çevre bilinci - Türk Parlamenterler Birliği

Transkript

çevre bilinci - Türk Parlamenterler Birliği
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Haziran 2014 Sayı: 15
Ayl ı k sürel i yay ı n
Türk Kızılayı 146 yaşında
Çevre ve Şehircilik Bakanı
İdris Güllüce:
Çevreye yapılan yatırım,
insana ve geleceğe
yapılan yatırımdır
SAĞLIKLI YAŞAMIN
ANAHTARI:
ÇEVRE BİLİNCİ
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
15
TPB
Haziran 2014 Sayı: 15
Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
Kahramanmaraş Milletvekili
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Deniz Varol
Elif Çelik
Gökçe Doru
Nehir Öztürk
Pınar Ünsal
Zeynep Yiğit
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
Çorum Milletvekili
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Genel Koordinatör
İsmail Demir
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cd. 89/8 Çankaya / ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. sok. No:6
İvedik/Ostim/Ankara
Basım Tarihi: 06.06.2014
T: 0312 395 0608
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Nuri USLU
Genel Sekreter Yardımcısı
23. Dönem Uşak Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu
yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz
iktibas yapılamaz.
H a z ir an 2014
İçindekiler
KAPAK
20
Sağlıklı yaşamın anahtarı: Çevre bilinci
38
Mustafa Yılmaz:
56
Orhan Demirtaş:
64
Yahya Akman:
26
Çevre ve Şehircilik Bakanı
İdris Güllüce:
Çevreye yapılan yatırım,
insana ve geleceğe
yapılan yatırımdır
Siyasetçi
dürüst ve halkla
iç içe olmalı
Ülkenin yüksek
menfaatleri
partinin de nefsin de
önünde gelmeli
Katar ile tarihî
bağlarımızla uyumlu
bir ilişkimiz mevcut
4
Başkanın Mesajı
DÜNYAPARLAMENTOLARI
5Birlik’ten
7Haberler
16Dünyadan
18 Nihat Zeybekci: Kültür
coğrafyamızda ekonomik
ilişkilerin geliştirilmesi ve
son dönem faaliyetleri
42 Babalar Günü kutlu olsun
55 TBMM’de Mayıs 2014’te
kabul edilen yasalar
32 Tüm değerleri yeniden değerlendiren mimari:
Gürcistan Parlamentosu
80 Tarih Sahnesi
86 Erbay Kücet: Sirkeci Garı’nda
görücüye çıkan dergilerimiz
88Kitap
50
71
74
Saray duvarlarının
en özel süsleri:
Çay ve kahvedeki
Mehmet Metanet
Çulhaoğlu ile Türkiye hünerli eller
89Müzik
90Film
91Televizyon
92 Vekiller ne okuyor / ne izliyor
94 Sosyal medya günlükleri
95 Mehmet Şükrü Erdinç ile
sosyal medya söyleşisi
96Unutmayacağız
60
Türkiye’nin şefkatli eli
Türk Kızılayı
Dolmabahçe
Resim Müzesi
67
“Biz kısık sesleriz...”
Arif Nihat Asya
Kamp ve Karavan
Derneği üzerine
Çay ocağı çalışanları
82
Bir güçlü ses, bir yufka
yürek: Metin Serezli
4
Başkanın Mesajı
Huzur ve barış ortamı
D
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı,
Kahramanmaraş Milletvekili
Demokrasi toplumun
her katında bir
anlaşma ve uzlaşmayı
gerekli kılmaktadır.
Sağlıklı bir demokrasi,
vatandaşların sadece
siyasal mücadelelerinin
şartlarını belirleyen
bir anayasaya değil,
bireylerin girişimlerini
de çerçeveleyen
kanunlara saygılı
oldukları demokrasidir.
Haziran 2014
emokrasi kavramı eşitlik ve adalet ile yakından ilişkilidir. Demokratik yönetimlerde söz sahibi ne bir
kişi, ne bir zümre, ne de bir grup insandır. Tüm halkın yönetimde söz sahibi olması gerektiğini söyleyen demokrasi ve cumhuriyet aynı temele oturduklarından aynı zamanda birbirinin tamamlayıcısıdır.
Bu nedenledir ki cumhuriyetçi yönetim şekillerinde demokratik anlayış hakimdir. Halkı temsilen devleti idare
edecek olan kişiler halk tarafından, halkın içinden seçilir.
Hiç şüphesiz eşitlik, demokrasinin temel kavramlarından biridir. Yaşadığımız çağda pek çok yerde demokrasi
örnekleri görülebilir. Sınıflarda herkesin eşit değere sahip oy kullanarak sınıf başkanı seçmesi, lise öğrencilerinin
ayrım olmaksızın aynı üniversite sınavına giriyor olması buna örnek olarak verilebilir. Medeni Kanunumuzun da
demokrasi adına çıkarılan bir kanun olduğunu belirtmeliyiz.
Eşitsizlik ve adaletsizliğin olduğu yerde huzursuzluk ve sorunların olacağını ifade etmek isterim. Demokrasinin
olduğu yerde huzurlu ve sorunsuz bir toplum olduğu gibi halkın refah düzeyinin artırılması da demokrasinin yegane amacıdır.
Sözlük anlamına baktığımızda demokrasinin bir rejim değil, yönetme biçimi olduğunu görür, çoğunlukla
“halkın egemenliği” olarak tanımlayanlara rastlarız. En temel ve özet tanımı ile demokrasi, “çoğunluğun iktidarı,
azınlığın haklarının korunması”dır.
Temsilî demokrasi ve katılımcı demokrasi olarak iki grupta değerlendirilen demokrasilerde uzlaşma önemlidir.
Seçme ve seçilme hakkı, ifade özgürlüğü, azınlığın haklarının korunması demokrasinin temel ilkelerindendir. Demokrasi toplumun her katında bir anlaşma ve uzlaşmayı gerekli kılmaktadır. Sağlıklı bir demokrasi, vatandaşların
sadece siyasal mücadelelerinin şartlarını belirleyen bir anayasaya değil, bireylerin girişimlerini de çerçeveleyen
kanunlara saygılı oldukları demokrasidir.
Yazılı olmayan ve hukuktan doğmayan uzlaşma kültürü ile uzlaşma yöntemi iyi kullanılabilirse değer kazanır. Bir
toplumun ekonomisi ne kadar gelişmiş olursa olsun eğer siyasiler uzlaşmazlığı yeğlerlerse siyasal mücadelenin hukuki düzenleme yoluyla yürütülmesi bir anlam ifade etmeyebilir. Eğer siyaset adamları bir ortak eylemde anlaşmayıp kendi görüşlerinin doğru olduğunda direnirlerse, şartlar ne kadar elverişli olursa olsun rejimin işleyişi zorlaşır.
Fertlerin birbiriyle çelişen ayrı menfaatleri olacağından çelişkiler ve çatışmalar demokratik rejimde doğal görülmektedir. Demokrasi hoşgörüyü beraberinde taşır. Çoğulcu ve bireyci siyasal ortamda doğal görünen çatışmalara
ve çelişkilere rağmen sistemin işleyebilmesi beraber yaşama iradesine, menfaatler kavgasını barışçı yollarla hukuk
düzeni içinde yürütme ve en nihayet uzlaşma yeteneğine bağlıdır.
Hoşgörü ve uzlaşma için sadece anayasa veya yasa değiştirmenin yeterli olmadığını milletçe yaşadık ve yaşıyoruz. Bunun için toplumsal alt yapının ihmal edilmemesi gerektiğine inanmamız lazım. Özellikle uzlaşma ve
hoşgörünün toplumda yer edinememesinin, insanlarımızı birbirlerine karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesi
yapar duruma düşürdüğünü de söyleyebiliriz.
Demokratik toplum olmanın ilk şartı, kadının ve çocuğun korunarak aile içinde birey hale gelmesi, ailede söz
sahibi olmasıdır. Aile içinde düşüncesini açıkça söyleyebilen, baskı altında yetişmeyen şahıslar demokratik toplumu
oluşturabilirler.
Ayrıca demokratik toplumu okullarda geliştirmenin yolları önemsenmelidir. Zira bireyin toplumsallaşmasında
okulun yeri ve önemi büyüktür. Bu nedenle geçtiğimiz yıllarda TBMM öncülüğünde Millî Eğitim Bakanlığı ile
ortaklaşa yürütülen “Öğrenci Meclisi” projesinin devam etmesi gerekmektedir. İnsan haklarının, demokrasinin,
uzlaşmanın ve hoşgörünün ilkokullardan başlayarak tüm eğitim sürecinde anlatılması, yerleştirilmesi gerekir.
Ülkemizde de temel eğitim aşamasında öğrenci temsilcilerinin seçilmesi, bazı kararların alınmasına öğrencilerin katılması, çeşitli konuların sınıflarda tartışılarak farklı görüşleri dinlemenin ve o görüşlere tahammül edilmesi
gerektiğinin öğretilmesi lazımdır. Aksi takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görülen üzücü manzaralar maalesef sürüp gidecektir.
Birlik’ten
Nevzat Pakdil:
19 Mayıs 1919, milletimizin istiklal ve
istikbal meşalesini yaktığı gündür
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayımlayan
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, “Gençlerimize büyük önem
veriyor, onların aydınlık geleceği için her türlü imkanı seferber ediyoruz” dedi.
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş
Milletvekili Nevzat Pakdil, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik
ve Spor Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Atatürk’ün
millî mücadeleyi başlatmak üzere Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919
tarihinin 95’inci yıldönümünü kutlayan Pakdil, “Bu ülkenin yarınları için şehit düşen tüm vatan evlatlarımızı rahmet, minnet
ve şükranla anıyorum” dedi. Anadolu’yu işgal etmek ve bir milleti
tarihe gömmek isteyenlere karşı 19 Mayıs 1919’da millî mücadele
meşalesinin yakıldığını ifade eden Pakdil, “Türk milletinin birlik
ve beraberlik içinde, vatanın istiklali ve istikbali için canını ortaya
koyarak yürüttüğü millî mücadele sonucunda zafere ulaşılmıştır.
19 Mayıs ruhu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamış,
milletimiz istiklal ve istikbali için her tür zorluğun üstesinden
gelebileceğini tüm dünyaya göstermiştir” değerlendirmesinde
bulundu. Nevzat Pakdil mesajında 19 Mayıs 1919’da yakılan meşalenin Türk milletinin yolunu çok kuvvetli bir şekilde aydınlattığını belirterek, “95 yıl önce millî bir hedef ortaya konulmuş ve bu
hedefe ulaşmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde büyük bir mücadele verilmiştir. Topraklarımızı düşman işgalinden
kurtarmak için canını ortaya koyan, bu uğurda şehit düşen tüm
vatan evlatlarımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum” dedi.
“Gençlerimize büyük önem veriyoruz”
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, bugün
Türkiye’nin gelişen demokrasisi, büyüyen ekonomisiyle bir dünya
devleti olduğuna işaret ederek, “Ülkemiz önüne koyduğu hedeflere ulaşma noktasında azimle ve kararlılıkla ilerlemektedir” dedi.
Milliyet gazetesinin 1980 yılında ek olarak verdiği, Kurtuluş Savaşı’nı belgelemek üzere 1969-70
yıllarında İstiklâl Harbi adıyla hazırlanan gazeteden alıntıdır.
Türkiye’nin genç ve dinamik bir nüfusa sahip olduğunu kaydeden
Pakdil, “Gençlerimize büyük önem veriyor, onların aydınlık geleceği için her türlü imkanı seferber ediyoruz” dedi. “Hedefi olmayan gemiye rüzgar
bile yardım edemez” sözünü hatırlatan Nevzat Pakdil, gençlere kendilerine hedef koymaları ve başarıya ulaşmak için çok çalışmaları çağrısında
bulundu. Pakdil, “Geçmişini iyi bilen, geleceğini planlayan, millî ve manevi değerlerinden taviz vermeyen; atasına, yaşlısına, engellisine sahip çıkan
bir gençlik ülkemizi en ileri noktalara taşıyacaktır” dedi.
Nevzat Pakdil mesajında Soma’daki maden faciası dolayısıyla 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nın bu yıl buruk bir şekilde
kutlandığına işaret ederek, “Milletçe hepimizi hüzne boğan maden ocağı yangınında hayatını kaybeden işçilerimize Yüce Allah’tan rahmet ve
mağfiret diler, kederli ailelerinin acısını yürekten paylaşır, yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar dilerim. Milletimizin başı sağ olsun” dedi.
Haziran 2014
5
6
Birlik’ten
“Türkiye her zaman Kıbrıs’ın
yanında olmaya devam edecek”
“Kıbrıs’ta Çözüm
Sonrası Beklentilerin
Karşılanması”
çalıştayı Ankara’da
gerçekleştirildi. Türk
Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı Nevzat
Pakdil, Türkiye’nin her
zaman Kıbrıs’ın yanında
olmaya devam edeceğini
vurguladı.
Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği’nin (EkoAvrasya) düzenlediği “Kıbrıs’ta Çözüm
Sonrası Beklentilerin Karşılanması” konulu çalıştay, KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı
Dr. Sibel Siber, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili
Nevzat Pakdil, Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün, Ankara Milletvekili Tülay Selamoğlu ve Iğdır Milletvekili Sinan Oğan’ın da katılımıyla Ankara’da gerçekleştirildi.
Sözlerine “Soma bizlerin ortak acısıdır, ortak yasımızdır” diyerek başlayan KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr. Sibel Siber, “Kıbrıs’ta çözüm yönünde hareketliliğin arttığı bu
günlerde düzenlenen ‘Kıbrıs’ta Çözüm Sonrası Beklentilerin Karşılanması’ konulu çalıştay
şüphesiz ayrı bir önem kazanmaktadır” dedi. Siber, 18 ay aradan sonra iki toplum arasında
yeniden başlayan müzakerelerden tüm beklentilerinin, bu sorunun adil ve kalıcı bir çözümle
sonuçlanması ve Kıbrıs’ın artık bir sorun olarak değil, bir barış adası olarak anılması olduğunu ifade etti.
Haziran 2014
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil ise Türkiye’nin her
zaman Kıbrıs’ın yanında olduğunu, bundan
sonra da olmaya devam edeceğini vurguladı. Ankara Milletvekili Tülay Selamoğlu,
“TBMM’de farklı görüşler vardır, ancak
mesele Kıbrıs olduğunda hepimiz tek yürek
oluruz, çünkü Kıbrıs bizim canımızdır”
diye konuşurken, Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün, “Kıbrıs bizim için bir
memleket meselesidir. Türkiye ne kadar
güçlü olursa diğer Türk devletleri ve Kıbrıs
da o kadar güçlü olacaktır” değerlendirmesi
yaptı. Iğdır Milletvekili Sinan Oğan da konuşmasında Türkiye ile Kıbrıs arasındaki
güçlü bağa işaret etti.
Açılış konuşmalarının ardından oturumlara geçilen çalıştayda, Kıbrıs’ta toplumlararası müzakerelerde tartışılan konular ve
tarafların bu konularla ilgili değerlendirmeleri masaya yatırıldı. Çalıştay sonrası
hazırlanacak raporlar Türkiye Cumhuriyeti
ve KKTC devlet yetkililerine sunulacak.
Soma’nın Eynez mevkiindeki kömür madeni ocağında, giriş kısmının 400 metre altında 13 Mayıs günü elektrik panosundan kaynaklandığı açıklanan yangın meydana geldi. Vardiya değişimi dolayısıyla 787 işçinin bulunduğu madenin 2 kilometrelik galerisinde çıkış kısmına
yakın olan işçiler dışarı çıkmayı başarırken, 301 işçi yangın sebebiyle 800 metre derinlikte mahsur kalarak karbonmonoksit gazı zehirlenmesi
sonucu hayatını kaybetti.
Yangın nedeniyle elektriklerin kesildiği ve asansörlerin kullanılamadığı madende ilk olarak çevredeki bir maden ocağından gelen tahliye ekibi
kurtarma çalışması başlattı. Çevre illerden yapılan takviyelerle birlikte kurtarma çalışmalarında toplam 27 ambulans, 3 kurtarma ekibi ve 1
helikopter kullanıldı. Kurtarılan işçiler hastaneye kaldırılırken galerilere temiz hava verildi.
Türk Kızılayı kazanın hemen ardından bölgeye bir öncü araç ile uzman personel gönderdi. Mahsur kalan işçiler için Ege Bölgesi Afet Yönetim
Merkezi alarm durumuna geçti ve Manisa Şubesi yetkilileri de yerel yöneticilerle görüşerek ihtiyaç tespiti yaptı.
Devletin tüm imkanlarının seferber edildiği ve Türkiye’nin dört bir yanındaki duyarlı vatandaşların çeşitli yardımlarda bulunduğu Soma’da
hayatını kaybeden maden işçilerinin yakınlarının kimseye muhtaç olmadan yaşamaları için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nca çalışmalar
yürütülüyor. Millî Eğitim Bakanlığı ise maden kazasından dolayı travma yaşayan 6-10 yaş arası yaklaşık 100 çocuk için yaz okulu, 11-18 yaş arası
yaklaşık 100 çocuk ve genç için de yaz kampı düzenledi.
TBMM’de Soma maden kazasıyla ilgili olarak kurulan Araştırma Komisyonu ise parti gruplarının bildirdiği üyelerin isimlerinin TBMM
Genel Kurulu’nda okunmasının ardından ilk toplantısında görev bölümü yapacak ve yol haritasını belirleyerek çalışmalarına başlayacak. Plan ve
Bütçe Komisyonu, taşeron ve madenlerde çalışanlarla ilgili düzenlemelerin yer aldığı torba yasa tasarısını ele alacak.
8
Haberler
2 il, 7 ilçe ve 5 beldede
seçimler yinelendi
Mahalli yöneticileri belirlemek üzere 2 il, 7 ilçe ve 5 beldede 1 Haziran’da yeniden sandık başına gidildi. AK Parti 5, MHP ve CHP 3, BDP
2, SP ise 1 yerde seçimi kazandı.
Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) kararıyla yinelenen Yalova Belediye Başkanlığı seçimini, resmî olmayan sonuçlara göre CHP adayı Vefa
Salman kazandı. Geçerli oyların 29 bin 227’sini Salman, 28 bin 999’unu ise AK Parti adayı Yakup Koçal aldı. Ağrı’da yinelenen belediye başkanlığı seçimini ise yüzde 50,9 oyla BDP adayı Sırrı Sakık kazandı.
Resmî olmayan sonuçlara göre Bitlis’in Güroymak ilçesinde BDP’li aday Mehmet Emin Özkan yüzde 55,6 oyla belediye başkanı seçildi.
Çorum’un Ortaköy ilçesine bağlı Aştavul beldesinde yüzde 49,6 oyla CHP’li aday Dursun Uzunca seçimi kazanırken AK Parti’nin oy oranı
yüzde 49,2 oldu.
Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Eymir beldesinde yüzde 52,4 oy oranıyla AK Parti adayı Çetin Mertoğlu kazandı.
Bayburt’un Aydıntepe ilçesinde MHP adayı Haşim Şentürk 877 oyla belediye başkanı oldu.
Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlı Çadırkaya beldesinde belediye başkanlığını 520 oyla Saadet Partisi adayı İshak Birol kazandı.
Aydın’ın Buharkent ilçesinde AK Parti adayı Mehmet Erol 3 bin 855 oyla belediye başkanı seçildi.
Çankırı’nın Şabanözü ilçesinde MHP’li Mustafa Karakaya, yüzde 50,1 oyla belediye başkanı oldu.
Kastamonu’nun Çatalzeytin ilçesindeki belediye başkanlığı seçimini 848 oyla AK Parti adayı Musa İhsan Uğuz kazandı.
Niğde merkeze bağlı Bağlama beldesinde yinelenen belediye başkanlığı seçiminin galibi 698 oyla MHP’nin adayı Murat Karakuzu oldu.
Tokat’ın Yeşilyurt ilçesinde belediye başkanlığı seçimini mevcut başkan AK Partili Kazım Misafir 1525 oyla kazandı.
Eskişehir’in Mahmudiye ilçesinde CHP adayı İshak Gündoğan yüzde 58,7 oyla belediye başkanı seçildi.
Afyon’un Emirdağ ilçesinde ise Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nda yapılan değişiklikle nüfusu 2 binin altında kaldığı için belde statüsü iptal
edilen ve Ankara 7. İdare Mahkemesi tarafından tüzel kişiliğinin devam etmesi yönünde karar verilen Gömü beldesinde, belediye bakanlığını
AK Parti adayı Hakkı Tekin 499 oyla kazandı.
Haziran 2014
Haberler
20. Uluslararası Enerji ve Çevre
Fuarı ve Konferansı
20. Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı ve Konferansı, Enerji ve
Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın katılımıyla gerçekleşti.
Taner Yıldız konferansta yaptığı konuşmada “Nisan ayının
başında, Kemerköy termik santralimiz özelleştirmeden 2
milyar 641 milyon dolarlık teklif aldı. Bunu değerlendirerek
Özelleştirme Yüksek Kurulu’na (ÖYK) sunacağız; ÖYK değerinde görürse verecek, değerinde görmezse vermeyecek. Şu
anda Çatalağzı ile ilgili altı, Yatağan ile alakalı on dokuz teklif
var. Türkiye gerek siyasette, gerekse enerji sektöründeki öngörülerinde gel-gitler yaşamadı. Öngörülerinde sabit, ama doğru
bir noktayı seçmeye gayret etti. Biz nükleer yapacağız dedik,
dünyada halen tartışmalar var. Ama sürdürülebilir stratejinin
nükleeri yapmaktan geçtiğine kanaat getirdik. Eğer 2 nükleer
santrali 10 yıl önceden başlamış da bitirmiş olsaydık 7,6 milyar
dolar daha az ithalat yapmış olacaktık” dedi.
Nükleer güç santrallerine ortak alacaklarını anımsatan Yıldız, “Nükleer santrallerde yüzde 5-10-20 yerli ortak alacağız. Her iki santral
için de bunu yapacağız. Kamunun bir miktar payı olabilir” diye konuştu. Türkiye’de Konya Karapınar Ayrancı bölgesinin dümdüz bir arazi
olduğunu ve kara ile ufuk çizgisinin burada birleştiğini söyleyen Yıldız, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Oraya özel bir çalışma yapıyoruz. 3 bin megavatlık güneş santrali için o bölgeyi açacağız. Tarım arazisi değil. 600 megavatlık santrale, TEİAŞ’ın EPDK’nın yaptığı çalışmaya biliyorsunuz 15 katı kadar talep geldi. Orada 3 bin megavatlık dünyanın en büyük santralini kuracağız. İletim hatlarını ona göre dizayn ettiriyoruz. Uluslararası yatırımcılar ‘Burayı bize verin, güneş santralleri, fabrikalar yapalım, burada
elektrik üretelim’ diyorlar. Bu firmaların sayısının artacağı kanaatindeyiz.”
Tarımda Ar-Ge çalışmalarında
kamu-özel sektör işbirliği
Tarımda Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) çalışmaları konusunda
kamu-özel sektör işbirliği toplantısı TİGEM Gazi Tesisleri’nde yapıldı.
Tarım alanında yeni teknolojilerin geliştirilmesi amacıyla Gıda
Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğulları
başkanlığında gerçekleştirilen toplantıya ASELSAN Yönetim Kurulu
Başkanı Vali Hasan Canpolat, GAP İdaresi Başkanı Sadrettin Karahocagil ve ilgili bürokratlar katıldı.
Toplantıda; kamu, üniversite ve özel sektör Ar-Ge çalışmalarının
tarım sektörünün ihtiyaçları, girdi kullanım etkinliğinin artırılması,
girdi maliyetlerinin azaltılması, çevre dostu ve hassas tarım tekniklerinin yerli teknolojilerin geliştirilerek yaygınlaştırılması, işbirliği alanlarının belirlenmesi konularında değerlendirmeler yapıldı. Ele alınan
konularla ilgili çalışma grupları oluşturuldu ve belli bir takvim çerçevesinde çalışmalara devam edilmesi yönünde ortak karara varıldı.
Haziran 2014
9
10
Haberler
Bakan Davutoğlu:
Balkanlar’ı yükselen
bölge yapabiliriz
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Balkanlar’ın en büyük yatırım konferansı olan Saraybosna İş Forumu’na katıldı.
Forumun açılış konuşmasını yapan Davutoğlu, bölgesel stratejik
işbirliğinin önemini vurgulayarak, “Şimdiki duruma bakarsak kritik, tarihî bir dönüm noktasında olduğumuzu söyleyebiliriz. Tarihî
akışları kaçıranlar zaman kaybeder, gelişme yolunda durgunluk
yaşar. Ben stratejik anlamda üç devlet tipinden bahsederim; birincisi vizyonlu ve iyi hükümetli devletler, onlar büyüyor; ikincisi
vizyonda çok yaratıcı değil, fakat uluslararası sistemde statüsünü
koruyan devletler; üçüncüsü ise vizyonu ve administrasyonu olmayanlardır. Vizyon, tarihin akışını anlayabilmek ve ulusal kapasiteyi
iyi bilmektir. Coğrafi konum ve nüfus size verilen bir şeydir, nasıl
kullanacağınız size bağlı” ifadelerini kullandı.
Balkanlar’ın, bölge ülkelerinin birleşmesi ve ortak hareket etmesi
ile büyüme göstereceğini kaydeden Davutoğlu, bölgesel işbirliğine
Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ı örnek vererek, “Bütün bu tecrübelerle Balkanlar’ı yükselen bölge yapabiliriz, fakat bunun için
güçlü siyasi irade ve ortak yaklaşım gerekir. Eğer bu ülkeler ortak
olmazsa büyük pazarlar için çok küçük oyuncular olur” dedi.
Bu yıl beşincisi düzenlenen Forum’a Ahmet Davutoğlu’nun yanı
sıra Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vuyanoviç, Slovenya’nın eski
Cumhurbaşkanı Danilo Türk, Katar Dışişleri Bakanı Khalid Bin
Mohammed Al Attiyah, dünyanın en büyük yatırım fonlarından
biri olan Katar Investment Authority Genel Müdürü Ahmad Al Sayed, Malezya Prensi Perak Raja Dr. Nazrin Shah ile iş ve siyaset dünyasından da çok sayıda isim katıldı.
Haziran 2014
“Stres ve Başa
Çıkma Yolları”
TBMM İnsan Kaynakları Başkanlığı tarafından TBMM’de
çalışan personele modern çağın hastalığı olarak nitelendirilen
stresi tanıtmak ve nasıl baş edilebileceğini öğretmek amacıyla düzenlenen “Stresin Nedenleri, Sonuçları ve Başa Çıkma
Yolları” başlıklı konferans Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdülkadir Çevik
tarafından verildi. Stressiz bir hayatın olmadığını belirten Çevik, “Stres kişi
hayatında yerine göre bir tehlike olduğu gibi aynı zamanda
bir fırsattır. Kazandırdıkları olduğu gibi kaybettirdikleri de
vardır” dedi.
Konferansta “karar almada zorluk çekenler, konuşma zorluğu yaşayanlar, nedensiz yere ağlayanlar, dişlerini gıcırdatanlar,
sinirsel tik sahibi olanlar, kolay yorulanlar, uyuyamayanlar,
uyanamayanlar, mide sancısı, baş ağrısı, boyun ağrısı, sırt ağrısı çekenler, iştahını yitirenler, iştahı açılıp ne yediğini bilemeyenler, neşesini yitirenler” gibi konu başlıkları ele alınırken şu
sorular üzerinde duruldu: Sürekli yorgun musunuz? Sabahları
yorgun mu kalkıyorsunuz? Kendinizi endişeli ya da panik halinde mi hissediyorsunuz? Başkalarına tahammül gösteremiyor
musunuz? Bir konuya yoğunlaşmakta güçlük çekiyor, dikkat
dağınıklığı mı yaşıyorsunuz? Uyku probleminiz mi var? Yaptığınız işlerden artık zevk almıyor musunuz? Kendinizi değersiz,
yetersiz, güvensiz ya da terkedilmiş mi hissediyorsunuz? Eskiye
göre daha alıngan bir hale geldiğinizi mi düşünüyorsunuz?
Çabuk mu sinirleniyorsunuz? Gelecekle ilgili olumsuz düşünceleriniz mi var? Zihniniz sürekli bir şeylerle mi dolu? Güven
eksikliği içinde, unutkan ya da karamsar mısınız? Sürekli gergin ve depresif bir halde misiniz?
Konferansa İnsan Kaynakları Başkanı Liman Peker, Basın,
Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanı Ali Özer, Milletvekili Hizmetleri Başkanı İsmail Kargulu, üst düzey bürokratlar, TBMM
personeli ve çok sayıda davetli katıldı.
Haberler
Uzmanlaşmış Meslek Edindirme
Merkezleri (UMEM) 10 Projesi
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) Konferans Salonu’nda düzenlenen “Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) 10 Projesi” protokol ve ödül töreni, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın katılımıyla gerçekleşti.
Törende konuşan Faruk Çelik, işsizlikle mücadelede son derece önemli olan ve kamu yaklaşımı ile özel sektör bakış açısını aynı noktada buluşturan UMEM projesinin herkese hayırlı
olmasını diledi. İşsizlikle mücadelenin yalnızca Türkiye ekonomisinin sorunu olmadığını,
aynı zamanda bütün dünyanın sorunu olduğunu belirten Çelik, dışarıda ve içeride yaşanan
tüm olumsuzluklara rağmen Türkiye’nin işsizlikle mücadelede kayda değer bir başarı elde
ettiğini dile getirdi. İş gücüne katılma oranının yüzde 46,3’ten yüzde 50,8’e, istihdam oranının ise yüzde 41,3’ten
yüzde 45,9’a yükseldiğini kaydeden Çelik, genç işsizlik oranının 2013’te yüzde 18,7’ye gerilediğini söyledi.
Bakan Çelik, son 11 yılda yaklaşık 1 milyon kişiye mesleki eğitim verildiğini dile getirerek
sözlerine şöyle devam etti: “Hükümet olarak işsizliği azaltacak, üretimi, ihracatı ve istihdamı
artıracak her adımın destekçisiyiz. Biz, özel
sektör odaklı bir kalkınmanın daha sağlıklı
ve sürdürülebilir olduğuna inanıyoruz. Bu
sebeple bugüne kadar uyguladığımız sigorta
prim indirimiyle işverenlerimize toplam
34,3 katrilyon destek sağladık.”
Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı ise konuşmasında artık iş gücü piyasasında mesleklerin eskidiğini ve yeni mesleklerin ortaya
çıktığını belirterek mesleki ve teknik eğitimi
kalkınmanın en temel ögelerinden biri
olarak gördüklerini söyledi. Bakan Avcı,
“Milyonlarca gencimize mesleki eğitim
verdik. Sektörün ihtiyaçlarına göre mesleki
ve teknik eğitimlerin gözden geçirilmesini
önemsedik. Nitelikli insan gücünün artırılması uluslararası rekabet için hayati öneme
sahip. Bir tarafta nitelikli eleman şikayeti bir
tarafta işsizlik var. Bu nedenle mesleki eğitimi ve nitelikli eğitim üzerine yapılacak tüm
çalışmaları desteklemeye devam edeceğiz”
ifadelerini kullandı.
Protokol ve ödül törenine TOBB Başkanı
Rifat Hisarcıklıoğlu, İŞKUR Genel Müdürü
Nusret Yazıcı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakan Yardımcısı Halil Etyemez ile çeşitli
STK temsilcileri de katıldı.
Konuşmaların ardından UMEM Beceri’10 protokolü Bakan Avcı, Bakan Çelik
ve TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu arasında
imzalanırken proje kapsamında ödül alan
firmalara plaket takdim edildi.
Haziran 2014
11
12
Haberler
Sporda Doping Komisyonu
Raporu açıklandı
Sporda Doping Komisyonu Başkanı, AK Parti İstanbul Milletvekili Osman Aşkın
Bak, düzenlediği basın toplantısında Türk sporunda yaşanan doping sorununun araştırılması ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla kurulan komisyonun raporunu
açıkladı.
Türkiye’de dopinge karşı mücadele etmesi gereken kurum ve kuruluşlar arasında
ciddi bir koordinasyon eksikliği olduğunu belirten Bak, sporcu sağlığına yönelik birimlerin yetersiz kaldığını kaydetti.
Sporcu seçimi ve üst düzey performans sporcusu yetiştirilmesi hususunda bilimsel
metotlardan yeterince yararlanılmadığını ifade eden Bak, sporcu, çalıştırıcı ve yöneticilerin doping konusunda yeterince eğitimli ve bilinçli olmadığını söyledi.
Türkiye’de dopingle mücadele kapsamında, Türkiye Doping Kontrol Merkezi’nin
tekrar akredite edilmesi çalışmalarının sürdüğünü belirten Osman Aşkın Bak, sözlerine şöyle devam etti:
“Komisyon toplantılarında, sporda dopingle etkin ve kararlı bir şekilde mücadele
etmek için üzerinde en çok durulan konu, yeni bir kurumsal yapı oluşturulması önerisi olmuştur. Bu kapsamda Türkiye’nin dopingle mücadelesinin tek bir kurumsal yapı
içinde koordine edilmesinin ve yönlendirilmesinin, dopingle mücadele mevzuatının
geliştirilmesinin ve uluslararası standartlarda uygulanmasının sağlanması amaçlanmaktadır.
Spor Genel Müdürlüğü bünyesinde yeteri kadar spor hekimi, diyetisyen, fizyoterapist
ve psikolog istihdam edilmelidir. Dopingin sadece sporcu sağlığını değil, aynı zamanda
halk sağlığını da etkileyen bir konu olması nedeniyle komisyon toplantılarında takviye
edici gıdalar, sporcu gıdaları ile dopingli madde içeren ürünlerin kaçak yollarla ülkeye
girişinin önlenmesine, bu tür ürünlerin özel spor salonlarında, internet ve televizyon
üzerinden satışının, reklamının ve tanıtımının denetimine yönelik değerlendirmelerde
bulunulmuş, öneriler geliştirilmiştir. Bu kapsamda, raporda takviye edici gıdalar ve
sporcu gıdalarının özel spor salonlarında satışının, Gençlik ve Spor Bakanlığı İl Müdürlüklerinin sorumluluğu ve koordinatörlüğünde denetimine, bu ürünlerin internet
Haziran 2014
ve televizyon üzerinden satışı, reklamı ve tanıtımının
denetimi ve kontrol altına alınması konusunda Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu’nun, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın, Reklam Özdenetim Kurulu’nun ve
Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın mevzuatında açık bir
düzenleme yapılmasına yönelik öneriler geliştirilmiştir.
Diğer yandan, ülkemizde yetersiz olan olimpik sporcu
sayısını artırma ve var olan sporcuları doping konusunda bilinçlendirmede, amatör ve profesyonel sporculara
ulaşma bakımından en etkin araç, hiç kuşkusuz spor
medyasıdır.
Raporumuzda, dopingin sağlık üzerine olumsuz etkilerini öne çıkaran haberler yapılması ve yasaklı madde
kullanımı nedeniyle ceza alan sporcuların reklam ve
tanıtımlarda yer almamasına özen gösterilmesi hususları
özenle vurgulanmıştır.”
“Doping sporun kanseri”
Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Osman Aşkın
Bak, doping maddesinin uyuşturucu kapsamında değerlendirilmesi için çalışmaların olduğunu belirtti. Halk
sağlığı açısından böyle yaptırımlara ihtiyaç olduğunu dile
getiren Komisyon Başkanı, Gençlik ve Spor Bakanı Akif
Çağatay Kılıç ile toplantı yapacaklarını, ilgili taraflarla da
görüştükten sonra bir kanun teklifinin gündeme gelebileceğini kaydetti.
Dopingin “sporun kanseri” olduğunu belirten Bak, doping maddesi kullanımı olan spor salonu kontrolünün de
daha sık yapılması gerektiğini kaydetti. Bu konuya daha
fazla önem verilmesi gerektiğini dile getiren Bak, “Buraların iyi denetlenmesi gerekiyor. Buz dağının altında görünmeyen kısmı gençlerin arasında yaygınlaşan doping
maddesi kullanımları. Steroid kullanıyorlar. Bunların
sonucu ya uyuşturucuya ya kontrolsüz bir güce götürür.
Buralardaki yapıları kontrol etmek gerekiyor. Bakanlıklara bu konuda görevler düşüyor” dedi.
AK Parti İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç, ilaçların kaçak olarak yurt dışından gelmesinin engellenmesi
gerektiğini; hassas davranarak, kaçakçılığını önleyerek ve
ayrım yaparak bu konunun düzenlenebileceğini kaydetti.
MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu
ise ortaya çıkan sonuç bildirgesi doğrultusunda bir kanun teklifi hazırlanmasını önerdi.
