aldırmaksızın, seçim döneminde, bağımsız olarak, kendiliğinden harekete geçmeleri d ikkat çekici bir olgudur. B u olgu sadece toplusözleşmeler dönemi ilc izah edilemez herhalde. 39 İşte böyle bir dönemde devrimci hareketin sıkı durması, burjuva reformizmine/sosyal-demokrasiye karşı net bi r tutum alması devrim savaşımının geleceği bakımından tayin edici bir önem kazanıyor. Bu', önümüzdeki dönemde 'rcformculukla devriıncilik arasııidaki temel ayrım çizgilerinden biri olacaktır. Aşa�ıdan gelen, şüphesiz i nişli-çıkışlı ama sürekli büyüyccck olan, işçi hareketi, şiddetin dışında, sadeec ve ancak bu'rjuva reformiz mi eliyle aldatılıp, durdurulabilir; rej i m i onun şiddetinden ancak reformizm koruyabilir. Her yerde ve her zaman sosyal-demokrasinin işlevi bu olmuştur zaten. Sosyal-demokrasi alternatifine, işçi hareketinin ve devriınci ha reketin gelişmesi için daha elverişli koşullar saglayabi l ir gerekçesiyle, şu veya bu şekilde destck vermek, tereddütl ü , hayırlıalı bir tutum almak sadece budalaca bir düşünce olmayacaktır; sosyal-demokrasinin işçi hareketini yozlaşurınasına ve devriınci hareketi tecrit etmesine yanlım etmek demek de olacaktır. Zira, yazmıştık yineliyoruz, burjuva refor mizminin güç kazanınası devriınci hareketin güç kaybeLinesi demektir; aradaki i lişki ters orantılıdır. Ve rcforınisl hmekctin geçici bazı ıaviz lcri, sadece işçi hareketini, devriınci kitle potansiyelini eritip düzen sınırları içinde tutmanın karşılığı olacaktır. Sosyal-demokrasi devri m in dalgakıranıdır; barikatın karşı ıarafındadır. Bu y üzden ona karşı net, i l keli bir m ücadele bağımsız bir işç i hareketinin yaratılması için ve devrim için stratejik öneındcdir.. Bu olmaksızın ne sosyalist bir işçi hareketinin yaratılması, ne de bir devrim olanaklıdır. Devriınci hareketin bir bölümü 12 Eylül sonrası her ne kadar deınokratizm , "anti - 1 2 Eylülcülük" hastal ığına tutulup n ihai hedefi unuttuysa da, genel olarak sosyal-demokrasiden bir uzaklaşma görül d ü . Ancak bunun henüz sosyal -demokrasinin ciddi bir alternatif olmadığı koşullarda meydana geldiğini unutmamak gerek iyor. Şimdi ise sosyal-demokrasinin yeniden yükselişinin koşulları var. Bu koşullarda devriınci hareketin demokrasi programını temel aları kesiminin doğrudan böyle bir programdan kaynaklanan önceden beri malül olduğu sosyal-demokrasiye bir tür gizli umut, ona karşı hayırhalı tutum gibi zayıflıkları yeniden dcprcşebilir. Özellikle de "anti- 12 Eylülcülük" çizgisinin egemen olduğu kesimde. Bütün olgular Türkiye tarihinde görülmemiş çapta ve derinl ikte 40 bir emek hareketinin gelecegini gösteriyor. Burjuva sistemin açmaz ları büyüyor, sorunları giderek agırlaşıyor. Yeni bir tarihsel fırsat geliyor, bu fırsatı yakalamak gerekiyor. Bu da, sosyalist hareketin görev ve sorumluluklarını kat kal arurıyor. G üçlerin zayıflığından, hazırlıksızlığından ve dağınıklığından ürkmede.n, harekete müdahale etmek gerekir. Hareketin devrimin geleceği işte orada, işçi hareketin dedir. Onunla kaynaştığı ölçüde yeni güçler .bulacak, o güç arttığı ölçüde gerçek bir politik kuvvet haline gelecektir. Devrimin güçleri herhangi bir grubun güçleri ile sınırlı değildir; böyle bir dargörüşlü lilge, umuts�zluga kapılmamak gerekiyor. Ayrıca, işçi hareketinin gelişiminin kendisi, bugün çok sayıda devrimcinin ufkunu sınırlayan, kendileri farkında olmasalar da nesnel olarak işçilerle birleşmelerin i güçleştiren ve de. ulaştığı ölçüde işçilerin d e enerjisini sınırlayan ge ri, "demokratik" program ların/çizgilerin terk edilmesi, sosyalist prog ramın ve s9syalist devrim için savaşımın kabulünü kolaylaştıracaktır. 15-16 Haziran ayaklanmasının işçi sınıfını küçümseyen teorileri pra tiğin cevabıyla bir hamlede rafa kaldırması gibi. Daha bir yıl önce işçi hareketinin abamığımızı söyleyen, ve Tür kiye işçi s ınıfının güçsüz olduğunu ileri sürerek sosyalist devrim programına karşı direnen bazı dargörüşlU devrimcilerimizin şimdi' ye niden düşünmeleri gerekiyor. Hareketin pratik görevlerinin artışı teorik görevlerin yükünü ağırlaştırıyor. Nasıl bir perspektifle, hangi taktikle m üdahale ediliyor ve edilecektir sorunu, temel sorun olmaya devam ediyor. EK İ M Nisan 1 989 41 DÜZEN VE DEVRİM Türkiye, sıcak, hareketli, karmaşık, gerilim ve çatışmalarla dolu yeni bir döneme doğru hızla yol alıyor. Olayların çok yönlü akışı devrimci bir durumu oluşturacak yönde gelişiyor. Böyle dönemler toplumların tarihinde her zaman ya da sık sık görülmez. Devrim yapmak isteyenler için hayati önemde özel tarihsel fırsatlardır bunlar. Toplumu köklü bir dönüşüme uğratınak, kurulu düzeni yıkmak hedef ve gayretinde olanların, komünistlcrin ve devrimcilerin, Türkiye'nin geçmektc olduğu evrenin tarihsel anlamı ve önemi üzerine daha derin ve tekrar tekrar düşünmclcri, görev ve sorumluluklarına bunun bilin ciyle yaklaşmaları gerekiyor. "'Keyfi ve s ınır tanımaz bir askeri rejim altında göstcril�n tüm ça balara, alınan tüm tedbirlere rağmen, kurulu düzeni "korumak ve kollamak" girişiminin 9. yılında sermaye cephesi tüm cephelerde dökülüyor. Ekonomide derin bir bunalım, siyasal yönetimde belirsizlik 42 ve istikrarsızlık, hoşnutsuzlugu biriken işçi sınıfı,karşısında saklana mayan bir tedirginlik, özgürlüğü ugruna dövüşen Kürt ulusal hareketi karşısında acz ve çaresizl ik, sıradan dış politika olaylarında aczi tamamlayan tam bir kişiliksizlik vb. Bunlara, burj uva siyasal yaşamın �ayağı ve kısır iç çekişme ve didişmelerinden, d üşünce ve kültür yaşamındaki genel çürüme ve kokuşmayı,ı kadar, bir dizi başka öge eklenebilir. Düzeni istikrara kavuşturma, tahkim edip güçlendirme girişiminin 9. yılında varılan yer, işte bu. B unlar s;ıklanamaz ve reddedilemez-gerçekler olduğu için, 1 2 Eylül icraatçısı bir azınlık dışında, düzen savunucusu ve sözcüsü durumundaki çok kimse, dar benin yıldönümünde, darbeni n çözüm olamadıgını itiraf ediyor. Bu aslında çözümsüzlügün itirafıdır. Devrim güçlerinin kanlı operasyon larla ezildiği, yığınların silah zoruyla kontrol altına alındığı, sermaye cephesinin iç çelişkilerinin geri plana itildiği ve bir iç muhalefete b i le olanak tanınmadığı engelsiz bir dönemin dilediğinc� uygulanan poli4ikaları çözüm olamadıysa eğer, bundan , düzenin yapısal çözümsüz lüklerle malül olduğu, ve bu durumda, mevcut düzeni temellerinden yıkmak, yani bir toplumsal devrim için nesnel koşulların elverişliliği gerçeği kendiliğinden çıkar. Düzen savunucuları bu kadarını itiraf ede cek değil elbet, ama d üzeni yıkmak isteyenler, tüm komlinistler ve devrimciler, bilinçli işçiler ve sade militanlar bu gerçeğin açıklıkla bilincinde olmalıdırlar. Dönekliğin, korkakl ığın, umutsuzluğun, saf lardan kaçışın, tarihsel karamsarlığın bir eğilim ve davranı ş olarak devrimci sanarda hala var olabildiği günümüzde, bu gerçeğin bilincin de olmak ve onu sindirmek muazzam bir güç ve enerj i kaynağı olacaktır. Türkiye gibi bir Ülkede umutsuz ve karamsar olmak, cehalet ve darkafalılı ktan değilse eğer, çok zay ı f kişi liklerin bir yansıması ve kanıtı olabilir ancak. * * * Türkiye 'yi yeni bir fırtınalı dönemin eşiğine bir kez daha Türkiye kapitalizminin yapısal zayıOığı ve bunalımı getirmektedir. Dokuz y ı l boyunca e n uygun siyasal koşullareta uygulanan ekonom ik "istikrar" reçetelerinin ard ından , Türkiye kapitalizmi. bugün yeniden derin bir bunalım i ç i nde k ıvranır duruma gelm iştir. Ekonomi büllin reçeteleri 43 tüketmiştir. Düzen Cephesine ekonominin duromu ve gidişatı konusun da genel bir çözümsüzlük ve bundan dagan genel bir karamsarlık egemendir. İç ve dış borçlann sürekli büyümesi, üretim d üşüşleri, büyüme hızının sıfırlanması, durgunluk içinde enflasyon, sürekli artan işsizlik vb. , ekonominin resmi rakamlarla teyid edilen kaba tablosunun bazı çizgi.leridir bunlar. Bu tabloya, sermaye yazarlarının "gelir uçurumu" olarak if;ıde etmeyi tercih ettikleri servet-sefalet kutup laşmasını da eklersek, siyasal istikrarsızl ığın ve başlamış bulunan yeni devrimci y ükselişin maddi-iktisadi zeminini kabaca tanımlamış olu ruz. Bugün, siyasal i stikrarsızlık, yönetememe krizi, sermaye düzeni için iktisadi bunalımdan beslenen ve onu tamamlayan bir başka temel sorundur. Dokuz yıl önce yapılan darbeyle yalnızca iktisadi "istikrar" değil, bundan da önemli ve öncelikli olarak siyasal "istikrar" hedet1e niyordu. Bu darbenin icnıatçıları daha işbaşındayken yeni bir darbenin hazırlıklarına ilişkin tartışına ve spekülasyonlar, gerçeklik payı ne. ol urs-a olsun; rejimin yaşamakta olduğu çıkınaza ve kısır döngüye bir kan ıt oluşturur. İki yıl önce s iyasal istikrar amyışı içinde erken seçime gidilmişti. Bugün de aynı arayışa bir çözüm olarak bir kez daha yoğun bir erken seçim tartışması ve baskısı varsa eğer, bunu da aynı çıkınaza ve kısır döngüye bir öteki kanı t saymak gerekiyor. İlginç olan, çare olarak sunulan erken seçimin çare olup olamayacağı kuşkusunun, bizzat bu "çare"nin savunucularında bile varolabilmesidir. Normal koşullarda çözümü sınıdan işlerden olan bazı sorunların, örneğin son ayların gözde konusu Cumhurbaşkanlığı seçiminin, düzen kampında bunca yoğun tartışına ve çekişmelere neden olması giderek bir kriz öğesine dönüşmesi de, rejimin işlerliğindeki zayıllığa bir göstergedir. Rej im bir kez daha tıkanmışur. Ciddi, az çok kalıcı sayılabi lecek bir "altemmif', bir çözüm ürctcmcmckLCd ir. Oy desteği beştebire d üşmüş bir partinin hükümet olarak kalınayı ve parlamentonun üçte ikisin i el inde tutmayı hala sürdürebitmesi kendi becerisinden değil, alternatif kısırlığındandır. Bunu m uhalefet partilerinin beceri ksizliği ne yoran ve yığınları aldatmayı amaçlayan kasnlı burjuva pro pagandasına devriınci saflarda bile itibar edilmesine şaşmak gerekir. Çözüm ve alternatif kısırlığı burjuva muhalefet panilerinin becerik sizliğinden değil, köklü ve yapısal sorunlarla yüzyüze sermaye d üze- 44 ninin manevra alaninın darlıgıridandır. Düzenin manevra alanı hayli darald�gı içindir ki, vahim bir hal almış bulunan ve burjuvazi tarafından "milli dava" ilan edilen temel iktisadi ve siyasal sorunlarm çözümü için, "iktidarıyla ve muhalefetiyle" tüm burjuva siyasal parti ve çevreleri benzer politikalarm dışına çıkamıyorlar ve çıkamazlar. SHP 'nin , "SHP Solculai"ı"na belki şaşırtıcı görünen-, resmi devlet pol itikaların ı hükümet pa rtis ind en daha kararlı savunması ve daha şimdiden gelc cekteki iktidarının ilk iki yıl ında "sosyal-demokrat prognıın ın ı uygulamayacağını, yığınlardan fedakarlık i stcyeceğini açıklaması bundandır. Burjuva muhalefetin hayli yı pranm ı ş olan hükümet partisi karşısında biricik malzemesi bu yıpranmışlığı kull anm ak tı r Sorunlar "memleketin kölli idaresinden doğuyor" yoll u propaganda, yığınları aldatmayı ve oyalaınayı, dikkatleri düzenin kendisinden yıpranın ış yönetimlere çekmey i amaçlayan bu propaganda, yığınların desteğini alabilmek için m uhalefetin kullanabildiği esas teınadır. Ve burjuvazi nin, mevcut hükümet karşısında muhalefet partilerinilen birine deste ğini yöneltınesi ve "alternatif' olarak sivrillmesi, sözkonusu partinin " . ortaya koyucağı farklı programa deği l, yığınları aldalınayı ve oyala ınayı başarabilme yeteneğine bağlıdır. * * * Düzenin zayı flıkları bilinciyle hareket eden egemen burjuvazi, bir yandan baskı ve şiddet aygıtlarını Lahkim edip muhtemel bir devrimci bunalıma karşı kendini hazırlarken, öte yandan böyle bir bu nal ımı engellemek, hiç değilse olanaklar ölçüsünde geciktirmek için sa h te alternatifler hazırlıyor. B ugün daha çok SHP'de temsil ed i len ve kendine sosyal-demokrasi diyen akıma bu açıdan bakmak gerekiyor. Türkiye'nin yakın dönem tari hi, sosyal-demokrasinin her devriınci yükseli ş döneminde devrime karşı dalgakıran rolii oynadığını açıklıkla göstermiştir. Sosyal-demqkrasi, bugünkü SHP ve DSP, İnönüler ve Ecevitlcr, baskı ve sömürüden bunalan ve düzen d ışına akma potan siyelinde olan yığınları "sol" bir görünüm ve dcmagoj iylc düzen içinde tutmak, aldatmak, oyalaımık ve pasifize elmek, düzenin yaşamakla olduğu krizin devrimci birduruma dönüşmesini engellemek şeklindeki hain , gerici ve karşı-devrimci misyonu bilinçli ve gönüllü olarak 45 üstlenmiş bulunuyorlar. Sermayenin, işçi sınıfını, kır ve şehir yoksullarını ve Kürtköylülü�ünü dizginlemede bugün en gözde umudu sosyal-dernokrasidir. B unda ne ölçüde ve ne kadar süre başarıl ı ola bileceği ayrı bir sorun olmakla birlikte muhtemel bir sosyal-demokrat hükümetin temel işlevi bu o lacaktır. B il inçsiz yığınlar ilc, devrim ve iktidar perspektifleri . zayıf, devriınci çözümün tasfiyesi pahasına verilcbilecek bazı sınırl ı tavizlere ve sözde bir "yurnuşarna"ya umu dunu bağlamış bir k ısı m darkafalı küçük-burjuva "devrimci"si dışında, . btı gerçeği herkes bi lmektedir. Düzenin krizini derinlcştirrnek ve muzaffer bir devrime dönüştür mek isteyen her gerçek devrimci parti, grup ya da kişi, genel obırak sosyal demokrasi ve özel olarak SHP konusunda açık ve net olmalı , en ufak bir hayale olanak tanırnamalıdır. Bu temel, ilkesel ve stratej ik önemde bir sorundur. B u konudaki titizlik ve açık tutum gerçek · devrimciliğin ayrım çizgisidir. Bu alanda ikili bir görevle karşı karşıyay ız. Bir yandan yığınla� içindeki yanılsamaları sosyal demokra sinin içyüzünü sergilcyerek kırmak, öte yandan bu temel sorunla i lgili devrimci saflardaki reforqıist eğilime ve hayal lere karşı ideolojik mücadele vermek zorunday ız. Bağımsız bir devriınci sınıf hareketi geliştirmek acil göreviyle yüzyüze olan biz komüni stler, bunun önündeki en temel ve güçlü engel lerden birinin, işçi sın ıfı saflarında sosyal-demokrasi konusun daki yaygın hayaller olduğunu bir an -için unutmamal ıyız. Bağımsız bir işçi sınıfı hareketi yaratmak bakımından sosyal-demokrasinin etkin liğini kırmak sorunu stratejik bir önem taşımaktadır. Öte yandan yığınların birikmiş hoşnutsuzluğunu militan devriınci bir kitle m üca delesi doğrultusunda geliştirmek şeklindekj devrimci taktik çizginin başarısı için de aşılması gereken temel engellerden biri, yine sosyal demokrasiye ilişkin hayallerdir. Ve son olarak, devrim mücadelesini zafcrlc taç land ırabilrnek, sermaye düzeninin çözümsüzl ükleri ni onu temellerinden yıkmak doğrultusunda değerlendi rebilmek ve iktidarı ele geçirmek temel hedefine ulaşabilmek de, öteki koşulların yanısıra, sosyal-demokrasinin karşı-devriınci misyonunu boşa çıkarabilmek ölçüsünde mümkündür. Yaşadığımız dönernde yığınlar arasında, halla devrime yakın un surlarda, S HP konusunda ehven-i şer mantığı kuvvetlidir. Bu mantık 46 her dönemde ve bugün, devrime akabilecck öğeleri so syal -demokra siye yöneltmcktedir. Baskı ve sömürüden bunalan işçilere ve emck çilcre, ehven-i şerin şcrlerin en kötüsü olduğunu, dahası, Türkiye'nin bugünkü koşullarında, sosyal-demokrasinin e·h ven-i şer b i le olamayacağını, sermayenin sınırları belli poli tikalarının dışına çıkaınayacağını, zaten buna niyetli de olmadığını anlatmak gerekmek tedir. G ündelik politik yaşam bunu anlatabilmenin sayısız olanaklarını sunuyor. Son cezaevi direnişleri döneminde SHP 'nin aldığı resmi tavır ve rejimin Adalet Bakanının S HP yönetim ine öded iği şükran borcu, yalnızca sıradan bir güncel örnektir. Devriınci saflarda ise sosyal-demokrasiye karşı zayıflığı, ideolo jik ve sınıfsal konumlardan kaynaklanan daha derin nedenlerin yanısıra, reformlar sorununa yaklaşımdaki çarpıklık beslemektedir. B ir devriın ci için reformlar devriınci m ücadelenin yan ürünleri oldukları ölçüde bir değer ve anlam taşırlar. Bu tür tavizleri devrim mücadelesini güç lendirerek elde edebiliriz. Devrim m ücadelesini güçlendirmek ise reformizm i zayı flatmak, etkinliğini kırmaktan geçer. Devrimi güçlen diren ve mücadeleyi kolaylaşuran türden reformlar, burjuvazinin güçlenen devrime vermek zorunda kaldığı tavizler olabilir ancak. Devrim bu tavizleri kul lamırak kendini daha da güçlendirmeye çalışır. Oysa muhtemel bir SHP hükümetinden um ulan iğreti bazı düzelıneler, devrim alternati fini zay ıflatmanın, yığınları devrim mücadelesinden alıkoymanın öınürsüz ve değersiz bedelleri olabil i r ancak. B urj uvazi nin, gelişecek bir devrimci işçi hareketinin tedirginliğini ve slirıneklc olan K ürt özgürlük m ücadelesi nin sıkıoutarını yaşadığı bir dönemde, devriınci bir y ükselişin uç verdiği günümüzde, reform-devrim diya lcktiğine leninist yaklaşımı açıkl ıkla kavramak her zamankinden ayrı bir önem taşımaktadır. Tekrar v urgulanı ayı öneml i görüyoruz: sınıf hareketinin bağ ımsızl ığı, devrimci mücadelenin başarılı gel işimi ve devrimin geleceği l)akımından sosyal-demokrasi sorunu temel ve hayati bir önem taşımaktad ır. * * * Düzenin karşı karşıya olduğu köklü ve çözümsüz sorunlar ilc 47 Türkiye' nin ginnekte oldugu fırtınalı dönem, düzeni yıkiT!ak ve devrimi gerçekleştinnck isteyenlere yalnızca sevinç ve heyecan verebilir. Oysa bu aynı olgular revizyonistleri ve solcu gcçinmeyi seven liberal aydınları, rej i m yumuşamadan sertleşecek kaygısıyla tedirgin ediyor. Gelinen aşamada· tutumunu belirgin bir şekilde düzenden yana belir lemiş bu kesim için biricik umut, düzenin bu bunalımlı dönemi kazasız bclasız atlatabilmesinde burjuvaziye verecekleri destek karşıl ı gın da bu rj u va legalitesini kazanabilmektir. Geçmişte, bunalımlı anlarda düzeni düze ,çıkaracak "milli koalisyon" istekleri sermaye çevre lerin den ve ordudan gelinli. Bugün bu yol l u istekler yine aynı çevrelerin bir kısım sözcülerinden geliyor. Fakatdüzenin bu istem i ne ve i h ti yac ı na bugün gönüllü sözcülük eden yeni g üçler, revizyonistlerden başkası değil. Bu hain ve devrim karşıtı bir konuındur. Modem revizyonistlerin yalnızca taktiği değil, bir bütün olarak programı, devrimin tasfiyesini ve düzenin istikrara kavuşturulmasını öngörüyor. istikrarlı bir düzen,yani istikrara kavuşmuş sermaye düzeni, dünyada "barış"ı , Türkiye'de "demokras i"yi ve Kürdistan 'da "kül türel özcrkliği" ola naklı kılacaktır! Revizyonistler böyle düşünüyorlar, bunun için çalışıyorlar. B unların ham hayaller olması, revi zyonizmi n burjuvazi ye sunacağı hizmetin değerin i azaltmıyor. Devriınci bir bunalıma karşı çok yönlü olarak kend ini hazırlayan burjuvazi, kendisine sunulan bu hizmetin değerin i biliyor ve uşaklığın bedelini uşakları kendi legalitesi içine almaya hazırlananık ödüyor. Devri mci tutsaklara sıradan tavizler vermekten bile kaçınan düzen, düzen uşaklarına legatitelerini vermeyi yaln ızca bir zamanlama sorunu olarak görüyor. * * * Türkiye 'de sol ve sağ kavramları salları bclirginleştirmiyor, ter sine kararuyor. Düzen uşakları kendilerini sol olarak sunabiliyorlar. Bu nedenle gerçek ayrım çizgisi devrim ve düzen arasında çizilmelidir. Türkiye'nin girmektc olduğu yeni dönemde bu ayrım özell ikle önem lidir. K urul u toplumsal ve siyasal düzeni temellerinden yıkınayı hc deOeyenlcr, düzenin yaşamakta olduğu bunalımı devriınci bir bunal ıma, giderek muzaffer bir devrime dönüştürmek isteyenler devriıncidir ve dcvriı'n kam pın ı oluşturmaktad ırlar. Kurul u toplumsal ve siyasal düzeni 48 savunan, güçlüklerini ve bazı kusurlarını gidererek onu düze çıkarmaya, kapitalizmi istikrara kavuşturmaya çalışanlar, ya da bu dogrultudaki çabalara bilinçli ve gönüllü olarak destek verenler ise düzen kampını oluşturmaktadırlar. Burada, bugün için devrime karşı şiddet k ullan maktan yana olup olmamak, soruna stratejik açıdan bakıldıgında öze ilişkin bir farklılıga tekabül etmez. Ortak payda, devrimin engellen mesi yoluyla düzeni esenlige çıkarmaktır. Düzenle devrimi ayıran hat, ateş hattıdır. EKİM Eylül 1 989 49 DEVRİMCİ YÜKSELİŞ VE DEVRİMCI PERSPEKTiF Son bir ayın olayları Türkiye'de yeni bir devrimci kille eylemleri dalgasının gelişmektc olduğunu gösteriyor. Yeniçeltck katliamının yolaçtığı yaygın tepkiler ve eylemler, tütün üreticilerinin dir�nişi, sıklaşan işçi m itingleri, binlerce, onbinlerce işçinin her günkü direniş eylemleri, yaygınlaşan öğrenci hareketleri, tüm bunlar yeni bir dev rimci dalganın ilk habcrcileridir. Kürdistan 'daki olayları buna katmıyoruz. Zira orada sıradan kitle eylemlerinin ötesinde, kendine özgü dinamikleri ve istemleri ilc gelişen, geleneksel tüm i lişkileri temelden sarsan, değişime zorlayan gerçek bir devriınci süreç zaten var. Onu Türkiye devrimine bağlayan binlerce bağla birlikte Kürdistan devrimi bugün kendine özgü bir gcrçekliktir. S on olaylar, '80 'lerin ikinci yarısından itibaren başlayan, ilk belir Lileri sınırlı ve kesikli işçi eylemleri olarak ortaya çıkan, geçen yılki Mart-N isan işçi hareketleriyle öneml i bir ivme kazanan yeni devriınci yUkselişin bugün artık ·yen i bir safhaya girmektc olduğunu gösteriyor. 50 B u son 30 yılın üçüncü devrimci yükseliş olgusudur. Aynı dönemde Türkiye, ikincisi tam bir vahşete dönüşen iki karşı-devrim saldırısı yaşamıştır. Sonuncusunun tahribatı büyük olmuş, ama yine de bu, biraz gecikerek de olsa, nispeten ağır bir tempoyla da gelişse, üçüncü bir devrimci yükselişi engelleyememi ştir.. Gecikme döneminin, patlayıcı madde stoklarının derinlemesine ve genişlemesine birikmesiyle geç tiğini, hızlanan olaylar açık olarak göstenncktedir. Türkiye'nin bir üçiincü devrimci y'iikseliş dönemine girmesi ne şaşırtıcıdır, ne de rastlan u. Zira Türkiye bir devrim ülkesidir. Yalnızca son dönemin olayları değil, daha da önemlisi son 30 yılın olayları bunu açık-saçık hale getirınişLir. Biz komünisLler, yaşamakta olduğumuz devriınci süreci anlık heyecanlarla değil, bu tarihsel perspektif içinde ele almalıyız. Dünya devriminin ağırlık merkezi artık Türkiye 'dedir. Bu ayııı zamanda, Tiirkiye işçi sınıfının, uluslararası işçi sınıfının öncü kesimi olmak gibi şerefl i bir tarihsel görev ve olanakla yiizyiize olduğu anlamına da gelir. 7 1 yıl önce bugünlerde, Komünist Enternasyonal 'in Kuruluş Kongrcsi 'nde, M.S uph i , "Dünya ihtilalinin gelecekteki sey rinde Türkiye proJetaryası şerefli bir mevki işgal edecektir", demişti. Ek im Devriminin o coşku dol u fırtınalı günlerinde, M.S uphi bu sözleri coşkuyla dolu bir iyimserlikle, kuşku yok, daha yakın bir "gelecek" için sarfetınişti. Ama daha geç bir tarihsel evrede de olsa, Suphi 'nin bu sözleri bir anlam ve güncellik, bir gerçekleşmc-olanağı kazanınıştır. Tarihsel evrimin sayısız karmaşık etken iyle oluşan geleceği önceden kestirmeye kalkışmak zor ve riskli bir iştir. Ama eğer olayların akışı beklenmedik sonuçlar yaratınazsa, son 30 yılın olguları ve şi mdiki gelişmeler, "Dünya devriminin gelecekteki seyrinde" Türkiye işçi sınıfının tarihsel ve evrensel değerde "şerefl i bir mevki" işgal edeceği konusunda iyimser ve inançlı olmamız gerektiğini gösteriyor. Bu biraz da Türkiyeli komiinistlerin ve devrimci lerin tarihin önle rine koyduğu misyon un hakkını ne ölçüde verebileceklerine bağlı. B ir ülke nesnel devrim olanaklarıyla yüzyiizeyse, bir ül kede yığınlar 30 yıllık bir zaman kesitine belirl i aralıklarla yayılan bir devrimci kay naşınayı yeniden yeniden yaşayabil iyorlarsa, böyle bir ülkede çok şey devriıncilerin gösterecekleri çaba ya, scrgi leyccekleri ycteneğc bağlıdır. Olayların akışı , bel l i bir topl umsal bünyenin derinden dcrine işleyen iç dinamikleri, içten içe bir devri m i mayalıyorsa, böyle bir toplurnda 51 devrimi muzaffer bir sonuca ulaştırmak, devrimi koparıp kazanmak devrimcilerin görevidir. Bir devrim ülkesinde devrimcinin tarihsel misyonu devrimi muzaffer kılmaktır. Bunun gerektirdigi her çabayı olaganüstü bir fedakarlık ve kararlılıkla ortaya koyabilmektir. Sosyalizme yüz çevi1111 e süreci içinde oluşan bürokratik-revizyo nist iktidarların içten içe çürüyerek bugün artık kumdan şııtolar gibi peşpeşe çökmeleri, tüm 'dünyada olduğu gibi Türkiye'de de, devrim cileri ve yığınları hedef alan bir karamsarlık ve uı'nutsuzluk dalgasına çevcilrnek istendi, isteniyor. Burjuva gericiliğinin yanısıra, tüm hain ler, dönekler, devrim kaçkınları elçle vermiş bunu bir kampanya halinde sürd ürüyorlar. Modern anti-komünizmin günlük basındaki temsilcisi Cumhuhyet gibi gazeteler, bu doğrultuda olağanüstü bir çaba harcıyorlar. Moskova'da Çar için gösteri yapanları manşetten veren gerici burjuva basını, Zonguldak'ta "Katil Sermaye", "Kahrol sun Faşist Diktatörlük", "İşçiler Elele Genel Greve" gibi şiarlarla yürüyen onbinlerce işçiyi sıradan bir haber· olarak verebiliyor. Türkiye 'nin gerçek devrimcileri bu gerici rüzgarı göğüsleycbilecck kimlikte olduklarını göstermiş bulunuyorlar. Ama bu kadarı yetmez. Tarih in omuzlarıımza yüklcdigi biiyük sorumluluk yanında bu kadarı çok anlaml ı deği l. Asıl yapmamız gereken, dünyadan Türkiye'ye esti rilen gerici rüzgar karşısında, Türkiye'den tilm dünyaya devriınci bir rüzgar estirebilmektir. Libcrallerin, döneklcrin, kaçaklarıı:ı dünya ge riciliğinin hizmetinde yaranıkları um utsuzluk ve karamsarlık cereyanına karşı, göstereceğimiz olağanüstü de�riınci çabayla devrimi ilerlctmck, böylece dünyanın tüm emekçi ve devrimci güçlerine umut ve güç taşıyabilmektir. Tarihin bugünkü evresinde ve bugünün Türkiye'sinde, görev ve sorumlulukları na bu perspektiOe yaklaşabilen kişi, gerçek bir devrimci olarak adiandınimaya hak kazanabitir ancak. Türkiye'nin gerçek devrimcisi, yüzünü geçmişe dönerek sosyalist Ekim Devrimiyle elde edilen maddi kazanı mlarının yokedilmesine gözyaşı döken değil, yüzünü ileriye, geleceğe dönerek "Yeni Ek imler İçin ! " ileriye atı labilcndir. Siyasal yaşamımızın daha en başında, Ekim 'in ilk sayısında, biz, muzaffer bir Türkiye Devriminin d ünyayı sarsacak etkiler yaratacağını dile getirmiştik. B u etkiyi şimdi daha da geniş bir çerçevede düşün mcmiz gerekiyor. Onu, dünya ölçüsünde yaratılmak istenen tarihsel 52 karamsarlı�ı darbclcmck, dünya devrim sürecine yeni bir atılım kazandırmak, dünya komünist ve devrimci hareketini hızlandırmak, kapitalizmin ebed ili!ti hakkında ycşertilen hayalleri yıkmak çerçeve sinde, bu en geniş çerçevede ele almamız gerekiyor. Bu, devrimi kendimiz için de�il dünya devrimi için yapmamız gerekiyor olarak da düşünülebilir. Şu içinde bulundu�umuz tarihsel ortamda enternasyo nalizm kavramı, biz Türkiyeli komünistler için her zamankinden çok daha derin ve güç l ü bir anlam, çok daha zengin bir içerik kazanmış bulunuyor. Dünya devrimi için, Türkiye devrimini başarınalıyız! · * * * Bir devrim ülkesi, siyasal gerici liğin katmerleştiği, toplumu sindir mc operasyonlarının sık sık gündeme getirildiği bir ülkedir ay,nı zamanda. Böyle bir ü l kede, uluslararası burjuvazinin tam desteğ indeki egemen burjuvazinin, devrim olanaklarını tasfiye etmek, devriınci gcliş,ncleri bo�mak, devrimin sürükleyici güçleri olacak siyasal, güçlcri örgütleri y oketınek, devrimin maddi güçleri olan emekçi sınıfları ınücade!edcn alıkoymak, aldatmak, oyalamak, şaşırtmak için her yola başvuracağı, binbir aracı ve yöntemi içiçe kullanacağı kendiliğinden anlaşılır. Türkiye burjuvazisi hem kendisini bekleyen potansiyel akibetin, hem de bunun karşısında kendi misyonunun bilincinde oldu�unu göstermiş, çaba ve uygulamalarıyla artık belli bir deneyim de kazanmıştır. Devrimci kitle hareketindeki her gelişme hamlesi karşısında, uşağı ve sözcüsü durumundaki tüm kişi, kurum ve kuruluşların, tüm partilerin, örgütlerin, basının, hep bir ağızdan "terör yeniden tırmanıyor", "anarşi hortl uyor" kampanyasına girişıncieri ve bu kampanyayı besieyecek çeşitli provokasyonların tezgahlanması bu deneyimin bir parçasıdır. Tam da kitle hareketinde bell i bir gelişmenin yaşandığı , işçi harc ketinin yeni bir bahar dalgasına dön üşeceği bir dönemde, sermaye dev letinin kirl i işler bölümü harekete geçm iştir. Önce Muammer A ksoy, ardından Çetin Emeç . . V c ikisin i n ardından dizginsiz bir "terör tırman ıyor" kampanyası ve "yeni bir askeri darbe mi?" tehdidi. Amaç . 53 harekellenmiş kitleleri dizginlemek, şaşırtmak, korku ve kararsızlıga itmektir. Amaç baskı , terör ve denetim uygulamalarına haklılık kazandırmaktır. Amaç, 1990 1 Mayıs 'ının görkemli bir m ücadele gününe dönüşmesini engellemektir. Amaç, 1 Mayıs 'la durulmayacak olan, toplusözleşme dönemi olan yaz aylarında iyice hareketlenecek olan işçi kitlelerini açmaza almak, eylem gücünü ve istegini kırmak, işçi hareketini tecrit etmektir. Bunlar Türkiye burjuvazisinin çok bayatiarn ış taktikleridir ve artık çok kimse tarafından bilinmektedir. O vicdansız resmi "kamuoyu"nun bir kesimi bile, işlenen cinayetierin "devletteki giiç odakları"nın yeni bir marifeti oldugunu hiç degilse ima yollu dile getiriyor. Bu tür denenmiş provokasyonlada kitle hareketini·n karşısında çıkmak, bunun için Çetin Emeç gibi kendi en sadık hizmetkarlarını bile kurban seçmekten geri durmamak, sermaye düzeni payına bir aczin, bir korkunun, akibetini hissetmekten kaynaklanan gerçek bir tarihsel tedirginlik duygusunun bir yansıması olabilir ancak. Düzen, kirli girişim ve ptovokasyonlarla ve onu izieyecek "terör" demagojisiylc, belli bir kargaşa ve bulanıklıga yolaçıp, işçi sınıfının geri kesimlerinde belli bir çekingenlik ve tereddür yaratmayı başarsa bile, işçi hareketini dizginlemey i , devriınci canlanınayı engellerneyi başarması kolay olmayacaktır. Askeri darbe ise şu aşamada ne olanaklıdır, ne de "çözüm". Şimdi lik o yalnızca bir korku ve tehdit aracıdır. Daha Muamıner Aksoy cinayetinin ardından devrimciler, bu provokasyonlam ve taktiklere pabuç bırakmayacaklarını gösterdiler. İşçilerin tutumu ise, Şubat ayında yayılan eylemiiliktc görülebilir. Bu vesileyle devrimci hareketi n bireysel teröre eğilimli kesimlc rini, at izinin it izine karışmasına elverişli şu dönemde yeniden uyar ınayı görev sayıyoruz. '80 öncesinde, 16 Mart katliamının ardından Türkiye büyük kitle gösterilerinin devriınci atmosferini yaşıyorken, Ümraniye 'de beş "faşist işçi"yi öldürerek havayı bir anda değiştiren, n esnel olarak diktatörl liğe bir anda en biiyük yardımı sunan körleme sine davranışların sonuçlarından artık bir Şeyler öğren mek gerekiyor. Bugünün Türkiye'sinde yüzlerce fabrika kaynıyor. Devriınci olduklarına inananlar buralara gitsinler, devriınci sınıfı örgütlesin ler, fabrikaları "devrim i n kalesi" haline getirsinler. Devrimi gerçek kı lınanın en güçlü, etkili ve kestirme yoludur bu. 54 Devrim ülkesinde devrime zarar verebilecek davranışları kesin ve sert bir şekilde mahkum etmek, bir hak oldugu kadar bir görevdir de. * * * Gelmektc olan devrimci yükselişin son otuz yıl içerisinde kendisini öneeleyen ilk ikisinden temel bir farkı, bu sonuncusunun işçi hareke tini n damgasını taşımasıdır. '80'lcrin ortasından i tibaren sahneye ilk ç ıkan işçilerold u; bugün, '90'1arın başında, sahneyi belirgin bir şekilde işçiler tutuyor. Ve bu sahne birkaç büyük sanayi kentinden de ibaret değildir. B unu, devrimimizin proleter karakterinin belirgin gösterge lerinden biri saymak gerekiyor. İşçi hareketi ağır, sancılı bir tempoda ve kesikli dalgalar halinde gelişti. Komünistler�onun bu özelligini daha başından tespit ettiler. M uhtemelen gündemdeki yeni dalga da toplu sözleşme döneminin ard ından hızını kaybedecek, yavaşlayacaktır. Ama durmayacak, çeşitli biçimler kazanarak sürecek, ve içten içe bir yenisini hazırlayacaktır. Onun bu özel liğinden, kesikli dalgalar halinde gelişmesinden hareket le, ek olarak, iktisadi etkeniere ve istemiere bağlı olarak canlanmasını ve sonrasında ni sp i bir durgunluğa girmesini kanıt göstererek, bazıları onu küçümseme yoluna gittiler, gidebildi ler. En hafif ifadeyle bu, kitle hareketlerinin devrimci mantığını ve dinamizmini değerlendirmedeki bir yeteneksizliğin i fadesieli r. B ugünkü işçi hareketinin son 30 yılın mücadele birikimleri üzerin de yükseldiğini, onu harekete geçirenin yaln ızca bazı ekonomik haklar değ il ama çok daha öneml i ve temel olarak, kapitalist düzenin dayanılmaz hale gelen genel toplumsal, siyasal ve iktisadi koşullar bütünü olduğunu kavrayamayan bir kimse, kitle hareketlerinin, dolayısıyla bugünkü hareketin devriınci gelişme mantığından hiçbir şey an lamaın ış demektir. Dikkat edin sermayenin bir kısım sözcülerine . Onlar, Dcmircller, İnönülcr, Eccvitler, mevcut işçi hareketini yaln ızca i leri sürdüğü bazı ekonomik ve demokratik haklarla dcğerlendiriyorlar, bu çerçevede iş çilere hak vermekten, hatta bir kısım "haklı" taleplerini savunmaktan da geri durmuyorlar. Ama onlar gerçekte bu reform talepleri görün lüsünün gerisindeki asıl devrimci niteliği, devrimci dinamizmi görii- 55 yorlar, biliyorlar ve bun dan ürküyorlar. Tarihte "kuru fasulye" isyanl arının devrimci ayaklanmalara dönüştügünü, bu rj uv azi bir kısım sözde devrimciden daha iyi biliyor. B u nedenledir ki sermayenin temsilcileri hareketi görüntüsünden ibaret göstermek, onun derindeki devrimci niteliğini karartmak, bu gerçeği özellikle hareketliliği yaşa yan işçinin kendisinden saklamak için olmadık çabalar harcıyorlar. Ecevit'in, Türk burjuvazisinin bu aşağılık hizmetkarının, geçen Mart Nisan işçi hareketleri sırasında bu amaçlı çabaları gerçekten dikkate dcğerdi. Bir ınarksistin görevi ise bugünkü işçi hareketine bakarken görün tünUn ötesine geçebilmek, onun asıl devrimci niteliğine, g ücüne ve . kaynaklarına ulaşabilmcktir. Halih azırd�ıki istemleri ilc on u yaratan derindeki nedenleri birbirinden ayırmak, bu ikincisini göz'önündc tut mak, dolay ısıyla, hareket karşısındaki görev ve so!umluluklarını da bu açıdan saptayabilmektiL Bu sonuncu nokta önemlidir. Hareketi abartıyorsunuz diyenlcrin, aynı zamanda harekete karşı görevlerden uzak duran çevreler olması rastlantı değil. Öte yandan, bir marksist için asıl önem li olan, olması gereken, işçi hareketin i n mevcut istemlerini elde etmede ne ölçüde başarıl ı olduğu değil, bu elde etme mücadelesi içinde, bu hareketli! ik içinde, kazandığı eğitim ve deneyim, edindiği mücadele bilinci ve gcleneğidir. Bu ve daha önce i fade edilen, ikisi birarada, kitle hareketine yaklaşımda bir marksist devrimeiyi bir liberal reformcudan ayırmanın temel kıstaslarındandır. İşçi hareketi gelişme çizgisini sürdürecektir. B üliin güç ve olanaklarım ız ı seferber ederek bu harekete katı Imal ı , onu destekleme l i , gcliştirıneli-, yaymalı, örgütlerneye ve politik bakımdan geliştir meye, temel devriınci hedefiere yöneltıneye çalışmalıyız. Tck kcl i meyle ona önderl ik etmeliyiz. Hareketin mevcut çerçevesi, bilinç ve örgütlenme düzeyi onun temel zaafıd ır. Bu zaafkısa dönemde ve kolay giderilebilecek gibi görünmüyor. Bunun kendisi bir önderlik boşluğu na işaret ediyor. Komünist hareketin güçsüzlüğü, dağınıkl ığı ve örgüt süzlüğü anlamına geliyor. Ama öte yandan, mevcut hareketlilik hem komünist hareketin ve hem de buna bağlı olarak işçi hareketinin zaanarını hızla gidennede uygun ve elverişli bir ortaındır. Örgütlenme ve birlik sorununun komünist hareketin temel bir ihtiyacı ve zaafı 56 oldugu haklı olarak sık sık belirtiliyor, yakınma konusu ediliyor. Bunda samimi ve tutarlı olanlar, dikkatlerin i ve pratik çabalarını işçi hareketine yöneltsinler. İşçi hareketinin bugünkü devrimci zemini dışında denenecek her örgütlenme ve birlik çabası, boş ve sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Yeni bir devrimci yükselişin baş gösterdiği bir dönemde, örgüt sorunu hayati önemdedir. Bu sorunu atlayarak, ya da ona yeterli ilgiyi gösterıneyerek devrim ve iktidardan sözedenleri ciddiye alamayız. Örgüt sorunu devrim yapmak istek ve kararlılıgının denek taşıdır. Liberal gcvezelikle ihtilalci konumu ve kimligi ayırdetmenin turnuso ludur. Sözü edilcnin, çok sayıda "sosyalist"in üstüne yıllardır tartıştıkları halde bir türlü başararnadıkları gevşek bir yasal parti değil, leninist tipte, i llegal gerçek bir proleter ihtilal örgütü 1 partisi olduğunu eklememiz gcreksizdir. Devrim i _başarmanın, iktidarı kazanmanın ve sosyalizmi kurmanın gerçek güvencesi böyle bir örgüt olabilir ancak. EKİM Mart 1990 57 ' 90 1 MAYIS 'I Sermaye cephesi haftalar boyunca yogun bir terör estirdi. Her türlü tehditi savurdu. En yetkili ağızlardan yasaları çigneyenleri kurşunlarız açıklamalarında bulundu. ı Mayıs günü tüm İstanbul ' u poli s ve asker sürüleriyle işgal etti, helikopterlerle gözetim altına aldı. Fakat tüm b u çabalar·sonuç vermedi. ı Mayıs kitlesel bir katılımla ve m i litanca kutlandı: Binlerce işçi ve devrimci yasaları ve yasakları çigneyerek tehditlere papuç bırakmayarak sokaklara ve meydanlam aktı. Yüzbinlerce işçi üretimi şu ya da bu biçimde ve düzeyde durdu rarak ya da aksatarak 1 Mayıs ' ı kutladı. '90 1 Mayıs'ı, ; 89 I Mayıs'ından daha başarılı oldu. Devri min ve proletaryanın kalbi İstanbul ı990 Dünyasının en miliLan ı Mayıs işçi eylemlerine sahne oldu. Bu sonuç, devrimci hareket ve işçi hareketi için büyük bir başarıdır. Bu sonuç, sermaye cephesi için utanç verici bir başarısızlıktır. Onlar bir kez daha Taksim ' e kızıl bayrak çektirmedik diye teselli bulabilirler. Ama koca 58 bir devletin Taksi m ' i ancak geniş çaplı bir seferberlikle elde tutabil mcsi bile, gerçekte bizim gücümüzün bir göstergesidir. Devleti buria mecbur etıne)c bile özünde Taksim'de de ı Mayıs'ı kutlamış olduğu m uzun bir ifadcsidir. Sermayeninki i se yalnızca bir tesellidir. Bir yıl önce, bugünlerde ve yine bu sayfalarda, İstanbul 'da yaygın ve militan direnişieric kutlanan ' 89 ı Mayıs ' ının anlam ve önemini degerlendirirken, şu gerçegi n altını çizmiştik: " '89 ı Mayıs'ı tekil bir olaydır ama", TUrkiye' n i n , "derin ve kuvvetli köklere sahip bir sosyal devrim toprağı" olduğu gerçeğinin, bu genel gerçeğin, özlü ve anlaml ı bir i fadesi de olmuştur aynı zamanda. İşçi sınıfının yaygın bir katı lımıyla kullanan '90 1 Mayı s ' ı , bu genel gerçeğin çok daha açık ve çarpıcı, çok daha derin ve ,kapsamlı bir i fadesi o l d u · . '90 ı Mayıs ' ının , anlamını, ön em i n i ve derslerini değişik yönlc riyle yeniden yeniden değerlendirmek , an lamak ve özü ıns e ın ek , m utlaka yerine ge t i ri l mes i gereken önemli bir görevdir. Devriınci sanarda ve öncü işçi l er arasında bunun hakctLiği ilgiyi göreceği , konunun değ işik yönleriyle şu y a da b u d üzeyde irdclcnip tartışılacağı kesindir. Zengin mesajlar ve dersler içeren bu direniş ey lem i n i , her bakımdan ve elbet güncel sonuçlar bakımından da değerlendirmek gerekl i olmakla birlikte, biz burada bir kez daha dikkatierin asıl olarak, '90 ı May ı s ' ı nııı derinden dcrine verdiği tarihsel ve evrensel önemdeki mesaja çek il mesinden yanayız. Bu güncel dersleri ya da sonuçları küçümsemek ya da ikinc i l önemde görmek demek değildir. Ters ine, güncel dersleri ve görevleri tarihsel bir perspekti fc dayalı ve böyle b i r sorum luluk bilinciyle, m üthiş bir inanç, i y i mserlik v e enerj i kaynağı olan böyle bir kavrayış temeli üzerinde ele alab i l mek demektir. Devrimci n in onsuz olamayacağı tarihsel i y i mserl iği , bugün dünya ölçüsüncieki b i r propaganda ilc s i ste m l i ve sürek l i bir saldırı hedefi yapılıyor. Dikkate değer bir ş e k i l d e, 1 Mayıs öncesi ve sonrasında, Türkiye' de, tüm sermaye yazarları ve politikacılarının işledikleri temel tema da hep bu oldu. D ünyada ö len bir davayı Türkiye'de bazı inatçı bağnazlar garip bir ısnırla hala yaşatınaya çalışıyorlard ı ! Gerici bur juva propaganda çok bilinçli bir terc ihle, güncelden çok tari h se l boy uta sald ı rıy ord u Hedef tarihsel bilinci ve i y i nıserl i ği darbelem ekti . Bunda . başarıl ı ol unduğu ölçü(lc güncel çaba ve enerj in i n temelsiz b ı rakac ağı , 59 kötürümleştirilecegi iyi biliniyordu. Bu olgu, içinden geçmektc oldugumuz tarihsel kesitin devrimci ve karşı-devrimci propagandasında, tarihsel devriınci iyiınserligin korun ınası ya da kırılınası sorununun temel bir temayı oluşturdugunu gös�erir. Onlar, sermaye cephesi, tarihsel ve güncel gerçeklerin teryüz edilmesine dayalı bir propaganda ilc devriınci iyiınserligi kırmak savaşı yürütüyorlar. Bizler, devrim cephesi, nesnel ve canlı gerçekiere dayalı bir propagandayla devrimci iyiınscrligi sürekli işlemck, koru mak, geliştirmek, pekiştirrnek ihmal edilmez göreviyle karşı karşıyayız. Tartışmasız bir devrimci kararldığın ve yaygın bir işçi katılımının karaktcrize ettiği '90 1 Mayıs'ına da asıl bu açıdan bakmalıyız. '90 1 Mayıs ' ı Türkiye toplumuınun bağrında devrimci birikim ve enerjinin yeni bir göstergesi, Türkiye'nin bir devrim ülkesi olduğu gerçeğinin yeni bir tescili olmuştur. Tarihsel birikimlcrdcn, nesnel olgulardan ve olayların bugünkü seyrinden hareketle, Türkiye'nin bir devrim ülkesi olduğu gerçeğinin altını sürekli çizmek ve, bu ülkede zafcrle taçlanacak bir devrimin dünya ölçüsünde sonuçlar yaratacağı öngörüsünü hep vurgulamak, gerçeklerden kopuk aşırı bir iyimscrliğc düşmek ya da cömertçe kolay devrim hayalleri yaratmak değildir. Şüphe yok, işimiz hayli zor ve çetin. Tarihsel bir silkinişin öncüleri olmanın büyük ağırlığı var omuzlarımızda. Karşımıza yalnızca tüm güç ve olanaklarıyla Türkiye burjuvazisi değil, bugün sosyalizm öldü histerisiyle zafer çığlıkları atan tüm em peryalist sermaye cephesi dikilecek. Düşmanlarıınız Türkiye burjuva zisiyle sınırlı olsaydı, işimiz n ispeten kolay olurdu. Ne ki tarih evrensel sonuçları olabi len her devrimin dünya ölçüsünde "kutsal cephe"lerlc karşı karşıya kaldığını gösteriyor. Ama eğer bu toplum, şu içinde bu lunduğumuz tarihsel kesitte, dünyayı sarsacak bir toplumsal devrimin dinam iklerini ve birikimlerini gerçekten kendi bünyesinde taşıyorsa, devrimci bir patlamaya dönüşecek unsurları ve güçleri sürekli olarak içten içe birikti riyorsa, devrimin bu nesnel yönüne ilişkin tespitleri ınizde tarihsel bir yanılgı yı yaşamıyorsak eğer, o halde, bunun ötesinde herşey, son tahl ilde bize bağlıdır. Devrimi o lağanüstü bir güç, enerji ve çabayla hızlandırmak, gerçek ve muzalTer kılmak, gösterilccek çabaya, yapılacak hazırlığa bağlıd ır. 60 Devrimierin kendiliginden zafere ulaşamayacagı, nesnel gelişme lerin olgunlaştırdıgı ve kaçınılmaz kıldıgı devrimci patlamaların, eger öznel elkenler ve hazırlıklar yeterli degilse, muzaffer: sonuçlara vara m�yacagı, toplumu belki temellerinden sarsacagı ama yine de yıkamayacagı devrimci ögretinin basit bir gcrçegidir. Devrimler tari hinden süzülmüş bu basit gcrçegi , her devrimci iyi kötü bilir. Ama bir devrim ülkesinde bunu sıradan bir ögreti dcrsi olmaktan çıkarıp derinden dcrine sindirmck gerekir B u bilinci iç se l leş tirmek , bitmez Lü k cnmez . " " bir çaba ya dönüştürmek gerekir. '90 1 Mayıs' ı Türkiye ' nin bi r devrim ülkesi old uğu nu bir kez daha gÖstermekle kalmamış, fakat aynı zamanda nesnel olanaklar ile öznel hazırlık arasındaki uçurumu da scrgil eıni ş t ir sos yal izınlc özeleş sayı ldı ğı ve "koınüı:ıistlcrin b ayramı olarak sunulduğu bir ülkede ı Mayıs'ı kutlaınıştır. A m a öte yandan, iş ç i yığınları bunu büyük ölçüde kendi liğinden, m ücadele isteklerinin bir i fadesi ve sı'n ıf sczg i leri n in bir sonucu olarak, örgütsüz ve önderl ikten yoksun olarak yapmışlardır. Tarihin kendi i rademiz dışında önümüze koyduğu dünya devrimine k arş ı büyük soru mluluğumuzun ı ş ığınd a , '90 ı Mayıs ' ı nm güncel derslerini de asıl olarak bu yönüyle dcğcrlen di r ınc ıniz gcre�iyor. Devriınci hareket bir kez daha tüm gerici sermaye cephesini şaşkın lığa, öfkeye ve kaygıya düşüren övgüye değer bir k�ırarlılık scrg i lemiştir. Militan bir tutumun ve tehditlere meydan okuyan bir kararlılığın i fadesi olarak Taksim 'c, ı Mayıs Alanına çıkmakta ki ıs ran bunu kanıtlar. Ama bu ayn ı tutum, öte yandan, i şçi s ınıfı hareketinden· kopukluğurı, bu hareketin bünyesindeki devrimci enerjiyi harekete gcçirınc bil incinden yoksunluğun, bu temel görev karşısındaki yete neksizliğin de b ir yansıınasıdır. Taksiın 'e çıkışın tck tara ll ı abartılınasını, her türlü esnek eylem taktiğini dışta bırakacak bir katılıktu ınutlaklaştırılınasın ı , bu yönüyle de ele almak gerekir. '89 ı Mayıs'ında da sermayeni n kolluk k uvvetleri ı Mayıs Alanını işgal etmişlerdi . Ama tam da bu yolla, tüm İstanbu l'un eylem alanına dönüşmesini kolaylaştırmış, fabrikalardaki eylem leri ise bütünüyle si neye çekmek zorunda kal m ışlardı. B u yılın ı Ma yı s ' ıııda yeniden ger çekleşen bu durumu, devrimciler bilinçli olarak hesaha katınalıydılar. Bu, I Mayıs 'a işçi katı lımın� hep nicelik hem de nitelik olarak daha ileri bir düzeye çıkarabilccckti. N i tekim V. Koç' tan Dcm ircl'e, Nazlı . Evet, yüzbinlerce işçi 1 Ma y ı s ' ı n " 61 Ilıcak'tan İnönü'ye tüm gerici sermaye sözcüleri "şu ı Mayıs yasallaş sm" diyorlarsaeğcr1 yalnızca ı Mayıs'a sahip çıkış kararlılığı karşısında boyun eğmek durumunda kaldıklarından değil, yanısıra, yasağın ve Taksim işgalinin tüm İstanbul'u ve sayısız fabrikayı eylem alanına dönüştürdüğünü görmenin tedirginliğinden de dolayıdır bu. S ermaye cephesi bugüne kadar ı Mayıs'ı yok S<\ymak ve her yolla engellemek yolunu tuttu. Devriınci hareketin gösterdiği kararlılık bu çabayı boşa çıkarmış bulunuyor. Artık ı Mayıs bir "işçi bayramı" olarak yaygın "kabul" görüyor. Bu, devrim ve işçi hareketi için önemli bir başarıdıf. Ş imdi yeni bir dönem başlıyor. Burjuvazi zorunluluklar karşısında tutumunu değil, taktiğini değişLirınişLir. Kaba yöntemlerle yasaklamak yerine ince ve sinsi yöntem lerle içi boşaltılmış, devriınci ruhundan ve anlamından yoksun bırakılmış, "terbiye" edilmiş bir ı Mayıs hedefliyor. S HP, Türk- İş bürokratları ve solun terb iye edi lmiş kesimleri daha şimdiden bu m isyona soyunmuş bulunuyorlar. Aruk devrimci hareketi yeni bir görev, yeni bir sınav bekliyor. Terbiye edilmiş ı Mayıs taktiğini boşa çıkarmak, ı Mayıs ' ı , işçi sınıfının tüm sermaye ve gericilik dünyasına karşı bir mücadele günü olarak YJlŞatmak... EKİM Mayıs ı990 62 DÜZEN CEPHESİNDE DURUM Düzen cephesine genel çizgiler içinde bakıldığında görünen nedir? Sık sık ve herkesçe üzerinde durulan iktisadi görünümü özet lemek, iktisadi sorunları sıralamak gereksizdir. Kapitalist ekonomi uzun yıllardır aynı çıkınazın içcrisindedir, temel sorunları bakımından ' çözümsüzdür. G ündelik politikalarla "gün" kurtarılınaya çalı şılmaktadır. Bu i se sorunların birikınesi ve ağırlaşınası sonucunu doğurmakta ve doğal olarak sosyal hareketliliğin ve politik bunalımın uygun zeminini pekiştirmektedir. S iyasal plandaki görünüm ise şöyle özetlenebilir: Yığınlam "en üstün irade" olarak sunulan parlamento, sözde parlamenter rej imin bu sözde temel kurumu, biçimsel bakımdan bile büyük ölçüde devreden çıkarıl!nıştır. Türk burjuvazisinin gerçek s iytısal karar ınerkczi, liberal aydınlar tarafından bugünlerde yeniden bolca övgüsü yapılan '6 1 Ana yasası sayesinde, son 30 yıldır hep generallerin egemenliğindeki Milli · 63 G üvenlik Kurulu (MGK) olmuştur. Uluslararası ve yerli sermaye çev relerinden süzülüp gelen istemler önce MGK'da temel politika ve kararlara dönüşmüş, ard ından hükümete dikte .ettirilmiştir. Bu politika ve kararlar, yasal çerçeve uygunsa dogrudan hükümet İcraatı haline gelmiş, degilsc hükümet eliyle önce parlamentoya getiri lmiş, biçimsel tartışmaların ardından "yasa" katma yük�eltilmiş, buna da milletin iradesinin millet meclisi eliyle tecell isi adı verilmiştir. Bu işleyişi kısmen boz up zaafa ugratan, MGK kararlarının yasa ve i craata dönüş ınesini engelleyen ya da geciktiren biricik engel, sistemin kendi dışından gelen baskılardı;' yıgınların tepkileri ve devriınci miicadeleleriydi. 12 Eylül sonrasından beri ve şimdilerde artık biçimsel parlamen tonun bu biçimsel işlevi bile büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır. Artık MGK 'de generaller eliyle saptanan ve hükümete dikte .ettirilcn pol i tikalar, hükümeteliyle v e Kanun Hükmünde Kararname (KHK) yoluyla yasa haline getiri lınektc ve uygulanmaktadır. Sözde purlaınemer reji min bütünüyle iflusı demek olun bu işleyiş tarzı , burjuvazi bakım ından bir politik güçsüzlük göstergesi sayı lmalıdır. Kaba yöntemlerin geri sinde daima bir zayıflık, bir çaresi zlik vardır. Düzenin içinde bulun duğu güçliikler, karar ve politi,kaların seri ve firesiz uygulanmasını gc rektirınektc, bu ise KHK yolu ilc gerçekleştirilmektedir. Parlamento nun biçimsel işlevi , gereksiz tartışma ve zaman kaybı sayılınakwdır. Yasama ve yürütme yetkisi fiilen MGK, demek oluyor ki gene raller eliyle kullan ılınca, temel etkinlik alanı parlamento olan sözde burjuva muhalefeti de biçimsel muhalefet zemininden bile yoksun kalmakta, bu da onun iflası anlamına gelmektedir. Şu dönem general lerin parlaınent()(J<ık i öteki partilere ve rd ig i rol, parlamentoda bile değil, "zirve"lerdc ve kulislerde temel pol itikuları onaylamak, sonra da bu pol itikaların özünü yığınlardan gizlcınck ve onların uygulanışını hakl ı göstermek için çaba harcaınak, gereki rse bunun için, İnönü'nün son K.