gericiliğe, vurgunculuğa ve savaşa karşı birlikte

Transkript

gericiliğe, vurgunculuğa ve savaşa karşı birlikte
Anısı
emperyalist
savaşa karşı
mücadelede
yol gösteriyor
AKP
işçi kanına doymuyor
Zorunlu
din dersine hayır
Baş eğmeyen barışçı:
Mahmut Dikerdem
>> 8
>> 4
>> 12
>> 11
Ağustos - Ekim 2014
sayı 27-29
Taşeron demek
sosyal cinayet demektir
halk gazetesi
Kurucusu: Mustafa Suphi (1883-1921)
2.50 lira (KDV dahil)
www.yenidunyagazetesi.com
Teslim olmuyoruz
gericiliğe, vurgunculuğa ve savaşa karşı
birlikte mücadele
Direniş ve
mücadele ruhunu
yükseltme zamanı
Geleceğimizin yeniden şekillendiği şu günlerde sol, sosyalist ve ilerici güçler önemli
bir eylem ve mücadele birliğini hayata geçirmek için kolları sıvadı.
Mayıs-Haziran 2013 Büyük
Halk Direnişi’nden dersler
çıkartan siyasi parti, hareket,
grup ve bireyler birleşik mücadeleyi güçlendirme kararını ilan ettiler.
>> 5
İMF’ye alternatif
banka kuruluyor
Tezkere, Ortadoğu halkları için tehlikelerle dolu yeni bir dönem başlatıyor
Bu dönemin halklar için en az zararla atlatılması, emperyalizmin ve
işbirlikçilerinin kurduğu tezgâhların
boşa çıkarılması için ülkede ve böl-
gede sosyalist, devrimci ve ilerici
yurtsever güçlere büyük görevler
düşüyor. Gün, ulus, din ve mezhep ayrımı olmaksızın bütün bölge
halklarının emperyalizme, işbirlikçi
burjuvaziye ve gerici-faşist cellat
sürülerine karşı birleşerek mücadele etmesi günüdür.
Gericiliğin
eğitim saldırısı
>> 13
hülya kortun
onur balcı
>> 2 - 5 - 12
Sonun başlangıcı
>> 3
Brezilya, Rusya, Hindistan,
Çin ve Güney Afrika’nın
oluşturduğu BRİCS ülkeleri
Avrupa’nın egemenliğinde
olan banka ve kredi sistemine
meydan okuyor.
>> 6
Ekim 2014
2
Savaş tezkeresi Meclis’ten geçti
AKP tam bir savaş hükümeti olduğunu bir kez daha ispat etti. Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye ve
Irak’a girmesi ve yabancı askerlerin
Türkiye’ye sokulması için hükümete 4 Ekim 2014’ten başlayarak bir
yıl süreyle yetki veren tezkereyi 2
Ekim günü Millet Meclisi’nden geçirdi. Her kritik konuda AKP’nin
koltuk değneği rolünü üstlenen
MHP tezkereyi desteklerken, CHP
ve HDP red oyu kullandı.
Kobane’yi IŞİD çetelerinin kan gölüne çevirdiği günlerde gelen bu
tezkere elbette Kürt halkına veya
bölge insanına yardım amacı taşımıyor. Suriye ve Irak halklarına
destek vermeyi de hedeflemiyor. 98
Durum değerlendirmesi
Siyasetle ilgilenen herkesin bildiği gibi,
ABD, AB, NATO, İsrail, Arabistan, Katar
ve AKP, IŞİD’i yıllardır ilerici yurtsever laik
Suriye yönetimi ile Suriye ve İran’a yanaşan
Şii Irak yönetimine ve Suriye’ye ihaneti kabul etmeyen Lübnan’a karşı vurucu güç olarak kullandı.
red oyuna karşılık 298 oyla kabul
edilen tezkere, emperyalizmin ve
dinci gericiliğin çok yönlü saldırısı
altındaki Türkiye, Suriye, Irak ve
Kürdistan halkları için tehlikelerle
dolu yeni bir dönem başlatıyor.
Bu dönemin halklar için en az
zararla atlatılması, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin kurduğu
Politika değişikliğinin
nedenleri
Suriye halkının kahramanca direnişi, Türkiye
ve Mısır’da meydana gelen halk ayaklanmaları,
Lübnan’ın direniş cephesinden vazgeçmemesi,
İhvan’ın Mısır ve Arabistan tarafından terörist ilan edilmesi, Filistin’de Hamas’ın Suriye
halkına ihanetin kendisine herhangi bir fayda
sağlamadığını İsrail’in vahşi saldırısıyla nihayet idrak etmesi, Libya’da yurtsever laik yönetimin çökertilmesinden sonra ortaya çıkan
kaos, geleneksel olarak ABD’ye bağlı güçler
(Arabistan ile Katar, Arabistan ile Türkiye, Mısır ile Türkiye, İsrail ile Türkiye, Katar ile Mısır) arasında ortaya çıkan çekişmeler ABD’nin
bölgede değişen dengeleri kendisine en uygun
şekilde yeniden kurma arayışına yol açtı.
ABD’nin ilk başarıları
Irak’ta IŞİD’in Musul saldırısını Maliki yönetimini değiştirmek ve Barzani’nin etki alanını genişletmek için ustaca
kullanan ABD, IŞİD’i düşman ilan etti ve ona karşı uluslararası sefer başlattı. Vidaları sıkıştırarak Arabistan, Katar
ve nihayet Türkiye’yi tam hizaya sokmaya çalışan ABD,
zaten kendisine bağlı Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni
kazanç hanesinde tutarken, IŞİD’in Kobani saldırısıyla
ölümü gösterdiği PKK-PYD’yi de kendisine en muhtaç
duruma sokmayı başardı.
Suriye istilasının başından bu yana Suriye halkı ve hükümeti ile emperyalizm ve dinci katil sürüleri arasındaki
cepheleşmede ara güç olarak hareket eden; Mayıs-Haziran
2013 Büyük Halk Direnişi’nde halkla ve sol güçlerle değil,
AKP’yle işbirliğini yeğleyen PKK-PYD; ABD’den, AB’den
ve Türkiye’den silah yardımı istedi. PKK-PYD, Öcalan’ın
ve Kandil’in açıklamalarıyla görüldüğü gibi, şu anda
AKP’yle doğrudan (ve ABD’yle dolaylı) işbirliği ile doğrudan doğruya ABD’yle işbirliği yelpazesinde gidip geliyor.
ABD’nin
ihtiyatlı
yaklaşımı
ABD, Suriye’de IŞİD
hedeflerine saldırırken, şu ana kadar
Suriye’yi doğrudan
doğruya hedef almadı. Suriye’yi ve onu
destekleyen İran, Rusya ve Çin’i fiilen politik ve askerî karşılık
vermeye zorlayacak
bir saldırıya şimdilik
girişmedi.
AKP’nin ham hayali
AKP, ABD’nin Suriye’de uçuşa yasaklı bölge ilan etmesini ve güvenli bölge kurmasını kışkırtmak
için Türkiye topraklarını yabancı ordulara peşkeş çekmeyi bile göze aldı. Yani, ABD’ye güven vermek için ülkenin karnını onlara açtı.
IŞİD’i bugüne kadar besleyen, eğiten ve silahlandıran AKP, Osmanlı imparatorluğunu canlandırma fantezisinden bir türlü vazgeçmiyor. ABD ve NATO yardımıyla Suriye
ve Irak’a asker sokmak, bu ülkeleri etki
alanına almak için yanıp tutuşuyor.
ABD’den onay alırsa Suriye’nin sınır
bölgelerini işgal etmeyi planlayan AKP,
hem PKK-PYD’yi etkisizleştirmeyi veya
kendisine tam bağımlı hâle getirmeyi,
hem de bu bölgeleri vatanını savunan
Suriye yönetimine karşı gerici-faşist çetelerin ve sömürgeci işgal ordularının
üs alanına çevirmeyi tasarlıyor.
tezgâhların boşa çıkarılması için
ülkede ve bölgede sosyalist, devrimci ve ilerici yurtsever güçlere
büyük görevler düşüyor. Gün, ulus,
din ve mezhep ayrımı olmaksızın
bütün bölge halklarının emperyalizme, işbirlikçi burjuvaziye ve gerici-faşist cellat sürülerine karşı birleşerek mücadele etmesi günüdür.
Hedef değişmedi
ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’nde dile getirilen
temel amaçlarını kuşkusuz sürdürüyor. Bölgeyi
bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bütün kazanımlarından yoksun bırakmak, antiemperyalist yönetimleri yıkmak,
İsrail’e karşı direniş eksenini kırmak, halkları
hepsi kendisine bağımlı olacak düşman devletçiklere bölmek hedefi hâlâ yürürlükte. Örneğin, Obama yönetimi ABD Kongresi’nden
çıkardığı kararla, (artık tiksindirici derecede
bayatlamış olduğu hâlde hâlâ kullanımda tuttukları kavramla) sözüm ona “ılımlı” Suriye
muhalefetine 500 milyon dolar tahsis etti ve 15
bin “güvenilir” muhalifin Arabistan’da kurulacak kamplarda silahlı eğitimden geçirilmesine
onay verdi.
Ancak, ABD geleneksel olarak kendisine bağlı
güçler arasındaki düşmanca uyumsuzluğu giderecek bir ortak çizgi oluşturmak durumunda. Bölge halklarına zorla dayatılan dizginlenmemiş siyasal İslamcılık dozunun muhtemelen
azaltılması gerekecek. Bu tabloda IŞİD, Nusra,
El Kaide, İhvan çetelerinin gözü dönmüş icraatları artık bahane olarak kullanılacak.
ABD işbirlikçilerinin
büyük rüyası
ABD’nin IŞİD’e karşı ilan ettiği savaş cephesine katılan Arabistan, Katar ve AKP, İsrail’le
birlikte, ABD’nin Suriye’de Suriye hükümetine
uçuşa yasaklı bölge ilan etmesini ve mümkünse ABD ordusunun öncülüğünde Suriye’yi işgal
etmesini istiyor. Daha büyük rüyaları ise, bu
süreçte Suriye’yle birlikte, Lübnan’ın ve (tekrar) Irak’ın işgal edilmesi ve işgaller sürecinin
İran’ın da işinin bitirilmesiyle tamamlanması.
Birleşik cephe
Türkiye, Suriye, Irak ve Kürdistan’ın bütün
ulusal demokratik güçleri, bütün bölge halkları, bir yandan emperyalizme ve emperyalizmin işbirlikçisi egemen büyük burjuvaziye,
bir yandan da onların piyadesi gerici-faşist
cehennem zebanilerine karşı ortak mücadele
formülünü yaratmak zorunda. Ara güç olarak
hareket etme sorumsuzluğu, komşu halkların
zararına emperyalizm ve işbirlikçileriyle birleşme vicdansızlığı hiçbir devrimci ve ilerici
yapıya fayda sağlamayacağı gibi, bütün halklara ağır zararlar verecektir. Emperyalizme,
işbirlikçilerine ve cellat sürülerine karşı tek
birleşik cepheye ihtiyacımız var.
Ekim 2014
3
Emperyalizm:
IŞİD işlevini tamamladı
Adına IŞİD denen ve en gerici ve bağnaz çetelerden
oluşan bir maşayı Suriye ve Irak topraklarında besleyerek Suriye halklarının üzerine saldırttı. İlk başta
Suriye yönetimine karşı savaştırılan bu vahşi çeteler
daha sonra Orta ve Kuzey Irak topraklarına yönelerek
buralarda yaşayan halka saldırdı, binlercesini katletti,
on binlercesini de yerinden etti.
Amerikan tezgâhı
Durumu fırsata çeviren ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri zaten kendilerinin de içinde oldukları bu
tezgâhı işletmeye başladılar. ABD'nin Birleşmiş Milletler BM nezdindeki temsilcisi Samantha J. Power,
BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon'a 23 Eylül 2014 tarihinde gönderdiği mektupta, Irak hükümetinin BM
Güvenlik Konseyi'ne 25 Temmuz 2014 ve 20 Eylül 2014
tarihli mektuplarında Güvenlik Konseyinden yardım
talep ettiğini, bu çerçevede de ABD liderliğinde bir
uluslararası güç oluşturulduğunu ve BM sözleşmesinin 51. maddesi çerçevesinde IŞİD'e operasyon yapılacağını açıkladı.
Suriye ve Rusya'nın tepkisi
Emperyalistlerin buradaki asıl amacı IŞİD bahanesi
ile Suriye yönetimine bir operasyon düzenlemek, yıllardır Suriye içindeki çeteleri besleyerek ulaşamadığı
emellerine ulaşmaktı. Ancak bu noktada hem Suriye
yönetiminden, hem Rusya'dan büyük tepki geldi.
Suriye yönetimi, Suriye'de kendisinden habersiz yapılacak her operasyonu bağımsızlığına ve egemenliğine
saldırı sayacağını ve karşı koyacağını açıkladı. Rusya
yönetimi böyle bir operasyonun Suriye yönetiminden
habersiz yapılamayacağını, aksi durumda uluslararası
anlaşmaların çiğneneceğini vurguladı.
Bombalamalar başladı
ABD jetleri ABD'nin kendi besleyip büyüttüğü İŞİD
çetelerinin bölgelerini 23 Eylül 2014'te vurmaya başladı. Devam eden operasyonları birçok ülke onaylarken,
IŞİD ile yakın bağlara sahip AKP hükümeti sonunda
ABD ile tam işbirliği yapacağını açıkladı. IŞİD çeteleri
ise bu operasyondan Suudi rejimini sorumlu tuttuğunu ve misilleme yapacağını açıkladı.
İşin özü
Bugün emperyalizm Ortadoğu topraklarını bir kez
daha kana buluyor. Önce gerici çeteleri kurduruyor, besliyor, büyütüyor, sonra da halkların üzerine
salıyor. Daha sonra katliam var
diyerek kendi yarattığı kaosa son
vermek için kendi kuklası (El
Kaide, IŞİD) çetelere operasyon düzenlediğini iddia ederek halkları katlediyor.
hülya kortun
Ortadoğu'da Irak'ı paramparça eden, Libya'yı kan gölüne çeviren emperyalist güçler neredeyse dört yıldır
Suriye yönetimini doğrudan ülke içinde çeteler örgütleyerek devirmeye çalışıyor. Her türden oyunu kullanan emperyalizm, Suriye halklarının ve dostlarının
sert direnişi ile karşılaşınca daha karmaşık yöntemler
denemeye girişti.
Sonun başlangıcı
AKP’nin 10 Ağustos 2014’te yapılan
sahte cumhurbaşkanlığı seçimini kazandığı ilan edilen Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, 28 Ağustos’ta Millet
Meclisi’nde yemin etti ve MHP Genel
Başkanı Devlet Bahçeli ile HDP Eş
Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın
alkışları arasında cumhurbaşkanlığı
koltuğuna oturdu.
Yüksek Seçim Kurulu’nun resmî
seçim sonucunu duyurduğu 15
Ağustos’ta başbakanlık ve AKP başkanlığı sıfatları düştüğü hâlde, anayasayı açıkça çiğneyerek bu yetkilerini
28 Ağustos’a kadar bırakmayan Erdoğan, 27 Ağustos’ta düzenlenen AKP
olağanüstü kongresinde AKP genel
başkanlığına Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu’nu getirtti.