Haberler
Bakan Çavuşoğlu:
Türkiye, ekonomisi
hızla büyüyen bir ülke
Türk-İslam
Sanatları sergisi
Ankara Kalesi civarında son yıllarda yapılan değişiklikler
dikkat çekerken, özellikle antika ve eski eşya satan işyerleri
çoğaldı. At Pazarı ve Arslanhane Camii çevresinde yoğunlaşan
bu mekanlara bir yenisi eklendi. Açılını Kültür eski Bakanı
Namık Kemal Zeybek’in yaptığı Emin Antik Sanat Galerisi’nin
açılışında geleneksel Türk süsleme sanatında adını duyuran
Yurdagül Özsavaşçı’nın eserleri sergilendi. TPB Parlamento
dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet’in de açılışına katıldığı
sergide, Türk-İslam sanatlarının özgün örneklerine yer verildi.
Galeri sahibi Emin Can Terzioğlu, galerinin Ankaralı sanatseverlerin uğrak yeri ve buluşma noktası olmasını hedeflediklerini belirterek, açılışa katılanlara teşekkür etti.
Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu 14 Mayıs 2014 tarihinde 2014-2015 Dönem Başkanlığını
Türkiye’nin üstlendiği Küresel Göç ve Kalkınma Forumu’nun
(GFMD) açılış törenine katıldı. İsveç’in başkenti Stockholm’de
düzenlenen törende konuşan Çavuşoğlu, göç ile kalkınma arasında karmaşık ve çok boyutlu bir ilişki olduğunu söyledi. AB
perspektifine sahip bir ülke olarak Türkiye’nin göç alanında
kaynak, güzergah ve hedef ülkeler arasında diyalogun geliştirilmesi ve düzensiz göçün önlenmesi konusunda katkı vermeye
çalışacağını ifade eden Bakan Çavuşoğlu, “Göç kaçınılmaz bir
olgu. Kontrollü göç nasıl sağlanabilir, entegrasyonun politikaları nasıl olmalıdır ve bu konuda nasıl bir işbirliği yapılabilir,
bunun üzerinde durmak lazım” dedi.
Türkiye’nin on sene önce göçün kaynağı ve transit bir ülkeyken şimdi göçmenler için cazip bir ülke haline gelmeye
başladığını söyleyen Çavuşoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye son on yılda yaptığı reformlar ve uyguladığı politikalarla
ekonomisi hızla büyüyen bir ülke. Sosyal yapısı güçlenmiştir,
yaptığı reformlarla hem insanlarının daha iyi yaşayabileceği bir
ülke olmuştur hem de çok önemli fırsatlar sunmaya başlamıştır.
Komşu ülkelerden, hatta AB ülkelerinden Türkiye’ye çalışmak
için gelenleri görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye tüm bu özellikleriyle önemli bir tecrübeye sahip oldu. Bu aslında bugünün şartlarında Türkiye’nin AB’ye girmeye ne kadar hazır olduğunun
göstergesidir ve vize serbestisi geldiğinde tüm Türklerin AB’ye
akın edeceği şehir efsanesini de yalanlamaktadır.”
Çavuşoğlu, Türkiye’nin Suriyeli mültecilere yönelik yardımlarını da dile getirirken uluslararası toplumun Suriye’nin sınır
komşularına daha fazla destek olması çağrısı yaptı. Üniversiteli gençlere
yasama eğitimi
TBMM Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı yasama uzmanları, Hukuk ve Siyasal Bilgiler fakülteleri öğrencilerine yasama bilgilendirme eğitimi verdi. Eğitim programı kapsamında öğrencilere TBMM’ye ilişkin temel
kavramlar ve kurumlar, kanun yapım süreci, mevzuat hazırlama usul ve
esasları, ihtisas komisyonları ve komisyonlarda yasama süreci, TBMM
Genel Kurulu’nda yasama süreci ve Cumhurbaşkanlığı aşaması, Parlamenter Denetim yolları, Bütçe ve Kesinhesap Kanunu yasalaşma süreci ile
TBMM web sayfasının tanıtımı konularında sunumlar yapıldı. Öğrenciler program süresince ayrıca AK Parti Çankırı Milletvekili
İdris Şahin, MHP Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz, Kanunlar ve Kararlar Başkanı Habip Kocaman, Hukuk Hizmetleri Başkanı
Yıldız Bezginli ve Bütçe Başkan Yardımcısı Remzi Çiftepınar’ı ziyaret
ederek yasama, denetim, bütçe ve hukuk hizmetlerine ilişkin bilgi aldı. Haziran 2014
13
14
Haberler
3. İstanbul Uluslararası Su Forumu
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye Su Enstitüsü (SUEN) tarafından Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen 3. İstanbul Uluslararası Su Forumu’nun açılışına katıldı.
Bakan Eroğlu açılışta yaptığı konuşmada, 5. Dünya Su
Forumu’na 33 bin kişinin katıldığını, forumdan bütün ülkelerin çeşitli faydalar elde ettiğini dile getirerek İstanbul Su
Mutabakatı’nı 1112 belediyenin imzaladığını söyledi. Dünya
nüfusunun üçte birinin, yeterli miktarda sağlıklı suya erişemediğini ifade eden Veysel Eroğlu, Türkiye olarak fakir ülkelere
yardım için seferberlik başlattıklarını, geçen yıl TİKA vasıtasıyla 2,5 milyar dolarlık destek verdiklerini kaydetti.
Kurak dönemlerdeki su ihtiyacını karşılamak için suyun
biriktirilmesi gerektiğini dile getiren Eroğlu, “Son 10 yılda 268 büyük baraj inşa ettik. Dünyada baraj inşaatında üçüncü sıradayız” diye
konuştu. Bakan Eroğlu, barajlardaki suyun şu anda kontrol edildiğini, ama vatandaşların tasarruf yapmasında fayda olduğunu belirterek
sözlerine şöyle devam etti:
“Şu anda dünya nüfusunun üçte biri, yani yaklaşık 2 milyar insan yeterli miktarda sağlıklı suya ulaşamıyor. Ama Türkiye’de, Allah’a
şükür, hükümetimiz sayesinde susuzluk diye bir problem kalmadı, son 10 yılda neredeyse susuz köyümüz kalmadı. Su zengini değiliz,
Türkiye yarı kurak iklim bölgesinde, bunu herkesin bilmesi lazım. Suyu tasarruflu kullanmak kültürümüzde var. Vatandaşlarımız suyu
israf etmeden kullansınlar, boşa akıtmasınlar.”
12 yıllık ulaştırma yatırımı 172 milyar
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın hi-
mayesinde Karayolları Genel Müdürlüğü ve Yollar Türk Millî
Komitesi’nce düzenlenen “1. Karayolu Akıllı Ulaşım Sistemleri
Kongre ve Sergisi” Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı
Lütfi Elvan’ın katılımıyla gerçekleşti.
Temel amacı, bilim ve teknolojideki yeniliklerin ulaşım sektörüne adapte edilmesi, Akıllı Ulaşım Sistemi (AUS) uygulamalarının
tartışılması, bu alandaki bilgi ve deneyimlerin paylaşılması ve
kamuoyuna tanıtılması olarak belirlenen kongrede konuşan Elvan,
özellikle Türkiye’de AUS’un geliştirilmesi kapsamında kongrenin
önemine işaret etti.
Bakan Elvan ulaştırma sektöründe yapılan çalışmalar hakkında
bilgi vererek, sadece karayollarında değil havayollarında, denizyollarında, demiryollarında çok önemli gelişmelerin olduğunu ifade
etti. Son 12 yılda ulaştırma ve iletişim sektörlerinde önemli gelişmeler sağladıklarını belirten Lütfi Elvan, “Sadece ulaşım alanında yapmış olduğumuz yatırım miktarı 172 milyar lirayı buldu” dedi. Bölünmüş
yollarda Türkiye’nin geldiği noktaya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Elvan, “Özellikle işgücü ve akaryakıt açısından ciddi tasarruf elde ettik.
Arkadaşlarımızın yaptığı çalışmaya göre, bölünmüş yollar neticesinde elde etmiş olduğumuz yıllık tasarruf, yakıt ve işgücü itibarıyla 15 milyar
lirayı buluyor. Emisyon salınımında ise yıllık 3 milyon ton daha az emisyon salınımının gerçekleştirildiğini görüyoruz” diye konuştu.
Lütfi Elvan yollarda belli bir kalitenin yakalandığını, yolların artık daha güvenli hale geldiğini vurgulayarak, buna paralel her geçen gün artan
trafik ve taşıt sayısının, özellikle metropollerde zaman kaybının fazlalaşmasına neden olduğunu söyledi.
Haziran 2014
Haberler
427 bin engelliye
TBMM ile Ankara
Üniversitesi arasında evde bakım
işbirliği protokolü
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, engelli bireylerin ailelerinin
TBMM ile Ankara Üniversitesi Rektörlüğü arasında TBMM
personelinin Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde
sağlık hizmetlerinden yararlanmasına ilişkin protokol imzalandı. TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu ile Ankara
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in imzaladığı protokol
kapsamında TBMM personeli Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hastanesi’nde sağlık hizmetlerinden daha kolay ve hızlı yararlanabilecek. İrfan Neziroğlu, protokol imza töreninde yaptığı konuşmada
çeşitli üniversiteler ile sağlık alanında işbirliği protokolleri imzaladıklarını hatırlattı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ile sağlık
alanında yaptıkları bu işbirliğinin iki kurum arasında başka
alanlarda da büyüyerek gelişmesini istediklerini belirten Neziroğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Üniversitelerimizle özellikle
sağlık alanında milletvekillerimiz ile ilgili protokoller imzaladık
ve imzalıyoruz. Meclis personeli Ankara Üniversitesi’nden bu
protokol çerçevesinde sağlık hizmeti alacak. Ümit ediyorum ki
bu protokol iki taraf için de çalışır bir sistem olur, iyi bir model
olur. Zaman içerisinde iki kurumun da kazanacağı bir şekilde
devam eder ve başka kurumlara örnek teşkil eder. Biz üniversitelerle işbirliği ve diyaloğu önemsiyoruz. Bugün
sağlık alanında protokol imzalıyoruz, ama Ankara Üniversitemizle yürüttüğümüz başka faaliyetler de bulunmaktadır. Mesela
TBMM’deki uzman yardımcısı çalışanlarımız uzmanlık tezlerini Ankara Üniversitemize göndermektedir. Biz de staj yapmak
isteyen hukuk ve siyaset öğrencilerimize imkan sağlıyoruz. İnşallah zaman içerisinde farklı projelerde de işbirliği için bir araya
geliriz. Değerli hocama ve ekibine, bu protokolün imzalanmasında emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.”
yanında, çevresinden koparılmadan bakımının yapılabilmesine
yönelik çalışmalar hayata geçiriyor. Evde bakımı mümkün olmayan
engellilere kuruluşlarda bakım seçeneği de sunularak hizmet modelleri farklılaştırılıyor.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın “2013 Yılı Faaliyet
Raporu”na göre, geçen yıl 427 bin 434 ağır engellinin evde bakımı
için 3 milyar 449 milyon 908 bin 836 lira harcandı.
“Evde Bakıma Destek Hizmeti”yle ilgili mevzuat kapsamında, bakıma muhtaç engellinin bakımı, kuruluşlardan görevlendirilen personel tarafından evde sağlanıyor. Sürekli bakım ve rehabilitasyon
hizmetleri kapsamında, ailesi olmayan veya ailesi yanında bakımı
sağlanamayan engellilere, yatılı resmî ve özel bakım merkezlerinde
bakım ve rehabilitasyon hizmeti veriliyor.
Resmî kuruluşlarda, herhangi bir gelirinin olup olmamasına bakılmaksızın engellilere ücretsiz bakım hizmeti sunuluyor. Türkiye
genelinde on dokuz “Engelsiz Yaşam Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi” bulunuyor. Engelli bireylerin bakımı, üçer kişilik dört yatak
odası, oturma odası, mutfak, yemekhane, banyo, tuvalet ve personel
odasından oluşan toplam on iki kişilik, tek katlı ve bahçeli evlerde
yapılıyor.
Ülke genelinde 48 Umut Evi hizmet veriyor. Bakanlığa bağlı
resmî bakım merkezlerinde engellilerin geçici ve misafir olarak bakımları sağlanıyor. Buna göre, bir engelli bir yıl içinde en fazla otuz
gün geçici ve misafir olarak merkezde kalabiliyor.
Geçen yıl itibarıyla 147 özel bakım merkezinde 10 bin 169 engelli
bireye bakım hizmeti veriliyor. Özel bakım merkezi ödemeleri bedelli askerlik hesabından yapıldı.
Gündüzlü hizmet veren resmî kuruluşlarda hafta içi mesai saatlerinde, yarım veya tam gün bakım hizmeti sunuluyor. 2013 yılında 6
gündüzlü kuruluşta 441 engelliye gündüzlü bakım hizmeti verildi,
4 milyon 394 bin 803 lira harcama yapıldı. Bu kapsamda bakım
hizmeti verilen her altı engelli birey için her vardiyada bir personel
olmak üzere, hizmet alımı yoluyla bakıcı personel istihdam edilerek
hizmet kalitesi artırıldı.
Haziran 2014
15
16
Dünyadan
Avrupa Parlamentosu’nda yeni dönem
Avrupa Birliği
üyesi 28 ülkenin
vatandaşları kendilerini
önümüzdeki beş
yıl boyunca Avrupa
Parlamentosu’nda
temsil edecek 751
milletvekilini seçmek
üzere sandık başına
gitti. Seçimlere Avrupa
Birliği’nin varlığına
karşı çıkan aşırı sağ
partilerin yükselişi
damga vurdu.
Nüfusu 500 milyonun üzerinde olan Avrupa Birliği’nin “Bu kez farklı” sloganını kullandığı seçimler için 400 milyon civarında seçmen oy kullandı. Fransa Başbakanı Manuel Valls,
ülkede aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin zaferiyle sonuçlanan seçimleri “siyasi deprem” olarak
nitelerken, merkezdeki üç büyük grup oy kaybına uğradı.
Avrupa Birliği’ne şüpheyle bakan partilerin oylarını artırdığı seçim sonuçlarıyla merkez sağ Avrupa Halk Partisi’nin parlamentoda en büyük grup olması bekleniyor. Avrupa
Parlamentosu’nun açıkladığı resmî olmayan rakamlara göre seçimlere katılım oranı yüzde
43,1 oldu. Bu rakam, katılımın bir önceki seçime göre binde bir oranında arttığını gösteriyor.
Kesin olmayan sonuçlara göre 751 üyeli parlamentoda Avrupa Halk Partisi oyların yüzde
28,3’ünü alarak 212 sandalye kazandı. Bununla birlikte sonuç, grubun 60 sandalye kaybettiğini gösteriyor. Sosyalistler yüzde 24,7 oyla 186, Liberaller yüzde 9,32 ile 70, Yeşiller ise yüzde
7,32 oyla 55 sandalye kazandı.
Avrupa Birliği karşıtı Özgürlük ve Demokrasi grubunun sandalye sayısını koruması, hiçbir
grubun üyesi olmayan Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin sayısının artması bekleniyor.
Bunun da Avrupa Birliği’ne şüpheyle bakan bloğun gücünü artıracağı belirtiliyor.
Aşırı sol ise Yunanistan’daki Siriza Partisi’nin sayesinde 12 sandalye kazanarak seçimlerde
oy oranını artırdı. Siriza oyların yüzde 26’sını alarak tüm partileri geride bıraktı. Aşırı sağcı
Altın Şafak Partisi, yüzde 9 ile Avrupa Parlamentosu’na 3 temsilci gönderiyor.
Belçika ve Lüksemburg’dan en yüksek katılım
Beş yılda bir düzenlenen seçimlerde her AB vatandaşı kendi öz ülkesinde veya yaşamakta
olduğu başka bir AB ülkesinde oy kullanma hakkına sahip. Bu seçimlerde her ülkenin kendi
Haziran 2014
ulusal yasası geçerli olduğundan oy kullanma yaşı, zorunluluğu, oy barajı, hatta
seçimin yapılacağı günün belirlenmesi gibi
yöntem farklılıkları yer alıyor.
Seçimlere bağımsız milletvekili adaylarının yanı sıra birçok farklı görüşte parti katılabiliyor. Ancak bu partilerin resmî veya
fiili (temsili) bir lideri bulunmuyor. Avrupa
Parlamentosu milletvekilleri şu anda yedi
farklı ana gruplaşma altında toplanmış
durumda.
Avrupa Parlamentosu tarafından açıklanan verilere göre dört gün süren seçimlerde
oy kullanma oranının en yüksek olduğu
ülkeler yüzde 90 ile Belçika ve Lüksemburg,
yüzde 74,8 ile Malta ve yüzde 60 ile İtalya.
Sandığa gitme oranının en düşük olduğu
AB ülkeleri ise Slovakya (yüzde 13), Çek
Cumhuriyeti (yüzde 19,5) ve Slovenya (yüzde 21) olarak belirlendi.
Dünyadan
32 Türk
aday meclis
üyesi oldu
Avrupa Parlamentosu seçimleriyle eş zamanlı
olarak İngiltere ve Kuzey İrlanda’nın bazı bölgelerinde yerel seçimler yapıldı. Londra’da 32 bölgede gerçekleşen yerel seçimde, 80’den fazla Türk
aday belediye meclis üyeliği için yarıştı.
Seçim sonuçlarına göre 16’sı Enfield, 5’i Haringey, 4’ü Hackney, 2’si Bexley, 2’si Islington
ve birer kişi Hillingon, Havering ve Camden
bölgelerinden olmak üzere toplam 32 Türk aday
belediye meclis üyeliğine seçildi. Türk adaylar, en
çok İşçi Partisi’nden belediye meclislerine girdi.
İngiltere’de 161, Kuzey İrlanda’da ise 11 belediye yönetimi ile 4 bin 232 belediye meclis üyeliğini belirlemek için yapılan seçim sonuçlarına
göre, muhalefetteki İşçi Partisi 338 ve Birleşik
Krallık Bağımsız Partisi (UKIP) 167 koltuk kazanırken, İngiltere Başbakanı David Cameron’ın
lideri olduğu Muhafazakar Parti 231, Başbakan
Yardımcısı Nick Clegg’in genel başkanı olduğu
Liberal Demokrat Parti ise 307 belediye meclis
üyeliğini kaybetti.
Muhafazakar Partili Maliye Bakanı George
Osborne, yerel seçim sonucuyla ilgili yaptığı
açıklamada UKIP’in lideri Nigel Farage’a saygı
duyduğunu, ancak Farage’ın elinde ülkenin geleceğiyle ilgili cevapların bulunmadığını söyledi.
Birleşik Krallık’ta yapılan yerel seçimin sonuçları, gelecek yıl mayıs ayında genel seçimin
yapılacak olması nedeniyle önemli bir gösterge
olarak değerlendiriliyor.
Ukrayna’da zafer “Çikolata Kralı”nın
Ukrayna’da düzenlenen devlet başkanlığı seçimlerinde zafer ilan eden Petr
Poroşenko, “İlk görevim savaşı bitirerek
barışı getirmek olacak” dedi. Ukrayna’nın
tek ve bütün bir devlet olarak kalmaya
devam edeceğini vurgulayan Poroşenko,
“Federal yapı olmayacak” ifadesini kullandı.
Ukrayna’nın eski başbakanı Yulia Timoşenko ise seçimlerin ardından yenilgiyi
kabul ederek, “Tüm Ukrayna halkını kutluyorum. Kremlin’in tüm çabalarına rağmen dürüst ve demokratik bir seçim gerçekleştirmeyi başardık” dedi.
Ukrayna’nın yeni lideri milyarder Petr Poroşenko, sahip olduğu şekerleme ve çikolata fabrikalarından dolayı ülkesinde “Çikolata Kralı” olarak tanınıyor. Son yıllarda
iş dünyasından çok siyaset sahnesinde aldığı görevlerle ön plana çıkan ve yaklaşık
1,5 milyar dolar servete sahip olan Poroşenko daha önce Dışişleri Bakanlığı, Ulusal
Güvenlik Konseyi Başkanlığı ve Ekonomi Bakanlığı görevlerinde bulundu. Ukrayna’da eski devlet başkanı Viktor Yanukoviç’e yönelik başlatılan ve 100’den
fazla kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan muhalefet gösterilerinde ön saflarda
yer alan Poroşenko, zaman zaman muhalefeti finanse etmek suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştı.
Mısır’da darbeci yönetim
seçimlerde umduğu katılımı bulamadı
Mısır’da ülkenin yarısından fazlasının katılmadığı seçim sonuçları belli oldu. Askerî darbe
lideri eski Savunma Bakanı Abdülfettah El Sisi
oyların yüzde 90’ından fazlasını alırken tek rakibi Hamdin Sabbahi’nin oyları yüzde 3,3’te kaldı.
Halkı oy kullanmaya özendirme çalışmalarına
ve oy kullanma süresinin bir gün uzatılmasına
rağmen seçimlere katılım yüzde 45’in altında
kaldı. Oy kullanma hakkına sahip 53 milyon 909
bin 309 seçmenden 25 milyon 342 bin 464’ü oy
kullandı. Seçimde kullanılan oyların yüzde 4’ünü teşkil eden 2 milyon 29 bin 689 oy
ise geçersiz sayıldı. Müslüman Kardeşler’in destekçileri ve eski Cumhurbaşkanı Hüsnü
Mübarek’in devrilmesi için Tahrir meydanında toplanan liberaller dahil birçok grup
seçimi boykot etti.
Sisi, seçim öncesindeki son konuşmasında 54 milyon kayıtlı seçmenin en az 40
milyonunun sandığa gideceğini tahmin etmişti. Sisi’nin seçimi büyük bir farkla kazanmasına karşın katılım oranının düşük kalmasıyla darbeye desteğin sınırlı olduğu
düşünülüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin resmî sonuçlarının en geç 5 Haziran’da
açıklanması bekleniyor.
Haziran 2014
17
18
Kültür coğrafyamızda ekonomik ilişkilerin
geliştirilmesi ve son dönem faaliyetleri
B
Nihat Zeybekci
Ekonomi Bakanı
Tarihî ve kültürel
bağlarımızın
bulunduğu ülkelere
yönelik olarak bölge
odaklı özel stratejiler
geliştirilmiştir.
Haziran 2014
akanlığımız, mevzuatı çerçevesinde anlaşmalar yapmak, yurtdışı müteahhitlik dahil, uluslararası hizmet
ticaretine ilişkin tedbirler almak, ülke kalkınmasında yabancı sermayeden beklenen katkıları sağlamak
ve gerekli yönlendirmede bulunmak, yatırım teşviklerinin ülke ihtiyaçlarına göre düzenlenmesine yönelik
faaliyetler de dahil olmak üzere Türkiye’nin ikili, bölgesel ve çok taraflı ticari ve ekonomik ilişkilerinin şekillenmesinde çok önemli bir görev üstlenmiştir.
İkili ve ticari ilişkilerde çok taraflı ticari kurallar genel çerçeveyi belirlemekle birlikte, Türkiye’nin tarihî bağları ve coğrafi konumu, bugün, Türkiye olarak kültür coğrafyamız şeklinde tanımladığımız Orta Asya, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Doğu Afrika’yı içine alan geniş bölgede, nüfus, ticaret hacmi ve geleceğe dair yaratabileceği fırsatlar itibarıyla
ilişkilerin farklı mülahazalarla ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Ülkemiz işaret edilen coğrafyada etnik, kültürel, politik, tarihsel ve sosyal unsurları da dikkate alarak ekonomik ve ticari anlamda etki alanını genişletmeyi hedeflemektedir.
Dünya genelinde rekabet şartlarının giderek zorlaştığı bir ortamda Türkiye, kültür coğrafyasının kendisine sunduğu
avantajları değerlendirmek zorundadır. Burada vurgulanması gereken, ülke ihracatının artırılması anlamında, tüketici
alışkanlıklarının değişmediği, doymuş pazarların dışında yeni fırsatların değerlendirilmesi gerektiğidir. Ülkemiz açısından şartların oluştuğu bir ortam, rakiplere bırakılmamalıdır. Türkiye, kültür coğrafyasında tüketim alışkanlıklarını
ve tüketim ağlarını kontrol etme potansiyeline sahiptir. Bunu başarabilirsek, bu coğrafyanın mağduriyetini giderme
noktasında da kuşkusuz önemli bir adım atmış oluruz.
Bu amaca hizmet etmek üzere, Ekonomi Bakanlığı olarak coğrafi tanımlamalarla sınırlı kalınmaksızın, tarihî ve
kültürel bağlarımızın bulunduğu ülkelere yönelik olarak bölge odaklı özel stratejiler geliştirilmiştir. Bu stratejilerin
temel hedefi, kapsam dahilindeki ekonomiler ile Türkiye ekonomisi arasındaki tamamlayıcı olma özelliğinin değerlendirilmesi, sanayimizin ihtiyaç duyduğu hammadde ve yarı mamul maddelerin uygun fiyatla temin edilebilmesi ve aynı
zamanda da yeni pazar açılımlarının elde edilmesidir.
Bu hedefe yönelik olarak, faaliyetlerimiz belli bir program dahilinde devam etmektedir. Bu program, kağıt üzerinde
kalan projeler yerine ihracatçı, yatırımcı ve müteahhitlerimizin fiilen katkı sağladıkları ticaret heyetleri, ziyaretler, iş
forumları vb. faaliyetlerden oluşmaktadır.
Bu bağlamda, Bakanlığımızın her coğrafyanın ya da ülkenin özelliğini dikkate alarak oluşturduğu stratejilerin
önemini belirtmekte yarar görüyorum.
İşaret edilen stratejiler kapsamında, Karma Ekonomik Komisyon (KEK) mekanizmalarını geliştirme, Serbest Ticaret
Anlaşmaları ve yasal çerçeve anlaşmaları imzalama, lojistik hizmetlerini geliştirme, ticaretin kolaylaştırılmasına yönelik
girişimlerde bulunma, iş konseylerini teşvik etme ve destekleme gibi unsurlar yer almaktadır.
Öte yandan, stratejiler tamamen dinamik bir yaklaşımla ele alınmakta olup, ikili ticari ilişkileri geliştirmeye yönelik
çerçeve mahiyetinde Ticari, Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşması (TETİ), Tercihli Ticaret Anlaşması (TTA), Ticaret ve
Yatırım Çerçeve Anlaşması’nın (TİFA) dışında, Karma Ekonomik Komisyon Toplantıları (KEK), Ekonomik ve Ticari Ortaklık
Komitesi (JETCO), Ortaklık Konseyi (OK), Ortak Ticaret Komitesi (OTK) ve Yüksek Düzeyli Ticari İstişare Mekanizması
(YDTİM), ilişkilerin geliştirilmesinde, hedef ülkenin özellikleri dikkate alınarak başvurulan farklı formatta toplantılardır.
Sayın Başbakanımızın Tahran’a gerçekleştirdiği ziyaret vesilesiyle 29 0cak 2014 tarihinde İran Sanayi, Madenler ve
Ticaret Bakanı ile imzalamış olduğum Türkiye-İran Tercihli Ticaret Anlaşması önemli bir örnek teşkil etmektedir. Türkiye-İran Tercihli Ticaret Anlaşması, ülkemizin, AB’nin Ortak Ticaret Politikası dışına çıkılarak Serbest Ticaret Anlaşmaları
dışında, taviz alışverişi yaptığı ilk anlaşma olmuştur.
Onay aşamasında olan anlaşma ile Türkiye’nin 140 adet tarım ürününde İran’a tarife indirimi ve kota artırımı; İran’ın
ise 125 adet sanayi ürününde Türkiye’ye tarife indirimi sağlaması kararlaştırılmıştır.
Anılan ziyarette ayrıca İranlı muhatabım ile ikili ticaretimizin geliştirilmesi, ticaretin kolaylaştırılması, yatırımlar,
standardizasyon, sınır ticareti, gümrükler ve ulaştırma alanlarındaki işbirliğine zemin hazırlayan Türkiye-İran Ortak
Ticaret Komitesi 5. Dönem Mutabakat Zaptı da imzalanmıştır.
19
Kültür coğrafyamızın önemli bir parçası olan Arap Körfezi’nin denizcilik
alanında önde gelen ülkelerinden Kuveyt ile Nisan 2014’te imzalanan, Türk
gemilerine de ulusal muamele uygulanması prensibine dayanan ve ticaretin
kolaylaştırılmasına dair farklı konuları ele alan Türkiye ile Kuveyt Arasında Ticari
Deniz Taşımacılığı Anlaşması ise şüphesiz iki ülke arasında deniz ticaretinin ve
ülkemizin bölge ile gerçekleştirdiği ticaretin lojistik anlamda da gelişmesine
katkıda bulunacaktır.
Türkiye Ürdün Ortaklık Konseyi I. Dönem Toplantısı ve sonucunda imzalanan Mutabakat Zaptı, özel önem atfettiğimiz ülkelerle geliştirilmeye çalışılan
farklı bir işbirliği mekanizması olması açısından önemlidir.
Ürdün ile 2009 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşmasının 2011 yılında
yürürlüğe girmesi ile tesis edilen serbest ticaret alanı, ticari ve ekonomik ilişkilerimize yeni bir boyut kazandırmıştır. Anlaşma bugüne kadar başarılı bir şekilde uygulanmış ve Ortaklık Konseyi 1. Dönem Toplantısı’nda ticaret, serbest
bölgeler, müteahhitlik hizmetleri, bankacılık ve finansal hizmetler, ulaştırma,
sanayi, KOBİ’ler, standardizasyon, akreditasyon ve metroloji, karşılıklı yatırımlar konuları ele alınmış, enerji ve madencilik, gümrük, bilim ve teknoloji, tarım,
turizm, yükseköğretim ve teknik işbirliği alanlarında işbirliği konularına yer
verilmiştir. Ayrıca, Serbest Ticaret Anlaşması’nın hizmetler sektörünü de içerecek şekilde genişletilmesi yönündeki teknik çalışmalara başlanması yönünde
mutabakata varılmıştır.
Türkiye-Ürdün Ortaklık Komitesinin 1. Dönem Toplantısını ise Ürdün Sanayi
ve Ticaret Bakanı Sayın Hatem Al Halawani’nin eş-başkanlığı ile 27-28 Nisan
2014 tarihlerinde Amman’da gerçekleştirilmiştir.
Ortak dil, tarih ve kültür bağlarımızın bulunduğu ülkeler ile ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi perspektifinde öncelikli ülkelerden biri de Türk
Cumhuriyetleri içinde müstesna bir konuma sahip olan Kazakistan’dır.
Esasen ülkemiz çok taraflı ticari ve ekonomik işbirliklerini sağlayacak adımların yanı sıra bulunduğu coğrafyada da ikili ticari ve ekonomik ilişkilerinin
gelişmesine her zaman önem vermiş, özellikle Avrasya coğrafyasında, soğuk
savaşın sona ermesinden bu yana, peyderpey, bölge ülkeleri ile ekonomi ve
ticaret alanında ilişkilerini geliştirmiş ve bu konuda önemli mesafeler kaydetmiştir.
Nitekim son olarak, Türkiye-Kazakistan Hükümetlerarası Karma Ekonomik
Komisyonu (KEK) 8. Dönem Toplantısı vesilesiyle Kazakistan’a gerçekleştirmiş
olduğum ziyaret sırasında, 24 Nisan 2014 tarihinde Karma Ekonomik Komisyonu 8. Dönem Toplantısı Protokolü’nü Kazakistan Başbakan Yardımcısı ve Sanayi
ve Yeni Teknolojiler Bakanı ile imzalamış bulunuyorum.
Kazakistan’da gerçekleştirdiğim görüşmeler ve imzalanan KEK Protokolü
sonucunda, diğer hususların yanı sıra iki ülke arasında ticaretin ve yatırımların
serbestleştirilmesine yönelik olarak, serbest ticaret anlaşmasının daha da
ötesinde kapsamlı bir ekonomik ortaklık anlaşmasına yönelik çalışmalara başlanması kararlaştırılmıştır. Bu önemli bir gelişmedir.
İmzalanan KEK Toplantısı Protokolü ile iki ülke arasında ortak sanayi bölgeleri kurulması konusunda işbirliği yapılması teyit edilmiş, bu işbirliğinin somut
bir göstergesi olarak Kazakistan’ın Ontustik Özel Ekonomi Bölgesi’nin ortak
işletilmesine ilişkin bir İşbirliği Zaptı da Kazak muhatabım ile imzalanmıştır.
Diğer taraftan, kültür coğrafyamızda ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi bağlamında, Türkmenistan’dan bahsetmemek önemli bir eksiklik olacaktır. Türkmenistan, bizim açımızdan öncelikli bir ülkedir. Nitekim Türkmenistan Devlet Başkanı Berdimuhammedov başkanlığında bir heyeti 2-4 Haziran
2014 tarihleri arasında Sayın Cumhurbaşkanımızın misafiri olarak Türkiye’de
ağırlıyoruz. Bu vesile ile ben de değerli muhatabım Sayın Taganov ile temaslarda bulunacak ve kendisiyle birlikte ticari ilişkilerimizin geniş bir perspektifle
ele alındığı Hükümetlerarası Komite toplantısını gerçekleştireceğiz.
Paylaşmak istediğim bir diğer gelişme ise Türkmenistan’ın bu sene İzmir
Enternasyonel Fuarı’na tarafımdan davet edilmiş olmasıdır. İnşallah, seneye
de Türkmenistan’ı anılan Fuarda iş ortağımız olan ülkeler arasında göreceğiz.
Balkanlara uzandığımızda, son dönemin önemli bir faaliyeti olarak,
Bosna-Hersek’e 10-11 Nisan 2014 tarihinde beraberimde bir ticaret heyeti
ile gerçekleştirdiğim ziyareti vurgulamak isterim. Bu vesile ile Bosna Hersek
Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile gerçekleştirdiğim görüşmelerin dışında, düzenlenen iş forumu da çok verimli geçmiştir. Ziyaret sırasında, Türk yatırımcıları
Bosna Hersek’te yatırım yapmaları konusunda teşvik etmeye hazır olduğumuz
yönünde kuvvetli bir mesajı da muhataplarımıza ilettim.
Elbette ki faaliyetlerimiz kültür coğrafyamız dışında, dünyadaki gelişmeler
ışığında tüm ticari ortaklarımızı dikkate alan bir anlayışla sürdürülmektedir.
Örneğin, dinamik ekonomisi ile Türkiye açısından önemli bir ticari ortak
olabilecek Hindistan ile de dört yılı aşkın bir süredir gerçekleştirilemeyen
“Türkiye-Hindistan Ekonomik ve Teknik İşbirliği Karma Komitesi”nin (KEK) 10.
Dönem Toplantısı, Hindistan Ticaret ve Sanayi Bakanı Sayın Anand Sharma’nın
da katılımıyla 31 Ocak 2014 tarihinde Yeni Delhi’de yapılmıştır.
Türkiye-Hindistan Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması, hizmet ticareti,
müteahhitlik ve müşavirlik hizmetleri, yatırımlar, gümrükler, ticaret önlemleri,
enerji, ulaştırma, turizm, bilim ve teknoloji, sağlık, tarım ve eğitim alanlarında işbirliği imkanları gibi kapsamlı bir gündemle gerçekleştirilen toplantı
sonucunda, ikili ticaretin artırılmasının da ötesinde, iki ülkenin ortak hareket
edebilecekleri pek çok sektörde yatırımların artırılmasına yönelik her iki ülke
yararına katma değer yaratacak bir yapının oluşturulması ve iki ülke işadamları
tarafından üçüncü ülkelerde ortak projelerin geliştirilmesi ve üstlenilmesinin
teşvik edilmesi hükme bağlanmıştır.
Yukarıda belirttiğim çerçevede, kararlı adımlarla çalışmalara önümüzdeki
dönem de devam edilecek, sahip olduğumuz avantajlar ticari birer fırsata
dönüştürülecektir.
Haziran 2014
Haziran 2014
SAĞLIKLI YAŞAMIN
ANAHTARI:
ÇEVRE BİLİNCİ
Gelecek nesillere bırakılacak en büyük miras, yaşanabilir
bir çevredir. Yasal düzenlemeler, uluslararası sözleşmeler
çevrenin korunmasına yönelik ilke ve hedefleri ortaya
koysalar da sağlıklı bir yaşamın temel anahtarı birey ve
toplumun çevre bilincine sahip olmasıdır.