ürdislan gezisiyle yapLığı gibi, yurt sathına dağılmakur. Demi rellerin ve İnönülerin yaptığı bundan başka bir şey degild ir. Bunu, devletin iyi yönclilmcdiğin i , hükümetin iyi yönctemedigini ekleyerek yapmaları "muhalefet" olmanın gereklcrindendir. Onların itiraz ı icraa ta değil, icraatçılarad ır. Ekim 'in başından itibaren altını çizdiği bir gerçek var; burjuva muhalefetinin açmazı, aslında düzenin açınazıdır. K arş ı karşıya bul u n - 64 duğu köklü ve ciddi iktisadi ve politik sorunlar, d,üzenin manevra alanını aynı zemin üzerinde alternatif politikaları o anaksız kılacak ölçüde daral lmıştır. Bu durum, öteki burj uva partilerin bugün gündeın de ota n temel iktisadi ve Politik sorunların hiçbirinde ıuevcut hükümet partisinden farklı bir değerlendirme ve çözüm ' ön'e risine sahip olamaması şeklinde yansıyor. Ve bu, onların yığınlar nezdinde neden bir türlü inandırıcı bir alternatif olarak görülcmcd iğini açıkladığı gibi, oy desteği yüzde l O 'lara d üştüğü hep ileri sürülen hükümet partisinin de neden buna rağmen hala- hükümet edebildiğini de açıklar. Emper yal ist m ihrakhır ve y�rli tckeller adına ülkenin gerçek yöneticileri olan gencraller de, saptanan politikaları eksiksiz ve kölece, bir tür "emir kom uta" işleyişi içinde uyguladığı için, bugünkü hükümet partisini ve onun fi ili lideri olan cumhurbaşkanını tercih ediyorlaç. Düzenin esas ağırlığını SHP ve DYP'nin ol uşturduğu muhalefet partilerine ise, kendi lerini sermaye çevreleri ve gencraller nezdinde tercih ed ilir k ı lmak için sarılacakları biri diğerinin uzantısı iki nokta kalıyor. B irincisi, mevcutpolitikaları daha kuvvetle uygulamayı s iyasal bakımdan olanaklı kılacak daha güçlü bir oy desteğ i; ve ikincisi, kitleler nezdinde hükümet partisi ölçüsünde yıpranmam ış olmak. Gerçekte de emperyalist ve iç sermaye çevreleri SHP ve DYP'nin durumuna yalnızca bu açıdan bakıyorlar. Bu iki partin in yığınlar nezdinde yeterince inandırıcı olamamasının kaygısını en az bu parti lerin yöneticileri kadar sermaye · çevrelerinin kendileri duyuyorlar. İnandırıcı bir alternatif hükümet partisi oluştunuııaınak bizzat rej im in bir zaafı sayılıııalıdır. Yaşanmakta olan "yönetcmcme krizi "rı in başlıca göstergelerinden biri de budur. Buradan burjuva siyasal sahnesinin yeni unsurlarına, düzenin yeni payandaları olan sosyal-reformisLierin konumuna ve misyonuna geçilcbilir. Sosyal-reformİstler deni lince genellik le yalnızca TBKP anlaşılmaktadır. Oysa bu TBKP'den "solcu" gqçincn liberal aydınla ra, "Yeni Sol Parti" girişiıncilerinden "yeni oluşuıncu"lara kadar hayli geniş bir yelpazedir. Y ine de bu çevrelerin konumunu, misyonunu, ideolojik ve politik alçalışını, uşaklığa d uydukları hevesi en iyi sim geled iği için TB KP bunların "temsilcisi" olarak al ınabi lir. Liderleri serbest bırakılan bu parti şimdi yasal olarak kurulma� ü�eredir. 13u olanağa kavuştukları dönem , burjuvazinin işçi hareketini , Kürt ulusal � 65 hareketini ve genel olarak devrimci hareketi hedef alan kapsamlı politikaları gündeme aldığı bir dönemdir de. Yığınların ve devrimci akımların sıradan demokratik hakları ve yasal olanakları bile kulhm maktan yoksun bırakılmak istcndikleri bir dönem , sosyal-rcfonnistlc rin yasal parti kurma hak ve olanaklarına kavuştukları bir dönem olabiliyor. Bu karşıt gelişme, sosyal reformisLierin karşı kampta, düzen kampında konumlandıklarını n basit bir kanıtıdı r. Düzen politikası içindeki sınırlı, ama y ine de burjuvazi için son derece ö�emli m isyon ları bellidir. Birincisi, Mussolini tipinde bir Kanun Hükmünde Karar nameler rejimi baline gelmiş rejime ve onun baskı ve teröre dayalı uygulamalarına örtülen "demokrasi" şalının eksik parçasını tamamla mak; ikincisi, uluslararası gelişmelerin devrimci saflarda yaratuğı ideolojik kargaşayı ve reformİst eğilimleri körüklcmek; ve üçüncüsü, etkilcdiklcri bir kısım "ileri" işçiler ve sendika bürokratları ünıcılığıyla işçi hareketinin gelişme hızını kesmck. Bu son noktada nasıl bir rol oynayabildiklcri son 1 Mayıs direnişlerinde bir kez daha görüldü; TBKP'nin etkisindeki şubeler ve işyeri tcmsilcileri mil itan direnişiere karşı grcv kırıcı rolü oynadılar. Düzenin siyasal sahnesindeki bu bel li görünümlerden manevi alanına geçildiğinde ilk göze çarpan, görülmemiş boyutlarda bir de jcncrasyon ve çürümedir. Olağantaşmış rüşvet, yolsuzluk ve siyasal skandallar bir yana. Düzenin başbakanı en aşağılayıcı "fıkralar", düzenin cumhurbaşkanı "hanedan" öyküleriyle bizzat düzen kesimin de bile yoğun bir tartışma, eleştiri ve alay konusuysa eğer, düzenin çürüdüğünün, kokuştuğunun bundan daha iyi bir kanıtı olamaz. Yerlerine alay konusu ettiklerinden daha iyisini koyamayan burjuvazi , gerçekte kendi düşkünlüğü ilc alay etmiş oluyor. Düzenin ideoloj ik cephesine gelince, din ideolojisinin bel irgin bir şekilde öne geçtiği, düzenin maddi varl ığını korumak için dinin daha etkili bir silaha dönüştürütmek istendi ği görülüyor. B unun mimarı. emperyalist çevreler ve biz:t.at CIA merkezleridir. Kemalizmin resmi bir ideoloji olarak artık pek bir işe yaramad ığı ve zaten uzun zamandır da fiilen geri plana düştüğii, 12 Eylül 'den itibaren artık resmen Türk İslam sentezi ilc ikame edildiği Türkiye'de, din çok değişik biçimle riyle (buna Alevi bir d inci akım geliştirmek de dahil) daha etkili bir silah olarak gündeme alınıyor. Devrimci yayınlarda din sorunu, 66 Amerikan emperyalizminin Türk burjuvazisine Ortadogu için tasarladığı yeni rolle ilintili olarak, dolayısıyla daha çok dış politika ihtiyaçları bakımından ele alınmaktadır. Bu yönü olinakla birlikte bundan da önemli ve asıl olarak, bu bir iç politika ihtiyacıdır. Devriınci gelişme ve ideoloj i karşısında "ılımlı islam", demek oluyor ki burj uva düzenin "modern" koşullarına uydurulınuş dinsel ideoloji, en etkili dalgakıran olarak değerlendiriliyor. * * * İşçi hareketi ve Kürt ulusal hareketi sermaye düzeni için iki temel sorun durumundalar. B u iki hareket, bu aşamada henüz birbirinden bağımsız olarak ya da birbirlerini ancak dalaylı biçim lerde ct_k ilcycrck, sürekli bir gelişme içindelcr. İşçi hareketi taşıdığı politik dinaınizıni ve politik eylem potansiyelini I Mayıs eylemleriyle göstermiş bulu nuyor. S ürekli küllcndirilınck i stendiği halde işçi kitleleri arasında gitgidc daha kuvvetli bir istem haline gelen genel grcv, bu politik eylem potansiyelinin bir başka önemli ifadcsidir. KUrt ulusal hareketi ise zaten dogası gcregi bütünüyle politik bir zemine sahiptir ve eşitlik ve özgürlük gibi köklü ve kapsamlı politik istemler üzerinde yüksel mektedir. Bu iki harekete bu aşamada bir üçüncü olarak gençlik hareketini eklemek zor gibi görünüyor. Zira devriınci Ôğrcnci hareketi uzun dönem etkil i olan dar akademik zemini sıçrama denebilecek bir değişimle kırmakla birlikte, bunu kitlesel tcınclc dayalı bir biçimde başaramad ı . Yaşaınakı.a olduğu politik canlılık gençliğin en ileri ve son dcreec dar kesimlerine dayandığı için, görümüye rağmen gerçekte düzen için henüz ciddi bir sorun oluşturm uyor. İşçi hareketi ve Kürt ulusal hareketiyle başa çıkmak düzeninin bugünkü iki temel gündcınidir. Çözüme ilişkin politikanın esası ise tüm burjuva politik kamp için tektir. Hareketin öncü kesimlerini ezmek, kitlelerini kontrol <ıllına almak, gerekirse ancak bundan sonra sınırlı bazı Lavizlcrlc hepten yatıştırmak. Taviz verebilmek için önce l ikle öncü kesimleri ezmek, hiç değilse tecrit etmek, bir önkoşul olarak ele alınmaktadır. Bu nedenle de şu dönemin tck "çözüm" yönLemi olarak baskı ve terör uygulanmaktadır. "Zirvc"dc m uLabakall sağlanan politika budur. SS Kanımamesinin içerd iği önlemlerin simgelediği 67 budur. Bu aşamada burjuvazi. bir politika yöntemi olarak taviz vermek bir yana, gelişen mücadelenin fiilen koparıp aldığı hakları ve yarauıgt olanakları ortadan kaldırmak çabası içerisindedit. Öte yandan, baskı ve şiddete dayalı politika burjuvazi için bir öncelik tercihi olmaktan çok bir zorunluluktur. Düzenin bugünkü du rumu ve dengeleri tavizi, "reform" yöntemini olanaksız kılmaktadır. Dünya "yumuşamaya ve demokrasiye" giderken ülkemizde neden hala sertlik yöntemi diye sızianan l i bcrallerin görcmedikleri, görnıek iste mcdikleri budur. Ya da örneğin. SHP'nin "ANAP'laşması"nın sırrı tanı da budur. Zorla ve fiilen elinden alınacaklar dışında, bilinçli bir politikanın gereği olarak katlanabilcceğ i ve ona umduğu politik somiçları saglayabilccck tavizler verebilecek koşullardan yoksundur burjuvazi. Örneğin işçi hareketine en sınırlı tavizler" bile mevcut iktisadi politikalarda önemli değişiklikleri gerektirmektedir. Oysıı kapitalist ekonomi bunu kaldıracak durumda değildi r. * * * Tüm bunların düzen için zayıflık göstergeleri olduğu bir gerçek tir. Ve böyle bir zayıllığın oluştuğu her yerde burjuvazi onu baskı aygıtlarını tahkim ederek, baskı ve ezme politikal<ırını sistemli bir şekilde uygulayarak dengelcmeye çalışmıştır. Bunda başarılı olup olamamak ise, temelde işlerin devrim cephesinde nasıl gitliğine bağl ı olmuştur. Düzenin çözümsüzlükleri, güçsüzlükleri üzerinde hep duruyoruz. B unun her zaman yapılması gerekir. Zira bir toplumda belli bir tarihsel kesitte oluşmuş ve yoğunlaşmış devrim koşulları ve ola nukları en <ıçı k şekliyle bilincc çık<ırılabildiği ölçüde, o devrimin zaferi için harcan�ıcak çaba ve enerji de o ölçüde büyük olacaktır. Fakat öte yandan, tum da bu alanda, devrim i hazırlamak ve kazanmak alanında yapılması gerekenler en enerjik, en tam ve en örgütlü bir şekilde yapılmadıkça, sonuca ulaşmak da m ümkün olmayacaktır. Tarihsel deney imin gösterdiği budur. EKİM Hazinın 68 1 990 '9l'E G IRERKEN Başta komünistler devrimci hareketin bir kesimi için, yeni bir devriınci y ükselişin gelmektc olduğunu y ıllar öncesinden görmek hiç de zor olmadı. Yalnızca derinden dcrine işleyen dinamiklerin tahlili değil, günbcgün çoğalan dış belirtiler, yıldan yıla g üçlenerek ve yayılarak yaşanan ilk kıpırdanışlar bunu görmeyi kolaylaştırınaktaydı. Fakat yine de ' 80'1i yılların ikinci yarısı boyunca bunun, gitgide güçlenerek de olsa henüz yalnızca güçlü bir beklenti olarak kaldığı da bir gerçektir. Oysa '90 yılı bunu bir beklenti olmaktan çıkarmış, somut bir gerçeklik haline getirmiştir. Geride kalan '90 yılı Türkiye'de yeni bir. devri mci yükselişin artık pratik bir olgu haline geldiği bir yıl ola rak, tam da bu nedenle bir dönüm noktası olarak tarihe geçecek, Türkiye devrimi için nasıl bir önemli dönemeç olduğu ilerde daha iyi anlaşılacaktır. Merkezinde proletaryanın, proleter kitfc hareketinin bulunduğu bu devriınci yükseliş, Doğu Avrupa'nın çöktüğü ve bu 69 vesileyle dünya ölçüsünde devrime ve sosyalizme karşı dizginsiz ve hayli etkili bir gerici ideolojik politik saldırının yaşandıgı bir dönemde patlak verdiği için; tam da bu tarih sel özgün ortam nedeniyle, devrimci karşı cıkileri daha şimdiden u l uslararası planda yansıyan, gerici dal gaya karşı bir dalgakıran rolü oynayan ve giderek tersten bir cercyana dönüşen olay olarak, dünya devrimi bakımından da tarihsel bir önem ta ş ı mak tadır. Geride kalan yılın devrimci yükselişi somut bir gerçeklik hal ine getiren kitle eylemleri bilançosuna kabaca bir göz atalım. Yılın ilk ayları, özellikle Şubat ayı yoğun işçi eylemlil iğine sahne oldu. Aynı dönemde buna küçük üreticilerin direnişi ve öğrenci eylemleri eşlik etti. Sürmek tc olan işçi eylemliliği Mart' da bu kez Kürdistan' da patlak veren ve Kürt ulusal hareketinde yeni bir safuaya geçişin ifadesi olan sarsıcı siyasal kitle direnişlerine ve gösterilerine sahne oldu. Mayıs'da Türkiye işçi sınıfı tarihinin en geniş katılım lı 1 Mayıs eylemi yasalara ve yasaklara rağmen gerçekleşti. Yaz ayları küçük memurların ve "memur" sayılan emekçi kesimlerin eylemleriyle geçti. Eylül ayında proleter kitle hareketinde yeni bir kabarışın ilk işaretleri ortaya çıktı. Yeni bir dalganın gelmektc olduğu Kasım ayı kaynaşmalarıyla kesin leşti, Aralık ayı boyunca ise beklenen gerçekleşti. Zonguldak ınaden işçilerinin militan grevi ve haftalarca süren politik gösterileri, 26 Aralık grevleri, 3 Ocak genel uyarı grevi ve nihayet maden işçilerinin 70 bin kişiyle sürdürdüğü 5 günlük "Ankara'ya Y ürüyüş" eylemi proleter kitle hareketindeki bu yeni kabarışın somut i fadeleri oldular. Devriınci yükselişin geride kalan yıla ilişkin bilançosu nu tamamlamak için şunları da eklemek gerekiyor: '90 yılı boyunca sanayi kentlerinde onbinlerce işçinin coşkulu politik sloganlarla katıldığı çok sayıda yürüyüşler, mitingler ve salon toplantıları yapıldı. Bu yılın toplanı ında yaklaşık 300 bin işçi greve gitıi. Yılın yalnızca son bir ayında grevdc olan işçi sayısı 200 bini buldu. B u sayıya her an 1 00 bin greveiyi daha ekieyebilecek anlaşmazlıklar ise hala çözüm lenebilıniş deği l. B u rakamlara tck tck işyerierindeki sayısız direniş eylemi dahil değildir. Örneğin grev yasağı kapsam ındaki binlerce linyit işçisi son iki ay boyunca değişik biçimler alan fi ili direnişler içinde old ular. '70' Icrdcki yükselişin tepe noktası 1980 yı lı idi ve bu yılda grcvci işçi sayısı yalnızca 85 b i ni bulmuştu. Hareketli bir yıl olan ' 89 için ise , 70 · bu rakam ancak 40 bin olabildi. Oysa '90 yılının yalnızca Aralık ayı için bu rakam 200 bindir. Genel hatlarıyla yapılan bu dökümün kesinleştirdigi gerçek, Tür kiye'nin, tarihinin hiç bir dönemiyle kıyaslanamayacak düzeyde ve merkezinde proleter kitle hareketinin bulundugu bir devrimci yükselişi yaşamakta oldugud ur. Yıllar öncesinden Türki ye nin bi r devrim ü lkesi o ld ugu tespitini yapan EKİM, geçen yılın daha ilk aylarında, o g üne dek kesik l i ve sınırlı bir eylemlilik biçiminde uç veren yükselişi n '90 y ılında artık bir somut olguya dönüşecegi değerlendirmesin i yapmış, "Devrimci Yükseliş ve Devrimci Perspektif' başlık l ı başyazısında bunu şu perspekti fle el e al m ış tı : " Türkiye' nin bir üçüncü devrimci yükse/iş dönemine girmesi ne şaşırtıcıdır, ne de rastlantı. Zira Türkiye bir devrim ülkesidir. Yalnızca son dönemin olayları değil, daha da önemlisi son 30 yılın olayları bunu açık seçik hale getirmiştir. Biz komünistler,yaşamakıa olduğumuz dev rimci süreci anlık heyecanlar/a değil, bu tarihsel perspektifiçinde ele almalıyız. Dünya de vriminin ağırlık merkezi artık Türkiye' dedir. Bu aynı zamanda, Türkiye işçi sınıfının, uluslararası işçi sınıfınlll öncü kesimi olmak gibi şerefli bir tarihsel görev ve olanakla yüzyüze olduğu anlamına da gelir." (Sayı: 30, Mart 1 990) Bir bütün olarak son bir yılın olayları yukarıda söylenenleri tam b ir kesinlikle doğrulamıştır. Türkiye'nin devrimci olanakları, bu olanakları değcrlen direbi lecek yetenekteki biricik sınıf olduğunu şimdiden kanıtlamış bulunan Türkiye işçi sınıfı nın bu sayede ulusla ranısı proletarya hareketi içinde kazanmakla olduğu özel konum, bunlar artık herhangi bir tartışmayı anlamsız kılacak kesintiktc gerçek ler haline gelmişlerdir. Bugün için artık çıplak olan bu olgular, özel likle Avrupa' da olmak üzere tüm dünyada giderek daha çok komünist, devri mc i ve sınıf bilinçli işçi için ilgi, heyecan ve umut kaynağı olmaktadır. Emperyalist dünya ise çok daha erken bir zamandan . beri bu gerçeklerin farkındadır. Olayları özel bir dikkatle izlemekte, değerlen diınekte, pol itikalar gel iştirmekte, önlemler düşünmekte, giderek bu olayların kurulu burj uva düzeni tehdit edici bir aşamaya ulaşınası du rumunda nasıl davranacağı, hangi yöntem ve araçları kullanacağı ko nusunda somut ipuçları vermektedir. Türkiye'de işç i hareketinin · ' 71 yayıldığı şu dönemde NATO Genel Sekreteri Manfred Wömer, tüm Ortadoğu'yu toplumsal ve siyasal bir "istikrarsızlık alan ı " ilan ettiği k onuşmasında, Türkiye'yi kritik halka olarak tanımlamış, bu çerçeve de NATO' n un "yeni m isyon"una i şaret etm iştir. Benzer bir görliş NATO Başkomutanı tarafından aynı glinlerde dile getirilmiş ve bunun ardından NATO Çevik Kuvveti Türkiye'ye çağrılmıştır. Bir Amerikan generali tarafından "tarihsel önemde" olarak nitelenen bu gelişmenin gerçekten tarihsel önem taşıyan asıl anlamı bugün için Körfez krizi bahanesiyle karartılabi lmektedir. Nedir ki bugünkü biçimiyle simge sel sayılan ve Irak'a karşı sunulan bu girişimin, gerçekte yarın, ulus lararası sermaye cephesini Türkiye'den yaracak olan devrimim izin anında karşısında bulacağı uluslararası sermaye cephesi i ttifakın ı , onun m üdahaleci birleşik askeri gücünü siıngeled iğine kuşku duyul maınal ı. Emperyalist dünya, bugünkü Körfez krizini iyi bir fırsat sayarak Ortadoğu'da ve onun zayıf halkası olarak Türkiye'de yarına göre hazırlanıyor. Yaşamakta olduğumuz devriınci yüksel işin yeni evreleri bu gerçekleri daha da anlaşılır hale getirecek tir. * * * Proleter k itleler i le kent ve kır yoksullarınlll bağrı nda gizli duran biiyük devrimci enerji ve mücadele gücüyle k ıyaslandığında, devrimci yüksel işin bugünkü bu henüz oldukça geri ve zayıf say ılabilecek d üzeyi b ile, Türkiye devriminin kendine özgü karakteri, sosyal çeh resi ve içeriği konusunda açık belirtiler taşımaktadır. Proletarya mücade lenin yalnızca başını çekmekle kalmamakta, muazzam gövdcsiyle temel gücünü de oluşturmaktad ır. Bugünkü olaylar bunu herkesin kavrayabi leceği ölçüde basit algılanan bir olgu haline getirm iştir. Çatışmanın toplumsal gerçek l iğiınizin iki temel kategorisi olan emek ve sermaye arasında cereyan ettiği , bu i k i kategorinin tems i lci leri olarak iktidar savaşıınında proletarya ilc burJuvazinin karşı kar ş ı ya bulunduğu, tiim öteki toplumsal katınan ların toplumsal çatışmanın bu ana eksenine göre ınevzilcneceği , olayların bugünkü düzeyinde bile izlcneb i lmektedir. İşçi sınıfının egemen burjuvazi karşısında içine girdiği kaynaşma ve mücadel e soldaki bazı müzın i n reformislieri dah i , "işte sınıfa karşı sınıf! " diye haykıracak kadar hcycanlandırabi lınck72 tedir. Sosyalist olmak iddiasındaki reformistler bir yana. Türkiye'nin bugünkü sosyal harckellili�i artık bazı gerici bu rj uv a yazarlarının bile son olaylar üzerine konuşup yazarlarken "sınıfa karşi sınıf' olgusunu dile getirmeye zorlamıştır. Toplumumuzda iki temel sınıfın, b urj uvazi ile proletarya , karşı karşıya durdugu, çatışmanın ve hesap laşm an ın bu iki temel sınıf arasında gel işeceği , iktidarı elde tutabi irnek ya da ele geçirmek sorununun asıl olarak bu i k i sınıf arasında bir sonuca bağla nacağı, tüm bunlar artık pratik te belirginleşen gerçeklerdir ve devri mimizin kendine özgü karakteri, sosyal çchrcsi ve içeriğine i lişkin ı.arı.ışmalarda olaylarla doğrulanınakı.a olan ı.cınel nesnel verilcrdi r. Öte yandan işçi sınıfının, egemen burj uvaziyc karşı m ücadele gücünü ve kararlılığını ortaya koyduğu ölçüde, taşıdığı mücadele ener jisini ve yeteneğini sarsıcı eylemlerle örnekiediği ölçüde, kendi geri kitl elerin i olduğu kadar, topl umdaki tüm ezilen ve sömürülen katman ları da sarstığı, uyandırdığı, kendine çek tiği, onlar için bir umut hal ine geldiği, yine olaylarla kanıtianınakla olan nesnel bir gcrçek l iktir. İşçi sın ı fı bizzat gerçek yaşam içinde sermaye tarafından ezilen ve sömü rülen tüm çalışan ki tlelerin öncüsü, harekete geç i rici ve sürükleyici gücü haline gelmektedir. Zongu ldak' da gelişen proleter k itle hareke tin i n kısa zamanda bir ha l k hareketine doğru gelişınesi ve ı.üm topluın da g üçlü bir yankı bulması, eylem in mahalli n iteliği de düşün üldüğün de, bu açıdan gerçekı.cn çarpıcı ve .öğreticidir. B undan hareketle, m ücadelenin daha ileri düzeylerinde, işçi 'sın ı fının, ileri bir bil inç ve örgütl ülük düzeyi i Ic bell i başlı sanayi kentlerinele ortaya koyabi ieceği devriınci bir gi rişkenliğin, siyasal sınıf ilişkilerimlc yaraLacağı köklü değişimi ve yeniden ıncvzilcnişi kestiemek hiç de zor değil. Bunun, l)lıgünkü haliyle K ürt u lusal hareketinin hayli karışık ve değişken olan sosyal bileşim inde nas ıl bir değişıneye yol açacağı i se temel önemde bir başka sorundur. Tüm toplumu sarsan bir proletarya hareketin in var! ı ğı koşullarında, K ürt emekçi katınanlarının kend i lerini Kürt burjuva katınanları gibi yalnızca ulusal siyasal isteınieric sını riayacağını sanmak safl ı k olur. Devri m i m izin sosyal çehrcsi ve karakteri bakım ından ayd ıntatıcı olan bu verilere, devriınci yüksel işin ortaya ç ıkardığı m ücadele araç ve yöntemlerine i lişkin verileri eklemek gerekiyor. S i yasal gösterilere doğru gen işleme düzeyine u laşmış proleter kitle grevi bugünkü dev73 rimci yükselişin temel mücadele biçimidir. Olaylarİn genişlemesi ve boyutlanması proleter kitle grevi anıcıhgıyla gerçekleşmektedir. Mücadeleni n siyasal karakteri bclirginlcştikçc, proleter kitle grevinin değişik biçi m l erinin oynadıgı muazzam rol daha iyi aniaşı lacaktır. İ şçi komiteleri ilc sendikalar ise, mücadelenin bugünkü aşamasındaki örgütsel araçlar olmaktadır. Bu, m ücadeleye proleter araç ve yöntem lerin damgasını vurmak la oldugu anlamına gelir ki, bunu devrimimizin proleter karaktcrin i bir başka yönüyle aydınlatan bir olgu saymak gerekir. Son olarak, yığın hareketinin bu genel nesnel görünümlerinin ötesinde, bugilnkü düzeyiyle onun bilinç ve önderlik düzeyine, bunun la bağlantılı olarak şiarlarına, ileriye sürdüğü istemlerine bir göz ' atalıin. B u kuşkusuz hareketin en zayıf yanıdır. Eyleminin yer yer kazandıgı çok ileri biçimlere rağmen hareketin bilinç ve önderlik düzeyi henüz son dcreec geridir. İ şçilerde büyük bir mücadele kararlılığı var. Eylem içinde sürekli artan bir mücadele deneyimi var. Fakat mücadelenin temel sorunları, hedefleri ve yönü konusunda işçi sın ı fı henüz burjuva bilincin sınırları içindedir. Bu bakımdan denilcbilir ki hareket gerçek bir burj uva kuşatma altındadır. B urjuva muhalefet, sendika bürokrasisi ve sosyal reformizm bu kuşatmanın birbirine eklenen ve birbirini tamamlayan değişik halkalandır. İ şçilerin ken diliğinden ileri sürebildikler.i demokratik hak istemleriyle uyum sağla mak sözü geçen m ihraklar için zor olmadığı için, bu kuşatma önemli ölçüde başarılı da olmaktadır. Zonguldak işçileri ekmek ve demokrasi mücadelesi verdiklerini , demokratik haklar için dircmliklerini söylü yorlard ı. Kurulu düzenin temellerine yönelmeyen bu siyasal reform istemlerine sahip çıkmak özellikle sendika bürokratları ve sosyal re formistlcr için hiç de zor ol mam aktadır. Küçük-burjuva sosyalizmi bu gerçeği kavrayaın ıyor. Proleter yığın hareketinin nesnel görünümü ve öğeleri sahip olduğu geri programları boşa çıkardığı ölçüde, proleter hareketin öznel yönünü oluşturan zayıflıklardan kendi geri programına ve hedeflerine daya naklar bulmaya çalışıyor. Oysa tam da bu zayıfl ığın kendisidir ki siyasal demokrasi istemlerine dayalı devrim progr�mlarına öldürücü darbeyi vuruyor. Zira mücadelenin bu geri düzeyinde ve bilinç v e ön derl ik planındaki bugünkü vahim· durumda bile, işçi hareketi demokratik ist�mlerin önemli bir kısmını kendine şiar edinebiliyor. Zonguldak eyleminin gösterdiği gelişme düzeyi buna örnektir. İ şçi hareketinin kendiliğinden gelişme ile ulaştığı bilinç düzeyinin ve bunun yansıması olan şiarların daha şimdiden bazı programları zor laması -işte öldürücü olan budur. " İ ş, ekmek, özgürlük" yalnızca bazı devrimci grupların def!il, en az 1988'den beri Türk-İ ş yönetiminin de kullandığı temel bir şiardır. Demokratik siyasal istemiere sahip çıkmak, işçi hareketinin bu istemiere dayalı mücadelesini desteklemek, bu mücadele içinde ki tle. leri eğitmek, tüm bunların taktik önemi büyüktür. Ama şu temel gerçeği de olaylar şimdiden kanıtlamaktadır: B urjuvazinin devrilmesi ve iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi temel hedefine bağlanmamış bir demokrasi m ücadelesi, kaçınılmaz olarak düzen içi kanallara akar. Proleter yığınlar, kent ve kır yoksulları, demokrasi m ücadelesini şimdiden vermektedirler. Zonguldak işçileri örneğinde olduğu gibi , bu mücadele içinde hızlı bir eğitimden de geçmektedirler. Bütün görev bu mücadeleyi iktidar mücadelesine bağlayabilmek, demokrasi uğruna mücadeleyi sosyalizm uğruna m ücadele düzeyine çıkarabil mek tir. Ha reketin öznel yanını geliştirmenin canalıcı boyutu budur. İ şçi sınıfının politik bağımsızlığını gerçekleştirmek, işçi hareketine nüfuz eden her türlü burjuva etkiyi felç etmek bununla mümkündür._ Demokrasi mü cadelesini burjuvaziye karşı siyasal iktidar mücadelesine ve sosyalizm için mücadeleye bağlayamadığı sürece, işçi hareketinin değişik dü zeylerde gelişim inden söz edilebilse bile, işçi sınıfının politik bağım sızlığından asla sözedilemez. * * * B ugün işçi ki tleleri büyük bir uyanış içindedirler. İşçi hareketi pol itik bir ınceraya girmiştir. İ şçiler artık siyasal istemler, kendileriyle ve öteki emekçi sını narın sorunları ve mücadelesi arasında köprü kuran türden siyasal istemler i leri sürüyorlar. B u onları bugünden ezilenlerin öncüsü haline getiriyor. İşçi hareketinin gelişimi bakımından tarihsel önemde büyiik bir gelişınedir bu. Ö te yandan işçi hareketinin gelişmesi, Türkiye işçi sınıfının taşıdığı büyük devrimci enerjiyi, 75 eylem isteği ve yeteneğini , sınırlı hak ve istemler uğruna bile ortaya kayabildiği m ücadele kararl ı l ığını , belki henüz yalnızca bazı en i leri örneklerle, ama yine de oldukça anlamlı ve heyecan yaratacak d ü zeyde ortaya koymuştur. Dahası tüm bu mücadeleler işçi sınıfını eğitiyor. Onun yeni yeni g erçekleri farketmesini, bizzat kendi gücünün ve enerj isinin büyüklüğünü, m uazzam eylem yeteneğini görmesini kolaylaştınyor. Kendine olan güvenini a rtı rı yor. Kendi mücadeleleri nin toplumda yarattığı heyecanı , ezilen katınanlar arasında yarattığı umut ve yak ın l ığ ı görüyor. Tüm bunlar kend il i ği nden oluyor. Ne var ki bu "kendi l iğinden" oluş, devriınc i hareketin bir k es iminde yalnızca şaşkınlığa ve heyecana yol açarke n , diğer bazı kesimlerinde ise "ken dil iğindencilik" üzerine darkafa l ı l ı k n umun es i boş gevezeliklere konu oluyor. Her iki durumda d a sonuç hareketi el leri böğründe i zl emek o luyo r. Oysa bugün aksayan biric i k faktör öncü olmak iddiasındakilerin harekete yapınası gereken m üdahaledir. Bu m üdahale bugünkü hal iy l e son dcreec yetersiz, hatta işçi hareketinin ulaştığı gel i ş m e düzeyi d ü şünülürse, önemsizdir. Fakat bu m üdahaleyi yapabilmek yaşanisaldır. Bu m üdahaleyi yapabilcek güç ve irade ortaya konınadığı, bunun araç ve olanakları yaratı l ınadığı, b u m üdahale somut olarak başarılamad ığı sürece, "devrim ü l kesi", "devrimci yüksel iş", "iŞçi hareketindek i ge _ lişme" üzerine söylenip yazılan her şey anlamsız söz yığını olarak kalır. B izler, evet biz Ekiıncilcr, bu m üdalıale için seferber olmalı y ı z . B u n u başarabilmek için önemli avantaj larımız var. Yalnızca Türki ye ' nin devriınci olanaklarını değ i l , bu olanakların kendini bugün ortaya koyuş biç i m i n i , k i tle hareketinin geli ş i m seyrin i , d i namikleri n i , g liçlü v e zayıf yanlarını doğru kavrıyoruz. B u önemlidir. Zira m üda hale alanını ve nesnesi n i doğru kavramak demektir. Bu ol madan bir . tck doğru pratik adım atılamaz. Ned ir ki bu kadar yetmez. Doğru kavrayış uygulamak içindir. B u kavrayışı pra tik bir m üdahale hal ine getirmel iyiz. Önüm üzde yüzbinlerce eylcıııciylc i fade edilebilen b i r işçi okyanusu var. B u , güçlcrimizi en iyi şekilde düzcnleyebi lıneın izi, en etk ili, en veri m l i araç ve yöntemleri geliştirınemizi ve kullan ımıınızı gerektirir. B i nlerce ve onbinlerce i şçiye aynı anda ulaşabi lıncl i , aynı anda scslcneb il meliyiz. Oysa ki bugünkü güç ve olanak larınıızla ya pı labilcccklcrin bile pek azııı ı yapıyoruz. Yığın hareketine anla mlı 76 sayılabilecek bir m üdahale yetenegi ve pratigi ortaya koyabiimiş degiliz henüz. Başka devrimci grupların da başka açıdan genellikle iç karartıcı olan durumu bu aland·aki kusurlarıınızı hafifletmez, soruın lulugumuzu azallmaz. Kötü emsalin·emsal olmayacagı .bir yana, tam bu durum bizim sorumluluğumuzu kat kat artırmaktadır. İşçi hareketine ve bu hareket ekseninde sürınekte olan devrimci yüksel işe, olayların seyrini ve yönünü etkileyecek bir müdahaleyi ba şarnbilmek inancı ve çabasıyla ortaya çıkabilmel iyiz. Hareketimizin m isyonu ve geleceği buna bağlıdır. EKİM Ocak. l991 77 II. BÖLÜM İşçi Hareketi NASIL BİR İŞÇİ HAREKETİ? Üç yı llık bir sessizlik döneminin ardından, '84 yılından itibaı:en kıpırdanmaya başlayan işçi hareketi '87 'de atılıma geçiyor. Yürüyüş, protesto gösterileri, ınitingler, toplantılar, yemek boykotlan, oturma ve iş yavaşlatma gibi eylem türlerindeki artışın yanısıra, son dokuz ayda toplam grevci sayısı 26 bine ulaştı. Ancak bu sayı bugünkü iktisadi demokratik savaşıının boyutu hakkında tam bir fikir vermez. Y ürür l ükteki sendika ve grev yasalarının niteliği, çok sayıda işkolunu kapsayan grev · yasağı, alınıp da uygulanmayan grev kararları, uyuşmazlık zabıtları, sendika bürokr.ısisinin sermayeyle işbirliği vb. olgularm tüm ü gözönüne alınarak emek-sermaye çatışmasının gerçek boyutu ve derinliği görülebilir. 12 Eylül rejiminin getirdiği yeni olağanüstü engeller olmasayd ı, sendika bürokrasisinin sermayeyle işbirliğine rağmen, şüphesiz 1 2 Eylül döneminin yarattığı birik imin d e itilimiyle, i ktisadi hareketin 81 boyutu geçmiş yıllarla kıyaslanmayacak bir noktaya ulaşırdı. Ser mayenin, gencrallerin süngÜsü ve kırhacı eşliğinde başlattığı haçlı seferi , işçi sınıfını eğitti. S ınıfın alttan alLa kaynadığı, geç m iş h içb ir dönemle kıyaslanmayacak oranda örgütlenme ve m ücadele isteği gös terdiği günlük basındaki dikkatli gözlemciler tarafından dile getiril i yor. Dünün en durgun görünen kesimlerinde dahi protesto sesleri yükseliyor, mücadele isteği artı yor 64 yıldan beri ilk kez greve ç ıkm ak isteyen demiryolu işçilerinin grevinin sendika b ü rokrasi si tarafından utanç verici b i r şekilde satılınasına karşı işçilerin tepkileri o kadar şiddetli oldu ki, deni lebilir ki, bugüne kadar sendika bürokrasisine karşı yapılmış en sert tepkiydi bu. Sendika bürokrasisine, "başınıza kara. buhıtlar yağdıracağız" dediler. Sendikanın İstanbul Ş'ubcsi B aş . kanı ve Eskişehir şube yöneticileri istifa etti. İşveren ve sendika bürokrasisi buna işten atma ve sürgünlc cevap verd i. Sadece bu olay bile, çatışmanın boyutu ve derinliği hakkında kesin bir fikir verebil ir. Öte yandan, biraz dikkatli b i r gözlem, sınıf hareketinin gel işınesi ve bağımsız bir hüviyet kazanması bakımından son dcreec öneml i bazı öğelerin önceki dönemlerden çok daha belirgin olduğunun veya olacağının ipuçlarını veriyor. S mıfın g iderek artan geniş bir kesiminde, tecrübe ve sezgi yoluyla, ayrı bir sınıf oldukların ın, yürürlükteki sistemin kendilerine karşıt bir sistem olduğunun bilinci; ileri unsurlarda ise, epeyce olgunlaşmış bir sınıf bilinc i ; gösteriler, grevler, " İşçi lerin B irl iği Sermayeyi Yenc cck", "İşçiler B i rleşin" sloganlarıyla başlıyor, sermayeyi lıcderl iyor. S ınıfın ileri kesim lerinden siyasi tutuklulara, öğrenc ilere destck geli yor vb. Sınıf dayanışması; Netaş greviyle güçlenen bu öğc, deri işçilerinin greviyle daha anlamlı bir hal aldı. İşçilerde aynı ve tck bir ordunun neferleri olduğu fikri, somut olarak güçleniyor. Sendika bürokrasisine karşı m ücadele eği l i m i ; sendika patronları işçiler !.arafından yüksek sesle hain ilan edil i yor, yuhalanıyor, üzerle rine yürünüyor, açıkça tehdit ediliyor vb. Eği tim düzeyinin ilcril iği; bunun için sadeec i şç i lerin ve ileri unsurlarının dcmcçlcrine, konuşınalarına gözatmak yeter. 1 9R2 'de yapı lan anketler kentlerdeki ücreti i leri n sadeec % 7 'sinin okuma yazina bilmed iğini ve sallarında l ise, endüstri mes lek l i sesi ve onnokul 82 mezunlarının oranının oldukça yükseldiğini gösteriyor. Artık eli kalem tutan aydın bir {şçi kuşağı yetişiyor. B ugün Türkiye toplumundaki sınıf çatışmalarının ekseninde pro letarya-burj uvazi, emek-sermaye çatışmasının olduğunu, n üfusun di ğer sömürülen kitlelerinin sömürenlere karşı mücadelesinin bu eksen etrafında biçimtendiğini ve biçimteneceği ni anlamak için fazla zorlan mak gerekmez; sürmekte olan çatışmayı, günl ü k olayları gözlernek yeter. Sadece bilimsel ·incelemeler ve teorik akıl yürütmeler değil, pratik eylemi n kendisi, programlarını bu çatışma (emek-sermaye) üzerine kurmamış teorileri geçersiz kılıyor. Pratik, gerçek ekonomik ve toplumsal gelişme düzeyine ve sürecine uymayan köhne teori ve programların üzerine yürüyor. S ınıfı n sürekli artan nice! gücü ve pratik eylemi, sosyal izm adına ortaya çıkan her siyasal akımı, şimdi her zamankinden çok daha fazla, onun hareketiyle ilgilenmeye zorluyor. Doğal olarak çekim merkezi, umut kaynağı oluyor. Bu nesnel durumun zorlamasıdır. Ve "işçi sınıfına" sloganı yine, ama her zamankinden fazla moda oluyor. Ala, güzel. B u bir i lerleıncdir! Ama hangi prograin ya da perspekti tle? Sorunun canalıcı noktası budur. Sınıfın d iğer sömürülen ve ezilen kitlelerini de etkileyen ve harekete geçiren hareketi 1960 '!ardan beri sahnededir. Ancak bu hareket bugüne kadar bağımsız bir kimlik kazanamadı; sosyalist bir işçi hareketine, sermaye düzenini ve iktidarını yıkma, sosyalizmi kurma hedefine yö nelmiş örgütlü bir siyasal harekete dönüştürülemcdi . Sosyalizm adına hareket edenler tarafından, ona, taşınabildiği kadar bulanık sosyalizm fik irleriyle karışık burj uva demokratik ya da devrimci demokratik fikirler taşındı. TİP, sınıfa bir tür burjuva sosya l izmi -parlaıne.nter sosyalizm ilc birli kte reformcu, burjuva-dcınokra tik önyargılar taşıdı. MDD 'den kök alan onlarca gruplan oluşan popülist hareket, sın ı fa, radikal veya (daha az olmak üzere) reformcu tonda, küçük-burjuva sosyalizmini, yurtsever, demokratik fikirleri taşıdı. MDD kanadının diğer bir unsuru TKP ise, her zaman olduğu gibi, işçi hareketin i burj uvazinin bir fraksiyonunun, '80 öncesi reformcu frak siyonunun yedeği haline getirmenin partisi rolünü oynadı. (Ş imdi lerde TİP, bu partiye i iLihak etmek üzere.) Her kim, bugünkü Türkiye'de, kapital ist bir ülkede, sermaye d ii· 83 zeninin ve sermaye sınıfının açık ve çıplak egemenliginin hüküm sürdügü, ücretli çmegin yaygın ve geniş çapta sömürüsünün iktisadi hayata damgasını vuran başlıca olgu oldugu, teınel çelişmenin emek sermaye çelişmesi, sınıf çatışmalarının eksenini proletarya-burjuvazi çatışması oldugu bir toplumda, tarihsel olarak çözümlenınemiş bazı burjuva devrim görevlerin i kendine program edinen demokratik devrim ufkuyla, sosyalist ve anti-kapitalist perspektife baglanmamı ş demokratlıkla sınırlı bir anti-faşizm, yurtseverlikle sınırlı bir anti emperyalizmle işçi sınıfına giderse, o, sadece sınıfa küçük-burjuva demokratik öğeleri taşıyor, son tahlilde, işçi hareketin i burjuvazinin etkisi altına l alanına çekiyor demektir. Proleter devrim -bizde demok ratik istemierin kesin, tutarlı ve sosyalistçe çözümü gelip buna dayanmıştır. Komünistler, işçi hareketini demokratik istemler ugruna tutarlı savaşıma sürmekten bir an geri durmayacaklardır: Ama bu, sermaye iktidarının devrilmesini kolaylaştırmak, bu temel amaç için savaşım olanaklarını artırmak ve bütün demokratik öğeleri ve özlemleri bu savaşıın uğruna seferber etmek içindir. Sosyalist işçi hareketi yaratınaktan sözediyoruz. Mademki, sosya list işçi hareketi, bilimsel sosyalizmle işçi hareketinin, aynı anlama gelrnek üzere onun ileri unsurlarının, birliği demektir; mademki, bizde hala bilimsel sosyalizm le işçi hareketi ayrı ayrı yürümektedir, o halde komünistler bütün enerj ilerini böyle bir hareketin yaratılmasına, bu acil göreve hasretmelidirler. Ş imdi, komünistlcrin pratik faaliyeti, bu harekete katılmak, ona yardım etmek, bütün sömürülen ve ezilen kitlelerin öncüsü olmasını sağlayacak siyasal bilinci vermek; genel olarak bilimsel sosyalizmin fikirlerini ve olabildiği kadarıyla kendi teorik faaliyetlerinin (tartışmasız en zayıf yanları budur) ürünlerini �ropaganda yoluyla öncelikle hare ketin i leri unsurlarına taşımaktır. Asli amaç, sınıfın iktisadi savaşımını (ki bu, Türkiye'nin bugünkü koşullarında, sık sık hükümet ve devletle çatışmaya dönüşerek kolayca siyasi hüviyet kazanıyor) sermaye düzenini yıkma, mülksüzleştiren Iedn m ülksüzleştirilip tüm sömürülen ve ezilen kitlelerin ekonomik siyasi köleliğine son verilmesini sağlayacak olan sosyalizmi kurma hedefine yönelmiş bilinçli ve örgütlü sınıf savaşım ına dönüştürmektir. 84 B u da, · sosyalist propaganda, sosyalist basının işçilere ulaştırtlması demektir. Sosyalist işçi çevreleri, bizim koşullarımızda i l legal işçi çekirdekleri, bu illegal çekirdekler etrafında legal mevziler ve kürsüler demektir. Nihayet bu, illegal çekirdekleri sayısız legal, yarı-legal kollarıyla, işçi hareketinin en ileri unsurlarını bagrında toplayan militan bir işçi partis i demektir. Her kim, Türkiye koşullarında üstelik sadece tarihsel tecrübe degil, yakın zamanın tecrübesi de ortadayken, işçilere legal bir parti öneriyorsa, o tercihini kesinlikle düzen içi bir alternatifteıı, son tahlilde burjuvaziden yana koyuyor demektir. Bu, açıkça düzen dışı bir hare ketten, devrimden vazgeçmek, işçileri aldatmaktır. Onları, kapitalist rejime karşı, onun alacagı siyasal biçimlerden bagımsız olarak, her şart altında savaşma yetenegine sahip devrimci bir partiden yoksun bırakmak, burjuvazinin anlayışına ve insafına terketmekle eş anlamlıdır. Her şeye adeta yeniden başlıyoruz. İşin başında sayılırız. Hedef, büyük merkezlerdeki modern sanayi proletaryası, onun da öncelikle büyük fabrika ve işyerlerinde toplanmış kesiınidir. B ü tün dikkat ve enerjimizi bu alana vereceğiz. Biz sosyalistiz ve proleter devrim için savaşıyoruz. Bu da, her şeyden önce, modern sanayi proJetaryası de mektir. Bu kesimi kazanınadan, zaten yetersiz ve az sayıdaki güçle rimizi başka alanlara dağıtınak, arnaçianınıza ters düşer; ve daha baştan hareketin yönünden sapınası, her şeyin yilirilmesi demek olur. Proleter devrimin gelecegi fabrikaların fethedilınesinden geçiyor. A. Azad Ekim 1 987 85 SENDİKALAR VE StYASAL FAALİYET Sendikalar ve sendikalar içinde devr1mci faaliyet sorunu her zaman komünistterin gündeminde bir sorun olmuştur. B u , sendikaların komünistlerjn temel amaçları bakımından taşıdığı büyük önem nede niyledir. Sendikalann bu önemi , işçi sınıfının örgütlenme merkezleri olarak onların geni ş işçi yıgınlarının eğiti minde ve sermayeye karşı m ücadeleye sevkedilinesinde, siyasal-topl umsal devrimin ha zırlanmasında, devrimdc ve yeni toplumun inşasında oynayabilecekle ri m uazzam rolden gelir. B ugün kapitalist ülkelerin çoğunda, sendikalarm işçi aristokrasisi aracılığıyla sermaye düzenine eklemlen miş gerici bürokratik aygıtlanı dönüşmüş olmaları, bu gerçeği değiş tirmez. Eğer kapitalizm, sermaye ve ücretli emek sistemi İlelebet yaşamayacaksa, ya bu işçi aristokrasisi ve bürokratik yapı gelecekteki sert sınıf çaLışınalarının zorunlu bir pratik ihtiyacı olarak işçi hareketi tarafından tasfiye edil ip , bu örgütlerin niteliği değiştirilecek; ya da, bu 86 olanaksızsa alu boşaltılarak yerine yenileri veya yeni biçimler konu larak fiilen işe yaramaz fonksiyonsuz aygı tlar olarak kenara i ti lccek lcrdir. Marks, "sendikalar sermaye ile emek arasındaki gerilla savaş ları için nasıl gerekliyseler, ücretli emek ve sermaye egemenliği sisteminin yerini alacak örgütlü organlar olarak, bunların önemi daha da büyüktür" diyordu. Lenin, "dünyanın hiçbir yerinde proletaryanın gelişmesi, sendikalar olmadan, sendikaların ve işçi partisinin karşılıklı eylemi olmadan gerçekleşmemiştir ve gerçekleşemez" diyordu. Sendikaların tarihsel evri m i , kapitalist ülkelerin çoğunda halihazırdaki durumları, tarihsel olarak geçici ve değişebilir olan bu olgu, bu sap tamalan geçersiz kılınıyor. Bu nedenle, sendikalar içinde devrimci faali yete ilişkin doğru bir politikaya sahip olmak hayati önem taşıyor. Bizde sendikaların öteden beri çeşitli renkler taşıyan (gericiler, sosyal-demokratlar, revizyonist-l iberal sol) sendika bürokrasisi ara cılığ ıyla doğrudan veya dalaylı burjuva ideolojisinin ve politikasının etkinliği alLında olduğ u bilinınekLedir. DİSK bu durumu değiştirıni yord u . Dün nesnel olarak, işçi hareketini burjuva reformizminin (sosyal -demokrasi) yedeği haline getirme rolünü oynayan DİS K lider leri , aynı rolü bugün resmi olarak üstlenmiş bulunuyorlar (Abdullah Baştürk, Felım i Işıklar vd.). Ve takriben 2 milyon işçi sendikalarda örgütlenmiş bulunuyor. Bu durum karşısında sendikalara i l işkin doğru politika-taktik nedir, ne olmalıdır? Bel l i k i , bu sendikalarda, bu sendikalar içinde örgütlenm iş işçiler üzerinde gericilerin , rcform istlerin etkinl iğ i kırılmadan işçi hareketi ilerleyemez. Gerici, reformİst sendikalarda çalı şmak, bu sendikalardak i yozlaşmış bürokratik aygı tların ve gerici , burjuvalaş m ış yöneticilerin etk i n l iğini k ırmak , işçi leri kazanmak ve onlar kazanıldığı ölçüde sendika ları kazanmak, mümkünse onları işlcyi�lcri-tüzüğü bak ım ından işçilerin deneti minde demokratik, amaçları bak ım ından devriınci sınıf sendikalarımı dönüştürmek, işte biricik doğru pol i tika-taktik budur. Nitelikleri ne olursa olsun, işçilerin toplanma ve örgütlenme merkezleri olan, dikkate alınabilir bir işçi kitlesi n i içinde toplayan bii t iin send ikalarda ayı r ı msız çalışmak gere k i r. Leninizmin ve u l u slararası i şçi hareketini n tecrübelerinin bize 87 öğrettiği de budur. B u sorun, onu dışLalamamakla birlikte, csasen yönetimleri ele geçirme sorunu değildir. Bu konuya daha sonra yeni den dönmek üzere, bir kaç nokt.anın allını çizmek gerekiyor. İşçi hareketinden sözedilince çoğu klınsenin aklına genell ikle veya öncelikle, sendikalar, sendikal hareket gel iyor. Ş üphesiz sendikal hareket işçi hareketinin bir yönüdür; ama sadeec bir yönüdür. Ve zaten hemen bütün kapilalist ülkelerde, işçi sın ı fı az çok oluşur oluşmaz çoğu zaman kendil iğinden oluşmuş ve gelişmiştir. Oysa, işçi hareke.tindcn sözedi l irken bir komünisıin aklına öncelikle gelmesi gereken, işçi partisi de dahil, siyasal işçi hareketidir. B izde olmayan d a budur. Ve komünistler işçilerin iktisadi mücadelesine, onun gelişmesine yardım ederlerkcn dah i , bu ası l amacı, sermaye egemenliğini yıkmayı hedef leyen siyasal işçi hareketinin yaratıl m a s ı ereğini gözetmek zorundadırlar. Bu kavram lar hakkındaki bir sürü yararsız akademik tartışma bir yana, zaten pratik hayatLa, bu ikisi bir aradadır, birl i kte, içiçe, yanyana gelişir. İktisadi m iicadclekrinc kaı ılmadan işçileri politik m ücadeleye nasıl çekebilirsiniz? Ve gerçek hayatta, kapitalist sınıf ve kapitalist devletle doğrudan veya dolaylı karşı karşıya gelmeyen, çatışmayan az çok geniş kapsamlı bir iktisadi hareket, "salt iktisadi hareket" var mıdır? Bu anlayışın uzantısı, koın ünistlcrin sendikalardaki asıl rolü ve görevlerinin anlaşıl maınasıdır. Çok sözü edi l m iş bazı şeyleri yinele rnek zorundayız. Scndikalardaki, sendikal hareket içindeki görevler den sözedi ldiğindc, akla genellikle veya öncelikle ekonomik-scndikal mücadele gelmekted ir. Ş üphesiz bu da görevlerden biridir, bu m üca deleni n araçları da scndikalardır; ve zaten serıdikalar bu ihtiyacın ürünü olarak doğmuşlarcl ır. Salt sendikacılar, send ika bürokrasisi de bu mücadeleyi şu veya bu ölçüde yürütmüştür, yürütmckLCdir. Bu kom ünistlcre rağmen de olm uştur, olmaktadır, olmaya devam edecek tir. Bu m ücadelenin önemi bilinmektedir, küçümsenemez. Ve bizim sınıf Içinde bir bütün teşkil eden devriınci faaliyetimizin (ideoloj ik politik-ekonomik) bir unsurudu r. A m a bizim asli görevi miz "sendikacılık" değildir. Onu salt sendikac ılar cia yapıyor. B izim başlıca ve temel görevimiz s ı n ı fın politik eğitim ini ve örgütlenınesini sağla mak, ona politik hedeflerini göstermektir. Diğer bir deyişle, sendika lar da dahil bütün i şç i ür g ü t le r i n deki faa l i yetlerimizin ana ekseni 88 ideolojik, pol itik etkileme faaliyeti olmalıdır. B u send ikala rın kendi· lerine has konumlarını ve görevlerini gözardı etmek anlamına gelmez. İdeolojik, politik etkilemc faaliyeti , hiÇ kuşkusuz bütün toplumsal yaşamın -sadece işçi_yaşamının değil- canlı, objektif olguları, sınıfın günlük yaşamı ve durumu zeminine oturtutmadan başarıyla yürütüle mez. Ekonomik-sendikal mücadele de bu zeminlerden biridir. Ama bu abartılmamalıdır; n ihayet sermaye düzeni çerçevesinde işgücünün fiyatını ve işçinin çalışma koşullar ın ı belirlemeyi amaçlar. Ve kapi talist ekonom i çerçevesinde bunun sınırı az çok bellidir. Komünistleri n asl i görevi ise, sınıfa ücretli emek ve sermaye egemenliği sisteminin kaldırılınasıfıın zorunlul uğu bil incini vermek, bunun nasıl olacağını, yerine neyin konulması gerektiği konusunda aydınlatmaktır. Yani zaten salt sendikacılar tarafından da zorunlu olarak şu veya bu ölçüde verilen -ki Türkiye'de bu önem l i ölçüde verilmiştir- ekonomik-scndi kal bilinç düzeyinden politik-sosyalist bilinç düzeyine yükseltmek tir. Yoksa sal t sendikacılar, sendika bürohasisi tarafından da yürütülebi lcn daha iyi ücret, daha geniş haklar vb. çerçevesinde kalarak, onlarla kavganın asıl alanı n ı buraya çekmek değildir (şüphesiz zaman zaman bu alandaki çatışma da çok önem kazanabilir). B izim sendika bürokrasisiyle asıl ayrıın ımız ekonomik-scndikal m ücadeledeki tutum değildir; bu alandaki tutumumuz zaman zaman onlarla çakışab i l i r de. Hatta bu m ücadele onlar tarafından az çok tutarlı bir şekilde yürütüldüğünde, görevimiz sadece onları destekleınekten, daha ileri i tmekten ibaret kalacaktır. Örneğin geçm i şte DİS K bu alanda Türk-İş 'ten daha tutarlı bi� mücadele yürütcbiliyordu pekala. Sendikalarda gerici, reform ist, burjuvalaşmış liderlerin gücünü ancak işçiler içinde politik etkinlik yaratarak kırabiliriz. S ınıf içindeki faaliyet politik etkinlik yaratırsa, sınıf bilinçli işçilerin desteği kaçınılmaz olarak sendikalarda komünistlcrin ve onları destekleyen işçilerin etkinliğiyle sonuçlanacaktır. Böyle bir durumda, baskı, hile, tüzük engelleri, seçim dalavereleri vb. yollarla komüni stlerin sendi kalarda etkinlik kurmasını önlemek oldukça güç olacaktır. B u , ancak geciktirilebilir. Önlense dahi , siyasal etkinlik devam eder -ki bizim için aslolan da budur-, ve sendikal hareket en uygun kanalı şu veya bu şekilde bulur. İşyerierinde ve sendikalardaki faaliyetim iz, gerici, reformİst yö- 89 neticilerin ekonomik-sendikal m ücadeledeki rutarsızlıklarını teşhir, işçilerin memnuniyetsizliğini sendikal muhalefette toplama çerçeve sini aşmazsa, siyasal faaliyet de bunun ekseni etrafında dönerse, devrimciler örgütünün asli görevleri, işyerlerindq, sendikalarda deY rimci çekirdekler (h ücreler vb.) oluşturma görevi , ikinci plana itilir ya da unutulur. B u durumda da sını f içinde kalıcı mevziler sağlanam az. '80 öncesi tecrübe bunu göstermi ştir. Sendikal politika-taktik ne olmalıd ır? Sendikal hareket ve buna dair izlenecek politika-taktik sorunu bugün sol çevrelerde önemli tartışma konularından birini oluşturuyor. "Tlirk-İş 'te birlik", "Yeni bir DİSK", "Bağımsız sendikaları geliştir mek", "Türk-İş yönetimini de�rmek" önerilen -- çözümler; ya da, bunların bir kaçı birlikte öneriliyor. Doğru politika, nesnel-pratik durum ve onun ihtiyaçları gözönü n e alınarak, sınıfın dar bir kesiminin eğilimleri değil , genel eğilimi ve ihtiyaçları gözetilerek saptanabilir. Her şeyden önce bir Dİ S K sorunu vardır, bu kon il henüz kapanmış değildir. Ka}'!unmamış saymak gerekiyor. DİSK davası, o gün ve bugün , yürürlükteki yasalara göre dahi skandal bir davadır. Yasalar ön!.inde açık çalı�an koca bir sendika g i z li örg ü t sayıldı, maliarına bir haydut gibi davranan devlet tarafından cl konuldu. flu soruna ilgisiz . kalmamak, canlı tutmak gerek iyordu ve gerekiyor. Ancak DİSK baştan sahipsiz kaldı, bıra kıldı. "Oidu-biui" d üşli_nccsi adeta kanıksandı . Bu yüzden, sorunu canlı tutmak, baskı güçleri oluşturmak oldukça güç leşti. Ama yınc de çabalaınak, kabullcnıneınck gerekiyor. Gencr:..