çevre bilinci - Türk Parlamenterler Birliği
Transkript
çevre bilinci - Türk Parlamenterler Birliği
Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Haziran 2014 Sayı: 15 Ayl ı k sürel i yay ı n Türk Kızılayı 146 yaşında Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce: Çevreye yapılan yatırım, insana ve geleceğe yapılan yatırımdır SAĞLIKLI YAŞAMIN ANAHTARI: ÇEVRE BİLİNCİ ISSN 2147-6616 9 772147 661000 15 TPB Haziran 2014 Sayı: 15 Fiyatı: 20 TL / Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Deniz Varol Elif Çelik Gökçe Doru Nehir Öztürk Pınar Ünsal Zeynep Yiğit YAYIN KURULU Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Genel Koordinatör İsmail Demir YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cd. 89/8 Çankaya / ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. sok. No:6 İvedik/Ostim/Ankara Basım Tarihi: 06.06.2014 T: 0312 395 0608 Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. H a z ir an 2014 İçindekiler KAPAK 20 Sağlıklı yaşamın anahtarı: Çevre bilinci 38 Mustafa Yılmaz: 56 Orhan Demirtaş: 64 Yahya Akman: 26 Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce: Çevreye yapılan yatırım, insana ve geleceğe yapılan yatırımdır Siyasetçi dürüst ve halkla iç içe olmalı Ülkenin yüksek menfaatleri partinin de nefsin de önünde gelmeli Katar ile tarihî bağlarımızla uyumlu bir ilişkimiz mevcut 4 Başkanın Mesajı DÜNYAPARLAMENTOLARI 5Birlik’ten 7Haberler 16Dünyadan 18 Nihat Zeybekci: Kültür coğrafyamızda ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve son dönem faaliyetleri 42 Babalar Günü kutlu olsun 55 TBMM’de Mayıs 2014’te kabul edilen yasalar 32 Tüm değerleri yeniden değerlendiren mimari: Gürcistan Parlamentosu 80 Tarih Sahnesi 86 Erbay Kücet: Sirkeci Garı’nda görücüye çıkan dergilerimiz 88Kitap 50 71 74 Saray duvarlarının en özel süsleri: Çay ve kahvedeki Mehmet Metanet Çulhaoğlu ile Türkiye hünerli eller 89Müzik 90Film 91Televizyon 92 Vekiller ne okuyor / ne izliyor 94 Sosyal medya günlükleri 95 Mehmet Şükrü Erdinç ile sosyal medya söyleşisi 96Unutmayacağız 60 Türkiye’nin şefkatli eli Türk Kızılayı Dolmabahçe Resim Müzesi 67 “Biz kısık sesleriz...” Arif Nihat Asya Kamp ve Karavan Derneği üzerine Çay ocağı çalışanları 82 Bir güçlü ses, bir yufka yürek: Metin Serezli 4 Başkanın Mesajı Huzur ve barış ortamı D Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili Demokrasi toplumun her katında bir anlaşma ve uzlaşmayı gerekli kılmaktadır. Sağlıklı bir demokrasi, vatandaşların sadece siyasal mücadelelerinin şartlarını belirleyen bir anayasaya değil, bireylerin girişimlerini de çerçeveleyen kanunlara saygılı oldukları demokrasidir. Haziran 2014 emokrasi kavramı eşitlik ve adalet ile yakından ilişkilidir. Demokratik yönetimlerde söz sahibi ne bir kişi, ne bir zümre, ne de bir grup insandır. Tüm halkın yönetimde söz sahibi olması gerektiğini söyleyen demokrasi ve cumhuriyet aynı temele oturduklarından aynı zamanda birbirinin tamamlayıcısıdır. Bu nedenledir ki cumhuriyetçi yönetim şekillerinde demokratik anlayış hakimdir. Halkı temsilen devleti idare edecek olan kişiler halk tarafından, halkın içinden seçilir. Hiç şüphesiz eşitlik, demokrasinin temel kavramlarından biridir. Yaşadığımız çağda pek çok yerde demokrasi örnekleri görülebilir. Sınıflarda herkesin eşit değere sahip oy kullanarak sınıf başkanı seçmesi, lise öğrencilerinin ayrım olmaksızın aynı üniversite sınavına giriyor olması buna örnek olarak verilebilir. Medeni Kanunumuzun da demokrasi adına çıkarılan bir kanun olduğunu belirtmeliyiz. Eşitsizlik ve adaletsizliğin olduğu yerde huzursuzluk ve sorunların olacağını ifade etmek isterim. Demokrasinin olduğu yerde huzurlu ve sorunsuz bir toplum olduğu gibi halkın refah düzeyinin artırılması da demokrasinin yegane amacıdır. Sözlük anlamına baktığımızda demokrasinin bir rejim değil, yönetme biçimi olduğunu görür, çoğunlukla “halkın egemenliği” olarak tanımlayanlara rastlarız. En temel ve özet tanımı ile demokrasi, “çoğunluğun iktidarı, azınlığın haklarının korunması”dır. Temsilî demokrasi ve katılımcı demokrasi olarak iki grupta değerlendirilen demokrasilerde uzlaşma önemlidir. Seçme ve seçilme hakkı, ifade özgürlüğü, azınlığın haklarının korunması demokrasinin temel ilkelerindendir. Demokrasi toplumun her katında bir anlaşma ve uzlaşmayı gerekli kılmaktadır. Sağlıklı bir demokrasi, vatandaşların sadece siyasal mücadelelerinin şartlarını belirleyen bir anayasaya değil, bireylerin girişimlerini de çerçeveleyen kanunlara saygılı oldukları demokrasidir. Yazılı olmayan ve hukuktan doğmayan uzlaşma kültürü ile uzlaşma yöntemi iyi kullanılabilirse değer kazanır. Bir toplumun ekonomisi ne kadar gelişmiş olursa olsun eğer siyasiler uzlaşmazlığı yeğlerlerse siyasal mücadelenin hukuki düzenleme yoluyla yürütülmesi bir anlam ifade etmeyebilir. Eğer siyaset adamları bir ortak eylemde anlaşmayıp kendi görüşlerinin doğru olduğunda direnirlerse, şartlar ne kadar elverişli olursa olsun rejimin işleyişi zorlaşır. Fertlerin birbiriyle çelişen ayrı menfaatleri olacağından çelişkiler ve çatışmalar demokratik rejimde doğal görülmektedir. Demokrasi hoşgörüyü beraberinde taşır. Çoğulcu ve bireyci siyasal ortamda doğal görünen çatışmalara ve çelişkilere rağmen sistemin işleyebilmesi beraber yaşama iradesine, menfaatler kavgasını barışçı yollarla hukuk düzeni içinde yürütme ve en nihayet uzlaşma yeteneğine bağlıdır. Hoşgörü ve uzlaşma için sadece anayasa veya yasa değiştirmenin yeterli olmadığını milletçe yaşadık ve yaşıyoruz. Bunun için toplumsal alt yapının ihmal edilmemesi gerektiğine inanmamız lazım. Özellikle uzlaşma ve hoşgörünün toplumda yer edinememesinin, insanlarımızı birbirlerine karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesi yapar duruma düşürdüğünü de söyleyebiliriz. Demokratik toplum olmanın ilk şartı, kadının ve çocuğun korunarak aile içinde birey hale gelmesi, ailede söz sahibi olmasıdır. Aile içinde düşüncesini açıkça söyleyebilen, baskı altında yetişmeyen şahıslar demokratik toplumu oluşturabilirler. Ayrıca demokratik toplumu okullarda geliştirmenin yolları önemsenmelidir. Zira bireyin toplumsallaşmasında okulun yeri ve önemi büyüktür. Bu nedenle geçtiğimiz yıllarda TBMM öncülüğünde Millî Eğitim Bakanlığı ile ortaklaşa yürütülen “Öğrenci Meclisi” projesinin devam etmesi gerekmektedir. İnsan haklarının, demokrasinin, uzlaşmanın ve hoşgörünün ilkokullardan başlayarak tüm eğitim sürecinde anlatılması, yerleştirilmesi gerekir. Ülkemizde de temel eğitim aşamasında öğrenci temsilcilerinin seçilmesi, bazı kararların alınmasına öğrencilerin katılması, çeşitli konuların sınıflarda tartışılarak farklı görüşleri dinlemenin ve o görüşlere tahammül edilmesi gerektiğinin öğretilmesi lazımdır. Aksi takdirde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görülen üzücü manzaralar maalesef sürüp gidecektir. Birlik’ten Nevzat Pakdil: 19 Mayıs 1919, milletimizin istiklal ve istikbal meşalesini yaktığı gündür 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayımlayan Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, “Gençlerimize büyük önem veriyor, onların aydınlık geleceği için her türlü imkanı seferber ediyoruz” dedi. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Atatürk’ün millî mücadeleyi başlatmak üzere Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 tarihinin 95’inci yıldönümünü kutlayan Pakdil, “Bu ülkenin yarınları için şehit düşen tüm vatan evlatlarımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum” dedi. Anadolu’yu işgal etmek ve bir milleti tarihe gömmek isteyenlere karşı 19 Mayıs 1919’da millî mücadele meşalesinin yakıldığını ifade eden Pakdil, “Türk milletinin birlik ve beraberlik içinde, vatanın istiklali ve istikbali için canını ortaya koyarak yürüttüğü millî mücadele sonucunda zafere ulaşılmıştır. 19 Mayıs ruhu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamış, milletimiz istiklal ve istikbali için her tür zorluğun üstesinden gelebileceğini tüm dünyaya göstermiştir” değerlendirmesinde bulundu. Nevzat Pakdil mesajında 19 Mayıs 1919’da yakılan meşalenin Türk milletinin yolunu çok kuvvetli bir şekilde aydınlattığını belirterek, “95 yıl önce millî bir hedef ortaya konulmuş ve bu hedefe ulaşmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde büyük bir mücadele verilmiştir. Topraklarımızı düşman işgalinden kurtarmak için canını ortaya koyan, bu uğurda şehit düşen tüm vatan evlatlarımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum” dedi. “Gençlerimize büyük önem veriyoruz” Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, bugün Türkiye’nin gelişen demokrasisi, büyüyen ekonomisiyle bir dünya devleti olduğuna işaret ederek, “Ülkemiz önüne koyduğu hedeflere ulaşma noktasında azimle ve kararlılıkla ilerlemektedir” dedi. Milliyet gazetesinin 1980 yılında ek olarak verdiği, Kurtuluş Savaşı’nı belgelemek üzere 1969-70 yıllarında İstiklâl Harbi adıyla hazırlanan gazeteden alıntıdır. Türkiye’nin genç ve dinamik bir nüfusa sahip olduğunu kaydeden Pakdil, “Gençlerimize büyük önem veriyor, onların aydınlık geleceği için her türlü imkanı seferber ediyoruz” dedi. “Hedefi olmayan gemiye rüzgar bile yardım edemez” sözünü hatırlatan Nevzat Pakdil, gençlere kendilerine hedef koymaları ve başarıya ulaşmak için çok çalışmaları çağrısında bulundu. Pakdil, “Geçmişini iyi bilen, geleceğini planlayan, millî ve manevi değerlerinden taviz vermeyen; atasına, yaşlısına, engellisine sahip çıkan bir gençlik ülkemizi en ileri noktalara taşıyacaktır” dedi. Nevzat Pakdil mesajında Soma’daki maden faciası dolayısıyla 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nın bu yıl buruk bir şekilde kutlandığına işaret ederek, “Milletçe hepimizi hüzne boğan maden ocağı yangınında hayatını kaybeden işçilerimize Yüce Allah’tan rahmet ve mağfiret diler, kederli ailelerinin acısını yürekten paylaşır, yaralı vatandaşlarımıza acil şifalar dilerim. Milletimizin başı sağ olsun” dedi. Haziran 2014 5 6 Birlik’ten “Türkiye her zaman Kıbrıs’ın yanında olmaya devam edecek” “Kıbrıs’ta Çözüm Sonrası Beklentilerin Karşılanması” çalıştayı Ankara’da gerçekleştirildi. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Türkiye’nin her zaman Kıbrıs’ın yanında olmaya devam edeceğini vurguladı. Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği’nin (EkoAvrasya) düzenlediği “Kıbrıs’ta Çözüm Sonrası Beklentilerin Karşılanması” konulu çalıştay, KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr. Sibel Siber, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün, Ankara Milletvekili Tülay Selamoğlu ve Iğdır Milletvekili Sinan Oğan’ın da katılımıyla Ankara’da gerçekleştirildi. Sözlerine “Soma bizlerin ortak acısıdır, ortak yasımızdır” diyerek başlayan KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr. Sibel Siber, “Kıbrıs’ta çözüm yönünde hareketliliğin arttığı bu günlerde düzenlenen ‘Kıbrıs’ta Çözüm Sonrası Beklentilerin Karşılanması’ konulu çalıştay şüphesiz ayrı bir önem kazanmaktadır” dedi. Siber, 18 ay aradan sonra iki toplum arasında yeniden başlayan müzakerelerden tüm beklentilerinin, bu sorunun adil ve kalıcı bir çözümle sonuçlanması ve Kıbrıs’ın artık bir sorun olarak değil, bir barış adası olarak anılması olduğunu ifade etti. Haziran 2014 Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil ise Türkiye’nin her zaman Kıbrıs’ın yanında olduğunu, bundan sonra da olmaya devam edeceğini vurguladı. Ankara Milletvekili Tülay Selamoğlu, “TBMM’de farklı görüşler vardır, ancak mesele Kıbrıs olduğunda hepimiz tek yürek oluruz, çünkü Kıbrıs bizim canımızdır” diye konuşurken, Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün, “Kıbrıs bizim için bir memleket meselesidir. Türkiye ne kadar güçlü olursa diğer Türk devletleri ve Kıbrıs da o kadar güçlü olacaktır” değerlendirmesi yaptı. Iğdır Milletvekili Sinan Oğan da konuşmasında Türkiye ile Kıbrıs arasındaki güçlü bağa işaret etti. Açılış konuşmalarının ardından oturumlara geçilen çalıştayda, Kıbrıs’ta toplumlararası müzakerelerde tartışılan konular ve tarafların bu konularla ilgili değerlendirmeleri masaya yatırıldı. Çalıştay sonrası hazırlanacak raporlar Türkiye Cumhuriyeti ve KKTC devlet yetkililerine sunulacak. Soma’nın Eynez mevkiindeki kömür madeni ocağında, giriş kısmının 400 metre altında 13 Mayıs günü elektrik panosundan kaynaklandığı açıklanan yangın meydana geldi. Vardiya değişimi dolayısıyla 787 işçinin bulunduğu madenin 2 kilometrelik galerisinde çıkış kısmına yakın olan işçiler dışarı çıkmayı başarırken, 301 işçi yangın sebebiyle 800 metre derinlikte mahsur kalarak karbonmonoksit gazı zehirlenmesi sonucu hayatını kaybetti. Yangın nedeniyle elektriklerin kesildiği ve asansörlerin kullanılamadığı madende ilk olarak çevredeki bir maden ocağından gelen tahliye ekibi kurtarma çalışması başlattı. Çevre illerden yapılan takviyelerle birlikte kurtarma çalışmalarında toplam 27 ambulans, 3 kurtarma ekibi ve 1 helikopter kullanıldı. Kurtarılan işçiler hastaneye kaldırılırken galerilere temiz hava verildi. Türk Kızılayı kazanın hemen ardından bölgeye bir öncü araç ile uzman personel gönderdi. Mahsur kalan işçiler için Ege Bölgesi Afet Yönetim Merkezi alarm durumuna geçti ve Manisa Şubesi yetkilileri de yerel yöneticilerle görüşerek ihtiyaç tespiti yaptı. Devletin tüm imkanlarının seferber edildiği ve Türkiye’nin dört bir yanındaki duyarlı vatandaşların çeşitli yardımlarda bulunduğu Soma’da hayatını kaybeden maden işçilerinin yakınlarının kimseye muhtaç olmadan yaşamaları için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nca çalışmalar yürütülüyor. Millî Eğitim Bakanlığı ise maden kazasından dolayı travma yaşayan 6-10 yaş arası yaklaşık 100 çocuk için yaz okulu, 11-18 yaş arası yaklaşık 100 çocuk ve genç için de yaz kampı düzenledi. TBMM’de Soma maden kazasıyla ilgili olarak kurulan Araştırma Komisyonu ise parti gruplarının bildirdiği üyelerin isimlerinin TBMM Genel Kurulu’nda okunmasının ardından ilk toplantısında görev bölümü yapacak ve yol haritasını belirleyerek çalışmalarına başlayacak. Plan ve Bütçe Komisyonu, taşeron ve madenlerde çalışanlarla ilgili düzenlemelerin yer aldığı torba yasa tasarısını ele alacak. 8 Haberler 2 il, 7 ilçe ve 5 beldede seçimler yinelendi Mahalli yöneticileri belirlemek üzere 2 il, 7 ilçe ve 5 beldede 1 Haziran’da yeniden sandık başına gidildi. AK Parti 5, MHP ve CHP 3, BDP 2, SP ise 1 yerde seçimi kazandı. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) kararıyla yinelenen Yalova Belediye Başkanlığı seçimini, resmî olmayan sonuçlara göre CHP adayı Vefa Salman kazandı. Geçerli oyların 29 bin 227’sini Salman, 28 bin 999’unu ise AK Parti adayı Yakup Koçal aldı. Ağrı’da yinelenen belediye başkanlığı seçimini ise yüzde 50,9 oyla BDP adayı Sırrı Sakık kazandı. Resmî olmayan sonuçlara göre Bitlis’in Güroymak ilçesinde BDP’li aday Mehmet Emin Özkan yüzde 55,6 oyla belediye başkanı seçildi. Çorum’un Ortaköy ilçesine bağlı Aştavul beldesinde yüzde 49,6 oyla CHP’li aday Dursun Uzunca seçimi kazanırken AK Parti’nin oy oranı yüzde 49,2 oldu. Yozgat’ın Sorgun ilçesine bağlı Eymir beldesinde yüzde 52,4 oy oranıyla AK Parti adayı Çetin Mertoğlu kazandı. Bayburt’un Aydıntepe ilçesinde MHP adayı Haşim Şentürk 877 oyla belediye başkanı oldu. Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlı Çadırkaya beldesinde belediye başkanlığını 520 oyla Saadet Partisi adayı İshak Birol kazandı. Aydın’ın Buharkent ilçesinde AK Parti adayı Mehmet Erol 3 bin 855 oyla belediye başkanı seçildi. Çankırı’nın Şabanözü ilçesinde MHP’li Mustafa Karakaya, yüzde 50,1 oyla belediye başkanı oldu. Kastamonu’nun Çatalzeytin ilçesindeki belediye başkanlığı seçimini 848 oyla AK Parti adayı Musa İhsan Uğuz kazandı. Niğde merkeze bağlı Bağlama beldesinde yinelenen belediye başkanlığı seçiminin galibi 698 oyla MHP’nin adayı Murat Karakuzu oldu. Tokat’ın Yeşilyurt ilçesinde belediye başkanlığı seçimini mevcut başkan AK Partili Kazım Misafir 1525 oyla kazandı. Eskişehir’in Mahmudiye ilçesinde CHP adayı İshak Gündoğan yüzde 58,7 oyla belediye başkanı seçildi. Afyon’un Emirdağ ilçesinde ise Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nda yapılan değişiklikle nüfusu 2 binin altında kaldığı için belde statüsü iptal edilen ve Ankara 7. İdare Mahkemesi tarafından tüzel kişiliğinin devam etmesi yönünde karar verilen Gömü beldesinde, belediye bakanlığını AK Parti adayı Hakkı Tekin 499 oyla kazandı. Haziran 2014 Haberler 20. Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı ve Konferansı 20. Uluslararası Enerji ve Çevre Fuarı ve Konferansı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın katılımıyla gerçekleşti. Taner Yıldız konferansta yaptığı konuşmada “Nisan ayının başında, Kemerköy termik santralimiz özelleştirmeden 2 milyar 641 milyon dolarlık teklif aldı. Bunu değerlendirerek Özelleştirme Yüksek Kurulu’na (ÖYK) sunacağız; ÖYK değerinde görürse verecek, değerinde görmezse vermeyecek. Şu anda Çatalağzı ile ilgili altı, Yatağan ile alakalı on dokuz teklif var. Türkiye gerek siyasette, gerekse enerji sektöründeki öngörülerinde gel-gitler yaşamadı. Öngörülerinde sabit, ama doğru bir noktayı seçmeye gayret etti. Biz nükleer yapacağız dedik, dünyada halen tartışmalar var. Ama sürdürülebilir stratejinin nükleeri yapmaktan geçtiğine kanaat getirdik. Eğer 2 nükleer santrali 10 yıl önceden başlamış da bitirmiş olsaydık 7,6 milyar dolar daha az ithalat yapmış olacaktık” dedi. Nükleer güç santrallerine ortak alacaklarını anımsatan Yıldız, “Nükleer santrallerde yüzde 5-10-20 yerli ortak alacağız. Her iki santral için de bunu yapacağız. Kamunun bir miktar payı olabilir” diye konuştu. Türkiye’de Konya Karapınar Ayrancı bölgesinin dümdüz bir arazi olduğunu ve kara ile ufuk çizgisinin burada birleştiğini söyleyen Yıldız, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Oraya özel bir çalışma yapıyoruz. 3 bin megavatlık güneş santrali için o bölgeyi açacağız. Tarım arazisi değil. 600 megavatlık santrale, TEİAŞ’ın EPDK’nın yaptığı çalışmaya biliyorsunuz 15 katı kadar talep geldi. Orada 3 bin megavatlık dünyanın en büyük santralini kuracağız. İletim hatlarını ona göre dizayn ettiriyoruz. Uluslararası yatırımcılar ‘Burayı bize verin, güneş santralleri, fabrikalar yapalım, burada elektrik üretelim’ diyorlar. Bu firmaların sayısının artacağı kanaatindeyiz.” Tarımda Ar-Ge çalışmalarında kamu-özel sektör işbirliği Tarımda Araştırma-Geliştirme (Ar-Ge) çalışmaları konusunda kamu-özel sektör işbirliği toplantısı TİGEM Gazi Tesisleri’nde yapıldı. Tarım alanında yeni teknolojilerin geliştirilmesi amacıyla Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mirmahmutoğulları başkanlığında gerçekleştirilen toplantıya ASELSAN Yönetim Kurulu Başkanı Vali Hasan Canpolat, GAP İdaresi Başkanı Sadrettin Karahocagil ve ilgili bürokratlar katıldı. Toplantıda; kamu, üniversite ve özel sektör Ar-Ge çalışmalarının tarım sektörünün ihtiyaçları, girdi kullanım etkinliğinin artırılması, girdi maliyetlerinin azaltılması, çevre dostu ve hassas tarım tekniklerinin yerli teknolojilerin geliştirilerek yaygınlaştırılması, işbirliği alanlarının belirlenmesi konularında değerlendirmeler yapıldı. Ele alınan konularla ilgili çalışma grupları oluşturuldu ve belli bir takvim çerçevesinde çalışmalara devam edilmesi yönünde ortak karara varıldı. Haziran 2014 9 10 Haberler Bakan Davutoğlu: Balkanlar’ı yükselen bölge yapabiliriz Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Balkanlar’ın en büyük yatırım konferansı olan Saraybosna İş Forumu’na katıldı. Forumun açılış konuşmasını yapan Davutoğlu, bölgesel stratejik işbirliğinin önemini vurgulayarak, “Şimdiki duruma bakarsak kritik, tarihî bir dönüm noktasında olduğumuzu söyleyebiliriz. Tarihî akışları kaçıranlar zaman kaybeder, gelişme yolunda durgunluk yaşar. Ben stratejik anlamda üç devlet tipinden bahsederim; birincisi vizyonlu ve iyi hükümetli devletler, onlar büyüyor; ikincisi vizyonda çok yaratıcı değil, fakat uluslararası sistemde statüsünü koruyan devletler; üçüncüsü ise vizyonu ve administrasyonu olmayanlardır. Vizyon, tarihin akışını anlayabilmek ve ulusal kapasiteyi iyi bilmektir. Coğrafi konum ve nüfus size verilen bir şeydir, nasıl kullanacağınız size bağlı” ifadelerini kullandı. Balkanlar’ın, bölge ülkelerinin birleşmesi ve ortak hareket etmesi ile büyüme göstereceğini kaydeden Davutoğlu, bölgesel işbirliğine Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ı örnek vererek, “Bütün bu tecrübelerle Balkanlar’ı yükselen bölge yapabiliriz, fakat bunun için güçlü siyasi irade ve ortak yaklaşım gerekir. Eğer bu ülkeler ortak olmazsa büyük pazarlar için çok küçük oyuncular olur” dedi. Bu yıl beşincisi düzenlenen Forum’a Ahmet Davutoğlu’nun yanı sıra Karadağ Cumhurbaşkanı Filip Vuyanoviç, Slovenya’nın eski Cumhurbaşkanı Danilo Türk, Katar Dışişleri Bakanı Khalid Bin Mohammed Al Attiyah, dünyanın en büyük yatırım fonlarından biri olan Katar Investment Authority Genel Müdürü Ahmad Al Sayed, Malezya Prensi Perak Raja Dr. Nazrin Shah ile iş ve siyaset dünyasından da çok sayıda isim katıldı. Haziran 2014 “Stres ve Başa Çıkma Yolları” TBMM İnsan Kaynakları Başkanlığı tarafından TBMM’de çalışan personele modern çağın hastalığı olarak nitelendirilen stresi tanıtmak ve nasıl baş edilebileceğini öğretmek amacıyla düzenlenen “Stresin Nedenleri, Sonuçları ve Başa Çıkma Yolları” başlıklı konferans Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Abdülkadir Çevik tarafından verildi. Stressiz bir hayatın olmadığını belirten Çevik, “Stres kişi hayatında yerine göre bir tehlike olduğu gibi aynı zamanda bir fırsattır. Kazandırdıkları olduğu gibi kaybettirdikleri de vardır” dedi. Konferansta “karar almada zorluk çekenler, konuşma zorluğu yaşayanlar, nedensiz yere ağlayanlar, dişlerini gıcırdatanlar, sinirsel tik sahibi olanlar, kolay yorulanlar, uyuyamayanlar, uyanamayanlar, mide sancısı, baş ağrısı, boyun ağrısı, sırt ağrısı çekenler, iştahını yitirenler, iştahı açılıp ne yediğini bilemeyenler, neşesini yitirenler” gibi konu başlıkları ele alınırken şu sorular üzerinde duruldu: Sürekli yorgun musunuz? Sabahları yorgun mu kalkıyorsunuz? Kendinizi endişeli ya da panik halinde mi hissediyorsunuz? Başkalarına tahammül gösteremiyor musunuz? Bir konuya yoğunlaşmakta güçlük çekiyor, dikkat dağınıklığı mı yaşıyorsunuz? Uyku probleminiz mi var? Yaptığınız işlerden artık zevk almıyor musunuz? Kendinizi değersiz, yetersiz, güvensiz ya da terkedilmiş mi hissediyorsunuz? Eskiye göre daha alıngan bir hale geldiğinizi mi düşünüyorsunuz? Çabuk mu sinirleniyorsunuz? Gelecekle ilgili olumsuz düşünceleriniz mi var? Zihniniz sürekli bir şeylerle mi dolu? Güven eksikliği içinde, unutkan ya da karamsar mısınız? Sürekli gergin ve depresif bir halde misiniz? Konferansa İnsan Kaynakları Başkanı Liman Peker, Basın, Yayın ve Halkla İlişkiler Başkanı Ali Özer, Milletvekili Hizmetleri Başkanı İsmail Kargulu, üst düzey bürokratlar, TBMM personeli ve çok sayıda davetli katıldı. Haberler Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) 10 Projesi Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) Konferans Salonu’nda düzenlenen “Uzmanlaşmış Meslek Edindirme Merkezleri (UMEM) 10 Projesi” protokol ve ödül töreni, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın katılımıyla gerçekleşti. Törende konuşan Faruk Çelik, işsizlikle mücadelede son derece önemli olan ve kamu yaklaşımı ile özel sektör bakış açısını aynı noktada buluşturan UMEM projesinin herkese hayırlı olmasını diledi. İşsizlikle mücadelenin yalnızca Türkiye ekonomisinin sorunu olmadığını, aynı zamanda bütün dünyanın sorunu olduğunu belirten Çelik, dışarıda ve içeride yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Türkiye’nin işsizlikle mücadelede kayda değer bir başarı elde ettiğini dile getirdi. İş gücüne katılma oranının yüzde 46,3’ten yüzde 50,8’e, istihdam oranının ise yüzde 41,3’ten yüzde 45,9’a yükseldiğini kaydeden Çelik, genç işsizlik oranının 2013’te yüzde 18,7’ye gerilediğini söyledi. Bakan Çelik, son 11 yılda yaklaşık 1 milyon kişiye mesleki eğitim verildiğini dile getirerek sözlerine şöyle devam etti: “Hükümet olarak işsizliği azaltacak, üretimi, ihracatı ve istihdamı artıracak her adımın destekçisiyiz. Biz, özel sektör odaklı bir kalkınmanın daha sağlıklı ve sürdürülebilir olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple bugüne kadar uyguladığımız sigorta prim indirimiyle işverenlerimize toplam 34,3 katrilyon destek sağladık.” Millî Eğitim Bakanı Nabi Avcı ise konuşmasında artık iş gücü piyasasında mesleklerin eskidiğini ve yeni mesleklerin ortaya çıktığını belirterek mesleki ve teknik eğitimi kalkınmanın en temel ögelerinden biri olarak gördüklerini söyledi. Bakan Avcı, “Milyonlarca gencimize mesleki eğitim verdik. Sektörün ihtiyaçlarına göre mesleki ve teknik eğitimlerin gözden geçirilmesini önemsedik. Nitelikli insan gücünün artırılması uluslararası rekabet için hayati öneme sahip. Bir tarafta nitelikli eleman şikayeti bir tarafta işsizlik var. Bu nedenle mesleki eğitimi ve nitelikli eğitim üzerine yapılacak tüm çalışmaları desteklemeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı. Protokol ve ödül törenine TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, İŞKUR Genel Müdürü Nusret Yazıcı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakan Yardımcısı Halil Etyemez ile çeşitli STK temsilcileri de katıldı. Konuşmaların ardından UMEM Beceri’10 protokolü Bakan Avcı, Bakan Çelik ve TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu arasında imzalanırken proje kapsamında ödül alan firmalara plaket takdim edildi. Haziran 2014 11 12 Haberler Sporda Doping Komisyonu Raporu açıklandı Sporda Doping Komisyonu Başkanı, AK Parti İstanbul Milletvekili Osman Aşkın Bak, düzenlediği basın toplantısında Türk sporunda yaşanan doping sorununun araştırılması ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla kurulan komisyonun raporunu açıkladı. Türkiye’de dopinge karşı mücadele etmesi gereken kurum ve kuruluşlar arasında ciddi bir koordinasyon eksikliği olduğunu belirten Bak, sporcu sağlığına yönelik birimlerin yetersiz kaldığını kaydetti. Sporcu seçimi ve üst düzey performans sporcusu yetiştirilmesi hususunda bilimsel metotlardan yeterince yararlanılmadığını ifade eden Bak, sporcu, çalıştırıcı ve yöneticilerin doping konusunda yeterince eğitimli ve bilinçli olmadığını söyledi. Türkiye’de dopingle mücadele kapsamında, Türkiye Doping Kontrol Merkezi’nin tekrar akredite edilmesi çalışmalarının sürdüğünü belirten Osman Aşkın Bak, sözlerine şöyle devam etti: “Komisyon toplantılarında, sporda dopingle etkin ve kararlı bir şekilde mücadele etmek için üzerinde en çok durulan konu, yeni bir kurumsal yapı oluşturulması önerisi olmuştur. Bu kapsamda Türkiye’nin dopingle mücadelesinin tek bir kurumsal yapı içinde koordine edilmesinin ve yönlendirilmesinin, dopingle mücadele mevzuatının geliştirilmesinin ve uluslararası standartlarda uygulanmasının sağlanması amaçlanmaktadır. Spor Genel Müdürlüğü bünyesinde yeteri kadar spor hekimi, diyetisyen, fizyoterapist ve psikolog istihdam edilmelidir. Dopingin sadece sporcu sağlığını değil, aynı zamanda halk sağlığını da etkileyen bir konu olması nedeniyle komisyon toplantılarında takviye edici gıdalar, sporcu gıdaları ile dopingli madde içeren ürünlerin kaçak yollarla ülkeye girişinin önlenmesine, bu tür ürünlerin özel spor salonlarında, internet ve televizyon üzerinden satışının, reklamının ve tanıtımının denetimine yönelik değerlendirmelerde bulunulmuş, öneriler geliştirilmiştir. Bu kapsamda, raporda takviye edici gıdalar ve sporcu gıdalarının özel spor salonlarında satışının, Gençlik ve Spor Bakanlığı İl Müdürlüklerinin sorumluluğu ve koordinatörlüğünde denetimine, bu ürünlerin internet Haziran 2014 ve televizyon üzerinden satışı, reklamı ve tanıtımının denetimi ve kontrol altına alınması konusunda Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın, Reklam Özdenetim Kurulu’nun ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın mevzuatında açık bir düzenleme yapılmasına yönelik öneriler geliştirilmiştir. Diğer yandan, ülkemizde yetersiz olan olimpik sporcu sayısını artırma ve var olan sporcuları doping konusunda bilinçlendirmede, amatör ve profesyonel sporculara ulaşma bakımından en etkin araç, hiç kuşkusuz spor medyasıdır. Raporumuzda, dopingin sağlık üzerine olumsuz etkilerini öne çıkaran haberler yapılması ve yasaklı madde kullanımı nedeniyle ceza alan sporcuların reklam ve tanıtımlarda yer almamasına özen gösterilmesi hususları özenle vurgulanmıştır.” “Doping sporun kanseri” Gazetecilerin sorularını da yanıtlayan Osman Aşkın Bak, doping maddesinin uyuşturucu kapsamında değerlendirilmesi için çalışmaların olduğunu belirtti. Halk sağlığı açısından böyle yaptırımlara ihtiyaç olduğunu dile getiren Komisyon Başkanı, Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç ile toplantı yapacaklarını, ilgili taraflarla da görüştükten sonra bir kanun teklifinin gündeme gelebileceğini kaydetti. Dopingin “sporun kanseri” olduğunu belirten Bak, doping maddesi kullanımı olan spor salonu kontrolünün de daha sık yapılması gerektiğini kaydetti. Bu konuya daha fazla önem verilmesi gerektiğini dile getiren Bak, “Buraların iyi denetlenmesi gerekiyor. Buz dağının altında görünmeyen kısmı gençlerin arasında yaygınlaşan doping maddesi kullanımları. Steroid kullanıyorlar. Bunların sonucu ya uyuşturucuya ya kontrolsüz bir güce götürür. Buralardaki yapıları kontrol etmek gerekiyor. Bakanlıklara bu konuda görevler düşüyor” dedi. AK Parti İstanbul Milletvekili Mehmet Domaç, ilaçların kaçak olarak yurt dışından gelmesinin engellenmesi gerektiğini; hassas davranarak, kaçakçılığını önleyerek ve ayrım yaparak bu konunun düzenlenebileceğini kaydetti. MHP Kahramanmaraş Milletvekili Mesut Dedeoğlu ise ortaya çıkan sonuç bildirgesi doğrultusunda bir kanun teklifi hazırlanmasını önerdi. Haberler Bakan Çavuşoğlu: Türkiye, ekonomisi hızla büyüyen bir ülke Türk-İslam Sanatları sergisi Ankara Kalesi civarında son yıllarda yapılan değişiklikler dikkat çekerken, özellikle antika ve eski eşya satan işyerleri çoğaldı. At Pazarı ve Arslanhane Camii çevresinde yoğunlaşan bu mekanlara bir yenisi eklendi. Açılını Kültür eski Bakanı Namık Kemal Zeybek’in yaptığı Emin Antik Sanat Galerisi’nin açılışında geleneksel Türk süsleme sanatında adını duyuran Yurdagül Özsavaşçı’nın eserleri sergilendi. TPB Parlamento dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet’in de açılışına katıldığı sergide, Türk-İslam sanatlarının özgün örneklerine yer verildi. Galeri sahibi Emin Can Terzioğlu, galerinin Ankaralı sanatseverlerin uğrak yeri ve buluşma noktası olmasını hedeflediklerini belirterek, açılışa katılanlara teşekkür etti. Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Mevlüt Çavuşoğlu 14 Mayıs 2014 tarihinde 2014-2015 Dönem Başkanlığını Türkiye’nin üstlendiği Küresel Göç ve Kalkınma Forumu’nun (GFMD) açılış törenine katıldı. İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen törende konuşan Çavuşoğlu, göç ile kalkınma arasında karmaşık ve çok boyutlu bir ilişki olduğunu söyledi. AB perspektifine sahip bir ülke olarak Türkiye’nin göç alanında kaynak, güzergah ve hedef ülkeler arasında diyalogun geliştirilmesi ve düzensiz göçün önlenmesi konusunda katkı vermeye çalışacağını ifade eden Bakan Çavuşoğlu, “Göç kaçınılmaz bir olgu. Kontrollü göç nasıl sağlanabilir, entegrasyonun politikaları nasıl olmalıdır ve bu konuda nasıl bir işbirliği yapılabilir, bunun üzerinde durmak lazım” dedi. Türkiye’nin on sene önce göçün kaynağı ve transit bir ülkeyken şimdi göçmenler için cazip bir ülke haline gelmeye başladığını söyleyen Çavuşoğlu sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye son on yılda yaptığı reformlar ve uyguladığı politikalarla ekonomisi hızla büyüyen bir ülke. Sosyal yapısı güçlenmiştir, yaptığı reformlarla hem insanlarının daha iyi yaşayabileceği bir ülke olmuştur hem de çok önemli fırsatlar sunmaya başlamıştır. Komşu ülkelerden, hatta AB ülkelerinden Türkiye’ye çalışmak için gelenleri görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye tüm bu özellikleriyle önemli bir tecrübeye sahip oldu. Bu aslında bugünün şartlarında Türkiye’nin AB’ye girmeye ne kadar hazır olduğunun göstergesidir ve vize serbestisi geldiğinde tüm Türklerin AB’ye akın edeceği şehir efsanesini de yalanlamaktadır.” Çavuşoğlu, Türkiye’nin Suriyeli mültecilere yönelik yardımlarını da dile getirirken uluslararası toplumun Suriye’nin sınır komşularına daha fazla destek olması çağrısı yaptı. Üniversiteli gençlere yasama eğitimi TBMM Kanunlar ve Kararlar Başkanlığı yasama uzmanları, Hukuk ve Siyasal Bilgiler fakülteleri öğrencilerine yasama bilgilendirme eğitimi verdi. Eğitim programı kapsamında öğrencilere TBMM’ye ilişkin temel kavramlar ve kurumlar, kanun yapım süreci, mevzuat hazırlama usul ve esasları, ihtisas komisyonları ve komisyonlarda yasama süreci, TBMM Genel Kurulu’nda yasama süreci ve Cumhurbaşkanlığı aşaması, Parlamenter Denetim yolları, Bütçe ve Kesinhesap Kanunu yasalaşma süreci ile TBMM web sayfasının tanıtımı konularında sunumlar yapıldı. Öğrenciler program süresince ayrıca AK Parti Çankırı Milletvekili İdris Şahin, MHP Isparta Milletvekili Süleyman Nevzat Korkmaz, Kanunlar ve Kararlar Başkanı Habip Kocaman, Hukuk Hizmetleri Başkanı Yıldız Bezginli ve Bütçe Başkan Yardımcısı Remzi Çiftepınar’ı ziyaret ederek yasama, denetim, bütçe ve hukuk hizmetlerine ilişkin bilgi aldı. Haziran 2014 13 14 Haberler 3. İstanbul Uluslararası Su Forumu Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye Su Enstitüsü (SUEN) tarafından Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen 3. İstanbul Uluslararası Su Forumu’nun açılışına katıldı. Bakan Eroğlu açılışta yaptığı konuşmada, 5. Dünya Su Forumu’na 33 bin kişinin katıldığını, forumdan bütün ülkelerin çeşitli faydalar elde ettiğini dile getirerek İstanbul Su Mutabakatı’nı 1112 belediyenin imzaladığını söyledi. Dünya nüfusunun üçte birinin, yeterli miktarda sağlıklı suya erişemediğini ifade eden Veysel Eroğlu, Türkiye olarak fakir ülkelere yardım için seferberlik başlattıklarını, geçen yıl TİKA vasıtasıyla 2,5 milyar dolarlık destek verdiklerini kaydetti. Kurak dönemlerdeki su ihtiyacını karşılamak için suyun biriktirilmesi gerektiğini dile getiren Eroğlu, “Son 10 yılda 268 büyük baraj inşa ettik. Dünyada baraj inşaatında üçüncü sıradayız” diye konuştu. Bakan Eroğlu, barajlardaki suyun şu anda kontrol edildiğini, ama vatandaşların tasarruf yapmasında fayda olduğunu belirterek sözlerine şöyle devam etti: “Şu anda dünya nüfusunun üçte biri, yani yaklaşık 2 milyar insan yeterli miktarda sağlıklı suya ulaşamıyor. Ama Türkiye’de, Allah’a şükür, hükümetimiz sayesinde susuzluk diye bir problem kalmadı, son 10 yılda neredeyse susuz köyümüz kalmadı. Su zengini değiliz, Türkiye yarı kurak iklim bölgesinde, bunu herkesin bilmesi lazım. Suyu tasarruflu kullanmak kültürümüzde var. Vatandaşlarımız suyu israf etmeden kullansınlar, boşa akıtmasınlar.” 12 yıllık ulaştırma yatırımı 172 milyar Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın hi- mayesinde Karayolları Genel Müdürlüğü ve Yollar Türk Millî Komitesi’nce düzenlenen “1. Karayolu Akıllı Ulaşım Sistemleri Kongre ve Sergisi” Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan’ın katılımıyla gerçekleşti. Temel amacı, bilim ve teknolojideki yeniliklerin ulaşım sektörüne adapte edilmesi, Akıllı Ulaşım Sistemi (AUS) uygulamalarının tartışılması, bu alandaki bilgi ve deneyimlerin paylaşılması ve kamuoyuna tanıtılması olarak belirlenen kongrede konuşan Elvan, özellikle Türkiye’de AUS’un geliştirilmesi kapsamında kongrenin önemine işaret etti. Bakan Elvan ulaştırma sektöründe yapılan çalışmalar hakkında bilgi vererek, sadece karayollarında değil havayollarında, denizyollarında, demiryollarında çok önemli gelişmelerin olduğunu ifade etti. Son 12 yılda ulaştırma ve iletişim sektörlerinde önemli gelişmeler sağladıklarını belirten Lütfi Elvan, “Sadece ulaşım alanında yapmış olduğumuz yatırım miktarı 172 milyar lirayı buldu” dedi. Bölünmüş yollarda Türkiye’nin geldiği noktaya ilişkin değerlendirmelerde bulunan Elvan, “Özellikle işgücü ve akaryakıt açısından ciddi tasarruf elde ettik. Arkadaşlarımızın yaptığı çalışmaya göre, bölünmüş yollar neticesinde elde etmiş olduğumuz yıllık tasarruf, yakıt ve işgücü itibarıyla 15 milyar lirayı buluyor. Emisyon salınımında ise yıllık 3 milyon ton daha az emisyon salınımının gerçekleştirildiğini görüyoruz” diye konuştu. Lütfi Elvan yollarda belli bir kalitenin yakalandığını, yolların artık daha güvenli hale geldiğini vurgulayarak, buna paralel her geçen gün artan trafik ve taşıt sayısının, özellikle metropollerde zaman kaybının fazlalaşmasına neden olduğunu söyledi. Haziran 2014 Haberler 427 bin engelliye TBMM ile Ankara Üniversitesi arasında evde bakım işbirliği protokolü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, engelli bireylerin ailelerinin TBMM ile Ankara Üniversitesi Rektörlüğü arasında TBMM personelinin Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde sağlık hizmetlerinden yararlanmasına ilişkin protokol imzalandı. TBMM Genel Sekreteri Dr. İrfan Neziroğlu ile Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in imzaladığı protokol kapsamında TBMM personeli Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde sağlık hizmetlerinden daha kolay ve hızlı yararlanabilecek. İrfan Neziroğlu, protokol imza töreninde yaptığı konuşmada çeşitli üniversiteler ile sağlık alanında işbirliği protokolleri imzaladıklarını hatırlattı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ile sağlık alanında yaptıkları bu işbirliğinin iki kurum arasında başka alanlarda da büyüyerek gelişmesini istediklerini belirten Neziroğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Üniversitelerimizle özellikle sağlık alanında milletvekillerimiz ile ilgili protokoller imzaladık ve imzalıyoruz. Meclis personeli Ankara Üniversitesi’nden bu protokol çerçevesinde sağlık hizmeti alacak. Ümit ediyorum ki bu protokol iki taraf için de çalışır bir sistem olur, iyi bir model olur. Zaman içerisinde iki kurumun da kazanacağı bir şekilde devam eder ve başka kurumlara örnek teşkil eder. Biz üniversitelerle işbirliği ve diyaloğu önemsiyoruz. Bugün sağlık alanında protokol imzalıyoruz, ama Ankara Üniversitemizle yürüttüğümüz başka faaliyetler de bulunmaktadır. Mesela TBMM’deki uzman yardımcısı çalışanlarımız uzmanlık tezlerini Ankara Üniversitemize göndermektedir. Biz de staj yapmak isteyen hukuk ve siyaset öğrencilerimize imkan sağlıyoruz. İnşallah zaman içerisinde farklı projelerde de işbirliği için bir araya geliriz. Değerli hocama ve ekibine, bu protokolün imzalanmasında emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.” yanında, çevresinden koparılmadan bakımının yapılabilmesine yönelik çalışmalar hayata geçiriyor. Evde bakımı mümkün olmayan engellilere kuruluşlarda bakım seçeneği de sunularak hizmet modelleri farklılaştırılıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın “2013 Yılı Faaliyet Raporu”na göre, geçen yıl 427 bin 434 ağır engellinin evde bakımı için 3 milyar 449 milyon 908 bin 836 lira harcandı. “Evde Bakıma Destek Hizmeti”yle ilgili mevzuat kapsamında, bakıma muhtaç engellinin bakımı, kuruluşlardan görevlendirilen personel tarafından evde sağlanıyor. Sürekli bakım ve rehabilitasyon hizmetleri kapsamında, ailesi olmayan veya ailesi yanında bakımı sağlanamayan engellilere, yatılı resmî ve özel bakım merkezlerinde bakım ve rehabilitasyon hizmeti veriliyor. Resmî kuruluşlarda, herhangi bir gelirinin olup olmamasına bakılmaksızın engellilere ücretsiz bakım hizmeti sunuluyor. Türkiye genelinde on dokuz “Engelsiz Yaşam Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi” bulunuyor. Engelli bireylerin bakımı, üçer kişilik dört yatak odası, oturma odası, mutfak, yemekhane, banyo, tuvalet ve personel odasından oluşan toplam on iki kişilik, tek katlı ve bahçeli evlerde yapılıyor. Ülke genelinde 48 Umut Evi hizmet veriyor. Bakanlığa bağlı resmî bakım merkezlerinde engellilerin geçici ve misafir olarak bakımları sağlanıyor. Buna göre, bir engelli bir yıl içinde en fazla otuz gün geçici ve misafir olarak merkezde kalabiliyor. Geçen yıl itibarıyla 147 özel bakım merkezinde 10 bin 169 engelli bireye bakım hizmeti veriliyor. Özel bakım merkezi ödemeleri bedelli askerlik hesabından yapıldı. Gündüzlü hizmet veren resmî kuruluşlarda hafta içi mesai saatlerinde, yarım veya tam gün bakım hizmeti sunuluyor. 2013 yılında 6 gündüzlü kuruluşta 441 engelliye gündüzlü bakım hizmeti verildi, 4 milyon 394 bin 803 lira harcama yapıldı. Bu kapsamda bakım hizmeti verilen her altı engelli birey için her vardiyada bir personel olmak üzere, hizmet alımı yoluyla bakıcı personel istihdam edilerek hizmet kalitesi artırıldı. Haziran 2014 15 16 Dünyadan Avrupa Parlamentosu’nda yeni dönem Avrupa Birliği üyesi 28 ülkenin vatandaşları kendilerini önümüzdeki beş yıl boyunca Avrupa Parlamentosu’nda temsil edecek 751 milletvekilini seçmek üzere sandık başına gitti. Seçimlere Avrupa Birliği’nin varlığına karşı çıkan aşırı sağ partilerin yükselişi damga vurdu. Nüfusu 500 milyonun üzerinde olan Avrupa Birliği’nin “Bu kez farklı” sloganını kullandığı seçimler için 400 milyon civarında seçmen oy kullandı. Fransa Başbakanı Manuel Valls, ülkede aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin zaferiyle sonuçlanan seçimleri “siyasi deprem” olarak nitelerken, merkezdeki üç büyük grup oy kaybına uğradı. Avrupa Birliği’ne şüpheyle bakan partilerin oylarını artırdığı seçim sonuçlarıyla merkez sağ Avrupa Halk Partisi’nin parlamentoda en büyük grup olması bekleniyor. Avrupa Parlamentosu’nun açıkladığı resmî olmayan rakamlara göre seçimlere katılım oranı yüzde 43,1 oldu. Bu rakam, katılımın bir önceki seçime göre binde bir oranında arttığını gösteriyor. Kesin olmayan sonuçlara göre 751 üyeli parlamentoda Avrupa Halk Partisi oyların yüzde 28,3’ünü alarak 212 sandalye kazandı. Bununla birlikte sonuç, grubun 60 sandalye kaybettiğini gösteriyor. Sosyalistler yüzde 24,7 oyla 186, Liberaller yüzde 9,32 ile 70, Yeşiller ise yüzde 7,32 oyla 55 sandalye kazandı. Avrupa Birliği karşıtı Özgürlük ve Demokrasi grubunun sandalye sayısını koruması, hiçbir grubun üyesi olmayan Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin sayısının artması bekleniyor. Bunun da Avrupa Birliği’ne şüpheyle bakan bloğun gücünü artıracağı belirtiliyor. Aşırı sol ise Yunanistan’daki Siriza Partisi’nin sayesinde 12 sandalye kazanarak seçimlerde oy oranını artırdı. Siriza oyların yüzde 26’sını alarak tüm partileri geride bıraktı. Aşırı sağcı Altın Şafak Partisi, yüzde 9 ile Avrupa Parlamentosu’na 3 temsilci gönderiyor. Belçika ve Lüksemburg’dan en yüksek katılım Beş yılda bir düzenlenen seçimlerde her AB vatandaşı kendi öz ülkesinde veya yaşamakta olduğu başka bir AB ülkesinde oy kullanma hakkına sahip. Bu seçimlerde her ülkenin kendi Haziran 2014 ulusal yasası geçerli olduğundan oy kullanma yaşı, zorunluluğu, oy barajı, hatta seçimin yapılacağı günün belirlenmesi gibi yöntem farklılıkları yer alıyor. Seçimlere bağımsız milletvekili adaylarının yanı sıra birçok farklı görüşte parti katılabiliyor. Ancak bu partilerin resmî veya fiili (temsili) bir lideri bulunmuyor. Avrupa Parlamentosu milletvekilleri şu anda yedi farklı ana gruplaşma altında toplanmış durumda. Avrupa Parlamentosu tarafından açıklanan verilere göre dört gün süren seçimlerde oy kullanma oranının en yüksek olduğu ülkeler yüzde 90 ile Belçika ve Lüksemburg, yüzde 74,8 ile Malta ve yüzde 60 ile İtalya. Sandığa gitme oranının en düşük olduğu AB ülkeleri ise Slovakya (yüzde 13), Çek Cumhuriyeti (yüzde 19,5) ve Slovenya (yüzde 21) olarak belirlendi. Dünyadan 32 Türk aday meclis üyesi oldu Avrupa Parlamentosu seçimleriyle eş zamanlı olarak İngiltere ve Kuzey İrlanda’nın bazı bölgelerinde yerel seçimler yapıldı. Londra’da 32 bölgede gerçekleşen yerel seçimde, 80’den fazla Türk aday belediye meclis üyeliği için yarıştı. Seçim sonuçlarına göre 16’sı Enfield, 5’i Haringey, 4’ü Hackney, 2’si Bexley, 2’si Islington ve birer kişi Hillingon, Havering ve Camden bölgelerinden olmak üzere toplam 32 Türk aday belediye meclis üyeliğine seçildi. Türk adaylar, en çok İşçi Partisi’nden belediye meclislerine girdi. İngiltere’de 161, Kuzey İrlanda’da ise 11 belediye yönetimi ile 4 bin 232 belediye meclis üyeliğini belirlemek için yapılan seçim sonuçlarına göre, muhalefetteki İşçi Partisi 338 ve Birleşik Krallık Bağımsız Partisi (UKIP) 167 koltuk kazanırken, İngiltere Başbakanı David Cameron’ın lideri olduğu Muhafazakar Parti 231, Başbakan Yardımcısı Nick Clegg’in genel başkanı olduğu Liberal Demokrat Parti ise 307 belediye meclis üyeliğini kaybetti. Muhafazakar Partili Maliye Bakanı George Osborne, yerel seçim sonucuyla ilgili yaptığı açıklamada UKIP’in lideri Nigel Farage’a saygı duyduğunu, ancak Farage’ın elinde ülkenin geleceğiyle ilgili cevapların bulunmadığını söyledi. Birleşik Krallık’ta yapılan yerel seçimin sonuçları, gelecek yıl mayıs ayında genel seçimin yapılacak olması nedeniyle önemli bir gösterge olarak değerlendiriliyor. Ukrayna’da zafer “Çikolata Kralı”nın Ukrayna’da düzenlenen devlet başkanlığı seçimlerinde zafer ilan eden Petr Poroşenko, “İlk görevim savaşı bitirerek barışı getirmek olacak” dedi. Ukrayna’nın tek ve bütün bir devlet olarak kalmaya devam edeceğini vurgulayan Poroşenko, “Federal yapı olmayacak” ifadesini kullandı. Ukrayna’nın eski başbakanı Yulia Timoşenko ise seçimlerin ardından yenilgiyi kabul ederek, “Tüm Ukrayna halkını kutluyorum. Kremlin’in tüm çabalarına rağmen dürüst ve demokratik bir seçim gerçekleştirmeyi başardık” dedi. Ukrayna’nın yeni lideri milyarder Petr Poroşenko, sahip olduğu şekerleme ve çikolata fabrikalarından dolayı ülkesinde “Çikolata Kralı” olarak tanınıyor. Son yıllarda iş dünyasından çok siyaset sahnesinde aldığı görevlerle ön plana çıkan ve yaklaşık 1,5 milyar dolar servete sahip olan Poroşenko daha önce Dışişleri Bakanlığı, Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanlığı ve Ekonomi Bakanlığı görevlerinde bulundu. Ukrayna’da eski devlet başkanı Viktor Yanukoviç’e yönelik başlatılan ve 100’den fazla kişinin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan muhalefet gösterilerinde ön saflarda yer alan Poroşenko, zaman zaman muhalefeti finanse etmek suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştı. Mısır’da darbeci yönetim seçimlerde umduğu katılımı bulamadı Mısır’da ülkenin yarısından fazlasının katılmadığı seçim sonuçları belli oldu. Askerî darbe lideri eski Savunma Bakanı Abdülfettah El Sisi oyların yüzde 90’ından fazlasını alırken tek rakibi Hamdin Sabbahi’nin oyları yüzde 3,3’te kaldı. Halkı oy kullanmaya özendirme çalışmalarına ve oy kullanma süresinin bir gün uzatılmasına rağmen seçimlere katılım yüzde 45’in altında kaldı. Oy kullanma hakkına sahip 53 milyon 909 bin 309 seçmenden 25 milyon 342 bin 464’ü oy kullandı. Seçimde kullanılan oyların yüzde 4’ünü teşkil eden 2 milyon 29 bin 689 oy ise geçersiz sayıldı. Müslüman Kardeşler’in destekçileri ve eski Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in devrilmesi için Tahrir meydanında toplanan liberaller dahil birçok grup seçimi boykot etti. Sisi, seçim öncesindeki son konuşmasında 54 milyon kayıtlı seçmenin en az 40 milyonunun sandığa gideceğini tahmin etmişti. Sisi’nin seçimi büyük bir farkla kazanmasına karşın katılım oranının düşük kalmasıyla darbeye desteğin sınırlı olduğu düşünülüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin resmî sonuçlarının en geç 5 Haziran’da açıklanması bekleniyor. Haziran 2014 17 18 Kültür coğrafyamızda ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ve son dönem faaliyetleri B Nihat Zeybekci Ekonomi Bakanı Tarihî ve kültürel bağlarımızın bulunduğu ülkelere yönelik olarak bölge odaklı özel stratejiler geliştirilmiştir. Haziran 2014 akanlığımız, mevzuatı çerçevesinde anlaşmalar yapmak, yurtdışı müteahhitlik dahil, uluslararası hizmet ticaretine ilişkin tedbirler almak, ülke kalkınmasında yabancı sermayeden beklenen katkıları sağlamak ve gerekli yönlendirmede bulunmak, yatırım teşviklerinin ülke ihtiyaçlarına göre düzenlenmesine yönelik faaliyetler de dahil olmak üzere Türkiye’nin ikili, bölgesel ve çok taraflı ticari ve ekonomik ilişkilerinin şekillenmesinde çok önemli bir görev üstlenmiştir. İkili ve ticari ilişkilerde çok taraflı ticari kurallar genel çerçeveyi belirlemekle birlikte, Türkiye’nin tarihî bağları ve coğrafi konumu, bugün, Türkiye olarak kültür coğrafyamız şeklinde tanımladığımız Orta Asya, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Doğu Afrika’yı içine alan geniş bölgede, nüfus, ticaret hacmi ve geleceğe dair yaratabileceği fırsatlar itibarıyla ilişkilerin farklı mülahazalarla ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Ülkemiz işaret edilen coğrafyada etnik, kültürel, politik, tarihsel ve sosyal unsurları da dikkate alarak ekonomik ve ticari anlamda etki alanını genişletmeyi hedeflemektedir. Dünya genelinde rekabet şartlarının giderek zorlaştığı bir ortamda Türkiye, kültür coğrafyasının kendisine sunduğu avantajları değerlendirmek zorundadır. Burada vurgulanması gereken, ülke ihracatının artırılması anlamında, tüketici alışkanlıklarının değişmediği, doymuş pazarların dışında yeni fırsatların değerlendirilmesi gerektiğidir. Ülkemiz açısından şartların oluştuğu bir ortam, rakiplere bırakılmamalıdır. Türkiye, kültür coğrafyasında tüketim alışkanlıklarını ve tüketim ağlarını kontrol etme potansiyeline sahiptir. Bunu başarabilirsek, bu coğrafyanın mağduriyetini giderme noktasında da kuşkusuz önemli bir adım atmış oluruz. Bu amaca hizmet etmek üzere, Ekonomi Bakanlığı olarak coğrafi tanımlamalarla sınırlı kalınmaksızın, tarihî ve kültürel bağlarımızın bulunduğu ülkelere yönelik olarak bölge odaklı özel stratejiler geliştirilmiştir. Bu stratejilerin temel hedefi, kapsam dahilindeki ekonomiler ile Türkiye ekonomisi arasındaki tamamlayıcı olma özelliğinin değerlendirilmesi, sanayimizin ihtiyaç duyduğu hammadde ve yarı mamul maddelerin uygun fiyatla temin edilebilmesi ve aynı zamanda da yeni pazar açılımlarının elde edilmesidir. Bu hedefe yönelik olarak, faaliyetlerimiz belli bir program dahilinde devam etmektedir. Bu program, kağıt üzerinde kalan projeler yerine ihracatçı, yatırımcı ve müteahhitlerimizin fiilen katkı sağladıkları ticaret heyetleri, ziyaretler, iş forumları vb. faaliyetlerden oluşmaktadır. Bu bağlamda, Bakanlığımızın her coğrafyanın ya da ülkenin özelliğini dikkate alarak oluşturduğu stratejilerin önemini belirtmekte yarar görüyorum. İşaret edilen stratejiler kapsamında, Karma Ekonomik Komisyon (KEK) mekanizmalarını geliştirme, Serbest Ticaret Anlaşmaları ve yasal çerçeve anlaşmaları imzalama, lojistik hizmetlerini geliştirme, ticaretin kolaylaştırılmasına yönelik girişimlerde bulunma, iş konseylerini teşvik etme ve destekleme gibi unsurlar yer almaktadır. Öte yandan, stratejiler tamamen dinamik bir yaklaşımla ele alınmakta olup, ikili ticari ilişkileri geliştirmeye yönelik çerçeve mahiyetinde Ticari, Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşması (TETİ), Tercihli Ticaret Anlaşması (TTA), Ticaret ve Yatırım Çerçeve Anlaşması’nın (TİFA) dışında, Karma Ekonomik Komisyon Toplantıları (KEK), Ekonomik ve Ticari Ortaklık Komitesi (JETCO), Ortaklık Konseyi (OK), Ortak Ticaret Komitesi (OTK) ve Yüksek Düzeyli Ticari İstişare Mekanizması (YDTİM), ilişkilerin geliştirilmesinde, hedef ülkenin özellikleri dikkate alınarak başvurulan farklı formatta toplantılardır. Sayın Başbakanımızın Tahran’a gerçekleştirdiği ziyaret vesilesiyle 29 0cak 2014 tarihinde İran Sanayi, Madenler ve Ticaret Bakanı ile imzalamış olduğum Türkiye-İran Tercihli Ticaret Anlaşması önemli bir örnek teşkil etmektedir. Türkiye-İran Tercihli Ticaret Anlaşması, ülkemizin, AB’nin Ortak Ticaret Politikası dışına çıkılarak Serbest Ticaret Anlaşmaları dışında, taviz alışverişi yaptığı ilk anlaşma olmuştur. Onay aşamasında olan anlaşma ile Türkiye’nin 140 adet tarım ürününde İran’a tarife indirimi ve kota artırımı; İran’ın ise 125 adet sanayi ürününde Türkiye’ye tarife indirimi sağlaması kararlaştırılmıştır. Anılan ziyarette ayrıca İranlı muhatabım ile ikili ticaretimizin geliştirilmesi, ticaretin kolaylaştırılması, yatırımlar, standardizasyon, sınır ticareti, gümrükler ve ulaştırma alanlarındaki işbirliğine zemin hazırlayan Türkiye-İran Ortak Ticaret Komitesi 5. Dönem Mutabakat Zaptı da imzalanmıştır. 19 Kültür coğrafyamızın önemli bir parçası olan Arap Körfezi’nin denizcilik alanında önde gelen ülkelerinden Kuveyt ile Nisan 2014’te imzalanan, Türk gemilerine de ulusal muamele uygulanması prensibine dayanan ve ticaretin kolaylaştırılmasına dair farklı konuları ele alan Türkiye ile Kuveyt Arasında Ticari Deniz Taşımacılığı Anlaşması ise şüphesiz iki ülke arasında deniz ticaretinin ve ülkemizin bölge ile gerçekleştirdiği ticaretin lojistik anlamda da gelişmesine katkıda bulunacaktır. Türkiye Ürdün Ortaklık Konseyi I. Dönem Toplantısı ve sonucunda imzalanan Mutabakat Zaptı, özel önem atfettiğimiz ülkelerle geliştirilmeye çalışılan farklı bir işbirliği mekanizması olması açısından önemlidir. Ürdün ile 2009 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşmasının 2011 yılında yürürlüğe girmesi ile tesis edilen serbest ticaret alanı, ticari ve ekonomik ilişkilerimize yeni bir boyut kazandırmıştır. Anlaşma bugüne kadar başarılı bir şekilde uygulanmış ve Ortaklık Konseyi 1. Dönem Toplantısı’nda ticaret, serbest bölgeler, müteahhitlik hizmetleri, bankacılık ve finansal hizmetler, ulaştırma, sanayi, KOBİ’ler, standardizasyon, akreditasyon ve metroloji, karşılıklı yatırımlar konuları ele alınmış, enerji ve madencilik, gümrük, bilim ve teknoloji, tarım, turizm, yükseköğretim ve teknik işbirliği alanlarında işbirliği konularına yer verilmiştir. Ayrıca, Serbest Ticaret Anlaşması’nın hizmetler sektörünü de içerecek şekilde genişletilmesi yönündeki teknik çalışmalara başlanması yönünde mutabakata varılmıştır. Türkiye-Ürdün Ortaklık Komitesinin 1. Dönem Toplantısını ise Ürdün Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Hatem Al Halawani’nin eş-başkanlığı ile 27-28 Nisan 2014 tarihlerinde Amman’da gerçekleştirilmiştir. Ortak dil, tarih ve kültür bağlarımızın bulunduğu ülkeler ile ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi perspektifinde öncelikli ülkelerden biri de Türk Cumhuriyetleri içinde müstesna bir konuma sahip olan Kazakistan’dır. Esasen ülkemiz çok taraflı ticari ve ekonomik işbirliklerini sağlayacak adımların yanı sıra bulunduğu coğrafyada da ikili ticari ve ekonomik ilişkilerinin gelişmesine her zaman önem vermiş, özellikle Avrasya coğrafyasında, soğuk savaşın sona ermesinden bu yana, peyderpey, bölge ülkeleri ile ekonomi ve ticaret alanında ilişkilerini geliştirmiş ve bu konuda önemli mesafeler kaydetmiştir. Nitekim son olarak, Türkiye-Kazakistan Hükümetlerarası Karma Ekonomik Komisyonu (KEK) 8. Dönem Toplantısı vesilesiyle Kazakistan’a gerçekleştirmiş olduğum ziyaret sırasında, 24 Nisan 2014 tarihinde Karma Ekonomik Komisyonu 8. Dönem Toplantısı Protokolü’nü Kazakistan Başbakan Yardımcısı ve Sanayi ve Yeni Teknolojiler Bakanı ile imzalamış bulunuyorum. Kazakistan’da gerçekleştirdiğim görüşmeler ve imzalanan KEK Protokolü sonucunda, diğer hususların yanı sıra iki ülke arasında ticaretin ve yatırımların serbestleştirilmesine yönelik olarak, serbest ticaret anlaşmasının daha da ötesinde kapsamlı bir ekonomik ortaklık anlaşmasına yönelik çalışmalara başlanması kararlaştırılmıştır. Bu önemli bir gelişmedir. İmzalanan KEK Toplantısı Protokolü ile iki ülke arasında ortak sanayi bölgeleri kurulması konusunda işbirliği yapılması teyit edilmiş, bu işbirliğinin somut bir göstergesi olarak Kazakistan’ın Ontustik Özel Ekonomi Bölgesi’nin ortak işletilmesine ilişkin bir İşbirliği Zaptı da Kazak muhatabım ile imzalanmıştır. Diğer taraftan, kültür coğrafyamızda ticari ve ekonomik ilişkilerimizin geliştirilmesi bağlamında, Türkmenistan’dan bahsetmemek önemli bir eksiklik olacaktır. Türkmenistan, bizim açımızdan öncelikli bir ülkedir. Nitekim Türkmenistan Devlet Başkanı Berdimuhammedov başkanlığında bir heyeti 2-4 Haziran 2014 tarihleri arasında Sayın Cumhurbaşkanımızın misafiri olarak Türkiye’de ağırlıyoruz. Bu vesile ile ben de değerli muhatabım Sayın Taganov ile temaslarda bulunacak ve kendisiyle birlikte ticari ilişkilerimizin geniş bir perspektifle ele alındığı Hükümetlerarası Komite toplantısını gerçekleştireceğiz. Paylaşmak istediğim bir diğer gelişme ise Türkmenistan’ın bu sene İzmir Enternasyonel Fuarı’na tarafımdan davet edilmiş olmasıdır. İnşallah, seneye de Türkmenistan’ı anılan Fuarda iş ortağımız olan ülkeler arasında göreceğiz. Balkanlara uzandığımızda, son dönemin önemli bir faaliyeti olarak, Bosna-Hersek’e 10-11 Nisan 2014 tarihinde beraberimde bir ticaret heyeti ile gerçekleştirdiğim ziyareti vurgulamak isterim. Bu vesile ile Bosna Hersek Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile gerçekleştirdiğim görüşmelerin dışında, düzenlenen iş forumu da çok verimli geçmiştir. Ziyaret sırasında, Türk yatırımcıları Bosna Hersek’te yatırım yapmaları konusunda teşvik etmeye hazır olduğumuz yönünde kuvvetli bir mesajı da muhataplarımıza ilettim. Elbette ki faaliyetlerimiz kültür coğrafyamız dışında, dünyadaki gelişmeler ışığında tüm ticari ortaklarımızı dikkate alan bir anlayışla sürdürülmektedir. Örneğin, dinamik ekonomisi ile Türkiye açısından önemli bir ticari ortak olabilecek Hindistan ile de dört yılı aşkın bir süredir gerçekleştirilemeyen “Türkiye-Hindistan Ekonomik ve Teknik İşbirliği Karma Komitesi”nin (KEK) 10. Dönem Toplantısı, Hindistan Ticaret ve Sanayi Bakanı Sayın Anand Sharma’nın da katılımıyla 31 Ocak 2014 tarihinde Yeni Delhi’de yapılmıştır. Türkiye-Hindistan Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması, hizmet ticareti, müteahhitlik ve müşavirlik hizmetleri, yatırımlar, gümrükler, ticaret önlemleri, enerji, ulaştırma, turizm, bilim ve teknoloji, sağlık, tarım ve eğitim alanlarında işbirliği imkanları gibi kapsamlı bir gündemle gerçekleştirilen toplantı sonucunda, ikili ticaretin artırılmasının da ötesinde, iki ülkenin ortak hareket edebilecekleri pek çok sektörde yatırımların artırılmasına yönelik her iki ülke yararına katma değer yaratacak bir yapının oluşturulması ve iki ülke işadamları tarafından üçüncü ülkelerde ortak projelerin geliştirilmesi ve üstlenilmesinin teşvik edilmesi hükme bağlanmıştır. Yukarıda belirttiğim çerçevede, kararlı adımlarla çalışmalara önümüzdeki dönem de devam edilecek, sahip olduğumuz avantajlar ticari birer fırsata dönüştürülecektir. Haziran 2014 Haziran 2014 SAĞLIKLI YAŞAMIN ANAHTARI: ÇEVRE BİLİNCİ Gelecek nesillere bırakılacak en büyük miras, yaşanabilir bir çevredir. Yasal düzenlemeler, uluslararası sözleşmeler çevrenin korunmasına yönelik ilke ve hedefleri ortaya koysalar da sağlıklı bir yaşamın temel anahtarı birey ve toplumun çevre bilincine sahip olmasıdır. Fazıl Baş Haziran 2014 22 Kapak B ütün çağlar boyunca insanlar yaşadıkları çevreye karşı duyarlı olmuşlar, onu şu veya bu yönde dönüştürmüşlerdir. Bu bazen hayatta kalma mücadelesinin bir yansıması, bazense çevreyi güzelleştirme duygusu olarak ortaya çıkmıştır. Fakat modern anlamda çevrecilik düşüncesini gündeme getiren sürece baktığımızda yaklaşık 200 yıl öncesine, yani Sanayi Devrimi’ne gitmemiz gerekir. 