Fazıl Baş
Haziran 2014
22
Kapak
B
ütün çağlar boyunca insanlar yaşadıkları çevreye karşı
duyarlı olmuşlar, onu şu veya bu yönde dönüştürmüşlerdir. Bu bazen hayatta kalma mücadelesinin bir yansıması, bazense çevreyi güzelleştirme duygusu olarak ortaya
çıkmıştır. Fakat modern anlamda çevrecilik düşüncesini
gündeme getiren sürece baktığımızda yaklaşık 200 yıl
öncesine, yani Sanayi Devrimi’ne gitmemiz gerekir. 18.
yüzyıldan itibaren Avrupa’da yaşanan büyük nüfus artışı
Sanayi Devrimi ile birleşince, insanlar yaşadıkları çevreyi
büyük bir hızla dönüştürmeye başlamışlardır. Devletlerin ve
yükselen sınıfların hızla kalkınma ve zenginleşme yönündeki büyük arzuları ne insanı ne de bu insanların yaşadığı
çevreyi dikkate almıştır. Hızlı şehirleşme, yoğun sanayileşme gibi etkenler sonucunda insanlar, başta soludukları hava
ve yedikleri ekmek olmak üzere pek çok olguda sağlıksız
koşullara mecbur kalmışlardır.
İnsanı sınırsız arzulara, tabiatı kıt kaynaklara sahip
olarak değerlendiren bir anlayıştan vücut bulan bu yeni
düzen, insanın tabiata karşı sürekli mücadele ettiği bir
süreci doğurmuştur. Fakat sanayileşmenin getirdiği ve
insanın aleyhine olan bu durumun zararlı sonuçları daha
19. yüzyılın ortalarında görülmeye başlamıştır. İngiltere’de
Haziran 2014
1863’ten itibaren hava kirliliği ve insan sağlığını ilgilendiren ilk yasalar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Yüzyılın
ikinci yarısında başlayan bu bilinçlenme kendini asıl olarak
20. yüzyıldan itibaren göstermeye başlayacaktır. 20. yüzyıldaki çevreci duyarlılığın motivasyonlarından biri, bu
sorunun her bir ülkeyi tek tek ilgilendiren lokal bir problem
olmayıp küresel bir özellik taşıdığı yönündeki düşüncedir.
1913’te Bern’de, 1923’te Paris ve Londra’da tabiatı korumaya dönük konferanslar düzenlenmiştir. Fakat bunlar
çevrecilik düşüncesinin tam olarak gündeme oturmasını
sağlamayacaktır. 19. yüzyıldaki şehirleşme ve sanayileşme,
yakıt olarak yoğun kömür kullanımı sonucu ortaya çıkan
hava kirliliği ile karşılaşmıştır. Kimya sanayiinin gelişmesi,
buna kimyevi ürünlerin ürettiği kirliliği de ekler. Birinci ve
İkinci Dünya Savaşları ise dünyayı gaz kullanımı ve nükleer
silahlar ile tanıştıracaktır. Fakat bunlar siyasi ve iktisadi
çekişmelerin altında gözükmeyen veya önemsiz görünen
faktörlerdir. 1952’de İngiltere gibi modern dünyanın merkez şehirlerinden birinde 5-9 Aralık günleri arasında süren
hava kirliliği sonucunda 4 ile 6 bin arası kişinin ölmesi ise
özellikle bu ülkede meseleye yeni bir açıdan bakılmasını
sağlamış ve 1956 yılında Temiz Hava Yasası çıkarılmıştır.
Kapak
Uluslararası düzeyde çevrecilik
1960’lı yıllarda çevrecilik özellikle öğrenci hareketleri ile
birlikte anılır olur. Bir anlamda bu yıllar bugün çevrecilik
denildiğinde kafamızda beliren düşünceleri oluşturmaya
başlamıştır. Birçok türün soyunun tükenmesine yol açan bir
böcek ilacı olan DDT, yine aynı dönemde söz konusu ilaca
karşı Sessiz Bahar isimli bir kitap da yazan Rachel Carson’ın
başlattığı aleyhte kampanya ile 1970’de yasaklanır. 1960 ve
70’lerin öğrenci hareketleri ile başlayan çevrecilik, uluslararası
bir kampanyaya da dönüşür. Bir yandan Dünyanın Dostları
(Friends of the Earth) ve Yeşil Barış (Greenpeace) gibi uluslararası örgütlenmeler ortaya çıkar. Diğer yandan da 5 Haziran
1972 yılında Stockholm’de 113 ülkenin katılımı ile toplanan
Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı sonucunda
oluşturulan Çevrecilik Programı ile ilk defa çevrecilikle ilgili
uluslararası bir adım atılmış olur. (5 Haziran’ın Dünya Çevre
Günü olarak kutlanmasının sebebi de bu toplantıdır.) Bu tarihten itibaren her on yılda bir Dünya Zirvesi (Earth Summit)
adı altında farklı ülkelerde çevrecilik ile ilgili meselelerin konuşulduğu büyük toplantılar gerçekleştirilmeye başlar.
Sanayi Devrimi ile başlayan modern anlamdaki çevre
sorunları ve çevrecilik düşüncesi, elbette o günün şartla-
Sanayi
Devrimi ile
başlayan modern
anlamdaki
çevre sorunları
ve çevrecilik
düşüncesi,
elbette o günün
şartlarının
ortaya koyduğu
sınırları aşmış,
güncellenmiş ve
bugün çok geniş
bir alanı içine alır
hale gelmiştir.
rının ortaya koyduğu sınırları aşmış,
güncellenmiş ve bugün çok geniş bir
alanı içine alır hale gelmiştir. Bugün
çevrecilik denilince ozon tabakasındaki delinme, asit yağmurları, küresel
ısınma, nükleer enerjinin taşıdığı risk,
biyoçeşitliliğin azalması, kuraklık ve
çölleşme, denizlerin kirlenmesi, açlık
ve yoksulluk, ses ve görüntü kirliliği
gibi birçok konu akla gelmektedir.
Çevrecilik, pek çok açıdan siyaset
üstü bir mesele gibi algılansa da, çoğu
durumda siyasetin, güç savaşlarının
konusu olmaktadır. İleri sanayileşmesini neredeyse 100-150 yıl önce
bitirmiş toplumlar için çevrecilik,
sanayileşmenin tamamlandığı sürecin
sonrasında gündeme gelmiştir. Bugün
sanayisini geliştirmeye çalışan toplumlardan ise bir yandan kalkınırken
diğer yandan çevreci bir duyarlılığa
sahip olmaları beklenmektedir. Bu
Haziran 2014
23
24
Kapak
anlamda iktisadi gelişim ve çevrecilik karşı karşıya gelmektedir. Diğer
yandan küresel ısınma ile mücadele
için oluşturulan Kyoto Protokolü’nün
ABD tarafından hâlâ onaylanmamış
olması, iktisadi açıdan güçlü devletlerin gerektiğinde kendi çıkarları için
hareket edebildiklerini göstermektedir. Oysa çevreci duyarlılığı en fazla
vurgulayan devletlerin başında da
bunlar gelmektedir.
Nükleer enerji kullanımı da çevrecilik meselesinin çetrefilleştiği konulardan biridir. Alternatif enerjilere
yönelme konusunda nükleer enerji
bir seçenek oluştururken, bu sefer de
nükleer santrallerin çevreye verdiği
zarar konusu önem kazanmıştır. Bu
bağlamda çevre dostu olduğu söylenen
alternatif enerjilere yönelme yönündeki tavsiyeler de enerjiye yoğun olarak
bağımlı, ama kendi bağımsız enerji
kaynakları sorununu henüz çözememiş toplumlara çare olamamaktadır.
Her geçen gün daha fazla yeni enerji
kaynaklarına muhtaç olacak şekilde
hayatı düzenlerken bu sorunlarla
karşı karşıya gelmek, birçok toplumu
düşündürmektedir.
Türkiye’de çevrecilik ile ilgili düzenlemeler bugün geniş çaplı olarak
birçok alanda uygulanmaktadır. İlk
olarak 1982 Anayasası çevreyi koruma
Türkiye’de çevrecilik ile ilgili düzenlemeler bugün
geniş çaplı olarak birçok alanda uygulanmaktadır.
Anayasanın 56. maddesinde, “Herkes sağlıklı
ve dengeli bir biçimde yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve
çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların
ödevidir” denilmektedir.
Haziran 2014
Kapak
ile ilgili bir madde içermiştir. Anayasanın 56. maddesinde,
“Herkes sağlıklı ve dengeli bir biçimde yaşama hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve
çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir” denilmektedir. 09.08.1983 tarihinde 2872 sayılı Çevre
Kanunu kabul edilmiş ve bu kanun 26.04.2006 tarih ve 5491
sayılı kanun ile revize edilmiştir. Aynı zamanda 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu’nun 181-184. maddeleri “Çevreye Karşı
Suçlar”ı konu edinmekte; çevreyi kasıtlı kirletme hapis,
taksirli kirletme ise para cezası ile cezalandırılmaktadır.
Ayrıca çeşitli yönetmelik ve mevzuatlarla da çevre korunması konusunda pek çok önlem alınmış bulunmaktadır.
Türkiye’de çevrecilik ile resmî düzeyde ilgilenen en üst
makam, 2011 tarihinde yeniden organize edilen Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’dır. Türkiye’de aynı zamanda sivil toplum düzeyinde de ulusal ve uluslararası alanda çalışmalarda
bulunan birçok dernek, vakıf ve örgüt bulunmaktadır.
Haziran 2014
25
26
Çevre ve Şehircilik Bakanı
İdris Güllüce:
Çevreye yapılan yatırım,
insana ve geleceğe
yapılan yatırımdır
“Çevre bizim birinci önceliğimizdir” diyen Bakan Güllüce, şehirlerin
yaşam kalitesini yükseltmeyi, iklime ve çevreye duyarlı kent planları
hazırlamayı, yaşanabilir bir çevre ve marka şehirler oluşturmayı ön
plana çıkardıklarını belirtiyor. Güllüce, “Çevre konusu bir eğitim ve
medeniyet konusudur. Bakanlığımız çevrenin korunması ve iklim
değişikliği ile mücadele çalışmalarında bilinç düzeyinin artırılması
amacıyla çalışmalar gerçekleştirmektedir” diyor.
Söyleşi: Songül Baş
Haziran 2014
KapakSöyleşi
Bu ay “5 Haziran Dünya Çevre Günü’’
dolayısıyla çevre konusunu her zamankinden daha çok konuşacağız. Bu çerçevede
öncelikle çevre ve şehircilik politikalarının
önemine dair değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki çevre
politikaları, hem çevrenin sadece bölgesel değil küresel etkilere sahip bir alan
olması hem de insanlığın ve dünyamızın
geleceğini çok yakından ilgilendirmesi
nedeniyle özel bir önem taşımaktadır.
Türkiye’nin çevre politikası ile ilgili
üzerinde durulması gereken ilk husus,
Anayasamızda çevre konusuna özel bir
yer verilmiş olmasıdır. Anayasamızın
56. maddesinde “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını
korumak ve çevre kirliliğini önlemek
devletin ve vatandaşın ödevidir” ifadesi
yer almaktadır. Anayasa’daki bu hükme
bağlı olarak geliştirilen çevre mevzuatımız, hem devlete hem de bireylere çevrenin korunması ve geliştirilmesi için aktif
katılım görevi vererek, çevre olgusunun
gelişmiş birçok ülkede kabul edilen çağdaş bir yaklaşımla ele alınmasına imkan
sağlayacak hukuki zemini hazırlamıştır.
Bu doğrultuda ülkemizdeki çevre ve
şehircilik politikalarını, tüm dünyanın
refahını etkileyecek sürdürülebilir
kalkınma prensipleri doğrultusunda
şekillendirip çevreye yapılan yatırımın
insana ve geleceğe yapılan yatırım olduğu bilinci ile çalışmalar yürütmekteyiz.
Bakanlık çalışmaları hayata geçirilirken
hangi ilke ve hedeflerle hareket edilmektedir?
Çevre bizim birinci önceliğimizdir.
Ekonomik ve sosyal kalkınma kadar
çevrenin korunmasının da birbirinden
ayrılmaz parçalar olduğunu düşünüyoruz. Yani doğayı koruma ve kullanma
dengesi içinde bir büyüme anlayışının
“Çevre ve
şehircilik
politikalarını tüm
dünyanın refahını
etkileyecek
sürdürülebilir
kalkınma
prensipleri
doğrultusunda
şekillendiriyoruz.”
olması gerektiğini vurguluyoruz. Çünkü çevre de insan için
üretim kadar vazgeçilmez bir nimettir. Tertemiz bir çevre ve
yeşil bir doğa insan ruhunun gıdasıdır. Büyük beton binalar
içerisine hapsolmuş insanların ne kadar sağlıklı ve mutlu olmasını bekleyebiliriz ki? Bakanlığımız yetki ve sorumlulukları
çerçevesinde şehirlerimizin yaşam kalitesini yükseltme, iklime
ve çevreye duyarlı kent planları hazırlama, şehirlerimizin kendine özgü tarihî ve kültürel dokusunu koruma, risk azaltma
kavramını ön plana alarak doğal afetlere hazırlıklı, yaşanabilir
bir çevre ve marka şehirler oluşturma konularını ön plana çıkarmaktadır. Ülkemizde benimsenen ve “Çevreci Şehircilik”
olarak da tanımlanabilen bu kavram, çevrenin korunması ve
geliştirilmesi, planlı ve sağlıklı bir altyapı ile ekonomik kalkınmanın sağlanması ve bunlarla birlikte sosyal imkanların da
yükseltilmesine dayanmakta ve bu üç temel eksenin birbiriyle
uyumlu bir biçimde yönetilmesini kapsamaktadır.
Bu bağlamda Bakanlığımız, çevrenin korunması ve iyileştirilmesi ile çevre kirliliğinin önlenmesi, sürdürülebilir kalkınma
ilkeleri çerçevesinde; “su, hava, toprak ve tabii kaynaklarımızı,
koruma-kullanma dengesi kapsamında yaşanabilir kentler
oluşturarak gelecek nesillere aktarma” şiarı ile çalışmalarını
yürütmektedir. Bu maksatla Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğümüz strateji ve politika üretmekte, mevzuat hazırlamakta ve
uygulamaları takip etmektedir. Bununla birlikte hayatımızın
her alanını etkileyen ve küresel bir sorun olan iklim değişikliği
ile mücadeleye yönelik ulusal çalışmalar da yürütüyoruz.
Geçmiş dönemlerle karşılaştırdığımızda ülkemiz bu yılki “Dünya
Çevre Günü”ne nasıl bir tabloyla giriyor? Türkiye çevre ve şehircilik
alanında hangi sorunları geride bırakmıştır?
Az önce de ifade ettiğim gibi, milletimize daha sağlıklı ve yaşanabilir bir çevre sunmak amacıyla su, toprak, hava başta olmak
üzere doğal kaynakların korunmasına, atıkların yönetimine ve
iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik çalışmalarımızı hızla
yürütmekteyiz.
Diğer taraftan atıkların yönetimi konusunda Türkiye olarak
1991 yılından itibaren mevzuat-uygulama, AB ve uluslararası
kuruluşlar nezdinde kalıcı düzenleme ve çalışmalar gerçekleştirdik. Belediyelerin toplama ve bertaraf yükümlülüğünde olan
atıkların entegre bir yaklaşımla yönetilmesini esas olarak görüyoruz. Bu çerçevede yaptığımız çalışmalar neticesinde 2003
yılına kadar 15 olan katı atık düzenli depolama tesisi sayısını
2014 yılının ilk çeyreği itibarıyla 70’e ulaştırdık.
Su kalitesinin ve ekosisteminin korunmasına yönelik çalışmalar da yürütmekteyiz. Hava yönetimi politikaları açısından,
hava kirliliğinin artık anlaşılabilir olması, bu kapsamda önleyici faaliyetler için farkındalığın kazanılmış olması, il düzeyinde
Haziran 2014
27
28
KapakSöyleşi
gerekliliklerin ve hava kalitesinin korunması-değerlendirilmesine dair yapılacak çalışmaların belirlenmesinde de yol
kat ettik.
Çevre konusunda bilgilerin kamuoyu ile paylaşılmasında yaşanan sıkıntıların geride kalmasını sağladık. Çevre konularına
ilişkin faaliyetleri, yatırımları, sorunları ve sorunlara yönelik
alınan önlem ve geliştirilen çözümleri vatandaşlarımızla ve tüm
dünyayla paylaşıyoruz.
2013 yılı içerisinde denizcilik faaliyetlerinden kaynaklanan
kirliliğin önlenmesine yönelik olarak gemi kaynaklı kirliliğin
önlenmesi kapsamında 3 adet tesisin atık yönetim planını onayladık. Denize yapılan deşarjların etkin yönetilmesi konusunda,
atıksuların deniz ve kıyı sularına yapılacak olan deşarjlarında
denize ve kıyıya fiziksel, kimyasal ve biyolojik etkilerini önlemek üzere deşarj standartlarını oluşturmak, uygun teknolojileri belirlemek ve uygulanmasını sağlamak, derin deniz
deşarjına ilişkin tasarım esaslarını ve kriterlerini belirlemek
ve onay işlemlerini yürütmek konularında da çalışmalarımızı
etkin bir şekilde devam ettiriyoruz.
Ayrıca, yüzme ve rekreasyon amacıyla kullanılan suların korunması, kirliliğinin önlenmesi konularında tüm plajlarımızın
yüzme suyu profillerini 2014 yılı sonuna kadar hazırlayacak ve
web sayfamızdan ilan edeceğiz. Bu çalışmamız sayesinde temiz
denizlerin bir göstergesi olan Mavi Bayrak sayımızda artış da
sağlamış olacağız. Balık çiftliklerinin yoğun olarak bulunduğu koy ve körfezlerde (özellikle Muğla, İzmir ve Aydın illeri)
balık çiftliklerinden kaynaklanan deniz kirliliğinin önlenmesi
amacıyla çevre dostu balık çiftlikleri sistemini geliştirmeyi
hedeflemekteyiz. Uluslararası boyutu olan deniz kirliliğinin
önlenmesi amacıyla diğer taraf ülkelerle birlikte Antarktika,
Barselona ve Bükreş sözleşmeleri kapsamında gerekli çalışmaları da sürdürmekteyiz.
Haziran 2014
Çevreden söz ettiğimizde su ve toprak kaynaklarının muhafazası
büyük önem taşıyor. Bu çerçevede su, toprak ve hava kirliliğinin
önlenmesi konusunda Bakanlığınızın yürüttüğü çalışmalara ilişkin
bilgi verebilir misiniz?
Ülkemizdeki su, toprak ve hava kirliliğinin önlenmesi ile ekosistemin korunmasına yönelik çalışmalarımızı 2872 sayılı Çevre Kanunu ve buna bağlı çıkarılan yönetmelikler çerçevesinde
yapmaktayız. Bu noktada “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği”
büyük önem taşımaktadır. Yönetmeliğimiz, yeraltı ve yerüstü
su kaynaklarının korunmasını ve atık suların kontrol altına
alınmasını amaçlamaktadır. Ayrıca bu yönetmelik, içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel sularla ilgili kirletme
yasakları ve uyulması gerekli esasları da belirlemiştir. Bildiğiniz
gibi Bakanlığımız, arıtma tesislerini mevzuata uygun olarak
çalıştıranların atıksu arıtma tesislerinin enerji giderlerinin yaklaşık yüzde ellisini geri ödemektedir. Bu kapsamda 2011 yılında
172 tesise 22,8 milyon TL, 2012 yılında 212 tesise 26,6 milyon
TL ve 2013 yılında 207 tesise 30,2 milyon TL ödeme yaptık.
Diğer taraftan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak hava kalitesini iyileştirmek, çevresel gürültüyü azaltmak, mevcut en iyi
teknikleri uygulamaya geçirmek, sanayi tesislerinde yapılacak
yatırım ve düzenlemelerde yol gösterici olmak ve Avrupa Birliği çevre mevzuatına uyum konusundaki çalışmaları sağlıklı
yürütebilmek amacıyla projeler ve çalışmalar yapmaktayız.
Bu bağlamda, ısınma ve motorlu taşıt kaynaklı hava kirliliğinin önlenmesi ve kontrolüne yönelik olarak “Isınmadan
Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği ve Egzoz
Gazı Emisyonu Kontrolü ile Benzin ve Motorin Kalitesi Yönetmeliği” yürürlüktedir.
Sanayiden kaynaklanan hava kirliliğinin önlenmesi için “Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği”, koku
emisyonlarının önlenmesi için “Koku Oluşturan Emisyonların
Kontrolü Yönetmeliği” yürürlüktedir.
Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrolü Projesi çerçevesinde
envanter çalışmaları yaptık ve “Entegre Çevre İzni Taslak
Mevzuatı”nı hazırladık. Türkiye’de belirli faaliyet ve işletmelerde organik çözücü kullanılmasından kaynaklanan uçucu
organik bileşik emisyonlarının kontrolüne ilişkin direktifleri
de iç mevzuata aktardık ve taslak mevzuatları hazırladık.
Demir-çelik, tekstil, bazı kimya tesislerini de kapsayan
“Büyük Yakma Tesisleri Direktifi”nin iç mevzuata aktarılması
kapsamında 08.06.2010 tarihinde “Büyük Yakma Tesisleri
Yönetmeliği”ni yayımladık. Ayrıca, söz konusu direktife ilişkin
IPA 2010 programına önerilen ve kabul edilen Teknik Destek
Projesi’ni bu yıl çalışmaya başlıyoruz.
Ülkemizde hava kalitesi yönetimine ilişkin usul ve esasları,
Avrupa Birliği çevre mevzuatıyla tam uyumlu olan “Hava Ka-
KapakSöyleşi
“Ülkemizde doğal kaynakları ve fiziksel çevreyi
doğrudan etkileyen iklim değişikliği sorunu
ile mücadele çalışmalarımızı Bakanlığımızın
koordinasyonunda yürütmekteyiz.”
litesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği” ile belirledik. Bu yönetmelik çerçevesinde, insan sağlığı ve çevrenin korunabilmesini teminen ülkemizde hava kalitesi
sınır değerleri her yıl azalmakta, dolayısıyla mevcut hava kalitesinin iyileştirilmesi
için atılması gerekli adımların önemi her geçen yıl daha da artmaktadır. İnsan ve
çevre sağlığının iyi bir kalitede korunmasına yönelik olarak kamuoyumuzun bilgilendirilmesi amacıyla hazırladığımız “Hava Kalitesi Bültenleri”ni Bakanlığımız
web sitesi aracılığıyla yayımlamaktayız.
Ulusal Hava Kirliliği Emisyon Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi kapsamında, emisyon envanteri hazırlanması için ulusal bir sistemin oluşturulmasını hedeflemekteyiz. Bu hedef doğrultusunda pilot bölge olarak Marmara Bölgesi’ni seçtik.
Çevresel gürültünün kontrolüne yönelik olarak ise AB çevresel gürültü direktifi ile tam uyumlu olarak “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi
Yönetmeliği”ni yürürlüğe koyduk.
Bunların yanı sıra ülkemizde doğal kaynakları ve fiziksel çevreyi doğrudan
etkileyen iklim değişikliği sorunu ile mücadele çalışmalarımızı Bakanlığımızın
koordinasyonunda yürütmekteyiz. Sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim
değişikliğine uyum konusunda yol haritası niteliğindeki “İklim Değişikliği Eylem
Planı”nın uygulanmasına yönelik çalışmalarımıza da devam etmekte, iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik birçok proje yürütmekteyiz.
Plansız kentleşme ve altyapı yetersizliğine bağlı olarak gelişen atık sorununun çözümüne
yönelik çalışmalar arasında ön plana çıkanlar hangileridir?
Ülkemizde hızlı ekonomik büyüme, şehirleşme, nüfus artışı ve refah seviyesinin
yükselmesi; atık türleri ve miktarındaki artış, her bir atık türü için ayrı yönetim
sistemi kurmak yerine tüm atıkları
içine alan entegre bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Entegre atık
yönetiminin temeli, atık yönetimi, atık
önleme, atık azaltma, yeniden kullanım,
geri dönüşüm, enerji geri kazanma ve
bertaraf hiyerarşisine dayanmaktadır.
2003 yılından itibaren çevre mevzuatı
ile alakalı büyük bir gelişme sağladık.
Bu çerçevede atık yönetimi konusunda
mevzuat-uygulama alanlarında, AB
ve uluslararası kuruluşlar nezdinde
kalıcı düzenleme ve çalışmalar gerçekleştirdik. Yürürlüğe koyduğumuz atık
yönetimine ilişkin mevzuat, sektörel
yatırıma ivme kazandırmış, ekonomik
anlamda dinamik, güçlü bir yapının
oluşmasının yanı sıra ciddi bir istihdam
kaynağı oluşturmuştur.
Ülkemizde atık yönetimi sektörü,
özellikle geri dönüşüm ve geri kazanım
faaliyetlerindeki büyük kapasite artışı
ile kaynak verimi konusuna katkı sağlamaktadır. Evsel ve sanayi kaynaklı
atıkların geri kazanımı konusunda
yaptığımız önemli yatırımlar çağdaş
atık yönetimine ulaşmamızda önemli
katkılar sağlamaktadır.
Türkiye olarak atık yönetim stratejimizin en önemli ilkelerinden biri, “atık
oluşumunun önlenmesi”, atık oluşumunun kaçınılmaz olması durumunda
da “atıkların geri kazanılması”dır.
Başta Çevre Kanunu olmak üzere çevre
mevzuatını oluşturan bütün hukuki
düzenlemelerde atıkların tekrar kullanılmasını, materyal ve enerji olarak
geri kazanılmasını öncelikli yönetim
prensiplerinden biri olarak ele aldık.
Geri kazanım faaliyetlerini teşvik ettik;
geri kazanım tesislerinin teknik ve idari
yeterliliklerinin artırılması amacıyla
kriterler oluşturduk ve bu kriterleri
sağlayan tesisleri lisanslandırarak söz
konusu tesislerin hem ekonomiye hem
de çevreye katkıda bulunmalarını sağladık.
Haziran 2014
29
30
KapakSöyleşi
Cumhuriyet’in 100. yılını kutlayacağımız
2023 için Bakanlığınızın hedefleri nelerdir?
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak
hedeflerimizi uzun soluklu bir anlayış
çerçevesinde planladık ve 2023 yılına
yönelik stratejiler belirledik. Mesela
iklim değişikliği ile mücadele amacıyla
yürüttüğümüz çalışmalar çerçevesinde,
2011-2023 yıllarına yönelik stratejik
hedef ve ilkeleri içeren İklim Değişikliği
Eylem Planı (İDEP) hazırladık. 2023
yılını öngörerek hazırlanan bu eylem
planımız ile “gelişmekte olan çevreci
bir ülke” şuuruyla yoluna devam eden
ülkemizin kalkınma ve çevre ile ilgili
gelecek hedef lerinin entegrasyonunu
kesintisiz bir şekilde hızla devam ettirmesini planlamaktayız. Özetle İDEP ile
ulusal sera gazı emisyonlarının azaltılması ve sürdürülebilir şehircilik, sürdürülebilir gıda üretimi, sürdürülebilir
tarım ve hayvancılık, doğal afet risk
yönetimi, ekosistem hizmetleri, biyolojik çeşitliliğin korunması ve ormancılık
faaliyetlerindeki çalışmalarımız ile yeşil
istihdam olanaklarının artırılmasını
hedeflemekteyiz.
Bununla birlikte Bakanlığımızca
verilen maddi ve teknik destekler ile
çevreyi koruma amaçlı yapılan çalışmalarımız sayesinde son yıllarda kanalizasyon şebekesi ve atıksu arıtma tesisi
ile hizmet verilen belediye sayısında ve
bu hizmetin verildiği nüfusta önemli
artış meydana gelmiştir.
Bugün Türkiye’deki toplam belediye nüfusunun %73’üne atıksu arıtma
hizmeti verilmektedir. Bakanlık olarak
2017 yılında atıksu arıtma tesisine bağlı
belediye nüfusunun toplam belediye
nüfusuna oranını %85’e çıkarmayı,
Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yılı
olan 2023’te ise tüm belediyelerin atıksu
arıtma tesisine kavuşmasını sağlamayı
hedef lemekteyiz. Diğer taraftan katı
atıkların geri kazanımı ve bertarafı
konusunda hedeflediğimiz noktada ol-
Haziran 2014
mamakla birlikte yapılan çalışmalardan oldukça iyi bir noktaya doğru ilerlediğimiz
açıktır. Belirlenen hedeflere ulaşabilmek için Bakanlığımızın belediyelere teknik ve
mali destekleri sürmektedir.
Bakanlığımız birlik modeli politikası kapsamında katı atık bertaraf tesislerinin
yatırım ve işletme maliyetlerinin karşılanması, tekniğine uygun olarak işletilebilmesi, tesislerin sürdürülebilirliği ve katı atık bertarafı için daha az alanın kullanımı
çevresel olarak izleme kolaylığı sağlamaktadır. Bu çerçevede, katı atıkların düzenli
depolanması hususunda bugün 909 belediyede 70 katı atık bertaraf tesisi ile 44,7
milyon nüfusa hizmet verilmektedir. 2023 yılı sonunda tüm ülke nüfusuna hizmet
verilmesini hedeflemekteyiz.
Hava yönetimi konusunda, 2023 yılına yönelik yaşanabilir bir çevre için kirliliğe
etken olan tüm faktörlerin önlenmesini ve kontrolünü sağlamak istiyoruz. Bu kapsamda hava kalitesini korumak, hava kirliliğini en düşük seviyeye getirmek, enerji
kaynakları başta olmak üzere temiz enerjinin kullanıma destek olmak yönündeki
çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ayrıca gürültüden insan sağlığının korunması ve
insanlarımızın sessiz ve sakin alanlarda yaşamasını teminen, 2023 yılına kadar nüfusu 100 binden fazla olan şehirleşmiş yerleşim alanları için gürültü haritalarının ve
harita sonuçlarına göre kontrol tedbirlerini içeren eylem planlarının oluşturulması
da hedeflerimiz arasında yer almaktadır.
Bunun yanı sıra deniz çevresinin korunmasına ilişkin çalışmalar kapsamında şu
faaliyetleri tamamlamayı da hedeflemekteyiz:
Mavi Kart Uygulaması’nı 28 kıyı ilimizde gerçekleştireceğiz. Turistik ve rekreasyonel amaçlı kullanılan tekneler ile balıkçı teknelerinde oluşan atıkların etkin bir
şekilde toplanması ve denetimini sağlamak amacıyla Muğla ve Antalya illerinde Mavi
Kart Sistemi’ne geçtik, kısa zamanda diğer kıyı illerimiz de sisteme dahil edilecektir.
Mavi Bayraklı Plajlar konusunda iddialıyız. Yüzme suyu alanlarının kirlilik kaynaklarını tespit ederek gerekli önlemleri alıp Mavi Bayrak sayısında dünya birincisi
olmayı hedefliyoruz.
“Türkiye Plajları” tanıtım web sayfasını düzenliyoruz. “Türkiye Plajları-Turkish
Beaches” web sayfasını Türkiye’ye gelen yabancı turistlerin %25’inin ziyaret edece-
KapakSöyleşi
ğini tahmin ediyoruz. Ayrıca ilgili AB
direktiflerinin uyumlaştırma çalışmalarını da tamamlayacağız.
Kaza sonucu oluşan deniz kirliliğinin önlenmesi konusunda çok önemli
çalışmalarımız var. Kaza sonucu oluşan
deniz kirliliğine müdahale ve hazırlıklı
olma hususunda tüm kıyı tesislerimizin
planlarını tamamlamasını ve etkin uygulamasını sağlayacağız.
Deniz Çöpleri ile Mücadele Eylem
Planları’nı oluşturacağız. 28 kıyı ilinin
deniz çöpleri eylem planını hazırlayarak
uygulamaya geçireceğiz.
“Ulusal Deniz Çevresi Stratejisi” hazırlayıp uygulayacağız. “Ulusal Deniz
Çevresi Stratejisi”, deniz çevresine etkisi
olan tüm faaliyet ve sektörlerin deniz
ekosisteminin korunması ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda
nasıl şekillendirileceğinin tanımlanacağı bir ulusal strateji metni olacaktır.
Çevrenin korunması ve sağlıklı kentleşme,
toplumun bu konularda bilinçli olmasıyla
da doğrudan ilgili. Toplumumuzdaki çevre
duyarlılığı konusunda sizin gözlemleriniz
ve değerlendirmeleriniz nelerdir? Çevre
ve şehircilik konularında farkındalığın artırılması için Bakanlığınız ne gibi çalışmalar
yürütmektedir?
“Mavi
Bayraklı
Plajlar
konusunda
iddialıyız.
Yüzme suyu
alanlarının kirlilik
kaynaklarını
tespit ederek
gerekli önlemleri
alıp Mavi Bayrak
sayısında dünya
birincisi olmayı
hedefliyoruz.”
Her zaman söylediğimiz gibi çevre konusu bir eğitim ve medeniyet konusudur. Her şeyde olduğu gibi çevre konusunda
da en önemli unsur eğitim ve bilinçlendirmedir. Bu nedenle,
hedefimiz çevreye duyarlı bir insan yetiştirmek ve dünyaya
örnek olabilecek rol model bir toplum oluşturmaktır. Bakanlığımız çevrenin korunması ve iklim değişikliği ile mücadele
çalışmalarında bireysel çabaların öneminin farkındadır ve
bu bağlamda toplumun bilinç düzeyinin artırılması amacıyla
projeler yürütülmekte, çalışmalar gerçekleştirilmektedir.
Bu kapsamda iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması
ve sürece uyum sağlanması, tüketim kalıplarının iklim dostu
olacak şekilde değiştirilmesi için kamuoyu bilincinin artırılmasına yönelik projeler yürütülmektedir. Bu projelerden bir
tanesi Bakanlığımız ve TÜBİTAK-TÜSSİDE ile 2012-2013
yılları arasında gerçekleştirilen “İklim Değişikliğinin Etkileri ve İklim Değişikliğine Uyum Konularında Farkındalık
Geliştirme Projesi”dir. Söz konusu proje kapsamında geniş
katılımlı çalıştaylar gerçekleştirdik. İklim değişikliği alanında
bilinç düzeyinin artırılması amacıyla 8 pilot ilden (Trabzon,
Samsun, Kayseri, Konya, İzmir, Muğla, Bursa, Edirne) 120
ortaöğretim öğretmenine yönelik seminerler gerçekleştirilmiş,
180 ortaöğretim öğrencisine yönelik “İklim Değişikliği Bilim
Kampları” düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra iklim değişikliği
konusunda kamuoyu bilincinin artırılmasına yönelik “İklim
Değişikliği Kamu Spotu” hazırlanmıştır.
Mesela deniz çöpleri ile mücadelede önemli olan unsurlardan biri vatandaşlarımızın bilinçlendirilmesidir. Sivil toplum
kuruluşları, deniz çöpleri ile mücadele kapsamında halkımızda farkındalık oluşturabilmek amacıyla çeşitli uluslararası
organizasyonlarla birlikte deniz ve kıyı temizliği kampanyaları
ile benzeri çalışmalar organize etmektedirler. Bakanlığımız
bu çalışmalara gerekli destekleri vermektedir. Ayrıca, deniz
çöplerine ilişkin hazırladığımız taslak mevzuatta en önemli
bileşenlerden biri de halkın bilinçlendirilmesine yönelik çalışmaların düzenlenmesidir. Bunun yanı sıra atıkların yönetimine ilişkin yerel yönetimler ile işbirliği içerisinde bilinçlendirme
çalışmalarımız ve eğitim faaliyetlerimiz de devam etmektedir.
Ayrıca 2012 yılı itibarıyla hava kalitesi haber bültenleri
Bakanlığımız tarafından yayımlanmaktadır. Kamuoyuna yönelik yazılı ve görsel medya araçları kullanılarak bilgilendirici
video, bilgi notları ve sesli kısa spot filmler hazırlamaktayız.
Bilgi Edinme kapsamında hava yönetimi alanında Bakanlığımıza yönlendirilen soruları detaylı şekilde cevaplandırmaktayız. Sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları, yerel
yönetimler ve üniversiteler ile ortak farkındalık kampanyaları
yürütmekteyiz.
Haziran 2014
31
Tüm değerleri
yeniden değerlendiren mimari:
GÜRCİSTAN PARLAMENTOSU
Açılan “Yeni Gürcistan” sayfasının en önemli sembolü yeni parlamento binası.
II. Dünya Savaşı’nda şehit düşmüş Sovyet askerlerinin anısına dikilen anıtın
olduğu yerde, bugün ülkenin geçmişini ve geleceğini yeniden tanımlayan
Gürcistan Parlamentosu yükseliyor.
Elif Çelik
Haziran 2014
Dünya Parlamentoları
G
ürcistan’da kraliyetin gücünün sınırlandırılması ve parlamenter bir yönetim
sisteminin oluşturulması fikri aristokratlar ve yurttaşlar arasında ilk kez
12. yüzyılda ortaya çıkar. O dönemde Gürcistan Krallığı’nın başında, ilk kadın
monark olan ve ülkeye altın çağını yaşatan Kraliçe Tamar vardır.