ı l ler, DİS K 'in şahsında sadece devriınci işçi hareketine · değil -zira s ı n ı fın en ileri kesim leri bu send ikadaydı-, işçi sınıfına saldırdı; sendikal hakları, onu gerekçe göstererek, onun şahsında g aspeui . Ne yazık k i , DİS K 'li i şçiler, bu saldırıya ınırı ldanmalar dışında sessiz kaldılar. Oysa, işçi sın ı fının önemli ve en ileri bölüınli, bu sendikanın kurulması, geliştirilmesi ve yaşatılması için küçüınsenıne yecck çabalar harcamıştı. Türkiye işçi hareketi tarihinele en önemli olay olarak kaydedilen 15-16 Haziran başkald ırısı, bu sendikaya, onun 90 şahsında devrimci işçi hareketine yapılan saldırı nedeniyle patlak vermişti. Ancak, tersi iddialarına karşın, DİSK liderleri, işçileri sen dikalizmin, reformizmin çerçevesinde tuttular, onları, yasalcılık, icazet anlayışıyla egiuiler. S iyaseti de ancak bunun ekseninde, sosyal demokrasinin yedeginde yaptılar. İşçilerin önce şevkle sarıldıgı bu sendika, "sınıf sendikası" şiarıyla ortaya çıkan reformist, revizyonist liderler tarafından o hale getirildi ki, işçiler genel olarak sendikaya yabancıtaşLı lar, adeta "sendikaların yararı yok" fikrine vardılar. Maden İş sendikal demokrasiyi yok eden uygulaınalarıyla bunun en olumsuz örneği haline geldi. Öte yandan, çarpık bir anlayışla yürütülen "muhalefet"lcr, sendika içinde sendika rolü atfedilen "DSM"cilik, "ayrı sendika" adı altında "dükkan sendika"cı lık da bu yabancılaşmayı artırdı. Bu yüzden de işçiler, DİSK 'i burjuvazinin saldırılarına karşı fiilen korumak bir yana, ona ciddi olarak sahip bile çıkmadılar. Tutuklunan ya da tutuklanmayan yöneticileri de bunun için işçilere hiçbir çagrıda bulunmadılar. Ki, olsa olsa, ancak onların çagrıları etkili olabilirdi. Ancak, orduya saygı anlayışıyla, sendi kalist bir anlayışla egitilmiş işçiler içi nde bu çagrının ciddi yankı yaratmayacağı söyle nebilir. Darbenin sessizliklc karşılanmasının en önemli nedenlerinden biri de buydu şüphesiz. Öte yandan, cger dalkavukça konuşınayacaksak, her şeye rağ men, işçilerin kendi sendikalarına sahip çıkmamalurı, en hafi f i fadeyle, onlar adına acınası bir durumdu. B unu hatırlamak, işçilere hatırlatmak, üzerine gitmek gerekiyor. Generaller DİSK'i askıya alıp Türk-İş'in şahsında tck tip bir devlet sendikası yaratmak istediler. Arzuladıkları iş ve sendika düzc ninin yasal-hukuki dayanaklarını büyük ölçüde gerçekleştirdiler; ama devlet güdümünde örgüLlenmiş bir iş ve sendika düzeni yaratmayı başaramadılar. B u bakı mdan yaptıkları örgütsüz bırakarak, baskıyla işçileri Türk-İş 'te toplamak oldu. Ş üphesiz bu zoraki ve gönülsüz bir birlikti . Ama artık bunu tartışmanın pratik bir yararı kalmam ıştır. Ş imdi sorun şud ur: Süngü zoruyla yaratılmış bu birlik onlara karşı döndürülebilir mi? B u mümkündür. Eğer DİSK bir nitelikdiyse, �c önemli olan bu niteliksc, bazılarının kaygılarının aksine bu kaybolmaz, daha geniş bir niceliği kapsayarak kendini Türk-İş'in içinde yeniden üretir. DİSK 'li işçiler devrimci gelenekleri Türk-İş 'tc yayarak, zoraki 91 yaratılmış bu birli�i uzun vadede sınıf çıkarma uygun devrimci bir birli�e dönüştürebil irler. Bu başarı labilirse, generallerin ve kapitalis t lerin silahları kendilerine dönecektir Unutulmamalıdır ki, Türk-İş, niteli�i ne olursa olsun, i şç i hare ketinde bir olgudur; ve işçi sınıfının en büyük bölümünü içinde topla yan bir örgüttür. Bu dün de böyleydi , bugün de öyledir. DİS K 'e ragmen, DİSK'in yanısıra böyleydi; DİSK açılsa da öyle olacaktır. Bazı çevreler Türk-İş 'i nitcleyerek, "egemen sınıfların işbirlikçisi", "ihanet çizgisi" d iyerek sorundan kolayca sıyrılıveriyorlar, sıy rılacaklarını sanıyorlar. Sorun TKP-TİP vb. çevrelerin, şüphesiz sosyal demokratların etekleri altında bir takım hesaplarla, sunduğu gibi "Türk İş 'te birlik" sorunu degildir. Bu "bilimsel sosyalistler"iıniz, kusurlarını gizleyerek DİS K'i övüp duruyorlar . '80 öncesi de aynı şeyi yaptılar. Türk-İş 'e de sadece lanet yağdırmakla yetindiler. Ancak şunu unutuyor, görmezden geli yorlar: Türk-İş uzunca süreden beri mi lyonu aşkın bir i şç i kitlesini içinde barındırıyor, denetimi altında tutuyor. DİS K askıya alınmasaydı da, açılsaydı veya açılsa da, yeni bir DİSK oluşturulsa da bu böyle olacaktı(r). Ve bu sendikanın geric i , anti-komünist yapısı yıkılmadan, gerici pürokrasi tecrit ed ilmeden, ya da altı boşaltılmadan işçi hareketi bir bütün olarak ilcrleyeınez. B u da, ancak, bu sendikanın içinde çalışınayı tem el bir pol itika olarak saptamak ve uygulamakla müm kündür. B u , yönetimi ele geçirıne sorununa indirgenemez, bununla sınırlanamaz. Bu, işçiler üzerinde gerici burj uva ideolojisi ve politikasının etkisini kırmak sorunudur. Gerisi buna bağlı olarak gündeme gelecektir. Türk-İş 'teki gerici, anti-komünist yapı parçala nabilirse, sendika içinde demokratik bir ortam oluşturulabilirse, işçi hareketinin yeni ve m uazzam bir atı l ı m yapacağı ve bunun her şeyin çehresin i değiştireceğini hesaplamak zor değildir. Şüphesiz bu olduk ça güç, soluk sabır isteyen bir iştir. Ama cesaret etmek gerekiyor. B u m ilyonluk işçi örgütü hesaba katıl madan, bir devrimin hazır lanmasından nasıl cidd i ciddi sözedilebilir. Bazıları b u güç i ş karşısında dehşete kapılıp (dev sendika bürok rasisi, yasalar, devlet, solun halihazırdaki durumu ve güçleri düşün ül düğünde bu anlaşılır bir şeydir), işin kolayına kaçıyorlar. Örneğin, . 92 "Demokratik İşçi Sendikaları Konfederasyonu"nu öneren· Yeni Öncü ve bütünüyle çakışmamakla birlikte, benzer görüşlere sahip Yeni Çözüm çevresi . Yeni Öncü şunları yazıyor: " . .. Egemen sınıflar D İSK 'i askıya alıp, Türk-İş'i destek/emiş/er dir. Çünkü işçi sınıfının Türk-İş le toplanması koşulunda asıl tehlike olan sosyalist işçilere seçenek kalmayacaktır. Ya Türk-İş'e gelip so�yal demokratların potasında eriyecek ya da ayrı sendika kuracak." Devamla pek yerinde olarak, "Türk-İ ş '� gidildigindc neden sosyal-derrlokrat potada eriyel im" sorusunun gelebileceğini düşünerek bunu şöyle cevaplıyor: "Bunun üç nedeni vardır: "Birincisi: İki temel güç çalışırken (sosyal-demokratlarla muha fazakarlar kastediliyor-AA), genellikle daha küçük ve marjinal kesim lere Jaraf lutmak kalır. Aksi 'bölücülük ' olur. Ve sonu tecrittir. " /kincisi: Sendikacılığı bilen Türk-İş'li sendikacılar/a, sosyal demokrat sendikacıları iyi tanıyanlar bilirler ki, onlara karşı, onların yöntemleriyle ve alanlarında mücadele edilirse mağlubiyet kaçınılmazdır. . . " Üçüncüsü de; Türkiye işçi sınıfı dün DİSK 'e varmış da olsa henüz sosyal-demokrasiden umut kesmemiştir." (Sayı: 2, Nisan 1987) Ş unu hemen bclirtcl im; Türk-İş 'te çalışmak, temel tutumlardan biri olmalıdır, ancak, şüphesiz bu tck alternatif olarak sunulamaz. Örneğin, yanısıra bağımsız sendikalar da vard ır. Sorun, hiçbir ayırım gözetmeksizin i şçilerin bul undugu her iirg ütle, işçilerin toplanma merkezlerinde çalışmak, şeklinde konulabilir. Yeni Öncü nün politi kası Türk-iş 'tc, bu en büyük işçi sendikasında çalışmayı dıştalıyor, sosyalist işçileri, bunun yararsız, beyhudc bir çaba olacağıııa inandırmaya çalışıyor. Bunun için getirilen gerekçe ve kanıtlar ise mantıksızdır, inandırıcılıktan yoksundur. Dahası, gerekçelerin çoğu kendisine çevrilcbilir. Egemen sınıfların Türk-İ ş 'i kolladıkları, Türk-İş in gerici bürok rasisi ni egemen sınıfların hizmetinde olduğu açık.Aına bu, sorunu dc ğiştirmcz. Zira, yinelcmck zorundayız, egemen sınıfların poli Likasından, Türk- İş 'in niteliğinden ayrı olarak Tiirk-İş, Türkiye işçi hareketinde nesnel bir olgudur; DİS K açıl•.;a da, ya da yeni bir konfc' 93 · dcrasyon oluşturulsa da, şimdi içinde 1 ,5 milyon işçiyi barındıran Türk-İş, yine bir milyona yakın işçiyi içinde, denetiminde tutacaktır. Zira sorun işçi hareketinde burj uva ideolojisinin-politikasını·n etkin liğinden kaynaklanıyor. Bunu k ırmak gerekiyor.; dıştan sendikal rekabetle bunu k ı raınazsınız. Geçmişte DİSK'in Türk-İş 'le rekabeti nin bu durumu ciddi olarak değiştirıned iği, değiştireınediği biliniyor. B u milyonluk kitle ancak ve ancak içerden yapılacak ciddibir çalışmayla kaz�ınılabilir. Kanıtiara gelince, birincisi, eğer sözkonusu akıl yürütme doğruy sa, bu, "sosyalistler", bugün hemen hemen siyasetin, çatışmanın her alanında, örneğin seçimlerde, temsili kurumlarda v b., burjuva güçler den birinin yedeği olmaya mahkumdurlar, anlamına gelir. Zira, s iyasal çatışmanın hemen bü�ün alanlarında iki ana güç hala m u hafazakarlar ve sosyal-dcınokratlard ır; sosyalisllcr büLün toplumsal sınıf ve kesim ler içinde, başlıca çatışma alanlarında azın lıktırlar. Yeni Öncü n ün mantığıyla, bu durumda olan "böl ücü"lükle damgalanıp tecrit olma mak için, ya burjuva güçlerden birinin yedeği olmak, ya da sadeec sosyalistlerin kendi aralarında veya sosyalistlerle sosyal-demokratların rekabetine dayanan alanlar bulmak , yaratmak gerekiyor! Ama, örneğin sadece sosyalistlerle sosyal-dcmokrmların rekabetinin sözkon usu ol duğu fabrikaları tck tck keşfedip yayınlarsa, yine örneğin, seçimlerin ve temsili kurumların bu ilkeye göre düzenlediği alanları sapı.arsa, sosyalist işçiler Yeni Öncü 'nün tavsiyelerine kuşkusu z uyacaklardır! Sorun marjinal azı nlık olmaktan çıkmakur; ve Yeni Öncü 'n ün çarp ı k mantığının tersine, komiin istlcr her al anda politik ve pratik olarak bagımsız, bütün burjuvaziden bağımsız bir tutum takınınaksızııı azınlık olmaktan çıkamaz lar. Y cd ek olmak, kimliğini yitirmek, eri rnek, yok olmak demektir. Bağ ı msız tutum, geri bilinçli yığınlanı "bölücü"lük, "sekterlik" olarak gör ü l cb i l i r. Eğcr komünistler haklı ysa, doğru çizgiye sah i p l ersc, zaman ve tecrübe onları doğrulayacaksa, bütün bunlar geçici ol<1cakLır. S ı ıııf m ücadelesi tarihi bunu öğrctiyor. Örneğ in, Ş ubat Devriminden sonra her sorunda bağımsız tutum takınan Bolşevikler, rakipleri tarafından hep "böl ü c ü l ük"lc, "sckterl ik"le suçlanınışlardı. Zaman ve tecrübe, önceleri ayn ı kanıları paylaşan işçileri h ı zla bolşcviklcrin safına itti. Yeni Öncü, soruna sadece kongreler, seçimler açısından bakıyor. Sadece birincisi değil , ikinci ' 94 kanı t da bunu gösteriyor. Ş üphesiz onların yöntemleriyle onlara karşı m ücadele etmek çok güçtür. Ancak, bli: öntemleri teşhir edip işlemez hale getirmek, sendikal demokrasi bilincini ve normlarını geniş işçi yıgınları arasında yaymak ve pratik olarak göstermek için de bu tür send ikalarda çalışmak zorunludur. Sadeec sosyalistlerin ya da sosya l istlerle sosyal-demokratların rekabetine dayanan "temiz" sendikalar sal ı k vermek işin kolayına kaçmaktır. Yeni aİtcrnatifler rcddcdilcıncz, ama Yeni Öncü 'nün anlayışı Türk-İş 'te çalışınayı imkansız gösteri yor. Üçüncü kanıt; işçiler hala sosyal-demokrasiden umut kesmemiş·, sc -sadece sosyal demokrasiden ın i?-, onların old.� u her yerde çalışmak gerekiyor. Yeni Öncü 'n ünü politikası ve benzer tuLUmlar, ınuhafazakarla,ı;ın ve sosyal-demokratların etkisindeki işçileri ve sendikalarf onlara terk ediş anlam ını taşıyor. Dahası, bu, farkında olsunlar, olmasınlar Q�ek tif olarak sendika bürokrasisinin çıkarına uygundur. Çcrçevelcri, hareket alanları ne kadar daraltı lınış, n itelikleri ne olursa olsun , sendikalar, i şçi lerin yığın örgütleri vard ır (Türk-İş, bağ ımsız sendikalar). V c bu haliyle de sendikalar işçi haıcketini iloriyc doğru götürınenin kaldıraçlarıclırlar. Hareket ancak bu zem in üzerinde i leriye götürüleb i lir; -�ger zorunlu ve kaçınılmaz ol ursa, yeni alternatifler de ancak bu zeının üzerinde doğabi l i r. B unu gözard ı etmek komün istleri sınıftan tecrit eder, ya da en fazlasından dar bir kesiınlc başbaşa bırakır. Sonuç olarak; sınıf m ücadelesinin ve işçi hareketinin gelişiminin i lerde önümüze hangi alternati ricri ç ı karacağ ını kesin olarak saptayaınayacağıınızı ve bu nedenle lı içbir biçime kendimizi tamam ıyla ve m utlak olarak bağlayaınayacağı m ızı unutınaksızın, takti ğim iz, mev cut sendikalarda çalışmak, gerici , burj uva sendikaları içten kthctınek için mücadele olmalıdır. Lenin, bunun aınansız bir mücadele olacağını, burj uvalaşınış sendika liderleri nin ipliğini Lam olarak pazara çıkarana ve bunları sendikalardan kov<ına kadar sürdürülmesi gerektiğini söylemişti. Bir kere daha; bu, onu da dıştalamaınakla birlikte, salt yönetimi ele geçirme sorunu değildir. Aslolan işçilerin üzerinde politik etkinlik kurmak, işyerierini temel alarak, burada denetim kurınaktır. B u, y · 95 sendika bürokrusisini tabandan koparmak demektir; böyle bir durum da, komünistterin etkinliginin sendikalarayansıması tamamen imkansız kılınırsa, onların altını boşaltacak alternatifiere de başvurulabilir. Bir kaç nokta daha Sendikalardaki muhalefet, şüphesiz, önceden saptanmış belirli hedeflere yönelik olarak yürütülmelidir. B u hedeflere ortak yönclişi sağlamak ve koordinasyon kurmak için belirli bir biçim vermek, isim lcndimıek gcr�kcbilir. Ama ·so öncesi yapıldığı gibi, "sendika içinde sendika" anlamında değil, muhalefet hareketi anlamında. Bu, yerine ve koşullara göre geçici - örneğin sadece seçim döneminde- ya da sürekli olabilir. Muhalefet hareketi sınıf sendikacılığını ve s�ndikal demokrasiyi benimseyen tüm akımlar ve işçilerin birliğini kapsamalı, bunun içir,ı enerjik ohırak çalışılmalıdır. Öte yandan, muhalefet oluşturmak, her duruma uygun, her zaman geçerli bir politika olamaz; gcnellcştirilcmez. Öyle durum lar, öyle sen dikalar olabilir ki, mu halefet gcrckmcycbilir. * Sendikalaşmam ı ş işçileri örgütleme faal iyeti, onları en uygun sendikaya geçinneyi hcdcflcmcl idir. Hangi sendikaya girileceğini iş çilerin ortak iradesi tayin edecektir şüphesiz, ama, sendikaların nitc J ikleri konusunda onları aydınlatmak gürcviıiıizdir. * Sendika bürokrasisinin teşh irinin işçilerin sendikalara ya bancılaşmasına yol açınamasına dikkal edilmelidir. ·so öncesi bu konuda vah im hatalar yapıldı. Sendikaların sendika patronlarının de ğil, işçilerin olduğu ve burjuvalaşını ş yöneticiler alaşağı edilip gerçek sahiplerinin eline geçtiğinde, sermayeye karşı güçlü silahiara dönüşe ceği işçilerin bilincinde yer etmelidir. "Sermayeden, Devlcucn Bağımsız S ınıf Sendikaları", "Sendikalarıımza sahip çıkalı m", "Hain yöneticiler sendikalardan defolsu n ! " şiarlarını yayınalıyız. 96 S endi k� tabaiunda sendikal demokrasi ilkelerini yaymak, işçilere malctmck, bunu sendikalara kabul etti rmek için azami çaba harcamak gerekir. Temsilcilerin işçiler tarafından seçilmesi, istenildiğinde yine sadece-onlar tarafından görevden alınması, seçimle gelmiş yetkililerin yukardan azledilemeyeccği, temsilciler kurulu ve onun kararlarının bağlayıcılığı, grev ve topl u sözleşmelerin işçilerin onayına sunulması, düşünceleri nedeniyle işçilerin sendikalardan atılamayacağı -vb., vb. * Sadeec "aşağıdan" savaşım değil, "yukardan" da ctkilcme ve sızma faaliyeti. Sendikalardaki ideolojik-siyasi kazanma, etkilemc faaliyeti şüphesiz tamamen çürümüş ve burjuvalaşmış üst yöneticiler, l iderler takımı hariç, halihazırcia mevcut sendika hiyerarşisine ele yönelmelidir. Yani, sadece "yönetilen" işçilere_ ve onların ileri unsurlarına değil, bilinci çarpıtılmış, aldatılmış, hatta fii l i durumlarıyla sendika bürokrasisinin hizmetinde, ama kazanılabilecek, etkilenebilc cek ·s endikacılara da yönelmek gerekir. Ş ube yönetici leri, temsilciler vb. B unlara genellikle, peşin "sendika patronlarının adamları" olarak bakılmaktadır. B u yanl ıŞtır. Şüphesiz böyleleri pek çoktur. Ancak, bunların içinde yılların deney ve birikimini şahsında toplayan, bilgi l i , tccrübcli, işçileriri güvenine sahip, sın ıfına h izmet etLiklerine inananların sayısı hiç de az değildir. B unları kazanına yolunda çaba sarfetmeyi ihmal etmemek gerekir. Sadeceaçık savaşı m değil, Lenin 'in salık verdiği gibi , "(eğer gerekirse) savaş hi lelerine başvurmak, gizli eylem yöntemleri kullanmak gerekir." * Mevcut Grev, Toplu Sözleşme ve Sendikalar Yasasının iptali, tam ve sınırsız grev, toplusözleşme ve sendika hakkının elde edi lmesi uğruna yaygın bir ajitasyon ve eylem. Şu kesindir: Türkiye'de mevcut iş ve sendika yasalarını fiilen veya yasal olarak parçalaınaksızın işçi 97 hareketi özgürce gelişip serpile mez. Bu da, kap ital is t sınıf ve devletle zorlu bir m ücadeleyi gerektirir B u istemler ugruna m ücadele kaçınılmaz olarak, sermayey le devletle, generalieric hesaplaşmaya, yan i siyasal bir mücadeleye dönüşecektir. Zira bu istemierin önündeki ilk engel, dogrudan ve i.amamen kapitalist sınıfın istekleri dogrultu sunda hazırlanmış 12 E yl ül rejiminin anayasası ve yasalandır. Böyle bir mücadele, tabiatıyla işçi sınıfı için muazzam bir adım olacak, onun siyasal eğitiminde dolaysız bir rol oynayacaktır. A. Azad Aralık 1987 . , 98 , IKI EÖILIM VE SOSYALIST PERSPEKTIF Demokratizm ve bir tür ekonomizm, Türk.iyc sol hareketinin '80 sonrası iyice müzminleşme egilimi gösteren iki htıstalıgıdır. İki ana tema, "demokrasi mücadelesi" ve "sendikal sorunlar" sol basının büyük bir bölümünün sayfalarını dolduruyor. Ekim, birinci eğilim üzerinde sık sık duruyor. İkinci eğilim de birincisiyle bağlantılıdır; ikisi de anti�kapitalist / sosyalist bir perspek tif ve programdan yoksun olmayı anlatıyor. Burjuva toplum ve ege menlik koşullarında sosyalist programın altına düşüldüğünde, teorik ve pratik olarak burjuva toplum�n çerçevesini aşmak .olanaksızlaşır. Polis devleti, özgürlükten yoksunluk koşulları, demokratik-siya sal özgürlükler için mücadelenin önemini artırıyor; bu açık. Ama burjuva toplum altında, ona demokratik bir biçim vermek, ya da ka . pitalizmin ötesine geçmeyen· bir demokrasi hedefini işçilere program olarak sunmak ya da pratikte faaliyetinin ekseni haline getirmek, işte 99 bu, m arksistlerin kabul edemeyecegi bir şeydir. Böyle bir şey, birinci olarak, teoride ve pratikte sosyalizmi terketmek demektir. İkincisi, kapitalist toplumu n zorunlu üstyapısının 1 siyasal biçiminin demokrasi olması ·gerektiğine inanmak demektir; onun hakkında boş hayaller beslerneyi ve yaynıayı i fade eder. Kapitali zmin bütün tarihi, özellikle de kapitalizmin iktisadi temelinin zayıf olduğu bizimki gibi ülkelerin tarihi, burjuvazi bakımındaı1· demokrasinin tamamıyla şarta, kendi çıkarlarını ve egemenliğini sürdürme şartına bağlı olduğunu göster mektedir. Kaldı ki, burjuva toplumun en demokratik biçimlerinin dahi , sermayenin 1 yani azınlığın egemenliğini 1 demokrasisini i fade ettiği, ücretli köleliğin ''uygar" bir biçimde sürdürülmesinden başka bir şey olinadıgı biliniyor. O halde m arksist propaganda, işçileri demokratik siyasal özgürlükler için savaşıma çağırırken, özgürl ükten yoksunlu ğun, demokrasisizliğin bizzat sermaye egemenl iğinden kay naklandığını, gerçek özgürlüğün ve çoğunluğu;ı demokrasisinin ancak sermaye egemenliğinin yıkılınası ilc elde edilebileceğini ve bunun maddi 1 iktisad i temelinin kapitalistlerin m ülksüzlcştirilmesi, yani .sosyalizm olduğunu; en demokratik bir burjuva toplumun dahi kapi talistlerin işçiler üzerinde egemenliğini ortadan kaldırmayacağını, bu y üzden de sınıf bilinçli işçinin amacının kapitalist kölelik koşullarına, yani kendi kölelik koşullarına "uygar", "demokratik" bir biçim vermek olamayacağını , kaldı ki, bun un, yani sermayenin egemenliğini daha "demokratik " , daha "uygar" bir biçimde sürdürmeyc zorlanmasının da, ancak onun egemenliğini doğrudan hedelleyen bir savaşımın ürünü olabileceğin i , ama yine de kapitalist egemenl ik koşulları altında .böyle bir d urumun sürekli olamayacağını , açıklamaya yönelmelidir. Demok ratik özlem ve istemler uğruna her savaşımı sermayenin egemenliğini devirme, işçi sın ı fının iktidarını kurma hedefine, sosyalizme bağlamanın ve i şçileri burjuvazinin, onun siyasal temsilcilerinin sürdürmeye çalıştığı şu "demokrasi" oyununun figuranları olmaktan k urtarınanın yolu budur. · Marksist bakış açısından yoksun olununca, baskı koşulları demok ratizmi, ağır söm ürü koşulları da bir tür ekonomizmi besliyor. Dünün küçük-burjuva yığınlara dayanan halkçı akımları, büyük bir gayretle işçi sınıfına yöneliyorlar. Orada doğal olarak ücret sorunlarıyla, sendikal sorunlarla karşılaşıyorlar; ama bunları öylece kabulenip uğraşlarının 1 00 ekseni haline getiriyorlar. Bu da, bu sorunların aşırı abartılması eği limine yol aÇıyor. Kültürel ihtiyaçları orda kalsın, işçi sınıfı i çin "ekmek" sorunu, saglık sorunu, çocuklarının egiti m sorunu kelimenin gerçek anJamıyla ha y a ti bir sorun h a l i ne gelm i şti r . Son on yılda i ç ine itildigi iktisadi koşullar, fizik i v e m anev i y ıkı m /ç ürüm e ortamı n ı h azı rlam iştır; ol g u lar bunun g iderek daha da kötülcşeeegini gö�teriyor. Ve em ek , dogal ve kaç ı nılm az olarak, kapitalist sınıfa bagımlı send ika bü rokra tlar ı n ı n en gcl l crine ragmen, ken d i n i korum ak i ç i n k en di l iğ ind en harekete geçi yor; iktisadi hareket gelişiyor, gelişmeye de devam edecektir. Emeğin dah a i yi yaşam k oşul lar ı iç i n s ava ş ı mına y ardım etm e k k omün i st ferin değişmez sıradan bir görevidir. Ancak, pratik m ücadelenin kendisi de şunu kanıtlıyor; bizde, kapitalizmin çivisinin çıktiğı bizim g i bi ülke lerde, ücret zamları, kap i ta l i s tleri n ve k apital is t devletin mallara y ap tıkl arı zamlarla, bir veya b ir kaç zam dalgasiyla süpürülüp g ötü r ü l m ekl e ka l m ı yor , i şç i l e r esk i ücretlerini dahi koruyamaz duruma d ü şüyorl ar. S istem in yeniden ü reti m i n i sağlamak içiri zoru nl u olan dizginsiz sömürü, proleterleri ve proleter olmayan sömürülen e·mekçi yığınları açlığın pençe s in e itiyor. Bu şu demektir: B izde "ekmek" sorunu giderek bir devrim sorunu haline gel iyor, gelecektir. Zira sistem, işçi sınıfına vercb i l eceğ i ciddi ekonomi k taviz olanaklarını yitirmiştir. Sadece, giderek artan bir tempoda· büyüyen, iç ve dış borçların miktarı, bu nların getirdiği y ü kl er ve si�tcmin bunları karşı l am a o l an aklpr ı bunu k a n ı tlam a y a yeter. Sermaye e mek gücünü giderek artan bir tempoda yağmalamak zorundadır. Ancak, Türkiye'nin tarih sel ve ulusal k oş ul la rı öyledi r ki, sermaye i şçi s ı n ı fına "bir lokma, bir hırka" koşul lanlll kabul ettirenıez. İşçi s ı ı:ı ı fı nı n şehir ve kır y ok su l lar ı n ı n fiziki ve manevi çöküşünü d u rdurm ak i ç in dah i, kapita l istlerin ve büyük toprak s a hipl er in in m ül k süzlcştiri l m esi , nesnel bir zorunluluk olarak kend ini dayatmıştır. Ama, sınıf, genel olarak, b unu ken di liğ i nden aniayıp b i l in c e çı k aramaz sezer, yaklaşır. İşte bu noktada koınünistlcrin rol ü ortaya ç ı kar. Ona doğrudan, i l k hedef olarak, iktidara el koyup devlet m ülkiyetini kendi dene ti m i n e alması, büyük burjuvazinin ve büyük toprak sahipleri nin m ü l ksüzlcştiri l mcsi hede fıni� sosyalizm hedefin i göstermek gerekiyor. Her kim, teorik ve pratik olarak, faal iyetinin eksenine bunu koymazsa, kom ünist adına la y ı k , , , 1 01 olamaz; işçilerin sadece enflasyona yetişrnek için ücret aruşları peşin den koşuşturolup serscmletilmeleriııe yardım etmiş olur. Sendika bürokratlarının, salt sendikacıların yapugı da bir ölçüde budur; salt sendikacı ilc sosyalist arasındaki ayırım da burada ortaya çıkar. Kaldı ki, işçi sınıfının, kendi ve kendisiyle birlikte tüm sömürülen ve ezilenlerin kurtuluşunun koşullarını bazırlayabilmesi, yani öncülük rolünü oynayabilmesi için, sadece kendi sorunlarıyla dcgit, tüm toplu mun sorunlarıyla ilgilenip müdahale edebilmesi gerekir. Özetle, özgürlükten yoksunluk, agır sömürü koşulları işçi sınıfına sosyalist/sınıf bilinCi taşımak için son derece elverişli koşullar yaratı yor. . Son olarak, her türlü demokrasi ve sömürüyü sınırlandırma istem ve eylemi anti-kapilalist bilinç ve eylemi yaymak için bir vesile, manivela olarak kullanıldıgında, sınıf kelimenin tam anlamıyla sosya list pmpaganda bombardımanına tabi tutuldugunda, sürekli eleştiri ve yakınma konusu olan ve gerçekten de hareketin ilerlemesinin önünde muazzam bir engel oluşturan gerici sendika bürokrasisini altetmenin yolu da açilacaktır. Ziraonları ayakta tutan asıl güç; işçi sınıfı sallarında egemen olan burjuva ideolojisinin ve siyasetinin elkinligidir. Sosya listler daha iyi ekonomik mücadele vaadiyle sendika bürokrasisini altedemezlcr. Sınıfın hiç olmazsa ileri kesimleri sosyalizme kazanıl dıgında, sosyalistlerin sendikalarda etkinliği hiç bir güç tarafından, IY.ıskı, hile, tüzük engelleri ... ilc önlenemez. Ya da hareket kendine yeni yollar, yeni kanallar açar. İşte o zaman, sadece sermaye ile emek arasındaki iktisadi savaşımın s&glam ve güvenilir araçları olacak sendikaların degil, ücrelli emek ve sermayenin egemenligini ortadan kaldırınada da oynayabilecekleri en iyi rolü oynayacak sendikalann koşulları hazırlanmış olacaktır. EKİM Ocak 1 989 1 02 SINIF VE ÖNCÜ Olgular, 1987 yılının işçi hareketi için bir aLılım ve ilerleme yılı oldugunu dogruluyor. Kesin rakamlar henüz belli olmamakla birlikte, grevci işçi sayısı 30 bine yaklaştı. Grevle kaybolan işgünü sayısı ise, 1 ,5 milyonu aştı. Yürürlükteki grcv, toplusözleşme ve sendika yasalannın getirdigi olağanüstü engeller gözönüne alınarak, bu rakam lar, 1980 ve öncesi yıllarla kıyaslandığında oldukça dikkat çekicidir. Rakamlar çok daha yüksek olabilirdi. Örneğin, �dece sendikalara genel olarak mücadeleci bir çizginin egemen olması halinde, 12 Eylül rejiminin işçiler bakımından yaranığı ekonomik yıkım ve grevsiz geçen yılların yolaçtığı birikim nedeniyle, bir "grev patlaması" yaşa nabilirdi. Üstelik bu grcvler, "yürürlü�teki yasalarla grev yapılmaz" mantığı çignene çiğnene yapılmıştır. Öte yandan, işçiler kendilerini sadece yasal biçimlcrlesınırlamıyorlar; henüz zayıfbireğilim olmakla birlikte, yasaları çiğneyerek de dircomeye başladılar. İstanbul yol 103 işçilerinin ve Nursan işçilerinin direnişleri iki örnek. İktisadi savaşım gelişecektir. Sınıfin yaşam ve çalışma koşullan bunu zorunlu kılıyor. Türk- İş y ön etic i leri nin şu sıralar yeniden genel gre vden sözetmeye başlamaları rastlantı degil. Söyleyene degil, söy letene bakmak gerekir; "aşağı" zorluyor. 24 Ocak kararlarını ve ardından gelcn darbeyi takibeden yıllarda iktisadi planda kendilerine vurulan darbeler o kadar ağır oldu ki (%50 oranında m utlak yoksullaşma), işçiler bunu iktisadi savaşırola telafi etmeye çalışıyorlar. Ekmek ve iş sorunu yakıcı bir sorun haline gel m iş tir ve bütün sömürülen sınıfı kasıp kavuruyor, fiziki ve manevi yıkıma itiyor. Ancak, sömürünün boyutu iktisadi savaşımlaazaltılınaya çalışılsa da, iniş çıkışları içermekle birlikte, artarak sürecektir. Türkiye kapitalizmi buna mahkumdur; ciddi iktisadi tavizler verecek, az çok bir "sosyal denge" kurabilecek durumda değildir. Zayıf itlisadi temeli, d ünya kapitalist ckonomisi" içindck i yeri de bunu olanaksız k ı lıyor. Sadece dış ve iç borçların hı:I Ja artan ürkütücü boyutu bunun bazı göstergeleri. Türkiye sadeec bu yıl 6,5 mi lyar dolar dış borç ödemek zorunda. Daha çok söm ürü, düpedüz yağma -si stemin başka türlü ayakta kalmasının olanağı yok. Bu koşullar altında, yönet ici sınıflar için, hangi siyasal biçim altında olursa olsun, "sopa"nın şiddetini arllrınaktan başka bir alter natif kalm ıyor. Ekonomi k teröre kaçınılmaz olarak siyasal terör eşl i k edecektir. Nitekim, i ş ç i hareketine v e devriınci harekete yönel i k tedbirler bir ölç üde burjuva muhalefeti d e kapsayacak tarzda genişle tiliyor. Y�n i Özal hü kümeti göreve başlar başlamaz süratle bunu gcrçcklcştirıne işine yöneld i. Yeniden d üzenlenen "basın yasası", "ınuzır neşriyat yasası", .başkanlık sistemini kurmaya yönel i k "anaya sa değişikliği" planları; Özal ve güruhu meclis k ürsüsünden hayasızca işkencenin olmadığına dair konuşurken, sağdan soldan i şkencenin devletin meşru eylemi sayılınası gerektiğine inanan sözde bilim adam ı, hukukçu, yarg ıçların ıüremesi bunu anlatıyor. İşçi sını fı \·e sermayenin baskı ve sömürüsü altındaki d iğer emek ç iler için de tck b i r gerçek alternatif vardır, ve kelimenin tam anlamıy la, nesnel bir zorunluluk olarak, bu, kendini hiç bir zaman bugün olduğu kadar dayatınaın ıştır: Kendilerini g iderek artan bir tempoda acımasızca sömüren, fiziki ve ınanevi yıkıma iten sermaye düzenini ve ikti darını 104 yıkmak, sosyalizmi kurm.a k. "Köklü bir değişim" fikrinin yayılması ve maddi bir kuvvete dönüşmesi için nesnel koşullar her zamankinden daha elverişlidir. Fiziki ve manevi yıkımı sınırlandırmak - durdurmak için i ktisadi savaşım şarttır, ama kapitalizmin çivisinin çıktığı Türkiye'nin bugün kü koşuiıarında, bu, son tahlilele hiçbir sorunu çöz m ü yor. İşçiler pratik" olarak bunu görüyor, kanıtlanması gerekmez. B ugün toplusözleşmeele kazandıklarını, günlük bir olay hali ne gel m i ş fiyat artı Ş iarıyla çok k ısa bir sürede y itiriyorlar. Pratik tecrübenin kendi s i , kanıtları'ı naya i htiyaç bırakmaksızın ik tisadi mücadelenin yetersizliğin i gösteriyor; siyasal m ücadelenin, sınıfa karşı s ı n ı f olarak topl u-birleşik m ücadelenin önem ini ortaya çıkarıyor. Hareketin ek zam vb. taleplerle zembereğinden boşanm ı ş fiyat artışlarını kovalamakla sınırlannıası, i şç ilerin bununla oyalan ması, on lan serscm letir, ufkunu daraltı r. Gcrjci sendika bürokrasisinin yap ınaya çalıştığı da budur. Pol itikaya, yönetici sınıfı n politikasına aktif olarak, sınıfa karşı sınıf olarak, n:ı üçlahale etmeksizin, hareketini bu . ınceraya sokm aksızın sınıf tck bir ciddi adım atamaz. B i r i lerlemeyi ve atılımı i fadeeden şimdiki işçi hareketinin zayıflığı da işte burada. Devlet işlerine, hükümelierin politikasına aktif m üda hale geleneğinden yoksun. Örneği n zam dalgaları karşısında sokağa dökülme,. hükümetin iktisadi-siyasi politikasını aktif olarak protesto etme, güç kullanarak etkilcıne vb. geleneğinden yoksun. Ancak, sınıfın epeyce gen iş bir kesi minde sermayeye karşı parça parça savaşıının ve halihazırdaki m ücadele biçimleri n i n yeters izliği nin, topyekün ve daha etkili m ücadele biçimlerine başvurulması ge rek l i l iğinin hissedildiğinin ve kavranmaya başland ığının açık işaret Ieri de görülüyor. "Aşağı"dan zorlanan genel grev istemi b unu ifade ediyor. Aslında, sınıfın g iderek artan bir kesiminde tecrübe ve sezgi yol uyla da olsa, yürürlükteki s istemin kendilerine karşıt bir s istem olduğu, patronlarla çıkarları karşıt s ınıf old ukları b i linci gel i ş iyor. Sosyalizme aç ik ileri kesim leri , genellikle, sosyal-demokrasiyi bir çare, ardından g i d i lm eye layı k bir çizgi olarak gördüklerinden değ i l , henüz inand ırıcı, pratik bakımdan d a mihrak olabilen başka bir alter natif bulamadıklarından, ehven-i şer olsun diye destekliyorlar. 1 05 İşte bu .noktada komünist aydınlardan ve sınıf bilinçli işçilerden oluşan devrimci öncünün tayin edici tarihi rolü ortaya çıkıyor. Sorun ' bu öncüyü yaratmaktır. Böyle bir öncü, olabildiği kadarıyla, geçmişin ihtilalci birikimi içindekomünist potansiyeluışıyan bütün unsurları kapsamalı ve onların enerjisini harekete gcçirmclidir ki, hızla bir güç haline gelebilsin. Bu öncu içinden çıktığı küçük-burjuva devrimciliğinin bütün iz lcrindcn arınmalı, yeni bir üslup, yeni bir ruh, yeni bir militan tipi yaraunahdır. Alabildiğine bilinçte donanmış, olağanüstü bir enerji ve yüksek fedakarlık ruhuna sahip! soluklu, sıniflan kopmayan, sınıfın eyleminin yerine kendi eylemini geçirmeyen, ama sonuna kadar ihti lalci bir öncü. Bizzat devrimci eylemiyle sınıfa güven veren, inandırıcı, pratikte de alternatif bir mihrak. Sınıfın uırihi rolünü oynayabilmcsi için, nesnel olarak ·böylc bir öncünün yardımına ihtiyacı var. Böyle bir öncüyü yaratma uıri�i görevi , henüz omuzları zayıf şimdiki kuşaktan komünistlere düşüyor. Ancak bunu başaracak lardır, başarmak zorundadırlar. Revizyonistle rin, legal sosyalistlerin, küçük-burjuva devrimciliğinin gösterişli haline aldırmamak gerekiyor. Türkiye, hem nıdikal hem de proleter çözümler isteyen bir ülkedir. Sosyal reformculuğun ve küçük-burj uva devriın ciliğinin son tahtilde başarı şansı yoktur ya da geçicidir. Öyleyse herkes on kat, yüz kat enerjiyle işe koyulmalıdır. Oblo ınovculuğun, dargörüşlülüğün, bireyciliğin kökünü kazımak gereki yor. Az olsun ama, proleterce, komünistçe olsun! Zorunluluğu kav ramış, tarih bilincine sahip bir kuşak olduğumuzu göstermeliyiz. EKİM Ocak 106 1988 DURUM,. tŞÇl HAREKETİ VE GENEL GREV StYASA'L Erken seçim öncesinde, sermayenin siyasal istikrar arayışı içinde seçimlere başvurdugu bir dönemde, Ekim 'de şu degerlendirme yapılıyordu: "Tüm temel göstergeler, olaylarm bugünkü evrimi, ser maye düzeninin çok yönlü ve şiddetli bir krize doğru yol aldığını gösteriyor." (Sayı: 2, Kasım 1987) Seçimler yapıMı, iktidar güç tazeliyeli daha ancak 4 ay oldu. Fakat sermaye düzeni daha şimdiden "çok yönlü ve şiddetli bir kriz"i belirgin bir �şekilde yaşıyor. Sennaye bası�u ve burjuva muhalefet çevreleri bunu. mevcut hükümetin "hızlı yıpranma rekoru" olarak yorıımluyor lar. Ortada bir "rekor" oldugu doğru olmakla birlikte, bunu kıran mevcut h ükümet degil, sermaye düzeninin kendisidir. Y ıpranma iddia edildigi gibi hükümetin beceriksizligi ya da politikalarının yetersizli ğinden degil, kapitalist ekonominin çözümsüz sorunlarından kaynaklanıyor. 107 B ütün bir 12 Eylül döneminde her türlü yasağın elverişli ortamında süngü zo-r uyla uygulanan reçeteler, kapital ist ekonomiye çare olmamış, onu bugünkü şiddetli iktisadi ve mali·kfizi yaşa-m aktah alıkoyamam ı ştır . 4 Ş ubat kararları adı altında uygulamaya konan yeni reçete, bazı sermaye sözcülerin i n kendileri tarafından bile "24 Ocak Kararlarının iflası" olarak değerlendiril m iştir. Son 8 yıllık deney bütün açıklığıyla göstermiştir; Türkiye kapita lizmi deva bulmaz bir bunalımın pençesindcdir. Hiçbir reçete o.na çare olamamakta, toplumsal bir devrimle ondan kurtulmanın on-m ilyonlar ca emekçinin gerçek çıkarlarına uygun tek çare olduğu g ittikçe daha iyi anlaşılmaktadır. İktisadi ve mali kriz, siyasal kriz öğelerini sürekli biriktiriyordu. Ön saflarında işçilerin yer aldığı genişleyen devrimci toplumsal m uhalefet, bu siyasal krizin temel etkenlerinden biriydi. Sermaye erken seç imle zaman kazanmak, siyasal istikrar değilse bile, çeşitli iç ve dış sorunların göğüslenmesinde, kendini dayatmı ş acil iktisadi tedbirlerin uygulanınasında daha cl verişii bir ortam elde etmek istiyor, elde edeceğini de sanıyordu. B ug ün bütün bu b�klentilerin boşa çıkması bir yana, ortaya çıkan manzara, sermaye d üzeni adına en kötümser olanların bile umduğundan kötü oldu. Bugün sermaye düzeni öylesine bir açmaz ve çıkmaz içindedir ki, uygulanan yeni reçeteler bir yandan emekçilerin sefaletini katmerleş tirmekt_e, böylece onların m uhalefetini yaygınlaştırıp yoğunlaştırmakta, fakat öte yandan , tckelci burjuvazinin beklentilerine de çare ve çözüm olama�ıaktadır. Uygulanan reçeteler, sermaye cephesini kendi içinde . bölınekte, bazı kesimlerden ciddi hoşnutsuzluk sesleri yükselmekte dir. Daralan kaynakların bülüşü m ü üzerinde yükselen bu iç çatışma toplumsal muhalefetin artmasıyla şiddetl cnınck te , diktatörlük bünye sinde değişik mevzileri tutmuş çeşitli faşist güç odakları arasındaki da laşma larda yan yankılar bulmaktadır. . Erken seçime geçici bir süre için de olsa bir siyasal .istikrar öğesi olacağı umuduyla başvurulın uştu . Fakat toplam seçmen oylarının yalnızca üçte biriyle sağla_ıımış üçte ikilik parlamento çoğunluğu hakkında, erken seçimin hemen ertesinde Ekim şu değerlcndirnıeyi yapmıştı: "Meşruiyeti burjuva kampının belirli kesimlerinde bile tartışma konusu olan erken seçim sonuçları, potansiyel bir siyasal 10 ' bunalım öğesidir' "ve çok geçmeden bu doğrultuda etkisini gösterecektir , de. ; (Erken Seçim ve Sonrası, başyazı, sayı: 3, Aralık 1 987) Beş yıllık bir süre için yapılmış bir seç i m in ardından daha beş ay Ş bile geçmcmi k�n gündeme giren erken seç i m trutışmaları, siyasaf kriiin belirgin göstcrgylerindendir. Bu bir yönetememe krizid ir. Seçim ' sonuçları, ANAP'ın azınlık oyıi, bu krizi yaratan değ i l yalnızca şid detlendiren bir etkendir. Daha yüksek bir oy oranına dayalı olsaydı bile, me�ut hükümet bugünkü ekonomik ve siyasal ortama dayana maz, hızla yıpranır tartışma konusu olurdu. Erken seçim tartışmaları, ş i m d i l i k yalnızca siyasal kriz sö:stergesi oluyor ve onu şiddetlendiriyor. Erken seçimin ne kadar '\.rken" bir zamanda gündeme geleceği konusunda ise şimdilik bir şey söylene mez. Kal d ı ki böyle bir manevranın yığınlar üzerindeki aldaLJcı, oyalayıcı, saptırıcı etkisi aricak geçici olabilir. Yeni bir seç i m , yeni bir pa·rıamcnto bileş i m i , s iyasal olayların ana doğrultusunu, siyasal krizin derinleşme eği l i m in i dcğiştirmcyccektir. B unalım parlamentonun bi leşiminden doğmuyor; orada yansımasını buluyor. B unal ım mevcut hükümetin u ygulamakla olduğu politikalardan doğmuyor; bu politika lar yalnızca bunal ımın yapısal ve çözümsüz olduğunu gösteriyor. Uygulanmakta olan pol itikalar, e m peryalist ekonomi ve finans çevre lerinin istemi doğrultusundadır ve hiç bir yeni hükümet bu m ihraklarca çizilmiş genel çerçevenin dış ına kesin olarak çıkamaz. dolarlık ulusal gelire karşılık, ve her yıl 6-7 50 60 m i lyar m ilyar dolara varan dış borcu olan m i lyar dolar dış borç ödemek yükümlülüğü ilc yüzyüze bir ülkede, düzen içi iktisadi pol itika arayışlarının sınırları bellidir. Erken seçim tartışmalarına, S HP' nin sermaye basını tarafından öne sürülmes i , "alternatif' olarak sunulması eşlik et miştir; ve bu yalnızca, yığınlar içindeki hoşnutsuzluğun k abarınasından, patlayıcı öğelerin hızla birikmesinden dolayıdır. Egemen burj uvazi bugün , ekonomik çıkınaziarına çare aramanın yanısıra, onun kadar, hatta gelinen yerde artık ondan da çok, işçi ve emekçi m uhalefetine çare ve çözüm arıyor. SHP ya da genel olarak burjuva reformizın i , kapitalisL ekonominin sorunlarına değil, k i tle ın u halcfetine bir "altcrn alif' olarak görülüyor ve sunuluyor. Burjuvazi, özellikle işçi sınıfı içinde yaşanan ve diğeremekçi kesim leri kapsaması kaçınılmaz görünen devriınci kaynaşmaların önünü almak için bir kere 109 daha burjuva reform izmini sahte bir alternatif -olarak yılınların önüne sürmek, o�;tları bu yolla oyalamak, aldatmak, tepkilerin sokağa değil de parlamentoya akmaşını sağlamak çabasında. SHP yönetimi de görev ve misyonunun bu olduğu tam bilinciyle hareket etmektedir. · S iyasal hesaplarını esas. olarak bugünün SHP ve DYP'ye dayalı par lamento içi muhal�feti ve yarının bu aym partilerin parlemento çogun luğuna dayalı iktidan üzerine yapan, temel siyasal takılklerini buna göre saptayan çeşidi revizyonist mihraklarda,bu k:onumlarıyla , S HP 'ye verilen görev ve misyonun sol içindeki uzantıları durumundadırlar. İktisadi krizin beslediği siyasal sorunlarla cebclleşen sermaye cep hesi, öte yandan iç siyasalkaynaşınayı biraz olsun hafifletcbilmek için, dış sorunları öne çıkarmak gayretinde. Bu bazen, Davos 'ta barış türküleri çağırmakta, bazen İran-Irak savaşına çözüm bulmak iddialarında, şimdilerde ise "Kerkük-Musul sorunu" üzerine şovenist erppcryalist kampanyalar açmakta ifadesini buluyor. Bugün öne çıkan bu sonuncusu, kuşkusuz d ikkatleri dışa çekmekten öte bir anlam taşıyor. Türk burjuvazisinin "Kerkük-Musul sorunu" üzerine tarihsel niyetleri, sermaye sözcüleri tarafından ber vesileyle dile getirilen sözde "tarihi hak" iddiaları biliniyor. Dolayısıyla bu k'bnu.da yaratılan gürültü yalnızca, dikkatleri içten dışa çekmek, yığınlarda şovenist eğilimler yaratmak, içten içe kaynaşan işçi hareketini dizginlemek gibi amaçlarla sınırlı değil. Burjuvazi, aynı zamanda, somut bir işgal girişimini gündemde tutarak ıneşrulaştırmaya çalışıyor. Amerikan emperyalizminin ise Türk burjuvazisinin bir işgal girişimine dayalı bazı hesapları ve planları yıllar öncesinden yaptığı bugün basımı yansımış bulunuyor. Ne var ki, sorunu sürekli sıcak ve gündemde tutmakla, bir işgal girişimi için sınıra yığınaklar yapınakla birlikte, sermaye sözcüleri bir "macera"dan korkuyor. Bu korkunun esas kaynağı, ne İnın-Iraksavaşına bulaşmaktır, ne de bir savaşın getireceği ekonomik çöküntüdür. Türk burjuvazisinin yüreğine "macera" korkusunu işleyen, Kürt halkı ve Kürt ulusal kurtuluş hareketleridir. İşin ucunda "evdeki bulgurdan olma" ağır riski vardır. Kerkük-Musu l 'u işgal girişiminin, Irak Kürdistan ı 'nda şiddetli bir direnişe yolaçınası bir yana, Türkiye Kürdistanı 'nda ulusal bilinci alevlendirerek ulusal ayaklanmalara yolaçması kuvvetle m uhtemeldir. Sermaye sözcüleri de bugün bu 110 gcrçegi dile getirmekte bir sakınca gönnüyorlar. Türkeşbile bu gerçcgi bütün açıklıgı ile ifade etmekten kaçınmamıştır. Uygula11an iktisadi politikalar ekonominin krizine çare olaınıyar ama, yıgınların yoksulluifunu katınerleştiriyor. Emekçilerin yaşamı açlık sınırına çekilmiştir tespiti, bir süredir her yanda yükselen "açiz! açız!" çıglıklarında ifadesini buluyor. Kapitalistlerin hızlı sennaye birikimine, aynı hızla yıgınların açhgı, yoksulluifu, işsizligi eşlik ediyor. Açlık, yoksulluk, işşsizlik gibi toplumsal felaketler, beraberin de toplumsal patlama öifeleri biriktiriyor. Devrim durumu artık salt devrimcilerin iyimser bir beklentisi olmaktan çıkmış, burjuvazi için, bazı sermayesözcüleri tarafından "toplumsal patlamalar" şeklinde dile getirilen, karamsar bir bcklentiye dönüşmüştür. Toplumsal hoşnutsuzluğun odaifında, ön saflarında, doğal olarak işçi sınıfı yer alıyor. Önderlik ögelerinin ve örgütlenme düzeyinin zayıflığına raifınen, Türkiye işçi sınıfı belki de tarihinde ilk kez bir bütün olarak, bir blok olarak yoifun bir kaynaşma yaşıyor. Bütünüyle dipten gelen kendil iifinden bir kabarışta işçi hareketi giuikçecanlanıyor, güç kazanıyor. Tüm yasal kısıtlılıklara rağmen grev hareketi 1987yılında gerçek bir sıçrama yaşadı. 324 işyerinde 28 bin işçinin katıldığı grevler yapıldı. 1 988 yılının ilk ayları büyük çoğunluifu taban inisi yatifinedayalı çoksayıda direnişesahne oldu. Salt Ocak-Şubataylarında ve yalnızca İstanbu l ve çevresindeki fabrikalarda 50 bini aşkın işçinin bu eylemiere katıldığı basında yer aldı. Çoğunlukla sendikaların bilgisi dışında, hatili bazen sendika-patron ortak engelini aşarak, işi bırakma, fabrika işgali, iş yavaşlatına, yemek boykotu, mesaiye kalınama şeklinde gerçekleşen bu eylemler, tabandaki poı.ansiyeli ve büyük m ücadele isteğini ortaya koyuyor. Türk-İş'i n h üküınetle ve sennayc çcvrclcriylc "diyalog politikası"nı boşa çıkaran, yalnızca bu çevrelerin taviz verecek durumda olmaına ları değil, bundan da çok, diyaloglarla sorunun çözüleıneycccğini kendi öz tecrübeleriyle görmüş işçi yıifınlarının büyük tepkisi ve protestosu ohnuştur. İşçi sınıfı, diyalog politikasının karşısında "İşçiler Elele Genel G reve" militan sloganında ifadesini bulan mücadele iste ğini çıkardı. Zamlar yoluyla yoğun bir iktisadi saldırının yaşandığı bir dönemde hükümetle ve scnnaycy lc uzlaşmaya çalışınanın utancını aldıkları eylem kararlarıyla silıneyc çabala yan sendika bürokratları , bu lll yolla tabanı n öfkesini de yatıştırma, bu öfkenin kendilerine yönelme· sini engelleme gayretindeler. B ütüri hazırlıksızlıklara ve yaygın engellemelere ragmen, "Pahahlıgı, iktidarı ve işverenlerin Tutumu'n u Protesto" için yapılan "Yemek Boykotu"nu işçilerin ezici çogunlugu, kimi yerlerde yanlarına öğrencileri ve memurlan da alarak, başarıyla gerçekleştirdiler. Ycr yer coşku·lu topl:lntılara da dönüşen bu eylem, geri ve pasif bir direniş şekl iydi, fakat işçi sınıfınn ülke çapında birleşik bir davranışı, bir girişim olarak da önemli ve anlaın lı yd ı . Nitekim sermaye çevrelerinde rahatsızlıga, geleceğe dönük kaygılara yol açtı. . Ardından yapılan Sakarya mitingine onbinlerce işçi katıldı ve "İşçiler Elele, Genel Greve" s!Öganı en çok, en coşkulu atılan slogan olarak işçilerin mücadele isteğini dile getirdi. Türk-İş başkanı yaptığı konuşmada ekmek mücadelesi özgürlük mücadeleSine bağlanm ıştır diyerek, işçi hareketin in siyasal hak ve özgürlüklertalebini i fade etmek zorunda kaldı. Daha önceki sözleşme dönemlerinde işveren dayatınalarma boyun eğerek sözleşmeleri peşpeşe imzalamak zorunda kalan sendika bürok ratları, işçilerin yaygın hoşnutsuzluğu ve grev isteği karşısında artık eski pcrvasızlığı göstereınemekteler. Bu yıl 700 bini aşkın işçiyi kapsayan toplusözleşme görüşmeleri var ve daha şimdiden, bir çok yerde anlaşmazlık zabıtları tutulmuş, grev kararları ilan edilmiştir. B u , 1 988 yılı için yaygın bir grev dalgasını kuvvetle muhtemel bir gelişme haline getirmiştir. * Fakat, denilebilir ki, işçi hareketinin mevcu t birikimini, işçi sınıfı sanarındaki mücadele istemini, h içbi r şey bugün işçi hareketinin ortak haykırışı haline gelmiş "İşçi ler Elele Genel Greve" sloganı kadar açıklıkla anlatamaz. Geçmişte, sermaye tarafından kom ünistl iğin, düzen yıkıcılığının alamcti farikaları arasında sayılan genel grev iste m i , bugün büyük işçi kitlelerin in mücadele şiarı haline gelmiştir ve Türk-İş yönetimi \.arafından kağıt üzerinde de olsa karar altına al ınm ıştır. Genel grcv istemi , kuşkusuz geçmiş birikim lerin temeli üzerinde, fakat bütünüyle tabandan gelen kendiliğinden bir istem oldu. 12 Eylül 1 12 sonrasında, ilk defa, 1984 Haziran 'ında Türk-İş I. Bölge Temsilciler Toplantısında dile getirildi. O günden bu yana, çeşitli yollarla k üllcn dirilmeye çalışılsa da, sınıf içinde hep tartışma gündeminde kaldı, sürekli güç kazandı, tüm işçi toplantı ve direnişlerinin en yaygın ve en coşkulu sloganı oldu. Gelinen yerde kendini açık bir sorun olarak dayatmış, taban<Jan gelen baskı sonucu Türk-İş yönetim i arafından karar altına alınmasıyla iyice güncelleşmiştir. Güçlü bir m ücadele isteğinin i fadesi olmakla birlikte, bütünüyle kendiliğinden gelişimin bir ürünü olan genel grevin, talepleri de bu niteliğine uygun oluşmuş bulunuyor. Bugün için işçiler, genel grevi, sermayeni n iktisadi saldırılarını püskürtmenin, ücretleri yükseltme nin, iş ve çalışma yasalarında gerekli demokratik değişiklikleri gerçek leştirmenin, bazı siyasal hakları elde etmenin aracı olarak görüyorlar. Bu taleplerin sınırlı siyasal niteliği bir yana, büyük ölçüde sınıfın kendi özgül talcplcridirler. İşçi hareketi henüz kendi taleplerini daha geniş bir temel üzerinde i fade edebilecek ve kendi dışındaki halk sınıf ve tabakalarının taleplerine kendi taleplerinin yanısıra yer verebilecek bilinç ve önderlikten yoksundur. Fakat bu durum genel grevin önemini azaltmıyor. Bu iktisadi ve kısmi siyasal talepler için bir genel grevle bile, işçi sınıfı, doğrudan mevcut siyasal iktidan ve anayasal rejimi karşısına alan m uazzam önemde bir ileri adım atmış olacaktır. Genel grevi n kendisi Anayasa 'nın açık bir ihlali olacağı gibi, talepleri de Anayasa'nın değiştirilmesini gerektiriyor. Kaldı ki sorun bundan da ötedir. Bugünkü sınırlı somut niteliği içinde bile başarılı bir genel grevin , kendi taleplerini aşan ciddi siyasal sonuçları olacaktır. Kaçınıl maz olarak mevcut anayasal rejimle çatışacak ülke çapında birleşik bir işçi eylemi, m ilyonlarca işçinin ortak bir eylemi ölarak genel grev, işçi sınıfının m uazzam gücünü yalnızca pervasız burjuvaziye değil, bundan çok daha önemli olarak, bizzat bu işçi ordusunun tek tck üyelerine gösterecek ; birlik, dayanışma ve m ücadele konusunda işçi sınıfı bireylerinin bilincinde sıçramalar yaratacaktır. Başarılı bir genel grev, işçi sınıfının üretimden gelen birleşik gücünü, aynı zamanda diğer emekçi sınıf ve tabakaların gözünde somutlaştıracak, onları işçi sınıfına yakınlaştıracaktır. 113 Devrimci k itle m ücadelesinin kazandıracagı hız ye yaygınlık, işçi hareketin in siyasal gelişiminde oynayacagı bü.y ük rol, i leri işçilerin komünizme kazanılmasında yaratacagı elveriş l i ortam, bürokratik sen- · dika yapılarını darbelemede, sendikalann m ücadele örgütleri haline getirilmesinde yaratacagı olanaklar vb., bütün bu açılardan başarıl ı bir genel grevin oynayacagı m uazzam rol yeterince açıktır. Fakat onu başarıl ı kılmak, onu örgütlernek ve ona önderlik etmekle mümkündür. Türk-İş bürokratlarının bunu yapmaya niyetleri yok. B u durumda komünisllerin , dc.wrimcilerin, sınıfbilinçli işçilerin tabandan inisiyatifi ele alarak genel grev istemini örgütlü bir girişime hazır lamaları canalıcı bir önem taşıyor. Türk-İş yönetim i bir genel greve niyetli degil, ama tabanın güçlü baskısı karşısında ondan kolay kolay yakasım sıyırabilecek gibi de değil. Herşey tabandal_d eğilimi besle meye, güçlendirmeye, yaymaya, eyJem girişimine dönük somut örgüt lenmeler yaratmaya ve bütün bunları Türk-İş yönetimi üzerinde somut ve sürekli bir baskıya dönüştürmeye bağlıdır. B ütün bu acil görevler yalnızca eylemi başarıl ı kılmak için değil , işçi hareketini Türk-İş yöneti minin muhtemel bir ihanetinin sonuçlarından korumak için de hayati bir önem taşıyor. Türk-İş bürok ratları bu ihaneti iki türlü sergileyebi lirler. Ya şimdiye kadar yaptıkları gibi oyalama ve aldatmacalarla işi sürüncemede bırakıp eylem potan siyelini eritme yoluna giderek; ya da salt yasaksavma niyetine, işçileri hazırlıksız ve örgütsüz sözde bir genel grev girişimi ilc yüzyüze bırakarak ve böylece onları sermayenin maddi ve moral yıkıma sürük leyecek saldırılarına açık hale getirerek . . . Mevcut genel grev isteminin talepleri ekonomik ve siyasal reform talepleri durumundadır. Komün istlerin ve devriıncilerin tüm çabası, bu talepler etrafında samuLlanan genel grev isteminin güçlü devrimci bir kitlesel eylem olarak gerçekleşmesi için çalı şmak ve ondan en aci l siyasal ve temel devrimci istemierin kitlelere götürütmesi için e n iyi şekilde yararlanmak olmalıdır. EKİM Nisan 1988 114 YIÖIN HAREKETİ VE GÖREV Yıgın hareketi gelişiyor, öfke ve memnuniyetsizlik fiili Ilacekete dönüşüyor. Ve olgular bunun, belki de iniŞii çıkışlı ama giderek artan bir tempoda ilerleyecegini gösteriyor. Genel grev sloganlarıyla birlikte, 1 ,5 m ilyonu aşkın işçinin ülke çapındaki toplu protestosun u, önce tstanbiıl Üniverşitesi pğrencile�j nin gözüpek eylemi, sonra, yasak, ve tchditlcre .