Mezhep ve Mezhepsizlik
Transkript
Mezhep ve Mezhepsizlik
www.dinimizislam.com DİNİMİZ İSLAM www.dinimizislam.com Mezhep ve Mezhepsizlik Künye Sahibi: Mehmet Ali Demirbaş Gazeteci – Yazar 29 Ekim Cad. No:23 Kat:4 Yenibosna İstanbul Tel: (0212) 454 38 20 [email protected] Hazırlayan: www.bizimsahife.org 1 www.dinimizislam.com Tek hüküm ideal olsaydı İhtilafta rahmet olur mu? Mezhepsiz âlim olmaz Mezhepleri kaldırma gayreti Farklı ictihad Benim mezhebim doğrudur demek Mezhepleri karıştırmak Doğru tek değil mi? Dinimizdeki dört delil Dinimizdeki dört delil ve dört mezhep İctihad etmenin önemi Farklı ictihad rahmettir Dinimizde dört delil vardır Kıyas ve ictihad ne demektir Örf ve ictihad Dinimizi bozmaya çalışanlar Modernist İslamcılık ve fıkıh İcma olan hususlar Âlimin farz ve haram deme yetkisi İmam-ı Rabbaniyi de tenkit Hatalı ictihad olmaz Eski ictihad Selim akıl Kalbe danışmak Tasavvuf ehli müctehid idi İctihad dinin emridir Dinde nakil esastır Dinimiz bir düşünce, görüş değildir Alıştıra alıştıra dini bozmak Din yeni gelmiş değildir Müslüman için zor asırlar Din konusu dikkat ister Nakli esas alan kitap Hangi kitaba itibar edilir? İlk kıyas yapan Nakli esas almak Atalarımızın yolundayız Taklitçilik nedir, ne değildir Mezhep ve Mezhepsizlik İÇİNDEKİLER İmanda itikadda tek mezhep vardır İslamiyet’te ilk itikad ayrılıkları Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan İmanda, itikadda tek mezhep vardır Sahabenin mezhebi nedir Dört mezhepten birine uyulmazsa Mezhepsizlik şu’rası Ehl-i kıble ve ehl-i sünnet olmak için Ehl-i sünnet vel cemaat Doğru yolda olmanın şartları Doğru yolu bulmak için dua Maturidilik ve akılcılık Dinde bölücülük yoktur İttifak ve ihtilaf Ehl-i sünnet vel-cemaat nedir? Bizim için delil nedir Hadisleri her okuyan anlayabilir mi? Hadis-i şerifleri açıklamak Gerekir Hadis-i şeriflerle amel etmek Mezhebin hükmüne uyulur Âlimlere uymayan, şeytana uymuş olur Âlimlere uymak vaciptir Dört mezhebe uymak Eski ve yeni âlimler Müctehid ve müceddid Âyetle hadis çelişirse Delil aramak gerekir mi? Müctehide uymak Allah ve Resulü merhamet etti Mezhebin lüzumu Din noksan değildir 5 5 6 8 12 16 21 27 30 32 37 39 40 43 45 46 48 50 54 55 57 59 63 64 66 66 67 68 68 68 75 2 76 77 79 80 81 83 84 85 86 86 90 92 95 97 103 104 106 108 109 111 113 114 115 115 117 118 119 121 122 123 125 126 128 128 128 130 131 132 www.dinimizislam.com Bir mezhebe uymanın lüzumu Mezhep ve takım tutmak Mezhep taklidi rahmettir Mezhepleri taklit rahmettir Taklitte niyet Başka mezhebi taklit etmek Maliki mezhebini taklidin lüzumu Oruçta mezhep taklidi Mezhep taklidi ve taassup Mezhep taklidi ve telfîk Harac nedir? Geriye dönük taklit Mâliki’de özürlü olmak Mezhep taklidi nasıl yapılır? Maliki mezhebini taklit Şâfii mezhebini taklit Hanbeli mezhebini taklit Hanefi mezhebini taklit Dinde reform yapmak Dinimizde eksiklik fazlalık yoktur Dini kurallara şekilcilik denmez İnsan başı boş değildir Dini yenilemek gerekir mi? Hak ile bâtıl mukayese olmaz Din, ihtiyaca göre hiç değiştirilir mi? Hicri takvimle ilgimiz yokmuş! Peki bu dini yıkmak değil mi? Birleştirici olmalı Dinin ruhuna aykırı imiş Dinde anarşi çıkarmamalı Dogma, format ve reform Türkçe Kur'an sözü yanlıştır Dinde kolaylıklar var Kadının sesi haram mı? Dini bozma gayretleri Reform mu yapılıyor? Modern müceddid Masonluk (Farmasonluk) Yeni yorum olur mu? 136 140 142 142 146 146 Dinin emri zamanla değişir mi? 226 İslamiyet’i yıkma yolları 228 Bir reformcunun hezeyanları 233 Reform nerede gerekli? 234 İslam’da demek 235 Zekât nisabı değişmeli mi? 236 Her kitabı okumak ve çoğunluğa uymak 238 Her kitap okunmaz 238 Çoğunluğa uymak gerekir mi? 243 Salihlerle beraber olmak 245 Kimlerle bulunduğumuz önemli 247 İslam âlimlerinin kitaplarını değiştiriyorlar 250 Salih âlimlerin önemi 251 Bozuk kitaplar 253 Mezhepsizleri tanımak için 254 Mezhepsizlerin fikirlerinden bazıları 254 Dinimizi yıkma planları 256 Mezhepsiz kime denir 262 Önce temel bilgi gerekir 263 Bölücüleri dışlamak ve lanetlemek 264 Kötüye kötü, kirliye pis demek 265 Kâfir olmak bir ayrıntı mıdır? 267 Doğru gibi görünen yanlışlar 269 Tenkitler ilmi olmalı 271 Tarihselciler ne yapmak istiyor 274 Mezhepsizlerin taktikleri 275 Mezhepsize mezhepsiz demek 276 Müctehid taslakları 277 279 Onlar da insanmış Bazı şahıslar hakkında özet bilgi 281 Önsöz 281 İbni Teymiye 284 Cemalettin Efgani 289 Muhammed Abduh 293 Reşit Rıza 295 Abdülaziz bin Baz 297 Ali Süavi 299 153 158 159 162 163 166 168 172 172 189 191 192 192 192 193 195 196 198 199 200 202 204 205 206 210 211 213 215 218 221 222 223 225 3 www.dinimizislam.com Hasan Sabbah ve Şeyh Bedrettin Şevkani kimdir? İbni Hazm Muhammed İkbal kimdir? Taberi Ehl-i sünnet midir? Hasan el-Benna Kadıyanilik (Ahmedilik) İbni Kayyım İzmirli İsmail Hakkı Kardavi’nin çağdaş fetvaları Zahiri mezhebi İbni Kesir tefsiri Fıkh-üs-sünne kitabı Mahmasani Mevdudi’nin hezeyanı Zuhayli Suriyeli Seykavi Mehmet Akif kimdir? Ramazan el-Buti Yusuf Kandehlevi Meal ve Tefsir okumanın zararı Yalnız Kur’an diyen yalancılar Her ilmin tabirleri olur Bozuk din kitabı Bozuk din kitabındaki tabirler Mezhepsizce yazılan kitap İcmanın dindeki yeri Hakiki âlimlere saldırı İslam düşüncesi demek Şefaati inkâr etmek İmanın şartlarını değiştirmek Kaza namazı kılınmaz mı? Gayrimüslim erkekle evlenmek Resim yapmak Oruç kefareti yokmuş! Halifelik dine aykırı mı? Solcu Müslüman olur mu? Din isyan hareketi değildir Resulullah’ı küçültüyor Akıl her şeye yeter mi? Yaratmak Allah’a mahsustur Amel imandan parça değildir Kur’an-ı kerime saygısızlık Taklidin dindeki yeri Değişim = Reform Esma-i Hüsna Evliya türbeleri Kaderi inkâr ediyor Kıyamet alameti yok mu? Tesettür yaşı Tasavvufa saldırıyor Sahabeye dil uzatmak Azrail aleyhisselamı inkâr Bâtıl dinlere övgü Kabir azabı vardır Hile-i şer’iyye nedir? Haremlik selamlık İnce çoraba mesh etmek Hayz ve nifaslıya yasak olanlar Oruç tutma zamanı Telkin bid’at midir? Mübarek geceler Çalgı çalmak Altın ve ipek haram değil mi? Mezhepsizce yazılan kitap Peygamber mezhebi mi? Mezhepten sorulacak Mezhepsizlikle ilgili çeşitli sorular Davudoğlu hoca ile sohbet 300 301 301 302 303 304 304 306 307 308 310 310 311 313 314 315 316 319 324 324 325 325 325 327 327 330 331 332 334 335 336 337 338 340 341 4 341 342 343 344 347 349 350 353 354 355 357 357 363 368 374 375 376 378 380 381 384 385 389 390 392 392 393 395 397 398 399 400 402 404 www.dinimizislam.com Mezhep ve Mezhepsizlik İmanda itikadda tek mezhep vardır İslamiyet’te ilk itikad ayrılıkları Sual: İslamiyet’te ilk itikad ayrılıkları nasıl başladı? CEVAP İslamiyet’te ilk itikad ayrılıkları, Hazret-i Osman'ın şehit edilmesi hadisesinden sonra, Abdullah ibni Sebe adındaki münafık olan bir Yahudinin ortaya çıkması ile başlamıştır. Müslümanların saf ve berrak imanlarını bozmak gayesiyle itikaddaki birlik ve beraberliklerini parçalamak için çıkarılan ilk fitne hareketi budur. İbni Sebe, Hazret-i Ali'nin halifelik meselesini bahane ederek, müslümanları bölmek gayretine düştü. Kendisine taraftar toplamak ve onlara görüşlerini kabul ettirmek için, (Hazret-i Ali'nin Peygamber olduğundan, Allahü teâlânın ona hulul ettiğine) varıncaya kadar pek çok şeyler uydurdu. Bir kısım insanları aldattı. İbni Sebe’ye aldananların içinde siyasi hırs ve gayret ile hareket edenler çoktu. Böylece Hazret-i Ali taraftarıyız diyerek, İslam dinine bozuk inançlar karıştırdılar. Zamanla başka konularda da Ehl-i sünnetten ayrılıp, kendi içlerinde çeşitli kollara bölündüler. Hazret-i Ali'nin hilafeti, hakem tayini yoluyla Hazret-i Muaviye'ye bırakmasını beğenmeyip, Hazret-i Ali'ye ve Hazret-i Muaviye'ye karşı çıkıp ayrılanlara Harici ismi verildi. Haricilerden bir kısmı Kur’an-ı kerimin bazı bölümlerini kabul etmezler. Bir kısmı da sapıklıklarında, yeni bir peygamber geleceğine inanacak kadar ileri gitmişlerdir. Bozuk fırkalardan biri olan Mutezile ise, Hasan-ı Basri hazretlerinin derslerinde bulunan Vasıl bin Ata tarafından ortaya çıkarılmıştır. Büyük Ehl-i sünnet âlimi ve veli bir zat olan Hasan-ı Basri, (Büyük günah işleyen ne mümindir ne de kâfirdir) diyerek Ehl-i sünnetten ayrılan Vasıl bin Ata için, (İ'tezele anna Vasıl), yani (Vasıl bizden ayrıldı) buyurmuştu. Buradaki i’tezele=ayrıldı kelimesinden dolayı Vasıl'a ve onun yolunu tutanlara (Mutezile) ismi verilmiştir. Ayrıca Mürcie, Kaderiyye, İbahiye, Mücessime, Cebriyye gibi birçok bozuk fırkalar, İslam tarihi boyunca çeşitli yerlerde ortaya çıkmış, kendi içlerinde de sayılamayacak kadar çok kollara ayrılarak bir müddet yaşayıp, sonra unutulup gitmişlerdir. Ancak son asırlarda zuhur eden Vehhabilik, bilhassa Arabistan'da yayılmış ve bugün de, çeşitli İslam ülkelerindeki müslümanların arasında yayılması için çalışılmaktadır. [Selefiyecilik, vehhabiliğin kamufle adıdır. 5 www.dinimizislam.com Türkiye’deki vehhabiler, bu isim altında kendilerini gizlemektedir. Vehhabilik maddesine bakınız.] Diğer bozuk fırkalar tarih içinde kaybolup gitmişlerdir. Ehl-i sünnet vel-cemaatin mevcudu her devirde çok olmuştur. İslamiyet; iman, itikad, amel ve ahlak esasları olarak Ehl-i sünnet âlimleri tarafından her asırda, aslı üzere müdafaa ve muhafaza edilerek, bugüne ulaştırılmıştır. Bugün dünyadaki müslümanların yarıdan çoğu, Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadı üzeredirler. Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Sual: Yazılarınızda hep ehl-i sünnet itikadının öneminden bahsediyorsunuz. Bu itikadı ortaya koyan kimdir? CEVAP Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resulullah efendimizdir. İman bilgilerini Eshab-ı kiram bu kaynaktan aldılar. Tâbiin-i izam da bu bilgilerini, Eshab-ı kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevatür yoluyla geldi. Bu bilgiler akıl ile bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur. Yani, bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır. Hadis âlimlerinin hepsi, Ehl-i sünnet itikadında idiler. Amelde dört mezhebin imamları da bu mezhepte idi. İmam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari de Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Bu her iki imam, hep bu mezhebi yaydılar. Sapıklara karşı ve eski Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynı ise de, bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karşılarındaki saldırganların düşünüş ve davranışları başka olduğundan, savunma metotları ve tenkitleri birbirinden farklı olmuş ise de, bu hâl, yollarının ayrı olduğunu göstermez. Bunlardan sonra gelen yüzbinlerle derin âlim ve veliler, bu iki yüce imamın kitaplarını inceleyerek ikisinin de, Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile bildirmişlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri, manaları açık olan (Nass)ları, zahirleri üzere almışlardır. Yani, böyle âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere açık olan manaları vermişler, zaruret olmadıkça böyle Nassları (tevil) etmemişler, bu manaları değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik hiç yapmamışlardır. Sapık fırkalardan olanlar ve mezhepsizler ise, Yunan felsefecilerinden ve din düşmanı olan fen taklitçilerinden işittiklerine uyarak, iman bilgilerinde ve ibadetlerde değişiklik yapmaktan çekinmemişlerdir. Peygamber efendimizin hadis-i şerifte fırka-i naciyye, kurtuluş fırkası olarak bildirdiği tek bir itikad mezhebi vardır. O da Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir, imam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari bu mezhepte iki itikad imamıdır ve bu mezhebi yaymışlardır. 6 www.dinimizislam.com İmam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari hazretleri ayrı bir mezhep kurmamışlar, Eshab-ı kiramın, Tâbiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür yolu ile bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve herkesin anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan imam-ı Eşari, imam-ı Şafi hazretlerinin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridi ise imam-ı a’zam hazretlerinin talebe zincirindedir. Ehl-i sünnet itikadının açıklamasında bu iki imam meşhur olmuş, yaşadıkları zamanlarda itikadda doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller takip etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imamın koyduğu usullere uyarak, Ehl-i sünnet itikadını nakletmişlerdir. Ehl-i sünnetin reisi ise imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleridir. İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri, fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiği itikad, iman bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, ilmi kelam, yani iman bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan imam-ı a’zamın talebesi olan imam-ı Muhammed Şeybani'nin yetiştirdiklerinden, Ebu Bekri Cürcani dünyaca meşhur oldu. Bunun talebesinden de, Ebu Nasır-ı Iyad, kelam ilminde, Ebu Mensur-i Matüridi'yi yetiştirdi. Ebu Mensur, imam-ı a’zam hazretlerinden gelen kelam bilgilerini kitaplara yazdı. Doğru yoldan sapmış olanlarla mücadele ederek, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirdi ve her tarafa yaydı. İmam-ı Eşari de; imam-ı Şafii'nin talebesi zincirinde, bulunmaktadır. Bu iki büyük imam, Eshab-ı kiram, Tâbiin ve Tebe-i tâbiinin bildirdiği itikad ve iman bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, herkesin anlayabileceği bir şekilde yaymışlardır. İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi hazretleri, hocalarının müşterek mezhebi olan Ehl-i sünnet vel-cemaattan dışarı çıkmamışlardır. Bu iki imamın ve hocalarının ve bunların da hocaları olan, amelde dört hak mezhep imamlarının ve onlara tâbi olanların imanda, itikadda tek bir mezhebi vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Çünkü İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir. Bu imanın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz aleyhisselam tebliğ etmiştir. Taşköprüzade şöyle yazmıştır: (Ehl-i sünnet vel-cemaatın kelam ilmindeki reisleri iki zattır. Bunlardan birisi Hanefi, diğeri Şafii'dir. Hanefi olanı, Ebu Mensur Matüridi, Şafii olanı ise Ebu'l Hasen el-Eşari'dir.) Bazı kitaplarda, Eşariyye mezhebi, Matüridiyye mezhebi diye yazılı ise de, bu kendi çalışmalarına verilen isimdir, ayrı mezhep değildir. Her ikisi de Ehl-i 7 www.dinimizislam.com sünnet itikadını anlatmıştır. Aralarında ictihad farkları vardır. Bu ayrılıklar temelde ayrılık olmadığı için, ikisi de Ehl-i sünnettir. Zebidi de şöyle demiştir: (Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eşariler ve Matüridiler kastedilir.) İmanda, itikadda tek mezhep vardır Sual: İtikadda kaç mezhep vardır? CEVAP İmanda, itikadda tek bir mezhep vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Çünkü İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir. Bu imanın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz aleyhisselam tebliğ etti. İnsanlara, kendilerini ve herşeyi yaratan Allahü teâlâyı haber veren Peygamberimiz, Allahü teâlâya, Onun yarattıklarına ve Onun emir ve yasaklarına imanın nasıl olacağını da bildirdi. Muhammed aleyhisselama ve Onun bildirdiklerine, temiz, dürüst ve hakiki bir iman, ancak Onun bildirdiğini tam ve hiç şüphesiz kabul edip inanmakla, hepsini beğenmekle mümkün olur. Bu hususta çok az, kıl kadar da olsa bir ayrılığın, Ondan ayrılmak olacağı meydandadır. Böyle bir ayrılığa düşenlerin kendilerini haklı çıkarmak için öne sürecekleri dini, siyasi, beşeri, içtimai, fenni.. v.s. gibi sebeplerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü İslamiyet her ne suret ve sebeple olursa olsun, imanda ve itikadda ayrılığa asla izin vermemekte, yasaklamaktadır. Eshab-ı kiramın iman ve itikadda hiçbir ayrılıkları olmadı. Eshabdan olmayanlar ve daha sonraki asırlarda gelenler arasında ise zamanla imanda, itikadda bazı ayrılıklar ortaya çıkarıldı ve bid’at fırkalarının sayısı 72 ye ulaştı. Bu ayrılıkları çıkaranların ve bunların sözlerine inanarak bozuk düşüncelerini benimseyenlerin ileri sürdükleri sebepler çok çeşitli ve herbirine göre farklı olmakla beraber, esas sebepler, (Münafık ve başka dinden olanların çıkardıkları fitneler, Kur’an-ı kerimin müteşabih âyetlerini kendi anlayışlarına göre tevil etmeye kalkışmaları, eski Hind ve Yunan felsefesi ile, Mecusi inançlarının İslamiyet’e sokulma çabaları, Eshab-ı kiramın maslahata [huzurun, dirliğin, iyiliğin teminine] ait konulardaki ictihad ayrılıklarını anlayamama ve bunları kendi nefsani arzularına, siyasi maksat ve ihtiraslarına perde veya alet etme, kısa zamanda çok geniş ülkelere yayılan İslamiyet’in henüz yeni müslüman olmuş büyük kitlelerce tam anlaşılmadan birtakım insanların eski din ve inançlarına ait bazı unsurları tamamen terk edememeleri ve bunları İslamiyet’ten sayma yanlışına düşmeleri) şeklinde özetlenebilir. Ancak, İslam tarihinde görülen 72 sapık fırkanın ortak vasfı; siyasi ve dünyevi menfaat ve saiklerle ortaya çıkmış olmalarına rağmen, hemen hepsi 8 www.dinimizislam.com Kur’an-ı kerimdeki muhkem ve bilhassa müteşabih âyet-i kerimeleri kendi akıllarına göre tefsir yoluna gitmişler, böylece felsefe yaparak ve bu âyetleri, iddiaları istikametinde tevil ederek kendilerine Kur’an-ı kerimden deliller bulduklarını ileri sürmüşlerdir. Mesela, Kur’an-ı kerimde geçen, Allah’ın eli, yüzü vb. sıfatlarını gösteren ifadeleri, kendi düşüncelerine ve konuşma dilindeki manalarıyla kabul ederek, Allahü teâlâyı zâtı ve sıfatlarıyla tecsim eden, yani cisim ve insan şeklinde düşünen bu sapık fırkalar, Kur’an-ı kerimin doğru manası olan murad-ı ilahiyi anlayamamışlar, doğrusunu anlatan Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarını kabul etmedikleri gibi, ayrıca onlara fikren ve fiilen saldırmışlardır. İmanda parçalanmak, fırkalara ayrılmak yasaktır İmanda parçalanma, gruplara ayrılmak kötüdür, asla caiz değildir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Hidayeti [kurtuluş yolunu] öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp, müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fena olan Cehenneme atarız.) [Nisa 115] Peygamber efendimiz de, Müslümanlar arasında imanda ve itikadda ayrılıkların felaket olduğunu bildirerek, meşhur olan bir hadis-i şerifinde, (Yahudiler, 71 fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan 70’i Cehenneme gidip, ancak bir fırkası kurtuldu. Hıristiyanlar da, 72 fırkaya ayrıldı. 71’i Cehenneme gitti. Benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur) buyurdu. Eshab-ı kiram, bu bir fırkanın kimler olduğunu sorduğunda; (Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshabımın gittiği yolda gidenlerdir) buyurdu. (Tirmizi, İbni Mace) İman edilecek şeylerde ayrılık olmaz İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İman edilecek şeylerde Eshab-ı kiramın hepsine uymak lazımdır. Çünkü, itikad edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yoktur. Eshab-ı kiramdan birine dil uzatan kimse, hepsini lekelemiş olur. Çünkü, hepsinin imanı, itikadı birdir. Birine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. Birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. Onlardan birini kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. İslamiyet’i bizlere bildiren, onların hepsidir. Onların her biri adildir, doğrudur. Herbirinin İslamiyet’te bildirdiği bir şey vardır. Herbiri âyet-i kerimeleri getirerek, Kur’an-ı kerim toplanmıştır. Bir kısmını beğenmeyen, İslamiyet’i bildireni beğenmemiş olur. Beğenmeyen de Cehenneme gider. Âyet-i kerimede mealen, (Kur’an-ı kerimin bir kısmına inanıyorsunuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? Böyle yapanların cezası, dünyada, rezil, rüsva olmaktır. Ahirette de, en şiddetli azaba atılacaklardır) buyuruldu. (Bekara 85) Kur’an-ı kerimi toplayan üç halifeyi kötülemek, Kur’an-ı kerimi kötülemek olur. Aklı olan kimse, Eshab-ı kiramın hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini söyleyemez. Halbuki o gün, Eshab-ı kiramdan 33 bini, hep 9 www.dinimizislam.com birden, istekle ve seve seve Hazret-i Ebu Bekir’i halife yaptı. 33 bin Sahabinin, yanlış bir işte, söz birliği yapması, olacak şey değildir. Nitekim, Resulullah, (Ümmetim, dalalette birleşmez, yanlış bir iş üzerinde ittifakta bulunmazlar) buyurdu. (İbni Mace) Eshab-ı kiram arasında olan ayrılıklar, kötü düşüncelerden değildi. Çünkü onların mübarek nefsleri tertemiz olmuştu. Onların bütün istekleri, İslamiyet’e uymaktı. Ayrılıkları, ictihad ayrılığı idi. Yanılanları da sevaba kavuşur. İmam-ı Şafii, (Allahü teâlâ, ellerimizi o kanlara bulaştırmadı. Biz de dillerimizi bulaştırmayalım. Resulullahtan sonra, Eshab-ı kiram çok düşündü, Hazret-i Ebu Bekir’den daha üstün kimseyi bulamayıp, onu halife yaptılar) buyurdu. Bu da, Hazret-i Ali’nin ikiyüzlü olmadığını ve Hazret-i Ebu Bekir’i seve seve halife yaptığını göstermektedir. (c.1, m. 80) Muhammed Masum hazretleri de buyuruyor ki: Allahü teâlâ, (Ya Musa! Benim için ne amel yaptın?) buyurdu. O da, (Ya Rabbi! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim ve seni zikrettim) deyince, Allahü teâlâ, (Namaz, senin için burhandır. Oruç, seni Cehennemden koruyan kalkandır. Zekat, mahşer günü, herkes sıcaktan yanarken, sana gölge yapacaktır. Zikir de, o gün, karanlıkta, sana nur olacaktır. Benim için ne yaptın?) buyurdu. Hazret-i Musa, (Ya Rabbi, senin için olan amel nedir) dedi. Allahü teâlâ, (Sevdiğimi benim için sevdin mi ve düşmanımı düşman bildin mi?) buyurdu. Hazret-i Musa, Allahü teâlânın sevdiği amelin, Onun dostlarını sevmek ve düşmanlarını sevmemek olduğunu anladı. Demek ki, sevgilinin sevdiklerini sevmek ve düşmanlarına düşman olmak, sevginin alametidir. Mümtehine suresinin, (İbrahim ve Eshabı, kâfirlere, biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Siz, bir olan Allah’a inanana kadar, aramızda düşmanlık olacaktır dediler. Bunların bu güzel halleri, size örnek olmalıdır) mealindeki 4. âyeti gösteriyor ki, iman sahibi olmak için, bu düşmanlık şarttır ve Allah düşmanlarını sevmek, imanı yok eder. Resulullahın sohbetine kavuşmakla şereflenen Eshab-ı kiram, birbirlerini çok severlerdi. Birbirlerine değil, kâfirlere düşman idi. Fetih suresinin (Kâfirlere düşman, birbirlerine merhametli idiler) mealindeki 29. âyeti sözümüzü ispat etmektedir. (m. 29) Doğru yol nedir? Bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır. Dört mezhep, birbirlerinin doğru yolda olduğunu söyler ve birbirini severler. Bid’at fırkaları ise, müslümanları parçalamaktadır. Bu dört mezhebin birleştirilemeyeceğini, İslam âlimleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. Allahü teâlâ, mezheplerin birleştirilmesini değil, ayrı olmalarını istiyor. Böylece, İslam dinini kolaylaştırıyor. Bir âyet-i kerime meali: 10 www.dinimizislam.com (Ey iman edenler! Allah’ın dinine sarılın. Birbirinizden ayrılmayın!) [A. İmran 103] Ebussüud Efendi hazretleri burayı açıklarken, (Ehl-i kitabın parçalandığı gibi parçalanıp da doğru imandan ayrılmayın! Cahiliye zamanında birbirleriniz ile dövüştüğünüz gibi bölünmeyin!) buyurdu. Doğru yolun, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği iman olduğunu, Peygamber efendimiz haber verdi. O halde, Ehl-i sünnette birleşerek, kardeş olmak, birbirimizi sevmek gerekir. Müslümanların bu birliğinden ayrılan, bu âyet-i kerimeye uymamış olur. Bu yolda birleşir, birer kardeş olduğumuzu bilip birbirimizi seversek, dünyanın en büyük, en kuvvetli milleti olur, dünyada rahata, huzura, ahirette de sonsuz saadete kavuşuruz. Düşmanlarımızın ve cahillerin ve sömürücülerin, kendi çıkarları için söyledikleri yalanlara aldanıp, bölünmemeye çok dikkat etmeliyiz! (Hadika s. 696) İtikatta mezhep Sual: Bazı kitaplarda, Matüridi mezhebi, Eşari mezhebi ifadeleri geçiyor. İtikatta tek mezhep olduğuna göre, niye böyle ifadeler kullanılıyor? CEVAP İtikatta hak mezhep tektir. O da Ehl-i sünnet vel cemaat mezhebidir. Bu mezhebin itikattaki iki büyük imamı, Ebu Mansur Matüridi ve Ebül-Hasan Eşari hazretleridir. Burada mezhep, birkaç konudaki farklı ictihad anlamındadır. Nitekim fıkıh kitaplarında, (İmam-ı Ebu Yusuf’un mezhebi böyledir) ifadeleri de geçer. Bu, ayrı mezhebi olduğu için değil, ictihadının farklı olduğunu göstermek içindir. İmam-ı Matüridi Hanefi mezhebinde, İmam-ı Eşari de Şafii mezhebinde olduğu için, Hanefiler İmam-ı Matüridi’nin, Şafiiler de İmam-ı Eşari’nin açıklamalarını esas alıyorlar. Matüridi ve Eş’ari Sual: İtikadda, İmam-ı Matüridi veya İmam-ı Eş’ari’den birine tabi olmak şart mıdır? CEVAP Evet, şarttır. Ehl-i sünnet itikadını bu iki âlim bildirmiştir. Bunlara tâbi olmayan bid’at ehli olup, doğru yoldan ayrılmış olur. İbni Hacer-i Heytemi hazretleri buyuruyor ki: Ehl-i sünnetin söz birliğiyle bildirdiği itikada uymayan bid’at sahibidir. Bunu, İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi ile bunların yolunda olan âlimler bildirdiler. (Feth-ul-cevad) İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: Bid’at sahibi demek, Ehl-i sünnete aykırı inanışı olan kimse demektir. Dinin beğenmediği bir şeyi meydana çıkarmak bid’attir. (Fetava-yı hadisiyye) Şâfiî âlimlerinden Ahmed Şihabüddin Mısri buyuruyor ki: Ebül-Hasan Eş’ari’nin veya Ebu Mansur Matüridi’nin bildirdiklerinden ayrılan kimse sünni 11 www.dinimizislam.com değildir. Bu iki imam, Resulullah’ın ve Eshabının yolundadır. (Kenz-ür-ragıbin haşiyesi) Selefin mezhebi Sual: Selef-i salihinin mezhebinin Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğu, Selefiye diye bir mezhebin olmadığı kitaplarda yazılıdır, ama Eş’ari ve Matüridi ne oluyor? Ehl-i sünnet vel cemaat ne demektir? CEVAP Sünnet, bilindiği gibi Resulullahın bildirdiği yoldur. Cemaatten kasıt da Eshab-ı kiramdır. Sünnet ve cemaat ehli yani Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın gittikleri, itikattaki tek doğru yol demektir. Yani Eshab-ı kiramdan bugüne kadar, tek kurtuluş fırkası Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Ehl-i sünnet vel cemaat itikadı kitaplara geçmemişti, Ehl-i sünnetin iki imamı olan İmam-ı Eş’ari ve İmam-ı Matüridi, Ehl-i sünnet itikadını açıklayıp sistemleştirerek kitaplara geçirdi. Ameldeki mezheplerin nasıl imamları varsa, mesela Hanefi mezhebinde, imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Muhammed gibi müctehidler varsa, bu iki zat da itikat imamlarıdır. Aralarındaki ictihad farkları, Ehl-i sünnete aykırı değildir. Sahabenin mezhebi nedir Sual: Bazı kimseler, (Peygamber, ne Hanefi, ne de Şafii idi, Sünni de değil idi) diyor. Sünnet ne demektir? CEVAP Demek ki mezhep de, sünnet de, bilinmiyor. Askerlikte, kara, hava ve deniz kuvvetleri vardır. Genel kurmay, karacı, havacı veya denizci değildir diyerek bu kuvvetlerden ayrı sayılır mı? Kuvvetler genel kurmaya bağlı olduğu gibi, mezhepler de Resulullaha bağlıdır. Nasıl ki kuvvet komutanlıkları birbirinin yardımcısı ise, mezhepler de öyledir. Kendi mezhebine göre yapılması güç olan bir iş başka mezhebe göre yapılır. Mezhepler, bir elin parmakları gibi, aynı ele hizmet eder. Sünnet kelimesi de yerine göre, farklı anlamlarda kullanılır: 1- Kitab ve sünnet ifadesindeki sünnet, hadis-i şerifler demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allah’ın kitabına, Peygamberin sünnetine sarılırsanız hiç sapıtmazsınız.) [Hakim] 2- Farz ve sünnet ifadesindeki sünnet, Resulullahın emirleri demektir. 3- Sünnet, yalnız olarak kullanılınca, genelde İslamiyet anlaşılır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bir zaman gelecek ki, ortalık bozulduğu zaman sünnetime [İslamiyet’e] tutunmak avuçta ateş tutmak gibi olacaktır.) [Hakim] (Ümmetim bozulunca, sünnetime uyana şehit sevabı verilir.) [Hâkim] 12 www.dinimizislam.com 4- Sünnet, yol, çığır, gibi manalara da gelir. Mesela sünneti hasene iyi çığır, sünneti seyyie kötü çığır demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir kimse, sünneti hasene çıkarırsa, [iyi bir çığır açarsa] onun sevabı ve kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabı kadar sevap alır. Bir kimse de sünneti seyyie çıkarırsa, [kötü bir çığır açarsa] onun günahı ve kıyamete kadar onu işleyenlerin günahı kadar günah kazanır.) [Müslim] Sünnet, yol demektir. Sünnetullah, Allah’ın yolu demektir. Sünneti Resulullah, Resulullahın yolu demektir. Sahabilerin de sünneti olur. Hazret-i Ömer’in sünneti, Hazret-i Ali’nin sünneti gibi. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Buhari] Sünnet, âdet, kanun manalarına da gelir. Mesela, Allah’ın sünneti; Allah’ın kanunu demektir. Bu Kur’an-ı kerimde sünnetullah olarak geçmektedir. (Allah’ın sünnetinde [kanununda] asla bir değişiklik bulamazsın) buyuruluyor. (Ahzab 62, Fetih 23, Fatır 43) 5- Ehl-i sünnet, kurtuluş fırkasının adıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Tirmizi’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir) buyuruldu. Bu fırkaya (Ehl-i sünnet vel cemaat) denir. Ehl-i sünnet ne demektir Sual: Ehl-i sünnet ne demektir? Mezheplere ayrılmak parçalanmak mıdır? CEVAP Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve eshab-ı kiramın gittikleri doğru yolda bulunan âlimler demektir. Hak olan cemaat ve 73 fırka içinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan Fırka-ı naciyye bunlardır. Kur’an-ı kerimde mealen, (Parçalanmayın) buyuruldu. Bu âyet-i kerime, itikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayın demektir. Yani nefslerinize ve bozuk düşüncelerinize uyarak, doğru imandan ayrılmayın demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette hiç caiz değildir. Hadis-i şerifte de (Cemaat rahmet, ayrılık azaptır) buyuruldu. (Parçalanmayın) âyet-i kerimesi fıkıh bilgilerinde ayrılmayın demek değildir. Ahkamda, amellerde olan ictihad bilgilerindeki ayrılık, hakları, farzları, amellerdeki, ince bilgileri ortaya koymuştur. Eshab-ı kiram da, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat, itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. Hadis-i şerifte, (Ümmetimin ayrılığı [mezheplere ayrılması] rahmettir) buyuruldu. Dört mezhebin, amel bilgilerinde ayrılması böyledir. (Hadika) Mezhep imamı ne demektir Mezhep imamı demek, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, Eshab-ı kiramdan işiterek toplayan, kitaba geçiren büyük âlim demektir. Açıkça bildirilmeyenleri, açıkça bildirilmiş olanlara 13 www.dinimizislam.com benzeterek meydana çıkaran derin âlimlerdir. Eshab-ı kiramın herbiri müctehid ve mezhep imamı idi. Herbiri kendi mezhebinde idi. Hepsi de, mezhep imamlarımızdan daha üstün idi. Mezhepleri daha kıymetli idi. Fakat, bunlar kitaplara yazılmadığı için, mezhepleri unutuldu. Peygamberin, sahabenin mezhebi nedir demek, Ordu kumandanı, hangi bölüğün eridir veya Fizik öğretmeni, hangi sınıfın talebesidir demeye benzer. Çünkü sahabenin herbiri bir mezhep imamı, hatta mezhep imamlarının hocaları idi. Resulullah efendimiz de kâinatın hocası idi. (Mizan, Hadika) Eshab-ı kiramın mezhebi Sual: Herkes Kur’ana bağlanmalı, çünkü Peygamberin mezhebi ne idi? Eshabın mezhebi mi vardı? CEVAP Bin küsur yıldan beri herkes bir mezhebe bağlı iken, bazı türediler, böyle sorularla zihinleri bulandırıp herkesi başı boş, mezhepsiz yapmaya çalışıyorlar. Dini delillerden anlamayanlara iki akli örnek verelim: Milli eğitime bağlı okullar, sınıflar, müdürler, öğretmenler ve öğrenciler vardır. Okul ile sınıf, müdürle öğretmen mukayese edilmez. Çünkü hepsinin görevleri farklıdır. Öğretmenle öğrenci de mukayese edilmez. Öğrencileri müdür veya öğretmen yerine, öğretmenleri de öğrenci yerine koymak yanlış olur. Öğretmen veya müdür hangi sınıfın öğrencisi denemeyeceği gibi, şu öğrenci, hangi okulun müdürü denmez. Öğretmen ve müdüre öğrenci denmez. Atalarımız, Temsilde hata olmaz demişlerdir. Müctehid âlimler birer öğretmen gibidir. Mutlak müctehidler ise müdür gibidir. İnsanlar da öğrenci gibidir. Öğretmene, bu hangi okulun müdürü denmeyeceği gibi, öğrenciye de hangi okulun öğretmeni denmez. Öğrenciler öğretmene tâbi olduğu gibi, insanlar da müctehide tâbi olur. Öğretmenler nasıl müdüre bağlı ise, tamamı müctehid olan Eshab-ı kiram da, Resulullah efendimize bağlı idiler. Tabiinde ise müctehidler ve halk var idi. Halk müctehidlere tâbi oluyordu. Halkın mezhebi tâbi olduğu müctehidin mezhebi idi. Mezhepsiz kimse yok idi. Eshab-ı kiram, Resulullaha değil, biz yalnız Allah’a tâbiyiz demediler ve demeleri de mümkün değildir. Sıradan bir müslüman da, Müctehide tâbi olmam, ben yalnız Resulullaha tâbi olurum diyemez. Müctehid, Allah’ın ve Resulünün emirlerini bildiriyor. Müctehide uymak Allah ve Resulüne uymak demektir. Bugün ise, bazı mezhepsizler, müctehide değil, Resulullaha bile tâbi olmayı uygun görmüyorlar. Yalnız Kur’ana tâbiyiz diyorlar. Nasıl ki öğretmen müdüre, müdür de Milli eğitim Bakanına, Milli eğitim bakanı da Başbakana bağlı ise, insanlar bir müctehide, müctehidler mutlak müctehide, mutlak müctehidler de Resulullah efendimize bağlıdır. Bağsız yani mezhepsiz kimse yok idi. 14 www.dinimizislam.com Ordudaki misal daha cazip. Bütün subayların bir sınıfı olur. Topçu yüzbaşı, piyade albay gibi. Ama general olunca artık sınıf kalmaz. Topçu general olmaz. Artık o bütün sınıfların generalidir. Generaller de, sınıfsız ama, onlar da ya havacı, ya karacı veya denizcidir. Bunlardan birinde olmayan general olmaz. Bunlar da, ordu komutanlıklarına, ordu komutanları da hava, deniz veya kara kuvvetlerine bağlıdır. Kuvvet komutanları genel kurmaya bağlıdır. Dikkat edilirse, gerek eğitim sisteminde ve gerekse orduda bağımsız bir kurum yoktur. Herkesin bağlı olduğu, sorumlu olduğu bir yer vardır. İnsanlar birer er gibidir. Bağlı oldukları bölükler, taburlar alaylar vardır. Ben genel kurmay başkanına bağlıyım bölük komutanını falan takmam diyemez. Müctehidler generaller gibidir. Mutlak müctehidler kuvvet komutanları gibidir. Resulullah efendimiz de genel kurmay başkanı gibidir. Genel kurmay başkanı, hangi bölüğün eri veya hangi kuvvet komutanlığına bağlı denilemeyeceği gibi, Eshab-ı kiramın veya Resulullahın mezhebi ne idi denemez. Bu durum iyice anlaşılınca, herkes haddini bilmeli, er olan erim demeli, subayla, generalle benim aramda ne fark var dememeli. Bir müslüman da müctehidle boy ölçüşmemeli. Hatta Peygambere bile uymayıp ben Kur’ana göre hareket ederim demesi ne kadar yanlıştır. Sünnete uymanın önemi (Mezhebe, hadise uymam) demek (Kur'ana uymam) demektir. Zira Hak teâlâ buyurdu ki: (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Peygamberin emrine uyun, nehyettiğinden sakının.) [Haşr 7] (İndirdiğimi insanlara beyan edesin, açıklayasın.) [Nahl 44] Beyan etmek, âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Âlimler de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et) derdi. Ayrıca beyan etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alelalemin) Sünnet [hadis-i şerifler], Kur’an-ı kerimi, mezhep imamları da sünneti açıklamışlardır. Âlimler de, mezhep imamlarının sözlerini açıklamışlardır. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku ve secdede okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekât nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur’an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Sünneti müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır. Allahü teâlâ, (Bilmediklerinizi âlimlere sorun) [Nahl 43] buyurduğu gibi, Peygamber efendimiz de bu âlimlere uymamızı emrediyor: (Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi] (Âlimler rehberdir.) [İ. Neccar] 15 www.dinimizislam.com (Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi] (Bize yalnız Kur'andan söyle!) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri: (Ey ahmak! Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hazret-i Ömer’e, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’an-ı kerimde bulamadık dediklerinde, (Allahü teâlâ, bize Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Kur’an-ı kerimde bulamadığımızı, Resulullah efendimizden gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekat farzları iki rekat kılardı. Biz de öyle yaparız) buyurdu. (Mizan-ül-kübra) İslam ayrı mezhep ayrı değildir Mezhebe uymam Kur'anla amel ederim demek, Kanunlara uymam, yalnız Anayasaya göre hareket ederim demek gibi yanlıştır. Çünkü Anayasada bütün hükümler, bütün cezalar bildirilmemiştir. Anayasa, kanunlara havale etmiştir. Kanunlardan başka tüzükler, yönetmelikler de çıkmıştır. (Anayasa varken, kanuna lüzum yok) demek ne kadar yanlış ise, (Kur'an varken, mezhebe lüzum yok) demek, bundan daha yanlıştır. Kur’an-ı kerimi hadis-i şerifler, hadis-i şerifleri de mezhep imamları açıklamıştır. Kanunlar, Anayasanın gösterdiği istikamette hazırlanmış, mezhepler de, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin gösterdiği istikamette teşekkül etmiştir. Hiç kimse, Madem, mezhep, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin açıklamasıdır. Ben de açıklar bir mezhep kurarım diyemez. Çünkü bir kimsenin Madem doktor olmak, tıp kitabı okumaya bağlıdır. Kimyager olmak için de kimya kitabı okumak kâfidir diyerek eline aldığı bir tıp ve kimya kitabı ile doktorluk yapmaya, ilaç imal etmeye kalkışması ne kadar gülünç ise, (Ben de Kur'andan, hadisten hüküm çıkarırım) demek daha gülünçtür. Ben İslam’a göre hareket ederim, mezhebe uymam demek, Ben devletin emrine uyarım. Fakat, kanunu, polisi, hakimi dinlemem demeye benzer. Çünkü İslam’a uymak demek, dört hak mezhepten birine uymak demektir. İslam ayrı, mezhep ayrı değildir. Dört mezhepten birine uyulmazsa Sual: (Mezhep imamına uymak, Allah’ı ve Resulünü bırakıp kula kul olmak demektir. Müslümanlar, müctehidleri peygamber kadar yükselttiler, Kur'andan ayrılıp, "müctehidin sözü varken Kur'anla amel edilmez" dediler. Sonra gelen âlimlere kıymet vermediler. Halbuki, sonra gelen âlimler, öncekilerden daha ileri olur. İmam Malik, bir mezhebi bilirse Abduh her mezhebi bilir!) diyen birisine nasıl cevap vermeli? CEVAP (Müctehidleri Peygamber kadar yükselttiler) sözünü bir müslüman söyleyemez. Çünkü bu söz, dört mezhepteki milyonlarca müslümana kâfir damgasını basmaktır. Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Bir mezhebe 16 www.dinimizislam.com tâbi olan mümini Kur'andan ayrılmakla suçlamak ise, bundan daha büyük iftiradır. Mezhep, Kur'an ve Sünnet yolu demektir. Bir mezhep imamına uyan, Kur’an-ı kerime ve Resulullaha uyduğuna iman etmiş demektir. Hiçbir müslüman, (müctehidin sözü varken, Kur'an ile amel edilmez) demez. Bu söz, mezhepsizlerin temiz müslümanlara yaptıkları çirkin iftiralardan biridir. Müslüman nasıl düşünür Bir mezhebe tâbi olan müslüman şöyle der: (Kur’an-ı kerime uymak istiyorum. Fakat, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden kendim hüküm çıkaramıyorum. Anladığım hükümlere güvenemem ve uymam. Mezhep imamının anlamış olduğuna güvenirim ve uyarım. [Nasıl ki dünya işlerinde işin ehline gidiyor, yani bir yerim ağrıyınca notere değil de doktora, hem de mütehassısına gidiyorsam, kendi ilacımı kendim yapmayıp, kendi kendimi ameliyat etmiyorsam, daha hassas olan din işinde de müctehid olan İslam âlimine yani mezhebimin imamına gider, ona teslim olur, dediklerine harfiyen uyar, yaparım.] Çünkü o, benden daha âlimdir. (Kendi anlayışı ile mana çıkaran kâfir olur) hadis-i şerifinden korkarım. İlimlerinin, takvalarının, sonra gelenlerden kat kat üstün olduğu, hadis-i şeriflerle bildirilmiş olan, o büyük âlimlerin bile Kitâbdan ve Sünnetten çıkardıkları hükümler birbirine benzemiyor. Hüküm çıkarmak kolay olsaydı, hep aynı şeyi anlarlardı.) (Sonra gelen âlimler, öncekilerden daha ileri olur) sözü, fen bilgileri için doğrudur. Din bilgilerinde ise, Resulullahın, (Her asır, kendinden öncesinden daha şerdir. Kıyamete kadar hep böyle olur) hadis-i şerifine itibar edilir. Bu hadis-i şerif, fen adamlarının şahsiyetleri ve fen vasıtalarını kullanmaları bakımından da muteberdir. Elbet bu kaide çoğunluk için muteberdir. Her asırda, bundan müstesna olanlar bulunmuştur. Mezhepsiz reformcu, fen bilgisi ile din bilgisini birbiri ile karıştırmakta, fen ile fen adamını da aynı şey sanmaktadır. Fen elbet ilerliyor. Fakat bu ilerleyiş, fen adamlarının ileri olması demek değildir. Sonra gelen fen adamları arasında öncekilerden daha geri, daha bozuk olanları az değildir. Din imamlarımız, Kur’an-ı kerimden mana çıkarmaya kalkışmadılar. Kendilerini bundan âciz gördüler. Resulullahın Kur’an-ı kerime nasıl mana verdiğini Eshab-ı kiramdan sorup araştırdılar. Eshab-ı kiramın anladıklarını da, kendi anlayışlarına tercih ettiler. İmam-ı a'zam hazretleri, herhangi bir sahabinin sözünü kendi anladığına tercih ederdi. Resulullahtan ve Sahabeden bir haber bulamayınca, ictihad etmek zorunda kalırdı. Böyle olduğunu vehhabiler bile bildiriyorlar. Vehhabi Feth-ul-mecid kitabı 388. sayfasında diyor ki: (Ebu Hanife “rahimehullah” dedi ki: Kitabullaha ve Resulullahın hadisine ve Sahabenin sözlerine uygun olmayan bir sözümü bulursanız, bu sözümü bırakınız! Onları alınız! 17 www.dinimizislam.com İmam-ı Şafi’i dedi ki: Kitabımda, Resulullahın sünnetine uymayan bir şey bulursanız, benim sözümü bırakıp, Resulullahın sünnetini alınız!) Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kitabullaha ve hadis-i şeriflere ne kadar sıkı sarılmış olduklarını, vehhabi kitabının bu yazısı bile göstermektedir. Bunun içindir ki, Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin doğru manalarını anlamak isteyenler, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam ve fıkıh kitaplarını okumalıdır. Kitabı ve sünneti bildiren (Ehl-i sünnet) âlimlerinin kitaplarından kaçanların, Haktan kaçan cahillere benzediklerini, kendi kitapları da yazmış oluyor. Her asırda gelen İslam âlimleri, daha önce gelenlerin, büyüklükleri, üstünlükleri, vera ve takvaları karşısında titrerler, onların sözlerine senet, delil olarak sarılırlardı. Bu din, edep dini, tevazu dinidir. Cahil cüretkâr olur, kendini âlim sanır. Âlim olan tevazu gösterir. Cehenneme gidecekleri hadis-i şerifle haber verilen 72 bid’at fırkasının reisleri de derin âlim idi. Fakat onlar, ilimlerine güvenerek, Kitâbdan, Sünnetten mana çıkarmaya kalkıştılar. Böylece, Eshab-ı kirama uymak şerefine kavuşamadılar. Onların doğru yollarından saptılar. Dört mezhebin âlimleri, derin ilimlerini Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarmakta kullanmadılar. Buna cesaret edemediler. Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiklerini anlamakta kullandılar. Allahü teâlâ, insanlara, (Kur’an-ı kerimden hüküm çıkarın) demiyor. (Resulümün ve Eshabının çıkardığı hükümlere uyun, bunları kabul edin) buyuruyor. (Resulüme itaat edin, ona tâbi olun) âyet-i kerimesi ve (Eshabımın yoluna sarılın) hadis-i şerifi, bunu açıkça bildirmektedir. Âlimler bile, Kur’an-ı kerimin manasını anlamakta güçlük çekerken, bir cahil, murad-ı ilahiyi bilmeden nasıl olur da, Allah şöyle buyuruyor, Resulullah böyle buyuruyor, diyebilir? Derse, dediği nasıl doğru olabilir? Allahü teâlâ, böyle söylemeyi yasakladı. Tefsir âlimleri ve mezhep imamları bile, bu sözü söylemeye cesaret edememiştir. Anladıklarını bildirdikten sonra, (bu benim anladığımdır, doğrusunu Allah bilir) demişlerdir. Kur’an-ı kerimin manasını Eshab-ı kiram bile anlamakta güçlük çeker, Resulullaha sorarlardı. Abduhçu gence Abduhçu genç, asırlardır müslümanların ve âlimlerin dört mezhepten birine uymalarına tahammül edemiyor, birkaç mezhepsizin kitabından aldığı ifadeleri kaynak gösterip bir mezhebe uymanın caiz olmadığını ispata kalkıyor. Bahsettiği kitapları kendisinin okumadığı, herhangi bir mezhepsizin kitabından aldığı pek açıktır. Çünkü İmam-ı Şarani gibi büyük bir âlimin Mizanından nakil yapıp, İmam-ı Ahmed’in müctehid bir hadis imamı olan Ebu Davud’a (Kimseyi taklit etme, dini, Resulullah ve eshabından öğren) dediğini bildiriyor. (Gördünüz mü, Şarani de 4 mezhepten birine uymayı yasaklıyor) demek istiyor. Abduhçu gencin bilmediği iki husus var. Birincisi, her müctehid, kendi ictihadı ile hareket eder. Başka bir müctehide uyması caiz değildir. İmam-ı 18 www.dinimizislam.com Şafii hazretleri, imam-ı a'zam hazretlerinin çok yüksek bir âlim olduğunu bildirdiği halde, kendi ictihadlarına uymuştur. İkinci husus, imam-ı Şarani hazretleri, 4 mezhebin hak olduğunu, mutlaka bu 4 mezhepten birine uymak gerektiğini bildirmek için Mizan-ül-kübrayı yazmıştır. Dört mezhebin fıkıh bilgilerini anlatan Mizanın tercümesi de vardır. Zahiri ve bâtıni ilimlerin mütehassısı Abdülvehhab-ı Şarani hazretleri, hadis ve fıkıh âlimi olup Şafii mezhebindedir. Mizanın sadece önsözünü okuyup buna uyan mezhepsiz olmaktan kurtulur. Mizanın önsözünde buyuruluyor ki: (Dört mezhepten birini taklit etmeyen dalalete düşer, zındık olur, başkalarını da yoldan çıkarmakta şeytana yardımcı olur. Bugün var olan 4 mezhebin hepsi haktır, sahihtir. Birinin, ötekisi üzerine üstünlüğü yoktur. Çünkü, hepsi aynı din kaynağından alınmıştır. Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimlerin hepsi, her müslümanın 4 mezhepten dilediğini taklit etmekte serbest olduğunu bildirdiler. Allahü teâlâ, amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu, Habibi vasıtası ile bildirdi. Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirdi. Müctehid olmayanın, bir mezhebe uyması gerekir. Bir âlim, ictihad derecesine yükselince, kendi ictihadına uyması gerekir. İmam-ı Ahmed’in, (İlminizi imamlarınızın aldıkları kaynaktan alın, taklitçilikte kalmayın) sözü bunu göstermektedir. Resulullah efendimiz Kur’an-ı kerimde kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünnet-i nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resulullaha uyarak, mücmel olanı açıklamışlardır. Nahl suresinin 44. âyetinde, (İnsanlara indirdiğimi onlara beyan eyle) buyuruldu. Beyan etmek, açıklamak demektir. Âlimler de açıklayabilselerdi ve Kur’an-ı kerimden ahkam çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Resulüne, sana vahiy olunanları tebliğ et der, beyan etmesini emretmezdi.) (Mizan) Dört mezhebe uyanlar, birbirinin kardeşidir. İmanları aynıdır. Ameldeki bazı ayrılıkları da, Allah’ın rahmetidir. Allahü teâlâ, müctehid olmayanın bir müctehide uymasını emredip (...ve ülülemrinize itaat edin) buyuruyor. (Nisa 59) Ülülemr, nasslardan ahkam çıkarabilen âlimlerdir. (Nisa 83) Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ülülemr, Fıkıh âlimleridir.) [Darimi] İmam-ı Süyuti hazretleri, İtkan tefsirinde, İbni Abbas hazretlerinin (Ülülemr, Fıkıh âlimleridir) buyurduğunu bildirmektedir. Ülülemrin Fıkıh âlimi olduğu, Tefsir-i kebirin 3. cildinin 375., İmam-ı Nevevi’nin Müslim Şerhinin 2. cildinin 124. sayfasında ve Mealim ve Nişapur tefsirlerinde de yazmaktadır. İsra suresinin (O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki 71. âyeti, Ruh-ül beyan tefsirinde açıklanırken, 19 www.dinimizislam.com (Mezhebin imamı ile çağırılır. Mesela ya Şafii yahut ya Hanefi denilir) buyuruluyor. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: (Bir işin, bir ibadetin sahih olması için dört mezhepten birine uygun olması gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri, bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz.) (Redd-ül-muhtar s. 51) S. Ahmed Tahtavi hazretleri, Dürr-ül muhtar haşiyesinin zebayih kısmında buyuruyor ki: (Bugün her müslümanın 4 mezhepten birinde bulunması vaciptir. Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur.) İbni Hazm, Şevkani, Abduh, Reşit Rıza, Sıddık Hasan gibi mezhep düşmanlarının bir kısmı, taklidi haram sayarak, bir kısmı da telfîk yaparak, birçok müslümanı dalalete sürüklemişlerdir. Mezhepler kardeştir Bir mezhepte bulunan Müslüman, diğer üç mezhepteki Müslümanları kardeş bilir. Onları incitmez. Birbirlerini severler, yardım ederler. Allahü teâlâ, Müslümanların imanda birleşmelerini, emrediyor. Böyle inanmaya, Ehl-i sünnet denir. Bütün Müslümanların, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi inanmaları gerekir. Sonradan çıkan bid’at fırkalarının inanışlarının bozuk olduğunu bildiren muteber kitaplar çoktur. Amelde mezheplerin bir olmayıp, çok olmasının, lüzumlu, faydalı olduğu, akıl ile de kolay anlaşılmaktadır. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği gibi, sıcak çölde yaşayanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutuplara yakın yerlerde yaşayanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Dağda yaşayanlara, bir mezhep kolay iken denizcilere, bu mezhep güç oluyor. Bir hastaya bir mezhep kolay iken, başka hasta için, başka mezhep kolay oluyor. Tarlada çalışanlarla, fabrikada çalışanlar için de, bu ayrılış görülmektedir. Herkes, kendine daha kolay gelen mezhebi seçip, taklit ediyor veya bu mezhebe tamamen geçiyor. Bid’at fırkalarının istedikleri gibi, tek bir mezhep olsaydı ve herkes tek bir mezhebe uymaya zorlansaydı, bu hâl çok güç, hatta imkansız olurdu. Resulullah efendimizin rahmet olarak bildirdiği, dört hak mezhepten birine uymak gerekir. Kurtuluş fırkası Sual: Piyasada çeşitli Müslüman gruplar var. Bunlardan sadece birisi doğru deniyor. O zaman, dört mezhebin dördü nasıl hak olabilir? Bu konuda bir hadis var mıdır? CEVAP 20 www.dinimizislam.com Bu ümmetin çeşitli gruplara ayrılacağı, birisi hariç, diğerlerinin bid’at fırkası olacağı, onların da Cehenneme gideceği Resulullah efendimiz tarafından bildirildi. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (İsrail oğulları 72 fırkaya ayrıldı. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Onlardan bir fırkanın dışında, hepsi cehenneme gidecektir. Kurtulan fırka, benim ve eshabımın yolu üzerine olanlardır.) [Tirmizi, Darimi] Dikkat edilirse, sadece (Benim yolumdan giden kurtulur) denmiyor, (Eshabımın yolundan giden de kurtulur) buyuruluyor. Eshabının ictihadları farklı idi. Onun için amelde mezheplere ayrılmanın mahzuru olmaz, hatta rahmet olduğu hadis-i şerifle de bildirilmiştir. Yukarıdaki hadis-i şerifte bildirilen fırka, itikad yönüyle doğru olan fırka demektir. Hakiki âlimler bu hadis-i şerifteki kurtuluş fırkasının ehl-i sünnet vel cemaat fırkası olduğunu bildirdiler. İtikadda ayrılık olmaz. Onun için kurtulan tek fırka deniyor. Diğerleri bid’at fırkalarıdır. Bid’at ehli ise muhakkak Cehenneme gidecektir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Sözlerin en doğrusu Allah’ın kitabı, yolların en güzeli Resulullahın yoludur. İşlerin en kötüsü ise bid’attir. Her bid’at sapıklıktır, her sapıklığın yeri de Cehennemdir.) [Buhari, Müslim. Nesai] Mezhepsizlik şu’rası Sual: Bir yabancı yazar, “Teknolojinin ilerlediği günümüzde yeni fen vasıtaları çıktı, devir değişti. Yeni olaylarla karşılaşıyoruz. Yeni ictihad gerekir. Ancak müctehid olmadığı için, İslam ülkelerinden davet edilecek kalabalık bir kuruldan, bir ictihad şu’rası kurulmalıdır. Kurul üyesi fazla olursa, hata daha az olur. Alınacak kararlarla, yeni tefsirler, yeni ictihadlar yapılmalı, farzlar azaltılmalı, kolaylıklar getirilmeli, mezhepleri taklit devri kapanmalı, İslam âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar bizi bağlamamalıdır” diyor. Dinde reform caiz mi? CEVAP Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor. Dini değiştirip yıkmak isteyen reformcuların kuracakları şu’radakiler, ya imam-ı a'zam hazretleri gibi birer müctehiddir veya değildir. Eğer müctehid iseler, ictihadlarını birleştiremezler. Mesela imam-ı a'zam hazretlerinin üç talebesi müctehid oldukları ve hocalarından farklı ictihadda bulundukları halde, hocalarının ictihadının yanlış olduğunu söylemediler. Çünkü ictihad, ictihadla nakzedilmez, yani hükmü ortadan kaldırılmaz. En mühimi de farklı ictihadların rahmet olmasıdır. Hadis-i şerifte, (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruluyor. (Beyheki) 21 www.dinimizislam.com Bu rahmeti ortadan kaldırmak caiz olmaz. Reformcuların kuracakları şu’rada, 5 reformcu, guslün farzının iki, yedi reformcu da dört olduğuna karar verse, 5 müctehid, 7 müctehidin kararına uymaya mecbur mu edilecektir? Halbuki, her müctehid kendi ictihadı ile hareket eder. Başka müctehide uyması caiz değildir. Sonra gusül ile namaz ile fen vasıtalarının ilerlemesinin ne alakası olur? Zamanla farzlar, sünnetler değişmez. Efal-i mükellefini değiştirmeye kalkmak düpedüz dini yıkmaktır. Önce, ictihad edebilmek için ictihad edilecek konu olması gerekir. İctihad, dini konularda olur. Dinde yeni bir şeye ihtiyaç yok ki ictihad düşünülsün. Teknolojinin ilerlemesi dinde değişikliği gerektirmez. Namazın yeni bir kılınış şekli, orucun yeni bir tutuluş şekli olmaz. İctihad edecek âlim olmayınca kimler ictihad edecek? Davet edilecek din görevlisi sayısının fazla olması neyi halleder? Yani kemiyetin çok olması keyfiyete tesir etmez. İnşaata taş taşınmıyor ki, (Çok kişi olursa, çok taş taşınır) diye düşünülsün. Reform şu’rası, ittifakla namaz vakitlerini, rekat sayılarını azaltsa veya çoğaltsa, zekât 1/40 iken 1/100 veya 1/20 yapsalar, yaptıkları bu reform, dine hizmet mi olur, yoksa dini yıkmak mı olur? Şu’radaki reformcular, müctehid değilse, o zaman alacakları kararların ne kıymeti olur? Her iki halde de yapacakları iş, dini değiştirmekten başka bir şey değildir. Şu’ra sözünü ağzına alanların cahil değilse, maksatlı olduğu apaçık meydandadır. M. Hadimi hazretleri buyurdu ki: (Edille-i şeriyyenin 4 olması, müctehidler içindir. Mukallidler, yani dört mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür. Çünkü, mukallidler, nasstan [âyet ve hadisten] hüküm çıkaramaz. Bunun için, bir mezhebin bir hükmü, nassa uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü Nass, ictihad isteyebilir, tevili gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar.) [Berika s.94] M.Şevket Eygi, Milli Gazetedeki yazısının ilk iki paragrafında diyor ki: (Bir ilahiyat profesörü çıkıyor, Ehl-i Sünnet Müslümanlığına savaş açıp, "Kur'an Müslümanlığı" safsatası altında masonik bir hümanizmanın propagandasını yapıyor. Bir başka reformcu, "Allah göktedir" diyen aşırı bir adamın mezhebini ülkemizde yaymak istiyor. Bir ötekisi, imanın şartlarını altıdan beşe indiren ve Amentü formülünden kadere iman maddesini kaldıran Pakistanlı bir yazarın metodunun Türkiye’yi kurtaracağını iddia ediyor. Velhasıl ortalıkta bir sürü yamuk, bozuk, çarpık inanç görüş dolaşıyor. Peki bu hatalı inanış ve kanaatleri yayanlar kimlerdir? Bunlar kendilerine İslamcı diyorlar ama peşlerinden gittikleri adamlar genellikle 19. ve 20. asırda zuhur etmiş on kadar malum ve mahut şahıstır. Halbuki İslam dünyasında, bahusus Ehl-i Sünnet dairesi içinde binlerce büyük din âlimi, fakih, mürşid, allame, imam, rehber yetişmiştir. Bizim reformcuların 22 www.dinimizislam.com hiçbiri Gazali’nin, Süyuti’nin, Şarani’nin, Birgivi’nin, Ebülleys’in, Ebussuud’un, Fahreddin Razi’nin, Cüveyni’nin, İmam-ı Rabbani’nin eserlerinden bahsetmez. Onlar ehl-i sünnet imamlarıdır. Bizimkiler ise selefi, mezhepsiz, Necdi, telfîkçi, reformcu, aktivist birkaç kişinin peşine takılmıştır.) Not: M.Şevket Eygi’nin kaderi inkâr eden Pakistanlı yazar dediği kimse, Mevdudi’dir. Necdi dediği de vehhabidir. Allah gökte diyenler de vehhabilerdir. Geri kalışımızın sebepleri Yabancı yazar, müslümanların geri kalışını ictihada bağlayıp, (Fukaha, ictihad kapısının kapatılmasında ve bundan böyle dört mezheple iktifa edilmesinde ittifak etmiştir. Bunun neticesinde İslam düşüncesi duraklamış, hukukta ve diğer İslami ilimlerde taklit ve saplantının yayılmasına sebep olmuştur) diyor. İctihad kapısını kimse kapatmamıştır. Ehli olmadığı için kendiliğinden kapanmıştır. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın açmaya da yetkisi olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası yoktur. Milyonlarca insan ehil olup olmadığına bakmadan, kitap yazıyor, ictihad yapıyor. Madem ictihad yüzünden geri kaldık. Şimdi herkes ictihad yaptığı halde niçin ilerlemiyoruz? Mason Abduh ve onun Reşit Rıza ve Meragi gibi çömezleri, mezheplere saldırıp, (mezhepler birleştirilmeli) diyerek rahmeti kaldırmaya çalışmışlardır. İngiliz casusu Hempher de aynı yolda hareket ederek Necdiliği kurdurmuştur. Aynı art niyetli kimseler, (Herkes ictihad etmeli) diyerek ehli olmayan kimselerin de ictihada yeltenmelerine sebep olmuşlardır. Hadis-i şerifte, (Her asır, bir öncekinden daha kötü olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan sonraki asırlarda birinci asırdaki gibi büyük âlimler yetişmedi. Yetişmesi de çok zordur. Bu zoru başarabilen az da olsa çıkarsa, buna kimse bir şey demez. Müctehide ihtiyaç yok Hicri 4. asırdan sonra mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi. Mutlak müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan hükümlerin hepsini bildirdi. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladı. Sonra gelen âlimler, bu ahkamın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceğini tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirdi. Müceddid denilen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur. İctihad kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine zıt gibi görünen hadis-i şerifleri görünce ne yapacaktır? Mesela imam arkasında Fatihanın okunacağına dair de, okunmayacağına dair de hadis var. İcazetsiz bir kimse, bunları okuyunca ya Peygambere suizan edecek, yahut hadis âlimine iftira edecektir. Ehli olmayanların hüküm çıkarmak niyetiyle hadis okuması, elbette doğru olmaz. 23 www.dinimizislam.com Dünya işlerinde bile işinin ehli olmayan bir kimse, yaptığı şeyi başaramaz. Mesela, (Ehliyeti olan şoför olmalıdır) demek yanlış mıdır? (Herkes araba kullansın) demek doğru olur mu? (Herkes göz ameliyatı yapmalıdır) demek ne kadar saçmalıktır. (Herkes hadis kitabı okumalı, hadisten hüküm çıkarmalı, Kur'an meali okuyup ondan hüküm çıkarmalı) demek daha tehlikelidir. Araba kullanmasını bilmeyen, bir kaza yapabilir ve canından olabilir. Fakat hadisi, Kur’anı anlamayan kimse, bunlarla amel edeceğim derken dininden olur. Her işi ehline bırakmak kadar tâbii ne olabilir? Biz, (İş ehline verilmeli) diyoruz. O, (hayır herkes hadis okumalı, herkes meal okumalı, anladığı gibi amel etmelidir) demek istiyor. Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim olmasını, müctehid olmasını istemek, akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid olmanın birçok şartları vardır. Bunlardan biri de ilahi mevhibeye sahip olmak yani evliya olması da gerekir. Fakat her evliya da müctehid değildir. İctihad, ayağa düşürülmemelidir. İbadette değişiklik, sünnet ve bid’at Sual: Allah’a daha iyi kulluk etmek için ibadetleri değiştirmek uygun olur mu? CEVAP Allahü teâlâ, kullarını kendisine ibadet etmek için yarattı. İbadet, züll ve zillet demektir. Yani, insanın Rabbine, mabuduna, hakir olduğunu, âciz, muhtaç olduğunu göstermesidir. Bu da, her aklın ve âdetlerin güzel ve çirkin dediklerine uymayıp, Rabbin güzel ve çirkin dediklerine teslim olmak ve Rabbin gönderdiği Kitaba ve Peygambere inanmak ve bunlara tâbi olmak demektir. Bir insan, bir işi, Rabbinin izin verdiğini düşünmeden, kendi görüşü ile yaparsa, Ona kulluk yapmamış, Müslümanlığın icabını yerine getirmemiş olur. Bu iş, itikadda, inanmakta ise ve inanılması gerektiği sözbirliği ile bildirilmiş olan şeylerden ise, bu inanışı küfre sebep olan bid’at olur. Gayri müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri müslümanların yapması caiz olmaz. Mesela papazlar, ibadet niyetiyle bellerine zünnar kuşanırlar, boyunlarına haç takarlar. Müslümanların, böyle yapmaları caiz olmaz. Bid’at, itikadda olmayıp da, amele ait işte kalırsa, fısk, büyük günah olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dinde olmayan bir şey meydana çıkarılırsa, o şey reddedilir.) [Buhari] Âdetlerde yenilik olur Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, dinden olmayan bir itikad, bir söz, bir iş, bir hâl ortaya çıkarılır ve bunun din ve ibadet olduğuna inanılırsa, yahut İslamiyet’in bildirmiş olduklarında bir ziyadelik veya noksanlık yapılırsa ve bunu yapmakta sevap beklenirse, bu yenilikler, değişiklikler, bid’at olur. İslamiyet’e uyulmamış, ona iman edilmemiş olur. 24 www.dinimizislam.com İbadette olmayıp, âdette olan yenilikler, yani yapılırken sevap beklenilmeyen değişiklikler bid’at olmaz. Mesela, yemekte, içmekte, binme ve taşıma vasıtalarında yapılan yenilikleri, değişiklikleri dinimiz reddetmez. Bunun için, masada, ayrı tabaklarda, çatal kaşık ile yemek, otomobile, uçağa binmek, her çeşit bina, ev ve mutfak eşyası kullanmak ve bütün fen ile ilgili bilgi ve aletler dinde bid’at değildir. Bunları yapmak ve faydalı yerlerde kullanmak günah değildir. Bid’at, selefi salihin zamanında olmayıp, sonradan ortaya çıkarılan her şeye denir. Âdet ve ibadetlerde yapılan değişiklikler bid’attir. Bid’atin ıstılah manası ise şöyledir: Resulullah efendimizin ve Onun dört halifesinin zamanlarında dinde bulunmayan bir inanışı, bir işi, bir sözü veya ahlakı, sonradan ortaya çıkarmak, sonradan ortaya çıkan böyle bir bozukluğu yaymak ve bundan sevap beklemek, yasak edilen bid’at olur. Âdet, sevap beklenilmeden, dünya menfaati için yapılan şeylerdir. Yiyip içmekte, giyinmekte, ev yapmakta, bineklerde zamanla değişen âdetler, bir ibadeti bozmadıkça veya dinin yasak ettiği bir şeyi işletmedikçe yasak edilen bid’at olmaz. Mesela çatal-kaşık günah olan bid’at değildir. Eğer bir âdet, ibadeti bozuyorsa veya dinin yasak ettiği bir şey ise, bunu işlemek haram olur. İbadetlere bid’at karıştırmak büyük günahtır. Bid’atin büyük zararı Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Her bid’at dalalettir ve her dalalet ehli de ateştedir.) [İ.Asakir] (Bid’at ehlinin namazı, orucu, sadakası, haccı, umresi, cihadı, farzı, nafilesi kabul olmaz, yağdan kılın kolayca çıktığı gibi İslamiyet’ten çıkması, kolay olur.) [İ.Mace] (Bid’at ehlinin tevbesi, bid’ati bırakana kadar kabul olmaz.) [Taberani] Tevbesi kabul olmaz demek, bid’at ehli, bid’atinden sevap beklediği, iyi bir iş yaptığını sandığı için tevbe etmeyi düşünmez. Bu bid’atten vazgeçmediği için de ibadeti kabul olmaz, demektir. Âlimler, bid’ati, bid’ati hasene ve bid’ati seyyie diye ikiye ayırmışlar, okul, kitap gibi sonradan yapılan şeylere (bid’ati hasene) demişlerdir. Hadika’da, (Böyle bir bid’at, bir ibadetin yapılmasına yardımcı olduğu için, dinimiz buna izin vermiştir) buyuruluyor. İmam-ı Rabbani hazretleri ise, dinin izin verdiği böyle faydalı şeylere bid’at denmemesini, bid’at kelimesinin bunlara bulaştırılmamasını ve bunlara sünneti hasene, yani iyi iş denmesini istemektedir. Sünnet, burada yol, iş demektir. Yolun, işin iyisi de, kötüsü de olur. Müslim’deki hadis-i şerifte, sünneti hasene [iyi çığır] açanlar övülmekte, sünneti seyyie [kötü çığır] açanlar ise kötülenmektedir. Yobaz ne demektir? Yobaz kelimesi, kaba, cahil, bozuk ve sapık düşüncelerini ve siyasi kanaatlerini din bilgisi olarak ileri süren kimse demektir. Bozuk düşüncesini, 25 www.dinimizislam.com yanlış kanaatini kabul ettirmek için, din bilgilerini yanlış söyler. Bunlardan bazısı, taşıdığı etiketten, sığındığı kanun maddelerinden, çoğu da müslümanların imanlarını istismar etmekten güç alır. Büyük halk kitlelerini arkasına takarak bölücülüğe, kardeş kavgasına sebep olur. Yobazların en zararlısı ve en tehlikelisi, mal, para, makam elde etmek için yabancı ideolojilerin, dinde reformcuların ve mezhepsizlerin propagandalarını yaparak, milletin imanını, ahlakını bozan, satılmış, din ve fen ve siyaset yobazlarıdır. Yobazları üçe ayırabiliriz: 1- Din ve dünya bilgilerinden mahrum olan, fakat kendini ilim adamı sanan cahil yobazlardır. Bunlar, bölücülük yaptıkları gibi, din düşmanlarına çabuk aldanıp, zararlı yollara kolayca sürüklenebilir. Osmanlı tarihini kana boyayan Patrona Halil, Kabakçı Mustafa, mehdi olduğunu iddia eden Celali gibi kimseler bu kısım yobazlardandır. 2- Kötü din adamları olan din yobazlarıdır. İlimleri biraz varsa da, sinsi maksatlarına, mala, mevkiye kavuşmak için, bilmediklerini veya bildiklerinin tersini söylerler ve yaparlar. İslamiyet’in dışına çıkarlar. Kötülükte, dini yıkmakta, cahillere örnek olur, rehberlik ederler. İslam dininde büyük yaralar açan İbni Sebe, Ebu Müslim Horasani, Hasan Sabbah ve Samavne kadısı oğlu Şeyh Bedreddin, Osmanlı padişahlarının şehit edilmelerine fetva veren din adamları, vehhabilik fitnesini ortaya çıkaran Necdli Abdülvehhab oğlu ve Mısır’daki mason locası başkanı Efgani ve Kahire müftüsü mason Abduh ile çömezi Reşid Rıza ve Hindistan’da İngilizlerin, İslamiyet’e hücumlarına vasıta olan Ahmed Kadıyani ve benzerleri, yeni türeyen reformcular ve mezhepsizler hep bu kısımdaki yobazlardandır. Bunlar, müslümanların din duygularını, imanlarını sömürerek, dinimizi içerden yıkmaya çalışmışlardır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Dünyalık peşinde olan din adamlarının sözlerini dinlemek, kitaplarını okumak zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din adamlarının zararları bulaşıcıdır. Cemiyetleri bozar, milletleri parçalar. Geçmişte İslam devletlerinin başlarına gelen felaketlere hep kötü din adamları sebep oldu. Devlet adamlarını doğru yoldan bunlar saptırdı. Peygamberimiz, (Müslümanlar 73 fırkaya bölünecek. Bunların 72 si Cehenneme gidecek, yalnız bir fırkası Cehennemden kurtulacak) buyurdu. Doğru yoldan ayrılan bu 72 sapık fırkanın reisleri, hep kötü din adamları idi.) [m.47] 3- Üniversite diplomalı, fen adamı olarak ortaya çıkan fen yobazlarıdır. Fen yobazları, gençlerin imanlarını bozmak, bunları dinden, İslamiyet’ten ayırmak için, uydurdukları şeyleri fen bilgisi, tıb bilgisi, ilericilik olarak anlatıp, "din kitapları bu bilgilere uymadığı için yanlıştır, bunların gösterdiği yolda yaşamak gericiliktir" derler. Namaz kılan, tesettüre riayet eden, içki içmeyen, kısacası Müslümanlığı yaşayan temiz müslümanlara, gerici, tutucu, irticacı, 26 www.dinimizislam.com mutaassıp gibi yaftalarla saldırırlar. Maksatları Müslümanlığı yıkmaktır. Üstelik, "biz de müslümanız" derler. Din yobazları din bilgilerini değiştirdikleri gibi, fen yobazları, fen bilgilerini değiştirerek İslamiyet’e saldırırlar. İslamiyet’i iyi bilen ve üniversitede iyi yetişmiş olan akıllı bir kimse, bunların sözlerinin ilme, fenne uymadığını, fen ve din cahili olduklarını hemen anlar ise de, bazı gençler, talebeler, bunların etiketlerine aldanarak, yalanlarına inanır, felakete sürüklenirler. Bu yobazlar iyi bilinmelidir! Ehl-i kıble ve ehl-i sünnet olmak için Sual: Günah işleyen müslümanlara kâfir denir mi, onlara lanet edilir mi? CEVAP Günah işleyen müslümana kâfir denmez. Çünkü Ehl-i sünnete göre, bir insan günah işlemekle kâfir olmaz. Bazı bid'at fırkaları, günah işleyene, kendileri gibi düşünmeyen müslümanlara kâfir demek sapıklığında bulunmuşlardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Mümine kâfir diyenin, kendisi kâfir olur.) [Buhari] Müslümanım diyen, kelime-i şehadet söyleyen kimseye kâfir denmez. Bir savaşta, kelime-i şehadet getiren birisini öldüren kimseye, Resulullah efendimiz, (Kelime-i şehadet söyleyen kimseyi niçin öldürdün?) buyurdu. O da, dili ile söylüyordu ama kalbi ile inkâr ediyordu dedi. (Kalbini yarıp da baktın mı?) diyerek onu tekdir buyurdu. Onun için mümine kâfir demekten, ona lanet etmekten sakınmalıdır! Lanet, sahibine döner. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kul, lanet ettiği zaman, lanet edilen buna müstahak değilse, kendine döner.) [Beyheki] Sual: Ehl-i kıbleye kâfir denmiyor. 72 sapık fırkanın hepsi de ehl-i kıbledir yani namaz kılıyor. Bunlara kâfir diyenin kendisi kâfir olmaz mı? CEVAP Evet ehl-i kıbleye kâfir denmez ama ehl-i kıble nedir? Ehl-i kıble namaz kılan kimse demek değildir. Kısaca izah edelim: 1- İmam-ı a’zam ve imam-ı Şafii, Ehl-i kıble olana kâfir denilmez buyurdu. Bu söz, Ehl-i kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz demektir. 72 fırka, Ehl-i kıbledir. İctihad yapılması caiz olan açıkça anlaşılamayan delillerin tevillerinde yanıldıkları için, bunlara kâfir denilmez. Fakat, zaruri olan ve tevatür ile bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz olmadığı için, böyle bilgilere inanmayan, sözbirliği ile kâfir olur. Çünkü, bunlara inanmayan, Resulullaha inanmamış olur. İman demek, Resulullahın Allahü teâlâ tarafından getirdiği, zaruri olarak bilinen bilgilere inanmak demektir. Bu bilgilerden birine bile inanmamak küfür olur. (Milel-nihal tercümesi) 27 www.dinimizislam.com 2- 72 bid'at fırkası, namaz kıldığı ve her ibadeti yaptığı halde, bir kısmı mülhid olmuştur. Dinde sözbirliği ile bildirilen bir inanışı veya bir işi inkâr eden, kâfir ve mürted olacağı için, la ilahe illallah dese ve her ibadeti yapsa ve her günahtan da sakınsa bile, artık buna ehl-i kıble denmez. (Hadika) 3- Zaruri din bilgilerinden veya iman edilecek şeylerden birine bile inanmayan, La ilahe illallah Muhammedün resulullah dese de, kâfir olur. (Redd-ül-muhtar) 4- Ehl-i sünnet olanların bir kısmı Cehenneme girmez. Bunlardan yalnız kötü iş yapanlar Cehenneme girer. 72 bid'at fırkası, Ehl-i kıble olduğu için, bunlara kâfir denmez. Fakat bunların, dinde inanması zaruri olan şeylere inanmayanları kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani 2/67, 3/38) 5- Meşhur bir farzı inkâr eden kimse, namaz kılsa da kâfir olur. (Berika) 6- Her namaz kılana ehl-i kıble denmez. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Yalan söyleyen, sözünde durmayan ve emanete hıyanet eden, Müslüman olduğunu söylese, namaz kılsa, oruç tutsa da münafıktır.) [Buhari] 7- İmanın 6 şartından birine inanmayan, namaz kılsa da kâfirdir. (Eşiat-ül-lemeat) (Haramlardan kaçıp, ihlasla, la ilahe illallah diyen Cennete girer) hadis-i şerifindeki İhlasla ifadesi için Resulullah efendimiz, (Söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır) buyurdu. (Taberani) Haramlardan kaçmayanın imanını koruması zorlaşır. Eğer imanını koruyamamışsa sonsuz Cehennemde kalır. Sual: “Günde beş defa Kâbe’ye yönelip, tehiyyatta kelime-i şehadeti söyleyen, küfre düşüp küfrüne tevbe etmese de, küfrü üzerinde sabit kalmaz” diyenler çıkıyor. Bu yanlış değil mi? CEVAP Bu söz ehl-i sünnet itikadına aykırıdır. İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki: Tevbe için yalnız kelime-i şehadet söylemek kâfi değildir, küfre sebep olan şeyden de tevbe etmesi gerekir. O şeyden tevbe etmezse, namaz kılsa da kâfirdir. Ehl-i sünnet olmak için Sual: Türkiye’de ve dünyada çeşitli gruplar var. Hemen her grup (Sadece ehl-i sünnet olan biziz) diyor. Grupların Ehl-i sünnet olup olmadıkları nasıl bilinir? CEVAP Bilinmesi çok kolaydır. Çünkü Ehl-i sünnet itikadı bellidir. Bunlara inanan Ehl-i sünnettir, inanmayan bid’at ehli veya kâfir olur. Ehl-i sünnet itikadından önemli olanlardan bazıları şunlardır: 28 www.dinimizislam.com 1- Amentü’deki altı esasa inanmak. [Hayrın, şerrin ve her şeyin Allah’tan olduğuna inanmak. İnsanda irade-i cüziye vardır. İşlediği günahlardan mesuldür.] 2- Amel, imandan parça değildir. Yani ibadet etmeyen veya günah işleyen mümine kâfir denmez. [Vehhabiler, (amel imanın parçasıdır, namaz kılmayan ve haram işleyen kâfirdir) derler.] 3- İman artıp eksilmez. [Parlaklığı artıp eksilir.] 4- Kur’an-ı kerim mahlûk [yaratık] değildir. 5- Allah mekândan münezzehtir. [Vehhabiler, (Allah gökte veya Arşta) derler. Bu küfürdür.] 6- Ehl-i kıble tekfir edilmez. [Vehhabiler, kendilerinden başka herkese kâfir derler.] 7- Kabir suali ve kabir azabı haktır. 8- Gaybı yalnız Allah bilir, dilerse enbiya ve evliyasına da bildirir. 9- Evliyanın kerameti haktır. 10- Eshab-ı kiramın hepsi cennetliktir. [Rafiziler, (Beşi hariç sahabenin tamamı kâfirdir) derler. Halbuki Kur’anda, tamamı cennetlik deniyor.] (Hadid 10) 11- Ebu Bekr-i Sıddık, eshab-ı kiramın en üstünüdür. 12- Mirac, ruh ve bedenle birlikte olmuştur. 13- Öldürülen, intihar eden eceli ile ölmüştür. 14- Peygamberler günah işlemez. 15- Bugün için dört hak mezhepten birinde olmak. 16- Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. [Vehhabiler, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Şit’in, Hazret-i İdris’in peygamber olduğunu inkâr ederler. İlk peygamber Hazret-i Nuh derler. Önderlerine resul [Peygamber] diyen bazı gruplar da, (Nebi gelmez, ama resul gelir) derler. Bunun için de Resulüm diyen zındıklar türemiştir.] 17- Şefaate, sırata, hesaba ve mizana inanmak. 18- Ruh ölmez. Kâfir ve Müslüman ölülerin ruhları işitir. 19- Kabir ziyareti caizdir. İstigase, yani Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip, onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek caizdir. [Vehhabiler ise buna şirk derler. Bu yüzden Sünnilere ve Şiilere müşrik, yani kâfir derler.] 20- Kıyamet alametlerinden olan Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın gökten ineceğine, güneşin batıdan doğacağına ve bildirilen diğer kıyamet alametlerine inanmak. İmam-ı a’zam hazretleri (Kıyamet alametlerine tevilsiz inanmalı) buyuruyor. Bir hadis-i şerif meali: (Güneş batıdan doğmadıkça, Kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman eder, ama iman artık fayda vermez.) [Buhari, Müslim] 29 www.dinimizislam.com Güneşin batıdan doğmasını, (Avrupa Müslüman olacak) diye tevil etmek, imam-ı a’zamın sözüne aykırıdır. Hiçbir İslam âlimi tevil etmemiştir. Hâşâ Resulullah, bilmece gibi mi söz söylüyor? Böyle tevil etmek, (elma dersem çık, armut dersem çıkma) demeye benzer. Nitekim (Salat, duadır, namaz diye bir şey yok) diyenler çıkmıştır. O zaman ortada din diye bir şey kalmaz. Bir de Avrupa Müslüman olunca, iman niye fayda vermesin? Güneşin batıdan doğması, ilmen de mümkündür. Dinsizler itiraz eder diye zoraki tevile gitmek gerekmez. Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarır, başka yörüngeye koyar. Dönüşü değişince, güneş batıdan doğmuş olur. 21- Ahirette Allahü teâlâ görülecektir. 22- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalır ve azapları hafiflemez, hatta gittikçe artar. 23- Mest üzerine mesh caizdir. 24- Sultana isyan caiz değildir. (Bu bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mek. Rabbani, F. Fevaid’den alınmıştır.) Ehl-i sünnet vel cemaat Sual: Doğru olan, sadece Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası mıdır? CEVAP Evet, sadece Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan 72’si, Cehenneme gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Cehennemden kurtulacak olan tek fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi, İbni Mace] Ehl-i sünnet vel cemaat, sünnet ve cemaat ehli demektir. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizin cemaatidir. Sünnet de, Peygamber efendimizin yolu demektir. Demek ki, (Ben, sadece Kur’ana ve sünnete yapışırım) demek yetmiyor. Eshab-ı kiramı sevmek ve onların yolunda olmak da şarttır. Peygamber efendimiz, (Sadece benim yolumdan gidenler cennetliktir) demedi. (Benim ve Eshabımın yolunda gidenler) buyurdu. Bu çok önemli bir inceliktir. Eshab-ı kiramın tamamını sevmek, sadece Ehl-i sünnet fırkasına nasip olmuştur. Şu halde, doğru yolda olmanın ölçüsü, Resulullahın ve Eshabının yolunda olmaktır. Her grup, ben Ehl-i sünnetim diyebilir. Bunu öğrenmenin, yolu da vardır. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. İki âyet-i kerime meali: (Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.) [Ankebut 69] (Allah, kendisine yöneleni doğru yola iletir.) [Şûra 13] 30 www.dinimizislam.com O halde, Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, (Biz kesin doğru yoldayız) desek de, yine, (Ya Rabbi, kimler doğru yolda ise, senin rızan kimlerle ise, bana onları sevmeyi, onlarla beraber olmayı nasip eyle) diye dua etmelidir. Eğer doğru yolda isek, duanın bir zararı olmaz. Yanlış yolda isek, ihlasla yaptığımız dua sebebiyle doğruya kavuşmuş oluruz. Herkes böyle dua etmelidir. Hâşâ Allahü teâlâ, beni yanlış yola sokar sanmamalıdır. 73 fırka hadisi Sual: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, biri Cennete, doğru yoldan ayrılan 72’si ise Cehenneme gidecek) hadis-i şerifi için, (Bu, istismara çok açık bir sözdür. Buna göre, her fırka kendisinin kurtulan fırka olduğunu iddia eder) deniyor. Böyle söylemek uygun mu? CEVAP Hadis-i şerif için öyle söylemek çok çirkindir. Herkes zaten kendi fırkasının kurtulan fırka olduğunu iddia etmese o fırkada bulunmaz. Aynı manada âyet-i kerime de vardır: (Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir.) [Müminun 53, Rum 32] Yukarıdaki hadis-i şerifin devamında, (Kurtuluş fırkasında olanlar, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır) buyurulmuştur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, elbette Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (1/80) Rehbere ihtiyaç Sual: Bir insanın, Kur’an, hadis okuyarak veya rastgele kitap okuyarak hidayete kavuşması, doğru yolu bulması, imanını kurtarması mümkün değil midir? İlla dört hak mezhepten birini iyi bilen bir âlime mi bağlanması gerekir? CEVAP Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri yanlış anladıklarından dolayı 72 sapık mezhep çıkmış, çokları da küfre girmiştir. Âyet ve hadis bir deryadır. Yüzme bilmeyen kimseyi okyanusun ortasına atsalar, anında boğulur. Yüzmeyi iyi bilenin de, çok uzaktaki sahile yüzerek çıkması çok zordur. Çok geçmeden yorulur, yüzemez. Balıklara, deniz hayvanlarına yem olur. Denize düşen bir kere ölür. Kur’andan, din öğrenmeye kalkan ise, sonsuz ölüme mahkûm olur. Bugün herkesin dört mezhepten birine uyması şarttır. Bu da yetmez, çünkü piyasada binlerce farklı kitap var. Bunları okuyanın kafası karışır, hangisinin doğru olduğunu anlayamaz. Mezhebinin hükmünü iyi bilen bir âlime veya onun kitaplarına tâbi olması, bir Allah adamını tanıması lazımdır. Allah adamını tanıyanlarla görüşmesi, kötü insanlardan uzak durması gerekir. Ancak Allahü 31 www.dinimizislam.com teâlânın sevgili kullarına kavuşan, imanını kurtarır. Çünkü bu büyükler, karanlık gecede parlayan dolunay gibidir. Bir insanın gözü çok sağlam olsa da, ışık olmadıkça karanlıkta göremez. Allah adamları, karanlıkta aydınlatan ışık kaynaklarıdır. Her biri gökteki yıldızlar gibidir. Kendileri veya talebeleri bulunmazsa, böyle büyük bir zatın kitaplarını esas almak lazımdır. Doğru yolda olmanın şartları Sual: Çeşitli cemaatler, birbirlerinden farklı şeyler söylüyorlar, birinin helal dediğine diğeri haram diyor, birinin sünnet dediğine diğeri bid'at diyor. Hangi cemaat daha uygundur? CEVAP Hadis-i şeriflerde, Ehl-i sünnet vel cemaat itikadında olmak ve salihleri sevip onlarla beraber olmaya çalışmak, onlardan ayrılmamak emrediliyor. Doğru yolda olmanın şartları vardır. Bunların bazılarını maddeler halinde bildirelim: 1- Tek hak din İslamiyet’tir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] 2- Hubb-i fillah ve buğd-i fillah üzere olmalı. Üç hadis-i şerif meali: (İnsan, dünyada kimi seviyorsa, ahirette onun yanında olacaktır.) [Buhari] (İmanın temeli, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir.) [Ebu Davud] (Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiçbir ibadetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!) [Ey Oğul İlm.] 3- Ehl-i sünnet vel cemaate uygun itikad etmeli. Bir hadis-i şerif meali: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın gittiği yolda gidenlerdir.) [Tirmizi, İbni Mace] İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: (İtikad edilecek [inanılacak] şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyamette Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. İtikad doğru olup da amelde [ibadetleri yapmakta, haramlardan kaçmakta] gevşeklik olursa, tevbeyle ve belki tevbesiz de affedilebilir. Cehenneme girse de, sonunda yine kurtulur. İşin aslı, temeli itikadı düzeltmektir.) [1/193] 4- Sünnetlere uyup, bid’atlerden uzak durmalı: 32 www.dinimizislam.com Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Bazıları, yapacakları değişikliklerle, dini düzelteceklerini, olgunlaştıracaklarını zannediyorlar. Ortaya bid’atler çıkarıyorlar. Bid’atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki, din noksan değildir. Bir âyet-i kerime meali: (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum.) [Maide 3] Dini noksan sanıp, tamamlamaya çalışmak, bu âyete inanmamak olur. (1/260) 5- Dört hak mezhepten birisinde bulunmalı. Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: Bugün her müslümanın dört mezhepten birinde bulunması şarttır. Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. (Dürr-ü Muhtar haşiyesi) Muhammed Hadimi hazretleri buyurdu ki: Edille-i şeriyyenin dört olması, müctehidler içindir. Mukallidler, yani dört mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür. (Berika) 6- Dinde nakli esas almalı. İslam âlimleri buyuruyor ki: Fıkıh kitaplarına uymayan bilgiler yanlıştır. Bunlara bağlanmak caiz değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i kerime veya hadis-i şerif okuyup da, bunlara kendi kafasına, kendi görüşüne göre mana verenlere İslam âlimi denmez. Ne kadar yaldızlı, parlak söyleseler ve yazsalar da, hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına ve bunların yazdığı fıkıh kitaplarına uymayan sözleri ve yazıları Allahü teâlâ beğenmez. İlham ve şahsi görüş, kesinlikle delil olmaz. Dinde nakil esastır. Hazret-i Ali buyuruyor ki: (Din, akıl ve görüş ile olsaydı, mestin üstünü değil, altını meshederdim.) [Ebu Davud] Netice: Şahıslar, kitaplar, cemaatler, gruplar için, bizim iyi veya kötü dememiz ölçü olmaz. Yani biz iyi deyince iyi olmazlar, biz kötü deyince de kötü olmazlar. Şahıs ismi, kitap ismi, grup ismi önemli değil. Binlerce âlim ve kitap var. Elimizde ölçü olursa rahat ederiz, kendimiz anlarız. Ölçüyü İmam-ı Rabbani hazretleri veriyor: (Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an ve sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının doğru olduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşüyle, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Ehl-i sünnet 33 www.dinimizislam.com âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayan yanlıştır.) [1/ 286] Demek ki doğru olmanın ölçüsü, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uymasıdır. Yine Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalıdır. Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah asla verdiği sözden dönmez.) [Zümer 20] Şu anda çeşitli gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten çekinmemeleri gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. Belki yanlış yolda olabilirim diye düşünerek, (Yâ Rabbi kimler doğru yolda ise, senin rızan kimlerleyse, bana onları sevmeyi, onlarla beraber olmayı nasip eyle) diye dua etmelidir. Eğer doğru yolda ise, duanın bir zararı olmaz. Yanlış yolda ise doğruya kavuşmuş, kurtulmuş olur. Böyle dua etmekten çekinmemelidir. Doğruyu bulmak Sual: Bir arkadaş, (Ben de Ehl-i sünnet kitaplarını okuyorum, sen yanlış anlıyorsun) diyerek birkaç konuda farklı şeyler söyledi. Hangimizin doğru anladığını nasıl tespit ederiz? CEVAP Okuduğu kitabı doğru anlamak önemlidir. Allahü teâlâ, dinini doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Herkes, (Ya Rabbi! Dinimi doğru olarak öğrenmek istiyorum. Razı olduğun, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup, doğru olarak anlamayı nasip eyle!) diye ihlâsla dua etmeli, Allahü teâlânın sözüne güvenmelidir. Cenab-ı Hak ona muhakkak doğru yolu gösterir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.) [Ankebut 69] Yanlış bilgi edinmek Sual: Dini bilgiler öğrenmek için, herkes farklı kişilere soruyor. Yahut rastgele kitaplardan bilgi alıyorlar. Öğrendikleri yer yanlış bilgi veriyorsa, öğrenenler de sorumlu olur mu? Suç, cevap verenin veya kitabın olmaz mı? CEVAP Suç, cevap verenin veya kitabın olsa da, yanlış bilgi öğrenen sorumluluktan kurtulamaz. Bir de, ihtiyata riayet etmek gerekir. Bir iş için, nakli esas alan kitabın biri haram, öteki de helal diyorsa, haram olduğunda şüphe 34 www.dinimizislam.com olur, o işi yapmamak gerekir. Doğru kitaptan öğrenilirse, böyle bir şeye lüzum kalmaz. Nakli esas alsa da, yetkili, icazetli âlimlerin yazmadığı kitaplara itibar edilmez. Doğru yolu, doğru kitabı bulmak için de, dua etmek gerekir. Allahü teâlâ, dinini doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Cenab-ı Hak böyle samimiyetle yalvarana muhakkak doğru yolu gösterir. Doğru yoldayım diye inat ederek dua etmeyen de, elbette yaptıklarından sorumlu olur. Kalb dönektir Sual: İnsan, bugün iyi bildiği şeyi sonra kötü bilebiliyor, kötü bildiği şeyi başka zaman iyi bilebiliyor. Bakıyor insanların çoğunluğu bir yolu benimsiyor, çoğunluk böyle düşünüyor diye, o da aynı şeyi kabul edebiliyor. Bir yolun doğru mu, yanlış mı olduğunu nasıl anlayacağız? CEVAP Çoğunluğun doğru yolda olduğunu sanmak çok yanlıştır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (İnsanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.) [Enam 116] Çok kimse bu yolda gidiyor diye, o yolun doğru olduğu anlaşılmaz. Dünyada Müslümanlar az, dinsizler daha çoktur. Dinsizlik çok diye dinsizlik doğrudur denmez. Bir kimse, bugün iyi bildiğini yarın kötü bilebilir. Bu kalbin özelliğindendir. Kalb iyiye veya kötüye dönebilecek şekilde yaratılmıştır. Ondokuzcu kişilerin uydukları bozuk dinin, Reşat Halife’den sonraki liderine, bir gazeteci, (On sene önce, başka düşünüyor, başka şekilde inanıyordun, on sene sonra bu fikrinden de dönmeyeceğini nereden bilelim?) demişti. Kalbimizin dönmemesi için dua etmek gerekir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ey büyük Allah’ım, kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, dininden döndürme, Müslümanlıktan ayırma!) [Tirmizi] Kalbimizin kötüye dönmemesi için hadis-i şerifte bildirildiği gibi dua etmelidir. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah, kendisine yöneleni doğru yola iletir.) [Şûra 13] Hâşâ Allahü teâlâ verdiği sözden dönmez. O hâlde yukarıda bildirildiği gibi dua etmelidir. 35 www.dinimizislam.com Sapıklıkta birleşilir mi? Sual: Allahü teâlâ, (İnsanların çoğuna uyan sapıtır) buyuruyor. Peygamberimiz, (Âlimlerin çoğuna uyan kurtulur, âlimler sapıklıkta birleşmez) buyuruyor. Günümüzde Müslümanım diyenler çeşitli cemaatlere, çeşitli fırkalara bölünmüştür. Yalnız Kur'an diyenler var, Ondokuzcular var, Selefiyeciler var, Vehhabiler var, İbni Sebeciler var, mezhepsizler var, gayrimüslimler de Cennete gidecek diyenler var, hocamız Mehdi veya resul diyenler var, kendisinin Mehdi olduğunu söyleyenler var, gayri İslami idarelere şer’i idare diyenler var, tek doğru biziz diyenler var. Var da var. Bunların hangisinin doğru olduğu nasıl bilinir? İkincisi bütün gruplar bir grubun aleyhinde olsalar o grubun mutlaka yanlış olduğu anlaşılır mı? CEVAP Bu ümmetin 73 parçaya bölüneceği sadece bir fırkanın doğru olduğu, bu fırkanın da Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkası olduğu açıkça bildirilmiştir. Her fırka, sapık olmalarına rağmen, biz Ehl-i sünnetiz derse, doğruyu da biz bilemiyorsak, o zaman (Ya Rabbi bu cemaatlerin içinde doğrusu hangisiyse bana onu nasip et) diye dua edilirse Allahü teâlânın ona doğru yolu göstereceği âyet-i kerimelerle sabittir. Allahü teâlâ verdiği sözden dönmez. Ona mutlaka doğruyu herhangi bir şekilde gösterir. Bütün dalalet fırkaları bir konu üzerinde birleşse, hak olan tek fırkanın yolunun yanlış olduğu anlaşılmaz. Bütün cemaatler, bütün fırkalar namaz üç vakit dese, doğru olan fırka da beş vakittir dese, (Bütün cemaatler böyle söylüyor) diyerek namazın üç vakit olduğu söylenemez. Bütün gruplar çalgı helâl dese, çalgı helâl olmaz. Her devirde, her zaman kıyamete kadar doğru olan bir grubun, bir cemaatin olacağını Peygamber efendimiz bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali: (Ümmetimden doğru bir grup, hak üzere devamlı bulunur.) [Buhari] Bu doğru olan, hak olan grubu dua ederek bulmaya çalışmalıdır. 72 sapık fırkanın hak olana saldırması yadırganmaz, ama Ehl-i sünnet görünüp, Ehl-i sünnete saldıranlar yadırganmaz mı? Bugün Ehl-i sünnete diğer bütün gruplar saldırıyor. Saldıran bu sapık grupların birbirlerine düşmanlıkları vardır, ancak, hepsinin ortak yönü Ehl-i sünnete düşman olmalarıdır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, [İslam’a düşmanlıkta] birbirinin dostudur.) [Maide 51] Görüldüğü gibi, gayrimüslimler, Müslümanlığa saldırmakta birleşiyorlar. Sapık gruplar da, tek doğru olan fırkaya saldırmakta birleşiyorlar. Sapıkların birleşmesini, Müslümanların birleşmesi olarak kabul etmek ahmaklık olur. 36 www.dinimizislam.com Doğru yolu bulmak için dua Sual: Doğru yolu bulmak için dua edilirse, doğru yol hangisiyse, Allah’ın ona göstereceği bildiriliyor. Benim gibi doğru yolu bulmuş bir kimsenin dua etmesi, şüphe etmeye sebep olmaz mı? Hiçbir gruba bağlı olmayan bir kimsenin, dua etmesi elbette lazım; ama bir gruba dâhil olmuş kimsenin öyle dua etmesi caiz olur mu? CEVAP O dua herkes içindir. Zaten kimse, benim yolum, benim grubum yanlış demez. Yanlış olduğunu bile bile kim o yolda gider ki? Hıristiyan da, Yahudi de, Mecusi de, her türlü bid’at ehli de, doğru yoldayız diyor. Aklını beğenmeyen olmadığı gibi, yolunu da, inancını beğenmeyen de olmaz. Beğenmese orada işi ne? Bir ayet-i kerime meali: (İnsanlar, dinde çeşitli gruplara bölündüler. Her grup, kendi yolunu doğru sanıp sevinir.) [Müminun 53] Bir hadis-i şerif meali: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi] Bu ümmet, çeşitli fırkalara ayrılıyor ve hepsi ben doğruyum diye seviniyor. Bunu, Allah ve Resulü bildiriyor. Dua etmemek, Allah ve Resulüne karşı gelmek olur. Her grup, ben böyle dua edersem, içinde bulunduğum gruptan şüphelenmiş olurum diye dua etmezse, dua edecek kimse kalmaz; çünkü herkes kendinin doğru grupta olduğunu sanıyor. 73 tane doğru olmaz. Peygamber efendimiz, kendi dininden, kendi yolundan şüphe mi ediyordu da, aşağıdaki şekilde dualar etmiştir: (Allahım, kabir azabından Sana sığınırım.) [Müslim] (Allah’ım, Cehennem azabından sana sığınırım.) [Buhari] (Allahım, kötü huylardan, kötü arzulardan sana sığınırım.) [Ebu Davud] (Allahım, bizi âhiret azabından muhafaza eyle.) [Müslim] (Allahım, kalb katılığından, gafletten, inkârcılıktan, günahkârlıktan, hakka ters düşmekten, riyadan Sana sığınırım.) [Hâkim] (Allahım, Senden dinde sebatı, doğru yolda kararlılığı istiyorum.) [Nesai, Tirmizi] (Allahım, günahlarımı temizle.) [Buhari, Müslim] (Zulmetmekten ve zulme uğramaktan Sana sığınırım.) [Nesai] (Ya Rabbi şekten, şerikten, nifaktan ve kütü ahlâktan sana sığınırım.) [Bezzar] (Allahım, kalbimi riyadan, amelimi gösterişten, dilimi yalandan, gözümü hıyanetten temizle.) [Hatib] 37 www.dinimizislam.com (Allah’ım doğru yoldan sapmaktan veya başkalarını saptırmaktan, haktan kaymaktan ve kaydırmaktan, hakka tecavüz etmekten sana sığınırım.) [Taberani] İmam-ı Rabbani hazretlerinin, 272. mektubunda bildirdiği dua şöyledir: (Allahümme erinelhakka hakkan verzuknâ ittibâ’ahü ve erinel bâtıla bâtılan verzuknâ ictinâbehü bi-hurmeti Seyyidil-beşer. Aleyhi ve alâ âlihi ve eshâbihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ.) Yani, (Ya Rabbi! Doğruyu bize doğru olarak göster ve ona uymayı bize nasip et ve yanlış, bozuk olan şeylerin yanlış olduklarını bize göster ve onlardan sakınmamızı nasip et! İnsanların en üstünü hürmetine bu duamızı kabul buyur!) Hazret-i Ebu Bekir’in de böyle dua ettiği İhya’da yazılıdır. Bi-hürmeti’den önceki kısmın hadis-i şerif olduğu da bildirilmiştir. Yani Peygamber efendimiz de, aynı duayı yapmış, (Hakkı hak, batılı batıl olarak göster) diye duada bulunmuştur. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Bir âyet-i kerime meali: (Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.) [Ankebut 69] Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalıdır. Şu anda çeşitli gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten çekinmemeleri gerekir. Hâşâ, Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. (Yâ Rabbi, hakkı hak olarak göster, batılı batıl olarak göster ve onlardan sakınmamızı nasip eyle. Hangi grup doğru yoldaysa, senin rızan kimlerle ise, bana onları sevmeyi, dünyada ve ahirette onlarla beraber olmayı nasip eyle) diye dua etmelidir. Eğer doğru yoldaysa, nur üstüne nur olur. Yanlış yoldaysa, ihlâsla yaptığı dua sebebiyle, yanlış yoldan kurtulmuş ve doğruya kavuşmuş olur. Hak ile bâtıl Sual: Hakla bâtılı ayırmak zor mudur? CEVAP Hakkı bâtıldan ayırmak en zor iştir, çünkü bugün hak gizlenmiş, bâtıl ise hak şekline bürünmüş, hak gibi görünüyor. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Peri yanaklarını saklamış, şeytan naz ediyor. Şaşırdım kaldım, hayretten aklım gidiyor) buyuruyor. Melek yani hak, gizlenmiş, görünmüyor. Şeytan peri ve melek şekline girmiş, herkese nurlu, güzel görünüyor, her tarafta cilve yapıyor, süslü püslü dolaşıyor, kendini gösteriyor. İnsan nasıl şaşırmasın ki? Onun için Peygamber efendimiz, hakkı bâtıldan ayırmak için nasıl dua edileceğini, ümmetine öğretmek için, şu duayı okurdu: (Allahümme erinel hakka hakkan ve erinel bâtıla bâtılan.) Mânâsı: Allah’ım, bana hakkı hak olarak, bâtılı da, bâtıl olarak tanıt! İkisini birbirine karıştırmayayım. 38 www.dinimizislam.com O halde yapılacak iş, binlerce sapık kitaplar arasından, İmam-ı Rabbanî gibi Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup hakkı bulmaktır. Peygamber efendimizin bildirdiği şu duayı da her zaman okumalıyız: (Allahümme, yâ mukallibel kulûb, sebbit kalbî, alâ dînik.) Mânâsı: Allah’ım, kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak Sensin. Kalbimi, dininde sabit kıl, dininden döndürme, beni Müslümanlıktan ayırma! Doğru grup için dua Sual: Dünyada Müslümanlar çeşitli gruplara, cemaatlere, tarikatlara bölünmüş ve her grup, kendilerinin doğru olduğunu söylüyor. Doğruyu arayanın, (Ya Rabbi hangi grup doğruysa, rızan hangi gruptaysa, bana onu nasip eyle!) diye dua etmesi gerekiyormuş. Ama ben grubumun % 100 doğru olduğuna inanıyorum, hiç şüphem yoktur. Eğer böyle bir dua edersem, grubumdan şüphelenmiş olurum diye böyle bir dua etmiyorum. Bildirildiği gibi dua etsem bir sakıncası olur mu? CEVAP Hiç sakıncası olmaz. Öyle dua etmek lazımdır. Elbette herkes kendi grubunun, kendi yolunun doğru olduğuna inanır. İnanmasa o grupta işi ne? Nitekim bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Dinde çeşitli gruplara bölünürler, her grup, kendi yolunu doğru sanıp sevinir.) [Müminun 53] Doğru grupta olduğuna inananların da, öyle dua etmeleri lazımdır. Peygamber efendimiz, doğru yolda değil miydi? Yolundan şüphesi mi vardı? Hep, (Ya Rabbi, bize doğru yolu göster) diye dua etmiştir. Mesela, (Ya Rabbi! Bize hakkı hak olarak gösterip, ona uymak; bâtılı bâtıl olarak gösterip, ondan kaçınmak nasip eyle!) diye dua ederdi. Bu, ümmetinin böyle dua etmesinin gerektiğini gösterir. Böyle dua etmenin hiç mahzuru olmaz. Aksine grubu yanlış yolda ise, doğruyu bulmuş olur. Maturidilik ve akılcılık Sual: (Türkler İslam’ın, nakli değil de aklı esas alan, Maturidi ekolüne bağlı kaldılar. Akla değer vermeyen Eş’ari ekolünden hiç etkilenmediler) sözü doğru mudur? CEVAP Yanlıştır. Maturidilikle Eş’arilik farklı şeyler değil ki, birisi aklı, diğeri de nakli esas almış olsun. İkisi de, Ehl-i sünnetin itikad bilgilerini, nakli esas alarak bildirmiştir. Maturidilik mezhebi diye ayrı bir mezhep de yoktur. İmam-ı Maturidi, İmam-ı a’zam Ebu Hanife’nin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet itikadının kelam bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirip, izah etmiştir. Sadece aklı esas aldığı doğru değildir. 39 www.dinimizislam.com Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasının itikadda diğer imamı, İmam-ı Eş’ari hazretleri de Ehl-i sünnetti. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynıysa da, bulundukları yerler birbirinden ayrıydı. Karşılarındaki saldırganların iddiaları başka olduğundan, savunma metotları ve tenkitleri birbirinden farklı olmuştu. Bu durum, mezheplerinin ayrı olduğunu göstermez. Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resulullah efendimizdir. İman bilgilerini Eshab-ı kiram, bu kaynaktan aldılar. Tabiin-i izam da bu bilgilerini, Eshab-ı kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil yoluyla geldi. Bu bilgiler akılla bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur. Yani, bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır. (S. Ebediyye) Müslüman Türkler, genelde dört hak mezhepten biri olan Hanefî mezhebine göre ibadet etmişlerdir. Gerektiğinde de, diğer üç hak mezhepten birini taklit ederek ibadetlerini yapmışlardır. Her Müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. Türklerin de genelde Hanefi mezhebinde olması ve itikad bilgilerinde de, Hanefi mezhebinde olan İmam-ı Maturidi’nin açıklamalarını esas alması bu sebepledir. Bunun altında siyasi veya başka sebepler aramak çok yanlıştır. S. Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: Bugün her Müslümanın dört mezhepten birinde bulunması vacibdir. Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur. (Dürr-ül muhtar haşiyesi zebayih kısmı) Maturidilik ile Eş’arilik de, Ehl-i sünnetten ayrı değildir. İtikadda hak mezhep tektir. O da Ehl-i sünnet vel cemaat’tir. Ehl-i sünnetin itikattaki iki büyük imamı, Ebu Mansur Maturidi ve Ebül-Hasan Eş’ari hazretleridir. İmam-ı Maturidi Hanefi mezhebinde, İmam-ı Eş’ari de Şafii mezhebinde olduğu için; Hanefiler genelde İmam-ı Maturidi’nin, Şafiiler de İmam-ı Eş’ari’nin açıklamalarını esas almışlardır. Şafii âlimlerinden Ahmed Şihabüddin Mısri de buyuruyor ki: Ebül-Hasan Eş’ari’nin veya Ebu Mansur Maturidi’nin bildirdiklerinden ayrılan kimse sünni değildir. Bu iki imam, Resulullahın ve Eshabının yolundadır. (Kenz-ür-ragıbin haşiyesi) Dinde bölücülük yoktur Sual: Müslümanlar çeşitli gruplara bölünmüştür. Dinimiz bölünmeyi yasaklamıyor mu? Niye bir çatı altında birleşilmiyor? CEVAP Evet, dinimiz bölünmeyi, parçalanıp ayrılmayı yasaklamıştır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: 40 www.dinimizislam.com (Hep birlikte Allah’ın ipine [Kur’an-ı kerime, İslamiyet’e] sımsıkı sarılın! Parçalanıp ayrılmayın! Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün! Hani siz birbirinize düşmandınız da, O, kalblerinizi birbirinize ısındırmıştı. İşte O’nun [İslam] nimeti sayesinde din kardeşi olmuştunuz. Hem siz, bir ateş çukurunun tam kenarındayken, oradan [Cehenneme girmekten] de sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.) [Âl-i İmran 103] Peygamber efendimiz de, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, 72’si Cehenneme gidecektir) buyuruyor. Buna rağmen müslümanlar bölük pörçük olmuştur. Her grup, (Bizim yolumuz doğru) diyor. Kur’an-ı kerimde de, (Her fırka, her grup doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir) buyuruluyor. (Müminun 53, Rum 32) Her grup, kendilerinin doğru olduğunu sandığı için, kendi çatılarının altında birleşilmesini istiyor. Bunun için birleşme imkânı olmuyor. Birleşilse hakla batıl karışmış olur. Bu gruplardan sadece bir fırka doğru yoldadır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ümmetim arasında, doğru yolda olanlar, her zaman bulunur. Onlara karşı olanlar, Allah’ın emri gelinceye kadar, onlara zarar yapamaz.) [Mişkat-ül-mesabih] Bu doğru grupta bulunmak isteyen dua etmelidir. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Allahü teâlâ verdiği sözden dönmez. Dua ve istihare ile doğru yolu arayana gösterir. Doğruyu bulmak için dua ve istihare yapmayan kimse, bid’at fırkaları arasında ise, ben doğruyu bilemedim diye bir mazeret ileri süremeyecektir. Süte idrar katmak Sual: Ehl-i sünnete aykırı görüşleriyle ün salan Reşit Rıza’nın hayranlarından biri, (Bu ümmet, Şia’sıyla, Vehhabi’siyle, Sünni’siyle, Mutezile’siyle, Cebriye’siyle hepsi kardeştir, çünkü ilahı da, peygamberi de birdir. İslam birliğinin kurulması için mezhebi de bir olmalıdır) diyor. Tek hak fırka olan Ehl-i Sünnet vel-cemaat mezhebi ile bid’at fırkalarını karıştırmak, sütün içine idrar, kan karıştırmaya benzemez mi? CEVAP Evet, 72 bid’at fırkasını birleştirip tek fırka haline getirmek, süte idrar karıştırmaktan kötüdür. Süt necis olunca dökülür, ama imana necaset karıştırınca insan küfre girebilir. Bu 72 bid’at fırkasının Cehennemlik olduğunu Resulullah efendimiz haber vermiştir. Bid’at fırkalarla Ehl-i sünneti 41 www.dinimizislam.com birleştirmeye kalkmak Resulullah’ın bu konudaki hadis-i şeriflerine savaş açmak demektir. Çok çirkin ve çok yanlış bir iştir. Müslümanlar için rahmet olan dört hak mezhebi teke indirmenin haram olduğunda icma hâsıl olmuşken, bir de bid’at fırkalarını birbiriyle karıştırmak daha büyük cinayet olur. Mason Abduh’un çömezi Reşit Rıza gibi dinde reformcular, (Mezhepler birleştirilerek, İslam birliği kurulmalı) diyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz, yeryüzündeki bütün Müslümanların tek bir iman yolunda, dört halifesinin doğru yolunda, birleşmelerini emir buyurdu. İslam âlimleri, el ele vererek, çalışıp, dört Halifenin itikat yolunu kitaplara geçirdiler. Peygamberimizin emrettiği bu tek yola, Ehl-i sünnet vel-cemaat ismini verdiler. Yeryüzündeki bütün Müslümanların bu tek Ehl-i sünnet yolunda birleşmeleri lazımdır. Bu hainler, mevcut olan bu birliğe katılmayıp, yaldızlı sözlerle Müslümanları aldatmaya ve İslam birliği maskesi altında iman birliğini parçalayarak İslamiyet’i içerden yıkmaya çalışıyorlar. Bu oyunlara gelmemelidir. Tefrika ve ihtilaf Sual: (Dinde itikadî farklara tefrika, ameli farklara ihtilaf denir. Mesela mezhepler arasındaki ibadetlerle ilgili farklı hükümlere ihtilaf dendiği gibi, Ehl-i sünnet dışı mezheplerdeki farklı hükümler de tefrika değil ihtilaf olarak görülmeli. Ehl-i sünnet dışındaki mezheplerin itikatları da hoşgörüyle karşılanmalı) diyen ilahiyatçılara rastlıyoruz. Hoşgörüyle karşılamak ne demektir? Bid’at ehli olanlar da mı hak mezhep sınıfına sokulmak isteniyor? CEVAP Mezhepsizler, bid’at ehline ve gayrimüslimlere gösterdikleri hoşgörüyü Ehl-i sünnete göstermiyorlar. Yahudilerle Hıristiyanları ve bid’at ehlini Cennete rahatça sokabiliyorlar, ama nedense Ehl-i sünnete bunu çok görüyorlar. İhtilaftan kastı farklı ictihaddır. Farklı ictihad ise rahmettir. Rahmete ihtilaf gözüyle bakmamalı. Tefrika ise, ayrılık, bölünmek, parçalanmak demektir. Tefrika, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle yasaklanmıştır. (Dinlerinde tefrikaya düşüp, gruplaşan ve her grup da kendi inançlarını beğenip sevinen müşriklerden olmayın!) [Rum 32] (Hep birlikte Allah’ın ipine [İslamiyet’e] sımsıkı yapışın, parçalanmayın, bölünmeyin!) [Âl-i İmran 103] Peygamber efendimiz de, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır. Onlardan bir fırka hariç, hepsi Cehenneme gidecek. Kurtulan fırka, benim ve Eshabımın yolu üzere gidenlerdir) buyuruyor. (Tirmizi) Bu hadis-i şerifte iki husus vurgulanıyor: 1- Bölünmeyin, tefrikaya düşmeyin, bölücüler Cehenneme gidecektir deniyor. Bu bölücülere bid’at ehli deniyor. 2- Sadece (Benim yolumdan giden kurtulur) denmiyor, (Eshabımın yolundan giden de kurtulur) buyuruluyor. Eshabının yolunun kendi yolundan 42 www.dinimizislam.com ayrı olmadığı vurgulandığı gibi, onların farklı ictihadlarının rahmet olduğu da vurgulanıyor. (Benim ve Eshabımın yolu) buyuruluyor. Benim yolum ifadesinden maksat sünnettir. Eshabının yolu da cemaattir. Bu ikisine birden Ehl-i sünnet vel cemaat diyoruz. Ehl-i sünnet âlimlerinin istisnasız hepsi, tek doğru olan kurtuluş fırkasının Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası olduğunu bildiriyorlar. İtikatta ayrılık olmaz. Onun için kurtulan tek fırka deniyor. Diğerleri bid’at fırkalarıdır. Bid’at ehli ise muhakkak Cehenneme gidecektir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Sözlerin en doğrusu Allah’ın kitabı, yolların en güzeli Resulullah’ın yoludur. İşlerin en kötüsü ise bid’attir. Her bid’at sapıklıktır, her sapıklığın yeri de Cehennemdir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Kitap ve Sünnet’le Cehenneme gideceği bildirilen bid’at fırkalarının hoş görülmesini söylemek, âyet ve hadise karşı gelmek olur. İttifak ve ihtilaf Sual: Kur’anda, (İnsanların çoğuna, ekseriyete uyan sapıtır) denirken, hadis-i şerifte ise, (Siz sapıklık üzerinde birleşmezsiniz) deniyor. İkisi birbirine zıt değil mi? CEVAP Zıt değildir. İkisi farklıdır. Bir fıkra var. Dişi fare, dişi aslana, (Ben bir doğuruşta 20–30 yavru doğururum. Hiçbir hayvan benimle mukayese olmaz) der. Dişi aslan gülümseyerek, (Ben bir yavru doğururum; ama aslan doğururum) der. Kemiyet [sayı, az çok oluş] değil, keyfiyet [kalite] önemlidir. Koyun sürüsü gibi insanların çoğuna uymak, insanları sapıtır. Birinci hüküm bunu bildiriyor. Dünyada kâfirler Müslümanlardan daha çoktur. Bu, kâfirliğin doğru yol olduğunu göstermez. İkinci sözdeki “siz” sözü, Eshab-ı kirama hitaptır. Yani, (Siz ve sizin gibi Ehl-i sünnet olan âlimler, sapıklıkta birleşmez) demektir. Bu, amel yönüyle değil itikat yönüyledir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf olunca sivad-ı a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] tâbi olun!) [İbni Mace, Hâkim, İbni Cerir, Hakîm-i Tirmizi] Ameli hükümlerde birleşmemek kötü değil, aksine rahmettir. Amelde mezheplerin çıkışı bu rahmetten dolayıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ümmetimin [müctehid âlimlerinin, ameldeki] ihtilafı [mezheplere ayrılması] rahmettir.) [İmam-ı Beyheki, İmam-ı Münavi, İmam-ı ibni Nasr ve İmam-ı Deylemi] Birinci hadis-i şerif, Müslümanların imanda, doğru itikatta birleşmelerini emrediyor, ayrılığı, bölünmeyi yasaklıyor. İkinci hadis-i şerif, ameldeki ayrılığın 43 www.dinimizislam.com rahmet olduğunu bildiriyor. Müctehidin farklı ictihadı rahmettir. Müctehid hata edemez mi, hatası da mı rahmet diye sorulabilir. Evet, müctehidin hatası da rahmettir. Bir hadis-i şerif meali: (Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse, iki sevab alır.) [Buhari] Sevab olan bir şey elbette rahmettir. Bunu inkâr etmek, 14 asırdan beri gelen âlimleri yalanlamak ve hak mezhepleri inkâr olur. Hadis-i şerifte bildirildiği gibi müctehid âlimler, dalalette ittifak etmezler. Ehl-i sünnet âlimleri, dört mezhebin hak olduğunda ve dört mezhepten başkasıyla amel etmenin caiz olmadığını ittifakla bildirmişler ve bunda icma hâsıl olmuştur. (El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti) İşte, birbirine zıt gibi görünen iki hadis-i şerifin açıklaması böyledir. Sapıklıkta birleşmek Sual: Bir arkadaş hesap etmiş, Türkiye’de saçı açık Müslüman kadın sayısının, kapalı kadın sayısından fazla olduğunu görmüş. Buradan, (Ümmetim dalalet yani sapıklık üzerinde birleşmez) hadisine göre, kadınların başlarını açmalarının günah olmadığı hükmünü çıkarmış. Türkiye’de hemen herkes hoparlörün ibadette kullanılmasını onayladığı için, ben de, bu hadisi baz alarak hoparlörün ibadette kullanılmasının günah olmadığı hükmüne vardım. Arkadaşın ve benim görüşüm, bu hadise tam uygun düşmüyor mu? CEVAP Âyeti ve hadisi biz anlayamayız. Yanlış anladıklarından dolayı 72 sapık fırka meydana geldi. Ehl-i sünnet âlimleri nasıl açıklamışsa öyle anlamak gerekir. Arkadaşınızın görüşü de, sizinki de çok yanlıştır. Kıyas ilmine aykırıdır. Oradaki ümmet, (Ümmetimin âlimleri) demektir. Ümmetimin âlimlerinden maksat da, Ehl-i sünnet âlimleridir. Yoksa diğer sapık fırkalardaki âlimlerin görüşleri değil. Cahil halkın görüşü dinde senet olmaz. Onların bir konuda birleşmelerinin dinde hiçbir önemi olmaz. Arkadaşınızın dediği gibi, bütün Müslüman kadınlar başını açsa, bu konuda hepsi birleşse yine caiz olmaz. Haramlarda birleşmenin hiç kıymeti olmadığı gibi, bid’atlerde birleşmenin de hiç kıymeti olmaz. Bid’at nasıl caiz olur ki? İbadete sokulan hoparlör bid’ati de böyledir. Ölünün sene-i devriyesi yapılıyor, Müslümanların çoğu bunu yapıyor, bu konuda birleşmelerinin ne önemi olur? Günah, günahtır. Herkes bir günahı işleyince o günah olmaktan çıkmaz. Cuma günleri, cemaatin çoğu, cumanın farzından sonra, hemen camiden çıkıyor. Çoğunluk, sünnetleri ve zuhr-i âhiri kılmadan camiden çıkıyor diye, camiden çıkmaya doğru olur denir mi? Yani insanların çoğu yanlış yapıyorsa yanlışa uyulmaz. Bu yanlışlar için, (Bu yanlış değil doğrudur, çünkü bu ümmet 44 www.dinimizislam.com sapıklıkta birleşmez) demek yanlış olur. Dine aykırı olan bir şeyi halkın çoğu yapsa yine meşru hâle gelmez. Onun için Kur'an-ı kerimde, (İnsanların çoğuna uyan sapıtır) buyuruluyor. (Enam 116) Müslüman olan halkın çoğu bid’at işlese, onlara uymak günah olur. Ehl-i sünnet vel-cemaat nedir? Sual: Bir reformcu, (Ehl-i sünnet, kitaba ve sünnete uymaktır. Kitap ve sünnetten kendi anladığına uyan Ehl-i sünnet olur) diyor. 72 sapık fırka da, (Biz kitap ve sünnete göre hareket ediyoruz) demiyor mu? Vehhabiler, (Biz Kur'ana ve sünnete uymuyoruz) mu diyorlar? Şiîler veya diğer fırkalar farklı mı söylüyorlar? Niye böyle yuvarlak bir tarif yapılıyor? CEVAP Evet, bütün sapık fırkalar da, biz kitaba ve sünnete uymaktayız diyorlar. Böyle belirsiz konuşmak mezhepsizlerin taktikleridir. Ehl-i sünnet vel cemaat itikadının doğru tarifi şöyledir: Sünnet, Resulullah'ın bildirdiği yoldur. Cemaat da Eshab-ı kiramdır. Sünnet ve cemaat ehli yani Ehl-i sünnet vel-cemaat, Resulullah'ın ve Eshab-ı kiramın gittikleri, itikattaki tek doğru yol demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kurtuluş fırkası, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır.) [Tirmizi] Dikkat edilirse, Resulullah efendimiz, sadece (Benim yolum kurtuluş yoludur) demiyor, (Benim ve Eshabımın yolundan giden kurtulur) buyuruyor. Niye Peygamber efendimiz, (Kurtuluş yolu Allah'ın bildirdiği yoldur) demiyor? Kendi bildirdiği yol, Allah'ın öğrettiği yoldur. Her sapık, (Biz Allah'ın yolundayız, biz Kur'ana uyuyoruz) diyerek kendi görüşüne uyacağı için, bu yanlışlığı önlemek maksadıyla kurtuluş yolunu böyle açıklamıştır. İmamı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da söylemesine lüzum olmadığı hâlde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (C. 1, m. 80) Cenab-ı Hak, (Sana uyan, bana uymuş olur) buyuruyor. Resulü de, (Benim Eshabıma uyan, bana uymuş olur) buyuruyor. Demek ki Eshabın yolu Allah'ın yoludur, farklı değildir. Müftiy-üs-sekaleyn Ahmed ibni Kemal Paşa buyuruyor ki: Ehl-i sünnet vel-cemaat, Resulullah'ın, Eshabının, Tabiînin, yani selef-i salihinin yoludur. İmam-ı a’zam ve diğerleri de bu yolda idiler. (Risale-i Münire) 45 www.dinimizislam.com Bugün için dört hak mezhebin dışında Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadında olan yoktur. (Tahtavi, Hadika) Demek ki bir kimsenin Ehl-i sünnetim diyebilmesi için dört hak mezhepten birinde olması lazımdır. Bazı mezhepsizler, (Mevdudi, Yusuf Kardavî ve Zuhayli gibi âlimlerin belli bir mezhebi yoksa da, onlar da Ehl-i sünnettir) dese de, tamamen yalan ve yanlıştır. Bizim için delil nedir Sual: (Delilini bilmeden bir âlime, bir mezhebe tâbi olmak caiz değildir, haramdır, batıldır) diyorlar. Cahil bir kimse, delilden ne anlar ki? CEVAP M. Hadimi hazretleri buyuruyor ki: Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür; çünkü bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Mezhebin bir hükmü, âyete, hadise uymuyor gibi görünse de yanlış değildir; çünkü ayet ve hadis ictihad isteyebilir, başka bir ayet veya hadisle değişmiş olabilir veya bilmediğimiz bir tevili vardır. (Berika s. 94) Resulullahın getirdiklerinin hepsine, hikmetlerini, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerektiği gibi, mezhep imamlarımızdan gelen bilgilere de, delillerini anlamasak bile, iman ve tasdik etmemiz gerekir. Tabiin, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlardı. Bilmeyenin bilenden sorması dinin emridir. Bir âyet meali: (Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.) [Nahl 43]. Seferde birinin başına bir taş isabet etti ve başını yaralayıp kemiğini kırdı. Uyurken de ihtilam oldu. Arkadaşlarına, (Teyemmüm edebilir miyim?) diye sordu. Onlar da, (Hayır, su varken teyemmüm olmaz) dediler. O da gusledince öldü. Durumu Resulullaha anlattıklarında buyurdu ki: (Bilmiyorlarsa sorsaydılar ya; cahilliğin ilâcı sormaktır, ona teyemmüm etmek kâfi gelirdi. Yarasına da bir bez parçası koyar, üzerine mesheder ve vücudunun öteki kısımlarını da yıkardı.) [Ebu Davud] Bu hadis-i şerif de, yukarıda bildirilen âyet-i kerime de, bilenlere sorulmasını, onlara tâbi olunmasını emrediyor. Bir âyet meali de şöyledir: (Bunun hükmünü peygambere ve ülül-emre sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83] Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Üç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir.) [Darimi] (Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi] (Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani] Sual: Biz Hanefiyiz, Hanefi’de hadise aykırı bir hüküm görürsek ne yapmalıyız? 46 www.dinimizislam.com CEVAP Kitaplarda diyor ki: Hadise aykırı bir hüküm varsa hadisle amel edilir. Ancak bu söz nazari olarak böyledir. Mezhep imamları hadis-i şerife aykırı olarak söz söylemezler. Onlar âlimdir. Kafadan rastgele konuşmazlar. Mesela hadis-i şerifte, (Fatihasız namaz olmaz) buyuruluyor. Halbuki görünüşte Hanefi mezhebinin âlimleri bu hadis-i şerife aykırı olarak imam arkasında fatiha okumayı yasaklıyorlar. Tahrimen mekruhtur, harama yakındır diyorlar. Şimdi biz hadisle amel edeceğiz diye imam-ı a’zamın ictihadını kabul etmeyecek miyiz? O zaman mezhepsiz oluruz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Namazda kıraat farzdır ve hadis-i şerifte (Fatihasız namaz olmaz) buyuruluyor. Neden Hanefilerin, hakiki kıraati [cemaatin hepsinin okumasını] bırakıp, kıraati hükmiye [İmamın okuyup, cemaatin susmasına] karar vermelerinin sebebini tam anlayamadım. İmam arkasında sükut etmeye dair açık bir delil bulamadım. Buna rağmen, mezhebime uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. Çünkü, delili zayıf diye, mezhebimin hükmü ile amel etmemenin ilhad olduğunu biliyordum. Mezhepsiz olmamak için Hanefi mezhebinin hükmüne uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. Nihayet Allahü teâlâ, mezhebe uymanın bereketi ile, Hanefi mezhebinde imama uyan cemaatin kıraati terk etmelerindeki hakikati izhar eyledi. İmam, sanki cemaatin dilinden okuyor. Bu şuna benzer: Bir köy halkı, köyün ortak bir meselesi için, köylünün tamamı kaymakama gitmez. Birkaç kişilik bir heyet seçerler. Bu heyetin hep bir ağızdan meseleyi anlatmaları da doğru olmaz. İçlerinden birini, temsilci seçerler. Temsilci, istekler aynı olduğu için, hepsinin dili ile ihtiyaçlarını arz eder. Kendilerine temsilci kabul ettikleri bu kimse, onların adına konuşur. Seçilen bu temsilcinin hepsinin adına ihtiyaçlarını arz etmesi şeklinde olan, cemaatin hükmi konuşması, onların hakiki konuşmalarından daha iyidir. İmam ile cemaatin hâli de böyledir. (Mebde ve Mead f.30) İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Mezhebin hükmüne aykırı olan hadis-i şeriflerle amel etmek, bize caiz olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı gibi görülen hadis-i şerifler, âlimlerin sözlerini reddetmek için delil ve senet olamaz. Bir Hanefinin, imam arkasında Fatiha okuması mezhepten çıkmaktır, ilhad'dır. (Mektubat m.312, Mebde ve Mead 31) Dört mezhepten birine uymayan Ehl-i sünnetten ayrılır, sapık veya kâfir olur. (Tahtavi) Kifaye kitabında buyuruldu ki: (Müctehid olmayan din adamı, okuduğu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Müctehidlerin âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlayarak, verdikleri fetva ile amel etmesi gerekir. Takrir kitabında da böyle yazılıdır.) 47 www.dinimizislam.com Hadisleri her okuyan anlayabilir mi? Sual: Hadis âlimleri de insandır. Uydurma hadis yazamazlar mı? CEVAP İyi bilinmeli ki, hiçbir hadis âliminin kitabında, uydurma hadis olmaz. Çünkü onlar uydurma hadis nakletmenin vebalini çok iyi bilirlerdi. Hadis bir ilimdir. O hadiste kastedilen mana nedir? Bilmeden hemen uydurma demek, o hadis âlimine büyük bir iftira olur. Mesela, (Cimri çok ibadet etse de, Cennete girmez. Cömert, çok günah işlese de Cehenneme girmez) hadis-i şerifine bakan bir cahil, demek namaza, oruca imana ihtiyaç yok, cömert olduk mu Cennete gideriz zannedebilir. Âlimlerimiz bu hadis-i şerifi şöyle açıklıyor: Cömerdin imanı yoksa, ebedi olarak Cehennemde kalır. İmanı varsa, sevapları fazla ise Cennete girer. Cimri Cennete girmez demek, hiç girmez demek değildir. (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez) demektir. Hatta sevabı günahından çok ise, Cehenneme girmeden de Cennete girer. Affa ve şefaate kavuşarak da Cennete girebilir. (Ana babasını razı eden, Cehenneme girmez, inciten de Cennete girmez) hadis-i şerifi de böyledir. Ana babasını razı eden kimse imansız ise, yani kâfir ise asla Cennete girmez. İmanlı olsa da, namaz kılmıyorsa, oruç tutmuyorsa, haramlardan kaçmıyorsa, o kişi ana babasını razı edince Cennete hemen girebilir mi? Elbette giremez. Demek ki Müslümanda bulunması gereken şartlar varsa, o zaman Cennete girer. Ana babasını inciten de Cennete girmez demek, Müslüman ana babayı haklı olarak incitmek demektir. Bir baba, içki getirmediği için evladına incinse, o evlat Cennete girmez mi? Elbette girer. Meşru işlerde ana babanın sözü dinlenir. Dine aykırı işlerde verilen emre uyulmaz. Dinimizin diğer emirlerine uyan Müslüman bir evlat, ana babasının meşru emirlerini dinlemese bile, günahını çektikten sonra Cennete girer. (Cennete girmez) demek, günahının cezasını çekmeden veya şefaate kavuşmadan giremez demektir. (Yetim malı yiyen, Cennete giremez) hadis-i şerifi de böyledir. Cezasını çekmeden Cennete giremez demektir. Yoksa hiç girmez demek değildir. Bir müminin günahı sevabından çok ise, affa ve şefaate de uğramamışsa, günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. İmanı olmayan kimsenin ise, ne yaparsa yapsın, hiçbir iyiliği onu Cehennemden kurtaramaz. (Komşusu aç iken tok yatan, mümin değildir) hadis-i şerifindeki, (Mümin değil) ifadesi, kâfir demek değildir. Kamil [olgun] mümin değil demektir. Bir Müslüman, komşusu aç yatarken o tok yatsa, belayı nimet değil de, bela saysa yine mümindir, geç de olsa, yine Cennete girer. Hadis-i şerifler, böylelerinin iyi bir kimse olmadığını bildirmektedir. (Yılandan korkup öldürmeyen bizden değildir), (Evlenmek sünnettir; sünnetime uymayan benden değildir) hadis-i şeriflerindeki, (benden değil) 48 www.dinimizislam.com ifadesi, kâfir anlamında değildir. Sünnetime uymamış olur demektir. Yılanı öldürmemek veya evlenmemek günah olmaz. Birçok evliya evlenmemiştir. Hatta ahir zamanda evlenmemek daha iyi olabilir. (İki rekat kuşluk namazı, bir hac ve umreye bedeldir) hadis-i şerifindeki hac ifadesi elbette nafile hac içindir. Kuşluk namazı nafiledir. Nafile ibadet, farzın yanında denizde damla bile değildir. (Abdest alanın bütün günahları af olur) hadis-i şerifinde, bütün günahlardan maksat, küçük günahlardır. Namaz kılmayan ve haram işleyenin günahları af olur mu? Büyük günahlar ve kul hakları ödenmedikçe af edilmez. Nafile ibadetin sevabına kavuşabilmek için imanı doğru olmak, haramlardan kaçmak ve o işi ibadet olarak yapmaya niyet etmek şarttır. Bizden değildir ne demek? Sual: Bazı hadislerde, (Şunu yapan bizden değildir veya benden değildir) deniyor. Böyle demek, (Müslüman değildir, kâfirdir) demek midir? Aşağıdaki hadislerdekiler aynı anlamda mıdır? CEVAP Kimi küfür, kimi haram, kimi de mekruhtur. Muteber kitaplara göre açıklaması şöyledir: 1- (Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan bizden değildir.) [Tirmizi] (Emr-i maruf farz-ı kifayedir. Bir yerde emr-i maruf yapılmazsa, gücü yeten herkes mesul olur. Yani haram işlemiş olur.) 2- (İbadetleri bizim gibi yapmayan, bizden değildir.) [Miftah-ül cenne] (İbadetleri sünnete aykırı yapmak bid’at olur. Bid’atin bir kısmı mekruh, bir kısmı haram, bir kısmı ise küfürdür.) 3- (Başkasının karısını, kızını ayartan bizden değildir.) [İ.Ahmed] (Haramdır.) 4- (Yılandan korkup öldürmeyen bizden değildir.) [Ebu Davud] (Öldürme imkanı varken, yılandan korktuğu için, onu öldürmeyen, sünnete uymamış, mekruh işlemiş olur.) 5- (Irkçılık yapan bizden değildir.) [Ebu Davud] (Dinimizde ırkçılık yoktur. Bir ırkı sevmenin mahzuru olmaz. Hıristiyan bir Türk, Müslüman Arap’tan üstündür denmez. Böyle demek küfürdür.) 6- (Tırnaklarını kesmeyen bizden değildir.) [İ.Ahmed] (Sünnete uymamış, mekruh işlemiş olur.) 7- (Büyü yapan ve yaptıran ve bunlara inanan bizden değildir.) [Bezzar] (Büyü yapmak haramdır. (Büyücü, büyü ile istediğini elbette yapar, büyü muhakkak tesir eder) diye inanmak küfür olur. Allahü teâlâ takdir etmişse, büyü tesir eder demelidir.) 8- (Müslümana zarar veren, hile yapan, onu kandıran, bizden değildir.) [Müslim] (Haramdır.) 49 www.dinimizislam.com 9- (Bela gelince, üstünü başını yırtan, bağırıp çağıran bizden değildir.) [Buhari] (Belaya isyan etmek, bağırıp çağırmak haramdır. Elde olmadan üzülmek, ağlamak caizdir.) 10- (İlim öğrenmeyen bizden değildir.) [Deylemi] (Farz-ı ayn olan ilmi öğrenmemek haramdır.) 11- (Elinde varken ailesini sıkıntı içinde yaşatan bizden değildir.) [Cami-us-sagir] (Haramdır.) 12- (Karşı cinse benzemeye çalışan bizden değildir.) [İ.Ahmed] (Haram işlemiş olur.) 13- (Evlenmeyen benden değildir.) [İbni Mace] (Mazeretsiz evlenmeyen sünnete uymamış olur. Ahir zamanda bir mazeretle evlenmemek sünnete aykırı değildir.) 14- (Selamı almayan bizden değildir.) [ İ.Sünni] (Selamı almak farzdır. Almamak haramdır.) 15- (Guslettikten sonra abdest alan bizden değildir.) [Ebu Davud] (Gusleden abdest almış oluyor. Abdestini kullanmadan abdest üstüne abdest almak mekruhtur.) 16- (Bize silah çeken bizden değildir.) [Buhari, Müslim] (Müslümana müslüman olduğu için silah çekip, onu öldürmek küfür olur. Fakat başka bir sebeple Müslüman ile dövüşmek, savaşmak küfür değildir. Eshab-ı kiram arasında savaşlar olmuştur. Timur Han, kendisi gibi Müslüman sultanlarla savaşmıştır. İki tarafa da kâfir denmez. Bir âyet meali şöyledir: (Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin.) [Hücurat 9] 17- (Yahudi ve Hıristiyanlara benzemeyin. Bizden başkasına benzeyen bizden değildir.) [Tirmizi] (Haram olmayan âdetlerde kâfirlere benzemek caizdir. Onlar gibi ceket, kravat, gömlek giymek caizdir. İtikad yönüyle onlara benzemek küfür olur. Mesela kutsal bilerek haç takmak, âyinlerine iştirak edip onlar gibi ibadet etmek küfür olur.) Hadis-i şerifleri açıklamak gerekir Sual: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, zındıklar hariç hepsi Cennete gider) hadisi ile (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir) hadisi birbirine zıt değil midir? CEVAP Zıt değildir. İkisi de aynı şeyi ifade etmektedir. Cennete gider demek, doğrudan gider demek değildir ki. Cehennemde cezalarını çektikten sonra gidecek demektir. Ümmet kaç fırkaya ayrılırsa ayrılsın, bid’ati küfür olmayan yani zerre kadar imanı olan elbette Cennete gidecektir. Bunun gibi açıklama gerektiren birçok hadis-i şerif vardır. Birkaç örnek verelim: (Din kardeşini ziyaret eden Cennettedir.) [Taberani] 50 www.dinimizislam.com (Cömert, Cennete gider.) [Ebuşşeyh] (Yatağa girince yüz kere "İhlas" okuyan Cennete girer.) [Tirmizi] Din kardeşini ziyaret etmekle, cömert olmakla ve ihlas okumakla diğer günahlarının cezasını çekmeden Cennete mi gider? Açıklaması olması gerekir. Yani itikadı düzgün ise, sevapları günahlarından çok ise, yahut affa veya şefaate uğramışsa ancak o zaman din kardeşini ziyaret eden, cömert olan ve yüz ihlas okuyan Cennete girer. Bir de iman şart. Ne kadar iyilik ederse etsin, insanlığa ne hizmeti yaparsa yapsın, hatta namaz kılsın Müslüman değilse Cennete giremez. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Cennete Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] (Cebrail aleyhisselam, Allah’a şirk [ortak] koşmadan ölen herkesin muhakkak Cennete gireceğini müjdeledi.) [Buhari] Bu iki hadis-i şerifi bile açıklamak gerekir. Her Müslüman doğrudan Cennete giremez. Günahlarının cezasını çektikten veya şefaate kavuştuktan sonra Cennete girer. Bu bakımdan Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında aklımıza ters gelen bir hadis-i şerif görünce, bu uydurma demekten çok sakınmalı. Biz o hadisin uydurma olduğunu biliyoruz da o büyük âlimler bilemez mi? Onlardan öğrendiğimiz bilgilerle, onları mı sorguya çekeceğiz? Bu fen bilgisi değil ki, zamanla daha iyisi bulunmuş olsun. Muhaddis bir âlimin kitabındaki bir hadis-i şerife uydurma demek, o âlimi cahillikle suçlamak olur. (Halktan bir şey istemeyeceğine söz verenin Cennete gireceğine kefilim.) [Nesai] (Çok günahkâr birisi günahlarının cezasını çekmeden veya şefaate kavuşmadan elbette Cennete giremez.) (Cennete temizler girer.) [Deylemi] (Bir kâfir de temiz olabilir, imanı olmadan nasıl Cennete girer. Sonra her temiz olan Müslüman da doğrudan Cennete giremez.) (Kibirden de uzak olduğu halde ölen Cennete girer.) [Tirmizi] (Diyelim ki bir canide kibir yok ama her kötülük var, bu adam doğrudan Cennete girebilir mi? Demek ki bunları açıklamak gerekir.) (İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni Mace] (Bu kimse, kibirli, hain, kul ve hak borçları varsa veya imanı yoksa nasıl Cennete girer?) (Kocası razı olduğu halde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizi] (Bir kadın her türlü melaneti yapsın, sırf kocası razıdır diye doğrudan Cennete gidebilir mi? Burada kocaya itaatin önemi bildirilmektedir. Kocasını razı ederse, diğer işleri kolaylaşır demektir.) İmam-ı Rabbani hazretleri, (şartsız bildirilen bir hüküm şartlı olarak anlaşılır) buyuruyor. Mesela koyun eti yemek caizdir. Hüküm şartsız bildirilmiştir. Koyun eti caiz diye canlı bir koyunun bir budunu kesip yiyemeyiz. Ehl-i kitap hariç, gayrı müslim keserse veya kendiliğinden ölürse, leş olur, yenmez. Besmelesiz kesilirse de yenmez. Bu anlaşılınca bid’at fırkaların hangi şartlar altında Cennete gideceği anlaşılır. 51 www.dinimizislam.com Sual: Bazı hadislerde şu on kısım, dokuzu şöyle deniyor. Bunlar kesinlik bildirir mi? Mesela (Haya on kısımdır. 9’u kadında, biri erkektedir) hadisi de aynen böyle mi, yoksa bir açıklaması var mı? CEVAP Genelde bu ifadeler çoğunluğu bildirir. İlla on olması gerekmez. Bu genel bir oranlamadır. Genelde kadın, erkekten daha hayalıdır anlamındadır. Hayasız kadın olmaz veya kadından daha hayalı erkek olmaz anlamında değildir. Mesela Eshab-ı kiram, Peygamber efendimiz için, (Resulullahın hayası, bâkire İslam kızlarının hayalarından daha çoktu) buyuruyorlar. Aşağıdaki hadis-i şeriflerde bilinenleri bu açıdan anlamak gerekir: (İbadet on kısımdır; dokuzu helal kazanmak, biri de diğer ibadetlerdir.) [Beyheki] (İbadetlerin kabul olması için helal kazanmanın önemi bildiriliyor. Helal kazan da ibadet etmesen de olur denmiyor) (Haya on kısımdır; dokuzu kadında, biri erkektedir.) [Deylemi] [Kadınların daha hayalı olduğu bildiriliyor, kadın bozulunca, ailenin, cemiyetin bozulacağına işaret vardır.] (İlim on kısımdır; dokuzu Ali’de, biri diğer insanlardadır.) [Ebu Nuaym] (Hazret-i Ali’nin ilminin çok olduğu bildiriliyor.) (Hikmet [faydalı şeyler], on kısımdır. dokuzu uzlette, biri susmaktadır.) [Beyheki] (İnsanlardan uzak duran, az konuşan insanın daha az günah işleyeceği bildiriliyor.) (Cimrilik on kısımdır; dokuzu Fars’ta, biri de diğer insanlardır. Cömertlik ondur; dokuzu Sudan’da biri diğer insanlardadır. Kibir on kısımdır; dokuzu Rum’da, biri diğer milletlerdedir.) [Hatib] (Cimriliğin Fars’ta, cömertliğin Sudan’da, kibrin ise Rum’da daha çok olduğu bildiriliyor.) (Rızkın dokuzu ticarette, biri de hayvancılıktadır.) [İbni Sa’d] (Ticaretin önemi bildiriliyor. Bunların dışında da ticaret yolları yok demek değildir. Mesela çiftçilik, terzilik, marangozluk, demircilik, hizmetçilik v.s.) (Hayrın dokuzu Şam’da, biri diğer ülkelerde. Şam da fesada uğrarsa sizde artık hayır kalmaz.) [Hatib] (Şam o zaman en uygun yerlerden imiş. Şimdi Şam da bozuldu, Bağdat da...) Tefsir-i kebir’de diyor ki: Haset on kısımdır; bunların dokuzu din adamlarında bulunur. (Din adamlarının daha çok haset ettikleri bildiriliyor.) Dünya sıkıntıları on çeşittir; bunların dokuzu salihlerde bulunur. (Salihlere daha çok sıkıntı, bela geleceği bildiriliyor.) Zillet on kısımdır; dokuzu Yahudilerdedir. (O devirde Yahudilerin zillet içinde yaşadıkları bildiriliyor.) Tevazu on kısımdır; dokuzu Nasara’dadır. (O devirde Hıristiyanların genelde alçakgönüllü oldukları bildiriliyor.) 