KESİŞEN PARALELLER "Eyy Ahmet Bey`in ruhu, geldiysen üç kere

Transkript

KESİŞEN PARALELLER "Eyy Ahmet Bey`in ruhu, geldiysen üç kere
KESİŞEN PARALELLER
"Eyy Ahmet Bey'in ruhu, geldiysen üç kere vur!"
Tek bir mumun ışığıyla aydınlanan loş mekanda, Salih Bey ve üç
kadın müşterisi yuvarlak bir masanın etrafına oturmuş
bekliyorlardı. Çıt çıkmıyordu. Birkaç saniye sonra üç güçlü
vuruş duyuldu. Sesin nereden geldiği belli değildi ama âdeta
zemin sallanmıştı.
*********************
Rüya, Ahmet'i dört ay önce kaybetmişti. Bodrum'a gidiyorlardı.
Motosiklet, asfaltın üzerine dökülmüş kumda kaymıştı. Arkada
oturan Rüya yolun dışına fırlayıp kazayı hafif sıyrıklarla
atlatmış olmasına karşın gidona sıkı sıkı tutunmuş olan Ahmet,
devrilmiş motosikletle birlikte yolun ortasında kalmış ve
arkadan gelen otomobilin çarpması sonucunda ölmüştü. Yol
kenarındaki ağaçlar ve viraj, kumu görmelerini engellemişti.
Rüya 29, Ahmet 33 yaşındaydı, birliktelikleri üç yıl sürmüştü.
Her zaman herkesin gıpta ettiği bir çift olmuşlardı ama işin iç
yüzü biraz farklıydı. Rüya, iri renkli gözlü, doğal sarı saçlı,
kalın dudaklı egzotik bir güzeldi ve her yaştan erkeğin, bazen
kaçamak, bazen doğrudan bakışlarını ister istemez üzerine
çekiyordu. Ahmet'in ilk aylarda dizginlemeyi başarabildiği
kışkançlığı daha sonra bitmez tükenmez, yıpratıcı tartışmaların
baş nedeni olmuştu:
"Durmadan sana bakıyor."
"Peki ama ben ne yapabilirim?"
"Sen de bakıp cesaret vermişsindir, yoksa bu kadar sürekli
bakamazdı."
"Sana gülümsedi."
"Ben görmedim."
"Sen de karşılık vermişsindir, yoksa niye gülsün?"
"Refik'le iki saat baş başa ne konuştunuz?"
"Ne konuşacağız, ondan bundan."
"Ondan bundan ne demek? Kaçamak cevap verme."
"Havadan sudan demek istiyorum, bütün konuştuklarımızı kelimesi
kelimesine anlatacak mıyım?"
"Evet, bilmek istiyorum."
"Fesuphanallah!"
"Kime SMS atıyorsun?"
"Leyla'ya, uuuuff yaaa, sıkıldım artık!"
Ahmet'in kıskançlığı gitgide daha da boğucu bir hâl almıştı.
Rüya başlangıçta bunu ilginin bir tür dışa vurumu gibi algılayıp
hoşgörüyle karşılamıştı ama ilerleyen zamanda "ilginin" bu
derecesi onu daraltmaya başlamıştı. Yine de Ahmet'i seviyordu,
sevişmeleri tutkuluydu ve her ikisi için de doyurucuydu.
Ölümüyle çok sarsılmış, günlerce ağlamıştı.
O lanetli güne kadar, ileri bir geleceğin konusu gibi gördüğü
ölüm kavramına pek fazla kafa yormamıştı Rüya. Zincirlikuyu
mezarlığının giriş kapısının üzerinde "Her canlı bir gün ölümü
tadacaktır" yazmaktaydı ve George Harrison, "All Things Must
Pass" isimli parçasında her şeyin geçiciliğinden bahsetmişti;
bunlara hiçbir itirazı yoktu ama Ahmet'in bu kadar erken ölümü
haksızlık değil miydi? Ölüm ve sonrasını düşünmeye başladı. Her
inancın farklı cennet ve cehennem tasvirleri olduğuna göre, ait
olduğumuz dine göre farklı cennetlere mi yönlendirilecektik?