Kraliçenin muhaliflerinden oluşan bir topluluk ile onlara liderlik eden -vaktinde vezir ve haznedar olarak görev yapmış- Kutlu Arslan, kurulmasına öncülük etmeye çalıştıkları söz konusu parlamentonun çift meclisli olması gerektiği
düşüncesindedir: Krallıkta meydana gelen gelişmeleri takip etmek üzere ara sıra
toplanacak bir meclis olan Darbazi ve yasama faaliyetlerini gerçekleştirecek daimi
meclis Karavi. Ne var ki zafer kraliyetin gücünün kısıtlanmaması gerektiğini
savunanlardan yana olur ve Kutlu Arslan kraliçenin emriyle tutuklanır. Arslan’ın
taraftarlarının saraya yürümesiyle kraliçe onu serbest bırakmayı kabul etse de
fikirleri asla hayata geçirilmez.
Aradan geçen yüzyılların ardından, Gürcistan’da ilk parlamenter faaliyet 1906
yılında vuku bulur. 1801’den itibaren Rusya Federasyonu’na bağlanan Gürcistan,
Rusya’nın yasama meclisi Devlet Duması’na 1906’dan itibaren vekil göndermeye başlar. İleride ülkenin ulusal bağımsızlık mücadelesinde pay sahibi olacak
bu vekillerden biri, Noe Jordania, 1918’de hürriyetini kazanan Gürcistan’ın ilk
başbakanı olur. Ne var ki Gürcistan Ulusal Meclisi’nin 1921’de ilk anayasayı oluşturmasının üzerinden çok geçmeden ülke Kızıl Ordu tarafından işgal edilir. Gür-
Haziran 2014
33
34
Dünya Parlamentoları
cistan tarihinde, parlamenter sistemin
olmadığı altmış dokuz yıl sürecek bir
boşluk meydana gelir böylece.
Gürcistan’ın ilk parlamento binası,
ülke Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak Sovyetler Birliği’ne
bağlıyken, 1938-1953 yılları arasında
inşa edilir. SSCB’nin dağılma süreci,
Gürcistan’da güçlü bir bağımsızlık
hareketi başlatır. Birlik’le imzalanan
antlaşma geçersiz kılınarak referanduma gidilir ve Gürcistan Parlamentosu,
28 Nisan 1991’de ülkenin tam bağımsızlığını ilan eder.
Geleceğe meydan okumak
Gürcistan Parlamentosu’na evsahipliği yapan ilk bina, başkent Tif lis’te
yer alır. Mimari açıdan inşa edildiği
dönemin özelliklerini yansıtan yapı
artık yeterli görülmediğinden yenisine ihtiyaç duyulur. Ancak burada
Haziran 2014
Gürcistan
Parlamentosu,
şeffaf
siyasetin
simgesi,
fütüristik
bir sanat ve
mimarinin
eseri olarak
gösteriliyor.
önem kazanan nokta, yeni parlamento binasının inşası
için ülkenin başkenti, siyasi ve kültürel merkezi olan Tiflis
yerine yüzlerce kilometre uzaktaki Kutaisi’nin seçilmesidir.
Binanın inşa edildiği bölge aslında II. Dünya Savaşı’nda
Nazilerle çatışan ve şehit olan Sovyet askerleri anısına inşa
edilmiş dev anıtla meşhurdur. Rusya ile büyük gerginlik
yaşanmasına sebep olsa da parlamentonun yapılması için
başka bir alternatif belirlenmeyerek anıtın yıkılması, tüm
dünyada yankı bulan bir olay olur. Gürcistan bürokrasisinin
geri kalanı Tiflis’te faaliyetlerine devam ederken parlamentonun başka bir şehre taşınması ise ayrı bir problem olarak
görülmektedir.
Şeffaf siyasetin simgesi, fütüristik bir sanat ve mimarinin
eseri olarak gösterilen yeni Gürcistan Parlamentosu böylece
ulusal bir değerin yok edilmesinin, duyarsızlığın da sembolü
olarak gösterilir dünya çapında. Dönemin devlet başkanı
Mihail Saakaşvili, yeni Gürcistan’ın simgesi olan bu yapının
aynı zamanda Moskova’ya bir mesaj niteliğinde olduğunu
söyler. Saakaşvili, ülkenin bağımsızlığını korumak için tüm
Gürcistan halkının sonuna kadar savaşacağından emindir;
vaktinde bunun için herkes tek yürek olmuştur ve devlet
artık tek bir elit kesim tarafından, tek bir noktadan yöne-
Dünya Parlamentoları
Mimariye
meraklı siyasetçi
Saakaşvili’nin
projesi olan
yenilikçi bina,
betondan yapılmış
gözkapağının
altındaki dev bir
göze benzeyen
cam kubbesiyle
dikkat çekiyor.
tilmeyecektir. Tiflis’te baskın olan Sovyet dönemi mimarisinden uzaklaşılarak
yeni bir sayfa açılmaktadır. Bu yeni sayfada artık Gori kent meydanındaki Josef
Stalin heykeli kaldırılmış, yine Stalin’in adını taşıyan müze “Sovyet istilası”
müzesine dönüştürülmüş, binalardaki bütün Sovyet sembolleri kaldırılmıştır.
Yenilikçi parlamento binasının inşası için harcanan ücretin açıklanmaması ise
şeffaf devlet politikasına ters düştüğü ve yeni parlamento binasının misyonuyla
çeliştiği gerekçesiyle farklı tartışmalara konu olmuştur.
Yeni bir siyaset anlayışı
“Avrupa’da bir heyula dolaşıyor; komünizm heyulası” demişti Karl Marx tam 166
yıl önce. Bu heyuladan ve Sovyetler Birliği’nin gölgesi ardında olmaktan hayli
bezmiş olacak ki Gürcistan geçmişini ve geleceğini yeniden tanımlıyor. Ülkenin
Haziran 2014
35
36
Dünya Parlamentoları
Son yıllarda
büyük
değişimler ve
dönüşümler
yaşayan
Gürcistan’ın
parlamento
binası oldukça
etkileyici ve
simgesel
öneme sahip.
parlak, demokratik istiklalini simgeleyen, gelişme ve ilerlemeyi destekleyen ve farklı bölgeleri birbirine yakınlaştıran
parlamento binası 26 Mayıs 2012’den bu yana meclise evsahipliği yapıyor.
Mimariye meraklı siyasetçi Saakaşvili’nin projesi olan
yenilikçi bina, betondan yapılmış gözkapağının altındaki
dev bir göze benzeyen cam kubbesiyle dikkat çekiyor. Vekil
odaları ile diğer birimlerin camla çevrili olduğu yapıda asma
Haziran 2014
bahçeleri andıran katlar yer alıyor.
Yapının tam kalbinde bulunan yarım
daire şeklindeki Meclis Salonu ise kubbeden gelen günışığı ile aydınlanıyor.
Çoğunluğu hükümet üyelerinin
oluşturduğu kayda değer bir grup yeni
parlamento binasını modernist bir şaheser olarak nitelendirirken bir başka
kesim çok uçlardaki bir imgelemin
yanlış yere yerleştirilmiş ürünü olarak
görüyor. Burada, özellikle devlet binaları söz konusu olduğunda “görkemli”
ile “pahalı” arasında çok ince bir çizgi
olduğunu belirtmekte fayda var. Son
yıllarda büyük değişimler ve dönüşümler yaşayan Gürcistan’ın parlamento
binasının oldukça etkileyici, simgesel
öneme sahip bir mimari harika olduğu kesin. Ama parlamentonun estetik
niteliklerinin ötesinde başkentin taşınması, yapının inşası için harcanan para
ve anıtın yıkılması gibi konularda kutuplaşmanın son bulması ve fikirlerin
uzlaşması yakın bir gelecekte mümkün
gibi görünmüyor.
Türk Parlamenterler Birliği’nden
Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul
kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir.
Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka
Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken
problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir.
Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları
2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir.
Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve
Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması,
5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların
belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir.
Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını
mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur.
TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr
Fax Hattı: 0312 420 66 24
Sayın Üyelerimiz, her konuda bize ulaşabilirsiniz.
Türk Parlamenterler Birliği
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51
Bakanlıklar / ANKARA
Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği
Ziraat Bankası TBMM Şubesi
IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
Türk Parlamenterler Birliği
ANKARA KONUKEVİ
Ankara Hotel Pino
Tel: 0312 446 36 86
Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay
Caddesi Bayraklı Sokak
No: 35 GOP / Ankara
Sağlık Hattı
Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi
için 0312 420 0 112 ve 0312 420 72 24
numaralı telefonu arayabilirsiniz.
Sağlık protokolü imzalanan
hastanelerdeki TBMM Hattı
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0312 202 44 91
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0312 305 32 62-63
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0232 390 41 06
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0242 249 65 91 - 0 507 870 17 85
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0312 508 30 03
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0342 360 95 05
İstanbul Medipol Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0212 534 86 86 - 0212 631 20 50 /4029 - 0212 440 10 00 /1212
38
Röportaj
Mustafa Yılmaz:
Siyasetçi
dürüst ve halkla
iç içe olmalı
Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit
1987-2007 yılları
arasında milletvekilliği
yapan ve çeşitli
dönemlerde bakanlık
görevi üstlenen Mustafa
Yılmaz, “Memlekete
güzel hizmetlerde
bulunmak, vatandaşın
her türlü sıkıntısında
yanında olmak nasip
oldu. Bundan büyük
mutluluk ve gurur
duyuyorum” diyor.
Haziran 2014
T
ürkiye Büyük Millet Meclisi’nin bahçesindeyiz. Bahar çiçeklerinin ayrı bir
güzellik kattığı bahçede bu ayki röportaj konuğumuz Mustafa Yılmaz’la sohbet ediyoruz. 1987-2007 yılları arasında milletvekilliği yapan Yılmaz’la Meclis
çatısı altında olduğu yılları ve bakanlık dönemlerini konuşuyoruz. Yılmaz’ın
ilginç anılarıyla renklenen sohbetimiz sırasında dünden bugüne uzanıyor ve
tecrübeli siyasetçiye ülke gündemindeki konularla ilgili değerlendirmelerini
de soruyoruz. Röportajımıza ise Mustafa Yılmaz’ın hayat yolculuğunun dönüm
noktalarına değinerek başlıyoruz. Yılmaz’ı dinledikçe bir kez daha anlıyoruz ki
içinde bulunulan koşullar ne kadar zor olursa olsun engelleri aşmak da başarıya
ulaşmak da insanın kendi elinde…
“Ben köylü çocuğuyum…”
Mustafa Yılmaz 1949 yılında Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinin Dokuzyol köyünde
dünyaya gelir. Ailesinin maddi imkansızlıkları nedeniyle yokluk ve yoksullukla
küçük yaşlarda tanışır. Okula gidebilmesi bile zordur o koşullarda. Babası,
“Okuyup da ne yapacaksın, köyde işler seni bekliyor” dese de engel olamaz
oğluna; her fırsatta okula koşar Mustafa Yılmaz. Lise çağlarında, kendisin-
Röportaj
den bir sınıf altta olanlara matematik
dersi vererek okul harçlığını kazanır.
İnsanlara yardım etmeyi, özellikle
yoksul hastalarla ilgilenmeyi sevdiği
için üniversitede tıp eğitimi görmek
ister. Sınavı kazanarak bu isteğine kavuşur, ama maddi imkansızlık burada
da karşısına çıkar. Parasızlık nedeniyle ne ders kitaplarını alabilir ne de
İstanbul’da kalacak bir yer bulabilir.
Büyük üzüntü duyarak ve ağlayarak
tıp fakültesinden ayrılır. Daha sonra
“Öğrencilere yemek, yurt bedava” diye
haber alınca Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne gider. İnşaat
yüksek mühendisi olarak Gaziantep’e
dönen Mustafa Yılmaz, “Biz lise çağlarındayken köyümüze siyasetçiler
gelir giderdi. Köylüler onların etrafında
toplanır; yol, su gibi birtakım taleplerde
bulunurlardı. Bu durum benim ilgimi
çekerdi. ‘İnsanlara hizmet etmek, onların taleplerini yerine getirmek ne kadar
güzel’ diye düşünürdüm. Siyasetçilerle
köylüler arasındaki diyalog hafızamda
yer etmişti. İnşaat yüksek mühendisi
olduğum dönemde hayatıma işadamı
olarak mı devam edeyim, siyasete mi
gireyim diye çok düşündüm. Sonunda
siyaset ağır bastı” diyor.
Mustafa Yılmaz, 1987-2007 yılları
arasında Meclis çatısı altında yer aldı.
TBMM 18, 19, 20, 21 ve 22. dönemlerde
milletvekilliği yapan tecrübeli siyasetçi, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile
Devlet Bakanlığı görevlerini üstlendi.
Yılmaz, milletvekilliği ve bakanlık dönemlerinde önemli hizmetlerinin yanı
sıra renkli kişiliğiyle de adından söz
ettirdi. Seçmenleriyle kurduğu sıcak
ilişki dikkat çeken Mustafa Yılmaz,
“Evinizde pek çok kişiyi ağırladığınızı,
seçmenlerinizle bire bir ilgilendiğinizi
biliyoruz. Bu yönünüzle ilgili olarak
geçmişte pek çok haber yapıldı” dediğimizde şunları söylüyor: “20 yıllık
milletvekilliği hayatım boyunca hep
“İnşaat
yüksek
mühendisi
olduğum
dönemde
hayatıma işadamı
olarak mı devam
edeyim, siyasete
mi gireyim diye
çok düşündüm.
Sonunda siyaset
ağır bastı.”
halkla iç içe oldum. Meclis’e sabah 7’de gelir, o günkü görüşmelerimin yeri ve saatini ayarlar, 8:30-9’da çıkardım. Genel
Kurul çalışmasının başlayacağı saate kadar seçmenlerimin
yanında olurdum. Milletvekilinin iki işi var; biri devletin işi,
yani yasamayla ilgili faaliyetler, diğeri vatandaşın işi. Meclis
çalışmalarının olmadığı zamanlarda vatandaşın her türlü
sıkıntısıyla ilgilenmeye çalıştım; hastaysa tedavisine yardımcı
olmak, köyünün bir eksiğini söylüyorsa onu gidermek için
uğraştım. Birlikte çalıştığım arkadaşlarım kaydını tutmuşlar,
20 yılda 20 bin civarında hastaya tedavisi için yardımda bulunmuşum. Ankara’ya geldiğinde birkaç gün kalması gereken
kişiler olurdu, otelde kalacak durumu olmayanları bilirdim,
‘Buyurun eve gidelim’ derdim. Evin alt katında bir odayı misafirlere ayırmıştık. Eşimle birlikte yıllar içinde binlerce kişiyi
ağırladık. Bundan mutluluk ve gurur duyuyorum. Siyasette
eşinizin desteği çok önemli. Onun katkısı ve işbirliği size çok
yardımcı oluyor.”
Haziran 2014
39
40
Röportaj
“Pir Sultan’ın, Âşık Veysel’in köyüne
hizmet götürmek nasip oldu”
Mustafa Yılmaz, Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) milletvekili olduğu dönemde 50. Hükümet’te Bayındırlık ve İskan
Bakanlığı yaptı. Göreve geldikten yaklaşık iki ay sonra bakanlıktan ve SHP’den istifa eden Yılmaz, siyaset yolculuğunu
Demokratik Sol Parti (DSP) milletvekili ve Devlet Bakanı olarak sürdürdü. Köy Hizmetleri’nden sorumlu olduğu bakanlık
dönemindeki hizmetlerinden mutlulukla söz eden tecrübeli
siyasetçi, “Bülent Ecevit’in yanında bakanlık yapmak çok rahattı, çünkü hiçbir işinize karışmaz, sadece doğru çalışmanızı
isterdi. DSP milletvekilleri ve parti teşkilatı da sizi rahatsız
etmez, ‘Şu şöyle olsun’ demezdi. DSP’deki bakanlığım benim
en rahat çalıştığım dönemdir” diye konuşuyor. Devlet Bakanlığı sırasında içme suyundan yola, kanalizasyondan sulama
göletine kadar köylere pek çok hizmet götürmenin mutluluğunu yaşayan Mustafa Yılmaz, “Çocuklarıma bırakacağım en
büyük miraslardan biri bu hizmetlerdir. Düşünün, bir köylü
çocuğu olan Mustafa Yılmaz çok zor şartlarda büyüyecek,
okuyacak, mühendis olacak, bakanlık yapacak ve memle-
Ezo Gelin’in vatan hasreti sona erdi
Mustafa Yılmaz’ın doğup büyüdüğü Dokuzyol köyü, güzelliği dillere
destan olmuş Ezo Gelin’in memleketi. Çileli bir hayat süren Ezo Gelin,
Mustafa Yılmaz’ın akrabası. “Ezo Gelin benim dayımın hanımıydı.
Onlar boşandıktan sonra Ezo Gelin Suriye’ye gitti, evlenip orada
yaşadı, ama hep vatan hasreti çekti. Ölmeden önce Türkiye ile Suriye
sınırındaki yüksek dağın tepesine gömülmeyi ve oradan vatanını
görmeyi vasiyet etmişti. Bakan olunca Ezo Gelin’in mezarını köyüne
getirdim” diyen Yılmaz, bunun mutluluğunu yaşadığını ifade ediyor.
Haziran 2014
ketine güzel hizmetlerde bulunacak; köylere içme suyu, yol,
kanalizasyon götürecek. Pir Sultan’ın Banaz köyüne, Âşık
Veysel’in Sivrialan köyüne hizmet götürmek ona nasip olacak.
Bundan dolayı gurur duyuyorum” diyor. Yılmaz, bakanlığı
döneminde 28 bin mevsimlik işçiye kadro verildiğini de hatırlatarak, “Bakanlık dönemimdeki en önemli çalışmalardan biri
budur. Her Bakanlar Kurulu toplantısında söz alır, ‘Mevsimlik
işçilerin durumu ne olacak?’ diye sorardım. Sonunda bir gün
Mesut Yılmaz, ‘Mustafa Bey çalışmanızı getirin, ne gerekliyse
yapalım’ dedi. Bir maddelik yasa çıkarılarak 28 bin mevsimlik
işçi kadroya kavuşturuldu. Bu çok önemli bir çalışmaydı, hâlâ
arayıp teşekkür edenler, dua edenler olur” diye konuşuyor.
Mustafa Yılmaz, bakanlığı dönemiyle ilgili renkli bir anısını şöyle anlatıyor: “Gaziantep’te bir eve oturmaya gitmiştim.
Koruma polislerine ‘Ben geç çıkacağım, siz gidip yatın, eve
yürüyerek geçeceğim’ dedim. Gece geç saatte evden dışarı çıktığımda çok şiddetli bir yağmura yakalandım. Evim yaklaşık
300 metre ileride, ama yağmur yürümeye izin vermiyor. O
sırada bir polis arabasının geldiğini gördüm; elimi kaldırarak
arabayı durdurdum, sonra da arka kapıyı açıp içeri oturdum.
‘Ben Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz. Beni şu karşıdaki eve kadar götürebilir misiniz?’ dedim. Polis memuru, arkasına doğru dönerken ‘Ben de Ahmet Necdet Sezer’im’ dedi ve tam o
sırada beni gördü. ‘Affedersiniz Sayın Bakanım, özür dilerim’
dedi. ‘Zararı yok oğlum, yola devam edelim’ dedim. Bu polis
memuru daha sonra vali yardımcısının yanına gitmiş ve ‘Ben
o yağmur altında arabayı sarhoş biri durdurdu sandım. Sayın
Bakan’la dalga geçmiş gibi oldum. Şimdi benim görev yerimi
değiştirirler mi?’ diye sormuş. Vali yardımcısı da ‘Oğlum
sen işine bak, Mustafa Yılmaz böyle bir şey düşünmez, olayı
Röportaj
unutmuştur bile’ demiş. Hakikaten de
öyleydi. Üstelik polis memuru haklıydı,
sen yolun ortasına atlayıp arabayı durdurursan o da seni sarhoş sanır; bakan
olacağı nereden aklına gelsin?”
Mustafa Yılmaz, unutamadığı bir
başka anısını ise şöyle paylaşıyor:
“Sivas’ta Köy Hizmetleri’nin misafirhanesinde kalırken sabah erkenden kalktım. Koruma polislerine görünmeden
dışarı çıktım. Amacım, çorbacıda bir
çorba içtikten sonra vatandaşla konuşmaktı. Korumalarla birlikte, kalabalık
bir şekilde dolaştığınız zaman vatandaş
‘Bakan Bey geldi’ diye toparlanıyor,
taleplerini çekinerek söylüyor veya bazı
şeyleri söylemek istemiyor. Bu nedenle
ben yalnız dolaşmak istedim. Sabah
bölge müdürü misafirhaneye gelince
bakmışlar odamın kapısı açık, ben
içeride yokum. Etrafı bir telaş sarmış,
‘Bakan Bey’i kaçırdılar mı’ diye. Her
yere haber verilmiş. Ben çorbacıdayken
dışarıda bir hareketlilik başladı. Bir
baktım polis arabaları, Köy Hizmetleri
“Her
Bakanlar
Kurulu
toplantısında söz
alır, ‘Mevsimlik
işçilerin durumu
ne olacak?’
diye sorardım.
Sonunda tek
maddelik yasa
çıkarılarak 28
bin mevsimlik
işçi kadroya
kavuşturuldu.
Bu çok önemli
bir çalışmaydı.”
araçları etrafta dolaşıyor. Ne olduğunu anlamak için dışarı
çıktım, biri ‘Bakan Bey burada’ diye bağırdı. Anladım ki beni
arıyorlar. Böyle pek çok renkli anım var.”
“Eleştiri yaparken kırıcı olmamak gerekiyor”
Mustafa Yılmaz’ın DSP’nin ardından CHP’de devam eden
milletvekilliği hayatı 2007 yılına kadar sürdü. Türkiye’de
nice önemli olayın yaşandığı 20 yıl boyunca aktif siyasetin
içinde yer alan Yılmaz, “Tabii o zamanlarla bugünler arasında
çok fark var. Meclis’te olduğum dönemlerde genel başkanlar,
farklı partilerden milletvekilleri birbirlerini eleştirirlerdi,
ama bugünkü kadar sert olunmazdı. Meclisimizde sert tartışmalar yapılması, bazen ağza alınmayacak laflar söylenmesi
üzücü oluyor. Eleştiri yaparken, yanlışları söylerken kırıcı
olmamaya, karşınızdaki kişiyi incitmemeye özen göstermek
gerekiyor. Bizim dönemimizle karşılaştırdığımda bugünkü
milletvekillerinin daha rahat çalıştığını görüyorum; çünkü
üç yardımcı personel var. Bu durum milletvekiline büyük
kolaylık sağlıyor” diyor. Hükümetin çalışmalarını değerlendirirken özellikle sağlık alanında önemli adımlar atıldığına
işaret eden ve duble yollara dikkat çeken tecrübeli siyasetçi,
“Geçmişten bugüne her hükümet döneminde yapılan hizmetler var; bunları görmezden gelemeyiz. Yapılan doğru
işlerin yanı sıra yanlışları da ifade etmek gerekiyor. Örneğin
fakir fukaraya kömür, bulgur, makarna dağıtılacağına iş
imkanları yaratılsa daha iyi olmaz mı? İnsanların kendi kazandıkları parayla bu ihtiyaçlarını almaları daha güzel değil
mi? Çalışabilecek durumda olmasına rağmen gıda yardımı,
kömürü düzenli olarak gelen kişiler var. Bu durum insanları
tembelliğe itiyor, ‘Nasıl olsa ekmeğim, kömürüm geliyor’
düşüncesiyle işe girmeye gerek duymuyor. Fakir fukaraya
yardıma elbette karşı değilim, ancak bu yardım yaşlı, çaresiz,
işte çalışacak sağlığı, gücü olmayan kişilere yönelik olmalı”
değerlendirmesinde bulunuyor.
Sohbetimiz sırasında Mustafa Yılmaz’a “Siyasetin olmazsa
olmazları nelerdir?” diye soruyoruz. Siyasette dürüstlük,
çalışkanlık ve halkla iç içe olmanın önemini vurgulayan
Yılmaz şunları söylüyor: “Siyasetçi her şeyden önce dürüst
olmalıdır, halka daima doğruları söylemelidir. Bir talebi yerine getiremediği zaman ‘Yapamadım, buna gücüm yetmiyor’
diyebilmelidir, bu ayıp değil ki. Bir insan makamda yükseldikçe gönlü enginleşmelidir. Siyasetçi halkla iç içe olmalıdır.
Ben hep bunu yaptım, öyle zamanlar oldu ki vatandaşla yan
yanayken bakan olduğumu unuttum. Helal para kazanmak
her işte olduğu gibi siyasette de çok önemlidir. Bir insan siyaset yaparken, milletvekiliyken servet sahibi oluyorsa ben o
kişiden şüphelenirim; ailesinden miras kalır o başka.”
Haziran 2014
41
42
Babalar Günü
kutlu olsun
15 Haziran Pazar, Babalar Günü. Eli öpülesi babalarımız
alınteriyle kazanılmış bir lokma ekmek için kâh yerin metrelerce
altında, kâh göğe uzanan binaların en ucunda. Hayat boyu yaşam
kavgasının tam ortasında... “Babalar Günü” onlara bir kez daha
“Seni seviyorum” demek; hayatta olmayanları sevgi, saygı ve
rahmetle anmak için önemli bir fırsat.
Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş
Haziran 2014
43
D
ağ gibi, derya gibi, koca bir çınar gibi… Her zorluğun
üstesinden gelen bir kahraman gibi… Her daim güçlü,
her daim dimdik ayakta. Ve gözü kara. Alınteriyle kazanılmış
bir lokma ekmek için kâh yerin metrelerce altında, kâh göğe
uzanan binaların en ucunda. Hayat boyu yaşam kavgasının
tam ortasında…
Eli öpülesi babalarımız sevginin, saygının, güven duygusu
ve fedakarlığın diğer adı. Sımsıkı sarıldı mı dünyalar bizim,
öptü mü her yer güllük gülistanlık… Yokluğu ise tarifsiz bir
acı, derin bir boşluk…
15 Haziran Pazar, Babalar Günü. Bu özel
gün babalarımıza bir kez daha
“Seni seviyorum” demek; hayatta olmayanları sevgi, saygı
ve rahmetle anmak için önemli
bir fırsat. “Babalar Günü”, her
yıl haziran ayının üçüncü pazar
günü kutlanıyor. Bu günün ortaya
çıkışına ilişkin farklı anlatımlar
mevcut olsa da ağırlıklı olarak
şu öyküye rastlanıyor: Takvimler
1910 yılını gösterirken Amerikalı Sonora Smart Dodd, Anneler
Günü gibi Babalar Günü’nün de
kutlanması gerektiği fikrini ortaya atıyor. Dood, doğum sırasında
eşini kaybettikten sonra hayatını altı çocuğuna adayan
babası William Smart başta olmak üzere tüm babaların
özel bir günü hak ettiğini dile getiriyor. Bu düşünceyle
harekete geçen Dood, babasının doğum günü olan
5 Haziran’ın Babalar Günü olarak ilan edilmesi
için girişimlerde bulunuyor. Yapılan hazırlıklar
5 Haziran’a değil, iki hafta sonraya, yani haziran ayının üçüncü pazar gününe yetişiyor.
Böylece bu özel gün ilk kez 19 Haziran 1910’da
Washington’un Spokane şehrinde kutlanıyor. 1966 yılında ABD Başkanı Johnson, her yıl haziran ayının üçüncü
pazarının “Babalar Günü” olarak
kutlanacağına ilişkin bir bildiri
yayımlıyor. Ülkemizde ise bu
özel gün daha çok 1980’li yılların sonlarına doğru hayatımızda yer almaya başlıyor.
Bu yıl 15 Haziran’da kutlayacağımız “Babalar Günü”
Süreyya Sadi Bilgiç
dolayısıyla siyasette iz bırak-
mış babalara sahip milletvekilleriyle konuştuk. Babalarından
devraldıkları bayrağı gururla taşıyan vekiller, efsane bir
ismin çocuğu olarak yaşadıklarını, hissettiklerini ve anılarını anlattı.
“Müthiş bir baba, müthiş bir insandı”
AK Parti Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç, Türk siyasetinin önemli isimlerinden, “Koca Reis” lakaplı Sadettin
Bilgiç’in oğlu. Milletvekilliği, Ulaştırma ve Millî Savunma
bakanlıkları yapan Sadettin Bilgiç’in bir baba olarak
çocuklarıyla ilişkilerini sorduğumuz
Süreyya Sadi Bilgiç, “Babam hakikaten çok farklı bir insandı. Sadece
ailesiyle değil, çevresindeki herkesle
çok iyi ilişkiler içindeydi. Ailesine, dostlarına sadakatle bağlıydı.
Bizlere karşı son derece sevecen ve
hoşgörülüydü; hatalarımızı hiçbir
zaman sert bir biçimde yüzümüze
vurmaz, bunları bir daha tekrarlamamamız konusunda yapıcı
eleştirilerde bulunurdu. Müthiş
bir baba, müthiş bir dost, müthiş
bir insandı” diyor. Süreyya Sadi
Bilgiç, siyasetçi bir babanın oğlu
olmanın hayatını ne yönde etkilediğini ise “Ben
doğduğumda babam milletvekiliydi. Siyasetin yoğun olarak konuşulduğu, yaşandığı bir ortamda büyümek tabii ki
hayatınızın her alanında etkisini hissettiriyor. Sadettin
Bilgiç gibi siyaseti tamamen fazilet temelleri üzerine
oturtmuş, pek çok farklı özelliğiyle halkın gönlünde
yer etmiş, kabul görmüş bir kişinin oğlu olmak hem
bir övünç vesilesi hem de büyük bir sorumluluk.
Böyle bir soyadını taşıyor olmaktan onur duyuyorum ” sözleriyle ifade ediyor. Bilgiç, siyasete girmesi
konusunda babasının bir yönlendirmesi olup
olmadığına ilişkin şunları söylüyor:
“Babam genel cerrah olduğu için tıp
fakültesinde okumamı arzu ettiğini
biliyorum. Benim ilgi alanım iktisat
olmakla beraber onun da arzusunu
yerine getirebilmek adına tercihlerim arasına tıp fakültesini de
yazmıştım. Nasipte kendi arzu
ettiğim İstanbul Üniversitesi
İktisat Fakültesi’nde okumak varmış. Seçimimden
Haziran 2014
44
dolayı hiçbir şey söylememiştir, ama
çocuklarından birinin doktor olmasını
hep istemiştir. Amcamın çocuklarından biri tıp fakültesinde okudu, bu
onun için bir sevinç kaynağıydı.”
“Babalık insanı
olgunlaştırıyor”
Sürey ya Sadi Bilgiç,
babası nı n ya nı nda
müthiş bir sevgi, saygı ve güven hissettiğini belirterek, “Babam
Türkiye’nin 1960’lı, 70’li
y ı l larının şar t larında
siyaset yaptı. 27 Mayıs
darbesi sonrası yaşanan
süreç düşünüldüğünde hakikaten son derece sancılı
yıllarda siyasetin içindeydi.
Türk iye’nin her tarafını
dolaşırdı. Çocukken belki
bir ay, bir buçuk ay babamı
görmediğimiz olurdu. Dolayısıyla bir siyasetçi çocuğu
olarak zaman zaman yalnızlık
duygusunu da hissettiğimi ifade etmem gerekiyor” diye konuşuyor. Bilgiç,
siyasette yer almaya nasıl karar verdiğini sorduğumuzda ise 28 Şubat sürecine ve 27 Nisan e-muhtırasına işaret
ederek, “İnsanın tüylerini diken diken
eden açıklamaları duyunca demokrasi,
insan hakları, hukuk, memleketin birlik ve beraberliği noktasında mücadele
etmek gerektiği inancıyla siyasette yer
almaya karar verdim. Darbelere, darbe
fikrine karşı verilen mücadelenin
bir parçası olmaktan, vesayet
döneminin tamamen kapandığı bir sürecin içinde yer
almaktan onur duyuyorum”
diyor.
Süreyya Sadi Bilgiç, ikiz
çocuk babası. 1989 doğumlu iki kızı var. Her
Hurşit Güneş
iki kızının da mühendis
Haziran 2014
olduğunu belirten Bilgiç, “Onlarla gurur duyuyorum. Bugüne kadar beni veya annelerini hiç üzmediler. Aramızda sevgi, saygı, hoşgörü ve güvene dayalı çok güzel
bir ilişki var; hem baba-evlat hem de arkadaşız. Hayattaki en büyük zenginliğimin
ailem olduğunu düşünüyorum. Hakkını ödeyemeyeceğim insanlardan biri eşimdir.
Her zaman benim yanımdadır. Ben İstanbul-Ankara-Isparta arasında sürekli gidip
geliyorum,
bu nedenle 15-20 gün eve uğrayamadığım oluyor. Son
7 yıldır evin ve çocukların sorumluluğunu ağırlıklı
olarak eşim üstleniyor. Siyaset yapan insan için eşinin
desteği çok önemlidir. Benim annem de çok özverili
bir insandı. Bizim evde hareketlilik sabah namazıyla
beraber başlardı. O saatten itibaren evde misafirler
olurdu. O zamanın şartları bu şekildeydi” diye konuşuyor.
Süreyya Sadi Bilgiç, babalığın insanı olgunlaştırdığını belirtiyor. “Babalık müthiş bir duygu”
diyen Bilgiç, ailesinde “Babalar Günü”nün kutlanıp kutlanmadığı sorusuna, “Eşim ve kızlarım
özel günler konusunda çok duyarlıdırlar. Doğum
günümü, Babalar Günü’nü mutlaka kutlarlar”
yanıtını veriyor.
“Babamın kararlarıma etkisi
doğrudan değil, dolaylı oldu”
CHP Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş, Türk
siyasetinde iz bırakmış bir ismin, Dışişleri eski
Bakanı Turan Güneş’in oğlu. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında bakanlık görevinde bulunan Turan Güneş’in bir baba olarak
çocuklarıyla ilişkilerini ve onların aldıkları kararlara
etkisini konuştuğumuz Hurşit Güneş, “Aydın, profesör
ve siyasetçi bir babaya sahip olmak, böyle bir ortamda
yetişmek kuşkusuz çocuk üzerinde etkili oluyor ve alacağı kararlarda kendini hissettiriyor. Nitekim sadece
ben değil, kız kardeşim Ayşe Ayata da öğretim üyesi”
diyor. Hayatına yön verirken babasının doğrudan değil,
dolaylı bir etkisi olduğunu ifade eden Güneş, “Bu
durum siyaset için de geçerli. Babam
hiçbir zaman bize ‘Siyasete girin’
demedi, ama az önce belirttiğim gibi siyasetin içindeki bir
ailede büyüdüğünüz zaman
doğal olarak siz de etkileniyorsunuz. Siyasetçi
anne ve babaların çocuklarının siyasete
girme oranının,
ailesinde siyasetçi olmayan
45
çocuklara göre daha yüksek olduğunu
biliyoruz. Ben de küçüklüğümden itibaren siyasetçi olmayı istedim. Hatta
lise yıllığımda bir karikatür vardır;
bu karikatürde beni politikacı olarak
çizmişlerdir. Siyasete hep ilgi duymuşumdur ve siyaset bilimi okumak istemişimdir. Lisans eğitimim siyaset ve
ekonomi dalındadır” diye konuşuyor.
Turan Güneş’in çok özel bir insan
olduğ u nu, onu n evlad ı olma k ta n
gurur duyduğ unu belirten Hurşit
Güneş, önemli bir noktaya işaret ediyor: “Turan Güneş gibi birinin oğlu
olmak elbette toplumda size bir itibar
kazandırır, ancak tanınmış bir kişinin çocuğu olmak tek başına yeterli
değildir, sizin taşıdığınız nitelikler de
çok önemlidir. Ben bugün Türkiye’nin
bilinen ekonomi hocalarından biri
değil, sadece Turan Güneş’in oğlu
olsaydım bu itibarı elde edemezdim.
Dolayısıyla kimin çocuğu olunduğundan çok ne tür niteliklere sahip
olunduğu üzerine yoğunlaşmak daha
doğru bir davranış.”
“Baba, çocuk için bir
güven unsuru”
CHP’li vekil, Turan Güneş’in demokrasiden taviz vermeyen, öngörülü ve
sözünü esirgemeyen bir siyasetçi olarak
anıldığını belirtmemiz üzerine şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Doğruları zamanında ve zemininde doğru bir
üslupla ifade etmezseniz siyasette iz bırakamazsınız. Siyasette hangi mevkiye
geldiğiniz değil, neleri söylediğiniz ve
nasıl bir tutum sergilediğiniz önemlidir; siyasetçiyi de büyüten budur zaten.
Babam bulunduğu yerlerde muhalif bir
ses olmuştur; bunu sadece aykırılık
olsun diye yapmamıştır, bir doğruyu
ifade etmenin önemli ve değerli olduğunu bildiği için söylenmesi gerekenleri söylemiştir. Ben de kuşkusuz böyle
bir siyasetçi olmaya çalışıyorum.”