52 www.dinimizislam.com Şehvet on kısımdır; dokuzu kadında, biri erkektedir. (Şehvetin kadında daha çok olduğu anlaşılıyor. Ama hayası da çok olduğu için birbirini dengeliyor. Kadın hayasızlaşınca denge bozulur.) Akıl on kısımdır; dokuzu erkekte, biri kadındadır. (Erkeklerin genelde daha akıllı olduğu bildiriliyor. Bu, her erkek, her kadından akıllı demek değildir. Peygamber efendimiz, (En akıllınız, Allah’tan en çok korkan, dinimizin emir ve yasaklarına en güzel şekilde riayet edendir) buyurdu. Bir başka hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (En akıllınız, ölümü çok hatırlayan, ahiret için azık toplamakta acele edendir. Ölümü çok hatırlayan dünya ve ahiret saadetine kavuşur.) [Taberani] Kısacası sonsuz saadetini düşünen ve buna göre tedbirini alan daha akıllıdır. Müteşabih bir hadis Sual: Din kitaplarında, (Musa aleyhisselam, Azrail aleyhisselamın gözünü çıkardı) mealinde bir hadisten bahsediyorlar. Hem melekler nurani varlıklardır gözleri çıkmaz, hem de, melekler de, Peygamberler de günah işlemez. Bu hadis hakkında âlimler neler bildirmiştir? CEVAP Evet, Peygamberler de, melekler de günah işlemezler. Sünen Nesai’de bu hadis-i şerifin, müteşabih hadislerden olduğu bildiriliyor. Müteşabih, görülen, anlaşılan, meşhur olan manayı vermeyip başka mana verilmesi gereken âyet ve hadis demektir. Yani bunların açık ve meşhur manalarını vermek, akla ve dine uygun olmazsa, meşhur olmayan mana vermek, yani tevil etmek gerekir. Mesela bir âyette mealen Resulullah efendimize buyuruluyor ki: (Kanadını müminler için indir!) [Hicr 88] Resulullahın kanadı mı var? Bu bir deyim, bir mecazdır. O halde bu âyetin anlamı şöyle olur: (Ey Habibim, müminlere merhamet et, şefkat göster, onlara karşı tevazu sahibi ol!) Böyle âyet ve hadis çoktur. Yukarıdaki hadis-i şerif de böyle müteşabih bir hadistir. Türkçe’de de buna benzer deyimler vardır. Mesela, (Ali, Veli’nin gözünden düştü) denince, gözüne çıkıp oradan aşağıya yuvarlandı demek değildir. Ali, Veli’nin yanındaki itibarını kaybetti demektir. İmam-ı Nevevi, Müslim şerhinde buyuruyor ki: (Musa aleyhisselam, Azrail aleyhisselama münazarada üstün geldi) demektir. Mesela denir ki, (Falan, filanın gözünü çıkardı) demek, delil ile onu yendi, susturdu demektir. Bir hadis-i şerifte de, Musa aleyhisselamın, Âdem aleyhisselam ile münazara ettiği ve Âdem aleyhisselamın galip geldiği de bildiriliyor. Her milletin, zamana ve kendine mahsus deyimleri vardır. Deyimlerin o günkü manalarını bilmeden, suizan etmek doğru olmaz. Mesela eli kolu uzun 53 www.dinimizislam.com Arapça’da cömert demek iken, Türkçe’de hırsız demektir. İbrahim aleyhisselamın eli kolu uzundu denince, hâşâ hırsız olduğu anlaşılmaz. Aksine çok cömert olduğu anlaşılır. Bir hadis okuyunca, hemen görünüşe göre mana vermek yanlış olur. Âlimlerin açıklamasına bakmak gerekir. Hadis-i şeriflerle amel etmek Sual: Sahih olduğu kesin bilinen bir hadisle amel etmemiz caiz midir? CEVAP Müctehid olmayan, hadisle amel edemez. (Kifaye) İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Hadislerle amel etmek, bize caiz olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı görünen hadis-i şerifler, âlimlerin sözlerini reddetmek için delil ve senet olamaz. Mesela bir Hanefi’nin, [“İmam arkasında Fatiha okumak farzdır. Bu konuda sahih hadis var” diyerek] imam arkasında Fatiha okuması ilhaddır. (Mektubat 1/312, Mebde ve Mead 31) Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki: Dindeki dört delil, müctehidler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü bizler, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Mezhebin bir hükmü, âyete, hadise uymuyor görünse de yanlış değildir. Çünkü âyet ve hadis ictihad isteyebilir, başka bir âyet veya hadisle değişmiş, neshedilmiş olabilir veya bilmediğimiz bir tevili vardır. (Berika s. 94) Şimdi bir hadis kitabı okuyan, ya hadise uydurma der veya kendi aklına göre, yanlış hüküm çıkarır. Her ikisi de felakettir. O halde bir Müslümana yapılacak en büyük bir kötülük, (Hadisten veya mealden dinini öğren) demektir. Sahih olan şu hadis-i şeriflere ve mezheplerdeki hükümlerine bakalım: 1- (Deve eti yemek abdesti bozar.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai] (Sadece Hanbelî’de bozar.) 2- (Zekerine dokunanın abdesti bozulur.) [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai] (Tek Hanefi’de bozmaz.) 3- (Zekere dokunmak abdesti bozmaz.) [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai] (Tek Hanefi’de bozmaz.) 4- (Fercine dokunan kadının abdesti bozulur.) [Beyheki] (Yalnız Şâfiî’de bozulur.) 5- (Kan aldırmak abdesti bozmaz.) [Beyheki] (Yalnız Hanefî’de bozar.) 6- (Akar kan abdesti bozar.) [Beyheki, Dâre Kutnî] (Tek Hanefî’de bozar.) 7- (Besmelesiz abdest olmaz.) [Ebu Davud, Tirmizi, Beyheki, Hâkim] (Besmele yalnız Hanbelî’de farzdır.) 8- (Deniz hayvanları helaldir.) [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai] (Yalnız Hanefi’de deniz haşaratı yenmez.) 54 www.dinimizislam.com 9- (Ateşte ısınmış şey abdesti bozar.) [Müslim, Ebu Davud, İ. Mace, Tirmizi, Nesai] (Bu, hiçbir mezhepte bozmaz. İzahı Mizanı Kübra’da vardır.) 10- (Fâtihasız namaz olmaz.) [Buhari, Müslim] (Fâtiha, 3 mezhepte farz, Hanefî’de farz değil.) Görüldüğü gibi, farklı hükümler var. Mesela zekere dokunmak abdesti bozar diye de, bozmaz diye de hadis var. Bir kimse hangisiyle amel edecek ki? Onun için herkes kendi mezhebine uymalıdır. Mezhebin hükmüne uyulur Sual: İbni Âbidin, Hindiyye, Dürer gibi muteber eserlerdeki bazı hadis-i şerifler âyetlere zıt gibi görünüyor. Mezhebimizin bazı hükümleri de hadislere zıttır. Bu durumda ne yapmalı? CEVAP Önce kısaca ölçüyü verelim: 1- Hadis, âyete zıt olmaz. Zıt gibi görünürse, hadis-i şerife uyulur. Çünkü âyeti en iyi Resulullah anlar. Resulullah'ın açıklaması âyetin tefsiri olur. 2- Bir hadis, mezhebin hükmüne zıt gibi görünürse, mezhebin hükmüne uyulur. Çünkü mezhebimizin âlimleri, hadis-i şerifleri elbette bizden daha iyi bilir. Vâris olan âlimlerin farklı ictihadları da, yine Resulullah'ın emrine göredir. Nasıl ki Allahü teâlâ Resulünü yetkili kıldı, Resulullah da vârislerini yetkili kıldı. Dört mezhep ve farklı hükümler olmayıp tek hüküm olsaydı, Müslümanların hâlleri çok zor olurdu. Şimdi bir insan, kendi mezhebine göre yapması gerektiği halde yapamadığı bir şeyi, başka bir hak mezhebe göre yapabiliyor. Bu nimete karşı çıkılmaz. Müctehid olmayan din adamı, okuduğu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Müctehidlerin âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlayarak, verdikleri fetva ile amel etmesi gerekir. Takrir kitabında da böyle yazılıdır. (Kifaye) Müctehid olmayanın dindeki bu hükümleri hadis-i şeriflerden anlaması mümkün olmaz. Bunun için, müctehid olmayan, hadis kitabı okursa, ya hadislerin uydurma olduğunu zanneder veya kendi aklına göre, yanlış bir hüküm çıkarır. Her ikisi de felaketine sebep olur. O halde bir Müslümana yapılacak en büyük kötülük, (Kütüb-i sitteyi al, hadisleri oku ve buradan dinini öğren) veya (Kur’an meali oku, dinini asıl kaynaktan öğren) demektir. Bu, bir hastaya, (Falan hastaneye git, ameliyathanesinde, her türlü lüzumlu alet vardır, kendi kendini ameliyat et) veya (Falan ilaç fabrikasına veya falan ilaç ecza deposuna git, orada her türlü ilaç var, bulduğunu, beğendiğini iç, tedavi ol) demekten daha beterdir. Peki, mezhep imamları âyet ve hadise uymamışlar mı? Onlar âyet ve hadisi bizim kadar anlamamışlar mı? Ne diye o yetkili âlimlere değil de, kendi 55 www.dinimizislam.com anlayışımıza uyuyoruz? Günlük işlerde bile, işin ehline gidiliyor. Kendi kendini ameliyat eden, kendi ilacını kendi yapan var mı? (Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanmayın) mealindeki âyet-i kerime için Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: Burada Allah’ın ipinden maksat, cemaattir. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullah'ın ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Bu yola tâbi olmayan, bid'at ehli olur, Cehenneme gider. (Tahtavi) Sual: Herkese Lazım Olan İman kitabında, (Müctehid olmayan bir Müslüman, bir sahih hadis öğrenip, mezhep imamının buna uymayan hükmünü yapmak kendine ağır [güç] gelirse, bu müslümanın, dört mezhep arasında, bu hadise uygun ictihad etmiş olan müctehidi arayıp bulması ve bu işini onun mezhebine göre yapması lazımdır) deniyor. Biz hadislere göre amel edebilir miyiz? CEVAP Bu ifade, hadis-i şerifle amel etmeyi değil, ihtiyaç halinde başka mezhebi taklit etmeyi bildiriyor. Mesela, aç kalıp midyeden başka yiyecek bir şey bulamayan kimse, (Denizden çıkan her hayvan yenir) hadis-i şerifine göre, ictihad eden mezheplerden birini taklit ederek, deniz haşaratını yemesi caiz olur anlamındadır. Yoksa sahih hadis var diye, kendi mezhebine aykırı hareket edemez. Çünkü Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki: Dört mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür. Çünkü, onlar, Nasstan yani âyet ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun için, bir mezhebin bir hükmü, Nassa uymuyor gibi görünse de, yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü Nass, ictihad isteyebilir, tevili gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar. (Berika) Resulullahı örnek almak Sual: İbadetlerimi Peygamberimizin hareketlerine göre düzeltmek istiyorum. Namaz kılarken Hazret-i Ebu Bekire uyduğu zaman, imam arkasında Fatiha okumuş muydu? Okumuşsa bizim de okumamız lazım olduğu için soruyorum. Bunun gibi Peygamberimiz kadına dokununca veya cildinden kan çıkınca abdest almış mıdır? CEVAP Bu çok yanlış bir sual. Kur’an ve sünnetten başka delil tanımayan mezhepsizlerin suallerine benzemektedir. Bu sual birkaç yönden yanlıştır: 1- Dinimizde dört delil vardır. İkisini inkâr etmek, bir hak mezhebe bağlanmamak dalalettir. Mezhebimizin hükmü nedir diye sual edilmesi gerekirdi. 2- Resulullah efendimizin statüsü, konumu farklıdır. Ona farz olan, bize farz olmayabilir. Mesela teheccüd namazı ona farz, bize nafiledir. 56 www.dinimizislam.com Ona haram olan şeyler bize caiz olabilir. Mesela şiir yazmak, şiir söylemek, soğan sarımsak yemek Resulullaha caiz değil idi. Bize caizdir. Demek ki Onun yapmadığı ölçü değil, bize izin verip vermediği ölçüdür. Ona caiz olan bazı şeyler, bize caiz olmayabilir. Mesela Resulullah efendimiz, boşadığı kadınla evlenmesi caiz idi. Bize caiz değildir. Bir kimse ölünce, hanımı başkası ile evlenebilir. Ama Resulullahın hanımları başkası ile evlenemez. Çünkü onlar müminlerin anneleridir. Demek ki Resulullah efendimizin bizzat yapıp yapmadığı değil, bize yapın veya yapmayın dediği ölçü olur. Bunu da biz bilemeyiz ancak müctehid âlimler bilir. Onun için herkes mezhebinin hükmü ile amel eder. (Resulullah böyle yaptı veya yapmadı) diyerek kendi kafasına göre hüküm veremez. Tahkik eden mezhepsiz Sual: Bir kimse, (Mezhebe körü körüne uymam, taklit değil tahkik ederim, doğru olanlarına uyarım) dese, bu kimse mezhepsiz olur mu? CEVAP Mezhepsizlik zaten budur. Günümüzde âyet-i kerimeden ve hadis-i şeriften kendi anladığına uyup, mezhebine uymayan kimse, mezhepsizdir. Böyle yapmak, mezhep âlimlerinin âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri anlayamadığını sanmak, yani onları cahil bilmek olur. Bir mezhebi beğenmeyerek ondan çıkmak, Selef-i salihini cahil bilmek, beğenmemek olur. Buna da âlimlerimiz küfür olur demişlerdir. (Es-Savi) tefsirinde, Kehf suresinin 24. âyetinin tefsiri haşiyesinde buyuruyor ki: Dört mezhepten olmayan kimsenin sözü, sahih olan hadis-i şerife yahut âyet-i kerimeye uygun görünse de, buna uymak caiz değildir. Dört mezhepten birinde olmayan kimse sapıktır. Başkalarını da, hak yoldan ayırır. Dört mezhepten ayrılmak küfre kadar gider. (Hidayet-ül-muvaffıkin s. 65) Âlimlere uymayan, şeytana uymuş olur Sual: Kabul olan hac sayesinde, kul borcu ve namaz, oruç gibi farzların ödenmedikçe affedilmeyeceği söyleniyor. Halbuki şu hadis-i şerif, bunların da affedileceğini göstermiyor mu? Resulullah, Arefe akşamı ümmeti için dua etti. Allahü teâlâ (Onları mağfiret ettim. Ancak zalimler hariç, çünkü zalimlerden mazlumun hakkını alacağım) buyurdu. (Ya Rabbi, dilersen mazlumu cennette razı edici nimetler verirsin, zalimleri de af etsen…) diye duaya devam etti. Fakat kabul olduğu bildirilmedi. Sabah Müzdelife’de aynı duayı tekrarlayan Resulullah efendimizin tebessüm ettiği görüldü. Sebebi sorulduğunda buyurdu ki: (Allahü teâlânın, duamı kabul edip ümmetimi mağfiret ettiğini İblis öğrenince, başına topraklar saçarak feryat etmeye başladı. İşte onun bu hali beni güldürdü.) [İbni Mace, İ. Ahmed, Kurtubi] CEVAP 57 www.dinimizislam.com Allahü teâlâ, (Resulüme itaat edin, Ona itaat bana itaattir, bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruyor. Resulü de (Âlimler benim vârislerimdir) buyuruyor. Demek ki işin önemi çok büyük, âlimlere uymakta çok büyük fayda, uymamakta ise, çok büyük zarar vardır. Bu zarar, insanı bid’atten küfre kadar götürür. Mesela aşağıdaki hadis-i şerifleri de okuyan insan, her türlü günahı işleyip, hiç bir ibadet yapmayıp, sadece üç estağfirullah okumakla, abdest almakla bütün günahlardan kurtulduğunu zanneder. Halbuki bu dine aykırıdır. Günahların affolduğunu bildiren hadis-i şerif meallerinden bazıları şöyledir: (Her namazdan sonra; 3 kere "Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüv el-hayyel-kayyume ve etubü ileyh" okuyanın, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni] (Cuma günü sabah namazından önce, “Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh” okuyanın, bütün günahları affolur.) [İbni Sünni] (Güzelce abdest alıp namazını cemaatle kılanın bütün günahları affolur.) [Müslim] (Günde beş vakit namaz kılanın bütün günahları temizlenir.) [Buhari] (İşrak vakti iki rekat namaz kılanın bütün günahları affolur.) [İ.Ahmed] (Abdest alan bütün günahlardan temizlenmiş olur.) [Müslim] (Arefe günü, bin "İhlas" okuyanın bütün günahları affolur.) [Ebuşşeyh] (Karada şehid olanın borçları ve emanetleri hariç, bütün günahları affolur. Denizde, suda boğularak ölen şehidin ise, borç ve emanetleri de dahil bütün günahları affolur.) [Ebu Nuaym] (Hacca giderken veya gelirken ölenin, bütün günahları affolur.) [İsfehani] (Bir kimse, [karşısındaki pişman olunca] alış verişi fesheder, malı geri alırsa, Hak teâlâ onun günahlarını affeder.) [Hakim] (İki müslüman, selamlaşıp müsafeha eder ve bir de bana salevat-ı şerife okursa, anadan yeni doğmuş gibi bütün günahları temizlenir.) [R.Nasıhin] (Kendi ihtiyacı olan bir şeyi başkasına verirse, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder.) [İbni Hibban] (Ramazan orucunu tutup, gecelerini de ibadetle geçirenin bütün günahları affolur.) [Nesai] (Sevabını umarak kadir gecesini ibadetle geçirenin geçmiş ve gelecek günahları affolur.) [İ.Ahmed] Hadis-i şeriflerin açıklamasında buyuruluyor ki: 58 www.dinimizislam.com Kadir gecesini ihya edenin, Ramazan orucunu tutanın, haccı kabul olanın, bütün günahları affolursa da, namaz, oruç ve kul borçları ödenmiş olmaz. Bunları kaza ederek, ödeyerek borçtan kurtulmak gerekir. (Hadika) Böyle bütün günahların affedilmesi için, o kişinin, düzgün itikada sahip olması, kul hakkını, kazaya kalan farzlarını ödemesi ve haramlardan vazgeçmesi şarttır. Kul hakkı önemlidir. Bir hadis-i şerif meali: (Üzerinde kul hakkı olan, ölmeden önce ödeyip helalleşsin! Çünkü ahirette paranın pulun değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevaplarından alınır, sevapları olmazsa, hak sahibinin günahları buna yüklenir.) [Buhari] Hud suresinin (Hasenat, günahları yok eder) mealindeki 114.âyeti, farzın terkinden hasıl olan geciktirme günahı, o farz kaza edilince, af olur demektir. Âlimlere uymak vaciptir Sual: Allah ve Resulünden başkasına itaat etmek şirk ve bid’at iken, niye âlimlere ve mezheplere uyuluyor ki? CEVAP Bu, cevabı bir kitap olacak kadar uzun, izah isteyen bir sualdir. Kısaca bildirelim. Allah ve Resulünden başkasına itaat etmek dinin emridir, şirk ve bid’at değildir. Bu husus, âyetlerle ve hadislerle sabittir. Resulullahın vârisleri olan âlimler buyuruyor ki: Dinin hükümlerini bizim gibi cahillere, derin âlimler ve olgun salihler bildirdi. Bunlar, Muhaddisler ve Müctehidler’dir. Hadis âlimleri, hadis-i şerifleri inceleyip, sahih olanlarını ayırmışlardır. Müctehidler de, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden ahkâm çıkarmışlardır. Biz, ibadetlerimizi ve bütün işlerimizi bu ahkâma uygun olarak yapıyoruz. (Üsul-ül-erbea fi-terdidil-vehhabiyye) Avamın [müctehid olmayanın], bir hadis-i şerif işitince, bundan kendi anladığına göre iş yapması caiz olmaz. Ya onun anladığından başka mana verilmesi gerekir veya mensuh [yürürlükten kaldırılmış] olabilir. Müctehidin fetvası ise, böyle şüpheli değildir. (Kifâye) Avamın Eshab-ı kiramı taklit etmekten men olunmalarını ve bunların, İslamiyet’i açıklayan, sözleri kolay anlaşılan, kısımlara ayırmış olan âlimlere uymaları lazım olduğunu, âlimlerimiz sözbirliğiyle bildirdiler. (Müsellem-üs-sübut, Fevatih-ur-rahemut) İmam-ül-Haremeyn, Burhan kitabında, (Avam Eshab-ı kiramın mezheplerine uymamalı. Dört mezhep imamının mezheplerine tâbi olmalı) buyurdu. (Şerhi minhac-ül-üsul) İslam âlimlerinin yukarıda yazılı icmalarına uymayanların sapık oldukları anlaşılır. Çünkü Eshab-ı kiram, cihadla, İslamiyet'i yaymakla uğraştıkları için, 59 www.dinimizislam.com tefsir ve hadis kitapları hazırlamaya vakit bulamadılar. Resulullahın nuru, Onların mübarek kalblerine o kadar çok işledi ki, kitaptan öğrenmeye ihtiyaçları kalmadı. Her biri, bu nurun kuvvetiyle doğru yolu bulurdu. Asırların en iyisi olan saadet asrı bitince, fikirlerde, bilgilerde ayrılıklar hâsıl oldu. Eshab-ı kiramdan ve Tabiinden nakledilen haberler, birbirlerine uymaz oldu. Hak yolu arayanlar şaşırdılar. Allahü teâlâ, lütfederek, bu ümmet arasından salih, dört âlimi seçti. Nasslardan hüküm çıkarmak üstünlüğünü bunlara ihsan etti. Bunların taklit edilmesini emrederek bütün Müslümanların hidayete kavuşmalarını istedi. Bir âyet-i kerime meali: (Ey iman edenler, Allaha itaat edin, Resule itaat edin ve Ülül-emrinize itaat edin!) [Nisa 59] Burada Ülül-emir, ictihad derecesine yükselmiş olan âlimler demektir. Böyle âlimler de, herkesin bildiği dört hak mezhebin dört büyük imamıdır. Bu âyetteki ülül-emir denilen üstün kimselerin, müctehid oldukları yine âyetle bildiriliyor: (Resule veya ülül-emre sorsalardı, onlar bilirdi.) [Nisa 83] (Ülül-emir, hâkimler, valiler demektir) sözü, nasslardan ahkâm çıkarabilen hâkimler içindir. Bunlar, âlim oldukları için, Ülül-emirdirler. Hâkim oldukları için değil! Dört halife ve Ömer bin Abdülaziz böyleydi. Cahil, fâsık veya kâfir olan emirler böyle değildir. Onların dine aykırı emirlerine itaat edilmez. Bir âyet-i kerime meali: (Bir şeyi ortak koşman için seni zorlarlarsa, onlara itaat etme!) [Lokman 15] Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ülül-emir, fıkıh âlimleridir.) [Darimi] İbni Abbas da, (Ülül-emir, fıkıh ve din âlimleridir) buyurdu. (İtkan, Müslim şerhi, Tefsir-i kebir) Âyetlerin, hadis ve tefsir âlimlerinin bu açık beyanları, müctehidlere itaat etmek lazım olduğunu gösterdiği gibi, mezhepsizlerin (Allah’tan ve Peygamberden başkasına itaat etmek şirk ve bid’attir) sözlerinin bozuk ve saçma olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu konuda birçok hadis-i şerif de vardır: 1- Resulullah, Muaz bin Cebeli Yemene hâkim olarak gönderirken, (Orada nasıl hüküm edeceksin?) buyurunca, Allah’ın kitabıyla dedi. (Allah’ın kitabında bulamazsan?) buyurdu. Allah’ın Resulünün sünnetiyle dedi. (Resulullahın sünnetinde de bulamazsan?) buyurunca, ictihad ederek anladığımla dedi. Resulullah, mübarek elini Muaz’ın göğsüne koyup, (Elhamdülillah, Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, Darimi) [Ülül-emrin müctehid demek olduğunu ve buna itaat edenden Resulullahın razı olduğunu, bu hadis-i şerif açıkça göstermektedir.] 2- Bir hadis-i şerif meali: 60 www.dinimizislam.com (İlim üçtür: Âyet-i muhkeme, Sünnet-i kaime ve Farida-i adile.) [Ebu Davud, İbni Mace] Mişkat şerhi, bunu şöyle açıklıyor: Farida-i adile, Kitaba ve sünnete uygun ilimdir. İcma’a ve Kıyasa işarettir. Çünkü İcma ve Kıyas, Kitaptan ve Sünnetten çıkarılmaktadır. Bunun için, İcma ve Kıyas, Kitapla ve Sünnetle eşit tutuldu, Farida-i adile denildi. Böylece, ikisiyle amel etmenin vacib olduğu tembih edildi. Hadis-i şerifin manası, (Dinin kaynağı dörttür: Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas) demek oldu. (Eşiat-ül-lemeat) 3- Hazret-i Ömer, müctehid olan Şüreyh’i kadı olarak gönderirken buyurdu ki: Allah’ın kitabında açık olarak bildirilene bak! Bunu başkasından sorma! Burada bulamazsan Resulullahın Sünnetine uy! Burada da bulamazsan, ictihad et ve anladığına göre cevap ver! 4- Hazret-i Ebu Bekre davacı gelince, Allahü teâlânın kitabına bakardı. Burada bulduğuna göre hükmederdi. Burada bulamazsa, Resulullahtan işittiğine göre cevap verirdi. İşitmemişse, Eshab-ı kiramdan sorup, onların icmasıyla hüküm verirdi. 5- Abdullah ibni Abbas’a bir şey sorulunca Kur'an-ı kerimde bulup, cevap verirdi. Kur'an-ı kerimde bulamazsa, Resulullahtan işittiğini söylerdi. İşitmemişse, hazret-i Ebu Bekir ve hazret-i Ömer’e sorardı. Cevap alamaz ise, kendi reyi ile bulup hükmederdi. Müctehid âlimlere sormak, dört mezhep imamlarına sormak demektir. Birkaç vesikası şöyledir: Bir mezhebi taklit etmenin vacib olduğunu gösteren dört delil: 1- Birinci delil: Eshab-ı kiramın asrından ve ondan sonraki asırdan bu zamana kadar, bütün Müslümanlar dört mezhepten birini taklit etti. Bunda icma hâsıl oldu. Şu hadis-i şerifler icmanın sahih olduğunu göstermektedir: (Ümmetim dalalet olan bir şeyde icma yapmaz!) [İ. Ahmed] (Allahü teâlânın rızası, icmadadır. Cemaatten ayrılan, Cehenneme gider.) [İbni Asakir] (Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani] 2- İkinci delil: Bir âyet-i kerime meali: (O gün, her fırkayı imamları ile çağırırız!) [İsra 71] Kadı Beydavi hazretleri, bu âyet-i kerimenin tefsirinde, (Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamların isimleriyle çağırırız) buyuruyor. Medarik’te de böyle yazılıdır. Mealim-üt-tenzil tefsirinde, (İbni Abbas, kendilerini dalalete veya hidayete sürükleyen devlet reisleriyle çağrılır dedi. Said bin Müseyyib ise, her 61 www.dinimizislam.com kavim, kendilerini hayra ve şerre sürükleyen reislerinin yanına toplanırlar dedi) demektedir. Tefsiri Hüseyni’de ve Ruh-ul-beyan’da (Mezhebinin imamıyla çağrılırlar. Mesela, ya Şafii yahut ya Hanefi denilir) demektedir. Bundan anlaşılıyor ki, kâmil olan imamlar kendilerine tâbi olanlara şefaat edeceklerdir. Demek ki, kıyamet günü, herkes mezhep imamının ismiyle çağrılacaktır. İmam, kendisini taklit edene, şefaat edecektir. Dört mezhep imamlarının her biri böyle yüksekti. Allahü teâlâ, Lokman suresinin 15. âyetinde, (Bana inabet edenin yoluna tâbi ol) buyurdu. Bu dört büyük imamın, Allahü teâlâya inabet etmiş oldukları sözbirliğiyle bildirilmiştir. 3- Üçüncü delil: Bir âyet-i kerime meali: (Hidayet yolunu öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fena olan Cehenneme sokarız!) [Nisa 115] İmam-ı Şafii’ye, İcma’ın delil olduğunu gösteren âyet hangisidir diye sorulduğunda, cevap olarak, bu âyeti gösterdi. Bu âyet, müminlerin yolundan ayrılmayı haram ettiği için bu yola uymak vacib yani farz olur. Medarik tefsirinde, bu âyet açıklanırken, (İcma’ın delil olduğunu ve Kitaptan, Sünnetten ayrılmak caiz olmadığı gibi, icmadan ayrılmanın da caiz olmadığını bu âyet göstermektedir) buyurulmaktadır. Beydavi tefsiri de, bu âyeti açıklarken, (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu gösteriyor. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak vacib yani farz olur) buyuruyor. Bu ümmetin salihleri, âlimleri, (Bir mezhebi taklit etmek vacib yani şarttır. Mezhepsiz olmak büyük günahtır) dediler. Âlimlerin bu sözbirliğinden ayrılmak, bu âyetten ayrılmak olur. Bir ayet-i kerime meali de şöyledir: (Siz, insanlar için hayırlı ümmetsiniz! Emr-i maruf ve nehy-i münker yaparsınız.) [Âl-i İmran 110] Bu ümmetin âlimleri mezhepsizliğin kötü olduğunu bildirdiler. Mezhepsizliği tavsiye edip, âlimlerin sözlerinden ayrılan, bu âyet-i kerimeyi inkâr etmiş olur. Bazı mezhepsizler, (Edile-i şer’iyye)nin dört kaynağından yalnız ikisine uyduklarını söylüyorlar. Diğer ikisini kabul etmiyorlar. Böylece, Müslümanların yolundan yani, (Ehl-i sünnet vel-cemaat) yolundan sapıyorlar. 4- Dördüncü delil: Bir âyet-i kerime meali: (Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun!) [Nahl 43] Bu âyet-i kerime, ibadetlerin ve işlerin nasıl yapılacağını bilmeyenlerin, bilenlerden sorup öğrenmelerini emretmektedir. Âyet-i kerimede, herkesten ve din cahillerinden değil, âlimlerden sormak emrolunmaktadır. Bunun için, bir kimse, yapacağı şeyi, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde arayamaz, 62 www.dinimizislam.com mezhebinin âlimlerinin kitaplarından okuyup öğrenmesi gerekir. Okuyup öğrendiğine göre yapan, o müctehidi taklit etmiş olur. Müctehide uymazsa mezhepsiz olur. Dört mezhebe uymak Sual: İşlerimizin bir kısmını Hanefi’ye, bir kısmını Maliki’ye, bir kısmını Şafii’ye, bir kısmını da Hanbeli’ye uyarak yapsak dört mezhebin dördüne de uymuş olmaz mıyız? CEVAP Hayır uymuş olmayız. Hatta hiçbirine inanmamış oluruz. Hatta, hepsinin yani dinde söz sahibi mutlak müctehidlerin üzerinde kendimizi görmüş ve buna göre hareket etmiş oluruz. Din kitaplarımızda buyuruluyor ki: Bir işi bir mezhebe göre yapmaya başladıktan sonra, bu işi ve buna bağlı olan işleri yapmaya devam ederken, bu mezhebi taklit etmekten vazgeçmenin yasak olduğu sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbnül Hümam Tahrir-ül-üsul, İbnül-Hacib Muhtasar-ül-üsul, Alâüddin-i Haskefî Dürr-ül-muhtar) Bir mezhebi taklit edenin, hep ona tâbi olması vaciptir. Zaruret olmadıkça, başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhepten ayrılmasının caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmiştir. (Bahr-ür-raık) Mutlak müctehid olmayan âlimin, bir mutlak müctehidi taklit etmesi gerekir. (Müsellem-üs-sübut) Ayn-ül-ülaya yükselmemiş bir âlimin, dört mezhepten birini taklit etmesi vaciptir. Taklit etmezse, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır. (İmam-ı Şarani Mizan s.24) Aminin [müctehid olmayanın] mezhep değiştirmesi caiz değildir. Dilediği bir mezhebi taklit etmesi lazımdır. (Redd-ül-muhtar s.283) Müctehid olmayan din adamının, hadis-i şeriften anladığı ile amel etmesi caiz değildir. Çünkü, hadis-i şeriflerin mensuh veya tevilli yahut muhkem olduğunu ayıramaz. (İkt-ül-ceyyid, Muhtasar) Bir kimsenin, taklit ettiği mezhebi, yani ona uygun iş yapmaya başladığı mezhebi terk etmesinin caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbni Hümam Tahrir) İbadetlerde ve ictihad ile yapılan işlerde, dört mezhepten birini taklit eden kimse, böyle yaptığı işi, Allahü teâlânın emrine uygun olarak yapmış olur. (Mevlana Abdüsselam Cevhere şerhi) Taklit etmekte olduğu mezhebe uygunsuz iş yapmaya, hiçbir âlim caiz demedi. (Kimya-yı saadet) İslam dininin binası, bu dört direk üzerine kurulmuştur. Bir kimse, bu dört yoldan birine girerse ve bu dört kapıdan birini açarsa, başka yola geçmesi ve 63 www.dinimizislam.com başka kapıya sarılması, abes ve lehv olur. İşlerinin düzenini bozmuş, doğru yoldan ayrılmış olur. Âlimlerin sözbirliği ve ahir zamanda Müslümanlara en uygun yol, dört mezhepten birini taklit etmektir. Din ve dünyanın düzeni böyle olur. Herkes, önceden dilediği mezhebi seçer. O mezhebi taklide başladıktan sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, hiç şüphesiz, birinci mezhebe suizan etmek olur. İşler ve sözler bozulur, karışır. Sonra gelen âlimler, bunu sözbirliği ile bildirdiler. Doğrusu da budur, hayır bundadır. (Abdülhak-ı Dehlevi Sıfr-üs-seadet şerhi) Mutezile gibi, hak yolun çeşitli olduğuna inananlar, aminin [cahilin] mezhepleri dilediği gibi karıştırabileceğini söylediler. Ehl-i sünnet âlimleri, aminin belli bir imama uyması lazım olduğunu bildirdiler. Keşf kitabı, bunu uzun anlatmaktadır. Her mezhepte mubah olanları, kolay olanları araştırıp, bunları yapmaya, mezhepleri Telfik denir. Böyle yapan, fâsık olur. Said bin Mesudün Tahavi şerhi bu hususu ayrıntılı şekilde anlatmaktadır. (İmam-ı Kuhistani Muhtasar-ı Vikaye şerhi) Mezheplerden faydalanmak Sual: Bir mezhebe bağlanmadan, bütün mezheplerden faydalanmak caiz midir? CEVAP Caiz değildir. Herkesin bir mezhebinin olması lazımdır. Bir mezhebi olanın da, harac, sıkıntı olmadıkça, bir işi bir mezhebe göre, başka bir işi de başka mezhebe göre yaparak, mezhepleri karıştırması caiz olmaz. Bir kimse, dört mezhepten hangisini seçmişse, o mezhepteki bilgileri öğrenmesi, harac, sıkıntı olmadıkça, her işinde o mezhebe uyması lazımdır. (M. Nafia) Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Her Müslümanın yalnız bunlardan birine uyması şarttır. Dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir kolaylıklar mezhebi uydurmaya telfik denir ki, caiz değildir. (Hadika) İki mezhebi telfîk edenin ibadetinin sahih olmayacağı sözbirliğiyle bildirilmiştir. Bir ibadetin bir şartı bir mezhebe, başka şartı da başka mezhebe göre sahih olursa, bu ibadet sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar) Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu mezhebe göre yapmayıp, başka mezhebe göre yapmaya kalkışmak, birinci mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihini cahil saymak küfürdür. (F. Bilgiler) Eski ve yeni âlimler Sual: Mezheplere inanmayan biri, (Eskiden İmam-ı Buhari sadece Buhari kitabını biliyordu, diğer muhaddisler de böyledir. Şimdi gelen insanlar bütün hadis kitaplarını biliyor. Şimdikiler onlardan yüzlerce defa âlimdir. Sahabe ise 64 www.dinimizislam.com zaten çok az şey biliyordu. Şimdiki insanlar çok daha âlimdir) diyor. Sözlerinde doğruluk payı var mı? CEVAP Hiç doğruluk payı yoktur. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (En iyi, en hayırlı insanlar benim asrımda bulunan Müslümanlar [Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin]dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin]dir. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine, işlerine inanmayın.) [Buhari] Bu üç asırdan sonrakiler, bunlardan nakil yapmadıkça onlara itibar edilmez. (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur.) [Hadika] Gün günü aratıyor, gittikçe bozuluyor. İlk asırların gelmesi mümkün değildir. (Allah’ın salih kulları birbiri ardından âhirete göçer; geride arpa ve hurmanın döküntüleri gibi değersizler kalır. Allahü teâlâ onlara hiç kıymet vermez.) [Buhari] Sonrakilerin, öncekilerden nakil yapmaları gerekir. (Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslam’da açılan bir gedik olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.) [Deylemi] Bir âlimin boşluğu doldurulamazsa, o devrin hali ne olur? (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace] Gittikçe ilim azalacaktır. (Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [İbni Asakir] Eski âlimleri hadis bilmez diye suçlayanlar, ilimden haberi olmayan cahillerdir. Eshab-ı kiramın üstünlüğüyse zaten tartışılmaz. Her bakımdan üstün, her bakımdan âlim ve hepsi de Cennetlik insanlardı. Bir âyet-i kerime meali: (Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşan Eshab-ı kiramın, fetihten sonra Allah için veren ve savaşan eshab-ı kiramdan dereceleri daha yüksektir. Hepsinin derecesi eşit değildir. Fakat hepsi için Hüsnayı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10] Üç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.) [Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy] (Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar] (Eshabım gibi hiç kimse İslamiyet’e hizmet edemez.) [İ. Süyuti] 65 www.dinimizislam.com Dine hizmet etmek, ilim ile, iman ile, ihlas ile, can ve mal vermekle olur. Başkaları bu mertebeye ulaşamaz. Sonrakiler, Eshab-ı kiram gibi nasıl üstün olabilir? Müctehid ve müceddid Sual: Müctehid ve müceddid ne demektir? Herkesçe bilinen müceddidler kimlerdir? CEVAP Âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan din bilgilerini, toplayan, kitaba geçiren; açıkça bildirilmemiş, kapalı bildirilmiş olan bilgileri de anlayıp, açıklayabilen derin âlimlere Müctehid denir. Hicretten 400 yıl sonra, müctehid yetişmedi. Müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve Onun resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin şamil olan ahkâmın hepsini bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. Sonra gelen âlimler, bu ahkâmın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceklerini, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirirler. Müceddid denen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur. (S. Ebediyye) Cahiller ve din düşmanları tarafından Müslümanlar arasına sokulmuş olan hurafeleri, bid’atleri, yanlış inançları, kendilerinden bir şey ilave etmeden dini eski haline getiren müceddidlerdir. Hadis-i şerifte, (Her yüz yılda bir müceddid gelir. Ümmetimin işlerini yeniler) buyuruldu. Mesela, sultanlar içinde Ömer bin Abdülaziz, din bilgilerinde İmam-ı Şafii, tasavvufta Maruf-i Kerhi, esrar bilgilerinde İmam-ı Gazali, feyz vermekte ve harikalar, kerametler göstermekte, Abdülkadir Geylani, hadis ilminde İmam-ı Süyuti, tarikat, hakikat ve akaid bilgilerinin inceliklerini açıklamakta ve kalplere akıtmakta İmam-ı Rabbani, müceddid idiler. Hepsi, İslamiyet’in yayılmasına, kuvvetlenmesine hizmet ettiler. (Mekatib-i şerife) Âyetle hadis çelişirse Sual: (Hadisimi Kur’anla karşılaştırın. Kur’ana uyarsa o söz benimdir, uymazsa benim değildir) hadisine uyarak, âyetle çelişen hadislerin hepsini hadis kitaplarından ayırmak gerekmez mi? CEVAP Bir kere hadis kitaplarında Kur’an-ı kerime aykırı hadis-i şerif bulunmaz. Bir hadis âlimi, bir hadis-i şerifin Kur’ana aykırı olduğunu bilememişse, biz nasıl bileceğiz? Kur’an-ı kerimi bilmeyen nasıl muhaddis olur? Aslında şöyle düşünmek gerekir: Bir âyetle bir hadis çelişkili gibi görünürse, hadis-i şerifi esas almalı; çünkü Kur’an-ı kerim Resulullah efendimize inmiştir, o âyetteki manayı en iyi o bilir. Öyle ise, o hadis-i şerif o âyete aykırı değildir, belki açıklamasıdır. 66 www.dinimizislam.com Bunun gibi, mezhebimizin bir hükmü, bir hadis-i şerifle çelişir gibi görünürse, mezhebimizin hükmünü almamız gerekir. Mezhebimizin âlimleri bu hadis-i şerifi anlayamamış denilemez. Bir örnek vermek gerekirse, hadis-i şerifte, (Denizde yaşayan her canlı yenir) buyurulurken, mezhebimizin âlimleri, bu hükümden deniz haşaratını istisna tutmuştur. Bunun gibi, (İstanbul’da Şişli’de Ramazanda herkes oruç yer) dense, bunun istisnalarının da olacağı mümkündür. İşin önemini belirtmek için, çoğu anlamında, herkes dendiği olur. Şu halde, bid’at ehlinin dediği gibi, (Mezhebimizin hükümlerini, hadislere ve Kur’ana göre düzeltelim) demenin çok yanlış olduğu bu örneklerden anlaşılmaktadır. Mezhepsizlerin oyununa gelmeyelim, mezhebimizin hükümleriyle amel etmeye çalışalım. İmam-ı Rabbani hazretleri, mezhebin bir hükmünü bir hadis-i şerife aykırı görerek, yani mezhebin o hükmünün yanlış olduğunu kabul etmenin, mezhebinin hükmünü beğenmemenin, ilhad olduğunu bildirmektedir. (Mebde ve Mead) Delil aramak gerekir mi? Sual: Herkesin, mezhebindeki hükümlerin delilini bilmesi gerekir mi? CEVAP Müctehidlerin bildirdiği hükümlerin delillerini, mukallidlerin araştırmaları, anlamaları lazım değildir. (Redd-ül-muhtar) Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas müctehidler için delildir. Mukallidler yani dört mezhepten birinde olanlar için delil, bulunduğu mezhep imamının ictihadı ve sözüdür; çünkü mukallidler, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun içindir ki, mezhep imamının sözü, Nass’a yani âyet ve hadise uymuyor göründüğü zaman, mezhep imamının sözüne uyulur; çünkü Nass ictihad isteyebilir yahut başka Nass’la değişmesi, tevil edilmesi veya nesh edilmiş olması mümkündür. Bunları da ancak müctehid anlayabilir. (Berika s.94) Mezhebin hükmüne aykırı diye, hadis-i şeriflerle amel etmek, bize caiz olmaz. Mezhebimizin hükmüne aykırı gibi görülen hadis-i şerifler, âlimlerin sözlerini reddetmek için delil senet olamaz. Mukallidlerin bilgisi, bir şeyin helal veya haram olmasına delil olamaz. Bir şeyin helal veya haram olması için, müctehidin ictihadı lazımdır. (M. Rabbani 1/312, Mebde ve Mead 31) Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlardı. Eshab-ı kiram bunlara, yalnız ibadetlerin nasıl yapılacağını öğrettiler. Delillerini aramalarını emretmediler. Delilsiz olarak taklit etmelerini kâfi gördüler. Her işlerinde Eshab-ı kiramın izinde giden mezhep imamlarımız da onlara uydular. Müctehid olmayanın, delil aramadan, dört hak mezhepten birine tabi olması gerekir. (F. Bilgiler) 67 www.dinimizislam.com Müctehide uymak Sual: Ebu Hanife, (Resulullahın hadis-i şerifleri başımızın tacıdır. Eshab-ı kiramın sözlerini arar, seçer ve onlara uyarız. Tabiinin sözleri ise, bizim sözlerimiz gibidir) dediği gibi; zamanın halifesi, İmam-ı Malik’e, (Eserin Muvatta’yı Kâbe’nin duvarına asalım, bütün Medine halkı bununla amel etsin) dediğinde İmam-ı Malik, Resulullahın kabrini göstererek (Bu kabrin sahibi dışında herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de) diyerek bir mezhebe uymayı caiz görmediği halde, âyet ve hadisten başka delil olduğunu söylemek nasıl uygun olur? CEVAP İki söz farklıdır. İmam-ı azamın sözü, kendisi gibi müctehid olan zatlar içindir. Müctehid, başka müctehide uymaz, kendi ictihadına uyar. Onun için farklı mezhepler meydana çıkmıştır. İmam-ı Malik’in sözü de, herkesi tek mezhebe uymaya zorlamanın, rahmeti daraltacağı, sünnete uymayacağını bildirmektedir; çünkü Peygamber efendimiz, (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruyor. İnsanlar bir mezheple amel etmeye zorlanırsa, rahmet daralmış olur, rahmet olan diğer mezheplerden istifade imkânı kalmamış olur. İmam-ı Malik, her mezhep yaşasın, yalnız benim mezhebimle amel etmeye mecbur bırakmayın buyurmuştur. (Herkesin sözü, alınabilir de, alınmayabilir de) sözü de, kendi gibi müctehid âlimler içindir, bizim için değildir. Bizlerin ise, mezhebimize ve mezhebimizdeki fetva verilen hükme uymamız şarttır. Bizim, mezhebimizdeki müctehid âlimin sözünü almama gibi bir yetkimiz yoktur. Öyle olsaydı, Kur’an-ı kerimde, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyurulmazdı. Müctehid âlimlerin Resulullahın vârisleri olduğu, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Vâris olan âlimlerin bildirdiği hükümleri atmaya, kimsenin yetkisi yoktur. Hatta yetkili bir âlim bile, diğer bir âlimin sözünü yetkisiz hale getiremez; çünkü (İctihad ictihadla nakzedilemez) mecelle kaidesi meşhurdur. Allah ve Resulü merhamet etti Mezhebin lüzumu Sual: Mezhep nedir, hak bir mezhebe tâbi olmayan ne olur? CEVAP Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Eshab-ı kiramın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. Din bilgilerinde, siyaset, idarecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tasavvuf marifetlerinde birer derya idiler. Bu bilgilerinin hepsini, Resulullahın kalblere 68 www.dinimizislam.com işleyen, ruhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Her birinin mezhebi vardı. Mezhepleri az veya çok farklı idi. Tâbiinin ve Tebe-i tâbiinin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin mezheplerinden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhepleri unutuldu. Bu dört mezhebin imanları Eshab-ı kiramın ortak olan imanıdır. Bunun için dördüne de Ehl-i sünnet denir. İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. Birbirlerine uymayan işlerinde, zaruret olunca, birbirlerini taklit ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheplerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, müslümanlara Allahü teâlânın rahmeti olduğunu, Peygamber efendimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezhep arasındaki ufak tefek başkalıklar, müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her müslüman, vücut yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayatına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbadetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar. Allahü teâlâ dileseydi, Kur’an-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece, mezhepler hasıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde, her iklim ve şartta, her müslüman için tek bir nizam olurdu. Müslümanların halleri, yaşamaları güç olurdu. Resulullahın yolu Peygamber efendimizin yolu, Kur’an-ı kerim ile hadis-i şerifler ile ve müctehidlerin ictihadları ile gösterilen yoldur. Bu üç vesika ile bir de, İcma-ı ümmet vardır ki, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin sözbirliği olduğu, Redd-ül-muhtar’da yazılıdır. Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında icma hasıl olursa, bu icmaya da inanmak gerekir, inanmayan küfre girer. (Mektubat 2/36) İslam âlimleri yanlış bir şey üzerinde ittifakta bulunmazlar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim dalalet üzerinde birleşmez.) [İ.Ahmed] Bu dört vesikaya Edille-i şeriyye denir. Bunların dışında kalan her şey bid’attir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace] Bu ayrılık, usulde, imanda olan ayrılıktır. Eshab-ı kiramdan sonra, yeni müslüman olanlardan bir kısmının imanları bozuldu. Eshab-ı kiramın doğru imanından ayrıldılar. Dalalet fırkaları meydana geldi. Bu bozuk fırkalara, bid’at fırkaları denir. Bunlar, bazı nassları tevil ederek yanıldıkları için kâfir değildir. Fakat, İslamiyet’e zararları, kâfirlerin zararlarından çok oldu. Birbirleri ile ve Ehl-i sünnet ile çekiştiler. Harp ettiler. Çok müslüman kanı döküldü. Müslümanların yükselmelerini, ilerlemelerini baltaladılar. Bid’at fırkalarını, Ehl-i sünnetin dört doğru mezhebi ile karıştırmamalıdır. Mezhep ve rahmet 69 www.dinimizislam.com Allahü teâlâ ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak farz ve sünnet olurdu. Farzı yapmayanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hali güç olurdu. Böyle işleri, açık bildirilmiş bulunanlara benzeterek işlemek gerekir. Din âlimleri arasında, işlerin nasıl yapılabileceğini, böyle benzeterek anlayabilenlere, Müctehid denir. Dört mezhebin hali, bir şehir halkının haline benzer ki, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağı kanunda bulunmazsa, o şehrin eşrafı, ileri gelenleri toplanıp, o işi kanunun uygun bir maddesine benzetip yaparlar. Bazen uyuşamayıp, bazısı devletin maksadı, beldeleri tamir ve insanların rahatlığıdır der. O işi, rey ve fikirleri ile, kanunun bir maddesine benzetir. Bunlar, Hanefi mezhebine benzer. Bazıları da, devlet merkezinden gelen memurların hareketlerine bakarak, o işi, onların hareketine uydurur ve devletin maksadı, böyle yapmaktır, derler. Bunlar da, Maliki mezhebine benzer. Bazısı ise ifadeye, yazının gidişine bakıp, o işi yapma yolunu bulur. Bu da, Şafii mezhebine benzer. Bir kısmı ise, kanunun başka maddelerini de toplayıp, birbiri ile karşılaştırarak, bu işi doğru yapabilmek yolunu arar. Bunlar da, Hanbeli mezhebine benzer. Dört doğru yol İşte şehrin ileri gelenlerinden herbiri, bir yol bulur ve hepsi, yolunun doğru ve kanuna uygun olduğunu söyler. Kanunun istediği ise, bu dört yoldan biri olup, diğer üçü yanlıştır. Fakat, kanundan ayrılmaları, kanunu tanımadıkları için, devlete karşı gelmek için olmayıp, hepsi kanuna uymak, devletin emrini yerine getirmek için çalıştıklarından, hiçbiri suçlu görülmez. Belki, böyle uğraştıkları için, beğenilir. Fakat, doğrusunu bulan daha çok beğenilip, mükafat alır. Dört mezhebin hâli de buna benzer. Her mezhep imamı, doğru yolu bulmak için uğraştığından, yanılanlar affolur. Hatta sevap kazanır. Onlara bu yetkiyi Allahü teâlâ ve Resulü vermiştir. Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Bu, Eshab-ı kiramın ve Tâbiinin mezheplerini küçümsemek değildir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve başkalarının mezheplerini tam olarak bilmiyoruz. O mezhepleri de bilseydik, onlara uymamız da caiz olurdu. Çünkü, hepsinin mezhepleri doğru idi. Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, her müslümanın yalnız bunlardan birine uyması gerekir. İmam-ı Rabbani hazretleri, Bir mezhebe tâbi olmayan mülhid olur buyuruyor. (Mebde ve Mead) Yusuf Nebhani hazretleri, Şimdi her müslümanın, dört mezhepten birine uyması gerekir buyurduğu gibi, imam-ı Şarani, S.Ahmed Tahtavi hazretleri gibi birçok âlim de, aynı şeyi bildirmişlerdir. 70 www.dinimizislam.com Kur’an-ı kerimdeki; (Allah’ın ipine sarılın!) emri, (Fıkıh âlimlerinin, mezhep imamlarının bildirdiğine uyun!) demektir. [Tahtavi (Dürr-ül muhtar) haşiyesi, zebayih kısmı] Mezhep değiştirmek Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimler, her müslümanın dört mezhepten dilediğini taklitte serbest olduğunu ve bir mezhepten başka mezhebe geçmenin caiz olduğunu ve harac, sıkıntı olduğu zamanlarda, başka mezhebin taklit edileceğini bildirdiler. Allahü teâlâ, müminlerin dört mezhebe ayrılmalarını ve bunun, kulları için faydalı olacağını ezelde takdir ve irade buyurdu. Amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu bildirdi. Razı olmasaydı Resulü, bu ayrılığın rahmet olduğunu bildirmezdi. İtikadda ayrılmayı yasak ettiği gibi, amelde ayrılmayı da yasak ederdi. (Mizan) Resulullah efendimiz, Kur’an-ı kerimde icmalen bildirilenleri, yani kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’an-ı kerim kapalı kalırdı. Resulullahın vârisleri olan mezhep imamlarımız, hadis-i şeriflerde mücmel olarak bildirilenleri açıklamasalardı, sünneti nebeviyye kapalı kalırdı. Böylece, her asırda gelen âlimler, Resulullaha tâbi olarak, mücmel olanı açıklamışlardır. Bilinen 4 imam zamanında, başka mezhep imamları da vardı. Bunların da mezhepleri vardı. Fakat, bunların mezheplerinde olanlar azala azala bugün hiç kalmadı. (Hadika) Ehl-i sünnetin dört mezhebinin imanları, inandıkları şeyler, birbirlerinin aynıdır. Aralarında hiç fark yoktur. Ayrılıkları yalnız ameldedir. Bu da, müslümanlara bir kolaylıktır. Her müslüman, dilediği mezhebi seçerek, bunu taklit eder. Her işini, seçtiği mezhebe göre yapar. Müslümanların, dört mezhebe ayrılmaları, Allahü teâlânın rahmetidir. Bir müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir zahmet, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebi taklit ederek, bu işi kolayca yapar. Ölçümüz ne olmalı? İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine uymayan, her mana yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu sanır ve iddia eder. Kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır, doğru yoldan kayar. Felakete gider. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen, (Kur'an-ı kerimde bildirilen misaller, çoklarını küfre sürükler, çoklarını da hidayete, doğru yola ulaştırır) buyurdu. (Bekara 26) Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıkları mana doğrudur. Çünkü, bu manaları, Selef-i salihinin eserlerini inceleyerek elde etmişlerdir. Doğru bilgileri bizlere ulaştıran bunlardır. Kurtuluş yolunu, yanlış yollardan ayıran onlardır. Onların hidayet ışıkları olmasaydı, bizler doğru yolu bulamazdık. Doğruyu bozuk olanlardan ayırmasalardı, dalalete yuvarlanırdık. İslamiyet’i bozulmaktan koruyan onların çalışmasıdır. Onlara uyan kurtulur. Onlara uymayan sapıtır, herkesi de sapıtmaya çalışır.) [Müj.Mekt. 286] 71 www.dinimizislam.com Mezheplere olan ihtiyaç Bazıları, Hadislere değil, Kur'ana uymak gerekir diyor. Halbuki hadisler, Kur’andan ayrı değildir. Kuran-ı kerimin açıklamasıdır. Allahü teâlâ buyurdu ki: (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Peygamberin emrine uyun, yasak ettiklerinden sakının!) [Haşr 7] (İndirdiğimi insanlara açıkla!) [Nahl 44] Âlimler de, âyetleri açıklayıp Kur'an-ı kerimden hüküm çıkarabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sadece sana vahiy olunanları tebliğ et) derdi. Ayrıca açıklamasını emretmezdi. Resulullah, Kur'an-ı kerimde, kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'an-ı kerim kapalı kalırdı. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku ve secdede okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekât nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur'an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıklamasaydı, sünnet kapalı kalırdı. Sünneti, müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır. Mezhep nedir? Bir müctehidin edille-i şeriyyeden elde ettiği bilgilere, o müctehidin mezhebi denir. Sahabelerin tamamı müctehid idi. Hepsinin de mezhebi vardı. Mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçip, dünyanın her yerine yayıldı. Dört mezhep arasında amelle ilgili farklı ictihadlar, işlerimizi kolaylaştırmaktadır. Her Müslüman, durumuna göre, kendisine kolay gelen mezhebi seçer. Allahü teâlâ dileseydi, Kur'an-ı kerimde her şeyi açıkça bildirirdi. Böylece, mezhepler ortaya çıkmazdı. Her yerde, tek bir nizam olur, Müslümanların halleri, yaşamaları güçleşirdi. Bugün dört mezhepten birine uymak gerekir. Çünkü, Eshab-ı kiramın ve diğer müctehidlerin mezhepleri tam olarak bilinmiyor. Dört mezhep, tam bilindiği ve kitapları her yere yayılmış olduğu için, dört mezhepten birine uymak şarttır. Mezhepler rahmettir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âlimlerin farklı ictihadları, [mezheplere ayrılmaları] rahmettir.) [Beyheki] (Âlimlere tabi olun!) [Deylemi] (Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi] Bir Müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebe uyarak, bu işi kolayca yapar. Mesela Şafiiler, hacda kadına dokununca abdestleri bozulur. Bunun için Hanefi’yi taklit ederek haclarını yapıyorlar. Bu apaçık bir rahmettir. Çocuğun mezhebi Sual: Eşlerden biri Hanefî, diğeri Şâfiî olursa, çocuğunun mezhebi ne olur? 72 www.dinimizislam.com CEVAP Çocuk anne babaya tâbi değildir. Çocuk dört hak mezhepten hangisini iyi biliyorsa veya hangisini doğru öğrenebileceği kaynak kitap varsa, o mezhebi seçer. Bir mezhebe uymak şarttır Sual: (Herkesin, bir mezhebin tamamına uyma mecburiyeti yoktur. Her mezhepten, uygun gördüğü hükümleri alabilir) deniyor. O zaman bu kimsenin mezhebi ne olur? CEVAP Böyle söylemek ve böyle yapmak mezhepsizliktir. Din kitaplarımızda deniyor ki: Herkesin kendi mezhebine tâbi olması vacibdir [farzdır.] Zaruret olmadıkça, başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir kimsenin kendi mezhebinden ayrılmasının caiz olmadığı, sözbirliğiyle bildirildi. (Bahr-ür-raık) Büyük âlim İbni Emir Hac, Tahrir şerhinde, (Bir müctehidin sözüyle amel edilir, ancak ihtiyaç olunca başka bir müctehidi taklit edilebilir) diyor. (Redd-ül-muhtar) Bir işi ve buna bağlı olan işleri bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebi bırakmak ittifakla yasaktır. (Tahrir-ül-üsul, Muhtasar-ül-üsul, Dürr-ül-muhtar) Her Müslümanın ibadet ederken ve haramdan sakınırken, kendi mezhebinin hükümlerine uyması lazımdır. (S. Ebediyye) Müctehid olmayan bir âlimin, dört mezhepten birini taklit etmesi vacibdir. Taklit etmezse, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır. (Mizan-ı kübra) Müctehid olmayanın, mezhep değiştirmesi caiz değildir. Bir mezhebi taklit etmesi lazımdır. (Redd-ül-muhtar) Bir kimsenin mezhebini bırakmasının caiz olmadığı ittifakla bildirildi. (Tahrir) Dört mezhepten birinde olan kimse, Allahü teâlânın emrine uymuş olur. (Cevhere şerhi) Mezhebine aykırı iş yapmayı, hiçbir âlim caiz görmedi. (Kimya-i saadet) İslam’ın binası, bu dört direk üzerine kuruldu. Dilediği mezhebi seçtikten sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, ilk mezhebe suizan olur. Sonra gelen âlimler, bunu sözbirliğiyle bildirdiler. (Sıfr-üs-seadet şerhi) Ehl-i sünnet âlimleri, avamın belli bir mezhebin belli bir imamına uyması lazım olduğunu bildirdiler. Keşf kitabı, bunu uzun anlatır. Her mezhepte mubah olanları, kolay olanları araştırıp, bunları yapmaya, mezhepleri telfik denir. Böyle yapan, fâsık olur. Tahavi şerhi bunu geniş şekilde anlatır. (Muhtasar-ı Vikaye şerhi) Allah’ın ipine sarılmak 73 www.dinimizislam.com Sual: (Allah’ın ipine sarılan kurtulur. Allah’ın ipi de Kur’an olduğuna göre, hadislere, fıkıh bilgisine ve mezheplere ihtiyaç yoktur. Mezhepler bid’attır) diyenler oluyor. Mezhepsiz mi olmak gerekiyor? CEVAP Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanıp ayrılmayın.) [Al-i İmran 103] Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: Bu âyet-i kerime, itikadda parçalanmamayı bildiriyor. (İtikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayın, nefsinize ve bozuk düşüncenize uyarak, doğru imandan ayrılmayın) demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette caiz değildir. Hadis-i şerifte, (Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaatte, birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer) buyuruldu. Eshab-ı kiram, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı; fakat itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. (Ümmetimin ayrılığı rahmettir) mealindeki hadis-i şerif, farklı ictihadın ve farklı fıkhi mezheplerin caiz olduğunu göstermektedir. (Hadika) Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri de buyuruyor ki: Kur'an-ı kerimde bildirilen Allah’ın ipi’nden maksat, cemaattir. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sivad-ı a’zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidin’in yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda, bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid’at sahibi olup Cehenneme gider. (Dürr-ül muhtar haşiyesi) Muhammedî mezhebi Sual: Felsefeci bir yazar, (Allah bir, peygamber bir iken, dört mezhebin meydana çıkması bölücülüktür, Muhammedî yola aykırıdır. Hak olan tek mezhep Muhammedîliktir. Ben Muhammedî mezhebindenim) diyor. Böyle bir mezhep mi var? CEVAP Böyle söylemek, ben süper mezhepsizim demektir. Hiçbir İslam âlimi Muhammedîlik diye bir mezhep bildirmemiştir. Peygamber efendimiz, bu ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını 72’sinin sapık olacağını, Cehenneme gideceğini, yalnız bir fırkanın kurtulacağını, bu fırkanın ise Sünnet’e uyan ve Eshab-ı kiramın yolunda giden kimselerin fırkası olduğunu bildirmiştir. Ehl-i sünnet âlimleri de, bu bir fırkanın Ehl-i sünnet ve cemaat fırkası olduğunda icma meydana geldiğini bildirmişlerdir. Amelde ise, dört mezhebin hak olduğunda yine icma hâsıl olmuştur. İcma’ı inkâr edenlerin de kâfir olacağını bildirmişlerdir. (Redd-ül muhtar) 74 www.dinimizislam.com Ehl-i sünnet âlimleri, dört mezhebin hak olduğunda ve dört mezhepten başkasıyla amel etmenin caiz olmadığını ittifakla bildirmişler ve bunda icma hâsıl olmuştur. (El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti) Din noksan değildir Sual: “Teknolojinin ilerlediği günümüzde yeni fen vasıtaları çıktı, devir değişti. Yeni olaylarla karşılaşıyoruz. İctihad kapısı açılıp yeni ictihadlar yapılmalı, farzlar azaltılmalı, kolaylıklar getirilmeli, bin yıl önce kurulan mezhep devri kapanmalı, İslam âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar bizi bağlamamalı, böylece geri kalmışlıktan kurtulmalıyız” diyenler var. Bunlara nasıl cevap vermeli? CEVAP Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesi ile, örf ve adete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurdu ki: yapacakları değişikliklerle, dini olgunlaştıracaklarını (Bazıları, zannediyorlar. Ortaya bid'atler çıkarıyorlar. Bid'atlerin zulmetleri ile sünnetin nurunu örtmeye çalışıyorlar. Bunlar, dinin noksanlıklarını tamamladıklarını iddia ediyorlar. Bilmiyorlar ki din noksan değildir. Kur'an-ı kerimde, mealen, (Bugün dininizi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i verdim) buyuruluyor. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [dinde reform yapmaya] çalışmak, bu âyete inanmamak olur.) [m.260] İctihad kapısı, ehli olmadığı için kendiliğinden kapanmıştır. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın açmaya da yetkisi olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası yoktur. Milyonlarca insan ehil olup olmadığına bakmadan, kitap yazıyor, ictihad yapıyor. Madem ictihad yüzünden geri kaldık. Şimdi herkes ictihad yaptığı halde niçin ilerlemiyoruz? Mason Abduh ve çömezi Reşit Rıza gibi mezhepsizler, (mezhepler birleşsin) dediler, mezhepleri kaldırmaya çalıştılar. İngiliz casusu Hempher de aynı yolda hareket ederek Necdiliği kurdurmuştur. Aynı art niyetli kimseler, Herkes ictihad etmeli diyerek ehli olmayanların da ictihada yeltenmelerine sebep olmuşlardır. Hadis-i şerifte, (Her asır, bir öncekinden daha kötü olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan sonraki asırlarda birinci asırdaki gibi büyük âlimler yetişmedi. Bugün mutlak müctehide ihtiyaç da yoktur. Çünkü Allahü teâlâ ve onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şâmil olan hükümlerin hepsini bildirdi. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladı. Sonra gelen âlimler, bu hükümlerin, yeni olaylara nasıl tatbik edileceğini tefsir 75 www.dinimizislam.com ve fıkıh kitaplarında bildirdi. Müceddid denilen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur. İctihad kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine zıt gibi görünen âyet ve hadisleri görünce ne yapacaktır? Âyete ve hadise şüphe ile bakabilir. Dünya işlerinde bile ehli olmayan kimse, yaptığı işi başaramaz. Mesela, Ehliyeti olan şoför olmalı diyene, Herkes araba kullansın demek doğru olur mu? Herkes ameliyat yapmalı demek ne kadar saçmalıktır. Herkes Kur’an meali ve hadis okuyup hüküm çıkarmalı demek daha tehlikelidir. Araba kullanmasını bilmeyen, bir kaza yapabilir ve canından olabilir. Fakat Kur'anı ve hadisi anlamayan kimse, bunlarla amel edeceğim derken dininden olur. Her işi ehline bırakmak kadar tabii ne olabilir? Biz, İş ehline verilmeli diyoruz. Mezhepsiz ise, Herkes meal ve hadis okumalı, anladığı gibi amel etmeli diyor. Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim olmasını, müctehid olmasını istemek, akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid olmanın birçok şartları vardır. Bunlardan biri de ilahi mevhibeye sahip olmak yani evliya olması da gerekir. Fakat her evliya da müctehid değildir. İctihad, ayağa düşürülmemelidir. Tek hüküm ideal olsaydı Sual: Mezheplere ayrılmak parçalanmak değil midir? Ehl-i sünnet ne demektir? CEVAP Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, bunlardan yalnız biri Cennete girecektir. Bunlar, benim ve Eshabımın yolunda olanlardır.) [İbni Mace] Ehl-i sünnet vel-cemaat demek, Resulullahın ve eshab-ı kiramın gittikleri doğru yolda bulunan âlimler demektir. 73 fırka içinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan kurtuluş fırkası Ehl-i sünnet fırkasıdır. Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: Al-i imran suresinin, (Toptan Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın) mealindeki 103. âyet-i kerimesi, itikadda, inanılacak bilgilerde parçalanmayın demektir. Yani nefsinize ve bozuk düşüncenize uyarak, doğru imandan ayrılmayın demektir. İtikadda ayrılmak, parçalanmak elbette asla caiz değildir. Hadis-i şerifte de (Cemaat rahmet, ayrılık azaptır) buyuruldu. İmam-ı Beyheki, (Müslümanlar bozulduğu zaman, önceki âlimlerin doğru yoluna sarılmalısın! Bir kişi kalsan bile, o yoldan ayrılmamalısın!) buyuruyor. Necmeddin-i Gazzi de, (Ehl-i sünnet âlimi demek, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın gittikleri doğru yolda bulunan âlimler demektir. Sivad-ı a’zam, yani İslam âlimlerinin çoğu böyle idiler. Hak olan cemaat ve 73 fırka içinde Cehennemden kurtulacağı bildirilmiş olan Fırka-i naciyye bunlardır) buyuruyor. (Parçalanmayın) âyet-i kerimesi, fıkıh bilgilerinde de ayrılmayın demek değildir. Ahkamda, amellerde olan ictihad bilgilerindeki ayrılık, hakları, 76 www.dinimizislam.com farzları, amellerdeki, ince bilgileri ortaya koymuştur. Eshab-ı kiram da, günlük işleri açıklayan bilgilerde, birbirlerinden ayrılmışlardı. Fakat, itikad bilgilerinde hiç ayrılıkları yoktu. Hadis-i şerifte, (Ümmetimin [âlimlerinin] ayrılığı [ameli mezheplere ayrılması] rahmettir) buyuruldu. Dört mezhebin, amel bilgilerinde ayrılması böyledir. [Âlimlerin amel, iş bilgilerinde çeşitli ihtisas kollarına ayrılmaları da böyledir. Böylece; birçoğu hadiste, birçoğu tefsirde, çoğu da fıkıhta, arabi bilgilerde yetişmişlerdir.] Bunun gibi sanat sahiplerinin çeşitli iş kollarına ayrılmaları da rahmettir. (Hadika) Müctehid âlimlerin farklı ictihadları olabilir. Birinin farz dediğine öteki haram diyebilir. Bunlar da bizim için senettir. Biz onların ictihadlarına uymak zorundayız. Hatalarından sorumlu değiliz. Kendileri de sorumlu değildir. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Âlim, [amele ait bilgilerde] ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari] Bir mezhepte bulunan Müslüman, diğer hak mezheptekileri kardeş bilir, onları incitmez. Birbirlerini severler, yardım ederler. Amelde mezheplerin bir olmayıp, çok olması, faydalıdır. İnsanların yaratılışları birbirlerine benzemediği gibi, sıcak çölde yaşayanlara, bir mezhebe uymak kolay olurken, kutuplara yakın yerlerde yaşayanlara, başka mezhebe uymak kolay geliyor. Bir hastaya bir mezhep kolay iken, başka hastalık için, başka mezhep kolay oluyor. Tarlada ve fabrikada çalışanlar için de, bu ayrılış görülmektedir. Herkes, kendine daha kolay gelen mezhebi seçip, taklit ediyor veya bu mezhebe tamamen geçiyor. Mezhepsizlerin, istedikleri gibi, tek bir mezhep olsaydı ve herkes tek bir mezhebe uymaya zorlansaydı, bu hâl çok güç, hatta imkansız olurdu. Amellerde tek hüküm [mezhep] ideal olsaydı Resulullah efendimiz öyle bildirirdi. Halbuki rahmet olduğu için kendisi de farklı bildirdi. Hanefi mezhebinde bulunan bir kimsenin bir yerinden kan çıkar ve durmazsa, abdestli duramaz ve her zaman abdest alması güç olacağından, Şafii veya Maliki mezhebini taklit ederek, zorluktan kurtulur. Halbuki tek hüküm olsaydı, buna imkan olmazdı. İhtilafta rahmet olur mu? Sual: (Ümmetimin ihtilafı rahmettir) hadisi sahih olamaz, sahih olursa, o zaman ittifak, birlik gazab-ı ilahiye sebep olmaz mı? CEVAP Bu hadis-i şerifi İmam-ı Beyheki, İmam-ı Münavi, İmam-ı ibni Nasr ve İmam-ı Deylemi gibi sözleri dinde senet olan hadis imamları bildirmişlerdir. Allahü teâlâ, Müslümanların imanda, doğru itikatta birleşmelerini emrediyor. Bu hadis-i şerifte bildirilen ihtilaf, cahillerin, sapıkların değil, sözleri dinde senet olan salih âlimlerin ictihadlarındaki ayrılık demektir. Yani, 77 www.dinimizislam.com (Ümmetimin ihtilafı rahmettir) demek, (Müctehidlerin farklı ictihadları rahmettir) demektir. İmandaki ayrılık gazaba sebep olduğu gibi, ictihadlardaki ayrılıklar da, Müslümanlar için birer rahmettir. Müctehid ictihadında hata ederse de, sevab alır. Sevab verilen şey, gazab-ı ilahiye sebep olmaz, rahmete sebep olur. Bir hadis-i şerif meali: (Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse, iki sevab alır.) [Buhari] Başka bir okuyucu da, şöyle diyor: (Ümmetimin ihtilafı rahmettir) hadisini (Mezhepler rahmettir) diye söylemek uygun olur mu? CEVAP Evet, oradaki ümmet, müctehid âlimlerdir. İhtilaftan kasıt da, farklı ictihad olduğunu yukarıda bildirdik. Yani o hadis-i şerif, (Müctehidlerin farklı ictihadları rahmet) anlamındadır. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. İctihad rahmet olunca, onun ictihadların toplamı olan mezhebi de rahmettir. O halde, bu hadis-i şerifi (Mezhepler rahmettir) demek gayet uygundur. Sapık olanların yani doğru itikattan ayrılanların ictihadları da, mezhepleri de bozuktur. Mezhepler rahmettir Sual: Doğru tek olduğuna göre, farklı mezheplerin olması yanlış değil mi? Dört hak mezhep deniyor. Hak bir tane değil mi? Tâbi olduğumuz mezhebin hükümlerinden doğru olmayan varsa âhirette halimiz ne olacaktır? CEVAP Doğru tektir; fakat hak çoktur. Birbirine zıt hükümleri olsa da, dört mezhebin dördü de haktır. Dinimiz müctehide, mezhep imamlarına bu yetkiyi vermiştir. Ahirette herkese bağlı olduğu mezhebin hükümleri sorulacaktır. Allah indindeki tek doğru olan hüküm sorulmayacaktır. Herkese, mezhebine uyup uymadığı sorulacaktır. Allahü teâlânın gönderdiği dinlerde, amele ait farklı hükümlerin rahmet olması gibi, mezheplerin farklı ictihadları da, ümmet için rahmettir. Bizzat Peygamber efendimiz de, farklı hükümler koymuş, rahmeti genişletmiştir. Bir insanın, kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, ihtiyaç olunca, hak olan dört mezhepten birine uyarak yapması caizdir. Böylece ibadetini kurtarmış olur. Birkaç örnek verelim: 1- Hanefi bir kimse, oruçluyken lavman yaptırmak zorunda kalsa, orucunu kurtaracak başka hak bir mezhep aranır; çünkü Hanefi’de orucu bozar. Maliki mezhebinde lavman yaptırmak orucu bozmaz. Maliki’yi taklit ederek orucunu kurtarır. 2- Şafii mezhebinde, oruca niyet imsak vaktine kadardır. Bir Şafii gece sahura kalkamasa, imsak vaktinden sonra uyansa, oruç tutamaz; çünkü vaktinde niyet edememiştir. Bu orucu kurtarmak için başka bir hak mezhebi 78 www.dinimizislam.com taklit etmesi gerekir. Hanefi’de öğleye bir saat kalıncaya kadar niyet edilir. Bu vakit zarfında niyet ederek orucunu tutması sahih olur. 3- Bir kimse niyeti unutsa, öğleye kadar uykuda kalsa, uyanınca niyet etse artık caiz olmaz. Niyetin vakti geçmiştir. Bu kişi, orucu bozacak bir iş yapmadan, İmam-ı Züfer’in kavline uyarak öğleden sonra niyet etse veya hiç niyet etmeden oruç tutsa, tuttuğu oruç sahih olur. Maliki mezhebini taklit ederek de, tutabilir. 4- Abdest alırken boğazına su kaçsa, oruç bozulur. Şafiî veya Hanbelî mezhebi taklit edilirse, oruç sahih olur. 5- Evli bir kimsenin hanımıyla sütkardeş olduğu meydana çıksa; fakat sadece bir kere emmekle sütkardeş oldukları tespit edilse, diğer üç mezhepten birini taklit ederek evliliklerine devam edebilirler; çünkü diğer 3 mezhepte, 5 kere doya doya emmek gerekir. 6- Seferde ihtiyaç olunca, diğer üç mezhepten biri taklit edilerek iki namaz cem edilebilir. 7- Semavi özür halinde, mesela ishalini tutamayan, çıbanından veya yarasından kan akan, ağrıyla gözünden yaş gelen, burnu kanayan, kulağından irin akan, makatından solucan çıkan, idrarını tutamayan, basurundan kan, fistülünden, göbeğinden akıntı çıkan, elde olmadan gaz kaçıran yani gelen yeli tutamayan, ağız dolusu kusan kimsenin, abdestinin bozulmaması için, Maliki’yi taklit etmesi sahih olur. Mezhepsiz âlim olmaz Sual: Mezhepsiz biri, (Bana mezhepsiz diyorlarsa da, ben bütün mezhepleri kabul ederim. Ancak kendimi tercih ettiğim mezheple isimlendirmem. Yani Sünni’yim, Şii’yim demem. Allah’ın Kur’anda bildirdiği gibi, Allah’ın dediğini derim, Müslümanım derim. Ben mezhebe uymam, bir mezhebi taklit etmem, tahkik ederim, sağlam delile uyarım. Ebu Hanife, “Delilimi bilmeyenin, mezhebime uyması helal olmaz” dediği için incelerim, deliline bakarım, doğruysa uyarım, değilse uymam) diyor. Böyle söyleyene mezhepsiz denmez mi? CEVAP Mezhebe uymayıp, (Mezhebin delilini inceleyip, doğrusuna uyuyorum) diyene, bid’at mezhepleri de, hak gibi gösterene mezhepsiz demek hafif kalır, süper mezhepsiz denir. (Kendimi mezhebin ismiyle isimlendirmem) demesi çok yanlıştır. Çünkü kıyamette her mümin, mezhebinin ismiyle çağrılır. (O gün her fırkayı imamlarıyla çağırırız) mealindeki İsra suresinin 71. âyetini Kadı Beydavi (Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamlarıyla çağırırız) şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni’de, (Herkes, mezhebinin imamıyla, yâ Şâfiî veya yâ Hanefî diye çağrılır) diyor. Bu süper mezhepsiz, birer mezhep 79 www.dinimizislam.com imamı görüp övdüğü İbni Teymiyye, Şevkanî, İbni Hazm gibi sapıkların ismiyle çağrılmayı istiyor da, söylemeye mi çekiniyor? Bütün İslam âlimleri, hangi mezhepten olduğunu bildiriyor. Mesela Remli isimli iki âlim var. Birine Remli Hanefî, diğerine Remli Şâfiî deniyor. Ben mezhebimle tanınmak istemiyorum diyen Ehl-i sünnet âlimi var mıdır? İmam-ı a’zam hazretleri, (Kitaba, Sünnete ve Eshabın sözlerine uymayan bir sözümü bulursanız, sözümü bırakın, onları alın) buyuruyor, fakat bu sözünü İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed gibi müctehid zatlara söylüyor. Müctehidin, başka müctehidi taklit etmesi zaten caiz değildir. Yoksa bu mezhepsiz, müctehidlik mi taslıyor? Açıkça konuşması lazımdır. Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın, ya aklı veya dini noksandır) buyurmuştur. Bu süper, (Ben taklit etmem, tahkik ederim) diyor. Ama İbni Abidin hazretleri şöyle buyuruyor: Mukallide, müctehidin delillerini sormak gerekmez. (Redd-ül-muhtar) Müctehid olmayanın, her işinde dört mezhepten birini seçip, delillerine bakmadan taklit etmesi gerekir. Çünkü Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlar, tahkik değil, taklit ederlerdi. Eshab-ı kiram ise, delilleri soruyor, birbirlerini taklit etmiyorlardı; çünkü onların hepsi müctehid idi. Müctehidin kendi anladığıyla amel etmesi lazımdır. Başka müctehidi taklit etmesi, caiz değildir. Bugün müctehide lüzum da yoktur; çünkü din bilgilerinde, her şey açıklanmıştır. Kemale gelmiş olan bu dine ilave edilecek, bir şey yoktur. Resulullah, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiş, mezhep imamları da bunları açıklamıştır. (F. Bilgiler) Mezhepleri kaldırma gayreti Sual: (Mezheplerin hepsinden faydalanarak, üstad Abduh gibi mezhepler üstü ictihadlar yapmak, İslami görüşleri bir noktada toplamak gerekir) diyenler çıkıyor. Rahmet olan dört hak mezhep kaldırılmaya mı çalışılıyor? CEVAP Evet, hem dört hak mezhebi kaldırmak, hem de bid’at mezheplerinin hükümlerini almak gayesiyle, ısrarla, “dört hak mezhep” tabirinden kaçıp, “mezhepler” tabiri kullanılıyor. Bir de mezhep hükümlerine görüş deniyor ki, bu çok yanlıştır. Görüş senet olamaz; ama ictihad senettir. İctihad, ıstılahi bir tabirdir, sıradan bir görüş değildir. Müctehidin naslardan çıkardığı hükümdür. Mezhep içinde bir ictihadın olabilmesi için de, müctehide ihtiyaç vardır. Günümüzde müctehid bulunmadığına göre, ictihaddan bahsedilmesi yanlış olur; çünkü Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın, aklı veya dini noksandır) buyurmuştur. Mizan-ül-kübra’da, dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlimin, mutlak müctehid olduğunu iddia etmediği 80 www.dinimizislam.com bildirilmiştir. Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulup, bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatların azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu vasfa malik bir âlimin ortada kalmadığı da, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır. Buna rağmen günümüzde müctehid ve mutlak müctehid olduğunu kabul etsek bile, müctehid, mezhepler üstü veya mezhepler arası ictihad yapmaz. Mason Abduh’un yaptığı, mezhepleri ortadan kaldırmak, kendi görüşlerini tek mezhep haline getirmekti. Nitekim çömezlerinden Reşit Rıza’nın bozuk (Muhaverat) kitabı, (Telfık-ı mezahib) adı altında Türkçeye çevrilmiş, bu çeviri, daha sonra (İslamın bir noktaya cemi) ismiyle sadeleştirilip, bozuk düşünceler yayılmaya çalışılmıştır. Mutlak müctehidin, başka bir müctehidi taklit etmesi caiz değildir. Kendi ictihadına uyması lazımdır. Mezhepte müctehidin ise, bir mutlak müctehidin mezhebinin usullerine uyması şarttır. Bu usullere uyarak yapacağı, kendi ictihadına uyar. (Hulasat-üt-tahkik) Hiçbir İslam âlimi, sicilli masonun yaptığı gibi bir ictihad şekli bildirmemiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: Günümüzde, müctehid olmayanların, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anladıkları, delil ve senet olamaz. Din büyüklerinin sözlerini reddetmeye sebep olamaz. Eğer, (Biz şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu gösteren bilgilere ulaştık) derlerse, müctehid olmayanların bilgisi, bir şeyin helal veya haram olmasına vesika olamaz. Müctehidlerin sözlerini, delillerini örümcek yuvasından daha çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve dört mezhebin hükümlerine bozuk, çürük demek, âlimlerin fetva vermek için dayandıkları kıymetli haberleri hiçe saymak ve bunlara yanlış demek, din-i İslam’da büyük bir yara, gedik açmak olur. (1/312) Farklı ictihad Sual: Bir şey, bir mezhepte bir ibadeti bozarken, diğer mezhepte bozmuyor. Yahut bir şey bir mezhepte helalken diğer mezhepte haram olabiliyor. O şey Allah indinde haramsa, helal diyen mezhebin hükmüyle amel edenlerin durumları ne olur? Yarın ahirette ona niye haram işledin diye sorulmayacak mı? CEVAP Evet, sorulmayacaktır. Müctehidlere bu yetkiyi yani ictihad etme yetkisini Allahü teâlâ ve Resulü vermiştir. Allahü teâlânın gönderdiği dinlerde de böyle farklı hükümler vardır. Mesela Âdem aleyhisselamın dinindeki bir husus helalken, daha sonraki dinlerde bu haram kılınmıştır. Tersi de olmuştur. Hayvanların iç yağı Musa aleyhisselamın dininde haramken, daha sonra helal 81 www.dinimizislam.com kılınmıştır. Alkollü içkiler mubahken, İslam dininde haram kılınmıştır. Hak mezheplerin arasındaki farklar, hak dinler arasındaki farka benzemektedir. Mezheplerin, müctehidlerin farklı hükümde bulunmalarını dinimiz emretmiştir. İki hadis-i şerif meali: (Ümmetimin [müctehid âlimlerinin, ameldeki] ihtilafı [mezheplere ayrılması] rahmettir.) [Beyheki, Münavi, İbni Nasr, Deylemi] (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.) [Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, Münavi, İbni Adiy] Her biri müctehid olan Eshab-ı kiramın da, diğer müctehidlerin de farklı ictihadları rahmettir. Müctehid ictihadında isabet etmese bile yine sevab alır. Onun, isabet etmemiş olan ictihadıyla amel eden de kurtulur. Bir hadis-i şerif meali: (Müctehid, ictihadında isabet ederse on, isabet etmezse, bir sevab alır.) [Buhari, Ebu Davud, İbni Mace, İ.Ahmed] Eshab-ı kiramdan Ebu Said-i Hüdri rivayet ediyor: Seferde iki kişi, su bulamadıkları için teyemmüm ederek namazlarını kılıyorlar. Sonra vaktin içinde suyu bulunca, biri kendi ictihadına göre abdest alıp namazını iade ediyor, diğeri de kendi ictihadına göre iade etmiyor. Durum Resulullaha arz edilince, her ikisini de uygun bulup şöyle buyuruyor: (Namazı iade etmeyen; sünnete uymakla isabet etti. Abdest alıp iade eden de, iki sevab aldı.) [Nesai, Ebu Davud] Görüldüğü gibi, Peygamber efendimiz ikisine de yanlış dememiş, ikisinin de sevab kazandığını bildirmiştir. Müctehidlerin ictihad etmeleri ve kendi ictihadlarına uygun hareket etmeleri gerektiği gibi, müctehid olmayanların da, tâbi olduğu mezhep imamının bildirdiğine uymaları şarttır. İslam dininde yasak olan; fakat daha önceki dinlerde yasak olmayan bir şeyi, (Nasıl olsa diğer dinlerde haram değildi) diye işleyen, haramdan kurtulmaz. Kendi mezhebinde haram olan bir şeyi de, nasıl olsa diğer hak mezhepte haram değil diyerek yapması caiz olmaz. Ancak bir zaruret veya bir ihtiyaç varsa, o zaman diğer mezheplerden birinin hükmüne uyarak onu taklit edebilir. İşte, dört hak mezhebin müslümanlar için rahmet olması da, bu demektir. Mesela, abdest alırken istemeden boğazına su kaçan kimse, orucunu kurtarmak için, Hanbelî veya Şafiî mezhebini taklit edebilir. Evlendiği hanımın sütkardeşi olduğunu öğrenen kimse, evliliğini kurtarmak için, diğer üç mezhepten birini taklit edebilir. Hanefi’de bir kere emmekle sütkardeş olurken diğer üç mezhepte doya doya beş kere emmesi gerekir. Bunlar mezheplerdeki rahmet olan hususlara örnektir. Yalın ayak namaz kılmak 82 www.dinimizislam.com Sual: Şâfiîlere göre namazda imam arkasında Fatiha okumak farz, Hanefîlere göre harama yakın mekruhtur. Şâfiîlere göre çıplak ayakla namaz kılmak sünnet, Hanefîlere göre ayakları örtülü kılmak sünnettir. Hanefî’de kanın çıkması abdesti bozuyor, Şâfiî’de bozmuyor. Kadına dokunmak Hanefî’de abdesti bozmazken, Şâfiî’de bozuyor. Bunlar gibi, birinin ak dediğine, ötekinin kara dediği çok mesele vardır. Allah’ımız bir, dinimiz bir, peygamberimiz bir değil mi? Niye böyle farklı hükümler oluyor? CEVAP Peygamber efendimiz, böyle farklı ictihadların rahmet olduğunu bildirmiştir. Bizzat kendisi de, rahmete sebep olmak için, böyle farklı uygulamalarda bulunmuş ve farklı hükümler bildirmiştir. Mesela çıplak ayakla namaz kıldığı gibi, mestle ve nalın denilen pabuçla da kılmıştır. Müctehid mezhep imamları, bu delillere dayanarak ictihadlarını bildirmişlerdir. Fetava-i Hüccet’te, (Kişinin nalın denilen pabuçla namaz kılması, Yahudilere muhalefet bulunduğu için, yalın ayakla kılmasından kat kat efdaldir) deniyor. (Halebi) İbni Abidin namazın mekruhları sonunda buyuruyor ki: Namazı, nalın veya mestle kılmak, çıplak ayakla kılmaktan efdaldir. Böylece, Yahudilere uyulmamış olur. Hadis-i şerifte, (Yahudilere benzememek için namazları, nalınla kılınız) buyuruldu. (Redd-ül muhtar) Hanefîlerin ayakları örtülü olarak, Şafiîlerin de ayakları açık olarak kılmaları Sünnet’e uygun olur. Herkes, kendi mezhebinin hükmüyle amel ederse rıza-i ilahiye kavuşulmuş olur. Bir ihtiyaç yokken, başka bir mezhebin hükmüyle amel etmek mezhepsizlik olur. Benim mezhebim doğrudur demek Sual: İslam Ahlakı ve Faideli Bilgiler kitabında, (Benim mezhebim doğrudur, yanlış olma ihtimali de vardır ve diğer üç mezhep yanlıştır, doğru olma ihtimali de vardır) deniliyor. Bu ne demektir? CEVAP Aşağıda açıklandığı gibi, dört hak mezhepten birine uyan kimse, (Benim mezhebim doğrudur) demezse, zaten o mezhebe uyması uygun olmaz, fakat buradaki yanlış ifadesi, bâtıl, geçersiz demek değildir. Mezhebimizin hükümlerinden farklı bir ictihad demektir. İctihadın yanlış olduğu zaten bilinemez. Yani ictihad, başka bir ictihadla geçersiz hâle getirilemez. Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını anlamaya çalışırken yanılırsa, günah olmaz, sevab olur. Uğraşmasının sevabını kazanır, çünkü insana gücü, kuvveti yettiği kadar çalışması emrolundu. Müctehid yanılırsa, çalışması için bir sevab verilir. Doğruyu bulursa, on sevab verilir. Eshab-ı kiramın hepsi büyük âlim, yani müctehid idiler. Bunlardan sonra gelenler arasında, ilk zamanlar ictihad yapabilecek büyük âlim çoktu. Bunların her birine nice kimseler uyardı. 83 www.dinimizislam.com Zamanla, bunların çoğu unutularak, Ehl-i sünnet içinde, yalnız bu dört mezhep kaldı. Sonraları, olur olmaz kimselerin çıkıp da, müctehidim diyerek, bozuk fırkalar çıkarmamaları için, Ehl-i sünnet, bu dört mezhepten başka mezhebe uymadı. Bu dört mezhepten her birine, Ehl-i sünnetten milyonlarca kimse uydu. Dört mezhebin itikadı bir olduğundan, birbirine yanlış demez, bid’at sahibi, sapık bilmezler. Doğru yolun, bu dört mezhepte olduğunu ve her biri kendi mezhebinin doğru olmak ihtimalinin daha çok olduğunu bilir. İctihad ile anlaşılan işlerde, İslamiyet’in açık emri bulunmadığı için, bir kimsenin mezhebi yanlış olup da, diğer üç mezhepten birisinin doğru olma ihtimali varsa da, herkes (Benim mezhebim doğrudur, yanlış olma ihtimali de vardır ve diğer üç mezhep yanlıştır, doğru olma ihtimali de vardır) demelidir. (F. Bilgiler) Diğer üç mezhep de hak olduğu için, bir ihtiyaç olunca, o konudaki diğer mezhebin hükmünü taklit etmek caiz olur. (Mizan-ül Kübra) Mezhepleri karıştırmak Sual: Ehl-i sünnet sanılan biri, (Her konuda dört mezhep arasında farklar vardır. Mesela namazda, imam arkasında Fatiha okumak Hanefî’de tahrimen mekruh, Şâfiî’de ise farzdır. Deniz haşaratı Hanefî’de tahrimen mekruh, Şâfiî’de helaldir. Bunun gibi hususlarda, bazen Hanefîler Şafiî mezhebinin kavliyle, Şafiîler de bazen Hanefî mezhebinin kavliyle amel ederse, hem Resulullah’ın farklı uygulamalarıyla amel etmek sevabına kavuşur, hem de farklı mezheplerde olan Müslümanlar arasındaki sevginin artmasına sebep olur) diyor. Bu mezhepsizlik değil mi? CEVAP Evet, Ehl-i sünnet âlimleri, böyle yapmanın mezhepsizlik, hattâ ilhad olduğunu bildirmişlerdir. Böyle yapmak, (Benim mezhebimdeki hüküm yanlış olabilir, ihtiyaten ara sıra diğer mezhepteki gibi kılayım da, doğruya ulaşmış olayım) demek gibi olur ki, böyle şüphenin küfre kadar gideceğini âlimlerimiz bildirmiştir. Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, bu mezhebe göre yapmayıp, başka mezhebe göre yapmaya kalkışmak, birinci mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihin’i beğenmemek, cahil saymak ise küfürdür. (F. Bilgiler) Mezhepler tedvin edilmeden, yani mezhepler meydana çıkmadan önce, herhangi bir müctehidin ictihadıyla amel etmek caizdi. Mezhepler meydana çıktıktan sonra, artık herkesin bir mezhebe göre amel etmesi lazım oldu. (Feth-ul-kadir) Mezhepler meydana çıktıktan sonra, bir mezhebi öğrenip, bu mezhebe göre amel etmek gerektiğini âlimler sözbirliğiyle bildirmişler ve icma hâsıl olmuştur. (Mizan-ül-kübra) İmam-ı Rabbani hazretleri müctehid olduğu halde şöyle buyuruyor: 84 www.dinimizislam.com (Fatihasız namaz olmaz) hadis-i şerifi varken, Hanefîlerin, imam arkasında Fatiha okumamalarının sebebini, tam anlayamadım. Buna rağmen, delili zayıf diye düşünerek mezhebimin hükmüyle amel etmemenin, ilhad olduğunu bildiğim için, mezhebime uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. (Mebde ve Mead) Görüldüğü gibi, kendi mezhebinin hükmünden şüphe edip, başka mezheb isabet etmiş olabilir diye o mezhebin hükmüyle amel etmenin asla caiz olmadığı yukarıdaki vesikalardan anlaşılmaktadır. Böyle caiz olmayan bir iş yaparak, (Müslümanlar arasındaki sevginin artmasına sebep olur) demek ne kadar dehşet vericidir. Dört mezhepteki Müslümanlar birbirine düşman mı ki de, böyle caiz olmayan iş yapılarak, birbirlerine olan sevgilerinin artacağı söylenerek, mezhepsizlik kapısı aralanıyor? İhtiyaç hâlinde diğer üç mezhebi taklit etmek caizken, yanlış bir iş nasıl tavsiye edilebilir ki? Bu cüret, nakli bırakıp, aklı ölçü almaktan kaynaklanmaktadır. Doğru tek değil mi? Sual: Dört mezhepten birine uymak Allah’ın emri mi? Hiçbirine uymasak, özgürce hareket etsek, ne olur sanki? Zaten doğru tektir. Aynı konuda dört doğru olmaz. Dört olması şüpheyi çekmez mi? CEVAP Hak ile doğruyu karıştırmamalı. Doğru tektir, hak ise çoktur. Farklı ictihadlar haktır, yani geçerlidir, onlarla amel edilir, dört mezhebin dördü de haktır. Hükümde isabet edilmemiş bile olsa, Allah’ın emrine uygundur. İctihad, ictihadla nakzedilemeyeceği için, hangisinin doğru olduğu da zaten bilinemez. Bugün bir mutlak müctehid olsa bile, ancak kendi ictihadını bildirir, diğerlerine ve öncekilere yanlış diyemez. Mesela Hazret-i Mehdi gelince ictihad edecek, o zaman mezhepler unutulmuş olacak ve sadece onun mezhebine uyulacaktır, ama önceki ictihatlara yanlış demeyecek, kendi ictihadını bildirecektir. İctihadında isabet etmemiş bile olsa, ona uymak dinin emridir, çünkü bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.) [Buhari] İsabet edemeyen yani doğruyu bulamayan da sevab alıyor. Sevabı veren Allahü teâlâdır. O hükümle amel edilmesini isteyen de Allahü teâlâdır. Demek ki, isabet edilmese de yine sevab alındığına göre, farklı ictihadla amel etmenin mahzuru olmadığı ve farklı ictihadın rahmet olduğu meydana çıkıyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki, Deylemi, İ. Münavi, İbni Nasr] 85 www.dinimizislam.com Ehl-i sünnetin dört mezhebine hak denmesi, bu rahmetten dolayıdır. İmanda, itikadda ise, ayrılık olmaz. Bütün Müslümanlar, Resulullah’ın ve Eshab-ı kiramın yolu olan Ehl-i sünnet itikadında birleşmek zorundadır. Bir âyet-i kerime meali: (Dinde [bozuk] fırkalara ayrılanların cezalarını, Allah verecektir.) [Enam 159] Bu âyet-i kerimeyi açıklayan hadis-i şerifin meali de şöyledir: (Dinlerini parçalayıp, fırkalara ayrılanlar, bid’at sahipleridir. Her günah işleyenin tevbesi vardır. Bid’at sahipleri müstesnadır. Onlar, [Hak yolda olduklarını sanarak] tevbe etmezler. Ben onlardan uzağım, onlar da benden uzaktır.) [Taberani, Kurtubi] Ehl-i sünnet âlimleri, İmam-ı Eş’ari ile İmam-ı Matüridi arasında farklı ictihadları, Ehl-i sünnet itikadına aykırı bulmamışlardır. Yani Matüridi itikadında olan bir Müslüman, bir veya birkaç konuda Eş’ari itikadı gibi inansa, Ehl-i sünnetten çıkmaz. Tersi de böyledir. Eş’ari itikadına göre inanan kimse, bir veya birkaç hususta Matüridi gibi inansa, Ehl-i sünnetten çıkmış olmaz. Dinimizdeki dört delil Dinimizdeki dört delil ve dört mezhep Sual: Dört hak mezhebin, dört imamına tâbi olmanın vacip olduğu söyleniyor. Bunun delili nedir? CEVAP Dinimizde dört delil vardır. Mezhebe uymak bu dört delilden birisinde varsa mesele yoktur. Dört mezhebe uymak, bir değil dört delilde de vardır: 1- Hicri birinci asırdan, bugüne kadar, yani 14 asır bütün Müslümanlar, bu dört imamı taklit etmişler. Bunlara itaat etmekte icma hasıl olmuştur. İcma’ya uymak ise vaciptir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Ümmetim[in âlimleri] dalalet olan bir şeyde icma yapmaz!) [İ.Ahmed] (Allahü teâlânın rızası, icmadadır. Cemaatten ayrılan, Cehenneme gider.) [İbni Asakir] (Ümmetim[in âlimleri], hiç bir zaman dalalette icma yapmazlar. İhtilaf olunca sivad-ı a'zama [Ehl-i sünnet âlimlerinin ekseriyetinin bildirdiği yola] tâbi olun!) [İbni Mace] Dört mezhepten başkasıyla amel etmek caiz değildir, bunda icma hâsıl olmuştur. (El-Mesail-ül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti) 2- Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (O gün, her fırkayı imamları ile çağırırız!) [İsra 71] Kadi Beydavi hazretleri, bu âyeti (Her ümmeti peygamberleri ve dinde uydukları imamları ile çağırırız) şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni’de ise, (Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela "Ya Şafii" veya "Ya Hanefi" denir) şeklinde 86 www.dinimizislam.com açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, dört hak mezhepten birine uymanın vacip olduğunu göstermektedir. Yine Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan Cehenneme gider.) [Nisa 115] Medarik tefsirinde bu âyetin açıklamasında, (Kitab ve sünnetten ayrılmak gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir) buyuruluyor. Beydavi tefsirinde ise, aynı âyet-i kerimenin açıklamasında (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da vacip olur, şart olur) buyuruluyor. İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki: (Tasavvuf büyükleri ve fıkıh âlimleri, kendilerine uyanlara şefaat ederler. Ruh teslim ederken, kabirde Münker ve Nekir sual ederken ve Haşrda, Neşirde, Hesapta, Sıratta yanında bulunurlar. Onu unutmazlar. Tasavvuf büyükleri, kendilerine uyanları, bütün korkulu yerlerde kolladıkları gibi, müctehid imamlar da korurlar. Bunlar, mezhep imamlarıdır. Bu ümmetin bekçileridir. Sevin ey kardeşim! Dört mezhep imamlarından dilediğini taklit et de saadete kavuş!) [Mizan-ül-kübra] Görülüyor ki, kıyamette, herkes mezhep imamının ismi ile çağrılacaktır. İmam, kendisini taklit edene, şefaat edecektir. Dört mezhep imamlarının her biri böyle yüksek idi. Bir âyet meali şöyledir: (Bana inabet edenin yoluna uy!) [Lokman 15 ] Bu dört büyük imamın, bu inabet yolunda oldukları icma ile bildirilmiştir. 3- Bir âyet meali: (Hidayet yolunu öğrendikten sonra, Resule uymayıp müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleyip çok kötü bir yer olan Cehenneme sokarız!) [Nisa 115] İmam-ı Şafii hazretleri, (İcmaın delil olduğunu gösteren bu âyet, müminlerin yolundan ayrılmayı haram ettiği için, bu yola uymak vacib olur) buyuruyor. Müfessir Abdullah Nesefi hazretleri, bu âyeti açıklarken, (İcmaın delil olduğunu ve icmadan ayrılmanın da caiz olmadığını bu âyet göstermektedir) buyuruyor. (Medarik) İmam-ı Kadi Beydavi hazretleri, (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu gösteriyor. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak vacip olur) buyuruyor. (Tefsir-i Beydavi) Gerçek âlimler, (Bir mezhebi taklit etmek vaciptir. Mezhepsiz olmak büyük günahtır) buyuruyor. Âlimlerin bu ittifakından ayrılmak, bu âyetten ayrılmak olur) dediler. Bir âyet meali şöyledir: (Siz, insanlar için en hayırlı ümmetsiniz. İyiyi emreder, kötüyü men edersiniz) [Âl-i İmran 110] 4- Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Bilmiyorsanız, zikir ehline [âlimlere] sorun!) [Nahl 43] Bu âyet, ibadet ve işlerin nasıl yapılacağını bilmeyenlerin, bilenlerden sorup öğrenmelerini emretmektedir. Herkesten değil, âlimlerden sorup 87 www.dinimizislam.com öğrenmek emir olunmaktadır. Bunun için, bir kimse, yapacağı şeyi, Kur'an ve hadiste arayamaz, taklit ettiği mezhebin müctehidinden sorup öğrenmesi lazım olur. Yahut mezhebinin âlimlerinin kitaplarından okuyup öğrenir. Sorup, öğrendiğine göre yapan, o müctehidi taklit etmiş olur. Müctehidin sözüne uymayıp inkâr ederse, mezhepsiz olur. Âyetteki zikir ehli mezhep imamı demektir. Çünkü hadis-i şerifte bildiriliyor ki: (Cihad, oruç, namaz, zekât ve hac ibadetini yapanlar içinde ecri daha büyük olan zikir ehlininkidir.) [İ.Ahmed] İbni Merdeveyh Ebu Bekr Ahmed’in bildirdiği ve Enes bin Malik’in haber verdiği hadis-i şerifte, (Namaz kılan, oruç tutan, hac ve gaza eden; eğer imamını beğenmezse, o münafıktır. Onun imamı, zikir ehlidir) buyuruldu. Demek ki, âyetteki Ehl-i zikir, ulema-i rasihin ve dört mezhebin imamlarıdır. (Ancak âlim olanlar anlar) ve (Ey akıl sahipleri, ibret alın!) mealindeki âyetler, dört mezhep imamlarının üstünlüklerini göstermektedir. Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: (Kur'an-ı kerimdeki (Allahın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Allahü teâlânın rahmeti, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasında bulunanlara, gazabı da bu yoldan ayrılanlaradır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid'at ehli olup Cehenneme gider.) [Tahtavi] Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. (Hadika) İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Mezhepten ayrılmak, mezhepsiz olmak ilhaddır. (Mebde ve Mead) [İlhad, doğru yoldan ayrılmaktır.] Kitap, sünnet ve icma Sual: Din kitaplarında bir hüküm bildirilirken, (Kitap, sünnet ve icma-ı ümmet ile sabittir) deniyor. Kitap ve sünnet, başlı başına bir delil değil mi de, ne diye üçü birden söyleniyor? CEVAP Elbette Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler başlı başına delildir. Ancak farklı teviller yapılmışsa, o âyet-i kerimeyi Resulullah efendimiz nasıl uygulamıştır, müctehidler ona bakar. Mesela namazın beş vakit olduğu kesindir. Ama üç vakit diyenler var. O zaman Resulullah efendimizin uygulamasına bakılır. İcma hangi yönde ona bakılır. Kur’an-ı kerimde namaz yerine kullanılan salât kelimesi için bazı sapıklar, (Salât, dua demektir. İslamiyet’te, şimdi yapıldığı şekilde bir ibadet yoktur. Allah’ı anan, dua eden, namaz kılmış sayılır) diyorlar. Salât’ın bunların dedikleri gibi olmadığı, günde beş vakit kılınan namaz olduğu sünnet ile açıklanmış ve icmayla da uygulandığı gösterilmiştir. Demek ki, 88 www.dinimizislam.com Kur’an-ı kerimde bildirilen bir hüküm, Sünnet ile ve İcma ile de uygulanarak farz olduğu inkâr edilemez hale geliyor. İslam’a göre namaz Sual: Farklı ictihadlardan kurtulup, Kitap ve Sünnet esas alınarak (İslam’a göre namaz) kitabı hazırlanamaz mı? CEVAP Hazırlayanlar var. Bu da Kitap ve Sünnet’ten kendi anladığına göre bir namaz olur ki, buna da, Kitap ve Sünnet’e göre namaz denmez; indî [kişisel] namaz denebilir. Peki, dört hak mezhebin sahipleri Kitap ve Sünnet’e göre namaz kılmayı bildirmediler mi? Onların farklı ictihadları, ümmet için birer rahmettir. Şimdiki türedilerin, yetkisiz olarak, kendi şahsî görüşlerine Kitap ve Sünnet demeleri çok yanlış olur. Zaten her sapık, kendi kişisel görüşünün kitaba ve sünnete uygun olduğunu savunur. Bu yanlışlıktan dolayı 72 tane sapık fırka meydana çıkmıştır. Müslümanlara rahmet olması için, Resulullah efendimiz bazı şeyleri farklı bildirdi. Müctehid âlimler de bunlara dayanarak farklı hükümler bildirdiler. Şimdi her müslüman, bunlardan birine uymak zorundadır. Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: Cehennemden kurtulan fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda, bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid’at sahibi olup Cehenneme gider. (Dürr-ül-muhtar haşiyesi) Namazda imam arkasında Fatiha okumak Kitap ve Sünnet’e uygun mudur? İmam-ı Şafii’ye göre farzdır, İmam-ı a’zama göre, tahrimen mekruh yani harama yakındır. Biri farz derken, öbürü haram diyor. Hangisi İslam’a göre namaz olur? Onun için Hanefi’ye göre namaz, Şafii’ye göre namaz denmiştir. İslam’a göre namaz olmaz, yapılmaya kalkılırsa mezhepsizlik, yani bid’at ve dalalet olur. Aklın yolu Sual: Bir ders kitabında, (Vahiyle yani Kur’anla bildirilen dini ilkelerin anlaşılıp uygulanması, sünnet, icma ve kıyasla değil, akılla gerçekleşir) deniyor. Akıl tek başına dinde ölçü olur mu? CEVAP Elbette ölçü olmaz. Kur’an-ı kerimi açıklayan sünnettir. Peygambersiz din dinsizliktir. İcma ve kıyas da sünneti açıklar. Sünnet, icma ve kıyası bir kenara bırakarak, (Akılla her şeyi buluruz) demek dinimize aykırıdır. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri buyuruyor ki: Din işleri, akıl üzerine kurulamaz; çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, bir adamın, selim olmayan aklı da, bazen doğruyu bulur, bazen de yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Çok yanılan 89 www.dinimizislam.com bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan ahiret işlerinde, nasıl olur da akla uyulur? (S. Ebediyye) İman bilgileri, namaz, oruç, zekât ve diğer din işlerinin hiç birisi akılla bulunamaz. Hepsi nakle dayanır. Akıl, nakli anlamakta kullanılır. Akıl doğru kullanılmazsa gerçeği bulamaz. İslamiyet, selim akla dayanan nakil dinidir. Nakil olmazsa, akıl doğruyu yanlışı bulamaz. İctihad etmenin önemi Sual: İctihad nedir? CEVAP İctihadın ıstılah (terim) anlamı, müctehid bir âlimin âyet ve hadislerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildiren diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya uğraşması demektir. Mesela Kur’an-ı kerimde mealen, (Ana babaya, öf demeyin) buyuruldu. Burada dövmeyin, sövmeyin denilmemiş, bunların en hafifi bildirilmiştir. Müctehidler, dövmenin, sövmenin ve hakaret etmenin de haram olacağını ictihad etmişlerdir. Yine Kur’an-ı kerimde şarap içmek yasak edilmiş, başka içkiler bildirilmemiştir. Şarabın haram olmasının sebebi, sarhoş edip aklı giderdiği içindir. Bundan dolayı müctehidler, şarabın haram olmasındaki sebep, herhangi bir içkide bulunsa haramdır, diye ictihad etmişler. Sarhoş eden her şeyin haram olduğunu bildirmişlerdir. Kur’an-ı kerimde, ictihad ediniz buyuruldu. Fatebiru âyet-i kerimesi, (Ey akıl sahipleri, akıl erdiremediğiniz meselelerde, onları bilen ve derinliklerine tam ermiş olanlara tâbi olunuz) demektir. (Menar şerhi) O halde, ilimde ihtisası tam olan müctehidlerin, manaları açıkça anlaşılmayan âyet ve hadislerin içlerinde saklı bulunan ahkâmı ve meseleleri, ictihad ederek açığa çıkarması farzdır. İctihad makamına layık olabilmek için, birçok şartlar vardır. Bu yüksek vasıfları taşıyan kimseler, ancak asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketi ile yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulduktan, bid’atler çoğaldıktan sonra, böyle kıymetli kimselerin azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu sıfatlara malik bir âlimin ortada kalmadığı, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır. İctihad makamına varmış bulunan yüksek kimseler, kendi ictihadlarına göre hareket etmek mecburiyetindedir. Başka müctehidlerin ictihadlarına tâbi olamazlar. Hatta Peygamberlerin zamanlarında da, sahabeden biri, kendi Peygamberinin ictihadına uymayan ictihadda bulunursa, kendi ictihadına göre hareket ederdi. Peygamberler de ictihad ederlerdi. Fakat ictihadlarında hata ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahiy ile düzeltilirdi. Yani Peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela, 90 www.dinimizislam.com Bedir gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, Server-i âlem bazı Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ise, başka türlü ictihad etmişlerdi. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in ictihadının doğru olduğunu bildirdi. Bunun gibi Abese suresi de, bir ictihad hatasını düzeltmek için nazil olmuştu. Peygamber efendimizin vefatları sırasında, hokka ve kalem hakkındaki emirlerinin anlaşılmasında Hazret-i Ömer’in ictihadı da öyledir. Eshab-ı kiramdan sonra meşhur dört imam ve bunların mezheplerine göre ictihad eden imam-ı Ebu Yusuf, imam-ı Nevevi, imam-ı Gazali hazretleri gibi yüksek âlimler yetişti. Asr-ı saadet uzaklaştıkça, hadis-i şerifleri nakil ve rivayet eden 12 silsilenin haber verme zincirinin halkaları arttı. Hadis-i şeriflerin hangi silsileden ve hangi kimselerden alınacağı, düşünülecek bir mesele oldu ve çok güç ve belki imkansız oldu. Bundan dolayı, dördüncü asırdan sonra, ictihad edebilecek bir âlim yetişemez oldu. Bütün Müslümanlar, bu dört imamdan birine tâbi olup, o imamın mezhebine uymaya mecbur oldu. (Eshab-ı kiram kitabı) İctihada ihtiyaç var mı? Sual: Fen vasıtaları değişiyor. Karşılaştığımız yeni olaylar için yeni ictihadlar gerekmez mi? CEVAP Bugün ibadette yeni bir olay olmadığı için ictihada ihtiyaç yoktur, çünkü Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirdi, mezhep imamları da bunları açıkladı. İbadetler ve diğer hükümler kıyamete kadar aynıdır. Mesela namaz 1400 yıl önce nasıl kılınıyorsa, kıyamete kadar aynıdır. Bunlarda değişiklik, ilave ve çıkarma olmaz. Bu hükümlerin günlük olaylara tatbiklerini ise, müctehid olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yaparlar, ama ictihadla yeni hükümler çıkarmazlar, çünkü buna lüzum bırakılmamıştır. Hepsi açıklanmıştır. (Yeni olaylar için yeni ictihadlar yapılmalıdır) diyerek, dinde ilaveler, değişiklikler yapmak lazım olduğunu savunmak çok yanlış olur. Fâsık müctehid olamaz Sual: Masondan veya fâsık Müslümandan müctehid olur mu? Mesela mason Abduh’a mutlak müctehid deniyor. Müctehid olmak için ilim yeterli mi, doğru iman ve amel şartı yok mu? CEVAP İctihad için gerekli zahirî ilmi, bir gayrimüslim de, bir fâsık da öğrenebilir. Müctehid olmak için, gerekli şartlardan ve ilimlerden başka, kuvvetli ve doğru iman sahibi olmak ve itminan ile dolu, nurlu ve saf bir kalbe ve vicdana sahip olmak da şarttır. (Eshab-ı Kiram kitabı) Dinimiz, fâsığın doğru okuduğu ezana bile itibar etmiyor, yeniden okunması gerektiğini bildiriyor. Okuduğu ezanı kabul olmayan birinin, dinle ilgili 91 www.dinimizislam.com sözüne, itibar edilir mi hiç? Masondan, fâsıktan müctehid olamaz. Müctehid olmak için, ilahi mevhibe sahibi de olması gerekir. İkinci husus ise, müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulduktan, bid’atler çoğaldıktan sonra, böyle kıymetli kimselerin azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu sıfatlara malik bir âlimin ortada kalmadığı, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır. Şimdiki salih Müslümandan bile müctehid yetişemezken, fâsıktan, masondan müctehid olur mu? İctihad ve kıyas Sual: İctihad ve kıyasla dinin hükümleri artmış olmuyor mu? CEVAP Hayır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Kıyas ve ictihad, nassların manasını açıklar. Dinin hükümlerini arttırmaz. (1/186) Farklı ictihad rahmettir Sual: Mezheplerdeki farklı hükümlerin sebebi nedir? CEVAP İctihad, bir ibadet, yani Allahü teâlânın emri olduğundan, hiçbir müctehid, diğer bir müctehidin ictihadına yanlış diyemez. Çünkü, her müctehide, kendi ictihadı hak ve doğrudur. Beyheki’deki hadis-i şerifte, (Müctehid âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruluyor. İmam-ı Şafii hazretleri, imam-ı a’zam hazretlerinden farklı ictihadları olduğu ve Hanefi mezhebinde olmadığı halde, (imam-ı a’zam Ebu Hanife’nin rey ve ictihadını beğenmeyene, Allahü teâlâ lanet etsin!) buyurmuştur. İmam-ı Ebu Yusuf ve imam-ı Muhammed ve diğer imamların, imam-ı a’zama uymayan sözleri, onu beğenmemek, kabul etmemek değildir. Kendi ictihadlarını bildirmektir. Bunu bildirmeye memurdurlar. Mezheplerdeki farklılıkların çoğu, Resulullah efendimizin ibadetleri değişik şekilde yaptığındandır. Bir de âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden müctehidlerin farklı anlayışları vardır. Müctehid ictihadında yanılabilir. Fakat yanılsa da mahzuru yoktur. Buhari’deki hadis-i şerifte de, (Müctehid, ictihadında isabet ederse iki, yanılırsa bir sevap alır) buyuruluyor. Demek ki ictihad hatası, günah değil, aksine sevaptır. Farklı ictihadlarından dolayı Eshab-ı kirama ve müctehidlere dil uzatılmaz. Server-i âlem efendimiz, uzak ülkelere gönderdikleri Sahabe-i kirama, güçlük karşısında kalınca, âyet-i kerimelere müracaat etmelerini, orada bulamazlarsa, hadis-i şeriflere müracaat etmelerini, orada da bulamazlar ise, 92 www.dinimizislam.com kendi rey ve ictihadları ile hareket etmelerini, kendilerinden daha yüksek ilimli ve fikirli olsalar dahi, başkalarının ictihadına uymamalarını emrederdi. İşte bunun gibi, imam-ı Ebu Yusuf ve imam-ı Muhammed de hocaları olan imam-ı a’zamın reyine tâbi olmayıp, kendi ictihadları ile hareket ederlerdi. Halbuki, imam-ı a’zamın ilmi onların üstünde idi. Dört mezhep arasındaki farklar da, bundan ileri gelmektedir. O halde namaz, oruç ve diğer ibadetlerde, büyük âlim olan mezhep imamlarımızın birbirine uymayan ictihadları için, hiçbiri diğerinin sözüne yanlış dememiştir. Sahabe-i kiram da böylece birçok işlerde birbirlerine uymamışlarsa da, hiçbiri diğerinin ictihadına yanlış dememiş, dalalet, fısk demeyi hatırlarına bile getirmemişlerdir. Mesela, Ebu Bekri Sıddık halife iken, Müslüman olmasını teşvik için, gayrı müslim olan birisini, bir sahabinin yanına katarak, beyt-ül-malın muhafaza memuru olan Hazret-i Ömer’e gönderdi. Buna zekât hissesini versin dedi. Hazret-i Ömer ise, bu parayı vermedi. Müellefe-i kulub ismi verilen bu gibi kimselere zekât verilmesi, âyet-i kerimede emr edilmiş iken, niye vermedin diye sorunca, Hazret-i Ömer, (Kâfirlerin kalblerini yumuşatmak emri, Allahü teâlânın vaad ettiği zafer ve galibiyet başlamadan önce, kâfirlerin azgın olduğu zamanda idi. Şimdi ise, Müslümanlar kuvvetlenmiş, kâfirler mağlup ve aciz olmuştur. Şimdi kâfirlerin kalblerini mal ile kazanmaya lüzum kalmamıştır) buyurduktan sonra, Müellefe-i kulub denilen kâfirlere zekât verilmesi emrini nesh eden, yani yürürlükten kaldıran âyet-i kerimeyi ve Muaz hadisini okudu. Hazret-i Ömer’in bu ictihadının, Sıddık-ı a’zamın rey ve ictihadına uymaması, onun bu emrini red etmek değildir. Beyt-ül-malın muhafazasına ve idaresine memur olduğu için, ictihadını söylemişti. Hazret-i Ebu Bekir de bu ictihadından dolayı ona bir şey dememişti. Hatta, ictihadını değiştirerek, Eshab-ı kiramın hepsi, Hazret-i Ömer gibi ictihad eylediler. (Eshab-ı kiram kitabı) Sual: Selefiye itikadındaki gençler (Ümmetimin ihtilafı rahmettir) hadisi uydurmadır diyorlar. İhtilaf rahmet olunca ittifak gazap olur diyorlar. O zaman dört hak mezhebe de dil uzatmış olmuyorlar mı? Hazret-i Âdem’den beri gelen Allah’ın gönderdiği dinlerde de farklılıklar vardı. Farklı olmak rahmet olmasaydı Allah, peygamberlerin şeriatlarını [ameldeki bilgilerini] hep aynı yapardı. Farklı yapması, mezheplerdeki farklılıkların rahmet olduğunu göstermiyor mu? CEVAP Elbette gösteriyor. Mezhepsizlerin inkâr edemediği bir hadis meali şöyledir: (Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari] Hatası bile sevap olan âlimlerin böyle farklı ictihadları bir rahmettir. Bunu inkâr etmek 14 asırdan beri gelen âlimleri yalanlamak ve hak mezhepleri inkâr olur. O hadisi bir çok muhaddis rivayet etmiştir. Muhaddis sıradan insan 93 www.dinimizislam.com değildir. Ömürleri hadis ilmi ile geçmiştir. O hadis-i şerif şu mealdedir: (Ümmetimin [âlimlerin] ihtilafı [farklı ictihadları] rahmettir.) [Beyheki, İ.Münavi, İbni Nasr, Deylemi] Fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri, önsözde buyuruyor ki: Bu hadis meşhurdur. Mekasıd-ı hasene’de yazılıdır. İbni Hacib de Muhtasar’da sahih olduğunu yazmaktadır. Nasrul-mukaddesinin Hucce kitabında ve Beyheki’nin Risalet-ül-eşariyye’sinde sahih hadis olarak bildirildiğini, İmam-ı Süyuti yazmaktadır. Halimi ve kadi Hüseyin ve İmam-ül-Haremeyn de sahih olarak bildirmişlerdir. Mevahib-i ledünniyye’de de yazılıdır. Farklı ictihad, Peygamberlerin farklı şeriatları gibi rahmettir. Bir âlim, öteki âlimin ictihadının yanlış olduğunu söylemez. Çünkü Mecelle’de (İctihad ictihadla nakzedilemez) buyuruluyor. (Madde 16) Müctehidlerin ihtilafları, yani farklı ictihadları rahmet olmasa idi, müctehidin hatasına da sevap verilmezdi. Yanlış bir işe sevap verilmez. Müctehidin hatasına da sevap verildiğine göre, farklı ictihad rahmettir. İhtilaf rahmet olunca ittifak gazap olur demek de yanlıştır. Çünkü bu söz, Peygamberlerin getirdiği dinlerin farklı olmasına ve Selef âlimlerinin birbirinden farklı ictihad etmesine dil uzatmak olur. Resulullah efendimiz de rahmet olması için farklı hadisler bildirmiştir. Hak mezheplerin farklı oluş sebeplerinden birisi de, bu farklı hadislerdir. Mesela üç hadis âlimi şu hadis-i şerifleri ittifakla bildirmişlerdir: (Ön avretine dokunan erkeğin abdesti bozulur.) [Ebu Davud, Tirmizi, Nesai] (Ön avretine dokunan erkeğin abdesti bozulmaz.) [Ebu Davud,Tirmizi, Nesai] Hiç birisi uydurma dememiştir. Bu farklılığın rahmet olduğunu bildikleri için kitaplarına almışlardır. Bu büyük hadis âlimlerine dil uzatanın dili kurur. Müctehidin ihtilafı rahmet olduğu gibi, her biri Cennetlik ve müctehid olan eshab-ı kiramın farklı ictihadları da rahmettir. Bir hadis-i şerif meali: (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.) [Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy] Görüldüğü gibi bu hadis-i şerifi 8 muhaddis rivayet etmiştir. Müctehidlerin ve hepsi müctehid olan eshab-ı kiramın da farklı ictihadları rahmettir. Sual: Kitaplarda, İmam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra, guslettiği kuyuda fare ölüsü görüldüğü söylenince, “Şafii kardeşlerimize göre guslümüz sahihtir” buyurarak tekrar gusletmediği bildiriliyor. Halbuki İmam-ı Ebu Yusuf müctehid idi. Müctehid, müctehidi taklit edemez. Bu sözünün açıklaması nedir? CEVAP 94 www.dinimizislam.com Şafiileri taklit etmiyor. O anda Şafiiler gibi ictihadda bulunuyor. Şafiilere uygun ictihad ettim demek istiyor. Sual: Müctehidin sözü, âyet ve hadis gibi senet olmaz. Ebu Hanife veya İmam-ı Şafii ictihadında yanılsa, hiç araştırma yapmadan, deliline bakmadan bu yanlış ictihada uymak nasıl caiz olur? Bunun için, mezheplerin içindeki isabet eden hükümleri tespit edip amel etmek, daha uygun olmaz mı? CEVAP Müctehid olmayanların dört hak mezhepten birisine uymaları şarttır. İmam-ı a’zam veya İmam-ı Şafii bir hükmün doğrusunu bilemiyorsa, biz nasıl bileceğiz? Sizin yapmak istediğinize, mezhepsizlik denir. Müctehide ictihad etme yetkisini, dinimiz veriyor. Bizim gibilere de, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun) buyuruluyor. (Nahl 43) Müctehid hata etse de, sevab alır. Onun yanlış ictihadıyla amel eden de, kurtulur. Bir hadis-i şerif meali: (Müctehid, ictihadında isabet ederse on, isabet etmezse, bir sevab alır.) [Buhari, Ebu Davud, İbni Mace, İ.Ahmed] Eshab-ı kiramdan Ebu Said-i Hüdri rivayet ediyor: Seferde iki kişi, su bulamadıkları için teyemmüm ederek namazlarını kılıyorlar. Sonra vaktin içinde suyu bulunca, biri kendi ictihadına göre abdest alıp namazını iade ediyor, diğeri de kendi ictihadına göre iade etmiyor. Durum Resulullaha arz edilince, her ikisini de uygun bulup şöyle buyuruyor: (Namazı iade etmeyen; sünnete uymakla isabet etti. Abdest alıp iade eden de, iki sevab aldı.) [Nesai, Ebu Davud] (Bu hadis-i şerif de Eshab-ı kiramın müctehid olduklarını göstermektedir. İki zat farklı ictihad ediyor ve ictihadlarına uydukları görülüyor.) Peygamber efendimiz, müctehidlerin böyle farklı ictihadlarının Müslümanlar için rahmet olduğunu bildiriyor. Mezheplerin çıkışı da, bu hükme dayanıyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Farklı ictihad rahmettir.) [Beyheki, Deylemi İ. Münavi, İbni Nasr] Dinimizde dört delil vardır Sual: Geçen gün abdestte enseyi mesh etmek haram demiştim, siz haram değil demiştiniz. Zebra yemek haramdır dedim. Siz ise haram olduğunu söyleyen iddiasını ispat etmeye mecburdur demiştiniz. Siz değil de ben niye mecbur oluyorum? Sonra niye sorulara Kur’andan değil de başka kitaplardan cevap veriyorsunuz? Bir de, Yahudilerle ortak olduğunuz söyleniyor. Ortak olmadığınızı ispat edin diyorum, ispat size düşer diyorsunuz. Niye siz ispat etmiyorsunuz? CEVAP Mubah, yani haram olmayan şey çoktur. Bunlar mubah diye Kur’an ve sünnette yazılı olmaz. Ama haram azdır ve haram olduğu edille-i şeriyyede 95 www.dinimizislam.com bildirilmiştir. Bütün meyve, sebze ve otlar mubahtır. Mubah olduğuna dair delil aranmaz. Haram deniliyorsa delil aranır. Mesela sarhoş edici otları yemek haramdır. Bunun delili olur. Zehirleyen meyve veya gıdaları yemek haramdır bunun delili olur. Alerji yapıp hastalandıran gıdaları yemek haramdır. Bunun delili olur. Ama bir kivi için, bir ananas için, bir muz için mubah olduğuna dair delil aranmaz. Haram diyen çıkarsa delilini onun göstermesi lazımdır. İftira edilen kimse, kendisinin temiz olduğunu ispat edemez. İspat, iftira edene düşer. Mesela bir kimse, (Babanız hırsızdır, katildir. Falancanın malını çalmıştır, beş kişiyi öldürmüştür) dese, babanız, bunları yapmadığını nasıl ispat edecektir? Elbette bunu söyleyenin ispat etmesi, delil göstermesi gerekir. Babanız, (Ben böyle bir şey yapmadım) diyorsa, artık ondan delil istenmez. Suçu kim isnat ediyorsa, şahit ve delil ondan istenir. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Şahit dava edene, yemin, inkâr edene düşer.) [Darekutni] (İspat davacıya, yemin de inkâr edene düşer.) [Tirmizi] Dinimizde delil sadece Kur’an-ı kerim değildir. Dinimizde dört tane delil vardır. Bunlar; 1- Kitab, 2- Sünnet, 3- İcma [âlimlerin söz birliği], 4- Kıyası fukaha [Fıkıh âlimlerinin ictihadı] Her meselede bu dört delile bakılır. Mesela enseyi mesh etmek haram mı diye bu delillere bakılır. Bu delillerde öyle bir şey yok. Hatta sünnet olduğunu fıkıh kitapları bildiriyor. Zebranın yendiğini, köpeğin yenmediğini yine fıkıh kitapları bildiriyor. Bir de, dört hak mezhepte bazı fıkhi konular farklıdır. Bir mezhepte haram olan öteki mezhepte mubah olabilir. Onun için herkes kendi mezhebine göre amel etmesi gerekir. Bu delillerle inanmayan, dört mezhepten birisinde bulunmayıp sadece Kur’an diyen kimse mezhepsizdir. Mezhepsizin sapık veya kâfir olduğu Seyyid Ahmed Tahtavi’nin Dürr-ül-muhtar hâşiyesinin Zebâyıh kısmında bildirilmektedir. Örf, bir şehirdeki insanların dine aykırı olmayan umumi âdetleri demektir. Edille-i şeriyye denilen dört delilden sonra dine aykırı olmayan örf ve âdetler de delil olur. Ancak, zamanın değişmesiyle örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Çünkü Mecelle’nin 39. maddenin açıklamasında deniyor ki: Zamanın değişmesiyle, örf ve âdete ait hükümler değişebilir. Nassa, delile dayanan hükümler zamanla değişmez. (Dürer-ül hükkam) Nassa dayanan hükümler zamanla değişmez. İbadetlerde nass ile bildirilmiş olmayan bir hükmü anlamak için umumi [genel] âdetler delil olur. Âdetlerin umumi olması için Eshab-ı kiram zamanından kalması, müctehidlerin kullanmış olmaları ve devamlı olmaları gerekir. Sonradan âdet olan şeyler, şer’i delil olmaz. Muamelattaki âdete ait hükümler, nassa muhalif değilse delil 96 www.dinimizislam.com olur. Örf ve âdetin nassa aykırı olup olmadığını da ancak fıkıh âlimleri anlar. (Mecelle şerhi) Kur’anda var mı demek? Sual: Dinimizi bilmeyen veya art niyetli kimselere, bir hadis-i şerif söyleyerek bir şey haram dense, mesela dövme yaptırmak haram dense, bu konuda âyet var mı diyorlar. Hâşâ Peygamber efendimiz, Kur’ana aykırı mı söylüyor? CEVAP Her şeyi Kur’anda açık olarak bulmak zordur. Sahih-i Müslim'de bildiriliyor ki: İbni Mesud hazretleri, (Dövme yapan ve yaptırana lanet olsun) mealindeki hadis-i şerifi rivayet edince, Ümmü Yakub adında ihtiyar bir kadın, "Ben Kur'anın hepsini okudum, ama böyle bir lanet yok” dedi. İbni Mesud hazretleri, "Dikkatli okusaydın mutlaka görürdün” diyerek şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu: (Resulullahın size verdiklerini alın, yasakladıklarından sakının!) [Haşr 7] Birkaç âyet-i kerime meali de şöyledir: (Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Al-i İmran 32] (İhtilaflı bir işin hükmünü Allah’tan [Kur’andan] ve Resulünden [Sünnetten] anlayın!) [Nisa 59] (Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih etme, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36] (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158] (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (İhtilaflarda seni hakem edip verdiğin hükmü tereddütsüz kabullenmeyen iman etmiş olmaz.) [Nisa 65] (Resulüm, kendi arzusu ile konuşmaz. Onun [din işlerine ait] sözü vahiydir.) [Necm 3, 4] Kıyas ve ictihad ne demektir Sual: Âyet ve hadis varken ictihad yapılamayacağına göre, imam-ı a’zam niçin kıyas yaptı? CEVAP Önce kıyas ve ictihadın tarifini yapalım: Kıyas; Bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan anlaşılmayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden anlamak demektir. Haşr suresinin, (Ey ilim sahipleri itibâr edin) manasındaki 2. âyet-i kerimesi, (Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin) demektir. İtibâr, benzetmek demektir. (Menâr şerhi) 97 www.dinimizislam.com İctihad; Âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildirilen diğer hükümlere kıyas ederek, benzeterek, bunlardan çıkarılan yeni hükümlere ictihad denir. Kıyas, yani ictihad yapabilecek derin âlimlere “Müctehid” denir. Bu benzetme işine “İctihad” denir. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin “Mezheb”i denir. İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihadda yanılmak da günah değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari] Nahl suresinin, (Bizden indirileni insanlara açıklaman için) mealindeki 44. âyet-i kerimesi ile Nisa suresinin, (Allah’ın kitabına ve Resulün hadislerine müracaat edin) mealindeki 59. âyet-i kerimesi ictihad etmeyi bildiriyor. Allahü teâlâ, müctehidin hükmünü kabul ediyor. Bir müctehide, kesin olarak hata etti diyen, hüküm olarak onu kabul eden Allah’a hata isnat etmiş gibi olur. İmam-ı a’zam hazretlerinin her sözü, her işi, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şerifler ile idi. Bir kimse, dört mezhep imamının sözlerini, kıskanmadan ve inat etmeden, insaf ile incelerse, her birinin, gökteki yıldızlar gibi olduklarını görür. İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki: (Nass [yani âyet, hadis] olan yerde kıyas yapılmaz. Biz, zaruret olmadıkça kıyas yapmayız. Bir sual karşısında kalınca, önce Kur'an-ı kerimde ararız. Bulamazsak, hadis-i şeriflerde ararız. Yine bulamazsak, Eshab-ı kiramın herhangi birinin sözlerinde ararız. Bu sualin cevabını bunlarda da bulamazsak, kıyas yaparak cevabını buluruz.) Bir kere de buyurdu ki: (Bir sualin cevabını, âyette ve hadis-i şeriflerde bulamazsak, Eshab-ı kiramın çeşitli cevaplarını bulursak, kıyas yaparak, bu cevaplardan birini seçeriz.) Bir kere de buyurdu ki: (Âyette ve hadislerde bulamadığımız bilgilerde, dört halifenin "radıyallahü anhüm" cevaplarını seçeriz. Resulullahtan gelen hadis-i şeriflerin başımız üstünde yeri vardır. Onlara uymayan bir şey söylemeyiz.) İmam-ı a’zam hazretleri, hiçbir yerde bulamadığı bir bilgi için, kendi kıyas ettikten sonra, bir sahabinin sözünü işitirse, kendi re’yini bırakıp, o söze uygun cevap verirdi. Ebu Muti’ hazretleri diyor ki: Bir Cuma sabahı Ebu Hanife ile birlikte Kufe Camiinde idim. Süfyan-ı Sevri ve Mukâtil ve Hammâd bin Müslim ve daha başkaları içeri girip, Ebu Hanife’ye, (Senin, din işlerinde kıyasla cevap verdiğini işittik. Senin için korktuk) dediler. İmam-ı a’zam, onlarla yaptığı münazarada, Kur’an-ı kerimden, sonra hadis-i şeriflerden, daha sonra Eshab-ı kiramın ittifakla bildirdiklerinden cevap verdiğini anlattı. Hepsi kalkıp, “Sen 98 www.dinimizislam.com âlimlerin seyyidisin, bizi affet, bilmeden seni üzdük” dediler. O da, “Allahü teâlâ, bizi ve sizi affeylesin” dedi. Hanefi mezhebindeki bütün müctehidler de, diğer mezhep reisleri ve mezhepteki müctehidler gibi, zaruret olmadıkça, kıyas yapmamıştır. Nass olan yerde kıyas yapılmaz buyururlardı. İmam-ı a’zamın ictihadına itiraz eden, onun mezhebinin inceliğini anlayamayan veya sapık olandır. Taceddin-i Sübki hazretleri buyuruyor ki: Peygamberlerin vârisi olan mezhep imamlarına karşı edepli olmalıdır. Din imamlarına dil uzatan, felakete gider. Onların her sözü bir delile dayanır. Onlar gibi olmayanlar, bu delilleri anlayamaz. Müctehidlerin ayrılıkları, Eshab-ı kiram arasındaki ayrılıklar gibidir. Resulullah efendimiz ayrılıkları için Eshab-ı kirama dil uzatmayı yasak etti. Hepsini iyilikle anmayı emretti. (Mizan-ül-kübra) İmam-ı Rabbani hazretleri, (İctihad ve kıyas bid'at değildir. Nassların manasını ortaya koyarlar. Bu manalara başka bir şey eklemezler) buyuruyor. (c.1, m.186) İmam-ı a’zam ve kıyas Sual: İmam-ı azamın hadislere önem vermeyip kıyas yaptığı söyleniyor. Bu doğru olabilir mi? CEVAP Asla doğru değildir. İmam-ı a’zam hazretleri, (Mezhebim, hadis-i şeriflere yapışmaktır) buyururdu. İmam-ı Şafii, imam-ı a’zamın ictihadının inceliğinden, az bir şey anlayabildiği içindir ki, “Bütün müctehidler, imam-ı a’zam Ebu Hanife’nin çocukları gibidir. Fıkıh âlimi olmak isteyen, Ebu Hanife’nin kitaplarını okusun” demiştir. (Sîret-i Şâmî) Evliyanın büyüğü, tasavvuf deryasının dalgıcı Muhammed Bahâeddin-i Buhari hazretlerinin yetiştirdiği evliyanın büyüklerinden olan hâce Muhammed Parisa hazretleri buyuruyor ki: İsa aleyhisselam gökten indiği zaman, ictihad edecek, ictihadı imam-ı a’zam Ebu Hanife mezhebine uygun gelecektir. Onun helal dediğine helal, haram dediğine haram diyecektir. (Fusul-i sitte) İlmi bir münazarası şöyledir: Hazret-i Ali'nin torunu, Muhammed bin Hasan hazretleri, imam-ı azam hazretlerine gelip dedi ki: - Ceddimin hadis-i şeriflerine kıyas ile muhalefet ettiğinizi duydum. Onun için geldim. - Bundan Allahü teâlâya sığınırım. Sonra Hazret-i İmam dizleri üzerine oturup edeple sordu : - Efendim, erkek mi zayıftır, kadın mı? - Kadın, daha zayıf yaratılışlıdır. - Dinimize göre kadının hissesi ne kadardır? - Erkeğin yarısı kadardır. 99 www.dinimizislam.com - Bakın, eğer kıyas ile söyleseydim, bu hükmün tersini söylerdim. Kadın zayıf olduğu için ona iki, erkeğe bir hisse verilmeli derdim. Sizin söylediğiniz gibi bildirdiğime göre, bu durum, hadis-i şeriflere sıkı sıkıya bağlı olduğumu göstermez mi? - Evet hadis-i şerife aykırılık yok. Hazret-i İmam tekrar sordu: - Namaz mı efdaldir, oruç mu? - Elbette namaz efdaldir. - Eğer kıyas ederek söyleseydim, hayzlı kadına ramazan orucunu değil, namazını kaza etmesini bildirirdim. Bu da hadis-i şeriflere bağlılığımı göstermez mi? - Evet bunda da hadis-i şeriflere aykırılık yok. - Size bir soru daha sorayım. İdrar mı necistir, meni mi? - Elbette idrar necistir. - Eğer kıyas ederek söyleseydim, meni çıkınca değil, idrar çıkınca gusletmeyi söylerdim. Hadis-i şerife aykırı şey söylemekten Allahü teâlâya sığınırım. Ben Peygamber aleyhisselamın sözlerine kıymet veriyorum, onları açıklıyorum, başka bir şey yapmıyorum. Bu konuşma üzerine Muhammed bin Hasan hazretleri, imam-ı a'zam Ebu Hanife'nin kendisine yanlış tanıtıldığını anlayarak kalkıp onun alnından öptü. Bu olayda gösteriyor ki, âlimi ancak âlim anlar. Sual: Resulullahtan sonra Eshab-ı kiram, hakkında âyet ve hadis olmayan bir iş ile karşılaştıklarında nasıl hareket ederlerdi? CEVAP Resulullah efendimiz hayatta iken, vahiy geliyor ve ümmete tebliğ olunuyordu. Ondan sonra vahiy kesildi. Fakat, Kur'an-ı kerim nice Eshabın ezberinde idi. Kur'an-ı kerimde açık bildirilmeyen şeyler de, sünnet-i seniyye ile, yani Resulullah ne demiş ve ne yapmış ise, yahut bir kimseyi bir iş yaparken görüp de men etmemiş ise, öyle yapılır oldu. Fakat, sünnet-i seniyye ve hadis-i şerifler de, bütün Eshabın ezberinde değildi. Çünkü, bir kısmı pazar yerlerinde alışveriş ile, kimi hurmalıklarda, çiftçilikle uğraşır, sohbete her zaman gelemezlerdi. Bunun için, Resulullahın öğrettiklerini işitenler, işitmeyenlere bildirirlerdi. İşitmedikleri hadis-i şerifleri, birbirlerinden sorup öğrenirlerdi. Eshab-ı kiram, önlerine çıkan bir işin nasıl yapılacağını sünnet-i seniyyede de bulamazlarsa, rey ve kıyas ederek, yani bilinenlere benzeterek, o işi yaparlardı. Böylece, ictihad kapısı açıldı. Eshab-ı kiramın veya başka müctehidlerin, bir iş üzerindeki ictihadları birleşirse, şüphe kalmaz. İctihadların, böyle birbirine uygun olmasına İcma-ı ümmet denildi. İctihad yapabilmek için, derin âlim olmak gerekir. Böyle âlimlere Müctehid denir. Bir iş üzerinde, müctehidlerin ictihadları birbirine uymazsa, her müctehidin kendi ictihadına göre söylemesi ve yapması vaciptir. (Kısas-ı Enbiya) 100 www.dinimizislam.com Kıyas ve dindeki dört delil Selefi görüşlü kimseler, kıyas yaparak ictihad etmenin caiz olmadığını bildirerek, kıyas yapan imam-ı a'zam, imam-ı Şafii gibi mezhep sahibi büyük müctehid âlimlere dil uzatıyorlar. Edille-i şeriyye [din bilgilerinde, müctehid imamlara delil] dörttür: Bunlar, Kur'an-ı kerim, Sünnet [hadis-i şerifler], İcma-ı ümmet ve Kıyas-ı fukaha’dır. Sünnet, icma ve kıyas, Kur'an-ı kerimde bulunmayan şeyleri eklemek değildir. Bunlar, Kur'an-ı kerimin içinde kapalı olarak bulunan bilgileri meydana çıkarmaktadır. Müctehid, bir işin nasıl yapılacağını, Kur'an-ı kerimde açık olarak bulamazsa, hadis-i şeriflere bakar. Bunlarda da açıkça bulamazsa, bu iş için, İcma var ise, öyle yapılmasını bildirir. İcma sözbirliği demektir. Yani, bu işi eshab-ı kiramın hepsinin aynı suretle yapması veya söylemesi demektir. Eshab-ı kiramdan sonra gelen tabiinin de icmaı delildir, senettir. Günümüzdeki dinde reformcuların ve din cahillerinin ittifak ettikleri sözlere, icma denmez. Kıyası inkâr sapıklıktır Kıyas, bir şeyi başka şeye benzetmek demektir. Fıkıhta, nasstan anlaşılamayan bir şeyin hükmünü, bu şeye benzeyen başka şeyin hükmünden anlamak demektir. Kıyas, Kur'an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin, derin, örtülü manalarını meydana çıkarmaktır. Eshab-ı kiram da kıyas yapar, onların da ayrı mezhepleri var idi. Beydavi tefsirinde kıyas ve icmaın, Al-i İmran suresinin 108. âyetinde emredildiği yazılıdır. İbni Âbidin hazretleri, (Kıyas ile anlaşılan bilgileri kabul etmeyen, doğru yoldan saparak bid'at ehli olur, muhakkak Cehenneme girer) buyuruyor. Kıyasın delil olduğu aklen ve naklen sabittir. (Fatebiru) âyet-i kerimesi, (Bilmediklerinizi, bildiklerinize kıyas edin) demektir. (Menar şerhi) [Bu âyet-i kerimenin, kıyasın caiz ve gerektiğini bildirdiği Beydavi tefsirinde yazılıdır.] Araf suresinin, (Allahü teâlâ, rüzgarı, rahmeti olan yağmurdan önce, müjdeci gönderir. Rüzgarlar, ağır olan bulutları sürükler. Bulutlardan ölü olan toprağa su yağdırır, o yağmurla yerden meyveler çıkarırız. Ölüleri de mezarlarından böyle çıkaracağız) mealindeki 57. âyet-i kerimesi de kıyasın hak olduğunu ispat etmektedir. Bu âyette, ihtilaflı olan bir şeyi, sözbirliği ile anlaşılmış olana benzetmek bildirilmektedir. Çünkü, Allahü teâlânın yağmur yağdırdığını ve yerden ot çıkardığını, hepsi biliyordu. Öldükten sonra dirilmenin hak olduğunu, yeryüzünün kuruduktan sonra tekrar yeşillenmesine benzeterek ispat etmektedir. [Kıyası inkâr nasıl olur? İmam-ı a’zamın kıyası hak değil demek, kıyası inkâr etmek demektir. Kıyas dinimizde bir delildir. Bu delili inkâr etmek olur. Kıyas hakkında Kur'anda ve hadiste deliller vardır. Bu delilleri inkâr etmek küfür olur demektir. Yoksa imam-ı a’zamın kıyasla bulduğu bir hükmü inkâr eden ne kâfir olur, ne de fâsık olur. Mesela imam-ı a’zam kıyasla imam arkasında fatiha okunmaz diyor, okumak harama yakındır diyor. İmam-ı Şafii farz diyor. Biz hanefi olarak, 101 www.dinimizislam.com imam-ı Şafii’ye hayır farz değil desek küfür olmaz. İctihada yanlış demek ayrı kitap, sünnet, icma ve kıyas dinde delil değildir demek ayrıdır. Yalnız Kur'an diyenler diğer üç delili inkâr ettikleri için kâfir oluyorlar.] İctihad, gücü, kuvveti yettiği kadar, zahmet çekerek, uğraşarak çalışmak demektir. İctihaddan maksat, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden, manaları açıkça anlaşılmayanları, açıkça bildiren diğer ahkâm-ı şeriyyeye kıyas ederek, benzeterek, bunlardan yeni hükümler çıkarmaya uğraşmak, çalışmaktır. Mesela ana-babaya itaati emreden âyet-i kerimede, (Onlara, öf sıkıldım demeyin) buyuruluyor. Dövmekten, sövmekten bahis buyurulmamıştır. Âyet-i kerimede, yalnız bunların en hafifi olan öf kelimesi açıkça bildirildiğine göre, müctehidler, dövmenin, sövmenin ve hakaret etmenin elbette haram olacağını ictihad etmişlerdir. İctihadı emreden âyetler İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki: (İctihadı emreden âyet-i kerime çoktur. Nahl suresinin, (Bizden indirileni insanlara açıklaman için) mealindeki 44. ve Nisa suresinin (Allah’ın kitabına ve Resulün hadislerine müracaat edin) mealindeki 59. âyeti ictihadı emrediyor.) [Mizan-ül kübra] Şu âyet-i kerime de, birbirine benzemeyen olayların, hükmünün de farklı olduğunu bildirmektedir: (Yoksa, kötülük işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde, iman edip salih amel işleyenlerle kendilerini bir tutacağımızı mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar.) [Casiye 21] İmam-ı Razi, kıyasın delil olduğunu ve mukallidin, âlimleri taklit etmesinin vacip olduğunu, (Ülül-emre itaat edin) mealindeki âyet-i kerimeden çıkarmıştır. Mutlak müctehid olmayan âlimlerin de, mukallid olduklarını, usul âlimleri sözbirliği ile bildirdiler. Müctehidlerin sözbirliği ile bildirdiklerinden ayrılmak haramdır. Bu husus, Nisa suresinin 114. âyetinden anlaşılmaktadır. (Eşedd-ül-cihad) İmam-ı Müzeni, (Asr-ı saadetten beri fakihler kıyası kullanmışlardır. Kıyası inkâr caiz olmaz) diyor. Kıyasın, şer’i bir delil olduğu hakkında, Eshab-ı kiramın ittifakı vardır. Hazret-i Ebu Bekir, miras konusunda, ölenin babası yoksa, babanın babasını, baba hükmünde saymıştır. (Usul-i fıkıh) Eshab-ı kiram, Hazret-i Ebu Bekir’e, biat ederken; namaz imamlığı ile devlet başkanlığını kıyas ederek, (Resulullah, Onu din işimizde imam tayin etti, biz de onu, dünya işimizde imam tanırız) diyerek ictihadda bulunmuşlardır. (Usul-i Serahsi) İmam-ı Rabbani hazretleri, (İctihad ve kıyas bid'at değildir. Nassların manasını ortaya koyarlar. Bu manalara başka bir şey eklemezler) buyuruyor. (1/186) İctihad delildir Sual: İctihadın dinde delil olduğuna dair bir hadis var mıdır? 