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’da yaşanan büyük nüfus artışı Sanayi Devrimi ile birleşince, insanlar yaşadıkları çevreyi büyük bir hızla dönüştürmeye başlamışlardır. Devletlerin ve yükselen sınıfların hızla kalkınma ve zenginleşme yönündeki büyük arzuları ne insanı ne de bu insanların yaşadığı çevreyi dikkate almıştır. Hızlı şehirleşme, yoğun sanayileşme gibi etkenler sonucunda insanlar, başta soludukları hava ve yedikleri ekmek olmak üzere pek çok olguda sağlıksız koşullara mecbur kalmışlardır. İnsanı sınırsız arzulara, tabiatı kıt kaynaklara sahip olarak değerlendiren bir anlayıştan vücut bulan bu yeni düzen, insanın tabiata karşı sürekli mücadele ettiği bir süreci doğurmuştur. Fakat sanayileşmenin getirdiği ve insanın aleyhine olan bu durumun zararlı sonuçları daha 19. yüzyılın ortalarında görülmeye başlamıştır. İngiltere’de Haziran 2014 1863’ten itibaren hava kirliliği ve insan sağlığını ilgilendiren ilk yasalar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Yüzyılın ikinci yarısında başlayan bu bilinçlenme kendini asıl olarak 20. yüzyıldan itibaren göstermeye başlayacaktır. 20. yüzyıldaki çevreci duyarlılığın motivasyonlarından biri, bu sorunun her bir ülkeyi tek tek ilgilendiren lokal bir problem olmayıp küresel bir özellik taşıdığı yönündeki düşüncedir. 1913’te Bern’de, 1923’te Paris ve Londra’da tabiatı korumaya dönük konferanslar düzenlenmiştir. Fakat bunlar çevrecilik düşüncesinin tam olarak gündeme oturmasını sağlamayacaktır. 19. yüzyıldaki şehirleşme ve sanayileşme, yakıt olarak yoğun kömür kullanımı sonucu ortaya çıkan hava kirliliği ile karşılaşmıştır. Kimya sanayiinin gelişmesi, buna kimyevi ürünlerin ürettiği kirliliği de ekler. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ise dünyayı gaz kullanımı ve nükleer silahlar ile tanıştıracaktır. Fakat bunlar siyasi ve iktisadi çekişmelerin altında gözükmeyen veya önemsiz görünen faktörlerdir. 1952’de İngiltere gibi modern dünyanın merkez şehirlerinden birinde 5-9 Aralık günleri arasında süren hava kirliliği sonucunda 4 ile 6 bin arası kişinin ölmesi ise özellikle bu ülkede meseleye yeni bir açıdan bakılmasını sağlamış ve 1956 yılında Temiz Hava Yasası çıkarılmıştır. Kapak Uluslararası düzeyde çevrecilik 1960’lı yıllarda çevrecilik özellikle öğrenci hareketleri ile birlikte anılır olur. Bir anlamda bu yıllar bugün çevrecilik denildiğinde kafamızda beliren düşünceleri oluşturmaya başlamıştır. Birçok türün soyunun tükenmesine yol açan bir böcek ilacı olan DDT, yine aynı dönemde söz konusu ilaca karşı Sessiz Bahar isimli bir kitap da yazan Rachel Carson’ın başlattığı aleyhte kampanya ile 1970’de yasaklanır. 1960 ve 70’lerin öğrenci hareketleri ile başlayan çevrecilik, uluslararası bir kampanyaya da dönüşür. Bir yandan Dünyanın Dostları (Friends of the Earth) ve Yeşil Barış (Greenpeace) gibi uluslararası örgütlenmeler ortaya çıkar. Diğer yandan da 5 Haziran 1972 yılında Stockholm’de 113 ülkenin katılımı ile toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı sonucunda oluşturulan Çevrecilik Programı ile ilk defa çevrecilikle ilgili uluslararası bir adım atılmış olur. (5 Haziran’ın Dünya Çevre Günü olarak kutlanmasının sebebi de bu toplantıdır.) Bu tarihten itibaren her on yılda bir Dünya Zirvesi (Earth Summit) adı altında farklı ülkelerde çevrecilik ile ilgili meselelerin konuşulduğu büyük toplantılar gerçekleştirilmeye başlar. Sanayi Devrimi ile başlayan modern anlamdaki çevre sorunları ve çevrecilik düşüncesi, elbette o günün şartla- Sanayi Devrimi ile başlayan modern anlamdaki çevre sorunları ve çevrecilik düşüncesi, elbette o günün şartlarının ortaya koyduğu sınırları aşmış, güncellenmiş ve bugün çok geniş bir alanı içine alır hale gelmiştir. rının ortaya koyduğu sınırları aşmış, güncellenmiş ve bugün çok geniş bir alanı içine alır hale gelmiştir. Bugün çevrecilik denilince ozon tabakasındaki delinme, asit yağmurları, küresel ısınma, nükleer enerjinin taşıdığı risk, biyoçeşitliliğin azalması, kuraklık ve çölleşme, denizlerin kirlenmesi, açlık ve yoksulluk, ses ve görüntü kirliliği gibi birçok konu akla gelmektedir. Çevrecilik, pek çok açıdan siyaset üstü bir mesele gibi algılansa da, çoğu durumda siyasetin, güç savaşlarının konusu olmaktadır. İleri sanayileşmesini neredeyse 100-150 yıl önce bitirmiş toplumlar için çevrecilik, sanayileşmenin tamamlandığı sürecin sonrasında gündeme gelmiştir. Bugün sanayisini geliştirmeye çalışan toplumlardan ise bir yandan kalkınırken diğer yandan çevreci bir duyarlılığa sahip olmaları beklenmektedir. Bu Haziran 2014 23 24 Kapak anlamda iktisadi gelişim ve çevrecilik karşı karşıya gelmektedir. Diğer yandan küresel ısınma ile mücadele için oluşturulan Kyoto Protokolü’nün ABD tarafından hâlâ onaylanmamış olması, iktisadi açıdan güçlü devletlerin gerektiğinde kendi çıkarları için hareket edebildiklerini göstermektedir. Oysa çevreci duyarlılığı en fazla vurgulayan devletlerin başında da bunlar gelmektedir. Nükleer enerji kullanımı da çevrecilik meselesinin çetrefilleştiği konulardan biridir. Alternatif enerjilere yönelme konusunda nükleer enerji bir seçenek oluştururken, bu sefer de nükleer santrallerin çevreye verdiği zarar konusu önem kazanmıştır. Bu bağlamda çevre dostu olduğu söylenen alternatif enerjilere yönelme yönündeki tavsiyeler de enerjiye yoğun olarak bağımlı, ama kendi bağımsız enerji kaynakları sorununu henüz çözememiş toplumlara çare olamamaktadır. Her geçen gün daha fazla yeni enerji kaynaklarına muhtaç olacak şekilde hayatı düzenlerken bu sorunlarla karşı karşıya gelmek, birçok toplumu düşündürmektedir. Türkiye’de çevrecilik ile ilgili düzenlemeler bugün geniş çaplı olarak birçok alanda uygulanmaktadır. İlk olarak 1982 Anayasası çevreyi koruma Türkiye’de çevrecilik ile ilgili düzenlemeler bugün geniş çaplı olarak birçok alanda uygulanmaktadır. Anayasanın 56. maddesinde, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir biçimde yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir” denilmektedir. Haziran 2014 Kapak ile ilgili bir madde içermiştir. Anayasanın 56. maddesinde, “Herkes sağlıklı ve dengeli bir biçimde yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir” denilmektedir. 09.08.1983 tarihinde 2872 sayılı Çevre Kanunu kabul edilmiş ve bu kanun 26.04.2006 tarih ve 5491 sayılı kanun ile revize edilmiştir. Aynı zamanda 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 181-184. maddeleri “Çevreye Karşı Suçlar”ı konu edinmekte; çevreyi kasıtlı kirletme hapis, taksirli kirletme ise para cezası ile cezalandırılmaktadır. Ayrıca çeşitli yönetmelik ve mevzuatlarla da çevre korunması konusunda pek çok önlem alınmış bulunmaktadır. Türkiye’de çevrecilik ile resmî düzeyde ilgilenen en üst makam, 2011 tarihinde yeniden organize edilen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’dır. Türkiye’de aynı zamanda sivil toplum düzeyinde de ulusal ve uluslararası alanda çalışmalarda bulunan birçok dernek, vakıf ve örgüt bulunmaktadır. Haziran 2014 25 26 Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce: Çevreye yapılan yatırım, insana ve geleceğe yapılan yatırımdır “Çevre bizim birinci önceliğimizdir” diyen Bakan Güllüce, şehirlerin yaşam kalitesini yükseltmeyi, iklime ve çevreye duyarlı kent planları hazırlamayı, yaşanabilir bir çevre ve marka şehirler oluşturmayı ön plana çıkardıklarını belirtiyor. Güllüce, “Çevre konusu bir eğitim ve medeniyet konusudur. Bakanlığımız çevrenin korunması ve iklim değişikliği ile mücadele çalışmalarında bilinç düzeyinin artırılması amacıyla çalışmalar gerçekleştirmektedir” diyor. Söyleşi: Songül Baş Haziran 2014 KapakSöyleşi Bu ay “5 Haziran Dünya Çevre Günü’’ dolayısıyla çevre konusunu her zamankinden daha çok konuşacağız. Bu çerçevede öncelikle çevre ve şehircilik politikalarının önemine dair değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki çevre politikaları, hem çevrenin sadece bölgesel değil küresel etkilere sahip bir alan olması hem de insanlığın ve dünyamızın geleceğini çok yakından ilgilendirmesi nedeniyle özel bir önem taşımaktadır. Türkiye’nin çevre politikası ile ilgili üzerinde durulması gereken ilk husus, Anayasamızda çevre konusuna özel bir yer verilmiş olmasıdır. Anayasamızın 56. maddesinde “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirliliğini önlemek devletin ve vatandaşın ödevidir” ifadesi yer almaktadır. Anayasa’daki bu hükme bağlı olarak geliştirilen çevre mevzuatımız, hem devlete hem de bireylere çevrenin korunması ve geliştirilmesi için aktif katılım görevi vererek, çevre olgusunun gelişmiş birçok ülkede kabul edilen çağdaş bir yaklaşımla ele alınmasına imkan sağlayacak hukuki zemini hazırlamıştır. Bu doğrultuda ülkemizdeki çevre ve şehircilik politikalarını, tüm dünyanın refahını etkileyecek sürdürülebilir kalkınma prensipleri doğrultusunda şekillendirip çevreye yapılan yatırımın insana ve geleceğe yapılan yatırım olduğu bilinci ile çalışmalar yürütmekteyiz. Bakanlık çalışmaları hayata geçirilirken hangi ilke ve hedeflerle hareket edilmektedir? Çevre bizim birinci önceliğimizdir. Ekonomik ve sosyal kalkınma kadar çevrenin korunmasının da birbirinden ayrılmaz parçalar olduğunu düşünüyoruz. Yani doğayı koruma ve kullanma dengesi içinde bir büyüme anlayışının “Çevre ve şehircilik politikalarını tüm dünyanın refahını etkileyecek sürdürülebilir kalkınma prensipleri doğrultusunda şekillendiriyoruz.” olması gerektiğini vurguluyoruz. Çünkü çevre de insan için üretim kadar vazgeçilmez bir nimettir. Tertemiz bir çevre ve yeşil bir doğa insan ruhunun gıdasıdır. Büyük beton binalar içerisine hapsolmuş insanların ne kadar sağlıklı ve mutlu olmasını bekleyebiliriz ki? Bakanlığımız yetki ve sorumlulukları çerçevesinde şehirlerimizin yaşam kalitesini yükseltme, iklime ve çevreye duyarlı kent planları hazırlama, şehirlerimizin kendine özgü tarihî ve kültürel dokusunu koruma, risk azaltma kavramını ön plana alarak doğal afetlere hazırlıklı, yaşanabilir bir çevre ve marka şehirler oluşturma konularını ön plana çıkarmaktadır. Ülkemizde benimsenen ve “Çevreci Şehircilik” olarak da tanımlanabilen bu kavram, çevrenin korunması ve geliştirilmesi, planlı ve sağlıklı bir altyapı ile ekonomik kalkınmanın sağlanması ve bunlarla birlikte sosyal imkanların da yükseltilmesine dayanmakta ve bu üç temel eksenin birbiriyle uyumlu bir biçimde yönetilmesini kapsamaktadır. Bu bağlamda Bakanlığımız, çevrenin korunması ve iyileştirilmesi ile çevre kirliliğinin önlenmesi, sürdürülebilir kalkınma ilkeleri çerçevesinde; “su, hava, toprak ve tabii kaynaklarımızı, koruma-kullanma dengesi kapsamında yaşanabilir kentler oluşturarak gelecek nesillere aktarma” şiarı ile çalışmalarını yürütmektedir. Bu maksatla Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğümüz strateji ve politika üretmekte, mevzuat hazırlamakta ve uygulamaları takip etmektedir. Bununla birlikte hayatımızın her alanını etkileyen ve küresel bir sorun olan iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik ulusal çalışmalar da yürütüyoruz. Geçmiş dönemlerle karşılaştırdığımızda ülkemiz bu yılki “Dünya Çevre Günü”ne nasıl bir tabloyla giriyor? Türkiye çevre ve şehircilik alanında hangi sorunları geride bırakmıştır? Az önce de ifade ettiğim gibi, milletimize daha sağlıklı ve yaşanabilir bir çevre sunmak amacıyla su, toprak, hava başta olmak üzere doğal kaynakların korunmasına, atıkların yönetimine ve iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik çalışmalarımızı hızla yürütmekteyiz. Diğer taraftan atıkların yönetimi konusunda Türkiye olarak 1991 yılından itibaren mevzuat-uygulama, AB ve uluslararası kuruluşlar nezdinde kalıcı düzenleme ve çalışmalar gerçekleştirdik. Belediyelerin toplama ve bertaraf yükümlülüğünde olan atıkların entegre bir yaklaşımla yönetilmesini esas olarak görüyoruz. Bu çerçevede yaptığımız çalışmalar neticesinde 2003 yılına kadar 15 olan katı atık düzenli depolama tesisi sayısını 2014 yılının ilk çeyreği itibarıyla 70’e ulaştırdık. Su kalitesinin ve ekosisteminin korunmasına yönelik çalışmalar da yürütmekteyiz. Hava yönetimi politikaları açısından, hava kirliliğinin artık anlaşılabilir olması, bu kapsamda önleyici faaliyetler için farkındalığın kazanılmış olması, il düzeyinde Haziran 2014 27 28 KapakSöyleşi gerekliliklerin ve hava kalitesinin korunması-değerlendirilmesine dair yapılacak çalışmaların belirlenmesinde de yol kat ettik. Çevre konusunda bilgilerin kamuoyu ile paylaşılmasında yaşanan sıkıntıların geride kalmasını sağladık. Çevre konularına ilişkin faaliyetleri, yatırımları, sorunları ve sorunlara yönelik alınan önlem ve geliştirilen çözümleri vatandaşlarımızla ve tüm dünyayla paylaşıyoruz. 2013 yılı içerisinde denizcilik faaliyetlerinden kaynaklanan kirliliğin önlenmesine yönelik olarak gemi kaynaklı kirliliğin önlenmesi kapsamında 3 adet tesisin atık yönetim planını onayladık. Denize yapılan deşarjların etkin yönetilmesi konusunda, atıksuların deniz ve kıyı sularına yapılacak olan deşarjlarında denize ve kıyıya fiziksel, kimyasal ve biyolojik etkilerini önlemek üzere deşarj standartlarını oluşturmak, uygun teknolojileri belirlemek ve uygulanmasını sağlamak, derin deniz deşarjına ilişkin tasarım esaslarını ve kriterlerini belirlemek ve onay işlemlerini yürütmek konularında da çalışmalarımızı etkin bir şekilde devam ettiriyoruz. Ayrıca, yüzme ve rekreasyon amacıyla kullanılan suların korunması, kirliliğinin önlenmesi konularında tüm plajlarımızın yüzme suyu profillerini 2014 yılı sonuna kadar hazırlayacak ve web sayfamızdan ilan edeceğiz. Bu çalışmamız sayesinde temiz denizlerin bir göstergesi olan Mavi Bayrak sayımızda artış da sağlamış olacağız. Balık çiftliklerinin yoğun olarak bulunduğu koy ve körfezlerde (özellikle Muğla, İzmir ve Aydın illeri) balık çiftliklerinden kaynaklanan deniz kirliliğinin önlenmesi amacıyla çevre dostu balık çiftlikleri sistemini geliştirmeyi hedeflemekteyiz. Uluslararası boyutu olan deniz kirliliğinin önlenmesi amacıyla diğer taraf ülkelerle birlikte Antarktika, Barselona ve Bükreş sözleşmeleri kapsamında gerekli çalışmaları da sürdürmekteyiz. Haziran 2014 Çevreden söz ettiğimizde su ve toprak kaynaklarının muhafazası büyük önem taşıyor. Bu çerçevede su, toprak ve hava kirliliğinin önlenmesi konusunda Bakanlığınızın yürüttüğü çalışmalara ilişkin bilgi verebilir misiniz? Ülkemizdeki su, toprak ve hava kirliliğinin önlenmesi ile ekosistemin korunmasına yönelik çalışmalarımızı 2872 sayılı Çevre Kanunu ve buna bağlı çıkarılan yönetmelikler çerçevesinde yapmaktayız. Bu noktada “Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği” büyük önem taşımaktadır. Yönetmeliğimiz, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının korunmasını ve atık suların kontrol altına alınmasını amaçlamaktadır. Ayrıca bu yönetmelik, içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel sularla ilgili kirletme yasakları ve uyulması gerekli esasları da belirlemiştir. Bildiğiniz gibi Bakanlığımız, arıtma tesislerini mevzuata uygun olarak çalıştıranların atıksu arıtma tesislerinin enerji giderlerinin yaklaşık yüzde ellisini geri ödemektedir. Bu kapsamda 2011 yılında 172 tesise 22,8 milyon TL, 2012 yılında 212 tesise 26,6 milyon TL ve 2013 yılında 207 tesise 30,2 milyon TL ödeme yaptık. Diğer taraftan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak hava kalitesini iyileştirmek, çevresel gürültüyü azaltmak, mevcut en iyi teknikleri uygulamaya geçirmek, sanayi tesislerinde yapılacak yatırım ve düzenlemelerde yol gösterici olmak ve Avrupa Birliği çevre mevzuatına uyum konusundaki çalışmaları sağlıklı yürütebilmek amacıyla projeler ve çalışmalar yapmaktayız. Bu bağlamda, ısınma ve motorlu taşıt kaynaklı hava kirliliğinin önlenmesi ve kontrolüne yönelik olarak “Isınmadan Kaynaklanan Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği ve Egzoz Gazı Emisyonu Kontrolü ile Benzin ve Motorin Kalitesi Yönetmeliği” yürürlüktedir. Sanayiden kaynaklanan hava kirliliğinin önlenmesi için “Sanayi Kaynaklı Hava Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği”, koku emisyonlarının önlenmesi için “Koku Oluşturan Emisyonların Kontrolü Yönetmeliği” yürürlüktedir. Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrolü Projesi çerçevesinde envanter çalışmaları yaptık ve “Entegre Çevre İzni Taslak Mevzuatı”nı hazırladık. Türkiye’de belirli faaliyet ve işletmelerde organik çözücü kullanılmasından kaynaklanan uçucu organik bileşik emisyonlarının kontrolüne ilişkin direktifleri de iç mevzuata aktardık ve taslak mevzuatları hazırladık. Demir-çelik, tekstil, bazı kimya tesislerini de kapsayan “Büyük Yakma Tesisleri Direktifi”nin iç mevzuata aktarılması kapsamında 08.06.2010 tarihinde “Büyük Yakma Tesisleri Yönetmeliği”ni yayımladık. Ayrıca, söz konusu direktife ilişkin IPA 2010 programına önerilen ve kabul edilen Teknik Destek Projesi’ni bu yıl çalışmaya başlıyoruz. Ülkemizde hava kalitesi yönetimine ilişkin usul ve esasları, Avrupa Birliği çevre mevzuatıyla tam uyumlu olan “Hava Ka- KapakSöyleşi “Ülkemizde doğal kaynakları ve fiziksel çevreyi doğrudan etkileyen iklim değişikliği sorunu ile mücadele çalışmalarımızı Bakanlığımızın koordinasyonunda yürütmekteyiz.” litesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği” ile belirledik. Bu yönetmelik çerçevesinde, insan sağlığı ve çevrenin korunabilmesini teminen ülkemizde hava kalitesi sınır değerleri her yıl azalmakta, dolayısıyla mevcut hava kalitesinin iyileştirilmesi için atılması gerekli adımların önemi her geçen yıl daha da artmaktadır. İnsan ve çevre sağlığının iyi bir kalitede korunmasına yönelik olarak kamuoyumuzun bilgilendirilmesi amacıyla hazırladığımız “Hava Kalitesi Bültenleri”ni Bakanlığımız web sitesi aracılığıyla yayımlamaktayız. Ulusal Hava Kirliliği Emisyon Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi Projesi kapsamında, emisyon envanteri hazırlanması için ulusal bir sistemin oluşturulmasını hedeflemekteyiz. Bu hedef doğrultusunda pilot bölge olarak Marmara Bölgesi’ni seçtik. Çevresel gürültünün kontrolüne yönelik olarak ise AB çevresel gürültü direktifi ile tam uyumlu olarak “Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği”ni yürürlüğe koyduk. Bunların yanı sıra ülkemizde doğal kaynakları ve fiziksel çevreyi doğrudan etkileyen iklim değişikliği sorunu ile mücadele çalışmalarımızı Bakanlığımızın koordinasyonunda yürütmekteyiz. Sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum konusunda yol haritası niteliğindeki “İklim Değişikliği Eylem Planı”nın uygulanmasına yönelik çalışmalarımıza da devam etmekte, iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik birçok proje yürütmekteyiz. Plansız kentleşme ve altyapı yetersizliğine bağlı olarak gelişen atık sorununun çözümüne yönelik çalışmalar arasında ön plana çıkanlar hangileridir? Ülkemizde hızlı ekonomik büyüme, şehirleşme, nüfus artışı ve refah seviyesinin yükselmesi; atık türleri ve miktarındaki artış, her bir atık türü için ayrı yönetim sistemi kurmak yerine tüm atıkları içine alan entegre bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Entegre atık yönetiminin temeli, atık yönetimi, atık önleme, atık azaltma, yeniden kullanım, geri dönüşüm, enerji geri kazanma ve bertaraf hiyerarşisine dayanmaktadır. 2003 yılından itibaren çevre mevzuatı ile alakalı büyük bir gelişme sağladık. Bu çerçevede atık yönetimi konusunda mevzuat-uygulama alanlarında, AB ve uluslararası kuruluşlar nezdinde kalıcı düzenleme ve çalışmalar gerçekleştirdik. Yürürlüğe koyduğumuz atık yönetimine ilişkin mevzuat, sektörel yatırıma ivme kazandırmış, ekonomik anlamda dinamik, güçlü bir yapının oluşmasının yanı sıra ciddi bir istihdam kaynağı oluşturmuştur. Ülkemizde atık yönetimi sektörü, özellikle geri dönüşüm ve geri kazanım faaliyetlerindeki büyük kapasite artışı ile kaynak verimi konusuna katkı sağlamaktadır. Evsel ve sanayi kaynaklı atıkların geri kazanımı konusunda yaptığımız önemli yatırımlar çağdaş atık yönetimine ulaşmamızda önemli katkılar sağlamaktadır. Türkiye olarak atık yönetim stratejimizin en önemli ilkelerinden biri, “atık oluşumunun önlenmesi”, atık oluşumunun kaçınılmaz olması durumunda da “atıkların geri kazanılması”dır. Başta Çevre Kanunu olmak üzere çevre mevzuatını oluşturan bütün hukuki düzenlemelerde atıkların tekrar kullanılmasını, materyal ve enerji olarak geri kazanılmasını öncelikli yönetim prensiplerinden biri olarak ele aldık. Geri kazanım faaliyetlerini teşvik ettik; geri kazanım tesislerinin teknik ve idari yeterliliklerinin artırılması amacıyla kriterler oluşturduk ve bu kriterleri sağlayan tesisleri lisanslandırarak söz konusu tesislerin hem ekonomiye hem de çevreye katkıda bulunmalarını sağladık. Haziran 2014 29 30 KapakSöyleşi Cumhuriyet’in 100. yılını kutlayacağımız 2023 için Bakanlığınızın hedefleri nelerdir? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak hedeflerimizi uzun soluklu bir anlayış çerçevesinde planladık ve 2023 yılına yönelik stratejiler belirledik. Mesela iklim değişikliği ile mücadele amacıyla yürüttüğümüz çalışmalar çerçevesinde, 2011-2023 yıllarına yönelik stratejik hedef ve ilkeleri içeren İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) hazırladık. 2023 yılını öngörerek hazırlanan bu eylem planımız ile “gelişmekte olan çevreci bir ülke” şuuruyla yoluna devam eden ülkemizin kalkınma ve çevre ile ilgili gelecek hedef lerinin entegrasyonunu kesintisiz bir şekilde hızla devam ettirmesini planlamaktayız. Özetle İDEP ile ulusal sera gazı emisyonlarının azaltılması ve sürdürülebilir şehircilik, sürdürülebilir gıda üretimi, sürdürülebilir tarım ve hayvancılık, doğal afet risk yönetimi, ekosistem hizmetleri, biyolojik çeşitliliğin korunması ve ormancılık faaliyetlerindeki çalışmalarımız ile yeşil istihdam olanaklarının artırılmasını hedeflemekteyiz. Bununla birlikte Bakanlığımızca verilen maddi ve teknik destekler ile çevreyi koruma amaçlı yapılan çalışmalarımız sayesinde son yıllarda kanalizasyon şebekesi ve atıksu arıtma tesisi ile hizmet verilen belediye sayısında ve bu hizmetin verildiği nüfusta önemli artış meydana gelmiştir. Bugün Türkiye’deki toplam belediye nüfusunun %73’üne atıksu arıtma hizmeti verilmektedir. Bakanlık olarak 2017 yılında atıksu arıtma tesisine bağlı belediye nüfusunun toplam belediye nüfusuna oranını %85’e çıkarmayı, Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yılı olan 2023’te ise tüm belediyelerin atıksu arıtma tesisine kavuşmasını sağlamayı hedef lemekteyiz. Diğer taraftan katı atıkların geri kazanımı ve bertarafı konusunda hedeflediğimiz noktada ol- Haziran 2014 mamakla birlikte yapılan çalışmalardan oldukça iyi bir noktaya doğru ilerlediğimiz açıktır. Belirlenen hedeflere ulaşabilmek için Bakanlığımızın belediyelere teknik ve mali destekleri sürmektedir. Bakanlığımız birlik modeli politikası kapsamında katı atık bertaraf tesislerinin yatırım ve işletme maliyetlerinin karşılanması, tekniğine uygun olarak işletilebilmesi, tesislerin sürdürülebilirliği ve katı atık bertarafı için daha az alanın kullanımı çevresel olarak izleme kolaylığı sağlamaktadır. Bu çerçevede, katı atıkların düzenli depolanması hususunda bugün 909 belediyede 70 katı atık bertaraf tesisi ile 44,7 milyon nüfusa hizmet verilmektedir. 2023 yılı sonunda tüm ülke nüfusuna hizmet verilmesini hedeflemekteyiz. Hava yönetimi konusunda, 2023 yılına yönelik yaşanabilir bir çevre için kirliliğe etken olan tüm faktörlerin önlenmesini ve kontrolünü sağlamak istiyoruz. Bu kapsamda hava kalitesini korumak, hava kirliliğini en düşük seviyeye getirmek, enerji kaynakları başta olmak üzere temiz enerjinin kullanıma destek olmak yönündeki çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ayrıca gürültüden insan sağlığının korunması ve insanlarımızın sessiz ve sakin alanlarda yaşamasını teminen, 2023 yılına kadar nüfusu 100 binden fazla olan şehirleşmiş yerleşim alanları için gürültü haritalarının ve harita sonuçlarına göre kontrol tedbirlerini içeren eylem planlarının oluşturulması da hedeflerimiz arasında yer almaktadır. Bunun yanı sıra deniz çevresinin korunmasına ilişkin çalışmalar kapsamında şu faaliyetleri tamamlamayı da hedeflemekteyiz: Mavi Kart Uygulaması’nı 28 kıyı ilimizde gerçekleştireceğiz. Turistik ve rekreasyonel amaçlı kullanılan tekneler ile balıkçı teknelerinde oluşan atıkların etkin bir şekilde toplanması ve denetimini sağlamak amacıyla Muğla ve Antalya illerinde Mavi Kart Sistemi’ne geçtik, kısa zamanda diğer kıyı illerimiz de sisteme dahil edilecektir. Mavi Bayraklı Plajlar konusunda iddialıyız. Yüzme suyu alanlarının kirlilik kaynaklarını tespit ederek gerekli önlemleri alıp Mavi Bayrak sayısında dünya birincisi olmayı hedefliyoruz. “Türkiye Plajları” tanıtım web sayfasını düzenliyoruz. “Türkiye Plajları-Turkish Beaches” web sayfasını Türkiye’ye gelen yabancı turistlerin %25’inin ziyaret edece- KapakSöyleşi ğini tahmin ediyoruz. Ayrıca ilgili AB direktiflerinin uyumlaştırma çalışmalarını da tamamlayacağız. Kaza sonucu oluşan deniz kirliliğinin önlenmesi konusunda çok önemli çalışmalarımız var. Kaza sonucu oluşan deniz kirliliğine müdahale ve hazırlıklı olma hususunda tüm kıyı tesislerimizin planlarını tamamlamasını ve etkin uygulamasını sağlayacağız. Deniz Çöpleri ile Mücadele Eylem Planları’nı oluşturacağız. 