“Babam
bulunduğu
yerlerde
muhalif bir ses
olmuştur; bunu
sadece aykırılık
olsun diye
yapmamıştır,
bir doğruyu
ifade etmenin
önemli ve değerli
olduğunu bildiği
için söylenmesi
gerekenleri
söylemiştir.”
Turan Güneş’in Dışişleri Bakanlığı’nın sekiz ay kadar sürdüğünü hatırlatan Hurşit Güneş, “Babam kısa sayılabilecek
bir süre bakanlık yapmasına karşın ismi çeşitli illerde cadde
ve bulvarlara verilmiştir. Demek ki önemli olan bir makamda
uzun yıllar kalmak değil, yaptığınız hizmetler ve toplumda
yarattığınız algıdır” diyor.
Hurşit Güneş babası ile ilişkilerinin nasıl olduğunu sorduğumuzda baba ile çocuk arasındaki güven duygusunun
önemine işaret ederek, “Ben kızlarıma hep şunu söylemişimdir: Belki şu an sizin yanınızda değilim, ama bilin ki ihtiyaç
duyduğunuzda mutlaka yanınızda olacağım. Çocuk için baba
bir güven unsuru, anne şefkat unsurudur. Çocuklar babalarını kaybettiklerinde çok önemli bir dayanaklarını yitirirler.
Böyle bir durumda erkek çocuklar daha çok sarsılırlar, çünkü
hem hayatlarındaki güven unsurunu kaybederler hem de güven unsuru olma sorumluluğu onların omuzlarına yüklenir.
Türk toplumunda bu böyledir, ama aslında anne de baba gibi
güven unsuru, baba da anne gibi şefkat unsuru olabilmelidir”
diyor. Babasını kaybettiğinde 25 yaşında olduğunu ifade
eden Güneş, “Küçük bir yaşta değildim, ama babam benim
evlendiğimi, çocuklarımın olduğunu göremedi. Bırakın
profesör olmamı, yardımcı doçent olduğumu bile göremedi.
Ölümünden 29 yıl sonra milletvekili oldum. Dolayısıyla ne
akademik ne de siyasi kariyerimi görebildi” diye konuşuyor.
Hurşit Güneş, baba-çocuk ilişkileri açısından babasıyla
arasında farklılık olduğunu
belirterek, “Bizim küçüklüğümüzde baba-çocuk ilişkileri
daha mesafeliydi. Biz babamıza ‘siz’ diye hitap ederdik.
Ona sarılamazdık, böyle bir
samimiyetimiz olamazdı.
Elini sıkmaz, öperdik. Tabii yıllar içinde ilişkiler
değişti. Benim kızlarımla
yak ın bir ilişkim var.
Onlarla pek çok şey i
paylaşıyoruz” diyor.
16 ve 18 yaşlarında iki kız
çocuğu sahibi
Gü neş, “Büyük kızım
mühendis
olmayı istedi.
Bu tercihine hiç
karışmadım, sadece
Haziran 2014
46
‘Ben endüstri mühendisi olmak istiyorum’ dediğinde bu meslekle ilgili bilgi
sahibi olması ve ondan sonra kararını
vermesi için ona çeşitli kitaplar aldım.
O da kitapları okudu ve endüstri mühendisi olmak istediğini söyledi” diye
konuşuyor. Hurşit Güneş, kızlarının
“Babalar Günü”nü kutlayıp kutlamadıkları konusunda ise şunları söylüyor:
“Kızlarım özel günleri unutmazlar.
Baba lar Günü ’nde
ne yaparlar bilmiyorum, ama doğum
günümde hediye alma k istedi ler, ben
aldırmadım. Hediye
yerine bana güzel bir
kahvaltı hazırlamalarını istedim. Onlar da
çok güzel bir kahvaltı
hazırladılar. Kızlarımla birlikte olmaktan büyük mutluluk
duyuyorum. Siyaset,
gazetecilik, doktorluk
gibi meslekler insanların özel yaşamını
alıp götürüyor, ailenizle kısıtlı zaman
geçirmenize yol açıyor. Geçmişte çocuklarıma yeterince zaman ayıramadığımı düşünüyorum, artık onlarla daha
fazla vakit geçirmek istiyorum, ama ne
yazık ki kızlarım büyüdüler ve şimdi
onlar evden ayrılıyorlar.”
“Evlatlarına muazzam
bir miras bıraktı”
AK Parti Kahramanmaraş
Milletvekili Sevde Bayazıt
Kaçar, şair, yazar ve siyasetçi Erdem Bayazıt’ın
kızı. Tanınmış bir ismin
kızı olmanın hayatını
ne yönde et k i lediğ ini sorduğumuz Kaçar,
“Babam evlat larına
muazzam bir miras Sevde Bayazıt Kaçar
Haziran 2014
bıraktı. Saygın bir isim, bir dava… Yaşımız küçükken bizimle daha fazla beraber
olsun istiyorduk. O hep toplantılarda, konferanslardaydı. Köşe yazarlığı yaptığı
dönemde, bir geceyi hiç unutmam. Sabaha karşı uyandığımda babam daktilo
başında yazısını yetiştirmek için çalışıyordu. Etrafı buruşmuş kağıtlarla doluydu.
Anneme, ‘Yazı yazmak tırnakla kuyu kazmaktan zor’ demişti. İpek Yolu’ndan
Afganistan’a yaptığı bir gezi vardı; sanırım iki-üç ay sürmüştü. Onu her zaman
çok özledik. Şimdi daha iyi anlıyorum. O kendini inandığı davaya adamıştı.
Ama bizi ihmal etti de diyemem. Hamdolsun, Ankara’da çoğunlukla Rasim
Özdenören’in evinde yapılan toplantılara henüz küçükler demeden hep bizleri
de götürdüler. Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Hasan Seyithanoğlu ve diğerleri…
O güzel insanların dizlerinin dibinde
büyüdük. Danışacağımız, rehber edineceğimiz büyüklerimiz Rasim Bey, Hasan
Bey, Nuri Pakdil, hâlâ bize bir baba şefkati
ile yakınlar. Uzun sözün kısası güzel ve
özel bir dünyaya gözlerimizi açtık. Güzel
insanlar arasında büyüdük. Babamın
müsaadesi ile AK Parti’nin kuruluşundan
itibaren çeşitli kademelerde görev aldım.
Hayatım boyunca da babama layık bir
evlat olarak yaşamaya, utanmamaya ve
utandırmamaya gayret ettim” diyor.
Sevde Bayazıt Kaçar, “Baba-kız ilişkilerinin özel bir yanı vardır. Sizin babanızla
ilişkileriniz nasıldı? Onun yanında en
çok hangi duyguları hissederdiniz; sevgi,
şefkat, güven, huzur...” sorusuna şu yanıtı
veriyor: “Her kız evlat gibi babama hayranım. Bu bahsettiğiniz duyguların tümünü ve fazlasını hissettim. Çok gurur
duydum. Okul hayatım boyunca öğretmenlerim Erdem
Bayazıt’ın kızı olduğumu öğrenince, ‘Babanın bir şiirini
oku bakayım’ der, önemli günlerde öğrenciler adına konuşma görevini verirlerdi. Böyle bir ayrıcalığımız vardı
ve babamızı gözümüzde bir deve dönüştürürdü. Cahit
Zarifoğlu’un şiirini hatırlarsınız: Bu insanlar
dev midir / Yatak görmemiş gövde midir
/ Bir yara açar boyunlarında / Kol kola
durup bağırdıklarında.”
Sevde Bayazıt Kaçar, şu sıralar TRT’de yayımlanan, Erdem
Bayazıt’ın hem ailevi hem de mesleki hayatından kesitlerin sunulduğu
“Yedi Güzel Adam” dizisini seyrederken hissettiklerini şu sözlerle
ifade ediyor: “Kahramanmaraşımızı tanıtmak ve şiirin, edebiyatın dilini, lezzetini yaşatmaya
47
katkıda bulunmak için düşünülmüş bir proje. Merhameti,
koşulsuz sevebilmeyi, hiçbir menfaat karşısında eğilmemeyi
öğrendiğimiz güzel adamların gençlerimize rol model olmasını temenni ettik. Bu dizi projesi Grup Başkanvekilimiz Mahir Ünal ve diğer Kahramanmaraş milletvekillerimizle hayal
ettiğimiz ve destek olmaya gayret ettiğimiz bir iş. Bir yapımcı
firma dizi projesini üstlendi. TRT kapılarını açtı, büyük
destek veriyor. Dizi olması nedeniyle
içinde kurgu var. Aile yaşantısı ve yan
karakterlerde kurgu söz konusu. Ama
edebiyatçılarımız, şiirleri ve hayata
bakışları gerçek. İyi insan olmanın
sırlarını fısıldayan bir dizi. İzlerken
çok heyecanlanıyorum, mutlu oluyorum. Eksikleri var, ama şiire alakanın
ve edebiyatçılarımızın yeni nesillerce
tanınırlığının arttığı gözlemleniyor.
Ayrıca Kahramanmaraş’ın tanıtımı
yapılıyor. Sonu hayırlı olur inşallah.”
“Keşke hâlâ yanımda olsa,
bana yol gösterseydi”
Sevde Bayazıt Kaçar, siyasete girmesinde babasının milletvekilliği yapmış
olmasının bir etkisi olup olmadığıyla
ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Babam milletvekiliyken ben ortaokul talebesiydim. Tabii etkisi olmuştur,
arkadaşlarımla evcilik oynarken bile
elime aldığım tarağı mikrofon yapar,
bir siyasetçi edasıyla nutuk atardım.
Siyasete büyük ilgi duyuyordum. Üniversiteli yaşlarımda da bu ilgim devam
etti. Babam dolayısı ile birçok partiden
de teklif aldım. Ancak babam hiç müsaade etmedi siyasete atılmama. Ta
ki Başbakanımız Recep Tayyip
Erdoğan parti kurma kararı alıncaya kadar. Babam
Başbakanımızı cezaevinde ziyaret ettiği bir gün
eve döndüğünde ‘Hayırlı
olsun kızım. Partin kuruluyor. Üsküdar’a şu adrese
git ve ne iş verirlerse yap’
dedi. Böylece siyasete
atıldım. Siyasetteki her Osman Korutürk
adımım ve günümde babamla istişare ettim. Teşkilatın önemini ve basamakların birer birer çıkılması gerektiğini ilk o
anlattı bana. Onun gösterdiği yolda yürüdüm. Partimizin kurulma aşamasında Başbakanımızın Üsküdar’daki bürosunda
gelen mektupları açmakla başladım, ilçe teşkilatından belediye meclis üyeliğine kadar her kademede çalıştım. Babam
keşke hâlâ yanımda olsa ve sohbetleriyle yol gösterebilseydi.”
Kaçar, Erdem Bayazıt’ın kızı olmanın sorumluluğunun büyük olduğunu vurgulayarak, “Rabbim
layık eder inşallah” diyor.
“Aramızda çok kuvvetli
bir sevgi ve saygı vardı”
CHP İstanbul Milletvekili Osman
Korutürk, Türkiye’nin 6’ncı Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün oğlu.
6 Nisan 1973-6 Nisan 1980 tarihleri
arasında görev yapan Korutürk’ün bir
baba olarak çocuklarıyla ilişkilerini
konuştuğumuz Osman Korutürk, “Çok
kuvvetli bir sevgi ve saygı vardı aramızda. O yıllarda baba-oğul ilişkilerinde
mesafe bir parça kendini hissettirirdi.
Bizim de biraz mesafeli bir ilişkimiz olmakla beraber kendisine ‘siz’ değil, ‘sen’
diye hitap ederdik. Babamla her konuda
konuşabilir, her şeyi paylaşabilirdik.
Konuşmalarımız sırasında öğüt verme aşamasına kadar
gelir, ama hiçbir zaman ‘şöyle yap, böyle davran’ diye baskı
yapmazdı” diyor. Korutürk, anne ve babasının çocuklarını
dürüst, ahlaklı, çalışkan ve memlekete hizmet etme arzusuyla dolu insanlar olarak yetiştirmeye çalıştıklarını ifade
ederek, “Meslek seçimimiz konusunda bizi serbest bıraktılar.
Bana da iki kardeşime de ‘Şu mesleği seçmelisin’ diye bir şey
söylemediler” diye konuşuyor. Osman Korutürk, cumhurbaşkanı çocuğu olmanın hayatını nasıl etkilediğini
sorduğumuzda, “Babam cumhurbaşkanı seçildiğinde ben Dışişleri Bakanlığı’nda genç
bir memurdum. Bizim yetişme tarzımızda
insanın babasının görevinden yararlanması gibi bir durum söz konusu değil. Ben
babamın görevi dolayısıyla hiçbir ayrıcalık görmedim. Şimdiye kadar nereye
geldiysem kendi bileğimin hakkıyla
geldim; bununla da her zaman övündüm” diyor. Cumhurbaşkanı oğlu olmanın insanın hayatında birtakım
Haziran 2014
48
kısıtlamalara yol açabileceğini ifade
ettiğimiz Korutürk, “Bizden dolayı babama herhangi bir laf gelmemesine çok
dikkat ettik. Bu da genç yaşlarda daha
rahat davranabilecekken bir parça
kısıtlama getiriyor. Sadece özel hayatımızda değil, meslek hayatımızda da
ailemizi utandırmamaya büyük özen
gösterdik” diye konuşuyor.
Osman Korutürk, “Ülke meselelerinin konuşulduğu bir aile ortamı
sizi nasıl etkiledi?” sorusuna, “Babam
bu konuları çocuklarıyla tartışmazdı,
ama böyle bir ortamda bulununca
ister istemez olup bitenlerle ilgileniyorsunuz ve devlet işlerinin nasıl
y ürüdüğ üne ilişk in bir parça bilgi ve deneyim sahibi oluyorsunuz”
yanıtını veriyor. 2009 yılının ekim
ayında Paris Büyükelçisi’yken Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olduğunu
anımsatan Korutürk, “Emek liliğim i n a rd ı nd a n Cu m hu r iyet Ha l k
Partisi’nden aldığım teklif üzerine
siyasete girdim. Çünkü şimdi olduğu
gibi o tarihte de memleketin durumu nd a n mem nu n değ i ld i m. Her
şeyden şikayet eder, ama elinizi taşın
altına koymazsanız o zaman o şikayetlerinizi samimi bir şekilde takip
etmemiş olursunuz. Bu nedenle siyasete girme fırsatı karşıma çıktığı zaman
bunu değerlendirmeyi doğru buldum.
Genç yaşımdan itibaren içinde bulunduğum siyasi ortam ve mesleğimin
sağladığı birikim, siyasete girdikten
sonra bana yardımcı oldu” diyor.
“Sivil ve demokrat bir
cumhurbaşkanıydı”
Sohbetimiz sırasında Osman Korutürk
önemli bir noktanın altını çiziyor:
“Cumhurbaşkanlarını sayarken babamı hep asker cumhurbaşkanları içinde
sayıyorlar ve ‘O zamanlar Türkiye’de
gelenek askerlerin cumhurbaşkanı
olmasıydı’ diyorlar. Oysa babam asker
Haziran 2014
“Genç
yaşımdan
itibaren
içinde
bulunduğum
siyasi ortam
ve mesleğimin
sağladığı
birikim, siyasete
girdikten
sonra bana
yardımcı oldu.”
cumhurbaşkanı olarak değil, sivil cumhurbaşkanı olarak
seçildi. Bildiğiniz gibi babam askerdi; Deniz Kuvvetleri
Komutanıydı. Bu görevden ayrıldıktan sonra 4,5 sene
Moskova’da büyükelçilik yaptı. Arkasından Madrid’e tayin
edildi. İstifasından sonra Cumhurbaşkanlığı Kontenjan
Senatörü oldu. Seçildiğinde Kontenjan Grubu Başkanıydı.
Yani askerlik hayatından sonra uzun bir sivil hayatın ardından cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanlığı sırasında
da hep sivil bir cumhurbaşkanı olarak davrandı. Silahlı
Kuvvetler’i hiçbir zaman politikaya sokmadı. Demokrat bir
cumhurbaşkanı olarak, hükümetlerin kurulup bozulduğu
çok güç koşullar içerisinde görev yaptı. O nedenle asker
cumhurbaşkanı demek bence kendisine haksızlık, hatırasına da haksızlık. Askerlikle çok iftihar ederdi, asker kökenli
olmak kendisi için her zaman onur verici bir şeydi, fakat
asker cumhurbaşkanı olarak anılmayı hiç düşünmezdi, o
şekilde de davranmamıştı.”
Osman Korutürk, baba olmakla ilgili değerlendirmelerini sorduğumuzda, “Babalık çok büyük bir sevgi, bağlılık
ve sorumluluk. İnsanlar kendileri için istedikleri, ama
gerçekleştiremedikleri şeyleri çocukları yapsın istiyorlar.
Bu doğru bir düşünce değil, Çünkü çocuklarınızın kendi
beklentileri, hedefleri var; sizin ilgilendiğiniz şeylerle hiç
ilgilenmiyor olabilirler. Anne-baba olarak siz onlara yol
göstermekle yetinmelisiniz. Ben oğluma ailemden devraldığım ilkeleri, ahlak ve davranış mirasını aktarmaktan ve
onun da bunları uyguladığını görmekten mutlu oluyorum”
diyor.
CHP’li vekil, “Babalar Günü”nü nasıl kutladıklarını ise
“Eğer ikimiz de İstanbul’daysak bir arada oluruz. Ayrı yerlerdeysek mutlaka telefon eder. Her zaman Babalar Günü
hediyesini de almıştır” sözleriyle dile getiriyor.
“İnsanları, ülkesini ve memleketine
hizmet etmeyi seven biriydi”
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Tekirdağ Milletvekili
Faik Öztrak, Gümrük ve Tekel ile İçişleri bakanlıkları yapmış Orhan Öztrak’ın oğlu. CHP’li vekilin dedesi Mustafa
Faik Öztrak ise İçişleri eski Bakanı. Faik Öztrak, demokrat
bir ailede büyüdüğünü belirterek, “Evde sürekli memleket
meseleleri konuşulurdu. İnsan böyle bir ortamın içine
doğunca ülke sorunlarıyla ilgilenmeyi, memleket meselelerini tartışmayı hayatın doğal bir parçası gibi algılıyor.
Konuşulanlar, tartışılan konular küçük yaşlardan itibaren
ister istemez sizi etkiliyor. Ülke meselelerini konuşmayı,
arkadaşlarımla birlikte tartışmayı her zaman çok sevdim”
diyor. Babası Orhan Öztrak’ın çok demokrat biri olduğunu
49
ifade eden Faik Öztrak, “İnsanları, ülkesini ve memleketine hizmet etmeyi
seven biriydi. İnsanları ağırlamaktan
mutluluk duyardı, annem de öyleydi. Evimize sürek li Tek irdağlılar ve siyasetçiler
misafir olurdu. Onlar
konu şu rken bi z de
mera k la d in lerd i k,
ü l k e d e n e l e r o lu p
bit t iğ i ni a n la maya
çalışırdık. Babam ve
a nnemden çok şey
öğrendik. Onlardan
a hla k i değerleri,
insan ve memleket
sevg isi ni a ld ığ ı m ı
düşünüyorum” diye
konuşuyor.
Faik Öztrak, baba sı i le y a k ı n bi r
ilişki içinde olduklarını ifade ederek,
“Kendisiyle rahat bir biçimde konuşur,
tartışırdık. Mülkiye’deki arkadaşlarım da zaman zaman babamla bir araya gelir, ülke meseleleri konusundaki
fikirlerini dile getirirlerdi. Babam
sabırlar dinler, sonra kendi görüşlerini söylerdi. Bu şekilde demokratik
bir ortam içinde yetiştik” değerlendirmesinde bulunuyor.
Faik Öztrak, babasının yanında en
çok hangi duyguları hissettiğini sorduğumuzda şu yanıtı
ver iyor: “Kend i mi her
zaman sevgi ve güven
ortamında hissettim.
Babama karşı büyük
saygı duyardım, zaman zaman birbirimizi eleştirsek de
gör ü ş le r i ne ç ok
değer verirdim.
Her zaman beni
sabırla dinler ve
Faik Öztrak
şöyle derdi: ‘Evet senin dediğin de doğru olabilir, ama bende bir de şöyle bir görüş
var.’ Hakikaten son derece demokrat, anlayışlı, hoşgörülü bir insandı. Her zaman
kendimizden emin olmamızı, özgüvenimizi yitirmememizi isterdi. Herkese karşı
son derece sevecen bir insandı. Bana bir gün yüksek sesle bağırdığını
veya azarladığını hatırlamıyorum.”
Dedesinin de babasının da İçişleri Bakanlığı
yaptığını ve bürokratlıktan geldiğini hatırlatan
Öztrak, “Ben de bürokratlık yaptım. Türk bürokrasisinin size kazandırdığı birtakım değerler var.
Bunun yanında ailenizin size öğrettiği ilkeler,
değerler ve bölgenizin size kattıkları söz konusu. Bize bu memlekete hizmet etmenin ne kadar
önemli olduğunu öğrettiler; devletin, milletin, tüyü
bitmemiş yetimin hakkına el sürmemeyi öğrettiler;
hesap vermeyi, mümkün olduğu kadar saydam
olmayı öğrettiler. Biz hep hizmeti düşünerek, bize
öğretilenlere sadık kalarak bu noktaya geldik. Bu
ülke bana ‘Hazine’sini emanet etti; çok kritik bir
dönemde çok ciddi operasyonlar yaptık. O görevi de
hiçbir soruşturmaya tabi olmadan, alnımızın akıyla
yerine getirebildik” diye konuşuyor.
“Babalık müthiş bir sevgi”
Faik Öztrak’ın 1982 doğumlu bir oğlu, bir de kız
torunu var. “Onlar benim en büyük sevinç kaynağım” diyen Öztrak, oğluyla
ilişkisini sorduğumuzda şunları söylüyor: “Babamdan öğrendiğim
gibi ben de olabildiğince demokrat davranıyorum. Birbirimizi
dinlemeyi biliyoruz. Özellikle bürokrasideyken oğlumla çok
fazla zaman geçirememekten dolayı pişmanlık duyuyorum.
Şimdi torunu da gördükten sonra keşke çocuğumla daha fazla
birlikte olabilseymişim, bunun keyfini yaşayabilseymişim
diyorum. Tabii insan gençlikte kendini işe veriyor, gece gündüz çalışıp işini en iyi şekilde yapmaya gayret ediyor. Bu
sırada da ailesine yeterince zaman ayıramayabiliyor.”
Faik Öztrak, babalık duygusunu “Müthiş bir
sevgi. Sürekli çocuğunuzu düşünüyorsunuz;
nerede, nasıl… Üstelik çocuğunuz kaç yaşında olursa olsun bu düşünce ve duygu
değişmiyor. Bir yolculuğa çıktığında
merak edip sık sık arıyorum, babalık böyle bir şey. Çok sıkmadan ilgilenmeye çalışıyorum” sözleriyle
dile getiriyor. Öztrak, “Babalar
Günü”nde evde veya dışarıda
ailece yemek li bir kutlama
yaptıklarını belirtiyor.
Haziran 2014
Tablolar…
Dolmabahçe
Resim Müzesi
Pınar Ünsal
Ebru, hat, minyatürden yağlıboya tablolara… 17. yüzyıl sonrası Osmanlı’da askerî, idari
ve sosyal düzenin Batılı bir anlayışla işlemeye başlamasıyla birlikte sanatsal çalışmalar
da farklı bir boyut kazanır. Resim sanatında da görülen bu değişim, padişahların eline
fırça almasına bile vesile olur; dönemin pek çok meşhur ressamı saray için tablolar
yapar. Bu değerli tabloların bazıları Dolmabahçe Resim Müzesi’nde bir araya getirilmiş.
Müze, son dönem Osmanlı padişahlarının resim beğenisini yansıtıyor.
Haziran 2014
Millî Saraylar
O
smanlı’da askerî eğitimin Batı
tarzında yapılmaya başlamasıyla
birlikte yine Batı tarzı bir resim anlayışı gelişir. III. Selim döneminde (17891807) açılan askerî okullarda verilen
resim derslerinde ışık-gölge yansımaları, perspektif kuralları gibi resim
sanatına dair tekniklerin öğretilmesi,
bu okullarda okuyan öğrencilerin resme ilgi duymalarını sağlar. Osmanlı’da
Batı tarzı resim yapan ilk Türk sanatçıları, askerî okul öğrencileridir.
1839’da Tanzimat Fermanı’nın ardından Batılılaşma eğiliminin artmasıyla resim sanatı da gelişir. Bu sanata
ilgili ve yetenekli öğrenciler Avrupa
başkentlerine resim dersi almak üzere gönderilir. Tanzimat Fermanı ile
I. ve II. Meşrutiyetlerin ardından
ise Avrupa’daki sanatsal gelişmeleri
yakından takip eden son dönem Osmanlı padişahları şiir, müzik, hatta
mimariyle yakından ilgilenir. Ancak
resmin yeri bambaşkadır. Özellikle
Sultan Abdülaziz’in imzasız pek çok
çalışması saray duvarlarındaki yerini
alır. Bununla beraber Sultan Abdülmecid, V. Murad, II. Abdülhamid, V.
Mehmed Reşad ve Vahidettin yabancı
ressamlara başta kendi portreleri olmak üzere resimler sipariş eder. Son
Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi
ise Türk resim sanatının önemli ressamlarından biri kabul edilir.
Ayvazovski’den Zonaro’ya
Son dönem Osmanlı padişahlarının
resme yakından ilgili olması sebebiyle
natürmort, manzara, portre tabloları
özellikle Yıldız, Çırağan, Beylerbeyi,
Dolmabahçe sarayları ile pek çok
k asır ve köşkü n dekorasyonu nda
önemli yer tutmaktaydı. Bu resimlerin bir kısmı 2014 yılının mart ayında
açılan Dolmabahçe Millî Saraylar
Resim Müzesi’nde bir araya getirilmiş. Dolmabahçe Sarayı’nın Veliahd
Haziran 2014
51
52
Millî Saraylar
Dairesi’nin düzenlenmesiyle oluşturulan müze, son dönem Osmanlı padişahlarının resim beğenisini yansıtması
ve aynı zamanda bir sanat okulu vazifesi görmesi nedeniyle önem arz ediyor.
Dolmabahçe Resim Müzesi Sultan
Abdülmecid ile Abdülaziz salonu,
Osmanlı’da Batılılaşma dönemi resimleri salonu, Sultan Abdülmecid’in
bir zamanlar kütüphane olarak kullandığı İstanbul görünümleri salonu,
Paris’teki Goupil Sanat Galerisi’nden
satın alınan tabloların sergilendiği
salon, Osmanlı padişahları için pek
çok resme imzasını atan Ermeni asıllı Rus ressam Ivan Konstantinoviç
Ayvazovski’nin tablolarından oluşan
salon, saray ressamları salonu, Oryantalist ressamlar salonu, yaver ressamlar
salonu, 1870-1890’lı yıllarda etkin
olan Türk ressamları salonu, manzara
resimleri ile portreler ve tarihî konulu
kompozisyonların oluşturduğu salon,
1890-1930’lu yıllarda etkin olan Türk
ressamları salonu olmak üzere on bir
bölümden oluşuyor.
Haziran 2014
Dolmabahçe
Resim
Müzesi’nde
yerli ve yabancı
ressamların
eserlerinin
sergilendiği ve
kategorilerine göre
ayrılmış on bir
salon bulunuyor.
Wilhelm Reuter’in Sultan II. Mahmud portresi
Millî Saraylar
Müzenin girişinde ziyaretçileri Sultan Abdülaziz ve Dolmabahçe Sarayı’nın yapım emrini veren Sultan Abdülmecid’in
portreleri karşılıyor. Sultan II. Mahmud ve III. Selim portreleri
ile Polonyalı ünlü Oryantalist ressam Stanislaw Chlebowski’nin
yaklaşık üç buçuk metre yüksekliğindeki Abdülaziz portresi en
çok ilgi çeken eserler arasında yer alıyor.
Saray beğenisine uygun resim yapan ressamların tabloları son
dönem Osmanlı padişahlarının resim anlayışlarını yansıtması
bakımından önem taşıyor. Müzede ayrıca Türk ve yabancı ressamların İstanbul, Mısır, Rusya, Venedik’e ait manzara tabloları
yer alıyor.
Dolmabahçe Resim Müzesi’nde, Paris’te resim eğitimi alan,
dönemin ünlü ressamlarının atölyelerinde çalışma fırsatı bulan
ve aynı zamanda Sultan Abdülaziz’in sanat danışmanlığını yapan Şeker Ahmed Paşa’nın önerisiyle Paris’teki sanat galerilerinden alınan tablolar da sergileniyor. Bu tablolar Batılı anlamda
bir koleksiyonun oluşturulması açısından önem taşıyor.
Yüzlerce tablo, onlarca ressam
Stainslaw Chlebowski’nin Sultan Abdülaziz portresi
Dolmabahçe Resim Müzesi’nde Halife Abdülmecid Efendi’nin
“Nasihat” tablosu, yağlıboya resimde önemli bir isim kabul
edilen İtalyan ressam Vallery’nin “Nemika Sultan” portresi,
Maltalı ressam Amadeo Preziosi’nin “Sultan Abdülmecid’in
Beylerbeyi’ne Gelişi” adlı tablosu, tarih, savaş, deniz, manzara
ve portre çalışmaları yapan, II. Abdülhamid döneminde saray
ressamı olarak çalışmış İtalyan ressam Fausto Zonaro’nun “Şeh-
Haziran 2014
53
54
Millî Saraylar
zade Yusuf İzzzeddin Efendi” portresi, 1478’te Fatih Sultan Mehmed’in
portresini yapma k üzere Venedik
Cumhuriyeti tarafından İstanbul’a
gönderilmiş Bellini’nin “Fatih Sultan
Mehmed” tablosunun 1907 yılındaki
kopyası ve Halife Abdülmecid’in yaptığı II. Abdülhamid’in tahttan indirilişini resmeden “II. Abdülhamid Han’ın
Hâli” tablosu gibi değerli ve önemli
eserler bulunuyor.
Müzede ayrıca Türk resim sanatının
önemli isimlerinden Hoca Ali Rıza,
Şevket Dağ, İbrahim Çallı, Hikmet
Onat, Halil Paşa, Osman Nuri Paşa,
Şeker Ahmet Paşa, Sülayman Seyyid,
Hüseyin Zekai Paşa ile Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulmasına öncülük
eden Osman Hamdi Bey’in tabloları
bulunuyor.
Millî Saraylar tablo koleksiyonunda
yer alan altı yüz elli resimden dört yü-
Haziran 2014
Fotoğraflar Millî Saraylar Daire Başkanlığı’ndan alınmıştır.
zünün Dolmabahçe Resim Müzesi’nde sergilenmesi planlanıyor. Geri kalan resimler
ise saray, köşk ve kasır duvarlarını süslemeye devam edecek. Müzenin restorasyonu
biten ilk bölümünde iki yüz iki adet eser sergileniyor. Saray depolarından çıkarılan,
çoğu padişah portreleri ve resmî tören konulu tablolar ise Yıldız’da bulunan Millî
Saraylar Tablo Restorasyon ve Konservasyon Merkezi’nde elden geçiriliyor.
Alanında Türkiye’de ilk ve tek olan Dolmabahçe Resim Müzesi’nin restorasyon
çalışmalarının tamamlanmasının ardından Türk resim tarihi açısından önem arz
eden bir konumda olacağına kesin gözüyle bakılıyor.
55
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
Mayıs 2014’te kabul edilen yasalar
Kanun Numarası Kabul Tarihi
Başlığı
6538
07/05/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Somali Federal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Sağlık ve Tıp Bilimleri Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6539
07/05/2014
Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6540
07/05/2014
Türk Kültür ve Mirası Vakfı Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
6541
07/05/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Polis
Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun
6542
07/05/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında
Ormancılık Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun
6543
07/05/2014
Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Basın
ve Enformasyon Alanlarında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Haziran 2014
56
Söyleşi
Orhan Demirtaş:
Ülkenin yüksek
menfaatleri
partinin de nefsin de
önünde gelmeli
Söyleşi: Nehir Öztürk
TBMM 18. Dönem
İstanbul Milletvekili
ve Türk Parlamenterler
Birliği İstanbul
Şube Başkanı
Orhan Demirtaş,
“Siyaset büyük
özveri isteyen, uzun
vadeli bir maraton.
Milletvekilinin görevi
gerek Meclis’te,
gerekse Meclis dışında
mezara kadar devam
ediyor” diyor.
Haziran 2014
Siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Sizi bu alana yönlendiren nedenler nelerdir?
1957 yılında sanayiciliğe başladım. İstanbul Sanayi Odası’nda 15 yıl yönetim
kurulu üyeliği ve başkan yardımcılığı yaptım. Müşterek dostumuz Eymen Topbaş
vasıtasıyla 1967’de Turgut Özal ile tanıştım. Özal o zaman DPT Müsteşarı idi.
Görüşmelerimizde ülkenin sıkıntılarını konuşuyor, sık sık gittiğimiz Avrupa
ülkelerinde bilhassa ekonomi ve finansın nasıl mekik gibi işlediğini ve açının
ülkemiz aleyhine açıldığını anlatıyorduk. Turgut Özal bütün bunları bildiğini,
çözümlerinin de elinde olduğunu izah ediyordu. “Siz çok önemli bir mevkidesiniz, niye çözüm bulmuyorsunuz?” diye sorduğumda, “Bu iş bir zihniyet meselesi,
o kadar kolay değil, bazı alışkanlıkları aşmak gerekli” diyordu. Dostluğumuz
devam etti, 12 Mart 1971’de askerler Turgut Özal’ı görevden aldı. Dünya Bankası
eski Başkanı ve ABD eski Savunma Bakanı McNamara şöyle demiştir: “Biz Dünya
Bankası Başkanlığı’na getirmeyi düşündük, siz Turgut Özal’ın işine son verdiniz.
Sizlerin işine akıl ermez.”
Beni siyasette birlikte olmaya teşvik eden ve milletvekili adayı yapan rahmetli
Turgut Özal olmuştur. Kendisini saygıyla anıyor, Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın.
Bu ülke bana önce vatan verdi. Devletin imkanlarını bahşetti. Meslek edindik,
Söyleşi
sanayici olduk, her şeyimiz vardı. Gerçi
askerlik yaparak vatan borcunu ödemiştik, ancak bu kâfi değildi. Hizmete davet
edildik, koşa koşa geldik. Siyaset uğruna
30 yılda elde ettiğim fabrikamı kapattım. Gene olsun gene millet uğruna feda
ederim. Bu konuyu şunun için açıyorum; hem siyaset hem ticaret olmaz, ne
kadar titiz olursanız olun işler birbirine
karışabilir. Ben bu nedenle işimi kapatıp
tasfiye ettim. Bu benim ilkem, başkalarına bir şey diyemem. Belki de bu nedenle
birçok iş adamı politikaya atılmıyor.
Sizden önce ailenizde siyasetle ilgilenmiş
olanlar var mı?
Babam İstanbul Uzun Çarşı’da torna
ustasıydı, kendi işyeri vardı. Okumamızı
istediği için bizi asla işine sokmazdı.
Dedem 1897 Türk-Yunan Savaşı’nda şehit olduğundan babam çok küçük yaşta
kardeşleriyle birlikte öksüz kalmış. O
nedenle meşakkatli bir ailede büyüdüm.
Evde akşam sofrasında 16 nüfus oluyorduk. Ailede doğru dürüst bir tek ben
yüksek tahsil yaptım. Siyasete benden
başka giren olmadı; çoğu iş adamı ve
devlet memuruydu.
Siyaset yolculuğunuzun kilometre taşı olarak gördüğünüz olaylar/tarihler nelerdir?
Turgut Özal 1983 öncesi de büyük
hizmetler ve atılımlar yapmıştır. 1979
sonunda bir konu için Ali Coşkun’la
beni Ankara’ya çağırmıştı. Önemli bir
meseleyle ilgili görüşlerimizi almak
istiyordu. O esnada elinde dosyayla bir
bakan geldi. Turgut Özal’ın kulağına
bir şeyler fısıldadı. Bizimle bakanı
tanıştırırken meseleyi açtı. Yüksek bürokratların büyük bir kısmı görevden
alınıyordu; Turgut Özal durdurdu. O
bürokratlardan biriyle daha sonra kabinesinde çok yakın çalıştı. Kişinin siyasi
kimliği değil, işinin ehli olup olmadığı
önemliydi. Bu ve benzeri konular Turgut
Özal’la birlikte çalışmama sebep teşkil
“Meclis’teki
her partiden
arkadaşlarım
oldu. Halk
arasında asker
arkadaşlığı, koğuş
arkadaşlığından
bahsedilir, ben
buna Meclis
arkadaşlığını da
ekleyebilirim.”
etmiştir. 1987 yılında Özal bazı nedenlerle grupta büyük değişikliğe gitti. O dönemde bir emrivaki ile bizi de ekibe dahil etti.