102 www.dinimizislam.com CEVAP Delil olmasa müctehidler hiç ictihad eder miydi? Bir hadis-i şerif meali şöyledir: Resulullah efendimiz, Muaz bin Cebeli Yemen’e vali olarak gönderirken buyurdu ki: - Orada ne ile hüküm edeceksin? - Allah’ın kitabı ile... - Allah’ın kitabında bulamazsan? - Allah’ın Resulünün sünneti ile… - Resulullahın sünnetinde de bulamazsan? - İctihad ederek, anladığımla hüküm veririm. Resulullah efendimiz, mübarek elini Muaz’ın göğsüne koyup, (Elhamdülillah, Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, Darimi) İstihsan nedir? Sual: İbni Hazm, kıyasın, istihsanın ve taklidin câiz olmadığını bildiriyor. İstihsan nedir? CEVAP İbni Hazm’ın kendisi de sözü de senet değildir. Selef-i salihini beğenmeyip hak yoldan ayrılarak Zahiriye fırkasına girmiş felsefeci bir âlimdir. (Keşf-üz-zünun) İstihsan, birçok müctehid tarafından dinde delil kabul edilmiştir. İstihsan, müctehidin daha kuvvetli gördüğü bir husustan dolayı, bir meselede benzerlerinin hükmünden başka bir hükmü vermesidir. Tâli olarak örf ve âdet de delil olarak kabul edilmiştir. Hanefi müctehidleri gibi İmam Mâlik de, "İstihsan ilmin onda dokuzudur" diyerek istihsanı övmüştür. İmam Şafiî, istihsanı bir delil saymamıştır. Bazı kimseler, “Niye İmam-ı Şafii, istihsanı delil kabul etmemiştir” diyorlar. Doğru cevabı, müctehid olduğu içindir. Müctehid, kendi ictihadı ile hareket etmek zorundadır. Hanefi müctehidleri, İmam-ı Şafii’ye istihsan delildir sen de kabul et diyemeyecekleri gibi, İmam-ı Şafii de, istihsan delil değildir, siz de kabul etmeyin diyemez. Çünkü ictihad ictihadla nakzedilmez. Yani bir müctehidin ictihadı ile başka müctehidin ictihadı bâtıl sayılamaz. Örf ve ictihad Sual: Bir hoca, "Nassa aykırı olmayan örf, müctehidin ictihadından önce gelir. Yani nassa aykırı olmayan örf ictihada tercih edilir" diyor. Örf, nassa [Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere] aykırı olur mu? Aykırı olmazsa, örf, ictihada nasıl tercih edilir? CEVAP 103 www.dinimizislam.com Bu söze göre, örf nassa aykırı değilse, ictihad nassa aykırı demektir. İctihad nassa aykırı olmaz. Bir ictihadın nassa aykırı olduğu başka bir ictihadla bilinmez. İctihad, ictihadla nakzedilemez, hükmü ortadan kaldırılamaz. İctihadı nassa aykırı zannederek örfü ictihada tercih etmek sapıklık olur. [İctihad, müctehidlerce nasslardan çıkarılan hükümlerdir. Müctehid, ictihad ehliyetine haiz büyük âlim demektir. Örf, bir şehirdeki insanların dine aykırı olmayan umumi âdetleri demektir. Edille-i şeriyye denilen dört delilden sonra dine aykırı olmayan örf ve âdetler de delil olur. Ancak, zamanın değişmesiyle örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler zamanla değişmez. İbadetlerde nass ile bildirilmiş olmayan bir hükmü anlamak için umumi âdetler delil olur. Âdetlerin umumi olması için Eshab-ı kiram zamanından kalması, müctehidlerin kullanmış olmaları ve devamlı olmaları gerekir. Sonradan âdet olan şeyler, şer’i delil olmaz. Muamelattaki âdete ait hükümler, nassa muhalif değilse delil olur. Örf ve âdetin nassa aykırı olup olmadığını da ancak fıkıh âlimleri anlar. (Mecelle şerhi)] Sual: Mecellede âdete ait hükümlerde değişiklik olabilir deniyor. Buna bir iki örnek verilebilir mi? CEVAP 1- İmam ve müezzinin ücret alması caiz değildi, şimdi caiz. Çünkü şimdi bu işleri ücretsiz, sırf Allah rızası için, hiç aksatmadan yapacak kimse bulmak çok zordur. 2- Eskiden açık havada ramazan hilâlini çok kişinin görmesi gerekirdi, şimdi iki kişi görse kâfi gelir. 3- Eskiden hapis ile ikrah, mülci değildi. Şimdi Mülci ikrahtır. Mülci ikrah, insanın rızasını ve ihtiyarını yok eden tehdittir. Zorlanan şeyin yapılması zaruri olur. Bu da, ölüm, bir uzvun veya bütün malın telef olması veya bu ikisine sebep olacak hapis ve dayak demektir. Dinimizi bozmaya çalışanlar Türkiye’ye ilk defa mezhepsizlik ve Vehhabiliği sokmaya çalışanlardan biri olan 1940’lı yıllarda vefat eden bir hoca diyor ki: (Kur’an ile hadisler sayılıdır. Olaylar ise sonsuzdur denilerek, kıyas ile birçok şey ilave edilmiştir. Kıyas ve ictihad yoktur) diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerine iftira ediyor. Kıyas ve ictihad, dine bir şey eklemek değil, Kur’an ve hadisin, derin örtülü manalarını meydana çıkarmaktır. Eshab-ı kiram da kıyas yapmıştır. İcmanın da âyetle emredildiği Beydavi tefsirinde yazılıdır. (Dinde, her şey söylenmiştir. Ancak Kitap ile Sünnetin bildirmediği her şey mubahtır) diyerek tenakuzlu konuşuyor. (Kıyas ile, din arttırılıyor, mubahlar haram ediliyor) diyerek dinin bir hükmü olan kıyasa saldırıyor. Bilmiyor ki, zaruri olarak ve icma ile bilinen inanılacak 104 www.dinimizislam.com şeylerde, itikad meselelerinde kıyas yoktur. Kitap ve sünnette açık bildirilen işlerde de kıyas olmaz. (Eshabın, Kitap ve Sünnete uymayan sözleri alınmaz) diyerek, onları, Kitap ve Sünnete uymayan şey söyleyecek sanıyor. Kitabı ve Sünneti, toplayan Eshab-ı kiramdır. İslam âlimleri buyuruyor ki: (Resulullahın Peygamber olduğunu ispat edecek hiçbir şahidi bulunmasaydı, yalnız Eshabını görmek, Peygamber olduğunu bildirmeye yetişirdi. Çünkü, onların herbiri, [Resulullahın mucizesi sayesinde] her ilimde, birer derya idi.) [Mucizeye inanmayan bunu imkansız zanneder.] (Müctehidlerin, Kitap ve Sünnete aykırı ictihadlarına uyulmaz) diyerek, Kitap ve Sünnete aykırı ictihad var sanıyor. (Mezhep imamına uymak, onu Peygamber menziline çıkarmak olur. Bu ise küfürdür) diyerek bir mezhebe uyan Müslümanları kâfirlikle suçluyor. Halbuki, Redd-i vehhabi ve Hadika’da diyor ki: (Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Çünkü, Eshabın ve tâbiinin mezheplerini tam olarak bilmiyoruz, bilseydik, onlara da uymamız caiz olurdu. Çünkü, hepsi doğru idi. Dört mezhep, tam bilindiği ve yaygın olduğu için, her Müslümanın bunlardan birine uyması gerekir.) (İctihadlar düşünce ve görüştür. Eldeki kitaplar, mezhep kitaplarıdır) diyerek Kitap ve Sünnetten, mezhep imamlarının değil, kendi anladığını din sanıyor. Ömer Rıza Doğrul da, bu kitaba yazdığı önsözde, yazarı övüp, (Çağın ihtiyaçlarını, kıyas yolu ile dinden değil, medeniyetin terakkilerinden beklemek gerekir. Kıyas; Kitap ve Sünnet ile alakası olmayan, fakat her şeyi dine dayamak isteyen müctehidlerin icadıdır) diyerek, kendisinin de, ehl-i sünnet olmadığını, dini ve ictihadı da bilmediğini açıklıyor. Hicri 400 yılından sonra kıyas yapacak âlim yetişmedi. (Redd-ül-muhtar) Dört mezhepten sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu söylemedi. Mezhepte müctehidler yetişti. Kıyamete kadar, lazım olacak bütün hükümleri, dört imam kitaplara yazmıştır. Şimdi, hiç kimse, Kitap ve Sünnetten, dört mezhebin birinde bulunmayan yeni bir hüküm çıkaramaz. (Mizan-ül-kübra) Bugün 4 mezhepten birine uymak vaciptir. Uymayan Ehl-i sünnet olamaz. (Tahtavi) Bugün teknik ilerledi diyerek dinde reform düşünmek hainliktir. Allahü teâlâ, Kur’anda, (İslamiyet’i kâmil olarak gönderdim, Resulümün emrine uyun, yasak ettiklerinden sakının) buyurmasına rağmen, Resulüne “postacı, hadislerine ihtiyaç yok” demek din düşmanlığı değil midir? Sual: İctihad kapısının kapandığı ve dört mezhepten başka bir mezhep kurulamayacağı söyleniyor. İctihad kapısı niye kapanıyor ki? CEVAP Hicri 4. asırdan sonra, mutlak müctehid yetişmediği için, ictihad yapılmamış ve ictihad kapısı kendiliğinden kapanmıştır. Dört mezhepten başka, bir mezhebe ihtiyaç da, kalmadığı gibi, hicri dördüncü asırdan sonra, müctehide de, ihtiyaç kalmadı. Çünkü, Allahü teâlâ ve Onun Resulü 105 www.dinimizislam.com Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fende yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsini kapsayan hükümleri bildirdiler. Müctehitler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. Sonra gelen âlimler de, bu hükümlerin, yeni olaylara, nasıl uygulanacağını, tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirirler. Kıyamete yakın, İsa aleyhisselam, gökten inecek ve Hazret-i Mehdi çıkacak, ictihad yapacaklardır. (S. Ebediyye) Mezhepsizler insan değil mi? Sual: İbni Teymiyenin her sözünü hüccet kabul eden mezhepsiz bir yazar, (Dört mezhep imamı da insandır, onlar da hata edebilir. Onun için ben bir mezhebe tâbi olmuyorum, dört mezhebin ictihadlarını tahkik ediyorum, inceliyorum, doğru olanlarını kabul ediyorum) diyor. Peki, bu mezhepleri tahkik eden, inceleyen yazar, insan değil mi? Dört büyük âlimin hatası olabiliyor da, bu yazarın ve İbni Teymiye’nin niye hatası olmuyor? CEVAP Maalesef bu mezhepsiz yazar gibi, ilahiyatçı bazı profesörler de, İmam-ı a’zam, İmam-ı Rabbani, Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri gibi Ehl-i sünnet âlimleri için, (Onlar da insandır, hata edebilirler) diyorlar. Bazı ictihadlarına yanlış diyebiliyorlar. Sizin dediğiniz gibi, bu büyük âlimler insan da, profesörler insan değil mi? Niye kendilerini insanüstü görüyorlar ki? (Her âlim hata edebilir, İbni Teymiyeci ise veya profesör etiketi varsa, hata etmez) demek ne kadar yanlıştır. Resulullah'a kadar hocaları belli olan icazetli âlimin her sözü senettir. Müctehid olan bir âlimin hata ettiğini kimse söyleyemez. Çünkü ictihad, ictihadla nakzedilemez, yani çürütülemez, yanlış kabul edilemez. Çünkü hangi ictihadın doğru olduğunu Allah'tan başka kimse bilemez. Bir ictihad Allah indinde hatalı olsa bile, ona uyan yine sevab kazanır. Onun için müctehidin ictihadına hatalı demek çok yanlıştır. Bir hadis-i şerif meali böyledir: (Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.) [Buhari] Hatası da sevab olan böyle bir müctehide, (O da insandır, hatası olur) demek çok yanlıştır, en azından edepsizliktir, haddini bilmemektir. Modernist İslamcılık ve fıkıh Emekli bir hoca, Müslümanları, modernist İslamcı ve fıkhi geleneğe bağlı Müslüman, kısaca selefci-mezhepçi olmak üzere ikiye ayırıyor. Kendisi modernist İslamcı imiş. Modernist İslamcılar, Kitap ve Sünneti esas alırlarmış, ötekiler ise, fıkhi mezhepleri esas alırmış. Bu ne cahillik?!. Dört fıkhi mezhepten hangisi Kitap ve Sünneti esas almaz ve hangisi Kitaba ve Sünnete aykırıdır? Bu İslamcılar, dört mezhepten farklı olarak ne yapmışlar da kendilerine modernist diyorlar? Namazın, orucun 106 www.dinimizislam.com veya diğer ibadetlerin yeni, modern bir şekli mi olur, çağa göre ibadet değişir mi? Değişmezse, kendilerine modernist yaftasını niye takarlar ki? Müslüman isminden daha güzel ne var da, başka bir isim uyduruyorlar. Kimi de İslamcı yerine dinci diyor. Dinimiz salih, mücahid, dindar, mütteki gibi kelimeleri bildirmişken, İslamcı demek bid’attir. Hiçbir İslam âlimi İslamcılıktan bahsetmemiştir. Türkçe’de genelde cı, cu ekleri isim ve sıfat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, şarkıcı gibi o işin ticaretini yapan kimseye denir. Sıfat olarak pilavcı, esrarcı, yıkıcı gibi kelimeler, o şeyi yiyene ve o işten zevk alana denir. İslamcı, dinci de bana bunlar gibi geliyor. İslam’ı ve dini yiyip bitirmekle zevk alan veya onun ticaretini yapan kimse gibidir. Bunun için de hiç kimse dinci veya İslamcı olmamalı, sadece Müslüman olmalı. Selefci-mezhepçi demek de çok yanlıştır. Mezhepçilik de mezhep yiyip içen, mezhep ticareti yapan gibi bir şey. Selefci de öyle. Ne o, selef mi alıp satıyorsun sayın emekli demezler mi adama? Dört mezhebin kurucuları selef âlimleri değil mi? Bir mezhebe uyan kimse, selef âlimlerini kabul etmez mi? Selefe uyan selef âlimi olan mezhep imamlarını kabul etmiyor mu yoksa? Ehl-i sünnet için, (İlahiyat fakülteleri dışında, fıkıh imamlarının kültürleri ışığında anlamayı kendilerine gaye edinmiş kimseler) diyor. Fıkıh imamlarının kültürleri ilahiyat fakültelerinin dışında mı oluyor? Yoksa ilahiyat fakülteleri, fıkıh imamlarını kabul etmiyor mu? Her ikisi de değilse, nedir bu emeklinin sıkıntısı? Mezhepsizleri savunma hırsı, emekliyi böyle ne dediğini bilmez hâle getirmiş. İmam-ı a’zam hakkındaki âlimlerin sözlerini alaya almış, imam-ı a’zamın mükrehin [ölümle tehdit edilenin] talakının geçerli olmasını kabul edemiyor. (Hanefi’ye göre boş olur, üç mezhebe göre boş olmaz. Hanefi olan ne yapacak?) diyor. Mezhebin hükmü ne ise onu uygular. Mezhepsiz emekli, bir mezhebe uymayı taassup olarak görüyor ve bin yıldan beri bir mezhebe bağlanan Müslümanlara, (Bin yıl önceki mezheplere hayran olanlar) diyerek alay ediyor ve hakaretler savuruyor. (Utanmadıktan sonra istediğini yap) hadis-i şerifine uygun hareketler sergiliyor. Mason Efgani, çömezi mason Abduh ve diğer mezhepsiz bid’at ehli kimselere övgüler yağdırıyor. İyi bilinmeli ki, İslami ilimler, nakli ve akli ilimler olmak üzere ikiye ayrılır. Nakli ilimler, yani din bilgileri zamanla değişmez, kıyamete kadar hep aynıdır. Zamanla değişen, âdetler ve fen bilgileridir. Nakli ilimlerin saf, berrak, bid’atsiz şekli geridedir. Akli ilimlerin ise en gelişmiş şekli ileridedir. Zamanla gelişirler. Nakli ilimleri yani din bilgilerini fen bilgileri ile karıştırmak, cahillik değilse, nedir? Sen övgüler düzdüğün mason Efganilerin yolundan git, biz de bin yıl önceki imam-ı a’zamların yolundan gidelim. Senin yolun sana, bizim yolumuz bize. 107 www.dinimizislam.com İcma olan hususlar Sual: İcma nedir? İcma’ı inkâr küfür müdür? CEVAP Eshab-ı kiramın söz birliğine icma denir. Bir şeyi, Eshab-ı kiram, sözbirliğiyle bildirmediyse, Tabiinin sözbirliği bu şey için icma olur. Tabiin de bu şeyi sözbirliğiyle bildirmediyse, Tebe-i tabiinin sözbirliğiyle bildirmeleri, bu şey için icma olur, çünkü bu üç asrın âlimleri yani müctehidleri, hadis-i şerifle övülmüştür. Bunlara Selef-i salihin denir. (S. Ebediyye) İcma’a uymak farzdır. İcma’ı inkâr ise küfürdür. Hazret-i Ebu Bekir’le Hazret-i Ömer’in hilafetlerini inkâr eden kâfir olur. Cenaze namazının farz-ı kifâye olduğunu inkâr eden de kâfir olur, çünkü bunları inkâr eden, icma’ı inkâr etmiştir. (Redd-ül-muhtar) İcma’ın dereceleri vardır: Eshab-ı kiramın, açıkça ve her asrın icma’ı ile haber verilmiş olan icmaları, âyet-i kerime ve mütevatir olan hadis-i şerif gibi kuvvetlidir, inkâr eden kâfir olur. Eshab-ı kiramdan bazısının icma edip, diğerlerinin sükût ettikleri icma da, kesin delildir, ama inkâr eden kâfir olmaz. Eshab-ı kiramın ihtilaf ettikleri bir hükümde, sonra gelenlerde hasıl olan icma olup, haberi vahid ile bildirilen hadis-i şerif gibidir. Bununla amel vacib ama, iman vacib değildir. Gerek Eshab-ı kiram, gerekse âlimler topluluğu, sapıklıkta, yanlış bir şey üzerinde sözbirliği yapmazlar. Bir hadis-i şerif meali: (Ümmetimin âlimleri, dalalette, sapıklıkta birleşmez.) [İbni Mace, İ. Ahmed, Taberani] Kur’an-ı kerimde de, Eshab-ı kirama ve salih âlimler topluluğuna uymayanların Cehenneme gideceği bildirilmektedir. Bir âyet-i kerime meali: (Doğru yol açıkça belli olduktan sonra, Resulullah’a karşı çıkıp, müminlerin [Eshab-ı kiramın ve âlimlerin] yolundan ayrılanı döndüğü sapık yolda bırakır, Cehenneme atarız.) [Nisa 115] Eshab-ı kirama cemaat dendiği gibi, âlimler topluluğuna da cemaat denir. Bir kaç hadis-i şerif meali: (Cemaatten bir karış ayrılan, cahiliye ölümüyle ölmüş olur.) [Buhari] (Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaatle birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir] (Sürüden ayrılanı kurt, cemaatten ayrılanı şeytan kapar. Sakın cemaatten ayrılmayın!) [Tirmizi] (Cemaatten bir karış ayrılan İslam halkasını boynundan çıkarmış olur.) [Ebu Davud] (Allahü teâlânın rızası, icma’dadır.) [İbni Asakir] Bir asırdaki müctehidlerin bir kısmının ictihadına, diğerleri işitince susup reddetmezlerse, Hanefi’de icma olur, Şafii’de icma olmaz. İcma delil değildir 108 www.dinimizislam.com diyen kâfir olmaz; bid’at sahibi olur. Dinde zaruri olan, [cahillerin de bildikleri icma bilgilerine] inanmayan kâfir olur. Bir sözün küfür olduğunda, âlimlerin söz birliği yoksa, o söze küfür denmez. İcma ile bildirilen hükümlerden bazıları şöyledir: 1- Nass veya icma ile bildirilen bir haramı inkâr küfürdür. 2Dört mezhebin icmaına inanmayan kâfir olur. (Redd-ül-muhtar,Mektubat) 3- İbadetler imandan parça değildir. Namazı terk etmekte icma hasıl olmadı. 4- Kütüb-i sittedeki hadis-i şeriflerin hepsi sahihtir. 5- Kâinattaki her şey, sonradan yaratıldı, inkâr eden kâfirdir. 6- Kerametin hak olduğu icma-i ümmet ile sabittir. 7- Cemaat ile yirmi rekat teravih kılmak sünnettir. 8- Yayılan bid'atin kötülüğünü Müslümanlara duyurmak farzdır. 9- Müta nikahı haram olduğunda icma hasıl oldu. 10- İlk iki büyük halifenin halifeliklerine sahih değil demek küfür olur. Dört büyük halifenin üstünlükleri halifelik sırasına göredir. 11- Kabr-i şerifte, Resulullahtan yardım istemeyi inkâr, sahabenin icma’ını inkâr olur. 12- Kur'an-ı kerimin bir harfini bile değiştirmek veya musiki aletleri ile okumak haram olduğu gibi, bugün mevcut olan Mushaftan başkasını okumak da haramdır. 13- Namazda ayakta, âyetleri Arapçadan başka dil ile okumak caiz değildir. 14- Cemaatle namazı terk etmeyi âdet edinmek günahtır. 15- Kadınların başlarını açmaları haramdır, inkâr eden kâfirdir. Sadece kulaklarından sarkan saçlarını örtmeleri farz değildir diyen âlimler de vardır. 16- Dört mezhepten birine uymak vaciptir. Bu konuda icmâ hasıl oldu. Dördü birleştirilip bir mezhep haline getirilemez. (Tahrir, Mugîs-ül-Hak fî İhtiyârî Ehak) Dört mezhepten birine uymayan, bid'at ehli olup Cehenneme gider.(Tahtavi) Âlimin farz ve haram deme yetkisi Sual: Ebu Hanife, imam arkasında Fatiha okumak tahrimen mekruh derken, imam Şafii farz diyor. Peygamberin bile, haram etme, farz kılma yetkisi yokken, farz Allah’ın emri iken nasıl olur da bu âlimler, farzdır, haramdır diyebiliyorlar? CEVAP Resulullahın ve müctehid âlimlerin yetkisi iyi bilinmediği için böyle garip sorular geliyor. Bir kimse suç işleyince, savcının isteği üzerine getirilip hakim 109 www.dinimizislam.com tarafından ceza verilir ve hapse atılır. Hapse atanlar polis veya jandarmadır. Ama bunu savcının emri ile yapmaktadır. Hücreye konmuşsa gardiyan koymuştur. Şimdi gardiyana, jandarmaya veya polise, siz kim oluyorsunuz da beni hapse attınız diyemeyiz. Onlar savcının emrini uyguluyorlar. Savcı da kim oluyor denemez. O da kanun adına bunu yapıyor. Şu halde yetki kanundan geliyor. Ama bu yetki, polis ile, savcı ile, kullanılıyor. Polise, savcıya karşı gelen kanuna karşı gelmiş olur. Polis, savcı devletin ortakları değildir, devlete hizmet veren kişilerdir. Suç işledikleri takdirde onlar da cezalandırılır. Farz ve haram Allah’ın emri ile olur. Ancak Allahü teâlâ, bu yetkiyi Resulüne de vermiştir. Birkaç örnek verelim: 1- Kur’anı açıklamakta yetkilidir. Bir âyet meali: (Kur’anı insanlara beyan et!) [Nahl 44] (Beyan etmek, başka kelimelerle açıklamak demektir.) 2- Bir şeyi haram etme ve farz kılmada da yetkilidir. İşte iki âyet-i kerime meali: (O ümmî Peygamber, temiz şeyleri helal, pis, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dini [İslamiyet'i] din edinmeyen kimselerle; zelil bir halde kendi elleriyle [boyun eğerek] cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29] Resulullah açıklama yetkisine dayanarak buyuruyor ki: (Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibi geçerlidir.) [Tirmizi] (Eğer meşakkat vermeseydi, gece namazını ümmetime farz kılardım.) [Deylemi] Şu halde, (Allah’tan başkası farz kılamaz, haram edemez) demek yanlıştır. 3- Resulullahın emrine uymak, Ona itaat etmek farz, isyan etmek haramdır: (Resule itaat, Allah’a itaattir.) [Nisa 80] (Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14] (Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih etme, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36] Allah’ın emrine olduğu gibi Resulünün emrine de, uymak şarttır. Peygamberin emrini kabul etmem, yalnız Kur’ana uyarım diyen kâfirdir. 4- İman konusunda da aynı yetkiye sahiptir. Resulullaha iman etmeyen kâfirdir: (Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158] 110 www.dinimizislam.com (Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirlere de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] 5- İman gibi, Allah’ın emrine itaat ile Resulünün emrine itaat de aynıdır. Ben yalnız Allah’a [Kur’ana] uyarım, Resule [hadislere] uymam diyen kâfirdir. İşte bir âyet meali: (Allah ile resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151] Allahü teâlâ, Resulüne böyle yetkiler verip, (Resulüme tâbi olun) buyurduğu gibi, Resulü de, âlimlere yetki verip (Âlimlere tâbi olun!) ve (Âlimler benim vârislerimdir) buyuruyor. Yani (Bana tâbi olduğunuz gibi, âlimlere de tâbi olun) buyuruyor. Peki vâris olan bu âlimler, hiç hata etmez mi? Hatta birinin ak dediğine öteki kara demiyor mu? Ne olacak şimdi? Resulullah efendimiz onu da açıklamış, (Âlim ictihadında yanılırsa bir, isabet ederse iki sevap alır) buyurmuştur. (Buhari) Demek ki Resulullahın vârislerinin de ictihad etme, haram ve helal deme yetkileri vardır. Bugünkü âlim taslakları müctehid değildir. Onların sözleri dinde senet olmaz. Bu yüzden, Yusuf-i Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın ya aklı veya dini noksandır) buyurmuştur. İmam-ı Rabbaniyi de tenkit Sual: Abduhcu biri, ikinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretlerini şöyle tenkit ediyor. Bu tenkitle ilgili açıklama yapar mısınız? - İmam Rabbani, "kıyamet alametleri" içinde yer alan İsa'nın gökten inme olayını klasik itikad kitapları gibi anlatıyor. CEVAP Klasik itikad kitapları, demekle İslam âlimlerinin yazdıkları en kıymetli kitapları kötülemektedir. İtikadın yenisi olur mu hiç? O zaman, Resulullahın, Eshabının ve onları takip eden âlimlerin itikadları yanlış olur. - Şeyhi Muhammed Parisa'dan şunu nakleder: "İsa indikten sonra Ebu Hanife'nin mezhebi üzere amel edecek, helal kabul ettiğini helal, haram kabul ettiğini haram kabul edecek." Bu cümlede bana göre birden fazla yanlış vardır: 1- Ebu Hanife, Hazret-i İsa'nın üzerinde bir konuma yerleştiriliyor. CEVAP Tamamen yanlıştır. Hazret-i İsa da, Hazret-i Mehdi de ictihad edecek ve ictihadları Hanefi’ye uygun gelecektir. İmam-ı a'zamı Hazret-i İsa'dan üstün gösteriyor demesi çirkin bir iftiradır. 2- Haram ve helal hükmü koymak şârî'nin [Allah’ın] yetkisindedir. Ebu Hanife'ye böyle bir yetki tanımak onu şârî [Allah] kabul etmek anlamına gelir. CEVAP Hâşâ burada, İmam-ı Rabbani, (İmam-ı a'zama Allah diyor) diyerek onu kâfirlikle suçluyor. Müctehidin ictihad etme yetkisi yok mudur? Elbette vardır. 111 www.dinimizislam.com Müctehid isabet de eder, hata da eder. Ama hatasına bile sevap verilir. Müctehidin bu yetkisine itiraz etmek, hâşâ onu Allah yerine koyuyor demek ne kadar çirkin iftiradır. Bir müctehidin haram dediğine öteki müctehid helal diyebilir. Nitekim At eti için dört büyük imamdan İmam-ı Malik haram derken, İmam-ı Şafii ile İmam-ı Ahmed ise helal demiştir. Bu büyük müctehidlerin böyle yetkisi olmasa haram veya helal der mi hiç? - Hazret-i İsa’nın, derleyip topladığı ümmetin resmi fıkhı Hanefi mezhebi mi olacak? CEVAP Kendisi ictihad edecek ve ictihadı Hanefi’ye uygun gelecektir. Mezheplerin birbirlerine uygun düşen ictihadları yok mu? - Bu, geleneksel ümmet anlayışıyla çelişen bir mezhebi bütün bir ümmete dayatmaktır. CEVAP O anlama sokan kendisidir. Ortada çelişen bir şey yok. Mezhebimizin neresi ümmet anlayışıyla çelişiyor ki? Kendi kafası ile çelişmek, ümmet ile çelişmek mi demektir? Yahut farklı ictihadlar çelişki mi demektir? - İmam Rabbani'nin böylesine zayıf bir bilgiyi kabul etmesi entelektüel kişiliği ile çelişmektedir. CEVAP Yani imam-ı Rabbani hazretleri bunun zayıf bilgi olduğunu bilmiyor da Abduhcu nereden biliyor? Hemen diyecek ki biz Kur'an ve Sünnete bakarız. Peki koca imam-ı Rabbani hazretleri, Kur'an ve Sünnete bakmıyor muydu? O Kur'andan anlamıyor muydu? Ne diye âlimler ona imam ve müceddid demişler? O imam-ı Rabbani hazretlerine böyle saldırmakla onu büyük bilen bütün âlimleri de eleştirmiş oluyor. Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatanın dili kurur, bir gün belasını bulur. - Halbuki, Heratlı Ali el-Kâri, Hazret-i İsa'nın müctehid sıfatıyla yeryüzüne geleceğini belirttikten sonra bir müctehidin diğerini taklidinin caiz olmadığının altını çizer. CEVAP Bir müctehidin diğer müctehidi taklit ettiği nereden çıkarılıyor ki? İctihad ediyor, ictihadı Hanefi’ye uygun geliyor. İctihadların bir birine uyması onu taklit etmek mi oluyor? Bu ne cahillik böyle? Her ne kadar Aliyyül kâri, burada yanlış bir şey söylememiş ise de, onu senet gibi alıyor. Aliyyül kâri Peygamber efendimizin mübarek ana babasına kâfir diyecek kadar ileri gitmiş, bir çok sahih hadise uydurma demiştir. Kaynağını görüyorsunuz. Zaten her Abduhcu, yamuklardan kaynak gösterir. 112 www.dinimizislam.com Hatalı ictihad olmaz Sual: Ben hiçbir mezhebe bağlı değilim diyen birisi, “Mezhep imamları ilah değildir, peygamber gibi masum da değildir. ictihadlarının doğrularını alır, hatalarını atarız. Yahut delilleri daha kuvvetli olanı seçeriz” diyor. Böyle söylemesi doğru mudur? CEVAP Bir müctehid bile, başka müctehidin hata ettiğini bilemez. Çünkü, (İctihad ictihadla nakz olunamaz) buyuruluyor. Bunun için şu ictihad doğrudur veya delili daha kuvvetlidir denemez. Bir müctehid, Allah indinde isabet edemese, hata etse bile yine sevap alır. Bir hadis-i şerif meali: (Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari] Sevap olan bir şey için hata tabirini kullanmak caiz değildir. Böyle farklı ictihadlar da Allahü teâlânın bir rahmetidir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Ümmetimin [âlimlerin] ihtilafı [farklı ictihadları] rahmettir.) [Beyheki, Deylemi, İ.Münavi, İ. Nasr] Rahmet ve sevap olan bir ictihad için, nasıl olur da imam-ı a’zamın veya imam-ı Gazali’nin hatası var diyebiliriz? İşte bunun için (Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında hata yoktur, uydurma hadis olmaz) deniyor. Böyle söylemenin hâşâ onları peygamber ve ilah derecesine yükseltmekle ne alakası var? İctihadları hatalı, kitaplarında uydurma hadis var zannı ile Resulullahın vârislerine dil uzatmak caiz olmaz. Hatalı ictihad tabirini kullanmak da bu bakımdan hatalıdır. Mezhep imamlarının hatası olmaz. Allah indinde hatası varsa o da sevap aldığı için hata sayılmaz. İnsanlar da onun hata olduğunu bilemez. Bir kimse, müctehid bile olsa, şu ictihad doğru, şu ictihad yanlış diyemez. Ancak müctehid, (Benim ictihadım şudur) diyebilir. Halife Harun Reşid, İmam-ı Malik hazretlerinin ictihadlarını çok beğenmişti. Bunun için herkesin Maliki olmasını şiddetle arzu ediyordu. İmam-ı Malik hazretlerine "Ya İmam senin kitaplarını çoğaltıp, her yere göndereceğim. Herkesin senin mezhebine uymasını emredeceğim" dedi. İmam-ı Malik hazretleri buyurdu ki: "Ya halife, hadis-i şerifte; "Ümmetimin âlimlerinin farklı ictihadları rahmettir" buyuruluyor. Bu farklı ictihadlar Allahü teâlânın rahmetidir. Hepsi hidayet üzeredir. Müslümanları bu rahmetten mahrum bırakmak yanlıştır." Hakkı teslim eden halife bu arzusundan vazgeçti. Ben kadılık yapamam Sual: İmam-ı a’zam Ebu Hanife, kadılık teklifini niye kabul etmedi? Eğer o devlette kadılık yapılmazsa, İmam-ı Ebu Yusuf niye aynı devlette kadılık yaptı? 113 www.dinimizislam.com Eğer kadılık caizse, İmam-ı azam niye yapmadı? İkisinden birisi yanlış iş yapmadı mı? CEVAP Bu, iki müctehidin farklı ictihadıdır. Bir müctehid bir meseleye haram derken, öteki caizdir, hatta farzdır diyebilir. Farklı ictihaddan dolayı müctehidlere bir şey denemez. Deve ve Sıffin olayında da farklı ictihad yüzünden savaş olmuştu. Farklı ictihadı bilmeyenler, Eshab-ı kirama dil uzatıyorlar. Kadılık konusu da, farklı bir ictihaddır. İmam-ı a’zam hazretlerine kadılık teklif edilince, (Ben kadılık yapamam) buyurdu. (Yalan söylüyorsun) denilince de, (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı olmaz. Doğru söylüyorsam kadılık yapamam diyorum) buyurdu. Demek ki yapmasına bir mani var. Bir mani olmasa, niye itiraz etsin ki? Kabul etmemesi, devlete kadılık yapılmayacağı için değildi. İmam-ı a’zam hazretleri takva ehli olup, dünya malına, makam ve mevkie asla kıymet vermezdi. Bilemediğimiz daha başka sebepler yüzünden kabul etmedi. İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri ise, kendi ictihadına uyup, bu vazifeyi kabul etti. Böylece, o makama ehil olmayan insanların gelmesine de mani oldu. Her ikisinin ictihadına da dil uzatmak, bir Müslümana yakışmaz. Eski ictihad Sual: Bir müctehid, eski ictihadından vazgeçse, o ictihadı artık geçersiz olmaz mı? Sonraki ictihadı ilk ictihadını nesh etmez mi? Bir hadis âlimi bir hadise uydurma dese, bu hadis, bütün hadis âlimlerince uydurma sayılır mı? CEVAP Müctehidin eski ictihadı, kendisini bağlamaz. Ancak, müftüler, ihtiyaç halinde müctehidin bu eski ictihadı ile de fetva verebilirler. Çünkü o ictihad başkaları için yine geçerlidir. Müctehid eski ictihadından vazgeçse de, onu da Müctehid iken bildirdiği için geçersiz bir ictihad durumuna düşmez. Çünkü ictihad ictihadı nakzetmez. Özellikle İmam-ı Şafii hazretlerinin eski ictihadları meşhurdur. Şafiiler, o eski ictihadlarla da amel ederler. İmam-ı a’zam hazretlerinin talebeleri, (Bizim ictihadlarımızın çoğu, İmam-ı a’zamın eski ictihadlarıdır) demişlerdir. Bir müctehidin ictihadı, diğer müctehidin ictihadını hükümsüz kılamaz. Bu husus, hadis-i şerifler için de geçerlidir. Bir hadis için bir âlim, mevdu yani uydurma demişse, sadece uydurma diyene göre o hadis uydurma olur. Mevdu diyen hadis âlimi, bana göre, benim aradığım şartlara göre sahih değil der. O hadisi bildiren hadis âliminin şartlarına göre ise, o hadis yine sahihtir. Yani bir hadis âlimi, bir hadise uydurma derse, o hadis bütün âlimlerce uydurma olmuş olmaz. Bunu bilmeyen cahiller, falanca bu hadise uydurma dedi, artık bu hadis uydurma diye konuşurlar. O hadise uydurma diyen âlim ise, hadisi bildiren de âlimdir. Hatta uydurma diyen âlimin derecesi yüksek bile 114 www.dinimizislam.com olsa, yine o hadis uydurma olmaz. Çünkü imam-ı Ebu Yusuf, hocası imam-ı a’zam hazretlerinin ictihadlarından farklı ictihad edebiliyordu. Bunun için Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bulunan hiç bir hadise uydurma denemez. Selim akıl Sual: Selim akıl Peygamberlerde bulunur ve hiç yanılmaz deniyor. İctihadda yanılmak bundan farklı mıdır? CEVAP İctihadda yanılmak farklıdır. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimizin Kur’an-ı kerim dışındaki mübarek sözlerini anlamak için, (Ya Resulallah, bu vahiy mi, yani Allahü teâlânın kesin emri mi, yoksa kendi ictihadınız mı?) diye sorarlardı. Peygamberler de ictihad ederlerdi. Fakat ictihadlarında hata ederlerse, Allahü teâlâ, derhal Cebrail aleyhisselamı göndererek, hataları vahiy ile düzeltilirdi. Yani Peygamberlerin ictihadları hatalı kalmazdı. Mesela, Bedir gazasında alınan esirlere yapılacak şey için, Server-i âlem bazı Sahabe-i kiram ile birlikte bir türlü, Hazret-i Ömer ise, başka türlü ictihad etmişti. Sonra, âyet-i kerime gelerek, Allahü teâlâ, Hazret-i Ömer’in ictihadının doğru olduğunu bildirdi. Hayrın şerrin yaratıcısı Allahü teâlâ olduğu gibi, Peygamberlerini yanıltan da Allahü teâlâdır. Resulullah efendimiz bir namaz kılarken yanılıyor. Sonra, (Yanıltıldım, unutturuldum) gibi ifadelerle cevap veriyorlar. Bir dini hükmün ortaya çıkması için Allahü teâlânın yanılttığı veya unutturduğu meydana çıkıyor. Esirlerin öldürülmesi olayında da, Resulullahın amcası Abbas ve daha bazı esirler daha sonra müslüman oldular. Sadece Hazret-i Abbas’ın soyundan binlerce âlim, büyük zatlar geldi. Eğer öldürülmüş olsaydı, bu nesil gelmeyecek ve kendisi de Cehennemlik olacaktı. Buradaki yanılmanın ne kadar rahmet olduğu meydana çıkıyor. Kalbe danışmak Sual: Bir doktor, (Dalak kandır, kanın ise Kur’anda haram olduğu bildiriliyor. O halde dalak haramdır) diyor. Yalnız Kur’an diyen biri de, (Maide suresinin üçüncü ayetinde (Meyte [boğazlanmadan kendiliğinden ölen hayvan] ve kan size haram kılındı) dendiği için balık ve dalak yemek haramdır) diyor. Mezheplere inanmayan biri de, (Ben kalbimin onaylamadığına itibar etmem. (Müftüler, fetva verseler de sen, yine kalbine danış) mealindeki hadise dayanarak, birçok sahih hadisin kalbime yatmadığını görüyor ve hadis kitaplarındaki yüzlerce uydurma hadisleri tespit edebiliyorum. Diyanetin fetvalarını da inceledim. Kalbime yatmayanların hepsini çıkardım) diyor. Şunu sormak istiyorum. Herkes Kur’anı tam doğru anlayabilir mi? Herkes kalbine 115 www.dinimizislam.com danışarak hadislerin uydurma olduğunu ve fetvaların yanlışlığını tespit edebilir mi? CEVAP Namazın nasıl kılınacağını, zekâtın nasıl verileceğini, hangi mallardan ne kadar verileceğini Kur’andan anlamak imkânsızdır. Resulullah efendimiz, meyte ve kanı şöyle açıklıyor: (İki meyte ve iki kan helal kılındı. İki meyte balıkla çekirge, iki kan, karaciğerle dalaktır.) [İbni Mace, Ebu Davud] Demek ki, dalak ve ciğer, âyet-i kerimede bildirilen kandan istisnadır. Meyte, yani dine uygun boğazlanmadan öldürülen hayvanlar haramdır ama balık bundan müstesnadır. Kalble ilgili sualin cevabı da şöyledir: Dinimizde, herkesin kalbi ölçü olsa idi, Kur’an-ı kerime, Peygambere ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. (Herhangi bir konuda (Kur'ana, sünnete ve icmaya falan bakmayın, kalbinize danışın, kalbiniz onaylarsa o işi yapın) denirdi. Bid’at fırkalarından mutezile de, (Akıl, iyi ile kötüyü, hak ile batılı birbirinden ayırır) diyerek aklı ölçü kabul ediyor. Bugün mutezile zihniyetinde olanlar dindeki dört delile göre değil, aklına göre konuşuyorlar. Dinimizde akıl da, kalb de, bir şeyin haram olmasında kesin ölçü olamaz. Kesin ölçü olsa idi, o zaman peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Hâşâ Allah lüzumsuz olarak göndermiş olurdu. (Kalbinize danışın) hadis-i şerifinin de uygulandığı yerler var. İki hadis-i şerif meali: (Helal haram bellidir. Bu ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. İnsanların çoğu bunları bilmez. Şüphelilerden sakınan şerefini ve dinini korumuş olur. Şüphelilere giren harama düşer. Bu, tıpkı koruluğun etrafında sürüsünü otlatan çoban gibidir. Her an o koruya dalabilir. Her sultanın bir koruluğu vardır. Allah’ın yeryüzündeki koruluğu da haram kıldığı şeylerdir.) [Kütüb-i sitte] (Helal haram bellidir. Öyleyse şüphelilerden sakının, şüpheli olmayanları yapın.) [Taberani] Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, şüphe edilen ve kalbi sıkan şeyi yapmamalı. Şüphe edilmeyeni yapmak caiz oluyor. Şüphelilerden sakınmayan, harama düşer. Şüpheliler de, üç kısımdır: 1- Sakınması vacibdir. Her sanatın bir ilmi vardır. Herkese, sanatının ilmini öğrenmesi vacibdir. Bunu öğrenmezse harama düşebilir. Haramlardan sakınmak vacib yani farzdır. 2- Sakınması müstehabdır. Mesela vakit girdikten sonra, namaz kılmadan uyumak özür olmaz. Bunun, vakit çıkmadan uyanması için tedbir alması farz, vakit girmeden uyuyanın alması müstehabdır. Demek ki vakit 116 www.dinimizislam.com girmeden uyuyanın, uyuyakalırım diye sakınıp, tedbir alması, müstehab oluyor. 3- Sakınması vesvese, kuruntu ve faydasızdır. Mesela, belki birinin mülküdür diye av eti yememek [belki Besmelesiz veya ateist tarafından kesilmiştir diyerek, kasaptan et almamak] ve belki sahibi ölüp vâris eline geçmiştir diye, kiraladığı evden çıkmak vesvesedir, kuruntudur. Sual: Bir hadiste, (Müftüler, fetva verseler de sen, yine kalbine danış) deniyor. Buna göre, bir şeyin helal olup olmadığını anlamak için, aklımıza, kalbimize mi bakmak gerekir? CEVAP Dinimizde dört delil vardır. Kalbe danışmak delil değildir. Eğer dindeki dört delil esas alınmazsa, herkesin aklına ve kalbine göre sayısız din meydana çıkar. Ölçüyü iyi bilmek gerekir. Dinimizde, herkesin aklı ve kalbi ölçü olsa idi, Kur’an-ı kerime, Peygambere ve âlimlere ihtiyaç kalmazdı. Dinimizde akıl da kalb de, bir şeyin haram olmasında kesin ölçü olamaz. Mesela bazı kimseler, (Ben Ankara’dan oğlumun bulunduğu İstanbul’a uçakla kısa bir zamanda geldim. Bir gün kalıp gideceğim. Ben günlerce yol gitmedim ki, hem gittiğim yer kendi evim sayılır, kendi evimden daha çok rahat ediyorum. Niye İstanbul’da seferi olacakmışım ki? Üstelik Peygamberimiz, (Aklı olmayanın dini yoktur, müftüler fetva verseler de sen kalbine danış) demiyor mu? Öyle ise ben de aklıma ve kalbime danıştım, Ankara’dan İstanbul’a gelmekle seferi olmam) diyor. Halbuki, bir kimse Ankara’dan bir saatte İstanbul’a gelse, seferi olur da, Pendik’ten Fatih’e iki saatte gelse, yine seferi olmaz. Bir kimse, bir memura verilen hediyeyi, müftüye sorsa, o da, (Bir çıkarı olmadan, iş bittikten sonra, kendi rızası ile vermişse, bu hediye helaldir) diye fetva verse, ama o kimse, (Ben, bunu memur işimi yapsın diye, rüşvet olarak veriyorum, kalbim bunu hoş görmüyor) diyorsa, burada kalbin rolü vardır. Müftü, anlatılışa, yani görünüşe göre, o hediyedir diye fetva verse de, şüpheli şeylere bulaşmamalıdır. Tasavvuf ehli müctehid idi Sual: Tasavvuf büyüklerinin bir mezhebe bağlanmadıkları, mutlak müctehid oldukları söyleniyor. Böyle bir şey var mıdır? CEVAP Tasavvuf büyüklerinin hiçbiri, dört mezhepten ayrılmamıştır. Dört mezhepten ayrılmak, İslamiyet'ten ayrılmak olur. Tasavvuf büyüklerinin hepsi kemale gelmeden önce bir fıkıh âliminin mezhebinde idi. Mesela Cüneydi Bağdadi, Süfyan-ı Sevrinin mezhebinde idi. Abdülkadir-i Geylani, Hanbeli; Ebu Bekri Şibli, Maliki; İmam-ı Rabbani; Hanefi, Harisi Muhasibi Şafii idi. Zamanla 117 www.dinimizislam.com mezhepte mutlak müctehid olanlar oldu. Mezhepte mutlak müctehid, dört mezhebin imamları gibi müstakil müctehid değildir. Tasavvuf ehlinin mezhebi yoktur demek, mezheplerin hepsini bilir, hepsini gözetir, evla olanı, ihtiyatlı olanı yapar demektir. Tasavvufun yüksek derecesine varmış olan arif-i kamiller, zevk ve vicdan ile ictihad sahibi olurlar. Helal olan şeyleri, güzel kokuları ile, haramları da, habis kokuları ile anlarlar. Bir Arif-i kamilden feyiz almadıkça, ictihad derecesine yükselmek mümkün değildir. Bu dereceye yükselen Velinin, bir mezhebi taklit etmesine lüzum kalmaz. Onların Hanefi, Şafii olduklarını söylemeleri, bu dereceye yükselmeden önce taklit etmiş oldukları mezhepleridir. (Mizan-ül-kübra) Dört mezhepteki fukaha yedi derecedir: 1- Müctehidi fiş-şer: Mutlak ve müstakil müctehiddir. Dört mezhebin imamları böyledir. 2- Müctehidi fil-mezhep: Mezhebde mutlak müctehiddir. Müntesib müctehid de denir. İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed gibi. İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani gibi. 3- Müctehidi fil-mesail: Bunlar meselede müctehiddir, mezhebinin delillerini bilir. Ortaya yeni çıkan meselelerin hükümlerini bulurlar. Tahavi, Kerhi, Halvani, Serahsi, Pezdevi, Kadıhan gibi derin âlimler bu tabakadandır. 4- Eshabı tahric: Bunlar müctehid değildir. Mücmel sözleri ve mübhem hükümleri açıklarlar. Ebu Bekr Ahmed Razi bu tabakadandır. 5- Eshabı tercih: Rivayetlerin sıhhat derecelerini, sahih, evla olanları seçerler. Kuduri ve Hidaye sahibi böyledir. 6- Eshabı temyiz: Kuvvetli, zayıf, zahir ve nadir haberleri birbirlerinden ayıran mukallid âlimlerdir. Kenz, Muhtar, İhtiyar, Vikaye kitaplarının sahipleri böyledir. Bunların kitaplarında zayıf rivayet olmaz. (Ümmetimden hak üzere olan âlimler, Kıyamete kadar bulunur) hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, bu tabakadaki âlimler kıyamete kadar bulunurlar ve hakkı batıldan ayırırlar. 7- Mukallid: Bunlar, öteki tabakalarda bulunan âlimlerin kitaplarından doğru nakil yapabilen âlimlerdir. Bunlar, meşakkat olmadıkça, mezhebe muhalif fetva veremezler. Tahtavi, İbni Abidin ve Dürr-ül-muhtar sahibi bunlardandır. (Mecmuai Zühdiyye) İctihad dinin emridir Sual: (İctihadla farz veya haram diye bir hüküm çıkarılamayacağı gibi, ictihadlarla hâsıl olan İcma’a da uymak gerekmez) sözü, doğru mudur? CEVAP Hayır, çok yanlıştır. İctihad da, İcma da dinin emridir. Allahü teâlâ da, Resulü de, âlimleri övmüş, müctehid âlimlere ictihad etmeyi, Müslümanların da onlara uymalarını emretmiştir. Bu emre uyarak müctehid âlimler, Naslarda 118 www.dinimizislam.com [âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde] açıkça bildirilmeyen hususları açıklayarak ictihad etmişlerdir. Kıyas ve İctihad, Nasların manasını açığa çıkarır, emirleri arttırmaz. (M. Rabbani 1/186) İctihad, Resulullah’ın bildirmediği şeyleri bulup bildirmek değil, Naslardaki kapalı yerleri anlayıp meydana çıkarmaktır. İctihadla anlaşılan farzlara da önem vermeyen, aklına uyup, müctehidin hükmünü beğenmeyen, kâfir olur. (S. Ebediyye) Naslarda açıkça bildirilmediği halde, mezhep imamlarının helal, haram, farz, vacib olarak bildirdikleri hükümler vardır. Naslardan işaret bulmadıkça, bunları bildirmezler. (F. Bilgiler) Kitab, Sünnet ve İcma ile açıkça bildirilen farzlara inanmayan kâfir olur. (Halebi-i kebir) Eshab-ı kiramın söz birliğine İcma denir. Bir şeyi, Eshab-ı kiram, sözbirliğiyle bildirmediyse, Tâbiînin sözbirliği bu şey için İcma olur. Tâbiîn de bu şeyi sözbirliğiyle bildirmediyse, Tebe-i Tâbiînin sözbirliğiyle bildirmeleri İcma olur. (S. Ebediyye) Bunlar gibi, dört mezhebin sözbirliğiyle bildirmesi de İcma olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Bir hüküm üzerinde, dört mezhebin ictihadları arasında hâsıl olan İcma’a, inanmayan da kâfir olur. (Mektubat-ı Rabbani 2/36) Dört mezhebin İcma ile bildirdiği ve her memlekete yayılmış olan bir hükmü kabul etmeyen kâfir olur. (İbni Abidin) Görüldüğü gibi, ictihadla anlaşılan farzlara da, haramlara da uymak gerektiği, hatta sözbirliğiyle bildirilen ictihadı yani İcma’ı inkâr edenin kâfir olacağı, bu vesikalarda açıkça bildirilmiştir. Dinde nakil esastır Sual: Aklıma uymayan dini hükümlere uymam gerekir mi? CEVAP Dinde aklın yani şahsi görüşlerin yeri yoktur. Dinde nakil esastır. Akla göre din olmaz. İslamiyet, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır. Birinin aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın ermediği şey çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur. Sual: İslam artık toplumun gereklerine göre değişmelidir. Mesela teknoloji ilerledi, Avrupa uygarlığını benimsemek ve kadınların, tesettürü bırakarak daha özgür olması gerekmez mi? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: 119 www.dinimizislam.com (Yapacakları değişiklikle, dini düzelteceğini sanıp dinin noksanlığını tamamladığını söyleyenler çıkıyor. Halbuki din noksan değildir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim, üzerinize olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) buyuruldu. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [reform yapmaya] çalışmak, bu âyeti inkâr olur.) [m.260] Dini insanlar çıkarmadı ki insanlar değiştirsin. Kadının nasıl giyineceğini insanlar tespit edemez ki. Allah’a inanan kimse, O ne demişse ona inanması gerekir, uyarsa daha büyük nimettir. (Ben hepsini uygulayamıyorsam da hepsine inandım) demelidir. Yoksa, günaha alışıp da bu günah mubah olmalıydı veya (bu asırda bu da günah olur mu) demek Allah’a inanmamak olur. Böyle söyleyenler Allah’a inanmıyorlar, inansalar böyle demezler. Allah her şeyi bilmez mi, bugünkü toplumu bilmiyor muydu? İslam’da reform demek ben Allah’a inanmıyorum demektir, yahut Allah’ı basit bir varlık gibi görüp bu işi iyi yapmamış demektir. Hâşâ Allah yirminci, otuzuncu asırlarda toplumların duyacakları ihtiyaçları bilememiş mi? Toplumun ihtiyacı var diye dini değiştirmek dini yıkmak olur. Birinin çıkıp açıktan açığa, (ben İslam dinini yıkacağım) dediğini gördünüz mü hiç. Elbette demez. Niye desin ki, o zaman onu herkes tanıyacak, gerçek suratını herkes görecektir. Ama dini kuralları bozarak bu çirkin emeline ulaşmaya çalışır. Peygamber efendimiz, (Âlimler benim vârisimdir) buyuruyor. Mezhepsizler ise, düşünce özgürlüğü diyerek Ehl-i sünnet âlimlerine saldırıp, (Âlimlere göre değil, hakka göre ölç!) diyorlar. Hakkı biz biliyoruz da, âlimler bilmiyor mu? Hakkı, âlimler bilemezse biz nasıl bileceğiz? (Elimizde temel ölçü olarak Kur'an olduğuna göre hakkı bâtıldan ayırırız) diyorlar. Peki, âlimlerin ellerinde Kur'an-ı kerim yok muydu? Onlar yanılabiliyor da mezhepsizler niye yanılmıyor? Bütün maksatları âlimler köprüsünü yıkmaktır. Bunlar, fikir anarşisi çıkartmak, hak ile bâtılı karıştırmak ve hak yol üzerindeki köprüleri yıkmak istiyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kurduğu köprüleri yıkıp, bid'at denizinde insanları boğmak istiyorlar. Fakat, âlimlerimizin kurduğu bu köprüler, bid'at ehlinin üfürmesiyle yıkılacak kadar zayıf değildir. Ama, kime ve neye hizmet ettikleri malum olmayan bu mezhepsizlere inanan zavallılara yazık oluyor. Bunu bildiği halde susanlar da vebal altındadır. Çünkü bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Bid'atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen, Kur'an-ı kerimi gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir] Her Müslüman gücü nispetinde Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerini yaymaya çalışarak bu vebalden kurtulmaya çalışmalıdır. Bozuk kitapların dağılmasına sebep olmak ayrıca vebaldir. 120 www.dinimizislam.com Yanlış vasıtaya binen istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Mesela Paris’e giden uçağa binen, Kâbe’ye varamaz. Ehl-i sünnet yolu kurtuluş ve saadetin tek vasıtasıdır. Dinimiz bir düşünce, görüş değildir Sual: Özellikle Mısırlı, Suriyeli bazı yazarlar ile onların etkisinde kalan kimseler, İslam dini yerine, "İslam nazariyesi" "İslam düşüncesi", "İlahi şuur", “İlahi görüş birliği” tabirlerini çekinmeden kullanıyorlar. Acaba bunlar müsteşrikler gibi, İslamiyet’in semavi din olduğuna inanmıyorlar mı? Küfre düşürücü ifade kullananın imanının gideceğini bilmiyorlar mı? Yoksa, Ehl-i sünnet itikadına uygun inanmaya önem vermiyorlar mı? CEVAP Piyasada Allah’ı tanımakla ilgili ve Allah’ın varlığını ispat etmeye kalkışan kimisi tercüme birçok kitap vardır. Genelde bu kitaplar, akli ve felsefi görüşlerle doludur. Kaynakça olarak gösterilen kitapların çoğu da asrımızdaki sapık yazarların eserleridir. İmam-ı Rabbani, imam-ı Gazali, Seyyid Abdülkadir-i Geylani gibi büyük İslam âlimlerinin kitaplarından nakil yoktur. Milyonlarca hadis-i şerif, âlimlerin ictihadları ve hikmetli sözleri varken, bunlardan nakil yapılmayıp, şahsi görüşe, şahsi yoruma yer verilmiş. Anlaşılan bu tip yazarlar, küfre düşürücü sözleri bilmiyorlar. Zaten Allah’ın varlığını ispat ile uğraşanlar, genelde küfre düşürücü ifadeler kullanıyorlar. İslam âlimleri, (Allah’ın yaratmak, vücud, muhalefetün-lil-havadis gibi sıfatlarını insanlar için kullanmak veya insanın, akıl, şuur, hafıza ve düşünce gibi yaratılmış olan sıfatlarını Allahü teâlâ için kullanmak küfürdür) buyuruyorlar. [Vücud, kendiliğinden var olmak; muhalefetün-lil havadis de, hiçbir mahlûka, hiçbir bakımdan benzememek demektir.] Mesela bir kimse, (Allah akılsızdır) dese, bu bir hakaret olacağı için küfre düşer. (Allah akıllıdır) dese, bu sefer de, onu yaratık kabul ettiği için küfre düşer. (Allah iyi düşünür) dese yine kâfir olur. Çünkü akıl, şuur, hafıza, düşünme işi, görüş mahlûktur, yani yaratıktır. Allah’ın böyle sıfatları yoktur. Bu Yazarlar ise bunun gibi büyük hatalara düşmüştür. (Yaratılmış olanın özelliklerine bakarak, yaratanın özelliklerini bulmaya çalışacağız) diyorlar. İslam âlimleri, (Bilinenle bilinmeyen mukayese edilmez) buyuruyor. Yani yaratıcı ile Onun yarattıkları mukayese edilemez. Bu yazarlar işe yanlış başladığından yanlış sonuçlar çıkarıyorlar. İnsan vasfı sayar gibi, Allah’ın vasfını sayıyorlar. (Allah çok akıllıdır, hafızası çok geniştir, çok hızlı düşünür, çok çalışkandır) diyorlar. Senâüllah Pâni-püti hazretleri (Allahü teâlânın varlığı, sıfatları, razı olduğu şeyler, ancak Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile anlaşılamaz) buyuruyor. 121 www.dinimizislam.com Bu yazarlar kaderi de iyi bilmiyorlar, (İnsan, kendi kaderine tesir eder) diyor. Kader, değişmeyen son şekildir. Kaderi Allah da değiştirmez. Allah’ın vasıflarını bildirirken, âlimlerin kitaplarından alarak, sıfat-ı zatiyye ile sıfat-ı sübütiyyeyi yazsalar, büyük hizmet etmiş olurlar. Kendi görüşlerini, kendi akıllarını din gibi ortaya atıyorlar. Hadis-i şerifte, (Dini aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur) buyuruldu. (Taberani) Düşünce, bir iş için düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir. Görüş de düşünce demektir. Nazariye de, akli, zihni esaslara dayanan görüş, teori demektir. Allahü teâlânın bildirdiği hükümlere ilahi düşünce, ilahi görüş, ilahi nazariye, ilahi şuur denmez. Kur'an-ı kerimdeki hükümlere bile "Kur'ani görüş" diyorlar. Yeni ifadeler kullanmayı marifet sanıyorlar. Bunları kullanmak küfürdür. Böyle küfür dolu yazılara itibar etmemelidir. İman ne kadar kıymetli ise, zıddı olan küfür de o kadar kötüdür. İmanı kurtarmak için haramlardan kaçarak ibadetleri yapmak ve özellikle küfre düşürücü söz ve hareketlerden sakınmak gerekir. Sakınmayanın imanı gider de haberi olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi] Alıştıra alıştıra dini bozmak Gazetelerde çıkan habere göre, eski din görevlilerinden birisi, ara sıra çıkışlar yaptığı gibi, yine (Kur’anda beş vakit namaz yok, üç vakit var. İslamiyet kolaylık dinidir. Hiç kılmamaktansa üç vakit kılmak daha hayırlıdır. Öğle ile ikindi akşam ile yatsı birleştirilmeli) diyor. Hem üç vakit var diyor, hem beş vakti üç vakitte kılalım diyor. Bunda bir tezat yok mu? Bir de kolaylık dini demek, kolayına gelen yapmak değildir. 30 gün ramazan orucu çok diye üç gün oruç tutmak kolaydır ama, Allah’ın emri yerine gelmiş olmaz. Bir gün oruç tutmak daha kolaydır. En kolayı da hiç oruç tutmamak ve hiç namaz kılmamaktır. Yani bunu demek istiyor da, alıştıra alıştıra mı söylemek istiyor? Bunun böyle desteksiz atışına, Abduhcu bir profesör karşı çıkarak diyor ki: (Namaz beş değil üç vakit olsa alnım secdeden kalkmaz diyene hiç rastlamadım.) Peki rastlasaydı, beş vakti üçe mi indireceklerdi acaba? Bu ne biçim mantık öyle? Şahsen ben bir benzerine rastladım. 40 sene önce beraber çalıştığımız bir arkadaş, (Günde beş vakit namaz çok. Hıristiyanların Pazar günü kiliseye gittikleri gibi haftada bir olsa, hemen herkes namaz kılar. Haftada bir Cuma namazı kılınsa, böylece Müslüman sayısı da artar) demişti. İnsanların demesinin ne önemi var ki? Dinimizde dört delil yok mu? Niye bu 122 www.dinimizislam.com dört delilden vesika aranmıyor? Delilden biri de icma’dır. Resulullahla birlikte bütün Eshab-ı kiram, Tabiin ve bugüne kadar gelen bütün âlimler beş vakit kılmıştır. Bu büyük vesika değil midir? Ayrıca Kitap ve sünnetle de sabittir. Abduhcu diyor ki: (Somut olarak Kur’anda beş vakit ifadesi geçmiyorsa da, Hazret-i Peygamber gibi bir örnek var. O hayatı boyunca namazı beş vakit kılmıştır.) Kur’an-ı kerimde beş vakit namaz bildirilmemiş de, Resulullah efendimiz kendiliğinden mi beş vakit kılmıştır? Peygamber efendimiz, Bekara suresindeki, (Namazları ve vusta namazını kılın) mealindeki 238. âyetini açıklarken, (Vusta namazı ikindi namazıdır) buyurdu. (İ. Ahmed) Orta namaz Yukarıdaki âyette, (Namazları ve ikindi namazını kılın) buyuruluyor. Arabi gramere göre, namazlar [salevat] denince, ikiden fazla namaz anlaşılır. Çünkü iki namaz demek için, salevat [namazlar] değil, salateyn [iki namaz] denilir. İkindi namazı vusta [orta] namaz olduğuna göre, ikindi hariç, öteki namazların sayısı iki olamaz, ikiden fazla olması gerekir. Üç de olamaz. Çünkü 4,6 gibi çift sayılı olmalı ki, ikindi namazı tam ortada olabilsin. Yani ortadaki namaz ikindi olduğuna göre, ondan önce iki namaz, ondan sonra da iki namaz bulunduğu meydana çıkar. İsra 78, Kaf 39,40, Rum 17,18 âyetlerdeki namaz vakitleri de dikkate alınınca, namaz vakitlerinin beş olduğunda hiç şüphe kalmaz. Allahü teâlâ Peygamber efendimize (Kur’anı insanlara açıkla) buyuruyor. (Nahl 44 ) Resulullah da açıklayarak buyuruyor ki: (Beş vakit namaza devam edin!) [Taberani] (Beş vakit namazla emrolundum.) [Buhari] (Günde beş kere yıkananın kirleri temizlendiği gibi, beş vakit namaz kılanın da günahları temizlenir.) [Buhari] (Miraca çıktığım gece, beş vakit namazla emrolundum.) [Buhari, Müslim] Din yeni gelmiş değildir Osmanlıyı savaşlarda yenemeyen düşmanlar, taktik değiştirdiler, Müslümanların arasına girdiler, bazı grupları, bazı din adamlarını satın aldılar. Özel yetiştirilmiş oldukları için çabuk yükseldiler. Önemli yerleri tuttular. Bilim adamı âlim olarak çıktılar. Müctehid olarak lanse edildiler. Milleti cahil yapmak, dinlerinden uzaklaştırmak için akla hayale gelmeyecek hilelerle tahribat yaptılar. Oldukça başarı da elde ettiler. İmparatorluğu parçalayıp yıktıkları yetmiyormuş gibi hâlâ faaliyetlerine devam ediyorlar. Bu düşmanların en önemli zararlarının başında, âlimlere itimadı sarsmak, müslümanlarla aralarındaki bağı koparmak oldu. (Dini yalnız Kur’andan öğren) gibi içi zehir dolu yaldızlı kelimelerle insanların itikatlarını bozdular. Milleti 123 www.dinimizislam.com parçaladılar. Halkı birbirine düşürdüler. Vehhabiliği kurdular. İbni Sebecileri ve diğer mezhepsizleri desteklediler, Müslümanları birbirine düşman edip, aralarını açtılar. Kötü din adamlarını avlayıp, gruplar kurdurdular. Her gruba başkalarının sapık, hatta kâfir olduklarını aşıladılar. Bunların oyununa gelen her grup, (bizim hocamız doğru, bizim kitaplar doğru, diğerleri yanlış, sapıklık) gibi sözlerle bir başka müslümanı beğenmiyor, kabul etmiyorlar. Onlardan önce İslamiyet yok muydu? Onların hocasından önce âlim yok muydu? Nedir bu hâlimiz? İnsan tuzağa düşebilir ama bu kadarına da ahmaklık denmez mi? Bu yanlışlık yetmezmiş gibi, kime ve neye hizmet ettiği malum olmayan din veya ilim adamı maskesi altında bazıları çıkıp, (Namaz 3 vakittir, hayzlı iken Kur’an okunur, namaz kılınır, oruç tutulur, balıktan kurban olur. Tesettür yoktur. Gayri müslimlerle Amentü’de ittifakımız var) vs. gibi dine imana sığmayan yalanlarla milleti dinsizleştirmeye, bu güzide vatanı parçalayıp bölmeye ve yıkmaya çalışıyorlar. Din yeni çıkmış gibi; insanlara göre değişirmiş gibi, her gün dinin bir meselesi sorgulanıyor. Mesela içkili namaz kılınır mı sorusuna herkes bir şey söylüyor. Kimisi, ben onaylamıyorum, kimisi, bir sakıncası yok diyor. Hiçbirisi kitaplardaki hükmü bildirmiyor. Halbuki fıkıh kitaplarında, (Sarhoş olarak kılınan namaz sahih olmaz. Az içkili olarak kılmak mekruhtur. Sallanacak kadar sarhoş olanın abdesti de bozulur) deniyor. Bu art niyetliler, yalnız Kur’an diyerek, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere gölge düşürüp, Allah’ın resulünü [elçisini] İslamiyet’in sahibini devre dışı bırakmaya çalışıyorlar. İslam âlimlerini, mezhep imamlarını kabul etmiyorlar. İslamiyet bunlara mı geldi? Bu anarşi, bu fitne neyin nesi? İslamiyet’te açıklanmamış ne var? Sadece imam-ı a’zam zamanında 600 binden fazla mesele açıklanmıştı. Şimdi kim neyi açıklayacak? Bir örnek vermeden yeni meselelere çözüm getirmek lazım diyorlar. Kendi anladıklarını Kur’an zannederek Kur’ana uyun diyor, ben Kur’andan söylüyorum diyor. Peki mezhep imamları, müctehidler Kur’andan ayrı mı söylüyorlar? Kimisi de, müctehidler arasındaki ictihadlardan birini aklına göre daha uygun olup onu seçiyor, “Bu Kur’anın ruhuna daha uygun” diyor. Sanki öteki müctehidlerin ictihadları Kur’andan, dinden ayrı! Din yeni gelmedi. Hem de kâmil olarak geldi. Eksik olarak gelmedi. İslamiyet saf, berrak şekildedir. Zamanla din değişmez. Kıyamete kadar aynıdır. Zamanla değişen âdetlerdir, tıp, teknik, astronomi vs. gibi fen bilgileridir. Fende değişiklik olur, dinde değişiklik olmaz. Din düşmanlarının oyunlarını anlayalım, tuzaklarına düşmeyelim. 124 www.dinimizislam.com Müslüman için zor asırlar Kıyamet yarın kopacak, öbür gün kopacak diye tarih verenlere itibar etmemelidir. Çünkü dünyada Müslüman bulunduğu müddetçe kıyamet kopmayacaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allah diyen bir kimse kaldığı müddetçe kıyamet kopmaz.) [Müslim] Ama kıyamet yaklaştıkça Müslümanlar çok garip olacak, çok zulüm görecek, çok sıkıntı çekecek, dinini rahatça yaşaması çok zor olacaktır. Bir hadis-i şerifte, (Bir zaman gelir, sünnet unutulur, bid'atler meydana çıkar. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atlere uyan ise, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur) buyuruldu. O zamandaki Müslümanların nasıl yaşayacağı sorulduğunda, (Sudaki tuz, sirke içindeki kurt gibi) buyuruldu. Dinlerini nasıl koruyacağı sorulduğunda, (Avuçtaki ateş koru gibi. Bırakırsa söner, tutarsa elini yakar) buyuruldu. (Şir’a) Bir hadis-i şerif de şöyledir: (Öyle bir zaman gelir ki, sünnetime tutunmak, avucuna ateş almak gibi olur.) [Hakim] Müslümanlar, bütün dünyada garip olacaktır. Bir hadis-i şerif şöyledir: (İslam dini, garip olarak başladı, sonu da garip olacaktır.) [Müslim, Tirmizi] Garip olmasının sebebi ise, insanlar gittikçe bozulmaktadır. Bir hadis-i şerif de şöyledir: (En iyi, en hayırlı insanlar benim asrımda bulunan Müslümanlar [Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin] dir. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine, işlerine inanmayınız.) [Buhari] Herbiri bir mucizeyi bildiren bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, günümüzdeki insanların sözlerine ve işlerine ihtiyatla yaklaşmak lazımdır. Kendi sözlerine değil, eski âlimlerden bildirdiklerine itimat etmelidir. Şayet eski âlimler kötülenirse asla itibar etmemelidir. Yine bir mucizeyi bildiren hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [İbni Asakir] Peygamber efendimiz o zaman ne yapılacağını da bildirmiştir: (Bu ümmetin son zamanlarında gelenler, önceki âlimleri kötülediği zaman, ilmini gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Mace, İbni Adiy, İbni Asakir] Kıyamet alametini bildiren hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir: (Haine itimat edilir, emine ihanet edilir.) [Harâiti] 125 www.dinimizislam.com (Hadisi bırak, Kur’ana bak diyerek beni yalanlayanlar çıkar.) [Ebu Ya’la] (Kur’andan başka delil kabul etmem diyenler çıkar.) [Ebu Davud] (Doğru söyleyenler yalanlanır, yalancılar kabul görür.) [İ.Ahmed] (Gençler, çocuklar âmir olur.) [Hakim] (Camilerde binden fazla kişi namaz kılar, içlerinde bir mümin bulunmaz.) [Deylemi] (Camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, hakiki âlim hiç bulunmaz.) [Ebu Nuaym] (İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva verir, insanları doğru yoldan saptırırlar.) [Buhari] (İşler ehli olmayana verildiği zaman, kıyameti bekleyin.) [Buhari] (Kıyamet kopmadan önce deccal çıkar, deccaldan önce de 30 veya daha fazla yalancı deccallar gelir.) Bu yalancıların alametleri sorulduğunda buyuruldu ki: (Yeni âdetler çıkarıp dininizi değiştirenler çıkar, bunlardan sakının ve onlara düşman olun.) [Taberani] (Hakkın peşinde olmak, garip ve yalnız kalmak demektir.) [İbni Asakir] (Kötülerin arasında kalan salih kimse gariptir.) [Deylemi] Yüz şehid sevabı için Sual: Müslümanlar arasında çeşitli ayrılıkların çıkacağını Peygamberimiz bildirmiş midir? CEVAP Evet, bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ümmetim, 73 fırkaya ayrılacak; bunlardan 72’si, Cehenneme gidecek, yalnız bir fırka kurtulacaktır. Kurtulacak olan tek fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir.) [Tirmizi, İ. Mace] İslamiyet’in dışına çıkıldığı zaman, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda olanlara, kıyamette yüz şehid sevabı verilecektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Fitne fesat yayıldığı zaman, sünnetime yapışana yüz şehid sevabı verilir!) [Hâkim] Çünkü fitne zamanında İslamiyet’e uymak, kâfirlerle savaşmak gibi güç olur. Böyle güç bir zamanda sünnete yapışmak da, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dört elle sarılmakla mümkün olur. www.hakikatkitabevi.com adresindeki kitaplar, bu kıymetli kitapların doğru tercümeleridir. Din konusu dikkat ister İslamiyet, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır. Birinin aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın ermediği şey 126 www.dinimizislam.com çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allah’a ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsaydı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilseydi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulabilirdi ve Allah, hâşâ Peygamberleri boş yere göndermiş olurdu. Bunlar bilinemeyeceği için, Allahü teâlâ, her asırda, Peygamber göndermiş ve son olarak da bütün dünyaya, peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. Din yeni inmedi. Dinimizde eksiklik yoktur. Yeni bir şey ilave etmek veya çıkarmak dini bozmak olur. Sanki asırlardır gelen İslam âlimleri yanlış hüküm vermişler gibi, âyetler ve hadisler yeniden yorumlanmaya başlanmıştır. Bu çok kötü bir durumdur. Milliyet Gazetesinden Doğan Heper bile, bu durumu beğenmemiş, TV’lerdeki din savaşları isimli yazısında diyor ki: "Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder." Bugün bu sözün anlamını daha iyi kavrıyoruz. Birçok kişi gibi TV'leri yakından izlerim. Beğenelim, beğenmeyelim TV'ler güncel haber, bilgi kaynağımızdır. Ukalalık bilenin hakkıdır. Temel bilgi eğitimdeyse, güncel bilgi medyada, yani TV ve gazetelerdedir. Hele bizim gibi işi gazetecilik, habercilik olanlar için TV izlemek bir lüks değil, görevdir. En basitinden; kameralar 24 saat, gece gündüz dünyanın her yerinde olayların peşindedir. Onlara takılırsanız siz de dünyadan haberdar olursunuz. TV'lerde bir gecedeki 5-6 adet tartışma, haber programı, 18-20 uzmanın görüşü eder. O uzmanların güncel olaylar hakkındaki birbirine zıt veya paralel görüşlerini anında öğrenmek ancak TV'lerin bu programlarını izlemekle mümkündür. Kur’anda; "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" diyor. Din ve İslam konusu da TV'lerin tartışma konularının başında geliyor. Önceki gün bıçaklanan Prof. Zekeriya Beyaz'ı da, daha İlahiyat Fakültesi Dekanı olmadan o programlarda aykırı fikirleriyle tanıdık. Bilimsellik şüphe temeline oturur, bilimsel olan akıl yürütmeyle ilgilidir. Din; inanç meselesidir, fazla tartışma kaldırmaz. Ama TV çıktı, din, İslam, itikat ve ibadet öyle tartışılır hale getirildi ki, bu tartışmaları izleyenler neredeyse dinden, imandan çıkar hale getirildi. Önüne gelen, uzman veya uzman zannedilen, kendine göre bir içtihat meydana çıkarır oldu. Birinin söylediğini öteki tekzip eder oldu. Yalnız, "Kur’an" diyenler. "Kur’an ve hadis" diyenler. Sahih hadis ve uydurma hadis diyenler. Tarikatlara ve din ulemasına göre birbirine zıt çeşitli tefsir ve yorumları ortaya koyanlar. Konuşmacıların kendi farklı görüş ve yorumları, derken sade vatandaş şaşırdı, kör kuyuya atılmış gibi oldu, etrafını göremez oldu. Bazılarının inancı sarsıldı. Zaman zaman bu tartışmalarda kavgalar da çıktı. Konca Kuriş öldürüldü. Prof. Beyaz bıçaklandı. Bu kadar nazik bir konuyu, inanç konusunu, bilenin bilmeyenin her gün tartıştığı bir sorun haline getirirseniz olacağı budur. (Doğan Heper, Milliyet 10 ocak 2001) 127 www.dinimizislam.com Nakli esas alan kitap Bilgi için. (Merak edilen konular > Bazı kaynak kitaplar > Nakli esas alan kitap) Hangi kitaba itibar edilir? Sual: Bir din kitabına itibar edebilmek için, mutlaka önceki asırlarda yazılmış kitaplardan, nakli esas alması mı gerekir? Bu kitaplarla günümüzde yazılanların farkı ne? CEVAP II. Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesiyle, din işlerine de fesat karıştı. İttihatçı olan din cahilleri ve masonlar, din işlerinde yüksek mevkilere getirildi. İlk iş olarak, Abdülhamit Han’ın son şeyhülislamı Muhammed Ziyaüddin efendi, vazifesinden alındı. Bu yüksek makama, 1910’da Musa Kazım getirildi, bu zat, ittihatçı ve masondu. Bunun gibi, İslamiyet’e uymayan hareketlerinden ve dine aykırı yazılarından dolayı Abdülhamit Han tarafından uzaklaştırılmış olan bölücü kimseler, İstanbul’a getirilip, kendilerine din işlerinde vazifeler verildi. Bu cahil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitaplarının yazılmasına, yayılmasına, önayak oldular. II. Abdülhamit Han zamanında yazılan din kitapları, bir ilim heyeti tarafından tetkik edilirdi. Tasdik edilip, izin verilenler bastırılırdı. Bunun için, o tarihlerde basılan din kitaplarına güvenilir. 1909’dan sonra, din kitapları yetkili âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. İşte bunun için, bu kitaplardan, ancak vesika vererek, salih kimseler tarafından nakledilen bilgilere güvenilir. Mezhepsiz din adamlarının, kendi kafalarına göre yazdıkları, eksik ve yanlış naklettikleri yazıları ve bozuk kitapları okumak caiz olmaz. İlk kıyas yapan Sual: Dini konuda yorum ve kıyas yapabilir miyiz? İlk kıyası kim yapmıştır? CEVAP Eskiden müctehid imamlar vardı, onlar, usulüne uygun kıyas yapıyorlardı. Yani dini emirlerini açıklıyorlardı. Bugün müctehid imamlar yoktur. Bugün dinde yorum ve kıyas yapmak çok tehlikelidir. Bugünkü kıyaslar, dini değiştirmek olur. Dinde büyük gediklerin açılmasına sebep olur. Binlerce farklı görüşlerin meydana çıkmasına yol açar. Dinde anarşi meydana gelir. Zaten günümüzde, eski âlimlerin hata ettiği söylenerek, bu anarşi körüklenmektedir. Piyasada birbirini tutmayan binlerce kitap vardır. Hepsi de, yanlış kıyas ve yorumlardan meydana çıkmıştır. 128 www.dinimizislam.com İbni Abbas hazretleri, (İlk kıyas yapan İblis’tir. Kıyası da yanlıştır. Kendi görüşüyle dinde kıyas yapan, şeytanın dostu olur) buyuruyor. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, İblis’e “[Âdem aleyhisselam istikametinde bana] secde et emrime, niçin uymadın?” buyurunca, İblis, “Ben, ondan hayırlıyım; çünkü beni ateşten, onu [Âdem aleyhisselamı] çamurdan yarattın” dedi.) [Araf 12] İblis, ateşin, topraktan daha hayırlı olduğunu sanmış, yanlış kıyas yapmıştır. Hâlbuki Allahü teâlâ, toprağı ateşten üstün yaratmıştır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kendi görüşünüze göre dinde kıyas yapmayın! Çünkü din, kıyas kabul etmez. İlk kıyas yapan İblis’tir.) [Deylemi] (Dini aklı ile ölçmek kadar zararlı şey yoktur. Böylece helâle haram, harama da helâl denmiş olur.) [Taberani] İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: Dinin hükümlerini kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir. (1/214) İbadetlerde kıyas Sual: Birbirine çok benzeyen iki dinî meseleyi birbirine kıyas edip, bir hükme varabilir miyiz? CEVAP İki mesele birbirine ne kadar çok benzerse benzesin, biz kıyas edemeyiz. Kıyası ancak müctehid âlimler yapar. Müctehid âlim de, nassa dayanmadan yapamaz. İmam-ı a’zam hazretleri bunu şu üç örnekle açıklıyor: 1- Namaz, oruçtan daha önemli olduğu halde, hayzlı kadın kılmadığı namazları kaza etmez; fakat tutmadığı oruçları kaza eder. Eğer kıyasla olsaydı, namazlar kaza edilir; oruçlar kaza edilmezdi. 2- İdrar, meniden daha pis olduğu halde, idrar çıkınca abdest almak yeterken, meni çıkınca gusül de gerekir. Eğer kıyas geçerli olsaydı, meni çıkınca değil, idrar çıkınca gusletmek gerekirdi. 3- Kadın, erkeğe göre daha zayıf yaratılışlıdır; ama dinimize göre mirasta kadının hissesi, erkeğin yarısı kadardır. Eğer kıyasla olsaydı, bunun tersi geçerli olurdu. Kadın zayıf olduğu için ona iki, erkeğe bir hisse verilirdi. Birkaç örnek daha: 1- Namazda imamın okuduğu Fatiha’ya âmin demek namazı bozmazken, başkasının okuduğu Fatiha’ya âmin demek bozar. 2- Namazda birisinin emriyle sağa sola gitmek namazı bozar; fakat biri, kıbleye tam duramamışsa, bunu gören birisinin (Biraz sağa, biraz sola dön) sözüne uyarsa namazı bozulmaz. 129 www.dinimizislam.com 3- Kıbleye doğru namaz kılmak farzdır; fakat bir kimse, gerekli araştırmayı yaparak tam ters yöne dursa, namazı sahih olur. Araştırmadan kıbleye doğru dönüp kılsa, namazı sahih olmaz. 4- Oruçlu bir kimse, imsak vaktinden önce veya sonra ihtilam olsa, herhangi bir sebeple yıkanamasa, tuttuğu oruç sahih olur. Cünüp gezme, namaz kılamama günahı ayrıdır. Böyle sebeplerle cünübün oruç tutması sahih olduğu halde, hayzlının oruç tutması haram olur. 5- Bir salih mümin deniz üstünde yürüse keramet ehli denir; fakat bunu fâsık veya kâfir yaparsa, onun yaptığına keramet denmez, istidraç veya sihir denir. Hazret-i Ali de, (Din, nakle dayanır. Akılla, kıyasla olsaydı, mestin üstünü değil, altını mesh ederdim. Hâlbuki Resulullah mestin üstünü mesh ederdi) buyuruyor. İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur; fakat selim akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri, Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akılla doğru olarak bilinebilselerdi, Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulabilirdi ve Allahü teâlâ, hâşâ, Peygamberleri boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu. Nakli esas almak Sual: Dinde nakli esas almak ne demektir? CEVAP Nakli esas almak, hakiki İslam âlimlerinin kitaplarından, kendi yorumunu katmadan nakletmek demektir. Şu ayetten şöyle anlıyorum, şu hadisten şöyle anlıyorum diye kaynak göstermesi geçersiz olur. Buna, nakli değil kendi aklını, kendi bilgisini esas almak denir. Yani âyet ve hadisten kendi anladığını yazmak nakil değildir. Müctehid olmayanların âyet-i kerimeye mana vermesi doğru olmaz. Bir hadis-i şerif meali: (Kur’an-ı kerimi kendi görüşüyle açıklayan, verdiği mâna doğru olsa bile mutlaka hata etmiştir.) [Nesai] Berika’da bildiriliyor ki: Bir kimse, kendi görüşüne göre Kur’an-ı kerime mânâ verse, verdiği mânâ doğru olsa da, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata etmiş olur. Verdiği mânâ yanlış ise kâfir olur. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mektubat-ı Rabbani] İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: Kitaptan ve sünnetten bizim ve sizin anladıklarımızın hiç kıymeti yoktur. Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymak lazımdır. Bizim anladıklarımız, 130 www.dinimizislam.com Ehl-i sünnet âlimlerinin anladıklarına uymuyorsa, hiç kıymeti olmaz; çünkü her bidat sahibi ve doğru yoldan kayarak dalalete düşenler, sapık bilgilerini ve bozuk işlerini, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anladıklarını ve bu iki kaynaktan çıkardıklarını söylemektedirler. Bu sözleri çok yanlış ve haksızdır. (1/157) Dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlim, mutlak müctehid olduğunu iddia etmedi. Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulup, bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatlar azaldı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu vasfa malik bir âlim ortada kalmadı. (Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar, Hadika) Atalarımızın yolundayız Sual: Selefi itikadlı bir genç, (Mezhep imamlarının yolundan gitmek, ataların yolundan gitmektir. Âyetlere rağmen ataların yolundan gitmek şirktir) diyor. Bu yanlış değil mi? CEVAP Elbette yanlıştır. Kâfirler için inen âyetleri, müslümanlara yüklemektedir. Bu âyetler kâfir atalar içindir. Konu ile ilgili âyetler şunlardır: (Onlara, "Allah’ın indirdiğine uyun" dendiği zaman, "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu bulamamışlarsa? Kâfirlerin hali, bağırıp çağırmak dışında bir şey duymayan, yine de haykıran kişiye benzer. O kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için akledemezler.) [Bekara 170, 171] (Kâfirler Allah’a karşı yalan uydururlar ve çoğu da akletmez. Onlara, “Gelin Allah’ın indirdiği Kitaba ve Resule uyun” denildiğinde, “Atalarımızın yolu bize yeter” derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyse?) [Maide 103, 104] Bu iki âyet de müşrikler için inmiştir. (Allah’a ve resulüne uyun) denilince, biz atalarımız gibi putlara taparız diyorlar. Bu ataların mezhep imamları ile hiç ilgisi yoktur. Putperestler, Hud Peygambere dediler ki: (Sen bize tek Allah’a kulluk etmemiz ve atalarımızın taptıklarını [putları] bıraktırmak için mi geldin? Eğer sözünde sadık isen, tehdit ettiğin azabı getir.) [Araf 70] Kâfirler, Peygamberlere dediler ki: (Siz de bizim gibi bir insansınız. Siz bizi atalarımızın taptığı şeylerden [putlardan] döndürmek istiyorsunuz.) [İbrahim 10] (Bu da aynen sizin gibi bir insandır. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah isteseydi, elbette [peygamber olarak] melekleri 131 www.dinimizislam.com gönderirdi. Biz atalarımızdan böyle [bir Allah’a ibadet etmek diye] bir şey duymadık.) [Müminun 24] Hazret-i İbrahim putlara tapanlara dedi ki: (Atalarınızın ve sizin neye taptığınızı şimdi gördünüz mü? Taptığınız putlar benim düşmanımdır. Dostum ancak âlemlerin Rabbidir.) [Şuara 75-77] (Musa, kâfirlere apaçık mucizelerimizle gelince: [Kâfirler], “Bu uydurma bir sihirdir. Önceki atalarımızdan böyle [tek ilaha ibadet etmek diye] bir şey işitmedik” dediler.) [Kasas 36] (Onlar [kâfirler] atalarını sapıklıkta buldular ve peşlerinden koşup gittiler.) [Saffat 69,70] Görüldüğü gibi bu âyetler müşrikler, putperestler için gelmiştir. Müslümanlar, Resulullahın vârisleri olan âlimlere uyarsa, müşriklere uymuş olmaz. Eğer Müslümanların ataları doğru yolda ise elbette uymak gerekir. Nitekim Yakup aleyhisselam, ölürken oğullarına sordu: (Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?) dedi. Oğulları dediler ki: (Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz.) [Bekara 133] Hazret-i Yusuf da dedi ki: (Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum.) [Yusuf 38] Demek ki atalarımız Müslüman ise, müşrik değil ise, onlara uymamız lazımdır. Hazret-i Yusuf müslüman olan atalarının yolundan gittiğine göre, biz de müslüman atalarımızın, yani mezhep imamlarımızın, ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan gitmeliyiz. Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki: (Ahir zamanda bazıları, sizin ve atalarınızın yolundan ayrılıp, sünnetimden uzak kalacaklar, onlardan uzak durun.) [Müslim] Taklitçilik nedir, ne değildir Sual: Taklitçilik kötü değil mi? Mezhep âlimlerini taklit etmek, onların yolundan gitmek yanlış değil mi? CEVAP Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı taklit de o kadar faydalıdır. Bir kimsenin bütün ilimlerde üstad, bütün işlerde mütehassıs olması mümkün müdür? Hastanın, kendisini ameliyat edecek bir operatör doktora ihtiyacı vardır. Kalbinden rahatsız bir operatör doktorun da, gönüllerdeki pası silen bir kalb mütehassısına ihtiyacı vardır. Doktorlar ilaç imal etmez. Kimyagerlerce hazırlanan ilaçları tavsiye ederler. Hastalar da, doktorlara itimat ederek, onlara teslim olarak, onların tavsiyesine uyarak ilaçları kullanırlar. Herkesin, hem kimyager, hem doktor, hem mühendis gibi ihtisas isteyen her mesleğin erbabı olması düşünülebilir mi? O halde, bir kimse, bir işte mütehassıs [uzman] olsa da, ihtisası dışındaki başka bir işin mütehassısına 132 www.dinimizislam.com uyması gerekir. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı olan kimse, “Taklit geriliktir. Hiç kimsenin yaptığı bir şeyi kullanmam” diyemez. Taklit düşmanları, hem taklidi uyduluk olarak vasıflandırıyorlar, hem de Batının taklit edilmesini istiyorlar. Keşke ahlakta değil de, teknikte Batı taklit edilse. Çünkü hadis-i şeriflerde, (Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır, nerede bulursa alsın!) buyuruluyor. Batının tekniği yerine, örf ve âdetini taklit edersek elbette rezil oluruz. Uzun tecrübelerden sonra çeşitli aletler yapılmış, çeşitli kurallar bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. Taklitçi olmamak için bunları kullanmam diyenin aklından şüphe edilir. Herkesin müctehid, lider olmasını istemek ateşin üşütmesini, buzun ısıtmasını istemek gibi eşyanın tabiatına aykırıdır. Müctehid olmayı, doktor veya kimyager olmaya benzetmek yanlış olur. Müctehid olmak için, birçok ilimde ihtisas sahibi olduktan başka, ilahi mevhibe sahibi de olmak gerekir. Bunun için Yusuf-i Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın ya aklı veya dini noksandır) buyuruyor. Eshab-ı kiramın hepsi mutlak müctehid olduğu halde, Peygamber efendimizi görüp taklit ettikleri için Peygamberlerden sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tabiin, Eshab-ı kirama tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için yüksek bir şerefe kavuşmuşlardır. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tabiin şerefine yükselmişlerdir. Hadis-i şerifte, (Âlimler rehberdir) buyuruldu. O halde âlimleri taklit etmek gerekir. Şafii’de hadis ve fıkıh âlimi olan İmam-ı Şarani, dört mezhebin hak olduğunu, bu dört mezhepten birine uymak gerektiğini bildirmek için Mizan-ül-kübra’yı yazdı. Bu kitabında diyor ki: Her müctehid, kendi ictihadı ile hareket eder. Başka bir müctehide uyması caiz değildir. Bir âlim, ictihad derecesine yükselince, kendi ictihadına uyması gerekir. İmam-ı Ahmed’in, âlim talebeleri için, (İmamlarınızın aldıkları kaynaktan alın, taklitçilikte kalmayın) sözü bunu göstermektedir. İmam-ı Şafii, İmam-ı a'zamın çok yüksek bir âlim olduğunu bildirdiği halde, kendi ictihadlarına uymuştur. Fakat müctehid olmayan kimse, 4 mezhepten birini taklit etmezse sapıtır, zındık olur, başkalarını da yoldan çıkarmakta şeytana yardımcı olur. Mevcut dört mezhebin hepsi haktır. Birinin, ötekisi üzerine üstünlüğü yoktur. Çünkü, hepsi aynı din kaynağından alınmıştır. Dört mezhebin imamları ve onları taklit eden âlimlerin hepsi, her müslümanın dört mezhepten dilediğini taklit etmekte serbest olduğunu bildirdiler. Allahü teâlâ, amelde mezheplere ayrılmaktan razı olduğunu, Resulü vasıtası ile bildirdi. Resulü de bu ayrılığa rahmet buyurdu. Müctehid olmayanın, bir mezhebe uyması lazımdır. (Mizan-ül kübra) Taklitçi maymunlar 133 www.dinimizislam.com Sual: Bir misyoner, “Kur’anda, Peygamber de olsa, birine uymanın, onu taklit etmenin haram olduğu, böyle kimselerin taklitçi maymuna benzetildiği bildiriliyor” diyor. Böyle bir âyet var mı? CEVAP Misyoner inanmadığı Kur’andan ne anlar? Elbette tamamen yalan ve iftiradır. Kur’an-ı kerim, baştan sona kadar, iyileri taklit etmeyi, onlara tâbi olmayı [uymayı] emretmektedir. Hakkı taklit düşmanları, bâtılda birbirini taklit ediyor, birinin dinimize yaptığı iftiraya öteki sarılıyor, maymun gibi taklit ediyorlar. Mesela, (Kur’an uydurma bir söz değildir) âyetini, (Kur'an uydurma bir hadis değildir) diyerek, hadis-i şeriflere dil uzatıyorlar. Önce maymunla ilgili âyetleri bildirdikten sonra bu konuya dönelim. Kibirlenerek Allah’ın emrini dinlemeyen kâfirler, maymun haline çevrilmiştir, üç gün sonra da helak edildiği bütün muteber tefsirlerde bildirilmektedir. Allahü teâlânın sadece maymun değil, domuz haline, taş haline getirdiği kâfirler de olmuştur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Cumartesi günü [balık avından men edilmişken] içinizden [bu emri çiğneyerek] azgınlık edenleri biliyorsunuz. Onlara “Aşağılık birer maymun olun” dedik; [Maymuna çevrilen bu insanlar üç gün sonra öldü.] Bunu [bu olayı] önündekilere [o zaman hazır olanlara] ve ardındakilere [sonradan geleceklere] ibret verici bir ceza örneği ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüt olsun diye yaptık.) [Bekara 65 – 66 Beydavi] (Tâ ki onlar [balık avcıları] edilen öğütleri unutunca, biz de kötülükten alıkoyanları kurtardık, zulmedenleri ise, çıkardıkları fesatlar yüzünden şiddetli azaba maruz bıraktık. Böylece onlar kibre kapılıp yasak kılınan şeylerden vazgeçmeyince, biz de onlara, aşağılık maymunlar olun, dedik. [Maymun haline geldiler]) [Araf 165, 166 Beydavi] (De ki: Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lanetleyip gazap ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta tapanlar çıkardığı kimselerdir. İşte bunlar, mevki bakımından daha kötü olan ve doğru yoldan sapmış bulunanlardır.) [Maide 60] Bu âyetlerin hangisi taklidi, iyilere uymayı yasaklıyor? Allahü teâlâ, herkesi Peygamberlere, âlimlere, iyilere uymayı, onları taklit etmeyi emrediyor. Bu konudaki âyetlerden bazısı şöyledir: (Hidayet yolunu öğrendikten sonra, Resule uymayıp müminlerin [itikadi ve ameli] yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleyip çok kötü bir yer olan Cehenneme sokarız!) [Nisa 115] {Bu âyette Resulün ve müminlerin yolundan ayrılmak kötüleniyor. Demek ki müminlerin yoluna uymak gerekiyor.} (Bilmiyorsanız, zikir ehline [âlimlere] sorun.) [Nahl 43] {Bilenlere uyulması emrediliyor.} 134 www.dinimizislam.com (İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensar ile onlara güzellikle tâbi olanlar, onların yolunda gidenlerden [onları taklit edenlerden] Allah razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuştur. Allah bunlar için, sonsuz kalacakları Cenneti hazırladı.) [Tevbe 100] {Bu âyette de Eshaba uyanlar övülüyor, onlar da Cennetlik deniyor. Tâbiin, Eshab-ı kirama uydukları için yüksek bir şerefe kavuştular. Onlardan sonra gelenler de onlara uydukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tâbiin şerefine yükseldiler.} (Musa o kimseye, “Sana öğretilenden, doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tâbi olayım mı” dedi.) [Kehf 66] {Dikkat edilirse Allahü teâlânın en büyük Resullerinden biri olan Hazret-i Musa, ismi bile bildirilmeyen birinden ledünni ilmi öğrenmek için yardım istiyor, ona tâbi olmak istiyor. O kimse de diyor ki: (“Eğer bana tâbi olacaksan, o konuda bilgi verinceye kadar hiçbir şey hakkında bana soru sorma” dedi.) [Kehf 70] {O kimse, yüce Peygamber Musa aleyhisselama itirazsız taklit et diyor. Allahü teâlâ da bunu övüyor.} (Allah buyurdu ki: [Ya Musa] Seni kardeşinle destekleyeceğiz ve size öyle bir kudret vereceğiz ki, âyetlerimiz [mucize yardımlarımız] sayesinde onlar size erişemeyecekler. Siz ve size tâbi olanlar üstün geleceksiniz.) [Kasas 35] {Bu âyette de Hazret-i Musa’ya tâbi olanlar müjdeleniyor.} (Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir.) [Yasin21] {Bu âyette de hidayete erenlere tâbi olmak emrediliyor.} ([Dünyada] İman edenlere ve nesilleri de iman edip kendilerine uyanlara, [ahirette] nesillerini kavuştururuz, [onları da, baba ve dedeleri gibi Cennete koyar ve derecelerini yükseltiriz.] Bununla beraber [baba ve dedelerinin] amellerinden hiç bir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağlıdır, [iyi amel işlerse kurtulur, değilse helak olur.]) [Tur 21] {Bu âyette imanlı atalarına, dedelerine uyanların da dedeleri gibi Cennete gidecekleri bildiriliyor. İyilere tâbi olmanın iyiliği bildiriliyor.} Hazret-i Yakup, ölürken oğullarına sordu: (Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?) dedi. Oğulları dediler ki: (Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek Allah’a kulluk edeceğiz.) [Bekara 133], Hazret-i Yusuf da dedi ki: (Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum.) [Yusuf 38] {Demek ki atalar Müslüman ise, müşrik değil ise, onlara uymak lazımdır. Hazret-i Yusuf Müslüman olan atalarının yolundan gittiğine göre, biz de Müslüman atalarımızın, yani Resulullah efendimizin, eshab-ı kiramın ve ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan gitmeliyiz.} Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki: (Ahir zamanda, sizin ve atalarınızın yolundan ayrılıp, sünnetimden uzak kalacak olanlardan uzak durun.) [Müslim] 135 www.dinimizislam.com Kötülere uymak elbette kötüdür. Misyoner, Şeytana ve Firavuna uymakla Resulullaha uymayı aynı görüyor ve taklidin kötülüğü ile ilgili şu âyetleri örnek veriyor: (Allah, [İblise] sen ve sana uyanlarla Cehennemi dolduracağım dedi.) [Sad 84, 85] (Firavun’a uyanları, ders alsınlar diye, yıllarca kuraklık ve ürün kıtlığı ile cezalandırdık.) [Araf 130] {Bu iki âyet de, kötüyü taklit etmenin zararını bildiriyor.} Kötüyü, yanlışı ve batılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı taklit de o kadar faydalıdır. Bir kimsenin bütün ilimlerde üstat, bütün işlerde uzman olması mümkün müdür? Hastanın, kendisini ameliyat edecek bir operatör doktora ihtiyacı olur. Herkesin, hem kimyager, hem doktor, hem mühendis gibi ihtisas isteyen her mesleğin uzmanı olması düşünülebilir mi? O halde, bir kimse, bir işte uzman olsa da, ihtisası dışındaki başka bir işin uzmanına uyması gerekir. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı olan, “Taklit haramdır, hiç kimsenin yaptığını kullanmam” diyemez. Herkesin rehber, taklit edilen kimse olmasını istemek ateşin üşütmesini, buzun ısıtmasını istemek gibi eşyanın tâbiatına aykırıdır. Uzun tecrübelerden sonra çeşitli aletler yapılmış, çeşitli kurallar bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. “Taklitçi olmamak için bunları kullanmam” diyen, deli değilse, muhakkak haindir. Bir mezhebe uymanın lüzumu Asırlardan beri bütün İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta İcma hasıl olmuştur. İcmadan [cemaatten, birlikten, topluluktan] ayrılan helak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O halde cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaattedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir] (Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf olunca sivad-ı a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] uyun!) [İbni Mace] (O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki İsra suresinin 71. âyet-i kerimesini Kadı Beydavi hazretleri, (Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamları ile çağırırız) şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseynide ise, (Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela ya Şafii veya ya Hanefi denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, her müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça bildirmektedir. Medarik tefsirinde (Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan Cehenneme gider) mealindeki Nisa suresinin 115. âyet-i kerimesini 136 www.dinimizislam.com bildirdikten sonra, (Kitab ve sünnet gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir) buyuruluyor. Beydavi tefsirinde ise aynı âyet-i kerimenin açıklamasında (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da şart olur) buyuruluyor. Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: (Kur'an-ı kerimdeki (Allah’ın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan sapıtır. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullahın ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider.) [Tahtavi] Bugün dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur. (Dürr-ül muhtar haşiyesi zebayih kısmı) Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. (Hadika) İmam-ı Rabbani hazretleri, (Mezhepten ayrılmak, ilhaddır) buyuruyor. (Mebde ve Mead) [İlhad, doğru yoldan ayrılmak demektir.] Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki: Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, âyet ve hadise uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyulur. Çünkü nas; ictihad isteyebilir, tevil edilmesi gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunları da ancak müctehid anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını okumamız gerekir. (Berika s.94) İbni Teymiye’nin talebesi İbni Kayyım bile diyor ki: İctihad şartı bulunmayanın, Kur'andan ve hadisten ahkam çıkarması caiz olmaz. Bir mezhebe uyması şarttır. Dört mezhepten başkasına uymak da caiz değildir. (İlamil Muvakkiin) Gerçek bu iken, İbni Hazm, Şevkani, Abduh, Reşit Rıza, Sıddık Hasan gibi mezhep düşmanlarının bir kısmı, taklidi haram sayarak, bir kısmı da telfîk yaparak, birçok gafili sapıtmışlardır. Mezhebe uymak Sual: Bir kimsenin, dört mezhebin birine uymayıp, Kitap ve Sünnete uygun olarak veya başka bir müctehidin yahut bir sahabinin ictihadına uyarak yaptıkları ibadetler, sahih olmaz mı? CEVAP Evet, sahih olmaz. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Bir ibadetin sahih olması için, dört mezhebden herhangi birine uygun olması lazımdır. Yani, o işin sahih olması için, bir mezhepte uyulması lazım olan şartların hepsine uygun olması gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından 137 www.dinimizislam.com biri bir mezhebe, başka biri de, başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar) Mezhebine uyan kurtulur Sual: Bir müctehid ictihad ederken yanılsa veya bir hak mezhebin bir hükmü Allah katında yanlış ise, bizim o hükümle amel etmemiz günah olmaz mı? CEVAP Hayır. Müctehid, ictihad ederken yanılsa bile, günah olmaz, sevab olur. Allahü teâlâ, insanları kendi katındaki mutlak doğruya göre değil, müctehidin ictihadına uyup uymamakla imtihan edecektir. Bu genişliği, bu rahmeti Habibinin ümmetine ihsan etmiştir. Müctehide yani kendi mezhebine uyan kurtulur. Bir müctehidin ictihadında yanıldığını da hiç kimse bilemez. Başka âlimin farklı ictihadı bu ictihadın yanlış olduğunu gösteremez. Allahü teâlâ, ictihada sevab verdiği için hiç bir ictihada yanlış denemez. Bu ictihadla amel edenler de sevab kazanır. İmamları ile çağırmak Sual: Kur’andaki, (O gün, her fırkayı imamlarıyla çağırırız!) mealindeki ifadeden kasıt nedir? CEVAP Tefsir kitaplarında şöyle bildiriliyor: Her ümmet, Peygamberleri ve dinde uydukları imamların isimleriyle çağırılırlar. Mesela, yâ ümmet-i Musa, yâ Şafii yahut yâ Hanefi denilir. (Beydavi, Tefsir-i Hüseyni, Ruh-ul-beyan) Kötü milletler de, zalim krallarıyla çağırılır. Mesela Firavun ve taraftarları, Nemrut’un adamları diye çağırılır. Kötüler kötü, iyiler de iyi liderleriyle çağırılır. (Meâlim-üt-tenzîl) Avamın mezhebi Sual: (Avam yani müctehid olmayan kimse, rast geldiği müftüye sorar. Sorduğu müftünün mezhebini bilmek zorunda değildir) diyenler oluyor. Mesela Hanefi bir Müslüman, Şafii olan müftüye, (Üç defa emdiğim kadının kızıyla evlenebilir miyim?) dese, Şafii müftü de, (Evlenebilirsin) dese, Hanefi olan sütkardeşiyle evlenebilir mi? Yine Hanefi bir kimse, Şafii müftüye, (Benim elim kanadı, abdestim bozuldu mu) diye sorsa, müftü de, (Bozulmaz) diye cevap verse, Hanefi’nin abdesti bozulmamış mı olur? CEVAP Şafii müftü, Hanefi olan avama, (Üç kere emdiğin kadının kızıyla [sütkardeşinle] evlenebilirsin) demez; çünkü Hanefi'de evlenilmeyeceğini bilir. Şafii sanarak evlenebilirsiniz dese de, evlenilmez. Bunun gibi, (Kan abdesti bozmaz) dese de, Hanefi’nin abdesti bozulmuş olur. Rastgele müftüye sormak, Eshab-ı kiram ve Tabiin zamanındaydı; çünkü o zaman mezhepler tedvin edilmiş değildi. Her zaman aynı müctehide sorma 138 www.dinimizislam.com imkânı da yoktu. Mezhepler meydana çıktıktan sonra, rastgele bir müftüye soramaz. Sorulması gereken müftü ise, müctehid olan âlim demektir. (Feth-ul-kadir) Mezhepler varken, avam, kendi mezhebinde olan müftüye sorar, kendi mezhebinde olan müftü bulamazsa, ancak o zaman başka mezhepteki müftüye de sorabilir. O müftüye sorarken de, kendisinin Hanefi veya Şafii olduğunu söylemesi gerekir. Şimdi müctehid müftü olmadığı için, kendi mezhebindeki kitaba bakar. İmam-ı Kurafi hazretleri buyuruyor ki: Eshab-ı kiram zamanında herkes, herhangi bir sahabiye sorar ve öğrendiğiyle amel ederdi. Delil soran olmazdı. Şimdiyse, yeni iman edenlerin, aynı mezhepteki âlimlerden, delil aramadan sorup öğrenerek amel etmeleri, aynı mezhepte olan âlimleri bulamazlarsa, her âlimden sormaları, sonra bir mezhebi öğrenip, bu mezhebi taklit etmeleri gerektiğini âlimler sözbirliğiyle bildirmişlerdir. Yani icma hâsıl olmuştur. (Mizan-ül-kübra) İbadetlerde mezhep taklidi Sual: (Gusül, abdest ve namaz gibi ibadetlerde aynı mezhebe uymak şart değil; guslü Şafii'ye, abdesti Maliki'ye, namazı Hanefi'ye göre kılabilir) deniyor. Doğru mu? CEVAP Hayır, doğru değildir; çünkü bu üçü, birbirine bağlı ibadettir. Oruç, zekât, hac gibi farklı ibadetler değildir. Bunu bir örnekle açıklayalım: Bir kimse, Şafii mezhebine göre gusletse, yani ağzını burnunu yıkamak farz olmadığı için, buraları yıkamasa, namaz abdestini Hanefi'ye göre alsa, mesela niyet etmese yahut abdestten sonra bir kadına dokunsa, bu kimse namazını Hanefi'ye göre kılsa da caiz olmaz, Şafii'ye göre de kılsa caiz olmaz. Hanefi'ye göre guslü sahih olmadığı için caiz olmuyor, Şafii'ye göre de abdesti olmadığı için caiz olmuyor. Diş dolgusu olanın da, Şafii'ye veya Maliki'ye göre gusledince, abdest ve namazın da, bu mezhebe uygun olması gerekir. Uygun olmazsa, namazı sahih olmaz. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Bir Hanefi, niyet etmeden aldığı abdestle öğleyi kılsa, caiz olur. İkindi vakti Şafii olup ikindiyi kılsa, sahih olmaz. Niyet ederek tekrar abdest alması gerekir. Dini bir ihtiyaç olmadan dünya işleri için mezhebini değiştiren, dinini oyuncak yapmış olur; cezalandırılması lazım olur, imansız ölmesinden korkulur. (Faideli Bilgiler) Bir kimse, oruç, zekât, hac gibi farklı ibadetleri de bir harac olamadan farklı mezheplere göre yapması doğru olmaz. Bir harac, yani meşakkat varsa caiz olur. Mesela, Şafiiler, zekât verecek üç sınıfı bulamayınca Hanefi'yi taklit ederek verebilir. Sadaka-i fıtır verirken buğday bulması zorsa, Hanefi'yi taklit ederek altınla verebilir. 139 www.dinimizislam.com Mezhep ve takım tutmak Sual: (Futbol takımı tutar gibi mezhep tutulmaz. Mezheplerin hepsini hak bilenin tek bir mezhebe uyma mecburiyeti olamaz. Nitekim Üstad Abduh, her mezhepten seçtiği sahih kavillerle amel etmiştir) deniyor. Bunlar yanlış değil midir? CEVAP Elbette yanlıştır. Burada, sadece hak mezhepler denilerek, dört hak mezhep tabirini kullanmaktan kaçınmak kasıtlıdır. Bazı bid’at mezhepleri de hak mezhep olarak göstermek için yuvarlak ifade kullanıyor. (Nuh der, peygamber demez) diye bir söz var, bu da hak mezhepler diyor, dört hak mezhep demiyor, diyemiyor. Herkes mezhebini takım olarak değil, din olarak tutması lazımdır, çünkü mezhep din demektir. Mezhebimiz olmasa, dinimizi doğru olarak nasıl öğreniriz? Yani din ayrı, mezhep ayrı değildir. Mesela Hanefi mezhebi ayrı, din ayrı değildir. Zaten ayrı olsa, onunla amel etmek caiz olmaz. Dinin temeli, bu dört hak mezheptir. Mesela, (Ebu Hanife’nin bu kavli zayıf, mutezilenin şu görüşü kuvvetlidir) demek mezhepsizlik olur. (Mezhepler göl, İslamiyet ise denizdir. Biz denizi tercih ederiz. Ben bir mezhebe göre değil, İslam’a göre namaz kılarım) demek de, bir aldatmacadan, bir demagojiden başka şey değildir. İslam’a göre namazın farzları şunlardır denemez. Farklı şekilde diyenler de çıkmıştır, verilen cevap, İslam olmadığı gibi, mezhep de değildir. Sadece, o mezhepsizin görüşleri, yani bozuk mezhebi olur. Abduh ve Abduhçu, bunu her fırsatta yapıyor. Mezheplerdeki hükümlere bakıyor, hangisi kafasına yatarsa, işte bu İslam’dır diyor. Yahut hiçbirini beğenmiyor, kendi görüşünü söylüyor. Dördü de haktır Mesela Seyyid Kutup bile, üstadı mason Abduh’u tenkit ediyor. Abduh’un (Salih amel işleyen, kâfir de olsa Cennete girer) sözünü, S. Kutup, Nisa suresinin 124. âyetinin tefsirinde, (Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden âyetleri hatırlamıyor) diyerek tenkit ediyor. Demek ki, ne Abduh’un dedikleri, ne de onu tenkit eden mezhepsizlerin anladıkları İslam’dır. Bugün İslamiyet dört hak mezhepte toplanmıştır. Bir mezhebe göre yapılması zor olan bir şey, diğer üç hak mezhepten biri taklit edilerek yapılabilir, çünkü dördü de haktır. (Bir mezhebe uyma mecburiyeti yoktur) demek çok yanlıştır. Mezhepsiz Müslüman olmaz. Herkesin bir mezhebe uyması şarttır. Dört mezhep Sual: (Mezhep değiştirmekte sakınca yoktur. Dileyen de çalışır, müctehid olur, bir mezhebe bağlanmadan kendi ictihadıyla amel eder) sözü doğru mudur? 140 www.dinimizislam.com CEVAP Hayır. Sebepsiz veya dünya çıkarı için mezhep değiştirmek caiz değildir. İbni Âbidin hazretleri, (Dünya menfaati için mezhebini değiştirenin, son nefeste imansız gitmesinden korkulur) buyuruyor. (Redd-ül-muhtar) Ama dini bir fayda varsa caizdir. Mesela, yaşadığı yerde kendi mezhebine göre kaynak kitap veya soracak kimse bulamayan kimsenin, orada yaygın olan, dört hak mezhepten birine geçmesi caizdir. Bir de, (Dileyen çalışır, müctehid olur) deniyor. Bu söz, (Hicri dördüncü asırdan sonra ictihad edecek kimse kalmadığı için bu kapı kapanmıştır) diyen âlimlere karşı bir savaş açmak, onları hiçe saymaktır, kendini o müctehidlerden üstün görmektir. Çünkü her mezhebin içinde müctehidler olduğu halde, mezheplerinin usul bilgilerinin dışına çıkmamışlardır. Mesela İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed, İmam-ı Züfer gibi âlimler, Hanefi mezhebinde bulunan müctehidlerdir. (Dileyen herkes, çalışır, müctehid olur, bir mezhebe bağlanmaz, kendi ictihadıyla amel eder) sözü, süper sapıklıktır. (Kendi mezhebi içinde ictihad edebilir) denseydi, daha az yanlış olurdu. Mezhepler çıktıktan sonra, Ehl-i sünnet âlimleri, bir mezhebe tâbi idi. İbni Teymiyye, Şevkani, Abduh gibi sicilliler ise, kendilerini mezhepler üstü görmüşler, hiçbir mezhebe uymamışlardır. İslam âlimleri buyuruyor ki: Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunabiliyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulduktan, bid’atler çoğaldıktan sonra böyle kıymetli kimseler azalmış, hicri dördüncü asırdan sonra bu sıfatlara malik bir âlim ortada kalmamıştır. (Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar, Hadika) Bugün müctehide lüzum da yoktur, çünkü din bilgilerinde açıklanmamış bir şey kalmamıştır. Kemale gelmiş olan bu dine, ilave edilecek bir şey yoktur. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiştir. Mezhep imamları da bunları açıklamıştır. Bunların günlük olaylara tatbiklerini, müctehid olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yaparlar, fakat ictihadla yeni hükümler çıkarmazlar, çünkü buna lüzum kalmamıştır. Helal, haram ve her delil açıklanmıştır. (F. Bilgiler) Eğer, (Teknolojinin ilerlemesine göre yeni hükümlere ihtiyaç vardır) denirse, bu söz, (Dininizi tamamladım, dinde noksanlık yoktur) mealindeki âyet-i kerimeyi yalanlamak olur. Zamanla ibadetlerde değişiklik olmaz. Değiştiren kâfir olur. 141 www.dinimizislam.com Mezhep taklidi rahmettir Mezhepleri taklit rahmettir Bazı art niyetliler, “Kur’an varken sünnete, Peygamberin açıklamalarına ihtiyaç yok diyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyurdu ki: (Resule itaat, Allah’a itaattir.) [Nisa 80] (Resul ne emretmişse ona uyun!) [Haşr 7] (İndirdiğim Kur’anı insanlara açıkla!) [Nahl 44] Bazıları da, Kur’an ve hadis varken, âlimlere, mezheplere uymak gerekmez diyorlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ümmetimin âlimlerinin farklı ictihadları, mezheplere ayrılması rahmettir.) [Nasr El-Makdısi, Beyheki] (Âlimlere uyun.) [Deylemi] (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir.) [Tirmizi] Resulullah efendimiz, Kur'an-ı kerimde kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur'an-ı kerim kapalı kalırdı. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, rüku ve secdede okunacak tesbihler, cenaze ve bayram namazlarının kılınış şekli, zekât nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinmezdi. Yani hiçbir âlim, bunları Kur'an-ı kerimden bulup çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Mezhep imamları, hadis-i şerifleri açıklamasaydı, sünnet kapalı kalırdı. Sünneti, müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır. Her Müslüman, durumuna göre, kendisine kolay gelen mezhebi seçer. Allahü teâlâ dileseydi, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, her şey açıkça bildirilirdi. Böylece, mezhepler hasıl olmazdı. Kıyamete kadar, dünyanın her yerinde, her iklim ve şartta, her müslüman için tek bir nizam olurdu. Müslümanların hâlleri, yaşamaları güç olurdu. Bir Müslüman, kendi mezhebine göre ibadet yaparken, bir meşakkat hasıl olursa, başka bir mezhebe uyarak, bu işi kolayca yapar. Birkaç örnek verelim: Şafii’de, kadın eline dokunmak abdesti bozar, Hanefi ve Maliki’de bozulmaz. Hacda bu iki mezhepten birisi taklit edilirse, abdest bozulmadan tavaf yapılır. Bu bir rahmettir. Seferde iken, üç mezhepte iki namazı cem etmek caizdir. Namazlarını kaçırma tehlikesi varsa, Hanefiler, bu 3 mezhepten birini taklit ederek iki namazı cem ederek kılabilir. Bu da bir rahmettir. Mukimken de, iki namazı cem etmek gerektirecek durumlar olabilir. O zaman da Hanbeli mezhebi taklit edilir. Bu da bir rahmettir. Kitaplarda, (Yolda, nakil vasıtalarında [dolmuşta, otobüste], alış verişte [pazarda, markette] kadınlara dokunma ihtimali olan Şafii, Hanefi veya Maliki’yi taklit etmeli) deniyor. Demek ki, yeniden abdest almak harac, yani meşakkat, zorluk oluyor. Sırf yeniden abdest almamak için başka mezhep taklit edilebiliyor. Birkaç örnek verelim: 142 www.dinimizislam.com 1- Hacda kadınlara dokunma ihtimali olduğu için Şafiilerin abdestli durması zordur. Hanefi taklit edilir. 2- Şafii bir doktor, kadınlara dokununca abdesti bozulacağı için Hanefi’yi taklit eder. 3- Şafii bir genç, bir kız kaçırsa, kızın babası razı olmazsa, Şafii’de, velisinin rızası olmadıkça evlenmesi caiz olmaz. Hanefi’yi taklit ederek velisiz de evlenebilir. 4- Şafii’de zekât 8 sınıfa verilir, üç sınıfa verilse de caizdir. Ancak üç sınıfı bulmak da zordur. Hanefi taklit edilerek bir sınıfa verilir. 5- Bir Hanefi’nin, evlendiği kızla süt kardeş olduğu ortaya çıkarsa, eğer bir iki kere emmişse, Şafii taklit edilip evliliğe devam edilir: Çünkü Şafii’de süt kardeş olmak için ayrı zamanlarda 5 kere doya doya emmek gerekir. Rahmet olan farklı hükümler Bir kimse, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi, başka bir mezhepte yapılması kolay ise, o mezhebin şartlarına uyarak, bu işi o mezhebe göre yapması caizdir. (Redd-ül-muhtar, Mizan, Hadika, Berika, S. Ebediyye 135) Hadika’da diyor ki, (Abdest ve gusülde başka mezhebi taklit etmek caizdir. Bunun için, o mezhebin şartlarına da uymak lazımdır. Bütün şartlarına uymazsa, taklit caiz olmaz. Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz olur. Mesela imam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra, guslettiği kuyuda fare ölüsü görüldü dediler, “Şafii mezhebine göre guslümüz sahihtir“ buyurdu. (S. Ebediyye 71) [Müctehid, müctehidi taklit edemez. Bir müctehid olan İmam-ı Ebu Yusuf, burada İmam-ı Şafiiye uygun ictihad etmiştir.] Berika’da, zaruret olan her işte de başka mezhebi taklit caizdir diyor. İbni Âbidin’de, zaruret olsa da, olmasa da, harac [zorluk, sıkıntı] olduğu zaman, diğer üç mezhepten biri taklit edilir” diyor. (S. Eb. 71) Bir Hanefi’nin kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, yapabilmesi için Şafii’yi taklitte bir beis olmadığı Bahrürraık ve Nehrülfaık’ta da yazılıdır. (S. Eb. 135) İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Şafii âlimleri, kendi mezheplerinde yapılması güç şeylerin Hanefi’ye göre yapılmasına fetva vermişlerdir. (S.Eb. 71) Zaruret olmasa da bir ibadeti yapmakta güçlük olunca, bunu yapmak için başka mezhebi taklit caizdir. (Mizan, F. Hayriye, F. Hadisiye, Mafüvat, S. Ebediyye 135) Tâbi olduğu mezhebe uyarak, bir işi yaparken, harac hasıl olursa, bu iş, diğer üç mezhepten, harac bulunmayan birini taklit ederek yapılır. (S.Eb. 148) İkinci mezhebe göre de özrü hasıl olanın, üçüncü mezhebi taklidi caizdir, telfîk değildir. (S.Eb. 136) 143 www.dinimizislam.com Bir kişi, kendine kolay gelen, dilediği bir mezhebe uyabilir. Bir işini bir mezhebe, başka işini başka mezhebe göre yapabilir. Ancak bir işin hepsini bir mezhebe göre yapmak gerekir.) (Faideli Bilgiler 34-5) İbni Âbidin’de diyor ki, (Zaruret olmasa da, harac olunca, diğer üç mezhepten biri taklit edilir.) Bir işin, bir ibadetin sahih olması için, dört mezhepten birine uygun olması lazımdır. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz. Mesela, deriden kan akarsa, Hanefi’de abdest bozulur, Şafii‘de bozulmaz. Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Şafii’de, abdesti bozulur. Hanefi’de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa, her iki mezhebe göre abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldığı namaz sahih olmaz. Bu kimse, iki mezhebi Telfîk etmekte, karıştırmaktadır. Böyle kimsenin ibadetinin sahih olmayacağı sözbirliği ile bildirilmiştir. Bir ibadetin bir şartı bir mezhebe, başka şartı da başka mezhebe göre sahih olursa, bu ibadet sahih olmaz. Fakat bir kimse, bir ibadeti, bir işi, bir mezhebin bütün şartlarına uyarak yapıp bitirdikten sonra, bunu tekrar yaparken veya başka bir ibadeti, başka bir işi yaparken, başka mezhebin şartlarına uyarak yapması, âlimlerin çoğuna göre sahih olur. İhtiyaç olduğu zaman yapmak ise, sözbirliği ile sahih olur. Hatta bir mezhebin şartlarına uyarak yapılan bir işin, bir ibadetin bu mezhebe göre sahih olmadığı, başka bir mezhebe göre sahih olduğu sonradan anlaşılsa, o mezhebe göre sahih olduğunu düşününce, o mezhebi taklit etmiş olur. O işi sahih olur. (S. Eb. 889) Bir Hanefi, kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi, başka bir mezhebi taklit ederek yapabilir. Bu işi yaparken o mezhebin şartlarını da yerine getirmesi gerekir. Harac [güçlük] olmadan ve şartlarını yapmadan taklit ederse, buna telfîk denir ki caiz değildir. (S. Eb. 135) Başka bir mezhebi taklit etmek, mezhep değiştirmek demek değildir. (S.Eb. 223) Dört mezhepten birini taklit etmeyen dalalete düşer, zındık olur, başkalarını da yoldan çıkarmakta şeytana yardımcı olur. (Mizan-ül-kübra) Çocuklar da taklit eder Sual: 15- 18 yaşındaki gençlerle kitap okuyorduk. Oradaki gençler, (Gerek diş dolgusundan, gerekse herhangi bir akıntı sebebiyle gençler taklit etmez. Taklit ihtiyarlara mahsustur) dediler. Gençler taklit edemez mi? CEVAP İhtiyaç halinde genç de, ihtiyar da taklit eder. Gencin çıbanı, yarası veya başka bir hastalığı olmaz mı? İhtiyarda hastalık daha çok olur. Prostat olur, basur olur, elde olmadan yel kaçırabilir yani gelen yeli tutamayabilir. Gençlerde bunların az olması, taklit etmemeyi gerektirmez. Akıl baliğ olan genç de ihtiyar gibi dini emirleri yapmakla mükelleftir. Henüz akıl baliğ olmamış gençlerin dolgu dişi varsa, onların da Maliki’yi taklit etmesi iyi olur. 144 www.dinimizislam.com Mezhep taklidi, her konuda o mezhebe uymak değildir Sual: Diş dolgusu sebebiyle Maliki’yi taklit edenin, haccı da Maliki’ye göre yapması gerekmez diye sitede yazılıdır. Peki Hanefi’ye göre guslü olmayan kimse nasıl cünüp tavaf yapacaktır? CEVAP Cünüp tavaf edilmiyor ki. Bir mezhebin bir kısmını taklit, her konuda tamamen o mezhebe uymak demek değildir. Diş dolgusundan dolayı Maliki’yi taklit eden kimse, sadece gusülde, abdestte ve namazda taklit eder. Çünkü bunlar birbirine bağlıdır. Oruçta, zekâtta, hacda, nikahta, talakta, kurbanda, adakta, diğer işlerde o mezhebi taklit etmek gerekmez. Guslederken, abdest alırken Maliki’yi taklit ettiğimiz için guslümüz ve abdestimiz vardır. Bu abdestle tavaf ediyoruz. Bu abdestle de, abdestli yapılacak diğer işleri yaparız. Mesela Kur’an okuruz, camiye girebiliriz, tilavet secdesi yapabiliriz. Çünkü abdestimiz vardır. Sual: Dört mezhebin ictihadlarında bulunmayan meselede, başka müctehidi, mesela imam-ı Sevri’yi taklit caiz olur mu? CEVAP Dört mezhepten başkasına ihtiyaç bırakılmamıştır. Yani bir mesele dört mezhepten birisinde bulunur. Sual: Maliki’deki durumunu bilmeyen bilmediği için Hanefi’yi taklit etse caiz mi? CEVAP Evet. Özür olunca telfîk olmaz. Sual: (Hanefi’de borç verilirken ödeme tarihi söylenirse faiz olur. Maliki taklit edilerek söylenirse caiz olur) deniyor. Bu telfîk olmaz mı? CEVAP Telfîk olmaz. Zaruret olmasa da, ihtiyaç var ise mezhep taklidi yapılır. Mesela diş dolgusu zaruret değil, ihtiyaçtır. Zaruret olunca zaten mezhep taklidine ihtiyaç olmaz. Kendi mezhebinde halledilir. Halledilmezse o zaman taklit edilir. Sual: Yıkanırken peştamal veya başka bir şeyle göbekle diz arasını kapatmak gerektiğini biliyorum. Yıkanmaya mahsus uzun don edinmek veya peştamal kullanmak meşakkatli oluyor. Kuzuluk kaplıcalarından yeni geldim. Günde iki sefer küvete girdim. Uzun donun yıkaması kurutması zor oluyor. İhtiyaç olduğu için şortla da yıkanmak caiz olan Hanbeli veya Maliki mezhebini taklit edemez miyim? CEVAP Evet edilebilir. 145 www.dinimizislam.com Taklitte niyet Sual: Maliki’yi taklit eden, abdest alırken, Maliki’ye uydum demezse abdesti olmuyor mu? Hanefi olan abdest alırken “Hanefi’yi taklit ediyorum” demediğine göre, Hanefi’nin abdesti sahih olmuyor mu? CEVAP Hanefi’nin niyet etmesi, Hanefi'ye uyuyorum demektir. İnsan babasına babam geldi, babam gitti der. Babasının adı Necati ise, babam Necati geldi demez. Ama üvey babası veya kayınpederi varsa, adı da Hasan ise, o gelince babam geldi dese anlaşılmaz. Hasan babam geldi demesi gerekir. Kur’an-ı kerimde, İbrahim aleyhisselam, Babam Azer geldi diyor. Demek ki onun gerçek babası başkadır. Putperest olan Azer’in, İbrahim aleyhisselamın babası olmadığı anlaşılır. Demek ki Azer farklı bir baba. [Asıl babası Taruh idi.] Hanefi olan da kendi mezhebindedir. Kendi mezhebinde olan iş için, ben Hanefi’ye uyuyorum demesi gerekmez. Ama bir ihtiyaçtan dolayı başka bir mezhebe uyuyorsa elbette onun adını söylemesi gerekir. Dini konularda akıl yürütmek yerine, kitaplarda yazılana uymalı. Aklına göre hareket etmemelidir. Akla göre din olsaydı, insan sayısı kadar din olurdu. Başka mezhebi taklit etmek Sual: İbadet ederken, diğer üç mezhepten birini de taklit etmeyi, mezhepten hatta dinden çıkmak gibi kabul edenler var. Muteber din kitapları, mezhep taklidi konusunda ne yazıyor? Taklit zaruret halinde mi olur, yoksa ihtiyaç halinde de olur mu? CEVAP Zaruret halinde taklid gerektiği gibi, ihtiyaç halinde de taklid gerekir. Bir farzı yapmanın veya bir haramdan sakınmanın imkânsız veya meşakkatli, güç olması durumunda, önce kendi mezhebimizde çare aranır. Kendi mezhebimizde çare yoksa diğer üç mezhebe bakılır. Hangi mezhepte çare varsa, o iş için, o konuda o mezhep taklid edilir. Bu konuda muteber kitaplardaki bilgiler şöyledir: Zaruret olsa da, olmasa da, harac [zorluk, sıkıntı] olduğu zaman, diğer üç mezhepten biri taklid edilir. (Redd-ül-muhtar) Zaruret olmasa da, bir ibadeti yapmakta güçlük olunca, bunu yapmak için, başka mezhebi taklid caizdir. (Mizan, F. Hayriye, F. Hadisiye, Mafüvat) Bir kimse, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi, o işin başka bir mezhepte yapılması kolaysa, o mezhebin o konudaki şartlarına uyarak, o mezhebe göre yapması caizdir. (Redd-ül-muhtar, Mizan, Hadika, Berika) 146 www.dinimizislam.com Tâbi olduğu mezhebe uyarak bir işi yaparken harac hâsıl olursa, bu iş, diğer üç mezhepten, harac bulunmayan birini taklid ederek yapılır. (İbni Emir Hac) Bir Hanefi’nin kendi mezhebine göre yapamadığı bir işi yapabilmesi için, Şafii’yi taklid etmesinde bir mahzur yoktur. (Bahrürraık, Nehrülfaık) Âlimlerimiz, zaruret olunca, Maliki’ye göre fetva verdi. Bir mesele Hanefi’de bildirilmemişse, Maliki taklid olunur. (Redd-ül-muhtar) Şafii âlimleri, kendi mezheplerinde yapılması güç olan şeylerin, Hanefi’ye göre yapılmasına fetva vermişlerdir. (Mektubat-ı Rabbani) İkinci mezhebe göre de özrü olanın, üçüncü mezhebi taklid etmesi caizdir. (İ. Hümam) Abdest ve gusülde, başka mezhebi taklid etmek için, o mezhebin o konudaki şartlarına da, mümkün olduğu kadar uymak gerekir. Sebepsiz uymazsa, taklid caiz olmaz. Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklid yapmak caiz olur. İmam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra, abdest aldığı suyun necis olduğunu söylediler. O da, (Şafii kardeşlerimize göre, guslümüz sahihtir) buyurdu. (Hadika) [Müctehid, müctehidi taklit edemez. Bir müctehid olan İmam-ı Ebu Yusuf’un ictihadı, burada İmam-ı Şafii’ye uygun gelmiştir.] Taklid ederken Sual: Zaruret veya ihtiyaç halinde, bir konuda, diğer üç mezhepten birini taklit ederken, o mezhebin şartlarına uymak gerekir mi? CEVAP Evet. Herkes, kendine kolay gelen, dört hak mezhepten birine uyabilir. İhtiyaç halinde, bir işini bir mezhebe, başka işini başka mezhebe göre yapabilir. Ancak bir işin hepsini, bir mezhebin o konudaki bütün şartlarına uyarak yapması gerekir. (Redd-ül-Muhtar) Bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahih olması için koyduğu şartlardan, yapılabilmesi mümkün olanların hepsini yapması gerekir. Bunlardan biri yapılmazsa, bu iş sahih olmaz. (Hulasat-üt-tahkik) Bir işi bir mezhebe göre yaparken, başka bir mezhebi de taklid etmek gerekiyorsa, iki mezhepte de bâtıl olacak bir şey yapmamak şarttır. Mesela abdestte, Şâfiî’yi taklid ederek uzuvlarını ovmayan kimse, kadına eli dokununca, Maliki’ye göre abdest bozulmaz diyerek namaz kılsa, bu namazı bâtıl olur, çünkü kadına dokunduğu için Şafii’ye göre, uzuvlarını ovmadığı için de Maliki’ye göre abdesti sahih değildir. (Tahrir) Bir iş için, başka mezhep taklid edildiği zaman, o mezhebin bu iş için koyduğu şartların, [uyabildiklerinin] hepsine uymak gerekir. Bu şartlardan biri eksikse ibadet sahih olmaz, çünkü meşakkat olunca, mezheplerin kolaylıklarını yapmak, zaruret olmadıkça, ancak bütün şartları yerine getirmekle caiz olur. (Mizan-ül-kübra) 147 www.dinimizislam.com İsmail Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: İhtiyaç olunca, başka mezhebi taklid ederek işini yapabilir, fakat bu iş için, o mezhepte olan şartların hepsini yerine getirmesi gerekir. (İkd-ül-ferid) Dünyalığa, şehvetine kavuşmak için, başka mezhebi taklid caiz değildir. (Ukud-üd-dürriyye) Muhammed Bağdadi hazretleri buyurdu ki: Başka mezhebi taklid etmek için üç şart vardır: 1- Kendi mezhebine göre başladığı bir işi, başka mezhebe uyarak tamamlayamaz. Mesela, Şafii’nin şartlarına uymadan, sadece Hanefi’ye göre aldığı abdestle, Şafii’ye göre namaz kılamaz. 2- Taklid ettiği iki mezhep de bu işe, bâtıl dememeli. Bir Şafii, (Şafii’de abdest uzuvlarını ovmak farz değil, Maliki’de de kadına dokunmak abdesti bozmaz) diyerek, yabancı kadına dokunarak ve uzuvlarını ovmadan aldığı abdestle namaz kılarsa, bu iki mezhebe göre de namazı sahih olmaz, çünkü yabancı kadına dokunmak, Şafii’de abdesti bozar. Ovmak ise Maliki’de farzdır. 3- Mezheplerin kolaylıklarını toplamak caiz değildir. Mesela, Hanefi’de velisiz veya Maliki’de, tanıdıklara duyurmak şartıyla, şahitsiz yapılan nikâh sahihtir, ama hem velisiz, hem de şahitsiz olan bir nikâh sahih olmaz. (Taklid risalesi) Zorunlu taklid Sual: Diğer üç mezhepten birini taklit etmenin zorunlu ve caiz olduğu durumlar nelerdir? CEVAP Birkaç örnek verelim: 1- Şafii’ye göre zekâtın, Kur’an-ı kerimde bildirilen sekiz sınıfın her birine verilmesi gerekir. Bunlardan, müellefe-i kulub sınıfı [ve zekât toplayan memur sınıfıyla, kölelikten kurtarılacak borçlu sınıfı] bugün yoktur. Bunları bulup zekât vermek imkânsız olduğu için, Şafiilerin bu sınıflardan sadece birine verebilmek için, Hanefi’yi taklid etmeleri gerekir. (Mektubat-ı Rabbani 3/22) 2- Hacda kadınlara dokunarak, abdestinin bozulma ihtimali olan Şâfiîlerin, Hanefî veya Mâlikî’yi taklid etmesi gerekir. Bu konudaki taklidi kabul edip de başka konularda taklid olmaz demek çok yanlıştır. İhtiyaç olunca, her konuda olur. Taklidin caiz olduğu durumlara örnekler: 1- Şafii’de sütkardeş olmak için, ayrı ayrı 5 kere, doya doya emmek gerekir. 1-2 kere emen bir Hanefi, (Şafii’de sütkardeş olmaz) diye, sütkardeşiyle evlenemez. Ancak, evlendikten sonra sütkardeş oldukları meydana çıkmışsa, o zaman bir yuvanın yıkılmaması için, Şâfiî taklid edilebilir. 2- Üç talakla boşanan kadın, başka bir erkekle evlenip, o erkek de, bunu boşamadıkça, eski kocasıyla evlenemez. Böyle bir durumda, ilk nikâhları 148 www.dinimizislam.com Şâfiî’ye uygun yapılmamışsa, Şâfiî taklid edilerek, Şâfiî’ye uygun nikâh yapmaları caiz olur. (Redd-ül-muhtar) 3- Şâfiî’de, fitre için, buğdayın veya diğer maddelerin kıymeti kadar altın, gümüş vermek caiz değildir. Hanefî taklid edilerek, buğday yerine, değeri kadar altın veya gümüş vermenin caiz olduğu Şemseddin-i Remli’nin fetvasında yazılıdır. (S. Ebediyye) 4- Hanefî’de lavman, orucu bozar. Ancak şiddetli kabızlık çeken, bu sıkıntıdan kurtulmak için Maliki’yi taklid ederek, oruçluyken lavman yaptırırsa, oruca devam edebilir, çünkü Maliki’de lavman orucu bozmaz. (Mizan-ül-kübra) 5- Hanefî’de, ödünç verirken ödeme tarihi belirlemek caiz değildir. İhtiyaç olunca, ödeme tarihi koyabilmek için, Mâlikî’yi taklid etmek caiz olur. (Eşbah) 6- Şâfiî’de, ölü için iskat yapılmaz. Hanefi taklid edilerek iskat yapılabilir. (Neful-enam) 7- Şâfiî’de, oruca imsak vaktinden önce niyet etmek şarttır. Uyumak, unutmak gibi herhangi bir sebeple bunu yapamayan bir Şâfiî, orucunu kurtarmak için, (Bu orucumu Hanefî’ye uyarak tutuyorum) derse oruç sahih olur. Bozulmaktan kurtulmuş olur. 8- Bir işi yapmakta harac olursa, zayıf kavle uyulur. Buna uymakta da harac olursa, başka mezhep taklid ederek yapılır. (İbni Abidin, Hadika) Mezhep taklit edilirken Sual: Fıkhi suallere cevap veren bir yazıda, yaradan akan kan irin, sarı su gibi abdesti bozan şeyler için Şafii mezhebine uyulabileceği, ancak sadece abdestte, Şafiye uymak gerektiği, namazda ise yine Hanefi olarak devam etmek gerektiği bildirildi. Namazda da uymak gerekmez mi? CEVAP Evet gerekir. Bu yazı yanlıştır. Namaz, abdest ve gusül ile birlikte bir ibadettir. Üçü birdir. Bunlardan birisi olmazsa, ötekiler sahih olsa da ibadet sahih olmaz. Abdesti veya guslü olmayanın namazı da olmaz. Guslü Şafii’ye, abdest veya namazı Hanefi’ye göre olsa, bu namaz her iki mezhebe göre de sahih olmaz. Hanefi’ye göre guslü olmadığı için sahih olmaz. Şafii’ye göre de, abdest veya namazda uyması gereken şartlara uymadığı için sahih olmaz. Yapılan iş, bir hak mezhebe göre sahih olmalıdır. Yarısı birinden, yarısı ötekinden olmaz. Günlük işlerde bile böyle değil mi? Farklı iki marka otomobil düşünün. Parçaların isimleri genellikle aynıdır ama, çalışma sistemi, ebadı, vidaları farklı olduğu için parçaları birbirinde kullanılamaz. Ancak standart olmadıkça birinin parçası diğerine takılmaz. İnat edip zorlanıp takılırsa netice alınmaz. Mezheplerin hükümleri standart değildir. Birinde farz olan şey, diğerinde sünnet, hatta mekruh oluyor. Mesela imam arkasında Fatiha okumak Şafii’de farz, Hanefi’de mekruhtur. Taklit eden, namazda Fatiha okumazsa, Şafii’ye göre namazı sahih olmaz. Hanefi’ye göre de guslü olmadığı için sahih 149 www.dinimizislam.com olmaz. Bir ibadetin bir kısmı bir mezhebe, diğeri de öteki mezhebe göre yapılırsa, zaruret olmadıkça caiz olmaz. Bahsettiğiniz yazıda, (Abdesti şafiye göre al, namazı Hanefi’ye göre kıl) deniyor. Hanefi’ye göre kılınca, abdestsiz kılmış olur. Şafii’ye göre namaz kılarsa, abdestinin de, guslünün de Şafii’ye uygun olması gerekir. Bu kaidelere uymazsa telfîk işlemiş olur. Telfîk ise haramdır. Yazar Ali Eren, mezhepsizin birisini tenkit ettiği yazısında, bid’at mezheplere ve dört mezhep haricindeki âlimlere göre fetva verilemeyeceğini, telfîk-ı mezahibin bâtıl olduğunu bildirip, mezhepsizlerin yaptığı işin, keçinin ön bacaklarını, mandanın gövdesini, devenin arka bacaklarını alıp yeni bir hayvan meydana getirmeye benzediğini bildirmişti. Evet geyiğin boynuzunu, devenin boynunu, filin hortumunu, kangurunun kesesini, yılanın gövdesini, domuzun kuyruğunu alıp meydana getirilecek hayvan, hilkat garibesi olur. Ali Eren hoca, eti yenenlerden örnek vermiş. Halbuki, mezhepsizler, Abduh gibi, İbni Teymiye gibi, eti yenmeyenlerden de fetva veriyorlar. Üç talak, bir talak diyorlar. Oje abdeste mani olmaz, ince naylon çoraba mesh caiz diyorlar. İhtiyaç olunca ancak dört hak mezhepten birisi taklit edilir. Bunlar sadece sözde değil, fiiliyatta da haktır. Bir hak mezhep taklit edilirken, o mezhebin o konudaki şartlarına, yani farz ve müfsitlerine riayet edilmesi şarttır. Başka mezhebe uymak Sual: Bir işi, bir ibadeti yaparken zorlukla karşılaşan kimse, ne yapar? CEVAP Bir iş yaparken, özrü hâsıl olup, bu işin kendi mezhebindeki şartlarından birine uyması güçleşen kimse, bu işi, dört mezhepten herhangi birindeki şartlarına uyarak yapar. Bu ikinci mezhebin, bu iş için olan şartlarının uyabildiklerinin hepsine uyması lazım olur. Bu şartlardan birine uyması zor olur; fakat kendi mezhebinde kolay olursa, bu işi yapması sahih olur. İki mezhep, zaruri telfik edilmiş olur. Kendi mezhebinde de, zor olursa, kendi mezhebindeki birinci şartı yapmaması caiz olur; fakat Eshab-ı kiramdan birinin ictihadına göre caiz olabileceğini düşünmek, iyi olur. Eshab-ı kiramın her biri müctehid idi. Dört mezhepten birini taklit etmekte zorluk hâsıl olduğu zaman, Eshab-ı kiramdan birinin ictihadına uygun olan ibadetimiz sahih olur. Özür olunca, zann-ı galibimiz de makbul olur. (S. Ebediyye) Zaruret ve taklit Sual: Haram olan bir şeyi, zaruret halinde, yapmak caiz olduğuna göre, elde olmayan bir sebeple, bir haramı işleyecek veya bir farzı terk edecek olanın, başka bir mezhebi taklit etmesi gerekir mi? CEVAP Haram işlememek veya farzı terk etmemek için, önce kendi mezhebimizde çare aranır. Kendi mezhebimizde, çıkış yolu yoksa diğer üç 150 www.dinimizislam.com mezhebe bakılır. Hangi mezhepte çıkış yolu varsa, o konuda, o mezhep taklit edilir. Dört mezhepte de çıkış yolu yoksa ve zaruret de varsa, ancak o zaman, farzı tehir veya terk etmek caiz olur. O iş haram ise, zaruret miktarınca işlemek caiz olur. Başka müctehidi taklit etmek Sual: İmam-ı Şafii hazretleri, İmam-ı a'zam hazretlerinin kabrini ziyaret ettiğinde, sabah namazı kılarken, ona hürmeten kunut okumamış. Bir müctehid, başka bir müctehidi taklit edemediğine göre buradaki incelik nedir? CEVAP İmam-ı Şafii hazretleri burada taklit etmiyor. O anda öyle ictihad ediyor, yani yine kendi ictihadıyla kunut okumamış oluyor. Sual: Haram olan bir şeyi, zaruret halinde yapmak caiz olduğuna göre, elde olmayan bir sebeple, bir haramı işleyecek veya bir farzı terk edecek olanın, başka bir mezhebi taklit etmesi gerekir mi? CEVAP Elbette gerekir. Zaruretle işlemek günah olmazsa da, haram işlememek veya farzı terk etmemek için, önce kendi mezhebimizde çare aranır. Eğer bir çıkış yolu bulunmazsa, diğer üç mezhebe bakılır. Hangisinde çıkış yolu varsa, o konuda, o mezhep taklit edilir. Birkaç örnek verelim: 1- Bir kimse bilmeden süt kardeşiyle evlense, günah olmaz; fakat süt kardeş olduğu meydana çıkınca, başka bir mezhepte kurtuluş yolu aranır. Varsa, o mezhep taklit edilerek, evliliğe devam edilir. Mesela, Şafii’de süt kardeş olmak için ayrı zamanlarda beş kere doya doya emmek gerekir. Evli çift, eğer bir iki kere emmişse, Şafii mezhebi taklit edilip evliliğe devam edilir. 2- Dişini kaplatan veya dolduran kimse için, Hanefi mezhebinde çıkış yolu olmadığına göre, diğer üç mezhebe bakılır. Maliki ve Şafii’de gusülde ağzın içini yıkamak farz olmadığı için, gusül, abdest ve namazda Maliki veya Şafii mezhebi taklit edilir. Bu mezheplerde de, çıkış yolu olmasaydı, salih bir doktor da, dişini doldurmak gerekir deseydi, diş dolgusu zaruret halini alıp, gusle mani olmazdı; fakat hak olan iki mezhepte, kurtuluş çaresi vardır. Hak mezhepler, sadece sözde değil, böyle fiiliyatta da haktır. Dört mezhep hak dedikleri halde, iş fiiliyata dökülünce kabul etmeyenler, dört mezhebi hak kabul etmiş olamazlar. 3- Uyumak veya unutmak, namazın kazaya kalması için özürdür; ama hatırlayınca veya uyanınca, namazı kazaya bırakmamak için çare aranır. Kendi mezhebinde veya diğer üç mezhepte çıkış yolu varken, kazaya bırakmak caiz olmaz. Mesela öğle ve akşam namazlarında, Hanefi mezhebindeki ikinci kavle uyarak, asr-ı evvel ve işa-i evvel vakitlerinde, öğle ve akşam namazlarını kılar. Bu vakitler de, çıkmışsa, Hanbeli mezhebine uyarak, mukimken de, öğleyle ikindiyi, akşamla yatsı namazlarını cem eder. 151 www.dinimizislam.com Taklit mezhep değiştirmek değildir Sual: (Bir mezhebi taklit etmek mezhep değiştirmek demektir. Onun için zaruret olmadıkça mezhep taklit edilmemeli) deniyor. Bir konuda taklit etmek, nasıl mezhep değiştirmek olur ki? CEVAP Bir mezhebi bir hususta taklit etmek, o mezhebe geçmek yani mezhep değiştirmek demek değildir. Başka mezhebi taklit etmek için, mecburiyet olması da şart değildir. Harac yani sıkıntı varsa ve o mezhebin o konudaki şartlarına da uyarsa, taklit edebilir; fakat harac olmadan ve şartlarına uymadan taklit etmek, caiz olmaz. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Herkes, kendine kolay gelen, dilediği bir mezhebe uyabilir. İhtiyaç halinde, bir işini bir mezhebe, başka işini başka mezhebe göre yapabilir. Ancak bir işin hepsini, bir mezhebin o konudaki bütün şartlarına uyarak yapması gerekir. Yani bir kimsenin, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi, o işin başka bir mezhepte yapılması kolaysa, o mezhebin şartlarına uyarak, o mezhebe göre yapması caizdir. Zaruret olsa da, olmasa da, harac [zorluk, sıkıntı] olduğu zaman, diğer üç mezhepten biri taklid edilir. (Redd-ül-muhtar) Caiz olmayan mezhep taklidi Sual: Müctehidlerin farklı hükümleri rahmet olduğu için, bir Hanefi’nin, kendi mezhebinde caiz olmadığı halde, Şafii’de caiz diye, midye, istiridye gibi deniz haşaratı yemesi caiz olur mu? CEVAP Hayır, caiz olmaz. Mezhep taklidi, ancak emrolunan bir iş yapılırken, meşakkat, sıkıntı olduğu zaman, bu sıkıntıdan kurtulmak için yapılır. Meşakkat olmadan taklit etmek, yani mezheplerin kolay hükümleriyle amel etmek mezhepsizlik olur. Başka mezhep, ancak bir ihtiyaç veya haraç [sıkıntı] halinde taklit edilebilir. Dünyalığa, arzusuna kavuşmak için, başka mezhebi taklit caiz değildir. (Ukud-üd-dürriyye) Abdülgani Nablusi hazretleri de buyuruyor ki: Mezheplerin ruhsatlarını yani kolaylıklarını araştırarak, işini bunlara uygun olarak yapmaya telfik denir ki, caiz değildir. Dine uymak istemeyenin yapacağı şeydir. İhtiyaçtan dolayı veya zaruretle, bir işini veya her işini diğer üç hak mezhepten birine uyarak yapmak caizdir. Kolaylık için başka mezhebe geçmek veya taklit etmek ise, nefse uymak olur, caiz olmaz. (Hadika) Mezhep taklidinde üç grup Sual: Bugün Türkiye’de mezhep taklidinde kaç grup vardır? CEVAP Bugün Türkiye’de, mezhep taklidi konusunda ifrat, tefrit ve vasat olmak üzere üç grup vardır: 152 www.dinimizislam.com 1- Belli bir mezhebi yoktur. Hangi mezhebin hükmü kolay gelirse ve aklına yatarsa onunla amel eder. Falanca mezhepte caizse, bir ihtiyaç ve zaruret olmasa da, hemen onu uygular. Bu mezhepsizliktir, telfıktır, haramdır. Bunlar ifrat grubuna giriyorlar. 2- İhtiyaç, hatta zaruret olsa bile, bir konuda, diğer üç hak mezhepten birini taklit etmeye ters bakan, mezhep taklidini öcü gibi gören, hatta dinsizlikmiş gibi zanneden taassup ehli olanlar var. Bunlar da tefrit grubuna giriyorlar. 3- Bir de din kitaplarının bildirdiği şekilde, ihtiyaç veya zaruret olunca, dört hak mezhepten birini, ihtiyaç olduğu konuda, ihtiyaç bitene kadar taklit edenler var. Bunlar vasat, yani orta yolda oluyorlar. Zaten dinimiz, ifratla tefrit arasında vasat bir yoldur. Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Hayr-ül-ümûr evsâtühâ = İşlerin en iyisi vasat olanıdır.) [Deylemi] (İfrat ve tefritten uzak durun.) [Buhari] (İfrata kaçan helak olur.) [Müslim] (İfrat ve tefritten kaç, vasatı tercih et; çünkü işlerin en iyisi orta olanıdır.) [Beyheki] (Orta yolu tutun, doğru yoldan ayrılmayın!) [Buhari, Müslim] (Her hususta orta yolu tutmak, peygamberliğin yirmi beşte bir parçasıdır.) [Tirmizi] İslamiyet’in, aşırılıklardan uzak, vasat [orta] bir din olduğunu bildiren bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Sizi vasat bir ümmet kıldık.) [Bekara 143] Maliki mezhebini taklidin lüzumu Namaz kılanlar için özürlü olunca Maliki mezhebini taklit etmeleri büyük kolaylıktır. Maliki mezhebini taklit ile ilgili S. Ebediyye’de diyor ki: İbni Âbidin hazretleri, (Hanefi mezhebinde olanın, Maliki mezhebini taklit etmesi evladır. Çünkü, imam-ı Malik, imam-ı a’zamın talebesi gibidir) buyuruyor. (s.125) Yine İbni Âbidin hazretleri, (Âlimlerimiz, zaruret olunca, Maliki’ye göre fetva verdi. Bir mesele Hanefi’de bildirilmemiş ise, Maliki taklit olunur) buyuruyor. (s. 158) Abdesti sık bozulan hastalar ve ihtiyarlar için ve necasetten taharet için çok kolaylık gösterdiğinden, diğer üç mezhepte olan Müslümanlar, Maliki’yi taklit ederek, ibadetlerini rahatlıkla yapar. (s.1133) Namaz kılarken abdesti bozulan Hanefi, hemen selam verip, namazdan çıkar. Maliki mezhebinde, namazı bozulmaz. O anda özür sahibi olur. (s.122) Hastalık veya ihtiyarlık sebebi ile, yani, zaruret ile idrar kaçıran Hanefi’nin, tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, Maliki’yi taklit ederek, hemen özür sahibi olur, abdesti bozulmaz. (s. 148) 153 www.dinimizislam.com Bir kimsenin namazda abdesti bozulursa veya abdest almak güç olursa, namaza dururken Maliki mezhebini taklit eder. Maliki’de, hastaların, ihtiyarların namazları bozulmaz. (s. 232) Kan veya idrar kaçıranlar, necaset temizlemekte zahmet çekenler Maliki mezhebini taklit ederler. Maliki’de, makattan ve bedenden taş, solucan, cerahat, sarı su, kan çıkınca abdest bozulmaz. Abdesti bozanlar, hastalık ile çıkarsa ve çıkması men olunamazsa, iki kavil vardır. İkinci kavle göre, prostat hastalığı sebebiyle gelen idrar abdestini bozmaz. Hastaların, ihtiyarların, abdest almakta harac ve meşakkat olduğu zaman, bu kavli taklit etmeleri sahih olur. İdrarın kesildiği zamanı belli ise, bu zamanda abdest alması iyi olur. İstibra zamanı uzun süren veya sonraları damlayan ve bir namaz vakti devamlı akmadığı için özürlü olamayan Hanefi ve Şafiiler, Maliki mezhebini taklit eder. (s. 158) Maliki’nin ikinci kavline göre, özür sahibi olmak için, hastalık sebebi ile çıkan, abdesti bozan bir şeyin bir kere çıkması kâfidir. Bir namaz vakti içinde devamlı çıkması lazım değildir. Namazdan önce veya namaz içinde idrar, yel kaçıran yani gelen yeli tutamayan hastaların ve ihtiyarların abdestlerinin ve namazlarının bozulmaması için, harac ve meşakkat halinde, bunların Maliki mezhebini taklit etmeleri ve imam olmaları sahih olur. (s.131) Dikkat edilirse, Maliki’de, Hanefi’de olduğu gibi özürlü olmak için her namaz vaktinde bir kere akması lazım değildir. Hastalık sebebiyle ara sıra zuhur etmesi, hatta bir kere çıkması bu kavle göre özür sayılır. Mesela elinde olmadan zaman zaman burnu kanayan, makattan solucan çıkan, ara sıra ağız dolusu kusan, kulağı akan, ağrı ile gözünden yaş gelen, bazen yel kaçıran yani gelen yeli tutamayan, ishal olup gaita kaçıran, idrar kaçıran, istihazalı veya akıntısı olan kadın, basurdan, çıbandan, yaradan kan ve irin akan, Maliki mezhebini taklit ederse, abdesti bu özrü sebebiyle bozulmuş olmaz. Çamaşıra bulaşan kan ve idrar lekelerini temizlemek meşakkat olursa necis de sayılmaz. Namazda iken idrar gelse, basurdan kan aksa, hem abdest bozulmaz, hem de çamaşırdaki kan ve idrar necis sayılmaz. Çünkü Maliki’de, ikinci kavle göre, necaset namaza engel değildir. Temizlemek sünnettir. (s.153) Maliki mezhebini taklit ederken Yukarıda, Maliki’yi taklidin lüzumunu bildirdik. Şimdi ise bunları sual ve cevaplarla açıklıyoruz: Sual: Sık sık ağız dolusu kusan kimse, Maliki'yi taklit ederse, abdesti bozulur mu? CEVAP Bozulmaz. Sual: Hemoroid sebebiyle Maliki'yi taklit eden, kan akarken ve elbisesinde fazla kan bulaşmış iken namaz kılsa, caiz olur mu? CEVAP 154 www.dinimizislam.com Evet. Çünkü temizlemek zordur. Sual: Ameliyatla, karnımdan delik açılarak torba bağladılar. Torbadan bazen necaset sızıyor. Maliki'yi taklit ederek namaz kılmam caiz midir? CEVAP Evet. Sual: Gaz sıkıştırmasından rahatsızım. Zaman zaman elde olmadan yel kaçırdığım da oluyor. Maliki’yi taklit etsem abdestim bozulur mu? CEVAP Elde olmadan yel kaçarsa, abdest bozulmuş olmaz. İsteyerek gaz çıkarılırsa abdest bozulur. Sual: Eli kanayan, Maliki'yi taklit edip namaz kılabilir mi? CEVAP Namazı kaçırmamak için taklit eder. Sual: Şuurlu hastaya, idrar için, sonda takıldı. İdrar, bir torbada birikiyor. Yatalak ve üstü necasetlidir. Bu necasetle namaz kılabilir mi? CEVAP Maliki’yi taklit ederek namazlarını kılar. Sual: Maliki’yi taklide niyeti unutup namaz kılan, daha sonra hatırlayıp niyet etse namazı sahih olur mu? CEVAP Evet. Sual: Vakit çıkmak üzere iken, hazırda temiz elbise de yoksa, Maliki’yi taklit edilip necasetli elbise ile namaz kılmak caiz mi? CEVAP Evet. Sual: Ağzında diş dolgusu olup Maliki’yi taklit eden, ihtiyaç olunca, mukimken iki namazı cem için, Hanbeli’'yi de taklit edebilir mi? CEVAP Evet. Sual: Necasetli su arıtmada çalışıyorum. İş elbisemden başkası olmayınca, Maliki'yi taklit ederek namaz kılabilir miyim? CEVAP Temiz elbise bulunmazsa, Maliki taklit edilir. Sual: El kanamasından dolayı, Maliki'yi taklit edenin, ayağı kanasa, abdesti bozulur mu? CEVAP Evet. Sual: Maliki’yi taklit eden, abdest alıp namaz kıldıktan bir ay sonra, elinde yağlı boya görse, boyayı kazıyıp yıkasa, kıldığı namaz ve abdesti sahih olur mu? CEVAP Evet. 155 www.dinimizislam.com Sual: Diş dolgusu, idrar tutamaması ve basurdan gelen kan sebebiyle Maliki'yi taklit edenin eli kanasa, abdesti bozulur mu? CEVAP Evet bozulur. Sual: Maliki'yi taklit eden, abdest aldıktan sonra, Maliki'ye göre niyet etmediğini hatırlasa, o anda niyet etse, sahih olur mu? CEVAP Evet sahih olur. Sual: Şafii mezhebini taklit ederken beş sene önce haccetmiştim. Fakat kadınlara dokundum. Haccım ve namazlarım sahih oldu mu? CEVAP O haccımı ve namazlarımı Maliki’yi taklit ederek kıldım denirse sahih olur. Sual: Dolgu sebebiyle Şafii’yi taklit ediyorum. Hiç sebep yok iken, daha kolay diye, Şafii’yi taklidi bırakıp, Maliki’yi taklit etmem uygun mu? CEVAP Evet uygundur. Sual: Unutup necasetli elbise ile namaz kılan, namazdan sonra hatırlasa, (Bu namazı Maliki’ye göre kıldım) dese, sahih olur mu? CEVAP Evet. Sual: Unutarak mukimken mestlere 24 saatten fazla mesh ettim. (Bu namazları Maliki'ye göre kıldım) desem caiz mi? CEVAP Evet, unutmak ile caizdir. İyi anlaşılamayan sualler Aşağıdaki sual ve cevaplar, bazı okuyucularımız tarafından iyi anlaşılmamıştır. Sual: Maliki’yi taklit eden, öğleyi asrı evvele kadar kılamazsa, tekrar Hanefi’yi taklit edip öğleyi asr-ı evvelde kılsa caiz olur mu? CEVAP Caiz olur. Açıklaması şöyledir: Öğle namazı, ikindi ezanı okununcaya kadar kılınamazsa kazaya kalır. Ancak imam-ı a’zam hazretlerine göre, ikindi vakti, bugünkü ikindi ezanlarından çok sonra giriyor. [Yazın 72 dk, kışın 36 dk sonra giriyor.] Yani şimdi ikindi ezanları okunurken, öğle vakti henüz çıkmamış, ikindi vakti de girmemiş oluyor. Öğle namazı, bu vakitte kılınınca vaktinde kılınmış oluyor. Bu vakte (Asr-ı evvel) deniyor. İmam-ı a’zam hazretlerinin bildirdiği ikindi vaktine (Asr-ı sani) deniyor. Demek ki, trafik sıkışıklığında kalmak, imtihanda olmak, namaz kılacak yer veya abdest alacak su bulamamak, unutmak gibi herhangi bir mazeretle 156 www.dinimizislam.com öğleyi vaktinde kılamayan, asr-ı evvelde kılarsa, imam-ı a’zam hazretlerine göre vaktinde kılmış olur. Maliki, Hanefi veya Şafii olan kimse, bu kavle uyarak, öğleyi birinci ikindide (Asr-ı evvelde) kılarsa, öğleyi kazaya bırakmamış, vaktinde kılmış olur. İyi anlaşılamayan sual-cevaplardan biri de şudur: Sual: Eldeki kanamadan dolayı, Maliki’yi taklit edenin, ayağı kanasa, abdesti bozulur mu? CEVAP Evet. Kitaplarda diyor ki: Namaz kılarken semavi [gayr-i ihtiyari yani elinde olmayan] bir özürle abdesti bozulan Hanefi, hemen namazdan çıkar. Maliki’de ise, namazı bozulmaz. O anda özür sahibi olur. Namazına devam eder. Semavi özürler, Maliki’yi taklit edenin de abdestini bozmuyor. Mesela namazda ishalini tutamasa, çıbanından veya yarasından kan aksa, burnu kanasa, kulağından irin aksa, makattan solucan çıksa, idrarını tutamasa, kadınlardan akıntı çıksa, basurdan kan, fistüllerden, göbekten akıntı çıksa, gaz kaçırsa, yani gelen gazı tutamasa, ağız dolusu kussa, bunlar semavi özür oldukları için, hiç birisi Maliki’yi taklit edenin abdestini bozmaz. Abdesti bozulmadığı için namazına devam eder. Böyle özürleri olan kimsenin ayağını veya öteki elini bıçak kesip kan çıksa, abdesti bozuluyor, çünkü bu semavi özür olmuyor. Ama ondan sonra ayağından veya öteki yaralı elinden çıkan kanlar, irinler semavi özür halini aldığı için, abdestini bozmuyor. Bu özürler abdesti bozmuyor ama, çamaşırımıza kan, irin, idrar ve ishal bulaşıyor. Özürle meydana gelen bu necasetlerle kılınan namaz da sahih olur. Çünkü Maliki’de necasetsiz elbise ile namaz kılmak farz değil, sünnettir. Hastaya, idrar için, sonda takılıyor, idrar, bir torbada birikiyor, çamaşırları necis oluyor. Maliki’yi taklit ederek namazını o haliyle kılar. Kılmayıp kazaya bırakması haram olur. Âlimlerimizin bildirdiğine göre, unutup necasetli elbise ile namaz kılan, namazdan sonra, necasetli elbise ile namaz kılmış olduğunu görse, o namazı iade etmeyip, (Bu namazı Maliki’ye göre kıldım) demekle namazı sahih olur. Bu ruhsatlardan faydalanmamak takva ve azimet olmaz. Aksine Allahü teâlânın rahmeti olan nimetleri tepmek olur. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Seferde [sıkıntı içinde] oruç tutmak takvadan sayılmaz.) [Buhari] (Seferi iken [sıkıntı içinde] Ramazan orucunu tutan, mukimken oruç yiyen gibidir.) [Nesai] Bir âyet meali: (Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.) [Bekara 185] 157 www.dinimizislam.com Maliki’yi taklit daha kolaydır Sual: Diş dolgusu olanın Şafii’yi mi, yoksa, Maliki’yi mi taklit etmesi daha uygun olur? CEVAP Maliki mezhebini taklit etmesi daha uygun olur; çünkü daha kolaydır. Şafii’de çok az necaset namaza manidir ve hanımının veya yabancı kadının cildine, şehvetsiz de olsa dokununca, abdest bozulur. Bunlara her zaman riayet etmek zor olur. Maliki’de ise, necaseti temizlemek sünnettir, namaza mani değildir. Bir de hanımının veya yabancı kadının cildine şehvetsiz dokunsa abdest bozulmaz. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Hanefi mezhebinde olanın, Maliki mezhebini taklit etmesi evladır; çünkü, İmam-ı Malik, İmam-ı a’zamın talebesi gibidir. Âlimlerimiz, zaruret olunca, Maliki’ye göre fetva verdi. Bir mesele Hanefi’de bildirilmemiş ise, Maliki taklit olunur. Oruçta mezhep taklidi Sual: Üç sorum var: 1- Hanefi’yim, abdest alırken dikkat etmeme rağmen boğazıma su kaçabiliyor. Orucum bozuluyor. Şafii’de bozulmuyormuş. Şafii mezhebini taklit etsem orucum bozulmuş olmaz mı? 2- Şafii olan bir erkek arkadaşım var. İdrar yoluna pamuk konunca orucun bozulduğunu bilmiyormuş. 16 gün pamuk koymuş. Acaba Hanefi mezhebini taklit ederek oruçlarını kurtaramaz mı? 3- Annemin dişi hep kanıyor, ağzı kan içinde kalıyor, uyurken de ağzına kan gitmiş olabilir. Kan yutmak orucu bozduğuna göre, sabah imsak vaktinden sonra uyuyor, annem oruç tutmasın mı? CEVAP Dinimizde dört hak mezhep vardır. Bunlar hâşâ sözde değil, fiiliyatta da haktır. Bir mezhepte yapılması zor olan bir şeyi, diğer mezheplerden birini taklit ederek yapmak bütün İslam âlimlerine göre caiz, hatta lazım olur. Maalesef piyasada üç grup insan var. Birincisi: Hem mezhepleri kabul etmezler, hem de hangi mezhebin hükmü kolay ise ona göre hareket ederler. Mesela derisinden kan çıkınca Şafii’de bozmaz diyerek o hükümle amel eder, kadına dokununca Şafii’de bozsa da Hanefi’de bozmaz diyerek bir mezhebe göre hareket etmez. Buna telfîk denir, caiz değildir, haramdır. Bu yol ifrattır. İkincisi: Din cahili kimselerdir, üstelik dindar görünürler. İslam âlimlerinin aksine, hak mezheplerin fiiliyatta hak olduklarını ve ihtiyaç veya zaruret olunca başka bir hak mezhebi taklit etmenin dinde bir rahmet olduğunu kabul edemezler. Bu yol tefrittir. 158 www.dinimizislam.com Üçüncüsü: İfrat ve tefritten uzak, orta yolu tutan kimseler, ihtiyaç halinde, İslam âlimlerinin bildirdiği şekilde, kendi mezhebinde yapması zor olan işlerde hak olan diğer mezhepten birini taklit ederler. Doğru yolda olanlar bunlardır. Şimdi suallere kısaca cevap verelim: 1- Bir mezhep ihtiyaç halinde taklit edilince, o hususta o mezhebin mümkün olan bütün şartlarına uymak gerekir. Şafii mezhebini oruçta taklit eden, Şafii’nin orucun farzlarına ve orucu bozanlarına da dikkat etmesi gerekir. Bu takdirde taklidi sahih olur. Şafii mezhebi taklit edilirse, abdest alırken dikkat etmesine rağmen elde olmadan boğaza su kaçarsa, orucu bozulmuş olmaz. 2- Şafii’de, idrar yoluna pamuk koymanın orucunu bozduğunu bilmeyen bir Şafii, o halde oruçlarını tutsa, sonradan orucu bozduğunu öğrense, “Bu oruçlarımı Hanefi mezhebine uygun olarak tuttum” diye niyet ederse, oruçları sahih olur. Oruçları Hanefi mezhebinin bütün şartlarına uygun olmasa bile, başka çare olmadığı için, yani zaruret olduğu için, Hanefi mezhebine uygun tutmuş sayılır. Bunun gibi, diş dolgusunun Hanefi mezhebinde gusle mani olduğunu bilmeden yıllarca namaz kılsa, sonra durumu öğrense, “Bu namazlarımı Maliki mezhebine göre kıldım” dese, namazları sahih olur. Kıldığı namazlar Maliki mezhebinin bütün şartlarına uygun olmasa bile, başka çare olmadığı için, yani zaruret olduğu için, namazlarını Maliki mezhebine uygun kılmış sayılır. 3- Her mezhepte elde olmadan yapılan şeylerin orucu bozması farklıdır. Mesela Şafii’de abdest alırken boğaza su kaçması orucu bozmaz. Hanefi’de ağzından veya burnundan boğazına toz, duman, sinek kaçsa, başkalarının içtiği sigaranın dumanı gelerek, ağzına, burnuna girmesinden sakınmak mümkün olmasa orucu bozmaz. Hanbeli mezhebinde, istemeden kan yutmak gibi elde olmayan hususlar orucu bozmaz. Bu durumda olan kimse, Hanbeli mezhebini taklit ederse oruçları sahih olur. Mezhep taklidi ve taassup Günümüzde mezhep taklidi ile ilgili müslümanlar üçe ayrılır: 1- Zaruret de olsa, başka hak mezhebi taklit etmeyi caiz görmeyenler. (Taassup ehlinin yolu) 2- Her mezhebin kolay gelen hükümlerini alıp ortaya yeni mezhep çıkarmaya çalışanlar. (Mezhepsizlerin yolu) 3- Bir zaruret veya ihtiyaç olunca, başka mezhebi taklit edenler. (Ehli sünnet ulemasının yolu) İslamiyet, ifrat ve tefrit, yani aşırı hareketlerden uzak her müslümanın rahatça uygulayabileceği hükümler topluluğudur. Mezhep taklidinden kaçanlar tefrit ehlidir. Telfîk yapanlar, yani her mezhebin kolay tarafını toplayanlar ifrat ehlidir. Bunların her ikisi de yanlıştır. 159 www.dinimizislam.com Seadet-i Ebediyye’de; İbni Âbidin, Hadika, Berika ve Hulasat-üt-tahkik gibi daha birçok kitaptan delil gösterildiği halde, taklide yanaşmayan mutaassıp kimseler çıkabiliyor. Bütün gerçekler, vesikalar kendisine gösterildiği halde, kabul etmeyen, kendi indi ve hatalı görüşünde körü körüne ısrar ve inat eden katı kimseye mutaassıp denir, şimdi bağnaz diyorlar. Taassup ehli, kendisinin yeni duyduğu hak ve doğru bir şeyi kabul etmekte zorlanır. Hakkı başkasının ağzından, başkasının kitabından duymayı kendine yediremez. Zamanın şeyhülislamı matbaanın Türkiye’ye girmesi için fetva verdiği halde, kabul etmemekte direnenler çıkmıştır. İmam-ı Rabbani hazretlerinin bildirdiğine göre, Medine’deki bir âlim, bid’atlere alıştığı için, Hazret-i Mehdi’nin sünnet olarak bildirdiklerini kabul etmeyecek, “Bu adam dinimizi yıkacak” diye Hazret-i Mehdi’ye karşı gelecektir. Ama Hazret-i Mehdi, bu âlimi öldürecektir. Mason Abduh’un çömezleri de, hiç mezhep tanımayarak, hangi hüküm akıllarına yatıyorsa ona tâbi oluyorlar. “Hanefi’nin bu kavlini, Maliki’nin bu görüşünü tercih ederiz” diyerek ortaya yeni bir din çıkarmaya çalışıyorlar. Ehl-i sünnet ulemasının yolu, bir haraç [sıkıntı] olunca başka mezhebi taklittir. Ama yeni duydukları doğru bilgileri, kabul etmekte zorlanan bazı kimseler, bu işte taassup gösteriyorlar, taklidi başka mezhebe geçmek sanıyorlar. Mesela, ödünç almakta zorluk çeken birisine, Maliki’yi taklit et, gün tayin ederek ödünç al dedim. Olur mu öyle şey diyerek itiraz etti. Sonra, “Yazdıkların doğru ama, alışmadığımız için kabullenmek bize zor geliyor” diye itiraf etti. Hak olan mezheplerin rahmet olan ayrılıklarından, yine o âlimlere uyarak, faydalanmamak cahillikten başka ne olabilir? İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalı. Allahü teâlâ, insanlara güç gelen şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor. Çünkü insanın zayıf, dayanıksız yaratıldığını bildiriyor. Kur’an-ı kerimde, (Allah, size kolaylık ister, zorluk, güçlük istemez) buyuruldu. (Bekara 185) Allahü teâlâ böyle isterken, kolay kavle uymayı öcü gibi görmek taassup değil midir? Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Allahü teâlânın verdiği kolaylık ve ruhsatlardan faydalanın!) [Buhari] (Allahü teâlâ, ruhsatla da amel edilmesini sever.) [Beyheki] Mezheb değiştirmek Sual: Mezhep değiştirmek için belli bir şart var mıdır? Herkes istediği mezhebe geçebilir mi? CEVAP İbni Abidin hazretleri, hocası Mevlana Halid-i Bağdadi hazretlerinin emri ile Hanefi mezhebine geçti. Abdülkadir Geylani hazretleri de, Şafii iken, 160 www.dinimizislam.com Hanbeli mezhebinin unutulmak üzere olduğunu görerek, Hanbeli mezhebine geçti. Sebepsiz veya dünya çıkarı için mezheb değiştirmek caiz değildir. Bir faydası varsa caizdir. Mesela, yaşadığı yerde kendi mezhebine göre kaynak kitap veya soracak kimse bulamayan kimsenin, orada yaygın olan, dört hak bir mezhebden birine geçmesi caizdir, hatta iyi olur. İhtiyaç halinde mezhep değiştirmek Sual: Şafii mezhebine göre kaynak kitap ve soracak kimse bulunamıyor. Zor durumda kalınıyor. Doğru ibadet edilemiyor. Hanefi mezhebine geçmek caiz olur mu? Caizse ne yapmak gerekir? CEVAP Böyle bir ihtiyaçtan dolayı Hanefi mezhebine geçmek caizdir. Hanefi’deki ilmihal bilgilerini öğrenip, bundan sonra Hanefi mezhebine göre ibadet edilir. Hakikat Kitabevi yayınlarından Namaz Kitabı’nda, Hanefi mezhebine göre ilmihal bilgileri özet bir şekilde anlatılmıştır. Oradan öğrenilip, Hanefiye göre ibadet edilir. Geniş bilgiler ise, Seadet-i Ebediyye kitabında mevcuttur. Mezhep değiştirmek gerekir mi? Sual: Dişimde dolgudan dolayı, Maliki mezhebini taklit etmek yerine o mezhebe temelli geçmek daha uygun olmaz mı? CEVAP Türkiye'de Maliki mezhebini bilen yok sayılır. Bugün hanefiler bile hanefi mezhebini tam olarak bilmiyor. Maliki mezhebinde olan zaten yoktur. Bilinmeyen mezhebe geçmek uygun olmaz, geçilirse de çok sıkıntı çekilir. Hangisi çoksa, hangisi yaygınsa o mezhebe geçilir. Ruhsatlardan faydalanmak Sual: Bir özrü sebebiyle, Şafii mezhebini taklit etmekte iken, daha kolay diye, Maliki’yi taklit etmek telfîk yani haram olur diyenler var. Niye haram oluyor ki? CEVAP Şafii mezhebini taklit etmekte iken, daha kolay diye, Şafii mezhebini taklit etmeyi bırakıp, Maliki mezhebini taklit etmeye başlamak bir ruhsattır, çok iyi olur. O kimselerin, bu ruhsata haram demeleri, ilmî değildir, indîdir ve tamamen taassuba dayanmaktadır; çünkü ruhsata karşı çıkmak günahtır. Üç hadis-i şerif meali: (Allahü teâlâ, emrettiği şeyleri yapmanızı sevdiği gibi, ruhsat, izin verdiği şeyleri yapmanızı da sever.) [Beyheki] (Allahü teâlânın size verdiği kolaylık ve ruhsatlardan faydalanın!) [Buhari] (Ruhsatlardan faydalanmayan, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani] 161 www.dinimizislam.com Telfîk; kendi mezhebinde caiz değil iken, bir ihtiyaç, bir harac [güçlük] olmadan ve şartlarına riayet etmeden, başka mezhebde caiz olan hükümlerle amel etmek demektir. Telfîk haramdır, söz birliği ile bâtıldır. Demek ki telfîk, bir ihtiyaç yok iken, başka bir mezhebin, o konudaki şartlarını gözetmeden, o mezhepteki kolay hükümlerle amel etmesi demektir. Şafii mezhebini taklit ederken, Maliki’yi taklide başlayan, Malik’inin bildirdiği bütün şartlara uymakta ve bir ihtiyaç için o mezhebi taklit etmektedir. Bunun telfîk ile zerre kadar ilgisi yoktur. Mezhep taklidi ve telfîk Sual: Başka bir mezhep hangi hallerde taklit edilir ve telfık nedir? CEVAP Zaruret olmasa da, bir ihtiyaç olunca, başka bir mezhebi taklit caiz olur. Kendi mezhebine göre yapılamayan bir işi, başka bir mezhep taklit edilerek yapılırken, o mezhebin o konudaki şartlarını da yapabildiği kadarıyla yerine getirmek, yani farz ve müfsitlerine riayet etmek şarttır. Harac [güçlük] olmadan ve şartlarını gözetmeden taklit ederse, buna telfik denir ki caiz değildir. (Tahtavi) Hanefiler için birkaç örnek: 1- İhtiyaç halinde her konuda taklit caiz olur. Hanefi mezhebinde olanların, harac [güçlük] olunca, mesela doktor ameliyatta, öğrenci sınavda, güvenlik görevlisi nöbetteyse, kadın emzikli veya istihazalıysa, abdesti bozan özürlerde, hastalıkta yahut abdest ve teyemmüm için zorluk çekenlerin, âmânın, yeraltında çalışırken, namaz vaktini anlamakta aciz olanın, canından, malından veya namusundan korkanın, maişetine zarar gelecek olanın, mukimken de, Hanbelî mezhebini taklit edip, iki namazı cem ederek kılmaları caiz olur. 2- Evli karı kocanın, bir kere süt emerek, sütkardeş oldukları meydana çıkınca, diğer 3 mezhepten birini taklit edip, evliliğe devam edebilirler. Diğer 3 mezhepte, 5 kere doya doya emmek gerekir. 3- Annesiyle, kızıyla, kayın validesiyle hürmet-i müsahere olunca, Şafii veya Maliki mezhebi taklit edilerek nikâhları yapılır ve evliliklerine devam ederler. 4- Seferde, ihtiyaç olunca, diğer üç mezhepten biri taklit edilerek iki namaz cem edilebilir. 5- Semavi özür halinde, mesela, ishalini tutamayan, çıbanından veya yarasından kan akan, ağrıyla gözünden yaş gelen, burnu kanayan, kulağından irin akan, makatından solucan çıkan, idrarını tutamayan, basurundan kan, fistülünden, göbeğinden akıntı çıkan, elde olmadan gaz kaçıran, yani gelen yeli tutamayan, ağız dolusu kusan kimsenin, abdestinin bozulmaması için, Maliki’yi taklit etmesi sahih olur. 162 www.dinimizislam.com Şafiiler için birkaç örnek: 1- Hacda karşı cinse dokununca abdestin bozulmaması için Hanefiyi taklit caiz olur. 2- Sekiz veya üç sınıf bulunmayınca, Hanefiyi taklit ederek zekât vermek sahihtir. 3- Bir genç, bir kızı kaçırsa, nikah için kızın babasının veya velisinin izin vermesi şarttır. Bu mümkün olmayınca, nikah yapabilmeleri için Hanefi’yi taklit etmeleri caiz olur. 4- Bir doktor, kadın hastaları muayene ederken abdestinin bozulmaması için, muayene esnasında Hanefi veya Maliki mezhebini taklit etmesi caizdir. 5- Kalabalık insanların bulunduğu çarşıda, pazarda, yolcu araçlarında, karşı cinse dokununca abdestin bozulmaması için Hanefi veya Maliki taklit edilebilir. Telfîk nedir? Dört mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir kolaylıklar mezhebi uydurmaya telfîk denir. Telfîk ittifakla bâtıldır. Dört hak mezhep birleştirilemez, bir mezhep haline getirilemez. Mezhepsizlerin yaptıkları iş, sanki geyiğin boynuzunu, filin hortumunu, kangurunun kesesini, yılanın gövdesini, domuzun kuyruğunu alıp, hilkat garibesi bir hayvan meydana getirmeye benziyor. Bunlar, hem mezhepleri kabul etmezler, hem de hangi mezhebin hükmü kolay ise ona göre hareket ederler. Mesela derisinden kan çıkınca Şafii’de bozmaz; kadına dokununca Hanefi’de bozmaz diyerek o hükümle amel ederler. Bir mezhebe göre hareket etmezler. Buna telfîk denir, caiz değildir, haramdır. Müctehidlerin farklı ictihadları rahmettir. Tek hüküm rahmet olsaydı Peygamber efendimiz bunu bildirir, ictihadı yasaklardı. Harac nedir? Sual: S. Ebediyye’de, bir işte harac varsa, başka mezhebi taklit etmek caiz veya lazım olur deniyor. Harac nedir? CEVAP Harac, sıkıntı, meşakkat demektir. Mesela, yeniden gusletmek, bir namazı tekrar kılmak ve yeniden abdest almak birer haracdır. Bir kimse, kendi mezhebine göre yapamadığı veya güçlükle yaptığı bir işi, başka bir mezhepte yapılması kolaysa, o mezhebin şartlarına uyarak o mezhebe göre yapması caizdir. (Mizan, Hadika, Berika, S. Ebediyye) Harac varsa, zaruret olmasa da, hatta amelden sonra da, başka mezhep taklit edilir. (Redd-ül-muhtar) Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz olur. (Hadika) 163 www.dinimizislam.com Başka mezhebi taklit ederken, o mezhepteki şartlara uymak zor; fakat kendi mezhebinde kolay olursa, bu işi yapmak sahih olur. İki mezhep, zaruri telfik edilmiş olur. (S. Ebediyye) Bir işi yapmakta harac olursa, zayıf kavle uyulur. Buna uymakta da harac olursa, başka mezhebi taklit ederek yapılır. (İbni Abidin, Hadika, S. Ebediyye) Her Müslüman dört mezhepten dilediği mezhebe girebilir, ihtiyaç olunca bir mezhepten başka mezhebe geçebilir ve harac olduğu zaman, başka mezhebi taklit edebilir. (Mizan) Harac olan işlere bazı örnekler: 1- Yolda insanların arasından giden veya kalabalık dolmuşa binen yahut pazarda alış veriş yapan Şafii mezhebindeki bir kimsenin, kadına dokunursam abdestim bozulur endişesiyle Hanefi veya Malikiyi taklit etmesi caiz olur; çünkü S. Ebediyye’de deniyor ki: Yolda, nakil vasıtalarında ve alış verişte temas korkusu olan Şafii, Hanefi veya Maliki mezhebini taklit etmelidir. (s. 146) 2- Hacda karşı cinse dokununca abdestin bozulmaması için Şafiiler, Hanefi’yi taklit ederler. 3- Şafii bir genç, bir kızla kaçsa, kızın babası razı olmazsa, Şafii’de velisinin rızası olmadıkça evlenmesi caiz olmaz. Hanefi’yi taklit ederek velisiz de evlenebilir. 4- Şafii’de zekât 8 sınıfa verilir, üç sınıfa verilse de caizdir. Ancak üç sınıfı bulmak da zordur. Hanefi taklit edilerek bir sınıfa verilir. Sadaka-i fıtır verirken de, buğday bulmak zorsa, Hanefi’yi taklit ederek altınla verebilir. 5- Bir Hanefi’nin, evlendiği kızla sütkardeş olduğu ortaya çıkarsa, eğer bir iki kere emmişse, Şafii taklit edilip evliliğe devam edilir; çünkü Şafii’de sütkardeş olmak için ayrı zamanlarda 5 kere doya doya emmek gerekir. 6- Şafii’yi taklit eden Hanefi, hacca gidince, kadınlara dokunursa abdesti bozulacağı için Hanefi’yi taklit etse telfık olmaz; çünkü bunda zaruret vardır. Maliki’yi biliyorsa, bunu taklit etmesi daha iyidir; çünkü Maliki’de ağzın içini yıkamak gusülde farz değildir. 7- Dolgulu dişten dolayı mezheb taklit edileceğini bilmeyen biri, 5 yıl önce hacca gidip gelse, o zaman sahih olmayan namazlar ve hac için (5 yıl önce yaptığım hacdaki gusülde, abdestte ve namazda da Maliki’yi taklit ettim) derse, namazları da, haccı da sahih olur. 8- Hanbeli’de ağzında dolgu olan cünüptür. Bir harac olunca ve Hanbeli’den başkasını taklit imkânı da yoksa Hanbeli’de ağzın içini yıkamak farz olduğu halde, Hanbeli taklit edilerek, iki namaz cem edilir ve bu telfık olmaz; çünkü başka çare yoktur. 9- Hamam ve kaplıcalarda, tesettüre riayet edilmiyor. Kaplıcaya tedavi için giden tesettürlü bir Hanefi, yine mümkün mertebe başkalarına bakmadan Hanbeli mezhebini taklit etse, başkalarının dizden yukarı kısmını görmesi 164 www.dinimizislam.com günah olmuyor. Tedavi için gidilen kaplıca, bir ihtiyaçtır. Harama düşmemek için, burada mezhep taklidi caiz oluyor. 10- Maliki mezhebinde semavi özür olunca, bu özürlerin hiç birisi abdesti bozmuyor. Semavi özür olmasa; fakat bir Hanefi’nin, abdestliyken elini bıçak kesse, hemen Maliki’yi taklit etse, Maliki mezhebinin farzlarına ve müfsitlerine riayet ederek niyet ederse, namaz vaktini kaçırmamak için taklit edebiliyor. Burada semavi özür olmasa bile, namaz vaktini kaçırmamak için, kendi elimizle yaptığımız bir özürden dolayı da taklit caiz oluyor. 11- Besmelesiz kesildiği için leş olmuş hayvanları yemek için, Şafii’yi taklit caiz ve lazım olur; çünkü Şafii mezhebinde, hayvan keserken Besmele çekmek farz değildir. 12- Unutarak necasetli elbiseyle namaz kılan kimse, namazdan sonra hatırlarsa, bu namazı Maliki’ye göre kıldım derse, namazı sahih olur; çünkü Maliki’de, necaset namaza mani değildir. Yeniden namaz kılmak harac olduğu için caiz oluyor. 13- Bir kimse, unutarak 4–5 gün veya daha fazla mestlerine mesh ederek namaz kılsa, sonra hatırlasa, bunları kaza etmesi harac olur. Bu namazları Maliki’ye göre kıldım derse. Namazları sahih olur; çünkü Maliki’de mestin mesh müddeti yoktur. 14- Unutarak idrarlı bezle namaz kılan kimse, namazdan sonra hatırlasa, (Bu namazı Maliki’ye göre kıldım) derse, namazı sahih oluyor; çünkü Maliki’de necaset namaza mani olmuyor. Namazı yeniden kılmak harac olur. 15- Özürlü olmayan; ama akıntısı olan kadın, abdestli durabilmesi için Maliki’yi taklit edebilir. Sırf abdestli durabilmek için, mezhep taklit edilmesi caiz hatta lazım olur. 16- Gaz sıkıştırmasından rahatsız olan kimse, Maliki’yi taklit ederse, gaz sıkıştırması namazı mekruh etmez. Elde olmadan gaz çıkarsa, abdesti de bozulmamış olur. 17- Basur sebebiyle Maliki’yi taklit eden bir kimse, kan akarken ve elbisesine fazla miktarda kan bulaşmışken namazlarını kılabilir. Kanlı çamaşırı her zaman temizlemek harac olduğu için, Maliki’yi taklit ederek, kan bulaşmış halde namaz kılmak caiz olur. 18- Bir özürden dolayı, öğleyi vaktinde kılamayan kimse, İmam-ı a’zamın kavline uyarak, öğleyi asr-ı evvelde [birinci ikindide] kılabilir. (F.bilgiler) kitabında diyor ki: (Kendi mezhebindeki kolay yolu gösteren ictihada uymak, harac olunca caiz olur.) 19- Annesiyle, kızıyla, kayın validesiyle hürmet-i müsahere olunca, Şafii veya Maliki mezhebi taklit edilerek nikâhları yapılır ve evliliklerine devam edebilirler. 165 www.dinimizislam.com Mezhep taklidinde harac Sual: S. Ebediyye’de, (Harac olunca, zayıf kaville amel olunur), İslam Ahlakı kitabında, (Mâlikî'yi taklit edenin, harac varsa, vitir namazını terk etmesi caiz olur) ve F. Bilgiler kitabında, (Harac olunca kendi mezhebindeki kolay yolu gösteren ictihada uymak, caiz olur) deniyor. Harac nedir, ne yaparsak caiz, ne yaparsak telfîk olur? CEVAP Harac, meşakkat, zorluk, sıkıntı demektir. Zaruret demek değildir. Yeniden abdest almak veya yeniden namaz kılmak haractır. Yolda, nakil vasıtalarında [dolmuşta, otobüste], alış verişte [pazarda, markette] kadınlara dokunma ihtimali olan Şâfiî, Hanefî veya Mâlikî’yi taklit etmelidir. (S. Ebediyye s. 146) [Demek ki, yeniden abdest almak harac oluyor. Sırf yeniden abdest almamak için başka mezhep taklit edilir.] Harac varsa, başka mezhebi taklit için, zaruret de bulunması şart değildir. (S. Ebediyye s. 145) Hastalık veya ihtiyarlık sebebi ile yani zaruret ile idrar kaçıran Hanefî’nin, tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, Mâlikî’yi taklit ederek hemen özür sahibi olur, abdesti bozulmaz. (S. Ebediyye s. 148) [Sadece hastaların değil, ihtiyarların bile taklit edebileceği bildiriliyor. Tekrar abdest almak harac, yani zahmet olduğu için mezhep taklidi yapılıyor.] Kendi mezhebine uymayan işi, yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz olur. Mesela İmam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra, (Guslettiğin kuyuda fare ölüsü görüldü) dediler, (Şâfiî mezhebine göre guslümüz sahihtir) buyurdu. (S. Ebediyye s. 72) [Yeniden gusletmek imkânsız değildir, ama bir zahmettir. Bu zahmetten kurtulmak için mezhep taklidi yapılıyor.] İdrar, yel kaçıran hastaların ve ihtiyarların abdestlerinin ve namazlarının bozulmaması için, harac ve meşakkat hâlinde, bunların Mâlikî’yi taklit etmeleri ve imam olmaları sahih olur. (S. Ebediyye s. 131) Telfîk, harac olmadan başka mezhebi taklit etmektir. Kendi mezhebinde caiz değilken, bir harac olmadan ve şartlarına riayet etmeden, başka mezhebin hükmüyle amel etmek demektir. Telfîk haramdır. Bir ibadeti, bir işi uyduğu mezheplerin hiçbirine göre sahih olmazsa, buna telfîk denir. Telfîk, hiçbir suretle caiz değildir. (S. Ebediyye) Demek ki, harac olunca mezhep taklidi yapmak, telfîk değil, dinin emrine uymak olur. Taklide karşı çıkmak ise, taassup olur. Geriye dönük taklit Sual: S. Ebediyye'de, (Hanefi mezhebindeki bir kimsenin, dişleri kaplama ve dolguluyken gusül abdesti sahih olmadığından, namazları da sahih olmaz. Şâfiî veya Mâlikî mezhebini taklide başlayıncaya kadar kılmış olduğu namazları kaza etmelidir) deniyor. Yine S. Ebediyye'de, (Kendi mezhebine 166 www.dinimizislam.com uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz olur. Mesela Ebu Yusuf hazretlerine, Cuma namazını kıldıktan sonra, gusül abdesti aldığı kuyuda, fare ölüsü görüldü dediler. "Şâfiî mezhebine göre guslümüz sahihtir" dedi) deniyor. Hanefî mezhebindeki bir kimse, dolgu dişi varken, Malikî'yi taklit etmeden, yıllarca kıldığı namazları için, bu hükme uyarak, (Bu namazlarımı Mâlikî mezhebine göre kıldım) diye niyet etse, kaza etmeye lüzum kalmadan, bu namazları sahih olur mu? CEVAP S. Ebediyye'nin müellifi merhum hocamıza, otuz yıl sual sordum. Bu suali de sormuştum. Sual ve cevaplardan birkaçı şöyleydi: Sual 1: On yıldır dolgu dişle namaz kılan, şimdi bunları Şâfiî veya Mâlikî'ye göre kıldım derse, hepsi kaza edilmiş olur mu? CEVAP: Evet. Sual 2: S. Ebediyye'de, dolgusu olan kimse için, (Şâfiî veya Mâlikî mezhebini taklide başlayıncaya kadar kılmış olduğu namazları kaza etmelidir) buyuruluyor. (Beş on senelik de olsa, sahih olmayan bu namazlar için, "Bu namazları Mâlikî veya Şâfiî mezhebine göre kıldım" denirse, hepsi kaza edilmiş olur ve kaza edilmeleri lazım gelmez) ifadesi, başka bir kavil midir? CEVAP: Aynı kavlin devamıdır. [Yani aynı hükümdür.] Sual 3: Dolgu dişten dolayı mezhep taklit edileceğini bilmeyen biri, beş sene önce hacca gidip geliyor. Şimdi Mâlikî'yi taklit etmeden kıldığı namazlar için, (Beş yıldır dolgu dişle kıldığım namazları, Malikî mezhebine göre kıldım) diyerek bu namazları kaza etmesine lüzum kalmadığı gibi, (Beş sene önce yaptığım hacda, gusülde, abdestte ve namazda da, Malikî'yi taklit ettim) dese haccı sahih olur mu? CEVAP: Evet, sahih olur. Sual 4: Unutarak necasetli elbiseyle namaz kılan, namazdan sonra hatırlasa, (Bu namazı Mâlikî'ye göre kıldım) diye niyet etse, kıldığı namaz sahih olur mu? CEVAP: Evet, sahih olur. Sual 5: Mâlikî'yi taklit eden Hanefî, mukimken unutup mestlere iki gün mesh etse, bu mestle kıldığı namazlar için, (Bu namazları Mâlikî'ye göre kıldım) dese, namazları sahih olur mu? CEVAP: Evet, unuttuğu için sahih olur. Sual 6: On yıl önce Hacca gittim. Şâfiî mezhebini taklit ediyordum. Kadınlara dokununca abdesti bozduğunu bildiğim için, tekrar Hanefî'yi taklit ederek haccımı yaptım. Haccım sahih oldu mu? CEVAP: Tekrar hacca lüzum yoktu. Hacdan sonra taklidi niyet caizdi. Tekrar gitmek, takva olmaz. İyi olmuş. Taklit ederken 167 www.dinimizislam.com Sual: (Mâlikî'yi taklit etmeden önceki namazları kurtarabilmek için, taklitten önceki namazlar, Hanefî'nin sünnetlerine de riayet ederek kılınmışsa, yani Mâlikî'nin farzlarına da uyulmuşsa, “Bu namazları Mâlikî'ye göre kıldım” denirse, sahih olur, kaza etmek gerekmez) deniyor. Geçmiş namazları nasıl kıldığımızı hatırlamamız imkânsız olduğuna göre, Hanefî'ye göre sahih olması yetmiyor mu? CEVAP Evet, yeter. Mâliki’de özürlü olmak Sual: Mâlikî’yi taklit eden birinin parmağı kanasa, bantlayıp abdest alsa, kan yine akmaya devam etse, o abdestle namaz kılabilir mi? Vaktin sonunu mu beklemesi gerekir? (Kendi mezhebi olan Hanefî’de çaresi varken, başka mezhep taklit edilmez) demek yanlış değil mi? CEVAP O kimse, diş dolgusu sebebiyle Mâlikî’yi taklit etmese bile, yarasını sarar, abdestini alır ve Mâlikî’yi taklit edip o abdestle namaz kılabilir. S. Ebediyye’de deniyor ki: Yolda, nakil vasıtalarında ve alış verişte [karşı cinse] temas korkusu olan Şâfiî mezhebindeki bir kimse, Hanefî veya Mâlikî mezhebini taklit etmelidir. (S. 146) Burada sadece (Taklit edebilir) denmiyor, (Etmelidir) buyuruluyor. Hâlbuki kendi mezhebinde bunun çaresi vardır. Karşı cinse dokunmuşsa, vasıtadan inince yeniden abdest alıp rahatça namazını kılar. Yeniden abdest almak bile harac kabul edildiği için, (Karşı cinse dokununca, abdesti bozmayan başka mezhebi taklit etmeli) buyuruluyor. Diyelim ki, bu Şâfiî olan kimse, otobüste veya alışverişte karşı cinse dokundu, sonra unutup namaz kıldı. Dokunduğunu hatırlayınca, (Ben bu namazı Hanefî veya Mâlikî’ye göre kıldım) dese yine sahih olur, çünkü S. Ebediyye’de deniyor ki: Kendi mezhebine uymayan işi yaptıktan sonra bile, taklit yapmak caiz olur. Mesela imam-ı Ebu Yusuf’a, Cuma’yı kıldıktan sonra, (Guslettiğin kuyuda fare ölüsü görüldü) dediler, (Şafii mezhebine göre guslümüz sahihtir) buyurdu. (S. 72) Dinimiz, mezhebimiz bunu bildirirken, kendi indî görüşünü senet kabul ederek, kitaptaki bilgilerin aksini söyleyip, sebepsiz yere Müslümanların işini zorlaştırmak doğru değildir. Parmağı kanayan kimse, Mâlikî’yi taklit etmeyen biri de olsa, hattâ guslü Mâlikî’ye uygun olmasa bile, yine bu kişi, Mâlikî’yi taklit ederek namazını kılabilir, çünkü kitapta buyuruluyor ki: 168 www.dinimizislam.com Bir iş yaparken, özrü hâsıl olup, bu işin kendi mezhebindeki şartlarından birine uyması güçleşen kimse, bu işi, dört mezhepten herhangi birinin şartlarına uyarak yapar. Bu ikinci mezhebin, bu iş için olan şartlarının hepsine uyması lazım olur. Bu şartlardan birine uyması zor olur, fakat kendi mezhebinde kolay olursa, bu işi yapması sahih olur. İki mezhep zaruri telfîk edilmiş olur. Kendi mezhebinde de zor olur ise, kendi mezhebindeki birinci şartı yapmaması caiz olur. Fakat Eshab-ı kiramdan birinin ictihadına göre caiz olabileceğini düşünmek iyi olur. (S. Ebediyye s. 445) Buradaki ifadeler dikkatlice okunur ve doğruluğuna inanılırsa, mesele rahatça çözülür. Elimiz kanıyor, Mâlikî’yi taklit ediyoruz, mesele kalmıyor. Mâlikî’nin şartlarını gözetemesek bile, parmağımız kanadığı halde, yine kendi mezhebimize göre namazı kılıyoruz. Kendi mezhebimizde de, zor bir durum varsa, yani hiçbir mezhepte çare yoksa, Eshab-ı kiramdan birinin ictihadı böyle olabilir diye düşünürsek yine namazımız sahih oluyor. Kendi mezhebimizde çaresi olduğu halde, başka mezhebi taklit etmekle ilgili hususları, S. Ebediyye’nin müellifi olan merhum hocamıza defalarca sormuştuk. Verilen cevaplardan üçü şöyledir: 1- Unutarak necasetli elbiseyle namaz kılan kimse, namazdan sonra hatırlarsa, bu namazı Maliki’ye göre kıldım derse, namazı sahih olur, çünkü Maliki’de, necaset namaza mani değildir. Yeniden namaz kılmak harac olduğu için caiz olur. 2- Bir kimse, unutarak 4–5 gün veya daha fazla mestlerine mesh ederek namaz kılsa, sonra hatırlasa, bunları kaza etmesi harac olur. Bu namazları Maliki’ye göre kıldım derse, namazları sahih olur, çünkü Maliki’de mestin mesh müddeti yoktur. 3- Özürlü olmayan, ama akıntısı olan kadın, abdestli durabilmesi için Maliki’yi taklit edebilir. Sırf abdestli durabilmek için, mezhep taklit edilmesi caizdir. S.Ebediyye’de başka mezhebi taklitle ilgili ifadelerden birkaçı: Hastalık veya ihtiyarlık sebebi ile yani zaruretle idrar kaçıran Hanefî’nin, tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, Mâlikî mezhebini taklit ederek, hemen özür sahibi olur, abdesti bozulmaz. (S. Ebediyye s. 148) [Görüldüğü gibi sadece hastaların değil, ihtiyarların bile taklit edebileceği bildiriliyor.] Tâbi olduğu mezhebe uyarak, bir işi yaparken, harac hâsıl olursa, bu iş, diğer üç mezhepten, harac bulunmayan birini taklit ederek yapılır. (S. Ebediyye s. 148) [Mesela eli kanayan, yarasını bantlayıp abdestini alır, Mâlikî’yi taklit ederek namazını kılar.] Namazda iken, teşehhüd miktarı oturmadan evvel, abdesti kendiliğinden bozulursa, hemen gidip tazeleyip, namazına devam edebilir ise de, baştan kılması efdaldir. Tekrar bozulursa veya abdest almak güç olursa, namaza 169 www.dinimizislam.com dururken Mâlikî mezhebini taklit eder. Maliki mezhebinde, hastaların, ihtiyarların namazları bozulmaz. (S. Ebediyye s. 233) [Sadece hastaların denmiyor ihtiyarların da deniyor, çünkü ihtiyarın abdest alması, namaz kılması zordur.] Harac bulunduğu zaman, başka mezhebi taklit etmek için, zaruret de bulunması şart değildir. (S. Ebediyye s. 145) [Mezhep taklidi için zaruret şart değil, harac, güçlük ihtiyaç olması yeterlidir.] Harac olunca, zaif rivayet ile amel olunur. (S. Ebediyye s. 148) Harac olduğu zaman zaif olan kavil ile amel etmek evladır. (İslam Ahlakı s. 513) [Harac olunca, zayıf kaville amel etmek caiz olmakla kalmıyor, evla olur buyuruluyor.] Hastalık veya ihtiyarlık sebebi ile yani zaruret ile idrar kaçıran Hanefî’nin, tekrar abdest alması, harac, zahmet olacağı için, bu kimse, Mâlikî mezhebini taklit ederek, hemen özür sahibi olur, abdesti bozulmaz. (S. Ebediyye s. 148) [Sadece hastaların değil, ihtiyarların bile taklit edebileceği bildiriliyor. Tekrar abdest almak harac, zahmet olduğu için mezhep taklidi yapması bildiriliyor.] İhtiyaç olduğu için hazırlanan karışımlardaki iki maddeden biri temiz ise ve necis olanın yerine temizini kullanmakta harac varsa, birinci kavle göre karışımın da temiz olacağı anlaşılmaktadır. İspirtolu ilaçlar, kolonya, mürekkep ve vernikler ve boyalar böyledir. (S. Ebediyye s. 152) [Kolonya kullanmak zaruret olmadığı halde, ihtiyaç olunca temiz oluyor.] İslam Ahlakı kitabındaki başka mezhebi taklitle ilgili birkaç ifade: Yapılan bir şeyin, bir farza mani olmasını veya haram işlemeye sebep olmasını önlemenin meşakkatli, güç olmasına harac denir. (İslam Ahlakı s. 214) [Mesela eli kanayan, namaz kılamaz, farza mani olur. Abdest alındığı halde hâlâ kanama devam ediyorsa, hattâ kan kesilse bile, yeniden abdest alınması harac olur. Harac olunca da mezhep taklidi caiz olur.] İnsanın yaptığı bir şeyden dolayı, âlimlerin bu sözlerine uymakta harac olursa, seçilmemiş, zayıf sözlerine uyulur. Buna uymakta da harac olursa, bu hüküm, başka mezhebi taklit ederek yapılır. (İslam Ahlakı s. 214) [Sözbirliği olan bir işi bile yapmakta güçlük olursa, zayıf kaville amel caiz oluyor. Zayıf kaville amel etmekte de harac olursa, bu işi caiz gören dört hak mezhepten birinin taklit edilerek yapılması bildiriliyor.] Kendi mezhebine göre, bir farzı yaparken veya bir haramdan sakınırken, harac hâsıl olursa, harac bulunmayan, başka bir mezhep taklit edilerek, bu haracdan kurtulmalıdır. Harac, bir işi zahmet ile yapmak veya hiç yapamamak demektir. Harac bulunmayan başka mezhep yoksa, haraca sebep olan şey, 170 www.dinimizislam.com zaruret ile mevcut ise, bu farzı yapmak veya haramdan sakınmak affolur. (İslam Ahlakı s. 268) [Eğer başka mezhebi taklit imkânı yoksa, yani o mezhep de bu işi caiz görmüyorsa, o işi de yapmak gerekiyorsa, o haramı işlemek veya farzı tehir etmek caiz oluyor.] Şarap, ispirto ve alkollü içkilerin hepsi kaba necasettir. Su ile toprak karıştırıldığı zaman, bu ikisinden biri temiz ise, meydana gelen çamurun temiz olacağı ve bu kavlin sahih olduğu ve fetvanın da böyle olduğu, Bahr kitabında ve İbni Abidin’de yazılıdır. Bu fetvanın zayıf olduğunu bildiren âlimler de varsa da, harac olduğu zaman, zayıf kavil ile amel olunacağı, İbni Abidin’de ve Hadika’da yazılıdır. Buna göre, bir ihtiyacı karşılamak için hazırlanan kolonya, vernik ve ispirtolu ilaçların ve boyaların, alkol ile karıştırılan maddeleri temiz ise, karışımların da temiz olacakları anlaşılmaktadır. (İslam Ahlakı s. 311) [Kolonya kullanmak zaruret olmadığı halde, ihtiyaç olunca temiz oluyor.] Mâlikî’yi taklit edenin, harac olunca, vitir namazını terk etmesi caiz olur. (İslam Ahlakı s. 211) [Vitir namazı vacibdir, muhakkak kılınması lazımdır. Mesela yolculukta, akşamla yatsıyı cem etmek caiz olunca, vitir cem edilemiyor. Gece kalkıp kılınmasında bir güçlük varsa, Mâlikî mezhebi taklit edilerek, vacib olan vitri terk etmek caiz oluyor.] Ruhsatlardan faydalanmak S. Ebediyye’de, taklit etmesi caizdir denmeyip (Taklit etmelidir) denmesi, dini hükümler zor gelip bıkkınlık hâsıl olmaması içindir. Harac yani bir ihtiyaç olunca mezhep taklidi yapılmalı. Yapmamak Sünnet’e aykırı olur. Necmüddin-i Gazzi hazretleri, (Şeytan insana, Allahü teâlânın bildirdiği kolaylıkları yaptırmaz. Bunun için ruhsatla amel etmelidir) buyuruyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de, (Allahü teâlâ, insanlara güç gelen şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor, çünkü insan zayıf, dayanıksız yaratılmıştır) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, emrettiği şeyler gibi, ruhsat verdiği şeyleri yapmanızı da sever.) [Beyheki] (Allahü teâlânın sevdiği şeyi yapmaktan niye kaçınılsın ki?) (Allahü teâlânın size verdiği kolaylık ve ruhsatlardan istifade edin!) [Buhari] (Bu emre niye uyulmaz ki?) (Ruhsatlardan istifade etmeyen, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani] (Mezhep taklidi bir ruhsatken, niye öyle çok günah işlemeye rıza gösterilir ki?) (Sünnetimi kabul etmeyen benden değildir) hadis-i şerifi de, (Ruhsat, izin verdiğim şeyleri kabul etmeyip, kendine sıkıntı veren sünnetime uymamış olur) demektir. (Müslim) Demek ki, Sünnet’e uyup, ruhsatlardan faydalanmalıdır. 171 www.dinimizislam.com Mezhep taklidi nasıl yapılır? Maliki mezhebini taklit Sual: Diş dolgusu, elde olmadan yel ve idrar kaçırma yani gelen yeli ve idrarı tutamama, kan irin gibi herhangi bir akıntı sebebiyle Maliki’yi taklit eden, nelere dikkat eder? CEVAP Maliki mezhebini taklit eden Hanefi, sadece gusülde, abdestte ve namazda, kendi mezhebinin şartlarına ilaveten Maliki’nin farzlarına uyup müfsitlerinden kaçar. Diğer hususları aynen Hanefi gibi yapar. Sünnet ve mekruhlarda kendi mezhebine uyar. Hanefi’den farklı olan durumlar şunlardır: 1- Gusülde niyet, muvalat ve delk farzdır. a) Gusül, abdest ve namaza başlarken niyette Maliki mezhebine uymaya niyet etmelidir. [Abdest aldıktan veya guslettikten yahut namaz kıldıktan sonra, Maliki’ye uymaya niyet etmediğini hatırlasa, (Bu abdesti veya guslü Maliki’ye göre aldım, namazı Maliki’ye göre kıldım) derse, yeniden abdest alması, gusletmesi veya namaz kılması gerekmez.] Niyet, gusle başlarken yapılır. Unutulursa gusülden sonra hatırladığı zaman niyet etmesi de sahihtir. Gusle başlarken cünüplükten temizlenmeye diye niyet edilir; cünüp olduğunu bilerek gusleden, zaten buna niyet etmiş demektir. Muvalat, uzuvları ara vermeden yıkamaktır. Delk, yıkanan yerleri el veya havlu ile hafif sıvazlamaktır. Dokunmak da delk yerine geçer. b) Gusülde saçı hilallemek, [saç arasına iki elin parmaklarını sokup çekmek] farzdır. [Hilallemek, tarakla da yapılabilir.] c) Kadın, gusülde, saçların dibine, yani başındaki deriye su ulaşabiliyorsa, saçındaki örgüyü çözmez. Yani, örülü saçın dibi ıslanınca, çözmeden örgünün üstünü ıslatmak yeterlidir. Saç dibi ıslanmazsa, örgüyü açmak gerekir. Örülmemiş saçların her tarafını da yıkamak farzdır. [Hanefi’de de böyledir.] d) Gusülde yıkamadık yer kaldığını bir ay sonra bile hatırlasa, yalnız orayı hemen yıkaması gerekir. Yıkamazsa guslü bâtıl olur. 2- Abdestte; niyet, muvalat, delk, başın tamamını meshetmek farzdır. Niyet; elleri, ağzı, burnu veya yüzü yıkarken yapılır. a) Abdestte kaşların ve kirpiklerin altındaki deriyi yıkamak, kulak arkasıyla saç arasındaki deriyi ve kulak memesi önündeki saç ve deriyi mesh farzdır. b) Altında deri görünen hafif sakalı mesh, kesif sakalı yıkamak farzdır. c) Kadın, saçının hepsini mesheder. Örülü saçını açmaz. Örgünün üstünden mesheder. 172 www.dinimizislam.com d) Ayak parmaklarını hilallemek müstehaptır. Abdest alırken el parmakları açılıp kapandığı için kendiliğinden delk meydana gelir. Ayrıca hilallemek gerekmez. Hilallemenin mahzuru olmaz. 3- a) Oğlana, hanımına veya yabancı kadına [Cildine veya saçlarına] şehvetle dokunan erkeğin, erkeklere şehvetle dokunan kadının abdesti bozulur. Şehvetsiz dokunursa abdest bozulmaz. [Kendi ön edep yerine, elinin içiyle veya parmak içleriyle dokunan erkeğin abdesti bozulur.] b) Kan, irin, sarı su hastalık sebebiyle çıkarsa, yel elde olmadan kaçarsa yani tutulamasa, idrar tutulamasa, bunlar abdesti bozmaz. Bunun gibi, kadınlardaki akıntı da abdesti bozmaz. c) Saç tıraşı olunca, tırnak kesilince abdest bozulmaz. Sakal tıraşı olunca bozar diyen âlimler de olduğu için, jiletle veya ustura ile sakal tıraşı olunca, abdest almak iyi olur. d) Abdesti bozulduğunu bilip, sonra abdest aldığında şüphe ederse, abdest alması gerekir. Abdest aldım mı almadım mı, abdestim bozuldu mu, bozulmadı mı diye şüphe edenin abdesti bozulmuş olur. Eğer, abdest aldığını ve bozulmadığını hatırlarsa abdesti bozulmuş olmaz. e) Hanefi’de, namazda iken uyumak abdesti bozmaz. Namaz dışında yan yatarak, bir şeye dayanarak uyumak abdesti bozar; fakat Maliki’de, uyku ağır değilse bozmaz. Ağır ise bozar. Mesela tehiyyatta uyuyup kalırsa abdesti bozulur; ama hafif şekilde uyusa, abdesti bozulmaz. 4- Teyemmüm, namaz vakti girdikten sonra yapılır. 5- a) Mestin üst ve altı tamamen meshedilir. Mesti, ayağı yıkamak meşakkatinden dolayı giymek sahih olmaz. Sünnete uymak veya soğuktan korunmak niyetiyle giymek gerekir. Hiç niyet etmeden giyse, sonra bu mesti sünnete uymak niyetiyle giydim dese yine niyeti sahih olur. b) Mest üzerinde hiç necaset olmaması gerekir, mestin temiz olması farzdır. c) Mest deri ve benzerinden olur, yünden olmaz. d) Maliki’de mestin mesh müddeti yoktur. Cünüp olana kadar çıkarmak gerekmez. Sadece Cuma günleri gusül için çıkarmak sünnettir. Maliki’yi taklit eden, 24 saatten fazla giyemez. Çünkü kendi mezhebi olan Hanefi’den çıkmış sayılmaz. 6- Namazda her rekatta Fatiha okumak, iki secde arasında oturmak, rükuda, secdelerde tumaninet, yani sakin durmak ve namaz sonunda selam vermek farzdır. [Cemaat, imam arkasında Fatiha okumaz. Aynı Hanefiler gibi yapılınca bu farzlar da yerine gelmiş olur.] 7- El üzerine secde sahih değildir. Şafii ve Hanbeli’de de böyledir. Hanefi’de tenzihen mekruhtur. 8- Fâsık veya bid’at ehli imama uymak sahih değildir. 9- Maliki’yi taklit eden, bir ihtiyaç olunca seferde Maliki’yi taklit ederek iki namazı cem edebilir. 173 www.dinimizislam.com 10- Seferde giriş çıkış günü hariç, 4 gün veya daha fazla kalmaya niyet eden mukimdir. 4 günden önce biteceğini sandığı işi için gittiği yerde, belki yarın giderim diye 18 günden çok kalınca mukim olur. 11- Seferde 10 gün kalan 15 günden az kaldığı için Hanefi’ye göre misafir sayılırsa da Maliki’ye göre mukim sayılır. Çünkü giriş-çıkış günleri hariç, 4 gün veya daha fazla kalmaya niyet eden Maliki’de mukim olur. 3 gün veya daha az kalırsa seferi olur. Eğer Hanefi’ye uyup, 3 günden fazla kaldığı yerde 2 rekat kılarsa, namaz sahih olmaz. Çünkü Maliki’de mukim olanın 4 rekat kılması farzdır. Hanefi’de ise seferde 4 rekat kılmak mekruhtur. Maliki farz dediği için farza uyulur, 4 rekat olarak kılınır. Giriş çıkış gününde ölçü imsak vaktidir. Gün, oruçta olduğu gibi imsak vaktinde başlar. Ertesi günü imsak vaktine kadar devam eder. Mesela, İstanbul’a imsak vaktinden sonra, sabah ezanı okunurken giren kimse, giriş günü olduğu için o günü saymaz. Eğer imsak vaktinden önce girerse, imsak vaktinden sonraki gün giriş günü olmaz. İmsak vaktinden sonra çıkarsa, o gün çıkış günüdür. Demek bir kimse, bir yere güneş doğarken girse, o gün giriş günü olduğu için hesaba katmaz. Üç gün kaldıktan sonra, dördüncü günü imsak vaktinden sonra, mesela güneş doğarken oradan çıksa, giriş-çıkış günleri sayılmadığı için o kimse, üç gün o yerde kalmıştır ve seferidir. (Menahic-ül- ibad) 80 km’lik mesafeye gidince Maliki’de seferi olursa da, Hanefi’de seferi olmaz. Burada Maliki’ye uyup 2 rekat kılınırsa, Hanefi’ye göre namaz sahih olmaz, 4 rekat kılması farzdır. Bir mezhebi taklit, kendi mezhebinden çıkıp, o mezhebe girmek demek değildir. O mezhepteki taklit edilen meselenin yalnız farzlarına ve müfsitlerine uyulur. Hanefi’de sünnet olan bir şey, Maliki’de mekruh olsa da yapılır. Mesela: a) Hanefi mezhebinde, namaz kılarken, Fatihadan önce, E’uzü Besmele çekmek sünnet, Maliki’de mekruhtur. Maliki’yi taklit eden, E’uzü Besmele okur. b) Maliki’de Sübhaneke okumak mekruh, Hanefi’de sünnettir. Maliki’yi taklit eden Sübhaneke okur. c) Bir kadının muayyen hâli 13 gün devam ediyorsa, bu kadının Hanefi’ye göre 10 günden sonrakiler özür olduğu için gusledip namazlarını kılar. Maliki’de, muayyen hâl 15 güne kadardır. 15 güne kadar kan kesilmeden namaz kılamaz. Böyle kadın, 15 güne kadar kan kesilmezse, bekler. 16. günü gusledip namaza başlar. Hanefi’nin farz dediği 10 günden sonrakileri de kaza eder. Nifastaki durum da aynıdır. Yani Maliki’ye göre nifas olup da Hanefi’ye göre nifas olmayan günlerde kılınamayan namazlar sonradan kaza edilir. Böylece her iki mezhebin farzlarına uyulmuş, müfsitlerinden kaçılmış olur. Hayz ve nifasın durumu 1- Hayzın en azı yoktur. Bir damla gelse de hayz kabul edilir. En çoğu ise 15 gündür. 15 günden fazla gelirse istihaza olur. [Hanefi’de hayzın en azı 3, en çoğu 10 gündür. Bundan azı veya çoğu istihazadır.] 174 www.dinimizislam.com 2- İkinci hayzın olabilmesi için, aradan en az 15 gün geçmesi gerekir. 15 gün geçmeden kan gelirse, bu hayz değildir, istihazadır [özürdür], burundan gelen kan gibidir. Gusletmeden namaz kılınır. 3- Ayiseden gelen kan hayz olmaz, istihaza olur. Ayise yaşı Maliki’de 70, Hanefi’de 55'tir. 4- Hamileden ve doğumdan önce gelen kan hayzdır. [Hanefi’de istihazadır.] 5- Sezaryenle, yani karın yarılarak çocuk alınınca gelen kan nifas olmaz. [Hanefi’de nifas olur.] 6- Nifasın azami müddeti 60 gündür. [Hanefi’de 40 gündür.] 7- Nifas görürken, 15 gün hiç kan gelmese, artık temizlenmiş olur. Bu 15 günlük temizlikten sonra tekrar kan gelirse, bu kan nifas değil, hayz kanıdır. 8- Nifas kanamaları arasındaki temizlik günleri 15 günden az olursa nifas sayılır. Aradaki temizlik günleri hesaptan düşülerek kanama günleri toplanıp 60 günü bulursa, bu durumda kadının nifası sona ermiş olur. Mesela 20 gün kan, 7 gün temiz, sonra 17 gün kan, 10 gün temiz, tekrar 23 gün kan görürse, kan görülen günler toplamı 60 ı bulduğu için, nifası sona ermiş demektir. 15 gün geçmeden yine kan gelirse istihaza olur. 15 gün geçtikten sonra gelirse hayz olur. Maliki’yi taklit ile ilgili okuyucu sualleri Sual: Tam İlmihal’de (Abdestte, kulak memesi hizasındaki deri ve saçlar, Hanefi’de yüzdendir. Yıkamak farzdır. Maliki’de baştandır, meshetmek farzdır) deniyor. Kulağı da mesh etmek farz mıdır? CEVAP Abdestte, kulak ile saç arasında kalan arkadaki ve üsteki saçsız deriyi ve kulak memesi önündeki saç ve deriyi mesh farzdır. Yüz yıkanırken zaten kulak memesi hizasındaki deri yıkanmış oluyor. Yıkamak mesh yerine de geçer. Ayrıca mesh etmek gerekmez. Baş mesh edilirken de eller kulaklara kadar götürülünce saçlı deri ile birlikte kulağın arkasındaki ve üstündeki saçsız deri de mesh edilmiş olur. Yani kulağın kendisini mesh etmek farz değildir. Yukarıda belirtilen şekilde, üstteki ve yanlardaki saç ile kulak arasındaki saçsız deriyi mesh farzdır. Kan abdesti bozar mı? Sual: Bir yerim kanadığında abdestim bozulmuyor mu? CEVAP Elimizi bıçak kesse, kan çıksa abdestimiz bozulur, fakat bundan sonra o yaralı yerden kan çıksa artık abdestimiz bozulmuş olmaz. İlk çıkan kan bozar ondan sonrakiler Maliki’yi taklit edenin abdestini bozmaz. İlk defa sözünü yanlış anlamamalı! Elin kesildi kan çıktı abdest bozuldu, ondan sonra oradaki yaradan yani aynı yaradan çıkan kan ve irinler abdesti bozmaz. Ama öteki elini 175 www.dinimizislam.com bıçak kesince yine abdestin bozulur, oradan da sonraki çıkanlar abdesti bozmaz. Yani hastalık sebebiyle gelen kan, irin, yel, idrar vesaire abdesti bozmaz. Durup dururken burnumuz kanasa semavi özür olduğu için abdestimiz bozulmuş olmaz. Elde olmadan yellenmek yani gelen yeli tutamamak, elde olmadan idrar kaçırmak gibi semavi özürler Maliki’de abdesti bozmaz. Semavi özürle abdestin bozulması Sual: Maliki'de semavi özürler abdesti bozmaz mı? CEVAP Evet bozmaz. O anda özür sahibi olur. Namazına devam eder. Semavi özürler, yani insanın elinde olmadan hâsıl olan şeyler, Maliki'de abdesti bozmaz. Mesela namazda ishali dışarı çıksa, çıbanından veya yarasından kan aksa, kulağından irin aksa, makattan solucan çıksa, prostat hastasından idrar damlasa, kadınlardan akıntı çıksa, basurdan kan çıksa, elinde olmadan yel kaçsa yani gelen yeli tutamasa, ağız dolusu kussa, bunlar semavi özür oldukları için, hiçbirisi Maliki'de abdesti bozmaz. Abdesti bozulmadığı için namazına devam eder. Böyle bir kimsenin ayağını bıçak kesip kan çıksa, abdesti bozuluyor, çünkü bu semavi özür değildir. Ama, ondan sonra ayağı yara olduğu için, artık o yaradan çıkan kan veya irin abdestini bozmaz. Olgunlaşmış çıbanın patlaması da semavi özürdür. Durup dururken burnun kanaması da semavi özürdür. İdrar tutamamak, ishale mani olamamak gibi şeyler semavi özür olur, Maliki'yi taklit eden Hanefi'nin abdestini bozmaz. Soğuktan el veya dudak yarılıp kanarsa Maliki'yi taklit edenin abdestini bozmaz. Yani semavi sebepler bozmaz. Teyemmüm Sual: Maliki’yi taklit eden için teyemmümde farklılık var mı? CEVAP Teyemmümde farklılık yoktur. Sadece vâkit girdikten sonra teyemmüm yapılır ve her vâkit namaz için yeniden teyemmüm etmesi lazım olur. Yıkanmadık yer görülse Sual: Maliki’yi taklit eden, abdest alıp namaz kıldıktan bir ay sonra, elinde yağlı boya görse, boyayı kazıyıp yıkasa, kıldığı namaz ve abdesti sahih mi? CEVAP Evet sahihtir. Muvalat nedir? Sual: Maliki mezhebinde farz olan muvalat nedir? CEVAP Muvalat, her uzvu, birbiri arkasından ara vermeden, acele olarak yıkamaktır. Başka bir ifade ile, normal şartlar altında, bir önce yıkadığı uzuv kuruyacak kadar ara vermemektir. 176 www.dinimizislam.com Çok kısa zamanda yapılan bir iş, muvalata engel olmaz. Mesela, abdest alırken kapıdan biri girse, gelenin kim olduğuna bakılsa, muvalata mani olmaz. Musluktan su kesilse, kovadaki suyu almak veya bitişik odadaki musluğa gidip, o musluktan abdest almak, muvalatı engellemez. Sağ ayağı yıkadıktan sonra, kolayca giren bir çorabı hemen giyerek, öteki ayağı yıkamaya başlamak da muvalata mani olmaz. Yavaşça giyerse, normal şartlarda, bir uzuv kuruyacak kadar ara verilirse, muvalata mani olur. Abdest alırken çorabın birisini veya ikisini çıkarmak muvalata mani olmaz. Uzuvların kuruyup kurumaması mutlak ölçü değildir. Çünkü sıcak ve rüzgarlı havada, uzuvlar hemen kuruyabilir. Yahut soğuk ve rüzgarsız bir yerde, uzuvlar geç kuruyabilir. Uzuvlar kurumadı diye, başka bir iş yapmak muvalata mani olur. Hararetli vücutta, uzuv tez kuruyabilir. Demek ki, kuruyup kurumaması kesin ölçü değildir. İbni Âbidin hazretleri de, Hanefi'ye göre muvalatı anlatırken, (Toprakla teyemmüm ederken de, su ile yıkamak olmadığı halde, normal şartlarda bir uzuv kuruyacak kadar ara vermek muvalata manidir) buyuruyor. Diş çektirmek Sual: Bugün öğleye doğru dişimi çektirdim, çektirdikten sonra diş etinde kanamalar devam ediyor. Maliki'yi taklit ediyorum. Öğleyi kaçırmamak için, abdest aldım namazımı kıldım. Ve kanama hâlâ devam ediyor. Kıldığım öğle namazının kazasını kılmam gerekir değil mi? CEVAP Abdestiniz bile bozulmamıştır. O abdestle ikindiyi de akşamı da kılabilirsiniz. Tabii abdesti bozan başka bir şey olmamışsa. Kanamak Maliki’de abdesti bozmaz. Namazı kaza etmeniz gerekmez. Niyeti unutmak Sual: Maliki mezhebini taklit eden bir kişi namaz, gusül ve abdestte “Maliki mezhebine uymaya'' niyetini unutursa ne yapmalı? CEVAP Bir gün sonra hatırlarsa bir gün sonra eder, üç gün sonra hatırlarsa üç gün sonra eder, üç ay sonra hatırlarsa üç ay sonra eder. Asrı evvelde kılmak Sual: Maliki’yi taklit eden, zaruri sebeplerle, mesela unutarak öğleyi asrı evvele kadar kılamazsa, tekrar Hanefi’yi taklit edip öğleyi asr-ı evvelde kılması caiz mi? CEVAP Evet caizdir, çünkü bir ihtiyaç hasıl olmuştur. Keyfi olarak geciktirmesi caiz olmaz. İkindiyi asrı sanide kılmak Sual: Hanefi’nin ikindiyi asr-ı sanide kılması iyi olduğuna göre Maliki’yi taklit eden de kılabilir mi? 177 www.dinimizislam.com CEVAP Maliki’yi taklit edenin de ikindiyi asr-ı sanide kılması iyi olur. Bir mahzuru olmaz. Harac olmadan öğleyi asr-ı evvelde kılamaz. Şehvetsiz öpmek Sual: Maliki’yi taklit eden bir kimse, eşini şehvetle veya şehvetsiz öpünce abdesti bozulur mu? CEVAP Şehvetle öperse bozulur, veda öpüşü denilen öpüşle öperse bozulmaz. Genelde insan kendi eşine karşı fazla şehvet duymaz, yani öpmekle hemen şehvetlenmez. Ama şehvetlenmiş ise abdesti bozulur. Hanefi’de şehvetlense de bozmaz. Kanlı çamaşırla namaz Sual: Maliki'yi taklit eden, basurundan kan aktığı için çamaşırında fazla kan bulaşmış iken namaz kılsa, caiz olur mu? CEVAP Evet. Çünkü temizlemek zordur. Namazda çıbanın patlaması Sual: Maliki mezhebini taklit ediyorum. Namaz kılarken çıbanım patladı. Namazda iken bunu hissettim. Namazdan sonra baktım ki kan ve irin el ayasından daha çok yere yayılmış. Abdestim bozuldu mu, namazım sahih oldu mu? CEVAP Abdest bozulmadığı gibi, namaz da sahih olmuştur. Namazdan önce olsaydı, yine abdestinizi bozmazdı ancak imkan ve vâkit varsa çamaşırı değiştirmek gerekirdi, çünkü kendi mezhebimizden çıkmış değiliz. Buna da imkan yoksa, o hâliyle kılmakta mahzur yoktur. Eli hilallemek Sual: Maliki'de abdestte veya gusülde el parmaklarının arasını hilallemek de farzdır. Bu farz sadece parmaklarımızı açıp kapatmakla yerine gelir mi? Çünkü kendiliğinden iki parmak birbirine dokunuyor. CEVAP Evet açıp kapatmakla yerine gelir. Ayrıca hilallemek gerekmez. Örülü saçları açmak Sual: Maliki’yi taklit eden kadın, abdestte ve gusülde, örülü saçını çözmesi gerekir mi? CEVAP Maliki’de, kadının, abdestte örülü saçını açması gerekmez. Örgünün üstünden hepsini mesh eder. Gusülde de saçların dibine, yani başındaki deriye su ulaşabiliyorsa, örgüyü çözmek yine gerekmez. Hanefi’de de böyledir. Yani kadınlar, örülü saçın diplerini ıslatınca, örgüyü yıkamak lazım değildir. 178 www.dinimizislam.com Saç dipleri ıslanmazsa, örgüyü açmak lazım olur. Örülmemiş saçların her tarafını da yıkamak farzdır. Maliki’de guslederken saçları hilallemek de gerekir. Hamilelikte gelen kan Sual: Maliki'yi taklit eden gebe kadından gelen kan hayz mıdır? CEVAP Evet hayzdır. Maliki'de, gebeliğin ilk iki ayında hayzın azami müddeti 15 gündür. İki ayından altı ayına kadar 20, altı aydan doğuma kadar 30 gündür. Çeşitli sualler: Sual: Tam İlmihalde, (Maliki’de abdeste başlarken niyet şarttır) deniyor. Gusül bahsinde ise, Abdeste başlarken veya yüzü yıkarken niyet farzdır) deniyor. İslam Ahlakı kitabında ise, (Elleri yıkarken farzdır) deniyor. Ne zaman niyet etmek gerekiyor? CEVAP Abdest başlarken niyet etmek demek, yüzün yıkanması bitene kadar niyet edilir demektir. Yani niyet; elleri yıkarken de olur, ağzı, burnu veya yüzü yıkarken de olur. Yüz yıkandıktan sonra olmaz. Eğer unutulur da abdestten sonra, ne kadar zaman geçerse geçsin hatırlanırsa, hemen bu abdesti Maliki'ye göre aldım demekle abdest sahih olur. Yani böyle niyet unutulan namazı da kaza etmek gerekmez. Sual: Maliki mezhebini taklit eden biri yellense, abdesti bozulmaz mı? CEVAP Yellenmek Maliki mezhebinde de abdesti bozar. Ancak, yel kaçıran, yani yelini tutamayan özürlü olduğu için onun abdestini bozmaz. Yoksa yellenmek her zaman abdesti bozar. Sual: Maliki’yi taklit eden, yanlışlıkla kollarını yıkamadan önce başını mesh ediyor, sonra abdestin devamında hatırlayınca, kollarını yıkasa abdesti sahih mi? CEVAP Sahihtir. Çünkü Maliki’de sıra ile yıkamak şart değildir. Sual: Hanefi’de, gusül ve namaz abdestinde bir yerin yıkanması unutulursa sonradan yıkanabiliyor. Maliki’de peş peşe yıkamak farz olduğuna göre aynı durum Maliki’de de geçerli midir? CEVAP Hatırlayınca geciktirmeden yıkanırsa Maliki’de de sahih olur. Sual: Maliki’yi taklit edenin tükürükten fazla olan kanı abdestini bozar mı? CEVAP Ağızdaki bir yara veya hastalıktan dolayı kan ne kadar çok çıkarsa çıksın Maliki’yi taklit edenin abdestini bozmaz. Sual: Maliki’yi taklit ediyorum, Hanefi’de bir şey abdestimi bozmazken, Maliki’de bozsa ne olacak veya Hanefi’de bozup, Maliki’de bozmuyorsa nasıl hareket edeceğiz? 179 www.dinimizislam.com CEVAP Kendi mezhebinde bozan şey abdesti bozar. Taklit ettiği mezhepte de bozan şey yine abdesti bozar. Taklit ettiğimiz mezhebin sadece farzlarına uyup, müfsitlerinden kaçacağız. Kendi mezhebimizin ise, tamamına uyacağız. Semavi özürler, elde olmayan durumlar ayrı. Sual: Maliki’de, guslederken saçı hilallemek, parmakları tarak gibi geçirmek mi? CEVAP Evet. Sual: Maliki’de çok sık sakalın altındaki deriyi yıkamak farz mı? CEVAP Sadece sakalı yıkamak farzdır. Sual: Hanefi’ye uygun kaplama mesh, Maliki’ye de uygun mu? CEVAP Evet. Sual: Maliki’de, kadın da, erkek gibi mi kaplama mesh yapar? CEVAP Evet. Sual: Maliki’yi taklit eden kadının kaplama meshte, sarkan saçlarını mesh etmesi gerekir mi? CEVAP Evet. Sual: Maliki’yi taklit eden bir bayanım. Saçlarım uzun, nasıl mesh edeceğim? CEVAP İki elinizi başınızın yanlarından aşağı doğru çekerken başı geçince saçlarınızı kavrayıp aşağı doğru çekerseniz mesh tamam olur. İsterse saçlarınız ayaklarınıza kadar uzun olsun fark etmez. Elin değmesi önemli, su ile ıslanması değil, ıslak el ile değmek yeterli. Sual: Maliki mezhebini taklit ediyorum. Abdestsiz iken bir yerimiz kesilse ve daha sonra abdest aldığımızda kesilen yerden çıkan kan ve sarı su abdesti bozar mı? CEVAP Bozulmuş olmaz. Sual: Namaz abdesti aldıktan sonra ıslak ayakla halıya bassak, daha sonra aynı yere çorapla bassak, çorap ıslansa, çoraptaki bu ıslaklık necaset olur mu? CEVAP Hanefi’de de, Maliki’de de necis olmaz. Sual: Maliki’yi taklit ediyorum, bebeğimin altını değiştirirken, bebeğin avret yerlerine dokununca, abdestim bozulur mu? CEVAP 180 www.dinimizislam.com Maliki’de bozulmaz. Şafii’de bozulur. Sual: Maliki’de kadınlarla tokalaşınca abdestim bozuluyor mu? CEVAP Şehvet duyulmazsa bozulmaz, şehvetlenir iseniz bozulur. Sual: Basurum var. Kanama oluyor, çamaşırım kirleniyor. Abdestli durmamın bir kolayı yok mu? CEVAP Kolayı var. Maliki mezhebini bu konuda taklit ederseniz, basurdan akan kan, abdesti bozmadığı gibi, necis de sayılmaz. Yani namaz içinde kan gelse, hem abdestiniz bozulmaz, hem de çamaşırı kirleten kan, necis sayılmadığı için o hâliyle kılabilirsiniz. Sual: Bir özürden dolayı Maliki’yi taklit ediyorum. Basur, yara, mantar gibi rahatsızlıklarım da var. Üstüm başım kan ve irinli iken namaz kılmamda mahzur var mıdır? CEVAP Kolayca temizleme imkanı varken, namaza mani necaset miktarı varsa, namaz sahih olmaz. Çünkü Hanefî mezhebinden çıkmış değiliz. Eğer kirlenen elbisemizi kolayca değiştirme imkânı yoksa, o zaman Mâlikî’ ye göre kılmak caiz olur. Sual: Basurdan dolayı Maliki’yi taklit ediyorum. Bu arada, idrar tutamamak, yaradan irin akması, burun kanaması, elde olmadan yel kaçırmak yani gelen yeli tutamamak gibi başka özürler de çıksa, her yeni özür için Maliki’yi ayrı ayrı taklit etmem gerekiyor mu? CEVAP Her özür için ayrı niyet gerekmez. Özürlerin hepsini hatırlayıp, (Bunlar Maliki’de abdesti bozmaz) diye düşünerek hepsi için bir niyet yeter. Niyeti unutursa, sonradan yani ne zaman hatırlarsa o zaman niyet etse de olur. Sual: Bir akıntıdan dolayı Maliki’yi taklit ediyorum. Maliki’de ağzın içini yıkamak farz değil diye, gusülde ağız içi yıkanmasa mahzuru olur mu? CEVAP Evet, gusül sahih olmaz, çünkü Hanefi’den çıkmadığımız için, ağzın içini yıkamak farzdır. Sual: Şafii mezhebinde olan bir arkadaş basur rahatsızlığı yüzünden Maliki’yi taklit etmek istiyor. Nasıl yapması lazım? CEVAP Aynen Hanefilerin yaptığı gibi taklit eder. Sual: Şafi mezhebinde sabah namazında Kunut duası okunur. Maliki mezhebini taklit eden Şafii de okuyacak mı? CEVAP Elbette okuyacak, çünkü kendi mezhebinden çıkmış olmuyor ki. 181 www.dinimizislam.com Sual: Bazen imamlık yapıyorum. Diş dolgusundan ve hastalıktan dolayı Maliki'yi taklit ediyorum. Cemaatte her mezhepten insan varken de, bunlara imam olmam caiz mi? CEVAP Evet. Sual: Herhangi bir akıntı, mesela kadınların akıntısı, Maliki’yi taklit edenin abdestini bozar mı? Peddeki akıntı bulaşığı ile namaz kılmak caiz olur mu? CEVAP Akıntı Maliki’yi taklit edenin abdestini bozmaz. Ped kirlense de namaza mani olmaz. Ama namaza dururken çıkarıp temizini koymak daha iyi olur. Sual: Maliki mezhebini taklit ediyoruz. Maliki’deki farzlara uymamız gerekir. Namazda selam vermek Maliki’de farzdır. Secde-i sehv yaparken selam verince namaz bitmiyor mu? Yani selam vermeden mi secde-i sehv yapmamız gerekiyor? CEVAP Selam verirken namazdan çıkmaya niyet edilir. Secde-i sehv yaparken namazdan çıkmaya niyet edilmiş olmaz. Onun için secde-i sehv yaparken bir tarafa da, hatta iki tarafa da selam verilse mahzuru olmaz. Sual: Şafii, pazarda abdest bozulmasın diye, Hanefi’yi taklit edip kadına dokunmuşsa, namaz kılarken Hanefi’nin şartlarına uyar mı? CEVAP Elbet uyması gerekir. Sual: Annem dolgusu sebebiyle Maliki’yi taklit ediyor. Ancak abdestte niyet ettiği halde, namazda Maliki’ye uymayı kalbinden geçirmeyi unutuyormuş. Unutan, daha sonra kalbinden geçirince olur yazıyor. Bu bir namaz için mi, yoksa daha önce kılınan diğer namazlar için de geçerli mi? CEVAP Hepsine birden şimdi niyet etse, yani bundan önceki namazlarımı Maliki’ye göre kıldım dese geçerlidir. Sual: Maliki mezhebini taklit eden Hanefi, zammı surelerde besmele çeker mi? CEVAP Çekmenin mahzuru olmaz. Sual: Abdestte Maliki’ye göre baştaki saçı hilallemek gerekiyor mu? CEVAP Abdestte hilallemek gerekmiyor, sadece mesh gerekiyor. Sual: Maliki’de muvalat için, uzuvları birbiri ardına çabuk çabuk yıkamaya ek olarak bir uzvu da hızlı yıkamak lazım mı? CEVAP Her zamanki gibi normal almalı, hızlı yıkamak şartı yok. Abdest alırken başka işle meşgul olmama şartı var. Sual: Şafii ve Maliki’de el ayasına parmakların araları dahil mi? 182 www.dinimizislam.com CEVAP Dahil değildir. Sual: Elektrikli makine ile sakal tıraşı olmak, Maliki’de abdesti bozar mı? CEVAP Jilet gibi, ustura gibidir. Bir kavle göre bozar. Sual: Muvalatın tarifi nasıldır? CEVAP Muvalat başka işle uğraşmadan abdestle meşgul olmak demektir. Sual: Maliki mezhebini taklit eden bir kadın, kulağındaki küpeleri çıkarmadan, oynatarak aldığı normal ve gusül abdesti caiz olur mu? CEVAP Elbette. Küpe olmasa da mahzuru olmaz. Kadınlar bunu bilmiyor, yani küpe olmasa da delik kapansa da veya kapanmasa da eli değdirmek yeterlidir. Sual: Kadın, akıntısı için, Maliki’yi taklit eder mi? CEVAP Evet. Sual: Maliki’ye göre guslederken ön avret yerine el dokununca abdest bozuluyor. Abdest bozulunca gusle yeniden mi başlamak gerekiyor? CEVAP Hanefi’de de Maliki’de de guslederken herhangi bir şekilde abdest bozulunca yeniden başlanmaz. Abdest bozulunca, sadece o gusül abdesti ile namaz kılınmaz. Abdest bozulduğu için namaz kılabilmek için yeniden abdest almak gerekir. Maliki’yi taklit eden, gusle başlarken önce iki edep yerini yıkar. Sonra namaz abdesti alır ve gusleder. O gusül abdesti ile namazını kılar. Sual: Mukim iken, iki namazı cem etmek gerektiği zaman, Maliki mezhebini taklit eden kimse, Hanbeli'ye göre, nasıl niyet eder? CEVAP Her iki mezhebe uyduğuna niyet eder. Mesela, öğle ile ikindiyi, öğle vaktinde cem ederken, öğleyi kılarken (Öğleyi, ikindi ile öğle vaktinde cem etmeye, Hanbeli ve Maliki mezhebine uymaya) diye niyet edilir. İkindiyi kılarken de, (İkindiyi, öğle ile, öğle vaktinde cem etmeye, Hanbeli ve Maliki mezhebine uymaya) diye niyet edilir. İkindi vaktinde öğleyi kılarken, (Öğleyi, ikindi ile ikindi vaktinde cem etmeye, Hanbeli ve Maliki mezhebine uymaya) diye niyet edilir. İkindiyi, ikindi vaktinde kılarken de, (İkindiyi, öğle ile ikindi vaktinde cem etmeye, Hanbeli ve Maliki mezhebine uymaya) diye niyet edilir. Akşam ile yatsı cem edilirken de aynı şekilde akşam ve yatsı denilerek aynı şekilde niyet edilir. Sual: Maliki’de, erkeğin elinin neresi nereye değerse abdesti bozar? CEVAP Kendi ön edep yerine, avuç ve parmak içleriyle çıplak olarak dokunan erkeğin abdesti bozulur. 183 www.dinimizislam.com Sual: Malikiyi taklid eden Hanefi bir kadın, abdestte başını mesh ederken, örgüyü açması ve saçındaki tokayı çıkarması gerekir mi? CEVAP Maliki’de başın tamamını mesh etmek gerektiği için tokayı çıkarması gerekir, fakat örgüsünü çözmesi gerekmez. Sual: Diş dolgusu sebebiyle Maliki mezhebini taklit ediyorum, abdestte başın tamamını mesh edince, rahatsızlığımdan dolayı, hastalığım artıyor, ağrıya da sebep oluyor, bunun bir çaresi yok mu? CEVAP Dolgu için, Şafii mezhebi taklit edilirse, Maliki’de olduğu gibi, başın tamamını mesh etmek gerekmez. Bir parmakla dokunmak, mesh için yeterlidir; fakat Hanefi’den çıkılmadığı için, dörtte birini mesh etmelidir. Maliki’de abdestte niyetin vakti Sual: Maliki’de abdestte niyetin ilk ve son vakti ne zamandır? CEVAP Elleri yıkarken, ağza veya burna su verirken veya yüzü yıkarken de niyet edilebilir. Unutulursa, ne zaman hatırlanırsa o zaman niyet edilirse, abdest sahih olur. Gusülde de böyledir, yani gusle başlarken niyet etmeyi unutan, gusülden sonra ne zaman hatırlarsa, bir saat sonra veya bir gün yahut bir ay sonra hatırlasa, hatırladığı zaman niyet ederse niyeti sahih olur. Maliki’de vitir Sual: Maliki mezhebinde, kaza borcu olanın sünnet kılması haramdır. Maliki’de vitir namazı, vacib değil sünnet olduğu için, Maliki’yi taklit eden Hanefi’nin, vitir yerine de kaza kılması gerekmez mi? CEVAP Hayır. Hanefi’de vitir vacibdir. Maliki’yi taklit eden, vitir namazını da vacib niyetiyle kılar. Başka bir mezhebi taklit eden, kendi mezhebinden çıkmış sayılmaz. Kendi mezhebinin her şeyine, taklit ettiği mezhebinse, sadece farzlarına ve müfsidlerine yani ibadeti bozan hususlarına uyar. Sual: Dişimde dolgu olduğu için Maliki mezhebini taklit ediyordum. Şimdi dolgumu çektirdim. Maliki mezhebini taklit etmem gerekir mi? CEVAP Gerekmez. Dolgu gitti, taklit de bitti. Bunun gibi, cünüp olma ihtimali kalmayan ihtiyar bir dul kadın, diş dolgusu yaptırırsa, Maliki mezhebini taklit etmesi gerekmez. Akıl baliğ olmamış çocukların da taklid etmesi gerekmez. Ama alışmaları için taklit etmelerinde mahzur olmaz. Çünkü diş dolgusu olmasa da, her zaman, imkân nispetinde dört mezhebin şartlarına da uymaya çalışmak iyi olur. Kendi mezhebinde mekruh olmayan bir şey, başka mezhepte farz ise, bunu yapmak da müstehab olur. 184 www.dinimizislam.com Malikide abdest alırken, niyet, uzuvlarını ovmak, peş peşe yıkamak, başın tamamını mesh etmek farzdır. Şafiide ise sıra ile yıkamak da farzdır. Hanbeli’de Besmele çekmek de farzdır. Bunlar uygulanırsa dört mezhebe uygun abdest alınmış olur. Mezhep taklidinin lüzumu Sual: Diş dolgusu olan, Maliki mezhebini taklit ederek gusledince, guslü sahih olduğuna göre, bu sahih gusülle abdest alıp namaz kılamaz mı? Niye abdestte ve namazda da taklit etmek gerekiyor? CEVAP Gusül, abdest ve namaz, birbirine bağlıdır. Bunlardan biri yoksa namazı sahih olmaz. Eğer abdestte Maliki’nin farz ve müfsitlerine uymamışsa, sadece Hanefi’ye uymuşsa, böyle abdestle kılınan namaz, Maliki’ye göre de, Hanefi’ye göre de sahih olmaz. Maliki’ye göre abdesti yok, Hanefi’ye göre de guslü yoktur. Bir mezhebe göre, üçü de sahih olmalıdır. Din kitaplarımızda da bu husus şöyle bildirilmiştir: 1– Bir işi bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahih olması için koyduğu şartların hepsini yapması gerekir. Bunlardan biri yapılmazsa, bu iş sahih olmaz. (Hulasat-üt-tahkik) 2– Bir işi bir mezhebe göre yaparken, başka bir mezhebi de taklit etmek gerekiyorsa, iki mezhepte de batıl olacak bir şey yapmamak şarttır. Abdestte, Şafii mezhebini taklit ederek, uzuvlarını ovmayan kimse, kadına eli değince, Maliki’ye göre abdest bozulmaz diyerek namaz kılsa, bu namazı batıl olur; çünkü kadına dokunduğu için Şafii’ye göre, uzuvlarını ovmadığı için de Maliki’ye göre abdesti sahih değildir. (Tahrir) 3– Bir iş için, başka mezhep taklit edildiği zaman, o mezhebin bu iş için koyduğu şartların hepsine uymak gerekir. Bu şartlardan biri eksikse, ibadet sahih olmaz; çünkü meşakkat olunca, mezheplerin kolaylıklarını yapmak, zaruret olmadıkça, ancak bütün şartları yerine getirmekle caiz olur. (Mizan-ül-kübra) Maliki’de teyemmüm Sual: Abdest için teyemmüm ederken, ağza ve burna su vermek gerekmediğine göre, Maliki’yi taklit eden, abdest için teyemmüm ederken, Maliki’yi taklit etmesi gerekir mi? CEVAP Evet, gerekir. Abdestte de, ağza ve burna su vermek, farz değil sünnettir; fakat abdestin sahih olması gusle bağlıdır. Guslü sahih olmayanın, abdesti de sahih olmaz. Bundan dolayı, gusülde taklit edenin, abdestte de, teyemmümde de, Maliki’yi taklit etmesi gerekir. Zaten Maliki’de, teyemmüm için fazla farklı bir şey de yoktur. Maliki’de sadece, namaz vakti çıkınca teyemmüm bozulur, 185 www.dinimizislam.com her namaz vaktinde teyemmüm etmek şarttır. Vakit girmeden yapılan teyemmüm, Maliki’de sahih olmaz. Sual: Maliki’yi taklit ediyorum. Namaz abdesti almadan, avret yerimi yıkayıp Maliki’ye uygun gusletsem, sahih olur mu ve o gusül ile namaz kılabilir miyim? CEVAP Evet, namaz kılabilirsiniz. Önce avret yerini yıkamak gusle de, namaz abdestine de mani değildir. Avret yeri yıkandıktan sonra vücut yıkandığı için, o gusül ile namaz kılınır. Maliki taklit edildiğine göre, vücut delk edilerek zaten yıkanıyor. Namaz abdestinde de zaten öyle yıkanıyor. Farklı bir şey yok. Namaz abdesti alınmazsa, sünnete uygun gusledilmemiş olursa da, o gusülle yine namaz kılınabilir. Sual: Maliki’de, yüzümüzdeki favoriler, saçtan kabul edildiği için mesh etmek gerekiyor. Hanefi’de ise yüzden kabul edildiği için yıkanıyor. Yıkamak mesh yerine geçer mi? Maliki’de tertip farz mı? CEVAP Evet, yıkamak mesh yerine geçer. Yıkanınca artık mesh gerekmez. Maliki’de tertip yani sıra ile yıkamak farz değildir. Şafii mezhebinde farzdır. Maliki’de abdestin bozulması Sual: Maliki’de karşı cinse şehvetle dokununca abdest bozulur deniyor. Şehvetsiz dokunur da şehvet hâsıl olursa, yine abdest bozulmuş mu olur? Bir taraf şehvetlense, öteki taraf şehvetlenmese, ikisinin de mi abdesti bozulur? CEVAP Lezzet kastıyla dokunur da, lezzet hâsıl olmasa, yine abdesti bozulur. Lezzet kastetmeden dokunur da, lezzet hâsıl olursa yine abdest bozulmuş olur. Karşı tarafın niyetini ve durumunu bilemeyiz. Bizi, bizim abdestimiz ilgilendirir. Şehvetle tutmuşsak veya şehvetsiz tutup da şehvetlenmişsek abdestimiz bozulur. Şehvetle dokunmak Sual: Maliki’de şehvetle karşı cinse dokununca abdest bozuluyor. İkisinden biri şehvet duymazsa, onun abdesti de bozulur mu? CEVAP Şehvet duymayan tarafın abdesti bozulmaz, hangi taraf şehvetlenmişse, sadece onun abdesti bozulur. (Mezahib-il-erbaa) Semavi özürlünün abdesti Sual: Basur, çıban, yara veya herhangi bir akıntısı olanın abdesti, Maliki’de, vakit çıkınca mı bozulur? CEVAP 186 www.dinimizislam.com Hayır, vakit çıkmakla veya yeni bir vakit girmekle abdest bozulmuş olmaz. Abdesti bozan başka bir şey olmazsa, sabah aldığı abdestle, yatsıyı da kılabilir. Namazı kaçırmamak için Sual: Maliki’yi taklit edenin, abdestliyken elini bıçak kesse, abdesti bozulmaz mı? CEVAP Vakit darsa, namaz vaktini kaçırmamak için o abdestle namaz kılması caiz olur. Kaşların altını yıkamak Sual: Kaşlarım kalın ve gürdür. Mâlikî’yi de taklit ediyorum. Gusülde, kaşları da parmaklarımla delk etmem veya tarakla taramam gerekir mi? CEVAP Evet, gerekir. Mezhep taklit ederken Sual: Mâliki’de gusülde ağzın içini yıkamak farz olmadığı için, diş dolgusu sebebiyle Maliki’yi taklit eden gusülde ağzını yıkamasa, bir mahzuru olur mu? CEVAP Elbette mahzuru olur, çünkü bir konuda başka bir mezhebi de taklid eden, kendi mezhebinden çıkmış olmaz. Hanefî mezhebinden çıkmadığı için ağzını yıkaması gerekir. Mâlikî’de guslederken Sual: Mâlikî’yi taklit eden bir erkek, banyoya girip niyet ettikten sonra avret yerlerini yıkasa, sonra abdest alıp gusletse, o abdestle namaz kılabilir mi? CEVAP Elbette kılar. Vesveseli kimseler, niyet ettikten sonra avret yerimize dokunduğumuz için o abdestle namaz kılınmaz sanıyorlar. Niyet etmekle abdest alınmış olmaz. Niyetten sonra abdest de alırsa, o zaman abdest almış olur. Niyet edip avret yerine dokununca, olmayan abdest nasıl bozulmuş olur ki? Abdest aldıktan sonra, erkek ön avret yerine dokunursa, o zaman abdest bozulur. Niyet ettikten sonra dokunmakla bozulmaz. Birkaç özrü olan Sual: Diş dolgusu sebebiyle Mâlikî'yi taklit eden bir kimse, idrar kaçırsa, yel tutamasa veya bir akıntısı olsa, bu özürlerin hepsi için ayrı ayrı mı niyet etmesi gerekir? CEVAP Özürlerini bilmesi yeter. Özürlerinin hepsini ayrı ayrı sayması gerekmez. Tek bir niyetle hepsi için Mâlikî'yi taklit etmesi kâfidir. 187 www.dinimizislam.com Lif ve muvalat Sual: Guslederken kir çıkarmak için sabunlanarak lifle yıkanmak muvalata mani midir? CEVAP Muvalat, Hanefî’de sünnet, Mâlikî'de farzdır. Muvalat nedir? Muvalat, her uzvu, birbiri arkasından ara vermeden, başka işle meşgul olmadan acele olarak yıkamaktır. Diğer bir ifadeyle, normal şartlar altında, bir önceki yıkadığı uzuv kuruyacak kadar ara vermemektir. Uzuv kurumasa da, fazla ara verilmesi muvalata manidir. Çok kısa zamanda yapılan bir iş, muvalata engel olmaz. Mesela, abdest alırken kapıdan biri girse, dönüp gelenin kim olduğuna bakılsa, muvalata mani olmaz. Musluktan su kesilse, kovadaki suyu almak veya hemen bitişik odadaki musluğa gidip, o musluktan abdest almak, muvalatı engellemez. Sağ ayağı yıkadıktan sonra, kolayca giren bir çorabı hemen giyerek, öteki ayağı yıkamaya başlamak muvalata mani olmaz. Yavaş giyerse muvalata mani olur. Bunun için çorabı abdestten sonra giymelidir. Fakat abdest alırken çorabın birisini veya ikisini çıkarmak muvalata mani olmaz. Çünkü abdestle ilgili iş yapılıyor. Çorabı giymek gibi abdestten ayrı iş yapılmıyor. Uzuvların kuruyup kurumaması mutlak ölçü değildir. Çünkü sıcak ve rüzgârlı havada, uzuvlar hemen kuruyabilir. Yahut soğuk ve rüzgârsız bir yerde, uzuvlar geç kuruyabilir. Uzuvlar kurumadı diye, başka bir iş yapmak muvalata mani olur. Hararetli vücutta, uzuv tez kuruyabilir. Demek ki, kuruyup kurumaması kesin ölçü değildir. Kuruyacak kadar yıkamaya ara vermek muvalata manidir. İbni Âbidin hazretleri de, Hanefi'ye göre muvalatı anlatırken, (Toprakla teyemmüm ederken de, su ile yıkamak olmadığı hâlde, normal şartlarda bir uzuv kuruyacak kadar ara vermek muvalata manidir) buyuruyor. Bir kimse, banyoya girince, önce gusledip sonra kir için sabunlanarak yıkanırsa muvalata mani olmaz. Yahut önce kirlerini temizleyip sonra gusletmesi de yine muvalata mani olmaz. Lifi sabunlayıp bir uzvu yıkarken, iki uzvu yıkamak arasında bir uzvun kuruyacağı kadar uzun bir zaman geçerse, liflenmek muvalata mani olur. Kir çıkarmak için sabunla yıkanmak guslün dışında bir iştir. Önce gusledip sonra sabunla, lifle, keseyle yıkanmanın mahzuru olmaz. Mâlikî’de guslederken Sual: Mâlikî’yi taklit eden bir erkek, banyoya girip niyet ettikten sonra, avret yerlerini yıkasa, sonra abdest alıp gusletse, niyetten sonra aldığı bu abdestle namaz kılabilir mi? CEVAP Elbette kılar. Normal gusül de böyle olur zaten. Niyet etmekle abdest alınmış olmaz. Niyet edip, avret yerini yıkayınca, abdestsiz olduğu için abdest 188 www.dinimizislam.com bozulmuş olmaz. Abdest aldıktan sonra, erkek ön avret yerine dokunursa, o zaman namaz abdesti bozulur. Avret yerini yıkayıp abdest aldıktan sonra da zaten artık dokunmaya gerek yoktur. Unutarak dokunursa, o zaman namaz abdesti bozulur, ama guslü yine sahihtir. Toprağa secde Sual: (Maliki’de toprak cinsinden bir şey üzerine secde etmek farzdır. Bunun için Maliki’yi taklit eden Hanefi’nin de halı veya seccade üzerine secde etmesi sahih olmaz) deniyor. Doğru mu? CEVAP Hayır. Maliki’de halı, pösteki gibi yer cinsinden olmayan bir şey üzerine secde edilmesi mekruhtur. Maliki’yi taklit eden Hanefi, Maliki’nin sadece farz ve müfsitlerine uyar. Sünnet ve mekruhlarda kendi mezhebine tâbi olduğu için, Mâlikî'yi taklit eden Hanefî'nin yün halı üzerinde namaz kılması mekruh değildir. Şâfii mezhebini taklit Sual: Diş dolgusu sebebiyle Şâfii mezhebini taklit eden nelere dikkat eder? CEVAP Maliki mezhebi daha kolaydır. Maliki’yi taklit etmenizi tavsiye ederiz. Şâfii’yi taklit eden, sadece Şâfii’deki farzlara uyar, müfsidlerinden kaçar. Bunlar da şunlardan ibarettir: 1- Abdestte ve teyemmümde niyet ve tertip farzdır. Abdestte yüzü yıkamaya başlarken niyet edilir. Sakalın altındaki deriyi de ıslatmak farzdır. 2- Gusülde niyet farzdır. Gusle başlarken niyet edilir. Gusle başlarken cünüplükten temizlenmeye diye niyet edilir; cünüp olduğunu bilerek gusleden, zaten buna niyet etmiş demektir. 3- Gusülde sünnet derisinin altını ıslatmak da farzdır. Kadının da örgülü saçı çözüp her tarafını ıslatması farzdır. 4- Namaz vakti girmeden önce teyemmüm edilmez. 5- Abdestte çenenin altını da yıkamak farzdır. 6- Meni şehvetsiz de gelse, guslü gerektirir. Fakat her akıntı meni değildir. Gusülden sonra, idrar yapmış olsa da meni çıkarsa gusül gerekir. 7- Teyemmüm yalnız toprakla yapılır. Aynı topraktan birden fazla teyemmüm edilemez. 8- İmam arkasında da her rekatta Fatiha okumak farzdır. Fatihadan önce besmele farzdır. Fatihayı rükuda tamamlamak namazı bozar. 9- Yabancı kadına ve kendi hanımının tenine hâilsiz yani çıplak olarak dokunmak, abdesti bozar. 10- Kendisinin, başkasının veya bebeğin iki avret yerine elinin içi ile dokunmak abdesti bozar. 189 www.dinimizislam.com 11- Tadil-i erkân farzdır. 12- El üzerine secde sahih değildir. İkinci teşehhüdde tahiyyat ve salevat-ı şerife okumak farzdır. Namazdan çıkmak için selam vermek farzdır. 13- Bir kimsenin avret mahalli çok az açık olsa ve çok az bir zaman açık kalsa da namaz bozulur. Mesela uyluğundaki yırtık bir yerinden azıcık teni görülse bozulur. Yahut başörtüsü açılsa hemen kapasa bile yine bozulur. Halbuki Hanefi’de bir rükün miktarı açık kalırsa ancak o zaman bozulur. Hem de Hanefi’de bir uzvun dörtte biri açılırsa bozulur, daha az açılırsa bozulmaz. 14- Mestin hiç yırtığı olmamalıdır. 15- Köpeğe dokunmak abdesti bozmaz. Köpeğin üstü ve kılları yaş iken dokunursa veya köpeğin salyası üstümüze bulaşırsa, o yeri biri çamurlu su olmak üzere, yedi defa temiz su ile yıkamak gerekir. 16- Çok az bir necasetten de sakınmak lazımdır. Mesela, bir damla kan veya idrar bulunan elbise ile namaz kılınmaz. 17- Kadınların hayz müddeti en fazla 15 gündür. En azı bir gündür. 24 saatten az ve 15 günden çok devam eden kana istihaza kanı denir, hayz değildir. 18- Nifasın en çoğu 60 gündür. 19- Hamile kadın âdet görebilir. 20- Âdeti kesilen kadın, yıkanmadan kocası ile beraber olamaz. Hanefi’de mahzuru olmaz. 21- Cünüp ve Hayzlı, bir kılıf ile de olsa Mushaf’ı tutamaz. Hanefi’de kılıflı olunca tutabilir. 22- Teravih namazında dört rekatta bir selam vermek caiz değildir, her iki rekatta bir selam verilir. 23- Cuma namazında en az mukim kırk kişi olması şarttır. 24- Giriş çıkış günleri hariç, 4 gün veya daha fazla kalmaya niyet eden mukim olur. 3 veya daha az kalırsa seferi olur. 25- Bir iş için gittiği yerde önceden kaç gün kalacağına karar vermeyen kimse, bugün yarın derken 18 gün geçtikten sonra mukim olur. Hanefi’de ne kadar çok kalırsa kalsın hep seferi olur. Sual: Şafii mezhebinde karı-kocanın saçları birbirine değerse abdestleri bozulur mu? CEVAP Bozulmaz. Sual: Şafii’yi taklit ediyorum. Siz Maliki’yi taklit etmemi öneriyorsunuz. Yani bu durumda taklit ettiğim mezhebi kolayca değiştirebilir miyim? CEVAP Buna mezhep değiştirmek denmez. Bir hususta uymak denir, buna taklit denir. Dört hak mezhepten birisine uyulur. Hangisi daha kolaysa o tercih edilir. 190 www.dinimizislam.com Hanbeli mezhebini taklit Sual: Mukim iken, ihtiyaç halinde Hanbelî mezhebini taklit edip iki namazı cem ederken, Hanbelî’nin uymamız gereken şartları nelerdir? CEVAP Hanbelî’yi taklit eden, Hanefi mezhebinden çıkmadığı için kendi mezhebindeki bütün şartlara ve müfsitlere uyar. Ayrıca Hanbelî’deki şartlara da uyması gerekir. Uyması gerekip de Hanefi’den farklı olanlardan bazıları şunlardır: 1- Gusülde ağzın ve burnun içini yıkamak ve niyet etmek farzdır. [Ağzında dolgu dişi olan da ihtiyaç ve zaruret halinde Hanbelî’yi taklit edebilir.] 2- Abdestte, Besmele çekmek, ağzın ve burnun içini yıkamak, niyet, tertip, muvalat ve başın tamamını mesh etmek farzdır. [Kulaklar başa dâhildir] Elleri veya yüzü yıkarken niyet edilir. 3- Herhangi bir kadının derisine şehvetle dokunmak bozar. Kendine kadın dokununca, lezzet duysa da bozulmaz. Kadın şehvetle erkeğe dokunursa kadının abdesti bozulur. 4- Kendisinin veya başkalarının, çocuk olsun büyük olsun seveteynine [iki edep yerine] elinin içi veya dışı ile dokunsa abdesti bozulur. Bir kadın, kendi fercine dokunursa abdesti bozulmaz. 5- Deriden çıkan kan irin gibi şeyler, çok ise bozar. Mesela az bir kan bozmaz. 6- Kadınların örgülü saçlarını açmaları, cünüplük için sünnet, hayz için farzdır. 7- Bedende, elbisede ve namaz kılacak yerde az da olsa necaset bulunmamalıdır. 8- Necasetin her çeşidi kabadır, hafif necaset yoktur. 9- Deve eti yemek ve ölü yıkamak abdesti bozar. 10- Namazda Fatiha okumak, tadil-i erkân ve iki tarafa selam vermek farzdır. 11- El üzerine secde sahih değildir. 12- Fatiha’yı rükûda tamamlamak namazı bozar. 13- Mezi ve vedi bir kavle göre guslü gerektirir. 14- Teyemmümde Besmele çekmek ve tertip farzdır. 15- Namaz vaktinden önce teyemmüm caiz değildir. 16- Kadının hayz müddeti en fazla 15, en azı 1 gündür. İki hayz arası temizlik en az 13 gündür. Nifas müddeti Hanefi’deki gibi 40 gündür. 17- Seferilik, Maliki mezhebindeki gibidir. 18- Teyemmüm, yalnız toprak ile yapılır. 191 www.dinimizislam.com Hanefi mezhebini taklit Sual: Bir ihtiyaç hâlinde, Hanefi’yi taklit eden bir Şâfiî’nin, nelere dikkat etmesi gerekir? CEVAP Sadece gusülde, abdestte ve namazda, kendi mezhebinin şartlarına ilaveten Hanefi’nin farzlarına uyup müfsitlerinden kaçar. Diğer hususları aynen Şâfiî gibi yapar. Sünnet ve mekruhlarda kendi mezhebine uyar. Gusül, abdest ve namazda, niyet ederken, (Hanefi mezhebine uymaya) diye de ilave etmesi, yani Hanefi’yi taklit ettiğini kalbinden geçirmesi gerekir. Başlarken bu niyeti unutursa, guslettikten sonra veya kaç gün sonra hatırlarsa hatırlasın, (Hanefi’ye göre guslettim) demesi yeterli olur. Namazda veya abdestte Hanefî'ye uyduğunu unutursa, ne zaman hatırlarsa o zaman niyet etmesi yeterlidir. Gusülde: Uyulması gereken farklı bir husus yoktur. Abdest alırken: Hanefi’de başın dörtte birini mesh etmek farzdır. Abdesti bozan şeyler: Farklı olarak sadece bir yerin kanaması abdesti bozar. Namazda: Uyulması gereken farklı bir husus yoktur. Dinde reform yapmak Dinimizde eksiklik fazlalık yoktur Sual: Dinde reform yani bazı değişiklikler yapmak gerekmez mi? CEVAP Dinimiz yeni inmedi. Dinimizde eksiklik fazlalık yoktur. Bu bakımdan asla reforma ihtiyacı yoktur. Reforma ihtiyaç olan, din olamaz. Hâşâ Allah noksan göndermiş demektir. Bu bakımdan dine yeni bir şey ilave etmek veya çıkarmak dini bozmak olur. Bugün etiketlisi etiketsizi her reformcu, din yeni inmiş gibi, üstelik hâşâ bunlara inmiş gibi ahkam kesiyorlar. (Yalnız Kur’an) diyerek, herkesi Kur’andan anladığı ile amel etmeye teşvik ediyorlar. Peygamberimizi kabul etmeyen (Kur’andan başka şey, hadis madis, fıkıh mıkıh kabul etmem) diyen nasıl Müslüman olabilir. Böyle iman, böyle Müslüman olur mu? Kur’an kime geldi? Kur’anı kim açıkladı? Kur’anın muhatabı kim? Gelecekten haber veren hadis-i şeriflerden ikisi şöyledir. (Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. “Hadisi bırak, Kur'ana bak” derler.) [Ebu Ya’la] (Allah’ın kitabının dışında uyacağımız bir şey tanımıyorum diyenler çıkar.) [Ebu Davud] 192 www.dinimizislam.com Bugün bid’at ehli olan kişiler, (Peygamber postacıydı, Kur’anı getirince vazifesi bitti, onun açıklamasına gerek yoktur) diyorlar. Halbuki Allahü teâlâ, Resulüne ve onun açıklamasına uyulması gerektiğini bildiriyor. Bu konudaki âyet-i kerimelerden bazılarının mealleri şöyledir: (İhtilafa düşülen şeyleri açıklayasın diye bu kitabı sana indirdik.) [Nahl 64] (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71] (Resulüm de ki, “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31] (O, kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4] (Ona uyun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158] (Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının!) [Haşr 7] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen kâfirler için Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 13] (Allah’ın yolu ile peygamberlerin yolunu farklı göstermek isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150/1] (De ki, Allah’a ve Peygambere uyun! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Allah da kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32] (O ümmi Peygamber, temiz şeyleri helal, pis, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] Demek ki Resulü de haram etme yetkisine sahiptir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi] Görüldüğü gibi Resulullaha ve Kur'an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere uymak çok önemlidir. Sünnet, [hadis-i şerifler] olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı, zekât, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiç kimse, bunları Kur'an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur'anı anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Herkes Kur’anı anlayabilseydi o zaman peygambere ne lüzum kalırdı? Eğer herkes Kur'an-ı kerimi doğru anlasaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Zamanla değişen âdetlerdir. Din zamanla değişmez. Din düşmanlarının oyunlarına gelmemelidir. Dini kurallara şekilcilik denmez Sual: Bir ateist, “Müslümanlık şekilcilik dinidir. Namazın, orucun, haccın belli şekilleri vardır. Kâbe etrafında dönmek, şeytan taşlamak, kurban kesmek tam bir şekilciliktir” diyor. Çağa ayak uydurularak Müslümanlıktaki bu şekilcilik atılamaz mı? Dinde yeni gelişmelere uyulsa, düşünce sınırlandırılmasa, herkesin görüşüne uygun bir çözüm getirilemez mi? CEVAP 193 www.dinimizislam.com Ateistin, şekilcilikten maksadı, dini kurallardır. Dini kurallara şekilcilik denmez. Kuralsız bir din olamayacağı gibi, kuralsız bir dernek bile olmaz. Hatta kuralsız oyun bile olmaz. Bir futbol oyununda birçok kural vardır. Mesela kale olmasa nasıl oynanır? Kuralsız, düzensiz hayat olmaz. Dünyanın dönüşü, Ay’ın ve yıldızların hareketleri belli bir kurallar içindedir. Kurallara tam uyana saat gibi çalışıyor deriz. İnsan ve hayvanların vücudu nasıl bir kurallar zinciri içinde ise, İslamiyet’te de belli kurallar vardır. Kuralsız ibadet olmaz. Namazların vakti, rekat sayısı, kıyam, rüku ve secdelerin nasıl yapılacağı, her yerde nelerin okunacağı bir kural halinde bildirilmiştir. Vakit girmeden namaz kılınamaz. Sabahın farzı ikidir, üç olarak kılınırsa kabul olmaz. Akşamın farzı üçtür, iki veya dört rekat kılınırsa kabul olmaz. Dini değiştirdiği için bid’at çıkarmış olur, diğer ibadetleri de kabul olmaz. Orucun hangi ayda tutulacağı, nelerin orucu bozacağı bir kural hâlinde bildirilmiştir. Haccın nasıl yapılacağı, tavafta nasıl dönüleceği, şeytanın ne zaman ve nasıl taşlanacağı, şükür kurbanının nerede ve ne zaman kesileceği ve ihrama bürünen hacıların, ihramlı iken neler yapamayacağı bir kural halinde bildirilmiştir. Zekatta zenginliğin ölçüsü ve ne oranda kimlere verileceği bir kural halinde bildirilmiştir. Kimlerin kimlerle evleneceği veya evlenemeyeceği bir kural halinde bildirilmiştir. Mesela bir kimse mahremleri ile evlenemediği gibi, başkasının nikahlısı ile de evlenemez. Evlenirse, bir anarşi çıkar. Dinimizde hangi şeyin haram, hangisinin helal olduğu da bir kural halinde bildirilmiştir. Şekilsiz, kuralsız din arayan bulamaz. Amirsiz toplum olmaz. Bir köyde bile bir muhtar bulunur. Hatta bir ailede bile bir aile reisinin bulunması gerekir. Bir yerde iki reis, iki amir olamaz. Bir âyet meali: (Allah’tan başka bir ilah olsaydı, kâinattaki nizam bozulur, karmakarışık olurdu.) [Enbiya 22] Ateiste verilen bu cevaptan sonra, şimdi sizin sualinize gelelim. (Dinin bildirdiği şekilciliği dinden çıkaralım) diyorsunuz. Yani, dini kuralları kendimiz koyalım, beğendiğimizi alalım, beğenmediğimizi atalım demek istiyorsunuz. Dini biz mi kurduk da, değiştirmeye yetkimiz olsun. Dünya kanunlarını bile kim yapmışsa, yine aynı kimseler değiştirmiyor mu? Millet meclisi koymuşsa, yine aynı meclisin değiştirmesi gerekir. Herkese bu değiştirme hakkını vermiyorlar. Herkes dini değiştirirse, ortaya insan sayısı kadar din çıkar. Artık bu değişik şekillere de din denmez, felsefe denir. Felsefi düşünceler, hiçbir zaman kesinlik taşımaz. Din bilgisi ise kesindir, tartışılmaz. Din ile felsefeyi birbirinden ayırmak gerekir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruyor ki: (Allah’a ve ümmi nebi olan Resulüne iman edin!) [Araf 158] (Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] 194 www.dinimizislam.com (De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158] (Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: Müminler, “İşittik, itaat ettik” derler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.) [Nur 51] (Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih etme, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36] İnsan başı boş değildir Bir okuyucu, ateist bir bayanın şu görüşlerini yazmış: “İnsanın et yemeye gereksinimi [ihtiyacı] vardır. İslam dini domuzu yasaklamakla bizi bu gıdadan yoksun ediyor. İnsanın cinsel gereksinimi vardır. İslam, yabancılarla veya kendi yakınları ile beraber olmayı yasakladığı için bekarlar cinsel gereksinimden yoksun kalıyor. Vücudun güneşe yani D vitaminine gereksinimi vardır. D vitamini olmazsa raşitizm hastalığı olur. Bayanları kapatmakla D vitamininden yoksun bırakıyor. Bunun gibi yasaklar kalkıp Müslümanlar özgürlüğe kavuşturulmadıkça İslamiyet çağdaş din olamaz.” Okuyucu soruyor: Böyle düşünenlerin sesini kesmek için bunlar düzeltilemez mi? CEVAP Biz okuyucuyu daha çok yadırgadık. Dini biz mi kurduk da, biz değiştirelim. Kanunları bile kim yapmışsa, yine onlar değiştirmiyor mu? Millet meclisi koymuşsa, yine meclisin değiştirmesi gerekir. Herkes dini değiştirirse, ortaya insan sayısı kadar din çıkar. Artık buna da din denmez. Ateistin iddiaları ilimden yoksundur. Domuz eti yemeyince gıdasız kalmayız. O Allah, besmelesiz kesilen kuzu etini de yasaklıyor. Kim emir dinleyecek diye imtihan ediyor. Domuz eti, serçe eti gibi lezzetli olsa da, imtihanı kazanmak için Allah’ın emrine uymak gerekir. Ateist, nikaha da saldırıyor. İnanmayan toplumlarda bile, nikah belli bir düzen sağlar. Hayvanlar gibi düzensiz yaşamayı savunmak çok tuhaftır. Nikah kalkınca ana baba mefhumu kalkar. Ateistin tesettürü, D vitaminine engel gibi göstermesi de çok gülünçtür. Soğuk ülkelerde yaşayan insanlar ister istemez kapalı geziyorlar. D vitamini alamadıkları için hasta mı oluyorlar? İslam ülkelerindeki tesettürlü bayanlar, kapandıkları için, raşitizm hastası mı oluyorlar? Uzmanların bildirdiğine göre, yüzün yeteri kadar güneş ışığına maruz kalması sonucunda gerekli olan D vitamini alınır. Fazla D vitamini zehirlenmelere, önemli zararlara yol açar. Sıcak bölgelerdeki insanların esmer veya siyah olması D vitamininin yeterinden fazla meydana gelmesine mani olur. D vitamini mutlaka güneşten 195 www.dinimizislam.com alınması gerekmez. Birçok gıdada D vitamini vardır. Mesela, balık, et, süt, tereyağı yumurta gibi gıdalarda D vitamini vardır. Tesettürü D vitamini almaya engel göstermek çürük bir iddiadır. Büyük İslam âlimi İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlânın mubah ettiği, izin verdiği şeylerin çeşidi ve sayısı pek çoktur. Haram ettiği, yasak ettiği şeyler ise, pek azdır. Mubahlardaki fayda ve lezzet haramlardan çok fazladır. Allahü teâlâ mubah işleyeni sever, haram işleyeni sevmez. Aklı olan kimse, çabuk geçen bir lezzet için, Allahü teâlâyı gücendirmeyi elbette istemez. (m.163) Allahü teâlâ kullarına çok merhamet ve ikram ederek, mubahlarla zevklenmeye izin vermiş ve pek çok şeyi mubah etmiştir. Helal olan bu sayısız zevkleri, lezzetleri bırakıp da, haram edilen birkaç zevke sapmak, Allah’a karşı, ne kadar edepsizlik olur. Hem de, haram ettiği lezzetleri, daha fazlası ile mubahlarda da yaratmıştır. Helal olan çeşitli nimetlerin zevkleri bir yana, insanın işinden, Rabbinin razı olmasından daha büyük zevk olur mu? Bir kölenin işini, efendisinin beğenmemesinden daha büyük sıkıntı olur mu? Biz kuluz, sahibimiz olan Allah’ın emrindeyiz. Başı boş değiliz. (m.73) Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, onlar kendilerine zulmediyorlar. [Yani onları azaba, sürükleyen çirkin işleridir.]) [Nahl 33] Dini yenilemek gerekir mi? Sual: Bazıları, (Her asırda bir âlim çıkar, dini yeniler) hadisinin, dinde reformun gerektiğini gösterdiğini söylüyorlar. Her asırda gelen âlim, dinin neyini yeniler? CEVAP Reform, Fransızca bir kelimedir. Yeniden şekil verme, eski haline döndürme, bozuklukları, kötülükleri düzeltmek için yapılan ıslahat demektir. Bu manalara göre dinde reform üçe ayrılır: 1- Cahiller ve din düşmanları tarafından müslümanlar arasına sokulmuş olan hurafeleri, bid'atleri, yanlış inançları düzeltme işidir. Dine bir şey ilave etmeden eski haline döndürmek demektir. Bunları yapan büyük âlimlere (Müceddid) denir. İmam-ı Rabbani, imam-ı Gazali ve dört mezhebin imamları birer müceddid âlimdir. [Rahmetullahi aleyhim] Bu büyük âlimlerin geleceğini Peygamber efendimiz müjdelemiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Davud] (Ümmetimin âlimleri, beni İsrailin peygamberleri gibidir.) [Neşr-ül-mehasin] Bu büyük âlimlere, reformcu değil, (Müceddid) denir. 196 www.dinimizislam.com 2- Dinde reform yapmaya kalkanların ikinci kısmı ise, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden, kendi kısa akıllarına göre mana çıkaran ve Ehl-i sünnet âlimlerinden ayrılanlardır. Bunlara (Bid'at) veya (Dalalet) fırkaları denir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehenneme gider, birisi doğru inanış sebebiyle Cehenneme girmez.) [Tirmizi] Cehennemden kurtulacak olan fırka Ehl-i sünnet ve cemaattır. (Mek.Rabbani) Bugün bilhassa Mısır, Suriye gibi yerlerde, mason Abduh’un yolundan giden, kendilerini müceddid ve müctehid olarak tanıtan sapıklar çoktur. Bunların kitapları çok zararlıdır. 3- Dinde reform yapmak isteyenlerin üçüncü kısmı, sinsi İslam düşmanlarıdır. Bunlar müslüman görünerek, (Dini ıslah ediyoruz, ana kaynaklara iniyoruz, Kitab ve Sünnete sarılmalıyız) diyerek âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere kasten yanlış mana veren kimselerdir. İster bunlar gibi kasdi olsun, isterse cehaletleri sebebiyle, Kur'an-ı kerime yanlış mana veren kimseler dinden çıkar. Mektubat-ı Rabbani’deki hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimden kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaran kâfirdir) buyuruldu. Bunun için Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından nakil yapmayan kimselerin yazdığı kitaplar çok zararlıdır. İnsanları felakete sürükler. Yeni yorum ve ictihad Sual: (Âdetler ve teknoloji değiştikçe, Kur’an ve sünnetin yeniden yorumlanması, hakkında âyet ve hadis olmayan konuların ise, bunlara daha geniş bir çerçeveden bakarak hükme bağlanması gerekir) deniyor. Yani dinde reform mu yapılmak isteniyor? CEVAP Evet, reforma kılıf geçiriliyor. Âdet ve teknolojinin değişmesiyle, namaz, oruç, zekât ve diğer ibadetler niye değişikliğe uğrayacak ki? Peygamber efendimiz âhir zaman peygamberidir, ondan sonra peygamber gelmeyeceğine göre, dinde değişiklik yapmak, dini yıkmak olur. Anlaşılan bu düşüncedeki reformcular, robot insan yapacak, namazı ona kıldıracak, kendileri namaz kılmayacaktır. Yahut robot imam koyacaklar, insanlar ona uyacaktır. Yahut da, hoparlörlerle büyük camideki imama uyulacaktır. Nasıl olursa olsun, Peygamber efendimizden farklı ibadet etmek bid’attır, haramdır, reform olur. Bunlar, hâşâ (Allah iki bin sene sonra hangi aletlerin keşfedileceğini bilmiyor, eğer bilseydi, her devrin gereklerini yerine getirebilecek kurallar koyar, dini eksik göndermezdi) demek istiyorlar, fakat bunu açıkça söyleyemeyip, (Teknoloji değişti, âyet ve hadisleri farklı yorumlamak gerekir) diyorlar. Dini koyan Allah’tır, değiştirme yetkisi ondadır. Başkaları asla değiştiremez. 197 www.dinimizislam.com Bugün din bilgilerinde açıklanmamış bir şey kalmadı. Kemale gelmiş olan bu dine, ilave edilecek bir şey yoktur. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiştir. Mezhep imamları da bunları açıklamıştır. Bunların günlük olaylara tatbiklerini, müctehid olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yaparlar, fakat ictihadla yeni hükümler çıkarmazlar, çünkü buna lüzum kalmamıştır. Helal, haram ve her delil açıklanmıştır. (F. Bilgiler) Hak ile bâtıl mukayese olmaz Çağdaş yazar, bir gayrı müslimin, (Fikrini tazelemeyen beyin ölür) sözünü bir nass [âyet ve hadis] gibi eline alıp, dinde reform isteyerek özetle diyor ki: (Hiçbir din, vahy olduğu şartlarda kalmamıştır. Mesela Musevilik, değişip düzelerek günümüze gelmiştir. Hıristiyanlık ise, Bizans ve Roma uygarlığının süzgecinden geçerek Martin Luther’in reformu ile bugünkü çizgiyi kazanmıştır. Her din, çağdan etkilenir, çağdaş çizgi kazanır. Günün müslümanı teknolojiyi itirazsız kullanır. Mesela bilgisayarla yazı yazar. Fakat sıra Din’e geldi mi, İslam akıl dini demesine rağmen, bir santim kımıldamaz. İslam âleminin geri kalışının sebebi budur. İmam-ı a’zam, en büyük bilgindir. Fakat bilgisi, bin yıl önceki çağın sınırı içindedir. Bu bakımdan Ebu Hanife’nin fikirleri Kur’anın ışığı altında sorgulanmalı, Efgani ve Abduh’un taze fikirlerle İslam’ı donatma hareketi yürütülerek, çağdaş müslüman olmalıdır.) CEVAP Birkaç yanlışa cevap verelim: 1- (Her din değişmiştir) sözü, Musevilik ve Hıristiyanlık için doğru ise de, Müslümanlık için yanlış ve iftiradır. Kur’an-ı kerimin hangi âyeti değişti? Bozulma ihtimali var mı? (Kur’anı biz indirdik, onu koruyacak olan da biziz) âyetine inanmıyor mu? 2- Din, Allah’ın bildirdiği şekilde mi doğrudur, yoksa insanların süzgecinden geçtikten sonra mı doğru olur? Yani insanlar, hâşâ Allah’ın yanlışını mı düzeltiyor? 3- Luther’in reformu, bozulan Hıristiyanlığı düzeltmek içindi. Müslümanlığın neresi bozuldu da düzeltmeye ihtiyaç hissedilsin? 4- Yazar, din denilince, bâtıl, hak demeden hepsini aynı kefeye koyup, mukayese ediyor. Hak ile bâtıl mukayese olmaz. 5- Bâtıl dinler çağdan etkilenebilir. Fakat Müslümanlık çağdan nasıl etkilenir? Nasıl etkilenmesi gerekir? Çağa uyabilmek için namazı, haccı mı kaldırmak gerekiyor? 6- Müslüman, zamana uyar, teknolojinin en iyisini kullanır. Bu zaten dinimizin emridir. Dinimiz, fen bilgilerinde, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmeyi emretmiştir. Fakat, namaz, oruç gibi ibadetlerde, değil bir santim, bir milim bile değiştirmek, onu bize bildiren Allah ve Resulünün 198 www.dinimizislam.com koyduğu hükmü beğenmemek olur. Bu hükmü beğenmeyen ve değişmesi gerektiğine inanan kâfir olur. 7- Çağdaş yazar, (İslam akıl dini ise, akla uyalım) diyor. İslam, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır. Yazarın aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın ermediği şey çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allah’a ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsaydı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilseydi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulabilirdi ve Allah, hâşâ Peygamberleri boş yere göndermiş olurdu. Bunlar bilinemeyeceği için, Allah, her asırda, Peygamber göndermiş ve son olarak da bütün dünyaya, peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. 8- Ecnebiler gibi, yazar da, müslümanların geri kalışını ibadette değişiklik yapılmayışına bağlıyor. Sanki ibadette değişiklik yapılsa, İslam ülkeleri hemen kalkınıverecek. 9- Yazar, (Tam müslüman olmak için şu kişinin Çağdaş İlmihal’ini okumalı) diyor. O kişi ise, (İmam-ı a’zamın bin yıl önceki fetvaları bizi bağlamaz) diyor. Aynı mantık. 10- Zamana göre ibadetler değişmez. İbadetlerde değişiklik, dini beğenmemek olur. Hadis-i şerifte, (İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir) buyuruldu. Mecelle’de, (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nassa dayanan hükümler ise değişmez) deniyor. Yazar, içkiye, Kur’anın ışığı altında fetva veriyor, (İçki içince, dilin dolaşıyor, şaşırıyor ve arkadaşınla dövüşüyorsan, içki sana yasaktır) diyor. Acaba kendisi nasıl içiyor? Dili dolaşmadan ve dövüşmeden mi? Sarhoş etmese de, zarar vermese de içkinin damlası haramdır. Peygamber efendimiz, (Çoğu sarhoş eden içkinin, azını da içmek haramdır) buyuruyor. Hatta içki sofrasına oturmayı yasaklıyor, (Allah’a inanan içki içilen sofraya oturmasın) buyuruyor. (Nesai, Taberani) Görüldüğü gibi yazar, taze fikirle çağa uyarak, dinimizin haram ettiği şeyleri helal etmeye çalışıyor. Din, ihtiyaca göre hiç değiştirilir mi? Sual: Reformcu bir yazarın, (Akıl ile nakil çatışırsa, akla uymalıdır) hadisine göre, dinin, ihtiyaca göre değiştirileceğini söylemesi yanlış değil midir? CEVAP İslam bilgileri fen ve din bilgileri olmak üzere ikiye ayrılır. Din bilgileri, yalnız nakil ile anlaşılır. Bunların kaynağı, Kur’an-ı kerim ile hadis-i şeriflerdir. 199 www.dinimizislam.com His organları ile anlaşılan şeylerin bir sınırı vardır. Bu sınırların dışında olan bilgiler his organlarımız ile anlaşılamaz veya yanlış anlaşılır. Bundan başka, insanların hissetme kuvvetleri çok yerde hayvanlardan daha zayıftır. His organlarımız ile anlayamadığımız şeyleri, akıl ile bulur, anlarız. Bunun gibi aklın da bir anlayış sınırı vardır. Bu sınırın dışında olan bilgileri, akıl bulamaz ve anlayamaz. Akıl, erişemediği şeyleri anlamaya kalkışırsa yanılır, aldanır. Böyle bilgilerde akla güvenilemez. Mesela, Allahü teâlânın sıfatları, Cennet ve Cehennemde olan şeyler, ibadetlerin nasıl yapılacağı ve din bilgilerinin çoğu böyledir. Akıl bunlara eremez. Bu bilgilerde akıl ile nakil çatışırsa, nakle uyulur, aklın yanıldığı anlaşılır. Kur’an-ı kerimdeki bilgiler Kur’an-ı kerimde dört şey bildirilmektedir: İman, ahkam, kıssalar ve haberler. İmanda, inanılması lazım olan bilgilerde hiç değişiklik olamaz. Her Peygamberin, her ümmetin inanışı hep birdir. Her Peygamber müslüman idi. İnsanlar tarafından bozulmadan önce, inanışları arasında hiç ayrılık yoktu. İkincisi olan ahkam, Allahü teâlânın emirleri ve yasaklarıdır. Yapılması ve sakınılması emredilen ahkâmda değişiklik olabilir. Fakat, bu değişikliği yalnız Allahü teâlâ yapmış ve peygamberleri ile değiştirmiştir. Kıssalar, geçmiş insanların, ümmetlerin hallerini, yaşayışlarını anlatmak demektir. Haberler, geçmişte olmuş ve gelecekte olacak şeyler demektir. Mesela, canlıların su ile yaşadığı, kıyamet alametleri, Cennette akarsuların bulunduğu haber verilmiştir. Kıssalar ve haberlerde değişiklik olmaz. Din bilgileri arasında birbirleri ile çatışır gibi olanları görülürse, bunlar yine akla uydurulmaz. Birbirlerine uydurulmaya çalışılır. Bunlar arasında, birkaç türlü anlaşılabilen bilgiyi, açıkça bildirilmiş olan başka bilgi ile çatışmayacak şekilde anlamalıdır. Burada akla düşen vazife, böyle bilgileri, açıkça anlaşılabilene uygun anlamaktır. İslam ilimlerinin ikincisi olan fen bilgilerine gelince: Bunlar, his organları ile ve bunlara yardımcı âletlerle gözetleyerek, inceleyerek, hesap ederek ve deneyerek anlaşılan bilgilerdir. Bunların hepsi akıl ile, zekâ ile yapılır. Hepsinde aklın bulduğuna güvenilir. Nakil ile fen bilgisinde çatışma olduğu zaman, akla uyulur. Yani nakil, akla uygun olarak açıklanır. Bahsedilen hadis-i şerifin açıklaması böyledir. (Faideli Bilgiler) Hicri takvimle ilgimiz yokmuş! Sual: Bir yazar diyor ki: 1- Hicri takvimin İslam ile bir ilgisi yoktur. 2- İslam’ın dili Arapça olmadığı için her millet ezanı kendi dili ile okur ve namazı da öyle kılar. Çünkü Selman-ı Farisi, Fatihayı Farsçaya çevirmiştir. 200 www.dinimizislam.com 3- Evlenip çoğalmayı teşvik İslam’da yoktur. Bunlar doğru mu? CEVAP Üçü de yanlıştır. 1- Bilindiği gibi hicri kameri bir takvim vardır. Müslümanlar, ibadetlerini bu takvime, yani kameri aylara göre yaptıkları gibi, oruçlarını da bu takvime göre tutar. Her yıl, on gün önce gelerek Ramazan, her sene değişmekte, yaza, kışa, bahara da gelmektedir. Kefaret orucu tutanlar da bu takvime göre tutar. Mübarek gün ve geceler, bayramlar hep bu takvime göredir. Yazarın, kameri takvimle Müslümanlığın ilgisi yok demesi, kendi bilgisizliğini göstermektedir. 2- İslam’ın dili arabidir. Ezanı başka bir dil ile okumak, namazı başka bir dil ile kılmak caiz değildir. Orucu, Ramazan ayında tutmak Allah’ın emri olduğu gibi, namazda kıraati arabi okumak da Allah’ın emridir. Selman-i Farisi hazretleri, Fatihanın tercümesini değil, tefsirini yaptı. Kur'an-ı kerimi tercüme etmek başka, yapılan tercümeyi Kur'an yerine koymak başkadır. Kur'an-ı kerimin tercümesini, Kur'an hükmünde tutmak ve namazda okumak asla caiz değildir. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen, (Benim kitabım Arabidir), (Bu Kur'anı Arabi lisanı ile indirdim) buyuruyor. Allahü teâlânın melek ile indirdiği kelimelerin, harflerin ve manaların toplamı Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim Arabiye bile çevrilse, yine Kur'an olmaz. Kur'an-ı kerimin açıklaması olur. Manası bozulmadan da, bir harfi bile değişince, Kur'an-ı kerim olmaz. Hatta hiçbir harfi değişmeden okunmasında ufak değişiklik yapılırsa Kur'an-ı kerim denmez. Fetava-i fıkhiyyede buyuruluyor ki: (Kur'an-ı kerimi Arabiden başka harf ile yazmak ve başka dile tercüme edip, Kur'an-ı kerim yerine bunu okumak sözbirliği ile haramdır. Kur'an-ı kerimin tercümesi namazda okunamaz.) Namaz haricinde, her milletin kendi diliyle dua etmesi caizdir. Vaaz ve nasihati kendi lisanıyle yapması gerekir. Din için yapılacak diğer bütün hizmetler de böyledir. 3- (Sizin çokluğunuzla, diğer ümmetlere karşı iftihar ederim) ve (Velud [doğurgan] kadınla evlenin) hadis-i şerifi, evlenmeyi teşvik etmektedir. Ancak günümüzde gerekli İslami terbiye verilemediğinden gençler, namaz kılmamakta, dinden uzaklaşmakta, hatta bir kısmı anarşist olmaktadır. Peygamber efendimiz elbette, böyle gençlikle övünmez. (İki yüz yılından sonra en iyiniz, hanımı ve çocuğu olmayandır) hadis-i şerifi ortam müsait olmayınca, evlenmemenin daha iyi olduğunu göstermektedir. Tekasür suresinin başında mealen, (Çoklukla övünmek sizi o kadar oyaladı ki, kabirleri de ziyaret ederek, ölülerinizin çokluğunu da hesaba kattınız) buyuruluyor. Dinimizde övünmek uygun değildir. İbadetle bile övünmek iyi değildir. Çok ibadet iyidir, fakat çok ibadet yaptığı için övünmek iyi değildir. Müslümanların çoğalması çok iyidir. Fakat çoğunlukla övünmek iyi 201 www.dinimizislam.com değildir. Sebe suresinin 35. âyet-i kerimesinde de mealen, (Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz) diyerek büyüklenenler kötülenmektedir. Çoklukla büyüklenmek, övünmek başka, çoğunluk olmayı istemek başkadır. Bu ikisi birbirine karıştırılarak müslümanların çoğalmasına engel olunmak istenmektedir. Peki bu dini yıkmak değil mi? Sual: Bazıları, (İslam artık toplumun gereklerine göre değişmeli. Mesela kadınlar daha özgür olmalı, istedikleri gibi giyinip, istedikleri gibi çıkıp gezebilmeli) diyor. Bunlara nasıl cevap vermeli? CEVAP Dini insanlar çıkarmadı ki insanlar değiştirsin. Kadının nasıl giyineceğini insanlar tespit edemez ki. Allah’a inanan kimse, O ne demişse Ona inanması gerekir, uyarsa daha büyük nimettir. Ben hepsine inanıyorum, tamamını beğeniyorum ama hepsini uygulayamıyorum demeli. Yoksa, günaha alışıp da bu günah mubah olmalıydı demek Allah’a inanmamak olur. O kimseler Allah’a inanmıyorlar, inansalar böyle demezler. Allah her şeyi bilmez mi, bugünkü toplumu bilmiyor muydu? İslam’da reform demek ben Allah’a inanmıyorum demektir, yahut Allah’ı basit bir varlık gibi görüp bu işi iyi yapmamış demektir. Toplumun gereklerine göre dini değiştirmek dini yıkmaktır. Birinin çıkıp (ben İslam dinini yıkacağım) dediğini gördünüz mü hiç. Görmediniz, demez çünkü. Niye desin ki, o zaman onu herkes tanıyacak, gerçek suratını herkes görecek. Dini yıkma fırsatını ya bulacak ya bulamayacak. Ama çıkıp tesettür yok diyor, âdetli iken namaz kılınır diyor, faiz helal diyor, Allah resulünü kabul etmeyip (Yalnız Kur’an) diyor. Ve daha neler neler. Bunları söyleme fırsatı bulduğu gibi, bazı ahmaklardan taraftar da bulabiliyor. Peki bu dini yıkmak değil mi? Dini bozmaya çalışmak Dini inançları bozmak için dört koldan saldırıya geçilmiştir. Her gün yeni bir şey çıkarılarak itikadımız, amelimiz zedeleniyor. “Hayzlı iken Kur’an okunur, oruç tutulur” gibi, dört delile (Kitaba, sünnete, icmaya ve kıyasa) aykırı fikirler üretilirken, şimdi de, mevsimi yaklaştığı için hac ibadeti bozulmaya çalışılıyor. Türk milleti fakir olduğu için hacca gitmemesi gerekirmiş. Çünkü dinimiz israfı yasaklıyormuş. Acaba bu sözlerinde samimiyet eseri var mıdır? Samimi isen, niye Bodrum’a, Avrupa’ya, Amerika’ya eğlenmeye gidiyorsun? Niye yoksulları gözetmeyip de, festivaller peşinde koşuyor, yılbaşı eğlenceleri tertip ediyor, devrilen çamlar altında, şarap fıçılarını boşaltıyor ve sabaha kadar kumar oynuyorsun? Haccı engellemekle yoksulluk önlenemez. Peygamber efendimiz, yoksulluğu önlemenin yolunu bildirmiş, (Zenginlerin zekâtı, fakirlere kâfi 202 www.dinimizislam.com gelmeseydi, Allahü teâlâ fakirlerin rızkını başka yollardan verirdi. Aç kalan fakir varsa, zenginlerin zulmü yüzündendir) buyurmuştur. Demek ki zenginler zekâtını yerli yerince verse, haccı engellemeye lüzum kalmayacak ve aç kalan fakir de bulunmayacaktır. Emekli vaiz adı altında bir başkası da, (Diyanet fikir üretemiyor) diyerek, dinimizi bozmaya çalışıyor. (İslam dünyası aklını kullanmalı, yüzyıllardan beri, paslanan, çürüyen ve işlevini yitiren o akıldışı kilitleri söküp atmalı) diyor. Paslanan, çürüyen ne diye merak ettik. Baktık ki, bunlar, dinimizin, hac, kurban, tesettür gibi emirleri imiş. (Hacca gidecekler, kurban kesecekler, evsizlere, yoksullara yardım etmeli) diyor. Dini kuralları koyan Allah’tır. Allah toplumda yoksulların olacağını bilmiyor muydu? (Bir toplumda yoksul varken, hacca gidilmez, kurban kesilmez) diyemez miydi? Demediğine göre, kurban derilerine sahip çıkma hevesi gibi, kurbanın kendisine de, hac paralarına da sahip çıkmak mı istiyor? Bu iş olmayınca da, (Hani islamiyet akıl diniydi? Niye aklını kullanmıyorsun? Akıl yolunu seçerek kurban ve hac paralarını niye yoksullara vermiyorsun) diyor. Felsefecileri ve sapık fırkalardan mutezileyi övüyor. (Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt gibi düşünürler, İslamlığı hep aklın ve yaşanan dünyanın, insansal gereklerin aynasına tutarak değerlendirdiler. O dönemlerin ürünü olan Mutezile, inançta yazgıcılığı (kaderciliği) reddederek, İslam’ın akılsal yol ve yöntemlerle kurumlaşmasına çalıştı) diyerek kaderi de inkâr ediyor. Kader, Allahü teâlânın insanların başlarına gelecek işleri bilmesi ve bu bilgisinin bir kitaba [levh-i mahfuza) yazılması demektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah, onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir.) [Bekara 255] (Allah her canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. Hepsi açık bir kitapta [levh-i mahfuzda] dır.) [Hud 6] (Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazılmıştır.) [Kamer 52, 53] Bu ve benzeri birçok âyet vardır. Ama inanan kim? Adam, hep Kur’an Kur’an der ama ya Kur’ana inanmaz veya onu istediği gibi yorumlar. (İmam-ı Gazali'nin kilitlediği akıl kapısını açmak gerekir) diyerek de, nakli esas alan âlimlere dil uzatıyor. Emekli vaizin aklı var da, imam-ı Gazali veya öteki âlimlerin aklı yok mu idi? Adam, (Benim düşüncemde olan akıllı, benim gibi düşünmeyen akılsızdır) demek istiyor. (Örtünme Kur’anda bir dönemin, bir olayın zorunluluğu olarak vardır. Ama günümüzde o zorunluluklar birtakım yasal ve yaşamsal önlemlerle, gereklerle başkalaşmıştır. O halde herkes Avrupalı gibi giyinmelidir) diyerek tesettüre de dil uzatıyor. 203 www.dinimizislam.com Birleştirici olmalı Genelde hiç kimse, bilmediği konularda, uzmanlık alanın dışında konuşmaz. Eğer konu din ise, bilen bilmeyen herkes, fikir yürütür, “Bence böyle olmalı” der. Dini eleştirenlere bakın, dinden hiç haberi yoktur. Kulaktan duyma bilgilerle dine saldırırlar. Din cahili bazı yazarlar fırsat buldukça dine saldırıyorlar. Bölücülük yapıyorlar. Müslümana gerici diyorlar. Gerici demek bölücülüktür. Nedir bu gericilik? Saldırının şiddetini çoğaltmak için, köktendinci, fundemantalist gibi yaftalarla halkımızı bölmeye çalışıyorlar. Din cahili bu yazarlardan biri, (Köktendinciler, Kur’anı anlamak istemezler, Kur’andaki bir âyeti hatmetmeye [ezberlemeye] çalışırlar) diyor. Cahil yazar, hatmetmeyi ezberlemek sanıyor. Acaba köktendinci, doğuştan müslüman mı demektir? Niye böyle hiç kimsenin tam anlamadığı kelimelerle bölücülük yapıyorlar? (Gericiler Kur’anı anlamak istemezler. Kur’anın anlaşılmasının önüne konan ketler yüzyıllardır devam ediyor) diyor. İstemeyen gericiler kimmiş? Niye istemiyorlarmış? Kur’an anlaşılırsa onların ne zararı olurmuş? Şimdi piyasada belki de yüzü aşkın Kur’an tercümesi var. Bu tercümelerle Kur’an anlaşıldı ise, müslümanların bildirdiğinden farklı ne var imiş? Âlimler neyi gizlemiş? Böyle bir şey olmadığına göre, ne diye halkımızın huzuru bozulmaya çalışılıyor? Kur’an tercümelerinden dinin hükümlerinin hepsi anlaşılır mı? Dini bilmeyenler veya din düşmanları, (Kur’anı herkes anlar, hadislere ve âlimlerin açıklamalarına ihtiyaç yoktur) diyorlar. Bilindiği gibi, Anayasa’yı insanlar yazmıştır. Anayasayı okuyan bir kimse, orada aradığı her hükmü, her kanunu bulabilir mi? Sonra insanların yazdığı bu Anayasayı bile okuyanlar, farklı yorumlar getiriyorlar. Meclis Anayasaya uygun sanarak bir kanun yapıyor, Anayasa mahkemesi bu kanunu Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle bozuyor. Bir uygulama için bakanın biri, bu anayasaya uygundur derken, öteki bakan anayasaya aykırıdır diyebiliyor. Demek ki, insanların yaptığı bir Anayasa bile herkes tarafından aynı anlaşılmadığına göre Kur’an, o kadar basit bir kitap mı da herkes hemen anlasın? Hırsızlık, adam öldürmek, gasp, zina ve diğer suçların cezaları Anayasada açıkça bildirilmez. Bunlar Kanunlarla anlaşılır. Hatta kanunları da herkes kolayca anlayamaz. Kanunların iyi anlaşılması için, tüzükler, yönetmelikler çıkarılır. Bir kimsenin, Kur’andan dinimizin hükümlerinin hepsini öğrenmesi mümkün değildir. En başta namaz nasıl kılınır? Kaç rekat kılınır? Namazda neler okunur? Yanılmalar için neler yapılır? Namazı bozan şeyler nelerdir? Namazın farzları, vacibleri, mekruhları, sünnetleri nelerdir? Abdesti bozan şeyler nelerdir? Orucun farzları nelerdir? Niyetsiz oruç tutulur mu, tutulmaz mı? Niyet ne zamana kadar geçerlidir? Orucu bozan şeyler nelerdir? Zekatın 204 www.dinimizislam.com farzları nelerdir? Zenginliğin ölçüsü nedir? Ne kadar malı, parası olanın zekât vermesi gerekir? Hac ve diğer ibadetlerde de durum aynıdır. Bütün bunları açık olarak Kur’an-ı kerimde bulamayız. Yalnız Kur’an diyenlerin art niyetleri böylece meydana çıkıyor. İbadetlerdeki, farzları, vacibleri, sünnetleri, mekruhları ancak Peygamber efendimizin sözlerinden öğreniriz. Kur’an-ı kerimde defalarca, (Allah’a ve Resülüne uyun) buyuruluyor. Kur’anın bir kısmına inanıp da bir kısmına inanmayanlara sözümüz yoktur. Dinin ruhuna aykırı imiş Sual: Yazarın birisi; (Her ne kadar hadislerde hayzlı ve nifaslı kadınlar namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kur’ana dokunamaz deniyorsa da, namaz kılmasında, oruç tutmasında ve Kur’ana dokunmasında sakınca yoktur. Bu hadisler dinin ruhuna aykırıdır. Bir de kütüb-i sitte denilen altı hadis kitabında, kasten orucu bozanlara, ceza olarak 61 gün oruç tutmaları gerektiği bildiriliyorsa da, bu da Kur’anın ruhuna, dinin temel prensiplerine aykırıdır. Çünkü ceza işlenen suça uygun olmalıdır. Bir gün oruç yiyene, 61 gün oruç tutturmak zulüm olur) diyor. Bahsettiği hususlarda açıklama yapar mısınız? CEVAP Dinimizde delil dörttür: Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha. Bir hüküm için bu delillere bakılır. Hem kütüb-i sittedeki hadislerde var diyor, hem de, bu hadisler dinin ruhuna aykırıdır diyor. Önce hadis dinde delil midir değil midir, bunu kasten bildirmiyor. Sonra bu hadisler uydurma mıdır, yoksa sahih midir? Bunları da kasten söylemiyor. Uydurma demesine imkan yok. Çünkü kütüb-i sitte denilen en kıymetli altı hadis kitabındaki hadisler, bütün âlimlerce sahihtir. Mezhepsiz olmayan bir kimse, bu kitaplardaki hadis-i şeriflere uydurma diyemez. Yazar açıkça, Peygamber Kur’anın ruhuna aykırı konuşmuş demek istiyor. Zaten mezhepsizler, anlayamadığı hadis-i şeriflere, (Uydurma veya Kur’anın ruhuna aykırı) damgasını basarlar. Yazar oruç tutmamakla, kasten orucu bozmayı birbirine karıştırıyor. Kefaret oruç tutmamanın cezası değildir. Orucu kasten bozmanın cezasıdır. Bir adamı yanlışlıkla öldürmekle, kasten öldürmenin cezası aynı olur mu? Hatta öldürmek niyetiyle kurşun sıksa, öldüremese bile, öldürmüş gibi ceza verilir. Ama kazaen öldürenin cezası hafiftir. Orucu kazaen bozmak ile, hiç niyet etmeden oruç tutmamak ve kasten niyetli orucu bozmak arasında çok fark vardır. Sanki yazar, Kur’anın ruhunu, dinin temel prensiplerini biliyormuş gibi konuşuyor. Kur’an-ı kerimde, imanla ölenlerin yarın ahirette sonsuz olarak Cennette, imansız ölenlerin ise Cehennemde sonsuz olarak kalacağı bildirilmektedir. Bir kimse, 50 veya 100 yıl yaşıyor, yüz yıllık iyi işlerine karşı sonsuz olarak Cennette kalıyor. Bir kimse de 100 yıl günahına ve küfrüne 205 www.dinimizislam.com karşılık bin yıl, milyar yıl, trilyon yıl değil, sonsuz olarak Cehennemde kalıyor. Bu dinin ruhuna aykırı olmadığına göre, orucu kasten bozmanın cezasının da 60 gün olması, dinin ruhuna aykırı olmaz. Bir gün orucu kasten bozmanın cezası 61 değil, 60 gündür. Bir gün de bozarak tutmadığı orucun kazasıdır. Peygamber efendimizin ve Eshab-ı kiramın hanımları da, yıllarca hayz ve nifas hâli olmuştur, onlar namaz kılmamış, oruç tutmamıştır. Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram, Kur’anın ruhuna aykırı mı hareket ediyorlardı? Hazret-i Âişe’nin naklettiği hadis-i şerifte, hayzlı iken tutulamayan orucu kaza etmek gerektiği, kılınmayan namazları kaza etmek gerekmediği bildirilmiştir. (Buhari) Hadis-i şerifte, (Hayzlı Kur'andan birşey okuyamaz) buyuruldu. (Tirmizi) 14 asırdır gelen yüzlerce müctehidler ve âlimler, bu meseleleri bilememiş de, birkaç mezhepsiz bunların dinin ruhuna aykırı olduğunu nasıl söyleyebilir ki? Bu ve benzeri çıkışlar, dini bozarak, yozlaştırarak yıkmak için yapılan sinsi bir oyundur. 14 asırdan beri din kitapları ne yazıyorsa onlara uymalı, türedilere itibar edilmemelidir. Dinde anarşi çıkarmamalı Dinimizi yıkmak isteyen yabancıların bir kısmı, “Yalnız Kur’an”, “Kur’andaki din” gibi ifadelerle Peygamber efendimize tâbi olmayı reddederek, dinimizi bozmaya çalışıyorlar. Bir kısmı da sadece “Kur’an ve Sünnet” diyerek, dinimizin dört kaynağından ikisi olan İcma ve Kıyas-ı fukaha’yı kaldırmaya çalışıyorlar. Halbuki Kur’an-ı kerimde çok yerde; Allahü teâlâ hem kendine, hem de Peygamberine uymayı emrediyor. Din düşmanlarının iddia ettikleri gibi Allahü teâlâ, “Yalnız bana uyun, yalnız bana itaat edin” demiyor, (Allah’a ve Resulüne itaat edin) buyuruyor. (A.İmran 32, 132, Nisa 13, 59, 69, Enfal 1, 20, 24, 46, Tevbe 71, Nur 52, 54, Ahzab 31, 33, 71, Muhammed 33, Feth 17, Hucurat 14, Tegabün 12) Allahü teâlâ, (Allah’a ve Resulüne itaat edin) buyurduğu gibi, (Allah’a ve Resulüne isyan etmeyin) de buyuruyor. (Nisa 14, Enfal 13, Tevbe 26, 63, Ahzab 36, Haşr 4, Talak 8, Cin 23) Cenab-ı Hakkın tekrar tekrar, (Bana ve Resulüme uyun, bana ve Resulüme karşı gelmeyin) buyurması, işin öneminden dolayıdır. Resule uyan, Allah’a uymuş olur. Kur’an-ı kerimde, (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur) buyuruluyor. (Nisa 80) Resulünün emri, kendi emrinden ayrı değildir. Onun için Kur’an-ı kerimde, (Peygamber neyi verdiyse onu alın, neyi yasak ettiyse ondan sakının) buyuruldu. (Haşr 7) 206 www.dinimizislam.com Doğru yol üzerinde olmak için, Resulullaha tâbi olmak şarttır. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Resulüme tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158] Allahü teâlâ, sadece bizim Peygamberimize değil, diğer kavimlerin Peygamberlerine de ümmetinin itaat etmesini emretmektedir. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Allah’ın izniyle, her peygamberi, ancak itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64] Diğer Peygamberler de, (Allah’tan korkun, bana uyun) buyurmuştur. (Şuara 126, 144) Bu kadar vesika karşısında, gerçekten Allah’a inanan, Onu sevenin Resulünün bildirdiklerine de uyması şarttır. Nitekim (Ey Peygamberim, de ki eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun) buyuruldu. (Al-i İmran 31) Allahü teâlâ, emre uymakta kendi ismi ile Resulünün ismini birlikte bildirdiği gibi, iman hususunda da beraber bildirmiştir. (Yalnız bana iman edin) demiyor. (Allah’a ve Resulüne iman edin) buyuruyor. (Araf 158) İhtilafları halletmek için de Allah’ın ve Resulünün emrine uymak gerekir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bir işte anlaşamazsanız, bu işin hükmünü Allah’tan [Kur’an-ı kerimden] ve Resulünden [hadis-i şeriflerden] anlayınız!) [Nisa 59] Buradaki (Anlayınız) emri, âlimler içindir. Çünkü, âlimlere sorulmasını da Kur’an-ı kerim bildiriyor. (Nahl 43) Sünnete uymanın önemi Yukarıda; sünnete uymanın farz olduğunu, âyet-i kerimelerle bildirmiştik. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir: (Yakında “Kur’andan başka uyulacak bir şey tanımam” diyenler çıkar.) [Ebu Davud] (Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Şöyle ki, bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Hadisi bırak, Kur’andan söyle” derler.) [Ebu Ya’la] (Bu Kur’an, hoşlanmayana zor gelir. Onu sevene ise gayet kolay gelir. Hadisimden hoşlanmayan için de hadislerim zor gelir. Sünnetime uyana ise çok kolay gelir. Hadisimi dinleyip ona uyan, mahşerde Kur‘anla haşrolur. Hadisime önem vermeyen ise Kur’anı hor görmüş olur. Kur‘anı hor gören ise, dünya ve ahirette hüsrana uğrar.) [Hatib] (Bir zaman gelir, sünnetimi öldüren kimseler çıkacak. Allah bunlara lanet etsin!) [Deylemi] (Sünnetimden yüz çeviren benden değildir.) [Müslim] (Bana uyan Cennete girer, uymayan, isyan eden Cennete giremez.) [Buhari] (İhtilaflar çıkınca, sünnetime ve hulefa-i raşidinin sünnetine uyun!) [Tirmizi] 207 www.dinimizislam.com Kur’an-ı kerimde de, (İndirdiğimi [Kur’an-ı kerimi] insanlara beyan edesin!) buyuruluyor. (Nahl 44) Beyan etmek; âyetleri, başka kelimelerle ve başka suretle anlatmak demektir. Âlimler de, âyetleri beyan edebilselerdi ve kapalı olanları açıklayabilselerdi, Allahü teâlâ Peygamberine, (Sana vahyolunanları tebliğ et) derdi. Ayrıca beyan etmesini emretmezdi. (Huccetullahi alelalemin) Peygamber efendimize uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymanın gereği anlaşılır. Sünnet yani hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı, zekât hesabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiçbir kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Sünneti müctehid âlimler açıklamış, böylece mezhepler meydana çıkmıştır. (Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Kur’an-ı kerimde, namazların kaç rekat olduğunu bulabilir misin) dedi. Hazret-i Ömer’e, farzların seferde kaç rekat kılınacağını Kur’an-ı kerimde bulamadık, dediklerinde, (Allahü teâlâ, bize, Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Kur’an-ı kerimde bulamadığımızı, Resulullahtan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde 4 rekat farzları 2 rekat kılardı. Biz de, öyle yaparız) buyurdu. (Mizan-ül-kübra) Sünneti kabul etmemek, Kur’an-ı kerimi inkâr etmek olur. Sünnete uymak, Kur’an-ı kerime uymaktan ayrı değildir. Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın emirlerinden başka bir şey bildirmemiştir. Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Kur’an-ı kerimdeki hükümleri doğru olarak Resulullah efendimiz açıklamıştır. Resulullaha uymak farzdır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Peygamber efendimiz de, Kur’ana tâbi olmak isteyenin, bir âlime tâbi olmasını emrediyor. Âlim, hakkı bâtıldan ayıran ve bildikleri ile amel eden zattır. Hakiki âlimlerin sözleri senettir. Bunlar Peygamberlerin vârisleridir. Bunlara uyan kurtulur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bu misalleri ancak âlim olan kimseler anlar.) [Ankebut 43] (Eğer bilmiyorsanız âlimlerden sual ediniz!) [Nahl 43] (Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] (Eğer bunun hükmünü Peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83] Peygamber efendimiz, (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi) Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki: (Âlimlere tâbi olun! Onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi] (Âlimler; kurtuluş yolunu gösteren, birer rehber ve kılavuzdur.) [İ. Neccar] (Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani] 208 www.dinimizislam.com Dinde yara açmak (Sünnete değil, Kur’andan anladığına uymalı) diyenler çıkıyor. Bunlar, dinde anarşi, kaos, kargaşa çıkarıp dinimizi içten yıkmaya çalışıyorlar. Herkes kendi anladığına uyarsa, ortaya binlerce görüş çıkar, Allah’ın dini unutulur. Dini parçalamak, fırka fırka ayrılmak bölücülüktür ve zararı büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır. Bunlardan 72’si Cehenneme gider, yalnız bir fırka kurtulur. Bu fırka, benim ve eshabımın gittiği yolda gidenlerdir.) [Tirmizi] Peygamber efendimizin sözlerini Kur’an-ı kerimden ayrı göstermeye çalışıyorlar. Halbuki Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın vahyettiğini bildirmiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (O, [Resulullah] kendisine vahyedilenden başkasını söylemez.) [Necm 4] (Ona [Muhammed aleyhisselama] tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız!) [Araf 158] Şu halde doğru olarak Allah’ın dinine uymak için, Resulüne uymak gerekir. Resulullahın sünneti, yani hadis-i şerifler olmasaydı, namazın kaç rekat olduğu, nasıl kılınacağı, zekât nisabı, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Şu halde Kur’andan kendi anladığımıza değil, Peygamber efendimizin Kur’an-ı kerimden anlayıp, bize bildirdiklerine uymamız şarttır. Kur’an-ı kerimi Peygamber efendimizden sonra en iyi anlayanlar, eshab-ı kiram ve diğer âlimlerdir. O halde, Allah’ın dinine uymak için, âlimlerin sözbirliği halinde bildirdikleri hükümlere uymak gerekir. Kur’an-ı kerimi, herkesin değil, ancak âlimlerin anlayacağı bildiriliyor: (Bu misalleri, âlim olanlardan başkası anlayamaz.) [Ankebut 43] Asırlardan beri âlimlerimizin bildirdikleri itikada, ibadete sarılmak şarttır. Yoksa herkes Kur’an-ı kerimde kendi anladığına uyarsa, dinde anarşi olur. Kur’an-ı kerim, Peygamber efendimize inmiştir. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimize, Kur’an-ı kerimin açıklamasını sorarlardı. Allahü teâlâ, (Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Peygamber gönderdik) buyuruyor. (Bekara 151) Demek ki, Peygamber efendimiz, Kitabın [Kur’an-ı kerimin] dışında, bir de hikmet getirmiştir. Allahü teâlâ hikmet ehlini de övmüştür: (Allah; hikmeti kime dilerse, ona verir. Kime de hikmet verilmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269] Hikmet, fen manasına geldiği gibi, fıkıh ilmi anlamına da gelir. İmam-ı Şafii hazretleri, (Bu âyetteki hikmetten maksat, Resulullahın sünnetidir. Önce Kur’an zikredilmiş, peşinden hikmet bildirilmiştir) buyuruyor. Kur’an-ı kerim açıklamasız öğrenilseydi, Peygamber efendimize, (tebliğ et yeter) denilirdi, ayrıca (açıkla) denmezdi. Halbuki, açıklanması da emredilmiştir: 209 www.dinimizislam.com (Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44] (Biz bu Kitabı, hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir kavme de hidayet ve rahmet olsun diye sana indirdik.) [Nahl 64] Bu âyet-i kerimeler, açıklamayı gerektiren âyetlerin bulunduğunu gösterdiği gibi, bunu açıklamaya Resulullah efendimizin yetkisi olduğunu da göstermektedir. Kur’an-ı kerimde her bilgi vardır. Ancak açık değildir. Peygamber efendimiz bunları vahiy ile öğrenmiş ve ümmetine bildirmiştir. Hazret-i Cebrail, Peygamber efendimize gelip, beş vakit namazın her şeyini bizzat tatbiki olarak öğretmiştir. Peygamber efendimiz de; (Namazı benim kıldığım gibi kılınız) buyurmuştur. (Buhari) Dogma, format ve reform Ateistler, dini hükümlere, âyet ve hadislere, yani nasslara dogma diyerek karşı çıkarlar. Dogma, kelime olarak, tartışmasız kabul edilen bilgi, inanç demektir. Mesela herkes Hazret-i Âdem’den gelmiştir. Hazret-i Âdem de topraktan yaratılmıştır. Bu nassla sabit kesin bir inançtır. Ateistler “Bu bir dogmadır, bilimsel olmayan dogmalara inanmayız” derler. Şimdi mezhepsizler türedi. Ateistlerin dogma, dinimizin nass dediği veya edille-i şeriyye denilen hükümlere, mezhepsizler, format diyorlar. Dinde yenilik yaptığını söyleyen bir mezhepsiz, fakirin lehine diyerek zenginlikteki nisap miktarını 96 gramdan 80’e indirmiş. (Önceleri İslam âlimlerine uyarak altının nisabının 96 gr olduğunu açıklamıştım. Fakat fakirin lehine olduğu için şimdi 80 gramı esas alıyorum) diyor. Fakirin lehi dinde ölçü olur mu? Madem ölçü oluyorsa, ne diye 70 gr değil de, 80 gr alınıyor? 10 gr alınsa fakirin daha lehine değil mi? Hatta bu ölçüyü temelli kaldırsa, fakirlerin lehine olmaz mı? Âlimlerin bildirdiği ölçüye uymadan fakirin lehine diyerek altının nisabını değiştirmek dinde reform olur. Başka bir mezhepsiz de, aşağıda bildirilen 5 maddedeki hükümler için, “Bu çözüm değildir, formatlara takılıp kalmadan, hükümleri yeniden farklı bakış açılarına göre yorumlamak gerekir. Format şudur: Ribaı nesie'de fazlalık şartı yoktur. Kadr ve cins illetlerinden birisi varsa, faiz olur. Yani 5 gün sonra geri almak kaydıyla 5 altın verir yine, 5 altın olarak geri alırsanız faiz olur. Eğer formatlara uyarsanız, gelişmeyi durdurursunuz; korumak istediğiniz değerlerle hayat arasındaki bağları zaafa uğratır, hep Molla Kasım'larla karşılaşırsınız” diyor. Molla Kasım da gelse, biz Format reformcusuna değil, edille-i şeriyyeye uyarız, yeni formatla dinimizi sulandırmayız. Ödünçte faiz olabilir Bey ve Şirâ Risalesi şerhinde, (Ödünç verirken, zaman tayin etmek, malı, misli ile veresiyle satmak olur. Bu ise faizdir, büyük günahtır) 210 www.dinimizislam.com buyuruluyor. Genelde ödünç verilen paralar için gün tayini lazım oluyor. Faize bulaşmadan gün tayin etmenin birkaç yolu şöyledir: 1- Ödünç vereceği kimseden kefil ister. Kefilden de senet alır. Borçlu da, senetteki tarihte öder. 2- Borçlu, borcunu kendine borcu olan birine havâle eder. O da, borcunu günü gelince öder. 3- 1 milyar ödünç isteyene, ucuz bir şeyi, mesela bir kalemi, belli tarihte ödemek üzere 1 milyara satar. Sonra bu kalemi 1 milyara o kişiden peşin alır. Senedin günü gelince parasını ister. 4- "Falana olan borcuma kefil ol" dese, o da kabul edip ödese, kefil borçluya, "Şu tarihte bana öde" diyebilir. 5- Maliki mezhebi taklit edilirse senede tarih konur. [En kolayı budur.] [Samimi tanıdıklar arasında, daha kolay bir yol vardır: Mesela, 1 milyar ödünç isteyene, “5 Ocakta bana 1 milyar hediye edersen, şu 1 milyarı sana hediye ederim” denir, 1 milyar hediye edilir.] Nass dogma değildir Sual: Batıdan gelme kelimeleri kullanmayı bir meziyet sananlar, Nass yerine dogma diyorlar. Dogma Nass yerine kullanılabilir mi? Bir de dogmacılık var. Bunun da Nass ile bir ilgisi var mı? CEVAP Türk Dil Kurumunun sözlüğünde, dogma’nın tarifi şöyledir: (Doğruluğu sınanmadan benimsenen, bir öğretinin veya bir ideolojinin temeli yapılan sav, nas) TDK’ye göre, Dogmacılık kelimesinin anlamı da şöyledir: (Öne sürülen öğreti ve ilkeleri eleştirmeden doğru olarak benimseyen ve benimsediği var sayımlardan katı bir yöntemle önermeler türeten anlayış, dogmatizm.) Dinimizde Nass, manaları açık olan âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere denir. Yani Allah ve Resulünün sözlerine denir. Dogma ile dogmacılıkla ilgisi yoktur. Ateistler, Müslümanlara, siz körü körüne inanıyorsunuz anlamında, “Siz dogmalara inanıyorsunuz” diyorlar. Müslümanlar dogma kelimesini Nass anlamında kullanmamalıdır. Türkçe Kur'an sözü yanlıştır Sual: Bir yazar, (Türkçe Kur'an olur, Kur'anın tercümesi ile namaz kılınır) lafını ortaya attı. Halkın sosyete hocası dediği bu yazar, ne yapmak istiyor, maksadı ne? CEVAP Maksadını bilemeyiz ancak bu tür teşebbüsler dinimizi içten yıkmaktır. Bunun yapmak istediğini, diğer reformcular defalarca yapmaya teşebbüs 211 www.dinimizislam.com etmiştir. Mesela, bir zamanlar bazı profesörler, dinimizde yapılacak yenilikleri bir rapor halinde hazırlamışlardı. Rapor, özetle şöyle idi: (Din de, diğer sosyal teşekküller gibi, hayatın akıntısına uymalıdır! Din, eski şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de, muhtaç olduğu gelişmeyi göstermelidir! Camilerimiz kullanılır hâle getirilmeli, sıralar, elbise askıları konmalı, içeriye ayakkabı ile girilmelidir! İbadet lisanı Türkçe olmalı, âyetler ve hutbeler Türkçe okunmalıdır!) Ezanı yabancı dil ile okumak, namazı yabancı dil ile kılmak caiz değildir. Orucu, Ramazan ayında tutmak Allah’ın emri olduğu gibi, namazda kıraati Arapça okumak da Allah’ın emridir. Kur'an-ı kerimin tercümesini, Kur'an hükmünde tutmanın ve namazda okumanın asla caiz olmadığını bütün İslam âlimleri bildirmektedir. Kur'an-ı kerim Arapça olarak indirilmiştir. (Yusuf 2) Allahü teâlâ, (Benim kitabım Arapçadır) buyuruyor. O halde, Allahü teâlânın melek ile indirdiği kelimelerin, harflerin ve anlamların toplamı Kur'andır. Başka dile, hatta Arapçaya çevrilirse, yine Kur'an olmaz. Büyük İslam âlimi İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyurdu ki: (Kur'an-ı kerimi Arapçadan başka harf ile yazmak ve Kur'an-ı kerim yerine tercümesini okumak haramdır. Kur'an-ı kerimi tercüme etmek başka, yapılan tercümeyi Kur'an yerine koymak başkadır. Selman-ı Farisi, Fatiha'yı Farisi harflerle yazmadı. Tercümesini de yazmadı. Fatiha'nın Farisi tefsirini yazdı. Arapçadan başka harf ile yazmak ve böyle yazılmış olanı okumak haramdır. Kur'anı Arapça harflerle, okunduğu gibi yazmak bile haramdır.) [Fetava-i fıkhıyye s.37] Ünlü fıkıh âlimi İbni Âbidin hazretleri, (Hutbeyi de Arapçadan başka dil ile okumak, tahrimen mekruhtur) buyurdu. Hindistan âlimlerinden Muhammed Viltori de, (Hutbelerin bir kısmını bile Arapçadan başka dil ile okumak bid'attir) buyurdu. [El-edille] Eshab-ı kiram ve sonra gelen âlimler, bid'at işlememek için, Asya ve Afrika'da, hutbeleri hep Arapça okudu. Halbuki, dinleyenler Arapça bilmiyordu. Bunun için, Osmanlı âlimleri, 600 yıl, hutbelerin, kabul olmayacağını bildikleri için, Türkçe okunmasına izin vermediler. (Namazda okunanı anlamak gerekir) demek, ibadetin ne olduğunu bilmemek demektir. Çünkü, namazı, insanın kendisi tertip etmemiştir. Namazın ve bütün ibadetlerin nasıl yapılacağını, yaparken neler okunacağını Allahü teâlâ Peygamberine bildirmiştir. Peygamber efendimiz de, bunları, öğrendiği gibi eshabına bildirmiş ve kendi de yapmıştır. Allahü teâlâ, namazda (Kur'andan kolayınıza geleni okuyun) buyurmuştur. (Müzzemmil 20) Âlimlerimiz, eshab-ı kiramdan görüp işiterek, namazın nasıl kılınacağını öğrenmişler ve (Namazda okunacak Kur'anın, Allah kelamı olması gerekir, vazife, ancak böylece yapılmış olur) buyurmuşlardır. (F. Fıkhıyye) Diyanet işleri Başkanlığı Din işleri Yüksek Kurulu'nun 4.12.1997 gün ve 103 sayılı kararı da özetle şöyle: 212 www.dinimizislam.com (Kur'andan kolayınıza geleni okuyun) âyetinde olduğu gibi, Peygamber efendimiz de namaz kılmayı tarif ederken, (Kur'andan hafızandakilerden kolayına geleni oku) buyurmuştur. Bu itibarla namazda Kur'an-ı kerim okumak; kitap, sünnet ve icma ile sabit bir farzdır. Kur'an, sadece mana olarak değil, Resulullahın kalbine elfazı [sözleri] ile indirilmiştir. Bu elfazdan başka lafızlarla ifade edilen mana Kur'an değildir. Çünkü, indirildiği elfazın dışında, hatta Arapça bile olsa, başka sözlerle ifade edilen mana, Kur'an değildir. Kur'an kavramında sadece mana değil, bir rüknü olarak onun elfazı da vardır. Bunun için tercümesine Kur'an denilemeyeceği ve Kur'an hükmünde olmadığı konusunda İslam âlimleri görüş birliği içindedir. 1926'da Göztepe Camii imamı Cemal Efendi'nin Cuma namazında Kur'an-ı kerimin tercümesini okuması üzerine, İstanbul müftülüğü, Diyanet işleri reisi Rıfat Börekçi'nin de imzası bulunan Müşavere heyeti kararında denmiştir ki: “Namazda Kur'an okumak, icma ile farz ve Kur'anın herhangi bir tercümesini Kur'an yerine koymak asla caiz değildir. Bu husus İslam âlimlerinin icmaı ile sabittir. Bu bakımdan Cemal Efendi'nin vazifeden alınmasına zaruret hasıl olmuştur.” Dinde kolaylıklar var Sual: Dinde kolaylık var, zorluk yok dendiği halde, Peygamberimiz, (Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin) dediği halde, aşağıda bir çok zorluklar bildirilmiştir. Bu dinden soğutma ve bir çelişki değil mi? CEVAP Kolaylık var, zorluk yok demek, (Dinimizin verdiği ruhsatlardan, kolaylıklardan faydalanın) demektir. Yoksa, (Herkes hoşuna giden şeyleri yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın size güç gelen ibadetleri yapmayın, onları istediğiniz gibi değiştirin) demek değildir. O zaman ortada din kalmaz. Dinde ufak bir değişiklik yapmak dinsizlik olur. Şimdi verilen örnekleri inceleyelim: 1- Meste mesh edilir diye tırnaklardaki ojeye mesh etmek kolaylıktır. İnce naylon çoraplara mesh de kolaylıktır. Ama bunların hiç birisi caiz değildir. 2- Hanefi’de gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Kolaylık olsun diye ağzın içi yıkamamak kolaylıktır. Ancak gusül sahih olmaz. 3- Abdest almayıp teyemmüm etmek kolaylıktır. Ancak su var iken veya su bulma imkanı var iken teyemmüm caiz olmaz. 4- Beş vakit namazın hepsini sabahleyin kılmak veya gündüz hiç kılmayıp gece yatarken kılmak daha kolaydır. Kolaylık olsun diye böyle yapmak dini değiştirmek olur. Namazların hepsini bir vakte indirmek kolaylık olur. Hatta haftada bir kılmak daha kolay olur. Yılda bayramdan bayrama kılmak en 213 www.dinimizislam.com kolayıdır. Sabah namazına kalkmak zordur, gündüz kılmak daha kolay diyerek sabah namazına kalkmamak caiz değildir. Her gün namaz kılmak yerine, bir defa namaz kılıp bunu videoya alıp, onu seyretmek kolaylık olur. Bu kolaylıklar din değil, dinsizlik olur. 5- Oruçları hep kısa günde tutmak kolay olur. Ramazan orucu yazın uzun günlerine rastlayınca, kolaylık olsun diye, kışın tutmak daha kolaydır. Bir ay Ramazan orucu çok diye üç gün oruç tutmak da kolaydır. Bir gün oruç tutmak ise daha kolaydır. En kolayı da hiç oruç tutmamaktır. Ama bunlar dini yıkmak olur. 6- Hacca gitmek zordur. Kâbe Allah’ın evi olduğu gibi cami de Allah’ın evidir diyerek herhangi bir caminin etrafında dönmek daha kolaydır. Ama böyle yapmak dinsizlik olur. 7- Zekatı kırkta bir değil de, yüzde bir veya binde bir vermek daha kolaydır. En kolayı da hiç vermemektir. Bunlar din değil, dinsizlik olur. 8- Her gün Kur’an okumak zor olur. Teybe alıp bunu dinlemek, mezarlığa götürüp teybi açarak ölülere teypten okunan Kur’anı dinletmek kolaylıktır. Ama bunların hiçbiri caiz değildir. 9- Yabancı şehirlere gidince kıbleyi bulmak zordur. Herhangi bir istikamete doğru kılmak kolaydır. Araştırma yapmadan rastgele durmak kolaylık ise de dine aykırıdır. 10- Her camide cemaatle namaz kılmak zordur. Herkes evine bir kablo çekerek evinden imama uyması kolaylıktır. Hatta Türkiye’de bir yerde namaz kılınıp radyo ile her evden dinlemek imama uymak daha kolaydır. Ama bu kolaylıklar dini kökten yıkmak olur. Şu halde ölçü, keyfimize göre kolaylık değil, dinin emrine uyarak, dinin izin verdiği ölçüde kolaylıklardan faydalanmaktır. Dini zorlaştırmak mı? Sual: (İbadeti şartlarına uygun yapmalı) diyerek birçok konuda dinimiz zorlaştırılıyor. Her konuda biraz esnek olmak gerekmez mi? CEVAP (İbadeti şartlarına uygun yapmalı) demek, dini zorlaştırmak demek değildir. Dinimizin bildirdiklerine uymalı demektir. Birkaç örnek verelim: 1- Namaz kılmak için gusül ve abdest şarttır. Gusülsüz veya abdestsiz namaz sahih olmaz. Abdestin de şartları var. Mesela abdestte başa mesh edilmezse, o abdest sahih olmaz. Böyle bir abdestle kılınan namaz da sahih olmaz. (Elimi başıma sürmesem ne olur, biraz esnek olmalı) denmez. Hanefî olanlar için, gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Ağzın içini yıkamadan alınan gusül sahih olmaz. Gusül sahih olmayınca o gusülle kılınan namaz da sahih olmaz. Ağzında dolgu dişi olan Hanefî'nin guslü sahih olmaz, Mâlikî veya Şâfiî mezhebini taklit etmesi gerekir. Çünkü bu iki hak mezhepte ağzın içini yıkamak farz değildir. 214 www.dinimizislam.com 2- Zekât zengine, gayrimüslime, evlada, dedeye, toruna verilmez. (Biraz esnek olmalı, fakir dedeme veya muhtaç bir gayrimüslime versem ne olur) denmez. İbadetin şartına uyulmazsa o ibadet sahih olmaz. Zekât ya bizzat fakirin eline verilir veya vekil ettiği kimse verir. Banka havalesiyle, SMS ile gönderilmez. Bir de zekât, ya ticaret edilen maldan veya değeri altın olarak verilir. Mesela konfeksiyoncu elbise verir, gıda maddesi veremez. Bakkal da, gıda maddesi verir, elbise veremez. Esneklik yapalım denirse dinin emri değişmiş olur. Dinin emrini değiştirmek Allah'ın emrini beğenmemek olur. 3- Oruç, imsak vaktinden akşam ezanına kadar, orucu bozan şeylerden sakınılarak tutulur. Esneklik olsun diye, yiyip içmeyi imsak vaktinde kesmeyip de, daha fazla uzatanın orucu sahih olmaz. Kulağa ilaç damlatmak, önden veya arkadan ilaçlı fitil kullanmak, astım ilacı kullanmak gibi şeyler esneklik olsun diye yapılırsa oruç tutulmamış olur. 4- Haccın vakti, Arefe ve Kurban Bayramı günleridir. Esneklik olsun diye bir gün önce veya bir gün sonra yapılırsa hac sahih olmaz. Zamanımızda hac görevi genelde bir gün önce yapılmakta ve bu ibadet sahih olmamaktadır. 5- Kurban da, bir gün önce kesilirse sahih olmaz. Esneklik olsun diye, (Yarın değil de, bugün kesilse, ne olur?) denirse, cevabı şöyledir: (Dinin emirleriyle oynanmış olur) Kadının sesi haram mı? Sual: Kadınların seslerini erkeklere duyurmaları haram mıdır? CEVAP Kadınların, yabancı erkeklerle lüzumsuz yere konuşmaları, şarkı, hatta Kur’an, mevlid, ezan okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları büyük günahtır; ancak, alış veriş gibi ihtiyaç olunca, fitneye sebep olmayacak şekilde, ihtiyaç kadar ciddi konuşmaları caizdir. (Tergib-üs-salat, Hadika) Bir âyet-i kerime meali: (Ey nebi hanımları, siz diğer kadınlar gibi değilsiniz. Allah’tan sakının, edalı, yumuşak konuşmayın, kalbi bozuk olan, ümide kapılır; hep ciddi konuşun!) [Ahzab 32] Peygamber hanımları olan annelerimizin yumuşak konuşmaları caiz olmayınca, başka kadınların yumuşak konuşmaları nasıl caiz olabilir? Annelerimize kötü gözle bakan çıkabileceğine göre, diğer kadınlara kötü gözle bakan çıkmaz mı? Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Ey kadınlar, mahreminizle konuşun, namahremle konuşmayın!) [Ramuz, İbni Said] Demek ki, ihtiyaçsız yabancı erkekle konuşmak caiz değildir. İhtiyaç olunca ihtiyaç kadar ciddi konuşmak caizdir. Cariyelerin şarkı söylemeleri, hür kadınlar için örnek gösterilemez. Hür kadın şarkı söyleyerek sesini duyuramaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: 215 www.dinimizislam.com (Şarkı söyleyen kadını dinlemek ve yüzüne bakmak haramdır.) [Taberani] Hazret-i Ömer, mehrin azaltılmasını tavsiye edince, perde arkasından yaşlı bir kadın, Nisa suresinin, (Bıraktığınız eşinize, yüklerle [altın mehir] vermiş de olsanız, ondan bir şey geri almayın) mealindeki 20. âyetini okuyor; çünkü ihtiyar kadının sesi haram değildir. Genç kadın, yabancı erkeğe selam veremez, aksıran erkeğe bir şey söylemez ve kendine söylenince de cevap vermez. (Hamevi Eşbah şerhi) Kadınların seslerini erkeklere duyurması haramdır. Bazı âlimler, ihtiyaç zamanında, ihtiyaç kadar ve sert, ciddi konuşmaları caiz olup fazlası yine caiz olmaz buyurmuşlardır. (Tezkiye-i ehli beyt) Allahü teâlâ, kadının namahremle yumuşak sesle konuşmasını men ediyor. (Mektubat-ı Rabbani 3/41) Kadınların, saçı, başı ve kolları açık sokağa çıkmaları ve yabancı erkeklerle lüzumsuz yere, konuşmaları, şarkı söyleyerek, hatta Kur'an, mevlit, ezan okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları büyük günahtır. Ancak yabancı erkeklerle, alış veriş gibi, ihtiyaç olduğu zaman, fitneye sebep olmayacak şekilde, sert ve ciddi konuşmaları caizdir. (Tergibüssalat, Hadika, S. Ebediyye) İbni Abidin hazretleri de buyuruyor ki: Tercih edilen kavle göre kadının sesi avret değildir. Bahr’da Hilye’den naklen, (En münasibi budur), Nehir’de ise, (İtimada şayan budur) denilmiştir. Bu kavlin zıttı kaviller de vardır. Nevazil’de, (Kadının sesi avrettir. Onun Kur’an-ı kerimi kadından öğrenmesi daha makbuldür. Bundan dolayıdır ki, Peygamber aleyhisselam, (Tesbih erkeklere, el çarpmak ise kadınlara mahsustur) buyurmuştur. Kadının sesini erkeğin işitmesi doğru değildir) deniliyor. Kâfi kitabında ise, (Kadın aşikâre telbiye yapamaz; çünkü sesi avrettir) denilmiştir. Yine Bahr’da bildirildiğine göre, Muhit’in ezan babında bu kavil tercih edilmiştir. Fetih kitabının sahibi diyor ki: (Bu kavle göre kadın namazda Kur’anı aşikâre okusa namazı bozulur, denilirse yerinde olur. Onun için Peygamber aleyhisselam, imamın yanıldığını bildirmek için kadının sesle tesbih getirmesini men etmiş; ona el çarpmayı söylemiştir.) Burhan, Halebi, Münyet-ül-kebir şerhinde onu tasdik ettiği gibi İmdad kitabının sahibi de bu sözü kabul etmiştir. İmam-ı Ebul Abbas Kurtubi diyor ki: Zekâsı kıt olanlar, biz kadının sesi avrettir demekle konuşmasını kastettiğimizi zannetmesinler! Bu anlayış doğru değildir. Biz yabancı erkeklerin ihtiyaç halinde kadınlarla konuşmasına caiz diyoruz. Yalnız, kadınların yüksek sesle konuşmalarını, seslerini uzatmalarını, yumuşatmalarını ve nağmeli okumalarını caiz görmüyoruz; çünkü bunlarda erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini harekete getirmek vardır. Kadının ezan okuması bundan dolayı caiz olmamıştır. (Redd-ül muhtar) 216 www.dinimizislam.com Demek ki, kadının yabancı erkekle ihtiyaçsız konuşması caiz değildir. (İhtiyaç olmasa da, yumuşak, cilveli konuşmazsa caiz olur) denilemez. Erkeklerle lüzumsuz ciddi konuşmak caiz olsaydı, erkeklere ciddi şekilde selam vermeleri, erkekler aksırınca, onlara yerhamükellah demeleri, ezan ve ikamet okumaları da caiz olurdu. Şu kadar var ki, ihtiyaç olunca, ihtiyaç kadar ciddi konuşmaları caizdir, ihtiyaçsız caiz değildir. Bu inceliği iyi anlamalıdır. Aletsiz, çalgısız nağmeli sese sima [teganni] denir. Çalgı aleti ile birlikte olan insan sesine gına [müzik] denir. Gına haramdır. Çalgı ve kadın sesi, sima değil gınadır, haramdır. (Dürr-ül-mearif) İşte bundan dolayı, atalar, (Para sesi, kadın sesi, su sesi) demişlerdir. Kadın sesi gına olmasa, yani hoşa giden etkili bir ses olmasa böyle söylemezlerdi. Şair de diyor ki: Dünya kurulalı etkili olmuş, Para sesi, kadın sesi, su sesi. Birçok işimizde yetkili olmuş, Para sesi, kadın sesi, su sesi. Dinde reforma doğru Sual: Gazetelerde okudum. Bir ilahiyat profesörü diyor ki: (Kadınların camide erkeklerle eşit muamele görmesi, camide kendilerine ferah, aydınlık ve güzel bir yer bulması kadının özgüveni için önemlidir. Erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere vaaz verebilir. Bayanların okuduğu ilahiler daha duygulu ve etkili olur. Kur’an ve ezan okumasının, bunların erkekler tarafından dinlenmesinin hiçbir mahzuru yoktur. Arapların ataerkil, kadınları kıskanan, onları toplum hayatının dışına iten anlayış, Arap örfünün baskın hale gelmesi sonucudur. O kültürün yansıması sonucunda ikinci ve üçüncü asırda fıkıh kitaplarında kadınlara bazı yasaklar getirilmiştir. Artık dinin kendi çağımızın beklentilerine, ihtiyaçlarına, duyarlılıklarına bakarak kendi dindarlık tarzımızı kendimiz kurmamız, gerekli reformu yapmamız gerekir.) Bir ilahiyatçının dini değiştirme, dinde reform yapma yetkisi var mıdır? CEVAP Dini bildiren Allahü teâlâdır. Dinin sahibi Odur, değiştirme yetkisi Onundur. (Kendi dindarlığımızı kendimiz kurmamız gerekir) demek yeni bir din kurmak istemek olur. Yeni bir din kurabilirler ama adına Müslümanlık demeleri yanlış olur. İnsanların uydurduğu şeylere de din değil, dinsizlik denir. Tabiin devrindeki büyük âlimlere, mezhep imamlarına, onların yazdığı fıkıh kitaplarına saldırmak büyük cinayettir. Hiçbir Müslüman bunu yapamaz. Dinimize Arap örfü demek de çok yanlıştır. Dinin örf ile alakası yoktur. İslamiyet’i Allahü teâlâ bildirmiştir. Bütün toplumlar için, kıyamete kadar geçerlidir. Cariyeler saçlarını, kollarını açabilir, seslerini erkeklere duyurabilir. Cariyeyi örnek gösterip, hür kadınlara da bunlar mubah demek Müslümanlığı yıkmak olur. Kadın sesi avret midir? 217 www.dinimizislam.com Sual: Kadın sesi için, avrettir ve değildir şeklinde bildirilen farklı iki kavlin, ikisinin neticesi de aynı değil mi? CEVAP Evet, neticesi aynıdır. Kadın sesi avret değildir diyen âlimler diyorlar ki: Kadınların, alış veriş yaparken, şahitlikte bulunurken veya buna benzer diğer durumlarda erkeklerle konuşması caizdir. Ancak kadınların yüksek sesle konuşmaları, seslerini uzatmaları, yumuşatmaları, cilveli ve nağmeli okumaları caiz değildir; çünkü bunlarda, erkekleri kendilerine meylettirmek ve şehvetlerini harekete getirmek vardır. Kadının ezan okuması, hacda açıktan telbiye getirmesi, yine açıktan Kur’an ve mevlid okuması, yabancı erkeğe selam vermesi, selamını alması, aksıran erkeğe yerhamükellah demesi bundan dolayı caiz değildir. (Redd-ül muhtar, Tergib-üs-salat, Hadika) Kadın sesi avrettir diyen âlimler de aynı şeyi söylüyorlar. Bu âlimler, alış veriş yapmaları, şahitlikte bulunmaları gibi işlerde erkeklerle konuşmaları, bir ihtiyaçtan dolayı caizdir derken, öteki âlimler, bu işler kadının sesinin avret olmadığı için caizdir diyorlar. Her iki taraf da alış verişte, şahitlikte ve benzeri işlerde erkeklerle konuşmanın caiz olduğunu bildiriyorlar. Birinci taraf, kadının sesi avret olmadığı için bunlar caizdir derken, öteki âlimler, ihtiyaç olduğu için caizdir diyor. Verilen cevazlar aynı; fakat cevaz veriliş sebepleri, gerekçeleri farklıdır. Müslüman için önemli olan hükümdür. Gerekçenin delillerini bilmek şart değildir; fakat hükmü bilmek ve ona göre hareket etmek şarttır. Kadın, yumuşak olmasa da, ihtiyaçsız yabancı erkekle konuşamaz, selam bile veremez. Âlimler şu konuda birleşiyorlar: Kadınların yabancı erkeklerle ihtiyaçsız konuşmaları caiz değildir. İhtiyaç olunca da, ancak ihtiyaç kadar ve ciddi konuşmaları caizdir. Dini bozma gayretleri Sual: Şöyle deniyor: 1- Hadis külliyatının, Kütüb-i sitte’nin içindeki sahih hadisleri bir araya getirmeli. 2- Hadis ravileri adil ve güvenilir olsa da, bunları çağın teknolojisine göre düzeltmeli. 3- Hadisler Kur’anı nesh edemez. 4- İslam âliminin mezhebi olmaz. 5- Harem selamlık uygulaması, töreyle, kıskançlıkla ilgilidir, dinde yoktur. 6- Bir kadının erkeklere kıldırdığı namaz için, geçersiz denemez. 7- Peygamber, biat alırken kadınlarla tokalaşmamış; ama bundan tokalaşmanın haram olduğu gibi bir sonuç çıkarılamaz. Bu görüşler dine aykırı değil midir? 218 www.dinimizislam.com CEVAP Elbette aykırıdır. Kısaca cevap verelim: 1- Kütüb-i sitte’deki hadis-i şeriflerin hepsi sahihtir. İslâm âlimi, Resulullah efendimizin vârisidir, herkesten daha çok Allah’tan korkar ve kitabına uydurma hadis almaz. (Uydurma hadis), bu sözü Allah Resulü söyledi diye iftira etmektir. Sıradan bir Müslümanın bile hayalinden geçiremeyeceği bu iftirayı, bir Ehl-i sünnet âlimine yakıştırmak, çok çirkindir. 2- Hayret, (Âdil ve güvenilir olsa da) deniyor. Yani, (Bu sözü Allah Resulünün söylediği kesin olsa bile, Allah Resulü, günümüzün meselelerini bilememiştir, yanlış söylemiştir. Biz onun yanlışlarını, çağın teknolojisine göre düzeltelim) demektir. Bu iddiayı bir Müslüman nasıl yapar ki? 3- Âyet-i kerimeler, hadis-i şerifle de nesh edilebilir. Mesela zekât, Kur'an-ı kerimde bildirilen 8 sınıf Müslümandan birine verilir. Sekizinci sınıf, (Müellefe-i kulüb) denilen kimselerdi. Hazret-i Ebu Bekir zamanında, Beyt-ül-mal emini olan Hazret-i Ömer, Muaz hadisini okuyarak, Müellefe-i kulub olanlara zekât verilmesini, Resulullahın nesh ettiğini bildirdi. Halife ve Eshab-ı kiramın hepsi, bunu kabul ederek, nesh edilmiş olduğunda ve artık bunlara zekât verilmemesi gerektiğinde icma hâsıl oldu. İslamiyet’e yardım için, düşmanın zararını önlemek için, onlara mal, para her zaman verilir; ama bu Beyt-ül-malın zekât bölümünden değil, başka bölümünden verilir. Müellefe-i kulüb denilen kimselere, mal, para vermek değil, onlara zekât vermek yasaktır. (Bedayı) 4- (Âlimin mezhebi olmaz) demek de çok yanlıştır. Müctehid olan âlimin mezhebi, kendi ictihadlarıdır. Bugün müctehid olmadığına göre, herkesin bir mezhebe uyması şarttır. İmam-ı Rafii, İmam-ı Nevevi ve İmam-ı Razi gibi âlimler buyurdu ki: Bugün müctehid kalmadığında âlimler sözbirliğine vardı. (M. Nasihat) Müctehit olmayan her Müslümanın, dört hak mezhepten birine tâbi olması şarttır. (İmam-ı Şarani, Ahmed Tahtavi, İmam-ı Rabbani, Yusuf Nebhani…) 5- Dinimizin yasakladığı hususlara töre, kıskançlık deniyor. Resulullah efendimizin mübarek hanımı Ümm-i Seleme validemiz anlatır: Meymune ile Resulullahın yanındaydık. Gözleri görmeyen İbni Ümmi Mektum izin isteyip içeri gireceği sırada, Resulullah bize, (İçeri geçin) buyurdu. (O âmâ değil mi, bizi görmez) dedim. (O sizi görmez; ama, siz onu görürsünüz) Yani, o körse, siz kör değilsiniz buyurdu. (Tirmizi, Ebu Davud, İ. Ahmed) İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Yabancı kadını görünce, yüzünüzü ondan ayırın! Ansızın görmek günah olmaz ise de, tekrar bakmak günah olur.) [Ebu Davud, Darimi] (Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz olmayanlarla konuşmayın!) [İbni Said] 219 www.dinimizislam.com 6- Kadın, erkeğe imam olamaz. Kadının kadına imamlığı da, mekruhtur. (Nimet-i İslam) 7- Zaruretsiz yabancı kadınla tokalaşmak haramdır. Hazret-i Âişe validemiz buyurdu ki: (Resulullah, namahrem hiçbir kadınla tokalaşmadı.) [Buhari, Müslim] İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Elbette ben [yabancı] kadınlarla tokalaşmam.) [Nesai, İbni Mace, Taberani] (Başına bir şişle vurulmak, yabancı kadına dokunmaktan hafiftir.) [Beyheki] Dine söven Müslüman olamaz Sual: (Dinime söven, bari Müslüman olsa) diye, bir söz var. Bu uygun mudur? CEVAP Dine söven kimse, elbette Müslüman olamaz. O sözün aslı, (Dinime dahleden, bari Müslüman olsa) şeklindedir. Yani, din hakkında söz söyleyen kimse, hiç olmazsa Müslüman olsa, belki sözü dinlenip, bu ne diyor diye bakılır. Fakat, dinle imanla hiç ilgisi olmayan kimsenin, din hakkında konuşmasına itibar edilmez, demektir. Beş vakit namaz Sual: (Günde beş vakit namaz çoktur. Avrupa’da Pazar günü yani sadece bir gün Kiliseye gidiliyor, altı gün ibadet yok. Günümüzde yoğun işlerin arasında beş vakit namaz kılmak zordur. Namaz kılma zorunluluğu olunca Müslüman sayısı azalır. Namaz kılınacak günler, sadece bir güne indirilmelidir) deniyor. Böyle bir düşünce yersiz değil midir? CEVAP Buna, Allah’ın işine karışmak, onun koyduğu hükmü beğenmemek denir. Hâşâ, Allahü teâlâ, işlerin yoğun olup olmayacağını bilmiyor muydu? Dinde reform olmaz. Dini insanlar değiştiremez, kim koymuşsa, değiştirme yetkisi de onda olur. İnsanlar fikir yürütemez. Namaz her gün; ama çok azdır. Farz olarak 2+4+4+3+4 = 17 rekâttır. Vitir vacib de ilave edilirse, 20 rekât olur. 20 rekât, 20 dakikada kılınabilir. Sünnetlerle beraber en fazla bir saat olsun. İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, kullarına çok acıdığı için, 24 saat içinde ibadete, yalnız beş vakit ayırmış, birkaç şeyi haram edip, çok şeyi mubah etmiş, izin vermiştir. O halde, 24 saatte bir saat tutmayan bir zamanı, Allahü teâlânın emrini yapmak için ayırmamak ne büyük insafsızlık olur. (1/96) Dinin içini boşaltmak Sual: (Dinde namaz, oruç ve başörtüsünden başka bir şey yok mu? Kişinin iyi Müslüman olduğunu anlamak için, artık bunlara değil, başka şeylere 220 www.dinimizislam.com bakmak gerekir. Din ve ibadetin özü, güzel ahlak sahibi olmak, insanlara iyilik etmek, fakirlerin yardımına koşmaktır. Din adına, sadece imanın ve İslam’ın şartlarından bahsetmek, dinin içini boşaltmak olur) diyenler oluyor. İmanın ve İslamın şartları olmadan din olur mu? CEVAP İman ve İslam olmazsa yani imanın ve İslam’ın şartları kabul edilmezse, tam bir dinsizlik olur. Bir gayrimüslim de insanlara iyilik edebilir, fakirlere yardımda bulunabilir ve insanlığa faydalı şeyler yapabilir; ama Müslüman olmadıktan sonra bunların hiç kıymeti olmadığı Kur’an-ı kerimde açıkça bildiriliyor. Dini nikâhta şahit Sual: (Kadının şahitliğiyle ilgili âyet, tarihseldir. Dini nikâhta da, erkek şart değildir, iki kadının şahitliği de geçerlidir. Eskiden, kadınlar cahil olduğu için böyle denmiş. Şimdi bu kural geçerli olamaz) deniyor. Âyetin tarihsel olması ne demektir? Cahillik ölçüyse, erkek de cahil olmaz mı? CEVAP Tarihsel, o devir için geçerliydi, şimdi geçerli değil demektir. Birçok mezhepsiz, birçok âyet-i kerimeye tarihsel diyerek, dinde reform yaptıkları gibi, aynı bozuk mantıkla, Hıristiyanların Cehenneme gideceğini bildiren âyet-i kerimeler için tarihsel diyerek, gayrimüslimleri de Cennete sokmaya çalışıyorlar. Her devirde âlim ve cahil bulunur. Şahitliğin cahillikle alakası yoktur. Erkek cahil, kadın âlim olabilir. Diyanet İşleri Başkanlığı, kadın erkek eşitliği konusunda diyor ki: Kadının şahitliğiyle ilgili olarak Bekara suresinde yer alan, (İki erkek şahit bulunmadığında, razı olduğunuz şahitlerden bir erkek ve -biri yanıldığında diğeri ona hatırlatsın diye- iki de kadın şahit bulunsun) mealindeki 282. âyetinden, kadının değer ve insanlık yönünden erkekten aşağı olduğu gibi bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Gerekçe unutma, şaşırma ve yanılmayla ilgili olup, getirilen hüküm, hakkın ve adaletin yerini bulması amacına yöneliktir. (Diyanet ilmihali) Bütün muteber din kitaplarında da şöyle deniyor: Nikâhın sahih olabilmesi için, iki Müslüman erkeğin veya bir erkekle iki kadının şahit olarak bulunmaları şarttır. (El-İhtiyar, Dürr-ül-muhtar, Hidaye, Hindiyye, Dürer, Mecmua-i Zühdiyye, Menahic-ül-ibad, Nimet-i İslam) Reform mu yapılıyor? Sual: Sandalyede namaza cevaz vermek dinde reform değil midir? CEVAP 20 Haziran 1928 tarihli Vakit gazetesinde, şu haber çıkmıştı: 221 www.dinimizislam.com (Dinimizde yeni hayata, ilerlemeye uygun olarak yapılacak yenilikleri, İstanbul ilahiyat fakültesi profesörleri rapor halinde hazırlamışlardır.) İttihatçılardan Köprülü Fuat, İzmirli İsmail Hakkı, Şerafettin Yaltkaya, Mehmet Ali Ayni gibi dinde reformcuların imzalarını taşıyan bu rapor şöyleydi: (Din de, diğer sosyal teşekküller gibi hayatın akışına uymalı. Din, eski şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de muhtaç olduğu inkişafı göstermeli. Camilerimiz kullanılır hale getirilmeli, sıralar, [koltuklar, sandalyeler] konmalı, içeriye ayakkabıyla girilmeli. İbadet dili Türkçe olmalı, hutbeler Türkçe okunmalı. Camilere müzik aletleri konmalıdır.) Bu rapor zamanla gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır. Hastaların, namazlarını nasıl kılacakları, din kitaplarımızda açıkça bildirilmiştir: Ayakta duramayan hasta, farzları da, secde ettiği yerde oturarak kılar. Rükû için eğilir. Secde için, başını yere koyar. Duvara, direğe, insana dayanarak, biraz ayakta durabilenin, ayakta tekbir alması ve o kadar da olsa, ayakta okuması farzdır. Hiç secde edemeyen kimse, ayakta durabilse bile, yere oturarak imayla kılar. Yere oturamayan, koltuğa, sandalyeye, çekyata oturursa, ayaklarını sallamaz. Ayaklarını büküp oturamazsa, ayaklarını sehpa veya benzeri bir şeye koyarak imayla kılar. (Feth-ul-kadir, Merak-ıl-felah, Halebi, Mecma-ul-enhür) Yazar M. Emin Parlaktürk de, 17 Kasım 2009 tarihli yazısında, orta yaşlı olup da hasta olmadığı halde, camilerde sandalye üstünde namaz kılanları gördüğünü söyledikten sonra diyor ki: (...Camilerde sandalye, tabure, koltuk ve benzeri oturakların hiç mevcut olmadığı zamanları da düşünerek, bugünleri görünce yarınlardan endişe edip, “Acaba, camilerimiz giderek kiliseye mi dönüşüyor?!” diyor, korku ve endişe arası bir düşünceye kapılıyorum! Bu düşünceler beni Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ateşli tartışmalara götürüyor. Camileri modernleştirme adına mecliste yapılan konuşmalarda bazı mebusların, “Camilere kiliselerdeki gibi masa sandalye koyalım, müslümanlar ibadetlerini oturarak yapsınlar” şeklinde teklifler sundukları dönem aklımıza geliyor. O dönemde şiddetle reddedilen bu teklifi, acaba biz cami cemaati olarak kendi ellerimizle hayata geçirmenin adımlarını mı atıyoruz? Camilerde sandalye sayısı o kadar çok arttı ki, korkum bu gidişle cemaat safları sandalyelerle dolacak! Sahipleri de belli olduğu için yerinden kaldırılmayacak olan o sandalyeler, camilerin sedirleri gibi oturma mekânları haline gelecek!) Modern müceddid Sual: Bazı kimseler için, (Post modern dönem müceddidi, reformcu, dini yeniden yorumlayıp modern hayata uyduran) gibi tabirler kullanılıyor. Dini yeniden yorumlamak, modern hayata uydurmak ne demektir? 222 www.dinimizislam.com CEVAP Modern hayattan kasıt ne? Avrupa tarzı, ahlak ve namus tanımayan bir hayat yaşamak mıdır? Öyleyse bu, dini değiştirmek olur. Zamana uygun yaşamak için ise, dini yeniden yorumlamaya, reform yapmaya yani dini değiştirmeye zaten ihtiyaç yoktur. Böyle yapmak dini yıkmak olur. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Bugün, kalbler kararmış olduğundan, bid’at sahibinin işleri iyi ve güzel görülürse de, yarın kıyamet günü, kalbler uyandığı zaman, bunların zarar ve pişmanlıktan başka bir netice vermedikleri görülecektir. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitabı, yolların en hayırlısı, benim yolumdur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapılan reformlardır. Her bid’at sapıklıktır.) [Mektubat-ı Rabbani 1/186] Her yüzyılda bir gelen müceddidlerin görevi de, dinde yenilik yapmak değil; aksine, yapılan bid’atleri, reform ve yenilikleri temizleyerek, dinin aslını ortaya çıkarmaktır. Yeni ictihadlara, yorumlara ihtiyaç yoktur. Din kitaplarımızda deniyor ki: Allahü teâlâ ve Onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar hayat şekillerinde ve fende yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsini kapsayan hükümleri bildirdiler. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladılar. (S. Ebediyye) Müslüman olan Alman ilim ve fikir adamı Dr. Hamid Marcus diyor ki: İslam dininde akla sığmayan, inanılması mümkün olmayan hiç bir inanca rastlanmaz. İslamiyet’te, modern ilimlere uymayan hiçbir nokta yoktur. Emir ve telkin ettiği bütün hususlar, tamamıyla mantıkî ve faydalıdır. İslamiyet’te, diğer dinlerde olduğu gibi, imanla mantık arasında hiçbir ayrılık yoktur. Fransız Roger Garaudy de diyor ki: İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinlerse, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur’an-ı kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır. Masonluk (Farmasonluk) Sual: Masonluk nedir? CEVAP Daha çok Yahudilik temelleri üzerine dayalı olarak, millî ve manevî değerleri bozmak gayesiyle kurulduğu bildirilen, idealleri çok gizli, fakat örgütleri açık bir teşkilattır. Eski Mısır’dan alınmış bazı sembollerle birlikte, Yahudi tarih, din ve sembolleriyle çok yakın bir bağlantısı vardır. 223 www.dinimizislam.com 1877 Mason Locaları Genel Toplantısında üyelerin yeminlerini kutsal kitaplar üzerine değil, namus üzerine yapmaları kararlaştırıldı. Masonların 1900’de bir toplantıda aldıkları kararla ilgili zabıtların 102. sayfasında, (Dindarlara ve mabetlere galip gelmek kâfi değildir, asıl maksadımız dinleri yok etmektir) yazılıdır. Bu yönleriyle komünistlere çok benzerler. Masonlar, komünist ülkelerde komünist olarak, kapitalist ülkelerde kapitalist olarak çalışırlar. Yani bulundukları yerin rengini alırlar. Masonlar, İslâmiyet’i mason localarının direktiflerine uygun olarak anlatan din kitapları, Kur’an-ı kerim tefsirleri, ilmihaller yazdırdıkları gibi, bu kimselere, “büyük İslâm âlimi, müctehid, müceddid” gibi isimleri yakıştırarak Müslümanları gerçek İslâmiyet’ten uzaklaştırmaya çalışmışlardır. C. Efgani, M. Abduh, Reşit Rıza gibi kimseler, bunun önemli misalini teşkil ederler. Les Franco-Maçons kitabında bunlar övülerek 127. sayfasında, (Mısır’da kurulan mason localarının başına C. Efgani ve ondan sonra M. Abduh getirildi. Bunlar Müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına çok yardım ettiler) denilmektedir. Bu üç mason ile çömezleri, mezhepleri yıkmak için çok önemli faaliyetler göstermişlerdir. F. Bilgiler kitabında (Hindistan’daki dinde reformculardan, İngiliz casusu Mevdudi İskoç masonu idi) deniyor. Osmanlının son döneminde İttihatçılar, Musa Kazım ve Ürgüplü Mustafa Hayri efendi gibi masonları Şeyhülislam yaparak, bunlar vasıtasıyla dinde reform yapmaya çalışmışlardır. Bunlara, diş dolgusu gusle mani değil dedirtmişler, Mâlikî veya Şâfiî’yi taklit etmelerine mâni olarak milleti cünüp gezdirmişlerdir. Masonluğun gizlilikle ilgili genel prensibi özetle şöyledir: (Masonluk kendini her yerde hissettirmeli, her yere hâkim olmaya çalışmalı, fakat hiç bir yerde görünmemelidir.) En yaygın olan mason kulüpleri, Rotary ve Lions’tur. Zengin, devlet adamı, bilim adamı gibi şöhret ve itibar sahibi kimseleri veya ileride mevki ve makam kazanabilecekleri tercih edip üye kaydederler. Kadın erkek eşitliğini savunur görünmelerine rağmen, kendileri kesinlikle bir kadını masonluğa üye yapmamışlardır. Son zamanlarda, bu intibaı yıkmak için, telefon sekreterliği gibi görünen yerlere kadınları almışlardır. Bu kadınlar, içeride olan gizli toplantılardan kesinlikle haberdar olamazlar. (Rehber Ansiklopedisi, F. Bilgiler) Dindar masonlar mı? Sual: (Ateist masonlar olduğu gibi, dindar masonlar da var. Bu tip masonlar çok kıymetlidir) diyenler oluyor. Dindarlıktan maksatları, bâtıl Yahudi dinine bağlılık mıdır? Masonluk ne demektir? CEVAP Masonluk, daha çok Yahudilik temelleri üzerine dayalı, millî ve manevî değerleri bozmak gayesiyle kurulmuş, idealleri çok gizli, fakat teşkilatları açık bir örgüttür. 1900 yılındaki toplantı zabıtlarının 102. sayfasında, (Dindarlara ve 224 www.dinimizislam.com mabetlere galip gelmek kâfi değildir. Asıl maksadımız, bütün dinleri yok etmektir) yazmaktadır. (Rehber Ansiklopedisi) Bu yönleriyle komünistlere çok benzerler. Masonlar, komünist ülkelerde komünist olarak, kapitalist ülkelerde kapitalist olarak çalışırlar. Yani bulundukları yerin rengini alırlar. Düşünce özgürlüğü adı altında, (Hepimiz bütün gücümüzle inanç özgürlüğü fikrini dünyaya yaymaya sarılarak, localarımızda verdiğimiz kararları her ülkeye duyurmalıyız. Din kardeşliğini yok edip, bunun yerine mason kardeşliği getirmeliyiz. Dinleri yok etmekten ibaret olan mukaddes gayemize, bu suretle kavuşacağız) diyorlar. Bu gizli maksatlarını saklamak için ise, (Masonlar tanrıya inanır) diyorlar. Hâlbuki tabiatı yaratıcı kuvvet olarak bilip, tabiat için (Kâinatın ulu mimarı) derler. (Dr. Selami Işındağ, 30. Derece Rituelinin Tetkiki, Gün Matbaası, 1966, s. 41-54.) Yine kendi yayınlarında diyorlar ki: Sizler Allah’ı, kader, tabiat, kanun, kuvvet gibi zekâ ve ruhunuzun temayülüne, inanç ve idrakinize göre herhangi bir isimle adlandırabilirsiniz. (Mimar Sinan Dergisi, 1982, Sayı 45, s. 34.) Bugün, artık en uygar ülkelerden, en geri kalmışlarına kadar tek geçerli bilimsel kuram Darwin’in yoludur, ama kilise de batmadı, diğer dinler de batmadı. Hâlâ Âdem ile Havva efsanesi öğretiliyor. (Mimar Sinan Dergisi, 1980, Sayı 38, s. 18.) Görüldüğü gibi, (Dinleri hâlâ yok edemedik, batıramadık) diye hayıflanıyorlar. Müslümanım diyen kimse, masonları nasıl över, onlara nasıl dindar der? Yeni yorum olur mu? Sual: Bir kitapta, (Kur’anın bu yorumu sizi çok şaşırtacak, şimdiye kadar yapılmayan yorumlar yapılmıştır) denilerek, kurulan ruhsal irtibatlarla, Kur’andan yeni bilgiler elde edildiği, bâtınî mânâlardan hareketle, Kur’anın iyi anlaşılmasının hedeflendiği söyleniyor. Bunlar doğru olabilir mi? CEVAP (Sizi şaşırtacak) deniyor; ama bunda şaşılacak bir şey yoktur. Bu sapıklıkların hepsini Peygamber efendimiz haber vermiştir. Kur’an-ı kerimin yeni mânâlarının olduğunu söylemek, başta Peygamber efendimiz olmak üzere, Eshab-ı kiramın tamamını ve bütün İslam âlimlerini cahillikle suçlamak olur. Birkaç hadis-i şerif meali: (Din adamları, ince meseleleri ele alıp, halkı şaşırtacaklar.) [Taberani] (Sadece tanıdıklara selam verilecek ve yazarlar çoğalacak.) [Hâkim] (Her asır öncekinden daha kötü olacak, böylece Kıyamete kadar bozulacak.) [Hadika] 225 www.dinimizislam.com Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir etmenin caiz olmadığı bildirilmiştir. Üç hadis-i şerif meali şöyledir: (Kur’anı kendi görüşüyle açıklayan, doğru olsa da, muhakkak hata etmiştir.) [Nesai] (Kur’ana ehliyeti olmadan mânâ veren, Cehennemde azap görecektir.) [Tirmizi] (Kur’anı kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur.) [Mektubat-ı Rabbani] Kendi görüşüne göre verilen mânâ doğru olsa bile, meşru yoldan olmadığı için hata olur; mânâ yanlışsa küfür olur. (Berika) İsmailiye [Bâtıniye] fırkasında olanlar, (Kur’anın zahir mânâsı olduğu gibi, batın mânâsı da vardır. Zahir mânâsı, fıkıhçıların kalıplaştırdığı, belli ve sınırlı şeylerdir. Batın mânâsı ise, Kur’anın iç mânâsı olup, uçsuz denizdir) dediler. Zahir mânâyı bırakıp, batın dedikleri, kendi uydurdukları şeylere inandılar. Hâlbuki Peygamber efendimiz, Kuran-ı kerimin, zahir, açık mânâsını bildirdi. Zahir mânâyı bırakıp, iç mânâ uydurmak, küfür olur. (Milel ve Nihal) Bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Sana Kitabı indiren Odur. Onda Kitabın temeli olan muhkem âyetler vardır, diğerleri de müteşabihtir. Kalblerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların müteşabih olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu, ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır” derler. Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler.) [Al-i İmran 7] Türedilerin çıkardığı ve Resulullah efendimizin, Eshab-ı kiramın, müctehid imamların bildirdiklerinden farklı olan bilgilere, itibar edilmez. Dinin emri zamanla değişir mi? Sual: (Dindeki hukuki hükümler itikadî değil, gelenekseldir, yani zamanla değişebilir. Mesela zina edenlere verilecek recm gibi cezalar, nikâh, boşanma gibi konularla ilgili hükümler gelenekseldir. Bunlara dini hükümdür diyen klasik fukahanın taassubu artık kırılmalı, yeni yorumlar getirilmelidir) deniyor. Bu doğru mu, din zamanla değişir mi? Dinin hükümleri kıyamete kadar geçerli değil mi? Reform mu yapılmak isteniyor? CEVAP Evet, açıkça reform yapılmak isteniyor. Zamanın değişmesiyle, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Ancak Nass’a, delile dayanan hükümler zamanla değişmez. (Dürer-ül-hükkam) Zina cezası, nikâh ve boşama geleneksel bir ceza değil, hepsi de Nass ile bildirilen açık hükümlerdir. Nikâh ve boşanmayla ilgili birkaç âyet-i kerime meali: (Mümin kadının kâfirle evlenmesi helâl değildir.) [Mümtehine 10] 226 www.dinimizislam.com (Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın!) [Mümtehine 10] (İman etmedikçe, müşrik [ateist] kadınlarla evlenmeyin. Kadınlarınızı da, iman edinceye kadar müşrik erkeklerle evlendirmeyin!) [Bekara 221] (Kitap ehli [Yahudi ve Hıristiyan] kadınlarla evlenmeniz helaldir.) [Maide 5] (Evli kadınlarla evlenmeniz haram kılındı.) [Nisa 24] (Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla verin.) [Nisa 4] (El dokunmadan boşadığınız kadınlara, mehrin yarısını verin!) [Bekara 237] (Kadınları boşayacağınızda, onları, iddetlerini gözeterek boşayın.) [Talak 1] (Ölen kimselerin hanımları, [evlenmeden önce] 4 ay 10 gün iddet bekler.) [Bekara 234] (Boşanmış kadınlar, üç ay iddet bekler.) [Bekara 228] (İki defa boşanan kadın, ya iyilikle tutulur veya güzellikle bırakılır. Kadınlarınıza verdiklerinizi [mehirlerini] geri almanız size helal olmaz. Eğer, bu karı kocanın Allah’ın emirlerini yerine getirmelerinden korkarsanız, o zaman kadının [serbestçe boşanması için] fidye vermesinde [hakkından vazgeçmesinde] günah yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır, onları çiğnemeyin. Allah’ın sınırlarını aşanlar ancak zalimlerdir.) [Bekara 229] (Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin!) [Nisa 22] (Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâhlayıp da, henüz zifafa girmeden boşarsanız, onlara iddet bekletme hakkınız yoktur.) [Ahzab 49] (Eğer erkek kadını, üçüncü defa boşarsa, ondan sonra kadın bir başka erkekle evlenmedikçe onunla evlenmesi kendisine helal olmaz. Eğer bu kişi de o kadını boşarsa, [her iki tarafın da] Allah’ın sınırlarını muhafaza edeceklerine inandıkları takdirde, yeniden evlenmelerinde beis yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlarıdır.) [Bekara 230] Görüldüğü gibi, (Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlarıdır) buyuruluyor. Demek ki, evlenmekle ve boşanmakla ilgili hükümler, birer gelenek değildir. Bu konuda birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Üç talâkla boşan kadın, başka bir erkekle evlenip ondan da boşanmadıkça, eski kocasıyla evlenmesi helal olmaz.) [Taberani] (Din kardeşinin evlenme teklifinde bulunduğu kadına, onunla nikâhlanıncaya veya ondan vazgeçinceye kadar talip olmayın!) [Tirmizi] (Kadınları muvakkat [geçici] nikâhlamak haramdır. Allah’a, haramları helal sayandan daha düşman bir kimse yoktur.) [İbni Kani’] (Muta nikâhı haramdır.) [Buhari, Müslim, Tirmizi] (Evlenip zifafa girdiği kadının kızıyla evlenmek helal değildir. Zifafa girmediği kadının kızıyla evlenmek caizdir. Nikâhladığı kadının [zifaf olmasa da] annesiyle evlenmek helal değildir.) [Tirmizi] 227 www.dinimizislam.com Zina ile ilgili bir âyet-i kerime meali: (Zina eden kadın ve zina eden erkeğe yüz sopa vurun!) [Nur 2] Bu konuda bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Ya Üneys, bu şahsın hanımına gidin, eğer zina ettiğini itiraf ederse onu recm edin!) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İbni Mace, Muvatta, İ.Ahmed, Taberani] Evlenmek ve boşanmak gibi hükümler gelenek olmadığı gibi, işlenen suçlara verilecek cezalar da gelenek değildir. Bunlara gelenek demek, dinimizin bu hükümlerini inkâr etmek olur. İslamiyet, adaleti, zulmü, insanların birbirlerine karşı, aile ve komşuların birbirlerine, milletin devlete ve birbirlerine karşı haklarını, vazifelerini, suçları açıkça bildirmiş, bu değişmez kavramlar üzerinde, temel hükümler kurmuştur. Bu değişmez hükümlerin, olaylara, uygulanmasını örf ve adetlere göre kullanılmasını emretmiştir. Allahü teâlâ İslam dinini, her ülkede, her yeniliği ve buluşu karşılayacak şekilde kurmuştur. Tarihte nice milletler, dinin emirlerine uyarak, başarıları, şanları, tarihlere ün salmıştır. Dinin emrine uymayan insanlar ve milletler, sıkıntıdan kurtulamamışlardır. (S. Ebediyye) İslamiyet’i yıkma yolları Sual: İslamiyet’i yıkmak için hangi oyunlar oynanıyor ve ne gibi planlar yapılıyor? CEVAP Planları ve oyunları çoktur, fakat özellikle şu yollarla saldırıyorlar: Önce, eski âlimlere olan itimadı yıkmak, sonra bu âlimlerin naklettikleri hadisleri uydurma saymak, daha sonra da, Kur’an-ı kerimi yanlış yorumlamak suretiyle dini yıkmaya çalışıyorlar. İç ve dış düşmanların ilk hedefi eski âlimlere olan güveni yıkmaktır. Bu yıkılırsa, (Hadisleri zaten onlar nakletti, onlar cahildi, teknolojiden haberleri yok) diyerek hadislere olan itimadı da yıkacaklar. Hadisler yıkılınca, Kur’an-ı kerimi yıkmak artık zor değildir. Mezhepleri birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak, Eshab-ı kirama olan itimadı sarsmak, halifeleri gözden düşürmek, kapalı ictihad kapısını kırarak açmak, Hadis-i şeriflere olan itimadı sarsmak, meal okumayı teşvik gibi işler yapılmaktadır. Şimdi bunları teker teker açıklayalım: Âlimler köprüsünü yıkmak Misyonerlerin ve din düşmanlarının ilk hedefi, âlimler köprüsünü yıkmaktır. Bu köprü yıkılınca ötekileri geçmek zaten imkânsızdır. Bugün medyada, durmadan eski âlimlerin cahil oldukları, teknolojiyi bilmedikleri için yanlış hükümler verdikleri vurgulanmaya çalışılıyor. Hâlbuki eski âlimlerin, kendilerinden sonrakilerden daha bilgili olacağını bizzat peygamber efendimiz bildirilmiştir: 228 www.dinimizislam.com (En iyi, en hayırlı insanlar benim asrımda bulunan Müslümanlar [Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin]dir. Onlardan sonra da en iyiler onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin]dir. Onlardan sonra gelenlerde yalanlar yayılır. Bunların sözlerine, işlerine inanmayın.) [Buhari] Bu üç asırdan sonrakiler, bunlardan nakil yapmadıkça, onlara itibar edilmez. (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur.) [Hadika] Gün günü aratıyor, gittikçe bozuluyor. İlk asırların gelmesi mümkün değildir. (Allah’ın salih kulları birbiri ardından âhirete göçer, geride arpa ve hurmanın döküntüleri gibi değersizler kalır. Allahü teâlâ onlara hiç kıymet vermez.) [Buhari] Bunun için, sonrakilerin, öncekilerden nakil yapmaları gerekir. (Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslam’da açılan bir gedik olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.) [Deylemi] Bir âlimin boşluğu doldurulamazsa, o devrin hâli ne olur? (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace] Resulullah efendimiz, sonraki gelen cahillerin önceki âlimleri bilgisizle suçlayacaklarını mucizeyle bildiği için, şöyle buyuruyor: (Ahir zamanda sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlayacaktır.) [İbni Asakir] Hâlbuki önceki âlimler çok kıymetliydi. Nitekim Allahü teâlâ mealen buyuruyor ki: (Bu misalleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43] (Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!) [Nahl 43] (Bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9] Peygamber efendimiz de buyuruyor ki: (Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi] (Âlimler, benim ve diğer peygamberlerin vârisleridir.) [Ebu Nuaym] (Âlimler, kurtuluş rehberleridir.) [İbni Neccar] Âlimlerin başında Eshab-ı kiram gelir. Eshab-ı kiram kötülenince, hadis-i şerifleri toplayan onlar olduğu için, hadis-i şeriflere gölge düşürülmüş olur. Kur’an-ı kerimi de onlar topladığı için aynı gölge Kur’an-ı kerime de düşürülmüş oluyor. Nitekim (Bazı âyetleri keçi yedi) diyenler, az değildir. (Hazret-i Ali’deki Mushaf çok daha büyüktür) diyen İbni Sebeciler de az değildir. Eshab-ı kiramın üstünlüğü tartışılmazken, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere gölge düşürmek için, onlar bile tenkide uğramıştır. Hâlbuki Eshab-ı kiram, her bakımdan üstün, her bakımdan âlim ve hepsi de Cennetlik insanlardı. Bir âyet-i kerime meali: 229 www.dinimizislam.com (Mekke’nin fethinden önce Allah için mal veren ve savaşan Eshab-ı kiramın, fetihten sonra Allah için veren ve savaşan Eshab-ı kiramdan dereceleri daha yüksektir. Hepsinin derecesi eşit değildir, fakat hepsi için Hüsna’yı [Cenneti] söz veriyorum.) [Hadid 10] İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız hidayete erersiniz. Eshabımın ihtilafı [farklı ictihadları] sizin için rahmettir.) [Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy] (Eshabım, cin ve insanların hepsinden daha üstündür.) [Bezzar] Bütün insanların en üstünü olan bu büyük zatlara, nasıl dil uzatılabilir ki? İbni Sebeciler, (Müslüman Müslümanla savaşmaz) diyerek, Hazret-i Ali ile savaşan Eshab-ı kirama kâfir diye hakaret ediyorlar. Hâlbuki iki Müslüman ordunun savaşabileceği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. İki tarafa da kâfir denmez, çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (Eğer müminlerden iki grup birbiriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz) buyurulmuştur. (Hücurat 9) Bâtıl güçler, Eshab-ı kiramı ve âlimleri yıkmakta epey yol aldıkları için, hadis-i şeriflerin çoğunun uydurma olduğunu yaymaya çalışıyorlar. Birçok hadis-i şerife uydurma damgasını basıyorlar. Böylece onları nakleden âlimlere de dil uzatmış oluyorlar, çünkü hadis uydurmanın vebali çok büyüktür. Bir hadis-i şerifte, (Hadis uyduran Cehennemde yerini hazırlasın) buyuruluyor. Onların uydurma dediği hadisleri nakleden hadis âlimlerinin hâşâ Cehennemlik olduğunu, böylece söylemiş oluyorlar. Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadisler böylece damgalanınca, Kur’an-ı kerimi istedikleri gibi yorumlayabiliyorlar. Namaz iki vakittir, üç vakittir, altı vakittir, tesettür farz değildir, tavuktan, balıktan kurban olur gibi saçmalıklar ortaya atıyorlar. Oruç kefareti diye bir şey yok diyebiliyorlar. Herkesin meal okumasını teşvik ediyorlar. Böylece her anlayışa göre farklı görüşler meydana çıkmasına, yani dinde anarşi çıkarmaya çalışıyorlar. Hadis-i şeriflere zıt ne varsa, rahatça söyleyebiliyorlar. Kur’an-ı kerimin yanlış şekilde tevil ve tefsirlerini yaparak, yeni görüşler çıkarmak suretiyle dini bozmaya çalışıyorlar. Böylece dini yıkmaya çalışıyorlar. Dini yıkmaya çalışan türedilerin bir kısmı da, mezhepleri birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak istiyorlar. Mason Abduh’un çömezi Reşit Rıza ile onları taklit eden mezhepsizler, mezheplere saldırıyorlar. Hâlbuki dört hak mezhep kardeştir. Birinde yapılması güç olan şey, ötekine göre yapılır. Bunun için Peygamber efendimiz, (Âlimlerin farklı ictihadları, amelde mezheplere ayrılmaları rahmettir) buyuruyor. (Beyheki) Kimi türediler de, asırlardır gelen halifelerin gerçek halife olmadığı, onların hilafetinin sahih olduğunu söyleyen binlerce âlimin de gerçek âlim olmadığı, dolayısıyla bu âlimlerin sözlerine itimat edilemeyeceği fikrini yaymak istiyorlar. Âlimlere itimat sarsılınca, onların bildirdikleri dine de itimat kalmaz. 230 www.dinimizislam.com Modern mezhepsizler de, geri kalışımızı yeni ictihadlar yapılmayışına bağlamaya çalışıyorlar. (Günün gelişen şartlarına göre ibadetleri gözden geçirmek lazımdır) diyorlar. Hâlbuki dinimiz eksik değildir. Allahü teâlâ, (Dininizi tamamladım) buyuruyor. (Maide 3) Din, ibadet günün şartlarına göre değişmez. Din eksik değildir. Eksik denirse, hâşâ Allahü teâlâ yalanlanmış olur. O, (Dininizi tamamladım) buyuruyor. Mezhepsizler, günün şartlarına göre değiştirmeye kalkıyorlar. Misyonerler de, (Kur’anın indiği dönemde Yahudi ve Hıristiyanlar kâfir olduklarından dolayı, Müslüman olmak için La ilahe illallah Muhammedün Resulullah demek şarttı, şimdi sadece La ilahe illallah demek yeter. Böyle inanana İsevi Müslüman, Musevi Müslüman denir) diyorlar. İslamiyet’i içten yıkmak için, çeşitli oyunlar oynanıyor. Din düşmanlarının bu oyunlara bilmeden alet olmak gaflet, bilerek alet olmaksa hainlik olmaz mı? İslam şûrası mı? Sual: (Çok sayıda din görevlilerinden teşekkül edecek bir İslam şûrası veya ictihad şûrası kurulmalı. Şûra üyesi fazla olursa, hükümler daha isabetli olur. Alınacak kararlarla, dinî hükümlere yeni yorumlar getirilmeli, teknolojik şartlara uyularak farzlar azaltılmalı, mezhepleri taklit devri kapanmalı, İslâm âlimlerinin bin yıl önce verdiği fetvalar insanları bağlamamalıdır) diyen yazarlar çıkıyor. Böyle bir şûra faydalı olur mu? CEVAP Bu, dinde reformcuların düşüncesidir. Dinde bir eksiklik yok ki tamamlansın? Dinde eksiklik var demek, (Dininizi tamamladım) âyet-i kerimesine aykırıdır. (Mezhepleri taklit devri kapanmalı) demek, mezhepsizlik esas alınmalı demektir. Herkes âyetten ve hadisten ne anlıyorsa öyle hareket etmeli demektir. Mezhepsizliğin dinsizliğe köprü olduğunu âlimlerimiz bildirmiştir. Dinî hükümlere yeni yorum getirmek de, dinî değiştirmek demektir. (Farzlar azaltılmalı) demek ise, açıkça dini yıkmalı demektir. Şûra’daki üye sayısının fazla olması neyi hâlleder? Yani kemiyetin çok olması keyfiyete tesir etmez. İnşaata taş taşınmıyor ki, (Çok kişi olursa, çok taş taşınır) diye düşünülsün. Kur’an-ı kerimde, (İnsanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar) buyuruluyor. Böyle bir şûrada, ittifakla namaz vakitleri üçe indirilse veya altıya çıkarılsa, zekât kırkta bir iken yirmide bir veya yüzde bir olarak tespit edilse, yapılan bu reform, dine hizmet mi, yoksa dini yıkmak mı olur? Meşhur Sünnî bir yazar da, (İcazetli ulema ve fukaha şûrası kurulmalıdır) diyor. Böyle bir şûranın içinde mezhepsiz ulema olmaz mı? Hiç değilse, (Ehl-i sünnet şûrası) dense belki daha az hatalı olurdu. Bugün Vehhabiler bile kendilerine Ehl-i sünnet diyorlar. Her grup kendine Ehl-i sünnet diyor. Yani adı 231 www.dinimizislam.com Ehl-i sünnet şûrası da olsa, yine maksat hâsıl olmaz. Ehl-i sünnet şûrasına ne ihtiyaç var ki? Namaz vakitleri mi belli değil? Oruç mu belli değil? Zekât mı belli değil? Hac mı belli değil? Bu şûra ne iş yapacak sayın yazar? Ehl-i sünnete uymayan kitapların basılmasını önleyebilecek bir şûra kurulsa elbette çok iyi olur, ama bu devirde böyle bir şeyi düşünmek fazla iyimserlik olur. Çünkü dünyada çoğunluk mezhepsizlerin elindedir. Kendi kendilerine icazet veriyorlar. Onun için adı Ehl-i sünnet bile olsa, şûradan bahsetmek isabetli olmaz. Din nasıl yıkılır? Sual: Dini içten yıkmaya çalışanların çoğaldığı söyleniyor. Dinin içten yıkılması nasıl oluyor? CEVAP Dinimizin hükümleri teker teker sorgulanır. Bugünkü dinin bozuk olduğu söylenir. Yayın yoluyla her gün dinin bir hükmünün yanlış olduğunu vurgulamaya çalışırlar. Eski âlimleri, eski diye, günün şartlarından habersiz diye kötülemeye çalışırlar. Eski âlimlerin eskimediklerini, yepyeni olduklarını bilemezler. Kanı bozuk, dini bozuk, aklı bozuk kimseler şöyle görüşler ileri sürerler: 1- İnsan kaderini kendi çizer. 2- Amel, imandan cüzdür. 3- İman artıp eksilir. 4- Kur’an-ı kerim mahlûktur. 5- Allah göktedir. 6- Kabir suali ve kabir azabı yoktur. 7- Şefaat ve sırat köprüsü yoktur. 8- Keramet diye bir şey yoktur. 9- Eshab-ı kiramın hepsi cennetlik iken, herhangi birini kötülemek. 10- Mirac mucizesinin aslı yoktur. Rüyada olmuştur. 11- Peygamberler de günah işler. 12- Dinde delil yalnız Kur’andır. 13- Dinde delil yalnız Kitap ve Sünnet’ir, başka delil yoktur. (İcma ve kıyas-ı fukahayı inkâr ederler.) 14- Bütün mezhepleri tahkik ederim, doğru olanı alırım. Bir mezhebe bağlı kalmam. 15- Resulullah’tan sonra, nebi gelmez, ama resul gelir. Hocamız resuldür. 16- Mehdi, Deccal diye bir şey yoktur. İsa gökten inmeyecektir. 17- Öldürülen, intihar eden eceliyle ölmemiştir. 18- Âhirette de Allah görülmez. 19- Yahudiler de, Hıristiyanlar da Cennete girecektir. 20- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalmaz, Cehennem ebedi değildir. 21- Günahkâr mümin Cehenneme girmez, Cehenneme giren hiç çıkmaz. 232 www.dinimizislam.com 22- Mest üzerine mesh caiz değildir. 23- Hazret-i İsa gelince, hakiki Hristiyanlığı yayacaktır. 24- Abduh ve Efgani büyük âlimdir. 25- Evliyanın türbelerine gidip onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek şirktir. 26- Kurban balıktan da olur. 27- Ruh ölür, ruhlar işitmez. 28- Naylon çoraba mesh caizdir. 29- İslam halifeleri saray mollalarıdır, padişahın kullarıdır. 30- Hadislerin çoğu uydurmadır, uydurma olmayanlar da zayıftır. 31- Teravih diye bir namaz yoktur 32- Mezhep bölücülüktür, herkes Kur'andan anladığına uymalıdır. 33- Zamanın gereklerine göre, dinde reform şarttır. Bu görüşlerin birini veya birkaçını savunan kimsenin mezhepsiz olduğu veya dini içten yıkmaya çalıştığı anlaşılır. Böyle kimselerin tavsiye ettiği kitapları bile okumak zararlıdır. Bir reformcunun hezeyanları 1- Reformcu, (İlim öğrenmek gibi farz olan bir işi yapmak için, Cenneti bile feda ederim, haram işleyerek de olsa, o işi yaparım) diyor. Dine uymak, ilim öğrenmek, Allah'ın rızasını kazanıp Cennete girmek içindir. Allah rızasını kazanmayan zaten Cennete giremez. Cenneti istemem demek, Allah’ın rızasını istemem demek olmaz mı? İkincisi haram işleyerek ilim öğrenilmez. Haramdan kaçmak önce gelir. Haramdan kaçmak da farzdır. Bu inceliği bilmeyerek millete haram işletmenin vebali çok büyüktür. 2- Reformcu, (Ölünce beni yakın) diyor. Hâlbuki dinimizde ölü yakılmaz. Ölünün yakılması Hindularda vardır. Tasavvufçulardan tasavvuf sarhoşluğu hâlinde böyle söyleyenler olmuşsa da, bunlar mazurdur. 3- Güya kerametini izhar için, (Kerametim demiyorum, benim kehanetim şudur ki...) diyor. Müslümanlıkta kâhinliğin, falcılığın yeri yoktur. Tahminim, görüşüm şudur denebilir. 4- Reformcu, Mâlikî mezhebini taklid ederek, öğretmen, memur olanların namaz kılmayıp, akşam eve gelince, kaza etmelerini söylüyor. Bu yanlıştır. Mâlikî'de, akşamdan sonra kaza etme diye bir şey yoktur. Zaruretsiz namazı terk etmek haramdır. Zaruretin de şartları vardır. Öğretmen veya memur olmak zaruret değildir. Mezahib-i Erbaa’da deniyor ki: Vücub şartlarından ikincisi, namazı terk etmeye zorlanmamaktır. Mesela zâlim biri, onu namaz kılmamaya zorlarsa; kıldığı takdirde hapse atmak, dövmek, öldürmek, toplum içinde şerefiyle oynayıp tokatlamakla tehdit edilirse, namazı terk ederse günahkâr olmaz. Mâlikî'de zorlanan kişi, mümkün olduğu kadar gerekli temizliği yapar, kıraatini ifa eder, hasta ve acizler gibi ima ile de 233 www.dinimizislam.com olsa namazını kılmaya çalışır. Hülasa gücü yettiği kadarıyla ibadetini yapması farz, terk etmesi haramdır. (Mezahib-i Erbaa) 5- Reformcu, (Resulullah dini yaymakta çok hırslıydı) diyor. Hâlbuki hırs daha çok kötü arzular için kullanılır. Para hırsı, şöhret hırsı gibi... Evliya zatlar için bile hırslı denmez. 6- Bir kâfir Müslüman olunca, eski günahlarının hepsi affolur. Hatta sevaba çevrilir. Bunun için Müslüman olmuş birinin, eski durumunu anlatıp kötülemek Müslümana yakışmaz. Fakat reformcu, (Ömer, helvadan yaptığı puta tapar, canlı kızını toprağa gömerdi. Bu eli kanlı birer cani olan Ömer ile Vahşi, Müslüman olduktan sonra...) diyor. Müslüman olmuş iki sahabi için böyle konuşmak, hele eli kanlı cani demek, ne kadar çirkindir. Çünkü Allahü teâlâ, iman edenlerin günahlarını sevaba tebdil etmektedir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevablara çeviririm.) [Furkan 70] Bu ayet-i kerimenin Hazret-i Vahşi için indiği Hadika’da bildirilmektedir. 7- Resulullah efendimiz, Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olan arkadaşlarına, talebem bile demez, (Eshabım) yani arkadaşlarım derdi. Fakat reformcu, (Resulün çömezleri, Uhud savaşında dökülmüşlerdi) diyor. Bu söz, Eshab-ı kiramın kadrini düşürücü çok çirkin bir ifadedir. Yenilmek ayrı, dökülmek ayrıdır. Sahabe savaşta yenilmişlerdi deseydi bir mahzuru olmazdı. Kur’anı kerimde Eshab-ı kiram, Cennetlik diye hepsi övülmektedir. Çömez demek, dökülmek demek çok çirkindir. Hâşâ onların başında Peygamber efendimiz de vardı, ona da döküldü denmiş olur ki, çirkinliği meydandadır. 8- Meleklere her fırsatta saldırıyor. (Çocuğunuzu iyi terbiye etmezseniz anarşist olur, Azrail ve Zebani olur) diyor. Anarşistle, masum, günahsız melekleri aynı kefeye koyuyor. Azrail aleyhisselam da, Cehennemde görevli olan zebaniler de, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren meleklerdir. Meleklere hakaret etmek, onlarla alay etmek küfür olur. Reform nerede gerekli? Sual: (Ebu Hanife’nin ve diğer mezhep imamlarının ictihatları, zamanla nass gibi, vahiy gibi kabul edilmiş, mezhep ictihadları dondurularak yeni ictihadlara fırsat verilmemiştir. Yaptıkları ictihadlar, dinin emirlerini arttırmış, dini zorlaştırmıştır. Kolaylığı emreden dinde yeni reformlar yapılarak bu durumlar düzeltilmelidir) deniyor. Reformdan kasıtları nedir? CEVAP Bunu reformcuların kendilerine sormak gerekir, fakat niyetleri iyi olsa bile, dinde reform yapmak dinsizlik olur. Dinî hükümleri koyan Allahü teâlâdır. Bir hükmünü değiştirmek, o hükmü beğenmemek olur. Allah'ın koyduğu hükmü beğenmeyen elbette kâfir olur. Allahü teâlâ, (Resulüme uyun!) buyuruyor. 234 www.dinimizislam.com Resulullah'ın koyduğu hükmü beğenmeyip değiştiren de kâfir olur. Resulullah da, (Âlimler benim varislerimdir) buyuruyor. İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri ve diğer müctehid imamlar, Resulullah’ın vârisidir. Vârisini yok saymak, onları vâris tayin eden Resulullah'ı yok saymak olur. Müctehid imamlar, ictihadlarında hata etse bile, Allahü teâlâ onlara sevab veriyor. Reformcu yazar, sevab olan bu ictihada, niye kırmızı renk görmüş boğa gibi saldırıyor ki? Müctehid imamların ictihadları dinde senet değil midir? Bu reformcular, müctehid âlimlerin sözbirliği olan icma’ı bile delil kabul etmiyorlar. Ama kendi görüşlerini din gibi ortaya atarak reformu savunuyorlar. Hâlbuki dinimizde noksanlık yok ki reform yapılsın! İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Kur'an-ı kerimde, mealen, (Bugün dininizi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i verdim) buyuruluyor. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [dinde reform yapmaya] çalışmak, bu âyete inanmamak olur. (Mektubat 1/260) Bu reformcular, (Mezhep imamlarının ictihadları, dinin emirlerini arttırmış, dini zorlaştırmıştır) diyorlar. Hâlbuki ictihad Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin manalarını açığa çıkarır, emirleri arttırmaz, değiştirmez. Bunlar ise, hem yetkili müctehid âlimlerin ictihadlarına karşı çıkıyorlar, hem de kendileri, yetkisiz oldukları hâlde, ictihad yapıyoruz diyerek müctehid imamlarımızın Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları hükümleri ortadan kaldırmaya, böylece dinî yıkmaya çalışıyorlar. Müctehid imamlara saldıran bu türedilere itibar edilmemelidir. İslam’da demek Sual: (İslam’da…) diye bir cümle kurmak yanlış mıdır? “İslam’da zekât”, “İslam’da namaz” veya “İslam’da hac” gibi isimler altında makaleler, kitaplar yazılıyor. Dört hak mezhepten birisine göre yazılmamış olmaları yanlış mıdır? CEVAP Elbette yanlıştır ve mezhepsizliktir. Kur’andan, Sünnetten kendi anladığını din sanmak çok tehlikelidir. (Şu mezhebin şu hükmü isabetlidir) diyerek farklı bir yol tutmak da mezhepsizlik olur. Mesela, tertibe riayet etmezse, Şâfiî'ye göre abdesti sahih olmaz. Muvalata uymazsa veya başın tamamını mesh etmezse Mâlikî’ye göre abdesti olmaz. Bir mezhepsiz, (Kadına dokununca Hanefî’de abdest bozulmaz, kan akınca da diğer üç mezhepte bozulmaz) diyerek, kadına dokunduğu ve bir yeri kanadığı hâlde, yeniden abdeste gerek olmadığını söylemişti. Hâlbuki böyle abdestle namaz kılınmaz. İmam arkasında Fatiha okumazsa, Şâfiî’de farzı terk etmiş olur, okursa, bu sefer de Hanefi’de vacibi terk etmiş olur. Böyle mezhepsizce kılınan namaz da sahih olmaz. Bir hak mezhebe göre yazılmayan kitaplara, ilmihâllere ve konuşanlara asla itibar edilmemelidir. 235 www.dinimizislam.com İslam’da kelimesi hiç kullanılmaz sanılmamalı. Aşağıdaki cümlelerde olduğu gibi kullanmakta bir mahzur yoktur: (İslam’da böyle bir şey yoktur), (İslam’da bid’at çıkarmak büyük günahtır), (İslam bilgileri din ve fen bilgileri diye ikiye ayrılır. İslam’da fen bilgilerin önemi büyüktür), (İslam’da ilk kitap yazan hazret-i Ali’dir), (İslam’da ilk fitneyi çıkaran bir Yahudi dönmesidir), (Allahü teâlâ İslam’da ağaran saç ve sakala azap etmez), (İslam’da birbirine yardım edenlere, Allahü teâlâ rahmet eder), (Mezhepsizlik yapana İslam’da itibar edilmez), (Eshab-ı kiramın İslam’da yaptıkları hizmetler büyüktür), (İslam’da birlik isteyenlerin, bid’at mezhepleri bir araya getirmeleri değil, Ehl-i sünnet vel-cemaat yolunda birleşmeleri lazımdır), (İslam'da poligamı nedir?), (İslam'da, sadakat esastır.) Zekât nisabı değişmeli mi? Sual: (Davar, sığır, deve ile ticaret mallarının, tarla mahsullerinin, altın ve gümüşün zekât nisaplarını din bildirmemiştir. Bu konuda hiçbir hadis yoktur. Olsa bile, 1400 yıl önceki durumla günümüzün şartları aynı olmadığı için her devirde nisabın yeniden tespit edilmesi gerekir) diyen reformcular vardır. Dinimizin hükümleri her devirde değişir mi, yoksa kıyamete kadar geçerli değil midir? CEVAP Allahü teâlâ (Dininizi tamamladım, eksik bırakmadım) buyuruyor. Namaz, oruç gibi zekât da bir ibadettir. İbadette değişiklik olmaz. Zamanla değişmesi gerekmez. Allahü teâlâ kıyamete kadar neler olacağını bilmez mi? Dini değiştirme yetkisi, dini koyana ait olur. Yeni bir peygamber gelmeyeceğine göre dinin hükümleriyle kimsenin oynamaya, onları değiştirmeye yetkisi yoktur. Altın fiyatları pahalanıp ucuzlayabildiği gibi zekâta tâbi hayvanlar ve mallar da pahalanıp ucuzlayabilir. Nisaba ulaşan malın kırkta biri verilir. Sadak-i fıtırda da verilecek miktarlar bellidir. Kıyamete kadar azalıp çoğalmaz. Fıkıh kitaplarındaki bilgiler, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerden çıkarılmıştır. Her Müslümanın kendi mezhebinin hükmüne uyması lazımdır. Hadis-i şerifleri mezhep imamları anlayarak ona göre hüküm çıkarmışlardır. Biz hadis-i şeriflerle bildirirsek yanlış olur. Buna yetkimiz de yoktur. Ancak mezhebimizin delil aldığı hadis-i şerifleri bildirirsek, bu konuda hadis yok, nisab tespit edelim diyenlere bir cevap olur. Zekât hakkında talimat: Hazreti Enes anlatır: Hazreti Ebu Bekir Sıddık kendisini Bahreyn'e gönderdiği zaman, Resulullah'ın mührüyle mühürlenmiş bir talimat verdi. (Buhârî, Ebu Davud, Nesai) Fıkıh kitaplarındaki zekât oranları bu talimata göre hazırlanmıştır. 236 www.dinimizislam.com Zekâtı vermenin farz olması için, zekât malının, nisap miktarı olduktan itibaren, bir hicri sene sonra da, aynı malın değil, o değerdeki malın mülkünde bulunması lazımdır. (Muvatta - S. Ebediyye) Altının nisabı: 20 miskaldir. [96 gr] zekât nisabı kırkta birdir. (Redd-ül muhtar – S. Ebediyye) Gümüş nisabı: Gümüşün nisabı 200 dirhemdir [672 gr], aşağısına zekât düşmez. Verilecek miktar ise kırkta birdir. (Redd-ül muhtar – S. Ebediyye) Hazret-i Ali’nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Gümüş paralarınızın zekâtını kırkta bir olarak vereceksiniz. 190 dirheme zekât düşmez. 200 dirheme ulaşınca beş dirhem verilir.) [Tirmizi, Ebu Davud, Nesai, İ. Ahmed] Deve zekâtı: Fetava-i Hindiyye’de deniyor ki: (Beş devesi olan, bir koyun verir. 24’e kadar dört koyun verilir. 25’ten 35’e kadar olan deve için, iki yaşına girmiş bir yavru dişi deve verilir. 36’dan 45’e kadar, üç yaşına girmiş dişi deve yavrusu verilir. 46’dan 60’a kadar, yük vurulabilecek, dört yaşına girmiş dişi deve verilir. Bundan daha fazlası için de, yine belli sayılarda dişi deve verilir. Zekât olarak, erkek deve verilmez. Dişi devesi yoksa değeri kadar altın veya gümüş verilir. Başka mal verilmez.) [Buhârî, Nesai] Sığır zekâtı: Sığır denince, inek, öküz, boğa ve manda anlaşılır. İbni Abidinde deniyor ki: (Sığırın nisabı otuzdur. 30’tan az sığırın zekâtı olmaz. 30 sığır için bir tane, bir yaşını aşmış erkek veya dişi buzağı verilir. 39’a kadar böyledir. 40’tan 59’a kadar, bir adet, iki yaşını bitirmiş, erkek veya dişi dana verir. 60’tan 69’a kadar sığır için, iki buzağı verilir. 70 sığır için, bir dana ile bir buzağı verilir. 70’ten sonra, her 10 için, böyle hesap edilir. Her 30 için bir buzağı, her 40 için bir dana artmaktadır. 80 olunca, iki dana artmaktadır.) [Ebu Davud, Tirmizî, Nesai, Hâkim] Davar zekâtı: Davar denince koyun ve keçi anlaşılır. İbni Abidin’de deniyor ki: (Saime koyun miktarı kırk olmadıkça zekât düşmez. Kırk koyunu olan bir koyun zekât verir. 120 koyuna kadar, bir koyundur. 120'den 200'e kadar, iki koyundur. 200’den 400’e kadar üç koyun verilir. 400 olunca dört koyun, sonra her yüz için bir koyun verilir.) [Buhârî, Ebu Davud, Nesai] Deve, sığır ve koyun zekâtı olarak, değerleri kadar altın da verilebilir. (S. Ebediyye) Meyve ve sebze zekâtı: İmam-ı a’zam, (Her sebze ve meyve, az olsun, çok olsun, mahsul topraktan alınınca, onda birini veya kıymeti kadar altın veya gümüşü, 237 www.dinimizislam.com Müslüman fakirlere vermek farzdır) buyuruyor. Hayvan gücüyle veya dolapla, motorla sulanan mahsulün yirmide biri verilir. (S. Ebediyye) Bu konudaki iki hadis-i şerif meali şöyledir: (Yağmur, pınar veya ırmak suyu ile sulanan mahsulün uşru onda birdir. Dolapla veya hayvanla sulanırsa yarısıdır.) [Buhârî] (Yağmur suyu ile sulanan mahsulden tam uşur, âletle çıkarılan su ile sulanan mahsulden yarım uşurdur.) [Nesai] Ev bahçesinin durumu farklıdır. Ev bahçesinde yetiştirilen meyve ve sebzelerin uşrunu vermek gerekmez. Çünkü bu meyve ve sebze ev halkının ihtiyacı için ekilmiştir. Hattâ bir kısmı satılsa da yine uşrunu vermek gerekmez. Ancak ev bahçesinde sırf ticaret niyetiyle yetiştirilen ürünün uşru verilir. Defineye, bala da zekât vardır. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Defineye humus [beşte bir oranında zekât] vardır.) [Buhârî, Müslim] (Balın zekâtı onda birdir.) [Tirmizi] Her kitabı okumak ve çoğunluğa uymak Her kitap okunmaz Sual: İbni Rüşd, Efgani, Abduh, K. Marx gibi yazarların kitaplarını niçin tavsiye etmiyorsunuz? Her kitapta faydalı bilgi olabilir. İyisini alır, kötüsünü atarız. Tek açıya kendimizi mahkum etmek doğru mudur? CEVAP Kitap, bilgi öğrenmek için okunur. Bir şeyin hak veya bâtıl, faydalı veya zararlı, iyi veya kötü olduğunu bilen, o konudaki kitabı niçin okusun? Bilmiyorsa, bâtılı hak, kötüyü iyi, zararlıyı faydalı zannedebilir. Pisliğin içinde faydalı şey ararken, üstüne necaset bulaşmasa bile, en azından kokusundan zarar görür. Bir yere atılan çamur yapışmasa bile iz bırakır. Sivri akıllının biri, şeytanı görmek istermiş. Bir evliyaya yalvarmış. Evliya da, (Şeytandan insana fayda gelmez) demişse de, adam çok yalvarmış. Nihayet duası kabul olup şeytanı görmüş. Şeytan, bunu görünce, (Seni bir vuruşta öldürürdüm. Ancak ömrüne daha 40 yıl var) demiş. Adam ise, (20 yıl günah işlerim. Sonra tevbe eder, kalan 20 yılı da ibadetle geçiririm) demiş. Adam, 20 yıl yaşamadan günah içinde ölüp gitmiş. Efgani ve K. Marx gibi, şeytanın yoldaşlarının kitaplarını okuyanın, oradaki zehirlerden etkilenmemesi mümkün değildir. Zehirle şaka olmaz. Şu kadarcık zehirden ne zarar gelir denmez. Elini bir defa yılanın veya kaplanın ağzına koyup, acaba bir zararı olur mu diye tecrübeye kalkmak ahmaklık olur. Kaplan, insanı öldürebilir. Fakat şeytan ve yoldaşları ise, insanın sonsuz felaketine sebep olur. Her kitabı okumak Mezhepsiz yazar, (Her bid’at ehlinin kitabını okumak gerekir) diyor. Hadis-i şerifte, bu ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı, 72sinin bid’at ve dalalet ehli, 238 www.dinimizislam.com yani mezhepsiz olduğu bildirilmiştir. Fırka-i naciyye denilen tek kurtuluş fırkasının Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğunu bütün Ehl-i sünnet âlimleri bildirmiştir. Mezhepsiz yazara göre, sadece Ehl-i sünnet yetmez, 72 sapık fırkanın her birini de incelemek, kitaplarını okumak gerekir. Bir o fırkaya, bir öteki fırkaya baka baka, insanın gözü şaşı olmaz mı? Ehl-i sünnetteki bilgiler eksik mi de başka fırkaların kitaplarını okuyalım? Mutezileyi, Cebriyyeyi okumakla ne kazanacağız? Hak belli iken, yeniden hakkı aramak için yollara mı düşeceğiz? Karşıda koca bir saray olsa, ona giden ana bir cadde bulunsa, oraya gitmek için bütün çıkmaz sokaklara girmeye ne lüzum vardır? Yalnız Ehl-i sünnet kitaplarını okumak, tek açıya kendini mahkum etmek değil, hak içinde hür yaşamaktır. Hak ortada iken ne diye mezhepsizlerin kitaplarını okuyalım? Mezhepsizler yokken ortada din yok muydu? Yahut hâşâ dinimizde bir noksanlık mı var da mezhepsizler bunu tamamlıyor? Echel bir mezhepsiz de, (İbni Teymiyeci, selefi, Necdi, Kadiyani, Rafizi, Abduhçu ve 72 fırka mensupları olarak Ehl-i sünnetten çok olduğumuza göre, biz haklıyız) diyor. Sayıca çok olmak önemli değildir. Çünkü iyilik, doğruluk, güzellik, hak gibi hususlar, hep çoğunluğun bulunduğu yerde olmaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İnsanların çoğuna uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar.) [Enam 116] Bid’at ehli çok diye onlara uyup da sapıtmamak gerekir. Az da olsa Ehl-i sünnete uymalıdır! Genelde kıymetli ve iyi olan şeyler azdır. Mesela şükretmek çok faziletlidir, fakat şükreden azdır. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki: (Şükreden azdır.) [Sebe 13] İman edip iyi işler yapanlar da azdır. (Sad 24) Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Susmak, hikmettir; susan azdır.) [Deylemi] Bazı bid’at ehli kimseler de (Hak veya bâtıl bütün İslam mezhepleri birleşmelidir) diyor. On bardak sütün içinde bir bardak idrar konsa, hepsi de necis olur. Koyun sütü, köpek veya hınzır sütü ile karıştırılırsa, elde koyun sütü de kalmaz. Böyle acayip teklifler kıyamet alametlerindendir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlar.) [İ.Asakir] (Ahir zamanda âlimler, halkın istediği yönde fetva verip, helale haram, harama helal derler, Kur’anı ticarete, menfaate alet ederler.) [Deylemi] (Kötüler iyi, iyiler kötü gösterilmedikçe, Kıyamet kopmaz.) [Haraiti] İslam âlimleri kötü, mezhepsizler iyi gösterildiğine göre, kıyamet yaklaşıyor demektir. 239 www.dinimizislam.com Sual: Niçin günümüzdeki insanların yazdıkları kitapları değil de, eski âlimlerin kitaplarını tavsiye ediyorsunuz? CEVAP İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan imam-ı Rabbani hazretleri, dörtyüz sene önce buyurdu ki: (İslam âlimleri, bugün garip oldu, azaldı. Şimdiki tarikatçıların yoluna bid'atler karıştığı ve bu yolu bozdukları için, Resulullahın sünnetine sarılmış olan büyük âlimleri, bu millet tanımaz oldu. Bu bilgisiz kimseler, milletin kalbini, bu bid'atleri ile kazanmaya çalıştılar. Böyle yapmakla dini yayacaklarını, hatta İslamiyet’i olgunlaştıracaklarını sandılar. Hâşâ öyle değildir. Bunlar, dini yıkmaya çalışıyorlar. Allahü teâlâ bunları doğru yola kavuştursun! Şimdi büyük âlimlerden bu ülkede pek az kalmıştır. İslamiyet’i sevenlerin, bu âlimlerin kitaplarının bildirdiği yolda gitmeleri gerekir.) [c.2 m.62] Hadis-i şeriflerde (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar), (İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar, halkı yoldan saptırırlar) ve (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur) buyuruldu. İnsanların en iyileri olan âlimlerin yazdıkları kitapları beğenmeyip, bozuk asrın bozuk insanların kitaplarına aldanmaktan sakınmalıdır! (Hadika) Din yeni gelmedi. Hem de kâmil olarak geldi. Eksik olarak gelmedi. İslamiyet saf, berrak şekildedir. İslami ilimler, nakli ve akli ilimler olmak üzere ikiye ayrılır. Nakli ilimler, yani din bilgileri zamanla değişmez, kıyamete kadar hep aynıdır. Zamanla değişen, âdetler ve fen bilgileridir. Nakli ilimlerin saf, berrak, bid’atsiz şekli geridedir. Akli ilimlerin ise en gelişmiş şekli ileridedir. Zamanla gelişirler. Fende değişiklik olur, dinde değişiklik olmaz. Nakli ilimleri yani din bilgilerini fen bilgileri ile karıştırmak, cahillik değilse, nedir? Din düşmanlarının oyunlarını anlayalım, tuzaklarına düşmeyelim. Sual: Dini yönden "O kitap, o yazı muteber değildir. O yazar dini bilmez" deniyor. Bir yazının muteber olmadığı veya bir yazarın dini bilmediği nasıl anlaşılır? CEVAP Bir yazı, Ehl-i sünnet âlimlerinin ekserisinin muteber olarak bildirdiği eserlere aykırı değilse, o yazı muteber demektir. Bir yazarın yazısı, bu eserlere uygunsa, o yazarın dini bildiği anlaşılır. Bu eserlere uymuyorsa, o yazarın dini bilmediği ve yazısının da muteber olmadığı anlaşılır. Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre yorumlayanların yazıları da muteber değildir. Bu bakımdan nakli esas almayanların yazılarına, sözlerine itibar edilmez. Sual: Günümüzde yazılan dini kitapların muteber olup olmadığı nasıl bilinir? CEVAP 240 www.dinimizislam.com Günümüzde müctehid, muhaddis ve müfessir bulunmadığı için yazılan bir kitabın muhakkak muteber kitaplardan nakledilmiş olması gerekir. Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde manaları açık olmayan yerlerden bid’at sahipleri yanlış tevil ederek, yanlış mana çıkarmışlardır. Halbuki Mektubat-ı Rabbanideki hadis-i şerifte, Kur’an-ı kerimden kendi aklı ile, kendi düşüncesi ve bilgisi ile mana çıkaranların, din büyüklerinin Peygamber efendimizden ve Eshab-ı kiramdan alarak yaptıkları tefsirlere aykırı tefsir yazanların Müslümanlıktan çıkacağı bildirilmektedir. Berika’daki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kur’anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.) [Nesai] (Kur’an-ı kerime ehliyeti olmadan mana veren, Cehennemde azap görür.) [Tirmizi] Hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı gibi, bir kimse, ehliyeti olmadan Kur’an-ı kerime doğru mana verse bile, hata ettiğinden Cehennemde azap görecektir. Hadis-i şerifleri ve âyet-i kerimeleri hadis kitaplarından ve Kur’an-ı kerimden değil, hakiki İslam âlimlerinin kitaplarından alarak nakletmek gerekir. Mesela, (İhya’daki hadis-i şerifte ve Mektubat’taki âyet-i kerimede şöyle buyuruldu) diyerek nakletmek gerekir. Kur’an-ı kerime yanlış mana verdikleri için 72 sapık fırka meydana çıkmıştır. Hanefi mezhebindeki bir kimse, bir hükme delil olarak başka bir hak mezhepteki müctehidin ictihadını alamaz. Hatta kendi mezhebindeki müctehidlerin kavillerini değil, sadece fetva verilen hükmü almak, (sahih olan budur) denilen hükmü bildirmek gerekir. Eshab-ı kiramın hepsi birer müctehid olduğu için, bizim gibi müctehid olmayan kimseler, bunlardan da nakil yapamaz. Mesela Hazret-i Ali’nin veya Hazret-i Ömer’in (Bu husustaki hükmü şudur, biz de öyle yaparız) demek caiz olmaz. Çünkü onların hükmü kendileri için muteberdir. Eğer bir sahabinin bildirdiği hüküm, mezhebimizde de varsa uyarız. Kısacası biz mezhebimizin hükümlerine uyarız. Diğer mezheplerdeki hükümlere ancak ihtiyaç halinde uyarız. Mesela seferde güçlük anında, öğle ile ikindiyi veya akşam ile yatsıyı birleştirerek kılabiliriz. Çünkü çeşitli muteber kitaplardaki hadis-i şerifte, âlimler arasındaki ayrılığın rahmet olduğu bildirilmiştir. Edille-i şeriyyenin dört olması, müctehidler içindir. Mukallidler, yani dört mezhepten birinde olanlar için delil, senet, bulunduğu mezhebin hükmüdür. Çünkü, mukallidler, nasstan yani âyetten ve hadisten hüküm çıkaramaz. Bunun içindir ki, bir mezhebin, bir hükmü, Nassa uymuyor gibi görünse de yine o mezhebe uymak gerekir. Çünkü Nass, ictihad isteyebilir. Tevil edilmesi gerekebilir. Nesh edilmiş olabilir. Bunu da ancak müctehid anlar. (Berika s.94) 241 www.dinimizislam.com Sual: Dini bilgimiz yetersizdir. Piyasada çok çeşitli kitap ve siteler var. Hepsine de güvenemiyoruz. Allah rızası için bize en uygun siteleri tavsiye eder misiniz? CEVAP Piyasada uygun site ve uygun kitaplar çoktur. Ancak biz hepsini okumadık. Okumadığımız için uygun olan bir kitabı veya siteyi size tavsiye edemeyiz. İçinde bazı hatalar olabilir. Bunun için 30 senedir okuduğumuz kitapları ve en uygun siteyi size tavsiye ediyoruz. Uygun kitapların bulunduğu site: www.hakikatkitabevi.com Kontrolümüzden geçen site: www.dinimizislam.com Söz mü, söyleyen mi? Sual: (Bir sözü söyleyene değil, söylenen o söze bakılır. Söz doğru ise kim söylerse söylesin kabul edilir) sözü doğru mudur? CEVAP İstisnalar hariç, bu sözü genelde mezhepsizler söylüyor. Allah vardır, Cennet ve Cehennem vardır gibi herkesin bildiği meşhur bilgiler hariç, bir sözün doğru olup olmadığını nereden bileceğiz ki? Onun için, söze değil, söyleyene bakmak gerekir. Eğer İmam-ı a’zam hazretleri gibi bir zat söylüyorsa, derhal kabul edilir. Şevkani, Efgani, Abduh, Reşit Rıza gibi bir mezhepsiz söylüyorsa, hiç itibar edilmez, çünkü onların söylediği söz, doğru bile olsa, buna yetkileri yoktur. Hatta Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından alarak söyleseler bile, doğruyu onlardan değil, Ehl-i sünnet âlimlerin kitaplarından öğrenmek gerekir. (Şu din kitabı uygun mu) diye, Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine sorulunca, (Kitabın içindekilerin hepsi doğrudur, fakat bu kitabı okuyan kimse zehirlenir, çünkü yazarının habis ruhu satırlara aksetmiş) buyurmuştur. Demek ki habis kimselerin sözleri, kitapları doğru olsa bile insana zarar veriyor. O halde bir sözün doğru olup olmadığı, söyleyen kimsenin yetkili bir âlim olup olmamasına bağlıdır. Onun için, söze bakarak doğruyu bulamayız. Doğruyu, büyük zatların bildirmesiyle buluruz. Tenkit edilmek Sual: Büyük bir zat, (Yazdığım kitabı herkes beğenseydi, nefsin hoşuna gideceği için hoş olmazdı. İtiraz edenleri görünce seviniyorum. Çünkü Peygamber efendimize bile itiraz ettiler. İtiraz edilmesi cevherin kıymetini gösterir) buyuruyor. Burada şöyle bir soru hatıra geliyor: Efgani, Abduh gibi sapıklara, onların kitaplarına da, çok itirazlar yapıldı. Bunlarda da cevher mi var? CEVAP Onlarda da cevher var, ama zararlı cevher. Faydalı kitaplar olduğu gibi, zararlı olanlar da vardır. Faydalı kitaplarda faydalı cevher, faydalı enerji vardır. 242 www.dinimizislam.com Zararlı olanlarda da zararlı enerji vardır. Hazret-i Ömer, Müslüman olmadan önce içindeki zararlı cevher sayesinde dehşet saçıyordu. Peygamber efendimizi öldürmeye karar veren oydu. Müslüman olunca da en faydalı olanlardan oldu. Demek ki çok tenkide uğrayan kitaplarda, ya müspet yönden veya menfi yönden bir cevher, bir enerji vardır. Çoğunluğa uymak gerekir mi? Sual: Her işte, her zaman çoğunluğa uymak yanlış değil midir? Mesela deniyor ki: 1- Çoğu, bir dine inanmadığı için, ben de inanmıyorum. 2- Çoğu, namaz kılmadığı için, ben de kılmıyorum. 3- Çoğu, açık gezdiği için, ben de açık geziyorum. 4- Çoğu, çalgı dinlediği için, ben de çalgı dinliyorum. 5- Çoğu, müzikli ilahi dinlediği için, ben de dinliyorum. 6- Çoğu, kiliseye gittiği için, ben de âyinlere katılıyorum. 7- Çoğu, gayrimüslimlerin Cennete gideceğini söylediği için, ben de öyle inanıyorum. 8- Çok kimse, mezhepler sonradan çıktı dediği için, ben de mezhebi kabul etmiyorum. 9- Hristiyanlar, Müslümanlardan çok olduğu için, Hristiyanlığın hak olduğu doğrudur. 10- Budistler, Hristiyanlardan daha çok olduğu için Budizm haktır. 11- Dünyada dine inanmayan çoğaldığı için, ben de ateistim. 12- Kültürlü ve rütbeli insanlar mason olduğu için, masonluk doğru yolda olmaktır. 13- Bütün dünya ibadete hoparlör karıştırıyor. Bu kadar insan bid'at işleyecek değil ya... 14- Hanefi'de gusülde ağzın içini yıkamak farzdır, ama dolgu dişi olan sayısız insan var. Bunlar cünüp gezmiyor ya... 15- Dünyada İslam halifesi olmadığı halde, halkı Müslüman olan ülkelerin dar-ül-İslam olduğu çok kimsece kabul ediliyor. Çoğunluğun yanılması mümkün müdür? CEVAP Yukarıdaki yanlış örneklerde olduğu gibi, çoğunluk örnek gösterilerek, (Herkes böyle yapıyor, ben de yapsam ne çıkar?) demek caiz olmaz. Sui misal emsal olmaz. Yani kötü şey, yanlış şey örnek gösterilemez. Kötü şeyleri, yanlışları herkes yapsa bile, o şey kötü olmaktan, yanlış olmaktan çıkmaz. İyilik, doğruluk, hak gibi hususlar, her zaman çoğunluğun bulunduğu yerde olmaz. 243 www.dinimizislam.com Kur'an-ı kerimde birçok hususta çoğunluğun, insanların çoğu veya onların çoğu ifadesi kullanılarak yanlış yolda olduğu bildiriliyor. Çoğunluğa uymanın zararlarını bildiren âyet-i kerime meallerinden bazı örnekler: 1- İnsanların çoğuna uyan sapıtır. (Enam 116) 2- Allah'ın mucize yaratabileceğini çoğu bilmez. (Enam 37) 3- Rızkı Allah'ın verdiğini çoğu bilmez. (Sebe 36) 4- İnsanların çoğu kâfirdir. (Nahl 83) 5- Çoğu fâsıktır. (Maide 49, 81,Tevbe 8, Hadid 16, 27) 6- Çoğu müşriktir. (Rum 42) 7- Çoğu inanmaz, iman etmez. (Bekara 100, Hud 17, Rad 1) 8- Çoğu inkârcıdır. (İsra 89) 9- Çoğu gâfildir. (Yunus 92) 10- Çoğu şükretmez. (Bekara 243, Yunus 60, Yusuf 38) 11- Çoğu zanna uyar. (Yunus 36) 12- Çoğu nankördür. (Furkan 50) 13- Çoğu yalancıdır. (Şuara 223) 14- Çoğu Allah'a ortak koşar. (Yusuf 106) 15- Çoğu haktan hoşlanmaz. (Zuhruf 78) 16- Çoğu Kur'andan yüz çevirdi. (Fussilet 4) 17- Kâfirlerin çoğu akıl etmez, kafası çalışmaz. (Maide 103) 18- Ölüleri Allah'ın dirilteceğini çoğu bilmez. (Nahl 38) 19- Kıyametin geleceğine çoğu inanmaz. (Mümin 59) 20- Doğru olan dinin Müslümanlık olduğunu, çoğu bilmez. (Rum 30, Yusuf 40) 21- Kıyametin ne zaman kopacağının bilinmeyeceğini çoğu bilemez. (Araf 187) Genelde kıymetli şeyler azdır. Birkaç örnek: 1- Verilen nimetlere şükretmek çok iyidir, fakat şükreden azdır. (Sebe 13, Araf 10, Müminun 78, Secde 9, Mülk 23, Bekara 243, Yunus 60 Yusuf 38, Mümin 61, Neml 73) [Şükür, İslamiyet'e uymak demektir. (Mektubat-ı Rabbani)] 2- Hazret-i Nuh'a inanıp, gemisine binip kurtuluşa erenler çok azdı. (Hud 40) 3- İman edip iyi işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç, insanlar zarardadır. Zararda olmayan kimseler ise azdır. (Asr suresi, Sad 24) 4- Gayrimüslimlerden pek azının iman ettiği bildiriliyor. Bu azlar övülüyor. (Bekara 88) 5- Musa aleyhisselamın kavmi, Allah için elbette savaşırız dedikleri halde, savaş emri gelince çok azı savaşa iştirak etti. Bu azlar övülüyor. (Bekara 246) 6- Allahü teala, (Şunları emretseydik pek azı hariç hiç kimse emrimizi dinlemezdi) buyurarak az olan övülmektedir. (Nisa 66) 244 www.dinimizislam.com 7- Ehl-i kitabdan çok azının iman edeceği bildiriliyor. Bu az övülüyor. (Nisa 155) Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (İyilik çoktur; yapan azdır.) [Hatib] (Susmak, hikmettir; susan azdır.) [Deylemi] (Malını hayra harcayıp kurtulacak olan zenginler azdır.) [İbni Mace] (Akıllı, kibrit-i ahmerden daha azdır.) [Hâkim] (Kibrit-i ahmer, altın gibi az bulunan maddedir.) (Helâl belli, haram bellidir. Bunların arasında şüpheli olanlar vardır ki, insanların çoğu bunları bilmez.) [Buhari] Hikmet ehli buyuruyor ki: 1- Halk, çok amelle meşgul olurken sen az da olsa iyi, güzel amelle meşgul ol! 2- Halk, nafile ibadetlerle oyalanırken, sen farzları tam yapmaya çalış! 3- Herkes, dışını süslerken sen, içini, kalbini süsle! 4- Herkes, başkasının ayıbını araştırırken, sen kendi ayıplarınla meşgul ol! 5- Herkes, dünyadaki faydasız şeyleri imar ederken, sen ahiretini imar et! 6- Herkes, insanlara yaranmaya çalışırken, sen Allah’ın rızasını kazanmaya çalış! 7- Herkes, fanilerle dost olurken, sen baki olan Allah ile dost ol! 8- Herkes, bir şeye güvenirken, sen yalnız Allah’a güven! 9- Herkes, nefsini beğenirken sen kötülemeye çalış! 10- Herkes, mal toplarken, sen cömert ol! Kötüler çok olsa da, onlara uymak doğru değildir. Dinimizin emrine uyan kimse, iyiyi, güzeli, doğruyu bulmuş olur. Salihlerle beraber olmak Salihlerle beraber olan, onlardan hiçbir şey öğrenemese bile, yedi ikrama kavuşur: 1- İlim talebesinin faziletine kavuşur. 2- Onlarla beraber iken günahtan uzak olur. 3- Evinden çıkışından itibaren rahmete girer. 4- Onlara inen rahmetten o da faydalanır. 5- Onları dinlerken, kendine sevap yazılır. 6- Melekler ondan memnun olup, dua eder. 7- Attığı her adım, günahına kefaret olur. Allahü teâlâ da ona altı ikramda bulunur: 1- İlim ehliyle bulunmayı ona sevdirir. 2- Âlime uyanlar gibi sevaba kavuşur. 3- O salihlerden birinin şefaatine kavuşur. 245 www.dinimizislam.com 4- Günahkârların gittiği yerlerden soğur. 5- O da salihlerin yoluna girmiş olur. 6- Dinimizin emirlerine uymuş olur. Bir kimse, Peygamber efendimize, (Kıyamet ne zaman kopacaktır?) diye sordu. Ona cevaben, (Kıyamet için ne hazırladın?) buyurdu. O kimse, (Fazla ibadetim yok. Fakat Allah ve Resulünü seviyorum) dedi. O kimseye, (Herkes sevdiği ile beraber olacaktır. Sen de, ahirette sevdiğinle beraber olacaksın) buyurdu. (Buhari) Hikmet ehli buyuruyor ki: 1- Âlimlerle beraber olanın ilmi artar. 2- Salihlerle beraber olanın, ibadete rağbeti ve günahlardan kaçma arzusu artar. 3- Fâsıklarla [açıktan günah işleyenlerle] düşüp kalkanın günah işleme cüreti artar. 4- Zenginlerle düşüp kalkanın dünya sevgisi artar. 5- Fakirlerle beraber olanın şükrü artar. Bir kimse, bir âlimle dünyayı dolaşsa, âlimden dinine ait bir mesele öğrense, birlikte yaptıkları seyahati boşa gitmiş olmaz. Bir kimse de, âlimlerle, salihlerle beraber olsa, hiçbir şey istifade edemese bile, onların yüzüne bakması, onun için büyük bir nimettir. Çünkü salih Müslümanın yüzüne bakmak ibadettir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İyi arkadaş, güzel koku satan gibidir. Sana koku sürmese de, yanında bulunduğun müddetçe güzel kokusundan faydalanırsın.) [Müslim] Kötü arkadaş, bir tane olsa da çoktur. İyi arkadaş bin tane olsa da azdır. İyilerle dost olmalı ve sayısını çoğaltmaya çalışmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Çok dostunuz olsun; çünkü Rabbiniz kerimdir. Kıyamette dostları arasında bulunan kuluna azap etmekten haya eder.) [Şir’a] (Çok tanıdığınız olsun! Kıyamette hepsi de şefaat eder.) [Şir’a] (Allahü teâlâ, rıza-i ilahi için bir din kardeşi edinenin Cennetteki derecesini yükseltir.) [İ. Ebiddünya] (Allah için ahiret kardeşliği yapan, ahirette öz kardeşinden daha faydalı yardımları, o ahiret kardeşinden görür. Allahü teâlâ, ahiret kardeşini çok seveni, o nispette çok sever.) [Ey oğul ilm.] İyilerle arkadaşlık, dostluk böyle kıymetli iken, kötülerle arkadaşlık daha kötüdür. İnsanın dünyasını da, ahiretini de yıkar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kişinin dini arkadaşının dini gibidir. Şu halde kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin!) [Hakim] Akıllı, ilim sahibi, iyi ahlaklı, doğru sözlü, cömert ve günahlardan kaçan kimselerle arkadaşlık etmelidir! Kur'an-ı kerimde, (Benim yolumda gidenlere uy) buyuruluyor. (Lokman 15) Allahü teâlâ Hazret-i Davud’a vahyetti ki: 246 www.dinimizislam.com (Beni sevmeyenlerle arkadaşlık etme! Bunlar senin düşmanındır. Kalbini karartır ve seni benden uzaklaştırır.) [İ.Gazali] Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ev almadan önce komşu, yola çıkmadan önce arkadaş edinin! Yolculuktan önce de azık tedarikine çalışın!) [Taberani] Ahiret yolcusunun azığı doğru iman ve arkadaşı da salih ise ne mutlu ona. Seven sevdiği iledir Sual: Mezhep imamlarımızın yani İmam-ı a’zam, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafii, İmam-ı Ahmed hazretlerinin yolunda olup, bu yoldan kıl ucu kadar ayrılmayan Ehl-i sünnet âlimlerini seven ve onların yolunda giden muhakkak kurtuluşa kavuşur mu? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Doğru yolda gidenleri sevmek, onlarla tanışmak ve görüşmek ve onlar gibi olmaya özenmek ve o büyüklerin sözlerini işitmek ve kitaplarını okumak, Allahü teâlânın nimetlerinin en büyüklerindendir ve Onun ihsanlarının en kıymetlilerindendir. Muhbiri sadık, yani hep doğru söyleyici olan Muhammed aleyhisselam, (Elmerü mea men ehabbe) buyurdu. Yani, kişi, dünyada ve ahirette sevdiği ile beraber olur. Bunun için din büyüklerini seven kimse, onlar ile beraber olur. Onların Allahü teâlâya manevi olan yakınlığında, onlar gibi olur. Allahü teâlâ, bu yolun büyüklerine olan sevginizi arttırsın! Onlara bağlılık arzusunu, ömrünüzün sermayesi yapsın! Bu büyükleri seven, onlarla beraber olur. Onlarla beraber olan, şaki olmaktan [küfürden ve günah işlemekten] korunmuş olur. (c.2, m.36, c.1, m.203) Kimlerle bulunduğumuz önemli Sual: İçinde bulunduğum grup doğru mu değil mi diye şüphe ediyorum. Hangi gruba gitsem biz doğru yoldayız diyor. Ne tavsiye edersiniz? CEVAP Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İnsanlar, dinde çeşitli gruplara bölündüler. Her grup, kendi yolunu doğru sanıp sevinmektedir.) [Müminun 53] Peygamber efendimiz, ümmetinin 73 parçaya bölüneceğini, bunlardan yalnız bir grubun Cennete gideceğini bildiriyor. Bu fırkanın vasfını da sorduklarında, (Benim ve Eshabımın gittiği yol) diye buyuruyor. Ehl-i sünnet âlimleri de, bu yolun Ehl-i sünnet vel cemaat fırkası olduğunu bildiriyorlar. Bir kimse, kendi başına Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri okuyup da doğru yolu bulamaz. İşin ehli olan âlimlere ihtiyaç vardır. 72 sahte altının içine bir tane hakiki altın konsa, bunu sarraflardan başkası anlayamadığı gibi, 73 fırkadan hangisinin doğru olduğunu da ancak Ehl-i sünnet âlimleri anlar. 247 www.dinimizislam.com Akıl ile doğruyu bulmaya çalışırsak bu çok güç, hatta imkansızdır. Her fırkadaki insan, “Bu fırka doğru yolda” diyor. Bu işte selim olmayan akıl ölçü olmaz. Ölçü olsaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Her fırkaya girenler de, aklına göre bu fırkaları tercih etmiştir. Akla uyulursa, insan sayısı kadar fırka meydana çıkar. Piyasada birçok kitap, birçok grup var. Bunlar için bizim iyi veya kötü dememizin bir kıymeti yok. Yani bir insan biz iyi deyince iyi olmaz, biz kötü deyince kötü olmaz. Şahıs ismi kitap ismi önemli değil. Binlerce âlim ve kitap var. Elimizde ölçü olursa rahat ederiz, kendimiz anlarız. Ölçüyü imam-ı Rabbani hazretleri veriyor: (Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana, her buluş kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an ve sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının doğru olduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Âyet-i kerimede, (Kur’an-ı kerimde bildirilen misaller, çoklarını küfre sürükler, çoklarını da hidayete ulaştırır) buyuruluyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayanlar yanlıştır.) [1/ 286] Demek ki doğru olmanın ölçüsü, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uymasıdır. Yine Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Allah sözünden dönmez. Bunun için, Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Allahü teâlânın sözüne güvenmeli, Ona sığınmalıdır. Kuran-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah asla verdiği sözden dönmez.) [Zümer 20] Şu anda çeşitli gruplardaki insanların da, böyle dua etmekten çekinmemeleri gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. Belki yanlış yolda olabilirim diye düşünerek, Ya Rabbi hangi grup doğru yolda ise, senin rızan hangi grupta ise, bana onu nasip eyle diye dua etmelidir. Eğer grubu doğru ise, duanın bir zararı olmaz. Grubu yanlış ise doğruya kavuşmuş, kurtulmuş olur. Dua etmekten çekinmemeli, Ya Rabbi, doğru olan hangi grup ise bize onu nasip eyle demelidir. Dünyadan herkes ahirete yolculuk yapıyor. Herkes bir vasıtaya binip gidiyor. Bir vasıtaya binmek değil, doğru vasıtaya binmek önemlidir. Yanlış vasıtaya binen, istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Kâbe’ye gitmek 248 www.dinimizislam.com için niyet edip Paris’e giden uçağa binen, niyeti halis olsa da Kâbe’ye varamaz. Allahü teâlâ rızka kefildir ama imana kefil değildir. Doğru iman sahibi olmaya çalışmalıdır. İtikadı düzeltmeden önce ibadet etmenin faydası olmaz. Doğru itikad, ehl-i sünnet itikadıdır. Doğru itikad 1 rakamı gibidir. İhlaslı ibadetler sağına konan sıfır rakamı gibidir. Bir sıfır konunca 10, iki sıfır konunca 100 olur. Sağına ne kadar 0 konursa değeri artar. 1 çekilirse hepsi 0 olur. İhlassız, yani riya ile yapılan ameller de, soldaki sıfır gibi yani 1 rakamının soluna konan sıfır gibi değersizdir. İtikad doğru olunca ibadetleri arttırmak, insanın gayretine, ihlasına, ilmine bağlıdır. İstediği kadar artırır. Ancak, doğru itikadı, yani ehl-i sünnet itikadı yoksa ibadetlerinin hiç faydası olmaz, soldaki sıfır gibi değersizdir. Bütün dünya bize verilse, fakat itikadımız düzgün değilse, hâlimiz haraptır. Eğer bütün dertler bize verilse, itikadımız doğru ise, üzülmek gerekmez. Doğru itikadın Ehl-i sünnet vel-cemaat olduğunu İslam âlimleri ittifakla bildirmişlerdir. Felaketten kurtulmanın tek çaresi, kurtulanlarla beraber olmaktır. Kıtmir, köpek iken, Eshab-ı kehf ile beraber olduğu için Cennete girdi. O halde kim ve ne olduğumuz değil, kimlerle bulunduğumuz önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Salihlerle beraber olan kötülerden olmaz.) [Buhari, Müslim] Âlimim diyen şöhret esiri kimselerden uzak durmaya çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Gizli şehvetten sakının. Bu, âlimin, kendi etrafında toplanılmaktan hoşlanmasıdır.) [Deylemi] Bu hadis-i şerif, (Cami-us-sagir şerhi)nde şöyle açıklanmaktadır: Gizli şehvet; nefsin bir şey için can atması, kendisinden vazgeçemeyeceği, gözle görünen ve sevilen bir şeyi özlemesidir. Kimi âlim, kendi etrafında toplanılmasını, meclisinde daima çok insan bulunmasını ister. Bu düşünce, amelini iptal eder ve ihlasını giderir. Riyaya, ucba, kibre sebep olur. Bu hususta büyüklerden bazılarının sözleri şöyledir: Bazı insanlar ilim sahibi olacaklar, ilimleri amellerine muhalif olacak, içleri, dışlarına uymayacak, halka halka oturup birbirlerine karşı böbürlenecekler, o zaman bir âlim, kendi arkadaşına, başkalarının yanına gittiği için kızacak ve ondan ilgisini kesecektir. Onların amelleri Allahü teâlâ indinde makbul olmayacaktır. (Hazret-i Ali) Ahir zamanda bazı âlimler, kadınların kocalarını kıskandıkları gibi, ilmi başkalarından kıskanır. Onlar, arkadaşının başkalarının yanına gittiğini veya onlardan ilim öğrendiğini görünce kızar. (Hazret-i Kab-ul-ahbar) Öğretmen, talebesinin herkesten alakasını kesip ona tâbi olmasını, her işinde onunla beraber olmasını, dostlarıyla dost, düşmanlarıyla düşman 249 www.dinimizislam.com olmasını, onun ihtiyaçlarını yerine getirmede ona hizmetçi olmasını, her sıkıntılı anda elinin altında olmasını ister. Kabahatini görünce de, ona kızar ve ona düşmanlık yapar. Bu haliyle sevinen âlim hakir olmuştur. (İmam-ı Gazali) Âlimin tek gayesi Allah’ın rızasını kazanmak olmalı, makam ele geçirmek, akranlarından üstün olmak, kendisine zıt olanları susturmak, kendisinden ilim alanları çoğaltmak ve ilminin başkasının ilminden daha çok meşhur olmak gibi düşüncelerden uzak olmalıdır. (İmam-ı Beyheki) İslam âlimlerinin kitaplarını değiştiriyorlar Sual: Bir İhya tercümesinde özetle deniyor ki: (Tercüme ettiğimiz bu kitabın dört kusuru vardır: 1- Kitapta bin kadar zayıf ve uydurma hadis vardır. 2- Konuları tasavvufun ince ölçüleriyle işlemesi ve şimdiki zamanda yaşanması oldukça zor olan bir kulluk şeklini öne sürmesidir. Bu kitabı okuyan bir kimse, yaşadığı Müslümanlığın tam Müslümanlık olmadığı kanaatine varır ve bu kitapta anlatılan Müslümanlığı yaşamasının da zaman ve şartlardan dolayı mümkün olmadığını görerek karamsarlığa düşer ve böylece dinden soğur. 3- Kitabın hacmi büyüktür. Okuyucu vakit bulup da bu kitabı okuyamaz. 4- Bin sene önce yazılmış herhangi bir kitap gibi bu kitabın da az veya çok bir revizyona ihtiyacı vardır. Bu maksatla kitabın az bir miktarını çıkardık, az miktarını değiştirdik, az bir miktarda da yeni bilgi ve yorumlar ekledik. Vasat okuyuculara lazım olmayan ve hatta kafa karıştıran söz ve ibareleri atlamakta bir beis görmedik. Biz, bu kitabı tercüme etmekteki kastımız, İmam-ı Gazali’nin kendine mahsus görüşlerini tanıtmak değildir, İslam’ın genel prensiplerini takdim etmektir.) Bu kitap uygun mudur? CEVAP Özetini verdiğiniz yazıya göre, merd-i kıpti gibi şecaat arz ediyorlar. Açıkça İslam âlimlerinin kitaplarını değiştirdiklerini ifade edebiliyorlar. Dine bundan daha büyük zarar olabilir mi? 19 cu Reşat halife, 19 rakamına uymuyor diye Kur’andan âyetler çıkarmıştı, bunlar da kendi kafalarına uymuyor diye İhya’daki hadisleri ve oradaki ictihadları çıkarıyorlar. Halbuki bu ictihadları kitaptan çıkaran kimse, diyelim ki, Hüccet-ül İslam imam-ı Gazali hazretleri kadar büyük müctehiddir. Ama ictihad ictihadla nakzedilmez, yani bir müctehid öteki müctehidin ictihadına yanlış diyemez. Bin sene önceki kitaplar revizyona uğramalıdır deniyor. Yani bin sene önce yaşayan imam-ı a’zam, imam-ı Şafii, imam-ı Malik, imam-ı Ahmed, imam-ı Sevri, imam-ı Hasan Basri, imam-ı Cafer Sadık ve benzeri büyük zatların eserlerini revizyona uğratmaya çalışalım diyor. Biri çıkıp da, “İslam âlimlerinden ne istiyorsun, madem İhya’yı beğenmiyorsun, ne yazacaksan otur kendin yaz, ne diye İhya’yı tercümeye kalkıyorsun” demiyor. Üstelik 250 www.dinimizislam.com pervasızca, (Biz imam-ı Gazalinin görüşlerini değil, İslam’ın genel prensiplerini tanıtmak istiyoruz) diyor. Madem öyle, niye kendi kitap yazmıyor da, o büyük zatın ismine, gölgesine sığınarak, zehirini kusuyor? İslam âlimleri, imam-ı Gazali hazretlerini hep övmüşlerdir: Büyük âlim İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Gazali’nin eserlerinde kusur bulan, ya hasetçi veya zındıktır. (Eli’lam bi-kavâti’il-islam) İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Gazali, hüccet-ül-İslâm ve zamanındaki âlimlerin en üstünü idi. Ona dil uzatan kimse, cahillerin en cahili, fâsıkların en kötüsüdür. (El-Ukud-üd-dürriyye) Kâtip Çelebi diyor ki: Bütün din kitapları yok olsa, İmam-ı Gazali’nin kitapları, bu boşluğu doldurabilir, hatta onun İhyâ kitabı bile kâfi gelir. (Keşf-üz-zünun) Seyyid Abdülhakim efendi hazretleri buyuruyor ki: İhyâ kitabı, bütün âlimlerce doğru ve yüksektir. Bir gayrı müslim, severek yapraklarını çevirirse, Müslüman olmakla şereflenir. Derin bir âlimin kitabında mevdu hadis var demek, dinde derin bir uçurum açmaktır. Böyle sözleri söyleyenin dili, tutuşsa yeridir. Büyük âlim, mevdu hadisleri bilemeyecek kadar cahil mi idi? Yoksa, hadis uyduranlar için, Resulullahın bildirdiği ağır cezalara aldırış etmeyecek kadar Allah korkusu yok mu idi? Salih âlimlerin önemi Sual: Dini sualleri çeşitli yerlere soruyor çeşitli cevaplar alıyoruz. Hangisinin doğru olduğuna da karar veremiyoruz. Çünkü hepsi de kendisine göre deliller gösteriyor. Bize bir ölçü verebilir misiniz? CEVAP Muteber fıkıh kitaplarından nakleden, mezhebe inanan salih kimselere sormak gerekir. Bunu tespit etmekte de güçlük çekilirse, âlimlerin bildirdiği duayı okumalıdır. Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz verdi. Bunun için, (Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru) diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Dünyadan herkes ahirete yolculuk yapıyor. Herkes bir vasıtaya binip gidiyor. Bir vasıtaya binmek değil, doğru vasıtaya binmek önemlidir. Yanlış vasıtaya binen, istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Kâbe’ye gitmek için niyet edip Paris’e giden uçağa binen, niyeti halis olsa da Kâbe’ye varamaz. 251 www.dinimizislam.com Bütün dünya bize verilse, fakat itikadımız düzgün değilse, hâlimiz haraptır. Eğer bütün dertler bize verilse, itikadımız doğru ise, üzülmek gerekmez. Felaketten kurtulmanın tek çaresi, kurtulanlarla beraber olmaktır. Kıtmir, köpek iken, Eshab-ı kehf ile beraber olduğu için Cennete girdi. O halde kim olduğumuz ve ne olduğumuz değil, kimlerle bulunduğumuz önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Salihlerle beraber olan kötülerden olmaz.) [Buhari] SALİH ÂLİMLERE SOR Sakın aklına uyma, Salih âlimlere sor. Sapık yollara kayma, Salih âlimlere sor. Buyruldu: (Men amile bi re'yihi nedime) Görüşüm doğru deme, Salih âlimlere sor. Sorarsan kurtulursun, Gerçek yolu bulursun, Elbet mutlu olursun, Salih âlimlere sor. Bilenleri görme hor, Kur'anda şöyle diyor: (Bilmezsen âlime sor) Salih âlimlere sor. Akıllı hakka koşar, Sorup dağları aşar, Sormayan elbet şaşar, Salih âlimlere sor. Sormak büyük nimettir, Zahmetsiz ganimettir, İlim safi hikmettir, Salih âlimlere sor. Öğren nefsin fendini, Bir şey sanma kendini, Dinimiz nakil dini, Salih âlimlere sor. Sorulacak yeri seç, Sapıkları hemen geç, Derdine bulur ilaç, Salih âlimlere sor. Salihler yoksa eğer, 252 www.dinimizislam.com Kitaplara ver değer, Allah, salihi sever, Salih âlimlere sor. Salih, Ehl-i sünnettir, Bid’atlere bir settir, Müslümana nimettir, Salih âlimlere sor. Bozuk kitaplar Sual: Siyaset bilimiyle ilgili bir ders kitabının, dinle ilgili bölümleri, İslamiyet aleyhine yazılmıştır. Mesela, Peygamber efendimizin faiz verdiğini, tasvip eder mahiyette Kaddafi’nin Yeşil kitabında sünnetin hukuk kaynağı olarak yetmeyeceğini savunduğunu, Osmanlı’nın Türkçe Kur’an mealini günah sayıp yasakladığını, hâlbuki İmam-ı a’zam Ebu Hanife’nin Kur’anın her dile yapılan çevirisini de Kur’an saydığını yazıyor. Bunlar doğru olabilir mi? CEVAP Piyasada din aleyhine çok kitap yazılmaktadır. Hepsine cevap vermek için, bir kitap yazmak gerekir. Biz doğruları anlatırız, buna uymayanların yanlış olduğu anlaşılır. Yine de, kısaca cevap verelim. Faizin haram olduğu Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiştir. Peygamber efendimizin faiz verdiğini söylemesi yani iftira etmesi, en az iki anlam taşır: 1- Peygamber efendimiz için, (Kendisine inen Kur’an-ı kerime inanmıyor, inansaydı, faizi haram eden Kur’anın emrine uyardı) denmek isteniyor. 2- (Faizi yasaklayan kendi sözlerine [hadislerine] de itibar etmiyor, itibar etseydi faiz vermezdi) denmek isteniyor. Bunlar, İslamiyet’e inanmamaktan ve ekonomide faizin vazgeçilmez bir unsur olduğunu kabul etmekten kaynaklanmaktadır. Kaddafi’nin sözünü delil gibi göstermesinin, yani sünnetin delil olarak yetmeyeceğini söylemesinin ne önemi olur ki? Dindeki dört delil asırlardan beri gelmektedir. Türkçe Kur’an tabiri de çok yanlıştır. Kur’an-ı kerimin çevirisine ve tefsirine Kur’an denmez; çevirisi denir, meali denir. İmam-ı a’zam hazretleri, çeviriye, meale Kur’an demedi. İbni Hacer-i Mekki hazretleri, (Kur’an-ı kerim tercümesini, Kur’an-ı kerim yerine okumak haramdır) buyuruyor. (Fetava-i fıkhiyye s. 37) Osmanlı’nın yaptığı gayet normaldir. Kur’an mealinden din öğrenilmez. Namazın nasıl kılınacağını bile Kur’an-ı kerimden öğrenemeyiz. Kur’an-ı kerim, dinin anayasası hükmündedir. Milyonlarca hadis-i şeriflerle açıklaması yapılmıştır. Âlimler, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu açıklamalar olmadan Kur’an-ı kerime uyulmaz. 253 www.dinimizislam.com Bugünkü Anayasa da öyledir. Kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve mahkeme ictihadları ile ülke yönetilmektedir. Bunlar olmadan sırf Anayasa ile ülke yönetilmez. Anayasa hep kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerim de hep Resulullaha havale eder, âlimlere havale eder. Onun için, sırf Anayasa ile memleket idare edilmez, Kur’an tercümesinden de din öğrenilmez. Mezhepsizleri tanımak için Mezhepsizlerin fikirlerinden bazıları Sual: … isimli yazarın sapık görüşlerini bildirirseniz, o kimseye inananlara gösterip sapık yoldan çevirmek istiyorum. Ne gibi sapık yönleri vardır? CEVAP Bir sapığın sapıklıkları normal görülüyor ki, peşinden giden insanlar oluyor; fakat o görüşlerin sapıklık olduğunu bilmiyorlar. Onun için, (Bu adamın şu görüşleri yanlıştır, sapıklıktır) demek yerine, ona Ehl-i sünneti anlatan kitaplar vermeli. Kitapları okuyup doğruyu öğrenirse, o kişilerin yanlışlıkları kolayca görür. Önce ona, dini doğru olarak öğretmek gerekir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır; çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her görüş, yanlıştır. Her sapık, kendi görüşünün Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu ve sapıklığının doğru olduğunu sanır. Nitekim Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kur'an-ı kerimdeki misaller, çoğunu küfre sürüklediği gibi, çoğunu da hidayete ulaştırır.) [Bekara 26] (1/ 286) Ehl-i sünnet itikadı ve diğer doğru bilgiler bilinirse, bunun zıddını savunanların sapık oldukları anlaşılır. Piyasadaki sapıkların Ehl-i sünnete aykırı görüşlerinden bazıları şunlardır: 1- Amentü’deki altı esastan birini inkâr etmek, mesela hayır Allah’tan, şer şeytandandır demek veya kaderi inkâr etmek, 2- Amel, imandan cüzdür demek, [Mesela namaz kılmayana kâfir demek.] 3- İman artıp eksilir demek, [Parlaklığı, kuvveti artıp eksilir demeli.] 4- Kur’an-ı kerime mahlûk demek, 5- Allah Arş’ta demek. İstiva kelimesine yanlış mana verip Allah Arş’a oturdu demek, 6- Kabir sualine, kabir azabına, şefaate, sırata, hesaba veya mizana inanmamak, 7- Allah gaybı, enbiya veya evliyasına bildirmez demek, 8- Evliyanın kerametini inkâr etmek, 9- Eshab-ı kiramın hepsi cennetlik iken, herhangi birini kötülemek, 254 www.dinimizislam.com 10- İki kayınpederi [Hazret-i Ebu Bekir’le, hazret-i Ömer’i] diğer sahabelerden üstün bilmemek. İki damadı [Hazret-i Osman’la hazret-i Ali’yi] sevmemek, 11- Miracın, ruh ve bedenle birlikte olduğunu inkâr etmek. 12- Peygamberlerin günah işlediğini söylemek. 13- Bugün için, dört hak mezhepten birinde olmamak. (Bütün mezhepleri tahkik ederim, doğru olanı alırım) veya (Mezhebe girmeyi caiz görürüm) demek, yani mezhepsizliği de caiz görmek. Dört hak mezhep tabirini kullanmamak. 14- Dindeki dört delili kabul etmeyip, (Yalnız Kur’an, yalnız Kitap ve sünnet) demek. 15- Resulullah’tan sonra, nebi gelmez; ama resul gelir demek. 16- Öldürülenin, intihar edenin eceliyle öldüğünü inkâr etmek. 17- Peygamberin üstünlüğü, çalışmakla elde edilmiştir demek. 18- Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın gökten ineceğine ve diğer kıyamet alametlerinden birine bile inanmamak. 19- Ahirette de Allahü teâlâ görülmez demek. 20- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalmaz, Cehennem ebedi değildir demek. 21- (Günahkâr müminler Cehenneme girmez, Cehenneme giren hiç çıkmaz) demek. 22- Mest üzerine meshi caiz görmemek. 23- Sultana [devlete] isyanı caiz görmek. Sapıkların dine aykırı diğer görüşleri: 1- Yahudiler de, Hıristiyanlar da cennete girecek demek. 2- La ilahe illallah diyen cennete girer, Muhammedün resulullah demeye gerek yok demek. 3- (Deccal bir akımdır, İsa ve Mehdi de manevi şahıs yani ruh olarak gelecek) demek. 4- Hazret-i İsa, gelince hakiki Hıristiyanlığı yayacak demek. 5- Hazret-i Mehdi’nin vasıfları uymadığı halde, birilerine Mehdi demek. 6- İbni Teymiyye’yi, mason Abduh’u, diğer mezhepsizleri ve bid'at ehlini savunmak. 7- Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip onların hürmetine dua etmek, onlardan yardım istemek caiz değildir demek. 8- Tesadüf kelimesini kullanmak caiz değildir demek. 9- Vehhabi olsun, Mutezile olsun, yani bid’at ehli de olsa, herkesi severim demek. 10- Ruh ölür, ruhlar ve ölüler işitmez demek. Telkini, devir ve iskatı inkâr etmek. 11- Naylon çoraba meshi caiz görmek. 12- İslam halifelerini, Osmanlı sultanlarını kötülemek. 255 www.dinimizislam.com 13- Ölmeden önce ruhunu Allah’a ulaştırmak gerekir demek 14- Kaza namazı kılmak gerekmez demek. 15- İhtiyaç veya zaruret halinde dört hak mezhepten birini taklit etmeyi kabul etmemek veya her mezhepten kolay gelen hükümle amel etmek. 16- Mezhebe bağlanmak için, mezhep taassubu tabirini kullanmak, ictihad kapısı açıktır demek. 17- Zuhr-i âhir diye bir namaz yoktur demek 18 - Organ nakline haram demek. 19- İslami görüş, İslam düşüncesi, İslam felsefesi, İslamcı gibi tabirler kullanmak. 20- İslâm âlimlerini kötülemek maksadıyla, kitaplarında uydurma hadis olduğunu söylemek. 21- Ahmet Kadiyani; Behaullah, Beykiyef, C. Efgani, Ebul ala Mevdudi, Hasan el Benna, Hasan Sabbah, İbni Hazm, İbni Kayyimi Cezviyye, İbni Rüşd, İbni Sebe, İbni Teymiye, İzmirli İsmail Hakkı, M. Şevkani, M. Abduh, M. bin Abdülvehhab Necdi, Makdisi, M. Hamidullah, M. Ebu Zehra, M. İkbal, M. Sıddık Hasan Han, N. Elbani, Reşat Halife, Reşit Rıza, S. Kutup, Seyyid Sabık, Şeyh Bedrettin, Yusuf Kandehlevi, Yusuf Kardavi, Zuhayli gibi yazarları kaynak göstermek. (Yukarıdaki bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mektubat-ı Rabbani, S. Ebediyye, F. Fevaid’den alınmıştır.) Dinimizi yıkma planları Sual: Dinimizi yıkmak isteyenlerin uyguladıkları belli başlı planları nelerdir? CEVAP Planları çoktur. Fakat özellikle şu yollarla saldırıyorlar: Âlimlere olan itimadı yıkmak, Mezhepleri birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak, Eshab-ı kirama olan itimadı sarsmak, halifeleri gözden düşürmek, kapalı ictihad kapısını kırarak açmak, Hadis-i şeriflere olan itimadı sarsmak, meal okumayı teşvik. Şimdi bunları teker teker cevaplandıralım: 1- Âlimlere olan itimadı yıkmaya çalışıyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Bu misalleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43] (Bilmiyorsanız âlimlerden sorun!) [Nahl 43] (Bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9] Peygamber efendimiz de buyuruyor ki: (Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi] (Âlimler, kurtuluş rehberleridir.) [İbni Neccar] 256 www.dinimizislam.com 2- Mezhepleri birleştirerek herkesi mezhepsiz yapmak istiyorlar. Mason Abduh’un çömezi Reşit Rıza ile onları taklit eden mezhepsizler, mezheplere saldırıyorlar. Halbuki mezhepler kardeştir. Birinde yapılması güç olan şey, ötekine göre yapılır. Bunun için Peygamber efendimiz, (Âlimlerin farklı ictihadları, mezheplere ayrılmaları rahmettir) buyuruyor. (Beyheki) 3- Eshab-ı kirama olan itimadı sarsmaya çalışıyorlar. Maksatları onların rivayet ettiği hadis-i şeriflere ve onların topladığı Kur'an-ı kerime gölge düşürmektir. Halbuki Allahü teâlâ hepsinden razı olduğunu, hepsinin Cennetlik olduğunu bildiriyor. (Tevbe 100, Hadid 10) Rafizi meşrepli kimseler de, “Müslüman müslümanla savaşmaz” diyerek Hazret-i Ali ile savaşan eshab-ı kirama kâfir diyerek hakaret ediyorlar. Halbuki iki müslüman ordunun savaşabileceği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. İki tarafa da kâfir denmez. Çünkü, (Eğer müminlerden iki grup birbiriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz) buyurulmuştur. (Hücurat 9) 4- Asırlardır gelen halifelerin gerçek halife olmadığı, onların hilafetinin sahih olduğunu söyleyen binlerce âlimin de gerçek âlim olmadığı, dolayısıyla bu âlimlerin sözlerine itimat edilemeyeceği fikrini yaymak istiyorlar. [Âlimlere itimat sarsılınca, onların bildirdikleri dine de itimat kalmaz.] 5- Geri kalışımızı yeni ictihadlar yapılmayışına bağlamaya çalışıyorlar. Kur'an-ı kerimin yanlış şekilde tevil ve tefsirleri yapılarak yeni görüşler çıkarmak suretiyle dini bozmaya çalışıyorlar. 6- Hadis-i şeriflere olan itimadı sarsmaya çalışıyorlar. Halbuki hiçbir hadis kitabında ve hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis yoktur. İslam Âlimleri din düşmanları tarafından, din kitaplarına sokmaya çalıştıkları sözleri kitaplarına almamışlardır. Bazı cahil okuyucular, bir hadisi Kur’ana göre ölç ona göre yaz diyorlar. Sanki imam-ı Buhari ve diğer hadis âlimleri bir hadisi kitaplarına alırken Kur’ana uyup uymadığını anlamamışlar da biz mi anlayacağız? 