ýkýncý meþrutýyet devrýnde eðýtým hareketlerý

Transkript

ýkýncý meþrutýyet devrýnde eðýtým hareketlerý
Prof.Dr. Mustafa ERGÜN
İKİNCİ MEŞRÛTİYET DEVRİNDE
EĞİTİM HAREKETLERİ
(1908-1914)
OCAK
Ankara 1996
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 2 ~
ÖNSÖZ
Osmanlı Devleti'nde “İkinci Meşrûtiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914)”
konulu bu çalışma bir doktora tezi olarak hazırlanmıştı. Ancak yayını için geçen
arada yapılan yeni yayınlar ve araştırmacının bazı yeni görüşleri, birçok noktada
daraltma ve genişletmeler yapma ihtiyacı doğurmuştur. Amacı, İkinci Meşrûtiyetin
ilânından Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşma girişine kadar geçen
dönemdeki eğitim hareketlerini düşünce ve uygulamalar açısından sistemli olarak
incelemektir. Cumhuriyet dönemindeki Türk eğitim düşüncesini, eğitim yapısını ve
mevzuatını anlayabilmek için İkinci Meşrûtiyet dönemi eğitimini iyi bilmek gerekir.
Çalışma tarih açısından 1908-1914 olarak sınırlandırılmıştır. 1914'den Cumhuriyete
kadar olan dönem ayrı bir çalışmada değerlendirilecek, böylece Osmanlı
Devleti”nin Türkiye Cumhuriyeti'ne bıraktığı eğitim zihniyeti, yapısı ve kurumları
tam olarak ortaya çıkarılacaktır.
Tezin arkasında yer alan 53 belge trankripsiyonu ve 25 belge fotokopisi, kitabın
hacmini çok arttırdığından dolayı bu yayında çıkartılmış; ancak belgeler ilgili
konuların içinde gerektiği kadar açılarak bu eksiklik giderilmeye çalışılmıştır.
Kaynakların dökümünde de birçok küçük ama önemli gazete ve meslekî dergi
haberi, metin içindeki dipnotlarda gösterilmiş olmakla beraber, sondaki kaynaklar
içine alınmamıştır.
Eserin hazırlanması sırasında sürekli ilgi ve yardımlarım esirgemeyen hocam Prof.
Dr. Kemal Aytaç'a, Ankara, İstanbul, İzmir kütüphanelerindeki ve Başbakanlık
Arşivindeki çalışmalarım sırasında kolaylık gösteren ilgililere ve sürekli
danışmalarda bulunduğum hoca ve arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Ayrıca eserin imlâ düzeltmeleri sırasında, dikkatli gözleriyle bana yardım eden
araştırma görevlileri Levent Çelik ve Şeydi Aktuğ'a; eserin mükemmel bir şekilde
basılmasını sağlayan Dr.Bahattin Ergezer'e de özellikle teşekkür ederim.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 3 ~
Prof. Dr. Mustafa Ergün
İÇİNDEKİLER
Önsöz
İçindekiler
1. İkinci Meşrûtiyete Kadar Osmanlı Toplumunun Gelişimi Üzerine Genel Bir
Bakış
1.1. Ekonomik Alanda
1.2. Sosyal Alanda
1.3. Askerî Alanda
1.4. Siyasî Alanda
1.5. Kültürel Alanda
1.6. Eğitim Alanında
2. İkinci Meşrutiyet Devrinde Osmanlı Devletinin Genel Gelişimi
2.1. Ekonomik Alanda
2.2. Sosyal Alanda
2.3. Askerî Alanda
2.4. Siyasî ve İdarî Alanda
2.5. Kültürel Alanda
3. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Eğitim Akımları
3.1. Seçkinler Eğitimi Akımı
3.1.1. Emrullah Efendi
3.1.2. Feridun Vecdi
3.2. “Çocuktan Hareket” Akımı
3.2.1. İsmail Hakkı Bey
3.2.2. Sabri Cemil
3.2.3. Fazıl Ahmet Bey
3.3. İş Okulu Akımı
3.3.1. Edhem Nejat
3.3.2. İsmail Mahir Efendi
3.3.3. Ali Ferid
3.4. Girişkenlik Eğitimi Akımı
3.4.1. M.Sabahaddin
3.4.2. Nail Atuf
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 4 ~
3.4.3. Tevfik Fikret
3.5. Kitle Eğitimi Akımı
3.5.1. Satı Bey
3.6. Kültür Eğilimi Akımı
3.6.1. Ziya Gökalp
3.6.2. Necmeddin Sadak
3.6.3. Kâzım Nami
3.6.4. M. Şemseddin
3.7. Kadın Eğitimi Akımı
3.7.1. Halide Edib
3.8. Beden Eğitimi Akımı
3.8.1. Selim Sırrı
4. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Maarif Alanındaki Gelişmeler
4.1. Maarif İdaresi
4.1.1. Eğitim Örgütü
4.1.2. Denetim Sorunu
4.1.3. Eğitim ve Bütçe
4.1.4. Maarif Nazırları
4.1.5. Dernekler, Siyasî Kuruluşlar ve Eğitim
4.2. Öğretim Kurumları
4.2.1. Anaokulları
4.2.2. İlköğretim
4.2.3. Ortaöğretim
4.4.2.4. Meslekî ve teknik öğretim
4.2.4.1. Sanayi Okulları
4.2.4.2. Ziraat Okulları
4.2.4.3. Ormancılık Okulları
4.2.4.4. Polis Okulları
4.2.4.5. Baytar Muavinleri Mektebi
4.2.4.6. Şimendifercilik Mektebi
4.2.4.7. Dârülbedayi-i Osmanî
4.2.4.8. Müzik Okulları
4.2.4.9. Adliye Okulları
4.2.4.10. Daire-i Harbiye Mektebi
4.2.4.11. Mekteb-i Evkaf
4.2.4.12. Dârülhayr-ı Âli
4.2.4.13. Osmanlı Ana Mektebi
4.2.4.14. Belediye Çavuşanı Mektebi
4.2.4.15. Aşçı ve Garson Mektebi
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 5 ~
4.2.5. Yükseköğretim
4.2.5.1. “Dârülfünun”
4.2.5.1.1. Genel Gelişim ve Edebiyat, Fünûn, Ulûm-u Şeriye
Şubeleri
4.2.5.1.2. Ulûm-u Tıbbiye Şubesi
4.2.5.1.3. Ulûm-u Hukukiye Şubesi
4.2.5.1.4. Dârülfünun İhtiyat Sınıfı
4.2.5.1.5. Dârülfünun Hakkında Sayısal Bilgiler
4.2.5.2. Diğer Yüksekokullar.
4.2.5.2.1. Mekteb-i Mülkiye
4.2.5.2.2. Mühendis Mektebi
4.2.5.2.3. Posta ve Telgraf Mekteb-i Âlisi
4.2.5.2.4. Ticaret Mekteb-i Âlisi
4.2.5.2.5. Tevsi-i Ticaret-i Bahriye Millî Kaputan ve Çarkçı
Mekteb-i Âlisi
4.2.5.2.6. Bölge Yüksek Ziraat Okulları
4.2.5.2.6.1. Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi
4.2.5.2.7. Mülkiye Baytar Mekteb-i Âlisi
4.2.5.2.8. Sanayi-i Nefise Mektebi
4.2.5.2.9. Kadastro Mekteb-i Âlisi
4.2.5.2.10. Orman Mekteb-i Âlisi
4.2.5.2.11. Kondüktör Mektebi
4.2.5.2.12. Mâliye Mekteb-i Âlisi
4.2.5.2.13. Mekteb-i Nüvvab
4.2.5.2.14. Dârülmuallimin-i Âliye
4.2.6. Askerî Okullar
4.2.7. Öğretmen Yetiştirme
4.2.7.1. Genel Olarak Öğretmen Sorunu
4.2.7.2. Öğretmen Yetiştirme Kurumları
4.2.7.2.1. Dârülmuallimin-i İbtidaiye
4.2.7:2.2. Dârülmuallimin-i Rüşdiye
4.2.7.2.3. Dârülmuallimin-i Âliye
4.2.7.2.4. Dârülmuallimat
4.2.7.2.5. Terbiye-i Bedeniye Dârülmuallimini
4.2.7.2.6. Özel Öğretmen Okulu Tasarıları
4.2.8. Medreseler
4.2.8.1. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Medreselerin Durumu
4.2.8.2. Medreseleri İyileştirme ve Düzeltme Önerileri
4.2.8.3. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Medreselerin Genel Gelişimleri
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 6 ~
4.2.8.3.1. Medrese Öğrencilerinin Askerliği Sorunu
4.2.8.3.2. Medreselerin Öğretim Açısından Düzeltilme Çalışmaları
4.2.8.3.3. Medrese Öğrencilerine Maaş Verilmesi
4.2.8.4. Yeni Medrese Kuruluşları
4.2.8.4.1. Medresetü'l-Kuzat
4.2.8.4.2. Medresetü'l-Vaizîn
4.2.8.4.3. Medresetü'l-Eimme ve'l-Hüteba
4.2.8.4.4. Dârü'l-Hilâfeti'l-Âliye
4.2.8.4.5. Medresetü’l-Mütehassisin
4.2.8.5. Yeni Medrese Kurma Tasarıları
4.2.8.5.1. Medine “Medresetü'l-Külliye”si
4.2.8.5.2. Medrese-i Kebir-i İslâmiye
4.2.8.5.3. Dârü'd-Davah ve'l-İrşâd
4.2.9. Yaygın Eğitim
4.2.10. Özel Eğitim ve Öğretim
4.2.11. Azınlık Okulları ve Yabancı Okullar
4.2.11.1. Genel Olarak Azınlık Okulları Sorunu
4.2.11.2. Rum Okulları
4.2.11.3. Ermeni Okulları
4.2.11.4. Bulgar Okulları
4.2.11.5. Sırp Okulları
4.2.11.6. Ulah Okulları
4.2.11.7. Yahudi Okulları
4.2.11.8. Araplar ve Arnavutlarda Eğitim Sorunu
4.2.11.9. Genel Olarak Yabancı Okullar Sorunu
4.2.11.10. Yabancı Okullar
4.2.12. Yabancı Ülkelere Öğrenci Gönderme
SONUÇ
Kaynaklar
Index
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 7 ~
1. İKİNCİ MEŞRUTİYET'E KADAR OSMANLI
TOPLUMUNUN GELİŞİMİ ÜZERİNE GENEL BİR BAKIŞ
1.1. Ekonomik Alanda
Osmanlı Devleti'nin ekonomik hayatı, devamlı olarak Batılı sömürgecilerle
mücâdele içinde geçmiştir. Uzun mücâdeleler sonucu askerî ve siyasî yönden ülke
dışına alılan sömürgeciler, ekonomik yönden Anadolu'dan uzaklaşmamakla
direnmişlerdir.
Tarihi boyunca Osmanlı Devleti'nin en önemli üretim aracı “toprak” olmuştur. Bu
şekildeki bir devletin en önemli sorunu, toprağın verimli şekilde
değerlendirilmesidir. Osmanlı'da toprağın çok büyük bir kısmı Devletin
mülkiyetindedir. Bunun işletilmesi “tımarlı sipahi'“ denilen devlet memurları
tarafından gerçekleştirilmiştir. Memurlar, toprağı çiftçilere (“reaya”) işletmiş;
onlardan toprak kirası (“çift resmî”) ve ürün vergisi (“öşür”) almışlardır. Bu
memurlar, savaş zamanlarında belli miktar askerleriyle (“cebelü”) savaşa katılmak
zorunda idiler. “Timar” denilen bu Osmanlı toprak işletme sistemi, gelirleri çok
olursa “Zeamet” veya “Has” adını alırdı.
Yükselme döneminde Devlet doğrudan doğruya çıplak mülkiyet sahibi olarak ülke
topraklarının % 80”inden fazlasına sahipti. Kalan topraklar ise “arpalık”, “yurt”,
“ocaklık”, “mülk eşkincilü” v.s. gibi adlarla özel mülkiyete bırakılmıştı.
Timar sistemi ve sipahiler, 16 ve 17. yüzyıl başlarında gerilemeye başladılar. Çünkü
o zaman aynî gelirler yavaş yavaş nakdî gelirlere dönüşüyordu. Devlet'i tamamen
ele geçiren “Kapıkulları”, toprak rantını ve vergileri de kendileri toplamaya
başlıyorlar; nüfus arttıkça çiftler ve timarlar da bölünüp küçülüyordu1.
1
Osmanlı toprak düzeni hakkında bakınız: Barkan, Ömer Lütfi, “Toprak Hukuku - 1858
Arazi Kanunnâmesi”. Tanzimat I. Ankara 1940. S.321-421.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 8 ~
Osmanlı Devleti, timar sistemi aracılığıyla üretici bir devlet durumuna gelirken,
“kâr” kavramım tanımıyordu. Ancak ticarete her noktada müdahale edebilmesiyle
aynı zamanda bir “tüccar devlet” niteliğini de kazanıyordu. Akdeniz ve Doğu
ticareti, tâ Bizans zamanından beri İtalyanların elindeydi. Bizans Devleti bunların
elinden çok çekmesine rağmen, kullanabileceği etkili bir silâhı yoktu. Bu durum
Osmanlılar zamanında da devam etli. İmparatorluğun dış ticaretini gene Venedikli,
Cenovalı, Florensalı, Şamlı ve Halepli tüccarlar çekip çevirdiler. Fatih Sultan
Mehmet (1432-1481) bunlara karşı bilinçli bir mücâdele yürütmesine. Doğu
ticaretinin kilit noktalarını ele geçirmesine rağmen, kendi tüccarları olmadığından
gene bunlara boyun eğmek zorunda kalmıştı. Aynı padişah toprak düzeninde de
vakıf sayımlan sistemiyle devletleştirmeyi en uç noktasına götürmüş olmasına
rağmen, ekonomik durumun kötüleşmesini engelleyememiştir.
Yavuz Sultan Selim (1470-1520) zamanında Kırım'dan Süveyş'e kadar bütün ticaret
yollan Osmanlıların eline geçti. Ancak bu sırada da dünya ticaretinin mihveri Batı
Avrupa'ya kaydı ve ticaret yolları değişti. Batılılar açısından Amerika kıt'ası ve Hint
Okyanusu yolu keşfedildi. Osmanlı'nın atını kâh Doğuya kâh Batıya sürmesi,
gemilerini Akdeniz'den Hint Okyanusu'na çıkarması, sonucu değiştirmedi.
Esasen Doğu, 13. yüzyıldan itibaren uygarlığını ve teknik üstünlüğünü yitirmiş,
yalnız “Hint zenginlikleriyle idare ediyordu. Ancak 14. yüzyılda “Amerika'nın
bulunması”, Doğunun ve bu arada Osmanlı Devleti'nin ekonomik bozgununu tam
olarak ortaya çıkardı. 15. yüzyılda yapılan coğrafî keşiflerin ilgiyi Batıya kaydırması,
Kuzey Avrupa'da Almanların ve Balkanlarda da Osmanlının rahatça ilerlemelerini
sağladı. Ancak bunlar da, Amerikan altını ile gelen enflasyonun baskısından
kurtulamadılar1.
Osmanlıların Avrupa ile olan ticarî ilişkileri tâ Fatih Sultan Mehmet zamanından
itibaren “kapitülasyonlar” çerçevesinde gelişti. 1604, 1673, 1740 tarihlerinde
Batıya yeni yeni kapitülasyonlar tanındı. Yalnız, o zamanki Venediklilerin yerini
daha sonra başka devletler aldı. Batılı sömürgeciler, ülke içindeki ticarî ilişkilerini
daha iyi yürütebilmek için, yerli azınlıklardan yararlanmaya başladılar. “Devşirme”
sistemi dolayısıyla, Devlet hizmetine giremeyen Anadolu halkı ekonomik yönden
1
İnalcık, Halil, “Osmanlı Devletinin Kuruluşu ve İnkırazı Devrinde Türkiye'nin İktisadî
Vaziyeti Üzerce Bir Tedkik Münasebetiyle”. Belleten, XV, 1951. S.629-684.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 9 ~
de ezilmeye başlayınca, aynı şekilde düzenleri bozulmuş olan sipahiler ve medrese
öğrencileriyle birlikte, Anadolu'da çapulculuğa ve eşkıyalığa başladılar1.
17. yüzyılda Osmanlı düzenini oluşturan timar, kapıkulu, medrese gibi kurumlar
normal işleyişlerini yitirirken Avrupa da kapitalizmin doğuş sancılan içindeydi. 18.
yüzyılda ise Osmanlının iç yönetimi alabildiğine bozulurken, Doğu Avrupa ve
Mısır'da yenilgi ile sonuçlanan saldırılara uğradı. Bu arada Yahudiler malî alanda,
Rumlar ve Ermeniler de ticarî işlerde neredeyse İmparatorluğun temsilcileri
durumuna geçtiler. Bunlar, Avrupa'nın ticarî kapitalizminden büyük çıkarlar
sağlamaya başladılar. Henüz sanayileşememiş Avrupa devletleri Osmanlı
Devleti'nden toprak koparmaya çalışırken, sanayileşmiş Batı Avrupa ülkeleri ise
kendi pazarlarını ve ekonomik çıkarlarım korumak için, İmparatorluğun “toprak
bütünlüğünü” devam ettirmeye çalışıyorlardı.
1830'daki Osmanlı-Amerika ve 1838 Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşmaları ile
Osmanlı Devleti'nin ekonomik bağımsızlığı âdeta ortadan kalkıyordu2. 1839
Tanzimat Fermanı ise, Devlet'i Batının vesayeti altına sokuyordu. Bundan sonra
“Islahat Hareketleri” adı altında sömürgeci devletler sürekli olarak işe karışmaya
başlayacaklardır. 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa devletleri gerek borçlar
gerekse sermaye ve demiryolları teminatları ile Osmanlı hazinesini sömürmeye
başlarlar. Öyle ki, Osmanlı maliyesi her zaman uluslararası bir sorun olup çıkar.
19. yüzyılda Osmanlı yöneticileri bütün umutlarını Avrupa devletlerinin siyasî
dengesine bağlamışlar ve politikalarını bunun üzerine kurmuşlardır. Avrupa
devletleri de sanayiini, ticaretini, maliyesini ve kültür kurumlarını kontrolleri altına
aldıkları Osmanlı Devleti'nin bu yüzyılda yıkılmasını istememişler; “Şark
Mes'elesi”ni çeşitli kılıklara bürüyerek devam ettirmişlerdir.
19. yüzyıl, Osmanlı Devleti üzerinde İngiliz ve Rus sömürgeciliğinin çarpıştığı uzun
bir dönemdir. Bu savaş, Rusların 1875'te Sultan Abdülaziz'e (1830-1876) iflas ilâh
1
Akdağ, Mustafa, Celâli İsyanları. Ankara 1963.
Akdağ, Mustafa, Medreseli İsyanları” İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi,
XI.S.361-387.
Akdağ, Mustafa, “Celâli isyanlarından Büyük Kaçgunluk (1603-1606)”. Tarih Araştırmaları
Dergisi 11/2-3,1964 S.1-50.
2
Sarç, Ömer C, “Tanzimat ve Sanayiimiz”. Tanzimat I, Ankara 1940. S.423-440.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 10 ~
ettirmeleri, İngilizlerin bu Sultanı devirip Sultan İkinci Abdülhamid'i (1842-1918)
tahta çıkarmaları, bunun üzerine Rusların Yeşilköy'e kadar gelmeleri v.s. ile bir ara
oldukça kızışmıştır. Batılı sömürgecilerin en büyük oyunu ise, 1881'de “Düyûn-u
Umûmiye-i Osmaniye'nin kurulması ile başlamıştır. Osmanlı yöneticilerinin
ellerinden geldiği kadar uygulamaya çalıştıktan denge politikası, Almanya'nın da
bir sömürgeci devlet olarak ortaya çıkması ve Balkanlar, Anadolu ve Bağdad
hattından bir yarma hareketine girişmeleri yüzünden pek başarılı olamamıştır. Bu
arada Batılı sömürgeciler de artık aracıları kaldırmaya ve demiryolları vasıtasıyla
Anadolu'yu bizzat kendileri sömürmeye başlamışlardır.
Bu dönemde Rusların ve Almanların Basra Körfezi'ne ulaşmalarını engellemek
isteyen İngiltere, bir yandan Kıbrıs ve Mısır'ı üs olarak kullanırken, Doğu
Anadolu'da da Rusların önünde bir “Asya Bulgaristanı” (Ermenistan) yaratmak
istiyordu. Aynı zamanda ise Makedonya'da bir “kördöğüşü” başlayarak Jön Türkler
hareketinin kaynağı, gerekçesi ve yatağı oluşturuluyordu.
1.2. Sosyal Alanda
Anadolu Selçukluları devrinde Anadolu'daki Türk vatanının sınırları Kastamonu'nun
batısındaki Karadeniz kıyılarından Bolu, Eskişehir, Kütahya, Denizli ve Antalya'ya
iniyordu. Doğuda Erzurum, Kars, Ahlat; güneyde Diyarbakır, Rakka, Urfa ve Şam bu
sınırları oluşturuyordu. Adalar Denizi kıyılarında yaşayan Rumlar, Bizans, Pontus,
Gürcistan ve Ermenistan (Çukurova) Türklerin komşuları idi.
Bu sınırlar içinde yaşayan kitle Türkmenler idi. Kültürel kurumlar İran-İslâm kökenli
olduğundan, idare de İranlı vezirlerin elinde bulunuyordu. Dağ-taş Türkmenlerle
dolu idi ama şehirlerdeki dükkânların, tezgâhların, inşaatların başında hıristiyanlar
vardı. Her ne kadar Devlet dili Türkçe değilse de; idare İranlıların, ticaret ve zanaat
hıristiyanların, has askerlik de gulamların elinde ise de, Selçuklu Devleti “millî bir
devlet” idi.
Türklerin bilinçli bir toplum olmaları Beylikler döneminde olmuştur. Selçuklu
ekonomik, sosyal ve politik düzeni çökünce ortaya çıkan anarşi içinde, tarikatlar
çok büyük roller oynamaya başlamıştır.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 11 ~
Anadolu'daki bu anarşi, pekçok kişiyi batıya doğru yeni topraklar almaya
yöneltmiştir. Bundan en çok yararlanan da Osmanlılar olmuştur. Fetihlerle
Rumeli'ye ve Balkanlara geçen Türk unsurlar, Doğu Hıristiyanlığını bırakıp Balı
Hıristiyanlığı ile komşu olmuşlardır. Bu arada İran etkisinden de kurtulmuşlardır.
Türklerin bu ilerlemeleri, onların hıristiyan toplumlarla daha çok kaynaşmalarını,
hattâ içice girmelerini sağlamıştır. Evlenmeler yoluyla hıristiyan kız ve kadınların,
yeniçeriler ve Enderun sistemi vasıtasıyla da hıristiyan erkeklerin Türk aileleri içine
girmeleri; bu arada pek çok hıristiyanın müslüman olması millî Türk toplumu
bilincini zayıflatmış; siyasî ve askerî yönetimde milliyetçi güdüm kaybolmuş,
yönetimde hıristiyan kökenliler egemen olmaya başlamışlardır.
Türk sosyal tarihinde 13-15. yüzyıllar arası, milliyetçi bilincin hislere hükmettiği
zamandır. Anadolu'ya gelmiş olan Oğuz Türkleri. Doğu ve Balı Hıristiyan dünyaları
arasında çok karakteristik toplumsal özellikler kazanmışlardır.
Orduyu ve Devlet yönelimini “dönme”lere verme, Osmanlı tarihinde Sultan
Orhan'dan (1288-1360) itibaren başlamıştır. Türk gazileri bu gelişime karşı Fatih
dönemine kadar mücâdele ettilerse de1 bir sonuç alamamışlardır. Tam tersine
hepsi “iç iller'den “dış illerde sürülerek yok edilmişlerdir. Milliyetçiliğe ideolojik bir
değer vererek onu Devlete hâkim kıldıracak elemanlar böylece ortadan kaldırılmış;
hasgulam-enderun sistemi ürünleri, azap, timarlı sipahi, akıncı beyleri ve başka
Türk asıllı zümrelere tercih edilmiştir. Bu durum 15 ve 16. yüzyıllarda ve daha
sonra birçok önemli sorunun kaynağı olmuştur.
Daha Fatih Sultan Mehmet döneminde, Türk toplumu, kozmopolit Osmanlı
Devleti'nin yönetim bakımından ana toplumu olmaktan çıkmış, kenarda kalmış;
sadece savaş zamanlarında faydalanılan bir kuvvet kaynağı ve malzemesi
durumuna düşmüştür.
15. yüzyılda Osmanlı Devleti bir “imparatorluk” haline geldiğinde, hanedan da millî
bilincin kontrolü dışına çıkmıştı2. 1453'ten sonra artık Türklükten pek
bahsedilmiyordu. Zaten bundan sonra da devletin üst düzeyinde olup bitenler
1
2
Akdağ, Mustafa, Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi I. Ankara 1959. S 291,326.
Akdağ, Mustafa. Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi II. Ankara 1971 S 12
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 12 ~
Türk toplumunu pek ilgilendirmemiş, taraf olmamış, “hikmet-i hükümettir” deyip
çıkmıştır.
15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Osmanlı padişahları, Türk olduklarını âdeta
unutmuş gibiydiler.
15. yüzyılda Türk toplumunun Anadolu ve Balkanlardaki sınırlan oldukça
büyümüştü. Toplum göçer hayatı bırakmış, iyice yerleşik bir hayat yaşamaya
başlamıştı. Kültürdeki İranlı unsurlar hızla azalmış; Anadolu'da yeni bir Türk-İslâm
kültürü şekillenmeye başlamıştır. Ayrıca ekonomik alanda da Türk varlığı
hissedilmeye başlanmıştır.
Ancak Osmanlı yönetiminde göçebe Türkler ve azınlık toplumları merkezî
yönetimden oldukça bağımsız yaşamış; Osmanlıların laikliğe yakın yönetim
biçimleri de bunların kendi dinî ve kültürel yapılarını korumalarında önemli rol
oynamıştır.
Fatih dönemindeki yönetimden Türk unsurların uzaklaştırılması olayından sonra,
bir başka önemli sosyal gelişme, Yavuz Sultan Selim'in İran ve Mısır seferleri
sonrasında ortaya çıkmıştır. İran'daki Safevi Devleti'nin yayılma aracı olarak şi'î
mezhebini kullanması, Anadolu'da 40.000'den fazla “Kızılbaş” Türkün hayatına ve
daha sonra sürekli izlenmelerine ve ezilmelerine neden olmuştur. Daha sonraki
padişahların da İran'a yaptıkları her sefer sırasında, Doğu Anadolu'da yaşayan
Türkler kaçacak yer aramışlardır.
Yavuz Sultan Selim'in ikinci önemli hareketi, Mısır’daki Çerkez Kölemenlerinin
başşehrine kadar giderek halifeliği ellerinden almasıdır ki, bu daha sonraki pek çok
sosyal olayların ana dayanağı olmuştur. Önceleri pek önemli görülmeyen ve
sadece müslümanların manevî yönden İstanbul'a bağlanmalarını sağlayan hilafet,
19 ve 20. yüzyıllarda aktif hale getirilmeye çalışılacak, “cihad bayrağı” açılacaktır.
Kanunî Sultan Süleyman (1494-1566) zamanında yapılan sürekli seferlerle Türk
toplumu oldukça sarsılmıştır. Kapıkulları yalnız İstanbul'a değil ülkenin her
köşesine egemen olmaya başlamışlardır. Rüşvet, iltimas ve savaş ganimetleriyle
elde edilen gelir, safahat hayatını ortaya çıkarmıştır. Ülke bir yandan devşirmelerin
bir yandan da saraydaki kadınlar arası mücâdelenin ortasında kalmıştır. Devlet
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 13 ~
yönetiminde ve yöneticilerin seçiminde saray entrikaları çevrilmeye başlamıştır.
Devlet nizamı bu şekilde lâ baştan çürümeye başlarken, halk devlet yöneliminden
tamamen habersiz kalmaya başlamıştır. Kanunî zamanında ve daha sonra İran'a
yapılan seferlerde Anadolu'daki sünnî olmayan halk kırımlara uğrarken, sünnî
halkta da tedirginlik yayılmıştır.
Devletin ekonomik durumunun tamamen bozulması, şehir ve kasabalara yerleşen
kapıkullarının şımarık hareketleri, t imarlı sipahilerin ihmal edilmesi ve dirliklerinin
kesilmesi, ağır vergiler v.s. Anadolu'da uzun yıllar devam eden “Celâlî isyanları”nın
çıkmasına neden olmuştur1. Bu olaylar yüz binlerce ölüye mal olduğu gibi.
Anadolu'yu da tarumar etmiştir.
İkinci Osman (1604-1622) dönemine gelindiğinde, artık Avrupa'da savaş
kazanılamayacağı anlaşılmış bulunuyordu. Savaş kazanmak ve kapıkullarının
nüfuzunu kırmak için İkinci Osman'ın tasarladığı planlar uygulanamadan,
kapıkulları padişahı öldürdüler. Daha sonraki padişahlar zamanında kapıkullarının
zorbalıkları daha da arttı. Bunlar âdeta İmparatorluğun “ikinci Celâlileri” oldular2.
Bunlar taşrada ve İstanbul'da asayişi bozuyorlar; listeler halinde canlar alıyorlardı.
Yeniçeri Ocağı mensupları uzun süre ve hemen her fırsatta Devlet'e isyan eder
duruma gelmişlerdi3.
Bu sırada Anadolu halkı ya çift ve çubuklarını bırakarak şekavete başlıyorlar ya
şehir ve kasabalara kaçıp kapıkullarına köle oluyorlar, ya da oldukları yerde kalıp
eziliyorlardı.
Uzun yüzyıllar Anadolu'da bu şiddet havası hüküm sürdü. Halk ile merkezî idare
birbirinden alabildiğine soğudular. Bu sıralarda Devlet'in Balkanlar, Mora, Bosna
ve Macaristan tarafları da sükûn içinde değildi. Ancak esas kıyamet Anadolu'da
kopuyordu. Dördüncü Mehmet (1642-1693) zamanında bu bölgede dirlik adına
hiçbir şey kalmamıştı.
1
Akdağ, Mustafa, Celâlî İsyanları. Ankara 1963. S.78-82
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi III. Ankara 1973 S 179.
3
a.g.e. S.185,234,242,289, v.s.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 14 ~
Anadolu'daki sosyal durum bu şekilde altüst olurken, İstanbul'da Lale Devrinden
itibaren Batı toplumu yaşayış ve eğlence alanında taklit edilmeye başlanmıştı1.
Patrona Halil İsyanı bu tür yaşayışı ve eserlerini toptan ortadan kaldırırken, Devlet
merkezinde -ulemayı da yanına alan- bir yeniçeri muhalefet grubu oluşuyordu.
Anadolu'da, İran seferleriyle alevî Türk toplumunun, çeşitli isyan hareketleriyle de
Sünnî Türk toplumunun soluğunun iyice kesildiği 18. yüzyıl başlarında, gayrimüslim
halk arasında da yoğun bir katolik-ortodoks mücâdelesi başladı. Fransa
katoliklerin, Rusya da Ortodoksların koruyuculuğu görevlerini resmen üstlendiler.
Bu koruyucuların desteğine güvenen gayri müslimler, bundan sonra sürekli olarak
ve çekinmeden Osmanlı Devleti'nin bütünlüğünü bozmaya başladılar.
18. yüzyıldan itibaren Devlet'i Anadolu isyanları yerine Rumeli isyanları meşgul
etmeye başladı. Bu isyanların ilki Sırplar tarafından çıkartıldı. İsyan, Avusturya ve
Rus ajanları tarafından hazırlanmıştı2. Artık Osmanlı İmparatorluğumda
milliyetçilik hareketleri başlamıştı. Bunun arkasından Yunan ve Bulgar isyanlarının;
daha sonra da Ermenilerin, Arnavutların, Arapların v.s. isyanları pek
gecikmeyecektir.
Üçüncü Selim'in (1761-1808) bozulan timar ve zeamet biçimlerini düzeltmek,
Anadolu ve Rumeli'de ortaya çıkan derebeylikvâri idareleri yok etmek istemesi,
önemli olaylara neden oldu. Bu idarelerin başında bulunan ayanlar, Devlet'e karşı
çıktılar; daha sonra ise Devlet onlardan asker ve vergi toplamada, düzeni
sağlamada yardım istedi, antlaşma yaptı (“Sened-i İttifak”). Osmanlı merkezî
idaresi, bu güçlerin ortaya çıkmasıyla taşradaki idarî yetkilerinin önemli bir
bölümünden vaz geçti3. Bu arada eyaletlerde kurulan yönetimler, yer yer merkezî
idareye karşı isyan etmeye de başladılar*.
Balkanlarda çıkan isyanlar, Rusya ve Avusturya'nın ilerleyişleri; Anadolu'daki
isyanlardan bir parça uzak kalmış Rumeli Türkleri için yeni ve çok zor bir dönem
başlatmıştır. Balkanlardaki din ve ırk mücadeleleri, ilk önce oradaki müslüman
1
Karal, Enver Ziya, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, Tanzimat I. Ankara, 1940.
S.13v.d.
2
Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi V. Ankara 1970. S. 104-105
3
İnalcık, Halil, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu”, Belleten. 28,1964. S 604 v.d.
*
Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın isyanı gibi.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 15 ~
Türklere yönelmiştir. Onlar da yüzbinler halinde dönem dönem, grup grup
Anadolu'ya göçe başlamışlardır. Ancak Devlet'in bu göçmen halka gerekli ilgiyi
göstermemesi, halkın Devlet'e güven duygularını daha çok yıkmıştır. Rumeli'de
herkes başının çaresine bakmaya başlamıştır.
İkinci Mahmud'un (1785-1839) merkeziyetçiliği tekrar güçlendirme çabaları bir
sonuç vermemiştir. Hele Yeniçeriliğin ortadan kaldırılıp yerine hemen kuvvetli bir
ordu kurulamayışı, eyaletlerde birçok fitne ve fesada, ayrıca büyük toprakların
kaybına neden olmuştur. Sırbistan, Yunanistan ve Romanya devletleri ortaya
çıkmıştır.
İkinci Mahmut döneminde bunca hengâmenin arasında, çeşitli alanlarda olduğu
gibi, sosyal alanda da önemli değişiklikler yapılmıştır. Memurlara ve askerlere yeni
bir kıyafet giydirilmiş, Devlet dairelerine padişahın resmi asılmış, nüfus sayımı
yapılmış, pasaport, karantina gibi düzenlemeler ortaya konulmuştur1.
Tanzimat Fermanı’nın ilân edildiği zaman ve daha sonraki yıllarda, hıristiyan
mezheplerin birbirleriyle mücâdelesi bütün şiddetiyle devam etmiştir. Bu arada
İngiliz ve Amerikalılar da protestanlığı yaymaya çalışmışlardır. Adalarda ve bazı
eyaletlerde isyan çıkartan Rumların yanı sıra Ermeniler de önemli bir sorun olmaya
başlamışlardır. Ne yazık ki, Tanzimattan sonra, bir iç politika sorunu olması
gereken her toplumsal olay uluslararası bir sorun haline getirilmiştir. Avrupalılar,
çeşitli antlaşmalarla Devlet'in siyasî bağımsızlığına el koymuşlar ve canlarının
istedikleri her zaman Osmanlı toplumuna müdahale etmeye başlamışlardır. Bu
Cumhuriyet'e kadar sürüp gitmiştir.
1.3. Askerî Alanda
Osmanlı Devleti, “Osmanlı Beyliği”nden doğup gelişmiştir. Osmanlı Beyliği,
Selçukluların çöktüğü 14. yüzyılda bir uçbeyi şeklindeydi. Ordu olarak da, atlı
kuvvetleri vardı. Bu kuvvetler daha sonra “fetih ordusu” şekline dönüştürülürken,
model olarak Anadolu Selçuklularının ordusu alınmıştır2. Osman Bey zamanında
“kapu halkı” ile “tımarlı sipahiler”in oluşturduğu askerî kuvvetler, Orhan Bey
1
Karal, Enver Ziya, a.g.e. S 142-162.
Akdağ. Mustafa, “Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş Devrinde Esas Düzen”. Tarih
Araştırmaları Dergisi. 111/4,1965. S.149.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 16 ~
zamanında bir “devlet ordusu” olmaya doğru yönelmiştir. Köylü ve çiftçilerden
“yaya” ve “müsellem” kıtalar kurulmuştur. Bu arada sarayda devamlı olarak
“azab” denilen, askerliği kendine esas meslek edinmiş ve savaşa her zaman hazır
kuvvetler bulundurulmaya başlanmıştır. O zamanlar bu Azab kuvvetleri Türklerden
oluşuyordu. 50 yıldan fazla Osmanlının asıl kuvveti olan bu Azablar, daha sonra
yerlerini Yeniçerilere bırakmışlardır.
Sultan Birinci Murad zamanında (1362-1389) Türk ordusuna, üniforma yerine
geçecek olan resmî elbise ve alemler verildi. Padişahın saray askerleri beyaz,
umarların “kamu leşkeri” ise kırmızı elbise giymeye başladılar.
Osmanlı Devleti'nin yükselme devrinde, Avrupa'ya yapılan seferlerde alınan
esirlerin sayısı çok fazla artmıştır. Her gazi, aldığı esir ve ganimetlerin 1/5'ini
(penciyek “ pencik) Devlet'e bırakıyordu. Osmanlı yöneticileri bu esirlerden asker
olarak yararlanmayı düşündüler ve 3-4 yıl müslüman ailelerin yanında, 7-8 yıl
“Acemi Ocağı” denilen okullarda eğittikten sonra beğenilenleri saray için
ayırıyorlar, kalanları ise “Yeniçeri” denilen askerî sınıfa alıyorlardı1.
Osmanlıların “Yeniçeri” olarak tekrar dirilttikleri askeri birlik, aslında Selçukluların
hassa ordusu veya “gulam”ları idi. Ancak Selçuklu aristokrasisi ve ordusu her
zaman bu gulamlardan üstün durumda bulundukları halde; Yeniçeriler ve Enderun
çıkışlı, köle kökenli aristokrasi, Osmanlı Devleti'ni ele geçirmişti. Yeniçeriler ve
diğer kapıkulları, savaşlarda ve barış zamanında padişahın esas ordusu görevini
görüyorlardı. Osmanlı ordusunun %80'ini ise (imarlı sipahiler sağlıyordu. Tımarlı
sipahilerin ordusu ise; çeribaşlarının kumandasındaki bölüklerin alaybeylerine,
alaybeylerinin sancak beylerine, sancak beylerinin de beylerbeyine bağlanmasıyla
oluşuyordu.
Devlet, başlıca iki vilâyete ayrılmıştı: Anadolu ve Rumeli. Her vilâyetin timarlı
kuvvetlerinin başında “Beylerbeyi”ler vardı. Anadolu Beylerbeyinin 30.000, Rumeli
Beylerbeyi'nin ise, yaklaşık 40.000 askerlik kuvvetleri vardı2.
1
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları I. Ankara 1943.
Akkutay, Ülker, Enderun Mektebi. Ankara 1984.
2
Ayrıntılar için bakınız: Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi II. Ankara 1975. (3.baskı),
S.567-575.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 17 ~
16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin malî, idarî ve sosyal düzeni bozulduğu gibi timar
sistemi de bozulmuş, timarlı sipahi ordusunun önemi de kalmamıştır. Bunun en
Önemli nedeni, kapıkullarının çok artması ve bütün Anadolu'ya yayılmalarıdır.
Artık ülkenin her tat alındaki mültezimler, tahsildarlar, asayiş görevlileri hep
kapıkulları arasından seçilmeye başlamıştır. Bazı askeri yenilikler karşısında sipahi
süvarileri işe yaramaz hale gelmiş; bir yandan yeniçeriler çoğaltılırken vali ve
sancakbeylerinin kapısında ulufeli ve tüfenkli sekbanlar yer almaya başlamıştır.
Ancak bu arada Yeniçeri ve Kapıkulu teşkilâtları da hızla bozulmaya başlamışın.
Fetihler durmuş, bu teşkilâtın kaynağı kurumuş; bu sınılın ayrıcalıklarından
yararlanmak isteyen müslüman halk yeniçeri olmaya başlamıştır. Yeniçeriler,
kanun ve nizamları tanımamaya, Devlet'in ileri gelenlerini, hattâ padişahları bile
gürültülü şekilde öldürmeye, Celâlî isyanlarını İstanbul'da gerçekleştirmeye
yönelmişlerdi1.
Osmanlı Devleti”nde ıslahat hareketlerine önce askeri alanda başlandı. İlk başla
Yeniçeri örgütüne pek dokunulmadı. Ondan ayrı bir ordu kurulmaya ve subay
kadrosu yetiştirilmeye çalışıldı. Ancak Yeniçeriler bunu istemediği ve kabul
etmediği için, çalışmalar gizli olarak yürütüldü. Üçüncü Selim'in “Nizâm-ı Cedîd”
adıyla gerçekleştirmek istediği ilk deneme yeniçerilerce ortadan kaldırıldı. Ancak
İkinci Mahmut dönemine gelindiğinde ortaya çıkan Mısır ordusunun başarıları,
yeni bir askeri düzenlemeyi zorluyordu. Padişah, Mısır ordusu örneğinde, önce
yeniçerileri ıslah etmeye çalıştı; başaramayınca da onları tamamen ortadan
kaldırdı. Yerine “Asakir-i Mansûre-i Muhammediye” adlı yeni bir askerî örgüt
kurdu ve askeri eğitime çok önem verdi. Vilâyetlerdeki yeniçeriler karışıklık
çıkartmaya devam ettiler. Bu sırada Fransa'nın Mısır'da ve Rusya'nın Balkanlardaki
işgal girişimleri karşısında yeni ordu hiç bir şey yapamadı ve pek çok topraklar
elden gitti. Üstelik Mısır Valisi kuvvetlerinin Kütahya'ya kadar gelmeleri üzerine,
Devlet Rusya'dan yardım almak zorunda kaldı2. Daha sonra ordunun Nizip yenilgisi
ve donanmanın önemli kısmının Mehmed Ali Paşa'ya (1769-1848) teslim olması,
19. yüzyılın ilk yansına doğru Devlet'i ordusuz ve donanmışız bıraktı. Tanzimat ilân
1
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi III Ankara 1973 (2.baskı). S.133142,185,242,489-494 v.S.
2
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi V. Ankara 1970. S.124-140.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 18 ~
edildikten sonra Osmanlı ordusunda çok önemli tensikat yapıldı. Bu, daha sonraki
Osmanlı ordusunun temeli oldu.
Osmanlı ordusu, bundan sonraki pekçok savaşlarda Batı ordularıyla ittifaklar
yaparak hareket etti. Mısır isyanının bastırılmasında, Kırım Savaşında ve Birinci
Dünya Savaşında bunun örnekleri görüldü.
Aynı zamanda, askerlikte kur'a usulü de bu dönemden sonra uygulanmaya
başlandı. Askerlik süresi belirlendi. Ülkedeki muvazzaf askeri kuvvetler altı orduya
ayrıldı. Ayrıca bir de yedek kuvvetler (redif) teşkilâtı kuruldu. Bir savaş anında
Osmanlı ordusunun kuvveti, başıbozuklar ve yardımcı kuvvetlerle, 450.000'e
ulaşıyordu1.
Bu şekilde kurulan Osmanlı ordusu, “93 Harbi”nde Ruslara karşı acı bir yenilgiye
uğradı ama daha sonra kendini topladı; Yunan isyanını bastırdı ve başka Önemli bir
savaş yapmadan İkinci Meşrûtiyete kadar geldi.
Osmanlı Bahriyesi: Osmanlılar, deniz kuvvetlerini, denize komşu bazı Anadolu
Beyliklerinin donanmaları üzerine kurmuşlardı2. Daha sonra da Adalar Denizi ve
Akdenizde korsanlık yapan Türk denizcilerinden elden geldiğince yararlanılmıştı.
Türk donanması düşman kuvvetleriyle ilk önemli karşılaşmasını İstanbul kuşatması
sırasında yapmıştı. Donanmanın Karadeniz ve Adalar Denizi'nde faal bir rol
oynamaya başlaması ise Fatih döneminden itibaren olmuştur. Bu arada
Akdenizdeki Türk korsan reisleri de Osmanlı Devleti'nin himayesine girmiş;
Osmanlı denizciliğinin altın devri olan 16. yüzyıldaki kaptan paşalar bunlar
arasından çıkmıştır. Osmanlı donanmasının bu parlak devri, Kılıç Ali Paşa'nın ölüm
tarihi olan 1587'ye kadar sürmüştür3. 17. yüzyılda Osmanlı donanması önemini
yitirmiş, Akdeniz egemenliğini Avrupalılara kaptırmıştı. Çünkü kürekli Osmanlı
donanmasına karşı Batı, kalyonları çıkarmıştı. Bu eksikliğini tamamlayan donanma,
ancak 18. yüzyıl başlarında Akdeniz'e tekrar egemen olabilmiştir. Kalyonculuk
sayesinde Osmanlılar 1770 Çeşme bozgununa kadar bu egemenliklerini
1
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi VI. Ankara 1976. 2.baskı. S.165.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti'nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı. Ankara
1948. S.389
3
a.g.e. S.392.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 19 ~
sürdürmüşlerdir. O sıralarda Venediklilerin çökmeye yüz tutması Osmanlı
donanmasını savaşsız bırakmış; hem gemiler hem de donanma askerleri teşkilâtı
hızla bozulmaya başlamıştır. Yani o zamana kadar Osmanlı donanması, kendi
faaliyetlerini Venedik donanmasına göre ayarlıyordu. Ancak hiç beklenmedik bir
zamanda İngiliz ve Danimarkalıların yönetimindeki Rus donanmasının Baltık
Denizinden dolaşarak Osmanlı donanmasını Çeşme'de yakması, modern bir
Osmanlı donanmasının kurulması çalışmalarına da bir vesile teşkil etmiştir.
1773'te Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn kurulmuş, 1784'te başka bir mühendis
okulu açılmış, Avrupa'dan mühendisler getirtilmiştir. Bu şekilde yetişen Türk
denizcileriyle Osmanlı donanması, Üçüncü Selim zamanında tekrar oldukça önemli
bir duruma gelmiştir. Osmanlı donanmasının asıl güçlenmesi, Sultan Abdülaziz
döneminde olmuş; ancak Sultan İkinci Abdülhamit zamanında donanmaya hiç
önem verilmemiş ve Osmanlılar, deniz kuvvetleri açısından, İkinci Meşrûtiyete
zayıf girmişlerdir.
1.4. Siyasî Alanda
Osmanlılar, kuruldukları çağdan çöküş dönemlerine kadar hâkim oldukları
topraklarda her türlü din ve milletin siyasî birliğini sağlamaya çalışan bir devlet
kurmuşlardır.
Osmanlıların kuruluş çağlarında gerek Anadolu'da gerekse Balkanlarda siyasal bir
birlik yoktu. Anadolu, Selçuklu Devleti'nin çökmesi ve Moğol baskılarıyla Beylik
yönetimlerine ayrılmıştı. Balkanlarda da siyasî bir boşluk vardı; zira Avrupa bütün
dikkatini coğrafî keşiflere ve Amerika'dan gelecek altınlara çevirmişti.
Böyle bir durumda Osmanlılar ilk ilerlemelerini Bizans yönetimindeki şehirlere
doğru yaptılar. Çeşitli Anadolu şehirlerinden gelen gazilerin de yardımıyla, Bursa
ve İznik gibi önemli Bizans şehirlerini alarak Rumeli'ye geçtiler. Ancak bu
ilerlemelerine rağmen, Bizans ile siyasî ilişkiler hiç bir zaman fazla sertleşmedi.
Osmanlılar Balkanlara geçtiklerinde burada Bizans, Bulgar, Sırp, Arnavut, Venedik,
Ceneviz ve Raguza gibi siyasî idareler hüküm sürüyordu. Bunlar arasında da sürekli
bir çekişme vardı. Mezhep mücâdelelerine iktidar boğuşmaları da katılınca,
Osmanlıların bu bölgede ilerlemeleri hiç de zor olmadı. Kaleler önemli bir engelle
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 20 ~
karşılaşmadan fethedildi. Balkanlardaki bu hızlı ilerleme, Osmanlıların Avrupa'da
kısa sürede tanınmalarını sağlamış ve Devlet hemen, Avrupa'da hüküm süren
bütün devletlerle siyasî ilişkilere girmiştir.
Bu arada Anadolu'daki iktidar için oradaki Beyliklerle de sert mücâdelelere
başlanmıştır. Özellikle Karamanoğlu Devleti, Osmanlıların karşısında en çok
direnen Beylik olmuştur. Osmanlıların Anadolu beyliklerini ortadan kaldırmaları
üzerine Timur (1336-1405) ve Sultan Bayezıd (1360-1403) orduları Ankara
ovasında savaşmış; savaşta Osmanlıların yenilmesi ve padişahın esir alınması
üzerine Osmanlı siyasî birliği parçalanmış; Anadolu ve Rumeli'de gerçeğiyle
sahtesiyle şehzadelerin hızlı bir saltanat mücâdelesi gerçekleşmiştir. Mücâdeleyi
kazanan Birinci Mehmet (1389-1421), ilk önce Anadolu'daki siyasî birliği tekrar
kurup Avrupa'ya yönelmiştir. Bundan sonra gelen padişahlar da, her şeyden önce
Anadolu beyliklerinin dağıtılması ve İstanbul'un fethine önem vermişlerdir.
İstanbul'un 1453 yılında fethinden sonra Osmanlı Devleti Anadolu ve Rumeli'nin
çok önemli bölgelerinde siyasî birliği sağlamış bulunuyordu. Fatih Sultan Mehmet,
İstanbul'un fethinden sonra Karadeniz kıyılarındaki bütün Ceneviz sömürgelerini,
Arnavutluk, Eflak-Boğdan yörelerini ve Adalar Denizi'ndeki bazı önemli adaları
alarak o zamanki sömürgeci güçleri İmparatorluk topraklarından uzaklaştırmak
istiyordu. Ayrıca o zaman Venedik ve Cenevizlilerle ittifaklar kuran Karaman ve
Karakoyunlular in da sonunu hazırlıyordu.
Fatih'ten sonra oğulları Bayezıd (1448-1512) ve Cem Sultan arasındaki saltanat
mücâdelesi, Avrupa'daki çeşitli güçlerin katıldığı ve
Osmanlıların gücünü önemli ölçüde durduran bir mücâdele oldu. Avrupa'da Lok
büyük haçlı güçleri toplandı. Doğuda Safevi Devleti mezhep propagandasıyla
“Kızılbaş” Türkleri hızla kendisine bağlamaya başladı. Yavuz Sultan Selim
babasından zorla iktidarı alıp İran ve Mısır üzerine yürüyerek bu tehlikeleri
bertaraf etti. Bu arada çok önemli iki siyasal gelişme de ortaya çıktı: İran seferi
sırasında Anadolu'da pek çok kızılbaş Türkün kırımı, daha sonra Anadolu'yu kasıp
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 21 ~
kavuracak Celâlî isyanlarının önemli nedenlerinden oluyordu1. Diğer önemli siyasî
gelişme ise, Halifeliğin Mısır'dan İstanbul'a, Osmanlı sultanlarına geçmesi idi.
Kanuni Sultan Süleyman zamanında, özellikle denizde, Osmanlılar en büyük güç
haline gelmişlerdi2. Karada çok önemli gelişmeler sağlanmış, ordular Viyana'yı
kuşatmaya başlamışlardı. Çeşitli isyanlarla yaralanan Anadolu, İran seferleri ve
şehzadelerin çarpışmaları dolayısıyla hızla kan kaybetmeye devam ediyordu. Buna
rağmen Kânûni dönemi, Osmanlının dünya siyasetine yön verdiği bir dönem
olmuştur, özellikle Avrupa'da!3
Ancak bu dönem aynı zamanda Osmanlının iç siyasetinin de yıkılmaya başladığı bir
dönemdir. Fatih döneminden itibaren Devleti tamamen ele geçiren ve Türkleri
saray yönetiminden kovan kapıkulları (devşirmeler), bu dönemde Anadolu
topraklarına da göz dikerek şehir ye kasabalara yerleşmeye, tımarlıları ve halkı
sömürmeye başlamışlardır. Ocaklılar (Yeniçeriler) artık Avrupa'ya yapılan seferlere
pek istekli görünmüyorlardı. Kânûni'den sonra da Osmanlı Devleti büyük fetihler
yaptı, ama saray idaresine ve dolayısıyla ülke idaresine kadınların hâkim olmaları,
İran-Osmanlı çekişmesinin hiç durmadan devam etmesi, Celâlilerin Anadolu'yu
harabeye çeviren isyan hareketleri, İmparatorluğun her yerinde hükümet
otoritesinin zayıflaması, zayıf şahsiyetli hükümdarlar v.s. Osmanlının hızla
çöküşünü hazırladı. Bu sırada dirlik düzenliğin sağlanması için yapılan sert
girişimler de sürekli olamadı.
15 ve 16. yüzyıllarda Osmanlılar, genellikle iç politika sorunlarının çözümü ile
uğraştılar. Genişleme durdu, hattâ gerileme başladı. Yayılmanın durması da iç
düzenin bozulmasında çok önemli bir faktör oldu.
Osmanlı düzeninin bozulması ve Batılıların elde ettiği sürekli zaferler karşısında,
Osmanlı Devleti'ni içine düştüğü kötü durumdan kurtarmak için yeni bir akım
başladı: Batılılaşma.
Batılılaşma tâ 1718'den beri tartışıla gelmekte ve Osmanlı politikasının ana
prensiplerinden biri olmaktadır. İlk önce Batıyı tanımak, üstünlük nedenlerini
1
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi II. Ankara 1975. S.297.
a.g.e. S.363-390.
3
a.g.e. S.445-518.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 22 ~
araştırmak şeklinde başlayan hareket, tâ baştan itibaren gereken tespitleri
zamanında yapamamıştır. Önce dış görünüşe adlanılmış, sonra işin aslının askerî
üstünlük olduğu zannedilerek o yolda çalışılmış, Tanzimat'tan sonra da devlet
idaresi, yönetim biçimi ön plâna alınmıştır. 20. yüzyıl başlarında ise ideolojik
faktörlerin daha ağır bastığı görülmüştür.
Batılılaşma hareketlerinden önce İkinci Osman ve Dördüncü Murad (1609-1640)
dönemlerinde, eski Osmanlı düzenine dönerek Devlet'i kurtarma çalışmaları
yapılmıştır. Ancak bu başarılamayınca Lâle Devri'nden itibaren Batı uygarlığından
yararlanma gereğine inanılmıştır.