�({y9an okuy;an sayıları bir kaç bini bulan işçi, ögrenci ve aydının İstanbul 'daki 1 Mayıs gösterisi takip etti. İşçi sınıfında ülke çapında bugüne kadar görülmemiş derinlik ve genişlikte bir kaynaşma var. Bu, sermayenin temsilelleri tarafından da dile getiriliyor ve ürkütücil bulunuyor. Peşpeşe grev kararları ahn�yor. Cumhuriyeı gazetesinin 27 Nisanda yapugı döküme göre, hala grevde bulunan işçi sayısı 6 bini aşarken, grev kararı alınmış işçi sayısı 32 bini, sözleşmesi uyuşmazlıkla sonuçlanmış işçi sayısı ise 76 bini aşmış bu- 115 lunuyor. Bu rakamlar ekonomik hareketin hızla büyüyen boyutunu gösteriyor. Sadece alınmış grev kararları uygulandıgında dahi 1 988 'in daha ilk beş ayında, 1 987 yılının rakamları aşılmış olacak. Bunun dışında, çeşitli biçimlerde ortaya çıkan pasif veya aktif işçi direnişleri o kadar arttı ki, bir kısmı yansımadıgı veya yansıtılmadıgı halde, günlük basında bu 'tür direniş haberlerinin yer almadıgı gün hemen yok gibi. Öte yandan bizzat "aşağı"nın istemi ve zorlamasıyla alınmış genel grev kararı tüm işçilerin talebi olarak gündemde duruyor. Şayet Türk İş'in gerici bürokrasisi pek muhtemel ve hiç de sürpriz olmayacak bi� "fark"la yan çizmezse, genel grevden önce ülke çapında iki saatlik bir uyarı grevi ve onlarca ilde miting yapılması gerekiyor. İşçiler mücadele etmek istiyor; yasaklara ve yasalara rağmen so kağa çıkmak istiyor. Genel grev isteminin kendisi bile, kapitalistlere, devlete, anayasa ve yasalara açıktan meydan okumayı ifade ediyor. "Bu yasaları biz yapmadık ki uyalım" fikri ileri devrimci işçiler tarafından yaygınlaştırılıyor. İşçi eylemleri, ezilen ve sömürülen diğer kesimlerin desteğini de alıyor. Sakarya ve Adana mitingine topl umun diğer kesimlerinin ve öğrencilerin katılması, yemek boykotunun bir çok iş yerinde küçük memurlar ve bir kısım teknik personel ve ayrıca öğrenciler tarafından desteklenmesi bunu gösteriyor. Kürt yurtseverlerinin manevi destekle rinin yanısıra, diktatörlüğe darbe vuran, onun otoritesini zayıflatan mücadeleleri işçi hareketine nesnel bir desteği ifade ediyor. Bu destek işçiler toplumun diğer ezilen ve sömürülen kesimlerinin istemlerini de dile getirmeyi, onları desteklemeyi, yani bütün ezilenlerin öncüsü olmayı öğrenebildikleri oranda artacaktır. G rev hareketini , sokak eylemini geliştirmek, yaymak -bugün yı g ınları devrimcileştirecek, inisiyatifini ve ba gımsız hareketini gel iştirecek tek yol, biricik devrimci taktik işte budur. İcazet, yasacılık şeklindeki o• berbat geleneği kırmanın, yasaklar rejimini sarsınanın ve işlemez hale getirmenin, yasa tanımaz militan bir işçi ve kitle hareketini geliştirmenin nesnel koşulları mevcuttur. I Mayıs 'ta İstanbul 'da yapılan gösteri bu yolda atılmış gözüpek bir adımdır. Devam ettirmek, gelenek haline getirmek gerekiyor. İşçilerin, sömürülen ve ezilen kitlelerin büyüyen ve bir yandan fiili 116 eyleme dönüşen hareketi karşısında diktatörlügün ve hükümetin baskı ve terörün şiddetini artırma yoluna başvurmaktan başka alternatifi yok. Gittikleri her yerde yuhalanmaya başlanan Özal ve bakanları, acz ve şaşkınlık içinde, işçilerin ve halkın "açız" diye başlayan protestolarını tehditle cevaplıyor, sopanın ucunu gösteriyorlar. Protesto ve grevlerin artmaya başla!iıgı, bir dizi miting ve genel grevin gündemde olduğu bir sırada Evren küstahça yeni bir darbe tehdidi savuruyor. Muhalefetteki burjuva partiler ise, yıgınların memnuniyetsizligini ve öfkesini yeni bir seçimle parlamentonun bileşiminde yapılacak bir değişiklige, bir hükümet değişikliğine yönel tıneye çalışıyorlar. Burjuva demokrasisini kendine program edinen, "parlamentonun en üst organ olarak görev yapmasının sağlanmasını" en önde görev ilan eden, "Türkiye'nin kurtuluşunun ANAP hükümetinden kurtulmakt.'l.n geçtiğine inanan", "yüzde 65 'lik çoğunluk" dediği sosyal-demokrat, muhafazakar, dinci, faş ist sermaye partilerinden oluşan muhalefet partilcrini "ANAP iktidarının alternatifi" olarak sunan ve onlardan demokrasi dilenen revizyonist-liberal sol da, aynı şekilde kitlelerin öfkesini ve hareketini parlamenter eylemin yedeğine çekme rolünü üstleniyor. "Parlamento içi ve dışı muhalefetin birleştirilmesi" olarak adlandırılan bu gerici taktik, işçi sınıfı hareketini ideolojik-siyasal olarak burjuvaziye bağlamaya hizmet ediyor. Devriınci taktik bunun tam karşıtıdu; grev ve sokak eylemlerini geliştirmeyi, yığınların burjuva parlamentosu ve partileri hakkındaki umut ve önyargılarını kırıp, bağımsız devrimci hareketini yaratmayı ve onu iktidar mücadelesine yöneltıneyi amaçlar. Herkes doğal olarak kendi rolünü oynayacaktır. Sermaye düzeninin yeniden şiddetli bir krize doğru hızla yolaldığı, işçilerin ve sermaye tarafından söm ürülen ve ezilen diğer kitlelerin ekmek ve özgürlük istemleriyle harekete geçmeye başladıkları bir dönemde, net bir sosyalist programı, onlara ekmeği de, özgürlüğü de verebilecek tek düzen olarak sosyalizmi yığınlara alternatif ol;ırak sunma gücünde ve yeteneğinde devrimci bir işçi partisinin yokluğu Türkiye 'nin tarihsel bir talihsizliğidir. Başlıca ve asli görevleri henüz böyle bir partiyi yaratmak, komünist hareketi, komünist işçi hareketine dönüştürmek olan komünistler, yükselen işçi hareketinde ne kadar enerjik olarak yer ahrlarsa, bu · 117 görevi o kadar hızla başaracaklardır. Dipten gelen ve artık kendini açı�.ı vuran dalganın büyüklügüyle, kendilerinin güçleri ve hazırlıklan arasındaki mesafenin büyüklügü kmİı ünistleri ürkütmemelidir; tersi ne, bunun bilincinde olarak ve bu yüzden de bir kaç misli daha fazla enerjiyle müdahale etmek, deyim uygunsa her şeye ragmen "büyük oynamak" gerekiyor. Gelişen işçi hareketi kendi öncülerini ve kadrolarını hızla yaratacaktır. Bütün sorun, cesaretle, ısrarla bu kesim lere ulaşabilmektir. Bütün pratik çaba bu işe hasredilmelidir. Bir yükselişten sınıfın ileri unsurlarının hiç olmazsa önemli sayılabilecek bir kısmını kapsayan, polis ve diktatörlükle savaşma yçtenegine sahip gizli devrimci bir işçi örgütü oluşturarak çıkmak, mevcut koşıdlar altında belki de en iyi kazanç sayılacaktır; ki bu, gelecegin iktidara aday ihtilalci partisi olacaktır. EKİM Mayıs 118 1 988 İŞÇl HAREKETİ NE DURUMDA? Şunun iyi kavranması ve hep gözönünde bulundurulması gere kiyor; işçi sınıfı saflarındaki kaynaşma kısmi, yöresel ya da sektörel dcgil , geneldir. Hoşnutsuzluk ve hareketlilik ülke çapındadır. Buzdagının görünen kısmı sürekli yer degiştiriyor. Dün öne çıkan metal, lastik, deri, kimya işçileriydi. Bugün petrol, kimya, kömür, belediye işçileridir. Yarın başka kesimler, başka sektörler olacalçtır. Fakat bu bizi görünenin, öne çıkanın, parlayanın ötesine. bakmaktan ötesini görmekten alıkoymamalıdır. NETAŞ 'a, DERBY'e bakıp, işçi hareketi i lerliyor-geriliyor de� gcrlendirmeleri yapmak dönemi, birileri için henüz degilse bile; geride kalmış bulunuyor. Yasal iktisadi grevler, bugünün Türkiye' sinde sınıf hareketinin düzeyini belirlemede bir çok göstergeden artı.k yalnızca biridir. Ayrıca da, şu an için en önemlisi de degildir. İşçi hııreı<etinin nabzı, yasal iktisadi grevierden çok, yasadışı fiili 119 direnişlerde kendini ortaya koyuyor. Bazılannın sandığı gibi bunlar yalnizca yemek boykotu vb. "geri" biçimlerden ibaret de değildir. Hayır! İşçi sınıfının elinde grev hakkı olsun-olmasın tüm sektörlerde kullanabildiği, bizzat kendi inisiyatif ve yaratıcılığının ürünü etkili bir dizi yeni silah var. Üretimi çeşitli yollarla yavaşlatma, aksatma bunların en önemlilerindendir. "Gerekirse grevden daha etki n yön temler bulur, yaşama geçiririz". Bu söz grev haklannın gaspedilmesine karşı diğer işyerierindeki sınıf kardeşleriyle birlikte bir haftadır direnen Aliağa Petro-Kimya işçilerine ait. Başbakanın tehditle kanşık belirttiği gibi, bu yöntemler yasadışıdır. Ama hiç bir yasal güç uygulanmasına engel olamıyor. Bir diğeri servislere binilmeyerek yapılan işyeri mahallindeki toplu yürüyüşlerdir. Bunlar bazen kilometreleri buluyor. Göze görün müyor, anlamı ve önemi üzerine pek düşünülmüyor ama, bunun yarın fabrika mahallinden ana caddelere, meydanlara taşmayacağını, militan gösterilere dönüşmeyeceğini kim garanti edebilir. Kitle eyleıniyse sözkonusu olan, çoğu kere, hesap, plan, ölçü tanımaz; eylemin dina m iği, mantığı yeni biçimleri kendiliğinden üretir, dayatır. Bugün servis arabalarına binmemek; öfke sergilerneye yetebiliyor. Ya yarın? B ugün belirgin özellikler taşıyan bir işçi hareketi var ortada. Parlamentoda bir yasa çıkıyor; aynı anda İzmit, Kırıkkale, Diyarbakır ve Aliağa'da işçiler benzer yöntemlerle ve aynı kararlılıkla, aynı heyecanla direniyorlar. Henüz belirli sınırlar içinde kalsa da yasa ve yasak çiğniyorlar. Nedenleri güncel olabilir, ama ortaya konan davranış yılların birikimini yansıuyor. Bugünün işçi hareketi yılların birikimi üzerinde yükseliyor. Bu kendini çeşitli biçimlerde v e şimdilik ancak bir ölçüde dışa vuruyor. Dün "komünistlerin taktiği" olarak suçlanan genel grevin bugün yüzbinlerce işçinin coşkuyla haykırdığı bir mücadele sloganı haline geldiği hatırlanırsa, işçi hareketinin katettiği mesafe, sağladığı birikim daha iyi anlaşılır. Hoşnutsuzluk, homurdanma, kıpırdanma ve kaynaşma geneldir; tüm sektörlerde ve ülke çapmdadır. İşçi hareketine günlük değerler biçenler, bugünkü hareketliliği güncel bazı istemler için cılız ve geçici bir kıpırdanış sananlar ve sayanlar fena yanılıyorlar. istemler henüz sınırlı ve dar olabilir, sınıfın kendi geçici çıkarlarının ötesine geçme· 120 yebilir, ama bu istemler ugruna g_österilen hareketlilik yılların biriki minden kök alıyor ve bu istemierin ötesinde bir deger taşıyor. Bu gerçeği kavrayamayanlar sınıf ve genel devrimci hareket karşısında görevlerini kavrayamazlar ve hep geride ka\ırlar. Bilinç, örgütlenme, hareketlilik, eyleme geçme potansiyeli vb. açılardan büyük farklılıklar gösteriyor olsa bile, hoşnutsuzluk ve mü cadele isteği geneldir. Bunun koşullarını burjuvazinin son 8 yıllık po litikaları yarattı. Burjuvazi, işçi sınıfının bir blok olarak karşısına geçmesinin zeminini adeta döşedi. İşçi sınıfına dönük siyasal ve iktisadi saldırılarını genel, merkezi ve katı politikalar olarak saptadı ve uyguladı. B unu yapmakla, dün genel hoşnutsuzlugu mayaladı ve bugünkü genel hareketliliği hazırladı. B ugün için burjuvazi bu hoşnutsuzluğu tatmin etmek, hareket liliği gidermek olanaklarından yoksundur. B irbirine bağlı nedenlerin sonucu olarak, ne ciddi iktisadi ı.avizler ne de siyasal tavizler verebi liyor. Tatmin edemediği gibi, ezemiyor da. Sert tedbirlerle ezmek bir çözümdür ama, bunu olur olmaz gündeme getirmek burjuvazinin kendi iradesini ve tercihini aşıyor. Genel baskı ve yasakların yanısıra, ancak ciddiye alınamayan ve yalnızca tepkiyi aleviendi ren tehditler savura biliyor. Ara rejim tartışınaları ve faşist Evren ' in darbe tehditleri bunun örneklcridir. Nedir ki tehditler ters sonuçlar yaratmış, diktatörlüğün başi güç ve gülünç duruma düşmüştür. Tatmin etmek ya da ezmek bugünün koşullarında olanaksız olunca, olağan baskılar ve yasaklar da yetmeyince, geriye en etkili yöntem olarak, oyalamak, aldatmak, hızını kesmek, çapını daraltmak, düzeyini düşürmek, hedefini şaşırtmak, yanlış kanallara akıtmak, sahte alternatifiere yöneltmek vb. kalıyor. Kısaca oyalama ve potansiyeli adım adım eritme taktiği. Sermayenin bugünkü umudu bu takliğin başarısıdır. Ve bunu uygulamada en büyük yardımcısı, başta Türk-İş merkez yönetimi olmak üzere, sendika bürokrasisidir. * * * Bugünkü işçi hareketi karşısında sendika bürokrasisinin yerini ve 121 rolünü açıklıkla tanımlamak önemlidir. Türk-İş yönetimi işçi hakları için harekete geçmiş, ya da konum ve misyon degiştiemiş degildir. Oysa kimileri üstü kapalı ve utangaçça, revizyonist çevrelet ise daha açık olarak bunu iddia ediyorlar. Elbette arada bir önde göründükleri oluyor, ama gerçekte yalnızca dipten gelen dalga sürekli ve yaygın tazyik onları öne düşmeye zorluyor. Zira kolluğu korumanın da dalgayı kırmanın da yolu budur. Türk-İş yöne timi öne düşerken bile, bunu geriye çekmek, oyalamak, kontrol altında tutmak ve geri biçimler içinde eritmek için yapıyor. Türk-İş yöneti cileri bunu zaman zaman itiraf da ediyorlar; biz olmasak komünistler düşer önüne götürür, diyorlar. Sendika bürokratlarının tutumu ve kararı değişir, ama misyonu değişmez. Onlar diyalog ve "zirve"Ierde açık ihanetlerini sergilerier ken de, bazı eylemleri işçilerin zoruyla hayata geçiriderken de, aynı misyonu yerine getiriyorlar. Birinci durumda bazı sözde tavizieric aldatmak, ikincisinde ise hak savunucusu pozunda oyalamak gayretin dedirler. 1 984 Haziran'ında Türk-İş I. Bölge Temsilcileri Toplantısı'nda işçiler tarafından "Genel Grev" şiarı ortaya atılalı beri, Türk-İş yöne timi bu iki tutumu, aynı amaca dönük, içiçe ya da peşpeşe sergiiemiş tir. Son 6 aya bir bakalım: Aralık 'ta "diyalog politikası", tabandaki büyük tepkinin baskısıyla Şubat'ta "eylem kararları" ve bazı eylemler, ardından Mayıs'ta yeniden "zirve" ve "diyalog politikası". Ve son olarak, tepkiler karşısında ek açıklama; "eylemler sürecek! " Sendika bürokratları 4 yıldır hep dalga kıran rolü oynuyorlar. işçilere değil, sermayeye hizmet ediyorlar. Bu 4 yıl boyunca işçileri aldatmakta ve oyalamakta belirli bir başarı sağladılar, ama işçi hare ketinin yayılmasını, daha ileri mevzilere kayınasını, genel grev istemi konusunda daha istekli ve ısrarlı olmasını engelleyemediler. Son "zirve" ve yasal değişiklikler manevrasına karşı tabanda kabaran öfke de bunu kanıtlar. İstanbul milinginde pallaması beklenen bu öfke selinden onları, gizli işbirliği yaptıkları valiliğin yasağı kurtarmıştır. İstanbul 'da miting! Bu Türk-İş ağalarının korkulu rüyasıdır. Türk-İş yönetimi işçi sınıfının eylem talebinden yakasım kurtaramayacaktır. Bugüne kadar her yan çizmenin ardından, işçiler enselerinden tutarak "düşün önümüze" dediler adeta. Onları belirli 122 P-ylcmlere zorladılar. İşçiler bu aynı zorlamayı yine yapacaklardır. Tam da bu noktada birbirini tamamlayan iki önemli ·görev var. Birincisi, işçi tabamnda, fabrika ve işyerlerinde eyleme dönük örgüt lenmeler sorunudur. Devrimci işçilerin inisiyatifi ilc, bu sorun daha şimdiden bazı fabrikalarda, Eylem Komiteleri, İşyeri Komiteleri şeklinde gündeme getirilmiş ve belli adımlar atılmıştır. Bu örgütlen meler, işçilerin inisiyatifi ele alma, mücadelenin kaderini çeşitli kademelerdeki sendika bürokratlarının eline bımkmama, mücadeleyi taban örgütlenmesine dayama vb:, isteklerinin ifadesidir. Bilinçli bir içerik kazandırıldıgı, işlevleri dogru tanımlandıgı ölçüde, işçi hareke tinin ve genel olarak mücadelenin gelecegi açısından muazzam önem taşıyor bu komiteler. Önemli nokta şudur: Bugünkü biçimleriyle bu örgütler sendikaların alternatifi değil, bir yönüyle, sendikaları aşağıdan yukarıya devrimcileştirmenin ilk adımı ve temel basamağı olarak görülınelidir. Sendikaların anti-demokratik işleyişini ve bürokratik yapısını kırmanın, tabanın devrimci, in isiyatifini, enerjisini ve iradesini yönetime dayatmanın ve önümüzdeki dönemde bu yönetimleri alaşağı etmenin araçları da olabilmelidirlcr. Bunun kendisi ikinci önemli göreve işaret ediyor. 1989 yılı sen dikalarda genel kurullar dönemidir. Sendika yasalarındaki son degi şiklikler, petrol işçilerinin grev hakkını gaspetmiş ama, hain sendika agalarına dört dönem daha seçilme hakkı ve olanağı saglamıştır. Sendika ağaları "zirve"de işçileri satmışlar, karşılığında yeniden seçilme hakkı kazanmışlardır. İşçiler bu aşagıhk pazarlıgın farkındadırlar ve sendika yönetimine karşı öfke doludurlar. Bu öfkeyi sendika bürokratlarına karşı mücadeleye, sendikaların yapısını , işle yişini ve yönetimini devrimcileştirmeye kanalize etmçk, bu göreve artık daha yoğun sarılmak günlin görevidir. Ve tabandan yaratılacak işyeri ve fabrika komiteleri bunun etkili araçları olacaktır. Bu hangi devrimci siyasal gruba yandaş ol ursa olsun, tüm devrimci işçilerin ortak çabası ve inisiyatifi ilc başarılabilir bir görevdir. Sendika bürokratları sermayenin işçi sınıfı içindeki ajanlarıdır. İşçi hareketini dizginlemek, temel ve vazgeçilmez mücadele araçlan olan sendikaları felç etmek ve etkisizleştirmek onların degişmez misyonudur. Burjuvaziye karşı etkili ve başarılı bir mücadele, başka şeylerin yanında, sendika bürokrasisini ctkisizleştirme ve yıkma 123 ölçüsünde mümkündür. İ şç ilerin değişik burjuva politik ve ideolojik görüşlerin, değer lerin, inançların etkisinde olması ile, belirli bir burjuva politik partiye ve lidere belirgin bir şekilde bağlanması, umut olarak görmesi, ardından sürüklenmesi farklı şeylerdir. Geniş işçi yığınlarının bugün burjuva dünya görüşünün değişik biçimlerinin etkisinde olduğu bir gerçektir. Fakat ciddi sorunlarla karşı karşıya olan işçi sınıfı, bunların çözümünde şu ya da bu parti ve lidere değil, kendi gücüne dayalı mücadeleye güveniyor. Kendi gücüne güven gelişen işçi hareketinin yeni ve en önemli kazanımıdır. 12 Mart sonrasında salonları ve meydanları "Umudumuz Ecevit" diye dolduran işçiler, şi.m di aynı salonları ve m eydanları " İşçiler Elele Genel Greve" şiarıyla dolduruyorlar. Bu," kimilerinin kavrayamadığı önemli bir gelişmeyi, işçi hareketindeki muazzam bir ilerlemeyi anlatır. İşçiler iktidar partisine ateş püskürüyorlar. Demirel' i ve DYP'yi kendi öz tecrübeleriyle iyi tanıyorlar. Uyuşuk ve kişiliksiz SHP'ye ve onun mıymıntı liderine ise güven duymuyorlar. Ciddi bir hazırlık yapılmadan sapa bir il olan Sakarya'da gerçekleştirilen Türk-İş mitin gine 30 bin coşkulu işçi katıldı. Aynı dönemde İstanbul gibi bir işçi kentinde özel bir hazırlıkla yapılan S HP mitingine ise yalnızca 10 binden biraz fazla heyecansız bir topluluk katıldı. Aynı İstanbul 'da yapılacak Türk-İş mitingi ise, yüzbinlerce öfkeli işçinin akması bek lendiği için, htikümet ve Ttirk-İş yönetiminin gizli işbirliği ile şimdi lik engellendi. İşçilerin Türk-İş mitinglerine ilgisi, kendi güçlerine duyulan güvenin bir göstergesidir. İşçilerin bütüı\ dikkati Türk-İş 'te dir. Türk-İş yönetiminin bunalması da bundan dır. Dipten gelen dalgayı dizginleme yükü büyük ölçüde sendika bürokratlarının omuzlarına binmiştir. Geçmişle bu işi, Türk-İş ve DİSK yönetimlerinin yardımıyla Ecevit CHP'si yapıyordu. Şimdi SHP' nin yardımıyla Türk-İş yöneti minin kendisi yapıyor. Aynı Türk-İş yönetimi bu yükü hafifletmek için, sık sık SHP ve DYP'nin kapısına dayanıyor ve bu partileri işçilere kurtarıcı olarak sunmaya çalışıyor. Bu iki partinin "işçi hakları savu nucusu" pozlarına daha sık girmesi de bu aynı çabayı anlatıyor. Bu gerçeğe işaret etmemiz, işçi sınıfı üzerindeki burjuva etkileri küçümsemekten çok, gelişen işçi hareketini ihtilalci bir işçi partisiyle kucaklamanın önemini vurgulamak istememizdendir. İşçi hareketin in 124 mücadelede kend i gücünün farkına vardıgı bugünkü durum, hem böyle bir parti inşa etmek için geniş olanaklar sunuyor hem de bunu acil ve yakıcı hale getiriyor. Gelişen işçi hareketinin gelecegi ve kalıcı başarılan, öncü parti sorununa sıkı sıkıya baglıdır. İşçi hareketinin bugünkü en acil ve teinel ihtiyacı budur. Bu ihtiyacı karşılamak, pratik-siyasi sorunlara oldugu kadar, teo rik-programatik sorunlara da ilgi göstermek, incelemek, çözmek ölçü sünde olanaklıdır. Kapitalist bir Türkiye' de ve güçlü ve gürbül. bir işçi sınıfının sermayeye karşı homurdandıgı bir dönemde siyasal demokra siyi temel bir stratejik aşama olarak sunanların çokluğu koşuilarında, bu özellikle önemlidir. EKİM Haziran 1988 125 AMAÇ, ARAÇ VE GÖREV Bugün sosyalizm adına siyaset arenasındaki hemen her siyasal akım, işçi hareketinin politik gelişimi için sosyalist harek�tle işçi hareketinin birleştirilmesinin, bu iki hareketin ayrılığına bir an önce son verilmesinin zorunluluğuna vurgu · yapıyor. Ancak, pek yerinde olan bu vurguyla birlikte, hayati sorun, nasıl bir perspektifle, nasıl bir programla birleşrnek gerektiği sorunudur. '80 öncesi radikal solun işçi sınıfı hareketiyle birleşmesini engelleyen, buna rağmen birleşmeye yöneldiğinde de çabaJannın başarısız kalmasına yolaçan asıl neden halkçı bir dünya görüşüne ve programa sahip oluşuydu. İster "anti emperyalist, anti-feodal", isterTürkiye koşullarına daha iyi uyarlanmış "anıi-cmpcryalist, anti-oligarşik" ya da "anti-tekel, anti-faşist" içerik tc olsun, bütün "demokı;alik devrim" programları/çizgileri benzer sonuçlara yol açtılar. Özü küçük-burjuva demokratik olan "bağımsızlık ve demokrasi" programında -buna artı sosyalizm ibaresini eklemek 126 hiçbir şeyi degiştirmez- ısraredendevrimciler bunu hala anlayamadılar. Bununla birlikte, pratik deneyimin zorlamasıyla işçi hareketiyle birleşme zorunlulugu, ona dayanmaksızın, Türkiye gibi emek-sermaye kutuplaşmasının sınıf mücadelesinin temel ekseni oldugu ve bütün diger çatışma ve çelişkilerin buna tabi olduğu bir ülkede, burjuvaziye karşı ciddi ve sonuç alıcı bir siyasal savaşıının yürütülemeyecegi anlaşılmı ş görünüyor. Ancak "eski" perspektifle sürdürüh;n bu çabaların, son tahlilde, başarısızlığa mahkum olacakları kesindir. Zira, Türkiye gibi bir ülkede doğrudan sosyalizmi hedefleyen bir programın altına inmek, işçi hareketini kapitalizmin ve burjuva demokrasisinin alanına hapsederek, pcşinen burjuvazinin yörüngesine sokmak, "yıkıcı" gücünü zayıflatınak, iktidar hedefinden yoksun bırakınakla eş anlamlıdır. Bu yüzden de, sosyalist programın altına inenler komünist adına layık olamazlar; öznel niyetlerinin farklılıgına rağmen, nesnel olarak "sol demokratlar" konumuna düşmekten kaçınamazlar. Örne gin, '80 öncesi, işçi sınıfının ileri unsurlarını ve ileri kesimlerini kontrolü altında tutan TKP'nin "sol CHP" olmaktan öteye bir rol oynayamaınasının nedeni sadeec taktik çizgisindeki reformizm i değil, "demokratik" içerikli programıydı da. Burjuva toplum altında "deınokrasi"nin program edinilmesi ya da fetişlcştirilmesi zorunlu ve kaçınılmaz olarak reforınizıni üretir. Zira sosyalist demokrasinin altındaki bir demokrasi istemi burjuva toplum koşullarında teorik ve pratik olarak gerçekleşebilir bir şeydir. Aynı şekilde, bütün rad ikalliğine ve sosyal-demokrasi ilc araya sınır çekme çabasına rağmen, programının demokratik-halkçı içeriği nedeniyle devrimci-demokrasi de adeta sosyal-demokrasiye çalışmış, politik faa liyetinin ürünlerini CHP kotarmıştır. Bir i şçinin veya emekçinin "dev rimci" olmasıyla sandıkta sosyal-demokrasiye ınühürü basması pek birbirine aykırı gelmemiştir. "Boykot" çağrıi anna da pek kulak asılmaınıştır. Halkçı saflardan kopan hareketimiz, bulanıklığa yer vermeyen sosyalist bir platforınla, proleter devrim bayrağıyla ortaya çıkarak önemli bir adım atmıştır. Ancak henüz "demokras i" programında ısrar eden çok sayıda komünist eğilimli kişinin, gerek teorik mücadelenin, gerekse pratik olguların yard ım ıyla sosyalist bir platforma ulaşacaklarından kuşku duyınamak, mevcudu idealize edip, her şeyi 127 onunla sınırlı görmek şeklinde bir dargörüşlülüge düşmernek gerekir. Digqr bir deyişle devrimci-demokrasi saflarında ayrışma sürecektir. Öte yandan ulusal planda radikal bir konuma geçmek isteyen, ama modem revizyonizmle araya sınır çekerneyen saflardan da ileriye doğru sıçramalar olabileceği konusunda ümitli olmak gerekiyor. Zira Türkiye proleter devrime, sosyalizme gebe bir ülkedir. Devrime karşıt, itfaiyeci rolü oynayan revizyonist-reformİst teori ve politikayı kaldırmaz. Devrimci bir konumda kalmak isteyenler revizyonizmle çatışmak zorunda kalacaklardır. Ve bu yönde her gelişme Türkiye komünist hareketi için yeni olanaklar yaratabilir. Komünistler, nesnel hareketin ihtiyaçlarıyla kendi öznel güçle rinin yetersizliği ve geriliği arasındaki uyumsuzluktan ürkrneksizin işçi sınıfına net sosyalist hedeflerle gideceklcrdir: Sermaye İktidarının Yıkılması, İşçi S ınıfı İktidarının Kurulması; bütün pratik faaliyetleri nin bağlı olması gereken eksen budur. Rastlantılarla yetinmeksizin, planlı ve bilinçli bir şekilde sınıfın ileri unsurlarına yönelerek onları komünizme ve sosyalist platforma kazanmak - işçi hareketinin politik gelişimi bu yönlü çabaların veri m ine bağl ıdır. İtildiği fiziki ve manevi çürüme ortamına karşı zaten kendiliğin den m ücadele eden işçilere yardım etmek çok özel bir yetenek gerek tirmiyor. Bu zaten bir tür alışkanlık sonucu yapılıyor; ve daha etkin bir şekilde yapmak değişmez bir görevdir. Ancak her kim işçi hare ketinin sorunlarıyla ilgilenmeyi fiil iyatta ücret ve sendikal sorunlarına indirgiyor veya esas i lgisini burada topluyorsa, gerçekte işçilere kötülük yapıyor demektir. Pratik duruma boyun eğilmemeli, işçilerin dikkati ücret ve sendika sorunlarından öteye, sömürünün, yoksulluğun, özgür lükten yoksunluğun nedeni olan kapitalist sisteme, onun ortadan kaldırılması zorunluluğuna çekilmelidir. Kısmen kaba bir sosyalist propaganda dahi -ki pek becerilemeyen bir şeydir-, her halükarda, pratik faal iyette "somutluk" adına, "acil istem leri atlamamak" adına �unun ihmal edilmesinden daha yararlı sonuçlar doğuracaktır. Gerek li olan "zam, zulüm, işkence, faşizm" türünden lafkalabalığı değil, işçiye kapitalist sistemi, onun işleyişini, yıkılınasının "tek kurtuluş yolu" olduğu, "sosyalizmin tck çare olduğu" fikrini kavratan propaganda ve ajitasyondur. 128 Öte yandan, öğrenci sorunundan Kürt sorununa, dış politikadan si yasal tutuklular sorun una kadar tüm temel toplumsal-siyasal sorunlar işçiler arasındaki propaganda ve ajitasyonun konusu yapılmalı ve tartıştırılmalıdır ki, işçilerin sadece kendi dar sorunlarıyla değil, tüm toplumun sorunlarıyla ilgilenip müdahale etmelerine ve böylece öncü misyonunu oynayabilmelerine yardımcı olunabilsin. V e son olarak, kendilerinin olan devrimci bir parti fikri işçiler arasında yaygınlaştırılmalıdır. İşçi hareketinin öne çıkardığı unsurların hiç olmazsa önemli sayılabilecek bir bölümünü etrafında toplayabilen bir parti en acil h edeftir . Böyle bir parti ise bizim koşullarımızda ancak illegal olarak kurulabilir. Bunu teoride ilke olarak kabul eden ama fiiliyatta "legal parti"yi iş edinen bazı akımlar gerçekte sonu yeni bir u:ajediyle bitecek bir oyuna girişiyorlar. Bu aslında ihtilalci bir örgüt yaratma işinden yan çizmektir. Legal olanakları sosyalist hareketin gelişimi için sonuna kadar kullanmayı küçümsemek sözkonusu olamaz. Ancak, henüz ciddi bir illegal temelin olmadığı koşullarda sınıf bilinçli, ileri işçilerin dikkati legal basın araçlarıyla "legal sol parti" üzerine çekilmektedir. Asgari bir illegal parti kültürünün/geleneğinin ileri işçiler arasında dahi olmadığı koşullarda, bu, tasfiyeciliğin bir başka türü olacaktır. Ve işçileri aldatmakla, enerjilerini çarçur etmekle sonuçlanacaktır. Öte yandan, sosyalist bir programı bir yana bırakalım, budanmamış, devrimci niteliğinden arınmamış hiçbir program yürürlükteki yasal çerçeveye sığdırılamaz. Programlarını burjuva toplumun yasallığını veri olarak hazırlamış TBKP ve SP dahi henüz bu işi başaramadılar. Bırakalım isteyenler "Legal sol parti"yi ya da "yasal devrimci parti"yi kendilerine iş edinsin ler. Biz fabrikalarda gelecekteki ihtilalci bir işçi partisinin temeli olacak gizli işçi grupları oluşturma işini her şeyin önüne koyacağız. EKİM Ağustos 1988 129 İŞÇİ HAREKETİ TABANlNDA BAZI . GELİŞMELER Dünya sermaye cephesinin zayıf bir halkası olan Türkiye kapita lizminin büyüyen bunalımı emek ile sermaye arasındaki çatışmayı" besliyor, kızıştırıyor. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişki, top lumsal bünyemizin bu temel çelişkisi, günümüz Türkiyesinin · tüm temel toplumsal ve siyasal sorunlarının da çözüm ekseni olduğunu giderek daha belirgin bir şekilde gösteriyor. Türkiye işçi sınıfı genel toplumsal muhalefetin odağına oturmuş durumda. Bugün işçi sınıfı genel toplumsal muhalefetin en hoşnutsuz öğesi olmakla kalmamakta, hoşnutsuzluğunu en yaygın olarak ve çok değişik biçimler içinde ortaya koymaktadır. Devrimimizin geleceği açısından bu çok; önemli bir gelişmedir. İşçi sınıfımızın bugünkü bilinç ve C?rgütlenme düzeyine bakarak onu küçümseme eğilimi, halen filiz leome aşamasındaki devrimci sınıf hareketinin ayakları altında ezil meye mahkumdur. İşçi sınıfımız toplumumuzun tüm yoksul, emekçi 130 ve yan-proleter unsurlarını kendi etrafında birleştirebilecek, burjuva zinin sınıf egemenliğini devirmeyi amaçlayan bir devrimci savaşa yöneltebilecek m uazzam bir güç durumundadır. Kuşkusuz işçi hareketi henüz filizlenme evresindedir. Ama yılların birikimi işçi sınıfını önemli gelişmelere gebe duruma getirmiştir. Tür kiye kapitalizmi işçi sınıfının hoşnutsuzluğunu iktisadi ve siyasi taviz lefle yatıştırma, bu yolla · onu düzenin uysal kölesi olarak tutma olanaklarından yoksundur mevcut durumda. S ürekli iktisadi bunalım buna elvermemektedir. Bu nedenledir ki hareketliliğin geliştiği, yaygınlaşmakta olduğu günümüzde, burjuvaziyi en çok korkutan, tedirgin eden şey, çeşitli biçimlerde uç verel) işçi eylemleridir. Bur j uvazi işçi sınıfının iktisadi istem ve eylemleri karşısında bile taham mülsüzdür. Grev yasaklamalar, toplu işten atmalar, sendika seçme ve sendikal örgütlenme konusunda getirilen kısıtlamalar, sürekli fiili baskılar, işçi hareketine tahammülsüzlüğün, işçi sınıfını sindirme politikasının bariz ömekleridir. Fakat, reformistlerin ve sosyal-refor misderin tam desteğine rağmen, burj uvazinin bu çabaları kalıcı sonuç vermemekte, işçi tabanındaki hoşrtutsuzluk büyümekte, önümüzdeki döneme damgasını vuracak bir işçi hareketi mayalanmakta, şimdiden bunun bir çok belirtisi uç vermektedir. · Bugünün devrimci işçi hareketi kendini eylemde taban inisiyatifi, sendikalar tabanında devrimci muhalefet ve sendika muhalefetini aşan konum ve işleyişieriyle işyeri ya da fabrika komiteleri vb. somut biçimler içinde ortaya koyuyor. Eylemde taban inisiyatifi, işyeri komiteleri ve sendika bürokrasisine karşı devrimci muhalefet bugün işçi tabanında, elbette öncelikle ileri kesimlerinde, en çok tartışıian konular durumunda. Çeşitli gruplara yakınlık duyan devrimci işçiler, aralarındaki "çeşitli düşünce farklılıklarına rağmen" birlikte davran maya ve gelişmelerde etkili olmaya çalışıyorlar. İşçi tabanında "muhalefetten olmak" temelinde kendiliğinden bir tür emek cephesi oluşuyor. Hen iiz çok geniş işçi kesimlerini kucaklamıyor. Netleşmiş hedeflerden ve birleşik bir örgütlenmeden haliyle yoksuıı. Fakat bu safları sürekli genişleyen "muhalefet cephesi", işçi hareketini ve onun bir öğesi olarak sendikal h areketi düzenin sınırları dışına çıkarma şeklindeki devrimci eğilimiyle bizi yakından ilgilcndiriyor. izlemeyi, anlamayı, m üdahale edip yol göstcrmeyi, temel amaçlara ve iktidar 1 31 hedefine dönük bir bilinçte donatma yı, acil ve önemli bir görev olarak koyuyor önümüze. İşçi hareketini kavramak, bagımsız politik gelişme sini kotaylaştırmaya elverişli özellik veolanaklaiinı doğru tespit etmek, ona doğru ve isabetli müdahalelerde bulunmak, işçi hareketindeki iç birikimi ve gelişmeleri yakından izlemeyi gerektiriyor. Tabandaki çıkışlar bugün için kendini daha çok sendikal muhalefet biçimleri içinde ortaya koyuyor. Son bir iki yıldır sınıfa dönük belirli çabalar içine giren gruplar da karşılaŞtıkları bu durumu veri almakta, mevcut sendikal muhalefeti. şu veya bu biçimde etkilemek gayreti gös termektedirler. Sendikal sorunlar ve ·taktikler, devrimci demokrat yayın organlarında ve ileri işçiler içinde en çok tartışılan konular. Dar bir zemini ifade ettiği için sağlıklı olmama)cla birlikte, mevcut durum büyük ölçüde budur. Bir süre öncesine kadar daha çok, Türk-İş 'te m i birl�şilmeli yoksa DİS K 'in yerini alacak yeni bir konfedcrasyona m ı gidilmeli ekseninde süren tartışmalar, yerini sendikal muhalefet örgüt lenmeleri ve i_şyeri komitelerine dönük tartışmalara bıraktı. Bu deği şimi tabandaki gelişmeler yarattı. Bazı işkollarında ortaya çıkan "muhalefet birliği" girişimleri ve giderek yaygınlaşan fabrika komi teleri, tartışmaların da seyrini değiştirdi. İşçi sınıfının en mücadeleci kesimlerinin örgütlü olduğu DİSK faşist cunta tarafından kapatılınca, yıllarca belirsizlik içinde kalan DİSK 'li işçiler '80 'lerin ortasına doğru Türk-İş "e geçtiler. Buna bir kesimin bağımsız sendikalarda toplanması eşlik etti. Metal i şkolunda Otomobil-İş, petro-kimya işkolunda Laspetkiın-İş bunun örnekleri oldu. Gelinen yerde, temel ölçülerle bakıldığında Türk-İş 'e bağlı sendikalardan pek farklı olmayan bu "bağımsız sendikalar"dan da kopuş başladı. Veya bunlar içinde de ayrı muhalefet hareketleri ortaya çıktı. "Muhalefet birliği" girişimleri aslında yeni değil. Örneğin 1 986 ortalarında İstanbul 'da tekstil işkolunda ve Teksif sendikasına karşı "Teks if Muhalefeti" ortaya çıkmış ve çıkışını kamuoyuna şu sözlerle başlayan bir açıklamayla duyurmuştu: "Bizler İstanbul bölgesinde çeşitli tekstil fabrikalarında çalışan sınıf bilinçli öncü işçiler olarak; siyasal konularda ayrılıklarımız olmasına karşın, Teksif Sendikası içerisinde gerçek işçi sınıfı sendikacılığının temel ilkeleri doğrultusun da Teksif Muhalefeti ' adı altında birlikte olduğumuzu ve birlikte 132 mücadeleye girdiğimizi duyuruyoruz." Teksif Muhalefeti bu bildiriyi yayınladıktan sonra iddiasına uygun bir çalışma içine giremedi ve varhgı ile yoklugu belirsiz ölü bir girişim olarak kaldı. Aynı işkolunda farklı bir girişim ortaya yeni bir bagımsız sendika çıkardı. Şevket Yılmaz gibi kurtların başında bulundugu Teksif'in bu tür cılız muhalefetlerle devrilemeyecegini gerekçe gösteren bu girişi m in sahipleri, Demokratik Tekstil-İş'i kurdular. Gerçekte bu sendika küçük konfeksiyon atölyelerinde çalışan işçilerin gelip gittigi bir dernek görünümünde daha çok. Daha yakın dönemde ve Gıda-İş kolunda ortaya çıkan Tek G ıda İş Demokratik Muhalefet Birli.�i (DMB) ise bir.başka örnek. İlkeler ve amaçlar bakımından daha derli toplu bir görünümü var. DMB 'nin oluşumunda "çeşitli düşüncelerden öncü işçilerin birligi" türünden tanımlar yerine, belli bir perspektif konmuş ortaya. "Sarı Amerikancı, sınıf uzlaşmacı"sı Tek Gıda-İş ve Türk-İş bürokrasisine karşı, "sınıf sendikacıhgını hayata geçirmek için DMB oluşturulmuştur'... deniyor açıklamasında. Sendikaların s iyasal mücadelede tarafsız kalınamaları gerektigi ilke olarak benimseniyar ve; "işçi sınıfının gerçek ekonomik kurtuluşu sömürünün ortadan kalkacağı bir düzenin kurulmasından geçmektedir. Çalışanların emeğin tüm ürünlerine sahip olacağı, ve tüm toplumsal yaşam üzerinde kendi kitle örgütleriyle söz ve karar sahibi olacağı sosyalist bir düzeni sağlamak için verilen mücadelede sendikalar tarafsız kalamaz, kalmamalıdır'' , deniliyor. Belki de bil dirinin en öneml i mesajı olan bu düşünce, militan işçilerin sosyalizm m ücadelesi bil inç ve isteklerini koyuyor ortaya. (DMB 'nin çalış malarıyla Tek Gıda- İş'in İstanbul I nolu şubesi yönetimine muhalefetten işçiler seçildiler.) Giderek yaygınlaşmakta olan işyeri komiteleri ayrı bir önem taşıyor. Ortaya çıkışlarında sendikal bürokrasiye karşı tabandan ini siyatifi ele alma eğilimi harekete geçirici bir rol oynadı., oynuyor. Ama bu tür örgütlenmeler bir kez oluştoktan sonra sendikal zemini aşan bir konum ve işlev kazanıyorlar. Zira tabandaki genel mücadele isteğinin, devrimci birikimin üzerinde yüksel iyorlar. Öte yandan, bugün için ve b ugünkü halleriyle bu örgütlenmelere oldugundan başka, abartılmış misyonlar da yüklemernek gerek.* Hala esas olarak sendikal m uhalefet zcminindeler. Ama bunun önemli bir gelişme ve deneyim olduğu . . 133 kesindir. Tabandaki devrimci girişkenligin oldugu kadar, mücadeleyi ve örgütleurneyi yasal-icazetçi çerçevede tutma reformİst egilimini aşmanın da ifadesidirler, işyeri komiteleri. Sendikal muhalefet dürtü süyle kendiliginden dogmuş olsalar bile, "ekmek sorunu"nun politik m ücadeleye ve Q.evrim sorununa baglandıgı günümüzde, bu tür örgüt lerin ufku bir takım işçi haklarının elde edilmesi savaşımı ile sınırlı kalamaz. İşçi hareketinin gelişmesinde önemli bir rol oynama potan-. siyeli taşJ.yan bu örgütlenmeler, m ücadelenin gelecegi için de büyük önem taşıyorlar. Sendikaların aşağıdan yukarıya devrimcileştirilme sinde, anti-demokratik yapı ve işleyişin kırılmasında, sendikal demok rasinin hakim kılınmasında, sermaye uşagı tüm sendika bürokratlarının defedilmesinde, tabanın tüm m ücadele istek ve .enerjisinin harekete geçirilmesinde, genel olarak sendikaların proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin etkin araçları haline getirilmesinde bu örgütlenmeler önemli bir rol oynayabilirler. Henüz yeni ve oluşmakta olan ve daha çok da İstanbul'da ortaya çıkan bu tür örgütlerin tam nasıl bir gelişme seyri izleyeceklerini zaman gösterecek. Şimdilik bu deneyimi dikkatle izlemeli, anlamaya çalışmalı, yaygınlaşmasına ve pekişınesine katkıda bulunulmali, sosyalist sınıf bilinciyle donatmaya çabalamalıyız. · Bir çok grubun artık dikkat ve çabasını esas olarak işçi sınıfina yönelttigi biliniyor. " İşçi" gazeteleri çıkarılıyor, işçi hareketinin ortaya çıkardıgı sorunlar tartışılıyor, sendikal politikalar öneriliyor, "muhalefet" programları sunuluyor, vb. EKİM, sık sık bunun "kendi liğinden" bir gelişim olduğunu, sınıf kavrayışında ve perspektifinde köklü bir değişmeyi ifade etmediğini belirtti. Küçük-burjuva siyasal örgüt pratiklerinin iflası, küçük-burjuva katmanların hareketsizligi ile birleşince, dikkatler işçi sınıfına kaydı. İçine girdiği durağanlığı '80 'lerin ortasından itibaren kıran ve içten içe kaynaşan işçi sınıfı, yukarda özetiediğimiz ve örnekiediğimiz devrimci taban inisiyatifle rine uygun zemin yarattı böylece. İşçi hareketi tabanındaki bu sevin* Işçinin Sesi artık alışılmış bulunulan subjektivizmi, abarımacılığı ile işyeri komiteleri halq<ında şunları yazıyor: "Türkiye 'de son zamanların en önemli olgusu, daha devrimci durum bile doğmadan, böyle bir işçi örgütlenmesinin, işçi devletinin ilerde nüvesi olabilecek bir örgütlenmenin doğmuş olmasıdır." (Sayı:362, 19 Eylül 1988) 134 dirici gelişmeler, özellikle son bir yıldır çeşitli sol' gruplan ve bu gelişmeleri etkileme çabasına sakmuş bulunuyor. Bu çeşitli saglıksız yaklaşım ve girişimleri de ortaya çıkarıyor. B unlan yakından izlemek, değerlendirmek ve özellikle devrimci önder işçiler önünde sergilemek, işçi hareketini bozucu etkilerden korumak bakımından önem taşıyor. Özellikle dikkat çeken şudur: Bir çok gn,ıbun ortaya attığı sözde "muhalefet" programları, ekonomist-sendikalist bir nitelik taşıyor, hareketin kendiliğinden ortaya çıkardığı düzeyi ve talepleri pek az noktada aşıyor. Hala esas olarak sendikal muhalefet zemininde olan girişimiere olmadık misyonlar ("iktidar organları") yükleyenler oldu ğu gibi, onu kendi darkafalılıklarının ürünü dar kalıplara (örneğin DSİM) sıgdırabileceklerini sananlar da oluyor. Temelde uvriyerist ve kuyrukçu olan, kendiliğindenliği teori haline getirmeyi önderlik etmek sananlar da var (BİM). Troçkizm ve anarko-sendikalizm melezi bu eğilim, belirli bir işkolundaki sendikal muhalefet girişimini, "işçi sınıfının öncü ve lokomotif gücü" olarak sunabiliyor; "siyasal alanda mücadele"yi ise, "sendikalar ve toplusözleşmeler yasasını ciddi bir taarruza maruz bırakmak"a indirgeycbiliyor. B unlar yalnızca ilginç uç örnekler. Ş u veya bu grubun bakış açısındaki sakatlıklar bir yana, gündeme getirilen girişimlerin pratik sonuçları da önemlidir. Tabandaki devrimci işçilerin girişimiyle ve ortak çabasıyla yaratılmış çeşitli muhalefet örgütlenmelerini, bugün her grup bir yana çekmeye, kendine göre yeni bir şekil vermeye çalışıyor. B unun tabandaki birliği zedelemesi, bu birliğin cisimleştiği fabrikakomiteleri vb. örgütlenmeleri zayıflatması, hatta dağıtmasından korkulur. Sağlam bir leninist sınıf bakışına ve proleter devrimi perspektifine sahip komünistleri ve komünist işçileri önemli görevler bekliyor. K. Yayla Mart 1 989 135 GELIŞEN İŞÇİ HAREKETİ ÜZERİNE İşçi hareketi son üç yıllık yasal ve yasadışı eylemleriyle yeniden toplumsal muhalefetin odagına yerleşmiş durumda. '60'larda ve '70'lerdeki devrimci yükselişlerde de işçi hareketi, hareketin bel ke migini oluşturmuştu. Buna ragmen küçük-burjuva demokratik hareke tin gölgesinde kalmıştı. Yeni dönemdeki işçi hareketi, kendini yeniden tekrarlayan bir hareket olmaktan çok uzaktır. Geçmişin deneylerinin de yardımıyla, yeni, özgün özellikleriyle ortaya çıkıyor. Türkiye tarihinde, hiçbir zaman emek-sermaye çelişkisi kendini bu kadar çıplak bir şekilde ortaya koymadı. '60 'larda ve '70'lerdeki devrimci yükseliş döneminde, küçük-burjuva kitlelerin devrimci-demokratik eylemi işçi hareketini gölgede bırakabiliyordu. Yeni dönemde ise, küçük-burjuva demokratik hareket 12 Eylül 'ün yıkımının da etkisiyle yorgun düşmüş, şimdilik güçlü, istikrarlı bir hareket geliştirme şansını 1 36 kaybetmiştir. Küçük-burjuva hareket, yeni dönemde, ancak işçi hare ketinin desteginde, ondan cesaret alarak, onun iteklemesiyle yıgınsal olarak canlanabi lir Gelişen hareketi hiçbir parti, grup, sendika yönetmiyor; kendi liginden bir hareket olarak, tabandaki ileri işçilerin inisiyatifiyle ge lişip ilcrliyor. Bagımsız bir sınıf hareketi kimligine ulaşmış, bagımsız bir parti tarafından yönlendirilen bir hareket degildir. İşçi hareketini bagımsız bir politik kimlige kavuşturmak, komünistlerin ve ileri işçilerin en temel görevi olarak oldugu yerde duruyor. Kendiliginden hareketin daha da kitleselleşerek, eylemlerinin şiddetini arttırarak boy verip gelişmesi bu eksikligi daha yakıcı bir sorun olarak dayatıyor. İşte bu koşullarda harekete müdahale etmek göreviyle karşı karşıya olan sosyalist hareket, yeni dönemde gelişen hareketin özgün lüklerini, devrimci dinamiklerini, güçlenınesini ve kalıcı başarılar kazanmasını engelleyen zayıflıklarını bilince çıkarmak ve çıkartacağı dersler ışığında teoride ve pratikte ona nasıl müdahale etmek gerek tiğini ortaya koymak zorundadır. . Hareketi bes·leyen koşullar Son 9 yıldır uygulanan ekonomik politikalarla işçi sınıfı açlık sınırına itildi. Kapitalistlerin karları kat kat artarken işçilerin alım gücü sürekli düştü. 12 Eylül rejimi ücretiere zorunlu tahkim sistemi getire rek, grevleri, sendikal faaliyeti yasaklayacak, DİSK'i kapatarak, işçi sınıfının ekonomik çıkarlarını savunma ve yaşam koşullarını iyileştir me araçlarını da ortadan kaldırdı. Kapitalist sınıf 12 Eylül aracıl ığıyla işçi sınıfını açlık sınırına itmekle kalmadı, sendika ve toplusözleşme yasalarındaki değişik liklerle işçi sınıfının yasal yollardan hak savaşımını da neredeyse olanaksız hale getirdi. Yarım milyondan fazla işçiyi grev hakkından yoksun bırakarak, sendikal örgütlcnmeyi zorlaştırıcı, sendika bürokra sisini güçlendicici önlemler getirerek, hak grevini yasaklayacak, hükümetin grev ertelemesini kolaylaştırarak, greve gitmeyi zorlaştırarak vb. işçi sınıfını yasaklar cenderesine soklu. İşçi sınıfı bu cendere içinde kalamazdı, kalmadı da. B una bir de genel olarak 12 Eylül öncesi kısmen varolan politik 137 hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasını eklediğimizde, işçi sınıfına yönelik ekonomik, politik baskının şiddeti ve bu şiddet karşısındaki 'bunalmışlık, birikim ve öfke daha iyi ıanlaşılır. Sermayenin son on yıldaki ekonomik ve politik saldırıları işçi sınıfında derin bir hoşnutsuzluk, öfke ve savaşım isteğini beslemiştir. Bu sadece sınıfının ileri kesimlerinde, belli işkollarında değil, tüm ülke çapında, sınıfın bütününde görülüyor. İşçi harekeiinin hangi koşullarda geliştiğinin, eğilimlerinin anlaşılması bakımından dikkate alınması gereken diğer bir etken, işçi sınıfının sendikal örgütlülüğünün durumudur. Özellikle de geçmişteki DİSK faktörünü gözönüne almak gerekir. DİSK, doğuşundan itibaren genellikle savaşımcı işçileri saflarında toplamış, sınırlı düzeyde de olsa tabanın eğilimlerini dikkate almış, işçilerin eylemlerine destek olmuştur. DİSK her ne kadar devrimci bir sınıf sendikacılığını yaşama geçirmem iş, reformİst · ve revizyonist yöneticileri eliyle politik bakımdan işçi hareketini sosyal-demokrasinin kuyruğuna takmaya çalışmışsa da, ilerici sendikal bir örgüt olarak işçi haraketinin gelişi minde önemli bir rol oynamıştır. '60'larda ve '70 'lerde grevierin ve direnişierin çoğunluğun u DİSK üyesi işçiler yapmıştır. Her ne kadar liderleri işçileri yarı yolda bırakınışiarsa da, 15-16 Haziran eylemi, DGM ve MESS direnişi, faşizme ihtar eylemi, DİSK 'in girişim ve destyğiyle gerçekleşmiş eylemlerdi. B ugün işçiler bir parti olarak örgütlenmiş değil, bu bakımdan bir parti önderliğinden ve desteğinden yoksunlar. Öte yandan DİSK gibi bir sendikaya sahip değiller; çeşitli bağımsız sendikalar ise işçilere güven vermiyor. Daha ötesi, NETAŞ 'ta Otomobil-İş'in yaptığı gibi işçilere sahip çıkinıyorlar. Bugün işçi hareketi sendikal alanda sermaye düzeninin istikrarını düşünen sarı, Amerikancı sendika bürokratlarının yönettiği Türk-İş 'in insafına bırakılmış durumda. İşte tam da bu koşullarda işçiler kendi güçlerine güverenek sendika bürokratlarının engellemelerine ve onlara rağmen, grev, direniş eylemleriyle ser mayeye karşı dircomeye çalışıyorlar. Doğal olarak dışardan ve sendi kal alanda destek yoksuniuğu koşullarında, öncelikle ileri işçilerin yardımıyla hareket ihtiyatlı bir şekilde i lerliyor. Yeni dönemdeki işçi hareketi bu birikim ve koşullarda yolalıyor. 138 Hareketin özellikleri Son üç yıldır, bütün olumsuz etkeniere ve greve gidilemez denilen koşullara ragmen, işçi sınıfı yogun bir grev eylemine girişti. 1987 yılında, 29 bin 734 işçi greve çıktı ve bu grevlerde ·kaybolan işgünü sayısı 1 milyon 961 bin 940'dı. 1 988'de ise 30 bin 483 işçinin katıldıgı 503 grev oldu. Bu grevierde kaybedilen işgünü sayısı ise 2 milyon 853 bin 940<dı. Grevierin önemli bir özelligj, '60'h ve '70 'li yıllara göre işçilerin daha uzun süre grevde kalması ve işçi sınıfının geçmişte grev eylemine katılmamış kesimlerinin de greve katılmış olmasıdır. Yeni dönemde, grevler, işçi hareketinin gücünü, öfke ve biriki mini, savaşım istegini yansıtmaktan çok uzaktır. İşçi hareketinin nabzı grevierde degil, grev dışı eylemlerde atıyor. 12 Eylülden sonra sermayenin koydugu yasaklar, dogal olar� işçi hareketini yasadışı eyleme zorluyor. 1 988 yılında -kesin rakamlar bilinmemekle birlikte- 60'dan fazla yasadışı işçi eylemi gerçekleşti. Eylemiere katılan işçi sayısı yüzbinleri buluyor. Sadece Türk-İş 'in l l Mart yemek boykotu eylemine 1 ,5 milyon; Petrol-İş 'in toplusözleşme uyuşmazlıklarını ve Petlas'daki imzalanan toplusözleşmeyi protesto için 8 Kasımda yaptıgı yemek boykotuna 620 işyerinden 80 bin; Eskişehir'de iş kazasında iki işçinin ölümünü protesto için 18 sendi kaya mensup işçilerin yaptıgı yemek boykotuna 35 bin işçi katıldı. Yasadışı direnişler salt yemek boykotu, sakal bırakma gibi pasif direniş biçimleri olarak da gerçekleşmedi; onbinlerce petrol, kimya, demiryolu, belediye vb. işçisi bir çok işkolunda günlerce iş yavaşlat ma, çeşitli sürelerle iş bırakma, sesli ve sessiz yürüyüş vb. biçimlerde aktif direniş eylemlerine de katıldı . Örneğin, toplu bir şekilde viziteye çıkma, doğrudan iş yavaşlatmanın, otomasyon usulü çalışan fabrika larda işi bırakmanın bir başka biçimidir. Yine servis araçlarına binme yerek toplu bir şekilde işyerine gelme, işyerini terketme yasadışı yürüyüş eyleminin bizzat kendisidir. Tüm bu eylemler yasadışıdır, yasalar çignenerek yapılmaktadır. Anayasa ve yasalara göre, "siyasi amaçlı grev, dayanışma grevi, genel grev, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz". Artık sözkonusu yasak lar aşılmış, yasakların koyucuları ve koruyucular·ı harekete geçemez 139 duruma düşmüştür. Bu yıl içinde, özellikle de geçti!timiz�ayda, yasadışı direnişiere katılan işçilerin sayısı ise yüzbini aştı, eylem biçimleri daha da sert leşti. Yasadışı işçi hareketlerinin kapsamını, katılımı daha iyi kayra mak için, geçmiş dönemdeki yasadışı işçi eylemleri ile karşılaştırma yapmak gerekiyor. 1960-70 döneminde 762 işçi olayı gerçekleşmiş ve bunların %7 1 'i (53-9 olay) grev, %6'sı (45 olay) işyeri işgali, % 1 l 'i (82 olay) pasif direnme, %9'u (69 olay) miting ve yürüyüş biçiminde gerçekleş miştir.1 Sözkonusu yasadışı eylemiere katılan işçi sayısı konusunda bir bilgi olmamakla birlikte, bu dönemde özellikle 15-16 Haziran olaylarını anmak gerekir. 1970'li yıllarda direniş sayısı ve direnişe katılan işçi sayısı konu sunda kesin rakamlar olmamakla birlikte, genel tablo hakkında fikir verecek belli rakamlar da var. Yine aynı kaynağa göre, 1 976 ve 1 977 yıllarında MESS 'e bağlı işyerlerinde, toplam 70 yasadışı eylem ( 1976:45, 1 977:25) gerçekleşmiştir. Bunların 29 'u oturma grevi, 2 'si işyeri işgali , 21 'i verim düşürme, 8 'i yemek boykolu ve 10'u da diğer eylem biçimleri olarak gerçekleşmiştir. '70'li yıllarda işçi hareketinin en hareketli yıllarından birini oluş turan 1979 yılında, toplam 156 işyerinde direniş yapılmış, bu direniş Iere 93 işyerinde yaklaşık 140 bin işçi katılınışt.ır. Diğer işyerlerinde , katılan işçi sayısı ise belli değildir.2 B unlar içinde, direnişiere katılım ve işyeri sayısı bakımından ilk beş sırayı; i şten çıkarılmaları protesto (38 eyleme 10 bin 299 işçi katılmıştır), sosyal güvenlik hakkı verilmesi ve düşük ücretle çalışmayı protesto (27 eyleme 24 bin 2 1 5 işçi katılmış), maaş ve ikramiyelerin ödenmemesini protesto (17 eyleme 34 bin 775 işçi katılmıştır), fabrika içi ula$ımda kullanılan vagonların az olmasını, ısıtma sisteminin çalışmamasını protesto yürüyüşü (İSDEMİR 'de 20 bin işçi) gibi nedenlerle yapılan direnişler oluşturmaktadır. Grev ve yasadışı direnişierin yoğunlaştığı 1980 yılına ilişkin tam bilgi bulunmamakla birlikte, bu dönemde özellikle, Tariş,Tekel sigara fabrikaları, Antbirlik, Çukobirlik, Yeniçeltek, Adana'da Sabancı Holding'e bağlı işyerierindeki direnişler hem kitleselliği, hem de eylem biçiminin sertliği bakımından önemli eylcmlerdi. 1 40 Bütün bunlar, yeni dönemde işçi hareketinde yasadışı direnişler ve bunlara katılım oranının 1960'1ı ve 70'li yıll ara göre daha ileri bir düzeyde olduğunu gösteriyor., Ayrıca, yeni dönemde yasadışı eylemlerin işçi hareketi n deki öne gerçekleştirildiğini iyi kavramak gerekiyor. 1960 ve 70'li yıllarda gerçekleşen direnişierin çoğun lı.lğ u doğrudan sendikaların, özellikle de DİSK'in denetiminde ve desteğin de yapılıyordu. Örneğin, 1 979 yılı içinde gerçekleşen direnişierin 54 'ü (50 bin işçi katılmış) DİSK'e bağlı işyerlerinde gerçekleşmiştir. 