Reenkarnasyon ya da dünyaya tekrar tekrar gelmek yalnızca
Hinduların ayrıcalığı mıydı? Herkesin tekrar tekrar insan olarak
dünyaya gelmesi nüfus patlaması yaratmaz mıydı? Tekrar edecek
yaşamlarla ilgili iki çözüm geldi aklına: Böcek veya hayvan
olarak da gelebilmek (ki bu Hindu inancında da vardı), veya
sonraki hayatları O-KİNA gibi farklı gezegenlerde sürdürmek… Bir
arkadaşı: "Doğmadan önce neredeysen ölünce de oraya gideceksin"
demişti. Doğumundan öncesine ait hiçbir anısı yoktu, bunun
anlamı bir hiçlik ya da bir tür karanlıktı. Bilinç olmadığı
sürece aydınlık ve karanlık gibi kavramlara da yer yoktu tabii;
arkadaşının görüşü doğruysa, salt "hiçlik" demek daha isabetli
olacaktı (ki bu yaklaşım hiç hoşuna gitmemişti). Ateistlerin
akıbeti ve inancı bu tür bir hiçlik miydi? Yoksa cezalandırılmak
üzere doğrudan cehennemin yolunu mu tutacaklardı? Ruh ve beden
ayrımı var mıydı? Öldükten sonra ruhun bedenden ayrıldığı ve
varlığını sürdürdüğü doğru muydu? Ahmet'in ruhu Rüya'yı izlemeye
devam ediyor muydu?
Ahmet'le anıları hâlâ tazeliğini koruyordu, ölmüş olabileceğine
inanmak zordu. Üçüncü aydan sonra arkadaşları onu davetlerine
çağırmaya başlamışlardı. Önceleri bir iki daveti geri çevirmişti
ama bu yas daha ne kadar sürecekti? Hayat akışını sürdürüyordu
ve artık anılarından sıyrılıp önüne bakmalıydı. Sonradan gittiği
partilerde onunla ilgilenen erkekler olmuştu ama Ahmet'in bir
çift gözünün sürekli onu izlediğini hissediyordu. Sanki birden
belirip: "Sana ne dedi? Niye güldün? Niye baktın?" diye hesap
soracaktı. Yeni tanıştığı biriyle konuşurken arada bir arkasına
kaçamak bakışlar atıp izlenip izlenmediğini kontrol ediyordu.
Belki de gerçekten gözetliyordu onu. Hayatı ne zaman normale
dönecekti? Bu paranoyadan, Ahmet fobisinden kurtulamayacak
mıydı? Kimseyle yakınlaşmaya cesaret edemiyordu.
Konuyu yakın arkadaşlarına açtığında aralarından biri ruh
çağırma konusunda uzmanlaşmış Parapsikolog Salih Beyden
bahsetmişti. İlk anda fikir ona ürkütücü geldi: Ahmet'in ruhunun
etrafında dolaştığı kanıtlanırsa, bunu öğrenmek onu tümüyle
kısıtlamayacak mıydı? Yine de, ne olursa olsun gerçeği öğrenip
kuşkularından sıyrılmak istiyordu. Onunla yüzleşmeliydi.
Salih Bey, duasını edip Ahmet'in ruhuna seslendikten sonra,
odada duyulan üç güçlü vuruş ziyaretçilerini fazlasıyla
heyecanlandırmıştı ve hatta biraz da korkutmuştu. Bir ruhun,
ortalığı sallayacak kadar büyük bir enerjiyle vurmasını
beklemiyorlardı. Salih Bey memnun gözüküyordu, "Lütfen
sorularınızı 'evet' veya 'hayır' ile cevaplanabilecek şekilde
sorun" dedi.
Rüya çekinerek: "Ahmet, beni düşünüyor musun?" diye sordu.
Salih Bey: "Ahmey Bey'in ruhu: eğer cevabınız 'evet' ise bir
kere, 'hayır' ise iki kere vurun lütfen" dedi.
Birkaç saniye sonra bir öncekiler kadar güçlü tek bir vuruş
duyuldu.
"Ahmet, iyi misin?" diye sordu Rüya.
Bu kez cevap iki güçlü vuruştu. Ahmet'in ruhu iyi değildi. Rüya
ağlamaya başladı. Arkadaşları ona sarılıp teskin etmeye
çalıştılar. Biraz sonra göz yaşlarını silip "Beni izliyor
musun?" diye sordu Rüya.
Cevabı uzun süre beklediler ama dakikalar geçmesine rağmen çıt
çıkmıyordu. Salih Bey yerinden kalktı ve içerideki odalardan
birine girip üzerinde ibreleri olan garip bir ölçü aletiyle geri
döndü. Aleti çalıştırıp ibrelerin hareketlerini izledi. Ufak
birkaç hareketlenmeden sonra hepsi yerli yerinde kalmıştı.