İkinci Meşrûtiyet'e kadar olan Batılılaşma hareketleri, belli başlı dört ana
aşamadan geçmiştir:1
1. Lâle Devri'nden Yeniçeriliğin ortadan kaldırılmasına kadar olan (1718-1826)
“Kısmî Müessese Islâhları” dönemi. Bu dönem de iki devre ayrılabilir: Lâle devri ve
Nizâm-ı Cedîd devri. Köklü değişikliklerin yapılmadığı, canlı ancak çekingen olan bu
dönemde Batı uygarlığı tanınmak istenmekte, yaşayış ve eğlence yönlerinden Batı
taklit edilmeye başlanmaktadır. Yeni bir hayat anlayışı getirmek isteyen Lâle Devri,
Patrona Halil İsyanı ile (1730) mahvedildikten biraz sonra, 17. yüzyıl sonlarında
Üçüncü Selim'in Nizâm-ı Cedîd hareketi başlamıştır. Nizâm-ı Cedîd, dar anlamda
askerî bir düzen kurma girişimi gibi gözüküyorsa da, aslında çok çeşitli alanlarda
ıslah plânlarını öngörüyordu. Avrupa'nın Fransız İhtilâli ve sonuçlarıyla uğraştığı bu
sırada, oldukça önemli girişimlerde bulunuldu. Ancak Napolyon'un (1796-1821)
Mısır'ı işgal etmesi, Sırp isyanı, Anadolu ve Rumeli'de ayanların derebeyi şekline
girmeleri ve nihayet ulema ile yeniçerilerin ortaklaşa gerçekleştirdikleri Kabakçı
Mustafa İsyanı, yapılan her şeyi mahvetti.
Osmanlı Devleti'nin Batılılaşma siyasetinde, Devlet çökünceye kadar etkisini
gösterecek olan ikiliğin temelleri, tâ bu hareketler sırasında atılmıştı. Bu, eskinin
yanına yeniyi kurmak, ikisini bir arada sürdürmek siyaseti idi.
1
Tunaya, T. Zafer. Türkiye'nin Siyasî Hayatında Batılılaşma Hareketleri. İstanbul 1960.
S.20v.d.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 23 ~
Ayrıca 18. yüzyıl başlarından itibaren ülke içinde yoğun bir Katolik-Ortodoks
propagandası başladığı; Fransa'nın Katolikleri, Rusya'nın da Ortodoksların
koruyuculuğu görevlerini resmen aldığı ve hıristiyan vatandaşların Osmanlı
kontrolünden tamamen çıktığı görülmektedir.
Gene bu dönemde Osmanlı yöneticileri Avrupa'nın denge siyasetine uymaya
başlamışlardır ve bu da Devlet'in yıkılma sürecini uzatmıştır.
Sultan İkinci Mahmut dönemi başlarında Devlet'in iç siyaseti zoraki ve önemli bir
değişime uğramıştır. Merkezî idarenin yetkileri önemli ölçüde sarsılmış; Devlet,
baş edemediği ayanlarla bir “Sened-i İttifak” imzalayarak (1807) onlardan asker ve
vergi toplamada, düzeni sağlamada yararlanma yoluna gitmiştir.
1812 yılında Sırplara bazı ayrıcalıklar verilmesi Balkanlardaki din, ırk ve hürriyet
mücâdelelerini iyice şiddetlendirmiştir. Rumeli'den binlerce Türk, Anadolu'ya göçe
başlamışlardır1.
İkinci Mahmut, ayanların yetkilerini azaltmak, idareyi tekrar kuvvetlendirmek
istemiş, ancak pek başarılı olamamıştır. Mora'da Rumlar isyan ve Yunanistan'ın
bağımsızlığını ilân etmişlerdir. Devlet bu isyanı bastırmak için Mısır'daki Mehmet
Ali Paşa ordusundan yardım istemiştir. Bu ordunun başarılarını gören İkinci
Mahmut yeniçerileri ıslah etmek istemiş, ancak başaramayınca -ulemanın da
desteğini alarak- Yeniçeri Ocağını tamamen ortadan kaldırmıştır. Böylece Sultan
Mahmut, iç politikada o zamana kadar hâkim olan siyasî kuvvetler dengesini
(değiştirmiş, yeniçeri-ulema birliğini bozmuş; birini kendi yanına çekmiş, diğerini
yok etmiştir.
2. “Aydın Despotluk Dönemi” (1826-1839): Yeniçerilerin ortadan kaldırılmasından
sonra bir dizi ıslahat hareketlerine girişilmiştir. “Asakir-i Mansûre-i
Muhammediye” adlı yeni bir askerî teşkilât kurulmuştur. Eyaletlerdeki fitne-fesat,
Fransa ve Rusya'nın savaş açmaları, Yunan, Eflak-Boğdan, Sırbistan ve
Bulgaristan'ın kaynamaya başlamaları, Balkanlardan yeniden yüz binlerce kişinin
göçü, Mehmet Ali Paşa'nın isyanı ve İstanbul'a yürümesi v.s. yüzünden bu ordu
pek başarılı olamadı. Ancak İkinci Mahmut “aydın bir despot” karakteriyle sosyal
1
Şimşir, Bilal. Rumeli'den Türk Göçleri. Ankara 1968.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 24 ~
ve idarî alanlarda birçok reformlar yaptı. İdarede yeni bir örgüt, yeni askerî okullar,
sivil hayatın sıkı bir şekilde denetlenmesi v.s. Ferdî hürriyet döneminin kurulması
yönünde önemli adımlar atıldı. Tanzimat’ın özellikleri ve metodu hazırlandı.
3. Tanzimat Dönemi (1839-1876): Mısır sorununun uluslararası bir duruma,
gelmesi, Avrupa devletlerinin baskıları Tanzimat Fermanı ilân ettirdi. Tanzimat
metodu, Devlet'in yıkılışına kadar Osmanlının Batılılaşma siyasetine egemen oldu.
Bu dönem kendi içinde ikiye ayrılabilir:
a) 1838-1856 dönemi: Ticaret, maliye, hukuk düzeni v.s. etrafında birçok yasalar
çıkartılmıştır. Hıristiyan mezheplerin mücâdelelerine Amerika ve İngiltere
desteğindeki protestanlar da katılmıştır. Balkanlardaki milliyet mücâdeleleri
Anadolu'ya da sıçramış ve Ermeni sorunu ortaya çıkmıştır.
Bu dönemde Devlet'in eski kurumları yıkılmadan, ama kendi başına bırakılarak,
Avrupalıların ve azınlıkların baskısıyla yeni kurumlar kurulmaya başlandı. Devlet,
dış politikada tamamen Batı ülkelerinin etkisine girmişti. Avrupalılar, Kırım
Savaşı'nda Osmanlılara yardım etmeleri karşılığı olarak, kendi hazırladıkları bir
fermanı 1856 yılında Osmanlılara kabul ettirmişlerdi.
b) 1856-1876 dönemi: Bu devir, daha önce kurulmuş olan maddî egemenliğin yanı
sıra; azınlıklara birçok ayrıcalıklar kazandırarak, yabancıların rahatça okul
kurmalarına izin vererek Osmanlı üzerinde Batılıların bir manevî egemenlik
kurmalarına da izin veriyordu. Devlet, ekonomik yönden tamamen Batıya teslim
olmuş durumdaydı. Bu gelişmeler karşısında Türk aydınları arasında İslamcılık ve
Osmanlıcılık akımları çıkmaya başladı. Batılılar, “uygarlık” maskesinin altına
sığınarak maddî ve manevî sömürülerini rahatça sürdürürlerken, “Yeni Osmanlılar”
memnun olmadıkları bu düzeni değiştirecek yeni yollar aramaya başlamışlar ve
Meşrûtiyeti ilân ettirmişlerdi.
Tanzimat döneminde Osmanlı politikası hem içte hem de dışta I tamamen Batının
kontrolüne girmiş ve Osmanlı topraklarındaki azınlık isyanları da alabildiğine
artmıştır.
4) Birinci Meşrûtiyet Dönemi (1876-1908): 1876'da ilân edilen “Kanun-u Esasî”
(Anayasa), o dönemde pek başarılı olamamıştır ama daha sonraki bütün ıslahat
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 25 ~
hareketlerinin sembolü olmuştur. Birinci Meşrûtiyet, bir avuç Osmanlının o
zamanın çağdaş politik kavramlarını propaganda ettikleri, Osmanlı Devleti'nin
iflasını ilân ettiği, Sultan Abdülaziz'in devrilip Beşinci Murat'ın (1840-1904)
oyuncak gibi kullanıldığı bir dönemde Sultan Abdülhamid'in başa geçmek için
büyük bir oyunu şeklinde gerçekleşti. Ancak Abdülaziz'i etkilerine almış olan
Rusların “93 Harbi”nde Yeşilköy'e kadar gelmeleri üzerine Sultan Abdülhamit
parlamentoyu feshetmiş ve Kanun-u Esasi’yi rafa kaldırmıştır.
Padişah bundan sonra tâ İkinci Meşrûtiyet'e kadar kendi yönetimini kurmuştur.
Jurnalciliğe dayanan bu yönetime, padişahın dışında kimse etkin olarak
katılamamıştır. Sosyal hayatta sıkı bir sansür uygulanmıştır.
İç politikada ayrılıklar körüklenmiş, dış politikada da mahirane bir denge politikası
uygulanmıştır. Ülke için Avrupa'nın sömürgeci devletlerinden Almanya daha az
tehlikeli bulunarak, bu ülke ile dostluk geliştirilmiş; ancak Almanya Abdülhamid'in
tahmininden çok daha çabuk güçlenerek Osmanlının dış politikasına egemen
olmuştur.
Bu arada Sultan Abdülhamit politikasına karşı Avrupa'daki Türkler ve diğer
Osmanlılar sert bir muhalefet grubu oluşturmuşlardır. “Jön Türk” (Genç Türk) diye
nitelenen bu muhalefet, İstanbul'dan ve sürgün yerinden kaçanlarla giderek
büyümüştür1. Özellikle 20. yüzyıl başlarında Jön Türk propagandaları Balkanlardaki
Osmanlı subayları arasında çok etkili olmuştur. Ayrıca Avrupa'da düzenlenen Jön
Türk Kongreleri de muhalefetin hem birleşmesine hem de ayrılıkların
kökleşmesine neden olmuştur. En sonunda 1908 yılında, Makedonya'daki 3. Ordu
subayları ve halk, Sultan Abdülhamid'e 1877 yılında yürürlükten kaldırdığı
Anayasayı yeniden geçerli kıldığını ilân ettirmişlerdir2.
1
Tunaya, T.Zafer, Türkiye'de Siyasî Partiler, İstanbul 1952. S.102-153.
Avrupa'da Jön Türk hareketinin gelişimi ve ikinci Meşrûtiyeti ilân ettirmeleri hakkında pek
çok yayın vardır. Yararlanılan ana kaynakların önemlileri şunlardır:
Kuran, Ahmet Bedevi, Osmanlı İmparatorluğu'nda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücâdele,
İstanbul 1956.
Kuran, Ahmet Bedevi, inkılâp Tarihimiz ve ittihat ve Terakki, İstanbul 1948.
Kuran, Ahmet Bedevi, İnkılâp Tarihimiz ve “Jön Türkler”, İstanbul 1945.
Bayur, Yusuf Hikmet, Türk inkılâbı Tarihi I, II, III. İstanbul 1940-Ankara 1967.
Ramsaur, E.E., Jön Türkler ve 1908 İhtilâli, İstanbul 1972.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 26 ~
1.5. Kültürel Alanda
Osmanlı İmparatorluğu'nun İkinci Meşrûtiyet dönemine kadarki kültürel
gelişiminde iki önemli safha vardır:
Birinci safha, eski Anadolu toplumlarıyla Asya’dan gelmiş olan Türk toplumlarının
kültürlerinin kaynaşması olan ilk dönem Türk kültürü. Bu kültürde İran uygarlığının
ve İslâm dininin çok büyük etkisi vardır. Çünkü Türk kabileleri Anadolu'ya gelirken
İran'da ve Irak-Suriye kesimindeki Arap topraklarında kona-göçe geliyorlardı. Bu
arada, o toplumların çeşitli kültürel özelliklerini “din” kisvesi altında
benimsiyorlardı. Özellikle Arap kültürünün pek çok unsuru, İslâm dini vasıtasıyla
Türk toplumu ve kültürü üzerinde alabildiğine etkili olmuştur.
Ancak bu kültürel gelişimin büyük kısmı Osmanlılardan önce, Selçuklular
zamanında olup bitmişti. Yani Osmanlı egemenliği sağlandığında, Anadolu'daki
Türk toplumlarının kültürel yapısı hemen hemen tamamlanmış gibi idi. Osmanlılar,
güçlü oldukları dönemlerde Selçuklulardan aldıkları bu kültürel unsurları
geliştirmiş ve yaygınlaştırmışlardı. Avrupa karşısında yenilgiler başlayıncaya kadar,
Batı toplumlarıyla kültürel ilişkiler hemen hemen hiç kurulmamıştır. Osmanlı
toplumu Üçüncü Selim dönemine kadar önemli değişikliklere uğramayan serbest
bir kültür gelişimi dönemi yaşamışlardır.
Türk toplumunun Bati toplumlarıyla ticaret, siyaset ve savaş karşılaşmaları
dışındaki ilk ilişkileri “Lâle Devri'nde oldu. İki toplum arasındaki, psikolojik engeller
yıkıldı. O dönem insanlarının ruhlarında Fransız zevki yer etmeye başladı1. Saray
mensupları arasında, yaşayış ve süslenme açısından Batı taklitçiliği ilk defa bu
dönemde başladı. Daha sonraki kültür değişmeleri üzerinde çok büyük etkiler
yapacak olan “matbaa”, bu dönemde kuruldu2.
Batıya karşı gösterilen ruhî direncin kırılmasında en önemli rolü, askerî yenilgiler
oynamıştı. Bu nedenle ilk değişmeler de, sistemsiz ve düzensiz olarak, asken
Petrosyan, Y.A., Sovyet Gözüyle Jön Türkler. Ankara 1972.
Kutay, Cemal, Türkiye'de ihtilâl ve Hürriyet Mücâdeleleri Tarihi 16 cilt. İstanbul 1961.
1
Ahmet Refik, Lâle Devri, İstanbul 1932. S 76-77.
2
Gerçek, Selim Nüzhet, Türk Matbaacılığı, İstanbul 1939. S.29-30.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 27 ~
alanda olmuştu. Özellikle Üçüncü Mustafa zamanında (1757-1773) sistemli askerî
değişmeler oldu. Osmanlı ordusu saflarında birçok Batılı uzman çalışmaya başladı.
Osmanlı toplumunun Batılılaşma hareketleri, yenilgiler üzerine zoraki olarak
başladı. Batılılaşmada, Avrupa'nın üstünlüğü karşısında duyulan acizlik, Batı
uygarlığını anlayamamaktan doğan çaresizlik ve aşağılık duyguları önemli rol
oynadı. Hayranlık duyulan Batı insanına her ne pahasına olursa olsun benzemek
için, “şekilden taklitçilik” başladı1.
18. yüzyıl ile kültür değişmelerinin son derece hızlandığı 19. yüzyıl arasında, son
derece karmaşık ve hareketli bir dönem olan Üçüncü Selim dönemi (1789-1807)
vardır. Bu dönemde de bilhassa askeri alanda Batılılaşma hareketleri baş sırayı
almıştır. Ayrıca Avrupa'dan önemli bir yabancı aydınlar grubu Osmanlı Devleti
hizmetine girerek yahut onlarla sıkı ilişkiler içinde bulunarak, Osmanlı toplumunun
kültür değişimi üzerinde önemli roller oynamıştır.
Osmanlı toplumunda esas değişiklikler İkinci Mahmut döneminde (1808-1839)
başlamıştır. Bu dönemde Yeniçeri teşkilâtı yıkılarak yapılacak yeni değişiklikler için
“saha temizlenmiştir”. Artık Avrupa'ya öğrenci gönderilir. Batı örneğinde sivil
okullar da açılmaya başlanır, nüfus sayılır, sosyal alanda önemli yenileştirmeler
yapılır, halkın yaşayışı ve kılık kıyafeti zorla değiştirilmeye çalışılır. Devlet
teşkilâtından saray döşemelerine kadar her şey Avrupa'dan örnek alınmaya
çalışılır... İkinci Mahmut döneminde genellikle Avrupa'nın yaşayışı, kılık ve
kıyafetinin taklid edilmesi üzerinde ısrarla durulmuştur.
Batılılaşma işinde, daha sonra da bu kolay yolda devam edildiğinden, Türkiye pek
çok zamanını boşa harcamıştır. Batılılaşma yolunda çoğu zaman yüzeysel taklitlerle
yetinmiştir2.
Osmanlı toplumunun kültürel değişiminde en Önemli dönüm noktası, muhakkak ki
Tanzimat'ın ilânıdır. Tanzimat’a kadar, Osmanlı toplumunun gerileme nedeni
ordunun zayıflığı olarak anlaşılmıştır. Bu nedenle de genellikle askerî alandaki
yıkma ve kurmalarla uğraşılmıştır. Oysa Tanzimat döneminde ve daha sonra da
Cumhuriyet'e kadar, Türk toplumunun Batıdan geri kalış nedeni olarak siyasî
1
2
Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1969. S.213.
Turhan, Mümtaz, a.g.e. S.238-239.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 28 ~
bünye ve idarî örgütün farklı oluşu anlaşılmış ve genellikle bu konularda reformlar
yapılmaya çalışılmıştır.
Tanzimat hareketinde ve daha sonraki gelişmelerde dış baskılar iç baskılardan
daha ağır basmıştır. Tanzimattan sonra devlet idaresi görünüşte tamamen
değişmiş, siyasî güç padişahın elinden çıkmış, bürokratların eline geçmiştir. Dilde,
edebiyatta, sanatta, mimaride v.s. çok önemli ve köklü değişiklikler olmuştur.
Edebiyatta 18. yüzyıl Fransız edebiyatının etkisinde bir “yenilik edebiyatı”
gelişmiştir. Çeşitli edebî şekiller, çeviriler aracılığıyla Osmanlı toplumuna tanıtılmış;
bu yolda da Batı taklit edilmeye çalışılmıştır. Ancak bu da şekilde kalmaktan öteye
gidememiştir. Dil alanında “Osmanlıca” bir ara tam kendi hüviyetini bulmuş,
ondan sonra da sadeleşmeye başlamıştır. Bu arada zorunlu kültür değişiminin
doğal bir sonucu olarak dilde pek çok Fransızca kelime görülmeye başlamıştır.
19. yüzyılda bütün dünyaya yayılan Avrupa sömürgeciliği, Osmanlı toplumuna da
nüfuz etmeye başlamış; eğitim kurumlan, dinî propaganda örgütleri, sınaî ve ticarî
kuruluşlarıyla toplumu her yönden değiştirmeye başlamıştır. Günlük yaşayıştan
zihniyete kadar her şey hızla değişme yoluna girmiştir.
Batı uygarlığının etkisiyle meydana gelen kültür değişmeleri İkinci Abdülhamit
döneminde de durmadan devam etmiştir. Avrupa'da meydana gelen yenilikler ve
buluşlar, artık matbaa gibi asırlarca süren gelişmelerden sonra değil kısa süreli
gecikmelerle Türkiye'ye girmeye başlamıştır. Azınlıkların yanı sıra Türkiye'deki
yabancı kuruluşlar ve basın da bu değişimi kolaylaştırmıştır.
1.6. Eğitim Alanında
Medreseler: Kuruluş ve yükseliş devirlerinde Osmanlı toplumunun en yaygın
eğitim-öğretim kurumları, medreseler idi. Medreseler tarihinde Osmanlıların esas
önemi, medrese teşkilâtını bir düzene koymalarıdır.
Osmanlı Devleti sının içindeki medreseler, ilk defa Yıldırım Bayezıt devrinde bir
düzenlemeye tâbi tutulmuşlarsa1 da, esas teşkilât Fatih zamanında yapılmıştır.
1
Baltacı, Cahit, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri. İstanbul 1976. S.15
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 29 ~
Fatih, ülke içindeki mevcut medreseleri öğretim süreleri, okutulacak dersler ve
müderrislerine verilecek maaşlara göre yedi kısma ayırmıştı:1
1)
2)
3)
4)
5)
6)
7)
Hâşiye-i Tecrîd (Yirmili) medreseleri
Miftâh (Otuzlu) medreseleri
Kırklı medreseler
Hâriç (Ellili) medreseler
Dâhil (Ellili) medreseler
Sahn-ı Semân medreseleri
Altmışlı medrese.
Osmanlı medrese teşkilatındaki bir diğer önemli düzenlemeyi de 16. yüzyıl
ortalarında Kanunî Sultan Süleyman yapmıştır. Bu teşkilât düzenlemeleri, her iki
padişahın da kendi yaptırdıkları külliyeler esas alınarak yapılmıştı. Kânûnî, medrese
teşkilâtının en başına kendi Dârülhadîs'ini getirmiş, sisteme bir tıp medresesi
eklemiş ve altmışlı medreselerin sayısını çoğaltmıştır. Kânûnî'den sonra da,
medreselerin üst kademesinde maaş esasına dayalı bazı yeni düzenlemeler
yapılmıştır2.
Medreseler, Osmanlı Devleti'nin ilmiye teşkilâtına eleman yetiştiriyordu. Dinî
hizmetlerle ilgili alanlar tamamen medrese mezunlarının elinde olduğu gibi,
Nişancılık, Defterdarlık, Kazaskerlik, Tabiplik makamları da bunlara veriliyordu.
Medreseden yeni mezun olanlar, isterlerse zeamet ve timar alarak askerî sınıfa da
geçebiliyorlardı3.
Osmanlı müesseselerindeki bozulmalar tâ Kânûnî döneminden itibaren başlamıştı.
Bu, ilmiye teşkilâtında da böyle olmuştur. Giderek artan iltimaslar 16. yüzyıl
sonlarında ilmiye ve medrese teşkilâtını, ıslahı zor bir karışıklık içine düşürmüştü.
Medreseler bozulmuş, ilme rağbet azalmış, dereceler normal sırayla geçilmeden
ilmiye yoluna girilmiş, müderris ve kadılıklar rüşvetle verilmeye başlanmış, telif
eserler azalmıştır.
1
Ayrıntılar için bakınız: a.g.e. S.37-43.
Ünver, A. Süheyl, Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı. İstanbul 1946. S.124 v.d.
2
Baltacı, Cahit, a.g.e. S 50
3
age. S.56-58.
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı. Ankara1965 S.83 v.d.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 30 ~
Medreselerdeki bozukluk o kadar artmıştır ki, bir ara medrese öğrencileri
Anadolu'da bazı isyanların teşvik edicileri ve yöneticileri durumuna geçmişlerdir1.
Medreselerin ıslahı için çeşitli zamanlarda tedbirler, kanunnâmeler ve hatt-ı
hümâyûnlar yayınlanmışsa da, başarılı bir sonuç alınamamıştır2. Yalnız 1854'de
şer'î mahkemelere kadı yetiştirecek olan “Muallimhane-i Nüvvâb” adlı bir medrese
kurulmuştur. Bunun dışında 1867'de müderrislerden kurulu bir heyet medrese
öğretiminin iç düzenine ait, önemli sonuçlar doğurmamış bir düzenleme
yapmışlardı, ikinci Abdülhamit döneminde, medrese öğrencilerine askerlikten
muafiyet hakkı verilmesi, bu kurumların hepten yıkımı olmuştur.
Diğer eğitim kurumları: Eğitim tarihinde ortaöğretim veren kurumlar, en çok
değişmeye uğrayan kurumlardır. İkinci Meşrûtiyete kadar bu kademede belli başlı
Uç kurum ortaya çıkmaktadır: rüşdiye, idadi ve sultani.
İlk rüşdiye mektebi “Mekteb-i Maarif-i Adliye” adıyla 1838 yılında açılmıştır.
Amacı, daha önce çıraklık yoluyla yetişen memurların seviyesini yükseltmek ve
yeni memurlar yetiştirmekti. Artık “kalem” denilen devlet dairelerine çırak
alınmayacak, bu okulun mezunları alınacaktı. Hem yatılı hem de gündüzlü olan
okulun ders programını müdür ve öğretmenler tespit etmişlerdi. Bu okul, diğer
rüşdiyelerin çoğalması üzerine 1862 yılında kaldırılmıştı3.
Tanzimat’ın ilk yıllarında rüşdiyeler Harbiye, Bahriye, Mühendishane ve Tıbbiye
gibi yüksekokullara öğrenci hazırlıyordu4. Rüşdiyelerin çoğalmaya başlaması
1846'da “Mekâtib-i Umûmiye Nezareti” kurulduktan sonra olmuştur. Önce 16
Mart 1848'de, rüşdiyelere öğretmen yetiştirecek Dârülmuallimin-i Rüşdî adlı
1
Akdağ, Mustafa, “Medreseli isyanları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası XI.
S.361-387.
2
Baltacı, Cahit, a.g.e. S.69-71
Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, a.g e. S.241-860.
3
Koçer, Hasan Alt, Türkiye'de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul 1971. S.40-47.
Mahmud Cevad, Maarif-i Umûmiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve İcraatı, İstanbul 1338.
S.8-12.
4
Unat, Faik Reşit, Türkiye Eğitim. Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış. Ankara 1964. S
42.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 31 ~
öğretmen okulu kurulmuş1, sonra İstanbul'da beş tane rüşdiye okulu açılmıştır.
Öğretmen okulu ilk mezunlarım vermeye başlayınca, rüşdiye okullarını vilâyet
merkezlerine yaymak için çalışmalara başlanmıştır. Bu arada 1850 yılında
rüşdiyelerin biraz üzerinde “Dârülmaarif” adlı yeni bir ortaöğretim kurumu
açılmıştır.
Osmanlı Devleti'nde ilk kız rüşdiyesi 1859 yılında açılmıştır. Kız rüşdiyelerinin
taşrada yaygınlaşmaya başlaması, 1870'de “ Dârülmuallimat”ın (Kız Öğretmen
Okulu) açılarak bu okullara bayan öğretmenlerin yetiştirilmesinden sonra
olmuştur. 1869'da yayınlanan Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi'ne göre, 500
haneden kalabalık kasabalarda erkek ve kız rüşdiyeleri açılması öngörülüyordu2.
Rüşdiyelerin öğrenim süresi, uzun süre 4-6 yıl arasında değişmiş, 1892 okul
programları genel düzenlemesinde bu süre 3 yıla indirilmişti.
Türkiye'de ilk idadiler, ordu merkezlerinde 1845 yılında açılmışlar ve 1875'de
askerî rüşdiyeler açılıncaya kadar, idadi olmalarına rağmen, rüşdiye seviyesinde
öğretim vermişlerdir. Sivil alanda ise “idadi” adı önceleri rüşdiyelerin altındaki bazı
özel sınıf ve sıbyan okullarına verilirken3, 1869 Nizamnamesi ile rüşdiyelerin
üzerinde üç yıl öğretim süreli bir ortaöğretim kurumu olarak düşünülmüştür. Buna
rağmen ilk sivil idadi ancak 1873 yılında açılabilmiştir. Bunların taşrada
yaygınlaşması da İkinci Abdülhamit döneminde olmuştur.
Taşradaki idadiler, rüşdiyelerle beraber kurulup geliştirilmişlerdir. Vilâyet
merkezlerinde yedi, sancak merkezlerinde de beş yıl öğretim süreli idadiler
açılmıştır. İkinci Meşrûtiyet'e kadar idadiler taşradaki hem yükseköğretim hem de
meslekî öğretim kurumu olmuşlardır.
İdadilerin ilk programları yetersiz bulunarak 1892'de özel bir komisyon tarafından
yeni bir ders programı hazırlatılmıştır4. Bu, hem beş hem de yedi yıllık idadilerin
1
Koçer, Hasan Ali, Türkiye'de Öğretmen Yetiştirme Problemi (1848-1967) Ankara, tarih
yok. S.10-11.
2
Koçer, Hasan Ali, Türkiye'de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi. S.93-94.
3
Mahmud Cevad, a.g.e S.477.
4
Yücel, Hasan Ali, Türkiye'de Orta Öğretim, İstanbul 1938. S.145-212.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 32 ~
genel bir programı idi. 1902 yılında yedi yıllık idadiler çok amaçlı bir okul haline
getirilmek istenmiş; şubeler konmuş,
ziraat şubesinde okuyanların altı, ticaret ve sanayi şubesinde okuyanların ise sekiz
yıllık öğrenim görmeleri kararlaştırılmıştır. Beklenen sonuçlar alınmadığı
gerekçesiyle, bu denemeden 1906 yılında vazgeçilmiş ve tekrar eski programlara
dönülmüştür.
Sultaniler, Türk eğitim tarihinde en yüksek ortaöğretim kurumu olarak
belirlenmişlerdir. “Sultani” adı ilk önce, Fransa'nın bir notasıyla 1868'de açılan
ortaöğretim düzeyindeki okula verilmişti. Bu, müslümanlarla hıristiyanların bir
arada okuyacakları, Fransızca öğretim yapan bir öğretim kurumu idi1. 1869
Nizamnamesi'nde her vilâyet merkezinde sultanilerin açılması öngörülüyordu. Bu
okulların son üç yılında öğrenciler Edebiyat ve Fen kollarına ayrılacaktı. Girit'teki
bir örneği dışında, İkinci Meşrûtiyete kadar başka sultani açılmamıştır.
Türk eğitim tarihinde meslekî ve teknik okulların kuruluş ve idareleri de çok karışık
olmuştur. Genellikle her Bakanlık, kendisiyle ilgili okulların kuruluş ve idareleriyle
ilgilenmiştir. Meslekî ve teknik okullar grubundan sayılacak ilk okullar, kara ve
deniz mühendisleri yetiştirmek amacıyla 1773 ve 1796'da askeri alanda açılmıştır.
İlk sivil mühendis okulu ise 1867'de kurulmuş ve Galatasaray Sultanisi'nin
üniversite kısmında (“Dârülfünun-u Sultani”) mühendis ve kondüktör okulları
açılıncaya kadar devam etmiştir. Bu son okullar da 1881'de kapatılmış ve
Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn'un bir kısmında, sivil amaçlar için, Hendese-i
Mülkiye Mektebi açılmıştır2.
Resim, heykel ve yazı derslerinin yanı sıra mimarî eğitimi de yapmak amacıyla,
1882 yılında Ticaret ve Sanayi Nezareti'ne bağlı olarak Sanayi-i Nefise Mektebi
açılmıştır.
Sanat okullarının ilk örneği, 1848'de açılan ancak başarısız olan Zeytinburnu Sanayi
Mektebi'dir. Bu tip okulların yaygın olarak kurulmaya başlanması, 1863-1864
yıllarında Midhat Paşa'nın (1822-1884) Tuna valisi iken açtığı Islahhaneler ve
ordunun teknisyen ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş birkaç okulla mümkün
1
2
Sungu, İhsan. “Galatasaray Lisesi'nin Kuruluşu”, Belleten VII/28,1943. S.315-347.
Mehmet Esat. Mir'ât-ı Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn, İstanbul 1312. S.155-164.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 33 ~
olmuştur1. 1868'den itibaren bütün vilâyet merkezlerinde Islahhaneler yapılmaya
başlamış ve bu okullar sonradan Sanayi Mektebi adını almışlardır.
Kız sanat okulu kurma girişimleri de buna paralel olarak gelişmiş, Islahhaneler ve
askeriyenin Dikimevi niteliğinde açtığı Kız Sanayi Mektebi ile kendini göstermiştir.
Daha sonra sivil kız sanat okulları da kurulup geliştirilmiştir.
Ticaret okulu açılması hususunda ise 1861, 1879 ve 1881 yıllarında yapılan
girişimlerden olumlu bir sonuç alınamamıştır. 1884'te bir Musevi’nin yönetiminde
açılan Hamidiye Ticaret Mektebi ise 1890'da kapatılıp üç yıl sonra yeniden
açılmıştır. Devlet idaresindeki ticaret eğitimi ye ağır aksak giderken yabancılar,
azınlıklar ve müslüman cemiyetlerin ticaret okulları daha ilerdeydi.
Ziraat eğitimi alanında da 1847-1851 yılları arasında faaliyet gösteren Ziraat
Talimhanesinden sonra, 18S7'de Amerikan Asmaları ve Aşı Uygulama Mektebi,
Selanik Ziraat Mektebi, 1890'da açılan meşhur Halkalı Ziraat Mektebi ve bir yıl
sonra da Bursa'da açılan uygulamalı ziraat okulları sayılabilir. 1898'de Ankara'da
kurulan Çoban Mektebi ve 1900'de İzmir Seydiköy'de kurulan -başarısız- Bağcılık
ve Aşı Uygulama Mektebi, İkinci Meşrûtiyete kadar geçen zaman içinde görülen
ilginç örneklerdir.
1857'de kurulan Orman Mektebi, 1874'de yanına Madencilik Mektebi'ni de alarak
1892 yılında kapatılıncaya kadar faaliyet göstermiştir. Dolayısıyla İkinci
Meşrûtiyete kadar orman ve madencilik alanında başka okula rastlanmamıştır.
Batılı anlamda bir üniversite kurulması fikri, ilk defa 1846 yılında Maarif Meclisi'nin
bir teklifi olarak ortaya çıkmıştır. Büyük harcamalarla binası yaptırılmış,
Avrupa'dan birçok âletler getirtilmiş, örgün bir eğitim olmaktan ziyade halka açık
konferanslar şeklinde 1863-1865 yıllan arasında “öğretim” yapılmıştır. Üniversite
binasını yakan bir yangınla kapanan bu girişimden sonra, 1870'de ikinci defa
üniversite kurma girişimi yapılmıştır. 1869 Nizamnamesinde yazılı hükümlere göre
ve ilk girişime nazaran daha modern olarak tasarlanan bu üniversitenin de binası
yaptırılmış, içindeki öğretim faaliyetinde “dinî inançlara aykırı” olarak yorumlanan
1
Ergin, Osman. İstanbul Mektepleri ve İlim ve Terbiye Müesseseleri -Dolayısıyla- Türkiye
Maarif Tarihi, İstanbul 1977, 2.baskı. S.628-629.
Unat, Faik Reşit. a.g e. S.80
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 34 ~
bazı olaylar dolayısıyla, bir yıl geçmeden, faaliyetlerini durdurmak zorunda
kalmıştı. İkinci Meşrûtiyet dönemine aktarılan üniversite ise, İkinci Abdülhamid'in
tahta çıkışının 25. yıldönümünde kurulan Dârülfünun idi1.
Osmanlı Devleti'ndeki eğitim kurumlarında ismen görülen bu çeşitliliğe rağmen,
bunların büyük çoğunluğunun Devlet dairelerine memur yetiştirdiği
anlaşılmaktadır. Uygulamalı okullardan mezun olanlar bile, diplomayı alır almaz bir
masa başına geçerek memuriyete başlıyordu. Bunların yanı sıra askerî ve sivil, her
daire kendi memurlarını kalifiye hale getirmek ve daha bilgili memurlar
yetiştirmek amacıyla yüzlerce okul açıyordu. Bunlar hem öğretim süresi hem de
müfredat programı bakımından birer okul olmaktan ziyade, bir hizmet-içi eğitim
kursunu andırıyordu. Zaten çoğu da uzun süre devam edemiyordu.
1
Unat, Faik Reşit, a.g.e. S.49-50.
Koçer, Hasan Ali. Türkiye'de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi. S. 104-110
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 35 ~
2. İKİNCİ MEŞRÛTİYET DEVRİNDE OSMANLI
DEVLETİ'NİN GENEL GELİŞİMİ
2.1. Ekonomik Alanda
İkinci Meşrûtiyet'in ilân edilmesinde1 en büyük faktör olan “Jön Türkler”, yalnızca
Avrupa “medeniyeti”ni tanıyorlar; ama genel olarak Avrupa emperyalizmini ve
sömürünün özünü tanımıyorlardı. Bunlar, her şeye siyasî açıdan bakan, ona göre
hareket eden bir grup idi2.
1908 hareketinin doğmasında etkili olan bir diğer yerli grup, Selanik Yahudileri idi.
Bunlar bir yandan genel Yahudilik ülküsüne uyarak Filistin topraklarında yerleşmek
istiyorlar, bir yandan da İstanbul'daki Rum ve Ermeni tüccarların yerini almak
istiyorlardı3. Yahudi grup ayrıca, Avrupa ve Amerika'da olduğu gibi, “Meşrûtiyetin
yönetici beyni ve sermayesi” de olmak istiyorlardı4.
İkinci Abdülhamit, Jön Türkler olayını bir “İngiliz oyunu” olarak değerlendirdi ve
uygulaya-geldiği “denge siyaseti” gereği -İngiliz yanlısı olarak bilinen- Kâmil Paşa'yı
(1832-1913) sadrazam yaptı. Bu arada, 1876'da dondurduğu anayasal düzeni de
buzluktan çıkartarak İttihat ve Terakki Partisi'ni güç durumda bıraktı.
İngiltere, İkinci Meşrûtiyet'in ilânından “İmparatorluktaki Alman saygınlığını
azaltır” diye bir şeyler bekliyordu. Çünkü İkinci Abdülhamit nezdinde Almanların
ekonomik ve siyasî gücü, İngilizler aleyhine olarak durmadan gelişiyordu. Aslında
İngilizler, “Türkiye'de bir Mısır yaratmak” istiyordu5. Ancak Kâmil Paşa iktidardan
çabuk düşürüldü. İngiltere'nin, halkın dinî duygularını kullanarak gerçekleştirdiği
1
İkinci Meşrutiyetin nasıl ilan edildiği, birçok eserlerde bütün ayrıntılarıyla anlatılmıştır.
Meselâ, Bayur, Yusuf Hikmet. Türk inkılâbı Tarihi cilt II, kısım 4. Ankara 1952. S.145-200.
2
Mardin, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri. Ankara 1964.
3
Yerasimos, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, cilt 2, İstanbul 1975. S.1052.
4
a.g.e. S.1084-1085
5
a.g.e. S.1064-1065
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 36 ~
31 Mart hareketi de Almanların “Hareket Ordusu” uygulamasıyla suya düşünce,
İngilizler artık Türkiye'nin elden çıktığına karar verdiler. Mahmut Şevket Paşa'ya
(1856-1913) yapılan suikast ise, İngiltere'nin son çabası oldu. Bundan sonra,
İngilizler müttefikleriyle Türkiye'yi parçalamaya karar verdiler. Birinci Dünya
Savaşı'nda da bunu uygulamaya koyuldular.
İkinci Meşrûtiyet döneminde İngilizler Lynch projesi ve Irak’ta bazı demiryolları
yapım projeleriyle geldiler, ama reddedildiler. Ayrıca bu Devlet Irak ve Arap
Emirlikleri'ndeki petrole göz diktiğinden, çeşitli antlaşmalarla buralarda nüfuz
bölgeleri oluşturmaya çalıştılar. Bunu antlaşmalarla sağlayamayınca da,
emrivakiler yapma yoluna gittiler.
Almanlar ise İkinci Meşrûtiyet'ten pek kaygı duymadılar. Çünkü yeni rejim İttihat
ve Terakki Cemiyeti'ne, Cemiyet de Osmanlı kara ordusuna dayanıyordu. Kara
ordusunda ise her yönden Almanlar hâkim idi. Almanlar bu fırsatı 31 Mart olayları
sırasında çok iyi kullandılar. Üstelik fırsattan istifade ederek İkinci Abdülhamit gibi
tecrübeli bir politikacıdan da kurtuldular. Ondan sonra Jön Türkleri avuçlarının
içine almak zor olmadı. Birinci Dünya Savaşı'na Osmanlı Devleti'ni bu kadar kolay
sokmaları, bunun en açık delilidir. Almanlar bu dönemde Deutsche Bank
aracılığıyla ve Bağdad Demiryolları projesiyle Osmanlı Devleti'ni kendilerine daha
çok bağladılar. Bu dönemde Devletin İngiltere ve Fransa ile ticarî ilişkileri azalırken
Almanlarla yapılan ithalat ve ihracat ticaretleri genişledi. Yatırımlardaki Alman
sermayesi de, diğer ülkelerinkinden daha çok arttı.
Devlet çok çeşitli sorunlarla karşılaşınca, üstelik Trablusgarp ve Balkan savaşları
sırasında borçlanmalar hızla arttı. Borç alabilmek için Fransa'ya birçok ödünler
verildi; eğitim antlaşmalarından demiryolu ve liman yapım ayrıcalıklarına kadar.
Çünkü Devlet sık sık memurlarının ve Avrupa'daki öğrencilerinin maaşlarını bile
veremeyecek durumlara düşüyordu. Bu nedenle, borç alabilmek uğruna büyük
ödünler veriliyordu.
Bu dönemde Düyûn-u Umûmiye İdaresi de gerçek bir işlerlik kazanıyordu. Devlet
bütçesinin hemen hemen yarısına el koyan bu İdare, kaybolan Rumeli
topraklarından toplayamadığı vergiyi Anadolu halkından fazlasıyla çıkarıyordu.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 37 ~
İkinci Meşrûtiyet döneminde İtalya yeni bir sömürgeci devlet olarak doğmuş ve
dünyanın paylaşımına katılmıştı. Bunun ilk denemesini de Libya'ya asker çıkartarak
gerçekleştirmişti.
Avrupalı sömürgecilerin İkinci Meşrûtiyet içindeki en büyük oyunları, Osmanlının
Avrupa'dan kovuluşunu gerçekleştirmek olmuştur. Balkanlar harekatını tam
başarıya ulaştırmak için Libya, İtalyanlara bir “sus payı” olarak sunulmuştur.
Balkanları “maşa devletler” arasında paylaştıran büyük sömürgeciler, Anadolu'yu
ise doğrudan kendi aralarında paylaşmak istiyorlardı. Bunu anlayan ve Anadolu'ya
tümden el koymayı plânlayan Almanlar ise, Osmanlı ordusuna iyice sızmayı tercih
ediyorlardı.
Bu sırada genellikle iç sorunlarla ilgilenen Rusya ise, Balkan yolu Romenler ve
Bulgarlar tarafından tıkandığı için Doğu Anadolu'dan ilerlemeye çalışıyorlar ve
Ermeni sorununu kurcalayıp duruyorlardı.
Osmanlı Devleti'nin ekonomik gelişimine kuşbakışı bakıldığında ise, şu durum
gözüküyordu: İkinci Abdülhamit dönemine göre ithalat ve ihracat hacim yönünden
bir artma göstermesine rağmen, satılan ve alman mallar yönünden aynı kalmıştı.
Bu arada üretim fiatları gittikçe artıyor, ihracat fiatları ise giderek düşüyordu. İthal
fiatları da devamlı arttığından, 1914 yılına yaklaştıkça dış ticaret açığının gittikçe
büyüdüğü görülüyordu.
1909'dan sonra millî şirketlerin sayısı alabildiğine artmasına rağmen, bunların
ekonomi içindeki payları, eskiden olduğu gibi, gene %11 dolayında kalıyordu.
Türkiye'deki yabancı sermaye yatırımları ise, bu dönemde şehir donatımı,
beslenme sanayii ve madenlere yönelmişti.
Özet olarak söylemek gerekirse, Jön Türkler ve Meşrûtiyet idareleri Osmanlı
Devleti üzerindeki ekonomik sömürüyü daha da hızlandırmışlardı.
2.2. Sosyal Alanda
İkinci Meşrûtiyet, Türk tarihinde toplumu en fazla ilgilendiren, topluma en fazla
dayanır gibi gözüken bir sancı dönemidir. Bu dönemin propagandası halka
dayanmak, halka mutluluk getirmek, kardeşçe yaşamak v.s. şeklinde halka büyük
bir ümit vererek yapılmıştır. Nitekim Meşrûtiyet'in ilânından sonra görülen geniş
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 38 ~
başıbozukluk ve sarhoşluk devresinde halkın heyecanı, sevinci, birbirleriyle
kaynaşması da bunu göstermektedir. Gayri-müslim çeteler dahi, kısa bir dönem
silâhlarını bırakmışlardır. O dönemde hürriyet; huzur, bolluk ve güvenlik olarak
anlaşılmıştır. Bunların nasıl sağlanacağını düşünen ise olmamıştır.
Kurulan her hükümetten büyük işler beklenmiştir. Oysa bu hükümetlerin İkinci
Abdülhamit devri hükümetlerinden pek farkı yoktu; yeni bir kadro değillerdi.
Bu dönemdeki sosyal gelişmelerin en önemlisi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin
bütün yurt çapında hızla örgütlenmesi ve halkın akın akın bu örgüte üye olmasıdır.
Örgüt kamuoyuna böylece hâkim olmuş ve her yerde hükümet otoritesi yerine
geçmiştir1. Halk bu örgütten istemediği memuru değiştirmesini, yapamayacağı
şeyleri yapmasını istemiştir. Bunlar olmayınca da, daha 1908-1909 arasındaki
sarhoşluk döneminde halkta hayal kırıklığı ve ümitsizlik doğmuştur2. Çünkü daha
ilk anlarda Bulgaristan bağımsızlık ilân etmiş, Avusturya Bosna-Hersek'i ülkesine
katmış, Girit adası Yunan parlamentosu için milletvekili seçmişti. Bütün bu olaylar,
İkinci Meşrûtiyet başlarında uygulanmak istenen “Osmanlılık” politikasına ilk
tepkilerdi.
Ülke, aldığı borçların ağırlığı altında kımıldayamayacak duruma gelmişti.
Kapitülasyonları kaldırmak bir yana, yabancı baskısı arttıkça artmıştı. Gümrüklere,
ticarete, ulaşıma v.s. yabancı hâkimiyeti alabildiğine yerleşmişti.
Osmanlı aydınları arasında tâ Avrupa'da başlayan siyasî çekişmeler yurt içinde
daha da artmıştı. Toplumda birçok siyasî düşünce akımları ortaya çıkmış ve
aydınlar arasında birçok temsilci bulmuştu. İkinci Abdülhamit yönetimini
beraberce yıkanlar, yeni düzeni beraberce kuramayacaklarını anlamışlardı3.
İkinci Meşrûtiyet döneminde Türk toplumu ekonomik alanda etkin bir durumda
değildi. Çoğu asker, memur, köylerdeki kadınlar ve yaşlılar da çiftçi idiler. Yani
Avrupa'nın bu alanda yaptığı baskıya direnemeyecek durumda idiler. Zanaat ve
ticaret, Türk olmayanların eline geçmişti. Türkler, yabancı mallara karşı ancak
boykot yapabiliyorlardı ki, bunun da yabancı şirketler üzerinde çok fazla etkisi
1
Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlânı. İstanbul 1959. S.40.
a.g.e. S.58.
3
A.g.e. s.33.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 39 ~
olmuyordu. Ancak Türk kamuoyu üzerinde milliyetçi direnişin ilk denemelerine
fırsat veriliyordu. İkinci Meşrûtiyet süresince pek çok yazarlar, ekonomi, eğitim ve
sosyal alanlarda da onu destekleyecek devrimler yapılmadıkça siyasî devrimin pek
etkili olamayacağını belirtiyorlardı.
Bu dönem başladığında, halk her alanda büyük bir bilgisizlik içinde yüzüyordu. O
zaman, toplumun ve devletin geri olması esas olarak bu bilgisizlik faktörüne
bağlanmıştır. Bu bilgisizliği ortadan kaldırmak için yaygın bir halk eğitimi
çalışmasına başlanırken, yükseköğretim kurumlarına da burada öğretim
yapamayacak birçok kişi kaydediliyordu.
İkinci Meşrûtiyet döneminde “Osmanlılık” kalesinin çöktüğü anlaşılmıştır. Dönem
başlarında herkesin hararetle savunduğu “Osmanlı toplumu” kavramına, daha o
zaman gayrimüslimlerin katılmayışı, kendi dinlerini ve millî duygularını özellikle
koruyacaklarını söylemeleri; daha sonra müslüman toplulukların da kendi
başlarının çaresine bakmaları sonucunu doğurmuştur. Arnavutlar, Araplar,
Çerkezler, Kürtler v.s. kendi yardımlaşma örgütlerini kurmuşlardır.
Bu arada müslüman Arnavutların çoğu hıristiyan Arnavutlarla beraber hareket
etmiş; Latin harflerini kullanarak Arnavutça eğitim yapan millî okullar
kurmuşlardır. Osmanlılar ise bunu askerî yönden önleyemeyeceklerini anlayıp
orada çok yoğun ıslahat hareketlerine başlayınca, önce İtalya ve arkasından diğer
Balkan devletleri Osmanlıya karşı “yeni bir haçlı seferi” düzenlemişler, bu bölgede
bağımsız Arnavutluk’u ilân ettirmişlerdir.
Araplar ise genellikle dil esası üzerinden hareket etmiş; Arap vilâyetlerinde eğitim,
mahkeme ve resmî dairelerde kullanılan dilin Arapça olmasını sağlamışlardır1.
Ayrıca İngilizlerin kışkırtmalarıyla, Arap kabileleri yer yer Osmanlı kuvvetlerine
karşı isyan etmişlerdir.
Ermeni toplumu, 1909'daki Adana olaylarından sonra Osmanlı toplumuna biraz
uyar gibi görünmüşler, Devlet hizmetinde pek çok görevler almışlar, Osmanlı
eğitim ve kültür çalışmalarına katılmışlardır. Bu arada gayrimüslim toplumların
ortak politikalarından da pek kopmamışlardır.
1
Bayur, Yusuf Hikmet, Türk inkılâbı Tarihi cilt II kısım 3. Ankara 1951 S 212, 217, 223-226
v.s.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 40 ~
Rum toplumu bu dönemde bütün gücüyle Yunan politikasına uymaya ve
Yunanistan'a bağlanmanın hazırlıklarını yapmaya çalışmıştır. Okullarında Yunan
uyruklu öğretmenler bulundurmuş, gençlerim Yunan üniversitelerine ve askerî
okullarına göndermiş, mebusları aracılığıyla Meclis'in çalışmalarını engellemiş,
Osmanlı hükümetlerinin kendileri aleyhine bir hareket yapmasını gayet mahirane
bir şekilde önlemiştir1.
Osmanlı sınırları içindeki Bulgar ve Ulah unsurları da kendi “ana devlet”lerini hiç
bir zaman unutmamışlar ve sürekli olarak onlara bağlanmak için çabalamışlardır.
Yahudiler, masonluk aracılığıyla İkinci Meşrûtiyetin ilânında rol oynadıklarından
dolayı bu dönemin en avantajlı azınlığı olmuşlar; her alanda gayet geniş bir
hareket serbestliği kazanarak Devletin yönetiminde etkili olmuşlardır.
İkinci Meşrûtiyet döneminin başka bir önemli toplumsal gelişmesi, basın-yayın
hareketlerinin gelişimiyle “kamuoyu oluşturma” çalışmalarının hızlanması ve
toplumsal gruplaşmaların artmasıdır. Dernekçilik yönünden, Osmanlı Devleti'nin
en hareketli dönemi bu dönemdir. Özellikle milletvekili seçimleri, ülkedeki
toplumsal hareketliliği arttırmıştır. Kadınlar bu dönemde sosyal hayatta oldukça
faal bir duruma gelmişler; konferanslara katılmaya, üniversiteye girmeye, hayır
dernekleri kurmaya, basındaki tartışmalara katılmaya başlamışlardır.
Rumeli'den Türk göçleri devam etmiştir. Balkan bozgunu sırasında bu göçlerin en
feci dönemleri yaşanmıştır. İstanbul, akın akın gelen yaralı ve göçmenlerle dolup
taşmıştır. Yaralılar okullara ve diğer devlet dairelerine alındığından, göçmenler aç
ve sefil olarak sokaklarda kalmışlardır. Devlet, bu sorunun çözümüne ancak 1914
yılında girişmiş; göçmenler Anadolu topraklarına yerleştirilmeye başlanmış; bu ise
Rumların sert tepkilerine, bütün Rum okul ve kiliselerini kapatmalarına neden
olmuştur.
2.3. Askerî Alanda
İkinci Meşrûtiyet döneminde ordu devamlı olarak hem iç hem de dış sorunlarla
meşgul olmak zorunda kalmıştır. Ordu içindeki iktidar ve muhalefet yanlısı gruplar
1
Kutay, Cemal, Türkiye'de İstiklâl ve Hürriyet Mücâdeleleri Tarihi, cilt XVII. S.9901.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 41 ~
alabildiğine iç politikaya girmiş, sınırlarda da Devlet'in geleceği bakımından önemli
savaşlar yapmıştır.
Daha 1908 yılının 5-6 Ekim tarihlerinde Bulgaristan'ın bağımsızlığını, Girit'in
Yunanistan'a katıldığını, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun da BosnaHersek'i ilhak ettiğini ilân ettikleri görülmüştür. Hükümet bunlara karşı hiç bir
askeri harekata girişemeyerek, sadece protestolarla yetinmiştir.
İkinci Abdülhamit döneminin askerî alandaki en büyük kötülüğü deniz kuvvetlerine
olmuştur. O zaman bütün donanma Haliç'e hapsedilmiş ve gemiler iş göremez hâle
gelmişlerdi. İkinci Meşrûtiyet'in ilânından sonra, 3 Şubat 1909'da donanmanın
düzene sokulması ve askerlerinin eğitimi için, İngiltere'den Amiral Gambell
getirtilmiştir.
İkinci Meşrûtiyet döneminde, ordunun iç politikaya karışmasının en yaygın olduğu
dönem, 1909 yılında ortaya çıkan “31 Mart” olayları dönemi olmuştur. Ordu bu
olaylarda hem “Avcı taburları” vasıtasıyla olayların başlamasına neden olmuş hem
de Selanik'te kurulup İstanbul'a getirilen “Hareket Ordusu” vasıtasıyla bu hareketi
bastırmıştır.
1908 hareketi, özellikle küçük rütbeli subayların girişimleri ile meydana gelmiş ve
bu durum, orduda üstlerle astların arasını açmıştır. Ordu disiplinini bozan bazı
yakışıksız olaylar olmuştur1. Genç subaylar başlangıçta genellikle İttihat ve Terakki
Cemiyeti içinde yer almışlardır. Hele 31 Mart olaylarından sonra Hareket Ordusu
mensuplarına gösterilen ayrıcalıklar ve terfiler, iç politikayı subaylar için daha
çekici bir hale getirmiştir. Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti karşıtı subaylar da
Halâskârân” ve “Ahrar” gibi çeşitli gruplara ayrılarak iç politika mücâdelesine
katılmış, hattâ dağa çıkmışlardır. Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki bozgununda
bunun büyük bir payı vardır2.
