Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim

Transkript

Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim
C
C : Türk alfabesinin 3. harfi: Musiki’de ‘Do’(Çargah) notasının temsilcisi; Romen rakamında 100
c/a : ( SP.) : ( SP.,T C.,KOLL.) <se/a : cuenta abierta = kuen’ta a’bi’yerta’ dan gelir>: Açık Banka
hesabı = Open (bank) account ( NG.)
Caaba :
(D N;AR.) <Ka’aba) : Kabe, Medine
Caba; Cabası : Üstüne üstlük; ‘bu da’....: ek problemi ya da ödülü
“Bay Bo , çökerek gövdesini masa ba ındaki koltu una yerle tirir. Bunun fazlasıyla rahat bir koltuk
oldu una karar verir, kahverengi yumu ak deriyle kaplanmı tır; kollarını ve dirseklerini yerle tirece i kolçakları
vardır, o istedi i zaman öne arkaya sallanmasını sa layan yaylı mekanizması da caba, zaten onun da oturur
oturmaz yapaca ı tam da budur.”
(P. Auster, “Yazı Odasında Yolculuklar”, sa:11)
“Genç adam, bu ça rıyı hemen kabul etti. Yavuklusunun evinden çıktı ında, ters yönde aynı yola dü tü;
ama bu, çok daha fazla zamanını almı olmalı, çünkü bu kez oradan da a tırmanmak gerekiyordu, ay ı ı ından
ba ka bir ı ı ı yoktu ve yolda kurtlar, çakallar, ayılar kol geziyordu. Çevresindeki haydutlar da cabası.”
(A. Maalouf, “Yolların Ba langıcı”, sa:51)
(Yeni Redhouse Lügati)’nden inciler :
cabal :
(KOLL, NG..) <ke’bıl> : Fitne, fesat; kötü; Bir fitne birli i kurmak
cabby :
(KOLL, NG..) <ke’bi> : Arabacı
caboodle :
(KOLL., NG.) <kabu’dl> : Takım, güruh; whole caboodle : kalabalık, tüm güruh
caboose :
vagonu
(KOLL., NG.) <ka’bus> : Gemi mutfa ı; Yük treni i çilerine mahsus araba, yük treninin son
cachexia, cachexy : (TIP, NG.) <ka’ eksiya, ka’ eksi> : Beden (ve zihin> zafiyeti; (Cushing <ka’ in’>
Hast.): cachectic : Öyle bir hasta; o zafiyete-zayıflı a dair
cachinnate :
cachucha :
(KOLLO.)
<ke’kineyt> : Kahkaha ile gülmek; cachinnation : sterik kahkaha, sinir gülmesi
( SP.,MUS.,DANS)
<ka’çuça> :
spanya’ya özgü bir raks, dans
cacood(a)emon : (KOLL.,PSYCH.,MYTH., NG.) : <keku’demon> Kötü ruh, demon, eytan: cacoepy :
(KONU .) : <ke’kuipi> Fena telaffuz; Cacoethes : (PSYCH.) <kekui’tiz> : Kötü adet, merak, delilik, manya;
cacography : (YAZI) <ka’kog’rafi> : Kötü imla, kötü yazı; cacology : (KONU .) <kako’loci> : Fena
telaffuz, veya konu ma; cacophony (SES,MUS.) <kako’foni> : Kötü, bozuk, ahenksiz ses
cacology : (D L) <kako’loji> : Gramatik ya da idyomatik olarak yanlı ifade; pek de zevkli olmayan ya da
hatalı telaffuz ya da diksiyon = Grammatically or idiomatically incorrect expression; unpleasant or faulty
pronoun ciation or diction; cacophony <kako’foni> : Seslerin yanlı ya da haz vermeyen kombinasyonun
telaffuzu = A discordant sound or an unpleasant combination of sounds
Cacus : (YUN.MYTH.) <Kakus> : HERAKLES uykudayken onun koyunlarını ve öküzlerini çalıp
ma arasına götüren, fakat sonunda Heracles tarafından öldürülen bir mitoloji d e v’idir.
“Berber, di er kitaplardan birini aldı ve:
‘Alın, övalyenin Aynası’, dedi.
‘O kitabı biliyorum!’ diyerek ba ırdı Papaz. ‘Senyor Reinaldos de Montalban’ı, Cacus’tan ve daha
haydut dostlarıyla yakınlarını, Fransa’nın On ki Derebeyi’ni ve sözüne inanılır tarihçi.’ ”
(M. de Cervantes, “Don Chijote”, sa:38-9)
cadence : (MUS.,SES,D L,KOLL.,FR:) <ka’dans> : Konu urken ses akı ının düzgün akması, hele hele sesi
yükseltirken ya da alçaltırken, dilin yüksek ve alçak frekanslı heceleri bir ritm içinde çıkartmak. Kadans sözü,
özel olarak, son’da sesin dü ü üne veya bir cümlenin sonuna gelindi inde veya bir sükut’un geli indeki beklenen
itinaya yapılan göndermedir = The modulation of the voice in speaking, which produces the ‘flow of the
language’; especially the rise and fall produced by the alteration of louder and softer syllables in accentual
tongues. The term is appl ed in particular to the fall of the voice at the end of a sentence or at a pause in
general.
Cada uno es hijo de sus obras : ( SP., KOLL.,EDE.) <cada u’no es iyo de sus obras> : Her biri kendi özel
çalı maslarının ürünü = Every one is the product of his own works ( NG.)
Cadaloz, zardalozun cadalozu : Cadı gibi, geçinilmesi güç, huysuz, irret, kavgacı kadın
Bk.: Cadı
“Erken yatıp evden dı arı adımımı atmayınca insan haliyle sa lıklı oluyor. Anam olacak o pis cadaloz
bile öldü ünde yetmi dört ya ındaydı. Üstelik de hasta oldu u için de il, fakat açlıktan kuyru u titretti.
Ya lılı ını dü ünerek birkaç kuru ayırmak hiçbir zaman aklına gelmemi ti. Eline geçeni har vurup harman
savurdu.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:86)
“Otuzuna yakla mı bir dul kadının yirmi ya ındaki bir çocukla evlenmek istemesi, kepazeli in dik
alası... O, böyle bir kepazelikten çekinmese bile, benim cadaloz teyzelerimde, yavrularını öyle acemi çayla a
kaptıracak göz var mı?”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:37)
“Ya am benim gözüme öyle göründü. Zengin bir yahudi ailesinin kızı olan annem korkunç bir
cadalozdu; görünü üm tıpatıp ona benzer.”
(P. Istrati, “Nerrantsula”, sa:103)
“Tek bir sözcük çıkmıyordu ya lı kadının a zından.
Hermann kalktı. Di lerini sıkarak:
- htiyar cadaloz! dedi. Seni nasıl konu turaca ımı bilirim ben...
Bu sözle birlikte cebinden bir tabanca çıkardı.”
(A. Pu kin, “Maça Kızı”, sa:138)
“Öteki kadınlar hep bir a ızdan ba ırıyor, bu arada yumruklar atılıyor, tokatlar aklıyor, verilen
buyruklar i itiliyordu, ‘Kesin sesinizi orospu takımı, bu cadalozların al birini vur ötekine, inekler gibi
bö ürmeden edemezler...”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:162)
“KATHARINA - Yazık, yazık, kır u cadaloz u çirkin ka ların kiri ini. Velinimetini, kralını,
hükümdarını yaralayacak edepsiz bakı ları bırak..... Çamurlar içinde, yüzüne bakılmaz, kapkaranlık, güzellikten
nasipsiz! O böyle oldukça insan susuzluktan kupkuru kesilmi bile olsa, ne bir damlasını tatmayı, ne elini
sürmeyi kabul eder.”
(W. Shakespeare, “Hırçın Kız”, sa:127)
“EPIFANIA -... Bir karı kocası için ki ili inde bütün kadınları toplamı tır. Her kötülük ondadır;
kocasının etinde bir dikendir; kıskanç bir cadalozdur; polis hafiyesi gibi onun bütün hareketlerini izler; onda
boyuna kusur bulur, onu azarlar; ba ının etini yer.”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:105-6)
“Bunu söylemesinin nedeni, diye iddia ediyor Pereira, Rua Rodrigo da Fonseca’daki tıknefes
vantilatörün sürekli vızladı ı ve her eye ku kuyla bakıp zamanını kızartma yapmakla geçiren cadaloz kapıcı
kadın yüzünden sürekli kızartma kokusunun hüküm sürdü ü u ufak sefil odaya tanımadı ı birini ça ırmak
istememesiydi.”
(A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:10)
“Defolun bayan. Defolun gidin, hemen. Kötü bir insan de ilim, ama ba kalarının hayatına karı an
cadalozların dilini kesmek igibi bir huyum vardır.
Kocakarı kaskatı kesilip uzakla tı. Biraz ötede döndü, öfkeli bir hareketle emsiyesini salladı.
‘Göreceksiniz!..’
‘Defolun, seni zardalozun cadalozu!..’
Kadın emsiyesini açtı ve uzakla tı.”
(J.M. de Vasconcelos, “ eker Portakalı”, sa:91)
Cadı; Cadı çıra ı : Geçinmesi çok güç, farfaracı, kavgacı, ya lı, edepsiz kadın; Bu niteliklere sahip genç kız;
nsanları çarpan, cezalandırabilen, do aüstü kötü kudretlere sahip, büyü yapabilen kadın
“‘Si’ <Evet> diye cevap verdi adam, ‘geçen pazar rahibe kutsattım.’ Duda ındaki kanı sildi.
‘Size budala diyorum çünkü hepiniz bir cadıyı nasıl sınayaca ınızı bildi iniz halde o yöntemi
kullanmayı dü ünmüyordunuz. Basit, Kutsanmı i neleri alıp Tanrı adına, kapıya haç eklinde saplayaca ız!’
diye gürledi. ‘Biliyorsunuz ki bir cadı, sa’nın haçıyla i aretlenmi kapıdan geçemez!’ ” ..... “‘Kutsal Haç’la
korunan kapıdan içinde kötülük olan hiç kimsenin, özellikle bir cadının geçmesi mümkün de ildir. Bir kez bir
kadının bu ekilde yargılandı ını gördüm. Haç i areti nedeniyle bütün vücudu acıyla yandı..... bu geceki i imiz
yeni ba lıyor demektir. Ama geçerse bir daha asla cadılıkla suçlanmayacaktır. Tanrı ahidimiz olsun,’ diye
konu tu.”
(R. Anaya, “Kutsa Beni, Ultima”, sa:160, 161)
“FENERLER
--------------Goya, o kara dü bilinmeyen eylerden,
Pi irilen dölütler abat zamanları,
Aynada cadılar, çoraplarını çeken
Çıplak kızlar, ayartmak için eytanları.”
(Ch. Baudelaire<1821-1967>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:39)
“ ‘Senin ö üdüne ihtiyacım var. Sana sorumu sordu umda, bana cevabının pahasını söylersin. Tamam
mı?’
‘Tamam.’
‘Bir az daha büyüyünce Therru’yu bir cadı çıra ı yapayım mı?’ ..... ‘Bunu yapmaktan korkarım,’ diye
cevap verdi cadı. Tenar’a ani ve öfkeli bir bakı la uzun uzun baktı.
‘Korkuyor musun? Neden?’
‘Bir çocuk. Kötülü e u ramı bir çocuk.”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:155)
“Therese’nin giyimini çok eski moda bulan komiser: ‘Arkanızı dönün, bayan,’ dedi, ‘adamın
üstündekileri çıkaraca ız. O zaman ne varsa çıkar ortaya.’ Sonra alaylı alaylı güldü; ya lı cadının bir ey görüp
görmemesi umurunda de ildi aslında.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:337)
“Onların bütün merakı, kadının uyanıp süpürgeli cadıya pencereyi açıp açmayaca ıydı. O lan, cadının
arkasına, süpürgeye binip uçtu unu hayal ediyordu. Kız, masalın bir yerinde uyuklar gibi oldu. O zaman Kirya
Maria kendi masalını kendine anlatmaya koyuldu.”
(P. Celal, “Melahat Hanımın Düzenli Ya amı”, sa:80)
“Dü ünmeden konu mu tu, ama sesi uzun uzun dü ünüp öyle konu mu gibi sert ve ciddiydi. Yüzü de
birden garip ekilde solmu tu. Bu arada gözleri öfkeyle, çaresiz bir nefretle parlıyordu. Egor tekrar canlanarak,
profesör hedefi on ikiden vurdu, dedi kendi kendine. Elinden gelse küçük cadı bizi buracıkta diri diri yakardı...”
(M. Eliade, “Matmazel Christina”, sa:72)
“Homongolos’u bir türlü susturamıyorlardı:
-Aptal yüzlü, küçük küçük köylü kızları, ‘Ana, ölecek mi imdi bu adam?’ diye ba rı ırlarken Rumeli
göçmenlerinden bir kocakarı ortaya çıkıverdi... Hani Karagöz’de uçak gibi küpe binip uçan cadılar vardır...
Tıpkı ona benzeyen bir kadın, ‘De bırakın... Bir yol da ben nefes edeyim!’ diye haykırıyordu.”
(R.N. Güntekin, “Bir Kadın Dü manı”, sa:67)
“Kınalı seyrek saçları, evliya ye ili yemenisi, rastıklı çipil gözleri, yaz kı aya ından çıkarmadı ı ve
hep yalınayak geçiriverdi i nalınlarıyla onu Arafat cadısına benzetmek her bakımdan daha uygun kaçardı. Bu,
kırmızısı, kızılı fazla göz alan seyrek kınalı saçlardan bir iki tutam, mutlaka o evliya ye ili, ya lanmı yemeniden
dı arı u rar, kırı kırı alnının üstünde horoz ibi i gibi uçu up dururdu.”
(S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:206)
“Flüt gibi sesler çıkararak, ‘Kız ete ini kaldırdı, i renç cadı ete ini aha böyle kaldırdı...’ öten babası,
olayı canlandırmak için gömle ini öyle yukarı çekti ki, uylu undaki sava tan kalma yara izi göründü.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:105)
“Herkes sanıyordu ki, ben bilerek, ben isteyerek göz yumuyorum; vallahi billahi herkes böyle sandı... O
kızıl saçlı kız, bir ate in önünde dimdik duran bir cadı gibi, beni yerden yere, çukurdan çukura sürüklenir
gördükçe, otuz iki di ini birden gösteren bir gülü le gülüyor ve mutluluk, cildinin deliklerinden fı kırıyordu.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:187)
“Bunu söyledikten sonra yeniden avaz avaz gülerek ve ellerini dizlerine vurarak ba ırdı:
-Karde im ridaman, odun ate inden söz etmenin nedeninin yüre indeki saman kulübenin
tutu masından ibaret oldu una öyle sevindim ki. Küçük cadı gözünün önünde fazla durdu. Tanrı Kama da çiçekli
okunu sana saplayıverdi; çünkü bize bal arılarının vızıltısı gibi gelen ey onun ruhunun uçu uydu.”
(Th. Mann, “De i en Kafalar”, sa:47)
“Ömer, elinde geli ken bir video kamerayla ortalıkta dola maya ba lamı , birbirlerinin foto raflarını
çekmekten bıkıp usanmamı Japonları bir de o görüntülüyordu. Tu de kan kırmızısı elbisesinin içinde, ileride
cehennem zebanisi olmak üzere yeti tirilen küçük bir cadı gibi karanlık bir gülü le gülüyordu.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:520)
“Ginia iki tur döndükten sonra, ötekinin öyle ba ırdı ını duyardı. ‘Sen terbiyesizin tekisin, cadının
tekisin, yok ol ortalıktan. Fabrikaya geri dön!’ ”
(C. Pavese, “Güzel Yaz”, sa:9-10)
“FALSTAFF - Bana mı söylüyorsun karardı, morardı diye? Ben kendim yedi im dayaktan,
gökku a ının ne kadar rengi varsa hepsini sıraladım. Az kalsın Bradford cadısı diye yapı ıyorlardı yakama.
Aklımı ba ıma toplayıp, zararsız bir ihtiyar kadın taklidini mükemmel becerdim de kurtuldum bereket. Yoksa
güvenlik görevlisi olacak herif büyücü diye deli e tıktı ı gibi, kastıracaktı bacaklarımı cendereye.”
(W. Shakespeare, “Windsor’un en Kadınları”, sa:123)
“E ek, bu u ursuz cadı bana büyü yaptı, dedi, beni bu hale soktu; yalnız sen, yazar ve büyücü olan sen,
beni kurtarabilirsin.
Apuleius bir sıçrayı ta ate e do ru gitti, bir kor parçası alıp havaya simgeler çizdi ve söylenmesi
gereken sözleri söyledi. Kadın bir çı lık attı, i renmi gibi a zını büzdü, birden yüzü buru maya ve ya lı bir
cadıya dönü meye ba ladı.”
(A. Tabucchi, “Dü ler Dü ü”, sa:23)
“Bunu söylemesinin nedeni, diye iddia ediyor Pereira, Rua Rodrigo da Fonseca’daki tıknefes bir
vantilatörün sürekli vızladı ı ve her eye üpheli gözlerle bakıp zamanını kızartma yapmakla geçiren cadaloz
kapıcı kadın yüzünden sürekli bir kızartma kokusunun hüküm sürdü ü u ufak sefil odaya tanımadı ı birini
ça ırmak istememesiydi.”
(A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:8)
“KRAL ÇE EL ZABETH VE SIR WALTE RALEIGH
ARASINDA GEÇEN R TARTI MASI
<Elizabeth’ten Raleigh’e > (1587)
Ah, aptal Pug, bu kadar korkak mıydın sen?
Üzülme sevgili Wat, yitirme cesaretini hemen.
O kahpe talihin ne gücü yeter ne de becerisi,
Sana kar ı so utmaya yüre imi.
Güçsüz talih seni de i tiremeyecek diyorsun
Peki nasıl dü ünürsün kör bir cadının beni ele geçirece ini?”
(I. Elizabetha Regina<Tudor>-Gökçen Ezber, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.08.04)
“Üçü de sıska, sapsarı, kemikli; üçü de aynı boyda. Gerçek birer ütü tahtası; tam birer süpürgesiz cadı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:28)
“Margarida, e lence kulübelerinden birinin önünden geçiyordu.
‘U urlar ola, Sarı Margarida bu yahu!’
Margarida durdu, çevresine bakındı, tam sövece i sırada Chicao’yu gördü.
‘Hele hele, sendin demek, eytanın gör dedi i.’
‘Hadi gel, cadı karı, birer tek atalım.’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:38)
“-Bu kadın imdi namuslu mu oluyor? diye a ırdı Octave.
-Evet, azizim. Namuslu kadının tüm özelliklerine sahip: güzel, e itimli, terbiyeli, zevk sahibi; ve
cadının teki!”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:25)
Caduceus : HERMES’in <Yunan Mit.: Arkadia kökenli Yunan tanrısı, ZEUS ile MAIA’nın o lu; tanrıların
elçisi ve kahramanların koruyucusu, ticaretin kollayıcısı, Apollon lir’inin mucidi; halk dinindeki görevleri ikinci
derecededir. Romalılar tarafından MERCURIUS ile bir tutulur. Dar kenarlı düz bir apka (petasus) ve
aya ındaki kanatlı sandallar (talaria) ile simgele tirilir. HERMES TRISMEGISTUS (Üç kere BÜYÜK
HERMES): Bütün sanatların ve bilimlerin yaratıcısı olan Ay Tanrısı THOT’a Yunanlıların verdi i ad:
Büyücülük, yıldız falcılı ı ve simyayla ilgili birçok kitabın yazarı, çok eski bir Mısır kralı olarak tanımlanır.>
tanrıların habercisi olarak elinde ta ıdı ı asa. Ço u kez,Tıbbın sembolü olan Asklepios’un Asası ile karı tırılır
aradaki fark udur: Bu sonuncuda bir yılan vardır ve kanatlar yoktur.
“Langdon, kadının kolyesine bakarak, ‘Güzel bir nazarlık,’ dedi. ‘Lapis lazuli mi?’
Sinskey ba ını evet anlamında sallayıp, dikey duran bir asaya <sopa, baston> sarılı yılan eklinde
kesilmi ta nazarlı a baktı. ‘Tıbbın sembolü; caduceus. Ama bunu zaten bildi inize eminim.’ ”
(D. Brown, “Cehennem”, sa:333)
Cadı avı : Orta ça larda ve hatta yeni ça ların ba langıçlarında, cadılara kar ı duyuumsanan güvensizlik
sonucu, özellikle kadınların ardından giderek onları yoketmek praktisi
“Bununla birlikte, yabanıl ho görüsüzlü e farklılık ö retleri yol açmaz; aksine, bu ö retiler daha
önceden var olan yaygın bir ho görüsüzlük temelinden yararlanır. Cadılar avını dü ünelim. Cadıların
kovu turulması, ‘karanlık’ Ortaça ’ın de il, modern ça ın bir ürünüdür. Malleus Maleficarum, Amerika’nın
ke finden kısa bir süre önce yazılmı olup, Floransa hümanizmasıyla aynı döneme denk dü er.”
(U. Eco, “Be Ahlak Yazısı”, sa:101)
Cafcaflı (kıyafet, sözler) : Gösteri li, çi bo (sözler); a ırı süslü püslü giysi
“Adamın cafcaflı kıyafetine ra men Langdon pilotun ciddi biri oldu unu anlayabiliyordu. Bir Amerikalı
deniz piyadesinin tüm ciddiyeti ve asaletiyle onlara do ru yakla ıyordu.”
(D. Brown, “Melekler ve eytanlar”, sa:131)
“Ba ka yerde, insanı a kına çeviren bir mermer ku ve çiçek bollu u içinde, u gözüpek dilek:
‘Mezarın hiçbir zaman çiçeksiz kalmayacak.’ Ama çabucak güvene gelir insan: yazıt yalancı mermerden bir
yaldızlı demeti çevreler, bu da canlıların zamanı açısından çok ekonomiktir (cafcaflı adlarını hala tramvaylara
yürürken binenlerin minnetine borçlu olan u ölmezotları gibi). Yüzyıla uymak gerekti inden, bazı bazı alı ılmı
tarla ku unun yerini a kınlık verici bir uçak alır, uça ı da mantı a hiç kulak asılmadan bir çift görkemli kanatla
donatılmı bir budala melek kullanır.”
(A. Camus, “Dü ün-Cezayir’de Yaz”, sa:48-9)
“Adam ona bilmedi i bir dilde yazılmı çe itli belgelerle dolu bir albüm gösterdi; gazete kupürleri,
bikinili kadınlar (vücuda o ak amüstü Maria’nın giydi inden çok daha iyi oturan, gayet cüretkar bikinilerdi
kesinlikle), cafcaflı bro ürler gösterdi...”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:31)
“ ‘Kin duygusundan kaynaklanan enerji seni hiçbir yere götürmez: ama kendisini a k yoluyla gösteren
ba ı lama enerjisi ya amını olumlu yönde de i tirecektir.’
‘Teoride tümüyle güzel ama pratikte olanaksız cafcaflı sözler söyleyen Tibetli bir bile gibi konu tun
imdi. Unutma, daha önce de incindim ben.’ ”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:76)
“Gelenlerin ço u, ev sahibiyle aynı ku aktan, a ırba lı, güvenilir. Ya lı bir kadına özellikle saygı
gösteriliyor; Petrus, üzerinde mavi takım elbisesi ve cafcaflı pembe gömle iyle yolun ta a a ısına kadar inip
kadını kar ılıyor.”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:148)
“Bunların içinde, bakkala giderken yaptı ı alı veri listesini yayımlayanlar bile oldu. (Gülmeyin, bu bir
gerçek.) Sonra da bu beceriksizli i, bu tıkızlı ı ‘postmodern’ falan gibi cafcaflı lafların arkasına saklayıp, acemi
bir piyanistin sürekli tek bir tu a basıp ‘Siz anlamıyorsunuz, bu ça da müzik’ demesi gibi saçmalıklarla u ra ır
olduk.”
(Ö. Zülfü Livaneli, “Edebiyat Mutluluktur”, sa:13-14)
“Önemli neenlerle yabancı memleketlere gitmi birkaç Utopia’lı dı ında, herkes cafcaflı kılıklara
ayıplayarak, acıyarak bakıyordu. Birçokları, en kılıksız u akları elçi diye selamlayıp, asıl elçilere aldırı
etmiyorlardı. Çünkü onlar köleler gibi altın zincirler içindeydiler.”
(Th. More, “Utopia”, sa:93)
“Duvarlardan birinin tümüne yakın kesimini pek çirkin bir mobilya, üzerinde oymalar, küçük
çekmeceler, ensiz aynalar bulunan büfeyle portmanto arası bir ey kaplamı tı. Yerde bir zamanlar cafcaflı bir
görünüme sahip oldu u anla ılan, üzerinde yılların biriktirdi i kova ya da oturak izi halkalar bulunan bir halı
seriliydi.”
(G. Orwell, “Wigan skelesi Yolu”, sa:21)
“Özgür olmak. Kendi kendinin nedeni olmak: Benim, çünkü ben olmak istiyorum, diyebilmek! Kendi
kendinin ba langıcı olabilmek! Bunlar içi bo , cafcaflı sözler, okumu ların can sıkıcı, bıktırıcı tekerlemeleriydi.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:54)
“Ne olursa olsun, Wagner’in beste yaptı ı odadaki lüks, gösteri li, cafcaflı dekorasyon, onun dı
dünyayı dı layarak dikkatini bütün yapıtlarını ortaya çıkardı ı kendi iç dü gücü dünyasında yo unla tırmasını
sa layan bir ritüeldi.”
(A. Storr, “Yaratma Dürtüsü”, sa:133)
“Herhalde, daha do rusu kesinlikle, bu nem yüklü havada güne in bir oyunuydu; yine de arabayla
yanından geçerken sonsuzca varolacakmı gibi duruyordu. Arabasının bir kö esine sinerken, hiçbir ey, ne
rüzgar ne güne , ne de gökgürültüsü bu cafcaflı yapıyı yıkamazmı gibi geldi ona.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:154)
“Kendimi yeniden cansız ve gösteri çi hissetmeye ba lıyordum, bu yüzden duygu-tanı ım gruplarında
ortamda do al olarak bulunan yapay teneffüsü aradım. nsanların cafcaflı orman evlerinde vardı bu kilimlerinde, hasır paspaslarında, Japon banyolarında, geceyarısında.”
(I.D. Yalom, “Her Gün Biraz Daha Yakın”, sa:25)
Café latte : Café: <Fr.> Kahve; Latte:<Ita.> sütlü. Az sütlü kahve, ‘capucchino’da daha fazla, tabaka
halinde; 19. y.y. Avrupa’nın bilinen merkezerinde <Viyana, Paris, sviçre> Yüksek Klas’ın seçti i içki; son on
yıllarda Türkiye’de de alı ılmı a benzer, ama daha ziyade Orta Klas, özell kle gençler ‘hava atmak’ için içiyor
“ ‘Garson! Garson!’ Breuer parmaklarını aklattı. ‘Hanımefendiye bir kahve. Café latte?’ Fraulein
Salomé’ye do ru baktı. Kız ba ıyla onaylayıp sabahın so u una ra men etolünü çıkardı.
‘Evet, bir café latte.’ ”
(I.D. Yalom, “Nietzsche a ladı ında”, sa:12)
Cahal olmak : ‘Cahil olmak’ın ive farkıyla ifade edili i
“Çopur Mehmet’i, ertesi günü ilçeye indi inde gördüm. Kaymakamın önünde ehliz ehliz ba e iyor,
seyrek keçi sakalını sıvazlıyor ve yüzyıllardır ö ür yasasıyla sava mı olanlara özgü zekasıyla:
‘Cahalız, ba ı layın, dün siz köye yana ırken, bizi bir korkudur aldı. Sormayın halimizi.’ ”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:71)
Cahil olmak :
Tahsilini tamamlamayarak gerilerde kalmı ki i; bilgisiz, sosyal bakımdan görgüsüz
“Bir ma azada çalı an ve öyle cahil denemeyecek olup politika alanında pek faal olan bir meyhanede,
elinde kadeh, yarı içkili durumdayken, a zından majestelerine kar ı hakaret sayılacak bir söz kaçırmı tı; yanı
ba ındaki masada oturup belki ondan da içkili bir ba ka mü teri de durumu ihbara kalkmı , o kafası dumanlı
halinde herhalde pek güzel bir i yaptı ını sanarak hemen ça ırdı ı bir polise adamı kıvançla <sevinç>tutup teslim
etmi ti.”
(F. Kafka, “Ta rada Dü ün Hazırlıkları”, sa:297)
Caiz olmak : Dü ünülmesinde ya da yapılmasında inanç ve sosyal sistemler bakımından bir sakınca
bulunmamak
“.....Belki rastlantı bile de ildi, belki o büyücüyü kapıma gönderen Tanrı’nın ta kendisiydi. Pélissier’yle
ürekası <orta ı> yüzünden çekti im a a ılanmalardan sonra bir ödül olarak. Belki de takdir-i ilahinin hiç benimle
u ra tı ı yok da Pélissier’yi cezalandırmak amacını güdüyor...beni yükselterek...Bu durumda benim ikbalim
<yüceltici bir gelecek> ilahi adaletin elindeki alet oluyor ki böylesini utanmadan ve en küçük bir pi manlık bile
duymadan kabul etmek caiz olmaktan öte, boynumun borcudur.”
(P. Süskind, “koku”, sa:114)
Caka satmak; Cakalı; Cakası yerinde olmak : Hava atmak, fiyaka yapmak, gösteri te bulunmak, çalım
satmak
“Paris ba kaydı bu ayda. Yabancılara bırakılmı tı. Sere serpe, alabildi ine... Zengin turistler, yoksul
turistler, Amerikalılar, sveçliler, Almanlar, unlar bunlar. Bir ö le vakti Café de la Paix’ de oturup seyrettim o
pahalı turistleri. Cakalı Amerikalılar, aile babaları, her yerde resim çıkartarak bu anı ölümsüzle tireceklerini
sanan gafiller!”
(O. Akbal, “ stinye Suları-Paris Sokakları”, sa:64-5)
“Slim’i böylesine kendini be enmi , böylesine keyifli ve halinden ho nut görmemi tim hiç daha önce.
O kulübenin içinde dört yıldızlı bir general gibi caka satarak dola ıyor, çevresine emirler ya dırıyor, kendi
akalarına kendisi gülüyordu, bir kabadayı gibi ortalı ı kasıp kavuruyordu.”
(P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:127)
“Nasıl oldu, bilmem, kısmetimin kar ısında böbürlenmek, onu ilkelerine ba lı bir adam oldu uma
inandırıp caka satmak istedim herhalde. Daha do rusu, ne istedi imi kendim de bilmiyordum. çimde kar ı
konulmaz, deh etli bir duygu seli kabardı.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:31)
“Yukarıda ters bir memur oldu umu söyledim ya, yalan! Hırsımdan öyle söyledim. sahiplerine de,
subaya da caka satardım; gerçekte de hiçbir zaman ters olamamı ımdır. Her an içime bunun tam kar ıtı bir sürü
duygunun doldu unu hissederdim. Bu duygular içimde kıpır kıpır ederlerdi.”
(F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:14)
“Dinyester Irma ı, yata ında sere serpe yayılmı akıyor. Sular kimi yerde sı , kimi yerde derin, kimi
yerde co kun… Sazlık adacıkların serpi tirildi i bu ı ıltılı suklarda ku ular çı lık atıyor, cakalı balıkçıllar,
kırmızı ba ırtlaklar, uzun gagalı çulluklar ba rı arak av kovalıyorlar.”
(N. Gogol, “Taras Bulba”, Cilt:II, sa:94)
“HARDCASTLE - Ciddi mi söylüyorsun kızım? Çünkü ben de do du um günden beri bu kadar arsız,
caka satıcı bir köpek yavrusu görmedim! Kabadayı Dawson bile onunla a ık atamaz.”
(O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:61-2)
“O vakitler henüz ne Beatrice vardı ne de portre; ba ıbo ve da ınık bir hayatın olabildi ine civcivli
günlerini ya ıyordum. Kentin dı ına çıkmı tık ki, kendisini bir meyhaneye davet ettim. Beni kırmadı. Caka
satarak bir i e arap söyledim; gelen arabı bardaklara doldurup Demian’la kadeh toku turdum.”
(H. Hesse, “Demian”, sa:110)
“Söyle -ve bunun cevabını verene kadar hala benim o lum ol!- arka odada, sadakatten yoksun, ba a
bela personel beni kollayıp dururken, yapabilece im ne kaldı ki? Ve o lum caka satarak dünyayı dola ıp, benim
hazırladı ım i leri ba lıyor.”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:106)
“Çetin’le Metin, iki hafta önce sünnet olmu lardı. Bisikletler zengin babalarının hediyesiydi. Günlerdir,
o iri-çocukluklarıyla bisikletlerine tünüyor, Fikret’le benim bütün mahalleye yaydı ımız ‘asfaltçılar, cakalılar’
adlarına içerlediklerini belli etmek istemedikleri halde, bizleri bir gün fena döveceklerini söylüyorlardı.”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:17)
“Sen gittikten sonra ba ımıza gelenleri özetlemem gerekirse, yine korkunç eyler oldu. Ba kan ve
adamları günlerce süren bir tilki avına çıktılar. Ada silah sesleriyle inledi. Her ak amüstü sanki bir marifetmi
gibi ellerinde ölü tilkilerle dönüyor, ortalı a caka satıyorlardı.”
(Ö.Z. Livaneli, “Son Ada”, sa:171)
“Az da olsa, imdiye dek ö rendiklerim içimi rahatlatıyordu: Ailede anlatılanlar masal de ildi demek!
Masal olabilece ini dü ündü üm için kendimden utandım bile. Hiç de bizim ailenin tarzı de ildi bu; daha çok
suskunlukla suçlanabilirdi bizimkiler, ama genel olarak övünmenin, caka satmanın her türünden nefret
ederlerdi.”
(A. Maalouf, “Yolların Ba langıcı”, sa:27)
“BOZKIRDA YA MUR
Tüyleri karmakarı ık bir kedi benzeri
caka satan bir elle silkeleyip arkaya ba ını
damlayıverdi bir tekne dolusu buz gibi suyun içine
titreyerek kemiklerine kadar, hem de katarak
ili ini tuzsuz, et suyu bir çorbaya;”
(Mbuyiseni Oswald Mtshali<d.1940>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
08.11.07)
“Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelli in yitmez ki, asla olmaz hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen ça ları a arken bu ölmez satırlarda.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:18, sa:77)
“RANDALL, üzgün üzgün dönerek. - Siz kadınların yakı ıklı buldu u bir erkeksiniz, Hushabye.
HECTOR - Caka satmaya özendi im gençlik yıllarımda bu kılı a girmi tim. Hesione, de i tirmeme
razı de il.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:108)
“Sevgili Wilse, New York, 19 Mayıs 1918
Ha ha! Ha! Ha! Ha! Ha! ..... nasılsın bakalım. Senin, u Ba ımsızlık bildirisini çı ırtmandan çok
minnettarım..... Ama bana u iyili i de yap. Brumstein’ın ve benim öykümüzün acı sonu geldi inde, Pantolonsuz
diye bilinen bu adamın onun üstüne kopyasını okumasına izin verme. Çünkü korkarım rahmetlilerin bile adlarını
keser. Hasta da de iliz ama, senin caka e ilimlerinden biri, seni buna göstermeye yöneltebilir. Ernest.”
(E. Hemingway, “Heminway’in Mektupları”, sa:15)
“Pierre birkaç adım attı. Paulo da pe inden yürüdü. Etraflarındaki son i çiler de da ıldılar; yalnız
bisikleti almı olan i çi gitmedi.
Pierre ona do ru yürüdü. Paulo ise, milislerin bulundu u tarafa do ru kin dolu gözlerle baktı ve acı acı
söylendi:
- u edepsizler yarın böyle caka satamayacaklar!”
(J.-P. Sartre, “
ten Geçti”, sa:78)
Cako : ( TA.,G YS ) <Ca’ko> : Caket, ya murluk, anorak Bk.: Giacco
Calinus : (ESK YUN.): Galenos; Bergama’da do mu , Roma’da ya amı (M.S. 131-201) Eski Yunan’ın en
büyük hekimlerinden biridir. Yapıtları Arapça’ya çevrilmi ve Do u’yu etkilemi tir.
“Calinus bir ahma ı gördü: Bir danı manın yakasına sarılmı , saygısızlık ediyordu. Dedi ki:
‘Bu adam gerçekten bilgin olsaydı, i i bir cahille dala acak duruma getirmezdi.’
‘Akıllılar birbirleriyle dala maz
Bilgin olan akılsızla u ra maz...’ ”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:163)
Calvin, John (1509-1664) : Fransız teolojist ve reformcusu. 1535’te, Hz. Adem’in hatası yüzünden günah
i lemi bir varlık olan insan nesli ile Tanrı arasında, Hz. sa’nın tek arayapıcı oldu unu ileri süren ‘Calvinism :
Kalvinizm’ (Bk.: Geusen ) Mezhebi’ni kurdu. En ünlü kitabı: ‘Institutes of the Christian Religion’
oldu.Görü leri prk çabuk, XVI: y.y.’da Avrupanın orta ve kuzeyindeki ülkelerde, örne in Almanya, Fransa ve
skoçya’da P r e s b i t e r y e n kiliselerinin açılmasına yol açtı. Kitabının esas noktalarından biri, ‘reform’
demekle, Hıristiyan dininde köklü bir prensip de i imine gerek olmadı ını ve fakat, zamanın kilise üzerine
yaptı ı etkilerin yarattı ı skolastik yanlı lıklardan arınmak için ilk kaynaklarına dönmek iacp etti ini vurguladı
Camadana; Camadana etmek : Beklenmedik deniz fırtınalarında, dört kö e ‘seren’ yelkenleri, üst yakalaınan
bo arak yüzeylerini küçültme operasyonu; Kıslamı yelkenleri, ba larını açarak fora etmek
“Kaptan üst yelkenlerin indirilmesini emretti inde, ana yelkenin çarmıklarının a ınarak parçalanmı
oldu unu gördü. Derin bir nefes verirken küfretti ve tüm a ırlı ı ile ana yelkeni söküp güverteye fırlatmadan
önce ‘yelkenler camadana’ emrini verdi.”
(R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:288)
Cam çerçeve kalmamak : Tüm camları, çerçeveleri kırmak, yere indirmek
“Baktım akası yok, ‘Gözüme çay fincanı kadar görünüyorsun herif! Defol!’ diye diklendim. Elini
tabancasına atmaz mı? te o zaman cinler ba ıma toplandı. Palaskasından yakaladı ım gibi yallah ettim,
pencereden dı arı... Cam, çerçeve kalmadı. Herifin le i caddeye serildi.”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:110)
Camekanına tükürdü üm : Esnafça bir hakaret sövgüsü (Argo)
“Osman A a, birden yumu adı:
-Biz imdi senin zarını inkar mı ettik camekanına tükürdü üm?
-Benim zar e be ti. Söylesene Lazo lu.”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:125)
Cam gibi parlamak : Mekanik, ne duyumsadı ını gizleyen, dü manca bakı
“KLEOPATRA (Kurnazca bir umut pırıltısıyla.) - Ama Sezar, bunu yaparsanız sizin de sonunuz gelir.
(Sezar’ın gözleri cam gibi parlar.)
RUFIO (Çok tela lı.) - Aman ulu Jüpiter! Seni gidi i renç Mısır faresi. Bu söz Sezar’ı çileden
çıkarmaya yeter. imdi tek ba ına kente giderse görürsün. Bizi burada paramparça ederler.”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:144)
Camız : Manda
“Görüntü
---------Mutluydular
Suyun üstünde camız
Camızın sırtında
Sivrisinek”
(F. Hüsnü Da larca<1914-2008>, “Ötekinde Olmak”, sa:58)
“Beyefendi sımsıkı bir camız a ırlı ıyla küvetin ılıktan artı sıcak suyuna girip boylu boyunca uzandı.
Nefise sünger, sabunla falan emir bekliyor, herkesin kayranlıkla çılgınlar gibi alkı ladı ı bu adamın kendisine ait
oldu unu dü ündükçe kabına sı amıyordu.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:246)
Cami dire i gibi do ru (kimse) : Dürüst, yalan dolan bilmeyen (kimse)
“Borcuna do ru ama, dul kocakarıların, saçı bitmemi yetimlerin iki meteli ini fırsat dü ürünce
a ırması neyin nesi? Hasılı ‘e kiya-vurguncu’ desen de il, ‘cami dire i gibi do ru bir herif’ desen de il, Allahın
bir hikmeti vesselam.”
(K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:241)
Cami duvarına i emek : ‘Eceli gelen köpek cami duvarına i er’ atasözünden gelme bir deyim. Sonunun
gelmesini isteyen bir kimsenin ihaneti, bindi i dalı kesmesi ve benzeri sonunu getirecek i lemlerde bulunması
“‘Onun çiftli ini basmı lar, bu i i kim yapabilir ki... Bu i i ancak bir deli yapar.’
‘ nce Memed yapmı .’
‘ nce Memed akıllıdır, cami duvarına i emez.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:395)
Cami yıkılmı ama mihrap yerinde : Ya lılı ına kar ın bir kadının eski güzelli ini koruması (Özellikle
kadınlar için kullanılır)
“MAMA - Kimden utanıyorsun? Hepimiz kadın de il miyiz? Erkek olarak sadece bu sidikli tahta at
var.
ELIZABETH - Emin de ilim... (Mama’ya bakar.) Birimizle ilgili bazı ku kularım var Madam Zozik.
MAMA - Kendine haksızlık ediyorsun, güzel bir kadınsın... hala mihrap yerinde...”
(D. Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:32)
CAMUS, Albert : (FEL.) ‘D ü ü n ü r l ü k’ Felsefesi kurucusu, D ü ü n s e l geli imci.(1913-1960)
Eserleri: Dü ü <La Chute>, Ba kaldıran nsan <L’Homme Révolté>, Veba <La Peste>
“(1. dönem) : SAÇMA kavramı : dünyanın, ya amın anlamsızlı ı, saçmalı ı;
(2. dönem) : BA KALDIRI : Toplumu de i tirmek.
nsan, sahip oldu u de erlerin geçerlili i için, bir teminat sa layamamı tır. D ü n y a , insana ve
insani de erlere kayıtsızdır. nsano lu, dünyanın akıldı ı sessizli iyle çarpı ıyor. Bu, bir saçmalık
<absurdité>dir. E t i k d e a l’ler, eskiden, D i n’den destek alıyordu. L a i k d i n l e r - ilerlemeci tarih
felsefesi- bu b lu u doldurmaya çalı maktadırlar (Hegel, Marx!) Gaye: d a y a n ı m a - d u y g u d a l ı k
Ahlakı üretebilmek. nsan, s a ç m a’nın mahkumiyetinden kurtulmak için birtakım çareler arar. Mademki iki
kutup var : i n s a n ve d ü n y a; biirbirlerini, a) Felsefi düzeyde, tinsel ve b) Fiziki de erde, intihar yoluyla
yoketmeye çalı ır. Saçmaya kar ı b a k a l d ı r ı, insanın yeniden k e n d i k e n d i s i n i b u l m a s ı d ı r.
Ba kaldırıyoruz, o halde varız! Saçmayı bulup kabul edince, insan, a l ı k a n l ı k ve u z l a ı m’dan
kurtulur; n s a n, dürüstçe kaderine boyun e meli; yanıt: ba kaldırı + özgürlük + t u t k u.
n s a n, kısa hayatını daha iyi ekilde de erlendirmelidir. Bu arzu edilen ideal hayatı karakterize eden
simge : S i s y p h o s’tur. <Sabah indirdi i kayayı ak am tepeye iten mitik kahraman!> O, kaderine boyun
e mez, saçmayı kabul eder. Bilincinin farkındadır; Ba kaldırı cezasını kendi kaderi vermi tir.<CAMUS bizden
Sisyphos’un mutlu oldu unu dü ünmemizi ister> Dünyada insan, yapayalnızdır; gayretleri sonuç vermese de bir
ili ki kurmaya çalı ır.”
(Ahmet Cevizci, “Felsefe Sözlü ü”, sa:183)
Can; Can mı can: Samimi, içten, duyarlı, insancıl insan
“ Y B R ARKADA TI
---------------------------Ya ladı mı tabanları
Her yere sokardı burnunu
Çok ho bir arkada tı
Etienne’e di bilerdi
Sa lı ına Etienne sa lı ına dostum
Can mı can bir arkada tı.”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:31)
“PATRICIA, avunmu , yürekli. - Eh., öyle olsun.. Yeni bir servet kazanacak vakti oluncaya dek
Alastair’i ben geçindirebilirim. Sizler hepiniz onu alık sanıyorsunuz; ama iyi çocuktur, can çocuktur.”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:39)
“ ‘Bir de emsiye ayarlamak tabii,’ dedi a abeyi.
Lucy kızardı. nancına yine ta atmı tı a abeyi. O ‘dua’dan söz ederken, ‘ emsiye’yi yapı tırıvermi ti.
Haçını gizledi azıcık parmaklarıyla. Sindi, pustu; gelgelelim bir dakika sonra ne eyle haykırdı:
‘Bakın geliyorlar, bizimkiler-canlarım benim!’ ”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:27)
Cana, Canına can katmak : Ne ’elenmek; mutluluk, hayatiyet vermek
“‘... bugüne kadar sizden daha cesur bir efendi görmedim; umarım bu cüretiniz bizi korktu um yere
götürmez! Ama kula ınıza bir baksak efendim; durmadan kanıyor, heybemde bezle merhem var.’
‘E er yanıma cana can katan büyülü sudan biraz almayı dü ünebilseydim, bütün bunlara gerek
kalmazdı, onun tek damlası, bizi bir yı ın vakit ve ilaç kaybından kurtarırdı.’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:60)
“Mevlana’nın heyecan ve hallerinden ıstırap duyan eyh Sadreddin, u rubaiyi okudu:
‘Sensiz, gökten inen ayetlerden kim haber verebilir veya gerçe i batıldan <çürük, gerçek olmayan> kim
ayırdedebilir? Ey sırları ke feden! Söyle! Gerçek alemindeki nükteleri kim çözebilir?’
Sonra, Mevlana’nın ayaklarına yüzünü gözünü sürdü; a ıklara yara ır bir tarzda a layıp inledi ve bu
cana can katan sohbetten gurur duydu, aferinlerde bulundu.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:22)
“Bülbül ne yatarsın yaz bahar oldu
Ça rı up ötmenin zamanı geldi
Serviler ye erdi çiçekler doldu
Cana can katmanın zamanı geldi”
(Gevheri-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri II”, xv.-xvı. yy., sa:160)
“FAUST - O yetene i kendinizde hissetmiyorsanız, sonradan edinemezsiniz..... Nafile u ra mayınız!
Bu takdirde, ba ka bir ziyafet sofrasının artıklarını yu urup kaynatınız ve cılız alevler çıkıncaya kadar, küçük kül
yı ınını üfleyiniz! Böylece ancak çocuklarla maymunların be enilerini kazanabilirsiniz, e er bu da ho unuza
giderse... Her halde, bu i i candan yapmazsanız, hiçbir zaman cana can katamazsınız.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:31)
“Pencereye gittik. Gök gürlemesi öteye do ru çekiliyordu ve ahane ya mur topra a hı ıldıyordu ve
sıcak havayla dopdolu bir ho koku cana can katarak bize do ru yükseliyordu.”
“... tabiatın içi hararetli, kutsal ya amını bana açtı ında: nasıl da bunların hepsini sıcak kalbime
sı dırdım, üstünden akıp giden bollukta kendimi tanrıla mı hissettim ve sonsuz dünyanın görkemli görünümleri
ruhumda cana can katarak devindiler.”
(J.W. von Goethe, “Genç Werther’in Acıları”, sa:46;74)
“Aldı sa ra ı, içti ihtiyar.
‘Ey cana can katan büyülü içki!
Ey mutluluk dolu bahtiyar saray!’ ”
(J.W. von Goethe<1749-1832>, “Seçme iirler”, ‘ arkıcı’, sa:158)
“‘Haklısın’ diye hırsız onayladı. ‘O sabun sadece kedi parma ını tırmaladı ı zaman küçük Minnie’nin
i ine yarayabilir..... Eskiden beri tanıdı ımız, dost bildi imiz, cana can katan içki! ey, bu gece i yapmamaya
karar verdim. Haydi üstüne bir eyler geçir de gidip kafaları çekelim. Biraz fazla içli dı lı olduk ama ne yapalım,
arada olur böyle kaçamaklar.’ ”
(O. Henry, “viski soda”, sa:18)
“ ‘Ohhooo, ya adık,’ dedi Salman Sami.
‘Balıklar da her gün bizden. Bir de adanın ifalı, cana can katan otları var. Ot toplama pi irme ustaları
da var aramızda. Belki de bugün ifalı bir ot yeme i yiyebilece iz.’
‘Gördün ya Halil,’ dedi Salman Sami, ‘sana adaya gidelim de gidelim diyordum da sen durmadan
sallıyordun.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2, Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:482)
“Memet Barut:
‘Abi,’ dedi. ‘bu benim için hiç. nsan alı ıyor..... ten çıkınca du , cana can katar. Adamı anadan yeni
do mu gibi eder. Burada da du olsa, uyku bile uyumasak bize vız gelir.’ ”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:126)
“Yuvarlanıyor her ey, gizemli, hırçın
Eskiça kırlarından.
Yüre inden bahçelerin, burçların
Akıyorlar kıyılara, duyulan
Ölü tutkusudur gezgin övalyelerin.
Ey yel, sana cana can katan!”
(A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:129)
“Ben güller görmü ümdür yarı pembe yarı ak,
Onun yanaklarında öyle güller ne arar;
Cana can katar nice kokuları koklamak
Sevgilimin solu u güzel kokmaz o kadar.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:130, sa:301)
Can ahbapları : En yakın dost, arkada , sırda lar
Bk.: Can dostları
“ZENG NL K
Bayram amatası geçip gitti i zaman
ve eriyip
bitti i zaman erkek baharım...
Sevincimi yıllanmı arap bardaklarından
tüketti i zaman can ahbaplarım sezdim ki canımdan koparak dilim dilim
uzakla ıp gitmekte benden gençli im.”
(Voymir Asenov<d.1939>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
01.12.05)
Cana kıymak : Birini öldürmek; Kendisinin ya da ba kalarının canını almak
Bk.: Canına kıymak
“YEMEK VAKT
<Musica para sordos-Sa ırlara Müzik’den>
-------------------Bıçak silahtır ve çatal masumiyet.
kisi de madenden iki sözcüktür, ama apayrı:
Biri ha in ve iddet dolu, öteki sessiz duru lu.
kisi de madenden iki sözcük, ama biri cana kıyar.
Çatal mırıldanır ulurken bıçak.
Bıçak kurtsa kuzudur çatal.”
(Rafael Courtoisie<d.1958>-Ay e Nihal Akbulut; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap”,
14.08.08)
Can alacak nokta (yer); Can alıcı (noktaya dokunmak) : Problemin en önemli noktası, püf noktası, can
damarı
“Günümüz Türkiyesinde politik alanda can alıcı sorunlar söz konusu oldu unda, yazılı ve görsel
ileti im kanallarında bu sorunlardan etkilenen tüm kesimlere mi, yoksa çarpıcı oldu u dü ünülen kesimlere ve
onların temsilcilerine mi söz hakkı verilmektedir?”
(A. Cemal, “ eref Bey Artık Burada Ya amıyor”, sa:113)
“N NA - Hayatınız çok güzel sizin.
TR GOR N - Fakat nedir güzel olan benim hayatımda? (Saatine bakar.) Gidip yazmam gerek imdi.
Özür dilerim, zamanım yok... (Güler.) Derler ya hani, tam can alıcı noktama dokundunuz... Heyecanlanmaya,
biraz da kızmaya ba ladım. Fakat, konu alım hadi.”
(A. Çehov, “Martı”, sa:56)
“Can alacak noktayı bulmak budur i te: Kom ularımızdan Belyavski adında yakı ıklı, zengin bir herif
vardı, bizimkine göz koydu u için eve dadanmı tı.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:210)
“Bir yi itten daha üstün o erkek
Tanrılarla e benim gözümde
o erkek ki yanında oturabiliyor
sesinin tatlı yankısını,
yüre imi hızlandıran
can alıcı gülü ünü
yakından duyabiliyor.”
(Sappho< .Ö.610-580>, “nedir gene deli gönlünü çelen”, sa:57)
“ ‘Daha hazır de iller... Gülü üyorlar, duyuyorum.’ (diyordu seyirciler) ‘..Giyiniyorlar. Oyunculu un
en can alıcı kısmı da bu, giyinmek. Hava da güzelle ti imdii, güne o kadar yakmıyor... Sava ın bize tek yararı
bu oldu ya – günler uzadı... Nerede kalmı tık sahi? Aklınızda mı? Elizabeth döneminde... Belki güünümüze
kadar gelebilir yazar, biraz atlarsa tabii... Sizce insanlar de i ir mi? Kılıkları, tabii de i ir de... Ben bizlerden söz
ediyordum... Dolabı temizlerken, babamın eski silindir apkasını buldum da... Peki bizler – de i iyor muyuz
dersiniz?’ ”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:107)
Can almak : Öldürmek
“SEV NS N
------------On parma ında on hüner vardı
Biz onun sevgili kulları.
Dünyasını abad eyledik
Bir can verdi bize bin alır
Gideriz gözümüz arkada kalır
Sevinsin”
(B.Rahmi Eyübo lu<1913-1975>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi”, A.Behramo lu”, Cilt:1,
sa:324)
“Bir gün, ansızın elimde tüfekle dururken, müthi bir bo luk ve müthi bir sessizlik hissettim. O
bo lu un ve sessizli in içinde, oyalanmak için can almak bana mutlak bir çılgınlık olarak göründü. Yaratıkların
en minici i bile, onu yaratan için sevgili bir kuldur. Bizim onların yazgısının efendisi oldu umuzu sanmamıza
yol açan, hangi kibir, hangi körlüktür?”
(S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:199)
Cana tak demek : Sabrının sonuna gelmek, illallah dedirtmek, dayanılmaz bir hale gelmek
“LONGOZ ORMANININ KES M
Yararak o görkemli ya lı di budakları,
titreyen mor genizlerinden
duman püskürtüp sık sık;
hiddetle ilerliyordu kesiciler, kararlı,
çünkü cana tak demi ti
açlık ve topraksızlık.”
(Andrey Germanov <1932-1981>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
14.01.10)
“Sipahiler, dar kapıdan kayan her gölgeyi hemen deviriyorlardı. çeride dudaklar kurumu , susuzluk
cana tak demi ti. Cephaneleri de tükeniyordu.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:I, sa:75)
Can atmak :
evkle, arzuyla istemek, te ne olmak
“O asil ruh, vatanının sadece isminin anılmasıyla yurtta ını kar ılamak için can attı ı halde, imdi bu
anda senin halkın bo az bo aza geliyor; aynı sorun, aynı hende in ku attı ı yerlerde oturanlar birbirlerini yiyip
bitiriyorlar.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:II, ‘Araf’, sa:47)
“A KIMDA GÖZÜ
---------------------Herkes can atıyor beni elde etmek için,
Yalnız benim sevdi im, sen beni mahvettin.
Ah, ben zavallı kız, ben neler edeyim?”
<Anonim, Orta Ça lar, Almanya, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.03.04>
“Bizim kalın kafalı hiçbir eyin farkında de il; oysa ben bu hükmeden, akıllı genç kadının dualarımın
kar ılı ı olup olmadı ını dü ünmeye ba lıyorum. Hayali G.K.A. yerine bir erkek tavlamaya can atan bekar bir
kadın. Ezip geçen bir silindir.”
(P. Auster, “Brooklyn Çılgınlıkları”, sa:159)
“Club Embrujo’nun giri i ta tan, dar bir koridordu. Becker girdi inde içeri girmeye can atan
mü terilerin arasında sıkı ıp kalmı tı.”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:205)
“Konu ulanları duymaya can atarken, karanlı ın içinde cama biraz daha yakla tı. Onlara be dakika
süre tanıyabilirdi. Kilit ta ının yerini açıklamazlarsa, içeri girip ona zorla söyletecekti.”
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:292)
“O beni alacaktı, çünkü e er mutfaktan tek ba ıma geçmek zorunda kalırsam, kafama bir tabak
fırlatılabilirdi. Annesinin benim ziyaretime kar ı çıkıp çıkmadı ını sordum. Hayır, hiç böyle bir ey yoktu,
benimle tanı maya can atıyordu, biftekleri kendi hazırlayacaktı, iyi bir a çıydı.”
(E. Canetti, “Gözlerin Oyunu”, sa:103)
“O an, Maria bazı eylerin ebediyen kaybedilebilece ini ke fetti. Aynı zamanda, ‘uzak’ diye bir yerin
varlı ından haberdar oldu; dünyanın büyük, ya adı ı kentinse avuç içi kadar oldu unu, en ilgi çekici varlıkların
eninde sonunda çeklilip gitti ini de ö rendi. O da gitmeye can atıyordu ama, henüz çok küçüktü. ”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:16)
“Bu rüyanın ne kadar sürece ini bilmiyorum ancak ya adı ım her anı son anımmı gibi ya amaya karar
veriyorum. Ve bu ba arının uzun süredir açmak istedi im bir kapıyı açtı ını görüyorum: Di er yayıncılar bir
sonraki kitabımı yayınlamak için can atıyorlar.”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:43)
“Acı gerçektir; di er bir eyden üphelenilebilir. Öylesine açıkça geri dönmeye can attı ı ba kentte
perde arasında tiyatro koridorlarında arkada larıyla fısılda ırken hayal etti im, ince uzun tırmaklı, leylak rengi
mendill, narin ayaklı, yumu ak ayakkabılı Albay Joll’la yaptı ım konu madan ö rendi im bu.”
(J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:11)
“Adadayken, ba ka bir yerde olmak için can atıyordum. Ya da o zaman kullandı ım kelime ilee
kurtulmak en büyük arzumdu. Ama imdi içimde hissetmeyi hiçbir zamana aklıma getirmedi im yeni bir istek
filizleniyor.”
(J.M. Coetzee, “Dü man”, sa:41)
“ a kınlık içinde uyanıyor: Hava henüz aydınlanmamı olsa da sanki yedi gece uıyumu gibi
hissediyor. Zinde ve yenilmez; beyin dokuları arınmı gibi. Kendini güç tutuyor. Ev halkı uyansın da ne emi
onlarla payla ayım diye can atan bayram çocu una benziyor.”
(J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:78)
“Soraya’ya bo zamanlarında kendisiyle bulu up bulu mayaca ını sormayı aklından geçirmi ti. Onunla
birlikte bir ak am, hatta bütün bir geceyi geçirmek isterdi. Ama ertesi sabahı de il. Soraya’yı böyle bir ‘Ertesi
Sabah’la kar ı kar ıya bırakmayacak kadar iyi tanıyor kendini; buz gibi olaca ı, suratını asaca ı, yalnız kalmak
için can ataca ı bir sabahla...”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:9)
“Truva kurucularının kim oldu unu ö rendi ini arkada larına açıklamaya cesaret edemiyordu: altından
bir ey çıkar da Kolya onu bozar diye korkuyordu. imdi nedense kendini tutamamı , birden a zından
kaçırmı tı… Zaten ne zamandır bunu açıklamak için can atıyordu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:66-7)
“Bize insan olmak, yani etiyle kemi iyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp
sayıyoruz. ‘Soyut insan’ diyebilece im garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. Biz ölü do mu ki ileriz, zaten
çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok be eniyor, bundan zevk
almaya ba lıyoruz. Nerdeyse bir kolayını bulup bizleri do rudan do ruya dü üncelerin do urmasını
sa layaca ız.”
(F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:169)
“ imdi, urada yatan kadındı artık, pis bir paçavra, su olu una dü mü ölü bir ku , ku pençesi gibi
kıvrılmı eller. Yüre imde kocaman bir demir kapı sonsuza kadar kapanmı gibi oldu. A ırdan alan günün
do masını, beni buradan kurtarmasını zor bekliyordum. Gitmeye can atıyordum.”
(L. Durrell, “Clea- skenderiye Dörtlüsü”, sa:69)
“Ertesi sabah gün a ardı ında hava güzel ve bulutsuzdu, biz de erkenden yola koyulduk. Tarbes’ın bazı
yöresel yiyeceklerine saldırmaya can atıyorduk, orayla ilgili çok ey duymu tum. Biz hızla yol alırken beyaz
tepeler ufuk çizgisi üzerinde zıplaya zıplaya bize yol arkada lı ı ediyordu. Havada buz kokusu vardı ama
gökyüzü mavi ve dingindi.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:500)
“Baudolino o yıl sarayda fazla kalmadı (sarayda oldu unda hem korkarak dola ıyor, hem de Beatrix’le
kar ıla maya can atıyordu, bir i kenceydi bu). Friedrich önce Polonyalıların defterini dürmek zorundaydı mart
ayında, talya üzerine yeni bir sefer düzenlemek için, Worms’de bir diyet toplamı tı. Milano yine aynı
Milano’ydu, yardakçılarıyla birlikte gitgide daha isyankar oluyordu.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:60)
“Rahipler sıra olmu , a ızlarından tek bir sözcük bile çıkmaksızın, ot yataklarında yatma a gittiler.
Birbirleriyle konu mak için hiçbir istek duymayan Minoritler ve Papa’nın adamları yalnız kalıp dinlenmeye can
atarak ortadan kayboldular.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:566)
“Bütün peygamberler ve veliler (Selam onların üzerine olsun) mucize ve kerametler göstermek için
de il, temiz insanları davet ve onlara merhamet etmek için bu toprak alemine gelmi lerdir. Hatta onlar, öhretin
afetinden kaçmak için can atarlar. Fakat ara sıra bedbahtların yadsımalarının u ursuzlu u nedeniyle kerametler
ve ola anüstü eyler gösterirler ki ba kaları ibret alsınlar ve bir daha böyle bir harekette bulunmasınlar.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:273)
“BA KA DO U
Tüm varlı ım karanlıkta bir ayet
Kendi içinde yineler seni
Ve çiçek açan sehere, sonsuz büyümelere
götürür seni
Sana can attım can attım
Bu ayetle ben seni, a aca, suya ve ate e a ıladım.”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>Cevat Çapan; “ iir Atlası, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 11.08.05)
“Bilmezlik
Çocuk niçin a lar
anne memeyi saklar saklamaz, bilir misin?
çkici bir erke in
ötekilerle
kadeh toku turmak için
nasıl can attı ını, ben ne bilirim?”
(Lidiya Vadkerti-Gavornikova <1932-1999>, Kadriye Cesur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 24.03.05)
“‘Bu koru ne kadar güzel!’ diye mırıldandım. Anla ılan o da konu maya can atıyor, ama tıpkı benim
gibi, söz nereden ba layaca ını bilemiyordu.”
(A. Gide, “Isabelle”, sa:107)
“MÜDÜR -... Ben bu halka ho görünmeyi pek arzu ederdim, bilhassa o hem ya amasını, hem de
ya atmasını bildi i için. Direkler dikildi, tahtalar çakıldı, herkes bir e lence bekliyor. Hepsi ka larını
kaldırmı lar, urada sakin sakin oturuyorlar ve bir sürprizle kar ıla mamak için can atıyorlar.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:9)
“Buradan uzakla maya çoktandır can atan arkada ım nihayet bir el i aretiyle bu konu malara son verdi.
Ben de ertesi gün ak ama do ru geçerek mektubu alaca ımı vaadettim.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:127)
“MARGHERITA -... Evleneli neredeyse on altı ay oluyor, babanın beni bir yere götürdü ünü gördün
mü hiç?
LUCIETTA - Ya ben? Bilir misiniz, yeniden evlensin diye can atıyordum. Evde yapayalnızken
içimden: ‘Anlıyorum babamı,’ diyordum; ‘beni bir yere göndermek istemiyor; gönderecek kimsesi yok ki,
göndersin...’ ”
(C. Goldoni, “Yabanlar”, sa:15)
“Büyükbabam oca a do ru atıldı ve beni a a ı çekti; sonra sanki ilk kez görüyormu gibi süzmeye
ba ladı:
‘Kim çıkardı seni oraya? Annen mi?’
‘Kendim çıktım.’
‘Yalancı!’ ..... alnıma hafifçe vurdu ve beni itti:
‘Aynı babası... Hadi çık dı arı!...’ Ben de mutfaktan çıkıp kurtulmaya can atıyordum.”
(M. Gorki, “Çocuklu um”, sa:18)
“-Nerede gördün? Nasıl tanıdın?
-...
-Haydi, artık ısrarı bırak.
Israrı bırakmaya can atıyordum. Fakat ne uydurup söyleyece ini bilemiyordum. Sevecek bir gerçek
insan bulanlara a mak lazım. Çünkü onun bir hayalini bile bulmak o kadar güç, o kadar güç ki...”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:47)
“Canım müthi içki içmek istiyordu ama orada söz konusu olmadı ını biliyordum. Henry ile tatsız,
sudan bir konu maya daldık, hiç açmamaya önceden karar verdikleri konuları açmaya can atanların konu maları
böyledir.”
(L. Hellman, “ arlatanlar Dönemi”, sa:120)
“‘Harikulade bir kızsın sen.’
‘Amerikalı olmak ho uma gidecek. Amerika’ya gideriz, de il mi sevgilim? Can atıyorum Niagara
ça layanlarını görmek için.”
(E. Hemingway, “Silahlara Veda”, sa:266)
“Bu ufaklı ın sırtında acemi çaylakların Batıya gelirken beraberlerinde getirdikleri kovboy
kıyafetlerinden vardı. Kemerine asılı sedef kakma tabancasına arada sırada elini götürmesinden o lanın ya bir
kaç Kızılderiliyi zımbalamak, ya da bir iki ayı postu delmek için can attı ı belli oluyordu.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:202)
“Satılık olsaydı, birçok kralın, soylunun ve zenginin onu altınla tartarak satın almak için can ataca ını
söylemeye gerek bile yok.”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:8)
“Goldmund sustu ve gö üs geçirdi. ki dost, birbirlerine yaslanmı , dostluklarının yokedilmezli i
duygusu içinde üzgün, ama yine de mutlu oturuyorlardı. Derken yeniden konu maya ba ladı Goldmund:
‘Gözlerimin hiçbir eyi göremeyecek kadar kör oldu una ve benim her eyden habersiz oldu uma
inanmamalısın. Hayır! Gitmeye can atıyorsam, böyle yapmam gerekti ini hissetti im, bugün böyle e siz bir olay
ya adı ım içindir. Ama beni katıksız mutluluk ve hazların bekledi ini de dü ünüyor de ilim. Öyle görüyorum
ki, çetin bir yolda yürüyece im.’ ”
(H. Hesse, “Narziss ve Goldmund”, sa:97)
“Yine de onun gözüne girmek için can atıyor de ildim. öyle i itilmemi bir eyi yapmayı isterdim
onun için ya da bir ey arma an etmeyi; ama arma anın kimden geldi ini bilmemeliydi.”
(H. Hesse, “Peter Caminzend”, sa:31)
“Evde son yapılan resimler için gereken sandıkları çatacak dülgeri kendilerini beklerken buldular.
Resimler ambalajlanıp yerlerine yollandıktan sonra, Veraguth’un kendisi de durmayıp gidecekti Rosshalde’den.
Bir an önce yola çıkmak için can atıyordu.”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:176)
“Böyle aptalca dü ünceleri bırak, diye kendimi toparlıyorum. Emeklilik hakkı olan sa lam bir i in var.
Yarın dünyanın dönüp dönmeyece i bile belli olmayan u zamanlar için pek çokları can atmaz mı?”
(Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:10)
“Galyalılar Cluse’ü ele geçirmek için can atıyorlarmı . Roma da koruyor Cluse’ü ce soruyor
Galyalılara: ‘Cluse size ne yaptı?’ Brennus yanıtlıyor: ‘Alba size ne yaptıysa, Fidena size ne yaptıysa..... , Cluse
de bize aynı haksızlıkta bulundu..... Siz Alba’yı aldınız, biz de Clıse’ü alıyoruz.’ ‘Cluse’ü alamazsınız,’ dedi
Roma. Bunun üzerine Brennus Roma’yı aldı ve haykırdı: ‘Voe victic!’ (Altta kalanın canı çıksın!)”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:IV, sa:432)
“Konu maktan yorulan Müdür, ‘Çocuklara birkaç rakam verin, Mr. Foster,’ dedi. Mr. Foster da zaten
rakam vermeye can atıyordu. ‘Uzunlu u iki yüz yirmi, eni iki yüz metre, yüksekli i ise on.’ Yukarıyı gösterdi.
Ö renciler kafalarını su içen tavuklar gibi yüksek tavana kaldırdılar.”
(A. Huxley, “Cesur Yeni Dünya”, sa:33)
“... makaslama yüzerek ırma ı geçmek, kar ı kıyının balçı ına aya ını de dirip hemen gerisin geriye
dönmek herkesin harcı de ildi! Buna ba armaya herkes, daha çok da bütün küçükler can atardı.”
(P. Istrati, “Nerrantsula”, sa:65)
“Söyle bakalım, öbür dünyada nasılsın?
Öbür dünyadaki durumumla ilgili soruyu, gelene in dı ına çıkarak bir açıklık ve tarafsızlıkla
yanıtlayaca ım. Halimden memnunun, çünkü eskisinden de i ik olarak büyük bir topluluk arasında çok yönlü
ili kiler içindeyim. Benimle dü üp kalkmaya can atan kalabalı a, bilgi ve yanıtlarımla yetebiliyorum. Hiç
de ilse bu kalabalık, dönüp dola ıp ilk defaki gibi bir co kuyla bana ko uyor.”
(F. Kafka, “Ta rada Dü ün Hazırlıkları”, sa:203)
“Selma:
‘Hanımlar, bir defa benim ziyaretimi iade etmediler, ben nasıl tekrar giderim?’ diyordu. Lakin,
içinden, neresi olursa olsun bir yere gitmeye can atıyordu.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:49)
“... ya bacaklarımı ka ıtırdım ya da ba ımı bayılırdım öyle tatlı tatlı ka ınmaya Bamyacılar’ın kızı da
beni sever ehirli kom umuz diye över benimle oynama a can atardı ama ben o sümüklünün yanımda oyun
oynamasına dayanamazdım tabii...”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:98)
“Bahçeye ko tu, kendi yapmı oldu u küçük bir fırın vardı orada; çalı çırpı, asma dalları topladı, fırını
yaktı, kuzu ba lı kabı içeri sürdü, sonra arkada larına döndü, arap ve sohbet için can atıyordu.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:325)
“Köy canlanmı tı. Köy bir inip, bir kalkıyordu. Her evden bir gülü , bir ses geliyordu. Evden eve gidip
gelmeler, Efe üstüne konu malar. Görenler görmeyenlere tarif ediyorlar, çok meraklılar, görmek için Muhtarın
evine girmeye can atıyorlardı.”
(Y. Kemal, “Çakırcalı Efe”, sa:42)
“Brangwen’ların gözlerinde can attıkları, bilinmedik bir ey beklermi çesine bir bakı vardı. Ba larına
gelecek her eye hazır, kendine güveni tam mirasçı havası içindeydiler.”
(D.H. Lawrence, “Gökku a ı”, sa:9)
“Amcamların evine faytonla gitmeye can atıyorum. Babam kırmıyor hatırımı. Sonra ba ka bir hatıraya
gidiyorum.”
(M. Levi, “Bir ehre Gidememek”, sa:58)
“‘ imdi gidip güzel bir yemek yeriz, biraz konu uruz, sonra da sinemaya gideriz.’
Yüzünü buru turdu.
‘Amaaan, bırak bunları’ dedi. ‘Eve gitmek istiyorum ben.’
‘Ev’ dedi i eyin bilgisayar oldu unu ve bir an önce online hayatına kavu mak için can attı ını
biliyordum elbette.”
(Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:81)
“... birbirinden son derece farklı kültürlerden gelen milyarlarca kadın ve erkek, Amerikalılar’ı taklit
etmek, onlar gibi yemek, onlar gibi giyinmek, onlar gibi konu up arkı söylemek için can atıyor; onlar gibi ya da
onları kafasında canlandırdı ı gibi.”
(A. Maalouf, “Ölümcül Kimlikler”, sa:96)
“Ben bir kadının, güzel bir kadının gözleri önünde kendimi her eyi yapabilecek güçte bulurum. Kadın
bakı ının, aman Tanrım, damarlarımızı hemen ate leyen o canım bakı ın içine daldı ını duyar duymaz, ne
diyeyim? Hep dövü meye, sava maya, e yaları kırmaya, herkesten güçlü, herkesten yi it, atılgan ve özverili
oldu umu göstermeye can atarım.”
(G. de Maupassant, “Tombalak-Albayın Görü leri”, sa:64-5)
“Bu konular üzerinde onu sorulara bo uyorduk, o da merakımızı gidermeye can atıyordu. Artık
yenili ini yitiren o devleri, ejderhaları sormuyorduk ona..... Kolay kolay bulunmayan ey, do rulukla, akıllıca
düzenlenmi bir topluluktur.”
(Th. More, “Utopia”, sa:18)
“ te oturuyorum burada,
bu ufacık vahada,
bir hurma gibi
kararmı , tatlanmı , altın yo unlu unda,
yuvarlak bir kız a zı arzuluyarak,
dahası, kızca,
buz so u u kar beyazı keskin
ısırıcı di ler arzulayarak can atar
bütün kavruk hurmaların yüre i böylesi di lere. Sela.”
(F. Nietzsche<1844-1900>, “Dionysos Dityrambosları”, sa:29)
“HORNE, Cates ile birbirlerine ciddi bir bakı fırlatırlar, Horne bu i e canattı ını gizlemeye çalı arak.
- Elbette kimseden a a ı kalmam. Yirmi yıldır ya da daha fazla bu denizlerde gemicilik yapıyorum. Adalar
ticaretinin girdisini çıktısını bilirim. Kaptan bana güvenebilir.”
(Eu. O’Neill, “Altın”, sa:81)
“Karısı, dedikodu kumkuması, irret bir kadındır. Ye eni Minnie kırk ya larında ufak tefek, tombul bir
kadındır. Laf dinlemeye can atan tiplerden, ufak, toparlak yüzlü, yuvarlak gözlü, aptal bakı lı; dedikoduyu
içmek istermi gibi dı arıya do ru uzanmı yuvarlacık a ızlıdır.”
(Eu. O’Neill, “Elektra’ya Yas Yara ır”, sa:17)
“Rosemary onu bir çocuk gibi öptü, çünkü Gordon’un öpülmeyi bekledi ini biliyordu. Her zaman böyle
oluyordu. Sadece nadir anlarda, Gordon Rosemary’de fiziksel arzu uyandırabiliyordu; ve bunları Rosemary
sonradan unutuyordu sanki, öyle ki, her seferinde Gordon’un alba tan etmesi gerekiyordu. Küçük, biçimli
bedenini hissetti inizde savunan bir hava seziyordunuz. Rosemary, bedensel sevginin anlamını ö renmeye can
atıyordu, ama aynı zamanda korkuyordu.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:127)
“Marya Kirilovna oradan ayrılması için babasının verdi i izinden can atarcasına yararlandı. Odasına
ko tu, kapıyı arkasından sürmeledi ve kendisini ya lı Prens’in karısı olarak gözlerinin önüne getirip gözya larını
koyuverdi artık.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:91)
“Benim de, sevincimden a lamak çocuklu unda bulundu uma kim inanır! Tütün alsın diye eline birkaç
metelik sıkı tırmak için can atıyordum; ama bunu göze alamadım.”
(J.J. Rousseau, “Yalnız Gezerin Dü lemleri”, sa:135)
“Ki inin tam kendine yönelece i bir gün bu: Güne in, ho görüden uzak bir yargı gibi yaratıklar üstüne
saçtı ı bu so uk aydınlıklar gözlerimden giriyorlar içime, solgun bir ı ıkla aydınlanıyorum içimde. Kendimden
alabildi ine i renmem için, on be dakika yeter de artar bile, biliyorum. Ama hayır, te ekkür ederim baylar, can
attı ım yok buna.”
(J.-P. Sartre, “Bulantı”, sa:23)
“Ya lı adam sordu:
-Ya siz ikiniz?.. Siz bir eyler?..
Cevabı Eve verdi:
-Hayır efendim, hayır, bizim... yok... Me erse i i ten geçmi . nsan bitmi bir oyunu tekrarlayamıyor.
htiyar:
-Do rusu ne kadar... diye ba ladı.
Adam bir an evvel yanlarından uzakla maya can atıyordu.”
(J.-P. Sartre, “
ten Geçmi ”, sa:140)
“LEAR (Regan’a.) - Güzel ülkemizin u üçte bir parçası da sonsuza kadar senin ve soyunun olsun. Bu
da, Goneril’e ba ı ladı ımız parça kadar engin, de erli, her çe it haz ve e lenceye uygun... (Küçük kızına.)
Cordelia, hayatımın ne esi, Fransa ba larının Burgonya otlaklarının sevgisini kendilerine çekmek için can
attıkları küçücük yavrum, karde lerinden daha de erli bir parça elde etmek için ne diyeceksin?
CORDELIA - Hiçbir ey, efendimiz.”
(W. Shakespeare, “Kral Lear”, sa:14)
“ imdi en mutlu ça ın doru u senin yerin;
Bak, can atıyor nice el de memi bahçeler
Erdemle sana canlı çiçekler vermek için:
Bu düzmece e lerden sana çok daha benzer.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:16, sa:73)
“LUCIANO - E er eklini de i tirmi sen e ek olmu sundur.
S. DROMIO - Do ru.. Hanım enseme biniyor, ben de ot için can atıyorum. Evet, muhakkak e e im.
E ek olmasaydım onun beni tanıdı ı gibi ben de onu tanıyacaktım.”
(W. Shakespeare, “Yanlı lıklar Komedyası”, sa:36)
“EPIFANIA - Nabzımın de i ece i yok. te can attı ım sevgi. Sizinle evlenece im. Bay Sagamore,
Alastair’den yakayı sıyırır sıyırmaz evlenmek için bir izin ka ıdı çıkartırsınız.
HEK M - mkanı yok. kimiz de anlattıklarımızla ba lıyız.”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:100)
“Bu tepelerin ötesinde -doruklarındaki ıssız kır evlerinde oturmak için herkes can atardı- a ırıp kalan
gözler her zaman karlarla kaplı Alplerin doruklarını görür.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:40)
“Beni özel bir odaya aldılar, yazmak için de ka ıt kalem getirdiler. Ölüm tehlikesi geçiren Hyde, bana
yepyeni bir yaratık gibi göründü; a ırı bir öfkeyle sarsılıyordu; elinden bir cinayet çıkacak denli sinirleri
gerilmi ti, i kence etmeye can atıyordu. Ama yine de kendini yönetmesini bilen bir yaratıktı.”
(R.L. Stevenson, “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde”, sa:107)
“Yaratıcılık yalnız ba ına sürdürülen bir etkinlik de olsa, birçok durumda aynı zamanda bir ileti im
biçimidir; gene de, yeni bulgularını gizli tuıtan bilim adamları da yok de ildir. Ço u sanatçı üne kavu mak için
can atar, kimisi de hiç ku kusuz bundan ımarır.”
(A. Storr, “Yaratma Dürtüsü”, sa:56)
“Ama nasıl müzi e yetenekli bir çocuk, orkestrayı yakından görmeye ya da kilisede organ arkasındaki,
klavyenin gizlendi i galeriye çıkmaya can atarsa, Grenouille da bir parfümeriyi içeriden görmeye öyle can
atıyordu.”
(P. Süskind, “Koku”, sa:72)
“Herkes yol üzerinde korkunç bir bombardımanın oldu unu söylüyordu, zaten öyle oldu u da açıkça
i itiliyordu. Subaysa, emirerinin daha hızlı gitmesini istiyor, mümkün oldu unca en kısa zamanda alayına
katılmaya can atıyordu.”
(L. Tolstoy, “Sivastopol A ustos 1855”, sa:19)
“-Kapıda istedi in kadar bilet var. Volodya duraklayarak:
-Dur biraz, imdi gelirim, dedi. Omzunu silkerek odadan çıktı. Volodya’nın, Dubkov’un önerdi i
tiyatroya gitmeye can attı ını, ama gitmek istememesinin parasızlıktan ileri geldi ini çok iyi biliyordum.”
(L. Tolstoy, “Yeniyetmelik”, sa:120)
“Biliyorum ki o sevimli kırbaçları gördü ümde, onları Otto’nun bedeninde kullanmak için can
ataca ım. Öyle ki, pantolonunu çılgınca parçalarken, kudurmu insanlar gibi dudaklarımdan köpükler ta acak.”
(R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:105)
“Peder Santa Helena, sabırla dinlemeye hazırlandı, çünkü uzun sürecekti bu. Amaçlarına eri ene kadar
durmayacaklardı: ama aslında kalkıp evine girmeye, ayakkabılarını çıkarmaya, ter ve kir içindeki o kalın,
rahatsız cüppeden kurtulmaya can atıyordu.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:31)
“Dorcelino’nun saati ikiyi on iki geçe, Anton Kaptan, yelkenleri fora etmelerini bildirdi. Bu kez bütün
gemiciler büyük bir zevkle i e giri tiler. Üstelik Kızılsaç, bir de arkı tutturmu tu. Elbette! Denizden gelenler
karaya ayak basmaya can atarlar. Bir gemici için en kötüsü denizle kara arasında kalakalmaktır. Yeniden deniz
özlemine kapılmadan önce karaya çıkmak ister gemici; dinlenmek, rahatlamak ister; kadın ister.”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:11)
“NIOBE orsa seyri diye can atıyordu. Gottlieb de öyle. Ah, yelkencinin bu en büyük yanılsaması,
oraya buraya sürüklenmedi ini, rüzgar, yelken ve dümen arasında ustaca aracılık ederek, u ya da bu rüzgarla
nereye nereye gidece ini kendinin belirleyebilece ini dü ünüyorsun ya. Yelkenli tam yol ilerliyordu.”
(M. Walser, “A k Zamanı”, sa:254)
Canavar : Vah i, gaddar (hayvan), cana ya da namusa kıyan kimse
“ADRIANA :
Canavar falan de ildi eskiden,
psizin, zavallının biriydi.
nsanların en iyisi olaca a benzemiyordu,
Ama en kötüsü de olmayabilirdi.”
(A. Maalouf, “Adriana Mater”, sa:54)
Cana yakın :
çten yakın, samimi
“FENERLER
--------------Leonardo da Vinci, derin, karanlık ayna,
Yurtlarını kapatan çam ve buzulların
Gölgesinde melekler belirir yan yana
Tatlı, gizemli bir gülü le, canayakın.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:37)
“Ansızın kıpkırmızı kesilmi ti Hogarth. Her çar amba Hogarth’la birlikte ö le yeme i yedikleri geldi
Baird’in aklına, sonra da Hogarth tek o lu ve orta ya lı kahyasıyla birlikte ya adı ı Balham’a kadar kendisine
e lik etmesine izin verirdi. Birlikte yemek yerler, aralarına aldıkları çocu un kir pas içindeki küçük ellerinden
tutarak parkta dola ırlardı. Onun yanında en canayakın davranı ını gösterirdi.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:90)
“SHANNON - Harika.
HANNAH - Evet, öyle! kinci deneyimim çok yeni..... Tombul, dazlak kafalı, yüksek sınıf aksanıyla
konu maya özenen, a ırı cana yakın görünmeye çalı an bir adamdı.”
(T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:119)
Can ba la; Canla ba la : Samimiyetle, bütün bir içtenlikle, enerjive ilgi dolu
“Köyün içinde kim olursa olsun, boyacı çıra ından; kahveci Hasan’dan, Balıkçı Yusuf’tan, Konduracı
Avram’dan, Zerzevatçı Apostol’a kadar konu tu unun koluna girer; bir a a ı bir yukarı iskele boyunda
dola arak adamın derdini canla ba la dinlerdi.”
(S.F. Abasıyanık, “Kayıp Aranıyor”, sa:13)
“Kalganov’un neden böyle heyecanlandı ını anlamak hayli güçtü, yalnız heyecanı candandı, içtendi.
Mitya da canla ba la ondan yana çıkıyordu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt: III, sa:101)
“Adam, birkaç defa ba ını salladı. Werther’in, bir insanın affı için söylenebilecek her eyi büyük bir
tutku, hakikat ve can ba la anlatmasına kar ın, kolaylıkla dü ünülebilece i gibi, danı manın kılı kıpırdamadı.”
(J.W. von Goethe, “Genç Werther’in Acıları”, sa:129)
“Kimilerine akıl veriyor, kimilerine acıyor, kimilerine ba ı ta bulunuyordu; kimilerince küçük çapta
dolandırılmasına ses çıkarmıyor, bütün bu oyun ve herkesin bu oyunu canla ba la oynaması, tıpkı bir zaman
tanrılar ve Brahman gibi kurcalayıp duruyordu kafasını.”
(H. Hesse, “Sidarta”, sa:86)
“Sudan çıkmı balık gibiyim. Böyle yapmam gerekti ini dü ünerek, kendimi zorlayarak yazıhaneye
gidiyorum. Yazıhanede i lere canla ba la kendimi veriyorum.”
(O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:238)
Cana yakın :
çten, samimi, teklifsiz
“POL NA ANDREYEVNA (Treplev’e.) - Öyle cana yakındır ki... (Bir sessizlik.) Kostya, arada bir
güler yüz göster bir kadına, ba ka bir ey istemez senden. Kendimden bilirim... (Treplev masadan kalkar, bir ey
söylemeden çıkar.)
MA A - te kızdırdınız onu! Bu kadar üstüne varmak çok gerekliydi sanki!”
(A. Çehov, “Martı”, sa:79)
“SLENDER -... kendinden sonra gelecek bütün ataları da öyle yapacaklar. Kalkanlarınbın üstünde on
iki tane beyaz turna balı ı.
SHALLOW - Ta ne zamandan kalma bir kalkan.
EVANS - Düzinelerle biraz ufaklık da yara maz de il do rusu eski püskü bir kalkana. Armaların
üstündeki pençesi kalkmı aslanlar gibi hiç de fena kaçmaz hani. Cana yakın hayvandır, insanla yüzgöz olur.
irinlik ifade eder.”
(W. Shakespeare, “Windsor’un en Kadınları”, sa:8-9)
“Foka’nın kıpırtısız, buru uk yüzü, dazlak ba ı ve yanında oturan Natalya’nın, altından kır saçları
görülen ba lı ı, cana yakın hali, iki büklüm vücudu hala gözümün önünde.”
“Nasıl dinlemeyeyim? Annem birisiyle konu uyor. Annemin sesi öyle tatlı, öyle cana yakındı ki. Bu
ses, yüre ime neler neler söylerdi!”
(L. Tolstoy, “Çocukluk”, sa:79)
Canca ızım : Cana yakın, canci er, canımın içi gibi samimiyet ifade eden bir sözcük
“N NA - Ne kadar sevindim... (Utangaç, a kın.) Sizi hep okurum...
ARKAD NA (Nina’yı yanına oturtarak.) - Sıkılmayın canca ızım. Ünlüdür, ama burnu büyük
de ildir. Bakın, görüyor musunuz, o da sıkılıyor.”