1987-1991 yılları arasındaki TBMM 18. Dönem’de İstanbul Milletvekili olarak görev yaptınız. Milletvekilliği döneminizdeki çalışmalarınız arasında ön plana çıkanlar nelerdir?
18. Dönem’de 450 arkadaşımızın 292’si ANAP’tan Meclis’e girmişti. Ana muhalefet partisini temsilen rahmetli Erdal İnönü ve
Sayın Süleyman Demirel’le renkli bir Meclis teşekkül etmişti.
ANAP’ın ve Turgut Özal’ın ikinci iktidar dönemiydi. 1983-1987
yeniden yapılanma ve restorasyon çalışmaları kısmen tamamlanmıştı ve daha yapılacak yığınla iş vardı. Sayın Turgut Özal’la
ve küçük bir grupla çalışmakta olduğumdan Meclis grubunu
hiç tanımıyordum. Pek çok kişi birbirini tanımıyordu; tabii 17.
Dönem milletvekilleri hariç. Kısa bir zaman sonra kaynaşıldı,
arkadaşlıklar ve dostluklar başladı. Kendi grubumuzun dışında
Meclis’teki her partiden arkadaşlarım oldu. Halk arasında asker
arkadaşlığı, koğuş arkadaşlığından bahsedilir, ben buna Meclis
arkadaşlığını da ekleyebilirim.
Netice itibarıyla millete hizmet için Meclis’e geliniyor, her
grup bu heyecanı yaşıyor. Birbirimizi sevdiğimiz, saydığımız
sürece işler kolaylaşır.
1988 haziranında herkeste kongre heyecanı başladı. Benim
bir talebim yoktu. Kongre açılışında vahim bir olay yaşadık.
Genel Başkanımıza silahla ateş edildi. Suikastçı öldürmek
amacıyla giriştiği bu elim hadisede yakalandı. Elinden vurulan Başbakanımız, “Allah’ın verdiği canı Allah alır” diyerek
konuşmasına kaldığı yerden devam etti. MKYK’ya seçildiğimi
o gün öğrendim. Genel merkezde Başkan Yardımcısı olarak
göreve başladım. Bu olay beni ve arkadaşlarımı daha da yüreklendirmişti.
Başta Turgut Özal olmak üzere M. Oltan Sungurlu, Veysel
Atasoy, Recep Ergun Paşa, Halil Şıvgın, Alaattin Fırat, Ali Talip
Özdemir, Akın Gönen, Metin Balıbey, Cumhur Ersümer, İsmail
Dayı, Galip Demirel, Akgün Albayrak ve Cenap Gülpınar’la
uyumlu bir ekip olduk.
Meclis gece gündüz verimli bir çalışma ortamında görevine
devam ediyordu. İmar kanunu, katma değer vergisi, toplu
konut yasası, çevre kanunu, gecekonduyu tapuya kavuşturma,
mahalli idarelerin güçlendirilmesi, merkezî nüfus idaresi sistemi, tanıtma fonu, sosyal yardımlaşma ve teşvik fonu, savunma
sanayini geliştirme ve destekleme fonu, belediye ve büyükşehir
kanunları gibi sayısız hamleler gerçekleşti.
Meclis’te olduğunuz yıllarda ülke gündeminde pek çok önemli
konu vardı. 18. Dönem’de Genel Kurul’da en çok konuşulan konular
nelerdi?
Haziran 2014
57
58
Söyleşi
Doğu ve Güneydoğu’da mezralar 30
bini geçer. 1989’a kadar bütün köylere ve mezralara elektrik gitmiştir.
Erzurum’da, Ağrı’da, Van’da barajlar
yapılmıştır. Dünyada emsali az olan
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamındaki çalışmalar devam etmiştir.
Netice itibarıyla Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’ya büyük yatırımlar yapıldı,
halen de yapılmaya devam ediyor.
9 Kasım 1989 tarihinde Genel Başkanımız Turgut Özal, 8’inci Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. Yeni Başbakanımız Sayın Yıldırım Akbulut’la
Teşkilat Başkanı olarak uyumlu ve
verimli bir çalışmamız oldu. 1990 yılı,
enflasyonun epeyce aşağıya çekildiği ve
kalkınmanın yükseldiği yıldır. Ancak
1990 ortalarında Irak’ın Kuveyt’i işgali
ve 1991 yılı başlarındaki Körfez Savaşı
kalkınma hızımıza ve ekonomik istikrarımıza epey zarar vermiştir.
Meclis’te iktidar ve muhalefet böyle
durumlarda olabildiğince müspet adımlar atarak birlik ve beraberlik içinde olmuştur. Bu nedenle 18. Dönem’le daima
iftihar ederiz.
Haziran 2014
Milletvekilliği yıllarınıza ilişkin unutamadığınız anılar neler?
Teşkilat Başkanlığı görevim nedeniyle zamanımı daha çok genel merkezde geçiriyordum. İktidar partilerinin genel merkezleri dolup taşar. Bir öğlen Başbakan ve Genel
Başkan Yardımcısı arkadaşımla birlikte dışarıda buluşmamız gerekiyor. Çalışma
odamda 25-30 kişi var, herkesin derdine çare olmaya gayret ediyoruz. Randevu vakti
daralıyor, misafirler kalkmak bilmiyor. Telefonu kaldırdım, “Sayın Cumhurbaşkanım siz yemeğinize başlayın, ben biraz gecikiyorum” dedim. Odada bulunanlar hep
birlikte ayağa kalktılar, “Aman Başkanım, buyurun siz de gidin, Cumhurbaşkanımızı
bekletmeyin” dediler. Odadan çıktıklarında kendi aralarında konuşurlarken “Adamın Cumhurbaşkanına direkt telefon hattı var, açıp konuşabiliyor” demişler. Olay
yayılarak rahmetli Cumhurbaşkanı Özal’ın kulağına kadar gitmiş. Özal bir gün beni
çağırdı, “Şu senin direkt telefon hattını bir konuşalım” dedi. Olay şöyle idi: Çanakkale
Milletvekili Cumhur Ersümer ile Başbakan Yıldırım Akbulut’a gidecektik. Meclis’te
yazılı olmayan bir kural vardır; birbirimize hitap ederken ismimizin başına Sayın
kelimesini koyarız. Arkadaşımız Başkan olduğunda da hem Sayın hem de Başkan
kelimelerini kullanırız. Bana “Sayın Orhan Başkan” derlerdi. Telefonda Cumhur
Ersümer’le konuşurken “Sayın Cumhur Başkanım’ diye hitap etmiştim. Durumu
Sayın Özal’a anlatınca “Yahu benim partim yok, başıma iş açacaksın” dedi, gülüştük.
Siz ANAP milletvekili olarak Meclis’te yer aldınız. Turgut Özal’lı ve ANAP’lı yıllara ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Merhum Turgut Özal’ın enerjisi ve yaptıkları ancak birkaç ciltlik bir eserle özetlenebilir. Neler yapılmadı ki? 24 Ocak 1980 öncesi ülke 70 sente muhtaç, en basit ihtiyaç
maddeleri karaborsa, Sayın Demirel Başbakanlık’ta paltoyla oturuyor, ülke yangın
yeri, insanlar bir gaz tüpü için sabahlıyor… Türkiye o günlerden bugünlere geldi.
Rahmetli Özal’ın ektiklerini biçiyoruz. O dönemde Sayın Süleyman Demirel’in emek
ve fedakarlıklarını da burada hatırlatmak ve saygıyla anmak isterim.
Söyleşi
“Parlamentomuz
eşsiz bir
Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere
sahip olmalıdır?
Siyaset büyük özveri isteyen, uzun vadeli
bir maraton. Ben ve arkadaşlarımız bu
yola girerken “Halka hizmet Hakk’a
hizmettir” ilkesini benimsedik. Siyaset
insanımıza doğrudan hizmet etmenin
en kısa yoludur. Önce gönlünü, sonra
varlığını bu davaya adayacaksın. Her
zaman dürüst ve temiz olacaksın. Aynı
zamanda büyük bir nefis imtihanı var;
ne oldum demeyeceksin. Hangi inançta,
hangi düşüncede, hangi renkte olursa
olsun insanları ayırmayacaksın. Bir
gün bu görev bitecek; yuvana, yetiştiğin
yerlere döneceksin, dün olduğu gibi o
gün de herkesin yüzüne bakabilmelisin.
Ülkenin yüksek menfaatleri partinin de
nefsinin de önünde gelmeli.
Günümüzde Meclis’e baktığınızda nasıl bir
tablo görüyorsunuz? Sizin milletvekilliği
yaptığınız dönemle bugün arasında önemli
farklar var mı?
Bu konudaki şahsi görüşümü şöyle
özetleyebilirim: Bazı parlamenterlerin
kurumdur. Her
vatandaşımızın
ailesiyle birlikte
parlamento
binamızı
gezmesini
temenni ederim.
Meclisimizin
milletimize,
yeni nesillere
tanıtılmasının
Türk
demokrasisine
büyük katkıları
olacağına
inanıyorum.”
Meclis çatısı altındaki durumunu futbolcunun maç esnasındaki hâletiruhiyesine benzetirim. Müsabaka esnasında zaman
zaman rekabet ısınır, hatta hakem düdük çalar, maçı durdurur. Maçtan sonra oyuncular üzerlerini değiştirir, bazen hep
beraber yemeğe çıkarlar, hele millî takımda birlikte mücadele
ettiklerinde dostlukları pekişir. Biz parlamenterlerin kavgası da
o an içindir. Tabii ki kırıcı sözlerle birbirimizi incitmemeliyiz,
sonuçta hepimizin gayesi güzel yurdumuza, asil insanımıza
hizmet etmek, refah ve saadet sağlamaktır. Bu tür çekişmeler
dünyanın bütün parlamentolarında oluyor. Onlar bu işleri
gazetelere, televizyonlara aksettirmezler. Bundan 40 yıl önce
Batı’da büyük bir ülkenin parlamento binasındaydım. Meclis
Başkanı’nın ifadesi şöyleydi: “Bir halt ettik radyoyu soktuk,
şimdi de televizyonu mu sokalım?”
Size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli konular ve
çözüm bekleyen sorunlar nelerdir?
Bana göre en öncelikli konu eğitim. Uzun yıllardan bu yana
eğitim meselemizi halledemedik. Her mahalle ve köye okul
yapmakla, her şehre üniversite kurmakla bu önemli meseleyi
çözeriz sanıyoruz. İyi fidan ve çiçek yetiştirmek, iyi bir bahçe
yaratmak için bahçıvan lazım. Öğretmenlerimizin eğitimine
önem vermeli, onlara gerekli imkanları sağlamalıyız. Veliler
de öğretmene destek olmalı.
Türk Parlamenterler Birliği İstanbul Şube Başkanı olarak görev yapıyorsunuz. İstanbul Şubesi’nin yürüttüğü çalışmalar hakkında bilgi
verebilir misiniz?
Bizler İstanbul’da işleri koalisyonlarla yürütüyoruz. Daha
önceki başkanlarımız zamanında da böyle olmuştu. Bizim dönemimizde AKP’li, CHP’li, ANAP’lı, MHP’li arkadaşlarımızla
birlik ve beraberlik içinde çalışıyoruz. 500 civarında parlamenteriz; meclis başkanlarımız, başbakanlarımız, bakanlarımız,
milletvekillerimiz, eş ve çocukları ile birlikte çok büyük bir
aileyiz. İstanbul’un Kadıköy Selamiçeşme semtinde, büyük
bir parkın içinde çiçeklerle bezenmiş Filizi Köşk’teyiz. Bu mekanda doktor, ilaç ihtiyaçlarını yaşlı ve hasta üyelerimize temin
ederken, her ay önemli bir konuda konferans düzenliyoruz.
Belirli periyotlarla sağlık ve kültür turları yapıyoruz. Her türlü
sorunlarıyla ilgili olarak parlamenterlerimizin TBMM ve Türk
Parlamenterler Birliği Genel Merkezi ile irtibatlarını sağlıyoruz.
Elim olay nedeniyle Soma şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize şifa, geride kalanlara da sabır niyaz
ediyoruz. Milletimizin huzur ve selameti için emre amade
olduğumuz inancı ile saygılarımızı sunuyoruz.
Haziran 2014
59
Türkiye’nin şefkatli eli
TÜRK KIZILAYI
Haziran 2014
61
Çağla Taşkın
T
ürkiye Kızılay Derneği’nin bu ay
146. yılına ulaşan hikayesinin başlangıcı, resmî kuruluş tarihinden dört
yıl önceye, 22 Ağustos 1864’te düzenlenen Cenevre Konvansiyonu’na kadar
gider. On iki hükümetin katıldığı bu
uluslararası toplantıda özellikle savaş,
askerlerin durumu gibi konular etrafında şekillenen görüşmelerde savaştaki
hasta ve yaralıların durumu üzerinde
de duruldu ve böylece Kızılay’ın bir
parçası olarak ortaya çıktığı Uluslararası Kızılhaç Örgütü’nün kurulmasına
karar verildi. Osmanlı hükümeti 5
Temmuz 1865’te bu toplantıdan çıkan
kararları resmî olarak onaylamış olsa
da Kızılay’ın örgütlü ve kesintisiz bir
dernek olarak faaliyet gösterebilmesi
için aradan epey zaman geçmesi gerekti.
Bu toplantıda temelleri atılan Kızılhaç Örgütü’nün 1867’de Paris’te
dü z en lenen i l k topla nt ı sı na Osmanlı Devleti’ni temsilen Mekteb-i
Tıbbiye’den Doktor Abdullah Bey
katıldı. Abdullah Bey’e Milletlerarası
Yardım Komitesi tarafından Kızılhaç
bünyesinde Osmanlı Devleti’ndeki yaralı askerler için bir dernek kurulması
görevi verildi. Ülkeye döndükten sonra
Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa, Kırımlı
Doktor Aziz Bey, Mekteb-i Tıbbiye nazırı Marko Paşa gibi isimlerin desteğini
alan Abdullah Bey, bu görevi yerine getirebilmek için çalışmaya başladı ve bu
çalışmalardan Mecruhin ve Marza-yı
Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti (Osmanlı Hasta ve Yaralı Askerleri
Yardım Cemiyeti) doğdu. Cemiyetin
tesis edildiği 11 Haziran 1868 tarihi
Türk Kızılayı’nın resmî kuruluş tarihi
olarak bilinir. Cemiyet kurulmuş olmasına rağmen Osmanlı yöneticilerinin
yakın gelecekte bir savaş çıkmayacağı
Osmanlı’da pek çok toplumsal ve kurumsal
değişime neden olan Meşrutiyet’in ilanı, Hilal-i
Ahmer için de değişiklik anlamına geliyordu.
O zamana kadar sık sık bölünen faaliyet
programının bir daha herhangi bir kesintiye
uğramadan sürdürülmesine ve cemiyetin devletten
daha fazla destek almasına karar verildi.
yönündeki değerlendirmeleri, cemiyetin o dönemde işlevsiz olarak algılanmasına
neden oldu ve hazırlanan tüzük kabul edilmeden faaliyetlere ara verildi.
Sekiz sene sonra, Sırbistan ve Karadağ ile çatışmaların arttığı bir dönemde
temelleri atılmış olan yardım cemiyetinin faaliyetlerine duyulan ihtiyaç yeniden
gündeme geldi ve cemiyetin aslında ne kadar gerekli olduğunun farkına varıldı.
Bunu tetikleyen en önemli sebeplerden biri, Osmanlı’nın çatışma içinde olduğu
devletlerin askerlerinin Salib-i Ahmer, yani Kızılhaç’tan yardım alması; fakat
Osmanlı sözleşme koşullarını tam yerine getirmediği için askerlerinin böyle bir
yardımdan mahrum kalmasıydı. Ciddileşen durum ve örgütlü yardım ihtiyacının
giderek daha ivedi hale gelmesiyle aynı yıl cemiyetin faaliyetlerini sürdürme çabaları geliştirilmeye başladı ve bu yolda önemli adımlar atıldı. Öncelikle başından
beri büyük sıkıntı oluşturan Kızılhaç sembolü yerine hilal-i ahmer, yani kızıl ay
sembol olarak kullanılmaya başladı; bir tüzük hazırlandı ve cemiyet 14 Nisan
1877’de resmî olarak faaliyetlerine yeniden başladı. Beş gün sonra da “Osmanlı
Hilal-i Ahmer Cemiyeti” adını aldı.
Haziran 2014
62
Cemiyet ilk ciddi sınavını çok kısa
bir zaman sonra, 93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda
verdi. Birden fazla cephede devam eden
savaşın özellikle Plevne Savunması
ayağında aktif olan ve çok sayıda yaralıyı tedavi eden cemiyet, savaştan sonra
1897 Yunan Harbi’ne kadar durgun bir
dönem geçirdi. Yunan Harbi sırasında
ise yaralı askerlerin İstanbul’a getirilmesi ve tedavilerinin yapılması, ilaç
temin edilmesi gibi konularda hizmet
verdi.
Osma n l ı’ da pek çok toplu msa l
ve kurumsal değişime neden olan
Meşrutiyet’in ilanı, Hilal-i Ahmer için
de değişiklik anlamına geliyordu. O
zamana kadar sık sık bölünen faaliyet
programının bir daha herhangi bir kesintiye uğramadan sürdürülmesine ve
cemiyetin devletten daha fazla destek almasına karar verildi. Bu dönemden sonra Hilal-i Ahmer hem cephelerde askere
hem de cephe gerisinde sivil halka olan
yardımlarını kesintisiz olarak sürdürdü;
aynı zamanda hastabakıcı kursları, sanat
evleri gibi sosyal hizmetler de sağladı.
Birlik ve
evrensellik
ilkesiyle faaliyet
gösteren
Türk Kızılayı,
hem yurt
içinde hem de
yurt dışında
temel insani
yardımların
yanı sıra sosyal
yardımlarda
da bulunuyor.
Türk tarihinin en önemli dönemlerinden olan Millî Mücadele, Hilal-i Ahmer için çetin başladı. İşgal kuvvetlerinin
baskısı ve engellemelerine İstanbul hükümetinin de desteğini
çekmesinin eklenmesiyle kendini güç bir durumda bulan cemiyet, 1920 Ekim’inde İsmail Besim Paşa, Adnan Bey, Ömer
Lütfü Bey ve Esat Paşa’nın bir araya gelmesiyle Ankara’da
bir temsilcilik kurdu ve merkez ile şubeler buraya bağlanarak
yetkiler genişletildi. Bu girişimler, İstanbul’daki genel merkezin de elini kuvvetlendirdi ve buradan Anadolu’ya ihtiyaç
malzemeleri ile sağlık personeli gönderildi. Bu personel hem
asker hem de sivillere Millî Mücadele döneminde fedakarca
destek vererek ulusal zaferin kazanılmasında önemli rol
oynadı. 28 Nisan 1935 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün
Türkiye Kızılay Cemiyeti olarak değiştirdiği ad, 22 Eylül 1947
tarihinde Türkiye Kızılay Derneği halini aldı.
Ulusal ve uluslararası düzeyde toplumların kendi güç
kaynaklarını harekete geçirmek suretiyle yardıma muhtaç
insanların yanında olmayı hedefleyen; insanlık, ayrım gözetmeme, tarafsızlık, bağımsızlık, gönüllü hizmet verme,
Haziran 2014
63
hayır kurumu niteliği taşıma, birlik ve
evrensellik ilkeleriyle faaliyet gösteren
Türk Kızılayı, hem yurt içinde hem de
yurt dışında temel insani yardımların
yanı sıra sosyal yardımlarda da bulunmaktadır. Bu sosyal hizmetlerin kapsamında huzurevleri ve öğrenci yurtlarına
yardımlar, sağlık, evde bakım ve refakat
hizmetleri, psikolojik destek sağlama
yer alır. Doğal afetlerin yanı sıra bu
kapsama girmeyen münferit olaylarda
da Türkiye’nin her yerine koşan Kızılay,
yurt dışında da başta Filipinler, Suriye,
Batı Afrika, Somali, Myanmar, Bangladeş, Kırgızistan, Özbekistan, İran,
Afganistan, Pakistan, Filistin olmak
üzere dünyanın dört bir yanında ihtiyaç
duyanlara şefkat elini uzatıyor.
Haziran 2014
64
Dostluk Grupları
Türkiye-Katar Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
Yahya Akman:
Katar ile tarihî
bağlarımızla
uyumlu bir ilişkimiz
mevcut
Söyleşi: Elif Çelik
T
ürkiye’nin Arap coğrafyasında üstlendiği rol, hem dünya
hem de bölge siyasetinde büyük önem taşıyor. Bölgede
meydana gelen sorunların çözümünde en ön saflarda yer
alan, arabulucu kimliği gün geçtikçe inkar edilemeyecek
konuma gelen Türkiye, Katar Emirliği ile giderek gelişen
siyasi ve ekonomik ilişkilere sahip. Türkiye-Katar Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Yahya Akman ile iki
ülkenin hem kültürel hem de tarihî geçmişleri temelinde
şekillenen ilişkilerini konuştuk.
Türkiye-Katar Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu, iki ülke ilişkileri açısından hedefleri nelerdir?
Türkiye-Katar Parlamentolararası Dostluk Grubu Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde 21. Dönem’de kurulmuştur. Dostluk grupları devletler ve hükümetler arası ilişkilerin yanı
sıra halkı temsil eden parlamentolar tarafından kurulmakla
ulusların yakınlaşmasını temin etme amacı taşımaktadır.
3 Eylül 1971 tarihinde bağımsızlığına kavuşan Katar devleti
El Tani hanedanı tarafından monarşi ile yönetilmektedir.
Haziran 2014
Yaklaşık 2 milyon nüfusa sahip olan Katar’da nüfusun sadece
%20 kadarı Katarlı Araplardan, geri kalanı dünyanın çeşitli
ülkelerinden çalışmak maksadıyla bu ülkeye gelen insanlardan oluşmaktadır. Katar’ın işgücü neredeyse tamamıyla
yabancı çalışanlara dayanmaktadır.
Yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde kalan
Katar ile tarihî, sosyal, hatta akrabalık bağlarımız mevcuttur.
Bugün tam anlamıyla bu tarihî birlikteliğe uyumlu ilişkilerimiz vardır.
24. Dönem’de yenilenen Türkiye-Katar Parlamentolararası
Dostluk Grubu, zaten mükemmel olan iki ülke ilişkilerinin
daha ileriye götürülmesi amacını taşımaktadır. İtiraf etmeliyim ki çok şanslı bir dostluk grubu başkanıyım, zira Katar ile
Türkiye arasında gerek siyasi ve ekonomik alanlarda gerekse
müşterek dış politika bakış açısı anlamında mükemmel bir
işbirliği mevcuttur. Bu dönemde kardeş Katar’da bir yönetim
değişikliğine tanıklık ettik. Önceki Katar emiri Sayın Şeyh
Hamad bin Halifa El Tani görev ve yetkilerini pek de alışık
olmadığımız üzere oğlu, bugünkü Emir Şeyh Tamim bin
Hamad El Tani’ye devretti.
Dostluk Grupları
Gerek Katar yetkilileriyle gerekse Katar’daki Türkiye büyükelçileri ile bu
dönem içerisinde dostluk grubu olarak
çok iyi ilişkiler geliştirdiğimizi söylemeliyim. Katar devletinde halkın oylarıyla seçilmiş bir meclis bulunmamaktadır. Emir tarafından atanan 35 üyeli
bir danışma (şura) meclisi kurulmaktadır. Katar’da meydana gelen yönetim
değişikliğinden sonra yeni emir henüz
şura meclisi üyelerini atamadığından
muadilimiz olan dostluk grubu şu an
için yoktur. En kısa zamanda kurulmasını umduğumuz dostluk grubuyla da
iyi ilişkiler kuracağımıza inanıyoruz.
Farklı düzeydeki yetkililerle kurulan
sıcak temaslar bu eksikliği bize çok
fazla hissettirmemiştir.
Başkanlık döneminizde yürüttüğünüz
çalışmalardan bahseder misiniz?
“Katar
devleti
sahip
olduğu doğal
zenginlikler ve
son yıllardaki
akıllı yönetim
sayesinde
bugün körfezin
parlayan
bir yıldızı
durumundadır.”
Katar devleti sahip olduğu doğal zenginlikler ve son yıllardaki akıllı yönetim sayesinde bugün körfezin parlayan bir
yıldızı durumundadır. Göstergeler itibarıyla dünyanın kişi
başına düşen millî geliri en yüksek ülkelerinin başında gelmektedir. Nitekim küçük nüfusuna ve coğrafyasına rağmen
2022 FIFA Dünya Kupası’nı düzenleme hakkının bu ülkeye
verilmiş olması Katar’ın gelecekte ulaşacağı yeri göstermesi
bakımından önemli bir örnektir. Hem Dünya Kupası hazırlıkları hem de ülkenin adeta yeniden inşa ediliyor olması
nedeniyle yapılan faaliyetler ülkeyi topyekûn bir inşaat alanı
haline dönüştürmüştür. Son derece göz alıcı yeni projeleriyle
müteahhitlik şirketlerinin iştahını kabartan bu pazarda Türk
müteahhitlerin önemli miktarda iş aldıklarını biliyoruz. İki
ülke arasında hızla artan ticari ilişkiler bu sayede çok daha
ileri bir noktaya ulaşmıştır. Katarlı yatırımcıların Türkiye’ye
daha fazla yönelmesi ve şirketlerimizin müştereken üçüncü
ülkelerde yatırım işleri üstlenmesi öncelikli hedeflerimizdendir. 2013 yılı itibarıyla Katar’a ihracatımız 244 milyon dolar,
ithalatımız ise 525 milyon dolar seviyesinde gerçekleşmiştir.
Türkiye ve Katar arasında bugüne
kadar Devlet Başkanları, Meclis Başkanları, Başbakanlar ve bakanlar düzeyinde onlarca ziyaret gerçekleşmiştir.
Özellikle Başbakanımız Sayın Recep
Tayyip Erdoğan ile Sayın Şeyh Hamad
bin Halifa El Tani ve Şeyh Tamim bin
Hamad El Tani arasındaki samimiyet ve birçok ülkeyi kıskandıracak
yakınlık iki ülke arasındaki ilişkileri
stratejik ortaklık düzeyine taşımıştır.
Ülke liderlerinin oluşturmuş olduğu bu
sinerjinin siyasetten ticarete, turizmden kültürel faaliyetlere pek çok alana
yansıdığını görmekteyiz.
Katar ekonomisi petrol ve doğalgaza
dayalıdır. Katar hükümeti tarafından uygulanan ekonomik politikalar
temel olarak ülkenin zengin yeraltı
kaynaklarının da yardımıyla hızlı bir
kalkınma sürecini yakalamayı, dışa
açık ve dünyaya entegre bir ekonomi
oluşturmayı, güçlü ve aktif bir özel
sektör oluşturarak ekonomide kamu
kesiminin baskın rolünü azaltmayı
amaçlamaktadır.
Haziran 2014
65
66
Dostluk Grupları
“Dostluk grubu
olarak birçok alanda
mükemmel olan iki ülke
ilişkilerini daha iyi bir
noktaya taşımak temel
hedefimizdir.”
Bu yılki hedefimiz bu rakamların üzerine çıkmak ve aynı zamanda dış ticarette
aleyhimize olan dengenin düzeltilebilmesi yönündedir. Özellikle yeni inşa edilen
yüksek maliyetli Katar yatırımları müteahhit firmalarımızın yakın takibindedir.
Katar’ın sermaye birikimi ile Türkiye’nin bilgi, teknoloji ve deneyimi bir araya
geldiği zaman iki ülke sınırları dışında da müşterek çok fazla imkan bulunması
mümkündür.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde yüzyıllarca beraber yaşamış iki kardeş
halkın çok fazla ortak noktası olduğu aşikardır. Katar için Türkiye en iyi turizm
destinasyon alanlarından biridir. Yine gönül rahatlığıyla yatırımlarını yapabileceği,
çok büyük ve dünyaya açılan bir pazardır. Halklar arasındaki duygusal yakınlığın
ekonomik anlamda da en üst düzeye taşınabilmesi temel hedeftir.
İki ülke arasındaki iyi ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından nasıl bir önem taşıyor?
Türkiye Cumhuriyeti ile Katar arasındaki iyi ilişkiler ve müşterek hareket etme iradesi, gerek Ortadoğu’daki gerekse başka ülkelerdeki anlaşmazlıklar söz konusu ol-
Haziran 2014
duğunda etkin sonuçlar doğurmuştur.
Öyle ki örnek bir siyasi istişare mekanizması sayesinde birçok anlaşmazlıkta
arabuluculuk yapılmış ve inisiyatif
kullanılmıştır. Başta İslam Konferansı
İş Birliği Örgütü olmak üzere birçok
uluslararası kuruluş nezdinde iki ülke
dış politikanın aktif birer aktörü haline gelmiştir. Bu birlikteliğe çok farklı
ülkelerin destek vermesi ve dünyada
meydana gelen olaylarla ilgili alınan
inisiyatifler yıllardır Ortadoğu’da ve
İslam coğrafyasında mevcut pek çok
paradigmanın değişmesini sağlamıştır.
Bugün başta Suriye, Filistin, Mısır ve
Kuzey Afrika’daki gelişmeler olmak
üzere alınan tavır ve insan eksenli bir
dış siyasetin dünya literatürüne yerleşmesi anlamında önemli bir adım
olmuştur.
Katar, 2014 yılı içinde Yunus Emre
Kültür Merkezi açılması öngörülen
ülkeler arasında yer almakta olup, bu
hususta Yunus Emre Enstitüsü’nün
konuya vereceği önceliğe göre gerekli
adım atılacaktır.
Dostluk grubu olarak birçok alanda
mükemmel olan iki ülke ilişkilerini
daha iyi bir noktaya taşımak temel
hedefimizdir. Küreselleşen dünyada
artı k mesafelerin önemi bir hayli
azalmıştır. Bununla beraber her iki
ülkenin coğrafi ve jeopolitik konumları dünya nüfusunun çok önemli bir
kısmına birkaç saat içerisinde ulaşılabilecek yakınlıktadır.
67
Arif Nihat Asya:
Arif Nihat politikacı şairlerin belki en sakini, en sessizi. Halk onu sadece meşhur
“Bayrak” şiirinin şairi olarak tanıyor. Belki bir de en son, Başbakan’ın İstanbul
mitinginde okuduğu, “Biz kısık sesleriz… minareleri sen, ezansız bırakma Allahım”
diye başlayan “Dua” şiirinden.
Hakan Arslanbenzer
Haziran 2014
68
Y
akın dostları ve öğrencileri dışında fazla tanınan biri değil Arif
Nihat Asya. Onu bilenler de en çok
rubailerindeki nüktelerini biliyor. Bir
dönem Seyhan (Adana) bir dönem
de Eskişehir milletvekilliği yaparak
katıldığı siyaset dünyası da onu ancak
ölüm yıldönümlerinde anıp geçer. Yahut “Bayrak” şiirinin bir bölümünün
Millî Eğitim müfredatından çıkarılması meselesi gündeme gelince kısa
bir tartışmaya konu olur vesaire.
Şiir şairinden meşhurdur da diyebiliriz. “Bayrak” şiiri ideolojik olarak
kullanılageldiği için olsa gerek, bir
manivela şiir hüviyetini kazanmış.
Milliyetçilik veya kahramanlık duygularını ifade etmede hep kullanılan,
hiç güncelliğini kaybetmeyen bir manivela. Karşı çıkan da bu yüzden karşı
çıkmış. “Bayrak” şiiri gün geçtikçe
şairini de bayraklaştırmış.
Bayrak şiirinin hikayesi
“Bayrak” şiirinin ilginç bir de hikayesi
var. Şairin kendi anlattığına göre,
Adana Erkek Lisesi’nde öğretmenlik
yapıyor o sıra Arif Nihat. Sene 1940.
Hatay Türk iye’ye yeni bağlanmış.
Hatay ve civarını, tabii Adana’yı millî
bir sevinç, heyecan sarmış. Adana’nın
Fra nsı z işga linden kur tu luşu nu n
y ıldönümü 5 Ocak; her y ıl büy ük
coşkuyla kutlanıyor. Bu kutlamalarda
genelde Büyük Saat ile (ki bu Büyük
Saat, Turgut Uyar’ın toplu şiirlerine
ismini veren, Adana şehir merkezindeki Büyük Saat Kulesi’dir; bir de
Küçük Saat vardır. Her ikisi bugün
Adana’da semt ismi olmuştur) Ulu
Cami minaresi arasına kocaman bir
Türk bayrağı geriliyor.
Maarif Müdürlüğü, Hatay’ın anavatana dönüşünden dolay ı Adana
kurtuluş şenliklerinin daha coşkulu
geçmesi için okullara yazı yazar. “5
Ocak kutlamasında... o güne uygun
Haziran 2014
Arif Nihat
Asya
“Bayrak”
şiirini petrol
lambasının
yorgun ışığı
altında,
bayrağa
sığınarak, bir
gecede yazar.
şiirin liseniz öğrencilerinden biri tarafından okunması...” derler. Erkek Lisesi Müdürü bu iş için Arif Nihat’ı görevlendirir. Arif Nihat da konuyu öğrencilere açar. Fakat öğrenciler hocanın istediği gibi, yani “güzel ve pek duyulmamış”
bir şiir bulamazlar. Arif Nihat da oturup kendi yazmaya
karar verir.
Gerisini şairin kendisi anlatsın: “E peki ne olacak? Kendi
kendime dedim ki ‘Arif bu şiiri sen yazacaksın!’ Bir gün
sonra da 5 Ocak. Adana’da Ocak mahallesinde oturuyorum. O zamanlar bugünkü gibi evlerde günün her saatinde
elektrik yok. Geceleri petrol lambası yakıyoruz. El ayak
ortalıktan çekilince petrol lambasının yorgun ışığı altında
bayrağımıza sığınarak kalemi elime aldım. Şafak sökerken
Bayrak şiiri hazırdı. O gece, şiiri nasıl yazdımsa öylece
kaldı. Üzerinde ikinci bir defa oynamadım.”
Arif Nihat güzel şiir okuyan bir öğrenciye şiiri verir;
çocuk da hem Büyük Saat’teki tören yerinde hem de günün
akşamı Halkevi’ndeki kutlamada şiiri okur. Halkevi’ndeki
davetliler şiiri beğenir ve şairini merak ederler. Öğrenci bilmediğini söyler: “Arif hocam, sorarlarsa bilmiyorum dersin
dedi.” Arif Nihat Asya’nın tevazuu ortada…
69
Şairin hikayesi
Arif Nihat, Türk edebiyatının 1900
kuşağındandır. Necip Fazıl, Nazım
Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi
büyük yazarların, şairlerin akranıdır.
7 Şubat 1904’te (güneş kova burcundayken -ki şairin son kitabının isminin Kova Burcu olması manidardır)
İstanbul Çatalca’nın İnceğiz köyünde
dünyaya gelmiş. Doğum adı Mehmed
Arif ’tir. Soyadı kanunundan önce
doğanlarda sık rastlanan bir durum
bu. Mehmed göbek adı (muhtemelen
dedesinin adı), kendi adı Arif, babasının adı da Nihat. Asya şairin Doğucu
dünya görüşünden esinlenerek kendi
aldığı soyadıdır.
Arif Nihat okumayı köy imamından Kur’an öğrenerek söktü. Balkan
Savaşları Balkanlar’dan büyük göç
başlatınca Arif Nihat’ın ailesi de İstanbul’a yerleşmeyi tercih etti. Burada Kocamustafapaşa ve Haseki mahalle mekteplerinde ilk tahsilini aldı. Kocamustafapaşa
deyince Yahya Kemal’in “ücra ve fakir İstanbul” deyişini hatırlamamak elde değil.
Arif Nihat Asya İstanbul’un bir köyünden işte bu ücra ve fakir İstanbul’a göçmüş
mazbut bir ailenin çocuğuydu. Milliyetçiliğini, Müslümanlığını, Doğuculuğunu
bir de bu çerçevede değerlendirmek icap eder.
Arif Nihat orta tahsilini parasız yatılı olarak Bolu ve Kastamonu’da tamamlayacaktır. Sonra da fakir ailelerin okumuş çocuklarının sık yaptığı gibi Yüksek
Öğretmen Okulu’na girer. İstanbul Üniversitesi’nin bu yüksekokulunun Edebiyat
Bölümü’nde kim bilir kaç edebiyatçı tahsil görmüştür.
Üniversiteyi bitirdikten sonra Arif Nihat’ın hayatının ciddi bir bölümü Anadolu
vilayetlerinde lise öğretmenliğiyle geçer. Edebiyat öğretmenidir, kuşağından birçok
şair gibi. Görev yaptığı yerler Adana, Malatya, Edirne, Tarsus, Ankara ve Kıbrıs.