28 kıyı ilinin deniz çöpleri eylem planını hazırlayarak uygulamaya geçireceğiz. “Ulusal Deniz Çevresi Stratejisi” hazırlayıp uygulayacağız. “Ulusal Deniz Çevresi Stratejisi”, deniz çevresine etkisi olan tüm faaliyet ve sektörlerin deniz ekosisteminin korunması ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda nasıl şekillendirileceğinin tanımlanacağı bir ulusal strateji metni olacaktır. Çevrenin korunması ve sağlıklı kentleşme, toplumun bu konularda bilinçli olmasıyla da doğrudan ilgili. Toplumumuzdaki çevre duyarlılığı konusunda sizin gözlemleriniz ve değerlendirmeleriniz nelerdir? Çevre ve şehircilik konularında farkındalığın artırılması için Bakanlığınız ne gibi çalışmalar yürütmektedir? “Mavi Bayraklı Plajlar konusunda iddialıyız. Yüzme suyu alanlarının kirlilik kaynaklarını tespit ederek gerekli önlemleri alıp Mavi Bayrak sayısında dünya birincisi olmayı hedefliyoruz.” Her zaman söylediğimiz gibi çevre konusu bir eğitim ve medeniyet konusudur. Her şeyde olduğu gibi çevre konusunda da en önemli unsur eğitim ve bilinçlendirmedir. Bu nedenle, hedefimiz çevreye duyarlı bir insan yetiştirmek ve dünyaya örnek olabilecek rol model bir toplum oluşturmaktır. Bakanlığımız çevrenin korunması ve iklim değişikliği ile mücadele çalışmalarında bireysel çabaların öneminin farkındadır ve bu bağlamda toplumun bilinç düzeyinin artırılması amacıyla projeler yürütülmekte, çalışmalar gerçekleştirilmektedir. Bu kapsamda iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması ve sürece uyum sağlanması, tüketim kalıplarının iklim dostu olacak şekilde değiştirilmesi için kamuoyu bilincinin artırılmasına yönelik projeler yürütülmektedir. Bu projelerden bir tanesi Bakanlığımız ve TÜBİTAK-TÜSSİDE ile 2012-2013 yılları arasında gerçekleştirilen “İklim Değişikliğinin Etkileri ve İklim Değişikliğine Uyum Konularında Farkındalık Geliştirme Projesi”dir. Söz konusu proje kapsamında geniş katılımlı çalıştaylar gerçekleştirdik. İklim değişikliği alanında bilinç düzeyinin artırılması amacıyla 8 pilot ilden (Trabzon, Samsun, Kayseri, Konya, İzmir, Muğla, Bursa, Edirne) 120 ortaöğretim öğretmenine yönelik seminerler gerçekleştirilmiş, 180 ortaöğretim öğrencisine yönelik “İklim Değişikliği Bilim Kampları” düzenlenmiştir. Bunun yanı sıra iklim değişikliği konusunda kamuoyu bilincinin artırılmasına yönelik “İklim Değişikliği Kamu Spotu” hazırlanmıştır. Mesela deniz çöpleri ile mücadelede önemli olan unsurlardan biri vatandaşlarımızın bilinçlendirilmesidir. Sivil toplum kuruluşları, deniz çöpleri ile mücadele kapsamında halkımızda farkındalık oluşturabilmek amacıyla çeşitli uluslararası organizasyonlarla birlikte deniz ve kıyı temizliği kampanyaları ile benzeri çalışmalar organize etmektedirler. Bakanlığımız bu çalışmalara gerekli destekleri vermektedir. Ayrıca, deniz çöplerine ilişkin hazırladığımız taslak mevzuatta en önemli bileşenlerden biri de halkın bilinçlendirilmesine yönelik çalışmaların düzenlenmesidir. Bunun yanı sıra atıkların yönetimine ilişkin yerel yönetimler ile işbirliği içerisinde bilinçlendirme çalışmalarımız ve eğitim faaliyetlerimiz de devam etmektedir. Ayrıca 2012 yılı itibarıyla hava kalitesi haber bültenleri Bakanlığımız tarafından yayımlanmaktadır. Kamuoyuna yönelik yazılı ve görsel medya araçları kullanılarak bilgilendirici video, bilgi notları ve sesli kısa spot filmler hazırlamaktayız. Bilgi Edinme kapsamında hava yönetimi alanında Bakanlığımıza yönlendirilen soruları detaylı şekilde cevaplandırmaktayız. Sivil toplum kuruluşları, kamu kurumları, yerel yönetimler ve üniversiteler ile ortak farkındalık kampanyaları yürütmekteyiz. Haziran 2014 31 Tüm değerleri yeniden değerlendiren mimari: GÜRCİSTAN PARLAMENTOSU Açılan “Yeni Gürcistan” sayfasının en önemli sembolü yeni parlamento binası. II. Dünya Savaşı’nda şehit düşmüş Sovyet askerlerinin anısına dikilen anıtın olduğu yerde, bugün ülkenin geçmişini ve geleceğini yeniden tanımlayan Gürcistan Parlamentosu yükseliyor. Elif Çelik Haziran 2014 Dünya Parlamentoları G ürcistan’da kraliyetin gücünün sınırlandırılması ve parlamenter bir yönetim sisteminin oluşturulması fikri aristokratlar ve yurttaşlar arasında ilk kez 12. yüzyılda ortaya çıkar. O dönemde Gürcistan Krallığı’nın başında, ilk kadın monark olan ve ülkeye altın çağını yaşatan Kraliçe Tamar vardır. Kraliçenin muhaliflerinden oluşan bir topluluk ile onlara liderlik eden -vaktinde vezir ve haznedar olarak görev yapmış- Kutlu Arslan, kurulmasına öncülük etmeye çalıştıkları söz konusu parlamentonun çift meclisli olması gerektiği düşüncesindedir: Krallıkta meydana gelen gelişmeleri takip etmek üzere ara sıra toplanacak bir meclis olan Darbazi ve yasama faaliyetlerini gerçekleştirecek daimi meclis Karavi. Ne var ki zafer kraliyetin gücünün kısıtlanmaması gerektiğini savunanlardan yana olur ve Kutlu Arslan kraliçenin emriyle tutuklanır. Arslan’ın taraftarlarının saraya yürümesiyle kraliçe onu serbest bırakmayı kabul etse de fikirleri asla hayata geçirilmez. Aradan geçen yüzyılların ardından, Gürcistan’da ilk parlamenter faaliyet 1906 yılında vuku bulur. 1801’den itibaren Rusya Federasyonu’na bağlanan Gürcistan, Rusya’nın yasama meclisi Devlet Duması’na 1906’dan itibaren vekil göndermeye başlar. İleride ülkenin ulusal bağımsızlık mücadelesinde pay sahibi olacak bu vekillerden biri, Noe Jordania, 1918’de hürriyetini kazanan Gürcistan’ın ilk başbakanı olur. Ne var ki Gürcistan Ulusal Meclisi’nin 1921’de ilk anayasayı oluşturmasının üzerinden çok geçmeden ülke Kızıl Ordu tarafından işgal edilir. Gür- Haziran 2014 33 34 Dünya Parlamentoları cistan tarihinde, parlamenter sistemin olmadığı altmış dokuz yıl sürecek bir boşluk meydana gelir böylece. Gürcistan’ın ilk parlamento binası, ülke Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti olarak Sovyetler Birliği’ne bağlıyken, 1938-1953 yılları arasında inşa edilir. SSCB’nin dağılma süreci, Gürcistan’da güçlü bir bağımsızlık hareketi başlatır. Birlik’le imzalanan antlaşma geçersiz kılınarak referanduma gidilir ve Gürcistan Parlamentosu, 28 Nisan 1991’de ülkenin tam bağımsızlığını ilan eder. Geleceğe meydan okumak Gürcistan Parlamentosu’na evsahipliği yapan ilk bina, başkent Tif lis’te yer alır. Mimari açıdan inşa edildiği dönemin özelliklerini yansıtan yapı artık yeterli görülmediğinden yenisine ihtiyaç duyulur. Ancak burada Haziran 2014 Gürcistan Parlamentosu, şeffaf siyasetin simgesi, fütüristik bir sanat ve mimarinin eseri olarak gösteriliyor. önem kazanan nokta, yeni parlamento binasının inşası için ülkenin başkenti, siyasi ve kültürel merkezi olan Tiflis yerine yüzlerce kilometre uzaktaki Kutaisi’nin seçilmesidir. Binanın inşa edildiği bölge aslında II. Dünya Savaşı’nda Nazilerle çatışan ve şehit olan Sovyet askerleri anısına inşa edilmiş dev anıtla meşhurdur. Rusya ile büyük gerginlik yaşanmasına sebep olsa da parlamentonun yapılması için başka bir alternatif belirlenmeyerek anıtın yıkılması, tüm dünyada yankı bulan bir olay olur. Gürcistan bürokrasisinin geri kalanı Tiflis’te faaliyetlerine devam ederken parlamentonun başka bir şehre taşınması ise ayrı bir problem olarak görülmektedir. Şeffaf siyasetin simgesi, fütüristik bir sanat ve mimarinin eseri olarak gösterilen yeni Gürcistan Parlamentosu böylece ulusal bir değerin yok edilmesinin, duyarsızlığın da sembolü olarak gösterilir dünya çapında. Dönemin devlet başkanı Mihail Saakaşvili, yeni Gürcistan’ın simgesi olan bu yapının aynı zamanda Moskova’ya bir mesaj niteliğinde olduğunu söyler. Saakaşvili, ülkenin bağımsızlığını korumak için tüm Gürcistan halkının sonuna kadar savaşacağından emindir; vaktinde bunun için herkes tek yürek olmuştur ve devlet artık tek bir elit kesim tarafından, tek bir noktadan yöne- Dünya Parlamentoları Mimariye meraklı siyasetçi Saakaşvili’nin projesi olan yenilikçi bina, betondan yapılmış gözkapağının altındaki dev bir göze benzeyen cam kubbesiyle dikkat çekiyor. tilmeyecektir. Tiflis’te baskın olan Sovyet dönemi mimarisinden uzaklaşılarak yeni bir sayfa açılmaktadır. Bu yeni sayfada artık Gori kent meydanındaki Josef Stalin heykeli kaldırılmış, yine Stalin’in adını taşıyan müze “Sovyet istilası” müzesine dönüştürülmüş, binalardaki bütün Sovyet sembolleri kaldırılmıştır. Yenilikçi parlamento binasının inşası için harcanan ücretin açıklanmaması ise şeffaf devlet politikasına ters düştüğü ve yeni parlamento binasının misyonuyla çeliştiği gerekçesiyle farklı tartışmalara konu olmuştur. Yeni bir siyaset anlayışı “Avrupa’da bir heyula dolaşıyor; komünizm heyulası” demişti Karl Marx tam 166 yıl önce. Bu heyuladan ve Sovyetler Birliği’nin gölgesi ardında olmaktan hayli bezmiş olacak ki Gürcistan geçmişini ve geleceğini yeniden tanımlıyor. Ülkenin Haziran 2014 35 36 Dünya Parlamentoları Son yıllarda büyük değişimler ve dönüşümler yaşayan Gürcistan’ın parlamento binası oldukça etkileyici ve simgesel öneme sahip. parlak, demokratik istiklalini simgeleyen, gelişme ve ilerlemeyi destekleyen ve farklı bölgeleri birbirine yakınlaştıran parlamento binası 26 Mayıs 2012’den bu yana meclise evsahipliği yapıyor. Mimariye meraklı siyasetçi Saakaşvili’nin projesi olan yenilikçi bina, betondan yapılmış gözkapağının altındaki dev bir göze benzeyen cam kubbesiyle dikkat çekiyor. Vekil odaları ile diğer birimlerin camla çevrili olduğu yapıda asma Haziran 2014 bahçeleri andıran katlar yer alıyor. Yapının tam kalbinde bulunan yarım daire şeklindeki Meclis Salonu ise kubbeden gelen günışığı ile aydınlanıyor. Çoğunluğu hükümet üyelerinin oluşturduğu kayda değer bir grup yeni parlamento binasını modernist bir şaheser olarak nitelendirirken bir başka kesim çok uçlardaki bir imgelemin yanlış yere yerleştirilmiş ürünü olarak görüyor. Burada, özellikle devlet binaları söz konusu olduğunda “görkemli” ile “pahalı” arasında çok ince bir çizgi olduğunu belirtmekte fayda var. Son yıllarda büyük değişimler ve dönüşümler yaşayan Gürcistan’ın parlamento binasının oldukça etkileyici, simgesel öneme sahip bir mimari harika olduğu kesin. Ama parlamentonun estetik niteliklerinin ötesinde başkentin taşınması, yapının inşası için harcanan para ve anıtın yıkılması gibi konularda kutuplaşmanın son bulması ve fikirlerin uzlaşması yakın bir gelecekte mümkün gibi görünmüyor. Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2014 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine, uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz, her konuda bize ulaşabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar / ANKARA Tel: 0 312 420 66 21 Fax: 0 312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ Ankara Hotel Pino Tel: 0312 446 36 86 Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP / Ankara Sağlık Hattı Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her türlü bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312 420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz. Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0312 202 44 91 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0312 305 32 62-63 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0232 390 41 06 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0242 249 65 91 - 0 507 870 17 85 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0312 508 30 03 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0342 360 95 05 İstanbul Medipol Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 0212 534 86 86 - 0212 631 20 50 /4029 - 0212 440 10 00 /1212 38 Röportaj Mustafa Yılmaz: Siyasetçi dürüst ve halkla iç içe olmalı Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit 1987-2007 yılları arasında milletvekilliği yapan ve çeşitli dönemlerde bakanlık görevi üstlenen Mustafa Yılmaz, “Memlekete güzel hizmetlerde bulunmak, vatandaşın her türlü sıkıntısında yanında olmak nasip oldu. Bundan büyük mutluluk ve gurur duyuyorum” diyor. Haziran 2014 T ürkiye Büyük Millet Meclisi’nin bahçesindeyiz. Bahar çiçeklerinin ayrı bir güzellik kattığı bahçede bu ayki röportaj konuğumuz Mustafa Yılmaz’la sohbet ediyoruz. 1987-2007 yılları arasında milletvekilliği yapan Yılmaz’la Meclis çatısı altında olduğu yılları ve bakanlık dönemlerini konuşuyoruz. Yılmaz’ın ilginç anılarıyla renklenen sohbetimiz sırasında dünden bugüne uzanıyor ve tecrübeli siyasetçiye ülke gündemindeki konularla ilgili değerlendirmelerini de soruyoruz. Röportajımıza ise Mustafa Yılmaz’ın hayat yolculuğunun dönüm noktalarına değinerek başlıyoruz. Yılmaz’ı dinledikçe bir kez daha anlıyoruz ki içinde bulunulan koşullar ne kadar zor olursa olsun engelleri aşmak da başarıya ulaşmak da insanın kendi elinde… “Ben köylü çocuğuyum…” Mustafa Yılmaz 1949 yılında Gaziantep’in Oğuzeli ilçesinin Dokuzyol köyünde dünyaya gelir. Ailesinin maddi imkansızlıkları nedeniyle yokluk ve yoksullukla küçük yaşlarda tanışır. Okula gidebilmesi bile zordur o koşullarda. Babası, “Okuyup da ne yapacaksın, köyde işler seni bekliyor” dese de engel olamaz oğluna; her fırsatta okula koşar Mustafa Yılmaz. Lise çağlarında, kendisin- Röportaj den bir sınıf altta olanlara matematik dersi vererek okul harçlığını kazanır. İnsanlara yardım etmeyi, özellikle yoksul hastalarla ilgilenmeyi sevdiği için üniversitede tıp eğitimi görmek ister. Sınavı kazanarak bu isteğine kavuşur, ama maddi imkansızlık burada da karşısına çıkar. Parasızlık nedeniyle ne ders kitaplarını alabilir ne de İstanbul’da kalacak bir yer bulabilir. Büyük üzüntü duyarak ve ağlayarak tıp fakültesinden ayrılır. Daha sonra “Öğrencilere yemek, yurt bedava” diye haber alınca Karadeniz Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne gider. İnşaat yüksek mühendisi olarak Gaziantep’e dönen Mustafa Yılmaz, “Biz lise çağlarındayken köyümüze siyasetçiler gelir giderdi. Köylüler onların etrafında toplanır; yol, su gibi birtakım taleplerde bulunurlardı. Bu durum benim ilgimi çekerdi. ‘İnsanlara hizmet etmek, onların taleplerini yerine getirmek ne kadar güzel’ diye düşünürdüm. Siyasetçilerle köylüler arasındaki diyalog hafızamda yer etmişti. İnşaat yüksek mühendisi olduğum dönemde hayatıma işadamı olarak mı devam edeyim, siyasete mi gireyim diye çok düşündüm. Sonunda siyaset ağır bastı” diyor. Mustafa Yılmaz, 1987-2007 yılları arasında Meclis çatısı altında yer aldı. TBMM 18, 19, 20, 21 ve 22. dönemlerde milletvekilliği yapan tecrübeli siyasetçi, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ile Devlet Bakanlığı görevlerini üstlendi. Yılmaz, milletvekilliği ve bakanlık dönemlerinde önemli hizmetlerinin yanı sıra renkli kişiliğiyle de adından söz ettirdi. Seçmenleriyle kurduğu sıcak ilişki dikkat çeken Mustafa Yılmaz, “Evinizde pek çok kişiyi ağırladığınızı, seçmenlerinizle bire bir ilgilendiğinizi biliyoruz. Bu yönünüzle ilgili olarak geçmişte pek çok haber yapıldı” dediğimizde şunları söylüyor: “20 yıllık milletvekilliği hayatım boyunca hep “İnşaat yüksek mühendisi olduğum dönemde hayatıma işadamı olarak mı devam edeyim, siyasete mi gireyim diye çok düşündüm. Sonunda siyaset ağır bastı.” halkla iç içe oldum. Meclis’e sabah 7’de gelir, o günkü görüşmelerimin yeri ve saatini ayarlar, 8:30-9’da çıkardım. Genel Kurul çalışmasının başlayacağı saate kadar seçmenlerimin yanında olurdum. Milletvekilinin iki işi var; biri devletin işi, yani yasamayla ilgili faaliyetler, diğeri vatandaşın işi. Meclis çalışmalarının olmadığı zamanlarda vatandaşın her türlü sıkıntısıyla ilgilenmeye çalıştım; hastaysa tedavisine yardımcı olmak, köyünün bir eksiğini söylüyorsa onu gidermek için uğraştım. Birlikte çalıştığım arkadaşlarım kaydını tutmuşlar, 20 yılda 20 bin civarında hastaya tedavisi için yardımda bulunmuşum. Ankara’ya geldiğinde birkaç gün kalması gereken kişiler olurdu, otelde kalacak durumu olmayanları bilirdim, ‘Buyurun eve gidelim’ derdim. Evin alt katında bir odayı misafirlere ayırmıştık. Eşimle birlikte yıllar içinde binlerce kişiyi ağırladık. Bundan mutluluk ve gurur duyuyorum. Siyasette eşinizin desteği çok önemli. Onun katkısı ve işbirliği size çok yardımcı oluyor.” Haziran 2014 39 40 Röportaj “Pir Sultan’ın, Âşık Veysel’in köyüne hizmet götürmek nasip oldu” Mustafa Yılmaz, Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) milletvekili olduğu dönemde 50. Hükümet’te Bayındırlık ve İskan Bakanlığı yaptı. Göreve geldikten yaklaşık iki ay sonra bakanlıktan ve SHP’den istifa eden Yılmaz, siyaset yolculuğunu Demokratik Sol Parti (DSP) milletvekili ve Devlet Bakanı olarak sürdürdü. Köy Hizmetleri’nden sorumlu olduğu bakanlık dönemindeki hizmetlerinden mutlulukla söz eden tecrübeli siyasetçi, “Bülent Ecevit’in yanında bakanlık yapmak çok rahattı, çünkü hiçbir işinize karışmaz, sadece doğru çalışmanızı isterdi. DSP milletvekilleri ve parti teşkilatı da sizi rahatsız etmez, ‘Şu şöyle olsun’ demezdi. DSP’deki bakanlığım benim en rahat çalıştığım dönemdir” diye konuşuyor. Devlet Bakanlığı sırasında içme suyundan yola, kanalizasyondan sulama göletine kadar köylere pek çok hizmet götürmenin mutluluğunu yaşayan Mustafa Yılmaz, “Çocuklarıma bırakacağım en büyük miraslardan biri bu hizmetlerdir. Düşünün, bir köylü çocuğu olan Mustafa Yılmaz çok zor şartlarda büyüyecek, okuyacak, mühendis olacak, bakanlık yapacak ve memle- Ezo Gelin’in vatan hasreti sona erdi Mustafa Yılmaz’ın doğup büyüdüğü Dokuzyol köyü, güzelliği dillere destan olmuş Ezo Gelin’in memleketi. Çileli bir hayat süren Ezo Gelin, Mustafa Yılmaz’ın akrabası. “Ezo Gelin benim dayımın hanımıydı. Onlar boşandıktan sonra Ezo Gelin Suriye’ye gitti, evlenip orada yaşadı, ama hep vatan hasreti çekti. Ölmeden önce Türkiye ile Suriye sınırındaki yüksek dağın tepesine gömülmeyi ve oradan vatanını görmeyi vasiyet etmişti. Bakan olunca Ezo Gelin’in mezarını köyüne getirdim” diyen Yılmaz, bunun mutluluğunu yaşadığını ifade ediyor. Haziran 2014 ketine güzel hizmetlerde bulunacak; köylere içme suyu, yol, kanalizasyon götürecek. Pir Sultan’ın Banaz köyüne, Âşık Veysel’in Sivrialan köyüne hizmet götürmek ona nasip olacak. Bundan dolayı gurur duyuyorum” diyor. Yılmaz, bakanlığı döneminde 28 bin mevsimlik işçiye kadro verildiğini de hatırlatarak, “Bakanlık dönemimdeki en önemli çalışmalardan biri budur. Her Bakanlar Kurulu toplantısında söz alır, ‘Mevsimlik işçilerin durumu ne olacak?’ diye sorardım. Sonunda bir gün Mesut Yılmaz, ‘Mustafa Bey çalışmanızı getirin, ne gerekliyse yapalım’ dedi. Bir maddelik yasa çıkarılarak 28 bin mevsimlik işçi kadroya kavuşturuldu. Bu çok önemli bir çalışmaydı, hâlâ arayıp teşekkür edenler, dua edenler olur” diye konuşuyor. Mustafa Yılmaz, bakanlığı dönemiyle ilgili renkli bir anısını şöyle anlatıyor: “Gaziantep’te bir eve oturmaya gitmiştim. Koruma polislerine ‘Ben geç çıkacağım, siz gidip yatın, eve yürüyerek geçeceğim’ dedim. Gece geç saatte evden dışarı çıktığımda çok şiddetli bir yağmura yakalandım. Evim yaklaşık 300 metre ileride, ama yağmur yürümeye izin vermiyor. O sırada bir polis arabasının geldiğini gördüm; elimi kaldırarak arabayı durdurdum, sonra da arka kapıyı açıp içeri oturdum. ‘Ben Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz. Beni şu karşıdaki eve kadar götürebilir misiniz?’ dedim. Polis memuru, arkasına doğru dönerken ‘Ben de Ahmet Necdet Sezer’im’ dedi ve tam o sırada beni gördü. ‘Affedersiniz Sayın Bakanım, özür dilerim’ dedi. ‘Zararı yok oğlum, yola devam edelim’ dedim. Bu polis memuru daha sonra vali yardımcısının yanına gitmiş ve ‘Ben o yağmur altında arabayı sarhoş biri durdurdu sandım. Sayın Bakan’la dalga geçmiş gibi oldum. Şimdi benim görev yerimi değiştirirler mi?’ diye sormuş. Vali yardımcısı da ‘Oğlum sen işine bak, Mustafa Yılmaz böyle bir şey düşünmez, olayı Röportaj unutmuştur bile’ demiş. Hakikaten de öyleydi. Üstelik polis memuru haklıydı, sen yolun ortasına atlayıp arabayı durdurursan o da seni sarhoş sanır; bakan olacağı nereden aklına gelsin?” Mustafa Yılmaz, unutamadığı bir başka anısını ise şöyle paylaşıyor: “Sivas’ta Köy Hizmetleri’nin misafirhanesinde kalırken sabah erkenden kalktım. Koruma polislerine görünmeden dışarı çıktım. Amacım, çorbacıda bir çorba içtikten sonra vatandaşla konuşmaktı. Korumalarla birlikte, kalabalık bir şekilde dolaştığınız zaman vatandaş ‘Bakan Bey geldi’ diye toparlanıyor, taleplerini çekinerek söylüyor veya bazı şeyleri söylemek istemiyor. Bu nedenle ben yalnız dolaşmak istedim. Sabah bölge müdürü misafirhaneye gelince bakmışlar odamın kapısı açık, ben içeride yokum. Etrafı bir telaş sarmış, ‘Bakan Bey’i kaçırdılar mı’ diye. Her yere haber verilmiş. Ben çorbacıdayken dışarıda bir hareketlilik başladı. Bir baktım polis arabaları, Köy Hizmetleri “Her Bakanlar Kurulu toplantısında söz alır, ‘Mevsimlik işçilerin durumu ne olacak?’ diye sorardım. Sonunda tek maddelik yasa çıkarılarak 28 bin mevsimlik işçi kadroya kavuşturuldu. Bu çok önemli bir çalışmaydı.” araçları etrafta dolaşıyor. Ne olduğunu anlamak için dışarı çıktım, biri ‘Bakan Bey burada’ diye bağırdı. Anladım ki beni arıyorlar. Böyle pek çok renkli anım var.” “Eleştiri yaparken kırıcı olmamak gerekiyor” Mustafa Yılmaz’ın DSP’nin ardından CHP’de devam eden milletvekilliği hayatı 2007 yılına kadar sürdü. Türkiye’de nice önemli olayın yaşandığı 20 yıl boyunca aktif siyasetin içinde yer alan Yılmaz, “Tabii o zamanlarla bugünler arasında çok fark var. Meclis’te olduğum dönemlerde genel başkanlar, farklı partilerden milletvekilleri birbirlerini eleştirirlerdi, ama bugünkü kadar sert olunmazdı. Meclisimizde sert tartışmalar yapılması, bazen ağza alınmayacak laflar söylenmesi üzücü oluyor. Eleştiri yaparken, yanlışları söylerken kırıcı olmamaya, karşınızdaki kişiyi incitmemeye özen göstermek gerekiyor. Bizim dönemimizle karşılaştırdığımda bugünkü milletvekillerinin daha rahat çalıştığını görüyorum; çünkü üç yardımcı personel var. Bu durum milletvekiline büyük kolaylık sağlıyor” diyor. Hükümetin çalışmalarını değerlendirirken özellikle sağlık alanında önemli adımlar atıldığına işaret eden ve duble yollara dikkat çeken tecrübeli siyasetçi, “Geçmişten bugüne her hükümet döneminde yapılan hizmetler var; bunları görmezden gelemeyiz. Yapılan doğru işlerin yanı sıra yanlışları da ifade etmek gerekiyor. Örneğin fakir fukaraya kömür, bulgur, makarna dağıtılacağına iş imkanları yaratılsa daha iyi olmaz mı? İnsanların kendi kazandıkları parayla bu ihtiyaçlarını almaları daha güzel değil mi? Çalışabilecek durumda olmasına rağmen gıda yardımı, kömürü düzenli olarak gelen kişiler var. Bu durum insanları tembelliğe itiyor, ‘Nasıl olsa ekmeğim, kömürüm geliyor’ düşüncesiyle işe girmeye gerek duymuyor. Fakir fukaraya yardıma elbette karşı değilim, ancak bu yardım yaşlı, çaresiz, işte çalışacak sağlığı, gücü olmayan kişilere yönelik olmalı” değerlendirmesinde bulunuyor. Sohbetimiz sırasında Mustafa Yılmaz’a “Siyasetin olmazsa olmazları nelerdir?” diye soruyoruz. Siyasette dürüstlük, çalışkanlık ve halkla iç içe olmanın önemini vurgulayan Yılmaz şunları söylüyor: “Siyasetçi her şeyden önce dürüst olmalıdır, halka daima doğruları söylemelidir. Bir talebi yerine getiremediği zaman ‘Yapamadım, buna gücüm yetmiyor’ diyebilmelidir, bu ayıp değil ki. Bir insan makamda yükseldikçe gönlü enginleşmelidir. Siyasetçi halkla iç içe olmalıdır. Ben hep bunu yaptım, öyle zamanlar oldu ki vatandaşla yan yanayken bakan olduğumu unuttum. Helal para kazanmak her işte olduğu gibi siyasette de çok önemlidir. Bir insan siyaset yaparken, milletvekiliyken servet sahibi oluyorsa ben o kişiden şüphelenirim; ailesinden miras kalır o başka.” Haziran 2014 41 42 Babalar Günü kutlu olsun 15 Haziran Pazar, Babalar Günü. Eli öpülesi babalarımız alınteriyle kazanılmış bir lokma ekmek için kâh yerin metrelerce altında, kâh göğe uzanan binaların en ucunda. Hayat boyu yaşam kavgasının tam ortasında... “Babalar Günü” onlara bir kez daha “Seni seviyorum” demek; hayatta olmayanları sevgi, saygı ve rahmetle anmak için önemli bir fırsat. Röportaj ve Fotoğraflar: Songül Baş Haziran 2014 43 D ağ gibi, derya gibi, koca bir çınar gibi… Her zorluğun üstesinden gelen bir kahraman gibi… Her daim güçlü, her daim dimdik ayakta. Ve gözü kara. Alınteriyle kazanılmış bir lokma ekmek için kâh yerin metrelerce altında, kâh göğe uzanan binaların en ucunda. Hayat boyu yaşam kavgasının tam ortasında… Eli öpülesi babalarımız sevginin, saygının, güven duygusu ve fedakarlığın diğer adı. Sımsıkı sarıldı mı dünyalar bizim, öptü mü her yer güllük gülistanlık… Yokluğu ise tarifsiz bir acı, derin bir boşluk… 15 Haziran Pazar, Babalar Günü. Bu özel gün babalarımıza bir kez daha “Seni seviyorum” demek; hayatta olmayanları sevgi, saygı ve rahmetle anmak için önemli bir fırsat. “Babalar Günü”, her yıl haziran ayının üçüncü pazar günü kutlanıyor. Bu günün ortaya çıkışına ilişkin farklı anlatımlar mevcut olsa da ağırlıklı olarak şu öyküye rastlanıyor: Takvimler 1910 yılını gösterirken Amerikalı Sonora Smart Dodd, Anneler Günü gibi Babalar Günü’nün de kutlanması gerektiği fikrini ortaya atıyor. Dood, doğum sırasında eşini kaybettikten sonra hayatını altı çocuğuna adayan babası William Smart başta olmak üzere tüm babaların özel bir günü hak ettiğini dile getiriyor. Bu düşünceyle harekete geçen Dood, babasının doğum günü olan 5 Haziran’ın Babalar Günü olarak ilan edilmesi için girişimlerde bulunuyor. Yapılan hazırlıklar 5 Haziran’a değil, iki hafta sonraya, yani haziran ayının üçüncü pazar gününe yetişiyor. Böylece bu özel gün ilk kez 19 Haziran 1910’da Washington’un Spokane şehrinde kutlanıyor. 1966 yılında ABD Başkanı Johnson, her yıl haziran ayının üçüncü pazarının “Babalar Günü” olarak kutlanacağına ilişkin bir bildiri yayımlıyor. Ülkemizde ise bu özel gün daha çok 1980’li yılların sonlarına doğru hayatımızda yer almaya başlıyor. Bu yıl 15 Haziran’da kutlayacağımız “Babalar Günü” Süreyya Sadi Bilgiç dolayısıyla siyasette iz bırak- mış babalara sahip milletvekilleriyle konuştuk. Babalarından devraldıkları bayrağı gururla taşıyan vekiller, efsane bir ismin çocuğu olarak yaşadıklarını, hissettiklerini ve anılarını anlattı. “Müthiş bir baba, müthiş bir insandı” AK Parti Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç, Türk siyasetinin önemli isimlerinden, “Koca Reis” lakaplı Sadettin Bilgiç’in oğlu. Milletvekilliği, Ulaştırma ve Millî Savunma bakanlıkları yapan Sadettin Bilgiç’in bir baba olarak çocuklarıyla ilişkilerini sorduğumuz Süreyya Sadi Bilgiç, “Babam hakikaten çok farklı bir insandı. Sadece ailesiyle değil, çevresindeki herkesle çok iyi ilişkiler içindeydi. Ailesine, dostlarına sadakatle bağlıydı. Bizlere karşı son derece sevecen ve hoşgörülüydü; hatalarımızı hiçbir zaman sert bir biçimde yüzümüze vurmaz, bunları bir daha tekrarlamamamız konusunda yapıcı eleştirilerde bulunurdu. Müthiş bir baba, müthiş bir dost, müthiş bir insandı” diyor. Süreyya Sadi Bilgiç, siyasetçi bir babanın oğlu olmanın hayatını ne yönde etkilediğini ise “Ben doğduğumda babam milletvekiliydi. Siyasetin yoğun olarak konuşulduğu, yaşandığı bir ortamda büyümek tabii ki hayatınızın her alanında etkisini hissettiriyor. Sadettin Bilgiç gibi siyaseti tamamen fazilet temelleri üzerine oturtmuş, pek çok farklı özelliğiyle halkın gönlünde yer etmiş, kabul görmüş bir kişinin oğlu olmak hem bir övünç vesilesi hem de büyük bir sorumluluk. Böyle bir soyadını taşıyor olmaktan onur duyuyorum ” sözleriyle ifade ediyor. Bilgiç, siyasete girmesi konusunda babasının bir yönlendirmesi olup olmadığına ilişkin şunları söylüyor: “Babam genel cerrah olduğu için tıp fakültesinde okumamı arzu ettiğini biliyorum. Benim ilgi alanım iktisat olmakla beraber onun da arzusunu yerine getirebilmek adına tercihlerim arasına tıp fakültesini de yazmıştım. Nasipte kendi arzu ettiğim İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okumak varmış. Seçimimden Haziran 2014 44 dolayı hiçbir şey söylememiştir, ama çocuklarından birinin doktor olmasını hep istemiştir. Amcamın çocuklarından biri tıp fakültesinde okudu, bu onun için bir sevinç kaynağıydı.” “Babalık insanı olgunlaştırıyor” Sürey ya Sadi Bilgiç, babası nı n ya nı nda müthiş bir sevgi, saygı ve güven hissettiğini belirterek, “Babam Türkiye’nin 1960’lı, 70’li y ı l larının şar t larında siyaset yaptı. 27 Mayıs darbesi sonrası yaşanan süreç düşünüldüğünde hakikaten son derece sancılı yıllarda siyasetin içindeydi. Türk iye’nin her tarafını dolaşırdı. Çocukken belki bir ay, bir buçuk ay babamı görmediğimiz olurdu. Dolayısıyla bir siyasetçi çocuğu olarak zaman zaman yalnızlık duygusunu da hissettiğimi ifade etmem gerekiyor” diye konuşuyor. Bilgiç, siyasette yer almaya nasıl karar verdiğini sorduğumuzda ise 28 Şubat sürecine ve 27 Nisan e-muhtırasına işaret ederek, “İnsanın tüylerini diken diken eden açıklamaları duyunca demokrasi, insan hakları, hukuk, memleketin birlik ve beraberliği noktasında mücadele etmek gerektiği inancıyla siyasette yer almaya karar verdim. Darbelere, darbe fikrine karşı verilen mücadelenin bir parçası olmaktan, vesayet döneminin tamamen kapandığı bir sürecin içinde yer almaktan onur duyuyorum” diyor. Süreyya Sadi Bilgiç, ikiz çocuk babası. 1989 doğumlu iki kızı var. Her Hurşit Güneş iki kızının da mühendis Haziran 2014 olduğunu belirten Bilgiç, “Onlarla gurur duyuyorum. Bugüne kadar beni veya annelerini hiç üzmediler. Aramızda sevgi, saygı, hoşgörü ve güvene dayalı çok güzel bir ilişki var; hem baba-evlat hem de arkadaşız. Hayattaki en büyük zenginliğimin ailem olduğunu düşünüyorum. Hakkını ödeyemeyeceğim insanlardan biri eşimdir. Her zaman benim yanımdadır. Ben İstanbul-Ankara-Isparta arasında sürekli gidip geliyorum, bu nedenle 15-20 gün eve uğrayamadığım oluyor. Son 7 yıldır evin ve çocukların sorumluluğunu ağırlıklı olarak eşim üstleniyor. Siyaset yapan insan için eşinin desteği çok önemlidir. Benim annem de çok özverili bir insandı. Bizim evde hareketlilik sabah namazıyla beraber başlardı. O saatten itibaren evde misafirler olurdu. O zamanın şartları bu şekildeydi” diye konuşuyor. Süreyya Sadi Bilgiç, babalığın insanı olgunlaştırdığını belirtiyor. “Babalık müthiş bir duygu” diyen Bilgiç, ailesinde “Babalar Günü”nün kutlanıp kutlanmadığı sorusuna, “Eşim ve kızlarım özel günler konusunda çok duyarlıdırlar. Doğum günümü, Babalar Günü’nü mutlaka kutlarlar” yanıtını veriyor. “Babamın kararlarıma etkisi doğrudan değil, dolaylı oldu” CHP Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş, Türk siyasetinde iz bırakmış bir ismin, Dışişleri eski Bakanı Turan Güneş’in oğlu. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında bakanlık görevinde bulunan Turan Güneş’in bir baba olarak çocuklarıyla ilişkilerini ve onların aldıkları kararlara etkisini konuştuğumuz Hurşit Güneş, “Aydın, profesör ve siyasetçi bir babaya sahip olmak, böyle bir ortamda yetişmek kuşkusuz çocuk üzerinde etkili oluyor ve alacağı kararlarda kendini hissettiriyor. Nitekim sadece ben değil, kız kardeşim Ayşe Ayata da öğretim üyesi” diyor. Hayatına yön verirken babasının doğrudan değil, dolaylı bir etkisi olduğunu ifade eden Güneş, “Bu durum siyaset için de geçerli. Babam hiçbir zaman bize ‘Siyasete girin’ demedi, ama az önce belirttiğim gibi siyasetin içindeki bir ailede büyüdüğünüz zaman doğal olarak siz de etkileniyorsunuz. Siyasetçi anne ve babaların çocuklarının siyasete girme oranının, ailesinde siyasetçi olmayan 45 çocuklara göre daha yüksek olduğunu biliyoruz. Ben de küçüklüğümden itibaren siyasetçi olmayı istedim. Hatta lise yıllığımda bir karikatür vardır; bu karikatürde beni politikacı olarak çizmişlerdir. Siyasete hep ilgi duymuşumdur ve siyaset bilimi okumak istemişimdir. Lisans eğitimim siyaset ve ekonomi dalındadır” diye konuşuyor. Turan Güneş’in çok özel bir insan olduğ u nu, onu n evlad ı olma k ta n gurur duyduğ unu belirten Hurşit Güneş, önemli bir noktaya işaret ediyor: “Turan Güneş gibi birinin oğlu olmak elbette toplumda size bir itibar kazandırır, ancak tanınmış bir kişinin çocuğu olmak tek başına yeterli değildir, sizin taşıdığınız nitelikler de çok önemlidir. Ben bugün Türkiye’nin bilinen ekonomi hocalarından biri değil, sadece Turan Güneş’in oğlu olsaydım bu itibarı elde edemezdim. Dolayısıyla kimin çocuğu olunduğundan çok ne tür niteliklere sahip olunduğu üzerine yoğunlaşmak daha doğru bir davranış.” “Baba, çocuk için bir güven unsuru” CHP’li vekil, Turan Güneş’in demokrasiden taviz vermeyen, öngörülü ve sözünü esirgemeyen bir siyasetçi olarak anıldığını belirtmemiz üzerine şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Doğruları zamanında ve zemininde doğru bir üslupla ifade etmezseniz siyasette iz bırakamazsınız. Siyasette hangi mevkiye geldiğiniz değil, neleri söylediğiniz ve nasıl bir tutum sergilediğiniz önemlidir; siyasetçiyi de büyüten budur zaten. Babam bulunduğu yerlerde muhalif bir ses olmuştur; bunu sadece aykırılık olsun diye yapmamıştır, bir doğruyu ifade etmenin önemli ve değerli olduğunu bildiği için söylenmesi gerekenleri söylemiştir. Ben de kuşkusuz böyle bir siyasetçi olmaya çalışıyorum.” “Babam bulunduğu yerlerde muhalif bir ses olmuştur; bunu sadece aykırılık olsun diye yapmamıştır, bir doğruyu ifade etmenin önemli ve değerli olduğunu bildiği için söylenmesi gerekenleri söylemiştir.” Turan Güneş’in Dışişleri Bakanlığı’nın sekiz ay kadar sürdüğünü hatırlatan Hurşit Güneş, “Babam kısa sayılabilecek bir süre bakanlık yapmasına karşın ismi çeşitli illerde cadde ve bulvarlara verilmiştir. Demek ki önemli olan bir makamda uzun yıllar kalmak değil, yaptığınız hizmetler ve toplumda yarattığınız algıdır” diyor. Hurşit Güneş babası ile ilişkilerinin nasıl olduğunu sorduğumuzda baba ile çocuk arasındaki güven duygusunun önemine işaret ederek, “Ben kızlarıma hep şunu söylemişimdir: Belki şu an sizin yanınızda değilim, ama bilin ki ihtiyaç duyduğunuzda mutlaka yanınızda olacağım. Çocuk için baba bir güven unsuru, anne şefkat unsurudur. Çocuklar babalarını kaybettiklerinde çok önemli bir dayanaklarını yitirirler. Böyle bir durumda erkek çocuklar daha çok sarsılırlar, çünkü hem hayatlarındaki güven unsurunu kaybederler hem de güven unsuru olma sorumluluğu onların omuzlarına yüklenir. Türk toplumunda bu böyledir, ama aslında anne de baba gibi güven unsuru, baba da anne gibi şefkat unsuru olabilmelidir” diyor. Babasını kaybettiğinde 25 yaşında olduğunu ifade eden Güneş, “Küçük bir yaşta değildim, ama babam benim evlendiğimi, çocuklarımın olduğunu göremedi. Bırakın profesör olmamı, yardımcı doçent olduğumu bile göremedi. Ölümünden 29 yıl sonra milletvekili oldum. Dolayısıyla ne akademik ne de siyasi kariyerimi görebildi” diye konuşuyor. Hurşit Güneş, baba-çocuk ilişkileri açısından babasıyla arasında farklılık olduğunu belirterek, “Bizim küçüklüğümüzde baba-çocuk ilişkileri daha mesafeliydi. Biz babamıza ‘siz’ diye hitap ederdik. Ona sarılamazdık, böyle bir samimiyetimiz olamazdı. Elini sıkmaz, öperdik. Tabii yıllar içinde ilişkiler değişti. Benim kızlarımla yak ın bir ilişkim var. Onlarla pek çok şey i paylaşıyoruz” diyor. 16 ve 18 yaşlarında iki kız çocuğu sahibi Gü neş, “Büyük kızım mühendis olmayı istedi. Bu tercihine hiç karışmadım, sadece Haziran 2014 46 ‘Ben endüstri mühendisi olmak istiyorum’ dediğinde bu meslekle ilgili bilgi sahibi olması ve ondan sonra kararını vermesi için ona çeşitli kitaplar aldım. O da kitapları okudu ve endüstri mühendisi olmak istediğini söyledi” diye konuşuyor. Hurşit Güneş, kızlarının “Babalar Günü”nü kutlayıp kutlamadıkları konusunda ise şunları söylüyor: “Kızlarım özel günleri unutmazlar. Baba lar Günü ’nde ne yaparlar bilmiyorum, ama doğum günümde hediye alma k istedi ler, ben aldırmadım. Hediye yerine bana güzel bir kahvaltı hazırlamalarını istedim. Onlar da çok güzel bir kahvaltı hazırladılar. Kızlarımla birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Siyaset, gazetecilik, doktorluk gibi meslekler insanların özel yaşamını alıp götürüyor, ailenizle kısıtlı zaman geçirmenize yol açıyor. Geçmişte çocuklarıma yeterince zaman ayıramadığımı düşünüyorum, artık onlarla daha fazla vakit geçirmek istiyorum, ama ne yazık ki kızlarım büyüdüler ve şimdi onlar evden ayrılıyorlar.” “Evlatlarına muazzam bir miras bıraktı” AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Sevde Bayazıt Kaçar, şair, yazar ve siyasetçi Erdem Bayazıt’ın kızı. Tanınmış bir ismin kızı olmanın hayatını ne yönde et k i lediğ ini sorduğumuz Kaçar, “Babam evlat larına muazzam bir miras Sevde Bayazıt Kaçar Haziran 2014 bıraktı. Saygın bir isim, bir dava… Yaşımız küçükken bizimle daha fazla beraber olsun istiyorduk. O hep toplantılarda, konferanslardaydı. Köşe yazarlığı yaptığı dönemde, bir geceyi hiç unutmam. Sabaha karşı uyandığımda babam daktilo başında yazısını yetiştirmek için çalışıyordu. Etrafı buruşmuş kağıtlarla doluydu. Anneme, ‘Yazı yazmak tırnakla kuyu kazmaktan zor’ demişti. İpek Yolu’ndan Afganistan’a yaptığı bir gezi vardı; sanırım iki-üç ay sürmüştü. Onu her zaman çok özledik. Şimdi daha iyi anlıyorum. O kendini inandığı davaya adamıştı. Ama bizi ihmal etti de diyemem. Hamdolsun, Ankara’da çoğunlukla Rasim Özdenören’in evinde yapılan toplantılara henüz küçükler demeden hep bizleri de götürdüler. Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Hasan Seyithanoğlu ve diğerleri… O güzel insanların dizlerinin dibinde büyüdük. Danışacağımız, rehber edineceğimiz büyüklerimiz Rasim Bey, Hasan Bey, Nuri Pakdil, hâlâ bize bir baba şefkati ile yakınlar. Uzun sözün kısası güzel ve özel bir dünyaya gözlerimizi açtık. Güzel insanlar arasında büyüdük. Babamın müsaadesi ile AK Parti’nin kuruluşundan itibaren çeşitli kademelerde görev aldım. Hayatım boyunca da babama layık bir evlat olarak yaşamaya, utanmamaya ve utandırmamaya gayret ettim” diyor. Sevde Bayazıt Kaçar, “Baba-kız ilişkilerinin özel bir yanı vardır. Sizin babanızla ilişkileriniz nasıldı? Onun yanında en çok hangi duyguları hissederdiniz; sevgi, şefkat, güven, huzur...” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Her kız evlat gibi babama hayranım. Bu bahsettiğiniz duyguların tümünü ve fazlasını hissettim. Çok gurur duydum. Okul hayatım boyunca öğretmenlerim Erdem Bayazıt’ın kızı olduğumu öğrenince, ‘Babanın bir şiirini oku bakayım’ der, önemli günlerde öğrenciler adına konuşma görevini verirlerdi. Böyle bir ayrıcalığımız vardı ve babamızı gözümüzde bir deve dönüştürürdü. Cahit Zarifoğlu’un şiirini hatırlarsınız: Bu insanlar dev midir / Yatak görmemiş gövde midir / Bir yara açar boyunlarında / Kol kola durup bağırdıklarında.” Sevde Bayazıt Kaçar, şu sıralar TRT’de yayımlanan, Erdem Bayazıt’ın hem ailevi hem de mesleki hayatından kesitlerin sunulduğu “Yedi Güzel Adam” dizisini seyrederken hissettiklerini şu sözlerle ifade ediyor: “Kahramanmaraşımızı tanıtmak ve şiirin, edebiyatın dilini, lezzetini yaşatmaya 47 katkıda bulunmak için düşünülmüş bir proje. Merhameti, koşulsuz sevebilmeyi, hiçbir menfaat karşısında eğilmemeyi öğrendiğimiz güzel adamların gençlerimize rol model olmasını temenni ettik. Bu dizi projesi Grup Başkanvekilimiz Mahir Ünal ve diğer Kahramanmaraş milletvekillerimizle hayal ettiğimiz ve destek olmaya gayret ettiğimiz bir iş. Bir yapımcı firma dizi projesini üstlendi. TRT kapılarını açtı, büyük destek veriyor. Dizi olması nedeniyle içinde kurgu var. Aile yaşantısı ve yan karakterlerde kurgu söz konusu. Ama edebiyatçılarımız, şiirleri ve hayata bakışları gerçek. İyi insan olmanın sırlarını fısıldayan bir dizi. İzlerken çok heyecanlanıyorum, mutlu oluyorum. Eksikleri var, ama şiire alakanın ve edebiyatçılarımızın yeni nesillerce tanınırlığının arttığı gözlemleniyor. Ayrıca Kahramanmaraş’ın tanıtımı yapılıyor. Sonu hayırlı olur inşallah.” “Keşke hâlâ yanımda olsa, bana yol gösterseydi” Sevde Bayazıt Kaçar, siyasete girmesinde babasının milletvekilliği yapmış olmasının bir etkisi olup olmadığıyla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor: “Babam milletvekiliyken ben ortaokul talebesiydim. Tabii etkisi olmuştur, arkadaşlarımla evcilik oynarken bile elime aldığım tarağı mikrofon yapar, bir siyasetçi edasıyla nutuk atardım. Siyasete büyük ilgi duyuyordum. Üniversiteli yaşlarımda da bu ilgim devam etti. Babam dolayısı ile birçok partiden de teklif aldım. Ancak babam hiç müsaade etmedi siyasete atılmama. Ta ki Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan parti kurma kararı alıncaya kadar. Babam Başbakanımızı cezaevinde ziyaret ettiği bir gün eve döndüğünde ‘Hayırlı olsun kızım. Partin kuruluyor. Üsküdar’a şu adrese git ve ne iş verirlerse yap’ dedi. Böylece siyasete atıldım. Siyasetteki her Osman Korutürk adımım ve günümde babamla istişare ettim. Teşkilatın önemini ve basamakların birer birer çıkılması gerektiğini ilk o anlattı bana. Onun gösterdiği yolda yürüdüm. Partimizin kurulma aşamasında Başbakanımızın Üsküdar’daki bürosunda gelen mektupları açmakla başladım, ilçe teşkilatından belediye meclis üyeliğine kadar her kademede çalıştım. Babam keşke hâlâ yanımda olsa ve sohbetleriyle yol gösterebilseydi.” Kaçar, Erdem Bayazıt’ın kızı olmanın sorumluluğunun büyük olduğunu vurgulayarak, “Rabbim layık eder inşallah” diyor. “Aramızda çok kuvvetli bir sevgi ve saygı vardı” CHP İstanbul Milletvekili Osman Korutürk, Türkiye’nin 6’ncı Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün oğlu. 6 Nisan 1973-6 Nisan 1980 tarihleri arasında görev yapan Korutürk’ün bir baba olarak çocuklarıyla ilişkilerini konuştuğumuz Osman Korutürk, “Çok kuvvetli bir sevgi ve saygı vardı aramızda. O yıllarda baba-oğul ilişkilerinde mesafe bir parça kendini hissettirirdi. Bizim de biraz mesafeli bir ilişkimiz olmakla beraber kendisine ‘siz’ değil, ‘sen’ diye hitap ederdik. Babamla her konuda konuşabilir, her şeyi paylaşabilirdik. Konuşmalarımız sırasında öğüt verme aşamasına kadar gelir, ama hiçbir zaman ‘şöyle yap, böyle davran’ diye baskı yapmazdı” diyor. Korutürk, anne ve babasının çocuklarını dürüst, ahlaklı, çalışkan ve memlekete hizmet etme arzusuyla dolu insanlar olarak yetiştirmeye çalıştıklarını ifade ederek, “Meslek seçimimiz konusunda bizi serbest bıraktılar. Bana da iki kardeşime de ‘Şu mesleği seçmelisin’ diye bir şey söylemediler” diye konuşuyor. Osman Korutürk, cumhurbaşkanı çocuğu olmanın hayatını nasıl etkilediğini sorduğumuzda, “Babam cumhurbaşkanı seçildiğinde ben Dışişleri Bakanlığı’nda genç bir memurdum. Bizim yetişme tarzımızda insanın babasının görevinden yararlanması gibi bir durum söz konusu değil. Ben babamın görevi dolayısıyla hiçbir ayrıcalık görmedim. Şimdiye kadar nereye geldiysem kendi bileğimin hakkıyla geldim; bununla da her zaman övündüm” diyor. Cumhurbaşkanı oğlu olmanın insanın hayatında birtakım Haziran 2014 48 kısıtlamalara yol açabileceğini ifade ettiğimiz Korutürk, “Bizden dolayı babama herhangi bir laf gelmemesine çok dikkat ettik. Bu da genç yaşlarda daha rahat davranabilecekken bir parça kısıtlama getiriyor. Sadece özel hayatımızda değil, meslek hayatımızda da ailemizi utandırmamaya büyük özen gösterdik” diye konuşuyor. Osman Korutürk, “Ülke meselelerinin konuşulduğu bir aile ortamı sizi nasıl etkiledi?” sorusuna, “Babam bu konuları çocuklarıyla tartışmazdı, ama böyle bir ortamda bulununca ister istemez olup bitenlerle ilgileniyorsunuz ve devlet işlerinin nasıl y ürüdüğ üne ilişk in bir parça bilgi ve deneyim sahibi oluyorsunuz” yanıtını veriyor. 2009 yılının ekim ayında Paris Büyükelçisi’yken Dışişleri Bakanlığı’ndan emekli olduğunu anımsatan Korutürk, “Emek liliğim i n a rd ı nd a n Cu m hu r iyet Ha l k Partisi’nden aldığım teklif üzerine siyasete girdim. Çünkü şimdi olduğu gibi o tarihte de memleketin durumu nd a n mem nu n değ i ld i m. Her şeyden şikayet eder, ama elinizi taşın altına koymazsanız o zaman o şikayetlerinizi samimi bir şekilde takip etmemiş olursunuz. Bu nedenle siyasete girme fırsatı karşıma çıktığı zaman bunu değerlendirmeyi doğru buldum. Genç yaşımdan itibaren içinde bulunduğum siyasi ortam ve mesleğimin sağladığı birikim, siyasete girdikten sonra bana yardımcı oldu” diyor. “Sivil ve demokrat bir cumhurbaşkanıydı” Sohbetimiz sırasında Osman Korutürk önemli bir noktanın altını çiziyor: “Cumhurbaşkanlarını sayarken babamı hep asker cumhurbaşkanları içinde sayıyorlar ve ‘O zamanlar Türkiye’de gelenek askerlerin cumhurbaşkanı olmasıydı’ diyorlar. Oysa babam asker Haziran 2014 “Genç yaşımdan itibaren içinde bulunduğum siyasi ortam ve mesleğimin sağladığı birikim, siyasete girdikten sonra bana yardımcı oldu.” cumhurbaşkanı olarak değil, sivil cumhurbaşkanı olarak seçildi. Bildiğiniz gibi babam askerdi; Deniz Kuvvetleri Komutanıydı. Bu görevden ayrıldıktan sonra 4,5 sene Moskova’da büyükelçilik yaptı. Arkasından Madrid’e tayin edildi. İstifasından sonra Cumhurbaşkanlığı Kontenjan Senatörü oldu. Seçildiğinde Kontenjan Grubu Başkanıydı. Yani askerlik hayatından sonra uzun bir sivil hayatın ardından cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanlığı sırasında da hep sivil bir cumhurbaşkanı olarak davrandı. Silahlı Kuvvetler’i hiçbir zaman politikaya sokmadı. Demokrat bir cumhurbaşkanı olarak, hükümetlerin kurulup bozulduğu çok güç koşullar içerisinde görev yaptı. O nedenle asker cumhurbaşkanı demek bence kendisine haksızlık, hatırasına da haksızlık. Askerlikle çok iftihar ederdi, asker kökenli olmak kendisi için her zaman onur verici bir şeydi, fakat asker cumhurbaşkanı olarak anılmayı hiç düşünmezdi, o şekilde de davranmamıştı.” Osman Korutürk, baba olmakla ilgili değerlendirmelerini sorduğumuzda, “Babalık çok büyük bir sevgi, bağlılık ve sorumluluk. İnsanlar kendileri için istedikleri, ama gerçekleştiremedikleri şeyleri çocukları yapsın istiyorlar. Bu doğru bir düşünce değil, Çünkü çocuklarınızın kendi beklentileri, hedefleri var; sizin ilgilendiğiniz şeylerle hiç ilgilenmiyor olabilirler. Anne-baba olarak siz onlara yol göstermekle yetinmelisiniz. Ben oğluma ailemden devraldığım ilkeleri, ahlak ve davranış mirasını aktarmaktan ve onun da bunları uyguladığını görmekten mutlu oluyorum” diyor. CHP’li vekil, “Babalar Günü”nü nasıl kutladıklarını ise “Eğer ikimiz de İstanbul’daysak bir arada oluruz. Ayrı yerlerdeysek mutlaka telefon eder. Her zaman Babalar Günü hediyesini de almıştır” sözleriyle dile getiriyor. “İnsanları, ülkesini ve memleketine hizmet etmeyi seven biriydi” CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, Gümrük ve Tekel ile İçişleri bakanlıkları yapmış Orhan Öztrak’ın oğlu. CHP’li vekilin dedesi Mustafa Faik Öztrak ise İçişleri eski Bakanı. Faik Öztrak, demokrat bir ailede büyüdüğünü belirterek, “Evde sürekli memleket meseleleri konuşulurdu. İnsan böyle bir ortamın içine doğunca ülke sorunlarıyla ilgilenmeyi, memleket meselelerini tartışmayı hayatın doğal bir parçası gibi algılıyor. Konuşulanlar, tartışılan konular küçük yaşlardan itibaren ister istemez sizi etkiliyor. Ülke meselelerini konuşmayı, arkadaşlarımla birlikte tartışmayı her zaman çok sevdim” diyor. Babası Orhan Öztrak’ın çok demokrat biri olduğunu 49 ifade eden Faik Öztrak, “İnsanları, ülkesini ve memleketine hizmet etmeyi seven biriydi. İnsanları ağırlamaktan mutluluk duyardı, annem de öyleydi. Evimize sürek li Tek irdağlılar ve siyasetçiler misafir olurdu. Onlar konu şu rken bi z de mera k la d in lerd i k, ü l k e d e n e l e r o lu p bit t iğ i ni a n la maya çalışırdık. Babam ve a nnemden çok şey öğrendik. Onlardan a hla k i değerleri, insan ve memleket sevg isi ni a ld ığ ı m ı düşünüyorum” diye konuşuyor. Faik Öztrak, baba sı i le y a k ı n bi r ilişki içinde olduklarını ifade ederek, “Kendisiyle rahat bir biçimde konuşur, tartışırdık. Mülkiye’deki arkadaşlarım da zaman zaman babamla bir araya gelir, ülke meseleleri konusundaki fikirlerini dile getirirlerdi. Babam sabırlar dinler, sonra kendi görüşlerini söylerdi. Bu şekilde demokratik bir ortam içinde yetiştik” değerlendirmesinde bulunuyor. Faik Öztrak, babasının yanında en çok hangi duyguları hissettiğini sorduğumuzda şu yanıtı ver iyor: “Kend i mi her zaman sevgi ve güven ortamında hissettim. Babama karşı büyük saygı duyardım, zaman zaman birbirimizi eleştirsek de gör ü ş le r i ne ç ok değer verirdim. Her zaman beni sabırla dinler ve Faik Öztrak şöyle derdi: ‘Evet senin dediğin de doğru olabilir, ama bende bir de şöyle bir görüş var.’ Hakikaten son derece demokrat, anlayışlı, hoşgörülü bir insandı. Her zaman kendimizden emin olmamızı, özgüvenimizi yitirmememizi isterdi. Herkese karşı son derece sevecen bir insandı. Bana bir gün yüksek sesle bağırdığını veya azarladığını hatırlamıyorum.” Dedesinin de babasının da İçişleri Bakanlığı yaptığını ve bürokratlıktan geldiğini hatırlatan Öztrak, “Ben de bürokratlık yaptım. Türk bürokrasisinin size kazandırdığı birtakım değerler var. Bunun yanında ailenizin size öğrettiği ilkeler, değerler ve bölgenizin size kattıkları söz konusu. Bize bu memlekete hizmet etmenin ne kadar önemli olduğunu öğrettiler; devletin, milletin, tüyü bitmemiş yetimin hakkına el sürmemeyi öğrettiler; hesap vermeyi, mümkün olduğu kadar saydam olmayı öğrettiler. Biz hep hizmeti düşünerek, bize öğretilenlere sadık kalarak bu noktaya geldik. Bu ülke bana ‘Hazine’sini emanet etti; çok kritik bir dönemde çok ciddi operasyonlar yaptık. O görevi de hiçbir soruşturmaya tabi olmadan, alnımızın akıyla yerine getirebildik” diye konuşuyor. “Babalık müthiş bir sevgi” Faik Öztrak’ın 1982 doğumlu bir oğlu, bir de kız torunu var. “Onlar benim en büyük sevinç kaynağım” diyen Öztrak, oğluyla ilişkisini sorduğumuzda şunları söylüyor: “Babamdan öğrendiğim gibi ben de olabildiğince demokrat davranıyorum. Birbirimizi dinlemeyi biliyoruz. Özellikle bürokrasideyken oğlumla çok fazla zaman geçirememekten dolayı pişmanlık duyuyorum. Şimdi torunu da gördükten sonra keşke çocuğumla daha fazla birlikte olabilseymişim, bunun keyfini yaşayabilseymişim diyorum. Tabii insan gençlikte kendini işe veriyor, gece gündüz çalışıp işini en iyi şekilde yapmaya gayret ediyor. Bu sırada da ailesine yeterince zaman ayıramayabiliyor.” Faik Öztrak, babalık duygusunu “Müthiş bir sevgi. Sürekli çocuğunuzu düşünüyorsunuz; nerede, nasıl… Üstelik çocuğunuz kaç yaşında olursa olsun bu düşünce ve duygu değişmiyor. Bir yolculuğa çıktığında merak edip sık sık arıyorum, babalık böyle bir şey. Çok sıkmadan ilgilenmeye çalışıyorum” sözleriyle dile getiriyor. Öztrak, “Babalar Günü”nde evde veya dışarıda ailece yemek li bir kutlama yaptıklarını belirtiyor. Haziran 2014 Tablolar… Dolmabahçe Resim Müzesi Pınar Ünsal Ebru, hat, minyatürden yağlıboya tablolara… 17. yüzyıl sonrası Osmanlı’da askerî, idari ve sosyal düzenin Batılı bir anlayışla işlemeye başlamasıyla birlikte sanatsal çalışmalar da farklı bir boyut kazanır. Resim sanatında da görülen bu değişim, padişahların eline fırça almasına bile vesile olur; dönemin pek çok meşhur ressamı saray için tablolar yapar. Bu değerli tabloların bazıları Dolmabahçe Resim Müzesi’nde bir araya getirilmiş. Müze, son dönem Osmanlı padişahlarının resim beğenisini yansıtıyor. Haziran 2014 Millî Saraylar O smanlı’da askerî eğitimin Batı tarzında yapılmaya başlamasıyla birlikte yine Batı tarzı bir resim anlayışı gelişir. III. Selim döneminde (17891807) açılan askerî okullarda verilen resim derslerinde ışık-gölge yansımaları, perspektif kuralları gibi resim sanatına dair tekniklerin öğretilmesi, bu okullarda okuyan öğrencilerin resme ilgi duymalarını sağlar. Osmanlı’da Batı tarzı resim yapan ilk Türk sanatçıları, askerî okul öğrencileridir. 1839’da Tanzimat Fermanı’nın ardından Batılılaşma eğiliminin artmasıyla resim sanatı da gelişir. Bu sanata ilgili ve yetenekli öğrenciler Avrupa başkentlerine resim dersi almak üzere gönderilir. Tanzimat Fermanı ile I. ve II. Meşrutiyetlerin ardından ise Avrupa’daki sanatsal gelişmeleri yakından takip eden son dönem Osmanlı padişahları şiir, müzik, hatta mimariyle yakından ilgilenir. Ancak resmin yeri bambaşkadır. Özellikle Sultan Abdülaziz’in imzasız pek çok çalışması saray duvarlarındaki yerini alır. Bununla beraber Sultan Abdülmecid, V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed Reşad ve Vahidettin yabancı ressamlara başta kendi portreleri olmak üzere resimler sipariş eder. Son Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi ise Türk resim sanatının önemli ressamlarından biri kabul edilir. Ayvazovski’den Zonaro’ya Son dönem Osmanlı padişahlarının resme yakından ilgili olması sebebiyle natürmort, manzara, portre tabloları özellikle Yıldız, Çırağan, Beylerbeyi, Dolmabahçe sarayları ile pek çok k asır ve köşkü n dekorasyonu nda önemli yer tutmaktaydı. Bu resimlerin bir kısmı 2014 yılının mart ayında açılan Dolmabahçe Millî Saraylar Resim Müzesi’nde bir araya getirilmiş. Dolmabahçe Sarayı’nın Veliahd Haziran 2014 51 52 Millî Saraylar Dairesi’nin düzenlenmesiyle oluşturulan müze, son dönem Osmanlı padişahlarının resim beğenisini yansıtması ve aynı zamanda bir sanat okulu vazifesi görmesi nedeniyle önem arz ediyor. Dolmabahçe Resim Müzesi Sultan Abdülmecid ile Abdülaziz salonu, Osmanlı’da Batılılaşma dönemi resimleri salonu, Sultan Abdülmecid’in bir zamanlar kütüphane olarak kullandığı İstanbul görünümleri salonu, Paris’teki Goupil Sanat Galerisi’nden satın alınan tabloların sergilendiği salon, Osmanlı padişahları için pek çok resme imzasını atan Ermeni asıllı Rus ressam Ivan Konstantinoviç Ayvazovski’nin tablolarından oluşan salon, saray ressamları salonu, Oryantalist ressamlar salonu, yaver ressamlar salonu, 1870-1890’lı yıllarda etkin olan Türk ressamları salonu, manzara resimleri ile portreler ve tarihî konulu kompozisyonların oluşturduğu salon, 1890-1930’lu yıllarda etkin olan Türk ressamları salonu olmak üzere on bir bölümden oluşuyor. Haziran 2014 Dolmabahçe Resim Müzesi’nde yerli ve yabancı ressamların eserlerinin sergilendiği ve kategorilerine göre ayrılmış on bir salon bulunuyor. Wilhelm Reuter’in Sultan II. Mahmud portresi Millî Saraylar Müzenin girişinde ziyaretçileri Sultan Abdülaziz ve Dolmabahçe Sarayı’nın yapım emrini veren Sultan Abdülmecid’in portreleri karşılıyor. Sultan II. Mahmud ve III. Selim portreleri ile Polonyalı ünlü Oryantalist ressam Stanislaw Chlebowski’nin yaklaşık üç buçuk metre yüksekliğindeki Abdülaziz portresi en çok ilgi çeken eserler arasında yer alıyor. Saray beğenisine uygun resim yapan ressamların tabloları son dönem Osmanlı padişahlarının resim anlayışlarını yansıtması bakımından önem taşıyor. Müzede ayrıca Türk ve yabancı ressamların İstanbul, Mısır, Rusya, Venedik’e ait manzara tabloları yer alıyor. Dolmabahçe Resim Müzesi’nde, Paris’te resim eğitimi alan, dönemin ünlü ressamlarının atölyelerinde çalışma fırsatı bulan ve aynı zamanda Sultan Abdülaziz’in sanat danışmanlığını yapan Şeker Ahmed Paşa’nın önerisiyle Paris’teki sanat galerilerinden alınan tablolar da sergileniyor. Bu tablolar Batılı anlamda bir koleksiyonun oluşturulması açısından önem taşıyor. Yüzlerce tablo, onlarca ressam Stainslaw Chlebowski’nin Sultan Abdülaziz portresi Dolmabahçe Resim Müzesi’nde Halife Abdülmecid Efendi’nin “Nasihat” tablosu, yağlıboya resimde önemli bir isim kabul edilen İtalyan ressam Vallery’nin “Nemika Sultan” portresi, Maltalı ressam Amadeo Preziosi’nin “Sultan Abdülmecid’in Beylerbeyi’ne Gelişi” adlı tablosu, tarih, savaş, deniz, manzara ve portre çalışmaları yapan, II. Abdülhamid döneminde saray ressamı olarak çalışmış İtalyan ressam Fausto Zonaro’nun “Şeh- Haziran 2014 53 54 Millî Saraylar zade Yusuf İzzzeddin Efendi” portresi, 1478’te Fatih Sultan Mehmed’in portresini yapma k üzere Venedik Cumhuriyeti tarafından İstanbul’a gönderilmiş Bellini’nin “Fatih Sultan Mehmed” tablosunun 1907 yılındaki kopyası ve Halife Abdülmecid’in yaptığı II. Abdülhamid’in tahttan indirilişini resmeden “II. Abdülhamid Han’ın Hâli” tablosu gibi değerli ve önemli eserler bulunuyor. Müzede ayrıca Türk resim sanatının önemli isimlerinden Hoca Ali Rıza, Şevket Dağ, İbrahim Çallı, Hikmet Onat, Halil Paşa, Osman Nuri Paşa, Şeker Ahmet Paşa, Sülayman Seyyid, Hüseyin Zekai Paşa ile Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulmasına öncülük eden Osman Hamdi Bey’in tabloları bulunuyor. Millî Saraylar tablo koleksiyonunda yer alan altı yüz elli resimden dört yü- Haziran 2014 Fotoğraflar Millî Saraylar Daire Başkanlığı’ndan alınmıştır. zünün Dolmabahçe Resim Müzesi’nde sergilenmesi planlanıyor. Geri kalan resimler ise saray, köşk ve kasır duvarlarını süslemeye devam edecek. Müzenin restorasyonu biten ilk bölümünde iki yüz iki adet eser sergileniyor. Saray depolarından çıkarılan, çoğu padişah portreleri ve resmî tören konulu tablolar ise Yıldız’da bulunan Millî Saraylar Tablo Restorasyon ve Konservasyon Merkezi’nde elden geçiriliyor. Alanında Türkiye’de ilk ve tek olan Dolmabahçe Resim Müzesi’nin restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından Türk resim tarihi açısından önem arz eden bir konumda olacağına kesin gözüyle bakılıyor. 55 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Mayıs 2014’te kabul edilen yasalar Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6538 07/05/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Somali Federal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sağlık ve Tıp Bilimleri Alanlarında İşbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6539 07/05/2014 Yolsuzluğa Karşı Ceza Hukuku Sözleşmesine Ek Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6540 07/05/2014 Türk Kültür ve Mirası Vakfı Şartının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6541 07/05/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Polis Eğitiminde İşbirliği Üzerine Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6542 07/05/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Ormancılık Alanında İşbirliğine İlişkin Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6543 07/05/2014 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Basın ve Enformasyon Alanlarında İşbirliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Haziran 2014 56 Söyleşi Orhan Demirtaş: Ülkenin yüksek menfaatleri partinin de nefsin de önünde gelmeli Söyleşi: Nehir Öztürk TBMM 18. Dönem İstanbul Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği İstanbul Şube Başkanı Orhan Demirtaş, “Siyaset büyük özveri isteyen, uzun vadeli bir maraton. Milletvekilinin görevi gerek Meclis’te, gerekse Meclis dışında mezara kadar devam ediyor” diyor. Haziran 2014 Siyasete girmeye nasıl karar verdiniz? Sizi bu alana yönlendiren nedenler nelerdir? 