(A. Çehov, “Martı”, sa:40)
“LOMOF - Amma da önemli ey ha! Bütün köpekler tilkiyi kovalarken Olkatay koyunları tir tir
titretiyordu.
ÇUBUKOF - Yalan!.. Canca ızım, ben sinirliyim ve bilhassa bunun için bu tartı mayı bırakmanızı
rica ederim.”
(A. Çehov, “Teklif”, sa:33)
Can ci er; Can ci er kuzu sarması olmak : Çok yakın dost olmak, yedikleri içtikleri ayrı gitmemek
“Fındık (köpek yavrusu), vayk’ın kuca ından yere atladı, mutlulukan uçarak efendisinin çevresinde
hoplayıp zıplamaya ba ladı. Ak am te men kı ladan eve döndü ünde, vayk’la Fındık can ci er kuzu
sarmasıydılar.” .............“Vanyek..... vayk’a dönüp, ‘Bizim te men de telefonda amma ba ırıyor haa!’ dedi.
‘Seninle konu urken bile duyuyorum söylediklerini. Hani nerdeyse, enseye tokat g.te parmak...’
‘Canci er kuzu sarmasıyızdır. çti imiz su ayrı gitmez. Ba ımızdan ne maceralar geçti.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:215;425)
“-Ben, senden ba ka bir eycikler istemiyorum... Ben senden imdi sadece, benden çalmı oldu un
zavallı gönülcü ümü geri istiyorum!
-Ne yapacaksın onu, geri alıp Feridun Beye mi vereceksin?
-Ah, onun Feridun gibi boyu bosu devrilsin! Hep o de il mi bu dertleri benim ba ıma çıkaran! Yoksa
önceleri biz seninle can ci er, kuzu sarması gibi de il miydik?”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:294)
“Simun gerçekten iyi bir kimseydi. Gençken Kirene’den çıkmı tı, bir meyhane açmı tı. Petrus, Kudüs’e
her geldi inde, onun evinde kalırdı. ki arkada yer içer, konu ur, akala ır, bazen türkü söylerler, bazen
dövü ürler, derken yeniden can ci er olurlar, yine içmeye ba larlar, sonra Petrus, kalın bir battaniyeye sarılıp,
bir sıra üstüne yatarak uyurdu.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:264)
“E kiyalarla çok dü tüm kalktım. Bilirim. Ço unun akıbetini gördüm. Varır varmaz çeteye öyle
herkesle can ci er olma.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:118)
“Ç FTL K <5 Eylül 1839>
----------‘ sterim i te, benimle,
Olur canci er, el ele;
Derdin varsa, üzülme,
in varsa, çalı ;
----------Ve giri tiler balıkçı ile
Tüccar arkı söylemeye
Gencecik dula
Sarılıp sarılıp öpmeye.
Dayanamadı yi it bu hale,
Ruhu yandı kavruldu!
Göz açıp kapayıncaya dek,
Tutu tu kulübe kül oldu...”
(Aleksey Vasilyeviç Koltsov<1809-1842>-Mehmet B. Perinçek; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 09.06.05)
Can çeki mek : Ölmek-bitmek üzere olmak, son nefesini vermek; (Mecaz: Güne batmak; lambanın ı ıkları
sönmek)
“-Bilmem sen hiç ölen adam görmü müsün? Ben çok gördüm. Fakat hiç birinin bu kadar uzun ve
amatalı bir nutuk söyledi ine tanık olmadım. Can çeki en bir adamın kolunu, baca ını sallayıp ba ırması...”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:54)
“Katilin kullanmı oldu u cerrahi araç, Prosper’in cerrah takımı, cüzdanı ve ka ıtlarıyla birlikte
masanın üstünde duruyordu. Oradakilerin bakı ları, kimileyin suç kanıtlama, kimileyin sanki can çeki en ve
donuk gözleri bir ey görmüyormu gibi duran gence çevriliyordu.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:78)
“HÜZÜNLÜ MADRIGAL
------------------------------
ri gözlerinden kan gibi ılık,
Bir su bo anırken severim seni;
Ok ayıp seven elime kar ılk,
Can çeki me gibi sararken sık sık
Duydu um iç sıkıntısı gövdeni.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:277)
“Evde oldu um sıralar bunlardan sık sık buldu um olurdu. ‘ ç donun dü mesi’ diye yazılıydı birinde,
bir ba kasında ‘Mozart’, bir di erinde ‘pilageuse-pilage’ (Havanda dövme) diye yazılıydı. Bir keresinde de
öyle bir ka ıt bulmu tum: ‘Tramvayda öyle bir yüzle kar ıla tım ki, sa Peygamberin yüzü can çeki irken
kesinlikle böyleydi.’ ”
(H. Böll, “ lk Yılların Ekme i”, sa:60)
“Sevdi i kadının can çeki en bedeni kar ısında: ‘Yapamıyorum, seni ölüme terkedemem. Çünkü seni
unutaca ımı biliyorum. Böylece her eyi yitirece im ve seni, sana sarılabilece im tek yer olan dünyanın bu
yanında tutmak istiyorum.”
(A. Camus, “Defterler 2”, sa:42)
“... bu unutu topra ının üzerinde yılların karanlı ında yol alırken, patlama sırasında can çeki en
annesinin yüzünü de yüre ini burkan bir tatlılık ve kederle yeniden görüyordu. Herkes ‘ilk adam’dı bu unutu
topra ında, kendisi de tek ba ına kendi kendini yeti tirmi , babasız yeti mi , babanın, dinleyecek ya a gelmesini
bekledikten sonra, ailesinin gizini, ya da eski bir acıyı, ya da ya am deneyimini anlatmak üzere yanına ça ırdı ı
u anları, gülünç ve i renç Polonius’un bile Laerte’yle konu urken birdenbire büyüyüverdi i u anları hiç
tanımamı tı.”
(A. Camus, “ lk Adam”, sa:154)
“Apartmanın en üst katında oturan spanyol dansçılarda birkaç kez ona rastlamı tı. Jean Tarrou
ayaklarının dibinde, bir basama ın üzerinde can çeki mekte olan bir farenin son çırpını larını izleyerek büyük bir
dikkatle sigara içiyordu.”
(A. Camus, “Veba”, sa:17-8)
“Umutsuzluk suskundur. Ancak gözlerde söylenenler varsa suskunlukta bir mana ta ır. Asıl umutsuzluk
can çeki me, mezar ya da uçurumdur. Konu ursa, yazarsa hemen elini uzatır, a aç do rulur, a k ba lar.
Terimlerde çeli kidir sadece umutsuz edebiyat.”
(A. Camus, “Yaz”, sa:68)
“23 MAYIS 1871
(KOMÜNÜN DÜ TÜ Ü GÜN)
***
Kalemim, güzelim benim, alkı gerekmez bize.
Yine biz tek yürek sürdürelim i imizi,
korkmadan kutlu sözler serelim halkın önüne,
hainlere zehir olsun, seyredelim can çeki lerini.”
( lia Cavcavadze-Hüseyin Uygur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.02.03)
“Bertolt Brecht on dokuzuncu yüzyıl sonlarında dünyaya geldi inde, Avrupa’daki geleneksel dramatik
tiyatro can çeki me a amasındaydı.”
(A. Cemal, “Oynamak Varken”, sa:51)
“KAÇI
Öpü lerin, yakarı ların ve tövbelerin ötesine,
Gittiler, can çeki en parıltısında,
Fundalıkların tutu tu u o tuhaf anlarda,
Gönül verilen yere, tüm gerçek sevgililerin.”
(Philippe Chabaneix<1898-1982>-Galip Baldıran; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
16.01.03)
“TAKL T
-----------
Yo un Bakım:
Uyandım bir gece, bir adam gördüm
ölümle patladı, can çeki en horultulu gö süyle:
yata ının çevresinde hem ireler
çalı ıyordu ya ama döndürmeye.
Bir sessizlik kapladı ko u u,
sönüverdi mavi lamba:
ilacımı aldım, daldım uykuya”
(Patrick Cullinan<d.1932>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet kitap, 27.06.06)
“Anlatılan o acıklı öykünün henüz atkisi altında, kafamda zavallı ölü gemiyi ve yalnızca martıların
tanık oldu u o korkunç can çeki meyi canlandırmak istedim.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:74)
“FANTOMAS A IDI 12
Çıkmı bir veba salgını
Kırıp geçirir koca gemiyi
Tek ba ına dalgalar ortasında
Gören der deliler evi
Can çeki meler, ölümler
Kimin i i mi diyorsunuz? Fantomas.”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:145-6)
“Naruz, ruhlar diyarının çeki tirmelerini, duyularının be vah i köpe inin dizginleri gittikçe daha çok
zorladı ını duyumsamaya ba ladı. Sa lam istencinin güçleriyle onlara kar ı koyuyor, zaman kazanmmaya
çalı ıyor, duyularını mumyalayıp de erli bir ta gibi mezara gömdü ü kızın sesini, kokusunu, bu dünyada
kendisine görünür kılınmasını, bekleyebilece i tek eyi bekliyordu. Sancı burgularının içinde sinirlerinin
tıkırtısını, kanında patlayacak olan oksijen kabarcıklarının daha yava yükseldi ini duyuyordu. Kaynaklarının,
zamanının tükendi ini biliyordu. Yava yava artan kötürümlü ün a ırlı ı, acının uyu uklu u zihnine
çöküyordu..... Bir süre hiçbir de i iklik olmadı. Sonra can çeki en adamın kıllı bo azından tek bir kocaman
sözcük fırladı: Clea’nın adı...... Öylesine çıplak bir ad, onun adı, ‘Tanrı’ ya da ‘Anne’ kadar sıradan -ama gene
de gövdesinin, solu unun için için eridi inin bilincinde olan, can çeki en bir fatihin, yitik bir kralın
dudaklarından dökülmü gibiydi.”
(L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:342,3)
“Sonunda Niketas, bir Örtü yargıcının, sırların logotetesinin olması gerekti i gibi oldu, sanki yeniden
do mu gibiydi, o solgun sabahta, dumanlar içinde can çeki mekte olan Bizans’ın hüzünlü görüntüsünde pırıl
pırıl parlıyordu.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:60)
“... görkemli sütunlarla çevrili dö e inde ölüm katılı ıyla kaskatı, artık bir cinler alayının ürkek bir avı
olmu ; içlerinden biri can çeki en adamın a zından bir bebek biçimindeki ruhunu koparıp alıyordu, onurlu bir
adam gördüm.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:74)
“Mevlana emseddin hazretleri bir gün Kayseri’den Aksaray’a geldi ve bir mescitte konakladı. Yatsı
namazından sonra müezzin iddetle: ‘ Mescitten git, ba ka yerde konakla’ dedi. Onun a ırı derecedeki
terbiyesizli i ve kapalı gözlülü ü kar ısında emseddin ona ‘dilin i sin’ dedi. Hemen müezzinin dili i ti.
emseddin de mescitten çıkarak Konya’ya gitti. Mescidin imamı geldi, müezzini can çeki ir buldu. Müezzin’in
ricası üzerine yola koyuldu, emseddin’e ula ınca ayaklarına kapandı ve özür diledi. ems, ‘ i ten geçmi tir ve
hüküm çıkmı tır, ben bir ey yapamam’ dedi. mam dönünceye kadar müezzin öldü.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:45)
“SEV NS N
Aldık nasibimizi hüzünden
te geldik gidiyoruz sevinsin
Halbuki ne güzel ba lamı tı hikaye
erbet gibi bir gök üstümüzde
------------Açın kapıları açın
Gidin haber verin meleklere
Can çeki ip durmasın beyhude yere
Elbet bir tutam ot biter üstümüzde
Mezarına göre aya ını uzatır ölülerimiz.”
(B.Rahmi Eyübo lu<1913-1975>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1,
sa:324-5)
“Ölüme kadar bekleyecek miyim? Rabbim, bütün kuvvetimle Sana haykırıyorum. Karanlıklar
içindeyim, gün a armasını bekliyorum. Can çeki erek sana yalvarıyorum: Gel, ruhumu kandır. Mutlulu a aç ve
susuzum. Yoksa o mutlulu un bende oldu una, kendimi inandırmalı mıyım?”
(A. Gide, “Dar Kapı”, sa:123)
“Biri ona acı çekip çekmedi ini sorsa, ba ını sallamaya tenezzül etmez. Sadece bir i aretle evet der.
Ama sanırım daha etkili buldu u yöntem, can çeki en bir bakı la gözkapaklarını oynatarak cevap vermesi...
Marchant, onun hiçbir eyi olmadı ını söylüyor ve oldukça katı davranıyor.”
(A. Gide, “Kadınlar Okulu”, sa:89)
“ ‘Ölmemi onba ım.’
‘Ya ne halt ediyor?’
‘Can çeki iyor.’
‘Hay Allah, hay Allah. Ne yapalım biz imdi...’ ”
(O. Hançerlio lu, “Ekilmemi Topraklar”, sa:188)
“<Jean Valjean> birdenbire aya a kalktı. Bu yeniden güçlenmeler, genellikle can çeki menin i aretidir.
Güvenli adımlarla duvara kadar yürüdü. Kendisine yardım etmek isteyen Marius’la doktoru engelledi. Duvarda
asılı küçük bakır haçı aldı. Sa lıklı bir insanın bütün rahatlı ıyla gelip yerine oturdu, haçı masanın üstüne
koyarken yüksek sesle:
‘ te, ehitlerin en büyü üne bakın!’ dedi.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:V, sa:438)
“Pek tamam, buna itiraz edecek halim yok ama, üç aydan beri talepte bulundu um yeni keçe niçin
temin edilmiyor? Yüzden fazla insanın can çeki irken kemirip emdi i keçeyi, insan i renmeden nasıl a zına
alabilir ki?”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:47-8)
“... biçare adamın can çeki mesi uzun sürmü tü. Nitekim Servet Bey’in misafirlerinden biri ona:
‘Kayınpederiniz nasıl?’ diye sordu u vakit o epeyce gülmü :
‘Maatteessüf, hala ölmedi; biçare adam, bir türlü Azrail bile alıp götürmek istemiyor!’ demi ti.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:212)
“Ama Filipus sürüsüne gitmek üzeree aya ını kaldırmı ken durdu. Gölün kıyısını dola an dar yolda
nerdeyse kulaklarına varan bir yük altında can çeki en bir e ek belirdi; e e in arkasında da çıplak ayaklı, ö sü
ba rı açık, kırmızı sakallı bir ızbandut yürüyordu.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:129)
“Ta ikindiye kadar oturdu u yerden kalkamadı. Bir ho olmu tu. Can çeki ir gibi bir hali vardı.”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:5)
“Bir eyler sormak istiyor kadına, dili varıp da bir türlü soramıyor. Böyle durgun, böyle ölüm dirim
kavgası yapan, can çeki en insanlara kolay bir ey sorulamaz.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:206)
“Gözü dönmü tü. Vurdukça vuruyordu. Kendine geldi inde, Halil, yere yıkılmı can çeki iyordu.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Karacao lan”, sa:150)
“Di i Aslan
Di i aslan sana olan a kım, kumral di i aslan
pırıl pırıl derisi, altın rengi gözleriyle.
------------iri pençelerinin a ırlı ını duyarım,
tırnaklarının keskin a mazlı ını.
Solu undaki çürük etin tadını alırım.
imdi can çeki iyor, kumral di i aslan.
Gittikçe daha çok sendeliyor ardım sıra,
bana yeti mek için tela lanıyor do ruldu umda.
Burnunun ucunda boncuklanan kan pıhtısını görüyorum.”
(Barbara Korun<d.1963>-Nazmi A ıl, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.01.08)
“GECE GÜMÜ SUYLA, SESS Z...
-----------------------------------------Hıçkırarak dertle iyor
sesi yedi telli lirin
ve ruhum can çeki iyor
ırma ında bir kederin.
Gece, gümü suyla, sessiz
ıslattı mı gür saçları?
Amarilis, Amarilis,
ecelin mi bu son ça rı?
(Nikolay Liliyev<1885-1960>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
26.03.09)
“ROMA’YA DO RU HAYKIRI
---------------------------------------Ama saydam elli ihtiyar
A k, diyecek, a k, a k,
Milyonlarca can çeki mesi içinde:
A k, diyecek, a k, a k,
Sevecenli in titrek kuma ı içinde;
Barı , diyecek, barı , barı ,
Bıçak ürpertileri ve dinamit yı ınları arasında
A k, diyecek, a k, a k,
Dudakları bir gümü e dönü ene kadar
Bunları diyecek.”
(F.G. Lorca<1898-1936>-Cemal Süreya, “a k iirleri”, sa:74)
“Gökyüzü <Yelken, 1959>
----------Çık dagel topla soluk sazları ve balçı ı,
Yorulmaz elinle ör delikleri yeniden
O yaramaz ku ların mavilikte açtı ı.
Kara yüzlü ocaklar dumanlarını salsın
Ve söndürsün islerin o gezici zindanı
Ürpertisi içinde kara uzantıların,
Ufukta can çeki en sarı gün ı ı ını.”
(Stephane Mallarmé <1842-1898>-Hüseyin Demirhan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
02.06.05)
“Kuraklık nedeniyle nehirde bir hafta gecikmi olan posta vapuru limandaki kanala düdük çala çala
girdi. Sonunda gerçek ya am buydu i te, kalbim kurtulmu , yüz ya ımdan sonra herhangi bir gün mutlu bir can
çeki mesi içinde a ktan ölmeye mahkum olmu tu.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:109)
“Ama bu kazazedelerden biri, bir hafta sonra, Kuzey Kolombiya’da ıssız bir kumsalda can çeki ir bir
durumda bulundu. Luis Alejandro Velasco adlı bir denizci on gün yemeden, içmeden ba ıbo bir salda kalmı tı.”
(G.G. Marquez, “Bir Kayıp Denizci”, sa:9)
“... belki topra ı kazarak kısrakların sidik kokusunu uyandıraca ını dü ünüyordu, sonunda ahırın
kapılarını buldu, hemen itip içeri girdi ve yüzükoyun yere, belki de can çeki mek üzere yıkıldı, ama hala yarım
saniye önce kızı duymasına engel olan o yırtıcı hayvanlık içinde bocalıyordu.”
(G.G. Marquez, “Yaprak Fırtınası”, sa:151)
“Morin, bacaklarında hardal yakısı, kafasında so uık su kompresleriyle bir koltu a uzanmı tı. Büyük
sıkıntılar içindeydi. Kesik kesik durmadan öksürüyordu; nerden çıkmı tı onu can çeki en bir hale sokan bu
nezle?”
(G. de Maupassant, “Madam Tellier’nin Evi- u Morin Domuzu”, sa:290)
“Roland Baba sepeti dizlerine aldı, e di, dibindekileri görmek için gümü renkli balık dalgalarını
sepetin kıyısına kadar silkti; hayvancıkların can çeki meleri, çırpınmaları büsbütün arttı; dolu sepetten çevreye
keskin bir balık kokusuyla taze bir deniz kokusu yayıldı.”
(G. de Maupassant, “Pierre ve Jean”, sa:30)
“Yüksek sesle konu arak askeri planlar üzerinde tartı an bu farfara insanlar can çeki en Fransa’nın
yükünü yalnız ba larına omuzlarında ta ıdıklarını ileri sürerlerdi.”
(G. de Maupassant, “Tombalak”, sa:14)
“O ancak can çeki en ve a ır yaralı erkek hastalarla ve kadınlarla görü ebilirdi. Bu durumda kendisine
çok a ır geliyordu. Çünkü cinselli in temsilcilerinden yalnızca sakınmıyor, aynı zamanda bunların arasında canı
çok sıkılıyordu.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, sa:212)
“ airin flası
--------------arayıp bulmak için buzdan evlerimizi,
gün boyu süren hüzünlere karı mı sözcükler vardısürülmü lük so uk duygularla güne görmez
yerlerine
can çeki en bir ülkenin, sözcükler vardı
bo azımızda dü ümlenen
hiç söyleyemedik onları”
(Mxolisi Nyezwa<d.1967>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 29.09.05)
“Kartaneleri Yava ça Süzülüyor A a ılara
----------------------------------------------------Dü ünü gördüm o zaman bir dü ün
ölüm uykumda. Ama can çeki en topra ın,
karaa açların de il, bir son nefes
izlencesinin. Dü ünü gördüm ku ların,
içimde uçan siyah ku ların....”
(Gabriel Okara <d.1921>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.01.09)
“Sahnede olup bitenleri izleyen Karslıların ço u Sunay’ın pek az can çeki tikten sonra hemen gerçekten
öldü ünü olayı ertesi sabah ‘Serhat ehir Gazetesi’nde okuyunca anladılar. Millet Tiyatrosu’nu dolduran
kalabalık perde kapandıktan sonra üphe içinde ama sessiz sedasız da ılmı , televizyon ise son üç günde olup
bitenlere bir daha de inmemi ti.”
(O. Pamuk, “Kar”, sa:408-9)
“Sürekli çan çalan ufak otobüsler ve can çeki en bir adamca ız, dosdo ru Tanrı’nın Oteli’ne gitmeyi
aklına koyduysa, Sagan dükü bile arabasına ko tu u atları durdurmak zorunda kalır.”
(R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:37)
“YUNANLILARIN ÖYKÜSÜ VII
-----------------------------------------lkyazın kuca ında uyuyan yedi öksüz
ve gözlerinde can çeki en bir kartal.
Ta yukarlarda, çam ormanından ötede,
geni dut yapra ında toza dönü en serçe pisli i gibi,
güne te kuruyor Ayi Yannis Kilisesi.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:49)
“Poetik Antoloji’den
1.
------------------------Sava çılar! Orda yalnızca biz varız
itmek için
gö üslerimizi ni anlamı toplarınızı,
sanki azalan
gölgelerin kimli i can çeki en,
topra ın düzensiz
kalp atı larında bizi birle tiriyor...”
(Jaime B. Rosa <d.1949>-Metin Cengiz; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 08.02.07)
“O Yer
Gözlerin kapandı ı yer, zamanın
deniz kabu unda sessizli i yankıladı ı
yer;
------yıldızlarla bedenlerin bo lu unda;
anlık can çeki me yeri; tenin
terle bir oldu u yer; sevdanın yeri”
(José Saramago <d.1922>,<Pial del Rio>-Ay e Nihal Akbulut; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 13.04.05)
“Hiç ölen yok. Genç bir televizyon muhabirinin ise ansı yaver gitmi , yanından geçerken gözü
kamerasına takılan bir yaya ona, ana kraliçeninki ile tıpatıp aynı olan bir olayı ilk elden anlatmı tı, ‘Gece
yarısına ramak kalmı tı,’ diye sözlerine ba ladı, ‘can çeki ir gibi görünen büyükbabam, saat kulesinin son
vuru undan biraz önce birdenbire gözlerini açtı, ataca ı adımdan adeta pi man olmu gibiydi ve ölmedi.’ ”
(J. Saramago, “Ölüm Bir Varmı Bir Yokmu ”, sa:13-4)
“Yaratık gizleniyordu. Sonra, birdenbire onun bakı larını en yakınlarımızın gözbebeklerinde yakalıyor
ve kur unu basıyorduk. Önleyici yasal savunma! Ben bu yaratı ın varlı ını sezdim ve vurdum. Bir adam yere
yıkıldı, can çeki en gözlerinde, yaratı ın hala capcanlı durdu unu gördüm. Bir, bir daha bir eder! Ne büyük
yanlı lık! A zımdaki bu acı, bu i renç tat nereden, kimden geliyor? nsandan mı? Yaratıktan mı? Yoksa
kendinden mi? Yüzyılın tadı bu.”
(J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:365)
“(Bouville Müzesi’nde) Büyük Salonun -yani Bordurin- Renaudas salonunun giri ine, göredi im büyük
bir resim asmı lardı… Tablonun adı ‘Bekarın Ölümü’, altındaki imza Richard Séverand. Bir devlet arma anıydı
bu. Bekar, yarı beline kadar çıplaktı, gövdesi ölüler gibi ye ile çalıyordu, düzeltilmemi bir karyolanın üstüne
yı ılmı tı. Darmada ınık çar aflar ve örtüler adamın uzun zaman can çeki ti ini gösteriyordu.”
(J.-P. Sartre, “Bulantı”, sa:113)
“EDMUND - kisi de sevmi ti beni; benim u runa biri ötekini zehirledi, sonra kendini öldürdü.
ALBANY - Öyle. Örtün yüzlerini.
EDMUND - Can çeki iyorum... ama ölmeden evvel, yapıma aykırı dü se de, bir iyilikte bulunmak
istiyorum. Hemen imdi atoya haber gönderin. Lear ile Cordelia’yı öldürmeleri için yazılı emir verdim. Çabuk
olun, vakit kaybetmeye gelmez.”
(W. Shakepeare, “Kral Lear”, sa:155)
“TANRININ GERZEK KU U
Aklımız bazan sava sonrası
‘Sava dursun’ emriyle sözün kısası
Kayıplar verip yürüyor saf saf
Kanlı izlerle kaplı hemen her taraf,
Çi nenmi otda süngü uçları parlar,
Burda ölüler ve can çeki enler var.”
(Konstantin Sluçevskiy<1837-1904>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Mecdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 19.04.07)
“Amherst’e Davet <Martin Espada’ya>
3.
imdi,
can çeki iyor heykel sert rüzgarlar
içinde,
o kadar kırılgan ki ta ıyamaz
kar taneciklerini üzerinde.
Hatta bir tanesini bile.”
(Kelwyn Sole<d.1951>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Vevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.11.05)
“Giulio, senyör de Campireali’nin hiç beklenmedik can çeki mesi sırasındaki tela ta yalnızca doktorun
kendisine verdi i bir mektubu üstünde ta ıdı ını ve hastanın karısıyla kızı imdi manastırdalarsa, bütün ayrıntıyı,
onlara sözlü vermesi ve ba rahibeyle de görü mesi gerekti ini söyledi.”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:95)
“ ‘Ne gibi?’ sorusu duyuldu yeniden; bu kez Grenouille’un dudaklarındaki kıpırtıyı görmü tü Baldini.
‘ imdi her ey bitti,’ diye dü ündü, ‘ imdi sonu geldi, ya ate ten sayıklıyor ya da can çeki iyor.’ Aya a kalktı,
yata a yürüdü, hastanın üstüne e ildi...”
(Patrick Süskind, “Koku”, sa:109)
“Teknik elemanlara gereksinin binalar bu mahallededir; kimi zaman tepe, bu çirkin kakmalardan
silkinmek istercesine çöker, o zaman ivedi önlemler alınır, ola anüstü krediler çıkarılır..... Merkezdeyse, aksine,
bakir can çeki me yayılır, sürüngen bir cüzam, sinsi ve acımasız çürüklükteki duvar ve evleri istila eder.”
(A. Tabucchi, “Ufuk Çizgisi”, sa:13)
“Yuvasından dı arıya bakmak için çaba harcayan minik bir ku tan, yorgun bir ku a dönü tü, uzun ve
so uk parmaklarını ensemde boynumda hissediyordum. Ba ka zamanlarda bu temas beni huzursuz edebilirdi,
ama bende de bir eyler de i mi ti. Annemi ve onun yalnız ba ına can çeki mesini dü ünüyor ve daha çok
sıcaklık verdi imi dü ünüyordum.”
(S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:252)
“Levin sırtüstü yatırdı a abeyini, yanına oturdu, solu unu tutarak bakmaya ba ladı yüzüne. Can çeki en
hastanın gözleri kapalıydı; ama alnında kaslar, derin dü üncelere dalmı bir insanın alnında oldu u gibi
kıpırdıyordu arada bir.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:126)
“Grodek
--------Ak am vakti sonbahar ormanlar çınlıyor
Öldürücü silahların sesleriyle, altın sarısı düzlükler,
Ve mavi göller, üzerlerinde güne
Kapkaranlık yuvarlanıp duruyor; gece sarıyor
Can çeki en sava çıları, delice feryadını
Parçalanmı a ızlarının.”
(Georg Trakl<1887-1914>-Danyal Nacarlı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 02.04.09)
“UYKUSUZLUK <1820-1830>
-------------------Ya am öcü örne i gayet sessizce
Dünyanın sonunu mekan seçmekte,
Ça ımız ve anımız onla iç içe
Gece karanlı ında can çeki mekte.”
(F. . Tyutçev<1803-1873> - Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
19.05.05)
“TEZ TUTUN EL N Z
Y LER YAPMADA
----------------------------Ölüm dö e inde, sessizce can çeki irken,
-Anamın dedi iGün günden
Daha çok adımı anar, yolumu gözlermi
‘ urka olsaydı kurtarırdı beni’ ”
(Aleksandr Ya in<1913-1968>, “ça da rus iiri antolojisi”, A. Behramo lu, sa:154)
“Ertesi günü, Rosa yataktan kalkamadı. Doktor Finet’yi ça ırdılar, üç defa geldi i halde ihtiyar kadını
iyi edemedi. Üçüncü geli inde, Rose’u can çeki ir bir halde bulunca Fouan’ı bir kenara çekti, defin iznini hemen
yazıp bırakmayı, bir lütuf ister gibi teklif etti.”
(E. Zola, “Toprak”, Cilt:I, sa:294)
Candan (söylemek, yapmak, yardım etmek) :
çtenlikle, iyi niyetle, temiz kalple
“Tüm bunların ötesinde kendisi, özellikle, paçalı tavu u andıran tulumlarıyla badi badi yürüyen, henüz
konu maya ba layan küçük lo ile de yakından ilgilenir ve ona candan bir sa dıçlık gösterirdi.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Kürt Hasan”, sa:164)
“-Ke ke alsalar da ben de gitsem, dedim. Bu sözü, o kadar candan söyledim ki, önümde Mehmet Ali ile
gidecek olanların gözleri parladı. çlerinden biri:
-Evvel Allah, biz dü manın hakkından geliriz ama, silahımız, cephanemiz yok, diyorlar, dedi.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Yaban”, sa:54-5)
“Gözlerim, sevgilimin resim ölenindedir,
Gönlümü ça ırırlar renklerin cümbü üne;
Gözlerim de gönlüme konuktur arada bir
Ve candan ortak olur bu sevdanın dü üne.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:47, sa:135)
“Kiti’ye do ru yürürken güzel gözleri pek candan parlıyordu. Dudaklarında belli belirsiz mutlu ve
alçakgönüllü bir gülümsemeyle (Levin’e öyle gelmi ti) Kiti’ye do ru saygıyla, dikkatle e ildi, küçük, ama geni
elini ona uzattı.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:99)
Can dostu : Bir kimseye, günlük ya amında ruhen en yakın ey (ev kedisi, köpe i), kimse; dost, sevgili
“AK AM KARANLI I
te kıyacının can dostu, güzel ak am;
Kurt adımlarıyla gelen bir yardakçı; tam
Geni bir yataklık göl, usulca kapanan,
Bir yırtıcıya dönüyor sabırsız insan.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:179)
“B R GÜNÜN GEC KEN AÇIKLAMASI
<Asım Ak ar’a - 1974>
-------------------------------------------------Aya ı mı burkuldu ne oldu birden
Candostum sevdam sevgilim
Kapaklandı yüzükoyun
Uzandı boylu boyunca
‘Anacık Anacık Anacık
N’olur kalk öyle do rul’
Bir o yana bir bu yana
Uçtum kondum serçe gibi”
(Arif Damar<d.1925>-“Cezaevi iirleri”, Refik Durba , sa:65)
“GAR BAN TÜRKÜSÜ
Ben sava ta ölsem bile
hiç kimseyi yakmaz kahrım, ne annem var, ne aile,
ne de gerçek can dostlarım.
Üzgün de de ilim oysa,
garibanlık budur i te kalbimde tek avuntuysa:
ölmek zaferle birlikte.”
(Debel Debelyanov<1987-1916>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
14.06.07)
“Sen ki kolay çözebilen birisin
bir a acın yürek dilini bile neden bir yongadan icat etmezsin
bir can dostu yalnızlıkta kendine.”
(Dobromir Tonev<1955-2001>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.02.07)
Can dü manı : Hayatına kasteden kimse, ba dü manı
“Bu o lanın benim can dü manım oldu unu hissediyorum. O da beni bir oyun bozan, fesatçı sayıyor. N.
büyüdü ü zaman Allah beni onun kötülü ünden korusun. te o, nem var, nem yok, hatta anılarımın enkazını
bile tahrip edecektir.”
(Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:36)
“O, hayat sularının sultanı olan böyle bir peygamber bulur da...
Onun huzurunda, ey hayat suyunun sultanı ‘ol’ emriyle bizi dirilt diye nasıl olur da can vermez?
Sakın nefis köpe ini canlı bırakma. Çünkü o, öteden beri senin can dü manındır.
Bu köpe in can avlmasına engel olan kemi in canı cehenneme.”
(Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:2, sa:50)
Canevi : Kalp, yürek; vücudun en önemli, en hayatsal organı
“B R DOSTA SUNU
<Mariya Genova’ya>
------------------------hayaletler fır dönüyor ve ki neyen kısraklar ko arak
çi niyorlar kerpiçlerle örülmü anıların can evini.
Köy evlerinin ocakları dönmü a aç köklerine Küf kokusuyla ısınıyor bombo kalmı her oda.
( van Esenski<d.1949>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası, ”Cevat Çapan”, Cumhuriyet Kitap, 08.12.05)
“TÖREN MAR I <Titre imler’den>
Elveda uyu uk yurdum, elveda!
yeni bir ya am var önümde benim,
yeni bir hevese yenik yüre im,
ve ruhum dörtnala ko ar u anda
mutluluk, heyecan, co ku pe inde:
sarho uyum gençlik denen ilhamın
çı lık atan can evimde, derinde:
salt kadın ve arap, arap ve kadın!”
(Kiril Hristov<1875-1944>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
31.08.06)
“YILDIZIM, SÖNÜP G TT N KARANLIKTA
-------------------------------------------------------I ı a kesmi bir el siliyor gözümden akan ya ları;
¶
¶
ah yavrum, birden can evime ula ıyor söyledi in sözler.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yazıt”, sa:19)
“Ama can yolda ındır kendi parlak gözlerin,
Kendi ate in besler ruhunun alevini;
Kıtlı a çevirirsin bollu unu her yerin,
Kendi dü manın gibi, ezersin canevini.”
(W. Shakespeare1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:1, sa:43)
Can evinden hançerlenmek, vurmak, vurulmak : En önem verdi i hayatsal açıdan çok büyük zarara
u ramak, güvendi i da lara kar ya mak; Kalbinden yara almak; çok derinden acı çekmek
“Mitya’nın suçlu oldu una hemen hemen tam olarak inanıyordu. Derin bir kederle, ‘Ne biçim i bu,
insanlar hep böyle mi oluyor?..’ diye kesik kesik tekrarlıyordu. O anda gözü dünyayı görmek istemiyordu. Can
evinden vurulmu delikanlı, ‘De er mi, ya amaya de er mi?’ diye tekrarlıyordu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:247)
“MACBETH - kiniz de biliyorsunuz ki, Banquo dü manınızdı.
K NC KAAT L - Do ru, efendimiz.
MACBETH - Benim de dü manım; hem aramızdaki kanlı ayrılık öyle ki, onun sa geçen her
dakikası beni canevimden hançerliyor. Gerçi onu ulu orta gözümün önünden kaldırabilirim ve bunun haklı
oldu unu da gösterebilirim, ama yapamıyorum..”
(W. Shakespeare, “Macbeth”, sa:44)
“ELLIE - Yüce gönüllülük etti ini sanıyorsun. Oysa ımarık, budala, bencil karının birisin.
Canevimden vuruldu umu gördün. Canım çekiliyor, yüre imin en güzel kö esi cansız kaldı. Kimse bir daha can
veremez oraya.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:77)
“Tuhaf bir biçimde askeri sözlerin büyüsü onu yeniden etkisi altına almı tı. Okumaya ba ladı: ‘Size
dü en...’ Bu sözler onu can evinden vurdu. tiraz kabul etmeyen bir emir gibiydi. Durdu u yerde bir ekilde
sallandı ını hissetti. Bilinmezlik, içinde bir kez daha yükselmi ti.”
(S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri”, saa175)
“ stedi imi pek iyi bilemeden... onu geri ça ırmalı, ya da onu bir temiz dövmeli, bo azını
sıkmalıydım... Elektrik çarpmı gibiydim... Her yanım uyu mu tu. Can evimden vurulmu , üstperdeden bakı ları
iliklerime i lemi ti.”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:35)
Can evini tutmak : Kalbini tutmak
“Kı geçti, bahar geldi. Fakat Tevfik’e benzer kimse, Emine’nin kapısında dola mıyordu. O, daha aksi,
daha titiz, belki de biraz hastaydı. kide birde nefesi kesiliyor, keskin bir sancı saplanmı gibi can evini
tutuyordu. Kafası imdi tamamen bir ölü kafasına benzemi ti.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:124)
Can feneri sönmek : Ölmek
“Hani foto raflar görürüz... Tulumbacı zirzop Ali dostuna yollayacak... Arkasında, kö eba ı dilekçesi
yazısiyle bir dörtlük:
‘Bu dünya devri alemdir daima durmaz döner ,
Can feneri ‘püf’ diye akiber bir gün söner,
E er felek mahvederse bu de ersiz ismimi,
Size yadigar olarak veriyorum resmimi...’ ”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:181)
Can havliyle : Canını di e takarak, can korkusuyla
“Gezgin satızı hiçbir ey anlamamı tı, zangır zangır titriyordu, can havliyle, ‘Ba ınız sa olsun! Ba ınız
sa olsun!’ diye kekeledi. Kendini Kien’in ellerinden kurtarmaya çabalıyordu ama Kien ellerini gev etmiyor,
gülümseyerek konu masını sürdürüyordu.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:300)
“Papacık can havliyle balkona fırlayarak:
-Ne oluyor? Ona ne yapıyorlar? diye ba ıradursun, Tistet Védene, avluıya inmi bile. A lar gibi
yaparak, sanki saçını ba ını yoluyor.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:55)
“Lawrence’ın can havliyle çabalaması ne ola anüstü bir eydir. Kendi cinsel do asının tam anlamıyla
bilincine varması. Tevrat’ın kelepçelerinden kurtulması; çırpınan kocaman beyaz bir balık gibi gökten a a ı
do ru ı ı ını yayması; Hıristiyanların son ehidi gibi.”
(L. Durrell, “Clea- skenderiye Dörtlüsü 4”, sa:154()
“Karanlık oldu u için orası biraz tenhaca idi. Bir iki gelip geçen, sade uzaktan bize bakıyor, kimse
yanımıza sokulmuyordu. Feridun’un, kasıklarıma do ru indirdi i son bir tekme üzerine can havliyle onun
gırtla ına atıldım.”
(O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:314)
“LICHT, bir ayna getirir. - te, kendiniz de görün. Bir koyunu köpekler kovalasa, hayvanca ız can
havliyle dikenliklere dalsa, yünü, sizin hangi dalda bıraktı ınızı ancak Allahın bildi i etleriniz kadar
youlunmaz.”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:5)
“Evden hemen ayrılması gerekiyordu. Yoksa alevler içinde kalacaklardı. Bayan G..., kızı ve torunlarıyla
bodrum katına inip saklanmayı dü ündü. Kızına, birbirlerinden ayrılmamalarını, birlkte hareket etmelerini
söyledi i sırada evin içinde bir patlama oldu. Can havliyle herkes bir yana kaçı tı.”
(H. von Kleist, “Locarno Dilencisi-O... Markizi”, sa:18)
“... Siz ne istersiniz nce Memedden behey ahmaklar, size ne yaptı nce Memed, behey kafasız e ekler,
bre e ek köylüler? Da ın yamacını talamı lar. Dört bir yandan da ın yöresini sarmı lar, kovalıyorlar Memedi.
Memed de can havliyle kaçıyor. Kurtulu yok.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:239)
“Serseriler önde, Ru en Ali arkada ko arak bütün ehri dolandılar. Ru en Ali onlara nasıl ula sın.
Herifler can havliyle bir ko uyorlar ki, de me yavuz at yeti emez.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:26)
“Evden hemen ayrılmaları gerekiyordu. Yoksa alevler içinde kalacaklardı. Bayan G..., kızı ve
torunlarıyla bodrum katına inip saklanmayı dü ündü. Kızına, birbirlerinden ayrılmamalarını, birlikte hareket
etmelerini söyledi sırada evin içinde bir patlama oldu. Can havliyle herkes bir yana kaçı tı.”
(H. von Kleist, “Locarno Dilencisi”, sa:18)
“Orada kalamayacaklarına sonunda akılları yattı ve içeri girdikleri kapıyı büyük güçlüklerle arayarak,
bir bilinmeyene do ru serüvene atıldılar. Be ki iden olu an ikinci körler grubu, sürekli kalabilecekleri daha
emin bir sı ınak arar gibi, ilk grupla kendileri arasında kalan bo yatakları can havliyle i gal etmeyi ba armı tı.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:66)
“Giulio:
-Bu kapıyı açana yüz altın var! diye ba ırdı.
Fakat kapı, can havliyle u ra an üç ki inin zorlamasına dayanıyordu. kinci kat pencerelerinden birine
yerle en ya lı bir bahçıvan, tabancasıyla boyuna ate ediyordu, tabanca ate i de onların yolunu aydınlatıyordu.”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:101)
“Bekta Emmi can havliyle ellerini ileri uzatıp tatlı canına siper etmek istedi. Sol elinde sımsıkı tuttu u
çivili de nek o lanın yüzünü tam ortasından ikiye bölmü , tanımadı ı bir ‘çehre’ haline getirmi ti.”
(K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:16)
Canhıra : Yürek parçalayan, içtenlikli, ürperti uyandıran
“Merdiven bo lu unda bir çı lık yankılanıyor, öylesine canhıra , öylesine ürkütücü ki uykuda olanlar
uyanıyor. Fyodor Mihayloviç ise hiçbir ey duymuyor, uçmu o, zaman kavramını yitirmi .”
(J.M. Coetze, “Petersburg’lu Usta”, sa:81)
“Ye il yanıyor. Arkamda korna sesleri Tu de canhıra biçimde a lıyor arabanın içinde. Ne yapaca ımı,
ne yapmam gerekti ini a ırmı bir halde, otomati e ba lanmı gibi arabayı sürmeye devam ediyorum.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:517)
Canı a zına gelmek : Canından bezmek, maddi ya da manevi çok acı çekmek
“O topluluk ate gibi oraya yeti ti; o da a benzeyen bey yüne döndü. Derdinden, u radı ı zarardan canı
a zına geldi de madül-mülk’ten ba ka bir sı ınak göremedi. madül-mülk, her mazlumun, kederinden ölen
herkesin sı ındı ı bir sancak altıydı.”
(Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:6, sa:275)
Canı bo alma : Adım adım canı çıkma, ölme yolunda can çeki me
“Fazla sıkı bastırıyorlardı, Fouan’ın, altlarında, yassıldı ını, canının bo aldı ını hissettiler. Uzun bir
ürpertiden, son bir titremeden sonra hiçbir kıpırdanma kalmamı , ihtiyar, paçavra gibi gev ek bir ey olmu tu.
Buteau, soluk solu a, mırıldandı:
-Galiba tamam.”
(E. Zola, “Toprak”, Cilt:II, sa:370)
Canı burnuna gelmek; Canı burnunda olmak; Canı burnundan çıkıp gitmek : Çekti i sıkıntıdan
bunalmak, son kerteye gelmek
Bk.: Canını burnundan getirmek
“Ama sen Zeyrek yoku unda kuyruksuz, tüysüz, uyuz, so uktan titreyen bir sokak köpe i, ben
Panco’nun arkada ı, ba ka hiçbir ey de il, ya mura vurmu , uykusuz, canı burnunda, yüre i A aççile i
soka ında, kafası Bomonti tramvay dura ından yüz metre uzakta kirli bir yastıkta bir adamca ız. Ne yapalım?”
(S.F. Abasıyanık, “Alemda ’da Var Bir Yılan-Öyle Bir Hikaye”, sa:15)
“ ‘O da sıkılıyor zavallı. Sıkılıyor emme, benim de canım burnumdan çıkıp gidiyor. Bayram’la yatarken
canım Bayram’a bir eyler demek istiyor, diyemiyorum. Öperken ap ap ses çıkarmak istiyorum,
çıkaramıyorum.’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:137)
“Siz olsanız onların yerinde sevgili signora… canınız burnunuzda tam i yapıyorsunuz, bir el ete inizin
altından…”
(D. Fo-F. Rame, “Kadın Oyunları & Açık Aile”, sa:24)
“Bir evin içine girdim. Evin içi kapkaranlık. Çocukken, su kuyularına kova dü erdi de bizim köyde,
kovayı aldırmak için, belime ip ba layıp beni sarkıtırlardı kuyuya. Kuyudan çıkıncaya kadar da canım
burnumdan gelirdi.”
(Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:41-2)
“Bir gün canı burnuna gelir, Rimbaud’yu kolundan tutar, dı kapıya götürür ve hemen yandaki kolejin
kitaplı ını gösterir.”
(A. Rimbaud, “Dizeler”, sa:30)
Canı cehenneme : Defolsun, beni bıraksın da isterse (canı) cehenneme gitsin ba lamında bir hiddet ünlemi
Bk.: Cehenneme gidesice
“Birden do ruldu, zil çalıyordu. Gecenin bu vakti.. Kısa kısa üç kere daha çaldı. Görmüyor muydu
otelin KAPALI oldu unu? Bekledi. Ses yoktu. Yorganı üstüne çekip yattı; gözlerini kapadı. Kim olabilirdi? Bir
kaçak? Geç kalmı bir yolcu? Yatakta karısına küsmü bir adam? Kovulmu bir orospu? Gecikmeli Ankara
treniyle gelen kadın? ‘Canı cehenneme’ dedi alçak sesle.”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:76)
“ ‘Ama i lem ekranı! On sekiz saattir.....’
‘Komutan Strathmore size evinize gitmenizi söylemi ti.’
‘STRATHMORE’UN CANI CEHENNEME!’ diye ba ırdı Chartrukian, söyledikleri kubbede
yankılanıyordu.”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:166)
“Tabuların, bo inançların canı cehenneme. Pek dindar olan annesine soracak olsanız, Tanrı’nın
geçmi i, imdiki zamanı, gelece i bildi ini söyleyecektir.”
(P. Coelho, “Veronika Ölmek stiyor”, sa:18)
“Çerviakov eve giderken öyle dü ünüyordu: ‘Ne alay etmesi? Niçin alay edecekmi im? Koskoca pa a
olmu ama anlamak istemiyor. Bu duruma göre bir daha ben de bir daha bu gösteri budalası adamdan özür
dilemeye gelmem. Canı cehemnneme!”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:23)
“-Parasını da kıskanıyorum, öyle mi? Bunu da söyle.
-Hayır, para lafı etmeyece im, seni incitmek istemem.
-Söyledi ine inanıyorum, gene de u van karde inizin canı cehenneme!”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:121)
“ ‘Tam bu noktada patlayan kahkahaları, sonraki sırıtı ına bakılırsa, besbelli ki bu sözlerin hedefi olan
Pepe’nin acınası tedirginli ini ve homurtusunu açıklamam gerekiyor. Pepe baldırına aplaklar indirerek, ‘Dulun
canı cehenneme!’ dedi. Daha fazla gülü tüler.’ ”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:452)
“MÜDÜR - Nasıl hiçbir ey bilmemeliyim?
DEL - Canı cehenneme, demiryolcunun ölümüyle bir ilginizin olmadı ını gösterebilmek için
sabahtan beri bin türlü cambazlık yapıyoruz... Çünkü siz o sırada yoktunuz...”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:49)
“SOLANGE - Canı cehenneme. Her eyin canı cehenneme! Yine de kaçmak için çare bulmalıyız.
CLAIRE - Hapı yuttuk... Artık çok geç.”
(J. Genet, “Hizmetçiler”, sa:65)
“ MPARATOR - Haydi çabuk ol! Sen artık kurtulamazsın. Martavallarını bizzat kendin kanıtla ve
bize o kıymetli hazineleri hemen göster. Ben kılıcımı ve asamı bırakarak, bizzat kendi anlı ellerimle, e er do ru
söylüyorsan bu i i tamamlamak, yalan söylüyorsan canını cehenneme göndermek istiyorum”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:16)
“Elini sallayarak:
-Canın cehenneme! dedi. Yoksa a ık mı oldun bana? Kız gibi ne kırıtıp duruyorsun!.. Ayrılaca ımıza
çok mu üzüldün? Hey, süt kuzusu! Söylesene, ne oldu? Yoksa ben gidiyorum!..”
(M. Gorki, “Yol Arkada ım”, sa:97)
“‘Pablo’yu koruyacaksın!’
‘Pablo cehenneme gitsin. Mierda ile korunsun o.’
‘Nay Inglés, Pablo geri geldi. A a ıda çok iyi çarpı tı. Sesleri duymadın mı? imdi de çarpı makta.
Kötü bir eye kar ı. Duymuyor musun?’
‘Onu koruyaca ım, hepinizin canı vehenneme. Senin de Pablo’nun da.’ ”
(E. Hemingway, “Çanlar Kimin çin Çalıyor”, sa:498)
“Demirci, karanlıkta delikanlının yüzünü daha iyi görebilmek için yer de i tirdi. stekle ona baktı,
derken geri çekilip duvara dayandı. Ne biçim innsan bu, diye sordu kendi kendine. Anlayamıyorum bir türlü.
eytan mı onu güden, Tanrı mı? Kimse kim, canı cehenneme!” ..... “ imdi de kulakları tav an kula ı gibi
dikilmi ti, titriyorlar, i ne üstünde oturuyorlar, kaçmaya hazır bekliyorlardı... Canınız cehenneme cesur
Galileliler, dedi kendi kendine.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:180;325)
“Kapris No: SON
Yürüyorum.
Babamı da kolundan tutmu yürüyorum.
O ise gittikçe küçülüyor.
Evin anahtarını yitirmi .
----------------------------Ba ırıyorum:
Oksijen,
Çabuk yanayım, daha çabuk, yardım et!
Çekilir bir a ırlık de il bu!
Demir,
Defol, seni de istemem!
Canın cehenneme, katılık!”
(Lyubomir Levçev<d.1935>-Kadriye Cesur; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 29.09.02)
“Bir gün, Cachena Ovası’nın yüksek bölgesinde ba ıbo dola ıyordum. Yorgunluktan bitkin,
susuzluktan ölgün durumdaydım. Kur un gibi inen güne te yanıyordum.
-Sezar’ın da, Pompeius’un o ullarının da canları cehenneme!’ diye dü ünüyordum.”
(P. Mérimée, “Carmen”, sa:40)
“O, hayat sularının sultanı olan böyle bir peygamber bulur da...
Onun huzurunda, ey hayat suyunun sultanı ‘ol’ emriyle bizi dirilt diye nasıl olur da can vermez?
Sakın nefis köpe ini canlı bırakma. Çünkü o, öteden beri senin can dü manındır.
Bu köpe in can avlamasına engel olan kemi in canı cehenneme.”
(Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:2, sa:50)
“SESLER Bira daha kıyak, odunkafa yapmıyor adamı.
Demem u ki, rezil karı, ben uyurken tırtıklamı .
Hepsinin canı cehenneme!”
(Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:8)
“JONES - Nedir hepinizin yaptı ı, beyaz adamlar? Nedir bütün bunlar? Niçin hep benim yüzüme
bakıyorsunuz? Ho , benimle ne i iniz var zaten?..... (Tabancasını ani bir hareketle çeker - Bir Mezat Memuruna,
bir alıcıya ters ters bakar.) Sen beni satıyorsun ha? Hür bir zenci oldu umu sizlere gösterece im... Canlarınız
cehenneme...”
(Eu. O’Neill, “ mparator Jones”, sa:54)
“YARDIMCI KAPTAN -... Anla maları iki yıl içindi. O müddet de bugün bitiyor. Memlekete
döndü ümüz zaman ba ımıza i çıkarabilirler.
KEENEY - Canları cehenneme... Mahkemelerde ba ıma istedikleri kadar dert açsınlar. Ben i in
parasında de ilim. Ne pahasına olursa olsun balina ya ını elde etmeliyim.”
(Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:19)
“ ‘Pöh! Kendi karakolumuzda ölen bir adamın kimli ini bile tespit edemiyorsunuz! Herhalde kocamın
ölmeye hak etti ini de dü ünüyorsunuz ef Kurtz!’
‘Ben mi?’ Kurtz panikle yardımcısına baktı. ‘Neler diyorsunuz bayan!’
‘Hasta olabilirim, ama salak de ilim! Bizim aptal ve kötü insanlar oldu umuzu dü ünüyorsunuz!
Topunun canı cehenneme diyorsunuz!”
(M. Pearl, “Dante kulübü”, sa:72)
“... üçü aynı donuk, korkunç, gece ku u gözleriyle, dimdik bakıyorlardı.
-Misafirlikte gibiyiz ha? dedi Pinette.
Mathieu gülümsedi; üç asker gülümsemedi. Pinette Mathieu’ye sokuldu, fısıldadı:
-Ho lanmadılar bizden.
-Canları cehenneme!”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:215)
“... E er George sana tav anlara baktıracak sanıyorsan, sen eskisinden de kaçıksın. Baktırmayacak,
üstelik sana öyle temiz bir sopa çekecek ki, canın cehennemi boylayacak; evet onun sana yapaca ı ancak budur.”
(J. Steinbeck, “Farelere ve nsanlara Dair”, sa:173)
“Kırk dördüncü adam:
-Senin canı cehenneme imparatorun (Bonaparte) ancak sava alanlarında büyüktü, bir de 1802’ye
do ru maliye i lerini düzeltti i zaman, dedi. Ondan sonraki hareketine ne demeli? Bütün o mabeyincileri,
atafatı, Tuileries sarayındaki ziyafetleri, baloları ile, kırallı ın bütün budalalıklarının yeni bir baskısını ortaya
çıkarmı oldu.”
(Stendhal, “Kırmızı ve Siyah”, Cilt:II, sa:7-8)
“Selim umutlanarak mürettiphaneyi ara tırdı. Hayır, sayfa mayfa yoktu.
-Çırak nerde? Behram ustanın çıra ı?
-Canı cehenneme namussuzun...”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:254)
“Sonra a abeyinin sesi duyuldu:
- u ayrıcalıklı sınıfların hepsinin canı cehenneme... Ma a, yemek için bir eyler bul bize, kaldıysa
arap da ver. Kalmadıysa aldırt.”
(L. Tolstoy, “Anna Carenina”, Cilt:I-II, sa:167)
“Ekibin de onunla ilgilendi i yoktu zaten. Öyle biri yokmu gibi davranıyorlardı. Bu kasıntı zengin
kızının canı cehennemeydi. Paraya ihtiyacı olmadı ı halde bu i i yaptı ı için ayrıca kızgındılar. ‘Amaan! Ne hali
varsa görsün’ diyorlardı aralarında, ‘kendi bilece i ey, gidip zıbarsın erkenden, tavuk gibi.’ ”
(A. Tunç, “Ömür Diyorlar Buna”, sa:72)
“Gelenler iki canoa’ydı <kanu, sandal>, her canao’da dört ki i olmalıydı…Kalın bir ses:
-Yoklar mı burada Isidoro? diye sordu. Öbür canao’dan kar ılık geldi:
-Kimse görünmüyor. Üçüncü bir ses:
-I ık tut buraya…..
-Kimse yok! Bu kola girmemi ler demek.
-Canları cehenneme! diye küfretti ba ka bir ses.”
(J.M. de Vasconcelos, “Kırmızı Papa an”, sa:181)
“HANK - Sen benimle gelsen iyi edersin.
SHANNON - En az kırk sekiz saat bu verandadan hiçbir yere kımıldayamam. Canı cehenneme.”
(T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:18)
Canı çekmek; çekmemek : Arzulamak; Bir iste i olmamak
“GÖLGEN N HÜKMÜ
----------------------------O,
nehir susuzlu umdur
denize co arak akan,
gökyüzünün bile canı çeker,
güne onu arzular.”
(Ay e Basri<d.1960>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.09.05)
“Bayram:
‘Tattık...’ dedi.
‘Tadınca durulmuyor mu?’
‘Durulmuyor!’
‘Baya insanın canı çekiyor he mi?’
‘Canı çekiyor.’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:226)
“ÇOCUK YAPIYOR ÖYLE
----------------------------------bir dondurma alıyor, iki dilim çikolata
kaldırımlarda ba ka eyler de çekiyor canı
bir köpek ka ıyor çalıntı duygularla
tekmeliyor ta ları, tekmeliyor teneke kutuları”
(Michael Cope<d.1952>- lyas Tunç”, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.03.06)
“... en de erli varlı ımız olan ki ili imizi, benli imizi korumaktır. Kimi insanlar bunun bizim için en
de erli özelli imiz oldu unu söylerler. Canı çekti i zaman iste in akılla birle ti i de olur: aklı kötüye
kullanmayıp ondan yeterince faydalanırsa, bu birle me yararlı, hatta övülmeye de er sonuçlar verir.”
(F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:44)
“Gece yarısı aralarından birkaçı yakla tı. Canlarının çekti ini gizleyip sadece denemek için diyerek,
küçük bir lokma istediler. Daha cüretlileri çıkageldi. Sayıları arttı, çok geçmeden de büyük bir kalabalık halini
aldı. Ama hemen hepsi bu so uk eti dudaklarında hissedince ellerini a a ıya indiriyordu; kimisi ise, tersine,
a zını apırdata apırdata yiyordu.”
(G. Flaubert, “Salambo”, sa:347)
“-Ne istedin küçük?
-Ah bir lokmacık yemeyi öyle istiyorum ki!..
-Paran yok mu?
-Yoo hayır yok... Ama ne olur, bana u sarkan parçayı versene, pek canım çekti.”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:124)
“Bir yandan da, Tu de’nin oynayabilece i ya ta çocu u olan arkada larım hızla geçiyordu aklımdan.
Onlardan birinin evine gitmesek bile bir yerde bulu abilirdik. Çocuklar kendi aralarında oynar, ben de biraz
laflardım. Aslında canım da kimseyi çekmiyordu.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:30)
“Bir gün dansa gidip gitmedi imi sordu.
‘Canım çekmiyor,’ dedim. ‘Dola ıyorum.’
‘Canın kadın çekmiyor mu?’
‘Sırası de il,’ dedim. ‘Sen kadınlardan uzak duruyorsun, ben de dururum.’ ”
(C. Pavese, “Yolda ”, sa:16)
“... Eli a ır a ır Marcelle’in sırtından a a ı do ru indi, Marcelle’in gözleri kapanıyordu; siyah uzun
kirpiklerini gördü. Kendine do ru çekti: u anda tam onu canı çekmiyordu, bu daha çok kızın ha in ve erkeksi
ifadesinin, güne kar ısındaki bir buz parçası gibi eridi ini görmek iste iydi.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:15)
“Lubéron sırıttı:
-Evli olsaydın canın çekse de çekmese de o i i becermeyi ö renmi olurdun. Hem bak,o i im bir iyi
tarafı var, bir kez giri tin mi o lum, artık ba ka ey dü ünmezsin.
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:56)
“Konu mak istese büyük ilgi uyandırırdı ama, hiçbir eyi canı çekmiyordu; hiçbir ey ona sanki ne
keder veriyordu, ne de zevk. Yeni yetmeli inde çok hastalanmı tı.”
(Stendhal, “Armance”, sa:15-6)
“Kamil Bey, birkaç lokma yedikten sonra tıkandı. Bir cigara yaktı. Onun bıraktı ını görünce gardiyanasker de elini çekti:
-Az yedin!
-Doydum. Sen de az yedin. Bunları giderken götür. Arkada larınızla yarın yersiniz.
-Olmaz. Arkada lar ziftin pekini yesin. Güzelce sararız. Yarın canın çeker.”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:245)
“-Peki ama problem nedir?
-Anlatayım da dinle. Tutalım ki evlisin sen, karını da seviyorsun, ama ba ka bir kadını çekti canın...
-Kusura bakma ama, hiçbir ey anlamadım bu dedi inden... u anda karnını tıka basa doyurduktan
sonra bir ekmek fırınının önünden geçerken ekmek çalmamı anlayamayaca ım gibi, senin bu dedi ini de
anlayamıyorum.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:80)
“... köpük köpük suların bo uk bo uk kalb sesini yine duydum. Bir sigara takmayı canım çekmi ti;
fakat kibritin çi ı ı ından ve adamın yüzündeki yankıdan ürktüm.”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:20)
Canı çıkmak : Çok yorulmak; Ölmek
Bk.: Canını çıkarmak
“Ev, ayrıntılarına girince biraz eski püsküydü ama derli topluydu ve oldukça rahattı. Öyle görünüyordu
ki, Fanshawe zamanını para kazanmakla geçirmemi ti. Ama ben zaten evin eski püskü olu una burun kıvıracak
biri de ildim. Benim evim bundan daha döküntü ve daha karanlıktı ve her ay kirayı ödeyece im diye canım
çıkıyordu.”
(P. Auster, “Kilitli Oda -New York Üçlemesi 3”, sa:9)
“Bir aya ım buzdan donmu , di eri de kızgın çöllerde dola maktan su toplamı tı. Kuzey Kutbundan
Patagonya’nın Son ans Burnuna kadar devriye gezmekten canım çıkmı tı. Bir de beni yahudi sanmaları tepemi
attırıyordu.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:84)
“ ‘Seyis Seydi derse ki, bu at nce Memedin atıdır...’
‘Kur una dizecekler onu.’
‘Da daki nce Memedin de orada, bu burada ya lı kur unları yer yemez, onun da orada canı
çıkacaktır.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:116)
“Tamamen aynı fikirde olan iki söz sahibi insan, onlara inanmaktan ba ka ne yapabilir ki Joao. Ama
günün birinde, dayaktan ve a ır i ten canı çıktı ında, her eyi göze alıp, korkak <çocuk> annesine açıldı. Zavallı
Sara de Conceiçao, dünyayı anlamıyordu artık. Haykırmalar ve Tanrı’ya yalvarmalar sardı ortalı ı. ‘Bu lanet
olası herif....bu zenginlerde acıma yok, kendi çocuklarına bile sevgi beslemiyor bu ta yürekli adam...’ ”
(J. Saramago, “Umut Tarlaları”, sa:47)
“-Vaktim olmadı. Bu treni kaçıramazdım. Praça Quinze’de indi imizde canım çıkmı tı zaten. Tramvay
bir türlü gelmiyordu. Nefes nefese yeti tim buraya, bu benim o lan da kur un gibi a ır.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:115)
Canı e reti olmak : Çabuk ve kolay can vermek, ölmek
“-...Bir araba gezisinde atlar parlamı sözüm ona. Tenha bir yerde karının takılarını sıyırmaya kalkmı .
Bo u mu lar. Kahpenin canı pek i retiymi , ne dersin, akacıktan çıkıvermez mi?”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:70)
Canı geçmek :
çi geçmek, henüz uykuya dalmı bulunmak; Uykuyla uyanıklık arası
“Irazca, yarı gecede uyandı. Zaten, geceleri dolduran silmece bir uykusu yoktu. Tilki uykusu da de il.
Uykuyla uyanıklık arası. Canın geçi-geçiverdi i bir hal.” ..... “Irazca’nın canı yeni geçmi ti ki, horozlar ba ladı.
Hemen kalktı. Hayattaki yatakların öbür ucuna dolanıp Bayram’ı sarsmaya ba ladı. Bayram kendinden geçmi
uyuyordu. A zı, çirkin biçimde açıktı.”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:90)
Canı gönülden : Büyük bir içtenlikle
“Kendini yazardan saymadı ı için, yazdı ı eylerden kendisini sorumlu görmüyor, bu yüzden de yaptı ı
i i canı gönülden savunmak gelmiyordu içinden. William Wilson kendi bulu uydu ve her ne kadar Quinn’in
içindnen do mu sa da artık ba ına buyruk bir ya am sürdürüyordu.”
(P. Auster, “Cam Kent” -New York Üçlemesi 1-, sa:8)
“ET K B R
R
-------------------Ama bırak onları sonunda
Kendi yerlerini bulsunlar diye.
Geçmi e kar ı dayanıklı,
Ol ne olacaksan:
Ne canı gönülden
Ba ı la gençli in ate li saatlerini,
Ne de aykırı ya a,
Kandırarak sa görüyü.
(J.V. Cunningham<1911-1985>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.02.04)
“Sava sırasında bir gün, etrafındaki herkes tarihin tehditkar ilerleyi iyle deh ete sürüklenmi ken,
radyoda tangolar ve valsler yerine hüzünlü ve ciddi bir müzi in minör akorları çalmaya ba lamı tı; bu minör
akorlar çocu un belle ine bir daha çıkmamak üzerre felaket habercisi olarak kazındı. Daha ilerde, romantik
müzi in tumturaklı havasının bütün Avrupa’yı birle tirdi ini anladı. Ne zaman bir devlet adamı katledilse ya da
sava ilan edilse, birbirlerini daha canı gönülden öldürsünler diye, ne zaman insanların kafasını zaferle
doldurmak gerekirse onu duyarız. Choin’in ‘Cenaze Mar ı’nın ya da Beethoven’in ‘Kahramanlık Senfonisi’nin
gümbürtüsünü duyduklarında benzer karde lik co kularıyla dolup ta arlar.”
(M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:249)
“ mamın, ‘Hatun ki i niyetine. Merhumeyi nasıl bilirdiniz?’ sorusuna canı gönülden, ‘ yi bilirdik!’ diye
cevap verdiler. Ellerini kaldırıp fatiha okudular.”
(Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa:270)
Canım; Canım ci erim : Çok yakın dostluk, sevgi hitabı
“‘Aman canım, ben daha do ru dürüst bir mektup yazmayı bile beceremeiyorum Sultan abla. Size abla
dememe kızmıyorsunuz de il mi? Tee ilkokuldan kalan çarpuk çurpuk bir yazı benimkisi i te. irkete telefon
edenleri bir kıyıya yazmama bile yetmiyor. Yoksa, belki çaycılık ettirmezlerdi, camları sildirmezlerdi.....
Telefonlara da, alooo, burada de iller beyefendi, bir diyece iniz varsa uraya yazayım, gelince sizi arasınlar...’ ”
(A. A ao lu, “Toplu Öyküler - II”, ‘Dar Odanın Karanlı ı’, sa:23)
“-Bu i seni ilgilendiriyor mu, Kaptan?
-Ben Kaptan de ilim, dedi d’Arrast.
-Zararı yok. Soylu ki isin sen. Socrate söyledi.
-Soylu da de ilim, canım. Büyükbabam öyleymi , Onun babası da, büyükbabasından öncekilerin hepsi
de.”
(A. Camus, “Büyüyen Ta ”, sa:54)
“Karısı ondan, kızının mutlulu una karı mamasını rica etti. Bütün terziler gibi evlilik ve a k me k
konularında, mü terileriyle gevezelik ederek kazandı ı engin deneyime dayanarak, Maria’ya ö üt verdi: ‘Canım,
yoksul bir adamla mutlu olmaktansa, zengin bir adamla mutsuz olmak daha iyidir.’ ”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:38)
“LOMOF - Kızınızla evlenmek arzumu...
ÇUBUKOF (Sözünü keserek.) - Ah canım... Öyle memnun oldum ki, ne derler ona... Özellikle ne
derler ona, (Kucaklayarak öper.) ötedenberi isterdim. (A lar.) Ve ben sizi, benim melek çocu um, her zaman öz
evladım gibi sevdim. Cenabıhak her ikinize de u ur, a k ve ne derler ona, uzun ömür hediye etsin.”
(A. Çehov, “Teklif”, sa:12-3)
“-Ama o ta ındı!
-Zararı yok, anlıyor musunuz? Oraya gitti ya; i te siz de gidin, anladınız mı? Sanki generalin
ta ındı ını bilmiyormu gibi davranın, karınızı almak bahanesiyle filan gidin, canım.”
(F. Dostoyevski, “Ba kasının Karısı”, sa:23)
“Balthazar’sa bir elini Naruz’un alnına koymu , öteki eliyle de kasları burulmu bile ini sıkı sıkı
tutarak bir yontu gibi oturuyordu. Arapça bir eyler fısıldadı: ‘Sakin ol canım. Yava , bir tanem.’ Üzüntü onu
sakinle tirmi , kendine getirmi ti. Gerçek öylesine acıdır ki, onun bilgisine varmak bir tür rahatlama verir.”
(L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:343)
“SI INMACILAR
Canım yurdum, açık mezar ba ında
unutulmu bir dul kadın mısın sen?
Evlatların, bildik göç tela ında,
kopup gidiyorlar öz köklerinden.”
(Evtim Evtimov<d.1933>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
11.06.09)
“Rodolph Boulanger: ‘Gelirim canım, merak etmeyin,’ diye yanıt verdi, ama ba kan gidince: ‘Yok
canım, gitmem oraya,’ dedi. ‘Onunla olmaktansa sizin yanınızda olmak daha iyi.’ ”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:152)
“Genç kadın oldu u yerde sallandı. Ayak bile i burkuldu, dü er gibi oldu. Genç adamın omzuna
tutundu, sonra kendi eline a kınlıkla baktı kızardı.
-Sakarlı ımı görün! Nerdeyse durup dururken odada yere dü ece im. Çok gülünç bu canım!”
(Fürüzan, “gecenen öteki yüzü”, sa:127-8)
“-Ya shak, ben de merak ettim. Yanında bir delikanlı peyda oldu. Kafir dilber mi dilber..... karınız
yalnız de ildi yanında yüzleri çıplak, kolları çıplak, gö üsleri çıplak genç genç hanımlar vardı.
-Neuzübillah... Neuzübillah...
-Canım, dedim, söyle nereye çıktı bu kadınlar?
-Ficehenneme zümera.”
(H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Melek Sanmı tım eytanı”, sa:360)
“SUSANNA - Lusi!
LUSI - Suzi! (LUSI hemen aya a kalkar, SUSANNA’ya do ru gider. Birbirlerine sarılırlar.) Nasılsın
canım?
SUSANNA - Ah, hep aynı hikaye ekerim!”
(V. Havel, “Largo Desolato”, sa:25)
“KOTRLY - Nasıl gidiyor senin i ler?
FOUTSKA - Hangi i ler?
(LORENCOVA, KOTRLY ve NEWIRTH, birbirine bakıp bıyık altından gülerler. Kısa bir
duraklama.)
LORENCOVA - u özel çalı maların, canım.”
(V. Havel, “ eytan Çelmesi”, sa:27)
“-Colorado’da demek... Pek güzel, yahu Denver’e giden o çelimsiz herifin adı neydi?... Canım, Bill’le
rasladı ımız adam, diye sordum. Jeff:
-Kurba a suratlı herif kendini Alfred E. Richs, diye satıyordu, yanıtını verdi.”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:119)
“ALTINCI M MOS
METRO
---------------------- Defolup git
ayak altından, seni dangalak! Yalnızca i itip
konu ur bunlar. Varsa yoksa aylaklık etsinler.Yalvarırım sana, do ruyu söyle bana, canım”
(Herodas, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:33)
“Boynuma sarılır be! Ne sanıyorsun yani? Sen gelecek olmasaydın, ya da Zehra’nın parası bende
olsaydı, görürdün bak! Ama sen geleceksin, Zehra’nın parası da bende de il. Üstelik, fena halde korkuyorum.
Rıdvan istese o film i i garanti olurdu. Beni be gün oyaladı, deyyus. Biliyorum canım, düpedüz oyaladı. Pis
ellerini, ceplerine soka çıkara bana yalan söyledi.”
(A. lhan, “Kurtlar Sofrası”, sa:179)
“Vücudunu duvara yapı tırmı tı, yalnızca ba ı havada serbest deviniyordu. ‘Sinirlenmeyin canım! Hani
sizi ilgilendirmeyen eylere ne diye sinirlenesiniz. Kendim salakça davransam, buna içerlerim; ama salakça
davranan bir ba kası ise, sevinirim do rusu.’ ”
(F. Kafka, “Hikayeler-Tapınan’la Söyle i”, sa:12)
“ ‘Gelinlik harika oldu, hayır aslında harika olan sensin. Belini de ayarladık mı tamamdır, beni yeme e
götürebilirsin.’
‘Nereye istersen sevgili Stanley!’
‘Hava günlük güne lik, kar ıma çıkan ilk bahçeli lokanta uyar bana; gölgede olması ko uluyla tabii,
kıpırdanmayı kes de bitireyim u gelinli i... Neredeyse kusursuz oldu.’
‘Neredeyse mi?’
‘Ucuz mal ancak bu kadar olur canım!’ ”
(M. Levy, “Birbirimize Söyleyemedi imiz Onca ey”, sa:14)
“Zavallı adamın çevresinde, tehditkar sakalları, intikamcı sopaları ile yirmi kadar adam toplanmı ,
çevrelerini de arada biraz mesafe bırakan keyifli bir seyirci halkası sarmı tı. çlerinden biri Hayyam’ın allak
bullak olmu yüzünü görünce, içini rahatlatmak ister gibi, ‘Bir ey yok canım, alt tarafı Uzun Cabir i te!’ dedi.”
(A. Maalouf, “Semerkant”, sa:16)
“Kıyıya çıkınca Beausire bir arkada ına yeme e gitmek için hemen onlardan ayrıldı. Jean, Madam
Rosémilly ile önden yürüdü. Roland karısına:
-Bizim u Jean da pek yakı ıklı, canım, dedi.”
(G. de Maupassant, “Pierre ve Jean”, sa:189)
“Televizyonda ne var? Ama bakmayaca ım, ben her eye kızıyorum. Çok kızgınım ben. Köfte de
severim, hani köfte? Bütün hayatlar burada, masanın ba ında. Melekler hesap soruyorlar. Bugün ne yaptın
canım?”
(O. Pamuk, “Öteki Renkler”, sa:76)
“DÖKÜM
----------Bir kalem. Hiç de ersiz.
A ınmı kullanmaktan.
‘Canım’ diye yazardı.
Ben: ‘Bu yalan’ diyorum. ‘ tiraz
ediyorum!’
Bir cüzdan. çindeki paranın miktarı…”
(Stanka Pençava<d.1929>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
12.11.09)
“ ‘Ama önce unu söyleyeyim <anne>: Dün Albertine’den pek ho sözlerle bahsetmedim sana, ona
kar ı haksızlık ettim.’ ‘Canım, ne önemi var?’ dedi annem, sonra do an güne i görüp annesini dü ünerek
hüzünlü hüzünlü gülümsedi ve büyükannemin, benim hiç seyretmedi ime üzüldü ü bu görüntüyü kaçırmayayım
diye pencereyi i aret etti.”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:544)
“NEREYE UÇUP G TT BEN M O LUM
O lum, canım ci erim, ili i kemiklerimin, yüre imin yüre i,
daracık avlumun serçesi yalnızlı ımın çiçe i.
Nereye uçup gitti benim o lum? Nerelere gitti bırakıp beni?
Ku un kafesi bo imdi, bir damla yok su kabında.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yazıt”, sa:16)
“IAGO - Canım, bunlar ahbap kimseler. Yalnız bir kadeh. Sizin yerinize ben içerim.
CASSIO - Bu gece tek bir kadeh içtim, hem ona da gizlice su katmı tım. Yine de bak halimde ne
de i iklik yapıyor. Bundan zaten ba ım dertte, daha ileri gidip derdimi iki kat artırmaya cesaretim yok.
IAGO - Ne olur a canım! Bu gece enlik gecesi: Yi itler istiyorlar.”
(W. Shakespeare, “Othello”, sa:41)
“Ama canım ku ların söyledi i arkılar,
Elvan elvan çiçekler, burcu burcu, alaca,
Bana bir yaz masalı anlattıramadılar,
O soylu çiçekleri ben kesemem haraca.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:98, sa:237)
“KLEOPATRA ( syanla.) - Susun! Charmian, küçük bir Mısırlı a kın gibi saçmalama..... Neden
böyle küstahça gevezelik etmenize izin veriyorum, biliyor musunuz?
CHARMIAN - Her eyde Sezar’ı örnek alıyorsunuz da ondan. O herkesin istedi ini söylemesine göz
yumuyor.
KLEOPATRA - Hayır. Bir gün kendisine niçin böyle yaptı ını sormu tum. Ne dedi biliyor musunuz?
‘Bırak kadınların konu sun. Onlardan bir eyler ö renirsin.’ ‘Canım, onlardan ne ö renilir sanki?’ diye sordum.
‘Ne mal olduklarını ö renirsin.’ dedi.”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:115)
“Birden kızarmı tı Anna’nın yüzü. Dolli ne söyleyece ini bilemeden,
-Evet ama çok iyiyiz orada... dedi.
Anna bir kere daha öptü Dolli’yi.
-Bırak imdi onları, dedi. Sevincimden saçmalıyorum. Seni gördü üme öyle sevindim ki canım.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:351)
“Evlampiya, son kez, ‘Beybaba!’ diye yalvardı.
-Sus!
Suvenir, kekeleyerek:
-Martin Petroviç! Karde ... beni ba ı layın! dedi.
-Beybaba, canım babacı ım.
Harlov:
-Sus kancık köpek, diye ba ırdı. Suvenir’e bakmadı bile. Yalnızca onun oldu u yana tükürdü.”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:95)
Canıma, canına de sin : Ooh, keyfime diyecek yok, çok ho uma g,tti; Güle oynaya keyfine bak, ho lan
“Robert bana viski ikram etti ve bir problemim olup olmadı ını sordu. Ona, kendisini ve aileyi u
andaki macerama karı tırmak istemedi imi söyledim ve daha fazla ayrıntılı bilgi vermedim. Yeme e oturduk;
a a ı yukarı iki gündür do ru dürüst bir ey yemedi imden bu yemek canıma de di.”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:147)
“Çünkü, parayı versem nolacak! ‘ u dümbü ün, bunaltıp aldı ımız parasıyla bir papaz uçuralım!’
diyecek teres... Parayı verirken, ‘Oh, deli pezevengin canına de sin’ diyece i de cabası... dedim!’ ”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:100)
Canımın içi : Çok yakın bir dost, arkada a yapılan hitap
“Christina’nın gö sü sanki daha hızlı inip kalkmaya ba lamı tı; erke in yakınlı ı onu da ürpertiyordu,
erke in teninin bekleyi iyle titrer gibi. Egor kendi zihninde Christina’nın dü üncesinin yankılandı ını duydu:
I ı ı neden kapatmıyorsun canımın içi?
(M. Eliade, “Matmazel Christina”, sa:117)
“PERDE I, SAHNE I
SMITHERS (daha sıkı tutarak, kaba.) - Rahat dur! Hiç böyle i e gelemem, canımın içi. Kıvrıla
kıvrıla yakanı kurtarmazsın artık. Çengeli taktım sana.
KADIN (Çabalamanın fayda etmeyece ini görmü tür, korkuyla yere çöker.) - Sakın söylemeyin ona..
Ona söylemeyin, efendi.”
(Eu. O’Neill, “ mparator Jones”, sa:11)
“Baratarya adasına Vali olan anso Pansa’ya karısı Terez’den gelen mektubu, aklından çevirmeye
çalı ıyordu: ‘Mektubunu aldım, canımın içi ansocu um, Katolik Hıristiyanlı ın imanına yemin ederim ki,
sevinçten deli olayazdım.’ ”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:137)
Canına kastetmek : Canını almayı, öldürmeyi istemek
Bk.: Canna kıymak
“ spanyol’a dönen Kaptan Delano, kendi hesabına hiçbir ey bilmedi ini ve bu durumun umurunda
olmadı ını; ancak, görünü e bakılırsa, Don Benito’nun kendi adamlarına kar ı kayıktakiler tarafından
kaçırılıyormu gibi bir izlenim yaratmayı aklına koymu oldu u yanıtını verdi. ‘Ya da, sizin canınıza kastediyor’
diye ekledi öfkeden çılgına dönerek.”
(H. Melville, “Benito Cereno”, sa:105)
“Bahsetti imiz tahrip hareketlerine direni gösterildi i takdirde, diyordu ziyaretçilerden biri, olaylar
bizzat i letme sahibinin, ailesinin, sorumlu müdürün ya da bir iki çalı anın canına kastedilmesine kadar
varabilir...”
(J. Saramago, “Ölüm Bir Varmı Bir Yokmu ”, sa:118)
Canına kıymak :
ntihar etmek; Bir ba kasını öldürmek; Varlı ını yitirmek
“Bu anı ya ar zaman zaman, dü ünen, duyan insan. Kendisiyle bir hesapla madır, bir kesin karara
varmadır, bir seçmedir bu. Ya amalı mı, ya amamalı mı? Hamlet’in ünlü sorusu gelir dikilir kar ınıza. Ne der
Camus: ‘Tek bir ciddi felsefe sorunu vardır: cana kıyma. Ya amın ya anmaya de er olup olmadı ı. Bu yargı,
felsefenin temel sorununu yanıtlar.”..... “Balzac’ın bir sözü vardır bu konuda, diyor ki: ‘Canıma kıymak bin
ölümden kaçma yoludur. Bin kez ölece ine bir kez ölmek daha akla yakındır.’ u dünyanın dertleri günde bin
kez öldürür ki iyi. Ölüp ölüp dirilmek, bitmek tükenmek, sonra yeniden atılmak ya ama.
O yirmi be ya ındaki genç adam da bir ö le vakti çıkmı Galata Kulesi’ne. Yarım saat oturmu , sonra
atmı kendini a a ıya.”
(O. Akbal, “ stinye Suları-Galata Kulesi’nde Bir Ölüm”, sa:166-7)
“Luisa Porto’nun Kaybolu u
1.
-----------------------------------Politikayı filan unutun bir an,
maddi çıkarları bir yana bırakın da,
sorup ara tırmaya vakit ayırın.
Pi man olmazsınız. nsan ruhunu arıtan
bir iyilik sonucu mutlu bir ananın
yüzünün gülmesinden
ve huzura kavu masından daha büyük
bir doyum yoktur hayatta.
Luisa’nın kendi canına kıydı ını
söylemeyin bana.
nancın kutsal ate i yanıyordu onun
Tanrıya ve Efendimiz sa’nın
Kutsanmı Anası Meryem’e adanmı ruhunda.
Asla kıyamaz o kendi canına.”
(Carlos Drummond de Andrade<1902-1987>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 04.08.05)
“Yorgana dokundu. Üstlerinden atarlar mıydı bunu? Rüstem Bey’in yedi ya küçük karde i Faruk belki
yengesine tutkun oldu u için kıymı tı canına ondokuzunda dayanamayıp.”
(Y. Atılgan, “Anayurt Oteli”, sa:71)
“Bir dünya satranç ampiyonunun böyle ki ilerle konu masını tuhaf buluyordu; ailesi olan bir la ımcı,
uyku nedir bilmeyen bir satıcı, dü melerden ötürü canına kıymaya kalkan bir adam.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:376)
“A aç ilk kez konu tu. Dedi ki:
‘Televizyonu açma, gazeteleri okuma, radyoları dinleme. Kitaplarını al, dallarımın altına gel; sakın
canına kıymaya kalkma.’ ”
(P. Celal, “Melahat Hanım’ın Düzenli Hayatı”, sa:30)
“ ‘Ama geride bazı eyler bıraktı. Ka ıtlar bıraktı, aklı ba ında herhangi bir i birlikçinin bırakaca ından
çok fazlasını. Geride sorular da bıraktı. Örne in: Neden canına kıydı? unu sorabilir miyim size: Siz neden onun
canına kıydı ını dü ünüyorsunuz?’
Oda gözlerinin önünde bulanıyor. Müfetti in yüzü kocaman pembe bir balon gibi mayal meyal
seçiliyor.
‘O lum canına kıymadı,’ diye fısıldıyor, ‘Onu hiç anlamıyorsunuz.’ ”
(J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:45)
“Klim apar topar arabadan a a ı atladı ı gibi dört ayak üstü ormana ko maya ba ladı.
-Yeti in! Yeti in! diye ba ırıyordu. Kahrolası, atı da al, arabayı da al! Yalnızca canıma kıyma, yeter!
mdat!”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:136)
“THE N GHT OF LOVELESS N GHTS
(A ksız gecelerin gecesi)
-----------------------------------------------Anladık, uzaktan geliyorsun, yılanlar kusan,
Kahraman, elbette, üzgün katil, acısız tutkun
Silinip gidiyor ve sen, kendi yapıtlarının o lu,
Kendi canına kıymı , mutluluk iste i kızartıyor mu
yüzünü?”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:97)
“ ‘Anlıyorum,’ dedi William, ‘Sorununuzun ne oldu unu da anlıyorum. O talihsiz genç, Tanrı korusun,
e er canına kıymı olsaydı, (kazayla dü tü ü dü ünülemeyece ine göre), ertesi gün o pencerelerden birini açık
bulurdunuz; oysa hepsini kapalı buldunuz; üstelik hiçbirinin dibinde herhangi bir ıslaklık yoktu.’ ”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:58)
“Önce bana çok ters gelse de, yöreden kovulmak, tıpkı uyuzlu mikroplu bir fahi e gibi arabaya
bindirilip buradan uzakla tırılmak dü üncesine dayanamadı ımdan, canıma kıymayı dü ündüm.”
(D. Fo-F. Rame, “Kadın oyunları & Açık Aile”, sa:69)
“Hey gidi koca yurt, hey!.. Sular kararınca, ay boynuzlarına samanyolunu takar gezdiridi. Yurduydu
koca Datça da ları... Oradaydı Memi ’i de, kavalı da... Ah u a k, insanın canına amma da kıyıyordu!..”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:62)
“Sosyalizm konusunda tabii ba ka bir sorunları yoktu ki o budalaların. Sonra Mehmet canına kıydı.
Dünya yalan dünya: bak i te Kerem koluna kırk be lik karıyı takmı Ni anta ı’nda cirit atıyor.”
(S. leri, “Cehennem Kraliçesi”, sa:246)
“Günün birinde Jean-Marc’ da böyle yitirdi ini dü lüyor. Ondan hiç haber alamamak, olup biten
hakkında dü kurmaktan ba ka elinden bir ey gelmemek. Canına bile kıyamazdı, çünkü ihanet olurdu bu,
beklemeyi reddetmek, sabrını yitirmek anlamına gelirdi. Sonuçta, ya amının sonuna kadar hiç yakasını
bırakmayacak bir deh et içinde ya amaya mahkum olurdu.”
(M. Kundera, “Kimlik”, sa:9)
“Bununla birlikte, biz arkada ları, esas olarak ba ına ne geldi ini ö renmeye, o tuhaf ilanda ima etti i
gibi gerçekten canına kıyıp kıymadı ını anlamaya u ra ıyorduk. çimizden henüz ülkede olanlar, özellikle de
Murad ve Tania ara tırmalarda etkin bir rol oynuyorlardı. Sahadaki her türlü yetkelerini yitirmi devlet
kurumlarından hiçbir medet umulmazdı, bunu belirtmekte yarar var; ‘kayıp ahsın’ ailesinden de bir ey
beklenemezdi, çünkü bir ailesi yoktu.”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:86)
“Vagon Cannes’dan beri doluydu. Herkes birbirini tanıdı ı için durmadan konu uluyordu.
Tarascon’dan geçilirken birisi: ‘ te burada adam öldürüyorlar’ dedi. Ve iki yıldanberi vakit vakit bir yolcunun
canına kıyan gizemli ve tutulmaz katilden söz edilmeye ba landı.”