Erdoğan’ın cumhurbaşkanı sıfatıyla
29 Ağustos’ta başbakanlığa atadığı
Davutoğlu, aynı gün hükümeti kurdu.
Yeni hükümet 18 Kasım 2002’den beri
iktidarda olan AKP’nin beşinci hükümeti olarak 6 Eylül’de Meclis’ten güvenoyu aldı.
Yeni aşama
Böylece, AKP’nin gericilik, vurgunculuk ve savaş rejiminde yeni bir aşamaya gelinmiş oldu. Mayıs-Haziran 2013
Büyük Halk Direnişi’nde milyonlarca
emekçinin istifasını istediği AKP, istifa
etmek şöyle dursun, iktidar aygıtına
daha sıkı sarılma olanağına kavuştu.
AKP icraatlarının iki kilit ismi, yaptıklarının ve haklarındaki ağır suçlamaların hesabını vermek üzere yargılanacaklarına, devlet hiyerarşisinde
daha da yükseğe çıktı.
Her açıdan hak ettiği bir cezadan kurtulduğu gibi hiçbir açıdan hak etmediği bir ödüle kavuşan AKP, bu durumu,
Türkiye’de karşıdevrim sürecini tamamlamak için yetki belgesi aldığının
göstergesi sayıyor.
Karşıdevrimin amentüsü
Nitekim, siyasal İslamcılığın ideoloğu olarak Tanzimat döneminden
günümüze Türkiye tarihini “fetret
devri” olarak tanımlayan Davutoğlu,
bu görüşünü basın toplantılarında
ve mitinglerde sürekli vurgulamaya
başladı. “Devletimizi bir fetret devrini
kapatarak tekrar inşa eden hareketin adı AK Parti’dir” diyen Davutoğlu,
“Son 12 yılda gerçekleştirilen büyük
restorasyon hareketi hiçbir ara ve
kesintiye uğramadan devam edecektir” diye buyurdu. Davutoğlu’na göre,
“12 yıl önce ‘hasta adam’ muamelesi
gören bir ülke ayakları üzerinde yükselmiş, birçok yerde büyük sıkıntılarla
karşılaşan bir millet tarihi misyonunu
hatırlamış ve kutlu bir yürüyüşe çıkmıştır. Bu kutlu yürüyüş hedefe ulaşacaktır.”
AKP’nin programı
Davutoğlu’nun sözünü ettiği “hedef”in
gizlisi saklısı yoktur: AKP Türkiye
devriminin bütün kazanımlarına son
vermek istiyor. Bağımsızlık, halk egemenliği, laiklik, hukuk, işçi hakları,
kadın hakları, çocuk hakları, bilimsel eğitim, düşünce ve örgütlenme
özgürlüğü alanında devrimci, ilerici,
yurtsever, demokrat bütün güçlerin
bugüne kadar iğneyle kuyu kazarak
elde ettikleri bütün kazanımları ortadan kaldırmayı arzuluyor. Türkiye
halklarını yeni model sultan-halifenin
mutlak hükümdarlığı altında köleleştirmek peşinde koşuyor. Başta Suriye
ve Irak olmak üzere komşu halkları
emperyalizmin hizmetkârı yayılmacı
bir din devletinin sömürgesi durumuna getirmek için yanıp tutuşuyor. ABD
egemenlerinin yönetimindeki dünya
dolar milyarderleri şebekesinin uç
beyi olarak yeni sürüm Osmanlı imparatorluğunu kurmaya çalışıyor.
Delicesine koşu
AKP topyekûn karşıdevrimi tamamlamak için delicesine bir koşuya çıktı.
Kırk bin öğrenciyi bir çırpıda imamhatip okuluna mahkûm etti. Zorunlu din dersinin üstüne seçmeli ders
olarak da her öğrenciyi ek din dersleri almak zorunda bıraktı. Bizzat
Davutoğlu’nun ağzından Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nin “zorunlu din
dersini kaldırın” kararına uymayacağını açıkladı. On yaşındaki kız öğrencilere türban dayatmasını başlattı.
Özelleştirme vurgunlarını iptal eden
mahkeme kararlarının, özelleştirmenin üzerinden beş yıl geçmişse,
uygulanmasını yasaklayan kanunu
çıkarttı. Haksız yere görevden aldığı kamu görevlilerini işine iade eden
mahkeme kararlarının iki yıl boyunca
uygulanmasını yasaklayan kanunu çıkardı. Yargı örgütünü düpedüz hükümetin uzantısı durumuna getirmek
için her yola başvuruyor. ABD’nin IŞİD
bahanesiyle başlattığı yeni sömürgeci seferini, yurt savunması yapan Suriye yönetimini devirmek için yeni bir
fırsat olarak kullanmak üzere türlü
tezgâhlar kuruyor.
Kısacası, AKP gericilik, vurgunculuk
ve savaş rejimini ortalıkta tek bir muhalif ses bırakmadan pekiştirmek için
elinden geleni ardına koymuyor.
Kritik dönemeç
Sonun başlangıcındayız. Bu kritik
dönemeçte ya AKP topyekûn karşıdevrimi tamamlayacak; ya önceki
kuşakların zorlu mücadelelerle elde
ettiği Türkiye devriminin kazanımlarını koruyacak olan siyasal toplumsal özneler harekete geçerek AKP’yi
durduracak. Ya işbirlikçi kapitalist bir
din diktatörlüğü dayatması ülkeyi ve
bölgeyi uçuruma itecek; ya işçiler, şehir ve köy emekçileri, aydınlar, kadınlar, gençler, ezilen halklar, alınteriyle
geçinen bütün sade insanlar kendi
kaderlerini kendi ellerine alarak yeni
bir dünyanın kapısını açacak. Ya emperyalizmin ve gericiliğin ayartmalarına kapılarak karşıdevrim saldırısına
karşı birleşmekten kaçınacağız; ya
sosyalist ve devrimci demokrat güçlerin birliği temelinde ülkenin ve bölgenin dirliğini sağlayacak bütün ulusal
demokratik kesimlerin cephesini kuracağız. Ya emperyalizmin hizmetkârı
gericiliğe baş eğeceğiz; ya birleşik bir
halk hareketine dayanan birleşik bir
halk hükümetini yaratacağız.
Ekim 2014
4
AKP işçi kanına doymuyor
Daha ne acılarını dindirebilmiştik Soma katliamının, ne de yaralarını sarabilmiştik ki Torunlar GYO'nun rezidans
(zenginlere lüks konut) inşaatında asansör faciasında ölen on işçinin haberi geldi. Tahir Kara, Hıdır Ali Genç, İsmail
Sarıtaş, Bilal Bal, Cengiz Tatoğlu, Murat Usta, Menderes Meşe, Vahdet Biçer, Ferdi Kara ile Cengiz Bilgi, asansörün
32. kattan yere çakılmasıyla 26 Eylül günü saat sekiz sularında can verdi.
Hem suçlu, hem güçlü, hem de yüzsüz
Kâr hırsıyla işçilerin ölümüne sebep olan Torunlar GYO yönetim kurulu başkanı Aziz Torun, gerçekleştirdiği basın toplantısında inşaatta bütün iş güvenliği tedbirlerinin alındığını, yere çakılan
asansörün ve diğer asansörlerin bakımlarını düzenli olarak gerçekleştirdiklerini, buna rağmen kazayı önleyemediklerini açıkladı. Arsızlığı daha da ileri taşıyan Torun, alınan tüm iş güvenliği önlemlerine rağmen bazı işçilerin dikkatsiz ve özensiz davrandığını da söylemekten geri durmadı.
Tayyip Erdoğan'ın imam hatipten sınıf arkadaşı olmakla övünen dolar milyarderi kazayla ilgili olarak "sektörel bir vaka" ifadesini de kullandı. Sınıf arkadaşı ve başka bir dolar milyarderi olan Recep
Tayyip Erdoğan ise Soma'da ve daha başka maden facialarında ölen işçilerle ilgili olarak "bu işin
fıtratında var" ifadelerini kullanarak halkın tepkisine sebep olmuştu.
Kâr hırsı öldürüyor
Oysa...
Torunlar GYO tarafından
yapılan tüm açıklamalara
rağmen gerçekler ortada duruyor. İstanbul Tabip Odası
söz konusu inşaat ile ilgili
olarak 15 Mayıs'ta bir uyarı
yayınlamış ve gerekli önlemler alınmadığı takdirde
on on iki işçinin ölümüne
sebep olunabileceği yönünde açıklamalar yapmıştı.
Aynı şekilde işçiler asansörlerin sık sık arızalandığını
ve bakımlarının düzgün ya-
pılmadığını, yönetmeliklere
aykırı olarak malzemelerin
ve işçilerin aynı asansörde
aynı anda taşındığını, asansörlere fazla yükleme yapıldığını açıkladılar. Ayrıca
kazanın mesai saati bittikten sonra meydana geldiği de ortada. Yani iş bittiği
hâlde işçiler çalıştırılmaya
devam edilmiş ki bu gibi iş
kollarında fazla çalışma iş
güvenliğini tehlikeye atan
koşullar.
Hükümet ve Torunlar el ele
Anlaşılan o ki patron işçileri gün içinde
sürekli acele çalışmaya zorluyormuş. Zaman kazanmak için işçileri ve malzemeyi aynı asansörde taşıdığı yetmiyormuş
gibi işçileri mesaileri bittiği hâlde işletmede alıkoyup malzeme taşıtıyormuş.
Bir başka konu da asansörün teknik bakımları ile ilgili. Torunlar GYO adına
yapılan açıklamalarda faciayla ilgili olarak sorumluluğun asansör firmasında
olabileceği yönünde açıklamalar yapıldı.
Fakat asansörü yapan firma, anlaşmalarının kapsamında asansörün kulla-
nımıyla ilgili kendilerini bağlayan bir
madde olmadığını hatta zorunlu olmadıkları hâlde iki personellerini bakım
için sürekli olarak şantiyede bulundurduklarını, kazanın da mesai bittikten
sonra gerçekleştiği için teknik personelin o saatlerde şantiyede olmadığını
açıkladı.
Ortaya çıkan veriler tıpkı Soma Katliamında olduğu gibi işçilerin daha fazla
kâr etmek uğruna, bütün uyarılara rağmen, göz göre göre ölüme yollandığı yönünde.
Ne olacak
Her fırsatta Tayyip Erdoğan’ın imam hatipten arkadaşı olduğunu söylemekle övünen ve dolayısıyla AKP’nin koruması
altında bulunan Aziz Torun ve şirketi şantiyede eylem yapan
işçilere karşı hemen saldırıya geçti. Önce eylem yapan işçilerin kendi işçileri olmadığını, dışarıdan gelen bazı gruplardan
kişilerin kendilerini işçiymiş gibi gösterdiğini söyledi. Bu
yalanı sökmeyince de facia ile ilgilil eylemlere katılan işçileri
işten attı. Aynı şekilde AKP hükümeti de sınıf kardeşleri için
eylem yapan emekçilere saldırdı. Çevik kuvvet, toma ve gaz
bombaları
eşliğinde
orantısız bir saldırıyla emekçiler dağıtıldı.
Şantiye günlerce polis
koruması altına alındı.
Eylem yapan işçilere
gözdağı verildi.
İş cinayetinin hemen
ardından asıl sorumlu olan Torunlar GYO
yönetimi ilk önce büyük bir aymazlıkla işçileri, sonra da asansör
firmasını suçladı. İş
yerinin bütün denetimlerden geçtiğini ve
her türlü önlemi aldıklarını açıkladı. Tıpkı
Soma Holding gibi.
Daha sonra iş cinayetinde sorumlulukları
olduğuna dair kanıtlar
birbiri ardına gelmeye
başladı.
AKP’nin ve belli ki bizzat Erdoğan’ın
koruması altında olan Torunlar GYO
ve yönetim kurulu başkanı Aziz Torun
ile ilgili tartışmaların gündemden düşürülerek soruşturmaların sürüncemede
kalmasına çalışılacak. Dava açılırsa eğer
savcılar ve hâkimlere baskı uygulanacak
ya da daha baştan yandaş kimselere verilecek. Konunun üstü örtülmeye çalışılacak. Tıpkı Soma’daki gibi. Bu arada
işçilerin ailelerine büyük tazminatlar
verileceği açıklanacak ama konunun
üstü örtüldüğü için bizler tazminatların
verilip verilmediğinden dahi zor haberdar olabileceğiz.
Ve sonunda biten inşaatın açılışına
Tayyip Erdoğan’ın bizzat katılması sağlanacak.
Tabii bütün bunlar gericilik, vurgunculuk ve savaş rejiminin efendisi AKP’nin
hayali. Bu hayali boşa düşürecek ve sorumlulardan hesap soracak olan biz
emekçileriz.
Başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi
halkın örgütlü gücü AKP’nin hevesini
kursağında bırakabilir. Şimdiden halkın
hafızasında silinmeyecek bir yer edinen
iş cinayetinin hesabını da halkın kendisi
sorabilir.
Ekim 2014
5
Direniş ve
mücadele ruhunu
yükseltme zamanı
Koalisyon aldatmacası
Emperyalistler yeni hesaplar peşinde
Bölge ve Türkiye halklarının mahşerin ortasına sürüklenmeye çalışıldığı şu günlerde emekçiler, gençler, aydınlar, kadınlar; emperyalizme, kapitalizme ve gericiliğe
mahkûm değil. Geleceğimizin yeniden şekillendiği şu
günlerde sol, sosyalist ve ilerici güçler önemli bir eylem
ve mücadele birliğini hayata geçirmek için kolları sıvadı.
Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi'nden dersler
çıkartan siyasi parti, hareket, grup ve bireyler 21 Eylül
2014'te Ankara'da gerçekleştirilen toplantı sonucunda
birleşik mücadeleyi güçlendirme kararını ilan ettiler.
ODTÜ’de düzenlenen solda birlik toplantısında yapılan
değerlendirmeler sonucunda ortaya çıkan deklarasyonun
tam metnini okurlarımıza sunuyoruz.
DİRENMEYE VE BİRLİKTE MÜCADELEYE
ÇAĞIRIYORUZ
Gericiliği ve Faşizmi Yeneceğiz!
İlk toplantısını 30 Ağustos’ta, ikincisini 21 Eylül’de
Ankara’da gerçekleştiren siyasi parti, hareket, grup ve bireyler olarak; toplumun tüm eşitlikçi, özgürlükçü, ilerici,
devrimci ve barış yanlısı dinamiklerini; direnme hareketlerini ve muhalefet güçlerini bir araya getirerek birlikte mücadele etme ve geleceği birlikte kurma kararı aldık.
Ülkemiz AKP iktidarı eliyle hızla İslami-faşist bir diktatörlüğe doğru sürükleniyor. Neoliberal yağma politikaları emekçi sınıfların hayatında büyük bir yıkım yaratıyor.
Baskı ve zora dayalı yöntemlerle dinci gericilik temelinde
bir toplumsal yaşam kurulmaya çalışıyor. AKP, ülkemizde yarattığı bu yıkımın yanı sıra, bölgemizde de emperyalizmle işbirliği içinde mezhepçi ve gerici boğazlaşmaları kışkırtarak, ülkemizi bölgesel bir savaşın parçası hâline
getiriyor.
Bu karanlık gidişata ‘hayır’ diyen milyonlarca yurttaş,
Gezi / Haziran günlerinde sokağa çıkarak zorbalığa ve
gerici küstahlığa karşı kararlı bir direniş ortaya koydu.