1957 yılında sanayiciliğe başladım. İstanbul Sanayi Odası’nda 15 yıl yönetim kurulu üyeliği ve başkan yardımcılığı yaptım. Müşterek dostumuz Eymen Topbaş vasıtasıyla 1967’de Turgut Özal ile tanıştım. Özal o zaman DPT Müsteşarı idi. Görüşmelerimizde ülkenin sıkıntılarını konuşuyor, sık sık gittiğimiz Avrupa ülkelerinde bilhassa ekonomi ve finansın nasıl mekik gibi işlediğini ve açının ülkemiz aleyhine açıldığını anlatıyorduk. Turgut Özal bütün bunları bildiğini, çözümlerinin de elinde olduğunu izah ediyordu. “Siz çok önemli bir mevkidesiniz, niye çözüm bulmuyorsunuz?” diye sorduğumda, “Bu iş bir zihniyet meselesi, o kadar kolay değil, bazı alışkanlıkları aşmak gerekli” diyordu. Dostluğumuz devam etti, 12 Mart 1971’de askerler Turgut Özal’ı görevden aldı. Dünya Bankası eski Başkanı ve ABD eski Savunma Bakanı McNamara şöyle demiştir: “Biz Dünya Bankası Başkanlığı’na getirmeyi düşündük, siz Turgut Özal’ın işine son verdiniz. Sizlerin işine akıl ermez.” Beni siyasette birlikte olmaya teşvik eden ve milletvekili adayı yapan rahmetli Turgut Özal olmuştur. Kendisini saygıyla anıyor, Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın. Bu ülke bana önce vatan verdi. Devletin imkanlarını bahşetti. Meslek edindik, Söyleşi sanayici olduk, her şeyimiz vardı. Gerçi askerlik yaparak vatan borcunu ödemiştik, ancak bu kâfi değildi. Hizmete davet edildik, koşa koşa geldik. Siyaset uğruna 30 yılda elde ettiğim fabrikamı kapattım. Gene olsun gene millet uğruna feda ederim. Bu konuyu şunun için açıyorum; hem siyaset hem ticaret olmaz, ne kadar titiz olursanız olun işler birbirine karışabilir. Ben bu nedenle işimi kapatıp tasfiye ettim. Bu benim ilkem, başkalarına bir şey diyemem. Belki de bu nedenle birçok iş adamı politikaya atılmıyor. Sizden önce ailenizde siyasetle ilgilenmiş olanlar var mı? Babam İstanbul Uzun Çarşı’da torna ustasıydı, kendi işyeri vardı. Okumamızı istediği için bizi asla işine sokmazdı. Dedem 1897 Türk-Yunan Savaşı’nda şehit olduğundan babam çok küçük yaşta kardeşleriyle birlikte öksüz kalmış. O nedenle meşakkatli bir ailede büyüdüm. Evde akşam sofrasında 16 nüfus oluyorduk. Ailede doğru dürüst bir tek ben yüksek tahsil yaptım. Siyasete benden başka giren olmadı; çoğu iş adamı ve devlet memuruydu. Siyaset yolculuğunuzun kilometre taşı olarak gördüğünüz olaylar/tarihler nelerdir? Turgut Özal 1983 öncesi de büyük hizmetler ve atılımlar yapmıştır. 1979 sonunda bir konu için Ali Coşkun’la beni Ankara’ya çağırmıştı. Önemli bir meseleyle ilgili görüşlerimizi almak istiyordu. O esnada elinde dosyayla bir bakan geldi. Turgut Özal’ın kulağına bir şeyler fısıldadı. Bizimle bakanı tanıştırırken meseleyi açtı. Yüksek bürokratların büyük bir kısmı görevden alınıyordu; Turgut Özal durdurdu. O bürokratlardan biriyle daha sonra kabinesinde çok yakın çalıştı. Kişinin siyasi kimliği değil, işinin ehli olup olmadığı önemliydi. Bu ve benzeri konular Turgut Özal’la birlikte çalışmama sebep teşkil “Meclis’teki her partiden arkadaşlarım oldu. Halk arasında asker arkadaşlığı, koğuş arkadaşlığından bahsedilir, ben buna Meclis arkadaşlığını da ekleyebilirim.” etmiştir. 1987 yılında Özal bazı nedenlerle grupta büyük değişikliğe gitti. O dönemde bir emrivaki ile bizi de ekibe dahil etti. 1987-1991 yılları arasındaki TBMM 18. Dönem’de İstanbul Milletvekili olarak görev yaptınız. Milletvekilliği döneminizdeki çalışmalarınız arasında ön plana çıkanlar nelerdir? 18. Dönem’de 450 arkadaşımızın 292’si ANAP’tan Meclis’e girmişti. Ana muhalefet partisini temsilen rahmetli Erdal İnönü ve Sayın Süleyman Demirel’le renkli bir Meclis teşekkül etmişti. ANAP’ın ve Turgut Özal’ın ikinci iktidar dönemiydi. 1983-1987 yeniden yapılanma ve restorasyon çalışmaları kısmen tamamlanmıştı ve daha yapılacak yığınla iş vardı. Sayın Turgut Özal’la ve küçük bir grupla çalışmakta olduğumdan Meclis grubunu hiç tanımıyordum. Pek çok kişi birbirini tanımıyordu; tabii 17. Dönem milletvekilleri hariç. Kısa bir zaman sonra kaynaşıldı, arkadaşlıklar ve dostluklar başladı. Kendi grubumuzun dışında Meclis’teki her partiden arkadaşlarım oldu. Halk arasında asker arkadaşlığı, koğuş arkadaşlığından bahsedilir, ben buna Meclis arkadaşlığını da ekleyebilirim. Netice itibarıyla millete hizmet için Meclis’e geliniyor, her grup bu heyecanı yaşıyor. Birbirimizi sevdiğimiz, saydığımız sürece işler kolaylaşır. 1988 haziranında herkeste kongre heyecanı başladı. Benim bir talebim yoktu. Kongre açılışında vahim bir olay yaşadık. Genel Başkanımıza silahla ateş edildi. Suikastçı öldürmek amacıyla giriştiği bu elim hadisede yakalandı. Elinden vurulan Başbakanımız, “Allah’ın verdiği canı Allah alır” diyerek konuşmasına kaldığı yerden devam etti. MKYK’ya seçildiğimi o gün öğrendim. Genel merkezde Başkan Yardımcısı olarak göreve başladım. Bu olay beni ve arkadaşlarımı daha da yüreklendirmişti. Başta Turgut Özal olmak üzere M. Oltan Sungurlu, Veysel Atasoy, Recep Ergun Paşa, Halil Şıvgın, Alaattin Fırat, Ali Talip Özdemir, Akın Gönen, Metin Balıbey, Cumhur Ersümer, İsmail Dayı, Galip Demirel, Akgün Albayrak ve Cenap Gülpınar’la uyumlu bir ekip olduk. Meclis gece gündüz verimli bir çalışma ortamında görevine devam ediyordu. İmar kanunu, katma değer vergisi, toplu konut yasası, çevre kanunu, gecekonduyu tapuya kavuşturma, mahalli idarelerin güçlendirilmesi, merkezî nüfus idaresi sistemi, tanıtma fonu, sosyal yardımlaşma ve teşvik fonu, savunma sanayini geliştirme ve destekleme fonu, belediye ve büyükşehir kanunları gibi sayısız hamleler gerçekleşti. Meclis’te olduğunuz yıllarda ülke gündeminde pek çok önemli konu vardı. 18. Dönem’de Genel Kurul’da en çok konuşulan konular nelerdi? Haziran 2014 57 58 Söyleşi Doğu ve Güneydoğu’da mezralar 30 bini geçer. 1989’a kadar bütün köylere ve mezralara elektrik gitmiştir. Erzurum’da, Ağrı’da, Van’da barajlar yapılmıştır. Dünyada emsali az olan Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) kapsamındaki çalışmalar devam etmiştir. Netice itibarıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya büyük yatırımlar yapıldı, halen de yapılmaya devam ediyor. 9 Kasım 1989 tarihinde Genel Başkanımız Turgut Özal, 8’inci Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı. Yeni Başbakanımız Sayın Yıldırım Akbulut’la Teşkilat Başkanı olarak uyumlu ve verimli bir çalışmamız oldu. 1990 yılı, enflasyonun epeyce aşağıya çekildiği ve kalkınmanın yükseldiği yıldır. Ancak 1990 ortalarında Irak’ın Kuveyt’i işgali ve 1991 yılı başlarındaki Körfez Savaşı kalkınma hızımıza ve ekonomik istikrarımıza epey zarar vermiştir. Meclis’te iktidar ve muhalefet böyle durumlarda olabildiğince müspet adımlar atarak birlik ve beraberlik içinde olmuştur. Bu nedenle 18. Dönem’le daima iftihar ederiz. Haziran 2014 Milletvekilliği yıllarınıza ilişkin unutamadığınız anılar neler? Teşkilat Başkanlığı görevim nedeniyle zamanımı daha çok genel merkezde geçiriyordum. İktidar partilerinin genel merkezleri dolup taşar. Bir öğlen Başbakan ve Genel Başkan Yardımcısı arkadaşımla birlikte dışarıda buluşmamız gerekiyor. Çalışma odamda 25-30 kişi var, herkesin derdine çare olmaya gayret ediyoruz. Randevu vakti daralıyor, misafirler kalkmak bilmiyor. Telefonu kaldırdım, “Sayın Cumhurbaşkanım siz yemeğinize başlayın, ben biraz gecikiyorum” dedim. Odada bulunanlar hep birlikte ayağa kalktılar, “Aman Başkanım, buyurun siz de gidin, Cumhurbaşkanımızı bekletmeyin” dediler. Odadan çıktıklarında kendi aralarında konuşurlarken “Adamın Cumhurbaşkanına direkt telefon hattı var, açıp konuşabiliyor” demişler. Olay yayılarak rahmetli Cumhurbaşkanı Özal’ın kulağına kadar gitmiş. Özal bir gün beni çağırdı, “Şu senin direkt telefon hattını bir konuşalım” dedi. Olay şöyle idi: Çanakkale Milletvekili Cumhur Ersümer ile Başbakan Yıldırım Akbulut’a gidecektik. Meclis’te yazılı olmayan bir kural vardır; birbirimize hitap ederken ismimizin başına Sayın kelimesini koyarız. Arkadaşımız Başkan olduğunda da hem Sayın hem de Başkan kelimelerini kullanırız. Bana “Sayın Orhan Başkan” derlerdi. Telefonda Cumhur Ersümer’le konuşurken “Sayın Cumhur Başkanım’ diye hitap etmiştim. Durumu Sayın Özal’a anlatınca “Yahu benim partim yok, başıma iş açacaksın” dedi, gülüştük. Siz ANAP milletvekili olarak Meclis’te yer aldınız. Turgut Özal’lı ve ANAP’lı yıllara ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Merhum Turgut Özal’ın enerjisi ve yaptıkları ancak birkaç ciltlik bir eserle özetlenebilir. Neler yapılmadı ki? 24 Ocak 1980 öncesi ülke 70 sente muhtaç, en basit ihtiyaç maddeleri karaborsa, Sayın Demirel Başbakanlık’ta paltoyla oturuyor, ülke yangın yeri, insanlar bir gaz tüpü için sabahlıyor… Türkiye o günlerden bugünlere geldi. Rahmetli Özal’ın ektiklerini biçiyoruz. O dönemde Sayın Süleyman Demirel’in emek ve fedakarlıklarını da burada hatırlatmak ve saygıyla anmak isterim. Söyleşi “Parlamentomuz eşsiz bir Size göre siyasetin olmazsa olmazları nelerdir? Milletvekilleri hangi temel niteliklere sahip olmalıdır? Siyaset büyük özveri isteyen, uzun vadeli bir maraton. Ben ve arkadaşlarımız bu yola girerken “Halka hizmet Hakk’a hizmettir” ilkesini benimsedik. Siyaset insanımıza doğrudan hizmet etmenin en kısa yoludur. Önce gönlünü, sonra varlığını bu davaya adayacaksın. Her zaman dürüst ve temiz olacaksın. Aynı zamanda büyük bir nefis imtihanı var; ne oldum demeyeceksin. Hangi inançta, hangi düşüncede, hangi renkte olursa olsun insanları ayırmayacaksın. Bir gün bu görev bitecek; yuvana, yetiştiğin yerlere döneceksin, dün olduğu gibi o gün de herkesin yüzüne bakabilmelisin. Ülkenin yüksek menfaatleri partinin de nefsinin de önünde gelmeli. Günümüzde Meclis’e baktığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz? Sizin milletvekilliği yaptığınız dönemle bugün arasında önemli farklar var mı? Bu konudaki şahsi görüşümü şöyle özetleyebilirim: Bazı parlamenterlerin kurumdur. Her vatandaşımızın ailesiyle birlikte parlamento binamızı gezmesini temenni ederim. Meclisimizin milletimize, yeni nesillere tanıtılmasının Türk demokrasisine büyük katkıları olacağına inanıyorum.” Meclis çatısı altındaki durumunu futbolcunun maç esnasındaki hâletiruhiyesine benzetirim. Müsabaka esnasında zaman zaman rekabet ısınır, hatta hakem düdük çalar, maçı durdurur. Maçtan sonra oyuncular üzerlerini değiştirir, bazen hep beraber yemeğe çıkarlar, hele millî takımda birlikte mücadele ettiklerinde dostlukları pekişir. Biz parlamenterlerin kavgası da o an içindir. Tabii ki kırıcı sözlerle birbirimizi incitmemeliyiz, sonuçta hepimizin gayesi güzel yurdumuza, asil insanımıza hizmet etmek, refah ve saadet sağlamaktır. Bu tür çekişmeler dünyanın bütün parlamentolarında oluyor. Onlar bu işleri gazetelere, televizyonlara aksettirmezler. Bundan 40 yıl önce Batı’da büyük bir ülkenin parlamento binasındaydım. Meclis Başkanı’nın ifadesi şöyleydi: “Bir halt ettik radyoyu soktuk, şimdi de televizyonu mu sokalım?” Size göre günümüzde ülke gündemindeki en önemli konular ve çözüm bekleyen sorunlar nelerdir? Bana göre en öncelikli konu eğitim. Uzun yıllardan bu yana eğitim meselemizi halledemedik. Her mahalle ve köye okul yapmakla, her şehre üniversite kurmakla bu önemli meseleyi çözeriz sanıyoruz. İyi fidan ve çiçek yetiştirmek, iyi bir bahçe yaratmak için bahçıvan lazım. Öğretmenlerimizin eğitimine önem vermeli, onlara gerekli imkanları sağlamalıyız. Veliler de öğretmene destek olmalı. Türk Parlamenterler Birliği İstanbul Şube Başkanı olarak görev yapıyorsunuz. İstanbul Şubesi’nin yürüttüğü çalışmalar hakkında bilgi verebilir misiniz? Bizler İstanbul’da işleri koalisyonlarla yürütüyoruz. Daha önceki başkanlarımız zamanında da böyle olmuştu. Bizim dönemimizde AKP’li, CHP’li, ANAP’lı, MHP’li arkadaşlarımızla birlik ve beraberlik içinde çalışıyoruz. 500 civarında parlamenteriz; meclis başkanlarımız, başbakanlarımız, bakanlarımız, milletvekillerimiz, eş ve çocukları ile birlikte çok büyük bir aileyiz. İstanbul’un Kadıköy Selamiçeşme semtinde, büyük bir parkın içinde çiçeklerle bezenmiş Filizi Köşk’teyiz. Bu mekanda doktor, ilaç ihtiyaçlarını yaşlı ve hasta üyelerimize temin ederken, her ay önemli bir konuda konferans düzenliyoruz. Belirli periyotlarla sağlık ve kültür turları yapıyoruz. Her türlü sorunlarıyla ilgili olarak parlamenterlerimizin TBMM ve Türk Parlamenterler Birliği Genel Merkezi ile irtibatlarını sağlıyoruz. Elim olay nedeniyle Soma şehitlerimize Yüce Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize şifa, geride kalanlara da sabır niyaz ediyoruz. Milletimizin huzur ve selameti için emre amade olduğumuz inancı ile saygılarımızı sunuyoruz. Haziran 2014 59 Türkiye’nin şefkatli eli TÜRK KIZILAYI Haziran 2014 61 Çağla Taşkın T ürkiye Kızılay Derneği’nin bu ay 146. yılına ulaşan hikayesinin başlangıcı, resmî kuruluş tarihinden dört yıl önceye, 22 Ağustos 1864’te düzenlenen Cenevre Konvansiyonu’na kadar gider. On iki hükümetin katıldığı bu uluslararası toplantıda özellikle savaş, askerlerin durumu gibi konular etrafında şekillenen görüşmelerde savaştaki hasta ve yaralıların durumu üzerinde de duruldu ve böylece Kızılay’ın bir parçası olarak ortaya çıktığı Uluslararası Kızılhaç Örgütü’nün kurulmasına karar verildi. Osmanlı hükümeti 5 Temmuz 1865’te bu toplantıdan çıkan kararları resmî olarak onaylamış olsa da Kızılay’ın örgütlü ve kesintisiz bir dernek olarak faaliyet gösterebilmesi için aradan epey zaman geçmesi gerekti. Bu toplantıda temelleri atılan Kızılhaç Örgütü’nün 1867’de Paris’te dü z en lenen i l k topla nt ı sı na Osmanlı Devleti’ni temsilen Mekteb-i Tıbbiye’den Doktor Abdullah Bey katıldı. Abdullah Bey’e Milletlerarası Yardım Komitesi tarafından Kızılhaç bünyesinde Osmanlı Devleti’ndeki yaralı askerler için bir dernek kurulması görevi verildi. Ülkeye döndükten sonra Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa, Kırımlı Doktor Aziz Bey, Mekteb-i Tıbbiye nazırı Marko Paşa gibi isimlerin desteğini alan Abdullah Bey, bu görevi yerine getirebilmek için çalışmaya başladı ve bu çalışmalardan Mecruhin ve Marza-yı Askeriyeye İmdat ve Muavenet Cemiyeti (Osmanlı Hasta ve Yaralı Askerleri Yardım Cemiyeti) doğdu. Cemiyetin tesis edildiği 11 Haziran 1868 tarihi Türk Kızılayı’nın resmî kuruluş tarihi olarak bilinir. Cemiyet kurulmuş olmasına rağmen Osmanlı yöneticilerinin yakın gelecekte bir savaş çıkmayacağı Osmanlı’da pek çok toplumsal ve kurumsal değişime neden olan Meşrutiyet’in ilanı, Hilal-i Ahmer için de değişiklik anlamına geliyordu. O zamana kadar sık sık bölünen faaliyet programının bir daha herhangi bir kesintiye uğramadan sürdürülmesine ve cemiyetin devletten daha fazla destek almasına karar verildi. yönündeki değerlendirmeleri, cemiyetin o dönemde işlevsiz olarak algılanmasına neden oldu ve hazırlanan tüzük kabul edilmeden faaliyetlere ara verildi. Sekiz sene sonra, Sırbistan ve Karadağ ile çatışmaların arttığı bir dönemde temelleri atılmış olan yardım cemiyetinin faaliyetlerine duyulan ihtiyaç yeniden gündeme geldi ve cemiyetin aslında ne kadar gerekli olduğunun farkına varıldı. Bunu tetikleyen en önemli sebeplerden biri, Osmanlı’nın çatışma içinde olduğu devletlerin askerlerinin Salib-i Ahmer, yani Kızılhaç’tan yardım alması; fakat Osmanlı sözleşme koşullarını tam yerine getirmediği için askerlerinin böyle bir yardımdan mahrum kalmasıydı. Ciddileşen durum ve örgütlü yardım ihtiyacının giderek daha ivedi hale gelmesiyle aynı yıl cemiyetin faaliyetlerini sürdürme çabaları geliştirilmeye başladı ve bu yolda önemli adımlar atıldı. Öncelikle başından beri büyük sıkıntı oluşturan Kızılhaç sembolü yerine hilal-i ahmer, yani kızıl ay sembol olarak kullanılmaya başladı; bir tüzük hazırlandı ve cemiyet 14 Nisan 1877’de resmî olarak faaliyetlerine yeniden başladı. Beş gün sonra da “Osmanlı Hilal-i Ahmer Cemiyeti” adını aldı. Haziran 2014 62 Cemiyet ilk ciddi sınavını çok kısa bir zaman sonra, 93 Harbi olarak da bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda verdi. Birden fazla cephede devam eden savaşın özellikle Plevne Savunması ayağında aktif olan ve çok sayıda yaralıyı tedavi eden cemiyet, savaştan sonra 1897 Yunan Harbi’ne kadar durgun bir dönem geçirdi. Yunan Harbi sırasında ise yaralı askerlerin İstanbul’a getirilmesi ve tedavilerinin yapılması, ilaç temin edilmesi gibi konularda hizmet verdi. Osma n l ı’ da pek çok toplu msa l ve kurumsal değişime neden olan Meşrutiyet’in ilanı, Hilal-i Ahmer için de değişiklik anlamına geliyordu. O zamana kadar sık sık bölünen faaliyet programının bir daha herhangi bir kesintiye uğramadan sürdürülmesine ve cemiyetin devletten daha fazla destek almasına karar verildi. Bu dönemden sonra Hilal-i Ahmer hem cephelerde askere hem de cephe gerisinde sivil halka olan yardımlarını kesintisiz olarak sürdürdü; aynı zamanda hastabakıcı kursları, sanat evleri gibi sosyal hizmetler de sağladı. Birlik ve evrensellik ilkesiyle faaliyet gösteren Türk Kızılayı, hem yurt içinde hem de yurt dışında temel insani yardımların yanı sıra sosyal yardımlarda da bulunuyor. Türk tarihinin en önemli dönemlerinden olan Millî Mücadele, Hilal-i Ahmer için çetin başladı. İşgal kuvvetlerinin baskısı ve engellemelerine İstanbul hükümetinin de desteğini çekmesinin eklenmesiyle kendini güç bir durumda bulan cemiyet, 1920 Ekim’inde İsmail Besim Paşa, Adnan Bey, Ömer Lütfü Bey ve Esat Paşa’nın bir araya gelmesiyle Ankara’da bir temsilcilik kurdu ve merkez ile şubeler buraya bağlanarak yetkiler genişletildi. Bu girişimler, İstanbul’daki genel merkezin de elini kuvvetlendirdi ve buradan Anadolu’ya ihtiyaç malzemeleri ile sağlık personeli gönderildi. Bu personel hem asker hem de sivillere Millî Mücadele döneminde fedakarca destek vererek ulusal zaferin kazanılmasında önemli rol oynadı. 28 Nisan 1935 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Kızılay Cemiyeti olarak değiştirdiği ad, 22 Eylül 1947 tarihinde Türkiye Kızılay Derneği halini aldı. Ulusal ve uluslararası düzeyde toplumların kendi güç kaynaklarını harekete geçirmek suretiyle yardıma muhtaç insanların yanında olmayı hedefleyen; insanlık, ayrım gözetmeme, tarafsızlık, bağımsızlık, gönüllü hizmet verme, Haziran 2014 63 hayır kurumu niteliği taşıma, birlik ve evrensellik ilkeleriyle faaliyet gösteren Türk Kızılayı, hem yurt içinde hem de yurt dışında temel insani yardımların yanı sıra sosyal yardımlarda da bulunmaktadır. Bu sosyal hizmetlerin kapsamında huzurevleri ve öğrenci yurtlarına yardımlar, sağlık, evde bakım ve refakat hizmetleri, psikolojik destek sağlama yer alır. Doğal afetlerin yanı sıra bu kapsama girmeyen münferit olaylarda da Türkiye’nin her yerine koşan Kızılay, yurt dışında da başta Filipinler, Suriye, Batı Afrika, Somali, Myanmar, Bangladeş, Kırgızistan, Özbekistan, İran, Afganistan, Pakistan, Filistin olmak üzere dünyanın dört bir yanında ihtiyaç duyanlara şefkat elini uzatıyor. Haziran 2014 64 Dostluk Grupları Türkiye-Katar Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Yahya Akman: Katar ile tarihî bağlarımızla uyumlu bir ilişkimiz mevcut Söyleşi: Elif Çelik T ürkiye’nin Arap coğrafyasında üstlendiği rol, hem dünya hem de bölge siyasetinde büyük önem taşıyor. Bölgede meydana gelen sorunların çözümünde en ön saflarda yer alan, arabulucu kimliği gün geçtikçe inkar edilemeyecek konuma gelen Türkiye, Katar Emirliği ile giderek gelişen siyasi ve ekonomik ilişkilere sahip. Türkiye-Katar Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Yahya Akman ile iki ülkenin hem kültürel hem de tarihî geçmişleri temelinde şekillenen ilişkilerini konuştuk. Türkiye-Katar Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu, iki ülke ilişkileri açısından hedefleri nelerdir? Türkiye-Katar Parlamentolararası Dostluk Grubu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 21. Dönem’de kurulmuştur. Dostluk grupları devletler ve hükümetler arası ilişkilerin yanı sıra halkı temsil eden parlamentolar tarafından kurulmakla ulusların yakınlaşmasını temin etme amacı taşımaktadır. 3 Eylül 1971 tarihinde bağımsızlığına kavuşan Katar devleti El Tani hanedanı tarafından monarşi ile yönetilmektedir. Haziran 2014 Yaklaşık 2 milyon nüfusa sahip olan Katar’da nüfusun sadece %20 kadarı Katarlı Araplardan, geri kalanı dünyanın çeşitli ülkelerinden çalışmak maksadıyla bu ülkeye gelen insanlardan oluşmaktadır. Katar’ın işgücü neredeyse tamamıyla yabancı çalışanlara dayanmaktadır. Yüzyıllarca Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetinde kalan Katar ile tarihî, sosyal, hatta akrabalık bağlarımız mevcuttur. Bugün tam anlamıyla bu tarihî birlikteliğe uyumlu ilişkilerimiz vardır. 24. Dönem’de yenilenen Türkiye-Katar Parlamentolararası Dostluk Grubu, zaten mükemmel olan iki ülke ilişkilerinin daha ileriye götürülmesi amacını taşımaktadır. İtiraf etmeliyim ki çok şanslı bir dostluk grubu başkanıyım, zira Katar ile Türkiye arasında gerek siyasi ve ekonomik alanlarda gerekse müşterek dış politika bakış açısı anlamında mükemmel bir işbirliği mevcuttur. Bu dönemde kardeş Katar’da bir yönetim değişikliğine tanıklık ettik. Önceki Katar emiri Sayın Şeyh Hamad bin Halifa El Tani görev ve yetkilerini pek de alışık olmadığımız üzere oğlu, bugünkü Emir Şeyh Tamim bin Hamad El Tani’ye devretti. Dostluk Grupları Gerek Katar yetkilileriyle gerekse Katar’daki Türkiye büyükelçileri ile bu dönem içerisinde dostluk grubu olarak çok iyi ilişkiler geliştirdiğimizi söylemeliyim. Katar devletinde halkın oylarıyla seçilmiş bir meclis bulunmamaktadır. Emir tarafından atanan 35 üyeli bir danışma (şura) meclisi kurulmaktadır. Katar’da meydana gelen yönetim değişikliğinden sonra yeni emir henüz şura meclisi üyelerini atamadığından muadilimiz olan dostluk grubu şu an için yoktur. En kısa zamanda kurulmasını umduğumuz dostluk grubuyla da iyi ilişkiler kuracağımıza inanıyoruz. Farklı düzeydeki yetkililerle kurulan sıcak temaslar bu eksikliği bize çok fazla hissettirmemiştir. Başkanlık döneminizde yürüttüğünüz çalışmalardan bahseder misiniz? “Katar devleti sahip olduğu doğal zenginlikler ve son yıllardaki akıllı yönetim sayesinde bugün körfezin parlayan bir yıldızı durumundadır.” Katar devleti sahip olduğu doğal zenginlikler ve son yıllardaki akıllı yönetim sayesinde bugün körfezin parlayan bir yıldızı durumundadır. Göstergeler itibarıyla dünyanın kişi başına düşen millî geliri en yüksek ülkelerinin başında gelmektedir. Nitekim küçük nüfusuna ve coğrafyasına rağmen 2022 FIFA Dünya Kupası’nı düzenleme hakkının bu ülkeye verilmiş olması Katar’ın gelecekte ulaşacağı yeri göstermesi bakımından önemli bir örnektir. Hem Dünya Kupası hazırlıkları hem de ülkenin adeta yeniden inşa ediliyor olması nedeniyle yapılan faaliyetler ülkeyi topyekûn bir inşaat alanı haline dönüştürmüştür. Son derece göz alıcı yeni projeleriyle müteahhitlik şirketlerinin iştahını kabartan bu pazarda Türk müteahhitlerin önemli miktarda iş aldıklarını biliyoruz. İki ülke arasında hızla artan ticari ilişkiler bu sayede çok daha ileri bir noktaya ulaşmıştır. Katarlı yatırımcıların Türkiye’ye daha fazla yönelmesi ve şirketlerimizin müştereken üçüncü ülkelerde yatırım işleri üstlenmesi öncelikli hedeflerimizdendir. 2013 yılı itibarıyla Katar’a ihracatımız 244 milyon dolar, ithalatımız ise 525 milyon dolar seviyesinde gerçekleşmiştir. Türkiye ve Katar arasında bugüne kadar Devlet Başkanları, Meclis Başkanları, Başbakanlar ve bakanlar düzeyinde onlarca ziyaret gerçekleşmiştir. Özellikle Başbakanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Sayın Şeyh Hamad bin Halifa El Tani ve Şeyh Tamim bin Hamad El Tani arasındaki samimiyet ve birçok ülkeyi kıskandıracak yakınlık iki ülke arasındaki ilişkileri stratejik ortaklık düzeyine taşımıştır. Ülke liderlerinin oluşturmuş olduğu bu sinerjinin siyasetten ticarete, turizmden kültürel faaliyetlere pek çok alana yansıdığını görmekteyiz. Katar ekonomisi petrol ve doğalgaza dayalıdır. Katar hükümeti tarafından uygulanan ekonomik politikalar temel olarak ülkenin zengin yeraltı kaynaklarının da yardımıyla hızlı bir kalkınma sürecini yakalamayı, dışa açık ve dünyaya entegre bir ekonomi oluşturmayı, güçlü ve aktif bir özel sektör oluşturarak ekonomide kamu kesiminin baskın rolünü azaltmayı amaçlamaktadır. Haziran 2014 65 66 Dostluk Grupları “Dostluk grubu olarak birçok alanda mükemmel olan iki ülke ilişkilerini daha iyi bir noktaya taşımak temel hedefimizdir.” Bu yılki hedefimiz bu rakamların üzerine çıkmak ve aynı zamanda dış ticarette aleyhimize olan dengenin düzeltilebilmesi yönündedir. Özellikle yeni inşa edilen yüksek maliyetli Katar yatırımları müteahhit firmalarımızın yakın takibindedir. Katar’ın sermaye birikimi ile Türkiye’nin bilgi, teknoloji ve deneyimi bir araya geldiği zaman iki ülke sınırları dışında da müşterek çok fazla imkan bulunması mümkündür. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yüzyıllarca beraber yaşamış iki kardeş halkın çok fazla ortak noktası olduğu aşikardır. Katar için Türkiye en iyi turizm destinasyon alanlarından biridir. Yine gönül rahatlığıyla yatırımlarını yapabileceği, çok büyük ve dünyaya açılan bir pazardır. Halklar arasındaki duygusal yakınlığın ekonomik anlamda da en üst düzeye taşınabilmesi temel hedeftir. İki ülke arasındaki iyi ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından nasıl bir önem taşıyor? Türkiye Cumhuriyeti ile Katar arasındaki iyi ilişkiler ve müşterek hareket etme iradesi, gerek Ortadoğu’daki gerekse başka ülkelerdeki anlaşmazlıklar söz konusu ol- Haziran 2014 duğunda etkin sonuçlar doğurmuştur. Öyle ki örnek bir siyasi istişare mekanizması sayesinde birçok anlaşmazlıkta arabuluculuk yapılmış ve inisiyatif kullanılmıştır. Başta İslam Konferansı İş Birliği Örgütü olmak üzere birçok uluslararası kuruluş nezdinde iki ülke dış politikanın aktif birer aktörü haline gelmiştir. Bu birlikteliğe çok farklı ülkelerin destek vermesi ve dünyada meydana gelen olaylarla ilgili alınan inisiyatifler yıllardır Ortadoğu’da ve İslam coğrafyasında mevcut pek çok paradigmanın değişmesini sağlamıştır. Bugün başta Suriye, Filistin, Mısır ve Kuzey Afrika’daki gelişmeler olmak üzere alınan tavır ve insan eksenli bir dış siyasetin dünya literatürüne yerleşmesi anlamında önemli bir adım olmuştur. Katar, 2014 yılı içinde Yunus Emre Kültür Merkezi açılması öngörülen ülkeler arasında yer almakta olup, bu hususta Yunus Emre Enstitüsü’nün konuya vereceği önceliğe göre gerekli adım atılacaktır. Dostluk grubu olarak birçok alanda mükemmel olan iki ülke ilişkilerini daha iyi bir noktaya taşımak temel hedefimizdir. Küreselleşen dünyada artı k mesafelerin önemi bir hayli azalmıştır. Bununla beraber her iki ülkenin coğrafi ve jeopolitik konumları dünya nüfusunun çok önemli bir kısmına birkaç saat içerisinde ulaşılabilecek yakınlıktadır. 67 Arif Nihat Asya: Arif Nihat politikacı şairlerin belki en sakini, en sessizi. Halk onu sadece meşhur “Bayrak” şiirinin şairi olarak tanıyor. Belki bir de en son, Başbakan’ın İstanbul mitinginde okuduğu, “Biz kısık sesleriz… minareleri sen, ezansız bırakma Allahım” diye başlayan “Dua” şiirinden. Hakan Arslanbenzer Haziran 2014 68 Y akın dostları ve öğrencileri dışında fazla tanınan biri değil Arif Nihat Asya. Onu bilenler de en çok rubailerindeki nüktelerini biliyor. Bir dönem Seyhan (Adana) bir dönem de Eskişehir milletvekilliği yaparak katıldığı siyaset dünyası da onu ancak ölüm yıldönümlerinde anıp geçer. Yahut “Bayrak” şiirinin bir bölümünün Millî Eğitim müfredatından çıkarılması meselesi gündeme gelince kısa bir tartışmaya konu olur vesaire. Şiir şairinden meşhurdur da diyebiliriz. “Bayrak” şiiri ideolojik olarak kullanılageldiği için olsa gerek, bir manivela şiir hüviyetini kazanmış. Milliyetçilik veya kahramanlık duygularını ifade etmede hep kullanılan, hiç güncelliğini kaybetmeyen bir manivela. Karşı çıkan da bu yüzden karşı çıkmış. “Bayrak” şiiri gün geçtikçe şairini de bayraklaştırmış. Bayrak şiirinin hikayesi “Bayrak” şiirinin ilginç bir de hikayesi var. Şairin kendi anlattığına göre, Adana Erkek Lisesi’nde öğretmenlik yapıyor o sıra Arif Nihat. Sene 1940. Hatay Türk iye’ye yeni bağlanmış. Hatay ve civarını, tabii Adana’yı millî bir sevinç, heyecan sarmış. Adana’nın Fra nsı z işga linden kur tu luşu nu n y ıldönümü 5 Ocak; her y ıl büy ük coşkuyla kutlanıyor. Bu kutlamalarda genelde Büyük Saat ile (ki bu Büyük Saat, Turgut Uyar’ın toplu şiirlerine ismini veren, Adana şehir merkezindeki Büyük Saat Kulesi’dir; bir de Küçük Saat vardır. Her ikisi bugün Adana’da semt ismi olmuştur) Ulu Cami minaresi arasına kocaman bir Türk bayrağı geriliyor. Maarif Müdürlüğü, Hatay’ın anavatana dönüşünden dolay ı Adana kurtuluş şenliklerinin daha coşkulu geçmesi için okullara yazı yazar. “5 Ocak kutlamasında... o güne uygun Haziran 2014 Arif Nihat Asya “Bayrak” şiirini petrol lambasının yorgun ışığı altında, bayrağa sığınarak, bir gecede yazar. şiirin liseniz öğrencilerinden biri tarafından okunması...” derler. Erkek Lisesi Müdürü bu iş için Arif Nihat’ı görevlendirir. Arif Nihat da konuyu öğrencilere açar. Fakat öğrenciler hocanın istediği gibi, yani “güzel ve pek duyulmamış” bir şiir bulamazlar. Arif Nihat da oturup kendi yazmaya karar verir. Gerisini şairin kendisi anlatsın: “E peki ne olacak? Kendi kendime dedim ki ‘Arif bu şiiri sen yazacaksın!’ Bir gün sonra da 5 Ocak. Adana’da Ocak mahallesinde oturuyorum. O zamanlar bugünkü gibi evlerde günün her saatinde elektrik yok. Geceleri petrol lambası yakıyoruz. El ayak ortalıktan çekilince petrol lambasının yorgun ışığı altında bayrağımıza sığınarak kalemi elime aldım. Şafak sökerken Bayrak şiiri hazırdı. O gece, şiiri nasıl yazdımsa öylece kaldı. Üzerinde ikinci bir defa oynamadım.” Arif Nihat güzel şiir okuyan bir öğrenciye şiiri verir; çocuk da hem Büyük Saat’teki tören yerinde hem de günün akşamı Halkevi’ndeki kutlamada şiiri okur. Halkevi’ndeki davetliler şiiri beğenir ve şairini merak ederler. Öğrenci bilmediğini söyler: “Arif hocam, sorarlarsa bilmiyorum dersin dedi.” Arif Nihat Asya’nın tevazuu ortada… 69 Şairin hikayesi Arif Nihat, Türk edebiyatının 1900 kuşağındandır. Necip Fazıl, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi büyük yazarların, şairlerin akranıdır. 