(G. de Maupassant, “Tombalak-Yolculukta”, sa:77)
“‘ yi, iyi, iyi - yercücesinin ekme i
Birinin hakkından gelmi ve ikincisini sıraya koymu olan
Ku kusuz üçüncüsünün de canına kıyar.’ ”
(E. Mörike, “Stuttgart Cücesi”, sa:108)
“Mathieu bocaladı:
-Ne bileyim…
-Ama ben biliyorum canım. Söylemeye dilin varmıyor, ama kalbine bir kur un sıkıp, canına kıyar
diye korkuyorsun. Her ne kadar bu sence pek modası geçmi , çok romantik bir hareket sayılırsa da…”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:10)
“HAMLET - Bahtım sesleniyor, vücudumun her teline Neme aslanının kasındaki kuvveti veriyor.
Hala mı ça ırıyorsun? Bırakın beni efendiler. (Ellerinden kurtulur.) nan olsun ki, beni tutmaya kalkanın canına
kıyarım. Çekilin diyorum! Yürü, arkandan geliyorum. (Hayalet ile Hamlet çıkarlar.)”
(W. Shakespeare, “Hamlet”, sa:34)
“Kimse kar ı koyamaz Zamanın tırpanına,
Kendi soyun direnir O kıyarken canına.”
“Ben ya arım yoklu a kar ı bu iirlerde,
Ölüm kıyar beyinsiz sürülerin canına.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:12, sa:65 & no:107, sa:255)
“THEODOTUS (Pothinus’a.) - Kitaplı ı kurtarmaya gitmem lazım. (Hızla çıkar.)
SEZAR - Onu kapıya kadar geçir, Pothinus. Söyle, sizinkilerin kula ını büksün. Daha fazla askerimi
öldürmesinler, karı mam, ucu sana dokunur.
POTHINUS - Canıma kıyarsanız size pahalıya oturur, Sezar. (Çıkar.)”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:80)
“... orada yıkılmı tu la evleri hatırlıyorum. Bizim ah ap evimiz hasar görmemi ti ama baca dü meden
oldu u yerde kalmı tı. Ve ‘San Francisco Call’a iki yıllık abonelik kar ılı ında aldı ımız bir fono rafın -ilk
konu an aletimiz- bir raftan atlayıp kendi canına kıydı ı bugün gibi aklımda.”
(J. Steinbeck, “Amerika ve Amerikalılar”, sa:25)
“Dahası, diyece im ki; onu yalnızca anarken bile kanı donan, hasta olan ben, bu ba lılıktaki tutkuyu ve
bayalı ı dü ündükçe ve canıma kıyıp onu kendimden uzakla tırabilecek olan gücümden dolayı nasıl titredi imi
anımsadıkça, sanki içimden ona acıdı ımı duyuyordum.”
(R.L. Stevenson, “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde”, sa:110)
“... Merkez garında, ola anüstü Favela’nın ve Pedreira de Sao Diego’nun süsledi i Pedro II
istasyonunda ba layan bir dünyaydı bu. Daha sonra Lauro Müller köprüsüne kadar yürüyorlardı; söylentiye göre,
köprünün mühendisi, trenlerin ve zamanın geçmesiyle köprünün yıkılaca ı korkusuyla canına kıymı tı. O
gitmi ti, ama köprü hayatını sürdürüyordu ve daha uzun yıllar böylece sürdürecekti...”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:113)
“Canına kıyan adamın henüz so umamı cesedini muayene etmek için Berlin’den ko up gelen
doktorlar, vücudu sa lam ve ya ama gücünde bulurlar. Hiçbir organda bir özür yoktur ve hiçbir yerde bir ölüm
nedeni bulunamaz.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimrları”, ‘Kleist’, Cilt:I, sa:13)
Canına minnet : Dünden razı, arayıp da bulamadı ı olumlu bir sonuç
“Fakat Agafya gidip meseleyi, yani konu mamızı oldu u gibi anlatmaz mı! Ben bunlar sonradan bir bir
ö rendim. Agafya sırrımızı saklamamı tı; bu da benim canıma minnetti.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:171)
“ MPARATOR - Bir rakip mparator benim canıma minnet: Ben asıl imdi mparator oldu umu
hissediyorum. Zırhlı elbiseyi sadece bir asker gibi giymi tim, fakat imdi onu daha yüksek bir gayeyle
ku anıyorum.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:264)
“ ‘Komutanın size bu aygıt hakkında daha önce herhangi bir aöıklama yapıp yapmadı ınıu
bilmiyorum,’ dedi subay. Gezgin eliyle, ne anlama geldi i tam belli olmayan bir i aret yaptı, subayın canına
minnetti bu, böylece artık aygıtı kendisi anlatabilecekti.’ ”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:31)
“Sözünü kesti:
-Okumu tun biliyorum ama, olmaz. Asrımız Amerika asrı. ngilizce bilmeden milletvekili hanımı
olunmaz!
-Haklısınız... Kasabaya ben de gelecek miyim?
Kesti attı:
-Hayır!
-Peki! Canına minnetti. Öyle yorgundu ki, kocasını yolcu ettikten sonra o da bir banyo alır, sonra da
ak am yeme ini yer, vurur kafayı yatardı.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:248)
“Her zaman bir parça yana e ik o uzun alaycı yüzü can sıkıntısıyla anımsıyordu. Eve’in evlili inin ilk
günlerinde, damadıyla biraz sıkı fıkı olmak Madam Darbédat’ınn canına minnetti. Ama adam çabalarını bo a
çıkarmı tı, hemen hemen hiç konu muyordu, her zaman a ırı hareketlerle ve dalgın bir tavırla ba ını sallıyordu.”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Oda”, sa:44)
Canına okumak : Üstesinden gelmek, dövmek, öldürmek; Zarar vermek, mahvetmek
“Neyse, bugüne dönelim. Sabahları kalktı ımda vücudumda izler oluyor, mavi çürükler. Özellikle
izledi im bir battaniye var. Bu battaniye ben uyurken canıma okuyor. Uyanıyor ve bazen battaniye bo azıma
sarılmı oluyor, zor nefes alıyorum.”
(Ch. Bukowski, “Büyük Zen Dü ünü”, sa:40)
“Öteki dört arkada ları kızılsaçlı kar ısında ya amlarını tehlikeye atarken, bombo durmu olmaktan
utanıyorlardı. Therese hiç zorluk çıkarmadan yürüdü, çünkü ona hiçbir ey yapamazlardı. Zaten gidecekti o.
Karakolda iki adamın da canına okumaya niyetliydi.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:335)
“Bunları konu tukları esnada, vadide, otuz-kırk yelde irmeni gördüler. Don Quijote, bunları gördü ü an
Panza’ya döndü ve:
‘Bahtımız bize istedi imizden fazla yardım ediyor; u devasa eyleri görüyor musun, sevgili seyisim?
Hiç yoksa otuz tane var. Onlarla çarpı mak, hepsinin canına okumak istiyorum. Sa layaca ımız ganimetle servet
yapmaya ba larız.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:48)
“Chantal kahvesini içerken, o günün çabucak sona ermesini diledi. Ak am oldu unda köyün canına
okuyacak, Bescos’un i ini bitirecekti. Zaten o köyün haritadan silinmesi uzun sürmezdi, çocuk olmayan bir yerin
varlı ını sürdürmek olanaksızdı.”
(P. Coelho, “ eytan ve Genç Kadın”, sa:53)
“SOR N - Ne diyece im bakın, Kostya’ya bir hikaye konusu vermek istiyorum. Adı öyle olmalı :
‘ stemi olan - isteyen adam.’ ‘L’homme qui a vouli.’ Bir zamanlar gençken yazar olmak istedim, olamadım.
Güzel konu maya özendim, beceremedim, dilin canına okudum.”
(A. Çehov, “Martı”, sa:81)
“Bir gün Mevlana emseddin, rak-ı Acem’de sema ediyordu. Bir kalender de o mecliste dönüyor,
hırkası daima ems’e dokunuyor ve bundan hiç çekinmiyordu. Bir iki defa kendisine ‘Ey dervi biraz öteye git’
diye söyledilerse de kalender: ‘Meydan geni tir’ diye yanıtlayarak hiç aldırmadı. Mevlana emseddin hemen
semaı bırakıp gitti. Kalender de o anda yere dü üp öldü. Orada bulunan gönül sahibi dervi lerin yüreklerine bir
ate dü tü: ‘Eyvah! ems-i Perende = ‘Uçan ems’ yine bir dervi in canına okudu’ diye ba ırdılar. Yakalamak
için pe ine dü tülerse de o uçup gitmi ti.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:51)
“Ba ını hafifçe geri atıp, mintanını pantolonunun içiine tıkmaya ba ladı. Bir yandan da söyleniyordu:
‘Bir de hepsini kesecekler... Ulan ben kestirir miyim. Canlarına okurum valla.’ Sonra gitti, yata ın kenarına
oturdu. Kargaburun yumurtladı: ‘Cart kaba ka ıt!’ Bizimki herhalde duymadı, yahut duymazlıktan geldi.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:30)
“Homais a kınlıkla geriledi. Kadın da üç basamak merdiveni inip onun kula ına fısıldadı:
‘Nasıl? Haberiniz yok mu?’ dedi. ‘Bu hafta haciz koyacaklar. Lheureux <Lörö> satıyor dükkanı.
Senetleri üst üste dayayıp adamın canına okudu.’….. Hancı kadın da i in içyüzünü anlatmaya ba ladı. Olayı
Guillaumin’in u a ı Theodore’dan ö renmi ti. Tellier’yi hiç sevmemekle beraber, yine de haczi koyduran
L’Heureux’yü ayıplıyordu: çinden pazarlıklı, alçak bir herifti bu Lheureux.”
(G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:149)
“Balon’un sözlerine herkes yürekten gülerken, sahra mutfa ının üstüne tünemi olam a çı bir türkü
tutturdu:
Tanrı asla sırt çevirmez kullarına!
Belimizi büküp canımıza da okusa,
Cennetin kapısını açar sonunda.
Kan kusturup kasıp kavursa da,
Elini uzatır, kucak açar sonunda.
Tanrı asla sırt çevirmez kullarına!”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:149)
“ in içinde evden birinin parma ı oldu unu dü ünerek din dersi verdi i için ev sahibi bayanın
ye eni,nden ku kulanadursun; ilk önce kızı avlarım, beni içeri aldıktan sonra sıra kilitlere gelir. Kalıplarını
çıkarırım! Amma velakin Little Rock’taki az kaldı canıma okuyordu vallahi. Ba ka bir kızla tramvaya bindi imi
görmü .”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:105)
“Açıkça belliydi ki, insanlarla ili kimin düpedüz canına okumu tum; çünkü dostluk giri imlerim ku ku
ve so uklukla kar ılanıyor ya da alay diye yorumlanıyordu.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:105)
“Ama kan revan içinde kalmalarına kar ın, bizimle gö üs gö üse gelmek amacıyla bu ta ya muru
altında geçecek bir bo luk yakalamakta direndiler. Öyle olsaydı, canımıza okurlardı, çünkü onlar nerdeyse koca
adamlardı.”
(P. Istrati, “Nerrantsula”, sa:62-3)
“Sadistik bir hem ire, hastaları karnından yumruklamaktan ho lanırdı. O bunu kendinden geçercesine
bir zevkle yapardı. Ya lı hastalardan biri yataktan dı arı çıkmaya yeltendi inde veya yata ını bozdu unda, o
hemen ba ırırdı, ‘Yata ına yat ve hemen uyu, canına okudu umun seni!’ ”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:45)
“.....Luana çok iyi. Tüm enerjisiyle ya amaya ve canımıza okumaya devam ediyor. nanılmaz derecede
ha arı bir yaratıkla kar ı kar ıyayım ve annem burada olsa eminim, kızın da tıpkı senin gibi diyecek.”
(M. Levi, “Bir ehre Gidememek”, sa:24)
“Avazı çıktı ı kadar ba ırarak, topallaya topallaya ve bastonunu havada sallaya sallaya grubun arasına
girdi.
-Pazularına güvenen gururlu delikanlılar beni dinleyin, diye konu maya ba ladı. Dövü meye çok istek
duymayın. Ben zamanında çok dö ü tüm. Sava ın ne demek oldu unu hepinizden iyi bilirim….. Sava manın
güzel bir ata binmekten, genç kızlar tarafından çiçeklerle u urlanmaktan, bir kahraman gibi eve dönmekten
ibaret oldu unu sanırsanız çok yanılırsınız. Sava ta insan açlıktan geberir, susuzluktan yanar, rutubetli yerlerde
ya amaktan hasta olur. Hastalanmasanız bile ba ırsaklarınız yok olur. Dizanteri <Kanlı ishal> ve buna benzer
korkunç hastalıklar insanı berbat eder, canına okur.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi geçti”, sa:151)
“-Troyekurov’un malı olmak istemiyorsunuz demek?
-Troyekurov’un malı olmak mı? Tanrı esirgesin. O bazen kendi adamlarının bile canına okurken, eline
bir de yabancılar geçerse sadece derilerini yüzmekle kalmaz, bir de içlerine saman doldurur. Yok!”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:32)
“Adam merdiveni çıktı, çatı arasının kapısını itti, toz kokuyor, göz gözü görmüyordu, bacaklarının
arasından bir fare fırlayıp kaçtı: ‘Tüh Allah kahretsin! Fareler canına okumu tur torbanın,’ diye dü ündü.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:119)
“Arabadan kendisini insanlara sevdiren, iki yıldır çalı a çalı a hazırladı ı, ömrü boyunca sahip olmaya
can attı ı parfümü sürünmü olarak güne in ı ı a bo du u meydana indi i anda... ne kar ı konulmaz bir koku
yaydı ını, çevresindeki insanları nasıl rüzgar hızıyla tutkun etti ini gördü ü, kokladı ı anda – o anda içnde
insanlardan duydu u bütün i renti yeniden yükselmi , zaferinin öyle bir canına okumu tu ki, imdi sevinmek bir
yana, yaptı ından ho nut kalmak gibi bir ey bile duymuyordu.”
(Patrick Süskind, “Koku”, sa:237)
“Pantolonumun önünü açmadan önce çevremi bir kolaçan ettim kimse var mı diye, sonra ensesinden
kıskaç gibi parmaklarımla yakalayıp gözlerinden ya lar gelinceye, solu u kesilinceye kadar emdirdim. Bu arada,
‘Baban ne i yapıyor?’ diye ba ırıyordum. ‘Ne i yapıyor baban ha?’ Ko a ko a kaçarken arkasından ba ırdım:
‘Kimseye söylersen canına okurum.’ ”
(S. Tamaro, “Tek Ses çin”, sa:15)
Canına okunmak : Maddi ve manevi zarar görmek, dövülmek, bir kayba u ramak
“L. ANDREYEVNA - Yazlık, yazlıkçılar... Ba ı layın ama, çok baya ı...
GAYEV - Seninle tümüyle aynı kanıdayım.
LOPAH N - Ya hüngür hüngür a layacak, ya avazım çıktı ı kadar ba ıracak ya da dü üp
bayılaca ım imdi. Yok artık! Canıma okudunuz be! (Gayev’e.) Siz bir sümsüksünüz!”
(A. Çehov, “Vi ne Bahçesi”, sa:132)
“MADELEINE - (Amédée’ye) Görüyorsun, hiç vaktim yok... (Telefon zili.) Buyrun..... (Zil sesi.)
Evet... buyurun... ba lıyorum...
AMEDEE - (Elleri masada, do rulur) Yazı yazmak da amma yorucu i ...Canıma okunuyor!...
MADELEINE - (Deminki gibi, yeni bir zili yanıtlayarak.) Evet... Karısıyla mı konu mak
istiyorsunuz?” (Bu arada Amédée külçe gibi yerine çöker.)”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:50)
Canına susamak :
ans alarak canını tehlikeye sokacak durumlara girmek
“Ve yürüdüm... Birkaç adım attım atmadım, baktım, Feridun pe imden yeti ti ve yakamdan çekerek,
-Ulan, dedi, kıtipyoz züppe! Yoksa sen canına mı susadın?
-Hayrola azizim, ben size ne yaptım?
-Daha ne yaptım, diyor, hergele o lu hergele! Ne yapacaksın, Emine’yi çar afa sokup evine alırsın ha!
-Haaa... Bak azizim, bak karde im, o mesele...”
(O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:314)
“-... Bizim deli, bu parayı, bu i portaya doldurup Eminönü’nden Kadıköy’e kadar açıkça götürecek, aklı
sıra...
-Tu Allah belasını versin!
-Canına mı susadı?”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:193-4)
Canına tak demek, tak etmek : Artık yeter; tahammülünün sonuna gelmek
Bk.: Canına yetmek
“Yirmileri devirip otuzlardan gün almaya ba ladı ım yıllarda, elimi de di im her eyin kurudu u bir
dönem geçirdim. Evlili im bo anmayla sonuçlandı, yazdıklarım be para etmedi. Parasızlık canıma tak etti.”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:7)
“NATALYA STEPANOVNA - Çabuk çabuk! Ay fenala ıyorum! Ça ırın onu! ( steri.)
ÇUBUKOF - Ne var? Ne oldu sana? (Saçlarını yolarak.) Ah zavallı ben? Artık beynime bir kur un
sıkaca ım! Kendimi asaca ım! Artık canıma tak dedi!”
(A. Çehov, “Teklif”, sa:26)
“CLAIRE -... Öldürme deneyi yaptı ımız zaman boynumu senden kaçırıyorum. Hanımı öne sürüp bana
ni an alıyorsun. Tehlikede olan benim.
SOLANGE - (Kararlı.) Evet denedim. Seni ondan kurtarmak istiyordum. Canıma tak etmi ti. Senin
bunaldı ını, kızarıp bozardı ını, kireç gibi bembeyaz kesildi ini, o kadının huysuzlu u altında ezildi ini
gördükçe ben de bunalıyordum.”
(J. Genet, “Hizmetçiler”, sa:30)
“O sırada Nevada’nın Topaz City’sinden gelme adam, nahçeye bir raslantı sonu daldı. Yaln9z ba ına
kenti dola anların kederi çökmü tü üstüne... Yalnızlık canına öylesine tak etmi ti ki, bu e lence beldesinden
e ini kaybeden bir dul gibi geçiyordu.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:37)
“ stemeye istemeye elimi uzattım Boppi’ye. Marangoz dostum ne esizdi, hep birlikte çıkıp biraz
gezmemizi önerdi; söyledi ine göre, evde sürüp giden bu içler acısı durum canına tak demi ti...”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:136)
“...... Kararlılıkla tahta perdeden atladı ve kendini bir bahçede buldu. Kulübeye yakla tı. Kapı olarak dar
ve çok alçak bir deli i vardı. Yol bakıcılarının yol kenarlarına yaptıkları küçük yapılara benziyordu. Adam
üphesiz bunun da yol yapıcılarına ait bir barınak oldu unu dü ünmü tü. So uk ve açlık canına tak demi ti.
Açlı a katlanıyordu, ama bu hiç olmazsa so u a kar ı bir barınak olurdu.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:121-2)
“O günden sonra rfan’ın yüzüne bakmadım. Onunla tamamıyla selamı, sabahı kestim. Ne olursa olsun
deyip adını artık a zıma almaz oldum. Çünkü onun Bakırköyü’nde son kırdı ı o potlar, son yaptı ı o
maskaralıklar, artık tam manasıyla canıma tak demi , beni kendisinden olanca hızı ile so utmu tu.”
(O. Cemal Kaygılı, “çingeneler”, sa:133)
“Memet çocuk küskün küskün uyandı. Canlarına tak demi ti gayrı. Çoktandır dönmeye karar
vermi lerdi ya, Memet bir türlü yakalarını bırakmıyordu. Memleket diye yola dü üyorlar, Memet ötede bir köy
görüyor, ‘Hele uraya da bir u rayalım.. Burda mutlak bir i buluruz diyor,’ yalvarıyor yakarıyor, onları o köye
götürüyordu.”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:45)
“ ‘Böyle bir ülkede nasıl ya anır? Artık çekilmez olmu tu.O bizdeyken Tania durmadan a lıyordu.
Durumun kendisi zaten yeterince sinir bozucu, arkada dedi in insanın içini ferahlatır, kafasını da ıtır, seni daha
fazla depresyona sokmaz. Geçen gün artık canıma tak dedi, onu bir daha evimde görmek istemedi imi
söyledim!’ ”
(A. Maalouf, “Do u’dan Uzakta”, sa:75)
“Davete icabet etmez olmu lardı. Kasım sabahtan gece yarısına kadar dükkanda ayaküstü durmak
yüzünden ayaklarına karasu indi i için artık yukarı katlara çıkmıyordu. Canına tak dedi. Odaba ılı ı bana
devretmek istedi.”
(P. Safa, “Matmazel Noraliya’nın Koltu u”, sa:96)
“Sıçrayarak uyandım ve Belçikalıya baktım. Uykumda ba ırmı olmaktan korkuyordum. Ama o
bıyı ını buruyordu, bir eyin farkında de ildi. steseydim bir an uyurdum sanıyorum. Kırk sekiz saatir
uyumamı tım, canıma tak demi ti. Ama hayattan iki saat kaybetmek istemiyordum.”
(J.-P. Sartre, “Duvar”, sa:27)
“Vay! Demek Almanya’ya ilhak edilmek istiyorlar, öyle mi? E er öyleyse bunun nedeni adamların
canına tak demi olmasıdır. Ba tan istedikleri yapılmı olsaydı imdi bu durumda bulunmazdık.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:111)
“Belki bu Katolik avangard dergi onu rahatsız ediyordu, belki o gün, kendini koyu Katolik olmasına
kar ın, Katoliklıkk de avangardlık da canına tak etmi ti, belki de Lizbon’un u parıltılı yazında, üzerine tüm
a ırlı ıyla çöken u kütleyle, bedenin yeniden dirili i fikrinden nefret ediyordu.”
(A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:7-8)
“Barones’in geri dönü üyle ba layan o bo ucu hava sonunda bir fırtınaya dönü tü: Sevimsiz
tartı malardan biri sırasında Baron’un sabrı ta mı , uysal, aldırmaz bir ö renci gibi davranmaktan bir çırpıda
vazgeçmi , kapıyı arkasından çarparak dı arı çıkmı tı. ‘Artık canıma tak etti!’ diye öyle bir öfkeyle ba ırmı tı ki
en uzaktaki odanın camları bile zangır zangır titremi ti.”
(S. Zweig, “Amok Ko ucusu-Leporella”, sa:169)
Canına yandı ım(ın) : Allahın belası, derdin teki, kurbanı oldu um (Argo)
“MÜDÜR - Canına yandı ımın. Ba ımıza gelen buna olaydan sonra, araba kahyalı ı için bile i
vermezler artık!
S. KOM SER - Kahbe dünya.
DEL - Hayır, kahbe hükumet!”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:36-7)
“AMEDEE - Bir mantar. Hay canına yandı ımın i i! Bunlar yemek odasında da bitmeye ba larlarsa,
tam tüy dikecekler! (Do rulur, elinde tuttu u mantarı seyreder.) Bir bu eksikti!... Zehirli de meret...”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:40)
“Murat Bey, Solfasol testisini kulpundan bir iple ba layıp kuyuya salmı tı:
‘Buz mübarek, buz!..’ diyordu. (Sonra birden yüzünü yeisle buru turdu.) ‘Canına yandı ım, arattım,
arattım, bayat mayat bir i e bira bulduramadım. Ah, bir bardak bira, gözümde tütüyor.’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:52)
“Oysa, canına yandı ım, neler i itmiyorduk: ‘Siz bir yalancısnız. - Siz bir sürtüksünüz. - Siz bir
ıllıksınız. - Siz bir ırfıntısınız. Daha neler de neler! Alimallah gemiciler bile bundan fazlasını bilmez..”
(G. de Maupassant, “Jules Amcam”, sa:33)
Canına yetmek : Canına tak etmek, tahammülü kalmamak
“Farnese Meydanına gitmekten kendinizi alıkoymak ister gibi bir haliniz vardı (ama ayaklarınız hep o
yana sürüklüyordu sizi ve öfkeden kuduruyordunuz bu budalaca yazgıya boyun e iyorsunuz diye), bir yandan da
Cécile’in canına yetmi tir de, bırakıp gitmi tir diye umuda kapılıyordunuz, hele o yolculuk gecesinden sonra ve
tatil dönü ü pek a ır gelen i gününün yorgunlu u üzerine.”
(M. Butor, “De i me”, sa:256)
“On altı ya ında, kız karde inin kocasının ailesinin yanında tarım i çisi yama ı. Onu çok fazla
çalı tırıyorlar.
‘Artık onları görmek istemiyordu. Canına yetmi ti.’ ”
(A. Camus, “Defterler 3”, sa:150)
“BABA - Kimseyi de kabul etmeyecek misin?
FRANTZ - Sadece Leni’yi. Hizmetimi görmesi için.
BABA - Ya Johanna?
FRANTZ - Bitti. (Ara.) O kızın cesareti yok...
BABA - Onu sevdin mi?
FRANTZ - Yalnızlık canıma yetmi ti. (Ara.) E er, beni oldu um gibi kabullenebilseydi...”
(J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:341)
“Bart, parma ını a zına sokup üst di lerini dı arı itti. Takmauydı di leri. Ama Oliverler karde
çocuklarıyla evlenmemi lerdi ki. Oliver ailesi, soya açlarını belirlerlerken iki üç yüzyıldan geriye gidemezlerdi.
Ama Swithen’lar öylemi. Swithanlar, Fetih’ten önce de oradaydılar.
‘Swithanlar, diye ba ladı Mrs. Swithan. Sonra sustu. Bu fırsatı verirse, Bart, ‘Azizler’ konusunda tatsız
bir aka yapardı mutlaka. imdilik iki tatsız aka canına yetmi ti, bir emsiye üstüne olan,: öteki bo inançlar
üstüne.”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:33)
Canından bezdirmek : Ba kasını o denli rahatsız etmek, hiç rahat yüzü gördürmemek
“Salonun her kö esinden:
-Görevi de il, görevi de il sesleri yükseldi. Bu adamdan bize rahat yüzü yok. On be yıldır anamızdan
emdi imiz süt burnumuzdan geldi. Askerden döndü döneli böyle bu..... Herkesi bıktırdı, canından bezdirdi.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:118)
Canından bezmek : Canı burnuna gelmek, artık ya amamak istememek
Bk.: Canından bıkmak
“Bu duygular içimde kıpır kıpır eder dururlardı. Bunların ya amım boyunca böyle kayna tıklarını,
dı arı ta mak için fırsat kolladıklarını bilirdim, ama bırakmazdım, bile bile bırakmazdım. Utancımdan yerin
dibine geçecek durumlara mı dü medim, beni çarpıntılar mı tutmadı bu yüzden: bıktım, canımdan bezdim!”
(F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:14-5)
“Kitaptaki <Kaplıcalı Bir Konuk> ‘Hollandalı’ bölümü, zekice kaleme laınmı bir psikoterapi
incelemesine benzer. Haag’lı bay, 64 no’lu odada kalan bu kom u umursamaz, masum biridir; gürültülü ya am
belirtileriyle biti ik odadaki duyarlı ve sinirleri a ırı gerilmi hasta Hesse’yi çılgına çevirip canından bezdirir.”
(B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:131)
Canından bıkmak : Uzun zaman çok sıkıntı çekmek, ya amdan bezmek
“Gene mahkemede aldık solu u. Anan yah i baban yah i, çocuk yok ortalıkta. Allah kuru iftiradan
saklasın. Bir ay, iki ay... Canımdan bıktım. Çocu u uzak köydeki ninesinin evine götürüp koymu . Orada bulduk
da yakayı kurtardık.”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:30)
Canından olmak : Ölmek, öldürülmek
“Celile’nin bu yanında ya ayan köylüler, Nasıralı bir adamın, ancak Tanrı’nın lutfu olabilecek bir takım
güçlerle etrafta gezindi ini yaydılar, dahası adam bunu reddetmiyordu, halk arasında böyle bir adam
belirmesinin yersizli ien ve sebepsizli ine ra men, halk ya adı ı bolluktan istifade etmeye çabalıyor, hiç soru
sormuyordu. Simon ve Andreya böyle dü ünmüyordu tabii, Zebedi’nin o ulları da, ama onlar sa’nın dostları ve
canından olmasından korkuyorlar. Her sabah uyandı ında sa sessizce soruyordu, ‘Kim bilir, belki bugün,’
bazen yüksek sesle soruyordu bu soruyu, Mecdelli Meryem onu i itiyordu, ama bir ey söylemiyordu.”
(J. Saramago, “ ncil’deki kinci sa”, sa:312-3)
“Uykuya dalar dalmaz dünyanın yarısı zihninde gevezelik etmeye, harikulade yolculuk hikayeleri
anlatmaya ba ladı. Bu yarı ke fedilmi dünyada, her yeni gün, taptaze büyüleyici haberler getiriyordu. Günlük
hayatın dü sel, esinleyici rüya- iiri, basmakalıp okunaksız hakikat tarafından paramparça edilmemi ti henüz.
Kendisi de hikaye anlatıcısı olan yolcuyu kapısından buralara kadar getiren de ola anüstü hikayelerdi, özellikle
içlerinden biri; bir servet kazanmasına ya da canından olmasına yol açabilecek bir hikaye.”
(S. Rushdie, “Floransa Büyücüsü”, sa:21)
Canını almak : Öldürmek, hayatını yitirmek
“‘Vah zavallı Baudolino,’ diyordu Niketas yolculuk hazırlıkları sürerken, ‘en güzel ça ında karından ve
çocu undan yoksun kalmı sın. Ya ben ne yapayım, yarın benim ve sevgili karımın canını bu barbarlardan biri
alabilir.’ ”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:247)
Canını burnuna getirmek : Canından bezdirmek, çok eziyet etmek
“RANDALL - Bu evde oynanan bazı oyunlar adamın canını burnuna getiriyor.
HECTOR - Evet: ben de yıllarca bu oyunların kurbanı olmu tum. Nasıl acıyla kıvranırdım
ba langıçta.”
(G.B. Shaw,”Kırgınlar Evi”, sa:110)
Canını çıkarasıya; Canını çıkarmak : Kıyasıya çalı tırmak, yorgun ve bitkin bir suruma dü ürmek; Eziyet
etmek;Öldürmek
Bk.: Canına okumak, Canından bezdirmek
“O dönemlerde öfkesini kendine saklamak durumunda kalmı tı elbet, bütün öfke heveslerini sekiz
çocu una sakladı. Canını çıkarmı tı çocuklar kadının, hırsını onlardan aldı.”
(E. Canetti, “Gözlerin Oyunu”, sa:103)
“Ak am karanlı ı bastırana de in verdi veri tirdi. Kendisi de yorgun dü mü , oyuncunun da canını
çıkarmı tı. Sonunda adamca ız o duruma geldi ki, inlemeyi bile bırakıp yüzünde bir korkuyla öylece katıldı
kaldı. Katılmanın ardından uyku haline benzer bir ey oldu.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:130)
“Tanınmamı bir diyakoz’un <papaz yardımcısı> kızıydı. General Vorohov’un me hur dul karısının zengin
evinde büyümü tü. Kocakarı öksüzün koruyucusu, yeti tiricisi oldu u halde kızın canını çıkarıyordu.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:12)
“Ana o ul, sabahın alaca karanlı ından gecenin zifiri karanlı ı çökünceye kadar, canlarını çıkarasıya
çalı ırlar, hem de hiç konu mazlar ve mahzun mahzun dü ünürlerdi, sadece.”
(E. Eschenbach, “Köyün Çocu u”, sa:4)
“Bakın, bir Alman gemisinde bulunuyoruz, öyle de il mi! Hamburg-Amerika hattında çalı an bir gemi.
Peki, niçin hepimiz Alman de iliz? Neden çarkçıba ı Romanyalı? Adı da Schubal. nanılır ey mi Allah a kına!
Alçak herif, bir Alman gemisindeki biz Almanların canını çıkarıyor.”
(F. Kafka, “Kayıp” <Amerika>, sa:9)
Canını di ine takmak : Sıkıntı ve büyük bir özveriyle, zorluk içinde çalı mak
“DEVLET GEM S
I.
----------------------canımızı di imize takmı fırtınada.
Sular geldi dire in ta aya ına
yelkenlikten çıkmı yelkenler,
delik de ik olmu , sarkıyor halatlar
dümen gitmi ...”
(Alkaios, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:131)
“Delikanlı, ‘Yok canım?’ diye atıldı. ‘Peki bu afur tafur nereden geliyor Patates Kafa? Biz bu çöplükte
canımızı di imize takıp çalı ırken, sen nasıl oluyor da ellerini cebine sokup öyle dikiliyorsun?”
(P. Auster, “ ans Müzi i”, sa:139)
“ ‘ayaktakımının hakkı kötektir! Aslında kafalarını kesmek, daha akıllı bir hareket olurdu hiç ku kusuz.
Yükten ba ka bir ey olmuyor böyleleri. Hapishanelerde yan gelip yatıyorlar. Devlet de canını di ine takarak
kazandı ını bunlara yedirmek zorunda kalıyor. Bu ha aratın kökünü kurutaca ım!’ ”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:417-8)
“Tek kelime konu mu de illerdi, ama Maria, gün içinde en çok o tozlu yolda geçirdi i anları sevdi ini
fark etti; güne in tam tepede olmasına, susuzlu una, yorgunlu una, kendisi yeti ece im diye canını di ine
takarken, o lanın hızlı hızlı yürümesine ra men.”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:14)
“SEZAR - Ben büyülerle, efsunlarla mı durdurdum hepinizi? Düne kadar benimle ne kavgaları vardı
ki, üstüme varmak için hayatlarını tehlikeye atsınlar? Ama bugün kahramanlarını öldürüp kafalarına fırlattık.
imdi bu cinayet yuvasını da ıtmak için canını di ine taktı her Mısırlı. Evet, bizler caniyiz, ba ka bir halt de il.’
”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:145)
“Orada yapabilece imiz i yoktu, biz de canımızı di imize takıp demiryollarıyla bir i e girmeyi
kararla tırdık.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:242)
“ ‘…sonunda direnemez oldum. Bir uyurgezer olayım da kendimi denize atayım, dedim, bundan da
korktum. Uyanıkken kendimi atamıyordum, uyuyup uyurgezer olunca kendimi kesinlikle atarım, dedim, bu sefer
de uyumaktan korktum. Bundan sonra da, canımı di ime taktım, ne yaptım, ne eyledim uyuyamadım.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:219)
“Ve çok uzak bir gökyüzü götürdü. Anadolu bozkırının üstünde salınan uçsuz bucaksız, yanık sarı bir
bozkır götürdü. Uçsuz bucaksız yürüyen, bükülmü , canlarını di lerine takmı insanlarıyla.”
(Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:219)
“Hırslı olan sizlersiniz.. Yarım milyonu, bir milyonu motorlara radarlara sıvayanlardansınız. Bu parayı
da bir gün önce çıkarabilmek için, canını di ine takıp denizin altını üstüne getirerekten, talan eden sizlersiniz.”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:168)
“A ık Ali:
‘Hösük, etme karda ,’ dedi, ‘etme. Ekmek kapısı. Bir iki kuru kazanamayaz mıyım diye canını di ine
taktı da geldi. Kendi bilmiyor mu ne halde oldu unu?’ ”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:30)
“Canını di ine taktı. Önce, uzandı ı yerden kalktı oturdu. Ba ını sa dizinin üstüne koydu daldı bu sefer
de. Kendine azıcık geldi sonra. Ellerin topra a bastırarak usul usul kalktı.”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:49)
“Canlarını di lerine taktılar. Sivri kayanın dibine kadar tırmandılar.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Alageyik”, sa:173)
“Öylesine eli aya ı çözülmü tü ki Ru en’in, bir türlü ata binemiyordu. En sonunda canını di ine taktı,
ata atladı, gözlerini yumup atı mahmuzladı.”
(Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köro lu’nun Meydana Çıkı ı”, sa:33)
“Aile dostlarımız, ço unlukla yakaladı ım endi eli ve a kın bakı larını çeviriyorlardı bana.
Seyircilerim, her gün biraz daha zor be enir oluyorlardı; canımı di ime takarak bir çaba harcamam gerekiyordu;
etkilerimi abartmaya koyuldum ve sonunda kötü oynamaya ba ladım. Ya lanan bir aktrisin can çeki melerini
ya adım; ba kalarının da ho a gidebilece ini anladım.”
(J.-P. Sartre, “Sözcükler”, sa:78)
“MANGAN - Nereden anlayacaksınız? nasıl çevrilir, aklınız erer mi?..... Ba arı kazanaca ız diye
canlarını di lerine takıp didinirler. lerine a kla sarılırlar.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:61)
“ ‘ lahi kudret yardım eder de kurtulur muyuz acaba! nsanlardan yardım umudumuz kalmadı artık.’
Ama yine de yollarına devam ediyorlar, kurtulma umutları kalmadı ı halde canlarını di lerine takarak, dü e
kalka ilerlemeye çalı ıyorlar.’ ”
(S. Zweig, “ nsanlık Tarihinde Yıldızın Parladı ı Anlar”, sa:222)
Canını feda etmek : Vatan, aile fertleri, sevgili vb ki isel de eri yüksek varlık ve kavramlar için, gerekti inde,
canını feda edebilecek fedakarane hareketlerde bulunmak
“<Bir süre daha sessizlik olur. Ta ı tekrar IZZY’ye verir. IZZY konu maya ba lamadan önce ta ı bir
süre elinde tutar. CELIA onu izler.>
IZZY <Kar ıya bakarak> - Bu sabah uyandı ımda, senin kim oldu unu bile bilmiyordum. u anda
ise, hayatımın geri kalanını seninle geçirebilece imi hissediyorum. Hatta sanırım senin için canımı bile feda
edebilirim.”
(P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:57)
“Batılılar kinci Dünya Sava ı’ndaki Japon kamikaze pilotlarına kar ı hala ikircikli duygular
besliyorlar. Yaygın görü , o gençlerin yürekli olduklarıdır; ama canlarını feda etmi , hatta buna gönüllü olmu
olsalar bile onlar gerçek kahramanlar olarak nitelenemezler, çünkü onlara a ılanan askeri ve ulusal psikolojide,
birey hayatının bir de eri yoktu.”
(J.M. Coetzee, “Kötü Bir Yılın Güncesi”, sa:35)
Canını pazarda bulmamak : Canının de erini bilmek
“Lakin o gün Nazif’in dayanma gücü son haddine gelmi ti. Karısına:
‘Yarın sabah, mutlaka yola çıkmalıyız; artık seni dinlemem,’ dedi.
Selma Hanım: ‘Ben hastalarımı nereye bırakayım?’ deyince:
‘Öyle ise, ben seni bırakır giderim. Canımı pazarda bulmadım ya,’ diye haykırdı.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:90)
Canını sıkmak : Birine eziyet etmek, onda bunalım yaratmak
“Sevgili Thérese’im.... Dü ünün bir, dün sizi görmeye gelerek canınızı sıkıp eve döndü üm zaman bir
ngiliz lorduyla kar ıla tım. Ho , belki de lord de ildi; ama ngilz oldu u kesindi.”
(G. Sand, “Thérese ile Laurent”, Cilt:I, sa:15)
Canını ucuza kurtarmak : Eften püften bir ceza ya da ödemeyle, hayatı ba ı lanmak
“SEZAR - Yanılıyorsunuz, Pothinus, subaylarım sabahtan beri Kral’ın vergisini topluyorlar.
RUFIO (Dobra dobra.) - Ödeyin gitsin, Pothinus. Bo una nefes tüketmeyin. Zaten canınızı ucuza
kurtarıyorsunuz.
POTHINUS (Acı acı.) - Koskoca dünyayı fetheden Sezar kalksın da bizim vergilerle u ra sın.”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:59)
Canını vermeye hazır olmak:
Bir eyi pek çok arzulamak
“… atı ta giderek ustala tı ın zaman öyle pek çok co kulu an ya adın; ba ka hiçbir ey duymadı ın
biçimde o anları tatmak için canını vermeye hazır oldun, bu anlamsız çocukluk oyununa kendini kaptırdın; ama o
zamanlar senin için mutlulu un zirvesi, gövdenin en iyi ba arabildi i ey oydu.’ ”
(P. Auster, “Kı Günlü ü”, sa:35)
Canını yakmak : Birine zulüm, eziyet etmek; i kence yapmak; zarar ziyan vermek
“KUTSAMA
--------------
Onu ürkek süzer sevmek istedikleri,
Ya da, sessizli inden aldıkları güçle,
Ara tırırlar canını yakacak yeri,
Ve yavuzluklarını denerler üstünde.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:27)
“‘Aç kapıyı Hugo, aç kapıyı, canını yakmayaca ım ve artık seni korkutmayaca ım; gidemezsin; baban
olmadı ını biliyorum, çok iyi biliyorum, sana ihtiyacım var Hugo, bekledikleri ki i sensin Hugo, bunu
biliyorsun; tüm dünyayı göreceksin ve en güzel otellerde ayaklarına kapanacaklar, hiçbir ey söylemene gerek
yok, yalnızca orada ol yeter.’ ”
(H. Böll, “Dokuz Buçukta Bilardo”, sa:256-7)
“Sadece inadımdan tedavi olmak istemiyorum. Siz her halde bunu anlayamazsınız. Ama ben pekala
anlıyorum. Huysuzlu umla kimin canını yakaca ımı açıklamayaca ım tabii.”
(F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:4)
Canı sıkılmak, sıkkın olmak : Sıkılmak; kendini sıkıntılı, huzursuz hissetmek
“Ça rılıların kimileri, yemek odasının kül rengi duvarlarına bakı ımlı olarak asılmı sviçre
görünümlerine bakıyorlardı. Hiç kimsenin canı sıkılmıyordu. imdiye dek, iyi bir yeme in sindirimi sırasında,
kara kara dü ünen hiçbir insan görülmemi tir.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:57)
“Ben özellikle bir harita çavu u olarak yeti tirilmi tim. Kana susamı bir ön mevzi sava çısı olmak
istedi imden, harita subaylı ı i i biraz canımı sıkmı tı. Her ne hal ise, i te aktif sava alanına gidiyordum.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Pork Chop Hill Sava ı”, sa:121)
“Hayrullah Efendi her ak amki gibi, bayırına tek ba ına tırmanmaya ba ladı. Aklı, nebolu’ya
gönderdi i kereste kayıklariyle motorunda idi; bu fırtınanın kendisine zararlı olabilece ini dü ünerek
tasalanıyordu, canı sıkılmı bir halde, etrafından habersiz, ba ı mu ambasının kukuletasına gömülü, elindeki
elektrik fenerini yoluna yansıta yansıta, a ır a ır çıkıyordu.”
(R.H. Karay, “Memleket Hikayeleri-Bir Saldırı”, sa:167)
“(Nefise) birden farkına vararak:
-Sizin canınız mı sıkkın?
Deve:
-Hem de nasıl!
dris yerinde kımıldandıktan sonra:
-Sıkılmayacak kadar da de il, dedi. unların çanına otun tıkandı ını bir görsek...”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:301)
“Genç kadın, Pitty halasına içeri i ilk iki mektuptan farklı olmayan bu üçüncü mektubu yazıyordu. Ona
kendisinin, Melanie’nin ve Ashley’nin Atlanta’ya gidemeyeceklerini bildirecekti. Canının sıkıldı ı her halinden
belli oluyordu, çünkü gönderece i bu mektup Pittypat’ı tatmin etmeyecekti. htiyar kız, hemen ‘iyi ama tek
ba ıma korkuyorum!’ diye cevap verecekti.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:II, sa:677)
“Tek ba ıma kalınca ılık suyun içinde gözlerimi yumdum. Fazla konu tu um, gereksiz sözler etti im
için canım sıkılmı tı. Konu manın bir i e yaramadı ını anladıkça, daha fazla konu ur olmu tum. Özellikle
kadınlar arasında.”
(C. Pavese, “Yalnız Kadınlar Arasında”, sa:8)
“Fransız’ın geli i Savelyiç’in çok canını sıktı. Kendi kendine ‘Çocu un ne eksi i var?’ diye
homurdanıp duruyordu; ‘Çok ükür yıkanması, taranması, beslenmesi yerinde. Kendi adamın yokmu gibi sen
git elin mösyösünü kirala! Bo u bo una para harca!..’ ”
(A. Pu kin, “Yüzba ının Kızı”, sa:18)
“Katavasof ne eyle:
-Evet dostum, yenildiniz, hem tam bir yenilme bu! diye haykırdı.
Levin, yenildi i için de il de, kendini tutamayıp tartı maya girdi i için can sıkıntısından kıpkırmızı
oldu.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:722)
“Harlov, baya ı canı sıkılarak:
-Eh, Natalya Nikolayevna, bunun için de insan övülür mü hiç? dedi. Biz soylular, ba ka türlü
davranamayız ki! Bize ba lı herhangi bir köylünün bizim için kötü eyler dü ünmemesi gerekir.”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:14)
“Bütün gün lambayı temizleyip fitili düzeltmekten, biraz oyalanmak için de küçücük bahçelerini
kazmaktan ba ka hiçbir ey bulamayınca kim bilir canları nasıl sıkılıyordu. ‘Tenis alanı kadar bir kayanın
üsütünde her gidi te bir ay -hava fırtınalı olursa belki daha da uzun zaman- kapalı kalmak sizin ho unuza gider
mi?’ diye sorardı; ‘Ne mektup almak, ne gazete okumak, ne de insan yüzü görmek.’ ”
(V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:5)
Canı tatlı olmak : Pek zahmete girmemek, i yapmaktan pek ho lanmamak
“Bekta Emmi can havliyle ellerini ileri uzatıp tatlı canına siper etmek istedi. Sol elinde sımsıkı tuttu u
çivili de nek o lanın yüzünü tam ortasından ikiye bölmü , tanımadı ı bir ‘çehre’ haline getirmi ti.”
(K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:16)
Canı yanmak : Ba kaları tarafından aldatılmak, kandırılmak, acı çektirilmek
“Halk Adamı Charlie
Chaplin çin arkı
VI
-----------------------Ah o haklı bir öfkede ve köklü bir
sevgide dile gelen,
insan ruhunun kökünde, canı yanmı
a açta,
zorbaların baskısına direni teki sesin
saygınlı ı.”
(Carlos Drummond de Andrade<1902-1987>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 08.01.04)
Canı yürekten :
çtenlikle, sevecenlikle
“Ya adı ın, ikinizin de ya adı ınız devir i te öyle bir dönem. Kartları sıraya koymamı söylüyor, bunu
becerememeni nasıl da canı yürekten istedi ini, i e ba vurunu reddetmekten ne kadar memnun olaca ını
seziyorsun ve o seni i e almamayı ne kadar istiyorsa sen de i e girmeyi o kadar istedi in için hiç yanlı
yapmamaya özen gösteriyorsun.”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:79)
“Anar i hüküm sürdü ü zaman, diyordu air, herkes kral olabilir. Bu arada para bulmak gerekiyordu.
Bir sürü badireden (olumsuz olaylardan) sa salim kurtulmu olan bizim be kafadar hırpani, pis ve çaresizdi.
Cenevizliler onları canıyürekten kabul etmi ti, ama dedikleri gibi misafir balık gibiydi, üç gün sonra kokardı.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:488)
Caniko : Canım benim, ekerim ba lamında aile içi kullanılan bir hitap ekli
“CATHERINE - Ben de gelsem olur mu?
SONIA (Birden oyunbazlı ı tutar. Kırıtmaya ve New York’lu bir a ifte edasıyla a zını yayarak
konu maya ba lar) Elbette, canikom. Ba ımın üstünde yerin var.”
(P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:41)
“‘Ho çakal sevgilim, canikom benim,’ diyor kadın. Ne de uzun. O, uzun boyluydu... Tabut
‘meydandan’ geçti, ayaktayız. Cenaze alayını yalnızca kom ular izliyor.”
(A. Camus, “Defterler 3”, sa:49)
“Mrs. HUSHABYE - Ellie’ci im, canikom, bir tanem! (Onu öper.) Çok mu oldu geleli? Bugün hiç
evden çıkmadım. Odanı çiçeklerle filan süslüyordum.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:16)
“Quintinho istasyonu görünmü tü.
-Gitsem mi, canikom?
-Tabii, ekerim.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:112)
“Mme CORDIER - li meyin kıza. Zaten geç kaldık.. (Bastien komik bir ekilde Thérese’in önünden
çekilir ve Ségard’ın yanına gider. Thérese dilini çıkarıp Bastien’le alay eder.)
BASTIEN - Nasılsın bakalım, caniko?”
(Ch.Vildrac, “Sonsuz Yolculuk”, sa:38)
Can kula ıyla dinlemek :
çtenlikle, büyük bir dikkatle dinlemek
“.....Walker, Born’un faaliyetleriyle ilgilenmedi i kar ılı ını veriyor. Onun için önemli olan tek ey
Cedric Williams’ın öldürülmesi; Born’un Fransız Haberalma Örgütü’nün en tepesindeki adam oldu u bile ortaya
çıksa, Walter hiç ilgilenmiyor. Onu can kula ıyla sadece bir an dinliyor, o da Margot’nun Born’un geçmi i
hakkındaki üstünkörü geçi tirdi i bir söz – Born’un çocuklu unu Paris dı ında büyük bir evde geçirdi i ve
Margot’nun üç ya ındayken onunla ilk kez o evde tanı tı ı.”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:160)
“Dalga mı geçiyorsun?
Ne münasebet. Hangi yıldayız?
ki bin yedi.
Tuhaf.
Tuhaf olan ne?
Çünkü yıl do ru da geri kalan her ey yanlı . Dinle beni Molly...
Dinliyorum arkada . Can kula ıyla dinliyorum.”
(P. Auster, “Karanlıktaki Adam”, sa:34-5)
“‘On be dakika içinde, bu gezegendeki bütün Üçüncü Dünya ülkeleri kıtalararası bir balistik füzenin
nasıl yapıldı ını ö renmi olacak. Bu odadaki herhangi bir ki inin kesme ifresi için bu yüzü ün dı ında aklında
daha iyi bir aday varsa can kula ıyla dinliyorum.’ Müdür bekledi. Kimse konu madı.”
(D. Brown, “Dijital Kale”, sa:403)
“Langdon, ‘Farklı mı?’ dedi. ‘Nasıl?’
‘Mimariyle tutarsız. Raphael sadece mimarıydı. ç süslemeleri ba ka bir heykeltra yaptı. Kim
oldu unu hatırlayamıyorum.’
Langdon imdi can kula ıyla dinliyordu. Belki de, isimsiz lluminati ustası?”
(D. Brown, “Melekler ve eytanlar”, sa:263)
“Petrus, o korkunç sigaralarından birini daha sarmı tı, kayıtsız görünmesine kar ın ya lı adamın
hikayesini can kula ıyla dinledi i belliydi.”
(P. Coelho, “Hac”, sa:56)
“ ‘Zaten bildi im eyler ilgimi çekmiyor, beni üzüyor. Ba ka bir tarih daha var demi tin.’
‘Öbür tarih bunun tam tersi: O, kutsal fahi elikle ilgili.’
Maria birden uyu uklu undan sıyrılmı , can kula ıyla dinlemeye koyulmu tu. Kutsal fahi elik mi?
Seks sayesinde para kazanmak ve gene de Tanrı’ya yakla mak mı yani?”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:184)
“Bir gün Sahib Fahrettin hazretleri, Sultan Veled hazretlerine yalvararak Mevlana hazretlerinin
kendisine nasihatte bulunmasını ve manalar saçmasını ısrarla istedi. Mevlana, ‘Fahreddin, çok dertsiz ve gafil bir
adamdır. Uyanık ruhlu de ildir. Mana aleminden de habersizdir. drak etmek zevki de yoktur. Kime söyleyeyim
ve ne diyeyim?’ dedi. iir:
‘Can kula ı olmayınca kime söyleyeyim. Ey o ul, insanın kalbinde söz, kulak için kaynar.’ ”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:I, sa:606-7)
“Bu saçmalıklardan utanmı , kızlara bakmayı cesaret edemeyerek, ayakkabı ba larımı ba lamaya
verdim kendimi.
‘Sihirli bir ayna yardımıyla, övalye hazineyi bulmu ...’
Devam edemiyordum ve Maitreyi’nin utancımı payla tı ına emindim. Fakat gözlerimi kaldırdı ımda
can kula ıyla dinledi ini ve bir sonra ne olaca ını bilmek için meraklı göründü ünü gördüm.”
(M. Eliade, “Bengal Geceleri”, sa:46)
“MÜDÜR - Do ruyu söylemek gerekirse, yok...
DEL - (Kula ına fısıldar.) beni can kula ıyla dinleyin müdürüm... Sizinle bir büyü ünüz gibi
konu aca ım. Bu delikanlının gerçek bir ruh doktoruna görünmeye ihtiyacı var.”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonıcı ölümü”, sa:27)
“ ‘Çok do ru, çok do ru.’
‘Ne demek istiyorsun?’
‘Yalnızca demek istiyorum ki... Ama bunun önemi yok. Sen hele sözünü bitir; can kula ıyla seni
dinliyorum.’ ”
(Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:1, sa:61)
“Tevfik, kumların üstüne çıktı. Gözleri kapanır gibi oldu. Can kula ıyla dinliyordu. Kapalı gözlerinin
ardından karanlıklar a arır gibi oldu. Orada oyuncak kayı ını hayal meyal seçebiliyordu.”. Oyuncak kayı ının
direkleri yava yava göklere süzüldü.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:122)
“Aklı ba ka yerlerde, önündeki haritayı yeniden incelemeye koyuldu. Ne var ki, babası Veraguth harıl
harıl konu up duran dostunun söylediklerini cankula ıyla dinlemekteydi.”
(H. Hesse, “Rosshalde”, sa:39)
“Lenina, Müdür’ün dramatik sessizli inden yola çıkarak kibarca, ‘Öyle denmez,’ dedi. Müdür’ün ne
dedi i konusunda en ufak bir fikri yoktu. Müdür gümbürdemeye ba ladı ında çaktırmadan yarım gramlık ‘soma’
yutmu , sonucunda, imdi dinlemeden sakince oturabiliyor, hiçbir ey dü ünmüyordu, ancak iri, mavi gözleri
can kula ıyla dinliyormu çasına Müdür’ün yüzüne sabitlenmi ti.”
(A. Huxley, “Cesur Yeni Dünya”, sa:142)
“<Gerald> birden sustu. Çünkü o lu Wade ile bu biçimde konu tu unu anımsadı. Ama babasına böyle
hitap etmemeliydi; bu büyük saygısızlık olurdu. Ne var ki Gerald onun a zından çıkan sözleri can kula ıyla
dinliyordu. Scarlett;
-Evveet, sizi yata ınıza yatıraca ım, diyerek akacı bir sesle konu masını sürdürdü.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:542)
“Doktor Holmes dik amfiteatra girdi. Ö renciler ellerinde kalem ve defterler oldu u için onu ayaklarını
vurarak kar ıladılar..... Holmes burada her dönem insan vücudunu anlatırdı. Kendisine tapan elli delikanlı
haftada dört kez onu can kula ıyla dinlerdi. Amfiteatrın ortasında, ö rencilerin kar ısında duruken, kendini dört
metre boyunda hissederdi. Oysa asıl boyu bir altmı be ti (o da Boston’un en iyi ayakkabıcısına yaptırdı ı kalın
tabanlı çizmeleri sayesinde).”
(M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:54)
“ aba kin:
-Kente gidiyordum.... buyrukları vardır belki diye van Demyanova’ya bir u rayayım dedim.
-Tam zamanında u radın... Votka getirsinler sana ve söyleyeceklerime kulak ver.
Bu sevimli kabul ho bir etki uyandırdı bölge yargıcı üzerinde. Votka içmeyece ini söyledi ve Kirila
Petkoviç’i can kula ıyla dinlemeye koyuldu.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:18)
“Hatları iyi çizilmi bir strateji takip edildi inde, meselenin ayrıntıları da iyi biliniyorsa, güvenli bir
hareket tarzı belirlemek zor de ildir. Sizi can kula ıyla dinliyorum sayın bakan, Yarın de il öbür gün, aracının
telefonuna yine aynı bölüm müdürünüz cevap verecek, bakanlık adına tek görü meci o olacak, i in içine ba ka
kimse karı mayacak...”
(J. Saramago, “Ölüm Bir Varmı Bir Yokmu ”, sa:52)
“ ‘Yeter artık. Unutma ki ben senin ya amını kurtardım, durumun açıktı, kur una dizilecektin. Ama,
sakın bunu kimsye söyleme, çünkü kocamla beni yerimizden edersin..... imdi can kula ıyla dinle, önceki gün
cezaevinde ölen bir süvari erinin giysilerini verece im sana: A zını olabildi ince az aç emi.’ ”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:50)
“Bir gün, tanıdı ı bir kadın, ona aziz resimleriyle tedavi yapılan bir yerden söz etti. van lyiç kadını
can kula ıyla dinledi ini, böyle bir eyin olabilece ine inandı ını neden sonra fark ederek büyük bir korkuya
kapıldı.”
(L. Tolstoy, “ van lyiç’in Ölümü”, sa:60)
“Önce, do ru muydu? Matthew bir büyücüydü. Ho ve yumu aktı. Bütün bunları benim için mi
sahneliyordu? Hayır, her eyin onun anlattı ı gibi oldu undan hiç ku kum yoktu: sözleri gerçe in su götürmez
çınlamasını ta ıyordu. stedi im takdirde aramam için hastanelerin ve onu tedavi eden doktorların adlarını
sakınmadan verdi. Üstelik, bunları kendisine geçmi te anlatmı oldu unu söyledi i Thelma, can kula ıyla
dinlemi ve hiçbir itirazda bulunmamı tı.”
(I.D. Yalom, “A kın Celladı”, sa:66)
“BANA A T OLDU UNDAN
ve onu önleyemeyi imden bir türlü
ve iyi bir vücut olmasından genelde,
sıkıcılı a kar ın, huysuz olmayı ından
ve hiçbir ekilde ona
gereken zamanı ayıramadı ım için
ve bir kez olsun onu
dinlemedi imden can kula ıyla,
sözün kısası, benim oldu undan ötürü,
köü hissediyorum imdi kendimi.”
(Ekaterina Yosifova<d.1941>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
16.07.09)
“Talleyrand ile Fouché, 14 Aralık ak amı bir gece toplantısında bulu uyorlar. Yemekler yeniyor,
havadan sudan konu uluyor; hele Talleyrand pek keyifli görünüyor. Herkes onun çevresini sarıyor; güzel
kadınlar, saygıde er ki iler, gençler ve herkes yanına sokuluyor, söyle i ustasını can kula ıyla dinlemek için.”
(S. Zweig, “Fouché”, sa:213)
Can kurban (böylesine, sana) : O seçenek çok daha evla, olumlu; Ke ke olsaydı; Canım kurban olsun sana
“... zaten hemen hiç uyuyamıyordu; birazcık kestirmeyi de her zaman becerebiliyordu; her türlü ı ıkta,
günün her saatinde, hatta a zına kadar dolu, gürültülü salonda bile. Böyle bekçilere can kurban; onlarla geceyi
hiç uyumadan geçirmeye seve seve razı olurdu...”
(F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:76)
“Dedim ki, ‘Ya mur, kar ya ınca, bu deli i ne yapıyorsunuz? içeri girmez mi ya mur?’ Bir kadın:
‘Goymi em a zına bir da ,’ dedi.
‘Karanlık olur,’ dedim, ‘göz gözü görmez.’
‘Öyle olir,’ dedi. ‘Göz gözü görmez.’ ”
Ma araya can kurban, Ke ke ma arada ya asalardı. Hiç olmazsa yer üstündedir.” ..... “Gene sustu.
Gene gür bıyıklarını sıvazladı. Yanımızda uyumakta olan en ya lı arkada ımıza:
‘De hele uyan Halil. De kurban uyan hele can! De uyan baba. Can kurban sana. De haydi.’ ”
(Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:42,119)
Canla ba la : Büyük bir arzu ve istekle, var gücüyle, büyük bir özveriyle
“Direnmek olanaksızdı, tezgahtarların annemin üstüne titreyi lerinden, buyruklarını canla ba la yerine
getirmelerinden keyif duymamak olanaksızdı, annemin gücüne kapılmamak olanaksızdı. Ama mutlulu um her
zaman büyük bir kaygıyla bulanırdı, çünkü fatura geldi inde babamın neler söyleyece ini bilirdim. Gerçekten de
babam, a zına geleni söylerdi.”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:11)
“O anda, gazeteci onu gördü ve bize do ru geldi. Ya lıca, sevimli bir adamdı. Yüzünü hafif ek itiyordu.
Jandarmanın elini canla ba la sıktı.”
(A. Camus, “Yabancı”, sa:82)
“Kien adamla konu tuktan sonra ba ını dinleyebilmesini kime borçlu oldu unu anlamı tı. (Birkaç yıldır
bir tek dilenci bile kapısını çalmamı tı.) Daracık hücrede iri yarı, ayı gibi güçlü adamla adeta burun buruna
durmaktaydılar. Kien üzerüne aldı ı i i canla ba la yapan kapıcıya her ay belirli bir ‘bah i ’ sa ladı.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:113)
“Cesur kılavuzumdan bugün ayrıldık; bize dikkat etti i hizmetler iyi bir bah i le ödüllendirildi. Bize ve
Messina’nın görmeye de er yerlerini gösterebilecek bir u ak bulduktan sonra, kendisiyle vedala tık. Hancı bizi
bir an evvel ba ından savmayı istedi i için, e yalarımızın daha iyi bir otele ta ınmasına canla ba la yardım etti.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:II, sa:189)
“Günlerden bir gün, Knecht’e keman ve lavta çalmasını ö reten hocası pek yakında belki müzik
üstadının Berolfingen’e gelerek okuldaki müzik ö renimini denetleyece ini duyurdu, dolayısıyla Josef’ten canla
ba la çalı ıp kendisini mahçup etmemesini istedi.”
(H. Hesse, “Boncuk Oyunu”, sa:46)
“AMEDEE - (Görünmez, uzaklardan.) Yalnız bir saniyeci... ik... Sonra daha güçlü... oluru...um.....
Gücümü toplamam gere...ek...
MADELEINE - (Deminki gibi.) Gücünü sonra toparlasrsı...ın... Vaktimiz yo...ok! Çe...ek... Canla
ba la çe...ek!...”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédéee ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:137)
“WALTER - Bu yaptıklarınıza ne mana verece imi bilemiyorum Bay Adam! Testiyi kıran siz
olsaydınız, kabahati üzerinizden atmaya, bu delikanlıya yüklemeye ancak bu kadar canla ba la u ra ırdınız.”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:40)
“... (Ya lı hanımefendi) tek ba ına, yarı beline kadar suya girmi , gözlerini e ofmanlarıyla tepesine
dikilmi kendisine yüzme dersi veren genç yüzme ö retmenine dikmi ti. Onun talimatını dinleyerek derin derin
soluk alıp verebilmek için havuzun kenarından destek aldı. Bunu ciddi bir havayla, canla ba la yaptı.”
(M. Kundera, “Yaratıcılık”, sa:11)
“Jean’ın be ya büyü ü olan Pierre, koleji bitirince birçok mesle e heves etmi , hepsinden çarçabuk
usanmı , yeni emeller pe inde ko mu tu. En sonunda doktorluk ho una gitti, o kadar canla ba la i e sarıldı ki;
bakandan alınan sınıf atlama izniyle kısa bir ö renimden sonra çabucak doktorluk hakkını kazandı. Olmayacak
dü ler kurar, felsefi dü ünceler yürütürdü; heyecanlı, akıllı, gelgeç inatçıydı.”
(G. de Maupassant, “Pierre ve Jean”, sa:31)
“ ‘ uradaki canla ba la çalı an ya lı adamlar’ diye sürdürdü Kaptan Delano, üstüpü didikleyicileri
i aret ederek, ‘görünü e bakılırsa, ara sıra di erlerinin biraz kula ını bükmeye çalı an, görmü geçirmi
adamlar.’ ”
(H. Melville, “Benito Cereno”, sa:40)
“Bütün padi ahlar, kendilerinden a a ıdakilere alçalırlar; bütün insanlar kendilerine kar ı sarho
olanlara kar ı sarho turlar.
Avcı onları birdenbire avlamak için ku lara av olur.
Dilberler, a ıkları canla ba la ararlar. Bütün sevgileri a ıklara avdır.”
(Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:1, sa:179)
“Calhoun’da bir hamle yapan General Johnson iddetli ve kanlı çarpı maların oldu u Adersville
üzerine, sonra Cartersville’e ve buradan da güneye do ru çekildi. Yankee ordusu Dalton’dan bu yana elli be mil
ilerlemi ti. New Hope Church’de canla ba la sava an Güneyliler yol boyunca siper kazmaya ba ladılar.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:394)
“O zamandan sonra da genç ö retmene her an biraz daha içtenle en bir saygı göstermeye ba ladı.
Aralarında bazı ba lantılar kurulmu tu. Desforges hemen canla ba la ders vermeye koyuldu ona. Artık bundan
sonra, Ma a’nın henüz kendi kendine itiraf etmemekle beraber, Desforges’e a ık oldu unu anlamakta okuyucu
güçlük çekmeyecektir.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:57)
“Sabahın erken saatlerinde Maria Guavaira ve Joaquim Sassa öyle yorgundular ki ayaklarını güçlükle
kaldırabiliyorlardı, Joaquim Sassa, Aramaya devam etmeliyiz, demi ti ve öyle canla ba la aramı lardı ki
aradıkları eyi bulmaktan çok ke fettiler ve onu dü ünebilecek en basit ekilde buldular. afak sökmeye
ba lamı tı bile, gece gö ü do uda derin bir maviye bürünmü tü, birden yoldaki bir hendekten gelen bo uk bir
ki neme duydular, tatlı bir mucize, Ben buradayım, gidip bakınca yaralı bir at buldular...”
(J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:252-3)
“Adam ba ını kaldırıp karısına baktı.
- yi anlamı oldu una emin misin?
-Ortada ku kulacak hiçbir ey yoktu. Bende senin gibiyim, diye canla ba la ekledi. Ona
inanamıyordum. Zaten onu anlamıyorum. Bana göre, bu zavallı bahtsız adam tarafından etkilenmek dü üncesi
yalnızca…”
(J.-P. Sartre, “Duvar-Oda”, sa:46-7)
“-Ne güzel bir gece Iroa!
Iroa acı acı güldü. Arkada ının önünde uzun bir yolculuk oldu unu biliyor, her eyden korumak
istiyordu onu. Canla ba la kulak veriyordu her sözüne. Son anlarında ba rına basmak istiyordu. Kimse bu büyük
gize ortak olmamalıydı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Kırmızı Papa an”, sa:231)
“Ertesi gün aynı ki ilerle tekrar kar ıla tı ınızda hemen i e giri mi olduklarını, canla ba la
çalı tıklarını görüyor, hayran kalıyorsunuz. Erkek, elinde çekiç, kapının parçalanmı yerlerini küçük tahtalarla
yamıyor, karısı elinde bir süpürge, evi temizliyor, çocuklar ana babalarına yardımcı oluyor. Binlerce insan, tekrar
evlerine, tekrar eski dünyalarına dönmü .”
(S. Zweig, “Yolculuklar Üzerine”, sa:153)
Canları pahasına : Canlarına mal olsa da…
“-Floriçika! Sen erke in arzusunu yutan uçurumsun! Bari vefayı bilir misin? Birazdan, ay ı ı ında yola
çıkaca ız ve bu sabah afakla beraber konak yerimize varaca ız. Orada otuz yi it sabırsızlıkla bekliyor! Bunlar
hep kanun dı ı ve ölümden korkmayan adamlardır. Kanun namına yalnız unu bilirler: hayatın en büyük gayesi
olan arzularını tatmin etmeyi! Bu gayeye kar ı koyan her kanuna canları pahasına meydan okurlar. Onun için
onlara kahraman diyorum.”
(P. Istrati, “angel dayı”, sa:104)
Canlı canlı : Dipdiri, daha nefes alırken
“Üç ara tırmacı, hayvanlarından indi; ipi sıkı bir ekilde Don Quijote’nin beline doladılar, bu sırada
Sancho ara vermeden konu uyordu: ‘Dikkatli olun, velinimetim efendim; kendinizi canlı canlı u ma araya
gömmeyin sakın; so umaları için kuyuya sarkıtılan arap gü ümlerine benzemeyesiniz sonra. Yani ne geçecek
elinize, u ma arayı bulan adam olacaksınız da!’ ‘Kapa çeneni de i ine bak sen! Tam bana uygun bir serüven
bu.’ ‘Sayın övalye,’ dedi kuzen. ‘ çerde çok dikkatli olun lütfen. DE
MELER adlı kitabıma malzeme
olabilecek bir ey çıkar belki!’ ‘Geçin dalganızı bakalım!’ dedi seyis.
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:544)
Canlı cenaze, canlı cenazeye dönmek : Üzüntüden harap, peri an, zayıflamı , her yanından elem akan kimse
“MEPHISTOPHELES) (Elinde tuttu u yelpazeyi çevirerek, bardakların ve tencerelerin altına vurarak.)
-... te sana çorba, i te sana bardak! Kokmu cadı, senin müzi inin temposuna uymak için, ancak böyle bir aka
lazım. (Büyücü kadın, hiddet ve korku içinde geri geri çekilirken) Beni tanıdın mı? Canlı cenaze! Bostan
korkulu u seni! Efendini ve ustanı tanıdın mı?”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:126-7)
“Sarsılmadan duran ruhunun ayakta tutup çökmesini engelledi i kemiklerden meydana gelmi bir yapı
iskeletiydi sanki. Büyük ku pençelerini andıran iki iskelet el, topuzunda birbirine sarılmı bir çift yılan
kabartması olan piskopos asasını sıkıyor, ta lara güm gün indiriyordu. Bu canlı cenaze, çevresine yanan bir ehir
kokusu saçıyordu.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:28)
“ ‘Vapurda bizim hanım vefat etti, Akdenizin ortasında. Onunla beraber ben de canlı cenaze oldum.
Hanımın cesedini denize attılar, denizcilik kanunu böyleymi . Hanımı denize attıklarında deniz beni de içine
çekti. Ben de onun arkasından atlayım dedim kendi kendime. Karımla beraber ulu denizin kuca ında uyuyayım,
dedim kendi kendime. Baktım arkamızda çiçe i burnunda iki kız kalacak.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:219)
“... Dü künler dü künü bu kadın, zenci bir köle do u tan, imdi pisli in, yoksullu un ortasında tükenen
bir canlı cenazeye dönmü ; sevecen bir acımayla üsütüne e iliyorum, sanırım onu bir ermi gibi öpmekte pek
güçlük çekmezdim.”
(P. Loti, “Do udaki Hayalet”, sa:97)
“Kaptan Delano’nun, ev sahibinin ça rısını gönülsüzce, hatta çekinerek, daha do rusunu söylemek
gerekirse, nezaketen kabullenmesine neden olmu olabilirdi. Bütün bunların üstüne, canlı cenaze görünümüyle
acıklı bir hali olan Don Benito, zamansız bir nezaket gösterisi içinde reveranslar yaparak...”
(H. Melville, “Benito Cereno”, sa:35)
“B R NEHRE ATILAN CENAZE
<1949>
Hapisli imin on ikinci yılındayım
üç aydan beri de
canlı cenaze halindeydim
cenaze olan ben
serilmi yatıyordu
canlı olan ben
onu ibretle seyrediyordu
ba ka bir ey gelmiyordu elinden”
(N.Hikmet Ran<1901-1963>, “Cezaevi iirleri”, Refik Durba , sa:24)
CANLICILIK : (FEL.) ( NG: Animism) <animizm> : Zihinsel - fiziksel varolu un kayna ını c i s im ya da
b e d e n d e n b a ı m s ı z, ayrı bir güç’te, enerji’de arayan dü ünce sistemi
Bk.: AN M SM ( amanlık ile ilgisi)
“Bu felsefi görü , canlı-cansız her eyin bir r u h’u, ya da t i n s e l b i r t ö z ‘e sahip oldu unu
savunur.
1) Antropoloji : Her eyde ‘ruh’ bulunur; DO A’da da, farklı derecede tin’ler bulunur;
2) Biyoloji & Psikoloji : M a d d e s i z bir ruh;
3) Metafizik : V a r l ı k ki canlıdır;
4) Kozmoloji : Gök cisimlerinde bile r u h vardır;
5) T e l e o l o j ik Canlılık : ‘Bir bütün içindeki parçaların, bütün’ün amacına ula abilmesi için, amacı
koyan b ü t ü n tarafından di er parçalara uyduruldu unu’ savunur.
(A. Cevizci, “Felsefe Sözlü ü”, sa:186)
... Canlısı olmak (gezme, insan, para, seks, an öhret) : Sevmek, çok dü kün olmak
“‘Sırrını da kendisiyle birlikte mezara götürüdü.’
Dü ümde, ikinci bir yüzü oldu unu gördüm bir gün ama, o da oldukça yaıpranmı tı.
nsan canlısıydı.”
(P. Handke, “Mutsuzlu a Doyum”, sa:75)
Can pazarı : Ölüm-ya am sava ı; Hayat; Herkesin kendini kurtarması gereken bir yarı ma vb.
“ erapnellerin sırtında ıslık çalan Azrail’le çok kokla tım; öyleyken nasıl yakamı kaptırmadım ona?
Nasıl tek sıyrık almadan bu can pazarından geri döndüm dersiniz? Bunun nedenini dü ündünüz mü hiç kabak
kafalılar?”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:35)
Can sa lı ı : Her ey yolunda ba lamında
“ ‘Köyde ne var ne yok,’ dedim.
‘Can sa lı ı. Gün günden kötü geliyor. Delikanlı haklı gibi allalem.’
‘Haklı,’ dedim.
‘Ama insanlar, korkmu köylüler bir ey anlamıyorlar.’
‘Anlayacaklar,’ dedim.”
(Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:318)
Can sıkıntısı; Can sıkıntısından patlamak : Çok canı sıkılmak, patlayacak hale gelmek
“FERDINANDO - Çünkü Sinyora Giacinta içini çekip durdu. Sinyor Flippo, Montenero’dan
Livorno’ya kadar uyudu. Hizmetçi kız sevgilisinin pe inden a lıyordu, ben de can sıkıntısından patladım.”
(C. Goldoni, “Yazlık Dönü ü”, sa:28)
“DEVLET MEMURU
Sıkıcı bir gün:
oturuyorsun sen can sıkıntısının
gübre yı ını üzerinde, sanki sıradan
benzerlerinin baygın güne inde
uzanıyor bir kertenkele.”
(Odia Ofeimun<d.1950>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.08.09)
“Bundan sonraki aylar, eni tesinin evinde kaldıkça can sıkıntısından patlıyordu Lamiel; bu yüzden
kırlarda geçiriyordu günlerini.”
(Stendhal, “Lamiel”, Cilt:II, sa:43)
“Bir per embe günü ya mur ya ıyordu, hava so uktu. Ak amım her dakikasında prens, Bayan
Sanseverina’nın kona ına giden arabaların saray alanındaki ta ları yerlerinden sökercesine sarstıklarını
i itiyordu. Bir sabırsızlık denemesi yaptı: Ba kaları vur patlasın çal oynasın e leniyorlardı ve kendisi, dünyada
herkesten fazla e lenmesi gereken kendisi, mutlak egemen olan kendisi, can sıkıntısından patlıyordu.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:151)
“Gene de çocu un ba ka birine çılgınca tutulmu olması genç kızda zerrece kıskançlık ya da can
sıkıntısı vermiyordu. Tersine, ho una gidiyordu onun. Bu tutku Dorian Gray’i daha ilginç, incelemeye de er
kılıyordu. Lord Henry oldum olası do a bilimlerine kar ı derin bir merak beslemi , gelgelelim bu bilimlerin
sıradan konularını önemsiz, entipüften bulmu tu.”
(O. Wilde, “Dorian Gray’in Portresi”, sa:69)
Can sıkmak : Davranı larıyla ba kalarına sıkıntı vermek, üzmek
“Bu i e bir çekidüzen vermek, her eyin adını ö renmek gerekti. O zaman yine sormaya ba lardım; ‘Bu
ne? o ne?’. Ama annem, ‘Can sıkmaya ba lama,’ deyip kolumdan çekerdi.”
(S. Tamaro, “Tek Ses çin”, sa:8)
“TEFEC - Ana parayı da bırakacak de ilim, isteyece im onu da; ama önce faizi isterim. Vereceksiniz
benim paramı!
TRANIO - Sen de can sıktın hani! Bir eycik vermeyece iz sana:elinden geleni ardına koma. Yani bu
yeryüzünde borç verecek tefeci bir sen mi kaldın?”
(Terentius, “Hortlak”, sa:42)
Can uykusu : Canlarının tehlikede oldu unu bilmeden uyunan son uyku, sabah olmadan uyunan son uyku
(Can tesliminin genellikle sabaha kar ı oldu u inancına dayanarak)
“ÜÇÜNCÜ TÜFEKÇ - Belki de bizim köyün yolunu tutmu lardır imdi. Irma ın alt yanını
dolanmaktadırlar. Sabaha kar ı herkes can uykusundayken, bir yılan gibi sokulacaklardır bizim köye.”
(M. Mungan, “Mahmud ile Yezida”, sa:66)
Can vermek : Ölmek; Sanat yoluyla anıları, geçmi i, olayları yeniden anımsatmak, yaratmak, hayata
geçirmek; yi bir yemek, istirahat ve temiz havanın geri getirdi i sa lık ve iyi duygular, olumlu veriler; Dünyaya
getirilmek üzere (Tanrı tarafından) can verilmek; Hayat vermek (güne in, suyun a açlara verdi i gibi)
“ON DÖRDÜNCÜ R: Kıyamet gününden sonra Cennetteki ruhların durumlarının ne olaca ına dair
Süleyman peygamberin yaptı ı açıklamayı dinledikten sonra Beatrice ile Dante Merih Gök’üne çıkarlar. Dante,
gökün öteki katlarında oldu u gibi buraya da farkında olmadan yükselmi tir. Sava arak din u runda canlarını
vermi olanların ruhları, parıl parıl yanan bir haç yapacak ekilde dizilmi lerdir.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:III, ‘Cennet’, sa:105)
“Mehmet yıllar sonra kaybolmu her anı tutup yeniden yaptı, renklere, ekillere büründürdü onları,
kayıp zamanların, kayıp insanların tanrısı oldu, yeniden can verdi onlara, renkli ku lar, yalnız kadınlar, hüzünlü
erkeklerden olu an mutlu bir hayat yarattı.”
(A. Altan, “ çimizde Bir Yer”, sa:127)
“Onun için, ça rılılar, ilgi uyandırmasa bile bir öykü dinleyecekleri için ho nut olarak, birden babacan
Alman’a do ru döndüler. Bu tatlı bekleyi te, öyküyü anlatanın sesi, uyu an duygularımıza her zaman çok tatlı
gelir. Bizi gev ekli e kavu turur. Tıp meraklısı oldu um için, gülümseyi lerin ne elendirdi i, mum ı ıklarının
aydınlattı ı ve çok lezzetli bir yeme in kan, can verdi i yüzleri hayran hayran seyrediyordum.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:57)
“LESBOS
-----------Çok eyi yadsıyarak can verdi i gün Safo,
Uydurma tapınmayı, dini hor görüp bütün,
Dinsizli i kibriyle ezen bir serseme o,
Canım vücudunu bir yem gibi sundu u gün,
Çok eyi yadsıyarak can verdi i gün Safo.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:301)
“Herkül kapıları ile Antoniomus’un canverdi i burnu geçiyoruz. Bonne Esperance ile Mormn
geçiyoruz eylemlerle bo lamlar birbirlerinin içine geçiyor Pasifik Atlantiki yutuyor ve her yan Okyanus oluyor.”
(A. Camus, “Yaz”, sa:85)
“Bizi neden ve nasıl büyüledi ini bilen yok; fakat zamanla, üstelik pek yakın bir zamanda ö renece iz
bunu. u an gündüz oldu unu nasıl biliyorsam, Durandarte’nin kollarımda can verdi ini, ölümünden sonra
yüre ini kendi ellerimle çıkardı ımı ve bu yüre in tam bir kilo oldu unu da öyle biliyorum, yemin edebilirim
buna. Do al bilimlerle u ra anlara bakarsak, insanın yüre i ne kadar büyükse, o kadar cesur oluyormu . Fakat
bu övalye sahiden öldü ü halde nasıl oluyor ara sıra canlıymı gibi soluk alıp veriyor, ah çekiyor, i te bun u
anlamakta zorlanıyorum.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:548)
“‘Sözü nereye getirece imi biliyorum - insano lunun çekti i i kencelerin en kötüsü, çarmıha gerilme.
Çarmıha gerilen kadın ya da erke in can vermeden önce korkunç acı veren bu yöntemden Çiçero’nun “i renç bir
cezalandırma” diye söz etti ini biliyorum.’ ”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:54)
“WONDERWERK’DEK ATALARIMIZ
(Bu ma ara 750 bin yıldır insanlar tarafından ev olarak
100 yıl öncesine kadar devamlı kullanılmaktaydı)
Kökleri uzundur onların. Yürürler üzerine
yüre imin. Yüklenirler kemiklerime.
Kaburgalarımdan geçer ayakları. Can verir
dü üncem onlara. Ta ları çi nerler altımdaki,
ya murla beslenir kolları, bacakları.”
(Michael Cope<d.1952>- lyas Tunç”, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 16.03.06)
“Çerviakov’un karnının içindnen sanki bir eyler koptu. Gözleri bir ey görmeksizin, kulakları hiçbir
ses i itmeksizin geri geri dı kapıya do ru gitti, soka a çıktı, yürüdü... Kurulmu bir makine gibi evine gelince
üniformasını bile çıkarmaksızın kanapenin üzerine uzandı ve oracıkta can verdi.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:23)
“KARA ARKI
Ölüyor ve pırıl pırıl do uyorum ben Çok karı ık, düzensiz bir ruhum kendimce,
gün boyu yaptıklarımı hiç dinlenmeden,
amansızca yıkıyorum hemen o gece.
------------------Hiç durmayan akı ı bir ruhsuz zamanın
ya anmadık bir ya amın bitti i yerdir
ve yuvasız a layı ım engin sahranın
üzerinde savrularak can vermektedir.”
(Dimço Debelyanov<1887-1916>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
14.06.07)
“THE N GHT OF LOVELESS NIGHTS
(A ksız Gecelerin Gecesi)
-----------------------------------------------Ey a kta yaralanmak isteyen eller
Size en kırmızısını verece iz vaftizlerin
Öyle ki yanında sönük kalacak yüksek fırınların sava ı
Ve solgun sislerin ba rında can veren güne .”
(R. Desnos<1900-1945>, “hayır, a k ölmedi”, sa:104)
“Ah, kör yazgı! Alnımızın kara yazgısı! Biz insanlar yeryüzünde yapayalnızız, i te en büyük felaket
burada! Rus bahadırı sava alanında ‘Sa kalan varsa çıksın kar ıma!’ diye ba ırmı bir zamanlar. Bahadır
de ilim, ama ben de haykırıyorum, ancak sesimi kimseler i itmiyor. Güne in evrene can verdi ini söylerler.
Güne gökyüzüne yükselsin de görsün bakalım, o bir ölü de il mi?”
(F. Dostoyevski, “Beyaz Geceler-Uysal Kız”, sa:144)
“Ta eskiden, 2482 yılında, ba maz ve gizliden gizliye ırkçı baskılara nasıl kararlılıkla kar ı çıkıp
devriye görevini Prens Joseph’in Ülkesinden alıp Eskimp Zıpkıncılara verdi im hatırımda. O mükemmel
askerlerin hepsi de görevlerinin ba ında can verdiler.”
(U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:76-7)
“Sonra, Çelebi ve müridler yemek yediler ve göç edip Tebriz yolunu tuttular. eyh shak’a üç gün sonra
bir hal oldu. Zaviyenin damına çıkarak, kendinden geçti, ba ırıp ça ırdı, döndü ve birdenbire damın kenarından
a a ı dü üp can verdi.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:257)
“EV
<Mihail Gunçev’e>
Pınarda -susuzluk, küfü altında - saban demiri.
Bir ev, mucize sonucu ayakta, arasında dikenlerin,
Heykel gibi dikilip susan orada yıllardan beri
Bir ev ki, en güzel süsü çocukluk hayallerimin,
Bir ceviz a acı, baltanın ba ı ladı ı kurban,
Can veriyor ortasında balmumu bir gündüzün...”
(Ivan Esenski<d.1949>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası, ”Cevat Çapan”, Cumhuriyet Kitap, 08.12.05)
“SEV NS N
------------On parma ında on hüner vardı
Biz onun sevgili kulları.
Dünyasını abad eyledik
Bir can verdi bize bin alır
Gideriz gözümüz arkada kalır
Sevinsin”
(B. Rahmi Eyübo lu<1913-1975>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1,
sa:324)
“BEN SENDEN ÖLÜRDÜM
---------------------------------sen yüzünü yaslardın
memelerimin ıstırabına
ben söyleyecek ba ka söz bulamadı ımda
sen yüzünü yaslardın
memelerimin ısıtırabına
ve dinlerdin
inleyerek akan kanımı
gözya larıyla can veren a kımı
sen dinlerdin
ama görmezdin beni”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-yeniden do u ”, sa:56)
“Mutluydu ama can verirken:
Ölüm bir kader nasıl olsa,
Gam yemem, dedi, hiç gam yemem
Sevdi im ezdi beni madem!”
(J.W. von Goethe<1749-1832>, “Seçme iirler”, ‘Menek e’, sa:115)
“SUNU
Kalmak istiyorsan ta sonsuza dek,
artsın istiyorsan de erin kat kat,
her yüzü, her eyi ke fedip tek tek
onları sil ba tan özenle yarat.
Onlara can verip zevkle yeniden
taneye mekanlar hapseden ba ol,”
(Veselin Hançev<1918-1966>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
07.02.08)
“Koca sal, parlak güne li Do u’da dünyaya gelmi ve Batı’nın karanlı ında can vermi bir tanrının
tabutu gibi, yaslı bir süzülü le, a ır a ır kıyıya yana ıyordu.”
(F. Herczeg, “Paganlar”, sa:304)
“ LKBAHAR
Can verir orman kenarında. Kısık sesle;
nler Hades Kapısı’nda gölgesi çoktan.
Marulla örülmü çelenk uçtu ba ından,
Dü tü a ı otu ve devedikenine.”
(Georg Heym<1887-1912>-Danyal Nacarlı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 02.07.09)
“A K ACISI
<Kendimi Ne kadar Tanıyorum, 1957>
--------------Birisi –anladım kim- tanımadı ım biri,
Yıldızlı dü ler gören, sen de acılı ruhlar
gördün seni dü ünen. Ve dü tün apartopar
o karanlık kuyuya, sevincin can verdi.”
(José Hierro<1922-2002>-Yıldız Ersoy Canpolat; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
20.03.03)
“Bayku un pe inde sürüklendikçe; kırmızı yabangüllerini açmı yıkık mezar ta ları; orada donup
kalmı ken ve ölümü bekledikçe, yüre imin ta derinlerinde sevinçlere kavu maktaydım. Çoktan razıydım
ölümlere a ık olmaya. Benim için yalnız ölümler a kı olabilirdi: aydınlanı fısıldıyordu. Yüzünün çizgilerini
hatırlamadı ım o esrarlı adam u runa can vermeye gönüllüydüm.”