1 979 'da gerÇekleşen diren işieri n 71 'i (5 1 bin 963 işçi katılmış) ise, snidikasız işçiler tarafından gerçekleştirilmiştir. Yeni dönemde ise, bir kaç küçük sendika dışında, en önemli sendikal kuruluş olarak Türk-İş vardır. Bazılarının sandığı ve iddia ettiği gibi Türk-İş 'in niteliğinde, düzen savunuculuğunda değişen bir şey yoktur. Sadece taban baskısının et kisiyle, görünüşü kurtarmak için bazı göstermelik eylem kararları almakla yetinmiş, genelde ise bu kararları uygulamaya yanaşmamıştır. Onlar için koltukları ve sermaye düzeninin istikrarı bugün de her şeyin üzerindedir. Bugün ise, işçi hareketi DİSK veya DİSK gibi bir sendikanın desteğinden de yoksun olarak, mevcut sendika bürokratlarının eylem leri engelleme çabalarına rağmen kendi gücüne güven temelinde yasaklara rağmen gelişiyor. Bugün işçi sınıfına kendisinin dışında yardım ve destekte bulunacak ciddi hiç bir güç yoktur. Yasal grevler ve yasadışı eylemler büyük bir çoğunlukla doğru dan tabandan gelen işçi inisiyatifine dayanarak gerçekleşiyor. B u, yeni dönemdeki işçi hareketinin en önemli dinamiğini, bağımsız olarak hareket etmek konusundaki avantajını oluşturuyor. Olayları belli kalıplar içinde değerlendiren, hareketi geriden izleyenierin sandığı gibi, "gündelik mücadeleyi sendika bürokratları yönlendir"miyor.3 İşçiler sendika bürokratlarına rağmen, onların denetimi dışinda, ya da onları önüne katarak eyleme geçiyorlar. Sendika bürokratları yasadışı işçi eylemlerine taraftar olmadıkları gibi, yasal grevleri bile tabanın baskısı olmadan uygulamaya koymak istemiyorlar, uygula maya konulan grevleri ise, bir an önce bitirmenin yollarını arıyorlar. B u yasalarla grev yapılmaz di yenler Türk-İş 'in sendika bürokratları ydı. İşçi hareketi, sadece yasal grevierin yapılabilcceğini değil, yasaları mini anlamak için hangi koşullarda 141 Çigneyerek de eylem yapılabilecegini kanıtladı. Türk-İş'in sendika bürokratları, işçi sınıfının grev dışı eylemle rini engellemeye çalışıyorlar, engelleyemedikleri durumda, en geri noktada tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar; bunda da başarılı · olmazlarsa, eylemler gerçekleştikten sonra, bunların bir kısmına sahip çıkıyorlar. Tarihinin hiç bir döneminde Türkiye işçi sınıfı, sendika bürokratlarına bugünkü kadar güvensizlik duymadı, sendika bürokratlarına ragmen, daha ötesi, sendika bürokratlarına karşı, eylem koymadı. B inlerce işçi sendika şubelerini basıyor, sendikacılarla eyleme geçmek için sert tartışmalar yapıyorlar. B ugün işçi sınıfı geçmişten farklı olarak haklarını elde etmek için sendikacıların gözlerine bakmıyor, sendikaların yapacagı toplusözleş meleri beklemiyor. Görüşmeler devam ederken, çeşitli pasif veya aktif eylem biçimleriyl({ · görüşmeleri etkilerneye çalışıyorlar. B u davranışlarıyla hem işverene kararlılıklarını gösteriyorlar, hem de sendika bürokralarını uyarıyorlar. Kuşkusuz '60 'larda ve '70 'lerde de DİSK - Türk-İş sendikal rekabeti nedeniyle sendika bürokratlarına karşı eylem konuldu. Ne var ki, bugün işçi sınıfı sendika degiştiemek için, sendikal rekabet nedeniyle eyleme girişmiyor, sendikaların kendi çıkarlarını savunmakta yetersiz kalması, sendika bürokratlarının bu savaşımda kendilerine engel olması nedeniyle sendika bürokratlarına karşı güvensizlik duyuyor, onlara karşı eylem koyuyor, onlara ragmen eyleme girişiyor. . Bugün bir çok yerde eyleme geçen işçiler, sendika yöneticilerinin denetimi dışında, hatta onlara da uyarı amacıyla eylem yaptıklarını açıkça dile getiriyorlar. B u, geliştirilmesi, sendikalara güvensizlige dönüştürülmeyecek şekilde yönlendirilmesi gereken işçi hareketinin önemli özelliklerinden biridir. Bu görev en başta sosya listlere ve sınıf bilinçli işçilere düşüyor. Genel olarak sendikal örgüt lülüge güvensizlik işçi hareketinin güçlülügünü degil, zayıflıgını gösterir. Sendikalara sahip çıkılmalı, sendika bürokratları alaşağı edilmelidir. Sınıfbilinçli işçi hareketinin sloganı bu olmalıdır. Sendika bürokratlarının alaşağı edilmesi, bürokratik yapısının kırılması, işçi hareketinden kopmamış, denetlenebilir ve gerektiğinde görevden alınabilir sınıf bilinçli işçi önderleri tarafından yönetilmesi, sendika ları işçi sınıfının günlük çıkarlarını savunmada temel bir dayanak 1 42 noktası haline getirebilecegi gibi, politik savaşımda,-sermaye egemen liginin yıkılınası savaşımında önemli bir dayanak noktası haline de getirebilir. Yeni dönemdeki işçi hareketinin diger bir önemli özelligi dogru dan işçi inisiyatifine dayanan örgütlenmelerin güçlenmesidir. Ekim 'in geçen sayısında, bunun İstanbul somutundaki örneklerine deginildi.4 İstanbul proletaryasının deneyimi ve örgütlülüğü nedeniyle bu konuda başı çekmesi dogaldır. Ne var ki, İstanbul öreneklerindeki kadar bilinçli, düzenli, belli politik amaçlara sahip olmasalar bile, bu tür örgütlenmelere öteki kentlerde de rastlanmaktadır. Yasadışı eylemin olduğu her yerde genellikle fiilen bir komite oluşmakta ve harekete bu komite önderlik etmektedir. Belki eylemiere önderlik eden işçiler kendilerine komite adı vermiyorlar veya eylem bitince komitenin işlevi de bitiyordur. Ancak böyle olsa bile, fiiliyatta bir komitenin harekete önderlik ettiği, eylemlerin işçi inisiyatifiyle gerçekleştiği, bunun ise sınıf hareketinde önemli bir ilerlemeyi temsil ettiği bütün kuşkuların ötesindedir. Görev, sözkonusu inisiyatifleri bilinçli, istik rarlı, işçi sınıfının gündelik çıkarlarını savunmanın ötesinde işlevler üstlenmiş örgütlenmelere dönüştürmektir. Sözkonusu işçi insiyatifleri sadece burjuvaziye karşı savaşımın değil, sendika bürokrasisine karşı savaşımın da önemli dayanak noktalarıdır. Yeni dönemdeki işçi hareketinin diğer bir özelliği, yasadışı di renişlerin geçmişten farklı olarak, kamu işyerlerinde, devlet işletme lerinde yoğunlaşmasıdır. Bu, işçi hareketinin yeni bir özelliği ve hareketin güçlülüğünün göstergesidir. '60'larda '70'lerde genelde KİT'lerde Türk-İş 'in örgütlü olmasının da bir sonucu olarak, bu işyerlerinde işçi hareketi yoğun değildi. Olduğu kadarıyla da çoğun lukla sağlıksız ve geri eğilimlerin bir sonucu olarak gerçekleşiyordu. Kuşkusuz bu işyerlerinde Türk-İş 'in örgütlenmesi, işçilerin geriliğinin de bir sonucuydu. Sözkonusu işletmelerin özelliği devlet kuruluşları olması, işçilerin karşısına kapitalist olarak devletin çıkmasıdır. Özel kapitalist işyerlerinde savaşıma atılan işçiler, karşılarında tek tek kapitalistleri gördükleri için, devletin sınıfsal niteliği konusunda yanılucı eğilimler besleyebiliyorlaı:, kapitalistlere karşı savaşla, onların egemenlik aracı, koruy ucusu devlet arasındaki ilişki konusunda doğru dan bir bağlanu kuramayabiliyorlar. Oysa devlet kuruluşlarında, dev143 !etin kurumları işçilerin karşısında hem kapitalist olarak, hem de. sermay_e düzeninin koruyucusu olarak çıkıyor . Bu savaşım içinde, yaygın olan "devlet baba" imajı hızla yıkılabiliyor, bu ise işçi sınıfının politik bilincinin ilerlemesinin bir vesilesi oluyor 1960 'larda, işçi eylemleri özel sektö� işyerlerinde yogunlaşmıştı. Genelde devlet işletmelerindeki işçiler hareketsizdi. '70'li yılların ikinci yarısından itibaren devIet işletmelerinde işçilerin hareketlendigi görülüyor. B unda genel olarak ekonomik krizin ağırlaşmasının, bu kesimi de derinden etkilemesinin, DİSK - Türk-İş arasındaki sendikal rekabetin devlet işletmelerine de sıçramasının, s.ı k sık hükümet degi ş ikl ikleri olmasının ve hükümete gelen partinin kendi yandaşlarını devlet işletmelerine almasının ve bunun sonucu olarak sık sık toplu işten çıkarmaların gündeme gelmesinin belirleyici etkisi vardır. Bu etkenler işçi sınıfının sermaye iktidarına, özel olarak bu işletmelerin patronu olan devlete, bir bütün olarak, sınıf olarak harekete geçmesini olumsuz bir şekilde etkiliyor, işçiler arasında bölünmüşlük yaratıyor ve sağlıksız eğilimleri besliyordu. Kuşkusuz bütün bu nedenlerle ortaya çıkmış olsa bile, olayın kendisi işçileri daha fazla politize ediyor, atalctten uzaklaşmalarına neden oluyordu; ama bu bile yukar daki olumsuzluğu ortadan kaldırmıyor. Bu dönem üzerine araştırma yapan Y .Koç, sözkonusu işyerlerinde, "işçi-işveren çelişkisinden çok, işyerierindeki işçiler arasındaki saflaşmanın yolaçtığı çelişkiler(in) ortaya çık"tığını söylüyor. Yeni dönemdeki işçi hareketinin devlet işletmelerinde, petrol, kimya, demiryolu, kömür, demirçelik, belediye, tersane ve diğer işyerlerinde yoğunlaşması, hem işçilerin geçmişteki geri konumlarını bir ölçüde aştıklarını, hem de sözü edilen ve işçi hareketini bölen yukarıdaki olumsuz etkenleri geride bırakarak harekete geçtiklerini ortaya koyuyor. Bugün işçi hareketi yoğun bir sendikal rekabetin, hükümet de ğişiklikleri ve partilere göre tutum alan bölünmüşlüğün, Türk-İş 'in hü kümetle işbirliği yaparak işçi hareketini pasif bir konumda tutmasının olumsuz etkilerinden önemli ölçüde bağımsız olarak gelişiyor. Eyleme her eğilimden işçiler büyük bi� çogunlukla blok halinde katılıyor ve bu hareketin gelişmesi, sınıf kardeşligi ruhunun derinleşmesi bakımından, işçi hareketinin gelecegi bakımından önemli bir avantajdır. . 144 İşçi sınıfı içinde burjuva partiler etkin olmasına ragmen, işçiler kendi çıkarları etrafında bu partilerden bagımsız bir tutum takınabiliyor. Aynı şekilde işçi sınıfı içinde sosyal-demoKrasinin güçlü bir etkisi olmasına ragmen, işçi sınıfı sosyal-demokrasi karşısında geçmiş coş kusunu göstermiyor. Önemli bir kesim, alternatifsizlik koşullarında sosyal-demokratlara oy veriyor. Her egilimden işçiler sokaklara dökülüyorsa, genel grev sloganını sık sık gündeme getiriyor, hükümet istifa diye bagırıyorsa, partilerin düzenlcdigi toplantılarda kendi sloganını haykınyorsa, bütün bunlar hareketin gelecegi bakımından önemli bir ilerleme sayılmalıdır. Yeni dönemdeki işçi hareketinin ileri ve güçlü yanlarından bir di geri, işçi sınıfının eyleminin şu veya bu şehirde veya işkolunda degil, işçi sınıfının geri kesimlerini de içine alarak bütün ülke çapında ve tüm işkollarında gerçekleşiyor olmasıdır. İşçi sınıfındaki hoşnutsuzluk, öfke savaşım istegi geneldir. Tarihinde hiç bir ciddi eylem olmamış işyerlerinde işçiler greve çıkıyor, yasadışı eyleme katılıyor. Bu konuda en çarpıcı örnek, 10 bin işçiyi kapsayan SEKA grevi ve demiryolu işçilerinin eylemleridir. SEKA 'da işçiler ilk kez greve gitmekle de kalmadı, sendikalardan ücret talep etmeden de greve gidebileceğini kanıtladı. Grevin son günlerinde Türk-İş 'in sınırlı parasal yardımı ve sınıf kardeşlerinin doğrudan inisiyatifi ile çevre esnafının çeşitli bi çimlerde gerçekleşen yardımlan dışında hiç bir yardım almadan, dört ay gibi uzun bir süre grevde direndi. Sendikalardan ücret talep etmeden greve gitme kararlı lığına diger bir örnek 40 bin Zonguldak kömür işçisinin son dakikada önlenen grev girişimidir. İşçi hareketinin yasal ve yasadışı biçimlerle gelişmesi bir başka gerçeği daha ortaya çıkarıyor: İşçi sınıfının eylemi toplumun diger emekçi kesimlerinden yaygın bir sempati ve destek görüyor. Sözkonusu destek, Karabük 'te görüldüğü gibi, demir çelik işçi lerinin eylemlerini desteklemek için esnafın kepcnk kapatması biçi minde, maddi destek biçiminde, gösteri yapan işçileri alkışlayarak manevi destek biçiminde vb. gerçeklcşiyor. Gerçi bugün, işçi sınıfı içinde sınıf kardeşlerini desteklemek için dogrudan eylem koyma bilinci hala geridir. B una rağmen, çeşitli işkollarında aynı dönemde eyleme geçmek, adı öyle konmasa bile doğrudan dayanışınanın bir başka biçimidir. Dayanışmayı eylemlerle yaygınlaştırmak, eylemin 145 amacını açıktan "dayanışma" olarak belirlemek ve bu temelde dayanışmayı güçlendirmek gerekiyor. Bu görev yerine getirildiği oranda işçi hareketi daha da güçlenecek, politikleşecek ve kapitalistler işçi sınıfının taleplerini daha fazla dikkate almak zorunda kalacaktır. İşçi hareketinin geleceği bakımından önemli ve devrimci fOl oy nayacak etkenlerden biri olarak belirteceğimiz son nokta, değişik eğilimden sosyalist i şçilerin ortak hareket etmeleri, en azından geçmiş teki derin bölünmüşlüğü önemli oranda aşmalarıdır. Bugün Türkiye ' de sosyalist hareketin çeşitli eğilimler etrafında bölünmüşlüğü, genel olarak işçi hareketinden kopukluğu, olduğu kadarıyla da çoğunluğu nun işçi hareketine geri, halkçı, ciddi reformİst öğelerle sakatianmış programlarla müdahale etmeye çalıştıkları açık bir olgudur. Bütün bunlara rağmen, çeşitli sosyalist eğilimlerden devrimci işçiler, burju vaziye karşı işçi sınıfı hareketinin geliştirilmesinde ortak hareket edebiliyorlar, ortak komitelerde örgütlenebiliyorlar. Bu devrimci ve bağımsız sosyalist bir işçi hareketinin yaratılması, sosyalist hareketin sınıf içinde meşruluk kazanması bakımından desteklenmesi, teşvik edilmesi gereken bir gelişmedir. Sosyalist hareketin sınıf iÇinde gelişip güçlenmesi, işçi hareketinin burjuva partilerden, reformizm ve reviz yonizmden kopuşunu hızlandıracak, daha güçlü ve bağımsız bir işçi hareketinin yaratılmasının koşullarını olgunlaştıracaktır. Yeni dönemdeki işçi hareketi yukarda saydığımız yeni ve dev rimci özelliklerinin yanısıra, mevcut bilinç ve savaşım düzeyiyle bir çok alanda hala geri bir konum sergiliyor. Her şeyden önce hareket kendiliğinden ve ağırlıklı olarak eko nomik taleplerle gündeme geliyor. İşçi hareketi kapitalizmin kendisine karşı değil, onun sonuçlarına karşı savaşarak gelişiyor. Hareket, ağırlıklı olarak ekonomik taleplerle gelişmesine rağmen, sık sık gündeme ge tirilen genel grev, hükümetin istifası vb. istemler veya grev yasaklarının kaldırılması talepleri politik taleplerdir. İşçi hareketi esas olarak ekonomik istemler etrafında gelişiyor, ancak ekonomik istem iere dayalı eylemler bugünün Türkiye koşullarında belli ölçülerde politik biçiıplere bürünebiliyor. Yasaları çignemeden etkili bir ekonomik savaşı m verilerneyeceği gibi, bugünün Türkiye'sinde ekonomik taleplerin gerçekleşmesi için verilen savaşla politik haklar uğruna savaş üstüste gelmiştir. Türkiye kapitalizmi 146 geçici de olsa işçileri rabatiatacak ekonomik istemleri karşılama olanagından yoksundur. İşçi sınıfının kitlesel olarakg ündeme getirdigi ve giderek artan "açız" feryatlarına yanıt verecek durumda degildir. "Süper ücret" artışı olarak deger�endirilen toplusözleşme kazanımları bile f�zla zaman geçmeden yüksek enflasyon nedeniyle eriyip gitmektedir. İşçi sınıfı bunun bilincindedir; bu bilinçledir ki, son dönemde bir yıllık toplusözleşme talebi g iderek yaygınlık kazanmaktadır. S' ınıf bilinçli bir işçi hareketi, kendini dar ekonomik taleplerle sınırlayamaz. İşçi sınıfı sadece bugünü için degil, gelecegi için de savaşmak zorundadır. İşçi sınıfının gelecegini kazanmasının yolu ise, sermaye egemenliginin yıkılmasından, sömürünün ve eşitsizligin temeli olan özel mülkiyetİn ortadan kaldırılmasından geçmektedir. Bu ise, daha işin başında politik hedef ve amaçlar ugruna savaşırİlın gündeme alı�masını, işçi sınıfının tüm ezilen ve sömürülen emekçi yığınların öncüsü olarak her türden politik baskı ve eşitsizliğe müdahale etmesini gerektirir. Yeni dönemdeki işçi hareketi, örnegin '70 'lerdeki işçi hareketine göre talepleri bakımından geri olmakla kalmıyor, savaşımın şiddeti ve ı biçimleri bakımından da henüz geri bir konum sergiliyor. Giderek sertleşme egilimi göstermesine ragmen, bugün yıgınsal olarak en çok başvurulan eylem biçimleri henüz geri ve pasif biçimlerdir. Ömegin, '70'lerde olduğu gibi, bir 1 5 - 1 6 Haziran direnişi, MESS ve DGM direnişieri, faşizme ihtar eylemi vb. biçimlerde sert savaşıma girişiimiş degil. Fakat bu noktada baştan beri dikkat çekmek istediğimiz gibi, genel politik ortamın farklılığını, DİSK faktörünü, yeni dönemdeki işçi hareketinin henüz gelişmesinin başlangıç evrelerini yaşadığını unut mamak gerekir. Nesnel koşullar her geçen gün işçi sınıfını daha seit ve kitlesel eylemiere zorlayacaktır. Bugün sosyalistlerin sadece gelişen işçi hareketinin güçlü yanlarını koyma görevi yoktur. Aynı zamanda, belki de daha fazla onun zayıflıklarını irdeleme, ortaya koyma ve hareketi bu zayıflıklarından arındırmak için çaba gösterme görevi vardır. İşçi sınıfının kendiligin den hareketine genel övgü, zayıflıklarını bilince çıkarmayan, görev lerini buna göre belirlemeyen bir sosyalist hareket sadece kendini işçi hareketinin kuyruğuna takılınaya mahkum eder. İşçi sınıfı hareketinin 147 yolunu aydmlatmayanların, temel görevleı:ini dogru bir şekilde belir lemeyenierin ona bir şey vermeden, işçi hareketinde çok şey istemeye haklan yoktur. İşçi hareketinin sınıf mücadelesinin odagına yerleşti� bir dö nemde · ne yazık ki, hala bazı sosyalistler, küçük-burjuva içerikli programlarla, demokrasi, demokratik kapitalizm, demokratik devrim programlarıyla harekete müdahale etmeye çalışıyorlar. İşçi sınıfına, kapitalizme başkaldırı bilincini değil, aşırı lıklardan arındırılmış kapi talizm bilincini, sosyalist demokrasiyi degil, sınırları n� kadar geniş tutulursa tutulsun özü burjuva olan bir demokrasi bilincini aşılamaya çalışıyorlar. ProJetat'ya-burjuvazi çelişmesinin eylem alanında kendini dayattığı günümüz koşullarında, bu programlar, savunanların irade ve isteginden bagımsız olarak gerici, işçi hareketinin önünü karartıcı bir rol oynuyor. Sosyalizm programı dışında hiçbir program işçi sınıfının bugünkü nesnel temel istemlerini karşılayamaz. Doğal olarak bu programların işçi hareketinde yankı bulması, bilimsel sosyalizmle işçi hareketi arasındaki mesafeyi daraltıcı bir rol oynaması düşünülemez. İşçi hareketinin gelişimi her geçen gün program, strateji ve taktigini işçi sınıfı hareketinin sermayeye karşı cepheden saldırısı ve sosyalist devrim üzerine kuranların haklılığını kanıtlıyor. BugUnün devrimcisi, harekete gerçekten hizmet etmek istiyorsa sosyalist devrimci olmak zorundadır. T. Göker Nisan 1 989 Dipnotlar: 1 ) Yıldırım Koç, Planlı Dönemde Işçi Hareketini Belirleyen Etkenler, OTDÜ Gelişme Dergisi, 1 9 8 1 Özel Sayısı, s.301 2) TÜBA Ajans Bliltenlerindcn aktaran, 1979 DISK Ekonomik Raporu 3) Ö zgürlük Dünyası, sayı: 15 4) Işçi Hareketi Tabanında Bazı Gelişmeler, K. Yayla 148 ŞİMDtKt tşçt HAREKETİNfN ÖZELLİKLERİ 600 bin civarında KİT işçisinin toplusözleşme dönemi vesile siyle başlayan eylemleri sürüyor. Mart ortalarından beri yüzbinlerce işçi hareket halinde; iş yavaşlatıyor ya da durduniyor, yürüyor, gösteri yapıyor. . . Grev ve Lokavt, Toplanu ve Gösteri Yürüyüşleri yasaları fiilen delinmiş bulunuyor. Hareketin sendika bürokrasisini aşugı, dahası çogu zaman onunla çatıştigı, ona ragmen s'ürdügü biliniyor. B ütün gözlemciler Türkiye tarihinde böylesine kitlesel, yaygın ;ve uzun süreli bir işçi hareketinin görülmedigi noktasında birleşiyorlar� Ancak, bütün teorik ve pratik faaliyetlerini işçi hareketinin ge lişmesine hasreden ve hasretmeleri gereken komünistterin görevlerini dogru saptayabilmeleri için, şimdiki hareketin ana çizgilerini aslına uygun tanımlamak, abartılı degerlendirmelerden kaçınmak gerekiyor. Eylemler yarım milyonu aşkın KİT işçisinin toplusözleşme dönemi vesilesiyle ve iktisadi nedenlerle başlamıştır. Ve sözleşmelerin bağıtlanmasıyla da, en azından bu kesimde durolmaya başlayacaktır. 149 İkincisi, hareket, bir gözlemcinin ifadesiyle, kapitalizmin kendisine degil, sonuçlarına yönelmiştir. Kelimenin gerçek anlamıyla sefalete itilen, sosyal-kültürel ihtiyaçları orada kalsın, fiziki olarak dahi leen dini idame ettiremeyen işçi sınıfı tamamen iktisadi nedenlerle kendi liginden harekete geçmiştir. İşçilerin içinde bulundukları yaşain koşullarını sayılarta yİnelernek gerekmiyor; günlük basında, dergiler de, sendika basınında sık sık yayıntanıyor. Özetle işgücü adeta "bedava" satın alınıyor. Hareketin şiı,ı.rları kendi kendini tanımlıyor: "Açız, ekmek istiyoruz! " Hükümete karşı sloganlar, genel grev istemi gibi siyasal içerikli istemler de bu çerçevede şekilleniyor. Eyleme geçen kesim, Tekel ve Tersane işçileri vb. istisnalar dışta tutulursa, sınıfın en geri, en muhafazakar kesimidir. Buna karşılık, toplusözleşme dönemine girmemiş özel sektörde toplumun sınıfın ileri kesimlerinde, bazı istisnalar dışında, bir hareket veya dayanışma eylemi görülmüyor. B askıcı siyasal ortam ve işsizlik tehditi gibi etkenler, genel olarak sınıfın siyasal bilinç ve örgüt düzeyi, ve özellikle de sendikaların nitelikleriyle birlikte düşünüldügünde, farklı bir beklenti de şimdilik pek gerçekçi olmazdı. Ancak eylemde olmayan işçilerin de kaynaşma içinde oldukları, eylemlerin heyecanını içten duydukları, örnegin sendikalarının bir işaretiyle harekete geçebilecek leri kesindir. Sınıfın en geri kesimlerini dahi harekete geçiren nesnel koşullar -ekonomik durum/yaşam koşulları- bütün işçi sıpıfı için aynıdır. Bu da hareketin derin köklerini gösterir. Şimdilik bilinç ve tecrübe bakımından geri olanlar, eylemde ileri, bilinç ve tecrübe bakımından ileri olanlar eylemde geri konumlarda bulunuyorlar. Zira eylemlerin nedeni toplusözleşmelerdir. Hareket ekonomik nedenlerle başladı, ancak, eyleme geçen işçi lerin eyleme başlarken sahip oldukları bilinç ve amaçlarla, eylemin ge rek işçilerin bilincinde, gerekse siyasal-toplumsal planda yarattıkları sonuçlar aynı olmuyor. Zaten kitle hareketinin özelligi ve manugıdır bu. İşçiler tamamen ekonomik nedenlerle harekete geçiyorlar, ama hükümct-devlet ve TİSK ve MESS 'in, yani kapitalist sınıfın merkezi . ekonomik politikasıyla karşılaşıyorlar. Bunu anlıyorlar ve hük Ü metle çatışmaya ba şlıyorlar; "hükümet istifa" sloganları bunu ifade ediyor. Bu da, hükümet-devlet ve kapitalistlerle işçiler arasındaki çıkar 150 karşıtlıgını işçilere gösteriyor, düşmanlık tohuıtıları ekiyor. Hak aramak için harekete geçtiklerinde, hak arama yollarının kapalı oldugunu, yasal engeller oldugunu görünce, yasaları 1 yasaklan bilinçle çigniyor, çigpemesini ögreniyorlar. Henüz s� örnekleri olmasa da, özellikle yıgınlar bakımından yasaları çigneme geleneginin zayıf oldugu bizim koşullarımızda bu oldufça önemlidir. Diyarbakır, Malatya, Kars'taki işçi eyleme geçtiginde� aynı anda, ve de sadece kendi işkolunda degil, degişik iş kollarında, İstanbul, İzmir, Adana, Ankara'daki i şçilerin de eylem yapacaklarını, eylemde olduklarını biliyor ya da ögreniyor. Bu da sınıf dayanışması bilincini geliştiriyor: İşçilerin çıkarlarının bir ve aynı oldugunu, hükümetin ve kapitalistlerin çıkadarıyla karşıt oldugunu anlıyor, anlamaya başlıyor. Hükümetin ve kapitalist sınıfın merkezi ortak politikasına karşı mevzi, parça parça eylemlerin yetersiz oldugu görülünce, sınıfın top yekün, tck blok halinde eyleme_ geçmesi gerektigi kavranıyor ve "işçiler elele genel greve'' şiarı hemen bütün işçi sınıfının şiarı haline geliyor. İşçiler eylem içerisinde şendika bürokrasisini daha iyi tanıyorlar. Eylemin kendisi sendika bürokrasisinin -"sagcı" veya "sosyal-demok rat"- gerici, "grev kıncı", niteligini açık seçik ortaya seriyor; teşhirle, aydınlatma faaliyetiyle gösterilemeyen, pratik eylem tarafından göste riliyor; tecrübeyle ögreniliyor. Ve sendika merkezleri basılıyor, tehdit ediliyor, onlara ragmen eylemler sürdürülüyor. Örnekler artırılabilir. Bütün bunlar işçi yıgınları arasında siyasal bilinç, sınıf bilinci tohumları ekiyor, ya da daha doğrusu, bunun zeminini hazırlıyor; sınıf, hareket/eylem içerisinde şekilleniyor, olgunlaşıyor. Öte yandan, hareket, toplumda iki temel kutup oldugu, bir yanda işçiler, diğer yanda kapitalistler (ve en büyük işveren olarak kapitalist devlet) olduğu, her iki tarafın çıkarlarının çatıştıgı gerçegini diger halk sınıf ve tabakaları nezdinde de netleştiriyor; dikkatlerini işçiler üze rinde topluyor. İşçi hareketi bütün sömürülen ve ezilenlere cesaret ve umut veriyor. Aynı şey devrimci hareket için de geçerli. Ancak, aynı şekilde, bütün bunlar, hareketin sınıf bilincinden yoksun olduğu, işçilerin genel olarak burjuva ideolojisi ve politikasının etki alanında oldukları gerçegini de degiştirmiyor. · 151 Türkiye'de işçilerin yaygın ekonomik-sendikal hareketi uzun sü redir vardır. Ancak işçiler ilk defa büyük yıltınlar halinde "açız" diye sokaklara dökülüyorlar. İşçilerin son on yılda yi tirdikleri ve içine itH dikleri yaşam koşulları, ve ekonominin durumu ve olanakları gözönü ne alındıgında� iktisadi hareketin, iniş çıkışlarla, zaman zaman durul malarla, ama giderek büyüyecegini ve sertleşecegini söylemek mumkündür. Şüphesiz işçilerin direnişi karşısında kapitalistler ve kapitalist devlet zorunlu olarak tavizler vereceklerdir; ancak dizgin lerinden boşanmış enflasyon )<oşullarında bir elden verilen, kısa sürede, öteki elle geri alınacaktır. Dış ve iç borç çıkınazı içerisinde debelenen adeta kronik bir bunalım içindeki Türkiye kapitalizmi buna mecbur dur. B u da, toplumun nefes borularını tıkayan yürürlükteki siyasi hukuki çerçeveyle birlikte düşünüldügünde, sistemi sürekli gerilim · içinde tutacak, açmazlarını artıracak, emek-sermaye çeİişkisi ve çatışması giderek daha da keskinleşecektir. Burjuvazi bakımından sarsıntısız bir çıkış yolu, çelişkiyi yumuşatacak hiçbir formül görül müyor, siyasal temsilcile'ri tarafından önecilemiyor da. * İşte komünistler bütün güçlerini keskinleşen ve giderek daha da keskinleşecek olan bu çelişkiden, emek-sermaye çelişkisinden alacaklardır; bütün teorik ve pratik faaliyetlerinin eksenini bu alan üzerine oturtacaklardır. Toplumun temel sorunu, devrimimizin dogrudan hedefi bu çe lişkinin çözümüdür. B ütün diger çelişki ve sorunların çözümü buna bağlıdır, bu eksen etrafında biçimlenecektir. İç ve dış her türlü kapi talist sömürünün ortadan kaldırılması, bizim koşullarımızda giderek bir devrim sorunu haline gelecek olan "ekmek" sorununun çözümü ve insana yaraşır onurlu bir yaşam için, bütün demokratik reformların tam ve eksiksiz gerçekleştirilip teminat altına alınması, yani toplumun de mokratikleştirilip "halk egemenliği"nin mutlak olarak kurulması, ulusal baskıya son verilip ulusal eşitligin saglanması için, doğrudan, ilk hedef olarak kapitalist iktidarın ve kapitalizmin devrilmesi, burjuvazinin 152 mülksüzleştirilmesi -işte her fırsatta, her vesilt:iyle i şçilere gösterilmesi gereken hedef budur. Emek-sermaye çelişkisinin çözümünü eksenine almayan, dogrudan, ilk hedef olarak sosyalist iktidar ve sosyalizm hedefini göstermeyen hiçbir program, bunu merkezine almayan hiçbir teorik ve pratik çalışma marksist olarak nitelenemez. İşçilerin dikka tini asıl sorundan uzaklaştırır, kafalarını karıştırır, ve son tahlilde onları burjuva ideolojisi ve siyasetinin etkisi alanında tutmaya devam eder. Komünistlerin güçleri sınırlıdır. Bu yüzden enerjilerini sadece en gerekli alanda ve en gerekli olana harcamalıdırlar. Doğrudari yazıyoruz: Örneğin, ekonomik ajitasyon yapmak bizim koşullarımızda artık hiç de onlara düşmüyor. Bu işi bizzat işçilerin kendileri, sendikalar, sendika basını yapıyor; hem de fazlasıyla. İşçilerin bu bakımdan yardıma ihtiyaçları yoktur. Komünistler şimdiki ve gelecekteki hareketlilikten işçilere siya sal ajitasyon yapmak, anti-kapitalist /sosyalist fikir ve şiarları taşımak için yararlanmalıdırlar. Bunun en elverişli araçları bildiriler ve ola naklı olduğu ölçüde broşürlerdir. Bırakalım yasadışı yayınları, yasal yayınlar dahi, mevcut koşullar. altında, değil işçi yığınlarına, işçilerin ileri kesimlerine dahi ulaşamıyor. Bildirilerin önemi bu nedenle de daha da artıyor. İşçiler yasaları çiğnerneyi öğreniyorlar. Burjuvazinin akıllı temsilcileri bundan bir hayli ürktüler. Bay Ecevit işçilerin yaptıklarının Gandivari eylemler olduklarını söyleyivermek ihtiyacı duydu. Köşe yazarları yasaların derhal değiştirilmesini tavsiye ettiler. Aksi takdir de, işçiler kötü alışacak, kanun ve devlet otoritesi zedelenecek, sarsılacaktı ... Amaç işçilerin yaptıklarının bilince çıkmasının ve gele nege dönüşmesinin önüne geçmekti. Komünistlere ise bunu iyice bilince çıkarmak ve geleneğe dönüştürmek, yasaların nihayet kağıtlar olduğu, gerçek yasaların kuvvet ilişkileri tarafından ortaya çıkarıldığı ve belirlendiği, işçi ve halk düşmanı yasaların ricayla, icazetle veya parlamenter tartışmalarla değil, ancak onların fiilen çiğnenip geçersiz hale getirilmesiyle ortadan kaldırılabileceği fikrini ısrarla işlernek görevi düşüyor. Düzen dışı, yasaları gerektiği her zaman sistemli olarak çiğneyen militan bir işçi hareketi yaratmanın koşuludur bu. Ve son olarak, sendika bürokrasisine karşı oluşmuş ve giderek 153 büyüyecek olan öfke ve muhalefeti körüklemek,- sistemleŞtirmek, örgütlernek ve bundan sendikalann bürokratik yapısının kırılıp dev' ri!Jlcileştirilmesi için yararlanmak gerekiyor. A. Azad Mayıs 1 989 154 1 MAYIS ve ECEVIT 'İN MISYONU Parti ve sendika liderleri eliyle sosyal-demokrasi her zamanki hain, "grev kıncı" rolünü ı Mayıs 'ta da oynadı. Ama şüphesiz ki en aşagılık olanı DSP lideri Ecevit'inkiydi. Devletin ve düzenin "yüksek çıkarlar"ını gözetptek daha baştan grev kırıcılıgına soyundu. Özal, bakanlan , valiler, polis şefleri ı Mayıs gösterisini yapmaya kararlı işçileri ve sosyalistleri tehdit edip vahşet vaadederken, o da usta demagoglugunu devlet ve burjuvazi için kullanarak, onlara fikri ve siyasal destek verdi; ı Mayıs 'ın karşısında, ey lülist reformların yanında yer aldı. 1 Mayıs öncesi verdigi demeçte, Türkiye işçi hareketinin kökeninde I Mayıs'la tarihsel bir baglanu olmadıgını, Türkiye 'de işçi haklannın elde edilmesinde 23 Temmuz 1 963 tarihinin önemli oldu gunu, eger bir gün kutlamak gerekiyorsa, oldugunu açıklıyor ve DSP'li işçileri çagırıyord u. 24 Temmuzun daha uygun 1 Mayıs'a katılmamaya Devlet terör makinesini harekete geçirdi; Ecevit ideolojik saldırıyla onu tamamladı. Onunkisi daha igrenç ve daha tehlikeli; "sol" 155 görünümünü ve sol e�ilimli işçiler üzerindeki etkisini kullanarak, işçi hareketinin -uluslararası işçi hareketinin degerierini tahrip etmeyi, bozmayı amaçlıyor. İşçi ve halk hareketinin sosyalizmle buluşmasını ve birleşmesini önlemek- Ecevit'in bütün misyonu zaten budur, bu olmuştur. Türkiye işçi hareketinin kökeninde ı Mayıs 'la tarihsel bır bağ lantı yokmuş! Öyle mi dersiniz? Türk burjuvazisinin bu "kültürlü" temsilcisinin ağzından bu sözleri işitmek ne .de eğlenceli ! Aşağılık demagog alemi budala sayıyor. B una göre, ı Mayıs, Amerikan, hadi bilemediniz Batı Avrupa işçi sınıfının tarihiyle ilgilidir! Bu nedenle sadece Türkiye işçi sınıfı değil, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa dışmda, ı Mayıs'ı kutlayan bütün diğer ülkelerin işçi sınıfları, bay Ecevit'in, Türk burjuvazisinin bu "gelişmiş" temsilcisinin tarihi düzelten bu "tarihi açıklama"smı dikkate alıp, artık bundan böyle I Mayıs kutlarnalarına son vermeli ve her biri kert di "23 Temmuz"larını saptayıp "işçi bayramı" olarak o günü kutlamalıdırlar! Her ne kadar, tarihsel kökeni Amerikan işçi sınıfının 8 saatlik işgünü için 1 Mayıs 1 886 'da giriştiği kanlJ mücadelenin anısına dayamyorsa da, 1 Mayıs'ın işçi haklarından öte bir anlamı olduğu olgusunu bir yana bırakıyoruz. Şüphesiz işçi sınıfları yaşıt değillerdir. Ancak bay demagog çok iyi biliyor ki, henüz genç işçi sınıflarının sahip oldukları hakların temelinde yaşlı Avrupa ve Amerikan işçi sınıflarının zahmetli, kanlı m ücadeleleri vardır. Genç işçi sınıfları bugün sahip oldukları haklara, çoğu zaman nispeten. daha kolay sahip olabilmişlerse, yine bu da AvFupa 'nın ve Amerika'nın yaşlı işçi sınıflarının sayesinde, onların yarattığı ve ulusal yasalara ve ul uslararası anlaşmalara 1 belgelere geçirdikleri örneklerin baskısıyla olmuştur. İşçi sınıflarının bir bölü münün kazand ığı ileri mevziler di)!erlerine emsal olmuş, bütün ·ülke lerin kapitalist sınıfları bu yönde zorlanmıştır. 1 Mayıs 'ın tarihi kökeni olan Amerikan işçi sınıfının 1886 'daki eylemi de tam da bunu ifade ediyor. Amerikan işçi sınıfı kanı, idam sehpaları pahasına 8 saatlik işgünü talebini bütün dünya işçilerinin bayrağına yazdı. Sonra doğan genç işçi sınıfları da daha doğar doğmaz * Şimdi aynı şekilde Avrupa işçi sınıfının başlattığı35 saatlik iş haftaq bütün uluslardan işçilere emsal oluyor. 156 aynı bayragı yükselttiler. Ve 8 saatlik işgünü bütün kapitalist ülkelerin yasalarına sokuldu.* Aynı şekilde sendika, grev, toplu sözleşme, sosyal haklar vb. hemen tüm işçi hakları ileri Avrupa ve Amerikan işçi sınıfları tarafından formüle edilmiş ve tüm dünya işçi sınıfiarına mal olmuş ve gerçekleşmiştir. Bay dcmagog bütün bunları şüphesiz biliyor. Dahası, 23 Ternınu-i 1963 'de verilmek zorunda kalınan hakların ve tavizlerin de, Türkiye işçi sınıfının aşagıdan gelen baskısının yanısıra, daha çok, hatta daha da önemli olarak, Avrupa ve Amerika işçi sınıflarının ve sosyalist toplumların gerçekleştirdikleri örneklerin baskısının ürünü oldugunu da pekala biliyor. O halde bay Ecevit neden böyle konuşuyor, basit gerçekleri tepetaklak ediyor? Neden bu kadar bayağılaşıyor? Şüphe siz, bir sınıfın, burjuvazisinin "gelişmiş" bir temsilcisi olarak görevini yapıyor; işçi sınıfının saflarında sınıf bilincinin, enternasyonalizmin gelişmesinin önüne geçmek istiyor. Türk burjuvazisi 60 yıldır 1 Mayıs yasağını neden sürdürüyor; köpekçesine saldırıp kanla boğuyor? Ayrıca bay Ecevit, bir anlık bir "yükseliş" dışında siyasal yaşamında hiçbir işi ciddi olarak başaramamış bu "küçük" adam, megalomaniylc malül bir zattır. 1 963 'de çalışma bakanıydı. Grcv, lokavt ve toplusözleşme yasaları onun döneminde hazırlanmıştır. Bu arada bunu hatırlauveriyor, kendisinin bir "işçi dostu", "işçi haklarının mimarı" olarak anılmasını istiyor. Şüphesiz bu onun kuruntusudur. Burjuvazi 1961 Anayasası 'na konulmak zorunda kalınan grev ve toplu sözleşme haklarını sürümee rnede bırakıyor, yasalarda şarta bağlamak istiyordu. İşçiler ve sendi kalar ise protestolara başladılar, şartsız ve kısıtlamasız grev hakkı istediler. 1962 yılında Türkiye'nin her bölgesinden işçilerin katıldığı 200 bin kişilik Saraçhane Mitingi'nde grev hakkı için genel grev tehdidinde bulundular. Gerisini Ali Gevgilli 'den okuyoruz: "Ama toplum bu yasaları beklemeye gerek duymaksızın kendi dinamizmini ortaya koymakta gecikmez. Örnek olarak, Türkiye 'nin en önde gelen işadamı Vehbi Koç 'un İstanbul 'daki kablo fabrikası Ka vel'de TİP 'li sendikacılarla başlatılan ilk ol aylı gre v, 1 960 'lar Türkiye 'sinde adeta yeni sosyal uyanışın bir simgesi oluyordu. Bunu, metropol İstanbul 'un öteki büyük sanayi kuruluşlarındaki grevler izliyor, yasası daha çıkmadan grev yaşama geçiyordu. Loka vtı da grevle birlikte yasalaştıran Bülent Ecevit 'e, en büyük tepki de bu nedenle yine sol sendikacılardan gelmiştir. l960 'lıyıllar başlarken Ecevit, sendikaların partilerüstü politika izlemesi yolundaki geleneksel öğretiyi de savu nuyor; işçi sınıfının üst sendikal örgütü Türk-İş'i o rotada tutmak için çaba gösteriyordu. Ecevit 'in bir başka ilginç davranışı, grev ve /okavt yasasıyla toplu işpazarlığı yasalarının çıktığı l963 yılının 23 Temmuz gününü İşçi Bayramı ilan ettirmesiydi. . "O yıllar, Türkiye 'de 1 Mayıs 'ların Bahar Bayramı diye adlandırı/dığı ve yine Takrir-i Sükun yasası nedeniyle İşçi Bayramı adıyla yığınsal biçimde kullanmasının otuz yılı aşkın süredir önlendiği dönemlerdir." * Görüldüğü gibi bay Ecevit'in tutumu yeni ve sürpriz değildir. Amerikancı -sarı sendikacılığın destekleyicisidir. '70 'lcrde de DİSK'i de sosyal-demokratlaştırarak bu çizgiye çekmek için çalıştı. İşçilerin hak olarak değil suç olarak nitelediği "lokavt"ın mima 'r ıdır. ı Mayıs karşıtlığı yeni değildir, Takrir-i S ükun geleneğinin devamcısıdır. "Bahar B ayramı" masalı yerine "23 Temmuz İşçi Bayramı"nı icat ederek bu gel,eneği sürdürmeye çalışmıştır. Bugün artık sarı Türk- İş yöneticileri dahi "23 Temmuz" masalını terkedip ı Mayıs 'ta bildiri yayınlamlik zorunluluğu duyarken, o hala "23 Temmuz"da ısrar etmeye kararlıdır. Türkiye işçi sınıfı ı976'da 1 Mayıs yasağını kırdı. Bu tarihten sonra, onu ilk yeniden yasaklama şerefi de bay Ecevit'e aittir. S ıkıyönetim onun döneminde ilan edildi ve ı 979 'da İstanbul'da ı Mayıs kutlamaları yasaklandı. Ecevit'in partisi bir bildiriyle "Cl/P '/iler 1 Mayıs kutlarnalarına katılmasın/ar. CHP 'li/erin töreniere katıl mamaları ülkenin yüksek çıkarları ve CHP 'nin sorumluluk anlayışı için gerekli görülmüştür" diyordu. Yine her zamanki gibi düzenin "yüksek çıkarlar"ını gözetti. Devlet göstericilere kurşun yağdırdı; o ise daha çok rakibi SHP'yi kınayan demetinde, İnönü'yü ve Baykal'ı ı Mayıs konusunda işçileri kışkırtmakla, sendikaları bu yönde baskı altına almakla ve sonra da kitleler sokaklarda kurşunlanırken sembolik bir gezintiye çıkarak * Yükseliş ve Düşüş, s.233-34, Altın KiLapi ar Yayınevi 158 günah çıkarınakla suçladı, ve bunun ne sosyal-demokratlıga, ne de insanlıga sıgdığını söyledi. Şüphesiz bütün bunlar, "kışkırtmak" -tam bir polis agzı- ve "sosyal-demokratlık"ın vasıfları kısmıJıariç, doğru. Ancak, SHP liderlerinin tutumu ikiyüzlülük ve korkaklıktı; Ecevit'inki. ise düpedüz alçaklık, devletin safında cepheden saldınydı. İşçi ve halk hareketinin sosyalizme yönelişinin önüne geçmek Ecevit'in misyonu hep bu olmuştur. "Ortanın Solu" çizgisi bu amaçla yaratıldı; kendi ifadesiyle, Türkiye :n in sosyalizme kayışını önlerneyi amaçlıyordu. '70'lerdeki dvvrimci yükselişin önüne geçmek için "düzen değişikliği" sloganıyla bu m is-yonunu sürdürdü, nihayet açık komü nizm düşmanlığı ve din tüccarlığında noktaladı. Eski gücünü ve popülaritesini yitirince, şimdi artık Güven Partisi ve Feyzioğlu'nun rolünü üstlenmiş bı,ılunuyor; pu yüzden qe iyice köpekleşiyor. Ama o tarihe bir başka türlü geçmek niyetinde. Yakın zamanda İngiliz radyo -televizyon kurumu B BC 'ye verdiği bir demeçte, tarihe "darbelere karşı" bir politikacı olarak geçmek istediğini söyledi. Oysa bu aşağılık demogogun, gizlerneye çalışıyorsa da, 12 Eylül'ün yolunu açan ve 12 Eylülcülere destek verenlerin başında yer aldığı biliniyor. Kendi hükümetleri döneminde "Kontr-gerilla" ve MHP'nin üzerine gitmedi, aksine adeta korudu. ı Mayıs 1 977 katliamının dosyalarını kapattı. Maraş, Çorum vb. katliamlar onun hükümeti döneminde oldu, ve üzerine gidilmedi. B unun yerine sıkıyönetim ilan ederek iktidarı orduya teslim_ etmenin yolunu o . açtı. Darbecilerin işlerini kolaylaştırmak için onursuzca partisini terketti ve kapatılınası karşısında sessiz kaldı. Generalleri Demirel 'den daha içtenlikle deste kledi. Ama adeta bahaneler yaratarak, bir kaç kez kendisini kısa sürelerlc tutuklatıp, gerçeği örtıncye, üstelik kendisini bir "kahraman" olarak sunmaya çalıştı. Yalçın Küçük bütün bunları derleyip yorum layıp yazdı (Türkiye Üzerine Tezler-3). Yazar, yazarken sık sık "utanı yoruın" ifadesini kullanıyor. Okuyucu okurken iğreniyor. "Büyük adam" havasındaki bu "küçük işlcr"in "küçük adam"ı tarihe şüphesiz geçecektir; ama örneğin A.Gevgilli 'nin ve Y .Küçük 'ün yazdığı tarzda ... Ecevit iğrenç rolünü oynamaya devam ediyor. S ınıf bilinçli işçi ondan sadece tiksinti duyabilir. A. Azad Mayıs 1989 159 DÜNDEN BUGÜNE İŞÇİ HAREKETİ Türkiye işçi sınıfının tarihsel ve siyasal gelişimi ele alınırken gözden kaçınlmaması gereken bazı hususlar · vardır. Birincisi, Türkiye kapitalizmiyle yaşıt olarak yüzyılı ·aşkın bir geçmişi olmakla birlikte, Türkiye kapitalizminin .asıl atılımını son 40 yılda yapmasına paralel olarak, Türkiye işçi sınıfı da asıl şekillenişine, bugünkü ağırlıklı toplumsal gücüne bu aynı tarihsel kesitte kavuşmuş tur. Bundan çıkan sonuç büyük bir kesimiyle onun henüz çok yeni ve genç bir toplumsal oluşum olduğu gerçeğidir. İkincisi, Türkiye burjuvazisinin kendi tarihinin son derece sınırlı ve güdük burjuva demokratik atılımlarını yüzyılın ilk döneminde ya şaması ve işçi sınıfının ise bu aynı dönemde son derece cılız olması, onu burjuva demokratik gelişme içinde yer almanın sağlayacağı demokratik siyasal gelişme olanaklarından hemen hemen yoksun bırakmıştır. Oysa evrensel tarihe bakıldığında, bir çok ülkede prole- 1 60 tarya, ya burjuvazinin önderliğindeki demokratik ya dfl ulusal devrim ler süreci içinde kendi siyasal gelişmesinin ilk tarih sel aşamasını yaşamış, ya da bizzat bu süreçte insiyatifi ve önderliği ele geçirerek bağımsız ve egemen bir siyasal kuvvet haline gelmiştir. Türkiye işçi sınıfı ise bu iki gelişme çiz�sinin' de dışında kalmıştır. Üçüncüsü, dünya tarihinde örneği az bulunur bir durum olarak, sol hareketin 70 yıllık geçmjşlne rağmen, Türkiye işçi sınıfı, dünya görüşü, program ; taktik ve örgüt olarak kendisinin bağımsızlığının temsilcisi bir siyasal sınıf dek sahip devrimci partiye bugüne olamamıştır. Dolayısıyla da böyle bir partinin önderliği altında yaşa yabileceği siyasal ve örgütsel gelişme ve olgunlaşma olanaklarından yoksun kalmıştır. Başta TKP, işçi sınıfı adına ortaya çıkan partilerin kendileri genellikle kurulu düzeni aşan, ona devrimci bir i ktidar alter natifi oluşturan ideolojik ve politik perspektifiere sahip olamadılar. Tam da bu nedenle, işçi sınıfı üzerinde çok cılız kalan siyasal etkile riyle işçi sınıfı içinde burjuva etkinin dolaylı taşıyıcıları olmaktan öteye gidemedi ler. '70'li yılların başında ortaya çıkan devri!Pci siyasal hareketler isekendilerini şekillendiren küçük-burjuva toplumsal zemini aşıp işçi sınıfına yönelemediler. İşçi sınıfının devrimci politik geliş mcsine etkileri ancak dolaylı ve bu nedenle de çok sınırlı olabildi. Bu dönemde f70'li yılların ikinci yarısı) büyük b i r canlılık yaşayan işçi hareketi için denebilir ki en büyük talihsizlik, solun onu düzen çerçe vesi içinde tutucak kesimleri için temel ilgi alanı olmak, fakat onu düzenden koparacak kesimleri içinse ilgi alanı dışında kalmaktı. Tüm bunlar birarada, hem işçi sınıfı hareketinin politik ve örgütsel gelişimindeki bugünkü yetersizliğin tarihsel nedenlerine ışık tutarlar; ve hem de, tüm bu yetersizliğe rağmen işçi hareketinin bugün ulaştığı gelişme düzeyinin aslında hiç de küçümsencmcyeceği gerçeğine işaret ederler. İkinci emperyalist savaş sonrası dönemde yaşanan hızlı kapitalist gelişmenin dolaysız bir sonucu olarak safları hızla kalabalıklaşan ve nesnel varlığı ile belirgin bir toplumsal ağırlığa kavuşan işçi sınıfı, kendi tarihi içinde ilk olarak '60'lı yıllarda hissedilir bir güç olarak mücadele sahnesine çıktı. Sonraki 20 yıl içinde sendikal ve demokratik mücadele ve örgütlenme alanında belli mesafeler katetmekle birlikte, ideolojik, politik ve örgütsel bakımdan, son derece dar bir öncü kesim 161 dışında, burjuva partilerin ya da burjuvazinin sol içindeki uzantılarının etki ve denetiminde kaldı: Yine de iktisadi ve kısmen demokratik siyasal mücadeleler içinde yeralarak belli bir m ücadele deneyimi kazandı. Kendini s.ermayenin doymak bilmez sömürüsü ve keyfi baskısı karşısında bir ölçüde savunabilecek bazı hak ve kazanımlar elde etti. Burjuvazinin 12 Eylül saldırısı işçi sınıfını bu koşullar ve gelişme düzeyi içinde yakaladı ve işçi hareketinin o güne dek biriktirdiği tüm nak ve kazanımlarını bu saidıniann toplu ve sistemli hedefi yaptı. . Karşı-devrimin siyasal hedefi devrimci hareket idiyse, sınıfsal hedefi de işçi sınıfı oldu. Amaç devrimci hareketi ezmek, işçi sınıfını ise tüm m ücadele olanaklarından ve araçlarından yoksun bırakmak, etkisiz kılmak, demoralize etıvekti. O g üne kadarki mücadele deneyimi ve politik hazırlığı, bilinç ve örgütlenme düzeyi, böyle bir toplu saldırıya direnmesine yetmeyince, işçi sınıfı tüm kazanımlarının, bu arada en ilkel demokratik haklarının bile, ortadary kaldırılmasına yalnızca seyirci \ kaldı. Reformizmin ve rev zyonizmin işçi hareketi üzerindeki ezici etkinliği ona kolay bir yenilginin acısını tattırdı. Karşı-devrimin ilk bir kaç yılında, belli bir moral çöküntü, güçsüzlük ve kendine güvensizlik duygusu, dağınıklık, şaşkınlık, ne yapacağını bilmezlik, bu kolay yenilginin kaçınılmaz sonuçları oldu işçi sınıfı için. 12 Eylül saldırısıyla birlikte işçi hareketinin 20 yılda biriktirdiği hak ve kazanımları bir hamlede tırpanlamakla kalmayan burjuvazi, basit bir üretim nesnesine indirgediği işçi sınıfının yaşam koşullarında büyük bir yıkım yaratan ağır sömürü politikaları uyguladı yıllarca. Ama tam da bu yolla, işçi sınıfının kendi tarihinin en büyük atılımını yaşayabileceği zemini de kendi elleriyle döşe·m iş oldu. Kolay yenil ginin acısı ve sonuçları sonraki yılların keyfi baskı ve ağır sömürü politikalarıyla birleşince, işçi sınıfı derinden derine bugünkü kaynaş ma ve mücadelenin öğelerini biriktiedi kendi içinde. ' 80'1i yılların ortasında sıradan iktisadi istemler için son derece sınırlı ve ürkek başlayan ilk kıpırdanışlar, her yeni yılda bir öncekini aşan sarsıcı grev ve direniş dalgaianna dönüştü. '89 yılı Mart-Nisan direnişlerine, '90 yılı 1 Mayıs eylemlerine sahne oldu. Genel grev istemi ve sloganı işçi sınıfının geri kesimlerine bile yayıldı. Tüm toplantı, direniş yürüyüş ve mitingierin değişmez coşkulu sloganına dönüştü. Tabanda devrimci işçi insiyatifinin ürünü olarak ve eylem kırıcı sendika bürokratlarına 1 62 lç:arşı bir devrimci alternatif işlevi gören devrimci örgütlenmeler çıktı ortaya. Sözkonusu olan hiç de basit bir yeniden canlanış değildir. Sorunu böyle görmek, işçi hareketinin geçmişe göre ve şu sön dört beş yıl içinde sağladığı büyük ilerlemeyi gözden kaçırmak olur. Son yılların harelçetliliğine toplu olarak bakıldığında, işçi s�nıfının, kuşkusuz geride kalari bir kaç on yılın deneyimi ve birikimi üzerinde yükselen , an:ıa kesinlikle işçi hareketinin gelişim tarihinde yeni bir safhay ı işaretleyen büyük bir ilerlemeyi yaşadığı görülecektir. Bunun en belirgin ifadesi kendi gücüne duyulan güvendir. Geçmişte, işçi sınİfının nispeten gelişmiş kesimlerinde bile sorunların çözümü için belli burjuva par tilere (ÇHP) ve sendika bürokrasisinin belli kesimlerine (DİSK) bel bağlanırdı. Oysa bugün, kendi sorunlarını ve istemlerini henüz çok dar bir çerçevede ifade ediyor olsa bile, işçi sınıfı bunların çözümünü ya da elde edilmesi�i hiç de şu veya bu burjuva politik mihraktan ya da sendika bürokrasisinden bcklemiyor. B urjuva partilerinin vaatlerine ilgisiz kalarak ve sendika bürokrasisinin oyalayıcı engellerini aşarak bizzat harekete geçiyor. Ve böyle davrandığı ölçüde ise kendi gücüne olan güveni daha da artıyor, kendisinin çıkarları farklı bir sınıf olduğu ve sorunlarına ancak kendi m ücadelesiyle· çözüm bulabiieceği gerçe ğini gitgide daha iyi algılıyor. · Hiç bir şey işçi hareketindeki bu gelişmeyi, ' 80'li yılların ortasında bizzat kendi bünyesinden fışkıran, yaygınlaşıp genelleşen, bugün artık her yerde ve her vesileyle dile getirilen genel grev istemi ve "İşçiler Elele Genel Greve! " sloganından daha iyi anlatamaz. · İşçi sınıfındaki ilerlemenin bir başka göstergesi, kendi gücüne güvenin doğal bir uzantısı olarak ortaya çıkan birlik ve dayanışma bilinci ve pratiğidir.Siyasal görüş farklılıkları, milliyet ve mezhep farklılıkları işçi sınıfını eski oranda bölemediği gibi, grev ve direniş eylemleri sınıfın birlik ve dayanışma bilincinin geçmişe göre hayli ileri örneklerine sahne oluyor. İşçi sınıfına yönelik ekonomik ve politik saldırılarını son on yılda tck elden merkezi politikalar olarak saptayan ve uygulayan burjuvazi, böyle yapmakla işçi sınıfı içinde birlik ve dayanışma ruhunu, bu saldırıları blok halinde göğüsleme bilincini adeta kendi eliyle yarattı. Bunu da en iyi özetleyen bir kere daha "İşçiler Elele Genel Greve! " sloganıdır. 1 63 Zaman zaman yasadışı direniş örnekleri gösterebilen, bunun hala da aşılamayan en ileri ömegini 15- 16 Haziran direnişiyle veren geçmiş dönemin işçi hareketi, yine de toplam olarak ele alındıgında kuyvetli bir yasal çerçevede davranma ve yasaklanı uyma anlayışı içinde idi. İşçi sınıfı saflarına bu zihniyeti özenli bir çaba ile reformİst revizyonist partiler ve sendika bürokrasisi yerleştirmişti. Sermayenin 12 Eylül dö neminde işçi sınıfının yasal çerçevede hak arama ol.anaklarını en asgariye indirmesi sonuçta ters tepti. Sıradan hakları için bile ancak yasaları çiğneyerek eylem yapabilir hale geldi işçiler. Ve olayların gösterdiği gibi bundan hiç dekaçınmadılar, giderek bunu bir alışkanlık, bir davranış biçimi haline getirdiler. Yasalar işçi hareketi için geçmiş büyüsünü yitirdi. Mevcut hukuksal çerçeve gitgide daha açık olarak sermayenin çıkarlarının yasal güvencesi olarak algılanıyor.Geçmişte reformİst politikacılar ve sendika bürokratları işçi hareketinin anayasal düzenin güvencesi olmasıyla övünüyorlardı. Bugün -ise,. işçi hareke tinin henüz çok dar olan politik istemleri bile dolaysız olarak anayasal çerçevenin kırılmasını gerektiriyor. Ve işçiler yaygın olarak bunun bilincindedirler. Kaldı ki "Genel Grev" şiarının kendisi de anayasanın açık bir ihlali isteğinin dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Politikleşme doğrultusundaki güçlü eğilim ve potansiyel işçi ha reketinin bir diğer belirgin özelliğidir. Burada işçi kitlelerinin bugünkü öznel bilinçlerinin ve bugünkü somut istemlerinin ne olduğu sorusu nun öz,el bir önemi yoktur. Önemli olan hareketin derindeki kökleri ve nesnel mantığıdır. Ülke çapında bir kaynaşma yaşayan , sorunların çözümü için kendi gücüne güvenen, yasaları ve yasakları çiğneyen, merkezileşmiş ekonomik ve politik saldırıların karşısında bir sınıf olarak davranmaya çalışan bir toplumsal yığındır sözkonusu olan. Bu politikleşmeye son derece elverişli bir zemin demektir ve zaten olaylar bunun kanıtlarını açıklıkla veriyor. Öte yandan toplantılar, direnişler, yürüyüş ve mitingler, son 1 Mayıs kutlamaları işçi sınıfının hiç değilse ileri kesimleriyle belli bir politik gelişme süreci içine girmiş bull!ndu ğunu da gösteriyor. Politik propaganda-ajitasyona, özellikle politik bildirilere gösterilen ilgiyi de buna ekleıneliyiz. Ve bir kez daha ülke çapında mevcut anayasal rejime ve siyasal iktidara karşı politik bir eylem isteğinden başka bir şey olmayan Genel Grev şiarı üzerine bu yönüyle de düşünmeliyiz. 