7- Herkesin meal okumasını teşvik ediyorlar. Böylece her anlayışa göre farklı görüşler meydana çıkmasına, yani dinde anarşi çıkarmaya çalışıyorlar. Mesela Kur’anı yanlış tevil ederek, namaz üç vakittir, tesettür farz değildir, tavuktan, balıktan kurban olur diyorlar. Allahü teâlâ, Peygamber efendimize Kur’anı açıklamasını emretmiştir. (Nahl 44) Peygamber efendimiz de, Kur'an-ı kerimi açıklamıştır. Onun için Kur’anı yorumlamak için Resulullahın açıklamasına bakmak şarttır. Onun açıklamasından farklı yorumlar getirmek dinde reform olur. Hatta Peygamber efendimizin hadis-i şeriflerini de âlimler açıklamış, bize onlara uymaktan başka şey bırakmamışlardır. Din düşmanlarının bu oyunlara bilmeden alet olmak gaflet, bilerek alet olmak hainliktir. Anarşi çıkarmak istiyor Mezhepsiz bir yazar diyor ki: 257 www.dinimizislam.com 1- İslamiyet, hilafetin saltanata çevrilmesi ve ictihad kapısının kapatılması ile yıkılmıştır. Ateş oduna düşman olduğu gibi, sultanlar (padişahlar) da ictihada düşmandır. Dört halifeden sonra, hilafet sultanlığa (padişahlığa) çevrildi. Hilafet ancak Ömer’in yaptığı gibi şura ile seçilir. Başka türlü seçilenlerin hilafeti sahih değildir. CEVAP Mezhepsizler tarafından da kitapları muteber kabul edilen Şah Veliyullah-ı Dehlevi hazretleri, İzalet-ül-hafa kitabında buyuruyor ki: ("Halife dört şekilde seçilir: Birincisi, âlimlerden, hakimlerden, kumandanlardan ve diğer söz sahiplerinden, bir araya toplanmaları kolay olanların seçmesi ile olur. İkincisi, halifenin, birini seçerek vasiyet etmesidir. Hazret-i Ömer’in seçilmesi böyle oldu. Üçüncüsü, halifenin vasiyet ettiği bir kaç kişi arasında birini seçmektir. Dördüncüsü, birinin güç kullanarak, hilafetli zor ile elde etmesidir. Böyle güç kullanarak hilafeti ele geçiren zat, ya hilafete ehildir veya değildir. Ehil ise, mesele yoktur. Hilafet şartlarına malik değilse, böyle olan halifenin İslamiyet’e uygun olan emirleri kabul edilir. Bunun emri ile cihada gidilir. Abdülmelikin hilafeti böyle idi.") [Böyle halifelere de beyat edilince meşru olacakları, İbni Abidin’de ve Hadika’da da bildirilmektedir.] Osmanlı halifelerinin seçilme şekilleri, Hazret-i Ömer’in seçilişine benzemektedir. Halife, kendisinden sonra gelecek olanı vasiyet ediyor. Halife dilerse, kardeşini veya oğlunu tavsiye edebilir. Nitekim Hazret-i Ömer’e (Yerine halife olarak oğlunu tayin et!) dediklerinde onlara, (Hilafet zor bir iştir. Bir aileden bir kurban kâfidir) buyurarak oğlunu halife olarak vasiyet etmedi. Etseydi elbette caiz olurdu. İctihad kapısını kimse kapatmamıştır. Ehli olmadığı için kendiliğinden kapanmıştır. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası yoktur. Binlerce insan kendisinin ehil olup olmadığına bakmadan, kitap yazıyor. Madem ictihad yapılmadığından geri kaldık. Şimdi herkes ictihad yaptığı halde niçin ilerlemiyoruz? 2- Sultanlara ses çıkarmayan âlimler, birer saray mollasıdır. Resmi vazife alan Osmanlı şeyhülislamları da birer saray ulemasıdır. Müslümanlıkta bütün başlar Allah’a bağlıdır. Sultanlık sisteminde ise, baş başa, baş padişaha bağlıdır. Bu bakımdan Müslümanlığı yıkan emirlik [amirlik] sistemidir. Emirin her emrine itaat eden, kula kul olmuş demektir. CEVAP Mezhepsiz yazar, amire, idareciye gösterilmesi gereken itaati kırmak, disiplini bozmak ve anarşi çıkarmak istiyor. Halbuki dinimiz emire [amire, idareciye] itaati emretmektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: 258 www.dinimizislam.com (Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan emirlere itaat edin!) [Nisa 59] Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Siyah başlı habeşli bir köle de olsa emirinize itaat edin!) [Buhari] (Emirinizin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Çünkü cemaatten bir karış ayrılan [itaatsizlik eden, fitne çıkaran] cahiliye ölümü ile [yani imansız] ölmüş olur.) [Buhari] Peygamber efendimiz, dine riayet etmeyen, şeytan gibi emirlerin geleceği zamanlar olacağını bildirince, Eshab-ı kiramdan Hazret-i Huzeyfe, (Ya Resulallah o zamana yetiştirsem ne yapayım?) diye sordu. Resulullah buyurdu ki: (Sırtına vurup malını alsa da, emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [Buhari] Hadika’da ve Redd-ül-muhtar’da (Emire isyan etmek fitnedir. Zalim olan emire de itaat vaciptir. Berika’da ise, (Emirin dine uymayan emirlerine fitneye sebep olmamak için karşı gelmemelidir!) deniyor. Yine bu kitaplardaki hadis-i şerifte, (Fitne çıkarana Allah lanet etsin) buyuruluyor. Dinimiz böyle emrederken, yazar, halifeye isyan etmedikleri için âlimlere "Saray uleması" diye saldırıyor. (İmam-ı a'zam halifenin zulümlerine isyan ettiği için şehid edildi) diyerek hadiseyi çarpıtıyor. Herkesin bildiği gibi hadise şöyle: İmam-ı a'zam hazretlerine kadılık teklif edilir. (Ben kadılık yapamam) buyurur. (Yalan söylüyorsun) derler. (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı olmaz. Doğru söylüyorsam kadılık yapamam diyorum) buyurur. Çok takva ehli olup, dünya makamına kıymet vermediği için kabul etmez. 3- Sultanlık sisteminde, insan, Allah’ın değil, padişahın kuludur. Onun için padişah, halka "Kullarım" derdi. Sultanlığa karşı çıkanlar, soylu mücadele verenlerdir. İmam-ı a'zam, vazife almadığı için gerçek âlim olduğunu ispat etmiş, halifenin zulümlerine isyan ettiği için de şehid edilmiştir.) CEVAP Bazı kelimeler birkaç manaya gelir. Cümledeki yerlerine göre manaları değişir. Mesela Mevla kelimesi, yedi manaya gelir. Daha çok ilah, efendi, köle manasında kullanılır. (Mevlanın rahmeti bol) cümlesindeki mevla, ilah manasındadır. (Mevlana Celaleddin)deki mevla da efendi demektir. Şimdi biri çıkıp da (Sen Celaleddine ilah dedin) diyebilir mi? Bunun gibi kul kelimesi de mahlûk, insan, köle, bende, emir altında bulunan, tabi, mensub gibi manalara gelir. Şimdi birisi nezaket olsun diye (Bendeniz) dese, bende ise kul, köle demek olduğu için, (Sen karşındakine bendeniz demekle onu ilah yaptın) demek caiz olur mu? Padişahlar, tebasından sadık yardımcılarına "Kulum" derdi. Burada kul, "Sağ kolum” demektir. Sultana ait seçkin askerlere (Kapı kulu) denirdi. 4- Dört halifeden sonra, başa gelenler, ibadetleri değiştirmiş, dini kendilerine uydurmuşlardır. Bugünkü din, Allah’ın gönderdiği dinden çok 259 www.dinimizislam.com farklıdır. Bu fark Allah’ı bile hayrette bırakıyor. Dört halife zamanında Beytülmalın adı halkın malı idi. Dört halifeden sonra, Beytülmal yani devletin malı denmiş ve başa geçenler, kendileri istedikleri gibi kullanmışlardır. CEVAP Halifeleri, dini değiştirmekle suçlamak da diğerleri gibi alçakça bir iftiradır. İnsan bilmediği bir şey ile karşılaşınca hayret eder. Fakat Allahü teâlânın bilmediği şey olur mu? Allah hayret eder mi? İkincisi de, -haşâ- Allah’ın hayret ettiğini bu yazar nereden biliyor? Dinimiz, Beyt-ül-malın gelirlerini ve nerelere sarf edileceğini, bunda kimlerin yetkili olduğunu bildirmiştir. Yazar, halifeleri, halkın malını yemekle suçlamaktadır. Müfteri yazar diyor ki: 5- Eshaba dokunulmaz gözü ile bakanlar, sultanlık sisteminin uşaklarıdır. Mısırlı, Suriyeli, Pakistanlı bazı soylu âlimler, Eshabın hatalarını söyleyince sultan uşaklarının hücumlarına uğramışlardır. Biz eshaba kin beslemiyoruz. Çünkü (Önce iman eden kardeşlerinize [eshaba] kin beslemeyin!) âyeti eshaba kin beslemeyi yasaklıyor, fakat onların yaptığı cinayetleri açıklamayı yasaklamıyor. O altın nesle kin beslenir mi hiç? Kin beslemeden onların zulümlerini açıklamak ilmi bir vazifedir. CEVAP Diyelim ki, Mısırlı yazarın biri, Cennetle müjdelenen, kendisine hesap bile sorulmayacak olan Hazret-i Osman’a dil uzatsa, "Beyt-ül-malın paralarını çarçur edip yedi, akrabalarına yedirdi" dese, biz de, "Bu mısırlı yazar, Eshab-ı kiramdan birine dil uzatıyor" desek, bu müfteri yazarlar, hemen "Mısırlı soylu âlimler saldırıya uğramıştır" diye yaygara koparırlar. Vicdansızlar, "Hazret-i Osman’a hiç dil uzatılır mı?" demezler. Eshab-ı kirama saldıran adi kimselere, soylu veya âlim denir mi hiç? Eshab-ı kiramın dokunulmazlığı var mıdır, yok mudur? Onların hataları olsa bile söylemek caiz midir, değil midir? Allahü teâlâ ve Resulü bu hususta ne buyuruyor? Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramın tamamından razı olduğunu bildiriyor. (Maide 119, Tevbe 100, Mücadele 22, Beyyine 8, Feth 118) Allahü teâlânın bütün sıfatları ebedidir, sonsuzdur. Eshab-ı kiramdan razı olması da sonsuzdur. Onun için, Eshab-ı kiramdan hiçbiri, sonradan sapıtıp kâfir olmamıştır. İstisnasız hepsinin Cennetlik olduğunu da Kur'an-ı kerim haber veriyor. (Hadid 10) Allahü teâlânın hepsinden razı olduğu ve hepsini Cennete koyacağı müstesna insanların, olsa bile, hatalarını söylemek, gıybet etmek caiz midir? Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Eshabım anılınca, dilinizi tutun!) [Taberani] (Eshabımın kusurlarını anlatmayın!) [Deylemi] (Eshabımın hiçbirine dil uzatmayın!) [Buhari] 260 www.dinimizislam.com Yalnız Eshab-ı kiramı değil, ölmüş bir müslüman bile kötülenmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kötülüklerini söyleyerek ölülerinizi üzmeyiniz!) [Tirmizi] Eshab-ı kiram, bizim ölülerimiz değil midir? İngilizlerin ölüsü olmadığı için onlar Eshab-ı kiramı kötüler. Fakat onlara alet olan müfterilere ne demelidir? Eshab-ı kiram arasında kelleler uçurularak fitne çıkarıldı. Bunlardan da mı söz etmeyeceğiz? Peygamber efendimiz bu hususta buyuruyor ki: (Eshabım arasında fitneler çıkacaktır. Allahü teâlâ, o fitnelere karışan Eshabımı, benimle olan sohbetleri hürmetine af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.) [Müslim] Yukarıda bildirilen âyet-i kerime ve hadis-i şerifler, Eshab-ı kiramı üzecek hiçbir söz söylemenin caiz olmadığını bildiriyor. Onun için Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Eshabıma dil uzatan hariç, kıyamet günü herkesin kurtulma ümidi vardır.) [Hakim] (Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti, Eshabıma dil uzatanların üzerine olsun! Onların ne farz ne de nafile ibadetleri kabul olmaz.) [Ebu Nuaym] Yabancıların ibadetlerinin kabul edilip edilmeme endişesi yoktur. Fakat nasıl olur da müslümanım diyen bir kimse, Eshab-ı kiram hakkında kötü konuşabilir? Bunlar İngiliz casusu, bir hain değilseler, çok zavallı gafillerdir. [İngilizlerin oyununa gelmemek ve İngilizlerin Müslümanlığı yıkmak için neler yaptıklarını, bu işlerde kimleri kullandıklarını öğrenmek için İngiliz Casusunun İtirafları isimli kitabı okumak gerekir. www.hakikatkitabevi.com adresinden temin edebilir veya okuyabilirsiniz. Ayrıca, Vehhabilik ile Eshab-ı kiramın fazileti ve ibni Sebeciler maddelerine bakınız.] İngilizlerin İslam düşmanlığı İslam düşmanları, tâ ilk asırdan beri, İslamiyet’i yok etmek için çalışıyorlar. Şimdi de, çeşitli adlarla, çeşitli planlarla saldırıyorlar. Cehenneme gidecekleri bildirilmiş olan itikadı bozuk kimseler de müslümanları doğru yoldan ayırmak için, hile ve iftira yapıyorlar. Böylece, İslam düşmanları ile işbirliği yaparak, Ehl-i sünneti yıkmaya uğraşıyorlar. Bu saldırıların öncülüğünü İngilizler yaptı. Bütün kaynaklarını, hazinelerini, silahlı kuvvetlerini, donanmasını, tekniğini, politikacılarını ve yazarlarını bu işte kullandı. Böylece, dünyanın en büyük iki İslam devleti olan Hindistan'daki Gürganiyye ve üç kıt'a üzerine yayılmış bulunan Osmanlı İslam devletlerini yıktı. Her yerde İslam’ın değerli kitaplarını yok etti. İslam bilgilerini birçok yerlerden sildi, süpürdü. İkinci Cihan Harbinde, komünistler yok olmak üzere iken, bunların kuvvetlenmelerine, yayılmalarına sebep oldu. İngiliz Başbakanı James Balfour, 1917'de, müslümanların mukaddes yerleri olan Filistin'de Yahudi devletinin 261 www.dinimizislam.com kurulması için çalışan Siyonizm teşkilatını kurdu. İngiliz hükümeti, bu işi senelerce destekleyip, 1947'de İsrail devletinin kurulmasını sağladı. Yine İngiliz hükümeti, 1932'de, Arabistan Yarımadası'nı Osmanlılardan alıp, Süudlara teslim ederek, İslamiyet’e en büyük darbeyi vurdu. 1944'de Japonya'da vefat eden Abdürreşid İbrahim efendi, 1910'da İstanbul'da basılan Âlem-i İslam kitabının ikinci cildinde, (İngilizlerin İslam düşmanlığı) yazısında diyor ki: (Hilafet-i İslamiyyenin bir an evvel kaldırılması, İngilizlerin birinci düşüncesidir. Kırım muharebesine sebep olmaları ve burada Türklere yardım etmeleri, hilafeti yıkmak için bir hile idi. Paris muahedesi, bu hileyi ortaya koymaktadır. Her zaman Türklerin başına gelen felaketlerde İngiliz parmağı vardır. İngiliz siyasetinin temeli, İslamiyet’i yok etmektir. Bu siyasetin sebebi, İslamiyet’ten korkup müslümanları aldatmak için, satılmış vicdansızları kullanırlar. Bunları İslam âlimi, kahraman olarak tanıtırlar. Sözün özü, İslamiyet’in en büyük düşmanı İngilizlerdir.) İngilizler, yüzyıllardır İslam memleketlerini kana boyamakla kalmamış, İskoç masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, insanlığa yardım, kardeşlik gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bu masonları maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Mustafa Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini yıkmakta kullanıldıkları gibi, Efgani ve Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri çömezler de, İslam bilgilerini bozmaya, yok etmeye alet olmuşlardır. Bu mason din adamlarının yazdıkları yüzlerce yıkıcı, bozucu din kitapları arasında Mısırlı Reşid Rıza'nın (Muhaverat) kitabı, tercüme edilip dağıtılarak müslümanların dinlerini ve imanlarını bozmaya çalışmaktadırlar. Ehli sünnet âlimlerinin kitaplarını okumamış, anlayamamış birkaç genç din adamının da bu akıntıya kapılarak felakete sürüklendikleri ve başkalarının da felaketlerine sebep oldukları görülmektedir. (Faideli Bilgiler) Mezhepsiz kime denir Sual: Din kitabı yazarak dine hizmet etmiş şahıslara, belli bir mezhebe bağlanmadı diye mezhepsiz diye hakaret ve iftira etmek doğru mu? CEVAP (Mezhepsiz) tabiri dini bir tabirdir. Hakaretle falan alakası yoktur. Dini olmayana dinsiz, aklı olmayana akılsız, parası olmayana parasız, mezhebi olmayana da mezhepsiz denir. Bunun kadar tâbii [doğal] başka şey ne olabilir ki? Mesela Efgani, Abduh ve Kardavi bizim mezhebimiz yok diyorlar. Onlara, kendi söylediklerini söylemek yani mezhepsiz demek yalan ve iftira olmaz. Gerçeği açıkça söylemek olur. 262 www.dinimizislam.com Mezhepsizce kitap yazmak da dine hizmet olmaz, dini değiştirmek olur. Dört mezhebin hükümlerini bildiren bir kitap yazmak çok iyi olur. Mesela Mizan-ül-kübra, Mezahib-i erbea uygun kitaplardır. Ama her mezhebin ictihadını yazıp doğrusu budur demek yanlıştır. Sual: Mezhepsiz bir kimse, kendi anlayışına göre bir o mezhepten bir bu mezhepten alarak ibadet etse, Ehli sünnet itikadına aykırı hiçbir itikadı da olmasa, bu kimseye ehli sünnet denmez mi? CEVAP Bugün için dört hak mezhepten birisine uymayan kimse Ehl-i sünnet olamaz. Ehl-i sünnet olabilmek için dört hak mezhepten birisine de uyması gerekir. Uymazsa mezhepsiz olur. Mezhepsiz olan da Ehl-i sünnet olamaz. Önce temel bilgi gerekir Bazı okuyucular, İbni Teymiye’nin veya İbni Sebe’nin yanlış görüşlerinin neler olduğunu soruyorlar. Mesela, (İbni Teymiyeci bir arkadaşımız var. İbni Teymiye’nin hatalarını bildirin de arkadaşımızı vazgeçirelim) diyorlar. Abduh’u, Kardavi’yi veya daha başkalarını soruyorlar. Bunların yolundan giden kimseler, Ehl-i sünneti bilmedikleri için verilecek cevaplar onları tatmin etmez. Çünkü temel dini bilgileri yok. Cevap olarak onlar mezhepsiz desek, temel bilgileri olmadığı için, vehhabilerden duyduklarını tekrarlayıp, “Âlimin mezhebi mi olur, Eshabın mezhebi mi vardı” diyeceklerdir. Kerameti inkâr ediyorlar desek, yine onların etkisiyle, papağan gibi ezberlediklerini tekrarlayıp, “keramete inanmak şirk” diyeceklerdir. O sapıklar, “Allah’a inanan herkes, Cennete gidecektir” diyorlar, Hıristiyan ve Yahudileri de Cennete sokuyorlar desek, doğrusu da öyle değil mi diyeceklerdir. Bunun gibi yüzlerce şey söylense verecekleri cevaplar aynıdır. Çünkü din düşmanları onları papağan haline getirmiştir. Bu acı durumlardan kurtulmak için önce temel din bilgilerini bilmek gerekir. İman nedir? Hak din hangisi? Mezhep ve mezhepsizlik nedir? Mucize ve keramet nedir? Bunları doğru olarak bilenin Ehl-i sünnet olduğu anlaşılır. Bunları bilene, sapıkların sapıklığını anlatmak kolaydır. (İbni Teymiye, Cehennemin ebedi olduğunu inkâr eden bir mezhepsiz) dersek kolayca anlar. Muhatabımız Ehl-i sünnet değilse böyle söylememizin hiçbir kıymeti kalmaz. Bir örnek verelim. Mesela imanı anlatalım: Amentü’deki altı esastan birine inanmayanın imanı geçersizdir. Yani bu altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Bunun için inanmak değil, doğru inanmak önemlidir. Ahirette kurtulmak, ibadetin çok olmasına değil, doğru imana bağlıdır. Elimizde sağlam ölçü vardır. Ehl-i sünnete göre iman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmaktır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe [Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan 263 www.dinimizislam.com olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Ancak böyle inananlar Ehl-i sünnettir. Amentü’deki bu altı esasa inanan kimse, bilir ki, Yahudiler de Hıristiyanlar da, her peygambere ve her semavi kitaba inanmazlar, mesela Muhammed aleyhisselamı Peygamber ve Kur’an-ı kerimi semavi kitap kabul etmezler. Peki bunlara iman sahibi demek mümkün mü? Elimizdeki sağlam ölçüye uymamaktadır. Kur’an-ı kerimde (Hak din ancak İslam’dır) buyuruluyor. Yahudilik ve Hıristiyanlık hak din denmiyor, aksine, (Onları dost edinenin Allah’ın düşmanı) olduğu bildiriliyor. Amentü’yü Ehl-i sünnet gibi inanana imanı anlatmak kolaydır. Amentü’ye inanmayana da sözümüz yoktur. Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği bilgilere kalbin inanması demektir. Bu bilgileri araştırıp anlamak gerekmez. (Hadika) İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurdu ki: İman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz. Ahirette kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan kurtuluşa kavuşur. (2/67) Diğer hususlar da iman örneğindeki gibidir. Ehl-i sünnete uymayan kitap ve yazarlardan uzak durmalı. Çünkü bunlar, yaldızlanmış necasete veya altın kupada sunulan zehire benzer. Süsüne, kabına veya görünüşüne aldanıp, sonsuz saadetten mahrum kalmamalıdır. Bölücüleri dışlamak ve lanetlemek Reşat Halife’ye elçi [Peygamber] diyen mürted birisi bir Müslümana şunları diyor: (Dünyada bir milyar müslüman var deniyor da; ama siz grupları dışlıyorsunuz. Vehhabilere, rafizilere, haricilere, mutezileye, cebriyeye sapık diyorsunuz, bunları düştünüz mü bu sayıdan? Bahaileri, Kadiyanileri, Mason Afganicileri de düştünüz mü bu sayıdan? Irkçılar, kafatasçılar da sapık sayılır, silin onları da. Peygamber Reşat Halife taraftarlarını bu rakamdan düştünüz mü? Ülkemizde birçok ateist, mason var, bunları da düştünüz mü? Peki milyonlarca fahişe ve homo var, sapık diye bunları da düştünüz mü? Eeee kim kaldı, kaç kişi kaldı biliyor musunuz? sadece siz... yani bir kişi... Bir siz Müslümansınız, öyle mi?) CEVAP Bu mürted, bu yazıyı grupları savunmak için yazmadı. Amacı, Reşat Halife’yi savunmak. Bâtıl ehlinin değişmez taktikleri vardır. Mesela militan komünistler, (Hazret-i Ali, Fatih Sultan Mehmed ve Mao gibi büyükleri 264 www.dinimizislam.com kötülemek yanlış olur) derler. Maksatları Hazret-i Ali ve Fatih Sultan değildir. Mao’yu övmek için böyle numara yapıyorlar. Bu 19 cular da, Reşat Halife’yi övmek için güya diğer grupları savunuyormuş rolüne giriyorlar. Yoksa kendi aralarında, bütün grupları cahillikle, Resulullaha, hadislere uymakla suçluyorlar. Web Siteleri meydanda. Bölücülük, bozgunculuk yapıyorlar. Kur’an-ı kerime kesinlikle inanmıyorlar. Kur’an-ı kerimde bozguncular lanetleniyor. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Bozgunculara lanet olsun.) [Rad 25] (Allah ve Resulünü incitenlere, Allah lanet etmiştir.) [Ahzab 57] (Biz kitapta açıkça belirttikten sonra indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet ediciler lanet eder.) [Bekara159] (Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun!) [Araf 44] (Allah, ikiyüzlü erkek ve kadınlara ve inkârcılara, ebedi kalacakları Cehennem ateşini hazırlamıştır. Allah bunlara lanet etsin!) [Tevbe 68] (Hep birlikte Allah’ın ipine [İslamiyet’e] sımsıkı yapışın; parçalanmayın, bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman iken, O, gönüllerinizi birleştirip nimeti sayesinde kardeş olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarında iken de oradan sizi kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.) [Al-i imran 103] Görüldüğü gibi yukarıdaki âyetlerde (Birlik olun, parçalanmayın, bölünmeyin) ve (Bozgunculuk yapmayın, bozgunculuk yapanlara Allah lanet etsin) buyuruluyor. Resulü de, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak 72 si Cehenneme gidecek) buyuruyor. (Tirmizi) Demek ki sapıklara sapık demek Allah’ın ve Resulünün emridir. Birbirine zıt bu kadar fırka var. Hepsinin de doğru olduğu nasıl söylenebilir? Hatta bu fırkaların hepsinin doğru olduğunu söylemek Allah ve Resulünü yalancı çıkarmak olur. Allahü teâlâ (Fırkalara ayrılmayın) buyuruyor. Resulü, ayrılacak olan 72 fırkanın sapık olduğunu ve hepsinin de Cehenneme gideceğini bildiriyor. Sapığa sapık, kâfire kâfir denmez mi? Peygamberim diyen Reşat halifeye zındık dedirtmemek için ne numaralar çekiliyor. Hıristiyan misyonerlerinin yapmadıkları hile kalmıyor. Kur’an-ı kerimde, (Kur'anı biz indirdik, elbette yine onu biz koruyacağız.) [Hicr 9], (Allah’ın kelamını [Kur'anını] kimse değiştiremez.) [Enam 115] buyurulduğu halde, Reşat Halife isimli zındık, (Tevbe suresinin son iki âyeti sonradan ilavedir) diye Allah’ı yalancı çıkarmaya çalışıyor. Bu 19 cuların oyunlarını iyi tespit etmek gerekiyor. Kötüye kötü, kirliye pis demek Sual: Ölü diri bir çok İslam âlimi mezhepsiz diye kötüleniyor. Bid’atçi, 265 www.dinimizislam.com eshab düşmanı deniyor, mason deniyor, böylece gıybetleri yapılıyor. Niye böyle yapıyorlar, gıybetleri caiz mi? CEVAP Gıybet büyük günahtır, caiz değildir. Hele gerçek âlimleri kötüleyen kâfir olur. Siz soruyu yanlış soruyorsunuz. Şöyle sorulmalıydı: Bazı âlimlere, mezhepsiz, eshab-ı kiram düşmanı falan deniyor. Gerçekten böyle bir şey var mı? Varsa bunların bu hatalarını söylemek gıybet olur mu? Birinci şekilde soranlar genelde art niyetlidir. Bunların içinde bu art niyetlilerin dolduruşuna gelip de iyi niyetle söyleyenler de vardır. Namazda, kıyam, secde gibi kelimeler nasıl dini bir tabirse, kâfir, sapık gibi kelimeler de dini tabirdir, bunlar şimdi uydurulmadı. İmanın altı esasından birine inanmayana kâfir, dini olmayana dinsiz, mezhebi olmayana da mezhepsiz denir. Mesela Abduh, mezhepsizdir, masondur. Ayrıca Eshab-ı kirama saldıranlar var. Halbuki Allahü teâlâ, Eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğunu bildiriyor. Mezhepsizler, Hazret-i Osman’a saldırıyor, biz de bakın, Hazret-i Osman’a şöyle deniyor dediğimiz zaman nasıl olur da bir âlimi tenkit edersiniz deniyor. Peki onlar Hazret-i Osman’ı tenkit etme yetkisini kimden aldı? Mezhepsizi tenkit günahsa, onların Cennetle müjdelenen Hazret-i Osman’ı tenkit etmesi sevap mı? Bu kadar insafsızlık olur mu? İmam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi âlimleri kötüleyenlere bu yanlış dersek, hemen, Abduh’un dolmuşuna binenler, Abduh gibi soylu âlimler kötüleniyor derler. Bir yiğit çıkıp da, (Eshab-ı kiramı, İslam âlimlerini kötüleyenlere yazıklar olsun) demiyor. Diyenlere de insafsızca saldırıyorlar. Dinimizi içten yıkmaya çalışan dinde reformcuların, mesela, mason Abduh ve çömezlerinin ihanetlerini söylemek, kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek yanlış değildir. Temize pis demek kötülemek olur. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları onların zararından korumaya çalışmak farzdır. Bunların dinimize yaptıkları iftiralarını söylemek gıybet olmaz. Gıybet nedir? Gıybet, bir kimsenin gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Harbilerin [bugün için her kâfirin], bid'at ehlinin ve açıkça günah işleyenlerin bu günahlarını, alış verişte hile yapanların bu hilelerini Müslümanlara duyurup, bunların şerrinden sakınmalarına sebep olmak ve Müslümanlığı yanlış anlatanların bu iftiralarını söylemek gerekir, gıybet olmaz. (Redd-ül- Muhtar 5/263) Şu halde alış verişte veya dinde hile yaparak Müslümanları kandırmaya çalışanların bu hilesini açığa çıkarmak gıybet olmuyor, dinin emrini bildirmek oluyor. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Yalanlar yazıldığı, âdetler ibadetlere karıştırıldığı ve Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemi] 266 www.dinimizislam.com (Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilen herkese bildirsin, gücü yettiği halde doğruyu bildirmeyen âlimin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Ebu Nuaym] (Bid'atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen, Kur'anı gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir] Bu hadis-i şerifler de gösteriyor ki, kötülük edenlerin, bid’at ehlinin yanlışlarını açıklamak gıybet değil, dinin emridir, cihaddır. Dinin bu emrini yapmaya çalışanları kötülemek de dine düşmanlıktır. Kâfir olmak bir ayrıntı mıdır? Sual: Yazarlar tenkit edilirken aşırı gidiliyor. Her insanın hatası olur. Mesela, (Altın yüzük ve ipek erkeğe de helal diyor, dalak yemek haram diyor, düşük faize cevaz veriyor, Allah’ın özel müdahalesinden bahsediyor, Allah’ı acizlikle suçluyor, tesettürü inkâr ediyor, Hazret-i İsa’nın öldüğünü ve Miracın rüyada olduğunu söylüyor) gibi ayrıntılara giriliyor. Bütün İslami meseleler bitti de, sıra bunlara mı geldi? Böyle hatalarından dolayı bir âlimi tenkit etmek doğru mudur? CEVAP Bunlar ayrıntı değildir. Meşhur bir harama helal, meşhur bir mubaha haram diyen kâfir olur. Kâfir olmak bir ayrıntı mıdır? Adam, erkeklerin altın yüzük kullanmalarının mubah olduğunu söylemiştir. Peygamber efendimiz ise, (Altın ve ipek, kadınlara helal, erkeklere haramdır) buyuruyor. (Tahavi) Adam, dalak yemenin haram olduğunu söylüyor. Peygamber efendimiz ise, (İki kan helaldir. Bunlar, karaciğer ve dalaktır) buyuruyor. (İbni Mace) Adam, düşük faize helal diyor. Peygamber efendimiz ise, (Faiz 73 kısımdır. En aşağısı, kişinin anası ile zina etmesi gibidir) buyuruyor. (Hakim) Adam, (Allah özel müdahale eder) diyor. Böyle demek, Allah’ı aciz bilmek, yaratırken zorluk çektiğini bildirmek olur. Halbuki Allahü teâlâ yaratacağı bir şey için ol derse, hemen o şey oluverir. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali: (O, [Allahü teâlâ] bir şeyi yaratmak istediği vakit ona ol der, o da hemen oluverir.) [Bekara 117] (Onun [Allahü teâlânın] ol dediği gün her şey oluverir.) [Enam 73] (Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sadece ol deriz, o da, hemen oluverir.) [Nahl 40] (O, [Allahü teâlâ] bir şey yaratmak isteyince, ol der, hemen oluverir.) [Yasin 82] 267 www.dinimizislam.com (Dirilten de, öldüren de ancak Odur. Olmasını istediği şeye ol der, o da hemen oluverir.) [Mümin 68] Hazret-i Meryem, (Ya Rabbi, bana bir erkek eli değmediği halde, nasıl çocuğum olur) dedi. Allahü teâlâ da, (Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona sadece ol der; o da oluverir) buyurdu. (A.İmran 47) Tesettürün farz olduğu, kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Teferruat diyerek inkâr eden kâfir olur. Birçok mezhepsiz, Hazret-i İsa’nın öldüğünü söylüyor. Halbuki Allahü teâlâ buyuruyor ki: (Allah’ın resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük dedikleri için Yahudileri lanetledik. Onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da. Öldürülen, kendilerine İsa gibi gösterildi.) [Nisa 157] (İsrail oğullarının seni öldürmesinden ben kurtardım.) [Maide 110] Miracı inkâr etmek, rüya demek de teferruat değildir. Kudüs’e kadar gittiği âyet-i kerime ile sabittir. İnkâr eden kâfir olur. Göklere, bilinmeyen yerlere gitmesi de hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Allah aşkına söyleyin, bunların hangisi teferruattır? Farza, harama mühim değil demenin küfür olduğunu bilmeyen, küfürle günahı ayıramayana ne desek faydasızdır. Dinimiz ilme ve âlime büyük önem verir. Bize ilmi bildiren âlimlerdir. Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. (Tirmizi) Peygamberlerin vârisleri olan âlimleri kötüleyen kimsenin imanı gider. Bir de İslam âlimi sanılan ve dinimizi içten yıkmaya çalışan dinde reformcular vardır. Mesela, mason Abduh ve çömezleri böyledir. Bunların ihanetlerini söylemek, kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek yanlış değildir. Temize pis demek yanlıştır. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, müslümanları onların zararından korumaya çalışmak farzdır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Bid'atler yayıldığı, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Doğruyu bilip de gücü yettiği halde, doğruyu bildirmeyen kimse, Allah’ın Muhammed aleyhisselama indirdiği Kur'an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir] Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Neden imkanın var iken sustun, benim helal kıldığıma haram diyen kimseye niçin cevap vermedin derse Allah, ne cevap vereceğiz? Dine saldıran bir hain için, (Bu kimsenin hiç iyi tarafı yok mu) denilmesi doğru değildir. Cenab-ı Hak, imansızların yol, köprü, cami yaptırmak gibi hiçbir ameline sevap vermiyor, Cehenneme atıyor. Bunların ihanetlerini açıklamak, kötülemek olmaz. Böyle kötü din adamları, din, iman hırsızlarıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar] Din oyuncak değildir 268 www.dinimizislam.com Sual: Mekruh ve sünnete önem vermemek neden küfür oluyor ki? Kur’ana, âyetlere bakıp mana veremez miyiz? CEVAP Din oyuncak değildir. Kur'an-ı kerim, Muhammed aleyhisselama, yani Peygamber efendimize inmiştir. Muhatabı odur. Her önüne gelen onu tefsir edemez. Âyetlere mana verilebilir mi hiç? Peygamber efendimiz, (Kim Kur’ana kendi anladığı ile mana verirse, tefsir ederse kâfir olur) buyuruyor. Fıkhi hükümler fıkıh kitaplarından öğrenilir. (Kim Peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] Bu âyetten bazı cahiller, (Sünneti yapan farz sevabı alır) diyorlar. Âyete böyle mana veren kâfir olur. Fıkıh kitaplarında diyor ki: Yemek yerken el yıkamak sünnettir. Birisi gel elimizi yıkayalım, sünnettir dese, öteki de, sünnetse sünnet, yıkamasak ne olur ki? Boş ver sünneti dese kâfir olur. Ama eline tuvaletten necaset sürüp yemek yese kâfir olmaz. Sünneti beğenmemek, Resulullahı beğenmemek olur. Allahü teâlâ Onu seçerek beğenerek göndermiştir. Onu beğenmemek onu göndereni beğenmemek olur. Yapmamak ayrı, beğenmemek ayrı. İçki içmek küfür değildir. Evet haram ama içiyorum derse kâfir olmaz. İçki içmediği halde, bir bardak içkiden ne olur diyerek haramı hafif gören kâfir olur. Mekruh da öyledir. Mekruh denilen şeyleri de Resulullah efendimiz yasak etmiştir. Onun yasaklarını beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmamak küfür olmaz. Doğru gibi görünen yanlışlar Sual: (Peygamber tanrı değil ya, o da insan) veya (Âlimler de peygamber değil ya, onlar da insan, mesela İmam-ı a’zam da hata eder) demek doğru mudur? CEVAP Kötülemek maksadıyla söylenen böyle sözler, doğru da olsa yanlıştır. Bu konuda söylenenlerden bazı örnekler verelim: 1- (Peygamber, Allah’ın helal ettiğini haram edemez) deniyor. Sanki Peygamber efendimiz, böyle bir şey yapıyormuş intibaı [izlenimi] verilmeye çalışılıyor. 2- (Peygamber de, Allah’ın sözlerini değiştiremez) deniyor. Sanki böyle bir şey yapılıyormuş fikri verilmek isteniyor. 3- (Peygamber de insandır, ona tapılmaz) deniyor. Sanki tapan varmış gibi, Resulullah’ı ve onun yolunda olanları küçültmeye çalışıyorlar. 4- (Peygamber de insandır; tanrı değil ki, o da yanılabilir) deniyor. Evet, Peygamberimiz de insandır; fakat insanların ve Peygamberlerin en üstünüdür; seyyid-ül beşerdir [insanların efendisidir]. Dini hükümlerde yanılma 269 www.dinimizislam.com olmaz; çünkü ictihadla söylediklerinde yanılma olursa, derhal vahiyle düzeltilir, yanlış üzere kalmaz. (Yanılabilir) denilerek, dini hükümlere gölge düşürmeye çalışılıyor. 5- (Peygamber de gaybı bilmez) deniyor. En çok istismar edilen de budur. Resulullahın gaybı bilmemesi, devamlı değildir. Bir gün Resulullahın devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip, (Hani göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor) dediler. Münafıkların bu sözü Resulullah’a ulaşınca, (Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Başkasını bilmem. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir) buyurdu. (Mevahib-i ledünniyye) Tarif edilen yere gidip, deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular. Kur’an-ı kerimde de gaybı ancak Allahü teâlânın bildiği; fakat dilediği Peygamberlere de bildirdiği beyan edilmektedir: (Allah size gaybı bildirmez; fakat resullerinden dilediğini seçip onlara gaybı bildirir. Onun için, Allah’a ve resullerine iman edin. Eğer iman edip [günahlardan] sakınırsanız size çok büyük bir mükâfat vardır.) [Âl-i İmran 179] (Allah gaybı herkese bildirmez; ancak dilediği [mucize olarak bildirdiği] resul bundan müstesnadır; çünkü her peygamberin önünden ve ardından gözcüler [melekler] salar.) [Cin 26, 27] Bu âyet-i kerimelere rağmen, (Peygamber gaybdan haber veremez) demeleri kasıtlıdır. Kur’an-ı kerime inanır gibi görünmeleri, batıl davaları içindir. 6- (Hadisler mucize değil; ama veciz sözlerdir) deniyor. Hadis-i şeriflerin lafızları, âyet-i kerimeler gibi mucize değildir; fakat Peygamber efendimizin dine ait sözleri vahiy mahsulüdür. Gelecekte olacak şeyleri bildirmiş, birçok mucize söz söylemiştir. Mesela, kıyametin büyük ve küçük alametlerini bildirmiş, küçük alametlerin çoğu meydana çıkmıştır. Bunlar mucizedir. Mezhepsizler daha ileri giderek, (Kur’an varken sünnete ihtiyaç yok!) diyorlar. Böylece hadis-i şerifleri inkâra kalkışıyorlar. Hâlbuki Kur’an-ı kerimin birçok yerinde, (Allah’a ve Resulüne tâbi olun, itaat edin!) buyuruluyor. Üç âyet-i kerime meali: (Allah’a ve Onun ümmi nebi olan Resulüne iman edin, Ona tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158] (De ki, Allah’a ve Resulü’ne itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çevirenler [kâfir olanlar], bilsinler ki, Allah, kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32] (Allah ve Resulüne itaat edin.) [Enfal 1] Niçin, (Yalnız Allah’a itaat edin) denmiyor da, (Allaha ve resulüne itaat edin) buyuruluyor? Resulullahın bildirdiklerine uymak, haram ettiklerinden kaçmak, emrettiklerine tâbi olmak için böyle buyuruluyor. Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki: 270 www.dinimizislam.com (Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi] Yalnız Allahü teâlâya değil, Resulüne de itaat edilmesi emrediliyor: (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] Demek ki, Resulullahın hadis-i şeriflerine uymak, Allah’a uymaktan başka değildir. 7- (Âlimler peygamber değil ki, onların da hatası olur) deniyor. Böylece âlimlerin sözlerinde hata vardır, onlara uymak gerekmez gibi bir intiba verilmeye çalışılıyor. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.) [Buhari] O halde, âlimin hatası da dinde senettir. Onun hata ettiği de, bizce bilinemeyeceği için, Resulullahın varisleri olan âlimlerin hata ettiğini söylemek yanlış olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi] Âlimlerin sözleri dinde senet ki, Kur’an-ı kerimde onlar övülüyor: (Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43] (Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43] (Allah’tan en çok korkan âlimlerdir.) [Fatır 28] Peygamberlerin vârislerine dil uzatmak, vârisin sahibi olan Peygambere dil uzatmak olur. Tenkitler ilmi olmalı Sual: Eleştirilerin bir ölçüsü var mı? CEVAP Tenkitler ilmi olmalı, yani muteber bir esere dayanarak yazılmalı. Hakaret maksadı ile olmamalıdır. Çeyrek asırdan fazla yazıyorum, şimdiye kadar ciddi, ilmi bir tenkide rastlamadım. Kimi hakaret ediyor, kimi de hiçbir mesnede [delile] dayanmadan “Yanlış yazıyorsunuz” diyor. Din kitaplarını değil de, aklını ölçü alıyor. Geçen sene ramazanda, kefareti tarif ederken, (Kefaret, oruç tutmamanın değil, geceden niyetli Ramazan orucunu kasten bozmanın cezasıdır) demiştik. Bir genç, telefon edip, “Ben meşru mazeretsiz, Ramazanda bir gün oruç tutmazsam, cezası ne?” dedi. Ben de, “Ramazanda mazeretsiz oruç tutmamak haramdır. Ama bir gün oruç tutmazsan o bir günü kaza etmen gerekir” dedim. Genç, “Ben kasten tutmadım, niye 60 gün kefaret değil de, bir gün kaza tutmam gerekiyor?” diye sordu. Ben de, fıkıh kitapları öyle yazıyor dedim. Genç, ben ilahiyatçıyım, kitaba ne gerek var, akıl var, mantık var, kasten oruç tutmuyorsun ve kaza gerekir diyorsun, olmaz böyle şey” dedi. Tekrar, senin dediğin hangi kitapta yazıyor dedim, o da, “Kitaba gerek yok demiştim ya, akıl mantık yok mu?” dedi. “Evet akıl mantık var, akıl mantık yeni çıkmadı o eskiden beri var. Ama eskiden beri akla mantığa değil, 271 www.dinimizislam.com kitaba bakılır, kitap ne yazarsa ona göre hareket edilir” dedim. Ama o genç ikna olmadı. Din akla mantığa zıt değil ama, akıl ve mantıkla dini hükümler bulunmaz. Geçen gün de bir genç daha aradı. “Halebi imiş, Reddülmuhtar imiş, Hindiye imiş, bunlar senet olmaz, bana Kur’andan delil göster. Çünkü bir müslüman için dini konularda temel başvuru kitabı şüphesiz Kur’andır” dedi. Bunu kim söylüyor dedim. “İnanmazsan, falan profesörün falan kitabına bakabilirsin” dedi. “Sen Halebi’ye, İbni Âbidin’e inanmıyorsun da o kitaba nasıl inanıyorsun?” dedim. “Ama o Kur’ana göre yazıyor” dedi. “Peki Halebi’nin, İbni Âbidin’in Kur’ana göre yazmadığını nereden biliyorsun?” dedim. Öteki kitap, şu âyette diye delil gösteriyor, ama Halebi’de, İbni Âbidin’de âyetlerden bahsetmiyor” dedi. Halbuki dinimizde delil dört tanedir. Her şey Kur’an-ı kerimde açıkça bulunmaz. Onlar temel başvuru kitabı deseler de, namazın nasıl kılınacağı, namazı bozanlar, namazın farz, vacib, sünnet ve mekruhlarını Kur’an-ı kerimde bulamayız. Orucun farzları sünnetleri de öyledir. Birçok hükmü Kur’anda bulamayız. Bir çok cahil kimse, “Şuna haram diyorsunuz, ama hangi âyette haram olduğu yazılı” diyor. Biraz daha dinden haberi olan, âyet yoksa haram olduğuna dair hadis var mı diyor. Maalesef hangi fıkıh kitabında yazıyor diyen çıkmıyor. Yine bir genç aradı, isim vererek (Şu iki zatı niye kötülüyorsunuz, onlar âlimdir, ömürlerini cihad ile geçirmişlerdir) dedi. İsim verdiği için o iki zatın yanlışlarını biliyorduk. Birer tanesini söyleyecektik. Ona dedim ki, Mirac hak mıdır? Elbette haktır dedi. Peygamber efendimiz mübarek bedeniyle mi gitti yoksa rüya gibi bir şey mi? Elbette bedeniyle gitti dedi. Bunun hakkında âyet de, hadis de var dedi. İyi ama senin övdüğün o zat, Mirac ruh ile olmuştur diye inanmıyor, bedeniyle gitmedi diyor dedim. Sonra dedim ki, Hazret-i Osman’ı nasıl bilirsin? Dedi ki: (Aşere-i mübeşşereden, yani Cennetle müjdelenmiş on sahabiden biridir. Allah resulünün damadıdır, diğer sahabiler gibi Cennetliktir. Bunlar âyet ve hadisle sabittir.) Evet biz de öyle biliyoruz. Ama senin övdüğün ikinci zat, Hazret-i Osman için (Yaşlı idi, bunak idi, müslümanların başına geçmesi talihsizlik idi) diyor dedim. Genç, (Onlar da insan, bu kadar hatası yüzünden tenkide değer mi?) dedi. Sonra, (Belki o zatlar böyle söylediğine göre, öyle rivayetler de olabilir) dedi. (Bu bakımdan âlimler tenkit edilmemeli) dedi. Dedim ki: İyi ama onlar Hazret-i Osman’ı tenkit ediyor, Hazret-i Osman âlim değil mi idi? Üstünlüğü, kıymeti âyet ve hadisle de sabit dedin, âyet ve hadise yani Allah ve Resulünün sözüne niye inanmıyorsun? Kimin karşısında kimi savunduğunu hiç düşünmüyor musun? Tenkit ilmi olmalıdır. Mesela denmeli ki: (Siz namazda rükua eğilince ayakları birleştirmenin sünnet olduğu hususunun, Dürr-ül-muhtar ve Halebi’de yazdığını söylediniz. Halbuki ben o 272 www.dinimizislam.com kitaplara baktım öyle bir şey görmedim) demeli veya (Evet bildirdiğiniz kitaplarda öyle yazıyor ama, başka kitaplarda ise, mesela Hidaye’de, Dürer Gurer’de müftabih olanı, ayakları birleştirmemektir diyor” demelidir. Ancak böyle bir tenkidin bir değeri olur. Saygı ile karşılarız. Bakarız biz yanılmışsak, hemen hakkı kabul ederiz. Hakkı kim söylerse söylesin kabul etmeyene itibar edilmez. Hiçbir kimse çıkıp da, “Size şu muteber eserlerden kaynak gösterdik, fakat kabul etmediniz“ diyemez. İnsanlık hâli, nakilde bir yanlışımız olsa, hemen kabul eder, bunu muteber eserlerden gösterene minnettar kalırız. Tenkidin tenkidi Sual: Bir dergi yazarı, (Cebrail bile gelip parti kursa onu desteklemem. Zira benim için önemli olan Türk toplumunun menfaatleridir) sözünü özetle şöyle tenkit ediyor: (Önce her Müslüman, hiçbir meleğin ve hele Hazret-i Cebrail’in, Allah'ın buyruklarına karşı gelmeyeceğini ve sadece emredilenleri yerine getireceğini ve kendi irade ve arzularına göre iş göremeyeceğini çok iyi bilir. Zaten bu "Meleklere İmanın" bir gereğidir. O hâlde Hazret-i Cebrail’in kuracağı partiye destek vermemek bizzat Allah'ın emrine karşı gelmek demektir. (Hazret-i Cebrail bile parti kursa desteklemem) sözü, (Allah ve Peygamber bile gelip parti kursa desteklemem) sözüyle eş değerdedir. Üstelik Türkiye’nin maslahat ve menfaatini biz -hâşâ- Allah'tan daha mı iyi bileceğiz? Hazret-i Cebrail’in kuracağı partinin Türkiye’nin zararına olacağını nereden bilebiliriz? Biz Hazret-i Cebrail’i bile küçümseyen bir seviye ve statüye nasıl erişebiliriz?) Bu tenkit, dinimize uygun mudur? CEVAP Bu tenkidin dinimize aykırı yerleri vardır. Birkaçı şöyledir: 1- (Allah gelip parti kursa) sözü, yanlıştır. Çünkü Allahü teâlâ, mekândan münezzehtir. (Allah gelse) demek küfür olur. Her şeye gücü yeten, bir şeyi kün [ol] emri ile yaratan Rabbimizi parti kurmak gibi bir işe misal vermek de uygun değildir. 2- (Hazret-i Cebrail’in kuracağı partinin Türkiye’nin zararına olacağını nereden bilebiliriz) sözünde, Türkiye’nin zararına da olma ihtimali mevcuttur. Yani, (Gerçekte Türkiye’nin zararına olacaksa desteklemeyiz. Zararına olmazsa destekleriz) manası çıkabilir. Türkiye’nin zararına da olsa, Cebrail aleyhisselamı desteklemek gerekmez mi? Allah'ın emri mi mühim, Türkiye’nin menfaati mi? Cebrail aleyhisselam gelip, Türkiye’nin altını üstüne getirse, yanlış mı yaptı diyeceğiz? Allah’ın emrine itiraz kimin haddine düşmüştür? Nitekim tarihte birçok kavmi yerle bir etmiştir. Bu olaylar o kavmin zararına olmuştur diye tenkit edilir mi hiç? 3- (Hazret-i Cebrail’i bile küçümseyen bir seviye ve statüye nasıl erişebiliriz?) ifadesindeki, seviye ve statü kelimeleri çok yanlış seçilmiştir. 273 www.dinimizislam.com Seviye, bir kimsenin, başkalarına göre olan değeri, yücelik derecesi demektir. Statü, bir toplum içinde bir kimsenin durumu veya kazandığı itibar demektir. Daha çok itibar manasında kullanılır. Cebrail aleyhisselamı küçümsemek seviye midir, seviyesizlik midir? Onu kötülemek, seviyeye erişmek mi olur yoksa seviyesizliğe düşmek mi olur? Seviyeye erişmek, yükselmek yerine, derekeye inmek ifadesi kullanılsa daha az hata edilirdi. Meleklere hakaret etmek ve Allah'a mekân tayin etmek gibi derekelere düşmekten Cenab-ı Hak muhafaza buyursun! Tarihselciler ne yapmak istiyor Sual:Tarihsellik nedir, tarihselciler ne yapmak istiyor? CEVAP Dinde reform gibi, tarihselcilik de, Hıristiyan Batı kültürünün problemlerini çözmek için ortaya atılmış bir metot iken, mezhepsizler ve dinsizler Müslümanlıkta da uygulamak istiyorlar. “Hıristiyanlıkta nasıl Luther dinde reform yapmışsa, İslam’da da gerekli reformlar ve yeni ictihadlar yapılmalı, indiği zamana mahsus olan tarihi âyetler Kur’andan çıkarılmalıdır. (Zaman sana uymazsa, sen zamana uy) kuralı uygulanmalıdır” diyorlar. Maksatları İslamiyet’i yıkmaktır. Önce hadislere saldırdılar, bu zayıftır, bu uydurmadır diyerek İslam âlimlerine olan itimadı sarsmaya başladılar. Şimdi de Kur’an-ı kerimi değiştirmeye çalışıyorlar. Adı İslam olan, fakat Müslümanlıkla hiç ilgisi olmayan, hiçbir ibadeti emretmeyen ve hiçbir haramı yasaklamayan felsefi bir din ortaya çıkarmaya çalışıyorlar. Halbuki Allahü teâlâ buyuruyor ki: (İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] (Allah’ın kelamını [Kur'an-ı kerimi] kimse değiştiremez.) [Enam 115] (Bugün, dininizi ikmal ettim. Size olan nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim, beğendim, razı oldum.) [Maide 3] Tarihselciliği savunanların başında mason Abduh, Abduhcular ve Fazlurrahman gibi mezhepsizler gelmektedir. Mezhepsizlerin teklifleri, dinsizlerin de işine gelmiş ve her fırsatta dinde reformun ve tarihselliğin lüzumundan bahsetmişler, İslam’ın beş şartının beşini de yok etmeye çalışmışlardır. Birkaç örnek verelim. Bunlar diyor ki: 1- Kelime-i şehadete gerek yoktur. Allah’ın rahmeti geniştir. Müşterek Tek Tanrı inancına sahip olan dinler ve insanlar, ameli ne olursa olsun, birbirleriyle kucaklaşmalıdır. 2- Namaz o günkü şartlarda normal bir idman idi. Bugün modern idman şekilleri vardır. Bu bakımdan namaza ihtiyaç yoktur. Araplar pis insanlardı, 274 www.dinimizislam.com temizlenmeleri için abdest, gusül emredilmiştir. Bugün buna ihtiyaç yoktur. Kirlenen kirlerini elbette temizler. 3- Oruç, o günün bir diyet şekli idi. Bugün modern diyetler vardır. Oruca hiç gerek kalmamıştır. 4- Zekat ve uşur o günün vergi şekli idi. Bugün modern vergi sistemleri vardır, bu bakımdan zekât ve uşur denilen vergiye gerek yoktur. 5- Hac Müslümanların toplanıp istişare etme yeriydi. Bugünkü modern kongrelerle her yerde kolayca toplanma imkanları vardır. Belli bir yerde toplanmaya gerek yoktur. 6- Cahiliyet devrinde kadınlara hiç değer verilmez, kız çocukları diri diri gömülürdü. Kadına değer verilmediği için, miras taksiminde kadına erkeğin yarısı verilmekteydi. Bugün kadın erkek eşit olduğu için miras da eşit olarak taksim edilmelidir. 7- Kur’anda Yahudi ve Hıristiyanların kâfir oldukları, onlarla dostluk kurulmaması bildiriliyor. Bu o günkü kitap ehli içindir. Bugünküler Cennete gidecektir. Yukarıdaki 7 maddenin de İslamiyet’le ilgisi olmadığı halde, bugün ilk ve sonuncu madde, bazı Müslümanlar tarafından da kabul edilerek Kiliselere gidip âyinlere katılıyorlar, papazların ellerini öpüyorlar, Noellerini ve bayramlarını kutluyorlar bozuk İncillerin dağıtılmalarında ön ayak oluyorlar. Mezhepsizlerin taktikleri Sual: Mezhepsizleri iyi tanıyabilmek için onların taktiklerini bilmemiz iyi olmaz mı? Bu taktiklerden önemlileri nelerdir? CEVAP Doğru bilinirse yanlış meydana çıkar. Doğru tektir, yanlış çoktur. İlim öğrenmek için yanlışları değil, doğruyu öğrenmek gerekir. İki noktadan ancak bir doğru geçer. Sayısız eğri çizgiler çizilebilir. Eğriyi öğrenmek lüzumsuz. Çünkü doğru bilinince ondan başka her şeyin yanlış olduğu meydana çıkar. İmanın şartının altı olduğu öğrenilince, beş veya yedi diyenlerin yanlış olduğu kendiliğinden meydana çıkar. Ehli bid’atin taktiklerinden bazıları şöyledir: 1- Herhangi bid’at ehli, birini büyük bir zat olarak takdim edebilmek için, büyük zatların arasına sokup takdim ederler. Mesela şöyle derler: (Ebu Hanife, imam ibni Teymiye ve Gazzali gibi büyük zatlara dil uzatılmaz.) [Burada sapık ibni Teymiye iki büyük zat arasına konmuştur.] Bir Maocu da aynı taktikle şöyle demişti: (Fatih ve Mao gibi büyük zatların kıymetini bilmeli.) 2- Hurafeleri sayıp araya sünnet olanları katarlar. Mesela derler ki: (Yatırlara çaput bağlamak, mum dikmek ve ölü için Kur’an okumak hurafedir.) 275 www.dinimizislam.com Çaput bağlamak, mum dikmek caiz değil ama, ölü için Kur’an okumak sünnettir. Mason Abduh gibi reform istiyorum diyen şair de aynı teraneyi okur: (Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için, ne de kabirde okumak için.) Görüyorsunuz aynı taktik. Elbette Kur’an-ı kerim fal bakmak için inmedi, ama ölülere okunmasını Resulullah efendimiz defalarca bildirdi. Evliyadan yardım istemeye karşı çıkarak yatırdaki evliya zata leş diyor: (Bu hakkı ne taştan, ne de leşten istemeli.) Burada da taşın yanı sıra asıl maksadını bildiriyor. 3- Rahmet için söylenmiş farklı hadis-i şerifleri bahane edip diyorlar ki: (Peygamber bir öyle bir böyle söylemez, onun için hadisler bize delil olamaz. Kur’andan başkasına bağlanmamak gerekir.) 4- Mezhepler arasındaki rahmet olan farklı ictihadı bahane edip, sapıkların sözlerinin de bir ictihad olduğunu söylüyorlar: (Şeyhülislam ibni Teymiye’nin de, imam Şevkani’nin de farklı ictihadları tenkit edilmemeli.) 5- Hakiki İslam âlimlerini gözden düşürmek için şöyle diyorlar: (Her âlim bir şey söylüyor, hangisinin doğru olduğunu nereden bilelim. Onun için yalnız Kur’ana uymak lazım.) 6- Tesettürün aleyhine konuşurlar. Kapanmayı emreden açık bir âyet yok derler. Mevcut âyetleri de değiştirerek şöyle diyorlar: (Allah başınızı örtün demiyor, yakanızı göğsünüzü örtün diyor.) 7- Namazdaki tesettürü inkâr edip şöyle diyorlar: (Allah her şeyi görür. Onun için hiçbir şey perde olmaz. Karanlıkta da görür, elbiseli iken de görür. Onun için, kimse yok iken namazı çıplak kılmanın mahzuru olmaz.) 8- Dini hükümleri bozmaya çalışıp diyorlar ki: (Kur’anda sadece inek ve koyun kurban edilir demiyor, balıktan da olur horozdan da olur, herkes gücünün yettiğini keser.) 9- Ezanı ve namazı bozmak için Türkçe yapılmasını isteyerek diyorlar ki: (Anlamadan yapılan ibadetin faydası olmaz. Ezanda da, namazda da her millet kendi dilini esas almalıdır.) 10- Dinde reform yapmak, yani dini değiştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Diyorlar ki: (Zaman sana uymazsa sen zaman uy demişler. Luther’i örnek alarak dinin zamana uymayan yönlerini değiştirmek gerekir.) Bunların oyununa gelmemelidir. Mezhepsize mezhepsiz demek Sual: (Mezhepsiz bir âlime mezhepsiz demek, ona hakaret olacağı için caiz olmaz) deniyor. Günümüzde birçok mezhepsiz âlim var. Mezhepsize 276 www.dinimizislam.com mezhepsiz demek, niye caiz olmuyor? Mesela Mason Abduh’un mezhepsiz olduğunu inkâr eden yokken, Abduh’a mezhepsiz dense, dinen caiz olmaz mı? CEVAP Aklı olmayana akılsız, dini olmayan dinsiz, parası olmayan parasız demek ne kadar normalse, mezhebi olmayana da mezhepsiz demek, o kadar normaldir. Mason Abduhcular, mezhepsiz olmayı fazilet biliyorlar ve mezhepsiz olduklarını da gizlemiyorlar. Mezhepsiz olmayı büyüklük sanıyorlar. (Biz mezhep taklit etmeyiz, tahkik ederiz) diyerek bir mezhebe uymuyorlar, kendi anladıklarına uyuyorlar. Her mezhepteki hükümlerin akıllarına yatanları alanlar olduğu gibi, hiç mezhep hükümlerine tenezzül etmeyip, kendileri âyet ve hadisten anladıklarına uyanlar da vardır. Böylece katmerli mezhepsiz olduklarını gösterirler. İslam âlimleri, bu işe telfîk diyor ve haram olduğunu bildiriyorlar. Bütün mezhepsizler, kendilerini mutlak müctehid olarak gösteriyorlar. Mezhepte müctehidliği bile kabul etmiyorlar. Kabul etseler, bir mezhebe göre hüküm verecekler, mezhepten kurtulamayacaklar, yani istedikleri gibi süper mezhepsiz olamayacaklar. İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed gibi büyük âlimler bile, kendilerini mutlak müctehid olduklarını söylememişler, mezhep içinde ictihad etmişlerdir. Süperler, mezhep içindeki ictihadla bile yetinmeyip, mezhepler üstü ictihad yapmaya kalkıyorlar. Yabancı birkaç mezhepsizin ismini verelim: Ahmet Kadiyani, Behaullah, Efgani, Mevdudi, İbni Hazm, İbni Rüşd, İbni Sebe, Şevkani, Abduh, İbni Abdülvehhab Necdi, Ebu Zehra, İkbal, Sıddık Hasan Han, Elbani, Reşat Halife, Reşit Rıza, Seyyid Sabık, Yusuf Kardavi, Zuhayli… Yerli mezhepsizlerin bir listesinin verilmesi isteniyor. Bir ölçü verirsek, bunları bilmek kolaydır. Kim bu mezhepsizleri büyük âlim olarak bildiriyorsa, onların da mezhepsiz olduğu anlaşılmış olur. İyi bilinmeli ki, yerli mezhepsizler bunlardan çok ileri geçmiştir. Müctehid taslakları Sual: Halkın mezhebinin olamayacağını söyleyip, mezhepler üstü hareket eden Abduhçu bir profesör, bir konuda, hak bâtıl mezhep farkı gözetmeden, mezheplerdeki kavillerden birini alıp, (Benim tercih ettiğim doğru görüş budur) diyor. İki sorum var: Birincisi, günümüzde müctehid var mıdır? İkincisi, bir kimse mutlak müctehid olsa bile, (Şâfiî’nin bu görüşü doğru, Hanefî’nin şu görüşü uygun, Mâlikî’nin bu ictihadı yerindedir) diyerek farklı hükümler bildirebilir mi? Yani dinde böyle, mezhepler arası veya mezhepler üstü ictihad yapabilen bir müctehid sınıfı var mı? 277 www.dinimizislam.com CEVAP Hayır, asla böyle bir müctehid sınıfı yoktur. Hadis-i şerifte, (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur) buyuruluyor. (Tezkire-i Kurtubi muhtasarı, Hadika) Bozula bozula hiç müctehid kalmayacak, hatta kıyametin büyük alametleri görülünce hiç Müslüman kalmayacaktır. Kıyamet, kâfirlerin üstüne kopacaktır. Bir tek Müslüman kalsa kıyamet kopmaz. Bugün yarın kıyamet kopabilir diyenler yanlış yoldadır; çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Yeryüzünde Allah diyen Müslüman var oldukça kıyamet kopmaz.) [Müslim] Demek ki Müslümanlar gittikçe azalacak, müctehid zaten kalmayacak. Bu durumu bilen âlimler, (İctihad edecek kimse kalmadı, bu kapı kapandı) buyurmuşlardır. Bu, ictihadın yasak edilmesi demek değildir. Müctehid olmayınca kapı elbette kapanır. Bunun için Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın, aklı veya dini noksandır) buyurmuştur. Mizan-ül-kübra’da, dört mezhep imamından sonra, hiçbir âlimin, mutlak müctehid olduğunu iddia etmediği bildirilmiştir. Müctehid âlimler, asr-ı saadette, Sahabe-i kiramın zamanında, Tâbiin ve Tebe-i tâbiin devrinde bulunuyor, sohbet bereketiyle yetişiyordu. Zaman ilerleyip, fikirler bozulup, bid’atler çoğalınca, böyle kıymetli zatların azaldığı, hicri dördüncü asırdan sonra, bu vasfa malik bir âlimin ortada kalmadığı da, Mizan-ül-kübra, Redd-ül-muhtar ve Hadika’da yazılıdır. Dört mezhepteki fukaha yedi derecedir: 1- Müctehid-i fiş-şer: Mutlak ve müstakil müctehiddir. Dört mezhebin imamları böyledir. 2- Müctehid-i fil-mezhep: Mezhebde mutlak müctehiddir. Müntesib müctehid de denir. İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed gibi. İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani gibi âlimler de böyledir. 3- Müctehid-i fil-mesail: Bunlar meselede müctehiddir, kendi mezhebinin delillerini bilir. Ortaya yeni çıkan meselelerin hükümlerini bulurlar. Tahavi, Kerhi, Halvani, Serahsi, Pezdevi, Kadıhan gibi derin âlimler bu tabakadandır. 4- Eshab-ı tahric: Bunlar müctehid değildir. Mücmel [kısa] sözleri ve mübhem [kapalı] hükümleri açıklarlar. Ebu Bekr Ahmed Razi bu tabakadandır. 5- Eshab-ı tercih: Rivayetlerin sıhhat derecelerini, sahih, evla olanları seçerler. Kuduri ve Hidaye sahibi böyledir. 6- Eshab-ı temyiz: Kuvvetli, zayıf, zahir ve nadir haberleri birbirlerinden ayıran mukallid âlimlerdir. Kenz, Muhtar, İhtiyar, Vikaye kitaplarının sahipleri böyledir. Bunların kitaplarında zayıf rivayet olmaz. (Ümmetimden hak üzere olan âlimler, Kıyamete kadar bulunur) hadis-i şerifinde bildirildiği gibi, bu tabakadaki âlimler kıyamete kadar bulunurlar ve hakkı bâtıldan ayırırlar. 278 www.dinimizislam.com 7- Mukallid: Bunlar, öteki tabakalarda bulunan âlimlerin kitaplarından doğru nakil yapabilen âlimlerdir. Bunlar, meşakkat olmadıkça, mezhebe muhalif fetva veremezler. Tahtavi, İbni Âbidin ve Dürr-ül-muhtar sahibi bunlardandır. (Mecmua-i Zühdiyye) Görüldüğü gibi yedi tabakanın içinde, Abduhçu’nun dediği şekilde, kendini her mezhebin üstünde görerek, mezhepler arasında ictihad yapabilen bir müctehid tabakası yoktur. Bu bir hilkat garibesidir. Böyle söyleyen kimse, Abduh’un mutlak müctehidden de üstün olduğunu söylemiş olur. Tabiî kendisini de aynı kategoriye sokmuş oluyor. Başka bir husus da, dört hak mezhepten başkasını hak kabul etmek de yanlıştır. Bunlar İbni Teymiyye gibilerin görüşlerini de tercih edebiliyorlar. Böylece tam bir mezhepsizlik ortamı meydana çıkarmaya çalışıyorlar. Abduhçular, her konuda reform yapmaya çalışıyorlar. Mesela, (Fıkıhta iki diyar vardır. Birine, dar-ül-İslam, diğerine de dar-ül-harb denir) diyorlar. Buna rağmen, mezhepler üstü müctehid diye bir şey çıkardıkları gibi, bir de dar-ül-sulh diye bir şey uydurdular. Yarın dar-ül-ittifak, dar-ül-diyalog gibi, kim bilir ne diyarlar çıkaracaklardır. İbni Âbidin hazretleri, Hanefi mezhebindeki en kıymetli fıkıh kitabı olan kıymetli eserleriyle yedinci tabakada olunca, günümüzün müctehid taslakları hangi tabakaya girebilirler? Buna rağmen kendilerini birinci tabakada, hatta daha üstün görüyorlar. Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki: Bir ibadette, bir konuda, birkaç mezhebi telfik etmek, dört mezhepten çıkmak ve beşinci bir mezhep meydana getirmek olur. Bu iş, karıştırmış olduğu mezheplerin hiçbirine göre sahih olmaz, bâtıl olur. Dini oyuncak yapmış olur. (Hulasat-üt-tahkik) Görüldüğü gibi, hiçbir tabakada mezhepler arası tercih diye bir şey yoktur. Mezheplerdeki kolay gelen, aklına uygun gelen hükümleri toplamaya telfik denir. Telfik ise haramdır. (Tahtavi) Onlar da insanmış Sual: (Ebu Hanife’nin üç, Şâfiî’nin beş, Mâlik ile Ahmed’in yedi hatası vardır. Gazali, Rabbani gibi âlimlerin elbette daha çok hatası vardır. Hiçbiri Peygamber değildir, ilah değildir, birer insandır, elbette hataları olacaktır. Bunların görüşlerine ihtiyatla yaklaşmalıdır) diyen kimselere rastlıyoruz. Bu büyük zatların hatalarını söyleyenlerin, bu kendi görüşlerinde hata etmediklerini nereden biliyorlar? Sözlerinde hata olmadığını söylediklerine göre, kendilerini acaba peygamber veya ilah olarak mı düşünüyorlar? CEVAP 279 www.dinimizislam.com Kendilerini Peygamber ve ilah olarak düşünmezler, ama kendi görüşlerinin isabetli olduğunda ısrar etmeleri taassup ehli birer mezhepsiz olduklarını göstermektedir. İmam-ı a'zam gibi büyük müctehid âlimlere, (Şu hatası var) denemez. Buna hiç kimsenin yetkisi de yoktur. Doğru Allah indinde birdir, değişmez. Doğru tektir, hak çok olabilir. Dört mezhepteki hükümler farklı olduğu hâlde dördü de haktır, çünkü farklı ictihad haktır ve rahmettir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Farklı ictihad rahmettir.) [Beyheki, Deylemi İ. Münavî, İbni Nasr] Müctehid ictihadında hata etmiş olsa da, yine haktır ve bundan dolayı sevab alır. Ona uyan kimse de sevab alır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.) [Buhari] İkinci bir husus, ictihad da ictihadla nakz olmaz. Yani, bir müctehid öteki müctehidin ictihadı yanlış dese de geçerli olmaz. Öteki de bu müctehidin ictihadına hata diyemez. Dese de geçerli olmaz. Âlim, hata etse de sevab aldığı için, ictihadı hak olduğu için, âlimin hatası olsa bile dinde senettir. Onun hatası da senet olduğu için, müctehid bir âlimin hata ettiğini söylemek yanlış olur. Hata ettiği de zaten bilinmez. Bir başka husus da bu müctehid âlimler Resulullah'ın vârisleri olduğu için, onlara hata isnat etmek de yanlıştır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ulema, enbiyanın vârisidir.) [Tirmizi] Vârisi suçlamak, onu vâris bırakan peygamberi suçlamak olur. İctihad etme yetkisini ona dinimiz vermiştir. Niye böyle ictihad ettin demeye kimsenin hakkı yoktur. Âlimlerin sözleri dinde senet ki, Kur’an-ı kerimde onlar övülüyor: (Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43] (Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43] (Allah’tan en çok korkan âlimlerdir.) [Fatır 28] Âlimler böyle övülüp, ictihadları rahmet ve hataları sevab olduğu hâlde, (Onlar da insandır, onlar da hata edebilir) diyerek onların da hatası olduğunu söylemek, edepsizliğin çok ötesinde bir suçtur. Mezhepsizler, daha da ileri giderek, Peygamber efendimiz için de, (O da beşerdir, yani insandır. Onun bir insan olduğu dikkate alınmıyor) diyerek tenkit ediyor. (Evliya da, âlim de, Peygamber de insandır) diyerek, onların hata edebileceğini söyleyen türedilere itibar edilmemeli. Hiçbir Müslüman, âlimler için, (Onlar insan değil, peygamberdir veya ilahtır) demez. Bu, türedilerin Resulullah'ı ve âlimleri suçlamak için kullandıkları alçakça bir taktiktir. 280 www.dinimizislam.com Bazı şahıslar hakkında özet bilgi Önsöz Mezhepsizler diyor ki: “Bid’at ehlinin hatalarını biz de kabul ediyoruz. Ancak şimdi zamanı değildir. Dinsizler dururken din görevlilerinin hataları ile uğraşmak gıybettir. Hatasız kul olmaz. Hatalı da olsa bid’at ehlinin kitaplarından faydalanmalı. İslamiyet yalnız Ehl-i sünnetten ibaret değildir. Vehhabi, Mutezile, Cebriye, Rafızi gibi gruplarla birleşerek İslam birliği gerçekleştirilmeli. Hatta Hıristiyanlarla, Yahudilerle irtibat kurulup, önce dinsizlik yok edilmeli.” “Din görevlilerinin cüz’i yanılgılarıyla uğraşmak yanlış olur. Mesela adam ömür boyu cihad etmiş, hapislerde yatmış, sürgünlere gitmiş. Neymiş de, mason Abduh’a müctehid demiş. Neymiş de uşur vermek farz değil demiş. Bunlar İslam birliğini baltalamak olur. Bu kitaplardaki cüz’i hataları söylememeli. İslam birliği için yanılgıları ile birlikte kabul etmeli.” CEVAP O zaman ortada din kalır mı? Hak ile bâtıl nasıl belli olur? Bir kimse, bahsedilen yazarların kitaplarını okuyup, cüz’i yanılgı denilen şeyleri doğru kabul etse hâli ne olur? Mesela: 1- Bir kitapta okusa ki, uşur Türkiye’de farz değildir. Okuyan da, Türkiye’de uşur farz değilmiş diye, uşur vermese, [Farz sevabından mahrum kaldığı gibi, farzı işlemediği için harama da girmiş olur.] 2- Kağıt para ile zekât verilir diyen yanlış yazılmış kitaba inanarak, zekâtını kağıt para ile verse, [Farzı dine uygun yapmamış olur, farz borcundan kurtulmuş olmaz.] 3- Okuduğu yanlış kitapta, zekât kurumlara da veriliyor diye, fakire değil de, partiye, derneğe verse, [zekatını vermemiş olur, haram işlemeye devam eder.] 4- Bin yıl önce kaplama tekniği olduğunu yazan yanlış bir kitaba inanarak, kaplama, dolgu diş gusle mani değil diye, hak mezheplerden [Maliki veya Şafii’den] birini taklit etmese, [Ömür boyu cünüp gezer, abdestle eda edilmesi gereken ibadetleri de sahih olmaz.] 5- Okuduğu yanlış kitapta, tesettür iman gibi önemli değil diye, teferruat diye hanımının, kızının başını açsa, [Haram mubah gibi işlenmeye başlanır, harama önem vermeyen de kâfir olur.] 6- Yanlış işler cihad dense, buna inanan da, hizmet ediyorum diye namaz kılmasa, [Büyük günaha girmiş olmaz mı?] 7- Yanlış takvime inanıp, vakti girmeden namazı 10 dakika önce kılsa, [Namazını kılmış olmaz.] 8- Amerikan denizcilerin yanlış takvimleri yüzünden, haccı bir gün önce yapsa, [Haccı sahih olmaz, hac görevini yapmamış olur.] 281 www.dinimizislam.com 9- Yanlış hesap edilmiş takvimlere inanarak, ramazanda imsak vaktinden sonra da yiyip içmeye devam etse, [Oruç tutmamış olur, boşuna aç kalmış demektir.] 10- Ben resulüm, ben mehdiyim diyen sapıklara inanarak, hayır şer Allah’tan değil diye inansa, Allah’ın rahmeti geniştir diyerek Kelime-i tevhidin Muhammed-ür Resulullah kısmına lüzum yok dese, [imanın şartının birini kabul etmediği için küfre düşmüş olur. Kâfirin de hiçbir ibadeti muteber olmaz.] 11- Gayri Müslimlere kucak açan kitapları okuyarak, Yahudi’nin de Hıristiyan’ın da inancı var diyerek kiliseye, havraya gitse, âyinlere katılıp feyz almaya çalışsa, onlara sevgi beslese, [Bu konudaki âyetleri inkâr etmiş olacağı için küfre düşmüş olur.] 12- (Allahü teâlâ onlardan razıyım, hepsine cenneti vaad ettim) dediği halde, İbni Sebecilere inanarak 5’i hariç Eshaba kâfir dese, [Âyetleri inkâr ettiği için kendisi kâfir olur.] 13- Çalgıyı mubah gören kitapları okuyup, çalgı, müzik helaldir dese, [Harama helal demiş olur.] İslam birliği adına cüz’i sanılan böyle cinayetleri işleyen kimse, müslüman kalır mı? Bunları örtmeye çalışmanın âlemi nedir? Sonra bunları bilip de, susmak caiz mi? Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil uzatılınca, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemi] Bu lanete müstahak olmamak için, susmamak gerekir. Din âlimlerini kötülemek çok kötüdür. İbni Asakir hazretleri, (Din âlimlerinin etleri zehir gibidir. Koklayan [tenkide yönelen] hastalanır, tadan [kötüleyen] ölür) buyuruyor. Ancak, kötü olan kimseleri, mezhepsizleri teşhir etmeli. Kitaplarından misaller vererek hatalarını açıklamalı. Bu hatalara aldanmamaları için müslümanları ikaz etmeli. Elbette İslam âlimlerini gıybet etmek haramdır. Ama gıybet nedir? Gıybet, bir müslümanın veya bir zimminin gizli bir kusurunu, arkasından söylemek olup, harbilerin ve açıkça günah işleyen müslümanların bu günahlarını bildirmek, müslümanlara zulmedenlerin ve alış verişte onları aldatanların yaptıkları bu fenalıkları duyurmak, müslümanları bunların şerrinden sakındırmak, Müslümanlığı yanlış anlatanların ve yazanların bu iftiralarını söylemek lazım olduğundan gıybet olmaz. (Redd-ül-muhtar) Mezhepsizlerin görüşleri, Kul hatasız olmaz kabilinden basit hatalar değildir, imanı ilgilendirmektedir. Bir kısmı bid’at, bir kısmı ise küfürdür. Bunları bilip de, gücü yettiği halde, susmanın vebali büyüktür. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: 282 www.dinimizislam.com (Bid’atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese söylesin! Eğer söylemeyip gizlerse, Allah’ın indirdiği Kur’an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir] Allahü teâlânın emirlerini bildirmek ve yasak ettiklerinden sakındırmak çok mühim bir vazifedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Birbirinize Müslümanlığı öğretin! Emr-i marufu bırakırsanız, Allahü teâlâ, en kötülerinizi başınıza musallat eder ve dualarınızı kabul etmez.) [Bezzar] Emr-i marufu ve nehy-i münkeri el ile yapmak hükümete, dil ile yapmak din adamlarına, kalb ile yapmak her Müslümana farzdır. (Hadika) Din adamının iyisi, kötüsü olur mu? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Cehennemde din görevlisine, "Sen dünyada dinin emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O da, "Günahtır, yapmayın" der, kendim yapardım. "Yapın" dediklerimi de yapmazdım. Bunun cezasını çekiyorum" der.) [Buhari] (Mirac gecesi ateşten makaslarla kendi dudaklarını kesen insanlar gördüm. Bunların kim olduğunu sordum. "Kendilerinin yapmadıklarını "yapın" diyen vaizlerdir" dendi.) [Müslim] (Kıyamette en şiddetli azap, ilmi kendine fayda vermeyen din görevlisinedir.) [Beyheki] (Cehennemde azap çekenlerden bazılarının yaydıkları kötü kokular, diğerlerine ateşten daha fazla azap verir. "Sen ne günah işledin ki, öyle pis koku saçıyorsun?" denildiğinde, "Ben din görevlisi idim. Bildiklerimi yapmazdım"der.) [İ. Ahmed] (Yazıklar olsun kötü âlimlere ki, ilmi ticarete alet ederler. Menfaat için devlet adamlarına yaklaşırlar, bunların yaptıkları ticaret, kesada [darlığa, kıtlığa] uğrasın!) [Hakim] (Bir zaman gelir ki, din görevlisi fitne unsuru olur, camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, [hakiki] âlim hiç bulunmaz.) [Ebu Nuaym] (Ahir zamanda cahil din görevlileri ve fâsık hâfızlar çoğalır. O zamanın din görevlisi, eşek leşinden daha bozuk ve daha kokmuş olacaktır.) [Tezkire-i kurtubi muhtasarı] (Kur’an-ı kerim, okuyanlarına, ya şefaat edecek veya düşman olacaktır.) [Müslim] (Ümmetimdeki münafıkların çoğu Kur’an-ı kerim okuyanlardan olacaktır.) [İ.Ahmed] (Ahir zamanda, âlim azalır, cahil artar. Âlim kalmayınca da, cahil ve sapık din görevlisi, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, kendisi sapar, başkalarını da saptırır.) [Buhari] (Bir zaman gelir ki din görevlisi, en şerli olur; fitne onlardan başlar, onlara döner.) [Hakim] 283 www.dinimizislam.com (Sizin için Deccalden daha çok, sapık önderlerden korkuyorum.) [İ.Ahmed] (Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur.) [Darimi] (Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir.) [Hakim] Bu hadis-i şeriflerden, dini içten yıkmaya çalışanların bulunacakları anlaşılmaktadır. Böyle kimselerin ihanetlerini açıklamak gerekmez mi? “İç mücadeleye şimdilik lüzum yok” demek büyük gaflettir. Aslında iç düşman, dış düşmandan, içteki yara dıştaki yaradan daha tehlikelidir. Ayaktaki bir yaranın tedavisi, kalbdeki bir yaranın tedavisinden daha kolay olur. Sırlarımızı, cephanemizi ve zayıf noktalarımızı bilen bir düşmanın zararı dıştaki düşmandan daha tehlikelidir. Mezhepsizlerin, “Biz imam-ı a'zamı da, Abduh'u da severiz” demeleri yanlıştır. Abduh sevilirse, imam-ı a'zam sevilmemiş olur. Çünkü imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Muhammed aleyhisselama tam ve kusursuz tâbi olabilmek için, Onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Tam ve olgun sevginin alameti de Onun düşmanlarını düşman bilmek, dinini beğenmeyenleri sevmemektir. Sevgiye gevşeklik sığmaz. İki zıt şeyin sevgisi bir kalbde, bir arada yerleşmez. İki zıttan birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerektirir. (m. 165) Yabancılar, İslamiyet’i parçalamak için İslam birliği maskesini taktılar. Mezhepler İslam birliğine mani oluyor diye mezhepleri kaldırmaya çalıştılar. Bal ile sirke, süt ile idrar, zemzem ile şarap birleşmeyeceği gibi hak ile bâtıl da birleşmez. Birleştirilmeye kalkılırsa hepsi de bâtıl olur. Ehl-i sünneti parçalamak için birleşme maskesi takılmaktadır. Temiz su ile necasetli su birleşirse bir birleşme olur, ancak bu suya artık temiz su denmez, hepsi de necasetli su olur. Ehl-i sünnet, vehhabi ile, rafızi ile birleşirse hepsi necis olur. Bütün Müslümanların birleşeceği yer Ehl-i sünnet yoludur. Cenab-ı Hak, hakkı hak, bâtılı bâtıl olarak, sevdiklerini dost, sevmediklerini de düşman olarak tanıtsın. Âmin. İbni Teymiye Sual: Vehhabilerin [selefilerin] Şeyh-ül-İslam bilip yolundan gittikleri İbni Teymiye kimdir, âlimlerimiz onun hakkında ne demiştir? CEVAP Hanbeli fıkıh ve hadis âlimi iken mezhepsiz oldu. Ehl-i sünnete uymayan yazılarından dolayı Mısır’da iki defa hapsedildi. 1263 senesinde Harran’da doğup, 1328 de Şam’da kalede hapiste iken vefat etti. İbni Teymiye, Ehl-i sünnet âlimlerinin büyüklüğünü anlamamış, tasavvufu inkâr etmiş, Ehl-i sünnetten ayrılmıştır. Kitapları, kendilerine Selefiyyeci diyen mezhepsizlere kaynak olmaktadır. Mezhepsizler, onu övmekte, İslam 284 www.dinimizislam.com müceddidlerinin piri demektedirler. İbni Teymiye’nin şaki ve dalalette olduğu Seyf-ül-Cebbar ve farisi Tâlim-üs-sübyanda da yazılıdır. Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin (Tathir-ül-füad min-denisil itikad) kitabı, (Et-tevessüli bin-Nebi ve bis-Salihin), (Şevahid-ül-hak), (Cevahir-ül-bihar), (Seyf-ül-Cebbar) ve (Tâlim-üs-sübyan) kitapları, İbni Teymiye’nin dalalete düştüğünü vesikalarla ispat etmektedir. İbni Battuta, ibni Hacer-i Mekki, imam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, izzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusuf-i Nebhani, imam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiye’ye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve küfürlerini açıklamışlardır. Üstad Necip Fazıl da, (14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir” buyurdu) diyor. (Türkiye’nin Manzarası) Dal ve mudil olduğu, Savi tefsiri 107. sayfasında da yazılıdır. İslam âlimleri buyuruyor ki: (Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.) [İbni Hacer-i Mekki - Fetava-yı hadisiyye] (İbni Teymiye öyle bir kimsedir ki, bozuk sözlerine ve çürük vesikalarına, büyük âlimler cevap vermişler ve düşüncelerinin çirkinliğini ortaya koymuşlardır. [Şam, Mısır ve Kudüs’de kadılık yapmış olan şafii fıkıh ve hadis âlimlerinden Muhammed] İzzibni Cemaa, onun için, Allahü teâlânın dalalete sürüklediği, azdırdığı ve zillet gömleği giydirdiği kimsedir. İslam âlimlerine ve bilhassa Hulefa-i raşidine karşı ahmakça itirazlarda bulunmuştur demiştir.) [İbni Hacer-i Mekki - El-cevher-ül-munzam] (İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış, bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu, sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun yazmaktadır.) [Tahir Muhammed Süleyman - Zahiretül-fıkhil-kübra] (Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.) [İmam-ı Sübki] (Nebras haşiyesinde bildiriliyor.) (İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.) [Miratül-cenan, Nebras haşiyesi] İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir. (Keşfüzzunun) El-ubudiyyet kitabında ise, Allahü teâlânın ismini zikretmenin bid’at ve dalalet olduğunu bildirmekte ve tasavvuf âlimlerine çirkin iftiralar yapmaktadır. (Arş kadimdir) diyor. (Akaid-i Adudiyye şerhi) 285 www.dinimizislam.com (Şam camiinin minberinden inerken “Allah gökten yere, benim indiğim gibi iner” dedi.) [İbni Battuta -Tuhfetünnüzzar tarihi] Abduh’un yetiştirdiklerinden olup, onun yolunda giden Abdürrazık paşa bile diyor ki: (Vehhabilik, bir bakımdan ibni Teymiye’ye bağlı olduğu gibi, son asrın müceddidi denilen Abduh’daki dinde reform fikirleri de, ibni Teymiye’ye bağlıdır.) (Kaza namazı kılmak lazım değildir) derdi. Halbuki dört mezhepte de farzdır. Cehennem azabı sonsuz olmadığını söylerdi. Kâfirlerin Cehennemde sonsuz kalacaklarına dair bir çok âyet-i kerime vardır. (Bekara 81, Ahzab 65, Fussilet 28, Zuhruf 74) (Ömer çok yanılmıştır) diyerek, imam-ı Ahmed’in bildirdiği (Allahü teâlâ, doğru sözü, Ömer’in dili üzerine koymuştur. [O hiç yanılmaz]) hadis-i şerifine karşı gelmiştir. Eshab-ı kiramın çoğu, ictihad ile anlaşılacak işlerde yanılmış olsa da, onların yanılmaları, ictihadi mesele idi. İctihadda müctehidin yanıldığı bilinemez. Çünkü ictihad ictihad ile nakzedilmez. Bunun için, müctehid olan o büyükler tenkit edilemez. Dört mezhebin ictihadları farklı olduğu halde, benimki doğru diyerek biri ötekini tenkit etmemiştir. Sadreddin-i Konevi, İbni Arabi hazretleri gibi tasavvuf büyüklerine de saldırmıştır. “Gazali’nin kitapları uydurma hadis ile dolu” derdi. (Hadika) İmam-ı Şarani hazretleri buyuruyor ki: (İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.) [Tabakat-ül-kübra] İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki: (İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.) [Kam-ul Muarıd] Muhammed Ali Bey; Hitat-uş-Şam kitabında diyor ki: (İbni Teymiye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat, Hıristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.) İbni Hacer-i Askalani hazretleri buyuruyor ki: (İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. [Hazret-i] Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. [Hazret-i] Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.) [Ed-Dürer-ül-Kamine] İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki: (İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır. Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere eshab-ı kiramın, velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı 286 www.dinimizislam.com çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.) [Fetava-i Hadisiyye] Sual: Selefilerin vazgeçilmez üç prensibi varmış, bunlara uymayan Allah’ın gönderdiği din ile amel etmezmiş. Bu hususta açıklama yapar mısınız? CEVAP İbni Teymiye, Furkan isimli kitabında dini üç kısma ayırmaktadır. Selefilere göre bu üç prensip vazgeçilmez esaslardır. İslamiyet ancak bu üç kaide gereğince, aslına uygun olarak bilinebilirmiş. Yoksa İslam pınarını, etraftan karışmış bulanık sulardan yani mezhep imamlarının ictihadlarından arındırmak mümkün değilmiş. Çünkü fıkıhçılar, kelamcılar ve tasavvuf ehli, dinin aslına ilaveler yapmışlar, bu bakımdan din çok genişletilmiş ve içinden çıkılmaz bir hâl almışmış. Dine yapılan bu ilaveleri çıkarmak gerekirmiş. Selefilerin sımsıkı bağlandıkları üç prensip şöyle: 1- Münezzel din: Kur’an-ı Kerimden ve sahih kabul ettiği hadis-i şeriflerden kendi anladıkları. 2- Müevvel din: Mezhep imamlarının Kitap ve sünnetten çıkardıkları hükümler. 3- Mübeddel din: Geçmiş dinlerin hükümleri ve uydurma saydığı hadis-i şerifler. İbni Teymiye’ye göre, Münezzel dine uymak bütün müslümanlara farzdır. Çünkü Allahü teâlâ bir müctehidin Kitap ve Sünnetten neyi anladığını bir başka mükellefe sormaz. Hatta onu mükellef de tutmaz. Herkesi Kitap ve Sünneti anladığı ölçüde sorumlu tutar. Bu bakımdan herkes, Münezzel din ile amel etmelidir. Müevvel dine, tevil edilmiş olana, ictihaddan aciz olan mukallitlere caizdir. Ama müctehid olanlara bu caiz değildir. İbni Teymiye’nin selefiye yolunu savunan bütün mezhepsizler, kendilerini birer müctehid zannettikleri için, mezhep hükümleri onlar için muteber değildir, Kitap ve Sünnetten anladıklarına tâbi olurlar. Kendilerine selefiyiz diyen bugünkü mezhepsizler, kraldan çok kralcı olup, İbni Teymiye mukallit halk için müevvel din ile [mezhep imamlarının hükümleriyle] amel etmeyi caiz görürken, onlar cahillerin de, mezhep hükümleriyle amel etmesini caiz görmezler, herkesi Kitap ve Sünnete el atmaya iterler. İbni Teymiye’nin Mübeddel din diyerek eski dinleri bir kalemde silip atması caiz olmaz. Çünkü geçmiş dinlerin iman yani inanılacak hususları (yani amentüdeki esaslar, insanlar tarafından bozulmadan önce) bütün dinlerde aynı idi. İslamiyet bozulan bu hususların doğrusunu bildirmiş, amele ait hükümlerin de, hepsini değil bazılarını nesh etmiştir. Uydurma hadislerle amel edilen bir din yoktur. Uydurma hadis meselesi de ayrı bir konudur. Bir müctehidin usulüne göre, uydurma sayılan bir hadis, başka bir müctehidlerin usulüne göre sahih olabilir. İbni Teymiye, aklının almadığı hadis-i şeriflere hemen uydurma damgasını basmıştır. Fıkıh, kelam 287 www.dinimizislam.com ve tasavvufun ortaya koyduğu hükümleri, usulleri, uydurma hadislerden çıkarıldığı havasını uyandırmak istemiştir. Onun bu mugalatasına İslam âlimleri gerekli cevaplar vermiştir. Mezhepsizler, imamları olan İbni Teymiye’nin görüşlerine uyar ve onun usulüne uyup Kitap ve Sünnetten ahkam çıkarmaya çalışırlar. Bunu da gayet normal sayarlar ve buna münezzel din derler. Biz de mezhep imamımız olan imam-ı a'zam hazretlerinin hükümleriyle amel edince, onun usullerine uyunca, Allah’ın gönderdiği din ile değil, mezhep imamlarının çıkardığı din ile amel ettiğimizi söylerler. İbni Teymiye’ye uyup Kitap ve Sünnete el ve dil uzatan mezhepsizler, bizim de imam-ı a'zama uymamıza ne hakla karşı çıkarlar ki? En kötü insan kimdir? Sual: İbadet etmemek, günah işlemek kibirden midir? İbni Teymiye’nin bir mezhebe bağlanmaması da mı kibirdendir? CEVAP İki âyet-i kerime meali şöyledir: (Allahü teâlâ, ibadet etmekten çekinip kibirlenenleri [ceza vermek için] kıyamette toplar.) [Nisa 172] (Dünyada kibirlenip, günah işlediniz. Bugün şiddetli azap göreceksiniz.) [Ahkaf 20] Cahiliyet döneminde Araplar kibirlerinden ayakkabılarının bağı kopsa eğilip bağlamazlardı. Asr-ı saadette iman edenler, eğilip toprağa secde ettiler, ama müşrikler yine kibirlerine devam ettiler. Kâfir kalmalarına kibirleri sebep oldu. İmam-ı Süyûti hazretleri buyuruyor ki: İbni Teymiye, kibirliydi, kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdetiydi. (Kamul-muarıd) İşte bu kibri yüzünden bir mezhebe bağlanmayıp, mezhepsiz olmuştu. İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed, İmam-ı Züfer gibi büyük âlimler, müctehid oldukları hâlde, Hanefi mezhebinin mensubu olmakla şereflendiler. Hiç kimse onları tenkit etmedi. Hâlbuki İbni Teymiye, bu şereften mahrum kaldı, tenkit yağmuruna tutuldu, hatta küfre girdiği bile bildirildi. Dalalet fırkalarının hepsi de, kibirleri yüzünden çeşitli fırkalara bölünmüştür. Her fırka kendisinin doğru olduğunu, diğer fırkaların sapık olduğunu ilan etmiştir. Hâlbuki tevazu, hakkı çocuk söylese bile kabul etmektir. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Kötü sıfatların en kötüsü, kibir sıfatıdır) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Kibir, hakka razı olmamak, hakkı kabul etmemek ve insanları küçük görmektir.) [Müslim] (En kötü kimse, katı kalbli ve kibirli olandır.) [İ. Ahmed] (Kibirden sakın! Kibir şeytanı, hazret-i Âdem’e doğru secdeden alıkoydu.) [İ. Asakir] 288 www.dinimizislam.com (Büyüklenip, kibirli yürüyen kimse, ölünce Allah’ı gazaplı bulur.) [Buhari] (Cehennemlikler katı kalbli, cimri ve kibirli kimselerdir.) [Buhari] (Kibrinden dolayı ağzını eğip bükerek konuşan ateştedir.) [Taberani] (Tevazu edip, fakirlerle beraber ol ki, Hak indinde değerin artsın ve kibirden kurtulasın.) [E. Nuaym] (Eski elbiseli fakir de, kibirli olabilir.) [İ. Ahmed] (Allahü teâlâ, [özellikle] kibirli fakire buğzeder.) [Taberani] (Lâ ilâhe illallah kelimesini şeksiz, kibirsiz ve zulüm yapmadan söyleyeni Allahü teala Cehennem ateşinden korur.) [Hâkim] (Güzelliğin âfeti kibirlenmektir.) [Harâitî] (Kibir, her güzelliği yok eder.) İbni Teymiyye ve mücessime Sual: İbni Teymiyye’nin, Allahü teâlâyı bir cisim olarak kabul eden mücessime fırkasından olduğu, kendi kitaplarında yazıyor mu? CEVAP Evet, kendi kitabında, hâşâ Allah’ın Arş’ın üstünde olduğunu ispat etmek için diyor ki: Allah dilerse, bir sivrisineğin sırtına yerleşir de, sivrisinek Onun kudreti ve rububiyetinin lutfü ile Onu yüklenip kaldırır. Böyleyken Allah Arş’ın üzerine nasıl yerleşmez? (Beyan Telbis el-Cehmiyye, 1/568) Bu konuda, Zahid-ül-Kevseri diyor ki: İbni Teymiyye’nin Allahü teâlâ hakkındaki sözü işte budur. Sanki mabudunun sineğin sırtına oturması, gerçek bir işmiş gibi, bunu, Allahü teâlânın, sineğin sırtından daha geniş olan Arş’ın üzerinde karar kılmasına delil olarak ileri sürüyor! Allahü teâlâ, bundan münezzehtir. İbni Teymiyye ve yandaşlarından önce, insanlardan, böylesi akılsızca bir söz söyleyen bir kimseyi bilmiyorum. Bu öyle bir cinnet getirmektir ki, üzerinde hiçbir cinnet getirmek yoktur. Allah, onların vasfettiklerinden münezzehtir. Sineğin taşıdığı bir mabud tasavvur eden birisi, muhatap bile alınmaz. (Makalat-ül-Kevseri, 301) Cemalettin Efgani Sual: Abduhcuların pek methettiği Cemalettin Efgani kimdir? CEVAP 1838 senesinde Afganistan’da doğup, 1897 de İstanbul'da vefat etti. Din bilgisi azdı. Zındıkların kitaplarını okuyarak dinden çıkmıştır. Bir aralık Ruslar tarafından satın alınarak, ana vatanı olan Afganistan’a karşı casusluk yaptı. Dinine ve vatanına hıyanet etmekten çekinmedi. İngiliz masonları ile de işbirliği yaparak zengin oldu ise de, Osmanlı Şeyh-ül-İslamı Hasan Fehmi efendi, 289 www.dinimizislam.com onun cahilliğini ve zındıklığını ortaya koydu. 1944 de, kemikleri, İstanbul’dan, Kabil’e nakil edildi. Mason idi. Mısırlı Edib İshak, Ed-dürer kitabında, bunun Kahire mason locası reisi olduğunu yazmaktadır. Bütün masonlar gibi, çeşitli kılıklara girerek, İslamiyet'i içerden yıkmaya çalışmıştır. Dr. Muhammed Reşad, dört yüzün üstünde önemli kaynaktan hazırladığı Efgani Etrafında Makaleler isimli kitabında özetle diyor ki: Çok önemli bir kaynak olan Sicilli Osmanide Efgani’nin İranlı bir Şii olduğu belirtilmektedir. Manastırlı Naibi efendi ve o devrin Şeyh-ül-İslamı, büyük âlim Hasan Fehmi efendi tarafından kâfir olduğuna fetva verildi. Afganistan hakkında Ruslara casusluk da yapan, dinine ve vatanına hıyanet etmekten çekinmeyen Efgani, mason olmadan önce de, hiç bir zaman masonluğu kötülememiştir. Hatta dehrilere [dinsizlere] yazdığı reddiyede masonluktan hiç bahsetmemesi manidârdır. Gittiği her yerde, sicilli masonlar tarafından himaye görmüş, İngiliz masonları ile de işbirliği yapmıştır. Birden fazla mason locasına kayıtlı olan Efgani, Mısır’daki İskoç locasından kovulmuşsa da, kendisi bizzat mason locası kurmuş, çömezleri bu locaya girmiştir. Edward Brown, Efgani’nin özel mason eldiveni ile bir resmini neşretmiştir. Efgani, hem Türkçü, hem İslamcı görünmeyi başarmıştır. Mehmet Emin Yurdakul, Ziya Gökalp, A. Agayef hep Efgani’den destek görmüştür. Mesela M. Emin Yurdakul’un, "Ben bir Türküm, dinim cinsim uludur" şiirini Efgani çok beğenmişti. O zamanki İslamcı Sebilürreşad dergisi, ırkçılığı tenkit eden makaleler neşrederken, ırkçılar da, Efgani’nin ırkçılığı öven makalesini tercüme edip yayınlayınca İslamcıların sesleri, solukları kesilmişti. Efgani, makalesinde diyordu ki: “Irkçılık dışında saadet yoktur. İnsanları birbirine bağlıyan iki bağ vardır: Biri dil, biri de din birliğidir. Dil birliği, ırk ve milliyet birliği demektir. şüphesiz, bu birliğin dünyadaki beka ve sebatı dinden daha devamlıdır.” Efgani, Mısırda da Arap ırkçısıdır. (Arap ırkının sınırını belirleyecek ölçü din ve mezhep değil, Araplık ölçüsüdür) demiştir. İstanbul yüksek İslam enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi Ahmet Davudoğlu hoca da diyor ki: 1355 numara ile Şarkın Yıldızı Locasına kayıtlı bir mason olan, İslam’a duyduğu güvensizliği açığa vurmaktan çekinmeyen ve Peygamberlik sanatlardan bir sanattır diyen Efgani, bir ilim adamı değil, siyasetle uğraşan bir nankördür. Fesatçılığı sezilince ulema tarafından İstanbul’dan kovulmuş, Mısır’a kaçmıştır. (Din Tahripçileri) Prof. M. Kaya Bilgegil, Ziya Paşa isimli kitabında, (Efgani, her mason gibi İslamiyet’i içerden yıkmaya çalışmıştır) diyor. Bir konferansın ardından 290 www.dinimizislam.com İlim Yayma Cemiyetinde Efgani Efsanesi üzerine bir konferans verildi. Konuşmacı, Dr. M. Reşad, medya önüne çıkmayı sevmeyen, mütevazı genç bir araştırmacı idi. Resim çekip konuşmasını gazetede neşredemedik. Efgani Etrafında Makaleler adıyla bir kitap da neşretmişti. Konferansı da bu kitabının açıklaması mahiyetinde idi. Bu kitap, 400’ün üzerinde kaynak taranarak hazırlanmış, ciddi bir eserdir. Aşağıdaki konuşmaların kaynağı için kitaba bakılabilir. Dr. Muhammed Reşad özetle dedi ki: Abduh, Efgani’ye diyor ki: "Azametli mevlâm, siz nefsimizde olanların cümlesini bilirsiniz. Bizi en güzel bir şekilde yarattın ve resminiz ki yeri, kıble-i salâtımızdır." Reşid Rıza da Efgani’yi övmekte, Abduh’tan aşağı kalmaz: "İrfan ağacı, iyilikler ve lütuf Cennetinin efendisi, her alınan nefeste ecri bulunan büyük İmam, Kendisinde en mükemmel bir biçimde güzellik sırrı tecelli eden.." diyor. Renan; (İslamiyet ilme ve felsefeye daima eza etmiş ve nihayet onları boğmuştur. İnsan zekâsı için İslamiyet çok zararlı olmuştur) diyor. Efgani, bunca hezeyan karşısında bir misli hezeyan da kendi ilave edip şunları yazdı: "İlmin tekamülünde İslam’ın bir mani teşkil ettiği doğru ise de, bu maninin bir gün ortadan kalkmayacağını söylemek mümkün müdür? Ben Renana karşı Müslümanlığı değil, cehalette yaşamaya mecbur kalacak yüz milyonlarca insanı savunuyorum. Müslümanlığın, ilmi ve ilmi tekamülü yok etmek istediği bir gerçektir." (10 Ekim 1996, Türkiye) Mason Efgani Sual: Bir mason Efgani yandaşı, (Mücahit Efgani’yi eleştirenler, düşmanlarıdır. Bir de bu mücahidi, bizim gibi dostlarından dinlemek gerekir. Geçmiş değerlerimizden olan bu yiğit mücahid, II. Abdülhamid’e, “Uyuyan Müslümanları uyandırman şartıyla sana biat ederim” demiştir, ama “İslam birliği” ismini verdiği planını kabul ettirememiştir. Mücahid Efgani’nin Masonluğa girdiği doğrudur, ama daha sonra “Ben masonları adam sandım” demiştir. Efgani, Abduh gibi müstesna âlimler yetiştiren bir mücahiddir) dediği halde, Efgani’den geçmiş değerimiz diye bahsedip de, neden gerçek geçmiş değerimiz olan mezhep imamlarımız ve diğer Ehl-i Sünnet âlimleri hakkında övücü tek kelime etmiyor? CEVAP Dinde reformcuları ve masonları övmenin bu kadarı görülmüş değildir. Efgani, nasıl bir yiğit mücahid ki, masonların adam olduğunu sanarak masonluğa giriyor? Müslüman olup da, masonluğun sadece Müslümanlığa değil, bütün dinlere düşman olduğunu bilmeyen insan olur mu hiç? Bu, büyük bir gaflet değil midir? Bir kimse, komünistleri adam sandım diyerek komünist 291 www.dinimizislam.com olur mu? Siyonistleri adam sandım diyerek, Siyonist olunur mu hiç? Bunları hangi Müslüman yapar? Ayrıca Efgani, masonluğa girip de çıkmıyor. Güvenilir bir mason olduğu için masonluğun başına geçiriliyor. Masonlar güvenmediği adamı hiç başkan yaparlar mı? Ondan çok memnun olmuşlar ki, yerine çömezi Abduh’u da başkan yapıyorlar. Aslında (Masonları adam sandım) dediği de, gerçek değildir. Mezhepsiz yandaşının uçurduğu balonlardan biridir. Masonluğu bıraktığına dair, uydurma da olsa bir belge yoktur. Yani Efganici mezhepsizlerin, (Efgani masonluğu bırakmıştır) demeleri tamamen yalandır. Masonluğa girip çıkan kimseyi hemen mason locasına başkan yaparlar mı? Başkan olması için yıllarca masonlukta kalması lazım. Zamanın İstanbul Üniversitesi rektörü Sadrazam Reşit Paşa tarafından Paris’te yetiştirilmiş olan ve aşırı derecede İttihat ve Terakki taraftarı olan mason Hasan Tahsin tarafından, hain Efgani’ye konferanslar verdirildi, fakat dine aykırı sözleri yüzünden, o zamanın Şeyhülislamı olan, büyük âlim Hasan Fehmi efendi hazretleri tarafından kâfir olduğuna fetva verildi. Hasan Fehmi efendi hazretleri, zamanın derin âlimlerindendi. Osmanlı devletinin 110. şeyhülislamı idi. Mısırlı Edip İshak, Ed-Dürer kitabında, Efgani’nin Kahire mason locası başkanı olduğunu yazmaktadır. 1960’da Fransa’da basılan, Les franco-maçons kitabının 127. sayfasında da, (Mısır’da kurulan mason localarının başına Cemaleddin Efgani ve ondan sonra Muhammed Abduh getirildi. Bunlar, Müslümanlar arasında masonluğun yayılmasına çok yardım ettiler) deniyor. Kitabın bu sayfasında, İslam ülkelerinden, hoca görünümlü, sarıklı birinin mason locası başkanlık elbisesiyle büyük bir resmi de vardır. Görüldüğü gibi Efgani, sıradan bir mason olmayıp, masonların övgü ve takdirlerini kazanmış bir mason locası başkanıydı. Dr. Muhammed Reşat da, dört yüzün üstünde önemli kaynaktan hazırladığı kitabında diyor ki: İngiliz belgelerine göre, bir tanrıya inanmayı şart koşan İskoç Mason Locası’na üyeyken, buradan ateistlik ithamıyla kovulmuş, o da ateistliğin makbul sayıldığı Fransız Grand Orient Locası’na başkan olmuştur. (Dr. M. Reşad, Efgani Etrafında Makaleler) Cennetmekân Abdülhamid han, keskin görüşüyle, Efgani’nin hain maksatlarının farkına varıp, kirli emellerine fırsat vermediği için, Efgani’nin yandaşları Ulu Hakana diş biliyorlar. Cennetmekân Ulu Hakan, hatıratında diyor ki: (Hilafetin elimde olması İngilizleri hep tedirgin etti. Blund adlı bir İngiliz ile Efgani adlı bir maskaranın el birliğiyle İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti. Efgani’yi yakından tanırdım. Tehlikeli bir adamdı. Bana bir ara, Mehdilik iddiasıyla bütün Orta Asya Müslümanlarını ayaklandırmayı teklif 292 www.dinimizislam.com etmişti. Derhal reddettim. Bu sefer Blund ile işbirliği yaptı. Kendisini İstanbul’a çağırttım. Bir daha İstanbul’dan çıkmasına izin vermedim.) Efgani’nin çömezi Abduh da, hocasının yolundan ayrılmamış, o da mason locası başkanı olarak, reformlara devam etmiştir. Efgani, masonluğun yanlış olduğunu anlayıp buradan ayrılsaydı, çok sevdiği öğrencisi Abduh’u da masonluğa sokar mıydı, hattâ yıllarca olgunlaştırıp loca başkanlığına kadar yükseltir miydi? Bu sadık talebesi Abduh, İslamiyet ve Hıristiyanlık kitabında, (Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişiktir) demekte, İslam birliği adı altında, Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanların, birbirlerini desteklemelerini istemektedir. Yani “İslam birliği” çığlıkları atan Efgani, Abduh ve bugünkü çömezlerinin asıl maksadı, Müslümanların birliği değil, bâtıl dinleri hak gibi göstermektir. Abduh, Londra’da, bir papaza yazdığı mektupta da, bâtıl olan Yahudilik ve Hıristiyanlığı büyük bir hak din gibi göstererek, (İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim. O zaman, Tevrat, İncil ve Kur’an birbirlerini destekleyen kitaplar olarak her yerde okunur ve her milletçe saygı görür) demiştir. Mason Abduh’un açtığı bu kötü çığır bugün de son hızla devam ediyor, ektiği kötü tohumlar dal budak salıyor. Dört İncil’i ve Tevrat’ı okuyorlar. Yahudiler ve Hıristiyanlar da Cennete gidecek diye, bas bas bağırıyorlar. Muhammed Abduh Sual: Günümüzdeki mezhepsizlerin, mutlak müctehid diyerek övdükleri Abduh, nasıl birisidir? CEVAP (Mutlak müctehid), mezhep sahibi büyük imam, büyük âlim demektir. Halbuki M. Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü, üstünlüklerini bile anlayamayan bir zattır. Kahire mason locası reisi olan Cemaleddin-i Efgani’nin din adamı perdesi altında İslam’ı içerden yıkmak propagandalarına aldanmıştır. Müctehidlik bir yana avam müslüman olarak bile kalamamıştır. 1849 yılında Mısır’da doğup, 1905 de vefat etti. Abduh hakkında kitaplardaki bilgiler özetle şöyledir: Beyrut mason locası başkanı diyor ki: (Mısır’da Efgani’den sonra mason locası başkanı olan imam Abduh, masonluk ruhunu yayarak çok hizmet etti.) [Daire-tül-mearif-ül-masoniyye s. 197] Efgani’den sonra, Abduh da, masonluğa çok yardım etti. (Les franco-maçons s. 127) “Salih amel işleyen kâfir de olsa, Cennete girer” diyor. Hayranı Seyyit Kutup bile, “Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden âyetleri hatırlamıyor” diyerek tenkit ediyor. [Nisa 124. âyetinin tefsirinde] 293 www.dinimizislam.com Fil suresindeki kuşlara, sivrisinek; attıkları taşlara da mikrop diyor. Elmalılı Hamdi, tefsirinde buna gerekli cevabı vermiştir. (s. 84, 87) İslamiyet ve nasraniyyet kitabında, “Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişiktir” diyor. Londra’daki papaza yazdığı mektupta, (İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim. O zaman, Tevrat ve İncil ve Kur'an birbirlerini destekleyen kitaplar olarak her yerde okunur) diyor. [Yoksa diyalogcular Abduh'un tavsiyesini mi uyguluyorlar?] Yine İslamiyet ve nasraniyet kitabında, “Bir kimseden, yüz bakımdan kâfirliği, bir bakımdan imanı bildiren bir söz işitilse, o kimse imanlı kabul edilir. Herhangi bir filozofun, fikir adamının yüz bakımdan kâfirliği gösterdiği halde, bir bakımdan imanı göstermeyen söz söylemiyeceğini düşünmek, ahmaklıktır. O halde, herkes imanlı bilinmelidir. İslamiyet'te zındık kelimesi yoktur. Sonradan meydana çıkmıştır” demektedir. Küfrü açıkça görülmeyen bir Müslümanın sözündeki bir iman, onu küfürden kurtarır, kaidesini yanlış anlatarak, bütün kâfirlere, filozoflara mümin demektedir. Kendi de zındık olduğu için, bu kelimenin söylenmesini istememektedir. C. Zeydan, “Abduh, eski âlimlerin koyduğu kuralları beğenmezdi” diyor. (Medeniyet-i İslamiyye) Mehmet Sofuoğlu, “Abduh faize helal der, Kur’anı mahlûk kabul eder” diyor. (Tefsir kitabı s.41) İstanbul yüksek İslam enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi Ahmed Davudoğlu Hoca, Din Tahripçileri kitabında diyor ki: 1) Şeyh-ül-islam Mustafa Sabri efendinin Mevkıful akl kitabında dediği gibi, Abduh, Efgani vasıtasıyla Ezhere masonluğu sokup kadınların açılmasını destekledi. (s. 81) 2) Ezher Mecellesinde, “Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’tur” diyor. (s. 81) 3) Şeytan, Cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslam için birer kara lekedir. Mesela Hazret-i Musa’nın denizi yarma mucizesine med-cezir olayı der. (s. 82, 83) 4) Kur'anda bulunan her şeye doğru demek gerekmediğini söyler. (s. 82) 5) Teselsülün bâtıllığına inanmaz. (s. 82) Büyük İslam âlimi, 14. asrın müceddidi olan seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki: (Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan azılı mülhidlerden olmuştur.) İngilizler, yüzyıllardır İslam ülkelerini binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, insanlığa yardım, kardeşlik gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bir çok paşa, maşa olarak kullanılmıştır. Mesela, Mustafa Reşit 294 www.dinimizislam.com Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini yıkmakta kullanıldıkları gibi, Efgani ve Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri [Reşit Rıza gibi] çömezler de, İslam bilgilerini bozmaya, yok etmeye alet olmuşlardır. (Faideli Bilgiler) Abduh da, üstadı Efgani gibi mason olmuş, mucizeleri inkâr etmiş, sahih hadislere uydurma damgası vurmuş, Kadir gecesi gibi mübarek gecelerin hiçbir kıymeti olmadığını söylemiştir. Abduh yabancılar tarafından destek görmüştür. Mısır sömürge valisi Lord Cromer diyor ki: (Elbette İslami reformist hareketin geleceği Şeyh Muhammed Abduh'un çizdiği yolda ümit vaad ediyor. Ve o yolun yolcuları Avrupa'nın her türlü yardım ve teşviklerine layıktır.) [M. Muhammed Hüseyin, Modernizmin İslam Dünyasına Girişi, Tercüme Sezai Özel] Reşit Rıza Sual: Reşit Rıza kimdir? CEVAP Reşit Rıza, 1865 yılında Lübnan’da doğdu. 1935’de öldü. Abduh’un talebesidir. (Müncid) Hocasının dinde reformcu fikirlerini yaymak için Mısır’da El-Menar dergisi çıkardı. (Eldavetü velirşad) medresesinde hocalık yaptı. El-muhaverat kitabında, Ehl-i sünnet mezhebine ve fıkıh kitaplarına saldırdı. Mezhepsizler kitabında Dr. Hasib Es-Samirai [Ali Nar tercümesinde] diyor ki: (Reşit Rıza, ne aldıysa, M. Abduh’tan aldı. O da bütün sermayesini, Efgani diye meşhur olan şarkın filozofu Cemaleddinden devşirdi. Yani bu iki zatın özü ve fikri hüviyeti üstadlarına bağlıdır. (s. 45) Reşit Rıza, Efgani ile karşılaşma imkanı bulamadıysa da, onun fikir mirasçısı ve çömezi Abduhla beraber olmak imkanını elde etmişti. Abduhla buluşma onun fikri hüviyetinin oluşmasının temel unsurlarından biridir. (s. 80) Reşit Rızanın bariz vasfı veya tavrı ıslahatçılıktır. Mısır’a varınca da Abduh ile tanışmış; yapmayı tasarladığı ıslahatın programını neşr için Menar dergisini çıkarma fikrini ona açarken, peşin olarak bunları açıklamıştı. (s. 85) Mısır’a göçmesinin esas sebebi de, Efgani’nin halifesi durumundaki Abduhla buluşmak ve din ıslahatı yolunda çalışmaktı. (s. 93) El-Menar dergisinde Vehhabiler hakkında çeşitli makaleler yayımlayan Reşid Rıza, Vehhabi hareketini yerinde ve lüzumlu görerek şunları söylüyor: (Bu dönemde toplum cahiliyet devrinden daha kötü bir cehalet içinde idi; ağaca, taşa, hayvana, ölüye, diriye tapar, namaz kılmaz, zekât vermez, başkasının malını gaspeder, adamı öldürmüş olmak için adam öldürürdü. Cenab-ı Allah bu topluma Şeyh Muhammed İbn Abdülvehhab'ı ve hafidini 295 www.dinimizislam.com gönderdi, bunlar oralarda selefin akidelerini, esere dayanan tefsiri, hadis kitaplarını ve imam Ahmed b. Hanbel'in fıkhını neşretmek suretiyle İslam’ı yenilediler. Bu hareketin tesiri ile halk dine öyle sarıldı ki memleketlerinde namazı terk eden, zekâtı vermeyen, kötülüğü irtikap eden bir kimse kalmadı.) [Prof. Yusuf Ziya Yörükan, "Vahhabilik", A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1953. Sayı 6] Mucizeyi inkâr Reşit Rıza, mucizeleri hissi ve akli olmak üzere ikiye ayırır. "Hissi mucize, geçmiş peygamberlerin mucizeleri, akli mucize de Kur'an-ı kerimdir" der. Bu suretle, diğer mucizeleri inkâr eder. Böyle bir taksimle Kur'an-ı kerime, sahih hadislere iftirada bulunur. Çünkü bunu destekleyen herhangi bir sahih haber yoktur. Bu, hakikatten aklın isteğine, meşhur olma hevesine ve işraki felsefeyi körü körüne taklide yönelmektir. (s. 97) Reşit Rıza hakiki İslam âlimlerinin bildirdiği doğru yoldan ayrılarak, kendi başına bir yol tutmuş ve asrın ihtiyaçlarını karşılamayı, dinde hurafeler yapmakta arayacak kadar ileri gitmiştir. Bu hâli, yazdığı makalelerde ve kitaplarda açıkça görülmekte hatta kendisi bu vasfından öğünerek bahsetmektedir. Eserleri incelendiğinde bozuk mutezile fırkasının fikirlerinin hakim olduğu görülür. Reşit Rıza’nın yazdığı eserlerde, yaymaya çalıştığı düşüncelerinden bir kısmı şunlardır: 1- Mucizeleri kendi düşüncesine göre tevil etmekte ve birçoğunu inkâr etmektedir. 2- Musa ve İsa aleyhimesselamın peygamberliklerine dil uzatmaktadır. İsa aleyhisselamın diri olarak göğe kaldırıldığı Kur’an-ı kerimde bildirildiği ve Ehl-i sünnet âlimleri bunu açıklayıp izah ettikleri halde, o; “İsa aleyhisselam öldü” demektedir. 3- Cinlerin varlığını kabul etmeyip, onları bir takım zararlı mikroplar olarak göstermektedir. (Tefsir-i Menar: c.3, s.95, 96) Halbuki cinlerin varlığı ve ateşten yaratıldığı Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmektedir. 4- Ehl-i sünnetin dört hak mezhebini kabul etmeyip, teyemmüm, vasiyet, talak gibi daha birçok meselede doğru yoldan ayrılmıştır. Reşit Rıza’nın yazdığı kitaplar, okuyanları ve uyanları felakete sürüklemiştir. Bu eserlerinden biri Muhaverat kitabıdır. Bu kitabında, üstadı Abduh gibi, dört mezhebi tenkit etmiş, mezhepleri şahsi münakaşalar şeklinde göstererek, “İslam birliğini bozmuşlardır” diyecek kadar ileri gitmiştir. Dört mezhepten birine uyan ve bin seneden beri gelmiş milyonlarca halis Müslümanla adeta alay etmiştir. Muhaverat kitabında, dört mezhebe çatılmakta, İslam bilgilerinin dört kaynağından biri olan “İcma-ı Ümmet” inkâr edilmekte, herkes; kitaptan, 296 www.dinimizislam.com sünnetten kendi anladığına göre amel etmeli denilmektedir. Böylece, İslam bilgilerini kökünden yıkmaktadır. Abdülaziz bin Baz Sual: Suudlu Abdülaziz bin Baz kimdir? CEVAP Vehhabidir. Yazdığı "Akidet-üs-sahiha" adlı kitap "Doğru İnanç" ismi verilerek Türkçeye tercüme edilmiş ve Türkiye’nin her yerinde dağıtılmaktadır. Allah arşta oturuyor diyor. Abdülaziz bin Baz, ehl-i sünnet itikadındaki müslümanlara Müşrik damgasını vuruyor, her müslümanın "Necdi" yani vehhabi olmasını istiyor. İstiva, Yed, Vech gibi müteşabih kelimelere, oturmak, el, yüz gibi manalar vererek -hâşâ- Allahü teâlâyı cisim olarak bildiriyor. Müşebbihe fırkası gibi inanıyor. (Üstadımız İbni Teymiye de böyle söyledi) diyerek onun da Müşebbiheden olduğunu gizlemiyor. Kitapta imam-ı Malik hazretlerinin hocasının (İstivanın keyfiyeti bilinemez) dediğini yazıyor. Doğrusu da budur. Fakat Necdi hemen birkaç satır sonra, (Allah göklerin üstünde bulunan Arş üzerinde oturuyor) diyor. Keyfiyeti bilinmeyen şey üzerinde nasıl böyle kesin konuşuyor. Selef-i salihin denilen önceki âlimler, İstiva, Yed gibi kelimeleri tevile lüzum görmezlerdi. Çünkü bu kelimelerin mahiyeti bilinirdi. Mesela (İstanbul, valinin elindedir) denilince, bunun açıklanması istenmez, herkes buradaki el kelimesinin hakiki el ile ilgisi olmadığını bilirdi. (Allah Arşı istiva etti) denince de, Allah’ın Arşa hükümran olduğunu anlarlardı. Fakat Müşebbihe denilen bozuk fırka, (Allah’ın bizim gibi eli var. Allah Arşın üstünde oturur) gibi manalar verince sonraki âlimler bu kelimeleri açıklamak zorunda kalmışlardır. Kur'an-ı kerimde böyle tevil edilmesi gereken çok âyet-i kerime vardır. Hakiki manası ile alınırsa acayip manalar ortaya çıkar. Mesela Kur'an-ı kerimde (Köye sor) buyuruluyor. Köyden maksat, köydeki insanlardır. Yine Kur'an-ı kerimde kâfirlerin sağır, dilsiz ve kör olduğu bildiriliyor. (Bekara 18) Kâfirler sağır, dilsiz ve kör değildir. Bunlara, hakikati duymadıkları için sağır, hakkı söylemedikleri için dilsiz, doğru yolu, gerçekleri göremedikleri için kör denilmiştir. Bilen için bunları izaha lüzum yoktur. Eskiden de istiva, yed, vech gibi kelimeler tevil edilmeden bilinirdi. Müşebbihe fırkası ve sonra necdiler, bu kelimeleri hakiki manası ile alınca, hâşâ Allah’a mekan ittihaz etmiş oldular. Onu cisim zannettiler. Necdi Abdülaziz Baz da, (Allah gökte Arşın üstünde oturuyor) diyerek küfre giriyor. (S.8-10) 297 www.dinimizislam.com Abdülaziz Baz, (İman, dil ile ikrar ve inanılanı yapmaktır. İman itaat ile artar, isyan ile azalır) diyor. (s.18) Bu tarifin içinde kalb ile tasdik yoktur. Halbuki bir kâfir de dil ile Kelime-i şehadeti söyleyebilir. Kalb ile tasdik etmedikçe kıymeti olmaz. İnanılanı yapmak ameldir. Mesela orucun farz olduğuna inanan kimse bunu yapmazsa günaha girer, imanı gitmez. Necdi, inanılanı yapmak iman diyerek amelin, imanın bir parçası olduğunu söylüyor. Halbuki amel imandan parça değildir. Mesela oruç tutmayana kâfir denmez. (İman artar, eksilir) demekle, gerçekte imanın artıp eksildiğini zannediyorlar. Halbuki iman, "Amentü..." de bildirilen altı esasa inanmak demektir. Bunun birine inanmamak küfür olur. Bu bakımdan iman zamanla azalıp çoğalmaz. Bazı âlimler, imanın azalıp çoğalacağını söylemişlerse de bunlar, imanın kendisinin değil, parlaklığının artıp eksileceğini bildirmişlerdir. Necdilerde tevil yoktur. Tevilsiz (iman artar, eksilir) demeleri küfür olur. Yani Necdiler gibi böyle tevilsiz söylemek, inanmak küfür olur. Necdiler, (İmanın parlaklığı artar, eksilir) deselerdi mahzuru olmazdı. Necdi yine aynı sayfada (Zina, hırsızlık ve içki içmek küfür değildir) diyor. Halbuki az önce, (İnandığını yapmak imandır) diyordu. Böylece apaçık bir tenakuz [çelişki] içine girmektedir. Zaten yazıları hep böyle tenakuzlarla doludur. Necdi, müslümanların peygambere ve evliyaya taptığını söylüyor. (S.21) Vefat eden peygamber ve evliyadan yardım istemenin şirk olduğunu söylüyor. (Bunlar "La ilahe illallah" kelimesinin manasını Arap kâfirleri kadar bile bilemediler) diyor. (s.20) İlaca şifa özelliğini veren, dirinin yardım etmesine kuvvet veren Allahü teâlâ değil midir? Allahü teâlâ bunlara bu kuvveti verir de vefat eden bir peygambere veya evliyaya yardım etme kuvvetini vermekten aciz midir? Aslında, Allah’ın kudreti olmadan, dirinin yardım edeceğine inanıp da, ölünün yardım edemeyeceğine inanmak şirk olur. Allah’ın kudreti ile dirinin yardım edeceğine inanıp da, Allah’ın kudreti ile ölünün, yardım edeceğine inanmamak da, Allah’ı aciz kabul etmek olacağı için küfür olur. Halbuki Allahü teâlâ her şeye kadirdir. Ölüden diri, diriden ölü yaratır. (A.İmran 27) Diriye, ölüye ve her şeye yardım ancak Allah’tan olur. Kur'an-ı kerimde (Yardım ancak ve yalnız Allah’tandır) buyuruluyor. (A. İmran 126) Kur'an-ı kerimde, şehidlerin diri olduğu, yiyip içtiği bildiriliyor. (Bekara 154; A.İmran 169) Bu âyetleri inkâr edemiyeceklerine göre, Necdiler hâlâ (Evliyadan yardım istemek şirk) demeye devam edecekler mi? [Vehhabilik maddesine bakınız.] Abdülhak-i Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak 298 www.dinimizislam.com yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır. (Miskat) Ölünün feyz vermesi (İrşad-üt-talibin) de, (Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, hatta artar) buyuruluyor. Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına işittirir, onların hatırı için istenileni yaratır. Ölülerin dirilere yardım etmesi yine Allahü teâlânın dilemesi ile olmaktadır. (Künuz-üd-dekaik) deki hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı.) [Deylemi] Ali Süavi Sual: Bazı kimseler, Efgani gibi Ali Süavi’yi de rehber ediniyorlar. Ali Süavi kimdir? CEVAP Osmanlı Devletinin son zamanlarında yetişen yazar ve ihtilalci idi. Rüşdiyede bir kaç sene okuyan Süavi, medrese tahsili görmemişti. Sami Paşanın maarif nazırlığı sırasında Bursa Rüşdiyesine muallim-i evvel tayin edildi. Ancak ahlaki düşüklüğü dolayısıyla hakkında yapılan şikayetler artınca, bir sene sonra Bursa’dan ayrılmak mecburiyetinde kaldı. Sofya’da ticaret mahkemesi reisliği, Filibe’de tahrirat müdürlüğü de yaptı. 1867 senesinde İstanbul’a dönen Süavi, bir taraftan Şehzade Camiinde vaazlar veriyor, diğer taraftan Filip Efendinin Muhbir adlı gazetesinde yazarlık yapıyordu. Bir süre sonra devlet aleyhinde şiirler yazmaya başladı. Bu durum, gazetenin kapatılmasına ve Ali Süavi’nin Kastamonu’da ikamete mecbur edilmesine yol açtı. Kastamonu’da iken Mustafa Fazıl Paşanın daveti üzerine kaçıp Paris’e gitti. Paris’te Mustafa Fazıl Paşa ve arkadaşlarıyla yapılan toplantıdan sonra, burada alınan karar üzerine Muhbir Gazetesini çıkarmak için Londra’ya gitti. Gazetenin daha ilk nüshalarından itibaren kararlaştırılmış hedeflerin dışına çıktığı görüldü. Çok geçmeden gazete kapandı. Londra’da bir İngiliz kızı ile evlenen Ali Süavi, sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden sonra İstanbul’a geri döndü. Sultan İkinci Abdülhamid Hanın mabeyn feriki olan Said Paşanın yardımı ile Galatasaray Sultanisine müdür tayin edildi. Kötü idaresi ile mektebi karıştırması, perişan tavırları ve Türk halkının örf ve âdetlerine uymayan davranışları yüzünden kısa zaman sonra bu görevden azledildi. 299 www.dinimizislam.com Bu olaydan sonra Abdülhamid Hana ve idaresine düşman kesilen Ali Süavi, İngilizlerin arzusu üzerine Sultanı tahttan indirmeye ve yerine 5.Muradı padişah yapmaya karar verdi. İngilizler de gerekli desteği verdi. Gizli olarak çalışmaya başladı. Etrafına topladığı 500 kişi ile 20 Mayısta Çırağan Sarayını basarak, 5. Muradı dışarı çıkardı. Bu sırada yetişen Beşiktaş muhafızı Hasan Paşanın vurduğu bir sopa darbesiyle Ali Süavi olay yerinde öldü (1878). İngiliz olan karısı Mary, olay gecesi yalıda bulunan belgeleri yaktıktan sonra, derhal kendisini bekleyen gemi ile Londra’ya kaçtı. Ali Süavi daima ön safta bulunmak isteyen, övülmeyi seven, yalan söylemekten çekinmeyen ve dostluğuna güvenilmeyen bir kişiliğe sahipti. Onun bu şahsiyetini iyi değerlendiren İngilizler, kendisini istedikleri biçimde yetiştirmişler ve kullanmışlardır. Nitekim o, rejim meselesinde İngiliz parlamenterizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile getiriyordu. Diğer taraftan klasik medrese tahsili bile görmeyen Süavi, belli çevrelerce muhaddis ve hatta müctehid gibi gösterilmeye çalışılmıştır. Süavi, dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunmuştur. Süavi’nin bu fikirleri daha sonra Efgani adlı başka bir İngiliz ajanı tarafından geliştirilmiştir. (Y.Rehber Ansiklopedisi) Hasan Sabbah ve Şeyh Bedrettin Sual: Abduhcu bir yazar, "Aslında bizim olan Hasan Sabbah ve Şeyh Bedrettine yabancılar sahip çıkmıştır" diyor. Yabancılar niçin sahip çıkıyor? CEVAP Şeyh Bedrettin, Samavne kadısının oğludur. Mısır’da okudu. Bir müddet sonra sapıtıp, müridleri halkın imanlarını bozmaya başladı. Üzerlerine Bayezid paşa gönderilip dağıtıldı. Kendisi Bosna’ya kaçtı. Müridler topladı. Yine sapık yol tuttular. Üzerlerine yine asker gönderildi. Tevbe eden müridleri tarafından yakalanıp teslim edildi. Mevlana Haydar Hirevi’nin başkanlığındaki ilim heyeti tarafından muhakeme olunarak, ölümüne fetva verildi. 1415 senesinde idam edildi. Görüldüğü gibi, ölümüne fetva verilecek kadar küfründe zararlı olan bir mülhid idi. Hasan Sabbah, İsmailiye Devletinin kurucusu ve Bâtıniliğin bir kolu olan Haşşaşin fırkasının başkanı idi. Hasan Sabbah’ın fikirleri, Asr-ı saadetten önce, Sasaniler zamanında Mejdek’in sapık fikirlerine çok benziyordu. Pek çok haramları mubah sayıp, ahireti, Cenneti ve Cehennemi inkâr ediyordu. Kandırdığı cahilleri afyonkeş yaparak, cinayetler işletiyor, kurduğu terör teşkilatıyla pek çok İslam âlimini, devlet adamlarını ve Ehl-i sünnet müslümanları şehid ettiriyordu. Hind, Türkistan ve Horasan hacılarının, Rey şehri yakınında, yollarını kestirip öldürttü. Hasan Sabbah’ın 1124 senesinde 300 www.dinimizislam.com ölümü üzerine eski güçlerini kaybeden Alamut Bâtınileri de 1256 yılında Moğollar tarafından imha edilerek büyük bir fitne önlenmiş ve Bâtıni sapıklarından temizlenmiş oldu. Yabancıların neden sahip çıktığı şimdi anlaşılmıştır inşallah. Şevkani kimdir? Sual: Mezhepsizlerce çok övülen Şevkani kimdir? CEVAP Adı Muhammed bin Ali Şevkani’dir. 1834’te vefat etti. Ezhar-ül-fıdda ve Bahr-ül-zehhar Şii kitaplarının şerhlerini okuyarak, Zeydî mezhebinde yetişti. (Feth-ul-kadir, Cevab-üs-sail) Şevkani, Şiiliğin takıye ilkesine uyarak Zeydî olduğunu saklar, Hanefi gibi görünür, fakat Zeydî mezhebine göre fetva verirdi. Böylece de Zeydîliği yaymaya çalışırdı. Hindistan’ın büyük âlimlerinden Abdülhay Lüknevi de diyor ki: Şevkani’nin kötü hallerini ve bozuk kitaplarını öğrenmek isteyen, Ferhat-ül-müderrisin kitabımı okusun! Şevkani, İbni Teymiyye gibi, ilmi çok ve aklı az, hatta ondan da aşağıdır. (Vehhabi mezhebinin içyüzü) İbni Hazm Sual: Mezhepsizlerin övdüğü İbni Hazm kimdir? CEVAP Endülüs felsefecilerinden ve âlimlerindendi. Vezir [bakan] idi. Miladi 994 yılında Kurtuba’da doğru, 1064’de vefat etti. Felsefeye dalarak, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflere, kendi aklına göre mana vermiş, Ehl-i sünnetten ayrılmıştır. Selef-i salihinin, üstünlüğünü kavrayamamış, din büyüklerine saygısızlık göstermiştir. Bu sebeple, memleketinden sürülerek, çölde vefat etmiştir. (E. Kiram) İbni Hazm, Selef-i salihini beğenmeyip, doğru yoldan ayrılmıştır, (Keşf-üz-zünun) İbn-ül Arif diyor ki: İbni Hazm’ın dili ve Haccac’ın kılıncı, aynı şeyi yapmışlardır. İbni Hazm’ın, hadis-i şeriflere uymayan habis, sapık çok sözleri vardır. Haccac-ı zalim, 120 bin masumu sebepsiz ve suçsuz öldürdü. İbni Hazm’ın dili de, hadis-i şerifle bildirilen hayırlı zamanlardan sonra, 100 binlerce Müslümanı doğru yoldan saptırdı. (K. ve Ahiret) İbni Hazm, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin zahir yani görünen manalarından başka hiçbir delil ve kıyası kabul etmeyen, [Davud-i Zahiri’nin kurduğu] Zahiriyye mezhebindeydi. Bu mezhep tutunamamış, kalmamıştır. (Eşeddül-cihad) İbn-ül-Ehed, Zehebi ve İbni Hilligan diyor ki: İbni Hazm’a selam verenler, ondan nefret ederlerdi. Sözlerini beğenmezlerdi. Onun sapık olduğunda 301 www.dinimizislam.com sözbirliğine vardılar. Onu kötülediler. Sultanlara ondan sakınmalarını bildirdiler. Müslümanlara ona yaklaşmamalarını söylediler. (M. Nasihat) İbni Hazm, herkese ictihad yapmayı emredip, başkasına uymak haramdır diyordu. Hanefi âlimlerinden, Muhammed bin Abdülazim Mekki, buna cevap verirken buyuruyor ki: Elhamdülillah biz, büyük islam âlimi imam-ı a’zam Ebu Hanife’ye uymak derecesinden dışarıda kalmıyoruz. O yüce imama, onun büyük talebelerine, daha sonra gelen, Şems-ül-eimme gibi dünyaya nur saçan derin âlimlere ve on asırdan beri yetişen böyle hakiki âlimlere uymakla şerefleniyoruz. (El-Kavl-üs-Sedid) Üstad İbrahim Muhammed Neşat diyor ki: Namazı bilerek terk etmenin büyük günah olduğunu ve farzları hemen kaza etmek farz olduğunu, cumhur-ı ulema bildirmektedir. İbni Teymiyye, (Namazı kasten terk edenin kaza etmesi lazım değildir. Kaza kılması sahih olmaz. Çok nafile kılması, çok hayrat, hasenat yapması ve istiğfar etmesi lazım olur) dedi. Daha önce İbni Hazm da, uzun yazılarıyla böyle uygunsuz fikirler ortaya atmıştı. (İslam kültürü 6/25) İbni Teymiyye ve İbni Hazm, hükmü şüpheli olan âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri tevil ettiler. Yani yanlış manalar vererek, Ehl-i sünnetten ayrıldılar. Böylece, hayırlı işlerin, namaz yerine geçeceği sapıklığını da körüklemişlerdir. İslamiyet’te açtıkları yaraların en zararlı olanlarından biri de, bu olmuştur. (S. Ebediyye) Muhammed İkbal kimdir? Sual: Yamuk kişiler, Muhammed İkbal’i çok övüyor. Acaba İkbal de mi reformcudur? CEVAP İkbal, Pakistan’ın millî şairidir. 1905’te öğrenim için gittiği Avrupa’da üç yıl kaldı ve düşüncelerinde büyük değişiklikler oldu. 1908’de Lahor’a dönerek Felsefe ve İngiliz Edebiyatı öğretmenliği yaptı. 1923’te İngilizler kendisine “Sir” ünvanı verdi. Bu arada, meşhur şarkiyatçı İngiliz Sir Thomas Arnold ile tanıştı, kurduğu yakın dostluk İkbal’in düşüncesini etkiledi. Onun tavsiyesi üzerine Avrupa’ya gidip, burada felsefecilerden ders gördü. Bütün bunlar İkbal’in üzerinde büyük tesir yaptı. Ehl-i sünnet âlimlerinin tuttuğu doğru yolu bırakıp, Batılı müsteşriklerin metotlarına kaymasına sebep oldu. İslâmiyet karşısında felsefe ve aklı ön planda tutan bu metotlar, İkbal’in düşünce ve fikirlerini de şekillendirerek, din konusunda kendine mahsus ve İslâm âlimleri tarafından reddedilen görüşler öne sürmesi neticesini de beraberinde getirdi. 302 www.dinimizislam.com İkbal’in İslâmda dinî düşüncenin yeniden kuruluşu adıyla tanınan, 1928’de Madras İslâm Derneğinin kurslarındaki konuşmaları, reformcu görüşlerle doludur. Onun bu reformcu görüşleri, İslamiyet’in nakil yoluna ters oluşu sebebiyle, âlimlerce kabul görmedi. Eserlerinde, Abduh ve Efgani gibi mason reformcuların fikirlerine genişçe yer verdi. İkbal’in şahsiyetinin en önemli taraflarından biri de, İngilizlerin arzusuna uygun olarak, bağımsız Pakistan’ın kuruluşu için yaptığı çalışmalarıdır. İngilizler, Pakistan’ı Hindistan’dan ayırıp küçük lokma hâlinde yutmak istiyorlardı. İkbal, 1931 ve 1932’de Londra’da yapılan toplantılara delege olarak çağrıldı ve burada da aynı fikri destekler konuşmalar yaptı. Yazdığı makale ve mektuplarda da ısrarla aynı fikri işledi. İkbal, Cinnah’a yazdığı mektuplarda; İngiliz hükümetinin, Hindistan Müslümanlarının Pakistan adı altında ayrı bir devlet kurmalarını istediğini belirtti. İkbal’in bu çalışmaları, takdirle karşılanıp bağımsızlığın sembol şahsiyeti sayıldı. Ölümünden 9 yıl sonra 1947’de Pakistan bağımsızlığına kavuştu. Bu bağımsızlık, Hindistan’da bir türlü tam hâkimiyet kuramayan İngilizlerin, Müslümanları parçalayarak hem Pakistan’a, hem de Hindistan’a daha kolay hâkim olmak için takip ettikleri bir siyasetin neticesidir. (Y. Rehber Ans.) Taberi Ehl-i sünnet midir? Sual: Taberi ismindeki zat, Ehl-i sünnet midir? CEVAP Birkaç Taberi vardır. Bid’at ehli olanlarını, Ehl-i sünnet olan İmam-ı Taberi ile karıştırmamalıdır. Ehl-i sünnet olan İbni Cerir Taberi’nin tam ismi, Ebu Cafer Muhammed bin Cerir Taberi’dir. Tefsir, hadis ve Şafii fıkıh âlimidir. Miladi 839 yılında Taberistan’da doğru ve 923’de Bağdat’ta vefat etti. 23 cilt Cami’ul-beyan tefsiri ve Tarih-ul-ümem kitabı çok kıymetlidir. Ali bin Muhammed Şimşati adında bir Şii, bu tarihi kısaltmış; bu Şii kitabı, Taberi tarihi adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Okuyanlar, Ehl-i sünnet olan İmam-ı Taberi’nin kitabı sanarak aldanmaktadır. Kısaltırken kendi görüşlerini de ilave etmiştir. Bilmeyen de, İmam-ı Taberi böyle söylüyor zannediyor. Muhammed bin Cerir bin Rüstem Taberi’nin ise Şii olduğu, Alusi’nin Tuhfe-i isna-aşeriyye muhtasarı kitabının 68. sayfasında yazılıdır. Muhammed bin Ebil-Kasım Taberi’nin de Şii olduğu, Esma-ül-müellifin kitabında yazılıdır. Bunları, İbni Cerir hazretleri ile karıştırmamalıdır. 1153’te vefat eden İmamiyye fırkasından Şii Fadl bin Hasen Taberi’nin Mecma’ul-beyan adındaki Taberi Şii tefsiri de, İbni Cerir hazretlerinin Taberi tefsiriyle çok karıştırılmaktadır. (S. Ebediyye) 303 www.dinimizislam.com Hasan el-Benna Sual: Hasan el-Benna kimdir? CEVAP Hasan el-Benna, Seyyid Kutbun da üye olduğu, Mısır’daki İhvan-ül-müslimin yani Müslüman kardeşler örgütünün kurucusudur. Mevdudi, 1927’de yazdığı İslam’da Cihad kitabında, ihtilal yani devlete isyan fikirlerini yayıyordu. Arapçaya tercüme edilince, Hasan el-Benna’nın düşüncelerine tesir ederek Mısır’da devlete karşı gelmesine ve öldürülmesine sebep oldu. Mevdudi’nin ilmi yetersizliği, [siyaset ilminin noksan olması, fitne çıkmasına sebep olmuş ve] böyle sayısız müslümanları, maddi ve manevi ölüme sürüklemiştir. (F. Bilgiler) Din ve toplum üzerinde araştırmalar yapan Fransız Prof. Jacques Rollet diyor ki: İslamiyet’te şiddet yoktur. Teröristler, İbni Teymiyye’nin fikirlerini referans alıp, yörüngelerini buna göre çizen Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi gibilerin fikirlerini pratiğe dökmüşler ve bugünkü radikal gruplar oluşmuştur. (28.9.2001 tarihli gazeteler) Kadıyanilik (Ahmedilik) Sual: Kadıyanilik nedir? CEVAP Hindistan’ın Pencap eyaletinde 1880’de Mirza Gulam Ahmed Kadıyani tarafından kurulmuştur. Ahmediye de denir. İngilizlerin Hindistan’ı sömürge yaptıktan bir yıl sonra ortaya çıkan bu fırka, onlar tarafından beslenmiştir. İslâmiyet’i içerden yıkmak için çalışan İngiliz casuslarının yardımıyla Pencap ve Bombay’da cahil halk arasında süratle yayıldı. Sonra Avrupa ve Amerika’da gayrimüslimlerden ve dinini bilmeyen cahillerden taraftarlar buldu. Daha önce İsmailiye fırkasında olan Mirza Gulam Ahmed, önce müceddid, daha sonra da Mehdi olduğunu iddia etti. İsmailî ve Behaîlerden taraftar buldu. En sonunda kendisinin, gökten ineceği bildirilen İsa Mesih olduğunu, yeni bir din getirdiğini söyledi. Kadıyan’da yaptırdığı mescide, Mescid-i Aksa dedi. Kendisinin Kur’an-ı kerimde övüldüğünü iddia etti. Hazret-i İsa’ya iftiralarda bulundu. İslam âlimleri, Kadıyanilerin Müslüman olmadıklarını ittifakla bildirmiştir. İslâm âlimlerinin bunlara verdiği cevapları dikkate alan Pakistan Parlamentosu da, 7 Eylül 1974 tarihli kararıyla Kadıyanileri, İslâm dışı azınlık olarak ilân etti. Buna rağmen, Müslüman süsü verebilmek için, kendilerinden Müslüman Ahmediye cemaati diye bahsediyorlar. Kadıyanilerin İslamiyet’e uymayan görüşleri çoktur. Birkaçı şöyledir: 304 www.dinimizislam.com 1- (İsa’yı Yahudiler asmak istemişlerdi; fakat kendiliğinden öldü ve toprağa kondu. Sonra kabirden çıkıp Keşmir’e gitti. Orada İncil’i öğretip tekrar öldü) diyorlar. Hâlbuki Ehl-i sünnet âlimleri, İsa aleyhisselamın ölmediğini, diri olarak göğe kaldırıldığını bildirmişlerdir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah’ın resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük dedikleri için Yahudileri lanetledik. Hâlbuki onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da. Öldürülen kimse kendilerine İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler tam bir kararsızlık içindedir. Bu konuda zandan başka hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis Allah İsa’yı kendi nezdine kaldırmıştır.) [Nisa 157–158] 2- (İsa ve Muhammed aleyhisselâmın ruhları insan şeklinde görünecektir. Bu da Mirza Ahmed’dir. Başka Mehdi yoktur. İsa Mesih ve Mehdi, aynı kişiye verilen iki isimdir) diyorlar. Halbuki İsa aleyhisselamla hazret-i Mehdi aynı kişi değildir. İkisinin de gelmesi kıyametin büyük alametlerindendir. Birkaç hadis-i şerif meali: (İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, [Hıristiyanlığı kaldıracak] domuzu öldürecek, [domuz etini yasaklayacak] İslam’dan başka şeyi yasaklayacaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe] (Kıyamet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evladımdan birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adaletle dolar.) [Tirmizi] (İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacaktır.) [İbni Hacer-i Mekki] 3- İslâmiyet’le bildirilen cihadı, yanlış yorumlayarak, Kur’an-ı kerimin mânâsını değiştiriyorlar. Cihad sadece sözle olur diyorlar. İslam âlimleri ise, cihadı üçe ayırıyorlar: Savaşla yapılan cihadı, devlet yapar. Sözle ve her türlü yayın vasıtasıyla olan cihadı İslam âlimleri yapar. Bu iki cihadı yapamayan da, mal, can ve duayla yardım eder. Bu da her Müslümanın vazifesidir. Bir âyet-i kerime meali: (Ey iman edenler! Din düşmanlarının eziyetlerine sabredin. Onlarla olan cihadda üstün gelmek için, sabır yarışı yapın. Sınır boylarında kâfirlere karşı cihad için nöbet bekleyin ve Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz) [Al-i İmran 200] 4- Mirza Gulam Ahmed, Hakikat-ul-Vahy kitabında, (Allah bu ümmet arasında, İsa’dan daha üstün bir Mesih yarattı. O da benim. İsa şimdi sağ olsaydı, benim yaptıklarımı yapamazdı. Bende görülen mucizeler, onda görülmezdi. Allah beni peygamber olarak gönderdi. Bana üç yüz bin mucize verdi) diyerek küfrünü açıkça ortaya koymuştur. Üç hadis-i şerif meali: (Nübüvvet ve risalet sona erdi. Benden sonra nebi de, resul de yoktur.) [Tirmizi] 305 www.dinimizislam.com (Benden sonra peygamber gelmez; ama peygamberim diyen yalancılar çıkar.) [Mişkat] (Allah’ın resulüyüm diyen yalancılar çıkmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari] 5- (Talimatlarımıza gönülden bağlı olana da, Allah mucizeler ihsan eder) diyorlar. Hâlbuki mucize, sadece Peygamberlerde görülür. 6- (Herkesi sev, kimseden nefret etme!) diyorlar. Dinimiz ise, Müslümanları sevip, Allah düşmanlarını sevmememizi emrediyor. Üç âyet-i kerime meali: (Allah’a ve kıyamet gününe iman edenler; babaları, kardeşleri ve akrabası olsa da, Allah’ın ve Resulünün düşmanlarını sevmez.) [Mücadele 22] (Kâfirleri dost edinen, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [Âl-i İmran 28] (Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, [İslam’a olan düşmanlıklarında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidâyet etmez.) [Maide 51] 7- (Mümin olsun, kâfir olsun, hiç kimse, ebediyen azap içinde kalmaz; çünkü Kur’anda “Benim rahmetim her şeyi kaplar” denmektedir) diyorlar. Hâlbuki Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada müminlere ve kâfirlere, herkese birlikte yetiştiği ve herkesin çalışmasına, iyiliklerine dünyada karşılığını verdiği halde, ahirette kâfirlere merhametin zerresi bile yoktur. Kâfirler, cehennemde ebedi kalacaklardır, cehennemden çıkmalarına, kesinlikle imkân ve ihtimal yoktur. İşte üç âyet-i kerime meali: (Elbette, ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6] (Âyetlerimizi yalanlayan kâfirler, cehennemliktir, orada ebedi kalırlar.) [Bekara 39] (Âyetlerimizi yalanlayıp büyüklük taslayanlar cehennemliktir. Onlar, orada temelli kalırlar.) [Araf 36] Kur’anı kerimin tamamına inanmadıkça, Müslümanız demekle Müslüman olunmaz. İbni Kayyım Sual: İbni Kayyım-ı Cezviyye kimdir? CEVAP Hanbelî fıkhına göre yetişmişse de, 15 sene kadar İbni Teymiyye’den çeşitli ilimleri tahsil etti. Çok kitap yazdı. Felsefeciler, Hıristiyan ve Yahudilerle mücadele etti. Edebî tarzını benimsediği hocasının, her yönüyle, sadık bir 306 www.dinimizislam.com talebesi oldu. İbni Teymiyye’nin Ehl-i sünnete uymayan bozuk düşüncelerine kapıldı. Onun fetvalarını ve eserlerindeki sapık fikirleri savunmaya başladı. Kendi düşüncelerini beğenip, aklın eremediği bilgileri ve tasavvuf büyüklerinin keşfettikleri sırları, akılla çözmeye kalktı ve Ehl-i sünnetten ayrıldı. Başta El-Kasidet-ün-Nuniyye kitabı olmak üzere, yazdığı yazılarda Allahü teâlânın başka varlıklara bazı yönlerden benzediğini ve cisim olduğunu yazdı. Hatta Bedai-ul-Fevaid ve El-Cevab-ül-Kafi kitaplarında, Allahü teâlâya mekân isnat etti. İbni Teymiyye de, Kitab-ül Arş kitabında, hâşâ, İstiva kelimesini yanlış yorumlayarak, (Allah Arş’ın üzerinde oturur) demiştir. Hâlbuki Ehl-i sünnet âlimlerinden İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, zamanlı, mekânlı, cihetli değildir. Bir yerde, bir tarafta değildir. Zamanları, yerleri, yönleri O yaratmıştır. Cahiller, Onu Arş’ın üstünde veya yukarıda gökte sanır. Arşı da, yukarısını da, aşağısını da O yaratmıştır. Sonradan yaratılan bir şey, kadim [ezeli] olana yer olamaz. (2/67) İbni Kayyım, hocası İbni Teymiyye gibi, (Kâfirlere Cehennemde azap sonsuz değildir) demiştir. Kabir ziyaretinde bulunan Müslümanlara da müşrik deyip, İbni Teymiyye gibi, türbelerin yıkılmasını istedi. Hatta Resûlullah efendimize dil uzatarak, vefatından sonra, bir meziyetinin kalmayıp, diğer insanlardan bir farkının bulunmadığını iddia etti. Bu konuda bildirilen hâdis-i şerif ve haberleri, âlimlerin sözlerini tevil ederek, Ehl-i sünnete uymayan birçok fikirler ileri sürdü. Bunun için, Ehl-i Sünnet âlimleri tarafından şiddetle tenkit edildi. Hocası İbni Teymiyye ile birlikte Şam kalesine hapsedildi. Hocasının ölümünden sonra hapisten çıkarıldı. (Y. Rehber Ans.) İzmirli İsmail Hakkı Sual: İzmirli İsmail Hakkı kimdir? CEVAP Son devirde yetişen felsefeci ve dinler tarihi araştırmacısıdır. Masonluğa da girmiş olan İsmail Hakkı, felsefe ve dinler tarihi dallarında çalışıp bu konularda kitaplar yazdı. İttihatçıların gözlerine girerek medreselerde hoca olmuş, derslerinde ve kitaplarında, Abduh’un reformcu fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de, (İzmirli İsmail Hakkı ve daha nice din adamları, mason Abduh’un kitaplarını okuyarak, onun tesiri altında kalmışlar, çeşitli yollar tutmuşlardır) buyurmuştur. 20 Haziran 1928 tarihli Vakit gazetesinde, (Dinimizde yeni hayata, ilerlemeye uygun olarak, yapılacak yenilikleri, İstanbul ilahiyat fakültesi profesörleri rapor halinde hazırlamışlardır) diye bildirilen rapor aşağıdadır. Bu raporda İzmirli İsmail Hakkının da imzası vardı: (Din de, diğer sosyal teşekküller gibi, hayatın akışına uymalıdır. Din, eski şekillere bağlı kalamaz. Türk demokrasisinde, din de, muhtaç olduğu inkişafı göstermelidir. Camilerimiz kullanılır hale getirilmeli, sıralar [koltuklar, 307 www.dinimizislam.com sandalyeler], elbise askıları konmalı, içeriye ayakkabıyla girilmelidir. İbadet lisanı Türkçe olmalı, camilere müzik aletleri konmalıdır.) Bu rapor da, İzmirlinin dinde reformcu olduğunu göstermektedir. (Dolgulu diş gusle mani olmaz) diyen de bu reformcudur. Kardavi’nin çağdaş fetvaları Sual: Kardavi, Katar TV’deki konuşmalarını kitap halinde neşretmiş. Adına da Fetava-i Muasire [Çağdaş, Asrî Fetvalar] demiş. Bu kitap uygun mudur? CEVAP Kesinlikle uygun değildir. Kardavi, (Kimseyi taklid etmiyorum) diyor, yani (Dört mezhepten birine uymam) diyor. Bu, ben mezhepsizim demenin başka şeklidir. Kimseyi taklit etmediğini söylese de, İbni Teymiyye’ye İmam ve Şeyhülislam diyerek, küçük kitapçığına, ondan 21, talebesi İbni Kayyım’dan ise 8 tane nakil almıştır. Ebu Hanife ismi iki defa geçiyorsa da, kaynak olarak değildir. El-Halal-vel-Haram kitabının önsüzünde, (Kendimi herhangi bir mezhebe bağlamayı uygun bulmadım. Yalnız bir mezhebin esiri olunmaz) diyor, mezhepleri esaret kamplarına benzetiyor. El-Halal-vel-Haram kitabı, daha önce çok tenkide uğramıştır. O. Hacı Ömeroğlu, mezhepleri yıkmaya çalışan Kardavi için (İki işçi, koca Süleymaniye’yi yıkar; fakat onu yapmak için bir Süleyman ve bir de Sinan gerekir) diyor. (Din, kolaylık üzerine kurulmuştur) diyerek verdiği çağdaş, asrî fetvalardan birkaçı şöyle: 1- (İnce çorap üstüne mesh caizdir) diyor. Hâlbuki dört hak mezhebin hiç birisinde ince çoraba mesh caiz değildir. Kolaylık olsun diye, her kolayına geleni yapmak caiz olmaz. Mesela kolaylık olsun diye, vakit girmeden beş vakit namazı bir vakitte kılmak, dini değiştirmek olur. 2- Mukim olanın, bir özürle iki namazı cem etmesine, (Hanbelî’de caiz olduğu için, ben de caizdir derim) diyor. Hâlbuki Hanbelî’nin bu hükmünü herkese şamil etmek, asla caiz değildir. Bir zaruret veya ihtiyaç sebebiyle bir mezhebi bir hususta taklit edebilmek için, o mezhebin o husustaki mümkün olan bütün şartlarına da riayet etmek gerekir. Şartlarına riayet etmeden bir mezhebin bir hükmünü almak veya mezheplerin kolaylıklarını toplamak, telfik olup haramdır. (Hadika) 3- (Fitil kullanmak orucu bozmaz) diyor. Hâlbuki 4 mezhepte de bozar. 