Emekçiler, gençler, kadınlar, öğrenciler, aydınlanmanın
kazanımlarına ve insanlığın ilerici birikimine sahip çıkan toplum kesimleri piyasacı yağma düzenine, gericiliğe
ve diktatörlüğe dur dedi.
Bugün aynı kararlılığı sürdürerek, Gezi ve Haziran günlerinde kurduğumuz eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin,
bağımsızlığın ve laikliğin barikatını birlikte daha ileriye
taşımak hepimizin ortak sorumluluğudur.
Bu amaçla bizler,
- Faşist baskı ve dinci zorbalığa karşı toplumcu bir demokrasi için;
- Gericiliğe karşı laiklik ve özgür bir yaşam için;
- Geleceksizlik ve güvencesiz çalışmaya karşı emeğin
hakları ve insanca bir yaşam için;
- Doğanın ve kentlerimizin yağmalanmasına karşı ortak
yaşam alanlarımıza, sahip çıkmak için;
- Özelleştirme ve talana karşı halkçı-kamucu bir ekonomiyi örgütlemek için;
- Emperyalist saldırganlık, tahakküm ve işbirlikçiliğe
karşı bağımsızlık için,
- Kürt sorununda kardeşlik ve birlikte yaşama iradesini
güçlendirerek demokratik, adil, onurlu ve eşit yurttaşlığa
dayanan bir çözüm için;
birlikte mücadele etmek amacıyla ortak bir irade oluşturduğumuzu ilan ediyoruz.
Bunun için; bütün eşitlikçi, özgürlükçü, ilerici halk güçlerini birlikte direnmeye ve emekten yana yeni bir toplumsal düzeni bugünden başlayarak kurmaya çağırıyoruz.
ABD emperyalizmi ve işbirlikçileri
kendi yarattıkları canavar olan IŞİD’i
durdurmak gerekçesiyle bir askerî
koalisyon oluşturdular. Avrupa’nın
merkez devletlerinin önemli bir bölümüyle Arap yarımadasının işbirlikçi emirliklerinin katıldığı koalisyon
güçleri 23 Eylül 2014'ten bu yana Irak
ve Suriye’de IŞİD’e ait olduğu öne sürülen mevzileri bombalamaya başladı.
Erdoğan’ın tavır değişikliği
Türkiye de Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın tüm gönülsüzlüğüne rağmen Birleşmiş Milletler toplantısından hemen sonra 180 derecelik bir dönüş yaparak ABD ile IŞİD
konusunda tam bir fikir birliği içinde
olduğunu ilan etti. Ancak ABD’nin
IŞİD’le mücadele planında samimi
olmaması gibi, Türkiye’nin şu günlerde bile hâlâ desteklediği IŞİD’e karşı
esaslı bir tavır alacağı iddiası da samimi değil.
IŞİD bahane, hedef Suriye
Gerek ABD, gerek AB, gerek Türkiye,
Irak ve Suriye’de ortaya çıkan tablonun öncelikli sorumlusudur. 11 yıl
önce kimyasal silah yalanı ve Irak’a
demokrasi götürme palavrasıyla
Irak'a savaş açanlar, bu sürede ölen
milyonlarca insanın kanını da ellerinde taşıyorlar. Benzeri bir senaryoyu Suriye’de de uygulamaya çalışan
emperyalist ve işbirlikçi güçler Suriye
halkının büyük karşı koyuşu sonucunda bu emellerine ulaşamadılar.
Ancak koalisyonun Suriye topraklarına IŞİD bahanesiyle müdahale etmesi
gerçek amacın ne olduğunu bir kez
daha ortaya koyuyor.
Batının ılımlı muhalefet yalanı
Koalisyon sözcülerinin hâlâ IŞİD’e
karşı Suriye’deki ılımlı muhalefeti
destekleme ve silahlandırma söylemine devam etmeleri ise kötü niyetlerinin en açık kanıtı. Hatırlanacağı gibi, kısa bir süre öncesine kadar
IŞİD güçleri de Suriye’de özgürlük
için savaşan oluşumlardan biri olarak
görülüyor ve Batı tarafından açıkça
destekleniyordu. Kısacası, koalisyon
IŞİD’e karşı askerî bir başarı elde etse
dahi, yeni katliam şebekelerini desteklemeye devam ederse bölgeye barış
ve huzurun uzun süre daha uğramayacağı belli oluyor.
İkili operasyon
Hem hükümet, hem de cemaat, yargı
eliyle operasyonlara devam ediyor
Davutoğlu hükümeti de paralel yapıyla mücadele konseptine devam ediyor.
Bir önceki dönem yasadışı dinlemelere ve huksuz operasyonlara yön veren
cemaatçi polisler bir bir gözaltına alınıyor; az olmayan sayıda polis şefi ise
bu operasyonlarda tutuklanıyor.
AKP’ye yakın hâkim ve savcılar eliyle
yürütüldüğü belli olan soruşturmalarda cemaatin polis yapılanması hedef alınırken aylar önce başlayacağı
iddia edilen paralel yargı operasyonu
ise başlamış değil. Bunun en önemli
sebebi ise HSYK seçimleri.
Yargının bütün kodlarına hâkim olan
ve geniş yetkilerle donatılan Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulu HSYK’da
AKP tam olarak hâkimiyet kuramıyor. Son olarak Eylül ayında Yargıtay ve Danıştay bünyesinde yapılan
HSYK üyelik seçimlerinde de hükümetin desteklediği adaylar başarı sağlayamadı. 12 Ekim’deki büyük seçime
kadar da yargıda hangi tarafın daha
etkin olacağı henüz netleşmiş olmayacak.
Son dönemde Anayasa Mahkemesi’nin
de art arda hükümeti üzecek kararlara
imza atması iki tarafın da yargı eliyle
birbirine operasyon yapmaya devam
edeceğini gösteriyor.
Ekim 2014
6
Libya'da emperyalizm dikiş tutturamıyor
İMF'ye alternatif
banka kuruluyor
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney
Afrika’nın oluşturduğu BRİCS ülkeleri
Avrupa’nın egemenliğinde olan banka ve
kredi sistemine meydan okuyor. Grup,
100 milyar dolar değerinde bir banka
kurmaya hazırlanıyor. İlk etapta her ülke
10 milyar dolarlık bir yatırım yapacak ve
amaç 100 milyar dolara ulaşmak. Bankanın ilk ve en büyük amacı dünya ticaretindeki Amerikan doları hegemonyasını
bitirmek olacak.
Bankanın başkanlığını ilk yıl Hindistan
yapacak. Rusya ise yönetim kurulu başkanlığını yapacak. Rusya Devlet Başkanı
Putin banka için “dünyadaki en büyük
çok uluslu finansal yapılardan biri olacak”
dedi. Putin, BRİCS ülkeleri arasındaki ticaret ve yatırımın önemli olduğunu, bunların artması gerektiğini ayrıca bu banka yapısının ileride bu ülkeleri oluşacak
krizlerden koruyacağını belirtti. Putin,
son olarak bu dayanışmanın sadece ticari
kalmaması gerektiğini, enerji alanında da
birliktelik sağlanması ve bu şemsiye altında bir enerji rezerv bankasının da kurulması gerektiğini belirtti.
BRİCS ülkeleri son beş yılda ticaret hacmini ikiye katladı. Bu beş ülke dünya
nüfusunun yüzde 42’sine ve dünya ticaretinin yüzde 17’sine sahip. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısına sahip olan bu ülkeler müttefikleri ile davranarak ekonomik
ve ticari güçlerini geliştirmeye devam
ediyor. Bu da yıllardır devam eden ABD
dolarının da uluslararası gücünü ve etkisi
kıracak gibi görünüyor.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının kanı ve
canı pahasına sömürgeleştirilmek istenen ülkelerden birisi de Libya. Başta ABD olmak üzere AB
emperyalizminin de elini kana buladığı Libya'da
çatışmalar sürüyor. Bilindiği gibi ülkeye müdahale eden sömürgeciler 2011 yılında mevcut yönetimi devirerek ülkeyi işgal etmiş, binlerce Libyalıyı
katletmiş ve ülkede iç savaşın fitilini ateşlemişti.
Ülkenin emperyalistlerce işgal edilip emperyalizm destekli çetelere sunulmasından bu
yana ülkenin başkenti ve en büyük şehri
Trablus'ta devam eden çatışmalarda
son bir ay içerisinde 130'a yakın
insan ölürken 500'ün üzerinde
insan da yaralandı. Ölen ve
yaralananlar arasında sömürge yönetiminin askerleri, yine ülkedeki
farklı isyan eden
gruplar ve sivil
halk bulunuyor.
Ölen ve yaralananların sayısı tam olarak hesaplanamıyor. Ancak çatışmalara yoğun olarak katılımın olduğu Misrata'da bu sayının arttığı yazılan haberler arasında. ABD ve AB'nin desteği ile
yapılan seçimler de ülkede suların durulmasına
yardımcı olmuyor. Çatışmaların şiddetlenmesi
bazı ailelerin Trablus'tan göçmelerine neden oldu.
Emperyalizm ülkede kendi körüklediği bölgeler
arası siyasi çatışmaları kontrol altına alamıyor. Libya'nın işgali sırasında emperyalistlere yardım edenler şimdi birbirlerini boğazlamaya
başladılar. Emperyalizmin, sömürgecilerin, ABD'nin,
AB'nin kime,
neye faydası
olmuş ki
Libya'ya da
faydası olsun.
Polonya'dan silahlanma atağı
Emperyalist-kapitalist sistem her şeyi yeniden kendine göre şekillendirmeye devam
ediyor. Kendine direnenleri saldırganlık
ve savaşla ezmeye çalışan bu yeni sistemde devletler de olabildiğince silahlanıyor.
Özellikle de ABD, AB, Japonya gibi saldırgan blok ile arası iyi olan ülkeler şimdiden
savaş stoku yapmaya başladılar.
Bu ülkelerden biri de Polonya. Emperyalist-kapitalist sistemin uzun süre uğraştığı ve sonunda teslim aldığı bu ülke de
bugünlerde hızlı bir silahlanma yarışına
girmeye hazırlanıyor. Polonya Savunma
Bakanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre
ülke F-16 savaş jetleri için ABD'den füze
alım işlemlerini bu sonbaharda tamamlanmayı planlanıyor.
Savunma Bakanı Tomasz Siemoniak, bugün dünyanın en etkili silahları arasında bulunan F-16’lar için üretilen füzelere Polonya'nın sahip olması gerektiğinin
altını çizerek orduyu modernize ettiğini
açıkladı. Emperyalist-kapitalist sistem
dünya kaynaklarını insanlığın yıkımına
hizmet eden silahlanmaya ve savaşa yatırıyor. Bugün özellikle Doğu Avrupa'da ve
Ortadoğu'da süren savaş ve çatışmaların
önüne geçmek, olası bir büyük savaşı durdurmak dünya halklarının, Türkiye halkının ve barış savaşçılarının önünde duran
en önemli görevlerden birisi. Dünyayı bir
avuç emperyalist-kapitalist para babası aç
gözlü caniye bırakmayalım. Barış mücadelesini yükseltelim.
Ukrayna'da çatışmalar Donetsk ve Lugansk'ta yoğunlaşıyor
ABD emperyalizmi arkasına taktığı AB sömürgeci güçleri ile birlikte
Ukrayna halklarına zulmetmeyi
sürdürüyor. Seçilmiş meşru devlet
başkanının devrilmesi ile başlayan
süreçten sonra devam eden iç çatışmalarda yüzlerce insan öldü, binlercesi de yaralandı.
Bugünlerde devam eden çatışmalar özellikle Donetsk ve Lugansk
gibi Ukrayna'dan bağımsızlığını
ilan eden bölgelerde yoğunlaşıyor. Özellikle Donetsk'te Ukrayna
ordusunun düzenli birliklerinin
saldırılarına karşı Donetsk halkının öz savunma güçlerinin verdiği
karşılıkta Ukrayna ordusu asker ve
teçhizat kaybederken öz savunma
güçlerinde de kayıplar veriliyor.
Ancak emperyalizmin kışkırttığı
her iç savaş gibi burada da bu acıları yaşamak sivil halka düşüyor.
Yüzlercesi katlediliyor, binlercesi
yerinden yurdundan oluyor.
Çatışmaların yoğunlaştığı bir
diğer
bölge
yine
Doğu
U k r ay na' d a
bulunan Lugansk bölgesi.
Burada da AB
emperyalizminin desteğini
arkasına alarak
saldıran
Ukrayna ordusunun saldırılarına yine Lugansk
halkı öz savunma güçleri karşılık
veriyor. Burada yaşanan çatışmalarda da hem Ukrayna ordusundan,
hem de Lugansk halkı öz savunma
güçlerinden onlarca asker ve sivil
hayatını kaybetti.
Yaşanan çatışmalar Ukrayna'nın
doğusunda yaşayan halkta da büyük huzursuzluğa yol açtı.
Çat ışma la r ı n
başlangıcından
bu yana binlerce Ukraynalı
çatışmalardan
kaçarak Rusya
topr a k l a r ı n a
sığındı.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken
ABD ve AB emperyalizmi Rusya'yı
dize getirmek için Rusya'ya diplomatik ve ekonomik yaptırımlar
uyguluyor. Emperyalist haydutlar
bunu tek başlarına yapmıyor. Yaptırımların daha etkili olması için
Japonya'dan Kanada'ya birçok ülkeyi de yaptırım yapması yönünde
teşvik ediyor. Eylül sonu itibarıyla
Japonya da Rusya'ya yönelik yeni
yaptırımlara gidileceğini açıkladı.
Bu yıl içinde Rusya Devlet Başkanı
Putin'in daha önceden planlanan
Japonya ziyareti de böylece kesinliğini yitirmiş oldu.
Emperyalizmin halklara savaş,
kan ve gözyaşından başka bir şey
vermediğini çok iyi biliyoruz. Onların demokrasi ve insan hakları
söylemlerinin ölüm ve yıkım olduğunu çok iyi biliyoruz. Bunu çok
iyi bilen Ukrayna halkı da AB emperyalizmin dayatmalarına pabuç
bırakmıyor.
Ekim 2014
7
Emperyalizmin Ukrayna ve Suriye saldırısı
Rusya ve Çin'i daha da yakınlaştırdı
Suriye ve Ukrayna'ya yönelik emperyalist saldırılar güçlü devletlerin gruplar hâlinde bir araya gelmesine daha da ivme kazandırdı.
Suriye konusunda ABD, AB ve
Japonya bloğuna karşı Rusya'nın
yanında yer alan Çin ile Rusya arasındaki ilişkiler de gittikçe daha da
yakınlaşıyor. En son Eylül’de Rusya Parlamentosu üst kanadı başkanı Valentina Matviyenko'nun Çin
Devlet Başkanı Xi Jinping ile yaptığı görüşme sonrası yapılan açıklamalar Rusya-Çin yakınlığını daha
açık bir şekilde ortaya koydu.
Rusya Parlamentosu üst kanadı
başkanı Valentina Matviyenko
ABD, AB ve emperyalizmin suyuna giderek Rusya'ya yaptırım
uygulayan diğer devletlerin Ukrayna konusunda Rusya'ya uyguladığı yaptırımlarla ilgili açıklamalarda bulundu. Matyivenko 23
Eylül günü görüştüğü Çin Devlet
Başkanı Xi Jinping'in Rusya'ya uygulanan yaptırımları asla desteklemediğini ve Çin'in asla bu yaptırımlara katılmayacağını açıkladı.