1 64 Ve belki de en önemlisi, sınıf hareketiyle birleşrnek pratik çabası . içinde bulunan komünist hareket iÇin en büyük 6nemi taşıyan olgu, bugünkü işçi hareketinin sahip bulundugu geniş öncü işçi kuşagıdır. Geçmiş dönemlerin birikimi ile son yılların kitlesel hareketliligi ortaya militan, mücadele konusunda istekli ve kararlı, belli bir deneyime ve belli bir sınıf bilincine sahip, devrimci amaçlara ve sosyalizJ11 düşün cesine açık, işçi hareketindeki eylemlilige baglı olarak sayılan sürekli artan bir öncü işçi kuşagı çıkarmış bulunuyor. Kuşkusuz işçi hareketi geçmiş dönemlerinde de böyle ileri bir işçi kuşagına sahipti. Fakat bunlar, devrimci akımiann sınıf hareketine ilgisizliginin de bir sonucu · olarak, reformİst ve revizyonist partiler tarafından kazanılmış ya da sendika bürokrasisi tarafından yozlaştırılarak tabandaki uzantılarına dönüştürülmüşlerdi. Oysa yeni öncü kuşak büyük bir bölümüyle böyle degil, hiç degilse henüz degii. Şimdiki hareketliligi sendika bürokra sisinin ördüğü engelleri de aşarak bu unsurlar sürüklüyor. Hareketin geleceğinin de güvencesi olan bu kuşak, yeni dönem işçi hareketinin denilebilir ki en ileri ürünü, en büyük kazanım ıdır. Açık bir devrimci örgüt ve önderlik arayışı içindeki bu unsurlar, eğer komünistler üzel'lerine düşeni layıkıyla yapmayı başarırlarsa, sosyalizı:n ve işçi hareketinin birliği gibi temel .tarihsel bir adımın atılmasını hayli kolaylaştıran bir m isyon yerine getirebilirler. İşçi hareketinde yeni bir safhayı ifade eden tüm bu özelliklere bir arada bakıldığında, birbirlerine sıkı sıkıya bağlı olduklarını, birbirle rinden doğduklarını ve birbirlerini beslediklerini görmek · 'ZOr olmayacaktır. Ama öte yandan, sayılan bu üstünlüklerine rağmen, tarihsel bir perspektifle bakıldığında, işçi hareketinin bugünkü gelişme düzeyiyle henüz çok geri bir gelişme aşamasında olduğuna da kuşku yok. Her şeyden önce, baskı ve sömürü politikalarının yıllardır biriktirdiği hoş nutsuzluğun dışa vurumu olmakla birlikte, işçi hareketinin mevcut ha rcketliligi henüz iktisadi ve bazı sınırlı demokratik istemieric kendini ifade edebilİyor ancak. Nesnel toplumsal konumuyla tUm ezilen ve çalışan sınıfların öncüsü olması gereken işçi sınıfı, bugünkü durumuy la henüz kendi dışındaki emekçi kesimler için bir şeyler yapmak bir yana, kendi acil siyasal istemlerini bile dile getirebilecek bir bilinç ve davranış düzeyinden uzaktır. Mevcut yasal ve anayasal çerçeveye 1 65 sığmayan istemlerle ortaya çıkmak ile mevcut toplumsal ve. siyasal düzeni aşan istem ve davranışlar farklı şeylerdir'. Bugünkü işçi hareketi ikincisinden henüz uzaktır. Demek oluyor ki hareket militan olmakla birlikte henüz bu anlamıyla ihtilalci değildir. Mevcut anayasal düzen karşısında belli bir sınıfa özgü belli tepkiler ortaya koyabiliyor, "kendisi için" davranabiliyor. Nedir ki rtıevcut toplumsal ve siyasal düzen karşısında henüz "kendiliğinden" bir sınıftır. Belli sınırlar içinde kendine bakabilmesi, ama henüz kendi dışına (diğer emekçi sınıf ve katmanlara) bakamaması, düzenin sınırlarını aşan bir bakış v.e davranıştan yoksunluğunun bir başka ifadesidir. Kısaca, dar bir öncü kesim hariç, işçi sınıfı asıl kitlesiyle henüz burjuva bilincin değişik. biçimlerinin etki sahasındadır. Tüm bunların özeti işçi hareketinin politik yönden geriliği ve zayıflığıdır. . Bunu örgütsel yönden zayıflık tamamlamaktadır. Bugün için işçi sınıfının tek istikrarlı örgüt biçimi denebilir ki hala yalnızca sendikalardır. Ne var ki sendika bürokrasisinin tam hakimiyetinde bulunan sendikalara da zaman zaman geri ve sağlıksız eğilimiere varabiten belli bir tepki var işçi kitlelerinde. Zayıf ve mevzii kalan işyeri komiteleri ve diğer bazı muhalefet örgütlenmeler ise henüz oluşum sancısı içindeler. Grev ve eylem anlarında ortaya çıkan işyeri eylem komiteleri ise eylem sonrasında işlevini yitirebilmektedir. Öte yandan, işçi hareketinin ön saflarını tutan öncü işçi kesimi de büyük ölçüde örgütsüzdür. Bu unsurlar belirgin bir örgüt arayışı içinde olmakla birlikte, solun işçi sınıfı ve sosyalizm adına ortaya çıkan çok sayıda grubunu hiç de kendi arayışları için çekici ve tatmin edici bulmuyorlar. İleri öncü kesiminin bile örgütsüzlüğü işçi hareketinin örgütlenme düzeyi ya da daha uygun bir ifadeyle zaafı için çarpıcı bir göstergedir. İşçi hareketinin karşı karşıya bulunduğu genel önderlik boşluğu, kendisini kucaklayacak bir öncü sınıf partisinden yoksuniuğu ise, doğal olarak onun en temel zaafıdır ve kuşkusuz tüm öteki zaaflarından kurtulabilmesinin de kesin birönkoşuludur. Komünistler tüm çabalarını işçi hareketinin bu en temel ihtiyacını karşılama görevine yöneltmiş bulunuyorlar. Teorik boyutu temel sorunlarda, programda ve taktik ilkelerde netleşme olan bu görevin, pratik ve örgütsel boyutu ise işçi 166 sınıfı bareketiyle birleşmek, işçi sınıfının en ileri ve devrimci unsurlarına dayalı,bir öncü partiyi bizzat bu sınıfın bağrında, onun bii parçası olarak yaratmakt,ır. Parti sorununun bu ikinci boyutu, bizim için, işçi hareketinin politik ve örgütsel gelişimini saglamak pratik çabasıyla çakışmaktadır. Partinin örgütsel temelleri bu çaba içinde yaratılacak, proleter sınıfsal karakteri bu çaba içinde güvenceye alınabilecektir. İşçi hareketinin politik ve örgütsel gelişiminde başarılı olabil mek, bu süreci kolaylaştırıp hızlandırabilmek, aynı zamanda, işçi hareketinin kendi dinamik gelişiminin ortaya çıkardıgı olanaklardan en iyi yararlanabilmekle mümkündür. Sınıfın geniş kitlelerine malolan Genel Grev şiarı ilc, henüz sınırlı da kalsa, tabanda devrimci işçi inisiyatifinin somutlaşmış biçimleri olarak ortaya çıkan işçi ya da işyeri komiteleri, bunun bugün için çök önemli iki örnegidir. İşçi hareketi üzerinde etkinlik kurmak çabası içersindeki çok sayıdaki devrimci grup genel grev istemine sahip çıkınakla birlikte, kendi bugünkü koşulları içinde bir genel grev isteminin anlamı ve böyle bir eylemi gerçek kılmanın gerekleri konusunda genellikle zayıf ya da ilgisiz kalmışlardır. İşçi komiteleri ise kendi nesnel gerçckligi içinde değedendirilip geliştirileceğine ve yaygınlaştırılacağına, herkesee bir tarafa çekilerek keyfi bir anlam ve işlev yüklenmiş, dahası pratikte genellikle sahipsiz bırakılmışlardır. Bu ise işçi hareketinin bu henüz zayıf, sınırlı ama hareketin gelecegi bakımından son derece önemli ürünlerini belli bir tıkanıklık ve bozulmayla yüz yüze bırakmıştır. ' Bu iki sorunu, işçi hareketinin sundugu bu iki olanagı, gelişme lerin bugünkü aşamasında yeniden ele almak, buna ilişkin hedef ve gö revlerimizi netleştirmek zorundayız. EKİM Ağustos 1990 167 İŞÇİ HA,REKETİ ve GENEL GREV Yeni dönem işçi hareketi hep her yenisi'bir öncekini aşan kesikli dalgalar halinde gelişti. Şu günlerde yeni bir eylem dalgasının haber cisi bir kaynaşma var. Tüm bilgiler ve belirtiler, bu yeni dalganın da kendinden öncekileri aş'acagına, dahası işçi hareketinde yeni bir evreyi başlatacagına işaret ediyor. Bu yeni evrenin en belirgin özelligi, işçi hareketinin politik bir ınceraya girmesi, buna uygun istem v� eylem biçimlerinin önplana çıkması olacaktır. Bu kez kaymişmayı ya şayanların içinde metal ve maden gibi Türkiye işçi sinıfının en dene yimli ve militan kcsimle.rinin ön safı tutuyor olması, bu ihtimali güçlendiriyor. Aslında Zonguldak bölgesinde 36 bin maden işçisinin anlamlı bir şekilde faşist askeri darbenin yıldönümüne denk getirdigi iki günlük bölgesel genel grev, bu evreyi başlatmıştır bile. S ınıfın kendi içinden fışkıran ve '80'li yılların ikinci yarısı boyunca hep gündemde kalan genel grev, son kaynaşmaların yarattıgı cereyanla, işçi sınıfı saflarında bugün her zamankinden daha kuvvetli, 168 artık kendini somut ve pratik olarak dayatan bir istem haline gelmiştir. Genel grev günün pratik bir soı:unu olarak, özellikle İstanbul işçileri arasında yo�un ve heyecanlı tartışmalara konudur. Böyle bir eylemin a�ırlı�ını ve sorumlulu�unu omuzlarında taşıyan ve taşıyacak oHın öncü işçi kesimi içinde, bir genel grev girişiminin anlamı, niteliği, gerçekleşme biçimi, talepleri, örgütsel araçları, muhtemel seyri ve sonuçlan gibi bir dizi canalıcı kon uda tartışmalar yapılmaktadır. 6enel grev istemine ilişkin tartışmaların aldığı bu yeni biçim, işçi hareketinde yeni bir evreye geçiş eğiliminin belki de en özlü göstergesidir. Bu sorunun, genel grevin, bazı kesimlerde belirsiz bir içerikle, daha çok da son bir kaç yılın belli bir kanıksanmışlığı ile, bir çeşit alışkanlık olarak, bu yeni kaynaşma döneminde de yinelenmesi dışında, devrimci hareket içinde enine boyuna bir tartışma, somut bir tutum ve hazırlık konusu olmaması gerçekten şaşırtıcı. Genel teorik ve pol itik sorunlar üzerine yer yer hararetli tartışmalar sürdüren devrimci ve "marksist" çevrelerin, pratik yaşamın akışından ve haliyle işçi hare ketinin kendisinden kopuk oluşlarının bundan daha çarpıcı bir kanıtı zor bulunur. Oysa şu günlerin Türkiye' sinde genel grev, önemle ve öncelikle tartışılması gereken , yalnızca somut ve net bir tutuma değil, yoğun pratik-örgütsel bir hazırlığa da konu olması gereken acil bir siyasal sorundur. Bu alandaki gecikme ve gevşeklik, işçi hareketindeki bu yeni kaynaşmanın ve gelmekte olan grev dalgasının yarattığı son derece elverişli ortam ve olanakları, bir kez daha, "kendiliğinden" yaratacağı bazı kazançlar dışında heba etmek demektir. Artık en ilgisiz olanların bile gözlemleyebilecekleri bir olgudur; her yeni kaynaşma döneminde işçi kitleleri güçlü bir mücadele ve eylem isteği koyuyorlar ortaya; fakat önderlik ve örgütlenme · yoksuniuğu karşısında, güven sizliğe ve cesaretsizliğe düşüyor, yeniden durgunlaşıyorlar. Bunun sorumluluğu dolaysız olarak ve tümüyle "bizler"in, işçi sınıfını temsil etmek iddiasındaki tüm "sosyalistler"in omuzlarındadır. * İşçi sınıfı saflarındaki bu yeni kaynaşma, genel grev isteminin bu yeniden önplana çıkışı, sermaye cephesindeki gelişmelerle, burju vazinin yeni iktisadi ve pölitik saldırılarıyla doğrudan bağlantılıdır. 1 69 Denebilir ki sermayenin yeni gırışım ve saldırılannın sonuçlarını hisseden ve anlamını sezen işçi kitlelerinin, bu saldırılara dolaysız bir tepkisi dir. SS Kararnemesiyle birlikte genel devrimci harekete, işçi hareke tine ve Kürt ulusal hareketine karşı saldırıya geçen burjuvazi, Körfez krizini uygun bir fırsat ve bahane sayarak siyasal ve, ekonomik saldırıianna yeni _boyutlar ekledi. Körfez'de emperyalist dünyaya uşaklık politikasının yarattıgı ağır mali fatura, zam dalgaian ve katı ücret politikalarıyla işçilere ve çalışan kitlelere ödetiliyor. Zaten dayanılmaz yaşam koşulları içinde bunalan ve belli tepkiler gösteren kitlelere, bu yeni fatura, ancak yeni baskı uygulamaları ile kabul ettirilebilirdi. Dozu artan politik saldırılar bunun ifadesidir. Yasalarda yeri olan en ilkel demokratik hakların kullanılmasına dahi tahammül edemez bir noktaya gelmiştir mevcut rejim. Burjuva partiler aracılığıyla kitleleri, özellikle işçileri kontrol etmek ve oya lamak olanalçiarı daraldığı ölçüde, çözüm baskı ve terörün dozunu artırmakta görülüyor. Kürdistan 'daki politika ve uygulamalar ise artık hiç bir sınır tanımayan bir vahşete dönüşmüştür. Sömürgeci d�vlet, kuşku yok ac· zinden Osmanlının barbarca yakıp-yıkma, köyleri ateşe verme gele neğine dönmüştür. Direniş bölgelerini "insansızlaştırma_" politikası kan ve ateşle uygulanmaktadır. Acze kapıldıgı her anda oldugu gibi, iğrenç bir davranışla, "re� ine" saydığı devrimci tutsaklara yeni saldırılara girişmckte, idam tehditle rini, toplu sürgünler, ölümler pahasına kazanılmış hakiann gaspı iz lemektedir. Tüm bu pölitika ve uygulamalar, düzen için, esneme olanak larından yoksunluk anlamında bir zayıflığın ifadesidirler. Bu politika ve uygulamalara, çalışan kitlelerde, özellikle de işçi kitleleri arasında hoşnutsuzlugu ve mücadele egitimini körüklediği bilindiği halde baş vuruluyor. Bu büyük bir açmazdır düzen için. Burjuvazi , Körfez krizini ve buna bağlı olarak yaratmaya çalıştığı savaş atmosferini, işçi hare ketini dizginlemek ve Kürt ulusal direnişini ezmek için kullanabile ceğini düşünmüş, böylece iç sorunlarını bir süre için de olsa hafifle teceğini umınuştu. Gelişmeler bu politika ve hesapların ters teptiğini 1 70 gösteriyor. İşçiler gerilememiş, tersine bilenmiştir. Ekonomik saldırılar, po litik baskılar ve savaş kışkırucılıgı arasındaki baglantıları farketmeye başlamışlardır. İşçiler arasında savaş karşıtı tepkilerin yaygınlaşması ve yüksek sesle dile getirilmesi rastlantı degil. Toplusözleşme döne mine girmiş işçi kesimlerinde bu çok belirgin bii: egilim ve davranıştır. Genel grev istemi ve tartışmaları bu ortamda canlanıyor. B u tür canlanmaların büyük toplusözleşme döoemlerinde ve bu vesileyle gündeme gelmesini ise doğal karşilamak gerekiyor. İşçi hareketindeki gerilige kanıt sayılabilecek bu olgu, paradoksal bir biçimde onun ileri sıçrama dinamizmine bir kanıt olarak da kabul edilebilir. Zira bu, işçi kitlelerinin tek tek toplusözleşmelerle elde edilecek iktisadi kazanı mlardan fazla bir şey ummadıklarının, sermayenin merkezileş miş ekono�ik ve politik saldırılarını ancak genel birleşik bir eylemle püskürtebileceklerine duydukları belli bir inancın ve bilincin de göstergesidir. Nitekim tüm bilgiler ve gözlemler de bunu doğruluyor. bevrimci hareketin özellikle aydın çevrelerden oluşan kesimle rinde, işçi hareketinin bugünkü dinamizmini, taşıdığı politikleşme olanaklarını kavramada tuhaf bir yeteneksizliğe rastlanınaktadır. Tuhaflık, "yedi kat yerin dibi"ndeki ·uğultudan sözedip de gözler önündeki uğultulu kaynaşınayı görememektedir; hala uyuyan "potansiyel"den sözetmekle yetinınektedir. Böyleleri işçi hareketinde ki devrevi canlanma ları, bunların özellikle toplusözleşme dönemlerine denk gelmesinden kalkarak, daha hala ücret artırım ı isterninden öteye geçmeyen bir kısırlığın ifadesi saymakta, hareketi buna indirgeınek tedirler. Bu yaklaşımı, işçi hareketine karşı pratik görevlere tepeden bakma ve bunlardan uzak durına tutuınuyla birleştirmeleri ise ancak doğal karşılanabilir. Zira belki de gerçekte, sözü edilen teorik yaklaşım sözü edilen pratik tutumun, yani işçi hareketiiii karşı somut pratik görevlerden kaytarınanın, aydınca bir kılıfıdır yalnızca. Türkiye' nin bugünkü gerçeklerini, burjuvazinin iktisadi ve politik saldırılarının kopınaz bütünlüğünü, yığın hareketinin dinarnizmini ve gelişme diyalektiğini birarada değerlendiren bir marksist içinse, işçi kitlelerinde mücadele isteğinin toplu pazarlık dÖnernlerinde yoğunlaş ması yalnızca doğaldır. Ve bu çerçevede, burjuvazinin on yıllık baskı ve sömürü politikalarına karşı yoğunlaşmış bir tepkinin ve karşı koyuş 1 71 isteğinin en özlü ifadesi olarak genel grev isteminin bu· dönemlerde canlanması anlamlıdır. 1907 yıhndakaleme aldığı bir yazısında, Lenin, "Kitle Yoksulluğunun ve Ekonomik Mücadelenin · Şiddetlenmesi" arabaşlığı altında, şunları söylüyordu: "Bütün Rus. devrimi tarihi gös termiştir ki, devrimci hareketin bütün ayaklanmaları ancak böyle ekonomik kitle hareketleri temeli üzerinde başlamıştır. " * Genel grev istemi işçi hareketine dışandan ya da yukarıdan bir çabayla maledilmedi, tersine, kuşkusuz geçmiş onyıllarm mücadele birikimi temeli üzerinde,-fakat bütünüyle tabandan gelen, işçi hareke tinin kendi iç gelişimiyle kendiliğinden oluşan bir istem oldu. Hızla yayıldı, yerleşti, tüm işçi toplantılarının en yaygın ve �n coşkulu sloganı haline geldi. Bu istemin gücü de güçsüzlüğü de onun bu özelliğinde yatıyor. Sınıfın toplu eyleminin etkili bir biçimi olarak, işçi hareketinin kendi içinden fışkırması, ülke çapında yaygınlaşması, geniş işçi kitlelerinin sermayenin saldırılarına karşı toplu mücadele , isteği ve kararlılığınin bir simgesi olarak yıllar boyunca gündemde kalması ve gitgide daha kuvvetle arzulanması, tüm bunlar genel grev isteminin gücünü gösteriyor. Fakat öte yandan, kuşku yok, allı yıldır işçi hareketinin günde minde olduğu halde, bir türlü arzudan eyleme dönüşmemesi bile tek başına onun güçsüz yanının önemli bir göstergesidir. İşçi hareketinin genel zaafları, önderlik ve örgütlenmeden yoksunluk, genel grev iste minin de zayıf yanını oluşturmaktadır. İşçiler, aslında hiç güvenme dikleri halde, seçeneksiziikten ötürü eylem kararını ve örgütlenmesini hep Türk-İş bürokratlarından beklediler ve onları buna zorlamakla yetindiler. Sermayenin yeminli uşakları olarak Türk-İş bürokratları ise işçilerin bu toplu eylem istemini, şimdiye kadar her yol ve manevraya başvurarak dizginlediler ve geri plana ittiler . Tam allı yıldır açıkça reddetmeden bugüne kadar oyaladılar. Güvenebileceği yönlendirici bir önderlik ve asgari bir eylem örgütlülüğü olmadan, Türkiye'nin siyasal koşullarında hayli cüretli ve siyasal sonuçları bakımından son derece etkili bir eyleme, genel greve, işçi kitlelerinin kendiliğinden kalkışması ise gerçekten güç bir işti. Bu güçlük, işçi s ınıfının bilinci, 1 72 m ücadele tecrübesi ve örgütlenme düzeyi gözetildiğinde daha iyi anlaşılır. Ama yine de bugün işçi hareketi, örneğin üç yıl öncesinden hayli farklıdır. Bu farklılık doğal olarak genel gr�v isteminin işçi kitleleri nezdinde anlamı, kapsamı ve hayata geçirilebilirliği için de geçerlidir. Yaşam koşullarının bugün düne göre daha da kötüleşmesi ve 1 2 Ey!.ül'le kaybedilen hak v e mevzilerin bile henüz yeniden elde edile memiş olmasının işçi sınıfında yarattığı ek öfke bir yana. Şu son bir kaç yılda, işçi kitleleri önemli mücadeleler yaşadılar, deneyimler edindiler. B urjuva partilere bağladıkları umutlar iyice yıprandı. Bu arada Türk-İş bürokratlarıin daha iyi tanıdılar. Onların oyalayıcı ve aldatıcı taktikleri, manevraları konusunda şimdi d�ha çok fikir sahi biler. Ve belki de en önemlisi, işçi hareketi, belli bir tecrübeye ve mücadele kararlılığına sahip, işçi sınıfı mücadelesine daha geniş perspektiflerle bakabilen, devrimci ve sosyalizme eğilimli kalabalık bir öncü kuşak çıkardı kendi içinden. Genel bir önderlik boşluğu ortamında ve şimdiki mücadele düzeyi çerçevesinde kısmi bir önderlik v_e örgüt misyonunun taşıyıcısı durumundadır bu öncü işçi kesimi. Son bir faktör olarak, henüz çok yeni ve henüz çok sınırlı oll}lakla birlikte, komünistlerin ve devrimcilerin işçi hareketiyle kurduğu ilk bağlardan sözedilebilir. Tüm bunlar birarada, işçi hareketinde düne göre bir ilerlemenin, daha ileri mücadele ve eylem biçimlerine geçişin ifadesi ve etkenle ridir. Bugüne kadar, örneğin '89 Mart-Nisan eylemliliği sırasında, yaygın olarak uygulanan ve üretimi aksatmayı ancak dalaylı olarak hedefleyen eylem biçimleri bugün artık işçileri tatmin etmiyor. Ve bu tatminsizlik binlerce işçinin katıldığı toplantılarda sık sık dile getiriliyor. İşçiler daha ileri, üretimin doğrudan aksatılmasına yönelik eylem biçimleri istiyorlar. İki günlük bölgesel genel greviyle 36 bin maden işçisi bunun yolunu açmış, ilk örneğini vermiştir. İşçi hareketi bugün bir genel grev eylemine her zamankinden daha yakındır. Muhtemelen de bunun yolu, Zonguldak örneğinde olduğu gibi, bölge sel denemelerin ardından açılacaktır. Genel grev sorununa ilişkin olarak devrimci hareketin taşıdığı ortak sorumluluk sanıldığından da büyüktür. Scrmaycninin politik saldınlarını püskürtrnek ve kitlelerin devrimci eylemliliğini geliştir1 73 rnek taktik çabası içindeki devrimci hareket için, geniş işçi ve "memur" kitlelerinin genel grev istemi muazzam önemde bir taktik fırsatur. Bunu değerlendirebilmek, net ve kararlı bir tutumla yoğun bir politik ve örgütsel çaba içine girebilmekten geçiyor. İşçi hareketinin ise bugün böyle bir çabaya herzamankinden daha çok ihtiyacı var. Genel greve ilişkin bir dizi diğer sorunu irdeleyen aşağıdaki parça, Ekim'in aynı konuya ilişkin Nisan 1 988 tarihli başya�ısından alınmıştır. İşçi hareketinin kendiliğinden bir ürünü olarak genel grevin, kendi bu nesnelligi içindeki sınırlı amaçlarına ilişkin ilk paragrafın işçi hareketindeki belli ilerlcmelerlc kısmen eskimesi dış'ında, tüm öteki sorunlara ilişkin görüşler bugün de canlı, geçerli ve günceldir: . "Güçlü bir mücadele isteğinin ifadesi olmakla birlikte, bütünüyle kendiliğinden gelişimin bir ürünü olan genel grevin, talepleri de bu niteliğine uygun oluşmuş bulun uyor. Bugün için işçiler, genel grevi, ser!llayeilin iktisadi saldınlarını püskürtmenin, ücretleri yükseltme nin, iş ve çalışma yasalarında gerekli demokratik değişiklikleri gerçek leştirmenin bazı siyasal hakları elde etmenin aracı olarak görüyorlar. Bu taleplerin sınırlı siyasal niteliği bir yana, büyük ölçüde sınıfın kendi özgül talcplcridirler. İşçi hareketi henüz kendi taleplerini daha geniş bir temel üzerinde ifade edebilecek ve kendi dışındaki halk sınıf ve tabakalarının taleplerine kendi taleplerinin yanısıra yer verebilecek bilinç ve önderlikten yoksundur. "Fakat bu durum genel grevin önemini azaltmıyor. Bu iktisadi ve kısmi siyasal talepler için bir genel grevle bile, işçi sınıfı, doğrudan mevcut siyasal iktidarı ve anayasal rejimi karşısına alan muazzam önemde bir ileri adım atmış olacaktır. Genel grevin kendisi Anayasa ' nın açık bir ihlali olacağı gibi, talepleri de Anayasa'nın değiştirilmesini gercktiri yor. "Kaldı ki sorun bundan da ötedir. Bugünkü sınırlı somut niteliği içinde bile başarıl ı bir genel grevin, kendi taleplerini aşan ciddi siyasal sonuçları olacaktır. ,Kaçınılmaz olarak mevcut anayasal rejimle çatışacak ülke çapında birleşik bir işçi eylemi, milyonlarca işçinin ortak bir eylemi olarak genel grev, işçi sınıfının muazzam gücünü yalnızca pervasız burjuvaziye değil, bundan çok daha önemli olarak, bizzat bu işçi ordusunun tek tck üyelerine gösterecek; birlik, dayanışma ve mücadele konusunda işçi sınıfı bireylerinin bilincinde sıçramalar •. 1 74 yaratacaktır. Başarılı bir genel' grev, işçi sınıfının üretimden gelen birleşik gücünü, aynı zamanda d iger emekçi sınıf ve tabakaların gözünde somutlaştıracak, onları işçi sınıfına yakınlaştıracaktır. "Devrimci kitle mücadelesinin kazandıracagı hız ve yaygınlık, işçi hareketinin siyasal gelişiminde oynayacagı büyük rol, ileri işçi lerin komünizme kazanılmasında yaratacagı elverişli ortam, bürokra tik sendika yapılarını darbelemede, sendikaların mücadele örgütleri haline getirilmesinde yaratacagı olanaklar vb., bütün bu açılardan başarılı bir genel grevin oyuayacağı muazzam rol y�terince açıktır. "Fakat onu başarılı kılmak, onu örgütlernek ve ona önderlik et mekle mümkündür. Türk-İş bürokratlarının bunu yapmaya niyetleri yok. Bu durumda kdmünistlerin, devrimcilerin, sınıf bilinçli işçilerin tabandan insiyatifi ele alarak genel grev istemini örgütlü bir girişime hazırlamaları canalıcı bir önem taşıyor. Türk-İş yönetim i bir genel greve niyetli değil, ama tabanın güçlü baskısı karşısında ondan kolay kolay yakasım sıyırabilecek gibi de değil. Herşey tabandaki eğilimi bcslemeye, güçlendirmeye, yaymaya, eylem girişimine dönük somut örgütlenmeler yaratmaya ve bütün bunları Türk-İş yönetimi üzerinde somut ve sürekli bir baskıya dönüştürmeye bağlıdır. "Bütün bu acil görevler yalnızca eylemi başarılı kılmak için değil, işçi hareketini Türk-İş yönetiminin muhtemel bir ihanetinin sonuçlarından korumak için de hayati bir önem taşıyor. Türk-İş bürok ratları bu ihaneti iki türlü sergileyebilirlcr. Ya şimdiye kadar yaptıkları gibi oyalama ve aldatmacalarla işi sürüncemede bırakıp eylem potan siyelini eritme yoluna giderek; ya da salt yasaksavma niyetine, işçi leri hazırlıksız ve örgütsüz sözde bir genel grev girişimi qe yüzyüze bırakarak ve böylece onları sermayenin maddi ve moral yıkıma sürük leyecek saldırılarına açık hale getirerek .. . "Mevcut genel grev isteminin talepleri ekonomik ve siyasal reform talepleri durumundadır. Komünistlerin ve devrimcilerin tüm çabası, bu talepler etrafında somutlarran genel grev isteminin güçlü devrimci bir kitlesel eylem olarak gerçekleşmesi için çalışmak ve 1 ondan çn acil siyasal ve temel devrimci istemierin kitlelere götürütmesi için en iyi şekilde yararlanmak olmalıdır . "[Ekim, sayı:7, (Bkz. eliniz deki kitap, s. l l 3-1 14)] EKİM Kasım 1990 1 75 KÖRFEZDE SAVAŞ TEHLIKESI ZONGULDAK' TA MADENCt FlRTlNASI (Parça) "Yeni dönem işçi hareketi hep her yenisi bir öncekini aşan kesikli dalgalar halinde gelişti. Şu günlerde yeni bir eylem dalgasının habe�cisi bir kaynaşma var. Tüm bilgiler ve belirtiler, bu yeni dalganın da kendinden öncekileri aşacağına, dahasi işçi hareketinde yeni bir evreyi başlataeağına işaret ediyor. Bu yeni evrenin en belirgin özelliği, işçi hareketinin politik bir mecraya girmesi, buna uygun istem ve eylem biçimlerininönplana çıkması o�acaktır. Bu kez kaynaşmayı yaşayanların içinde metal ve maden gibi Türkiye işçi sınıfının en deneyimli ve militan kesimlerinin ön safi tutuyor olması, bu ihtimali güçlendiriyor. Aslında Zonguldak bölgesinde 36 bin maden işçisinin anlamlı bir şekildefaşist askeri darbenin yıldönümüne denk getirdiği iki günlük bölgesel genel grev, bu evreyi başlatmıştır bile." Bu değerlendirme, Ekim'in geçen sayısının "İşçi Hareketi ve Genel Grev" başlıklı başyazısında yer aldı (sayı: 38, Kasım 1990). Muhtemelen 1 76 pek çok kimse bunu anlamakla ya da buna inanmakta güçlük çekti, hiç degilse bimz fazla iyimser buldu. Oysa bugün, yalnızca bir ay sonra, bu degerlendirme artık bir öngörü degil somut bir gerçekliktir. İşçi sınıfı devrimcileri olmak iddiasındaki pek çok çevreyi hazırlıksız yakalayan Zonguldak madencilerinin m ilitan siyasal eylemleri ve bunun işçi hare g ketindeki yankıları bu gerçekli i çıplak gözle görülebilir hale getirmiştir. Zonguldak m�dencilerinin günlerdir süren ve daha da sürecek olan eylem fırtınası, işçi hareketinde yeni bir durum, yeni bir aşamadır. İki açıdan; hem muhteva ve nitelik, hem de büründügü eylem biçimleri bakımından. İşçi hareketi nihayetbelirgin bir şekilde iktisadi istemlerden politik istemlere, kendi dar sorunlanndan toglumun gerici sorunlarına genişliyor. İktisadi grevierden politik yürüyüş ve gösterilere, yasaların temkinli bir aşılmasından bir kenti günlerce militan siyasal gösteriler alanına çevrirecek düzeyde yasaların cüretli bir çignenişine geçiyor. Kendi dışındaki halk tabakalannın edilgen sempatisini almaktan onları kendi siyasal protesto gösterilerine dogrudan çekme gücüne ve aşamasına ulaŞıyor. Ortaya koydugu militan etkinlik, işçi sınıfı dayanışmasını bir kentin sınırlarından ülkeye, ülkeden henüz kendini edilgen sempati biçiminde ortaya koyuyor olsa bile uluslararası alana yayıyor. Girdigi coşkulu eylemli kaynaşma içinde Zonguldak madencilcri ücret artınmı ve öteki iktisadi istemleri unutmuş bulunuyorlar. Yürüyüş ve gösterilerin temel sloganları Cumhurbaşkanını, Hükümeti ve burjuva zinin savaş kışkırtıcı sı politikasını hedef alıyor. B unlar Cumhurbaşkanına hakaretten sayısız kişinin yargılandıgı, "Savaşa hayır" dediği için 16 yaşındaki lise ögrencilerinin tutuklandıgı, "güzide" yazar ve sanatçılarına bir yasal sessiz yürüyüş izni bile verilmedigi bir ülkede oluyor. Zonguldak madenci eylemi kesin olarak işçi hareketinde yeni bir aşamanın ifadesidir. Bu işçi hareketinin politik bir mecmya girişidir. Bu açıdan, bu eylemin deneyi ve dersleri, belirginleştirdigi gerçekler, işçi hareketi ve toplumun tiim sınıfları ve politik güçleri üzerindeki etkileri ve yankıları üzerinde dikkatle düşünmek ve sonuçlar çıkarmak, bu yeni safhasında işçi hareketi karşısında görevlerimizi anlamak bakımından olduğu kadar, bugünkü p<>Jansiyel ve birikimiyle devrimci politik bir savaşta işçi hareketinin taşıdıgı olanakları tüm boyutlarıyla kavramak bakımından da önemlidir. Öte yandan, madenci eylemi bugünkü düzeyiyle işçi hareketinin 1 77 smırlanm, daha açık bir ifadeyle yetersizliklerini de belirginleştirmiştir. Önderlik ve örgütlenme zaafı bütün açıklı�ıyla ortaya çıkmıştır. Her şey bir yana, eylemin havasına, akışına, coşkusuna'uyarak olsa bile, neticede eylemi demagog sendika bürokratları yönetmiştir. O sendika b�kratlan . ki, iki yıl önce grevi engell�kleri için hain ve satılmış ilan edilmelerini geçelim, daha iki ay önce iki günlük direnişin karşısına dikildikleri için işçilerce aynı şekilde suçlanmışlardı.Şimdi bu aynı "hainler" ve "satılmışlar", coşkulu işçi kitlelerince "Başkan nerede biz orada" sloganıyla onurlandırılabiliyor. Bu sendika demagogları bir yandan eylemin büründültü siyasal biçimlere sahip çıkarlarken, öte yandan bu devrimci işçi eylemini "Özal gidecek dertler bitecek" sloganıyla burjuva muhalefetin düzen içi kanalına akıtmakta hayli başarılı olabiliyorlar. Eylem düzeyindeki büyük ilerlemeye tagmen işçi hareketinin bilinç, önderlik ve örgütlenme düzeyindeki büyük gerililtin göstergesi bu ol guya son Zonguldak direnişinden bir dizi başka örnek de verilebilir. Ömeltin Zonguldak eylemini her yol ve röntemi kullanarak kuşatmaya ve kontrol altında tutmaya çalışan burjuva muhalefet partilerinin siyasal toplantılarına gösterilen belli bir ilgi bunun çok önemli bir başka göster gesidir. İşçi hareketini bekleyen ve altı hep çizilen tuzaltın ne oldu�u. madenci eylemiyle bir kez daha görülmüştür. İşçi hareketini kaba terörcü yöntem lerle ezmeyi henüz göze alamadıltı sürece, onu kontrol altında tutmak, sınırlamak ve düzen içi kanallara akılmak için burjuvazinin hala etkili olabilen iki önemli aracı var: sendika bürokrasisi ve burjuva muhalefet partileri, özellikle de sosyal-demokrasi. Madenci eylemi, burjuva muha lefet partilerinin gerekti�inde demagojik manevralarla kendilerini belli bir düzeyde ve biçimde işçi hareketinin havasına uydururarak işçi kitle lerini aldalip etki altına alabildiklerini de göstermiştir. Bu aynı zamanda, işçi hareketinde son on yılın birikimi olan ve bugün güncelleşen, pratik olarak gerçekleşme olasıhltı hayli artan genel grev eylemini bekleyen en ciddi tehlikenin de ifadesidir. Madencilerin siyasal eylem fırtınası, işçi hareketi üzerinde genel grev doltrultusunda muazzam bir ajitasyon etkisi yapmış, işçi sınıfına genel grev için somut bir çaltrı olmuştur. Zaten bizzatZonguldak madencileri bunu böyle ifadeetmekte, sloganlaştırmakta, başta İstanbul işçileri olmak üzere, SEKA işçilerinden Ege linyit işçile rine kadar sınıfın önemli kesimleri de bunu böyle algılamaktadırlar. Bu 1 78 durumda işçi hareketini ve onun genel grev eylemini sendika bürolerasi sinin ve burjuva muhalefe�nin tuzaklarından korumak, komünistlerin ve• devrimcilerin en can alıcı güncel görevi·haline gelmiştir. Devrimci öncü işçi kuşagını bu alanda büyük bir sorumluluk bekliyor. Düzenin siyasal sıkışmışlıgı, Körfez politikasının iflası, işçi hareke tinin bu agır baskısıyla birleşince, faturayı Özal'a ve partisine çıkaracak bir erken seçim burjuvazi için tek çıkış yolu olarak gündeme gelmektedir. Bu manevra siyasal krizi hafifletmek, işçi hareketinin hızını kesrnek ve hiç degilse onu bir süre için oyalamak· başarısı saglayabilir. Bu oyunu boşa çıkarmak devrimci hareketin en acil görevidir. Genel grevle erken seçim arasında bag kuran, erken seçimi genel grevin bir istemi olan,ık sunan her çaba gericidir, düzenin ve burjuvazinin hizmetindedir. 'SP de içinde tüm sosyal reformistlerin konumu ve misyonu budur. Bu, içinde yaşadıgımız 1roşullarda burjuvazinin manevmlarına karşı mücadele ile sosyal reformizme karşı mücadelenin yakıcı biçimde birbirine baglandıgını ifade eder. İşçi hareketinin normal seyri bu gerici politikayı boşaçıkarmaya müsaiuir. Zira işçiler parlamento ve burjuva partilerinden çok kendi mücadelelerine güveniyorlar. Hükümet degişikligi degil, sermayenin iktisadi ve politik saldırılarını püskürtınek, siyasal ve iktisadi haklarelde etmek istiyorlar. Bunu bizzat kendi güçleriyle, kendi çabalarıyla elde etmek istediklerinin en özlü göstergesi, coşkulu ve militın genel grev sloganı ve istemidir. Bu istemi ve engelleyemedikleri bir durumda bu eylemi erken seçime ve hükümet degişikligine kanalize etmek bugün Demirel'lerin ve İnönü'lerin politikasıdır. * Zonguldak madenci direnişi devrimci hareketin güçsüzlügünü, yeter sizligini ve perspektifsizligini de bütün açıklıgıyla göstermiştir. Tüm kesimleriyle işçi sınıfı hareketinin politik temsilcisi ve öncüsü olmak iddiasındaki devrimci hareket, bu önemli işçi çıkışına hazırlıksız yakalanmıştır. Bu yalnızca bir örgütsel hazırlıksızlık olsaydı, bir ölçüde anlaşılır sayılabilirdi. Nedir ki bir çok çevre perspektifolamk da hazırlıksız yakalanmıştır. Zonguldak eyleminin kapsamı ve biçimi, devrimci hare ketin özellikle en "teorik" kesimleri için tıtlibir sürpriz olmuştur. Pratige baglanmayan, hareketle bag kuramayan, onu beslemeyen ve ondan beslenmeyen bir teorinin koflugu ve işlevsiziili bir 'kez daha açıga çıkmıştır. Madenci direnişiyle yeni bir ivme kazanan işçi hareketi üzerinde tüm komünistler ve devrimcilerdikkatle düşünmek, görev ve sorwnluluklannı . gözden geçirmek zorundadırlar. İşçi sınıfının bugünkü harekeıliliginde yansıyan son 30 yılın birikimi ve deneyimi, son on yılın birikmiş öfkesidir. Birikmiş, yogunlaşmış, kızışmış biçimiyl� bugün kendini son derece umut verici biçimlerde ortaya koyuyor. Nedir ki devrimci bir teori, devrimci bir program, devrimci bir taktik ve tüm bunlarla yogrulmuş devriinci bir örgüt (ihtilalci bir sınıf partisi) olmadan, hareketin kendi iç dinamizmi ve olanaklarıyla bir sonuca varamayacagı, ya aldaulaciıc ya da ezilerek her ,halükarda denetim altına alınacagı, tarihin de teorinin de basit bir gerçegidir. Kürt·ulusal sorunu. ve direnişi de dahil Türkiye'deki tüm toplumsal siyasal sorunların ve mücadeleterin kaderi dolaysız olarak işçi hareketi nin kaderine baglıdır. Türkiye işçi sınıfının Türlc burjuvazisine karşı mücadelede toplumun tüm ezilen ve sömürülen kesimlerine karşı tarihsel sorumlulugunu yerine getirebilmesi, bunun için gerçek bir iktidar alter natifi olabilmesi, işçi sınıfı devrimcilerinin, komünistlerin, bu sınıfa, onun gelişmekte olan hareketine karşı sorumluikiarını yerine getirebit mesine sıkı sıkıya ve belirleyici biçimde baglıdır. EKİM Aralık 1990 l ZONGULDAK SONUÇLAR VE BAZI GÖREVLER Tarihsel koşullar Zonguldak işçi sınıfının mücadele deneyimi açısından zengin bir mirasa sahip oldugu söylenemez. Buna karşın egemen sınıf açısından her zaman bir korku ve endişe kaynagı olabilmiştir. Kurtuluş Savaşı henüz daha sürerken kem·alist burjuvazi işçi sınıfını yanma çekmek ve Sovyet devriminin etkilerini kırmak amacıyla özellikle Zonguldak işçi sınıfına yönelik iki kanun çıkarıyor. Zonguldak'ta her zaman işçi sınıfı üzerinde sömürü aynı zamanda şiddetögesini de içinde barındırmıştır. Kemalist burjuvazinin çıkardıgı kanunlarda angarya yasaklanmakla beraber, Zonguldak işçileri için angarya daha uzun süre uygulanan bir gerçeklik olarak durmuştur. I. ve II. mükellefiyet dönemleri olarak anılan dönemlerde işçiler yogun bir baskı altında ve fiilen angarya şartlan altında çalıştıı;ıl mışlardır. B u angarya anlayışının izleri bugüne kadar ulaşmıştır. Yakın döneine kadar işçiler üzerinde, özellikle de mühendisler aracılıgıyla· uygulanan ve zaman zaman da dayak atınalara kadar varan bir baskıdan 181 sözetmek mümkündür. Zonguldak bu özellikleriyle sosyalist görüşlerin kolay yankı bul dugu alanlardan bir tanesidir. Bu özelligi Zonguldak tarihinden de sap tayabiliriz. Gerek Kurtuluş Savaşı sırasında gerekse de sendikal hakların saglandıgı 1946'lı yıllarda Zonguldak'ta sosyalist fikirlerio belirli bir etkinliginin oldugu görülüyor. 1946'da sendika kurma özgürlUgünün kazanılmasıyla beraber, Zonguldak'ta da sendikal çalışmalar başlıyor, bu çalışmalarda sosyalistlerin bir etkinligi vardır. Hemen ardından ilan edilen sıkıyönetimle bu sendikalar kapatılıyor. Zonguldak işçi sınıfı bir kez daha baskı ve işkenceyle karşılaşıyor. Zonguldak işçi sınıfının tarihinde 1965 yılının özel bir önemi y vardır. Zonguldak'ta bu tarih bir yerel başkaldın ı simgelemektedir. İ şçiler devletin resmi kurumlarını, sendikayı basmışlar ve askerlerle çatışmaya girmişlerdir. İ ki şehit verilerek edinilen bu mücadele deneyimi, bugünkü Zonguldak eyleminin arkasındaki önemli bir moral güçtür. (Zonguldak madencileri anlamlı bir davranışla geçtigirniz günlerde kalabalık bir topluluk halinde şehitlerini andılar.) Zonguldak işçileri, her gün iş kazası, meslek hastabgı vb. ile yüzyüze çalışmaktadır. Yalnız iş koşullarındaki degil, aynı zamanda iş mekanındaki saglıksızlık ve güçlükler, madenci işçilerin tepkilerini ortaya koyuşlarını da etkiliyor. Zonguldak işçileri de adeta "grizu" gibi patlıyor. Zonguldak işçi sınıfı, geçmişte kuvvetli olan topnlkla bagını bugün artık önemli ölçüde yitirmiş ve işçileşme sürecinde önemli mesafeler katetmiştir. Zoguldak 'ta bir işçinin belirli bir dönem madende, belirli bir dönem de toprakta çalışmasını ifade eden münavebe sistemi içerik de giştirmiştir. Münavebe sistemiyle çalı şan yeraltı maden işçisi, artık maden ocagında çalışmadıgı dönemlerde dahi ikinci bir iş bularak yine · ücretli olarak çalışmaktadır. Kuşkusuz bu, Zonguldak işçi sıriıfı üzerinde köylü düşüncesinin, geri ilişkilerin kültürünün etkisinin ortadan kalktıgı anlamına gelmi yor, dahası Zonguldak grevinin kısa sürede bir "halk hareketi" haline dönüşmesinde bu geri kültürel ilişkilerin belirli bir rolü olmuştur. Bu noktada şunu belirtmek gerekir, tüm bu geri kültürel ilişkilere karşın Zonguldak artık bir işçi kentidir. Zonguldak köyleri artık işçi 182 mahalleri haline gelmiştir, dolayısıyla, bu geri kültürel ilişkiler rahatlıkla bir avantaj haline de dönüşebilmektedir. Hareketin genel özellikleri Geçtigirniz günlerde Zonguldak işçi sınıfının, 15-16 Haziran ey lemlerinin ardından yaşanmış en kitlesel, en canlı ve belirli sınırlar içerisinde siyasal gösterilere de dönüşen grevine tanıklık etti. Bugünkü işçi hareketinin temel özelliklerinden biri de, eylemlerin toplusözleşme döneinierine baglı olarak patlak veren "kitle grev"leİ'i şeklinde gelişmesidir. Bu durum, hareketin, yer yer öne çıkan politik şiarlara karşın henüz ekonomik çeperi aşamadıgını ve' kendi dışına bakamadıgını göstermektedir Zonguldak'ta da sınıfın politik şiarlan nispeten öne çıkarmasına ve savaş gibi toplumun genelini ilgilendiren bir konuda tutum belir lemesine ragmen, hareketin esasen bu çerçevede geliştigi söylenebilir. Yalnız bu grevin kendine has özellikleri oldugu da hemen herkes tarafından belirtilen bir gerçekliktir. Bir kere bu grev başlangıcından kısa bir süre sonra yerel bir genel grev özelligini dahi aşmış, yerel bir halk hareketi haline dönüşmüştür. İkinci olarak bu grev, "bu işyerinde grev vard_ır" pankartı asıldıktan sonra, grev gözcüleri dışında tüm işçilerin evlerine dagıldıgı ve pasifbir biçimde sendikanın toplusözleş me görüşmelerini sonuçlandırmasını bekledigi bir grev olmamıştır. Aksine işçiler kitlesel olarak toplusözleşme görüşmeleri üzerinde basınç oluşturmaya çalışmışlar, hergün Zonguldak sokaklarında kitle sel gösteriler yapmışlardır. İşçiler, bu kararlı tavırlarıyla sendikalarını da harekete zorlamışlar ve dahası iktidara karşı ioplumsal muhalefetin fiili önderi haline gelmişlerdir. Üçüncüsü, Zonguldak grevi toplu iş sözleşmesinin uyuşmazlıkla sonuçlanmasıyla başlamış, ekonomik ta lepler etrafında gelişen bir işçi eylemi olmasına karşın kısa bir süre içe risinde kullanılan şiarların hemen tümü siyasal taleplere dönüşmüştür. Hareketin kendiligindenligi ve sendika bürokrasisi Zonguldak grevi, kendiliginden işçi eyleminin gücünü ve zayıflıklarını, ikisini bir arada ve çok net olarak ortaya koymuştur. 183 Zonguldak'ta gösteri ve yürüyüşler sendikanın yönlendirmesi dışında, dogal bir tarzda başladı.* Bu başlangıç, Zpnguldak gtevinin etki ve sonuçlarının bu denli büyük olma�ına da yolaçmışhr. Kuşkusuz eylemin bir patlama şeklinde ortaya çıkmasında şaşılacak bir şey yoktur. Toplumsaleylemin mantıgı geregi bu türolayların hemen tümü kendiliginden gelişir. Eylemin kendiiilinden karakterini giderecek olan, sosyalistlerin işçi sınıfıyla kurdukları organik baAJn derecesi (öncü işçilerin komünist örgütle birleşmesinin derecesi) ve dogru taktik sloganların atılabilmesidir. Zonguldak eyleminin en önemli özelliklerinden bir tanesi de işçi sınıfının gösterdigi kararlılık çizgisidir. Zaten bir kendiligiiiden hare ketin az çok kendi içinde başarılı ölabilmesi, harekette ifadesini bulan öfke ve kararlılıgın boyutuna da baglıdır. Zonguldak iŞçileri Ankara'ya yürüyen bir öfke ve kararlılık seliydi. Hareketin bir aşamasına kadar sendikacılar işçi sınıfının bu öfke ve kararlılığına az çok uyum sagladılar. Hatta işçilerin önemli derecede güvenini de kazandılar. Fakat Mengen'den geriye dönüşle başlayan ve toplu iş sözleşmesinin imzalanmasıyla devam eden süreç sendikanın artık işçiler nezdinde prestijinin' sarsılmaya başladığı bir dönemin başlangıcıdır. Hareket üzerinde etleimizin sınırlı oldugu ve sendikanın gelişen hareketi engeleyemcdigi, hatta az çok uyum sağladıgı bir dönemde, hareketi daha ileri noktalara taşıyacak şiarların sınıf içinde propagandasını yapmak yerine "sendikacılarla uğraşmayı" baş faaliyet haline getirerek sınıfa bilinç götürülecegini, sınıfla birleşilebileceğini düşünenler hata yapıyor demektir. Sınıfa ileri şiarlar götürülebildigi oranda ve onunla beraber sendika bürokrasisini teşhir içinde uygun zeminler oluşturulur. İşçilerin Mengen'den geri dönüşü, işçilerin sendika dışında bir örgütsel seçenekle tanışmamış olmalarıyla ilgilidir. Mengen'den geri dönüş, burjuvazi tarafından bir "yenilgi" olarak sunulmaya çalışılıyor. Böylece burjuvazi bir "yenilgi" psikozu yaratarak, işçi hareketini moral anlamda güçsüzleştirmeyi planlıyor. * Sendikanın toplu iş sözleşmesi hakkında değerlendirme toplantısına işçiler topyekün gitmeye başlamışlar, sendikaya doğru topluca yürüyen işçilere, bir sosyalist işçinin "kaldırımdan değil caddeden yürüyelim" önerisi getirmesi · üzerine olay bir anda bir gösteriye dönüşmüş ve bu böylece sürüp gitmiştir. 184 İşin ilginç yanı bu "yenilgi" tiradııla solun önemli bir kesiminin de eşlik ediyor olmasıdır. Bir kez daha onların işçi hareketini "ken diliginden hareket" olarak degerlendirmelerinin, b� kavrayışı yansıt madıgı oruiya çıkıyor. Önemli olan bir kendiliginden hareketin, bu denli ileri gidebilmesini saglayan dinamikleri saptamaya çalışmak ve bu dinamikleri sınıfla birleşrnek amacı dogrultusunda kullanabil mektir. Kendiliginden bir hareketin belli bir tutarlılık ve kararlılık çizgisiyle Ankara yürüyüşünü tamamlamasını beklemek, bütün "ken diliginden hareket" saptamalarının içten içe bir kendiliJtinden harekete tapınma egitimini de taşıdıgını göstermektedir: İşçiler geri dönme konusundaki isteksizliklerine ragmen, sendika dışında bir öRderligin olmaması ve bir önderlige sahip olmadan bu yürüyüşün başarılamayacagım sezmeleri, ek olarak da diger bölgelerdeki işçi sınıfından bekledikleri destegin gelmemesi nedeniyle geri dönmelç zorunda kaldılar. İ şçi hareketindeki kaynaşmanın genelliğine rağmen, hareketi mi litan eylemiere sürükleyen patlamalar yerel karakterini korumaktadır. B� genel kaynaşmanın yerel patlamalara aktif bir destek haline dönü şememesi, işçi hareketinin merkezi düzeydeki önderlik arayışına cevap verilemeıriesiyle doğrudan bağlantılıdır. Bugün Zonguldak'taki patla ma, yarın Adana'da, diğer gün İ stanbul'da olabilmektedir. Bu hareket lerin mer�ezileşmesi ve politik bir hareket haline dönüştürülmesi, bir kez daha işçi sınıfının parti ihtiyacının karşılanmasının bugün artık acil bir görev olarak önümüzde durduğunu kanıtlamaktadır. Madenci grevinde de, işçi sınıfının örgütlenme konusunda henüz sendikal örgütlülük içerisinde sıkışıp kald ıgı açıkça görüldü. İ şçi sınıfı genel olarak sendikalara karşı da güvensizdir, fakat, Zonguldak'ta iş çilerin özellikle sendika başkanının kişiliğinde sendikaya daha çok gü vendikleri ortaya çıkıyor. Şemsi Denizer, hareketi apolitikleştirme konusunda yoğun bir gayret sarfetmekle beraber, Mengen 'e kadar işçilerin önüne doğrudan bir engel olarak çıkmamaya da özen gösterdi. Dahası, bu tip bir eylemle Türkiye işçi sınıfının duygularına seslene bileceğini ve bunun kendini "Türkiye'nin Walesa'sı" olarak sendikal önderlik yarışında Türk- İ ş başkanlığına taşıyabileceğini d üşün üyordu. Bu planlar içerisinde Ş . Denizer gelişen harekete uyum sağlamaya çalıştı, hareketin kendini sürüklemeye başladığını hisseuigi an da ise 185 "Burada önemli kararları ben veririm" diyerek, hareketi fiilen gerilet meye başladı. Bu deneyimi kazanmış bir işçi sınıfına, Ş. Denizer'in bundan sonra "önderlik" yapması hayli zor olacakur. Eger Ş. Denizer ciddi bir anlayış degişikligi geçirmezse, hareketin önüne bir engel olarak dikilmeye başlayacaktır. Kuşkusuz, bu noktada sorunun kritik yanını komünistlerin gösterecegi çaba oluşturuyor. Çünkü işçi sınıfının önündeki sendika bürokrasisi engelini aşınanın yolu esas olarak yeni bir sendikal önderlik önermekten degil, . işçi sınıfının örgüt arayışına bir başka platformdan cevap verebilmekten geçiyor. Öncü işçilerle örgütsel pianda birleşebildigimiz ölçüde sendika bürokrasisiniit oluş turdugu "ciddi" engelin de aşılabilmesi kolaylaşacaktır. Zonguldak eylemi, sendika bürokrasisinin gerçek yüzünü bir kez daha açıga çıkarmak konusunda da ek imkanlar saglamıştır. Türk-İş bürokratları, bu eylemi başından beri engellemeye çalışmış, diger sen dikaları Zonguldak eylemini desteklemernek dogrultusunda' yönlen dirmiş ve açıktan açıga yürüyüşün sona erdirilmesi çagrısını yapmıştır. 3 Ocak tarihinde uygulanan, işçilerin "evde oturarak" gerçekleş tirmelerini kararlaştırdıkları "genel grev"le de işçilerin genel ve militan eylem çizgisini yeniden pasif biçimlere döndürmeye çalışmışlardır. Yer yer "genel grev"in sokaga taşınlması yönündeki çabalar olumlu sonuç verse de sendika bürokrasisi 3 Ocak'ta genel olarak bir eylem sizlik havasını yaratınayı başarmıştır. Bu durumu, Zonguldak eyleminin desteklenmesi ve ortak eyleme dönüştürülmesi konusunda işçi sınıfının gösterdigi pasiflikle birlikte düşünürsek, Türkiye'nin siyasal gündemini belirleyen bir işçi hareke tinin içten içe bir zayıflık taşıdıgı da görülebilecektir. Bu zayıflık tersten sosyalist hareketin gösterdigi önderlik zaafiyetini ortaya ser digi ölçüde ders çıkarılacak bir olgudur da. Kitleselleşmiş bir hareketin önderlik ihtiyacının uzun süre karşılanamaması o hareketi içten içe çürümeye ve pasifize olmaya götürür. Kendi�iginden hareketin uzun süre aynı çizgiyi koruyacagını sanmak bir yanılgı olacaktır. · "Yalıtma politikası" ve devrimci faaliyet Devrimci çevreler, sınıfhareketiyle birleşme konusunda hala eski 186 kolaycılıgı sürdürüyorlar. İşçi sınıfının kendiliginden ayaga blkugı anlarda, harekete dergileriyle, özel sayılarıyla müdahale etmeye çalışıyorlar. Bugün işçi sınıfı bu tip bir müdahaleye karşı kapalı bir tutum izliyor. Bu tutum yalnızca Zonguldak'a özgü de degildir. Devrimci hareketin eski pratiklerine duyulan güverisizligin bunda önemli bir rolü vardır. Bunu.n sosyalist harekete karşı bir kapalılık olarak algılanması da son derece yanılucıdır. Nitekim bizim Zongul dak eylemindeki deneyimimiz, sınıfa sınıfın içinden müdahale edildigi zaman, geniş bir etki alanı yaratmanın mümkün oldugunu da göster miştir. Burjuvazinin işçi sınıfı ile sosyalist hareketi birbirinden yalttmak için yogun bir gayret içinde oldugu açıktır. Bu politikanın diger bir boyutu da işçi sınıfını politikadan yalıtma çabalarıdır. Burjuvazi sürekli işçi sınıfına, "aranıza nifakçılar sokmadıgınız ve politik hedefler gütmediginiz müddetçe eylemlerinize hoşgorüyle ' yaklaşınz" mesajını vermeye çalıştı. Ömegin Hürriyet gazetesi sendikanın tazyikiyle 'işçilerin devrimci yayınları almamaları, hatta yırtmalarını manşetten vererek Zonguldak işçilerinin bu tavrını gökle re çıkardı. Fakat bu tip bir yalıtma politikasının başacıya ulaşması nesnel olarak mümkün degildir. Nitekim Zonguldak işçilerinin eylemleri daha ilk adımda "politik" bir hareket olarak burjuvazi tarafından suçlanmaya başlanmış, işçi_ sınıfı ile burjuva hükümet daha ilk adımda karşı karşıya gelmişlerdir. Devletin "hoşgörüsü"nün anlamı, binlerce polis ve askeri Zonguldak'a yıgmasıyla işçiler nezdinde de aç1ga çıkmıştır. Devletin televizyonunun kendilerine kapalı oldugu bir anda polisin kameralarının Zonguldak'ta bulunmasının anlamını hiç kuşku suz işçi sınıfı kavramaktadır. Bu açıdan Zonguldak eylemi, devletin burjuva egemenliginin aracı oldugu gerçeginin kavranması açısından işçi sınıfını aydınlatıcı bir işlev de görmüştür. Zonguldak'ta işçi sınıfı ile sosyalistleri birbirlerinden yalıtma çabalarının rahatlıkla boşa çıkarılabildigi görülmüştür. Üstelik Zon guldak'ta işçiler üzerinde önemli ölçüde etki sahibi sendikacılar da bizzat bu çabayakatılmışlardır ve devrimci sosyalistlerekarşı saldırgan bir tutum takınmışlardır. · 187 Reformizmin havzadaki etkisi bir hayli eski v�köklüdür. Bu elki eylemin her aşamasında mücadeleyi geriye çekme çabası biçiminde kendini gösterdi. İşçilerin iktidar perspektifli slogan ve önerilerinin karşısında, reformİstler sürekli olarak "böliicülük", "bozgunculuk" suçlamasıyla çıktılar. Reformizmin bu tip karalama çabaları karşısında pek çok devrimci işçi sosyalizm propagandasını yapmaJctan, "tecrit oluruz" kaygısıyla geri durdu. Bu, hareketin bir başka zayıf yanını göstermektedir. Komünistler, devrimci öncü işçilere devrim ve sosyalizm propagandasının her koşulda yapılmasının önemini ısrarla anlatmalı ve reformizmin elkisinin kırılması mücadelesine bu boyutuyla da önem vermelidirler. Bu tabiki işçilerin ekonomik karakterli, demokra tik karakterli1aleplerine kayıtsız kalınacagı anlamına gelmiyor. Önemli olan propaganda ve mücadelenin her iki boyutunu birlikte yürütebil mektir. Hayır! Ekonomik-demokratik haklar propagandası adına devrim _ ve sosyalizm propagandasından vazgeçmek degil, aksine ekonomik haklar, demokratik haklar mücadelesini sosyalist iktidar perspektifine baglayan bir propaganda ve eylem çizgisi ... Ama her koşulda devrim ve sosyalizm perspektifinin odağa konulduğu bir propaganda ve ajitasyon ... İşçi hareketini çembere almaya çalışan burjuva-muhalefet, sosyal reformizm ve sendika bürokrasisi engellerini aşmak için, bu egilimleri teşhire yönelik bir ideolojik mücadeleyi her koşulda sürdürmek kuş kusuz zorunludur, ama her türden reformİst mikrobun panzehirinin bizzat pratik olduğunu da unutmamak· gerekiyor. · İşçi hareketinin' sokaklara, meydanlara döküldügü bir yerde ve anda reformizmin işçi hareketinin geriye çekmeye uzun süre .g!icü yetmez, yetmeyecektir. Burada asıl sorun öncü işçi kuşağı ile sosyalist hareketin birleşmesinin önündeki en büyük engel olan "güvensizlik duygusunu" saglam pra tiklerle, sağlam bir önderlik çizgisiyle ve yerinde müdahalelerle aşabilmekten geçiyor. Birçelişki gibi gözüküyor ama öncü işçi kuşağını kucaklayabilmenin yolu, herşeyden önce bu kesimlere işçi sınıfı içerisinde bir etki ve güç odağı olduğumuzun gösterilmesinden, EKİM'in sadece "ideolojik" anlamda değil aynı zamanda organik anlamda da işçi sınıfının hareketi oldugunun gösterilmesinden geçi yor. 188 Sendika bürokrasisi ve grev komiteleri İ şçi hareketinin anık genelleşmiş bir özelligi haline gelen harekete sendikaların yanısıra ve baz�n de sendikalara alternatif olarak işyeri komiteleri, grev komiteleri vb. gibi taban örgütlenmelerinin inisiyatif koyması olgusu Zonguldak'ta da görüldü. İşçi komiteleri vb.nin kendi inisiyatiflerini kıncı etkisini gören sendika bürokrasisinin tavrı, bu komiteleri kendi inisiyatifleri altında oluşturmak oluyor. Zonguldak'ta da grev komitelerini daha baştan sendika kendi şube yöneticilerinin inisiyatifinde oluşturdu. Böylece sendikanın inisiyatifi korunmaya çalışıldı. GMİS 'e işçilerin duydugu nispi güven de dikkate alınırsa, sendikanın inisiyatifine yönelik ciddi bir muhalefetin oluşmaması, sendikanın en baştan denetleyici tavrıyla da ilgilidir. Buna ragmen grev komiteleri zaman zaman bagımsız inisiyatif geliştirmeye çalışmış, fakat her seferinde karşısında sendika bürokrasisini bulmuştur. Sendika bürokrasisi, grev komiteleri imzalı pankartların taşınmasına dahi tahammül gösterememiştir. Türkiye işçi hareketinin geneliyle kıyaslandıgında, Zonguldak'ta oluşan grev komiteleri henüz geri bir noktayı temsil etmektedir. Fakat bu noktada dahi, bu tip komiteterin sendika bürokrasisinin etkisini kırmada ve hareketi politikleştirmede ciddi roller oynayabilecegi görülebiliyor. Bu nedenle komünistler, esasa yine ocaklarda hücreler oluşturmayı koymakla beraber, bu tip komitelerin potansiyel önemini kavramalı ve buralarda etkin olmaya çahşmalıdırlar. Fakat bu, belirt tigirniz gibi ocaklarda hücre faaliyetinin temel olmasını unutturmamalıdır. Esasen biz ocaklarda hücreler kurabildigimiz oran da bu tip komitelerde etkin olmanın da koşullarını saglamış olacagız. "Meclis istifa" slogam İşçi sınıfı içerisinde mevcut hükümet tamamıyla teşhir olmuş durumdadır, fakat işçi sınıfının burjuva muhalefeti de bir alternatif olarak görmedigi uzun süredir ortaya çıkmış bulunan bir başka gerçek tir. Zonguldak gibi burjuva muhalefetin etkisinin nispeten daha güçlü oldugu bir bölge açısından da temel olarak bu gerçegin geçerli oldugu söylenebilir. 