Balkan Savaşları nedeniyle Balkanlar’dan büyük
göçün başlaması, Arif Nihat’ın ailesinin de
İstanbul’a yerleşmesine vesile olur.
Haziran 2014
70
E debiyat öğ ret men i ola ra k u zu n müddet k a ld ığ ı
Adana’da halkça tanındığı ve sevildiği anlaşılıyor. Bunun
sonuncunda Arif Nihat Asya, 1950 seçiminde Demokrat
Parti’den Seyhan milletvekili seçilir ve TBMM’ye girer.
Meclis çalışmalarında nispeten faal olduğunu Demokrat
Parti Balıkesir Milletvekili Müfit Erkuyumcu’nun yaptığı
bir konuşmadan anlıyoruz. TBMM’nin 19 Kasım 1951 tarihli 6. birleşiminde Erkuyumcu, kulisteki bir konuşmadan
yola çıkarak Arif Nihat Asya’nın kendisine yönelttiği bir
eleştiriyi cevaplar. Erkuyumcu’nun konuşmasına bakılırsa
Arif Nihat, Türk Ceza Kanunu’nun siyasi suçları düzenleyen 141 ve 143. maddelerinin tadil edilmesiyle ilgili kanun
teklifinin çekmeceye atıldığından şikayet etmiş. Erkuyumcu konuşmasında kendini savunuyor tabii. Sözlü aktarma
olduğu için Arif Nihat Asya’nın bu konudaki görüş ve tavrının ayrıntılarını bilmiyoruz.
Gene de karakter karakterdir. Şair Meclis’te de olsa
şairdir. Erkuyumcu’nun Arif Nihat’tan şifahen aktardığı
sözler ne kadar nükteli: “Şevket Mocan arkadaşımızla diğer arkadaşlara ait 141 ve 143’üncü maddeleri ilgilendiren
Haziran 2014
teklifin tatilden evvel uzun müddet bir çekmecede kilitli
kalmış olduğunu duydum. Eğer haber yanlış değilse temenni ederim ki çekmeceyi kilitleyip anahtarı cebine koyarak
giden arkadaş sadece böyle mühim bir teklifi iyi muhafaza
endişesiyle, kuyumcu endişesiyle hareket etmiş olsun.”
Bu sözlerle Bayrak Şairi, Müfit Erkuyumcu’nun soyadından yola çıkarak hem telmih hem nükte yapmış. “Meclis’te
yumruklar konuşacağına şairler, nüktedanlar konuşsun…”
diyesi geliyor insanın.
Arif Nihat Asya, bir dönem de Eskişehir milletvekilliği
yaptıktan sonra öğretmenliğe geri dönüyor. Birkaç yıl sonra
da emekliye ayrılıyor.
Arif Nihat, gazetelerde yazılar da yazmasına rağmen hep
sadece şiir kitabı yayımlamış. Beş tanesi rubailerden oluşan
bu kitapların sayısı on altıyı buluyor. Bu mebzul kitapların
en meşhurları 1946’da çıkan Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor ile
1967 tarihli Dualar ve Aminler.
Arif Nihat Asya, yetmişini ancak devirmişken, 5 Ocak
1975’te Ankara’da vefat etti. Mezarı Ankara Karşıyaka
Mezarlığı’ndadır.
SiyasettenSivil Topluma
Mehmet Metanet
Çulhaoğlu:
Ülkemizde kampçılık
ve karavancılığı
tanıtmayı ve sevdirmeyi
hedefliyoruz
Söyleşi: Nehir Öztürk
TBMM 21. Dönem
Adana Milletvekili,
Türkiye Kamp ve
Karavan Derneği
Genel Başkanı
Mehmet Metanet
Çulhaoğlu, “Kampçı
ve karavancının temel
hedefi doğayı korumak,
gelecek nesillere temiz
ve yaşanabilir bir çevre
bırakmaktır” diyor.
Türkiye Kamp ve Karavan Derneği kaç yıldır, hangi amaçlarla çalışmalarını sürdürüyor?
Derneğimiz 8 Şubat 1966 tarihinde genel merkezi Ankara’da olmak üzere
Kamp ve Karavan Derneği adıyla kurulmuş. Üç yıl sonra Uluslararası Kamp
ve Karavan Federasyonu’nun (FICC) üyesi olarak dünyaya açılmış. 17 Şubat
1974 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararı ile derneğin adına “Türkiye” sözcüğü
eklenmiş. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği, 48 yıldır Türkiye’de kampçılığı,
karavancılığı tanıtmak, sevdirmek ve benimsetmek, ülke turizmine hizmet
etmek, ülkemizin tanıtılmasına katkı sağlamak, kampçılıkla ilgili uluslararası
kuruluşlarda ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek, yeni kamp alanlarının açılması için her tür teknik yardımda bulunmak, kampçılığa ve karavan turizmine
gönül verenleri dernek çatısı altında birleştirmek gibi amaçlar çerçevesinde
çalışmalarını sürdürüyor.
Kampçılığa ve karavan turizmine gönül verenlerden söz ettiniz. Kampçı ve karavancı
tanımlarını biraz açabilir miyiz?
Kampçı ve karavancılar doğayla iç içe olmayı seven, çevreye duyarlı, sağlıklı
yaşam için sporun önemini kavramış, insanlarla uyum içinde yaşamaktan ve
Haziran 2014
71
72
SiyasettenSivil Topluma
yeni dostluklar kurmaktan mutluluk duyan, hem ülkemizde hem de dünyada yeni
yerler ve kültürler tanımayı arzu eden kişilerdir. Karavanının önünde kahvesini yudumlarken, çadırının üzerine ayın aksi düştüğünde veya uyku tulumunun üzerine
güneş ışığı vurduğunda mutluluk duyandır kampçı. Karavancı ve kampçının temel
hedefi doğayı korumak, gelecek nesillere temiz ve yaşanabilir bir çevre bırakmaktır.
Kamp ve karavanın genellikle ucuz tatil için tercih edildiği yönünde bir algı var. Bu konudaki
değerlendirmenizi öğrenebilir miyiz?
Sizin de ifade ettiğiniz gibi halk arasındaki genel kanı, kamp ve karavan turizminin
ucuz tatil için yapıldığı yönündedir. Karavanla her yerde gelişigüzel konaklanıldığı
düşünülür. Ucuz olduğu düşüncesiyle kamp ve karavan tatili yapanlar veya yapmak
isteyenler elbette vardır. Bunlar genellikle sabit bir mekanda konuşlanan kampçılardır. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği üyeleri ise yurt içi ve yurt dışı organizasyonlarda planlı olarak hareket eder ve kalınacak kamplarda rezervasyonlarını
yaptırırlar. Günlük 200-250 kilometrelik etaplarla seyahat ederler. Gittikleri yerin
kültürünü tanır, tarihî ve turistik mekanlarını ziyaret ederler. Daha sonra da bir
diğer etaba geçerler. Örneğin geçen yıl mayıs ayında Niksar Çamiçi Kamping’de 1.
Anadolu Toplantısı yapıldı. Ankara-Niksar arası iki günde alındı. FICC’nin Polonya
Slawa’da yapılan toplantısına Türkiye’den toplam 17 karavanla 34 kişi katıldı. Gidişgeliş toplam 6 bin 500 kilometre 37 günde tamamlandı.
Kamp ve karavan turizmi yapılabilmesi için kamp alanları önem taşıyor. Ülkemizde kamp
alanlarının durumu nedir?
Bu soruya cevap verirken acı, ama gerçek bir durumdan söz etmemiz gerekiyor. An-
Haziran 2014
kara, maalesef Avrupa başkentleri arasında kamp alanı olmayan tek başkent.
Çeşitli ülkelerdeki FICC üyesi dernek
temsilcileri bize müracaat ederek tatillerini Türkiye’de geçirmeyi planladıklarını, Ankara’daki en iyi kamping hakkında bilgi almak istediklerini söylüyorlar.
Biz kendilerine Ankara’da hiç kamping
olmadığını bildirmek zorunda kalıyoruz. Uçakla gelen bir turiste “Ankara’da
otel yok” demekle, karavanıyla gelen
bir turiste “Kamping yok” demek aynı
şey. Avrupa’nın her ülkesinde, her ilde,
ilçede, hatta köylerde kamp alanları bulunuyor. Tüm belediye başkanlarımıza
“Lütfen belediye sınırlarınız içerisinde
Avrupa standartlarında bir kamp alanı
yapınız. Derneğimiz teknik yönden
her türlü katkıyı vermeye hazır” çağrısında bulunuyorum. Türkiye Kamp
ve Karavan Derneği’nin “Belediyelerle
El Ele” kampanyasına katkı sağlayarak
uluslararası standartlardaki Niksar
Çamiçi Kamping’i ülkemize ve Niksar’a
kazandıran Niksar Belediyesi’ne teşekkür ediyorum. Bursa Nilüfer ve Ankara
Nallıhan belediyelerinin 2013 yılında
başlattıkları kamping çalışmalarının da
diğer belediyelerimize örnek olmasını
temenni ediyorum.
Ülkemizde kamp ve karavan turizminin
gelişmesi için neler yapılmalı?
Az önce ifade ettiğim gibi yeni kamp
alanlarının açılması gerekiyor. Bu çerçevede Hazine arazilerinin 49 yıllığına
özel sektöre, belediyelere tahsis edilmesi
için gerekli yasal zemin oluşturulmalıdır. Kamp yeri yapımı konusunda
gerekli teşvikler sağlanmalıdır. Karavan
imalatçıları devlet teşvik desteğinden
yararlandırılmalıdır. Avrupa’da olduğu
gibi otoyollardaki konaklama yerlerinde
ve benzin istasyonlarında karavanlar
için temiz su alma, atık su, tuvalet
boşaltma ve park yerleri yapılması
konusunda gerekli çalışmalar hayata
SiyasettenSivil Topluma
73
geçirilmelidir. 5 yaşa kadar araç üzerine karavan yapılması halinde %145
ÖTV uygulanmaktadır. Bu durum
karavan edinmek isteyenler için caydırıcı olmaktadır. Karavan yapılacak sıfır
araçlarda ticari araçlardaki ÖTV oranı
uygulanmalıdır; çünkü üzerine konulan
alkovan için de devlete ekstra %18 KDV
ödenmektedir. Motorlu karavan tanımı
karayolları kanununda yer almalıdır.
Motorlu karavanların TÜV muayeneleri özel otomobiller gibi iki yılda bir
yapılmalıdır. Ticari amaçla kullanılan
karavanların TÜV muayenelerinin ise
yılda bir olması yönünde yasal düzenleme gerçekleştirilmelidir. Turizm türleri
arasında karavan turizmine hak ettiği
değer verilmelidir.
Karavan sahibi olmak isteyenler için ideal
bir karavanda yer alması gerekenleri belirtebilir misiniz?
Karavan, “motorlu araçla çekilen portatif barınak” olarak tanımlanıyor. İlk
motokaravan 1910 yılında Kanada’da
bir kamyon üzerine inşa edilmiş. Araç
arkasına takılan karavanlar ise 1920’lerde ABD ve Kanada’da ortaya çıkmış. O
yıllardan bugüne teknolojiyle birlikte karavanlar da gelişti, hatta son yıllarda ultra
lüks modellerle tanışır olduk. Kullanıcının yaşam biçimi ve beklentileri farklılık
gösterdiği için ideal karavan tarifi herkese göre değişebiliyor. Ancak ortalama bir
karavanda olması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz: Sabit bir yatak bölümü, oturma
grubu, TV, mutfak bölümünde gazlı ocak, evye, mutfak dolapları, buzdolabı, mini
fırın, kışın kalorifer sistemi-yazın klima, banyo ve tuvalet bölümü, en az 100 litre
temiz, 100 litre atık su deposu, güneş ve yağmur altında oturabilmek için tente.
Türkiye Kamp ve Karavan Derneği’nin önümüzdeki döneme ilişkin faaliyet planları nelerdir?
Derneğimiz 45 yıldır Uluslararası Kamp ve Karavan Federasyonu’nun (FICC) üyesidir. Federasyonun 11 kişilik yönetim kurulu 42 ülkeden 63 derneğin seçtiği genel
kurul delegelerinin oylarıyla belirleniyor. Türkiye bugüne kadar iki dönem seçim
kazandı. 6 yıldır 11 kişilik yönetim kurulunda görev yapılarak bayrağımız dalgalandırılıyor. 30 Temmuz 2014 tarihinde Finlandiya’da düzenlenecek seçimli toplantıda
Türkiye’nin üçüncü dönem temsili için mücadele vereceğiz. Derneğimiz FICC’ye üye
olduğu 1969’dan bu yana her yıl yapılan FICC Rally’lerinde, yani toplantılarında
ülkemizi temsil ediyor. Bu toplantılara 42 ülkeden 10-15 bin kişi katılıyor. Karnaval havasında geçen on günde kampçılar kültür alışverişi yapıyor. Bu toplantılara
katılan ülkelerin bayrakları göndere çekiliyor. Dernek olarak bayrağımızı göndere
çektirmenin gururunu yaşıyoruz. Bu yıl 24 Temmuz 2014 tarihinde Finlandiya’da
ülkemizi temsil edeceğiz. Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü’nün
katkılarıyla düzenleyeceğimiz “Türk Günü”nde 42 ülkeden gelecek misafirlerimize
ülkemizin doğal güzellikleri, tarihî ve kültürel zenginlikleri ile yemek kültürünü bir
kez daha tanıtmaktan mutluluk duyacağız.
Haziran 2014
I
R
A
L
N
A
LIŞ
A
Ç
I
Ğ
A
ÇAY OC
Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit
Meclis’in çay
ocağında görevli
personel, tadı
damakta kalan
çay ve kahve
ikram etmenin
mutluluğunu
yaşıyor. Çay
ocaklarında lezzet
ve hijyenden ödün
verilmiyor.
Haziran 2014
S
abah, öğle, akşam… Çay, günün her saatinde vazgeçilmez içeceğimiz. İster
evde ister işte olalım bir bardak çay hep yanı başımızda. Sadece sıcak bir içecek değil, içimizden biri adeta; kâh sohbetimize eşlik ediyor, kâh yalnızlığımızı
paylaşıyor. Sevinçte de hüzünde de bizimle birlikte. Yeri geliyor sakinleştiriyor,
yeri geliyor keyfe keyif katıyor. Velhasıl onsuz olmuyor.
Çay, Doğu Karadeniz’in eşsiz coğrafyasında başlayan lezzet yolculuğunda
tahtını kimseye kaptırmıyor. Çayın baş tacı olduğu yerlerden biri de Türkiye
Büyük Millet Meclisi. Milletvekillerine, TBMM personeline, gazetecilere ve
ziyaretçilere “Ne içersiniz?” diye sorulduğunda genellikle “Çay” yanıtı veriliyor.
Demli, açık, şekerli, şekersiz derken çay bardaklarının biri gidip biri geliyor.
Meclis’in hareketliliği çay ocaklarında da hiç bitmiyor. Başta çay olmak üzere
sıcak-soğuk içecek siparişlerini yetiştirmek için odadan odaya koşturan Meclis
çalışanları, tadı damakta kalan çay ve kahve ikram etmenin mutluluğunu yaşıyor.
Bu ayki “Meclis Çalışanları” köşesine konuk ettiğimiz çay ocağı personeli, çay
ve kahvenin hazırlanmasından içeceklerin servisine kadar her aşamada lezzet ve
hijyenden ödün vermiyor.
Meclis’teki çay ocaklarından sorumlu Süleyman Argun, 26 yıldır TBMM’de
görev yapıyor. 18 yıl çay ocakçı-garson olarak çalıştıktan sonra çay ocaklarının
Meclis Çalışanları
sorumluluğunu üstlenen Argun, “Çay
ocakları TBMM Destek Hizmetleri
Başkanlığı’na bağlı olarak hizmet
veriyor. Meclisimizde toplam 73 adet
çay ocağı bulunuyor. Bunların 43’ü
Yeni Halkla İlişkiler Binası’nda, 16’sı
Ana Bina’da yer alıyor. Ayrıca eski
tabur binası olarak da bilinen personel binası, Basımevi, Ziyaretçi Kabul
Salonu, Basın Koridoru ve Ek Hizmet
Binası’nda çay ocaklarımız hizmet
veriyor. Çay ocaklarında toplam 183
personel görev yapıyor. Ben ve iki
arkadaşım ise çay ocaklarının sorumluluğunu üstleniyoruz. Üçümüzün görev alanları farklı. Örneğin ben Yeni
Halkla İlişkiler Binası dışındaki tüm
çay ocaklarından sorumluyum” diyor.
“Çay
demlerken
doğal
mineralli su ve
birinci sınıf çay
kullanıyoruz.
Lezzetli
çayın püf
noktalarından
biri suyun
çok iyi
kaynamasıdır.”
veriyor. Kulislerdeki çay ocakları, diğerlerinden küçük bir
farklılık gösteriyor. Süleyman Argun, “Genel Kurul çalışmaları gece geç saatlere kadar uzadığı için kulislerdeki çay
ocaklarında sıcak-soğuk içeceklerin yanı sıra kuruyemiş ve
bisküvi çeşitleri de yer alıyor. Gazeteci arkadaşlarımız da
geç saatlere kadar Genel Kurul’u takip ettikleri için Basın
Koridoru’ndaki çay ocağımızda da bu ürünler bulunuyor.
Diğer çay ocaklarında ise sadece içecekler yer alıyor” diyor.
Çay ocaklarında çaydan kahveye, ayrandan sodaya, sütten meşrubata kadar çeşitli ürünler servise sunuluyor. Kış
aylarının özel ürünü ise sahlep oluyor. Süleyman Argun,
“Sahlep TBMM Üyeler Lokantası’nın mutfağında hazırlanıyor ve taze taze servise sunuluyor. Kış aylarında sahlep
büyük ilgi görüyor” diyor. Argun, “Meclis’te yapılan çay
ve Türk kahvesinin ünü TBMM sınırlarını aşmış durumda. Bize Meclis çayının sırrını verebilir misiniz?” diye
sorduğumuzda şunları söylüyor: “Meclis’te çayı kendimiz
demliyoruz. Doğal mineralli su ve ÇAYKUR’un ürettiği
“Suyun kalitesi çayın
tadını etkiliyor”
Çay oca k la r ı mi l let vek i l ler i nden
TBMM personeline, gazetecilerden
ziyaretçilere kadar Meclis’e gelen herkese hizmet veriyor. Çay ocaklarında
çalışan personel say ısı ise hizmet
verilen yerin yoğunluğuna göre değişiyor. Bir çay ocağında en fazla beş
personel yer alıyor. Süleyman Argun,
çay ocaklarının sabah 8’de açıldığını
belirterek, “Genel Kurul’un olduğu
günlerde Ana Bina’daki çay ocaklarımız çalışma bitene kadar açık kalıyor.
Ayrıca Yeni Halkla İlişkiler Binası’nda
akşam 9’a kadar nöbetçi çay ocağımız
bulunuyor. Hafta sonları ise cumartesi
üç, pazar günü iki çay ocağımız açık
oluyor. Cumartesi günleri Halk Günü
çerçevesinde Meclisimizi ziyaret eden
vatandaşlarımıza çay ikramında bulunuyoruz” diye konuşuyor.
Meclis’te çay ocaklarının en yoğun
olduğu yerlerin başında iktidar ve
muhalefet kulisleri geliyor. Her iki
kuliste de birer çay ocağı bulunuyor.
Yaz aylarında ise iktidar kulisinin
bahçesinde ikinci bir çay ocağı hizmet
Süleyman Argun
Haziran 2014
75
76
Meclis Çalışanları
“Çay ocağında çalışan
personelin güleryüzlü
olması, temizlik ve
hijyene önem vermesi,
görgü kurallarını bilmesi
gerekiyor. Personele
verdiğimiz hizmet içi
eğitimlerde servis
sırasında nelere dikkat
edilmesi gerektiğinden
hijyenin nasıl
sağlanacağına kadar
birçok konu ele alınıyor.”
Mekanlar farklı olsa da lezzet hep aynı
Meclis’in neresinde çay veya kahve içseniz hep aynı tadı alıyorsunuz. Çünkü tüm ocaklarda çay
aynı şekilde demleniyor, kahve aynı şekilde yapılıyor.
birinci sınıf çay kullanıyoruz. İyi bir çayın püf noktalarından biri suyun çok
iyi kaynamasıdır. 5 dakika kaynamış suyla demlenen çayla 15 dakika kaynamış
suyla demlenen çay arasında fark vardır. Su ne kadar çok kaynarsa çayın tadı o
kadar güzelleşir. Biz suyu kaynattıktan sonra demliğe alıyoruz. Bir demlikten
ortalama 40 bardak çay çıkıyor. Kaynamış suyun üzerine üç veya üç buçuk çay
bardağı çay atıyoruz. Demliği çay kazanının üzerine koyuyoruz ve çayın çökmesini bekliyoruz. Bu da yaklaşık 15 dakika sürüyor. Çay çöktükten sonra servise
sunuyoruz. Demlikteki çayın yarım saat, 45 dakika içinde tüketilmesi gerekiyor,
çünkü bu süreden sonra tazeliği kayboluyor. Meclis’te yoğunluk fazla olduğu
için demlikteki çay kısa sürede tüketiliyor. Çay ocaklarımızda her zaman taze
çay bulunuyor. Çayımız ve çikolatayla birlikte ikram ettiğimiz Türk kahvemiz
Haziran 2014
çok beğeniliyor. Meclis’i ziyaret eden
vatandaşlardan ‘Evde demlediğimiz
çay böyle olmuyor’ diyenlere sıkça
rastlıyoruz. ‘Meclis’te içtiğim Türk
kahvesinin tadı hâlâ damağımda’ diyenler oluyor. Bu tür sözler duymak
bizi mutlu ediyor.”
Sağlık lı yaşam için birçoğumuz
çayı, kahveyi şekersiz içiyoruz. Süleyman Argun’a Meclis’te şeker kullanımı konusundaki gözlemlerini sorduğumuzda, “Şeker tüketiminde ciddi
bir düşüş var. Özellikle son yıllarda
çay ve kahve genellikle şekersiz isteniyor” diyor. Argun, çay ve kahvenin
tadının şekersiz daha iyi alındığını da
sözlerine ekliyor.
“Güleryüzle hizmet
etmek çok önemli”
Sohbetimiz sırasında mesleğin olmazsa olmazlarını da konuşuyoruz. Süleyman Argun, “Çay ocağında çalışan bir
personelin güleryüzlü olması, temizlik ve hijyene büyük önem vermesi,
görgü kurallarını bilmesi gerekiyor.
Meclis Çalışanları
Elektronik sipariş sistemi
Meclis’te Yeni Halkla İlişkiler Binası’nın kullanılmaya başlamasıyla birlikte elektronik sipariş
sistemi de devreye girdi. TBMM intranet üzerinden kullanılabilen sistemde, siparişler çay ocaklarındaki ekrana yansıyor. Çay ocağında görevli personel, siparişleri ekrandan takip ederek kısa bir
sürede yerine ulaştırıyor.
Biz personelimize hizmet içi eğitimler veriyoruz. Bu eğitimlerde, servis sırasında
nelere dikkat edilmesi gerektiğinden tutun hijyenin nasıl sağlanacağına kadar
birçok konu ele alınıyor” diye konuşuyor. Son iki yıldır Meclis’in çay ocağında
çalışabilmek için turizm ve otelcilik yüksekokulu veya meslek liselerinin yiyecek-içecek bölümünden mezun olma şartı arandığını ifade eden Argun, “Şu anda
88 personelimiz bu okullardan mezun olmuş, eğitimli gençler. Bizler yıllardır
edindiğimiz tecrübeleri genç arkadaşlarımıza aktarıyoruz. Hepimiz mesleğimizi severek yapıyoruz, işimizin önemini ve değerini biliyoruz. Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin çatısı altında mesleğimizi yapmanın mutluluğu ve gururunu
yaşıyoruz” diyor.
Vedat Cebeci, 26 yıldır Meclis’te
ça lışıyor. 17 y ı l iktidar ku lisinde
görev yaptıktan sonra Halkla İlişkiler Binası’na geçen Cebeci, Turgut
Özal’dan Süleyman Demirel’e, Tansu
Çiller’den Necmettin Erbakan’a kadar
birçok milletvekili, bakan, başbakan
ve cumhurbaşkanına hizmet ettiğini
belirterek, “Meclis’te çok güzel günlerimiz geçti” diyor. İktidar kulisindeki çay ocağında çalıştığı dönemde
milletvekillerinin kendisini ve diğer
personeli ismen tanıdığını ifade eden
Cebeci, “Çay ocağımıza gelerek bizimle sohbet eden, halimizi hatırımızı
soran milletvekillerimiz olurdu. Karşılıklı güzel bir diyaloğumuz vardı.
Milletvekillerimizi yakından tanırdık,
çayı ve kahveyi nasıl içtiklerini bilirdik. Örneğin Sayın Süleyman Demirel
‘Süvari’ dediği zaman kahvesini çay
bardağında istediğini anlar, ona göre
servis yapardık” diye konuşuyor. Kuliste görev yapmanın tecrübe gerektirdiğini kaydeden Cebeci, “Hem işinizi
iyi yapmanız hem de görgü kurallarını
iyi bilmeniz gerekiyor. Mesleğimizin
olmazsa olmazlarından biri güleryüzlü olmak ve karşınızdaki kişiye güzel
bir şekilde hitap etmek” diyor. Vedat
Cebeci, yıllardır mesleğini severek
yaptığını ifade ederek şunları söylüyor: “Çay ocaklarımızda her zaman en
iyi çayı, en iyi kahveyi, en iyi servisi
sunmanın gayreti içindeyiz. Yıllardır
arkadaşlarımızla aramızdaki sevgi
ve saygıyı hiç kaybetmedik. Ben bu
işten kazandığım parayla çoluğuma
çocuğuma ekmek götürüyorum. Bu
nedenle mesleğimi çok seviyorum ve
Meclis’te görev yapmanın gururunu
yaşıyorum.”
“Ustalarımızdan çok
şey öğrendik”
Erol Erbay 18 yıldır Meclis’te çalışıyor.
Meslekteki geçmişi ise 27 yıl önceye
Haziran 2014
77
78
Meclis Çalışanları
“Çay ocaklarımızda her zaman en iyi çayı, en iyi
kahveyi, en iyi servisi sunmanın gayreti içindeyiz.
Yıllardır arkadaşlarımızla aramızdaki sevgi ve
saygıyı hiç kaybetmedik.”
uzanıyor. Erbay, “Ben 13-14 yaşlarındayken Ankara Gençlik Parkı’ndaki lokantalar çok meşhurdu. Okulun tatil olduğu dönemlerde bu lokantalardan birinde
çalışarak mesleğe başladım. Usta-çırak ilişkisi içinde yetiştim. Ustalarımızdan
çok şey öğrendik. Büyük bir disiplin içinde bizi çalıştırırlardı. O yaşlarda bu
kadar disiplinli olmayı fazla bulurduk, ama şimdi anlıyoruz ki ustalarımız bize
çok büyük iyilik yapmış. Çünkü hangi mesleği yaparsanız yapın iş disiplinine
sahip olmak gerekiyor” diye konuşuyor. Meclis’te çalışmaya başlamadan önce
Haziran 2014
tanınmış otel ve restoranlarda görev
yaptığını ifade eden Erbay, “18 yıldır
Meclis’teyim. Ben ve arkadaşlarım
görevimizi en iyi şekilde yerine getirebilmek için çaba harcıyoruz” diyor.
Hizmet sektöründe iletişimin önemine işaret eden Erol Erbay, “Bizim
çalıştığımız sektörde, hizmet verdiğiniz kişilerle iyi bir diyalog kurulduğu
zaman karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü
ve anlayış oluyor. İyi bir iletişimin
olduğu yerde hizmetin kalitesi ve
müşteri memnuniyeti artıyor” diye
konuşuyor. Erbay, unutamadığı bir
anısını ise şöyle anlatıyor: “Askerliğimi Antalya’daki Karpuzkaldıran
kampında yaptım. Protokol garsonu
olarak dönemin Genelkurmay Başkanı Sayın Doğan Güreş’e de hizmet
ettim. Sayın Güreş’in milletvekili
olduğu dönemde Meclis’te çalışıyordum. Kendisiyle karşılaştığımızda
‘Seni nereden tanıyorum?’ diye sordu.
‘Karpuzkaldıran’da garsonluğunuzu
yapmıştım’ cevabını verince ‘Hizmete
devam’ dedi. Ben de ‘Büyük bir zevkle
Paşam’ diye karşılık verdim.”
Meclis’te hareketliliğin hiç bitmediği yerlerden biri Basın Koridoru
kuşkusuz. Haberin kalbinin attığı
koridordaki çay ocağı da bu hareketlilikten nasibini alıyor. Aydın Evcil,
6 yıldır Basın Koridoru’ndaki çay
ocağında görev yapıyor. Gazetecilerin yoğun temposunun çay ocağına
da yansıdığını ifade eden Evcil, “Basın mensupları günün her saatinde
haber peşinde koşuyor. Onlarla aynı
koridoru paylaştığımız için ülke ve
dünya gündemindeki gelişmelerden
a nı nda haberda r oluyor uz. Bası n
Koridoru’nun enerjisi de, stresi de,
mut luluğ u da, yoğ unluğ u da bize
yansıyor” diye konuşuyor. Aydın Evcil, mesleğini severek ve keyif alarak
yaptığını belirtiyor.
Tarih Sahnesi
9 Haziran 1947 - Türkiye,
2 Haziran 1978 - ASALA terör
örgütünün Madrid Büyükelçisi Zeki
Kuneralp’in makam aracına ateş
açması sonucu Kuneralp’in eşi Necla
Kuneralp, emekli büyükelçi Beşir
Balcıoğlu ve makam şoförü Antonio
Torres hayatlarını kaybetti.
Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO /
World Health Organization) üye
oldu.
4
2
2 Haziran 1935 - Türkiye’de
resmî tatilin pazar günü olması uygulamasına başlandı.
4 Haziran 1876 - Sultan
Abdülaziz, Feriye Sarayı’nda
bilekleri kesilmiş olarak ölü
bulundu.
Haziran 2014
5
11 Haziran 1868 - Kızılay,
“Mecruhin ve Marda-yı Askeriyye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” adı altında kuruldu.
9
5 Haziran 1925 - Türkiye’nin
ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kapatıldı.
11
13 Haziran 2000 - Papa II. Jean
Paul’e suikast girişiminden İtalya’da bir
cezaevinde yatan Mehmet Ali Ağca, İtalya Cumhurbaşkanı’nın affını onaylamasıyla Türkiye’ye iade edildi.
23 Haziran 1954 - Türk
12 Haziran 1991 - Türkiye
gökbilimci Prof. Dr. Hatice Nüzhet
Gökdoğan, İstanbul Üniversitesi
Fen Fakültesi Dekanı seçilerek
Türkiye’nin ilk kadın dekanı oldu.
ile KKTC arasındaki pasaport
uygulaması kaldırıldı.
12
13
14
15
23
27
15 Haziran
1873 - Yetim
veya öksüz, maddi olanakları
olmayan, yetenekli çocuklara eğitim veren Darüşşafaka
İstanbul’da kuruldu.
14 Haziran 1937 - Hatay’ın bağımsızlığı TBMM’de onaylandı.
27 Haziran 1998 Adana’nın Ceyhan ilçesinde
meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki depremde 145
kişi hayatını kaybetti.
Haziran 2014
Bir güçlü ses, bir yufka yürek
Metin Serezli
Oyunu iyi ya da
kötü değil, doğru
oynamayı ilke
edinmiş bir isim
Metin Serezli.
Hayata da tiyatro
gibi bakmış;
hep doğru
işler yapmaya
çabalamış,
kimsenin gönlünü
kırmamış…
Pınar Ünsal
Haziran 2014
83
E
tkili bir ses tonuna diksiyon da
eklenince kişinin ne söylediği, ne
hakkında konuştuğu pek de önemli
olmuyor. Hiç bilmediğimiz bir dilde
söylenen şark ıları sevmemiz gibi,
sadece sesin büyüsüne kapılıp gidiyoruz. Bas mıdır bariton mu bilemeyeceğim, ama Metin Serezli denilince
muhteşem ses tonu geliyor akla ilk.
Ses tonu karizma üzerinde etkiliyse
eğer -ki etkili olduğu bilimsel bir gerçekmiş- Serezli’ye biraz torpil yapılmış sanki. Zira konuşsa sesi etkiliyor,
sussa boyu bosu…
Metin Serezli, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ancak
avukatlık yapmamış; İktisat Fakültesi
Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirmiş; bir
de Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi
geçmişi var. Sinema oyunculuğu da
yapmış, ama hayatına yön veren tiyatro olmuş. Zaten Kartal Tibet, Cüneyt
Arkın gibi Yeşilçam jönleriyle aynı
yaşlarda olmasına ve aynı yıllarda
sinemaya adım atmalarına rağmen
Metin Serezli tiyatroya daha fazla
yoğunlaştığı için jön olarak çok az
anılmış. Halbuki yakışıklılıksa yakışıklılık…
Serezli’nin
üniversitede
amatör
olarak başladığı
tiyatro yolculuğu,
1957 yılında
Dormen
Tiyatrosu’nun
kadrosunda
“usta” olarak
yer almasıyla
devam eder.
Biraz Yeşilçam, bolca tiyatro
Met i n Serezl i ’ni n t iyat ro ya şa m ı
1954 yılında -o zamanlar 20 yaşında
oluyor- İstanbul Üniversitesi Gençlik
Tiyatrosu’nda başlamış. Üniversite
yıllarında girişilen sosyal faaliyetlerde
heves genellikle birkaç yıl içinde geçiyor ve o aktivite terk ediliyor. Ancak
Serezli’de durum öyle olmamış; tiyatroyu bir tutku haline getirmiş. Öyle ki
elli beş yıl boyunca sahnelerin tozunu
yutmuş; ömrünün sonbaharında dahi.
Serezli ’nin üniversitede amatör
olarak başladığı tiyatro yolculuğu,
1957 yılında Dormen Tiyatrosu’nun
kadrosunda “usta” olarak yer almasıyla devam ediyor. Haldun Dormen,
Haziran 2014
84
Nisa Serezli -ki Nisa hanım o yıllarda
Metin Serezli ile evli-, Erol Günaydın
gibi değerli isimlerle çalışıyor. 1950’li
yıllarda bu isimler “büyük tiyatrocu” olarak anılmıyordu belki, zaten
tiyatro bile Türkiye’de yeni sayılırdı.
Onların Türk Tiyatrosu için ne kadar
önemli olduğunu görebilmek için yıllar geçmesi gerekecekti. Çünkü Metin
Serezli’nin de aralarında yer aldığı
bu isimler 1960 ve 1980 darbelerine
rağmen, yani tiyatro seyircisinin çok
azaldığı, tiyatrocuların tabiri caizse
aç kaldığı yıllarda bu aşk larından
vazgeçmeyeceklerdi.
Metin Serezli’nin boyu bosundan
bahsetmiştik. Güzel aktrisleri heyecandan titretmese de, posterleri genç
kızların duvarını süslemese de -varsın
olmasın- Türk Tiyatrosu için önemli
bir “tip”tir Metin Serezli. Çünkü farklıdır; sarışındır, uzun boyludur, Avrupalı gibidir. 1950-60’lı yıllarda da hep
yabancı menşeili oyunlar oynandığından Metin Serezli, “Papaz Kaçtı”nın
Philip’i, “Beş Parmak”ın Peter’ı, “Zafer
Madalyası”nın Thomas’ı, “Müfettiş”in
Nikolay’ı olur.
Dormen Tiyatrosu’nun ardından Şan
Tiyatrosu, 1971 yılında Altan Erbulak
ile birlikte kurduğu Çevre Tiyatrosu ve
Tiyatro İstanbul’da yüzden fazla oyunda rol alan Metin Serezli tiyatroya yalnızca oyuncu olarak katkı sağlamıyor;
yirmi sekiz oyun ve beş müzikal yönetmişliği de var. Hatta 1969 yılında “En
İyi Tiyatro Yönetmeni” ödülünü almış.
Radyo tiyatrosunun olduğu yıllarda
sesiyle oyun karakterlerine can veren
Metin Serezli -ki iki yüzden fazla radyo
oyununda görev almış- Yeşilçam için elliden fazla film çevirmiş, pek çok aktörü
seslendirmiş. Dizi oyunculuğu ve sunuculuk yapmış. Görüntüsüne kulakların
pasını silen sesi eklenince ekranların
önüne daha çok yakışıyordu kesinlikle.