Salih Bey: "Gitmiş" dedi ve ekledi: "Ağlamamalıydınız, herhâlde
dayanamadı ve uzaklaştı. Arzu ederseniz haftaya tekrar deneriz."
Rüya, Salih Bey'in ücretini ödeyip "Sizi randevu için
arayacağım" dedi ve arkadaşlarıyla birlikte çıktı. Kafası
büsbütün karışmıştı.
***************
Parapsikolog Salih Bey'in alt komşusu Ziya Bey, tıbbi araç gereç
ithalatı yapan bir firmanın muhasebe müdürlüğünden üç yıl önce
emekli olmuştu. Otuz iki yıl evli kaldığı sevgili eşi bir yıl
önce kalp krizi geçirip ölmüş ve onu bu dünyada yapayalnız
bırakmıştı. Bir oğlu vardı ama dört yıldır konuşmuyorlardı. Ziya
Bey ve eşi, zeka seviyesi normalin bir hayli üzerinde olan
oğulları Fuat'ın üzerine titremişlerdi. Üstün zekalılar için
tasarlanmış özel okullarda okutmuşlardı. Boğaziçi
Üniversitesi'nin Bilgisayar Mühendisliği bölümüne birincilikle
girmişti. Fuat, eğitiminin üçüncü yılında, Ziya Beyin hâlâ hiç
anlam veremediği bir kararla Üniversiteden ayrılmış ve merkezi
Yeni Zelanda'da olan bir Astroloji okuluna yazılmıştı. Bu
kararından babasına bahsettiğinde Ziya Bey şiddetle karşı
çıkmıştı. Astroloji gibi bilimsellikten son derece uzak, saçma
bir konu uğruna güzelim tahsilini mezuniyete bir yıl kala
bırakmak tam bir çılgınlıktı. "Böyle bir karar verirsen bir daha
yüzüme bakma" demişti. Fuat, bu tehdite rağmen kararını
değiştirmedi ve bir daha konuşmadılar. Ziya Bey'in fazla
arkadaşı yoktu; evde oturup bilmece çözer, gazete, kitap okur ve
televizyon seyrederdi. Bir de akşam saatlerinde "bip" sesini
duyduğunda süpürgenin sopasını tavanın belli bir bölgesine bip
sayısı kadar vururdu. Tavanın boyaları dökülmesin diye vurduğu
noktaya yuvarlak bir ahşap parça dübellemişlerdi. Bu hizmeti
için her ay 500,- TL alıyordu. Evinden nadiren çıkan bir emekli
için fena sayılmazdı.
**********************
Fuat, Boğaziçi'ndeki ikinci senesinde Ayşe'yle çıkmaya
başlamıştı. Ayşe burçlara çok meraklıydı ve bu yöntemle
arkadaşlarının karakter analizlerini yapardı. Fuat ise burçları
yalnızca kızların ilgi duyduğu bir fal oyunu gibi görür ve
küçümserdi. Bir gün Ayşe, Koç burcu Fuat'ı Fuat'a öyle bir
anlattı ki… Kendisi bile Fuat'ı bu derece iyi aktaramazdı. Tüm
söyledikleri doğruydu ve abartmasızdı. O gün astrolojiye bakışı
değişti. Boş zamanlarında astroloji kitapları okumaya başladı ve
konu kısa zamanda bir tutkuya dönüştü. Daha fazlasını öğrenmek,
astroloji haritaları çizebilmek, geleceği tahmin edebilmek
istiyordu ama elindeki kitaplar bu işler için yeterli değildi.
Yeni Zelanda'da bir okul buldu, yazışıp şartlarını öğrendi ve
kararını verdi: Astrolog olacaktı. Konuyu babasına açtığında
başına gelecekleri tahmin edebiliyordu ama kararlıydı, bu onun
kendi hayatıydı, babasının istediği gibi değil, kendi dilediği
gibi yaşayacaktı. Nazım Hikmet "Yaşamaya Dair" şiirinde:
"Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak…" diye yazmıştı. Aynen öyle
yapacaktı, tutkuları için tutkuyla yaşayacaktı, geçmişin
klişeleşmiş kavramları için değil. Evet, babasıyla arası
bozulmuştu ama bu kendi suçu değildi, bir yetişkini dilediği
gibi yönetme hakkı yoktu, oğlu bile olsa.