189 Nitekim, bazı çevrelerce çeşitli açılardan tartışılan "Meclis istifa" sloganı·bu gerçegi ifade ediyor. "Meclis istifa" sloganının bir yönüyle "sine-i millet" politikasıyla bir ilgisi oldugu kuşkusuzdur. Ama "Meclis istifa" sloganı "sine-i millet" taruşmalannın etkisine ragmen temelde burjuva muhalefetin inisiyatifi dışında ortaya çıkmış, işçi sınıfı. bur juva muhalefetin kısırlıgını kendi yöntemleriyle çözmeye çalışmış, burjuva muhalefeti tavır almaya zorlam ış ur. İlk olarak, bu sloganın bu açıdan burjuva muhalefetin teşhirini kolaylaşuran bir yönü de vardı, ikinci olarak; işçi sınıfının "Meclis istifa" sloganını bu kadar kolay ve yaygın olarak benimsemesi, içinde burjuva muhalefetin de yeraldıgı meclise karşı toptan bir güvensizlik duydugunu gösteriyordu. Sonra lan , muhalefetin "sine-i millet"e dönmemesi üzerine ise "Meclis istifa" sloganı çok daha belirgin olarak burjuva muhalefeti de hedef leyen bir içerige kavuşmaya başladı. Kuşkusuz, bazılarının "Meclis istifa" ve "İşçiler birleşin, iktidara yerleşin" sloganına, burjuva muhalefetin etkisiyle aulan ve "erken se çim" amacını güden ve bu anlamda "Özal istifa", "Hanedan istifa" sloganlarıyla ortak içerik taşıyan sloganlar oldugu gerekçesiyle karşı çıkmalarının hiç bir manuksal açıklaması yoktur. Hele bir de bunun karşısına Türk-İş tarafından "dejenere" edilmiş ve "içerigi çarpıtılmış" "İş, ekmek, özgürlük" sloganı alternatif olarak çıkarıhyorsa, getirilen yaklaşım -iyice anlamsızlaşıyor. "Meclis istifa", "İşçiler birleşin, iktidara yerleşin" sloganları elbette net bir iktidar perspektifine sahip olunarak atılan sloganlar degildir. Ama sosyal mücadeleler tarihi, bu tip sloganların işçi sınıfının mevcut burjuva altematiOere olan güvensizliginin yogunlaşugı dönemlerde ortaya çıktıgını gösteriyor. Rusya'da " lO kapitalist bakan istifa" sloganıyla ortaya çıkan işçi hareketinin kısa zamanda burjuva düzenin tümünü hedefleyen bir harekete dönüşmesinin iç dinamiklerini kav rayamayanlar, bugün "net bir iktidar perspektifi ifade etmiyor" gerek çesiyle "Meclis istifa" ve "İşçiler birleşin, iktidara yerleşin" slogan larının karşısına çıkarlar. Bu sloganların net bir iktidar perspektifi taşıyarak ve bu denli yaygın atıldıgı bir durumda işçi sınıfı zaten bu "eleştiricilere" gerek duymayacak ve iktidarı alacaktır. Komünistlerin görevi, bu sloganların yaygınlaştırılmasıyla bera ber burjuva muhalefetin, sosyal-reformizmin ve sendika bürokrasisi- 190 nin etkisini kırmaya yönelik etkili bir propagandafaaliyeti yürütmektir. İşçi sınıfı üzerinde "Meclis i stifa". "İşçiler birleşin. iktidara yerleşin" sloganlarıyla ve hareketin yükselme egilimi gösterdigi bir anda (bu sloganların mucidinin kim oldugu hiç önemli degil) reformizmin bir etki kurabi lecegini düşünmek mücadele süreçleri hatdonda "net bir perspektife" sahip olarnamale demektir. Bazl görevler Zonguldak eylemi, işçi hareketinde önemli kilometre taşlarından biri olarak tarihe geçmiştir. B ir yandan işçi hareketine daha militan ve kitlesel eylem biçimlerine geçişinin yolunu açarken, öte yandan henüz iktidar perspektifinden uzak olsa da. işçi hareketi nin "dar ekonomik çıkarları"nın ötesind� taleplerin formüle edildigi bir eylem olmuştur. Eylem sıralannda atılan savaş aleyhtarı sloganlar. işçileri n toplumun genel taleplerini de di le getirmeye başladıklarını. henüz çok cılız olsa da "kendi dışına bakma" bilincinin gelişmeye başladıAını göstermek tedir. Zonguldak eylemi "bir yeni lgi degil, başlangıçur". İşçilerin Men gen'e kadar yürüyebilmesi , onların içlerinde birikmiş bir öfkenin ve kararlılıgın sonucu başarılabitirdi ancak. İşçiler, henüz sosyalist hare ketle birleşmemiş oldukları bir dönemde toplumun gündemini bu denli belirleyebiliyorlarsa, bunu, içten içe kaynamanın artık bir kabından taşma haline dönüşmeye başladıgının göstergesi saymak gerekir. Komüni stler açısından Zonguldak; 42 bini madenierde toplam 120 bin işçinin çalıştıgı bir kent olarak, özel önem veri lmesi gereken bir cografyadır. Özellikle işçi leşme sürecinin maddi anlamda aldıgı bu boyutta bi rlikte, Zonguldak tam anlamıyla bir işçi şehri olmaya başlamıştır. Dogal ki, Zonguldak işçi sınıfının kültürel anlamda üzerinde taşıdıgı geri dönemin izlerini gözardı etmemek gerekiyor. Ayrıca Zonguldak'ta önemli patlamaları görece bir suskunluk döneminin izledigi de bili nmektedir. Gerçi 12 Eylül eylemleri ve Ankara yürü yüşü artık Zonguldak'ta çok şeyi degiştirmiştir. Fakat yine de Zongul dak'ta yürütülecek bir faaliyet sokak çatışmalarından barışçıl dönem lere, barışçıl dönemden sokak çatışmaianna hızla geçecek esneklige 191 sahip olmak zorundadır. Komünistterin Zonguldak'ta belirli bir düzeyde ilişkileri olmakla beraber, öncü kuşagını kucaklayabildigi söylenemez. Dolayısıyla ge- · lişen işçi hareketine örgütümüzün önderlik edebilmesi açısından güçler yeterşizdi. Bizim açımızdan Zonguldak işçi hareketi asıl olarak öncü işçi kuşagı ile birleşmenin saglanması bakımından önem taşıyordu. Zonguldak direnişi sınıfla sosyalist hareketin birleşmesi açısından zengin olanaklar saglıyordu. Hareketimiz, Zonguldak'taki patlamayı önceden saptayabilmesine ragmen yaygın ve etkili bir siyasal inisiya tifin ortaya konmasını saglayacak hazırlıkları yeterince gerçekleştire m edi. Yürütülen faaliyet temel olarak Zonguldak'taki yoldaşların yerel çabası ile gerçekleşti. Bu faaliyetimizin istedigirniz güçte olmasını engelledi ve yüzlü rakamlarla 'ifade edilecek bir "partili" işçi kuşagı yaratabilecegimiz bir eylemde, kurabildigimiz ilişkiler iki haneli rakamı geçemedi. Her fabrikada ve işçi sınıfının yogun oldugu bölgelerde oldugu gibi Zonguldak'ta da sınıfın öncü kesimi bölünmüş durumdadır. Bu bölünmüşlük sosyalistlerin işçi hareketine önderlik edebilmesinin önünde ciddi birengel olarak durmaktadır. Yine reformisı sendikacıların ve burjuva muhalefetin hareketi geriye çekme konusundaki başarıları, bu bölünmüşlükle de dolfrudan ilgilidir. Biz komünistler, sınıfın öncü kesiminin tümüyle birleşmeyt'he deflemeliyiz: Bunun için öncüyü bölmeye yönelik her türlü çabanın karşısına dikilmeliyiz. Böylesine eylemlilikler işçi sınıfının öncü kesimini kendiliginden birleşmeye dogru yöneltir. Sınıf hareketinin yükselmesi kadar sınıfın öncülerinde birleşme egilimini doguracak hiç bir şey yoktur. Bize düşen bu birleşme egilimini gerçeklik haline getirecek bir çizgi izlemektir. EKİM Hareketi olarak, başından beri kendi içine, örgüte ve örgütsel çıkariara dayalı bir politika izlemedik ve bu tip politikalarla her aşamada hesaplaştık. Bizim izledigirniz politika sınıfa ve sınıfın öncülerini kazanmaya yönelik olmuştur ve öyle olmalıdır. Zonguldak'ta yerüstü ve yeraltı işçileri arasındaki fiziksel temas eksikligi, işçilerin örgütlü davranışlarında bir takım zaaflar yaratmaktadır. Yerüstünde çalışan işçiler nispeten daha egiıimli ve önderlik vasfına sahipler, fakatçalışma koşullarındaki belirgin farklılık 192 yeralunda çalışan işçiler ile yerüstünde çalışan işçileri bölme yönün deki çabalan kolaylaşurmaktadır. Özellikle reformist sendika bürok rasisi eylem süresince yeralu ve yerüstü işçilerini bölme konusunda · öze,l bir gayret sarfetti. Komünistler bu çabalara karşı durmalı, aksine yeralu ve yerüstü çalışanlarının komünist örgüt çatısı altında birligini saglamalıdırlar. Önümüzdeki ı Mayıs, Zonguldak açısından özel bir önem taşıyor. ı Mayıs bir yandan, Ankara yürüyüşünün işçilere politik anlamda neler kazandırdıgının görülebildigi bir gün olacaktır, öte yandan da iyi bir ' hazırlıkla işçi sınıfı hareketinin politikleştirilmesi açısından önemli olanaklar sunan bir gün olacaktır. Eger önümüzdeki ı Mayıs, kitlesel, militan sokak gösterilerinin yapıldıgı bir gün haline getirilebilirse, o zaman işçi sınıfının politik eylemlerinin bclirleyecegi yeni bir döneme girildigini ilan edebilecegiz demektir. E. Taylan Mart ı 99 1 193 HI. BÖLÜM Seçimler, Parlamento ve BaAtmsiz Sınıf Thtumu SEÇİMLER, . PARLAMENTO VE BAÖIMSIZ SINIF TUTUMU ANAP, parlamentodaki . çogunlugu aracı lıgıyla, seçim yasasını yeni degişikliklerle alabildigine keyfileştirip; erken seçim kararı aldı. Getirilen bar(lj o kad(lr yüksel< ki, bir kaç parti ancak aşabilir. Sççime hazırlık ve prQpaganda süteşi bir ay gibi kısa bir süreye sıgdırıldı vb. Böylece ANAP, rakipleri diger sermaye partilerine, burjuva iıormlara uygun eşit koşullarda bir mücadele olanagı dahi tanımamış oluyor. Referandum maratonunu kılpayı kazanabiimiş yorgun rakiplerini hazırlıksız yakalamayı, seçim tarihinin,bir yıl öne alınmasıyla normal sürenin yaratacagı yıpranmanın sonuçlarından kurtulmayı, referan dum sonuçlarının psikoloj ik avantajlarını .hükümet olmanın olanaklarıyla birleştirip seçimlerde en kazançlı, daha dogrusu, mutlak çogunluga sahip parti olaı::,ık çıkmayı hedefliyor. Öte yandan bununla, katılan partilelin ve adayların tamamen darbeci generaller tarafından saptandıgı skandal bir seçimle (1983 seçimleri) oluşturulan parlamen- to �ri.ıiı:teıci- . �şmalı cıurum .ııona erdirilip, �na �·meşrulugu" ve "saygınbgı" yeniden kazalıdırılrmş olacaftır, Eger başarırsa, 12 Eylül rejimini ve onun yaratugı k�nimliın kendine zırb edinen sennayenin "sonradan" görme bu fütursuz çetesi, beş yıl daha hükümet etmeyi "millet iradesi" ile garanti altınaalmış olacak. Başta ABD olmak üzere, -uluslararası mali sennayenin ve halcim sınıflarımızın tercihi de budur kuşkusuz. . Bunu, "Özal istikrar demektir" sözleriyle açıkça ifade ediyorlar. Onların nezdinde, Özal ve partisi, 1 980 Ocak'ında uygulan maya konulan, 12 Eylül rejimiyle tamamlanan iktisadi-siyasi politi kayı -"istikrar politikası"-·harfiyen ve fütursuzca uygulayan ve uygu lamaya kararlı güruhu temsil ediyor. Sadece sennaye partilerinin katıldıgı bu yarıştan kimin hangi so nuçları elde edecegi komünistler ve sınıf bilinçli işçiler bakımından özel bir önem taşımıyor. Erken seçimin burjuva kampta ne gibi geliş melere yol açacagını ve bunlar arasında yeni güç dagılımını, önümüz deki günler gösterecek. Normal zamanlara. göre siyasal canlılıgın aruıgı, her partinin kendi program ve tutumlarını açıkladıgı seçim ortamından, kendileri için varolan olaganüstü engellere ve yasak ortamına ragmen, komü nistlerin ve devrimci güçlerin kendi amaçları dogrultusunda yararlan maları istenirdi. Ancak devrimci kamptaki siyasal güçlerin halihazırdaki durumları nedeniyle seçimlerde kayda deger bir etkinlik göstereme yecekleri apaçık tır. Genel olarak işçilerin ve.halkın devrimci demokrat temsilcilerinin adaylan (büyük ihtimalle hiç) olmayacaktır. Revizyo nistlerin (TKP vb.) ve liberal solun (Perinçekler, Aybarlar, Baştürkler) önceki seçimlerde oldugu gibi burjuva partilerden SHP 'yi destekleye cekleri malum. Ancak, sosyalist hareketin ideolojik-siyasi bağımsızlıgını sag lamanın ve bagımsız sosyalist bir işçi hareketi yaratmanın çabalarımız ın ekseni ve biricik amacı olduğu bir dönemde, seçimler, bu bagımsız kimligin ve tutumun vurgusunu yapmanın bir vesilesi olması bakı mından önem taşıyor. İkinci olarak da, parlamento ve benzeri temsili kurumlar konusun da komünistterin izlemesi gereken taktikler, '80 öncesinde, içinden kopup geldigirniz popülist hareketin liderleri tarafından karmakarışık edildiğinden, bu konudaki taktik politikanın bir kez daha ele alınması 198 fırsatı 'yaratması bakımından önem taş,ıyor. Parlamento· ve benzeri temsili kurumlara kaişı tutumumuzun yol gösterici ilkeleri� uluslararası işçi hareketinin evteiısel tecrübesinin or taya çıkardıgı taktik-siyasi ilkelerdir. Bunlar, önce Marks ve Engels· tarafından proletarya hareketinin ve onun b<tgımsız sinıf tutninunun geliştirilmesi bakımından ele alınınıştır. 1920 1erin başlannda ise, çok daha karmaşık koşullarda Lenin tarafından, Rusya·daki bolşevizm de· neyine de dayanılarak, olaganUstü bir açıklıkla ortaya konulmuş, diger ülkelerin işçi hareketinin tecrübeleriyle de, dogruıugu pratik olarak sınanmıştır. Ve bunların, marksist literatürden haberdar herkes tarafından bilinmesi gerekir. Oysa, bizde, proletaryanın degil, ama onun adına, gerçekte küçük-burjuva demokratik hareketin temsilciligi rolünü üstlenen popülist hareketin !iderleri, her alanda oldugu ·gibi siyaset-taktik alanında da her şeyi tepetaktak ettiler. Bu ilkelerin ve nesnel gerçegin yerine, derin bir subjektivizmin ve kof keskinliğin ürünü taktiklerini ve hayal dünyalarını geçirdiler. 'Burjuva parla mentosunu ve bütün öteki gerici kurumları dağıtmaya gücümüz yet mediği sürece, bu kurumlarda çalışmak zorundasınız . . . bunu yap mazsanız gevezeden baş/r,a bir şey değilsiniz 'diyen . . . zalim, keyfi, despotik çarlık rejiminde bu taktiği hayata geçiren bolşevizm deneyini örnek gösteren Lenin 'e, bu hareketlerin liderleri gözlerini kapamış/ardı. Küçük-burjuva demokratik hareketin şaşaa/ı görünü münü ön plana çıkarıp, ' gerici parlamentolardan devrimci amaçlarla yararlanılması gibi çetin bir meselenin üstünden atlayarak ' devrimci yükselişe sözde önder/tk etmişlerdi. Lenin 'in, uluslararası komüniz min devrimci taktik ilkelerini, Rus deneyiminden de yararlanarak formüle ederken, 'yığın grevlerinin siyasi greve ve sonra da devrimci greve ve en sonunda da çarlığa karşı ayaklanmaya doğru hızla dönüş lüğü objektif durumun doğru olarak hesap edilmiş olmasından ötürü verilmişti ' dediği seçimleri boykot kararı (taktiği), bizim liderlerin elinde bayağılaştırı/ıp yozlaştırıldı. Bu tür taktikler yığınların kendi öz tecrübeleriyle devrim için eğitilmelerine hizmet etmediği gibi, hareketi yığıntarla birleştirmemiş, tersine koparmıştır. " (Yakın Geç mişe Genel Bir Bakış -Platform Taslağı,* Mayıs 1 987, s.22) Burjuva yasallığın araçları olan parlamento ve diğer temsili " * Yeni basun için bkz. Eksen Yayıncılık, s.53-54 199 · kurumların, bizde güdük, alabildiıtine sakatianmış olması, yönetemez duruma geldiklerinde, bu biçimlerin egemen sınıflar tarafından kolay" ca ortadan kaldırılıyor olması, bu kurumlar varoldukçit ve de bu kuruml;ırı dagıtmaya gücümüz yetmediıti sürece, bu kurumlarda çalışma zorunlulu!tu şeklindeki tutumumuzo de�iştirmez. Ancak, bo taktik gündemde ol,dultu müddetçe her seçim oyununa katılmak gerekir türünden bir tutum da mutlaklaştırılamaz. Bilindigi gibi, özellikle bizim gibi ülkelerde, askeri diktatörlükler tarafindan, sık sik, normal burjuva normaların dahi uygulanmadığı, sadece düzenleyenierin adaylarının ya da isteklerini n oylandığı seçim ya da referandum komedileri düzenlenmektedir. Bizde · 1983 milletvekili genel seçimi, 1982 Anayasası ve devlet başkanlığı için halk oylaması gibi. Bu gibi durumlarda, seçimlere ya da oyl�maya katılıp, katılıtıaı'nak, her sOmut durumda yeniden ele alınması gereken bir tutumdur. örneğin, 1 983 milletvekili genel seçimine katılmamak, ama Anayasa · oylamasına katılıp red oyu vermek siyasal bakımdan doğru tutumdu. Bu gibi özel durumlar dışta tutulursa, parlamento ve diğer temsili kurumlara katılma taktiği gündemde olduğu sürece, sosyalist işçi ha reketinin veya onu temsil iddiasındaki komünist hareketin pratik. siyasal eylemi: * Sermaye egemenliği altında, en demokratik burjuva cumhuıj yetlerinde bile genel oyun ve parlamentonun bir aldatmaca olduğunun bilincinde olarak, ama bu aldatmacayı yığınlar önünde açığa çıkarmak, buna dair önyargıları yıkmak ve kendi devrimci amaçları için bu kürsüyü kullanmak ereğiyle, seçimlere ve parlamentoya katılmak; * Olanakhysa, her yerde burjuva partilerin adaylarına karşı işçi lerin adaylarını ileri sürmek ve bunların seçilmeleri için eldeki �üm imkan ve araçları kullanarak parlamentoda bir işçi grubu oluşturmaya çalışmak; * Seçilıne�eri imkansız olsa dahi , işçi hareketinin bağımsızlığını korumak, programını ve görüşlerini kamu önüne getirmek için işçilerin kendi adaylarını koymak; * Daha gerici ya da faşist sermaye partilerinin kazanacağı ya da onların kazanmasına sebep olunabileceği gerekçeleriyle işçilerin sosyal-demokrat burjuva partileri tarafından aldatılmasına karşı mücadele etmek ve işçileri reformcu burjuva partileri (SHP, DSP gibi) · 200 desteklemekten alıkoymak; böylesi . gerekçelerin işçileri aldaunayı amaçladıgı �e işçi hareketinin bütün burjuva p�rtilerden tam ve kesin bir lcopuşl(\, böyl�sine bagımsız bir tutum la sajtlayacagı ilerlemenin pariamenıoya bir kaç gericinin girmesiyle ortaya çıkacak dezavantajdan çok daha önemli oldugunu açıklamak:; . * Siyasal gericilige ve sermayeye karşi başarılı bir savaşımın ve Qihayet qnu altedebilmenin tek teminatının ba,!tımsız bir işçi hareketi oldugu fikrini ısrarla ileri sürmek ve işlemek; * İşçilerin ya da desteklenebilecek halkın devrimci demokrat adaylarının olmadığı veya önceden belirli anlaşmalarla kurulmuş bir seçim blokunun bulunmadıltı durumlarda, aynı şekilde, sosyalist ha re.ketin ba,!tımsızlıgını korumak ve geliştirmek amacıyla, işçileri boş oy kullanmaya çagırmak olmalıdır. Bizde '80 öncesi ve sonrası yaşanan deneyler de gözönündeyken, reformcu burjuvazi (sosyal-demokrasi) yürürlükteki işçi sınıfına karşıt sistemin savunucusu ve koruyucusuyken, sosyalist ve sınıf bilinçli işçiler için sosyal-demokrat burjuva partilere oy vermek, utanç verici bir tutum, sınıf düşmaniarına yardım etmek olur. Reformİst burjuva zinin ilerlemesine koşulsuz yardım etmek, onun başarısını isternek sınıf bilinçli işçinin tutumu olamaz. Bu ülkede sol, onyıllardır farkında olarak veya olmaksızın ideo lojik, siyasi ve pratik tutumuyla, işçi sınıfını, direkt ya da dolaylı, burjuvazinin şu veya bu fraksiyonunun ya da küçük-burjuvazinin eklentisi haline getirmiştir; bu yüzden de bütün burjuvaziden ve küçük burjuvaziden bagımsız bir sınıf hareketi yaratamam ıştır. Bugün reviz yonistler ve liberal sol ayı:ıı rolü sosyalizm adına oynamaya devam ediyorlar. Bu bakımdan, bagımsız kimlik sorunu, bunun vurgusu ve ilk adımları, hayati bir önem taşıyor. Bu, varolmanın ve ilerlemenin olmazsa olmaz koşuludur. Dolayısıyla, Kasım ayındaki erken seçimde işçilerin adayları ya da destekleyebilecegimiz devrimci demokrat adaylar veya önceden oluşmuş bir seçim bloku olmadığına göre, işçileri boş oy kullanmaya çağırmalıyız. S iyasal bakımdan do,!tru 've etkili yol sandık başına gidip boş oy kullanmaktır. Oy kullanmamak değil; bu, edilgen bir tutum olur. İşçinin sandık başına gidip, işçilerin adayları yok, sadece burjuvazinin adayları var, sınıf düşmaniarına oy veremem, o halde boş oy kullanmalıyım şeklindeki tutumu, burjuva. · 201 ziden kesin bir kopuşu, ba�ımsız sınıf tutumun\1 anlatır ki, bu, muaz zam bir ilerlemeyi ifade eder. Son olarak, burjuva partilerin yürüttütü seçi m kampanyasından, miting, gösteri ve toplanulard!!n, şiarl an m ı z ı yaymak, demok ratik ve sosyalist ajitasyon için yararlanmak gerekir. Ekim 202 1987 SEÇIMLER VE· REVİZYONİST -LİBERAL SOL Ekim 'in ilk sayısında seçimler ve parlamentoya ilişkin tutumumuzu açıklamıştık. Ve sol adına konuşan_ bütün parı.iler ve siyasal akımlar �nümüzdeki seçime ilişkin tutumlarını açıklamış bulunuyorlar. Ancak biz bu konuya girmeden önce bir başka noktaya kısaca deginmek isti yoruz. * 12 Eylül rejimi solu sadece fiziksel olarak tahrip etmedi, terörle yarattıgı korku ve yılgınhk ortamı manevi ve ideolojik tahribatın koşullarını da yarattı. Asıl yıkım kendini bu alanda gösteriyor. Bıi durum, SBKP'nin yeni "atılım"ları sonucu uluslararası sag cereyanın görülmemiş güçlenişiyle birleşince, büsbütün ciddi bir haf ahyor. Sa� cereyan, sadece revizyonist parti ve akımların kendireri için daha çok 203 bir yük olan Mar_ks iıfıin �n. teıp�l kavraml annı n . Pa. ter�edilip,Euro ko m ünistıeş�elerine burjuva rejimle, burjuva yasalhgıyla bütünleşen ya da bütünleşm�k isteyen alaiade reformcu-liberal burjuva sosyalist ' lerine dönüşmelerine yol açmıyor, dünün radikal, "ortadoks" küçük burjuva sosyalistlerine de sirayet ediyor. Burjuva demokrasisine övg ü ya da soyut, safbir demokrasi fikrinin idealleştirilmesi, sosyalist dogrudan demokrasinin yerine burjuva ço gulculugunun geçirilmesi, anti-Stalirıizmin depreşmesi,, hemen yanıbaşında Troçkizmin uç verişi, kısaca liberal bir dalga radikal Türkiye solunu ezip geçmeye çalışıyor. Bu sag dalganın ana kaynagını, her ne kadar aralarında çelişki ve çatışmalar olmuş veya var ise de, selefieri Kruşçevler, Brejnevler olan Gorbaçovların liderligindeki SBKP oluşturuyor. SBKP27. Kongresin de, Gorbaçov, teoriyi geliştirmek adına, yeni koşullara uymadıgı ge rekçesiyle "katı şema ve formüller", "alışılmış ama şimdiden eskimiş olan fikirler" olarak tanımladıltı Marksizın-Leninizme üstü kapalı bir saldırıyı açıkça başlattı. i çte, ekonomide, kar, meta, piyasa mekanizmalannın, yani 1960 'lardan itibaren kademe kademe uygula maya konulmuş kapitalist mekanizmaların dolu dizgin serbest ' bırakılması ve buna uygun siyasal yapılanma çabası; dışta sözde banşı ve istikrarı koruma ve n ükleer savaşı önleme gerekçesiyle, liderligini ABD'nin yap'tıgı kapitalist devletlere "kontrolsüz sosyal patlamaları" -yani devrimleri- önlemek, "sıcak noktalar"ı ortadan kaldırmak için işbirligi çagrısı, bugünkü SBKP politikasının iki ana eksynini oluşturuyor.Ve bunların kökeninde bir yandan eşitsiz gelişm enin yarattıltı geriligi gidermek, diğer yandan süper devlet tutumu yatıyor. Kapitalist yolda çok daha fütursuz ve bunu gizlerneye bile hiç ihtiyaç duymayan ÇKP ise, yeni toplanan 1 3 . Kongresinde, başkanı Zao Ziyang'ın ağzından Çin toplumunun geriliğini "radikal sosyalizm uygulaması"na yükleyip, "Marksizm-Leninizmin günün koşullarına uymayan i lkelerinin terkedileceğini" açıklayarak, Çin 'de 2 1 . yüzyılın ortalarına kadar meta ekonomisinin -yani .kapitalizmin- geçerli olacagını ilan etti. Bu ara, Sovyet ve Çin basınında atılan yeni adımlara karşılıklı övgü ve .destek eksik olmuyor. Ancak ÇKP, Batı kapitaliz mine hayran itibarsız bir parti haline geldiğinden sol üzeı:inde etkisi yok. Tarihsel ve güncel etkisi ve gücünün yanısıra, revizyonizmin en 204 ince ve en sinsi biçimini temsil eden SBK:P güçlenen · merkezini oluşturuyor. sag dalganın SBKP etrafında kümelenen revizyonist partiler de kendilerini bu duruma her zamanki gibi süratle uyarlıyorlar. (Şüphesiz bu, ço�u tam bir uydu durumunda olan· bu partilerin, bir süper devlet olarak SoY'yei ler Birli�i 'nin dünya çapındaki siyasi stratejisine ayak uydurma gereği olarak da gündeme geliyor.) Artık bu partiler Euro-komünistler gibi, adlarından başka komünizmle ilişkilerini kesme sürecine girmiş bu lunuyorlar. Bizde TKP-TİP'i, yani müstakbel TBKP'yi ele alalım .tfaydar Kutlu veBehice Boran tarafından TBKP Program Tasansını açıklamak için Brüksel 'de düzenlenen basın toplantısında kendi ifadeleriyle "ye nilenme", "yeni bir yol", yapıcı lık, "açılmamış bir kimlik" ile sahneye çıkıyor, "huzur, istikrar ve barış" özlemine koşul yeni programlarıyla "istikrarlı bir dünya ve Türkiye"yi hedefliyorlar. "Katı şema ve formülier", "eskimiş fikirler", "dar sınıf bakış açısı" -siz .Marksizm-Leninizm diye okuyun- terkediliyor. Artık "proletarya diktatörlüğü" kavramı kullamlmayacaktır. Zira bugün bu kavram artık barış, hümanizm: demokrasi yönünde değişen dünyaya uymuyor. Buna karşılık, en demokratik biçimi altında bile sermaye sınıfının toplurnon çoğunluğu üzerinde diktatörlüğü olan �e egemenliği tehlikeye girdiğinde gerek ileri, gerek geri kapitalist ülke lerde tefCdd ütsüz faşizm veya askeri diiClatörlüklerle değiştirilen ya da degiştirilmek istenen burjuva demokrasisi ("ulusal demokrasi", "demokrasi"), şüphesiz bu uygar, demokratik ve hümanist diktatörlük, TBKP'nin stratejik hedefidir. TBKP'nin "bugünkü stratejisi, devrimin barışçı yolunun kazanılmasıdır." Zira TBKP, "yapıcı"dır, oysa şiddete ve iç savaşa başvuran devrim yıkıcıdır! TBKP, barışçı, parlamenter yolda, %51 'c dönecektir! Artık "savaş politikanın devamı değildir." O cskidcndi. "Politikanın devamı politika olmak zorunda" ! Ortadoğu 'da, Nikaragua�da, Afganistan 'da ... sürdürülen savaşlar politikanın devamı değildir! TBKP, bunlar ve bu gibi tüm kavramlar "eğer eskimişse; günümüze uyınuyorsa atmaktan korkmayacaktır." Bütün bunları çok önce yapmış Euro-komünistlerc gelince, onların 205 deneyler:inden öJrenilmeliydi, zira "onlar dünyamızın yeni koşullarını ilk deAerlendirenlerdir." Amacımız, .Marksizmin devlet, devrim� demokrasi, diktatörlük, si yaset, savaş, barış vb. hemen tüm bilimsel kavramlarımı bayagı ve anti-: komünist propaganda argUmanlarıyla saldıran bu tezleri tartışmak deAil. Bunu yapmak gerekiyor. Cepheden yapılan bu saldınyı karşılamak gerekiyor. Burada sadece şunu söylemek istiyoruz: bu meşum saldın, doAru dan SBKP'den, Gorbaçovlardan kök aldıgı halde, ulusal planda bu sagcı dalgayı karşılamak, teoride Marksizmi savunmak, politikada sınıftutumu takınmak işinin, bu anti-marksist teori ve politikayı üreten merkezi dogrudan hedef almadan, onunla araya kesin ·bir sınır, k:ruın bir çizgi çekmeden başardamayacagıdır. Bazı çevreler bunu yapmak istiyor, ama bu imkansızdır, orada durmak olanaksızdır. Ya da orada duruldukça, oportünizme, eklektizme düşnick kaçınılmazdır. SBKP her şeyi tahrip ediyor. Euro-komünistleşiyor ve Euro-komünistleş meyi teşvik ediyor. Ve bazıları kalkıp bu partinin, revi.zyonizmin bu ana merkezinin ulusal plandaki türevlerine karşı durmaya çalışıyorlar. Marks'ı, Engels 'i, Lenin 'i, Stalin 'i, Dimitrov 'u çok ciddiye aldıklarını ve her zaman referans olarak baktıklarını söylüyorlar. Buraya kadar güzel, iyi. Ama ·öte yandan, anlaşılmaz bir bagnazlıkla SBKP'yi, revizyonizmin bu ana evrensel kaynagnıı başka türlü göstermek, sözde "yaşayan sosyalizm"i savunmak, Gorbaçovların, Jivkovların ne sadık ve duyarlı komünistler olduklarını ispatlamale için mantık sınırlarını zorluyorlar. (Toplumsal -Kurtuluş · Yalçın Küçük vb.) "önemli olan niteliktiC "Daha temiz daha iyi." "Öro-komünist, dcjenere sosyalist demek oluyor." Ama Euro-komünistleşmenin evrensel dayanaklarına da vurmak gerekiyor. Bunun için de, Bolşevizmin ve onun lideri Lenin 'in, S par'takistler ve onların l iderleri Liebknecht 'in, Lüxcmburg 'un ilkeliligine, kararlılıgına ve cesaı:ctinc sahip. olmak gerekiyor. R�vizyonist yozlaşmanın lideri SBKP'ye karşı durmadan TKP TİP'c Euro-komünistleşmeyc karşı duramazsınız. Oportünizın yapmaksızın, cklcktizme düşmeksizin bu olanaksızdır. Haydar Kutlu bagıra çagıra ilan ediyor: " '80 darbesinden sonra geçmişimizi ·ve eksiklikleTimizi ciddiyeıle 206 degerlendirmeye btişladık. Dünyaya delişik bir çerçeveden bakmak gerekiyordu. ... kendimizi yenileme sürecine girdik. Bu süreç içinde SBKP 27. Kongresi ve da!ıa sonra girişilen yenilenme politikası· bize her şeyden önce yaptıg&mız şey konusunda cesaret verdi. Kalıp/ara bag/ı. kalmamakla do#fu bir şey yaptı8ımızı gösterdi. Ayrıca dünya koşulları, yeni koşullar ve buradan· çıkacak analiz konusunda, teorik olarak, metod olafak esin kaynagı oldu 27. Kogre." (Brüksel Basın Toplantısı) TKP-TİP literatürüne giren '1katı şema ve formüller", "alışılmış ama eskimiş fikirler", "dar sınıfbakış açısı" vb. bütün bunlar SBKP'den, Gorbaçovlardan alınmıştır. * Tarihin ve kapitalist toplumun materyalist tahlilinden çıkarılmış ve pratik deney tarafından her seferinde dogrulanrhış marksist teorinin kaba inkarı politikada kendini en baya.!ı;ı şekilde üretiyor. Kapitalist düzene, burjuva siyasal sisteme adapte olma, burjuvazi önünde utanç verici diz çöküş ve yakarış, burjuva siyasal güçlerin eklentisi haline geliş: TKP Merkez Komitesi organı Atılım, TKP'nin seçimlerdeki tutu munu manşetten şu başlıklarla duyuruyor: "Türkiye daha büyük bir istikrarsızlıgın eşiginde." "Ya seçim ittifakı ya bunalım! . ." (Aillım, 1 Ekim 1987; sayı: 209) TKP, demokrasi güçleri olarak tanımladıgı mu halefetteki burjuva partilere sesleniyor. Ve bütün ülkelerin burjuvazi sinin sınıf savaşına karşı "huzur,. istikrar, barış·: bayragının yeni taşıyıcısı olarak ve bir1 komünist (!) partisi olarak, bunalımı ve istikrarsızhgı önlemeye davet ediyor. TKP uzun bir süredir burjuvazinin ANAP dışındaki siyasi temsil cilerinin "kollektif bilinci"ni temsil rolüne soyunmuş bulunuyor. Ş üphesiz görcvlendirildiginden değil, gönüllü, buna dair taşıdıgı derin inanç nedeniyle kendiliginden üstlenmiş bulunuyor. Onlara, kuşkusuz dilekleriyle birlikte, her i:neselcde taktik veriyor, en makul yolu göstermeye çalışıyor. · Ama ne yazİk, ·elinde bir yaptırım gücü olmadıgından ve bu siyasal güçler bir türlü "kollektif bilinç"e erişme yip, kesimsel ve bencil çıkarlarını öne çıkardıklarından ya da kendisine 207 kulak asmadıklanndan, TKP'ye sa� üZüntülerini bildirmek kalıyor. ' TKP'ye göre,' ANAP'in ·anti-demokratik seçim . yasasıni erigelle "seçimlerin bo'ykotu dotru tutum olurdu:"· Ama ne yazık ki, evet "tıe yazık ki, başta DYP- tarafından şöyle bir ortaya atılmış olan seçim · kanununun ve seçimietin boykot edilmesi egilimi hemen gündemden kalktı." (agy., · s. ı, 20) (Ah şu kararsızlık!) Ve "Türkiye Komünist Partisi seÇim kanunununkarşısında muhalefetin birleşerek erken seçimi boykot etme doğru tutumunda bir/eşernemiş olmasını ve bugüne kadar bir seçim ittifakının kurulamamış olmasını üzüntüyle karşılıyor. (Aynen böyle! ) SeÇim ittifakının kurulması, boyk�t yolunun tutulmamı� olmasının yarattığı olumsuz sonuçları bir ölçüde giderebilecek ve gelecek için sağlam bir umut (ne "umut"!) yaratabilecektir. Biz, eğer muhalefet partileri işlevli bir seçim ittifakında birieşebilirler ve 12 Eylül Anayasasını değişti'ıme ve demokratik bir seçim.yasası ile seçimleri yenileme ortak _ hedeflerinde birleşebili'rlerse tüm gücümüzle bu ittifakı destekleyebilecegiz." (agy.) rnek ve planlarını bozmak· için ' Az sonra görccegiz� "eger"le ifade edilmek istenen bir "şart" degil, sadece bir "dilek", "rica", aşalı;ıhk bir "yakarış"tır. Şüphesiz TKP'nin dilekleri dilek, yakarışiarı yakarış olarak kalacaktır. Ve o bunları sadece bir dilek olarak öne sürmektedir. Zira Demi�ellerin, Erbakanları n, Ectwitlerin, İnönüleri n en azından şimdi lik TKP'nin dileklerine aldırdıkları falan yok. O da bunu biliyor. Ama olsun, diiekler dilek olarak kalsa bile, destek kesindir. Ve TKP, bu konuda b�rjuva muhalefet partileri arasında, örnegin dilı;cr bazı liberal sol çevrelerin burjuva muhalefet partilerinin tümüne destck vermekle beraber, solun oylarının SHP'de toplanmasını tercih etmeleri türünden bir ayırım ya da öncelik sıralaması yapma yanlısı bile degildir. Zira o adil ve "güvenilir bir baglaşık,.Lır. Ve "Türkiye Komünist Partisi bu tutumun bir 'kanıtı ve sonucu olarak kendisine kulak veren seçmenleri her seçim bölgesinde en şanslı ve gerçekten tutarlı demçkrat adayiara sahip partilere oy vermeye çaCırmakıadır." (agy.) İşçi sınıfı politikası, komünist parti dedilı;in bÖyle olur işte! TKP işçi sınıfı içinde burjuvazinin "Truva Atı"dır. İşçi sınıfını sen'naye partilerine ve sermaye düzenine bağlamanın partisidir. önceleri bu Ecevitlerlc sinırhydı. 'İşçi sınıfını onlara bağladı. DİSK'i 208 sosyal-demokratlaşurdı. Şimdi bunu Demirellere, Erbakanlara kadar genişletiyor. Bütün degerieri ve devrimci bilinci tahrip ediyor. İşçileri sadece sermayenin sosyal-demokrat hizmetkarlarına degil, Ameri kancı, holdingci Demirellere, müslüman fanatiklere, Humeyni ya da S uudi taslakları Erbakanlar� destek vermeye, her seçim bölgesinde en şanslı hangileriyse onlara oy vermeye ç�ırıyor. TKP'nin de içinde yer aldığı Sol Birlik partileri (TİP, TSİP, TKEP, TKSP) seçimlerde benzer bir tutum takınıyorlar. Buna ilişkin bildiri Atılım'ın aynı sayısında yer alıyor. Tutumun özünü açıklayan bölü mün aktarılmasını TKP'ye bırakalım: "Sol Birlik bildirisinde MÇP dışındaki tüm muhalefet partilerinin '1 982 Anayasasına Hayır, Demokratik Bir. Anayasa, Demokratik Bir Seçim Kanunu ' talebi çerçevesinde birleşerek, seçimlerde ortak bir tutum almalıdır/ar ' di leğinde bu/unutmaktadır. " (ag y .) TKP tarafından eklenmiş bu "dilekte bulunmak" ifadesi tamı tarnma yerine oturuyor. Gerçekten de Sol Birlik, MÇP dışındaki muhalefet partilerine ortak tutum almayı tavsiye edip, içinde Kürt halkının haklı istemlerinin dikkate alınması da bulunan dileklerini sıraladıktan sonra, "bu istemleri dile getiren parti ve adayiara oy verilmesi çağrısında bulunmaktadır." (agy.) Bir an için bu platformun mantığının çerçevesinde düşünelim. v·e işçilerin bir takım anayasal reformlar için burjuva partileri destekle meye çağrılabileceğini, bu tutumun i lkesel bakımdan kabul edilebile ceğini varsayalım. Bu durumda bile bu takliğin iler tutar yanı yoktur. Ortada bir seçim bloku, önceden yapılmış bir anlaşma mı vardır? Ya da burjuva muhalefet partilerinin Sol Birlik'in istemlerini karşılayan kamuoyu önünde yapılmış yazılı beyanları ını vardır? Hayır, hayır! Hiçbiri . Sadece dilekler ve koşulsuz destek. Hepsi bu! Kaldı ki, demokrasi ve reform vaadleri her zaman burjuva partilerin yığınları aldatmada ana temaları değil midir? Komünistlerin, işçilerin partisinin görevi bu vaadleri gerçek diye sunmak veya böyle sunulmasına yardım etmek yerine, bu aldatmacaları sürekli ve sistemli açığa çıkarmak değil midir? Ama hayır, TKP ve onun kuyruğundaki diğer Sol B irlik par tilerinin, bütün revizyonistlerimizin - liberal solcularımızın burjuva zimize, hem de B izans-Osmanlı entrikacılığını ve kalleşliğini miras olarak devralmış ve bütün benliğine ve ruhuna sindirmiş burjuvazimi zc güvenleri tamdır. Daha doğrusu güvenmek istiyor, ona da kendileri 209 hakkında güven aşılamak istiyorlar. Bakın bunu TKP nasıl ifade ediyor: "Öte yandan seçim ittifakını gerçekleştiren partilerin kamUf! yuna, üzerinde fikir birliğine vardıkları ortak hedefleri duyurmaları seçim ittifakına duyulan güveni artıracak, pekiştirecek, bu ittifakın sağlam bir perspektifi olduğunun kanıtı olacaktır. Aralarında parti mizin de bulunduğu So/Birlik partileri seçime ilişkin bildirilerinde bu gerçeği vurguladılar." (agy.) Yani söylenmek istenen şu: Bakın biz size açık bono veriyoruz, siz de örneğin bir bildiriyle bizim anayasal dileklerimizi de dikkate alan bir platformu kamuoyuna duyurursanız, hem bu güvene layık olduğunuzu kanıtlar ve üstelik bunu artırıp pekiştirmiş olursunuz, hem de size açık bono verdigirniz için bizi kınayacak, bedelsiz uşakhkla suçlayacak "dar sınıf bakış açısı"na sahip düşmanlarımızın saldırılarından biraz olsun korumuş olursunuz. Buraya kadar sorunu bu partilerin platformunun mantığı içinde ele aldık. Bu partiler işçi sınıfı, Marksizm, komünizm adına konuşuyorlar. Oysa Marksizm ve gerçek işçi partilerinin tarihi tecrübesi bize parla mento, seçimler vb. temsili kurumların işçi partisi için, işçi sınıfının, veya onu temsilen, bağımsız sınıf tutumunu dile 'getirmenin, diğer burju.v a, küçük-burjuva partilerle olan farkını ortaya koymanın, işçi sınıfını bu partilerin ideolojik-siyasi etkisinden kurtarmanın, bu par tilerin aldatmacalarını ve ·sistemin tabiatını açıga çıkarmanın, yani kısaca, yığınların politik bilincini geliştirmenin, örgütlemenin ve devrime doğru ilerietmenin araçları olması gerektiğini öğretiyor. Marks ve Engels sorunu böyle ele almışlardı. Örneğin 1 848 Dev riminin yenilgisinden sonra yeni bir devrimci dalganın geleceğini ümit ettikleri 1 850'de proletaryanın, feodalizmi ve mutlakiyeti devirecek olan bir devrimin başını çekecek demokratik küçük-burjuvazi ile birlikte savaşırken bağımsızlığını korumasını, bağımsız hareketini ge liştirmesini önemle vurguluyor ve devrimin başarısı halinde oluşacak bir temsili meclise ilişkin Komünist Birlik'in tutumunu şöyle saptıyorlardı: "Burjuva demokrat adaylar yanında, her yerde işçi adaylar da gösterilmelidir. . Bunların seçilme şanslarının hiç bulunmadığı yer lerde bile, işçiler, bağımsızlıklarını korumak, güçlerini ölçmek ve kamuoyunun önüne kendi devrimci tutumlarını· ve kendi parti görüş Lerini koymak için, kendi adaylarını göstermelidirler. Bu konuda . 210 demokratların, örneğin böyle yapmakla demokratik partiyi böldük/eri ve gericilere kazanma olanagı sagladıkları yolundaki savlarta ·kendi lerini ayartma/arınafırsat vermeme/idirler. Bu türden sözlerin nihai amacı proletaryayı aldatmaktır. Proleter partinin böyle bir bağımsız eylemle kaçınılmaz olarak göstereceği ilerleme, temsili-kurum içeri sinde bir kaç gericinin varlığının doğurabi/eceği sakıncadan çok daha önemlidir." (Seçme Yapıtlar-I, s.22 1 -222, Sol Yayınları) B unlar, bir devrim durumu gözönüne alınarak yazılmıştır. Üstelik sözkonusu olan ve proletaryanın gericilerin kazanması pahasına olsa dahi destekle mekten kaçınması istenen güç, devrimci-demokrat küçük-burjuvazi dir. TKP ve Sol Birlik'in destek verdikleri ise, tümü de yürürlükteki sermaye düzenini savunan DYP, RP, SHP, DSP gibi gerici burjuva partilerdir. Düşman güç olarak saptadıkları da, yarın yukardaki bur juva partilerden birinin ya da· bunların bir kaçının koalisyonunun yerine geçebileceği ANAP'tır. Marksizm adına, devrimci taktik adıila bu bayağılık utanç verici. Lenin 'in, Bolşeviklerin tutumu da aynıdır. Bilindiği gibi Kadetler (Anayasa! Demokratik Parti) Rus liberal burjuvazisinin partisiydi ve Rusya 'da anayasal bir monarşi istiyordu. Kadetler çarlığın iç ve dış politikasını bütün ana noktalarda destekliyor, ancak iktidar için çaba harcıyorlardı. Ama Lenin, liberallerle ittifaka karşıydı ve bir Bolşevi ğİn oy sandığına bir Kadet'in ismini taşıyan oy pusulasını atmasını iğrenç buluyordu. 1906 Duma seçimlerinde Lenin, kitleleri Kara Yüzler tehlikesi ile korkutup desteğini almaya çalışan Kadetleri şöyle cevaplıyordu: " İşçilerin partisi Kara-Yüzler tehlikesi şeytanı ile dar kafalıları korkutma beylik metodunu aşağılama/ıdır . . . İşçilerin partisi kitlelere : Sadece kendi sosyalist bilincinize ve sosyalist örgütünüze güvenin , demektedir. Mücadelede öncelliği ve liderlik hakkını burju vaziye teslim etmek, özgürlük davasını kandırıcı sözlerle, modaya uygun cici/i yaftaların bayağı parlaklıkları uğruna saımakla aynı şeydirDuma 'daki hiçbir Kara-Yüz tehlikesi, liberal burjuvaziyi, onun slogan/arını, adaylarını ve onun politikasını körü körüne takip eden kitlelerin zihinlerindeki çürüme kadar zararlı olamaz. " (Kitle İçinde Parti Çalışması, s.54, Ser Yayınları) Ve dahası, Kadctlerle blok oiuşturma yanlılarını (Trudovikler, Halkçı Sosyalistler, Sosyalist Devrimciler) şiddetle ycriyordu: 211 "Ktidetlerle birlikte olan blokların savunucuları, sadece proletaryaya ve bütün özgürlük davasına zarar vermemektedir. Onlar şehir ve kır yoksulları arasındaki politik bilincin gelişmesine de zararlı olmaktadırlar." (agy., s.54) "Balımsu. bir işçi sınıfı politik partisi yaratmaya yardım etmek, işçilerin partisinin büyük tarihi görevidir. Kadeılerle bloklar kurma taraftari olanlar bunun yerine getirilmesine engel olmaktadırlar. " İşçilerin partisinin karşı karşıya oldu8u bir di8er ödev de, perişan, sefil ve mahvolmaya mahkum şehir küçük-burjuvazisi kille lerini ve köy/ülü8ü liberal burjuvazinin önyargılarının ve fikirlerinin etkisinden kurtarmaktır. Bu ödevin yerine getirilmesi d_e yine, Kadet lerle bloklar kurmayı savunanlar tarafından engellenmektedir. " (agy. s.56) Çarlıgın mutlak egemenliginin hüküm sürdügü otokratik Rusya koşullarında Lenin 'in ve Bolşevikterin anayasal monarşi isteyen Rus liberal burjuvazisine karşı tutumu buydu. Revizyonist partilerin tutumunu "igrenç" kelimesi bile karşılamıyor. Denilebilir ki, işçilerin kendi adayları yoksa ya da komünistler aday gösterilebilecek durumda degillerse, başka ne yapılabilir? Bu sorunun yanıtı Ekim 'in ilk sayısındaki "Seçimler, Parlamento ve BaHımsız Sınıf Tutumu * başlıkl ı yazıda verilmişti. Bu gerekçe de, işçileri burjuva " partileri desteklemeye çagırmanın kanıtı olamaz. Eger komünistler pratikte ba�ımsız yürüteb ilecek durumda de�iHerse, hiç de her somut sorunda politika belirlemek zorunda degillerdir. Ya da bunu sadeec pcdagojik amaçlarla yapabilirler. Ki bu da, sınıfı olabildigi kadarıyla burjuva partilerden koparmaya yörielik olabilir. Ömcgin, işçileri boş oy, geçersiz oy kullanmaya çagırmak. Bu hiç de atıl bir tutum degildir. Revizyonistterin mantıgı her şeyi tepetaktak ediyor. Burjuva alterna tiflerden, ehven-i-şerden ötesini görmüyor, görmek istemiyor. Ehven i şeri, burjuva partilerin kuyrugu olmayı politika yapmak, politikada somutluk olarak sunuyorlar. Neden burjuva partilere oy vermek somut, aktif bir politika oluyor da, oy vermemek, geçersiz oy kullanmak atalet oluyor. Tersine, işçinin sandık başına gidip, işçilerin adayları yok, sadece burjuvazinin adayları var; sınıf düşmanlarıma oy veremem, o * Bkz. elinizdeki kitap, s. l97) 212 halde boş oy kullanmalıyım şeklindeki tutumu, burjuvaziden kesin bir kopuşu, bagımsız sınıf tutumunu anlatır ki, bu, muazzam bir ilerlemeyi ifade eder. Bagımsız sınıf hareketini, işçinin politik bilincini geliştir ınede bir ilk adım olarak bundan daha somut, daha devrimci bir tutum olabilir mi? Ama revizyonistterin bagımsız sınıfhareketi diye bir kaygıları yok tur. Ömegin, alternatif bir tutum olarak İstanbul, Ankara ve Diyarbakır'da işçiler adına çok sınırlı sayıda da olsa bagımsız adaylar gösterildi. Ancak revizyonistler-liberal sol buna karşı derhal ve kesin olumsuz tutum aldılar. Kimine göre bu tutum demokrasi güçlerini, yani DYP'den DSP'ye tüm burjuva muhalefet cephesini bölmekti. Kimine göre bu, sol oyları, yani sosyal-demokrat cepheyi bölmekti. Dolayısıyla ANAP'a hizmetti. Ya da sol hazırlıksızdı, cılız sonuçlarla onun yaygın ve güçlü potansiyeli gölgelenmemeliydi, dolayısıyla, solu temsilen oylar SHP'de toplanmalıydı. " ... seçim sonuçları yorumlanırken , solun gücü bu aşamada SHP oylarının yüzdesiyle değerlendirilecektir. Sol güçler benimsese de benimsemese de, nesnel olarak yığınların gözün de durum budur. " (Gün, Ekim 1987, sayı: 32, bkz. Seçim yazıları) Hayır, bu bir "nesnellik" degil, yanılsamadır. Daha dogrusu revi zyonistler-liberal sol bakımından "nesnellik"tir, ama sosyalistler bakımından degil. Zira onlar her zaman burjuvazinin şu veya bu fraksiyonunun, sosyal demokrasinin bir eklentisi olmuşlardır. Bu "nesnellik"i bozmak, bu yanıtsamayı gidermek, sosyal demokrasiyle araya kesin bir sınır çizmek gerekiyor. Devrimci solla burjuva sol arasına kalın bir çizgi çekmek gerekiyor. Güçler ne kadar cılız olursa olsun pratik siyasette bu ilk adım atılmaksızın bagımsız ve sosyalist bir işçi hareketi nasıl yaratılabilir? Sosyalizmin temsilciligini sermay enin sosyal-demokrat yedeklerine havale etmek, utanç verici bir tutum, varoldugu kadarıyla işçilerde devrimci, sosyalist bilinci tahrip etmek, işçilerin davasına ihanet degil midir? Revizyonist-liberal solun tümünün gerekçesi aynı ve ortaktır. Sosyalist Parti Girişim Komitesi: . . . yurttaşlarımızı ANAP 'a oy vermemeye çağırıyoruz." "Bağımsız adayiara verilen oy/ar gizli boykot anlamına gelecek ve bu da ANAP 'ın işine yarayacaktır. Bu nedenle bağımsız sosyalist adayları destekleyen bir çağrıda bulunmayı düşünmüyoruz. " (Yeni " 213 Gündem, Ekim 1987, sayJ:83) .tÜınter�:· "Seçimlerde ta�rımızı 'ANAP 'a oy yok 'diye belirledik, ANAP 'ın mutlaka alaşagı edilmesi gerek. Anti-demokratik seçim yasasını da. dikkate a/dıgımızda, güçlerin mutlaka bir noktada toplanmasının zorunlu oldugu görülmektedir. İyi niyetli de olsa, buna engel olacak hiçbir tavrı be"(limsemiyoruz." (Bagımsız adaylar kaste diliyor-AA,agy.) Görüş: "Bu seçimlerde SHP 'yi destek/iyoruz. Bımun nedeni de demokrasi güçlerinin birlikteliginin her zamandan daha çok önem taşımas ıdır. DSP 'ye verilecek oy/arın sonuçta Özal 'a yarayacagı, bagımsız sosyalist adayların da Türkiye solunu bütünüyle temsil etmediklerini düşünüyoruz." (agy.) . M.Aii Aybar: "Bagımsız sosyalist adaylar çıkması sosyalizmi tanıtmak ve propaganda yapmak açısından olumlu görülebilir. Ancak sınırlı bir gir;işimdir. Önümüzdeki seçimlerin esas meselesi, bence, Özal hükümetini iktidardan düşürme/etir. Bunun için tüm muhalefet partileri seçimi boykot etmelidir. Bu yapılmazsa, muhalefet partileri nin Öza/ 'ı düşürmek için her seçim bölgesinde işbirligi yapmaları tavsiye olunur." (agy.) . "Pemokrasi güçlerinin birligi", "Solun oylarının bölünmemesi" gerekçelerine deginildi. Aydınlıkçıların "gizli boykot" suçlaması ise üzerinde durulması gereksiz bayağı bir demagojidir. Geriye "Kara Yüzler tehlikesi" ya da '80 öncesi olduğu gibi "MC tehlikesi"ni anıŞtıran "ANAP tehlikesi" kalıyor. Bir "ANAP tehlikesi"dir tutturui muş gidiyor. "ANAP'a, Özal'a yarar" deniyor. Biz de mantığı tersine çeviriyoruz: "DYP'ye Demirel'e yarar, SHP'ye İnönü'ye yarar." Sınıf bilinçli işçi hiç de bunlardan birini, ehven-i şeri tercih etmek zorunda değildir. Eğer Marksizm ve işçi sınıfı. adına konuşuyorsak, partilere karşı tutumumuzu sadece ve sadece, bu partilerin yürürlükteki sermaye düzeni ve işçi sınıfı karşısındaki konumları bakımından saptayabiliriz. Y ürürlükteki sermaye düzeni ve işçi sınıfı karşısındaki temel tutum ları bakımından bir DYP'nin, bir RP'nin, hatta S HP ve DSP'nin arasındaki fark nedir? Burjuvazinin tüm kesimleri ve onların siyasal temsilcileri -partileri- kapitalizmi n sürmesi gereklil iği ve işçi sınıfı ve devrim karşısında birleşmiyorlar mı? Aynı nesnel koşullarda, aynı sınıf adına önerilen programların ya da çözümlerin farklılığı, sadece 214 yürürlükteki işçi sınıfına karşit sistemin nasıl sürdürülmesi . gere�tiği konusundaki farklılıklardan ibaret değil midir? K�ldı ki, Tür�iye'nin bugünkü iktisadi-toplumsal ve siyasal koşulları bu görece farklılıkları da azaltıyor, siliyor. Tümü de aynı iktisadi programı uygulamak zorundalar. Daha yumuşak ve daha sert ama aynı siyasal sistemi sUrdürrnek zorundalar. ANAP giderse ne olacak? Biri ya da .birileri onun yerini alacak. S istem tıkanıp yeni bir darbe gündeme gelmezse eğer; bu her zaman böyle değil midir? Bugün Özal yarın Demirel �eya İnönü 'dür. Ama işçi sınıfı· ve emekçiler bakımından, hayal k ınkhkları ve ümitsizlik dışında, temel. hiçbir sorunda değişiklik olmaz. Burjuva partiler işçileri ve emekçileri serseme çeviriyorlar. Revizyonist�liberal solcularda buna yardım ediyorlar. Dün MC, Demirel "esas t�hlike"ydi. Bu gün ANAP ve Özal, yarın yine Demirel olabi lir. Ya da revizyonist terin bestedikleri umutlar bir boşa çıktığında, hayal kınkhktarım ifade edecekleri, ricalarda bulunacakları , sitem edecekleri, ama şüphesiz yine de desteklerini esirgemeyecekleri sermaye düzeninin sosyal demokrat hizmetkarları İnönüler, Ecevitler. V c atların yarışına dayanan bu sistem sürdükçe, atların her değiş mcsinde ya da sistem tıkandıkça gelebilecek her yeni darbede revizyo nistler politika değiştirecek, yeni "tehlike"ler, yeni "baş düşınan"lar tespit edilecek ve bir kısır döngü halinde bu sürüp giderken, sistem kendi mantığı içinele yürümeye devam edecek. Ve gericle işçiler ve emekçilerde hayal kırıki ıkları, bilinç çürümesi, çaresizlik kalacak. İşçi sınıfı bu sersemletici, kurtuluş yolunu saptıran oyunun bilincine erip, bütün burjuva ve küçük-burjuva partilerden tam ve kesin olarak kopana, sınıf bilincine crene, kendi bağımsız partisini oluşturup, sistemin tümüne karşı kendi bağımsız eylemini sürdürme yeteneğine sahip olana kada� revizyonist-liberal sol çevreler politikalarıyla işte tam da bunu, bu hayati ve acil görevin yerine getirilmesi işini torpilliyorlar. * Burjuva partilerin kuyruğuna takılış revizyonist-liberal solun programlarının ya da siyasal platformlarının doğrudan mantıki sonu cudur. 