4- (Midye, ıstakoz gibi deniz haşaratı ve denizde kendiliğinden ölmüş balık yenir) diyor. Hâlbuki kendiliğinden ölmüş balık yenmez. Hanefi’de midye, ıstakoz gibi deniz haşaratı da yenmez. (Dürer) Balık, hastalık gibi bir sebeple kendiliğinden ölünce leş olur, insanı da zehirleyebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: 308 www.dinimizislam.com (Kendiliğinden ölüp, su yüzüne çıkan balık yenmez.) [Dare Kutni] 5- (Demir ve diğer madenlerden yapılan yüzükler erkeklere caizdir) diyor. Mütercim, dipnotuna, haram olduğunu ilave etmiş. Demek ki, mütercim bile, Kardavi’nin dine aykırı sözleri olduğunu biliyor. Peki harama helal diyenin kitabı, niye tercüme edilir ki? 6- (Haşhaş, kenevir ve tütün ekmek haramdır, çünkü bunlar kötü yerlerde kullanılıyor) diyor. Kötü yerde kullanılınca haram mı olur? Afyon, tıpta çok kullanılır. İlaç olarak az miktarda kullanmak caizdir. (Redd-ül-muhtar) Kötü yerlerde de kullananlar var diye, haşhaş ekmeye haram denmez. Bu yanlış görüş, şarap yapılıyor diye üzüm yetiştirmeyi yasaklamaya benzer. 7- (Şâfiî mezhebinde olan halka kolaylık sağlamak için, eti yenen deve, sığır gibi hayvanların necasetlerinin temiz olduğuna fetva verdim. Kadına dokununca abdestleri bozuluyordu. Kadına dokunmakla abdestin bozulmayacağını söyledim. Buna da Kur’an ve sünnetten delil getirdim) diyor. Bu ne demek oluyor? Açıkça, bin küsur yıldan beri Şafiîlerin yanlış yolda olduğunu, Şafiî âlimlerinin Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırı fetva verdiklerini söylenmiş olmuyor mu? Mezhepsiz Kardavi, İmam-ı a’zam veya İmam-ı Şafiî gibi büyük bir âlim olsa bile, ancak (Benim görüşüm bu) diyebilir, fakat yine dört hak mezhepten birinin hükmüne yanlış diyemez. Hele dinin sahibi gibi, (Şâfiîlere şunu helal ettim) diyerek mezhepleri bozmaya hakkı yoktur. Şafiî’deki birçok hüküm Hanefi’ye aykırıdır, bu ayrılık da ümmet için rahmettir, fakat Şafiî âlimleri hiçbir zaman, (Hanefilerin ictihadı yanlıştır) demediler. Sadece kendi mezheplerinin hükümlerini bildirdiler. 8- (İbni Teymiyye’nin, “Bir anda verilen üç talak, bir talaktır. Evlat, fakir ana babasına zekât verir. Bir kadın, yol eminse tek başına hacca gider” görüşlerini tercih ettim) diyor. İcma-ı ümmete karşı geliyor. 9- (Hastaya Kur’an okumak, âyetleri muska şeklinde üstte taşımak haramdır) diyor. Hâlbuki bunlar sünnettir. Sitemizde bu konularda teferruatlı bilgi vardır. 10- Hak ve bâtıl mezhep ona göre aynı olduğu için, Zeydiyye mezhebinden olan Şevkani’den de nakiller yapıyor, Zahiriyye mezhebinden İbni Hazm’ın, enfiye çekmenin, kulağa, burna ve makattan ilaç vermenin orucu bozmayacağı görüşünü savunuyor. Mezhepsiz Reşit Rıza’ya müceddid diyor, onu övüyor. 11- (Bu asırda dindar Müslümana 50 sahabi ecri vardır) diyor. Hâlbuki evliya bile, sahabenin en alt derecesine bile kavuşamaz. Görüldüğü gibi Kardavi’nin kırdığı yumurta, kırkı çoktan geçmiştir. Günümüzdeki yerli mezhepsizler gibi, kendisini bütün mezheplerin üstünde bir hakem gibi görüyor. Rehber edindiği İbni Cevzi, İbni Teymiyye ve İbni Kayyım’a Hanbelî imamı diyor, fakat kendisi bir mezhebe uymuyor, mezhepsiz olmayı tercih ediyor. (Şu mezhebin şu hükmü yanlış. Şu hüküm, Kur’ana ve sünnete aykırıdır. Şu mezhebin şu hükmü doğrudur. Bunu tercih 309 www.dinimizislam.com ederim) diyor. Dört hak mezhebi bile karıştırıp birleştirmek, mezhepsizlik olup caiz değilken, dört hak mezheple bâtıl mezhepleri birleştirip bir Kardavi mezhebi kurmak istiyor. Kendini mezheplerin üstünde hakem gibi gören böyle kimselere dikkat etmek gerekir. Bunlar genelde, açıkça mezhepleri reddetmiyorlar, fakat (Bu mezhebin şu görüşünü, şu mezhebin de bu görüşünü tercih ederim) diyerek, dini içten yıkmaya çalışıyorlar. Zahiri mezhebi Sual: Zahiri mezhebi nedir? CEVAP Zahiri sapık mezhebini miladi 883’te vefat eden Davud-i İsfehani kurmuştur. Daha önce Şafiî iken, sonra taklide ve kıyasa karşı çıktı. Bâtıl Zahiri mezhebine göre, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin zahir yani görünen mânâlarından başka hiçbir delil ve kıyas geçerli değildir, fakat bu mezhepte olanlar, kendi görüşlerini âyet ve hadis gibi göstermeye çalışmışlardır. Herkese ictihad yapmayı emredip, (Başkasına uymak haramdır) diyen mezhepsiz İbni Hazm da Zahiri mezhebindeydi. İbni Hazm, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflerin zahir yani görünen mânâlarından başka hiçbir delili ve kıyası kabul etmezdi. (Eşeddül-cihad) İbni Hazm, Selef-i salihin’i beğenmeyip hak yoldan, Ehl-i sünnetten ayrılarak, Zahiriye fırkasına giren bir felsefecidir. (Keşf-üz-zünun) Zahiri mezhebini 1184–1198 yıllarında iktidarda olan Muvahhidî hükümdarı Yakub bin Yusuf, Kuzey Afrika ve Endülüs’te yaymaya çalışmıştır. Bu hükümdar, halkın Zahiri mezhebine uymasını ve Ehl-i sünnet olan Maliki mezhebini bırakmasını istemiş, hatta Maliki mezhebine göre yazılan fıkıh kitaplarını toplatıp yaktırmıştır. Bu hükümdarın ölümünden sonra, Zahiri mezhebi, yavaş yavaş sönerek yok olmuştur. Ancak günümüzdeki bazı mezhepsizler, her sapık mezhebin olduğu gibi bunun da fikrini körüklemeye çalışıyorlar. İbni Kesir tefsiri Sual: İbni Kesir’in tefsiri uygun mudur? CEVAP Tefsirine kendi görüşlerini karıştırmış olduğu Keşfüz-zunun’da yazılıdır. Şam âlimlerinden üstad Abdülgani hazretleri buyuruyor ki: İbni Kesir tefsirini okumamalıdır, çünkü içinde dalalat-i kesire [çok sayıda yanlış, sapık görüşler] vardır. İnsanların itikadlarının bozulmasından korkup endişe ettiğim için, İbni Kesirin tefsirini, İbni Teymiyye ve İbni Kayyım’ın kitaplarının okunmasını hiç tavsiye etmem, çünkü bunların kitaplarında o kadar çok sapık ve bozuk sözler var ki, herkes bunları ayırt edemez. Bunları ancak rasih ilimli âlimler anlayabilir. (Fadl-üz-zakirin s. 24) 310 www.dinimizislam.com Bir kitapta, itikadı zedeleyen, insanı küfre düşürücü bir ifade bulunursa, elbette o kitap çok zararlıdır. Bazı mezhepsizler, (Kitaptaki faydalı yerlerini alır, zararlılarını atarım) diyor. Halbuki kitap bilgi öğrenmek için okunur. Faydalısını zararlısından ayırabilen kimsenin o kitabı okumasına ne lüzum var? Bildiği şeyleri niçin okusun? Bilmediklerini öğrenmek için okuyorsa, bilmediği bir şey onu küfre düşürebilir, ebedi felaketine sebep olabilir. Bunun için mezhepsizlerin kitaplarını okumak çok zararlıdır. Fıkh-üs-sünne kitabı Sual: Fıkh-üs-sünne kitabının yazarı Seyyid Sâbık, sapık mıdır? CEVAP Evet. Seyyid Sâbık, süper sapıktır, yani itikadı bozuktur. Fıkh-üs-sünne kitabında diyor ki: Taklide bağlanıp Kitap ve Sünnet’in rehberliğini kaybettikten sonra, (İctihad kapısı kapalıdır) sözüyle ümmet-i Muhammed, en büyük belâlara uğradı, Resulullah’ın sakındırmış olduğu keler yuvasına girdi. (s. 22) Açıklamasında ise, keler yuvasına girenlerin Yahudi ve Hıristiyanlar olduğu bildirilmektedir. Bildirdiği hadis-i şerifte, (Sizden öncekilerin yolunu takip ederseniz) buyuruluyor. (Sizden öncekiler) ifadesinden murat, cahiliye devrinde putlara tapan kimselerdir. S. Sâbık ise, bu hadis-i şerifteki (Sizden öncekiler) ifadesini, mezheb imamlarına tâbi olmak diye gösteriyor. Yani bir müctehide, bir mezhebe tâbi olan Müslümanı putlara tapanlara benzeterek, gayrimüslim olmakla suçluyor. Kitaptaki görüşleri, mason Abduh ve çömezi Reşid Rıza da aynen savunmaktadır. Müctehid imamlara uyanları gayrimüslimlikle suçlarken, İbni Teymiyye’ye dört elle sarılıyor. Buradan da anlaşılıyor ki, mezhepsizlere göre Ehl-i sünnet imamlara uymak suç, İbni Teymiyye ve Abduhçu sapıklara uymak ise büyük fazilettir. Yani (İmam-ı a’zam hazretlerinin yolunu takip ederseniz keler deliğine girersiniz, Mason Abduh’un yoluna girerseniz hidayete kavuşursunuz) demek istiyorlar. Bütün mezhepsizler hep aynı şeyi savunuyorlar. İctihad kapısı açıktır. Kapatan olmamıştır. (İslâm âlimleri ictihad kapısını kapattı) sözü iftiradır. İctihad ehliyeti bulunmadığı için kapı kendiliğinden kapanmıştır. Kapalı kapıya kapalı demek, suç mudur? İctihad ehliyeti olan, kapıyı açıp içeri girebilir. Ama her önüne gelen giremez. S. Sâbık, mezhepler üstü ictihadlar yapıyor. Hiçbir şart aramadan herkesin ictihad etmesini savunuyor. Bu cahillik değilse, hainliktir. Çünkü İbni Teymiyye’nin talebesi İbni Kayyım bile diyor ki: İctihad şartı bulunmayanın, Kur’andan ve hadisten ahkâm çıkarması caiz olmaz. Mezheplerden birisine uyması şarttır. Dört mezhebden başkasına 311 www.dinimizislam.com uymak da caiz değildir. Çünkü diğerlerinin hükümleri, tedvin edilmiş, yani toplanmış değildir. (İ’lâm-ül-mûkı’în) Giriş kısmında, Müslümanların gerileyiş sebeplerini mezheplere bağlanmakta bulan S. Sâbık’ın, Fıkh-üs-sünne’yi yazmakla, dine ne hizmeti olmuştur? Birkaç örnek verelim. S. Sâbık diyor ki: Alkolü içkiler necis değildir, yani alkol bulaşmış elbiseyle namaz kılmak caizdir. (s. 35) S. Sâbık, İbni Teymiyye ile Şevkani’nin bir sözünü alarak ve bir hadis-i şerife kıyas ederek, (Eti yenen bütün hayvanların pislikleri temizdir, hatta bunların idrarını içmek caizdir) diyor. (s. 34) Fıkh-üs-sünne kitabı, dört hak mezhebden hiç birisine uygun değildir. Mesela mezhepsiz Kardavi gibi, ince çorap üstüne meshi caiz görmektedir. (s. 66) (İbni Teymiyye, fetvalarında...) diyerek, onu kendisine İmam yani müctehid kabul etmektedir. (s. 67) Kitaba, (Âyet ve hadislerle fıkıh) dendiği hâlde, çok yerde, tevil edeceği âyet ve hadis bulamadığı için, kendi görüşünü bildirmiş, ayrıca Mason Abduh’tan da nakil yapmayı ihmal etmemiştir. (s. 309) Namaz kılmayan hakkında âlimlerin çoğunun (Kâfir olmaz) dediklerini naklettikten sonra, Zeydî mezhebinde olan Şevkani’ye İmam diyor ve onun (Namaz kılmayan kâfirdir) görüşünü senet olarak alıyor. (s.101) [Şevkani, Zeydî fırkasındandır. (Cevab-üs-sail s. 69)] Vitir namazının sünnet olduğunu bildirdikten sonra, (Vitir namazına vacib diyen Ebu Hanife’nin görüşü zayıftır) diyerek, âlimlerin en büyüğü olan İmam-ı a'zam hazretlerine dil uzatmaktadır. (s. 201) Kendisi İmam-ı a’zam ayarında müctehid olsa bile, başka müctehidin ictihadına yanlış diyemez. Çünkü fıkıh kaidesidir: İctihad ictihadla nakzedilemez. Ama bir kimse mezhepsizse önüne gelen müctehide dil uzatır. Onlara göre sadece, mason Abduh gibilerin hatası olmaz. İmam-ı Şafiî hazretlerinin, İmam-ı a’zam hazretlerinin ictihadlarına aykırı çok ictihadı vardır, fakat hiç birisi için, zayıftır, yanlıştır gibi bir şey söylememiştir. Aksine (Fıkh bilgisinde herkes Ebu Hanife’nin çocuklarıdır) buyurmaktadır. (Hayrat-ül-hisan, Mizan-ül-kübra) Kılınmayan namazları kaza etmek farz iken, İbni Teymiyye’nin (Sahih olmaz) dediğini hüccet kabul ediyor. Az sonra da Zahiriyye mezhebinden olan İbni Hazm’dan nakil yapıyor. (İbni Hazm, bu mesele hakkında gerçek görüşü belirtmiştir) demekte ve bu görüşün de İbni Teymiyye’nin görüşü gibi olduğunu bildirmektedir. (s. 283) Kitapta, mason Abduh’tan da nakiller yapılıyor, hüccet olarak gösteriyor ve Şeyh Abduh ifadesi kullanılıyor. (s. 309 ve 387) 312 www.dinimizislam.com Görüldüğü gibi, nerede mezhepsiz varsa, hepsinin sözlerini senet gibi kitabında toplamıştır. Her fırsatta Ehl-i sünnet âlimlerine dil uzatmaktan da geri durmamıştır. Mahmasani Sual: İslâmi Düşünceler isimli kitapta Müslümanlığa aykırı yerler var mıdır? CEVAP Kitaptaki makalelerden biri, Prof. Mahmasani denilen birine aittir. İlim ehli tarafından daha önce aynı makalenin alındığı kitaba reddiye yazılmıştır. Makale bir felakettir. Birkaç örnek verelim: Yabancı yazar, Geri kalış sebepleri bölümünde, Müslümanların geri kalışını ictihad kapısının kapatılmasına bağladıktan sonra diyor ki: (Sünnî fukaha, ictihad kapısının kapatılmasında ve bundan böyle dört mezheble iktifa edilmesinde ittifak etmişler. Bunun neticesinde İslâm düşüncesi duraklamış, bu durum hukukta ve diğer İslâmi ilimlerde taklid ve saplantının yayılmasına sebep olmuştur.) Sünnî fukaha diyerek, Ehl-i sünnet âlimlerini hedef alıyor. Buradan kendisinin Sünnî olmadığı anlaşılabilir. Mahmasani, aynı sayfada, dalalet fırkalarının ictihad kapısının kapatılmasına karşı çıkışlarına alkış tutarak, onları övdükten, yağlayıp ballandırdıktan sonra diyor ki: (Son asırlarda bunlara Abdülvehhab, Efgani, Abduh gibi müceddid âlimler de katılmışlardır. Bütün bu fakihler ile Şevkani, ictihad kapısının açık olduğunu ispat etmiştir.) Kendisinin Sünnî olmadığı, bu yamukların yolunda olduğunu böylece belli oldu. Reformist Mahmasani, dört mezheb üzerinde ittifak hâsıl olduğunu söylüyor. Sonra da bu ittifakı ayıplıyor. Hâlbuki Berika’da nakledilen hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Ümmetimin âlimleri, dalalet üzerinde birleşmez.) [İbni Mace] (Müminlerin [müctehidlerin] güzel gördüğü, Allah indinde de güzeldir) [İ. Ahmed] Bu hadis-i şerifler, müctehidlerin sözbirliğinin yani ittifaklarının muhakkak doğru olduğunu göstermektedir. Müctehidlerin sözbirliğine İcma denir. İcma’ı inkâr etmenin küfür olduğu bildirilmiştir. Reformcu Mahmasani, İslâm düşüncesi tâbirini de kullanmaktadır. İslâm, Allahü teâlânın dinidir. Düşünce ürünü değildir. İslâm düşüncesi tabirini kasıtlı olarak kullanıyorlarsa hain, bilmeden kullanıyorlarsa cahil oldukları meydandadır. Hainlerin veya cahillerin kitaplarından din öğrenilmez. 313 www.dinimizislam.com Mahmasani’nin Müceddid âlim dediği Efgani ve Abduh birer masondur. Abdülvehhab ile Şevkani ise, kendi ifadesine göre de Sünnî değildir. Sünnî olmayan kimselerin, Sünnîlik hakkında karar vermeleri çok yanlış olur. (İlim Çin’de de olsa alın!) hadis-i şerifi için mütercim dipnotta, (Bu hadis uydurmadır) diyor. Aynı kitapta başka bir yazar, aynı hadis-i şerifi sahih olarak naklediyor. Halbuki hadis âlimlerinden imam-ı Deylemi, imam-ı Taberani, imam-ı Beyheki, imam-ı ibni Adiy, imam-ı ibni Abdilber gibi hadis âlimleri ve Hüccet-ül İslam unvanı ile meşhur olan imam-ı Gazali hazretleri sahih olduğunu bildirmektedir. Bu büyük imamların naklettiği bu hadis-i şerife uydurma diyenin dili kurur. Dipnotlarla da, sapık yazarların fikirleriyle de, okuyucunun zihni karıştırılmaktadır. Mahmasani, Buhari’den nakledilen Acve hurması ile alakalı bir hadis-i şerifi, uydurma olarak bildiriliyor. (Çünkü ilme ve realiteye aykırıdır) diyor. Mahmasani, Buhari’deki hadis-i şerifi naklettikten sonra, (İhmal ve hata veya uydurma ve iftira yolu ile sünnete katılan binlerce benzerinden bu bir örnektir) diyor. Buhari’deki bu hadis uydurma ise, aynı kitaptaki diğer hadislere nasıl güveneceğiz? Maksadı Buhari’ye olan itimadı sarsmaktır. İmam-ı Buharî hazretlerine, ihmallik, hata, uydurmak ve iftira etmek gibi suçlar isnat eden Mahmasani gibi reformcuların kitaplarını okumak büyük gaflettir. Mevdudi’nin hezeyanı Sual: Resulullah’ın intihara teşebbüs ettiği niye kabul edilmez ki? Mevdudi’nin (Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi) ve (Hazret-i Peygamberin Hayatı) adlı kitaplarında, vahiylerin arası uzadıkça Efendimizin üzüntüsünün ve sıkıntısının arttığını, bazen Sebir, bazen Hira tepesine gidip oradan kendini atmak istediği yazılıdır. Mevdudi’nin yazısı, dinde senet değil mi? CEVAP Evet değildir. Mevdudi’nin sapıklığı hakkında çok eser yazılmıştır. Resulullah’a ancak onun gibi mezhepsizler iftira eder. İntihara teşebbüs etti demek ne kadar büyük yanlıştır. Böyle söylemek ya intiharı meşrulaştırmak olur, öyle ya Peygamber efendimiz yaptığına göre herkes yapabilir yahut hâşâ Resulullah efendimiz intihar edecek kadar büyük günahtan çekinmiyordu anlamına gelir. Her ikisi de büyük felakettir. İlk vahiyden sonra Peygamber efendimizin ne yaptığına Mearicün-nübüvve isimli Peygamberler tarihinden bakalım: Peygamber aleyhisselam, (Cebrail aleyhisselam gözümden kaybolduysa da, onun heybet, şiddet ve korkusu üzerimde sabit kaldı. Bana mecnun diyeceklerinden ve bana dil uzatıp kötüleyeceklerinden korktum. Hatice’nin yanına geldim. Vücudum titriyordu. Kendimden geçmiştim. Hatice’nin dizine yaslandım. Gördüğüm şeyleri ona anlattım 314 www.dinimizislam.com ve bana kâhinlik arız olacağından korkuyorum dedim) buyurunca, Hazret-i Hatice, (Allah korusun. Hak teâlâ sana hayır ihsan eder. Hayrından başka şey dilemez. Allah hakkı için benim ümidim şöyledir ki, sen bu ümmetin peygamberi olacaksın. Sen misafiri seversin. Doğru söylersin ve emin kimsesin. Âcizlere yardım eder, yetimleri korur, gariplere iyilik edersin. İyi huylusun. Bu hasletlerin sahibi olanın korkulacak hâli olmaz) dedi. Zuhayli Sual: Suriyeli yazarlardan Vehbe Zuhayli’nin, Delilleri ile İslâm Fıkhı isimli kitabında, Ehl-i sünnete ve dört mezhebe aykırı görüşleri var mıdır? CEVAP Zuhayli de, Kardavi ve Mahmasani gibi mezhepsizdir. Kitabının önsüzünde, mezhepleri birleştirmek için (Toplumu saplandığı uçurumdan kurtarmak için ıslah [reform] hareketinden başka çıkar yol yoktur) diyor. Bid’at veya hak mezheb ayrımı yapmadan, her mezhebin karıştırılmasını isteyerek, (Muayyen bir mezhebin hükmüne bağlı kalınmamalıdır) diyor. Bunlar mezhepsizlik değilse nedir? Dört hak mezhebin kitapları, sanki Kur’an ve sünnete uymuyormuş gibi, dört mezhebin dışında da hak varmış gibi, (Benim bu kitabım, Kur’an ve sünnete dayanır. Bu, dört mezhebden birinin kitabı değildir. Başka mezheplerin hükümleri de alınmıştır. Öyle ki okuyan, bunlardan sahih olana uysun) diyor. Herkesin mutlak müctehid olmasını ve mezhepler üstü ictihad yapmasını istiyor. Çünkü bir kimse mutlak müctehid bile olsa, ancak kendi ictihadını bildirir. Diğer ictihadlara yanlış demez. Çünkü ictihad, ictihadla nakzolunamaz, yani geçersiz hâle getirilemez. Telfik yapmanın haram olduğu, Hadika’da bildirilmektedir. Zuhayli, (Telfike götürse de, her mezhebi taklid caizdir) diyor. Buradaki her mezhep ifadesinin içinde dört hak mezhebin dışındakiler de vardır. Mesela Haricilerin İbaziyye kolunu da hak mezhep olarak bildiriyor. Kendini bütün mezheplerin üstünde bir hakem gibi görüp, (Belli bir mezhebin görüşüne taassubum yoktur), (Delil ve mezheb olarak tercih edilmesi gerekeni gösterdim) ve (Benim tercih ettiğim görüş şudur) diyor. Dört mezhebden başka hak mezheplerin bulunduğunu bildiriyor. Mezheplerin hükümlerini de yanlış naklediyor. Mesela (Hanefî’de müstamel su ile abdest alınır, gusledilir) diyor. Hâlbuki müstamel yani abdest alınmış veya gusledilmiş su ile tekrar abdest alınmaz ve gusledilmez. Şafiî mezhebinde de, abdest alınmış veya gusledilmiş su ile tekrar abdest alınmaz. Allahü teâlâ, (Âdetli iken hanımınıza yaklaşmayın) buyuruyor. (Bekara 222), Peygamber efendimiz de, (Âdetli iken [önem vermeyerek] hanımına yaklaşan, Kur’anı kerimi inkâr etmiş olur) buyuruyor. (Nesai) 315 www.dinimizislam.com Daha birçok hadis-i şerifle bu işin haram olduğu bildiriliyor. Mevkufat’ta, (Hayzlı kadına yaklaşmayı helal sayan kâfir olur, çünkü haram olduğu kesin delille sabittir) buyuruluyor. Şafiî mezhebinde de haram olduğu Zevacir’de, 75. Kebire’de bildirilmektedir, fakat hiç bir mezhebe uymayan Zuhayli, (Âdetli iken kadınla beraber olmak büyük günah değildir) diyerek, Allah’ın yasakladığı işi hafife almaktadır. Eğer Zuhayli, sadece hak olan dört mezhebi ayrı ayrı bildirip, kendisinin ve bid’at ehli kimselerin görüşlerini araya sokmasaydı, kitabı bir değer taşırdı. Kendi görüşünü ve dört mezheb harici sapıkların fikirlerini, din gibi bildiren böyle kimselerin kitaplarını okumak elbette çok zararlıdır. Suriyeli Seykavi Sual: Zuhayli ve Kardavi gibi, Seykavi de mezhepsiz midir? CEVAP Seykavi, İslam’ın iktisat sistemini sosyalizme göre açıklamış, mason Abduh’un dinde reform yolunu tutmuş ve çıkardığı fitneler yüzünden birçok Müslümanı sıkıntıya sokmuştur. Hadis-i şerifte, (Uyuyan fitneyi uyandırana Allah lânet etsin) buyuruluyor. (İ. Rafiî) Dürr-ül-muhtar’da, (Şahsi mal, sahibinin rızası olmadan alınmaz, kullanılmaz) buyurulurken Seykavi diyor ki: Devlet, şahsi mülkiyetten ihtiyacını, gerektiği kadar iade etmemek üzere alır ve toplumun umumi ihtiyaçlarına sarf eder. (C. S. 149) Devlet, lüzumu halinde cemiyetini korumak için ihtiyacı olan parayı varlıklı fertlerden kayıtsız şartsız alabilir. (İ. E. 92) Şahsi malı almak, komünizmde vardır. Dinimizde, meşru yoldan kazanılan mal, mübarektir. Şahsi mülkiyete devletin el koymasını isteyerek diyor ki: Şayet bu işler için zekât kâfi gelmezse, hükümet, zenginlerin ellerindeki fazla malları alıp, fakirlere iade eder. (İ. E. 98) Seykavi, hep İslâm düşüncesi diyor. Hâlbuki düşünce de, akıl gibi mahlûktur. Bunları Allah yaratmıştır. Allah düşüncesi, Allah aklı diyen kâfir olur. İslâm şeriatına İslâm düşüncesi denmez. Seykavi, Mezhepleri İslam’ın bir cüzü kabul ediyor. Bu cüzleri, yani mezhepleri birleştirmek isteyerek diyor ki: İslâmiyet bir bütündür, ayrılan cüzleri birleştirmeli, ihtilaflar ortadan kalkmalıdır. (İ. S. 35) Dört hak mezhebi ihtilaf olarak kabul etmektedir. İhtilaflardan maksat, sapık mezhepler değildir. Öyle olursa daha tehlikeli olur. Hak ile bâtılın birleşmesine zaten imkân yoktur. Hak mezhepleri birleştirmek de telfik olur ki, bu da icma ile bâtıldır. Hadis-i şerifte, (Âlimlerin ihtilafı [Mezheplere ayrılması] rahmettir) buyurulurken, mezhepleri birleştirmek suretiyle kaldırmak 316 www.dinimizislam.com istiyor. Bid’at ehlinden İbni Teymiye ve İbni Hazm’ı da İmam yani müctehid diye övüyor. (İ. İ. 94) Mezhepsiz Seykavi, Hazret-i Osman’a ve diğer Eshab-ı kirama alçakça dil uzatarak diyor ki: Çok yaşlı olan Osmanın hilafete geçmesi, kötü bir talihin eseridir. Müslümanların mallarını gelişigüzel harcamıştır. Çok müsrifti. Muaviye’nin mülkünü genişletip, Filistini de ona verdi. Bu, İslam’ın ruhuna aykırıydı. (İ. S.186) Bunların iftira olduğu bütün muteber kitaplarda yazılıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bugünden sonra Osman’a günah yazılmaz. [Yani Osman günah işlemez]) [Tirmizî] (Ya Rabbi, Osman’ın geçmiş, gelecek, Kıyamete kadar bütün günahlarını affet!) [Ebu Nuaym] (Osman, "Ya Rabbi, yer ile göğün yerini değiştir" diye dua etse, duası kabul olur.) [Mesabih] (Osman bendendir, ben de Osman’danım.) [Taberani] (Meleklerin bile hayâ ettiği zattan [Osman’dan] ben hayâ etmez miyim?) [Beyhekî] (Osman’ın şefaati ile Cehennemlik 70 bin kişi, hesap görmeden Cennete girer.) [İ. Asakir] Hazret-i İsa’nın ölmediği Kur’an-ı kerimde bildirilirken, (Hazret-i İsa vefat etti) diyor. Bu ifade, başka bir tercümeden çıkarılmıştır. Böyle fahiş hatalar kasten çıkarılmaktadır. Prof. Seykavi, (İslâm toplumunu inşa ederken, İslâm fıkhına bağlı kalmamak gerekir. Fıkıhla meşgul olmak ömrü ve sevabı zayi etmektir) diyor. Hâlbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Her şeyin direği vardır. Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyhekî] Ancak mezhepsiz olan, bazen Hanefî’nin hükmüne, bazen Şafiî’ninkine uygun der. Maide suresinin 33. ayetinin tefsirinde 4 mezhebin hükmünü bildirdikten sonra, (Biz bu hususta, İmam-ı Malik’in fikrini tercihe şayan görürüz) diyor. Mezhepler arasında hakemlik yapıyor. Kendisini her mezhebin üstünde görüyor. Zümer suresinin 3. âyetinin tefsirinde, (Bugün İslam ülkelerinde Evliyaya ibadet ediliyor, onlardan şefaat isteniyor) diyerek Vehhabi olduğunu gizlemiyor. Tasavvufu da inkâr ediyor, İbni Arabi hazretlerine gayrimüslim diyor. Böyle mezhepsiz kimselerin kitaplarını okumak çok tehlikelidir. Cemıyyet-ül-meşari tarafından neşredilen Nehc-üs-Seviy... kitabında deniyor ki: Hakiki ilim kitap okumakla elde edilemez. Taberani ‘deki hadis-i şerifte (İlim ancak üstaddan öğrenilir) buyuruldu. Hiçbir âlimden ilim okumamış 317 www.dinimizislam.com olan Seykavi, Allaha, mucize kalem, Yaratıcı kalem, diyor. Nebe suresini tefsir ederken de Allah’a Akl-i müdebbir diyor. [Akıl ve şuur mahluktur. Mahluka ait bir sıfatı Allah için söylemek küfürdür.] Böyle söylemek ilhaddır. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (En güzel isimler Allah’ındır. Ona onlarla dua edin. Onun isimleri hakkında sapanları bırakın.) [Araf 180] (Küçük meselelerde de olsa idareciler Allahın hükmü ile hükmetmedikleri müddetçe yeryüzünde Müslüman yoktur) diyor. Hâlbuki İmam-ı Kurtubi hazretleri buyuruyor ki: Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler hakkındaki ayet-i kerimenin manası şöyledir: Kur’an-ı kerimi reddederek ve Resulullahın sözünü inkâr ederek Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen kâfirdir. (Cami-ul-ahkâm) Hazret-i İkrime de bu âyet-i kerimenin tefsirinde, (İnkâr ederek, Allahü teâlânın indirdiği ile hükmetmeyen kâfirdir. İnanıp da hükmetmeyen zalimdir, fâsıktır) buyurdu. [Ehl-i sünnette amel, imandan parça değildir. Günah işleyene kâfir denmez. Seykavi, günah işleyene kâfir demekle de Ehl-i sünnetten ayrılıyor.] Seykavi, herkesi mürtedlikle itham ederek diyor ki: (Bütün beşer mürted olmuştur. İslâm, bütün hayatı içine alır. Bir meselede de ona uymayan, imandan ayrılmış, dinden çıkmıştır. Küçük bir meselede beşer kanununa uyan La İlahe illallah dese de müşrik olur, dinden çıkar. Bugün İslamiyet yoktur. Biz müşrik bir toplumda yaşıyoruz. Bütün beşeriyet mürteddir, cahiliyet devrine dönmüştür. Bugün Müslüman hükümdar ve Müslüman tebaa yoktur. Müslümanlar asırlar önce yok olmuştur.) [Bu sözlere kendi yolunda olanlar da dâhil midir? Dâhil değildir denemez. Çünkü kâfir sultana sadece uyan değil, uymayan da kâfirdir diyor. Dünyadaki herkese kâfir diyor. Ne hayrettir ki, kendilerine kâfir denilen kimseler onu savunuyorlar.] Seykavi’nin izinden gidenlerin bir kısmı avukat, bir kısmı da, pasaport çıkarmak gibi işlerde beşeri kanunlarla hareket ediyorlar. Onların başka bir kısmı da, bu beşeri kanunlar çerçevesinde eserlerini izinsiz basmıyorlar. Yani beşeri kanunlara tabi oluyorlar. Hani beşeri kanuna uyan kâfir idi? Seykavi, (O [Allah], nerede olursanız olun, sizinledir) mealindeki âyet-i kerimenin manasında da bütün İslam âlimlerine muhalefet ederek (Allah herkesle, her şeyle beraberdir ve her yerdedir) diyor. Böyle söylemek küfürdür. Hâlbuki bütün İslam âlimleri, bu âyet-i kerimenin (Allahü teâlânın ilminin bütün mahlûkatı kuşattığı) manasında olduğunu bildirmişlerdir. Hazret-i Yusuf’tan sonra, Hazret-i Musa’yı kötüleyerek diyor ki: (Hazret-i Musa, asabi mizaçlı, atak bir liderdir. On sene sonra hayatının ikinci devresinde onunla buluşmak üzere onu şimdi burada bırakalım. Belki sükûnete kavuşmuş, sakin tabiatlı ve halim selim olmuştur. Ama hayır, olmamıştır.) 318 www.dinimizislam.com Seykavi’nin bu sözleri, Peygamberlerin, büyük küçük günahlardan masum olması gerektiğini kesin olarak ifade eden İslâm akidesine tamamen zıttır. Hazret-i İbrahim’in yıldızı, Ay’ı, sonra da Güneş’i görünce, (Bu benim Rabbim) sözü, istifham-ı inkarı takdiri üzerinedir. (Bu mu benim Rabbim) demek istemiştir. Yani mealen, (Sizin zannettiğiniz gibi bu benim Rabbim mi? Yani bu benim Rabbim değil, bu Rab olmaya layık değildir. O hâlde siz onun Rab olduğuna nasıl inanıyorsunuz) buyurmuştur. Hazret-i İbrahim, bunları söylemeden önce de yegâne ilahın Allah olduğunu, Ondan başka ilah olmadığını kesin olarak biliyordu. Çünkü Allahü teâlâ, (Biz daha önce İbrahim’e rüşdünü verdik) buyuruyor. (Enbiya 51) Seykavi, Enam suresinin (Hüküm ancak Allah’ındır) mealindeki 57. ayet-i kerimeyi, murad olan manasının tam aksine anladığından, Hazret-i Ali’yi ve onu sevenleri de tekfir etti. Âl-i İmran suresinin (Sana tâbi olanları Kıyamete kadar küfredenlerin üstünde tutacaktır) mealindeki 55. ayet-i kerimesi, bu ümmetin Kıyamete kadar, kendi dinleri üzerine kalacaklarını bildirmektedir. Bu ümmetin ilk asırda İslâmiyet üzere, ondan sonra cahiliyet üzere yaşadığını nasıl söyleyebiliyor? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, her asırda dini tecdid eden bir zat gönderir.) [Ebu Davud] (Kıyamete kadar hak üzere olan bir cemaat mutlaka bulunur.) [Buharî ] [Nehc-üs-Seviy... kitabının Arabi aslı, İstanbul’daki Hakikat Kitabevi tarafından Fitnet-ül-Vehhabiyye kitabının içinde neşredilmiştir. Bu linkten indirilebilir veya [email protected] adresinden kitap olarak da istenebilir.] Mehmet Akif kimdir? Sual: Mehmet Akif Ersoy’un, Müslümanların halifesi olan Sultan ikinci Abdülhamid’e, (Korkak, baykuş, hayvan, merkep, zalim, mel’un, kızıl kâfir… ) gibi çirkin sözler söylediği ve mason Abduh gibi reform istediği doğru mudur? CEVAP Maalesef doğrudur. En kötüsü de, bu duruma tevbe de etmemiştir. 1966 baskılı SAFAHAT isimli kitabında diyor ki: “Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler, Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer” (s. 402) “Çoktan beridir vardı benim bir derdim, Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim. Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid, Al-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid.” (s. 415) “Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti.” (s. 421) 319 www.dinimizislam.com “Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.” (s 422) “Mısırın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh.” “Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer, Oradan âlem-i İslama Cemaleddinler.” Mezhepsizler isimli kitapta, Akif için deniyor ki: Baytar idi. Şiirleri çok heyecanlıdır. İstiklâl marşını yazmışsa da, Safahat’ta, Allah’a dil uzatmakta, Müslümanların halifesi ikinci Abdülhamid hanın şanını zedeleyen çok çirkin iftiralar atmakta, sicilli mason Abduh’u övmekte, onun gibi dinde reform istemekte ve bir çalgıcıyı, çalgısının seslerini ilahi sese benzetmektedir. Ahmed Davudoğlu hoca, Din tahripçileri kitabında Âkif’in de diğer reformcular gibi, ilhamı doğrudan doğruya Kur’andan aldığını bildirmektedir. İstibdat isimli şiirinde Halife-i müslimine diyor ki: Düşürdün milletin en kahraman evladını ye’se, Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e. Bir İslam halifesine mel’un diyene ne demeli? Şeytana rahmet okutmak tabiri de çok çirkindir. İslam halifesi için yazdıkları çoktur. Akif, bu çirkin hakaretleri için tevbe etmemiştir. Abdülhamid han hazretleri tahttan indirildikten sonra da yine düşmanlığı bitmemiş, İSTİBDAT şiirini yazmıştır. Şiirinin başı şöyledir: Yıkıldın gittin amma ey mülevves devr-i istibdad, Bıraktın milletin kalbine çıkmaz bir mülevves yad. Mülevves = Kirli, pis demektir. Mülevves yad = Kirli hatıra demektir. Hâlbuki Rıza Tevfik Bölükbaşı, Süleyman Nazif gibiler tevbe etmişler ve tevbelerini de dile getirmişlerdi. Mesela Rıza Tevfik Sultan Abdülhamid han için diyor ki: Târihler adını andığı zaman, Sana hak verecek hey Koca Sultan, Bizdik utanmadan iftira atan, Asrın en siyâsî pâdişâhına. Süleyman Nazif de diyor ki: Pâdişâhım gelmemişken yâda biz, İşte geldik senden istimdâda biz, Öldürürler başlasak feryâda biz, Hasret olduk eski istibdâda biz. Maalesef Akif’in tevbesini bildiren bir satırı yoktur. Akif sadece Müslümanların halifesine dil uzatmakla kalmıyor, o halifenin yaratıcısına yani Allahü teâlâya da saldırıyor: Ey bunca zamandır bizi tedib eden Allah, Ey âlemi islamı ezen, inleten Allah! diye başlayan şiirinde (Yeter artık çektirdiğin cezalar) diyor. 320 www.dinimizislam.com Allah’a böyle nasihat verilir mi hiç? Allah bize zulüm mü ediyor hâşâ? Herkese layık olduğunu veriyor. Bunun için, Nahl suresinin 33. âyet-i kerimesinde bildirildiği gibi, ilim ehli buyuruyor ki: Hâşâ zulmetmez kuluna Huda’sı, Herkesin çektiği kendi cezası. Yine bir şiirinde diyor ki: Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun, Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun, Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın, Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın, Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi? Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi? Devahi’ye musap olmak = büyük belalara uğramak demektir. Akif özetle demek istiyor ki: Ya Rabbi, gâvurları yakman gerekirken Müslümanları yaktın. Bu nasıl ilahi adalet? Allah’a böyle söyleyenin elbette ağzı da kurur dili de. Bu şiirinin sonunda da Allah’a diyor ki: Böyle bir şehidin mükâfatı ancak zaferdir, Vermezsen ilahi dökülen hunu hederdir. Hun, kan demektir. Allah’a öğüt veriyor, bak zafer vermezsen şehidlerin kanı heder olacak, boşa gidecek diyor. Zafer olmasa bile şehidin kanı heder olur mu hiç? Sonra hâşâ Allah bilmiyor mu bunları? Vehhabiler, Allah Arş’a istiva etti ayetinden, hâşâ Arş Allah’ın mekânıdır diyorlar. Akif de, Allah’a öğüt veriyor, Eğer bu zulümleri durdurmazsan, Arşın yanar, yani evin başına yıkılır diyor. Süleyman Nazif’e başlıklı şiirinde diyor ki: Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı, Hissiz mi kalır lücce-i rahmet buna karşı? Lücce = deniz demektir. Rahmet denizin niye hissiz kalıyor diyor. Hâşâ Allah’ın hissi mi olur? Allah’ı da insanlar gibi sanıyor. Allah Arş’ı çok övüyor, Arş asla Akif'in sözü ile yanmaz. Firavun ile yüz yüze isimli şiirinin son satırında, vehhabiler gibi, evliyadan, yatırlardan yardım istemeye karşı çıkarak diyor ki: Bu hakkı ne taştan ne de leşten istemeli? Vehhabiler Eshab-ı kiramın kabirlerindeki taşları söküp kabirlerini dümdüz ettikleri gibi, bu da yatırdaki zata leş diyor. Bir de şehitleri överken yine türbelere çatarak diyor ki: Hakkın bu veli kulları taş türbeye girmez. Yine bir şiirinde diyor ki: Bu Kur’an inmemiştir, ne fal bakmak için, Ne de kabirde okumak için. 321 www.dinimizislam.com Kabirde Kur’an okunmaz mı? Tam Vehhabi zihniyeti. Kabirde okumayı fala bakmakla eş tutuyor. Akif’in mason Efgani ve mason Abduh’u öven şiirleri, onlar gibi inkılap (reform) istemesi, onun da onlar gibi bir reformcu olduğunu gösteren en bariz delillerdendir. ASIM isimli çok uzun bir şiirinin son kısmında diyor ki: Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh, Konuşurken neye dairse Cemaleddinle, Der ki Tilmizine Afganlı, Muhammed dinle, İnkılab istiyorum hem çabucak, Öne bizler düşüp İslam’ı da kaldırmazsak, Nazariye ile bir şeyler olur zannetme, O berahini de artık yetişir dinletme. İnkılab istiyorum ben de, fakat Abduh gibi. Berahin, burhan = hüccet, delil kelimesinin çoğuludur. Teselsülün butlanı demek, her şey bir sebebe bağlıdır yani her şeyi bir yaratan vardır, yaratanın da yaratanı vardır şeklindeki silsile bâtıldır. Bunları reddeden delilleri bana söyleme diyor. Yani inkılap (reform) isteyen bu reformcu, dine aykırı konuşuyor. İslam’ı kaldırmak tabiri de hoş değildir. Yere düşmüş olan Müslümanlardır. İslam yücedir, yerde değildir. Yerdeki Müslümanlar da, İslam’a yapışıp yükselebilirler. Süleymaniye kürsüsünden isimli uzun şiirinde Japonları anlatırken diyor ki: Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler, Ulema, vahy-i ilahiyi mi bilmem bekler? Herkes bilir ki vahy-i ilahi ancak peygamberlere gelir. Ulema, o kadar cahil mi de kendilerini peygamber zannetsin? Ulemaya böyle çirkin iftira atması, Abduhçu olmasından ileri gelmektedir. Şiirleri buna benzer hatalarla doludur. Resmi için diyor ki: Dış yüzüm ağardıkça ağarmakta fakat, Sormayın iç yüzümün rengini: Yüzler karası. Beni kendimden utandırdı şimdi hakikat, Bana hiç benzemeyen suretimin manzarası. O kadar yanlış söz arasında bir de doğru söz söylemiş. Doğru sözüne ne denir? Sevenlerinin dili ile Akif Mezhepsizler kitabından alınan aşağıdaki ifadelerin tamamı mezhepsiz Süleyman C.Oğluna aittir. Bu kişi, Meyal dergisinde diyor ki: 322 www.dinimizislam.com Mehmet Akif hazretlerini sevişimin birçok sebepleri vardır. En başta Akif, Şeyh Abduh’u, Şeyh Afganî'yi çok severdi. Onlar gibi bir inkılap yapmayı arzulardı. Akif de, Abduh gibi teselsülün butlanına da muhalifti. “O berahini de yetişir artık dinletme” derdi. Her ne kadar Ahmed Davudoğlu Hoca ve diğer mukallitler bu ifadeyi küfür saymışlarsa da Selefiyye yolundakiler daima takdir etmişlerdir. Akif âlem-i İslam’a Cemaleddinler salarak bir Âsım nesli meydana getirmek istiyordu. Bunu Meyal dergisinin başaracağını sanıyorum. Sonra Akif'in cesaretini hiç kimse inkâr edemez. Ne diyor büyük şair: Nur istiyoruz, sen bize yangın gönderiyorsun, Yandık diyoruz boğmaya kan gönderiyorsun, Mademki ey adl-i ilâhi, yakacaktın, Yaksaydın ya melunları, tuttun bizi yaktın, Yetmez mi musap olduğumuz bunca devahi? Ağzım kurusun yok musun adl-i ilâhi? Şimdiye kadar böyle cesur şair çıkmamıştır. Kâfirleri yakacağın yerde bizleri yaktın, bu adalete uygun mudur, yok musun adl-i ilâhi? gibi sözlerle Akif çok büyümüştür. Bu büyük sözlere mukallitler karşı çıkarak diyorlar ki: “Cenâb-ı Hakk’ın hikmetinden sual olmaz. Nur isteyene yangın gönderiyorsa demek ki hak etmişler ki yangın gönderiyor. Kâfirleri, melunları yakmayıp da Abdulhamid Han'ın düşmanlarını yakmışsa bunun da bir hikmeti vardır. Yok musun adl-i ilâhi diye Cenâb-ı Hakka dil uzatmak Akif'ten başka kimseye nasip olmamıştır. Her şey adl-i ilâhinin içinde cereyan etmektedir. Bazı gözler bunu görmüyorsa adl-i ilâhiye hücum etmek mi gerekir? Var olan adl-i ilâhiye yok musun denir mi?” İşte mukallitler Akif gibi büyük bir zatı böyle tenkit ettiler. Hele Davudoğlu bu hususta kitap bile yazdı. Abduh’u ve onun yolunda olan Akif'i seven herkes Davudoğlu’na düşman olmalıdır. Akif, müctehidler müctehididir. Akif için fukahanın sözü ve kıyası mühim değildir. İcma da mühim değildir. Hattâ hadîs bile. Akif için tek kaynak vardı: Kur'an. Akif'in ilham aldığı tek yer Kur'ândı. Onun için Akif, mukallitleri kızdıran şu mısraları söylüyordu: Doğrudan doğruya Kur'andan alıp ilhamı, Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı. Zaman sana uymazsa sen zamana uy demiş atalar. Akif gibi İslam’ı asrın anlayışına uydurmak lâzımdır. Akif her ne kadar İslâm âlimlerinden nakli esas almamışsa da tek ilham aldığı yer Kur'an olduğunu bildirmişse de onun da bu yolda üstatları vardı. Bunu şöyle anlatıyordu: İnkılâp istiyorum ben de, fakat Abduh gibi...” 323 www.dinimizislam.com (Not: Buraya kadar olan ifadelerin tamamı reformcu Süleyman C. Oğlu’na aittir.) Zırva tevil götürmez Sual: Bektaşi’ye, (Niye namaz kılmıyorsun) demişler. (Kur’anda Allah, “Namaz kılmayın” buyuruyor. Ben de onun için kılmıyorum) demiş. Hemen âyetin devamında “Sarhoş iken” diye yazıyor. Onu gizliyor. Siz de, Akif’in şiirinin sadece bir kısmını cımbızla alıyorsunuz, anlam değişiyor. Mesela, (Bu Kur'an fala bakmak ve kabirde okumak için inmemiştir) demişse de, bu mısraların başına bir sadece eklenirse anlam düzelir. (Bu Kur'an sadece fala bakmak ve kabirde okumak için inmemiştir) olur ve eleştirecek yeri kalmaz. CEVAP Biz cımbızla değil, kopyalayarak alıyoruz. Sadece kelimesini biz niye ekleyeceğiz ki? Ekleme çıkarmalar manayı değiştirir. Sizin dediğiniz gibi sadece kelimesini eklersek, (Sadece fala bakmak için inmemiştir) olur ki bu da, (Kur'an fala bakmak için de inmiştir) demek olur. Görüldüğü gibi tevil edilirse daha kötü oluyor. Onun için atalarımız, (Zırva tevil götürmez) demişlerdir. O kadar yanlışın hangi biri tevil edilir ki? Ulu Hakan’a melun, kızıl kâfir demesini mi tevil edeceğiz? Yoksa (Abduh gibi reform) istiyorum sözünü mü? Hâşâ Allah’tan hesap soran (Ya Rabbi, gâvurları yakman gerekirken Müslümanları yaktın. Bu nasıl ilahi adalet?) sözü mü tevil edilecek? Ramazan el-Buti Sual: (Mezhepsizlik en tehlikeli bid’attır) kitabının yazarı Ramazan el-Buti de, başka bir kitabında, mezhebsiz Mevdudi gibi, Resulullah'ın intihara teşebbüs ettiğini yazıyor. Bu yazarların maksadı intiharı meşrulaştırmak mıdır? (İntihara teşebbüs gerçekleşseydi intihar olurdu) diye düşünen kimse, sünnet diyerek intihar etmez mi? CEVAP Ramazan el-Buti, mezhepsizlere karşı olan bir kimse ise de, sapıkların kitaplarından etkilenerek böyle bir şey yazabiliyor. Şuurlu Müslüman, her eline geçen kitaba inanmaz. Muteber kitapları araştırır. Güvendiği salih kimselere de sorar. Böylece intihar etmenin başkalarını öldürmekten daha büyük günah olduğunu öğrenir. Küfre yakın büyük günahtır. Peygamberler masumdur, günah işlemez. Hele bütün peygamberlerin en üstünü, âlemlere rahmet olan Resulullah efendimizin böyle bir şey yaptığını söylemek çok çirkindir. Yusuf Kandehlevi Sual: Yusuf Kandehlevi’nin, (Hayatü-s-sahabe) isimli kitabının üçüncü cildinin 319. sayfasında anlatıldığına göre, Hazreti Ali, kızını Hazret-i Ömer’e 324 www.dinimizislam.com gönderip (Git kızıma bak, beğenirsen karındır) demiş. Hazret-i Ömer de, Arap âdeti öyle olduğu için kızın eteğini kaldırıp bakmış. Bu bir iftira değil midir? CEVAP Bu sadece hazret-i Ömer’e değil, hazret-i Ali’ye de iftiradır. Günah olan Arap âdeti hiç işlenir mi? İslamiyet günah olan âdetleri kaldırmadı mı? Bir kıza bakıp onu beğenmekle, nikâh yapmadan karısı olur mu hiç? Mir'atı Kâinat kitabında diyor ki: Hicretin 17. senesinde Hazret-i Ömer halife iken, Hazret-i Ali’den Ümmü Gülsüm’ü isteyince, (Kızım henüz küçüktür) dedi. Hazret-i Ömer, (Bunu ben nefsimin arzusu için istemiyorum. Resulullah’tan işittim, (Kıyamette benimki hariç, nikâhla ve neseple olan bütün akrabalıklar, bağlılıklar kopar. Yalnız benimle olan nikâhla ve neseple olan bağlılıklar kalır) buyurdu. Bunun için, Resulullah’a [neseple akraba olmak mümkün olmadığı için] nikâhla akrabalık, bağlılık şerefine kavuşmak istiyorum) dedi. Hazret-i Ali de, bu teklifi uygun bulup, kızı Ümmü Gülsüm’ü hemen hazret-i Ömer'e nikâhladı. (s.390) Zuhayli denilen mezhepsizin de, buna benzer iftirası vardır. Hazreti Ömer'e Vehhabilerce yapılan bu iftira, Rafızî propagandası olarak her tarafa yayılmaya çalışılmaktadır. Rastgele kitap okunması uygun olmadığı gibi, dört hak mezhepten birine göre yazılmamış olan böyle kitapları okumak hiç uygun değildir. (Hadislerle Müslümanlık), (Kur'ana göre İslamiyet) gibi isimler altında, hak bir mezhep gözetmeden yazılan kitaplar çok zararlıdır. Meal ve Tefsir okumanın zararı Bilgi için tıklayınız. (Kur’an-ı kerim > Kur'an-ı kerimi herkes anlayabilir mi?) Yalnız Kur’an diyen yalancılar Bilgi için tıklayınız. (Peygamber efendimiz > Yalnız Kur’an diyen yalancılar) Her ilmin tabirleri olur Sual: Bütün dini kitap ve yazılarda, sık sık, (Müşrik, kâfir, mürted, münafık, ateist, zındık, mülhid, bid’at ehli, sapık, dinsiz, mezhepsiz, dönme) gibi tabirler geçiyor. Bir arkadaş bunları göstererek, “bak, insanlara nasıl hakaret ediliyor” dedi. Gerçekten insanlara niye böyle saldırılıyor? CEVAP O ifadeler insanlara hakaret için yazılmıyor. Bunlar birer dini tabirdir. Mecburen yazılıyor. İslam âlimlerinin kitaplarından aldığımız yazıları aynen aktarıyoruz. Bu tabirleri kullanmadan din anlatılmaz. Her mesleğin, her ilmin 325 www.dinimizislam.com tabirleri olduğu gibi dini bilgilerin de tabirleri vardır. Bu tabirleri kullanmak ilmin gereğidir. Birkaç örnek verelim: 1- Kurban kesme anlatılırken, kurban kelimesi kullanılmak zorundadır. Hayvan boğazlamak dense olmaz. Kurban derisi yerine hayvan derisi dense olmaz. Kurban kesme bir ibadettir, hayvan kesme her zaman yapılan bir iştir. 2- Namaz kılma anlatılırken, Namaz tabiri kullanılmak zorundadır. Bunun yerine yatıp kalkmak dense uygun olur mu? Farz, vacib, sünnet, mekruh kelimelerinin yerine başka kelimeler kullanılamaz. Namazın farzları yerine, yatıp kalkmakta Allah’ın emirleri dense gülünç olmaz mı? 3- Oruç, zekât, hac, gibi dini tabirler yerine başka kelime veya ifade kullanmak uygun olmaz. Mesela Oruç yerine aç durmak, Zekat yerine fakirin hakkını vermek, Hac yerine turistik seyahat denmez. Abdest yerine tarifi söylenmez, mesela yüz, kol ve ayakları yıkamak ve başı mesh etmek denmez. Taharet etmek yerine, şurayı burayı yıkamak denmez. Dünya işlerinde, teknikte de öyledir. Birkaç örnek verelim: 1- Bir spiker maçı anlatırken, gol oldu yerine top iki direk arasına girdi dese tuhaf olmaz mı? Korner, ofsayt, faul, penaltı gibi kelimeler yerine başka kelimeler kullanılsa çok tuhaf olur. 2- Bilgisayardaki teknik tabirler herkesin malumudur, mesela internete girdim yerine başka ifade kullanılamaz. 3- Tıpta da bazı terimler kullanılır. Mesela, karantina, terapi, psikiyatri, kardiyoloji, jinekoloji, üroloji, nöroloji, çekap, anestezi, narkoz, operasyon, enjeksiyon, tahlil, tomografi, röntgen, migren, tansiyon, prostat, menopoz, glokom, katarakt, aft, kolesterol, kist, sinüzit, farenjit, menenjit, bronşit, siroz, diyabet, egzama, alerji, kanser, ülser, enfeksiyon, nevrasteni gibi kelimelerin Türkçesi olmaz. Her ilmin, her mesleğin kendine has deyimleri bulunur. Bunlar yadırganmaz. Din kitaplarında geçen bahsettiğiniz dini tabirlerin manaları da şöyledir: Allah’a ortak koşana, puta tapana Müşrik denir. İslamiyet’i kabul etmeyen gayri Müslimlere Kâfir denir. Müslüman iken, dinden çıkana Mürted denir. Dinsiz olduğu halde menfaati için müslüman görünene Münafık denir. Allah’a, Peygambere, Cennete Cehenneme inanmayana, dinsize Ateist denir. Münafık gibi inancını gizleyip ancak maksadı İslamiyet’i yıkmak olan sinsi kâfire Zındık denir. Kendini samimi müslüman bilen, âyet ve hadise kendi görüşü ile mana vererek, imanı bozulan, küfre giren kimseye Mülhid denir. Dinde olmayan bir şeyi, ibadet olarak yapana Bid’at ehli denir. Doğru yoldan ayrılana Sapık denir. Dini olmayana Dinsiz, mezhebi olmayana da Mezhepsiz denir. 326 www.dinimizislam.com Başka dinden iken, müslüman olana Dönme denir. Bu tabirleri yerli yerinde kullanmak ilmin gereğidir, hakaret etmek için falan değildir. Bozuk din kitabı Bozuk din kitabındaki tabirler Sual: Dinimizi yeniden yorumlayarak değişiklikler yapmaya çalışan kitabın altı çizilen yerlere bir cevap verilebilir mi? CEVAP Bu kitap, dini öğretmek için yazılmamış, aksine önceki asırlarda yaşamış muteber Ehl-i sünnet âlimlerine karşı bir tepki, bir reddiye kitabıdır. Dinde reform istenmektedir. Önceki âlimlere karşı kin ve düşmanlıkla doludur. Eskiden yaşamış büyük âlimlere çamur, hattâ necaset atılmaktadır. Geçmişteki ve günümüzdeki reformcular övülmektedir. Amel edilecek din kitabı deniyorsa da, ibadetlerin farzları, vacibleri, sünnetleri, müstehabları, müfsitleri, mekruhları ile günlük hayattaki haramlar, mekruhlar, sünnetler gibi şeyler kesinlikle yoktur. Bunu okuyan, hangi mezhebe göre abdest alacak, hangi mezhebe göre namaz kılacak? Kendi anlayışına göre mi hareket edecek? Yoksa kaynak verdiği Makdisî, Efganî, Kardavî, Şeriatî, İkbal gibi yamukları mı esas alacak? Çok önemli konular olan feraiz, hayız ve nifas bilgilerine yer verilmemiş. Ya yazar bu konuları hiç bilmediği için transit geçmiş veya bunlar tarihseldir diyerek, feraiz bilgilerinin günümüzde geçerli olmadığını sanmıştır. (Böyle önemli konuları niye yazmadınız?) diye soranlara, (Eski bilgileri yeni etiketiyle pazarlamak istemedim, eskiyi aynen anlatmak bilimsel değildir. Günün teknolojisine uygun yenilikler yaptım) diyor. Yenilikten kastı, mezheplerin hükmünü bir tarafa itip, kendi görüşüne uygun bir din meydana çıkarmaktır. Kitaptaki bazı ifadelere bakalım. Kullanılan kelime ve tabirler: Reformcu yazarın sık sık kullandığı kelimelerden bazılarının anlamları: İslam literatürü: İslam edebiyatı anlamında ise de, kasten İslam dini için kullanıyor. İslami görüş, İslam düşüncesi, Kur’ani görüş: Dinî hüküm için kullanıyorsa da, böyle söylemek küfürdür, çünkü İslamiyet görüş değildir, Allahü teâlânın bildirdiği hükümlerdir. İslam âlimlerine göre, (İnsanın, akıl, şuur, hafıza, görüş ve düşünce gibi yaratılmış olan sıfatlarını Allah’a vermek küfürdür.) İslamî gelenek: İslamiyet’in hükümlerini sulandırmak, hafife almak, geçersiz olduğunu göstermek için böyle çirkin ifade kullanıyor. Sünnî gelenek: Ehl-i sünnetin icma ettiği hüküm anlamında kullanıyor. Hükmü basitleştirmek ve önemsiz hâle getirmek için gelenek tabirini kullanıyor. 327 www.dinimizislam.com Geleneksel İslam: İslam dini, İslam şeriatı anlamında kullanıyor. Bunu önemsiz hâle getirmek için geleneksel diyor. İslam felsefesi: İslam felsefesi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri, (İslam bilgilerinin ölçüsü, insanın aklı, insanın düşüncesi değil, muhkem olan [manaları açık olan] âyet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerdir) buyuruyorlar. Felsefe; din, ruh ve sosyal bilgi cahillerinin, bu bilgilerden, kendi kısa akılları ile ve zamanlarındaki bilimsel keşiflere göre anladıklarına, yani bozuk düşüncelerine denir. İslam âlimlerinin kitapları ise, ilim sahiplerinin, Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları bilgilerdir. İslam bilgilerine felsefe demek, pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir. İslam âlimlerine felsefeci demek de, pırlantaya cam demek gibi olup, bu yüksek âlimlere hakaret etmek olur. İslam filozofu: Filozof, felsefeci demektir. Felsefe küfür olunca, filozof da kâfir olur. İslam filozofu yani İslam kâfiri demek çok yanlıştır. İslam filozofu denenlerin en meşhurları olan İbni Sina ve Farabi’nin kâfir olduklarını İmam-ı Gazalî ve İmam-ı Rabbanî hazretleri bildirmiştir. Geleneksel İslam âlimleri: Ehl-i Sünnet itikadını ve dört hak mezhebi bildiren Ehl-i Sünnet âlimlerini sıradan insanlar gibi göstermek maksadıyla geleneksel âlimler tabirini kullanıyor. Asr-ı saadetten beri, selefî dediği yamuklardan başka, hakiki hiçbir İslam âlimi gelmemiş gibi davranıyor, hiçbirinden nakil yapmıyor. Sadece yamuklardan alıntılar yapıyor, onları birer kahraman gibi gösteriyor, cilalayıp süsleyerek âlim diye önümüze sürüyor. Geleneksel İslam kültürü, Geleneksel İslam anlayışı, Geleneksel din: İslam dini, İslam şeriatı için bunları kullanıyor. Dinimizi önemsiz hâle getirmek için geleneksel kültür ve anlayış diyor. Tıpkı sosyalistlerin, (Biz Müslümanlığa karşı değiliz, biz gericiliğe, türbana, namaza, hacca karşıyız) demeleri gibi, dolaylı şekilde Müslümanlığa saldırıyor. Sosyalistlerle aynı taktiği kullanıyor. Geleneksel taklidî İslam: Bu da aynıdır. Farklı tabirlerle Ehl-i sünnete saldırmak için geleneksel kelimesini kullanıyor. Gelenekçi Müslüman: Bunu dinine bağlı, Ehl-i sünnet Müslüman için söylüyor. Aklını kullanmayan, körü körüne geleneklere uyan saf kimse anlamında kullanıyor. Geleneksel din: İslam dini, İslam şeriatı için bunu söylüyor. Dinimizi önemsiz hâle getirmek için geleneksel tabirini kullanıyor. Tıpkı sosyalistlerin, (Biz Müslümanlığa karşı değiliz, biz gericiliğe, türbana, namaza, hacca karşıyız) demeleri gibi, açıktan değil de dolaylı şekilde Müslümanlığa saldırılıyor. Sosyalistlerle aynı taktiği kullanıyor. Geleneksel taklit: Müslümanların Ehl-i sünnet itikadını ve dört hak mezhebi benimsemesini, yanlış bir taklit gibi göstermek için geleneksel taklit diyor. Kur’andaki din: Ehl-i sünnetle Kur’andaki dinin farklı olduğunu söylüyor. Uydurulan din: Ehl-i sünnet için uydurulan çirkin bir yaftadır. 328 www.dinimizislam.com Atalar kültürü İslam: Kur’ana uymayıp atalarının yolundan gidiliyor demek istiyor. Geleneksel İslam’ı da aynı anlamda kullanıyor. Farklı kelimelerle, farklı yollarla Ehl-i sünnete saldırıyor. İslamcı gençlik: Hiçbir İslam âlimi, İslamcı, İslamcılık diye bir şey bildirmemiştir. Bu, bid’at bir tabirdir. Türkçe’de genelde -cı, -cu ekleri isim ve sıfat üreten bir ektir. İsim olarak, sütçü, balıkçı, şarkıcı gibi o işin ticaretini yapan kimseye denir. Sıfat olarak pilavcı, esrarcı, yıkıcı gibi kelimeler, o şeyi yiyene ve o işten zevk alana denir. İslamcı, dinci gibi kelimeler de bunlar gibidir. İslam’ı ve dini yiyip bitirmekle zevk alan veya onun ticaretini yapan kimse demektir. Bunun için de, dinci veya İslamcı olmamalı, sadece Müslüman olmalı. Müslüman kelimesi yerine başka şey uydurmamalı. Modernist İslamcı: İslamcı kelimesi bid’at bir tâbirdir. Modernist diyerek, eskiden yaşamış İslam âlimlerini kabul etmeyen, İslamiyet’i çağa uydurmaya kalkan reformcuları övüyor. Geçmişi taklit: Ehl-i sünnete saldırılıyor. 14 asır önceki İslamiyet’i taklit ederek günümüzde de uygulanmasının yanlış olduğunu belirtmek için taklit kelimesini araya sokuşturuyor. Dogma, dogmatik: Dogma, belli bir görüşün tartışılmadan doğru olarak kabul edilmesidir. Allah ve Resulünün bildirdikleri tartışılamaz. Ehl-i sünnet âlimlerinin âyetle, hadisle ve icma ile bildirdiği esaslara dogma diye saldırmaktadır. Bunlara dogmatik görüş diyerek bir kalemde hepsini silip atıyor. Klasik fıkhî yaklaşım: Dindeki dört delilden biri olan kıyas-ı fukaha’yı sulandırmak, bunu delil saymayıp, fıkhî yaklaşım gibi yakışıksız bir sözle, fıkıh âlimlerinin fetvalarını çürütmeye çalışıyor. Mezhepçilik: Ehl-i sünnete ve dört hak mezhebe saldırmak için, bölücülük anlamında kullanıyor. Statükocu: Ehl-i sünnet Müslümana taktığı yaftadır. 14 asırdan beri gelen dinî hükümlere sahip çıkan Müslümanı tenkit için kullanıyor. Müslüman dinî anlamda elbette statükocudur, dinine sahip çıkar. Dinini bozmak, değiştirmek isteyenlerle de meşru yollarla mücadele eder. Bilimsel anlamda ise, dine aykırı olmayan her türlü yeniliğe açıktır. Bozuk kitapta, hakla bâtıl karıştırılarak, Müslümanların her anlamda statükocu olduğu iftirası yapılıyor. İtaat kültürü: Bunu da Ehl-i sünnet Müslümanlar için söylüyor. (Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hükümlere boyun eğen ahmak Müslüman) diyerek hakaret ediyor. Yaygın kanaat: Bu da Ehl-i sünnet Müslümanlar için söylenen bir hakaret sözüdür. (Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hükümlere inanan zavallı kimselerin kanaati) demeye getiriyor. Kör taklit: Kur’an ve Sünnet’teki hükümleri açıklayan Ehl-i sünnet âlimlerine inanmaya, onların yolundan gitmeye diyor. Âlimleri değil de, 329 www.dinimizislam.com kendisini veya yamukları taklide de şuurlu taklit diyor. Beni de taklit etmesinler diyorsa, bu kitabı niye yazıp her konuda görüşlerini bildiriyor? Aşırı dindar: Dinin emrine tam uyan Müslümanı tenkit için aşırı kelimesini ekliyor, dindarlığı kötü göstermeye çalışıyor. Katı sofu: Bu da aynıdır. Burada tasavvufa da saldırı vardır. Hadis materyali: Bilinen hadis-i şerifler için kullanıyor. Hadis-i şeriflere karşı olduğunu gizlemek için materyal tâbirini kullanıyor. Değişim: (Çağın gereklerine uymalı, dinde değişime gidilmeli) diyor, yani reformu istiyor. Mezhepsizce yazılan kitap Reformcu diyor ki: (Bu kitapta herhangi bir mezhep veya meşrep esas alınmamıştır. Aksine mezhep-meşrep ayırımı yapılmamış, icma ve kıyasa yer verilmemiş, sadece Kur’an ve Sünnet esas alınmıştır.) CEVAP Dört hak mezhep, Kur’ana, Sünnet’e ve İcma’a aykırı mı? Dört hak mezhepten birine göre yazılmamış. Demek ki, kendi görüşlerini Kur’an ve Sünnet adı altında yutturmaya çalışıyor. Kitapta, yazarın kendi bozuk mezhep ve meşrebi esas alınmıştır. Dört hak mezhepten birine uygun olmayan kitaplar çok yanlıştır. Çünkü âlimlerimiz buyuruyor ki: Bugün dört hak mezhepten birine tâbi olmayan, bid’at ehli olur, Cehenneme gider. (Tahtavi) Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. (Hadika) İcma’ı kabul etmeyen bir kimsenin, bu kitapları, bu âlimleri senet kabul etmesi asla düşünülemez. Ehl-i sünnet âlimlerinin Kitap ve Sünnet’ten çıkardıkları İcma halini alan hükümleri beğenmeyip kendi görüşünü din olarak bildiriyor. İcma’a uymadığı gibi, Kur’an’a ve Sünnet’e de uymuyor. Asrımızdaki yamuklara sımsıkı sarılıyor. İmam-ı a’zam hazretleri senet olmadığı halde mason Efganî veya mezhepsiz Makdisî nasıl senet olabilir? İmam-ı Rabbani hazretleri de, bu durumu asırlarca öncesinden şöyle haber veriyor: Kıyamette Cehennem azabından kurtulmak, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine inanmaya bağlıdır. Resulullah’ın ve Eshabının yolunda gidenler, yalnız bunlardır. Kuran-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkarılan bilgiler içinde, kıymetli, doğru olan, yalnız bu büyük âlimlerin, anlayıp bildirdikleri bilgilerdir, çünkü her bid’at sahibi, bozuk düşüncelerini, kısa aklıyla, Kitap’tan ve Sünnet’ten çıkardığını söylüyor. Demek ki, Kitap’tan ve Sünnet’ten çıkarıldığı bildirilen her sözü, her yazıyı doğru sanmamalı, yaldızlı propagandalarına aldanmamalıdır. (1/193) Hak mezhepler bölücülükmüş 330 www.dinimizislam.com Reformcu diyor ki: (Hanefî, Mâlikî, Şâfiî, Hanbelî gibi Sünnî mezhepler ile Kadirî, Nakşî gibi Sünnî tarikatlar, tevhidi tahrip edip yıkan bölücü unsurlardır, ama Mutezile ve Zeydiyye, İslamî öğretide isabet etmişlerdir. Davud Rehber’de de aynı olumlu çizgi görülmektedir. Şiî Ali Şeriati’nin eserleri, özellikle de hac kitabı okunmalıdır. Abduh gibi reform isteyen Mehmet Akif’i de bağrımıza basmak gerekir.) CEVAP Ehl-i sünnete olan düşmanlığını gizleyememiş. Aksine bid’at mezhepleri açıkça savunmuş. Yani hak olanlara değil, bâtıllara sıkı sıkıya bağlanıyor. Bu kadar cüret, kıyamet alameti olsa gerektir. Kurban kesmek vacib değil mi? Reformcu yazar diyor ki: (Kurban kesmek vacib değildir. Bayramda seferde olanlara kurban kesme zorunluluğunun olmaması, kurban kesmenin vacib olmadığının açık delilidir.) CEVAP Hani âyet ve hadisten delil? Demek ki kendi görüşünü din zannediyor. Hanefî’de seferdeyken kurban kesmek vacib değil diye, başka zaman da vacib değil denir mi hiç? Bu, fakir olana zekât farz değil diye, hiç kimseye zekât farz değildir demeye veya seferi olana oruç farz değil diye, hiç kimseye oruç farz değil demeye benzer. Hanefî mezhebindeki âlimler, (Kurban kes) âyet-i kerimesini ve (Hâli vakti yerinde olup da kurban kesmeyen, namaz kıldığımız yere gelmesin!) hadis-i şerifini açıklarken, zenginlerin kurban kesmelerinin vacib olduğunu, kesmemelerinin günah olduğunu bildirmişlerdir. İbrahimî dinler de neymiş? Reformcu diyor ki: (İbrahimî dinlerin hedefi, statükonun değişmesidir.) CEVAP İbrahimî dinler tâbiri günümüzde, bazılarınca, Hristiyanlık ve Yahudilik için kullanılıyor. Nesh edilmiş bu dinleri dolaylı şekilde övmekten maksat nedir? Ne diye, İslamiyet bunu istiyor denmiyor da Yahudiliğin ve Hristiyanlığın propagandası yapılıyor? İslam dini noksan mıdır? Kitabın neresine bakarsanız bakın, hep Ehl-i sünnet dışı görüşlere yer veriliyor. Gerçi yazar da, ben Ehl-i sünneti savunuyorum demiyor zaten. Hiçbir fırkaya mensup değilim diyor. Her ne kadar, (Fırkasızlığı, grupsuzluğu, mezhepsizliği ve bağımsızlığı savunuyorum) diyorsa da, özellikle Mutezile ile asrımızdaki yamukları savunuyor. Yani onun fırkası, grubu veya mezhebi, bu sapıkların fırkasıdır. İcmanın dindeki yeri Reformcu diyor ki: (Kur’anı esas aldım. İcma’a yer vermedim.) CEVAP 331 www.dinimizislam.com Sanki İslam âlimlerinin İcma ettiği hususlarda Kur’an-ı kerim esas alınmamış gibi saldırıyor. Hâlbuki icma, dinde çok önemli bir delildir. Eshab-ı kiramın söz birliğine icma denir. Bir şeyi, Eshab-ı kiram, sözbirliğiyle bildirmediyse, Tabiin’in sözbirliği bu şey için icma olur. Tabiin de bu şeyi sözbirliğiyle bildirmediyse, Tebe-i tabiin’in sözbirliğiyle bildirmeleri bu şey için icma olur, çünkü bu üç asrın âlimleri yani müctehidleri, hadis-i şerifle övülmüştür. Bunlara Selef-i salihin denir. (S. Ebediyye) İcma’a uymak farzdır. İcma’ı inkâr ise küfürdür. Mesela, Hazret-i Ebu Bekir’le Hazret-i Ömer’in hilafetlerini inkâr eden kâfir olur. Cenaze namazının farzı kifâye olduğunu inkâr eden de kâfir olur. Çünkü bunları inkâr eden, icma’ı inkâr etmiştir. (Redd-ül-muhtar) Bir asırda bulunan müctehidlerin bir işin hükmünde birleşmelerine icma denir. (Menar şerhi) Eshab-ı kiramın, açıkça ve her asrın sözbirliği ile haber verilmiş olan icmaları, âyet-i kerime ve mütevatir olan hadis-i şerifler gibi kuvvetlidir, inkâr eden kâfir olur. Eshab-ı kiramdan bazısının icma edip, diğerlerinin sükût ettikleri icma da, kesin delildir. Gerek Eshab-ı kiram, gerekse salih âlimler topluluğu, sapıklıkta, yanlış bir şey üzerinde sözbirliği yapmazlar. Bir hadis-i şerif meali: (Ümmetimin âlimleri, dalalette, sapıklıkta birleşmez.) [İbni Mace, İ. Ahmed, Taberani] Kur’an-ı kerimde de, Eshab-ı kirama ve âlimler topluluğuna uymayanların Cehenneme gideceği bildirilmektedir. Bir âyet-i kerime meali: (Doğru yol açıkça belli olduktan sonra, Resulullah’a karşı çıkıp, müminlerin [Eshab-ı kiramın ve salih âlimlerin] yolundan ayrılanı döndüğü sapık yolda bırakır, Cehenneme atarız.) [Nisa 115] Eshab-ı kirama cemaat dendiği gibi, Ehl-i sünnet âlimler topluluğuna da cemaat denir. Birkaç hadis-i şerif meali: (Cemaatten bir karış ayrılan, cahiliyet ölümüyle ölmüş olur.) [Buhari] (Cemaatle birlikte olun! Allah’ın rızası, rahmeti, yardımı cemaatle birliktedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir] (Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani] (Sürüden ayrılanı kurt, cemaatten ayrılanı şeytan kapar. Cemaatten ayrılmayın!) [Tirmizi] (Cemaatten bir karış ayrılan İslam halkasını boynundan çıkarmış olur.) [Ebu Davud] (Allahü teâlânın rızası, icmadadır.) [İbni Asakir] Hakiki âlimlere saldırı Reformcu diyor ki: (Mezhebe, meşrebe yer vermedim, eski âlimleri 332 www.dinimizislam.com dikkate almadım. Eski bilgileri yeni etiketiyle pazarlamadım, onun için eski âlimlerden örnek almadım. Çağa uymaya çalıştım.) CEVAP Bu reformcu yazar, kendisinin de itiraf ettiği gibi, dört hak mezhepten ve Ehl-i sünnet âlimlerinden hiç kaynak vermemiş, ancak Ehl-i sünnet olmayan İbni Teymiye, Şevkani gibileri örnek almış. Yani Ehl-i sünnet âlimlerinin yazılarını değil de, eski sapıkların yazılarını yeni etiketiyle pazarlıyor. Eski âlimleri tenkit eden çağımızdaki sapıklara kurtuluş simidi gibi sarılmış, onlardan örnekler vermiş. Kendisinin de çekinmeden söylediği gibi, kitabı Hanefî mezhebine veya dört hak mezhepten birine göre yazmamıştır. Kendi görüşü ayrı bir ekol olarak bildiriliyor. Yani böylece, kendi anladığına göre yeni bâtıl bir mezhep ortaya çıkarmış oluyor. Müslümanların, asırlardır tâbi oldukları dört mezhebi bırakıp da kendi mezhebine girmelerini istiyor. İslam âlimlerine saldırıyor. Eğer Kur’ana ve Sünnet’e uygun yazsaydı, eski âlimleri senet kabul eder, onların hükümlerini bildirirdi. Kur’an-ı kerimde bu âlimler övülüyor: (Bilmiyorsanız ehl-i zikre [âlimlere] sorun!) [Nahl 43] (Bu reformcu, âlimlere sormuyor. Kendi görüşünü Kur’anın hükmü gibi anlatıyor.) (Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] (Bu reformcu, Allah’tan korkan âlimlerin verdiği hükümleri değil de, kendi görüşleriyle, zamanımızdaki mezhepsizlerin görüşlerini esas alıyor. (Bunun hükmünü Peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83] (Bu reformcu, âlimlere sorsaydı, yani eski âlimlere uysaydı, dört hak mezhepten birine göre yazardı. Kur’anın emrine uymadığı pek açıktır.) Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki: (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir.) [Darimi] (Reformcu yazarın hafife aldığı fıkıh âlimlerinin, yukarıdaki âyet-i kerimede bildirilen ülül-emr oldukları, bu hadis-i şerifle de bildirilmiştir.) (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) [Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud] (Ümmetimin âlimleri, benî İsrail’in peygamberleri gibidir.) [İmam-ı Yâfiî, İmam-ı Rabbani, Abdülgani Nablusi, Neşr-ül-mehasin] (Âlimlere tâbi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi] (Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi] (Bilmediklerinizi salih [âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberani] Kur’an ve Sünnet’e uysaydı, bunların bildirdiği âlimlere uyardı. Bunlara uymayıp kendi görüşünü esas aldığı için, kitap çok bozularak deforme olmuştur. Yamuklar övülüyor 333 www.dinimizislam.com Yine diyor ki: (İbni Teymiyye’nin, Fazlurrahman’ın da belirttiği gibi, şefaat görüşü Kur’ana ve Sünnet’e aykırıdır.) CEVAP Resulullah efendimizin şefaat hakkındaki hükümlerini görüş olarak kabul edip, İbni Teymiyye’nin sözünü senet gibi alıyor. Vehhabilerin lideri İbni Baz için de merhum diyor. Vehhabiliği tenkit eden tek kelime yok, ama Ehl-i sünnette çok hatalar bulduğunu söylüyor. Nerede sapık varsa onu övüyor. Dört mezhebin dev liderlerinden hiç bahsetmiyor. Abduh ve Efgani gibi mason reformculara hayran olan felsefeci İkbal’i övüyor. Mason Efgani için, (Çağdaş İslam görüşünün büyük düşünürü) demesi yazarın zihniyetini açıkça ortaya koymaktadır. Sayısız İslam âlimi dururken Roger Garaudy de, senet gibi gösteriliyor. Fazlurrahman ile İzzetbegoviç’e olan hayranlığını da gizleyemiyor, Efgani, Şeriatî ve Makdisî’den nakiller yapıyor, ama nedense İmamı a’zam, İmam-ı Rabbani ve İmam-ı Gazali gibi dev şahsiyetlere hiç önem vermiyor. Takdir edici tek kelime yok. Hadis ve fıkıh âlimi İmam-ı Şa’rani hazretlerini, Kur’ana aykırı konuşmakla suçluyor. Bu büyük zata, sırf İbni Teymiyye’yi tenkit ettiği için saldırıyor. Mezhepsizlere övgü Reformcu yazar diyor ki: (Mübarek gecelerin dinde yeri yoktur, yeri olmadığını Kardavî, Elbanî ve Makdisî de söylüyor.) CEVAP Burada birkaç hata var: 1- Peygamber efendimiz mübarek gecelerin önemini bildirdiğine göre, mezhepsiz yazarların sözü geçerli olur mu hiç? 2- İkincisi, hani senin hiçbir meşrebin ve mezhebin yoktu? Hak olan mezheplerle ve meşreplerle ilgin yokmuş bu doğru, ama ne kadar yamuk, mezhepsiz kimse varsa hepsini bağrına basıyorsun. Yani senin meşrebin de, bu sapıkların yolu. Hiçbir meşrebe göre yazmadım sözünün yalan olduğu pek açık! İslam düşüncesi demek Reformcu diyor ki: (Şefaat düşüncesi, Kur’an’ın ahiret düşüncesine ve İslam düşüncesine aykırıdır.) CEVAP Düşünce, bir iş için bir insan tarafından düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir, bir görüştür ve mahlûktur. İslam düşüncesi veya şefaat düşüncesi demek çok yanlıştır. İslam âlimleri, (Düşünce yaratıktır, insanda olur, bu sıfatı Allah’a, İslamiyet’e vermek küfürdür) buyuruyorlar. İslamiyet, Allahü teâlânın bildirdiği hak dindir, bir düşünce, bir görüş değildir. Mezhepsizler, İslamiyet’i bir düşünce olarak kabul ettikleri için reform yapmaya çalışıyorlar. 334 www.dinimizislam.com Allah’ın dinini hâşâ düzeltmeye, eksik kalan yerleri tamamlamaya gayret ediyorlar. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bugün sizin için dininizi ikmal eyledim. Üzerinize olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum.) [Maide 3] Mezhepsizler tamamlanmış dinin neresini düzeltecekler ki? Bozmaya düzeltmek, yıkmaya yapmak diyorlar. Tek tanrıcı görüş demek Yine diyor ki: (Kur’an’ın tevhid görüşüne göre, İslam kendi şahsına özgü, tek tanrıcı bir dünya görüşüdür.) CEVAP Görüş de, düşünce de insanlar için kullanılır. Allah için, İslam için ve Kur’an için kullanılmaz. Allah’ın düşüncesi, Allah’ın görüşü demenin küfür olduğunu İslam âlimleri bildiriyor. Allah yerine tanrı da denmez. İslam ilahı demek Reformcu, (Allah, İslam ilahının adıdır) diyor. CEVAP Hintli Hamidullah, Kur'an-ı kerimde âlemlere rahmet olarak gönderildiği bildirilen, bütün cihanın peygamberi Muhammed aleyhisselama, bir yabancı gözüyle (İslam peygamberi) diyordu. Yani sadece Müslümanların peygamberi olarak görüyordu. Bu, daha da ileri giderek, âlemlerin Rabbi, her şeyin yaratıcısı, her milletin ilahı olan Allahü teâlâ için, (İslam ilahı) diyor. Halbuki yine Kur’an-ı kerimde âlemlerin Rabbi olduğu defalarca bildiriliyor. Hani Kur’ana itibar ediyordu? Acaba her dinin farklı bir ilahı olduğunu mu düşünüyor da, İslam ilahı diyor? Niye Kur’an-ı kerimden, hadis-i şeriflerden ve İslam âlimlerinden farklı bir ilah tarifi yapıyor? Ehl-i sünnet âlimleri ne bildirmişse, (Kur’ana aykırıdır) diyor. Ama türedilerin, yamukların sözlerini ve Mutezile gibi bid’at fırkalarının görüşlerini Kur’ana uygun buluyor. (Allah’ın zâtî ve sübûtî sıfatları yoktur, Mutezile haklı olarak bunu reddetmiştir) diyor. Sapık Mutezile’nin sözünü senet kabul ediyor da, niye yüzlerce, binlerce Ehl-i sünnet âliminin Allah’ın sıfatları hakkında bildirdiklerine itibar etmiyor? Açıkça Ehl-i sünnet âlimlerine savaş açmıştır. Bozuk kitabı, Ehl-i sünnet âlimlerine bir reddiyeden ibarettir. Şefaati inkâr etmek Reformcu diyor ki: (Fazlurrahman’ın bildirdiği gibi, Kur’an, şefaat düşüncesini reddeder, ama Sünnî âlimler, şefaatin hak olduğu iddiasından geri kalmamıştır.) CEVAP Sünnî âlimler dediğine göre, kendisinin Sünnî olmadığını ima ediyor. Fazlurrahman’ı senet gösteriyor da, İmam-ı a’zamın, İmam-ı Şâfiî’nin, İmam-ı 335 www.dinimizislam.com Gazali’nin, İmam-ı Mâlik’in, İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in ve diğer Ehl-i sünnet âlimlerinin hiçbirinin sözünden niye bahsetmiyor? Ehl-i sünnet âlimlerine olan aşırı düşmanlığını hiç gizlemiyor. Eskiden Vehhabiler şefaati inkâr ederlerdi. Şimdi onların lider durumunda olanları bile şefaati hak bilirken, günümüz mezhepsizlerinin inkâr etmesi gerçekten de tuhaftır. (Bu kitabımda, Kitap ve Sünnet esas alınmıştır) dediği halde, diğer hususlarda olduğu gibi, şefaat hususunda da tamamen Kitap ve Sünnet’e aykırı görüşler bildiriyor. Kâfirlere şefaat edilmeyeceğini bildiren âyet-i kerimeleri alıp, müminlere de şefaat edilmeyeceğini söylemesi, kendisinin ne kadar sinsi bir reformcu olduğunu göstermektedir. Şefaati inkâr etmek büyük sapıklıktır. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (O gün, kimse şefaat edemez. Ancak Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimse şefaat eder.) [Taha 109] (Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası şefaat edemez.) [Meryem 87] (Müfessirler, bu iki âyet-i kerimeyi açıklayıp, “Allahü teâlânın izin verdikleri şefaat edecek, başkaları edemez” buyuruyorlar.) (Sadece Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat etmesi için izin verilen, göklerde nice melekler vardır.) [Necm 26] (Melekler de, ancak, Allah’ın hoşnut olduklarına şefaat edebiliyor.) (Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44] (Çok şefaat edecekler var ki, hepsi de Allahü teâlânın iznine bağlıdır.) Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Kıyamette ilk şefaat eden ben olacağım.) [Müslim] (Bütün Peygamberler şefaat edecektir.) [Buhari] (Kıyamette Peygamberler, sonra âlimler ve şehidler şefaat eder.) [İbni Mace, Deylemi] (Kur’an kıyamette şefaat eder.) [Müslim] (Kıyamette Allahü teâlâ, “Melekler, Peygamberler ve salihler şefaatlerini yaptılar. Bundan sonra benim büyük rahmetim kaldı” buyurur.) [Buhari] Bütün müfessirler, muhaddisler ve fakihler gibi, dört mezhep imamı da, şefaatin hak olduğunu bildirmişlerdir. Bu âlimlerin en büyüğü olan İmam-ı a’zam hazretleri de, (Peygamberler, âlimler ve salihler, günahkârlara şefaat edecektir) buyurdu. (Fıkh-ı ekber) Ne diye hadis-i şeriflerle, İmam-ı a’zam ve diğer mezhep imamları gibi büyük zatların sözleri alınmıyor da, Fazlurrahman gibi sapıkların sözü Nass gibi alınıyor? İmanın şartlarını değiştirmek Reformcu diyor ki: (İmanın şartı altı demek yanlıştır. Kur’anda böyle bir ifade yoktur.) 336 www.dinimizislam.com CEVAP Bu reformcu, (Kitap ve Sünnet’e göre yazdım) dediği halde, burada sadece Kur’an diyor. Elbette Kur’an-ı kerimin detayları Sünnet ile açıklanmıştır. Yazarın yalan söylediği, Sünnet’e de itibar etmediği anlaşılıyor. Kur’an-ı kerimi Resulullah efendimiz açıklamıştır. Bu delili bildirmeden, imanın şartı altı değil demesi dehşet vericidir. Sahihayn ismi verilen, din-i İslam’ın iki temel kitabındaki hadis-i şerif nasıl inkâr edilir? Sahih hadisleri inkâr etmesi, affedilir cinsten değildir. Bu meşhur hadis-i şerifin meali şöyledir: (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Böyle mütevatir sahih hadisleri inkârın küfür olduğu âlimlerimizce bildirilmektedir. Bu reformcu, sadece İslam âlimlerine değil, hadis-i şeriflere de açıkça savaş açıyor. Aslında Kur’an-ı kerime inandığı da samimi değildir, çünkü Kur’an-ı kerimde birçok yerde Resulullah’a uyulması emrediliyor. Mesela Haşr suresinin, (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) mealindeki yedinci âyetine uymayanın, Resulullah’ın sözlerini senet kabul etmeyenin, (Kur’ana inanıyorum) demesi nasıl doğru olur? Kaza namazı kılınmaz mı? Reformcu diyor ki: (Ehl-i sünnet âlimleri, kılınmayan namazların kazasını kılmak farzdır demişlerse de, İbni Teymiyye’nin de dediği gibi, kaza namazı kılmak gerekmez.) CEVAP Allah ve Resulünün emrettiği ve bütün Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği gibi, (Kılınamayan namazları kaza etmek farzdır) demiyor da, niye İbni Teymiyye’nin sözünü senet olarak alıyor? Bu, mezhepsiz olmanın açık alametidir. Mezhebi olsaydı mezhebine göre yazardı. İbni Teymiyye’nin mezhebinden olduğu anlaşılıyor. Namazları vaktinde kılmak farz olduğu gibi, vaktinde kılınmayanı kaza etmenin de farz olduğu bütün fıkıh kitaplarında bildirilmiştir. Birkaçı şöyledir: 1- Farz namazı, özürsüz vaktinden sonra kılmak büyük günahtır. Bu günah, yalnız kaza edince affolmaz. Kaza ettikten sonra, ayrıca tevbe veya haccetmek de gerekir. Kaza edince yalnız namazı kılmamak günahı affolur. Kaza kılmadan tevbe edilince terk günahı affolmadığı gibi, tehir günahı da affolmaz, çünkü tevbenin kabul olması için günahı terk etmek şarttır. (Dürr-ül-muhtar) 2- Farzlara önem verip, tembellikle yapmayan kimse mürted olmaz, imanı gitmez, fakat bir farzı yapmayan Müslüman, iki büyük günaha girer: 1- O farzın 337 www.dinimizislam.com vaktini ibadetsiz geçirmek yani farzı geciktirmek günahı. Bunun affolması için tevbe etmek gerekir. 2- Bu farzı yapmamak günahı. Bu büyük günahın affolması için bu farzı hemen kaza etmek lazımdır. Kazayı geciktirmek de, ayrıca büyük günah olur. (Berika) 3- Özürlü ve özürsüz olarak namazı terk edenin, bunun farzını kaza etmesi şarttır. (Halebî) 4- Vaktinde kılınmayan her farz namazı kaza etmek farzdır. (Hindiyye) 5- Özürlü veya özürsüz kazaya kalan farz namazları, hemen kaza etmek farzdır. (Mezahib-i Erbaa) Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Bir namazı vaktinde kılmayı unutan, hatırlayınca kılsın. Unutulan namazın kazadan başka kefareti yoktur.) [Tirmizi, Ebu Davud, Nesai] (Uyuyarak veya unutarak bir namazı vaktinde kılamayan, hatırlayınca kılsın.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud] (Farzı unutan, imamla daha sonraki bir namazı kılarken hatırlasa, o namazını imamla kılsın, namazdan sonra, unuttuğunu kaza etsin. Sonra imamla kıldığını da iade etsin.) [Taberani, Hatib] (Farz namaz borcu olanın nafile namaz kılması, hamile kadına benzer. Doğumu yaklaşırken, çocuğu düşürür. Artık bu kadına hamile de, ana da denmez. Kaza borcu olan da, farz namazlarını kaza etmedikçe, Allahü teâlâ onun nafile namazlarını kabul etmez.) [Fütuh-ul-gayb] Resulullah, bir gecenin sonunda uyumuştu, güneş doğana kadar uyanamadı. Uyandı ve güneş yükselince kaza etti. (Nesai) Namaz herhangi bir sebeple terk edilmişse, bu büyük günahın tevbesinin kabulü için kaza etmek gerektiği, yukarıdaki vesikalarda açıkça bildirilmektedir. Gayrimüslim erkekle evlenmek Reformcu yazar diyor ki: (Müslüman kadınların gayrimüslimlerle evlenmesine İslam sıcak bakmaz.) CEVAP Hani âyete ve hadise göre yazıyordun? (Sıcak bakmaz) demek, pek hoş değil, ama evlenmek de caizdir demek değil mi? Ama Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İmanlı kadınların kâfirlerle evli kalmaları helal değildir.) [Mümtehine 10] Allahü teâlâ helal değil buyururken, helal demek küfür olur. Yoksa sen de, (Gayrimüslimler de Cennet’e gidecek) mi diyorsun? Onun için mi Müslüman kadınları kâfirlerle evlendiriyorsun? Yoksa âyetlere tarihsel mi diyorsun? Bu âyet geçersiz mi diyorsun? Değilse âyet-i kerimeye niye inanmıyorsun? Kadının sefere gitmesi Reformcu diyor ki: 338 www.dinimizislam.com (Kadının tek başına yolculuk edemeyeceği görüşü İslamiyet’e aykırıdır.) CEVAP Hani sen, Kitap ve Sünnet’e göre yazıyordun? Sünnet’te bu durum açıklanmıyor mu? İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadının, yanında kocası veya mahremi olmadan üç günlük ve daha fazla bir yola sefere çıkması helal olmaz.) [Müslim, İbni Mace, Tirmizi, Ebu Davud, İ. Ahmed, İbni Hibban, Darimi, İbni Huzeyme] (Bir kadın, yanında mahremi olmadan yolculuk yapmasın!) [Buhari, Müslim] Yani bu sözleri Resulullah efendimiz, hâşâ İslamiyet’e aykırı mı söylemiştir? Dört hak mezhebin hiçbirinde, kadın sefere çıkabilir diye bir hüküm yoktur, ama günümüzün yamukları, Sünnet’e aykırı şeyler söyleyebiliyor. Kadın sefere çıkamadığı gibi, yanında mahremi olmadan farz olan hacca bile gidemez. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez!) [Bezzar] Kadın, hacca tek başına ibadet için bile gidemezken, onu tek başına yolculuğa çıkarması, yazarın gerçekten aşırı bir reformcu olduğunu gösteriyor. Dinde boşama yetkisi Reformcu diyor ki: (Boşanmak erkeğin iki dudağı arasında değildir, boş ol demekle karısı boş olmaz.) CEVAP Bu, ateistlerin kullandığı bir sözdür. Reformcu, Kitap ve Sünnet dediği halde, Sünnet’e hiç itibar etmiyor. Sanki dini anlatmak için değil de, dini yıkmak için kitap yazmış! Peygamber efendimiz, şakayla bile olsa, (Seni boşadım) demekle boşanmanın sahih olacağını bildiriyor: (Üç şeyin şakası da, ciddisi gibi sahihtir. Nikâh, boşamak, boşamaktan vazgeçmek.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, Beyheki, Hâkim] Şaka olarak da, hanımına seni boşadım diyenin nikâhı bozuluyor. Boşamakla ilgili diğer hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir: (Allah’ın hiç sevmediği helâl şey talâktır.) [Ebu Davud, Tirmizi, İ.Mace, Taberani, Hâkim, İ.Adiy] (Kim hanımını üç talâkla boşarsa, kadın başka bir erkekle evlenmedikçe, artık o kadın kendisine helâl olmaz.) [Taberani] (Deli ve bunak hariç herkesin boşaması geçerlidir.) [Tirmizî] (Nikâhtan önce boşamak geçersizdir.) [Hâkim] Resulullah ve bütün İslam âlimleri, boşamak erkeğin iki dudağı arasında derken reformcunun böyle söylemesi, acaba Batı kanunlarına hayranlığından mı ileri geliyor? 339 www.dinimizislam.com Resim yapmak Reformcu diyor ki: (Resim yapmanın haram olduğu görüşü de İslamiyet’e aykırıdır.) CEVAP Dinimizin emrine yine görüş diyor. Çalgı helal, resim helal demekle olmaz. Kitap ve Sünnet’ten yerini göstermek gerekir. Hem bu bozuk kitap için, (Kitap ve Sünnet’e göre yazıldı) deniyor, hem de hiç kaynak gösterilmiyor. Bu yamuk görüşü de, Kitap’a ve Sünnet’e aykırıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Canlı resmi yapana kıyamette, “Yaptığın resme can ver” diye azap olunur.) [Müslim] (Dünyada [zaruretsiz] canlı resmi yapana, kıyamette bu resme can vermesi söylenerek azap edilir. Hâlbuki ona can veremez.) [Nesai] (Canlı resmi yapan, kıyamette en şiddetli şekilde azap görecektir.) [Buhari] (Canlı resmi yaparak Allahü teâlânın yarattıklarına benzetmeye çalışanlar, kıyamette en şiddetli azaba uğrarlar.) [Buhari, Müslim] (Ya Ali, putları, canlı resimlerini imha et!) [Müslim] (Elinize geçen canlı resimlerini yırtıp, bozun.) [Müslim] ([Zaruretsiz] canlı resmi yapanların yeri Cehennemdir. Âhirette yapılan resimlere can verilecek, o resmi yapanlara Cehennemde azap edecektir.) [Buhari, Müslim] Resulullah, canlı resmi yapanları lanetledi. (Buhari) Bu kadar vesikaya rağmen, zaruretsiz canlı resmi yapmaya helal demek dehşet vericidir. Müslüman olduğunu söyleyen kişi, sahih hadis-i şeriflerle haram olduğu açıkça bildirilen bir hükme, nasıl helal diyebilir? Melekler ve resim Yine diyor ki: (Resim, köpek, çalgı aleti ve sarhoşun olduğu yere meleklerin girmediğiyle ilgili rivayet malzemelerinin hepsi hurafedir.) CEVAP Hadis düşmanlığının bu kadarı da görülmemiştir. Rivayet malzemesi denilerek, hadis-i şeriflerle açıkça alay ediliyor! Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçının meali şöyledir: (Cebrail aleyhisselam, “Biz, köpek ve resim olan yere girmeyiz” dedi.) [Buhari, Taberani] (Resim, cünüp ve köpek olan yere melek girmez.) [Ebu Davud, Nesai, İbni Hibban] (Köpek ve heykel bulunan odaya rahmet melekleri girmez.) [Müslim] (Rahmet melekleri, sarhoştan uzak durur.) [Bezzar] 340 www.dinimizislam.com (Rahmet melekleri, köpek ve çan olan yere yaklaşmaz.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi] (Cers [çıngırak], şeytanın mizmarıdır. Cers olan yere rahmet melekleri girmez.) [Müslim, Nesai] (Mizmar, her çeşit çalgı aleti demektir.) Oruç kefareti yokmuş! Reformcu diyor ki: (Her ne kadar dört mezhepteki âlimlerin hepsi oruç kefareti var diyorlarsa da, ben araştırdım. Kitap ve Sünnet’te böyle bir bilgiye rastlamadım. Benimle aynı görüşte olan yazarlar da vardır.) CEVAP Dinde reformcu, oruç kefaretini kaldırmak için yazar dediği yamukları gösteriyor. Dört mezhebin âlimlerine niye itibar etmiyor ki? Geceden niyetli orucunu kasten bozana kefaret gerektiği, din kitaplarının hepsinde yazılıdır. Kütüb-i sitte isimli meşhur altı hadis kitabından Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi ve Nesai’de mevcuttur. En kıymetli bu beş hadis kitabına inanmayan, eğer cahil değilse, art niyetli bir reformcudur. Hazret-i Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bu hadis-i şerif şöyledir: Bir kimse, Resulullah’a gelerek, (Helak oldum yâ Resulallah) dedi. Resulullah ne olduğunu sordu. O da Ramazan orucunu kasten bozduğunu söyledi. Peygamber efendimiz, bir köle azat etmesini emretti. Kölesi olmadığını söyleyince, aralıksız iki ay oruç tutmasını emretti. Bunu da yapamayacağını söyleyince, fakir doyurmasını emretti. İslam âlimleri de, geceden niyetli orucunu mazeretsiz kasten bozan kimsenin, kefaret olarak varsa bir köle azat etmesini, yoksa peş peşe 60 gün oruç tutmasını, herhangi bir sebeple oruç da tutamazsa, 60 fakiri doyurmasını bildirmişlerdir. (Redd-ül-muhtar) Resulullah’ın bildirdiği hükmü kabul etmeyen, Allahü teâlânın emrini kabul etmemiş olur, çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur) buyuruluyor. (Nisa 80) Halifelik dine aykırı mı? Reformcu diyor ki (Tek kişi yönetimi olan halifelik veya saltanat, İslamiyet’e aykırıdır.) CEVAP İlk dört halifeyi ve halifelik sistemini herkes bilir. Dört halifenin suçlanması bütün Eshab-ı kiramın suçlanması demektir. Bu ise büyük felakettir. Resulullah’ın idaresi de tek kişi yönetimi değil miydi? Hiçbir Müslüman, Eshab-ı kiramın onayladığı, dört halifenin halifeliğine itiraz edemez. Tek adam yönetimi diye buna itiraz etmek için, kişinin gayrimüslim olması gerekir. Müslüman olan, hepsi Cennetlik olan Eshab-ı kiramın söz birliğine karşı 341 www.dinimizislam.com gelemez. Dört halifenin dördü de Cennetliktir. Bir Müslüman bunları nasıl tenkit edebilir ki? Müslüman’ın yaptığı işi İslamiyet’e yüklemek yanlış olduğu gibi, halifenin yaptığı yanlış işleri de halifeliğe yüklemek yanlıştır. Halife iyi de olur, kötü de olur. Halifelik sisteminin bunda suçu nedir? Şah Veliyullah-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: Halife 4 şekilde seçilir: Birincisi, âlimlerden, hâkimlerden, kumandanlardan ve diğer söz sahiplerinden, bir araya toplanmaları kolay olanların seçmesiyle olur. İkincisi, halifenin, birini seçerek vasiyet etmesidir. Hazret-i Ömer’in seçilmesi böyle oldu. Üçüncüsü, halifenin vasiyet ettiği birkaç kişi arasından birini seçmektir. Dördüncüsü, birinin güç kullanarak, hilafeti zorla ele geçirmesidir. Böyle hilafeti ele geçiren zat, ya hilafete ehildir veya değildir. Ehil ise mesele yoktur. Hilafet şartlarına malik değilse, böyle olan halifenin İslamiyet’e uygun olan emirleri yine kabul edilir. Bunun emriyle cihada gidilir. Abdülmelik’in hilafeti böyle idi. (İzalet-ül-hafa) Böyle hilafeti zorla ele geçiren halifelere biat edilince meşru olacakları, İbni Abidin’de ve Hadika’da da bildirilmektedir. Osmanlı halifelerinin seçilme şekilleri, Hazret-i Ömer’in seçilişine benzer. Halife, kendisinden sonra gelecek olanı vasiyet ediyor. Halife dilerse, bir başkasını, kardeşini veya oğlunu tavsiye edebilir. Nitekim Hazret-i Ömer’e (Yerine halife olarak oğlunu tayin et!) dediklerinde onlara, (Hilafet zor bir iştir. Bir aileden bir kurban kâfidir) buyurarak oğlunu halife olarak vasiyet etmedi. Etseydi elbette caiz olurdu. Osmanlı halifeleri de, hazret-i Ebu Bekir’in tayin usulüne uygun olarak genelde yerlerine oğullarını seçmişlerdir. Osmanlı hilafeti de, dört halifenin hilafeti gibi meşrudur. Halifenin âdil olup olmaması ayrı şeydir. Müslümanlar yanlış iş yapınca, Müslümanlık suçlanamayacağı gibi, halife zalim olursa, hilafet sistemi suçlanamaz. Üstelik Osmanlı halifelerinin âdil olduklarını Ehl-i sünnet âlimleri bildirmişlerdir. Solcu Müslüman olur mu? Reformcu diyor ki: (Sağcı Müslüman oluyor da, solcu Müslüman niye olmasın?) CEVAP Şimdi, faşiste ve kapitaliste sağcı, komüniste, ateiste solcu deniyor. Bu manada Müslüman’a sağcı veya solcu denmez, ama Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bildirilen sağcılık ve solculuk farklıdır. Sağcılardan kasıt, amel defteri sağdan verilen ve Cennet’e giden Müslümanlardır. Solcular ise, amel defteri soldan verilip Cehennem’e giden kâfirlerdir. İşte bunun için Müslüman’a sağcı denebilirse de, solcu denmez, fakat Mısırlı sosyalist yazarlar, sosyalizmi Müslümanlık zannediyorlar. Bunun için de servet düşmanlığı yapıyorlar. Meşru 342 www.dinimizislam.com yollardan kazanılıp zekâtı verilen mala düşmanlık ediyorlar. Zekâtı verilen malda hiç kimsenin hakkı olmaz, bu zengin diye elinden kimse alamaz. Sağın önemi elbette büyüktür. Sağın, sola göre üstünlüğü vardır. Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlanır. Tuvalete girerken, sümkürürken, taharetlenirken soldan başlanır. Peygamber efendimiz, elindeki suyu, sağında bulunan bir köylüye uzatır. Köylü, (Yâ Resulallah, solunuzdaki Ebu Bekir’e niçin vermiyorsunuz? O benden daha faziletli) der. Resulullah, (Suyu sağdan dağıtın!) buyurur. Yine, (Sağ elle yiyip için, sağ elle alıp verin, çünkü şeytan sol eliyle yiyip içer, sol eliyle alıp verir) buyurmuştur. Bir yere giderken, yol ikiye ayrılır, hangisinden gidileceği bilinemez, soracak kimse de bulunmazsa, (Karşınıza iki yol çıkarsa, sağdan yürüyün!) hadis-i şerifine uymalıdır. Sağın şerefi, Kur’an-ı kerimde de bildirilir. Vakıa suresinde (Eshab-ül-meymene = Sağcı) ve (Eshab-ül-meş’eme = Solcu) ifadeleri geçer ve sağcıların [dine uyanların] Cennet ehli, solcuların [dine uymayanların] Cehennem ehli olduğu bildirilir. Meymene; sağ, sağ kol, sağ taraf gibi anlamlara gelir. Eshab-ı meymene, sağcı demektir. Cennet’e gidecek mutlu kişilere denir. Meş’eme; sol, sol kol, sol taraf, uğursuzluk gibi anlamlara gelir. Eshab-ı meş’eme, solcu demektir. Cehennem’e gidecek bedbahtlara denir. Bunların siyasetteki sağ ve sol ile ilgisi yoktur. Din isyan hareketi değildir Reformcu diyor ki: (Din, her çeşit haksızlığa karşı bir isyan, bir başkaldırma hareketidir.) CEVAP Mısırlı sosyalist yazarlar da, buna benzer tarifler yapıyorlardı. Milleti isyana sevk edip binlerce kişinin ölümüne sebep olmuşlardı. Bu reformcu yazar da, hep yamukların tarifini alıyor. Peygamber efendimiz ise, (Din, güzel ahlaktır) buyuruyor. (Deylemi) Yazar, (Din, her alanda kapsamlı bir dünya görüşüdür) diyor. Hâlbuki din, bir görüş değil, ilahi hükümlerdir. Kur’andaki hükümlere görüş demek küfürdür. Görüş, insanlara mahsustur. Kur’an’ın görüşü var demek küfür olur, çünkü görüş mahlûktur. Halık’ın kelamı da mahlûk değildir. Mutezileye göre ise, Kur’an bile mahlûktur. Belki yazar, mutezile görüşünü benimsediği için bu tabirleri rahatça kullanmaktadır. Bir de din, sadece dünyayı mı ilgilendirir? Âhireti hiç ilgilendirmez mi? Yoksa âhirete inanmıyor mu? Din, dünya ve ahireti kazanmak için konulan ilahi kurallardır. Dünyayı söyleyip de âhireti söylememekteki art niyet nedir? Din dünya görüşüdür demekle, ahiret inkâr mı ediliyor? Edilmiyorsa niye tarif tam yapılmıyor? 343 www.dinimizislam.com İslam âlimleri, (Din, insanları sonsuz saadete götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol ve hükümler demektir) şeklinde tarif ediyor. İslamiyet’in gayesi olan (Dinin, canın, aklın, malın ve neslin korunması) hükmüne Orta Çağ görüşüdür diyor. Her konuda, yamuklardan örnek vererek İslam âlimlerine saldırıyor. Kelime-i şehadetin de, kelime-i tevhidin de tarifini, Mısırlı sosyalistler gibi yapıyor. (Kelime-i tevhid, mal ve mülk sahibi zenginlerin Tanrı gibi davranışlarına isyan etme taktiğini güden ve toplumsal eşitliği sağlayan sürekli devrimdir) diyor. (Ben bunları Kur’an ve Sünnet’e göre yazdım) demesinin yalan olduğunu, bu örnekler açıkça göstermektedir. Hangi âyette veya hangi hadiste böyle sosyalistçe bir tarif vardır? Resulullah, imanı tarif ederken, kalble tasdikin yanında dille de ikrarı bildiriyor. İmam-ı a’zam hazretleri de, (İman, kalble tasdik, dille de ikrardır) buyururken bu yazar, (İkrara, şahit göstermeye gerek yoktur. Kelime-i şehadet demek, bu yönden de yanlıştır) diyor. Hâlbuki İslam âlimlerinin istisnasız hepsi imanı, (Muhammed aleyhisselamın, Allahü teâlâdan getirip bildirdiği şeylerin hepsine, kalble inanıp, dille de ikrar etmektir) diye tarif etmişlerdir. Dille ikrar etmeyenin Müslüman olduğu bilinemez, cenaze namazı kılınmaz, Müslüman mezarlığına konulmaz, şahitliği kabul edilmez, onunla evlenilmez. Daha başka sebepleri de var. Bu bakımdan dille ikrar şarttır. Gayrimüslimler içindeyken, Müslüman olup da bir zarar gelmesin diye dinini gizlemesi caizdir. Resulullah’ı küçültüyor Reformcu diyor ki: (Kelime-i şehadetteki, “Eşhedü enne Muhammeden Abdühü ve Resulühü” demek, artık vahiy gelmeyecek, insanlığın aklı kemale erdiği için Kur’anı kolayca anlayacak, gerekli yorumlar yapacak ve hayatına uygulayacak demektir. Yoksa eski âlimlerin zannettikleri gibi, peygamberi övmekle hiç alakası yoktur. Onun faziletinden bahsetmek değildir. Peygamberi sevmek de değildir. Hele şefaat istemek, hiç değildir. Ona, ailesine dua etmek, salevat getirmek değildir. Peygamberin özelliklerini ortaya çıkarmak da değildir. Tasavvufçular gibi, her şey onun hürmetine yaratıldı gibi asılsız iddia da değildir. Zaten bunların dinde yeri yoktur.) CEVAP Vehhabi bile Resulullah’ı bu kadar kötüleyemez. Bu sözler onun reformculuktan da öte, art niyetler beslediğini göstermektedir. Koskoca kitabında Resulullah’ı övücü bir şey olmadığı gibi, âlemlere rahmet oluşu da gizlenmiştir. Bir âyet-i kerime meali: (Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107] Bu âyet nasıl inkâr edilebilir ki? Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Allah beni hidayet ve âlemlere rahmet olarak gönderdi.) [Ebu Nuaym] 344 www.dinimizislam.com Bir Peygamber için, âlemlere rahmet olmak ne büyük fazilettir. Başka hangi peygamber için böyle bir şey bildirilmiştir? Bu rahmeti gizlemek veya inkâr etmekteki art niyeti ne olabilir? Peygambere salevat getirmek ibadet değildir deniyor, salevat getirmek kötüleniyor. Hâlbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah ve melekleri, Nebiye salât ediyor. Ey iman edenler, siz de salevat getirin!) [Ahzab 56] Her namazda salli barik okumuyor muyuz? Salli barikler, salevat değil midir? Yani bunlar, Resulullah’ı övmek, ona dua etmek değil midir? Âl-i Muhammed denilerek, onun ailesine dua etmek değil midir? Her nedense, mezhepsizler Resulullah’ın bu üstünlüklerini kabul edemiyorlar. Âdem aleyhisselam, Arş’ta gördüğü nurun mahiyetini sorunca Allahü teâlâ buyurdu ki: (Bu nur, gökte Ahmed, yerde Muhammed denilen, zürriyetinden bir peygamberin nurudur. O olmasaydı, seni de, yer ve gökleri de yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye] Yine hadis-i kudsilerde buyuruluyor ki: (Ey Resulüm, İbrahim’i halil [dost], seni de habib [sevgili] edindim. Senden daha sevgili bir şey yaratmadım. Senin, benim indimdeki yüksek derecenin bilinmesi için, dünyayı ve dünya ehlini yarattım. Sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım.) [Mevahib-i ledünniyye] (Ya Âdem, Muhammed aleyhisselamın ismiyle, her ne isteseydin kabul ederdim, O olmasaydı, seni yaratmazdım.) [Hâkim, Beyheki] (Ya Âdem, onun hürmetine dua ettiğin için seni affettim. Eğer Muhammed aleyhisselam olmasaydı, seni yaratmazdım.”) [Taberani] (Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım) kudsi hadisi, Marifetname’nin ön sözünde, Yusuf-i Nebhani hazretlerinin Envar-ı Muhammediyye kitabının 13. sayfasında ve İmam-ı Rabbani hazretlerinin Mektubat’ının 122. mektubunda vardır. Mektubat’ın Farsça haşiyesinde, bu hadisin Deylemi’nin Firdevs’inde bulunduğu bildirilmektedir. Deylemi de, Buhari ve diğer muhaddisler gibi, meşhur ve muteber bir hadis âlimidir. Mektubat-ı Rabbani’nin 3. cildinde, (Sen olmasaydın Cenneti yaratmazdım) ve (O olmasaydı kâinatı yaratmaz, rububiyetimi izhar etmezdim) kudsi hadisleri de bildirilmektedir. Miracda Allahü teâlâ Resulullah’a, (Senden başka her şeyi, senin için yarattım) buyurunca, Resulullah da, (Ben de, senden başka her şeyi senin için terk ettim) dedi. (Mirat-i kâinat) Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler gösteriyor ki, Resulullah efendimiz bütün peygamberlerden üstündür. Bir hadis-i şerifte de, (Beni insanların en iyisi bilmeyen kâfirdir) buyuruluyor. (Hatib) Peygamberlerin ve insanların en iyisi, en üstünü olan Muhammed aleyhisselamın şanını lekeleyici sözler söyleyen kimseye, nasıl Müslüman denir ki? 345 www.dinimizislam.com Yazarın, İngiliz yetiştirmesi İkbal’i, mason Efgani’yi ve diğer mezhepsizleri övdüğü kadar Resulullah’ı övmemesinin sebebi ne olabilir? Resulullah’a saldırı Reformcu keramete inanmıyor. Mucizeleri açıktan inkâr edemiyorsa da, ters bakarak diyor ki: (Gelenekçi âlimler, Peygamberi öyle yüceltiyorlar ki, yüzlerce mucizesi görüldü diyerek, âdeta mucize peygamber gibi gösteriyorlar. Onun da bir insan olduğu dikkate alınmıyor, günah işlemediği söyleniyor, beşer üstü bir dereceye yükseltiliyor.) CEVAP Gelenekçi demekle İslam âlimlerine hakaret ediliyor. Peygamber efendimizi yücelten İslam âlimleri mi, yoksa Allahü teâlâ mı? Mucizeyi yaratan Allahü teâlâ değil mi? Resulullah’ın çok mucize göstermesini tenkit etmek Allahü teâlâya saldırmaktır. Kim ne demiş de, beşer üstü gösterilmiştir? Bu tamamen iftiradır. Mucizelerinden bahsetmek beşer üstü mü göstermek olur? Bütün din kitaplarında, mucizeleri Allahü teâlânın yarattığı bildiriliyor. Âlimler değil, sıradan bir Müslüman bile, mucizeyi Peygamberlerin yaratmadığını bilir. Resulullah efendimiz beşer, ama seyyid-ül beşerdir, bütün kâinatın efendisidir, âlemlere rahmettir. Cihanda, yaratılmışların içinde, eşi benzeri yoktur. Allahü teâlâ, ona sayısız mucizeler vermiştir. Bin tane mucizesi görüldüğü muteber eserlerde yazılıdır. Resulullah’ın mübarek parmağıyla işaret edince, ayın ikiye bölünmesi, taşların, ağaçların kendisiyle konuşmaları ve kendisiyle beraber gitmeleri, hayvanların konuşmaları, az yemekle çok kimselerin doyurulması, mübarek parmakları arasından su akması, mesciddeki hurma kütüğünün inlemesi, işaretiyle putların yere düşmesi, körlerin gözünü açması, pek çok hastalıkları iyi etmesi, geçmişte ve gelecekte, kimsenin bilmediği şeyleri haber vermesi ve bunlara benzeyen daha nice mucizeleri vardır. (İsbat-ün-nübüvve) (Mucize peygamber) tabiri de çok tuhaf! Her peygamber mucizeyle gönderilir. Mucizeyi ayıp bir şey gibi göstermek çok çirkindir. Evliyadan keramet görülmesi şart değildir, ama Peygamberlerin mucize göstermesi şarttır. Hangi peygamberin mucizesi görülmedi ki? Günah işlediğini söylemesi de dehşet vericidir. Sadece bizim peygamberimiz değil, hiçbir peygamber günah işlemez, çünkü Peygamberliğin yedi vasfı vardır: 1- Emanet, 2- Sıdk, 3- Tebliğ, 4- Adalet, 5- İsmet, 6- Fetanet, 7- Emn-ül azl. Bunlardan ismet, küçük veya büyük, hiçbir günah işlememek demektir. (İtikadname) Peygamberlerin hepsi de küçük, büyük günahlardan ve çirkin hallerden beridir, fakat onların sürçmeleri yani zelle vaki olmuştur. (Fıkh-ı ekber) Bu sürçmelere, zelle denir. Zelle, doğrular içinde en doğruyu bulamamak demektir. Zelle, günah demek değildir. Bir işi, kasıt olmadan, en güzel şekilde yapmamak demektir. Güzeldir, fakat en güzeli değildir. 346 www.dinimizislam.com Hadis rivayetlerine saldırı Reformcu yazar diyor ki: (Mitolojik vasıflı, efsanevi hadis rivayetleriyle anlatılan olayların, kurgu filmlerinden hiç farkı yoktur.) CEVAP Hadis-i şeriflere de olan düşmanlığı, reformcunun çirkin yüzünü sergilemektedir. Akıl her şeye yeter mi? Reformcu diyor ki: (Aklın yetersizlik iddiası, tasavvufçuların ve eski ulemanın bir uydurmasıdır. Akıl, Kur’anın ışığında her şeyi anlar. Din, tasavvufçuların ilhamlarıyla veya kerametleriyle anlaşılmaz. Bu sakat görüşler, aklın mucizesini ipotek altına alan bâtıl bir iddiadır. Aklın yolu birdir. Aklı insanın elinden alırsanız, zenginler fakirleri sömürür, onları kukla hâline getirir. Bu da zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasına, kapitalin hâkimiyetine sebep olur. Sosyal adalet kalmaz.) CEVAP Yazar kendisini sosyalizmden alamıyor. Her konuyu sosyalizm açısından açıklamaya çalışıyor. Her fırsatta servet düşmanlığı yapıyor. Bu ifadelerde üç büyük yanlış vardır: Akıl her şeye yeter deniyor, tasavvufa ve keramete saldırılıyor ve akla ipotek konduğu savunuluyor. Şimdi bunları ayrı ayrı açıklayalım: Dinimizde Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha olmak üzere dört delil var. Ehl-i sünnete göre akıl delil değildir. Akıl, sadece Şia ve Mutezile mezhebinde hüccettir. Yazarın Mutezile zihniyetinde olduğu her yönüyle belli olmaktadır. Akıl, herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Akıl eşit olmayınca kimin aklı ölçü alınacak ki? Her işte ve hele din işlerinde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz, çünkü akıl bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, selim olmayan aklın yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kişi, uzman olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Hele âhiret bilgilerinde, akla hiç güvenilmez. İnsanların şekilleri, ahlakları ve ilimleri gibi, akılları da farklıdır. Birinin aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O halde, Şia ve Mutezile’nin aksine, din işlerinde, akıl tek başına tam bir ölçü olamaz. Ancak selim akılla birlikte din, tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur. Selim olmayan akıl bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti vardır? Selim olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduğunu açıkça görür. 347 www.dinimizislam.com Mutezile’ye göre aklın yolu birdir. Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Akılla haram ve helal olan şeyleri de bilme mecburiyeti vardır. Hâlbuki haram, helal, ancak nakille anlaşılır. Bid’at ehli, (Aklın ve dinin yolu birdir. Dört mezhebi bire indirmeli! Akla ve dine uygun olanlarını toplayıp bir mezhep hâline getirmeli) diyor. Hâlbuki Peygamber efendimiz farklı ictihadların rahmet olduğunu bildirmiştir. Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvetse de, her işte ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere lüzum kalmazdı. Nakil yoluyla anlaşılan, Peygamberlerin bildirdikleri şeyleri akılla araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at kamçılanırsa, çabalayarak, ya yıkılıp canı çıkar veya alıştığı düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, insan ya aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak yanılır, aldanır ve herkesi aldatmaya çalışır. Akıl, hisle anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleriyle ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan bir ölçü aletidir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara akıl erdiremeyeceğinden, şaşırıp kalır. (Dinin emirlerini akıl süzgecinden geçirmeli) diyen bid’at ehli, aklı, nakilden üstün tutmaya çalışmaktadır. O halde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla uyup uymadığına bakmadan inanmak gerekir. Peygamberlerin, aklın üstünde bulunan sözlerini, akıl süzgecinden geçirmeye çalışmak, çok yanlıştır. Engin denizde, acemi kaptanın pusulasız yol almasına benzer. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akılla doğru olarak bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulurdu. Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş ve lüzumsuz yere göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ her asırda dünyanın her yerine Peygamber göndermiş ve en son, kıyamete kadar değiştirmemek üzere, bütün dünyaya Peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. Her Peygamber, akılla bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emretmiş, Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmiştir. Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki, bunları Peygamberler bildirir. Peygamberler, uzman birer doktor gibidir. İlaçların tesirlerini iyi bilirler. İnsanlar, doktora az bir şey vermekle ilaçların faydalarına 348 www.dinimizislam.com kavuşur, hastalıktan kurtulurlar. Peygambere lüzum yoktur demek, doktora lüzum yok demekten daha yanlıştır. Peygamberin bildirdiği hükümler, Allahü teâlâdan vahiy olduğu için, hepsi doğrudur, faydalıdır. Doktorun bilgileri, düşünce ve tecrübeyle olduğu için, hepsinin doğru olduğu da söylenilemez. Akıl, göz gibidir, İslamiyet bilgileri de ışık gibidir. Gözümüz, maddeleri, cisimleri karanlıkta göremez. Allahü teâlâ, görme aletimizden faydalanmamız için güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz, fakat bunların güneşe kabahat bulmaya hakları olmaz. Selim olmayan akılların, yanıldıkları için bir hakikati kabul etmemelerinin, uygun bulmamalarının, bir kıymeti yoktur. Selim olan akıllar, yani Peygamberlerin akılları, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür. İslamiyet’in her hükmü, bu akıllar için, pek meydanda, aşikâr ve apaçıktır. (Akıl, her şeyi anlayamaz, hele âhiret bilgilerini hiç anlayamaz) demek, akla ipotek koymak mıdır? Işık olmadan göz göremez demek, göze ipotek koymaktır denebilir mi? Nakil olmadan, dinin emir ve yasaklarını sırf aklıyla kim anlatabilir ki? Yazar, (Akla ipotek konunca fakirin aklı elinden alınıyor) diyor. Fakirin aklı alınıyor da zengininki niye alınmıyor? Bu ipotekten niye fakir etkileniyor da, zengin hiç etkilenmiyor, üstelik servetini artırabiliyor? Mısırlı sosyalist yazarlar gibi, her fırsatta servet düşmanlığı yapılıyor. Bir de yazar, cahil halk ağzıyla, (Aklın mucizesi) tâbirini kullanıyor. Mucize, sadece Peygamberlerde görülen harika hallere denir. Bu, evliyada olursa keramet denir. Deyimler yerli yerinde kullanılmazsa, din anarşisi çıkar. Yaratmak Allah’a mahsustur Reformcu yazar, (Yaratıcı insan, yaratıcı akıl ve yaratıcı düşünce) tabirlerine yer veriyor. CEVAP Eğer Kur’an ve Sünnet esas alınsaydı, böyle dine aykırı tabirler kullanılmazdı. Allahü teâlâ diridir, bilir, işitir, görür, diler, güçlüdür, konuşur. Bu sıfatlardan, sınırlı da olsa, insanlara da ihsan etmiştir. Yani sınırlı da olsa, insan da diridir, bilir, işitir, görür, diler, gücü vardır, konuşur, fakat yaratma sıfatında ortaklık yoktur. Allah her şeyi yaratır, fakat insan bir karıncayı, bir buğday tanesini veya bir hücreyi bile yaratamaz. İki hadis-i şerif meali şöyledir: 349 www.dinimizislam.com (Allahü teâlâ buyuruyor ki: “Benim yarattığım gibi bir şey yapmaya kalkandan daha zalim kim vardır? Haydi, bir habbe, bir zerre veya bir arpa yaratsınlar.”) [Buhari, Müslim] (Allah, her sanatkârın ve sanatının yaratıcısıdır.) [Buhari] Demek ki, sanatkârın yaptığı şeyleri yaratan da Allah’tır. Yaratmak Allahü teâlâya mahsustur. İcat etmek de yoktan yaratmaktır. Bilim adamları, yoktan bir şey meydana getiremezler, sadece Allah’ın koyduğu fizik, kimya ve biyoloji kanunları ile bulurlar. Buna da yaratmak denmez, keşfetmek, bulmak denir. Yaratmak, yoktan var etmektir. Yaratıcı, yalnız Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerime meali: (Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96] Yazar, âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri ve bunları açıklayan hakiki İslam âlimlerini esas almadığı için, böyle yanlış üstüne yanlışlar yapıyor. Allah’ın ortaklığı Reformcu diyor ki: (Bir şirket, yaptığı reklamda (Ortaklarımızdan biri Allah’tır) diyor. Bu şirket, yolsuzlukla iflas etse, ortakları olan Allah da iflas etmiş olmaz mı?) CEVAP Ortaklarımızdan biri Allah’tır demenin hiçbir mahzuru yoktur. Bir hadis-i şerif meali: (Allahü teâlâ buyurdu ki: “Biri diğerine ihanet etmediği müddetçe, iki ortağın üçüncüsü ben olurum. Biri diğerine ihanet etti mi, ben ortaklıktan çekilirim.”) [Ebu Davud] Görüldüğü gibi şirket yolsuzluk yaparsa Allahü teâlâ ortaklıktan ayrılıyor. Hâşâ yolsuzluğa Allahü teâlâ ortak olmuyor. Reformcu, hep olaylara ters bakıyor, bilip bilmediği her şeye burnunu sokuyor. Amel imandan parça değildir Reformcu diyor ki: (Kur'an incelendiğinde, iman için amelin gerektiği görülür. İman ve salih amel birlikte geçer. Zaten amelsiz imandan söz edilemez. İçki içene Müslüman demek çok yanlıştır. M. İkbal’in bu konudaki görüşleri çok yerindedir.) CEVAP: Yazar, Mutezile ve Vehhabiler gibi, amel imandan bir parçadır demek için, kelimeleri geveleyip durmuş. Açıkça söylese, bütün Ehl-i sünnet âlimlerine muhalefet ettiği meydana çıkacağı için böyle sinsice saldırmaktadır. Binlerce Ehl-i sünnet âlimi dururken, bu konuda İkbal’den söz etmesi gerçekten dehşet vericidir. Ehl-i sünnet itikadında olmak için, amelin imandan ayrı olduğuna inanmak şarttır, fakat yazarın Ehl-i sünnetten ayrılmamak gibi bir derdi olmayıp, aksine 350 www.dinimizislam.com Ehl-i sünnete aykırı yazanların, ne kadar görüşü varsa, hepsini kitabında toplamak gayreti içindedir. Kur’an-ı kerimde, (Ey iman edenler, şu günahtan sakının, ey iman edenler şu ibadeti yapın) gibi çok âyet-i kerime vardır. Amel imandan bir parça olsaydı, (İman etmeniz için ibadet yapmanız ve haramlardan kaçmanız lazımdır) denirdi. Bid’at ehli, Kur’an-ı kerimi anlayamadığı için, hep böyle dine aykırı yazıp çizerler, çünkü İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: Ehl-i sünnet itikadına uymayanlar, bid’at ehli olanlar, Kur’an-ı kerimin mânâsını anlayamaz. (Kimya-i saadet) İmam-ı a’zam hazretleri buyuruyor ki: Amel, imandan parça değildir. Günah işleyene kâfir denmez. İman herkese lazım iken, her amel herkese lazım değildir. Mesela nisaba ulaşmayan fakir zekât vermez. Hayz ve nifas halinde namaz kılınmaz, fakat fakire ve böyle kadına iman lazım değildir denemez. Günah işlemekle iman gitmez İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Bir gün imam-ı a’zam hazretleri âlimlerle otururken biri gelip, (Bir mümin, babasını öldürse, sonra şarap içip sarhoş olsa ve zina etse imanı gider mi?) dedi. Bunu işiten âlimlerin hepsi bu suali sorana kızıp, (Bunu sormaya ne lüzum var? Elbette imanı gider, kâfir olur) dediler. İmam-ı a’zam hazretleri, (O kimse çok büyük günahlar işlemişse de, yine mümindir. Günah işlemekle iman gitmez) buyurdu. Sözünü ispat edince, hepsi kabul etti. (Mektubat 2/67) Amelsiz iman Reformcu, (Amelsiz iman geçersizdir) diyor. CEVAP İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: Sapık fırkalar, (Onlar, iman edip salih amel işlediler) mealindeki Rad suresinin 29. âyet-i kerimesini delil gösterip, (Amel imanın parçasıdır) dediler. Hâlbuki bu ve benzeri âyetler, amelin imanın içinde değil, dışında olduğunu gösterir. Eğer aksi olsaydı (ve amilussâlihât) sözü lüzumsuz tekrar edilmiş olurdu. Mutezile fırkasının [ve Vehhabilerin], günah işleyenlerin ebedî Cehennemde kalacağını söylemesi yanlıştır, çünkü hadis-i şerifte, (İkrar ettiği şeyi inkâr etmeyen kâfir olmaz) buyuruldu. Günah işleyen, tasdik ettiği imanın esaslarını inkâr etmiş olmaz. Âhirette yalnız imansızlara şefaat edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir. Buhari’deki hadis-i şerifte, (Zina ve hırsızlık etse de, büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. (İhya) Ebü-d-derda hazretleri, (Ya Resulallah, zina ve hırsızlık eden de, şefaate kavuşacak mıdır?) diye sual etti. Cevabında, (Evet, zina ve hırsızlık edene de şefaat edeceğim) buyurdu. İman ile ölen herkes, er geç Cennete girer. (İhya) 351 www.dinimizislam.com Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Cebrail aleyhisselam, “Allah’a şirk koşmadan ölen her Müslüman Cennete girer” dedi. Zina ve hırsızlık eden de Cennete girer mi dedim. “Evet” dedi. Aynı suali üç defa sordum. Üçüncüsünde ise “Evet, zina ve hırsızlık eden mümin de Cennete girer” dedi.) [Buhari, Müslim, Bezzar] (Affa veya şefaate kavuştuktan sonra yahut sevabları günahlarından çoksa veyahut günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider.) Günahkâr, affa veya şefaate kavuştuktan veya günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. Bir hadis-i şerifte de, zina ve hırsızlık eden müminin er geç Cennete gideceği bildirilmiştir. (Buhari, Müslim) Günah işleyen kâfir mi? Reformcu, her fırsatta, amelin imandan bir parça olduğunu vurgulamaya çalışarak diyor ki: (İnsanları, mümin ve kâfir diye iki gruba ayırıyorlarsa da, bir de inanıp amel etmeyen grup var. Bunlar, sadece adı Müslüman olan gruptur. Bu üçüncü grup kendini Müslüman saysa da ikinci gruptan farkı yoktur. Çünkü onlar yalan söyler, içki içer. İman eden İslam’a girmiş olsa da, Müslüman olmuş olmaz. Müslüman olmak için iman etmek yetmez. İçki, zina ve faiz de şirke dâhildir.) CEVAP (Amel imandan bir parçadır) demek istiyor. İnsanların mümin ve kâfir diye iki gruba ayrılmasını yetersiz bulduğu gibi, (İslam’a girmiş, ama Müslüman olmayan) diye bir grup daha uyduruyor. İnsanları mümin ve kâfir diye iki gruba ayıran Resulullah efendimizdir. Bir hadis-i şerif meali: (İnsanlar, mümin ve kâfir diye iki kısma ayrılır.) [Taberani] Yahudi ve Hristiyan kâfirlerini bile Cennete sokmaya çalışıp da, Resulullah'ın şefaat edeceğini bildirdiği günahkâr Müslümanları, Cehenneme lâyık görmesi çok manidardır. İman artıp eksilmez Reformcu diyor ki: (Statükoyu ve statükocuyu yani geleneksel İslam’ı tenkit edenin imanı artar.) CEVAP Bu görüş de mutezile itikadıdır. İman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmaktır. Bunu yediye çıkarmak veya beşe indirmek imana zıttır. Ehl-i sünnet âlimleri, Kur’an-ı kerimde bildirilen imanın artmasından kasıt, parlaklığının, kuvvetinin artmasıdır diye açıklamışlardır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri, (İman artmaz ve azalmaz) buyuruyor, çünkü iman, kalbin tasdîk etmesi, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Azalan ve çoğalan bir inanışa, inanmak değil, zan ve vehim denir. İbadetleri, Allahü 352 www.dinimizislam.com teâlânın sevdiği şeyleri yapmakla iman cilalanır, nurlanır, parlar. Haram işleyince, bulanır, lekelenir. Kendisinde azalıp çoğalmak olmaz. (Ebu Bekir’in imanı, ümmetimin imanları toplamından daha ağırdır) hadis-i şerifi, imanın cilası, parlaklığı bakımındandır. (1/266, 2/67) Reformcunun statükocudan kastı, İslam âlimlerinin bildirdiği mevcut durumu korumaya çalışan, reforma karşı direnen kimsedir. Reformcu, mevcut durumdan rahatsız olmak, reform yapmak, hadis-i şeriflere olan inancı sarsmak, Ehl-i sünnet itikadını ve dört hak mezhebi kaldırmak, Ehl-i sünnet âlimlerine olan itimadı yıkmak, türedi yamukları önder kabul etmek gibi gayrimeşru işlere önayak olmaya çalışıyor. Buna mani olmak isteyenlere, yani dinde reforma hayır diyenlere de statükocu, taklitçi, dogmatik yaftasını vuruyor. (Statükoya karşı koyanın imanı artar) diyor. Kur’an-ı kerime saygısızlık Reformcu diyor ki: (Kur’anı anlamadan ezberlemenin, onu yükseğe koymanın ne anlamı var ki? Aliya İzzetbegoviç de aynı şeylerden şikâyetçidir. Aliya gibi iman etmelidir.) CEVAP Vehhabiler ve Mutezile, Kur’an mahlûktur diyerek hiç tazim, saygı duymazlar. Yazarın bu iki gruba yakın olduğu anlaşılmaktadır. Anlamadan da olsa Kur’an-ı kerimi okumak çok sevabdır ve ibadettir. İzzetbegoviç gibilerin dinde sözü senet olmaz. Sözü senet olan İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Allahü teâlânın, (Anlayarak da, anlamayarak da Kur’an okuyan benim rızama kavuşur) buyurduğunu bildirdi. (İhya) İslam âlimlerinin en büyüklerinden, Hanbelî mezhebinin reisi İmam-ı Ahmed hazretleri böyle buyururken, hâlâ herkesin Kur’an-ı kerimi anlayarak okuması gerektiğini söylemek ne büyük gaflettir! Nasıl olup da, (Kur’anı anlayamıyorsan ezberleme!) denebiliyor? Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Kur’an için vekil edilen bir melek, Arap olmadığı için doğru okuyamayanın hatasını düzeltir ve doğru olarak yükseltir.) [Şirazi] Görüldüğü gibi, (Arap olmayan aslını okumasın, mealini okusun) denmiyor. Aksine, Arapçayı bilmese de, düzgün okuyamasa da, Kur’an-ı kerimi aslından okumak gerektiği açıkça bildiriliyor. Kur’an-ı kerimi ezberlemek, hâfız olmak için de mânâsını anlama şartı yoktur. Kur’an-ı kerimi hıfzetmenin sevabı çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kur’anı okuyup ezberleyin! Allahü teâlâ, içinde Kur’an bulunan kalbe azab etmez.) [Şir’a Şerhi] (Kur’an hâfızları ehl-i Cennetin arifleridir.) [Ebu Nuaym] (Hafızasında Kur’an-ı kerimden bir şey bulunmayan, harap bir ev gibidir.) [Tirmizi] 353 www.dinimizislam.com (Kur’an hafızı ölünce, Allahü teâlâ toprağa onun etini yememesini emreder. Toprak, “Yâ Rabbi, senin kelamın içinde iken ben onu nasıl yiyebilirim?” der.) [Deylemi] Bunlar elbette Kur’an-ı kerimin aslını ezberlemekle ilgilidir. Bu hadis-i şerifler karşısında Kur’an-ı kerim hâfızlarına dil uzatmak ne kadar çirkindir. Bazı kimseler de, okumasını bilmeyenin evinde Kur’an bulundurmasının uygun olmadığını söylüyorlar. Bunların sözleri de yanlıştır, çünkü Kur’an-ı kerimi okumasını bilmese de, bereketlenmek için evinde Mushaf-ı şerif bulundurmanın sevab olduğu Fetava-i Hindiyye kitabında yazılıdır. Vehhabilerin, Arapçayı bildikleri için Kur’an-ı kerimi anladıklarını söylemek yanlış olur. Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi, (Anadili Arapça olanlar, Arapçayı bizden iyi bilirse de, biz Kur’an-ı kerimi onlardan daha iyi anlarız) buyuruyor, çünkü Kur’an-ı kerimi doğru anlamanın bir şartı da doğru itikada sahip olmaktır. Anadili Arapça olan Vehhabiler Kur’an-ı kerimi anlayabilselerdi, Vehhabi olmazlardı. Vehhabilerin zındık oldukları Nimet-i İslam kitabının nikâh bahsinde yazılıdır. Taklidin dindeki yeri Reformcu diyor ki: (Geçmiş âlimlerin sözlerini tekrar etmek ve onları taklit, İslamiyet'e aykırıdır, uyduluktur! Onun için, ben hiçbir mezhebi taklit etmedim.) CEVAP Nedense her mezhepsiz, açıkça ben mezhepsizim demiyor da, (Bir mezhep taklit etmem) diyor. Yahut (Mezheplerin hükümlerine bakıp, kendi anladığıma uyarım) diyor. Dini olmayana dinsiz, mezhebi olmayana da mezhepsiz denir. Mezhepsizler her fırsatta taklidi kötülüyorlar. Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı taklit de o derecede faydalıdır. Bir kimsenin bütün ilimlerde üstad, bütün işlerde uzman olması mümkün değildir. Hastanın kendisini ameliyat edecek bir doktora ihtiyacı vardır. Doktorun da, manevi hastalıklarını tedavi edebilecek bir kalb uzmanına ihtiyacı vardır. Doktorlar ilaç imal etmez, kimyagerlerce hazırlanan ilaçları tavsiye ederler. Hastalar da, doktorlara güvenip, onlara teslim olup, onların tavsiyesine uyarak ilaçları kullanırlar. Herkesin, hem kimyager, hem doktor, hem mühendis gibi, uzmanlık isteyen her mesleğin erbabı olması düşünülebilir mi? O halde, bir kimse, bir işte uzman da olsa, uzmanlık alanı dışındaki başka bir işin uzmanına uyması gerekir. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı olanın, (Taklit gericiliktir. Hiç kimsenin yaptığı bir şeyi kullanmam) diyerek saat, radyo yapmaya kalkışması doğru mudur? Bunlar, hem taklidi uyduluk olarak vasıflandırıyor, hem de kendileri yamuklardan alıntı yaparak onları taklit ediyorlar. Mesela Efgani ve Abduh'un 354 www.dinimizislam.com uydusu olmakta, onları taklit etmekte bir sakınca görmüyorlar. İmam-ı a'zama gelince, (Uydu olamayız) diyorlar. Uzun tecrübelerden sonra çeşitli âletler yapılmış, çeşitli kaideler bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. Taklit etmemek için, (Bunları kullanmam) diyenin aklından şüphe edilir. Maiyet bulunmadıkça, âmir olur mu? Ast bulunmazsa üst olur mu? Herkesin müctehid, lider olmasını istemek, ateşin üşütmesini, buzun ısıtmasını istemek gibi eşyanın tabiatına aykırıdır. Müctehid olmak, bir meslek sahibi olmak gibi kolay bir iş değildir. Birçok ilimde ihtisas sahibi olduktan sonra, ilahi mevhibe sahibi de olmak gerektiği için Yusuf Nebhani hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın ya aklı, ya dini noksandır) buyurmuştur. Eshab-ı kiram Peygamber efendimize tâbi olduğu için, Peygamberlerden sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tâbiîn de, Eshab-ı kirama tâbi oldukları için yüksek şerefe kavuşmuştur. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tâbiin şerefine nail olmuştur. Peygamber efendimiz, (Âlimler rehberdir, âlimlere tâbi olun) buyurdu. O halde Ehl-i sünnet âlimlerini taklit etmek lazımdır. (Berika) Demek ki bir mezhebe bir alime tâbi olmak uyduluk değil, aksine hakka tâbi olmaktır. Bir mezhebe tâbi olmamak, yani mezhepsizlik ise başıboşluktur, sapıklıktır. Buhari’deki, (Bir zaman gelir, din âlimi kalmaz. Din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verir, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışırlar) hadis-i şerifi, âlimlerden nakletmeye taklitçilik diyerek Ehl-i sünneti kötüleyen dinde reformcuların zararlarını bildirmektedir. Yine Buhari’deki (Kıyamete yakın, ilim yok olur, din cahilleri çoğalır, içki içen ve zina edenler artar) hadis-i şerifi de Resulullah efendimizin, dinde reformcuların din adamı olarak ortaya çıkacaklarını bildiren mucizelerinden biridir. Değişim = Reform Dinde reformcu diyor ki: (“İslamiyet değişmez” denilerek değişime engel olmaya çalışmak Kur’anın ruhuna aykırıdır. Müslümanların gerilemesine sebep, dinin hükümlerinin dondurulması, ictihada mani olunarak değişimin engellenmesidir. Asrın ihtiyaçlarına uygun olarak dinde gerekli düzenlemeler yapılmalı. Müslümanlar, statükodan uzaklaşıp değişimler yaparak yeniden Müslüman olmalıdır.) CEVAP Mecelle’nin Dürer-ül-hükkam şerhinde, (Zamanın değişmesiyle, örf ve âdete dayanan hükümler değişebilir. Nass’a dayanan hükümler zamanla değişmez) deniyor. 355 www.dinimizislam.com İctihad dinde olur. Dinde yeni bir şeye ihtiyaç yok ki, ictihad düşünülsün! Teknolojinin ilerlemesi dinde değişikliği gerektirmez. Namazın yeni bir kılınış şekli, orucun yeni bir tutuluş şekli olmaz. (Müslümanlar, statükodan uzaklaşıp yeniden Müslüman olmalı) sözü de, yazarın Müslümanlara hangi gözle baktığını açıkça göstermektedir. Yazarın referans verdiği mezhepsiz, Müslümanların geri kalışını ictihada bağlayıp, (Fıkıh âlimlerinin, ictihad kapısını kapatmaları ve bundan böyle dört mezhepte ittifak etmeleri sonucunda İslam düşüncesi duraklamış, bu da hukukta ve diğer İslami ilimlerde taklit ve saplantının yayılmasına sebep olmuştur) diyor. İctihad kapısını da kimse kapatmadı. Ehli olmadığı için kendiliğinden kapandı. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın yani müctehid olanın, açmaya da yetkisi olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir alakası da yoktur. Milyonlarca insan, ehil olup olmadığına bakmadan kitap yazıyor, güya ictihad yapıyor. Madem ictihad yapılmadığı için geri kaldık, şimdi herkes alabildiğine ictihad yaptığı halde, niçin Müslümanlar ilerlemiyor? Demek ki, İctihad yapmadılar sözü, dinde reform yapmak için bir bahanedir. Dini değiştirmeyi kılıfına uydurmak için böyle iddialar ortaya atılıyor. Namazda, oruçta reform yapılsa, mesela yere secde etmemek için, herkes namazı sandalyede kılsa, ilaç, iğne, serum orucu bozmaz dense, oruca imsak vaktinde değil de, güneş doğunca başlansa, ilerleme mi olacaktır? İslamiyet’i bozarak, Hristiyanlığa benzer, uydurma bir din haline getirmek istemelerindeki maksatları gizli değildir! Tarihsel âyet olur mu? Reformcu diyor ki: (Kur’anın birçok âyeti tarihseldir, yani o günkü şartlarda söylenmiştir. Mesela Ehl-i kitabın kâfir olması böyledir. Bugünküler için aynı şey söylenemez.) CEVAP Hâşâ hiçbir âyet-i kerime tarihsel değildir. Hepsinin hükmü kıyamete kadar geçerlidir. Allahü teâlâ diğer dinleri nesh etti. Kur’an-ı kerimin hükmü kıyamete kadar devam edecektir. Kimsenin bir âyet-i kerimeyi değiştirmeye hakkı yoktur. Bir hadis-i şerif meali: (Ey insanlar, Allahü teâlâ kitabını Peygamberinin lisanı üzere indirdi. Helâlini helâl, haramını haram kıldı. Helâl kıldıkları kıyamete kadar helal, haram kıldıkları da kıyamete kadar haramdır.) [Ebu Nasr - Ramuz] Reformcu, hadis-i şeriflerle bildirilen hükümler için de, aynı şeyi savunuyor. (Zekât nisabının 96 gram altın olması ve fıtra miktarları eski devirlere göre idi. Şimdi bu ölçü değiştirilmelidir) diyor. Hâlbuki bu hükümler kıyamete kadar geçerlidir. Bu reformcular, her konuda değişiklik yapıp yeni bir din meydana getirmeye çalışıyorlar. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: 356 www.dinimizislam.com (İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, bulacağı o din, asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85] Esma-i hüsna Reformcu diyor ki: (Esma-i hüsna 99 dense de, Kur’anda öyle bir şey yoktur.) CEVAP Elbette Kur’an-ı kerimde her teferruat yoktur. Bunlar hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Kur’an-ı kerimde, (Resulullah’ın bildirdiklerini kabul edin) buyuruluyor. Yazar Kur’an-ı kerime samimi olarak inansaydı, hadis-i şeriflere uyar, böyle yanlış yazmazdı. Mevlana Halidi-i Bağdadi hazretlerinin İtikatname kitabında, (Allahü teâlânın isimleri sonsuzdur. Bin bir ismi var diye meşhurdur. Bu bin bir isimden 99’una Esma-ül hüsna denir) buyuruluyor. Kadı zade Ahmed Efendi de, Birgivi vasiyetnamesi şerhinde, (Allahü teâlânın 99 ismine Esma-i hüsna denir) diyor. Esma-i hüsnanın 99 olduğunu bildiren hadis-i şerif, kütüb-i sittenin en kıymetli üç hadis kitabında vardır. Hadis-i şerifleri yok saymak, dini yıkmak demektir. Bildirilen hadis-i şerifin meali şöyledir: (Allah’ın 99 ismini ezberleyen Müslüman Cennet’e girer.) [Buhari, Müslim, Tirmizi] Evliya türbeleri Reformcu diyor ki: (Enbiya veya evliya kabirlerini ziyaret edip, onları vesile ederek dua etmeyi Kur’an şiddetle reddettiği halde, maalesef Ehl-i sünnet âlimleri bu geleneği normal karşılıyor.) CEVAP Ehl-i sünnet âlimlerinin her ak dediğine kara demeyi kendine görev biliyor. Bahsedilen vesile caizdir. Caiz olmayan tek şey, Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek, Allahü teâlâ dilemeden, onun kendiliğinden fayda ve zarar verebileceğine inanmaktır. Normal bir Müslüman da zaten Allah’tan başkasını yaratıcı bilmez. Reformcu, Mutezile itikadında olduğunu yer yer açıkladığı gibi, Vehhabi olduğunu da gizleyemiyor. Her fırkanın bir veya birkaç sapık görüşünü benimsiyor. Sünnilikten başka her sapık fırkanın adamı oluyor. Ehl-i sünnet âlimlerine ise, gelenekçi diyerek gözü yumuk saldırıyor. Şimdi vesile çeşitlerini örneklerle açıklayalım: İstigâse: Şefaat dileme, yardım isteme, Allahü teâlâdan bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için Peygamberleri ve Evliya zatları, sevdiği kullarını vesile ederek yani araya koyarak isteme, yalvarma, dua etme demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: 357 www.dinimizislam.com (Kıyamette insanlar, önce Âdem, sonra Musa ve sonra Muhammed [aleyhimüsselâm] ile istigase ederler.) [Buhari] İstigase olunan, yardım istenilen ve yardımı yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Ancak peygamberler, Evliya zatlar, salih kullar ve benzerleri birer vasıtadır, vesiledir yani sebeptir. İstenilen şeyi yaratan ise yalnız Allahü teâlâdır. (Şevahid-ül-hak) İmam-ı Sübki buyuruyor ki: Resulullah ile tevessül etmek, yani istigâse etmek, ondan şefaat istemektir. Bu ise güzel bir şeydir. Önceki ve sonraki İslam âlimlerinden hiçbiri buna karşı bir şey dememiştir. Yalnız İbni Teymiyye bunu inkâr etti. Böylece doğru yoldan ayrıldı. Kendinden önce gelen âlimlerden hiçbirinin söylemediği bir bid’at çıkardı. Bu bid’ati ile Müslümanların diline düştü. (Camius-sagir şerhi) Vehhabiler, (Allah’tan başkasından yardım istemek, ona sığınmak şirktir) diyorlar. Allah’tan başkasını yaratıcı bilmek şirktir. Bunu bilmeyen hiçbir Müslüman yoktur; fakat başkasından da istigase olunacağını, mecaz olarak söylemek caizdir; çünkü bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Onun kavminden olan, düşmanına [Kıpti’ye] karşı, ondan [Musa aleyhisselamdan] istigase [yardım] istedi.) [Kasas 15] Hadis-i şeriflerde de buyruldu ki: (Ya Rabbi, senden isteyip de verdiğin zatların hatırı için, senden istiyorum.) [İbni Mace] (Yardım isteyen kimse, Ey Allah’ın kulları bize yardım edin desin!) [Hısn-ül-hasin] Son iki hadis-i şerif, yanında olmayan kimseye seslenerek, ondan yardım istemeyi emretmektedir. (El-Üsûl-ül-erbe’a fî-terdîd-il-vehhâbiyye) Her şeyi yaratan Allah’tır. (Sebeplere yapışın) buyurduğu için bir sebebe yapışılır. İbni Kemalpaşazade hazretlerinin Hadis-i erbain’deki (Bir işinizde, sıkışıp bunalınca, kabirdekilerden yardım isteyin) ve Deylemi’nin bildirdiği (Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı) hadis-i şerifleri de, Allahü teâlânın izniyle, ölülerin dirilere yardım edebildiğini göstermektedir. (M. Nasihat) İmam-ı Birgivi buyuruyor ki: Bir hadis-i şerifte, (Bir müminin kabrini ziyaret ederken, “Ya Rabbi! Muhammed aleyhisselam hürmetine, buna azap yapma” denirse, Allahü teâlâ, kıyamete kadar azabını durdurur) buyurulmaktadır. (Etfal-ül-müslimin) Kabirdeki ölüde his bulunduğunu bildiren çok hadis-i şerif vardır. Eshab-ı kiram ve Tabiin-i ızam, Kabr-i seadet’i ziyaret ve istigase ederdi. Bunun için çok kitap yazılmıştır. Hısn-ül-hasin kitabında, (Duanın kabul olması için, Peygamberleri ve salih kulları vesile etmelidir) buyuruluyor. İmam-ı Sübki 358 www.dinimizislam.com hazretleri, Resulullah'ı ve Evliyayı ziyaretin ve ruhlarından istigase etmenin caiz olduğunu ispat etmektedir. (Şifa-üs-sikam) İsti’ane: İsti’ane de yardım istemek demektir. Resulullah efendimizden ve Evliyadan şefaat istemek, istiane yani yardım istemek, Allahü teâlâyı bırakmak, Onun yaratıcı olduğunu unutmak demek değildir. Bulut vasıtasıyla Allahü teâlâdan yağmur beklemek, ilaç içerek Allahü teâlâdan şifa beklemek, top, bomba, füze, uçak kullanarak Allahü teâlâdan zafer beklemek, hep Allahü teâlâdan istianedir. Bunlar sebeptir. Allahü teâlâ, her şeyi sebeple yaratmaktadır. Bu sebeplere yapışmak, şirk değil, dinin emridir. Peygamberler hep sebeplere yapıştılar. Allahü teâlânın yarattığı suyu içmek için çeşmeye, Onun yarattığı ekmeği yemek için fırıncıya gidildiği ve Allahü teâlânın zafer vermesi için, savaş vasıtaları ve talim terbiye yapıldığı gibi, Allahü teâlânın duayı kabul etmesi için de, Peygamberin, Evliyanın ruhlarına gönül bağlanır. Allahü teâlânın elektromanyetik dalgalarla yarattığı sesi almak için radyo kullanmak, Allahü teâlâyı bırakıp bir kutuya başvurmak değildir; çünkü radyo kutusundaki aletlere o özellikleri, o kuvvetleri veren Allahü teâlâdır. Allahü teâlâ, her şeyde, kendi kudretini gizlemiştir. Müşrik, puta tapar, Allahü teâlâyı düşünmez. Müslüman, sebepleri, vasıtaları kullanırken, sebeplere, mahlûklara, tesir, hassa veren Allahü teâlâyı düşünür. İstediğini Allahü teâlâdan bekler. Geleni Allahü teâlâdan bilir. Kıpti’den kurtulmak için Musa aleyhisselamdan istigase eden yani yardım isteyen kişinin yardımını bildiren âyet-i kerimenin manası da, böyle olduğunu göstermektedir. Müminler her namazda Fatiha suresini okurken, (Ya Rabbi, dünyadaki arzularıma, ihtiyaçlarıma kavuşmak için maddi, fenni sebeplere yapışıyor ve bana yardım etmeleri için, sevdiğin kullarına yalvarıyorum. Bunları yaparken ve her zaman, dilekleri verenin, yaratanın yalnız Sen olduğuna inanıyorum. Yalnız Senden bekliyorum!) demektedir. Her gün böyle söyleyen müminlere müşrik denilemez. Peygamberlerin, Evliyanın ruhlarından yardım istemek, Allahü teâlânın yarattığı bu sebeplere yapışmaktır. Bunların müşrik olmadıklarını, halis mümin olduklarını Fatiha suresinin bu âyeti açıkça haber vermektedir. Vehhabiler maddi, fenni sebeplere yapışıyor, nefislerinin isteklerine kavuşmak için, her vesileye, her çareye başvuruyorlar. Peygamberleri ve Evliyayı vesile edinmeye de şirk diyorlar. Tevessül Reformcu yazar diyor ki: (Tevessül, istigâse, isti’ane ve teveccüh, hepsi şirktir.) CEVAP Tevessül, bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesile, sebep yapmak demektir. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak, onların hatırı, 359 www.dinimizislam.com hürmeti için diyerek dua etmek veya bu suretle yapılan duaya denir. İstigâse ve teşeffû da denir. İmam-ı Sübki buyuruyor ki: Resulullah efendimizle tevessül etmek iki türlü olur: Birincisi, Onun yüksek mertebesi, bereketi için Allahü teâlâdan istemektir. Böyle dua ederken, tevessül, istigase ve teşeffu sözlerinden her biri kullanılabilir. Üçü de, aynı şeyi bildirmektedir. Bu kelimeleri söyleyerek dua eden, Resulullah’ı vesile ederek, Allahü teâlâdan istemektedir. Onu vasıta kılarak Allahü teâlâdan istigase etmektedir. Dünya işlerinde de, bir kimseden, onun çok sevdiğini vesile ederek bir şey istenilince, hemen vermektedir. İkincisi, dileğe kavuşmak için, Resulullah’ın Allahü teâlâya dua etmesini, Ondan istemektir, çünkü O, kabrinde diridir. İstenileni duyup anlar ve Allahü teâlâdan ister. Kıyamet günü yapacağı şefaat de kabul edilecektir. (Şevahid-ül-hak) Şihabüddin-i Remli hazretleri buyuruyor ki: Peygamberler ve Veliler öldükten sonra da, kendileriyle tevessül, istigase olunur. Peygamberler ölünce mucizeleri bitmez. Veliler ölünce de, kerametleri kesilmez. Peygamberlerin mezarda diri olduklarını, namaz kıldıklarını, hac yaptıklarını, hadis-i şerifler açıkça bildirmektedir. Şehidlerin de diri oldukları, kâfirlerle harb ederken yardım ettikleri bilinmektedir. (Şevahid-ül-hak) Hülasat-ül-kelam kitabında deniyor ki: Tevessül, istigase ve teveccüh, hep aynı şey demektir. Hepsi caizdir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kıyamette insanlar, önce Âdem aleyhisselama istigâse edeceklerdir.) [Buhari] Hazret-i Ömer, kıtlık olduğu zaman Peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbas ile tevessül etti. Yani onu vesile ederek Allahü teâlâdan yağmur istedi. (Yâ Rabbi! Kıtlık olduğu zaman, Resulullah efendimizle sana tevessül ederdik. Sen bize yağmur verirdin. Şimdi sana, Resulullah efendimizin amcasıyla tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsân et!) diye dua edince, Allahü teâlâ onlara yağmur verdi. (Buhari) Asırlardır, doğru yolda olan Müslümanlar, Allahü teâlânın sevgili kullarını vesile ederek dua etmişler, böylece arzu ve isteklerine kavuşarak sıkıntılardan kurtulmuşlardır. Duanın kabul olması haram lokma yememeye bağlıdır. Bu ise, ancak Cenab-ı Hakk’ın sevdiklerinde mümkündür. Ölü veya diri Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak yapılan dua, onların bereketiyle ve hatırları için kabul olmaktadır. Daha önce yapılmış olan salih amellerle de tevessül yapılır. (S. Ebediyye) Mezhepsizler diyor ki: (Allahü teâlâdan başka bir şeyin bir iş yaptığını söyleyen, müşrik olur. Mesela, “Filân ilaç ağrıyı kesti”, “Terörist falancayı öldürdü” veya “Resulullah'ın 360 www.dinimizislam.com kabri şerifi yanında veya falanca evliya zatın mezarı yanında Allahü teâlâ duamı kabul etti” diyen müşrik olur.) Mezhepsizler, mecaz ve isti’ânenin ne demek olduğunu anlayamıyorlar. Bir kimsenin bir işi yaptığını söylemeye, bu söz mecaz olarak söylenmiş olsa da, hemen şirk diyorlar. Hâlbuki Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerimin birçok yerinde, bir işin hakiki yapıcısının kendisi olduğunu, mecazi yapıcısının da kullar olduğunu bildirmektedir. Hakiki hâkim Hakiki hâkim Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali: (Hüküm, ancak Allah’ındır. [Yani hüküm verme yetkisi olan, hâkim olan yalnız Allahü teâlâdır.]) [Enam 57] (Aralarındaki anlaşmazlıklarda, seni hâkim [veya hakem] yapmadıkça, iman etmiş olmazlar.) [Nisa 65] Birinci âyet-i kerime, hakiki hâkimin, yalnız Allahü teâlâ olduğunu bildiriyor. İkinci âyet-i kerime ise, insana da, mecaz olarak hâkim denileceğini bildiriyor. İnsanlara mecazen böyle hâkim, hakem, hüküm veren gibi şeyler söylemek şirk olmaz. Dirilten ve öldüren Dirilten ve öldüren yalnız Allahü teâlâdır. Dört âyet-i kerime meali şöyledir: (Dirilten ve öldüren, yalnız Odur.) [Yunus 56] (Ölüm zamanında insanı, Allahü teâlâ öldürüyor.) [Zümer 42] (Öldürmek için vekil yapılmış olan melek sizi öldürüyor.) [Secde 11] (Âdem aleyhisselamın oğlu, kardeşini öldürdü.) [Maide 30] İlk iki âyette öldürenin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede insanları bu işle vekil olan meleğin öldürdüğü bildiriliyor. Dördüncü âyette ise, bir insanın diğerini öldürdüğü mecaz olarak bildiriliyor. (Anarşistler üç polisi öldürdü) demek niye şirk olsun ki? Hastaya şifa veren Hastalara şifa veren yalnız Allahü teâlâdır. İki âyet-i kerime meali şöyledir: (Hasta olduğum zaman, bana ancak O [Allahü teâlâ] şifâ verir) [Şuara 82] ([Hazret-i İsa diyor ki:] A’mânın gözünü açarım ve baras illetini iyi ederim ve Allahü teâlânın izniyle, ölüleri diriltirim.) [Âl-i İmran 49] Birinci âyet-i kerimede şifa verenin Allahü teâlâ olduğu bildirilirken ikinci âyette mecaz olarak İsa aleyhisselamın şifa verdiği bildiriliyor. Hatta ölüleri dirilttiği bildiriliyor. Hâlbuki yukarıda bildirilen âyet-i kerimede, öldürüp diriltenin yalnız Allahü teâlâ olduğu bildirilmişti. Demek ki şifa vermek, diriltmek, mecaz olarak insanlar için de kullanılabiliyor. Çocuk veren Evladı da Allahü teâlâ verir. İbrahim aleyhisselamın, (Ey Rabbim! Bana salihlerden bir oğul ihsan et!) diye bir evlat istediği Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. (Saffat 100) 361 www.dinimizislam.com İbrahim aleyhisselamın hanımı Sara validemiz de, Allahü teâlânın çocuk vereceği müjdesini duyunca, (Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyarken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey) demiştir. (Yunus 72) Allahü teâlâ onlara İshak aleyhisselamı vermiştir. (Enam 84) Evladı Allahü teâlâ verdiği halde, Cebrail aleyhisselam, Meryem validemize mecaz olarak, (Ben, sana temiz bir oğlan vermek için, Rabbinin gönderdiği elçiyim) dedi. (Meryem 19) Hakiki sahip, gerçek dost İnsanın hakiki sahibi Allahü teâlâdır. Üç âyet-i kerime meali: (Allahü teâlâ, iman edenlerin velîsi yani sahibidir.) [Bekara 257] (Sizin velîniz yani sahibiniz, Allah ve Resulüdür.) [Maide 56] (Nebi, müminlere kendilerinden daha çok sahiptir.) [Ahzab 6] Veli kelimesi, burada sahip, malik, dost anlamındadır. Birinci âyet-i kerimede iman edenlerin sahibinin Allahü teâlâ olduğu bildiriliyor. Üçüncü âyet-i kerimede ise, Peygamber efendimizin de müminlerin sahibi, dostu olduğu bildiriliyor. Bunlar gibi muin olan Allahü teâlâdır. Kullarına da, mecaz olarak muin demiştir. Muin, yardım eden, yardımcı demektir. Bir âyet-i kerime meali: (İyilikte ve takvada birbirinize, yardımcı olun!) [Maide 2] İnsanların kulu Mezhepsizler, Allah’tan başkasının kulu diyene, mesela Abdünnebî, Abdürresul, peygamberin kulu diyen Müslümanlara müşrik diyorlar. Bazı mezhepsizler de, (Osmanlılarda, insan, Allah’ın değil, padişahın kuluydu. Onun için padişah, halka kullarım derdi. Sultanlık sistemine karşı çıkmak, soylu mücadele vermektir) diyorlar. Hâlbuki bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Evli olmayan kadınlarınızı, kullarınızdan ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin!) [Nur 32] Âyet-i kerimede görüldüğü gibi kulların da kulları oluyormuş. Padişahın kulları demenin mahzuru olmadığını bu âyet-i kerime de açıklıyor. Kul kelimesinin, köle, hizmetçi anlamı da vardır. Yeniçeri askerlerine de kul denirdi. İnsana rab denir mi? İnsanların hakiki Rabbi, Allahü teâlâdır. Ancak mecaz olarak, başkasına da rab demek caizdir. Yusuf aleyhisselamın, padişaha rab dediği şu âyet-i kerimeyle bildiriliyor: (Rabbinin [melikin, hükümdarın, efendinin] yanında beni an [ki beni zindandan çıkarsın]!) [Yusuf 42] Rab, ilah manasına geldiği gibi, efendi, yetiştiren, terbiye eden anlamlarına da gelir. Mezhepsizler, işte böyle kelimeleri kullandı diye, Müslümanlara müşrik demekten hiç çekinmiyorlar. 362 www.dinimizislam.com Kaderi inkâr ediyor Reformcu diyor ki: (İmanın şartı altı olmadığı gibi, üstat Mevdudi’nin dediği gibi, kadere inanmak imanın şartlarından da değildir. Kadere inanmak, Emevilerin Cebriye itikadıdır.) CEVAP Yine Mutezile itikadında olduğunu gizlememiş. Kaderi inkâr edici çok söz ederek, (Halkımız muhtaçları düşünmüyor, onları kaderleriyle baş başa bırakıyor. Gerçek Müslüman yoksulları kaderine terk etmez) diyor. Allahü teâlânın takdirini kim değiştirebilir ki? Kaza ve kader bilgileri çok ince ve anlaması güçtür. Bunları konuşmak ve tartışmak, hadis-i şeriflerle yasak edilmiştir. Müslümanların vazifesi, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını öğrenmek ve bunlara uygun yaşamaktır. Kaza ve kaderi incelemek emrolunmadı. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği kadar öğrenmek ve inanmak yeterlidir. Bu hakiki âlimler buyuruyor ki: Allahü teâlâ insanların, hayır ve şer, bütün yapacaklarını ezelde biliyordu. Vakitleri gelince, bunların yaratılmasını irade etmekte ve yaratmaktadır. Onun yaratmasına takdir denir. Ezeldeki ilme kader denir. Kader, ilm-i ezelidir. Emr-i ezeli değildir. Mutezile ve Kaderiyye denilen cahil ve ahmaklar, kaza ve kadere inanmadılar. İnsan, dilediğini kendi gücüyle yaratmaktadır dediler. Böyle kâfirler, zamanımızda çoktur. (Diya-ül kulüb) İnsanın her işi Allah’ın takdiri ve iradesiyle olmaktadır. Mutezile ve Kaderiyye, kaza ve kaderi inkâr etti. (İnsan kendi kuvveti ve ihtiyarıyla, işlerini yaratıyor) dedi. İnsan bir şey yapmak ister. Sonra bunu Allahü teâlâ yaratır. İnsanın iradesine, istemesine kesb denir. Cebriyye fırkası, irade ve ihtiyarı inkâr etti. İnsanları mecbur sandı. Bu sözleri küfürdür. İnsan mecbur olsaydı, Allahü teâlâ zalimlere zalim, kâfirlere kâfir demezdi. Allahü teâlâ kerimdir. İnsana yapamayacağını emretmemiştir. Kaderiyye fırkası kaza ve kaderi, Cebriyye fırkası da irade ve ihtiyarı inkâr etti. Her ikisi de bid’at ehlidir. İrade başkadır, razı olmak başkadır. Allahü teâlâ küfrü ve günahları irade ediyor, fakat razı değildir. Ezeldeki takdir, insanın kendi irade ve ihtiyarıyla yapacağını gösteriyor. Ezeldeki takdir, irade ve ihtiyarı göstermeseydi, Hak teâlâ dilediğini yaratmakta serbest olmaz, mecbur olurdu. (Mektubat-ı Masumiyye 1/83) Kader, yaratılacak şeyleri, Allahü teâlânın ezelde bilip dilemesidir. Allahü teâlâ, bir şeyi yaratacağını ezelde irade ettiyse [dilediyse], az veya daha çok olmaksızın, dilediği gibi var olur. Olmasını dilediği şeylerin var olmaması ve yokluğunu dilediği eşyanın var olması imkânsızdır. (İtikatname) İnsanın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. (İ. Ahlakı) 363 www.dinimizislam.com Kader, Allahü teâlânın ileride olacak her şeyi ezelde bilmesidir. Kaza, bu bildiklerini Levh-il mahfuz’da göstermesidir. (Emali şerhi, Seyyid Ahmed Asım Efendi) Kalble veya bedenle yapılan işleri, canlılarda ve cansızlarda meydana gelen her işi, Allahü teâlânın ezelde bilmesine, dilemesine ve yaratmasına kader ve takdir denir. İnsan bir şeyi yapmayı veya terk etmeyi ihtiyar ve irade eder yani kuvvetini kullanır. Sonra, Allahü teâlâ da, bunu irade eder, kudretini kullanırsa, bu şey meydana gelir. Kulun ihtiyar ve iradesine kesb, Allahü teâlânın irade ve kudretini kullanmasına halk etmek, yaratmak denir. (Dürr-i yekta şerhi) Takdir: Halk etme, yaratma, İhtiyar: Seçme, tercih, Kesb: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarf etmesidir. İşler takdir yönünden üç kısma ayrılır: 1- Hikmetin gereği yaratılanlar: Yerin, göğün, Cennet ve Cehennemin, meleklerin, cinlerin, hayvanların, bitkilerin ve cansız şeylerin yaratılması gibi. 2- İnsanın irade ve kudretiyle olmadan yaratılanlar: Güzel veya çirkin, sağlam veya sakat, erkek veya kadın yaratılması gibi. 3- İnsanın irade ve kudretini sarf edip çalışması ve kesbiyle meydana gelenler: İlim öğrenmek, iyi veya kötü amel işlemek gibi. Kader hakkındaki birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Yeryüzünde vuku bulan ve başınıza gelen bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [Levh-i mahfuzda yazılmış] olmasın. Elbette bu, Allah’a kolaydır.) [Hadid 22] (Ölümü Allah’ın iznine bağlı olmayan hiç kimse yoktur.) [Al-i İmran 145] (Her ümmetin bir eceli vardır, gelince ne bir an geri kalır, ne de bir an ileri gider.) [Araf 34] (Biz, her şeyi kader ile [bir ölçüye göre] yarattık.) [Kamer 49] (Bir canlıya verilen ömür ve ömrünün azaltılması da mutlaka bir kitaptadır.) [Fatır 11] Kadere inanmak, imanın altı şartından biridir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, âhirete [Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] (Kadere inanmayan imanın gerçeğine erişmez.) [Nesai] (Kadere iman, tevhidin nizamıdır.) [Deylemi] (Ahir zamanda şerli kimseler kader hakkında konuşur.) [Hâkim] 364 www.dinimizislam.com (Ahir zamanda, şu üç şeyden korkuyorum: Müneccimlere [falcılara] inanmak, kaderi inkâr ve idarecilerin zulmü.) [Taberani, İbni Asakir, Hatîb, İbni Ebi Âsım] (Kaderi inkâr etmeyin. Hristiyanlar kaderi inkâr eder.) [Cami-us-sagir] (Ümmetim kaderi inkâr etmedikçe, dinde sabittir. Kaderi inkâr dince helak olur.) [Taberani] (Âhirette kaderi yalanlayana rahmet edilmez.) [İ. Adiy] (Şu üç şeyden korkuyorum: 1- Âlimin sürçmesi, 2- Münafıkların “Kur’an böyle diyor” diyerek tartışmaya girişmesi, 3- Kaderin inkârı.) [Taberani] (Kaderden bahsedilince dilinizi tutun!) [Taberani] (Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani] (Kadere, hayra ve şerre iman etmedikçe, başa gelenin asla şaşmayacağına, başa gelmemesi takdir edilenin de asla gelmeyeceğine inanmadıkça, hiç kimse iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi] (Bütün Peygamberler şunlara lanet etti: 1- Allah’ın kitabında olmayan şeyi ona ekleyen [Kur’anı kendi görüşüne göre açıklayan], 2- Allah’ın kaderini inkâr eden, 3- Allah’ın zelil ettiğini aziz, aziz ettiğini de zelil eden zalim idareci.) [Taberani] Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Bir hadis-i şerif meali: (Allahü teâlâ buyurur: “Ben âlemlerin Rabbiyim, hayrı da, şerri de ancak ben tayin ederim. Hakkında şer yazdığıma yazıklar olsun, hakkında hayır yazdığıma ise ne mutlu!”) [İ. Neccar] (Allahü teâlâ, kullarının iyilik mi kötülük mü işleyeceklerini, Cehennemlik mi, Cennetlik mi olduklarını elbette bilir, bildiğini de yazıyor. Yoksa yazdığı için kul öyle yapmak zorunda kalmıyor. Cebriye, Allah zorla yaptırır der, Mutezile ise, kaderi inkâr eder. Doğru yol, ikisinin ortası olan Ehl-i sünnettir.) (Bütün işler Allahü teâlâdandır, hayır olanı da şer olanı da.) [Taberani] (Kaderiyenin İslam’dan nasibi yoktur. Bunlar, şer takdir edilmedi derler.) [Beyheki] (Kaderiye, Mutezile demektir.) (Denge, Rahman olan Allahü teâlânın elindedir. Kimini yükseltir, kimini alçaltır.) [Bezzar] (Allahü teâlâ, hayır murat ettiğinin maişetini kolaylıkla verir. Şer murat ettiğini ise, maişetini temin ederken zorlukla karşılaştırır.) [Beyheki] (Allahü teâlâ buyurdu ki: Bana iman edip de kadere, hayır ve şerrin benim takdirimle olduğuna iman etmeyen, benden başka Rab arasın.) [Şirazi] (Ümmetimin helaki üç şeydedir: Irkçılık, kaderi inkâr ve nakle itibar etmemek [Kendi görüşünü din gibi anlatmak].) [Taberani] (Allahü teâlâ, ilk önce Kalem’i yaratıp, “Kaderi, olanı ve sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi, Ebu Davud] 365 www.dinimizislam.com (Her şey ezelde yazıldı. Kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani kader, takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.) (Bütün insanlar toplanıp sana fayda vermek için çalışsalar, Allahü teâlânın senin için takdir ettiğinden fazlasını yapamazlar. Eğer bütün insanlar, sana zarar vermeye kalksalar, Allahü teâlânın senin hakkında takdir ettiği zarardan fazlasını veremezler. Çünkü artık kaderi yazan Kalem[in mürekkebi] kurudu, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşti.) [Tirmizi] (Ya Resulallah, yaptığımız ve yapacağımız işler önceden takdir edilip yazıldığına göre, iş yapmanın ne önemi var) diye soranlara, (Herkes, kendi işine hazırlanır) ve (Herkes önceden takdir edilmiş olan işlere hazırlanır) buyurdu. (Müslim, Tirmizi) Aynı suali soran, başka birine de, Şems suresini okudu. İlgili kısmın meali şöyle: (Cenab-ı Hak, hayrı ve şerri [taat ve günahı] ve bu ikisinin hallerini öğretip bunlardan birini yapabilmesi için, insana ihtiyar [tercih hakkı, irade-i cüz’iyye] verdi. Nefsini tezkiye eden [kötülüklerden temizleyip faziletlerle dolduran] kurtuldu. Nefsini günahta, cehalette, dalalette bırakan, ziyan etti.) [Şems 7-10] Kadere boyun eğilmez mi? Reformcu (Akıllı insan, kadere boyun eğmeyen kişidir) diyor. CEVAP Reformcu da, Mutezile kafalı diğer yamuklar gibi kaderi bilmiyor. Kadere boyun eğmeyen insan olur mu? Kader, Allahü teâlânın takdir ettiği şeylerdir. Bunu kim önleyebilir ki? İnsan kaderini kendi çizemez. Bu konuda çok âyet-i kerime var. Üçünün meali şöyle: (Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96] (Yeryüzünde hiçbir olay ve başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta [Levh-i mahfuzda] yazmış olmayalım. Bu ise, Allah’a göre kolaydır.) [Hadid 22] Resulullah efendimiz, kaderle ilgili âyet-i kerimeleri açıklayarak buyuruyor ki: (Allah, ilk önce Kalem’i yaratıp, “Sonsuza kadar olacak olanı yaz” buyurdu.) [Tirmizi] (Her şey ezelde yazıldı. Allah’ın ilmine göre, kalem kurudu.) [Tirmizi] (Yani takdir son buldu ve kaleme yazacak bir şey kalmadı.) Bir kimse, hem Müslümanım der, hem de kaderi nasıl inkâr eder? Ömür değişir mi? Reformcu diyor ki: (Kader, Cebriye inancıdır. Müslümanlar, kader yani ömür değişmez diyerek sağlığa hiç önem vermiyorlar, hasta olsalar tedaviye 366 www.dinimizislam.com yanaşmıyorlar. Kaderim buymuş diyerek hiç çalışmıyorlar. Hâlbuki insan kaderini kendi çizer. Cebriye’den kurtulup kaderimizi kendimiz çizmeliyiz.) CEVAP Mutezile itikadında olduğunu yine gizlememiştir. Cebriye nasıl bozuksa, Mutezile de o kadar bozuktur. Mutezile, (Allah, yaptığımız işlere karışmaz) diyerek kaderi inkâr edip, insanı hâşâ kendi işinin yaratıcısı zanneden çok sapık bir fırkadır. Bu konudaki birkaç âyet-i kerime meali: (Her şeyin yaratıcısı Allah’tır.) [Zümer 62, Mümin 62] (Sizi de, işlerinizi de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96] (Rabbin, kendi istediğini yaratır, dilediğini seçer. Onların seçim hakkı yoktur.) [Kasas 68] Ömrün değişmeyeceğini söyleyen Allahü teâlâdır. Bir âyet-i kerime meali: (Ecel, bir an gecikmez ve vaktinden önce de gelmez.) [Araf 34] Hiçbir Müslüman, kader değişmez diyerek sağlığını hiçe saymaz. Sağlığa, temizliğe dikkat etmenin, hastalanınca tedavi olmanın dinin emri olduğunu bilir. Şunları da iyi bilir: Vücudumuz, bize emanettir. Dinimiz onu iyi korumayı emrediyor. Hastayı tedavi ettirmek gerekir. Tecrübeyle etkileri kesin olan, aşı, serum ve mikrop öldürücü ilaçları kullanmak, gıda almak gibi farzdır. Yani Allahü teâlânın emridir. Tesiri kesin olan ilaçlar, gıda gibi olup, ilaç almayıp ölmek günahtır. Resulullah üç türlü ilaç kullanmıştır. Kur’an-ı kerim veya dua okurdu. İlaç kullanırdı. Her ikisini karışık da kullanırdı. Müslüman, (İlaç kullanmak da kaderdendir, Allah’ın izniyle fayda verir) hadis-i şerifini de bilir. Yani Müslüman dinin emri olduğu için çalışır, sağlığını gözetir. Müslüman iyilikle, dua ile ömrün uzayacağını bilir, kötülükle de ömrün kısalacağını bilir. Müslüman şunları da bilir: Kader değişmez. Kaza, kadere uygun olarak meydana gelir. Kaza, her gün çok değişip, sonunda kadere uygun olunca yaratılır. Kaza-i muallak şeklinde yaratılacağı yazılmış olan bir şey, kulun iyi ameliyle değişip yaratılmaz. İmam-ı Gazali hazretleri, (Kaza-i muallak, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Eğer o kimse, iyi amel yapıp, duası kabul olursa, o kaza değişir) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Kader, tedbirle, sakınmakla değişmez, fakat kabul olan dua, o bela gelirken korur) buyuruldu. (Taberani) Duanın belayı önlemesi de kaza ve kaderdendir. Kalkan, atılan oka; şemsiye de yağan yağmura siper olduğu gibi, dua da, gelen belaya siper olur. Bir hadis-i şerifte, (Kaza-i muallakı hiçbir şey değiştiremez. Yalnız dua değiştirir ve ömrü yalnız ihsan, iyilik arttırır) buyuruldu. [Hâkim] Kaderin, Levh-i mahfuz’da yazılması kazadır. Bir kimseye takdir edilen bela, kaza-i muallak ise, yani onun dua etmesi de takdir edilmişse dua eder, kabul olunca belayı önler. Ecel-i kaza’yı da, iyilik etmek geciktirir, fakat ecel-i müsemma değişmez. Ecel-i kazaya bir misal verelim: Birinin ömrü, (Eğer iyi iş yapar yahut sadaka verir, hac ederse 60 yıl, bunları yapmazsa 40 yıl) diye takdir edilmişse, 367 www.dinimizislam.com vakit tamam olunca, eceli bir an gecikmez. Birinin 3 gün ömrü kalmışken, akrabasını Allah rızası için ziyaret etmesiyle, ömrü 30 yıla uzar. 30 yıl ömrü olanın ömrü de, akrabasını terk ettiği için, 3 güne iner. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Sıla-i rahim [salih akrabayı ziyaret], ömrü uzatır.) [Taberani] Takdir, ezelde Levh-i mahfuz’da yazılmıştır. Yani, Levh-i mahfuz’da olacak değişiklikler ve ömürlerin artması ve kısalması da ezelde yazılmıştır ki, buna kaza-i muallak denir. (Lübab-üt-te’vil) Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip birbirinden şikâyette bulundular. Azrail aleyhisselam da gelip, (Bu iki kişiden birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de, bir hafta önce bitmişti, fakat ölmedi) dedi. Davud aleyhisselam hayret edip sebebini sordu. Azrail aleyhisselam, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargındı. Gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ buna 20 yıl daha ömür takdir buyurdu) dedi. Allahü teâlânın kaderi [ezeldeki ilmi] nasıl ise, Levh-i mahfuz’daki değişiklikler, ona uygun olur. Hazret-i Ömer yaralanınca Ka’bül-ahbar, (Ömer daha yaşamak isteseydi dua ederdi, çünkü onun duası elbette kabul olur) buyurdu. İşitip şaşıranlar, (Ecel bir an gecikmez ve vaktinden önce gelmez) mealindeki âyet-i kerimeye ne dersin denilince buyurdu ki: Evet, ecel hazır olunca gecikmez, fakat ecel hâsıl olmadan önce, sadaka ve dua ile, iyi amelle ömür uzar. Fâtır suresinde, (Herkesin ömrü ve ömürlerin kısalması yazılıdır) buyuruluyor. (Levh-i Mahfuz ve Ümm-ül-Kitab risalesi) Bunları bilen bir Müslüman elbette çalışır, sağlığına dikkat eder. Reformcunun dediği gibi, (Zaten rızkım, ecelim ve hastalıklarım önceden yazılmış) diyerek tedaviyi, sebeplere yapışmayı terk etmez. Kıyamet alameti yok mu? Reformcu yazar diyor ki: (Kıyamet alametleri diye bir şey yoktur. Bunu statükocular, hadis rivayet materyallerine dayandırıyorlar ki, bu da Kur’ana zıttır. Mehdi, Deccal ve İsa’nın gelişine dair yaptığım bilimsel araştırmalar, bunların İslam literatürüyle ilgisi olmadığını göstermiştir. Kıyamet alametlerinin imanla da bir ilgisi yoktur.) CEVAP Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmemişse de, alametleri âyet ve hadiste açıkça bildirilmiştir. Süper mezhepsiz olandan başkası bunları inkâr edemez. Kıyametin büyük alametleri: Meşhur Cibril hadisinde, bir zat, kıyametin alametlerini sordu. Resulullah da bildirdi. O zat gittikten sonra, Resulullah bize, (Bunları sorup giden, Cebrail aleyhisselam idi. Size dininizi bildirmek için gelmişti) buyurdu. (Müslim, Nesai, Ebu Davud, Tirmizi) 368 www.dinimizislam.com Kıyametin bir büyük alametleri, bir de küçük alametleri vardır. Önce büyük alametleri bildirelim: Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Nesai, Tirmizi, İ. Ahmed, Taberani, İbni Cerir ve İbni Hibban’daki hadis-i şerifte, şu on alametin çıkacağı bildirilmiştir: 1- Hazret-i Mehdi gelecek: Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kıyamet kopmadan önce, Allahü teâlâ, benim evladımdan birini yaratır ki, ismi benim ismim gibi, babasının ismi, benim babamın ismi gibi olur. Ondan önce dünya zulümle dolu iken, onun zamanında adaletle dolar.) [Tirmizi] (Mehdi’nin başı hizasında bir bulut olacak, buluttan bir melek, “Bu Mehdi'dir, sözünü dinleyin” diyecektir.) [Ebu Nuaym] 2- Deccal gelecek: Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Deccal çıkar, tanrı olduğunu söyler. Onun tanrılığına inanan kâfir olur.) [İ. E. Şeybe] 3- Hazret-i İsa gökten inecek: Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah’ın Resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük dedikleri için Yahudileri lanetledik. Onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da. Öldürülen, kendilerine İsa gibi gösterildi.) [Nisa 157] Hazret-i İsa göğe kaldırılmıştır. (Nisa 158) (Elbette o [Hazret-i İsa’nın Kıyamete yakın gökten inmesi], Kıyametin yaklaştığını gösteren bilgidir. Sakın bunda şüphe etmeyiniz!) [Zuhruf 61, Beydavi] Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, [Hıristiyanlığı kaldıracak] domuzu öldürecek, [domuz etini yasaklayacak] İslam’dan başka şeyi yasaklayacaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe] (İsa inince, her yerde sükûn, emniyet meydana gelir. Öyle ki aslanla deve, kurtla kuzu serbestçe dolaşır, çocuklar yılanlarla oynar.) [Ebu Davud] (On alamet çıkmadan kıyamet kopmaz. Biri İsa’nın gökten inmesidir.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İ. Mace, Nesai, İ. Ahmed, Taberani, İ. Hibban, İ. Cerir] 4- Dabbet-ül-arz çıkacak: Bu husustaki hadis-i şeriflerden birinin meali şöyledir: (Dabbet-ül arz, Musa’nın asası ile mümine dokunur, alnına Cennetlik yazılır, yüzü nurlanır. Kâfire, Süleyman’ın mührü ile vurur, Cehennemlik yazılır, yüzü simsiyah olur.) [Tirmizi] 369 www.dinimizislam.com (O söz başlarına geldiği zaman, [Kıyamet alametleri zuhur edince], onlara yerden bir hayvan çıkarırız, bu hayvan, onlara, insanların âyetlerimize kesin iman etmemiş olduklarını söyler.) [Neml 82, Tefsir-i Kurtubi] 5- Yecüc ve Mecüc çıkacak: Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Yecüc ve Mecüc, set yıkılıp her tepeden akın ederler.) [Enbiya 96] Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Yecüc ve Mecüc, kıyametin ilk alametlerindendir.) [İbni Cerir] 6- Duman çıkacak: Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Gökten bir duman çıkacağı günü gözetle!) [Duhan 10] Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Dumanın tesiri mümine nezle gibi gelir, kâfire ise çok şiddetlidir.) [Ebu Davud] 7- Güneş batıdan doğacak: Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Güneş batıdan doğmadıkça kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman eder, ama imanı fayda vermez.) [Buhari, Müslim] Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Rabbinin bazı âyetleri [alametleri] geldiği gün, önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış kimseye, o günkü imanı fayda vermez.) [Enam 158] Âlimler, bu âyetteki alametlerden birini de güneşin batıdan doğması olarak bildirmişlerdir. Yukarıdaki hadis-i şerif de zaten bunu açıkça bildiriyor. 8- Ateş çıkacak: Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hicazdan çıkan ateş, Basra’daki develerin boyunlarını aydınlatır.) [Müslim] 9- Yer batması görülecek: Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Doğu, Batı ve Ceziret-ül Arab’da yer batışı görülecek.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace] 10- Kâbe yıkılacak: Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir Habeşli Kâbe’yi tahrip edecektir. Onu şu anda siyah elleri ile Kâbe’nin taşlarını bir bir söker halde görüyorum.) [Buhari, Müslim] Hazret-i İsa gökten inecektir: Tefsirlerden önce, Nisa suresindeki iki âyetin mealine bakalım: (Allah’ın resulü Meryem oğlu İsa’yı öldürdük dedikleri için Yahudileri lanetledik. Hâlbuki onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar da, öldürülen kimse kendilerine İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler tam 370 www.dinimizislam.com bir kararsızlık içinde, bu konuda zandan başka hiçbir bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler. Bilakis Allah İsa’yı kendi nezdine kaldırmıştır.) [Nisa 157-158] Allahü teâlâ, bu âyetlerde Hazret-i İsa’nın öldürülmediğini kesin olarak bildiriyor. Kendi nezdinden maksat, göğe kaldırılmasıdır. Yoksa Allah mekândan münezzehtir, gökte değildir. Gökleri de O yaratmıştır. Yaratılan şey, yaratana mekân olamaz. Doğru tefsir elbette Resulullah efendimizinkidir. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir: (On alamet çıkmadan kıyamet kopmaz. Biri İsa’nın gökten inmesidir.) [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İ. Mace, Nesai, İ. Ahmed, Taberani, İ. Hibban, İ. Cerir] (İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak, [Hristiyanlığı kaldıracak] domuzu öldürecek, [domuz etini yasaklayacak] İslam’dan başka şeyi yasaklayacaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe] (İsa, yere inince evlenecek, bir oğlu olacak, kırk yıl kadar yaşayıp ölecek ve benim yanıma defnedilecektir.) [Tirmizi, Mevahib] (Benim dinim üzerine İsa gelir, Deccalı öldürür, sonra kıyamet kopar.) [İ. Ahmed] (İsa gelince Deccalı öldürür.) [Müslim, İ. Ahmed, Taberani, Ruyani, Ziya el Makdisi] (İsa, Deccalı öldürdükten sonra iki kişi arasında düşmanlık kalmaz.) [Müslim] (Bir ümmet ki başında ben, sonunda İsa gelir. Allah onları hor etmez.) [Hâkim, Ebu Nuaym] (Ne mutlu İsa indikten sonraki hayata...) [E. Nuaym] (Ahir zamanda İsa indikten sonraki hayat ne güzeldir. Yağmur yağdırması için gökyüzüne, bitki bitirmesi için yeryüzüne izin verilir. Tohumu düz bir taşa ekersen yeşerir. Bir kişi aslanın yanından geçer aslan ona zarar vermez. Yılana basar da, onu sokmaz. İnsanlar arasında menfaat mücadelesi, karşılıklı haset ve kin olmaz.) [Ebu Said-en-Nakkaş] (İsa, âdil bir hakem olarak indiği zaman kin, nefret ve haset kalkacaktır.) [Müslim] (İsa, Mehdi’nin arkasında namaz kılacaktır.) [İbni Hacer-i Mekki] (İsa inince İslamiyet ile hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir. Sonra yeryüzünde sükûn, emniyet meydana gelecektir. O kadar ki aslan deveyle, kaplan inekle ve kurt kuzuyla serbestçe dolaşacak, çocuklar yılanlarla oynayacaktır. İsa ölünce cenazesini Müslümanlar kaldıracaktır.) [Ebu Davud] (İsa benim yanıma gömülecektir.) [Tirmizi] 371 www.dinimizislam.com Nisa suresinin 157 ve 158. âyeti tefsir edilirken, Hazret-i İsa’nın öldürülmediği, asılmadığı, öldürülenin ona benzetildiği ve Hazret-i İsa’nın ref edildiği, yani göğe kaldırıldığı bildirilmektedir. (Tibyan 1/365) Al-i İmran suresinin 55. âyetinin tefsirinde ise şöyle buyuruluyor: Hazret-i İsa diri olarak göğe kaldırıldı. Buhari ve Müslim’in rivayet ettiği hadiste, Hazret-i İsa, kıyamete yakın yere inecek, İslamiyet’le hükmedecek, Deccalı, domuzu öldürecek ve haçı kıracaktır. Yeryüzünde 7 sene, başka bir rivayette 40 sene kalacak ve vefat ederek cenaze namazı kılınacaktır. 40 sene dünyada kaldığı ömrü olabilir. Göğe kaldırılmadan önce 33, gökten indikten sonra da 7 sene kalacaktır. Toplamı 40’tır. (Tibyan 1/233) Zuhruf suresi 61. âyetinin tefsirinde ise şöyle buyuruluyor: İsa aleyhisselamın inmesi kıyamet alametidir. (Tibyan 4/137) Türkçe meallerin en kıymetlisi kabul edilen Hasan Basri Çantay’ın mealinde, Nisa suresinin 157 ve 158. âyetinde diyor ki: Hazret-i İsa öldürülmedi, asılmadı, öldürülen ona benzetildi ve Hazret-i İsa göğe kaldırıldı. Bu Celaleyn tefsirinden alınmıştır. (Kur’an-ı hâkim ve meal-i kerim 1/150) Al-i İmran suresinin 55. âyetinin tefsirinde ise diyor ki: (O zaman Allah, şöyle demişti: Seni öldürecek olan onlar değil, benim, seni kendime yükseltip kaldıracağım.) Dip notunda ise, (Hazret-i İsa, Nisa suresinin 157 ve 158. âyetine göre, düşmanları tarafından öldürülmemiş, Allah onu ruhu ve cesedi ile birlikte, yükseltip kaldırmıştır) deniyor. Buhari ve Müslim’deki, Kıyamete yakın ineceğini bildiren hadis-i şerif nakledilmiş ve (Bu hususta sahih başka haberler de var) denmektedir. (Kur’an-ı hâkim ve meal-i kerim 1/92) Zuhruf suresi 61. âyetinin tefsirinde ise, Hazret-i İsa’nın inmesinin kıyamet alametlerinden olduğu bildirilmektedir. Dipnotta ise, bu bilgileri Beydavi, Celaleyn ve Medarik’ten aldığı bildirilmektedir. İbni Abbas hazretlerinin, (Hazret-i İsa’nın nüzulü (yere inmesi), kıyamet alametlerindendir) ifadesine de yer verilmiştir. Buhari ve Müslim’deki Hazret-i İsa’nın ineceğini bildiren hadis-i şerif de ilave edilmiştir. (Kur’an-ı hâkim ve meal-i kerim 3/900) İmam-ı Kurtubi, Cami-ul-ahkâm’da diyor ki: Zuhruf süresi 61. âyetinde O muhakkak kıyamet bilgisidir, alametidir, ondan şüphe etmeyin buyuruluyor. İbni Abbas, Mücahid, Dahhak, Elsediy ve Katade yine buyurdu ki: Deccalın da kıyamet alametlerinden olduğu gibi âyet-i kerime Hazret-i İsa’nın çıkışının da kıyamet alametlerinden olduğunu bildirir. Çünkü Allahü teâlâ onu kıyametin kopmasından önce gökten indirecektir. İbni Abbas, Ebu Hüreyre, Katade, Malik bin Dinar ve Dahhak alamet olarak bildirdiler. İbni Mesud dedi ki: Resulullah miraca çıkarken Hazret-i İsa’yı gördü. Hazret-i İsa (Kıyamet alameti Deccalın çıkmasıdır, ben inip onu öldüreceğim) dedi. Deccal çıktığı an Allahü teâlâ İsa’yı gönderir, onu koklayan kâfirin nefesi 372 www.dinimizislam.com kesilip ölür ve Deccalı öldürür. (Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed, Taberani, Suyuti, İ. Münavi, Nevevi, Kenzil ummal, Mecmul zevaid) İsa aleyhisselam, (Deccal’ın çıkması Kıyamet alametidir. Ben gökten inip onu öldüreceğim) dedi. (Müslim, İ. Mace, Ebu Davud, İ. Ahmed, Taberani, İ. Süyuti, İ. Münavi, İ. Nevevi, Kenzil ummal, Mecmul zevaid) Kıyametin küçük alametleri Kıyametin kopmasına yakın önce küçük alametler çıkacaktır. Sonra da büyük alametler çıkacaktır. Kıyametin küçük alametleri ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şunlardır: (İnsanlar camilerle ve camilerin süsüyle övünmedikçe kıyamet kopmaz.) [İbni Mace] (Erkek erkekle, kadın kadınla yetinmedikçe, kıyamet kopmaz.) [Hatib] (Fitneler artmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari] (İnsanlarda cimrilik artar ve kıyamet kötülerden başkası üzerine kopmaz.) [İ. Neccar] (Ahlaksızlık ve fuhuş açık olmadan, komşular kötüleşmeden, hainler emin, eminler hain sayılmadan, akrabalık arasında soğukluk olmadan kıyamet kopmaz.) [İ. Ahmed] (Yemin ederim ki, cimrilik, fuhuş meydana çıkmadıkça, emine hıyanet edilip, haine güvenilmedikçe, iyiler helak olup kötüler kalmadıkça kıyamet kopmaz.) [Hâkim] (Yeryüzünde Allah diyen Müslüman kaldıkça kıyamet kopmaz.) [Müslim] (İlim kalkmadıkça, depremler, katliamlar çoğalmadıkça kıyamet kopmaz.) [Buhari] (Mal çoğalıp artmadıkça kıyamet kopmaz. Öyle ki, zekât verilecek kimse bulunmaz. Birine zekât teklif edilince, “Benim buna ihtiyacım yok” der.) [Buhari] (İki büyük taife, davaları bir olduğu halde, çarpışmadıkça, kendilerine Allah’ın resulüyüm [peygamberim] diyen yalancılar çıkmadıkça kıyamet kopmaz.) [Buhari] (Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça, taşlar bile, “Ey Müslüman şu arkamda gizlenen Yahudi’yi öldür” diye haber vermedikçe kıyamet kopmaz.) [Buhari] (Yetmiş tane resulüm diyen yalancı kişi çıkmadıkça kıyamet kopmaz.) [Taberani] (Erkekler azalacak, kadınlar çoğalacak.) [Buhari] (Livata mubah sayılmadıkça, gökten taş yağmadıkça kıyamet kopmaz.) [Deylemi] (Kıyamet kopmadan yüz yıl önce yeryüzünde Allah’a ibadet eden kalmaz.) [Hâkim] 373 www.dinimizislam.com (“Keşke şu kabirdeki ben olsaydım” denmedikçe kıyamet kopmaz.) [Müslim] (Deprem, fitne, katillik artmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari] (Kardeşler farklı dinden olmadıkça kıyamet kopmaz.) [Deylemi] (Kötüler dünyaya hâkim olmadıkça kıyamet kopmaz.) [Tirmizi] (Kıyamet ancak kötü insanların başına kopar.) [Müslim, İbni Mace] Kıyamet yaklaştığı zaman şunların da olacağı bildirilmiştir: (İnsanlar temizlikte fazla titiz olacak, vesvese edip dinde haddi aşacaklar.) [Ebu Davud] (Ortalık bozulacak, dine uymak avuçta ateş tutmak gibi zor olacak.) [Hâkim] (Kötü kadınlar, çoğalıp, fuhuş bir toplum içinde yayılırsa, halk, daha önce görülmemiş [frengi, AIDS gibi] bulaşıcı hastalıklara maruz kalacak. Ölçüde, tartıda hile yapılacak ve geçim darlığı baş gösterecek.) [Beyheki] (Çalgı her yere yayılacak, güvenlik güçleri çoğalacak.) [Beyheki] (Zengine malı için tazim edilecek, fuhuş yayılacak, piçler çoğalacak. Büyüğe hürmet, küçüğe de merhamet edilmeyecek. Kurtlar, kuzu postuna bürünecek.) [Hâkim] (İlim kalkar, cehalet, anarşi ve ölüm çoğalır.) [İbni Mace] (Ulema, halkın istediği yönde fetva verip, helale haram, harama helal derler; Kur’anı ticarete, menfaate alet ederler.) [Deylemi] (Vahşi hayvanlar, insanlarla konuşmadıkça kıyamet kopmaz.) [Tirmizi] (Kıyamet alametleri bir ipteki boncukların peş peşe kopması gibi birbirini takip eder.) [İ.Ahmed, Taberani] (Kıyamet alametlerinin ilki, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vaktinde insanlara Dabbet-ül-arzın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir.) [Müslim, Ebu Davud] (Din cahillerinin çoğalması, kıyamet alametlerindendir.) [Buhari] Bu kadar vesikayı inkâr edene ilim sahibi denebilir mi? Tesettür yaşı Reformcu yazar diyor ki: (18 yaşına kadar, bir genç kızın başını kapatmaması günah olmaz.) CEVAP Dinimizde namaz, oruç, zekât, hac, tesettür gibi işlerde mükellef [yükümlü, sorumlu] olmak, yaşla değil, âkil ve bâliğ olmakla başlar. Daha önce bunlarla mükellef değildir. Bir kız büluğa erince mükellef olur. Üç hadis-i şerif meali şöyledir: (Şu üç kişi sorumlu değildir: 1- İyileşene kadar deli, 374 www.dinimizislam.com 2- Uyanana kadar uyuyan, 3- Büluğa erene kadar çocuk.) [Buharî, Ebu Davud, Tirmizî, İbni Mace, İ. Ahmed] (Cuma günü gusletmek, büluğa eren herkese lazımdır.) [Buharî, Müslim, Ebu Davud] (Yâ Esma, bir kız büluğa erince, yüz ve elleri hariç, vücudunu erkeklere gösteremez.) [Ebu Davud, Beyheki] Büluğa ermiş kız tesettürden sorumludur. (Nur 31, Ahzab 59) Tasavvufa saldırıyor Reformcu, (Sofiliğin, tasavvufun, ilm-i batın veya ledün ilmi denilen ilmin, İslam’da yeri yoktur) diyor. CEVAP Sofilik, evliyalık demektir. Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmaktır. Bu da ancak tasavvuf ehli evliyanın yapabileceği iştir. Tasavvuf ilmi ahlâk ilmidir. Tasavvufa saldırmak, din ve ahlaka saldırmaktır. Hazret-i Süleyman’ın veziri Asaf, peygamber değilken, ledün ilmini bildiği için, iki aylık mesafedeki Belkıs’ın tahtını, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir anda kerametle getirdi. Hazret-i Süleyman, (Hâzâ min fadlı Rabbî=Bu Rabbimin bir lütfudur) dedi. (Neml 40) [Asaf, peygamber olmadığı halde, bâtın ilmi sayesinde bu kerameti gösterdi. Yani bu âyet-i kerime, mezhepsizlerin inkâr ettiği kerametin de, hak olduğunu gösteriyor.] Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâyı tanımak iki türlüdür: 1- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi tanımak, 2-Tasavvuf büyüklerinin tanımaları. Birinci şekildeki imanda nefs azgınlıktan vazgeçmemiştir, iman hakiki değil, mecazîdir. Bu iman gidebilir. İkincisinde nefs de imana geldiği için iman yok olmaktan korunmuştur. (Yâ Rabbi, senden sonu küfür olmayan iman istiyorum) hadis-i şerifi ve (Ey iman sahipleri, iman edin) mealindeki âyet-i kerime, hakiki imanı bildirmektedir. Bu âyet, (Hakiki imana kavuşun) manasındadır. Sadece ilimle hakiki imana kavuşulamaz. İmam-ı Ahmed, ilim ve ictihadda çok yüksek derecede iken, hakiki imana kavuşmak için Bişr-i Hafi [ve Zünnun-i Mısri] hazretleri gibi evliya zatların sohbetinde bulundu. İmam-ı a’zam hazretleri de, ömrünün son yıllarında Cafer-i Sadık hazretlerinin sohbetinde bulununca, (Bu iki sene olmasaydı, Numan helak olurdu) yani (Hakiki imana kavuşamazdım) buyurdu. Her iki imam da ilimde ve ibadette son derece ileri iken, tasavvuf büyüklerinin sohbetinde bulunarak marifeti ve bunun meyvesi olan hakiki imanı elde ettiler. (2/106) Senaullah-i Dehlevi hazretleri de buyuruyor ki: 375 www.dinimizislam.com Tasavvufta fena makamına kavuşan, muhakkak imanla ölür. Bekara suresinin (Allahü teâlâ imanınızı zayi etmez) mealindeki 143. âyet-i kerimesi ve (Allahü teâlâ, kullarının imanlarını geri almaz, fakat âlimleri yok ederek ilmi geri alır) hadis-i şerifi, hakiki imanın ve bâtın ilminin geri alınmayacağını göstermektedir. (İrşad-üt-talibin) İmam-ı Malik buyurdu ki: Fıkhı bilmeden tasavvufla uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh bilip tasavvufu bilmeyen bid’at ehli, sapık olur. Her ikisini bilen hakikate kavuşur. (Merec-ül Bahreyn) Bu vesikalar gösteriyor ki, tasavvufu inkâr eden, bid’at ehli sapık oluyor. Yazarın da, bu kadar bozukluğunda, çeşitli sebeplerin yanında, evliyalığa düşman olmasının rolü de bulunuyor. Sahabeye dil uzatmak Reformcu diyor ki: (Kur’anda ve hadislerde sahabenin hepsinin Cennetlik olduğu bildiriliyorsa da, sahabeden bazılarına hazret demek içimden hiç gelmiyor. Muaviye ve Âişe bunların başında gelir.) CEVAP Açıkça, (Allah ve Resulü onları övse de, onların sözleri benim içime sinmiyor) diyor. Kur’an ve Hadis, yani Allah ve Resulünün sözleri dinde ölçü değilse, reformcunun içi nasıl ölçü olur ki? Hazret-i Muaviye ile Hazret-i Âişe validemizin isimlerini saygısızca anması, kendisinde İbni Sebecilik de bulunduğuna alamettir. Önce bunlardan başlanıp, arkasından ilk üç halifeye hücum edilir. Bu, İbni Sebeciliğin takıyye taktiğidir. Kur’an-ı kerimde, (Hepsine Cenneti söz verdim, hepsinden razıyım, onlar da benden razıdır) buyuruluyor. Cennetlik olan sahabeye nasıl dil uzatılır? Eshab-ı kiramın içinde Eshar da, Ehl-i beyt de vardır. Eshar, kadın tarafından akraba demektir. Hazret-i Âişe validemiz, Eshab-ı kiramdan olduğu için Cennetliktir. İkincisi, Ezvac-ı tahirattan ve müminlerin annesi olduğu için Cennetliktir. Kur’an-ı kerimde, (Resulullah’ın hanımları, müminlerin anneleridir) buyuruluyor. (Ahzab 6) Üçüncüsü de, temiz olduğu, Cennetlik olduğu âyetle bildirilmiştir. Hakkında şöyle buyuruluyor: (Bu iftirayı işittiğinizde, “Bu konuda konuşmamız yakışık almaz. Hâşâ, bu büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?) [Nur 16] Demek ki, Allahü teâlâ, Resulüne temiz, sadık zevce ihsan eder. Allah’a ve Resulüne itimadı olanların, (Bu bir iftiradır) demeleri gerekirdi buyuruluyor. Böyle mübarek bir zevcenin, Hazret-i Ali ile ictihad farkı sebebiyle savaşmasından dolayı ona kötü söylemek, Resulullah’a hakarettir. Resulullah’ın zevcesine 376 www.dinimizislam.com hakaret edenin de kâfir olduğu Nur suresinde açıkça bildiriliyor. Hazret-i Âişe validemiz hakkındaki bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Habislere, habis söz yakışır. Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bu sonuncular [yani Hazret-i Âişe], [iftiracıların] söylediklerinden çok uzaktır. Kendileri için mağfiret ve güzel bir rızık vardır.) [Nur 26] Birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Allahü teâlâ, beni insanların en asilzadesi olan Kureyş kabilesinden seçti ve bana onların arasından en iyilerini Eshab [arkadaş] olarak ayırdı. Bunlardan birkaçını bana vezir olarak ve din-i İslamı, insanlara bildirmekte yardımcı olarak seçti. Bunlardan bazılarını da Eshar [zevce, kayınpeder, kayınvalide, kayınbirader ve baldız gibi kadın tarafından akraba] olarak ayırdı. Bunlara sövenlere, iftira edenlere, Allahü teâlânın ve bütün meleklerin ve insanların laneti olsun!) [Hâkim] (Eshabımı, ezvacımı ve Ehl-i beytimi seven, Cennette benimle beraberdir.) [Ramuz] (Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.) [Deylemi] (Benimle evlenen veya kız alıp verdiklerim, Cehenneme girmez.) [Deylemi, İ. Neccar] (Esharımın [zevce tarafından olan hısımlarımın] Cennetlik olmasını istedim. Rabbim de bu isteğimi kesin olarak kabul etti.) [Hâkim] Eshardan, Resulullah’a akraba olmakla şereflenip Cennetlik olanlardan bazıları şunlardır: 1- Kayınpeder olanlar: Hazret-i Ebu Bekir, Hazret-i Ömer, Hazret-i Ebu Süfyan. 2- Damat olanlar: Hazret-i Osman ve Hazret-i Ali. 3- Kayınvalide olanlar: Âişe validemizin annesi Ümm-i Ruman, Hafsa validemizin annesi Hazret-i Zeyneb, Ümm-i Habibe validemizin annesi Hazret-i Hind. 4- Kayınbirader olanlar: Hazret-i Abdullah bin Ömer, vahiy kâtibi Hazret-i Muaviye. Resulullah efendimiz, kayınbiraderi Hazret-i Muaviye için de, (Yâ Rabbi, ona kitap öğret, ülkelere sahip et ve azaptan koru!) buyurdu. (İmam-ı Ahmed, Taberani) İbni Hacer-i Mekki hazretleri diyor ki: Hazret-i Muaviye, sahabenin büyüklerindendir. Resulullah’ın neseple ve nikâhla çok yakın ve mahremidir. Server-i âlem, onu övmüştür. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikâhla akrabalık şerefleri toplanmıştır. (Sava’ik-ul-muhrika) 377 www.dinimizislam.com Azrail aleyhisselamı inkâr Reformcu diyor ki: (Ölüm meleğine Azrail denmesi yanlıştır. Bu konuda âyet ve hadis yoktur.) CEVAP Bu yanlış fikri Vehhabiler de söylüyor. Bu reformcunun her fırka ve mezhepten bazı sivri görüşlere sahip olduğu anlaşılıyor. Bu konudaki üç hadis-i şerif meali: (Azrail aleyhisselamın kişinin canını alması, bin kılıç darbesinden şiddetlidir.) [Ebu Nuaym] (Ey insanlar, ben de bir insanım. Pek yakında Allahü teâlânın elçisi olan Azrail gelebilir ve ben de onun davetine icabet edebilirim.) [İ. Ahmed] (Bütün hayvanların ecelleri tesbihlerine bağlıdır. Tesbihleri bitince Allahü teâlâ onların ruhunu kabzeder. Azrail aleyhisselamın bu kabızla alakası yoktur.) [Beyheki] Peygamber efendimiz, Secde suresinin, (De ki: Size vekil kılınan [görevlendirilen] ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz) mealindeki 11. âyet-i kerimesini açıklayarak ölüm meleğinin Azrail olduğunu bildirmiştir. İmam-ı Kurtubi hazretleri de, bu âyeti açıklarken (Ölüm meleğinin adı Azrail’dir, manası da Allah’ın kulu demektir) buyuruyor. Naziat suresinin, (İşleri tedbir eden, yöneten melekler…) mealindeki beşinci âyeti açıklanırken de şu hadis-i şerifi bildiriliyor: (Dünya işlerini dört melek idare eder: Cebrail, Mikail, İsrafil ve ölüm meleği Azrail.) [Kurtubi] Hazret-i Fatıma anlatır: Babam Resulullah’ın başucunda beklerken, aniden kapıya bir kimse geldi. (Esselamü aleyke yâ ehl-el beyt! İçeri girmeme izin var mı? Resulullah’ın yanına varayım) dedi. (Ey Allah’ın kulu, şu anda Resulullah’ı ziyarete kimseye izin yok) dedim. (Yâ Fatıma, beni men etme, benim içeri girmem lazım) dedi. Gelen Azrail aleyhisselam idi. (Şevahid-ün nübüvve) Azrail aleyhisselamla birlikte kapıya gelen Cebrail aleyhisselam içeri girdi. Azrail aleyhisselamın kapıya geldiğini, girmek için izin beklediğini söyledi. Resulullah izin verdi. O da içeri girip selamdan sonra Allahü teâlânın emrini bildirdi. Cebrail aleyhisselam, (Yâ Resulallah, Mele-i âlâ sizi bekliyor) dedi. Bunun üzerine, Fahri âlem, (Yâ Azrail, gel de vazifeni yap) buyurdu. O da, Resulullah’ın mübarek ruhunu alıp, âlâ-yı illiyyine ulaştırdı. (Tezkiye-i ehl-i beyt) Davud aleyhisselamın yanına iki kişi gelip, birbirinden şikâyet etti. Bunlara gerekli kararı verip giderken, Azrail aleyhisselam gelip, (Bu iki kişiden, birincisinin eceline bir hafta kaldı. İkincisinin ömrü de bir hafta önce bitmişti, 378 www.dinimizislam.com fakat ölmedi) dedi. Davud aleyhisselam şaşıp, sebebini sorunca, (İkincisinin bir akrabası vardı. Buna dargındı. Bu gidip onun gönlünü aldı. Bundan dolayı Allahü teâlâ, buna yirmi yıl daha ömür takdir buyurdu) dedi. (Levh-il-mahfuz ve Ümm-ül-kitap) Azrail aleyhisselam, Süleyman aleyhisselamın yanına gelince, oturanlardan birine dikkatle baktı. Bu kimse, böyle sert bakışından korktu. Azrail aleyhisselam gidince, Süleyman aleyhisselama yalvarıp, rüzgâra emretmesini, rüzgârın kendisini Batı ülkelerinden birine götürüp, Hazret-i Azrail’den kurtulmasını istedi. Azrail aleyhisselam tekrar gelince, Süleyman aleyhisselam, o adamın yüzüne niçin sert baktığını sordu. Azrail aleyhisselam, (Bir saat sonra, Batıdaki şehirlerden birinde, o kimsenin canını almak için emir olunmuştum. Onu senin yanında görünce, hayretimden dikkatle baktım. Emre uyup Batıya gidince, onu orada görüp canını aldım) dedi. (Mesnevi - Mevlana Celaleddin-i Rumi) Azrail aleyhisselam, Hazret-i İbrahim’in ruhunu almak için gelince, (Dost, dostun canını alır mı?) dedi. Allahü teâlâ da, (Dost dosta kavuşmaktan kaçınır mı?) buyurunca, (Yâ Rabbi, ruhumu hemen al) diye dua etti. Mevlana Celaleddin-i Rumi, Azrail aleyhisselamı görünce, (Çabuk gel! Beni Rabbime çabuk kavuştur!) demiştir. (Sefer-i Âhiret risalesi) Ecel gelince, Azrail aleyhisselam, insanı nerede olursa olsun bulur. (Berika) Hak teâlâ Azrail aleyhisselama, (Dostlarımın canını kolay al, düşmanlarımınkini güç al!) buyurdu. (Miftah-ül-Cennet) Dört büyük melekten biri Azrail aleyhisselamdır. İnsanların ruhunu alır. (İtikatname) Cenab-ı Hak ölüm meleği Azrail aleyhisselama herkesin ruhunu almak için kudret bahşettiği gibi İblis’e de herkesle beraber bulunmak kudreti vermiştir. (Redd-ül-muhtar) Bu kadar vesikaya rağmen Azrail diye bir melek yok demekteki art niyet nedir? Sorgu melekleri yokmuş Reformcu diyor ki: (Kabirde sorgu melekleri diye bir şey yoktur. Aslında kabir sorgusu ve kabir azabı da yoktur. Bunlar birer hurafedir.) CEVAP Reformcu yine Mutezileyi savunuyor. İki hadis-i şerif meali: (Münker - Nekir melekleri, sual cevaptan sonra mümin ölüye, “Cehennemdeki yerine bak, Allahü teâlâ değiştirip, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi” derler. Ölü bakıp ikisini de görür.) [Buhari] (Namaz, Melek-ül-mevte şefaatçidir. Kabirde ışıktır. Münker ve Nekir’e cevaptır. Sıratı yıldırım gibi geçiricidir. Cennetin anahtarıdır.) [Miftah-ül Cennet] 379 www.dinimizislam.com İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Ehl-i sünnet âlimleri, dinimizin bildirdiklerini, akıl ersin ermesin, ispat ettiler. Bu bilgilerden hiçbirine, akıl ermediği için karşı gelmediler. Böylece kabir azabına, kabirde Münker ve Nekir denilen iki meleğin sual soracaklarına, Sırat köprüsüne, kıyametteki teraziye inandılar. Akıl ermediği için olmaz demediler, çünkü bu büyükler, Kur’an-ı kerim ve hadis-i şeriflere uydular. Aklı bu iki temel kaynağa bağladılar. Anlayabildiklerini anlattılar. Anlayamadıklarına öylece inandılar. Anlamadıklarına, aklımız ermediği için anlayamadık dediler. (Mektubat 3/44) Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri buyuruyor ki: Her insanın hayır ve şer, bütün işlerini yazan, ikisi gece, ikisi gündüz gelen dört meleğe, Kiramen kâtibin veya Hafaza melekleri denir. Hafaza meleklerinin, bunlardan başka olduğu da bildirilmiştir. Sağ taraftaki melek, soldakinin âmiridir, iyi işleri ve ibadetleri yazar. Soldaki, kötülükleri yazar. Kabirlerde, kâfirlere ve asi Müslümanlara azap edecek melekler ve kabirde sual soracak melekler vardır. Sual meleklerine Münker ve Nekir denir. Müminlere soranlara Mübeşşir ve Beşir de denir. (İtikatname) Bâtıl dinlere övgü Reformcu diyor ki: (İslam, yalnız kendisinin hak din olduğunu asla söylemez. Bunu da, Yahudilere, Hristiyanlara ve diğer din mensuplarına kabul ettirmek istemez.) CEVAP Bu söz, cahillikle veya gafletle söylenmiş olamaz. Bunda kasıt ve art niyet vardır. Bilerek, bu konudaki âyet ve hadisleri nasıl inkâr ediyorlar ki? Üç âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah indinde hak din, yalnız İslam’dır.) [Âl-i İmran 19] (İslam’dan başka din arayan, iyi bilsin ki, bulacağı o din asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85] (Allah, Resulünü, hidayet ve hak din olan İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın, hak] Peygamber olduğuna şahit olarak Allah yeter.) [Feth 28] Reformcu sözünü pekiştirmek için, (Kur’anın üslubu ile Tevrat ve İncil’in üslubu arasında fark yoktur) diyor. Böylece bu dinlerin nesh edilmediğini, Ehl-i kitabın da hak olduğunu söylüyor. Ehl-i kitaba hak demek Yine diyor ki: (İslamiyet, sadece kendisinin hak olduğunu bildiren bir din değildir, Yahudilik ve Hristiyanlığı da hak kabul eder.) CEVAP 380 www.dinimizislam.com İster Ehl-i kitap olsun, ister kitapsız olsun bütün gayrimüslimlerin Cehennemlik olduğu Kitap ve Sünnet’te sabittir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (İster, Ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, ister müşriklerden olsun bütün kâfirler elbette Cehennemdedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan [ve her kâfir] elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim] Kabir azabı vardır Reformcu yazar, (Kabir azabı yoktur) diyor. CEVAP Kabir azabının varlığını bildiren vesikalardan bazıları şöyledir: İmam-ı a’zam buyurdu ki: Mümin suresinin, (Onlar, sabah akşam ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı günde, “Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun!” denilecek) mealindeki 46. âyet-i kerimesindeki sabah akşam görecekleri azap, Kıyamet’ten öncedir. Âyetin devamında, onların şiddetli azaba sokulacağı bildiriliyor. İlki kabir azabı, ikincisi Cehennem azabıdır. (El-Kavl-ül fasl) İmam-ı Gazali de, (Bu âyet-i kerime, kabir azabını gösteriyor) buyurdu. (İhya) Nuh suresinin, (Günahları yüzünden suda boğuldular, ardından da ateşe atıldılar) mealindeki 25. âyet-i kerimesinde geçen Fe-üdhılu kelimesindeki Fe edatı, hiç ara verilmediğini gösterir. Yani (Suda boğulduktan hemen sonra kabirdeki azaba maruz kaldılar) demektir. Bu da kabir azabını bildirmektedir. Âl-i İmran suresinin, (Allah yolunda öldürülenleri [şehidleri] ölü sanmayın! Bilakis onlar diridir) mealindeki 169. âyet-i kerimesi de, kabir hayatını bildirmektedir. (El-Kavl-ül fasl) İmam-ı Şarani buyuruyor ki: Taha suresinin 124. âyet-i kerimesindeki (Mâişeten danken) ifadesi, kabir azabını bildiriyor, çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Mümin, kabrinde yemyeşil bir bahçe içindedir. Ayın on dördü gibi aydınlatılır. “Feinne lehü mâişeten danken” âyeti, kâfirlerin kabirde görecekleri azabı bildirir. 99 tane “tinnin” denilen yılan, kâfirleri kıyamete kadar kabrinde sokup azap eder.) [Tirmizi] [Tinnin isimli yılan, dünya yılanı değildir. Kâfire ve günahkâra azap etmesi için Allah’ın yarattığı bir mahlûktur.] Tekasür suresinin 3. âyetindeki, (Bu övünmenizin kötü akıbetini ileride bileceksiniz!) demek, (Ölürken bileceksiniz) demektir. 4. âyetindeki (Yine 381 www.dinimizislam.com ileride bileceksiniz) mealindeki ifade ise, (Kabirde bileceksiniz) demektir. (Celaleyn, Medarik, Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi) Bekara suresinin, (Ölüyken sizi diriltti. Tekrar öldürecek ve tekrar diriltecek) mealindeki 28. âyetinde bildirilen ikinci dirilme kabirde olacaktır. İmam-ı Nesefi de, bu âyet-i kerimenin kabir azabına ve kabir nimetine işaret ettiğini bildirmiştir. (Tefsir-i Şeyhzade) İmam-ı Nesefi buyurdu ki: Araf suresinin, (Orada yaşayıp, orada öleceksiniz, yine oradan dirilip çıkarılacaksınız) mealindeki 25. âyetindeki oradan maksat kabir hayatıdır. (Şeyhzade) Casiye suresinin, (Allah sizi diriltir, sonra öldürür) mealindeki 26. âyeti, diriltmenin kabirde olacağını bildiriyor. (Şeyhzade) Tevbe suresinin, (Onları iki defa azaba uğratacağız) mealindeki 101. âyetindeki azabın birisi kabir azabıdır. (Kadi Beydavi) İmam-ı Süyuti hazretleri, kabir azabı ile ilgili Şerh-us-sudur isminde müstakil bir eser yazmıştır. Buhari, Müslim ve diğer hadis kitaplarındaki, kabir azabıyla ilgili hadis-i şerifleri nakletmiştir. Her hadis kitabında kabir azabı bildirilmektedir. Kabir azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını inkâr etmiş olur. Âişe validemiz, (Yâ Resulallah, bu ümmet kabirde azap görecek, benim gibi zayıfların hâli ne olacak?) diye kabir azabını sual edince Resulullah efendimiz, İbrahim suresinin, (Allah, iman edenlere, dünya ve ahirette, sabit sözlerinde [kelime-i tevhidde] sebat ihsan eder) mealindeki 27. âyeti okudu. (Bezzar, Cami-ul-ahkâm) Bu âyette, kabir hayatının hak olduğu bildiriliyor. (Tefsir-i Celaleyn) İbni Abbas hazretleri, bu âyet-i kerimede, müminlere ihsan edildiği bildirilen sabit sözün, kelime-i tevhid olduğunu bildirmiştir. Âyet-i kerimedeki, dünyadaki sabit sözden maksat, kabirdeki suale verilen cevaptır, âhirettekinden maksat ise kıyamet günündeki hesaptır. (Cami-ul-ahkâm) İslam âlimleri, kabir hayatının âhiret hayatından olduğunu, kabir azabının da âhiret azaplarından olduğunu bildirmişlerdir. (Mektubat-ı Rabbani) Kabir azabı ile ilgili hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir: (Kabir azabı haktır.) [Buhari] (Kabir ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizi] (Kabir azabının çoğu, elbiseye idrar sıçratmaktan olur.) [İ.Mace, Nesai, Hâkim, D.Kutni] (İdrardan sakının! Çünkü kabirde ilk hesap bundan olacaktır.) [Taberani] (Kovuculuk kabir azabına sebep olur.) [Beyheki] (Şehid, kabir azabından emindir.) [İbni Mace, Beyheki, İmam-ı Ahmed] (Rüyamda birini kabri sıkıyordu. Namazı gelip onu kabir azabından kurtardı.) [Hâkim] 382 www.dinimizislam.com (Cuma gecesi Fâtiha suresi ve 15 kere Zelzele suresi okuyarak iki rekât namaz kılan, kabir azabından emin olur.) [Deylemi] (Allah yolunda gözcü olarak vefat eden, kabir azabı görmez.) [İ. Ahmed] (İç hastalıklarından ölen kabir azabı görmez.) [Tirmizi] (Allah’ım, kabir azabından sana sığınıyorum.) [Müslim, Nesai, Hâkim, Haraiti] (Kabir azabından Allah’a sığının!) [Müslim, İ.Ahmed, İ.E.Şeybe] (Gizleyebilseydiniz, kabir azabını işitmeniz için dua ederdim.) [Müslim, İ. Ahmed, Nesai] (Tebareke sûresini okumak kabir azabına engeldir.) [İbni Mürdeveyh] (Ölüye uygunsuz şekilde ağlanınca kabirde azap görür.) [Buhari] (Allah’a yemin ederim ki, 99 tinnin, kâfire kabrinde azap eder.) [Ebu Ya’la, İbni Hibban, Tirmizi] (Namaz kılmayanın kabri ateşle dolar. Tinnin yılanı, her namaz vaktinde sokar.) [Kurretül-uyun] Resulullah, iki kabir yanında durup, (Bunlardan biri idrar sıçramasından sakınmadığı için, diğeri ise Müslümanlar arasında söz taşıdığı için kabir azabı çekiyor) buyurdu. (İbni Mace) Eshab-ı kiramdan Ya’la bin Mürre hazretleri, bir kabirde azap olduğunu işitip Resulullah efendimize haber verdi. Peygamber efendimiz de, (Ben de işittim. Söz taşıdığı ve üzerine idrar sıçrattığı için azap yapılmaktadır) buyurdu. (Beyheki) Resulullah, iki kabrin yanına gelince, bir hurma dalı getirilmesini emretti. Hurma dalını ikiye kırıp, yarısını bir kabre, yarısını da diğer kabrin üstüne koyup, (Bu dal yaş kaldığı sürece azapları hafifler. Bunlar gıybet ve idrardan dolayı azap görmektedir) buyurdu. (İ. Mace) Peygamber efendimiz bir cenazede, (Yâ Rabbi, bunu kabir azabından koru) diye dua etmiştir. (Müslim, Nesai, Tirmizi) İmam-ı a’zam ve İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Kabirde ruhun cesede iadesi, kâfirleri ve bazı günahkâr Müslümanları kabrin sıkması ve azap edilmesi haktır. (Kavl-ül fasl, Mektubat 3/17) Yine İslam âlimlerinin en büyüklerinden olan İmam-ı Gazali hazretleri de, (Kabir azabı ruha ve cesede birlikte olacaktır) buyuruyor. (İhya) Karada ve denizde ölene de sual sorulur. Bu da ruhun bedene iade edilmesinden sonra olur. (Nuhbet-ül-leâli s.116, Bidaye s.91) Ruh ve beden beraber günah işledikleri için, kabir azabı da her ikisine birden olur. (El-Müstened) Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer hazretleri, (Yerden boynu zincirli birinin çıktığını, bir adamın bunu dövdüğünü, zincirli adamın yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm) dedi. Resulullah efendimiz, (O gördüğün kimse Ebu Cehil’dir, kıyamete kadar kabrinde 383 www.dinimizislam.com böyle azap çeker) buyurdu. (Taberani, Şerh-us-sudur, Ehvâl-ül-kubur Tezkire-i Kurtubi Muhtasarı) Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir hâlde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedene olan bağlılığı bozulmaz. (El-mütekaddim) Günahları ikisi birlikte işlediği için, azab da her ikisinedir. Beden kabirde çürüse de, Allahü teâlânın ilminde vardır. Ölüleri diriltmeye gücü yettiği gibi, bedene de azap yapmaya gücü yeter. Çünkü O, her şeye kadirdir, Onun kudretinden şüphe eden kâfirdir. (M. Nasihat) Bu kadar vesikaya rağmen, kabir azabı yoktur demek aklı başında olanın söyleyeceği söz değildir. Yanıp ölene kabir azabı Reformcu diyor ki: (Yanmış ceset kül olduğuna göre kabir azabı göremez.) CEVAP Bir ölü tabuta konsa, hiç defnedilmese, dışarıda kalsa, çürüse veya çürümese, ateşte yansa yine kabir suali olur. Ehl-i sünnet itikadını bildiren meşhur Emali kasidesi şerhinde, (Bir kimse kurtlar tarafından parçalanıp yense yahut ateşte yansa, denizde çürüse, kabir suali olur, kabir azabına veya kabir nimetine kavuşur) buyuruldu. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Kabir azabı, âhiret azaplarındandır. Dünya azabına benzemediği gibi, rüyada görülen azaba da benzemez. Böyle sanmak, kabir azabını bilmemekten ileri gelir. Kabir azabına inanmayan bid’at sahibi olur. (Hakkında hadis-i şerif olsa da, olmasa da kabir azabına inanmam, akıl ve tecrübe bunu kabul etmez) diyen ise kâfir olur. (3/17, 3/31) Hile-i şer’iyye nedir? Reformcu diyor ki: (İslam fıkhındaki hile-i şer’iyye Kur’anın ruhuna aykırıdır. Bu yüzkarası kaldırılmalıdır.) CEVAP Şer’î demek şeriata yani dine uygun demektir. Dine uygun olan bir şeye nasıl yüzkarası denebilir? Dinimizde hile-i şer’iyye vardır, fakat hile-i bâtıla yani bâtıl hile yoktur. Reformcu, hile-i bâtılanın çirkinliğini ortaya serip hile-i şer’iyyeye saldırıyor. Hile-i şeriyye Nass’la yani Kitap ve Sünnet’le sabittir. Hile-i şeriyye, yani dine aykırı olmayan hile, harama düşmemek için kurtuluş çaresi bulmak, yani dine uygun çare demektir. Haramı helal veya helali haram yapmak yahut haksız mal ele geçirmek için hile yapmak caiz olmaz. Farzdan kurtulmak veya haram işlemek için hile yapmak haramdır. Buna hile-i şeriyye 384 www.dinimizislam.com değil, hile-i bâtıla yani dine aykırı hile denir. Bir şey, farz veya haram olmadan önce, farz veya haram olmasını önlemek caizdir. Buna hile-i şeriyye denir. Said bin Sa’d hazretleri anlatır: Babam, Resulullah efendimizin yanına hasta birini getirdi. Suçunu söyleyip ceza verilmesini istedi. Resulullah, (Buna üzerinde yüz filiz bulunan bir dal ile bir kere vurun) buyurdu. Böylece bir kere vurmakla, yüz sopa vurulmuş oldu. (Eşiat-ül-lemeat) Haramdan kurtulmak ve helale kavuşmak için hile-i şeriyye yapmanın caiz olmasına bir delil de, Sad suresinin 44. âyetidir. Bu âyet, Eyyüb aleyhisselam, hanımına yüz sopa vurmaya yemin edince, bu yemini yerine getirmek için bir demet sapla vurmayı, böylece yapılacak hile-i şer’iyyeyi bildirmektedir. (Hindiyye) Bu âyet-i kerimenin meali şöyledir: (Ya Eyyüb, eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir. Gerçekten Eyyüb ne sabırlı, ne iyi kuldu! Hep Allah’a yönelirdi.) [Sad 44] Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerif, hile-i şeriyyenin caiz olduğunu göstermektedir. (Hadika) Haremlik selamlık Reformcu yazar diyor ki: (Osmanlı döneminde uygulanan haremlik selamlığın dinde yeri olmadığı, Nur suresinin 61. âyetinde bildiriliyor. Yabancı kadınlarla birlikte oturmanın, onlarla yemek yemenin hiç mahzuru yoktur. Bu, Müslümanların geleneklere uymalarından, bağnazlıklarından ileri gelmektedir.) CEVAP Yine gelenek adı altında dinimize dil uzatıyor. O âyet-i kerimenin kadın erkek karışık oturmakla ve onlarla yemek yemekle hiç asla alakası yoktur. Konu tamamen farklıdır. Önce bu âyet-i kerimenin dipnotlardaki açıklamasıyla beraber mealine bakalım: (Kör için bir harac [darlık, güçlük, günah, sorumluluk] yoktur. Topal için bir harac yoktur. Hasta için harac yoktur. (1) Evlerinizde (2) veya babalarınızın evlerinde veya annelerinizin evlerinde veya erkek kardeşlerinizin evlerinde veya kız kardeşlerinizin evlerinde veya amcalarınızın evlerinde veya halalarınızın evlerinde veya dayılarınızın evlerinde veya teyzelerinizin evlerinde veya [kâhyalığını yaptığınız veya koruduğunuz evin] anahtarları elinde olan evlerde (3) yahut dostlarınızın evlerinde (4) izinsiz yemek yemenizde bir harac yoktur. (5) Bir arada veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. (6) Evlere girdiğiniz zaman, kendinize, ehlinize Allah katından bereket, esenlik ve güzellik dileyerek selam verin! (7) Allah size âyetleri [hükümleri], düşünesiniz diye böylece açıklar.) [Nur 61] 385 www.dinimizislam.com --------------------------------------(1) Saîd bin el-Müseyyeb hazretleri buyuruyor ki: Müslümanlar savaşa çıkarken evlerinin anahtarlarını [savaşa gidemeyen] körlere, hastalara, topallara, bir de akrabalarına teslim ederler ve onların da teslim ve emanet ettikleri o evlerden yiyip içmelerine izin verirlerdi, fakat onlar, bu kendileri için günah olur diye korkarlardı. Bu âyetin iniş sebebi budur. (Medârik) Peygamber efendimizden önce Araplar, Medine’deki çeşitli hastalıklı kimselerle birlikte yemek yemezlerdi. Bazıları, körün eli rastgele yerlere değdiğinden, topalın biçimsiz oturuşundan, hasta pis koktuğundan ve rahatsızlığından dolayı, onlarla yemek yemeye tiksinirlerdi. Ancak bu, cehalet ve kibir alametidir. İşte bu âyet-i kerime, bu hususta uyarıcı olarak inmiştir. İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki: Böyle özür sahipleri, insanlarla birlikte yemek yemekten çekinirlerdi. İşte bu âyet-i kerime onlarla yemek yemeyi mubah kılmıştır. (Kurtubi tefsiri) (2) Eş ve evlatlarınızın evlerinde yemenizde günah yoktur. (Medârik, Celâleyn) (3) İbni Abbas hazretleri anlatır: Anahtara malik olmak demek, onun çiftliğinde hayvanlarının muhafızlığını yapmak demektir. Bu suretle hizmet eden kimse, çiftliğin hasılatından yer, hayvanların sütünden içer. Ancak evine götüremez veya kendisi için biriktiremez. Bazı âlimler de diyor ki: O evlerden maksat, kölelerin evleridir. Efendisi o evlerden yemek hakkına sahiptir. Çünkü köle de, kölenin kazancı da efendisinindir. (Medârik) (4) Yine İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki: Bu âyet-i kerime, Hâris bin Amr radıyallahü anh hakkında inmiştir. Savaşa giderken Mâlik bin Zeyd’i evine vekil bırakmıştı. Dönüşte bu zatı çok zayıflamış görünce sebebini sordu. O, (İzinsiz evinizden yiyip içmek günah diye yemedim ve zayıfladım) dedi. Bu âyet-i kerime inip, yenince memnun olacağı bilinen dostların evinde yemek yemenin günah olmadığı bildirildi. (Hazin) [Bunun yabancı kadınlarla birlikte yemekle ne alakası var?] (5) Zikredilen bu evlerden, sahipleri orada olmasa da, rızaları olduğu için yiyip içmekte sakınca yoktur. (Celâleyn) (6) Yenmesine izin verilen evlerde yemekler, tek başına veya yiyip içme hakkına sahip kimselerle yenebilir. İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki: Dost bağı, akrabalık bağından daha sıkıdır. (Sizin topluca veya ayrı ayrı yemenizde de vebal yoktur) âyeti, Leys bin Bekroğulları hakkında inmiştir. Onlar, tek başına yemek yemez, yemek yiyecek birisini buluncaya kadar günlerce aç beklerlerdi. İbni Atiyye de buyuruyor ki: Bu uygulama, İbrahim aleyhisselamdan miras kalmıştı. O da tek başına yemek yemez, misafirleri tercih ederdi. Kimi Araplar, yalnız bir şey yemez misafiriyle yemek yerdi. Bu 386 www.dinimizislam.com âyet-i kerime yemek yeme sünnetini açıklamak üzere indi. Haram kabul ettikleri tek başına yemek yemeyi mubah kıldı. Çünkü Araplar böyle faziletli bir iş yapalım derken, aşırıya kaçmışlardı. (Kurtubi) [Bunun haremlik selamlıkla, yabancı kadınlarla birlikte yemekle hiçbir alakası yoktur. Bu âyetin yabancı kadınlarla yemek yemeyi emrettiğini söylemek art niyetten kaynaklanıyor. Tek kelime kadından bahsedilmiyor.] (7) Sizden olan ev halkına selâm verin deniyor. Katâde hazretleri buyuruyor ki: Evine girdiğin zaman ailene selâm ver. Eğer evde kimse yoksa, (Esselamü aleyna ve alâ ibâdillâhis sâlihîn. Esselamü alâ ehli beytî ve rahmetullahi ve berakâtüh) de, selamını melekler alır. İbni Abbas hazretleri mescitlere girilince de, (Esselamü aleyna ve alâ ibâdillâhis sâlihîn) denilmesini bildirmiştir. (Medârik, Celâleyn, Hâzin) Feminist reformcu, (Dinde haremlik selamlık yoktur, kadın erkek beraber oturabilir, her konuda konuşabilir, hâl ve hatır sorabilir, yemek yiyebilir, tokalaşabilir) diyor. CEVAP Her birinin dine aykırı olduğunu, Kadınlara bakmak, Tokalaşmak ve Kadınlarla konuşmak başlıkları altında açıklayalım: Kadınlara bakmak Kadınlara bir ihtiyaç olmadan veya şehvetle bakmak günahtır. Bir âyet-i kerime meali: (Ey Resulüm, erkek müminlere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramlardan korusunlar! İmanı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar!) [Nur 30] Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Yabancı kadını görünce, yüzünüzü ondan ayırın! Ansızın görmek günah olmazsa da, tekrar bakmak günah olur.) [Ebu Davud, Darimi] (Erkeğin kadına, kadının da erkeğe [şehvetle] bakması haramdır.) [Taberani] (Yabancı kadını görüp, azab-ı ilahiden korkarak, başını ondan çevirene Allahü teâlâ ibadetin tadını duyurur.) [Hakim] (Harama bakmak, şeytanın zehirli okudur. Allahü teâlâdan korkup yabancı kadına bakmayana, zevkli bir iman nasip olur.) [Ramuz] (Yabancı kadına şehvetle bakanın gözleri ateşle doldurulup, Cehenneme atılır, onunla toka edenin kolları ensesinden bağlanıp, Cehenneme sokulur, lüzumsuz ve şehvetle konuşan, her kelimesi için, bin yıl Cehennemde kalır.) [R. Nasıhin] (Komşu ve arkadaş hanımına şehvetle bakmak yabancı kadına bakmaktan ve evli kadına bakmak, kıza bakmaktan daha çok günahtır. Zinanın günahları da böyledir.) [R. Nasıhin, Taberani] 387 www.dinimizislam.com (Bir yabancı kadın görüp de, Allah’tan korkarak, başını ondan çevirene, Allahü teâlâ, ibadetlerin tadını duyurur.) [Ebu Davud, İ. Ahmed, Hâkim] (Avret yerini açana, başkasının avret yerine bakana Allah lanet etsin!) [Beyheki] (Kadının yüzünden ve iki eli ayasından başka bütün bedeni avrettir.) [Mec. Enhür] (Buluğa eren kız, yüz ve elinden başka yerini namahreme gösteremez.) [Ebu Davud] (Şarkıcı kadının aldığı para haram olduğu gibi, onu dinlemek ve yüzüne bakmak da haramdır.) [Taberani] (Gözün zinası harama [namahreme] bakmak, dilin zinası fuhuş konuşmaktır.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud] (Bir kadın koku sürünüp dışarı çıkar ve kokusunu duyurmak için bir topluluğun yanından geçerse, ona bakana da, kendisine de zina günahı [göz zinası] yüklenir.) [Nesai] (Bir kadın, güzel kokular sürünüp, göz alıcı güzel elbiseler giyerek, bir topluluğun yanından geçerse, zina işlemiş gibi günaha girer.) [İbni Hibban] (Harama bakmayan gözler, Cehennem ateşi görmez.) [İsfehani] (Kadına, şehvetle bakanın gözlerine erimiş kurşun dökülüp Cehenneme atılır.) [M. Enhür] Kadınların da, erkeklere ihtiyaçsız bakmaları mekruhtur. Kadınların saçları da avrettir. Avret yerine bir zaruret olmadan şehvetsiz de bakmak haramdır. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: Kadınların, kızların, başı, saçı, kolları, bacakları açık olarak sokağa çıkmaları haram olduğu gibi, ince, süslü, dar, hoş kokulu elbise ile çıkmaları da haramdır. Böyle çıkmalarına izin veren, razı olan ana babası, kocası veya kardeşi de, onun günahına ve azabına ortak olurlar. (Kimya-i saadet) Erkeklere ziynetini gösteren kadınlara, mesela altın, inci gibi şeyleri örtüsünün üstüne takan, koku süren, renkli ve ipek kumaş örtünmüş olan, kol ağızları geniş olup kolları görünen ve bunlar gibi kendilerini erkeklere gösteren kadınlara Allahü teâlâ dünyada ve ahirette azap edecektir. (Zevacir-İbni Hacer-i Mekki) Tesettüre riayet etmemek ve ziynetlerini göstermek gibi günahlar, kadınlarda çok olduğu için, Resulullah efendimiz, (Mirac gecesi Cehennemi gösterdiler, çoğunun kadın olduğunu gördüm) buyurdu. (Tirmizi) Kadınlarla tokalaşmak Bir erkeğin bir kadınla tokalaşması, zaruretsiz konuşması, bir odada yalnız kalmaları haramdır. Peygamber efendimiz hiçbir kadınla tokalaşmamıştır. Bir hadis-i şerif meali: 388 www.dinimizislam.com (Elbette ben, kadınlarla tokalaşmam.) [Nesai, İbni Mace, Taberani] Yine hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Kişinin başına demirden bir şişin batırılması, nikâh düşen bir kadına dokunmasından daha hafif kalır.) [Taberani, Beyheki] (Yabancı kadınla kucaklaşan, şeytanla beraber zincire vurulup ateşe atılır.) [Şir’a] (Kadınlarla bir arada yalnız kalmaktan sakının! Allah’a yemin ederim ki, bir kişi bir kadınla yalnız kalınca, aralarına şeytan girer. Bir kimsenin çamurlu bir domuzla sıkışmış durumda olması, o kimse için kendine helal olmayan bir kadına dokunmasından daha hafiftir.) [Taberani] (Yabancı kadına şehvetle bakmak göz zinasıdır, onu tutmak el zinasıdır, ona gitmek ise ayakların zinasıdır.) [R. Nasıhin] (Gözler zina eder, eller zina eder, ayaklar zina eder, ferc zina eder.) [İ. Ahmed, Taberani] İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Resulullah, erkeklerle müsafeha ederek sözleştikten sonra, kadınlarla da sözleşme yaptı. Kadınların biati yalnız söz ile oldu. Mübarek eli kadınların eline dokunmadı. (3/41) Tibyan’da Mümtehine suresinin 12. âyetinin açıklamasında deniyor ki: Peygamber efendimiz, kendisi ile biat edilirken hiçbir yabancı [namahrem] kadınla müsafeha yapmamıştır. Hazret-i Âişe validemiz de buyurdu ki: (Peygamber efendimizin kadınlarla biati söz ile idi. Onun eli, hiçbir yabancı kadının eline değmemiştir.) [Buhari, Müslim] Kadınlarla konuşmak Kadınlar zaruret olmadıkça namahrem erkeklerle konuşamaz. Ramuz’un 469. sayfasında yazılı ilk hadis-i şerifin meali şöyledir: (Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkeklerle konuşun, mahreminiz olmayanlarla konuşmayın!) [İbni Said] Kadınların, Kur’an-ı kerim, mevlid, ilahi okuyarak seslerini erkeklere duyurmaları haramdır. (Tergib-üs-salât, Hadika) Hoparlör, radyo ve TV ile duyurmaları ise mekruh olur. (S. Ebediyye) İnce çoraba mesh etmek Reformcu diyor ki: (İnce çoraba da, çıplak ayağa da mesh etmek caizdir. Çünkü dinde kolaylık vardır.) CEVAP İslamiyet’in hükümlerini delmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor. Mestin vasıfları bellidir. İnce çoraba mesh, tam bir dinde reform olur. Çıplak ayağa mesh ise Şiîlik’te vardır. Dinde kolaylık sözü, dini değiştirmek için her fırsatta kullanılıyor. (Dinde kolaylık var, zorluk yok) demek, (Dinimizin verdiği ruhsatlardan, kolaylıklardan faydalanın) demektir. Yoksa, (Herkes 389 www.dinimizislam.com hoşuna giden şeyleri yapsın, hoşlanmadığı şeyleri yapmasın, size güç gelen ibadetleri yapmayın, onları kolayınıza geldiği şekilde değiştirin) demek değildir. O zaman ortada din kalmaz. Dinde her değişiklik, reform olur. Birkaç örnek: 1- Meste mesh edilir diye, tırnaklardaki ojeye mesh etmek, ince naylon çoraba mesh ve çıplak ayağa mesh kolaylıktır, ama bunların hiçbiri caiz değildir. 2- Hanefi’de gusülde ağzın içini yıkamak farzdır. Kolaylık olsun diye ağzın içini yıkamamak kolaylıktır. Ancak gusül sahih olmaz. 3- Abdest almayıp teyemmüm etmek kolaylıktır. Ancak su varken veya su bulma imkânı varken teyemmüm caiz olmaz. 4- Beş vakit namazın hepsini sabahleyin kılmak veya gündüz hiç kılmayıp gece yatarken kılmak daha kolaydır. Kolaylık olsun diye böyle yapmak dini değiştirmek olur. Namazların hepsini bir vakte indirmek kolaylık olur. Hatta haftada bir kılmak daha kolay olur. Yılda bayramdan bayrama kılmak en kolayıdır. Sabah namazına kalkmak zordur, gündüz kılmak daha kolay diyerek sabah namazına kalkmamak caiz değildir. Her gün namaz kılmak yerine, bir defa namaz kılıp bunu videoya alıp, onu seyretmek kolaylık olur. Tozlu halılara secde etmek yerine koltuğa, sandalyeye oturup kılmak kolaylıktır. Ama bunlar caiz olmaz. 5- Orucu hep kısa günde tutmak kolaydır. Ramazan yazın uzun günlerine rastlarsa, kışın tutmak daha kolaydır. Bir ay yerine üç gün tutmak daha kolaydır. Bir gün tutmak ise çok kolaydır. En kolayı da hiç tutmamaktır. Ama bu, dini yıkmak olur. 6- Hacca gitmek zordur. (Kâbe Allah’ın evi olduğu gibi cami de Allah’ın evidir) diyerek herhangi bir caminin etrafında dönmek kolaydır. Ama böyle yapınca hem hac olmaz hem de dini değiştirmek, yani küfür olur. 7- Zekâtı kırkta bir yerine yüzde veya binde bir vermek daha kolaydır. En kolayı hiç vermemektir. Ama bu da caiz olmaz. 8- Her gün Kur’an-ı kerim okumak zor olur. Teybe alıp bunu dinlemek, mezarlığa götürüp teybi açarak ölülere bunu dinletmek kolaylıktır. Ama bunların hiçbiri caiz değildir. 9- Yabancı yerde kıbleyi bulmak zordur. Herhangi bir yöne doğru kılmak kolaydır, ama böyle yapınca namaz sahih olmaz. 10- Camiye gitmek zordur. Eve bir kablo çekip evde imama uymak kolaydır. Hatta Türkiye’de bir yerde namaz kılınıp radyo ile her yerden dinleyerek imama uymak daha kolaydır. Ama bunlar dini yıkmak olur. Şu halde ölçü, keyfimize göre değil, dinin izin verdiği ölçüde kolaylıklardan faydalanmaktır. Hayz ve nifaslıya yasak olanlar Reformcu diyor ki: 390 www.dinimizislam.com (Eski gelenekte, hayızlı ve nifaslı kadınlar, oruç tutamaz, namaz kılamaz deniyordu. Ama son zamanlarda bilimsel araştırmalar yapıldı. Kadınların bu hallerinde de namaz kılıp oruç tutmalarının mahzuru görülmedi. Bu bir hastalık hâli olduğu için camiye de girebilir, tavaf da edebilir, Kur’an da okuyabilir. Ben de bu bilimsel araştırmaların sonuçlarına katılıyorum.) CEVAP Allah ve Resulünün sözlerine katılmayan, hükümlerini beğenmeyen elbette dinimize aykırı her şeye katılır. Dinimiz bugüne kadar eksik mi geldi? Allahü teâlâ (Dininizi tamamladım) buyuruyor. Günümüzün reformcuları yeni hükümler çıkarıyor. Dinimizin hükümleri beşeri kanun mu? Her gelenin değiştirme yetkisi mi var? Dinde değişiklik olur mu? Âyeti, hadisi, icma’ı kimin kaldırmaya yetkisi olur? Her gün dinin bir hükmünü yıkmaya çalışıyorlar. Dinimizin bu konulardaki hükmünü maddeler halinde bildirelim: 1- Hayızlı ve nifaslı kadın, namaz kılamaz. Bir hadis-i şerif meali: (Hayızlı kadın namaz kılamaz.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud] 2- Hayız ve nifaslı, oruç tutamaz. Bir hadis-i şerif meali: (Kadınların dinlerinin eksik olması, onların hayızlıyken, günlerce namaz kılamadıkları, ramazan ayında oruç tutamadıkları içindir.) [Buhari, Müslim, Nesai, Muvatta] Hazret-i Âişe validemizin naklettiği hadis-i şerifte de, hayızlıyken tutulamayan oruçların kaza edileceği, kılınmayan namazların affolduğu bildirildi. (Buhari) 3- Kur’an okuyamaz. Bir hadis-i şerif meali: (Hayızlı ve cünüp, Kur’an okuyamaz.) [Tirmizi] 4- Mushaf’a el süremez. Bir âyet-i kerime meali: (Kur’ana temiz olanlardan başkası dokunamaz.) [Vakıa 79] Bu âyeti açıklayan Resulullah efendimiz buyuruyor ki: (Kur’ana ancak hadesten [abdestsizlik ve cünüplük halinden] temiz olan dokunabilir.) [Nesai] Hades: Abdestsizlik veya cünüplük halidir. Yani abdestsiz ve cünüp olan dokunamaz. 5- Camiye giremez. Bir hadis-i şerif meali: (Cünübe ve hayızlıya mescide girmek helal olmaz.) [İbni Mace] 6- Kâbe’yi tavaf edemez. Bir hadis-i şerif meali: (Beytullah’ı tavaf etmek, namaz kılmak gibidir, abdestli olmak lazımdır.) [Tirmizi] 7- Cima edemez. (Bekara 222) Hangi reformcuların bilimsel araştırmaları imiş de, bu kadar vesika inkâr edilebiliyor? Bilimsel araştırmayla ibadet değiştirilir mi? Dinin bildirdiğinden başka ibadet şekli olur mu? 391 www.dinimizislam.com Oruç tutma zamanı Reformcu diyor ki: (Çok uzun süre oruç tutuluyor. Güneş doğmaya yakın bir zamana kadar yiyip içmeli. Ancak o zaman siyah iplikle beyaz iplik ayrılabilir. Böyle yapılmazsa Kur’anın emrine uyulmamış olur.) CEVAP Bunu başka mezhepsizler de söylüyor. Siyah iplikle beyaz ipliğin ayırt edilmesinin açıklamasını bilmediklerinden veya art niyetlerinden dolayı böyle konuşuyorlar. Halbuki iplikten maksadın ne olduğunu, Peygamber efendimiz açıkça bildirmiştir. Bekara suresinin, (Beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyip, için!) mealindeki 187. âyet-i kerimesindeki ipliklerin, gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığı olduklarını anlatmak için, daha sonra fecrin kelimesi indi. Gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığı, iplik gibi birbirinden ayrılınca, oruca başlanacağı anlaşıldı. (Rıyad-un-Nasıhin) Eshab-ı kiramdan Sehl İbni Sa’d hazretleri anlatır: (Beyaz iplik siyah iplikten, ayrılıncaya kadar yiyin için!) âyeti inince, fecrin = tan yerinde kelimesi henüz nazil olmamıştı. Bir kısım insanlar, oruç tutacakları zaman, ayaklarına siyah ve beyaz iplik bağlar, bunlar görülünceye kadar yiyip içmeye devam ederlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, minel fecri kelimesini indirdi. O zaman, beyaz ve siyah ipliğin ayrılmasından maksadın, gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığının iplik gibi birbirinden ayrılması olduğu anlaşıldı. (Buharî, Müslim) İplikten maksat Adiy İbni Hatim hazretleri anlatır: (Yâ Resulallah, âyette geçen, beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması nedir, bunlar bildiğimiz siyah iplikle beyaz iplik değil mi?) diye sordum. (Hayır, iki iplik değildir. Biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır) buyurdu. (Buharî) Bu âyet-i kerimeyi duyan bir zat, (Yâ Resulallah, ben gündüzün geceden ayrıldığını öğrenmek için yastığımın altına bir beyaz iplik ile bir siyah iplik koydum, fakat gecenin bitişini yine de tespit edemedim) dedi. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz, (O iplikler, gündüzün aydınlığıyla gecenin karanlığıdır) buyurdu. (Buhari) Eğer Peygamber efendimiz açıklamasaydı, beyaz ipliğin aydınlık, siyah ipliğin karanlık olduğunu nereden bilecektik? Kur’an-ı kerimden anladığımıza uyarak, bilhassa bulutlu havalarda, daha ortalık karanlık diye, reformcular gibi güneş doğana kadar yer içerdik. Telkin bid’at midir? Reformcu diyor ki: (Ölüye yapılan telkin bid’attir. Bir gelenektir.) 392 www.dinimizislam.com CEVAP Telkin sünnettir. Sünnete bid’at demek, helale haram demek küfürdür. İmam-ı Deylemi ve İmam-ı İbni Asakir’in bildirdiği hadis-i şerif şöyledir: Kardeşlerinizden biri ölüp de, defnedilince, biriniz kabrin başında (Ey filan kadının oğlu filan) desin! Çünkü o vefat eden kimse, (Bizi irşad et de Allah da sana rahmet etsin!) der, fakat siz bunu duyamazsınız. Telkin veren, (Dünyadan çıkarken, Allah’ın birliğini, Muhammed aleyhisselamın Onun kulu ve Resulü olduğunu, Allah’ı Rab, İslamiyet’i din, Kur’anı imam kabul ettiğini hatırla!) desin! Münker ve Nekir meleklerinden biri diğerine, (Gel, bunun yanından çıkalım, çünkü delili kendisine telkin edilenin yanında durmamıza lüzum yok) der. (Ramuz) Sad bin Abdullah diyor ki: Vefat etmek üzere olan Ebu Ümame’nin ziyaretine gittim. (Ben ölünce Resulullah’ın emrettiği gibi telkin verip beni defnedin) diyerek Resulullah’ın telkin şeklini bildirdi. (İhya) Kabirdeki meyyite telkin vermek meşrudur. (Cevhere) Ölüye, definden sonra telkin vermek sünnettir. (Nur-ül yakin fi mebhas-it telkin) Resulullah, definden sonra telkin vermeyi emretti. Kendi de telkin verdi. (Cila-ül-kulub) İmam-ı Saffer, (Ölü kabre konunca, ruhu ve aklı geri gelir. Kendisine verilen telkini anlar. Telkin meşrudur) buyuruyor. İnaye kitabının sahibi, (Hocam Kadıhan’dan işittim ki, İmam-ı Merginani telkin verirdi ve telkini bize vasiyet ederdi) buyurmuştur. (Mevkufat) Nimet-i İslam kitabında telkinin nasıl verileceği anlatıldıktan sonra deniyor ki: 1- Telkin meşrudur. Bu, Ehl-i sünnetin kavlidir, (Ölünüze telkin verin) hadisine göredir. 2- Definden sonra telkin olunmaz sözü, Mutezile’nin görüşüdür. 3- Meyyite telkin ne emredilir, ne de nehyedilir. Redd-ül-muhtar ve Birgivi vasiyetnamesi’nde de, telkinin meşru olduğu ve yapılış şekli yazılıdır. Tenvir-ül-kulub, Mugn-il-muhtac, İanet-üt-talibin, Tuhfet-ül-habib, Tuhfet-ül-muhtaç gibi Şâfiî kitaplarında da telkinin sünnet olduğu bildirilmektedir. Bid’at ehline vesika olması bakımından, İbni Teymiye’yi öven ve ölünün işitmediğini söyleyen Alusi bile Galiyye-tül-mevaız kitabında Resulullah’ın telkin verdiğini ve telkin vermeyi emrettiğini bildirmektedir. Mübarek geceler Yine diyor ki: (Mübarek gecelerin dinde yeri olmadığını Kardavî, Elbanî ve Makdisî de söylüyor.) CEVAP 393 www.dinimizislam.com Burada birkaç hata var: Peygamber efendimiz mübarek gecelerin önemini bildirdiğine göre, reformcunun sözü geçerli olur mu hiç? İkincisi, hani hiçbir meşrebi ve mezhebi yoktu? Hak olan mezheplerle ve meşreplerle ilgisi yokmuş, bu doğru, ama ne kadar yamuk, mezhepsiz varsa hepsini bağrına basıyor. Yani meşrebi de, bu sapıkların yolu. Bir meşrebe göre yazmadım sözü yalanmış. Mübarek gecelerin önemi sitemizde vesikalarla açıklanmıştır. Burada özetle bildirelim: Mevlid gecesi: Doğum gününü kutlamak dinimize aykırı değildir. O gün Kur’an-ı kerim okunabilir, tesbih çekilebilir, hayır hasenat yapılabilir, oruç tutulabilir. Bu işler, Allahü teâlâya şükretmek olur. Mevlid kandili, Peygamber efendimizin doğum günüdür. Resulullah’ı övmek ibadettir. Onu övücü yazılar ve kasideler okumak sevab olur. Oruç da tutulabilir. Resulullah, Pazartesi günü oruç tutardı. Sebebi sorulunca, (Bugün dünyaya geldim. Şükür için oruç tutuyorum) buyurdu. (Müslim, Ebu Davud, İ. Ahmed) Hazret-i Mevlâna, (Mevlid okunan yerden belâlar gider) buyurmuştur. Mevlid gecesi, Kadir gecesinden sonra en kıymetli gecedir. Hatta Şâfiî âlimleri, Mevlid gecesinin Kadir gecesinden de kıymetli olduğunu bildirmiştir. El-mukni, El-miyar ve Tenvir-ül-kulûb kitaplarında, Mevlid gecesinin Kadir gecesinden kıymetli olduğu bildiriliyor. (Ed-dürer-ül-mesun) Mevlid kasidesini, erkek-kadın karışık olmadan, çalgı ve başka haram karıştırmadan, Allah rızası için okumak, salevat-ı şerife getirmek, tatlı şeyler yedirip içirmek, hayrat ve hasenat yapmak, böylece, o gecenin şükrünü yerine getirmek müstehabdır. (Nimet-ül kübra, Hadika, M. Nasihat) Kadir gecesi: Bir hadis-i şerif meali: (İnanarak ve sevabını Allah’tan umarak, Kadir gecesini ihya edenin geçmiş günahları affolur.) [Buhari, Müslim] Arefe gecesi: Bir hadis-i şerif meali: (Dört gecenin gündüzü de gecesi gibi faziletlidir. Allah, o günlerde dua edenin isteğini geri çevirmez, onları mağfiret eder ve onlar bu günlerde bol ihsana nail olurlar. Bunlar: Kadir gecesi, Arefe gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi ve günleri.) [Deylemi] Bayram geceleri: İki hadis-i şerif meali: (Ramazan ve Kurban bayramının gecelerini ihya eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez.) [İbni Mace, Taberani] (Rahmet kapıları dört gece açılır. O gecelerde yapılan dua, reddolmaz. Ramazan ve Kurban bayramının birinci gecesi, Berat ve Arefe gecesi.) [İsfehani] Berat gecesi: 394 www.dinimizislam.com Üç hadis-i şerif meali: (Şabanın 15. gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirin! O gece Allahü teâlâ buyurur ki: “Af isteyen yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Dertli yok mu, sıhhat, afiyet vereyim. Ne isteyen varsa istesin, vereyim.” Bu hâl, sabaha kadar devam eder.) [İ. Mace] (Allah şu dört geceyi hayırla süsler. Kurban ve Ramazan bayramı gecesi, Arefe gecesi, Şaban’ın yarısının [Berat] gecesi ki, onda eceller, rızıklar yazılır.) [Deylemi] (Allahü teâlâ, Berat gecesinde müşrik ve müşahin [bid’at ehli] hariç herkesi affeder.) [İ. Mace] Mirac gecesi: Bir hadis-i şerif meali: (Recebin 27. günü oruç tutana 60 yıllık oruç sevabı verilir. Bu gece iyi amel eden için yüz yıllık mükâfat vardır.) [İ. Gazali, Ebu Musa el-Medeni] Regaib gecesi: Bir hadis-i şerif meali: (Şu beş gecede yapılan dua geri çevrilmez. Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan ve Kurban bayramı gecesi.) [İbni Asakir] Muharrem ayı: İki hadis-i şerif meali: (Ramazandan sonra en faziletli oruç, Allah’ın ayı Muharrem ayında tutulan oruçtur. Farzlardan sonra en faziletli namaz, gece namazıdır.) [Müslim] (Nafile oruç tutacaksan Muharrem ayında tut! Çünkü o, Allah’ın ayıdır. O ayda bir gün vardır ki, o günde Allah geçmiş kavimlerden birinin tevbesini kabul etti. Yine o gün tevbe edenlerin günahlarını da affeder.) [Tirmizi] Aşure günü ve gecesi: Üç hadis-i şerif meali: (Aşure günü oruç tutmak geçmiş bir yılın günahlarının affına sebep olur.) [Müslim] (Aşure günü oruç tutan o yıl tutamadığı [nafile] oruçlarının sevabına kavuşur.) [Deylemi] (Aşure günü bir gün önce, bir gün sonra da tutarak Yahudilere muhalefet edin.) [İ. Ahmed] [Yalnız Aşure günü oruç tutmak mekruhtur. 9. ile 10. günü veya 10. ile 11. günü tutmalı.] Çalgı çalmak Reformcu diyor ki: 395 www.dinimizislam.com (Her tür müziği dinlemekte hiçbir mahzur yoktur. Müziği iyi-güzel bir sanat dalı olarak değerlendirmek gerekir.) CEVAP İslam âlimlerinin, (Müzik ruha zehir ve nefse gıdadır) sözüne ve hadis-i şeriflerle de yasak edilmesine rağmen, reformcu yazarın çalgıları teşvik etmesi kıyamet alametidir. Müziğin, çalgının haram olduğu hakkında sitemizde çok uzun bilgi vardır. Burada kısaca bildirelim. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir: (İlk teganni eden şeytandır.) [Taberani] (Müzik, kalbde nifak hâsıl eder.) [Beyheki] (Resulullah çalgı aletleriyle para kazanmayı yasakladı.) [Begavi] (Ümmetimden bazıları, şarkıcı kadın ve çalgı aletleriyle eğlenirler. Allahü teâlâ, onları yerin dibine batırır.) [İbni Mace] (Ben, çalgıları, putları yok etmek için de gönderildim.) [İ. Ahmed, Ebu Nuaym, İbni Neccar] (İblis dünyaya inince yemek istedi. Besmelesiz yenen yemekler senin denildi. Müezzin istedi. Mizmarlar [çalgılar] müezzinin denildi.) [Taberani, İbni Ebi-d-dünya, İbni Cerir] (Nimete kavuşunca mizmar çalmak Allah’ın gazabına sebep olur.) [Deylemi, Bezzar] (Çalgıcılar çoğalınca, bela zuhur eder.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace, İ. Ahmed] (Bir zaman gelecek, zinayı, içkiyi ve çalgıyı helal sayanlar çıkacaktır.) [Buhari] Müslüman ülkelerde bile genelevlerin yaygın olması, Müslümanım diyenler tarafından içki festivallerinin düzenlenmesi, çatlayana kadar içki içilmesi, haram olduğu inkâr edilerek ve ruhun gıdası denilerek her yerde çalgı çalınması, Sahih-i Buhari’de bildirilen son hadis-i şerifteki hususların meydana çıktığını göstermektedir. İbni Abbas hazretleri, (Çalgı haramdır) buyurdu. (Beyheki) Âişe validemiz, bir evde şarkı söyleyen birini görünce ona, (Yazıklar olsun sana! Bu şeytandır, bunu çıkarın dışarı) dedi ve onu çıkardılar. (Buhari) Fudayl bin İyad hazretleri, (Müzik ve şarkı, zinanın teşvikçisidir) buyurdu. (İbni Ebi-d-dünya) Saz, tanbur, def, ney ve diğer çalgılar, Allah’a isyandır. (Riyadün Nasıhin) Saz dinlemekten kulakları korumalıdır. (Risale-i Birgivi) İbni Teymiyye bile, (Müzik, şeytani duyguları harekete geçiren en etkili bir unsurdur) diyor. (Mecmu-ul Fetava) Şarkı, Kitap ve Sünnet ile yasaklanmıştır. (İmam-ı Kurtubi) Müzik aletlerinin haram olduğu konusunda icma vardır. (İbni Salâh) 396 www.dinimizislam.com İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Ziyaeddin-i Şami, Mültekıt kitabında, (Hiçbir âlim, teganniye mubah demedi) buyurdu. (m. 266) Kur’an-ı kerimi musiki perdelerine uydurarak okumak haramdır. (Bezzâziyye) Çalgı çalarak veya oyun arasında Kur’an okuyan kâfir olur. (Tergib-üs-salât) Burhâneddin-i Mergınânî hazretleri buyurdu ki: Kur’an-ı kerimi teganni ile okuyan hâfıza, ne güzel okudun diyenin imanı gider. Tecdîd-i iman gerekir. Kuhistânî de, böyle yazmaktadır. (Dürr-ül-müntekâ) Müzik, nefsin gıdası, ruhun zehridir, kalbi karartır. (Dürr-ül mearif) Her çeşit çalgıyı dinlemek haramdır. (Fetava-i Bezzaziyye, Hadika, Ahlak-ı alaiyye) Müzik bütün dinlerde büyük günahtır. (Dürr-ül-münteka) Çalgı çalmanın haram olduğu icma ile bildirildi. (Makamat-ı Mazheriyye, İbni Salâh) Bu kadar vesikayı inkâr etmek, icmaya karşı gelmek dalalet değilse nedir? Altın ve ipek haram değil mi? Reformcu diyor ki: (Günümüzde erkeklerin de, altın ve ipek kullanmaları haram değildir, çünkü bunlar lüks olmaktan çıkmıştır.) CEVAP Bir şeyin haram olması için lüks olması gerekmez. Ölçü bellidir. Dinimiz yasaklamışsa haramdır. Altın ve ipeğin erkeklere haram olduğu pek meşhurdur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İpek ve ibrişim elbise giymeyin! Altın ve gümüş kaplardan su içmeyin, onlarda yemek yemeyin! Zira bu iki şey dünyada kâfirler için, âhirette ise sizin içindir.) [Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesai, İbni Mace] (Altın veya gümüş kaptan su içen, karnına Cehennem ateşi dolduruyor demektir.) [Müslim] (Altın ve ipek, ümmetimin kadınlarına helâl, erkeklerine ise haramdır.) [Taberani, Tahavi] Hazret-i Sevban anlatır: Tevbe suresinin, (Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenlere, can yakıcı bir azabı müjdele) [mealindeki 34.] âyeti inince biz, Resulullah ile bir seferde bulunuyorduk. Eshab-ı kiramdan bazısı, (Öyleyse hangi malı biriktirmeliyiz?) dedi. Resulullah efendimiz, (Zikreden bir dil, şükreden bir kalb, kocasının imanına yardımcı olan saliha bir hanıma sahip olmak en iyisidir) buyurdu. (Tirmizi) 397 www.dinimizislam.com Eshab-ı kiramdan Hazret-i Ber, Resulullah’ın altın, gümüş ve ipeği haram ettiğini bildirdi. (Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesai) Mezhepsizce yazılan kitap Sual: Kitabın yazarı, (Hadisler farklı olduğu gibi, her mezhebin hükmü de farklıdır. Farklı olmayan yalnız Kur’an olduğu için bu kitabı Kur’ana göre yazdım) diyor. Verdiği örneklerden üçü şöyledir: 1- Gusülde ağzın içini yıkamak mezhebin birinde farz, diğerinde sünnettir. Kur’anda ise, bu konuda hiçbir şey yazmaz. Bunun için ben de gusülde ağzın içini yıkamak farz değil dedim. 2- Mezhebin birinde midye, istiridye, salyangoz gibi deniz haşeratı yenmez denirken, diğerlerinde yenir diyor. Kur’anda yazmadığı için, denizden çıkan her şey yenir dedim. 3- Mezhebin birinde cinsel ilişkiden dolayı oruç kefareti gerekir denirken, bir diğerinde kasten orucu bozmak kefaret gerektirir diyor. Kur’anda yazmadığı için oruç kefareti diye bir şey yok dedim. Böyle bir kitap uygun mudur? CEVAP Çok yanlıştır. Kur’anda bulamadım diyerek, kendi görüşünü, din gibi ortaya atmak çok tehlikelidir. Kur’an-ı kerimde, (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) buyuruluyor. Ne diye Resulullah’ın Kur’an-ı kerimi açıklamasını değil de, kendi görüşünü, din gibi esas alıyor? Namazların kaç rekât olduğu, nasıl kılınacağı gibi birçok husus hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Niye doğru yolu bulmak için Resulullah’a tâbi olunmuyor? Bir âyet-i kerime meali: (Resulullah’a tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158] Resulullah’a uymayıp da, kendi anladığına uymak sapıklıktır. Peygamber efendimiz, (Âlimlere tâbi olun! Âlimler benim vârislerimdir) buyuruyor. Vâris olan âlimler, Resulullah’ın bildirdiklerini söyler. Âlimleri dışlamak, Resulullah’ı dışlamak olur. Resulullah dışlanınca Kur’an-ı kerim inkâr edilmiş olur. Âlimlere tâbi olmak şarttır. Âlimleri ve hak mezhepleri kabul etmeyen sapıtır. Hadika’da, (Dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Bunlardan birine uyması şarttır) buyuruluyor. Faideli Bilgiler kitabında, (Bir ibadetin bir kısmını bir mezhebe göre yaparken, diğer kısmını, başka mezhebe göre yapmak, birinci mezhep imamının bilgisini beğenmemek olur. Selef-i salihini beğenmeyip cahil saymak ise küfürdür) buyuruluyor. Bunun için, Kur’ana göre ilmihal veya Hadislere göre ilmihal olamaz. Ancak dört mezhepten birine göre yazılanlar, doğru ilmihal olur. 398 www.dinimizislam.com Peygamber mezhebi mi? Sual: Bir reformcu, (Bana mezhepsiz diyorlar. Dört mezhebin birisinde olmadığım doğrudur, ama en üstün mezhep varken, niye başka mezhebe gireyim? Benim mezhebim bütün mezheplerin üstünü olan Muhammed Mustafa’nın mezhebidir) diyor. Biz hiç böyle bir mezhep duymadık. Dinimizde böyle bir mezhep var mıdır? CEVAP Mezhepsizler, reformcular, dini içten yıkmak isteyenler genelde böyle söylüyorlar. Bâtıl da olsa, sapık da olsa böyle bir mezhep yoktur. Asr-ı saadetten bugüne kadar gelen hiçbir âlim, 72 sapık fırkada dâhil, (Ben Peygamber mezhebindenim) dememiştir. Hepsinin hak veya bâtıl bir mezhebi vardı. Mesela Abdülkadir-i Geylani, Hanbelî idi. Ebu Bekr-i Şibli Mâlikî, İmam-ı Rabbani Hanefî idi. İmam-ı Gazali Şâfiî mezhebinde idi. Dört hak mezhep mensuplarından birkaç örnek verelim: Hanefî mezhebinde olan bazı âlimlerin isimleri şöyledir: İmam-ı a’zam Ebu Hanife, İmam-ı Ebu Yusuf, İmam-ı Muhammed Şeybani, İmam-ı Züfer bin Hüzeyl, İmam-ı Hasan bin Ziyad, Abdullah ibni Mübarek, İmam-ı Matüridi, Ebû Muhammed Cerîrî Taberî, İmam-ı Birgivi, Seyyid Şerif Cürcani, Seyyid Ahmed Tahtavi, Seyyid Şemseddin Hanefî, Davud-i Tai, Fahr-ul-islam Ali bin Muhammed Pezdevi, İbrahim Halebi, Şems-ül-eimme Hulvani, İbni Abidin gibi zatlar, yüzlerce alimden birkaçıdır. Şâfiî mezhebinde olan bazı âlimlerin isimleri şöyledir: İmam-ı Muhammed bin İdris Şâfiî, İmam-ı Rafii, İmam-ı Nevevi, İmam-ı Buhari, İmam-ı Müslim, İmam-ı Beydavi, Seyyid Ahmed Rifai, Ebul Hasan Eşari, İmam-ı Sübki, İbni Hacer-i Askalani, İbni Hacer-i Mekki, İmam-ı Şa’ranî, Mevlana Halid-i Bağdadi, İbni Ebi-d-dünya, İbni Hibban, İmam-ı Münavi, Ali Cürcani, İmam-ı Begavi, İmam-ı Beyheki, Ebu İshak Şirazi, İmam-ı Fahreddin-i Razi, İmam-ı Maverdi, İmam-ı Taberi, İmam-ı Müzeni, Ahmed bin Ahmed Şihabüddin-i Remli, Ebu Nuaym İsfehani gibi zatlar, yüzlerce âlimden birkaçıdır. Mâlikî mezhebinde olan bazı âlimlerin isimleri şöyledir: İmam-ı Malik bin Enes, İmam-ı Kurtubi, Ebu Bekr-i Şibli, İbnisserrac, Ebül Abbas-ı Mürsi, İbni Merzuk, Süleyman bin Musa Kilai, Ahmed-i Zerruk, İbrahim Lakani, Ebül-Hasan-i Şazili, Ebu Talib-i Mekki, Echüri Ali, Şeyh Halil, İbni Abdilberr, İbni Battal, Abdülhak İşbili, Şihab-üddin Ahmed bin İdris Karafi, Zerkani, Züvavi İsa, Allame Ahmed Savi Mâlikî gibi zatlar, yüzlerce âlimden birkaçıdır. Hanbelî mezhebinde olan bazı âlimlerin isimleri şöyledir: İmam-ı Ahmed bin Hanbel, Abdullah-i Ensari, Abdurrahman Cevzi, Muhammed Ali bin İbrahim Husri, Osman bin Merzuk, Zeyn-üd-din Ali bin 399 www.dinimizislam.com Ahmed Ermevi, Abdülkadir-i Geylani, İbni Kayyım-i Cevziyye, Meri bin Yusuf Mukaddisi, Hafız Ebu Davud Süleyman bin Eşas Sicstani, Abdurrahman ibni Recep gibi zatlar, yüzlerce âlimden birkaçıdır. Önceleri Hanbelî mezhebinde olan İbni Teymiye bile, Hanbelî mezhebinde olduğunu söylerdi. Yani sapık da olsa mezhepsizim demezdi. Şimdi İbni Teymiye’ye bağlanan sapıklar bile, bir mezhebe bağlı kalmayı aşağılık olarak biliyorlar. (Ben bir mezhebe tâbi olmam, mezhebin hükümlerini incelerim, doğrularına uyarım) gibi sanki mezhebin içinde yanlış ictihadlar varmış gibi bir intiba bırakmaya çalışıyorlar. Bugün için dört mezhepten birinde olduğunu söyleyemeyenler mezhepsizdir. En büyük iki hadis âlimi İmam-ı Buhari ve İmam-ı Müslim de Şâfiî mezhebindeydi. Abdülkadir-i Geylani hazretleri, Şâfiî iken, Hanbelî mezhebinin unutulmaya yüz tuttuğunu görünce, Hanbeli oldu. Bu olay, farklı mezheplerin bulunmasının rahmet olduğuna ve mezhepsizliğin felaket olduğuna bir delildir. Başka bir mezhepsiz de, (Hocamız, çok büyüktür. Büyük âlimlerin mezhebi olmaz. Abduh, Mevdudi gibi büyük âlimlerin nasıl mezhebi yoksa, hocamızın da mezhebi yoktur. Onların mezhebi Peygamber mezhebidir. Hocamız herhangi bir âlimden değil, bizzat Resulullah'tan ders almıştır) demişti. Bu, çok çirkin bir itiraftır. Atalarımız, (Zırva tevil götürmez) ve (Şeyh uçmaz, mürid uçurur) gibi sözleri sanki böyleleri için söylemişler. Binlerce İslam âlimi geldi, hepsinin bir mezhebi ve bir hocası vardı. Mezhepsiz olan yoktu. Hiçbiri, benim mezhebim Peygamberin mezhebi demedi. Her hocanın bir hocası vardı, bu silsile Resulullah'a kadar ulaşırdı. Hiçbiri, benim hocam Resulullah’tır, ben ondan ders aldım gibi sözler söylememiştir. Şimdikilerin eski âlimlere zıt şeyleri söylemeleri sapıklığın daniskasıdır. Mezhepten sorulacak Sual: Mezhebi olmayan bazıları, (Âhirette hangi mezheptensin diye sorulmayacak, Kitap ve Sünnet'ten sorulacak. Onun için bir mezhebe tâbi olmak yanlıştır) diyorlar. Âhirette herkes tâbi olduğu mezhebe göre sorguya çekilmeyecek mi? Mesela bir Hanefî'nin eli kanadıysa onunla namaz kılmışsa o namaz sahih değildir, denmeyecek mi? Bir Şâfiî kadına dokunsa abdestin bozuldu denmeyecek mi? CEVAP Dünyada bile bir öğretmen, imtihanda talebelere okuttuğu derslerden soruyor, okutmadığı kısımlardan sormuyor. Allahü teâlâ da tâbi olduğu mezhebe uyup uymadığını soracaktır. Karşı cinse dokunarak namaz kılan Şâfiî’nin namazını sahih kabul etmeyecektir. Hanefî de kendi mezhebine göre abdesti bozan bir şey yapıp namaz kılarsa namazı sahih olmayacaktır. Değil 400 www.dinimizislam.com avamdan biri, müctehid olan zat bile, bir hükmün doğru olduğunu kesin olarak bilemez. Şâfiî'ye göre karşı cinse dokunmak abdesti bozar diyor. Hanefî'ye göre bozmaz. Hangisinin doğru olduğunu ancak Allah bilir. Onun için herkes kendi mezhebinden sorumludur. (O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki İsra suresinin 71. âyet-i kerimesini imam-ı Kadı Beydavi hazretleri, (Her ümmeti peygamberleri ve dinde uydukları imamlarıyla çağırırız) diye açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseyni'de ise, (Herkes mezhebinin imamıyla çağrılır. Mesela "Ya Şâfiî" veya "Ya Hanefî" denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, her Müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça bildirmektedir. Her ümmet, peygamberleri ve dinde uydukları imamların isimleriyle çağırılırlar. Mesela, yâ ümmet-i Musa, yâ Şâfiî yahut yâ Hanefî denilir. (Beydavi, Tefsir-i Hüseyni, Ruh-ul-beyan) Kötü milletler de, zalim krallarıyla çağrılır. Mesela Firavun ve taraftarları, Nemrut’un adamları diye çağrılır. Kötüler kötü, iyiler de iyi liderleriyle çağrılır. (Meâlim-üt-tenzîl) Seyyid Ahmed Tahtavi hazretleri, Dürr-ül muhtar haşiyesinin Zebayih kısmında buyuruyor ki: (Bugün her Müslümanın dört mezhepten birinde bulunması vacibdir. Dört mezhepten birinde bulunmayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur.) İmam-ül-Haremeyn, Burhan kitabında, (Avam dört mezhepten birine tâbi olmalıdır) buyurdu. (Şerhi minhac-ül-üsul) İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Bir işin, bir ibadetin sahih olması için dört mezhepten birine uygun olması gerekir. Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz. (Redd-ül-muhtar s. 51) Bir işi bir mezhebe göre yapmaya başladıktan sonra, bu işi ve buna bağlı olan işleri yapmaya devam ederken, bu mezhebi taklit etmekten vazgeçmenin yasak olduğu sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbnül Hümam Tahrir-ül-üsul, İbnül-Hacib Muhtasar-ül-üsul, Alâüddin-i Haskefî Dürr-ül-muhtar) Bir mezhebi taklit edenin, hep ona tâbi olması vacibdir. Zaruret olmadıkça, başka mezhebe göre iş yapması caiz değildir. Bir mezhebe göre amel edenin, bu mezhepten ayrılmasının caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmiştir. (Bahr-ür-raık) Mutlak müctehid olmayan âlimin, bir mutlak müctehidi taklit etmesi gerekir. (Müsellem-üs-sübut) Her Müslümanın dört mezhepten birini taklit etmesi vacibdir. Taklit etmezse, doğru yoldan sapar. Başkalarını da saptırır. (İmam-ı Şa’ranî, Mizan, s. 24) 401 www.dinimizislam.com Âminin [müctehid olmayanın] mezhep değiştirmesi caiz değildir. Dilediği bir mezhebi taklit etmesi lazımdır. (Redd-ül-muhtar s. 283) Müctehid olmayan din adamının, hadis-i şeriften anladığı ile amel etmesi caiz değildir. Çünkü, hadis-i şeriflerin mensuh veya tevilli yahut muhkem olduğunu ayıramaz. (İkt-ül-ceyyid, Muhtasar) Bir kimsenin, taklit ettiği mezhebi, yani ona uygun iş yapmaya başladığı mezhebi terk etmesinin caiz olmadığı sözbirliği ile bildirilmiştir. (İbni Hümam Tahrir) İbadetlerde ve ictihad ile yapılan işlerde, dört mezhepten birini taklit eden kimse, böyle yaptığı işi, Allahü teâlânın emrine uygun olarak yapmış olur. (Mevlana Abdüsselam - Cevhere şerhi) Taklit etmekte olduğu mezhebe uygunsuz iş yapmaya, hiçbir âlim caiz demedi. (Kimya-yı saadet) İslam dininin binası, bu dört direk üzerine kurulmuştur. Bir kimse, bu dört yoldan birine girerse ve bu dört kapıdan birini açarsa, başka yola geçmesi ve başka kapıya sarılması, abes ve lehv olur. İşlerinin düzenini bozmuş, doğru yoldan ayrılmış olur. Âlimlerin sözbirliği ve ahir zamanda Müslümanlara en uygun yol, dört mezhepten birini taklit etmektir. Din ve dünyanın düzeni böyle olur. Herkes, önceden dilediği mezhebi seçer. O mezhebi taklide başladıktan sonra, bunu bırakıp, başka mezhebe geçmek, hiç şüphesiz, birinci mezhebe suizan etmek olur. İşler ve sözler bozulur, karışır. Sonra gelen âlimler, bunu sözbirliği ile bildirdiler. Doğrusu da budur, hayır bundadır. (Abdülhak-ı Dehlevi - Sıfr-üs-seadet şerhi) İlahiyatçı bir mezhepsiz, (İslam deniz, mezhep ise göldür) diyor. Yani İmam-ı a'zam ve İmam-ı Şâfiî gibi din büyüklerinin Kur'an ve Sünnet'ten anladıkları hükümlere göl diyor, kendisinin ve diğer mezhepsizlerin Kur'an ve Sünnet'ten anladığına da deniz diyor. Mezhepsizlerin anladıkları Kur'an ve Sünnet oluyor, İmam-ı a'zamın, İmam-ı Mâlik’in ve diğer dehaların anladıkları, kendi görüşleri oluyor. Bu cahil mezhepsizin, (Âhirette mezhepten sorulmayacak, Kur'an ve Sünnet'ten anladığından sorulacaktır) demesi kıyamet alametlerindendir. Mezhepsizlikle ilgili çeşitli sorular Sual: Mezhepsiz, bid’at ehline mi deniyor? CEVAP Evet. Dört mezhepten birine uymayana dendiği gibi, doğru yolda olmayana da mezhepsiz denir. Şu üç sınıf, bid’at ehli yani mezhepsizdir: 1- Dört mezhebden hiçbirine uymayan, 2- Dört mezhebi karıştırıp, kolayına gelen mezhebe göre hareket eden, yani mezhepleri telfik eden, 402 www.dinimizislam.com 3- Dört mezhebi hak bildiği hâlde, bir inanışı, Ehl-i sünnet itikadına uymayan. Sual: Mezhepsizlik konusuna niye fazla önem veriyorsunuz? CEVAP Mezhepsizlik konusuna fazla yer vermemiz itikad meselesi olduğundandır. İtikadı bozuk olanın ibadetleri boşa gider. Onun için önce doğru bir imana sahip olmak gerekir. Sual: İctihad ve mezhep nedir? CEVAP İctihad etmek, mezhep kurmak, dinimizin emridir. Resulullah efendimiz, Hazret-i Muaz’ı Yemene hakim olarak gönderirken, (Orada nasıl hükmedeceksin?) buyurunca, (Allah’ın kitabı) ile dedi. (Allah’ın kitabında bulamazsan?) buyurdu. (Resulullahın sünneti) ile dedi. (Onda da bulamazsan?) buyurunca, (ictihad ederek) dedi. Resulullah efendimiz, (Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi) Allah ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak gerekirdi. Farzı yapmayanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hâli güç olurdu. Böylece mezhepler meydana geldi. Eshab-ı kiramın tamamı müctehid ve mezhep sahibi idi. Bunun için Peygamber efendimiz, (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete kavuşursunuz) buyurdu. (Taberani, Beyheki, İbni Asakir, Hatib, Deylemi, Darimi, İ. Münavi, İbni Adiy) Mezheplerinin tamamı kitaplara geçmediği için, bugün hiç kimse, mesela (Ben Hazret-i Ömer’in mezhebindeyim) diyemez. Mezheplere bağlı hiçbir âlim, ictihad derecesine yükselse bile, mezhebinin imamının üsul ve kaidelerine, hiçbir zaman muhalefet etmez. Mezhepsiz olan hiçbir İslam âlimi yoktur. Müctehid kime denir? Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmeyen hususları, açıkça bildirilenlere benzeterek, hüküm çıkaran derin âlimlere (Müctehid) denir. Eshab-ı kiramın hepsi müctehid idi. Sünnette kapalı kalan yerleri, müctehid âlimler açıklamış, mezhepler meydana çıkmıştır. Bu mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçmiş, diğerleri unutulmuştur. Bu mezheplerin imanları, Eshab-ı kiramın ortak imanıdır. İmanda ayrılık caiz olmaz. Bu dört hak mezhebe, (Ehl-i sünnet) denir. Bu dört mezhepten hiçbirine uymayana mezhepsiz denir. Sual: Annemle beyim Şafii mezhebindedir. Babam ise Hanefi mezhebindedir. Benim, beyimin mezhebine mi, yoksa babamın mezhebine mi girmem gerekir? 403 www.dinimizislam.com CEVAP Bir kimse, hangi mezhebin hükümlerini iyi biliyorsa, o mezhebe göre amel eder. Babasının veya beyinin mezhebine göre amel etmesi gerekmez. Türkiye’de Hanefi mezhebi daha yaygın olduğu ve Hanefi mezhebine ait Türkçe kitaplar daha çok olduğu için, Hanefi mezhebine göre amel etmeniz daha uygun olur. Bazen Hanefi, bazen Şafii mezhebine göre hareket edilmez. Sadece, yapılması emredilen bir işi kendi mezhebine göre yapmak imkanı yoksa, o zaman diğer üç mezhepten birini taklit ederek o işi yapmak caiz ve gerekir. Sıkışık durum ortadan kalkınca taklit işine son verilir. (Hadika) Sual: Biz Hanefiyiz, Şafii imama uyarken niyetimizde bir değişiklik oluyor mu? Müezzin ikameti kendi mezhebine göre mi okur? İmam kendi mezhebine göre mi imamlık yapar, yoksa Hanefi cemaatin mezhebine göre mi? CEVAP Ne niyette, ne de diğerlerinde bir değişiklik yoktur. Müezzin kendi mezhebine göre ikamet okur, imam kendi mezhebine göre namaz kıldırır. Sual: "İslam’da zekât", "İslam’da namaz", "İslam fıkhında tasavvuf", "İslam’da şu", "İslam’da bu" diyorlar. "İslam’da zekât" denince, dört mezhepten birine göre zekât anlatılmış olmadığına göre, "İslam’da" diye kitap yazmak uygun mudur? CEVAP Bildirdiğiniz gibi, "İslam’da zekât" denince, hangi mezhebe göre söylenildiği bilinmiyor. "Hanefi’de zekât", "Maliki’de zekât" denilmelidir. "İslam fıkhı" tabiri de böyledir. Hanefilerin fıkıh usulleri, Şafiilerin fıkıh usullerinden farklıdır. Tasavvuf ve fıkıh iki ayrı ilim dalıdır. "İslam tasavvufunda fıkıh" veya "İslam fıkhında tasavvuf" demek, ilimleri, mefhumları birbirine karıştırmak olur. "İslam da şu", "İslam’da bu" demek, mezhebi bilmemek veya kabul etmemektir. Bir kimse, İslam’a göre namaz kılamaz. Dört mezhepten birine göre kılması gerekir. Mesela imam arkasında Fatiha okuyan kimse, Hanefi’de vacibi terk etmiş olur. İmam arkasında Fatiha okumazsa, Şafii’de farzı terk etmiş olur. Onun için İslam’a göre namaz kılmak mümkün değildir. Diğer İslam’a görelerin de çoğu böyledir. Bunlar ince bilgidir, elbette mezhepsizler bunları bilmez. Farklı ictihad rahmettir, müslümanların işini kolaylaştırmaktadır. Davudoğlu hoca ile sohbet Sual: Din tahripçileri hakkında kitap yazan Ahmed Davudoğlu hoca nasıl bir kimsedir? CEVAP Rahmetli, (Din Tahripçileri) kitabını neşredince, kendisini ziyarete gittim. Kendimi tanıttım. Uzun uzun sohbet ettik. Bir ara kendisine sordum: - Hocam, Ezher’in durumu nasıldır? 404 www.dinimizislam.com - Maalesef iyi değildir. İbni Teymiye’nin, Abduh’un fikirleri hakimdir. - Peki siz orada nasıl Ehl-i sünnet olarak kalabildiniz? - Şeyhül-islam Mustafa Sabri efendi ile tanıştım. O bana, Mezhepsizliğin tehlikesini anlattı. Efgani’nin ve Abduh’un mason olduğunu, bunların İslamiyet’i içeriden yıkmak için çalıştıklarını belirtti. - Ezher’in mezhepsizlik çamuru olduğunu bildirdiniz. Siz burada senelerce kaldığınıza göre, üzerinize hiç çamur bulaşmadı mı? - Benim ölçüm vardı. Mezhepsizliği kabul etmezdim. Üzerime çamur bulaştırmadım. Hocanın bazı tercümeleri, mezhepsiz yazarların kitaplarına önsöz yazması bizi rahatsız etmişti. Doğrudan doğruya bunu söylemeyip dedim ki: - Hocam, bilirsiniz (Kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan) ve (Üzüm üzüme baka baka kararır) gibi ata sözlerimiz vardır. Hani az da olsa, Ezher çamuru bulaşmamış mıdır? - Kesinlikle bulaşmamıştır. - Hocam, Selamet Yolları isimli tercümenize bakabilir miyiz? Hoca, kitabı getirdi. Önsözden birkaç parça okumaya başladım: - İsmail Sanani, Zeydiyye mezhebine salik, kimseyi taklit etmez, serbest müctehid gibi birisidir. Sübülüs-selamın bazı mahrem yerlerinde fikrini sızdırmış, Ehl-i sünnet olmayan kimseleri Ehl-i sünnet imamları ile zikretmiştir. Sübülüs-selam Ezherde ders kitabı olarak okutuluyor. Ehl-i sünnet harici kavillerle dolu olduğu için, sırf Sübülüs-selamı tercüme edemezdim. Fethül-allam eserinde ise, Ehl-i sünnet harici sözler bir dereceye kadar kaldırılmış idi. Bu iki eserden bilhassa Sübülüs-selamdan azami derecede istifade ettim. Onun için onun bir tercümesi kabul edilen eserime Selamet Yolları adını verdim. - Evet ne var bunda? - Hocam, daha ne olacak, binlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları var iken, gidiyor bir mezhepsizin Ezher’de okunan kitabını tercüme ediyorsunuz. İkinci olarak hadis kitabı tercüme ediyorsunuz. Üçüncü olarak Kur'an meali de neşrettiniz. Dört hak mezhepten birine mensup olan kimse, dinini mealden ve hadis kitabından öğrenebilir mi? - Öğrenemez. - Dine hizmet için, bir fıkıh kitabını, mesela İbni Âbidin’i tercüme edebilirdiniz! Hoca, hakkı kabul eden bir zattı. Bu teklifimi gayet normal buldu. Başını sallayarak dedi ki: - İnşallah o da nasip olur. Hoca sözünde samimi idi. Allah razı olsun nihayet İbni Âbidin’i tercüme etmeye başladı. Fakat ne yazık ki ömrü kâfi gelmedi. Bir insanın hocaları mezhepsiz olsun da, ona az da olsa mezhepsizlik zehri, telfîk çamuru bulaşmamış olsun, imkanı var mı? Bunun en bariz örneği 405 www.dinimizislam.com rahmetli Davudoğlu hocadır. Bilhassa son senelerdeki gayretlerinden dolayı, Ahmed Davudoğlu hocamıza Allahü teâlânın bol bol rahmet etmesini niyaz ediyoruz. Sual: Ekteki yazıda, (eskiden kadın yalnız başına yolculuk yapamazdı. Fakat şimdi yollar emin olduğu için, tek başına uzun yola gitmesinde mahzur yoktur) diyor. Dinin hükmü zamanla değişir mi? CEVAP Ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz. (Mecelle madde 39) Dürer-ül-hükkam şerhinde bu maddenin açıklaması şöyle: (Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete ait ahkam değişebilir. Nassa, delile dayanan ahkam, zamanla değişmez.) Mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur. Teknikte ilerleyenlere ayak uydurulur. Din bilgilerinde, ibadetlerde zamana uyulmaz. Din bilgileri zamanla değişmez. Bunları değiştirmek, zamana uydurmak isteyen Ehl-i sünnetten ayrılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allah’a ve ahiret gününe inanan kadının, üç günlük yola, ancak kocası veya mahrem akrabalarından biri ile gitmesi helal olur.) [Hadika] Berikada diyor ki: (Hür kadının kocası veya ebedi mahrem olan akrabasından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka kadınlarla yahut akıl balig ve salih olmayan mahremi ile üç günlük yola gitmesi haramdır.) İbni Âbidin hazretleri üç günlük yolun 18 fersah olduğunu bildiriyor. 18 fersah ise yaklaşık 104 km.dir. Demek ki bir kadın, zaruret olmadan mahremsiz uzun yola gidemez. Bir günlük [35 km.lik] yola gitmesi ise mekruhtur. Daha az mesafeye ise mahremsiz, fakat salih erkeklerle birlikte gidebileceği Fetava-i Hindiyyede yazılıdır. Sual: Bazıları, "Zaman sana uymazsa, sen zamana uy" sözünün yanlış olduğunu söylüyor. Zamana uymak gerekir mi? CEVAP Zamana uymak gerekir. Zamana uymak demek, zamanın icap ettirdiği hususlara uymak demektir. Zamanın değişmesiyle, örf ve adete ait hükümler değişebilir. Nassa [Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere], delile dayanan hükümlerin zamanla değişmeyeceğini yukarıda bildirmiştik. Şu halde, dine aykırı olmayan örf ve âdete ait hükümler değişirse, bunlara uymakta mahzur yoktur. Herkes traktörle, kamyonla, uçakla giderken, kağnı ile gidilmesi gerekir diye ısrar edilmez. Fakat günah olan bir şey, herkes tarafından yapılsa, buna uyulmaz. Zamana ait işlerin değişmesine kısaca zamanın değişmesi denmiştir. Böyle misaller Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (köy halkına sor) yerine, kısaca (köye sor) ifadesi kullanılmıştır. (Yusüf 82) Zalim köylüler manasına (zalim köy) ifadesi kullanılmıştır. (Nisa 75) 406 www.dinimizislam.com Buna benzer ifadeler Türkçede de vardır. Mesela, (Şu sınıf tembel, şu sınıf çalışkandır) gibi. Elbette burada anlatılanlar, sınıfın kendisi değil, orada okuyan talebelerdir. İşte, zamana uymakla da, zamanın icabı olan faydalı işlere uymak gerektiği bildirilmektedir. Zararlı, günah olan şeylere uyulmaz. Sual: Allah’ın emirlerini yapmamak için mezheplerin kolaylıklarını araştırmak veya hile-i şeriyye yapmak caiz midir? Böyle hareket etmek ruhsatla amel etmek değil midir? CEVAP Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Allahü teâlâ kullarına kolaylık gösterilmesini istiyor. Güçlük çekmelerini istemiyor.) [Bekara 185] Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ azimetlerin yapılmasını sevdiği gibi, ruhsatların yapılmasını da sever.) [Beyheki] Yani, izin verdiği kolaylıkları yapmayı da sever. Bunu yanlış anlamamalıdır. Mezheplerin kolaylıklarını toplayıp, bir kolaylıklar mezhebi yapmak caiz değildir. Böyle yapmak, İslamiyet’ten ayrılmak olur. (Elcamius sagir şerhi) İmam-ı Sübki hazretleri de buyurdu ki: İhtiyaç ve zaruret olduğu zaman, kolayına gelen mezhebe geçmek caizdir. Fakat, zaruret olmadan geçmek caiz olmaz. Çünkü, dinini kayırmak için değil, kendini kayırmak için olur. Sık sık mezhep değiştirmek de caiz değildir. Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken zaruret haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık aramak caiz değildir. Necmüddin-i Gazzi hazretleri Hüsn-üt-tenebbüh kitabında, (Şeytan, insana, Allahü teâlânın bildirdiği kolaylıkları yaptırmaz. Mesela mest üzerine mesh ettirmez. Ayaklarını yıkattırır. Ruhsat ile amel etmeli, fakat hiçbir zaman mezheplerin kolaylıklarını aramamalıdır. Çünkü, mezheplerin kolaylıklarını toplamak haramdır. Şeytan yoludur) buyurmaktadır. Sual: Küfründe icma bulunan zünnar, haç ve benzeri küfür alametleri için Abduh kullandı diye, mezhepsiz yazar nasıl olur da "isteyen kullanır" şeklinde fetva verebiliyor? CEVAP Böyle söze işkembeden atılmış denir. Dr. M. Reşad bey ise, (bağırsaktan çıkmış) diyor. Efgani veya çömezi Abduhu temize çıkarabilmek için, dini değiştirmekten çekinmeyip küfür alametine cevaz veriyorlar. Sual: Dünyadaki bütün müslümanlar farklı görüşlere sahip. Nasıl itikadları olursa olsun birleşmek mümkün olmaz mı? CEVAP 407 www.dinimizislam.com Müslümanlar içinde tek kurtuluş fırkası, (Ehl-i sünnet ve cemaat) fırkasıdır. Müslümanlarla, sapık fırkaları birleştirmeye çalışmak çok abes olur. Mesela süt ile sirke ve idrar birleşirse meydana gelen karışım ne süttür, ne sirkedir, ne de idrardır. Hiçbir işe yaramaz. Fakat koyun sütü ile inek sütü, keçi sütü ve eti yenen hayvanların sütü karışabilir. İhtiyaç olduğu zaman karıştırılabilir. Domuz sütü de süttür. Fakat diğer sütlerle karışırsa hepsi necis olur. Ehl-i sünnet itikadında olmayanlarla, yani bid'at ehli ile birleşmekten söz edilemez. Sünnet ehli ile bid'at ehli, hak ile bâtıl birleşemez. Birleşme yalnız hakta olur. Hak ise tektir. Sual: Allah’ın sevdiği bir veliyi çok sevmek, onu rehber edinmek caiz midir? CEVAP Her veli rehber olamaz. Ona bağlanılamaz. Rehberin, ilimde ictihad derecesine yükselmiş olması ve marifette vilayet-i hassa-i Muhammediyye mertebesinde bulunması gerekir. Rehberin her hareketi, her duruşu, her sözü, İslamiyet’e uygundur. Yani, her şeyde Resulullaha uymaktadır. Bunlar için, Allahü teâlâ onu çok sever. Müslümanlar, Allahü teâlâyı çok sevdikleri için, Allahü teâlânın çok sevdiğini de çok severler. Rehberi sevmek, Allahü teâlâyı ve Resulullahı "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" sevmekten ileri gelmektedir. Bu sevgiye Hubb-i fillah denir. İbadetlerin en kıymetlisinin hubb-i fillah olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Rehberin emirlerini yapmak, İslamiyet’e uymak demektir. Çünkü, rehberin her sözü ve her işi İslamiyet’i bildirmektedir. Hayatta, yani dünyada hakiki ilim sunucusu Mürşid-i kâmildir. Din düşmanlarının, müslümanlar için (Allah’ı bırakıp kulu seviyorlar. İslamiyet’i bırakıp insana tapınıyorlar) sözlerinin, cahilce iftira olduğu, buradan anlaşılmaktadır. Mezhep imamlarımız ve silsile-i aliyye büyükleri en kıymetli rehberlerdir. Sual: Her harika gösteren evliya mıdır? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Harikalar, kerametler ikiye ayrılır: Birincisi, Allahü teâlânın zatına ve sıfatlarına ve işlerine ait olan bilgiler ve marifetlerdir. Bunlar, akıl ile, düşünmekle elde edilemez. Allahü teâlâ, seçtiği kullarına ihsan eder. İkincisi, madde âlemindeki gaybleri bilmektir. Bu harika seçilmiş kullara verildiği gibi, kâfirlere de verilir. Bunların birincisi kıymetlidir. Bunlar, doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlânın sevdiklerine verilir. Cahiller ise, ikincisini kıymetli sanır. Keramet denince, yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve uzletle, nefslerini temizleyen her insan, mahlûkların gayblerini haber verir. İnsanların çoğu, dünyayı düşündükleri için, böyle haber verenleri evliya sanır. Hakikatten haber verenlere kıymet vermezler. Bunlar Evliya olsalardı, bizim hallerimizden 408 www.dinimizislam.com haber verirdi, derler. Bu bozuk ölçüleri ile, Allahü teâlânın sevdiği kullarını inkâr ederler. [c.1, m.293] Sual: İtikatta ve amelde mezhebimiz nedir? İtikatta mezhebi üçe ayırıyorlar. Selefiye, Eşariye ve Matüridiye diye. Bu doğru mudur? Doğru ise biz hangi mezhepteyiz? CEVAP İman ve itikat aynıdır. Bunları anlatan derin ilme İlm-i kelam denir. Kelam ilmi, Kelime-i şehadeti ve buna bağlı olan, imanın altı temel bilgisini öğreten ilimdir. Kelam ilmi âlimleri, çok büyük insanlardır ve kelam kitapları pek çoktur. Bu kitaplara, Akaid kitabı da denir. Kelam ilmini, Ehl-i sünnet vel-cemaat âlimlerinin bildirdikleri itikadı öğrenecek ve bunları akıl ile nakil ile ispat edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak farz-ı ayn olup, bundan fazlasını öğrenmek, ancak din âlimlerine lazımdır. Sünnilerin itikatta mezhebi, Ehl-i sünnet vel cemaattir. Amelde mezhebi ise, dört hak mezhepten birisidir. İtikatta ayrılık olmaz. İtikatta mezhep üçe ayrılmaz. Her müctehidin kendine göre bir mezhebi bulunur. Bir müctehidin ictihad ederek elde ettiği bilgilerin hepsine, o müctehidin mezhebi denir. Her müctehidin ictihadı, başka müctehidin ictihadından farklı olabilir. Birine hak, ötekine bâtıl denmez. Mesela İmam-ı Ebu Yusuf’un mezhebi, İmam-ı Züfer’in mezhebi şudur denir. Ama bunlar Hanefi mezheplerinden ayrı sayılmaz. Bunun gibi İmam-ı Eşari ve İmam-ı Matüridi’nin de mezhepleri vardır. Fakat bunlar Ehl-i sünnetten ayrı değildir. İkisi de, Ehl-i sünnetin imamıdır. Ehl-i sünnetin imamı iki tane değildir, çoktur. İmam-ı a’zam, sadece fıkıhta değil, itikatta da Ehl-i sünnetin imamlarından biridir. İmam-ı Rabbani, İmam-ı Gazali ve Abdülhakim-i Siyalkuti birer kelam âlimi ve akaid imamıdır. Netice, itikatta mezhebimiz Ehl-i sünnettir. Amelde mezhebimiz ise Hanefi veya diğer üç mezhepten biridir. Her âlimin mezhebi vardır. Mezhepsiz âlim olmaz. Mezhepsizlik dalalettir. Mezheplerden farklı hükümler alarak yeni bir mezhep oluşturmak mezhepsizliktir, haramdır. Mason Abduh ve çömezleri bu mezhepsizlik yolunu tercih etmişlerdir. Sual: Dünyada bâtıl ve bid’at ehli olanlar daha çoktur, sesleri de daha yüksek çıkıyor. Bunun sebebi nedir? CEVAP Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Bir ümmet Peygamberinden sonra ihtilafa düşer, gruplara ayrılırlarsa, bâtıl ehli olanlar hak ehline galip gelir.) [Taberani] Sual: (Hazret-i Mehdi gelince mezhepleri kaldırmayacak, fakat doğru olan mezhep hükümleri unutulacak, Hazret-i Mehdi, ictihad edecek, ictihadı Hanefi mezhebine uygun olacaktır) deniyor. Mezheplerin yanlış bilgileri de mi var? CEVAP 409 www.dinimizislam.com Yüce Allah desek, yüce olmayan Allah da var anlamı çıkar mı? Büyük Allah’ım beni affet dense, küçük Allah da var anlamı çıkarılır mı? O zaman her şeyde kusur bulunur. Sevgili Peygamberimiz dersek, sevgili olmayan da mı var denebilir. Böyle şeyler ilmi tenkit değildir. Sual: Müceddid ne demektir? CEVAP Dinde yenileyici, bid’atleri çıkarıp dini eski hâline getiren âlim demektir. Mesela imam-ı Rabbani hazretleri (kuddise sirruh) ikinci binin müceddidir. Sual: Tam İlmihal’de, bana göre, bize göre demek, nakli esas almadan yazmak, konuşmak caiz değil deniyor. Fakat, âlimlerin bana göre, bize göre, bu fakire göre dedikleri de naklediliyor. Bu bir çelişki değil mi? CEVAP Hayır çelişki yok. Bana göre demek, kendini müctehid sanmak, yetkili âlim bilmek demektir. Ama bir müctehid ise, yani yetkili âlim ise, elbette bana göre demesi gerekir. Müctehidin bana göre demesi, benim ictihadıma göre demektir. Mesela İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Evliyanın kabirleri üzerine, sanduka, örtü, sarık sarmak bize göre, ölüye tazime sebep olmak, hakaret edilmemek, gafillerin edepli olmaları içindir, caizdir. (Redd-ül-muhtar) İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki: Sahabe, ilim, ictihad, vera ve akıl bakımından bizden üstündür. Onların reylerini çok beğeniriz. Bize göre, bizim reylerimizden evladır. (Risale-i kadime) İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Peygamberlerden sonra, insanların en üstünü, Ebu Bekri Sıddık’tır. Ondan sonra, Ömer-ül-Faruk’tur. Üstünlük, bu fakire göre fazileti, meziyeti, iyi sıfatları çok olmak değildir. Önce imana gelmek, din için herkesten çok mal vermek ve canını tehlikelere atmaktır. Yani dinde, sonra gelenlere, üstad olmaktır. Sonra gelenler, her şeyi, öncekilerden öğrenir. Bu üç şartın hepsi, Sıddık’ta toplanmıştır. Herkesten önce imana gelmiş, malını ve canını din için feda etmiştir. Bu nimet, bu ümmette, ondan başkasına nasip olmamıştı. (3/17) Bu fakire göre, dağda yetişip, hiçbir din duymayıp, puta tapan müşrikler, Cennete ve Cehenneme girmeyecekler, hesap yapılırken, zulümleri kadar azap çekeceklerdir. Sonra hayvanlar gibi, yok edileceklerdir. Küçük iken ölen kâfir çocukları ve Peygamberlerden haberi olmayanlar da böyle olacaklardır. (1/259) Resulullahın en kıymetli zamanları, bu fakire göre, namazdaki zamanıdır. (1/206) Bu fakire göre, her gece yatarken, (Sübhanallahi velhamdü lillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber) yüz defa okuyan, tesbih ve tahmid ve tekbir eylemiş olur. Böylece, muhasebe yapmış olur. Kendini hesaba çekmiş sayılır. (1/309) 410 www.dinimizislam.com İmam-ı Sevri ve Evzai Sual: İmam-ı Sevri ve İmam-ı Evzai, dört mezhebin imamı gibi, her ilimde imam mıdır? CEVAP İmam-ı Sevri, hadiste imam, sünnette imam değildir. İmam-ı Evzai, sünnette imam, hadiste imam değildir. İmam-ı Malik, hadiste de, sünnette de imamdır. (Eşedd-ül-cihad) Hakkın ölçüsü Sual: Mezhepsiz biri, (Yolcuya bakıp yolu tanıma, yola bak yolcuyu tanı) diyor. Başka bir mezhepsiz de, (Adama göre yolu değil, yola göre adamı tanı) diyor. Ne demek istiyorlar? CEVAP Bunlar art niyetli kimselerdir. Daha başka mezhepsizler de, (Hakkı adama göre değil, adamı hakka göre ölç) derler. Hepsi aynı kapıya çıkar. Hepsi de (Mezhep imamlarının ve diğer İslam âlimlerinin yolundan gitmeyin, onlara göre yolunuzu tayin etmeyin. Kendiniz Kur’an ve sünnetten doğru yolu bulun. Sizin bulduğunuza uygun değilse kabul etmeyin) demek istiyorlar. Mezhepsizler bu yüzden, İmam-ı a’zam demezler, onun büyüklüğünü kabul etmeyip hep Ebu Hanife derler. İmam-ı a’zam büyük imam demektir. İmam-ı a’zam hazretlerinin yoluna uymayıp tahkike çalışırlar. Kendi anladıklarını ölçü kabul ederler, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerini ölçü kabul etmezler. Onların tersini söylemek yani, (Ehl-i sünnet âlimlerine bakarak yolunu tayin et) ve (Kendi görüşüne itibar etme, Hakkı Ehl-i sünnet âlimlerine göre ölç) demek gerekir. Zaten dinimizdeki dört delil, Kitab, sünnet, icma ve kıyastır. İmam-ı a’zam hazretleri, bir âyet-i kerimeden, bir hadis-i şeriften ne anlamışsa, ona uymamız lazımdır. Neyin icma olduğunu da, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiğine göre anlarız. 411