31 Mart olayları, İkinci Meşrûtiyet döneminde ordunun politikaya aramasının en
kötü örneği olduğu gibi, Balkan bozgunu da iç politikanın orduya karışmasının en
feci sonucu olmuştur.
1
2
Karatamu, Selahattin, Türk Silâhlı Kuvvetleri Tarihi. Ankara 1971. S. 183.
Bayur, Yusuf Hikmet, a.g.e. cilt II. Birinci ve ikinci kısımlar.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 42 ~
İkinci Meşrutiyet başladığında Türk olmayanlar, medrese mensupları ve İstanbul
doğumlu olanlar askerlik hizmetinden muaf idiler. Bir de “bedel-i nakdî” konunca,
bu hususta alabildiğine bir eşitsizlik ortaya çıkmış ve askerlik hizmeti anlayışı
zedelenmişti. Bunun için 1909'da yeni bir Askere Alma Yasası (“Ahaz-ı Asker
Kânunu”) çıkartıldı. Amaç, eski askere alma düzeninin ıslahı idi. Gerçi medrese
öğrencilerinin bazıları, hıristiyanlar v.s. askere alındı ama gene de askerlikten
affedilen çeşitli zümreler 15 milyon nüfusa ulaşabiliyordu1.
Balkan Savaşı'nın hem toprak hem de asker kaybı olarak getirdiği acı sonuçlar,
Devleti yeni bir askere alma yasası çıkartmaya mecbur etti. Ama bu, Meclis'ten bir
türlü geçirilemedi; 1914 yılında da ancak geçici yasa olarak uygulamaya kondu2.
Ordunun genel olarak ıslahı hususunda, o zamanki genel kurmayın yaptığı
çalışmalar 1910 yılı sonlarında ancak tamamlandı. Bu zamana kadar kara
kuvvetlerinde General Golç'un (Colmar von der Goltz) (1843-1916) kumandasında
Alman subaylar, deniz kuvvetlerinde de Amiral Lympus'un kumandasında İngiliz
subaylar bazı ıslah çalışmalarında bulunuyorlardı. Jandarma birliklerindeki ıslah
çalışmalarını ise Fransız General Bauman yürütüyordu. Örgüt bakımından da 1911
ve 1913 yıllarında ordunun yeni teşkilât yönetmelikleri yayınlanıyordu3.
İkinci Meşrûtiyet döneminde silahlı kuvvetler bünyesinde görülen bir diğer
hareket de “gençleştirme” (“tasfiye”) çalışmalarıdır. İlk olarak dönemin başında,
1909 yılında Meclis'ten bir “Tasfiye-i Rüteb Kânunu” çıkartıldı4. Amaç, eskiden
padişahın “ihsan ettiği” rütbelerin geri alınması idi. 191Tde çıkartılan yaş haddi
yasası ile de subaylar arasında gençleştirmeye gidildi5.
Balkan yenilgisinden sonra Türk ordusundaki ıslah çalışmaları tamamen
Almanların eline verildi. Lyman von Sanders (1855-1929) yönetimindeki “Alman
Askerî Islah Heyeti”, kara ordusunu her yönden ele alarak ıslaha, daha doğrusu
Birinci Dünya Savaşı'na hazırlamaya koyuldu6. Bu arada deniz kuvvetlerindeki
1
Karatamu, Selahattin, a.g.e. S.234-235.
Takvim-i Vekayi. 14-26 Mayıs 1914. S.1815-1840.
3
Karatamu, Selahattin, a.g.e. S. 146-181, 199-224.
4
Düstur. II. tertip, ciit I. S.421.
5
Karatamu, Selahattin, a.g.e. S.189.
6
a.g.e. S.192-199.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 43 ~
İngiliz amiralleri Gambell, Williams ve Lympus da ıslah çalışmalarında bulundular.
Almanlar, Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar Türk donanmasına nüfuz
edemediler. Bu arada Türk ordusunun hava kuvvetleri teşkilâtı da İkinci Meşrûtiyet
döneminde kurulmaya başlandı. Hem uçak satın alma hem de eğitim yönünden
bazı çalışmalar yapıldı1.
2.4. Siyasî ve İdarî Alanda
İkinci Meşrûtiyet'in siyasî ve idarî alandaki gelişmeleri belli başlı dört ana
kademede incelenebilir:
A) 10 Temmuz 1908 - 13 Nisan (31 Mart) 1909 arasındaki dokuz aylık dönem:
Osmanlının Türk unsurları arasında, özellikle İstanbul'da bilinçsiz bir sevgi ve neşe
anarşisinin olduğu dönem. Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti ancak yönetim
kulislerinde yer alabiliyordu. İdare, İkinci Abdülhamid'in eski kurt vezirlerinin
elinde idi. Genç Türkler, Osmanlı uyruğundaki herkesi eşit yapmaya çalışan bir
program uygulamak istiyorlar; ama yabancı ülkeler ve azınlık toplumları bunu
istemiyorlardı. Çünkü onlar, daha önce aldıkları “imtiyazlar”la ülkedeki Türklerden
bile daha geniş hak ve hürriyetlere sahiptiler. Azınlıklar ve yabancılar, daha ziyade
“adem-i merkeziyet” istiyorlardı.
“Prens” Sabahaddin'in ittihat ve Terakki Cemiyeti ile kısa süren barışıklık dönemi
sona erince ve “İngiliz yanlısı” diye bilinen Kâmil Paşa da Sadrazamlık görevinden
alınınca, İngilizler ihtilâl hazırlıklarına başladılar. Kıbrıs'tı Derviş Vahdetî aracılığıyla
klasik isyan biçimini kullandılar. Halkın dinî duygularını tahrik ettiler ve
“Abdülhamit yanlısı” bir darbe imiş gibi gösterdiler. “31 Mart olayları” diye
adlandırılan bu hareketin önde gelen kişilerinden biri olan Hoca Rasim Efendi de
“Prens” Sabahaddin Bey grubuna dahildi. “Saadet” gazetesinde onu öven yazılar
yazıyordu2. Bu kişi, olaylar sırasında Meclis'i basanların da sözcülüğünü yapmıştı.
İsyan hareketi bastırıldıktan sonra İstanbul'dan kaçan gruplar üzerinde “Prens”
Sabahaddin Bey'in tomar tomar “Asker kardeşler, essalâmü aleyküm” başlıklı
mektuplarına rastlanmıştı3. 31 Mart olayları sırasında İstanbul'daki “Genç
1
a.g.e. S.487-497.
Bayar, Celal, Ben de Yazdım. İstanbul 1967. S. 149,153.
3
a.g.e. c.II. İstanbul 1966. S-361.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 44 ~
Türkler”in çoğu tekrar ilk geldikleri yer olan Selanik’e kaçtılar. Oradaki İttihatçı
subayların önderliğinde bir “Hareket Ordusu” kurup başına da Mahmut Şevket
Paşa'yı geçirerek inanılmaz bir çabuklukla İstanbul'a geldiler. Bu ordunun
hazırlanış ve İstanbul'a naklinde de Almanların özel bir çaba gösterdikleri
söylenmektedir1. Ordunun İstanbul'a girişiyle, isyancı hareketler kolaylıkla
bastırılmıştır.
Bu ilk dönemde İstanbul gerçekten hür bir hava yaşadı. Her alanda birçok dernek
ortaya çıktı, birçok gazete ve kitap yayınlandı2. İdare, tam bir anarşi içinde yaşadı.
“İstibdad devrinin kalıntısı” olduğu gerekçesiyle Devlet dairelerindeki görevlilere
itimat edilmedi, okullarda derslere girilmedi, öğretmenler ve sınavlar istenmedi.
Bunlar üzerine Devlet dairelerinde temizlik üzerine temizlik (“tensikat”) yapıldı;
birçok memurun görevlerine son verildi.
Gene bu ilk dönem içinde yapılan Meclis seçimlerinde İttihat ve Terakki Cemiyeti
büyük bir başarı gösterdi. Etnik bakımdan, bu Meclisteki milletvekillerinin çoğu da
Türk olmayanlardı ve bunlar Meclis'te bir ortak grup gibi hareket ediyorlardı.
B) 13 Nisan 1909 - 17 Temmuz 1912 arasındaki dönem: 31 Mart olayları, ülkedeki
hürriyet havasının geniş oranda kaybolmasına yol açtı. Bu
olaylar sonrası uygulanan sıkıyönetimde gazeteler ve derneklerin çoğu
kendiliğinden kapandı3. “Genç Türkler”, iktidarın gizli denetleyicileri rolünden çıkıp
ülke yönetimini açıktan üstlendiler. Ordu ile İttihat ve Terakki Cemiyeti, İkinci
Abdülhamit'in 1908 yılında oynadığı oyunu ancak 31 Mart olaylarından sonra
31 Mart olayları da İkinci Meşrûtiyetin en çok incelenen konularından biri olmuştur. Bu
konuda bakınız:
Akşin, Sina, 31 Mart Olayı. İstanbul 1972.
Avcıoğlu, Doğan, 31 Martta Yabancı Parmağı. İstanbul 1969.
Atay. Falih Rıfkı, Batış Yılları. İstanbul 1963. S.38-39.
Kuran, Ahmet Bedevi, Harbiye Mektebinde Hürriyet Mücâdelesi. İstanbul tarih yok.
S.157,174.
1
Yaman, Kemal “Meşrûtiyet Hareketleri ve Yabancı Tesirleri”. İçinde: Beynelmilel
Sermeye ve İhtilâl Hareketleri. İstanbul 1974. S.66.
2
Çünkü 1909 Anayasa'sı ile sansür kaldırılıyor, bireysel hürriyetler çoğalıyor, toplanma ve
örgütlenme hürriyetleri getiriliyor ve parlamenter sistem kuruluyordu.
3
Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlânı. S.18.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 45 ~
bozabilmişlerdi. Almanlar, tecrübeli padişaha yaptıramayacakları pek çok
acemilikleri, daha sonra Ordu ve Cemiyet iktidarlarına kolayca yaptırabilmişlerdir.
31 Mart olaylarından sonra saltanata getirilen Sultan Reşat, İkinci Abdülhamit'in
tam aksine, yürütmeye hiç karışmayan, yetkilerini aşmak bir yana kendi yetkilerini
bile kullanmayan bir padişah olmuştur1.
31 Mart olayları, “Genç Türkler”e İslâmın manevî gücünden yararlanma ilhamını
da verdi. Ondan sonra “pan-islamist” bir siyaset izlemeye ve dinî duyguları siyaset
alanına kanalize etmeye çalıştılar. Hattâ bunun için çok uzak ülkelere bile
“mürşit”ler yolladılar2. Çeşitli müslüman ülkelerden, eğitim ve kültür alanında
bunlara pek çok başvuranlar oldu*.
Azınlıklarla Hükümet ilişkisi sertleşti. Hükümetin azınlık öğretim kurumlarını
denetim altına almak istemesi, azınlıkların çok sert tepki göstermelerine neden
oldu. Meclis'in Rumeli'deki Rum ve Bulgar çatışmasını çözmeyi amaçlayan bir
yasayı çıkarmasından sonra, Balkanlardaki ve İstanbul'daki azınlıkların birlik
sağlama çalışmaları çok daha hızlandı.
Bu dönemdeki en önemli sorunlardan biri de Arnavut sorunu oldu. Daha önce
Devletin ve padişahın en sâdık bekçileri olan Arnavutlar da isyan etmeye
başladılar. Sultan Reşat'ın Arnavutları yatıştırmak için Kosova ovasında yaptığı
miting, büyük ancak samimî olmayan bir ilgi gördü. Ermenilerle ilişkiler bu
dönemde de soğuk kaldı. İkinci Meşrûtiyet devrinin en ilginç gelişimi de Araplar
arasında oldu. İngilizlerin de kışkırtmasıyla Arap aşiretleri Devlet'e sürekli
başkaldırdılar. Genç Türklerin “Panislamizm” politikası, Arabistan'da pek yankı
bulmadı.
1909-1912 arasında, ülkede yeni düzeni kurmak için birçok yabancı uzman
çalıştırıldı. Maliye Bakanlığında birçok yabancı malî komisyonlar çalışıyordu. R.
Crawford gümrüklerde, Kont Robilânt Jandarma dairesinde, Leon Ostrorog Adliye
1
Kutay, Cemal, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücâdeleleri Tarihi, cilt XVII. İstanbul 1961
S.9524-9525.
2
Mandelstam, Andre, Le Şort de l'empire Ottoman. Paris 1917. S.28.
*
Güney Afrika'dan, Rusya sınırları içindeki Şemahi ve Hacı Tarhan şehirlerinden, Kırım'dan
Osmanlı okullarında okumak üzere öğrenciler geliyordu: Bakınız Başbakanlık Arşivi, Babıâli
Evrak Odası No:320070, 306403, 305220, 292415
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 46 ~
Bakanlığında, birçok yabancı mühendis ve teknisyen Nâfia Bakanlığında çalışmalar
yapıyordu.
Tanzimat'tan beri uğraşılıp da bir türlü gerçekleştirilemeyen “hıristiyanların
askerliği”, bu dönemde gerçekleştirildi.
İttihat ve Terakki'ye muhalif ekip, bu dönemde hızla örgütlendi. Hattâ hepsi
“Hürriyet ve İtilaf adlı bir ana örgütte toplandılar. Bu dönemde İttihat ve Terakki
Cemiyeti içinde de bir muhalif grup doğdu ve gelişti1.
Osmanlı Devleti'nde ilk defa 1908 devriminden sonra çıkan siyasî parti
kurumlarının en canlı olduğu dönem, bu dönem olmuştur2.
C) 17 Temmuz 1912 - 10 Ocak 1913 arasındaki dönem: Osmanlı Devleti'nin büyük
bozgun dönemidir, Ahmet Muhtar Paşa kabinesi, ülkeye bir barış getirebilmek
amacıyla “genel af ilân etmiş, ancak umulan sonuçlar alınamamıştı. Üstelik
Balkanlardaki azınlıkların ayrılıkçı hareketleri hızlanmış; azınlıkların “ana devletleri”
Osmanlı Devleti'ni “bozgun”a uğratmışlardı3. Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti'nin en
kritik zamanında ortaya çıkmıştı, Trablusgarp Savaşı, Arnavutluk İsyanı, Halaskar
Zabitan olayı, ordudan 60.000 kişinin terhisi, Meclis'in feshedilmiş durumda
bulunuşu v.s. ülkenin bazı güçlerce bu Savaşa “hazırlanmış”(!) olduğunu
gösteriyordu4.
Balkan bozgununun pek çok sebepleri olmasına rağmen, en önemli nedenlerinden
birisi, ordudaki subaylar arasındaki siyasî çekişmelerdi. Üstelik Kâmil Paşa iktidara
gelince “Halâskârân” subaylarla İttihatçı subaylar arasındaki çekişmeler daha da
artmış; Kâmil Paşa'nın bazı “Genç Türk” ileri gelenlerini tutuklattırması5 ve
1
Kâmil Paşa Hükümeti, “Halâskârân” subayların ayaklanmaları sonucu kurulmuştu. Bayur,
Yusuf Hikmet, “II. Meşrûtiyet Devri Üzerine Bazı Düşünceler”. Belleten XXIII/ 89-92, 1959.
S.273
2
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'de Siyasi Partiler, İstanbul 1952.
3
Hafız Hakkı Paşa, Bozgun İstanbul 1973
4
Kutay, Cemal, a.g.e. cilt XVII. S.9902-9904.
Balkan Savaşı ve bozgunu, Türklerin millî bilinçlerinin oluşmasında büyük bir rol
oynamıştır. Türkler için “kazanılmamış bir kurtuluş savaşı” özelliğini taşımıştır.
Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlânı. S.20.
5
Bayur, Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi- cilt II, Kısım 4. S.268.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 47 ~
Bulgarların Çatalca'ya kadar gelmeleri, İstanbul'daki siyasî havayı iyice
gerginleştirmiş ve İttihatçı subaylar Babıâli'ye düzenledikleri kanlı baskınla iktidarı
yeniden ele almış ve Mahmut Şevket Paşa'yı iktidara getirmişlerdi.
D) 10 Ocak 1913 - 29 Haziran veya 11 Kasım 1914. Bu dönem, Nâzım Paşa'nın
öldürülmesinden Goeben ve Breslau zırhlılarının Çanakkale ağzında görülmesine
veya padişahın “Cihâd-ı Ümmet” ilân ettiği zaman kadar olan dönemdir. Genç
Türklerin mutlak hâkim oldukları, baskı yönünden İkinci Abdülhamit dönemini
aratmayacak bir dönem olmuştur. Özellikle İngiliz yanlılarının Mahmut Şevket
Paşa'yı öldürtmelerinden1 sonra Genç Türklerin şiddet ve baskı yönetimleri gizli
polis örgütleriyle beraber bütün ülke ve yönetim alanlarına yerleşmiştir. Yönetime
karşı olanlar tekrar Paris, Atina, Selanik, Kahire gibi merkezlere kaçmak zorunda
kalmışlardır.
Edirne'yi geri alan “koca çocuklar”2 o kadar gururlandılar ki, Arnavutluk'un ve
Makedonya'nın tümden kaybını unuttular. Dış politikada tamamen “pantürkist” ve
“Turanist” bir politika izlemeye başlayıp, içte Enver, Talat ve Cemal Paşalardan
ibaret bir baskı yönetimi kurdular.
Genç Türklerin kayıtsız-şartsız egemen oldukları bu dönemde Hükümet, daha
önceki dönemde Meclis'teki çeşitli engellemeler yüzünden çıkartılamayan yasa
tekliflerini, azçok değişikliklerle geçici yasa (“kânûn-u muvakkat”) olarak ilân etti.
Ancak dış politikada Almanların etkisi iyice kendini gösterdi. Öyle ki Osmanlı
Devleti'ni hiç zorlamadan Birinci Dünya Savaşı'na bile sokabildiler. Aslında Osmanlı
Devleti, 1912-1914 arasında sürekli müttefik aramış, bunun için İngiltere ve
Fransa'ya çeşitli defalar başvurmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin “sivri”
kesimi bir müttefik olarak Almanya'yı istemiyordu ve Mahmut Şevket Paşa'nın
öldürülmesine bile göz yummuştu. Ancak bu dönemde Osmanlı Devleti'ne,
Bulgaristan ve Yunanistan'ın dostluğuna verilen değer bile verilmemişti. Böylece
Osmanlı Devleti, zorla Almanya'nın kucağına itildi3. Öte yandan, Osmanlı Asyasını
1
Mahmut Şevket Paşa'nın öldürtülmesinde İttihatçıların da payı vardı. Bakınız: Yaman,
Kemal, a.g.e. s.14-142.
2
Mendelstam, Andre. S.49.
3
Bayur, Yusuf Hikmet, “Son Yirmibeş Yıllık Tarihimize Bakışlar”. Belleten. II, 1937. S.321323.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 48 ~
kesin olarak paylaşmaya karar vermiş bir İngiltere'nin Osmanlı Devleti ile müttefik
olmayacağı da açıktı.
İkinci Meşrûtiyet döneminde iç ve dış politika sorunları yukarıda anlatılan her
dönemde, bir önceki dönemden daha karışık olmuştur. 1909 yılında olan olaylar,
büyük güçlerin kendi yanlısı bir yönetimi başa geçirme girişimleri sonucu ortaya
çıkmıştı. Bunu Almanlar kazandı. Bu vesile ile Almanlar İkinci Abdülhamit gibi kurt
bir politikacıdan da kurtuldular. Genç Türkler, daha sonra Anayasa'da yaptıkları
bazı değişikliklerle, padişahlık makamını tamamen kukla bir vaziyete soktular.
Dış politikada da Temmuz değişimini (İkinci Meşrûtiyet'in ilânı) bütün ülkeler
sempati ile karşıladılar. Ancak İttihatçı subayların genellikle Alman yanlısı olmaları
ve Alman genel politikasını izlemeleri, İngilizlerin de “Prens” Sabahaddin Bey'in
tarafını tutmaları; Fransa, Rusya ve İngiltere'nin Osmanlı yönetimine karşı bir
tutum almaları sonucunu ortaya çıkardı.
İkinci Meşrûtiyet’ten sonra ülkenin parçalanması çok şiddetli oldu. Bunda, o
dönem idarecilerinin tecrübesizliklerinin rolü olduğu gibi, gelişen ve genel bir
savaşa doğru giden sömürgeci devletlerin ve dünya siyasetinin de önemli rolleri
vardı. Aslında bazı sorunlar da İkinci Abdülhamit zamanında âdeta “pamuk ipliğine
bağlanmış” durumdaydı ve idare değişince hemen koptu: Bulgaristan'ın
bağımsızlığını ilân etmesi, Bosna-Hersek'e Avustralya'nın el koyması, Girit'in
Yunanistan'la birleşmesi gibi olaylar daha önceden en ince ayrıntılarına kadar
plânlanıp olgunlaştırılmıştı. Daha sonra Arnavutların ve Ermenilerin isyanları.
Trablusgarp'ın (Libya'nın) İtalyanlar tarafından işgali, Balkan devletlerinin
Osmanlıyı Balkanlardan sürmesi gibi olayların temelleri de İkinci Abdülhamit
zamanında atılmıştı. Osmanlı Devleti'nin en uzun barış dönemi denilen İkinci
Abdülhamit döneminde, herkes parçalanmanın ve kopmanın senaryolarını âdeta
yazıp bitirmişti. Gerçi Osmanlı İmparatorluğu üç yüz yıldan beri çöküyor ve
eriyordu ama 1908 yılında, bu Devletin on yıl sonra çöküp biteceğine kimse
inanmazdı1.
1
Bayur, Yusuf Hikmet, “II. Meşrûtiyet Devri Üzerine Bazı Düşünceler”. Belleten. XXIII/8992,1959. S.266.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 49 ~
İç ve dış siyaset yönünden 1908-1914 arası, beş koca anarşi yılıdır. Hükümet ve
yürütme düzeni İttihat ve Terakki Cemiyeti, Padişah, muhalefet ve ordu arasında
bocalamış durmuştur1.
2.5. Kültürel Alanda
İkinci Meşrûtiyet başlarında bütün ülkeyi kaplamış olan anarşik faaliyetler, kültürel
hayatta da kendini gösteriyordu. Her gün birçok gazete ve' dergi doğup ölüyordu.
İkinci Abdülhamit devrinin ana yayın organları, yerlerini yenilerine bırakıyordu.
Başlangıçta yalnız istibdat devrinin kötülüğünden dem vuran yazılar, daha
sonraları yerlerini Batılılaşmanın ana sorunları ve çeşitli fikir akımlarının
tanıtılmasına bırakmaktaydı. Yalnız aydınlara değil, halka hitap eden yazılar da
ortaya çıkmaya başlamıştı2.
1901 yılında çalışmalarına ara veren Edebiyat-ı Cedide akımı, İkinci Meşrûtiyet'in
ilânından sonra yayın hayatına yeniden başlamıştı. Bunların karşısında olan
edebiyatçılar da 1909 yılında Fecr-i Âti adlı bir edebiyat grubu kurmuşlardı, iki grup
arasında polemikler ve tartışmalar ' olmuş, sonra 1912 yılı sonlarında ülkenin acı
sosyal sorunlarına ilgisiz kalan Fecr-i Âti grubu dağılırken, öte yandan Millî
Edebiyat akımının güçlendiği görülüyordu. Genç Kalemler dergisi etrafında
toplanan millî edebiyatçılar, en önemli sorun olarak “edebiyat dili”ni almış ve
“yeni lisan” akımını, yani dilde sadeleşmeyi başlatmışlardı. Bunlar, edebiyatın esas
konularının yerli ve millî hayattan alınması ve artık taklitçiliğin bırakılması
gerektiğini savunuyorlardı.
Her ne kadar İkinci Meşrûtiyet döneminde Edebiyat-ı Cedideciler ve Fecr-i Aticiler
etkili oldularsa da, o devire bir yenilik getiren ve daha sonrasına hâkim olan Millî
Edebiyatçılar olmuşlardır3.
İkinci Meşrûtiyet döneminde Türk sahne hayatında çok yeni ve hareketli bir
çalışma başlamıştır. Hem dil hem de ana konular bakımından tiyatro, tamamen
1
Yaman, Kemal “Meşrûtiyet Hareketleri ve Yabancı Tesirleri” içinde: Beynelmilel Sermaye
ve İhtilâl Hareketleri, İstanbul 1974. S.55.
2
Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, cilt I. İstanbul 1966. S.199. 143.
3
Akyüz, Kenan, “Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri”. Türkoloji Dergisi. 11/ 1,1969.
S.143-195.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 50 ~
zamanın Osmanlı toplumuna dönmüştür. Bu dönemde rastlanan tiyatroların
hemen hepsi özel tiyatrolardı. Ancak İstanbul Şehremini olan Cemil Paşa, 1914
yılında resmî bir tiyatro kurmak için girişimlere başlamış; bunun için Fransa'dan A.
Antoine'ı çağırmış, hazırlıkların en son aşamaya geldiği bir dönemde Birinci Dünya
Savaşı başlamış ve işler planlandığı gibi yürümemişti.
İkinci Meşrûtiyet, Batı ile Türkiye arasındaki demir perdelerin artık tamamen
yıkıldığı, her alanda kapıların ardına kadar açıldığı bir dönemdir. O zaman “Bu
Devlet nasıl kurtarılabilir” sorusuna pek çok cevaplar verilmiş; cevaplar artık
bireysel olmaktan çıkmış, seçimler ve basın aracılığıyla halka da mal olmuştu.
Devlet'in kurtarılabilmesi için yapılan öneriler, “fikir akımları” altında
gruplandırılmıştır ki, bunlar şu şekilde özetlenebilir:
A) Batıcılık (“Garpçılık”): Bu, Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıkan en eski
düşünce akımıdır. Amacı, Devlet'i Batı örneğine göre yeniden kurmaktır.
Tanzimattan beri var olan bu akım, Batıdaki gelişme prensibini Osmanlı Devleti'ne
de aynen uygulamak istiyordu.
İkinci Meşrûtiyet sırasında aslında hemen her akımda Batılılaşmanın bazı unsurları
vardı. Ancak bunu ayrı bir akım olarak savunan Abdullah Cevdet (1869-19.31),
Celâl Nuri (1870*1939), Kıhçzâde Hakkı (1872-1959), Sâtı Bey v.s. gibi ayrı bir grup
da vardı. Karşıtları, bunlara “Tanzimatçı” da diyorlardı1.
Aslında İkinci Meşrûtiyet’in ilânı, Osmanlı Devleti'nin Batılılaşma kademelerinden
biridir. İkinci Meşrûtiyet, Tanzimattan beri savunulan siyasî değişikliklerinin bir
kademesidir2. Bu arada bazı sosyal değişiklikler de yapılmıştır. Batıcıların İkinci
Meşrûtiyet sırasında düşüncelerini açıkladıkları dergi “İçtihat”tır. Batıcılardan Celâl
Nuri (İleri), “Batı uygarlığının yalnız teknik yönlerini alalım” derken, Abdullah
Cevdet (Karlıdağ) “gülü ve dikeniyle beraber alalım” diyordu3. Batıcılar, İkinci
Meşrûtiyet döneminde de etkin olmalarına rağmen, genelde muhalefette
kaltmşlardir.
1
Ergün, Mustafa, Türk Eğitiminin Batılılaşmasını Belirleyen Dinamikler'', Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, 191990. S.435-457.
2
Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'nin Slyast Hayatında Batılılaşma Hareketleri. İstanbul, 1960.
S.46-47.
3
a.g.e. S. 80.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 51 ~
B) Osmanlıcılık: Osmanlı Devleti çeşitli etnik unsurlardan meydana geliyordu.
Avrupa'daki milliyetçilik akımlarının etkisiyle Osmanlı ülkesindeki çeşitli milliyetler
ayrılma emelleri gütmeye başlamışlardı. Böyle bir ortamda Devlet'in birliğinin
sağlanabilmesi için “Osmanlılık” kavramı ortaya atıldı, 1856 Islahat Fermanı'ndan
sonra azınlıklara bir çok ayrıcalıklar (“imtiyazlar” verilmesi karşısında, Osmanlı
düşünürleri de bu kavramın propagandasını yapmaya başladılar. Herkes buna uyar
gibi göründüyse de, azınlıklar gerçekten ve samimi olarak buna hiç bir zaman itibar
ietmediler. Zaten o dönemde “Osmanlı” olarak da yalnızca Türkler
adlandırılıyordu. “Okullarda Araba Arap, Arnavuta Arnavut, Rııma Rum, fakat
kendimize Osmanlı derdik. Padişahın nöbetçileri, korucuları Arnavut, ağaları zenci,
haremi Çerkezdi... Kürdün de itibarı Türkün üzerinde idi”1.
Osmanlılık, İkinci Meşrûtiyet döneminde gerçekten uygulamaya konulmaya
çalışıldı. Askerî okullar ve askerlik hizmeti hırisuyanlara da açıldı. Okul programları
ve ders kitapları bu ruhu verecek biçimde değiştirilmeye, hukukî eşittik
sağlanmaya çalışıldı. Ama azınlıklar buna çok sert tepki gösterdikleri gibi,
Bulgaristan, Bosna-Hersek, Girit ve daha sonra da tüm Balkanlar elden çıktı.
Kısacası, “Osmanlılık” idealinin yürümeyeceği ve iflas ettiği, İkinci Meşrûtiyet
döneminde kesinlikle anlaşıldı.
C) İslâmcılık; Osmanlı Devleti'nin teokratik yapısı2 ve gayrimüslim unsurların
Tanzimat'tan sonra Devlet'i artık benimsememeleri, müslümanlar arasında böyle
bir akımın doğmasına neden olmuştur. İkinci Meşrûtiyet'in en etkili ve kuvvetli
akımı, İslamcılık idi. Çünkü Devlet'in yapısı, padişahın aynı zamanda halife oluşu,
Şeyhülislâmlığın Hükûmet'e dahil oluşu ve olaylara müdahale edebilmesi, eğitim
ve adalet alanlarıyla camilerde propaganda yapabilme imkânı, bu akımı en güçlü
yapan etmenler arasındaydı. Ayrıca bu akımın başta Sırat-ı Müstakim, Sebilü'rReşad ve Beyânü’l-Hakk olmak üzere pek çok yayın organı da vardı.
Bu akımın düşünürlerine göre, İslâm âlemi gerileme halindeydi. Bunun nedeni
İslâma aykırı gidiş, Batıyı taklit, bilgisizlik, ekonomik sömürü altında olmak, aşağılık
duygusuna kapılmak v.s. idi. İslâm dünyasını Le Play veya Durkheim sosyolojilerine
inanarak kurtarmak mümkün değildi. Devlet de, fert de İslama dönmek
1
2
Atay, Falıh Rıfkı, BatışYılları. İstanbul 1963. S.18.
Tunaya, Tank Zafer, a.g,e. S.60.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 52 ~
zorundaydı1. İslâmlık gelişmeye engel değildir. İslâm sosyal, devrimci ve yenilikçi
bir din idi. Laiklik Avrupa'nın ve Hıristiyanlığın bir sorunudur. İslâmiyette din ve
Devlet ayrılığı olamaz. Devletin Anayasası Kur'ân olmalıdır. Batıdan teknik ve
ticaret alanında bir şeyler alınabilir, ama maneviyat alanında asla!
İslâmcılar arasında muhafazakâr ve modernist kişiler bulunduğu gibi, Türkçüİslâmcı ve İslâmcı-Türkçü gruplar da bulunuyordu. Bu akım, İkinci Meşrûtiyet
döneminde sisternli ve diğerlerine, göre daha derli topla bir akım haline gelmiş,
Meşrûtiyet'ten sonra da devam etmiştir. İkinci Meşrûtiyet döneminde akımın
önde gelen kişileri Prens Mehmet Sait Halim Paşa (1863-1921), Mehmet Akif
(Ersoy)(1873-1936), Babanzâde Ahmet Naim (1872-1934) ve M. Şemsettirı
(Günaltay) (1883-1961) gibi şahsiyetlerdi.
D) Türkçülük: Türkiye'nin kurtuluşunu, Türk unsurunun da milliyetçilik akımına
uymasında gören bir düşünce sistemi idi. Esas gelişmesini İkinci Meşrûtiyet
döneminde sağlamıştır. Bu akımın gelişmesinde çejşiüi olaylar yardımcı olmuştur.
Türklerin yaşama prensibini “millî şuur ve şahsiyete” sahip olmalarında görenTürkçü akım Batılılaşmak ve İslâmlaşmak tezlerini de beraberinde getiriyordu. Ama
esas olan Türkleşmek idi, 20. yüzyıl milliyetçilik yüzyılı idi. Onun için salt
Osmanlıcılık, İslâmcılık. Batıcılık v.s. gibi akımlar Devlet'i kurtaramazdı. Esas
Türkçülük olmak üzere, bu akımlardan da yararlanılmalıdır, diyorlardı. Genç
Kalemler, Türk Yurdu, Küçük Mecmua gibi yaym organlarına ve bazı günlük
gazetelere de sahip olan akımı Gökalp, Durkheim sosyolojisi ışığımda geliştirmiştir.
Akımın Gökalp'ten başka önde gelen kişileri Ahmet Agayef (1869-1936), Yusuf
Akçora (1879-1935), Tekin Alp (Moiz Kohen), Ömer Seyfettin (1884-1920),
Köprülüzâde Mehmet Fuat (1890-1966), Hamdullah Suphi (Tanrıöver)(1886-1966),
Kâzım Nami (Duru), Ismayıl Hakkı (Baltacıoğlu) gibi şahsiyetler idi.
k) Meslek-i İçtimâî Akımı: Hemen hemen bütün muhalefetin benimsediği bir akım
olmasına rağmen, pek etkili olamamıştır. Ele aldığı sorunları Le Play sosyolojisine
göre çözümlemeye çalışıyordu. Onlara göre, Osmanlı Devletinin geri kalış nedeni,
toplumun yapısından ileri gelmektedir. Toplumun yapısı değiştirilmedikçe
yapılacak bütün değişiklikler boşunadır. İdeal toplum olarak İngiliz-Amerikan tipi
toplumlar örnek gösteriliyordu. Onlara göre Türk toplumunu geri bırakan, halkın
1
Tunaya,Tarık Zafer, İslâmcılık Cereyanı. İstanbul 1962, S.21-44.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 53 ~
girişken (“müteşebbis”) olmaması ve idaredeki merkeziyetçiliktir. Merkezî idare
oldukça, ülkeyi padişah da yönetse, Meclis de yönetse boşunadır1. Bu nedenle,
akıma “Teşebbüs-ü Şahsi veya “Adem-i Merkeziyet” akımı da derler. Yayın
organlarının en önemlileri “Meslek-i içtimâi” ve “Sây ü Tetebbu” dergileridir.
Örgüt İkinci Meşrûtiyet sırasında çeşitli iktidar değiştirme girişimlerinde bulunmuş;
ancak başarılı olamamıştır. Akımın önde gelen temsilcileri “Prens” Sabahaddin
Bey, Satvet Lütfi, Namık Zeki (Aral), Hamit (Ongunsu), Ahmet Bedevi (Kuran),
Ahmet Fazlı, Dr. Nihat Reşad (Belger) idiler2. Bu akımın adem-i merkeziyet
(merkezsiz, merkezî idarenin zayıf veya yetkisiz olduğu yönetim) görüşü, azınlıklar
ve büyük devletler tarafından daima desteklenmiştir3.
F) Sosyalizm: İkinci Meşrûtiyet döneminde ortaya çıkmış, o zaman için çekingen ve
fazla yayılmamış bir düşünce akımı idi. Savunucuları bile sosyalizmin anlamını tam
olarak kavrayabilmiş değillerdi. İdrak, İnsaniyet, Beşeriyet, İştirak gibi kısa süre
yaşamış yayın organları vardı. İkinci Enternasyonal doktrinine bağlı kalmış olan bu
akımın belli başlı savunucuları “İştirakçi” Hilmi, Dr. Refik Nevzat ile bazı Ermeni ve
Bulgar milletvekilleri idi4.
İdeolojik içeriği olan bu düşünce akımlarının toplumu bütün güçleriyle etki altına
almak istediği bir sırada, İmparatorluğun tamamında değilse bile büyük şehirlerde
yaygın bir kültürel faaliyet vardı. Konferans salonları dolup dolup boşalıyor, hemen
her konuda gece dersleri açılıyor, sık sık sahne ve müsamere çalışmalarına
rastlanıyor, sinema salonları kuruluyor, çeşitli yardımlaşma demeklerinin yanı sıra
kültürel amaçlı pek çok dernek de ortaya çıkıyordu.
1
Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, cilt II kısım 4. Ankara 1952. S.23.
Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlanı. S.75.
3
a.g.e. S.30.
4
A.g.e. S.75-76.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 54 ~
3. İKİNCİ MEŞRÛTİYET DEVRİNDE EĞİTİM AKIMLARI
20. yüzyılın ilk onbeş yılı bütün dünyada eğitim düşüncesinin hızla deriştiği, eski
okulu ve eğitim sistemini yeren çağdaş eğitim akımlarının doğduğu bir dönemdir1.
İkinci Meşrûtiyet döneminde, sistemsiz de olsa, bütün çağdaş düşünceler
Türkiye'ye aktarılmaya çalışılmıştır. Eğitim düşüncesi alanında gerek Batıdan gelen
süreli yayınlar gerek Avrupa'ya giden öğrenci ve araştırmacıların eser ve
makaleleri, Bulgarcadan çevrilen eserler v.s. çağdaş pedagojiyi Türkiye'ye daha
mükemmel denilebilecek bir biçimde yansıtmıştır.
İkinci Meşrûtiyet dönemi Türkiye tarihinde eğitim üzerine en çok yazının yazıldığı,
eğitim sorunlarıyla en çok ilgilenilen ve deneyimler kazanılan bir dönem olmuştur.
Bu dönemdeki eğitim düşüncesinin canlılığına rağmen, düşünceleri belli akımlar
içinde sınıflandırmak gerekince, bazı güçlüklerle karşılaşılmıştır. Burada
bahsedilecek olan kişiler, belli bir akımın temsilcisi olmaktan ziyade, çağdaş
pedagojiyi tümden kabul eden ve bazen çeşitli akımların gerçeklerini aynı anda
savunan kişilerdir. Bu nedenle, yapılan sınıflandırma, kişileri akımların içine kesin
olarak yerleştiren bir sınıflandırma olarak alınmamalı, ana karakteristikleriyle o
akımın içinde olduğu şeklinde yorumlanmalıdır.
İkinci bir sorun, düşünürleri yalnız İkinci Meşrûtiyet devri içindeki fikirleriyle ele
almak durumunda bulunmamızdır. Değerlendirme ve sınıflandırmada, 1914
sonrası gelişmeler göz önüne alınmamaya çalışılmıştır.
1
Aytaç, Kemal, Çağdaş Eğitim Akımları (Yabancı Ülkelerde). Ankara 1976.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 55 ~
3.1. Seçkinler (elitler) Eğitimi Akımı
“Seçkinler eğitimi” terimi, eğitim tarihinde ilk defa 18. yüzyılda Fransızca “elite”
kavramıyla ve özellikle de askerî eğitim alanında girmiştir. Aslında bu terim yeni
olmakla birlikte, elitler eğitiminin tarihi çok eskidir.
Bu akımın amacı, toplum içerisinde belirli kriterlere göre seçilmiş kişilerin
eğitimine özellikle önem vermektir. Eğitilecek kişileri seçme ölçütleri ülkelere ve
devirlere göre her zaman değişiklik göstermiştir. Tarih içinde bazen sosyal
menşeler kriter olarak alınmış, bazen bedensel düzgünlük ve özellikler, bazen de
yetenek ve yatkınlıklar esas alınmıştır.
Hangi kritere göre seçim yapılırsa yapılsın, bu görüş, kitle eğitiminin karşıtı
olmaktadır. Tarihten örnek vermek gerekirse. Platon'un (MÖ 427-347) “Devlet”
adlı eserinde savunduğu eğitim görüşü, seçkinler eğitiminin en yalın
modellerinden birini teşkil etmektedir. Seçkinler eğitimi ilk çağlarda genellikle
sosyal tabakalaşmaya bağlı olarak yürütülmüştür.
Ortaçağda ve Yeniçağda ise bu, prenslerin eğitimi şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Liberalizmin gelişmesine paralel olarak dünyevi “gentelment” eğitimi modellerine
de rastlanmaktadır. Sanayileşme ile birlikte, seçkinler eğitiminin ana kriteri
kabiliyet unsuru olmuştur.
Türkiye'de İkinci Meşrûtiyet zamanında bu akımın esas savunucusu Feridun Vecdi
olmakla beraber, en güçlü temsilcisi Emrullah Efendi olmuştur.
3.1.1. EMRULLAH EFENDİ1
Yakın geçmiş Türk eğitim hayatının en önemli şahsiyetlerinden birisidir. Özellikle
İkinci Meşrûtiyet döneminde, eğitim üst yönetiminin başında bulunduğu zaman
yaptığı çalışmalar ve öne sürdüğü görüşler, onu, ölümünden sonra da önemli bir
kişi haline getirmiştir.
Ona atfedilen “Tûbâ Ağacı Nazariyesi” ile Türkiye'deki eğitim tartışmalarına
seçkinler (elitler) eğitimi kavramı da girmiştir. Özellikle Emrullah Efendi'den sonra
1
Ergün, Mustafa, “Emrullah Efendi - Hayatı, Görüşleri, Çalışmaları”, Ankara Üniversitesi Dil
ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1-2,1982. S.7-36.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 56 ~
yoğun tartışmalara neden olacak bu nazariye, aslında Türk eğitim sisteminin tarihi
gelişiminin örgün bir ifade biçiminden başka bir şey değildi.
Türk eğitiminin Batılılaşması -çeşitli ivedi gereksinmeler karşısındayükseköğretimden başlamak zorunda kalmıştı. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin
her alanda yetişmiş elemana çok ivedi olarak ihtiyacı vardı. Bu nedenle işe, yaygın
bir ilköğretim örgütü kurmakla başlanamıyordu. Zaten Devletin yapısı ve
coğrafyası da bunu çok güçleştiriyordu. Devletin bu hususta uzun plânlar yapacak
zamanı da, durumu da, yetişmiş elemanı da yoktu. Bunun için her okulun yüksek
kısmı veya orta derecede hemen iş adamı yetiştirecek okullar açılmak zorunda
kalınıyordu.
Emrullah Efendi'nin yönetim başında bulunduğu sıralarda da aynı ivedi durumlar
söz konusu idi ve Emrullah Efendi de işe yükseköğretimden başlamak gereğini
vurguladı. Ama gerek İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Fırkası'sının önde gelen bir
üyesi olması dolayısıyla, gerek Mekteb-i Sultani olayında Tevfik Fikret'e karşı
vaziyet alışıyla ve gerekse salt eğitim görüşleri açısından; yaşadığı dönemde ve
öldükten sonra kendisinin birçok eleştiricileri çıkmıştır. Ancak tartışmalar hiç bir
zaman kişilikler ön plâna sürülmeden, eğitimde önceliğin orta ve yüksek öğretime
mi yoksa ilköğretime mi verilmesi biçiminde devam etti ve o zamanlar için de çok
yararlı oldu.
Eğitim tarihimizde genellikle Tûbâ Ağacı Nazariyesi ve ondan doğan tartışmalarla
ön plâna çıkan Emrullah Efendi. Türk eğitim düzenine prensipler, yasa ve
yönetmelikler ve sağlam bir örgüt kurma çalışma ve girişimleriyle de çok yararlı
olmuştur. Tarihte unutulmaz bir Eğitim Bakanı tipi ortaya çıkarmıştır.
Hayatı: Tüccardan Ali Efendi'nin oğlu olarak 1275 (1858)'de Lüleburgaz'da doğdu.
İbtidai ve Rüşdiyeyi orada okudu. Sonra Mekteb-i Mülkiye'ye girdi. “Aliyulûlâ”
derece ile mülazemet rüûsu ve ulûm-u siyasiye şahadetnamesi aldı. Bu sırada
Fransızca konuşma ve yazmayı öğrendi1. Önce Yanya (1882) ve Selanik (1884)
Maarif Müdürlüklerinde bulundu. Oradan Haleb Maarif Müdürlüğü ve idadi
öğretmenliğine, 1891'dedc Aydın Maarif Müdürlüğüne atanmıştır. Oradayken
1892'de de gazeteci Tevfik Nevzat ve Avukat Güzel Hasan ile beraber Avrupa'ya
1
Sabah, 13 Ağustos 1914.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 57 ~
kaçtı1. Emrullah Efendi'nin bu işi Maarif Veznesinden aldığı paralarla yaptığı iddia
edildi. Emrullah Efendi tevkif edilip muhakeme altına alınmak istendi. Tevkif edildi.
O sıralarda Tevfik Nevzat, Emrullah Efendi ve kendisinin affedilmesi hakkında
Abdülhamit'e iki şiir yazdı2. Mahkemesi bir irade-i seniyye ile yaptırılmadı3. Yurda
dönerek gene Maarif hayatına atıldı (1900). Meclis-i Maarif üyeliğinde, Mekteb-i
Sultani Müdürlüğünde4 ve İlmîye Dairesinde çalıştı. 8 Ocak 1908'de kurulan Türk
Derneği'nin kurucu ve idarecileri arasında bulundu.
16 Aralık 1908'dc Kırklareli mebusu olarak” Meclise girdi. 12 Ocak 1910'da Maarif
Nazırı oldu. Taraftarları kadar karşı çıkanları da çok oldu. Meclise, hakkında soru
önergesi verildi. Hakkında sık sık istifa söylentileri çıkartıldı. Kanunsuz işler yaptığı
iddia edildi5. Eleştiriler karşısında 20 Şubat 1911’de istifa etti.
Ancak 15 Aralık 1911'de tekrar Maarif Nazırı oludu Bu arada İttihat ve Terakki
Cemiyeti ile arası açıldı, istifasını Sadrazama sundu6. Bu kabul edilmedi. 21
Temmuz 1912'de kabinenin istifasına kadar görevi başında kaldı. 1912 Kasım
sonlarında, Dârülfünun olayları dolayısıyla Divan-ı Harbi-i Örfî tarafından
tutuklandı ve sorguya çekildi7.
14 Eylül 1910'da Dârülfünun Edebiyat Şubesi “Hikmet-i Nazariye” muallimi oldu.
Buna 1911 'de de devam elti. 21 Şubat 1913'de “Usul-ü Terbiye ve Tedris”
muallimliğini de aldı. Osmanlı Devletinden dört nişan ve Sırp hükümetinden “Sen
Sava”. Bulgar hükümetinden de “Sen Alexander” nişanlarını aldı.
11 Ağustos 19I4'de Yeşilköy'deki evinde ölmüş, cenazesi büyük törenlerle
kaldırılmıştır.
1
Kuran, A.B. Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri, İstanbul 1963. S.137.
Somer, Ziya. Bir Adamın ve Bir Şehrin Tarihi. Tevfik Nevzad, İzmir,1948, S.28-29,31.
3
İştirak gazetesi, 5 Ağustos 1328, 3 Eylül 1328
4
Atama kararnamesi: Başbakanlık Arşivi, İrâde Maarif 1326 B 8.
5
(İstizah takriri), Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 21. içtima, 20 Kânunuevvel 1326.
“Mekteb-i Sultani Meselesi”, 10-20 Nisan arasındaki çeşitli gazeteler İştirak Gazetesi, 15
Mayıs 1326; Türkiye gaz. 14,18 Teşrinievvel 1326; Sabah gaz. 23 Kasım 1910.
6
Sabah gaz. 15,16,17 Şubat 1911.
7
Sabah gaz. 30 Kasım 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 58 ~
Eserleri; Emrullah Efendi iki defa Maarif Nazırı olmuş ve bu sırada tamamen “kendi
eseri” denilebilecek bazı eğilim girişimleri olmuştur. Liseler teşkilâtı, Eğitim
Bakanlığı merkez teşkilâtı, Dârülfünun ıslâhatı, Hakk-ı Telif Kânunu v.s. Bunlar
üzerinde ayrıca durulacaktır. Bunun yanında Emrullah Efendi'nin önemli yazıları da
şunlardır:
* Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyetinin 1327 Senesi Dördüncü Kongresinde
Tanzim Olunan Siyasî Programa Dair İzâhnâme, Kostantiniyye 1330. - Yeni
Muhitu'l-Maarif (Ansiklopedi) İstanbul 1317.
Gazetelerde pekçok yazıları çıkmıştır. Bunlardan önemli olan bazıları şunlardır:
“Usul-ü terbiye ve tedris”, Mirât-ı Maarif Gazetesi, 3 (28 Kânunusâni 1324), s.3738; “Tedrisat-ı İbtidaiye”, Mülkiye Gazetesi, 23 1326) s. 42-64; 24(1326), s.32-50; “Terbiye ve esasları”, Sırat-ı Müstakim Gazetesi, 16 (1326), s.248-250 (Konferans
notları); “İlm-i terbiye ve tedris”, Ümmet Gazetesi, 1/6 (13 Haziran 1326) s.14-15;
1/7 (24 Haziran 1326), s.15; 1/8 (2 Temmuz 1326), s.14 (Dârülfünunda verdiği
derslerde tutulan notlardan); “İdare-i Vilâyet”, Yeni Muhitu'l-Maarif Gazetesi, 14
Nisan 1327, s.6-13; 25 Mayıs 1327, s.1-5; “Patrikhanelerin müstediyatı-Tedrisat
meselesi ve Tanin Gazetesi”, Yeni Muhitu'l-Maarif Gazetesi, 20 Ağustos 1327, s.113; “Dârülfünun'da inzibat” (Dârülfünun inzibatına müteallik Nizâmnâme
lâyihasının esbab-ı mucibe mazbatası), Tanin, 7 Mart 1912.
Siyasî Görüşleri: Emrullah Efendi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önde gelen
üyelerinden biri idi. Hattâ o Cemiyetin görüşlerinin belirlenmesinde önemli rolleri
olmuştur. Kendisi idari işlerde merkeziyete de adem-i merkeziyete de karşı idi.
Bunları ifrat ve tefrit olarak niteleyip, kendisi bu ikisinin ortasındaki “tevsi-i
mezuniyet”i savunuyordu1.
Ona göre Devlet'in temeli birliktir; siyasî, kanunî ve idarî olarak birlik2. Adem-i
merkeziyet bunu bozar. Sabahattin Bey ve arkadaşları bunu pekiyi anlatamadılar.
Bu idare hangi yerleşim biriminde uygulanacak. Avrupa'daki hangi modeli bize de
uygulamak istiyorlar? Geri eyalet sistemine mi döneceğiz v.s.3
1
Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyetinin (...) İzahname, S.47-48.
Emrullah, idare-i Vilâyet, Yeni Muhitu'l-Maarif, 14 Nisan 1327. S.6-7.
3
a.g.m.S.10-11.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 59 ~
“İdarî ve siyasî kuruluşların zaman ve memlekete göre hikmet-i vücutları vardır”1.
“Siyasî adem-i merkeziyet, bu ülke için şimdi ve gelecekte bir felâket olur”2.
Sosyalistler, hükümeti yererek, hükûmetsizlikle suçlayarak baskı altına alırlar ve
kendilerini güçlendirmeye çalışırlar3.
Eğitim alanındaki görüşleri ve uygulamaları
a) Genel Eğitim: Terbiye (‫ با‬veya ‫ ربو‬kökünden), büyütmek (elever) demektir. Bu
da beslemekle (education) olur. İnsanda beden terbiyesinin bir sınırı vardır ama
nefsî ve fikrî terbiyenin sının yoktur4.
İnsan, insanî olgunluğa ulaştırılmak için eğitilir. Fayda ve zevk gözetilmez. Olgunluk
hususunda fıtrata (yaratılış) uyulmalı, bu değiştirilmemelidir5. İnsanda neyi terbiye
edeceğiz? Büyüyen şeyi; bedeni ve nefsani kuvvetlerini. Eğitimin amacı, bunları
olgunluk derecesine ulaştırmaktır.
Terbiye, kendi kendine olmaz. Bunun başlıca üç ana “şartı” vardır: çocuk, mahal,
öğretmen ve öğrencilerin çalışması6.
Terbiye için çocukta istidat olmalıdır. Hiç bir zaman terbiye istidat doğurmaz.
Terbiye icat etmez, ikmal eder. Bulduğunu genişletir ve olgunlaştırır. Çocuk tabiî
bir çevrede, kendi kendine büyümelidir. Bu tabiî gelişime engel olacak şeyleri
kaldırmalıdır. Fıtratı zorla değiştirmeye uğraşmamalıdır7.
İyi muhitte, iyi terbiye alınır. Bunlardan ahlâkî muhit, fizikî muhitten daha
etkilidir8.
1
a.g.y.
a.g.m. S.12.
3
Meclisi Mebusan'ın 31 Kânunuevvel 1327 tarihinde yaptığı 37. toplantıda yaptığı
konuşmadan, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S.793.
4
“Usul-ü Terbiye ve Tedris”, Mirat-ı Maarif, 3/1324, S.37-38.
5
“İlm-i Terbiye ve Tedris”, Ümmet, 1/6(1326),S 15.
6
A.g.y.
7
A.g.m. s.14
8
A.g.m. s.15
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 60 ~
Meşrutî bir hükümette terbiyenin esası, hürriyettir. Bu, insanın mevcut
kuvvetlerinin tamamıyla gelişmesi, “bedr” haline gelmesidir. Hürriyet, ilimle
kaimdir; bilgisizlik ile hürriyet bir arada durmaz. “Hürriyet, maarifin vezn-i
ta'dilidir.”1 İnsanın başarısı sırf ilim sayesindedir. Terbiye, tabiî kanunları öğretim
ve hâkimiyet altına alarak kişinin tabiî hürriyetini sağlar.
Eğitim hürriyeti için eşitlik de olmalıdır. Eşitlik, “aynı olmak demek değildir.”
Eğitimde eşitlik, okula kabul ederken ve okuldaki öğretim süresince öğrencilere
aynı şekilde davranmak demektir2.
Terbiyenin esaslarından biri de “tekafil nazariyesi”dir. İnsanların çıkarları, zararları
birbirini etkiler. Öyleyse herkes birbirini sevmeli, kin ve hasetten kurtulmalıdır.
Terbiyenin bir başka esası da fazilettir. Fazilet, galebe anlamındadır. Kendi
kendimize galebe!
Eğitim, din hükümlerine ve vatan menfaatlerine uygun olmalıdır. Öğrenciler ahlâkî
ve dinî eğitimleri yanı sıra, şahsî ve medenî hayat savaşından da daima galip
çıkacak şekilde amelî bilgilerle donatılarak yetiştirilmelidir3.