7 Şubat 1904’te (güneş kova burcundayken -ki şairin son kitabının isminin Kova Burcu olması manidardır) İstanbul Çatalca’nın İnceğiz köyünde dünyaya gelmiş. Doğum adı Mehmed Arif ’tir. Soyadı kanunundan önce doğanlarda sık rastlanan bir durum bu. Mehmed göbek adı (muhtemelen dedesinin adı), kendi adı Arif, babasının adı da Nihat. Asya şairin Doğucu dünya görüşünden esinlenerek kendi aldığı soyadıdır. Arif Nihat okumayı köy imamından Kur’an öğrenerek söktü. Balkan Savaşları Balkanlar’dan büyük göç başlatınca Arif Nihat’ın ailesi de İstanbul’a yerleşmeyi tercih etti. Burada Kocamustafapaşa ve Haseki mahalle mekteplerinde ilk tahsilini aldı. Kocamustafapaşa deyince Yahya Kemal’in “ücra ve fakir İstanbul” deyişini hatırlamamak elde değil. Arif Nihat Asya İstanbul’un bir köyünden işte bu ücra ve fakir İstanbul’a göçmüş mazbut bir ailenin çocuğuydu. Milliyetçiliğini, Müslümanlığını, Doğuculuğunu bir de bu çerçevede değerlendirmek icap eder. Arif Nihat orta tahsilini parasız yatılı olarak Bolu ve Kastamonu’da tamamlayacaktır. Sonra da fakir ailelerin okumuş çocuklarının sık yaptığı gibi Yüksek Öğretmen Okulu’na girer. İstanbul Üniversitesi’nin bu yüksekokulunun Edebiyat Bölümü’nde kim bilir kaç edebiyatçı tahsil görmüştür. Üniversiteyi bitirdikten sonra Arif Nihat’ın hayatının ciddi bir bölümü Anadolu vilayetlerinde lise öğretmenliğiyle geçer. Edebiyat öğretmenidir, kuşağından birçok şair gibi. Görev yaptığı yerler Adana, Malatya, Edirne, Tarsus, Ankara ve Kıbrıs. Balkan Savaşları nedeniyle Balkanlar’dan büyük göçün başlaması, Arif Nihat’ın ailesinin de İstanbul’a yerleşmesine vesile olur. Haziran 2014 70 E debiyat öğ ret men i ola ra k u zu n müddet k a ld ığ ı Adana’da halkça tanındığı ve sevildiği anlaşılıyor. Bunun sonuncunda Arif Nihat Asya, 1950 seçiminde Demokrat Parti’den Seyhan milletvekili seçilir ve TBMM’ye girer. Meclis çalışmalarında nispeten faal olduğunu Demokrat Parti Balıkesir Milletvekili Müfit Erkuyumcu’nun yaptığı bir konuşmadan anlıyoruz. TBMM’nin 19 Kasım 1951 tarihli 6. birleşiminde Erkuyumcu, kulisteki bir konuşmadan yola çıkarak Arif Nihat Asya’nın kendisine yönelttiği bir eleştiriyi cevaplar. Erkuyumcu’nun konuşmasına bakılırsa Arif Nihat, Türk Ceza Kanunu’nun siyasi suçları düzenleyen 141 ve 143. maddelerinin tadil edilmesiyle ilgili kanun teklifinin çekmeceye atıldığından şikayet etmiş. Erkuyumcu konuşmasında kendini savunuyor tabii. Sözlü aktarma olduğu için Arif Nihat Asya’nın bu konudaki görüş ve tavrının ayrıntılarını bilmiyoruz. Gene de karakter karakterdir. Şair Meclis’te de olsa şairdir. Erkuyumcu’nun Arif Nihat’tan şifahen aktardığı sözler ne kadar nükteli: “Şevket Mocan arkadaşımızla diğer arkadaşlara ait 141 ve 143’üncü maddeleri ilgilendiren Haziran 2014 teklifin tatilden evvel uzun müddet bir çekmecede kilitli kalmış olduğunu duydum. Eğer haber yanlış değilse temenni ederim ki çekmeceyi kilitleyip anahtarı cebine koyarak giden arkadaş sadece böyle mühim bir teklifi iyi muhafaza endişesiyle, kuyumcu endişesiyle hareket etmiş olsun.” Bu sözlerle Bayrak Şairi, Müfit Erkuyumcu’nun soyadından yola çıkarak hem telmih hem nükte yapmış. “Meclis’te yumruklar konuşacağına şairler, nüktedanlar konuşsun…” diyesi geliyor insanın. Arif Nihat Asya, bir dönem de Eskişehir milletvekilliği yaptıktan sonra öğretmenliğe geri dönüyor. Birkaç yıl sonra da emekliye ayrılıyor. Arif Nihat, gazetelerde yazılar da yazmasına rağmen hep sadece şiir kitabı yayımlamış. Beş tanesi rubailerden oluşan bu kitapların sayısı on altıyı buluyor. Bu mebzul kitapların en meşhurları 1946’da çıkan Bir Bayrak Rüzgar Bekliyor ile 1967 tarihli Dualar ve Aminler. Arif Nihat Asya, yetmişini ancak devirmişken, 5 Ocak 1975’te Ankara’da vefat etti. Mezarı Ankara Karşıyaka Mezarlığı’ndadır. SiyasettenSivil Topluma Mehmet Metanet Çulhaoğlu: Ülkemizde kampçılık ve karavancılığı tanıtmayı ve sevdirmeyi hedefliyoruz Söyleşi: Nehir Öztürk TBMM 21. Dönem Adana Milletvekili, Türkiye Kamp ve Karavan Derneği Genel Başkanı Mehmet Metanet Çulhaoğlu, “Kampçı ve karavancının temel hedefi doğayı korumak, gelecek nesillere temiz ve yaşanabilir bir çevre bırakmaktır” diyor. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği kaç yıldır, hangi amaçlarla çalışmalarını sürdürüyor? Derneğimiz 8 Şubat 1966 tarihinde genel merkezi Ankara’da olmak üzere Kamp ve Karavan Derneği adıyla kurulmuş. Üç yıl sonra Uluslararası Kamp ve Karavan Federasyonu’nun (FICC) üyesi olarak dünyaya açılmış. 17 Şubat 1974 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararı ile derneğin adına “Türkiye” sözcüğü eklenmiş. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği, 48 yıldır Türkiye’de kampçılığı, karavancılığı tanıtmak, sevdirmek ve benimsetmek, ülke turizmine hizmet etmek, ülkemizin tanıtılmasına katkı sağlamak, kampçılıkla ilgili uluslararası kuruluşlarda ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek, yeni kamp alanlarının açılması için her tür teknik yardımda bulunmak, kampçılığa ve karavan turizmine gönül verenleri dernek çatısı altında birleştirmek gibi amaçlar çerçevesinde çalışmalarını sürdürüyor. Kampçılığa ve karavan turizmine gönül verenlerden söz ettiniz. Kampçı ve karavancı tanımlarını biraz açabilir miyiz? Kampçı ve karavancılar doğayla iç içe olmayı seven, çevreye duyarlı, sağlıklı yaşam için sporun önemini kavramış, insanlarla uyum içinde yaşamaktan ve Haziran 2014 71 72 SiyasettenSivil Topluma yeni dostluklar kurmaktan mutluluk duyan, hem ülkemizde hem de dünyada yeni yerler ve kültürler tanımayı arzu eden kişilerdir. Karavanının önünde kahvesini yudumlarken, çadırının üzerine ayın aksi düştüğünde veya uyku tulumunun üzerine güneş ışığı vurduğunda mutluluk duyandır kampçı. Karavancı ve kampçının temel hedefi doğayı korumak, gelecek nesillere temiz ve yaşanabilir bir çevre bırakmaktır. Kamp ve karavanın genellikle ucuz tatil için tercih edildiği yönünde bir algı var. Bu konudaki değerlendirmenizi öğrenebilir miyiz? Sizin de ifade ettiğiniz gibi halk arasındaki genel kanı, kamp ve karavan turizminin ucuz tatil için yapıldığı yönündedir. Karavanla her yerde gelişigüzel konaklanıldığı düşünülür. Ucuz olduğu düşüncesiyle kamp ve karavan tatili yapanlar veya yapmak isteyenler elbette vardır. Bunlar genellikle sabit bir mekanda konuşlanan kampçılardır. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği üyeleri ise yurt içi ve yurt dışı organizasyonlarda planlı olarak hareket eder ve kalınacak kamplarda rezervasyonlarını yaptırırlar. Günlük 200-250 kilometrelik etaplarla seyahat ederler. Gittikleri yerin kültürünü tanır, tarihî ve turistik mekanlarını ziyaret ederler. Daha sonra da bir diğer etaba geçerler. Örneğin geçen yıl mayıs ayında Niksar Çamiçi Kamping’de 1. Anadolu Toplantısı yapıldı. Ankara-Niksar arası iki günde alındı. FICC’nin Polonya Slawa’da yapılan toplantısına Türkiye’den toplam 17 karavanla 34 kişi katıldı. Gidişgeliş toplam 6 bin 500 kilometre 37 günde tamamlandı. Kamp ve karavan turizmi yapılabilmesi için kamp alanları önem taşıyor. Ülkemizde kamp alanlarının durumu nedir? Bu soruya cevap verirken acı, ama gerçek bir durumdan söz etmemiz gerekiyor. An- Haziran 2014 kara, maalesef Avrupa başkentleri arasında kamp alanı olmayan tek başkent. Çeşitli ülkelerdeki FICC üyesi dernek temsilcileri bize müracaat ederek tatillerini Türkiye’de geçirmeyi planladıklarını, Ankara’daki en iyi kamping hakkında bilgi almak istediklerini söylüyorlar. Biz kendilerine Ankara’da hiç kamping olmadığını bildirmek zorunda kalıyoruz. Uçakla gelen bir turiste “Ankara’da otel yok” demekle, karavanıyla gelen bir turiste “Kamping yok” demek aynı şey. Avrupa’nın her ülkesinde, her ilde, ilçede, hatta köylerde kamp alanları bulunuyor. Tüm belediye başkanlarımıza “Lütfen belediye sınırlarınız içerisinde Avrupa standartlarında bir kamp alanı yapınız. Derneğimiz teknik yönden her türlü katkıyı vermeye hazır” çağrısında bulunuyorum. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği’nin “Belediyelerle El Ele” kampanyasına katkı sağlayarak uluslararası standartlardaki Niksar Çamiçi Kamping’i ülkemize ve Niksar’a kazandıran Niksar Belediyesi’ne teşekkür ediyorum. Bursa Nilüfer ve Ankara Nallıhan belediyelerinin 2013 yılında başlattıkları kamping çalışmalarının da diğer belediyelerimize örnek olmasını temenni ediyorum. Ülkemizde kamp ve karavan turizminin gelişmesi için neler yapılmalı? Az önce ifade ettiğim gibi yeni kamp alanlarının açılması gerekiyor. Bu çerçevede Hazine arazilerinin 49 yıllığına özel sektöre, belediyelere tahsis edilmesi için gerekli yasal zemin oluşturulmalıdır. Kamp yeri yapımı konusunda gerekli teşvikler sağlanmalıdır. Karavan imalatçıları devlet teşvik desteğinden yararlandırılmalıdır. Avrupa’da olduğu gibi otoyollardaki konaklama yerlerinde ve benzin istasyonlarında karavanlar için temiz su alma, atık su, tuvalet boşaltma ve park yerleri yapılması konusunda gerekli çalışmalar hayata SiyasettenSivil Topluma 73 geçirilmelidir. 5 yaşa kadar araç üzerine karavan yapılması halinde %145 ÖTV uygulanmaktadır. Bu durum karavan edinmek isteyenler için caydırıcı olmaktadır. Karavan yapılacak sıfır araçlarda ticari araçlardaki ÖTV oranı uygulanmalıdır; çünkü üzerine konulan alkovan için de devlete ekstra %18 KDV ödenmektedir. Motorlu karavan tanımı karayolları kanununda yer almalıdır. Motorlu karavanların TÜV muayeneleri özel otomobiller gibi iki yılda bir yapılmalıdır. Ticari amaçla kullanılan karavanların TÜV muayenelerinin ise yılda bir olması yönünde yasal düzenleme gerçekleştirilmelidir. Turizm türleri arasında karavan turizmine hak ettiği değer verilmelidir. Karavan sahibi olmak isteyenler için ideal bir karavanda yer alması gerekenleri belirtebilir misiniz? Karavan, “motorlu araçla çekilen portatif barınak” olarak tanımlanıyor. İlk motokaravan 1910 yılında Kanada’da bir kamyon üzerine inşa edilmiş. Araç arkasına takılan karavanlar ise 1920’lerde ABD ve Kanada’da ortaya çıkmış. O yıllardan bugüne teknolojiyle birlikte karavanlar da gelişti, hatta son yıllarda ultra lüks modellerle tanışır olduk. Kullanıcının yaşam biçimi ve beklentileri farklılık gösterdiği için ideal karavan tarifi herkese göre değişebiliyor. Ancak ortalama bir karavanda olması gerekenleri şöyle sıralayabiliriz: Sabit bir yatak bölümü, oturma grubu, TV, mutfak bölümünde gazlı ocak, evye, mutfak dolapları, buzdolabı, mini fırın, kışın kalorifer sistemi-yazın klima, banyo ve tuvalet bölümü, en az 100 litre temiz, 100 litre atık su deposu, güneş ve yağmur altında oturabilmek için tente. Türkiye Kamp ve Karavan Derneği’nin önümüzdeki döneme ilişkin faaliyet planları nelerdir? Derneğimiz 45 yıldır Uluslararası Kamp ve Karavan Federasyonu’nun (FICC) üyesidir. Federasyonun 11 kişilik yönetim kurulu 42 ülkeden 63 derneğin seçtiği genel kurul delegelerinin oylarıyla belirleniyor. Türkiye bugüne kadar iki dönem seçim kazandı. 6 yıldır 11 kişilik yönetim kurulunda görev yapılarak bayrağımız dalgalandırılıyor. 30 Temmuz 2014 tarihinde Finlandiya’da düzenlenecek seçimli toplantıda Türkiye’nin üçüncü dönem temsili için mücadele vereceğiz. Derneğimiz FICC’ye üye olduğu 1969’dan bu yana her yıl yapılan FICC Rally’lerinde, yani toplantılarında ülkemizi temsil ediyor. Bu toplantılara 42 ülkeden 10-15 bin kişi katılıyor. Karnaval havasında geçen on günde kampçılar kültür alışverişi yapıyor. Bu toplantılara katılan ülkelerin bayrakları göndere çekiliyor. Dernek olarak bayrağımızı göndere çektirmenin gururunu yaşıyoruz. Bu yıl 24 Temmuz 2014 tarihinde Finlandiya’da ülkemizi temsil edeceğiz. Kültür ve Turizm Bakanlığı Tanıtma Genel Müdürlüğü’nün katkılarıyla düzenleyeceğimiz “Türk Günü”nde 42 ülkeden gelecek misafirlerimize ülkemizin doğal güzellikleri, tarihî ve kültürel zenginlikleri ile yemek kültürünü bir kez daha tanıtmaktan mutluluk duyacağız. Haziran 2014 I R A L N A LIŞ A Ç I Ğ A ÇAY OC Röportaj ve Fotoğraflar: Zeynep Yiğit Meclis’in çay ocağında görevli personel, tadı damakta kalan çay ve kahve ikram etmenin mutluluğunu yaşıyor. Çay ocaklarında lezzet ve hijyenden ödün verilmiyor. Haziran 2014 S abah, öğle, akşam… Çay, günün her saatinde vazgeçilmez içeceğimiz. İster evde ister işte olalım bir bardak çay hep yanı başımızda. Sadece sıcak bir içecek değil, içimizden biri adeta; kâh sohbetimize eşlik ediyor, kâh yalnızlığımızı paylaşıyor. Sevinçte de hüzünde de bizimle birlikte. Yeri geliyor sakinleştiriyor, yeri geliyor keyfe keyif katıyor. Velhasıl onsuz olmuyor. Çay, Doğu Karadeniz’in eşsiz coğrafyasında başlayan lezzet yolculuğunda tahtını kimseye kaptırmıyor. Çayın baş tacı olduğu yerlerden biri de Türkiye Büyük Millet Meclisi. Milletvekillerine, TBMM personeline, gazetecilere ve ziyaretçilere “Ne içersiniz?” diye sorulduğunda genellikle “Çay” yanıtı veriliyor. Demli, açık, şekerli, şekersiz derken çay bardaklarının biri gidip biri geliyor. Meclis’in hareketliliği çay ocaklarında da hiç bitmiyor. Başta çay olmak üzere sıcak-soğuk içecek siparişlerini yetiştirmek için odadan odaya koşturan Meclis çalışanları, tadı damakta kalan çay ve kahve ikram etmenin mutluluğunu yaşıyor. Bu ayki “Meclis Çalışanları” köşesine konuk ettiğimiz çay ocağı personeli, çay ve kahvenin hazırlanmasından içeceklerin servisine kadar her aşamada lezzet ve hijyenden ödün vermiyor. Meclis’teki çay ocaklarından sorumlu Süleyman Argun, 26 yıldır TBMM’de görev yapıyor. 18 yıl çay ocakçı-garson olarak çalıştıktan sonra çay ocaklarının Meclis Çalışanları sorumluluğunu üstlenen Argun, “Çay ocakları TBMM Destek Hizmetleri Başkanlığı’na bağlı olarak hizmet veriyor. Meclisimizde toplam 73 adet çay ocağı bulunuyor. Bunların 43’ü Yeni Halkla İlişkiler Binası’nda, 16’sı Ana Bina’da yer alıyor. Ayrıca eski tabur binası olarak da bilinen personel binası, Basımevi, Ziyaretçi Kabul Salonu, Basın Koridoru ve Ek Hizmet Binası’nda çay ocaklarımız hizmet veriyor. Çay ocaklarında toplam 183 personel görev yapıyor. Ben ve iki arkadaşım ise çay ocaklarının sorumluluğunu üstleniyoruz. Üçümüzün görev alanları farklı. Örneğin ben Yeni Halkla İlişkiler Binası dışındaki tüm çay ocaklarından sorumluyum” diyor. “Çay demlerken doğal mineralli su ve birinci sınıf çay kullanıyoruz. Lezzetli çayın püf noktalarından biri suyun çok iyi kaynamasıdır.” veriyor. Kulislerdeki çay ocakları, diğerlerinden küçük bir farklılık gösteriyor. Süleyman Argun, “Genel Kurul çalışmaları gece geç saatlere kadar uzadığı için kulislerdeki çay ocaklarında sıcak-soğuk içeceklerin yanı sıra kuruyemiş ve bisküvi çeşitleri de yer alıyor. Gazeteci arkadaşlarımız da geç saatlere kadar Genel Kurul’u takip ettikleri için Basın Koridoru’ndaki çay ocağımızda da bu ürünler bulunuyor. Diğer çay ocaklarında ise sadece içecekler yer alıyor” diyor. Çay ocaklarında çaydan kahveye, ayrandan sodaya, sütten meşrubata kadar çeşitli ürünler servise sunuluyor. Kış aylarının özel ürünü ise sahlep oluyor. Süleyman Argun, “Sahlep TBMM Üyeler Lokantası’nın mutfağında hazırlanıyor ve taze taze servise sunuluyor. Kış aylarında sahlep büyük ilgi görüyor” diyor. Argun, “Meclis’te yapılan çay ve Türk kahvesinin ünü TBMM sınırlarını aşmış durumda. Bize Meclis çayının sırrını verebilir misiniz?” diye sorduğumuzda şunları söylüyor: “Meclis’te çayı kendimiz demliyoruz. Doğal mineralli su ve ÇAYKUR’un ürettiği “Suyun kalitesi çayın tadını etkiliyor” Çay oca k la r ı mi l let vek i l ler i nden TBMM personeline, gazetecilerden ziyaretçilere kadar Meclis’e gelen herkese hizmet veriyor. Çay ocaklarında çalışan personel say ısı ise hizmet verilen yerin yoğunluğuna göre değişiyor. Bir çay ocağında en fazla beş personel yer alıyor. Süleyman Argun, çay ocaklarının sabah 8’de açıldığını belirterek, “Genel Kurul’un olduğu günlerde Ana Bina’daki çay ocaklarımız çalışma bitene kadar açık kalıyor. Ayrıca Yeni Halkla İlişkiler Binası’nda akşam 9’a kadar nöbetçi çay ocağımız bulunuyor. Hafta sonları ise cumartesi üç, pazar günü iki çay ocağımız açık oluyor. Cumartesi günleri Halk Günü çerçevesinde Meclisimizi ziyaret eden vatandaşlarımıza çay ikramında bulunuyoruz” diye konuşuyor. Meclis’te çay ocaklarının en yoğun olduğu yerlerin başında iktidar ve muhalefet kulisleri geliyor. Her iki kuliste de birer çay ocağı bulunuyor. Yaz aylarında ise iktidar kulisinin bahçesinde ikinci bir çay ocağı hizmet Süleyman Argun Haziran 2014 75 76 Meclis Çalışanları “Çay ocağında çalışan personelin güleryüzlü olması, temizlik ve hijyene önem vermesi, görgü kurallarını bilmesi gerekiyor. Personele verdiğimiz hizmet içi eğitimlerde servis sırasında nelere dikkat edilmesi gerektiğinden hijyenin nasıl sağlanacağına kadar birçok konu ele alınıyor.” Mekanlar farklı olsa da lezzet hep aynı Meclis’in neresinde çay veya kahve içseniz hep aynı tadı alıyorsunuz. Çünkü tüm ocaklarda çay aynı şekilde demleniyor, kahve aynı şekilde yapılıyor. birinci sınıf çay kullanıyoruz. İyi bir çayın püf noktalarından biri suyun çok iyi kaynamasıdır. 5 dakika kaynamış suyla demlenen çayla 15 dakika kaynamış suyla demlenen çay arasında fark vardır. Su ne kadar çok kaynarsa çayın tadı o kadar güzelleşir. Biz suyu kaynattıktan sonra demliğe alıyoruz. Bir demlikten ortalama 40 bardak çay çıkıyor. Kaynamış suyun üzerine üç veya üç buçuk çay bardağı çay atıyoruz. Demliği çay kazanının üzerine koyuyoruz ve çayın çökmesini bekliyoruz. Bu da yaklaşık 15 dakika sürüyor. Çay çöktükten sonra servise sunuyoruz. Demlikteki çayın yarım saat, 45 dakika içinde tüketilmesi gerekiyor, çünkü bu süreden sonra tazeliği kayboluyor. Meclis’te yoğunluk fazla olduğu için demlikteki çay kısa sürede tüketiliyor. Çay ocaklarımızda her zaman taze çay bulunuyor. Çayımız ve çikolatayla birlikte ikram ettiğimiz Türk kahvemiz Haziran 2014 çok beğeniliyor. Meclis’i ziyaret eden vatandaşlardan ‘Evde demlediğimiz çay böyle olmuyor’ diyenlere sıkça rastlıyoruz. ‘Meclis’te içtiğim Türk kahvesinin tadı hâlâ damağımda’ diyenler oluyor. Bu tür sözler duymak bizi mutlu ediyor.” Sağlık lı yaşam için birçoğumuz çayı, kahveyi şekersiz içiyoruz. Süleyman Argun’a Meclis’te şeker kullanımı konusundaki gözlemlerini sorduğumuzda, “Şeker tüketiminde ciddi bir düşüş var. Özellikle son yıllarda çay ve kahve genellikle şekersiz isteniyor” diyor. Argun, çay ve kahvenin tadının şekersiz daha iyi alındığını da sözlerine ekliyor. “Güleryüzle hizmet etmek çok önemli” Sohbetimiz sırasında mesleğin olmazsa olmazlarını da konuşuyoruz. Süleyman Argun, “Çay ocağında çalışan bir personelin güleryüzlü olması, temizlik ve hijyene büyük önem vermesi, görgü kurallarını bilmesi gerekiyor. Meclis Çalışanları Elektronik sipariş sistemi Meclis’te Yeni Halkla İlişkiler Binası’nın kullanılmaya başlamasıyla birlikte elektronik sipariş sistemi de devreye girdi. TBMM intranet üzerinden kullanılabilen sistemde, siparişler çay ocaklarındaki ekrana yansıyor. Çay ocağında görevli personel, siparişleri ekrandan takip ederek kısa bir sürede yerine ulaştırıyor. Biz personelimize hizmet içi eğitimler veriyoruz. Bu eğitimlerde, servis sırasında nelere dikkat edilmesi gerektiğinden tutun hijyenin nasıl sağlanacağına kadar birçok konu ele alınıyor” diye konuşuyor. Son iki yıldır Meclis’in çay ocağında çalışabilmek için turizm ve otelcilik yüksekokulu veya meslek liselerinin yiyecek-içecek bölümünden mezun olma şartı arandığını ifade eden Argun, “Şu anda 88 personelimiz bu okullardan mezun olmuş, eğitimli gençler. Bizler yıllardır edindiğimiz tecrübeleri genç arkadaşlarımıza aktarıyoruz. Hepimiz mesleğimizi severek yapıyoruz, işimizin önemini ve değerini biliyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çatısı altında mesleğimizi yapmanın mutluluğu ve gururunu yaşıyoruz” diyor. Vedat Cebeci, 26 yıldır Meclis’te ça lışıyor. 17 y ı l iktidar ku lisinde görev yaptıktan sonra Halkla İlişkiler Binası’na geçen Cebeci, Turgut Özal’dan Süleyman Demirel’e, Tansu Çiller’den Necmettin Erbakan’a kadar birçok milletvekili, bakan, başbakan ve cumhurbaşkanına hizmet ettiğini belirterek, “Meclis’te çok güzel günlerimiz geçti” diyor. İktidar kulisindeki çay ocağında çalıştığı dönemde milletvekillerinin kendisini ve diğer personeli ismen tanıdığını ifade eden Cebeci, “Çay ocağımıza gelerek bizimle sohbet eden, halimizi hatırımızı soran milletvekillerimiz olurdu. Karşılıklı güzel bir diyaloğumuz vardı. Milletvekillerimizi yakından tanırdık, çayı ve kahveyi nasıl içtiklerini bilirdik. Örneğin Sayın Süleyman Demirel ‘Süvari’ dediği zaman kahvesini çay bardağında istediğini anlar, ona göre servis yapardık” diye konuşuyor. Kuliste görev yapmanın tecrübe gerektirdiğini kaydeden Cebeci, “Hem işinizi iyi yapmanız hem de görgü kurallarını iyi bilmeniz gerekiyor. Mesleğimizin olmazsa olmazlarından biri güleryüzlü olmak ve karşınızdaki kişiye güzel bir şekilde hitap etmek” diyor. Vedat Cebeci, yıllardır mesleğini severek yaptığını ifade ederek şunları söylüyor: “Çay ocaklarımızda her zaman en iyi çayı, en iyi kahveyi, en iyi servisi sunmanın gayreti içindeyiz. Yıllardır arkadaşlarımızla aramızdaki sevgi ve saygıyı hiç kaybetmedik. Ben bu işten kazandığım parayla çoluğuma çocuğuma ekmek götürüyorum. Bu nedenle mesleğimi çok seviyorum ve Meclis’te görev yapmanın gururunu yaşıyorum.” “Ustalarımızdan çok şey öğrendik” Erol Erbay 18 yıldır Meclis’te çalışıyor. Meslekteki geçmişi ise 27 yıl önceye Haziran 2014 77 78 Meclis Çalışanları “Çay ocaklarımızda her zaman en iyi çayı, en iyi kahveyi, en iyi servisi sunmanın gayreti içindeyiz. Yıllardır arkadaşlarımızla aramızdaki sevgi ve saygıyı hiç kaybetmedik.” uzanıyor. Erbay, “Ben 13-14 yaşlarındayken Ankara Gençlik Parkı’ndaki lokantalar çok meşhurdu. Okulun tatil olduğu dönemlerde bu lokantalardan birinde çalışarak mesleğe başladım. Usta-çırak ilişkisi içinde yetiştim. Ustalarımızdan çok şey öğrendik. Büyük bir disiplin içinde bizi çalıştırırlardı. O yaşlarda bu kadar disiplinli olmayı fazla bulurduk, ama şimdi anlıyoruz ki ustalarımız bize çok büyük iyilik yapmış. Çünkü hangi mesleği yaparsanız yapın iş disiplinine sahip olmak gerekiyor” diye konuşuyor. Meclis’te çalışmaya başlamadan önce Haziran 2014 tanınmış otel ve restoranlarda görev yaptığını ifade eden Erbay, “18 yıldır Meclis’teyim. Ben ve arkadaşlarım görevimizi en iyi şekilde yerine getirebilmek için çaba harcıyoruz” diyor. Hizmet sektöründe iletişimin önemine işaret eden Erol Erbay, “Bizim çalıştığımız sektörde, hizmet verdiğiniz kişilerle iyi bir diyalog kurulduğu zaman karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü ve anlayış oluyor. İyi bir iletişimin olduğu yerde hizmetin kalitesi ve müşteri memnuniyeti artıyor” diye konuşuyor. Erbay, unutamadığı bir anısını ise şöyle anlatıyor: “Askerliğimi Antalya’daki Karpuzkaldıran kampında yaptım. Protokol garsonu olarak dönemin Genelkurmay Başkanı Sayın Doğan Güreş’e de hizmet ettim. Sayın Güreş’in milletvekili olduğu dönemde Meclis’te çalışıyordum. Kendisiyle karşılaştığımızda ‘Seni nereden tanıyorum?’ diye sordu. ‘Karpuzkaldıran’da garsonluğunuzu yapmıştım’ cevabını verince ‘Hizmete devam’ dedi. Ben de ‘Büyük bir zevkle Paşam’ diye karşılık verdim.” Meclis’te hareketliliğin hiç bitmediği yerlerden biri Basın Koridoru kuşkusuz. Haberin kalbinin attığı koridordaki çay ocağı da bu hareketlilikten nasibini alıyor. Aydın Evcil, 6 yıldır Basın Koridoru’ndaki çay ocağında görev yapıyor. Gazetecilerin yoğun temposunun çay ocağına da yansıdığını ifade eden Evcil, “Basın mensupları günün her saatinde haber peşinde koşuyor. Onlarla aynı koridoru paylaştığımız için ülke ve dünya gündemindeki gelişmelerden a nı nda haberda r oluyor uz. Bası n Koridoru’nun enerjisi de, stresi de, mut luluğ u da, yoğ unluğ u da bize yansıyor” diye konuşuyor. Aydın Evcil, mesleğini severek ve keyif alarak yaptığını belirtiyor. Tarih Sahnesi 9 Haziran 1947 - Türkiye, 2 Haziran 1978 - ASALA terör örgütünün Madrid Büyükelçisi Zeki Kuneralp’in makam aracına ateş açması sonucu Kuneralp’in eşi Necla Kuneralp, emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve makam şoförü Antonio Torres hayatlarını kaybetti. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO / World Health Organization) üye oldu. 4 2 2 Haziran 1935 - Türkiye’de resmî tatilin pazar günü olması uygulamasına başlandı. 4 Haziran 1876 - Sultan Abdülaziz, Feriye Sarayı’nda bilekleri kesilmiş olarak ölü bulundu. Haziran 2014 5 11 Haziran 1868 - Kızılay, “Mecruhin ve Marda-yı Askeriyye İmdat ve Muavenet Cemiyeti” adı altında kuruldu. 9 5 Haziran 1925 - Türkiye’nin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi kapatıldı. 11 13 Haziran 2000 - Papa II. Jean Paul’e suikast girişiminden İtalya’da bir cezaevinde yatan Mehmet Ali Ağca, İtalya Cumhurbaşkanı’nın affını onaylamasıyla Türkiye’ye iade edildi. 23 Haziran 1954 - Türk 12 Haziran 1991 - Türkiye gökbilimci Prof. Dr. Hatice Nüzhet Gökdoğan, İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı seçilerek Türkiye’nin ilk kadın dekanı oldu. ile KKTC arasındaki pasaport uygulaması kaldırıldı. 12 13 14 15 23 27 15 Haziran 1873 - Yetim veya öksüz, maddi olanakları olmayan, yetenekli çocuklara eğitim veren Darüşşafaka İstanbul’da kuruldu. 14 Haziran 1937 - Hatay’ın bağımsızlığı TBMM’de onaylandı. 27 Haziran 1998 Adana’nın Ceyhan ilçesinde meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki depremde 145 kişi hayatını kaybetti. Haziran 2014 Bir güçlü ses, bir yufka yürek Metin Serezli Oyunu iyi ya da kötü değil, doğru oynamayı ilke edinmiş bir isim Metin Serezli. Hayata da tiyatro gibi bakmış; hep doğru işler yapmaya çabalamış, kimsenin gönlünü kırmamış… Pınar Ünsal Haziran 2014 83 E tkili bir ses tonuna diksiyon da eklenince kişinin ne söylediği, ne hakkında konuştuğu pek de önemli olmuyor. Hiç bilmediğimiz bir dilde söylenen şark ıları sevmemiz gibi, sadece sesin büyüsüne kapılıp gidiyoruz. Bas mıdır bariton mu bilemeyeceğim, ama Metin Serezli denilince muhteşem ses tonu geliyor akla ilk. Ses tonu karizma üzerinde etkiliyse eğer -ki etkili olduğu bilimsel bir gerçekmiş- Serezli’ye biraz torpil yapılmış sanki. Zira konuşsa sesi etkiliyor, sussa boyu bosu… Metin Serezli, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ancak avukatlık yapmamış; İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nü bitirmiş; bir de Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi geçmişi var. Sinema oyunculuğu da yapmış, ama hayatına yön veren tiyatro olmuş. Zaten Kartal Tibet, Cüneyt Arkın gibi Yeşilçam jönleriyle aynı yaşlarda olmasına ve aynı yıllarda sinemaya adım atmalarına rağmen Metin Serezli tiyatroya daha fazla yoğunlaştığı için jön olarak çok az anılmış. Halbuki yakışıklılıksa yakışıklılık… Serezli’nin üniversitede amatör olarak başladığı tiyatro yolculuğu, 1957 yılında Dormen Tiyatrosu’nun kadrosunda “usta” olarak yer almasıyla devam eder. Biraz Yeşilçam, bolca tiyatro Met i n Serezl i ’ni n t iyat ro ya şa m ı 1954 yılında -o zamanlar 20 yaşında oluyor- İstanbul Üniversitesi Gençlik Tiyatrosu’nda başlamış. Üniversite yıllarında girişilen sosyal faaliyetlerde heves genellikle birkaç yıl içinde geçiyor ve o aktivite terk ediliyor. Ancak Serezli’de durum öyle olmamış; tiyatroyu bir tutku haline getirmiş. Öyle ki elli beş yıl boyunca sahnelerin tozunu yutmuş; ömrünün sonbaharında dahi. Serezli ’nin üniversitede amatör olarak başladığı tiyatro yolculuğu, 1957 yılında Dormen Tiyatrosu’nun kadrosunda “usta” olarak yer almasıyla devam ediyor. Haldun Dormen, Haziran 2014 84 Nisa Serezli -ki Nisa hanım o yıllarda Metin Serezli ile evli-, Erol Günaydın gibi değerli isimlerle çalışıyor. 1950’li yıllarda bu isimler “büyük tiyatrocu” olarak anılmıyordu belki, zaten tiyatro bile Türkiye’de yeni sayılırdı. Onların Türk Tiyatrosu için ne kadar önemli olduğunu görebilmek için yıllar geçmesi gerekecekti. Çünkü Metin Serezli’nin de aralarında yer aldığı bu isimler 1960 ve 1980 darbelerine rağmen, yani tiyatro seyircisinin çok azaldığı, tiyatrocuların tabiri caizse aç kaldığı yıllarda bu aşk larından vazgeçmeyeceklerdi. Metin Serezli’nin boyu bosundan bahsetmiştik. Güzel aktrisleri heyecandan titretmese de, posterleri genç kızların duvarını süslemese de -varsın olmasın- Türk Tiyatrosu için önemli bir “tip”tir Metin Serezli. Çünkü farklıdır; sarışındır, uzun boyludur, Avrupalı gibidir. 