(S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:43)
“Doktor Salman Saminin soyu Kafkas sürgünlerindendi. Üç ku aktır Kafkasya daha dillerinden
dü müyordu. Kafkasyanın suyu, topra ı, karlı da ları üstüne çok eyler biliniyor, evde herkes, imdiye kadar
Çerkesce konu uluyordu.. .. Kafkas destanları Anadolunun birçok yerlerine iskan edilmi Çerkes oymaklarında
<boy> söyleniyordu…… Kafkas da larının pınarlarından da daha süt ve bal akıyordu. Son solu unda, ‘aaah
Da ıstan’ demeden ölen hiçbir Çerkes görmemi ti. Burada, bu kilisede ölen Çerkes delikanlıları, ‘Da ıstan,
Da ıstan, aaah Da ıstan, diye can vermi lerdi. Da ıstan o kadar iliklerine i lemi ti ki, son solukta o da, aaah
Da ıstan, diye ölecekti. Eskiden, sava tan önce Kafkaslardan, Da ıstandan çok insan gelirdi stanbula, kimi
okumaya, kimi i e, kimi akrabalarını görmeye. Ama gelenlerden hiçbiri stanbulda kalmaz geriye dönerlerdi.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2, Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:492)
“A LUTA CONTINUA
<Duma Nokwe için requiem>
---------------------------nsanlar vardır, demi ti Ché,
Ölümden sonraki dünyalarını bulan
halklar arasında,
ya am ve zafer, u runa can vererek
ya amı ölümden daha güvenilir
yapan isimlerin hepsinde”
(Keorapetse Kgositsile<d.1938>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.09.07)
“DÖRTLÜKLER
-------------------Can verdi her u ultu kentin dü ünde,
Örttü iri beyaz bir ku gibi sessizlik,
Kı ın engin yalnızlıkların ansızın,
Aydınlatırken kar dingin geceyi gizlice.”
(Jean Pourtal de Ladeveze<d.1898-?>-Galip Baldıran; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
09.10.03)
“Meryem’in annesi yoktu. Kadınca ız, onu do urduktan birkaç gün sonra ölmü tü. Gülizar Ebe’nin
bütün itirazlarıne ve artık kurtulmaz demesine ra men, günlerce ayaklarından asılma, hocalara okutma, aklı eren
ermeyen her ki inin söyledi i kocakarı ilaçları içirme i kencelerinden sonra sakince can vermi , kasabanın
dı ında, adam boyu otlardan girilmeyen, yılanlı çıyanlı mezarlı a gömülmü tü.”
(Ö.Z. Livaneli, “Mutluluk”, sa:12)
“Gotthold Amca, altmı ya ındaki Konsül Gotthold Buddenbrook, hüzünlü bir gecede, kızlık soyadı
Stüwing olan e inin kolları arasında, kalp krampından çırpına çırpına can verdi.”
(Th. Mann, “Buddenbrooklar”, sa:243)
“O, hayat sularının sultanı olan böyle bir peygamber bulur da...
Onun huzurunda, ey hayat suyunun sultanı ‘ol’ emriyle bizi dirilt diye nasıl olur da can vermez?
Sakın nefis köpe ini canlı bırakma. Çünkü o, öteden beri senin can dü manındır.
Bu köpe in can avlamasına engel olan kemi in canı cehenneme.”
(Mevlana, “Mesnevi”, Cilt:2, sa:50)
“Bir daha dönmemek üzere yurdundan ayrılan bir insan gibi, kapıdan, bir kez daha dönüp baktı ve bu
dü ünce üzerine yüre ini sıkan büyük acının içinde, yalnızca küçük, pek küçük, miniminicik bir avuntu vardı.
Zavallı Nemeçek, Macun Toplayanlar Birli i’nin af dilemek için gönderdi i kurulla görü ememi ti ama, hiç
olmazsa, yolunda can verdi i yurdunu elinden aldıklarını görmek yıkımına da u ramamı tı.”
(F. Molnar, “Pal Soka ının Çocukları”, sa:206-7)
“Kavafis’e Mektup
ey genç ruhlu ihtiyar
iskenderiyeli konstantin
gitmeleri beklenen yere gitmeyen
barbarlar
hiç kimsenin ummadı ı kente
saraybosna’ya geldiler
geçmi e dönüp yüzlerini
ölü mitlere can verdiler”
(Yosip Osti<d.1945>-Suat Engüllü; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, “10.03.05)
“TAR H KÖTÜDÜR
-----------------------Çocuklu umun iirleri
Hepsinde umarsız bir çı lık
Zavallı
Traji-komik
anlı tarihim:
Ne zorbalar geçmi beynimden
Ne haksız kıyımlar olmu gövdemde
Kimler can vermi hapishanelerde
Hangi sınıf egemen?”
(Barı Pirhasan<d.1951>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:2, sa:639)
“A A CAM
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce.
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma ba landım;
Allahımın ismini daha çok candan andım.
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen!
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken,
I ıklı kahvelerde kendi öz evladı var...”
(N. Hikmet Ran<1901-1963>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1,
sa:117)
“ÖVÜNGEN ME E
----------------------Ürkek ku ların arkılarını, yaz çarçabuk geçip giderken,
Ve e er kalsalar can verirler sefilce;
Ya da korkusunu anımsayan bir kızın gözya larını.”
(John Crowe Ransom<1888-1974>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
06.05.04)
“B R SABAN, TEK BA INA
----------------------------------Tarlaların sürülmesini kutladı ımız zaman,
Akropolün eteklerinde, topraktaki ilk saban
izine
e ilen rahip öyle dua ederdi: ‘Sakın geri çevirme ate
ve su isteyeni.
Sakın yanıltayım deme, senden yolunu soranı. Sakın
mezarsız koma, can verip
ölmü ki iyi. Ve kesmeye kalkma sabana
ko tu un bo ayı.”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yinelemeler”, sa:215)
“Geçmi ba ını kaldırdı. Max kısa bir an için can veren Yahudiler ordusunu gördü. Bu hatırayı bir
kenara koydu. Zaman de i mi ti artık. Hikayesinin u anında bir kurban de ildi. u anda kendisinin de il, kızın
hakkı vardı kaybolanlarla yakınlık iddia etmeye. En azından ben asla a ktan söz etmedim, diyordu.”
(S. Rushdie, “Soytarı alimar”, sa:251)
“Y
T’E
Kuzgunlar yüksekten uçar.
Ondan da yüksek uçan ahin var.
Rüzgar hızlı ve keskin gözlü
Kartal ikisini de geçer.
Yükseklik kartal için ölen.
Yi it, kartal gibi cesur ol, sen!
Dosta güven, dü mana saldır
Ve korkma sakın can vermekten!”
(Salavat<1754-1800>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
03.06.04)
“B R NC PERDE, B R NC SAHNE
GLOUCESTER - Yasal bir o lum da var; bundan br ya kadar büyük; ancak yasaldır diye onu daha
çok seviyor de ilim. Gerçi bu çapkın dünyaya daha ça rılmadan pek küstahça geldi ama annesi güzeldi, ona can
vermek de epey tatlı oldu; ve tabii veledi kabullenmek gerekti.”
(W. Shakespeare, “Kral Lear”, sa:11-2)
“Zamanla sava ırım senin sevgin u runa,
O seni kemirse de ben can veririm sana.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:15, sa:71)
“KIZIL ESKADRONLAR (Fr. Süvari bölü ü)
-------------------------------Siz mutlaka köhne kö kün yanıp küle
döndü ü gün
içersinde so uk külün o son ta lar can
verirken
terk edin üzengileri ve e ilip öpün yeridünyaya adalet saçın, sevgi saçın, hiç
bitmeyen.
(Hristo Smirmenski<1898-1923>-Ahmet Emin Atasoy, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
15.05.08)
“Ya lı kadın gö üs geçirdikten sonra:
-Elbette her eyden önce kendi ruhunun kurtulu unu dü ünmelidir insan, dedi. Gördünüz i te, okuma
yazması olmadı ı halde Pareyen Denısıç ne rahat can verdi. (Yakında ölen bir u aktan söz ediyordu.) Allah
herkese öyle ölüm nasip eylesin.”
(L. Tolstoy, “Anna Carenina”, Cilt:I-II, sa:656)
“Birisi üzerine e ilerek:
-Bitti! dedi. van lyiç bunu i itti, içinden aynı sözü yineleyip ‘Ölüm bitti, o yok artık,’ dedi.
Derin bir soluk aldı. Daha solu un yarısındayken durdu, gerindi ve can verdi.”
(L. Tolstoy, “ van lyiç’in Ölümü”, sa:102)
“BAHAR
---------Baharım benim, benim beyaz baharım...
Ben varsam, tek senin uçu un için varım,
meydanlara can verecek olan yeniden,
ah, ke ke güne ini yakından görebilsem
ve senin barikatlarında ölebilsem ben.”
(Nikola Vaptsarov<1909-1942>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
10.09.09)
“Dü tü ü umutsuzluk içinde onu öldürmek isteyen adam, büyük afetin sürüyle kurbanlarından biri
olarak, daha önce öldürmek, çalmak gibi bir kötülü ü hiç dü ünmemi olan kurbanlardan biri olarak, kollarının
arasında can vermi ti.”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar Karde im Deniz”, sa:95)
“<Fouché> Ömrü boyunca hep gölgede dola ır, ama üç ku a ı da yolda bırakır; Patroklus, Hektor ve
A il sava alanında çoktan can vermi lerdir, ama hilesi bol Odisseus hayatta kalmı tır. Yetene i, dehasından
üstün geldi ve so ukkanlı davranı ları bütün tutkularından daha uzun ömürlü oldu.”
(S. Zweig, “Fouché”, sa:19-20)
Can yolda ı :
yi günde, kötü günde hayatı biriyle birlikte payla an en yakın arkada , kimse, ya da hayvan
“Aesop benim can yolda ım oldu, tekdüze bir gökyüzü altındaki denizde tutundu um çıpa oldu, e er
Aesop beni desteklemek üzere orada bulunmasaydı, sonraki on iki ya da on dört ay boyunca çekece im
i kencelere katlanmak için gereken yüreklili i asla bulamazdım.”
(P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:37)
“Bunun üzerine Sancho, ko up dü esin ellerine sarıldı ve öptü, te ekkürler etti ve bu arada biricik boz
e e ini de unutmamasını istedi. ‘Ne boz e e i?’ diye sordu dü es. ‘ u benim can yolda ım. Sürekli böyle söz
ederim ondan. atoya geldi imizde, u dadıdan hayvana bakmasını rica etmi tim; ihtiyar ya da çirkin
demi mi im diye kızdı bana; dadının i i e ek tımarlama olmalı.’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:615-6)
“-Benim sevgili can yolda ım, diye yanıtladım onu, beni huzursuz eden ve bana hakim olan iddetli bir
tutku içindeyim. Tutkular huzurumun dü manıdır, buna katılıyorum; iyi ama, onlarsız da ne endüstri ne de sanat
olurdu u yeryüzünde. Herkes bir gübre yı ını üzerinde çırılçıplak uyuklayıp dururdu.”
(A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”, sa:29)
“Petrus açık a zı, dı arı fırlamı gözleriyle aval aval bakıyordu. Meryem’in o lunu seyrediyordu.
Tanıyordu onu. Meryem’in ailesinin Kana’daki evi kendi eviyle kar ı kar ıyaydı, ya lı ana babası Anna ile
Yoa im, Petrus’un ana babasının can yolda ıydı.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:54)
“GEÇ LMEZ KÖPRÜ
Telefon ettim bir inzibat erine,
Eski bir can yolda ım.
Sekreteri sordu,
Neyle ili kili?
Benli imi zedeleyen bir eydi,
nsanlı ımdan utanıyordum.”
(Mzi Mahola<d.1949>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.01.06)
“Küçük bir at, evet, küçük bir at. Co kun bir iri hayvana gerek duymuyordu, çünkü kimsenin dikkatini
çekmek istedi i yoktu. Dikkati çekmek için de il, bir can yolda ının bulunması içindi at edinmesi. Bir serseri
hayatı mı? Ne önemi vardı! Bu ya ta kimseye hesap vermek zorunda de ildi.”
(J.M. de Vasconcelos, “Kayı ım Rosinha”, sa:225)
“Ama can yolda ındır kendi parlak gözlerin,
Kendi ate in besler ruhunun alevini;
Kıtlı a çevirirsin bollu unu her yerin,
Kendi dü manın gibi, ezersin canevini.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:1, sa:43)
“CAN YOLDA I
--------------------
N’eyleyim böylesine ıssız yerde?
Can yolda ı olmadı mı n’eylersin
En güzel tabiat manzarasını?
Cennet bile olsa orda ya anmaz.”
(C. Sıtkı Tarancı<1910-1956>, “Otuz Be Ya ”, sa:175)
Capcanlı : Dipdiri, çok sa lıklı
“Kordon Boyunca
--------------------capcanlı, soluk alan gövdeler
geriniyorlar betaz köpüklü plajın yanında
öte yandan yardım ediyor kurtarma ekibi
srailli bir kıza
Kudüs’te bit otobüste havaya uçurulan
ve bir bebe i kurtarmaya çalı an Filistinliler”
(Nizar Kabbani<d.1952>-Metin Fındıkçı, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.09.08)
“SONELER
I
A kım, ba ladın beni iki ı ı ıyla iki güzel
gözünün ve bembeyaz kar ve bir güldür capcanlı,
kendimi yiyip bitirmemin nedeni
ve bir de senin tatlı dilin kadınlara özgü.”
(Raffaello Sanzio<1483-1520>-Necdet Ataba ; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
23.07.09)
“Yaratık gizleniyordu. Sonra, birdenbire onun bakı larını en yakınlarımızın gözbebeklerinde yakalıyor
ve kur unu basıyorduk. Önleyici yasal savunma! Ben bu yaratı ın varlı ını sezdim ve vurdum. Bir adam yere
yıkıldı, can çeki en gözlerinde, yaratı ın hala capcanlı durdu unu gördüm. Bir, bir daha bir eder! Ne büyük
yanlı lık! A zımdaki bu acı, bu i renç tat nereden, kimden geliyor? nsandan mı? Yaratıktan mı? Yoksa
kendinden mi? Yüzyılın tadı bu.”
(J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:365)
Cappuccino : Ita.:’Kapuçino’ okunur; St. <Aziz> Francesco tarikatının ba ımsız bir koluna, üye ke i lere
verilen isim <Ço ul: Cappuccini (Kapuçini)>
“Ayini yöneten papaz, Aziz Francesco tarikatından bir cappuccino, ölüye övgüler düzmeye
ba ladı ında, büyük kralın çok soylu bir aileden geln sadık hizmetkarından, incelikli görevlerde ya amını feda
etmi bir güvenirlik timsalinden dem vurup, örtülü sözlerle, inançsız bir ülkede soylu görevler üstlenenlerin
ba ba a kaldı ı tehlikelerden söz etti inde, hiçku kum kalmadı. Fransa’yla Bab’ı-Ali <Osmanlı daresi.
Kayıtlara göre, ölen elçi Mösyö de la Haye, Sultanın buyru uyla be ay Yedikule Zindanı’nda hapis yatmı ve
orada ‘ta ’ hastalı ına (?) tutulmu tu; hapisten öyle zayıflamı çıkmı ki, birkaç kez ölüm haberi dola mı tı
ortalıkta.> arasındaki ili kiler hiç bu denli kötü olmamı tı; öyle ki, yeni elçi dört yıldır atanmı olmasına kar ın
babasının maruz kaldı ı a a ıılamalarla kar ıla ma korkusuyla görevinin ba ına geçememi ti.”
(A. Maalouf, “Yüzüncü Ad” <Baldassare’nin Yolculu u>, sa:95-6)
Cappuccio : (ITA.): ‘Kapuçyo’ okunur; Dante Alighieri’nin ünlü portresindeki kırmızı, dar, kulaklıklı ba lık
“Langdon, “Dante Alighieri,’ diye ba ladı. “Floransalı olan yazar ve filozof, 1265 ile 1321 yılları
arasında ya amı tır. Bu portrede, tüm tasvirlerde oldu u gibi, ba ında kırmızı bir cappuccio, yani dar, kulaklıklı,
kıvrımlı bir ba lık var. Koyu kırmızı Lucca cüppesiyle Dante’nin en çok taklit edilen resmidir.”
(D. Brown, “Cehennem”, sa:106-7)
Capucin : (FR. MYTH.) : ‘Kapüsen’=Fransiskan rahibi; kadınların giydi i kukulatalı pelerin. Capucin
monkey : ‘Yenidünyagillerden’ Amerika’ya özgü sarılgan kuyruklu küçük maymun. Alın çevresindeki kıllar
papaz ba lı ına benzedi i için bu isim verilmi tir.
“......... Hırsızı imdiden fener dire ine asmaktan söz etmeye ba lamı lardı. Her kafadan bir ses çıkıyor,
hırsızın kim olabilece i ara tırılıyordu. riyarı örgücü kadın, kılık kıyafetiyle eski bir papazı andıran ya lı bir
adamı parma ıyla göstererek, keseyi bu Capucin’in çaldı ına yemin ediyordu. Halk hemen buna inanıp ‘Asalım,
asalım...’ diye ba ırmaya ba ladı.”
(A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:78)
Caput Mundi :
(LAT.: ) <Kaput Mundi> ‘Dünyanın Ba ı’ (Papa’ya kinaye!)
“Din adamları, laik yargının dı ında kaldıklarından, gözü dönmü haydut çetelerine ba kanlık ediyor,
elde kılıç, soyuyor, günah i liyor, haksız kazanca dayalı ticaret örgütlüyorlardı. Caput Mundi’nin, bir kez daha
ve haklı olarak, Kutsal Roma mparatorlu u’nun tacını giymek ve bir zamanlar kayzerlere ait olan dünyasal
imparatorlu un saygınlı ını yeniden sa lamak iseen adamın amacı olması nasıl önlenebilirdi?”
(U. Eco, “Gülün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa:24)
Cara sposa : ( TA.,SOSY.,KOLL.) <Kara spo’za> : Sevgili karı(m) = Dear wife ( NG.)
Car car (konu mak) : Sürekli, aynı nakaratları tekrarlayarak, can sıkıcı ekilde (konu mak)
“Biz ordugahın bulundu u tepeye tırmanırken arkamızdan yeti ti, ‘Macar karıları ate li olur diye
bilirdim,’ dedi, ‘ne gezer! Avrat so uk nevanın teki, karde im; so uk neva ne kelime buzda ından farksız! Bir
de geveze ki, sorma! Düzü ürken car car konu uyor habire!’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:362)
Car(ıl) cur(ul) etmek :
nsanların bir araya gelip, geli igüzel, sıradan, havadan sudan eylerden konuı maları
“GÜVERC NL GÜVERC NL
------------------------------------okul kırmı çocuklardan bir fazla uçarı
Adem’le Havva’dan bir fazla çıplak
gerçi esmeriz ya, Marilyn Monroe’dan bir fazla sarı ın
bir fazla stanbul efendisi ya lanmı çınarlardan
stanbul dedim de aklıma orda oldu un geldi
karı muhabbetlerinde mi her allahın günü
carıl curul mu yine tatlı kaçık stanbul
ne halt edersen et en çok sedef bakı ını arıyorum senden ayrıyken”
(Akgün Akova<d.1962>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Beharamo lu”, Cilt:2, sa:623)
Cariye : (ARAP MYTH) : Eski devirlerde, yabancı ülkelerden kaçırılıp <ya da hediye edilip> özgürlükten
yoksun edilen, alınıp satılabilen, her konuda efendisinin isteklerine ba lı bulunan genç kadın
“Vaktiyle hükümdarın birine Çinli bir cariye getirmi lerdi. Hükümdar, bir sarho luk anında kıza
yakla mak istemi , o da razı olmamaı tı. Öfkelenen hükümdar kızı zenci bir kölesine verdi. Azman zencinin üst
duda ı, alt duda ı yakasına dü mü tü. Öyle bir görüntüsü vardı ki, Cin Kayası bile ürkerdi ondan.”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:84)
Carlamak : Ba ırarak konu mak, ikayet etmek
“‘... Aslında o yumrukları yer yemez carlaması gerekirken, çekinmi çocukca ız, airin dedi i gibi
<mahçup bir menek e> olmayı seçmi . Kendisi Te men Dub’un emireri olur.’
Sonra, Kunert’i öne itip, ‘Ispazmoza tutulmu gibi titremesene ulan!’ dedi.
Yüzba ı Sagner, Kunert’ten olup biteni anlatmasını istedi.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:147)
Caro sposo :
( TA.,SOSY.,KOLL.) <Kara spo’zo> : Sevgili koca(m) = Dear husband ( NG.)
carpa diem, quam minimum credula postero : (LAT.) <kar’pa di’em,ku’am mini’mum kre’dula pos’tero>
: Gününden yararlan ve ya a ve yarına güven yatırma! (HORACE in Odes) = Take advantage of to day and
place no trust in tomorrow ( NG.)
Cart : Abartılı, gösteri li, parlak renkli
“Kadınlarınsa bugün hepsi cart renkli elbiseler giymi e benziyordu, alev alev geçiyorlardı önünden,
bakı ı kendilerine katılmaya zorluyorlar, ama üstlerinde kalmasına izin de vermiyorlardı. Hiçbir eyin dı
çizgileri açık-seçik belli de ildi artık. Bakı ı hiçbir eye ba lamak mümkün de ildi. Her ey bir pelte gibi
titre iyordu.”
(Patrick Süskind, “Güvercin”, sa:43)
Cart; Cartlamak : Gas, osuruk; Gas geçmek, yellenmek, osurmak
“Jésus-Christ ni an almı tı, Lakin, yalnız baca ını kaldırmakla yetindi, cart! diye bir tane savurdu; öyle
cartlamı tı ki, Vimeux, patlama sesiyle deh et içinde kalıp tekrar yere serildi. Bu sefer, siyah apkası, çakıl
ta ları arasına yuvarlanmı tı. Pe inden ko tu, aldı, daha hızla tabanları kaldırdı.”
(E. Zola, “Toprak”, Cilt:II, sa:84)
Cart curt etmek, cart-curtlu, cart curt ötmek : Uluorta fikir beyan etmek, yüksekten atmak
“KAPLUMBA A - ... Uçacak ne var sanki?
Ku lar yerde yürümeli.
te tıpkı benim gibi
Tilkiler ot yemeli.
Saksa an istedi i zaman
Öyle cart curt ötmemeli .”
(A. Çınaro lu, “Bo Kaplumba a”, sa:6)
“Ho , bu olay gençli imde olmu bir ey. Ama sevgili okuyucularım, asıl hıncımın nereden geldi ini
biliyor musunuz? Durumumun püf noktası, bütün rezilli i burada ya... Benim asıl kızdı ım ey, en sinirli
anlarımda bile içimde bir öfke ya da hıncın bulunmaması, bütün cartcurtları yalnızca gönlümü ho tutmak için
yapmamdı.”
(F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:14)
“Sömürgeciler iki taraf oldular, özgürlük, adalet, hukukla gugug -ve hiç kimsenin yutmadı ı- barı ı
korumak gibi, çok yüksek ötü lü cart curt’larla biribirinin sömürgelerini yutmak için, sava a Jaures’i öldürerek
giri tiler. Tıpkı ilkellik ça ında bir a iretin malına, canına, kom u a iretin saldırması gibiydi bu.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Anadolu’nun Sesi”, sa:12)
“Memi de, ‘Geçen gün Yamuk’ların Dursun A a, elifi alvarla geldiydi ya’ dedi. Öteki, ‘Satrançlı biti
kara olacak. Senin aklın ermez, göbe i iri, ensesi kalın, cebi dolu, lafı cart-curtlu mutayit, müfetti olacak. Sen
da ba ında sı ır güderken adam mı gördün sanki?”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:55)
Carte blanche : (FR.,KOLL.) <Kart blan > : ‘Beyaz çek’ : Ki inin ba ka birine a ırı emniyetine dayanarak,
bir imzayla açık bir çek ya da bo ka ıt vermesi <Söz le de olur!> = A blank page with one’s signature affixed,
permitting the holder to write whatever he vishes; an unconditional surrender of one’ rights; a blanket
authorization ( NG.)
Cart kaba ka ıt : O kadar yüksekten atma, kabadayılı ı bırak, bir az a a ıdan al; “At martini Debreli Hasan,
da lar inlesin!”-Bir Rumeli meseli-
“Ba ını hafifçe geri atıp, mintanını pantolonunun içiine tıkmaya ba ladı. Bir yandan da söyleniyordu:
‘Bir de hepsini kesecekler... Ulan ben kestirir miyim. Canlarına okurum valla.’ Sonra gitti, yata ın kenarına
oturdu. Kargaburun yumurtladı: ‘Cart kaba ka ıt!’ Bizimki herhalde duymadı, yahut duymazlıktan geldi.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:30)
Cascavlak : Çırıl çıplak, hiç bir eysiz, adeta tüyleri yolunmu (ortada bırakmak, ortada kalmak)
Bk.: Cavlak
“-Saçlarınızı cascavlak kesece im, ne dersiniz?
-En güzelini yapmı olursun. Tatarlara benzet beni, bomba gibi bir ey olayım. Sonunda daha gür
çıkacak nasıl olsa.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:17)
“Muz, kayısı, eftali, mandalina a açları, a aç dedi imiz eyin ya amı olan yapra ın güzelli i ve
ne esinden yoksundular ve ne a acı oldukları ancak cascavlak olmu dallarının duru undan belli oluyordu.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:73)
“Turgut Reis, kendisine denizde yolda lık etmi on dört korsanın adlarını iyice bellemi bulunuyordu.
Herhalde uçkur içinde yapyalnız ve cascavlak Turgut Reis’in sökmeyece ini anlamı olacak ki, Turgut
Reis’likten ba ka bir de dört reis oldu. Kala kala on reis kalıyordu.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:102)
“Derken ate edildi, içimizde vurula vurula bir ben vuruldum: iki kur un yemi tim. Biri yana ımdan:
Bunun açtı ı yara hafifti, ama geride kocaman ve cascavlak kırmızı bir iz bıraktı, düpedüz bir maymunun
uydurdu u hiç de yakı ık almayan o i renç ROTPETER <Kırmızı Peter> adını kazandırdı bana; sanki bu
yakında kuyru unu titreten, daha önce sa da solda kendine bir az ün sa lamı talimli maymun Peter’den beni
yalnızca yana ımdaki leke ayırıyormu gibi.”
(F. Kafka, “Akademi çin Bir Rapor”, sa:107)
“I. H ZMETÇ - Öyle ya! te Liese de burada, ona da sorun. Öteki perukanız da perukacıda.
ADAM - Demek sen?
I. H ZMETÇ - Öyle ya Bay Yargıç! Geldi iniz zaman kafanız cascavlaktı. Hatırlamıyor musunuz?
Kafanızın kanlarını da ben yıkamı tım?’ ”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:12)
“Kar durmadan ya ıyordu ve artık karın çatıdan dü erken çıkarttı ı kayma sesiyle aplamayı
duyuyordu. Duman binlerce bacadan yükselmekteydi. Her ey öylesine net ve ayrıntılıydı ki, karları gagalayarak
solucan arayan bir kargayı bile seçebiliırdu. Derken, zamanla mor gölgeler koyu altı, arabaların, çayırların ve
malikanenin kendisinin üstüne kapladı. Her ey yutulup yok oldu. Artık ye illikli oyuktan hiçbir ey kalmamı tı
geriye ve ye il çayırların yerinde sanki binlerce akbaba tarafından didiklenip cascavlak kalmı akev alev yanan
yamaç vardı. Orlando göz ya larına bo uldu ve solu u Çingenelerin kampında alıp onlara hemen ertesi gün
ngiltere’ye yelken açması gerekti ini bildirdi.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:104)
Cassandra : Eski Grek Mitolojisi’nin kadın kahramanlarından. Truva kralı Priamos’un kızı. Grek ve Eski
Roma Tanrılarının en kudretli ve ünlülerinden biri olan APOLLO <Tanrıların Tanrısı Zeus’un Leto’dan olan
o lu, avcılık tanrısı Artemis’in ikiz karde i ki gerek tanrılar ve gerek insanlar için “ideal”i temsil eder: Müzik,
iir onsuz olmaz ve kahinli i, ileriyi görücülü ü ile ba ı çeker > ona a ık olur; Cassandra naz edince, ona, e er
birlikte olurlarsa, “ileriyi görücülük, bilicilik” yetisini arma an edece ini söyler. Cassandra önce o yetinin
verilmesinde ısrar eder, birliktelik ondan sonra gelecektir; Apollo(n) ona inanır ve istedi ini yapar ama
Cassandra kendini vermeye yana maz. Ünlü tanrı öfkelenir, verdi i yetiyi geri çeker. Ondan öyle,
Cassandra’nın söylediklerine kimse inanmaz. Literatür’de de, önce inanılmaz gibi görünen ama sonra
gerçekle ip insanları a ırtan olumsuz olaylara “Cassandra Sendrom’u” denir. 1990’larda, Yugoslavya’da
olu agelen ve Nazi’lere kar ı bir iç direnci sahneleyen “Cassandra Crossing” isimli ahane bir film yapılmı tı.
“VE BEN TERK ETMEN GEREK RSE
Ve beni terk etmen gerekirse
Söylerim
Cassandra’nın
Gölgesinin
Gözlerimden geçti ini
Söylerim
Kuyruk acısı içindeki yıldızların
Sadece gökyüzünü yaktı ını
Uzatmak için azabımı.”
(Ben Okri <d.1959>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.02.10)
Cassis tutissima virtus : (LAT.,DAVR.) <Ka’sis tu’tissima vir’tus> : Cesaret, en korumalı mi ferdir =
Courage is the safest helmet ( NG.)
Castor ve Pollux tapına ı : (D N,MYTH.,YUN.) Zeus ile Léda’nın ikiz o ulları: bu mitolojik kahramanlar
adına, Girgenti-Sicilya’da in a edilmi tapınak. Zamanla bu ikili gökyüzüne gönderildiler ve k i z l e r B u rc u’nu olu turdular.
“Ekselans, harabeleri ziyaret etmek için rehberlik edece im. Size Castor ve Pollux tapına ını,
Olimpos’lu Jupiter tapına ını, Junon Lucinienne tapına ını, antik kuyuyu, Théron’un mezarını ve Altın Kapıyı
gösterece im.”
(A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu’, sa:46)
Casus conscientiae : (LAT.,PSYCH.) <Ka’sus kon’sien’tiay> : Bilinçli bir olay = A case of conscience
( NG.)
Casus fortuitus : (LAT.,KOLL.) <Ka’sus for’tui’tus> : Bir ans meselesi = A matter of chance ( NG.)
catharsis : (PSYCH.,) <katarsis> : çe bastırılmı bir duygunun dı arı bo altılması ya da psikopatolojiye
neden olmu faktörün düzeltilebilmesi için yapılan psikoterapi
“Catharsis : Psikanaliz’de, cathect, ‘ruhsal enerji ile enfiltre etmek, doldurmak’ anlamına gelir.
Catharsis, ilk kez FREUD tarafından, ‘serbest ça rı ım’ (free-association) yöntemini kullanırken, hastanın
bilinçötesinden bilincine getirdi i ve yeniden ya adı ı bastırılmı fikir veya ya antılara verdi i isimdi.
Abreaction ile sinonim’dir. Catharsis activity ise, grup psikoterapilerinde, özellikle psiko-drama’da, hastaların
bilinçötesi duygularının bilinç alanına konu madan ziyade eylem yoluyla aktarımları demektir.
Cavalier (cavaliere) servante : ( TA.,SOSY.) <Kava’liye -erkek- (kava’liyer - di i ser’vante> : Hizmet veren
bir bay ya da bayan; evli bir hanım’ın sevgilisi; bir hanıma refakat eden kimse (eskort) = A serving cavalier; a
aarried woman’a lover; a lady’s escort ( NG.)
Cave canem : (LAT.,KOLL.) <Kave kanem> : Dikkat köpek var burada! = Beware of the dog ( NG.)
Cave quit dicis, quando et cui : (LAT.,SOSY.) <Kave kuit di’kit, ku’andı et kui> : Ne söyledi inizden,
ne zaman ve kime, (lütfen) sorumlu davranın! = Take care what you say, when, and to whom ( NG.)
Cavır : Gavur (Müslümanların dı ındaki tüm Hıristiyanlar)
“Laf olsun diye bekçiye sordu:
‘Bu sakal i ine bir çare bulamadı gitti cavırlar, he mi Mustafa?’ Bekçi:
‘Damdan dü er gibi!’ diye dü ündü. Sonra, ‘Alaman’ın kıralı bulmu ’ dedi.”
(F. Bayburt, “Yılanların Öcü”, sa:143)
Cavla ı çekmek : Ölmek, gebermek (Argo)
“Yeniden sıraya geçen vayk, yanındaki esire dönüp, ‘Bu arkada tabii ki görevini yapıyor,’ dedi. ‘ama
hayatını tehlikeye attı ının farkında de il çocukca ız. Dü ünsene karde lik, ya tüfek dolu olsa, ya emniyeti de
kapalı olmasa ne olurdu? Birinin omzuna dipçikle vurmaya kalktı ın zaman namlu sana dönüktür; silah kazara
ate alsa kur un a zından girip ensenden çıkar, sen de görev ba ında cavla ı çekersin.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:II, sa:203-4)
“Eh, ne olur, ne olmaz, bu kadar zaman var, zatınızla ahbaplı ımız; belki sizin bilmeyerek kırmı ımdır
hatırcı ınızı, belki sizin bilmeyerek incitmi imdir yüreci inizi... Saklasın mevlam, cümbür cemaat hepimizi ama,
ne olur, ya ne olmaz, yarın sabah ben çekersem cavla ı bu deli dünyadan, artık eksik hakkınızı helal edersiniz
gayri!..”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:197)
“ADAM - Raporda imdi, gotik harflerle ‘Ruprecht Tümpel!’ <Alm.:su birikintisi> yazılı! te
burada, cebimde hazır duruyor. Namusum hakkı için seneye bugün gel al! Ruprecht Batavya’da cavla ı çekti
dedikleri zaman, kendine yas yele i, yaz önlü ü biçmek için patron yaparsın!”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:28)
Cavlak : Kafası dazlak, çıplak, çırılçıplak
“Cavlak ve iri kafalı, kır sakallı bir adamdı. Tahta baca ına ra menn güçlü bir görünümü vardı, ancak
yüzüne bakıldı ı zaman altmı ya ından fazla oldu u anla ılıyordu. Basamakları tak tak çıktı. Genizden gelen bir
sesle konu madan önce Scarlett onun da lardan geldi ini anladı.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:II, sa:959)
Cayır cayır kavrulmak, yakmak, yanıp gitmek, yanmak : Ate ler içinde yatmak (vücut); dev alevlerle
güldür güldür yanmak
“Kandili eline aldı, iyice tuttu. Bir kö edebir yı ın ot kurusu: abla, yavraz, kadın dü mesi, ince çayır...
‘Bir ate vereceksin, yanıp çıkıp gidecek cayır cayır... Yanıp çıkıp gidecek dürzünün evi...’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:215)
“Ben bunu bir kez, a ustos ayında yaban örde i palazı avına geldi im zaman görmü tüm. Sıcaktan
cayır cayır yanan bu yörenin o üzünçlü ve yabanıl görünümünü unutamam.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:96-7)
“Dosdo ru Zverkov’a yöneldim. Kendimi öyle yorgun, öyle bitkin hissediyordum ki, bu durumdan
kurtulmak için ölümü bile göze alabilirdim. Ate ten cayır cayır yanıyordum; terden sırılsıklam saçlarım
kuruyunca alnıma, akaklarıma yapı mı tı.”
(F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:109)
“Çocuklar büyük bir beceriyle bizi Almanların mayın tarlasından geçirdiler, sıcaktan cayır cayır yanan
bir plajda yüzmeye götürdüler, deniz kur un rengindeydi ve iyotluydu. Daha sonra hepimiz birlikte neredeyse
hiç konu madan tepeyi tırmandık, bir bademlikteki kocaman bir zeytin a acının altına uzandık, çocuklar eski
putatapar rahipler gibi çevremizde bir daire olu turarak oturdular ve arkı söylediler.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:95-6)
“MEYDANCI, Plutus’un elinde tuttu u deyne i yakalıyarak. -... Lakin imdi de büyük bir talihsizlik
oluyor: Sakal, alev olarak geriye do ru fırlıyor, hem tacını hem de gö sünü tutu turuyor, ve bu nedenle, ne esi
acıya dönü üyor. Onu söndürmek için herkes ko up geliyor, fakat hiç kimse alevlerden yakasını kurtaramıyor.
Onlar çırpınıp tepindikçe de, alevler büsbütün etrafı sarıyor. Tüm maskeliler alayı, cehennem ögeleriyle sarma
dola olmu , cayır cayır yanıyor.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:51)
“Çenemi tuttu, hala gözlerime bakmakta devam ediyordu:
-Ah, zavallı küçük, sen onun için yıllardan beri çıra gibi cayır cayır yanıyorsun. O hayvcan, seninle
beraber kendi kendine de yazık etmi . Bu a kı, o, ba kasında zor bulur.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u, “sa:347-8)
“Yoldaki ta lar, kızgın kömür korlarıymı gibi, ço u yalınayak yürürken mızıkacıların tabanlarını cayır
cayır yakıyorlardı.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:69)
“Adamdan ayrıldıktan sonra bir saat sonraydı. Güne batıya yıkılmı tı ya, gene ortalı ı cayır cayır
kavuruyordu. Yolun kıyısında yaprakları tozdan apak olmu tek bir ya lı dut vardı.”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:27)
“WALTER - Allah esirgesin! Sizinki tıpkı Sodom ve Gomorra gibi cayır cayır yanmı tı!
LICHT - Daha do rusu - Ha a huzurunuzdan efendimiz! - içine kedi yavrulamı tı!”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:86)
“O... Markizi ve çocukları ne yaptıklarını bilmeden sa a sola ko turmaya ba ladılar. Ate ve kur un
ya muru arasında kalmı lardı. Çaresizlik içinde cayır cayır yanan eve kaçtılar tekrar.”
(H. von Kleist, “Locarno Dilencisi-O... Markizi”, sa:18)
“ stanbul’un büyük yangınları umumiyetle Haliç boyunda, ayak takımının oturdu u semtlerden
çıkmı tır. Bir kalafat <gemi dö emesi ziftleme ve tamiri i leri> yerinde tutu an fundalar, bir bekar odasında
devrilen bir amdan, tütün tiryakisi bir bekar u a ının yatak içinde çubuk içmesi ve çubu unu söndürmeden
uyuması, koca ehrin cayır cayır yanması, stanbul’un üçte birinin, yarısının, hatta dörtte üçünün mahvolması
için kafi gelmi tir.......Hicri 1262, Miladi 1846’da Zabtiye Müdürlü ü <Emniyet Umum Müdürlü ü>, H. 1285
ve M. 1868’de, ehiremaneti- Belediye daresi Te kilatı kuruldu ve stanbul ehri bir takım Belediye dairelerine
ayrıldı. Her belediye dairesi kendi idari hudutları içindeki i ler arasında, büyük kısmı ah ap stanbul için her an
afet olabilecek yangınlara kar ı tulumbacı takımları kurmayı da vazife bildi. Belediye daireleri merkezlerinde
te kil edilen tulumbacı takımlarının efradı da o semtin hammal, ırgad, kayıkçı, mavnacı, arabacı gibi ayak
takımının arasından seçildi.”
(R.E. Koçu; “ stanbul Tulumbacıları”, sa:14;64-5)
“Gerisini biliyorum, ko u tan çıkarken gördüm onu, pijamasını bir kolundan tutmu yerde
sürüklüyordu, di fırçasını da a ızlık gibi di lerinin arasına sıkı tırmı tı. Onu görünce a ırdım, yıkanmaya
gidiyor sandım, oysa Jaguar, Vallano gibi de ildir, Vallano her hafta yıkanır, hatta üçüncü sınıftayken ona
‘Balıkadam’ derdik. Dilin sıcak, Ta aksız, cayır cayır ve uzun.”
(M.V. Llosa, “Kent ve Köpekler”, sa:319)
“Orada (Ciénaga, Maksika) ülkenin aslında en güzel eyi olan trene binilirdi, hani u bildi imiz trene;
uçsuz bucaksız muz plantasyonları katedilir, kızgın güne altında cayır cayır yanan da ınık, tozlu kasaba ve
köylerin ıssız ve yapayalnız istasyonlarında dura dura ilerlenirdi.”
(G.G. Marquez, “Anlatmak çin Ya amak”, sa:12)
“Ona inanmak için do aüstü bir çaba harcadım, ama a k mantı a galip gelmi ti. ‘Orospular!’ dedim,
içimi cayır cayır yakan bir ate le kahrolarak. ‘Siz busunuz i te!’ diye ba ırdım: ‘Orospu bokları! Artık ne senin
hakkında bir ey duymak istiyorum, ne de dünyadaki ba ka bir karı hakkında, hele onunla ilgili hiçbir ey.’ ”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:92)
“Terasa çıktı ımız zaman ay, da ların ardından yükseliyordu. Nefes kadar hafif ve ılık rüzgar, sahra
kokuları getiriyor, bütün bir gün sıcaktan cayır cayır yanmı bu esrarengiz beldenin tatlı serinli ini ortaya
yayıyordu.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:110)
“HANNAH - Hemen hazırlanalım ki yarın gün do arken kalkıp kasaba alanında ansımı
deneyebileyim.
SHANNON - Yarın sıcaktan cayır cayır yanan o alanda ne bir suluboya ne de bir taslak satabilirsin
Bayan Jelkes, hayatım, gerçekçi ol biraz.”
(T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:122)
“Neredeyse kör oldu unu sandı Flush, önce güne en, sonra gölgeden. Soka ın bir yarısı cayır cayır
yanıyordu; öteki yarısı acı so uktu. Kadınlar kürklere bürünmü geçiyorlardı, oysa bir yandan da güne
geçmesin diye ba larına emsiye tutuyorlardı. Sonra, sokak sıyrılmı kemik gibi kupkuruydu.”
(V. Woolf, “Flush”, sa:91)
“Buteau, Lise’i hala kolları arasında tutuyordu. imdi, damarlarındaki kan bir arzu ile tutu uyormu
gibi, ikisi de cayır cayır yanıyordu. Buteau, Lise’i birdenbire bıraktı, yalınayak, o da dö eme ta ları üstüne atıldı.
-Ben de gidip bakayım, dedi.”
(E. Zola, “Toprak, Cilt:II, sa:368)
“Dü ünün bir... küçücük bir oda, yakıp kavuran ö le sıca ında cayır cayır yanıyor.. Küçük bir oda, bir
masa ile bir sandalye ve karyola sadece.”..... “Sıcak günden güne artıyor, fakat ya mur bir türlü gelece e
benzemiyordu. Güne ilk saatlerinden ak ama kadar cayır cayır yakıyordu..”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:51;74)
Caymak : Vazgeçmek, fikir de i tirmek
“Çevremdeki insanlar ba ka eyden söz edemez oldular. Yakla an yıl, ön belirtiler, kehanetler... Gelsin!
diyorum kimi zaman kendi kendime; bo altsın artık mucize ve felaketlerle dolu heybesini! Sonra cayıyorum bu
dü ünceden; tüm o güzel yıllara geri gidiyorum belle imde, her günü ak amın zevklerini beklemekle
geçirdi imiz o sıradan, iyi yıllara. Ve a ız dolusu lanet okuyorum kıyamete tapanlara.”
(A. Maalouf, “Yüzüncü Ad” -Baldassare’nin Yolculu u-, sa:11)
“Sen tutum de i tir de cayayım dü üncemden,
Yumu ak bir sevgi koy nefret yerine bir yol;
Göründü ün gibi ol: cömert, sıcak sevecen;
Hiç de ilse kendine yumu ak yürekli ol.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:10, sa:61)
Cebe atmak : A ırmak, çalmak; Ba kasının hakkını yemek; Aldıktan sonra geri vermemek
Bk.: Cebe indirmek, Çalmak
“-Peki, ne yaptınız parayı?
-Olmu -bitmi bir i ... gizleyecek de ilim... cebe attım. Niye bana öyle baktınız? Bekleyin, hepsi bu
kadar de il. Bakın, daha neler oldu...”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:142
“Benim onunla ilgilenmeme de bu alı ılmamı araçları görmem sebep oldu. Onun bu hali, önünden
gelip geçen yı ınların ne esini kamçılıyordu; ona gülüyorlardı; di erleri bakır paraları cebe atarken ihtiyarın
apkası hep bo kalıyordu.”
(F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:21)
“Ku un avlanmasını i renç bulmu lar, öte yandan sikkeleri cebe atmanın hiç de fena olmayaca ını
dü ünmü lerdi. Ama bu dü üncenin karma ıklı ını do ru dürüst açıklamak pek öyle herkesin becerebilece i bir
i de ildi.”
(H. Hesse, “Masallar”, sa:248)
“Dola ırken masanın üzerinde bir yirmibe lik görmü tüm. Çil, yusyuvarlak, yumu acık bir yirmibe lik;
kötü bir ey yaptı ımı bile bile cebime atmı tım onu. O gece eve döner dönmez de yaptı ım i i söyleyince babam
küplere binmi ti, çabuk, imdiden tezi yok götürüp geri vereceksin, demi ti de anam engel olmu tu...”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:92)
“Daha sonra da siyasi de i iklikler ve dünyanın yozla ması sonucu yönetimdeki hiç kimse artık sanatı
ve edebiyatı dü ünmez olmu tu. Do ru dürüst bir çözüm yolu arayıp durmaktan yorgun dü erek, Delgadina’nın
bana vermi oldu u mücevherleri cebime attım, halk pazarına çıkan kasvetli bir ara sokakta onları rehin vermeye
gittim.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:99)
“Joaquim Sassa ak am yeme inin parasını ödedi, içeridekilerle veda etti, kıza kendisine verdi i bilginin
kar ılı ı olarak yüklüce bir bah i bıraktı, han sahibi onu cebine atabilirdi, açgözlülükten çok küskünlük
yüzünden, insanların eliaçıklı ı ne kadar iyi olduklarıyla do ru orantılıdır...”
(J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:60)
“(Kafka’nın ‘Dava’sından.) Ya amda ayakta kalamıyorsun, ama ya amda kendine rahat, kaygılardan
uzak, kendini suçlamayaca ın bir ey edinmek için, benim sendeki ayakta kalma yetene in çalıp bunu kendi
cebime attı ımı kanıtlıyorsun.”
(A. Storr, “Yaratama Dürtüsü”, sa:75)
“Özellikle de Valerie ve Theophile’in dükkana yerle melerinden ho nut de ildi. Bu ikisinin kasadan
cebe attıklarından ku kulanıyordu. Valerie, Berthe gibi çalı kan de ildi, kasanın arkasında tahta çıkmı gibi
oturuyordu.”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:III, sa:119)
Cebe dalmak : Yankesicilik yapmak
“Sözlerini, amcak en yakınında olanlar anladılar. Ama söylediklerine kimse anlayı göstermedi.
Ö retici yumruklarla, inandırıcı tekmelere hedef oldu. Bir ey yaptı ı söyleniyordu; ama bu yaptı ının ne
oldu unu bilebilmeyi çok isterdi. Yakalanmı mıydı acaba? Serbest eline baktı. Hayır; henüz hiçbir cebe
dalmamı tı bu el. Mendiller, taraklar, aynalar gibi, her zaman çalabilecek ufak tefek bulurdu.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:369)
Cebe indirmek : A ırmak, kendine haksızca pay ayırmak, çalmak; Hiç utanmadan ya da itiraz etmeden verilen
paray kabullenmek
Bk.: Cebine akmak; Cepleri doldurmak
“Haberin yok, anlatmadım sana - bir hikaye bu. Kafir! Üç hafta önce bana bana takılmaya ba ladı: ‘Sen
diyor üç bin yüzünden ahmakça enselendin. Ben de dul bir hatunla evlenip yüz elli bini cebe indireyim.
Petersburg’da kagir bir ev alırım.’ ”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:139)
“Çiftlikte yeni bir ey ö renilmi ti: Kudret bey demek, geceleri evinde geçirmek için Müdür’e elli bin
vermi ti? Peki Müdür bu parayı yalnız mı cebe indirmi ti?”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:112)
“Denizde açlık ve susuzlu a dayanarak on gün ya amanın karlı bir i olaca ını hiç dü ünmemi tim.
Ama imdiye kadar on bin pesoyu cebe indirdi ime bakılırsa karlı bir i mi me er.”
(G.G. Marquez, “Bir Kayıp Denizici”, sa:116)
“Ne yazık ki, o sırada bilmedi im ve aradan iki yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra ö rendi im bir
ey vardı: oförün mü terilerinden biri de M. de Charlus’tü ve oföre parasını ödemekle yükümlü olup ( oförle
anla arak kilometre sayısını üçle, be le çarpmak suretiyle) paranın bir bölümünü cebine indiren Morel,
(ba kalarının yanında tanımıyormu gibi yapsa da), kendisiyle sıkı bir dostluk kurmu tu ve uzak yerlere gidip
gelmek için onun arabasını kullanıyordu.”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:418)
“HIRSIZ - Ben haddimi bilirim Kaptan..... Dalıyorum eve, birkaç ka ık, bir iki parça elmas, Allah ne
verdiyse, indiriyorum cebime. Sonra biraz amata ediyorum. Enselendim mi tamam.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:94)
“Genç kadın sararıp bir çı lık attı:
-Tanrım! Kocam bunu gördü mü?
Genç adam merak etmemesini, kocasına göstermeden faturayı cebe indirmek için epey ter döktü ünü
anlattı.”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:135)
“Bayan Raquin, Laurent’in elinin darda oldu unu bildi inden, biriktirdi i be yüz frangı bir keseye
koyarak, daha nikahtan bir hafta önce ona vermi ti. Genç adam, hiç itiraz etmeden parayı cebe indirdi, kendisine
yeni giysi aldı.”
(E. Zola, “Thérese Raquin”, sa:161)
Cebelle mek : Didi mek, u ra ı vermek, ölüm-kalım mücadelesi yapmak
“Durmadan, ü enmeden, Rakım’ı kendinden geçiren sahneler yaratan bu pembe dudakların arkasında
bamba ka bir Rabia var. O, yüzü bazan zaferle, buru an orta ya lı, kısa boylu, sivri sakallı eytanla
cebelle iyor.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:291)
“Kurtarma takımı geldi inde, çocu u yarı baygın buldular. Be saattir suyla cebelle iyordu. ki gün
sonra Boston Globe, ba sayfadan ‘Küçük Yüzücü’ ba lıklı hikayesini yayınladı.”
(D. Brown, “Melekler ve eytanlar”, sa:396)
“Birkaç haftadan beri gece gündüz ünlü bir demiryolu davasıyla u ra ıyordum. Mahkemeyi ancak iki
gün önce kazanmı tım. Aslında yıllardan beri hiç ara vermeden yasa ve mahkemelerle cebelle ip duruyordum.”
(O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:28)
“Beraberce yukarı çıktık. Smith benim odamın kapısı dı ında dimdik beni bekliyordu. Ben öbür
hem ireye benim kapımı kilitlemesini rica ettim, zira o ak am Smith’le daha fazla cebelle mek istemiyordum.
Ona da üstelik, ‘ yi geceler, Smith!’ dedim.”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:159)
“Ancak böylelikle anlayabilmi tim o kadar az bir süre içinde o kadar çok ey yapabilmemizin nedenini.
Kendimi kütüphanedeki tabureye çıkmı olarak, onu da üzerinde o çiçekli kısa giysisiyle kalkmı , kurtarmak için
kitapları elimden alırken hatırlıyordum. Fırtınayla cebelle erek, bileklerine kadar yükselen suyun içinde
sırsıklam bir halde evin içinde oradan oraya ko tu unu görüyordum.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:61)
“LAFORGUE’DAN ES NLENEREK
<Martin Bell’in anısına>
-------------------------------------------Ve su, bula ıkhane çinilerinden yükselir
Ve buhar olarak ızgaradan. Cenazeler vardır
Bir mil boyunca soka ı tıkayıp kabartan
Mezarcılar pompalarla cebelle ir ve papaz
Tutunmaya çalı ırken söyleyi ine.”
(Sean O’Brien <d.1952>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.04.06)
“DOST
-------yorgundu
yata a gömüldü
eski bir sur gibi çözülerek
ayrılıkların getirdi i uzaklarla cebelle erek
kalkıp
hayali a açlar sanıp saldırır bana
diledi i gibi kullanarak
kimsesiz bo lu a bürünerek
görünen gerçekli in sessizli iyle beni ba lar”
(Ceryes Samawi<d.1959>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 11.05.06)
Ceber(r)ut : Acımasız, zorba
“Aslında kamplar içindeki havada müzik hiçbir zaman eksik de ildir. Tutuklular toprak kazarken, ta
kırarken hoparlörlerden Bach filan dinlemi tir. Sarsıcı olan onların ba ında nöbet bekleyen ‘Halt!’ ‘Los, los!’
gibi kaba sesler çıkaran iri yarı, ceberrut Almanların da bu müzi i seviyor olmaları.”
(Füruzan, “Ev Sahipleri”, sa:72)
Cebi delik : Meteliksiz, parasız
“Koca Louis cüzdanını çıkardı, masanın üzerine koydu.
-N’oluyor arkada ? Cebi delik mi sandın bizi, ha? te, al bak, para verelim istersen.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:159)
Cebinde be parası olmamak : Bk.: Be parası kalmamak, olmamak
Cebinde metelik bulunmamak, kalmamak : Parasız kalmak
Bk.: Meteli e kur un atmak, meteliksiz kalmak
“Bu yüzden biraz borçlanmı ve para temini için bir sürü çarelere ba vuranların durumuna dü mü tü.
Nihayet, bir sabah, daha ay sonuna tam bir haftalık zaman olmasına kar ılık cebinde metelik bulunmadı ını
görünce, bazı eyleri satmayı dü ündü...”
(G. de Maupassant, “Mutl uluk”, sa:139)
Cebinden ba ımlı : Hala birinin cebinden yiyen
“Hala, otuz ya ındayken, yabancı sofralarda bir ka ık dü manıdır, eski püskü siyah aday üniforması
çinde ders veren biri, hala annesine cebinden ba ımlıdır..”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Hölderlin’, Cilt:I, sa:236)
Cebinden çıkarmak : Birinden çok üstün olmak
“Ama çocuk kendini ezdirmedi. Gözü pekti, sınıfta cesaretiyle, ‘acı kuvvetiyle’ ün almı tı. Atılgan ve
çalı kandı. Hatta aritmetik ve genel tarihte ö retmen Dardanelov’u cebinden çıkaraca ını söylerdi.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:4)
“GÜLTEN - Do ru efendim. Yarım felsefeci, her eyi bildi ini sanan bir budaladan farksızdır.
EMEL - Ben de sizin gibi dü ünüyorum. Mesele insanın kendini yeti tirebilmesinde. Ben liseyi bile
bitirmedim. Ama birçok üniversite mezunlarını cebimden çıkarırım. (Oturur, içini çeker.) Bırakalım bunları.
Biraz da hayatınızdan bahsediniz.”
(S. Engin, “Suçlu”, sa:48)
Cebine akmak; girmek, gitmek : Para kazanmak
“Kadın, cücenin istedi ini yapmasına göz yumdu, imdi sesi kesilm ti. Ku kusuz paranın kendi cebine
girece ini sanıyordu. Ama burada yanılıyordu i te. Therese’ye kuru verilmeyecekti.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:226)
“Bizlerin yalnızca bir takım de il, çe itli kurumlardan gelen üç veya dört takım olu turdu umuzu
dü ünürseniz, hasatın sonunda epey para toplanabilece ini benden iyi hesaplayabilirsiniz. Bize paranın ucunu
bile göstermezlerdi. Bizler hep paranın kurumda birilerinin cebine aktı ını hesaplardık.”
(J. Laing, “Sistemde Elli Yıl”, sa:19-20)
“Terzi güzel kur uni ceketi aldı ve doktorun söylediklerini dü ündü. Bu gibi zamanlarda sa lanması
görenek olan eyleri sa laması gerekiyordu. Ne yapsın, hemen i e koyuldu. Bu kur uni ceketten alaca ı para kim
bilir nereye harcanacaktı. Be on kuru belki marangozun, çocuk tabutları yapan marangozun cebine girecekti.”
(F. Molnar, “Pal Soka ının Çocukları”, sa:193)
Cebine davranmak : Para çıkarmak için elini cebine sokmak
“Biraz sonra Kadri, Baytarın öteberisini getirdi: A zına kadar dolu üç halı heybe, bir Alman filintası, üç
sırma i leme fi eklik, iki tabanca, birkaç çok güzel örülmü büyüklü küçüklü hezaren sepet, sandık, bir eyer, bir
dizgin. Kaptan öteberiyi getirdi, kö eye yerle tirdi. Poyraz:
‘Gel Kaptan,’ dedi, cebine davrandı. Kadri Kaptan:
‘Olmaz Poyraz Reis, Baytar Efendiden hiçbir ey alamam. Beni ba ı la,’ dedi, ‘o senin arkada ın de il
mi?’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:172)
Cebinin içi gibi bilmek : Bir yeri adeta ezbere, çok iyi bilmek
Bk.: Gözü kapalı bilmek
“Gece bastırdı ında, kayı ımız bir hayli uzaklara sürüklenmi ti. Irma ın ‘Eski Tuna’ adını alan kolunda
ilerliyorduk, az sonra çok daha dar bir ba ka kola girdik. Orada artık ben de iyice yönümü a ırdım. Kendisini
tanıyanlar Codine’in bataklıkları cebinin içi gibi bildi ini söylerlerdi.”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:55)
Cebi para görmek : Evvelden pek o kadar varlıklı de ilken, u ya da bu nedenle biraz para kazanmak
“Çünkü Henri Beyle, bu beklenmedik görevler sayesinde cebi para gördü ü için, imdi güzel, pırıl pırıl
bir fayton satın almı , Foy kahvesinde kahvaltı ediyor.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Stendhal’, Cilt:III, sa:149)
Cebi i kin : Varlıklı, zengin
“Berta ’nın kocası, -kimileri için vah i, kimileri içinde ata sporu sayıan- avcılık yoluyla avcılara ya am
sanatı hakkında bir eyler ö retmeye çalı ıyordu. Cebi i kin ama acemi biri ondan yardım almak istedi inde
adamı alıp ıssız bir yere götürüyordu.”
(P. Coelho, “ eytan ve Genç Kadın”, sa:59)
Cebi yanmak : Mali bakımdan zarar görmek, para kaybetmek
“ ‘Bunu yapmakla elime ne geçecek be adam!’ diye sözünü kesti Trujillo, sinirli görünüyordu. ‘Merkez
Bankası’ndaki dolarların benim hesabıma geçmesinin bana ne yararı olur?’
‘Bundan sonra zararına çalı an üç yüz i letmenin kaybı sizin cebinizi yakmamı olur, ef. Bir kez
daha söyleyeyim, böyle devam ederse bütün bu i letmeler iflas eder. Bu teknik bir öneri.’ ”
(M.V. Llosa, “Teke enli i”, sa:144)
Cebrail : (D N, MÜSL.) : Ya da “Cebreil”, “Cibril”, brani’ce: “Gavriel: Allahın kulu”. slam inancına göre
dört büyük melekten biri: Azrail, Cebrail, srafil ve Mikail. Hz. Muhammed ve di er meleklere vahiy indiren,
gerekti inde onları teselli eden, güç veren melek.
“Buyurdu ki: Bir an dü ünmek, altmı yıl ibadet etmekten daha hayırlıdır. Bu dü ünmekten gaye, sadık
dervi in huzurudur; çünkü o ibadette hiçbir riya (hile hurda) yoktur. üphesiz, o, huzursuz yapılan zahiri (görülen)
ibadetten daha iyidir. Namazın kazası vardır, huzurun kazası yoktur. Bazı fakirler zahiri terkettiler ve ‘Kalb
huzuru ve Fatiha olmadan namaz olamaz’ dediler. Onların yanında kitabın Fatihası bir huzurdur. Öyle bir huzur
ki Cebrail bile gelse tokat yer. Cebrail daha Peygamber’in yanına ula mamı tı. Peygamber ona: ‘Gel!’ dedi.
Fakat o: ‘Bir parmak daha yakla ırsam yanaca ım’ dedi. O eyhe: ‘Tanrı seni Cehenneme götürsün’ dedim.
O da: ‘Ka ki <ke ke> götürseydi de nurumun Cehennemden ve Cehennemin de müminin nurundan nasıl olaca ını
görseydim’ dedi.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:91)
Ce-ce : Bebe i e lendirmek için yüzünüzü bir saklayıp bir gösterme (Pick-a-boo -Engl.-) oyunu
“Bebeklerde ve yeni yürümeye ba layan çocuklarda, dostça bir biçimde ce-ce oynayın. E lenceye
oyuncak hayvanları ve ailenin evcil hayvanlarını da katın.”
(L. Carroll & J. Tober, “indigo çocuklar”, sa:93)
Cehennem; Cehennem azabı, Cehennemi, Canları cehenneme: Günahlarından dolayı ya amdan sonra öyle
birinin gidece i varsayılan yer ve o konuda söylenen ilenç; Yanma olayı; orada olası çekilecek ıstırap
“UYKUSUZ GECE
---------------------Ve her eyin bitti ini bilmek
Ya amın korkunç bir cehennem oldu unu,
Oh! Nasıl da biliyordum
Bir gün dönece ini.”
(A. Ahmatova<1889-1966>, “yaban balı özgürlük kokar”, sa:21)
“Yüzlerce hayat yaratabilecek kadar güçlü ve yetenekli insanların kendi özel hayatlarını cehenneme
çeviren birçok zaafı bünyelerinde barındırmalarındaki a ırtıcılık...”
(A. Altan, “ çimizde Bir Yer”, sa:41)
“BOYLAM
------------effaf bir perde, kuzgunun gözkapa ı,
yaban güllerinin cehenneminde kızarmı
erkenci bir yıldız,
sabaha kar ı uyandırıyor seni , cahil, saf,
ve insan adlarıyla dolduruyor
gölgeni.”
(P. Auster<d.1947>, “duvar yazısı”, sa:19)
“Bizi oynatan ipleri eytan tutmada!
Ö ürtücü eylerde ne tatlar buluruz;
Le gibi karanlıkları geçip, korkusuz,
neriz cehenneme her gün biraz daha.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri-Okur’a”, sa:19)
“Chuang Tsu Üzerine Derin Dü ünceler
1.
Ak am. Samandan çatısı günbatımının.
West End Record Bar’dangelen türküler. Kuru rüzgar
tutu uyor seslerle. Dlamini,
çıldırmı görünüyor, haykırıyor
maltızının önünde.
Malawi’den gelen Washman’lar yürüyorlar
dü e kalka
neon ı ıklar cehennemine.”
(Robert Berold<d.1948>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 22.12.05)
“Bir melek yanıma geldi ve öyle dedi: ‘Ey zavallı, ey aptal genç adam! Ne korkunç, ne deh etli bir
durum! Tüm bir sonsuzluk için kendini hazırladı ın ve ko a ko a gitti in o sıcak, o kızgın zindanı <cehennem>
dü ün!’
-Belki korkunç yazgımı bana göstermek istersin ve üzerinde dü ünüp hangimizin yazgısının daha
arzulanabilir oldu unu görürüz,’ dedim. <Beraberce cehenneme inerler> .......... De irmenin içinden geçip bir
ma araya vardık. Ma aradan a a ı do ru, altımızda yeraltı gö ü gibi beliren uçsuz bucaksız bir bo lu a dek, el
yordamıyla, bitmek tükenmek bilmeyen, dolambaçlı ve yorucu yolu izledik: burada a açların köklerine
tutunarak bu bo lu un üzerinde asılı durduk.............. Yanan bir kentin dumanları gibi kızıl renkli Sonsuz
Cehennem gitgide belirginle iyordu: altımızda, çok uzaklarda, kara ama parlak bir güne vardı; güne in
etrafında, sonsuz bir uçurumda uçan, daha do rusu yüzen avlarının pe inde dev gibi örümceklerin dolanıp
durdu u kızıl yollar vardı. Küfün olu turdu u i renç hayvan ekillerindeki yaratıklardı bu avlar ve hava bunlarla
doluydu, sanki bunlardan olu mu tu: Bunlar iblislerdir ve Hava Güçleri olarak adlandırılırlar...”
(William Blake, “Cennet ve Cehennemim Evlili i”, sa:47)
“En azından, kendi kendimle konu urken böyle diyordum; ama bu hayatı, peronun öbür tarafında benim
için hazır suran bir treni andıran bu hayatı imdi dü lerimde ya ıyorum, o sıralar bana çekilebilir gibi görünen bir
ey, bir cehennem azabı olurdu, onu da biliyorum.”
(H. Böll, “ lk Yılların Ekme i”, sa:8)
“HASTALIK KORKUSU
-----------------------------ürküyorum gözlerimi kapamadan
ya amak istemiyorum karanlıkta, görmek
istemiyorum olanları
Paris hastaneleri tıka basa dolu, hasta
insanlarla
pencerelerde dikilip korkutucu i aretler
yapıyorlar
cehennemdeki melekler gibi”
(Breyten Breytenbach<d.1939>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 06.09.07)
“1300’lerin ba larında Dante Alighieri tarafından kaleme alınan eser, ortaça anlayı ını yeniden
ekillendirmi ti. Daha önce cehennem kavramı insanları hiç bu ekilde etkisi altına almamı tı. Dante’nin eseri bir
gecede soyut cehennem kavramını, anla ılır ve deh et verici bir hayalle somutla tırmı tı; açık, somut ve
unutulmaz. iirin yayımlanmasının ardından, Dante’nin yeniledi i yeraltı dünyasından kaçınan günahkarların
Katolik Kilisesi’ne kitleler halinde gitmeye ba laması a ırtıcı de ildi.” ..... “< talya’da, Floransa’daki ünlü San
Giovanni Vaftizhanesi> Vaftizhanenin hayli yüksek sekizgen kubbesi, bir uçtan di erine yirmi dört metreydi.
Adeta kor gibi yanıyor ve ı ıklar saçıyordu. Kehribar rengi altın yüzey, ortam ı ı ını bir milyondan fazla smalti
camıyla <Saf silis camından, elle kesilmi sıvasız minik mozaik parçaları> farklı biçimde yansıtıyordu.
Smalti’den olu turulmu mozaikler, ncil’den sahnelerin betimlendi i, ortak daireli altı dairenin içine
yerle tirilmi ti. ..... Langdon, bakı larını mozai in göbe ine çevirdi. Ana altarın tam üzerinde, kurtarılanlarla
lanetlenenlere yargıçlık yapan, sekiz metre boyundaki sa tasviri yükseliyordu. Dürüst olanlar sa’nın sa
tarafında sonsuz hayat ödülünü alıyordu. Sol tarafındaysa günahkarlar ta kesilmi , kazıklara geçirilmi ve türlü
yaratıklar tarafından yeniyorlardı. Tüm bu i kenceyi gözeten büyük eytan mozai i, insan yiyen bir cehennem
yaratı ı olarak tasvir edilmi ti.
Yukarıdaki korkutucu mozaikte boynuzlu bir eytan, bir insanı kafasından yeme e ba lıyordu.
Kurbanın eytanın a zından sarkan bacakları, Dante’nin Malebolge’sinde bellerine kadar gömülü günahkarların
kıvranan bacaklarını ça rı tırıyordu. ...... Tıpkı Dante’nin Cehennem’in son kantosunda tasvir etti i gibi,
eytanın üç ba lı oldu u izlenimini vererek, kulaklarından dı arı kıvrılan iki koca yılan da günahkarları yiyordu.
Langdon hafızasını tarayarak Dante’nin tasvirlerinden parçalar hatırlamaya çalı tı:
‘Altı gözünün altısıyla birden a lıyor ve ya lar kanlı bir salyayla birlikte, üç çenesinden birlikte a a ı
süzülüyordu. A ızların her birinde, de irmende çeker gibi, di leri arasında bir günahkarı ö ütüyor, böylece üç
günahkara aynı zamanda i kence yapıyordu.’
Langdon, eytanın kötülü ünün üç misli olmasının, sembolik anlamlarla dolu oldu unu biliyordu:
Kutsal Üçlü’nün üçlü nuruyla mükemmel denge sa lıyordu.” .....“Bu, Bertrand Zobrist! Sert bir ifadeyle bize
bakarken korkunç bir sessizlik oluyor. Sonra, aniden bir kahkaha patlatıyor, ye il gözleri ı ık saçıyor. ‘Bo
konferans salonunun canı cehenneme, diyor. ‘Otelim yan tarafta. Hadi, hep birlikte gidelim!’ ”
(Dan Brown, “Cehennem”, sa:85;301-2;360)
E k b i l g i : DANTE’nin ölmez eserinin, “Inferno-Cehennem” adlı bölümünün, Bl.: III, 1,3 kısmında,
kütüphanemdeki talyanca yazılmı eserin içindeki LATINCE bölümünün çevirisini, okuyucularıma fayda olur
diye buraya ekliyorum ( .E.):
“Cehennem’e giri kapısının üzerindeki Latince sözler):
per me si nella citta dolente
<Benim için, acı dolu ehre giden yol buradan geçer!>
per me si va nell’eterno dolore <Benim için, ebedi acıya giden yol buradan geçer!>
per me si va tra la Perdua Gente <Benim için, kayıp insanlar arasındaki yol buradan geçer!>
“Fetihçiler en sonunda yasaları önünde dünyaya boyun e dirtirlerse, niceli in kral oldu unu de il, bu
dünyanın bir cehennem oldu unu kanıtlamı olacaklardır. Bu cehennemde bile, sanatın yeri yenik dü mü
ba kaldırının, umutsuz günlerin çukurunda kör ve bo umudun yeriyle bir olacaktır.”
(A. Camus, “Ba kaldıran nsan”, sa:263)
“Yarını beklemeyen için heyecanlanmanın ne nedeni olabilir? Umutsuz insanın bu duyarsızlı ı ve bu
büyüklü ü, bu durasız imdiki zaman, i te uyanık tanrıbilimcilerin cehennem diye adlandırdıkları budur.
Cehennem de, herkesin bildi i gibi, aynı zamanda acı çeken tendir.”
(A. Camus, “Dü ün - Çöl”, sa:60)
“Sava yıllarında, Odisseus’un yolculu unu ba tan yapmak için gemiyle gidecektim. Ancak ben de
herkes gibi yapıp, gemiye binmedim. Cehennemin önünde bekle enler arasında sıraya girdim. Buraya, yava
yava girdik. Suçsuzlu un yok edildi i anda kapı arkamızdan kapandı. Cehennemin içindeydik ve kapının dı ına
hiç çıkamadık.”
(A. Camus, “Yaz”, sa:40)
“O ak am.... günlü üne unları yazdı Maria:
‘Hayat doludizgin ilerliyor: Bizi cennetten cehenneme itiyor ve bu, birkaç saniyenin içinde olup
bitiyor.’ ”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:19)
“Artık hiç ku kum yok: Athena’nın, u ya adı ımız dünyanın cehennemine dü ece ine çekip
gitmesinden daha iyisi olamazdı. Ona ‘Portbello Cadısı’ adının takılmasına yol açan olaylardan sonra asla huzur
bulamayacaktı.”
(P. Coelho, “Portbello Cadısı”, sa:17)
“ ‘Bildi in gibi u anda a k bana oldukça zor zamanlar ya atıyor. imdi bu cehennemin içine dü mek
gibi görülebilir ya da bir ke if gibi de dü ünülebilir. Ben sadece ‘Sökmek Zamanı ve Dokunmak Zamanı’nı
yazdıktan sonra a kla ilgili gerçek kapasitesini anladım. Ve bunu gerçekten de sözcükleri ve cümleleri ka ıda
dökerken ö rendim.’ ”
(P. Coelho, “Zahir”, sa:126)
“METAF Z K SEVG L
------------------------------Platon! Cehenneme çevirmeyeceksin ya amımı.
Dünyalı bir hanımla evlendim ben.
Ve Hume! O yalnızca duygu de il
Gözlenen bir ili kinin sonucunda.”
(J.V. Cunningham<1911-1985>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.02.04)
“BUMERANG
Bumerang, barı zamanında gönderilen
sava ücretlisi kör bir asker örne i
gerisin geriye dönecek yine.
Dönecek.
Ve korkunç olacak
belle inin cehennem ate inde
u ursuzluk gizleyen o korkunç gücü…”
(Blagoy Dimitrov-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumburiyet Kitap, 05.05.05)
“T RAT
Hep bu derli toplu yatak odası,
hep bu bula ık mutfak masası,
hep bu mobilyalar, vitrin kap kacak
hep bu bildik örtü, çatal ve bıçak hep bu dayanılmaz ve korkunç alem
ve hep bu cehennem, hep bu cehennem.”
(Ivan Dinkov<d.1932>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.06.08)
“Evet, bunu istiyordum, gö süm parçalanacak gibiydi; o anı asla so ukkanlılıkla hatırlayamayaca ım.
‘Fakat ne gerek var?’ diye dü ündüm. Belki daha yarın, sırf bugün ayaklarını öptü üm için ondan nefret
etmeyecek miyim? Onu mutlu edebilir miyim? Bugün, belki de yüzüncü olarak bir kez daha de erini anlamadım
mı? Hayatını cehenneme döndürmez miyim onun?”
(F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:144)
“Acının yattı ı yata ın yanı ba ında, Doktor’un kımıltısız, yenik, acının kendisi kadar kocamaz yontusu
oturuyordu. Anlamanın parlak ı ı ıyla dolu olarak kendi kendine dü ünüyordu: ‘Ölümün a ına dü memek’ gibi
bir söz. Naruz’un o ba ırı ına benzer bir ey anlatabilirdi. Ya da “‘Cehennemin a ına dü memek.’ Bir zihnin
kendi özel cehennemi anlamına gelse gerek. Hayır, hiç bir ey yapamayız.”
(L. Durrell, “Mountolive- skenderiye Dörtlüsü 3”, sa:343)
“... frasketa ormanlarında gezdiimde he de burnunun ucunu göremediin bir Sis olduunda ve eyler
aniden kar ına çıktında ben hayal görürüm bir seferinde bir unikorn gördüm bir seferindede Aziz Baudolinoyu
benimle konu uyordu ve bana orospu çocu u diyordu cehenneme gideceksin çünki ünikorn hikayesi vardı...”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:12)
“... a ızları gırtla a dek açık, yılanı andıran kuyrukları halka halka kıvrılıyor, gittikçe yükselerek
alevden dillerle doru a ula ıyordu. kisi de kanatlı, ikisi de bir aylayla taçlanmı tı, korkunç görünü lerine kar ın
cehennem de il, cennet yaratıklarıydı bunlar; kocaman görünmelerinin nedeni, bir gün gelip ya ayanlarla ölüleri
yargılayacak olana tapınmak için bö ürmeleriydi.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:71)
“Buyurdu ki: Bir an dü ünmek, altmı yıl ibadet etmekten daha hayırlıdır. Bu dü ünmekten gaye, sadık
dervi in huzurudur; çünkü o ibadette hiçbir riya <hile hurda> yoktur. üphesiz, o, huzursuz yapılan zahiri (görülen)
ibadetten daha iyidir. Namazın kazası vardır, huzurun kazası yoktur. Bazı fakirler zahiri terkettiler ve ‘Kalb
huzuru ve Fatiha olmadan namaz olamaz’ dediler. Onların yanında kitabın Fatihası bir huzurdur. Öyle bir huzur
ki Cebrail bile gelse tokat yer. Cebrail daha Peygamber’in yanına ula mamı tı. Peygamber ona: ‘Gel!’ dedi.
Fakat o: ‘Bir parmak daha yakla ırsam yanaca ım’ dedi. O eyhe: ‘Tanrı seni Cehenneme götürsün’ dedim.
O da: ‘Ka ki <ke ke> götürseydi de nurumun Cehennemden ve Cehennemin de müminin nurundan nasıl olaca ını
görseydim’ dedi.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:91)
“EDWARD.
Bir kapı vardı,
Açamıyordum. Tutamıyordum tokma ını.
Çıkıp gidemiyordum nedense kafesten.
Cehennem ne ki zaten? nsanın kendi
cehennem!”
(T.S. Eliot<1888-1965>, “kokteyl parti”, sa:97)
“Aman ne yangındı o. Herhalde cehennem denilen ey bu olacaktı. Ve cehenneme gitmemek için de
kendime sık sık yaptı ım gibi, ‘bir daha kötü çocuk olmamaya’ yeminler ettim. Hele herkesin urasını burasını
hiç kaçırmayacaktım. Bizler üç gün üç gece yukarı çıktık, indik, yangın sessiz sedasız devam etti ve en sonunda
da söndü. O yangında acaba annem o binada mıydı diye dü ündüm durdum.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:29)
“Ba Kahraman <1986>
-------------------Cehennemden onlar ‘geçti’, cennet onların hakkı,
Onlar gibi dü ünmezsem, suç yükü bende kalır.
Oysa unutuyorlar ki, dedikodular da olsa
Ba kahraman sonsuza dek ba olmak zorundadır.”
(Naci Ferhadov<d.1940>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
02.12.04)
“BU DÜNYA GÜZEL B R YER...
Bu dünya güzel bir yer
do mak için
her zaman
pek de e lenceli bir yer olmayan
mutlulu a meraklı de ilseniz
arada bir de
tam her ey yolunda giderken
az buçuk cehenneme aldırmıyorsanız e er
çünkü her zaman
arkı söylenmiyor
cennette bile”
(Lawrence Ferlinghetti<d.1919>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.12.05)
“ Ç M ACIYOR BAHÇEYE
---------------------------------annenin bütün hayatı
cehennem korkusu e i ine serili bir seccadedir
anne her eyde günahın ayak izlerini arıyor
ve bahçeye de bir bitkinin küfrünün bula tı ına inanıyor”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-inanalım so uk mevsimin ba langıcına”, sa:96)
“Zarif kemer, binanın a ırlı ını ortaya çıkarıyor; gen basamaklar meraklı yolcuları içeriye davet
ediyor. Çan kulesi -yukarıdaki haç- kiliseyi olu turan büyük haç- içerideki büyük haç. Rahip kürsüde cehennem
hakkında zırvalar saçıyor, hanımlar ise sıralara oturmu modadan bahsediyorlar. Böylesini daha çok seviyorum.”
(P. Gauguin, “Mahrem Günlük”, sa:165)
“CAZ DANSI
---------------Robben Adası’na gücenen Mandela
Cennet ya da Cehennem’e gücenen Bob Faraday
bilmiyorum neredeler
sadece ölüyüm ben
kesinlikle iki metre yer altında
ja-baas ürkütüyor kalabalıkları
hillkat garibesi Frankestein gözleriyle,
ve devam ediyor caz”
(Mafika Pascal Gwala<d.1946>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.11.08)
“ EHR N, BU GECE YANGINI
Bu uzak gurbette olsan ne olur?
Bu kör pencerede bedenin ya amın maskesinde
bölünür
Önemli olan uykunda çaldı ın bu im ektir
Dü lerinde titrerken kabaran
Sen bu bedenin cehenneminde ba lıyken
Parçalanarak açan iniltinde”
(Cumana Haddat<d.1970>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.12.07)
“Scaufflaire usta bin frank istemedi ine fena halde pi man oldu. Aslında, söz konusu arabayla atın
de eri yüz franktı. Adam karısını ça ırıp olanları anlattı. Belediye ba kanı hangi cehenneme gidebilirdi ki?
Aralarında tartı tılar. ‘Paris’e gidiyor,’ dedi kadın. ‘Sanmam,’ dedi kocası.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:354)
“Cehennemi gece, tabiatın en güzel yeniden uyanı devresinde kanlı gece… A açları kökünden sökecek
kadar kuvvetli yetmi adam, yıkılan sütunlar gibi sa a sola devriliyordu. Kı lada, iki uzun, uçsuz bucaksız yatak
olu turan halılarla örtülü iki sıra tahta dizisi üstünde ve yerde, hayattan kam almak için yaratılmı insan
vücutları, i renç yemek artıkları ve kusmuklar içinde a ızları köpürmü , gözleri yuvalarından fırlamı ,
çırpınarak kıvranıyordu. Nemli, yapraksız kavaklar deh etinden ürperiyor gibiydi. Kona ın iç kapısı yanında,
u ursuz mastikayı <Yunanlılara has sakızlı süt> içmeye yana mamı iki ha in Rum, bıçaklanmı olarak, kendi kanları
içinde yatıyordu.”
(P. Istrati, “angel dayı”, sa:92)
“A K NED R?
‘A k nedir? dedim bir erke e.
-Kadın için cehennemden geçmek.
‘A k nedir?’ dedim bir kadına.
-Kül olan bir erke e kucak açmak.”
(Mustafa Karim<d.1919>-Kan aubiy Miziev,Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 07.04.05)
“‘Al sana bir tane daha!’ diye homurdandı Zebedi, kudurmu gibi. ‘Kahrolasıca! Güya Partizanmı da,
srail’i kurtaracakmı , pis suratlı mendebur! Dilerim cehennemde cayır cayır yanar, piç o lu piç! Eee?’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:195)
“Ni ancı:
‘Bak Sultan,’ dedi, ‘yeme i bunlar bizim gibi yemiyorlar. Ben bunlar gibi yemek yeme i pa anın
yanında ö rendim, kolay i de il. Sen istersen bana bakarak benim gibi yersin, istersen gene köydeki gibi yersin.
Canları cehenneme, nasıl yerlerse yesinler,’ dedi biraz alay ederek.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:211)
“YA AM BO GEZEN N
BO KALFASIDIR
------------------------Ba rahip
Götürüyor toplulu unu
Vaktinden önce sonra eren
Yemekli bir davete!
Cennet ba langıçtır
Cehennemdir yolun sonu!”
(Mbongeni Khumalo<d.1976>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.07.08)
“Sadece iyi niyetlerle
ya anmıyor...
-------------Bina yıkılınca
yetenekli mimarca çizildi inin
ne anlamı kalır?
Kaç sava daha iyi günler
u runa ba latılmadı mı?
Sanırım cehennem de
e reti bir cennetten ba ka
bir ey de il.”
(Georgi Konstantinov<d.1943>-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
20.10.05)
“ ‘..... Adına ‘tarih’ denen bu bayrak yarı ı olmasaydı, Avrupa’da ne sanat olurdu, ne de onu karakterize
eden ey olan özgünlük arzusu, de i iklik arzusu. Robespiere, Napolyon, Beethoven, Stalin, Picasso birer bayrak
yarı çısı, hepsi de aynı stadyumda yarı ıyorlar.’
-Beethoven’in Stalin’le kıyaslanabilece inne gerçekten inanıyor musun, diye sordu Grizzly, bastıra
bastıra alaycı bir edayla.
-Elbette, bu seni a ırtsa da. Sava ve kültür Avrupa’nın iki kutbudur; cennet ve cehennemi, zaferi ve
utancıdır, ama onları birbirinden ayıramazsın. Birine bir ey oldu unda ötekine de olacaktır, birlikte yok
olacaklardır. Elli yıl Avrupa’da sava olmaması, elli yıldır hiçbir Picasso’nun çıkmaması olgusuyla gizemli
biçimde ilintilidir.”
(M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:149-50)
“Bacakları, aynen eker Baba’ya gittikleri gün gibi yanıyordu. Teyzesi kibriti bacaklarının arasına
uzatıyordu ve orasında alevin sıcaklı ını hissediyordu. Hem tekne de hamamotu kokmaya ba lamı tı. Burnunun
dire ini kıracak bir kokuydu bu. ‘Kaç gündür tüylerini temizlememi sin, günah ki ne günah! Allah cehennemde
yakacak seni.’ Acuze kadınlar orasını burasını elliyorlardı.”
(Ö.Z. Livaneli, “Mutluluk”, sa:395)
“O gece evde gözünü kırpmadan cehennem azabı çekerek bekledi. Ertesi sabahın erken saatlerinde ilk
araba vapuruyla kar ıya geçip, ile istikametine yöneldiler.
Denizin göründü ü tepelerde arabadan inerek dürbünle bakıyor, gemiyi arıyordu. Nihayet ile
yakınlarında, Yom Burnu’nda Struma’yı gördü. Terkedilmi gibi duruyordu. Onu oraya çeken motor ortalıkta
yoktu. Sahile do ru gittiler.”
(Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:322)
“Bir süre u ra tıktan sonra neler olup bitti ini anlatacak noktaya getirebildim onu. Söyledi ine göre
Ba kan toplantı açılır açılmaz hemen konuya girmi , bu adadaki en büyük tehdidin martılar oldu unu söylemi .
Adanın en güzel kıyılarını kapladıkları ve buralarda insanların denize girmesini önledikleri yetmiyormul gibi bu
vah i ku lar insanlara saldırıyor, adayı ya anmaz bir cehenneme çeviriyormu .”
(Ö.Z. Livaneli, “Son Ada”, sa:59)
“... oysa kılı kırk yararcasına düzenledi im ve o ana kadar büyük bir ba arıyla sürdürdü üm tatilimi salt
merakım yüzünden tehlikeye dü ürece imi, zaman zaman hayatımı cehenneme çeviren o ruh ta kınlı ının bir
kez daha yüre ime çökece ini sezinliyordum; bedenimde tepeden tırna a tuhaf bir ürperti dolanıyordu. Ama
ister istemez girdim içeri.”
(M.V. Llosa, “Masalcı”, sa:7)
“Ben bu soruları kendi kendime fazla ısrarla sormamayı tercih ediyorum. ansım vardı, çok a ır
etkilenmedim, ansım vardı, ailemle birlikte sa salim o cehennemden erkenden çıkabildim, ansım vardı,
ellerimi temiz, vicdanımı rahat tutabildim. Ama ‘ ans’ diyorum, evet, çünkü e er Lübnan sava ı ba ladı ında
yirmi altı de il de on altı ya ında olsaydım, de er verdi im bir yakınımı kaybetseydim, ba ka bir sosyal
çevreden, ba ka bir cemaatten gelseydim, durumlar bamba ka bir ekilde de geli ebilirdi...”
(A. Maalouf, “Ölümcül Kimlikler”, sa:28)
“-Bununla birlikte, dedim... Bununla birlikte... Aksini dü ününüz. Her birimizin ölümsüz bir ruhu
oldu unu dü ününüz, bu ya amı olan milyonlarca ki inin ruhları hangi cehennemde toplanır? Ya ayacak olan
daha milyar kere milyar ki inin de ruhları hangi cehenneme gidecektir? Ya hayvanların ruhları nerede?”
(A. Maurois, “Ruh Tartıcısı”, sa:32)
“YAZ BUNALTISI
Fırtınalı alaca karanlık uzaklarda denize zulmeder.
Ve siyah çamlar. Ne yazık! Sürekli gölgeler geri döner.
Ah! Arzulara, umutlara, a klara içimdeki nefret,
Benimki gazaba u ramı ların cehennem azabına benzer.”
(Catulle Mendes<1841-1909>-Galip Baldıran; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.03.04)
“PEYGAMBER DEVES
------------------------------Kar ılık vermek için dokundum bir kez
Gördüm mini mini a zının kükredi ini
Böylesine korkunç bir sessizlikte;
Gördüm büyüdü ünü yüzünün benimki kadar,
Bahar ye ili, sevecen kanatlarının
Saplandı ını intikam gibi. Kötücül gözleri
Bakıyordu dik dik. Cehennem kadar
Kızıldı a zı, kurnaz kötülüklerle
Doluydu sivri yüzü.”