Eğitim Bakanlığı, siyasî bir bakanlıktır. Belli başlı üç amacı vardır: 1) İlmi himaye
etmek (“Yüksekten başlar dedikleri budur. Önce ilim tedvin edilmeli, ulema
yetiştirilmeli, sonra talim olunmalıdır”). 2) Vatandaşlara genel eğitim vermek. 3)
Eğitim yoluyla Osmanlı birliğini sağlamak4.
Öğretim ilk, orta ve yüksek diye üç kısma ayrılmaktadır. Bunlar birbirlerinden
ayrılamaz, bir cümle teşkil ederler. Bir derecedeki okulun düzen ve gelişmesi, bir
alt derecedeki okula bağlıdır: Bir alt derecedeki okulun gelişmesinin bir üst
derecedeki okula bağlı olduğu da doğrudur. “asıl ki bu silsile aşağıdan yukarıya
doğrudur, yukarıdan aşağıya da aynı kuvvetle doğrudur. Bunu ben iddia ederim.
Bu, mekatib-i ibtidaiyeyi ihmal için değil, ikmal içindir.”
1
Emrullah, Terbiye ve esasları, s. 249.
A.g.m. s.25
3
Maarif Nazırı olarak bütün maarif memurlarına 3 Kanunusani 1325'de yolladığı bir
“Tahsis-i Umumiye”, Yeni Tasvir-i Efkâr gazetesi, 17 Kanunusani 1910.
4
Hakkındaki soru önergesi (“istizah takriri”) dolayısıyla Meclis-i Mebusan'daki nutku. 20
Kanunuevvel 1326, 21. toplantı. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, s. 631.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 61 ~
“İlim yukarıdan başlar. Fakat ben bu nazariyeyi söylediğim vakit mekâtib-i
ibtidaiyeyi yapmayacağım, mekâtib-i ibtidaiyeye ehemmiyet vermeyeceğim
demedim. En ziyade oraya ehemmiyet vereceğim. Mekâtib-i ibtidaiye içindir ki ben
yukarıdan başlıyorum. Evet, şecere-i marifet Şecere-i Tûbâ gibidir. Onun kökü
yukarıdadır. Bugün tarih tedkik olunsun, bütün fünun meydana konsun; acaba ilmi beşer nasıl terakki etmiştir?”1.
Her yerde okulların kurulmasına yukarıdan başlanmıştır. Bizim tarihimizde de
böyle olmuştur.
Eğitim tarihimizde Emrullah Efendi, genellikle “Tûbâ Ağacı azariyesi” adı verilen
bu fikir sistemi ile tanınmıştır. Ancak yaşadığı dönemde pek ortaya çıkmayan bu
fikir sistemi, onun ölümünden sonraki yıllarda iyice işlenmiş; taraftarlarıyla ve karşı
çıkanlarıyla beraber siyaset ve kültür hayatının önemli tartışma konularından biri
olmuştur. Bir taraftan Edhem Nejat “Tûbâ Ağacı mı nedir, o?.. Đşte o ağacın derdi
sultanileri çok zaman bu alem-i hercümerc içinde yaşatacaktır.”2 diyerek orta
öğretim düzeyindeki bozuklukların tüm suçunu Emrullah Efendi'nin üzerine
atarken; Tûbâ Ağacı üzerindeki esas tartışmalar bir seçkinler eğitimi-kitle eğitimi
çekişmesi biçimine giriyordu. Bu konuda Emrullah Efendi ile esas tartışmayı, onun
ölümünden sonra Sâtı Bey yapmıştır.
“Çürük bir tahsil-i ibtidaiyeye istinat edecek bir tahsil hiç bir zaman
âlileşemez; hakiki bir zümre-i münevvere Tûbâ Ağacı gibi değil, tabiî
ağaçlar gibi yetişir.”3 diyen Sâtı Bey, eskiden yazıp da yayınlayamadığı makaleleri
1333 (1917)’de Muallim dergisinde yayınlamıştır. Sâtı Bey, Emrullah Efendi'nin
“Dünyanın her tarafında böyle olmuştur” sözünü alarak, bunun yanlış olduğunu,
Japonya ve Balkan ülkelerinde üniversitelerin ilkokullardan sonra kurulduğunu;
ancak Batı ve Orta Avrupa ülkelerinde üniversitelerin daha önce kurulduğunu
belirtmiştir. Bu durum karşısında bizim birinci grupta yer almamızın zorunlu
olduğunu belirten Sâtı Bey: “(Kendi) Maarif tarihimiz (bile), yüksekten başlamanın
mahzurlu olduğu ve her müessese-i talimiyenin bir temele muhtaç olduğunu
1
a.g. nutuk. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, s. 635. Karşılaştırın: D.E. (Diran Kelekyan):
“Maarifimiz” (Emrullah Efendi ile mülakat), Sabah gazetesi, 20 Şubat 1910.
2
“Sultaniye Programı”, Yeni Fikir dergisi. IV/17 (1329) s. 549-550.
3
Sâtı. “Tûbâ Ağacı Nazariyesi”, Muallim dergisi. I/12 (1333) s. 359-366; “Tûbâ Ağacı
hakkında -bir izah-”. aynı dergi, I/13 (1333 s.386-388.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 62 ~
gösterir.”1 diyordu. 1325 Kanunusanisinde de, o zamanki Maarif Nazırı Emrullah
Efendi'ye “Maarif ıslahatı hakkında” sunduğu bir lâyihada da şöyle diyordu:2
“Maarifin bütün aksam-i şuabatı arasında şedid bir irtibat vardır; hiçbir şube-i
maarifin, hiç bir derece-i tahsilin diğerlerinden müstakilen ıslah-ı tensiki kâbil
değildir: ezcümle mekâtib-i âliyenin terakkisi, onların talebesini izhar etmekte olan
mekâtib-i ibtidaiye ve tâliyenin terakkisine müttevakkıftır.”
1911'de de “Mekâtib-i ibtidaiyesi olmayan bir yerde mekâtib-i idadi, mekâtib-i
idadisi olmayan bir yerde de Dârülfünun te'sis etmek kabil midir?” diye soruyor.
“Hiç bir derece-i tahsil, alttakine istinat etmeden yükselemez; çürük bir ilköğretime
dayanan tahsil hiçbir zaman yükselemez” diyordu3. İyi bir üniversitenin ancak
alttaki birçok idadiye, iyi bir idadinin de alttaki birçok ibtidai ve rüşdiyeye
dayanmakla verimli olacağını savunuyordu.
Sâtı Bey, zamanındaki eğitimcilerin bütün eğitime orta öğretim noktasından
bakmasını da yeriyor; artık ibtidailerin idadi etki ve baskısıyla şekil almasından,
oradan akan harçlar ve çimentolarla kuvvet kazanmasından vazgeçilmesini
istiyordu4. Eğitimde en doğru görüş sağlayan, ilköğretim kademesidir. Bütün
eğitim bu tabakaya dayanmalı, bu tabakadan ruh ve kuvvet almalıdır. “Maarif,
temelden başlar.”5
En temel şeklini Sâtı Bey'de bulan bu görüşün pek çok taraftarı bulunurken,
Emrullah Efendi'nin Tûbâ Ağacı azariyesi'nin de taraftarları vardı. Bunlardan biri
olan Feridun Vecdi, eğitimde işe yüksek okulların düzeltilmesinden başlanılmasını
istiyor; bizim işe ilkokullardan başlayacak kadar vaktimiz yoktur, şu anda
ülkemizde yetişmiş adam kıtlığı vardır, bu yüzden yüksek öğretimi ihmal edemeyiz,
diyordu6. Emrullah Efendi’nin Tûbâ Ağacı azariyesi'nin pek çok kişi tarafından
alaylarla karşılanmasından yakınan Feridun Vecdi, bu nazariye ülkenin şartları
içinde üstün ve bilgi sahibi bir zümreyi az zamanda meydana getirebilecek bir
1
Sâtı. Tûbâ Ağacı Nazariyesi, s. 360
Sâtı. Lâyihalarım. İstanbul 1326, s. 14.
3
Sâtı. “Islahata nereden başlamalı?”, Tanin gazetesi, 2 Mayıs 1911.
4
Sâtı. “Maarifimizin en büyük yaresi..”, Ümmet dergisi, 1/9 (1326), s.4
5
A.g.y.
6
Feridun Vecdi.”Tedrisat mes'elesi I”, Hak gazetesi, 11 Haziran 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 63 ~
nazariyedir; biz de bütün tecrübelerimizle, Emrullah Efendi'nin bu nazariyesini
destekliyoruz, diyordu1.
Öte yandan Ziya Gökalp da 1916'da toplanan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti
Kongresi’ne sunduğu bildirinin eğitim bölümünde şöyle diyordu: “.. Üniversite,
milli maarifi tesis edip sultani(lise)ler ile ilk okullara yayar; akademi ise muhafaza
eder. Bunun içindir ki, üniversite gelişmeden sultaniler ve ilkokullar bir ilerleme
gösteremez. Emrullah Efendi'nin dediği gibi, ilim Tûbâ Ağacına benzer. Milli
maarif, üniversiteden başlayarak öğretmen okullarına ve sultanilere ve onlardan
da ilkokullara inecektir. Fakat bu Tûbâ Ağacının tepesi akademi değildir;
üniversitedir.”2
b) Eğitim politikasının başlangıç ilkeleri: Emrullah Efendi'nin eğitim
politikasında, kendisinden önce Eğitim Bakanlığı yapmış olan Mustafa Nail Efendi
(1861-1922)'nin çalışmalarının ve hazırlıklarının önemli etkisi vardır. Bütün
Osmanlı okullarındaki eğitim birleştirilmesi çalışmaları, eğitim alanında yeni yasal
düzenlemelerin hazırlıklarının başlatılması ilköğretmen okullarının yeni düzeni,
gayrimüslim okullarına müdahaleler hep bu bakan zamanında ortaya çıkarılan
hareketlerdi.
Emrullah Efendi, Bakanlık görevinde bulunduğu sıralarda çalışma alanına giren
bütün işleri kendi denetimi altına almak ister, en küçük girişimleri bile bizzat
kendisi yapardı. II. Meşrutiyetin ilanından sonra hem dairelerdeki memur
fazlalığını atmak, hem de II. Abdülhamit dönemi yöneticilerini işbaşından
uzaklaştırmak için girişilen tensikat çalışmalarına Emrullah Efendi'nin -bu işle
görevli komisyonu aşarak- sık sık karıştığı görülüyordu. Bakanın yaptığı bu
düzenlemeler pek çok şikâyetlere neden oluyor; artık tensikat kalburunun
yırtıldığı, iyilerle kötüleri ayırt etmeden gelişi güzel ve tesadüfi bir eleme yapıldığı
iddia ediliyordu3.
1
Feridun Vecdi. “Tedrisat mes'elesi IV”, Hak gazetesi, 16 Haziran 1912.
Ziya Gökalp. Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri I (Haz. R.Kardaş), 1000 Temel Esre
yay. İstanbul 1973, s. 189
3
El-Üfürük mizah dergisi, 2 (7 Eylül 1324), s. 2'deki karikatür.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 64 ~
Bu arada tüm vilâyetlerdeki eğitim görevlilerine gönderdiği genelgede
yazışmaların hızlandırılması ve berraklaştırılmasını isterken1, Bakanlık merkezine
de bir çeki-düzen vermeye çalışıyordu2. Bunların pek başarılı olmadığı görüldü.
Eski çalışma düzenini birkaç genelge ve emrin düzeltemeyeceği belli idi. Bu
nedenle Emrullah Efendi, ikinci Eğitim Bakanlığı görevinin hemen başlarında,
Fransa Eğitim Bakanlığı merkez örgütünü örnek alarak, Bakanlık örgütünde çok
esaslı bir değişim yaptı. Şurayı Devlet’in de onayladığı bu yasanın, yönetmelik ve
uygulama zaman ve biçimlerinde bazı aksaklıklar ve eleştiriler oldu3. Bazı yönetim
birimlerinin ortadan kaldırılması, Eğitim kurullarının oluşturulma biçimleri vs. sert
tepkilerle karşılaştı4. Buna rağmen Emrullah Efendi yeni örgütünü çalıştırmakta
direndi. Bu arada eğitimin yasal yönleri üzerindeki çalışmalarına da devam etti.
İlköğretim yasa tasarısını yeniden gözden geçirmek için Meclis'ten geri alıyor,
Sorbonne Üniversitesi Yönetmeliğini Dârülfünun'a uyarlamaya çalışıyordu5.
Emrullah Efendi'nin bakanlığı sırasında uğraştığı en önemli konulardan bir başkası
da denetim (“teftiş”) sorunu idi. İşbaşıma geldiğinde bakanlığın denetleyicileri
(“müfettiş”) vardı, ama bunlar “vazifesiz memuriyetler” durumuna düşmüştü.
Emrullah Efendi, hemen birçok yeni denetleyici atadı. Görevleri hakkında
yönetmelik hazırlattı, maaşlarını yeniden düzenledi6.
1
“Maarifimiz”, Sabah gazetesi, 17 Ocak 1910.
“Maarif Nezareti kararları ve tensik-i muamelat”, Yeni Tasvir-i Efkâr gazetesi, 19 Ocak
1910.
3
“Maarif teşkilâtı”, Sabah gaz., 16 Şubat 1912; 17 Mart 1912
Maarif-i Umumiyye Teşkilâtı Hakkında Nizamname ve esbab-ı mucibe mazbatası, İstanbul
1328. Düstur, II. tertip cilt IV, s. 167-173.
M.S. (Mahmut Sadık). “Maarif teşkilâtı”, Sabah gazetesi, 18 Mart 1912.
4
Sâtı. “Maarif Nezaretinin yeni teşkilâtı”, Sabah gazetesi, 24 Nisan 1912, 27 Nisan, 2 Mayıs
1912..
M.S. a.g.m.
5
Maarif Kanunu Lâyihası”, Sabah gaz., 2 Mart 1912.
“Maarif havadisi”, Sabah gaz., 15 Mart 1912.
6
“Umur-u maarif”, Sabah gaz., 29 Haziran 1910
“Maarif müdürleriyle vilâyet maarif müfettişlerinin vezaifine müteallik. talimat”, Sabah
gaz., 2 Ekim 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 65 ~
Bakanlığın 1912 örgüt düzenlemesinde de bu soruna çok önem vererek “müfettiş-i
umumi”liği kuruyor, görevlerini sekiz maddelik bir buyrultu ile belirliyordu1. Ancak
bu denetim örgütlemesi gerek basın ve kamuoyu tarafından gerekse Meclis ve üst
düzeydeki idarî birimler tarafından tepkiyle karşılandı. Emrullah Efendi'nin tüm
savunmalarına ve hattâ bakanlıktan istifa tehditlerine rağmen, Meclis-i Mebusan
denetim örgütünü lağvetti. Bu kararı Şurayı Devlet onaylamamasına rağmen
uygulamada Meclis'in ilga kararı uygulandı ve bakanın bu çalışmaları bir sonuç
vermedi. Emrullah Efendi, denetim örgütü ile hem denetim, hem hizmet-içi eğitim,
hem de eğitim planlaması ve propagandası çalışmalarını da yapmayı amaçlıyordu.
Bunların yanı sıra bu örgütü, ülkedeki gayrimüslim okullarını kontrol altında tutma
çalışmalarının önemli bir unsuru olarak görüyordu.
Emrullah Efendi'nin eğitim çalışmalarındaki bir diğer yön, eğitim harcamalarındaki
bazı önlemleridir: Bakanlığı sırasında eğitim yönetimlerine para kazandırmak için
bazı girişimlerde bulunmuştur. Okul ücretleri arttırılmış, bazı okullara alınacak
yatılı öğrencilerin oranı belirlenmiş, gereksiz okul arsaları satılmış, Müsekkifat
yasasının 1. maddesine “bu vergiye eğitim için zam konulabilir” şeklinde bir kayıt
koydurmuş, A'şar ve emlak vergilerinden alınan eğitim paylarını birleştirmiş ve en
önemlisi de Bakanlığına bağlı yerlerdeki eğitim harcamalarını sınırlandırma
çalışmalarında bulunmuştur2.
c) Okul öncesi eğitim (Ana okulları) : Emrullah Efendi'ye göre eğitim açısından
çocuğun ömrü üç devreye ayrılabilir:
1- 0-2 yaş: “Sebavet-i evvelî” (ilk çocukluk);
2- 2-5 yaş : Bu dönemde çocuk konuşmaya ve kendine hakim olmaya başlar;
3- 5- büluğ ve rüşd çağına kadar, “merahık” dönemi.
Bu yaş kademelerinden sonra gençlik devresi başlar.
Çocuğun ilk okulu ana kucağı ve ilk öğretmeni de annesidir. Ama çocuk üç
yaşından sonra bu okulda duramaz. Bundan sonra çocuğu başıboş bırakmak da
1
M.S.: “Maarif teftişatı”, Sabah gaz., 23 Mart 1912.
“Maarif Nezaretinin bir kararnamesi”, Yeni Tasvir-i Efkâr gazetesi,.16 Mart 1910.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Mart 1326, s.705-716; 9 Haziran 1326, s.2457-2461.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 66 ~
zararlıdır. Başıboşluk, çocuğun zihinsel gelişimini kırar. Bununla beraber çocuğu bu
yaşta idrak kabiliyetinin yetmediği bir okula vermek de çok: zararlıdır. Öyleyse okul
öncesi dönemde çocuğa ya özel öğretmenler (“mürebbi”) tutulmalıdır ya da ana
okulları kurulmalıdır.
Ana okullarını, 4-6 yaş arasındaki çocukların devam ettikleri “tedrisat-ı ibtidaiyenin
birinci mertebesi” olarak niteleyen Emrullah Efendi, burada çocukların yaşlarına
uygun bir öğretim gösterilmesi üzerinde de durmaktaydı1. Ancak kendi bakanlık
görevinde bulunduğu sırada, bu kademede eğitim kurumlarının kurulması için hiç
bir çaba da göstermemişti. Zaten bu sıralarda -hıristiyan toplumlar arasında daha
önce kurulmalarına rağmen- müslüman toplumlar arasında ana okulları bazı özel
okulların bünyelerinde “Çocuk bahçeleri” olarak yeni kuruluyordu. Eğitim
Bakanlığını bu işe resmen el atması için 1913-14 yıllarını beklemek gerekecekti.
d) Đlköğretim (“tedrisat-i ibtidaiye”): Emrullah Efendi'nin bu konudaki görüşleri
de şu şekilde özetlenebilir: Ana okulları da ilköğretimin içinde bulunmasına
rağmen, esas ilköğretim “mekâtib-i ibtidaiye”lerde verilir. İlköğretimin iki esası
vardır: bu öğretim kademesi parasız ve zorunlu olmalıdır. Bu temellerden biri
olmadan ilköğretim olamaz2. İlköğretimin zorunluluğu yüzyıla yakın zamandan beri
ileri sürülmekte, fakat parasız olması ilkesi Türk eğitim hayatına daha yeni
getirilmekteydi. İlköğretim, bir genel hizmet niteliğindedir. Bütün diğer genel
hizmetler gibi hükümetin buna el atması ve harcamalarını karşılaması gerekir3.
Çocuklar sokakta bırakılmamalıdırlar; gerekirse zorla -okullara konulmalıdırlar.
“Çocuklarımızı ne yapacağız sorusunu düşünmesek bile, çocuklarımız bize ne
yapacak sorusunu (her ana-baba) düşünmelidir.”4 Çocuğu zorla hapishaneye
götürme hakkımız olduğu kadar, onu zorla okula götürme hakkımızın da olması
gerekir. Bu, aile hukukuna bir tecavüz demek değildir5.
1
Emrullah. Tedrisat-i İbtidaiye, s.56
A.g.m. s.42
3
A.g.m. s.47
4
Emrullah, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1327 Senesi Dördüncü Kongresinde
Tanzim Olunan Siyasî Programa Dair İzahname, s.83
5
A.g.e. s.84; a.g.m. s.46
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 67 ~
İlköğretim zorunluluğu Avrupa'da çok zor gerçekleşmiştir. Bizde de Sultan II.
Mahmut devrinden beri uğraşılıyor1. Ama bu iş yalnız yasalarla olmuyor. “Okumayazma ihtiyacını âdet haline getirmelidir.” Buna zorunluluk duyulmalıdır. Okullar
açıp, öğretmenler yetiştirip, harcama sorunları çözümlendikten sonra bu
zorunluluk uygulanmalıdır2.
İlköğretimdeki harcamaları halk ve hükümet paylaşmalıdır. Okul binalarını halk
yaptırmalıdır, hattâ hükümet bu hususta zor bile göstermelidir. İlkokul
öğretmenleri, devlet memuru olmalıdırlar; “yıllıkçı muallimler” kaldırılmalıdır.
Hükümet ilkokul öğretmenleri üzerinde her türlü yetkiye sahip olmalı, maaşlarını
da vermelidir3. Maaşlardan sonra ilköğretimin geriye kalan pek çok harcamalarını
da halk ve hükümet paylaşmalıdır4.
İlkokulların ders programını, “çocuk tabiatı ve ilm-i terbiye nazariyeleri” verir.
Eğitim ve öğretim çocuğun zihinsel, duygusal ve ahlâkî kuvvetlerine dayanmalı,
yaradılışa aykırı bulunmamalı, doğallıktan çıkmamalı, sahte olmamalıdır5.
İlköğretimde riyaziyat, tabiiyat, dinî ve ahlâkî öğretim, müzik, sağlık, idman, tarih,
coğrafya, hukukî, sosyal ve iktisadî bilgiler öğretilmelidir6. Genel olarak bütün
okullarımızdaki ders programları, şu dört esasa dayanmalıdır:7
1- Özellikle dinî ve ahlâkî öğretime önem vermek;
2- Osmanlı eğitimine revaç vermek;
3- Zihnin gereksinmelerine göre faydalı bilgiler vermek;
4- İbtidai ve rüşdiyelerde askerî talimler yaptırmak.
Programlar bu esaslar üzerinde yapılmalıdır.
1
A.g.m. s.53-54
A.g.e. s.86-88
3
A.g.m. s.62-63
4
A.g.m. (2) s.41-44
5
A.g.m. s.32
6
A.g.m. s.33-34
7
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 20 Kanunuevvel 1326, s.640; 25 Mayıs 1326, s.2106
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 68 ~
“Bendeniz mekâtib-i ibtidaiye taraftarıyım. Halkı, köylüyü okutmak lâzımdır.”
İlköğretimin geri kalmasının nedeni, her ülkenin buna en geç başlamasındandır.
Ancak bu yüzyıl, “tedrisat-ı ibtidaiye asrı”dır. Her hükümet, bütün ilköğretimi
kendi eline almak eğilimindedir. Bizde de böyle olmalıdır1.
Emrullah Efendi'nin ilköğretim alanındaki çalışmalarını da iki geniş başlık altında
toplayabiliriz:
1- Dârülmualliminler aracılığıyla öğretmen yetiştirmek;
2- Yurdun her yanına araştırıcı müfettişler yollamak.
Emrullah Efendi, Bakan olduğu zaman verdiği bir demeçte 70.000 öğretmene
ihtiyacımız bulunduğunu, bu geniş ihtiyaçlar karşısında imkânların çok dar
olduğunu; ancak “maarifin temeli maarif-i ibtidaiye” olduğu için, Bakanlığın
çalışmalarında en büyük yeri ilköğretim çalışmalarının alacağını söylüyordu2. Daha
sonra da bina, para, öğretmen yetiştirme ve bulmayı temel alarak geniş bir çalışma
programı yaptı. İlköğretimdeki bazı harcamaları yörelerine yükleyen bazı kararlar
aldı, öğretmen yetiştirme hususunda Mustafa Nail Efendi zamanında başlayan
çalışmalara devam etti, denetim esası üzerine dayanan bir İlköğretim yasası
taslağını Meclis'e sundu, ülkenin çeşitli yerlerine Devlet tarafından yüzlerce ilkokul
yaptırttı vs.
Emrullah Efendi zamanında Meclis'e sunulan ilköğretim yasa tasarısının
hazırlanma çalışmaları kendisinden önceki dönemde başlamıştı. Ancak yeni Bakan,
Meclis'e sunduğu tasarıyı tamamen yeni baştan ele almış, Fransa ilköğretim
sisteminin ve yasasının hemen hemen Osmanlı ülkesine ve Türkçeye bir
uyarlamasını yapmıştı. Tasarı, ilköğretimin parasızlığı ve zorunluluğu üzerine
dayanıyordu. Öğretmen yetiştirme ve öğretmenliğin bir meslek haline getirilmesi
de yasa tasarısında önemli bir yer alıyordu. Müfettişlik ve denetim kavramlarına
yeni bir anlayış getirilerek, müfettişlere denetimin yanı sıra geniş bir ilköğretim
1
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 20 Kanunuevvel 1326, s.638-639.
Sabah gazetesi, 28 Şubat 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 69 ~
incelenmesi, hizmet içi eğitim, eğitim planlaması ve halkı ilköğretime teşvik
görevleri de yükleniyordu1.
Meclis'e sunulan bu tasarı, başlangıçta azınlıkların denetim sistemine karşı
çıkmaları yüzünden, daha sonraları da Meclisin kapalı veya feshedilmiş durumda
bulunmasından dolayı, 1913 yılında geçici yasa olarak yayınlanıncaya kadar bir
türlü yasalaşamadı. Ancak bu arada Emrullah Efendi, 1910 yılında taşradaki
ilkokulların ve ilköğretimin ıslahı, yöneticilerin, eğitim alanında çalışanların
görevleri vs.. hakkında bir yönetmeliği kaleme almış, Şurayı Devlet'ten de
geçirerek, yayınlamıştı2. Bu yönetmeliğin amacı da eğitim ve öğretimi sıkı bir
denetim altına almak ve özellikle müfettişlik sistemini yerleştirmek idi3. Zaten aynı
yıl ilkokul müfettişlerine dair bir yönetmelik de yayınlanmıştı. Buna göre denetim
örgütünün üç türlü kuruluş amacı vardı: Birincisi, köylerdeki eğitim olanak ve
gereksinmelerini incelemek ve belirlemek; ikincisi ilkokulları bina, ders araçları ve
öğretim açısından denetlemek; üçüncüsü de halkı ilköğretime teşvik ve hazırlamak
(vesâyâ icrası) idi. Yönetmelik özel okulların denetlenmesini de sıkı önlemler
biçimine getiriyordu4.
Emrullah Efendi, bu çalışmalarının yanı sıra ilköğretim programlarının ve ders
kitaplarının değiştirilmesi konusunda da bazı çalışmalar yaptı; ancak bir sonuca
ulaşamadı5.
e) Rüşdiyeler: Bu öğretim kademesi, ilköğretimin yüksek kısmıdır. Sıbyan
okullarının verdiği bilgileri tamamlar ve öğrencileri orta öğretime hazırlar.
İbtidailer ve idadiler arasında bir “vasıta”dır. Sıbyan okullarının bilgisini
tamamlamak için var olan bu okullara “sunuf-u mütemmime” denilebilir6.
Emrullah Efendi, gerçekleştirememiş olmasına rağmen, ibtidailerle rüşdiyeleri
birleştirmek arzusundaydı. Bunu da özellikle öğretmen tasarrufu için yapıyordu.
1
Emrullah. Tedrisat-ı İbtidaiye (1 ve 2).
Tahsil-i İbtidaiyi İdare Ve Teftiş İle Muvazzaf Memurinin Vezaifine Müteallik Nizamname
Layihası, 15 Haziran 1326 tarihli iradesi: Başbakanlık Arşivi. B.E.O. no: 283196; Düstur,
2.tertip, II. cilt, s.404-415.
3
Ayrıntılı bilgi: Revue du Monde Musulman, II(1910), s.274-276.
4
Mekatib-i İbtidaiye müfettişlerinin vezaifine müteallik Talimat, İstanbul 1326.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.625.
6
Emrullah. Tedrisat-i ibtidaiye (1), s.57
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 70 ~
Bunların yerine ibtidailere bir dördüncü yıl ekleyerek ilkokul öğretmenlerini
bollaştırmayı düşünüyordu. Bu düşünceler daha sonra gerçekleştirilmiştir. Ancak
Emrullah Efendi'nin Bakanlığı sırasında rüşdiye öğretmeni yetiştirecek okullar
açılarak, bu okullardaki öğretim ıslah edilmek istenildi. Bakan, ibtidailerle beraber
bu okulların da programlarında, yörelere göre çeşitli farklılıkların olmasını
istiyordu1. Bu ıslah çalışmalarının bir bölümü olarak, 21 tane de “Numune
Rüşdiyesi” açmıştı. Bu örnek okulların amacı gayrimüslimlere Türkçe, Türklere
Fransızca öğretmek, bu arada fen bilgileri ve bazı beceriler kazandırmaktı. Ancak
bunların da rüşdiyeleri kurtaramadığı görüldü.
f) Meslekî ilköğretim: Emrullah Efendi ilköğretim kurumları içinde iki grup okul
daha saymaktadır. Bunlardan biri “El işleri ve ihtiraf” okulları, diğeri de “Gece” ve
“Çırak” okullarıdır. El işleri ve ihtiraf okulları, İlk okullardan çıkan çocukların “zihni
ve ahlâkî kuvvetlerini geliştirmek, sınaî kabiliyet vermek üzere el işleri talim ve
temrinlerine dayanırlar. Çırak yetiştiren bu okullarda çocuklar 16-18 yaşına kadar
okuyabilirler. Bu okullar, dışarıdaki çıraklık sisteminden daha çabuk ve daha ciddi
olarak meslek öğretirler. Çocukları sekiz-on mesleğe birden hazırlarlar; küçük
isletmelere, fabrikalara genç ve bilgili (kalifiye) işçi yetiştirirler2.
Emrullah Efendi, öğretim yaşı geçmiş okuma-yazma bilmeyen kimseler için açılan
gece ve çırak okullarını da ilköğretim kurumları içinde saymakta; uygar dünyanın
ele aldığı bu sorunu bizim hükümetimizin de ele almasını ve genel dershanelerin
açılmasını istemektedir3.
g) Orta öğretim: Emrullah Efendi'nin en somut çalışmalarından biri bu alanda
olmuş, yaptığı işler ülkede uzun yıllar tartışmaların kaynağı olmuştur.
1- Đdadiler: II. Abdülhamit döneminde bütün ülkeye yayılan idadilerin öğretim
düzeyleri çok düşük idi. II. Meşrutiyetin ilanından sonra alınan bazı önlemlere
rağmen, 1910 yılında da durum fazla değişik değildi. Emrullah Efendi bunları
Avrupalıların ilkokulları düzeyinde görüyor ve ıslah çalışmalarına bu noktadan
1
(Bakan'ın 1326 yılı Maarif Nezareti bütçesi konuşması) Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi,
25 Mayıs 1326, s.2107.
2
Emrullah. Tedrisat-ı İbtidaiye (1), s.57-59.
3
A.g.m. s.60
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 71 ~
başlıyordu1. Bakan, idadilerin parasız öğretim kısmını savunurken: “... biz şimdiki
halde mekatib-i ibtidaiyede veremediğimiz tahsili hiç olmazsa mekatib-i idadiyede
verebilmek için, yani mekatib-i idadiye tahsilini biraz daha tevsi ediyoruz”2 diyor,
bu okulların öğretim düzeyini yükseltmek için bazı önlemler almaya başlıyordu.
1909 yılında Osmanlı ülkesinde 20 yatılı (“leylî”), 72 de gündüzlü (“neharî”) olmak
üzere toplam 92 idadi vardı. Bunların öğretmenleri özellikle maaş yönünden tam
bir keşmekeş içinde idi. Zaten her öğretmen okuttuğu dersin adına göre değişik bir
maaş alıyordu. Buna bir de tensikat sırasında yapılan karışıklıklar eklenmişti. İdadi
öğretmenleri sorunu Emrullah Efendi'den önce “seyyar öğretmenlik” kurularak bir
parça çözümlenmeye başlamıştı. O ise, maaş sistemini ders adına göre değil de
öğretmeninin mezun olduğu okula göre düzenlemiş, daha çok para vererek daha
kaliteli öğretmen bulma ve yetiştirme yoluna gitmiştir.
Öteden beri var olan “idadi öğrencilerinin yeknesak elbise giymeleri” kararı
Emrullah Efendi'nin birinci bakanlığı sırasında gene uygulanmak istenildi; elbisesi
olmayan öğrencilerin okula alınmama kararı3 aşağı yukarı 300 kuruşluk önemli bir
harcama olduğundan tavizsiz olarak uygulanamadı.
Bakan, yüze yakın idadideki öğretim düzeyinin yükseltilebilmesi için vilayet
idadilerinden 10 tanesini sultani haline getirmek gerektiğini söylemiş ve
uygulamıştır. Bakanın tasarısına göre bu yeni sultaniler yüksek öğretime öğrenci
hazırlayacaklar, kalan idadiler ise ameli adamlar yetiştirecekti4. Yatılı ve daha çok
öğrenci alınarak kurulan bu sultanilerin öğretmenlerine de daha çok maaş
verilecekti. Bu okulların son sınıflarındaki tabiî bilimler ve riyaziye dersleri
Fransızca okutulacağından, öğrenciler daha iyi dil öğreneceklerdi. Bu şekilde
yetişen
öğrenciler
yabancı
ülkelere
gönderildiklerinde
zorlukla
karşılaşmayacaklardı. Bu okulların müdür yardımcıları (“müdür-ü sâniler”) ve bazı
öğretmenleri Fransa'dan getirtilecekti. Bu okulların dışında kalan gündüzlü idadiler
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi 17 Şubat 1325, s.519
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, 2 Mart 1326, s.128-129.
2
A.g.y.
3
“Mektep talebesinin yeknesak elbisesi”, Tanin gazetesi, 118 Ekim 1909.
4
(Maarif Nezareti bütçe konuşması), Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, s.2107-2108.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 72 ~
de Fransa’daki “lycee moderne”ler düzeyinde bir program uygulayacaktı1. Sâtı
Bey, Bakanın bu girişiminden asıl amacın, yabancı ve gayrimüslim öğrencileri de
Türk okullarına çekmek olduğunu söylemiştir2.
Bu okulların açılmasına karar verildikten sonra “vilayâtta tedrisat-ı tâliyenin hüsnü
cereyanı için” bazı önlemler alacak olan bir komisyon kuruldu. Bu okullarda görev
alacak öğretmenlerin seçimi için bütün ülke çapında bir sınav yapıldı3. Yeni
Sultaniler 1910 Eylül'ünde açıldı. İlk açılışta bunlara “lise” denildi. Okulların
açılışından üç hafta sonra üzerinde “Liselerin tanzim ve idarelerine ve tedrisatına
müteallik” diye yazan örgüt, program ve yönetmelik ortaya çıkarıldı. Bu
yönetmelikte yer alan yeni programa göre tabiat bilimlerine ayrılan ders saatleri
azaltılmış, buna karşın dil dersleri ve matematik bilimlerinin saatleri ise
arttırılmıştı. Programı kusurlu, ruhsuz “mütedenni” bulunan ve “kahkahaya ve
ıslığa layık” görünen bu yeni örgüt, gerek taşradan gerekse merkezden bir sürü
soru ve itirazlarla karşılandı4. Bunların öğretmenlerine diğerlerinden çok maaş
verilmesi, mezunlarının diğer idadi çıkışlılarla aynı haklara sahip olmaları Emrullah
Efendi’yi çok şiddetli eleştirilerin hedefi yaptı. Basındaki birçok eleştirilerin yanı
sıra Meclis'te de hakkında soru önergesi verildi. Bakanın “Osmanlı birliğini
sağlamaya çalışıyoruz, bütün Osmanlı fertlerinin bir okulda öğretim görmelerini
sağlıyoruz” diye savunduğu5 bu düzenleme, daha sonraki yıllarda da sorunlar
çıkarmaya devam etti ve 1913 yılında bütün idadiler sultaniye çevrildi. Emrullah
Efendi'nin ikinci bakanlığı sırasında hazırlayıp, ancak gene yasalaştıramadığı
“Tedrisat-i Tâliye Layiha-i Kanuniyesi” de orta öğretimdeki idadi-sultani karışıklığını
aynen devam ettiriyordu6.
1
D.K. (Diran Kelekyan). “Maarifimiz” (Emrullah Efendi ile mülakat), Sabah gazetesi, 28
Şubat 1910.
2
Sâtı. “Meşrutiyetten sonra Maarif tarihi”, Maarif der., II/19 (1918), s.660-661.
3
Başbakanlık Arşivi, İrade-Maarif, 1328 s.7.
“Vilayet sultani mektepleri muallimleri”, Sabah gaz., 9 Ağustos 1910.
4
“Lise teşkilatı”, Tanin gaz., 28 Kasım 1910.
Ahmet Esat. “Maarif Nezaretine açık mektup”, İştirak gaz., 28 Eylül 1912.
Hüseyin Cahit. “Maarif derdi”, Tanin gaz., 23 Kasım 1910
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.637.
6
Tasarı metni: Hak gaz., 20 Temmuz 1912.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 73 ~
2. Sultaniler ve “Mekteb-i Sultani” olayı: Emrullah Efendi, 1869 Genel Eğitim
Yönetmeliğinde her il merkezinde kurulması istenilen, ancak Galatasaray Sultanisi
dışında açılamayan bu kurumları, yaptığı tartışmalı düzenleme ile taşraya yaymayı
başarmıştır. Bunun nasıl olduğu da yukarıda anlatılmıştır.
Emrullah Efendi'nin, en az idadileri sultaniye çevirmesi kadar gürültüler koparan
bir de “Mekteb-i Sultani” olayı vardır.
II. Meşrutiyetin ilanından sonra Mekteb-i Sultani'de meydana gelen çeşitli
karışıklıklar yüzünden, okulun müdürlüğüne 30 Aralık 1908'de Tevfik Fikret
atanmıştı1. Tevfik Fikret, bu okuldaki kısa süreli müdürlüğü sırasında hem okulun
bina ve temizlik durumunda, hem öğrenci, öğretmen ve diğer okul mensuplarının
disiplin ve devam durumlarında, hem de okula yeni bir manevi hava vermekte çok
başarılı oldu: Düzen, disiplin temizliğin yanı sıra okulun ders programında da bazı
düzenlemeler yaptı. Pek çok eğitim malzemesi getirterek öğretimi mümkün
olduğu kadar pratikleştirmeye çalıştı2.
1910 yılı başlarında Emrullah Efendi birçok eğitim kurumlarında öğretmenlerin
derslere devam etmediklerinin belirlendiğini ve kasten görevlerine gelmeyen
öğretmenlerin maaşlarından kesinti yapılması hakkında bir genelge yayınladı.
Bakanlığın bu genelgesi Mekteb-i Sultani'de uygulanmadı ve okul müdürü de istifa
etti. Bakanlık istifa eden müdürün yerine Salih Zeki Bey’i atadı. Atama yazısında,
parantez içinde “bir şair yerine bir âlim” yazıldığı için ortalık karıştı; kamuoyu
harekete geçti. Okuldaki bazı öğretmenler görevlerinden ayrıldı, bazı öğrenciler
okulu terk etti; okul müdürlüğü ile öğrenciler arasında sert bir mücâdele başladı.
İttihat ve Terakki Fırkası, sorunun çözümlenmesi için toplantılar yaptı. Meclis'e bu
konuda soru önergeleri verilmeye başlanıldı. Bakanlar Kurulu, Meclis-i Mebusan
Başkanı, Sadrazam vs. sorunla ciddi bir şekilde ilgilenmek zorunda kaldılar. Ülke
1
Başbakanlık Arşivi, İrade-Maarif 1326 Z I.
Kavcar, Cahit: II. Meşrutiyet Devrinde Edebiyat ve Eğitim A.Ü. E.F. yay. Ankara, s.65-72,
77-79.
Ruşen Eşref. “Tevfik Fikret müdür”, Muallim der. 1/14 (1333) s.463-467.
K.S. Nigar. İnkılâp Şairi Tevfik Fikret'in İzleri, İstanbul 1943 s.64-74.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 74 ~
gazeteleri bu hususta ikiye ayrıldılar. Sorun, 10-20 Nisan 1910 tarihleri arasında
basın hayatının en güncel konularından biri olmakta devam etti1.
Emrullah Efendi, Bakanlığın tüm ülkeye bir genelge yayınladığını, Mekteb-i Sultani
de Bakanlığa bağlı bir okul olduğu için Bakanlığın emirleri dışında kalamayacağını
belirtiyordu. Ona göre, hiçbir okul müdürüne ayrıcalık verilemezdi; yoksa Devlet
işlemez hale gelirdi. “Alim” ve “şair” sözcükleri karşısında da Bakanlık yayınladığı
bir yazısında: “... şair ve âlim sıfatlarının bir gûna tafdil ve tercihi mutazammın
olmayıp, maksad-ı aslî Maarif Nezaretince Mekteb-i Sultani tedrisatında fimaba'd
cihet-i ilmiye ve fenniyeye daha ziyade ehemmiyet verileceğini işaretten ibaret
olduğu beyan olunur.” deniliyordu2.
Emrullah Efendi, bu sorunun tartışmaları sırasında “Đş, şahıslarla değil; prensip ve
idarî düsturlarla görülür” diyerek3 yönetimde esaslı ilkelerinden birini uygulamak
istemiş, başarılı da olmuştur.
h) Yüksek öğretim: Emrullah Efendi, yüksek öğretim konusundaki düşüncelerini, iki
bakanlığı sırasında büyük ölçüde gerçekleştirme imkanını bulmuştur. Bu alandaki
çalışmaları da söyle sıralanabilir:
- “Avrupa dillerini iyi bilmeliyiz” diyen Emrullah Efendi, Dârülfünun’da, yüksek
okullar için bir “Lisan Şubesi” (Elsine Şubesi”) açmıştır. Bu şubede Fransızcanın
yanı sıra İngilizce, Almanca, İtalyanca ve Rusça dilleri de öğretilecekti. Edebiyat
Şubesine bağlı olarak açılan bu bölümde, isteyenler için öğrenecekleri dilin
edebiyatları da anlatılacaktı4. Sabah ve akşam verilen bu derslere, öğrenci ve
kâtiplerden bin kişi civarında istekli devam ediyordu5.
1
10-20 Nisan 1910 arasındaki Yeni Tasvir-i Efkâr, Jön Türk, Sabah, Sadayi Millet vs.. gibi
gazeteler.
2
Bu konudaki çeşitli yazışmaların belgeleri Yeni Tasvir-i Efkâr 12 Nisan 1910, Sabah 11
Nisan 1910 ve Başbakanlık Arşivi, İrade-Maarif 1328 R 14 de bulunabilir.
3
Yeni Tasvir-i Efkâr gaz., 14 Nisan 1910.
4
D.K. a.g.m.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.635-636. Meclis-i Mebusan
Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, s.2109.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 75 ~
Emrullah Efendi ayrıca, Arapçanın yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla
Dârülfünun'daki Tefsir ve Hadis derslerinin Arapça okutulmasını da sağlamış1,
Mısır, Kafkasya vs. yerlerden Dârülfünun'a okumaya gelen öğrenciler için de
Arapça ve Farsça dersleri koydurmuştur.
- Mahreç sınıfı (“Đhtiyat Sınıfı”): II. Meşrutiyetin ilanından sonra pek çok kişi
Abdülhamit zamanında okuyamadıkları bahanesiyle Dârülfünun'a yazıldılar.
Özellikle “ilerisi aydınlık bir meslek” sağlayan Hukuk Mektebi'ne büyük bir “talebe”
akını oldu. 4-500 kişilik okula 1.500-2.000 kişi kaydoldu. İlk başlardaki coşkunluk
geçtikten sonra, bu işin böyle yürüyemeyeceği anlaşılarak bazı önlemler alındı.
Hukuk Mektebi'ne gireceklerin idadi çıkışlı olmaları şart koşuldu. Ancak büyük
kalabalık, yüksek öğretim haklarının ellerinden alınamayacağını iddia ederek,
yönetime baskı yaptılar. Bunun üzerine çoğu medrese çıkışlı olan bu öğrenciler
Arapça Kitabet ve Hesap sınavlarına tabi tutulmuş, ancak pek çok dedikodulara
neden olan2 bu sınav sonuçları da bir çözüm olmamıştı. Zamanın Maarif Nazırı
Emrullah Efendi, idadi öğretimi olmayanlar ve medrese çıkışlılar için başlangıçta
bir yıl, sonra da iki yıl süreli olmak üzere bir “İhtiyat Sınıfı” açmıştır. İlk yıl bu sınıfa
860 kişi kaydolmuştur3.
Emrullah Efendi'nin bu önlemine karşı, ta başlangıçtan itibaren birçok eleştiriler
yapılmıştır. Özellikle Meclis-i Mebusan'da Maarif Nazırları hakkında güvenoyu
istemine kadar giden tartışmalar ve eleştiriler olmuştur. Eleştirilerin bir kısmı,
Emrullah Efendi'yi “teorik, felsefî esaslar üzerinde duran, acemi ve tecrübesiz bir
kişi” olarak niteliyor ve “mektep kaçkınları” için Bakanlığın para harcamamasını
istiyorlardı. Bunlar, ya üniversiteye gitmek isteyen medrese çıkışlıların idadilere
gitmelerini ya da yaşlılar için bir idadi kurulmasını öneriyorlardı. Boşo Efendi,
“yaptığınızı, Avrupa üniversiteleri duymasın” diyordu4. Emrullah Efendi'nin
önlemine, medrese çıkışlılar ve onların Meclis'teki temsilcileri de karşı idiler.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.6408.
Türkiye gaz., 28 Ekim, 21 Kasım 1910.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Tesrinisani 1327, s.327.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Tesrinisani, 1327, s.332.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, s.2157-2158
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 76 ~
Bunlar da İhtiyat sınıfını gereksiz, hele iki yıl olmasını çok uzun görüyorlar; icazeti
olanların doğrudan Dârülfünun giriş sınavlarına alınmalarını istiyorlardı1.
Emrullah Efendi ise ihtiyat sınıflarını idadilerden daha yararlı bulduğunu belirtiyor,
bu sınıfların Avrupa'daki “cours d'adulte”lere benzediğini söylüyordu. Ona göre,
çok sıkı tutulmak şartıyla bu ihtiyat sınıflarına herkes gelip okuyabilirdi.
“Dârülfünunun kapısı herkese açıktır; Fakülte demek, ihtiyar, serbestlik demektir”
diyen Emrullah Efendi; ihtiyat sınıflarının ortadan kaldırılmayacağını, ancak hatası
varsa düzeltilebileceğini belirtiyordu? “Bizde idadilerden mezun olmak yolsuzdur”
diyordu Emrullah Efendi. Onun için orta öğretim “kemâle” ulaşıncaya kadar
“mahreç sınıflarına muhtaç”tık. Aslında hazırlık sınıflarına her isteyen
katılabilmeliydi2. İhtiyat sınıfı tartışmalarında Emrullah Efendi, kendi önerilerinin
kabul edilmemesi halinde istifa edeceğini; bu hususta güvenoyuna gidilmesini
istedi. Bakana güvenoyu verildi3, ama bu konudaki tartışmalar kendinden sonra
gelen İsmail Hakkı (Babanzade) ve Abdurrahman Şeref Beylerin bakanlıkları
zamanında da devam etti. Bu bakanlar da Emrullah Efendi'nin görüşlerini
savundular. Ama Meclis'in ödenek kesmesi, Hukuk Mektebi'nin bu sınıflardan
çıkanları okula kaydetmeleri; Bakanlığın tüm çabalarına rağmen bu sınıfların
kapanmasına neden oldu. Bakanlığa da, bu konudaki pek çok karmaşık sorunlarla
uğraşmak kaldı4.
- Hukuk Mektebi'nde yaptığı yeni düzenlemeler: Emrullah Efendi, bu okulda iki
önemli değişiklik getirmiş bulunmaktadır:
a) Hukuk Mektebi'ndeki dört şubeyi ikiye indirmiştir. Meclis'e karşı 'tasarruf
yaptık; zaten aynı dersler çeşitli şubelerde veriliyordu, bunları birleştirdik' diye
kendisini savunan Emrullah Efendi, aslında Avrupa'daki Hukuk Okullarında da şube
bulunmadığını belirterek, buradaki şubeleri tümden ortadan kaldırmak istiyordu.
Ona göre şubeler göz önüne alınmadan yeni bir program yapmak ve 1200-1300
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, s.2159.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, s.2158-2159.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Teşrinisani 1327, s.329-330.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5 Teşrinisani 1327, s.341-364.
4
Bazı belgeler: Başbakanlık Arşivi. Babıali Evrak Odası, no: 294215. 295425, 306476
Hedef gaz., 16 Mart 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 77 ~
kişilik büyük sınıflar (anfiler) kurarak bunları çeşitli öğretim aletleriyle donatmak
gerekiyordu. Bakan bu görüşlerini sınırlı bir ölçüde uygulama imkânı da bulmuştur.
b) Hukuk Mektebi'nden çıkış sorununa kendine göre bir çözüm getirmek istemiştir.
II. Abdülhamit döneminde Hukuk öğrencileri çıkışta doktora sınavına tabi
tutuluyorlardı. Yani dört yıl boyunca okuduğu derslerden yeniden sınava giriyordu.
Bu uygulama, “öğrencilerin zihinlerini yıpratıyor” gerekçesiyle 1908 yılında, II.
Meşrutiyetin ilanından sonra kaldırıldı. Bu durumdan bir mebus “Hukuk
Mektebine giriş imtihanlarını da, çıkış imtihanlarını da kaldırdılar, bu mektebi
kökünden mahvettiler” diye yakınıyordu1.
Emrullah Efendi'nin bakanlığı dönemine kadar buraya gene çeşitli çıkış sınavları
konuldu. Ama bunlar sürekli olmadı. Emrullah Efendi de eski çıkış sistemlerini
tanımayarak, kendisine göre yeni bir sistem koydu. Buna göre, Hukuk
Mektebi'nden iki türlü çıkış olacaktı: 1) Mülazemet rüusu ki bu normal çıkıştı, 2)
Müderrislik rüusu. Bu çıkış, öğrencinin tüm dört yıl boyunca okuduğu derslerden
sınav yapılarak (tez sınavı) yapılan çıkışa karşı “doctorat en droit”yı (normal
öğretimin dışında bazı dersler de koyarak o derslerden sınava almak) getirmiştir.
Emrullah Efendi'nin bu sistemini, o dönemin eğitim bakanlarından Abdurrahman
Şeref (1853-1925) ve Babanzâde İsmail Hakkı (1876-1913) da savundukları için,
Bakanlıkla öğrenciler ve mebuslar arasında sert çekişmeler oldu. 1910 yılında
Hukuk Mektebi öğrencileri “Cemiyet-i Hususiye” adıyla bir dernek kurmuş, okula
yeni bir program yapmış, “Bundan böyle Hukuk Mektebi'ne Maarif Nezareti
karışmasın” diyerek, Hukukta bir çeşit özerklik ilan etmişlerdi2. 1911 yılında da bu
nedenle İstanbul, Selanik, Konya ve Bağdad Hukuk Mektepleri öğrencileri
ayaklanarak okulu terk etmişler, çeşitli gösteriler yapmışlar ve akla gelebilecek her
yere bazı isteklerle başvurmuşlardır3. Ancak bu sorun, 1911 yılı içinde kesin bir
çözüme ulaşmadan kapandı.
- Yüksek öğretim gençliği için bir öğrenci yurdu (“Darüttüllab”, “Beytüttüllab”)
yaptırma girişimi: Emrullah Efendi, “yüksek mektep hiç bir yerde leylî olmaz”
prensibinden hareket ederek, o zamanki tek yatılı yüksek okul olan Mülkiye
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi 26 Mayıs 1326, s.2155.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1327, s.2153.
3
Sabah gaz., 7,8,9,10,11,12,15 Nisan 1911.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 78 ~
Mektebi'ni de gündüzlüye çevirerek, sorunu öğrenci yurtları yaptırmak şeklinde
çözümlemeye çalıştı. Bu, Fransa'dan etkilenerek ortaya atılmış bir görüştü. II.
Meşrutiyet dönemi İstanbul’u için de çok gerekli bir girişimdi. Emrullah Efendi'nin
öncülüğünde bu hususta pek çok girişimler yapıldı, Şehremaneti’nin (Belediye)
yardımı sağlandı. Hattâ arsa ve bir miktar para da bulundu, ama bir sonuca
ulaşılamadı1. Hattâ genel gelişim içerisinde, taraftarları bulunmasına rağmen,
Emrullah Efendi'nin 'yüksek okullar yatılı olmaz' prensibi de uygulanamadı.
Emrullah Efendi, bu sorunun yanı sıra, yüksek öğretimdeki yoksul gençlerin parasız
okutulmaları hakkında da bazı girişimlerde bulunmuştur2.
- Mülkiye Mektebi'ndeki düzenlemeler: 31 Mart olayına kadar çok yoğun
karışıklıklar içinde bulunan bu okulda, daha sonraki yıllarda da yatılılık,
üniversiteye bağlılık ve yeni iç düzenlemeler yüzünden oldukça hareketli
gelişmeler oldu. Emrullah Efendi'nin bakanlığı sırasında okul, Dârülfünun'un bir
bölümü haline getirildi, yatılılığı kaldırıldı ve Paris Ecole des Sciences Politiques et
Morals'in beş bölümünden üçü alınarak siyasî, malî ve mülkî bölümler şeklinde
yeniden düzenlendi3. Emrullah Efendi'nin bakanlığından sonra komisyonlar vs.
toplanarak okul Dârülfünun'dan ayrıldı ve yatılılığı da geri verildi4.
- Dârülfünun'un özerkliği (“muhtariyeti”): Türkiye'de Dârülfünun'a özerklik
verilmesi hakkındaki ilk kıpırdanışlar, XX. yüzyıl başlarında “Dârülfünun-u Şâhâne”
açıldıktan birkaç yıl sonra ortaya çıkmıştı. Dârülfünun'da ders veren öğretmenler
ayaklanarak bağımsızlıklarının sınırlanmamasını istemişlerdi. Özerklik hususundaki
diğer çalışmalar da II. Meşrutiyet döneminde, Emrullah Efendi'nin bakanlığı
sırasındaki çalışmalar olmuştur.
1
Ahmet Hilmi “Maarif Nezareti'nin bir teşebbüs-ü mühimmi”, Yeni Tasvir-i Efkar 5 Nisan
1910
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5-6 Haziran 1330, s.298-302, 307-327.
M.S. “Mekteb-i Mülkiye ve leyli mektepler”, Sabah gaz., 21 Haziran 1914.