12 Eylül sonrası tümü de programlarının ya da siyasal 215 · platformlannın düzeyini indirdi, sosyal-demokratların hatta Demirel 'in programına yaklaşurdılar. Devrim gündemden çıkarıldı ya da bu söz, bir reformlar demetine anayasal düzenlemeler derekesine düşürüldü. Sosyalizm, marksist içeriginden yoksun bir tür burjuva sosyalizmine dönüştürülerek uzak bir gelecege ertelendi. Burjuva demokrasisi biricik program olarak benimsendi. İllegalite, illegal parti yani ihtilal partisi afaroz edildi; burjuva demokrasisi kutsanarak ona saygı, onun yasallıgına ve çizdigi çerçeveye saygı telkin edilir oldu. Bu da, kaçınılmaz olarak, sadece sosyal-demokrasiyle degil, gerici sermaye partileriyle (DYP gibi), komünizmin ve işçi sınıfının fanatik düşmanlarıyla (RP, İslam radikalleri gibi) ortak noktalar aramaya, onları liberal sosyalistlerimiıle geçinebilecekleri bir demokrasi için ikna çabalanna, onlara yaltaklanmaya, onlar hakkında hayaller yay maya, sahip olmadıkları nitelikleri atfetmeye yolaçtı. Demirelierin demokratlığına dair tartışmalar, bizzat Demirellerin kendilerinin söz ve eylemleriyle bunu sık sık tekzip etmelerine rağmen, ortalığı kapladı, ' vh TKP'den, Aydınlıkçılara kadar bu hep böyle. Aydınlıkçıların sözcüsü Saçak dergisi, "tek çözüm" olarak parla mentoyu savunan kuvvetlerin "milli uzlaşması"nı öneriyor. Murat Belge, toplumsal sınıfların uzlaşmasına dayanan bir "ulusal konsensus" öneriyor. Ahmet Kaçmaz, sadece SHP'yle sınırlı olmakla birlikte, "demokra si bloku"ndan sözediyor. TKP, "tüm iktidarın demokratik koşullarda oluşacak bir parlamen toda olduğu", "Barış ve Ulusal Demokrasi Programı", aynı programı, TKP-TİP yani müstakbel TBKP, "Barış ve Demokratik Yenilenme Programı" adıyla öneriyor. Burjuvaziyle işbirliği yolunda en ikircimsiz ilerleyen TKP'dir. Şöyle başladi: " . . . Biz burjuvazinin değişik kanatlarının bugün bir demokrasi . müştereği ortaya koymuş olmalarına büyük değer veriyoruz. Bunu hiç ikircimlenmeksizin destekliyoruz. Bu gelişmenin ülke tarihinde yeni bir gelişme, olgu olarak çok yönlü irdelenmesi gerekliliğini ileri sürüyoruz . . . "Günümüzde iki ayrı demokrasi programı oluşmuştur. Birincisi ' 216 burjuva muhalefet partilerinin birleştiği demokrasi asgari müştereği dir... "Diğeri Sol Birlik'in öne sürdüğü daha kapsamlı ve tutarlı demok rasi platformudur. Bunun istemleri, hedefleri biliniyor. Sol Birlik 'in platformu birinci pl'atformla ortak noktalara sahiptir. "Bu iki gelişme, asla küçümsenmemesi üzerinden atianmaması ge reken yakın tarihimizin iki önemli olgusudur. BUrjuva muhalejetin ho mojen olmadığını, çelişkiler taşıdığını, geriye dönüşler yapabileceğini biliyoruz. Bunu önlemek ve iki platformu birbirine yak/aştırmak görevi sol güçlere ve öteki tutarlı demokrat/ara düşüyor. . . " "Şimdi görev bu iki platformu, ortak noktaları genişleterek, artırarak yaklaştırmak, solun demokrasi hareketindeki etkinliğini artırmaktır." (TKP MK 4.Plenumu) TKP, bu görevi yerine getirdi, ama "Barış ve Ulusal Demokrasi Programı"yla kendi platforumunu burjuva muhalefetin platformuna daha da yaklaştırarak. TKP'ye göre, 12 Eylül darbesiyle iktidarın sınıf tabiatı değişmiştir. "12 Eylül ile iktidarı emperyalizmin işbirlikçisi, ulus düşmanı güçler" ele geçirmiştir. Yani daha önce emperyalizmin işbirlikçisi olmayan ulusal güçler iktidardaydı! Ve şimdi "Bütün ulusal güçler... ulusal kurtuluşçu topyekün bir seferberlik içine ' girmelidir/er." (Barış ve Ulusal Demokrasi Programı, s. 1 2) " Yapılması gereken ilk iş 12 Eylül rejimine son vermek ve demok ratik bir rejim kurmaktır. 12 Eylül rejimine son verebilmek için, Evren Özal yönetimini iktidardan uzaklaştırmak, demokratik bir rejim kura bilmek için de ulusal ve demokratik bir iktidar� işbaşma getirmek zorunludur." (agy .) Kimdir bu iktidarın sınıfsal güçleri? B unlar işçilerden ulusal sana yicilere -bunlarla kastedilen büyük sanayi burjuvazisidir, orta katman lar değil, onlar ayrıca sayılıyor-, sendikalardan ziraat, sanayi ve ticaret odaları mensuplarına kadar uzanıyor. (Barış ve Ulusal Demokrasi Programı, s.9) Kimdir bu iktidarın siyasal güçleri? "TKP, yasadışı tutulan öteki sol güçler, SHP, DSP, RP, DYP" (agy., s. l 2, s.30) Nasıl bir demokrasi ve bu nasıl kurulacaktır? 217 "Eğer bir kazaya uğramazsa önde genel seçimler duruyor. Seçim ler de demokrasi güçlerinin işbirliği için bir platform... olacaktır. "Bugünden ve seçim ortamında demokratik işbirlikleri oluşturul ması başarılırsa, demokratik bir parlamento oluşabilir. Bu işbirliği yığınların istemlerine ne ölçüde açık olursa, yeni parlamento ve yeni hükümet o ölçüde demokratik olacaktır. "Seçilecek parlamento, yeni demokratik bir anayasa, demokratik bir seçim yasası,, sınırsız genel af görevlerini yüklenmeli demokratik hak ve özgürlükleri eksiksiz sağlamalı ve uzak olmayan bir zamanda demokratik seçimleri öngörmelidir. "TKP, birleşik yığınsal demokratik harekete dayanacak ulusal, demokratik hükümetin ulusal demokrasiyi yaşama geçirmesi için mü cadele edecektir. Ulusal demokratik hükümete katılacak güçler arasında, işçi sınıfının ağırlığı ve etkisi, öncülük derecesi, TKP 'nin ve birleşik sol güçlerin o andaki güçlülüğü ölçüsünde ulusal demokrasi eksiksiz kurulabilecektir." (TKP 'nin Ulusal Demokrasi Alternatifi, s. l l) Yani TKP'ye göre şu önümüzdeki seçimlerde ANAP kaybederse, SHP, DSP, RP ve DYP'nin çogunluğu oluşturdugu demokratik bir parlamento oluşacaktır. Oluşacak parlamento, yeni demokratik bir anayasa, demokratik bir seçim yasası ve demokratik hak ve özgürlü kleri eksiksiz saglama görevini yüklenip yerine getirdikten sonra, TKP ve birleşik solun da katılacağı yeni demokratik seçimler yapılacak ve şüphesiz, S HP, DSP, D YP, RP, TKP ve diğer sol parlamentoda çoğun luğu sağlayacak böylece ulusal demokrasi kurulacaktır ! Eger TKP ve birleşik sol da kurulacak yeni ulusal ve demokratik hükümete katılırsa, o zaman ulusal demokrasi eksiksiz kurulmuş olacaktır! Sonra, Türkiye'yi yeniden "gelişme ve kalkınma", "modernleşme" yoluna sokacak ekonomik ve sosyal tedbirler uygulamaya koyulacak, bu da " 1 5 -20 yıllık bir süre içinde" tamamlanabilecektir. (TKP 'nin Ekono mik ve Sosyal Politika Alternatifi, s.36) Böylece iki aşamalı anti emperyalist demokratik halk devriminin birinci aşaması tamamlana cak, sonra TKP'nin öncülüğü pekiştiği ölçüde ikinci aşamaya geçilc cek, sonra sosyalizm ... Üstelik , "1KP 'nin birlik ve mücadelepolitikası konjonktürel, geçici bir politika, bir taktik değildir. 1KP 'nin birlik ve mücadele politikası · 218 ülkemizin temel sorunlarının çözümünde taraf olma, güvenilir bir bag/aşık .o lma poliıikasıdır." (Barış ve. Ulusal Demokrasi Programı, s.13) TKP'nin işçi sınıfına program, devrimci politika olarak sunduğu şey işte budur! TKP'nin program olarak sunduğu bu ince düşünülmüş ayrıntılı top lumsal projenin uygulanabilirliği bakımından akıl dışılığı hakkında konuşmak yersiz olur. Sözkonusu bağlaşıkların, yani SHP, DSP, RP ve DYP'nin henüz buna benzer projeleri yok. TKP; burada da yine sadece diliyor ve dileklerinden program oluşturmuş oluyor. Ancak burjuva partiler, anayasal ve parlamenter sisteme saygılı TKP'li bir demokrasi programına sahip değillerse, bu her şeyden önce Türkiye kapitalizminin imkanlarının sınırlılığından, burjuvazinin ik tisadi gücünün zayıflığındandır. Yanısıra, bir dizi hassas siyasal sorunlara -Kürt sorunu gibi- sahip oluşundandır. Türkiye kapitalizmi işçi sınıfına, komünizme kapalı bir parlamenter çerçeveyi dahi kaldıramıyor. Son otuz yılın tarihi, peşpeşe gelen askeri darbeler bunu anlatıyor. Olabildiği kadarıyla burjuva demokratik çerçeve, örneğin 1 960 ve 1974 sonrası, şarta baglıdır; sistem tehlikeye girdiğinde ortadan kaldırılmaktadır. Kaldı ki burjuva demokrasisi, olabildiği kadarıyla, sadece geri ülkelerde değil, ileri ülkelerde dahi şarta bağlıdır. Tarih bunun kanıtıdır. Türkiye 'de siyasal gericilik doğrudan sermaye egemenliğinden, sermaye iktidarından kaynaklanıyor. Bizde siyasal gericiliğin, faşiz min temsilcisi iktidardaki burjuvazidir. Dolayısıyla demokrasi sorunu sermayenin egemenliğini devirme sorununa, yani bir proleter devri mine ve dolayısıyla proleter demokrasisi sorununa bağlanmıştır: Öte yaMan kapitalist bir ülkede, burjuva demokrasisi programı tarih.sel ve siyasal bakımdan gerici bir programdır. Demokratik istem leri için, bunların derhal gerçekleşmesi için savaşıma evet, ama bur juva demokrasisini program edinmeye hayır! Sermaye düzeninin ve sermaye iktidarının hüküm sürdüğü bir ülkede burjuva demokrasisi marksist bir işçi partisinin programı olamaz. Demokrasi sorununun işçi sınıfı bakımından hayati önemi açıktır. V c işçi sınıfı ancak demokrasi savaşımı içinde sosyalist devrime hazırlanabi'lir. Ama burjuva demokrasisini program ed inerek, onu 219 kendisine stratejik hedef seçerek degil. Eger Marksizmden söz edili yorsa, demokrasi savaşımının anlamı komünistler bakımından "Proletaryanın, burjuvazinin devril-mesini ve kendi zaferini hazırlamak üzere, bütün demokratikkurumları ve özlemleri kendi sınıfsavaşımında seferber etmesi" olabilir. A. Azad Kasım 220 1987 KÖTÜ BİR SINA VIN GÖSTERDİKLERİ (Y. Çlizüm, Türkiye Sorunları, Sosyalist /#Çi ve 1. Mayıs dergilerinin seçim taktiklerinin eleştirisi) Siyasal mücadele ve sorunlardaki temel tutumlar bir siyasal parti veya akımın niteliginin daha kolay aniaşılmasını saglayan gösterge lerdir. Bazen teori ve programda örtük bulunan öz, pratik siyasal sorunlar ele alındıgında kendini bütün çıplaklıgıyla ortaya koyar. Marksizm ve işçi sınıfı adına konuşan parti ve grupların seçim plat formları ya da taktikleri bu bakımdan her biri hakkında fikir edinme mizi sagladı. Her biri, sadece dar anlamda seçimlerdeki tutumlarını degil, bunlarla birlikte, dogal ve kaçınılmaz olarak, bazı temel sorun lardaki tutumlarını da açıga vurdular. Konunun önemi burada. Ekim, ilk sayısında, "Seçimler, Parlamento ve Bagımsız Sınıf Tu tumu" başlıklı yazıda şuna işaret etmişti: "Bu ülkede, sol, onyıllardırfarkında olarak veya olmaksızın ideo lojik, siyasal ve pratik tutumuyla, işçi sınıfını, direkt ya da dolaylı, burjuvazinin şu veya bu fraksiyonunun ya da küçük-burjuvazinin 221 eklentisi haline getirmiştir; bu yüzden de, 'bütün burjuvaziden ve küçük-burjuvaziden bağımsız bir sınıf hareketi yaratamamıştır. Bugün revizyonistler ve liberal sol· aynı rolü sosyalizm adına oynamaya devam ediyorlar. B u bakımdan bağımsız kimlik sorunu, bunun vurgusu ve ilk adımları, hayati bir önem taşıyor. Bu varolmanm ve ilerlemenin olmazsa olmaz koşuludur." Aynı yazıda, "sosyalist hareketin ideolojik-siyasi bağımsızlığını sağlamanın ve bağımsız sosyalisı bir işçi hareketi yaratmanın çabalarımızın ekseni ve biricik amacı olduğu bir dönemde, seçimler, bu bağımsız kimliğin ve tutumun vurgusunu yapmanın bir vesilesi olmasi bakımından önem taşıyor" , deniyordu. B urjuva partileri desteklemeye ya da işçileri bu partileri destekle mekten alıkoymak için açık ve doğrudan çağrı yapmaktan geri durarak desteklemeye -bu tavır ya da "tavırsızlık" da dolaylı desteği ifade eder . son vermek, işçilerin temsilcileri yoksa boş oy kullanmak şeklindeki doğru tutum, geniş kesimlere ulaştırılmasa dahi, ulaşabildiği kadarıyla, hiç olmazsa, sınıfın sosyalist ya da sosyalizme yatkın ileri kesim leri nin, dahası, bugünkü koşullar altinda komünistlerin de, siyasal eğitimi bakımından önemi vardı ve bağımsız kimlik kazanmanın bir adımını ifade ediyordu. "Ulusal demokrasi", "demokratik yenilenme", "milli uzlaşma", "ulusal konsensus", "demokrasi bloku" vb. isimler altında burjuva de mokrasisi ni kendine program/amaç edinmiş revizyonist-liberal sol burjuvaziye bağımlı olduğunun yeni bir örneğini verdi; seçimlerde ona çalıştı. B unların tutumlarını Ekim 'in 2. sayısında ele almıştık. Ancak, burjuvaziye el uzatmanın örnekleri, şu veya bu şekilde, küçük-burjuva sosyalizminin temsilcisi gruplarda ya da bu akımın '80 sonrası. başkalaşmış veya başkalaşına sürecindeki temsilcilerinde de görüldü. Bu yazıda bunu gösterıneye çalışacağız. Örneğin, Yeni Çözüm. Yeni Çözüm, Türkiye'de devriınci popülist hareketin, devriınci demokrasinin en militan temsilcilerinden biridir. Seçimlerin ardından yaptığı değerlendirmede, revizyonistlere ve "yeni reformistler" olarak adlandırdığı bağımsız aday gösteren dergi lere verip veriştiriyor; "seçimler konusunda izlenen politika"nın, "devrimci çizgiyle oportünist çizginin net olarak ayrıştığı noktalardan biri" olduğunu yazıyor. (Sayı:9, s.S-6, Ocak 1 988) Katılıyoruz. Ancak 222 bununla birlikte, Yeni Çözüm 'Un seçimlerde devrimci bir çizgi izledigi konusunda knşkuluyuz. O halde, Yeni Çözüm 'ün seçimlerde sundugu devrimci çizgi neydi, onu görelim. Yeni Çözüm, seçimlerdeki tutumunu Ekim-Kasım sayısındaki "Par lamento Seçimleri ve Devrimci Tavır" başlıklı başyazısında açıklamıştı. Yazıda, seçimlere öncekilerde oldugu gibi sadece burjuva partilerin katıldıgı, emekçi kesimlerin ise kendiİerini temsil eden partileriyle katılma şansına yine sahip olmadıkları belirtildİkten sonra, tek tek alternatifler ve tutumlar ele alınıyordu: "Kendilerine 'sosyalist ' diyen kimi ilerici dergilerin seçimlerde kendi adaylarını göstermeleri de bu gerçeği degiştirmeyecektir. ller . şeyden önce bir kez, 'sosyalist '(!) diye ileri sürülen bu adaylar, iddia edildiği gibi gerçek birer sosyalist değil, reformisı ya da revizyonist terin adaylarıdır. Bu halleriyle devrimci sol güçler tarafından destek lenmeleri sözkonusu olamaz." (Sayı:8, s. l ) " İktidar partisi ANAP n e kadar düzen partisi ise DYP, Sl/P v e DSP de o kadar düzen parti/eridir. Hiçbiri emekten ve emekçiden yana değildir ... "Emekçiden yana olduğunu her fırsatta dile getiren SHP ile DSP, gerçekte emeğin ve emekçinin karşısındadır. Aksi olsaydı emperyaliz min yeni sömürgesi bir ülkede emperyalizme ve onun tahakkümüne karşı çıkar, NATO 'da kalmaktan AT'ye tam üyelikten sözetmez/erdi. " " (agy.) (İşçiye karşıt bir konumda, burjuva çerçevede kalınarak da, yani anti-kapitalist, sosyalist bir içeriği olmaksızın da, bütün bunlar savu nulabilir.) Şimdi iniş başlıyor: "Göre/i de olsa SIJP ve DSP düzen partileri olmalarına rağmen ANAP, DYP vb. partilerden bazıfarklı tutumlara sahip oldukları qçık. Her şeyden önce bu iki parti bünyesinde az da olsa demokrat, yurtsever ve ilerici adaylar barındırmakta olup hatta (hatta!) bunların bazıları kimi seçim bölgelerinde adaylık/arını bile (bile!) koymuşbulunmaktadir (Aman ne iyi!). O halde bu iki parti desteklenemez mi diye sorulabi lir?" (agy.) Bu soruya cevap olarak, SHP ve DSP'nin düzen partileri oldukları, "sol" olmadıkları, "içlerinde deınokmt ya da i lerici unsurların bulun ması, SHP ve DSP gibi sosyal-demokrat iddialı partileri ilerici ya da 223 demokrat yapamayacalfı" sözlerinin ardından, "Yarın, Gün, Alınteri reformİst ve revizyonistler"inin, "SHP'nin desteklenmesi gerektiği dogrultusundaki tiradları"na, "bunun burjuva kuyrukçuluğu olduğu nun farkındalar mı bilemiyoruz" şeklindeki "uyarıcı" eleştiii geliyor: Sonuç: "SHP ile DSP gibi burjuva partilerin parti olarak (abç) devrimci sol güçler tarafından desteklenmelerinin sözkonusu dahi edilemeye ceği.,. Keza mevcut bağımsız sosyalist (!) adayların da ... belirtilen nedenlerle desteklenemeyeceği .. Devrimci Sol güçler olarak bu erken genel seçimde kendi bağımsız devrimci adaylarımızı da gösterme durumunda olmadığımıza göre. .. Bu aşamadaki doğru devrimci tavır; ilericiliğinden, demokrat ve yurtseverliğinden kuşku duyulmayan, özellikle varsa bağımsız adaylar, bu türden adaylar bulunmuyorsa (şimdi hazır olun !) SHP ya da DSP 'deki yukarda belirtilen niteliklere uygun (parti değil) partili adaylar desteklenmelidir. (abç.) Belirtilen adayların bulunmadığı seçim bölgelerinde sandık başına gidilmemeli; bu bölgelerde seçimler 'boykot ' edilmelidir." (agy., s.2) SHP, DSP değil de, "belirtilen niteliklere uygun" SHP ya da DSP'li adaylar desteklenmelidir - Yeni Çözüm 'ün seçimlerde sunduğu "dev rimci sol" taktik işte buydu! Gerçekte, burada sözkonusu olan, sık sık rastlandığı gibi, radikal "sol" biçim ardındaki özün -küçük-burjuva demokratik öz- kendini sağ bir tarzda açığ� vurmasıdır. Sosyal-demak rasinin kuyrukçusu revizyonist-liberal sola esip gürleyen Yeni Çözüm, seçimlerde, kendisinin de "devrimci sol" bir tarzda sosyal-demokra sinin destekçisi, kuyruğu durumuna düştüğilnün farkında mıdır, bilemiyoruz. Şu basit nedenlerden dolayı: Adayların kişisel düşünce ve eğilimleri ne olursa olsun, aylar partilere ve programlara verilir. "Biz partiyi değil, partili adayları destekliyoruz" kaydı bu gerçeği değiştirmez; ayrıca bu sözler saçmalıktır, zira, "partili adayları destekliyoruz" demek, "partiyi destekliyoruz" sözlerinin yinelenmesinden başka bir şey değildir. Tek tck adaylar, kişisel düşünce ve eğilimlerinden bağımsız olarak- resmi · çizgiden farklı düşüncelere de sahip olabilirler, bu öncmsizdir- liste sinde yer aldıkları partiyi ve onun programını temsil etmiş olurlar, ve verilecek ayların dağuracağı siyasal sonuç da bundan başka bir şey olmaz. Bu, siyasetin basit bir kuralıdır, bilinmesi gerekir. Ancak, Yeni 224 Çözüm 'ü buna iten şey, politik safi ık, bilgisizlikten çok, nesnel olarak temsil ettigi toplu,m sal kesim ve onun özlemlerinin, istemlerinin ifa desi olan çizgisinin yolaçugı küçük-burjuva demokratik önyargılardır. O, anti-kapitalist, sosyalist içerige oturmamış bir bagımsızlık ve demokrasi programını amaçlaştırdıgından, esasen bununla sınırlı ol dugundan, sosyal-demokrat partilerin saflannda her zaman kendinden bir şeyler bulabiilr. Zira, orda orta sınıfların temsilcileri vardır ve bu partiler göreceii olarak orta sınıf özlem ve çıkarlarının, sermayesınıfının genel çıkarlan çerçevesinde, taşıyıcısıdırlar. "Yurtsever", "demokrat", "ilerici" -bütün bu kavramlar burjuva içerikten bagımsız degillerdir, ve izafidirler.- SHP, DSP saflarındaki pek çok işi bu kavrarnlara uyar. Zira pek çogu "yurtsever"dir, ya da "kendi ulusu"nun, yani "kendi burjuvazisi"nin çıkarlarını başka uluslann burjuvazileri ne, büyük kapitalist devletlere karşı savunmaya hazırdırlar. "Cumhuriyet"in gelecegini ve bütünlügünü tehlikeye sokmamak kaydıyla, bununla sınırlı olarak, "demokrat"tırlar; "ilerici"dirler, dini gericilige karşı olmaya hazır, laik devletten yanadırlar, vb. Ve şüphesiz ki, bütün bu "nitelik"lerini mevcut burjuva sistemin meşruluguna dokunmadan, onun içinde ve "yasal" araçlarla gerçekleştirmek is terler; yani reform isttirl er, burj u va reformcularıdtrlar. Yeni Çözüm bulabilir, ama komünistler burada kendinden bir şey bulmazlar, bulamazlar. Öte yandan, seçimler komünistler bakımından "özel bir siyasi ope rasyon degildir ... yalnızca sınıf bilinçli proletaryanın dünyaya siyasi bakış açısının temel taleplerini ve ilkelerini savunmak için özel bir fırsattır." (Lenin) Bu nedenle de, "yurtseverlik", ·"demokratlık" "ile ricilik" gibi küçük-burjuva demokratik ilkeler-önyargılar ya da reform istemleri üzerine oturtulamazlar. Kaldı ki, Yeni Çözüm kendi ölçütlerinde dahi tutarsızlıga düşmüş tür. örnegin, bazı dergilerin ileri sürdügü bagımsız adayları gerçek sosyalist olmadıkları gerekçesiyle desteklememiştir. Olabilir, bu bir tutumdur ve burada sosyalist ölçütler sözkonusu edilmiştir. Ancak, SHP ve DSP'nin adayları ise "yurtsever", "demokrat", "ilerici" ölçüt lere vurulmuştur. İşte tutarsızlık burada. Sözkonusu bagımsız adayların SHP ve DSP'nin adaylannın istisnasız tümünden daha "yurtsever", "demokrat", "ilerici" oldukları tartışma götürür mü? Bu da, Yeni 225 Çözüm 'ün hiç de "sosyalist ölçütler" kaygısını taşımadıgını, ya da en azından, grupçu, "benim degilse neye yarar" şeklindeki küçük-burjuva illetiyle, malUl oldugunu gösterir. Yeni Çözüm, seçimlerin ardından yaptıgı degerlendirmede�bagımsız aday gösteren dergÜeri eleştirirkeiı, "somut durumun somÜt tahlilini yaparak ona göre devrimci taktiklerini çizmek yerine ML klasiklerden aldıkları 'sosyalizmin bagımsız tavrını koymak', 'sos1ftlist propagan da yapmak' görevini. .. mekanik-şemalik bir biçimde uygulamışlardır", , diyor. Kahve toplantılarından sözederek, "bunlar $ nereden çıktı", "bugüne kadar neredeydiniz", �'bitse de kafam ızı dinlesek" şeklindeki tepkileri aktanp aklınca m uhataplarını alaya alıyor. Devamla, sonucun "tam bir kara mizah" oldugunu, bagımsız adayiara verilen oylarıo yüzler hanesini aşmadıgını, · "girdikleri seçim de aldıklan üçer-beşer yüz oyla kitlelerin nezdinde sol'un gücünü karikatürize ettiklerini" -yazıyor. (Sayı:9, s.S-6) Sözkonusu dergilerin Marksizmi temsil edip etmedikleri bir yana, Yeni Çözüm 'ün aslında onlann şahsında aşagıladıgı şey, Marksizmin: devrimci sınıftutumunun ta kendisidir. Yeni Çözüm yazarları marksist leninist klasiklerden çıkarılmış i l keleri ve yöntemleri aşagılayacaJdarına -ki onlar, bunları hep "3. bunalım döneminin ilişki ve çelişkileri" nedeniyle modası geçmiş, eskimiş, "dogmatik" bulur lar!- biraz onlara kulak verselerdi belki dogru yolu bulurlardı. Marks Engels işçi hareketinin bagımsızlıgına ve bunun korunmasına en büyük titizligi göstermişlerdir. Her meseledc oldugu gibi, temsili kurumlar sorununa da bu açıdan yaklaşmışlardır. Bu nedenle, ömegin, Almanya'da 1 850 'de, bekledikleri yeni bir devrimin ardından yapılacak temsili seçimlerde, kazanma şanslarının hiç olmadıgı durumlar da dahil, gericilerin kazanması pahasına da olsa, bagımsızlıklarını korumaları için, işçilerin, mutlakiyete ve feodalizme karşı savaşın başını çekecek olan devrimci küçük-burjuvaziyi dahi desteklememe lerini, görüşlerini kamuoyu önüne getirmek için her yerde kendi bagımsız adaylarını ileri sürmelcrini salık veriyorlardı. Lenin, bir Bolşevik'in sandıga bir Kadet'in (toplumsal-siyasal rolü bakımından aşagı yukarı bizdeki sosyal-demokrata denk düşer) ismini taşıyan oy pusulasını atmasım igrenç buluyordu. Yeni Çözüm ise, okuyucularına, Türkiye'nin Kadetleri arasında "ilericiliginden, demokrat ve yurtse· 226 · verliginden kuşku duyuİmayan" adayiara oy verilmesini salık venniş tir. Üstüne de, kalkıp, kitlelerin apolitik veya dogal tepkilerini ya da şaşkınlıklarını -zira, sosyalizm uzun süredir ortada yok ya da sesini duyurarnıyar gerçekten- muhaliflerine karşı kullanırken dahada tutarsız bir konuma düşüyor. Sonra da, yüzlerle ifade edilen oy miktarıyla alay ediyor. Kendisi gösterseydi diyelim ki, binler hanesini tutturacaktı. Bu çok mu farklı olurdu? Sol gücünü neden abartsın ya da ortaya koymak tan korksun. Alternatif bagımsız bir politik hareket yaratma yolunda, atılması zorunlu bir adımsa, önce yüzlerle de baŞlasa, buradan başla madan, bin, onbin, yüzbin, milyon olmak olanaklı mıdır? Kaldı ki, burada önemli olan temel siyasal tutum ve ilkelerdir, oy miktan degil. Yeni Çözüm 'ün sözkonusu dergilerin şahsında alaya aldıgı dogru tutum ve ilkelerdir; ve bu dergilerin niteliklerinden bagımsız olarak, onların tutumu, hiç kuşkusuz Yeni Çözüm 'ün tutumundan ileriydi. Alternatif bir güç olarnamanın alternatifi, burjuva partileri desteklemek alterna tifi degildir. Yeni Çözüm 'ün yapugı tastamam buydu. "İlericiliginden, demokrat ve yurtseverliginden kuşku duyulmayan adayların bulunmadıgı seçim bölgelerinde seçimler boykot edilmeli dir" tutumu ise, sag tavrı dengeleyen 'sol' tutum olmalı. Sözkonusu edilen, uluslararası işçi hareketinin tarihinde devrimci bir gelenek olan "boykot" sloganı ise, yeri ve zamanında, kesinlikle bir devrimci yük seliş, bir devrimci durum anında, ileri sürütmesi gereken, cepheden bir saldırı aracı olan "boykot" sloganı bizim "sol"cularımızın elinde yeterince yozlaştırıldı. Onların bunu devrimci glidülerle yapmalan hiçbir şeyi degiştirmez. Yıllardır tekrarlanıp durulan, ama ne oldugu hiç aniaşılmayan ve anlaşılması için de hiç kafa yorulmayan, bu nedenle de artık bıkkınlık veren, şu "somut şartların somut tahlili" de bu olmalı! Popülist hareketin devrimci kanadı, anti-emperyalist, anti-faşist, anti-şovenisttir, siyasal gericiligin kararlı düşmanıdıt. Kapitalist sömürü ve baskıya karşı çıkar, emekten yanadır; ama bunu marksist açıya, sınıf bilinçli proJeterin bakış açısına oturtamaz. Bizim popülist ler Marksizmi, işçi sınıfının dünya görüşUnU temsil ettiklerine içten likle inanırlar. Ancak,işçi sınıfı onların gözünde, Lenin 'in işaret ettigi gibi, sosyalizm için sonuna kadar savaşacak tek sınıf degil de, genel olarak "halk" ın bir parçasıdır, mevcut sistemden en çok acı çekef\,bu · yüzden de ona karşı en kararlı savaşacak olan sınıfur, Yeni Çözüm gibilerinde bu da degildir, onun adına öncülük misyonu yülclenecek bir parti �afından kırdan şehire stratejisinin manuki sonucu olarak, ömegin devrimin temel ve itici gücü olarak ele aldıgı köylülük (sınıflardan olu�n. karşıt sınıfiara bölünmüş köylülük!) tarafından kurtarılması gereken bir sınıftır. İşçi sınıfı devrimciligi, işçi sınıfının fiili öncülügü, "işçi ihtilali" ise "sovyetik tip" diye reddedilecek, sovyet devrimine çoktan ihanet etmiş "dogmatik" diye nitelenen düpedüz iltifat- revizyonistlere atfedilir. (Bkz. Yeni Çözüm, sayı:S, "Proletaryanın Üç Büyük Zaferi" başlıklı yazı). O ise, genel olarak "halk"ın temsilcisidir. Örnegin, bakkallann, küçük esnafın gelecegi için de savaşmaktan geri durmaz. Bu yüzden de şu satırlar hiç şaşırtıcı olmaz: "Küçük esnaf ve zanaatçılar, ihracata yönelik birikim politikasının kaçınılmaz sonucu olarak, bakkalların süpermarketlere, zanaatçıların da sermayeleri eritilerek tekellerin sermaye dişlileri arasında eritilme/erine vb., üretim kooperatiflerinde bir araya gelerek karşı çıkışı savunma/ıdır/ar." (Yeni Çözüm, sayı:2, s.5) Ana temaları bagımsızlık, demokrasi ve genel olarak "halk" olan küçük-burjuva sosyalizmi 1 devrimci-demokrasi marksist söylemlerlc ne kadar karışmış olursa olsun, tarihi tecrübelerin de kanıtladıgı gibi, son tahlilde, burjuva demokrasisinin sol kanadıdır. Bunu şu veya bu şekilde kaçınılmaz olarak ortaya koyar, bagımsız bir işçi hareketi geliştikçe bu daha açık görülecektir. Siyasal gericiligin, faşizmin sermaye iktidanndan kaynaklandıgı, ve bu nedenle de demokrasi sorununun (tek tek demokratik istemler için demokrasi savaşımı. degil, devlet olarak demokrasi sorunu) ser maye egemenliginin devrilmesi sorununa baglandıgı, bunun da, söz konusu olan ve ugruna savaşılması gereken proletarya devrimiyse, bir sosyalist demokrasiden başka bir şey olamayacagı burjuva-kapitalist bir ülkede, Türkiye 'de, sadece burjuva demokrasisi programı degil, demokratik devrim programı, ya da genel olamk demokrasiyi amaç edinmek, kişiyi, akımları, partileri şu veya bu şekilde burjuvazinin yörüngesine sokar. Yeni-Çözüm bize bunun bir ömegini veriyor. Diger bir örnegini, TDKP şahsında H.Fırat gösterdi. (Bkz. Ekim, sayı:4, "Teorinin Yoksullugu" başlıklı yazı) 228 • Başka örnekler de var. Alan Yayıncılık Türkiye Sorunları Dizisi nin 3 nolu kitabında, A.R.Sarıali imzasını taşıyan "Seçim Üzerine" başlıklı yazıda, sorun "demokratikleşme süreci" bakımından ele alınıyordu. "Seçimlerin demokrasiye geçiş olmadı� ı. 1 2 Eylül rejiminin varlı�ını sürdürdü�ü" saptamasının ardından, bir dizi siyasal reform talebi sıralanıyar ve devrimcilerin sözkonusu "talepleri içtenlikle savunacak ve yerine ge tirilmesi doğultusunda çalışacak milletvekili adaylarıyla -sayıları çok az da olsa- hangi siyasi partide olduklarına bakılmaksızın, aynı platformda yer almaları ve birlikte hareket etmeleri yanlış olmayacaktır" deniliyordu. (Türkiye Sorunları Dizisi-3, s.7-8) Görüldü�ü gibi bu arkadaşiann demokrasi ufku daha geniş! "De mokratlan" sadece SHP, DSP adayları arasında degil, diger partilerde de anyarlar. B u bakımdan TBKP'nin demokrasi perspektifini andırıyor. Popülist hareketin liberal cenahına yakın olduklan gözönüne alınınca, anlaşılır oluyor. '80 öncesi, popülist hareketin modern revizyonizme en yakın duran kesimi olan, '80 sonrası ise sag cereyanın etkisi altına en çok giren, Gorbaçov 'un demokrasi atılımlanndan da ilham alan Yeni Öncü çevresi de şu "demokrasi" sorununda tekledi. Demokrasi üzerine eski Kautskist şarkıyı okumaya başladı. Proleter demokrasi ile burjuva demokrasisi arasındaki farkı bulanıklaştırdı. Bu, siyasal sonuçlarını ilk fırsatta, ör negin referandum sorununda verdi. "Her boş oy Özal ve I 2 Eylülcülere soldan verilmiş bir destektir" diyerek en hızlı "evet"çiler arasında yer alan Yeni Öncü nün, diğer gerekçelerinin yanısıra, temel gerekçesi "demokrasi"ydi. Tam bir şaşkınlık ömegi, sol ile sag arasında ortak demokrasi mantığı arıyor, "evet"in gerekçesini sosyalist demokrasi sorununa kadar vardırıyordu. (Sayı:6, s.2, Eylül 1 987) Yeni Öncü Yazı Kurulu çoğunluguna gerekli yanıtlar, yine aynı derginin yazarlarından A. Ural tarafından, aynı derginin sayfalannda verildi. Ş imdilik ekie yecek fazla bir şey yok. Yeni Öncü, son sayısında, sorunun esasına hiç girmeden, referandum sorununda düştüğü zor durumu kısmen telafi etmek için şunları yazdı: "Referandum üzerine yaptığımız değerlen dirmede, hayır oylarının Özal'la birlikte olduğunu söylemiştik. Seçim , ' ' 229 sonuçlan bizim yanıldı#ımızı gösterdi. Hatta bizim savımız, evet 'olmayan oyların da ("boş {)y" kastediliyor) Özal'a yardımcı olacagı şeklindeydi." (Sayı:9. s.3, 09alc 1988) Dikkat çeken nokta şu ki, sag cereyana kapılmış akımlarda yer alan, ama bu cereyanı göglislemeye, durdurmaya çalışan tek tek unsurlar, siyasal-taktik sorunlarda da aşagı yukarı benzer sonuçlara vanyorlar. Ahmet Ural bunup bir ömegi. Sosyalist İşçi 5osyalist İşçi, bir yandan Troçkizmle flört Bu duruma, Xurtuluş "ı ;ıt:.ınun diger kanadında, sayfalarında da rastlıy(.ı ederken, öte yandan a.ı · r�linizmi kendine ilke edinmiş bir dergi. Bu büyük devrimeiye uluorta dil uzatıyor. Aynı derginin yazarlarınçtan R.Kasım ise, bu anti-Stalinist dile karşı çıkıyor. İlginçtir, Sosyalist İşçi Yazı Kurulu, referandumda "evet"çiydi; seçimlerde SHP'ye· oy veril mesi ça#fısı yaptı. R.Kasım ise referandumda bagımsız tutum için "boş oy" dedi; seçimlerde sosyal-demokrasinin desteklenmesine karşı çıkıp, sosyalist işçi hareketinin yaratılması için sosyal-demokrasiden kopu şun zorunluluguna dikkat çekip, bazı dergilerin gösterdigi bagımsız adayların desteklenmesini istedi. Bu iki örnek rastlantı degil, bir şeyler anlatıyor. Kautskizm ve Troçkizm , biri sag diger sol uçta olmasına ragmen, ikisine her yakınlaşma aynı sonucu, liberalizm i üretiyor. Buna karşı direnenler ise burjuva kuyrukçulugunu reddediyor. Sosyalist İşçi seçimlerdeki tutu m unu açıkladıgı sayıda, yazarlanndan biri (Seyfi Cengiz) iç sayfalarda bilinen troçkist görüşü yineleyeı'ek "Stalinist burjuvaziyle ittifak politikası" eleştirisi yapar ken, Yazı Kurulu ise baş sayfada gerçekte bu "ittifak';ın nasıl yapılacagını göstermek istercesine, burjuvaziye -şüphesiz "en keskin biçimde eleştiri" hakkını koruyarak! - direkt ve koşulsuz destegini bildiriyordu: "Sosyalist Işçi bugün Türkiye işçi sınıfı hareketini ileriye çekecek olan taktigin SHP 'e oy verilmesi olduğunu tespit eder" (Sayı: 36, Ekim 1987) Sosyalist İşçi seçim politikasını şu yöntemle saptıyordu: " . .. sosyalistler siyasal olaylar karşısındaki taktiklerini saptarken önce işçi sınıfı hareketinin durumuna, ihtiyaçlarına ve taleplerine bak mak zorundalar. Takfiğin saptanmasındaki ikinci kriter ise sosyalist lerin işçi sınıfı hareketi karşısındaki durumudur. Üçüncü olarak ise 230 burjuvazinin konumuna bakılmalıdır." (agy.) Yanlış! Seçimler herhangi bir siyasal olay, herhangi bir taktik, ör negi� bir sendikal taktik, grev taktigi gibi ele alınamaz. Btırada tak tikten dar anlamıyla degil, geniş anlamıyla sözedilebilir. B u da, temel, ' stratejik tutumlar tarafından belirlenir. Şu veya bu sınıfın temsilcisi her parti, akım temel tutumlarını, programını kitlelere sunar. İ şçilerin partisi de öyle. Marksizmin ve gerçek işçi partilerinin tarihi tecrübe sinin bize ögrettigi de budur. Bu yüzelen Lenin, komünistler açısından seçimler, "yalnızca sınıf bilinçli proletaryanın dünyaya siyasi bakış açısının temel taleplerini ve ilkelerini savunmak için özel bir fırsattır" diyordu. Sosyalist Işçi sözkonusu üç kriteri nasıl uyguhıyordu? Ozetle şöyle: İ şçi hareketi kazanıma susamış halde. Grevler bunun göstergesi. Ancak kazanımların siyasal boyuta da yansıması gerekiyor. Sosyal demokrasi pasif ve işçileri hayal kınklıgına uğratıyor, ancak sosyalist alternatif fiziki bir güç olarak var olmadığından, sağa kayma tehlikesi var. İşçiler blok halinde kendilerine en yakın gördükleri sosyal demokrat partilere akıyor. O halde işçi hareketini ileriye çekmek için S HP 'ye oy yerrnek gerekiyor. . Devrimci taktik dediğiniz böyle saptanır işte! Mevcut durum tahlil edilir, zaten işçilerin kendiliğinden sahip olduğu bilinç -burjuva bilinç saptanır, üzerine "devrimci" etiketi yapıştınlarak kendilerine politika olarak sunulur. Peki burada "devrimci" olan ne? "Nesnel" olanı -ger çekten nesnel durum Sosyalist İşçi 'nin verdiği gibidir- degiştiemek için bilinçli olanın müdahalesi nerede? Öncünün m i�yonu, sosyalist olinanın anlamı ne? Buna kendiliğindencilik bile denmez. Haklı olarak "kuy rukçu" diye nitelenen revizyonist-liberal sol 'dan ayının çizgisi nere · de? Var! "O sosyal-demokrasiyi eleştirisiz desteklemekte", oysa Sosyalist İşçi, "en keskin biçimde eleştirisini" yaparak destekledi! Sosyalist İşçi şunları da yazdı: "Boykot ya da onun bir başka biçimi olan referandumda 'boş oy', seçimlerde oypusulasının üzerine 'yaşasın sosyalizm ' yazmak siyasal olgulardan kaçmaktır. Politikasızlıktır." (agy., s.2) "Boykot" ile "boş oy"u aynılaştırmak, bülün "kuyrukçu" konuma düşenierin baş vurduğu bir demagoj iydi. Burjuvaalternatiflerden birini seçmek, şüphesiz bir politikaydı, üstelik de "nesnel"di, ama 'devrimci' deıildi. Işçilerin adayları yoksa "boş oy" -bu da bir politikaydı- pek "nesnel" görünmüyordu -nesnellikten ne anladıgınıza baglı- ama bu günkü koşullarda biricik devrimci politikaydı.·Revizyonistler de aynı gerekçeleri ileri sürmüşlerdi. ·Biz de şunları ileri sürmüştük: "Denilebilir ki, işçilerin kendi adayları yoksa ya da komünistler aday gösterebilecek durumda degillerse, başka ne yapılabilir? ... Bu gerekçe de, işçileri burjuva partileri desteklemeye çalırmanın kanltı olamaz. Eter komünistler pratikte batımsız yurütebilecek durumda detillerse, hiç de her somut sorunda politika belirlemek zorunda detillerdir. Ya da bunu sadece pedagojik amaçlarla yapabilirler. Ki· bu da, smifı olabildili kadarıyla burjuva partilerden koparmaya yönelik olabilir. ÖrneHin, işçileri boş oy, geçersiz oy kullanmaya çağırmak. Bu hiç de atıl bir tutum deli/dir. Revizyonist/erin manııtı her şeyi tepetak/ak ediyor. Burjuva alternatiflerden, ehven-i şerden ötesini göremiyor, görmek istemiyor.Ehven-i şeri, burjuva partilerin kuyrutu olmayı politika yapmak, politikada somutluk olarak sunuyor lar. Neden burjuva partilere oy vermek somut, aktifbir politika o/uypr da, oy vermemek, geçersiz oy kullanmak ata/et oluyor. Tersine işçinin sandıkbaşmagidip, işçilerin adaylarıyok, sadece burjuvazinin adayları var; smif düşmanlarıma oy veremem, o halde boş oy kullanmalıyım şeklindeki tutumu, burjuvaziden kesin kopuşu, bağımsız sınıftutumunu anlatır ki, bu muazzam bir ilerlemeyi ifade eder. Bağımsız sınif hareketini, işçinin politik bilincini geliştirmede bundan daha somut, daha devrimci bir tutum olabilir mi?" [Ekim, sayı:2, s.l2, (Bkz. elinizdeki kitap. . s.2 12] İşçi hareketi, sosyal-demokrasiye eleştirici destekler sunularak değil, ona vurularak ileri çekilebilir. Ona şu veya bu şekilde destek vermek, işçileri onun ilerlemesine yardım etmeye çağırmak, hem marksistlerin temel tutumianna terstir, hem de işçileri aldatmak, aldatılmasına yardım etmek olur. Sosyal-demokrasinin yörüngesiı'ıden çıkmanın, bağımsız bir kim lik kazanmanın hayati önemine vurgu yapan bazı çevrelerin de sosyal demokrasi konusunda k-afa açıklığına sahip olmadıkları görülüyor. 1 Mayıs dergisi, referandumda burjuvazinin sunduğu gündemi kabullenip, sahte ikileme ve '82 Anayasasının bir tür yeniden onay lanmasına aletolanları ve seçimlerde sosyal-demokrasiye destek verme 232 tutumunu eleştirdikten sonra, şöyle bir sonuca vanyordu: "Sbsyal demokrasiyle ayrım çizgisini netleştirmek/e sosyal-demo krasiyle ittifak yapmak, iıtifllk için pazarlığa oturmak ona koşul/u destek ve�mek sorunun çokfarklı iki boyutu. Bunu ayırmak gerekiyor... Şöyle ki, sosyalistlerin 'hesaba katılması gereken ' saygın bir odak oluşturabilmesi için bağımsız varlığını, gücünü somut bir şekilde göstermesi gerekiyor. Başka bir deyişle sözgelimi mücadele süreci,nde sosyal-demokrattarla kimi konularda ittifak yapabilmek için, sosya listlerin bir pazarlık gücüne sahip olabilmeleri için 'bağımsız çizgile rini bütün açıklığıyla ilan etmeleri şart. . . sosyalistler somut bir güç olduklarında sosyal-demokratlar onları nazara almak zorunda kalacaklardır. Yine sosyalistlerin bağımsız politik hıı;ttının yaratılması sosyal-demokratları daha tutarlı hareket etmeye zorlarken kitlesel istemleri programına yazmasına, onları savunmaya itecektir." (Sayı:4, s.2, Ekim 1987) " İşçi sınıfının bağımsız politik. hallının yaratılması için, sosyal demokrattarla gerçekten pazarlık yapabilmek için 1 Kasım seçimle rinde BA GIMSIZ SOSYALİST ADAYLAR seçeneğini gündemimize almalıyız." (agy., ş.2) Sosyal-demokratlada ittifaktan, pazarlıktan, dahası onları daha tu tarlı programa ve eyleme i tmekten sözediliyor. B urada sözkonusu olan küçük-burjuva demokratik önyargıların, liberal hayallerin bir başka şekilde uçverişidir. Sosyal-demokrasiyle niçin, hangi amaçlar için ittifak yapılabilir? Sosyal-demokrasi yürürlükteki sermaye düzeninin dayanaklarından biri, gerici, karşı-devrimci bir güçtür; devrimci işçi hareketinin düşmanıdır. Türkiye devrimi sermaye iktidarını devir meyi, sosyalizmi kurmayı hedefleyecekse, sosyal-demokrasi, ittifak bir yana, darbenin ana dogrultusunun yöneltilmesi, tecrit edilmesi gereken bir güç olur. Öte yandan, o, tutarlı bir burjuva demokrasisi programına dahi sahip değildir, statükoc udur, burjuva "cumhuriyet"in muhafazası onun için her şeydir. Bunun için, faşizme dahil her şeyi kabule hazırdır; tarihi tecrübelerin kanııladığı gibi sosyalist devrim kapıya dayandığında onun eelfatlığını üstlenmeye de hazırdır. Kürt sorununda nasıl da köpekleşiyor, görmüyor musunuz? Bu ve bu gibi özelliklerini bilmek için her seferinde bize göstermesi mi gerekiyor? Sosyalistlerin işçi sınıfı hareketinin tarihsel hafızaları olmaları, unuı23 3 mamalım ·gerekir. Belirli siyasal reform vbg. kısa vadeli istemlerde çakışma olşa bile, sosyalist hareket sosyal-demokrasiden ayrı yürümek zoru�dadır. Yukarıda belirtilen nedenler yüzünden, bu gibi durumlar da, onunla ittifakın ya da ona koşullu destek vermenin gerekçesi olamaz. Devrimci demokrasi ve onun bugün farklılaşmış veya farklılaşma sürecindeki bazı temsilcileri içi� kötü bir sınav olan seçimlerin göster dikleri bunlardır. A: A�d Şubat 1988 234 BURJUV AZİNİN YÖNETME SANATI VE SEÇİMLER Onun fikir, inanç ve yargılar sistemi işçiler ve sömürülen emekçi yıgınlar, ya da en azından onların büyük bir bölümü tarafından benim senmeseydi, burjuva toplumu sadece zor yoluyla uzun süre ayakta tutmak olanaksız olurdu. Ornegin, dogası nedeniyle sürekli kötülükler üreten kurulu mUlkiyet düzeni gözden uzak tutularak, sömürülen yıgınlara, kötülüklerin veya onların artmasının nedeni olarak hükümet eden paitilerin, hatta kişilerin gösterilmesi -muazzam burjuva propo ganda aygıunın sürekli ve özenle işledigi fikirlerden biri de budur. Her seferinde yıgınlann memnuniyetsizligi ve öfkesi tek tek partilere ve kişilere yöneltilir; yıpranmış olanların yerine yenileri devreye girer ya da sokulur. Böylece sistem dışı/sisteme karşıt bir hareketin ortaya çıkması önlenir; sistem teminat aluna alınmış olur. Oysa hükümette olsun, muhalefette olsun, liberal, sosyal-demok rat veya faşist olsun, ya da sermayenin hangi kesimlerini temsil 235 ederlerse etsinler, bütün burjuva partilerin asli fonksiyonu kapitalist mülkiyet düzeninin korunmasıdır. Aralarındaki çelişki ve çauşmalar ya da aynı koşullarda aynı sınıf adına önerilen programların görece farklılıgı, tali olan, belirleyici olmayan kesimsel çıkarlar dışta tutulur sa, yürürlükteki işçi sınıfına karşıt sistemin nasıl sürdürülmesi konu sundaki farklılıklardan kaynaklanır. Birbirlerini kıyasıya suçlarlar, ama kapitalist mülkiyet düzenini tartışma konusu etmezler.* işçilere, diğer sömürülen emekçi yığınlara işlerin iyi gitmemesinin nedeninin şimdi veya kendilerinden önce hükümet eden parti veya partiler oldugu fikrini vererek, yürürlükteki sistem içinde sorunların çözülebileceği umudunu canlı tutmaya çalışırlar. Her bir parti hükümet olursa ken disinin sorunları çt1zebileceğini vaaderecek yönetmek için sırayı bekler... Denilebilir ki, ortalama normal koşullar altında burjuva toplu mun yönetme kuralı/sanatıdır bu. Bunun aracı, ise parlamentodur. S istem bununla yürümeyip tıkandığında ya da bir devrimle tehdit edildiğinde ise, çıplak egemenlik alternatifi gündeme gelir. Bizde devreye şimdilik bunun gelenekselleşmiş aracı "devlet partisi"/ordu girer. Yönetememe krizinde acz içindeki burjuva partiler · de zaten bunu açık veya zımni olarak davet eder ya da kabullenirler. "Devlet partisi" toplumu, hatta burjuva partileri zapturapt altına alır. Rejim aleyhtarlarına karşı "gerekli tedbirleri zamanında almayan" ve "demokratik parlamenter sistemi yozlaştıran parti ve politikacılar"ı suçlar! .. Sosyalist hareket, işçi hareketi, sistem aleyhtarı diğer toplum sal-siyasal güçler itilebileceği en geri noktaya itilip, sermayenin ihti yaç duyduğu önlemler alındıktan sonra, şüphesiz koşullar tarafından belirlenen bir ,hızla, yeniden parlamenter sisteme dönülür. Çıplak diktatörlüğü açık veya zımni olarak destekiemiş veya fiilen kabullen miş burjuva partiler, "demokratik parlamenter sistem"in erdemlerine dair seslerini yükseltirler, hatta bunu zedeleyen generalleri suçlamaya başlarlar. . . Ş üphesiz b u basitleştirilmiş bir anlatımdır; ama bizde sermaye nin egemenliği, örtülü veya açık, bir süredir aşağı yukarı bu şekilde * Radikal - faşist-dinci - veya sosyal-demokrat burjuva partiler tarafından bazen, bazı yönleriyle tartışma konusu ediliyor göründüğü durumlarda ise, katıksız bir aldatmaca sözkonusudur; sistemin radikal ve reformcu operasyonlar la kurtanimasım ve sürdürülmesini ifade ederler. 236 sürdürUlUyor. Demokratizm illetine tutulmuş, sosyalist programdan ve iktidar perspektifinden yoksun sol, siyasal faaliyetinin merkezine sermaye egemenliginin kendisini devirmeyi koymak ve taktiklerinf tamamiyle bu amaca uygun olarak belirlemek yerine, burjuva' egemenliginin aldıgı biçimlerle (örtülü veya çıplak, "demokratik" veya faşist vb.), şu veya bu hükümetle ya da "klik"le ugraşmayı kendine iş edinirken, farkında olsun olmasın, işçilerin ve sömürülen emekçi kitlelerin bilin cini, hareketini sistem içinde tutma işinde burjuvaziye yardım eder,. ona çalışır. Hedef, dün Demirel veya MC hükümetleridir, hatta MHP'dir. Bugün "Evren-Özal iktidarı"dır. Yarın yine Demirel olabi lir. Ya da sosyal-demokrasiye karşı açık veya gizli bir umut, ya da en azından hayırhah bir tutum, sonra hayal kırıkhgı. .. Hep sayunucudur. Devrim, devrimin şiddeti ne kadar zorunluluk sa, karşı-devrimin ve onun şiddetinin de o kadar zorunlu ve kaçınılmaz oldugunu bir türlü anlayıp, sindiremez. Cuntalardan ''hesap sorma" illetine tutulur. Daha "12 Mart"la hesaplaşmadan "12 Eylül" gelir. Yıllarca süren •;12 Mart" yıldönümü protestoları, yerini daha ne kadar sürecegi belli olmayan ·:12 Eylül" yıldönümü protestolarına bırakır. Her ne kadar, teoride, demokrasinin sınıfsal içerigini kabul etse de, adeta mutlak demokrasiye inanmıştır. Burjuva toplumun siyasal bi çiminin "demokratik" olması diye bir zorunluluk olmadıgını, tersine bunun tamamen sistemin korunması ve sürdürülmesi ihtiyacı tarafından bclirlendigini, sermaye egemenliginin/devletinin bir ucunun parla menter demokrasi bir ucunun faşizm -ve arada başka bir dizi biçim oldugunu (örtülü veya çıplak egemenlik), �unların aynı egemenligin degişik görünümleri/biçimleri oldugunu ve dolayısıyla birbirlerinin zıddı olmadıklarını bir türlü anlayamaz. Bu yüzden de, siyasal eylemi, burjuva topluma "demokratik", daha elverişli ve kabul edilebilir bir siyasal biçim verme düzeyine iner; iktidarın uzagına düşer. Sonuç olarak "faşizm-demokrasi" ikilemi, şu veya bu hükümele ya da kliğe karşı mücadele, "en kötüler"e, "en azgınlar"a karşı daha az kötüler hakkında hayal besleme, "12 Eylüller"den hesap sorma kısır döngüleri içinde kimligini yitirir, kendini tüketir, yorgun düşer; devrimci, ilerici yıgınları da serseme çevirir. * 237 Seçim veya referandum döne111:1erinde solun bii bötumUnün. ı.;g rudan veya dolay lı, burjuvazinin yede�ine düşmesi ise, yukanda çi;•ıJen tablonun tamamlayıcı bir unsurudur yalnızca. Herhangi bir anda hükümet edenlere karşı muhalefetteki burjuva partilerin, v:�ya "daha kötü"lere karşı "daha az kötü"lerin, örnegin sosyal-demokratlann desteklenmesi, ya da aynı tutumun "devrimci sol" bi r görünümü olan, "SHP'nin ve DSP'nin 'yursever', 'demokrat' nitelikli adayların des teklenmesi" politikasının temelinde yatan budur. Komünistlerin politik taktiklerinin dayandıgı ve tabi oldugu eksen, anti-kapitalist 1 sosyalist program tarafından belirlenen bir strateji ola bilir; sermayenin egemenligini devirmeyi, işçi sınıfının iktidarını kurmayı hedefler. Ki bu da, onların, her alanda, bütün burjuvaziden tam kopuşunu, bagımsız bir kimligi zorunlu kılar; yürürlükteki işçi sınıfına karşıt sistemin 1 sermaye egemenliginin sürdürülmesi soru nunda ve sosyalizm karşısında, en gericisinden sosyal-demokratına kadar, temel tutumları aynı olan burjuva partilerin şu veya bu gerek çeyle desteklenmesini olanaksız kılar. Öte yandan, seçimlere, reformların yapılmasını saglayacak koşul lar için, örnegiiı ılı m lı bir hükümetin koşullarını yaratmak vb. için özel bir fırsat olarak bakmak tipik bir reformisı tutumdur; politikayı bur juvazinin yedeginde yapmayı, ondan medet ummayı ifade eder. Bazı bölümleri tarafından açıkça ifade edilen, bazı bölümleri tarafından da açıkca ifade edilmesc de solda egemen tutumdur bu. Oysa komünistler bakımından seçimler, esasen, "sınıfbilinçli proletaryanın siyasal dünya görüşünün ilkelerini ve temel isteklerini savunmak için özel bir fırsattır" yalnızca. O halde, komünistler ve sınıf bilinçli işçiler önümüzdeki yerel se çimlerde de, ayrım yapmadan, sadece bagımsız sosyalist ve bagımsız devrimci demokrat adayları destekleyeceklerdir; bu nitelikte adayların olmadığı yerlerde ise sandık başına gidip pusulaların üzerine kendi temel istemlerini yazarak boş oy kullanacaklardır. EKİM Ş ubat 1989 238 "Proleter sosyalizmi, bir düşünce akımı değil, fakat gerçek ve en ileri manada bir toplumsal devrim hareketidir. Teorik, pratik ve örgütsel tüm alanlarda kendi bütünsel kimliğine ulaşmak zorundadır. Türkiye'nin yeni dönemine ve Türkiye devriminin gelişme seyrine damgasım vurahil mesinin biricik güvencesi budur. " Toplumda yeni bir devrimci canlanmanın ilk belirtileriyle kendini hissettirdiği bir dönemde oı1aya çıkan marksist-leninist hareket, bu can lanmanın dinamiklerini, olanaklarını, sorunlarını ve ortaya çıkardığı/ çıkaracağı görevleri doğru kavrayabilmek için, -teorik çabasının yanısı ra- siyasal gelişmelere yakın bir ilgi gösterdi. Bu sayede ve daha başın dan, bugün olayların evrimiyle artık herkes için anlaşılır ve kabul edilir hale gelmiş, şu iki net tespite ulaştı. Birincisi; Türkiye bir devrim ülkesi dir; ve tüm belirtiler, girilen dönemde yeni bir devrimci yükselişin kaçı nılmazlığına işaret ediyor. İkincisi; yaşanacak devrimci yükselişin oda ğında ve ön safların<ia bu kez işçi sınıfı bulunacak, Türkiye işçi hareketi bu yeni dönemde nicel ve nitel bakımdan büyük bir gelişme yaşayacak tır. Marksist-leninist bir hareketin işçi sınfına ayn bir politik-pratik ilgi göstermesi deyim yerindeyse eşyanın tabiatı gereğidir. Zira Marksizm Leninizmin özü, devrimci bir sınıf olarak işçi sınıfının modem kapitalist toplumdaki özel yerini, bu özel yerden kaynaklanan tarihsel misyonunu ve bu misyonu gerçekleştirmenin olanaklarını, araç ve yöntemlerini orta ya koymaktır. İşçi sınıfının tarihsel çıkarlannın ve amaçlannın temsilci leri olarak komünistlerin temel görevi ise, verili bir toplumda, işçi sınıfı nın tarihsel ve güncel hedeflerinin doğru bir tesbitini yapmakla yetinme yerek, bu hedeflere ulaşabilmenin biricik toplumsal güvencesi olarak, bu sınıfın, politik ve örgütsel gelişmesi, bağımsız bir siyasal sınıf kimliği kazanması için her yolla çabalamaktır. Sosyalizmin işçi hareketiyle birli ği bu kesintisiz çaba içinde gerçekleşebilir. Bu birliğin cisimleşmiş bir politik-örgütsel ifadesi olarak gerçek bir devrimci sınıf partisi, bu çaba i çinde inşa edilip geliştirilebilir. KDV Dahil 1 3.000TL