(Ruth Miller <1919-1969>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.03.07)
“MUSHI
---------isteyecekler
ruhunda kı uykusuna dalan
kara kumrulara tükürmeni
bekliyorken
mevsimi arkıların, çarmıhların,
bekliyorken mevsimini inleyen a kların
tövbekar cehennem alevleri gibi.”
(Seitlhamo Motsapi<d.1966>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.10.06)
“Ölümde Toplanan
----------------------Mezarda
ba lı
bir beden gibi.
Benli im gibi
tenime yakın.
Beni görenle
yüzle irim
bana cehennem olan bu toprakla
sarılırım.
(Hala Muhammed<d.1958>-Metin Fındıkçı ; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.11.06)
“Onun yerine geçmemi , ama onun bütün duyguları kendisine geçmi ti. Tek bedende katil ile kurban
birinin duygularıyla birle mi lerdi. ki ki ilik bir cehennem tek ki ilik bir gövdede oturacaktı artık.”
(M. Mungan, “Elli Parça”, sa:202-3)
“KOSOVA SAVA I ÜSTÜNE
B LG LEND RME
------------------------Bu sava i te böyle sürüp gitmekte.
- te imdi her pazar günü
a a ıya bakıyorlar çukurun kenarından
çukura bu nedenle
Cehennem diyorlar.”
(Henrik Nordbrandt-Murat Alpar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.05.03)
“SESLER - Burnu geçiyoruz galiba.
Altı gün cehennem, sonra Southampton.
Allahıma birisi benim ilk vardiyayı alsa!
Deniz mi tuttu, odun kafalı?”
(Eu. O’Neill, “Allahın Sayısı”, sa:9)
“LAVINIA (Hazel’ın arkasından bakarak kabalık ve sertlikle seslenir.) - Ne Allahtan, ne de ba ka bir
kimseden af dilemiyorum. Ben, kendimi affediyorum. (Geriye yaslanarak gözlerini tekrar kapar. Acı acı.)
n allah iyi olduklarını sananlar için de bir cehennem bulunur.”
(Eu. O’Neill, “Elektra’ya Yas Yara ır”, sa:315)
“MUC ZEYE G R
<Sapanca iir Ak amlarında
Be Yunan airi-1>
Dünyanın seyrek dokusundan
en de ersizi, en sözü edilemeyece i
bekliyorum ya adıkça
burada ve her yerde.
Bunu açıklamaya kalktı ında mucize yitiyor,
Ya murun kendi ö retisini okuyu unu
anlatmayı denesen serin kanlılıkla,
suya haksızlık oluyor.
Bir umut cehennemi çevrem,
umarsızlı ın nasıl yüceltildi ini bilen
mucize beni kurtaramıyor.”
(Athina Papadaki-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.06.04)
“Yol veren barsaklarla kar ı duran kemikler arasında bir geçit açarak ilerleyen acı gibi, bizi ya ama
ba layan sinirleri törpüleyen bir törpü gibi, evet, fakat aynı zamanda ani bir sevinç gibi, denize açılan bir kapıyı
açmak gibi, a a ıdaki cehenneme bakmak gibi, doru a eri mek gibi...”
(O. Paz, “Kartal Mı, Güne Mi?”, sa:32)
“Bilekler kan içinde,
di ler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem,
bu cennet bizim.”
(N. Hikmet Ran<1901-1963>, “Vatan Kitap, 24.10.07”)
“Zengin de olsan
Unutulup gideceksin ölünce
------------------Burada siliksin ya.
daha da silik,
dola ıp duracaksın
cehennemde,
tanınmayan ölüler arasında”
(Sappho< .Ö.610-580>, “nedir gene deli gönlünü çelen”, sa:107)
“Hayatından memnun olan boynuzlu, çifte boynuzludur, diye alaya alamazdı. Koyu renk gözlüklü genç
kız doktorun karısının arkasına geçti, daha sonra sırasıyla oda hizmetçisi, doktorun muayenehanesindeki
sekreter, birinci körün karısı, kimli i bilinmeyen kadın geliyordu, en sona da hiç uyumayan kadın geçti,
böylelikle, kaba-saba, kötü kokan, partallar içindeki kadınlardan olu an bir kuyruk çıktı ortaya......duyularımızın
en duyarlısı olan koku alma duyumuzu bu ölçüde körle tirebilmesi insanın aklı almıyor, hatta bazı dinbilimciler,
belki de aynı sözlerle ifade etmiyor ama, cehenneme dayanmaktaki en büyük zorlu un oraya egemen olan kötü
koku oldu unu ileri sürüyor.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:160)
“ ngiliz dilinde yazılan ve telaffuz edilen ekliyle köpek Cerberus cehennemin kapılarını hiçbir ruh
kaçmaya kalkı maya cesaret etmesin diye öyle azgınlıkla korudu ki daha sonra ölmekte olan tanrılar son bir
merhamet edimiyle köpekleri sonsuza dek susturdu, belki de sessizliklerinin cehennemin anısını silebilece ini
umarak.”
(J. Saramago, “Yitik Adanın Öyküsü”, sa:7)
“JOHANNA - Genelde partizanlar da konu maz.
FRANTZ - Genelde, evet! (Israrlı ve deli gibi.) Almanya bir cinayet i lemeye de er, öyle de il mi?
(Nazik ve alaycı.) Bilmem, beni anlayabiliyor musunuz? Siz ba ka bir ku aksınız. (Ara. Sert, katı ama içten, ona
bakmadan, gözleri sabit, tetikte bekler gibi.) Seçilmi bir ölümle noktalanan kısa bir ya am. Yürümek!
Yürümek! Cehennemi a ıp, deh etin doru una varmak!”
(J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:304)
“Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni,
yi kötü demeden, suçlamadan keyfini.”
“Siren gözya larından nice a ular içtim,
Kokmu cehennem gibi, süzülmü imbiklerden.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:58, sa:157 & no:119, sa:279)
“ORTAÇA DAN M NYATÜR
<Jackstraws-Mikado’nun
Çöpleri’nden>
Cehennemde yanan ruhlar,
Çekti imiz sonsuz i kenceler ne kadar da
Mütevazi geliyor bana
Bombalanmı bir kentle kar ıla ınca.”
(Charles Simic<d.1938>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.02.05)
“Köyün sulh yargıcı namuslu adam ana yerinden korkuyor, beni her i te haksız çıkardı. Hani kırların
sessizli i, rahatı derler; i te o benim için bir cehennem oldu.”
(Stendhal, “Kırmızı ve Siyah”, Cilt:II, sa:5-6)
“Büyükannem öldü ünde, annem ölünün bir tür kandırmaca oldu unu, çünkü asla sonsuza dek ölü
kalınmadı ını açıklamı tı bana. ‘Bir gün,’ demi ti, ‘ilahi adaletin borazanları çalacak. O borazanlar büyük bir
çalar saat gibi çalacak ve hepsi mezarlarından çıkacaklar.’ Altüst olmu tum. Cennetin, cehennemin ve arafın
varlı ından haberdardım.”
(S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:16)
“ imdiye dek büyük de i imlerin itici gücü hep bir ütopya olmu tur. Sözgelimi, bir üretim sisteminin
de i tirilmesiyle insanın da de i tirilebilece i dü ünülmü tür ve kısa bile denemeyecek hızlı bir zaman dilimi
içersinde ütopyalar cehennemlere dönü mü ler, arkalarında uzun bir acı ve ölüm izleri bırakmı lardır.”
(S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:13)
“El yordamıyla ileri do ru yürümeye çalı tı. Attı ı her adımda cesetler bulaca ını zannediyordu. Gemi
sallanıp yuvarlanmaya devam etti ve nefes almak için çabalarken, Anna-Frederika’nın içinde pusuda bekleyen
bir cehennem oldu u fikrine kapıldı lostromo. Ve bu cehennem adama öyle hakim oldu ki hayatı boyunca bir
daha asla gülümseyemeyecekti.”
(R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:289)
“Bir gözümü araladım, sonra öbürünü. Odada öyle güzel bir ı ık vardı ki ölmü oldu umu ve cennette
bulundu umu dü ündüm. Ama bu olanaksızdı. Evde herkes cennetin bana göre bir yer olmadı ını söylüyordu.
Benim gibiler yanıp kavrulmak üzere dosdo ru cehennemin kazanlarını boylardı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Güne i Uyandıralım”, sa:10)
“BEN KAÇ DEFA ATE E TT LER
-------------------------------------------Beni kaç defa ate e ittiler,
Üzerime kaynar sular saçtılar,
Ho laf edip dikenle incittiler,
Kaç kapıyı Cehennem’e açtılar!”
(Tanzila Zumakulova<d.1934>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 04.11.04)
“Bundan sonraki on iki gün Clarissa için cehennem azabıydı. Brancoric’in soyadını ta ıdı ındanberi ilk
defa aklı karı mı tı. Huber’in adamlarını dinliyordu. Pencereden onu görüyordu. Ona verdi i anahtarı gündüzleri
kullanmıyordu. Çünkü zili çalıyordu. Clarissa korkuyordu. Yanında polis de olabilirdi.”
(.S. Zweig, “Clarissa”, sa:169)
Cehennemde (cayır cayır) yanmak : Cehennem ate inde kavrulmak
“IZZY - (Çıkan karga aya gayet kayıtsız, kendini müzi e kaptırmı , gözleri kapalı, hiç istifini
bozmadan çalmaya devam etmektedir. Sonra ADAM’ı görürüz; sa elinde bir silah tutmu , ayakta güçlükle
durmakta ve aklını kaçırmı gibi bakmaktadır.)
ADAM - Nancy! Nancy! Tanrı böyle istiyor, Nancy! kimiz de cehennemde yanaca ız, Nancy! Sen,
ben ve Tanrı - hep birlikte!”
(P. Auster, “Lulu Köprüde”, sa:18)
“‘... Cehennemde yanacak dedi annem...’
.ö ürdüm. Meryem’in pembe çatlaklı kavruklu unda cehennemde yanmaya yer yoktu. Kalmamı tı.
‘... Etlerini yakacaklar. eysine kızgın demirler sokacaklar...’
.ayıp dedi fikret. ayıp mü fik.”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:55-6)
“Kilise, ölüm cezası verilen bir insanın günah çıkarmadan idam edilmesini yasaklamı tı. Kendisine
kilise kurallarının zorunlu u açıklandıysa da, Piachi söz dinlemedi. Sonunda, idam sephasına götürülürken, ölüm
korkusuyla son anda imana gelece i dü ünüldü. Papaz, günahkar olarak öbür dünyaya göçerse cehennem
ate inde yanaca ını Piachi’ye anlatmaya çalı ıyordu.”
(H. von Kleist, “Locarno Dilencisi-Yetim”, sa:120)
Cehenneme batasıca : Öfke hissedilen birini yerin dibine gönderme ilenci
“‘Bay Ctrrigan’ı nasıl buluyorsun, sence o iyi bir adam mı?’ diye sordu.
‘Cehenneme batasıca’ diye Burney yanıt verdi. ‘Karaci eri sulansın, kemikleri kalbinin so uklu una
dayanamayıp çatlasın in allah.’ ”
(O. Henry, “viski soda”, sa:236)
Cehenneme direk olmak : Cehennemlik, çok günahkar kimse
Bk.: Kiliseye direk olmak
“-Bütün bunlara neden, o babam olacak hergeledir.
-Evladım, baban hakkında öyle konu ma, ayıptır. Senin üzerinde hiç mi hakkı yok?
-Azdır be abi. O herif Cehenneme direk olmaya layıktır. Her ak am içer içer, eve öyle gelir.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:51)
Cehenneme gidesice, Cehenneme gitmek, Cehenneme, cehennemin dibine kadar yolu olmak; Cehennem
hayatı ya amak; Cehennemin dibine gitmek, inmek, yuvarlanmak; Cehennemin dibini boylamak :
Kızgınlıkla öbür dünyaya yollamak-ilenç, arzulu dü ünme-; Sıkıntılı, üzüntülü, stresli bir hayat ya amak
“<Sinekli Bakkal mamı’nın> Cemaate telkin etmek istedi i dinsel dogmalar, bıçak gibi keskindir.
nsan için hayatta iki yol vardır: Biri cennete, biri cehenneme çıkar. Vaazlarında mam ikinci yolu daha parlak,
daha canlı olarak anlatır. Cehennemin bilmedi i kö esi, cezanın tarif edemeyece i ekli yoktur.” ..... “Fırsat
buldukça Tevfik’in soru turmada çektiklerini anlatıyorum. Zerre kadar erkek vicdanı olsa itiraf eder. Di leri
kilitleniyor, gözleri dönüyor fakat itiraf edecek yerde bana hakaret ediyor. Hatta bir defa el bile kaldırmasına
ramak kaldı... Bana... Babasına! Bilseniz artık evim bir cehennem. Kırk yıllık e im, o sakat hatun yüzüme
bakmaz oldu.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:11;214)
“Bu ba ladı ı tümceyi bitirmeden:
-Hani lkça sanatçılarının söyledikleri gibi; ölüler dünyasına gidip seni ta oralarda arayaca ım, dedi.
Venüs nerede ya ıyor acaba? Onu o denli aradık, ama güzelliklerine parça parça rastladık; i te hepsi bu...
Kendisinde tanrılık olan o kusursuz, tam do ayı, yani ülküsel olanı bir an görebilmek için varımı yo umu
vermeye hazırım. Ey gökten inen güzellik! Do ar do maz Orpheus gibi ben de sanatın cehennemine inip oradan
ya amı getirece im.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt”, sa:31)
“PAPAZ - Yakla ın, yakla ın ondan sonra da herkes, hepimizin önünde, i ledi i en büyük günahı itiraf
etsin. Ey ilençli kullar, dökün içinizdekileri ortaya! Yaptı ınız ya da aklınızdan geçirdi iniz kötülükleri
birbirinize söyleyin, yoksa günahın zehri hepinizi gebertecek, veba ahtapotu gibi dört bir yanınıza sarılıp
cehennemin dibine sürükleyecek...”
(A. Camus, “Sıkıyönetim”, sa:30)
“Her yabancı ses, yasaklanmı bir cennetten geliyormu izlenimini bırakırken, çoktandır sürdürülen
çalı maya eklenene her sözcü ün yerine uymakta gösterdi i yumu akba lılık ve köle konumu içersinde,
yasaklanmamı , ama pek ilkel bir cehennemin havasını ta ıdı ı algılanır.”
(E. Canetti, “Sözcüklerin Bilinci”, sa:63)
“ ‘Yüce Tanrım!’ diye ba ırdı Kahya kadın, ‘efendimin ba ına bir bela geldi ini sezmi tim zaten. Girin,
efendim, girin, ho geldiniz; u Urganda’yı da bo verin; biz insanı onsuz da iyile tiririz. Sizi bu hale getiren
bütün o övalye romanları da cehenneme gitsin!’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:36)
“Sonradan, rakamlar çok güvenilir olmasa da, o iç sava yıllarında yakla ık 45,000 ki inn öldü ünü,
180.000 ki inin yaralandı ını, binlerce ki inin de evsiz barksız kaldı ını ö renecektim. Sava türlü nedenlerle
sürdü, ülke yabancı birlikler tarafından i gal edildi ve cehennem bugün de sürüyor. irin, ‘Bu i çok, ama çok
uzun sürecek,’ demi ti. Ne yazık ki haklıydı.”
(P. Coelho, “Portbello Cadısı”, sa:33)
“Araba istasyondan çıktı ında hava kararmaya yüz tutmu tu. Sa yanda uçsuz bucaksız, koyu renk bir
ova uzanıyordu. So uktan kaskatı donmu bir ova... E er bu düzlükte durmadan gidilirse varıp varaca ın yer
cehennemdi herhalde.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:133)
“Tüm zamanların en iyisiydi bu... en kötüsü de! Bilgeli in ça ıydı. Aptallı ın ça ıydı. nançların
dönemiydi. nançsızlı ın da. Mevsim Aydınlı ın mevsimiydi. Mevsim karanlı ın mevsimiydi. Umut’un
baharını, umutsuzlu un kı ını ya ıyorduk. Her ey gelece indi. Gelecek hiçlikti. Hepimiz Cennet’e gidiyorduk;
ya da tersine, Cehenneme.”
(Ch. Dickens, “ ki ehrin Hikayesi”, sa:5)
“Milanolular Lodi’yi ikinci kez yakıp yıkmı lar, daha do rusu önce ya malamı lar, hayvanları, hayvan
yemlerini ve evlerdeki e yaları, kap kaca ı alıp götürmü ler, sonra da tüm Lodi halkını surların dı ına götürüp,
ehirden cehennemin dibine kadar çekip gitmezlerse, kadın, ya lı, çocuk dinlemeyip herkesi, hatta kundaktaki
çocukları bile kılıçtan geçireceklerini söylemi lerdi.”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:65)
“B R SES - Hangi yoldan geliyorsun?
B R SES - Ilsentein üzerinden! Oradan bayku un yuvasının içine baktım. Gözlerini falta ı gibi
açmı tı.
B R SES - Hay cehenneme gidesice! Ne diye hayvanını bukadar hızlı ko turuyorsun?”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:210)
“Barones’in ciddile en bakı larını benden çevirerek dönüp ba ka bir bayanla konu ması üzerine, bu
nükteyi yapmakla gerçekten çılgınlık etmi oldu umu anladım. Bu yüzden daha da öfkelendim ve iki ya lı kızın
cehennemin dibine yuvarlanmalarını için için diledim.”
(E.T.A. Hoffmann, “U ursuz Miras”, sa:38-9)
“Servet Bey’ diyordu ki:
‘ ster misiniz, onu gidip bulayım? Size namusum üzerine söz veriyorum, on be gün içinde nerede ise
bulurum.’
Servet Bey evvela öfkeli bir baba tavrı takınıyor:
‘Cehenneme gitsin,’ diyor, ‘o benim için artık ölmü tür.’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:130)
“ stasyonda kırdı ı pot ile maskaralık ise, onun üzerine büsbütün tüy dikmi ti. Zira irfan, o ak am son
tren kalkarken Nazım’la bana, bütün yolcuların yanında, ‘Buyurunuz, siz gidiniz; cehenneme kadar yolunuz var!
Esasen bende kabahat ki, sizin gibi dönek insanlarla yola çıkmı ım!...’ diye bar bar ba ırmı ve böylelikle benim
artık kendisiyle yüzyüze gelmem için rfan en ufak bir rüzgar deli i bile bırakmamı tı.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:133)
“ ‘... Gel de ba ını tulumbanın altında tut, belki bir yarar olur. Gel Yusuf.’
‘Ü üyorum, ölüyorum... Ölüyorum. Hösük.’
Hösük kızdı:
‘Öl, geber, cehenneme git, sersem herif. Böyle hallerin var da ne demeye Çukurova’ya gelir de
ba ımıza bela olursun!’ ”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:60-1)
“Kaskambo:
-Pek iyi! Öyle olsun! Bu cehennem ya amı bitsin artık, diyerek ba ını çevirdi, askerin istedi i oyun
havasını bütün gücüyle çalmaya ba ladı. van, Kazak dansını ya lı adamın özellikle ho una giden kaba saba
devinimlerle oynamaya ba ladı; adamın dikkatini çekmek için sıçramalar, atlamalar yapıyor, naralar atıyordu.”
(X. de Maistre, “Kafkas Tutsakları”, sa:100)
“SEVG L
----------imdi asla pi man de ilim
Ya adı ım her eyin bedelini ödedim
Nasıl olsa bir gün gelir duygular bulur yerini
Hem Cehennem, hem de Cennet yeryüzünün mevsimleri
O kadar ey de i ti ki
Artık kimse masum de il
Duygular çok eskidi”
(M. Mungan<d.1955>, “Söz Vermi arkılar”, sa:88)
“TÜKÜRSEM M YUTSAM MI
Kentlerimizin koku mu cehenneminde
gerçek, tersyüz oluyor bulanık mazgallarda
---------------------------------------imdi kentlerimizin koku mu cehenneminde
bilmiyorum a lasam mı gülsem mi
tükürsem mi yutsam mı”
(Odia Ofeimun<d.1950>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.08.09)
“Peki ya bu tıkanı ve bekleyi devam ederse? Peki, sayın drama yazarı ve sen, hayatı bilen seyirci, ne
dersin? Bir maymuncuk gibi bütün evlilik kapılarına uyan bu sevimli Don Juan, ya da bu atak delikanlı ya hiç
çıkmazsa ortaya? Mesela cehennemin dibine gittiyse nasıl olacak?”
(R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:50-1)
“Yanılıyorlardı. Ben cömert bir insan olsaydım, o koçanı ona verirdim ya da ona yalnızca öyle derdim:
‘José Dinis, bak kar ında bir tane var.’ Kabahat sürekli olarak içinde bulundu umuz rekabetteydi, ama bana öyle
geliyor ki Kıyamet Günü, yaptı ım iyiliklerle kötülükleri teraziye koyduklarında, o koçanın a ırlı ı yüzünden
cehennemin dibini boylayaca ım...”
(J. Saramago, “Küçük Anılar”, sa:77)
“Bu mektubu okuduktan sonra, Limercati atolarından birine gitti. A kı iddetlendi, alevlendi, adeta
deliye döndü ve beynine bir kur un sıkmaktan falan söz etti, oysa cehenneme inanılan ülkelerde böyle bir
davranı olanaksızdır.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:37)
“o hain ki rü vet aldı ı üç be parça gümü için
gurbet edle bırakırdı dostu Timeokreon’u
yurdu alyos’tan uzaklarda. Atıp cebine üç talent’i
yelken açtıydı cehennemin dibine.”
<Talent: Zamanın altın parası>
(Timokreon, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:24)
“RÜZGARIN EK M
--------------------------Ak am
Ak am hiçbir ey yapmadan
Bulundu u yalnızlı a kalmadan
Benimle mezara gider
Ak am ormanda yalnızlıkla
Yetinmeden kimsesizlikle yenileniriz
Cehennemden vatanda.”
(Hasan El Vezzani<d.1970>-Metin Fındıkçı, “ iir Atlası, Cevat Çapan, “Cumhuriyet Kitap, 19.07.07)
“NOT TI FIDAR
<Operada iir müzi in söz dinleyen kızı olmalıdır - Mozart>
El ay ı ı ının bir gölgesi yastı ın üzerinde
Ve gölgelenmi bir beyazlık görünür yukarısında
ya da a a ısında
Ba larının kulak kula a, duyarak suyu
Söz gibi de il, onun üzerine açılan gözün devinimi
Ne mutlulukla
Sözün müzi in söz dinler biçimli kıçı ve yüre i
ya ar cehennemde
Ate i kadar ho ”
(Louis Zukofsky<1904-1978>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 26.06.03)
“ ‘Her ey yolunda gibiydi. Fakat ö leden sonra u F. bütün mutlulu umu berbar etti. Bir ak am önce
artık hallolmu gibi anlattıklarından vazgeçiverdi. Benim için her ey yitirilmi gibi. Bir cehennem uçurumu
açılıverdi önümde. Fakat artık geri adım atamam.’ ”
(S. Zweig - F.-Zweig; “Mektupla malar: 1912-1942”, sa:45)
Cehennem elçisi :
nsanı cehenneme gönderecek kadar suç i letecek karakterdeki biri
“Berta, Bescos’ta heyecan uyandıran, ilgi çekici hiçbir ey olmadı ını dü ünüyordu, bir yabancıyı orada
bir günden fazla tutacak hiçbir ey yoktu. nerede kalmı cehennem elçisi gibi önemli ve i i ba ından a kın
birini.”
(P. Coelho, “ eytan ve Genç Kadın”, sa:14-5)
Cehenneme ta çıkarmak : Çok büyük güçlükler, zorluklar çıkarmak
“SMITHERS (Butuna vurup, gürültülü bir kahkaha koyvererek) : Hah hah hah! Cehenneme ta
çıkardın be... (Sonra kendisini toparlar, alaycı bir ekilde.) Bahsına girerim.. Vurdukları od e il... Koca bunak..”
(Eu. O’Neill, “ mparator Jones”, sa:66)
Cehennemi : Cehenneme benzer, çok sıcak, çekilmez, dayanılmaz
“ htiyar bu çizginin tam kenarına nota sephasını koymu tu. tinayla giyinmi , sehpanın önünde ayakta
duruyor ve alı tırma yapıyordu. Sevdi im, korkarım sadece benim sevdi im bu insanın çıkardı ı sesler öylesine
berbat eylerdi ki, okuyuculara bu cehennemi konseri tasvir etmekten kaçınmam yerinde bir davranı olur.”
(F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:31)
Cehennemin ate ine çarpılayım : Artık günah i lememek için kendi kendine verilen söz, yemin
“Her ak am üç i e... Eh, bu böyle süremez... Öyleyse, iksiri kime isterseniz oma yaptırın...
Cehennemin ate ine çarpılayım, artık bu i le u ra ırsam...”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:84)
Cehennemin bir ucu, buca ı : <Olumsuz> O, çok uzak mesafe, gidilmez; <Olumlu, istek dolu>: O, isterse
cehennemin dibi olsun, neresi olsun giderim
“- Sizi Moskova’ya gitmekten vazgeçirip Çermya naya’ya gitmenizi isterken daha yakın bir yerde
bulunmanızı sa lamaya çalı ıyordum; Moskova cehennemin buca ı…”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:172)
Cehennemin dibi(ne gitmek); göndermek, yollamak; -’e kadar yolu olmak; Cehennemin dibini boylamak :
Hiddetle ‘defolup gitsin’,’benden uzak olsun’ ba lamında
“O gece Newark’a gitmek, cehennemin alt kademelerinden birine dalmaya benziyordu. Binalar ate e
verilmi ti, insanlar deli gibi sokaklarda ko u uyordu, birbiri ardından parçalanan vitrinlerden kırılan camların
gürültüsü geliyordu, siren sesleri yayılıyordu, silahlar patlıyordu.”
(P. Auster, “Karanlıktaki Adam”, sa:78)
“CLOV : Bize ne bunlardan Tanrı a kına? (Pencereden bakar.)
HAMM : Bilmiyorum. (Susarlar. CLOV, HAMM’a döner.)
CLOV : (Sertçe.) Pegg Ana senden lambası için gaz istedi inde, sen de ona cehennemin dibine
gitmesini söyledi inde, o zamanlar olup bitenlerin farkında mıydın sanki? Pegg Ana’nın neden öldü ünü biliyor
musun? O karanlıktan öldü.”
(S. Beckett, “Bütün Oyunları - 1”, ‘Oyunun Sonu’, sa:205)
“DOKTOR - Burada hastalardan ba ka kimse ya ıyor mu?
OFÖR - ey, söyledim ya, kurtlar!
DOKTOR - Ya insanlar?
OFÖR - Bu yakınlarda bir kaç ev var ama, içlerinde birileri var mı, bilmiyorum.
DOKTOR - Allah Kahretsin! Cehennemin dibi!
(H. Boytchev, “Albay Ku ”, sa:3)
“(Rahip) Tahmininde aldanmadı ını anlayınca düke döndü ve gergin bir sesle: ‘Efendimiz, günün
birinde, Don Quijote midir, Don Ü ütük müdür nedir, i te o adamın, iyice delirmesi için hazırladı ınız tuzaklara
dü meyecek kadar akla sahip oldu unu anlayacaklar sanırım,’ dedi. Sonra övalye’ye döndü: ‘Size gelince sayın
bay testi kafa, nereden çıkardı ınız bu övalye hikayesini, devlerle bo u manızı, haydutları bulup
cezalandırmanız gerekti ini?’ dedi. ‘Dilerim cehennemin dibini boylarsınız. Evet sizinle böyle konu ulabilir
sadece; hadi bakalım, hemen evinize dönün; çoluk çocu unuzla ilgilenin, onları yeti tirin; malınız, mülkünüzle
u ra ın, orda burda çöplenerek, herkesi de kendinize güldürerek sa da solda sürtmeyi bırakın. Bela mısın sen
be?’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote, sa:598)
“- zin verin ama... gene sövmeye ba ladınız.
-Ne sövmesi? Ben sana ö üt veriyorum, yol gösteriyorum... Biz artık barı tık. unu son kez
söyleyeyim ki, sana kesinlikle küfretmek niyetinde de ilim. Velinimetini ikayet eden senin gibi bir dangalakla
neden u ra acakmı ım? Cehenneme kadar yolun var!”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:69)
“ÇUBUKOF - Cehenneme kadar. (Heyecanlı heyecanlı dola ır.)
NATALYA STEPANOVNA - Görüyor musun edepsizi? Gel de bundan sonra artık iyi kom u var de!
ÇUBUKOF - Alçak! Bostan korkulu u!”
(A. Çehov, “Teklif”, sa:25)
“Zaten buraya gelinceye kadar, hatta son günlerde, belki de bugüne kadar babamla aramızdaki u para
dala masına akıl erdiremedim. Neyse, cehennemin dibine gitsin, bunların sözünü sonra ederiz.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:169)
“ ‘Onu benim i ledi im bir cinayetle haksız yere suçladım, kendi kendimi cezalandırmam gerekti ini
kabul etmemek için onu öldürdüm, tüm hayatımı yalan dolanla geçirdim, ölmek, cehennemin dibinde sonsuza
dek acı çekmek istiyorum.’ ”
(U. Eco, “Baudolino”, sa:527)
“ imi bitirdikten sonra ruh isterse Sorbonne’a geri dönsün, yahut cehennemin dibine gitsin. Neden
ba ka bir yüz takınıp kar ısına bir Sorbonne doktorunun parlak ko umlarıyla çıkmıyorum?”
(D. Erasmus, “Delili e Methiye”, sa:137)
“MEPHISTOPHELES - Karasevdanın en katmerlisine! Cehennemin dibine! Ke ke daha fena eyler
bilseydim de, onlarla sövüp saysaydım!”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:144)
“HASTINGS - Bir oku görelim.
MARLOW, okur - lk yemekler: Ba ta erik salçalı domuz!
HASTINGS - Domuzunuz cehennemin dibine gitsin!
MARLOW - Ben de erik salçasını cehennemin dibine gönderirim.”
(O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:43)
“Biz, neleri biliyorduk, ama ses çıkarmıyorduk. sabet oldu. Cehenneme kadar yolu var! dediler.
Hayriye Hanım da aynı fikre taraftar göründü.”
(R.N. Güntekin, “Yaprak Dökümü”, sa:102)
“Anselmo yoldan,
‘Sakin ol kadın,’ diye ba ırdı. ‘ i çok zor. Bitirmek üzere.’
‘Cehenneme kadar!’ diye Pilar kükredi yine. ‘Burada hızlılık önemli’ ”
(E. Hemingway, “Çanlar Kimin çin Çalıyor”, sa:494)
“ ‘... Siz ngilizleri biz bir defasında Amerikadan defetmi tik. imdi me in potinlerimizi aya ımıza
yeniden geçirip size nefis bir tekme atmamız gerekir...’
Liverpool:
‘Cehenneme kadar yolun var’ diye söylendi. Zaten bundan ba ka bir ey söylemesini bilmezdi.”
(O. Henry, “viski soda”, sa:228)
“Klingsor dikkatle a zına baktı büyücünün, onun bir zaman evkle yanıp tutu an saatlerin birinde
içindeki hüznü bo up atan, onu di leyip cehenneme yollayan pırıl pırıl di lerine baktı. Bu büyücü müneccimin
üstesinden geldi i eyin kendisi de üstesinden gelebilir miydi?.....Mü teri yıldızı kendisine bir ba ka türlü
bakıyor, Tanrı onun sazının tellerinden daha de i ik na meler döktürmek istiyordu.”
(H. Hesse, “Klindsor’un Son Yazı”, sa:185)
“Ya da: -Senden, diyor, bıktım!
Öbürü gülümsüyor: -... yalan, diyor, bıkkınlık de il bu. Korku belki. Benden korkuyorsun. Nasıl
ya amak gerekti ini gösteriyorum sana. Çok eyler istiyorum. Tembelsin ve korkuyorsun. Kendinden ba kasını
dü ünmekten korkuyorsun.....
Ümid çırpınıyor: -Bırak beni, bırak! Cehenneme kadar yolun var.”
(A. lhan, “Kurtlar Sofrası”, sa:62)
“Masamda yiyip içersiniz, bir kez de kar ılı ında beni ça ırdınız mı evinize?... Haydi, defolun bakalım
dalkavuk güruhu! Dı arı, it sürüsü! Hiçbirinizi bir daha görmek istemedi im gibi, adlarınızı bie duymak
istemem. Cehenneme kadar yolunuz var!”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:128)
“-... Te <i te> ben gidiyorum temelli artık!
-Cehennemin dibine kadar yolun var!
-Ben gideyim cehennemin dibine, sen kalasın yeni ahbaplarınla birlikte Ayvansaray cennetinde! Yazık
olsun sana ki, bu kadar zaman emek vermi im senin yolunda... Tüüh bre... Tevekkeli taalallah söylememi ler:
nsan o lu kavun diyildir <de ildir> ki koklayasın kuyru undan da ne mal oldu unu anlayasın. Bizim çingeneler
derler bu i e arpa ektim, darı çıktı; inanat < inanay-tükendi, bitti> vay!...”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:173)
“Çileci elinin be parma ını uzattı, dizime dokundu ve beni dürttü:
-Uyan, o lum! Ölüm seni uyandırmadan uyan!
Ürperdim; cesaret bulmak için tekrar:
-Gencim! dedim.
-Ölüm gençleri sever, cehennem gençleri sever; hayat yanan küçük bir mumdur, kolay söner, aklını
ba ına topla, uyan!”
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:214-5)
“Çocuk, kızararak ba ını öne e di. Önceki gün bir kızın verdi i fesle en, kula ının arkasında
sallanıyordu. ‘Geliyorum Kaptan,’ dedi ileri yürüyerek.
htiyar Mandras, ba ını e di ama konu madı.
‘Cehenneme kadar yolun var!’ diye ba ırdı a abeyleri tükürerek.”
(N. Kazancakis, “Karde Kavgası”, sa:247)
“... Adam yanlarından geçerken onların farkında bile olmadı. Ne selam verdi, ne bir ey söyledi. Hösük:
‘Nereye böyle karda ?’ dedi.
Adam uykudan uyanır gibi, bezgin:
‘Cehennemin dibine,’ dedi.”
(Y. Kemal, “hüyükteki nar a acı”, sa:29)
“Baktım, Dr. Loweg’in arabasıydı. Kalbim a zıma geldi sandım, beni tekrar geri alacak diye. Clem,
‘Ona bo verelim,’ dedi. ‘Sana güle güle diyecek ama bir kez senden, onun sana yaptıklarından dolayı, defalarca
söyledi in te ekkürü i itmek isteyecek. Cehenneme kadar yolu var...’ Gaza bastık ve uzakla tık.”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:136)
“Bu durumlara çok canı sıkılan Kecskemet Belediye Ba kanı Bay Janos Szücs bo yere içini çekiyor ve
elindeki de ne i yere vurarak:
-Nereden bulayım, yi it a alar, nereden? diyordu. u bastı ımız yer Körmöcz altın madeni de il ki!
Burası kum i te, ta cehenneme kadar basbaya ı kum.”
(K. Mikszath, “Konu an Kaftan”, sa:17)
“JOE, ne söyleyece ini bilmez bir halde. - Efendim biz... yani tayfalar, efendim... Sizinle iki lakırdı
etmek için... bir heyet göndermek istiyorlar.
KENNEY, öfkeden köpürerek. - Söyle onlara cehennemin dibine... (Kendini tutar ve korkunç bir eda
ile devam eder.) Söyle onlara, gelsinler... Kendileri ile görü ece im.”
(Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:22)
“Söylenenlere göre, günümüzde sadece zorlu devrimleri benimseyen akımlar var. Ama tarihte olan her
ey devrimdir; yava yava ve barı içinde gerçekle en bir yenilik, bir ke if bile. Öyleyse cehenneme kadar yolu
var bu inceden inceye dü ünülmü söz cambazlı ının...”
(C. Pavese, “Ya ama U ra ı”, sa:22)
“ ‘Simon Camp,’ dedi Lowell di lerini gıcırdatarak.
‘Az kalsın suratına yumru u çakıyordum,’ dedi Bachi.
‘Ke ke çaksaydınız Sinyor Bachi,’ dedi Lowell. Birbirlerine gülümsediler. ‘Hala Dante’yi
mahvedebilir. Ona ne dediniz?’
‘Ne mi dedim? Cehenneme kadar yolun var demekten ba ka bir ey gelmedi aklıma. Ben yıllarca
üniversitede çalı tıktan sonra yiyecek ekmek zor buluyorum.’ ”
(M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:410)
“Cehennemin dibine kadar yolu var, ehitlerin palmiye çelenklerinin, sanatın ı ıklarının, mucitlerin
gururunun, ya macıların iddetinin, diyor, Do uya ve ilk ve sonsuz bilgeli e yeniden dönüyordum.”
(A. Rimbaud, “Cehennemde Bir Mevsim”, sa:140)
“O günün ak amı, ormana geri dönmek üzere büyük yoldan ayrıldıkları sırada, Giulio prense yakla tı, o
bildi i yerde birkaç gün daha kalıp kalamayaca ını sordu. Fabrizio:
-Cehenneme kadar git! diye haykırdı, imdi benim çocukça i lerle u ra maya vaktim mi var,
sanıyorsun?”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:81)
“ ‘Seni tekrardan bo amayıp ve de sırtlayıp götürmesi de fazladan... Sonunu bak kendin dü ün. Bunu
ma ayla tutacaksın, süpürgeyle süpürüp sittir edeceksin. E i i atladı mı kıçına bir tekme vur. Tangır mangır
yuvarlansın. Cehenneme kadar yolu açık...’ ”
(K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:192)
“Öteki üç bardak a a ı inmi , yalnız onunki havada kalmı tı.
-Melekler dualarıma kulak verdiler. Hermes dayının anevrisması patlamı , cehennemin dibini
boylamı .” Ötekiler hala sessizliklerini koruyorlardı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Çıplak Sokak”, sa:100)
“Gel gelelim, kocası olacak adam, namusuyla çalı acak biri de ildi ki! u güne in altında ya amı en
büyük serseriydi o herif. Günün bitinde polis, yakasına yapı tı. Ardından da so uk bir kı la, so uk rutubetli bir
zindan, onun defterini dürmeye yetti. Burada, Margarida kısa bir ara verip, dinleyicilerin kulaklarına bas bas
ba ırırdı: ‘Zebaniler cehennemin dibinde kızartsınlar o serseri herifi!’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar, Karde im Deniz”, sa:32)
“1797-1798: Devrimin kanlı süpürgesi, kibar ve zarif yüzyılı sona erdiriyor. Fransa Kralı ve
Kraliçesinin kafaları, giyotin sepetindedir artık ve on düzine kadar prens ve prensçik, aynı zamanda Venedik
engizisyoncuları, küçük bir Korsikalı general tarafından cehennemin dibine gönderilmi tir.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Casanova’, Cilt:III, sa:93)
Cehennem kaçkını : Üstü ba ı pejmürde, bakımsız giyimsiz ku amsız (sanki mezardan kaçıp gelmi )
“FAUST - Önce, u hayvana kar ı koymak için, Dörtlerin duasına (Ate i su, hava ve toprak)
ba vuruyorum..... Arkada , sen bir cehennem kaçkını mısın? Öyleyse, önünde kara kuvvetlerin e ildikleri, u
i arete (haç) bak! imdi artık tüyleri diken diken olarak i iyor.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:63)
‘Cehennem kaçkını seni,’ diye ona, ‘seni görmek beni pek sevindirdi! Söyle bakalım, iyi vakit geçirdin
mi orada ha? Hangisi iyi, hayat mı, ölüm mü?’
‘Okka her yerde bir,’ diye cevap verdi Lazarus.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:473)
“SESLER Sırtından dök a a ı.
Hey, kurba a suratlı, hangi cehennemden kaçtın sen?
La Tourain’den.”
(Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:8)
Cehennemlik herif : Hiç bir i e yaramaz, ancak cehenneme layık, hemen defolması gereken
“ van Fedoroviç yumu aklıktan vazgeçip kabala tı, öfkeyle,
-Açık konu sana be cehennemlik herif! diye ba ıırdı.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:II, sa:181)
“... biri bu adamlara yakından bakarsa, onların kendilerine özgü tek örnek ki ilikleri ve kolaylıkla, ne
derece kederli ve trajik kimseler olduklarını anlamakta güçlük çekmezler. Dı adakilerin bilmedi i bir eydir bu.
Millet, birinin, annesini öldürdü ünü duyar duymaz verir fetvayı: ‘Oo, bu cehennemlik bir i .’ ”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:122)
Cehennem(lik) ol(mak), Cehennem olup gitmek : Defol burdan, gözüme gözükme ba lamında; Senin bu
dünyada yerin yok, Cehenneme git; ‘Bu cehennem gibi yerden uzakla mak, gitmek’
“Ama baharla birlikte daha huzursuz oldular. Terhis oldukları zamanki paraları tükenmi ti. Kasabada
senet imzalamı lar ve ba ları derde girmi ti. Bu durum annemi üzüyor, babamın da yava yava hayallerini
yıkıyordu. Ilık bir ak amüstü tav anları beslerken onların konu malarını dinledim.
‘Buradan cehennem olup gitmeliyiz,’ dedi Eugene sinirle, ‘bu ta ra kasabası beni öldürüyor!’ En
gençleri olmasına ra men lider hep oydu.”
(Rudolfo Anaya, “Kutsa Beni, Ultima”, sa:87)
“Kurulun keyfi kaçmı tı.
Kesedar bilanço defterini havaya kaldırarak ba ırdı:
-Bizi yok edeceksin, karayazılı!
-Peki, ne yapayım? Cehennemlik mi olayım?”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:84)
“Smerdyakov sırıttı:
-Yalan dolan bunlar..
-Hadi cehennem ol, u ak ruhlu, sen de!”
(F.Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:192)
“VALENTIN (ilerleyerek.) - Kimi tuza a dü ürmeye çalı ıyorsun burada? Cehennem ol! Melun fare
kapanı! lkönce u elindeki sazı, onun arkasından da arkı söyleyeni, eytan alsın!”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:I, sa:196)
“Zebedi’nin beyni atmı tı.
‘Bas git buradan Filipus, cehennem ol!’ diye uludu, kan beynine çıkmı tı. ‘Görmüyor musun i imiz
var. Biz balıkçıyız, sen de çobansın. Bırak çiftçiler yakınsın dursun, ne halleri varsa görsünler, bize ne?.. Haydi
çocuklar i ba ına!’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:129)
“ADAM - Haydi! Çıkın dedim! Git Margrete! Yayıktan yeni çıkmı tereya ı, Limburg peyniri, bir de
Pomeranya’nın tütsülenmi ya lı kaz eti.
WALTER - Durun! Bir dakika! Bu kadar külfete gerek yok! Rica ederim Bay Yargıç!
ADAM - Cehennem olun diyorum size! Sen de dedi imi yap!”
(H. von Kleist, “Kırık Testi”, sa:65)
“YANK (Acı acı.) - Demek bu ku lar da bir yere layık görmüyorlar beni. Ihhh, cehennem olsunlar!....
Artık çelik de ilim, dünya bana sahip. Ahh, lanet olsun! Göremiyorum, her taraf karanlık, anlıyor musun? Her
ey ters! (Aya bakıp abuk sabuk sesler çıkaran bir maymun gibi acı alaylı bir yüz takınır.)”
(Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:64-5)
Cehennem umacısı : Cehenneme layık, korkunç görünümlü ki i
“MALCOLM - Teselli bulun: bu ölümlü acıyı iyi etmek için büyük intikamınızı ifa bilelim.
MACDUFF - Çocu u yok onun… Güzel yavrularımın hepsi ha? Hepsi mi dedin? Ah cehennem
umacısı! Hepsi ha? Ne, bütün yavrucaklarım da, anaları da tek bir melun pençeyle ha?
MALCOLM - Erkek gibi kar ılayın.
(W. Shakespeare, “Macbeth”, sa:75)
Cehennem zebanisi : Cehennemde nöbet bekleyen, zebella gibi iriyarı, güçlü, korkunç yaratık
“Ömer, elinde geli ken bir video kamerayla ortalıkta dola maya ba lamı , birbirlerinin foto raflarını
çekmekten bıkıp usanmamı Japonları bir de o görüntülüyordu. Tu de kan kırmızısı elbisesinin içinde, ileride
cehennem zebanisi olmak üzere yeti tirilen küçük bir cadı gibi karanlık bir gülü le gülüyordu.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:520)
“(Mirabeu’nun) babası, fizyokratların dostu ünlü Marki de Mirabeau (1715-1789); yazdı ı eserlerden
birinin adıyla, ‘insanların dostu’ olarak tanınıyor. Ne var ki, bu ‘insanların dostu’, baba olarak hiç de efkatli
de ildir. O lan, gerçi ha arının teki, ama baba da bir cehennem zebanisi gibi tepesindedir.”
(S. Tanilli, “Fransız Devrimi’nden Portreler”, sa:115)
“Gel gelelim, kocası olacak adam, namusuyla çalı acak biri de ildi ki! u güne in altında ya amı en
büyük serseriydi o herif. Günün bitinde polis, yakasına yapı tı. Ardından da so uk bir kı la, so uk rutubetli bir
zindan, onun defterini dürmeye yetti. Burada, Margarida kısa bir ara verip, dinleyicilerin kulaklarına bas bas
ba ırırdı: ‘Zebaniler cehennemin dibinde kızartsınlar o serseri herifi!’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “Karde im Rüzgar, Karde im Deniz”, sa:32)
Cehennem zıbarası : Cehennemin tam ortası, ate in en yakıcı oldu u yer
“Sonra Durmu Ali:
‘Avrat!’ diye seslendi, ‘öyle deli deli, dipsiz laflar edece ine, ahıra yatak yapın da misafirler uyusunlar.
Ben Kör Aliye gidiyorum.’
Kadın:
‘Git,’ dedi, ‘cehennemin zıbarasına.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:I, sa:241-2)
Celali Takvimi : Selçuklu hükümdarı Celaleddin Melik ah zamanında, aralarında Ömer Hayyam’ın da
bulundu u bir bilginler kurulu tarafından hazırlanan takvim. 15 mart 1079’da ba latılan bnu takvim, “güne ”
esasına dayanır.
“A açların yapraklardan gömle i
Mutluların bayramlı ı gibiydi...
Celali takvimde ikinci aydı,
Dallarda bülbül akımaktaydı...
Güle çiy dü mü tü, inciler gibi,
Öfkeli yarin yüzünde, ter gibi...”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:28)
Cela va sans dire : (FR.,KOLL.) <Sö la va san dir> : Bu, söylenmeksizin sürüp gidecek = Yhat goes
without saying ( NG.)
Cellatlık yapmak : Modern zamanlara kadar suçluları, suçlandırılanları asmak,bo mak, kesmek, yakmak vb
yollarla ortadan kaldırmayı meslek edinmek. Bu i için genellikle çingeneler seçilirlerdi.
“Kırk yıldır cellatlık yapıyordu. Aristobule’ü suya atan, Alexander’ı bo an, Mathatias’ı yakan,
Zosim’in Pappus’ün, Josephine’in ve Antipater’in kellesini uçuran oydu. Öyleyken imdi Yahya’yı öldürmeyi
göze alamıyordu. Di leri birbirine çarpıyor, bütün vücudu zangır zangır titriyordu.”
(G. Flaubert, “Üç Hikaye-Herodias”, sa:127)
Cem, Cem’ül cem, Eyyam-ı cem; : Cem: Toplama, bir araya getirme; Cem’ül cem: Hakikat yolunda manevi
bir yolculuk içinde olan Sufi’lerin halk’ı, yani yaratılanları Hakk’ın mana ve hakikatı, Hakk’ı da halk’ın mana
ve hakikatı olarak hissetmesi. Bu olunluk makamına ‘Cem’ül cem’ <iki kat ço ul> derler; eyyam-ı cem:
Mekke’de Mina ve Arafat ziyaretiyle geçen dört Hac günü; yevm-ül cem: Zilhicce’nin <Arabi ayların on
ikincisi, onuncu gün Kurban Bayramıdır>; Kıyamet günü
“ am’daki eyhlerden birine sordular:
‘Sufi’lerin hakikati nedir?’ Cevap verdi eyh:
‘Önceleri, dünyada, dı görünü te da ınık ama mana bakımından toplu bir takım iken; bugünlerde, dı
görünü te toplu, mana’da <yani içte> peri an bir haldedirler.’ ”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:107)
Cemaat; Cemaatçılık : Özel, homojen, aynı kaderi payla an bir tarikat, din ya da topluluk, kilise ya da cami
erkan; Bu özel niteli i, ayrımı içinde ya anılan ulusal-milli birlik çıkarlarına pek de uygun olmayacak ekilde
taraftarlı ını yapan kimse(ler)
“..... Lübnan’ı ve ba ka yerleri yakından gözlemledi im için, cemaatçili in demokrasinin geli mesini
hiç de kolayla tırmadı ına -aslında sadece ürkek bir örtmece bu- tanıklık edebilirim. Cemaatçilik yurtta lık
dü üncesinin bile yadsınmasıdır ve böyle bir temel üsütüne uygar bir sistem in a edilemez.”
(A. Maalouf, “Çivisi Çıkmı Dünya”, sa:44)
“Kimsenin, eskiden Kayzer için dua etti i gibi imdi imdi Hitler için dua edece i yoktu. Ama Theodor,
cemaat arasındaki dostlarının tepkilerini merak etmekteydi. Duadan sonra normal olarak dı arda toplanır, biraz
çene çalarlardı; ama bugün insanların ço u, hiç oyalanmadan, dosdo ru evlerine döndüler.”
(E. Tucker, “Berlin Bir Mozaik”, sa:133)
Cemre :
ubat ayında, birer hafta arayla, ‘Birinci, kinci ve Üçüncü cemre dü mesi’ ile adlandırılan -nazarido a’nın ısınma olayı
“Oooh, i te kı da geçti; yakında bahara giriyoruz. ki, üç gün sonra üçüncü cemre dü ece i için, Reha
Beyin evinde o gece, bir kı tan çıkı alemi yapılacak... Ve bu aleme Ayvansaray’ın en maruf <me hur,
yetenekli> sazcı ve oyuncuları i tirak edecektir <katılacaktır>.
Gel keyfim gel! ki gece sonra yine sabahlara kadar vur patlasın çal oynasın, ya ayaca ız.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:179)
Cem id, ah : (FARS.): Efsanevi ran hükümdarı. Söylenceye göre, 700 ya da 1000 yıl ya amı , kendisini
Tanrı ilan etmi , halkına zulmetmi ; birçok yenili i, birçok sanatı, hatta arabı (?) icad etmi ; Nevruz Bayramını
da ilk kez kutlayan da kendisidir.
“ ran Hükümdarı Cem id, elbisesine alem <Devlet büyüklerinin, eskiden sa omuzundan a a ı do ru
gö sün üzerine sarkıtılan, çiçeklerle, resimlerle süslenmi erit>, parma ına yüzük takan ilk insanmı . Ona
sormu lar:
‘Üstünlük sa dayken, niçin bütün süsleri soluna taktın?’ Demi ki:
‘Sa için, sa olma süsü yeter!’ ”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:260)
Cenabet; Cenabet gezmek : (ARAP.): Cinsel ili kide bulunduktan sonra boy abdesi almamı kimse; Öyle
gezmek; Pis, u ursuz, ahlaksız (Argo)
“O lan; ‘Buradayım, uyu bakalım.’ diye homurdanır ve kızın parma ını akadan ısırırdı. Kız da
akacıktan bir çı lık koparırdı. O zaman, içerdeki odada yatan Virgil’in küfretti i duyulurdu: ‘Rezil cenabetler,
susun bakalım.’ ”
(E. Eschenbach, “Köyün Çocu u”, sa:15)
“Biraz eski, geçirdi i ho alemlerden, gençlik maceralarından açtı; biraz odada bizi dinleyen karısını
çeki tirdi:
-Bu cenabet, dedi, her gün münasebetsiz birtakım vırvırlarla beni büle <böyle> kocalttı, yo ise
<yoksa> ben kolay kolay -pos ve kırçıl sakallarını göstererek- böyle çabucanak çomarlar mı idim?”
(O.K. Kaygılı, “çingeneler”, sa:59)
“ ‘Dur azıcık dur,’ dedi Lena.
‘Azıcık durduk,’ dedi Ni ancı, ‘duracak zaman mı cenabet karı, sana deniz balık kaynıyor demedik
mi?’
‘Dedin. Cenabet senin anan. Neden ki dersen, seni do urmu . Dur da beni adam gibi dinle.
‘Durduk i te.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su çti i”, Cilt:2, sa:495)
“- u otobüs oförü olacak piç herif ne söyledi inin farkında olsaydı, pekala otobüsle çiftli e kadar
gitmi tik, dedi. Bir de ‘buradan birkaç adımlık yol, buradan birkaç adımlık yol,’ diye tutturdu. Halbuki Allah
kahretsin, neredeyse dört mil vardı. Evet, dört mil! Çiftlikte canı durmak istemedi de ondan. Öyle tembel
cenabetin biri imi ki otobüsü durdurmaya bile ü endi.”
(J. Steinbeck, “Farelere ve nsanlara Dair”, sa:11)
“-... Ama Osman A a’mız gayetle iyidir. Ardından lafederler. Ben hiç aldırmam. Kızdırmayacaksın.
Evet, öfkelendi mi babasını dinlemez. ‘O lancı’ derler. ‘Cenabet gezer’ derler. Günahı boynuna.”
“-Ne kıyak dalga!.. Yoksa bu kayarto araya gebe zar mı karı tırdı? Ben bu ya a geldim, bu kadar dü e
görmedim.
-Mıhlama ulan!.. ‘Mıhlama’ dedim, savur u cenabetleri”
(K. Tahir, “Esir ehrin Mahpusu”, sa:48;123)
“... biz Üçüncü Ordu’daydık. Ha bitti, ha bitiyor derken uzadıkça uzadı cenabet... Uzadı dedimse, adam
gibi uzamıyor. Bir yıl bize be yıl gibi geliyor. Oturup hesaplıyoruz, topu topu üç yıl...”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:136)
“Jean, bir felaket olacak korkusuyla:
- pi bıraksana! diye haykırdı.
Kız dinlemiyor, soluk solu a ko uyor, öfke ve deh et dolu bir sesle sövüp sayıyordu:
-La Coliche! Duracak mısın, la Coliche!... Hay, pis murdar hayvan!... Hay! Miskin cenabet!”
(E. Zola, “Toprak”, Cilt:I, sa:7)
Cenabıhak : Allah’ın (Tanrı’nın) niteliklerinden, isimlerinden biri
“Nefse yenilmenin, Cenabı Hakkın gazabını daha az üzerine çekti ini, dolayısıyla daha hafif cezayı
gerektirdi ini hatırlamıyor musun? Bu gerçe i derin derin dü ünecek ve yukarıda, bu zindanın dı ında ceza
görenleri gözünün önüne getirecek olursan, onların niçin bu fesatçılardan ayrılmı olduklarını, tanrısal adaletin
onlardan niçin daha az hı ımla öc aldı ını anlarsın.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:161)
“LOMOF - Kızınızla evlenmek arzumu...
ÇUBUKOF (Sözünü keserek.) - Ah canım... Öyle memnun oldum ki, ne derler ona... Özellikle ne
derler ona, (Kucaklayarak öper.) ötedenberi isterdim. (A lar.) Ve ben sizi, benim melek çocu um, her zaman öz
evladım gibi sevdim. Cenabıhak her ikinize de u ur, a k ve ne derler ona, uzun ömür hediye etsin.”
(A. Çehov, “Teklif”, sa:12-3)
“ ‘ n allah, bir gün gelecek, o kız, babası önde, kendisi arkada sokak sokak sürünecek, dilenecek!
Cenabıhak kimsenin yanına koymaz! Fakat, neye yarar? Biz göremeyece iz!’ diyor ve ellerini dizlerine
vuruyordu.’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:159)
“ ‘Elbette güvenirsin, Zebedi, Cenab-ı Hak karnını tok, sırtını pek yapmı , i lerin de tıkırında
yürütüyor; elli balıkçı kölen var, i leri için yeterince kuvvet sa layacak, açlıktan ölmelerini engelleyecek kadar
besliyor onları, bu arada zat-ı alileriniz, sandı ınızı, kilerinizi ve karnınızı tıkabasa dolduruyorsunuz.’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:131)
Cenap, Cenapları : Beyefendi ile Ha metmeab, Hazretleri arası, genellikle erkekler için, hürmet ifade eden bir
soyluluk sözcü ü
“ÇUBUKOF - Mahkemede mi? stedi iniz mahkemeye, ne derler ona, gidebilirsiniz, bay cenapları!
..... Siz, ne derler ona, mahkemeye gitmek için zaten, özellikle, bahane ararsınız... irret herif! Siz zaten soyca
sopça iftiracısınız, evet, soyca sopça iftiracı!”
(A. Çehov, “Teklif”, sa:23)
Cenaze : Ölü, mevta
“Flaxman merdivenlerin dibine geldi. Ahbap-çavu kolunu sevgiyle Gordon’un omzuna attı.
‘Keyfine bak moruk, keyfine bak! Cenaze gibisin. Crichton’a gidiyorum. Gel bir tek atalım.’
‘Gelemem, çalı aca ım.’
‘Yapma! Ne biçim arkada sın sen! Yukarıda zaman öldürmenin ne yararı var? Gel Cri’ye gidelim,
barcı kıza asılalım.’ ”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:33)
Cendere ile sıkılmak; Cendereye sokmak : Sanki vücudunun iki yanından cendere ile sıkı tırılmı gibi
hissetmek, çok üzülmek; Birine baskı yapmak
“ çinden a lamak geliyor, ama a layamıyordu. Üzüntüden a layacak de ildi, öfkeden a layacaktı,
kendi kendine duydu u öfkeden. Ne i i vardı bu lokantada? Burada Gürgenli villada oldu undan daha mı
mesuttu? Ka larının tam üstü sanki bir cendere ile sıkılıyordu.”
(J. Green, “Adrienne Mesurat”, sa:197)
“... fakat Süreyya’nın tekrar ihtarına kar ı sabrı tükenerek birden dudaklarında titremeler, gözlerinde
öfkeyle döndü:
-Oo, rica ederim, gelir gelmez beni yine cendereye sokma Süreyya, dedi; dünkü gelin de ilim ya...
Yolu da pekala biliyor.”
(M. Rauf, “Eylül”, sa:280)
Cenin : Ana rahminde döllenmi yumurta, geli mekte olan bebek
“YE L EVHAM
-------------------alın beni sı ına ınıza ey sade, olgun kadınlar
ki zarif parmaklarınız
derinizin ardında bir ceninin
keyif veren kımıldanı larını izliyor
ve yakanızın kıvrımlarında hep
taze süt kokusu havayla birle iyor”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-yeniden do u ”, sa:83)
“Ceviz
------Cevizin içi meyve, umurunda de il,
Sen kabu un içine kazınmı çözümü arıyorsun.
Acı büyük, avucunu sıkıp cevizi kırıyorsun.
Sessizle iyor, okunmaz oluyor kırılan i aretler.
Cevap dersen Sfenks mübarek, ama bo luklardan tırmanıp
Giriyor ve meyveyi yiyorsun. Böylece kendine yer açıyorsun.
Kendin meyve oluyorsun. çinde Sen oluyor.
Sen çömelip bekliyor çevresinin kabuk ba lamasını.
Bir cenin gibi. Çömelip bekliyor cevizin içinde.”
(Ale teger<d.1973>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17/01/08)
Cennet; Cennetlik olmak : yilik, güzellik, mutluluk dolu hal ya da ya am; Ya am sonrası, layık olanların
sonsuza dek mutlu ya adıkları yer; Oraya gidebilen günahsızlar
“<Sinekli Bakkal mamı’nın> Cemaate telkin etmek istedi i dinsel dogmalar, bıçak gibi keskindir.
nsan için hayatta iki yol vardır: Biri cennete, biri cehenneme çıkar. Vaazlarında mam ikinci yolu daha parlak,
daha canlı olarak anlatır. Cehennemin bilmedi i kö esi, cezanın tarif edemeyece i ekli yoktur.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:11)
“BEYAZ EV N
------------------Ve sen hatırlayacaksın sevgili e ini
Onun gözleri için yarattı ın cennette,
Ve ben çok ender bir malın kaçakçısıyımSenin a kını satıyorum ve efkatini.”
(A. Ahmatova<1889-1966>, “yaban balı özgürlük kokar”, sa:35)
“Cehennem’le Araf’ta zaman kavramı vardı..... ama Cennet’te vakit artık yoktur, yahut vardır da
ebediyet içinde eriyip gitmi tir. Dante Cennet’te zamanın dı ındadır, ahret yolculu unun bu son kısmı zaman
bakımından böyle bir ölçüsüzlük içinde sürüp gidecektir. Cennet’te, öteki iki ahret ülkesinin aksine, en geni
anlamıyla ‘yer’ denen eyden de eser yoktur. airin ziyaret etti i Cennet katlarını görece iz, ö renece iz. ”
(D. Alighieri, “ lahi Komedya”, Cilt:III, ‘Cennet’, sa:5 -önsöz-)
“ÇOK A IR KÜÇÜK ÇIKIN
Annem mutlaka melekler alemindedir
artık
cenneti geziyordur binip onların
kanatlarına.
Bir kez: -O lum, demi ti, Tanrı’yla
kar ıla tık
Ve O gitme zamanımın geldi ini anımsattı
bana.”
(Voymir Asenov<d.1939>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
01.12.05)
“Stilmann’ın inancına göre, Amerika’yı ilk ziyaret edenler cenneti, ikinci bir Cennet Bahçesi’ni
tesadüfen bulduklarını dü ünüyorlardı. Örne in, üçüncü seyahatini anlattı ı yazısında Kolomb unları yazıyordu:
‘Biliyorum, dünyadaki Cennet burası, Tanrı’nın inayeti olmadan kimse giremez buraya.’ ”
(P. Auster, “Cam Kent”, -New York Üçlemesi 1”-, sa:48)
“H YEROGL F
-----------------1 Mayıs. Süleyman’ın Mührü’nün
ba kala ımı
ta ın içinde. Söylenmi yolun
adil hükmü, tohumların, çiçek tozlarının
burgacında çözülen. Ortaya
çıkma, Cennet. Seni dü leyenlerin
yitik a ızlarında
kal.”
(P. Auster<d.1947>, “duvar yazısı”, sa:32)
“Sevginin Bayra ı
-----------------------
Kime yazayım!
Na melerini kime söyler sözcüklerin
Hatta ölümün!
Kime yürüyeyim!
Yürüyen adımlarım hayatıma dolanır...
Kime anlatayım!
Unutulan sevginin hikayesiyle
Ba ının altına serilirim,
Dü lenen cennetle”
(Hanan Avvad-Metin Fındıkçı, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28/08/03)
“LESBOS
----------Ne ister o haksızlık, hak yasaları bizden?
Adaların yüzünü a artan yüce kızlar,
Herhangi bir din gibi güç ta ar dininizden,
Cennet’i, Cehennem’i hor gören a k onda var!
Ne ister o haksızlık, hak yasaları bizden?”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:209)
“Langdon su içmek için ara vererek cehenneme inip çıkan seyircilerin biraz soluklanmasına fırsat
tanıdı. ‘Evet, cehennemin korkunçlu una katlandıktan sonra cennete do ru ilerlemek sizi mutlaka
heyecanlandırmı tır. Maalesef, Dante’nin dünyasında hiçbir ey kolay de ildir.’ Dramatik bir ekilde iç geçirdi.
‘Cennete çıkmak için hepimiz, hem mecazi hem de gerçek anlamda bir da ı tırmanmak zorundayız.’
Langdon, Michelino tablosunu gösterdi. Ufukta, Dante’nin arkasında gökyüzüne do ru yükselen koni
eklinde bir da görünüyordu. nce bir patika da ın etrafında gittikçe daralan bir ekilde dokuz kez dönerek
tepeye do ru çıkıyordu. Çıplak figürler yolda çe itli kefaretler <ceza ödemeleri> ödeyerek acı içinde tepeye
tırmanmaya çalı ıyorlardı. Langdon, ‘ te, kar ınızda Araf Da ı,’ diye belirtti. ‘Ve ne yazık ki, bu yorucu dokuz
daireli tırmanı , cehennemin derinliklerinden cennetin nuruna çıkan tek yoldur. Bu yolda, tövbekar ruhların
tırmanı ını görebilirsiniz... Hepsi i ledikleri günaha uygun bir bedel öderler..... Kibirli olan sırtında kocaman
ta lar ta ımak zorundadır, böylece a ırlı ın altında dü ük konumdakiler gibi e ilmek zorunda kalır. Obur olan aç
ve susuz tırmanmak ve dayanılmaz açlı a katlanmak zorundadır. ehvet dü künü olan tutkunun ate inden
arınmak için sıcak alevlerin arasından ilerlemelidir.’ Langdon, Michelino tablosunun çekim slaytını gösterdi.
Kanatlı bir melek Araf Da ı’nın ete inde bir tahtın üzerinde oturuyordu. Mele in ayaklarının dibinde, bir sıra
tövbekar günahkar yukarı tırmanma izni bekliyordu. Mele in elinde bir kılıç vardı ve ucu tuhaf bir ekilde
sıranın ba ındaki insanın yüzüne saplanmı gibi duruyordu...... Langdon etki yaratmak için biraz durdu. ‘Tuhaf
bir ekilde, yedi kez tekrarlanan... bir harf yazıyor. Onun ne oldu unu bilen var mı?’ Kalabalı ın arasından bir
ses, ‘P’ diye ba ırdı. Langdon gülümsedi. ‘Evet, P harfi, bu ‘P’ harfi peccatum’u temsil ediyor, Latince’günah’
demek. Ve, yedi kez yazılması, Septem Paccata Mortalia’yı temsil ediyor: ‘Yedi Ölümcül Günah!’ ”
(D. Brown, “Cehennem”, sa:311-2)
“K R LLOV - kimiz de alça ız. Ama ben kendimi öldürece im, sense ya ayacaksın.
PETER - Tabii ya ayaca ım. Korka ım ben, bir yana atılmı lık bu, iyi biliyorum.
K R LLOV (Artan bir öfkeyle.) - Bir yana atılmı lık, of, evet! Dinle. Çarmıha gerilenin hakkı için,
onun hayduda ne söyledi ini hatırlıyor musun? ‘Bugün ikimiz de cennette olaca ız.’ Gün biter, ikisi de ölür.
Ama, ne cennet vardır, ne de yeniden dirili .”
(A. Camus, “Ecinniler”, sa:156)
“Her yabancı ses, yasaklanmı bir cennetten geliyormu izlenimini bırakırken, çoktandır sürdürülen
çalı maya eklenene her sözcü ün yerine uymakta gösterdi i yumu akba lılık ve köle konumu içersinde,
yasaklanmamı , ama pek ilkel bir cehennemin havasını ta ıdı ı algılanır.”
(E. Canetti, “Sözcüklerin Bilinci”, sa:63)
“O ak am.... günlü üne unları yazdı Maria:
‘Hayat doludizgin ilerliyor: Bizi cennetten cehenneme itiyor ve bu, birkaç saniyenin içinde olup
bitiyor.’ ”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:19)
“Körsün, sa ırsın, bir ölüsün sen artık, çı lıklarımı i itmiyorsun! Sana nasıl bir cennet ba ı layaca ımı
anlayamadın. Cennet benim içimdeydi, onu senin önüne serecektim. Madem beni sevmeyecekmi sin, sevmesen
de olurdu, bundan ne çıkardı ki? Her ey gönlünce, istedi in gibi kalırdı.”
(F. Dostoyevski, “Beyaz Geceler-Uysal Kız”, sa:144)
“Uskumru Sergisi
---------------------Kusursuz bir kopyası cennetin
uskumru kokusu. Sanki
ya am boyu süren bir yolculukla
ula mı çasına bu i lemelere,
sayısız örnek olu turmu mücevherci,
her biri de karma ık”
(Mark Doty-Gökçen Ezber, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.08.02)
“Tüm zamanların en iyisiydi bu... en kötüsü de! Bilgeli in ça ıydı. Aptallı ın ça ıydı. nançların
dönemiydi. nançsızlı ın da. Mevsim Aydınlı ın mevsimiydi. Mevsim karanlı ın mevsimiydi. Umut’un
baharını, umutsuzlu un kı ını ya ıyorduk. Her ey gelece indi. Gelecek hiçlikti. Hepimiz Cennet’e gidiyorduk;
ya da tersine, Cehenneme.”
(Ch. Dickens, “ ki ehrin Hikayesi”, sa:5)
“TELEV ZYONDAN YAYINLANAN B R
R
BULU MASI -Casa Fernando Pessoa, Lizbon<Manuela Judice ile Casimiro de Brito’ya>
II
‘Paul Duncan olarak
‘44’de do an ben,
‘56’da
On bir ya ındayken
Ad de i tirme
Yolunda
Bedenimin
Altın madenini
Kazmaya ba ladım.
On bir ya ında
Cennetteydim
Tutkular içinde”
(Paul Durcan<d.1944>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.05.06)
“... a ızları gırtla a dek açık, yılanı andıran kuyrukları halka halka kıvrılıyor, gittikçe yükselerek
alevden dillerle doru a ula ıyordu. kisi de kanatlı, ikisi de bir aylayla taçlanmı tı, korkunç görünü lerine kar ın
cehennem de il, cennet yaratıklarıydı bunlar; kocaman görünmelerinin nedeni, bir gün gelip ya ayanlarla ölüleri
yargılayacak olana tapınmak için bö ürmeleriydi.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:71)
“Peygamber, ‘E er sen Tanrı’dan cennet istiyorsan, hiç kimseden bir ey isteme.
‘E er kimseden bir ey istemezsen ben, Cennet-ül Meva’nın ve Tanrı’nın yüzünün senin olaca ına
kefil olurum,’ buyurdular.”
(A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:I, sa:267-8)
***
<2001>
“Artık unutmaya mı ba ladım yoksa
Biçilmeyi bekleyen otların co kunlu unu
Ve dünyanın iki ki ilik bir cennet oldu unu
Artık unutmaya mı ba ladım yoksa
Mayıs gecelerinde dokundu umuz
o kocaman yıldızları
Ve enginlerde gönlümce yüzdü üm
leylak rengi gözleri”
(Saffet Eren <d.1952>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 31.05.05)
“Kızgın güne in altında, mavi, ye il, sarı ve mor ı ınların içinde tek ba ıma ya cennette ya da
masallardaki sırça sarayların birinde sanırdım kendimi. Oraya kimsenin gelmesini istemezdim. Tek ba ıma
dü ler kurardım, ı ınlarla oynayarak. Ama içerde evcilik oynamaya bayılırdım, masanın altına girer, masa
örtüsünü yere kadar çeker, ne kadar karanlık olursa o kadar ho lanır, mika fincanlarımla kahve ikram ederdim
gelene.”
(A. Erhat, “Gülleyla’ya Anılar”, sa:28)
“AHRET YOLU
Ahret Yurduna giden kimsenin
Gö sünde parlayan iman olmalı
Hükmü olmaz dolu olan kesenin
Cennete girmeye ferman olmalı. -Peygamber E ref-” ..... “Sekiz, dokuz ya larındaydım, sanırım.
Hayal meyal hatırlıyorum, annemin annesi de ben üç, üç buçuk ya larında iken ölmü tü ve Cennete gitti ini
söylemi lerdi. ‘Cennet neresi?’ diye gökyüzüne bakmı ve anneannemin, elinde çikolata, okyanuslar kadar derin
mavi gözlerinde meleksi bir gülümseme ile bana ko aca ını ummu tum.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-E ref Peygamber; Sebastian”, sa:64;154)
“Sabahın Basamaklarında
--------------------------------Öyle uzun zamandır ölüyüz ki
uyandı ımızda kalmamı
tandık kimse,
a açlar bile farklı,
büyüdüler belki, ya da de i ti
türleri ve biçimleri,
bir adam gazete satardı urda,
imdi bir oyuncakçı dükkanı olmu
çemberleri ve kırmızı tav anlarıyla,
ama ölüyüz biz uzun zamandır, bu gerçek,
ve ku kusuz do aldır
cennette her eyin biraz karı ması.”
(Claude Estaban<1935-2006>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.05.06)
“Ba Kahraman <1986>
-------------------Cehennemden onlar ‘geçti’, cennet onların hakkı,
Onlar gibi dü ünmezsem, suç yükü bende kalır.
Oysa unutuyorlar ki, dedikodular da olsa
Ba kahraman sonsuza dek ba olmak zorundadır.”
(Naci Ferhadov<d.1940>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
02.12.04)
“BU DÜNYA GÜZEL B R YER...
Bu dünya güzel bir yer
do mak için
her zaman
pek de e lenceli bir yer olmayan
mutlulu a meraklı de ilseniz
arada bir de
tam her ey yolunda giderken
az buçuk cehenneme aldırmıyorsanız e er
çünkü her zaman
arkı söylenmiyor
cennette bile”
(Lawrence Ferlinghetti<d.1919>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.12.05)
“TUTKU ÜÇLÜSÜ - Werther’e
----------------------Çok görkemli bir yazgıymı gözükür insan ya amı;
Ne kadar ho tur günler, ve geceler ne kadar tatlı!
Ve bizler, kök salmı ızdır bu cennetin zevkine.”
(J.W. von Goethe<1749-1832>, “Yarat Ey Sanatçı”, sa:42)
“CAZ DANSI
---------------Robben Adası’na gücenen Mandela
Cennet ya da Cehennem’e gücenen Bob Faraday
bilmiyorum neredeler
sadece ölüyüm ben
kesinlikle iki metre yer altında
ja-baas ürkütüyor kalabalıkları
hillkat garibesi Frankestein gözleriyle,
ve devam ediyor caz”
(Mafika Pascal Gwala<d.1946>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 27.11.08)
“GECEYE DÖNÜ
Ben ilahi geceyim
ki gece ölümden döndüm.
----------------------Ben kutsal bir geceyim cennetin.
Ademin ilk atıyım
blisin yoldan çıkardı ı.”
(Cumana Haddat<d.1970>-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.12.07)
“Cennet olsa mekanımız
Arzular anı canımız
Sual edersen anımız
smimize Halil derler”
(Bursalı A ık Halil-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri II”, xv.-xvı. yy., sa:425)
“1. Kadın
----------Ona dedim: evim ve dü ünüm bu dünyadır
Faydanın nasibinden sonra göze almaz yolu
bacaklarım...
Ona ba lanırım, sütünü katarım yeme e
Onunlaydım, geçen yıllarla, arzulayarak
Fı kıran cennetim gibiydi, tükeneni tutarak
So uk ıslaklı ımın dinlendiren kahvenin
çinde okudu unu söyledi suyun sahibi
Di leriyle, atımda parlayan...”
(Malik Bin Harim El Hamdani-Metin Fındıkçı; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
23.09.04)
“ANLAMIN ANLAMI
--------------------------‘Cennet gibi bir bakımevi’
imdi herkesin bildi i bir eykızın küçük tıkacı, özlem gibi,
yükselen yemek borusundan;
sürünü ü kulübeden
üstünde dizlerinin.”
(Selima Hill <d.1945>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.12.06)
“Dinleyiciler arasında, M. Géborand adında, i ten el çekmi , tefeci zengin bir tüccar vardı..... ömründe
hiçbir yoksula sadaka vermemi ti. Ama bu vaazı dinledikten sonra, her Pazar katedralin kapısındaki ihtiyar
dilenci kadınlara bir metelik vermeye ba ladı ı görüldü. Meteli i payla acak dilenciler altı ki iydiler. Bir gün,
onu bayram yaparken gören piskopos gülümseyerek, kız karde ine, ‘Bak, Mösyö Géborand bir meteliklik cennet
satın alıyor,’ dedi.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:30-1)
“Cennet’ten kovulu esas olarak ebedidir: Yani Cennet’ten kovulu kesin ve yeryüzünde ya amak
kaçınılmazdır; ama yine de olayın ebedili i bizi sürekli Cennet’te kalabilme olasılı ını vermekle kalmaz, aynı
zamanda belki de gerçekte hep orada oldu umuz anlamına de galir, biz ister bilelim, ister bilemeyelim.” …..
“E er sadece Cennet’te yok edilebilir oldu u dü ünülen eyler yok edilebilir idiyse, o zaman bu kesin de ildir;
yok e er yok edilebilirse, o zaman biz yanlı bir inançla ya ıyoruz demektir.”
(F. Kafka, “Aforizmalar”, No.:64/65, sa:45; No.74, sa:50)
“Çukurova bayramlı ın giyerken
Çıplaklı ın üzerinden soyarken
ubat ayı kı yelini kovarken
Cennet dense sana yakı ır, da lar”
(Karaca O lan-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Saz airleri II”, xv.-xvı. yy., sa:160)
“Ben inatla kafamı salladım:
- nsan, bu BEN’le hayvandan ayrıldı. Ba langıçta her ey Tanrı’yla birdi, onun zirveinde mutluydular.
Ben, sen, o yoktu; senin ve benim diye bir ey yok, bir vardı. B R, B R olan ey, i itti in cennet budur, ba kası
de il; biz oradan hareket ettik, ruh orayı hatırlayıp oraya dönmek istiyor; Ölüm kutsaldır; Ölüm nedir
sanıyorsun? Bir katır... Biz sırtına atlayıp gidiyoruz...”
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:216)
“Gazeller
-----------çimde saklı o cenneti
Dı arıda arıyorum
Yalnızlık kalbimin cenneti
Ben yalnızım, ben yalnızdım...”
(Nazir Kazimi-Asuman Belen Özcan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 06.02.03)
“YA AM BO GEZEN N
BO KALFASIDIR
------------------------Ba rahip
Götürüyor toplulu unu
Vaktinden önce sonra eren
Yemekli bir davete!
Cennet ba langıçtır
Cehennemdir yolun sonu!
Adaleti yönetiyor suçlular
Suçsuzlar çürüyor kodeslerde!”
(Mbongeni Khumalo<d.1976>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.07.08)
“Sadece iyi niyetlerle
ya anmıyor...
---------------Bina yıkılınca
yetenekli mimarca çizildi inin
ne anlamı kalır?
Kaç sava daha iyi günler
u runa ba latılmadı mı?
Sanırım cehennem de
e reti bir cennetten ba ka
bir ey de il.”
(Georgi Konstantinov<d.1943>-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
20.10.05)
“ ‘..... Adına ‘tarih’ denen bu bayrak yarı ı olmasaydı, Avrupa’da ne sanat olurdu, ne de onu karakterize
eden ey olan özgünlük arzusu, de i iklik arzusu. Robespiere, Napolyon, Beethoven, Stalin, Picasso birer bayrak
yarı çısı, hepsi de aynı stadyumda yarı ıyorlar.’
-Beethoven’in Stalin’le kıyaslanabilece inne gerçekten inanıyor musun, diye sordu Grizzly, bastıra
bastıra alaycı bir edayla.
-Elbette, bu seni a ırtsa da. Sava ve kültür Avrupa’nın iki kutbudur; cennet ve cehennemi, zaferi ve
utancıdır, ama onları birbirinden ayıramazsın. Birine bir ey oldu unda ötekine de olacaktır, birlikte yok
olacaklardır. Elli yıl Avrupa’da sava olmaması, elli yıldır hiçbir Picasso’nun çıkmaması olgusuyla gizemli
biçimde ilintilidir.”
(M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:149-50)
“ LK N LK
--------------kinci bir gecenin ta ları üstünde
Ellerinde çalıntı bakla ve arpa
nancının üstünde
Karde lerinin kokusuyla
Güzel bir sı ına ın üstünde
O çıplakken dostlarımı alacak
Geminin üstünde
Cennetin bahçesine halkı da alacak”
(Mahmud Kurna<d.1961>-Metin Fındıkçı, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.02.08)
“Hafta sonlarında ya da hafta arası bazı ak amlar bir ansım oldu unda, Buckie Braes ve Craigie
Knowes dolaylarında saatlerce dola ırdım. Evden belki bir milyon mil uzakta de illerdi ama, babamdan
koruyacak emin birer cennettiler.”
(J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:8)
“Böyle bir cennet nasıl anlatılır, hatta anlatma giri iminde bulunma cesareti nasıl gösterilir,
bilemiyorum. imdi size bu küçük adanın çam ormanlarından, do al bir akvaryum gibi olan masmavi ve saydam
denizinden,..... beyaz hayaletler gibi sürekli uçan martılarımızdan söz etsem, biliyorum ki gözünüzde turistik bir
kartpostal manzarası canlandırmaktan daha fazla bir i yapmı olmayaca ım.”
(Ö.Z. Livaneli, “Son Ada”, sa:7)
“SEÇ M KOROSU
-----------------------Soprano: Tutkulu ku lara cennet,
Kertenkelelere çöl
Yapaca ım bu ülkeyi
Ba kanınız seçerseniz e er”
(Mzi Mahola<d.1949>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.01.06)
“Rüzgara Hazırlık
----------------------Çocuklu umda bir ayakla
birçok yara dizlerimde
siyah beyaz foto raflarımda,
koruyucu mele im fısıldıyor,
yapacaksın,
uçurtma uçurtmak
ruhunda ya aması gibi
cennetlerle
sen bir rüzgara
dönü üne dek.”
(Aksinia Mihailova<D.1963>-Zeynep Köylü, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 25.02.10)
“SEVG L
----------imdi asla pi man de ilim
Ya adı ım her eyin bedelini ödedim
Nasıl olsa bir gün gelir duygular bulur yerini
Hem Cehennem, hem de Cennet yeryüzünün mevsimleri”
(M. Mungan<d.1955>, “Söz Vermi arkılar”, sa:88)
“KOSOVA SAVA I ÜSTÜNE
B LG LEND RME
------------------------Bunun yanındaki ba ka bir çukurunsa
dibinde bir kilise var,
bu kiliseye bir merdivenden
inebiliyor insan,
durup bakabiliyor yukarıya oradan.
- te bu çukura da
Cennet diyorlar.”
(Henrik Nordbrandt-Murat Alpar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.05.03)
“STYOPKA - Kaç haftadır metelik almadım. htiyar öldü öleli.
MADAM G. - O dura ı cennet olan efendinden öyle saygısızca söz etme. Ruhu ad olsun. Ne
duruyorsun, yıkıl kar ımdan. Seni gözüm görmesin.”
(A.N. Ostrovski, “Bu Hesapta Yoktu”, sa:20)
“FLÜT
-------Cennetten söz edilince
ölüler dalga geçiyor güle güle...
Burada hiçbir eycik yok.
Dahası korku bile.”
(Ivan Radoyev<1927-1994>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
18.12.08)
“Bilekler kan içinde,
di ler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem,
bu cennet bizim.”
(N. Hikmet Ran<1901-1963>, “Vatan Kitap”, 24.10.07)
“Görmüyor musun, yüce Tanrı Kur’anı Kerim’de cennetlilerin nimetlerinden haber vererek, ‘Onların
belli rızk’ları vardır, bunlar meyvelerdir. Onlar cennette saygındırlar’ buyurur. <Saffat Suresi:41>”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:222-3)
“SEN PENCEREN N ÖNÜNDE DURDU UNDA
-----------------------------------------------------------Bütün dünyaya açılan bir kapıydı penceremiz, cennete
yönelen,
bir yolun ba langıcı, sevgili ı ı ım, bütün yıldızların
çiçek açtı ı”
(Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-yazıt”, sa:21)
“Hem de ne atafatlı te bihler, çifter çifter:
Güne le ay; topra ın, denizin cevherleri,
Nisan tomurcukları, nice buklunmaz eyler,
Yeryüzünü ku atan o cennet çemberleri...”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:21, sa:83)
“CENNET MERD VEN
-----------------------------Dikkat ediyorum
Biraz daha alçalıyor her gün.
Cennet merdiveni
Gönderiliyor bana -diyorum,
‘Yukarı’dan geliyor.
------------------------------Ruhum, sen çıkmalısın önce,
Yava yava !”
(Marin Sorescu<1936-1996>-Baki Yi it; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.02.10)
“MAV ELD VEN
<A. Turan Ofluo lu’na>
Gökyüzü
mavi eldiven gibi
hep ta ırım seni cebimde
--------------------Okudukça büyüyen bu sessiz ayeti
ku lar benden daha çok sevse
korkarım yitirmekten
cenneti”.
(M.R. irin, “rüya saati”, sa.34)
“Büyükannem öldü ünde, annem ölünün bir tür kandırmaca oldu unu, çünkü asla sonsuza dek ölü
kalınmadı ını açıklamı tı bana. ‘Bir gün,’ demi ti, ‘ilahi adaletin borazanları çalacak. O borazanlar büyük bir
çalar saat gibi çalacak ve hepsi mezarlarından çıkacaklar.’ Altüst olmu tum. Cennetin, cehennemim ve arafın
varlı ından haberdardım.”
(S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:16)
“Bir saatten beri dostum ressam Osman Ertu rul’un atölyesindeyim. Resimden anlayanlar için bir
ressamın atölyesinde, hele Osman gibi cins bir ressamın atölyesinde bulunmak cennette bulunmaya bedeldir.
Çe itli memleket peyzajları, natürmortlar, cami, çe me, sebil resimleri gözlerimin tanıklı ıyla bütün benli imi
ancak gerçek sanat eserlerinin verebilece i bir hazla ürpertiyordu.”
(C. Sıtkı Tarancı, “Gün Eksilmesin Penceremden-Kötülük Yapayım Derken”, sa:146)
“CAN YOLDA I
-------------------N’eyleyim böylesine ıssız yerde?
Can yolda ı olmadı mı n’eylersin
En güzel tabiat manzarasını?
Cennet bile olsa orda ya anmaz.”
(C. Sıtkı Tarancı<1910-1656>, “Otuz Be Ya ”, sa:175)
“KRAL ÇE ELIZABETH VE SIR WALTE RALEIGH
ARASINDA GEÇEN
R TARTI MASI
<Ralegh’den Elizabeth’e > (1587)
Talih aldı götürdü a kımı,
Hayatımın ne esini ve ruhumun gökteki cennetini.
Talih aldı götürdü seni uzaklara, prensesimi,
Hayatın ne esini ve gerçek hayallerimin a kını.
Talih aldı götürdü seni benden;
Talih her eyimi aldı seni götürdü ünde.
Körle ip tüm hazlara, acılara ya ıyorum yalnızca:
Hayallerimin dü manı oldu talih böylece.”
(I. Elizabetha Regina<Tudor><1553-1603>-Gökçen Ezber, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 05.08.04)
“Bir gözümü araladım, sonra öbürünü. Odada öyle güzel bir ı ık vardı ki ölmü oldu umu ve cennette
bulundu umu dü ündüm. Ama bu olanaksızdı. Evde herkes cennetin bana göre bir yer olmadı ını söylüyordu.
Benim gibiler yanıp kavrulmak üzere dosdo ru cehennemin kazanlarını boylardı.”