1950-60’lı yıllarda da hep yabancı menşeili oyunlar oynandığından Metin Serezli, “Papaz Kaçtı”nın Philip’i, “Beş Parmak”ın Peter’ı, “Zafer Madalyası”nın Thomas’ı, “Müfettiş”in Nikolay’ı olur. Dormen Tiyatrosu’nun ardından Şan Tiyatrosu, 1971 yılında Altan Erbulak ile birlikte kurduğu Çevre Tiyatrosu ve Tiyatro İstanbul’da yüzden fazla oyunda rol alan Metin Serezli tiyatroya yalnızca oyuncu olarak katkı sağlamıyor; yirmi sekiz oyun ve beş müzikal yönetmişliği de var. Hatta 1969 yılında “En İyi Tiyatro Yönetmeni” ödülünü almış. Radyo tiyatrosunun olduğu yıllarda sesiyle oyun karakterlerine can veren Metin Serezli -ki iki yüzden fazla radyo oyununda görev almış- Yeşilçam için elliden fazla film çevirmiş, pek çok aktörü seslendirmiş. Dizi oyunculuğu ve sunuculuk yapmış. Görüntüsüne kulakların pasını silen sesi eklenince ekranların önüne daha çok yakışıyordu kesinlikle. Haziran 2014 İşleyen demir misali… Sanatçılara verilen ödül meselesini hiç anlamayacağım. Kime göre en iyi, neye göre en başarılı? Bu, başka bir yazının konusu olacak kadar uzun bir mevzu, ancak kısaca bahsedelim Metin Serezli’ye layık görülen ödüllerden. Sanatçının Avni Dilligil, Afife Jale, Üniversiteler Birliği, İsmail Dümbüllü tiyatro ödülleri ile Lions’un verdiği “En İyi Oyuncu” ödülü bulunuyor. Bu ödülleri almasaydı da Metin Serezli tiyatro seyircisi için en değerli oyunculardan biriydi zaten; TV seyircisi için de aynı şey geçerli. Öyle ki “Sihirli Annem” adlı televizyon dizisini kimimiz için izlenilebilir kılan şey, Taci adlı köpeği Metin Serezli’nin seslendirmesiydi. Metin Serezli portresi yazarken eşi Nevra Serezli’den bahsetmemek olmaz. Zira çiftin kırk beş sene sürmüş mutlu bir evlilikleri olduğu biliniyor. Seyirci de onları birbirinden ayrı düşünmedi zaten hiç. Biri- Güzel aktrisleri heyecandan titretmese de, posterleri genç kızların duvarını süslemese de -varsın olmasın- Türk Tiyatrosu için önemli bir “tip”tir Metin Serezli. Çünkü farklıdır; sarışındır, uzun boyludur, Avrupalı gibidir. 85 nin adı anıldığında diğeri akla geldi. Nevra Serezli, eşini dürüst, insan ilişkilerine ve aileye önem veren biri olarak tanımlıyor. Ayrıca kimse hakkında kötü konuşmayan, kin tutmayan, yardımsever biriymiş. Annesi hakkında konuşurken gözleri parlarmış; bu, aile bağlarına ne kadar önem verdiğini açıklıyor belki de. Sonra büyük bir aile olmuşlar zaten çoluk-çocuk, torun-torba… Nevra Serezli eşinin ölümünün ardından “Mutlu bir hayat yaşadı, hak ettiği değeri gördü” diyor. Bunun nedeni hastalığı ağırlaşana kadar tiyatro sahnelerinden inmemesi olmalı. Âşık olunan işi yapmak insanı ömür boyu mutlu kılıyor, yaşlandırmıyor olmalı. Haziran 2014 86 Sirkeci Garı’nda görücüye çıkan dergilerimiz Dergilerin uzman bir kadro tarafından çıkarılmasının şart olduğunun altını çizerken, bazılarımız geç duysak da Türkiye’de dergi fuarı düzenlendiğini buradan duyurmak isterim. Erbay Kücet E debiyatın, sanatın ve düşüncenin nabzının attığı süreli yayın organı olan dergilerimizi Cemil Meriç, “hür tefekkürün kaleleri” olarak tanımlamaktadır. Günümüzde medya aygıtlarının çeşitlenmesiyle birlikte dergiler biraz kan kaybına uğrasa da hâlâ fikir bahçesinin vazgeçilmezleri arasındadır. Dergiler aynı zamanda yazar yetiştirme ocaklarıdır. Yazar ve düşünürlerimizin daha çok üretmesi biraz da dergilerin çokluğu, sürekliliği ve sahiplenilmesi ile ilgilidir. Dergicilik ise emek isteyen bir sanatsal faaliyettir; fikir ve düşünce ekollerinin okullaşmasıdır. Yeni bir medeniyetin inşasında, toplum şuurunun oluşmasında, düşünce ve fikirlerinin gelişmesinde dergilerin rolü fazladır. Bir yerde bir dergi yayımlanıyorsa orada hareket var demektir. Derginin kapanması demek, bir düşünce mektebinin ortadan kalkması, bir ocağın kapılarını kapatması, bir sanatın etkinliğini yitirmesi demektir. Çağımızda dergilerin kültürel açıdan önemli olduğunu, gelişmiş ülkelerde dergilerin gazetelerden fazla sattığını söyleyebiliriz. Dergilerin uzman bir kadro tarafından çıkarılmasının şart olduğunun altını çizerken, bazılarımız geç duysak da Türkiye’de dergi fuarı düzenlendiğini buradan duyurmak isterim. Kısa adı TÜRDEB olan Türkiye Dergi Editörleri ve Yayın Yönetmenleri Birliği, der- Haziran 2014 giciliğe gönül vermiş birkaç editör ve yayın yönetmeninin muhabbetiyle doğmuş bir birliktelik. Dergicilikle hemhal olan editörler ve yayın yönetmenleri, birbirleriyle tanışma, sorularına ve sorunlarına çözüm üretme gibi amaçlarla ve yayıncılık sorumluluğu bilinciyle 2010 yılında Türkiye Dergi Fuarı’nı başlattılar. Dünyada başka örneğinin bulunmadığı ifade edilen ve şölen havasında geçen bu fuarda, adını yeni duyurmuş dergilerin editörleri de bir araya gelerek hem birbirleriyle tanışıyorlar hem de okurlarıyla buluşuyorlar. Dergicilerin bir direniş muştusu gibi “Biz buradayız” haykırışını duyduğumuz bu etkinlikte geçmişin hatıralarını taşıyan, ancak bugün yayımlanmayan dergilerden tutun, çiçeği burnunda veya “yeni yetme” -tabirimizi hoş göreceklerini umuyorum- dergilere kadar pek çok dergi bir araya geliyor ve sorunlarını konuşarak doğru yolu bulmaya çalışıyorlar. 87 Bu yıl 5’incisi düzenlenen Türkiye Dergi Günleri’ndeydim. Başakşehir Belediyesi’nin desteğinin hissedildiği Türkiye Dergi Editörleri ve Yayın Yönetmenleri Birliği’nce (TÜRDEB) gerçekleşen fuarın bu yılki teması “gençlik”ti. Sirkeci Garı’nın girişinde konuşlanan Genç Dergi’nin fuarın bu seneki temasıyla uygun bir mekanda göz doldurması dikkat çekiyordu. Gençlere selam vererek ikram ettikleri şekerden aldım. Daha şekerin tadı damağımdayken Altınoluk dergisinin “Mahmut Sami Ramazanoğlu” özel sayısı dikkatimi çekti. Gençlerle yaptığımız sıcak sohbetin konusu üniversite hayatı, okumanın önemi ve sosyal yaşam olunca yılın modası haline gelen “kendi fotoğrafını kendin çek”, yani “selfie” ile görüntü vermeyi de ihmal etmedik. Ankara’dan aşina olduğumuz Eskici Dergi’yi yayımlayan kızlarımızın dillerine düşmemek için stantlarında çay yudumladık. Cafcaf mizah dergisinden Asım Gültekin’in “Burası İstanbul, dergi stantları daha açılmamıştır, sen burada çay içmeye devam et” uyarısıyla görevlilerin henüz gelmediğini görmüş olduk. Eskici Dergi’nin stant komşuları Hakan Albayrak’ın yayımladığı Sancaktar ile Eskicicilerin morallerinin düzgün olması için Moral dergisiydi. Kahramanmaraş’tan o kadar yolu tek başına gelen, Edebiyat Yaprağı dergisini yıllardır yayımlayan Ali Haydar Tuğ ile selamlaşıp soğuğa meydan okuyarak gömleği ile oturan Mersin’den bir soluk H-aykırı dergisi ile temaşa ettik. Garın iç kısımlarında Türkiye’nin dergi severlerinin çokluğu dikkatimizi çekti. Onları teşehhüt miktarı kadar da olsa ziyaret edip gönüllerini almamız hoşlarına gitti. Söyleşi, konferans, panel, müzik dinletilerinin de yapıldığı etkinlikte, aralarında yurt dışında yayımlananların da bulunduğu 100’ü aşkın dergi “Okumak, düşünmek ve anlamak için dergilerin ateşleyici, harekete geçirici fonksiyonuna her zaman ihtiyaç var” diyenlerdenseniz, bu tür fuarları dolaşmanızın yararlı olduğunu söyleyebiliriz. okuyucuyla buluştu. Şölende dergiciliğin “en”leri ödül töreninin yapıldığını ve fuarın onur konuğunun Umran dergisi olduğunu ifade etmek isterim. “Okumak, düşünmek ve anlamak için dergilerin ateşleyici, harekete geçirici fonksiyonuna her zaman ihtiyaç var” diyenlerdenseniz, bu tür fuarları dolaşmanızın yararlı olduğunu söyleyebiliriz. Fuarın açılışında konuşma yapan Türkiye Dergi Editörleri ve Yayın Yönetmenleri Birliği Başkanı Muharrem Baykul, “Şu ana kadar 4 fuar gerçekleştirdik. Bugün 5’incisini yapıyoruz. Emeği geçen herkese teşekkür ederim” derken, fuarın ana destekleyicisi konumunda olan Başakşehir Belediye Başkan Yardımcısı Haluk Dikbaş ise, “Ben okumanın da yazmanın da bir basamak olduğunu, geleceğin kalemlerinin bu dergilerde küçük küçük yazılarla yetiştiğini düşünüyorum” sözleriyle belediyesinin kültürel çalışmalara katkısının devam edeceğini belirtmiştir. Böylece diğer yerel yöneticilere de mesaj vermiştir. Ne diyelim? Türkiye’nin görünmez gücü dergilerimizin buluşmalarının devam etmesi dileğiyle… Haziran 2014 Kitap Erzurum’un Kandilleri Abdurrezzak Türk Arı Sanat Yayınevi İstanbul, 2014 608 s. Osmanlı İstanbul’unun Toplumsal Tarihi Kate Fleet, Ebru Boyar İş Bankası Kültür Yayınları Çeviren: Serpil Çağlayan İstanbul, 2014 464 s. İmparatorluğun Son Nefesi İlber Ortaylı Timaş Yayınları İstanbul, 2014 288 s. Haziran 2014 Ülkemizin kültürel anlamda en zengin yerlerinden biri olan Erzurum, tarihi boyunca evsahipliği yaptığı her toplumdan çeşitli gönül insanlarını, ilim irfan sahibi alimleri bağrında yaşatmış, onlara hamilik ederek yüzyılların birikimini korumayı başarabilmiştir. Erzurum’un Kandilleri ile Abdurrezzak Türk, Erzurum’un bu kıymetli manevi mirasını aktarma yolunda çaba sarf ediyor. Burada yaşayagelmiş kıymetli ve feyiz kaynağı zatların izini sürerek onların bize bıraktıklarını bir arada ortaya koymayı hedefleyen eser, etraflarına ışık ve bilgelik saçan bu “kandil”lerin hayatları ve yaptıkları hakkında bize bilgi vermeyi görev ediniyor. Erzurum’un Kandilleri, Erzurum’dan bütün Türkiye’ye, hatta dünyaya yayılan bir güzellik ve hüsnüniyet mirasının izini sürmek için okumaya değer bir kitap. Dünya üzerinde en çok konuşulan, tarihi ve insanlarının dönemler boyunca yaşayış şekilleri en çok merak edilen şehirlerden biri İstanbul. Özellikle yaklaşık 470 sene boyunca başkentliğini yaptığı Osmanlı Devleti dönemindeki karakteri, siması son derece merak uyandırıcı. İstanbul’u bu kadar ilgi çekici yapan özelliklerin başında kompleks bir şehir olması geliyor. Hem idarî ve siyasî bir merkez hem de dünyanın her köşesinden tüccarları ve gezginleri çeken bir şehir İstanbul. Buna bir de İmparatorluğun çok uluslu yapısının yansımaları eklenince eşsiz bir şehir olarak ortaya çıkıyor. Osmanlı tarihçileri Kate Fleet ve Ebru Boyar tarafından kaleme alınan Osmanlı İstanbul’unun Toplumsal Tarihi, bu her daim büyüleyici ve canlı şehrin zamanında nasıl yaşadığına, hangi toplumsal özelliklere sahip olduğuna ışık tutuyor. Türkiye’de tarih denilince akla gelen ilk isimlerden Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın bu kitabında Osmanlı Devleti’nin son zamanlarından Cumhuriyet’in ilanına kadarki sürecin izini sürmek mümkün. Timaş Yayınları’nın İlber Ortaylı Kitaplığı dizisinin son parçası olan İmparatorluğun Son Nefesi, bahsedilen zaman dilimindeki kilit olayları irdeliyor. Balkan Savaşları’nda alınan yenilgileri “çöküşü kaçınılmazlaştıran toprak kayıpları” olarak niteleyen Ortaylı, I. Dünya Savaşı’nı millet kavramının yerleşmesinde oynadığı rol bakımından inceliyor ve savaş sonrasında imzalanan Lozan Antlaşması’na ilişkin önemli sorular sorarak bunun bir zafer mi yoksa hezimet mi olduğuna yanıt arıyor. Kritik tarihsel olaylara derinlemesine bakmasının yanı sıra II. Abdülhamid, Enver Paşa, Mustafa Kemal gibi her daim konuşulan ve tartışılan kişilere de rastlamak mümkün kitapta. İmparatorluğun Son Nefesi, son zamanlarda giderek popülerleşen Osmanlı tarihine bilimsel bir bakışla yaklaşırken Cumhuriyet tarihiyle de bağlantısını kurarak kıymetli bir kaynak olduğunu hissettiriyor. Müzik Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin sevenleri için anlamını yitirmeyen, aksine daha da kıymetlenen Türk Sanat Müziği eserlerini bu sefer kanun ve ud eşliğinde dinliyor, müziğimize has bu iki enstrümanın sesleriyle tanıdık melodilerin keyfine varıyoruz. Yavuz Plak’ın piyasaya sürdüğü Kanun ve Ud ile En Sevilen Türk Sanat Müziği Şarkıları’nda “Ada Sahilleri”, “Üsküdar’a Giderken”, “Haydar Haydar”, “Fikrimin İnce Gülü”, “Kimseye Etmem Şikayet” gibi tanınmış eserleri bulmak ve daha az bilinen yenilerini keşfetmek mümkün. Artist Müzik’in “Ustalara Saygı” serisinin caz mü- zik için özel olarak hazırlanan albümünde toplam 30 parça yer alıyor. Albüm, cazseverler için koleksiyonluk olmasının yanında bu müzik türünü daha yakından tanımak ve temel eserlerini dinlemek isteyenler için de büyük fırsat. Caz Denince Akla Gelenler sayesinde Louis Armstrong, Frank Sinatra, Doris Day, Dean Martin ve Ray Charles gibi ölümsüz ustaların sesinden caz klasiklerini dinlemek mümkün. Dört Mevsim Türküler a lbümüyle Türk Ha l k Müziği’nin umut vadeden isimleri arasında olduğunun sinyallerini veren Saffet Şimşek, Gest û Güzar albümünde de abartısız ve yalın yorumuyla dinleyenlerin yüreklerine dokunmayı başaracak gibi görünüyor. İnsanımızın kendini ifade etme, her türlü duygusunu paylaşma araçlarından en önemlisi ve en kıymetlilerinden olan türkülerden albümde yer alanlar arasında “İpek Mendil”, “Karanfil Ekilendi”, “Küstürdüm Barışamam” ve “Bir Güzelin Hasretinden Ahından” var. Kanun ve Ud ile En Sevilen Türk Sanat Müziği Şarkıları Yavuz Plak Caz Denince Akla Gelenler Artist Müzik Gest û Güzar Saffet Şimşek Anadolu Müzik Haziran 2014 Film Toprağa Uzanan Eller Senaryo: Eda Tezcan, Ramazan Demirli Yönetmen: Ömer Can Oyuncular: Şerif Sezer, Ali Bilen, Zeliha Bilen, Turgay Tanülkü, Nail Kırmızıgül, Medya İzgi Yapım: 2013, Türkiye Tür: Dram Urfa’dan Çukurova’ya mevsimlik işçi olarak giden bir ailenin ortanca çocuğu olan Toprak (Ali Bilen), sekiz yaşında olmasına rağmen nüfusa kaydedilmemiş ve hiç okula gitmemiş, kendi dünyasında yaşayan bir çocuktur. Ablası Zehra (Medya İzgi) yüklü bir başlık parası için kendinden yaşça büyük bir adamla sözlendirilmiş, kardeşi Zeliha (Zeliha Bilen) ise küçükken geçirdiği bir hastalık yüzünden görme yetisini kaybetmiştir. Kardeşleri ve ailesiyle birlikte Çukurova’ya doğru yol alan Toprak, küçük kardeşinin burada yaşanan sıkıntılardan etkilenmesini istemediği ve ona karşı koruyucu bir tavır benimsediği için içinde bulundukları durumu hikayelemeye başlar: Hasta prensesin kurtarılabilmesi için Pamuk Kralı’nın ülkesine gitmek ve ona pamuktan bir deniz yapmak gerekmektedir. Aile bunu başarabilirse kraldan bir dilekte bulunma hakları olacak ve prenses iyileşecektir. Zamanla kardeşiyle birlikte Toprak’ın da kendini kaptırdığı bu masal üzerinden mevsimlik işçilerin hayatlarına ve mücadelelerine tanıklık ediyoruz. The Blue Man / Mavi Adam Senaryo: Utku Çelik Yönetmen: Utku Çelik Oyuncular: Alexander Dawe, Aydın Orak, Derya Aslan, Sarper Temiz Yapım: 2013, Türkiye Tür: Dram, Gerilim Utku Çelik’in tek mekanda çektiği ve tamamı İngilizce olan filmi “The Blue Man”, Irak işgalinin yeni patlak verdiği günlerde geçiyor. Kanadalı bir arkeolog olan Kevin McBride (Alexander Dawe), Irak’ta iken kaçırılır ve karanlık bir hücreye atılır; fakat kendisini kimin, neden kaçırdığı hakkında hiçbir fikri yoktur. Utku Çelik, bu kaçırılma olayını esas alarak Irak’ın yakın geçmişinde önemli yeri olan olayları da irdeliyor. Bu bağlamda odak noktasını 1999 yılının ayaklanmaları oluşturuyor. Film, Kevin McBride’in kaçırılma hikayesinin arkasında yatanı ve kendisini kaçıranın kim olduğunu öğrenme çabalarını anlatmasının yanı sıra işgal ve savaşın etkileri ile daha geniş bir çerçevede insan hakları konularına da değiniyor. Haziran 2014 Televizyon Keyifli ve bilgilendirici: Kültür-sanat programları Kültür ve sanat, her zaman farkında olmasak da hayatlarımızın ayrılmaz birer parçası. Bilhassa içinde bulunduğumuz çağa ait bir özellik olarak düşünebileceğimiz sürekli bilgi akışı, içerisinde kültürsanattan da önemli parçalar barındırıyor. Takibinin zaman zaman zorlaştığı bu bilgi bombardımanında imdada televizyondaki kültür-sanat programları yetişiyor. Edebiyat, müzik, tiyatro, sinema gibi kültür ve sanatın çeşitli dallarına eğilerek bu alanlardaki yenilikleri haber veren programlar, yalnızca güncel bilgiler değil, geçmişe dair kesitler de sunarak izleyicisine hem tanıtım yapıyor hem de bir nevi arşiv görevi görüyor. Kültür-sanat programları içinde en uzun soluklu olanlardan “Gece Gündüz”, NTV Kültür-Sanat ekibi tarafından hazırlanıyor, Gülay Afşar’ın sunumuyla ekrana geliyor ve izleyicilerine bu dünyanın kapılarını aralarken keyifli sohbetler sunuyor. Aynı ekranda yayımlanan “Makam Farkı” ise genellikle siyasî tartışma programlarında izlediğimiz Mehmet Barlas ile program sunucusu Oğuz Haksever’i çok farklı bir ortamda seyretmeyi mümkün kılıyor. İkilinin sunduğu program, Türk Sanat Müziği ağırlıklı olarak ulusal ve uluslararası müziğin seçkin örneklerini ekrana taşıyor, canlı koro ve fasıl performanslarının yanı sıra yakından tanıdığımız müzisyenlerin en sevilen eserlerine de yer veriyor. Kültür-sanat programlarının bir diğer adresi de CNN Türk. Nefise Karatay’ın sunumuyla festival özel programlarının yapıldığı, vizyona yeni giren filmlerin tanıtıldığı, edebiyat ve sanat dünyasından konukların ağırlandığı “Afiş”; dünyadan kültür ve sanat haberlerine yer veren “Dünya Alem”; Türkiye’de özellikle yeni kuşak tarafından tanınan ve sevilen müzisyenleri konuk eden “Frekans”, bu kanalda ekrana gelen kültür-sanat programlarından bazıları. TRT1’de yayımlanan edebiyat eksenli “Kitaplık”ta ise her hafta kitap tanıtımlarına ek olarak edebi eserler uzmanlarca yorumlanıyor. SkyTürk360’taki “Artist”, her türlü kültür-sanat haberini yakından takip etme olanağı sunarken HaberTürk’te ekrana gelen “Skala” ise ilginç konukları ve özel dosyalarıyla izleyenlere keyifli bir deneyim vadediyor. Haziran 2014 Vekiller Oya Eronat AK Parti Diyarbakır Milletvekili Yakın tarihimizle ilgili belgelerin bir araya getirildiği kitaplar ve raporlar ilgimi çekiyor. Ayrıca terörle ilgili kitapları takip ediyorum. En son Hüseyin Yayman’ın Türkiye’nin Kürt Sorunu Hafızası adlı kitabını okudum. Daha çok Türk Sanat Müziği dinliyorum. TRT radyo sanatçılarını, Zeki Müren, Gönül Yazar, Behiye Aksoy ve Sibel Can’ı beğenerek dinliyorum. Müzik tercihlerim arasında Klasik Batı Müziği de yer alıyor. Cahit Bağcı AK Parti Çorum Milletvekili Elimde şu anda Taha Niyazi Karaca’nın Büyük Oyun isimli kitabı var. 19. yüzyılın sosyal olayları, batılıların emperyalist mücadeleleri ve Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecine dair derli toplu bir araştırma ve analiz. Dönemin İngiltere Başbakanı William Eward Gladstone’un (1809-1898), 19. yüzyıl girift ilişkileri ve politikalarında, Kırım Savaşı, Bulgaristan, Afganistan, Sudan ve Mısır işgallerinde, Yahudilerin Filistin topraklarına yerleştirilmeleri sürecinde, kısacası Osmanlı Devleti’nin son dönemde karşı karşıya kaldığı bütün sorunların arkasındaki kilit isim olduğu ile ilgili bir analiz. Gladstone, “Avrupalı Ruhu” ya da “Avrupa Uyumu” projesinin mimarı ve “Haçlı Birliği”ni kurma arzusu içinde olan bir emperyalist. Bu kitap hem siyasi tarih hem de Türk-İngiliz ilişkilerini anlamada önemli bir referans kaynağı bence. Dünden bugüne taşınan sorunların planlayıcılarını, tertipçilerini, oyuncularını anlamada önemli bir araştırma. Kitap, hem Balkanlar’daki hızlı kopuşu hem de Kırım’ı, Ermeni meselesini ve Turkophobia’yı (Türk korkusu) anlamada referans niteliğinde. Haziran 2014 okuyor izliyor Mustafa Kalaycı MHP Konya Milletvekili Genellikle ekonomik ve sosyal konulara ilişkin araştırma ve inceleme kitapları okuyorum. Tarihî romanlar da ilgimi çekiyor. Sinemada hem komedi yanı ağır basan hem de toplumsal mesajlar veren filmleri tercih ediyorum. Özellikle son yıllarda bu türde çok güzel filmler izleme fırsatı bulduk. Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği dinlemeyi seviyorum. Zeki Müren, Muazzez Ersoy ve Zara beğenerek dinlediğim sanatçılar arasında yer alıyor. Turhan Tayan CHP Bursa Milletvekili Yakın siyasi tarih, siyasi hatırat ve uluslararası hukuk kitaplarını yakından takip ediyorum. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının yaşandığı dönemlere tanıklık etmiş kişilerin kaleminden çıkan hatırat kitapları ilgimi çekiyor. Geçmişi bilmeden gelecekle ilgili sağlıklı kararlar verilemez. Bu bakımdan tarihe ışık tutan kitapların ve tecrübeyi içeren siyasi hatıratın okunması önem taşıyor. Sinemaya pek gidemesem de ses getiren filmleri takip etmeye çalışıyorum. Müziğin her türünü seviyorum, ancak Türk Sanat Musikisi’nin benim için ayrı bir yeri var. Klasik Batı Müziği de yakından takip e t t i ğ i m mü z i k türleri arasında yer alıyor. Ercan Cengiz CHP İstanbul Milletvekili Ağırlıklı olarak siyaset, tarih ve biyografi kitapları okuyorum. Özellikle Cumhuriyet dönemine ilişkin eserleri yakından takip ediyorum. Aynı anda birkaç kitap birden okuyorum. Sinemaya sıkça gidiyorum. En son “Ocak Ayının İki Yüzü” adlı filmi izledim. Genellikle Klasik Türk Müziği ve Klasik Batı Müziği dinliyorum. Opera eserlerini seviyorum ve zaman zaman opera izlemeye gidiyorum. Bu sanat dalı çok ilgimi çekiyor. Sermin Balık Gökcen Özdoğan Enç AK Parti Antalya Milletvekili Yakın tarihe ilişkin eserler, psikoloji kitap- ları ve daha çok Türk yazarların romanlarını okuyorum. Şu sıralar elimde Cemil Meriç’in Umrandan Uygarlığa adlı kitabı var. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın imzasını taşıyan Saatleri Ayarlama Enstitüsü, son dönemde okuduğum k itaplar arasında yer alıyor. Yo ğ u n lu ğ u mu z ne deniyle sinemaya pek gidemiyorum, ancak evde DVD’den film izliyorum. Ailemle birlikte evde film izlemekten büyük keyif alıyorum. En çok R&B dinliyorum. AK Parti Elazığ Milletvekili Genellikle tarih ve si- yaset k itaplarını tercih ediyorum. Şu sıralar Ali Çimen’in “Tarihi Değiştirenler” dizisinde yer alan Tarihi Değiştiren Kadınlar adlı kitabı okuyorum. Sinemaya daha çok çocuklarımla birlikte gidiyorum. Ailece animasyon filmi izlemekten büyük keyif alıyoruz. Ağırlıklı olarak Türk Sanat Müziği dinliyorum. Arabamda her zaman ney taksimi çalar. Neyin sesini çok seviyorum ve dinlendirici buluyorum. Muzaffer Baştopçu AK Parti Kocaeli Milletvekili Genellikle siyasi tarihimizle ilgili kitapları ve bestseller olmuş romanları okuyorum. Ayrıca dergileri takip ediyorum. Şu sıralar Yalçın Akdoğan’ın 27 Nisan Bildirisi ve Sürecin Perde Arkası - Tarihe Düşülen Notlar 2007 - 1 ve Cumhurbaşkanlığı Seçim Sürecinde Yaşananlar - Tarihe Düşülen Notlar 2007 - 2 isimli kitaplarını okuyorum. Sırada ise Şamil Tayyar’ın kitapları yer alıyor. Nazmi Gür HDP Van Milletvekili Daha çok politik bilim ve tarih kitapları okuyorum. Özellikle son yüz yılın siyasi gelişmelerini anlatan kitapları takip ediyorum. Şu sıralar Hamidiye Alayları ile ilgili bir kitap okuyorum. Sinemada toplumsal gerçekçilik anlayışı içinde çekilmiş filmler ve tarihî yapımlar ilgimi çekiyor. En son “Nuh: Büyük Tufan” adlı filmi izledim. Türkiye sinemasını da takip ediyorum. Kürt ve Türk halk müzikleri dinliyorum. Ayrıca caz seviyorum. Seyfettin Yılmaz MHP Adana Milletvekili Her tür kitabı okumakla birlikte ağırlıklı olarak siyaset, tarih ve kişisel gelişim kitaplarını tercih ediyorum. Sinemada komedi filmlerini izlemekten keyif alıyorum. Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum. Neşet Ertaş ve Muazzez Ersoy en beğendiğim sanatçılar arasında yer alıyor. Haziran 2014 94 @LutfuTurkkan facebook.com/metinkulunk çocuklarımıza. En önemli şeyi ıskalıyoruz belki de... Düşünmeyi! Düşünmeyi öğretmemiz gerek. Orada İbrahim’i büyütenlere selam olsun Çan sesinin düştüğü yere Ezan sesi ile varlığı sevindirenlere selam olsun Gurbeti vatan edip ruhlarını dirilten gurbetin diriliş erlerine selam olsun Sizin başınıza gökten yıldız indirip taç etsek değersiniz Bilir misiniz siz Eyyubul Ensarı geleneğinin ismisiniz Siz kışın sevimli çiçeği kardelensiniz Siz baharda toprağa düşen yazı bekleyen çiçeksiniz Okullarda okuma-yazmayı öğretiyoruz @halideincekara Genç arkadaşlarım, bir karış toprak bulduğumuzda tohum, fide, soğanla buluşturalım, bir dikili ağacımız olsun. Dalından meyve yiyen dua eder. @FaikTUNAY Annelik tek bir örnekle, cümleyle açıklanamaz, ama örnekse “Budur işte” diyebileceğimiz bir örnek. Gurbeti ana rahmi edip @idrisbaluken Ey insanlık; tüm annelere verilebilecek en güzel hediye, çocuklarına yaşanılabilir bir dünya bırakmaktır... @BelmaSatir Siyaset stratejisi gibi süslü laflar bir yana... Biz gönül bağı kurmak diyoruz... Dokunmak diyoruz... Derdinizle dertlenmek diyoruz... @necdetunuvar Yarabbi, bu memleket için iyi şeyler düşünenleri düşündüklerinden daha iyi bir noktaya taşı. @turgutdibek Ankara’da akşam üzeri yağan yağmur sonrası böyle güzel bir görüntüyle karşılaştık. @muslimsarichp @SadikYakut Erciyes her zaman heybetli. Haziran 2014 Ben küçükken evimize 40 yaşında bir amca gelmişti. “Aa, ne kadar büyük bir adam” demiştim. Şimdi ben de 40 yaşındayım. Ama hiç büyümeden. @zelkifkazdal Bazen anlaşılamaz. Hangisi gerçek hangisi yansıma... 95 Mehmet Şükrü ERDİNÇ @MSErdinc AK Parti Adana Milletvekili. Member of Parliament from AK Party Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Twitter’ı Aralık 2011’den bu yana aktif olarak kullanmaktayım. Gün içerisinde hareketli gündemi yakalayabileceğim sıklıkta Twitter’a zaman ayırıyorum. Bununla birlikte nerede, ne zaman, neler yapıyoruz, bununla ilgili de takipçilerimi haberdar etmeye özen gösteriyorum. Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu? Bizler siyasetçiler olarak yalnızca bire bir, yüz yüze iletişim kanalı ile değil, sosyal medya gibi alternatif dirsek teması kurabileceğimiz mecraları da halkımızla bir arada olabilmek için kullanmaktayız. Bu nedenle farklı sosyal medya ortamlarında var olmak gerekmektedir. Ancak dikkat ettiğimiz bir husus var ki hiçbir sosyal medya aracı birbirinin alternatifi değildir. Dolayısıyla her bir ortamla özel olarak ilgilenmeli ve takipçileriyle irtibat halinde olunmalıdır. Bu doğrultuda bizim için önemli olan her ortamda birbirinin kopyası içeriklerle yer almak yerine, her sosyal platformun takipçilerine özel gönderilerle yer alabilmektir. Bildiğiniz gibi milletvekilleri olarak gerek genelde gerekse yerelde siyaset yapmakta ve zaman planlamamızı bu doğrultuda yapmaktayız. Malumunuz sosyal medya araçlarıyla ayrı ayrı ilgilenmek de bu planlamamız içerisinde yerini almaktadır. Bu nedenle Facebook’ta insanımızla bir araya gelmeye gayret ediyoruz. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Sosyal medya belirli bir kesimin mecrası olan bir ortam değildir. Demek istediğim, yalnızca siyasi oluşumlar ya da örneğin sanat ve spor alanlarındaki ilgililerin yer aldığı bir platform değildir. Bu bağlamda siyasetçiler için de bu ortam politika üretecekleri bir platform olmaktan çok, adı üstünde, sosyalleşecekleri ve kendi kişilikleriyle ön planda olacakları bir ortam olarak algılanmalıdır. Öte yandan siyaset ve sosyallik kavramlarının ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla siyasetçiler, sosyal medyada yalnızca yer almış olmaya değil etkin ve doğru hareket ediyor olmaya da özen göstermelidirler. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Sosyal paylaşım ortamlarından tarafımıza çok sayıda talep iletilmektedir. Bunlarla ilgili bazı geri dönüşlerimiz olmaktadır. Bunun yanında bazı ilginç durumlarla da karşılaşmıyor değiliz. Örneğin Twitter’ı ilk kullanmaya başladığım günlerde, sanırım 2012 başlarında, takipçi sayımın bine ulaşmasına az bir sayı kalmışken takipçilerden bininci takipçiye ne hediye vereceksiniz diye teklifler gelince kitap sözü vermiştim. Takipçi sayımız bini bulduğunda üç kişi “bininci takipçi ben oldum” diye mention atınca her üç kişiye de kitap hediye etmiştik. Haziran 2014 Unutmayacağız... Hasan Bütüner 15. Dönem Amasya Milletvekili Hasan Bütüner 1931 Amasya doğumludur. Yüksek öğrenimini Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde tamamlayan Bütüner, Tarla Bitkileri Yetiştirme ve Islahı, Ziraat Yüksek Mühendisi, Şeker Şirketi Bölge Şef Muavini, Köy İşleri Bakanlığı Uzman Mühendisi olarak görev yaptı. Hasan Bütüner’in cenazesi 3 Mayıs 2014 tarihinde Amasya Merkez Çavuş Köyü Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Nihat Kitapçı 18. Dönem Erzurum Milletvekili Nihat Kitapçı, 1928 Erzurum doğumludur. Ziraat Fakültesi’nde yüksek öğrenim gören Kitapçı, Alpullu Şeker Fabrikası’nda mühendislik, Türkiye Zirai Donatım Kurumu Erzurum, Samsun ve Ankara Bölge Müdürlüğü, Makine İkmal ve Etüt Konstrüksiyon Daire Başkanlığı, Erzurum Belediye Başkanlığı, Et ve Balık Kurumu Yönetim Kurulu Üyeliği ve 46. Hükümet’te Devlet Bakanlığı yaptı. Nihat Kitapçı için 15 Mayıs 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Kitapçı’nın cenazesi Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Ferit Mevlüt Aslanoğlu 24. Dönem İstanbul Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, 1952 Malatya Arapgir doğumludur. Marmara Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nde yüksek öğrenim gören Aslanoğlu, Garanti Bankası’nda Müfettiş, Şube Müdürü, Krediler Müdürü ve Genel Müdür Yardımcısı ve Alternatif Bank Yönetim Kurulu Üyesi görevlerinde bulundu. Ferit Mevlüt Aslanoğlu’nun cenazesi 17 Mayıs 2014 tarihinde İstanbul Ataköy 5. Kısım Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Rıza Ilıman 18. Dönem Çorum Milletvekili Rıza Ilıman 1934 Çorum doğumludur. Akpınar Köy ve Ankara Gazi Eğitim enstitülerinde öğrenim gören Ilıman, Çorum Merkez Köyleri İlkokulu Öğretmeni, Suşehri Lisesi, Çorum Ortaokulu, Merzifon Ticaret Lisesi Öğretmeni, Sungurlu Lisesi Müdürü olarak görev yaptı. Rıza Ilıman için 20 Mayıs 2014 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Ilıman’ın cenazesi, Çorum Merkez Kuşsaray Köyü Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi Mayıs ayında aramızdan ayrılan arkadaşlarımız için Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, kederli aileleri için kalpten duygularla sabr-ı cemîl niyaz ediyoruz.