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi,2 Mart 1326, s.128-131.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26-27 Mayıs 1326, s.2154, 2161-2164.
4
“Mülkiye Mektebi”, Sabah gaz., 7 Kasım 1913.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5-6 Haziran 1330, s.298-302,307-327.
Çankaya, Ali. Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara,1954, s.93-95.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 79 ~
Emrullah Efendi, ilk bakanlığı sırasında Dârülfünun’a daha fazla özerklik
verileceğinden, 1911 yılında özel bir bütçe ve Dârülfünun Yasasını Meclis'e
getireceğinden bahsetmiştir1.
Emrullah Efendi'nin Dârülfünun bahsinde asıl çalışmalarını gerçekleştirdiği yıl ise
1912'dir. Bu yıl bir yandan tek tek fakülte yönetmelikle yapılırken, genel olarak
bütün Dârülfünun'u ilgilendiren bir yönetmelik tasarısını da hazırlamıştır2.
Dârülfünun'a bağlı Fakülte ve Yüksek Okullardaki yönetim işleri ve kuruluşlarıyla
ilgili olan bu yönetmelik, Dârülfünun Meclis-i Muallimin'ince (Profesörler Kurulu)
beğenilmedi. Bu kurul, kendi hazırladığı bir tasarıyı, rapor halinde Maarif
Nezaretine sundu3. Bakanlıkça reddedilen bu raporun arkasından Dârülfünun ikinci
bir rapor daha sundu. Bazı değişikliklerle ancak üçüncüsü kabul edilen bu raporlar,
genellikle ders programlarını içeriyordu4.
Emrullah Efendi bir yandan üniversitenin yönetim biçimini bir yönetmeliğe
bağlamaya çalışırken, üniversiteye girişi belirleyen bir yönetmeliği de
yasalaştırıyordu5. 1912 başlarında hazırladığı tasarı tepki ile karşılanan Emrullah
Efendi aynı yılın Haziran sonralarında kendi başkanlığında kurduğu bir komisyona,
Avrupa Üniversiteleri yasalarını da göz önünde bulundurarak bir yasa tasarısı
hazırlattı6. Tedrisat-i Aliye Lâyiha-i Kanuniyesi” adıyla Meclis'e sunulan bu tasarı,
1913 yılında Maarif Nezareti tarafından Đstanbul Dârülfünunu Talimatı olarak
yayınlandı7. Avrupa üniversitelerini görünüşte taklit eden bu yasada özerklikten
hiç bahsedilmiyor, hattâ Dârülfünun tamamen Maarif Nezaretinin emrine
sokuluyordu. O dönemin kamuoyunda Dârülfünun'a “istiklâl-i tam” verilmesi ve
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2142.
“Dârülfünunun Teşkilât-i Esasiye ve İdareyesine Müteallik Nizamname Layihası”, Hak
gaz., 21,22,23 Mart 1912.
3
Ahmet Agayef. “Dârülfünun teşkilâtı”, Hak gaz., 24 Haziran 1912.
4
Ergin, Osman. Türkiye Maarif Tarihi, s.1225-1226.
5
“Mülazemet Rüusu (Bakalorya) İmtihanına Dair Nizamname”, Düstur, 2. tertip, c.V, s.498501.
6
“Tedrisat-ı Aliye Lâyiha-i Kanuniyesi”, Hak gaz., 30 Haziran 1912, Sabah gaz. 1 Temmuz
1912.
7
İstanbul Dârülfünunu Talimatı, İstanbul, 1329.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 80 ~
“serbest bir tensikat yapılması” gerektiği hararetle savunulurken1, Balkan
Savaşı’nın kızışması, bunu körletecek daha önemli olaylar çıkarıyordu.
Emrullah Efendi'nin Dârülfünun'a karşı vaziyet alışının bir başka yönü, gene 1912
Martında hazırlayıp2 yasalaştırdığı3 “Dârülfünun ve Şuabatının İnzibatına Dair
Nizamname”de daha iyi görülür. Emrullah Efendi, bu yönetmeliğin gerekçesinde
şöyle diyordu:4 “Dârülfünun gibi bir müessese-i âliye-i ilmiyede feyz-i irfanın
hakkıyla tenemmi ve taalisi, her nevi müessese-i âlide olduğu gibi, mühim bir
cihetten mektep dahilindeki hıfz-ı nizam ve intizama ve hayat-i tahsilin hüsnü
cereyanına mevkuf olup, bu maksad-ı hayrın husulü ise sırf hıraset-i ilme mahal
olan bu Darülmaarifin kapılarından, hayat-ı siyasiyenin ihtirasatı ve gulgule-i
şamatatı nüfuz etmemesiyle ve ilmin lâzime-i tahsili olan huzur-u zihne ve asayiş-i
ruha taalluk-u karibi bulunan âsudegi-i dahiliyenin ilme ve Darülilme lâyık olan
tazim ve hürmet dairesinde mazhar-ı riayet olması ile temin edilebileceğinden,
Dârülfünun inzibatına müteallik olarak tanzim edilen Nizamname lâyihası, bu
esaslar üzerine bina olunmuştur.”
Dârülfünun içinde dernek kurmadan afiş yapıştırmaya kadar pek çok şeyi
yasaklayan Emrullah Efendi'nin bu yönetmelikteki asıl yeniliği, üniversite polisi
kurma fikri idi. Ona göre okul ve öğrenci işlerine polisin ve zabıtanın karışması,
kabul edilmeyecek bir şeydi. Bu polisiye işleri hademeler de göremeyeceklerine
göre, “müdür ve muallimler emrinde görev yapacak olan Dârülfünun inzibat-ı
dahili memurları “ihdasına” gerek görülmüştü. Bu memurlar, tek tip elbise
giyeceklerdi. Yönetmelik Maarif Nazırına, Dârülfünun'u ve bazı dersleri geçici
kapatma yetkisi de veriyordu.
Meclis'ten geçirilmeden uygulamaya konulan bu yönetmelik, özellikle İttihat ve
Terakki muhaliflerince tepki ile karşılandı. Onun bir parti bakanı olduğu,
üniversiteye ve oradaki muhalefet çalışmalarına bir baskı olduğu iddia edildi.
Emrullah Efendi de gazetelere yolladığı bir açıklama ile5, her iki bakanlığı sırasında
da yüksek öğretimin sağlam temeller üzeri kurulması için çalıştığını, Dârülfünun'da
1
“Tedrisat-i âliye meselesi”, Hak gaz., 2-3 Temmuz 1912.
Tanin gaz., 8 Mart 1912
3
“Dârülfünun ve Şuabatının İnzibatına Dair Nizamname”, Düstur, 2.tertip, c.IV, s.460-463.
4
Emrullah. “Dârülfünunda inzibat”, Tanin gaz., 7 Mart 1912
5
Teminat gaz., 11 Mart 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 81 ~
aldığı önlemlerin yalnız muhalefet için değil her türlü siyasî akımlar için alındığını
ve uygulamada hoşgörü yapılmayacağını açıklıyordu. Buna rağmen Dârülfünundaki
disiplin sorunu, daha bir süre devam etti1.
i) Öğretmen yetiştirme:
- Öğretmenliği bir meslek haline getirme çalışmaları: XX. Yüzyıl başlarında Osmanlı
eğitim kurumlarında her kaynaktan öğretmen vardı. Her kademedeki okullardan
mezun olanlar, hattâ okul yüzü görmemişler bile öğretmen olabiliyorlardı.
Meslekteki maaşları da geçimlerine yetmediğinden, öğretmenliğe ek olarak ikinci
bir iş tutuyorlar; bu da görevlerini önemli ölçüde aksatıyordu.
Emrullah Efendi ilk bakanlığı sırasında, öğretimdeki seviye düşüklüğünün memur
öğretmenler yüzünden olduğuna hükmederek, “memur-muallim”lere karşı bir
temizlik hareketine girişmiştir2. Bu kişiler ya memurluğu ya da öğretmenliği
seçmek zorunda kalmışlar ve çoğu da memurluğu tercih etmişlerdir.
Meclis'teki bir konuşmada “Bir talim ordusu, bir muallim ordusu
yetiştirmek fikrindeyim. Benim nazariyem budur. Kâtipleri, hâkimleri muallim
yapamayız... Muallimlik bir meslektir” diyen3 Emrullah Efendi, bakanlığı sırasında
bir “muallim sınıfı yaratmaya, bu sınıfa ehemmiyet kazandırmaya” çalışmıştır.
Bunun için bir taraftan “seyyar muallimler”i*, “yıllıkçı muallimler”i** kaldırmaya
çalışıyor; bir yandan da öğretmenlerin maaşlarını arttırma yollarını arıyordu.
Bütçeye bu hususta ödenekler koyduruyor, ders saatlerini arttırarak, ders öbekleri
oluşturarak, tatil günlerinde de çalışmış sayarak fazla maaş vermeye çalışıyordu4.
Öte yandan öğretmenlerin terfilerini bir kurala bağlayarak ve emeklilik kurumu
kurarak öğretmenliği, yolu belirlenmiş ve geleceği güvence altına alınmış bir
meslek haline getirmek istiyordu. Ülkemizde ancak çok çok sonraları
1
Köprülüzâde Mehmet Fuat. “Dârülfünun meselesi”, Hak gaz., 15 Mart 1912.
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi” 14 Haziran 1326.
“Memur muallimler”, Sabah gaz., 29 Eylül 1910.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.637.
*
Genellikle uzmanlık alanlarında çeşitli okulları dolaşarak ders veren öğretmenler.
**
Halk tarafından bir yıllığına belirli bir ücretle tutulan öğretmenler.
4
a.g.y.; Başbakanlık Arşivi, Bâbıali Evrak Odası, no:276924.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 82 ~
gerçekleşecek olan ilkokul öğretmenlerine Devlet bütçesinden maaş verilmesi
ilkesinin yasal hazırlıklarını yapıyordu1.
1910 yılında hazırladığı “Tedrisat-i İbtidaiye Kanunu Lâyihası” da, öğretmenler
arasındaki “evvel”, “sâni”, “sâlis” gibi ayrımları ortadan kaldırıyor, bir “muallim” ve
bir de “muallim halifesi” zümrelerini koyuyordu. Muallim halifeliği staj yapan
öğretmenlerden oluşacaktı ve öğretmenin yardımcılığını da yapacaklardı.
“Ehliyetname” usulünü de belli bir geçerlilik süresine bağlamaya, o süre sonunda
sınavla asıl öğretmenliğe geçirtmeye çalışıyordu.
Öğretmenlerin meslek-içi eğitimlerini sağlamak için de bir yandan İstanbul'da
merkezi kurslar açmayı2, bir yandan da müfettişlerin işbaşın da eğitim yapmalarını
gerçekleştirmeye çalışıyordu3.
- Öğretmen okulları: Emrullah Efendi'ye göre, okulun en önemli elemanı ve
eğitimin temeli öğretmendir. Oysa Türk eğitiminde bu yoktur. Taşra ilkokulları için
70.000 öğretmen gereklidir. Bakanlığın elinde çok para da olsa, bunların yüzde
birini bile bulamayacaktır4. Onun için şu anda mevcut olmayan bu öğretmenlerin
yetişmeleri gerekti.
Öğretmen yetiştirmek için Dârülmualliminlerde yeni düzenlemeler gereklidir. Bu
okulların hepsi yatılı (“leylî”) olmalıdırlar. Buradaki öğretmenleri Devlet
yetiştirmeli ve istediği yere yollamalıdır. “Benim bütün ümidim
Dârülmualliminlerdedir. Muallimler köye gitmeli, köyü aydınlatmalıdırlar. Köyün
de muallimi nâsıhı, velinimeti olmalıdır. Biz böyle muallim istiyoruz”5 diyen
Emrullah Efendi, bu alanda yapılacak çalışmalara, her iki bakanlığı sırasında da
bütün gücüyle devam etmiştir. Yeni Dârülmualliminler yaptırmış, gündüzlü olanları
yatılıya çevirtmiş, İstanbul'da yatılı bir Darülmuallimat kurdurmuş***, İstanbul
1
Emrullah, “Tedrisat-i ibtidaiye”, Mülkiye der., 23 (1326), s.63.
D.K.: “Maarifimiz”, Sabah gaz., 28 Şubat 1910.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326; s.2105.
4
D.K. a.g.m.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2113.
***
Dârülmuallimat’tan çıkan kızlar taşraya gitmiyor, hattâ evlendikten sonra öğretmenlik
bile yapmıyorlardı. Emrullah Efendi kız öğretmenleri bakanlığın tam emrine alabilmek için
yatılı bir kız öğretmen okulu açmaya karar verdi. Taşradaki Maarif İdarelerine yazılar
yazarak, bu okul için yoksul kızlar istedi. Rüşdiye çıkışlı 78 kız İstanbul'a toplandı. Ancak bir
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 83 ~
Dârülmuallimin'ine “Tatbikat Mektebi” yaptırmış, kapatılmış olan Dârülmuallimin-i
Rüşdileri yeniden açtırmış, idadi öğretmenlerini yetiştirmek için bir
“Darülmuallimin-i Aliye” kurmuştur. “Çıktığı mektebe muallim olan efendilerle bir
mektep idare olunamaz” diyerek1 sağlam bir öğretmen yetiştirme politikası izleyen
Emrullah Efendi'nin yatılılık politikası başarıya ulaşmış; 1914 yılında ancak üç
öğretmen okulu gündüzlü kalmıştı.
Emrullah Efendi, yaptığı işlerin içinde, en fazla öğretmen yetiştirme çalışmalarını
beğenmiştir. Meclis'te Boşo Efendi (1876-1929)'ye karşı: “Canım sen de bizim
Maarifi o kadar fakir zannetme! Bizim Dârülmualliminlerimizin düzeni Avrupa'da
bile yok!” demiştir2.
j) Özel öğretim ve dinî toplumların okulları: Emrullah Efendi, kişiler ve dinî
toplumlar tarafından kurulan okullarda yapılan öğretime, özel öğretim diyor3. Ona
göre özel okulların programlarının yapılması, ders kitaplarının seçilmesi,
öğretmenlerinin atanması vs. hep okul kurucusu ve müdürüne aittir. Ancak Devlet
özel okullara bazı şartlar koyar. Bunlar; öğretimin yasalara ve ahlâka uygun olması,
okuldaki öğretmen ve yöneticilerin ehliyetli olması, okul binasının bazı özellikleri
vs.. konusundadır. Devlet, bunları denetim yoluyla inceler4.
Özel okullar, ilk ve ortaöğretim alanında açılabilirler. Yüksek öğretimde özel
okullar açılamaz; bu, Devletin görevidir. Özel kişi ve kuruluşlar yalnız ders (“kurs”)
açabilirler, bu da ancak tek ders üzerinde olur5. Hükümetin yüksek okullardaki
ara bu okulun açılmasından vazgeçilerek, geri taşraya dağıtılamayan bu kızlar için bir konak
kiralandı. Basın, “leylî Darülmuallimatın açıldığını” yazdı ama bu okul açılmadı. Kızlar, Kız
Sanayi Mektebi'nin derslerine devam ettiler. Emrullah Efendi hakkında soru önergesi
verilmesinin nedenlerinden biri olan bu olay, ancak Darülmuallimatla Kız Sanayi
Mektebinin birleştirilmesinden sonra yatıştı. (Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27
Kanunuevvel 1326, s.626-633).
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, s.2108.
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi; 27 Mayıs 1326, s.2197.
3
“Tedrisat-ı ibtidaiye”, Mülkiye, 24 (1326), s.44
4
a.g.m., s. 44-45.
Emrullah, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1327 Senesi Dördüncü Kongresinde
Tanzim Olunan Siyasî Programa Dair İzahname, s.78-79.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kanunuevvel 1326, s.662-664
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 84 ~
hakları başkalarına devredilemez; ancak yüksek okullar bütün Osmanlılara açıktır1.
Emrullah Efendi, Fransa ve Belçika'da uygulanan özel okul sistemini, yani
sınavlarını Devletin yapması ve çıkış belgelerini Devletin vermesi sistemini önerdi
ama azınlık temsilcilerine kabul ettiremedi2.
Emrullah Efendi bakanlığa başladıktan sonra özel okulların yönetimi konusunda bir
yasa tasarısı hazırlayıp Meclis'e sunmak istedi. Ancak daha tasarı hazırlanırken
Rum gazeteleri büyük gürültüler çıkarmaya başladılar. Emrullah Efendi bu tasarı
ile, okullardaki öğretimden Bakanlığa karşı sorumlu mevkiyi Patrikhaneden alıp
okul müdürlerine dağıtmak istiyordu3. Bundan da, bu okullara Devletin söz
geçirmesini ve denetimini kolaylaştırmayı amaçlıyordu. Patrikhane bu tasarıyı
hazırlattırmadı bile!.. Emrullah Efendi, dinî toplumların okullarını, özel okullar
sınıfına almak istiyordu. Dinî toplumların temsilcileri ise buna şiddetle karşı
çıkıyorlar, daha önce almış oldukları ayrıcalıkları bırakmak istemiyorlardı. Emrullah
Efendi'nin bu husustaki çabaları boşa gitti. Meclis-i Mebusan'da özellikle Boşo
Efendi'nin çabalarıyla, özel okullardan ayrı bir “cemaat mekâtibi” gurubunu kabul
etmek zorunda kaldı4. Daha sonra da “bizdeki cemaatler yalnız âdi birer cemiyet
değil, korporasyon ve müessese sıfatını haizdirler”, bunların okullarını özel okul
sayamayız diyerek yeni bir yola girmiştir5. Ona göre dinî toplumların okulları, genel
genel okullarla özel okullar arasında bir yerde idi. Özel okullardan farkı da
öğretmenlerinin ehliyetnamelerinin onaylanması ve verdikleri çıkış belgeleri
(diploma) hususundadır6. Ancak Emrullah Efendi, dinî toplumların okullarını genel
okullara yaklaştırarak, 'eğer okulun bulunduğu yerin çoğunluğu o okulu istiyorsa, o
zaman okul genel okul haline gelir; bunun da Devlete bağlanması gerekir' diyerek7
bir akıl yürütme yapmak istemişse de, bunu uygulayamamıştır.
Patrikhane, kendi okullarındaki öğretmenlerinin diplomalarını kendisi onaylayıp,
bunu Maarif yöneticilerine kabul ettirme hakkını ta 1893 yılında almıştı. II.
Meşrutiyet döneminde bu sorun gene ön-plana çıktı. Çok uzun çekişmelerden
1
D.K. “Tahsil-i âli ve hakk-ı tecil”, Sabah gaz., 15 Ocak 1911
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kanunuevvel 1326, s.664-671.
3
“Mekâtib-i gayri müslime”, Yeni Tasvir-i Efkâr gaz., 14 Şubat 1910.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, s.2199.
5
Emrullah, “Tedrisat-i ibtidaiye”, s.44-47.
6
a.g.m., s.47.
7
a.g.m., s.49.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 85 ~
sonra 1910 yılında, 1893 şartlarını Osmanlı yöneticilerine gene kabul ettirdiler,
ayrıca da Bakanlığın bu yolla kabul ettiği öğretmenlerin askerlikten muafiyetlerini
sağladılar.
Özel okullardan çıkış belgeleri sorunu ise, bu dönemde tartışılan en önemli
konulardan birisi olmuştur. Patrikhane, kendi okul programlarını Bakanlığa
onaylattırarak ve verdiği çıkış belgelerini de resmî okulların çıkış belgelerinin aynısı
haklara sahip kılmak istiyordu. Emrullah Efendi ise, “doktora, mülazemet rüusu
gibi ilmi rütbelerin dışında” özel okulların diploma verebileceklerini; ancak
bunların “müselsellik” hakkını, yani sınavsız bir üst okula girme hakkını
alamayacaklarını belirtiyordu1. Bunun için, özel okul çıkışlıların Devlet çarkına
girmek istediklerinde mutlaka sınavdan geçirilmeleri gerekti. Devlet; özel okullarda
ve dinî toplumların okullarında bazı derslerin okutulmasını zorunlu tutabilir, bazı
zararlı, dersleri de yasaklayabilirdi. Ancak bu yasaklama gerek taşrada gerekse
İstanbul’daki Bakanlık ve Patrikhane yöneticileri arasında sert çekişmelere yol açtı.
Devlet, zararlı bulduğu dersi, ders kitabını ve öğretmeni hemen değiştiriyor;
Patrikhane ise bu konudaki anlaşmazlıkların İstanbul'da çözümlenmesini istiyordu.
Emrullah Efendi'nin fikri ise, hükümetin özel okullara emir veremeyeceği, ancak
kötü taraflarını yasaklayabileceği şeklinde idi. Öğretim hürriyeti ilkesi daha
ilerisine dayanamaz, diyordu. Değiştirilmesi gereken ders veya öğretmen olsa bile
hükümet bunları değiştiremez; değiştirilinceye kadar yasaklanmış olarak bekler2.
Bu sorunun tartışmaları I. Dünya Savaşına kadar sürdü gitti...
Dini toplumların okullarının ruhsatları sorunu da gayet önemli idi. Bu okullara
ruhsat verilmesi ta II. Abdülhamit döneminden beri çok uzun işlemleri
gerektiriyordu. II. Meşrutiyet döneminde de bunun basitleştirileceği hakkında
çeşitli kararlar alınmasına rağmen, uzun işlemler aynen devam etti. Emrullah
Efendi'ye göre ise, hükümetin özel öğretimde “ruhsat verme” değil; öğretmen,
bina, bazı ders kitapları ve yasalara uymuyorsa, öğretimi yasaklama hakkı vardı3.
Onun için hükümetin ruhsat vermesi, kötü niyetli kişi ve kurumlara kolunu
kaptırması demekti.
1
Emrullah, “Patrikhanelerin müstediyatı-Tedrisat Meselesi ve Tanin gazetesi”, Yeni
Muhitül Maarif, 20 Ağustos 1327, S.4,10.
2
Emrullah, “Tedrisat-i ibtidaiye”, s. 8,11.
3
Emrullah, “Patrikhanelerin müstediyatı - Tedrisat mes'elesi ve Tanin gazetesi”, s.3.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 86 ~
Azınlık okullarında çok sayıda yabancı (Bulgar, Rum, Ermeni) öğretmen vardı.
Bunlar, her düzeydeki okullarda öğretmenlik yapabiliyorlardı. Emrullah Efendi de
orta ve yüksek öğretimde, Bakanlığın bilgisi içinde yabancı öğreticilerin
kullanılabileceğini; ancak ilköğretim düzeyinde bunun imkânsız olduğunu
belirtiyordu1. Ama dinî toplumların, kendi okullarına öğretmen yetiştirmek için
öğretmen okulu kurma hakları vardı.
Emrullah Efendi'nin eğitimde sıkı bir denetim kurma çalışmalarının altında, aslında
bu dinî toplumların okullarını gözetim altında bulundurma zorunluluğu büyük bir
yer tutuyordu. Bu toplumlar, okullarını kendi müfettişlerinin denetlediklerini;
Devletin bu müfettişleri ve yaptıkları işi resmen tanımasını istiyorlardı. Güçleri
yeterse okulları Devlet denetleyicilerine açmak istemiyorlar, eğer girerse onları
istedikleri gibi gezdirmeye çalışıyorlardı. Bütün bunlar kâr etmeyince de,
denetimin daha önceden Patrikhaneye ve okul müdürlüğüne haber verilmesini
istemeye kadar gittiler. Emrullah Efendi hiç bir ödün vermeyerek bunları şiddetle
reddetmiş2; “Patrikhanenin bu isteği kapitülasyonları andırıyor... yoksa gizli bir
niyeti mi var?” diye sormuştur3. Buna karşılık Meclis'te de Zührap Efendi “... ama
bu terbiye-i Osmaniyenin altında ne var?” diye soruyordu4. Bu bilmezlikten gelme
oyunları, karşılıklı olarak sürdü gitti...
k) Denetim sorunu: Emrullah Efendi'nin eğitim görüşlerinin temelinde denetim
sistemi vardır. Ona göre denetim, öğretim kurumlarının hükümetle olan
ilişkilerinin özüdür. Okullardaki öğretimin birliği ancak bu yolla sağlanır5. Osmanlı
eğitiminin bir düzen içinde olması gereklidir. Dinî toplumların okulları dahil tüm
öğretim kurumları yönetimin gözü altında olmalıdır. Yönetim, ülkede ne oluyorsa
bilmelidir. Bu nedenle denetleyiciler ülke için bir siyasî hayat sorunudur6.
Denetleyiciler, bilhassa özel okulları yoklayacaklardır; hem de sık sık ve uzun süreli
olarak!7
1
“Maarif Nazırının beyanatı”, Sabah gaz., 10 Ağustos 1910.
Emrullah, “Tedrisat-i ibtidaiye”, s.7-10
3
A.g.y.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Kanunusani 1326, s.695.
5
Emrullah, “Patrikhanelerin müstediyatı - Tedrisat mes'elesi ve Tanin gazetesi”, s.7
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.633.
7
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2141.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 87 ~
II. Meşrutiyetten önce Maarif Nezaretinin emrinde 60 kadar müfettiş vardı. Ama
daha sonraki “temizlik hareketi” (“tensikat”) sırasında bunların işlerine son
verilmişti. Bu nedenle Emrullah Efendi kendi bakanlığı sırasında yeni bir denetim
örgütü kurma çalışmalarına başladı. Buna göre Bakanlığın emrinde bazı merkez
müfettişleri, vilayet merkezlerinde bulunan ve Maarif Müdürlerinin emrinde
bulunan müfettişler ve valiler tarafında atanacak olan ilköğretim müfettişleri
bulunacaktı. Bu yaygın örgütü gerekli atamaları yapıldıktan sonra bir de
yönetmeliği yayınlandı1. Bu yönetmeliğe göre, müfettişlere üç çeşit görev
veriliyordu:
1. Var olan okulları denetlemek,
2. Köylerde eğitim hakkında incelemeler yapmak ve gereksinmeleri belirlemek,
3. İlköğretimi desteklemek ve halka okul yaptırmak.
Bu müfettişler, yaptıkları çalışmaların sonucunu birer ayrıntılı rapor halinde
Bakanlığa bildiriyorlardı. Bakanlık da bunları ayrıca değerlendiriyordu.
Emrullah Efendi müfettişleri, eğitim için, yurdun kurtuluşu için yapılacak bir planın
izcileri sayıyordu. Onlar “terbiye-i Osmaniyenin nazımları idiler. Ancak bunların
yurdu karış karış dolaşmaları gerekti. “Müfettişleri oturtmayın, köy köy gezdirin”
diyerek valilere telgraf çekmişti2. Onun gözünde müfettişler “seyyar bir Maarif
Müdürü idiler”3. Emrullah Efendi'nin uyguladığı bu sistem; müfettişleri taşraya
göndererek eğitim gereksinmeleri belirleme sistemi, Fransız eğitiminin 1880’lerde
uyguladığı bir sistem idi.
Emrullah Efendi'nin denetim örgütü kamuoyunda ve Meclis'te çok sert eleştirilerle
karşılandı. Ülkede okul olmadığı, olmayan bir şeyin nasıl denetleneceği
soruluyordu. Müfettişlerin elinde hangi derslerin nasıl ve neye göre okutulacağına
dair resmî bir yönerge yoktu. Öğretmenlerin didaktik yönleri nasıl
1
“Maarif Müfettişleriyle Vilayet Maarif Müfettişlerinin Vezaifine Müteallik Talimat”, Sabah
gaz., 2 Ekim 1910.
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326, s.634.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2138.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 88 ~
değerlendirilecekti? Hattâ müfettişlerin demirbaş eşyaları denetlenesi bile
gereksiz görülüyordu.
Emrullah Efendi, Mecliste kendi sistemini çok savundu. Denetimin yanı sıra ülkenin
eğitim durumunu inceleme, halkı eğitime teşvik etme, hazırlama gibi görevleri de
müfettişlerin yüklendiğini belirtti. Buna rağmen bu örgüt Meclis tarafından
lağvedildi. Emrullah Efendi, müfettişler olmadan Bakanlığın iş yapamayacağını ve
yönetilemeyeceğini açık olarak belirtti1. Sorun Bâbıali’ye geldi ve Şurayı Devlet,
Bakanlığı destekledi. Ancak kesin bir çözüme ulaşılamadan bırakıldığı için
müfettişlerin kimi görevlerinden ayrıldı, kimi ayrılmadan başka bir iş bulup
çalışmaya başladı. Bundan sonra da savaş yıllarına kadar sağlam bir denetim
kurulamadı.
Emrullah Efendi'nin denetim örgütünün iki büyük amacı vardı: ilköğretimi yaymak
ve geliştirmek, azınlık okullarını sıkı bir denetim altına almak. Ona göre; yönetim
azınlık okullarını herhangi bir özel okul gibi denetleyebilirdi. Ancak bu denetim,
okulların özel işleri üzerinde değil, genel işler ve ülke çıkarları üzerine olmalıydı.
Ahlâkî ve genel ülke çıkarlarını doğrudan doğruya ilgilendirmeyen konular resmi
denetim dışında kalabilirdi. Resmi denetim okulların sağlamlık ve sağlığa
uygunluğunu, öğretmenlerin belgelerini, öğretimin içeriğini ve Devlet yasalarına
uygunluğunu yoklamak zorundaydı. Patrikhaneler de kendi okullarını kendi
müfettişlerine denetletebilirlerdi. Ancak “Teftiş işlerinde çok mutaassıp olması
gereken” yönetim, bu konuda hiç bir kurumu kendisine ortak etmemeli idi2.
Doğal olarak bu konularda Emrullah Efendi ile dinî toplum liderleri arasında yoğun
bir çekişme geçti ve Emrullah Efendi'nin denetim örgütünün Meclisçe
feshedilmesinde de bu azınlık milletvekillerinin çok önemli rolleri oldu.
Değerlendirme: Emrullah Efendi gerek bakanlık yaptığı gerekse başka maarif
işlerinde bulunduğu sıralarda genellikle takdir edilen bir kişiydi.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.631.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2135-2140.
2
Emrullah, “Patrikhanelerin müstediyatı - Tedrisat mes'elesi ve Tanin gazetesi “, s.7-9, 11.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 89 ~
Şahsiyet olarak hakkında her zaman iyi şeyler söylenmiştir. Osmanischer Llyod
onun “âlim, fâzil bir kişi” olduğunu belirtirken1, Ahmet Hilmi söyle diyordu2: “İyi bir
tahsil gördükten, yıllarca Maarif hizmetinde bulunduktan, eserleriyle faziletini
ispat ettikten sonra, bunca sermaye ve tecrübelerinden sonra Emrullah Efendi bile
Maarifimizi düzeltemezse, ıslah ümitlerimizi maariften kesmeliyiz.”
Sabah gazetesi ise, onun ruhen ve fikren âli olduğunu, hayatı ilim ve fen kazanmak
olarak anladığını, zenginliğe ve lükse lakayd olduğunu, Maarif Nazırlığına da mevki
hırsıyla gelmediğini yazıyordu3.
Emrullah Efendi'yi bilgi ve fazilet olarak övmekte birleşen gazeteler, onun
bakanlığı sırasında yaptığı işleri eleştirmekte de birleşmişlerdir. Bu eleştiriler şu
noktalarda toplanabilir:
1) Emrullah Efendi, yasa ve yönetmelik tasarıları hazırlamakta ve örgüt kurmakta
başarılı oluyor. Ancak örgütü verimli kılacak, yasaları uygulayacak adamları
seçemiyor4.
2) “Tedbirlerini muhite tevfik edemiyor”. Çevreyi, ülkeyi, halkın gelenek ve
ihtiyaçlarını bilmeden, incelemeden, anlamadan acele ile uygulamalar yapmak
istiyor. Osmanlı ülkesi, Fransa değildir. Osmanlının örgütleniş biçimi de, halkı da
Fransa'daki gibi değildir5. Ancak bu eleştiriye karşı Bakan da “Ben Fransız
kanunlarını taklit değil tatbik ediyorum; bu ikisi arasında fark vardır” diyordu6.
3) Emrullah Efendi, teori ile pratiğin ayrı şeyler olduğunu anlayamamıştır. Onun
hatası, bilgisinin sırf teorik olmasındandı. Birçok proje yaptı ama uygulayamadı;
projeleri gereği gibi derinleştiremedi. Memleketin “şerait-i hazırası”nı göz önüne
almadı7.
1
Sabah gaz., 20 Şubat 1911.
Ahmet Hilmi. “Maarif Nazırı Emrullah Efendi hazretlerine birinci Mektup”, Yeni Tasviri
Efkar gaz., 20 Ocak 1910.
3
Sabah gaz., 13 Ağustos 1914.
4
Abdullah Cevdet. “Hayat kadar mutena”, Hak gaz., 27 Nisan 1912.
5
(“Karşı gazetelerden”), Sabah gaz.,25 Kasım 1910(“Maarif derdi-muhite göre tedabir”)
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.634.
7
(Osmanischer Llyod gazetesinden), Sabah gaz., 20 Şubat 1911.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 90 ~
4) Bütün diğer bakanlar gibi Emrullah Efendi de programsız davrandı. İçtihadına
göre iyi olanları, vicdanına göre doğru olanları yaptı1.
5) Emrullah Efendi bakanlık yaptığı sırada hakkında iki soru önergesi verilmiştir.
Bunlardan biri Trablusgarp mebusları tarafından kendi vilayetleriyle ilgili olarak2,
diğeri de Hüseyin Cahit Bey tarafından genel olarak verilmişti (Bak, metni ekte).
Burada Trablusgarp mebusları “Bizim takririmiz Nazır Efendiye karşı değildir, onu
düşürmeyi de gaye etmiyor”3 demelerine rağmen, Hüseyin Cahit Bey onu, çok şey
yapmaya kalkışmak ama bunların hiç birisini başaramamak, bakanlık bütçesini israf
etmek, maarifin ilerlemesini büyük zararlara uğratmak, ilköğretimi ihmal etmek vs.
ile suçluyordu. “Niyetleri gayet âli, fakat yaptıkları seraptan ibarettir” diyordu4.
Ama bu suçlamalara rağmen, yaptıkları açıklamalar ile Emrullah Efendi güvenoyu
almıştır5.
6) Emrullah Efendi gayet “müstebitane” davranmaktadır. Yasaları kendisi
hazırlamaktadır, bütçeyi kimseye sormadan hazırlamaktadır6. Her bakanlığında
yasa ve yönetmelikleri kendi keyfine göre değiştirmektedir7. Yasalara aykırı birçok
işlemleri yapmaktadır8. Emrullah Efendi, eğitim makinesinin çarklarını birbirine
bağlamak istemiş, ama işletememiştir. Bazı çarkları devreye sokamamış, o çarklar
“boşa dönmüşlerdir”. Bakanlıklar yaptığı dönem Emrullah Efendi’den çok şeyler
bekleniyordu, ama bunlar hayal kırıklığına uğramıştır9.
Ek: Emrullah Efendi hakkında Hüseyin Cahit Bey tarafından verilen soru önergesi
(“istizah takriri”):
“Meclis-i Mebusan Riyaset-i Celilesine,
M.S. “Nazariyat vadilerinde”, Sabah gaz., 31 Aralık 1911.
1
M.S. “Maarif Nazırından istizah”. Sabah gaz. 9 Ocak 1911.
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 20 Kanunuevvel 1326, s.569.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.623.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.624-630.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.630-649.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 24 Teşrinisani 1326, s.287-288.
7
“Emrullah Efendi başlıyor”, Teminat gaz., 14 Mart 1912.
8
Türkiye gaz., 14, 18 Teşrinievvel 1326.
F.R. “Maarif Nazırı Emrullah Efendiye açık mektup”, İştirak dergisi., 14 (1326), s.215-216.
9
M.S. “Maarif makinası sağlam mı, çürük mü?”, Sabah gaz., 14 Ocak 1911
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 91 ~
Maarif Nezareti'nin liseler teşkilâtı hususunda ittihaz ettiği meslek ile Nezarette
muntazam bir program takip edilmemesi yüzünden gerek muallimlerin tayininde
gerek muallimlere maaş tahsisinde gösterilen adem-i isabet ve israftan ve
tedrisata vakt-i lâzımında mübaşeret edilmemesi hasebiyle vukua gelen zarar-i
maneviden dolayı Maarif Nezaretinden istizahı keyfiyet edilmesini teklif eylerim.
13 Kanunuevvel sene 326
İstanbul Mebusu CAHİD
3.1.2. FERİDUN VECDİ
Hayatı: Hayatı hakkında hiç bir bilgi bulunamamıştır. Ancak yazılarından
anlaşıldığına ve kendisinin de bizzat belirttiğine göre “çeşitli memleketleri gezmiş,
çeşitli mekteplerde muallimlik yapmış bir şahıstır1.
Tasvir-i Efkâr ve Hakk gazetelerinde, eğitim sorunları üzerine çeşitli yazılar
yazmıştır.
Görüşleri: a) “Eğitim” kavramı üzerine: Türkiye'de terbiyenin anlamı henüz çok
karışıktır. “Terbiye”nin (education) amacı, daima içinde yaşanan çevreye ve
zamana göre adam yetiştirmek olmuştur. Yani eğitimin amacı hiç değişmemiştir;
değişen sadece eğitimin vasıtalarıdır.
Her çocuk belli bir toplum içinde doğar ve yaşar; bu, onun “milliyeti”dir. Bu
durumda da eğitime millî bir ülkü hâkim olmalıdır2. Eğitimde “millet” ülküsü çok
önemlidir. Oysa “Avrupa usulünde” açtığımız okullar bizi bu ülküden
uzaklaştırmıştır. Tanzimattan bu yana eğitimimizin amacı kaybolmuş, okullar birer
ansiklopedik bilgi yuvası haline gelmiştir. Tanzimatçılar, amaçsız bir eğitim ile
Batıya yetişmeye çalışmışlardır ki, bu olmayacak bir şeydir. Öğretim, asıl eğitimin
bir âleti, bir yardımcısıdır. Oysa bizde Öyle olmamış, öğretim gerçek eğitimin
yerine geçmiştir.
1
2
Hakk, 16 Haziran 1912.
F. V. “Terbiye mi, talim mi?”, Tasvir-i Efkâr. 28 Kasım 1913.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 92 ~
Şimdi eğitimimizi ve onun âleti olan öğretimimizi (“talim, instruction”) yeni baştan
kurmalıyız. Geri dönüp, doğru yola girmeliyiz. Bu bir “irtica” olmayacaktır.
Önümüzde bir ışık olarak “millî mefkûre” olduktan sonra bu bir irtica” hareketi
hâline dönüşemez1.
Şu anda, eğitim konusunda en şiddetli çatışma “milliyetçiler”le “Tanzimatçılar”
arasında oluyor. Milliyetçilere dincilerden ziyade Tanzimatçılar hücum ediyor.
Tanzimatçılar, eğitimi hiç hesaba katmadan “öğretim her derde devadır, eğitim de
öğretimden başka bir şey değildir” diyorlar.
Oysa Türkiye, millî ülküye dayalı bir eğitim sistemi kurmalıdır. Çeviri ve taklidi
bırakıp, araştırma ve incelemeye geçmelidir. Eğitim alanında da böyle olmalıdır.
Millî ülkü olmadan bütün köylülere okuma-yazma öğretsek bile, hiç bir şey elde
edemeyiz. Şu anda eğitimin temellerini, esaslarım koymalıyız. Eğitimin yönünü
millî ve dinî ülkülere göre belirlemeliyiz2.
İnsanın bir beden eğilimine ihtiyacı vardır: ama manevî bir eğitime daha fazla
ihtiyacı vardır. Aslında ikisi de önemlidir. Hem bedenî hem fikrî (“dimağı”)
eğitimde millî ülkü esas alınmalıdır.
Millî eğilimin başlıca faktörleri, İslâm ahlâkı ve millî ülküdür. Özellikle fikrî eğitimde
her şey bu millî ve islâmî ülkülere yöneltilmelidir3.
Bizde iyi kötü bir aile eğitimi vardır, fakat asıl millî eğitim okullarda başlayacaktır.
Çocuk okullarda değiştirilecek ve iyileştirilecektir. Biz de Almanlar gibi,
ilkokullarımızda öğretimden ziyade eğitim vermeliyiz. Şimdiye kadar bizim
okullarımızın hepsi, “öğretim okulu” olmuşlardır.
İlkokul öğretmeni yetiştiren programları “eğitim” verecek şekilde değiştirmeliyiz.
Okullarda hıristiyan milletlerin programlarını aynen taklit etmekten kaçınmalıdır.
Ortaöğretim kurumlarımızın esas amacı da eğitimdir. Öğretim bu kademede
eğitime yardımcıdır.
1
A.g.m.
A.g.m.
3
F.V. “Terbiye”, Tasvîr-i Efkâr, 5 Aralık 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 93 ~
Bizini okullarımızda dinî eğitim yoktur. Bu ad altında verilen “dinî öğretim”dir ki,
bunun hiç bir eğitici değeri olmadığı zaman içinde ortaya çıkmıştır. Dinî eğitim
okullarda olmadığı gibi ailelerde ve medreselerde de yoktur. Oysa okullarımızda
dinî eğitimin çok önemli bir yer tutması gerekmektedir1.
Bizde ahlâki eğitim de yanlış anlaşılmış, kuru bir disiplinden (“inzibat”) ibaret
sayılmıştır. Fikrî eğitim yapılırken çocuğun doğal dengesi bozulmuştur.
“Elhâsıl “terbiye”, milletimizi düştüğü tereddi çukurundan çıkararak büyük ve
mukaddes mefkûremize göre en yüksek medeniyet tabakalarına is'ad eylemek
emeliyle düşünen dimağlar, çırpınan kalplerin çizeceği yeni esaslara göre takip
edilmek lazım gelir, itikadındayım....”2
b) Öneriler: Maarifte işe, yüksekokulların düzeltilmesinden başlamalıdır. Bizim işe
ilkokullardan başlayacak kadar vaktimiz yoktur. Şu anda ülkemizde yetişmiş adam
kıtlığı vardır. Bu yüzden yükseköğretimi ihmal edemeyiz3. Emrullah Efendi'nin
“Tûbâ Ağacı Nazariyesi” pek çok kişi tarafından alaylarla karşılandı. Ama bu
nazariye ülkenin şartları içinde üstün ve bilgi sahibi bir zümreyi az zamanda
meydana getirebilecek bir nazariyedir. Biz de bütün tecrübelerimizle Emrullah
Efendi'nin bu nazariyesini destekliyoruz4.
Emrullah Efendi'nin de dediği gibi, işe yükseköğretimden başlanılması, ilköğretimin
ve ilkokulların ihmali demek değildir. Öğretimin her kademesi için bazı önlemler
almak gerekir.
Anaokulları: İki yıldan fazla olmamalıdır. Bunların daha uzun olması bizim
şartlarımıza uymaz. Çocuk beş yaşından önce kapalı yerlere sokulmamalıdır. “Açık
dershaneler” uygulamasını da henüz bizim analarımız ve bizim toplumumuz
anlamaz.
“Alliance Israelite” okullarının hemen hepsinde “Azil” denilen “küçük sınıflar”
vardır. Oyuna dayalı pratik bir öğretim yapılan bu sınıflara bizim de ihtiyacımız
1
F.V.: “Dîni terbiye”, Tasvir-i Efkâr, 19 Kasım 1913.
F.V.: “Terbiye”, Tasvîr-i Efkâr, 5 Aralık 1913.
3
Feridun Vecdi: “Tedrisat mes'elesi I”, Hakk, 11 Haziran 1912.
4
a.g.m. IV, Hakk. 16 Haziran 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 94 ~
vardır*. Anaokullarımızda çocuklara oyun ve el işlerinin yanısıra eğlenceli bir tarzda
okuma-yazma da öğretilmelidir1.
İlköğretim için bizde İki türlü okullar vardır: ibtidaiye ve rüşdiye. İbtidailer, biri
ihtiyat olmak üzere dört yıldır. Rüşdiyeler de üç yıldır. İlk ve ortaöğretim süresi
beraber alındığında 13 yıl eder ki, bu çok uzundur. Bunu ilköğretim kademesinde
kısaltmak lâzımdır.
Rüşdiyenin üçüncü yılı lağvedilmeli, ibtidai ve rüşdî yılları bir sıraya alınmalı, ona
göre bir program yapılmalıdır. Daha açıkçası “rüşdî” tabiri ortadan kaldırılmalı ve
ibtidailer beş yıl yapılmalıdır. İbtidailerle rüşdilerin birleştirilmesi hem program
hem de maddî nedenlerle gereklidir. Rüşdiyedeki öğretmenlerin çoğu iyi değildir.
Çocuklar ibtidailerde Öğrendiklerini buraya gelince unutuyorlar. Bakanlık, rüşdiye
ödeneğini ibtidailere aktarmalıdır.
İlköğretim kademesinde günlük ders süresi de çok önemlidir. Bizim okullarımızda
günde dört saat ders yapılıyor. Oysa ders süresi 40-45 dakikaya indirilmeli ve
günde beş ders göstermelidir. Haftada iki günü de geziye ayırmalıdır2.
Liseler hem örgüt hem de süre dolayısıyla idadilerden daha iyidirler. Liseler
kurulmadan ortaöğretim dört yıl idi. Şimdi altı yıla çıkartıldı. Liseler Örgütü
kurulurken çok radikal davranılmıştır ve iyi de olmuştur. Emrullah Efendi, lise
örgütünü “İttihat ve Terakki Cemiyeti 1327 Siyasî Programının 19. maddesine göre
kurmuştur.
Her türlü eksikliklerine rağmen bunlar vilâyet idadilerinden daha Çok işe yaradılar.
Ancak her yerde birden kurulmayınca, öğrenciler yüksek sınıfları daha çabuk
bitirmek için çevredeki idadilere gittiler. Sonra, liselerin ikinci devresinin
açılmadığı, lisede okuyanlara idadi diploması verileceği hakkında bir genelge
yayınlandı. Lise mezunlarıyla idadi mezunları Dârülfünun'a girişte aynı haklara
sahip olduğundan, liselerin ikinci kademesi pek ilgi görmemiştir.
*
Selanik'te “Ravza-ı Sıbyan” adlı bir Kız okulunda buna benzer bir program
uygulanmaktadır.
1
a.g.m. I, Hakk, 11 Haziran 1912.
2
a.g.m. II. Hakk, 12 Haziran 1912.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 95 ~
Liseler, her yere kurulmalıdır, Liva idadileri toptan kaldırılmalıdır. Zaten liva
idadileri rüşdiye derecesinde kalmış ve hiç verimli olamamışlardır. Rüşdiyeler
lağvedilince bunların rüşdiye sınıfları da lağvedilmiş olacağından, bu idadilerin hiç
bir şeyleri kalmaz. Bir başka şık, liva idadilerinin “yarım lise” adıyla, liselerin birinci
kademesini (ilk üç yıl) oluşturmalarıdır1.
Kız okullarımız tamamen yeniden kurulmalıdır. Alyans İsrailiyet'in kız iş okullarına
(Ecole professionelle de jeunes filles) benzer tarzda şehir ve büyük kasabalarda
yedi, küçük kasabalarda ve köylerde de beşer yıllık yeni kız okulları kurulmalıdır.
Bu okullarda sabahları nazari (“dimağı”), öğleden sonraları da pratik (“amelî”) bir
öğretim yapılmalıdır. Bu okullara öğretmen yetiştirmek için vilâyet merkezlerinde
Dârülmuallimatlar açmalı, rüşdiye mezunları buralarda İki yıl okutulduktan sonra
Öğretmen yapılmalıdır. Bu Dârülmuallimatlar daha sonra yedi yıllık kız okulları
mezunlarını almalı ve bunlara üç yıl eğitim gösterdikten sonra mezun etmelidir.
Büyük şehirlerde “Kız Sultanileri” açılmalıdır. Bugün daha yükseğine ihtiyaç yoktur.
Kızlar gerekince daha yüksek okullara da giderler2.
1
2
a.g.m. III, Hakk, 16 Haziran 1912.
a.g.m. II, Hakk, 13 Haziran 1912.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 96 ~
3.2. “ÇOCUKTAN HAREKET” AKIMI
Bu akım, 20. yüzyılın ilk 15 yılına damgasını vurmuş bir çağdaş eğitim akımıdır.
Akım, her türlü eğitim ve öğretimin merkezine çocuğu geçirmiştir. Eğitimin amaç
ve içeriğini artık çocuk belirlemektedir.
Bu akımın düşünürlerine göre çocuk yetişkinlerin değer ölçülerinden değil, ancak
kendisinden hareket edilerek anlaşılabilir. Çünkü çocuk yetişkin insandan farklı,
kendine has bir varlıktır.
Çocuğu J.-J. Rousseau’nun anlayışına göre ele alan bu akımın temsilcilerine göre,
çocuğa saygı duymalı ve onu yetişkinlerin değer ölçüleriyle yetiştirmek yerine,
gerekli şartları hazırladıktan sonra “yetişmeye terk etmek” gerekir.
Başka çağdaş reform hareketleri gibi bu akım da eski okulu “esaret ve ceza okulu”
olarak nitelemekte ve yeni okulun cezalandırmayan bir hürriyet okulu olmasını
istemektedirler. Bilgi okulu yerine eğitim okulu, kitap okulu yerine hayat okulu,
öğretmenin okulu yerine öğrencinin okulunu istemektedirler1.
Çocuktan hareket akımı bütün Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de de gayet çabuk
yankılanmıştır. İkinci Meşrûtiyet dönemi eğitim düşünürlerinin hemen hepsinde
bu akımın izlerini görmek mümkündür.
3.2.1. İSMAYIL HAKKI (BALTACIOĞLU) BEY*
Hayatı: 1886'da İstanbul'da doğdu. İbtidai ve rüşdiyeyi bitirdikten sonra Vefa
idadisine girdi. 1908 yılında Dârülfünun-u Şâhâne Ulûm-u Tabiiye şubesinden
mezun oldu. Bir süre memurluk yaptıktan sonra Dârülmuallimin-i İbtidaiye'ye yazı
öğretmeni oldu. 1910 yılında Maarif Nezareti tarafından eğitim ve el işleri dersi
hakkında araştırmalar yapmak üzere Avrupa'ya gönderildi. Fransa, İngiltere,
1
Bu akım hakkında en mükemmel bilgi için bakınız: Aytaç, Kemal, Çağdaş Eğitim Akımları
(Yabancı Ülkelerde). Ankara: D.T.C.Fakültesi yay. 1976, S.23v.d.
*
İsmayıl Hakkı Bey üzerine kapsamlı bilgi için bakınız: Aytaç,Kemal, “Baltacıoğlu'nun Eğitim
Sisteminin Ana Gelişimi”, Yeni Adam, 921,1973. S.4-8.
Tozlu, Necmeddin, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun Eğitim Sistemi, İstanbul 1989.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 97 ~
Belçika, İsviçre ve Almanya'da incelemelerde bulundu. İstanbul'a döndükten sonra
Dârülmuallimin'deki öğretmenliğine devam etti. 1916'da Tedrisat-ı Tâliye Müdür-i
Umûmisi, 1919'da da Tedrisât-ı Aliye Müdür-i Umûmisi oldu. 1920 yılında
Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Reisi (Dekan) seçildi. 1923 yılında Maarif Vekâleti
Müsteşarı olduktan sonra, 1924-1927 yıllan arasında İstanbul Dârülfünunu
Eminliğini (Rektör) yaptı. Bu arada çeşitli fakültelerde de müderrislik görevinde
bulundu.
1942'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde profesörlük yaptı.
1942 yılında Afyon, 1946 yılında da Kırşehir mebusu seçildi, 1950 yılında emekliye
ayrıldıktan sonra eğitim ve yayın çalışmalarına devam etti. Uzun süre “Yeni Adam”
adlı bir dergiyi çıkardı. 1978'de öldü.
Eserleri: İsmayıl Hakkı Bey'in birçok eseri ve binlerce makalesi bulunmaktadır.
1908-1914 arasında çıkan önemli eserleri şunlardır: Avrupa Bizi Nasıl Tanıyor
(1913), Talim ve Terbiyede inkılâp (1912), Terbiye-i Avam (1914), Terbiye ve İman
(1914), El işlerinin Usul-ü Tedrisi (1914), Tadil-i Huruf Mes'elesi (M.Şinasi ile
beraber, üç risale) (1910, 1912, 1914).
İsmayıl Hakkı Bey bu arada Yeni Fikir, Terbiye, Resimli Mekteb Alemi, Tedrisat-i
İbtidaiye Mecmuası, Yeni Yazı gibi dergilerle günlük gazetelerde makaleler
yayınlamıştır”
- İsmayıl Hakkı Bey'in gözüyle İkinci Meşrûtiyet devrindeki Türk eğitiminin durumu:
Eğitimin en büyük amacı “uslu, hafızası kuvvetli, dersini ezberleyen adamlar
yetiştirmek” olarak belirlenmiştir. En adi bir mahalle mektebinden en yüksek bir
kuruma kadar bütün okullarımız bu “uslu, hafızası kuvvetli” adamın peşinden
koşmaktadırlar1. Câhil, görenek esiri öğretmenlerden okullarımızın kurtuluşunu
beklemek hayale kapılmaktır.
Ana-babaların da pek çoğu inanç bakımından, zihniyetçe mahalle mektebi
öğretmenlerinden çok daha geridir. Milletin eğitimindeki en köklü inançları zaten
1
Talim ve Terbiye'de İnkılâb, S.6.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 98 ~
şu çok kullanılan sözlerde görülmektedir: “Eti senin, kemiği benim”, “Dayak
cennetten çıkmadır”, “Hocanın vurduğu yerde gül biter!” v.s.1
Okullarımız, ailelerimiz çocuğun tabiatını bozuyorlar. Tabiat çocuğun eğitimini
sağlayacak bütün unsurları onun içine koymuştur. Tabiat çocuğu harekete, oyuna
sürükler. Fakat bizdeki bilgisiz ana-babalar ve öğretmenler bu gizli dürtülerin,
kuvvetlerin daha ilk çıkışlarında hemen boğarlar. Zeki ve hareketli çocuklar
“yaramaz, haylaz” diye cezalandırılıyor. Bugünkü eğitimimiz, tamamen çocuğun
gelişmesini ve mutluluğunu engelleyen bir işleyiştir. Bu inancın ve zihniyetin
değişmesi çok zordur
Bu yalnız Türkiye'de değil, dünyanın çoğu, okullarında böyledir. Korkan, kızaran,
kımıldamayan, düşünmeyen, söylemeyen, istemeyen çocuklar ve gençler
yetiştirirler.
Bu hem o çocukların, hem de ülkenin yıkımını hazırlar2.