(J.M. de Vasconcelos, “Güne i Uyandıralım”, sa:10)
“A
II
Celia ve Paul için
---------------------Onurlandırılmı , yüre inde ölümden ba ka
bir ey yok, gitBen, toz-kaldır kenarını büyütülmü dünyanın
Kenarını ki hiçbir ey bırakamaz; git soluk almı ken
Yüzle o lumla, söyle: ‘E er baban gücendirdiyse seni
Sesiz bilgelikle,’ bitirmedi sözlerim
Onun ikinci cennetini”
(Louis Zukofsky<1904-1978>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.07.03)
Cenneti boylamak : Ölmek, öbür dünyaya göçmek
“Böyle olmasa ke ke, diyor bir yandan da, ke ke silahını doldurup Siyah’a çevirebilse ve beynine
kur unu yollayabilse. Kur un yedi ini bile anlamazdı, diye dü ünüyor Mavi, daha yere dü meden cenneti
boylardı.”
(P. Auster, “Hayaletler”, -New York Üçlemesi 2-, sa:68)
Cennetku u : Bk.: HÜMA - Cennetku ugiller familyasından, Yeni Gine orijinli, saksa an büyüklü ünde
ötücü bir ku . Halk arasında, komiklik olsun diye, bazı gençler, arkada larına birden gösteri yapmak
istediklerinde: “Bendeniz cennetku u!” hitabında buklunarak kendilerini takdim ederler. Türkçede, ‘Devlet
Ku u’ olarak da tanınır. Rivayete göre, ayakları olmayan ‘adı var kendisi yok’ bu ku pek yükseklerde uçar,
sadece yırtıcı ku ları avlar ve kemikleriyle beslenirmi . Bu ku un gölgesi her kimin ba ına dü erse, o ki i
hükümdarlı a, mutlulu a erermi <Ba ına devlet ku u konmu !>; dirisi ele geçmezmi .
“ KARUS’U OYNAYI
Gidip istedim ku lardan,
Bir tüy
Verdi bana her biri.
-----------------------------Onları ruhuma takıp
Ba adım uçmaya.
Akbabanın yüksek uçu u,
Cennetku unun kırmızı uçu u,
Sinekku unun ye il uçu u,
Papa anın konu an uçu u,
Deveku unun utangaç uçu uAh, nasıl uçtum!”
(Marin Sorescu<1936-1996>-Baki Yi it, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.02.10)
Cennetmekan : Mekanı cennet ola, cennetlik
“Ve atma a ba ladı:
-Rahmetli bey babam, cennetmekan pa a dedem de böyleydiler. Küçücüktüm, dedem beni dizine
oturtur, ayrı kabımdan seve ok aya yedirirdi. Hatta bir gün padi ah, birlikte yemek yemek için buyurmak
lütfunda bulunmu . Pa a dedemi o kadar severlermi ki, illa aynı kaptan yiyelim buyurmu lar.”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:67)
Cennetten çıkma; Cennetten gelme : Çok rahat, huzur verici
“Erguvan ve hanımeli kokuları arasında gezinerek bahar çiçeklerini kokladı ı, dut a açlarının altında
cennetten çıkma bir uyku çekti i ve mehtaplı yaz gecelerinde ipek gibi parıldayan denizdeki pek çok sandal
arasından müzik çalınan sandala yakla mak için a ır a ır çekti i küreklerin ucundan damlayan su
taneciklerinin...”
(O. Pamuk, “ stanbul”, sa:197)
“James Ramsay yere oturmu tu, genel ma azaların resimli katolo undan kesti i buzdolabını, annesinin
o sözlerinden sonra, cennetten gelme bir eymi gibi görmeye ba ladı. Çünkü o, altı ya ındayken bile bir
duygusunu ötekinden ayrı tutamayan; gelecek günlere ait beklentilerin gölgesini hem sevinçleri, hem
üzüntüleriyle, ya amakta oldu u anın üstüne dü üren o kalabalık kitledendi.”
(V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:3)
Cennetku u : Cennetku ugiller familyasından, Yeni Gine orijinli, saksa an büyüklü ünde ötücü bir ku . Halk
arasında, komiklik olsun diye, bazı gençler, arkada larına birden gösteri yapmak istediklerinde: “Bendeniz
cennetku u!” hitabında bulunarak kendilerini takdim ederler.
Bk.: Devletku u; Hüma
“ KARUS’U OYNAYI
Gidip istedim ku lardan,
Bir tüy
Verdi bana her biri.
-----------------------------Onları ruhuma takıp
Ba adım uçmaya.
Akbabanın yüksek uçu u,
Cennetku unun kırmızı uçu u,
Sinekku unun ye il uçu u,
Papa anın konu an uçu u,
Deveku unun utangaç uçu uAh, nasıl uçtum!”
(Marin Sorescu<1936-1996>-Baki Yi it, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.02.10)
Centilmen : Kibar, asil, sözünde duran adam
“HASTINGS - Gel benim yi it centilmenim! imdi sözünün eri bir insan oldu unu anlıyorum. te
dostluk böyle olur.”
(O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:98)
“‘Ben seni daha akıllı sanırdım,’ diyerek neredeyse yumu ak bir dille payladı beni Franz. ‘Centilmen
insanlar dürüst davranır. Senden haksız yere bir ey istemiyorum, bikliyorsun. Al u meteliklerini, sok cebine.
Ama o, anlıyorsun kimi kastetti imi, benimle pazarlık etmez, trink öder hemen.’ ”
(H. Hesse, “Demian”, sa:34)
“Çapkınca göz kırptı. Eliyle yakla i areti yaptı bana. Koltu umu ona do ru çektim. Kıkırdayarak,
‘ imdi,’ dedi, ‘seninle kız kıza konu alım ekerim. Öyle kibar, öyle centilmen, öyle zengin bir adamdı
ki. Biraz çapkındı tabii ama, kuzum o kadar olacak. Kadınlar onu rahat bırakmıyordu ki.’ ”
(Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:341)
“HER ZAMAN B R ÜPHE
Sabahları kalkıyorum,
giyiniyorum bir centilmen gibibeyaz gömlek, kravat, takım elbise.
----------------Derken, bekleme salonuna giriyorum bir binanın
bir yetkili kapatıyor yolumu.
‘Ne istiyorsun?’ ”
(Mbuyiseni Oswald Mtshali<d.1940>- lyas Tunç, “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
08.11.07)
“Bu adam Paul Petrovitch’dir. yile mek için Moskova’dan yurt dı ına çıkmı ve ngilizlerle, Rus
turistleri sıkça görebilece i bir yer olan Dresden’de kalmı tı. ngilizlere kar ı alçakgönüllü, sade, ancak
de erinin bilincinde bir tavır takınır; onlar Paul Petrovitch’i biraz sıkıcı da bulsa, ondaki mükemmel saygın
adama, tam anlamıyla centilmen edasına saygı duyuyorlar.”
(I. Turgenyev, “Babalar ve O ullar”, sa:267)
Cepçi : Cepten para, öteberi çalan adi hırsız (Argo); Her eyi iç eden, cebe atan kimse
“... iyi, güzel, akıllı adam ama bu acımasız olmasını gerektirmez ki. Fischerle onun a zının payını
verecek. Öykü anlatmaya gelince birinci! Yaratıkta kafa var do rusu. Zavallı bir cepçiyle u üst sınıf
dolandırıcılarından biri arasındak ayrımı bir bakı ta görür insan.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:258)
“‘Ne oldu Yahudi?’ Peslee ba ını çevirip bakınca, arkasında bir adam durdu unu gördü. Peaslee’nin
etrafındaki adi hırsızlar ve cepçiler sessizce kalkıp barın dört bir yanına da ıldılar, geride sadece penceresiz
barın bo ucu havasında salınan puro dumanları bırakarak.”
(M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:462)
Cep harçlı ı : Ufak tefek gündelik harcamalar için verilen para
“Do rusunu söylemek gerekirse, tam anlamıyla olmamakla beraber, paranın de erini bilmiyordu. Cep
harçlı ı istemek adeti de ildi; verilince parayı haftalarca ne yapaca ını bilmez, ya da çabucak çarçur ediverirdi.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:I, sa:24)
“Bir gece, kibar giyini li bir genç, avluya bakan özel odalardan birinde yemek yiyordu. Bu hal patronun
garibine gitti.
‘Dikkat et!’ dedi. ‘Herifçio lu hesabı ödemeden avlu kapısından sıvı abilir!’
Evet, bana bunu tembih etmi ti ama, benim aklım güzel Kefalonyalıdaydı. ‘Özel’ yemek yiyen bay,
bana oyun oynadı: yice yiyip içtikten, bir paket sigara ile hesabı istedikten sonra biraz cepharçlı ı da edinmek
hevesine kapıldı. Bu yüzden ikimiz de okkanın altına girdik. Parayı vermeden, ‘Bana be frangın üstünü getir,’
dedi….. Düzenbaz herif, kendisine parayı verdi im zaman,
‘Ko bana bir pul getir,’ dedi. Tabii ko tum, ama avlunun karanlı ında, Kir Leonida’nın tokadını da
yedim.’ ”
(P. Istrati, “hayat yollarında”, sa:33-4)
Ceplerini bo altmak : Soyulmak, para kaybetmek, çalınmak
“Bu parayı benim üzerimde bulurlarsa canımı çıkarırlar, öldürürler beni. Çünkü, Fischerle parayı
nereden bulur? Ve ben, onlara nasıl anlatırım nerden buldu umu? Kitap i i çeviren baydan aldı ımı söylersem,
beni ayakları altında ezer, ben orada yatıp dururken ceplerimi bo altırlar.”
(E. Canetti, “Körle me”, sa:230)
Cepleri(ni) doldurmak : Hırsızlık etmek, yasa dı ı para kazanmak
“Sizin yaptı ınız almak satmak, almak satmak... Demiryolu da yapıldı. Pamu u, tütünü vagona
yükleyin, lambayla kuma ı vagondan indirin, arada ceplerinizi doldurun...”
(O. Pamuk, “Cevdet Bey ve O ulları”, sa:59)
“IAGO - Merek etmeyin efendim, hizmetinizdeyim ama, sırası gelince öcümü almak için.....
Efendilerine sade hizmet eder görünüp kendi kazançlarını gözetir, ceplerini doldururlar mı saygıyı artık kendi
kendilerine gösterirler..... e er ben Ma riplinin kendisi olsaydım Iago olmazdım. Tanrı ahidim olsun, sevgi
yahut görev hatırı için de il; öyle göstererek kendi çıkarıma bakmak için! Yoksa hereketlerim, içimi ve
niyetlerimi dı arıya vursa, çok geçmeden alemin diline dü üp rezil olurdum.”
(W. Shakespeare, “Othello”, sa:5)
“Onlarda hala, Yeni Hindistan’a do ru yelken açanların ve bütün ordularda ücretli asker olarak çalı ıp
meyve sebze bahçelerini talan edenlerin her ne pahasına olursa olsun hayatlarını dürüst burjuva hizmetleriyle
kazanmak istemeyenlerin ve kar ıla acakları tehlike ne olursa olsun ceplerini bir anda doldurmak isteyenlerin
cüretli kanı var..”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Casanova’, Cilt:III, sa:24)
Cepten vermek : Kendisi ödemek
“Hiçbir yayıncı yoktur artık Almanya’da kitapları için, yirmi yılının dü ünce ürünü, 64 santim
kalınlı ında ciltsiz bir yı ın halinde bodrumda beklemektedir; kitaplarını sırf yayınlatmak için cepten verir, zar
zor biriktirdi i ve aldı ı paradan.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Nietzsche’, Cilt:I, sa:132)
Cepten yemek :
sizlikten dolayı hazır parayı kullanarak geçimini temin etmek
“SHANNON - Sör? Sör? Para ödülleri bir iirin de erleri yanında çok küçük kalır, her zaman! (Ya lı
adama kar ı hemen hemen yapmacı a kaçan bir co kuyla yumu ak davranır. ..... bizden istenen bu fazladan hak,
ko ut duygusal yede imizi a tı ı zamanlarda böyle oluruz. Tabii Shannon kadar Hannah için de de do ru bu.
Birbirlerine rastladıkları bu noktada her ikisi de cepten yeme e ba lamı tır.)
(T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:71)
Ce qui n’est pas clair, n’est pas français : (FR.,KOLL.) <sö ki n’e pa kler, n’e pa Fran’se> : ‘Net’ olmayan
bir kimse, Fransız de ildir = If it is not clear, it is not French ( NG.)
Cerbezeli : Tuttu unu koparan, becerikli, i bitiren, giri ken, kolaylıkla inandırıcı
“Ba tan ba a oymalarla süslenmi , cilalanmı , ya a doyurulmu , sert tahtadan yapılmı olan bu
pavyonun camları olmasaydı, ötekilerden farksız, cansız ve dilsiz bir heykel gibi katı güzelli i içinde donmu
güzel bir ey sayılabilirdi. Onlar konu uyordu. Hem de ne cerbezeli, ne evrensel bir dille!”
(P. Istrati, “Sünger Avcısı-Bakır”, sa:33)
“Eni te tekrardan gelip, sıranın kıyısına ili ti:
-Benim baldız, dedi. Çok aklı evvel, a zında dili dolanan, cerbezeli bir avrattır. Senden ötürü hangi
partiden diye sordu...”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:54)
Cer, Cer lokması, Cerre çıkmak :
müezzinlik yapmak
Para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere da ılıp imamlık veya
“ yi huylu, tekke ekme i yeme!
Sen, ey dervi , cer lokması dilenme,
Sen, ey güzel yüzlü, tertemiz kadın.
Gerekir mi sana mücevher, atın?’ ”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:117)
Ceremesini çekmek, ödemek : Yapılan bir hatanın cezasını ödemek
“Bu duruma dü memde benden ba ka kimsenin suçu yoktu. Paraya ili kim hep çapra ık, karı ık,
çeli kili dürtüler ba lıydı. Bu konuda belirgin, tutarlı bir tavrı reddetmi olmanın ceremesini ödüyordum.”
(P. Auster, “Cebi Delik”, sa:7)
“Bu i lerin ceremesini de her zaman zavallı kent çekerdi. Bir kez çadırları ya ma eden Türkse, o zaman
Labancz gelir, ‘Ödeyin bakalım bizim tüccarların zararını, yoksa ta ta üstünde kalmaz’ diye koca kente bir
hesap pusulası dayardı. Yok, ya macı Labancz ise, Kecskemetliler için o da aynı eydi, çünkü o vakit de
Kuruczlarla Türkler gelir, kendi tüccarları için ödence isterlerdi ve bu da hemen her saman bin altını bulurdu.”
(K. Mikszath, “Konu an Kaftan”, sa:16)
Ceren : Ceylan
“Külleri So umadan
Desenler çiziyordum o günler defterime
akku ular, cerenler.
Sesini dinler gibi dinliyordum
gecenin sessizli ini,
a layan salkımsö ütleri.
Kartaca yanıyordu çok uzak bir zamanda
tek ba ına.
Bir yandan bir arkıyı dü lüyordum
birlikte söylerken arana mesiyle
nerdeyse bir gülümseyi i
ölümsüzle tirece imizi.”
(Cevat Çapan<d.1933>, “Ayın iiri”, Arif Damar, Cumhuriyet Gazetesi, 30.01.03)
Céres :
LAT N ‘Tarım tanrıçası’
“O anda duydu um sempati bitiverdi ve öfkeyle karı ık bir tür tiksinti hissettim.
-Bu memleket korkunç de ildir, hanımefendi, diye yanıtladım. Bu ülke bir an ülkesidir. Güzellik, o
denli büyük, o kadar yüce bir eydir ki yüzyılların barbarlı ı bile ondaki büyüleyici kalıntıların silinip
yokolmasına yolaçamamı tır. Antik Céres’in ihti amı, antik tepeler üzerinde halen süzülmekte, YUNAN’ın i l h
a m p e r i l e r i Arethuse ve Ménale’i ilahi tınılarla çınlamakta, çıplak da da ve kurumu kaynakta bile
kulaklarımda ötmektedir.”
(A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”, sa:40)
Cereyan yapmak : Açık kapı ya da pencereden dolayı hava akımı arasında kalmak
“DEL - Haklısınız. ( apkayı çıkarır) nanın nezaket dı ı bir ey dü ünmedim... Açık pencere cereyan
yapıyor da... cereyan bana çok dokunur. Özellikle ba ım ü ür. Sizin ü ümez mi? Acaba kapatmaz mıyız?”
(D. Fo, “bir anar istin kaza sonucu ölümü”, sa:23-4)
Certiorari : (LAT.,HUK.) <Ser’tiyo’rari) : Davanın daha yüksek bir mahkemeye nakli için yazılan resmi
yazı = A rit ordering a case transferre to a higher court ( NG.)
Cesareti kırılmak : Yüreklili ini, ümidini yitirmek; korkmak
“Kesin olarak anlamı lardı durumlarını, Baraglioul’un konu ma sanatı bu i te hiç bir ey de i tirmezdi.
Belki zaman? Kutsal yerlerin ö üdü... Julius alabildi ine cesareti kırılmı bir ekilde:
-Anthime, beni çok üzüyorsunuz, diyordu yalnız (omuzlar oynamaz oluyordu hemen, çünkü Anthime
bacana ını severdi). Üç yıl sonra Jübile zamanı (Her elli yılda bir, Musa Peygamber zamanındanberi süregelen,
papa’nın bütün günahları ba ı laması dolayısıyla yapılan enlik) yanınıza geldi imde sizi iyile mi bulurum
in allah!”
(A. Gide, “Vatikan’ın Zindanları”, sa:3)
“GREGERS -… Onu ikaz etmeliydim. Çünkü onun sonunun neye varaca ını seziyordum.
WERLE - Evet, o zaman muhakkak söylemeliydin.
GREGERS - Cesaret edememi tim, çünkü pek çok korkutulmu tum. O derece cesaretim kırılmı tı.”
(H. Ibsen, “Yaban Örde i”, sa:105)
“Konum de i tirmi olan güne altında imdi Do ruluk Bakanlı ının pencereleri bir kalenin
mazgallarını andırmaktaydı. Bu koskoca piramit yapının kar ısında Winston’un cesareti kırıldı. Çok güçlüydü,
sarsılmasına olanak yoktu. Bin roket bombası bile yıkamazdı bunu.”
(G. Orwell, “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”, sa:30)
“- imdi ne yapaca ım? diye dü ündü. Roma’daki güzel kadınlardan birinin evine mi saklanayım? Bu
durumda beni on üç ay hapse atıp gün ı ı ından yoksun bırakan alçak zalimler, cesaretimi kırdıklarını
sanacaklar! talya, o ulların seni bu kadar küçük bir nedenle terk ederlerse gerçekten bahtsızsın!”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:1, sa:151)
“HIDOUX - Gördünüz mü çocuklar, kaldını. Artık oturabilirsiniz.
BASTIEN, cesareti kırılmı , oturur. - Yolcuları on be gün bekletemezler. Ba ka bir gemi vardır
muhakkak.”
(Ch.Vildrac, “Sonsuz Yolculuk”, sa:23-4)
Cesaretini ele almak : Yüreklenmek, cesaretini tekrar derlemek
Bk.: Cesaretini toplamak
“Katiller, bu ate li sözlerle yüreklendiler ve kararla tırılan parada indirim yapılması korkusuyla,
cesaretlerini ele alıp odaya yine girdiler. Kadınlar da arkalarından girdi. Birinin elinde büyük bir çivi vardı. Biri
bunu, uyuyan ihtiyarın gözünün üstüne, dimdik tuttu; öteki, elindeki çekiçle çiviyi onun kafasına sapladı.”
(Stendhal, “ talya Hikayeleri”, Cilt:1, sa:80)
Cesaretini gergin tutmak : Cesaretini elden bırakmamak, so ukkanlı olmak
“MACBETH - Ya ba aramazsak…
LADY MACBETH - Ba aramazsak mı? Sen sade cesaretini gergin tut, bak nasıl ba arırız. Duncan
uykuya dalınca -zaten bütün gün süren yolculu undan yorgun oldu u için derin bir uykuya dalacaktır- iki oda
u a ını öylesine içkiye bo arım ki- …..”
(W. Shakespeare, “Macbeth”, sa:23)
Cesaretini toplamak : Güçlenmek, yüreklenmek
“Önemli kararlar alması gerekti inde ı ı ın sava çısının eli aya ı titrer. ‘Bunun altından kalkamazsın,’
der bir arkada ı. ‘Haydi, cesaretini topla,’ der bir ba kası. Böylece iyice kararsız kalır sava çı.”
(P. Coelho, “I ı ın Sava çısının Elkitabı”, sa:88)
“Maria, köpekli kadını bulmak için geldi i yere döndüyse de, kadın gitmi ti bile.
‘ te buyum ben. Daha do rusu buydum: kendini sessizli e gömmü , bilgiçlik taslayan biri; ve derken
u Arap beni o kadar ürküttü ki, cesaretimi toplayıp bütün bildi imin Coca-Cola’yla Pepsi arasındaki fark
oldu unu söyleyiverdim. Hakkımdaki görü ü de i ti mi peki? Kesinlikle hayır!’ ”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:60-1)
“On dört günden beridir cesaretimi topladım. Ka ıtlarımı alarak gezintilere çıkıyor, yazlıkların
yayıldıkları yamaçların eteklerinde ve tepelerinde dola ıyor, fazla dü ünüp incelemeden, dikkatime çarpan
Roma’ya ya da güneye has küçük motifleri saptıyorum.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt:I, sa:254)
“Ö leye do ru arkada ların daireye girip çıkmalarından, avurtlarını i irip bir eyler çi nemelerinden
çörekçi kızın geldi ini anladım. Biraz bekleyip mü terilerin hücumunun tavsadı ını sezince hemen dı arı çıktım,
ka ıtları çıkardım. Cesaretimi toplayıp kıza do ru yürüdüm.”
(F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:43)
“Pierre’le Eve, basamakları derma çatma, tozlu bir merdiveni tırmanıyorlardı. Yandaki duvarlar peri an
haldeydi. Böylece iki kat çıktılar. Eve bütün cesaretini toplamı tı. Pierre onun tepkilerini yan gözle kontrol
ediyordu.”
(J.-P. Sartre, “
ten Geçti”, sa:105)
“Anna’nın geldi ini duyunca salona çıkmak istememi ti Kiti, ama Dolli kandırmı tı onu. Kiti cesaretini
toplamı , salona gelmi ti. Yüzü kızararak yakla tı Anna’ya, elini uzattı. Titrek bir sesle,
-Çok sevindim, dedi.”
(L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:625-6)
“Yata ın kıyısına yakla tım ve bakmak için tüm cesaretimi topladım. Gördü üm ey içimi yılgıyla
doldurdu. Öylesine ürkmü tüm ki, fermuar gibi bir ürperti tepeden tırna a dola tı her yerimi. Titreyerek ilk
durumuma döndüm.”
(J.M. de Vasconcelos, “Güne i Uyandıralım”, sa:10)
“ ‘Walfischgasse boyunca, hiç konu madan yan yana yürümü lerdi. Neden sonra genç kadın cesaretini
toplayarak, fısıldamaya ba ladı: ‘Sizden beni ba ı lamanızı isteyece im... yarın sabah erkenden buradan
ayrılaca ım için gitmeden önce her eyi halletmek istiyorum... Benim için çok yoruldunuz, büyük çaba sarf
ettiniz, bunun için size özellikle te ekkür etmek istiyorum...’ ”
(S. Zweig, “Sabırsız Yürek”, sa:178)
Ceset : Ölü insan (ya da hayvan) vücudu
“Yine de çalı mayı kesmemi , aklından geçen olasılık iyice kesinle tikten sonra da uzun süre kazmaya
devam etmi ti. Cesedi bulması nedense zorunluydu onun için; gelgelelim ortada hiçbir iz görünmüyordu.
Sigarasını tüttürüp öfkeyle kafa patlatarak kazdı ı tünel boyunca a a ı yukarı volta attı.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:188)
“Çanakkale sava ını, batan gemileri, süngü sava larını, ne kadar ngiliz öldürdüklerini, sava alanının
insan cesetleriyle doldu unu, dünyanın bütün kartallarının, akbabalarının, öteki yırtıcı ku ların sava alanı
üstünde döndüklerini, sonra ölüleri nasıl parçaladıklarını bire bin katarak bir destancı ustalı ıyla, co kuyla
anlatıyordu. Çanakkale sava destanını kim bilir imdiye kadar kaç kez anlatmı tı da dinleyenlerin parmakları
a ızlarında kalmı tı.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 1-Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, Cilt:1, sa:27)
“Yüzümü avuçları arasına aldı ve kararlı bir ekilde konu tu:
‘Dinle, Gum! Bir eye yemin ederim: yile ti inde kimse, hiç kimse, Tanrı bile sana el sürmeyecektir.
Bunu yapmak için önce cesedimin üzerinden geçmeleri gerekir. Buna inanıyor musun?’
Olumlu bir ‘hım’ sesi çıkardım. ‘Ceset nedir?’…..
‘Ceset, ölümle aynı ey. Ama imdi bundan söz etmeyelim, sırası de il.’ ”
(J.M. de Vasconcelos, “ eker Portakalı”, sa:174)
C’est a dire : (FR.,KOLL.) <Se’ tadir> : Bu demekttır ki.. = That is to say ( NG.)
C’est égal :
(FR.,KOLL.) <Se’tegal> : Her ikisi de birbirine e it = It’s all the same ( NG.)
C’est la vle :
(FR.,KOLL.) <Se la vi> : Hayat böyledir i te = That is the way life is.. ( NG.)
Cevahir : Pırlanta, elmas, zümrüt gibi de erli ta lar
“A ızda dil nedir, sahibi?
Bir hazine anahtarı de il mi?
Kapı kapalısa, kim nerden bilsin?
çerdeki cevahir mi, çerçi mi?”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:27)
Cevher; Cevher yumurtlamak : Yetenek, iyi niyet ve zeka; de erli ta ; Çok önemli eyler söyledi ine kendini
inandırmı olmak; Töz, bir nesnenin de i mez niteli i. Renk, ekil gibi özellikler, o nesnenin de i en yönleridir,
bunlara araz=ilinek denir
“ ste i yerine getirildi. Daha sonra Papaz, köylüye, onu nasıl buldu unu ayrıntılarıyla anlattırdı. Adam,
eve getirirken, övalyemizin yumurtladı ı cevherleri de unutmadan, bir bir anlattı; bu da, Papaz’ın ertesi gün
hayata geçirmek istedi i kararı peki tirdi.”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:36)
“Albayın odasındaki toplantı uzadıkça uzuyor; Albay Schröder, sava alanında uygulanacak taktiklerle
ilgili yeni geli tirdi i kuramları anlatıyor, özellikle de siperlere yerle tirilecek havan toplarının öneminden dem
vuruyordu. Cephenin iki ay önce güneyde ve do uda ne durumda oldu unu, birlikler arasında ba lantının, zehirli
gaz kullanmanın, dü man uçaklarını vurmanın, askerin ia esini sa lamanın ne kadar büyük önem ta ıdı ını
açıklamaya çalı ırken ne cevherler yumurtluyordu.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:414)
“KAYIP
--------yol aramıyorum gündüzün ehrine
ku ku yok ki bir mezarın derinliklerinde uykudayım
cevherim var fakat onu korkudan
gönlümün bataklıklarında saklamaktayım”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-duvar”, sa:38)
“Cevherin özünde yetenek varsa
E itimin etkisi olur ona...
Demir cila ile asla de i mez,
Köpek yıkansa da temizlenemez.’ ”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:205)
Ceviz kabu u gibi sallanmak : Fırtınalı bir havada denizde bir ta ıtın (gemi ya da motor, sandal) tehlikeli bir
ekilde sallanması, yalpalanması
“Sabah altıda muhrip, ceviz kabu u gibi sallanıyordu. Altımdaki ranzada yatan Luis Rengifo
uyumuyordu:
-Eee toraman, daha miden dönmedi mi?”
(G.G. Marquez, “Bir Kayıp Denizci”, sa:25)
Ceviz kabu unu bile doldur(a)mamak : Çok küçük, önemsiz, bahise bile de mez
“Tüccar, üstünlü ü elde tutan, ö retici bir ses tonuyla: ‘Eskiden böyle eyleri önemseyen yoktu, imdi
ise bunlar moda oldu. öyle ceviz kabu unu bile doldurmayacak bir olay ortaya çıkmaya görsün, kadın anında
kocasının kar ısına dikilip, ‘Artık seninle ya ayamam,’ deyiveriyor. Köylüler bile bu yeni modaya ayak
uydurdular.”
(L. Tolstoy, “Kreutzer Sonat”, sa:13)
Cezbeli olmak : Tarikat ehlinin kendinden geçme hali <ektazi>; hayret ve sevinç içinde ruhun bedenden
ayrıymı gibi olması, heyecan duyması
“Hiç unutmam; bir gece, bir kervanla afak sökünceye dek yürümü , sabaha kar ı bir ormandanın
kenarına yatmı tık. O yolculukta bizimle beraber olan cezbeli bir adam, ansızın bir çı lık kopararak kendini
çöllere attı, bir an bile durup dinlenmiyordu. Sabah olunca:
‘Bu ne haldır,’ diye sordum.
‘Gördüm ki, dedi, bülbüller a açtan, keklikler da dan, kurba alar sudan, birçok hayvan da ormandan
feryada gelmi ler. Bunların hepsinin tespihe daldı ını dü ündüm, bu durumda benim uyumam insanlı a
sı maz.’ ”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:107-8)
^
Chacun a son gout : (FR.,KOLL.) < a’kön a son gu> : Herkesin zevki kendine ve Tanrı, herkez için =
Every man to his taste, and God for all ( NG.)
Chacun pour soi, et Dieu pour tous : (FR.KOLL.,D N) <Herkes kendi (öder), sorumludur, Tanrı ise herkes
için> = Everybody for himself, and God for all ( NG.)
CHAGALL, Marc -Eserlerinin Psikoanalizi- : De erine inanarak, yaptı ım bir analitik çalı mayı
sizlere sunmaktan zevk duyuyorum: - smail ErsevimMarc SHAGALL (d.:9 Temmuz 1887, Rusya-ö.:28 Mart 1985, Fransa), XX.yy.’ın en rüyavi,
dı a-vurumcu, soyutlamacı ressamlarından biri olup, tasarıma ve yontuculu a kadar uzanan sanat ya amında,
gezdi i ve ya adı ı hemen her yerde somut yapıtlarıyla dünyada iz bırakan ender dahilerden biridir.
Polonya sınırına yakın bir yerde, küçük bir kasabada do du. Dindar, dokuz
çocuklu bir musevi ailesinden geliyordu. Daha ilkokul e itiminde çizim sanatının temel
ilkelerini hatmetti i belliydi. Daha sonraları, Léon Bakst‘ın rehberli inde “tasarım”a kendini
verdi. Bu ba langıç devresinin en önemli eserleri “Ölü Adam” <1908> ve “Siyah Eldivenli
Ni anlım” <1909> idiler.
Shagall, 1910 da Paris’e ta ınarak, Montparnasse’ta ve Bohem hayatının ya andı ı La
Ruchi”ye yerle ir. Serbest ifadenin her türlüsünün mubah sayıldı ı bu yerde, kafasından hiç eksik
etmedi i us-dı ı, folklorik materyali, bir bir, daha pastel renklerle tuvale yansıttı. Orada geçirdi i ilk dört
yılda, onun, hayatının en önemli, onun ruh yapısını en iyi simgeleyen gözde eserlerini verdi ine
inanılır: “Yedi Parmaklı Kendi Portresi” <1912>, “Golgota” <1912> ve “Damdaki Kemancı” <1912>
bunlar arasındadır.
II.Dünya Sava ı kızı tı ında, hayatından ku kulanan her musevi gibi, 1941
Temmuz’unda A.B.D.’ye sı ındı. New York’taki “Ballet Theatre”ının A l e k o balesinin dekorunu ve
giysi tasarımlarını yaptı. Ba arılı olunca, Igor STRAVINSKY’nin “Ate ku u” (Firebird) Balesinin dekor
ve tasarımlarını da ona yaptırdılar.
Sava bittikten sonra Chagall, yine Fransa’ya döndü ve 1952 de, 65 ya ında iken, bu içe
dönük, zaman zaman ‘hayali fener gibi kendi kendine yanan’ sessiz, ’yalnız’ insan, Vava Brodsky ile
evlendi. Bu de i im, onun için sanki yeniden dünyaya geli gibi oldu. Bir meslek de i imi de yaptı
sanki: seramik-çömlek el sanatına merak sardı, üç boyutlu eyler yaratmaya ve hatta yontu ile me gul
olmaya ba ladı. Bu arada e i beklenmedik bir ekilde öldü ve üstat, 1958 de eski alı kanlı ına: dekor
ve çizim, tasarı’ya döndü, bir yandan da dünyayı dola ıyordu. Maurice RAVEL’in “Daphnis ve Chloe”
oyununun dekor ve giysilerinin tasarımını yaptı. Filistin’e giderek, Kudüs’te, “Tıp Merkezi
Sinagog”unun vitraylarını nak etti. Paris Opera’sının ve Metropolitan Opera’sının Lincoln Sahne
Sanatları Merkezinin tavanlarını nak etti. 1967 de, Mozart’ın “Sihirli Flüt” <The Magic Flute>
opera’sının sahne tasarımlarını yaptı. Ve Moskova, onun 100. Yıldönümü erefine büyük bir sergi
hazırlamaya ba lamasından bir az sonra, bir asırdan yalnızca iki kısa senecik eksik, ekli emailini
istedi i gibi içselle tirdi i ve dı salla tırdı ı bu dünyaya veda etti.
*
imdi güçlük, bu büyük artistin, benim gibi, sanatçı olmayıp yalnızca sanattan ho lanan, iki
konservatuvar mezunu ve fakat hala amatör bir müzisyen olan, analist bir hekim tarafından analiz edilmesi.
Odaklanaca ımız ilk nokta, Chagall’in yapıtlarındaki s e m b o l’lerin genel olarak “içerik”
(content) olarak algılanması. .Örne in ‘kırmızı’, ‘beyaz’ ve ‘mavi’ ayrı ayrı renkler olmakla beraber,
Chagall’da bunlar aynı zamanda i ç e r i k’tirler de. Bunlar bir Amerikan berber dükkanının döner
lambası ya da U.S.A. bayra ı olarak da simgelenebilirler.
Hiç üphe yok ki, s e m b o l l e r, i ç e r i e e k i l v e r m e k t e’ dirler. Rüya’da
aynı renkler, resmi bir “yas”ı anılayabilir. Do al olarak, bizlerde uyanan o ‘ba lantıları’ (associations)
bilmek isteriz. Esas olan udur ki, altbilincin forte‘si, gerçek sembol‘dür. Yani bu, rüya içeri inin
bize vermek istedi i eydir. Aynı ey, sanatçının bize verdi idir.
Yıllardır PS KANAL Z, ‘sembol’lerin kuralları ve ‘genel yasaları’ altında, malzeme
toplamaktadır. Örnek olarak “seks” sembollerini alalım:
Bir MUM, ‘ereksiyon’ ve ‘süreklili i’ simgeleyebilir; Keza,
Bir KU , yükseli hareketi, sevinç, arkı, seks ifade edebilirken,
ÇUKULATA, bir çocu un “beslenme’ illüzyon’u olarak belirebilir.
Bu deyimler icat edilmemi lerdir; psikanalist’ler, vak’a analizleriyle bunları
klasikle tirmi lerdir. Sigmund FREUD, Leonardo da VINCI için unları söylemektedir:
”Psikanaliz, insanlı ın büyük ki iliklerini analiz ederken, sıradan insanların kullandıkları
ölçüleri kullanmaz. ‘Normal’ ve ‘Anormal’ aksiyonları kontrol eden yasalar, aynı sertlikle ve ciddilikle
uygulanabilirler.”
Marc SHAGALL, psikanalist’ler için ‘sembol’ yasalarını hemen hemen mükemmele yakın
bir do a ve saflıkla (naivity) ifade eden bir karakter mevcuttur. Shagall’de, Salvador DALI’nin
duyarlılı ı’nı (sentimentality) alenen göremeyiz. O, “içtenlikle” ve “kendili inden” yaratan gerçek bir
artisttir. Onun sembolize etti i imgeler: Kapris… keder… kader… O, Halkın bir “dü ünür yaratıcı”sı
(imaginator), sonra da o hisleri izleyen bir kudrettir.
James Jackson SWEENEY, Chagall hakkında yazdı ı kitapta öyle diyor: “E er
Chagall’a kendi resim sanatını açıklamasını sorarsanız, size u yanıtı verecektir: ‘Onları anlamıyorum..
Onlar EDEB YAT de il…. Onlar BEN ABSORBE EDEN <içine alan, içselle tiren, emen> MAJ’LARIN
ARANJMANLARI da de il.. Kendi eserlerimi veya ba kalarının benim eserlerim hakkında söylediklerini
yorumlamaya kalkarsak, saçma olur. Benim eser -lerim, varlı ım için, hayatım için neden
olu tururlar, hepsi bu…”
u anda, tabiidir ki biz Chagall ile hemfikiriz. ‘Obsesif vizüel imaj’ları, bu obsesyon’ların
kökenlerini bilmeyen rasyonel bir kuramla açıklamaya kalkmak, yersiz olur. Aynı ekilde bizler,
Chagall’ı, onun artistik yapılarına bakarak ve hatta onları anlamaya çalı arak analiz yapamayız: tıpkı
bir rüyanın “göze görünen içeri i“ne (manifest content) bakarak onu analiz edemeyece imiz gibi.
Bilindi i üzere, rüya’nın hangi durum ve ko ullarda görüldü ünü, tüm ça rı ımlarıyla, ilintileriyle birlikte
analiz etmek zorundayız. Ancak ondan sonra neyin “bastırıldı ını” (repression), “çatı ma”yı (conflict)
ve “arazların olu umu’nu-eserlerin sergilendikleri ekilleri” (symptom formation) hakettikleri gibi
anlayabiliriz.
O halde bizler, Chagall’ı analiz edemeyiz, fakat onun eserlerinin karakteristiklerini,
niteliklerini, rüyalarını -rüya gören bizmi iz gibi- bir an için ödünç alır; onun, sembollerini giydirdi i ve
kendi hayatıyla renklendirdi i takıntıları (obsession) inceleyebiliriz. Bu i için de, Chagall’ın “serbest
ça rı ımları”na (free associations) gereksinimiz var. Bu çalı mamıza yardımcı olabilecek en önemli
veri, Chagall’ın kendi sözleri: “O eserler, benim varlı ımın nedenidir”, diyor.
imdi onun yapıtlarının ba lıcalarını incelemeye ba layalım.
.Bir resim:
LE MORT <Ö l ü>
Lionel VENTURI‘ye göre:
? Niye bir adam sokakta ölü uzanmı ? Etrafında kandiller?
? Niye bir kemancı damda oturuyor?
? Niye bir sokak süpürücüsü alelacele temizli ini yapıyor?
? Niye bir eve <izba> giren adam o kadar aceleyle çiçek saksısını dü ürüyor?
Bunlar arasında ili ki ne?
Bu sorulara ivedilikle bir yanıt bulamayabiliriz; fakat, ne hissediyoruz?
Vakit gece.. etrafta hissedilir bir karma a (catastrophe)var. Kırmızılar, ye iller ve sarılar
bile siyah. Göklerin ye ili de çok bir eyler vaat etmiyor.
Tüm bunlar bir ölümün tamamlayıcıları.
Renkler, enerjilerine kar ın, kederli (resigned), ate li, fakat ‘küllenmi ” (banked). Sanki bir
kadere boyun e mi .. Tabiyet ve keder var.. <Küçük Marc, küçükken çok sevdi i inekler mezbahaya
kesilmeye gittiklerinde onları burunlarından öperdi, amma etlerini yemekte tereddüt etmezdi.>
.Keder ve kadere boyun e i , Chagall’ın karakteristi idir.
.Her ey, kar ı konulamayacak kudretteki bir kuvvet kar ısında e ilir, ona tabi olur.
.Onun yapıtları, açık gözle görülmü rüyalar gibi; zira Chagall’a göre d o a , bir “gerçek”
de il, “rüya” gibi bir eydi. <Tıpkı VENTURI’nin kendisi, bu tabloya baktıktan sonra, kendini
hayretlere dü ürecek bir rüya görmü tü.>
Bu yapıt, “Karanlık Sokaktaki Kandiller-Mumlar” olarak da nitelendirilmi tir. SWEENEY‘ye
göre bu, Chagall’ın ilk “anlamsız” ve “hayali” yapıtıdır. Sanat niteli ine gelince, görülen
semboller, rüya yo unla malarında (condensation-juxtaposition) gördü ümüz “dikkat çeken,
meraklı” (curious) “temsili” (representational) imaj yı ınlarıdır.
Örne in, “damdaki kemancı”, Chagall’ın u anılarının bir bile imidir: Onun büyükbabası,
bir bayram günü, havanın güzelli inden faydalanarak -herkes o nerede diye onu ararken- dama çıkmı
ve çi havuçları yemi ti. Chagall, amcası hakkında unu demi ti: “Amcam kemanı, ayakkabıcı gibi
çalıyor!”
Böylece, Sweeney’ye göre, damdaki kemancı ve ayakkabı tamircisi, gerçek hayattan
alınmadır. Resmin gerisi ise, Chagall’ın kendi otobiyo rafisinde kaydedilmi , ‘ölüm’e çok yakın bir
ya antısıdır:
”Bir sabah, daha afak sökmeden, pencerenin altında sokaktan gelen haykırı ları
duydum.. Gece lambasının soluk ı ı ında terkedilmi sokak boyunca ko an bir kadın farkedebildim..
Zavallı kadın kollarını açmı , a layarak, yalvararak, ölmekte olan kocası için yardım istiyordu.. Sanki,
ben, yahut yata ında uyuyan i ko ye enim ölmekte olan bir adamı iyile tirebilecek veya hayatını
kurtarabilecektim..”
Bir iki para raf sonra Chagall ekliyor: “ÖLÜ ADAM, ciddi olarak kederli, etrafında yüzünü
aydınlatan altı kandil, sokakta uzanmı yatıyor.. Bizim sokak artık aynı de il.. Onu tanımıyorum..”
SWEENEY devam ediyor:
”Bu natürel eylerin bir mantık olmaksızın gruplandırılması, yapıtın metaforik niteli ini
veriyor. Bu, sanki, ilintileriyle beraber ‘bastırılmı ’ edebi imajlara benziyor.”
Tabiatıyla biz bu yorumu onaylamıyoruz. Mamafih, o, rüyaların iki karakteristi inden
bahsediyor:
a) Rüya, psiko-fizyolojik bir olaydır; aktüel olayların ya da ki ilerin bir sembol‘e yo unla ması
(condensation), veya,
b) Çe itli olayların ya da sembollerin üstüste gelmeleri (juxtaposition), nedendir.
Sanatçının biyo rafisi bize ‘niye’ bu sembollerin seçildi inden çok, ‘nereden’ seçildiklerini
göstermektedir. Yani, ‘niye’ kemancı ile ‘ayakkabı ma azasını’nın aynı resime beraberce konduklarını
bilmiyoruz. Keza, “ölü adam niye sokakta sırtüstü yatıyor?” , “niye sokak temizleyicisi orada?”.
Resim, genellikle, hayalgücü zengin bir çocu un, “gece”yi dü ündü ü kadar “ölüm”ü de
dü ündürüyor. Hiçbirimiz çocuklu umuzun feci sahnelerini unutamıyoruz. Marc Shagall da, küçük bir
Musevi çocu u olarak Rusyanın Vitebsk yakınlarındaki ‘Lyozno’ köyündeki sefaletini unutmamı tır.
Ölünün etrafındaki kandiller, g e c e ile oldu u kadar ö l ü m ile de ilgilidir. Hissedilen
terör, bir ölüm faciası kadar, -biyo rafide de söylendi i gibi- fantazi terör de olabilir. Bir çocuk bu
sokaklarda yürüyebilir ve, “bu sokakta daha fazla ı ık olmasını arzu ederdim”, diyebilir. Peki, sokak
süpürgesinin i i ne? O, tabii, soka ı süpürecek. ‘Sokak artık aynı sokak de il!’ Küçük bir çocu a,
bilhassa hayvanlarla dolu bir sokakta ya ıyorsa, bir “ölü” görmek çok bir ey de ildir.
Psikanalitik olarak u yorum yapılabilir: ” ‘Ölü adam’ sembolüne, soka ın ı ı ını
yakmakla görevli amca, büyükbaba ya da baba-prototipi de eklenebilir. Bizim hipotetik çocuk, böylece,
hayatındaki önemli erkek figürlerini ölülerin listesine ekleyebilir: tıpkı ‘aydınlık’ ve ‘müzik”in de
eklenebilecekleri gibi.
Bu tabloda, bir Oedipal Complex de varsayılabilir. Yapıtta sanki erkek otorite
sembollerine bir katliam var. Gerçek hayatta, Chagall yarım düzineden fazla amcalara, halalara ve
baba tarafından din adamı bir büyükbabaya ve anne tarafından kasap bir dedeye sahipti.
Sol el (sinister-sol taraf), ölüm ata ını gerçekle tirmi veya gerçekle tirmemi olabilir.
Soka ı artık tanımıyorum tümcesi, “..opresif -baskıcı- erkeklere kar ı, Ödipal ölüm
arzusu istemiyorum..” olarak da yorumlanabilir.
Sonunda; sokak süpürücüsü‘nü de ekleyerek, sanatçı kendini bu
hücumun gerçekle mesinden kendini korumu oluyor, fakat h ü c u m u n z o r u n l u l u u n u
hissediyor. Böylece, bu resim, Chagall’ın kendine niye obsesif bir ekilde bu aranjman’ı (tertip’i) yaptı ı
konuusunda bir anlam veremeyebilir. Fakat bizce, g i z l i (bastırılmı ) a g r e s y o n’u ( iddet), resmi
bu ekilde düzenleyerek o bastırılmı hıncı, bilinç alanına çıkarmı ve sergilemi oluyor. Aynı ekilde,
yapıtın, ö l ü b i r b a b a için hissedilen yası da sergilemeyi hedefledi ini de söyleyebiliriz. Nereden
bakarsak bakalım, resim -aktif ya da pasif- pek çok a g r e s y o n içeriyor. Onun “sokak
portre’leri”nden obsesif bir yanarda dan fı kıran sanki bir eylerin varoldu unu duyumsuyoruz.
Resim: 2
”IN THE NIGHT” – Gece Vakti
Gece, köy yolu ve evler kar ile kaplanmı tır.
Ortada, yolun kenarında i k i s e v g i l i , ayakta kucakla maktadır.
Hemen ba ımızın üstünde, sanki mevcut olmayan bir tavandan asılı büyük, bol ı ıklı bir lamba asılıdır.
Solda, göklerde, semalarda uçu an bir a ı l h a y v a n ı’ nın silüeti.
lk izlenimimiz, kudretli bir ilkel (primitif) dürtü <powerful primitive impulse> etrafında
sevgi dolu, nesneler-arası ili ki var oldu udur.
K u v v e t l i ı ı k : a ıkları sokakta de il, özel bir oda içinde görmeyi arzulamaktır.
B e y a z, yıldızlı bir gecede, sanki a k için hazırlanmı bir odayı simgeliyor.
U ç a n h a y v a n, yıldızların saflı ını yansıttı ı gibi, insano lunun ilkel k u – a d a m
s e m b o l i z a s y o n u’nu temsil etmektedir. Bu tema, Chagall’ın hemen tüm resimlerinde mevcuttur
ve onun sanatının temel ilkesini olu turur. O, onun adeta bir imzasıdır.
<FREUD da, “Leonardo da Vinci” notlarında, onun için “…ku un uçu u… gösteriyor ki
nasıl en ince hislerlei kendisi u ç m a s a n a t ı n ı taklit etme hissine yapı ık kaldı, der. nsan-ku ,
ilk uçu unu yapacak, tüm dünyayı kendine hayran kılacak, yazılarıyla dünyaca me hur olacak,
dünyanın tüm zaferini bir kez uçup gitti i yuvasına döndürecek. -Belki kendisi de, birçok insanlar gibi
uçmayı arzulamı tı.>
VENTURI’nin “Chagall” kitabında, 64 resim vardır ve yalnızca bu tema 24 kez çıkar.
Niye bir çok insan uçmayı arzular?
Bu, “çocuksul” (infantile) seksüel bir arzunun, yani, c i n s e l b a a r ı n ı n bir
sembolüdür. Bunu kanıtlayan anekdotlar:
. Küçük çocu un, ‘bebek’i eve leyle in getirdi i inancı;
. Eski devirlerde p h a l l u s, kanatlı olarak sembolize edilirdi:
. Erke in-insanın cinsel i levselli i, birçok dilde ‘ku ’u da içerir; örne in Alm.: “ku lamak”=to
bird=vögeln olarak nitelendirilmi tir. Keza,
tal. L’uccello= bird; Türkçe: “ku un konu uyor mu?” ; ng:Cock=horoz=penis anlamındadır.
Bird in flight (violin ile): “..as flying sex organ” (uçan sinsel organ) olarak
yorumlanır. Aynı ekilde, Leonardo da VINCI‘nin “Vulture Fantasy“si de, bir seks arzusu olarak
nitelenebilir.
Resim: 3
OVER THE TOWN
=
ehrin Üzerinde
Bu gerçekten ilginç bir resim olup, “Young Cokes On The Make = Genç Horozlar
Sevi irken” isimli denemenin yeni bir yapıtıdır.
Bu, ‘ aka’ gibi yapılmı ve yalnızca kırmızı renktedir. Horoz, bir kadının saklanmı
oldu u bir a aca canla ba la yakla maktadır.
Horozun üstünde, -sanki bir pazar günü- Kiliseye gitmek için en iyi elbiselerini giymi
genç bir adam, havada, bir horozun pe inden uçmaktadır.
A a ıda sa kö ede, bo a kafalı bir adam flüt çalmaktadır.
Yapıt, bir “ aka”, aynı zamanda “e itli i” simgelemektedir.
Yukarıda da belirtildi i gibi, ngilizce’de “cock“=sex organıdır.
K u ve m ü z i k, beraberce seks’i simgeler.
K e m a n, Chagall’da pek sık görüldü ü gibi, cinsel organların parçalarıdır (özellikle
telleri!)
Psikanalitik yorumlarda, k e m a n bazen ‘balık’, bazen de ‘ku ’ ile birlikte görülür ve
aynı anlama gelir. Bu tablo, “yo unla maları” (condensations) olup, herbiri, nitelik ve nicelik
bakımlarından kendine özgü bir eylerin temsilcisidirler.
Resim: 4
Time Is A River Without Banks = Zaman, Kıyıları Olmayan Bir Nehirdir
Bu yapıtta, ehre yönelik bir n e h r i n üzerinde, muhte em kanatlı bir b a l ı k
uçmaktadır. Balıktan çıkan bir uzantı: k o l, bir k e m a n tutmaktadır. Önde bir “pendulum=rakkas”
görünür. Sa da, altta, nehir kenarında sevi en sevgililer vardır.
Bu resimde de, eski devirlerden kalma ataik san’at, yani “seks”, ana tema olarak göze
çarpmaktadır:
.”Winged phallus of the ancients” : “Eskilerin kanatlı penis’i”,
.”keman çalan amca”;
.’zaman’ı simgeleyen saat (grandfather’s) dekorunda, sevgililer, zamanın akı ı
kar ısında, sonsuza dek-müebbed, sevi irler.
.N e h i r, kıyıları ile sınırlanır, z a m a n’ın (dolayısıyla ‘sevi me’nin) ise limiti
yoktur (olmamalıdır – ?wishful thinking?)
.”Instinctual sexuality” (Dürtüsel cinsellik) = yumurtlama-döllenme temsili.
. A k, zamansız olarak, müzik aleti olan k e m a n ile süregelmektedir.
:Bu ya amamları sanki hissediyormu görü üne tamamen tersi bir hipotez: “Tüm dünya böyle
e leniyor, zevku safa içinde ya ıyor, benim hayatım ise bir nehir gibi akıp gidiyor, ve ben, yalnızca
seyrediyorum. (65 ya ında ilk kez evlendi ini hatırlayalım!)
Bu yapıt da, Shagall’ın resimlerine hakim olan ana tema’nın, yani, azimli bir
obsesyon‘un ba ka bir temsilcisidir. FREUD, “Leonardo da Vinci”de, onun, sonsuz merakından
kaynaklanan ve ‘natürel’ seksüe’l alanları içeren hırsını ifade eder. VINCI, Chagall’ın, ineklerin kesilip
yendi ini kabul etti i gibi, kendisine ye lenen “et yememe” diyetini de refüze etmekti: “Bu yeme,
hayvanların hayatını çalmak demek de ildir,” demi ti. Buna kar ılık, onun en ho landı ı hobi’lerden
biri de pazara gitmek, içinde ku lar bulunan kafesler satın almak ve içindeki ku ları serbest bırakmaktı.
Chagall’ın obsesif konumunun nedenini, u ekilde yorumlayabiliriz:
Onun baba ve cet’lerine kızması (?kıskanması) -seks ya da di er agresif aksiyonlardan-;
kendini onların rolüne koyması, bir çe it “insan-dı ı”= (inhuman) hissetmesinden dolayı duyumsadı ı
suçluluk hissi.
Chagall da, ataları gibi, dine çok dü kündü; kendinde yeterli derecede ‘Baba-Allah’
karma ası (complex) mevcuttu.
Resim: 5
To My Betrothed
=
Ni anlıma
Bu yapıt, Cossack ve Nazi kamplarında ıstırap çekmi Musevilerin arkılarını, mukaddes
kitap TALMUD’u içerir. Bu konulardaki duyarlılı ının bir refleksiyonudur.
Resim: 6
Green Violonist & I And The Village
= Ye il Kemancı & Ben Ve Köy
Büyük artist, ”Ben ve Köy”deki y e i l y ü z d e, YE L RENK ile, kendini dünya yaratıkları ile
özde tirir. Ye il aynı zamanda, bir “a ırı sevinci ektazi”yi (ecstasy) de sembolize eder: <Çok çok döner zıplar, ye ile dönersiniz!’>
Ye
i l aynı zamanda “naivité”= taze ruh, toprak’ı da simgeler.
CHAGALL’ın “muhte em takıntısı”na (magnificent obsession) iki açıdan bakabiliriz:
(1) Kendini, dünyanın en sevimli fakat kurban edilebilecek hayvanlarıyla, deniz ve sema ile
özde le mekte; bunlara kar ılık olarak da, yine:
(2) C e d’leriyle özde le mektedir. Onlar hakkındaki duyguları salt “din” de il: acı çekmi ata’larının
hayatlarından bahisle: “…tüm acı çekmi ler… Onlar daha iyisine layıktılar..”
Chagall’ın gençli indenberi yaptı ı çözüm u ra ısı, rüya materyaline benzer imaj’larla
da, bir savunma mekanizması olarak, takviye edilmi tir.
Resim: 7
To Russia, Asses And Ohers :
Rusya, E ekler ve Di erlerine Dair
Sema, çarpıcı olarak koyu karadır. Büyük, pembe bir inek, bir evin damında, iki y e i
l yaratık, meme emmektedir. Bunlardan biri ye il bir kuzuucuk, di eri ise çıplak bir çocuktur. Evin
yanında bir kilise var. Sa da, gö e do ru yükselen, sanki süpürgesinin üzerine do ru oturmu , çirkin,
mavi gözlü, neredeyse l e p r a’ya tutulmu sütçü bir kız, elinde y e i l bir kova ile bir imaj vardır.
Mamafih, onun kafası hemen koparılmı tır ve yüzdeki çizgiler, bundan duydu u hayreti ifade eder.
Analize geçersek, “küçük ye il çocuk” -ki Marc’ın ta kendisidir-, öyle konu mak ister:
“Toprak Anne’nin vücut ve memesinden beni ayıran eylerden kaçıp, büyükbabam gibi
dama gitmek isterdim. Ben, hayal gücü olan küçük bir kuzuyum.. Mamafih, memeden kesildi imi kabul
etmeliyim, “zira, süt içmeye devam etti im sürece, o memeden kesimi sa layacak acuze, memeye ne
kadar ba lı olursam olayım, ardımdan gelir!”
Tüm bu -bilinçötesi- duygular, sanatçıyı bir “hadımlık sıkıntısı”na (castration anxiety)
eri tirir: “Sevdi im bir vücuttan alınaca ım, di er küçük kuzular gibi kurban edilece im.. E er benim
arzum gerçekle seydi, onun a zını ve gözlerini oyar, onu yalnızca bir ‘meme’ye indirgerdim… Onun
bu uygarlı ın ve kilisenin, bizi alı tı ımız memelerden kesmesinin; babalarımızın ve cedlerimizin
otoritelerinin temsilcisi k a d ı n’ın kafasını koparmak isterdim…”
Resim: 8
The MARTYR
=
Fedai, ehit
Bu çok “yo un”, muhte em bir resimdir.
Sahne: K ö y ü n s o k a ı. Önce, Hz. sa‘nın çarmıha gerili ine benzer bir vücut,
tamamlanmamı bir haç (+). Köy: Ate ler içinde, evlerden e yalar dı arıya fırlatılmada.
Sol üstte, u ç a n i n e k t a n r ı s ı, elinde bir “ amdan” (candle stick) tutarak, yere
uçarcasına inmektedir. Ardından da h o r o z izlemekte.
Istırap çeken’in aya ında, gözya ları içinde bir k a d ı n. Sa dipte, ya lı bir Musevi
dua okumakta. Sol a a ı kö ede bir k e m a n c ı, çatıdan alınmı , çatısız, kederli kederli keman
çalıyor. Bu, CHAGALL’ın kendisi ve ced’leri ile olan özde le me: kavminin hayat ve beka hikayesidir,
ya am stili ve k a d e r ile bir ö z d e i m’dir. Onun ruhundaki yakınmayı do ru okuyabilirsek:
”…Yükseklerde kanatlı bir ‘phallus‘ ile, bir ‘bo a’ kadar kuvvetli, yürüyen bir ‘horoz’ ya
da “damda bir kemancı” olmak çok ho . (Tüm figüranlar sahnede!) Fakat bütün bunlar, yeryüzünde,
batmaya ve parçalanmaya programlanmı !”
“…Benim rüya gören ve arkı söyleyen c i n s e l v a r l ı ı m, bir n e f r e t h o l o
c a u s t’ı ile sona ermekte: Bu “nefret soykırımı“, benim milletimin alınyazısıdır.”
“…Dünya bir ‘son’a yakla ınca, benim köyüm de bu sona geliyor. E er bir insan
çarmıha geriliyorsa, bu benim köyümdür.
”…Ay ı ı altında çok sevdalı anlar geçirdim, fakat köyümde sonsuz ıstıraba ve terör’e
duçar oldu um için, artık sokaklarda yürümekten korkuyorum.”
“…E er bir kadın ve çocuk, bir anne ve onun o lu, e er onlar
pagan (putperest)
bir aptallı ın (idiocy) sonucu ise, onlar benim köyümde ıstırap çekerler ve ölürler. Bir insan çarmıha
gerildi i zaman sen, ben ve benim köyüm ıstırap çeker
“…Böylece mutlu ve mutsuz eyler, benim ya adı ım köyümün sokaklarında
olagelmektedir…”
Derleyen: Prof.Dr smail Ersevim
CHAGALL hakkında buldu um bir iiri de ekliyorum :
“SAKIN Z N VERME O ATIN...
Sakın izin verme o atın
o kemanı yemesine
diye ba ırdı Chagall’ın annesi
Ama Chagall
durmadan devam etti
resmi yapmaya
----------------------------------------Sonunda resmi bitirince de
atladı ı gibi atın sırtına
sallayarak kemanı
sürüp gitti uzaklara
Sonra da iyice e ilerek kemanı verdi
ilk rastladı ı çıplak tabloya
üstelik teli meli de yoktu
kemanın.”
(Lawrence Ferlinghetti<d.1919>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.12.05)
*
Chambres meublées :
( NG.)
* *
(FR.,KOL.) < ambr möb’le> : ‘ (Kiralık) mobilyalı odalar’ = Furnished rooms
Chapeaux bas : (FR.,KOLL.) < apo ba!> :
apkalar a a ı (çıkarın!) = Hats off! ( NG.)
Charge : (n.: isim) (D L.) <çarc> : Yük, hamule; silah doldurmak için barut ya da fi ek hakı; bir aletin
içerdi i elektrik yükü; armadan arması üzerinde olabilecek resim veya i aret; arj; pil; paha, fiat; uhde,
zimmet; vazife, emanet; emir, tembih, nasihat; töhmet, ikayet, dava; hücum, saldırı ; charge to the jury :
hakimin jüri heyetine verdi i talimat ve uyarılar; at his own charges : kendi hesabına; fixed charges : sürekli
masraflar; in charge : idaresinde, i ba ında, vazifede; ( ng.): Tutuklu; in a charge of a nurse : hastabakıcıhem irenin nezareti altında; return to the charge : tekrar (münaka aya) ba lamak; sound the charges :
hücum borusu çalmak
Charge : (verb-fiil) (D L) <çarc> : Yükletmek, yüklemek; tüfek ya da elektrik bataryası doldurmak; charge
with : onun sorumlulu una vermek, memur etmek; emretmek, tenbih etmek, nasihat vermek; charge one with a
crime : lham etmek, itham etmek; fiat ya da ücretini söylemek; istemek, talep etmek; zimmetine geçirmek,
hesabına aktarmak; hücum etmek, saldırmak; talimat vermek, tembih etmek; yatmak (Köpek), ‘Yat! Hücum et!’
-a ız ile emir vermek- ; charge a person a price for a thing : bir kimseden bir eyin parasını almak, ya da onun
hesabına geçmek; charge bayonets! : süngü hücumuna hazır ol geçmek; charge oneself with : sorumlulu u
üzerine almak, deruhte etmek”
(Yeni Redhouse Lügati)
Charon : (GREEK MYTH.): Kharon; Yeraltı Ükesinde, ‘Styx=Akheron’ ırma ından ölülerin ruhunu geçiren
cehennem sandalcısı
“Atölyenin yarısını do al biçimlerinden çok, daha büyük korkunç yüzler, kuyruklarını kıvırıp, sivri
dillerini mızrak gibi fırlatan ye il yılan resimleri kaplamı ve bu resimlerin hiçbiri tamamlanamamı tı. Ön
planda, solda, kayık içinde zayıf ve vah i bir Charon görünüyordu. Güçlü ve güzel bir parçaydı ama henüz okul
etkilerinden kurtulamamı tı.”
(A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:23)
Chartreuse, Chartreuse tarikatı : (HIR ST. MYTH.): < artröz okunur.> Fransa-Grenoble yakınlarındaki
Kartuziyen Manastırı rahipleri tarafından yapılan sarı ya da ye il renkte likör; Sarımtrak açık ye il renk;
1084’te, Fransa’da, Chartreuse Vadi’sinde, Köln’lü Aziz Bruno tarafından kurulmu bir tarikat. Manastır
içinde ortakla a ya am biçimi ile münzevili i <kö eye çekilip inziva=izolasyon’da ya amak> birle tiren bu
tarikat, bugüne de in hiç reform gere i duymamı ve reform görmemi , ortakla a dinsel ya amın ender
örneklerinden biridir.
“.... anneannesi ise ömrü boyunca Çingenelerle orada burada sürtüp durmu , kendini hapiste bulunca da
kibrit uçlarını yiyerek intihar etmi ti. Amca o lu, kundakçılıktan birkaç kere mahkum olmu , sonunda bir
‘Chartreuse tarikatı’ manastırındaki hücresinde bir cam parçasıyla ahdamarını kesmi ti.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:I, sa:386)
Chateau en Espagne : (FR.,KOLL.) < a’to an Es’pany> : spanya’da atolar rüyalamak, dü ünmek =
Castles in Spain ( NG.)
Le chat qui dort : (FR.,KOLL.) <lö a ki dor> : -Otel kapısına asılır- (Kedi uyuyor) lütfen uyandırmayınız!
= Please, do not disturb!
Chef d’oeuvre : (FR.,Y Y.) < ef d’övr> : Mükemmel! = Masterpiece ( NG.)
Cherchez la femme : (FR.,KOLL.) < er e la fam> = (Neden olarak) Kadın parma ı arayın! ( NG.)
Chez nous : (FR.,KOLL.) < e nu> : Bizim nezdimizde, evimizde = At our home ( NG.)
Che sara sara :
( TA.,KOLL.) : <Ke sera sera> : Ne olacaksa olacak = What will be will be -song- ( NG.)
(Dict. of Foreign Phrases and Abbreviations)
Ch’i : Feng-Shui’nin olmazsa olmaz be ilkeden birincisi
“Ch’i ya ayan her eyin içindeki ya am gücüdür ve bir ey kusursuz bir biçimde yapıldı ı anda Ch’i de
kusursuzluk noktasına ula ır. yi bir bahçede, yüz metreyi dokuz saniyede ko an atlet de iyi Ch’i yaratırlar.
Ya anacak en iyi yer bol miktarda Ch’i olan yerdir. Bu nedenle Çinliler arkası tepelik, önünde akarsu
olan yerleri ye lerler. Tepeler evi Ch’i’yi savurup uzakla tıran so uk, sert kuzey rüzgarından korurlar. Tatlı tatlı
akan sular bol miktarda Ch’i yaratır; ama girdaplı öfkeli sular Ch’i’yi götürür. Feng shui, su ve rüzgar anlamına
gelse de, hafif meltemler ve tatlı tatlı akan sular kastedilir ki, pek çok Ch’i ve iyi feng shui yaratılsın.”
(Richard Webster, “Ba arı ve Mutluluk çin Feng Shui”, sa:3-4)
Chi ama, crede : ( TA.,KOLL.) <Ki ama, krede> : Kim severse, güvenir de! = He who loves,
Trusts ( NG.)
Chianti :
talya-Toscana’daki Chianti da larında ya da yakınlarında yapılan beyaz ya da kırmızı arap
“Sonra FLORANSA’ya geldik...... Gündüz kiliseleri ziyaret ediyor, meydanlarda, sokaklarda,
kemeraltlarında ve Pazar yerlerinde gezip dola ıyor, geceleri ise limonların çoktan olgunla maya ba ladı ı
yamaçlardaki bahçelerde dü lere dalarak geçiriyor ya da o sade koltuk meyhanelerinde chianti içip onunla
bununla laf yarı tırıyordum. Arada resim galerilerini dola ıyor, Bargello’ <En eski hükümet binası, 1255’te in a
edilmi >da, manastırlarda, kitaplıklarda, kiliselerin rahip odalarında, ö leden sonraları ise Fiosole
<Floransa’dan 9 no.lu otobüsle yarım saatte gidilen Roma ve Etrüsk harabeleri. M.Ö. 7. y.y. da yapılmı >de,
San Miniato <Orada Kutsal Roma Germen mp. II. Frederick (1194-1250) 13. y.y.’dan kalmı Rocca - ato>’da, Settignano <San Marco meydanından 10 No.lı otobüsle, Florans’nın kuzeydo usundaki bu tepelerde kain,
panoramik, yazar ve sanatkarların seçti i ya am yeri>’da ve Prato <dokumacılık merkezi, duomo, müze ve
opera binası>da beni mutlu kılan zengin saatler ya ıyorum.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:79)
Not: <Parentez içindeki referanslar benimdir .E.>
Chica : Güney Amerikada, spanyol topluluklarına özgü, mısırdan, eker kamı ından damıtılan güçlü bir içki
“Piura geceleri öykülerle yüklüdür. Köylüler ecinnilerden söz eder dururlar. Kadınlarsa, kendi kö elerinde bir
yandan mutfak i iyle u ra ır, öte yandan da dedikodu yapar, mutsuzluk öyküleri anlatırlar. Erkekler küçük kadehlerde beyaz
‘chica’ içerler. Ellerindeki kadehler kamı tan yapılmı tır ve içtiklerine de ‘hayat suyu! denir.”
(M.V. Llosa, “Ye il Ev”, sa:36)
Chi lo sa ? : ( TA.,KOLL.) <Ki lo sa?> : Onu kim biliyor ? = Who knows it? ( NG.)
Chimera : < imera okunur!> (YUN.MYTH.): (Fr.) Yunan Mitolojisinin kahramanlarından. Aslan vücutlu,
yılan kuyruklu, yaban keçisiyle ejdere benzer, a zından ate çıkaran mitolojik canavar. Bellerophon tarafından
öldürülmü tür. <Tuhaftır, Fransızca’da, çok benzer bir sözcük, chimere ( imer), ‘Papaz cüppesi’ demektir.>
“ nsan, sanki her tarafı kule ve mazgallarla dolu bir Ortaça ehrine gelmi ve dü man yakla ırken
sava çılar kapalı kapı arkasında silahlanıyorlar. Atmosfer çetin bir sava hazırlı ı içinde... Bütün ba ların
üzerinde büyük bir tehdit ve ümit sallanıyor. Buradaki havada korku veren bir ey pusu kurmu sanki...
Kremlin’in kubbelerinde, gotik çan kulelerindeki Ortaça imera’sına benzer, sırf göz ve kılıçtan ibaret ate ten
bir Kheruvium <Davetsiz Melekler Birli i> ötüyor.”
(N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:383)
Chi non fa, non falla : ( TA.,KOLL.) <Ki non fa, non falla> : Hiçbir ey yapmayan kimse, yanlı yapmaz
= The man who does nothing, makes no mistakes ( NG.)
Chi non rompe l’uova, non la frittata : ( TA.,KOLL.) <Ki non rompe l’uova, non fa la fri’tata> : E er
yumurtanız yoksa, omlet yapamazsınız = If you want an omelette, you must break some eggs ( NG.)
Chi tace acconsente : ( TA:,KOLL.) <Ki tase, akon’sante> : Sükut, teslimiyet, muvafakat (kabullenme)
demektir = Silence gives consent ( NG.)
Chi tace confessa : ( TA.,KOLL.) <Ki tase kon’fesa> : Sükut, ikrar (suçu kabul etme) demektir (Sükut,
ikrardan gelir! - Osmanlı> = The man who keeps silent, confesses his guilt ( NG.)
Chi t’ha offeso non ti perdona mai : ( TA.,KOLL.) <Ki ta ofe’so non ti par’dona mai> : Size hakaret eden
kimse, sizi hiçbir zaman affetmeyecektir! = The man who has offended you, will nver forgive you! ( NG.)
Chi va piano, va sano e va lontano : ( TA.,KOLL.) <Ki va piyano, va sano e lpntano> : Yava giden
(yürüyen, seyahat eden) kimse, hem emniyetiçinde ve hem de (daha) uza a gidecektir! = He who travels
slowly, goes surely and far ( NG.)
(Dict. of Foreign Phrases and Abbreviations)
(The) Christos Phenomenon (MYTH.PSYCH) : (Christos Olayı) : Geçmi hayatları anımsama yöntemi
“Bu olay, 1971’de, Avustralya’lı yazar G.M. Gliskin’in, “Geçmi Hayatları Anımsamak çin Bir
Yöntem” (A Method To Remember Past Lives) adlı makalesiyle, Batı Avustralya’nın “Open Mind Publications”
adındaki yayıncılı ın yayımladı ı üç kitabında bahsetmesi nedeniyle dı dünyaya açıldı.
Bu phenomenon (olay), a a ı yukarı üç saat süren, basit bir tekniktir. Prensibini de, Eski Mısır’da, Eski
ve Orta Krallıklarda vaftiz törenlerinde “ya lanma” (anointment) praktisinde, okültist’lere göre insanın “psi ik
görme-vision” merkezi olan a l n ı n orta noktasına ya ın sürüldü ü yerin kullanılma yönteminden alınmı tır.
(Christos, prensip olarak “Christ” sözcü ünden alınmı olmasına kar ın, söz edilen “ya lama” ritüeli ile ilintili
oldu undan, aksiyonun “Hıristiyanlık”la yakından uzaktan bir ilgisi yoktur.) öyle ki; nesne (süje) yere, gözleri
kapalı, boylu boyunca uzanır. Ayakları çıplak olup, ba ın altına yumu ak bir yastık konur. Deneyci, sımsıkı
kastı ı eliyle, orta alnın alt tarafına dairevi hareketlerle, be dakika süreli, kudretli bir masaj yapar. Aynı
zamanda, ki inin ayak ve bileklerine de benzer masaj yapmaktadır. O i de bittikten sonra, deneyimci, ki iye,
kendisinin ayak tabanlarından iki inç (4.2 cm.) daha fazla uzayıp, lastik gibi geri çekildi ini imgelemesini söyler.
Aynı ‘uzama’ ve ‘geri çekilme’, ba a uygulanır. Bu egzersizler ikinci ve üçüncü kez, on iki ve yirmi dört inç
olarak yinelenir. Gelecek sefer, süjeye, büyük bir balon gibi her yanından i ti ini dü ünmesi tavsiye edilir.
Sonra, kendi evinin ön kapısını zihninde canlandırması söylenir. Bundan sonraki adım, süjenin kendisini evinin
damında farzetmesi, etrafına bakınması, yava yava kendini uzayın içine be yüz adım ilerlemi olarak
dü ünmesi; uzaydayken, aya ının altındaki dünyayı gece ve gündüz hallerinde ayrı ayrı tasvir etmesi istenir. En
sonunda ki iye, havada uçması ve yere, ayakları üzerine dü mesi söylenir. Böylece “fenomen” tamamlanmı
olur.
Bütün bu i ler olup bittikten ve kısa bir süre dinlenme fazından sonra, ki i’ye, kendi vücuduna bakma
ve onu yeniden tarif etmesi sorulur. Ki iye ayakları çıplak, bacakları siyah ya da kahverengi; boyu, ya ı ve
ki ili i farklı, elbiseleri de i ik görülebilir. Evinin çevresindeki ekili biçili manzara (peyzaj) tanıdık ya da
yabancı görünebildi i gibi, kendini ba ka zaman, yer ve hayatlarda da hissedebilir. Tüm bu i ler olup biterken,
nesne, rüyalarda oldu u gibi hem “gözlemci” hem de “katılımcı” oldu unun farkındadır. Deney esnasında
ya anılan kaleidoskopik sahne de i imlerinin tümünün de farkındadırlar ve bunu sonradan tüm ayrıntılarıyla
anımsarlar. Bununla birlikte, bazıları, hiçbir zaman hiçbir yerde görmedikleri ve göremeyecekleri ekilsiz
hayvanlar, ye il derili insan canavarlar gördüklerini de nakleder. Bunların sembolizmi, ki inin halihazırdaki ve
geçmi teki davranı larıyla açıklanabilir, örne in tüm peyzaj, o ahsın o andaki politik görü leri ile bu ekilde
sembolize edilmi olabilir.
G e n e t i k a n ı (Jung’un “Kolektif Bilinçaltı”) k u r a m ı bize, bilimsel olarak açıklanması ve
kanıtlanması güç olsa da, bu yolla ki inin kendi özgeçmi indeki “ırksal-kolektif ya antılara” varabilece ini bize
esinliyor. E er ruhlarımız tüm olarak reenkarne oluyorlarsa, anılarımız da niye reenkarne olmasın?
The Christos Phenomen’unun reenkarnasyonla dolaysız bir ilintisi olabilece i konusunda u görü ler
sunulmaktadır:
1) Ki inin geçmi hayatlarındaki gördü ü “kendi”si, imdiki halinden tamamen farklı bir
“görünüm”dür. Süje, geçmi i ya arken, halüsinojen kullanan bir uyu turucu ba ımlısından farklı
olarak, “ imdi”nin de farkındadır. Bu nedenle, yeni “ imdi”, “gerçek”in bilincinde olurken,
“geçmi ”i de bir “gerçek” gibi görebildi ine göre, bu “geçmi ”, “gerçek” olabilir. Zaten “gerçek”
hakkında tüm filozoflar bir bütün halinde anla amazlar ve anla amayacaklardır da.
2) Ki i’nin “gerçek” gibi algıladı ı olgular, “ki isel” ya antılardır; ne “entelektüalizasyon” ne de
“uslamlama” (justification) söz konusudur. Bu nedenle de, yalnızca, onu ya ayan ve de erlendiren
insan için bir de eri vardır. Herhangi zeki bir psi ik ara tırmacı, filozof ya da teolojist, kendi
bölümü içinde “inanç sistemi”ni kurar ve yorumunu yapmakta oldu u bilincinin yanında, bu “final
olarak kanıtlayamama”, hem kendi inanç sistemi hem de kar ıt fikirleri ifade edenler için geçerlidir.
Bu konuda sayısız eser vermi çok de erli dü ünür ve yazarlardan biri olan Dr. Ian Stevenson, bir kez
öyle demi ti: “Benim kendi inancımın (o denli) önemli oldu una inanmıyorum. Önemli olan, aklı ba ında
(rational) bir insanın, (çe itli) inanç sistemleri hakkında bazı bilgiler ve kanıtlanabilecek ‘gerçek’ler ve ‘inanç
kanısı’ hakkındaki iki yönlü tartı malar hususunda yeterli bilgisi vardır. Bu elindeki bilgilerle ne yapaca ı, onun
kendi i idir!”
(Bibl.: Tekst’in içindedir)
Christus Nos Liberavit :
(LAT.,HIR S.) <Kristus nos libe’ravit> : ‘Kurtarıcımız sa’
“ sa’nın kutsal yasası uygarlı ımızı yönetiyor, ‘Christus Nos Liberavit’, ama henüz onun içine nüfuz
edebilmi de il. Avrupa uygarlı ından köleli in kalktı ı söylenir. Bu yanlı tır, o hep var, ama yükünü artık
sadece kadın çekiyor ve adı da fuhu tur. Evet, bu köleli in yükü artık sadece kadının üzerindedir, yani zerafetin,
zaafın, güzelli in, ana ı ın üzerinde... Bu, erkek için küçük bir yüz karası de ildir...”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:308)
chromatic accent : (FR.,SES,KOLL.) <kro’matik ak’san> : Bu, konu amdaki müzikal aksan nasıldır
demektir. Bu, ‘ses yükseli i-pitch=perde’ ile, bazı eksper’ler tarafından aynı anlamda anla ılır = The musical
accent in the speech, resulting from the flow of pitch. This term is used by many authors as a synonym for pitch
Cıbıl : Pek de gösteri i, parası olmayan, sıradan (kimse, mü teri)
“-... Evet, ‘Siftah eden etmeyene yollardı mü teriyi...’ diyordun!
-Yollardı, hem de cıbıl mü teri de il... O zamanlar, vezir vüzera gelir dolaplara (Bedestandaki dükkan)
otururdu da, ak ama kadar antika hediyelik alırdı. Bir günde altı aylık nafakanı çıkarırdın.”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:168)
Cıcı ını çıkarmak : Pestilini çıkarmak, evirip çevirip dövmek; Alabildi ine kullanmak, yarar sa lamak
“HECTOR - Hesione de canını ba ı layayım diye kar ıma çıkardı ın bir ifrit olamaz mı?
KAPTAN - Olabilir. Seni kullanıp cıcı ını çıkardı. Dü lerden ba kaa bir ey bırakmadı sana. Kadının
böylesinden korkulur.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:53)
Cıgara tellendirmek : Sigara yakmak, cıgara içmek (Argo)
“ ‘Bakkal ve çiftçi olabilecek kimse hiç gider de balıkçılı a mı katlanır? Allah iyili ini versin u
balıkçılı ın! Aç dükkanı, ısmarla kahveyi, tellendir cıgarayı, tart fasulyayı, al parayı... Sen sa ben selamet. Oh,
gel keyfim gel! Ne ayazı, ne uykusuzlu u, ne fırtınası ne de bo ulması var...’ derlerdi.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:27)
Cıgara tutu turmak, tüttürmek, yakmak : Sigara yakmak, içmek (Argo)
“Köprünün üstünde el ayak çekilmi ti. Üstünden ba ından amele oldu u anla ılan bir adamla, yine aynı
ya larda elbisesinden gemicili i dökülen bir ba ka adam hiç konu madan yan yana cıgaralarını tüttürerek
Üsküdar’a do ru bakıyorlardı.”
(S.F. Abasıyanık, “Sarnıç-Mavnalar”, sa:38)
“Halk Adamı Charlie
Chaplin çin arkı
III
-----------------------pabuçlarının yıpranmı ba cıklarını makarnaya
dönü türmenin ince sanatını da iyi bilirsin.
te nasılsa ak am yeme i gene çıktı: hayat güzel!
imdi bir cıgara yakmanın zamanı deyip
bir tane alıyorsun sardalya kutusundan.”
(Carlos Drummond de Andrade(1902-1987)-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet
Kitap, 08.01.04)
“Maskeli Be ler yerinden seyirtip paketten bir tane cıgara çekti; duda ının kenarına ili tirdi. Ate için
de etrafına bakınırken Kargaburun’un uzattı ı çakmakla onu afillice bir tutu turdu, derin derin içe nefes
çektikten sonra çakma ı iade ederken babacan bir tavırla ‘eyvallah’ dedi, sonra da eski yerine oturdu.”
( . Ersevim, “Bir Do umun Hikayesi-Velet”, sa:52)
“Limonatanın arkasından kahve geldi ve ben, Etem’in kendi tabakasından kendi eliyle sarıp bana
uzattı ı cıgara ile kahveyi höpürdetirken, bizim zavallı arabacı da fesin boyasından, yüzü gözü, ensesi, kula ı,
panayır palyaçoları gibi boyanmı ve gözleri falta ı gibi açılmı olarak çadırların önünde damladı.”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:51-2)
“ALI KANLIKLAR DA DE
R
her ak am, sırayla biri kurdu saati ve sessizce beklediler
ertesi sabah altı on be te saatin çalmasını, dı arı çıkıp
yüzlerini yıkamak için. Bir gün
gece yarısında çaldı saat. Kalktılar, yıkandılar
(ay vardı),
sonra çevresine oturup saatin birer cıgara yaktılar.”
(Y. Ritsos1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin-alı tırmalar”, sa:109)
Cık cık etmek : Ku ların sabah sabah güzel na melerini sergilemeleri; Durmadan, rahatsız edecek derecede
mızmızlanıp duemak
“Bir ara, “ ki yıldan fazladır birlikteyiz (Kedi Bob ile!) Ona kötü davransaydım iki dakika bile benimle
kalmazdı,’ dedim. Ne var ki, kadına laf anlatmak mümkün de ildi. Ne söylerdem söyleyeyim ba ını sallayarak
cık cık ediyordu.”
(J. Bowen, “Bob’un Dünyası”, sa:27)
Cılız : Çok zayıf, ince, sıska; verimsiz
Bk.: Kara za cücü ü
“Ve bir di i kurt gördüm. Cılız haliyle her türlü ihtiraslı arzuları yüklenmi gibi görünüyordu ve birçok
kimseyi sefalet içinde ya atmı tı. Onu görünce duydu um korku beni o derece kedere dü ürdü ki, tepeye
ula mak ümidimden eser kalmadı.”
(D. Alighieri, “ lahi Komedi”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:73)
“Kaybedilmi duygular, bütün bir hayata rengini verebilecek anlar, mutlulukla mutsuzluk arasında gidip
gelen o cılız, incecik ba lar belki de yuma ın içinde hala saklıdır.”
(A. Altan, “ çimizde Bir Yer”, sa:65)
“PENCEREDEN
Çöp bidonlarını karı tırıyordu kadınca ız.
Yıpranmı panel blokundaki
kom umuzu andırıyordu.
Gecenin koruntulu unda
kendi kendinden gizlice
çöp bidonlarını karı turuyordu o.
Bir eyler aradı ını sanmayın,
cılız bedeninin ya amını
yava ça itekliyordu.”
(Bojana Apostolova<d.1945>-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
09.03.06)
“ nsanın aklına Bay Bo ’un bu onur kırıcı pozisyonda yakalanmaktan (donu a a ıda, cılız penisi
çırçıplak, sıska bacakları arasından sarkmaktadır) mahcub olaca ı gelebilir, ama durum öyle de il. Bay Bo ’un
Anna’nın yanında hissetti i, sahte bir alçak gönüllülük de ildir.”
(P. Auster, “Yazı Odasında Yolculuklar”, sa:26)
“ imdi o ba ı, cılız, çelimsiz bir vücudun üstüne koyun, bir balı ın sırtı gibi karı ık i lemeli, pırıl pırıl
beyaz bir dantelayla sarın; siyah yele i üzerine a ır bir köstek takın; merdivendeki lo ı ı ın bir kat daha gizemli
bir renk verdi i bu adamı hayal meyal görmü olursunuz.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt”, sa:13)
“Onca kadın içinden beni seçtin ya sen
Vermek için suratsız kocama tiksinti,
Alevlere fırlatmak gelmez ya elimden,
Bir a k mektubu gibi, o cılız ifriti.”
(Ch. Baudlaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri-Kutsama”, sa:25)
“Ruloları indir ve çöpe at; hepsi bo , yalnızca dekorasyon amaçlı duruyorlar, yoksa aramızda bu pahalı
ka ıtları de erlendirmeyi dü ünen biri mi var? Belki de sen, Joseph! Neden öyle rahatsız oturuyorsun? 1941
yılını seçtin, cılız bir yıl o lum. 1945 daha iyi olurdu, o zaman sipari ler ya ıyordu, tıpkı 1909 yılında oldu u
gibi, ama hepsini bıraktım.”
(H. Böll, “Dokuz Buçukta Bilardo”, sa:258)
“Pasaportu öyle bir karı tıran uzun boylu, sarsak adam, pek belirli bir ho nutsuzluk gösterdi. Cüzdanı,
kılını kıpırdatmadan bu öfkeli adamı seyreden mühendisin burnuna do ru uzatarak yine söyleve ba ladı. Tam bu
sırada, yargıç gülerek yakla tı, n’oluyor diye sordu. Sarho , bir an, sözünü kesmeye cesaret eden bu cılız yaratı ı
süzdü, sonra, dü ecekmi gibi sendeledi ve pasaportu bu kez yeni gelenin suratına do ru salladı.”
(A. Camus, “Büyüyen A aç”, sa:48)
“CALVIN KLEIN’ın Obcession’u
------------------------------------------
O sözcük, bütünüyle gerçek de il anlamındaydı.
Issız arka bahçeme bakar gibi,
Onun labadalarının, ısırganlarının ve
devedikenlerinin cılız sıralarına, ama sanarak
Ba ka bir ey oldu unu, fiske vuran tembelce bir
katalogun sayfaları arasından”
(Ciaron Carson<d.1948>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.06.05)
“Üçüncü gün bataklı ın kıyısı gerisingeri kuzeye do ru kıvrılmaya ba lıyor ve gölü turlamı
oldu umuzu anlıyoruz. Erkenden kamp kurup günün son saatlerini bulabildi imiz her dal ve saz parçasını
toplamakla geçiriyoruz, atlar son kez cılız bataklık otlarıyla beslenirken.”
(J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:81)
“Yani Hıristiyanlı ın öbür dünya kuramının cılız kaldı ını söylemek mümkün. Birkaç karısı ve metresi
olan bir adamın ruhu cennete ula ır; bu karıların ve metreslerin her birinin birkaç kocası ve a ı ı vardır; ve o
kocalarla a ıkların da her birinin... u galaksideki ruhlar için sevdiklerine kavu manın açılımı nedir?”
(J.M. Coetzee, “Kötü Bir Yılın Güncesi”, sa:161)
“... ve da eteklerinin kapkara çöllerinde cılız koyunlar birer damla ot pe inde, bo yere ko uyorlardı.
Bir tutam ye illik, bir yı ın çalılık göze çarpmamakta idi. Ortalı ı kaplayan bo luk içinde hayal meyal beliren
a açlar, dallı budaklı birer sopadan farksızdı.”