Matviyenko, Rusya ve Çin yönetiminin Rusya'ya uygulanan yaptırımların yasadışı, etkisiz, boş,
ters etki yaratıcı olarak gördüğünü
belirtti. Bu yaptırımların egemen
devletlerin duruşlarını değiştirmeye yönelik baskı oluşturma ve on-
Şanghay İşbirliği Örgütü üyesi ülkelerin dışişleri bakanları Temmuz sonunda Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'de bir araya geldi.
görüşmeler
sürüyor
Dünyanın en büyük katillerinden biri olan ABD yönetimi bir taraftan Ortadoğu'dan
Balkanlar'a, Latin Amerika'dan
Asya'ya dünya halklarını katlederken, dünya halklarının üzerine bomba yağdırırken diğer
taraftan da nükleer silah üretebileceği iddiasıyla İran'ı baskı altına almaya çalışıyor.
ları zayıflatma ve onların gelişimlerini baskı altına almaya yönelik
olduğunu söyledi.
Matviyenko, Ukrayna meselesinde
Batı'nın Rusya'ya uyguladığı yaptırımlara karşı bir duruş sergileyen
Bejiing yönetimine teşekkür etti.
Ukrayna'da bugün olan biten konusunda gerçekten objektif bir değerlendirme yapan Çin yönetimine minnettar olduğunu söyleyen
Matviyenko, Moskova ve Beijing
arasındaki uzun dönemli stratejik
ortaklığı hiçbir gücün etkileyemeyeceğini, bu ortaklığın iki ülke
halklarının da yararına olduğunu
söyledi.
Rusya ve Çin arasındaki işbirliğinin uluslararası siyasette önemli
bir etmen olduğunu belirten Matviyenko, iki ülkenin hiçbir alanda
sorunu olmadığını da sözlerine
ekledi. Uluslararası ya da bölgesel
çatışmaların nasıl çözüleceği veya
yeni zorluk ve tehditlerle nasıl
başa çıkılacağı gibi büyük bölgesel
veya uluslararası sorunlara yönelik iki ülkenin tutumunun ya birbirine çok yakın olduğunu ya da
örtüştüğünü belirten Matviyenko,
iki ülke arasındaki işbirliğinin her
alanda devam edeceğinin altını
çizdi.
Şanghay İşbirliği Örgütü ısrar ediyor:
Ortadoğu'da diplomasi kullanılmalı
Asya'da karşılıklı güvenlik ve işbirliğinin sağlanmasına yönelik
oluşturulan Şanghay İşbirliği Örgütü 2001 yılında kuruldu. Bugün
üyeleri arasında Çin, Kazakistan,
Kırgızistan, Rusya, Tacikistan ve
Özbekistan'ın olduğu örgüt toplantılarına Afganistan, Hindistan,
İran, Moğolistan ve Pakistan gözlemci statüsünde katılıyor. Beyaz
Rusya, Sri Lanka ve Türkiye ise örgütün Diyalog Ortakları arasında.
Nükleerde
Toplantıda genelde Ortadoğu'da,
özelde ise Suriye'de yaşanan krizin bir an önce çözüme kavuşturulması için uluslararası topluma çağrı yaptı. Toplantıda krizin
siyasi ve diplomatik yöntemlerle
şiddet kullanılmadan çözülmesi
gerektiğinin altı çizildi. Dışişleri
bakanları toplantısından yaklaşık
bir ay sonra yine Tacikistan'ın başkenti Duşanbe'de 11-12 Eylül 2014
tarihinde bir araya gelen ilgili ülke
devlet başkanları öncelikli olarak Hindistan, Pakistan ve İran'ın
Şanhgay İşbirliği Örgütü'ne üyelik
işlemlerini görüştü. Bu ülkeler lis-
tenin başına konularak üyelik prosedürleri netleştirildi. Bu ülkelerin
üyelik prosedürlerinin 2015 yılındaki zirveye kadar tamamlanması
kararlaştırıldı.
Katılımcılar özelikle Ortadoğu ve
Kuzey Afrika'da daha önce kronikleşmiş ve son dönemde de iyiden iyiye çatışma hâlini alan gelişmelerin bir an önce sona ermesi
gerektiği konusunda fikir birliğine vardılar. Bu derece karmaşık
gelişmelerin yaşandığı bölgenin
sorunlarının özellikle diplomatik
yollarla güç kullanılmadan çözümüne dikkat çektiler. Toplantıda
özellikle ABD ve NATO ülkeleri
tarafından geliştirilen füze kalkan
sisteminin uluslararası güvenliğe
tehdit oluşturduğunun altı çizildi.
Buradan yola çıkarak ABD ve AB
emperyalizminin Suriye hükümetini devirmeye, Suriye halklarını
emperyalizmin ve vahşi kapitalizmin kölesi hâline getirmeye yönelik projesine Rusya'nın başını çektiği ülkelerin hâlâ hayır dediğini
ve 2012 yılındaki kararlılıklarını
sürdürdüklerini söyleyebiliriz.
İran'ın nükleer gücünü barışçıl
amaçlarla –enerji üretimi vs.kullanabileceğini, ancak gelinen
mevcut koşullarda İran'ın elindeki teknoloji ve bilgi birikimi
ile nükleer silah da yapabileceğini iddia eden emperyalizm içinde bulunduğu zor durumdan
kendi kontrolünde olan ve konu
ile ilgili denetim yapan Uluslararası Atom Kurumu'nu devreye
sokarak çıkmaya çalışmıştı.
Ancak bu baskı yeterli görülmedi ki konu ile ilgili altı devletin ve
İran'ın katıldığı müzakere yöntemine gidildi. ABD, İngiltere,
Fransa, Çin, Almanya, Rusya ve
İran'ın katıldığı görüşmelerden
2013 Kasım ayında uzlaşma çıkmıştı. Bu tarihte taraflar İran'ın
nükleer çalışmalarının barışçıl
amaçlı olduğuna karşılık olarak
İran'a uygulanan uluslararası
yaptırımları yaz sonu kaldıracaktı. Ancak bu tarih Kasım
ayına çekilirken önümüzdeki
günlerde İran Cumhurbaşkanı
Hasan Ruhani'nin Newyork'ta
Obama ile gerçekleştireceği görüşme ve Ortadoğu'yu kan gölüne çeviren emperyalizm destekli
IŞİD çetesine karşı izlenecek politika görüşmelerin seyrine de
etki edecek gibi görünüyor.
Ekim 2014
8
Ayın konuğu
Taşeron demek
sosyal cinayet demektir
yenidünya halk gazetesi olarak,
DİSK genel başkanı Kani Beko
ile iş güvenliği, taşeron çalışma
ve sendikal barajlar konusunda
konuştuk.
Kani Beko
yenidünya: Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Kani Beko: Ben 1953 İzmir doğumluyum. 1975 yılında İzmir
basma fabrikasında işe başladım.
Çalıştığım işyerinde Türk-İş'e bağlı
Tekstil-İş sendikası yetkiliydi. Yapmış olduğumuz çalışmalarla DİSK'e
bağlı Tekstil-İş sendikasına arkadaşlarımızı üye yaptık. 1 yıl sonra
1976 yılında, DİSK'e bağlı Tekstilİş sendikasının örgütlü olduğu
3000 kişilik işyerinin baş temsilcisi
oldum. DİSK'in 1976 yılında Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne karşı
aldığı direniş kararı sonrası 3000'e
yakın işçi arkadaşla beraber direniş sergiledik. Sonrasında iş akdim feshedildi. 1977 yılında İzmir
Belediyesi'nde işbaşı yaptım. Orada
da Türk-İş'e bağlı BES-İŞ sendikası
vardı. DİSK'e bağlı Genel-İş'in örgütlenme çalışmalarına katıldım. 7
yıl kadar işyeri baş temsilciliği yaptım. Genel-İş sendikasının denetim
kurulu başkanlığını yürüttüm.
1980 yılına geldiğimizde, faşist
cunta tüm kurum ve kuruluşlara
el koyduğundan DİSK ve Genel-İş
sendikası da kapatıldı. 12 yıl sendikamız kapalı kaldı. Bu süreçte
Belediye-İş sendikası içerisinde
görevler yaptım. DİSK ve Genel-İş
sendikası 1992'de tekrar açıldıktan
sonra Genel-İş'in örgütlenme sürecine katıldım. 1995’te DİSK Genelİş Ege bölge yönetim kurulu üyesi,
1996’da şube sekreteri, 1997’de de
başkanı oldum. Arkadaşlarımın
bana vermiş olduğu görevle 2000
yılında da DİSK Ege bölge başkanlığı yaptım. 2004 yılına geldiğimizde
DİSK'e bağlı Genel-İş sendikasının
genel sekreteri oldum. Genel sek-
reterlik görevim tam 10 yıl devam
ederken DİSK'e bağlı temsilcilik görevini de yaptım. Daha sonra da arkadaşlarım tarafından 2013 yılında
DİSK genel başkanlığına seçildim.
2 ay sonra da Genel-İş sendikasının
genel kurulu vardı. Genel-İş sendikasının da olağanüstü kongresinde
başkanlığa seçildim. Şu an Genel-İş
genel başkanlığını ve DİSK genel
başkanlığını arkadaşlarımla beraber bir ekip olarak kollektif bir şekilde yürütmeye çalışıyoruz.
“Biz DİSK olarak 6356
sayılı toplu iş ilişkileri
yasası gündeme geldiğinde
diğer konfederasyonlara da
çağrı yaparak kitlesel bir
basın açıklaması yapmak
istemiştik.”
yenidünya: DİSK Torba Yasa'da
işkolu barajlarının olup olmayacağını nasıl öğrendi? Bu süreçte işçi
konfederasyonları ile ya da konfederasyonunuzla bu konu müzakere
edildi mi? DİSK'in sendikal barajlar konusundaki tavrı ve politikasını burada yeniden bir hatırlatabilir
misiniz?
Kani Beko: 6356 sayılı yasa gündeme geldiğinde, biz bu yasa ile ileriki
günlerde sadece DİSK değil, diğer
konfederasyonlara bağlı sendikaların da baraj altında kalabileceğini
söylemiştik. Biz DİSK olarak 6356
sayılı toplu iş ilişkileri yasası gündeme geldiğinde diğer konfederasyonlara da çağrı yaparak Ankara
Dikmen kapısında kitlesel bir basın
açıklaması yapmak istemiştik. Biz
Dikmen kapısına yürürken yine
bildiğiniz gibi polis saldırısıyla
karşılaştık. Biber gazları, tomalar
ve polis şiddeti nedeniyle kolu kırılanlar ve yaralananlar oldu. İşçi
arkadaşlarımıza korkunç saldırılar
oldu.
Sonuçta 6356 sayılı yasa meclisten
geçti ve bu yasa meclisten geçtikten sonra 2014 yılına girerken istatistikler açıklandı. 135 sendikanın
91'e yakını maalesef baraj altında
kaldı. Eğer 2018 yılına kadar barajlarla ilgili başarı elde edemezsek,
barajları ortadan kaldıramazsak 5
milyona yakın işçi -ki istatistikler
böyle- sendikalı olsalar bile, üye oldukları sendikalar barajı geçemeyeceğinden dolayı toplu sözleşmeden
faydalanamayacaklar. Yani 5 milyona yakın işçi arkadaşımız toplu
sözleşme süreleri bittikten sonra
bağlı oldukları sendikalar eğer toplu iş sözleşmesi yapamazsa -ki istatistikler bunu gösteriyor- asgari ücretle çalışmak zorunda kalacaklar.
Türkiye’de şu anda beş buçuk milyona yakın işçi asgari ücretle çalıştırılıyor. Bunları alt alta topladığınızda ortalama 11 milyona yakın
işçi 2018 yılında Türkiye'de asgari
ücretle çalışmak zorunda kalacak.
Bunların iş güvenceleri olmayacak,
genelde taşeron sistemde çalışmak
zorunda kalacak. Taşeron demek
sosyal bir cinayet demektir. Taşeron demek ölüm demektir. Taşeron
demek sigortasız çalıştırılan işçi, iş
güvencesi olmayan işçi demektir.
Sendikası, toplu sözleşmesi olmayan işçi demektir. Bundan dolayı
bizlerin, koşullar ne olursa olsun
tabii ki başta DİSK'e bağlı sendikalar olarak 6356 sayılı yasada bize
dayatılan bu barajları kesinlikle aşmamız, işçileri örgütlememiz, işçi
arkadaşlarımızın toplu iş sözleş-
mesi sonrası hem sosyal haklarını
ve ikramiyelerini, iş güvencelerini,
işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin alınmasını sağlayacak olan
mücadeleyi bedeli ne olursa olsun
vermemiz gerekir.
“Taşeron demek sosyal bir
cinayet demektir. Taşeron
demek ölüm demektir.
Taşeron demek sigortasız
çalıştırılan işçi, iş güvencesi
olmayan işçi demektir.
Sendikası, toplu sözleşmesi
olmayan işçi demektir.”
yenidünya: Peki DİSK ve üye sendikalarının işkolu barajını yüzde
1'de sabitleyen torba yasanın ilgili
maddesine yönelik politikası neydi? Bu süreçte mücadele verdiniz
mi? Nasıl bir mücadele hattı izlediniz? İşveren sendikalarının bu gibi
durumlarda (yani kendilerini ilgilendiren konuların TBMM'de görüşüldüğü durumlarda) TBMM'ye
kamp kurduklarını, baskı yapmak
için bütün yönetim ve çalışanları ile Bakanlığa baskı yaptıklarını
biliyoruz. DİSK bu bağlamda nasıl
bir politika izledi?
Kani Beko: Biz konfederasyon olarak başından beri torba yasanın
içerisinde bu işkolu barajlarının,
iş yeri barajlarının, işletme barajlarının kaldırılmasından yanayız.
Türkiye'de işçiler hangi işkolunda
çalışıyorsa kendi özgür iradeleriyle hangi sendikaya üye olmak istiyorlarsa o sendikaya üye olsunlar.
Gittikleri sendikaların işyeri barajı, işkolu barajı, işletme barajı ve
grev yasakları olmaması gerekir.
Türkiye'de bugün yüzde 95 ora-
Ekim 2014
nında işçiler sendikasız ve örgütsüz
olarak çalıştırılıyor. Ancak yüzde 5
oranında işçi arkadaşımız üç konfederasyona bağlı olarak, sendikalı
ve örgütlü çalışabiliyor.
“Biz DİSK olarak önümüzdeki
mayın tarlası gibi işkolu barajına karşıyız, işyeri barajına karşıyız, işletme barajına
karşıyız, grev yasaklarına
karşıyız.”
Türkiye'de işçiler açısından antidemokratik yasalara karşı ve
mevcut mecliste görüşülen torba
yasalarına karşı demokratik tepkilerini ortaya koymak, müdahil
olmak bugünlerde çok zor. Bunun
nedeni işçi arkadaşlarımızın yüzde
95'inin örgütsüz olması. Biz DİSK
olarak önümüzdeki mayın tarlası
gibi işkolu barajına karşıyız, işyeri
barajına karşıyız, işletme barajına
karşıyız, grev yasaklarına karşıyız.