Yeni Zelanda'da iki sene okudu, astroloji diplomasını alıp
İstanbul'a döndü. Artık harita çiziminde uzmanlaşmıştı, konusuna
hâkimdi. Klasik astrolojinin yanında, modern astrolojiyi, Hint,
Çin, Kızılderili, Maya astrolojilerini de derinlemesine etüd
etmişti ve tümünü ustaca harmanlayabiliyordu. Yine de tatmin
olmuş değildi, sistemde açıklar vardı. Geniş bir zaman dilimini
kapsayan kaba tahminler yapmak istemiyordu, geleceği saniye
hassasiyetinde görebilmeliydi. Burçlar, yükselen burçlar, evler,
gezegenler ve açılarından oluşan sistem yetersiz kalıyordu.
Aradaki boşlukları tamamlayacak ek veriler lazımdı. Uzun
araştırmalar sonucunda iki yeni kavram geliştirdi:
1- Teğet Burçlar: Doğum anında annenin burç haritasının
durumunun doğacak çocuğun burcuna etkisini belirledi ve bunu
"teğet burç" olarak tanımladı.
2- Kesişen Paraleller: Jüpiter ve Satürn astrolojinin muhtemelen
en etkin gezegenleriydi ve bunların her ikisinin de Mars'tan
büyük iki uydusu vardı: Ganymede, Jüpiter'in uydularının en
büyüğüydü; Titan ise Satürn'ün en büyük uydusuydu. Ganymede ve
Titan'ın, belli bir zaman kesitinde, Jüpiter'e, Satürn'e ve de
en önemlisi dünyaya göre konumu ve açıları bugüne kadar hiç
hesaba katılmamıştı ve klasik astrolojinin muhtemelen en önemli
açığı buydu. Bu yöntemin adını "Kesişen Paraleller" koydu çünkü
paraleller yalnızca sonsuzda kesişirdi ve bu buluş ona sonsuz
kapı açmıştı.
Mevcut hâliyle bile son derece kompleks bir yapı oluşturan
astrolojik haritalar, "teğet burçlar" ve "kesişen paraleller"
kavramlarının da dâhil edilmesiyle daha da karmaşık bir hâl
almıştı. Bilgisayar Mühendisliğinde üç yıl okumuş olması,
programlamayı iyi bilmesi ve üstün zekası sayesinde Fuat,
kendisinden başka hiç kimsenin kolay kolay altından
kalkamayacağı devasa bir yazılım geliştirdi. Araştırılan kişinin
ve annesinin doğum günü, yeri ve saati bilindiği zaman Ganymede
ve Titan'ın pozisyonlarının da yardımıyla inanılmayacak
hassasiyette tahminler yapmak mümkün olabiliyordu.
Kısa sürede büyük bir ün kazandı, gazetelerde yazıları çıktı,
konferanslar, dersler verdi. Burç haritasını çizdirmek isteyen
müşterilerine en erken altı ay sonrasına gün verebiliyordu.
Fuat'ın çok önemsediği bir tespiti vardı ve bunu her dersin
sonunda öğrencileriyle paylaşırdı: "Doğru bir gelecek tahmini
yaptığımız zaman aslında geleceğin kendisini de değiştiririz.
Örneğin, belli bir tarih ve saatte kaza yapacağını öngördüğümüz
bir müşterimiz, bu kazayı önleyebilmek için hayat akışını
değiştirecektir ve büyük bir ihtimalle kaza gerçekleşmeyecektir.
Bu durumda tekrar başa dönüp, tahminimizin etkisiyle değişecek
geleceği de hesaba katarak düzeltilmiş yeni bir tahmin
oluşturmamız gerekir. Yani zaman içinde ileri geri yolculuklar
yapmalıyız. İşimizin en zor kısmı da budur."
************************
Rüya henüz kendisini Salih Bey'in evinde yaşamış olduğu ruh
çağırma deneyiminin etkisinden kurtaramamıştı. Ahmet'in ruhunun
kinetik gücü inanılır gibi değildi, âdeta ev sallanmıştı. "İyi
misin" diye sorduğunda da "hayır" cevabını vermişti. Bu cevap
ona çok dokunmuştu. Nasıl iyi olsundu ki, ne bekliyordu, burası
çok eğlenceli mi diyecekti? Kafasından hiç çıkmayan bu
düşüncelerle boğuşurken bir de akşam davetli olduğu Çırağan
Sarayı'ndaki düğüne ne giyeceğinin kararını vermesi gerekiyordu.