“Kımıldamayan ölü bir vücut, işte uslu çocuk! Tecvid yapraklarını ezberleyen bir
kafa, işte zeki bir fikir! Dayaklan korkan bir ruh, işte hassas bir kalb! İyi, kötü,
hayır, ser hocasının sözünden ayrılmayan kör bir mutavaat, işte güzel ahlâk!”3
Bugünkü eğitimimiz kendisini “atalette, mutavatta, esarette, mihanikiyette”
arıyor. Tarihimizdeki onca bozgunlar, yabancıların ekonomik sömürüsü v,s. bu
kadar hızla ve kesinlikle bizim yıkımımızı hazırlayamaz. Ailelerin, okulların harekete
karşı beslediği bu derin düşmanlığı ve nefreti ne Meşrûtiyet, ne kânunlar, kitaplar,
ne de nizamlar ortadan kaldıramaz. Bunun zararlarını karşılayamaz. Okul ve
ailenin, çevrenin hareket hakkındaki bu zihniyeti değiştirmeden de milletin
hayatında ve geleceğinde derinden, kökten değişecek hiç şey yoktur4.
Okullarımızda fikir eğitimi, hiç bir zaman anlaşıp bir birlik olamazlar. Yüzyıllardır bu
iki unsur arasında düşmanlık vardır ve bu genç zihinleri yakmakta, ezmektedir.
Birbiriyle içice olması gereken okul ve fikir eğitimi, bizim ülkemizde yoktur. Bizde
1
a.g.e., S.8.
a.g.e., S.36-38.
3
a.g.e., S.38
4
a.g.e., S.38-39.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 99 ~
okulla baskı, okulla yıkım, okulla gerileme, çökme v.s. çok iyi bir uyum içindedirler.
Eğitim tarihinde hiç bir dönem, hiç bir okul, hiç bir, eğilim, bizim okullarımız kadar
fikrin, şahsiyetin katili olmamıştır1.
Öğretim bizde zehirli, katil metodlarımızla verilen, yalnız hafızayı işleten mihaniki
bir öğretimdir.
“... ataletin, esaretin öldürücü pençeleriyle saldırdığı bir mektepde en yüksek, en
terbiyeyi dersler bile terbiye-i fikriyenin hadimi olmak şöyle dursun, belki bu fikrin
katili olabilir”2.
Şimdiye kadar her düzeydeki okullarımızda en yeni ve mükemmel dersler bile vaad
ettikleri fikirleri, ahlâkî, meziyetleri, alışkanlıkları yaratamamış; tam aksini
yapmışlardır.
Öğretmenlerimiz yoğun bir öğretim metodu bilgisizliği içinde yüzüyorlar. Bir girdap
içindedirler, kendileri boğulmaktan kurtulamazlarken gelecek kuşaklan da
arkalarından sürüklüyorlar. Öğretmenlerimiz her şeyi biliyor ve ancak eğitmek
sanatını bilmiyorlar3.
Bugün Türkiye'yi bir ağ gibi sarmış olan yabancı okullardan iz adamlar yetişiyor. Bu
okullar milletimizin, vatanımızın ve mezarıdırlar.
Türk okulları, resmî okullar, papaz okulları menfaatine boşalıyor. Gelecek nesillere
suikast yapılıyor. Çocuklar, sırf yabancı dil öğrenmek için yakılıyorlar. Millî okullar
beğenilmiyorsa, çocukları yabancı okullara göndermekten câhil kalmaları daha
iyidir4.
1
a.g.e., S.70.
İsmayıl Hakkı, “Muallimler kurtaracak, fakat nasıl?” Yeni Fikir, 111/21 (1330), S.656.
2
a.g.e., S.70.
3
a.g.e. s.71-72.
4
İsmayıl Hakkı, Mezarlarımızı ellerimizle kazıyoruz da haberimiz yok!..”, Mürebbiler Alemi,
1/12-13(1329), s. 175-176.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 100 ~
Öğretim usulümüz, çalışma ile verimin arasını çok aşıyor. Türk eğitimi yıllardır “eski
usul-ü tedrisinin kurbanı oldu.” Kendisine gerekli adamları yetiştiremedi. Kuru,
cansız “ayaklı kütüphaneler” yetiştirdi1.
Bilgisizliğimiz, eğitimsizliğimiz yalnız okul ve medreselerin bulunmamasından
değildir. Aşağı yukarı her köyde bir cami okulu ve onun hocası vardır. Her çocuk da
zamanının bir kısmını bu hocanın karşısında geçirir. Ama hiç bir şey öğrenemez.
Bunun nedenleri arasında sesli harfler ve yazının da önemli bir payı vardır2.
İsmayıl Hakkı Bey, İkinci Meşrûtiyet devrini “eğitimde yeni okullar devri” olarak
niteliyor. “Tanzimat pedagojisinin en canlı ve hareketli devri 1908-1914 arasıdır.
Devrim ruhunun ve Osmanlılık fikrinin ürünü olarak her düzeydeki okullar biraz
gelişti. Psikoloji, eğitim ve Öğretim bilimi yayınlarının da bunda etkisi oldu,
Dünyevî ve Osmanlılığa yönelik bir eğitim amacı belirlendi. Savaşın başlamasıyla
Osmanlılık ideali de iflas etti5.
İkinci Meşrûtiyet döneminde yapılan eğitim reformlarını değerlendirme:
Eğilimimizde bir devrim yapmak gerekliğini, buna mecbur olduğumuzu herkes
anlamıştır. İlkokul öğretmenlerinden üniversite hocalarına kadar herkes bunu
isliyor. “Rumeli'de bizi Bulgarlara, Yunanlara esir eden sakat, hâin terbiyenin
taraftarı olan hiç kimse yoktur”3. Balkanlardaki yıkımımızın, bozgunumuzun
nedeni, hep eğitimdeki geriliğim izdir. Ama ne yapmalı, ilerleme nasıl olmalı,
eğitim nasıl iyileştirilmeli, ülkenin geleceği eğilim aracılığıyla nasıl kurtarılmalı?.. Bu
hususları anlamış pek az adam vardır. Yeni okullar açmak, programlan değiştirmek,
Avrupa'ya öğrenci göndermek, Avrupa'dan uzman getirmek gibi öneriler, içi boş
fikirlerdir. İlkokulların yapılmasından, köylülere okuma-yazma ve hesap
öğretilmesinden kurtuluş bekleyenler vardır. Yanılmaktadırlar. Ülkemiz aydınları
eğitim ve öğretim sorununu bir okul açmak, ders okutmak, bir sayısal soruna
dayıyorlar.
1
İsmayıl Hakkı, Çizgi dersleri, Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası, 1/7, S.30.
İsmayıl Hakkı, “İnsafa davet”, Yeni Yazı dergisi, S.2-3
3
İsmayıl Hakkı,İzmir Konferansları, İzmir 1331. S.4-5.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 101 ~
Maarif ekmeyi, mektep dikmek sanıyoruz. Mekteb ıslâh etmeyi program
değiştirmek sanıyoruz.”1
Aydınlarımız geçmiş ile geleceği karşılaştırmaktan ürküyorlar. Şartları
değiştirmeden okullarda yapılacak değişiklikler, hiçtir. Gene sıska, beyinsiz, kalpsiz,
iradesiz gençler yetişecektir.
Gelecekte İstanbul'u savunacak nesil dayakla, korkuyla, ceza ile yetiştirilemez.
Programlarla, kitaplarla yetiştirilemez. Elifba kitabı yazmakla yetiştirilemez. Yeni
nesli değiştirmek için inançlarımızı değiştirmek geleneklerimizi yıkmak gerekiyorsa
bunları da yapmalı. Değiştirilecek şey program, kitap, sıra, isim, örgüt değildir.
Bunlar bizi değiştiremez, diriltemez2.
Basılan kitaplar, kurulan komisyonlar, değiştirilen programlar dünyanın en iyi
okullarından getirilen en yeni programlar hep, terbiyeli bilgili adam yetiştirmek
içindir. Gerçekten de okullarımızda bilgili, terbiyeli, hafızası kuvvetli, parlak
anlatımlı gençler yetişiyor; fakat ülkenin ihtiyacı olan hareketli, girişken, azimli,
cesaretli gençler yetişmiyor3.
“Mekteplerimizin bu acı, talim ve terbiyemizin bu müthiş iflası karşısında yalnız bir
çare buluyoruz: programları değiştirmek. Program! Program! Fakat memleketin
maarifi, program değiştirmenin adam yetiştirmekteki tesirini senelerden beri
tecrübe etti. Bundan 20-30 sene evvel Fransız mekteplerinden sökülüp getirilen
programlar, bu memleketin terbiyesinde esaslı olarak hiç bir şey
değiştirememiştir.”4
Amerika gibi, eğitim bakımından en ileri ülkelerin en son programlarını getirip
okullarımıza uygularsak, gene boştur! Gerçekte, eğitimin kalbini besleyen daha
gizli, daha kuvvetli damarları vardır. Bu damarlar derslerin sayısı, sırası, kitapların
kalınlığı, hafızanın kuvvetiyle ilgili olmaksızın güçlü etkiler yaparlar. Bazan en iyi
programlar uygulayan bir okuldan en beceriksiz, âciz adamlar çıkarken, çok kötü
programlar uygulayan bir okuldan da en sağlam, güçlü, girişken adamlar yetişir.
1
İsmayıl Hakkı, “Terbiyede inkılâp lazım”. Yeni Fikir, 2(1329). S.361.
a.g.m., S.363.
3
Talim ve Terbiyede İnkılâb, S. 15.
4
a.g.e., S.15.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 102 ~
Bunu sağlayan okulun eğitim biçimi, öğretim biçimi, disiplin biçimidir. Eğitimde
yapılacak düzeltmelerde, her şeyden önce bunlar değiştirilmelidir. Bunlar
değişmeden programların, saatlerin, kitapların değişmesi bir şey ifade etmez1.
Bizde de temsilcileri bulunan bir Fransız akımı vardır. Bunlar “Fransa'da da AngloSakson maarifi lehinde propaganda yaparlar”. Deneysel metodun şiddetle
taraftandırlar. Ama bugünkü Fransız öğretim usulleri, İngiliz ve Almanlarınkinden
daha geri değildir. Hatta bazı dersler bakımından Fransız usulü daha iyidir. İngiliz
okulları öğretim bilgisi bakımından Fransızlardan daha geridirler. Ancak hayata
Fransızlardan daha hazırdırlar. Bu onların eğitim, disiplin, yaşayış
metodlarındandır2.
Türkiye'de yeni ve kuvvetli bir nesil yetiştirmek gerekir. Ancak bu bir hendese
sorunu gibi çözümlenemez. Yeni nesli yetiştirirken yükü yalnız öğretmenlere
bırakmamalıdır. Devlet ve millet, eğitim hususunda öğretmenlerle beraber
çalışmalıdır. Eğitim çalışmalarını yalnız öğretmenlerin üzerin bırakmak, her şeyi
onlardan beklemek, eğitim reformlarımızın bir baş eksik yönüdür3.
Türk eğitiminde “çöküş” ün nedenleri: Eğitimimiz çökmüştür, genel seviyesinden
aşağıya düşmüştür. Bu çöküş, eğitimle ilgili her alanda kendini göstermektedir.
a)
Bedence çöküş: Eski yaşama ülkümüzü yitirmişiz. Dünya ve hayattan
nefret etmişiz. Dünyaya kulak verelim. Duyalım ve kımıldayalım. Yalnız öğrencileri
beden eğitimine yöneltmekle iş bitmez. Bütün millete kuvvet sağlık ve hareket
gereklidir. Milletin karnını doyurmak ve ideali, ülküsü verildikten sonra oyun, spor,
cimnastik v.s. hususlarda çalıştırmak gerekir4.
b)
Fikirde çöküş: İsmayıl Hakkı'ya göre bir zamanlar dünyanın en zeki
milletlerinden olan Türklerin zekâsı, eskiye oranla düşmüştür. Bu düşüş, fikir ve
inanç hayatımızın bozulmasından olmuştur. Dünyayı, maddeyi sever bir zihniyet
yaratmalıdır. Maddiyat bizim için önemlidir. Hayaller ve soyut şeyler arasında
zekâmız bozuluyor. Âlimlerimiz kitaptan yetişiyor. Çoğumuz işsiz, ülküsüzüz. Tam
1
a.g.e. S.16.
a.g.8. S.22.
3
İsmayıl Hakkı, “Muallimler kurtaracak! Fakat nasıl?” Yeni Fikir, 111/21(1330) S.657.
4
Terbiye ve İman, s. 48-53.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 103 ~
bir hayat için kuvvetli bir zekâmız yok. Milleti zekâ çöküşünden kurtarmak için,
onları bir ülküye bağlayarak hayat kavgasına sokmalıdır. Her hareketi bu ülküye
göre yapmalıdır. Bu eğitim yalnız okullarda verilmekle de olmaz. Bütün toplumda
bu değişimi yapmaya girişmelidir1.
c)
Duygularda çöküş: Kişilerde hareket kalmamıştır. Bu dünya ile ilgili emeller
ve sosyal hayat mahvolmuştur. Dini inançlar zayıflamıştır. Hayat hakkındaki eski
anlayışımız değişmiştir. Dünya “fani ve yalancı” olarak düşünülmeye başlanmıştır.
Halkın güzellik duygusu da çökmüştür. Milletin duygu düzeyi yükseltilmelidir. Bu
hususta kişisel kuvvet ve çalışmaların, millet dayanışmasının önemli rolü olduğu
gibi; okulların, yatılı kuruluşların, kız okullarının da yardımı büyük olacaktır. “Yeni
millet”i yaratmak için geniş bir işbirliği şarttır2.
d)
İradede çöküş: Bizde insanın en bağımsız ve serbest kuvveti olan irade de
çökmüştür. Buna beden, zekâ ve duygu alanlarındaki çöküş de etki yapmıştır.
Amaçsız, ülküsüz irade olmaz; Birtakım sosyal fikirlere bağlı hisler olması gerekir.
İrade çöküşünde bilgisizliğin de önemli rolü olmuştur. Yalnız bu, öğrenimsizlikten
doğan bir bilgi yokluğu değil; her alanda yeterli bilgi, akıl, duygu ve azmi içine alan
bir bilgi yokluğudur.
Hayati bilginin yokluğu bizim hareketlerimizi, girişkenliğimizi engelliyor.
İradeyi işletecek en büyük etki, hayat ve hayatın işleri, savaşlarıdır. Bizim
irademizin çöküşünde işte el yatkınlığımızın (“mümarese”) olmaması en önemli bir
etkendir. İnançların zayıflaması da bir etkendir3.
Çare, iradeyi eğitmektir. İrade eğitiminin de en büyük şartı, disiplinde hürriyettir.
Bu eğitimin en büyük sırrı da faaliyettir4.
Gerçek eğitim reformu nasıl olmalıdır?
1
A.g.e. s.53-58.
A.g.e. s.59-62.
3
A.g.e. s.63-68.
4
A.g.e. s.69-71.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 104 ~
Eğitim nedir? Bizde herkes bütün yıkımlarımızın nedeni olarak eğitimsizliği
gösterir. Ülkeyi kurtaracak tek şeyin eğitim olduğunu söyler. Doğrudur. Ancak ne
var ki Türkiye'de eğitimin ne olduğu anlaşılmamıştır.
Eğitimi, pek çok kişi okuma-yazma sorunu olarak almaktadır. Hâlbuki Türkiye'de
okuma-yazma bilenle bilmeyenin hiç bir farkı yoktur. Okuma-yazmaya dayalı bir
eğitim, değil ülke kurtarmak; ülkeyi batırır. Okuma-yazma yalnız başına hiç bir şey
ifade etmez. Bu, eğitimin sonu ve amacı değil, bir aracıdır. Söz gibi, resim gibi bir
eğitim vasıtasıdır. Kullanılırsa faydalı olur. Yok, Türkiye'deki gibi, kullanılmazsa hiç
bir yararı olmaz1.
Bizde, yüzyıllardan beri gayet yaygın olarak mektep ve medreseler olagelmiştir.
Ancak hiç bir zaman bunların içinde gerçek eğitim ve öğretim olmamıştır.
Eğitimde bir değişiklik yapabilmek için önce gerçek eğitimin ne olduğunu ortaya
çıkarmalıdır. Eğer bugünkü eğitim anlayışımızla hareket edersek, ne yapsak boştur.
Ne kadar iyileştirme yapılırsa yapılsın, ülke çökmekten kurtulamaz.
Okullarımızda ilim, kitaplar, dersler ile birlikte hayata, harekete, sosyal yaşayışa,
nezaket kaidelerine, girişkenliğe, tecrübeye, kanlı canlı bir eğitime yer vermelidir.
Eğitimin içinde hem bilgi vardır, hem de eğitim. Gerçek ve tam bir eğitim “kanlıcanlı” eğitimdir. Gerçek eğitim düşünce, duygu ye azim yapar; duyar, işler adamlar
yetiştirir.
Eğitim ülkenin savunması için tasarılar hazırlar, kafaları harekete ve girişkenliğe
yöneltir, yüksek duygular uyandırır, çeşitli kuvvetler kazandırır. Öğretici ve
düşündürücüdür.
Şimdiki eğitimimiz, her yönden eksiktir2. Eğitimden, gerçek eğitmek ve öğretmek
anlaşılmalıdır. Bu anlaşılmadan Bakanlığın yapı ve iyileştirme tasarıları, halkın
temiz niyetleri geleceğimizi kurtaramaz.
Bugün en önemli sorun, eğitimin gerçek anlamını ortaya koymak, değerini ortaya
koymak, eğitim ve öğretimdeki araçları, metodları açıklamaktır.
1
2
Terbiye ve İman, S 3-7.
a.g.e.S. 9-10.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 105 ~
Eğitim, öğretmekten daha fazla bir eğitmek sorunudur. Eğitmenin şartları ve
biçimleri iyi ortaya konmalıdır.
“Maarif ve terbiye namına kelime oyunları oynanıyor. Buna bir son vermek
lazımdır.”1
Eğitim, bilgiçlik demek değildir, öğretmen demek değildir. Biz Rumeli'yi
öğretmensizlikten, bilgisizlikten değil; kansız, cansız ve ruhsuzluktan verdik.
Rumeli’yi alanlar da kafamızdan değil ellerimizden, kollarımızdan aldılar. Bize
gerekli olan kan ve can eğitimidir. Bilgiden evvel kanda, canda, ruhta değişikliğe
muhtacız2.
“Adam” olmanın tek aracı, okuma-yazma öğrenmek değildir. Türkiye'de yanlış
anlaşılan bu okuma-yazma eğitimi yalnız kâtipliğe, memurluğa yarıyor. Bunlar ise
tutsaklık, tutukluluk hayatıdır.
“Bugün elinizde kitap görünce bilseniz ne kadar üzülüyorum.”3
Eğitim gençlerin vücudunu, kafasını sağlamlaştırmalıdır, kalbini duyguyla
doldurmalıdır. İradesini girişkenlikle, azimle, cesaretle, dayanıklılıkla dünyaya
tapan, çalışmaktan, kazanmaktan bıkmayan bir ülkü ile donatılmalıdır. Câhil olsun;
ama hırslı, ülkücü bir kuşak yetiştirilsin.
Eğitim; uyuşmuş, donmuş olan millî kitlemizi sarsmalı, uyandırmalıdır. Eğer
öldüyse diriltmelidir. Eğitim her yere hayat, ışık, kalp, emel, ümit verecek bir
hareket doğurmalıdır. Kişinin gözünü gelişmeye, yenileşmeye çevirmelidir. Türklük
duygusunu uyandırmalıdır4.
Eğitimin amacı: Eğitimin amacı, eğitmektir. Çocuğu adam olarak hayata
hazırlamaktır. Bir kişiyi adam eden, onun hayatla başarılı olmasını sağlayan şey,
birinci derecede bilgileri, hattâ zekâları bile değildir. Bu başarı her şeyden önce
1
a.g.e. S.12.
İsmayıi Hakkı, “Bizim felâketlerimizden âlimlerimizden ziyade sanatkârlarımız mesuldür”,
Mürebbiler Âlemi, 1/11(1329), S.165-166.
3
İsmayıl Hakkı, “Gençler; eğer sağlam vücudlu, faal, emelperver bir millet olamazsanız
eyvah!...”, Mekteb Âlemi, l/10(1329),S,153.
4
İsmayıl Hakkı, “Terbiyede inkılâp lazım” Yeni Fikir, 11/12(1329), S.362-364.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 106 ~
girişkenlik, dayanıklılık, azim, cesaret ve ahlâklarının şekline ve kuvvetine bağlıdır;
Bilgi, olsa olsa başarılı bir kişinin karakter elemanlarım geliştirir, kuvvetlendirir.
Türkler, yaşamak azminde olan bir millet durumundadırlar. Böyle bir toplum için
eğitim ve öğretimin bir tek amacı olabilir: Çocukları hayata hazırlamak. Onları
“hayata hazırlanmış bir adam” haline getirmek.
“... Bir adam ki vücudu kuvvetli ve sıhhatlidir. Eşyayı, ahval ve vekayii görür, bunlar
üzerinde düşünebilir, düşüncelerinden âti için neticeler çıkarır, verdiği kararı yapar,
muvaffakiyetle neticelendirir. Muvaffakiyetleri için sebat ve cesaret gösterir,
müşkilâttan yılmaz, çalışmaktan usanmaz, miskin kanaatlerin mahkûmu kalmaz,
teceddüdü sever, terakkiye tapar. Bir adam ki hem kendinin hem de memleketinin
menfaatlerini anlar, bu menfaatleri istihsal için, bu menfaatleri müdafaa için
nefsinde kuvvet, emel, sebat duyar. İste velev ki malumatı az olsun böyle bir adam,
hayata hazırlanmış bir adamdır. Bu hazırlığı verecek şey, terbiyedir”.1
Ancak hayatta başarı için, hiç olmazsa bunları kolaylaştırmak, fazlalaştırmak için
bilgi de gerekir. Öyleyse temel eğitim olmak üzere okullarımız bilgi de vermelidir.
Eğitmek ve bilgi vermek, eğitim sisteminin iki unsurudur. Ama eğitmek, hayat için
en önemli sermayedir2.
“... yalnız başına terbiye, yalnız başına dikkatli, muhakemeli, müteşebbis,
azimperver bir adam, bir varlık, bir şeydir. Fakat yalnız başına malumatlı, hafızası
zengin bir adam hiç bir şeydir.”3
Öğretimi “hafızayı doldurmak”, eğitimi de “bedenî, hissî, ahlâkî esaret” olarak
anlayan zâlim inanç değişmelidir. Eğitimin amacı, bütün hareketleriyle yaşamaya,
döğüşmeye lâyık ve muktedir adamlar yetiştirmektir. Bu adamlar “... vücudu
kuvvetli, eli gözü terbiyeli, dikkatli, muhakemeli... bütün -melekât-ı fikriyesi
mütevazın ve mütekâmil, iyiliği, güzelliği seven, çirkinliklerden nefret eden,
vatanının dertlerine yüreği sızlayan, ikbaliyle mesud olan, yeniliklere müteşebbis,
müşkilat karşısında azmiyle sebat eden, tehlikeleri cesaretle, şecâetle ezen tam
1
Talim ve Terbiyede İnkılâb, S.8.
a.g.e. S.9.
3
a.g.e. S.9-10.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 107 ~
şahsiyetler”1 olacaklardır. Talim ve terbiyede en yüksek ülkü, en önemli hedef
kafaya doldurmaktan ziyade çocuğun karakterinin oluşmasını sağlamaktır. Yoksa
okullar bir hapishane olmaktan ileri gitmez.
Eğitimde, öğretimde öğretilen bilgi kadar öğretimin kişide bıraktırdığı, oluşturduğu
terbiye de önemlidir. Öğretimin (“tedrisatın”) bizim için çok önemli iki vasıtası
vardır: Öğretim metodu ve disiplin. Okul disiplinindeki baskı, dayak, korku, tehdit
sökülüp atılmalıdır. Öğretim metodu olarak kullanılan ezbercilik kaldırılmalıdır.
Öğretmenlerin ilk amacı bu olmalıdır2. Bunların eğitimde etkileri çok büyüktür.
Eğitimin temelleri: Eğitim reformunu ayrıntılarda değil de eğitimin “kalbi” üzerinde
yapabilmek için eğitimin bilimsel ve geçerli temellerini bulmalıdır.
Eğitimin temelleri çocuğun tabiatını, gelişimini incelemekle bulunabilir. Eğitim ve
öğretimin temelleri bir vahşinin ilkellikten uygarlığa varmak için geçirdiği gelişimler
incelenerek de bulunabilir.
“... vahşetle sebavet, hemen aynı yollardan geçerek tekâmül etmişlerdir. Vahşi
medeni, çocuk adam olmak için aynı kanunlara tabi olarak hareket etmişlerdir.”3
Çocukta düşüncenin, duygunun hattâ iradenin gelişimi iyi incelenmelidir.
İsmayıl Hakkı Bey, “Talim ve Terbiyede İnkılâp” adıyla yazdığı eserin çok büyük bir
bölümünü eğitim ve öğretimdeki temelleri incelemeye ayırmıştır. Ona göre
eğitimdeki (“terbiye”) esaslar şöyle sıralanabilir:4
-Faaliyet-hareket: Çocuk doğuştan itibaren harekete başlar. Hareket, eğitimin ve
olgunlaşmanın en büyük sırrıdır. Hareket çocuğun vücudunu ve bütün duyularını
eğitime hazırlar. Onları ilkellikten kurtarır. Hareket, faaliyet eğitimin çeşitli
konularına gayet rahat uygulanabilir. Meselâ, bedene, beş duyuya (“havâs-ı
hamse”), düşünceye, duyguya, iradeye gayet kolaylıkla uygulanabilir5.
1
a.g.e. S.14.
a.g.e. S 20.
3
a.g.e. S.26.
4
a.g.e. S.32-129.
5
a.g.e. S.38-49.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 108 ~
Bizim ailelerimizde beden eğitimi yoktur. Bu işi ancak okul yapabilir. Bir kişi yalnız
kafasıyla çalışırsa çabuk çöker, ilkellikten kurtarılabilmesi için de beş duyunun
sürekli eğitilmesi gerekmektedir. Düşünceyi hazırlayan yetileri, dikkati, hüküm
vermeyi, hafızayı eğitmek için de hareket, çalışma şarttır. Düşünce eğitimi yalnız
sözle verilmez. Yalnız okumak, dinlemek görünüşte düşünceyi olgunlaştırır.
Hakikatte ise körleştirir. Bir göçebe olan Osmanlıları Viyana kapılarına dayayan
irade, bugün yoktur. Eskinin girişkenliği, azmi, dayanıklılığı, yiğitliği, fedakârlığı
bugün yok. Üstelik tamamen bunların aksi nitelikler bugünkü nesle yerleşmiştir.
Böyle giderse açlık ve tutsaklık muhakkaktır. Sağlam özellikleri olan bir iradenin
okullarımızda kazandırılması gerekmektedir. Bunu da çalışma, hareket
kazandıracaktır. Bütün bunlar hürriyet içinde olmalıdır. Hürriyet bütün ahlak
eğitiminin en sağlam dayanağıdır. Bütün yeteneklerin gelişme, olgunlaşma şartı
harekettir.
Yeteneklerin kendine has gelişme metod ve araçları vardır: Bedeni geliştirmenin
vasıtası özellikle oyunlardır, idmanlardır, yüksek sesli marşlardır açık havada
çalışmalardır, el işleridir v.s. Beş duyuyu harekete geçiren gene oyunlardır,
oyuncaklardır. Fröbel malzemeleridir, resimdir, eşya dersleridir v.s. Fikrî düşünceyi
harekete yöneltecek de kitap ve ezber değildir. Program hiç değildir. Düşünceyi
harekele geçirecek yalnız okul dersleri de değildir. Hareketler, oyunlar, her türlü iş
derslere yardımcı olmalıdır. Duyguları özellikle vatanseverlik eğitimi için
geliştirmek, teşvik etmek gerekmekledir. Marşlar, bayraklar, resimler, geziler,
hikâyeler, şiirler, bazı dersler, bahçe v.s. duyguları harekete geçirecek, onları
eğitecek pek çok vasıtalar arasındadır. Tabiatın ve hayatın vereceği güzellik
eğilimini okul alkışlamalı, desteklemelidir. İradeyi ve iradenin şekilleri olan
girişkenlik, dayanıklılık, azim, cesaret gibi güçleri harekete geçirecek, eğitecek olan
ne bilgi, ne de ahlâk dersleridir. Bu yalnız başına okul disiplinidir. Çünkü eğitim ve
öğretimin amacı, tam şahsiyetler ve bu şahsiyetlerde güçlü karakterler
yetiştirmektir. Okul disiplini, öğrencinin karakterini oluşturmak içindir. Bu
unutulmamalıdır. “... adam yetiştirmenin en büyük sırrı, mektebin vereceği
malumattan ziyade bu hür ve vicdanî inzibatta gizlenmiştir.”1
1
A.g.e. s.84-85.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 109 ~
Okul disiplini anlaşılmadan belki sağlam vücutlu, bilgili, düşünür, duygulu adamlar
yetiştirebilinir. Fakat karakter olmadan bunlar bir hiçtir. Eğitimimizde ve eğitini
tarihimizde yapacağımız en büyük devrim, okullarımıza hür ve vicdanî disiplini
sokmak olacaktır. Mubassırları, kalfaları kaldırmak olacaktır. Aslında okulların
disiplinini mubassırlar ve öğretmenler bozmakladırlar. Okulun binasının,
bahçesinin, çevresinin de irade ve karakter üzerine önemli etkileri vardır.
- Yeteneklerin hareketi ve çalışması hep bir arada ortak olarak meydana gelir:
Beden de, ruh da duyuların hemen yapacağı bir harekele ortaktırlar. Hepsi ondan
etkilenirler. Eğitim bütün vücudun, düşüncenin, duyguların ortak bir hareketidir.
Onun için engellemeler, bazı hareketleri sınırlamalar elden geldiğince az olmalıdır.
Vücudu ve çocuk kişiliğini parçalayıcı bir eğitim, onu yok eder demektir1.
-Yeteneklerin evriminde tabiattan gelen bir düzen vardır: Önce beden ve duygular
harekete geçerler. Sonra hafıza ve hayal çalışmaları artar. Çocuğun doğal gelişimini
engellememelidir. Oysa bizim eski eğitimimiz tamamen çocuğun doğal gelişimini
engellemeye, kirletmeye yönelmiştir. “Uslu adam” idealinden artık vazgeçilmedir.
Çocuğun doğal olgunlaşma düzenine yapılacak engellemeler ona en büyük
zarardır. Bilgili adamdan önce bırakalım “adam” yetişsin. Eğitimcilerin yapacağı
şey, tabiatın bu gelişme ve olgunlaşma düzenini görmek, ona uymak, onun şartlarını
hazırlamaktır.
İsmayıl Hakkı Bey,
eğitimdeki (“talim”) esaslarını da şu şekilde belirliyor:
Düşüncelerimiz, kendi denemelerimizin ürünüdür. Kulakla dinleyerek, kitaptan
ezberleyerek düşünce kazanılmaz. Bizim okullarımızda he şey öğretilmekte, ama
aslında hiç bir şey öğretilmemektedir. Okullarımızda bütün derslerin öğretimi
kitapla olur. Zihnimiz, kitaptan tabiata dönmelidir Yeni eğitim tabiatla haşır-neşir
olmayı gerektirir. “Tabiat mektebe girmezse, mektepler tabiata gitsinler”2.
Bilgi, tabiattan alınmalıdır. Bilgiyi ezberleterek vermek, çok zorlayıcı bir metoddur.
Çocuk kendi kuvvetleriyle, kendi çalışmalarıyla görerek arayıp bularak,
inceleyerek, araştırarak öğrenmelidir. Çocuğun ilk bilgileri kendi deneyimlerinin
ürünüdür. Çocuğun ilk öğretmeni, mürebbisi de kendisidir. Bizim okullarımızdaki
1
2
A.g.e. s.96-100.
İsmayıl Hakkı, “Terbiyede inkılap lâzım”, S.364.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 110 ~
yanlış öğretim yüzünden, çocuk okula gelmeden bildiklerini de unutmaktadır.
“Muallimlikteki en büyük sır, malumatı vücuda getiren faaliyetlerin nevini, vesaitini
keşfetmek noktasındadır”.1
Bu bakımdan öğretimdeki “tekâşif” (buldurma) usulü çok iyi kullanılmalıdır.
Öğretimde, zihnin çalışmasına, bedenin hareketlerini de katmalıdır. Yani
öğretimde kişinin hareketlerini tahrik etmelidir. Öğretmen bu tahrikin vasıtalarım
da iyi bilmelidir2.
Eğitimde olduğu gibi, öğretimde de kişisel çalışma ve hareketlere büyük önem ve
yer vermelidir.
-Düşünceler ancak doğal ve asli çevrelerinde oluşabilirler. Düşüncelerin oluşması
için yalnız kişilerin çabaları yetmez, çevre de çok önemlidir. Bunun en açık örneği
yabancı dil öğretimindedir. Düşünceler için doğal çevre, bunların hayatta oluştuğu
şartlardır. Her derste asıl çevreye bağlı kalmalıdır. Bu olmazsa seçilen örneklerin
asıl çevreyi temsil' edebilecek şeylerden verilmesine dikkat edilmelidir.
Bizim okullarımız bilgileri asıl ve doğal çevrelerinden soyutlamaya çalışıyorlar.
Öğrenme ilgisiz, arzusuz, ölü bir şekilde oluyor. Okulda verilen bilgiler, gerçek
hayatta iflas ediyor.
Öğretimde yapılacak değişikliklerin en önemlilerinden biri de, çocukların
çalışmalarını doğal ve aslî çevrelere sürüklemektir. Son zamanlardaki “hayat için
okul” yahut “okul içinde hayat” akımı da bu fikrin sağlamlığını göstermektedir,
Modern toplumlarda hayattan okula, okuldan hayata doğru karşılıklı bir akım
vardır. Okullardaki “uygulama yapmak gerektiği” görüşü, bu çevre ihtiyacının
yanlış ve ters ifade edilmiş bir biçimidir. “Ameliyat”, “amelî tedris” gibi sözler,
sorunun fark edildiğinin, ancak iyice anlaşılmadığının belirtisidir. Bir nazarî, bir de
amelî diye iki ayrı öğretim biçimi yoktur. Bir tek biçim vardır, o da bilgiyi doğal ve
asıl çevresinde, şahsî çalışmalarla kazanmaktır. Şahsî deneyimleri amelilik
karıştırmamalıdır.
1
2
Talim ve Terbiyede İnkılâb, S.122.
a.g.e. S.124.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 111 ~
-”Bir nevi ittilaat bir nevi efkârı nüvid eyler”1. Çocuk hayata fiilen katılır, yalnız
duyularının algılamasıyla yetinmez. Düşünce, algılanan duygulardan meydana
gelir. Algılanan şeyler ne kadar çoksa, bilgi kadar sağlam olur. Bizim okullarımız
öğretmiyor, öğretiyor süsü veriyor; eğitmiyor, eğitiyor süsü veriyor.
Resmin, öğretimde yanlış kullanılmamasına dikkat etmelidir2. Öğretmenler pek
çok şeylerin resimlerini okula getirerek, onları doğaya çıkmaktan ve şahsî
faaliyetlerde, denemelerde bulunmaktan engellememelidirler.
Düşüncenin gelişimi basitten karmaşığa doğru olur. Zekânın gelişimi, çocuğun,
vahşinin gelişimi de böyledir. Yazının, dilin, güzel sanatların gelişimi böyle
olmuştur. Çocuğun düşünceleri başlangıçta sade ve ilkeldir. Bunun incelmesi ve
karmaşıklaşması, yaş ilerledikçe olur. Somuttan soyuta, azdan çoğa, kabadan
inceye, yakından uzağa v.s. böyle bir gelişim vardır. Bu, kolaydan zora doğru
demektir. Okullarımızda ise bu ilkenin tamamen tersine hareket edilmektedir. Bu
gelişimin tamamen zıddı bir yol izlenmektedir. Kânunlar, sorunlar, isimler v.s.
üzerinde durulmaktadır.
Öğretimde yapılacak devrimlerin belki en önemlilerinden biri de basit ve
karmaşığın iyi anlaşılmasıdır. Basit olsun diye örneklerden değil kânunlardan,
kaidelerden hareket ediliyor; basit olsun diye ders kitapları anlatılmaz derecede
kısaltılıyor. Bazı dersler 'zordur, karmaşıktır' diye ilkokul ve rüşdiyelerde
okutulmuyor. Oysa birçok dersler sadeleştirilerek en alt düzeydeki okullarda bile
okutulabilir. Öğretimin basitten zora doğru olan gelişimi böylece daha sıkı bir
şekilde izlenmiş olur.
- Düşüncelerin korunması ve hatırlanması bilgilerin nitelik ve niceliklerine bağlıdır.
En kolay öğrenilen ve en zor unutulan şey, hareketleri değiştiren bilgilerdir.
Bilgilerin daha iyi hatırlanabilmesi için, şu özelliklerin bulunması gerekmektedir3:
1
a.g.e. S 144
a.g.e. s.152-153;
İsmayıl Hakkı, “Resim öğretmenin Yolu”, Yeni Fikir,.lll/13(1329). S.401-416; III/14. S.434449.
İsmayıl Hakkı, “Resmin talim ve terbiye ile münasebeti”, Terbiye Mecmuası, ¼(1330), s.1823, 109-117,167-173.
3
A.g.e. s.176 vd.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 112 ~
a) Duyumların sayısı, b ) Duyumların şiddeti, c ) Duyumların tekrarı, d) Fikirlerin
birbirine bağlılığı v.s.
Eğitimde çevreler: Bizde eğitimden şimdiye kadar yalnız okul anlaşılmıştır. Oysa
eğitimcilik yalnız okulculuk (“mektepçilik”) demek değildir. Okuldan başka da
eğitim ve öğretim çevreleri vardır. Bunlar aile ve toplumdur.
Kişilik yalnız okulda oluşmaz. Eğitimi okuldan ibaret saymak, yanlıştır. Eğitimin
vatanı her yerdir. Aile ve toplum da aslında birer okuldurlar.
Aile eğitimi1: Bütün öğretim ve eğitim yenileştirmesi, ailenin değiştirilmesine
bağlıdır. Her şeyden önce aileyi düzeltmelidir. Çocukların geleceğini yalnız okuldan
beklememelidir. “Aile, dershaneleri gece gündüz açık bulunan bir mekteptir”2.
Orada dünyanın en iyi metodlarıyla her şey öğretilir. Aile, en iyi eğitim ve öğretim
yeridir, çocuğa okuldan daha hâkimdir.
Aile, dünyanın en hür ve canlı okuludur. Dünyanın en yeni okulları bile bu hususta
ondan geridirler. Okulun eğitim ve öğretimi mihanikidir. Yakın zamanda yıkılması
gereken bir cendere gibi dar sıralar, yapma ve gösteriş hayatı ailede yoktur.
Ailenin eğitimi daha canlı, hayatî, samimi ve doğaldır.
En önemli eğitim fikir, düşünce eğitimi değil; ahlâk, duygu v irade eğitimidir.
Okullarımız yalan yanlış yalnız düşünce eğitimine önem vermektedirler. Bu
durumda da aileye çok büyük bir görev düşmektedir: Okul eğitiminden eksik kalan
yönü tamamlamak. Aile eğitimi, okul eğitiminden çok daha geniş kapsamlıdır.
Bizdeki duruma bakılırsa3:
1
Terbiye ve İman, s.16-27.
A.g.e. s.17.
3
a.g.e. S.22.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 113 ~
Bu durumda aile çocuk üzerinde okuldan daha etkilidir. Eğitim devrimi ailede
başlamalıdır. “Maarif ıslâhatı beşikten başlamalıdır.” En önemli ve etkili bilgisizlik,
ailedeki bilgisizliktir.
Fransa, İngiltere ve Almanya'nın öğretim metodları birbirine çok benzer. Bu
ülkelerin gençleri farklı farklı yetişiyorlarsa bu, aile eğitimlerinin farklı
olmasındandır.
Bizim eğitimde yaptığımız yenileştirmeler eksik kalmaktadır. Yalnız okul üzerinde
çalışma, eğitim sorunlarımızı çözmez.
Okul eğitimi: Eğitim ve öğretimin temeli, çocuğun okula gelmeden önce geçirdiği
hayattır, Aileden sonra en önemli eğitim ocağı, okuldur. Okul, ailenin eğitim ve
öğretimini sağlamlaştırır. Okul eğitimi eksik olursa, ülkenin bir ideali olmaz.
Bizde aile eğitimi de, okul eğitimi de yoktur. Bunlar kurulacaksa beraber
kurulmalıdır1. Okullarımıza hürriyet getirmelidir. Beden, dil, fikir, duygu, irade v.s.
alanındaki kişisel özgürlüklerden okullarımızda hiç bir eser yoktur.
Esasen Türkiye'de “okul” kelimesi de “eğitim” kadar belirmemiş, karanlık bir
kelimedir. Gerçek okulun ne olduğu bilinmiyor. Okul fikriyle, amacıyla, araçlarıyla
ortaya çıkartılmalıdır. Özellikle ilkokullar üzerinde durmalıdır. Sayısı az ve
değiştirilmesi kolay olduğu için herkes yüksek okullar üzerinde durmaktadır.
İlkokulları yenileştirmek daha zordur.
Okul, bir eğitim ve öğretim çevresidir. Ancak bundan iyi yararlanmak gerekir. Biz
öğretim ve eğitim metodlarını iyi bilmediğimizden, okullarımızda eğitim ve
öğretim sefaleti vardır2. Eğitim, iyi niyetten ziyade bilime ve metoda bağlıdır. Önce
eğitim ve öğretim düşüncesinde, sonra da okullarımızdaki eğitim metodlarında bir
devrim yapmak gerekmektedir. Eğitim, ders kitaplarının, okul sıralarının ürünü
değil; okuldaki yaşayışın ürünüdür. Öyleyse eğitimin amacı iyi belirlenerek,
okullardaki yaşayış biçimi ve üretim metodları değiştirilmelidir.
1
2
a.g.e. S.29.
a.g.e. S.31.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 114 ~
Toplum eğitimi: Eğitim ve öğretimde toplum da önemli etkendir. Hayattaki pek
çok bozukluk ve aksaklıklarda toplumun da önem bir payı vardır. Eğitim üzerinde
etkili olduğuna göre Türk toplumunu canlı, amacı olan, hareketli bir şekle getirmek
gereklidir. Ülkeyi diriltmek için, toplumu da değiştirmelidir1.
- Eğitim sorunlarının çözümü bir ülkünün doğmasına bağlıdır. Milletler kendi
ülküleriyle yaşarlar. Her milletin bir ruhu vardır; düşünce, amaç ve kültürleri
vardır. “Milletlerin mukadderatı, harslarının mukadderatına bağlıdır. Hars ve iman
ölürse, cemiyet de ölmüş demektir.”2
Millet değişmeden hiç bir sosyal kurum değişmez. Öyleyse eğitimi ve okulları
değiştirmeden önce milleti değiştirmek gerekmektedir. Milleti değiştirecek şey de
amaçlar ve ülkülerdir. Türk milletinin şimdi Çatalca tepelerini bile koruyamaması,
eski ülküsünü kaybetmesindendir. İslâm dini, bugün için eski iman gücünü
yitirmiştir. Din, sosyal bir amaç, bir ülkü olmaktan çıkmıştır. Oysa şimdi bizim
milletimize iman ve ülkü gerekmektedir. Bunlar olmayınca hareket de olmaz,
çalışma da olmaz. Balkan bozgunu bizi uyandırmıştır. Son zamanlarda toplumda
kuvvetli ve hızlı bir değişim arzusu vardır. Oyun, spor, gezi, izcilik v.s. meraklıları
Anadolu'yu baştan başa kaplamıştır. Ama ülkümüz henüz belirlenmemiştir. Şimdi
ülkü ne olacaktır? Din, şimdiden sonra bize bir ülkü olamaz. Olsa bile yeterli bir
ülkü olamaz. Bize vatanî ve tarihî bir ülkü gereklidir. Irki ve millî yönden
kuvvetlenmek gerekir. Türklüğün kuvvetli bir kitle haline gelmesi gerekir. Bizim
ülkümüz henüz belirlenmemiştir. Eğilim sorununun çözümü hu ülkünün doğup,
toplumun hareketlenmesine bağlıdır3.
3.2.2. A. SABRİ CEMİL
Hayatı: Bu hususta ayrıntılı bilgi bulunamamıştır. Ancak İkinci Meşrûtiyet
başlangıcında Üsküp Dârülmuallimini Rüşdiyesi Müdürü idi. Balkan bozgununa
kadar bu görevde kaldı. 1912 sonlarında İstanbul'a geldi. Maarif Nezareti
Rumeli'den gelen tüm öğretmenlere uyguladığı Anadolu okullarında
1
a.g.e. S.33-34.
a.g.e. S.37-38.
3
a.g.e. S.46.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 115 ~
görevlendirme prensibini Sabri Cemil Bey'e de uyguladı. Önce Bursa’da, sonra da
Şam'da görevlendirildi. Birinci Dünya Savaşı başladığında bu görevdeydi. Daha
sonra Cumhuriyet eğiliminde de şerefli hizmetlerde bulunduğu biliniyor, ancak
ayrıntılar bulunamamıştır.
Eserleri: Amelî Fenn-i Tedris, Üsküp 1326. Yeni Mektep (Aynı İstanbul
Dârülmuallimini'nin Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası tarzında Üsküp Dârülmuallimini Rüşdiyesi tarafından Sabri Cemil Bey'in yönetiminde yayınlanmıştır.)
Ayrıca Yıldız (Üsküb), Tanin, Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası, Yeni Fikir gibi süreli
yayınlarda telif ve Fransızca'dan çeviri şeklinde yazılar da yayınlamıştır.
Eğitim görüşleri: Sabri Cemil, tamamen ilk ve ortaöğretim üzerinde durmuş,
genellikle didaktik sorunlar üzerinde çalışmıştır.
Sabri Cemil, Üsküp'te Manastır, Edirne ve Selanik gibi yoğun eğitim çalışmaları
yapan bir topluluk yaratmak istemiş, ancak pek başarılı olamamıştır. Sabri Cemil
Bey'in, eğitimin çeşitli alanlarındaki görüşleri şöyle özetlenebilir:
Eğitim, toplum için de, fert için de çok önemlidir. Eğitim ihtiyacı, hayatî
ihtiyaçlarımızdan hemen sonra gelir. Meşrutiyetten sonra geriliğimizin nedeni
olarak hep cehalet gösterildi. “Bizi kurtaracak maariftir” dendi. Her ağız bunu
söyledi, her gazete, kitap bunu yazdı. Acaba bu, dağın fare doğurduğu gibi mi
olacak? Herhalde, çünkü bunun ilk belirtisi “tensikat ucubesi”dir1. Bu tensikat
öğretmenlerin Abdülhamid döneminde aldıkları maaşları bile indirmiştir. Hem
geriliğimizin nedeni “maarifsizlik”, onun da nedeni öğretmenlerin bilgisizliği ve
gayretsizliğidir, deniyor; hem de bu meslek korunmuyor, aşağılanıyor.
Eğitim Bakanlığı'nın bu yaptığı “tensik değil bir tasfiyedir.” Gerçi bundan Bakanlık
biraz kâr edecektir ama eğitimin kayıpları çok büyük olacaktır2.
Sabri Cemil Bey, bir başka yazısında1 köyün, köy okullarının ve çocuklarının kötü
durumlarını göz önüne alarak “köy muallimlerini memnun etmek gerekir” diyordu.
1
Sabri Cemil, “Zavallı maarif, zavallı muallimler”. Yıldız gazetesi, 11 Teşrinievvel 1325, S.24.
2
a.g.m.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 116 ~
Bunun için maaşlarının arttırılmasını, 3-4 yıl köyde hizmetten soma kendilerini
“taltif için” şehre alınmalarını öneriyordu. Onun kaygısı köylerin bir sürgün yeri
olarak kullanılması, öğretmenlerin köyde unutulmaları ve mesleklerini
değiştirmeye mecbur edilmeleridir2.
Anaokulu sorununun iyice güncel bir hale geldiği 1913'de, İkinci Meşrûtiyet
döneminin bu konudaki en güzel yazılarından birini o yazmıştır3. O zaman
anaokulunun yaygın isimlerinden birisi “Çocuk Bahçesi” (“Kindergarten”) idi. Halk
bu “bahçe” sözü üzerinde bazı yanlış düşüncelere sahipti. Sabri Cemil Bey bunları
düzelttikten sonra “Burası, belli bir usulle çocukları terbiye eden bir yerdir. Usul,
yerden daha önemlidir” diyordu.
Cemil Bey'in eğitim anlayışının temelinde “usul” vardı. Usul olmayınca en elverişli
yerin bile eğitimde pek önemi olmadığı düşüncesindeydi. Çocuk Bahçeleri
hakkında da şu fikirleri ileri sürüyordu:
Çocuk Bahçeleri bir okuldur. Çocuk orada hürriyet içinde kendi kendini
geliştirecektir. Bu bakımdan çocuğa doğrudan müdahale edilmemelidir. O, nazik
bir bitki gibidir. Onun gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak gerekir. Onu
korumak, uzaktan etkilemek gerekir.
Çocuk eğitiminde aceleciliğin bir faydası yoktur. Bu nedenle onu hızlı bir gelişime
zorlamaktan kaçınmalıdır. Çocuk bahçesi, turfanda yetiştirilen sıcak bir limonluk
değildir. Bu okullarda çocuk, eğitimden ziyade denemelerle başbaşa bırakılmalıdır.
Kitaplardan bilgi aldırmaman, incelemeye alıştırılmalıdır. Bu bahçelerde küçük
çocuklar okulla birlikte hayata da alıştırılmalı, hazırlanmalıdırlar.
Osmanlının hayatı, alacağı eğitime bağlıdır. Bizde sağlam bir aile eğitimi olmadığı
için de, çocuk bahçelerinin önemi çok büyüktür.
Hazırlık (“izharî, ihtiyat”) ve ilkokul sınıflarımız “koyun ağılı gibi” tıka-basa
doldurulmuştur. Öğretmen, çocukların hepsi ile ilgilenememektedir. İlgilense bile
1
Sabri Cemil, “Köy mektepleri, köy muallimleri”, Yeni Mektep, 1/7(1327), S.193-196.
A.g.m. S.195.
3
Sabri Cemil, “Çocuk Bahçeleri”, Yeni Fikir, 111/16(1328) S.495-500.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 117 ~
“öğretim metodu” yoktur. Bu yüzden ilkokullarımız aile eğitiminin eksiklerini
tamamlayamıyor.
Çocuk Bahçelerinde “ince, esaslı, asîl ve zinde” bir eğitim verilmelidir1. Bunu da
öğretmenler verecektir.
Öğretmenlerimiz çocukların yalnız hafıza ve gözlerine hitap ediyor. Dikkat, hayal
gücü, karşılaştırma ve karar verme kuvvetlerini uygun ve bilimsel bir şekilde
geliştirecek öğretmenlerimiz yoktur. Öğretmenlerin pedagoji ve psikolojiyi iyi
bilmeleri gerekir.
Sabri Cemil Bey, okul öncesi eğitimi hakkında bazı önerilerde bulunuyor ki, bunlar
şu şekilde sıralanabilir:
*
Çocuk Bahçelerini millet kurmalı, mürebbilerini Devlet yetiştirmelidir,
*
Bu mürebbiliği en iyi kızlar yapabilir. Dârülmuallimat’tan çıkan kızlar
vilayet merkezlerinde açılacak çocuk bahçelerinde görevlendirilmelidirler.
*
Çocuk bahçesi sınıfları, ilkokullardan ayrılmalıdır2.
Sabri Cemil Bey'in esas çabası, öğretmenlerin didaktik bilgilerini çoğaltmak
alanındaydı. Bu temel ihtiyaç, diğer eğitimcilerde olduğu gibi onda da uyanmış,
kendisi de bir öğretim usulü kitabı yazmıştır3. Bu kitap hemen hemen Gabriel
Compayrée'nin (1843-1913) “La Pédagogie Pratique” adlı eserinin tümden
uyarlaması gibidir. Eser, Bakanlığın hazırladığı ilkokul programına göre
düzenlenmiş, ancak programda olmayan bazı dersler ve konular “âtiyen programa
ithal edileceği şüphesiz göründüğünden” kitaba alınmışlardı.
Sabri Cemil Bey, Osmanlıların geri kalmışlığının sebebini “maarif-i ibtidaiyenin
millet-i Osmaniye arasında adem-i intişar”ında buluyor, geçmişe ait bu kusurun
artık sürdürülmeyeceğim, bunun da öğretmenlerin görevi olduğunu belirtiyordu4.
1
A.g.m. S.498-499.
a.g.m. S.499-500.
3
Sabri Cemil, Ameli Fenni Tedris, Üsküb 1326.
4
a.g.e. S.2-3
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 118 ~
Öğretmenlerin bir dersi mükemmel olarak bilmeleri, onların hakiki bir öğretmen
olmalarına yetmez. Bu, ancak “fenn-i terbiye ve tedris” ile sağlanabilir. Bu hususta
feraset ve kişisel deneyimlerden verimli bir sonuç beklemek, boşa zaman
kaybetmek demek olur. Fen ve sanatla beraber öğretim usullerini de öğretmezsek,
ilköğretimi geliştiremeyiz.
Öğretmenler, okullarımızdaki o eski usulü, o miskince eğitimi, o zorba ve baskıcı
idareyi kaldırmalıdırlar. Okulda çocukları eğiten öğretmenler, dışarıda da anababalarım eğitmelidirler. Bunu yumuşaklıkla, sevgi ile yapmalıdırlar. Yeni usulü
“müdekkikâne” uygulamalıdırlar. Ülkenin ihtiyaçlarına göre uygulamalıdırlar1.
Sabri Cemil Bey, Türkçenin sadeleştirilmesi üzerinde özellikle durur. Sadeleşme
akımı, ikinci Meşrûtiyetin getirdiği bir akımdı. Balkan savaşından sonra ise harf
değiştirme veya düzeltme çalışmaları alabildiğine hızlanmıştı. Cemil Bey, her iki
akımın da içindeydi. İlköğretimin en temel dayanağının okuma-yazma olduğunu
belirtiyordu. “Müddet-i kalîle zarfında kolaylıkla okuyup yazmayı temin için, her
şeyden evvel hurufumuzun muhtaç-ı ıslah bulunduğunu unutmamalıdır”2.