(A.J. Cronin, “Citadel”, sa:7)
“..... sık sık adımımızı hızlandırmak için atlama arzusunu duyarız, ancak belli bölümleri atlarken, airin
<Dante, Paradiso, XXXIII, 85-90> daha a ır bir biçimde ilerledi ini bilir ve neredeyse geriye dönüp bize
ula masını bekleriz. Peki tüm bunların amacı nedir? Amaç airin, tanık oldu u yücelik kar ısında belle inin
yetersiz kaldı ını söyleyerek, dile getiremedi i bir eyi görme anına ula maktır:
Onun derinliklerinde, gördüm ki
evrende da ınık olan her ey
sevgiyle tek bir cilt halinde birle mi :
töz <temel, cevher>, araz ve biçim
öylesine kayna mı ki,
benim söylediklerim cılız bir ı ıktır ancak.’ ”
(U. Eco, “Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti”, sa:79)
“ ‘Bernardo da tutuklularla birlikte gidecek mi?’ diye sordum cılız bir sesle.
‘Artık burada yapacak i kalmadı. Michele’yi Avignon’a yollamak isteyecektir; ama bunu, Michele’in
oraya varı ını, bir Minorit, sapkın ve katil olan kilercinin duru masıyla aynı zamana denk getirecek bir biçimde
ayarlayacak. Kilercinin dara acı, yatı tırıcı bir me ale gibi Michele’in Papa’yla ilk bulu masını aydınlatacak.’ ”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:566)
“Mahallenin en haylaz, -hatta vah i diyebilirim- bıçkın, küfürbaz, kavgacı çocu u Hulusi. Sürekli
Sırpça küfürler okuyor, bereket ki anlamıyorum. Bu baldırı çıplak, her Allahın günü, elinde ince bir sopa ya da
kamı , kelebek avında. Bizim evin kar ısındaki çıkıntıda oturuyorlar ama, ailece görü müyoruz. Arada sırada
kapıda boy gösteren cılız, rengarenk basmalara bürünmü annesinin kuca ında ve karnında birer bebek daha var.
Baba ortalıkta yok.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:77)
“BA KA DO U
---------------------Bir sokak var orda
Gençler bana a ık, hala
Da ınık saçlı, narin boyunlu
Ve cılız bacaklı çocuklar
Bir gece rüzgarın götürdü ü bir küçük kızın
Masum gülü ünü dü ünür.
Küçük bir sokak var
Kalbim çaldı onu, çocuklu umun semtlerinden.”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>-Cevat Çapan; “ iir Atlası, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 11.08.05)
“ ‘Hubert, bir o kadar da hayır i leri yapıyor: Be yoksul aile hayatta kalmalarını ona borçlu; i i
olmayan i çileri i çi arayan yerlere yerle tiriyor. Cılız çocukları, çe itli kurulu ların bulundu u kırsal alanlara
gönderiyor.’ ”
(A. Gide, “Batak”, sa:23)
“Bayılmı tın. Etrafıma baktım, kimseler yoktu. Galiba yeme e gitmi lerdi. Cılız vücudunu bir torba
gibi sırtıma vurdum. Seni çe me ba ına götürdüm. Ba ını bir iki kere yala ın içine daldırıp çıkardım. Sen, titreye
titreye açıldın:
- ki karı yerden dü tün diye ayılıp bayılmaya utanmıyor musun, be miskin?.. dedim.”
(R.N. Güntekin, “Bir Kadın Dü manı”, sa:148)
“Ya lı,köhne bir asma kütü üne yaslanan tahta bir sıranın üstüne oturur, meyve a açlarının cılız ve e ri
bü rü siluetleri arasından yıldızlara bakardı.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:103-4)
“Tanrı’nın Jack Derida’ya Söyledikleri
Konu malardaki sözcüklerin
alelade bir soluk oldu unu mu dü ünüyorsun?
Ku ların gakında
metafizik sınırlar bulundu unu mu?
Gö ün kafatasını yaran rüzgar
(zarif soyutlamalarla belirmi olan o hava),
çok mu uzak acaba
senin cılız meleksi bekaret mefhumuna?”
(Dimitır Kalev<1953>-Kadriye Cesur; “ iir Atlası-Cevat Çapan”, Cumhuriyet Kitap, 12.06.08)
“Tam ba tarafında, güne sizlikten büyüyemeyen cinsi belirsiz, cılız, bücür bir a aç ye ermi ti. Renk
renk paçavralarla donanmı olan i ri bü rü dalları onu, sıcak memleketlerin yaz kı çiçe ini dökmeyen tuhaf bir
fidana benzetiyordu.”
(R.H. Karay, “Memleket Hikayeleri-Yatır”, sa:104)
“Enver Pa a, arkasında kurmayları, kumandanlarından ikisi Alman, biri general biri binba ı, kolordu
karargahına geldi, pa alar çadırlarından dı arıya ko u tular, hazırola geçtiler, selama durdular. Enver Pa a atının
üstünde dimdik durarak, sesini gürle tirerek:
‘Pa alar,’ diye gürledi. Boyu kısa, sesi cılız oldu u için gürleyemiyor, gürleme taklidi yapıyordu.
‘Muhterem pa alar, evvelsi gün ve dünkü getirdi im vatan hainlerini astırdınız mı?’
‘Daha astıramadık pa am.’
‘Nasıl olur, niçin dinlemiyorsunuz emirlerimi, emir dinlememenin ne demek oldu unu bilirsiniz.
Onları hemen imdi ormana götürüp asacaksınız. Niçin emrimi dinlemediniz?’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:163)
“ ‘Ama sen beni seviyorsun?’ Martin sordu.
‘Seviyorum! seviyorum!’ diye haykırdı Ruth.
‘Ve ben seni seviyorum, onları de il ve onların yapaca ı hiçbir ey beni incitmez.’ Sesinde zafer
duyuluyordu. ‘Onların dü manlı ının korkusu de il ama senin a kına inandı ım için. Bu dünyada her ey kötü
yola sapabilir ama a k de il. Yolda bayılıp tökezleyen bir cılız a k olmadıkça a k yoldan çıkmaz.’ ”
(J. London, “Martin Eden”, sa:322-3)
“Afallamı bir halde masama geçtim ve oturup derin bir dü ünceye daldım. Denetimden çıkmı kötü
alı kanlı ım geri döndü. Bu cılız, meteliksiz insan - parayla tutulmu elemanıma, kendimi alçakça geri çevirtmek
üzere yapabilece im ba ka bir ey daha yok muydu?”
(H. Melville, “Bartleby”, sa:36)
“Sıra sıra büyük ve ya lı çamlar ırma ın sarı ve a ır suyuna kar ı set olu turmakla görevli devlere
benziyorlardı. Öteki kıyıya hakim olan tepenin üzerindeki Wilkeslar’ın beyaz ocakları, çevresindeki sık me e
a açlarına karı ıyor ve gözden kayboluyordu. Yalnız bir masanın üzerine konmu lambanın saçı ı küçük, cılız
ı ık ta uzakta bir evin bulundu unu anımsatıyordu.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:45)
“ mparatorluk sava ları sıralarında, kocalarla karde ler Almanyada bulunurlarken, kaygılı anneler,
ate li, solgun, sinirli bir ku ak dünyaya getirmi lerdi. ki meydan sava ı arasında olu mu binlerce çocuk, cılız
pazılarını deneyerek so uk bir gözle bakı ıyorlardı.”
(A. de Musset, “Bir Zamane Çocu unun tirafları”, sa:3)
“EVLERLE SAVA
Körükler cılız olmak
Evlerin hiddetini,
Evlerle sava ımız
Sava ların çetini.”
(B. Necatigil<1916-1979>, “Eski Sokak”, sa:33)
“Yarının tütünsüz saatleri imdiden canını sıkmı olarak kalktı ve kapıya do ru ilerledi - ufak tefek,
cılız, ince kemikli, huysuz ve sıkkın adımlarla ilerleyen bir beden. Ceketinin sa dirse i yırtıktı, ortadaki dü me
dü mü tü; hazır alınmı flanel pantolonu lekeli ve ütüsüzdü. Üstten bakıldı ında bile ayyakkabılarının pençe
istedi ini anlayabilirdiniz.”
(G. Orwell, “Aspidistra”, sa:9)
“ stasyonun küçük bahçesindeki bankların üzerinde, o alçak a açların cılız gölgesinde, iki dilenci
a ızları açık uyuyordu. Ceketsizdiler, saçları sakalları kıvırcıktı, çingeneye benziyorlardı. Biraz ilerde tuvaletler
vardı ve gece her ne kadar taptaze kokuyorsa da, orayı a ır ve keskin bir koku sarmı tı, uzun güne li bir yaz
gününün karga asının ve gürültüsünün, erimi asfaltın, ko u an kalabalı ın ter kokusu.”
(C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:9)
“CILIZ EHZADE
Bir ehzade vardı; cılız, çelimsiz biriydi. Karde leriyse boylu poslu ve yakı ıklıydılar. Günün birinde,
babasının tiksinen ve küçümseyici bakı larıyla kar ıla an çocuk, hemen anlamı tı durumu:
‘Baba,’ dedi, ‘iri bir cahilden cılız bir akıllı daha iyidir. Koca bir nesne de er olarak yüce olmayabilir.
Koyun temizdir, ama fil ise murdar.”
(Sa’di, “ ehname”, sa:39)
“Joao Mau-Tempo, kahramanı oynayacak yapıda de il. Cılız bir çocukca ız, on acı yılı sırtına binmi ;
a açlara bakıp onların mantar, palamut ya da zeytin vermeye de il, daha çok ku yuvalarını gizlemeye yaradı ını
dü ünen bir insancık. Gecenin köründe kalkıp gözlerinden uyku akarak ve bo mideyle o kısa ya da uzun yolu
tepip i e gitmesi ve güne batana dek çalı ması haksızlık...”
(J. Saramago, “Umut Tarlaları”, sa:47)
“Böylece üçüncü kata eri tiler. Radyonun sesi oradaki kapıların birinden geliyordu. Son basama ın
üzerine küçük bir kız oturmu tu. Cılız ve sefil kılıklı olan bu kız, korkulu a yaslanıp büzülmü tü. Çatlak bir
la ım borusundan sızan pis kokulu bir su, basamakların üzerine akıyordu.
Küçük kız istifini bozmadı.”
(J.-P. Sartre, “
ten Geçti”, sa:105)
Johannesburg Kenti
Böyle selamlıyorum seni:
Giri izni belgemi bulmak için, hayatım,
Pantolonumun arka ya da ceketimin iç ceplerine
Yönelen ellerimin titreyi iyle.
Jo’burg Kenti.
Aç bir yılan gibi aha kaldırıyor ellerim ceplerimi
Cılız, hep meteliksiz cüzdanım yüzünden.”
(Mongane W. Serote<d.1944>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.01.10)
“Böyle yüce görevi zavallı aklım belki
Anlatamaz da do ru dürüst, cılız gösterir,
Ama sendeki ruh ve dü ün öyle güzel ki,
Umarım, i te onu çırçıplak verir.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:26, sa:93)
“SEZAR - Roma’nın en ünlü hazinelerini unutuyorsunuz, dostum. Onları skenderiye’den satın
alamazsınız.
APOLLODORUS - Bunlar nedir, Sezar?
SEZAR - O ulları. Gel, Kleopatra, beni ba ı la, hayırlı yolculuklar dile. Sana bir adam
yollayaca ım, tepeden tırna a Romalı, en soylu romalılardan... Bir bıçak darbesiyle koparılacak kadar olgun
de il; kolları cılız, yüre i soluk de il; kel ba ını bir fatihin me e yapraklarıyla örtmüyor.”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:158)
“Çingene Manolo gözlerini açtı, barakadaki aralıklardan içeri sızan cılız ı ı a baktı ve gürültü
etmemeye çalı arak kalktı. Giyinik yattı ı için giyinmesine gerek yoktu: Geçen yıl, Alman Franz adıyla bilinen,
Maravilhas Sirki’nin di siz aslan terbiyecisi Agostinho da Silva’nın hediye etti i turuncu ceketi artık hem elbise
hem pijama olarak kullanıyordu.”
(A. Tabucchi, “Damasceno Monteiro’nun Kayıp Ba ı”, sa:11)
“Korney, Gayi yolu üzerindeki istasyonda trenden inince, orada köylüsü Kör Kuzma’yla kar ıla tı.
Kuzma bir çift uzun tüylü, cılız atını kıza ına ko arak, Gayi’den yolcu almak için her trene çıkardı. Kendisi
yoksuldu, bu yüzden zenginleri, özellikle Korney’i hiç sevmezdi.”
(L. Tolstoy, “Korney Vasilyev”, sa:104)
“Onların refleksleri bir amipinkinden farlı olmayacaktır. Onların üstünde, pek az üstün olanlar yer alır,
onların biraz bilinci vardır, ama makarna suyunda eritilmi tuz gibi bir bilinçtir bu. Kimi zaman ayakta
kalabilmek için bir ideal ya da benzeri bir ey uydururlar, bunlar cılız, çocuksu bulu lardır.”
(S. Tamaro, “Anima Mundi”, sa:60)
“Sanıyorum ki bu iki yol <felaket tellallı ı ve a ırı dincilik> arasında bir üçüncüsü de var, bu belki daha
az gösteri li ve kesinlikle daha az rahat ve daha az dingin bir yol. Bu yol, arayıcıların yoludur, onlar gerçek
anlamıyla ‘insan ve onun yazgısı’ hakkında moda olmu dü ünce kalıplarından sıyrılıp, bazı cılız i aretlerden
yola çıkarak, yeni bir insan ve yazgı hayal etmeyi bilirler.”
(S. Tamaro, “Sevgili Mathilda”, sa:13)
“ ‘Sandviçler...’ dedi Mrs Swithin mutfa a girerken. ‘Mrs. Sands,’ diye eklemekten kaçındı; ‘Sand’ ve
‘sandviç’ sözcükleri ho kaçmıyordu bir arada söylenince, Annesi, ‘insanların adlarıyla sakın e lenme’ demi ti.
Trixie adı da bir ‘cılız’, ek i suratlı, kızıl saçlı, huysuz, titiz kadına Sands kadar uymuyordu zaten, gerçi tadına
doyulmaz yemekler kotarmazdı ama, hiç de ilse firketelerini çorbaya dü ürmüyordu.”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:35)
“Esnaf, havagazı lambalarından yansıyan cılız ı ıkla yetinerek, dükkanlarında sadece bir abajur yakıp,
bunu tezgahlarının bir kö esine koyarlar. O zaman yoldan geçenler, gündüz bile gece gibi karanlık olan bu
dükkanların içinde ne oldu unu görebilirler.”
(E. Zola, “Thérese Raquin”, sa:6-7)
“Böyle bir soydan gelen erkek evladın yine bir denizci, bir gemi i letmecisi, ya da kaptan olması çok
ola an. Ama, bu cılız, kansız, sinirli ve çirkin o lanın o tarihlerde bir çe it kahramanlık isteyen böyle sert
zenaatlara uygun hiçbir yanı olmadı ı çok erken ortaya çıkıyor.”
(S. Zweig, “Fouché”, sa:13)
Cılk; Cılkı çıkmak; Cılkını çıkarmak: Bozuk, çürük; Bozulmak, koku mak, kullanılmaz bir hale gelmek,
yoldan çıkmak
“Sir Leigh Teabing hala konu uyordu. ‘Seni Mesih ile Ma dalalı Meryem’le birlikteli ine dair sayısız
referansla sıkmayaca ım. Modern tarihçiler bunu cılkını çıkartıncaya kadar ara tırdılar.’ ”
(D. Brown,”Da Vinci ifresi”, sa:275)
“MAMA - nanılmaz... herif makyavelist, anladın mı?..... ‘bir köle, bir hayvan muamelesine razı
mısınız, cehennemde yanma korkusuna de er mi bu, boynuzlular! Cehennemin dünyada oldu unu anlamadınız
mı... siz oradakiler ba kaldırmaktan korkmayın, cılkı çıkmı , altı oyulmu hükumete dersini versin’ diyor.”
(D. Fo, “neredeyse kadın: elizabeth”, sa:45)
“O yıl, her kök on tel ve on ba ak vermi ti. Ba aklarda da, ma allah, bir cılk tane yoktu. Ürün tıkırında
diye, için için keyiflenen Çopur Mehmet, artık dü ünde arpa, hülyasında çavdar sayıklıyordu.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:71)
“O, anlatılanları zerrece önemsemeden ayakta dinledi, sonra:
-Tuhaf, dedi. Benim gibi bir adam Allaha bile rü vet verir mi? Bu biir, ,kincisi, kim benden rü vet
istemeye, hele hele almaya cesaret edebilir? Partim ve ben, imdiye kadar memleketin cılkını çıkaran iktidara
kar ı kararlıyız. Çok yakın bir gelecekte iktidarı alıp...”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:148)
Cılk yara : Taze, vıcık vıcık, cerahatli yara
“Pireneler’de altı gün dolanıp durmu , büyücülük yapmayan büyücü bir rahiple kar ıla mı tım;
kuruntuya kapılarak, suçluluk ya da a a ılık duygusuna yenik dü erek ne zaman kendimle ilgili kötü bir ey
dü ünecek olsam tırna ımı ba parma ımın etine batırmı , orayı cılk yara yapmı tım.”
(P. Coelho, “Hac”, sa:71)
Cıncık boncuk : Boncuktan, camdan ve benzeri materyalden yapılı takı
“Tek canlılık, tek hareket merkezi, pazar yeridir. Geni , tiftikli nakı pantolonlu, üstü yün örme, altı
kendir ayakkabılı köylü erkekleri, ba ları ‘kofi’li, üstüste bol fistanlar giymi , inanılmayacak kadar çok cıncık
boncuk takmı , burunları hırızmalı <madeni halka> köylü kadınları alı veri ederken seyredeceksiniz.”
(Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:25)
Cıngar çıkarmak : Bir yerde hiç yoktan kavga gürültü yaratmak
Bk.: Çıngar çıkarmak
“Sadece tüccarlardan birinin tezgahtarını yerinden kovalamı , ama bunu adeta farkına varmadan, içkili
yerlere girer girmez cıngar çıkarma alı kanlı yla yapmı tı.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:342)
Cıpıl cıpıl (Cıbıl cıbıl) : Su içinde çırpınmak, banyo yapmak
“Kalktık yürüdük. Yollar kayalık. Yollar kılıç sırtı gibi. Sarp bir da a çıkıyoruz. Tepeye bir saatlık yol
var daha. Ter ceketimden de dı arı fı kırmı . Suya batıp çıkmı ım sanki. Cıpıl cıpıl. Durmaya gelmez.
Ü ütüverir.”
(Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:15)
Cırcırböce i gibi olmak; Cırcır konu mak; Cırcır ötmek : E kanatlı sınıfından gelen ve yaz aylarında,
özellikle sık a açlı, ba kütükleri üzerinde sürüyle ya ayan, A ustosböce i diye de adlanan sevimsiz bir böcek.
Erkekleri, karınlarının altındaki özel bir bezden yılanın ıslık çaldı ı gibi, tekdüze kulakları ragatsız edici bir ses
çıkarırlar. Bununla kalmayıp, yeni sürgün bitkilerin özsularını da emip normal dokuya zarar verirler.
Dolayısıyla, sınıfta ya da bir toplulukta sürekli olarak rahatsız bir tonla konu up etrafa ses kirlili ini yayanlara,
‘Sussana, a ustosböce i gibi ne cırlıyorsun?’ derler
“ ‘Nasıl olur,’ dedi Angele, ‘onu durduramayız.’
‘Bir de bu çıktı,’ diye ba ırdım; ‘öyleyse çok yüksek sesle konu alım, sevgili dostum. imdi de ne
oluyor! A lıyor musunuz yoksa?’
‘Hiç de de il,’ dedi çok canlı bir ekilde.
‘Pekala!’ Bu cırcır öten gevezenin çıkardı ı gürültüyü bastırmak için, içim co kuyla dolu, ba ırıp
ça ırmaya ba ladım: ‘Angele! Angele! Tam zamanıdır! Bu çekilmez yerden uzakla alım!’ ”
(A. Gide, “Batak”, sa:78)
“Çok hızlı konu tu, canlı mavi gözleri vardı ve rakamlar alıntılamaktan çok sevk alıyordu. ‘Yüz seksen
dokuz ikiz grubundan on altı bin on iki adet. Ama bazı tropik Merkez’lerde,’ diye cırcır konu mayı sürdürdü.”
(A. Huxley, “Cesur Yeni Dünya”, sa:30)
“Dü lerinde, ta yukarıdan, tepenin üzerinden içine atladı ı, adalarla dolu, insanı uzaklara götüren
gizemli bir denizdi bu. ‘O zamanlar ne kadar çok gitmek, trene binmek, görmek, yapmak isterdim. imdi burada
iyiyim. Deniz ho uma gidiyor mu, onu bile bilmiyorum.’
‘Ama cırcır böce i gibiydin orada,’ dedi Pieretto.”
(C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:88)
“Odada bir an hiç konu an olmadı. Ak am karanlı ı çökmü tü. Perdelerin arasından yıldızların çıktı ı
görülüyordu. Bataklık kurba alarının vraklamaları imdi azalmı , tarlalardaki cırcırböceklerinin gece arkıları
ba lamı tı. Arada sırada guguk ku unun kalın sesi de duyuluyordu.”
(Joseph Roth, “Radetzky Mar ı”, sa201
Cırıldamak : Böceklerin vızıldaması
“Altında, gittikçe derinle en, koyula an, u ultu, kımıltı içinde bir çam denizi var. Böceklerin tümü
sanki orada cırıldıyor, ku ların tümü orada ötüyor. Tam kar ısında, adanın ikinci tepesi var. Çok daha alçakta
duruyor. Onun üstü silme çam kaplı. Kopkoyu. Deniz iki yanda, erir gibi, titrek bir pırıltı içinde, dümdüz,
geni …”
(Bilge Karasu, “Uzun Sürmü Bir Günün Ak amı”, sa:32)
Cır(t)lak cır(t)lak ba ırmak, ba rı mak : Birilerinin ince, tiz seslerle, etrafı rahatsız edecek derecede
yaygara koparması
Bk.: Cırtlak cırtlak ba ırmak
“Yarım düzine kadar yarı çıplak Arap çocu u, bir kö ede cırlak cırlak ba rı arak zıp zıp oynuyor.
Ötede kılı ı dökülen ya lı bir Yahudi, dün aynı yerde bıraktı ı güne ı ı ını aramaya gelmi , bulamayınca
çaçırıp kalıyor...”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:55)
“Loti’yi sever miydim? Bu egzotik edebiyatın palet üstünde birbirine katılmı , katı tırılmı , fazla
parlak, cırtlak diyebilece imiz renkleri bende zaman zaman bir facia yazarının lezzetlerini, zaman zaman da
bilinmedik co rafyalara açılmı ka ifin bulanık gözlemlerini uyandırır, ça rı tırırdı.”
(S. leri, “Hayal ve Istırap”, sa:180)
“MÜZ K
----------Askeri bandomızıka orta yerde durur,
Çatlak, cırtlak ezgiler ve sallaba kelleleri...
-En öndeki sıralara kodamanlar kurulur,
Noterin kafasında vergi dalavereleri...”
(A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:86)
Cır(t)lak sesler çıkarmak; Cırlamak :
nce, cızırtılı, rahatsız edici bir ses tonuyla konu mak (Argo)
“AK AM KARANLI I
---------------------------Kıpırdanıyor ba rında çamurdan kentin,
A ıran bir kurtçuk gibi nsan’dan besin.
Sa da solda mutfakların ıslık sesi var,
Tiyatrolar cırlarken horluyor çalgılar.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:179)
“Defterleri okumayı sürdürürken, hep radyonun sesini duyuyorum. Ses, fısıldıyor, uluyor, kıyametleri
koparıyor, cırlak sesler çıkarıyor, göz da ı veriyor ve gazeteler onun söylediklerini basıyorlar. Yavrucaklar da
bu sesin söylediklerini oldu u gibi yazıyorlar.”
(Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:12)
“ ‘Din,’ dedi, Oreste’nin babası, ‘yalnızca kiliseye gitmek de ildir. Din güç bir i tir. Çocuklarını
yeti tireceksin, aileni geçindireceksin, herkesle uyum içinde ya ayacaksın.’
Giustina, Pieretto’ya, ‘Bir de senden dinleyelim,’ diye cırladı, ‘neymi din?’ ”
(C. Pavese, “Tepelerdeki eytan”, sa:89)
Cırnak atmak : Niyetini açıkça söylemek, tırnaklarını-pençesini selamsız sabahsız göstermek
“TEFEC - Senin de günün aydın olsun, Tranio. Nerede bizim para?
TRANIO - Sen de yırtıcı hayvanlara benziyormu sun be! bu ne yabanilik böyle! hal hatır sormadan
hemen atıveriyorsun cırna ını!”
(Terentius, “Hortlak”, sa:40)
Cırtlak : Göze pek çok çarpacak ekilde, frapan; Keskin ve tüyleri diken diken eden akortsuz ses
“Annemin Gözde arkısı
Annemin arkısı
ki ortalı ı çınlatır.
Yumu ak bir arkı
hiç bitmeyecekmi gibi
gülüyor çocuklar
söylüyorlar
titreyen sesleriyle
ve düzensiz
bazen cırtlak
bazen kusursuz
bazen olgun, yumu ak-”
(Susan Bright<d.1945>-Defne Bilir; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.10.07)
“Maria hep siyah elbise giyer; Copacabana’daki öbür kızların niye cırtlak renkli dekolte, kı kırtıcı
kıyafetlerle dola tı ını bir türlü anlamazdı. Ona göre bir adamı tahrik etmenin yolu, onun i te, trende ya da
karısının, bir arkada ının evinde kar ıla abilece i herhangi bir kadın gibi giyinmekti.”
(P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:142)
“Bütün kadınlar daha cırtlak bir sesle hep bir a ızdan:
‘Ahh! Ekselans, yoksul kadınlar için de bir Napoléon altını verin!’ diye ba ırdılar.
Fabrice adımlarını sıkla tırdı, kadınlar ba ırı arak pe inden gittiler, bütün sokaklardan ko arak
fırlayan pek çok erkek dilenci de küçük bir ayaklanma gibi bir ey olu turdu. Bütün bu son derece pis ve son
derece kararlı kalabalık: Ekselans diye ba ırıyordu.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:240)
Cırtlak cırtlak (sesiyle) ba ırmak : Tiz, yüksek, rahatsız edici bir tonla avaz avaz ba ırmak (Genellikle kadın)
“Torjok’lu satıcı kadın cırtlak sesiyle mallarını, özellikle telatin terliklerini ba ırarak satmaya
çalı ıyordu. ‘Benim, ne yapaca ımı bilmedi im binlerce rublem var, halbuki bu kadın yırtık pırtık gocukla
dikilip duruyor ve bana utangaç utangaç bakıyor’, diye Piyer dü ünüyordu.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:III, sa:125)
Cıscıbıl, Cıscıbıl olmak : Tere gömülmek, kan ter içinde olmak, ter bo anmak; Çırılçıplak olmak
“AZ Z GEORGE VE EJDERHA
<Jackstraws-Mikado’nun
Çöpleri’nden>
Kraliçe Para
Cıscıbıl oturdu mu kuca ıma,
Ve tombul köpe i
Ba ladı mı hırlamaya”
(Charles Simic<d.1938>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.02.05)
Cıvık; Cıvıkla mak, Cıvıklık : Laübali, sulu; Ciddi, a ırba lı olmayan; Bu tür haller
“TUHAF SAÇ
----------------Takım elbisem kuru temizleyicide oldu undan kot
bir pantolon ve ceket giydim. Yaslandım bara
öteki mü terilerin gözlerinden sakınarak:
mekan benim geçmi te oldu um türden
budalalarla doluydu.
Duydum onların gittikçe artan cıvıklı ını.”
(Geoff Hattersley<d.1956>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, “Cumhuriyet Kitap, 18.01.07)
“Bird’ün üniversitedeki az sayıdaki kız arkada ları, özellikle de ta ra kökenli edebiyat fakültesi
ö rencileri, en azından Bird’ün bildi i kadarıyla, hepsi, mezuniyet yakla tı ında, tanımlanamayan yaratıklara
dönü mü lerdi. O kızların hücrelerinin bir kısmı günden güne geli ip deforme olarak, sonunda da davranı ları
cıvıkla mı , yüzlerini hüzünlü ifadeler kaplamı tı. Sonra da, mezuniyet ertesinde, günlük ya ama uyum
sa layamamı lardı.”
(Kenzaburo Oe, “Ki isel Bir Sorun”, sa:61)
“Bundan böyle onu hiçbir ey sarsamazdı, hiçbir ku ku sendeletemezdi. Bir sfenks dinginli ine
kavu mu tu. Clochard’a <Fr.: sokak serserisi> kar ı -yolda kar ıla ınca ya da herhangi bir yerde oturur görünceartık yalnızca, genellikle ho görü diye tanımlanan o duyguyu duyuyordu: i renti, horgörme ve acımadan olu an,
cıvık mı cıvık bir duygu kayırımı.”
(Patrick Süskind, “Güvercin”, sa:51-2)
“Sözgelimi gösteri budalalı ı, hepsini cıvıkla tırmı tı. O lanlar, önemli roller pe indeydiler, kızlarsa
atafatlı giysiler. Bütçe dü üktü. En fazla, on paund. Böylelikle, gelenekler açıkça çi nenmi oluyordu. Gözleri
görenekten ba ka ey görmedi i için, ba a sarılan bir tabak bezinin, açık havada gerçek ipekten çok daha alımlı
gözüktü ünü göremiyorlardı.”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:61)
Cıvıl cıvıl : Co kulu, ne eli
“Marsilya’da, mutluluk ve hüzün - kendimin sonuna vardım. Sevdi im cıvıl cıvıl kent. Ama, aynı
zamanda, yalnızlı ın acı tadı.”
(A. Camus, “Defterler 1”, sa:53)
“Mutlu bir rastlantı sonucu kontun saptadı ı bulu ma yeri ve benim biraz önce ayrıldı ım kahveydi,
acelesiz bir yürüyü le oraya dönüyordum, yılanvari dar sokakların keyfini çıkarmak için bile bile ba ka yollara
sapıyordum. u anda, alacakaranlıkta ana meydan cıvıl cıvıl insan kaynıyordu. Garsonlar dı arıya masalar
ekliyorlardı, kasabanın bütün kaymak tabakası burada toplanmaktaydı.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu”, sa:429)
“Gözlerimi çevirdim, ba ımı da oynatabiliyordum: oda sade ve temizdi, birkaç küçük metal e ya vardı,
açık renkler kullanılmı tı, yataktaydım, koluma bir de kanül takılmı tı. Pencereden, inik storların arasından içeri
güne sızıyordu, bahar havada ı ıl ı ıl, toprakta cıvıl cıvıl.”
(U. Eco, “Kraliçe Leona’nın Gizemli Alevi”, sa:11)
“Güven dolu, cıvıl cıvıl bir sesin ba ırarak:
-‘Haydi toparlan artık Muriel... Benim ya lı kızım... Neredeyse geldik. Senin için uzun bir yolculuk
oldu de il mi? Seni gidi geri kafalı, tarihi yer çivisi seni!...’ ”
(O Henry, “viski soda”, sa:5)
“Çekip gitmekten ba ka yapacak ey kalmamı tı. Günlerden pazar oldu u için cıvıl cıvıl sokaklarda bir
saat kadar dolandım, sonra tekrar u radım eve, marangoz dostumla ailesi gezintiden dönmü tü.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:139)
“B R KADIN - (Pencereden, öteki penceredeki ADAM’a.) E er kendi karar vermemi se ho
görülebilir.
AMEDEE - (Yükselmesini sürdürür, sa a sola öpücükler gönderir, konu ur.) Özür dilerim, baylar,
bayanlar, çok mahcubum! Özür dilerim! (Sonra.) Oh, oh! Ama kendimi ku lar gibi hafif, ne eli hissediyorum...
Cıvıl cıvıl içim.”
(Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:133)
“ STANBUL’U D NL YORUM
-------------------------------------stanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalı Çar ı;
Cıvıl cıvıl Mahmutpa a;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan.
Güzelim bahar rüzgarında, ter kokuları;
stanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.”
(O. Veli Kanık<1914-1950>, “Son Yüzyıl Büyük Türk iiri Antolojisi-A. Behramo lu”, Cilt:1, sa:381)
“SAAT DOKUZDAN BER
---------------------------------Gözümün önünden gitmez oldu
bedenimin gençlik hayali lambayı
yaktı ımdan beri saat dokuzda, bana ho kokulu,
kapalı odaları, o eski tutkuları,
o gözü pek tutkuları hatırlatarak.
Yeniden canlandı gözümün önünde
artık tanınmaz olan sokaklar,
kapanmı cıvıl cıvıl e lence yerleri,
yerinde yeller esen kahveler, tiyatrolar.”
(Konstantinos Kavafis<1863-1933>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
17.07.03)
“Oradan ayrıldık. stanbul’un ı ıklı, cıvıl cıvıl gece trafi ine karı tık. Topuzumu çözdüm, yüksek
topuklu pabuçlarımı çıkardım, camı açarak serin havaya verdim yüzümü. a kınlık içindeydim ve
paniklemi tim. Bu i benim boyumu çok a ıyordu ve yanımda hiç kimse yoktu; ne a abeyim, ne kocam, ne
rektörüm, ne de bir arkada ım. Sadece on dört ya ında bir çocuk vardı. Bilgisayarın ba ında benim için ara tırma
yapan bir çocuk.”
(Ö. Zülfü Livaneli, “Serenad”, sa:170)
“Güçlendi benim sevgim cılız görünse bile,
Daha az sevmiyorum, bu ters bir görünü tür.
Her yere yayılırsa sahibinin diliyle
Paha biçilmez diye, a k pazara dü mü tür.
Sevgimiz cıvıl cıvıl, taptaze baharında..”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no.102, sa:245)
“Her konuda mazo ist olan birisi. Bütün hayatı boyunca kendi ihtiyaç ve zevklerini ihmal etmi .
Kendine hiç saygısı yok. O ve arkada ları caddede yürürken bedeninden kurtulmu bir ruh oldu unu dü ünüyor omuzam omuza konan cıvıl cıvıl bir kanarya.”
(I. Yalom, “Her Gün Biraz Daha Yakın”, sa:11)
“Hindistan anılarında Penang’ta ilk kez bir Asya kentinin ‘cıvıl cıvıl ya amıyla yüz yüze geldik’ diye
yazar Hesse. ‘ lk kez sayısız mercan adaları arasında bir ayna gibi yansıyan Hint denizini gördük...’ ”
(A. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:87)
“... bu suç ortaklı ı ve o erotik atmosferin iç gıcıklayıcı parfümü, onun uyu mu duyularının üzerinde
yakıcı madde etkisi yapıyordu. Crescenz gerçekten de Leporella oldu, o cıvıl cıvıl genç gibi hareketlendi,
atılganla tı, enerji doldu.”
(S. Zweig, “Amok Ko usucu-Leporella”, sa:164)
“Sunak kanatlarından birinin üzerinde açık renklerde bir resim vardı; karanlıkta renk tonları daha da
yumu ak ve hafif görünüyordu ve ressamın bakı ını anında esir almı tı. Bu, kalbine kılıç saplanmı bir Meryem
Ana tasviriydi; acısına ve hüznüne ra men son derece sakin ve huzur dolu bir resimdi. Meryem’in yüzünde garip
bir sevimlilik vardı; sa’nın annesi gibi de il de, oyunbaz tasasızlı ının güleryüzlü çekicili ini acı verici sessiz
bir dü üncenin alıp götürdü ü, hayalperest ve cıvıl cıvıl bir bakire gibiydi daha çok.”
(S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri”, sa:13)
Cıyak cıyak (ciyak ciyak) (a lamak, ba ırmak, ötmek); Cıyaklamak : Avazı çıktı ı kadar cırlak bir sesle
ba ırmak; ikayet etmek, ses çıkarmak
“YALNIZLI IN G ZLEND
KARANLIK
Cıyaklıyor yavru kedi, ufacık
karanlıkta; yalnızlı ın gizlendi i yerde.
dövünüp duruyor ha bire
yumu ak öfkesiyle
yoksullu unun.
Kediler dövünürler mi,
çı lık mı atarlar arzuyla
karanlıkta; yalnızlı ın gizlendi i yerde,
ben miyim, öyleyse, cıyaklayan yavru,
çıldırmı , öfkeden kuduran.”
(Tatamkhulu Afrika<1920-2002>- lyas Tunç; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 04.05.06)
“ ‘Düz konu arkada . Düpedüz. ‘Ben köy içinden evyeri de il, meradan tarla satın almak istiyorum’
de. Emme bak, ben sana kısaca cuvap vereyim: Bu i olmaz A ali. Kom ular mera satılmasını istemiyorlar.
Köylünün ayranını kabartma a gelmez. Merada herkesin hakkı var. Göt içi kadar bir yer sattın mı ba lıyorlar
cıyaklama a.’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:154)
“Sahnede hareket yeniden ba lıyor. Melanie süpürgesini kullanıyor. Bir patırdı, bir kıvılcım, korku dolu
çı lıklar. ‘Benim suçum yok,’ diye cıyaklıyor Melanie. ‘Neden her zaman her ey benim suçum oluyor?’ David
sessizce aya a kalkıyor, hademenin pe inden dı arıya karanlı a çıkıyor.”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:32)
“Feride, çocukların birini bırakıp ötekini alıyor, hepsinin sıra ile gönlünü ho etmek istiyordu.
Çocukların en büyü ü, fakat en korka ı olan nermin’i cıyak cıyak ba ırttıktan sonra salıncaktan atladı. Saçları,
terden kıpkırmızı kesilen alnına, yanaklarına yapı ıyor, elindeli ip yanıklarını gidermek için avuçlarını birbirine
sürüyordu.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:412)
“Direktör gülümsüyor.
‘Ötekilerin daha hırlı eyler olduklarını mı sanıyorsunuz?’
Sonra benimle birlikte sınıfa kadar geliyor, kıyametleri koparıyor. Cıyak cıyak ba ırıyor, küfürler
savuruyor. Muhakkak ki, e siz bir artist. Bu yaptıkları alçaklıktı, rezaletti, diye diye, bangır bangır ba ırıyor.”
(Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:23)
“Uykusuz kör kadın, göbekli bir körün altında cıyak cıyak, umutsuzca ba ırıyordu, öteki dört kadının
çevresini, bir hayvan le inin ba ında iti ip kakı an sırtlanlardan farkı olmayan, pantolonlarını gev etip ayak
bileklerine dü ürmü erkekler sarmı tı.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:162)
“Ba ının üstünde kızın kötü kötü burnunu çekti ini duyarak sustu: Sokak ortasında cıyak cıyak
a lamaya ba lamasından korkmu tu.”
(J.-P. Sartre, “Ya anmayan Zaman”, sa:53)
“SHANNON -... Kalk kemi imin üstünden, yoksa kıracaksın. lle de bir ey kırmak istiyorsan ba ım
için biraz buz kır. (Barda ından bir parça buz çıkaran Maxine berikinin alnına sürer.) Ah. Tanrım...
MAXINE (Gülerek.) - Ha, demek pilici yedin diye u kart tavuklar cıyak cıyak ötüyorlar , ha,
Shannon?”
(T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:19)
“Bu onun istiyerek yaptı ı bir ey de il, ne zaman uykusundan uyandırılsa, tıpkı kırık dökük bir sandık
gibi dokunmak öyle dursun, yanına yakla ınca bile gıcırdamaya ba layan bir sandık gibi ciyak ciyak ba ırmaya
ba lıyor” ..... “Uyu mu bedeninin altındaki tekerlekler yakalanmaktan korkan ve ciyak ciyak ba ırarak kaçan
köleler gibi hızla ve gümbürdeyerek dönüyor.”
(S. Zweig, “De i im Rüzgarı”, sa:18;36)
“Çevreye bakındım; önce vücudundan ate fı kırırmı gibi cıyak cıyak konu an kadına, sonra da kapıya
do ru. Kapı iyice açılmadan sallantılı bir insan gözüme çarptı.”
(S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:233)
Cız etmek (içi, kalbi, yüre i) : Bir eyin üzüntüsünü anide içinde hissetmek, kalbi sızlamak
“Do rusu, elinde son kalan parayı, beç bin rubleyi verip temiz genç kızın önünde olanca saygiyle e ilen
subay o anda herkese sevimli, cana yakın göründü ama benim kalbim cızetti.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:IV, sa:301)
“Zehra deyince Poyrazın yüre inin ba ı cızetti. Poyraz, iskeleye yakla tıklarında kalabalı ın içinde
Zehrayı görmü , ona bir kes olsun ba ını kaldırıp bakamamı tı.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:162)
Cızlam etmek; Cızlamı çekmek : Kaçmak; Ölmek (Argo)
“Haydi bil bakalım. ‘Karabiberim, karabiberim, biberim nasıl edelim, candarmalar geliyor, cızlam
edelim.’ ”
(S.F. Abasıyanık, “Alemda da Var Bir Yılan-Yılan Uykusu”, sa:92)
“ vayk, zayıfmı kuvvetliymi , devletle bir alı veri i olmadı ını, ancak bir keresinde zayıf, kadidi
çıkmı bir Senbernar yavrusuna bakmak zorunda kaldı ını, ordunun peksimetleriyle beslemesine kar ın
hayvanca ızın cızlamı çekti ini söyledi.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt: I, sa.73)
Cibilliyeti bozuk, cibilliyetsiz : Ahlaken dü kün, güvenilmez, karaktersiz
“ ‘... yani kolumun kanadımın en kırık oldu u sıra, beni bir gurbet hapishanesinde yapayalnız bırakıp,
aleyhime dava ikame ederek, talak (dinsel bo anma) istedi!
-Vay kansız vay!
-Vay cibilliyeti bozuk karı vay!
-Böylelerini ben olsam, ah ben olsam...”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:274)
Cibinlik; cibinnik : Sinek ve sivrisineklerden korunmak için yata ın üzerine çadır bezi gibi gerilen ince tül
“Saliha ve Rikkat halamlar, iki kızlarının yardımıyla -zira Nisa nerdeyse ayakta uyuyordu- eni temlerin
ana yatak odasına biti ik, salona benzer geni bir odada üç cibinlik kurdular.
-Nedir bu cibinlik? diye çaylakça sordum.
-Sivrisinekler için, dediler, yoksa sabahları aynaya baktı ında kendini tanıyamazsın, davul gibi
i ersin.
Sanki askeri bir kampta imi iz gibi incecik bir dokudan yapılı, bembeyaz, yarı effaf üç kubbe in a
ediliverdi.”
( . Ersevim, “ smayil”, sa:68)
“Kahveyle yatak odasına girdi ini gören karısı cibinli i kaldırdı. Bir gün önce bir astım nöbetine
tutulmu tu ve imdi uykulu bir hali vardı. Ama fincanı almak için do ruldu.”
(G.G. Marquez, “Albaya Mektup Yazan Kimse Yok”, sa:5)
Cici :
ık, sevimli
“‘Benim uçmam nasıl olanaksızsa, bu cici kızların da, ba ka birilerinin de odama girmeleri öyle
olanaksız. E er hanımefendi bana yine hak etmedi im bir ba ı ta bulunmak istiyorlarsa, bıraksınlar yalnız
kalayım, kapımı da içerden kilitliyeyim; isteklerimle erdem arasına bir duvar çekmek zorundayım.’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:667)
“Cici, tatlı elini öptüm; mutluluktan titreyerek, yan yana, sıramıza oturmaya gittik. Yüre im sızılar
içinde, sanki gö süm yarılıp dı arı fırlayacakmı çasına küt küt atıyordu.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:28-9)
“Pandit Kaul da kendi adını sevmiyordu..... ve bir gün artık Pandit Kaul Turpoyni, yani So uk Sulu
Pandit Kaul olarak ça rılmak istedi ini açıkladı ı zaman, buna kimse a ırmadı...... Fakat ne yazık ki, Pandit
Civan So uksu manasına gelen Pandit Pyarelal Turpoyn da benimsenmeyince, sonunda pes etti ve adı
konusunda kaderine razı oldu. Numan, Pandite Cici Dayı diyordu ama, aralarında kan ya da inanç ba ı yoktu.”
(S. Rushdie, “Soytarı alimar”, sa:65)
“Baldini, kafasından, bu istekleri kar ılayabilmek için Fauburg Saint-Antoine’da bir ube, en çok giden
kokuların büyük çapta karı tırıldı ı, büyük çapta küçük cici i elere dolduruldu u, küçük cici kızlar tarafından
doldurulup Hollanda’ya, ngiltere’ye, Alman mparatorlu una gönderildi i, basbaya ı bir fabrikacık açmayı
geçiriyordu.”
(P. Süskind, “Koku”, sa:105)
“‘Bir ressamın tanıması gereken yegane insanlar ‘bete’ (aptal) ve güzel olanlardır,’ derdi hep, ‘yani
bakarken artistik bir zevk alınacak, sohbet ederken entelektüel huzur verecek ki iler. Çıtkırıldım baylarla cici
hanımlar dünyayı yönetirler veya durumun öyle olması gerekir.’ ”
(O. Wilde, “Lord Arthur Savile’in Suçu”, sa:113)
Cicianne : Üveyanne; özellikle okul öncesi küçük çocuklara, bo anmadan sonra babalarıyla kalmı larsa,
sözüm ona anne kaybını-özlemini azaltmak gayesiyle: “Baban sana bir ‘cicianne’ getirecek” vadinde bulunulur.
“Yılba ından bir iki hafta sona, hepimizi, hayatları boyunca etkileyecek büyük bir haber geldi:
‘beybam, bir <cicianne>yle beraber geliyormu . Demek ki küçük halamların dedikodu yaptıkları ‘Rumeli’de mal
mülk satmak’ do ru de ildi. Babam, nerden bulduysa, kendine bir hanım bulmu ama sanki bizler için yapmı
bu i i. Yeni bir ‘anne’ geliyor, hem de ‘cici’ biri. Ya halama ne olacak? Nisa ve ben beraberce, halamı ku attık:
-Hala, hala. Kim bu cicianne?”
( .Ersevim, “ smayil”, sa:50)
Cici(li) bici(li) : Süslü püslü, cicali gibi rengarenk
“Kızın ince parmakları kollarının, yalasının eritlerini saymı tı ve... Parmaklarının ucu dudaklarına
dokunmu tu. O temasın arkasından geçirdi i ürpermeyi on yedi ya ının bütün iddetiyle tekrar ya arken amcası
göründü. Kısa duda ı yukarıya çekildi, hırlar gibi güldü. Cici bici ceketle gül fidanı çabalandı ını kim
görmü tü?”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:151)
“Dünya çocuklarını koruma amacıyla Birle mi Milletler bünyesinde olu turulmu UNICEF, her
Noel’de ve yılba ında geliri ‘dünya çocuklarına’ harcanmak üzere cicili bicili kartlar ve takvimler bastırıp
satarken, aynı dünyada ya ayan Irak’li binlerce çocu un Birle mi Milletler ambargosu yüzünden ilaçsızlıktan
ölümlerine ses çıkarılmadı ı bir olgudur.”
(A. Cemal, “ nsana Dönmek”, sa:16)
“Açık duran kapının önünde duraklayıp gülümsüyorlar. Petrus ortalarda yok, ama cicili bicili giysili bir
küçük kız gelip onları içeri alıyor.”
(J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:149)
“Matmazel Fenardi pek cici bici eydi, pullu kısa bir etekli i vardı. Fıldır fıldır dönerdi ama dört saat
de il, topu topu dört dakika… Gene de hepsinin aklını alırdı.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:102)
“VAH LER N ARKISI - Ey süslü insanlar, cicili bicili eyler mah eri! Bu kaba saba, hamhalat
mahluklar, yüksek bir hamleyle hızlı bir yürüyü le gelip, kar ınıza güçlü kuvvetli ve yetenekli olarak çıkıyorlar.”
(J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:49)
“Neyse, o kendi yolunda sava ı sürderecek ve daha yükselecekti. Ve Ruth’u da yanına alacaktı. Onu
içtenlikle seviyordu ve onun bulundu u herhangi bir yerde ı ıldayaca ından emindi. Kendisinin eski çevresi
tarafından engellenmi oldu u onun için apaçık oldu u gibi, imdi seziyordu ki, Ruth da benzer biçimde
engellenmi ti. Geli mek için fırsat bulamamı tı. Babasının raflarındaki kitaplar, duvarlardaki tablolar,
piyanodaki müzik, bunların hepsi cicili bicili gösteri lerdi.”
(J. London, “Martin Eden”, sa:302)
“Bu noktada, tezgahtar kızların bıkkınlı ıyla ev kadınlarının bıkkınlı ı arasında bir ili ki kuruyorum.
kisi de, ku atıldıkları e yaların içinde yapayalnız kalıyorlar bir süre sonra. Ev irinle tirmede kullanılan bütün o
hediyelik e ya cehennemi, kristal takımlar, toprak çanaklar, pop-art küpler, cicili bicili kuma lar..... ömine
karı tırıcıları, duvar gölgelendiren aplikler, demirin, me enin, pirincin çe itli kullanımlarından elde edilmi
sonsuz çe itlilik ortasında yapayalnız...”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:60)
“Kendimi pis bir a evinde oturtup her gün aynı içkiyi ısmarlayamam, kendimi tümden emdiremem bir
tek sıvıda, bu ya amda. Tümcemi kuruyorum, düzinelerce mumla aydınlatılaca ı dayalı dö eli bir odaya
ko uyorum onunla. Bu cicili bicili süsleri, saçakları dı arı çıkarmam için üzerimde gözlere gerek duyuyorum.
Kendim olmam için (not ediyorum), öbür insanların gözlerinin beni ı ıklandırmasına gereksinim duyuyorum;
öyleyse kendimin ne oldu u konusunda tümden kesin bir yargıya varamam.”
(V. Woolf, “dalgalar”, sa:89)
“LADY U.K. : Demek bütün o güzel sözler, bir Noel çöre inin cicili-bicili kurdeleleriymi !
SIR S.Ö. : E e in boynuna takılmı çıngıraklar! Ya da bahar enli inin meydan dire ine asılmı ka ıt
güller, ne dersen de... Ah aya ım, aya ım... Küpidon’un okları saplanmı diye alay etti benimle... Herif de
moruk dedi, düpedüz moruk... (Seke seke çıkar.)”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:128)
“Bir Sovyet sava gemisi, Napoli’ye ilk u ruyordu. Batı dünyasının hiçbir ehrini o güne de in
görmemi olan genç denizciler cicili bicili üniformalariyle Via Toledo’da geziniyorlardı.”
(S. Zweig, “Dünün Dünyası”, sa:421)
Cicim : Genellikle hanımlara, e e, küçük kızlara kullanılan yakınlık ve sevgi ça rısı
“EPIFANIA -... Ne kadar zengin olursam olayım, beni dört yüz otuz lira zarara soktu u için Alastair’i
güç affederim.
ALASTAIR - On altı ilin yedi peni’si de var, pinti hayvan. Ama ödeyece im.
PATRICIA - Ödeyeceksin cicim. Sigortamı satar, kar ılı ını sana veririm.”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:39)
“Angélique, karanlık odada tükenmez bir sel gibi gözya ları dökerek hala a lıyordu; o sırada odasının
kapısı önünde bir tıkırtı duyup ba ını kaldırdı. Bir sessizlik oldu; sonra bir ses, sevecen bir ezgiyle seslendi:
-Angélique.. Angélique... Cicim...”
(E. Zola, “Hulya”, Cilt:II, sa:11)
Cicim ayları : Ya ‘evlilik’ gibi mutlulu un kar ılıklı azami sevgi ve saygı eklinde hüküm sürdü ü ilk aylarına,
ya da ‘askerlik’, ‘hastane’, ‘hapishane: v.s. gibi esasında gelecekte iyi günler vadetmelerine kar ın, günlük
sıkıntı ve engellerle dolu hayatın ki inin egosuna a ır baskı yapmadı ı ‘ho geldin’ devirlerine takılan isim
“ ‘Ba arıp ba armayaca ımızı ö renmemiz ne kadar sürer?’ diye sordu Deborah.
‘Ufaklıklar, siz daha cizim aylarındasınız,’ dedi yanlarında oturan bir genç kız. ‘Bu dönem a a ı
uıkarı üç ay sürer. Ben de geçtim bu dönemden. Altı hastanede yattım ben. Tahliller yaptılar, uyu turdular,
kızdırıp isyan ettirdiler, ok <E.C.T.> uyguladılar, metrazol (elektro- ok yerine aynı i i yapabilecek damardan
verilen bir ilaç>, amital <damardan yava yava verilerek narko-analiz yaılması> ve yaptıkları ba ka ne ilaç
varsa hepsinden verdiler. Artık benim için gerekli olan tek ey bir beyin ameliyatı <Frontal lobotom,lökotomi>,
o zaman artık her ey hallolacak. Hiçbir ey i e yaramıyor, ne bu pislik ne de ba ka bir ey.’ Genç kız, kendine
özgü bir mahkum havasıyla, dramatik bir ekilde aya a kalkıp yanlarından uzakla tı.”
(J. Greenberg, “Sana Gül Bahçeis Vadetmedim”, sa:51-2)
Ciddi; Ciddiye almak : Önemli, vahim; Önemsemek, i i sıkı tutmak
“Kadın olarak böyle ko ullarda do mak daha ba tan ölümcüldü. Ama rahatlatıcı diye de
nitelendirilebilir: en azından gelecek korkusu yoktu. Falcı kadınlar kilise günlerinde ciddi ciddi o lanların
yazgılarını okuyorlardı ellerinden; kadınlar için ise gelecek, bir akadan ba ka bir ey de ildi.”
(P. Handke, “Mutsuzlu a Doyum”, sa:15)
“... ‘kendi çapımda’ öyküler, öykücükler, çe itli denemeler yazdı ımı , ne yazık ki, ancak birkaç
yakınım biliyor. Onların da pek ciddiye aldı ını sanmıyorum. Ba arılı bir grafikerim, i ime çok asılmamakla
birlikte fena para kazanmıyorum; bunların bana yetti ini dü ünüyor olmalılar.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:11)
Ciddiyetini takınmak : Ciddi, resmi davranmak
“CEL LE - Peki peki sustum efendici im. (Gidip sedire oturmak ister.)
KOM SER (Ba ırarak.) - Buraya gel... Sana oturma iznini kim verdi? Ciddiyetini takın hanım, yoksa
ben seni yola getirmesini bilirim.”
(C.F. Ba kut, “Harput’ta Bir Amerikalı”, sa:102)
Ci eri be para etmez : Sözüne güvenilmez, i e yaramaz, de ersiz kimse
“Bazı hizmetçilerin kiliseden artakalan yıkıntıların içime girme tehlikesini göze aldıklarını gördüm.
Sanırım kaçmadan önce de erli bir ey kapmak için mahzene girmeye çalı ıyorlardı. Bunu ba arıp
ba aramadıklarını, mahzenin çoktan çöküp çökmedi ini, bu ci eri be para etmez adamların mahzene ula maya
çalı ırken topra ın derinliklerine gömülüp gömülmediklerini bilmiyorum.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:685)
“Azmi Bey sinirli bir tavırla Hüsnü Bey’in sözünü kesiyordu:
‘Almanya’da bile... Lakin azizim, orada para yapanlar böyle ci eri be para etmez adamlar de ildir.
Çekirdekten yeti mi i adamlarıdır, parayı yaparlar, tutmasını da bilirler.’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:213)
“... nereden de andım imdi o günü, gene de unutamıyorum o gün söylediklerimi, hem kimin yüzünden
de kavgaya tutu mu tuk imdi hatırladım, bir arkada ı yüzündendi, ci eri be para etmez bir arkada ını bana ye
tutuyordu o zamanlar...”
(B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:78)
“-Mrs. Scarlett, Miss Pitty sizi ilgilendirmeyen bir konuya ili kin bir soru sordu unuzu i itirse
pekmemnun olmaz. Bu kent, ci eri be para etmeyenlerle o kadar doldu ki, onlarla ilgilenmeye de mez.
-Bak sen!
Scarlett, herhelde kötü bir kadın olacak diye dü ündü. Bugüne kadar kötü bir kadına rastlamamı tı. Bu
hafif me rep kadın kalabalı ın içinde gözden kaybolana kadar ona baktı.”
(M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, sa:299)
“BARTLETT, ani bir öfke ile - Evet, ‘Pirinç… hırdavat…’ demi ti. Ci eri be para etmez yalancı.
Dü üme girdikçe hep bu sözleri söylüyor.”
(Eu. O’Neill, “Altın”, sa:37)
“MONTANO - Yaman bir hain! Othello’nun elinden aldı ım u kılıcı saklayın..... Ben o hainin
arkasından gidiyorum, çünkü melun herifin biri.
OTHELLO - Artık yi itli im de kalmadı, ci eri pe para etmez insanlar elimden kılıcımı alıyor.
Ama eref ne diye namustan fazla ya asın? Hepsi birden gitsin daha iyi.”
(W. Shakespeare, “Othello”, sa:129)
“ELLIE - Demek fabrikalar da, Marcus’un kaplanları gibi. Aslı astarı yok.”
MANGAN - Aslı astarı var. Ama benim de il. Sendikaların, hisse sahiplerinin, bir sürü tembel,
ci eri be para etmez kapitalistin.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:122)
“1796’da Milano ordusu kırmızılar giyinmi ci eri be para etmez yirmi dört serseriden olu uyordu.
Bunlar ahane dört Macar humbaracı alayıyla birlikte kenti koruyorlardı.”
(Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:18)
Ci eri kediye bekletmek : Dürüst olmayan kimseye de erli bir ey emanet etmek
Bk.: Kediye ci er emanet etmek
“‘Fukara Dede, Uzun skender’e: ‘Evladım,’ demi , ‘ u silahı al da bizim evi bir hafta kadar bekle,’
demi .’
‘Demek ki ci eri kediye bekletirim sanmı akılsız Dede! Belasıdır, çeksin!’ ”
(K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:390)
Ci erini, yüre ini de mek : Bıçakla birinin ci erini, kalbini oymak yolunda tehdit savurmak
“‘Bana bir e e bulup getireceksin,’ dedi ve iyice yatırdı beni yere. ‘Yiyecek bir ey getireceksin,’ dedi.
‘Yoksa yüre inle ci erini de erim senin, anladın mı?’ Ödüm kopmu tu. Öyle de ba ım dönüyordu ki. Ona
sımsıkı sarılarak:
‘Lütfen beni aya a kaldırın, yoksa içim dı ına çıkacak,’ dedim.
Bunu söyleyince, bu kez beni ters çevirdi. Kar ımdaki kilise adeta takla attı.”
(Ch. Dickens, “Büyük Umutlar”, sa:8)
Ci erini bilmek : O ki inin ne oldu unu, ne dü ündü ünü ve ne hissetti ini gerçekten avucunun içi gibi bilmek
“KEENEY -... (Ceketinin cebinden bir revolver çıkarır, muayene eder.) Seninki yanında mı?
YARDIMCI KAPTAN - Evet, efendim.
KEENEY - Silah kullanmak zorunda kalaca ımızdan de il... O it sürüsünün ci erini bilirim... Sadece
korkutmak için. (Korkunç.) imdiye kadar hiçbir vakit silah kullanmak zorunda kalmadım.”
(Eu. O’Neill, “Ya ”, sa:18)
Ci erini okumak : Bir insana bakmakla onun içini okuyabilmek, tüm ki ili ini de erlendirebilmek
“Mrs. HUSHABYE, ete ine yapı arak. - Dur bakalım! Bu kadar aldanmı olamam. Yalancıların
ci erini okurum ben. Birisi bütün bu martavalları yutturmu sana.”
(G.B. Shaw, “Kırgınlar Evi”, sa:29)
“Anlayı lı bir muhatabın kar ısında kurnazlı a sapmanın lüzumsuzlu una kanaat getirmi kurnaz bir
insan edasıyla Prens Vasili :
-Size açıkça söyleyeyim, - dedi. - Siz insanların ci erini okursunuz. Anatol bir dahi de ildir. Fakat
namuslu, iyi bir çocuk, mükemmel bir o ul, candan bir evlattır.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:II, sa:63)
Ci eri olmak : Kahraman, dayanıklı, korkusuz, mangal yürekli olmak
“Evet, evet, korkuyordu öteki konu macılar! Sık sık: ‘Aman dini siyasete alet etmeyelim. ktidar öküz
altında buza ı arıyor. Hele iktidara geçelim, sonrası kolay!’ demelerinden belliydi korkuları. Kudret be e
gelince, o korkmuyordu. Ci er vardı herifte, yürek vardı mangal kadar ve de Hazreti Ali gücü!”
(O. Kemal, “Üç Ka ıtçı”, sa:241)
Ci eri söküle söküle a lamak : Ci erleri zaten hasta olan birinin sevdi i bir ki inin vefatının ardından
içtenlikle, sarsıla sarsıla a laması
“Cenaze töreninde mahallenin kadınları bol bol gözya ı döktü, Leyla Hanım’ın iyiliklerini hatırladı,
bulunmaz bir pa a torunu oldu unu tekrarladılar birbirlerine. En çok a layan ise Cemile’ydi; ak ama kadar
ci eri söküle söküle a ladı.”
(Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa:270)
Ci eri yanık : Sevgillisinden ayrı dü mü , içi parçalanan a ık
“Ba ka bir vagondan, bir ba ka ci eri yanık Budyeyovitse’ye do ru höykürüyordu:
Ayrı dü mü üm yavuklumdan,
Dü mü üm of aman aman...”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:325)
Ci erparem : Osmanlı kültüründe çok yakın hissedilen ve sevilenlere yapılan hitap; canımın içi, ci erimin bir
parçası, sevgilim, sevgili dostum
“ vayk’ın hikayesi, arkadaki vagonlarda kopan amatayla kesildi. Yalnızca Krumlov ve Ka perske’den
geelen Almanlardan olu an 12. Bölük bö ürüyordu:
“Bekle, ci erparem, bekle beni,
Döner dönmez agu una al beni.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:325)
“... çok keyifli oldu u zamanlar kullandı ı Ermeni a zıyle Kamil Bey’e takılıyordu: ‘Bendeniz bundan
böyle, bu gidi atları kıyak görmekteyim Kamil Bey ci erparem, kıyaktan bile kıyak görmekteyim. Büyük varta
Allahımıza ükür atlatılmı tır ve de Çarlık belası resmen savu turulmu tur.’ ”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:12-3)
Cikirtili : Daha çok Güney Anadolu yörelerinin ender sözcüklerinden biri: Muıtlu, takdir edici
“Ben, bu saatte nasıl uyanıp hazırlandı ını bile akıl edemezken. O kahvaltısını bile etmi ti anla ılan.
Üstelik daha önce hiç bilmedi i bir mutfakta!
‘Kahve makinesini kullanabildi ine sevindim,’ dedim anlayabilece ini sanmadı ım bir imayla.
‘Bizim evde bütün modern aletleri ben kullanırım,’ dedi.
‘Bak bunu duydu uma da sevindim,’ dedim. Sinirlerimin tepeme çıkmı olmasına kar ın, ben de
sesime cikirtili bir hava verebilmi tim. O da sahi sandı.”
(M. Mungan, “Yüksek Topuklar”, sa:20)
Cilve; Cilveli; Cilve yapmak : Kar ıt cinsin ho una gidecek davranı larda bulunmak
“... ak am olup elektrikler yandıktan sonra yanlarından denizde yaptı ı gibi yılan kıvrımı ile geçti i
zaman yine aynı kadunların bu sefer çatık ve korkunç birer çehre ile kendi anlayabildi i bir dille küfrettiklerini
i itince a ırdı. Üç gün bu böyle devam etti. Denizde aynı aka, aynı cilve oluyor, kadınlar, bu genç sportmene
ho görünmek için her türlü ho görüyü gösteriyorlar, fakat gece olup ı ıklar yanınca palasparelerinin içindeki
çocu u tanıyamıyorlardı.”
(S.F. Abasıyanık, “Semaver-Bir Kıyının Dört Hikayesi”, sa:28)
“Ya lı koca konu uyordu:
-Öyle cilveliydi ki, burada tanıdıkları var, onlara geliyor; hep göz ediyor. O tanıdıklara da ba ka
tanıdıklar geliyor.”
(F. Dostoyevski, “Ba kasının Kocası”, sa:49)
“VEDA
-------alıp götürüyorum, senden uzak kalsın diye
senden, ey bo umudun cilvesi
alıp götürüyorum onu, diri diri gömeyim diye
bundan sonra konu mayı hatırlamasın diye”
(Furu -Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-tutsak”, sa:31)
“(Tony, elinde büyük bir bira kabı, arkasında Miss Neville olarak girer.)
TONY - Kuzinim Constance, neden pe imden ayrılmıyorsun? Böyle pe ime dü üp cilve yapmaktan
nasıl utanmıyorsun, a ıyorum!”
(O. Goldsmith, “Yanlı lıklar Gecesi”, sa:52)
“Herkes karnı doyup yeme ini bitirdikten sonra, kalan ekmek kabuklarını cilveli cilveli a zına atardı.”
(P. Handke, “Mutsuzlu a Doyum”, sa:73)
“ALTINCI M MOS
---------------------KOR TTO
Neler yapmadım ki Metro? Ne cilveler!
Öpmedi im mi kaldı, kel kafasına aplak
indirmedi im mi?
Tatlı arap koydum, ‘baba’ dedim ona.
Bir tek, kendimi vermedi im kaldı.”
(Herodas, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:36)
“GÖMLEK DÜ MELER YLE
<Gümü Ça Rus iiri>
gömlek dü meleriyle cilve yapıp
taze zehirlenmi akrepten
liman vinci
iki kat uzattı
kafasının zümrütlü periskopunu
ve kapattı
çivit mavi satenle
solungaçlarını”
(Aleksey Kruçönıf<1886-1968>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 22.04.04)
“GECEN N GÜRÜLTÜLER
-------------------------------------
Bir köpek uluyor ölüme kar ı
Bir kedi miyavlıyor
Sokakta gitmi ayya ın biri
Bir deli davul çalıyor çatıya çıkmı
Bir kızın gülü ünü duyuyorum
Mü teriyi memnun etmek istiyor
Sahte cilveler sahte hazlar içinde
Ve devrilmi yata a öyle uluyor”
(Jacques Prévert<1900-1977>-Kenan Sarıalio lu; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
30.05.02)
“Bu bekleyi in, erkek organları böcek kolayca ula abilsin diye kendili inden bükülmü olan erkek
çiçe in bekleyi i kadar edilgenlikten uzak oldu unu biliyordum; aynı ekilde, bu kadın-çiçek de, böcek gelirse,
cilveyle boyuncuklarını e ecek, böcek kolaylıkla ula sın diye, riyakar ama ate li bir genç kız gibi, belli etmeden
onu yarı yolda bekleyecekti.”
(M. Proust, “Sodom ve Gomorra”, sa:9)
“ LK KUDAS TÖRENLER I
-----------------------------------Kızlar kiliselerin demirba ı gibidir
Ak am duası ile, görevler biter birmez
Gençlere cilve yapar, kırılıp dökülürler,
O lanlara gelince; yanlarına varılmaz
Kahvelerde tanınmı evleri çeki tirir
Ve acayip arkılar söylerler avaz avaz.
(A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:109)
“Ivich çok boyalı genç kadını öpünceye kadar bin bir cilve yaptı. Sonra onun ba ını avuçlarının arasına
alarak dudaklarını uzun uzun öptü ve birden onu itti.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:263)
“Bunun üzerine, evinin, ya anmaz hale geldi ini ve bu i e bir son vermek için ivedilikle önlem almak
gerekti ini kavrayan Orlando, yerinde hangi genç adam olsa onun yapaca ı eyi yaptı ve Kral Charles’tan
kendisini Ola anüstü Büyükelçi sıfatıyla stanbul’a göndermesini rica etti. Kral White Hall’da yürüyü teydi.
Kolunda Nell Gwyn vardı. Kadın ona fındıklar atıyordu. Bu cilveli hanım böylesi bir çift baca ın ülkeden
ayrılmasının pek yazık oldu unu dü ünerek gö üs geçirdi. Ama n’apalım, kader acımasızdı; Orlando denize
açılmadan önce kadın, ancak omuzunun üstünden bir öpücük gönderebildi ona.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:83)”
Cimdallı :
skambil ka ıtlarıyla oynanan br kumar türü (Argo)
“Cami duvarı dibindeki Küllük kahvesi yükünü tutmu ... Kahve, çay içen hamgisi, gazos, ayran içen
hangisi... urda tavlaya kapanmı tavlacılar, cahar (cıhar-dört) atıp e (altı) oynamak çabalamasında... Beride
pastıraya, cimdallıya, altmı altıya, ba kaca pikete, prafaya ve de dört ba lı dominoya yumulmu kumarcı
takımı...”
(K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:56)
Cimri; Cimrilik etmek : Hasis, pinti, dünyada en de er veri i ey para olan kimse; Para harcamada eli sıkı
olmak
“Bir yemek sona erince, kimi insanlar bir armut çekirde iyle oynar durur; kimi, ba ve i aret parmakları
arasında bir ekmek içi yuvarlar; a ıklar, meyve artıklarıyla biçimsiz harfler olu tururlar; cimriler, önlerindeki
meyve çekirdeklerini sayar ve bir oyun yazarının ki ilerini sahneye yerle tirmeleri gibi, tabaklarına dizerler.
Bütün bunlar mideyle ilgili küçük mutluluklardır.”
(H. de Balzac, “Bilinmeyen Ba yapıt-Kırmızı Han”, sa:56-7)
“... oradan alı veri yaptı ım elli yıl boyunca, tam olarak elli bir yıl oldu, neden bir kez olsun böyle bir
puro vermediler bana? Cimri miyim ben? Asla cimrilik etmedim, bilirsiniz. Gençken on papellik purolar içtim,
biraz daha fazla para kazanınca yirmilikleri, sonra yıllarca altmı lıkları.”
(H. Böll, “Dokuz Buçukta Bilardo”, sa:15)
“Çıplak, etleri i renç kurba alarca kemirilen, tiksindirici bir gırtlakla kendi lanetleni ini uluyan,
bacakları tıpkı bir grifininki gibi sert kıllarla kaplı, i göbekli bir satirle çiftle mi kösnül bir kadın gördüm;
cimri bir adam gördüm...”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:74)
“CEVAP VER
Cevap ver kartoncu usta, niçin
Ve neden yaptın bu albümü sen
A k ve tutku dolu iirler için
Kalınlı ı bu cilde denk dü en?
Kartoncu usta, sen enayinin
Tekisin, bak acılarım bitti,
Dudakları pek cimriydi yarin,
Kalbi her zaman düzgün attı.”
(Nikolay Gumilöv<1886-1921>-Kan aubiy Miziev/Ahmet Necdet; “ iir Atlası”, Cevat Çapan,
Cumhuriyet Kitap, 31.07.03)
“-... Onun her gün yaptı ı yürüyü ü dü ününce, ben durdu um yerde yoruluyorum. Sadece merkezdeki
karakolları dola mak bile kilometrelerce yol eder. Pabuçlarının halini gördünüz mü?
-Pis cimrinin biri i te, dedi Rebagliati tiksintiyle.”
(M.V. Llosa, “Julia Teyze”, sa:356-7)
“VARLIKLININ YOKSULLU U
“On yıldan beri tek bir damla bile dü medi üzerime,
tek bir nemli esinti, tek bir sevgi çiyi
- rahmetsiz bir toprak...
imdi bilgeli ime diyorum,
cimrile me bu kıraçlıkta:
sel ol ak kendi kendine, çiy ol dü kendi kendine,
ya mur ol ya kendi sararmı bozkırlarına!”
(F. Nietzsche<1844-1900>, “Dionysos Dityrambosları”, sa:91)
“...BÖYLE
TE
Bir denizci terketti deniz
Gemisi limanı terketti
Ve kral kraliçesini
Cimri hazinesini terketti
...böyle i te
Bir dul terketti kederini
Bir deli tımarhanesini
Ve gülü ün benim dudaklarımı
...böyle i te”
(Jacques Prévert<1900-1977>-Kenan Sarıalio lu; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
30.05.02)
“Me er ki uydurdu un erdemli yalanlarla
Hiç layık olmadı ım eyler yakı tırasın,
Cimri gerçe in vermek istedi inden fazla
Bu ölüye, ardından, övgüler ya dırasın.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:72, sa:185)
“ ‘Söylesene bana, bu Vasili Mihayliç güvenilir bir insan mıdır?’
‘Öyle diyelim öyle olsun, yalnız çok cimridir. Ayda en azından üç yüz ruble alır, ama sen de gördün
ya, bir domuz gibi ya ar. Hayır, benim dayanamadı ım u levazım subayı. Elime geçse bir güzel kırbaçlatırdım.”
......Kozeltsov tefecilik hakkında atıp tutmaya ba ladı. Bu konuda için için kaynayan öfkesinin nedeni, itiraf
edelim ki tefecili i hor görmesinden çok, durumdan yararlanıp kazanan bu gibi insanların varlı ına
katlanamamasıydı.”
(L. Tolstoy, “Sivastopol A ustos 1855”, sa:52)
Cin, cinli : Varlıkları slam dininde de kabul edilen, her yere girip çıkabilen, bazen gözle de görülebilen, iyilik
de kötülük de yapabilen semavi varlıklar; Alkollü bir içki; çinde cin olan, cin çarpmı
“Kendi de dahil oldu u halde hepsi varlıklarını unutmu lar, hepsi Pelegrini’yi dinliyorlardı. Bu ses
tayfunu arasında, Rabia’nın kulakları nazik ve duyarlı bir motif sezdi. Bu adam bin bir cini, eytanı zincirden
bo altıyor, ça rı tırıyordu.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:294)
“ ‘O kadının köpe ini kovaladı ında, onu bir yere koymamı tın. Hz. sa’nın yapmı oldu u gibi, cinleri
bir uçurumdan a a ı atılmı domuz sürüsünün arasına fırlatmamı tın. Kovalamı tın, o kadar. imdi onun gücü,
nereye gidece ini bilmeden, arkandan gelip duruyor. Kılıcını bulmadan önce, o gücün kölesi mi olmak
istiyorsun, yoksa onu boyunduru un altına mı alacaksın, karar vermelisin.’ ”
(P. Coelho, “Hac”, sa:119)
“Baal : Nuh Peygamber’in o lu Sam’dan türediklerine inanılan ve .Ö. 14 yy.’da ya ayan beyaz ırklar
tanrısı. Sözcük anlamı, ‘usta’ ya da ‘sahip-Tanrı’ anlamına da gelir. ncil’de Beelzebut olarak yer alır, cin’lerin
reisi olarak tanınır.”
(J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:53, deep-note.)
“KAÇAMAK A K
Gördüm geçen sabah,
Genç bir tanrıyı, çimenlikte
Peri giysileri içinde,
Cin gibi zıplarken.”
(Leon Dierx<1838-1912>-Galip Baldıran; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.06.06)
“... görkemli sütunlarla çevrili dö e inde ölüm katılı ıyla kaskatı, artık bir cinler alayının ürkek bir avı
olmu ; içlerinden biri can çeki en adamın a zından bir bebek biçimindeki ruhunu koparıp alıyordu, onurlu bir
adam gördüm.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:74)
“Adam köylülere: ‘Güne batıyordu’, demi , ‘de irmencinin kahkahası da larda, ormanlarda gizlenen
cinler ve periler tarfından angılandırılıyordu. O de irmenci insan de il, om ve yomsuz iyi saatte olsunlardan.
Herif güldükçe, boyu yükseliyordu. Sonunda üzerime da gibi abanmaya ba ladı. Ben deli miyim? Çarpılmadan
önce i i çaktım, kaçtım.’ diye anlatmı .”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:74)
“Franszıca, ‘Ho geldin’ demelerinin garip, yabancı bir görünü ü vardı; insanın dü gücü, bu görünü e o
korkunç hortla ın yanında ister istemez yer veriyor ve Barones, önünde kötü cinlerin diz çöküp yere ba
koydukları ı ık mele i oluyordu.”
(E.T.A. Hoffmann, “U ursuz Miras”, sa:37)
“ ‘Vallahi, geceleri adeta bizim gibi konu uyorlar, gülü üyorlar, arkı söylüyorlar, tepinip oynuyorlar.
Bazı da bir kavga, bir dövü tür gidiyor,’ diyordu.
Perilerle cinlere yuva olan bu odaların kapıları hiç açılmazdı ve karanlık basar basmaz Cenan Kalfa’yı
öldürseler bile önlerinden geçmezdi.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:196)
“-Nasıl ba ka eyler?
-Süledim <söyledim> size pe in... O garipçe bir insano ludur, belki biz bülelerine <böylelerine>
bengala, yani ya... siz dersiniz nasıl bakayım... ey... cinli... cinli!....
-Cinli mi?
-Te <i te> ona yakın bir ey...
-Nereden anladın böyle oldu unu?
-Gösterir mal kendini...” ............. “Nihayet Nazlı’yı buldum, ama buluncaya kadar da hani yok muu,
akla karayı seçtim... Etem’le öteki çingenelerin dedi i kadar varmı ... Karı gerçekten cinli imi ... Yani, bizim
isterik ve melankolik dedi imiz cinsten imi ...”
(O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:76;134)
“Afrika ormanlarındaki gibi yırtıcı hayvanlar, yılanlar olacak de il a bizim çıplak toprakta. Olsa olsa
cin, eytan, yatır veya ölümsüzlü ün sırrına eren dedeler doldurur kö e buca ı.”
(M. Makal, “Memleketin Sahipleri”, sa:3)
“ kilinin ili kisinde artık günlük ya amın dinginli i ve düzen havası oturmu , Bird Himiko’yla
yüzyıllarca sevi ti i hissini ya amaya ba lamı tı. Himiko’nun cinsel organı, Bird için basit ve netti, orada
korkudan eser kalmamı tı. Artık ‘ne oldu una anlam veremedi i bir ey’ olmaktan çıkmı , yumu ak kauçuktan
yapılmı cep gibi bir eye dönü mü tü. Oradan cinlerin çıkıp üzerine yürümesi gibi bir olasılık kalmamı tı.”
(Kenzaburo Oe, “Ki isel Bir Sorun”, sa:191)
“SESLER - Burnu geçiyoruz galiba.
Deniz mi tuttu, odun kafalı?”
ç açılırsın.
Ne o elindeki i e?
Cin.
Zenciler içer cin.”
(Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:9)
“SMITHERS (Jones’un hissettiklerini sezerek, haince) - Bu gece ormanda zifiri karanlık basınca
gözde cinlerini, hortlaklarını senin pe ine takacaklar... Yarın sabaha çıkmadan geçmi i kandilli saçlarının dimdik
oldu unu göreceksin..... O a a ılık orman gündüz gözü ile bile acayip bir yerdir. O derece sessizdir ki, insan
orada ba ına neler gelebilece ini kestiremez.”
(Eu. O’Neill, “ mparator Jones”, sa:31)
“Bir Tılsım Yapmak çin
Yalnız kalbin yeter,
içindeki cinin ya da tanrının ya ayan
görünü üyle.
Yalnız bir kalp, bir putun önündeki pota gibi.
Bir tek savunmasız, sevgi dolu bir kalp.
Onu dört ö eye bırak,
orada otlar çılgın bir sütnine gibi inleyen a ıtlarla
onu nasılsa uyutmazlar.”
(Olga Orozco<1920-1999>-Cevat Çapan; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 01.09.05)
“Kirila Petroviç:
-Sus Aleksandr! diye kar ılık verdi. Ona. Bunu sana ödetece imi unutma. imdi do ruca odana git.
Sana gelince, a ı o lan, sen az cinlerden de ilsin sen! Yüzü ü ver de evine git haydi.”
(A. Pu kin, “Dubrovski”, sa:102)
“Di i cin, cehennemde beni yok etmek ister,
Mele imi gönlümden ayırtmaya çalı ır,
Onun saf varlı ını pis kibriyle büyüler,
Kutsal ruhu eytana çavirmeye kalkı ır.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:144, sa:329)
“DEL F EK <Epik iirler’den, 1902>
---------------
Tamburayı düzenlerken delikanlı cin gibi
ya lı kadı sakalını ok uyor ciddi ciddi;
o çılgın el çılgın tele vurur vurmaz mızrabı
bıyı ının uçlarını yokluyor ya lı kadı.”
(Penço Slaveykov<1866-1912>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
16.02.06)
“ K RUH <Sezgiler’den>
Ben ya amıyorum: yanıyorum ben,
ki ruh var u ba rımda çarpı an:
melek ve cin ruhu. Nefeslerinden
gö sümü alevler sarıyor yaman...”
(Peyo K. Yavorov<1878-1914>-Ahmet Emin Atasoy; “ iir Atlası”, Cevat Çapan; Cumhuriyet Kitap,
17.08.06)
Cinas, Cinaslı söz söylemek : Yazılı ve okunu ları aynı ve fakat anlamları farklı sözcükleri birbirleri
ardından ya da özgün olarak oynanan s ö z o y u n u; Söylendi inden farklı anlama çekilebilen sözcük
“Tholomyes, sözlerine devam etti:
‘Dostlar, gökten dü en her ey mutlaka heyecan ve saygıya de er demek se ildir. Cinas, uçan
dü üncenin gübresidir. Espri nereye olsa dü er ve dü ünce de, saçmalı ı yumurtladıktan sonra göklere kadar
gider. Kayanın üzerine yayılan beyaz bir leke akbabanın göklere süzülmesine engel olu turmaz. S ö z o y u n u
’nu kötülemek aklımdan bile geçmez! Erdemleri ölçüsünde ona saygı duyarım, o kadar.’ ”
(V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:I, sa:228)
“Necibe Hanımenefendi bile yerinde duramaz olmu tu. Bu ihtiyar kurt, Faik Bey’de kendisine,
‘Gitmeyeceksin! Kalacaksın!’ denilen cins erke in kokusunu almı tı; mütemadiyen göz süzüyor, boyun kırıyor
ve her forsatta bir cinaslı söz söylüyordu.”
(Y.K. Karaosmano lu, “Kiralık Konak”, sa:60)
Cin aya ı : Bir kalemde çizilebilen be kö eli yıldız biçimi
“Daha yepyeni olan bu aygıt dümdüz bir sırtı ve ufak güçlü kıskaçları olan garip bir yengeç biçiminde
yontulmu tu; karnından a a ı siyaha boyanmı tı ve üzerine beyaz boyayla bir cin aya ı resmi yapılmı tı.”
(E. Mörike, “Stuttgart Cücesi”, sa:93)
Cin çalı ı : Cinlerin çaldı ı, onların gazabına u ramı (Cüce, kör, sa ır, topal vb.) kimse
“Cüce sandalyeden yere indi. Cebinden tabakasını çıkaran elleri titriyordu. Biraz sonra hasta yataktan
seslendi:
-Annen kimdi, Amca?
-Yüzünü hiç görmedim, ekerim. Benim gibi cin çalı ı do urmak rezaleti arına gitmi , yüre ine inmi
olacak. Ben do arken ölmü .”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:422)
Cin çarpmak; Cin çarpmı a dönmek : Cin’lerin saldırısına u rayarak hastalanmak, sakatlanmak; Öyle
yorumlanmak; E ri bü rü olmak; Son derece a kına u ramaz, beklemedi i bir sürprizle kar ıla mak
“Herkes umutsuzlukla yerinden kalktı.
-Alın götürün unu... Zavallıyı cin çarpmı gibi ba rı malar oldu.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:80)
“Staretz üst basamakta durdu, ayinlerde kullanılan önlü ü boynuna geçirerek etrafını alan kadınları
kutsamaya ba ladı. Cin çarpmı bir kadını kollarından sürükleyerek yanına getirdiler.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler” , Cilt:I, sa:64)
“ROSA -... Ama bir montaj zincirinin önüne getirip, eline bir havya verip, ‘Haydi Antonio, lehim yap,
yıllarca yaptın bunu.’ dediklerinde, beyni yerinden... gözleri yuvalarından fırlamı sanki... Cin çarpmı gibi
ba ırmaya ba lamı ..”
(D. Fo, “klakson borazanlar ve bırtlar”, sa:56)
“Yükseklik, gökte bir çı lık olmu tur. Bin yüz metrelik uçurumun kıyısındaki, cin çarpmı gibi e ri
bü rü çamlar, ahtapot kolları gibi köklerle kaya çatlaklarına dolanıp yapı arak, a a ıya korkuyla bakarlar.”
(Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmı Bir Çiçek”, sa:38)
“ vayk, evden ayrıldıktan sonra Kupa Meyhanesi’ne u radı. Bayan Palivets, bizimkini görür görmez
cin çarpmı a döndü: Büyük bir olasılıkla cepheden kaçmı tı, onun için kendisine içki veremeyecekti.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:144)
“D ONYSOS’A LAH <Homeros lahileri’nden>
--------------------------‘Cin mi çarptı sizi? Her eyin üstesinden gelen
hangi tanrıdır bu tuttu unuz? En sa lam gemi bile
ta ıyamaz onu. Ya Zeus bu, ya gümü yaylı Apollon,
ya da Poseidon olmalı; çünkü bir ölümlünün de ill
bakı ları, bakıyor daha çok Olympos tanrıları gibi.”
(Homeros,“antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:100)
“Haham ba ını sallamı tı:
‘Meryem, o lunu cin çarpmı de il; inle cinle ilgisi yok, onuın i i Tanrı’yla. Ben ona ne yapabilirim
ki?’
‘ yile me umudu yok mu bunun?’ diye sormu tu zavallı anne.”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:39)
“Böyle Birisi
Dı arı çıktım cin çarpmı büyücü gibi,
U ursuzluk tutkunu, gece daha yürekli;
eytanı dü leyerek, yaptım tersli imi
Kır evlerinin üstünden ı ıktan ı ı a;
Kimsesiz ey, on iki parmaklı, akıl fukarası.
Böyle bir kadın tam kadın de ildir.
Ben böyle birisi oldum.”
(Anne Sexton<1928-1974>-Nurduran Duman; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.03.06)
Cin çarpmı hecin devesi gibi : Cin çarpmasından ötürü e ri bü rü olmu hecin devesi timsali
“FELLOWES (Sesi daha yakından gelir.) Shannon!
SHANNON (Tepeden a a ıya ba ırır.) Yukarı gelin Bayan Fellowes, her eyi ayarladım. (Maxine’e.)
Aman Tanrım, cin çarpmı hecin devesi gibi hı ımla buraya saldırıyor.”
(T. Williams, “ guananın Gecesi”, sa:22)
Cin çıkarmak, kovmak : Anormal hareket ve davranı ların cinler tarafından nedenlendi ine inanılarak ilaç
ya da muska ve di er yollarla cin çıkarmak; egzorsizm
“Poçeçuyev korkuyla:
-Votka istedi ine göre daha iyile memi , dedi.
-Siz ne diyorsunuz, Prokl Lvoviç? Bu hastalıktan bir günde kurtulunur mu? Bir haftada iyile irse öp de
ba ına koy. Öyle zayıf bünyeliler var ki, be günde sonuç alırsınız, ama sizinki, ma allah, göbekli tüccar lar gibi
dayanıklı. Kolay kolay cinleri içinden kovamazsınız.”