Hayat gerçekten çok zordu! Kız arkadaşlarından biri evleniyordu.
Çok yakın değildiler ama nedense - muhtemelen acıdıkları için onu da çağırmışlardı.
Düğün çok kalabalıktı ve büyük bir şıklık vardı. Bir aşamada
damadın arkadaşlarından biriyle Rüya arasında bir yakınlaşma
oldu ve gecenin sonuna kadar sohbet ettiler. Onur, uzun boylu,
yakışıklı ve oldukça da kibar bir gençti. Rüya çok etkilenmişti.
Ayrılırken hafta sonunda birlikte yemeğe çıkmayı teklif edince
Rüya bir an duraksadı, Ahmet'in ruhunu hesaba katmamıştı, nasıl
bir tepki gösterecekti? Salih Bey'i bir kez daha ziyaret edip
emin olmalıydı. Onur'u da kaçırmak istemiyordu: "Hafta sonu bir
iş yemeğim olabilir ama kesin değil, bir iki gün içinde netleşir
sana haber veririm" dedi. Birbirlerine telefon numaralarını
verip vedalaştılar.
Parapsikolog Salih Bey, bir gün önce telefonda Rüya Hanımın
sesini duyunca çok heyecanlanmıştı. Hayatında bu derece güzel ve
etkileyici bir kadın görmemişti. Evet kendisine göre biraz
gençti ama neden olmasındı, ruhlarla iletişim kurabilen etkili
bir kişilikti. İlk görüşmelerinden beri yüzünün görüntüsü
aklından çıkmıyordu. Acaba âşık mı olmuştu? Bu seansları
uzatabilmek ve tekrar tekrar gelmelerini sağlayabilmek için
elinden geleni yapacaktı.
Düşüncelere dalmıştı ki kapı çaldı. Rüya Hanım'la iki kız
arkadaşı içeri girip masadaki yerlerini aldılar. Loş ortam, mum
kokusu ve Salih Bey'in tuhaf görünümü ürkütücüydü. "Umarım bugün
son olur ve bir daha buraya adımımı atmam" diye düşündü Rüya.
Salih Bey yine duasını okuyup Ahmet'in ruhuna seslendi, geldiyse
üç kere vurmalıydı. Arkasından, masanın altına gizlenmiş küçük
düğmeye aralıklı olarak üç kere bastı. Yaklaşık on saniye sonra
üç güçlü vuruş duyuldu. "Hoşgeldiniz Ahmet Bey, Rüya Hanım'ın
size soruları olacak" dedi Salih Bey. "Aslında tek bir soru
soracağım" dedi Rüya ve devam etti. Bu kez Ahmet'in ruhuna hitap
ediyordu:
"Ahmet, biliyorsun seni sevdim; tahammül edemediğim
kıskançlıklarına rağmen sevdim ve son gününe kadar yanında oldum
ama sen ölmemiş olsaydın bile bu ilişki bitecekti, artık
tahammülüm kalmamıştı…"
"Rüya Hanım sorularınızın kısa olmasında yarar var" diye araya
girdi Salih Bey.
"Kusura bakmayın kısa kesemeyeceğim, hayattayken söyleyemediğim
içimde kalmış ne var ne yoksa söylemek istiyorum."
"Peki, buyrun o zaman."
"Evet Ahmet, kim çekebilirdi sanıyorsun o baskıları, o
sorgulamaları? Kim dayanabilirdi bunlara? Bıktım, tek kelimeyle
BIKTIM! Bırak artık peşimi, genç bir kadınım, hayatımı yaşmak
istiyorum. Kendin yaşamadın, bare yaşat!"
Sonra biraz sakinleşmeye, sesini biraz alçaltmaya çalıştı ve
devam etti:
"Yeni bir çocukla tanıştım. Daha aramızda bir şey yok ama hafta
sonu beni yemeğe davet etti. Seninle bir kez daha temas kurup
iznini almak istedim. Bunu sana ve bu kadar yıllık ilişkimize
saygımdan yapıyorum. Lütfen izin ver. Zaten biliyorsun sonsuza
kadar manastır hayatı yaşayamam, bugün değilse yarın olacak.
Lütfen izin ver bu yemeğe gideyim."
Sözlerini bitirirken birer damla yaş iki gözünden aşağı doğru
süzülüyordu.