Yeni pedagoji; öğrencilerin üzerinden kaldırdığı pek çok meşakkati, öğretmene
yüklemiştir. Bunun en açık şekli yazı öğretiminde görülmektedir. Öğretmenlerimiz
yazı öğretiminde uyguladıkları eski metodları artık terk etmeli, yazıyı okuma
(“kıraat”) ve resim dersleri ile bir arada öğretmelidirler3. Bu, çocuğun anlayışına da
etki eder. Eskiden çocuk okumayı iyice öğrenmeden (“düz kıraata çıkmadan”)
yazıya başlatılmıyordu. Cemil Bey çocukların okula girer girmez yazıya
başlatılmalarını isteyerek, bu eski usulü değiştirmeye çalışmıştır4. Eskiden çocuklar
harflerin şekillerini bile yan öğrenmeden hemen Kur'ân Tecvidine geçilirdi. Cemil
Bey'in en şiddetli itiraz noktalarından birisi de buradaydı: “Çocuk bol bol ana
lisanını az çok okumaya yazmaya başladıktan sonra onu Eczayı Şerife'ye
başlatmalıdır. Demek ki Talim-i Kur'ân için çocukların yaşını ve derece-i talimini
nazar-ı itibara almalıdır. Bir an evvel hatim etsin diye mini mini çocuğu henüz
1
a.g.e,S6.
a.g.e. S.21
3
a.g.e. S.23.
4
a.g.e. S.25.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 119 ~
anlayamayacağı şeyler altında zebûn etmek, neş'e-i tahsilini kırmaktan başka bir
şeye yaramaz.”1
İlkokullarda çocukların dinî eğitimlerini mükemmel bir şekilde vermelidir. Ama bu
yalnız din derslerine has kalmamalı, bu hususta her fırsattan yararlanmalıdır. Bu
yalnız anlatımda kalmamalı, uygulanmalıdır da. Çünkü “Ameliyat ve tatbikat ile
başlayan bir tedrisin her zaman muvaffakiyetle neticeleneceği şüphesizdir.”2
Tarih boyunca Türk eğitiminin öğretim metodları bahsinde en büyük sorunu
“ezber” idi. Cemil Bey bu hususta “Çocukları metn-i kitabı ezber etmeye sevk
etmek caiz değildir. Artık ezber devrinde değil, anlamak ve muhakeme etmek
asrında bulunduğumuzu unutmayalım. Bırakınız çocuklar istediğini sorsun. Hakiki
bir muallim bir mes'eleyi bilmese de, öğrenip cevap vermeye her zaman
muktedirdir” diyordu3.
Türkçe, ilköğretimde en yüksek bir yerdedir, tüm öğretimin merkezini teşkil eder.
Öğrencilerin başlıca gelişme âletidir. İnsanı insan yapan, insanı vatanperver yapan
kendi ana dilini iyi bilmesidir. Ana dili iyi kullanmak, fikirlerimizi onunla eğilmek
zorundayız. Ama pek çok çocuğumuz için bu millî dil, bu resmi dil, bir yabancı dil
gibidir4. Dil öğretiminde kaide ve yazdırmadan ziyade konuşmaya önem
vermelidir. Bu hususla eski metodu çabucak terk etmelidir5.
Bu arada Sabrı Cemil Bey, dilin sadeleşmesi üzerinde de samimiyetle durmuş:
hatla bunu yazı biçiminde yapılacak düzeltmenin bile önüne geçirmiştir6.
Cemil Bey, ilkokul ders programının ruhu “Türkiye'yi gözünde ve kalbinde
büyüterek çocuğa vatan muhabbetini, vazife aşkını, fedakârlık hissini telkin
eylemektir” diye belirtiyordu1.
1
a.g.e. S.31.
a.g.e. S.35.
3
a.g.e. S. 36.
4
a.g.e. S.45.
5
a.g.e S.46-47
6
Sabri Cemil, “Edebiyatta Terakki”, Yıldız gazetesi, 25 Eylül 1325.
Sabri Cemil “Lisanımız sadeleşmelidir”, Yıldız gazetesi 20 Eyül 1325.
Sabri Cemil “Harften evvel lisan”,Tanin, 9 Haziran 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 120 ~
Cemil Bey, “çocuklar ne kurulup çalıştırılan bir makine, ne de nasihat kabul etmez
bir mahluktur”2 diyerek, eğitimde tamamen çocuğa, onun tabiatına bağlanmak
gerektiğini savunuyordu.
Medreselerin düzeltilmesi hususunda medrese öğrencilerine hitaben, ders
programlarının değiştirilmesi hususunda bir şiir yazan Cemil Bey, burada şöyle
diyordu3:
Gördün ya, bugün “nasara” ile,” daraba” ile
Dünyada, diyanette, şeref de kazanılmaz.
Öğren Arabî, anlayarak dilini belle!
Lakin yaşamak ilmini tahsille et âgâz!
Kendi dilini söylemeyi, yazmayı hâlâ
İhmal eden insana diyen var mıdır insan?
Tarih ile Coğrafya, Hesab, Hikmet ve Kimya...
Ekmek gibi lâzım adama.. fazla da ondan!”
Balkan Savaşı’ndan önce genellikle öğretim metodu konuları üzerinde duran Sabri
Cemil Bey, Rumeli'nin kaybından aynı diğer eğitimciler gibi çok etkilenmiştir.
Bundan sonra tamamen çocuklara yönelik ve intikam ateşiyle yanan şiirler
yazmıştır. “Hıfzı'nın vasiyeti”4, “Ümidi kesmeyelim”5. “Türk çocuğunun diliyle”6,
“Rumeli’yi unutma!”7 adlı şiirler bunlardan birkaçıdır. İşte en son şiirden bir dize:
“Nazlı Rumeli gitti... fakat bil! O, senindir!
Al hakkını sen düşman elinden, vatana ver!
Yardım diliyor, ey ulu genç! Git onu kurtar!
Sen kurtarmazsan bu sana bir ebedî ar!”
1
Ameli Fenn-i Tedris, S.109
Sabri Cemil “Derste uyku”, Yeni Fikir, III/19(1329), S.602-606
3
Sabri Cemil “Medresenişinana”, Yeni Fikir, III/114(1329), S.449-450.
4
Yeni Fikir, III/16(1329), S.500-501.
5
Yeni Fikir, III/18(1329), S.562-563.
6
Yeni Fikir, III/15(1329), S.483-484.
7
Yeni Fikir, III/13(1329), S.399-400
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 121 ~
3.2.3. FAZIL AHMED (AYKAÇ) BEY
Hayatı: 1884'de İstanbul'da doğdu. Babası mutasarrıf olduğu için Türkiye’nin çeşitli
yerlerini dolaştı. İdadiyi Musul'da ve İstanbul'da bir yansız lisesinde okudu. Bundan
sonra bir ara Sanayi-i Nefise Mektebi'nin mimarlık şubesine de devam etti.
1908'den sonra mektupla devam ettiği Paris Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi.
1910-1918 arasında Dârülmuallimin'de Edebiyat ve felsefe öğretmenliği yaptı.
Sonra Sanayi-i Nefise ve Galatasaray mekteplerinde uzun süre çeşitli dersler
okuttu. 1927-1950 arasında Diyarbakır ve Elazığ milletvekilliği yaptı. 1967 yılında
öldü.
Eserleri: Divançe-i Fâzıl (1913). Harman Yolu (1919), Kırpıntı (1924), Şeytan Diyor
ki (1927), Fâzıl Ahmet (Seçmeler) (1934). Ayrıca çeşitli gazete ve dergilerde eğitim,
psikoloji, felsefe v.s. konularında yazılar yazmıştır!
Eğitim hakkındaki görüşleri: Fâzıl Ahmed gerek ikinci Meşrûtiyet devrinde, gerekse
daha sonraki bütün hayatı boyunca eğitim üzerine birçok yazılar yazmış olmasına
rağmen, esas olarak belli bir akımı savunan ve fazla etkili olan bir düşünür değildir.
Ancak alelade bir gazete yazarı da değildir. Hiç olmazsa çağdaş eğitimin Türkiye'de
önde gelen tanıtıcılarından olmuştur. Kendisinin iki büyük uğraşısı vardı: Edebiyat
ve eğitim.
Fâzıl Ahmed Bey'in İkinci Meşrûtiyet döneminde yayınlanmış yazılarına
dayanılarak, eğitim görüşleri kısaca şu şekilde özetlenebilir: “Terbiye, insanda
istidat-ı tabiiye ile müessirat-ı hâriciyenin âdeta bir muhassalasıdır”1. Eğitimde
çevrenin çok büyük bir önemi vardır. Bu önem ve çevrenin etkisi küçük yaşlardan
büyük yaşlara doğru gittikçe azalır. Onun için özellikle ilköğretim kademesi ve o
kademede de binadan öğretmenin kişiliğine kadar her şey çocuğu alabildiğine
etkiler.
İkinci Meşrûtiyetin ilânından beri hemen bütün basın eğitim konusunda alınacak
önlemlerle doludur. Ama buna rağmen okulun, eğitimin ne olduğu hâlâ
anlaşılamamıştır. Yalnızca ülkenin eğitim düzeninin bozuk olduğu, yeni bir eğitim
düzenine ihtiyacımız olduğunu anlayabildik. Durumumuz şuna benziyor: Denizde
1
Fâzıl Ahmed, “Mekâtib-i ibtidaiyede terbiye-i bediiye” Terbiye Mecmuası, l/l(1330), S.12.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 122 ~
müthiş bir fırtınaya yakalanmışız, felâket içinde olduğumuzu anlayıp feryat
ediyoruz. Bizi kurtaracak bir kaptan yok, gücümüz yok. Gürültü o kadar fazla ki, bu
işten anlayıp bazı Öneriler getiren adamların sesi de boğuluyor. Duyup bir şey
anlayamıyoruz.
Hükümetlerin sık sık değişmelerinde, eğitim sorunlarımızın çözümlenmemesinin,
aksamasının önemli bir sorumluluğu vardır. Bizde eğitim yalnız anlaşılmamakla
kalmadı, bazılarının idrakine de -fotoğraf camındaki gibi- ters aksetti. “Tûbâ Ağacı
Nazariyesi” çıktı. Sonra başka nazariyeler işitildi1. Maarifte asıl önemli olan
eğitimdir (“terbiye”); öğretim (“tedrisat”) daha sonra gelir. Oysa bizde tamamen
tersi anlaşılıyor2.
Eğitimin ruhuna inmek gerekir. Eğitimin ruhu, özü program değiştirmek değildir.
Oysa İkinci Meşrûtiyet’ten önce de sonra da hep eğitim= program sanıldı. Eğitimde
yapılacak iyileştirmeler hep program değiştirme çizgisinde kaldı. Doğal olarak
bundan da bir sonuç alınamıyor. Eğitim düzenleri kötü bütün ülkeler -bu arada
Fransızlar bile eğitim reformunu hep bir program sorunu olarak ele alıp devamlı
bir “fasit daire” içinde dönüyorlar. Eğitim düzeninin iyileştirilmesinde ve
geliştirilmesinde programlar önemli bir rol oynar; ama her şey buna
bağlanmamalıdır3.
Ülkemizde eğitimin amacı iyi belirlenmelidir. “Ati için cidden zîhayat ve faal bir
nesil yetiştirmeliyiz”4. “Adam” yetiştirmeliyiz. Çağın çeşitli bilimsel gereklerine
uygun olarak yetiştirilmiş pek çok “adam”a ihtiyacımız vardır. Bu bakımdan
bugünün gençliği ve gelecek kuşakların eğitimi bizim için çok önemlidir5.
Rousseau'nun (1712-1778) dediği gibi, eğitimin ilk görevi, insanları önce insan
yapmaktır. Temel budur. O insan daha sonra ne olacaksa olur. Bu bakımdan eğitim
de iki kademelidir: 1. Temel eğitim (“Terbiye-i esasiye”); 2. Meslekî eğitim
(“Terbiye-i meslekîye”)
1
Fâzıl Ahmed, “Mekâtib-î tâliye hakkında I”, Sabah, 9 Haziran 1913.
Fâzıl Ahmed, “Terbiye ve tedrisat”, Tanin, 30 Mart 1911.
3
Fâzıl Ahmed, “Terbiyede inkılâp”, Sabah, 12 Mayıs 1913.
4
Fâzıl Ahmed, “Terbiye ve ehemmiyeti”, Tanin, 19 Mart 1910.
5
Fâzıl Ahmed, “Adam ihtiyacı ve terbiye”, Tanin, 25 Aralık 1909.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 123 ~
İnsanı önce insan yapacak olan birinci kademe eğitim, ilk ve ortaöğretim sırasında
iken verilir. İlk ve ortaöğretimde uygar ve millî bir eğitime önem vermelidir1.
Ortaöğretim gençlere, gelecekteki çeşitli durumlara uygun yetenek ve güçler
kazandırıcı olmalıdır. Bu dönemde her dersin öğretim amacı sağlam olarak
belirlenmelidir. Ortaöğretim sırasındaki gençlerin bunalımlı durumları da göz
önüne alınmalıdır. Bu kademede okula ziraî, ticarî ve sınaî eğitim de sokulmalıdır.
Kısaca ortaöğretim kademesinde Amerika'nın “High School”ları “bizim için pek
şâyân-ı iktibas bir teşkilâta maliktir”2.
Aslında meslekî eğitim yükseköğretim kurumlarında verilir ama ortaöğretim
sırasında bunun temelleri atılmalıdır. Hazırlıklarını yapmalıdır. Gençlere eleştirici
ve bilimsel bir ruh kazandırmalıdır3.
Bizde ilmin ruh ve tabiatı bilinmiyor. Fennî bir eğitimden geçmemiz gerek. “Esprit
scientifique” (bilimsel zihniyet) ve “esprit critique” (eleştirel düşünce) bizde henüz
yok. Fikrî tartışmalara, düşünce özgürlüğüne, ilmin bağımsızlığına alışık olmalıyız.
Okullarımız daha küçük yaştan itibaren bu hür ve tenkitçi düşünmeye alışık
olmalıdırlar4.
Okul binaları ve okul sağlığı da eğitimde çok önemlidir. Hattâ bunlar
öğretmenlerden ve programlardan daha önde gelir5. Okulların sayısı kadar
mükemmeliyeti de önemlidir. Okul, gerekli her şartı bulundurduktan sonra
açılmalıdır. Hele özel okulların kurulması sırasında okulun yerine, sınıf, temizlik,
aydınlatma durumlarına v.s. çok dikkat edilmelidir6.
Milletin kaderinde, toplum ahlâkı zekâdan daha önemlidir. Bir milleti, bir devleti
yalnız zekâ eserleri yaşatmaz. Ahlâk da çok gereklidir. Toplumun genel ahlâkı,
kişilerin tek tek ahlâklarına bağlıdır. Onun için kulda ahlâki eğitimin büyük bir
önemi vardır. Bu anda bizim için Meşrûtiyetin kurulmasından daha önemli olan,
1
Fâzıl Ahmed, “Aksamı Terbiye”, Tanin, 24 Mart 1910.
Fâzıl Ahmed, “Mekâtib-i tâliye hakkında II”, Sabah, 5 Haziran 1913
3
a.g.m.
Fâzıl Ahmed, “Yine terbiye bahsi”, Sabah, 1 Mayıs 1913.
4
Fâzıl Ahmed, “Muallimler ve Felsefe”, Sabah,7 Mayıs 1913.
“İbtisar ve muhakemede zaaf, Sabah, 20 Nisan 1913.
5
Fâzıl Ahmed, “Mekâtib-i tâliye hakkında III”,Sabah, 12 Temmuz 1913.
6
Fâzıl Ahmed, “Mekteplere dair”, Tanin, 2 Mayıs 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 124 ~
Meşrûtiyete lâyık adamlar yetiştirmektir. Bunda ahlâkî eğitimin; ahlâkî eğitimde
de hem ailenin hem de okulun pek çok görevleri vardır1.
1
Fazıl Ahmed, “Terbiye-i ahlâkiye”, “Tenkîd” dergisi, 3(5 Mayıs 1326), S,41-44.
“Terbiye-i ahlâkiye ve kadınlarımızın vazifesi”, Tanin, 27 Eylül 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 125 ~
3.3. İŞ OKULU AKIMI
“İş”, insan hayatında ve düşüncesinde tâ ilk çağlardan beri önemli bir yer almasına
rağmen, bir eğitim ilkesi olarak kabul edilmesi çok sonraları, ancak
endüstrileşmeden sonra olabilmiştir.
İş'in eğitime uygulanmak istenmesi Rönesans’tan itibaren ortaya çıkmaktadır.
Sosyal Ütopyacılardan başlayan akım, endüstri devriminden sonra liberallerde “iş
eğitimi” şeklinde, sosyalistlerde de “üretim okulu” (ya da “politeknik okulu”)
şeklinde gelişmektedir1.
“İş okulu” akımı, 20. yüzyıldaki reform akımları içinde de en merkezî, en yaygın ve
en verimli olan bir akım olmuştur. Bu akım da, diğer çağdaş eğitim akımları gibi,
geleneksel okullara karşı çıkmaktadır. İş okulu çocuğun kendi kendine faal olmasını
gerçekleştirmeyi istemekte, ezber şeklindeki pasif-alıcı eğitim biçimine karşı
çıkmakladır. Okullarda verilecek bilgilerin içeriğinin hayattan ve hayatın
gereklerinden alınmasını istemektedir. Bu akımın mensuplarına göre öğrenciler
zihnî alanda olduğu gibi, el işi alanında da faal olmalıdırlar. İş, çocuğun aktifliğini
ve kendiliğinden faaliyetini sağlayan en uygun bir vasıtadır. İkinci Meşrûtiyet
döneminde Türk eğitim düşüncesinde de öz olarak iş eğitimini savunmuş bazı
eğitimciler vardır.
3.3.1. EDHEM NEJAD
Hayatı: Doğum tarihi tartışmalıdır. 18822 veya 1887'de3 İstanbul'da doğmuştur.
Üsküdar İdadisini bitirdikten sonra Ticaret Mektebi'ne girmiştir. İkinci Abdülhamid
1
Aytaç, Kemal, Çağdaş Eğitim Akımları (Yabancı Ülkelerde). Ankara: A.Ü.Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi yay. 1976. S.79 v.d.
Aytaç, Kemal, Politeknik Eğitim Reformları. Ankara: A.Ü.Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi yay.
1979.
Burger, Eduard, İş Pedagojisi, (Çev.:H.Fikret Kanat), Ankara: MEB Basımevi 1976.
2
Tonguç, İsmail Hakkı. Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü, İstanbul 1952. S.135.
Tuncay, Mete. Türkiye'de Sol Akımlar 1908-1925), Ankara 1967, S.111.
3
Sayılgan, Aclan, Türkiye'de Sol Hareketler, Ankara'1972. S.150.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 126 ~
döneminde gazetecilik yaparken Avrupa'ya kaçmış, İkinci Meşrûtiyet ilân
edilinceye kadar Fransa ve Amerika'da kalmıştır.
Meşrûtiyetin ilânından iki ay sonra İstanbul'a döndü1. Manastır Dârülmuallimini
Müdürlüğüne atandı. Balkan Savaşı'nda Sırplara esir düştü. Oradan kaçarak
İstanbul'a geldi. Önce Bursa Dârülmuallimin Müdürlüğüne ve oradan da terfien
İzmir Dârülmuallimini Müdürlüğüne getirildi2. 1913 yılında kurulan “Türk
Gücü”nün çalışmalarına aktif olarak katılmıştı3. 1914'de de Harbiye Nezareti’nin
İstanbul-Maltepe'de açtığı İzciler kursuna katıldı4.
Savaş çıkınca Maarif Müdürlüklerinde çalıştı. Menteşe, Eskişehir, Adana ve İzmir
Maarif Müdürlüklerinde bulundu. Eskişehir Maarif Müdürü iken “şark ve garp
cephesinde gönüllü askerliğini” yapmıştır. Maarif Nezareti Neşriyat Dairesinde
görevli iken 1917'de Türk Ocaklarının yardımı ile Almanya'ya gönderildi. Orada
öğretimden ziyade sosyalist hareketlere katıldı. İstanbul'dan bursu kesilince
çalışmalarını daha da şiddetlendirdi. 1918 yılında Almanya'da “Türkiye İşçi ve Çiftçi
Sosyalist Fırkası”nı kurdu. Aynı Parti 1919'da Türkiye'ye döndüğünde İstanbul'da
da kuruldu. Parti 1919 seçimlerine katıldı ama hiç bir varlık gösteremedi. Daha
sonra Samsun Maarif Müdürlüğüne atandı ve oradan Rusya'ya kaçtı. 1921'de
Bakü'de yapılan “Türkiye İştirakiyyun Fırkası Kongresi”ne Anadolu ve Eskişehir
temsilcisi olarak katıldı. Aynı yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin daveti
üzerine Ankara'ya gelirlerken, 28-29 Aralık 1921'de Trabzon'da arkadaşlarıyla
beraber öldürüldü.
Eserleri: A) Kitaplar: Mektepçilik: Manastır'da iken yarısına kadar bastırdığı bu
kitap, şehrin işgali sırasında Sırplar tarafından yakılmıştı. Eser 1330 yılında
İstanbul'da tekrar basılmaya başlandı. Ancak burada da Savaş, kitabın basımını
engelledi. Ancak 9 forması basılabildi. Yiğit Türkler (Terbiyevî hikâyeler), İstanbul.
1329. Çiftlik Müdürü (Terbiyevî hikâyeler), İstanbul. 1329. Türklük Nedir ve
Terbiye Yolları, İstanbul, t.y. (1329 veya 1330 olabilir). Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı.
İzmir. 1331.
1
Edhem Nejad, Türklük nedir ve Terbiye Yolları, İstanbul t.y. S.27.
Yeni Fikir, 111/21(1330). kapakta.
3
“Türk Gücü”, Yeni Fikir, 11/11(1329), S.337-340.
4
Ahenk (İzmir), 2 Temmuz, 17 Ağustos 1914.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 127 ~
B) Sorumlu müdür olduğu dergiler: Terbiyevî Yeni Fikir: 1911de Manastır'da
yayına başlamış, Balkan Savaşı dolayısıyla bir ara yayınını durdurmuş, sonra tekrar
İstanbul'da çıkmaya başlamıştır. Ancak 22 sayı çıkabilmiş. Birinci Dünya Savaşı
çıkınca yayınını durdurmuştur. Toprak: Mart 1329 - Haziran 1330 tarihleri
arasında, İstanbul'da 21 sayı olarak çıkmıştır. Kurtuluş: 1919'da İstanbul'da 5 sayı
olarak çıkmıştır.
C) Yazılarının yayınlandığı süreli yayınlar: Neyyir-i Hakikat, Tanin, Yeni Fikir,
Toprak, Türk Yurdu, Muallim, Sırat-ı Müstakim, Tasviri Efkâr, Siper-i Saika,
Kurtuluş, Terbiye, Ziraat ve Ticaret Gazetesi v.s.
Eğitim görüşleri:
Eğitimin Amacı: Edhem Nejad'da eğitimin amacı çok önemli bir yer tutar. Ona göre
İkinci Meşrûtiyet dönemindeki eğitim tamamen amaçsız, idealsizdir. Okullarda
verilen eğitim çocukları rahatlığa ve tembelliğe sevk etmiştir. Çocuklar
okuduklarından hiç bir şey anlamayarak zavallılığa mahkûm olmuşlardır. Ülkenin
çıkarları bir yana, kendi çıkarlarını bile düşünemez bir duruma gelmişlerdir. Hür
yaşayamaz bir durumda olup, bir koltuk değneğine ihtiyaç duymuşlardır. Herkesin
temiz bir iş, bir memurluk araması, fena bir eğitimin sonucudur. Eğitimin amacı
olarak sınavlarda başarmak, sınıf geçmek, memur olmak ilkeleri benimsenmiştir:
yoksa bir şey öğretmek, toplum içinde yaşamak ilkeleri değil1.
Okullarımız, çocukları ezmektedir. Bütün çocukluk, oyun ve gelişme çağımız
korkunç odalarda geçiyor2. “Bizim mekteplerimiz, birçocuklar hapishanesidir.” Bizi
oturtmaya alıştırmışım “Bendeniz nâçizleri, kulunuz” dedirtmiştir. Sınıflar kördür.
Eğitim için mutlaka sınıflara ihtiyaç yoktur. Tabiata çıkmalıdır. Bilinçsiz, nazlı, çok
uslu, sessiz sedasız oturan pinekleyen çocuklar sümsük, aptal, beceriksiz olurlar.
Bunların yerine oynayan, haşarı, şeytan, ateşin çocuklar yetiştirmelidir. “Adam”
1
Edhem Nejad, “Terbiye-i Fikriye”, Sırat-ı Müstakim, 6(1326), S.360.
Edhem Nejad, “Terbiye-i bedeniyeye nasıl ehemmiyet veriyorlar?.. Bizde Avrupa'da”,
Yeni Fikir. 1/3(1327), s.70.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 128 ~
olacak, bunlardır1. Oysa bizim halkımız gibi, okullarımızdaki bütün gençliğimizde
“elîm bir uyuşukluk” var. Oynamak, bağırmak, zıplamak v.s. gayet serbest olduğu
halde bunları yapan gençler gene de yok2. Okullarımızla beraber toplumu, aileyi de
canlandırmak gerekir. Çünkü bunlar canlanmazsa okullardan hiç bir sonuç
alınamaz3.
Eğitimin amacı, okuma-yazma öğretmek değildir. Okuma-yazma-bilmeye,
öğrenmeye, uygar dünyada yaşamaya faydalı olan bir araçtır. Düşünebilmeye,
muhakeme etmeye lâyık bir meziyet verir. Kişiyi, insan topluluğu içinde mutlu
yaşayabilmek, iş yapabilmek için hazırlar4.
Eğitimin amacı, çağdaş hayatın amacına bağlıdır. Bugün hayatın amacı ziraat,
ticaret ve sanayi olmuştur. Eğitim ve öğretim genellikle bu konular üzerinde
olmalıdır5. Çocuk bu konularda kendi girişkenliği (“teşebbüs-ü şahsî”) ile
yaşayabilmelidir.
Edhem Nejad, şimdiye kadar eğitimde görülen bütün aksaklıkları eski devre
yükleyerek savunma yapılamayacağını belirterek “Bunları devr-i sabıkın kabahati
olarak kabul edelim. Ama bundan sonra devr-i sabık yoktur”6 diyerek gelecek için
hazırlanmayı öğütlemektedir.
Kur'ân-ı Kerim, “insan herşeyi kendi çalışmasından beklemelidir”7 diyor. Edhem
Nejad buradan hareket ederek eğitimin amacı “hem kendini, hem de
hemcinslerini müteneam etmek ve teşebbüs-ü şahsî sahibi adamlar yetiştirmektir”
diyor. Çocukları girişken yetiştirmek bugün Alman, İngiliz ve İsviçre okullarında
eğitimin temelidir.
1
Edhem Nejad, “Mekteplerimizde canlı, âteşin hayat isteriz”, Yeni Fikir III/14 (1329), S 426428.
2
Edhem Nejad, Mektebçilik, İstanbul, 1332, S.6-9.
3
a.g.e., S.10,
4
Edhem Nejad, “Terbiye-i Fikriye”, S.359
5
a.g.e. S.360.
6
a.g y.
7
Kur'ân-ı Kerim, LII/39.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 129 ~
İngiltere ve Amerika'nın yeni okulları (“New School”) Edhem Nejad'ı çok
etkilemişti. Bu okulları tek tek “Yeni Fikir”de tanıtırken şöyle diyordu1: “Terbiyenin
maksadı, çocukları asrın hayat ve revişine büyük bir serbestlik ve istisna ile
alıştırmak; terbiyenin vesaiti ise çocuğun ahval-i ruhiyesinin tecellisine,
yaşamasına sebep olan kavanin-i labüyeyi daima hesap etmektir.”
Edhem Nejad, bütün İkinci Meşrutiyet dönemi boyunca, çocukların çağa uygun
yetiştirilmesi hakkında yetkili ve görevlileri işbaşına çağırmıştır.
Trablusgarb ve Balkan savaşları çıktıktan sonra aşırı derecede milliyetçi olan
Edhem Nejad, artık eğitimin amaçları arasına milli benliğimizin, Türklük ve
İslâmlığımızın anlatılmasını da katmıştır2. Rumeli bozgunu, Osmanlı aydın
zümrelerini en çok etkileyen olaylardan biri olmuştu. Bunun en açık etkileri de
eğitimcilerde ve eğitim alanında görülmektedir. Çünkü bozgunu hazırlayan,
ordulardan çok Osmanlı ve Balkan Devletlerinin öğretmenlerinin çalışmaları
olmuştu. Bozgunun suçu, Çatalca'ya kadar çekilen orduya yüklendiği kadar eğitim
sistemine de yüklenmişti. İşgal altında kalan yerlerden gelen öğretmen ve
öğrencilerin anlattıkları bunda çok etkili olmuştur. Edhem Nejad da Balkan
bozgunundan sonra millî savunmaya ve Türklüğe alabildiğine önem vermiştir. Ona
göre; gençlerimiz bugüne kadar milliyetsiz, ruhsuz, avare yetişmişlerdir. Kafaları
bilgiyle, fikirle dolu, kansız, hissiz, uyuşmuş adamlar yetiştirmişlerdir, memur
yetiştirmişlerdir. “Bu sekim ve kokmuş usul-ü terbiyemize artık nihayet verelim.”
Bakanlığın eğitimde bir ülküsü, amacı programı yoktur. Rumeli'yi okullarımız
kaybetmiştir. Okullarımıza lanet ediyorum. Öğretmenlerimizi ayıplıyorum. Başka
milletlerin üniversite mezunu öğretmenleri köylerde çok az bir maaşla yıllarca
çalışırken, bizim öğretmenlerimiz 50-100 kuruş fazla maaş alabilmek için devamlı
yer değiştirmişlerdir. Okullarımızda artık bilgiden ziyade duygu (his) ve milliyete
yer vermelidir. Balkan milletlerini okullar, öğretmenler, çeteler yapmıştır. Biz de
kendi milletimizi okulda yaratmalı, yetiştirmeliyiz. Bulgar okullarında okunan
kitapların hepsi birer bomba mahiyetindedir. Bizde de artık şimdiki “boş kitapları”
kaldırmalıdır. Aslında bütün toplumu değiştirmelidir; şair, müzisyen, ressam...
Millet vatandan, intikamdan bahsederken bizim sanatçılarımız, edebiyatçılarımız
aşktan, güzellikten bahsediyorlar. Böyle devam ederlerse hain olacaklardır. Hemen
1
2
Edhem Nejad, “Yeni Mektepler”, Yeni Fikir, 15 Kânunuevvel 1327, S.4.
Edhem Nejad, “Yeni lisan ve tekâmülü”, Yeni Fikir, 11/8(1328), S.329.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 130 ~
bir “Millî Çetecilik Teşkilâtı” kurup, millî savunmaya başlanılmalıdır. Okullarımızda
çeteci yetiştirmemiz lâzımdır1.
Okullardaki öğretmen ve mubassırlarımız, düzen sağlayan memurlar
görünümündedirler. Statükoyu, o hain statükoyu korumaya çalışmaktadırlar. Artık
değişmeliyiz. “Dârülmuallimîn kışlaları”nda bir “kin ve intikam ordusu”
yetiştirmeliyiz. Artık körü körüne kitap takibi bırakılmalı: jimnastik, gezi, binicilik
v.s. ye önem vermelidir. Eğitim, millî vicdanı yaratmaya yönelik olmalıdır2.
Eğitimimiz şu anda esassız, dümensiz yürüyor. Arada yürüyor. Eğitimde arada
yürüyüş bir şeye yaramaz. Metin adımlarla, hedefi tayin ederek ilerlemelidir.
Attığımız kurşunun nereye gittiğini bilmeliyiz. Artık dimağları amaçsız olarak
yıllarca ezmemeliyiz. Eğitim, bir silâhtır. Hedefimiz, “millî gayemiz,
mefkûremizdir”. Mefkûrenin emirleri, hedefin çeşitli numaralı noktalarıdır. Silâhı
iyi kullanmalıyız3. Eğitimin esasları, millî ülküyü yağlayacak şekilde konmalıdır. Millî
ülküye uygun bir milli eğitim kurmalıdır4. Gençler gelecek için, millî ülkü için
çalışmalıdırlar5. Eğitim, milliyetsiz olamaz. Milletler de ülküsüz olamaz. Türk
milletinin amacını belirlerken onun ihtiyaçları, gelenekleri, milliyeti, iklimi,
psikolojisi, tarihi, coğrafyası vs. göz önüne alınmalıdır. Avrupa’da bile her millet bir
ülkü saptamaya çalışıyor. “Avrupa'nın bir saltanatı da sosyalistlik cereyanını
doğdurmaya çalışıyor. Bize böyle Avrupa'dan sirayet etme, onlardan sirkat edilme
gayeler lâzım değil.”6 “Biz ne Avrupalıyız, ne garb meşreb ve muaşeretindeyiz. Ne
iklim ve arz ve eslaflarımızın tabiî miraslarıyla Latinlerin, Islavların, Cermanların,
Anglosaksonların, İskandinavların milletlerini tamamen taklit edebilecek bir
haldeyiz.”7
Eğitimin amacı da, programları da milli ülküye göre düzenlenmelidir. Eğitim bütün
anlamıyla millidir. Milletin geçmiş ve geleceği eğitimle canlandırılır, eğitimle
korunur. Millî ülkünün ayrıntılı olarak belirlenmesi için bir kongre toplanmalıdır.
1
Edhem Nejad, “Müdafaa-i Milliye ve Terbiye”, Yeni Fikir, 11/11 (1329) S.327-333.
Edhem Nejad, “Müdafaa-i Milliye ve Terbiye”, Tasvir-i Efkâr, 1 Şubat 1913.
3
Türklük Nedir ve Terbiye Yolları. S 28-29.
4
a.g.e. s.31-32.
5
a.g.e. s.43
6
Edhem Nejad: “Müdafaa-ı Milliye ve Terbiye”, Yeni Fikir, 11/9(1329), S.269.
7
a.g.y.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 131 ~
Millî ülkü “Turan”dır. Bu, çocuğun kafasına tâ anaokullarında, ilkokullarda
sokulmalıdır. Okullarda “Turan”ını geniş sahası öğrencilere gayet önemli olarak
verilmelidir. Halide Edip Hanım'ın “Yeni Turan”ı bu bakımdan iyi bir örnektir,
çocuklara okutturulmalıdır1.
Edhem Nejad kendisi de,”Yeni Turan”dakiler tarzında bir örgüt kurmak istemiştir.
“İrşâd ve Islâh Komitesi” adını verdiği bu örgüt aracılığıyla fedakâr öğretmenleri
toplayacaktı. Bunlar bir misyoner gibi çalışarak çocuklara ziraat, ticaret, hırs, kin,
intikam öğreterek “metin bir Türk” yetiştireceklerdi. Genç hanımların da katılacağı
bu örgüt hiç bir çıkar gözetmeden köy köy dolaşacak, halkı dünyanın bugünkü
durumundan haberdar edecekti2. Yunan “Etniki Eterya”sından ve Balkanlardaki
Bulgar kuruluşlarından esinlenerek kurulmak istenen bu örgüt gerçekleşememiştir.
Toplumu, fertler meydana getirir. Toplumu yüksek bir düzeye çıkarmak istiyorsak
fertleri yetiştirmeliyiz, onları hayat kavgasına hazırlamalıyız3. Fertleri, serbest bir
terbiye içinde yetiştirmelidir. Azimli, iradeli, kendi kendine sahip, hür iş adamları
olarak yetiştirmelidir4. İnsan herşeyi kendi çalışmalarından beklemelidir. Artık
gençler memurluğa değil çalışmaya, iş hayatına hazırlanmalıdırlar5. Artık Fransız
Eğitim sistemini terk etmemiz lâzımdır. Almanya veya İngiltere onu kat kat geride
bırakmıştır6. Avrupa'yı artık bu iki Devlet idare ediyor, bunlar güreşiyor. Ama
İngiltere muhafazakâr, Almanya bütün Avrupa'ya baş eğdirecektir. Cihanı istilâya
kalkacaktır. Bu derece gelişmiştir. Eğitimde artık bu ülkelere bakmalıyız7.
Çocuk Bahçeleri: Bunlar, ilköğretim öncesi (kable't-tahsil-i ibtidai) okullardır.
Görevi, çocuklan okur-yazar hale getirmek ve ilköğretime hazırlamak değildir.
Çocukların doğuştan getirdiği ve geliştireceği kabiliyet ve liyâkatların doğal
gelişimini sağlamaktır.
1
a.g.m.,S.271-273.
Edhem Nejad: “Müdafaa-ı Milliye ve Terbiye”, Yeni Fikir, 111/13(1329), S.396-399.
3
Mektebçilik, S.I4.
4
Edhem Nejad, “Mekteplerimizde canlı, âteşin..”, S.433.
5
Türklük Nedir.., S.43-44
6
Edhem Nejad, “Haricî ticaretimiz ve istihlâk-ı millî”, Toprak, 1/3(1329), S.55.
7
Edhem Nejad, “Almanya ve İngiltere’nin iktisat mesaraası”, Toprak, 1/4(1329), S.67-71.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 132 ~
Buralarda ders okutulmamalıdır. Çocukların zevkine, yeteneğine, içgüdüsüne
çekici gelecek çalışmalar yapılmalıdır. Bu bahçeler çocukların madden ve manen
normal gelişme ve büyümesini sağlamak için, oyun üzerine kurulmuştur1. Bu arada
sohbetler, el işleri, masallar, resim gibi işler de vardır.
Fröbel (1782-1852)'in “Kindergarten” adıyla ortaya çıkardığı bu okullara, biz
Avrupa ülkelerinden daha muhtacız. Oysa anaokulu öğretmenleri olarak bizde
görev yapan Alyans mezunu Musevî kızlarının bir parça okumaktan başka hiç bir
meziyetleri yoktur. Bu okullarda ana dili bile öğretilemezken, Fransızca
öğretilmeye kalkışılmıştır. Bu ve daha birçok nedenlerle bizde anaokulları iyi
yerleşememiştir2.
Anaokulları, Türk milletinin geleceğini yetiştiren kurumlardır. Öğretmenleri
duygulu, sanatkâr ve görevine bağlı Türk kızları olmalıdır. Bu öğretmenleri
yetiştirmek için de hemen bir “ Dârülmuallimat” açmalıdır. Bu “Çocuk Bahçeleri
Dârülmuallimatı” diğerlerinden farklıdır. Rüşdiye mezunları 2-3 dönemde (1-1,5
yıl), ancak mutlaka bir Avrupa ülkesinin yardımıyla, gayet mükemmel olarak
yetiştirebilinir.
İlkokullara önem verirken, Çocuk Bahçelerini de unutmamalıdır3.
İlköğretim: “Çocuğa ilk adımını attıran ibtidai mekteptir”. Çocuklar hayat savaşına
tâ ilkokuldan itibaren başlamalıdırlar. Çocukları hayat kavgasına karşı, her türlü
silâhla donatmaya bu okullardan itibaren başlamalıdır4.
İlkokullarda bilgiden çok eğitime önem vermelidir. Çocukların kafası “bakkal
defteri gibi” doldurulmamalıdır5. İlkokullar “tedrisat” yeri değil “terbiye” yeridir.
Bakanlık çıkardığı geçici yasaya “Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu” adını vermekle
konuya tâ baştan yanlış baktığını ortaya koymuştur. Öğretim, eğitimin bir
vasıtasıdır. İlkokullar ders okunacak, hele bizdeki gibi öğretim yapılacak bir yer
değildir. Balkan Savaşı, ilkokullardaki eğitimimizin ne kadar eksik olduğunu
1
Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.28.
a.g.e., s.36.
3
a.g.e., s.31.
4
Edhem Nejad: “Müdafaa-ı Milliye ve...”. Yeni Fikir, 11/9(1329), S.268.
5
Edhem Nejad: “Müdafaa-ı Milliye ve Terbiye”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 1 Şubat 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 133 ~
gösterdi1. İlkokullar çocuklan “hakikî bir hayvan”2, tam bir adam olarak
yetiştirmelidirler. Çocukları oynamaya, haşarılığa, şeytanlığa, ateşinliğe
alıştırmalıdır3. Çocuklarımız doğuştan iyi, canlı ve yetenekli iken ilkokullar onu
faydasız, miskin, kabiliyetsiz bir duruma getiriyorlar. Bütün eğitim sistemimiz ders
ve kitaplar üzerine kurulmuştur. Oysa bunlar bir araç, bir âlet olmaktan ileri
gidemezler. Üstelik bizdeki gibi, eğitmeyen dersler de çok zararlıdır. İlkokullar,
çocuklan kendi kendine hareket etmeye alıştıran okullar olmalıdır. Bizdeki şekilde
bir öğretim ve okul, çocuklar için zararlıdır. İlkokullar ve diğer okullar, çocukları
hayat adamı olarak yetiştirmelidirler. Bilgi doldurmak yerine gezme-tozma,
inceleme, düşünme, karşılaştırma v.s. öğretmeli, alıştırmalıdırlar4.
Edhem Nejad, erkeklerle kızların hiç bir hususta ayrılmaması gerektiğini söylediği
ilkokulların amaçlarını şu şekilde sıralıyor:5
1. Ahalinin seviye-i irfanını yükselterek onlara bir düşünce ve hassa-i teksif ve
tevlid vermelidir.
2. Milliyet hissi telkin edilmelidir.
3. Umûm dersler, malumattan ziyade kabiliyat ve havası, bilhassa iradeyi terbiye
etmelidir.
4. Ziraata merbut kılmalı ve köy hayatını medenileştirecek hissiyat ibka etmelidir.
5. Zevk-i tasarruf bahşedilmelidir.
6. Hissiyât-ı insaniyeyi büyütmeli ve mesuliyet hissini vermelidir
“İbtidailerden, köylerden başlayan memurluk düşüncelerine nihayet verip, millî
mefkûrenin saye-i feyzinde mazhar-ı ittilâ olabilmek ve gayeye doğru ilerlemek için
lâzım gelen kuvvetler verebilmelidir.”
Bakanlığın ibtidaiye ile rüşdiyeyi birleştirip, ilkokulları altı yıla çıkarmaları çok güzel
ve doğrudur. Yalnız biz altı yıllık okullar “ibtidai ihtisas mektepleri” haline
1
“Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu”, Yeni Fikir, 111/17(1329), S.551-552.
Edhem Nejat, “Terbiye-i bedeniyeye nasıl,..”, S 70,
3
Edhem Nejat, “Mekteplerimizde canlı...”, S.426
4
Edhem Nejat, “Ders-i terbiye”, Yeni Fikir, 111/18(1329), S.555-561
5
Terbiye-i İbtidaiye Islahatı, s.13.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 134 ~
getirilmelidir. Bu uzmanlaşma son iki yılda olmalıdır Bu, okulun bulunduğu yöreye
göre ziraatın çeşitli dallarıyla ticaret, sanayi v.s. alanlarda olur1.
Artık uzun öğretimle adam yetiştirecek vaktimiz yok. Pratik adamlar
yetiştirmelidir. Eğitimi “ameliyathane ve tatbikhaneler”e kaydırmalıdır2.
Edhem Nejad'ın “ihtisas ibtidaileri” olarak önerdiği okullar, aslında Fransızların
yüksek ilkokullarıdır (“primaire supérieur”).
Edhem Nejad'ın önerdiği bir başka ilkokul tipi “leylî ibtidaiye”dir. Bu yatılı
ilkokulların ne memur yetiştirmek, ne de idadilere öğrenci yetiştirmek için
açılmayacağını belirten Edhem Nejad, bunların amacı ziraat olmalıdır,
“demektedir. Ona göre, zaten bunların bir adı da “Ziraat ibtidaileri”dir. Yatılı
ilkokullar, Bulgarların Rumeli'de gayet yaygın olarak kullandıkları bir okul tipi idi.
Yatılı bölge ilkokulu niteliği taşıyan, bu okullara, komşu köylerden gelenler de yatılı
olarak devam ediyordu. Edhem Nejad, tâ Balkan Savaşı öncesinden itibaren
savunduğu bu okul tipi üzerinde gayet ayrıntılı çalışmalar ve plânlamalar
yapmıştır. Ona göre, bu okullarda memur ve hademelere gerek olmayacaktı. Her
öğrenci kendi işini kendi görecekti. Bir tek aşçı okul için yeterli idi. Okulun
harcamaları, öğrencilerin öğleden sonra yaptıkları el işleri ve ziraat
uygulamalarından çıkarılacaktı Böyle okullar açmak isteyen kişilere kendilerinin
öğretmen bulma yönünden yardım edeceklerini söyleyen Edhem Nejad, okul için
şöyle bir program öneriyordu3: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Diniyye, Lisan (Kıraat,
Kavaid, Tahrir, Hat), Hesap, Usul-ü Defteri, Ziraat (her yıl haftada en az 3-4 saat).
DUrus-u Eşya, Coğrafyayı Osmanî, Tarih-i Osmânî, Malumat-ı Medeniye El İşleri,
Resim, Musiki, Jimnastik.
Edhem Nejad bu öneriyi, Aydın vilâyeti için hazırladığı “Terbiye-i İbtidaiye
Islahâtı”nda da tekrarlamıştır4. Burada öğrencileri, güçleri yettiği kadar ziraat
uygulamalarında çalıştıracaklarını (Amerikan ziraat okullarında olduğu gibi), çok
çeşitli ziraî alanlarda yapılacak çalışmalarla okulun gelir ve giderlerinin
denkleştirileceğini belirterek bir bütçe tasarısı da veriyor. Sonra 1911'deki ders
1
a.g.e. S 24-25
a.g.e. s.26.
3
Edhem Nejad “Köylerde leyli mektepler”, Yeni Fikir, 15 Kânunusâni 1327, S 49-53.
4
Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.31-35.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 135 ~
programını küçük bazı ayrıntı farklılıklarıyla tekrar vererek bu okullardaki el işi
derslerinde, bir çiftlikte gerekli olan el işlerinin öğretileceğini açıklıyordu.
Kız ilkokulları: Ülkede kızların eğitim sistemi henüz kurulmamıştır. Kız ve erkek
okulları hemen hemen aynı programları uygulamışlardır. Bu da kızlarımızı bir süslü
hanım olarak yetiştirmiş, bu durum halkı da kızlarını okutmaktan soğutmuştur. Bu
eğitim sistemi karşısında halk, kız çocuklarını okula göndermemekte haklıdır. Bu
eğitim sisteminden yetişen kızlar iyi bir ev kadını olamadıklarından, kocalarıyla da
geçinemiyorlar.
Kız okulları, ülkenin ihtiyaçlarına göre, aile hayatına zevk ve saadet verecek bir
tarzda kurulmalıdır. “Faaliyet-i iktisadiye daima saadet ve refahı doğurur.”
Kadınları aileye yardımcı olacak bir tarzda yetiştirmeliyiz. Bütün kız ilkokullarını
(“inas ibtidailerini”) “Ziraat ve Ev Kadınlığı Mektebi” (“Menajeri Mektebi”) haline
getirmelidir1. Kadınları ziraat hayatına göre yetiştirecek olan bu okullar, bağımsız
bir program uygulamalıdırlar. Yörelere göre farklı bir program yapmalıdırlar. Bazı
temel bilgiler ve ev kadınlığı işlerinden sonra halıcılık ve sütçülük üzerine dayalı bir
program uygulanmalıdır. Bu kız ilkokullarının öğretmenleri de farklı bir şekilde
yetiştirilmelidir.
Kız ilkokullarının yanı sıra “Seyyar Kadınlık Mektepleri” de kurulmalı ve bütün
ülkeyi dolaşmalıdırlar2.
Ortaöğretim: Edhem Nejad Bey, beş yıllık idadilerden rüşdiye sınıfları ayrıldığında,
buna karşı çıkmıştı. Ona göre, Bakanlığın 1913'de yeniden düzenlediği idadiler (beş
yıllıklar), Fransızların “Primer süperiyör”Ierine (primaire supérieur) benzetilmek
isteniyordu. Bu neyse ama rüşdiye öğretiminin kaldırılıp yerine hazırlık sınıfının
konması, “İhtiyat Sınıfı”nın açılması bir şeyi değiştirmeyecekti. Edhem Nejad,
rüşdiyeler kalktıktan sonra idadiye eklenecek bir yılı da “boşuna zaman ve para
sarfı” olarak niteliyordu.
Bütün öğretim kademeleri gibi idadiler de “amelî”(pratik) olmalıdır. İdadilerin yeni
kurulmak istenen ticaret, ziraat ve sanat şubeleri de böyle bir ameliliği
gerektiriyor. Oysa öğretmenlerimiz pratik değildir. Öğretmen pratik değilken,
1
2
A.g.e. s.36.
A.g.e. s.40
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 136 ~
öğrenci nasıl pratik olacaktır? Yapılacak eğitim reformlarında, önce öğretmen
yetiştirilmelidir. Eğitimin temeli öğretmendir. İkinci Abdülhamid devrindeki idadi
ziraat şubeleri uygulanmasından büyük dersler almamız lâzımdır. Alınmazsa bu da
öyle olacaktır. Şuradan buradan bulunan kitaplardan, kuru ve tuhaf bir öğretim
yapılacak, hiç uygulamaya geçilemeyecektir. Öğretim lafta kalacaktır. Bir eğitim
reformuna girişilmeden mutlaka öğretmenleri yetiştirmelidir. İdadilerde açılacak
şubeler önce öğretmen okullarında açılmalıdır. Buraya ziraat, ticaret, mühendis
okullarından mezun olanlar alınmalı ve yetiştirilmelidir. Avrupa’ya bu dallarda
öğrenciler gönderilmelidir.
İlk ve orta öğretim kademelerinde eğitim ve öğretim programları birbirine paralel
olmalıdır. Öğretmen yetiştiren okullar da bunların programlarına dikkat etmek
zorundadırlar. Bu bakımdan ziraat, ticaret ve sanat eğitimi tâ ilkokullardan itibaren
başlamalıdır1.
Edhem Nejad, Bakanlığın sultaniye düzenlemesine de karşı çıkmıştır. 12 yıllık
öğretim süresini “öldürücü, eritici bir tahsil” olarak nitelemiş ve “Türk gençleri
buradan insan olarak çıkamazlar” demiştir2.
Ortaöğretim alanındaki birçok düzenlemeler hep program düzeyinde kalmış, bazı
yeni dersler konmuş, ders saatleri üzerinde oynanmıştır. Oysa programlar
uygulanamazlarsa bir şeye yaramazlar. Esas eğitim biçimini, eğitim metodlarını
değiştirmek gerekir3.
Sultanilerde kaliteli eleman yoktur. “Kapıcılıktan müdür kahvecilikten mürebbi
olmuş adamlar vardır.” Hâlâ eski idadilerin miskin, kokmuş hayatı sultanilerden
çıkmamıştır. “Tûbâ Ağacı mı nedir, o ?.. İşte o Ağacın derdi sultanileri çok zaman
bu âlem-î hercümerc içinde yaşatacaktır”4.
Sultaniyeler çok masraflıdır. Bunun karşılığında da çok az ve üstelik cılız, korkak,
endişeli, ihtiyar gençler çıkarıyor. Oysa bunlar müdür, öğretmen ve idare
memurları yetiştikçe açılması gereken okullardır.
1
“Beş senelik idadiler ne oluyormuş?” Yeni Fikir, III/13(1329), S.423-425.
“Sultaniye programı”, Yeni Fikir, IV/17(1329), S.549-550.
3
a.g.y.
4
a.g.y.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 137 ~
Öğretmen Yetiştirme: Edhem Nejad'ın eğitim anlayışının temelinde öğretmen
vardır. Kendisi bütün İkinci Meşrutiyet dönemi boyunca Dârülmuallimin
müdürlüklerinde bulunmuştur. Onun bu husustaki görüşleri, şöyle özetlenebilir:
Bir okulun değeri öğretmeni ile ölçülür. Okuldan önce öğretmen yetiştirmek
sorunu vardır. Eğitim çalışmalarına buradan başlamalıdır. Bu günkü mevcut
öğretmenlerimizin hemen hepsi, okullardaki disiplini sağlayan memurlardır. Eğitim
sorununu çözmek için önemli merkezlerde kışlalar şeklinde öğretmen okulları
açmalı, vilâyetlerdeki öğretmen okullarının son iki sınıfları bu kışlalarda
okunmalıdır. Öğretmenleri intikam için, bir intikam ordusu yetiştirmeleri için
hazırlamalıyız. Bunun için beden eğitimi çok önemlidir. Öğretmenleri silâh
kullanma dâhil, tamamen askerce yetiştirmelidir1.
Öğretmenlik, servet kazandıran bir meslek değildir. Ama öğretmenler her yerde
açıkgöz, akıllı bir sınıftır. Öğretmen fedakâr olmalıdır. Yeni yetiştirilecek
öğretmenler sayfalara ve bilgiye bir ölçüde düşman olmalıdırlar. Sınıftan nefret
eden, eğitimi tabiatın kucağına çekmek isteyen bir kişi olmalıdır öğretmen. Kırda
bayırda çalışmaya, köylü gibi yaşamaya, iş yapmaya alışkın olmalıdır2.
Şu anda Osmanlı eğitiminde öğretmenlik kadar karışık bir meslek yoktur. Bunlar
kabataslak üç gruba ayrılabilirler:
1.
2.
3.
Ehliyetnameli ve hiç bir okuldan yetişmemiş olanlar,
Eski Dârülmuallimin ve idadi mezunları,
Yeni Dârülmuallimin mezunları.
“Çocuklardan, ahaliden faaliyet hissini kaldıran, her şeyi tevekkülden bekleyen
milletin i'tilası için lâzım gelen hasaisi yok eden hocaları tebdil eylemekte hiç
teenni edilmemelidir”3.
Zaten eski ve yeni öğretmenlerin geçinememeleri, eğitimimizde sık önemli
sorunlar yaratmıştır. Meselâ 1914 yılı hemen hemen bir “okul isyanları” yılı
olmuştur. Bunda eski ve yeni öğretmen çatışmasının önemli rolleri vardır1.
1
Edhem Nejad, “Müdafaa-ı Milliye..”, Tasvir-i Efkâr, 1 Şubat 1913.
Türklük Nedir ve Terbiye Yolları, S 36-37.
2
Edhem Nejad, “Muallimlikte saadet var mıdır?”. Yeni Fikir, III/15(1329), S.459-465.
3
Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.5.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 138 ~
Eski öğretmenleri iyileştirmek 2-3 haftalık, bir aylık öğretimle olmaz, bunun hiç bir
yararı yoktur. Böyle bir çözümü bir kaç kere de tekrarladık: bu kısa konferans ve
toplantıların faydasız olduğunu anladık. Eski öğretmenler takım takım merkeze
çağrılarak altı aylık ve bir yıllık “Leylî muallimin dershaneleri”nde eğitilmelidir
(Edhem Nejad burada, ordunun eski subayları eğitmek için açtığı kurslardan
esinlenmektedir).