Tüm işçilerin hangi işkolu olursa
olsun bu işyerlerinde çalışarak, örgütlenerek; ekonomik, demokratik,
siyasi ve sosyal anlamda kazanımlar elde etmeleri gerekir. Kaldı ki
biz sendikacıyız. Sendikacının görevi önce çalışan işçilerin sendikal
haklarını korumak ve kollamaktır.
Ama üç konfederasyon bir araya
geldiğimizde maalesef birçok kez
sıfır baraj konusunda mutabık olamadık. En son geldiğimiz noktada
ise barajlar kademeli olarak arttırılacak. 6356 sayılı yasaya göre yüzde
1, yüzde 2 ve yüzde 3 olarak şu an
mevcut yasada önümüzde duruyor.
Eğer torba yasada bir değişiklik
olmazsa yüzde 1 baraj olarak bu
yasa geçecek. Ama yüzde 1 olarak
da geçse yine birçok sendikamızın
barajı geçmesi imkânsız. Çünkü
geçmişte 28 olan işkolu 20 işkoluna indirildi. 8 işkolu 20 işkolunun
içerisine sokulduğundan barajlar
yükselmiş oldu. Biz başından beri
hep söyledik, Türkiye'de işçilerin
örgütlenebilmesi için sendikaların
kesinlikle 0 baraj önermesi, savunması gerekir.
“Ülkemizde başta madenler,
inşaatlar ve tersaneler olmak
üzere birçok işkolunda, iş
sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili
tedbirlerin alınmamasından
dolayı iş kazalarında ülke
olarak birinci sıradayız.”
Ayrıca biz sendikalar olarak Uluslararası Çalışma Örgütü İLO üyesiyiz. Üye konfederasyonlar olarak
bizim yapmamız gereken İLO'nun
hazırlamış olduğu sözleşmeleri
savunmaktır. Türkiye bakıldığında İLO'dan taraf ama bugün hâlâ
inşaat sözleşmelerinin imzalanmadığını, maden sözleşmelerinin
imzalanmadığını görüyoruz. Ülkemizde başta madenler, inşaatlar ve
tersaneler olmak üzere birçok işko-
Ayın konuğu
lunda, iş sağlığı ve iş güvenliği ile
ilgili tedbirlerin alınmamasından
dolayı iş kazalarında ülke olarak
birinci sıradayız. Hükümetin İLO
sözleşmelerine uyması için baskı
yapmak zorundayız. Hem biz İLO
üyesi oluyoruz, hem hükümet İLO
taraftarı oluyor fakat ülkemize
döndüğümüzde sözleşmelerine uymayan bir ülke konumundayız.
“Soma’da 13 Mayıs’ta
bir katliam oldu. 301
işçi arkadaşımız öldü.
Biz de defalarca oraya
gittik. Orayı ziyaret eden
Başbakan, Cumhurbaşkanı,
milletvekilleri işçilere sözler
verdiler. Verilen bu sözler
basında çok yer aldı ama
hâlâ tutulmadı.”
Geçen haftalarda Soma'daydık.
Soma'da 13 Mayıs'ta bir katliam
oldu. 301 işçi arkadaşımız öldü.
Biz de defalarca oraya gittik. Orada
yaptığımız basın açıklamasında biz
açık ve net söylemiştik. İşçi arkadaşlarımızın talepleri vardı. Orayı
ziyaret eden Başbakan, Cumhurbaşkanı, milletvekilleri işçilere
sözler verdiler. Bu sözler arasında
gerekli önlemlerin alınacağı, eğer
önlemler alınmazsa madenler açılmadan önce gerekirse yetkililerin
işçilerden önce madenlere gireceği
söyleniliyordu. Kimseye bu süre
içerisinde çıkış verilmeyecek, maaşlar eksiksiz ödenecek, maaşlar en
az 2000 lira olacak, 6 maaş ikramiye verilecek, çalışma süresi 6 saat
olacak, emeklilik yaşı 55'den 49'a
düşürülecek, ölen madenciler sivil
şehit sayılacak, ölen madencilerin
ailelerine 1.400-1.500 lira arasında
ölüm aylığı bağlanacak, ölen madencilerin yakınlarına TOKİ'den
ev verilecek, ölen madencilerin
yakınlarından bir kişiye istihdam
sağlanacak, taşeron sistemi kaldırılacak, işçiler devlet güvencesinde
çalıştırılacak şeklinde sözler verildi. Verilen bu sözler basında çok yer
aldı ama hâlâ tutulmadı. Soma'da
ölen işçi arkadaşlarımızın ailelerine çeşitli kampanyalarla yardım
yapılması tabii ki güzel, fakat en
önemli şey madenler açılmadan
önce başta yaşam odaları olmak
üzere işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili tedbirlerin alınması. En önemlisi, burada bundan sonrası için
bugüne kadar yaşanan başta Soma
olmak üzere maden kazalarından
ders çıkararak önlemler almaktır.
“Torba yasada maden
kazalarının olmaması
için yaşam odalarının
yapılmasına dönük hiçbir
madde yok. Bu yasa ilk
ortaya çıkarıldığında 15
maddelik bir yasaydı. İlk
maddelerde yaşam odaları
vardı. Ama daha sonra AKP
milletvekilleri tarafından
çok pahalıya neden olacağı
gerekçesiyle bu yaşam odaları
ile ilgili kısım torba yasadan
çıkartıldı.”
1946 yılından bu yana Avrupa'da
toplu olarak madenlerde kaza olmamış. Avrupa'ya gidip sendikacı
arkadaşlarla görüştüğümüz zaman
bize söyledikleri, tüm madenlerde
yaşam odaları olduğu. İşçi sağlığı
ve güvenliği ile ilgili bütün tedbirler alınıyormuş ve zaman zaman
madenciler madenlerden dışarıya
çıkmayarak konuklarını maden
odalarında ağırlıyorlarmış.
Torba yasaya gelince, bu torba yasada maden kazalarının olmaması
için yaşam odalarının yapılmasına
9
dönük hiçbir madde yok. Bilyorsunuz torba yasa ilk ortaya çıkarıldığında 15 maddelik bir yasaydı. İlk
maddelerde yaşam odaları vardı.
Ama daha sonra AKP milletvekilleri tarafından çok pahalıya neden
olacağı gerekçesiyle bu yaşam odaları ile ilgili kısım torba yasadan
çıkartıldı. Eğer bu torba yasadan
çıkartılan yaşam odaları, yarın buralarda uygulanmazsa ölüme davetiye çıkarılmış olacak.
yenidünya: Sonuçta Torba Yasa'nın
ilgili maddesi kabul edildi. Yani
artık işkolu barajı bugün için yüzde 1'e sabitlendi. Bu yasa en çok da
DİSK'e bağlı sendikaları etkiledi.
DİSK'e üye 20 sendikadan sadece 4'ü (sizin de sendikanız olan)
Genel-İş, Birleşik Metal-İş, Lastikİş, Tekstil Sendikası yüzde 1 barajını geçiyor. Bu çerçevede DİSK nasıl
bir mücadele yürütecek?
Kani Beko: TBMM'de konuşulan
şey Çalışma Bakanlığı'nın da zaman zaman ifade ettiği kıdem tazminatlarının kaldırılması ve fona
devredilmesi. Biz o dönemlerde
DİSK olarak kıdem tazminatlarının kaldırılmaması ve fona devredilmemesi ile ilgili bir karar aldık.
Türkiye'nin 81 ilinde eylemler, mitingler, basın açıklamaları yaptık.
Ve en son Ankara'da çok büyük bir
ortak miting yaptık.
“İşkur’un genel kurullarının
bize verdiği raporlara
baktığımızda 265 milyar
olması gereken işsizlik
fonunda ancak 65 milyar
kalmış. Bu fonun 15 milyara
yakını Ulaştırma Bakanlığı
tarafından kullanılmış. Bu
yapılan gerekli gereksiz duble
yollarda 15 milyar işsizlik
fonu kullanılmış demek.”
Şimdi burada geçmişten bugüne
bakarsak, bir dönemler tasarruf
teşvik fonları vardı. İşçi arkadaşlar bu fonun bir bölümünü aldı, bir
bölümünü alamadı. Bir tarihte de
fakir fukara fonları vardı. Bu fonların da akıbetinin ne olduğu belli
değil. Bir dönem konut edindirme
fonları toplandı. Ben bu fondan
hiçbir işçinin ev sahibi olduğunu
görmedim, duymadım, bilmiyorum. Daha sonra işsizlik fonu kuruldu. Biz de destek verdik. İşten
atılan işsiz arkadaşlarımızın faydalanabilmesi için. İşkur'un genel
kurullarında bize rapor veriliyor.
Bu raporlara baktığımızda 265
milyar olması gereken fonda ancak
65 milyar kalmış. Bu fonun 15 milyara yakını Ulaştırma Bakanlığı
tarafından kullanılmış. Bu yapılan gerekli gereksiz duble yollarda
15 milyar işsizlik fonu kullanılmış
demek. İşçilerin bu nedenlerle fonlara çok fazla tepkisi var. Çünkü
geçmişte kurulan tüm fonlar mevcut iktidarlar tarafından kullanıldı.
AKP hükümetinin iktidara geldiği
günden bu yana sadece bu fonlara
karşı değil, çıkardığı tüm antidemokratik yasalara karşı hep sokaklardaydık.
“Gezi Direnişi’nde hep
beraber Taksim meydanını
aldık. Demek ki birlikte,
yan yana, omuz omuza
olduğumuz zaman önümüzde
hiçbir engel kalmıyor. Şimdi
bu meclisteki torba yasa da
böyle.”
Biliyorsunuz 2013 yılında, 1 Mayıs
için bir araya geldiğimizde DİSK
genel merkezi emniyet güçleri tarafından kuşatıldı ve İstanbul'da
sıkı yönetim ilan edildi. Birçok arkadaşımız ölümle yüz yüze geldi
ve yaralandı. Daha sonrasında 31
Mayıs’ta Gezi Direnişi adı altında
gençlerimiz, toplumsal muhalefet
içerisinde demokrasi mücadelesi
veren insanlarımız, onlarla birlikte olan emekten yana partiler,
sivil toplum kuruluşları, demokratik kitle örgütleri, meslek odaları ve sendikalar yan yana, omuz
omuza birlikte mücadele edince
1 Haziran'da hep beraber Taksim
meydanını aldık. Demek ki birlikte
yan yana, omuz omuza olduğumuz
zaman önümüzde hiçbir engel kalmıyor. Şimdi bu meclisteki torba
yasa da böyle.
“Bu torba yasa giderek çorba
yasaya döndü. Daha sonra
baktık bu rant yasasına
döndü.”
Torba yasa 15 maddelik yasadan
135 maddeye çıktı. İlk etapdaki 15
maddelik yasa, başta Soma'da ölen
301 işci arkadaşın adına çıkarılmış-
Ekim 2014
10 ayın konuğu
tı. Daha sonra sendikaların talebi
üzerine barajların yüzde 1'e indirilmesi ve bazı iyileştirmelerle ilgili olan bölümler vardı. Muhalefet
partileri de bunu derhâl çıkaralım,
hemen çıkaralım diye ısrar ediyorlardı. Ama giderek bu torba yasa
çorba yasaya döndü. Daha sonra
baktık bu rant yasasına döndü.
“Bu torba yasa içerisindeki
135 maddeyi maalesef
gençler de bilmiyor, siyasi
partilerin bir çoğu da bu
torba yasanın içerisinde ne
olduğunu bilmiyor, işçiler
de bilmiyor, memurlar da
bilmiyor, işsizler de bilmiyor.”
Şimdi burada bir madde var o maddede diyor ki özelleştirilmiş olan
devlet işletmeleri veya belediyenin
mülkleri 5 yıl sonra kamulaştırılamaz. Yani bugüne kadar şeker fabrikaları, tekel fabrikaları, limanlar,
hava yolları, kara yolları, belediyenin malları mülkleri.. Biz bunları
bugüne kadar özelleştirdik, arsa
fiyatına bu fabrikaları sattık, aradan 5 yıl geçer, bizden sonra başka bir hükümet gelirse siz bunları
devletleştiremezsiniz. Torba yasa
içerisinde böyle maddeler de var.
Şimdi böyle maddelerin içinde bulunduğu torba yasaya tabii ki başta
muhalefet partili milletvekileri de
karşı durup demokratik tepkilerini
koydular. Biz de zaman zaman basın açıklamaları yaptık, yürüyüşler
yaptık fakat gücümüzün yettiği
oranda yapabildik.
Bu torba yasa içerisindeki 135 maddeyi maalesef gençler de bilmiyor,
siyasi partilerin bir çoğu da bu
torba yasanın içerisinde ne olduğunu bilmiyor, işçiler de bilmiyor,
memurlar da bilmiyor, işsizler de
bilmiyor. Yani bu torba yasa zehir
zenberek gibi hazırlanmış bir yasa.
Başında da söylediğim gibi eskiden
kanun kuvvetinde kararnameler
çıkarırlardı, şimdi onları bir tarafa bıraktılar, torba yasa adı altında
yasalar çıkarıyorlar. Bu yasaları
rant yasası, yani çorba yasası hâline
getirip nasıl bu memleketin mallarını mülklerini peşkeş çekeriz diye
genişletiyorlar. Birlik beraberlik
içinde olamadıktan sonra bunları durdurmak mümkün değil. Bu
yasalara karşı sadece DİSK'in mücadelesi değil, tüm emekten yana
olan, bu topraklarda yaşayan ve yaşayacak olan çocukları ve gençleri
düşünen herkesin mücadele etmesi
gerekir. Bu, başka türlü durdurulamaz. Toplumsal muhalefetin içinde
evet ben demokrasiye inanıyorum,
barışa inanıyorum, kardeşliğe inanıyorum, sendikalar ve özgürlüklere inanıyorum diyen kurullar
kuruluşlar yan yana, omuz omuza
birlikte mücadele etmelidir. Başka
çaresi yok bu işin.
“Bu yasalara karşı sadece
DİSK’in mücadelesi değil,
tüm emekten yana olan,
bu topraklarda yaşayan ve
yaşayacak olan çocukları ve
gençleri düşünen herkesin
mücadele etmesi gerekir.”
sinde işçileri örgütleyememesinin
en büyük nedenlerinden bir tanesi
noter şartıdır. Sonuç itibarıyla tabii
ki bizim barajı aşan sendikalarımız
var ama çok zor koşullarda barajı aşarak işçilere toplu sözleşmeler
yaptırabiliyoruz. Biliyorsunuz ki
DİSK küllerinden doğdu.
yenidünya: Son sorumuz işçi sınıfının içinde bulunduğu durumla
ilgili olacak. Genel olarak yıllardır
devam eden bir durgunluk var. Hak
gasplarına karşı etkisiz eylemler silsilesi hâkim. Ancak diğer taraftan
da alttan alta hareketlenen bir işçi
sınıfı olduğunu biliyoruz. Özellikle Gebze, Kocaeli, Çerkezköy, Lüleburgaz gibi işçi havzalarında bu
hareketlenmelere tanık oluyoruz.
Eylemler, grevler, direniş çadırları.
Bunlara dair haberleri gazetelerden
hemen her gün okuyoruz. Bu kadar
alttan alta hareketlenen bir sınıf
varken, bu kadar çok başarısız örgütlenme (örgütlenememe), grev ve
direniş örneklerinin olmasını neye
bağlıyorsunuz? Size göre bu çerçevede nasıl bir çıkış noktası yakalanabilir? Daha neler yapılabilir?