Haziran 2014
İşleyen demir misali…
Sanatçılara verilen ödül meselesini hiç anlamayacağım. Kime göre en
iyi, neye göre en başarılı? Bu, başka bir yazının konusu olacak kadar
uzun bir mevzu, ancak kısaca bahsedelim Metin Serezli’ye layık görülen
ödüllerden. Sanatçının Avni Dilligil, Afife Jale, Üniversiteler Birliği,
İsmail Dümbüllü tiyatro ödülleri ile Lions’un verdiği “En İyi Oyuncu”
ödülü bulunuyor. Bu ödülleri almasaydı da Metin Serezli tiyatro seyircisi
için en değerli oyunculardan biriydi zaten; TV seyircisi için de aynı şey
geçerli. Öyle ki “Sihirli Annem” adlı televizyon dizisini kimimiz için izlenilebilir kılan şey, Taci adlı köpeği Metin Serezli’nin seslendirmesiydi.
Metin Serezli portresi yazarken eşi Nevra Serezli’den bahsetmemek
olmaz. Zira çiftin kırk beş sene sürmüş mutlu bir evlilikleri olduğu
biliniyor. Seyirci de onları birbirinden ayrı düşünmedi zaten hiç. Biri-
Güzel aktrisleri heyecandan titretmese
de, posterleri genç kızların duvarını
süslemese de -varsın olmasın- Türk
Tiyatrosu için önemli bir “tip”tir Metin
Serezli. Çünkü farklıdır; sarışındır, uzun
boyludur, Avrupalı gibidir.
85
nin adı anıldığında diğeri akla geldi. Nevra Serezli, eşini
dürüst, insan ilişkilerine ve aileye önem veren biri olarak
tanımlıyor. Ayrıca kimse hakkında kötü konuşmayan, kin
tutmayan, yardımsever biriymiş. Annesi hakkında konuşurken gözleri parlarmış; bu, aile bağlarına ne kadar önem
verdiğini açıklıyor belki de. Sonra büyük bir aile olmuşlar
zaten çoluk-çocuk, torun-torba…
Nevra Serezli eşinin ölümünün ardından “Mutlu bir
hayat yaşadı, hak ettiği değeri gördü” diyor. Bunun nedeni
hastalığı ağırlaşana kadar tiyatro sahnelerinden inmemesi
olmalı. Âşık olunan işi yapmak insanı ömür boyu mutlu
kılıyor, yaşlandırmıyor olmalı.
Haziran 2014
86
Sirkeci Garı’nda görücüye
çıkan dergilerimiz
Dergilerin uzman bir kadro tarafından çıkarılmasının şart olduğunun altını çizerken,
bazılarımız geç duysak da Türkiye’de dergi fuarı düzenlendiğini buradan duyurmak isterim.
Erbay Kücet
E
debiyatın, sanatın ve düşüncenin nabzının
attığı süreli yayın organı olan dergilerimizi Cemil Meriç, “hür tefekkürün kaleleri”
olarak tanımlamaktadır. Günümüzde medya
aygıtlarının çeşitlenmesiyle birlikte dergiler
biraz kan kaybına uğrasa da hâlâ fikir bahçesinin vazgeçilmezleri arasındadır. Dergiler
aynı zamanda yazar yetiştirme ocaklarıdır.
Yazar ve düşünürlerimizin daha çok üretmesi biraz da dergilerin çokluğu, sürekliliği
ve sahiplenilmesi ile ilgilidir. Dergicilik ise
emek isteyen bir sanatsal faaliyettir; fikir ve
düşünce ekollerinin okullaşmasıdır.
Yeni bir medeniyetin inşasında, toplum
şuurunun oluşmasında, düşünce ve fikirlerinin gelişmesinde dergilerin rolü fazladır. Bir
yerde bir dergi yayımlanıyorsa orada hareket
var demektir. Derginin kapanması demek,
bir düşünce mektebinin ortadan kalkması,
bir ocağın kapılarını kapatması, bir sanatın
etkinliğini yitirmesi demektir.
Çağımızda dergilerin kültürel açıdan
önemli olduğunu, gelişmiş ülkelerde dergilerin gazetelerden fazla sattığını söyleyebiliriz.
Dergilerin uzman bir kadro tarafından çıkarılmasının şart olduğunun altını çizerken,
bazılarımız geç duysak da Türkiye’de dergi
fuarı düzenlendiğini buradan duyurmak
isterim.
Kısa adı TÜRDEB olan Türkiye Dergi
Editörleri ve Yayın Yönetmenleri Birliği, der-
Haziran 2014
giciliğe gönül vermiş birkaç editör ve yayın yönetmeninin muhabbetiyle doğmuş bir birliktelik. Dergicilikle hemhal olan editörler ve yayın yönetmenleri,
birbirleriyle tanışma, sorularına ve sorunlarına çözüm üretme gibi amaçlarla
ve yayıncılık sorumluluğu bilinciyle 2010 yılında Türkiye Dergi Fuarı’nı başlattılar. Dünyada başka örneğinin bulunmadığı ifade edilen ve şölen havasında
geçen bu fuarda, adını yeni duyurmuş dergilerin editörleri de bir araya gelerek
hem birbirleriyle tanışıyorlar hem de okurlarıyla buluşuyorlar.
Dergicilerin bir direniş muştusu gibi “Biz buradayız” haykırışını duyduğumuz bu etkinlikte geçmişin hatıralarını taşıyan, ancak bugün yayımlanmayan
dergilerden tutun, çiçeği burnunda veya “yeni yetme” -tabirimizi hoş göreceklerini umuyorum- dergilere kadar pek çok dergi bir araya geliyor ve sorunlarını
konuşarak doğru yolu bulmaya çalışıyorlar.
87
Bu yıl 5’incisi düzenlenen Türkiye
Dergi Günleri’ndeydim. Başakşehir
Belediyesi’nin desteğinin hissedildiği
Türkiye Dergi Editörleri ve Yayın Yönetmenleri Birliği’nce (TÜRDEB) gerçekleşen fuarın bu yılki teması “gençlik”ti.
Sirkeci Garı’nın girişinde konuşlanan
Genç Dergi’nin fuarın bu seneki temasıyla uygun bir mekanda göz doldurması
dikkat çekiyordu. Gençlere selam vererek ikram ettikleri şekerden aldım. Daha
şekerin tadı damağımdayken Altınoluk
dergisinin “Mahmut Sami Ramazanoğlu” özel sayısı dikkatimi çekti.
Gençlerle yaptığımız sıcak sohbetin
konusu üniversite hayatı, okumanın
önemi ve sosyal yaşam olunca yılın
modası haline gelen “kendi fotoğrafını
kendin çek”, yani “selfie” ile görüntü
vermeyi de ihmal etmedik. Ankara’dan
aşina olduğumuz Eskici Dergi’yi yayımlayan kızlarımızın dillerine düşmemek için stantlarında çay yudumladık. Cafcaf mizah dergisinden Asım
Gültekin’in “Burası İstanbul, dergi
stantları daha açılmamıştır, sen burada çay içmeye devam et” uyarısıyla
görevlilerin henüz gelmediğini görmüş
olduk. Eskici Dergi’nin stant komşuları Hakan Albayrak’ın yayımladığı
Sancaktar ile Eskicicilerin morallerinin
düzgün olması için Moral dergisiydi.
Kahramanmaraş’tan o kadar yolu tek
başına gelen, Edebiyat Yaprağı dergisini
yıllardır yayımlayan Ali Haydar Tuğ ile
selamlaşıp soğuğa meydan okuyarak
gömleği ile oturan Mersin’den bir soluk
H-aykırı dergisi ile temaşa ettik.
Garın iç kısımlarında Türkiye’nin
dergi severlerinin çokluğu dikkatimizi
çekti. Onları teşehhüt miktarı kadar da
olsa ziyaret edip gönüllerini almamız
hoşlarına gitti.
Söyleşi, konferans, panel, müzik
dinletilerinin de yapıldığı etkinlikte,
aralarında yurt dışında yayımlananların da bulunduğu 100’ü aşkın dergi
“Okumak,
düşünmek
ve anlamak
için dergilerin
ateşleyici,
harekete geçirici
fonksiyonuna
her zaman
ihtiyaç var”
diyenlerdenseniz,
bu tür fuarları
dolaşmanızın
yararlı olduğunu
söyleyebiliriz.
okuyucuyla buluştu. Şölende dergiciliğin “en”leri ödül töreninin
yapıldığını ve fuarın onur konuğunun Umran dergisi olduğunu
ifade etmek isterim.
“Okumak, düşünmek ve anlamak için dergilerin ateşleyici, harekete geçirici fonksiyonuna her zaman ihtiyaç var” diyenlerdenseniz, bu tür fuarları dolaşmanızın yararlı olduğunu söyleyebiliriz.
Fuarın açılışında konuşma yapan Türkiye Dergi Editörleri ve
Yayın Yönetmenleri Birliği Başkanı Muharrem Baykul, “Şu ana
kadar 4 fuar gerçekleştirdik. Bugün 5’incisini yapıyoruz. Emeği
geçen herkese teşekkür ederim” derken, fuarın ana destekleyicisi
konumunda olan Başakşehir Belediye Başkan Yardımcısı Haluk
Dikbaş ise, “Ben okumanın da yazmanın da bir basamak olduğunu, geleceğin kalemlerinin bu dergilerde küçük küçük yazılarla
yetiştiğini düşünüyorum” sözleriyle belediyesinin kültürel çalışmalara katkısının devam edeceğini belirtmiştir. Böylece diğer
yerel yöneticilere de mesaj vermiştir.
Ne diyelim? Türkiye’nin görünmez gücü dergilerimizin buluşmalarının devam etmesi dileğiyle…
Haziran 2014
Kitap
Erzurum’un
Kandilleri
Abdurrezzak Türk
Arı Sanat Yayınevi
İstanbul, 2014
608 s.
Osmanlı
İstanbul’unun
Toplumsal Tarihi
Kate Fleet, Ebru Boyar
İş Bankası Kültür Yayınları
Çeviren: Serpil Çağlayan
İstanbul, 2014
464 s.
İmparatorluğun
Son Nefesi
İlber Ortaylı
Timaş Yayınları
İstanbul, 2014
288 s.
Haziran 2014
Ülkemizin kültürel anlamda en zengin yerlerinden biri
olan Erzurum, tarihi boyunca evsahipliği yaptığı her toplumdan çeşitli gönül insanlarını, ilim irfan sahibi alimleri
bağrında yaşatmış, onlara hamilik ederek yüzyılların birikimini korumayı başarabilmiştir. Erzurum’un Kandilleri ile
Abdurrezzak Türk, Erzurum’un bu kıymetli manevi mirasını aktarma yolunda çaba sarf ediyor. Burada yaşayagelmiş
kıymetli ve feyiz kaynağı zatların izini sürerek onların bize
bıraktıklarını bir arada ortaya koymayı hedefleyen eser,
etraflarına ışık ve bilgelik saçan bu “kandil”lerin hayatları
ve yaptıkları hakkında bize bilgi vermeyi görev ediniyor.
Erzurum’un Kandilleri, Erzurum’dan bütün Türkiye’ye, hatta dünyaya yayılan bir güzellik ve hüsnüniyet mirasının izini
sürmek için okumaya değer bir kitap.
Dünya üzerinde en çok konuşulan, tarihi ve insanlarının
dönemler boyunca yaşayış şekilleri en çok merak edilen şehirlerden biri İstanbul. Özellikle yaklaşık 470 sene boyunca
başkentliğini yaptığı Osmanlı Devleti dönemindeki karakteri, siması son derece merak uyandırıcı. İstanbul’u bu kadar
ilgi çekici yapan özelliklerin başında kompleks bir şehir
olması geliyor. Hem idarî ve siyasî bir merkez hem de dünyanın her köşesinden tüccarları ve gezginleri çeken bir şehir
İstanbul. Buna bir de İmparatorluğun çok uluslu yapısının
yansımaları eklenince eşsiz bir şehir olarak ortaya çıkıyor.
Osmanlı tarihçileri Kate Fleet ve Ebru Boyar tarafından kaleme alınan Osmanlı İstanbul’unun Toplumsal Tarihi, bu her
daim büyüleyici ve canlı şehrin zamanında nasıl yaşadığına,
hangi toplumsal özelliklere sahip olduğuna ışık tutuyor.
Türkiye’de tarih denilince akla gelen ilk isimlerden Prof. Dr.
İlber Ortaylı’nın bu kitabında Osmanlı Devleti’nin son zamanlarından Cumhuriyet’in ilanına kadarki sürecin izini sürmek
mümkün. Timaş Yayınları’nın İlber Ortaylı Kitaplığı dizisinin
son parçası olan İmparatorluğun Son Nefesi, bahsedilen zaman
dilimindeki kilit olayları irdeliyor. Balkan Savaşları’nda alınan
yenilgileri “çöküşü kaçınılmazlaştıran toprak kayıpları” olarak
niteleyen Ortaylı, I. Dünya Savaşı’nı millet kavramının yerleşmesinde oynadığı rol bakımından inceliyor ve savaş sonrasında
imzalanan Lozan Antlaşması’na ilişkin önemli sorular sorarak
bunun bir zafer mi yoksa hezimet mi olduğuna yanıt arıyor.
Kritik tarihsel olaylara derinlemesine bakmasının yanı sıra II.
Abdülhamid, Enver Paşa, Mustafa Kemal gibi her daim konuşulan ve tartışılan kişilere de rastlamak mümkün kitapta. İmparatorluğun Son Nefesi, son zamanlarda giderek popülerleşen Osmanlı tarihine bilimsel bir bakışla
yaklaşırken Cumhuriyet tarihiyle de bağlantısını kurarak kıymetli bir kaynak olduğunu hissettiriyor.
Müzik
Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin sevenleri
için anlamını yitirmeyen, aksine daha da kıymetlenen
Türk Sanat Müziği eserlerini bu sefer kanun ve ud
eşliğinde dinliyor, müziğimize has bu iki enstrümanın sesleriyle tanıdık melodilerin keyfine varıyoruz.
Yavuz Plak’ın piyasaya sürdüğü Kanun ve Ud ile En Sevilen Türk Sanat Müziği Şarkıları’nda “Ada Sahilleri”,
“Üsküdar’a Giderken”, “Haydar Haydar”, “Fikrimin
İnce Gülü”, “Kimseye Etmem Şikayet” gibi tanınmış
eserleri bulmak ve daha az bilinen yenilerini keşfetmek mümkün.
Artist Müzik’in “Ustalara Saygı” serisinin caz mü-
zik için özel olarak hazırlanan albümünde toplam 30
parça yer alıyor. Albüm, cazseverler için koleksiyonluk
olmasının yanında bu müzik türünü daha yakından
tanımak ve temel eserlerini dinlemek isteyenler için
de büyük fırsat. Caz Denince Akla Gelenler sayesinde
Louis Armstrong, Frank Sinatra, Doris Day, Dean
Martin ve Ray Charles gibi ölümsüz ustaların sesinden
caz klasiklerini dinlemek mümkün.
Dört Mevsim Türküler a lbümüyle Türk Ha l k
Müziği’nin umut vadeden isimleri arasında olduğunun sinyallerini veren Saffet Şimşek, Gest û Güzar albümünde de abartısız ve yalın yorumuyla dinleyenlerin yüreklerine dokunmayı başaracak gibi görünüyor.
İnsanımızın kendini ifade etme, her türlü duygusunu
paylaşma araçlarından en önemlisi ve en kıymetlilerinden olan türkülerden albümde yer alanlar arasında
“İpek Mendil”, “Karanfil Ekilendi”, “Küstürdüm Barışamam” ve “Bir Güzelin Hasretinden Ahından” var.
Kanun ve Ud ile En
Sevilen Türk Sanat
Müziği Şarkıları
Yavuz Plak
Caz Denince
Akla Gelenler
Artist Müzik
Gest û Güzar
Saffet Şimşek
Anadolu Müzik
Haziran 2014
Film
Toprağa Uzanan Eller
Senaryo: Eda Tezcan, Ramazan Demirli
Yönetmen: Ömer Can
Oyuncular: Şerif Sezer, Ali Bilen, Zeliha Bilen, Turgay Tanülkü, Nail Kırmızıgül, Medya İzgi
Yapım: 2013, Türkiye
Tür: Dram
Urfa’dan Çukurova’ya mevsimlik işçi olarak giden bir ailenin ortanca çocuğu
olan Toprak (Ali Bilen), sekiz yaşında olmasına rağmen nüfusa kaydedilmemiş ve
hiç okula gitmemiş, kendi dünyasında yaşayan bir çocuktur. Ablası Zehra (Medya
İzgi) yüklü bir başlık parası için kendinden yaşça büyük bir adamla sözlendirilmiş,
kardeşi Zeliha (Zeliha Bilen) ise küçükken geçirdiği bir hastalık yüzünden görme
yetisini kaybetmiştir. Kardeşleri ve ailesiyle birlikte Çukurova’ya doğru yol alan Toprak, küçük kardeşinin burada yaşanan sıkıntılardan etkilenmesini istemediği ve ona
karşı koruyucu bir tavır benimsediği için içinde bulundukları durumu hikayelemeye
başlar: Hasta prensesin kurtarılabilmesi için Pamuk Kralı’nın ülkesine gitmek ve
ona pamuktan bir deniz yapmak gerekmektedir. Aile bunu başarabilirse kraldan bir
dilekte bulunma hakları olacak ve prenses iyileşecektir. Zamanla kardeşiyle birlikte
Toprak’ın da kendini kaptırdığı bu masal üzerinden mevsimlik işçilerin hayatlarına
ve mücadelelerine tanıklık ediyoruz.
The Blue Man / Mavi Adam
Senaryo: Utku Çelik
Yönetmen: Utku Çelik
Oyuncular: Alexander Dawe, Aydın Orak, Derya Aslan, Sarper Temiz
Yapım: 2013, Türkiye
Tür: Dram, Gerilim
Utku Çelik’in tek mekanda çektiği ve tamamı İngilizce olan filmi “The Blue Man”,
Irak işgalinin yeni patlak verdiği günlerde geçiyor. Kanadalı bir arkeolog olan Kevin McBride (Alexander Dawe), Irak’ta iken kaçırılır ve karanlık bir hücreye atılır;
fakat kendisini kimin, neden kaçırdığı hakkında hiçbir fikri yoktur. Utku Çelik, bu
kaçırılma olayını esas alarak Irak’ın yakın geçmişinde önemli yeri olan olayları da
irdeliyor. Bu bağlamda odak noktasını 1999 yılının ayaklanmaları oluşturuyor. Film,
Kevin McBride’in kaçırılma hikayesinin arkasında yatanı ve kendisini kaçıranın
kim olduğunu öğrenme çabalarını anlatmasının yanı sıra işgal ve savaşın etkileri ile
daha geniş bir çerçevede insan hakları konularına da değiniyor.
Haziran 2014
Televizyon
Keyifli ve bilgilendirici:
Kültür-sanat
programları
Kültür ve sanat, her zaman farkında olmasak da hayatlarımızın ayrılmaz birer parçası. Bilhassa
içinde bulunduğumuz çağa ait bir özellik olarak düşünebileceğimiz sürekli bilgi akışı, içerisinde kültürsanattan da önemli parçalar barındırıyor. Takibinin zaman zaman zorlaştığı bu bilgi bombardımanında
imdada televizyondaki kültür-sanat programları yetişiyor. Edebiyat, müzik, tiyatro, sinema gibi kültür ve
sanatın çeşitli dallarına eğilerek bu alanlardaki yenilikleri haber veren programlar, yalnızca güncel bilgiler
değil, geçmişe dair kesitler de sunarak izleyicisine hem tanıtım yapıyor hem de bir nevi arşiv görevi görüyor.
Kültür-sanat programları içinde en uzun soluklu olanlardan “Gece Gündüz”, NTV Kültür-Sanat ekibi
tarafından hazırlanıyor, Gülay Afşar’ın sunumuyla ekrana geliyor ve izleyicilerine bu dünyanın kapılarını aralarken keyifli sohbetler sunuyor. Aynı ekranda yayımlanan “Makam Farkı” ise genellikle siyasî
tartışma programlarında izlediğimiz Mehmet Barlas ile program sunucusu Oğuz Haksever’i çok farklı
bir ortamda seyretmeyi mümkün kılıyor. İkilinin sunduğu program, Türk Sanat Müziği ağırlıklı olarak
ulusal ve uluslararası müziğin seçkin örneklerini ekrana taşıyor, canlı koro ve fasıl performanslarının
yanı sıra yakından tanıdığımız müzisyenlerin en sevilen eserlerine de yer veriyor.
Kültür-sanat programlarının bir diğer adresi de CNN Türk. Nefise Karatay’ın sunumuyla festival
özel programlarının yapıldığı, vizyona yeni giren filmlerin tanıtıldığı, edebiyat ve sanat dünyasından konukların ağırlandığı “Afiş”; dünyadan kültür ve sanat haberlerine yer veren “Dünya Alem”;
Türkiye’de özellikle yeni kuşak tarafından tanınan ve sevilen müzisyenleri konuk eden “Frekans”,
bu kanalda ekrana gelen kültür-sanat programlarından bazıları.
TRT1’de yayımlanan edebiyat eksenli “Kitaplık”ta ise her hafta kitap tanıtımlarına ek olarak
edebi eserler uzmanlarca yorumlanıyor. SkyTürk360’taki “Artist”, her türlü kültür-sanat haberini
yakından takip etme olanağı sunarken HaberTürk’te ekrana gelen “Skala” ise ilginç konukları ve
özel dosyalarıyla izleyenlere keyifli bir deneyim vadediyor.
Haziran 2014
Vekiller
Oya Eronat
AK Parti Diyarbakır Milletvekili
Yakın tarihimizle ilgili belgelerin bir araya getirildiği
kitaplar ve raporlar ilgimi çekiyor. Ayrıca terörle ilgili
kitapları takip ediyorum. En son Hüseyin Yayman’ın
Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası
adlı kitabını okudum. Daha çok
Türk Sanat Müziği dinliyorum.
TRT radyo sanatçılarını, Zeki
Müren, Gönül Yazar, Behiye
Aksoy ve Sibel Can’ı beğenerek
dinliyorum. Müzik tercihlerim
arasında Klasik Batı Müziği de yer alıyor.
Cahit Bağcı
AK Parti Çorum Milletvekili
Elimde şu anda Taha Niyazi Karaca’nın Büyük
Oyun isimli kitabı var. 19. yüzyılın sosyal olayları,
batılıların emperyalist mücadeleleri ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun dağılma sürecine dair derli
toplu bir araştırma ve analiz. Dönemin İngiltere Başbakanı William Eward Gladstone’un
(1809-1898), 19. yüzyıl girift ilişkileri ve politikalarında, Kırım Savaşı, Bulgaristan,
Afganistan, Sudan ve Mısır işgallerinde,
Yahudilerin Filistin topraklarına yerleştirilmeleri sürecinde, kısacası Osmanlı Devleti’nin son dönemde
karşı karşıya kaldığı bütün sorunların arkasındaki
kilit isim olduğu ile ilgili bir analiz. Gladstone,
“Avrupalı Ruhu” ya da “Avrupa Uyumu” projesinin
mimarı ve “Haçlı Birliği”ni kurma arzusu içinde
olan bir emperyalist. Bu kitap hem siyasi tarih hem
de Türk-İngiliz ilişkilerini anlamada önemli bir referans kaynağı
bence. Dünden bugüne taşınan sorunların planlayıcılarını, tertipçilerini, oyuncularını anlamada önemli bir araştırma. Kitap, hem
Balkanlar’daki hızlı kopuşu hem de Kırım’ı, Ermeni meselesini ve
Turkophobia’yı (Türk korkusu) anlamada referans niteliğinde.
Haziran 2014
okuyor
izliyor
Mustafa Kalaycı
MHP Konya Milletvekili
Genellikle ekonomik ve sosyal konulara
ilişkin araştırma ve inceleme kitapları okuyorum. Tarihî romanlar da ilgimi çekiyor.
Sinemada hem komedi yanı ağır basan
hem de toplumsal mesajlar veren filmleri
tercih ediyorum. Özellikle son yıllarda
bu türde çok güzel filmler izleme fırsatı bulduk. Türk Sanat Müziği ve Türk
Halk Müziği dinlemeyi seviyorum. Zeki
Müren, Muazzez Ersoy ve Zara beğenerek
dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor.
Turhan Tayan
CHP Bursa Milletvekili
Yakın siyasi tarih, siyasi hatırat ve uluslararası hukuk kitaplarını yakından takip ediyorum. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya
Savaşlarının yaşandığı dönemlere tanıklık
etmiş kişilerin kaleminden çıkan hatırat
kitapları ilgimi çekiyor. Geçmişi bilmeden
gelecekle ilgili sağlıklı kararlar verilemez.
Bu bakımdan tarihe ışık tutan kitapların
ve tecrübeyi içeren siyasi hatıratın okunması
önem taşıyor. Sinemaya pek gidemesem de
ses getiren filmleri takip etmeye çalışıyorum. Müziğin her türünü
seviyorum, ancak Türk Sanat
Musikisi’nin benim
için ayrı bir yeri var.
Klasik Batı Müziği
de yakından takip
e t t i ğ i m mü z i k
türleri arasında
yer alıyor.
Ercan Cengiz
CHP İstanbul Milletvekili
Ağırlıklı olarak siyaset, tarih ve biyografi
kitapları okuyorum. Özellikle Cumhuriyet
dönemine ilişkin eserleri yakından takip ediyorum. Aynı anda birkaç kitap birden okuyorum. Sinemaya sıkça gidiyorum. En son
“Ocak Ayının İki Yüzü” adlı filmi izledim.
Genellikle Klasik Türk Müziği ve Klasik Batı
Müziği dinliyorum. Opera eserlerini seviyorum ve zaman zaman opera izlemeye gidiyorum.
Bu sanat dalı çok ilgimi çekiyor.
Sermin Balık
Gökcen Özdoğan Enç
AK Parti Antalya Milletvekili
Yakın tarihe ilişkin eserler, psikoloji kitap-
ları ve daha çok Türk yazarların romanlarını
okuyorum. Şu sıralar elimde Cemil Meriç’in
Umrandan Uygarlığa adlı kitabı var. Ahmet
Hamdi Tanpınar’ın imzasını taşıyan Saatleri
Ayarlama Enstitüsü,
son dönemde okuduğum k itaplar
arasında yer alıyor.
Yo ğ u n lu ğ u mu z ne deniyle sinemaya pek gidemiyorum, ancak evde DVD’den film
izliyorum. Ailemle birlikte evde film
izlemekten büyük keyif alıyorum. En
çok R&B dinliyorum.
AK Parti Elazığ Milletvekili
Genellikle tarih ve si-
yaset k itaplarını tercih
ediyorum. Şu sıralar Ali
Çimen’in “Tarihi Değiştirenler” dizisinde yer alan
Tarihi Değiştiren Kadınlar
adlı kitabı okuyorum. Sinemaya
daha çok çocuklarımla birlikte gidiyorum. Ailece
animasyon filmi izlemekten büyük keyif alıyoruz.
Ağırlıklı olarak Türk Sanat Müziği dinliyorum.
Arabamda her zaman ney taksimi çalar. Neyin sesini
çok seviyorum ve dinlendirici buluyorum.
Muzaffer Baştopçu
AK Parti Kocaeli Milletvekili
Genellikle siyasi tarihimizle ilgili kitapları ve bestseller olmuş romanları okuyorum. Ayrıca dergileri takip ediyorum. Şu
sıralar Yalçın Akdoğan’ın 27 Nisan Bildirisi
ve Sürecin Perde Arkası - Tarihe Düşülen
Notlar 2007 - 1 ve Cumhurbaşkanlığı Seçim Sürecinde Yaşananlar - Tarihe Düşülen Notlar 2007 - 2 isimli kitaplarını okuyorum. Sırada ise Şamil Tayyar’ın kitapları
yer alıyor.
Nazmi Gür
HDP Van Milletvekili
Daha çok politik bilim ve tarih kitapları
okuyorum. Özellikle son yüz yılın siyasi
gelişmelerini anlatan kitapları takip
ediyorum. Şu sıralar Hamidiye Alayları
ile ilgili bir kitap okuyorum. Sinemada
toplumsal gerçekçilik anlayışı içinde
çekilmiş filmler ve tarihî yapımlar ilgimi
çekiyor. En son “Nuh: Büyük Tufan” adlı filmi izledim. Türkiye sinemasını da takip ediyorum. Kürt ve Türk
halk müzikleri dinliyorum. Ayrıca caz seviyorum.
Seyfettin Yılmaz
MHP Adana Milletvekili
Her tür kitabı okumakla birlikte ağırlıklı
olarak siyaset, tarih ve kişisel gelişim kitaplarını tercih ediyorum. Sinemada komedi
filmlerini izlemekten keyif alıyorum. Türk
Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum. Neşet Ertaş ve Muazzez Ersoy
en beğendiğim sanatçılar arasında yer
alıyor.
Haziran 2014
94
@LutfuTurkkan
facebook.com/metinkulunk
çocuklarımıza. En önemli şeyi ıskalıyoruz
belki de... Düşünmeyi! Düşünmeyi öğretmemiz gerek.
Orada İbrahim’i büyütenlere selam olsun
Çan sesinin düştüğü yere
Ezan sesi ile varlığı sevindirenlere selam
olsun
Gurbeti vatan edip ruhlarını dirilten gurbetin diriliş erlerine selam olsun
Sizin başınıza gökten yıldız indirip taç
etsek değersiniz
Bilir misiniz siz Eyyubul Ensarı geleneğinin
ismisiniz
Siz kışın sevimli çiçeği kardelensiniz
Siz baharda toprağa düşen yazı bekleyen
çiçeksiniz
Okullarda okuma-yazmayı öğretiyoruz
@halideincekara Genç arkadaşlarım, bir karış toprak bulduğumuzda tohum, fide, soğanla buluşturalım, bir dikili ağacımız olsun. Dalından
meyve yiyen dua eder.
@FaikTUNAY
Annelik tek bir örnekle, cümleyle açıklanamaz, ama örnekse “Budur işte” diyebileceğimiz bir örnek.
Gurbeti ana rahmi edip
@idrisbaluken Ey insanlık; tüm annelere verilebilecek en
güzel hediye, çocuklarına yaşanılabilir bir
dünya bırakmaktır...
@BelmaSatir Siyaset stratejisi gibi süslü laflar bir
yana... Biz gönül bağı kurmak diyoruz...
Dokunmak diyoruz... Derdinizle dertlenmek diyoruz...
@necdetunuvar Yarabbi, bu memleket için iyi şeyler düşünenleri düşündüklerinden daha iyi bir
noktaya taşı.
@turgutdibek
Ankara’da akşam üzeri yağan yağmur
sonrası böyle güzel bir görüntüyle karşılaştık.
@muslimsarichp @SadikYakut
Erciyes her zaman heybetli.
Haziran 2014
Ben küçükken evimize 40 yaşında bir
amca gelmişti. “Aa, ne kadar büyük bir
adam” demiştim. Şimdi ben de 40 yaşındayım. Ama hiç büyümeden.
@zelkifkazdal
Bazen anlaşılamaz. Hangisi gerçek hangisi yansıma...
95
Mehmet Şükrü ERDİNÇ
@MSErdinc
AK Parti Adana Milletvekili. Member of Parliament
from AK Party
Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz.
Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz?
Twitter’ı Aralık 2011’den bu yana aktif olarak kullanmaktayım. Gün içerisinde hareketli gündemi yakalayabileceğim sıklıkta Twitter’a zaman ayırıyorum. Bununla
birlikte nerede, ne zaman, neler yapıyoruz, bununla ilgili de takipçilerimi haberdar
etmeye özen gösteriyorum.
Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi
alanınıza giriyor mu?
Bizler siyasetçiler olarak yalnızca bire bir, yüz yüze iletişim kanalı ile değil, sosyal
medya gibi alternatif dirsek teması kurabileceğimiz mecraları da halkımızla bir arada olabilmek için kullanmaktayız. Bu nedenle farklı sosyal medya ortamlarında var
olmak gerekmektedir.
Ancak dikkat ettiğimiz bir husus var ki hiçbir sosyal medya aracı birbirinin alternatifi
değildir. Dolayısıyla her bir ortamla özel olarak ilgilenmeli ve takipçileriyle irtibat
halinde olunmalıdır. Bu doğrultuda bizim için önemli olan her ortamda birbirinin
kopyası içeriklerle yer almak yerine, her sosyal platformun takipçilerine özel gönderilerle yer alabilmektir.
Bildiğiniz gibi milletvekilleri olarak
gerek genelde gerekse yerelde siyaset
yapmakta ve zaman planlamamızı bu
doğrultuda yapmaktayız. Malumunuz
sosyal medya araçlarıyla ayrı ayrı ilgilenmek de bu planlamamız içerisinde yerini
almaktadır. Bu nedenle Facebook’ta
insanımızla bir araya gelmeye gayret
ediyoruz.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini
etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne
bakımdan önemli?
Sosyal medya belirli bir kesimin mecrası olan bir ortam değildir. Demek
istediğim, yalnızca siyasi oluşumlar ya
da örneğin sanat ve spor alanlarındaki
ilgililerin yer aldığı bir platform değildir.
Bu bağlamda siyasetçiler için de bu ortam
politika üretecekleri bir platform olmaktan çok, adı üstünde, sosyalleşecekleri ve
kendi kişilikleriyle ön planda olacakları
bir ortam olarak algılanmalıdır.
Öte yandan siyaset ve sosyallik kavramlarının ayrı düşünülmesi mümkün
değildir. Dolayısıyla siyasetçiler, sosyal
medyada yalnızca yer almış olmaya değil
etkin ve doğru hareket ediyor olmaya da
özen göstermelidirler.
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız
oldu mu?
Sosyal paylaşım ortamlarından tarafımıza çok sayıda talep iletilmektedir.
Bunlarla ilgili bazı geri dönüşlerimiz
olmaktadır. Bunun yanında bazı ilginç
durumlarla da karşılaşmıyor değiliz.
Örneğin Twitter’ı ilk kullanmaya başladığım günlerde, sanırım 2012 başlarında,
takipçi sayımın bine ulaşmasına az bir
sayı kalmışken takipçilerden bininci takipçiye ne hediye vereceksiniz diye teklifler gelince kitap sözü vermiştim. Takipçi
sayımız bini bulduğunda üç kişi “bininci
takipçi ben oldum” diye mention atınca
her üç kişiye de kitap hediye etmiştik.
Haziran 2014
Unutmayacağız...
Hasan Bütüner
15. Dönem Amasya Milletvekili Hasan Bütüner 1931 Amasya doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Ziraat
Fakültesi’nde tamamlayan Bütüner, Tarla Bitkileri Yetiştirme ve Islahı, Ziraat Yüksek Mühendisi, Şeker Şirketi Bölge Şef
Muavini, Köy İşleri Bakanlığı Uzman Mühendisi olarak görev yaptı.
Hasan Bütüner’in cenazesi 3 Mayıs 2014 tarihinde Amasya Merkez Çavuş Köyü Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Nihat Kitapçı
18. Dönem Erzurum Milletvekili Nihat Kitapçı, 1928 Erzurum doğumludur. Ziraat Fakültesi’nde yüksek öğrenim gören
Kitapçı, Alpullu Şeker Fabrikası’nda mühendislik, Türkiye Zirai Donatım Kurumu Erzurum, Samsun ve Ankara Bölge
Müdürlüğü, Makine İkmal ve Etüt Konstrüksiyon Daire Başkanlığı, Erzurum Belediye Başkanlığı, Et ve Balık Kurumu
Yönetim Kurulu Üyeliği ve 46. Hükümet’te Devlet Bakanlığı yaptı.
Nihat Kitapçı için 15 Mayıs 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Kitapçı’nın cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle
namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu
24. Dönem İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, 1952 Malatya Arapgir doğumludur. Marmara Üniversitesi İktisadi
ve Ticari Bilimler Fakültesi’nde yüksek öğrenim gören Aslanoğlu, Garanti Bankası’nda Müfettiş, Şube Müdürü, Krediler
Müdürü ve Genel Müdür Yardımcısı ve Alternatif Bank Yönetim Kurulu Üyesi görevlerinde bulundu.
Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun cenazesi 17 Mayıs 2014 tarihinde İstanbul Ataköy 5. Kısım Camii’nde öğle namazını müteakip
kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Rıza Ilıman
18. Dönem Çorum Milletvekili Rıza Ilıman 1934 Çorum doğumludur. Akpınar Köy ve Ankara Gazi Eğitim enstitülerinde
öğrenim gören Ilıman, Çorum Merkez Köyleri İlkokulu Öğretmeni, Suşehri Lisesi, Çorum Ortaokulu, Merzifon Ticaret
Lisesi Öğretmeni, Sungurlu Lisesi Müdürü olarak görev yaptı.
Rıza Ilıman için 20 Mayıs 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Ilıman’ın cenazesi, Çorum Merkez Kuşsaray Köyü
Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi
Mayıs ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor,
kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.

Benzer belgeler