Salih Bey: "Ahmet Bey'in ruhu, eğer izin vermek istiyorsanız bir
kere, istemiyorsanız iki kere vurun" dedi.
Salih Beyin eli usulca masanın altına gitti ve düğmeye iki kere
bastı.
Ziya Bey rahat koltuğunda oturmuş gazete okuyordu. Oğluyla
ilgili methiye dolu bir yazıydı, astroloji konusundaki yeni
buluşlarından ve başarılarından söz ediliyordu. Ona karşı büyük
haksızlık etmişti, dik başlılığı, dediğim dedikçiliği yüzünden
biricik oğlunu yitirmişti. Acaba onu tekrar görebilecek miydi?
Görür görmez ilk işi özür dilemek olacaktı. Biraz önce kısık
sesli üç bip sesi duyup, okumasına ara vermiş ve süpürgesinin
sapıyla tavana üç kere kuvvetlice vurmuştu. Şimdi ise iki bip
sesi daha duyuldu. Ağır ağır yerinden kalkıp süpürgeye doğru
yürüdü. Salih Bey'in verdiği talimatlara göre yaklaşık on saniye
bekleyecek ve üç saniye aralıklı vuruşlar yapacaktı.
Fuat, babasını düşündü. Herşeye rağmen özlemişti ihtiyarı. Eski
kafalı, dik başlı bir adamdı ama onu büyütmüş olan babasıydı.
Annesini de kaybettiği için tek başına kalmıştı adamcağız.
Babasının haritasına bakmaya karar verdi. Belki böylece tekrar
görüşmek için uygun bir zaman saptayabilirdi. Gerekli bilgileri
girer girmez harita karşısında belirdi, tasarladığı yazılım
oldukça hızlı çalışıyordu. Bakar bakmaz yüzü bembeyaz kesildi ve
büyük bir telaşla telefonunu cebinden çıkardı…"
Ziya Bey on saniye bekledi ve ilk vuruşu yaptı. İkinci vuruşu
yapmadan bir, iki, üç diye sayıyordu ki telefonu çaldı. Oğlu
arıyordu. "OĞLUM!" dedi yüksek sesle ve elinden süpürgeyi atıp
telefona sarıldı. Açar açmaz: "Oğlum senden çok özür dilerim,
bin kere özür dilerim" dedi titreyen bir sesle. "Baba, lütfen
bırak özür dilemeyi ve derhal apartmanı terk et, orada çok kötü
bir şey olacak. Çok çabuk, ACELE ET!" diye seslendi ve kapadı
telefonu. Ziya Bey çok korkmuştu. Hızla kapıdan çıktı ve koşar
adımlarla basamaklardan inmeye başladı.
Salih Bey'in katında tek bir vuruş duyulmuştu ama aradan
saniyeler geçmiş olmasına rağmen ikinci bir ses gelmiyordu.
Rüya: "Galiba evet diyor" dedi. Salih Bey hareketsizdi: "Biraz
daha beklememiz lazım" dedi. Birkaç dakika daha beklediler ama
çıt çıkmadı. Sonunda Salih Bey de yelkenlerini suya indirdi:
"Size hayırlı olsun, Ahmet Bey yemeğe çıkmanızı onayladı" dedi.
Üç kız sevinçle birbirlerine sarıldılar, Salih Bey'in ücretini
verip, koşa koşa indiler merdivenlerden.
Salih Bey deliye dönmüştü. O da koşarak bir kat aşağı indi ve
Ziya Bey'in kapısını yumruklamaya başladı. Bir yandan da: "Sayı
saymayı bilmeyen alçak ihtiyar! Uğursuz adam! Çabuk aç kapıyı!
Sana buraları zindan edeceğim, yaşatmayacağım seni burada" diye
avaz avaz bağırıyordu.
************************
Fuat, tahminiyle kriz yaratmış ve yaratılmış olan krizi de
tahmin edebilmişti. Krizi tahmin etmiş olmak krizin kaynağını
oluşturmuştu ve oluşmuş olan krizi tahmin edebilmişti. Kriz
tahmini yaratmış, tahmin de krizi yaratmıştı. Hayır, tam öyle
değildi: Tahmin krizi önce yaratmıştı… ama kriz olmadan neyi
tahmin edebilirdi ki… Krizin tahmini mi, tahminin krizi miydi…
Yoksa…
Ziya Bey cep telefonundan oğlu Fuat'ı aradı: "Oğlum sokaktayım,
şimdi nereye gideyim?"