Şimdi noter şartı kalktı. E-devlet
sistemi adı altında bir sistemle
sendikalara üye olunabiliyor. Ancak burada da 28 olan işkolu 20
işkoluna indirildi. Diğer 8 işletme düzeyindeki bu işkolları bu 20
işkolunun içine dahil edildi. Bu
kez barajlar yükseltildi. Ancak bu
e-devlet sistemine dönüş, notere
gidip para ödememe tabii ki hem
sendikalar, hem işçiler açısından
bir avantajdır. Şimdi diyoruz ki artık eskisi gibi noter şartı yok, tüm
arkadaşlarımıza buyurun hangi
işkolunda çalışıyorsanız, ki bizim
hemen hemen her işkolunda sendikamız var ve onlar da elinden gelen mücadeleyi veriyorlar, üye olun.
Ama bilhassa iş yerlerinde çalışan
işçi arkadaşlarımız sendikalı olmak için sendikalarla birlikte çaba
göstermelidir. Tabii ki zor.
Kani Beko: 12 Eylül sonrası 1982
anayasası oylanırken, bu anayasanın içerisinde 2821 sendikalar
ve 2822 grev ve lokavt yasaları da
çıkartıldı. Yani dünyanın hiçbir
yerinde olmayan fakat Türkiye'de
uygulanan bir noter şartı getirildi.
İşçiler kendi özgür iradeleriyle istedikleri sendikalara gidebilmek için
notere gidip en az 150 lira vermek
durumunda bırakıldılar.
“12 Eylül öncesi, bizim
Türkiye’de DİSK’e bağlı 500
bin üyemiz vardı. 1992’de
tekrar açıldığımız zaman
dedik ki biz üyemiz olan
tüm işçileri sendikamıza
üye yapmak istiyoruz.
Bunları konuşurken o günkü
koşullarda noter şartından
dolayı 75 milyara ihtiyaç
vardı, şimdinin parasıyla 75
trilyon yani.”
Yani biz açıldığımız zaman 12 Eylül öncesi, bizim Türkiye'de DİSK'e
bağlı 500 bin üyemiz vardı. 1992'de
tekrar açıldığımız zaman dedik ki
biz üyemiz olan tüm işçileri sendikamıza üye yapmak istiyoruz. Bunları konuşurken o günkü koşullarda
noter şartından dolayı 75 milyara
ihtiyaç vardı, şimdinin parasıyla
75 trilyon yani. Sendikalar 12 yıl
kapalı kalmış, malları ellerinden
alınmış, önder konumundaki kadroları cezaevine atılmış. 12 yıl sonra açılıyorsunuz ve önünüzde tam
bir mayın tarlası var. Nedir bu 2821
sendikalar ve 2822 grev ve lokavt
yasaları. Bu yasaların içerisinde
ne var noter şartı var. Yani DİSK'e
bağlı sendikaların bu süre içeri-
“Türkiye koşullarında 2,5
milyona yakın taşeron işçisi
var. Bunlar çalışmış oldukları
işyerlerinde 6 aylık, 1 yıllık
sözleşmelerle, ihalelelerle
çalıştırılıyor. Ancak bu böyle
gitmez ve bedeli ne olursa
olsun mücadele etmek,
örgütlenmek gerekiyor.”
Türkiye koşullarında 2,5 milyona yakın taşeron işçisi var. Bunlar
çalışmış oldukları işyerlerinde 6
aylık, 1 yıllık sözleşmelerle, ihalelelerle çalıştırılıyor. Ancak bu böyle gitmez ve bedeli ne olursa olsun
mücadele etmek, örgütlenmek gerekiyor.
Türkiye'nin her tarafında bugün
direnişler var, yürüyüşler var, grevler var. İşçiler zaman zaman sendikalı olmak istiyorlar, iş güvencesini
elde etmek istiyorlar, işçi sağlığı ve
güvenliği ile ilgili direnişler yürüyüşler yapıyorlar. Tabii bunlar pek
kolay şeyler değil, ama örgütlenmekten başka da çaremizin olmadığını da herkesin bilmesi gerekir.
Taşeron işçisi olabilirsin, devlet
işletmelerinde çalışıyor olabilirsin, belediyede çalışıyor olabilirsin
veya işsiz olabilirsin, öğrenci olabilirsin, köylü olabilirsin hiç önemli
değil. Türkiye'de yaşayan bugün 76
milyona yakın insanın örgütlenmekten başka çaresinin olmadığı
gerçektir. İşçiler için sendikalarda
örgütlenerek, eğitim çalışmalarıyla
çıkış yolunu yaratmak gereklidir.
söyleşi: büşra yıldırım
fotoğraf: taha babacan
Ekim 2014
11
Baş eğmeyen barışçı: Mahmut Dikerdem
Anısı emperyalist savaşa karşı mücadelede yol gösteriyor
Amerikan
emperyalizmi
Ortadoğu'ya yeniden saldırırken
yiğit barışçı, işçi sınıfının ve sosyalizmin sağlam dostu Mahmut
Dikerdem'i sevgi ve özlemle anıyoruz.
Türkiye Barış Derneği'nin kurucu
genel başkanı, emekli büyükelçi
Mahmut Dikerdem'i 21 yıl önce, 3
Ekim 1993 tarihinde kaybetmiştik.
"Cenazemi maden işçileri kaldırsın" diye vasiyet eden Dikerdem,
vasiyetine uygun olarak işçilerin
ve devrimci dostlarının omuzunda
sonsuzluğa uğurlanmıştı.
Barışın elçisi
1916 yılında doğan Dikerdem, Galatasaray Lisesi'ni ve İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra
1938 yılında Dışişleri Bakanlığı'na
girdi. 1942 yılında Cenevre’de devletler hukuku doktorası yaptı. Bakanlığın en genç büyükelçisi olan
Dikerdem, ilerici-devrimci dünya
görüşünü benimsemiş bir yurtseverdi. Savaşı kapitalist-emperyalist
sistemin zorunlu bir sonucu olarak
görüyor ve NATO'ya karşı çıkıyordu. Bu nedenle diplomasi alanındaki bilgisine ve görgüsüne rağmen,
sistemli olarak ayrımcılığa uğradı ve kızağa çekildi. Türkiye'nin
Ürdün, İran, Gana ve Hindistan
büyükelçiliğini yapan Dikerdem,
1976'da emekli oldu.
Açık politik mücadele
Dikerdem, bu yıldan itibaren dünya görüşünü açıkça ifade etmeye ve
açıkça antiemperyalist politik mücadele yürütmeye başladı. 1977 'de
iki kitabını yayınladı. Ortadoğu'da
Devrim Yılları adlı eserinde Arap
halklarının sömürgeciliğe ve feodalizme karşı büyük kalkışmasını işledi. Üçüncü Dünyadan adlı
eserinde Afrika ve Asya halklarının bağımsızlık mücadelesini ele
aldı. Yine 1977'de Türkiye Barış
Derneği'nin kurucu genel başkanı
oldu. Dernek, bağımsızlığı ve bağlantısızlığı savunuyor, nükleer silahların kaldırılması için mücadele
yürütüyordu.
12 Eylül 1980 faşizmi, bütün sosyalist, devrimci ve demokratik örgütlerle birlikte Barış Derneği’ni de kapattı. Dikerdem’i Barış Derneği’ni
yönetmek suçlamasıyla hapse attı
ve yargıladı. Dikerdem, sıkıyönetim mahkemesinde 12 Eylül’e meydan okuyarak halkların barışını
kararlılıkla savundu.
Sosyalizm savunması
Mücadele süreci içinde sosyalizmi
benimseyen ve “Emekçi yığınların
önünde duran son umut bilim-
sel sosyalizmdir” diyen
Dikerdem,
Sovyetler
Birliği’nde
Gorbaçov’ların emperyalizme ve kapitalizme teslimiyet çizgisi
ortaya çıkınca, hiç
çekinmeden sesini
yükseltti. Bu çizginin
barış mücadelesini
felce
uğratacağını
savundu. Dünyada
ve Türkiye’de likidasyona karşı mücadele etti. Her yerde
ihanetin gezdiği bu
karanlık dönemde 10
Eylül dergisinin Şubat
1990 tarihli 6. sayısında
“Tüm Korotiç’lere Açık
Mektup” başlıklı yazısını
yayınladı. Emperyalizmin
ve kapitalizmin özünün
değişmediğini, Marksist-Leninist öğretinin
geçerliliğini koruduğunu savundu.
Yol gösteriyor
Bilimsel sosyalizmden vazgeçerek
emperyalizm ve işbirlikçileriyle
uzlaşan örgüt ve kişilerin ilericilik, yurtseverlik, devrimcilik iddiasını sahtekârlık sayan Dikerdem,
Amerikan emperyalizmine ve yerli
işbirlikçilerine karşı tutarlı mücadeleden ödün vermedi.
Dikerdem'in anısı, barış mücadelesi
ile antiemperyalizmin, bağımsızlık
ve bağlantısızlık mücadelesi ile sosyalizmin iç içe olduğunu anlatıyor.
Anayasa Mahkemesi
torba yasayı deldi
AKP-Cemaat kapışması
devam ederken AYM’den
kritik kararlar
AKP’yle barış olmaz
Roboski’den, Rojava’ya katliamda 1000 gün
AKP sahte çözüm süreciyle bazılarının aklını almaya devam
ededursun; Kürtlere ve insanlığa
karşı işlediği suçlar her geçen gün
artıyor. Suriye’de muhalif kisvesi
altında gizlenen eli kanlı cihatçılara silah taşıyan, Rojava bölgesinde IŞİD’i destekleyen ve büyüten
AKP henüz Roboski’de katledilen
34 Kürt emekçisinin hesabını dahi
vermiş değil.
1000 gün geçti
28 Aralık 2011 günü meydana gelen Roboski katliamının üstünden
1000 günden fazla zaman geçti.
Ancak bombalama emrini veren-
ler hâlâ yargı önüne çıkartılmadı.
Aralarında çocukların da bulunduğu silahsız, masum 34 yurttaşı
“terörist” olma şüphesiyle bombalayan AKP hükümetinin bugün
de Kürtlere özgürlük tanımak ve
sosyal, siyasal haklarını teslim etmek gibi bir niyeti yok.
Milyonlarca gencin eğitim aldığı
okulları birer birer imam hatiplere çeviren gerici AKP’den nasıl
demokrasi beklenemezse, masumların üstüne bomba yağdıran,
cihatçı çetelere silah veren aynı
AKP’den kimseye özgürlük ve barış da gelmeyecek.
HSYK seçimleri üzerinden hükümet ve cemaat arasındaki kapışma devam ederken, Anayasa
Mahkemesi’nden de hükümete
fren niteliğinde önemli kararlar
gelmeye başladı. Son aylarda hükümetin özellikle yargı kararlarını etkisiz kılmak, dinlemeleri
genişletmek ve internetin kontrolünü kendi eline almak için yaptığı
kritik düzenlemeler 3 Ekim 2014'te
AYM tarafından Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edildi.
İnternete keyfî müdahaleye engel
CHP’nin yaptığı başvuru üzerine
torba yasanın bazı maddelerini
ele alan AYM Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na (TİB)
“millî güvenlik ”, “kamu düzeninin korunması” ve “suç işlenmesinin önlenmesi” gibi nedenlerle
ve “gecikmesinde sakıncalı bulunan hallerde” bir internet sitesini
4 saat içinde kapatma yetkisini
Anayasa'ya aykırı gördü ve iptali-
ne karar verdi. Kararla TİB başkanının talimatıyla 4 saatte site kapatma ve internet trafik bilgilerini
toplama yetkisi kaldırılmış oldu.
TİB, artık, internete müdahale
edemeyecek.
Memura sürgün zorlaştı
Anayasa Mahkemesi aynı kararla
kamuda görevden almaların iptaline ilişkin mahkeme kararlarının 2 yıl içinde uygulanacağına
dair düzenlemeyi de iptal etti. Bu
kararla hükümetin muhalif memurları yargı kararlarına rağmen
işten uzaklaştırmasının önüne
geçilmiş oldu.
Özelleştirme vurgununa fren
Hükümetin özelleştirme kararını takip eden devir teslim işlemi
üzerinden 5 yıl geçtikten sonra
mahkemelerin verdiği iptal kararlarının uygulanmayacağı şeklindeki güvence de Anayasa'ya
aykırı bulunarak iptal edildi.
Böylece hükümetin bu alanda hiç
bir idari mahkeme kararını tanımaksızın işlem yapmasının önüne geçilmiş oldu.
Ekim 2014
12
Zorunlu din dersine hayır
AKP’nin zorunlu
din dersi dayatmasına karşı halkın
tepkileri artıyor.
Alevi örgütleri 12
Ekim’de Ankara’da
düzenlenecek “Büyük Alevi Mitingi”
için 15 koldan yürüyüş başlattı.
Tunceli,
Kırklareli, İzmir, Antalya, Diyarbakır,
Adana, Antakya, Sivas, Tokat, İstanbul,
Amasya, Merzifon, Nevşehir, Eskişehir,
Kırıkkale’den yola çıkan Aleviler, eğitimdeki sistemli hak ihlallerini protesto ediyor.
Yürüyüş ve mitingin amacını anlatan
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı
Başkanı Ercan Geçmez şunları söyledi:
“Eğitimde 4+4+4 dayatmasının sonucu
Siyasal İslamın egemenliği ile sonuçlanacak, ileri bir süreçte onarılamayacak
toplumsal değişimlere neden olabilecek
dayatmalar yaşanmaktadır. Alevileri yok
sayan, farklı inançları yok sayan veya dini
eğitim almak istemeyenleri yok sayan bu
sistemi haklı bulmuyoruz. Bizler zorunlu
din dersleri kaldırılsın isterken çocuklarımızı böyle dini eğitime zorlamalarını
antidemokratik buluyoruz. Bu sistem ile
Kobane
eşit ve özgür
yaşayacak
TKP 1920'nin IŞİD saldırısına karşı
kahramanca direnen Kobane’yle
dayanışma bildirisini okurlarımıza
sunuyoruz.
yalnızca Alevi çocukları asimile edilmeyecektir. Bu dayatılan sistemin ülkemizde
ve ortak vatanımızda farklı uluslardan ve
milliyetlerden ve de farklı inançlardan
yaşayan halkımızı tek bir eksende toplayıp, Türk-İslam ekseninde asimilasyona
tabi tutmaktır. Dayatılan bu tekçi, gerici,
siyasal İslamın eğitim projesine karşı başta Aleviler olmak üzere tüm emekçiler ve
demokrasi güçleri olarak direneceğimizi
ve bu dayatmalar son bulana kadar alanlarda birlikte mücadele edeceğimizi buradan tüm kamuoyuna bildiririz.”
Aynı kapsamda Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İstanbul Şubeleri Kadıköy
Altıyol meydanında eylem yaparak zorunlu din dersinin kaldırılmasını istedi.
Yapılan açıklamada bu konunun sadece
Alevilerin değil, herkesin sorunu olduğu
vurgulandı.
Dora Otel işçileri direniyor!
İşten atılan Dora Otel işçileri basın açıklaması yaptı
Tüm Emek Sen’de örgütlenen Dora Otel
işçileri anayasanın her yurttaşa tanıdığı
örgütlenme haklarını kullandıkları için
işten atılmışlardı.
Tüm Emek Sen Genel Sekreteri İbrahim
Akseloğlu, işçilerin direnmeye kararlı olduklarını ve işten atılan herkesin tekrar
işe alınmasını istediklerini vurguladı.