(A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:130)
“Geri bakmaya cesaret edemiyordu. ‘Ah!’ diye mırıldanıyordu, ‘Kudüs’e tam zamanında varıp Yakup’u
bulabilseydim bir! Cini çıkarmak için bir muska verirdi bana!’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:474)
Cinfikirli : Zeki, açıkgöz, çok akıllı ve kurnaz
“Kraliyet Derne i’ndekiler onu derne in bulundu u o sokaktan gelirken gördüklerinde kim bilir kaç
kez inlemi lerdir; belki de giri kapısını kilitleyip kanepelerin altına gizlendiler. Lobi, lobi, lobi. Dilekçeler
hazırlanıp imzalanıp da ıtılmadan rahat etmezdi; dahası cinfikirliydi, basını nasıl kullanaca ını bilirdi.”
(L. Durrell, “Mekan Ruhu-Akdeniz Yazıları”, sa:18)
“Kodamanlarla sıradan insanlar, cinfikirlilerle bön ki iler hısım ve akrabalık ili kileriyle birbirlerine
ba lı olup arap saçı gibi çözülmez bir bütün olu turuyor, a ırılı a vardırılan kasılmalar, büyüklenmelerle
dünyayı umursamayan uçarılıklar ve zirzopluklar çokluk aynı çatı altında boy gösteriyordu.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:9)
“Hepsi de homurdanıyor, ba larını sallıyorlardı. Biri, ‘Amma da cinfikirli kadın ha!’ diyordu. Ba ka bir
çiftlik sahibi sözlerinde daha az incelikli davranarak, ‘Yaman bir düzenbaz! Yata ı yumu ak yapar, ama üzerine
yatmak zor olur,’ diye homurdanıyor; bir üçüncüsü de, ‘Hem de ne pinti!’ diyordu, ‘Bize yalnızca biraz
havyarla, birer kadeh votka ikram etti. Olur ey de il!’ O ana dek susan bir çiftlik sahibi, birdenbire, ‘Bu
kadından ne beklenir?’ dedi, ‘Kocasını zehirledi ini bütün dünya biliyor.’ ”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:103-4)
Cin gibi (zeki) : Çok zeki ve kurnaz
“O tarihte Andy henüz iyi yüzemiyordu, kendini geli tirmeye çalı ıyordu ama cin gibi bir çocuktu, öyle
irin yaramazlıklar yapardı ki, herkes onun büyüyünce komik bir ov ustası olaca ını dü ünürdü.”
(P. Auster, “Görünmeyen”, sa:87)
“Oysa yürekler acısı durumdaydım gerçekte. Kendimi yıkıp yok etmeye yönelik bir sefahat hayatı
ya ıyordum. Arkada lar bana bir eleba ı, eytan’a pabucunu ters giydiren biri diye bakıyorlardı; atak mı atak,
cin gibi bir o landım onların gözünde.”
(H. Hesse, “Demian”, sa:98)
“Aksine uyanık, cin gibi biriydi, kendisine öyle rahat bir nefes aldırmayan bir icat hevesinin pe i sıra
ordan oraya ko turup dururdu.”
(H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:10)
“Buraya geldi im günden bu yana en çok kanım Tatar Ali’ye kaynadı. çersem, onun olmadı ı masada
içmek ho uma gitmez. Akıllı, çalı kan adamdır. Cin gibi zekidir.”
(Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:238)
“Efe iki gün bir eve kapanıp çıkmadı. Sonra Hacı’yı ça ırdı.
‘Bu Sait Pa a’yı oynatmak, rezil etmek, anasından emdi ini burnundan getirmek gerek.’
‘Do rusun Efe.’
‘Bu köylerden elli tane acar delikanlı seçeceksin. Cin gibi. Ovada ya amı . Bulabilir misin?’
‘Bulurum Efe.’ ”
(Y. Kemal, “Çakırcalı Efe”, sa:89)
“Koca Osman, ‘eh, gayri,’ diye dü ünüyordu, ‘ nce Memedin bizim eve geldi i bundan da ba ka türlü
nasıl söylenir! Bu Ferhat Hoca cin gibi adam, Leb demeden leblebiyi anlar, anlar ama bu kadar açık sözü nasıl
anlamıyor.’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:II, sa:109)
“AL CENG Z
---------------Alicengiz’e sonradan
Hayatta da rasladım.
En mü kül zamanlarda
Zeki, hem de nasıl, cin gibi
Sıyrılıyordu kolayca.”
(B. Necatigil<1916-1979>, “Eski Sokak”, sa:27)
“Gitmesini söyledim kıza, gerisini ben yapardım. Ellerini silkeleyen kız do rulup bir eyler mırıldandı.
Nereli oldu unu sordum. Belirgin bir biçimde kızardı, Venedikli oldu unu söyledi. ‘Belli oluyor,’ dedim. ‘Ben
de Torinoluyum. Venedik’e gitsen sevinmez misin?’ Cin gibi bakı larıyla onayladı sorumu.”
(C. Pavese, “Yalnız Kadınlar Arasında”, sa:7)
“DÖRDÜNCÜ PERDE - ... Kleopatra bir kapının önündeki koltukta, ötekiler yerdedir. Kleopatra’nın
kadınları hep gençtir. En sevdi i nedimeleri Charmian ile Iras, dikkati çeker. Charmian ince yüzlü, yüz çizgileri
keskin, teni pi mi toprak renginde, elleri ayakları düzgün ve zarif, hareketli, cin gibi bir kızdır. Iras tombul, iyi
huylu, biraz saf, gür kızıl saçlı, vara yo a gülmeye hazır bir yaratık.”
(G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:113)
“Bachelard a zında pürosu ve ak amdan kalma kırmızı burnu, ama cin gibi gözlerle orta yerde dikilmi
buyruklar veriyordu.
-Ah! Siz misiniz? dedi pek ho nut olmayarak.”
(E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:15)
Cingöz; Cin gözlü : Zeki, açıkgöz kimse
“ talyanca konu uyorduk: Adı Domenico idi. Bu sa lam yapılı, kaslı yüzlü, cin gözlü adam, ‘hafifçe
tırtıkladı ı’ turistlerin kendisini küçümsediklerini anladı ından ve güvertenin a a ılık yolcularına karı mayacak
kadar da onur sahibi oldu undan dört elle bana sarıldı.”
(P. Istrati, “Sünger Avcısı-Ölümsüzlük”, sa:87)
Cini i esininden çıkarmak, salıvermek : Pandora’nın kutusunu açar gibi, bir söz ya da davranı la,
problemleri davet etmek
“B L NMEYEN KONUK :
-----------------------------ste inizin bir yabancıya rahatça
çinizi dökmek oldu unu da biliyordum.
Onun için en iyisi gene bir yabancı kalayım ben.
Ama unu söyleyeym ki size, bir yabancıya
ba vurmak,
Beklenmeyeni ça ırmaktır;
Yeni bir gücü koyuvermek,
Masallardaki cini i esinden salıvermektir.”
(T.S. Eliot, “kokteyl parti”, 32)
Cin kayası :
Sahra’l cin, bütün cinleri korkutan dev cin
“Vaktiyle hükümdarın birine Çinli bir cariye getirmi lerdi. Hükümdar, bir sarho luk anında kıza
yakla mak istemi , o da razı olmamaı tı. Öfkelenen hükümdar kızı zenci bir kölesine verdi. Azman zencinin üst
duda ı, alt duda ı yakasına dü mü tü. Öyle bir görüntüsü vardı ki, Cin Kayası bile ürkerdi ondan.”
(Sa’di, “Gülistan”, sa:84)
Cinler cirit atmak : Her taraf bombo ve kimsesiz
Bk.: n cin top oynamak
“Sima’da binlerce gözün böylesine yansıttı ı bu istek, imdi bir çöp tenekesinden farklı de ildi.
Devrilmi sandık ve çuvalların içindekiler yerlerdeydi. Mezeler çürüyordu. Çekmecelerde cinler cirit atıyordu.
Eskiden konserve kutuları, çikolata paketleri, türlü i elerle süslü olan raflar, di siz bir a ıza dönmü tü.”
(P. Istrati, “Minka Abla”, sa:120)
Cinleri ba ına (tepesine) çıkmak, topla(n)mak, ü ü mek : Asabı bozulmak, çok sinirlenmek
Bk.: Cinler(i) aya a kalkmak, Cinler(i) tepesine çıkmak, Cin(i) tutmak
“Don Quijote’nin a zı açık kaldı, attan dü ecek gibi oldu. Sancho bakı larını efendisine çevirdi,
yüzündeki ifadeyi gördü. Don Quijote da Sancho’ya baktı, gülmemek için dudaklarını ısıran yanakları i mi bir
adamla kar ıla ınca, olanca öfkesine kar ın kendini tutamadı, kahkahayı bastı; efendisinin güldü ünü gören
Sancho bu i e çok sevindi, makaraları öyle bir saldı ki, neredeyse kasıkları çatlayacaktı. Dört kez, tam yatı ırken,
tekrar gülmeye ba ladı. Don Quijote’nin öfkesi tazeydi henüz, hele Sancho’nun dalga geçercesine söyledi i u
sözler kar ısında bütün cinleri ba ına ü ü tü: ‘ unu bil ki, dostum Sancho, Tanrı beni altın ça ı ba latmak üzere
bu demir ça ında dünyaya getirdi; en büyük belalar, en büyük i ler, en müthi maceralar beni bekliyor:’ ”
(M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:132-3)
“ vayk’ı beklerlerken, cinleri ba ına toplanan general ana avrat düz gitti. Barut kesilmi ti, en çok da
kendine kızıyor, ‘Ke ke soru turmayı kısa kesip bütün sorumlulu u üstüme alsaydım da, o saat assaydım herifi!’
diye homurdanıyordu.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:2, sa:244-5)
“Cinlerimi ba ıma çıkartan ey, her biri içime i leyen bütün bu sözleri, pasyans açarken ve fazla
üzerinde durmadan söyleyivermesiydi.”
(O. Pamuk, “ stanbul”, sa:338)
“Baktım akası yok, ‘Gözüme çay fincanı kadar görünüyorsun herif! Defol!’ diye diklendim. Elini
tabancasına atmaz mı? te o zaman cinler ba ıma toplandı. Palaskasından yakaladı ım gibi yallah ettim,
pencereden dı arı... Cam, çerçeve kalmadı. Herifin le i caddeye serildi.”
(K. Tahir, “Esir ehrin nsanları”, sa:110)
“Bir an önce beni kocaya vermek, böylece de benden kurtulmak için sürüklüyor beni oralara sanırım.
Bunların do ru olmadı ını biliyorum, ama kovamıyorum bu dü ünceleri içimden. Damat adayı denen adamları
görmüyor muyum, cinlerim tepeme çıkıyor. Elbise için ölçümü alıyorlar gibi geliyor bana.”
(L. Tolstoy, “Anna Carenina”, Cilt:I-II, sa:243)
Cinlerin çenesini attırmak : Güzelli ininden, görünü ünden titremek, çenesi atmak; Ölmek
“Oda, koyu ve donuk mavi gö e bakıyor;
çinde tıklım tıklım, sandıklar, çekmeceler!
Cinlerin çenesini attıran mor çiçekler
Dı ardaki duvardan salkım saçak akıyor.
(A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:140)
Cinleri perileri da ılmak : Sakinle mek, uysalla mak
“Haçça, bula ık yıkamak için dı arı çıktı. Irazca:
‘Birez beni dinle bakalım, Bayram.’ dedi. ‘ öyle dizimin dibine gel.’
Bayram yana tı. Cinleri perileri da ılmı tı. Saygılı saygılı:
‘Dinliyorum.’ dedi.”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:88)
Cin(ler) top oynuyor : Bk.: n(ler) cin(ler) top oynuyor
Cins (Karı, tavuk) : Asil, safkan (at); Çok do urgan (kadın); Tuhaf, acayip, ısrarlı, kontrol edici, e ine ender
rastlanır (Davranı , insan)
“Ama o küçük maymun ne yapsa be enirsiniz, ka la göz arasında ku ca ızın kafasını koparmasın mı!
Yemin billah, böyle bir adilik beklemezdim ondan. Aslında, komutanım, kafasını kopardı ı bir serçe falan
olsaydı gene sesimi çıkarmazdım, ama o güzelim cins kanaryanın acısı içime oturdu do rusu. Görecektiniz, nasıl
lüpletti hayvanca ızı, tüyleri havada uçu tu! Sonra da keyiflenip mırıl mırıl mırıldanmaya ba ladı.”..... “Sonra
yeniden yata a uzanıp, ‘Yahu, vayk,’ dedi, ‘matrak bir askerlik hikayesi anlat da ne emiz yerine gelsin.’
‘Anlatayım anlatmasına da, ya telefon çalarsa?’
‘Ulan vayk, amma cins adamsın haa! Ba lantıyı kes, ahizeyi açık tut, ne bileyim, yap bir ey i te.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:1, sa:190;430)
“‘He; (di siz a zını eliyle kapayarak), he, he.. herif kapının ardında, ‘Daha bitmedi mi?’ dermi .
çerdekiler ‘Hele azıcık daha dur, hele azıcık daha dur!’ diye kıs kıs gülü ürlermi ...
‘Ne gezer, ayol... Herif yıllar yılı kendi eliyle karısını eyhin köyüne ta ıdı durdu. Emme, karı cinsmi
he, ona her yıl sonunda tosun gibi bir o lan verirdi.’ ”
(Y.K. Karaosmano lu, “Ankara”, sa:45)
“Cins hayvandı gerçekten. Sahibinin söyledi ine göre de yorgunlu a öylesine dayanıklıymı ki, bir
seferinde bir günde dört-nala ya da tırısla otuz fersah yol almı .”
(P. Mérimée, “Carmen”, sa:43)
“Kadın sinirli sinirli güldü. ‘Siz de ne cins adammı sınız yahu, hem benim adım Luise de il,
Therese’dir.’
‘Therese... rüya gibi bir isim.’
Kadın kahveyi getirdi. Bir bavulu göstererek, ‘ htiyar Seligman’ın öteberisi hala burada,’ dedi.
‘Bunları ne yapaca ımı bilemiyorum.’ ”
(E.M. Remarque, “ nsanları Sevmelisin”, sa:78)
“Bir saatten beri dostum ressam Osman Ertu rul’un atölyesindeyim. Resimden anlayanlar için bir
ressamın atölyesinde, hele Osman gibi cins bir ressamın atölyesinde bulunmak cennette bulunmaya bedeldir.
Çe itli memleket peyzajları, natürmortlar, cami, çe me, sebil resimleri gözlerimin tanıklı ıyla bütün benli imi
ancak gerçek sanat eserlerinin verebilece i bir hazla ürpertiyordu.”
(C.S. Tarancı, “Gün Eksilmesin Penceremden-Kötülük Yapayım Derken”, sa:146)
Cinsi cibilliyeti bozuk : Ne idi i belirsiz serseri, piç ya da benzeri, karaktersiz, cinsel tip suç i leyen ki i
“Muhtar daha fazla inat etmedi. Kalkıp gittiler.
Cemal babasını görünce a lamaya ba ladı.
‘Tuuu!’ dedi Muhtar, o lunun yüzüne tükürdü. ‘Sen burdan çıktıktan sonra bilirim ben sana ne
yapaca ımı’ Cinsi cibilliyeti bozuk orasbının gunnadı ı! rezil ettin, irezil ettin eyice beni... El içine çıkacak
yerim goymadın...’ ”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:122)
Cinsi latif : Kadın cinsi
“ ‘... Korkarım gitmem gerek.’
‘Gitmeyeceksiniz. Dü es’in acelesi yok.’
‘Hanımefendileri bekletmek olmaz, Lord Arthur,’ dedi Bay Podgers, o i renç tebessümüyle.
‘Cinsilatif çabuk sabırsızlanır.’ ”
(O. Wilde, “Lord Arthur Savile’in Suçu”, sa:18-9)
Cipten cip : Nahak yere, bo yere
“Çekilen eme in cipten cip bo a gitmemesi için, düzenli bahar ya murları gerekti.”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:59)
circa : (LAT.,TAR.) <kir’ka, sir’ka> : Yakla ık, takriben, dolaylarında
Circuitis verborum : (LAT.,KOLL.) <Kirku’itis ver’borum> : Bir vagon lakırdı, ama çalılı ı dövmekten
ba ka bir ey de il; bo u bo una = A circumlocution; a beating about the bush ( NG.)
Cirit atmak; Cirit oynamak : stenmeyen eylerin, dü üncelerin ya da ki ilerin arzu dı ı, ba ıbo , geli igüzel
i levde olmaları, boy göstermeleri, Hiç kimselerin var olmayı ı; A ırı hovardalık etmek
Bk.: Fareler cirit atmak
“Ya lı Büyükannenin Dü ü
---------------------------------Ba ırtılar beni kusturan.
Sava gemileri cirit atıyor bulanık
yüzler arasında. nsanlar a ız
dala ında.
Güne in okları sert ve acıtıcırenkler kirli, alacakaranlıkta ve seher
vakti”
(Susan Bright<d.1945>-Defne Bilir; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 18.10.07
“Az sonra, ak am bastırıverdi. Üzerinde yataca ım hasırı nasıl düzeltece imi gösterdiler; hasırın
uçlarından biri kıvrılarak, yastık yapılabiliyordu. Bütün gece tahtakuruları yüzümde cirit oynadı.”
(A. Camus, “Yabancı”, sa:71)
“ ‘Los Reyes’e giden otobüse biniyoruz, büyük virajda, çam ormanlarının üzerinde Tancitaro’nun karlı
tepesinin görüldü ü yerde iniyoruz. Yarım gün ö lene kadar yürüyoruz ve Sinekku u da ının ete inde, çamlar
altında dikkat çekmemek için ate yakmadan kamp kuruyoruz. Burası tehlikeli bir bölge, Kızılderili köylerinde
ya ayanlar uyu turucu kaçakçılarının da da cirit attı ı konusunda bizi uyardı.’ ”
(J.M.G. Le Clézio, “Ourania”, sa:128-9)
“Cucugnanlılar tapınmada kendisini biraz daha ho nut etselerdi, Cucugnan yeryüzünün cenneti olurdu.
Ama ne yazık ki, günah çıkardı ı yerde örümcekler cirit atıyor.”
(A. Daudet, “De irmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:82)
“ kinci gözlemse u: Cüzdanımda gözlerden esirgeyerek sakladı ım belgenin hiçbir de eri yok,
kolaylıkla da taklit edilebilir, bu yüzden ülkemizde kimli inin saptanması çok güç olan sürücüler cirit atıyordur
herhalde.”
(U. Eco, “Somon Balı ıyla Yolculuk”, sa:23)
“Duru malar sırasında Emniyet’in ‘gizli servisler’ adı verilen bölümünde bir sürü fa istin cirit attı ı
ortaya çıktı. Üstelik geçici olarak kullanılan elemanlar de ildi bunlar. Hepsi kadroluydu.”
(D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum!”, sa:17)
“Gerçi evi korumak için bir kedi kalmı tı -Arhont’un ya lı bir a abeyi- ama o, artık bir korkuluktan, bir
vakitler damlar üstünde fazla cirit atmak yüzünden sıska ve kele bir hale gelmi bir kediden ba ka bir ey
de ildi.”
(P. Istrati, “Angel Dayı”, sa:80)
“Sosyalizm konusunda tabii ba ka bir sorunları yoktu ki o budalaların. Sonra Mehmet canına kıydı.
Dünya yalan dünya: bak i te Kerem koluna kırk be lik karıyı takmı Ni anta ı’nda cirit atıyor.”
(S. leri, “Cehennem Kraliçesi”, sa:246)
“Polisimiz gün boyu bizi koruyor, ak am olunca da uyuyor, çünkü bitkin dü mü oluyor, ortalıkta cirit
atan bütün it u ursuzu, misafiriniz gibi vatan duygusunu yitirmi leri dü ünürseniz bu uykuyu hak ettiklerini
anlarsınız.”
(A. Tabucchi, “Pereira ddia Ediyor”, sa:159)
“PRELÜD : Dü üncelerimin
üstünde bir gölge asılıydı.
-----------Daha on do um günü geçmeden,
Da yamaçlarının donu ve rüzgarın ayaz solu u
Kapmadan son güz çi demini, en büyük zevkimdi,
Omzumdan sarkan bir sürü ökseyle,
A açkakanların düz ye il çimenlerde cirit attı ı
Tepeleri ar ınlamak. Gece yarısına kadar
Tuzaktan tuza a kayarak, o merak
Dolu ziyareti yapardım...”
(William Wordsworth<1770-1850>-Nazmi A ıl; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap,
26.11.09)
“... bir supabı yoktu, bo alaca ı bir akıntısı yoktu. Kelimelere dökmüyordu içini, gerilimlerinden hiçbir
ey sohbetlere, oyunlara, küçük a k maceralarına aktarılmıyordu, ya da alkol ve afyonla erimiyordu. Yalnızca
rüyalarda (eserlerinde) o çorak hayaller, ate li (ve ço u kez karanlık) içgüdüler cirit atıyordu.”
(S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Kleist’, Cilt:I, sa:14-5)
Cistercine tarikatı : (HR ST. MYTH.) : Bir tür Katolik kilisesi tarikatı. lk kez, 1098 yılında, Burgonya’da,
sistercium’da <bugün Citeaux>, Molesme’li Aziz Robert’in önderli inde bir grup Benedikten ke i i kurmu tur.
Gaye, Bendiktenli in pratik edildi i Molesme manastırdakinden daha katı kurallarla ya amaktı. Örne in
Federal gelir refüze edilecek ve kol kuvvetiyle kazanç gelecekti. lk kadın manastırları 1120’de kuruldu.
Manastır ba ke i leri ve murakıpların sıkı denetimi esastı. 1112’de Clairvaux’lu Aziz Bernard ve 25 rahibin
merkeze geli i ve 1115’te Bernard’ın ‘kurucu ke i ’ ölarak görevlendirilmesinden sonra, tarikat hızla geli t. Ba
ke i 1155’te öldü ünde, manastrların sayısı, Porterkiz’den skoçya’dan Do u Akdeniz ülkelerine kadar geni
bir alanda, 338’i bulmu tu. XII. Y..y.’ın yapının dı ında görsel etki arayı ı: yalnızlık ve a ırba lılık -ki geçici bir
devirdi-; XIII. y.y.’da mimarlık anlayı ı, manastır dı ındaki katedrallerin mimarlık anlayı ına çok daha yakın
hale geldi. Gotik üslubun tipik özellikleri olan kaburgalı tonozlar, uçan payandalar ve ı ınsal düzenlenen
apeller yaygınla tı. .............
Cistercine serami i : Tarikat manastırlarında yapılan kur un sırlı ngiliz serami i. Metal görünümlü, siyah ya
da paslı demir renginde sırlanmı koyu kırmızı ve sert seramik kaplar, Yorkshire’daki Cistercium tarikatı
manastırları kazılarında ortaya çıkartıldı ı için bu adla anılır. Kaplar genellikle bezemesizdir, ama beyaz
astarla yapılan halka ya da gül bezeklerin <süs> yanı sıra, yatay çizgilerle bezenmi bazı örnekler de vardır.”
..............
Cistercium üslubu : B e m a r d i n e üslubu olarak da anılır.Tarikat, sanatı birçok ba ka tarikatın tersine,
çok katı kısıtlamalar içinde uygulamı , kiliselerin heykellerle bezenmesini, el yazmalarının resimlerini, ta tan
kilise kulesi yapılmasını ve vitray kullanılmasını yasaklamı tı.700’ü a kın manastır, etkiyi yalnızlıkta arayan
mimarlı ı, bu katı anlayı ı yansıtır.”
“Kalkıp ona evlenme evlenme teklifi aldı ımı ve ahlak dü künü bir adam muamelesi gördü ümü,
Thérese’in bile zan altında bırakıldı ını ve nihayet Jeanne’ın, eryüzünün en kara ruhlu kadınının insafına
kaldı ını açıklayamazdım ya. Genç ve kötü niyetli bir bilginle, sistersin manastırlarından söz etmek için
do rusu çok güzel bir haldeyim. Haydi, ne yapalım, olsun bakalım.”
(A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”, sa:148)
Civcivli (Cıvcıvlı): Hareketli, patırdılı gürültülü, karga ık
“... bombo kaldırıma iner, beni alıp yüksek duvarlarla çevrili bir atoya benzeyen, Be ikta
sırtlarındaki M T binasına götürecek polis arabasını beklerdim. ehir ne kadar bo , hareketsiz ve karanlıksa, ato
da o kadar civcivli, hareketli ve ıkır ıkır aydınlık olurdu.”
(O. Pamuk, “Kara Kitap”, sa:426)
“O müthi ya murda kapı aralı ında put gibi duruyordu. Dakikalar geçtikçe dizleri hafifçe büküldüler.
Sa anak olanca hızıyla sürüyordu. En cıvcıvlı anında adeta a ır silahlar patlıyor, me e a açları kırılıp
parçalanıyormu çasına korkunç gürültüler duyuluyordu. Ayrıca vah i çı lıklar ve insanlıkdı ı iniltiler de
geliyordu. Ama Orlando St. Paul’ün saati ikiyi çalana dek orada öylece put gibi durdu ve sonra, müthi bir
alaycılıkla, otuz iki di ini göstererek, ‘Jour de ma vie’ (Jur dö ma vi)<Fr.: Hayatımın günü> diye avaz avaz
haykırıp feneri yere çarptı, atına atladı ve nereye gitti ine bakmadan doludizgin atıldı.”
(V. Woolf, “Orlando”, sa:47)
Cizvit; Cizvit rahipleri : Hıristiyanlıkta, “ sa Derne i” de denilen, xvı. y.y.’da kurulmu bir tarikat
“Aynı handa bir Bénédictin ba papazı vardı. Atı ucuza aldı. Candide, Cunégonde ve ya lı kadın,
Lucéna, Chillas, Lebria’dan geçtiler ve sonunda Cadiz’e vardılar. Burada bir donanma hazırlanıyor ve Saint
Sacrement ehrindeki kabilelerden birini, spanya ve Portekiz krallarına kar ı ayaklandırmakla suçlanan
Paraguaylı saygıde er cizvit papazlarını yola getirmek için asker toplanıyordu.”
(Voltaire, “Candide”, sa:42)
claritas : (LAT.,COLL.) <klaritas> : Aydınlık, berraklık, ı ıl ı ıl
“..Ba ka zamanlarda, ba ka yerlerde, birçok yazı salonu gördüm; ama hiçbirinde, çevreyi aydınlatan
fiziksel ı ı ın dökülü ünde, odanın ortasının ayrılmaz bir niceli i olan, ı ı ın somutla tırdı ı tinsel ilke, tüm
güzelliklerin ve bilginin kayna ı olan claritas, böylesine ı ıl ı ıl parlamıyordu. Çünkü g ü z e l l i i yaratan, üç
eyin uyumudur: her eyden önce bütünlük ya ta y e t k i n l i k; bu yüzden yetkin olmayan eylere çirkin deriz;
senra gerekli orantı ya da u y u m; son olarak da a y d ı n l ı k ve ı ık; gerçekten de rengi açık olan nesnelere
‘güzel’ deriz.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:92-3)
Clemens V., Papa : (D N) <5. Klemens> : (1305-14) yılları arasında papa olmu ve Papalı ın merkezini
Roma’dan Avignon’a ta ımı tır. Clementine Decretals <Klemantin Dekretals>: Papa’nın çıkardı ı emir ve
hükümler
“O yüzyılın <14. y.y.> ilk yıllarında Papa V. Clemens, Roma’yı yerel beylerin tutkularına av olarak
bırakıp papalık makamını Avignon’a ta ımı tı. Hıristiyanlı ın kutsal kenti bir sirk’e ya da bir genelev’e
dönmü tü; adına vumhuriyet dense de, bir cumhuriyet de ildi; silahlı çetelerin saldırısına, iddet ve ya maya
u ruyordu. Din adamları, laik yargının dı ında kaldıklarından, gözü dönmü haydut çetelerine ba kanlık ediyor,
elde kılıç, soyuyor, günah i liyor, haksız kazanca dayalı ticaret örgütlüyorlardı. Caput Mundi (kaput mundi)
<LAT.: Dünyanın Ba ı; yani Roma’daki papalık>> bir kez daha ve haklı olarak, Kutsal Roma
mparatorlu u’nun tacını giymek ve bir zamanlar kayzer’lere ait olan dünyasal imparatorlu un saygınlı ını
yeniden sa lamak isteyen adamın amacı olması nasıl önlenebilirdi?”
(U. Ego, “Gülün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa:24)
Cluny : (D N) <Kluni> : Fransa’da Macon <Makon) yakınlarındaki manastır; bu manastırın
kurallarından; XI. y.y.’da Benediktin rahipleri tarafından kurulan bir mezhep
“(Ubertino’nun) karde çe, derin tinsel duygu alı veri inde bulundu u ermi kadınlarınki gibi yumu ak
olan o yüzü inceliyordum. Onun 1311’de, Viyana Genel Danı ma Kurulu, ‘Exivi de paradiso’ <eksivi de
paradiso = Cennetten Çıkı ( .E.) > buyru uyla Tinciler’e dü man olan üst düzeydeki Fransisken’leri
görevlerinden uzakla tırdı ı zaman daha sert bir yüz takınmı olması gerekti ini sezinledim; bu ba kaldırı
ampiyonu, bu kurnazca uzla mayı kabul etmemi , alabildi ine katı ilkelere dayanan ayrı bir tarikatın kurulması
için sava mı tı. O zaman bu büyük sava çı sava ı yitirdi; çünkü o yıllarda (Papa) XXII. Ioannes, aralarında
Ubertino’nun da bulundu u Pierre Olieu’nün izleyicilerine kar ı bir haçlı sava ı açmı , Narbona ve Béziers
rahiplerini mahkum etmi ti. Ama Ubertino, Papa’nın yüzüne kar ı da arkada ının anısını savunmakta
duraksayamamı , Papa ise (daha sonra ötekileri mahkum etmi olsa da), ermi li ine boyun e erek onu mahkum
etme yüreklili ini gösterememi ti. Tersine, bu vesileyle, ona Cluny tarikatına girmeyi önce ö ütleyerek, sonra
ba vurarak bir kurtulu yolu önermi ti. ............. Ancak son zamanlarda, Ubertino’nun sarayda yıldızı sönmü tü:
Papa, bu yabanıl adamı pek ‘mundum discurrit vagabundus’ <mundum diskurit vagabundus> (LAT.: ‘Bir
serseri gibi dünyayı dola an) sapkın biri olarak kovu tururken Avignon’dan uzakla tırmak zorunda kaldı.
Bundan sonra, William ile Ba rahip arasındaki konu madan, onun imdi bu manastırda saklandı ını
ö renmi tim. imdi de onu kar ımda görüyordum.”
(U. Eco, “Gülün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa:72)
cockaigne : (MYTH.,CO R,DEVL.) <ko’keyn> : ‘Her iste in gerçekle ebilece i bolluk, bereket ülkesi’
<Telaffuzuna bakılırsa, kral uyu turucu ‘Kokain’e pek benzedi inden, biri, üniver
sal bir balon hediye etmek istemi olabilir. Saygıyla. Dr. .E.>
(U.Eco, “Foucault Sarkacı”, Çev.: adan Karadeniz, Sözlükçe,607)
Cogito, ergo sum : (LAT.,FELS.) <Ko’gito, ergo sum> : “Madem ki dü ünüyorum, o halde varım” :
DESCARTES’tan,, ‘birinin varlı ının en öncelik kanıtı = I think, -therefore- hence, I exist. (Discours on
Method) ONG.)
cognate words : ( NG.,KOLL.) <kog’neyt wörds> : Farklı dillerde, iki ya da daha ziyade sözcüklerin aynı
kökten gelmesi = Two or more words in different languages which have the same root
Cognovit, Cognotive actionem : (LAT.) <kog’novit; kogno’tif ak’tiyonem> : itiraf etme, ikrar <kabul etme,
bildirme>, davaların ikrar ve kabulü = He has acknowledged the action. The defendent confesses that the
plantiff’s cause of action is just ( NG.)
collocation : ( NG.,KOLL.) <Kolo’key ın) : Bir cümlede ifade edilmesi gereken anlamı verebilmeleri için,
sözcüklerin düzenlenmesi = The arrangement of words in a sentence in order properly to convey the intended
meaning
colloquial style : ( NG.,D L,KOLL.) <kollo’kiıl s’tayl> : Kültürlü insanların lisan ya da yazılarında
kullandıkları bilinen genel ( gayri resmi) ileti im stili = The language or the style of writing used by educated
person in familiar or informal discourse
colloquialism : ( NG.,D L,KOLL.) <kolo’kializm> : Konu ma eklinin gayri resmi –informal ifade ya da
konu ma tipi. Genel olarak, konferanslarda ve resmi literatürde bu yol seçilmemekle beraber, gündelik
konu malarda geni yer alır = An informal expression or linguistic form of the conversational type; generally
considered out of place in formal discourse or literature, although widely used in daily speech
(Dict. of Linguistics)
COLO(U)R : (RENK) <ka’lır> : Renk, boya; colo(u)rs : bayrak, sancak; alamet, ni an; gösteri , çe ni;
(HUK.) : Görünü teki haklar ve yetki; (SAN.) : Resimde renk tarzı; (EDE.) : Canlı üslup; c.-blind : renkleri
ayırdedemeyen, renk körlü ü; c. bar veya c. line : beyaz ırkla renkli ırk arasındaki yasal ya da sosyal fark;
c. man : boyacı, boya satan; c. photography : renkli foto rafçılık; c. printing : renklli basım; c. screen :
objektif önüne koyulan renkli cam; c. sergeant : bayrak ta ıyan çavu ; c. wash : renkli badana; a man of c. :
zenci; bright c. : parlak, açık renk; change c.: sararmak, rengi atmak; complementary c.: birle ince beyaz
renk olu turan iki renk, örn. portakal ile mavi; fast c. : solmaz, sabit renk; give or lend c. to : gerçek çe nisi
vermek (dü ünce ya da fikir); haul down the cc.: bayrak indirmek; local c.: yerli çe ni; off c.: istenilen
renkten biraz farklı; rahatsız, keyifsiz; münasebetsiz, baya ı, hafif; primary cc. : asıl olan renkler; gök ku a ı
renkleri; show one’s cc. : plan ya da fikrini açı a vurmak; under c. of : bahanesiyle; under false cc.: sahte
kılıklı; water c. : sulu boya; with flying cc. : parlak, ba arıyla; with the cc. : askerli ini yapıyor, askerde
(Yeni Redhouse Lügati)
Comédie de moeurs : (FR.,KOLL.) <Ko’medi dö mör> : Davranı ların komedisi : Comedy of manners
( NG.)
Come sopra : ( TA.,KOLL.) <Kome sopra> : Yukardaki gibi = As above ( NG.)
Comitas inter gentes : ( TA:, NTER.SOSY.) <Comi’ta inter gen’tes> : Millerlerarası komite; Uluslar
arasındaki nezaket, saygı ili kisi = Comity of nations; courtesy between nations ( NG.)
La commedia e finita : ( TA: (OPERA.,MUS.) <La komed’ya e fini’ta> : Komedi bitti! = I PAGLIACCI
Opera’sı- Ruggiero LEONCAVALLO (1858-1919)’nun, 1865’de Montallo kasabası- talya’da i lenen bir
cinayetten esin aldı ı eser. Operanın o zamandanberi ‘Cavellaria Rusticana’ <Pietro MASCAGNI (18631945)’nin eseri ile aynı temsilde ikinci eser olarak sahneye konması gelenekle mi tir. ‘I Pagliacci’, ‘la
commedia e finita’ ile biter. = The comedy is over! ( NG.)
Comme il faut :
(FR., KOLL.) <Kom il fo> : ‘Olması gerekti i gibi’ = As it should be! ( NG.)
COMPENSATION : ( ng; Kompansey ın; Fr: Konpansasyon) : (PSYCH.) : Bk.: Ego’nun
Savunma Mekanizmaları = Ego’s Defense Mechanisms ( NG.)
Con amore : ( TA.,PSYCH.,KOLL.) <Kon amo’re> : Sevgi, a k ile = With love ( NG.)
Conatus sese preservandi : (LAT., PSYCH.,) : <Ko’natus se’ze prezer’vandi> : Kendi varlı ını koruma ve
ya atma arzusu = The effort to preserve oneself, the will to live ( NG.)
Condé : (FR. MYTH.) : Fransız Ba kaldırısının kahramanlarından. Paris’te do du <1736-1818>, Fransız
ihtilalinde hüklumetin yanındaydı, 1792’de Fransa’dan kaçtı. Coblence ve Rhin kıyılarında, adıyla anılan
‘Condé ordusu’nu kurup devrimcilere kar ı sava tı
“Elini yüre ine koyup unları söyledi:
‘Ben de Cumhuriyetçiyim, ben de yurtseverim, sizin kadar Cumhuriyetçi, sizin kadar yurtseverim...
Ulusuma hizmet hususunda her bireye inanırım..... Komiteler benim çabamıı, ba lılı ımı bilir.. Yurtsever
irketlerle birlikte, atlı birli inizin yulafını, otunu ben sa ladım....... Askerlerimize ben postal sattım. Bak bugün
de, yollar e kiyalarla, Pitt’in, Condé’nin ba ıbozuklarıyla dolu demeden Midi ordusuna Vernon’dan altmı öküz
gönderdim. Ben konu maktan çok, i görmesini seven adamım...’ ”
(A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:47)
Con dolore :
( TA.,PSYCH.) <Kon dolo’re> : Kederli, yas tutar gibi : Mournfully ( NG.)
Consensus facit legem : (LAT.,HUK.) <Konsen’sus fa’kit le’gem> : Mü terek muvafakat yasa de erindedir.
ki taraf da uyu up anla ırlarsa ve yasayı bozmuyorlarsa, problem atrık ‘Legal’= Yasal sayılmaz = Mutual
consent kakes the law. When two parties freely agree, the terms, if they do not violate the law, are no longer of
legal concern ( NG.)
Consummatum est : (LAT.,D N,KOLL.) <Kon’suma’tum est> : ‘ bitmi tir.’ Haz. sa’nın çarmıhtan
duyulan sözleri ! (Vulgate, John. XIX) ( ng.)
Cop; Coplamak : (COLL.) Polis’in kendini korumak, gerekti i zaman da kar ı saldırıya geçmek için
kullandı ı kalın, lastik-kauçuk sopa
“Polislerin ö rencileri coplamaya ba ladı ını gördü. Sürükleyip arabaya götürüyorlardı. Toplu halde
bekleyen ö rencileri polisler yuhalıyor, direni i sürdüren arkada larını yüreklendiriyorlardı.
Bekir nasıl olup da ö rencilerin üstüne atıldı ını anlayamadı. En yakınındaki kadife ceketleyi
saçlarından tutmu tu. Cop yerine kullandı ı lasti i kolunun var gücüyle indirdi. A ır lasti in, etinin içine kadar
i leyen a rıtıcı, çürütücü etkisini bile inde duydu. Bir daha indirdi.”
(Ö.Z. Livaneli, “Arafat’ta Bir Çocuk”, sa:128-9)
“Budge, copunu sallayarak söze girdi:
‘Hyde Park Corner’da trafik idare etmek her babayi idin karı de ildir dostlar. Otobüsler, öte yandan
gelin gibi arabalar. Hepsi ü ü ür yolun ortasına. Sa dan gitsen olmaz mı? Dur, sen uradaki!’ (Copunu salladı)
te ihtiyar bir hanım, emsiyesi beygirin burnuna girecek nerdeyse!”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:139-40)
coram monachis : (LAT.) <koram monakis> : ‘Rahiplerin önünde’ -resmen, herkesin gözü önünde!“ ‘Pekala,’ dedi William o zaman, ‘rahipleri sorguya çekebilir miyim?’
‘Çekebilirsiniz.’
‘Manastırın çevresinde serbestçe dola abilir miyim?’
‘Size bu yetkiyi veriyorum.’
‘Bana bu yetkiyi coram monachis veriyor musunuz?’
‘Hemen, bu ak am.’ ”
(U. Eco, “Gülün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa:50)
Corday, Charlotte : (FR. MYTH.): 1789 Büyük Fransız Devrimi’nde, Jirondeller’le ilgili bazı kararlardan
dolayı, iihtilal liderlerinden, filozof ve bilim adamı Jean Paul MARAT’ <M.S. 1743-93>’yı banyoda hançerleyen
kız
“Gamelin yurtta ı <Devrim Mahkemesi yargıcı> anlıyorum, titizli ine de hak vermiyor de ilim.
Yurtsever bir insan oldu u da söylenir, ama sorarım ona, görevi Cumhuriyet dü manlarını yok etmek oldu u
halde, onları gözetlemeye kararlı böyle bir mahkemede görev almak aklına yatıyor mu? yi bir yurtta bazı
suçlara suç orta ı olmaktan çekinmelidir. Bu mahkemenin birçok jüri üyesinin, suçluların altınlarıyla satın
alındıkları, ba kan Montané’nin, Corday’ın ba ını giyotin’den kurtarmak için nice dolap lar çevrildi i gerçek
de il midir?”
(A. France, “Tanrılar Susamı lardı”, sa:121-2)
Cornetti :
( TA. MYTH.,YEMEK) : Kruvasan
“Tamamen yükselmi olan sabah güne i, eski Floransa’daki binalar arasında kıvrılan dar kanyonlarda
ızun gölgeler olu turuyordu. Dükkan sahipleri, dükkanlarını ve barlarını koruyan metal kepenkleri kaldırmaya
ba lamı tı. Havaya, sabah espressosu ile fırından yeni çıkmı cornetti’nin buram buram kokusu hakimdi.”
(D. Brown, “Cehennem”, sa:266)
Corpus Christie Yortusu : (HR ST. MYTH.): Katolik Klisesi’nde, Komünyon ayininde, ‘Trinity SundayÜçlü Pazar’ı izleyen Per embe günü kutsanan ekmek ve arapta sa’nın bedeninin <corpus> gerçekten var
oldu unu kutlamak amacıyla düzenlenen yortu. Yortunun en önemli özelli i, devlet görevlileri ile loca üyelerinin
yanı sıra, krallar ve prenslerin de katıldı ı gösteri li geçit töreniydi. XV. y.y.’da, geçit töreninden sonra
genellikle lonca üyeleri, mucizeleri ve gizemleri canlandıran oyunlar oynanırdı
“Jijkow’da bir papaz, apkasını çıkarmadı diye kör bir adamı pataklamı tı. Tabii, mahkemelik oldular.
Mahkemede, yalnızca kör oldu u, sa ır ve dilsiz olmadı ı ortaya çıkmasın mı! Hem çıngıra ı i itti i halde
apkasını çıkarmamı , hem de gecenin o saatinde ortalı ı velveleye vermi ti. Yalan söylüyorsam ne olayım,
hemen hapse attılar adamı. Tıpkı Corpus Christie Yortusuna benzer bu. Ba ka zaman olsa kafalarını çevirip bize
bakmayacak insanlar, apkalarını çıkarıp selam vereceklerdi.”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, Cilt:I, sa:167)
Cosa nostra : ( TA., ,SOSY.) <Ko’sa not’ra> : ‘Bizim i imiz’ ; Ünlü, gizli yeraltı mafyası. 1963’te,
‘Senato’nun Suç Ara tırma Komitesi’ndeki ehadetle resmen tanınmı tı = Our affir, our business. The name of
a secret underworld society, according to testimony presented before a Senate crime investigation committee in
1963 ( NG.)
Cosi cosi : ( TA.,KOLL.) <Ko’zi, ko’zi> : Böyle i te..... , u, bu.... = So-so ( NG.)
Cosi fan tutte : ( TA.,MUS.-OPE.) <Kozi fan tute> : MOZART’a mparator II. Joseph tarafından ısmarlanan
iki perdelik gülünçlü opera. XVIII. y.y.’da Napoli’de geçer. Gençlerle evlenmeden evvel birtakım ayak oyunları
oynayan genç kızların sonunda evlenmeleriyle biter ama, gençler, esere ba lık olan sözcükleri tekrarlarlar :
’Bütün kadınlar böyle yaparlar!’ Premiyeri 1790’da Viyana’da, ilk Türkiye gösterisi ise Ankara’da 1953’de
temsil edilmi tir.
Cosi fan tutti : ( TA.,KOLL.) <Ko’zi fan tu’ti> : ‘Erkekler hep böyle yaparlar’ = What’s all men do ( NG.)
Cosmografia : K o z m o g r a f y a. Ptolemaios (Ptoleme-Claudius Batlamyus, m.s. 2.y.y.)’un, orijinali
Yunanca olan ‘Geographiké hyphégésis’=Co rafya Kılavuzu” eserinin m.s. 1475 Latince çevirisi; Ke ifler
asrının <Kolomb’dan evvel> en önemli kılavuz kitabı
“Co rafya alanında o güne dek tek bir klasik kitap vardır; o da Ptolemaios’un açıklamaları ve
haritalarıyla yüzlerce yıldır Avrupalı bilginler tarafından üstün ve eksiksiz kabul edilen Cosmografia’sıdır.
1475’te Latince’ye çevrilmesiyle genel co rafya referansı olarak dünyanın tüm bilim adamlarının kullanımına
sunulmu , bundan sonra da vazgeçilmez bir eser olmu tur.”
(S. Zweig, “Amerigo”, sa:50)
Co up ta mak : A ırı ne elenmek, dü ün dernek yapıp oynamak
“Gerçi, bizlere bıraktıkları bollu u bazen pahalıya ödüyoruz. Çünkü iki sevgili kesin bir yenilgiye razı
olmadılar. On yılda bir eski dü lerini anımsarlar, hiçbir eyin durduramayaca ı bir kasırga gibi co up ta arlar. O
zaman biz, pılıpırtımız, hayvanlarımız, kümeslerimiz, kedilerimiz, domuz yavrularımız ve yoksullu umuzla i e
yaramaz insanlar gibi silinip süpürülürüz.”
(P. Istrati, “Minka Abla”, sa:6)
Cotillon (Kotilyon) : Fr.: ‘under-petticoat’ <Köylü etekli i altı giysisi> ile yapılan, 18. Ve 19. yy.’larda çok
popüler olan bir dans. XIV. Louis zamanında, eski folklorik sözcüklerden do arak, grup halinde, ço u aile
efradı kadın ve erkeklerin el ele tutarak, eteklerinin hafif çe yukarı kaldırıldı ı ve hep bir a ızdan arkı
söylendi i hava: <Ma commere, quand je dance, Mon cotillon va-t-il bien? = Teyze (hala) hanımcı ım, benim
dansım iyi gidiyor mu?> . Stil olarak, ‘kadril’e benzer, amma adımlar daha geni tir. Müzi e gelince vals
temposu, polka, mazurka olabilir. 19. yy.’ın ortalarında, asil aileler arasında çok revaçta olan ve evsahibi çiftin
ba ını çekti i ve balo’nun sona erdi ini bildiren bir olay olarak de erlendirilirdi. (The New Grove Dict.,Vol.4,
pp:828-9, London, 1981)
“LAURA : Neymi o anne?
AMANDA : Biraz sabret... göreceksin! u eski sandıktan çıkartıp yeniden hayat verdi im bir ey!
Moda dedi in pek de de i medi aslında..... te bu elbisenin içinde, Kotilyon dansını yapardım..... Valinin,
Jackson’da verdi i baloya da ilkbaharda katılmı ve yine bu elbiseyi giymi tim. Balo salonunda nasıl da
süzülerek yürüdü ümü sana göstereyim mi, Laura? (Eteklerini kaldırarak küçük adımlarla odanın dört bir yanını
ar ınlar.)”
(T. Williams, “Sırça Hayvan Koleksiyonu”, sa:53)
Coup de grace: (FR.,SOS.DAVR.) <Ku dö gras> : Merhamet darbesi. Yarasından çok acı çeken ve hayatı
kurtulamayacak bir kimsenin hayatını merhamet kastıyla sona erdirmek. Bir bitiri darbesi <Örn.:Bir askeri
görevlinin, ate edilen manga tarafından kafasından yaralan ve fakt hala ya ayan bir adamın kafasına kur un
sıkması gibi = A merciful shot intended to put a wounded man out of his misery; the classic example is that of
the officer who putts a bullet into the head of a man still living inspite of shots from a firing squad; a finishing
stroke ( NG.)
Coup de soleil : (FR.,CO R.) <Ku dö so’ley> : Güne çarpması = A sunstroke ( NG.)
Coup d’essai :
(FR.,KOLL.) <Ku d’esey> : Bir ilk deneme = A first attempt ( NG.)
Coup d’état : (FR.,S YA.,ASK.) <Ku d’eta> : Genellikle ba kaldıran askeri ya da silahlı grupların
yaptı ı ‘Hükumet Darbesi’
^
^
Coute que coute : (FR.,KOLL.) <kut kö kut> : ‘Kaça mal olursa olsun!’ = No matter the cost ( NG.)
Cömaat, Cömaatınan : Cemaat, topluluk; Cemaatle (Anadolu ivesi)
“Kaymakam, bütün muhtarları topladı. Dedi ki: ‘Muhtarlar, karda larım! Mesele böyle böyle. imdi
önümüzde bir büyük cenaze var. Biliyorsunuz, cenaze cömaatınan kalkar. imdi biz de beraberce bir cömaat
olup bu cenazeyi kaldıraca ız.’ ”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:78)
credo in Patrem : (LAT, HIR S..) <kredo in Patrem> : ‘Tanrı’ya inanıyorum!’
“Dinin dogması ya da filan sırrı hakkında ne dü ünüyordu? ç aleme ait bu gizlilikler ancak ruhların
çıplak olarak girdikleri mezarda bilinebilir. Yalnız, emin oldu umuz tek ey, iman konusundaki güçlüklerin onda
hiçbir zaman riyakarlı a yol açmadı ıdır.. Elmasın çürümesi hiç mümkün müdür? Elinden geldi i kadar çok,
inanıyordu. ‘Credo in Patnem!’ diye haykırırdı sık sık. Vicdanı yeterince doyuran ve size yava ça, ‘Tanrı ile
berabersin!’ diyen ho nutlu u hayır i lerinden bol bol elde ediyordu.”
(V. Hugo, “Sefiller”, Çev.: Semih Atayman, Cilt:I, sa:99)
credo in unum Deum : (LAT.,HIR S.) <kredo in unum Deum> :
Bir Tanrı’ya inanıyorum
“ ‘Bir insanı sırf bu-ba-baf demek için öldürmek korkunç bir ey olurdu!’
‘Bir insanı, ‘Credo in unum Deum’ demek için de öldürmek de korkunç bir ey olurdu...’ dedi
William.”
(U. Eco, “Gül ün Adı”, Çev.: adan Karadeniz, sa: 129)
credo quia impossible (absurdum) est: (D N,PSYCH.,KOLL.) <kre’do ku’ia im’pos’sible – ab’surdum est>
: Bunun mümkün olamayaca ına inanıyorum. Zira, mantık dı ı, saçma = I believe becasue it is impossible.
An expression is frequently cited out of its context where it appeares in a series of Paradoxes - (Tetrullian,On
the Body of Christ, V) ( NG.)
Cronus Sendrom’u : (YUN. MYTH.) (Kronus Syndrome) Kedi, aslan gibi hayvanların kendi yavrularını
yedikleri gibi, Gökyüzünün T i t a n’ların kontrolü altındaki kainatın daha yeni yaratıldı ı devirlerde Zeus’un
babası Cronus’un çocuklarını yeme macerası
“(Eski Yunan) tanrılarının büyükbabası U r a n u s, çocuklarının annesi G a i a’yı karnına a rılar
gelinceye kadar geri itmi ti. Zamanla Gaia, çocuklarından nefret eden o lu C r o n u s ile birlikte onu i di
etmeyi (castration) ba ardı. Yeni do mu çocuklarını da yutan baba Cronus’un karısı Rhea, Cronus di er
o ullarını yuttuktan sonra en sevgili o lu Zeus’un sırası gelince yüre i dayanamadı ve kocasına Zeus yerine bir
kaya parçası yutturdu ve onu Girit^te sakladı. Zeus büyüyüp de ergin bir varlık olunca, annesi Rhea, hazırladı ı
bir ilaçla Cronus’u kusturdu ve sonuçta, onun barsa ında saklı kalmı tüm karde ler dünya yüzüne çıktı. En son
etapta Zeus, babasına, onun kendi babasına yaptı ını yineledi: Karde lerinin yardımıyla onu i di ederek
intikamını aldı.
‘O andan itibaren Tanrıların hayatında bir sulh ve sevgi devri ba lıyordu: Artık Titan’ların devri
kapanmı ve Olimpian’ların hükümranlı ı sözkonusu idi. Zeus, ba tanrı idi ve Olympos da ına ota ını sermi ti.
Karısı Hera, ‘T o p r a k A n a’ (Earth Mother -Ört Madır) rolünü takınarak bundan böyle evlili in ve ailenin
koruyucu tanrıçası olacaktı.’ ”
<S o p h o c l e s, “Kral Ödipus – Oedipus Rex” oyun8nda, yalnız bahtsız b,r kral ailesinin de il, bütün
insanlı ın ‘kader ve seçim’ ilkelerini ve özellikle ‘Neslin devamı’ = Succesion of generation – Sükse ın of
cenerey ın’ tema’sını ele almı tır. Analitik Psikiyatri’de yukardaki vak’a, ‘Oedipus Complex’ ve ‘Castration –
Complex’ = Kısırlık Sıkıntısı’na, hurafe de olsa, bir örrnek olarak verilir. Dr. .E.>
( . Ersevim, “Freud ve Psikanalizin Temel lkeleri”, sa:136-7)
Crux gemmata :
(LAT.): Üstünde on üç de erli taç bulunan haç. -Hz. sa ile on iki havarisini temsil eder-
“Yukarı çıkarlarken, Langton dikkatini etrafındaki dört duvar haricinde ne varsa ona vermeye çalı tı.
Parlak asansör kapısının yansımasında yüzba ının kravat i nesini gördü, on üç siyah oniks <balgamta ı>
ili tirilmi gümü bir haç. Langdon bunu son derece a ırtıcı bulmu tu. Crux gemmata-üstünde on üç de erli ta
bulunan haç- olarak bilinen bu sembol, sa ile on iki havarisini simgeleyen bir Hıristiyan ideogramıydı <bir
siyasal, toplumsal ya da dü ünbilimsel simge>
(D. Brown, “Da Vinci ifresi”, sa:33)
Csardas <çarda > dansı : Macarca csardas : ‘country inn’= ehirdı ı han’ı sözcü ünden gelme, Pazar
günleri ö leden sonraları e lenmek için yaptıkları dans. sim, Count <Kont> Béla Wenckheim tarafından
verilmi olup, imparatorlu un merkezine 1840’larda takdim edildi i sanılıyor. Baron Frigyes Podmaniczky,
anılarında bu dansın 1839’da, Count Istvan Széchenyi tarafından ba latıldı ını yazar. Ba ka bir kaynak, bunun
Romanya’da, 1834’de Nagyvarad ( imdi: Oredea Mare) ‘da ba latıldı ını iddia eder. Dokümanteri referans ise,
1835’te Borbély de Roff ailesinin senetleri gösterir. Herneyse, dans, stil itibariyle VERBUNKOS’tan pek az
farklıdır: Sık sık senkoplarla kesilmi , tipik kadans’larla <yava yava inen tempo> bezenmi , çift zamanlı, son
zamanların hızlı <friss> tempolu, Verbunkos’un en popüler oldu u zamanlar1865-1880 arasında, ‘çabuk’
<sebes>, ‘yava ’ <lassu> ekillerini almı tır. Bestekarlar arasında ilk kez bu ritmi kullanan LISZT olmu tur:
Macar Rapsodileri <Hungarian Rhapsodies, ‘csardas macabre’= me ’um çarda (1881-2) ve ki Çarda ‘two
csardas’:1884, ‘allegro’ ve ‘Csardas obstine’ (inatçı çarda ).
“Arkasından at yarı larından söz açtı, derken baleden söz etmeye ba ladı, ama bu da fazla sürmedi.
‘Çarda dansını bilir misiniz? Diye sordu vayk’a. ‘Peki, ya Ayı dansını? Bakın, böyle i te...’
Havaya sıçramaya çalı ırken vayk’ın üstüne devrilince, bizimki sille tokat yerine oturttu papazı.’ ”
(Y. Ha ek, “Aslan Asker vayk”, sa:136)
“.....Baron Nagy Jenö, Slav halklarını sevdi ine, Macarlardan ise ho lanmadı ına inandı ı veliahttan
hiç ho lanmıyordu. imdi kalkıp kimsenin ya amak istemedi i bu sınır bölgesindeki bir yaz e lencesine gelmi ti
ve böyle bir olayla <veliahtta yapılan suikast> keyfini kaçırmak istemiyordu. Mensuplarından birinin, 444ırksal
nedenlerle yükümlü oldu u Csardas dansı yapma fırsatının sırf bir dedikodu yüzünden elinen alınmasını, Macar
ulusuna yapılmı bir hakaret olarak kabul ediyordu.”
(Joseph Roth, “Radetzky Dansı”, sa:366)
Cuando a Roma fueres, haz como vieres : ( SP.,ROMA,SOSY.,KOLL.) <Kuando a Roma fueres, haz komo
vieres> : Roma’da oldu un zaman, Romalılar gibi hareket et, öyle davran! = When in Rome, do as Romans do
Cervantes, Don Quijote, Cilt:II, sa:54) ( NG.)
Cui bono ? : (LAT.,DAVR,KOLL.) <Kui bono?> : Kimin iyili i için? Genellikle gerçek anlamında
kullanılmıyor: Onun faydası ne? Sonunda kime yarayacak? = It is incorrectly used as meaning, What is the
use of it? Or What good end will be served? ( NG.)
Cuidado : ( SP.,KOLL.) <Kui’dado> : Dikkatli ol, kendini kolla = Watch out; take care ( NG.)
Cui malo? : (LAT..,DAVR.,KOLL.) : <Kui malo? : Kime kötülük edilecek? = Who will be harmed? ( NG.)
Cui profuit ? :
(LAT.) <kuvi pro’fu’it?> : Kime yaradı? Kim istifafe etti?
Cuk otur(t)mak : Tam kar ılı ını, dört dörtlük yanıtını bulmak, vermek
“Demek ya lı Ba papaz Yannis bir kez daha yüce gerçe i aramaktan bıkıp politikaya bula tı diye
dü ündü Baird - ilgisini çekecek ve eylem adamı olarak becerilerini konu turacak sava a susamı tı anla ılan. lk
görünü te sanıldı ı kadar umutsuz bir serüven olmayacaktı galiba. Gidip görecekti; Böcklin sorununu irdelemesi
de ara tırmasına cuk oturacaktı.”
(L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:95)
“Bu bir kitap de il. Kitap, kötü bir kitap olsa bile, ciddi bir i tir. Dördüncü bölüme cuk oturtacak bir
deyi , ikinci bölümde tamamen yersiz kaçabilir, üstelik herkes de i in sırrına vakıf ed ildir.”
(P. Gauguin, “Mahrem Günlük”, sa:11)
“Sustu, durdu u yükseltiden, a a ıdakileri kurumlu, buyurgan, dik bakı larla süzdü. Yakı ıklı
görünüyordu do rusui elinde salladı ı jobu, üstünde uçu an su gerçirmez ya murlu uyla, bütün seyirciler
yakı ıklı ında birle tiler. Victoria döneminin bir polis memuruna cuk oturması için bir sa anak, ba ının üstünde
uçu an güvercinler, St.Paul’un ve Abbey’nin çanlarını çalması yeterdi; tabii seyircileri de çıngırak sesleriyle
çanları Victoria dönemi görkeminin doru unu vurgulayan sisli bir Londra ikindisine ta ımak gerekiyordu.”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:141-2)
Culpa lata : (LAT.,DAVR.,HUK.) <Kul’pa la’ta> : Büyük ihmal do uran hatalı davranı : A fault involving gross negligence ( NG.)
Culpa levissima : (LAT.,DAVR.,HUK.) <Kul’pa levi’sima> : Pek küçük yanlı davranı = A very slight
Fault ( NG.), Culpabilité (FR.),Culpability ( NG.) : Suçluluk hissi
Culpam poena premit comes : (LAT.,DAVR.,HUK.) <Kul’pam po’ena pre’mit ko’mes> : ‘ Cezalandırma,
suç’un ökçelerini izliyor’ = Punishment follows at the heels of crime ( NG.) (HORACE, Odes,Vol.:IV,pa:24)
Cumartesileri gözetlemek : Istrati’nin kaydetti i Romanya kökenli yerel kültürel deyimlerden biri: Öldürmek
için pusu kurmak anlamına gelirmi . Ne garip, yıllar sonra, Türkiye’nin tarihinde ‘kaybolan’ evlatler için
‘Cumartesi Anneleri’ olu tu.
“Aman Tanrım... Codine bir vuru ta onların kaburgalarını kırardı. Ama o biliyordu, ço u da
‘Cumartesileri kendisine gözetirdi.’ ”
(P. Istrati, “Kodin”, sa:39)
Cumbadak dü mek : Birdenbire, löp gibi, hiç beklenmedik bir ekilde dü mek
“-Hay Allah cezasını versin!
Yüzümü, gözümü berbat ettin! diye yüzümü silmek için, asılı bulundu um yeri bıraktım. Bırakınca
da cumbadak ırma a dü tüm.”
(M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:316)
Cumburlop : Su (Deniz, kuyu, nehir) içine bir eyi, birini fırlatmak
“-Ne yapalım? diyordu. Herifin di lerinin beyaz altın oldu unu babam söylerdi. Her bu day
götürü ünde sırıtır, di lerini gösterirmi . Pırıl pırıl parlardı, derdi. Beyaz altın da müthi para edermi ... Ne
yapalım?
-Pekala ölüyü ne yaptınız?
-Ne yapaca ız? Su boyuna kadar götürdük. Aya ına bir ta ba ladık. Cumburlop!”
(S.F. Abasıyanık, “Sarnıç-Beyaz Altın”, sa:32)
cuneiform : (YAZI,SUMER,KOLL.) <künei’form> : Eski SÜMERL LER arafından yaratılmı , fikirleri ifade
eden hece sitemi ve kama eklinde yazılmı Çivi Yazısı. Asurlular ve di er Mezopotamya uygarlıkları tarafından
Mil.Önce: 4000 yıllarından 1000 yıllarına kadar kullanılmı tı. Semboller, ıslak kil üzerine i lenmi ti = The
Syllabic writing, with vestiges of ideographic symboles, consisting of vedge-shaped signs, invented by
Sumerians, and used by the Assyrians and other nations of ancient Mesopotamia (from about 4000 B.C. to the
first millenium B.C.) The symbols were impressed into wet clay.
Curcuna; Curcuna yaratmak : Karga alık, patırdı gürültü (yaratmak)
“ NG L Z EDEB YATI DOKTORA
SINAVI Ç N, B R ARKADA A
------------------------------------------Ne curcunalara neden olarak bu sınamalar!
Alı ılmadık tatlı arap kafanı karı tırır
Ölüler üzerine dedikodularda oyalanırken
Tüm sorular alıp götürene dek,
Çünkü ö rendin neyin söylenmeyece ini
Ama sözün nasıl söylenmesi gerekti ini.”
(J.V. Cunningham<1911-1985>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.02.04)
“Salondaki alem tam bir curcuna halinde devam ediyordu, patırdılar daha da arttı. Mitya, Gru enka’yı
yata ın üstüne bıraktı, dudaklarına yapı tı.”
(F. Dostoyevski, “Karamazov Karde ler”, Cilt:III, sa:135)
“EK P EF - Do ru! Bayın gerçekten avukat oldu u ortaya çıkıyor, yanlı lıkla yüzüne, i çisi
Antonio’nun yüzüne benzer estetik yapılmı . Hükümete mektupları yazan o, onları bu evden postaladı. Kendini
teröristlerin elinde tutuklu gibi gösteren, bütün bu curcunayı yaratan da o...”
(D. Fo, “klakson borazanlar ve bırtlar”, sa:104)
“Bir hıçkırık sesi.. ‘Hepimiz biriz ama aynı zamanda her koyun kendi baca ından asılır.’ nanılmaz bir
curcuna! Hukukun üstünlü ü kutlanır. Böylece sonuçta bir ey yapmaksızın ülkedeki bütün önemli sorunlar
sözde hallediliverir.”
(D. Fo, ”Yüzsüz”, sa:69)
“Arabacılar, bütün bu curcuna arasında tanıdıkları kadınlara rasladıkları zaman, onları tutup, kaldırarak
yanlarına oturmayı ihmal etmiyorlar. Ço u erkek elbisesi giyinmi olan bu kadınlar, arabacıların yanına
oturarak, topuklu ayakkabılı küçücük ayaklarını, gelen geçenin ba ı üzerinde sallıyorlar.”
(J.W. von Goethe, “ talya Seyahati”, Cilt: III, sa:228)
“Uyumsuzlukları mümkün oldu u kadar çabuk geçi tirdi i halde, kendisine güç gelen pasajlarda büyük
bir dikkatle tek notayı bile atlamıyor, yava bir tempoyla çalıyordu. Sanıyorum tüm bunlardan ortaya çıkan
curcuna hakkında kolayca bir fikir edinilebilir.”
(F. Grillparzer, “Fakir Çalgıcı”, sa:31)
“Hatırladı ım kadarıyla büyük salon tıklım tıklımdı, zaten birkaç lambanın yandı ı, büyüklerin
seslerinin bir curcuna halinde i itildi i, bir u a ın sa a sola ko u turdu u eylerin oldu u her oda, bir çocu a
tıklım tıklım görünür.”
(F. Kafka, “mavi oktav defterleri”, sa:91)
“Bavulunun içinde tıra malzemesi vardıı, ama tıra olursa hata yapaca ını biliyordu. Ayrıca, nerede
tıra olacaktı, burada ko u ta herkesin ortasında de il, karım beni tıra edebilir, bu do ru, ne var ki ötekiler bunu
fark etmekte gecikmezler ve içlerinden birinin böyle bir hizmet görebilmesi onları a ırtır, bir de du lar, du larda
ne büyük bir curcuna olacak.”
(J. Saramago, “Körlük”, sa:67)
“Fakat Bahir Hoca, yine hiddetlenmi , bir Karagöz tehalüki (istekle atılma) ile yumru unu sallıyor,
hepimizin itikatsızlı ına sövüp sayıyordu. Onun ba ırtısı bir taraftan, bir milyon kurba anın kopardı ı kıyamet
bir taraftan... Hasılı bir curcunadır gidiyordu.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:II, sa:118)
“Tam bir curcunaydı, bir karga a, (Williams’a göreyse) zıplayan, sıçrayan, savrulan yarı çıplak kollarla
bacakların büyüleyici bir ı ık ve gölge gösterisi. Avuçlarını çatlatırcasına alkı ladı.”
(V. Woolf, “Perde Arası”, sa:84)
“Prater’e gitme yolundaki ilk kararlarından hemen caydılar, çünkü muhte em parkın a ırba lı
sükunetini bozan tiz sesli, gürültülü pazar curcunasından korkuyorlardı. Onların Prater’i, ihtiyar kestane
a açlarıyla geni , bakımlı caddeler, kavisler çizen ve karanlık ormanlarda biten geni , ye il düzlükler, doygun
ı ıkta güne lenen ve çok yakındaki nefes alıp inleyen milyonluk ehirden haberi bile olmayan aydınlık
çimenliklerdi. Fakat tatil günü bu büyü kaybolmu , akın akın gelen kalabalıkların ardına saklanmı tı.”
(S. Zweig, “Hayatın Mucizeleri”, sa:103)
curriculum vitae (C.V.): ( LATIN.)
<kurikulum vite> : Ki inin öz geçmi i, çalı ma öyküsü
“B R NC KADI - (Okur.) Ad, soyad, nitelik.
BN. YAZMAN - Geçin onları. Bay onları kendisi doldurur.
B R NC KADI - Curriculum vitae.
BALIKÇI - Anlamadım.
BN. YAZMAN - Ya amınızdaki ömenli olayları yazcaksınız. Böylece biz de sizi tanımı olaca ız.”
(A. Camus, “Sıkıyönetim”, sa:53)
Cuvap : Cevap, yanıt
(Anadolu lehçesi)
“Bizim sandı ımızda heykele verilecek be kuru para yoktur arkada lar. Boççaya bunun için para
koymadık ki olsun. Bir evin harcına takat yetmiyor arkada lar, koca köy bu, boççasından para olur mu? Neyse, o
tarafı kapatalım. Bu i için ne cuvabınız varsa söyleyin imdi. Acala cuvap beklerim.”
(F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:80)
Cübbesini çıkartmak : Avukatlıktan ya da hakimlikten, savcılıktan istifa etmek
“Bu durum kar ısında Savcı Pomarici a kınlı ını gizleyemez:
-Benim bundan haberim yok! Böyle bir ey olamaz! Bu olay aydınlı a kavu malı. Yoksa cüppemi
çıkartır, istifa ederim!”
(D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum!”, sa:68)
Cüce : Kısa boylu, geli memi vücutlu; Masal, efsane kahramanı, Saray erkanından, küçük ve çirkin ama türlü
türlü entrikalara girebilen bir yaratık
“BEATR S
-----------Baktım iniyor ba ıma ö len üzeri
ç karartan bir fırtına bulutu, iri,
Acımasız, meraklı cücelere benzer,
Bir sürü eytan ta ıyan, kötücül, beter.
Ba ladılar beni so uk so uk süzmeye,
Ve bakakalan yolcular gibi bir deliye,
Fısılda tıklarını duydum gülü erek,
Durmadan birbirlerine ka -göz ederek.”
(Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:221)
“Çirkinim. Korkunç bir çirkinlik bu..... ben tam manasıyla çirkinim. Cüce, kambur, tek gözlü; burnum
bir boksörünkü gibi yassı ve kocaman, kırmızı bir yara izi yüz çizgilerimi bozuyor. Gülmeye kalkı ınca, yüzümü
gören iyi insanlar bucak bucak kaçıyor benden...”
(Michel del Castillo, “Gitar”, sa:15)
“ ‘Bizler cüceleriz,’ diye onayladı William, ‘ama bu devlerin omuzlarına çıkmı cüceler. Küçü üz, ama
kimi zaman ufukta onlardan daha uza ı görebiliyoruz.’
‘Onların yapabildiklerinden daha iyi yapabildi imiz ne var, söyle!’ diye ba ırdı Nicola. ‘Manastır
hazinesinin saklandı ı mahzene inersen orada öyle ince i çilikle yapılmı eyler görürsün ki, benim imdi
beceriksizce çatmakta oldu um bu eci bücü eyler,’ ba ıyla tezgahın üztündeki i ini gösterdi, ‘onların bir
taklidi gibi kalır.’ ”
(U. Eco, “Gülün Adı”, sa:133-4)
“ ‘Kaç ki iyiz?’ diye sordu, ‘On iki; srail’in her kabilesinden bir ki i var. eytanlar, melekler, inler
cinler, cüceler... Tanrının bütün yaratıkları ve ucubeleri. Seç seç al!’ ”
(N. Kazancakis, “Günaha Son Ça rı”, sa:15)
“Kral Arthur’un Yuvarlak Masa övalyeleri arasında en yüreklilerinden biri, Sir Geraint idi. Bir gün
Kraliçe Guinevere ve nedimelerinden biriyle ormanda gezintiye çıkmı lardı. Kar ılarına bir Lady, bir övalye ve
bir cüce çıktı. Kraliçe Guinevere nedimesine, cücenin yanına gidip efendisinin k,im oldu unu sormasını istedi.
övalyenin çok gururlu bir yüzü vardı. Nedime cüceye yakla ıp efendisinin kim oldu unu sordu.
‘Bilmiyorum,’ diye yanıtladı onu cüce kaba bir tavırla.”
(Sir Th. Malory, “Kral Arthur, Merlin ve Yuvarlak Masa övalyeleri”, sa:27)
“EV N HALLER
Evin yalın hali
ster cüce, ister dev
Camlarında perde yok
Bombo , ev.”
(B. Necatigil<1916-1979>, “Eski Sokak”, sa:30)
“Grenouille pencereye çıkınca ba rı malar kesiliverdi.....Ne bir ayak sesi ne bir öksürük ne bir soluk
duyuluyordu. Kalabalık sırf göz-kulak kesilmi ti. Yukarıda, penceredeki bodur, üflesen yıkılacak, iki büklüm
adamın, bu güdük eyin, bu zavallı cücenin, bu solda sıfırın iki düzineyi a kın cinayet i lemi olaca ını aklı
almıyordu kimsenin.”
(P. Süskind, “Koku”, sa:225)
“Askerlerin kıskıvrak yakaladıkları Federico Garcia Lorca cücenin yüzüne tükürdü. Cüce pis pis sırıttı
ve askerlerine, çıkarın unun pantolonunu, diye ba ırdı. Sonra, sen bir karısın, dedi, karılar pantolon giymemeli,
evlerinde oturup ba larını örtmeliler. Cücenin bir i areti üzerine askerler Lorca’yı ba ladılar, pantolonu çıkarıp
ba ına bir al örttüler.”
(A. Tabucchi, “Dü ler Dü ü”, sa:67)
Cücük : Bücür, ufaklık, her eyin küçü ü; marul ya da sovanın göbe i; küçük yapılılar için bir alay sözü (Argo)
Ku ların ya da kümes hayvanlarının yavrusu, civciv
Bk.: Kara za cücü ü
“Bu sırada yukardan önlerine bir serçe cücü ü dü tü, Ali Hüseyin ba ını kaldırınca A aefendinin
parma ındaki on iki perli yüzü ü gördü, afalladı, bir cücü e baktı, bir Musa Kazıma. Aya a kalktı, destur pirim
dedi cücü ü yerden aldı ko arak gitti a aca tırmandı, cücü ü usulcana koynundan çıkardı yuvaya koydu. Yavru
artık büyümü uçmayı denemi ama becerememi ti. Yavru öbür gün uçacaktı.”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 4-Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Cilt:4, sa:113)
“Seyfali güvensiz bir bakı atttı Koca Osmanın yüzüne. Koca Osman bu bakı ı yakaladı, bu bakı a iyice
içerledi. Sözcüklerinin üstüne bastıra bastıra:
‘Kaç geceyi gördün sabaha varmamı ? Yavrum, muhtarım, cücü üm, öyle bakma bana;’ diye olanca
sesiyle ba ırdı.”
(Y. Kemal, ” nce Memed”, Cilt:II, sa:81)
Cümbür cemaat : Topluca, hep birlikte, maaile, kalabalık
“Onlar hiç olmazsa böyle cümbür cemaat eve dolmazlar; sabahlara kadar curcuna ile alemi rahatsız
etmezlerdi. Onlardan nihayet gelse gelse sana arasıra o gavur Etem midir nedir o gelir, belki de yılda bir defa Nazlı
u rar. Burada ise, i te görüyorsun, sürüsüne bereket... Misafir çalgıcısı, çengisi falan filan iki, üç düzine birden
geliyor, sabahlara kadar kameti kaldırıyorlar. Hem buna ne can dayanır, ne para...”
(O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:180)
“Aileler cümbürcemaat gelmi lerdi: Gençler, ya lılar, birkaç da çocuk. kinci kahvaltıda, (sofra tuzlu,
salamuralı ve kızarmı so uk yemeklerle dolup ta ıyordu) ‘Konuklar geldi,’ dedi balık taciri; ‘Helsingör’den
gezmeye ve dansa gelenler! Evet, Tanrı korusun bizi, bu gece hiç uyuyamayaca ız; dans edecekler...”
(Th. Mann, “Tonio Kröger”, sa:128)
“Bir saat sonra Bayan More, iki yeti kin kızı ve iki haylaz o luyla beraber cümbür cemaat Roz
Hala’nın odasına çıktık. imdiye kadar hiç yatmadı ım bu odaya yerle ecektim.”
(G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:28)
“Cuma günü cümbür cemaat Bekta i Tekkesi’ne gittik. Burası eski mes’ut zamanlardan taptaze kalmı
bir cennetin hayaline benziyordu.”
(Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:II, sa:116)
“EPIFANIA - Adrian! Olayların gülünecek yanlarını görmeyi beceremem. Tuhaflık olsun diye böyle
saçma sapan konu tu un zamanlar içime nasıl sıkıntı bastı ını bilirsin. Buraya bay Sagamore’la benim üzerimde
görü mek için mi geldin?
ADRIAN - Evet. Ama tabii onu burada yalnız olarak bulaca ımı umuyordum.”
PATRICIA - Oysa cümbür cemaat hepimiz buradayız.”
(G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:27)
Cümbü ; Cümbü lü; Cümbü üstüne cümbü ; Cümbü yapmak : E lence, patırdı, gürültü (E lencenin
gırla gitmesi, vur patlasın çal oynasın); Dopdolu
“Hıdrellez günü. Gö ün altında bugün hiç bir ehir bu kadar cümbü lü bir kalabalıkla kayna maz, hiç
bir sokak bu kadar ba ka sesleri birbirine karı tıran böyle bir u ultu çıkarmaz. Ahalisi bu kadar kuzu kızartıp
helva pi irmez.”
(H.E. Adıvar, “Sinekli Bakkal”, sa:144)
“Geceleri doruklarında da ın, me aleler altında
sık sık cümbü yaparken tanrılar, gelirdin
elinde kocaman bir gü üm, çobanların kullandı ı
türden.”
(Alkman, “antikça anadolu iiri antolojisi”, sa:114)
“Her yeni arap isesi açılırken, Bing aya a kalkıp neyin erefine içtiklerini söylüyor, Miles’ın eve
dönü ünü, kendi küçük devrimlerinin dördüncü aydönümünü, bütün dünyada ev i gal edenlerin haklarını
kutlamak için kadeh kaldırıyorlar. Bütün bu cümbü ün tek olumsuzlu u Miles’ın içki içmeyi i ve Miles
insanların alkolden kaçınan birisini gördükleri zaman otomatik olarak onu tedavi eden bir alkolik gözüyle
baktıklarını biliyor.”
(P. Auster, “Sunset Park”, sa:120)
“GÜNE
Harap yapılarından pancurların sarktı ı
Gizli cümbü ler yurdu eski semtten a a ı,
Vururken acımasız güne hızlı oklarla
Ne gelirse önüne kent, çatılar, kır, tarla...”
(Ch. Baudelaire<1821-1897>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:169)
“Horozlar, gürültülü bir cümbü ile ötüyorlardı. Vardı, karısının ba ucuna dikildi: ‘Haççaa!’ dedi.
Haçça içini çekti. Döndü. Gözünü açamadı.”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:50)
“Durana, okumasını kesmedi, bekçinin selamını gözüyle aldı. Çok ciddiydi. Gök Sultan hemen çöktü.
Kocasının okuduklarına fazla de er verdi ini göstermek istiyordu. Yerler kilim cümbü üydü. Duvarda bir
‘kırma’ asılıydı. Yakası kürklü palto, halı, heybe... Ortalık temizdi.”
(F. Baykurt, “Onuncu Köy”, sa:10)
“....ama yüre in belle i vardır ve ben bizim o güzel ba kentimizin hiçbir yerini unutmadım, rıhtımlarını
da. Paris gerçek bir göz cümbü üdür, dört milyon siluetin oturdu u görkemli bir dekordur. Son sayımda be
milyon mu? Desenize, yavrulamı lar. a mam buna. Bana hep öyle gelmi tir ki, hem erilerimizin iki tutkusu
var: Fikirler ve zina. Rastgele sanki.”
(A. Camus, “Dü ü ”, sa:9)
“KAVALA
<Mihail Nedelçev’e>
Hayalden kat kat daha zengin bu ehir,
gözlerin doyamadı ı:
ta lara dü melenmi evler,
enginlik ve deniz,
halklardan kırıntılar,
dinler cümbü ü,
ne eli bolluk,
tebessüm gibi sokakçıklar”
(Mirela vanova-Hüseyin Mevsim; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 23.02.03)
“Kendime göre bir ahlak anlayı ım vardı. Asla ne grup halindeki cümbü lere katılmı , ne de alenen
biriyle birlikte ya amı tım, ne sırları payla mı , ne de bedenin ya da ruhun ya adı ı bir serüveni ba kalarına
anlatmı tım, çünkü daha gençli imdenberi bu ikisinin de cezasız kalmadı ının farkındayım.”
(G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:17)
“-Ona a ık de ilim artık, dedi Mathieu.
-De il misin?
Daniel gerçekten a mı tı ve için için seviniyordu. ‘Bu gece cümbü var,’ diye dü ündü.”
(J.-P. Sartre, “Akıl Ça ı”, sa:97)
“Guiccioli: ‘Ha ha!’ diye güldü. ‘Tabii ya, biri gelip köylerini i gal edecekse bunun sava ı kazananlar
olmasını ye lerler tabii, bu hem daha cümbü lü olur, sonra da bol bol alı veri eder onlar. Biz ise meteliksiz,
u ursuz bir alay hergeleyiz onların gözünde.”
(J.-P. Sartre, “Yıkılı ”, sa:106)
“Gözlerim, sevgilimin resim ölenindedir,
Gönlümü ça ırırlar renklerin cümbü üne;
Gözlerim de gönlüme konuktur arada bir
Ve candan ortak olur bu sevdanın dü üne.”
(W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:47, sa:135)
“Baldini’nin atölyesinin arka tarafında bir kerevet gösterilmi ti kendisine; eski velinimeti so uk
Seine’in sularına öyle boylu boyunca uzanmı giderken de i te burayı yer edinmeye ba lamı tı. Haz içinde
dertop olmu , kene gibi büzülmü tü. Uyudukça içinin derinliklerine daldı, daldı, bir tören geçidiyle gönlünün
kalesine girerek orada kendi erefine verdi i, kokulardan olu an bir zafer cümbü ü, tütsü dumanlarının mür a acı
buhurlarına karı tı ı devasa bir enlik dü ledi.”
(Patrick Süskind, “Koku”, sa:91)
“AKDEN ZL
<Quem das finem, rex magne, dolorum?>
----------------ölen ve cümbü , yaptı ımız kumsuz
Çakılların üzerinde, korsanlık günlerimizi etkileyen,
Bo lamı tabakların hangi kehanetini yurtsuz
Avareler gerçekle tirir eski denizin yanında?”
(Allen Tate<1899-1979>-Nice Damar; “ iir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.12.02)
“Pavlograylı’larda cümbü üstüne cümbü ler, seferde kazanılan taltifli kutlamalar, Olmütz’e yeni gelip
garsonları kadın bir lokanta açmı olan Macar Karolin’i ziyaretler oluyordu.”
(L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:II, sa:92)
Cümle alem biliyor : Tüm dünya, herkes
“Gözlerini Alinin gözlerinin içine ısrarla dikip bakarak kar ılık bekledi.
‘Bir ben de il cümle alem biliyor.’
‘Biliyor Ali, biliyor. te böyle yaktılar bizi, söndürdüler oca ımızı, ıssız koydular yuvamızı, batırdılar
yurdumuzu, öksüz koydular yavrumuzu...’ ”
(Y. Kemal, “ nce Memed”, Cilt:IV, sa:288)
Cümle kapısı
kapısı
Kona ın, kö kün, okulun ya da resmi bir binanın, genellikle ön-ortada olan ön cepheden giri
‘Babamız kadınlardan korkuyor, bu korkudan dolayı da kadınlara yakla amıyor. Anamız öylece
pencereden babamıza bakıp dursaydı. Babamız da atın üstünde güzel kıza bakıp dursaydı onlar ölünceye kadar
evlenemezlerdi. Anamız yüre ine tak deyince bohçasını almı bir gece yola çıkmı gelmi kona ın cümle
kapısının mermerine oturmu . Yi it kadın böyle olur i te.’ ”
(Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 4-Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Cilt:4, sa:132)
Cümlemize, Cümlenize, Cümleye geçmi olsun : Herkese, tüm aileye, çevreye geçmi olsun, Allah korumu
“ a kın a kın, etrafıma bakınıyordum. Yine doktorun mavi gözlerini gördüm.
-Feride, beni tanıdın mı?
-Niçin tanımayayım Doktor Bey? Dedim.
-Çok ükür, çok ükür. Cümlemize geçmi olsun.”
(R.N. Güntekin, “Çalıku u”, sa:364)
Cümlesi havada kalmak : Ba ladı ı sözü bitirememek, arada kesilmek
“Ama Madam Mosco bitkin bir halde sandalyesine oturmu tu. Profesör afallamı , yanında duruyordu,
cümlesi havada kalmı tı.”
(M. Eliade,, “Matmazel Christina”, sa:6-7)
Cümle tabiat : Tüm dünya, herkes
“KUREY A - Bu yerler geçmi in rüyasını görüyor. Bizi uykularından kovuyorlar. Reddediyor bizi
cümle tabiat.”
(M. Mungan, “Geyikler Lanetler”, sa:32)
Cüretini göstermek : Cesaretini takınmak
“Bir gün ona kar ı çıkma cüretini gösterdim; dedim ki:
-Ama Martin Petroviç, Kara van Vasilyev diye biri yoktur; Korkunç van Vasilyev vardır; ‘Kara’ sanı
büyük Prens Vasiliy Vasilyeviç’e verilir.
Harlov, hiç istifini bozmdan:
-Saçmalama, dedi, ben öyle söylüyorsam öyledir.”
(I. Turgenyev, “Bozkırda Bir Kral Lear”, sa:13)
Cüzdan(ı) dolu olmak : Cebinde para olmak; Gerekt inde rü vet verebilecek ekstra parası olmak
“Reyiz Bey, co kunlukla güldü:
‘Bir kere bu Irazca soykası erkan harp gurmayı garda ım Muhtar. Yedi düvele gar ı duracak orasbı.....
Emme en iyisi, Bayram Gara’yı ahsi davasından vaz geçirmektir. Neyse! Ben birezden Erle garagoluna bir
tilafon açar onba ının gula ını bükerim. Müteber adamdır. Savcı beyi de yoklarım. Emme bak Muhtar, böyle
zamanda cüzdan dolu olmak gerek. Buna çok dikkat et...’ ”
(F. Baykurt, “Irazca’nın Dirli i”, sa:123)
Cüzzamlı : Cüzzam (Hansen) hastalı ına yakalanmı kimse; Fig.: Dı görünü ü, yüzü bir cüzamlı gibi parça
parça eskimi , dökülmü , eski bina
<Gautier> Yıkıntı haline ra men ehri ya ayan yanına, mahalle hayatına benzer dikkatleri Rum
mahallesi Samatya’da ya da ‘ ehrin gettosu’ dedi i Yahudi mahallesi Balat’ta da göstermi . Balat’ın evlerinin
cephelerini cüzzamlı, sokaklarını kirli ve çamurlu, Fener’in Rum mahallelerini ise daha bakımlı bulmu ...”
(O. Pamuk, “ stanbul”, sa:217)
Cyrillic writing : (YAZI,TAR.,RUSYA,YUNAN,KOLL.) :<Si’rilik ray’tin’) : El yazısı gibi basma harfler.
Bu tür yazı, Eski Yunan <Greek) alfabe esas alınarak, Rusya’da Bulgaristan’da, Sırbistan’da ve Ukrayna’da,
M.S. 9. y.y.’danberi, CYRIL vr METHODIUS tarafından orijinal olarak ekillenmi olarak, kullanılmı tır =
The script used in Russia, Bulgaria, Serbia, and the Ukraine, devised by Cyril and Methodius, in the 9th century
A.D. mainly on the basis of the Greek alphabet .
(Dict. of Linguistics)
-Tüm Hakları Saklıdır-