İşten atılan Tüm Emek Sen üyesi 13 Dora
Otel işçisi için 6 Ekim Pazartesi günü İstanbul Dora Otel önünde bir basın açıklaması yapıldı.
Açıklama sırasında sık sık “Dora işçisi
yalnız değildir”, “Direne direne kazanacağız”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek”
sloganları atıldı.
Basın açıklamasında gelişmeleri ve otel
yönetimiyle yapılan görüşmeleri anlatan
Açıklamaya, emek dostu çeşitli yapılar da
destek verdi.
Kobane, cehennem zebanilerinin vahşi saldırısı altında.
Kobane'yi IŞİD sürülerine karşı kahramanca
savunan yurtseverler, sadece yurtlarını değil,
insanlığın yüzlerce yıllık kazanımlarını savunuyorlar.
Tıpkı Halep'i, Humus'u, Lazkiye'yi, Hama'yı,
Şam'ı, Deyrizor'u savunan yurtseverler gibi.
Tıpkı IŞİD, El Kaide, Nusra, Ahrar El Şam, İhvan, Hür Suriye Ordusu gibi çeşitli adlar altında Suriye'nin üzerine sürülen cellat sürülerine
karşı Suriye'nin her yanında kahramanca direnenler gibi.
ABD, AB, İsrail, Arabistan, Katar ve AKP'nin
Suriye, Irak ve Kürdistan halklarının başına
bela ettiği gerici-faşist çetelere karşı savaşanlarla dayanışmak, Türkiye halkları için elbette
bir insanlık görevidir.
Emperyalist savaş blokunun cellatlarına karşı
savaşanlarla dayanışmak, aynı zamanda, en
temel haklarımızı, bağımsızlığımızı, egemenliğimizi, özgürlüğümüzü, can güvenliğimizi
savunmak demektir.
Kobane'nin savunmasını cehennem zebanilerini besleyip büyüten AKP hükümetinden
beklemek akıl tutulmasıdır.
Kobane'nin savunmasını cehennem zebanilerinin büyük efendisi Amerikan emperyalizminden beklemek akıl yitimidir.
Kobane'yi savunmak, Suriye'de emperyalizme ve gericiliğe karşı direnen bütün yurtsever
güçlerin birliğini gerektiriyor.
Kobane'yi savunmak, Irak'ta emperyalizme ve
gericiliğe karşı mücadele eden bütün ulusal demokratik güçlerin birliğini gerektiriyor.
Kobane'yi savunmak, Kürdistan'da emperyalizme ve gericiliğe karşı çıkan bütün ilerici
yurtsever güçlerin birliğini gerektiriyor.
Kobane'yi savunmak, Türkiye'de emperyalizme ve gericiliğe karşı koyan bütün ulusal demokratik güçlerin birliğini gerektiriyor.
Kobane'yi
savunmak,
Halep'i,
Şam'ı,
Lazkiye'yi, Musul'u, Erbil'i, Bağdat'ı savunmayı gerektiriyor.
Kobane'yi savunmak, AKP'nin gericilik, vurgunculuk ve savaş rejimiyle mücadele etmeyi
gerektiriyor.
Kobane'yi savunmak, Amerikan emperyalizmiyle mücadele etmeyi gerektiriyor.
Haydi Kobane'yle dayanışmaya!
Haydi Ortadoğu halklarıyla dayanışmaya!
Haydi kardeşlerimizi ve kendimizi savunmaya!
7 Ekim 2014
Ekim 2014
13
Gericiliğin eğitim saldırısı
AKP’nin dört bir yandan tırmandırdığı gericilik saldırısındaki en
kritik cephelerden birisi eğitim.
Saldırı AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte başladı ve mutlak iktidara yaklaştığı oranda hızlandı,
derinleşti. Hem de halkın büyük
çoğunluğunun itirazlarını silindir
gibi ezmeye çalışarak.
Zorunlu din derslerinin kaldırılması talebi yükselirken iki tane
daha din dersini müfredata eklemek; 4+4+4 sistemi ile zorla evlendirilen kız çocuklarının, çocuk
işçilerin artmasına yol vermek;
imam hatip okullarının sayısını
yurttaşların bu yönde herhangi bir
talebi olmadan abartılı bir şekilde
arttırmak; Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı TEOG ile
bomboş kalan imam hatiplere binlerce öğrenciyi zorla kaydettirmek;
ana dilde eğitimi kendi olanaklarıyla sağlamak için harekete geçen
Kürtlere baskı yapmak; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin zorunlu din dersinin kaldırılması gerektiği yönündeki kararının dikkate
alınmayacağını açıklamak ve son
olarak ilköğretim öğrencilerinin de
türban takabilmesine izin vermek.
Art arda sıralayınca nasıl bir saldırı ile karşı karşıya kaldığımız daha
net ortaya çıkıyor.
Toplumu şekillendirmenin
en etkili aracı olarak eğitim
Eğitimdeki saldırı çok kritik. Çünkü eğitim çocuklarımızın hangi
mesleği seçebileceği, güvenli bir
geleceğe sahip olup olamayacağı
gibi konularla doğrudan ilişkilidir. Ama yalnızca bundan ibaret
değildir. “Eğitim geniş anlamıyla
toplumsallaşma ile eş anlamlıdır.”1
“Toplumsallaşma ise bireyin ait olduğu grubun veya toplumun değerleri, inançları ve davranış kodlarını
1- İsmail Kaplan, Türkiye’de Milli
Eğitim İdeolojisi ve Siyasal Toplumsallaşma Üzerindeki Etkisi, Yedinci Baskı,
İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 15.
nü’ndeki Yeni Cami6 kadar yenidir.
Onun “yeni” dediği en eskidir. En
karanlıktır.
edinmesi sürecidir. Toplumsallaşmanın özel bir biçimi olan siyasal
toplumsallaşma ise bireylerin siyasal yönelimlerini, tutumlarını ve
davranışlarını edinmelerini sağlayan süreçtir. Toplumsallaşmanın
ayrılmaz bir parçasıdır ve siyasal
eğitimle aynı anlama gelmektedir.”2
ne dönüştürdü. Laiklik, demokrasi,
kadın hakları, çocuk hakları adına ne kaldıysa hepsine saldırmaya
başladı.
“Siyasal eğitim de ister doğrudan
doğruya, isterse görünüşte siyasal
olmayan, ancak siyasal açıdan anlamlı mesajların dolaylı olarak iletilmesi yoluyla siyasal bilginin her
türlü iletişimini ve siyasal değerlerin oluşturulmasını içerir.”3
“Günümüzde eğitim devletin resmî
kurumlarında, planlanmış şekilde yürütülür. Ve tahmin edileceği
üzere toplumsallaşmanın hâkim
ideolojiye, devletin benimsediği
resmî ideolojiye uygun olarak gerçekleştirilmesinde başrolü oynar.
Zaten eğitimin modern toplumlarda daha önce hiçbir çağda kapsamadığı yaygınlıkta bir kitleyi,
daha önceki dönemlerde görülmemiş uzunlukta sürelerle hem de bu
iş için özel olarak yapılmış binalar
olan okullarda tutabildiğini düşünürsek, bu rolün ne kadar etkili olduğu daha iyi anlaşılır.4
AKP’nin resmî ideolojisi
Toplumsallaşmayı
egemenlerin
resmî ideolojisine göre gerçekleştirmede başrolü üstlenen eğitimi;
gericilik, vurgunculuk ve savaş
rejiminin dünya görüşünden bağımsız olarak ele almak mümkün
değil. İslâmcı, faşist bir tek adam
rejimi kurma peşinde koşan ve artık 12 Eylül’ün yeni efendisi olarak devlet partisi konumunda olan
AKP, resmî ideolojiyi de kendine
uygun olarak Nakşibendi Siyasal
İslâm olarak değiştirdi. Böylece 12
Eylül faşist darbesinden sonra iyice içi boşaltılarak Türk-İslâm-Nato
sentezinin üstünü örten bir kabuktan ibaret olarak kalan Kemalizmi resmî ideoloji pozisyonundan
düşürmüş oldu. Türk-İslâm-Nato
sentezini İslâm-Türk-Nato sentezi2- A.g.e, s. 11-16
3- A.g.e, s. 15
4- A.g.e, s. 16
AKP toplumu kendisine göre
biçimlendirmek istiyor
Gericilik, vurgunculuk ve savaş
rejimi, kendi resmî ideolojisini
topluma yaymak için eğitim sistemini büyük bir özenle ele aldı. Gericiler için eğitim o kadar önemli
bir alan hâline geldi ki Fethullah
Gülen Hareketi ile giriştiği iktidar
mücadelesinde ilk büyük çatlak bu
alanda yaşandı. Erdoğan, Gülencileri eğitim sisteminin dışına sürüklemeye başladı. Böylece eğitim
sisteminin topluma dayattığı Siyasal İslâmcılığı, Nurculuk etkisinden bile çıkararak doğrudan kendi
mezhepçi anlayışına uygun olarak
Nakşibendilik temelinde şekillendirmeye çalıştı.
İşte AKP’nin eğitim alanındaki
gerici saldırısı bu temellere dayanıyor. Cumhurbaşkanlığı koltuğuna
yerleşen zorbanın ülkeyi orta çağ
karanlığına, Osmanlı’ya döndürme hayallerine; halkı kendisine
itaat eden kullara çevirme umutlarına dayanıyor. Kendisinin atadığı
başbakanın dediği gibi “yüz yıllık
ulus devlet parantezini kapatmak”
olarak tariflediği “restorasyon5”
çabalarına dayanıyor. Bakmayın
siz onun sağda solda “Yeni Türkiye” diye nutuklar atmasına. Onun
Yeni Türkiye’si olsa olsa Eminö5- Restorasyon: Fransız Devriminden
sonra krallığın tekrar kurulduğu dönem. Karşıdevrim
“Umut insanda”
AKP’nin iktidar olanakları, sermayenin gücü ve emperyalizmin
desteği ile propaganda gücüne dayanarak yürüttüğü köklü karşıdevrim saldırıları elbette ki halkın direnişiyle karşılaşıyor. Unutmamak
gerekir ki 4+4+4 eğitim sistemine
direnen halkın ve eğitim emekçilerin direnişi Mayıs-Haziran 2013
Büyük Halk Direnişi’nin temel
enerji kaynaklarından birini oluşturmuştu. Şimdi de yine bu gerici
saldırılar karşısında direnen, tepki
duyan halkın öfkesi yeni bir halk
direnişi için mayalanıyor. Türkiye
halkları ilk fırsatta eğitim alanında
kaybettiklerini geri almak; bilimsel, demokratik, ana dilde ve laik
bir eğitim sistemi yaratmak için
harekete geçecek. Önümüzdeki
halk direnişinin temel konularından birini bunlar oluşturacak.
Mücadeleye devam
AKP “durmak yok yola devam” diyor ya hani! Bölgelerindeki okulların imam hatiplere dönüştürülmesine karşı çıkan; fiilen zorunlu
ders hâline döndürülen yeni din
derslerine direnen; TEOG saçmalığıyla zorla imam hatiplere kayıt
zorbalığıyla mücadele eden; zorunlu din derslerine karşı çıkan;
ana dilde eğitim hakkını savunan
öğrenciler, veliler ve eğitimciler de
“yılgınlık yok direniş var!” diyor;
“bu daha başlangıç mücadeleye devam!” diyorlar.
Şimdilik umudu parça parça, adım
adım büyütüyorlar. Yanı başlarında Soma’da, Torunlar Holdingin
inşaatında ölen işçilerin öfkesini
buluyorlar. Türkiye’nin Suriye’deki
emperyalist işgale taşeronluk yapmasına karşı çıkanlarla birleşiyorlar. Yoksulluk içinde kıvranırken,
yolsuzluk ve rüşvetlerle biriken, bir
türlü sıfırlanamayan milyonların
hesabını sormaya hazırlanıyorlar.
6- Caminin inşaatına 1597’de başlandı,
ibadete 1663’te açıldı.
onur balcı
Ekim 2014
14
Diktatör düşeceği koltuğa çıktı
AKP’nin sahte seçimi sonucunda Recep Tayyip Erdoğan, 12. Cumhurbaşkanı
olarak ilan edildi. Halkın kendi adaylarını çıkartabilmesini önleyen seçim sistemi
ve seçimler boyunca her türlü adaletsizlik, tek yanlı propaganda ve antidemokratik
uygulamalar AKP’nin elini güçlendirdi. Erdoğan ve çevresi cumhurbaşkanlığını,
sultanlık-halifelik karışımı başkanlık rejimi için bir basamak olarak kullanmaya
çalışacak.
Erdoğan Anayasa darbesi yaptı
Daha seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz
Anayasa’yı çiğnemeye başlayan Erdoğan, milletvekilliği düştüğü hâlde ne milletvekilliğinden, ne
de başbakanlıktan ayrılmadı. Böylece bir Anayasa darbesini hayata geçiren Erdoğan, aynı şekilde
AKP genel başkanlığını da terk etmedi. Üstelik
partiyi kendi başkanlığında kongreye götürürken
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kongrede etkili bir rol oynamasını da engelledi. Gül ise elindeki yetkileri bile kullanmaktan aciz bir şekilde adeti
Erdoğan kuşatmayı kıramadı
Tayyip Erdoğan tarihin en düşük katılımlı seçimlerinden
birisiyle Cumhurbaşkanı ilan edildi. Seçime katılım oranı
yüzde 73’lerde kaldı. Seçime katılanların yüzde 51.8’inin
oyunu alan Erdoğan’ın oyu, bütün seçmenler içerisinde ise
yüzde 36 oranına kadar geriliyor.
Oranlar bir tarafa bırakılıp doğrudan seçmen sayıları dikkate alındığında ise Erdoğan’ın kendisine oy veren kitleden az
da olsa seçmen kaybettiğini ama genel olarak kitlesini koruduğunu söylemek mümkün.
olduğu üzere olan biteni izlemekle yetindi.
Böylece Erdoğan, yasa dışı bir şekilde AKP’nin
yeni genel başkanını ve başbakanı belirleme yetkisi kullanmış oldu. Meclis Başkanlığı, Yüksek
Seçim Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve dahası bütün Anayasal kurumlar yapılan
darbeye karşı en ufak bir ses dahi çıkarmadı. Bu
manzara Erdoğan’ın Çankaya’da fiili bir başkanlık
rejimi kurmasının önünün açıldığını gösteriyor.
Emperyalizmle uzlaşmaya prim yok
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aldığı
sonuçlar CHP ve MHP’nin başını
çektiği çatı aday projesinin tutmadığını ortaya koydu. İhsanoğlu
CHP’li seçmen bir tarafa MHP’li
seçmen açısından dahi tatmin
edici bir aday olamadı. Aldığı oylar son yerel seçimlerde CHP ve
MHP’nin aldığı oyların gerisinde
kaldı. Daha ilan edildiği anda büyük tartışmalara yol açan Ekme-
leddin İhsanoğlu, yalnızca CHP
ve MHP yöneticilerinin ABD ile
uyumlu olmaya hevesli olduklarını göstermekten öteye geçemedi.
Gericilik, vurgunculuk ve savaş
rejimine karşı olan halk kitlelerinden, kerhen destek verenler dışında, yeterli desteği alamadı. MHP
seçmeninin bir bölümü de, özellikle Orta Anadolu’da, Erdoğan’a
destek oldu.
Alkışlayan muhalefet
Selahattin
Demirtaş
HDPBDP’nin klasik oyunun üstünde
bir orana ulaştı. Yüzde 9.76 ile yüzde 10 bandında bir oy aldı. Medya
tarafından HDP çizgisinin Türkiyelileşme çabasının örneği olarak
takdir gördü. Yeni, enerjik, Türkiye gerçeğini anlayan bir muhalefet
odağı yaratabilecek siyasetçi adayı
olarak takdim edildi. Selahattin
Demirtaş, temsil ettiği uzlaşmacı
çizgiden bağımsız olarak; gericilik, vurgunculuk ve savaş düzenine karşı çıkan halk kitlesinin bir
bölümünün desteğini aldı. Özellikle CHP’de İhsanoğlu ile temsil
edilen uzlaşmacı eğilime tepki duyan bir kısım seçmen Demirtaş’a
yöneldi. Ne var ki HDP, mecliste
yapılan yemin törenine katılarak
AKP ve MHP grubuyla birlikte
Erdoğan’a meşruiyet kazandıracak bir hamle yaptı. Böylece Tayyip Erdoğan’ın Anayasa darbesine
karşı BDP, MHP ve CHP’den yükselen itirazlara rağmen yalnızca
CHP grubu zayıf da olsa fiili bir
tepki göstererek yemin törenine
katılmadı. Başlangıçta oturuma
katılan CHP grubu usûl tartışması
açmak istedi. İstekleri reddedilince protesto ederek salonu terk etti.
Seçim sonuçları neyi anlatıyor?
AKP kendi kitlesini genişletememiş ve başkanlık rejimine geçmek
için ihtiyacı olan desteği tam olarak alamamış durumda. Kuşatmayı kıramayan AKP seçimlerde
yüzde 51’lik oy oranıyla Tayyip
Erdoğan’ı cumhurbaşkanı ilan ettirerek net bir kazanç sağladı. Önümüzdeki dönemde, malumun ilamı
olan bu kazancı, toptan bir karşıdevrime meşruiyet yaratmak için
kullanmaya çalışacak. Buna karşı-
lık Erdoğan ve AKP’ye karşı halk
direnişinin yükseleceği şimdiden
öngörülebilir.
Halkın aday göstermesini önleyen
seçim sistemi ile birlikte muhalefet partilerinin de halkın taleplerini tam olarak karşılamaktan
uzak adaylar ve çizgilerle seçmen
karşısına çıkması neticesinde Gezi
Parkı’ndaki direnişle atılıma geçen
Mayıs Haziran 2013 Büyük Halk
Direnişi’nin sandığa tam olarak
yansıyacak bir kanal bulamadığı
ortada. Türkiye halklarında “ayaklarıyla oy kullanma” eğilimi giderek belirgin bir hâle dönüyor.
Emperyalizmle uzlaşmanın adaylarına halkın rağbet etmemesi ile
sandığa katılım oranının çok düşük kalması birlikte yorumlandığında Mayıs Haziran 2013 Büyük
Halk Direnişi’nin taleplerine ger-
çekten sahip çıkmanın anlam ve
önemi daha iyi anlaşılıyor.
Açık bir güvensizlik ve protestoya
dönüşen sandığa gitmeme tutumu,
halkın gericilik, vurgunculuk ve
savaş rejimine karşı topyekûn bir
direniş ihtiyacı içinde olduğunu
ortaya koyuyor. Bütün ilerici, antiemperyalist, sosyalist, laik kesimlerin birleşeceği bir cephe açık bir
ihtiyaç olarak önümüzde duruyor.
Ekim 2014
15
Davutoğlu Başbakan olarak atandı
Daha da sertleşecekler
Cumhurbaşkanı
olarak
ilan edildiği andan itibaren milletvekilliği ve
dolayısıyla başbakanlığı
düşen, partisiyle ilişkisi
hukuken kesilmiş olan Erdoğan, gerçekleştirdiği Anayasa darbesiyle bütün yetkilerini kullanmaya devam etti.
Yasadışı bir şekilde kullandığı
yetkilerine dayanarak partisini
olağanüstü genel kurula götürdü.
Genel kurula gitmeden önce ise
yine kanunsuz bir şekilde partinin ve hükümetin başına geçecek
kişiyi atadı. Erdoğan’dan sonraki
AKP Genel Başkanı ve Başbakan
olarak, 21 Ağustos’ta gerçekleştirilen MYK toplantısı sonrasında, şatafatlı bir törenle, “kardeşi” Ahmet
Davutoğlu’nu görevlendirdi. Böylece 21 Ağustos itibarıyla Türkiye’nin
iki cumhurbaşkanının yanı sıra iki
de başbakanı olmuş oldu.
“Kardeşi” Abdullah Gül’ü harcadı
Kongrenin hangi tarihte yapılacağı
ve başbakanın kim olacağı tartışmalarının ortasında Abdullah Gül,
hem de AKP MKYK toplantısı
sürerken, cumhurbaşkanlığından
sonra AKP’ye döneceğini açıkladı.
Açıklamaya cevap toplantı sonrası Hüseyin Çelik’ten geldi. Çelik,
MKYK toplantısında olağanüstü kongrenin 27 Ağustos’ta, yani
Gül’ün görev süresinin dolmasın-
dan bir gün önce yapılmasına karar verildiğini duyurdu.
Böylece Gül’ün kongreden önce
partiye üye olabilmesinin dahi önü
kesilmiş oldu. Abdullah Gül ise
bu süreci sadece izlemekle yetindi. Yalnızca kendisine karşı kampanya başlatan Erdoğan yanlıları
yüzünden kalbinin kırıldığından
bahsetti. Oysa Erdoğan’ın kendisi-
ne de karşı yönelen Anayasa darbesini önleyecek bir sürü yetkisi vardı. Ama hiçbirini kullanmadı ya da
kullanamadı. Gül’ün bu tutumu
her ne kadar “karışıklık yaratmak
istemiyor” şeklinde açıklanmaya
çalışılsa da esas olarak tarafların
birbirleri hakkında bildiklerinden
dolayı aralarında var olan “dehşet
dengesi”ne dayandığını söylemek
gerekir.
Karşıdevrimci hücum
Başbakan
olarak
Ahmet
Davutoğlu’nun atanması elbette
ki yapılan sözde istişare çalışmalarından çıkan bir isim olmasına
dayanmıyor. Kendisini her şeyin
üstünde bir güç olarak konumlandırmaya çalışan Tayyip Erdoğan’a
bütün çevresindekilerin biat etmesine dayanıyor. Davutoğlu esas
olarak AKP hükümetinin bütün
savaş yanlısı politikalarının yürütücüsü. Dış politikada izlediği
maceracı tutum Ortadoğu’da akan
kandan sorumlu olanlar listesinde
onu epey yukarılara taşıyor. Elinde
komşu halkların kanı olan bir bakan şimdi kukla başbakan olarak
da olsa bütün bir ülkeyi yönetmek
için atanıyor. Erdoğan toptan karşıdevrimci bir hücuma kalkıp ülkeyi kendisi ve gerici hayalleri için
dikensiz gül bahçesi hâline döndürmeye çalışıyor.
Davutoğlu
aynı
zamanda
Erdoğan’ın kendisine en sadık gör-
düğü kişilerin de başında geliyor.
Özellikle Ortadoğu konusunda en
büyük suç ortağı. Dolayısıyla birçok açıdan birbirlerine muhtaçlar.
Bunların dışında Davutoğlu diğer
başbakanlık için adları geçenler
gibi gelenekten gelen kadrolara ya
da parti teşkilatına hâkim birisi
değil. Yani otoritesini büyük ölçüde Erdoğan’a yakın olabilmesinden
alıyor. Erdoğan ipini sağlam kazığa
bağlamayı çok önemsiyor.
Ama korkuyorlar
Erdoğan’ın onbeş günlük bir süre
için dahi milletvekilliğinden, başbakanlıktan ve AKP genel başkanlığından ayrılmaya cesaret edememesi; buna karşılık Anayasa darbesi
yaparak yasa dışı bir şekilde üç makama ait yetkileri aynı anda kullanması; bırakın devlet kurumlarını
Erdoğan tarafından engellenen, tasfiye edilen çevrelerin dahi Anayasa
darbesine ses çıkarmaması yalnızca
Erdoğan’ın yeni Osmanlı padişahı
olma hayallerini değil; Erdoğan ve
çevresindekilerinin dehşetli bir kor-
ku içinde olduklarını da gösteriyor.
Çok korkuyorlar. En güçlü olduklarını düşündükleri anlarda dahi halka karşı, eski suç ortakları cemaate
karşı tedbir almaktan geri durmuyorlar. Çünkü yükselecek halk hareketinin onların bütün tedbirlerini aşarak gericilik, vurgunculuk ve
savaş rejimine son vereceğini, Orta
Doğu’da işledikleri savaş suçlarından, insanlık suçlarından; Kürtlere,
Alevilere, azınlıklara uyguladıkları
mezhepçi, ırkçı ayrımcılık politika-
larından; yolsuzluklardan, doğanın
ve çevrenin talanından, ayakkabı
kutularındaki milyonlardan; gericilik politikalarından, kadın cinayetlerinden, çocuklarımızın çalınan geleceklerinden; Soma’da, tersanelerde
ölen işçilerden, taşeron sisteminin
yaygınlaştırılmasından;
sağlığın,
eğitimin paralı hâle döndürülmesinden hesap soracağını biliyorlar.
Korkuyorlar. Hem de ölesiye korkuyorlar. Çünkü “hiçbir korkuya benzemez halkını satanın korkusu”
Maduro’dan
Batı’nın
Rusya’ya
saldırısını
kınama
Caracas’ta halka seslenen Venezuela Başbakan’ı Nicolas
Maduro ABD ve Avrupa’nın
tehditlerini eleştirerek “Ne
zaman ki Rusya kendini savundu, o zaman Batı’ya karşı
politikalar yürütmekle suçlandı” dedi. (1 Eylül 2014)
Maduro “Rusya’ya yöneltilen bu tehdidi dikkatle izliyoruz. Venezuela olarak net
bir şekilde şunu talep ediyoruz. Rusya’yı hücumdan
vazgeçmesi için suçlayanlar
Rusya’ya savaş açmaya çalışmaktan vazgeçin. Barışın!”
Venezuelalı lider Moskova’ya
dönük yaptırımları “Çin’e ve
gelişmekte olan BRICS güçlerine bir mesaj” olarak yorumladı.
Çoğunluk için BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin,
Güney Afrika) ticari bloku
Hugo Chavez’in başardığı
türde çok kutuplu bir ekonomiyi temsil ediyor.
“Hepiniz onların (Batı Güçlerinin) kızkardeşimiz Dilma Rousseff’e Brezilya’da
açtığı savaşı, Lula Silva’nın
(Eski devlet başkanı) Güney
Amerika’yla
bütünleşmiş
projelerinin kökünü kazımak ve yok etmeyi denediklerini gördünüz” diyen Maduro, yaptırım tehditlerinin
Ukrayna’da süregelen anlaşmazlıklara yanıt olmaktan
çok “21. yüzyılın yeni çok kutuplu dünyasının yükselişini
engellemeye dönük bir çaba”
olduğunu vurguladı.
2011’den bu yana Venezuela enerji, savunma, tarım,
konut ve teknoloji alanında
Rusya’yla işbirliği anlaşmaları imzalayarak bağlarını güçlendiriyor.
Putin’in
verdiği
bilgiye
göre geçen sene Haziran’da
Maduro’nun Moskova’ya ziyaretine kadar olan sürede
Rus şirketleri Venezuela’ya 20
milyar dolarlık yatırım yaptılar.
Kaynak:
http://venezuelanalysis.com/news/10877 sitesinden çevrilmiştir.
çev: fethiye kabataş
AYLIK YEREL SÜRELİ YAYIN ISSN 1301–9031
uluçınar sanat basın yayın reklam ve turizm hizmetleri san.tic.ltd.şti.
adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: onur balcı
tomtom mh. yeni çarşı cd. no: 26/8 beyoğlu - istanbul
0212 245 28 11
halk gazetesi
www.yenidunyagazetesi.com
baskı: yön matbaası
davutpaşa cd. güven san. sit. b blok k 1 no: 366 topkapı - istanbul
0212 544 66 34
94
TKPyaşında
gericilik, vurgunculuk
ve savaş rejimini
yıkacağız
TKP 1920 94. kuruluş yıldönümünü “TKP 94 Yaşında
- Gericilik, Vurgunculuk ve Savaş Rejimini Yıkacağız”
başlıklı etkinliklerle kutladı.
İstanbul
Mersin
İzmir
İstanbul
Şair Metin Demirtaş'ı yitirdik
“Bizim de
dır
dağlarımız var
Che Guevara”
İlerici yurtsever şair Metin Demirtaş, 27 Eylül 2014 günü
Antalya'da yaşamını yitirdi.
1938’de Antalya’nın Elmalı ilçesine bağlı Akçay köyünde doğan Demirtaş, ilkokulu köyünde
okudu. Antalya Erkek Sanat Enstitüsü ile Ankara Akşam Tekniker Okulu'nu bitirdi. İşçi sınıfının, şehir ve köy emekçilerinin,
gençliğin kitlesel siyasal mücadeleye atıldığı 1960'ların büyük
devrimci yükseliş döneminde
şiirleriyle adını duyurdu. Genç
yaşında kansere yakalandı, sol
bacağı dizinin üstünden kesildi.
İlk şiirleri Varlık dergisinde çıkan Demirtaş İmece, Türk Solu,
Yeni Adımlar, Militan, Sanat
Emeği, Yansıma dergilerinde yayınlanan şiirleriyle ün kazandı.
Türk Solu dergisinde yayınlanan
“Che Guevara” şiiri nedeniyle
tutuklandı.
Bağımsızlık, dostluk, fedakârlık,
dayanışma,
umut,
cesaret
duygularıyla örülmüş şiirleriyle
öne çıkan Metin Demirtaş'ı “Che
Guevara” şiiriyle anıyoruz.
CHE GUEVARA
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara
Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa
Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır
Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa
Alaçamın, mor meşenin ardına silah çatıp yatmaya
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara
Bizim de halkımız vardır Che Guevara
Unutulmuş uzak tarlalar yalazında
Sazıyla, türküleriyle kardeşliğe vurgun
Bütün ulusların halkları gibi
Ve yalnız büyük fırtınalarla kımıldayan
Bizim de halkımız vardır Che Guevara
Bizim de ozanlarımız vardır Che Guevara
Sağ çıkmış güneşsiz taş odalardan
Yüreğiyle barışa, sevgiye yönelmiş
Çelik öfke bir yanı, bir yanı uysal mavi
Eğilmeden dimdik geçmiş demir kapılardan
Bizim de yiğit insanlarımız vardır Che Guevara
Bizim de delikanlılarımız vardır Che Guevara
Yokluklardan biyol kopup gelmiş
Üç zeytin, az ekmek üniversitelerde
Su gibi kızlar çarpar önce, alkol vurur
Öfkeli dolanırlar caddelerde
Ve başkaldırırlar akılları suya erende
Çünkü Vietnam hepimizin Vietnam'ı
Kongo hepimizin Kongo'su
Bir kere özsu yürümüştür dallara
Patlayacaktır ağır sancılarla karanlıklar
Varmak için o güzel yarınlara
Bizim de dağlarımız vardır Che Guevara