Yatılı öğretmen dershaneleri, vilâyet merkezlerinde açılmalıdır. Hem ders, hem de
eğitimin yapılacağı bu dershaneler için Edhem Nejad şöyle bir program
önermektedir2: “Türkçe (Okuma-yazma, Çocuk edebiyatı), Ulûm-u Diniyye, Fenn-i
Terbiye-i Etfal ve Usul-ü Tedris, Hendese ve Hesab, Ziraat. Tarih, Coğrafya,
Terbiye-i Bedeniye, El İşleri, Resim, Malumat-ı Fenniye. Medeniye ve Kanuniye,
Musiki (biraz zordur)”.
Eski öğretmenleri bu şekilde düzeltme ve iyileştirmeye çalışırken, yeni
öğretmenlere de özen göstermelidir. Onların bilgilerini tamamlamak ve
gelişmelerden sürekli haberdar etmek için şu vasıtalarla onları işbaşında ve meslek
içi eğitimle yetiştirmelidir: Kitaplar, gazeteler, ziyaretler ve geziler, iyi müfettişler,
öğretmen kongreleri...3
Eski ve yeni öğretmen okulları arasında çok önemli ayrılıklar vardır. Vilâyetlerdeki
öğretmen okullarının öğretim ve eğitim düzeyleri gittikçe yükseliyor. Buralarda
ilim ve fenler, uygulamalarıyla beraber çok güzel öğretilirken; “İlm-i Ruh-u Etfal”,
“Pedagoji”, “Tedris ve Terbiye Fenni”. “Tarih-i Hayat-ı Terbiye” gibi öğretmenliğe
mutlak gerekli meslek tenleri de öğretilmektedir. Uygulama okulları, izcilik eğitim
ve uygulamaları, yeni öğretmenleri gayet mükemmel olarak yetiştirmektedir.
Çok okuldan ziyade iyi okul önemlidir. Onun için yeni öğretmen okulları mezunları
atanırken bazı şeylere dikkat etmelidir. Meselâ, bunları eski öğretmenlerin emrine
vermemelidir, gittikleri yerlere ikişer, üçer kişilik gruplar halinde göndermelidir.
1
Edhem Nejad “Mekteplerde isyan”, Yeni Fikir, III/21(1330), S. 651-655.
Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.6-8.
3
A.g.e. s.8-12.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 139 ~
Emir verme yetkisi mutlaka yeni mezunlarda olmalıdır. Bu arada altı yıllık ilkokullar
da güzelce kurulmalıdır1.
Edhem Nejad Bey, okul binalarının yapımına da çok önem vermiştir. İngilizler ve
Almanlar okul binalarını abide tarzında yapıyorlar. Bizim okul binalarımızın da
“millî ve bedii bir tarzda” yapılmasını isteyerek “çocuk daha mektepteyken bu
mimari ile gururlansın”, demektedir2. Öğretmen Okulu binalarına en büyük
önemin verilmesi gerektiğini söylemiş; ancak kendisi bu hususta Batılı uzmanların
fikirlerini sıralamıştır3.
Öğretmen okullarında verilmesi gereken eğitim konusunda da fikirleri
olamayacağını, çünkü bunun tamamen pedagoji bilimi ilkelerine uygun olması
gerektiğini belirtmektedir. “Dârülmuallimînlerin terbiyesini şahıs arzu, kanun değil;
pek büyük bir fen tayin eder”4.
Bu okulların programlarının düzenlenmesi de, pedagoji bilimi ışığında, Bakanlığın
görevidir. Edhem Nejad Bey, ayrıntılı bir öğretmen okulu programı üzerinde
durmaktan ziyade ziraat, beden eğitimi, müzik v.s. konularının öğretmen
okullarında nasıl yer alması gerektiği hakkında özellikle durmuştur.
Bir şehrin ortasında yapılan öğretmen okulundan hiç yararlanılamaz. Bugün
öğretimde arlık yalnız nazariyat yetmiyor, uygulama mutlaka gerekiyor. Özellikle
öğretmen okullarında. Avrupa'da bütün yatılı okullar artık şehirlerin dışına,
uzağına yapılıyor. “Gençler, medeniyetin cilve-i tahribinden dağlar, bayırlar, tabiat,
mehasın-ı fıtrat ile korunuyorlar”. Bütün cihanı kaplamakta olan bu eğitim
biçimine öğretmen okullarımızın da uyması gerekir
Edhem Nejad, öğretmen okulu programı bakımından örnek alacağımız en uygun
ülkenin Macaristan olduğunu söylemektedir5.
Öğretmen yetiştirme hususunda Edhem Nejad'ın önerdiği yeni biçimler şu şekilde
sıralanabilir:
1
A.g.e. 63-69.
E.N. “Mektep binalarıyla dahilleri”, Yeni Fikir, III/22(1330), S.703-707.
3
Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S 54-59.
4
a.g.e. S.59-60.
5
a.g.e. S.23-24.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 140 ~
A) “İhtisas Dârülmuallimini”: Yüksek ilkokullarda (ihtisas ibtidaileri) öğretmenlik
yapacak kişileri yetiştirmek amacıyla kurulmalıdır: Bunlar altı aydan iki yıla kadar
değişen kurslar şeklinde olmalı ve bu kurslara 'yeni öğretmen okulu çıkışlılar’
alınmalıdır. Üstelik seçim, en az/bir yıl öğretmenlik yapanlar arasından sınavla
yapılmalıdır (Bu okullar Romanya'da vardı ve öğretim süreleri bir yıl idi;
Macaristan'da da aynı modeldeki öğretmen okullarının öğretim süreleri iki yıl idi).
Bu öğretmen okulunda, uzman öğretmen isteyen bütün dersler okutulmalıdır. Bu
okullar öğretmen yetiştirmeden ilkokullara ziraat ve ticaret dersleri koymak
yararsızdır1.
B) Ana Muallimleri Dârülmuallimatı: Çocuk bahçeleri açılmadan önce bu okul
açılmalıdır. Rüşdiye çıkışlıların alınacağı bu okul gayet kısa olabilir. 2-3 dönem
bunun için yeterlidir. Bu öğretmen okullarının öğretmenleri hususunda da
Almanya, İsviçre, Macaristan, İngiltere veya Amerika gibi bir Batılı ülkenin
yardımına muhtacız2.
C) Dârülmuallimat: Kız okullarına öğretmen yetiştirmek için açılmaktadır.
Programı, herhangi bir idadi programı gibi olmamalıdır. Kız rüşdiyesi çıkışlıların
alınacağı bu okul üç yıl süreli olmalı ve şu programı uygulamalıdır3: Nazarî dersler:
Terbiye ve malumat-ı diniyye ve ahlâkiye, adab-ı muaşeret, hıfzıssıhha ve çocuk
büyütmek, ev idaresi, ev ve çiftlik hesaplarını tutmak, malumat-ı fenniye ve tabiiye
ve medeniye, tarih ve coğrafya, bahçıvanlık, tavukçuluk, sütçülük v.s. Pratik
dersler; bahçe işleri, tavuklara ve anlara bakmak, dokumak, sütçülük, yemek
pişirmek, konserve ve hazır yemekler yapabilmek, dikmek, biçmek ve yamamak,
ütülemek, hane tanzim ve tasnifi...
Edhem Nejad Bey bu arada bir Konservatuvar kurularak, öğretmen okulu müzik
öğretmenlerinin buradan yetiştirilmesini4, öğretmen okullarımızdan bazılarında bir
1
a.g.e., S.26-27.
a.g.e,.S.30-31.
3
a.g.e., S.38-39.
4
Edhem Nejad, “Terbiye ve Musiki”, Yeni Fikir, 111/16(1329) S.494-495.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 141 ~
“Terbiye-i Bedeniye Şubesi” açılmasını istemekte1, Sâtı Bey'in Dârüşşafaka'yı bir
öğretmen okulu haline getirme girişimini desteklemektedir2.
Edhem Nejad'ın önemli girişimlerinden biri de, Avrupa'ya öğrenci gönderilmesini
ısrarla istemesinde olmuştur. İkinci Meşrûtiyetin başlangıcından itibaren yoğun bir
Avrupa'ya öğrenci gönderme hareketi başlamış, ancak öğretmenlerden Avrupa'ya
gitmek isteyenler (Muallim Cevdet gibi) kendi başlarına bırakılmışlardı. Edhem
Nejad, öğretmen okulu çıkışlı olup da bir yıl öğretmenlik yapan kimselerden her yıl
beş kişinin Avrupa'ya veya Amerika'ya öğretime gönderilmesini, bunların 2-3 yıllık
bir öğretimden sonra, ülkede Bakanlığın istediği yerde öğretmenlik yapmalarını
istemiştir3. Hattâ evli öğretmenlerin Avrupa'ya aileleriyle birlikte gönderilmesini
istemekte, bunların çeşitli yönlerden daha iyi olduğunu söylemektedir. Avrupa'ya
öğretmen gönderme işi, 1913'de Ahmet Şükrü Bey'in Maarif Nazırlığı zamanında
gerçekleştirilmiştir4.
İ9İ3'de Bakanlığın çıkardığı Dârülmuallimin programını beğenmeyen, hem günde
altı saatlik dersi, hem de 60 dakika süren bir ders saatini çok bulan Edhem Nejad,
bunların öğrenciyi öldüreceğini, öğretimin şimdi açık havaya taşınması gerektiğini
belirtmekteydi5.
Balkan bozgunundan sonra, öğretmenlerin hiç bir şey yapamamış olduklannın
anlaşıldığını söyleyen Edhem Nejad, hakikî inkılâbın yapılabilmesi için, öğretmenler
açısından şu öneride bulunuyordu6: “Garb maddî medeniyetinden pay almak
istiyorsak Türklüğün seciyesini, mefkûresini tanımak istiyorsak; fedakârlık
yapmamız lâzımdır”.
Türk, yenilmiştir. Savaş başlamıştır. Millet sür'atle savaşa hazırlanmalıdır. Anadolu
Türk'ü bir hiçtir. Ne çiftçilik bilir, ne milliyet. Hukukunu da koruyamaz. Türkü,
öğretmenler kurtaracaktır. Genç öğretmenlerin sermayesi fedakârlıktır. Genç
öğretmenler ümit ve azimle çalışmalıdırlar. “Islâh ve İrşâd Komitesi” adlı bir örgüt
1
Türklük Nedir ve..., S 36
“Dârüşşafaka'daki içtima”, Yeni Fikir, 111/21(1330), kapak içi.
3
Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.54
4
“Avrupa'ya gidecek muallimin”, Yeni Fikir, 111/17(1329), S.550-551.
5
“Dârülmuallimin programları”, Yeni Fikir, III/18(1329), S.583
6
Edhem Nejad, “Müdafaa-i Milliye ve Terbiye”, Yeni Fikir, 111/13(1329), S.394-399.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 142 ~
kurulmuştur. Burada “fedaî” adlı öğretmenler çalışacaklardır. Örgütün köylere ve
kasabalara yolladığı üyeleri, oradaki her şeyi ıslâh etmekle görevlidirler. Milliyet
fikrini yayacaklar, kin ve intikam aşılayıp bütün milleti “mefkûre”ye
bağlayacaklardır. Yeni ziraat ve ticareti öğretip dünyadan, bugünkü durumdan
haberdar edeceklerdir. Gereksiz dinî taassuplardan ayrılacaklardır. Sırtlarına cübbe
giyerek, İslâmiyetin güzel kanunlarını anlatacaklardır. Her türlü fedakârlığa
katlanarak bir misyoner gibi çalışacak köylü ile bütünleşeceklerdir. Meşrûtiyet
bunu yapamazsa, hiç bir şey yapmamış demektir.
İkinci Meşrûtiyet devrinin en önemli sorunlarından biri de, hiç şüphesiz
öğretmenlerin tarafsızlığı sorunu idi. Sâtı' Bey 1911'de İstanbul
Dârülmuallimini'nde dizi konferansların birinde “muallimlik ve siyaset” konusunda
öğretmen ve öğrenciler arasına giren günlük siyasetin eğitime çok büyük zarar
verdiği üzerinde durmuştu. Edhem Nejad da “bir muallim, bir asker gibi bîtaraf
olmalıdır” diyor, ancak bunun hiç bir yerde uygulanmadığından Rusya'daki nihilist,
sosyalist ve anarşist öğretmenlerin ihtilâl yapabildiklerinden yakınıyordu1. Ancak
bu günlük siyasetin üstünde öğretmenlerin en önemli görevi olarak millî ülkünün
milletin her ferdine yayılmasını gösteriyordu.
Medreseler: İkinci Meşrûtiyet devrinde İstanbul'da, Rumeli'de Anadolu'da,
Rusya'da bütün Türk filemi medreselerin ıslâhıyla meşgul olmuşlar, birçok
makaleler, kitaplar, broşürler yayınlamışlardır. Bu Türklüğün İslâmlık ülküsünün bir
delilidir.
Edhem Nejad bir Türkçü olarak medreselerden daha çok şey beklediğini
söylemekte; ancak şimdiye kadar medreselerin bir takım yanlış ve kötü inançları
beslemekle müslümanların “zulmet ve tedenni”sinde büyük paylan olmasından
yakınmaktadır2. Medreselerin İslâm âlemine yaydıkları en kötü zihniyet tevekkül
ve kanaat zihniyetidir. Müslüman toplumunun gerilemesinde bunun çok büyük
rolü olmuştur. Medreselerin “nazariyat ve vehmiyâta dayalı” Yunan felsefesine
1
2
Edhem Nejad, “Dârülmuallimin Kongresi”, Tanin, 4 Ağustos 1911.
Türklük Nedir ve Terbiye yolları, S.11-12.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 143 ~
bağlı kalması, İslâmî ilimlerin beş paralık değerini bırakamadı. İslâm toplumunun
hem kalbini, hem kafasını zehirledi. Medreselerde İslâmiyetten eser kalmadı1.
Medreselerin durumu çok ağırdır ve acıdır. “Acıya sade tahammül değil, tedavi
etmelidir.” Daha beklenirse kangren olur, bu da bekletilirse ölüm olur.
Medreselerimiz, acılarımızın en müthişidir. Türklük medreseyi kurtaracaktır.
Medrese Anadolu'yu uyandıracaktır. Anadolu Türkü de maddî ve manevî yönden
karanlıkta kalan kardaşlarının imdadına koşacaktır. Amaç, Türk mefkûresidir.
Medreselerin bugünkü programları kökten kazınmalı, halleri baştan aşağı
değiştirilmelidir. Bu eğitim kurumlan mürşitler, kurtarıcılar yetiştirmelidir.
Mürşit, mükemmel bir çiftçi olmalıdır. Ahlâkiyat ve sosyoloji bilmeli, doktor
olmalıdır. Öğretmen olmalı, dinin bütün kaidelerini bilen ve uygulayan bir kişi
olmalıdır. Musikişinas olmalıdır...
Medreseleri ölüme terk edemeyiz. Ama bu eğitim kurumlanmış ıslâh devri de
geçmiştir. Bugünkü medreselerimiz ıslâh götürmeyecek kadar köhnedir.
Medreseleri yeniden kurmak lâzımdır. İki, üç, dört veya on medreseyi bir araya
getirerek yeni medreseler kurmalıdır. Programları yeniden yapılmalı; sosyal, ziraat,
tababet, pedagoji, demircilik, dülgercilik gibi şubeleri kurulmalıdır. Türklüğün
eğitim yollarından biri eski medreselerdir2.
Halk eğitimi: Halk eğitimi ile çocuk eğitimi arasında gayet sıkı bir ilişki vardır.
Çünkü çocuğun okul dışındaki sosyal çevresi ve aile, eğitimde çok önemlidirler.
Çevre kötü olursa, okulun amaçlarına ulaşması mümkün olmaz.
Halkı eğitmek, hem bugün hem de yarıp için çok gereklidir. Halk eğitimi ya
doğrudan doğruya ya da vasıtalı olarak yapılır3.
Doğrudan doğruya halk eğitimi: 1. Mekteb-i ibtidai müfettişleri köylere yapacakları
geziler sırasında konferanslar vermeli, hattâ bu konferansları projeksiyon ve
sinemalarla desteklemelidir. 2. Halk Mektepleri:. Köylerde seyyar olarak
kurulmalıdır. Ziraat ve sanayi bilgilerinin yanı sıra dinî ve millî duygular da
1
a.g.e,, S.14-15
a.g.e., S.16-20.
3
Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.41-43..
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 144 ~
vermelidir. 15-20 günden üç aya kadar bir köyde kalabilir. Bu okulun derslerinde
başarılı olanlara diplomalar verilir. 3. Halk için gece mektepleri: O yerin ilkokul
öğretmenine verilen bir görevle açtırılır. Halkın boş zamanlarına denk getirilir.
Genellikle ziraat eğitimi üzerinde durulur.
Vasıtalı halk eğitimi: Müzik, tiyatro, bahçe, müze, dinî ve tarihî ziyaret, anma
törenleri, sergi, koşu, ağaç bayramı, okul bayramı, spor karşılaşmaları, genel
yürüyüş ve yolculuklar v.s. aracılığıyla olur. Bu tür eğitim girişimlerinde bütün
yetkili kuruluşlar yardımcı olmalıdırlar. Çeşitli konularda küçük kitapçıklar yazmalı
ve bunları köylere dağıtmalıdır.
“Merkez-i vilâyette halkın terbiyesiyle bilfiil alâkadar Maarif müdüriyetine merbut
başlı başına bir büro olmalıdır”.1
Edhem Nejad'ın bu önerisi, ülkemizde bir Halk Eğitimi Müdürlüğü kurulması
hususundaki ilk öneridir.
- Ziraat ye Ticaret eğitimi: Bugün bütün dünyada bir ülkenin zenginliğini ve
zenginlik araçlarım sağlayan ziraat, ticaret ve sanayidir. Medeniyeti bunlar
meydana getirirler. Bugün bütün dünya bunlar için çalışmaktadır.
Gençlerimiz, milli mefkûremizin yanısıra kazanmayı ve zengin olmayı da
öğrenmelidirler. Millî ülkü de bunu gerektirir. Memurlukla, ülkümüze ulaşamayız.
Zengin olmak için de girişkenliğe dayalı bir eğitim sistemi kurmalıdır. Amaç
memurluk değil; esnaf, sanatkâr, tüccar ve çiftçi olmak, bu işleri sevdirmek
olmalıdır2.
Ülkemizde “şah meslek” ziraattır. Eğitimin amaçlarında ziraat gayet önemli bir yer
tutar. Ülkemiz, ziraat ülkesidir. Eğitimimizin özel amacı da ziraat olmalıdır. Hattâ
ziraat bir ülkü, millî ülkünün kesin emirlerinden biri olmalıdır.
Ziraat, Türklüğün eğitim yollarından birisidir. Osmanlı ülkesinde ziraat gelişmeden
sanayie başlanamaz. Ziraatın gelişmesi de çiftçiliğe bağlıdır. Şu anda ülkenin her
kişisi çiftçiliği geliştirmeye çalışmalıdır. Eğitimde çiftçiliğin önemini tâ ilkokul
1
2
A.g.e. s.46.
Türklük Nedir ve Terbiye yolları, S.40-45
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 145 ~
kademesinden itibaren göstermelidir. Ziraatı okullara sokmadan önce, bu işi
yapacak öğretmenleri yetiştirmelidir. Öğretmen okulları hem nazarî hem de pratik
ziraatı, uygulamalarıyla beraber çok iyi bir şekilde öğretmelidir. Hem yüksek
ilkokullardaki, hem de yatılı ziraat ilkokullarındaki eğitimin başarılı olabilmesi için
en büyük önem, Öğretmenlerin yetiştirilmesine gösterilmelidir1. Bu öğretmen
okulları çiftliklerde kurulmalıdır. “Ziraat Öğretmen Okulları” açılmalıdır. Ayrıca bu
okullardan çıkanların gidecekleri bölgenin özel ziraî durumuyla ilgili bir
uzmanlaşma çalışması yapması gerekir. 4-6 aylık nazarî ve pratik bir kurs bunun
için yeterlidir. Bu hususta Almanların subaylarımızı yetiştirmekte uyguladıkları
meslek içi eğitim kursları, öğretmenlikte de uygulanmalıdır2.
Her köy öğretmeni, mutlaka ziraat bilmelidir. Bunu hem köylülere öğretecektir
hem de çocuklara. Özellikle çocukların ziraat öğretimine çok büyük bir önem
vermelidir (Amerika örmeği)3. Bugünkü ilkokul programında ziraat bölümü çok
mükemmeldir. Ancak buna göre, bunu uygulayacak öğretmenlerimiz çok azdır.
Üstelik ilkokul binalarını ve bahçelerini, tarlalarını da mükemmel olarak
hazırlamalıdır4. Yalnız erkek okullarında değil, kız okullarında da kadınlarla ilgili
ziraî çalışmalar büyük bir yer tutmalıdır5.
Bu arada halk eğitimi tarzındaki ziraat çalışmaları daha da önemlidir. Köylerde
dolaştırılacak seyyar sinematograf, eğitimden daha etkilidir6. Bu arada askerlere
de ziraat dersleri vermek, terhis olduktan sonraki çalışmaları hakkında çok yararlı
olacaktır7.
Ticaret, ziraatın tamamlayıcısı gibidir. Bu bakımdan ticarete de, onun eğitimine de
önem vermelidir. Zaten bu iki kol başbaşa yürümelidir, Biri ilerde, diğeri geride
olmaz. Bizde ticaret öğretimi ziraat öğretiminden daha fazla ihmal edilmiştir. Bu
hususta hemen ciddi önlemler alınmalıdır. Programlara ticaret dersleri koymalı,
1
Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.26-27, 31-35.
Türklük Nedir ve Terbiye Yolları, S.45-49:
3
Terbiye-ı İbtidaiye Islahatı, S 16-20.
4
a.g.e.S.21-27.
5
a.g.e. S.23-24.
6
Türklük Nedir ve..., S 50
7
Edhem Nejad, “Hayat Mes'eleleri”, Tanın, 25 Mart 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 146 ~
1,5-2 yıllık Ticaret Okulları hattâ ilköğretim seviyesinde bile ticaret okulları
kurulmalıdır1.
Jimnastik ve izcilik: Ethem Nejad, İkinci Meşrûtiyet döneminde beden eğitimini
anlayarak ve gerçek yönleriyle savunarak, izciliği Türkiye'ye sokan kırın önde
gelenlerinden birisidir. Bizde eski öğretmenlerin tembelliğinden yakınan eğitimci,
şöyle yazıyor “Aslında okul da, öğretmen de çocuk içindir. Bizde beden eğitiminin
gelişmemesinin suçu büyüklerdedir”2.
Beden eğitimi hareketi Avrupa'da sanayiin ve modern toplumun problemlerinden
zorunlu olarak doğmuştur. Düzensiz ve hızlı şehirleşme hareketi, şehir hareketini
ilgilendiren çok kötü sağlık şartlan geliştirdi. Özellikle verem, uygar ülkelerin uzun
süre baş edemedikleri bir sorun oldu. Alkol, cinayetler, intiharlar, ahlâk zayıflığı
uygar toplumda arttıkça arttı. Bunlara bir yandan tıp, sosyoloji, psikoloji,
kriminoloji v.s. gibi bilim dallan çözüm ararlarken, eğitim cephesinde de ilginç
gelişmeler oldu. Tatillerde şehir dışına ve kurlara yapılan geziler, genel bir göç
haline geldi. Bu iş için dernekler kuruldu (“Colonies- de Vacances”). Bu yalnız
Avrupa'da değil, Osmanlı ülkesindeki yabancı ve azınlık okullarında da sık şık
uygulanır oldu3.
Bu arada İsveç, Alman, İngiliz v.s. adlarla beden eğitimi çeşitleri çıktı. Bunlar için
spor salonları yapıldı. Beden eğitimi okul programlarına girdi. Bu hususta
yarışmalar düzenlendi. Olimpiyat oyunları başlatıldı. Her yıl gelişmeleri toplayıp
yeni sorunları inceleyip değerlendiren beden eğitimi kongreleri düzenlendi4.
Amerika'da “cowboys”luk büyük ilgi çekmeye başlarken, İngiliz General Robert
Baden Po-Well, sömürgelerdeki İngiliz gençlerinin daha başarılı olabilmeleri için
“izcilik” dediğimiz bir hareket (“boy-scout”) geliştiriliyordu5.
O sırada çocuklarımızın okul hayatı da, ev hayatı da “karikatür gibi” olduğu için, bu
hareketler Türkiye'de fazla gecikmeden yankılandı. Herkes bu tür beden eğitimi
1
Edhem Nejad, “Ziraat mi evvel, ticaret mi ?”, Toprak, l/2(1329), S. 29-31.
Edhem Nejad, Terbiye-i bedeniyeye nasıl ehemmiyet veriyorlar”, Yeni Fikir, 15 Şubat
1327. S.70-74
3
Edhem Nejad, “Tatil muhacereti”, Yeni Fikir, 1/4(1328), S.97-104.
4
Edhem Nejad, “Terbiye-i bedeniyeye:..”, S.7O-74.
5
Edhem Nejad, “Robert Baden Povel”, Yeni Fikir, 111/22(1330), S.683-688.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 147 ~
hareketlerinin gerekliliğini savunmaya başladı. Ama çoğu “lâf olsun diye”. Edhem
Nejad Bey, bu hususta bilgili ve inançlı bir savunucuydu. Hele Balkan bozgunu bu
hareketi hem de askerî çeşnisini de katarak daha da zorunlu hale getirdi.
Bizim eski yaşayışımıza çok ihtiyacımız vardır, diyor Edhem Nejad. İzcilik
hareketine bakarak, dedelerimizin yaşayışına dönmeliyiz. Göçebe yürüklerimizin
hayatına, oymak biçimine dönmeliyiz1.
Okullarımızda, çocuklarımızın vücutlarını İsveç jimnastiği ile geliştirmeliyiz. İlmin
milleti yoktur. Bütün dünyanın kabul ettiği bu hareketlerin yanısıra, askercilik oyun
ve dersleri de verilmelidir. Beden eğitimi öğretmeni, çalışmaları sırasında
öğrencilerine milliyet ve kin; intikam duygusunu da aşılamalı, kin ve intikam
türküleri söyletmelidir2.
Bütün okullarda beden eğitimi, askerlik eğitimi mecbur olmalıdır. Hattâ beden
eğitiminden zayıf alan çocuk, sınıfta kalmalıdır. Sınav cetvellerine jimnastik dahil
edilmelidir. Beden eğitimi öğretmenlerini de çok dikkatli yetiştirmelidir. Bunların
askerî eğitimlerini de ihmal etmemelidir3.
Bu arada biniciliğe de büyük önem vermelidir4.
Her ülke beden eğitimlerini bir amaca göre düzenlemiştir. Almanlar askerlik,
İngilizler spor, Amerikalılar mukavemet v.s. Biz ise bu dersler ve hareketleri sağlık,
cesaret, girginlik, moral, askerlik v.s. amaçlarıyla yapmalıyız. Sağlıklı ve sağlam bir
nesil yetiştirmeliyiz. Ayrıca kız okullarında da beden eğitimi ihmal edilmemelidir5.
Edhem Nejad, H. Lietz'in (1868-1919) “Kır Okulları”na da büyük bir ilgi duymuş,
eğitimin bütün noktalarında tabiata yaklaşmak, tabiatla beraber yaşamak,
dünyada var olan her şeye geniş bir sevgi beslemek gerektiğini savunmuştur.
1
a.g.m.,S.689.
Edhem Nejad, “Dağlı, bayırlı, ovalı, yaylalı olmalıyız”, Yeni Fikir, 111/19(1329), S.587-593.
2
E.N., “Mekteplerde askerlik ve İsveç Jimnastiği”, Yeni Fikir, 111/18-19(1329), S.568572,609-614;
3
Türklük Nedir ve... S.33-39.
“Müdafaa-i Milliye”, Tasvir-i Efkâr, 1 Şubat 1913
4
a.g.y.
5
Terbiye-i İbtidaiye Islahatı, S.14-16.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 148 ~
Bunun için birçok okulları kırda kurmalıdır. Şehir okullarını sık sık gezilere
çıkarmalıdır. Bu hem sağlık hem anlama bakımından daha verimli olur1.
3.3.2. İSMAİL MAHİR EFENDİ
Hayatı: 1869'da Kastamonu'nun Araç kazasında doğdu. Çok faal bir kişiydi.
Çalışmaları Pestalozzi'ye (1746-1827) benzerdi. Dârüleytamların kurucuları
arasındaydı ve uzun yıllar hu kurumun Genel Müdürlüğünü yaptı. 1908'den sonra
İstanbul Dârülmuallimini müdürü oldu. Sonra Kastamonu mebusu olarak Meclis-i
Mebusan'a girdi. Uzun yıllar Meclisin en faal üyelerinden biri olarak çalıştı. Bu
arada Dârülmuallimat ve Mekteb-i Sultani-i İnas müdürlüklerinde de bulundu.
1916'da İstanbul'da öldü.
Görüşleri: İsmail Mahir Efendi'nin görüşleri ancak Meclis-i Mebusan'da çeşitli
konular dolayısıyla yaptığı konuşmalardan çıkarılmaktadır. Kendisi Meclis'in en
devamlı ve en konuşkan üyelerinden biriydi. Hemen hemen her konuda görüşlerini
açıklamıştır. Eğitim sorunları hakkındaki görüşleri, kısaca şöyle özetlenebilir:
Osmanlı Devletindeki eğitim işleri çok dağınıktır. “Her nezaret aynı zamanda birer
Maarif Nezareti'dir”2. Maarif böyle ilerlemez. “Yetmiş tane Maarif Nezareti
olmaz!”3. Her Bakanlık kendi işi ile uğraşmalı; eğitim ve insan yetiştirme işlerini
Maarif Nezareti’ne bırakmalıdır. Bu toplamadan yalnızca askerî okullar hariç
tutulmalıdır. Bütün sivil (“mülkî”) okullar Maarif Nezareti’nin emrinde
toplanmalıdır.
Meşrûtiyet’ten sonra pek çok memurlar azledilmişlerdir. Şimdi birçok memura
ihtiyaç vardır. Memleketi selâmet ve saadete götürecek adam yetiştirmelidir. Artık
hükümet kapılarına dilenci yetiştirmemelidir. Metin, haysiyetli, namuslu, her şeye
muktedir, dehşetli adamlar yetiştirmelidir4.
1
“Ders-terbiye”, Yeni Fikir, 111/18(1329), S.555-570. “Mekteplerimizde canlı, ateşîn “,
S.428-431 “Yeni Mektepler11, Yeni Fikir, 15 Kânunuevvel 1327, S.4
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Temmuz 1330 S 695
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Temmuz 1330 S.735.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Haziran 1330S.309-310.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 149 ~
Eğitim meselesinin asıl ruhu ibtidailerdedir. Bu da bizim ülkemizde bir öğretmen
sorunudur. “Maarif demek, muallim demektir. Muallim bulduğumuz anda Maarif
ve mektep mevcut demektir”1. Bugünkü gidişle ancak üçyüz yılda köylerimize
öğretmen yetiştirilebilir. Her köyde hemen okula kavuşmak isteniliyorsa hemen şu
proje uygulanmalıdır:
Osmanlı Devleti'nin aşağı yukarı yetmiş sancağı vardır. Yahut ülke yetmiş “mıntıkai maarife ayrılmalıdır. Bunların her birinin uygu yerlerinde kızlara ve erkeklere ait
birer yatılı ilkokul (“leylî ibtidai mektebi”) kurulmalıdır. Sonra sancak dahilinde
okula ve öğretmene ihtiyacı köylerden birer erkek ve kız çocuğunu alıp bu okullara
yerleştirmelidir. Burada, erkek okulunda tamamen ziraat dersleri; kız okulunda da
biçki, dikiş, sütçülük, halıcılık v.s. gibi kadınlarla ilgili bir çok meslekler teorik ve
uygulamalı olarak öğretilmelidir. Bu ibtidai tahsil dört yıl sürdükten, sonra,
çocuklara aynı okulda üç yıl da “Dârülmuallimîn-i ibtidai programı” gösterilmelidir.
Sonra bir yıl da mükemmel uygulama gördükten sonra bunlar birer öğretmen
olarak mezun edilmelidir. Çocuklar sekiz yıl bu okullarda okurlarken Devlet
köylülere de okulu, öğretmen evlerini v.s. yapmayı mecbur etmelidir. Okuldan
mezun olan kızlarla oğlanları evlendirmeli, düğünlerini etmeli ve iki lira maaşla geri
köylerine göndermelidir. Memnuniyetle giderler. Köydeki numune tarlasının
gelirini de bunlara vermelidir. “Bundan başka çaremiz yoktur”2. Böylece on yıl
içinde okulsuz köy kalmayacaktır.
Bu arada medreselerle Dârülmualliminlere de önem vermelidir. Artık bunlar yeni
öğretmen ihtiyaçlarına karşı depo görevini yapacaklardır.
Asıl hayat memat meselesi, kız okullarıdır. Bizde genel olarak eğitim ve okumayazma yanlış anlaşılmaktadır. Eğitim yalnız okuma-yazma; okuma-yazma da yalnız
1
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Temmuz 1330, S.697.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Temmuz 1330 S .697-698.
Ticaret ve Ziraat Nezareti de Selanik, Bursa, Adana ve Ankara Ziraat Okullarından yetişen
öğrencilerin köylere gönderilerek çiftçiliğe dayalı bir ilkokul öğretimi ve aynı zamanda bir
halk eğitimi yapmalarını öneriyordu. Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası. No: 309144.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 150 ~
gazete okuma, mektup yazma değildir. Buna erkeklerde olduğu gibi kadınların da
eğitiminde dikkat edilmelidir. Meslek öğretilmelidir, hem de bilerek, yaparak1.
Vatanın kurtuluşu, ziraatın terakkisine bağlıdır. Osmanlı Devleti Avrupa ile san'at
yönünden rekabet edemez. Ancak ziraat yönünden rekabet edebilir. Her vilâyet
merkezinde “Amelî Ziraat Mektepleri” açılmalıdır. Ama ziraat yalnız uygulamalarla
meydana gelmez (“İlimsiz amel olmaz”). Uygulama öğretimi, teorileri ile beraber
yapılmalıdır2.
İstanbul, okullar bakımından çok önemlidir. Devletin kalbi orada atar. Genellikle
her yeni okul önce İstanbul'da kurulur. Bu şehirdeki yükseköğretim öğrencilerinin
ev ve yemek durumları çok kötüdür. Hattâ medrese talebelerinden daha kötüdür.
Öğrencilerin halkın arasına katılmaları, ilişki kurmaları iyi değildir. Emrullah
Efendi'nin Bakanlığı sırasında yaptırılması kararlaştırılan ama bir türlü
yaptırılamayan “Dârü't-Tüllâb” (Öğrenci yurdu) sorunu ciddiyetle yeniden ele
alınmalıdır3.
Avrupa'dan gelen öğrenciler “dehşetli” bir sınava tabi tutulmalıdır. Avrupa'ya
öğrencilerimizi “Japon usulü dairesinde” göndermeliyiz4.
Memleketi mesut edecek okullar Ziraat, Sanayi ve Mühendis okullarıdır. Bunların
üçü birden göz önüne alınarak ıslâh edilmelidir. Dârülfünun'dan sayılması gereken
bu okullar için Avrupa'dan öğretmen getirtmelidir. Bunlar hem şube ve hem ders
programı bakımından genişletilmelidirler5.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, a.g.y.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi. (1327), S.2651.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Haziran 1330 S.309-310.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Temmuz 1330, S.697.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S. 696.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 6 Temmuz 1330, S.871.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 151 ~
3.3.3. ALİ FERİT BEY
Hayatı hakkında fazla ayrıntılı bilgi bulunamamıştır. Öğrenimini Fransa'nın Nancy
kentindeki Matiyö dö Dumbal Ziraat Ameliyat Okulunda yapmıştır1. 1909'de
Alasonya Mekteb-i İdadisi müdür yardımcısı idi. 1910'da ise Manastır
Dârülmuallimini Ziraat ve Ulûm-u Tabiiye öğretmeni olarak çalıştı. Alasonya'da
düzenleyemediği Ağaç Bayramını Manastır'da düzenledi2.
Balkan bozgununa kadar Dârülmuallimin’de kaldı. Sonra Edirne Sanayi Mektebi
müdürlüğüne atandı3. Balkan ülkeleri ve Avrupa'nın pekçok sanayi okullarını gezip
incelemişti. Edirne'nin de düşmesi üzerine Bursa Dârülmuallimin müdürlüğüne ve
ziraat öğretmenliğine atandı4. Maarif Nezareti Tedrisat-ı İbtidaiye programındaki
ziraat bölümünü kendisi düzenlemişti. Daha sonra 1914'de Samsun
Dârülmuallimini müdürlüğüne atandı5.
Savaş yıllarında ne yaptığı hakkında bilgi bulunamadı. Ancak Toprak dergisinin
Cumhuriyet döneminde çıkan sayılarında (1340) gene ziraat üzerine yazılar
yazıyordu. Ayrıca Cumhuriyet döneminde İstanbul Sanayi Müdürü olduğu da
bilinmektedir.
Eserleri: Arıcılık, İstanbul 1329; Amelî Bahçıvanlık, İstanbul 1329; Yoğurtçuluk, 2.
baskı, İstanbul 1329; Eşya Dersleri, İstanbul 1329.
Özellikle Toprak ve Yeni Fikir olmak üzere bazı dergilerle İkdam, Ziraat v.s.
gazetelerde kısa yazıları yayınlanmıştır.
Ali Ferit Bey'in İkinci Meşrûtiyet dönemindeki eğitim görüşleri üç ana dalda
incelenebilir:
1) Mesut Köy Tasarısı. Balkan bozgunundan sonra Rumeli'den gelen göçmenleri
yerleştirmek hükümet için büyük bir sorun olmuştu. Osman Ferit Bey bunların
1
A. Ferit. “Matiyo do Dumbal Ziraat Ameliyat Mektebi”, Toprak, 1/2(1329) S.272,1/5(1329) S.89-92. Neyyir-i Hakikat, 10 Temmuz 1326.
2
“Dârülmuallimin Ağaç Bayramı”, Neyyir-i Hakikat, 10 Temmuz 1326.
3
“Müessisimiz A. Ferit Bey”, Yeni Fikir. 3/17(1329), S.552-553
4
Yeni Fikir Gazetesi. 3/21 (1330), kapak içi.
5
Edhem Nejad, Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S. 19.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 152 ~
Anadolu'da rahat ve verimli bir şekilde yerleşmelerini sağlamak için bir köy plânı
hazırlamıştır. Köy, bir doktorun belirleyeceği yüksek, havadar bir yerde olmalıydı.
Ana sokaklar 20, ikinci derecedeki sokaklar 12 metre olacaktı. Her parselde dört
ev, bir ahır, gübrelik v.s. olacaktı. Köy içinde her evin bahçesi olarak bir ve hayvan
avlusu olarak da bir dönüm yer ayrılacaktı. Köydeki her parselin ayrıntılı plânını
yapmıştı. Gelişigüzel yerleştirmeye karşı çıkan Ferit Bey'in plânı şu idi1:
Dört evin ahırı bir binada duvarlarla ayrılmış şekilde olmalıydı.
1
A.Ferit, “Mesut Köyün Mektebi”, Yeni Fikir, 2/11 (1329), S.341-345.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 153 ~
Mesut Köyün okulu da, çocukların da büyüklerin de faydalanacağı iki katlı bir okul
olmalıdır. Alt kat çocuklara, üst kat köylülere ait olmalıdır. Bu üst kat, her türlü
toplantı, konferans ve ilân yeri olmalıdır. Mesut köyün okulunda ceza dolabı ve
âlet deposu olmalıdır. Bu okulu iyi idare edebilecek mükemmel bir öğretmen de
çok gereklidir1.
Köylülerin çiftçilik hususunda çok kuvvetli bir demeği, bu derneğin bir kitaplığı
olmalıdır, Hemen bütün Bulgar köylerinde bu böyledir. Artık halkın gözünü
açmamız gerek; bu, son ümittir. Mesut Köyün öğretmeni “Umumî Konferanslar
Cemiyeti”ne üye olmalıdır. Cemiyetin kitaplarını köylülere tanıtmalıdır. Okulun üst
katında köylülere sinemalı konferanslar da verilmelidir.
Köyde öğretmenlerle imamlar elbirliğiyle çalışmalıdırlar. Böyle olursa köylüler
öğretmenin her istediğini kabul eder. Köylülere, işe yarayacak bir eğitim
vermelidir. Bu da ancak ziraat kanalıyla olur, “Islâhat” diye başka şeylerle
kendimizi aldatmayalım. Anadolu’da ıslahat, yenilik ziraat aracılığıyla olur2.
2- Ziraat ve Ormancılık Eğitimi: Ziraatın ilerleyebilmesi için, her şeyden önce
öğretmen okullarını iyileştirmelidir. Çiftçiliğin gelişmesi bu okullarda ziraat
derslerinin düzgün ve metoduna göre okutulmasıyla başlar. 1903 yılında Osmanlı
okullarının pek çoğuna ziraat dersleri konmuştu. Hattâ bu dersler uzunca bir
zaman boyunca da programda kaldılar. Sonra birdenbire de programdan
kaldırıldılar. Neden olarak, bu dersten beklenilen faydanın sağlanamadığı ileri
sürüldü. Doğruydu. Ama bunun da nedeni ziraat derslerini okutacak öğretmen
bulunamaması idi. Ve bugün de öğretmen yok. Ziraat öğretmenleri yetiştirmeye ve
programlara ziraat dersleri koymaya acele etmeden dikkatle girişilmelidir. Başka
türlü, bir sonuç alınamaz”3.
Öğretmen okullarındaki pratik ve nazarî ziraat dersleri, bir düşünce ve iktisat
devrimi yapacaktı. Ama öğretmen, okullarına da bu dersi koymadan, bu dersi
okutacak öğretmenleri yetiştirmek gerekir.
1
A.g.m.
a.g.m. S.342-344.
3
A.Ferid, “Darülmuallimin’lerde ziraat”, Yeni Fikir. 2/9(1329), S.259-260.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 154 ~
Öğretmen okulları ziraat dersi öğretmeni şu şekilde yetiştirilmelidir1. Halkalı Ziraat
Mektebi mezunlarından yeteri kadar efendi seçilerek Yüksek Öğretmen Okuluna
(Dârülmuallimîn-i Âliye) alınır. Pedagoji ve öğretim biçimlerini öğretmek üzere altı
ay veya daha kısa bir süre içinde şu şekilde bir program uygulanır: Ders vermek,
ders okutmak, konferansçılık, mektepçilik, numune tarlası, müze, koleksiyonculuk,
fennî gezi, ziyaret vs. Bu kurstan başarıyla çıkanı altı ay öğretmen yardımcısı olarak
atam ah, şayet başarılı olursa öğretmen okullarına ziraat öğretmeni yapılmalı,
istedikleri ziraat âletleri sağlanmalıdır.
Ziraat dersleri okutulurken, ilk önce çevrenin ihtiyaçları düşünülmelidir. Önce
gideceği yere göre öğretmenin eline kaba bir program vermelidir. Programın
ayrıntılarım öğretmen orada tamamlayabilir2. Bu öğretmen, derslerin yanışını
koleksiyonlar yapmalı, okul bahçesinde uygulamalar yaptırmalı ve güncel ziraî
konularda halka konferanslar vermelidir.
Macaristan, hem öğretmen okullarına ziraat dersi koymuştur hem de ziraat
okullarına öğretmen sınıfları açmıştır. ABD, İspanya ve Fransa öğretmen
okullarında da ziraat dersleri vardır.
Gelişmiş ülkelerin hemen hepsi, ilkokullarında çok eskiden beri ziraat dersleri
okutuyorlar. İlkokuldaki çocuklara çiftçilik fikri verilmelidir. Çevrenin ihtiyaçlarına
göre genel bir ziraat dersi verilmelidir. Bütün ülkede genel bir ziraat programı
olamaz. Öğretmen çevrenin imkân ve ihtiyaçlarına göre programları
değiştirebilirleridir3.
Osman Ferit Bey. Türkiye'ye “Ağaç Bayramı”nı ilk getirip yaygınlaştıranlardan idi.
Avrupa ve Amerika'da çok yaygın olan Ağaç Bayramları bizde ilk defa Ali Ferit ve
Edhem Nejat tarafından Alasonya kasabasında gerçekleştirilmeye çalışıldı (1909).
Oranın idadi müdürü ve yardımcısı hayvanları, bitkileri korumak ve ağaç dikmek
için bir cemiyet kurmuşlar, programını da bazı gazetelerde yayınlamışlardı. Ferit
Bey, böcekleri öldürtmeye, karga yumurtalarını toplatmaya başlamıştı bile. Ancak
cemiyet resmileşemedi. Üstelik kaymakam onları mahkemeye verdi. Sanık
sandalyesine oturdular ama beraat ettiler. 1910 yılında iki arkadaş Manastır
1
A.g.y.
A.Ferid Bey, Hüdavendigar Vilâyetine göre bir ziraat programı veriyor. a.g.m. S.261-265.
3
A.Ferid, “İbtidai Mekteplerinde ziraat dersleri”, Yeni Fikir, 15 Kanunuevvel 1327, S. 10-13.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 155 ~
Dârülmuallimini'ne atadılar. Hemen bir öğrenci derneği kurarak, halkın da
yardımıyla 1910 ve 1911 yılında Osmanlı Devletinin ilk ağaç bayramlarını
Manastır'da yaptırdılar. 1912'de savaş dolayısıyla ağaç bayramı yapılamadı, bu
arada Edhem Nejat ve Osman Ferit Beyler, ağaç bayramlarının her düzeydeki
resmi ve özel okullar tarafın dan millî bir bayram olarak kutlanmasına; bütün
okullarda ziraata, ormanlara ve hayvanlara yardım dernekleri kurulmasına; gene
bütün okullarda -ziraat derslerinin yanı sıra ağaç dikme zamanlarında orman ve
ağaç üzerine dersler, konferanslar verilmesi hususunda Ziraat ve Ticaret
Nezaretine bir muhtıra verdiler1. Ziraat Nezareti de yayınladığı genelgelerle bu
bayramı resmen kabul etti2.
Ali Ferit Bey, Sanayi Mektebi Müdürü iken Edirne'de, Dârülmuallimin Müdürü iken
de Bursa'da Ağaç bayramları yaptırdı.
Ali Ferit Bey, ziraat derslerinin yanısıra öğretmen okullarına “Ormancılık dersleri”
de konulmasını önermiş, bu dersler ilkokullara yayılıncaya kadar da Ormancılık
Cemiyetleri, Ağaç bayramları v.s. gibi yollarla ormanları ve ağaçları koruma,
yetiştirme bilgisini vermeye çalışmıştır3.
3. Sanayi Eğitimi: Bugün sanayi okullarımızın durumu çok koludur. Burada hiçbir
şey öğretilmemektedir. Üretimde bir temel yoktur. Buradaki eğitim boşuna ve
körü-körüne bir uğraşıdır. Esastan ayrılınmıştır. Öğrenciler sanatkâr olarak
yetişemedikleri gibi sanatı da hiç sevmeden çıkıyorlar. Sanayi okullarından çıkanlar
kâtip, muzıkacı, polis, kondüktör v.s. oluyorlar. Sanayi okullarımız ülkenin sanat
yönünden gelişmesine hiçbir katkıda bulunmadı.
Bu bozukluk tâ eskiden beri görülüyordu. Nafia Nezareti bunun önüne geçmek için
bir program hazırlayıp bütün sanayi okullarına gönderdi. Bu, uygulanmasına imkân
olmayan yüksek bir programdı. Uygulanamadı ve bir köşede kaldı.
O halde ne yapmalı? Millî ihtiyacı düşünüp ona göre hareket etmeli, öğrenci
yetiştirmelidir. Sanayi okulları küçük ve pratik sanatkârları yetiştirmelidir.
1
“Ağaç Bayramları Hakkında”, Yeni Fikir, 2/9(1329). S.274-281.
Mehmet Zeki, “Ağaç Bayramı”, Yeni Fikir, 3/21(1330), S.666-675.
3
A.Ferid, “Ağaçları Sevelim”, Yeni Fikir, 1/4(1329), S. 104-109.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 156 ~
Devşirme usulüyle öğrenci toplamaktan vazgeçilmeli, okula yalnız rüşdiye
mezunları alınmalıdır.
Bu okullar milli ihtiyaçlarımıza göre öğrenci ve sanatkâr yetiştireceklerdi ki bunlar
da şu şekilde sıralanabilir1: Demircilik, tesviyecilik, çilingirlik, tenekecilik,
marangozluk ve doğramacılık, elektrikçilik (usta ve amele), makine ve motorculuk,
değirmencilik, çeşitli fabrikaların idareciliği, soğuk havacılık ve konservecilik,
sütçülük ve tereyağı makineleri v.s.
Şimdi Anadolu’nun ihtiyaçlarını göz önüne almadan kör yollarda yürüyoruz,
boşuna kürek çekiyoruz. İhtiyacımıza göre açık bir yol takip etmelidir. Bu okulların
amacı halkın ihtiyaçlarıdır. Halkın beğenmeyeceği, alamayacağı şeylerle
uğraşmamaları lâzımdır. Ali Ferit Bey, uygulayamayacağımız büyük programlardan
yana değildir, Küçük programlarla büyük işler, yapılabileceği kanaatindedir2.
1
A.Ferid, “Sanayi Mekteplerimiz”, Yeni Fikir, 3/11 (1329). S.417-422.
A.Ferit. “Memleketimiz Sanayi Mektepleri ne öğretmeli”, Yeni Fikir, 3/16(1329), S.5O2506.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 157 ~
3.4. GİRİŞKENLİK EĞİTİMİ AKIMI
Eğitim tarihinde kaynağını İngiliz Aydınlanmacı görüşünden almaktadır. Özellikle
elitçi bir karakter taşıyan bu akım, İngiliz cihan hâkimiyeti mücâdelelerinin ortaya
çıktığı şartlar içerisinde baş göstermiştir. Aklın, yeni nesillerde girişken
(“müteşebbis”) zihniyetin mutlaka geliştirilmesini birinci plânda ele almaktadır.
Bu, en somut şekliyle İngiliz “gentleman” eğitiminde 17-1,8. yüzyıllarda ifadesini
bulmuştur. İngiliz imparatorluğunun zayıflaması, çökmesi ve dağılmasıyla birlikle
bu da tarihe karışmıştır.
Girişkenlik eğitimi akımı Türkiye'ye Fransa'dan “Science Sociale” ekolü aracılığıyla
girmiştir. Le Play sosyolojisinin bir dönem Fransa’sındaki temsilcileri Fransız eğitim
sistemini beğenmiyorlar, Anglosaksonlarda olduğu gibi çocuklarda kişisel
girişkenliği geliştirecek bir eğitim sistemi kurmak istiyorlardı. Bu eleştiriler, Fransız
eğitim sistemine bağlı olan Türkiye'de de hemen yankılandı ve aydınlar arasında
büyük bir kabul gördü. Bu değişiklik gerekliliğinin eh başta gelen savunucusu
Sabahattin Bey oldu.
3.4.1. M. SABAHATTİN BEY (PRENS SABAHATTİN)
Hayatı: 1879'da İstanbul'da doğdu. Babası Osmanlı Adliye Nazırlarından Mahmut
Paşa, annesi Sultan Abdülmecit'in kızkardeşi Seniha Hanım idi. Babasının
konağında özel eğitim gördü. Arapça, Farsça ve Fransızcayı küçük yaşta öğrendi1. İç
politik mücâdeleler ve demiryolu imtiyazları v.s. dolayısıyla 1899'da Avrupa'ya
kaçan babasına –kız kardeşi ile beraber- eşlik ettiler2. Yurt dışında bulunduğu
sürece çeşitli beyannameler yayınladı. Bir ara Mısır Hıdivinin yanında bulundular;
ama sonra Avrupa'ya geri dönmek zorunda kaldılar3.
1902 yılında, Paris'te bir evde Birinci Jön Türk Kongresini topladı. Bu Kongrede,
“Osmanlı Devletine yabancı müdahalede bulunmaya ihtiyaç vardır” diyen gurubun
1
Kuran, A.B., Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücâdele, İstanbul
1965. S.231-233.
2
a.g.e. S.234-235.
3
a.g.e. s.273-276.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 158 ~
liderliğini yaptı. Bu Kongreden bir sonuç alamayınca Malta, İngiltere ve
Yunanistan'da İstanbul'a ihtilâl komploları hazırlamakla meşgul oldu1. Ancak
başarılı olamadı. Bu arada pekçok yabancı gazete ve dergilerde Türkiye hakkında
yazılar yazdı2. 1902'de Paris'te “Teşebbüs-ü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyetini
kurdu. 1906'da da “Terakki” dergisini yayınlamaya başladı. 1906'da gene Paris'te
toplanan İkinci Genç Türk Kongresine de faal olarak katıldı.
İkinci Meşrûtiyetin ilanından sonra 3 Eylül 1908'de babasının cenazesini de alarak
İstanbul'a geldi. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti'yle tâ Avrupa'dayken başlıyan
mücâdelesi, yurt içinde daha da şiddetlendi. Taraftarları tutuklandı. 31 Mart
olayları sırasında -olayları tertipleyenler arasında sayılarak- tutuklandı, Dört beş
gün sonra bırakılmasına rağmen tekrar Avrupa'ya döndü3. Sonra tekrar Türkiye'ye
geldi ama bu kez de Mahmut Şevket Paşa suikastında sorumlu görüldü. Cemal
Paşa onu 31 Mart olaylarından, Halaskâr Zabıtan Grubu olayından ve Arnavutluk
isyanını teşvikten de suçluyordu”4: Gıyaben idama mahkum edildi. O da bir İngiliz
resmî kuruluşuna sığınarak tekrar Avrupa'ya kaçtı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalmasını sağlamak için
birçok girişimlerde bulundu5.
1919'da tekrar İstanbul'a geldi, ancak Hilâfet kanunu dolayısıyla tekrar yurt dışına
çıktı. 1948'de İsviçre'nin bir köyünde öldü.
Eserleri: Teşebbüs-ü Şahsî ve Tevsi-i Mezuniyet Hakkında Bir İzah İstanbul, 1324;
27 teşrinievvel 328 tarihi ile Huzuru Mualla-ı Padişahiye Takdim Edilen Açık Bir
Arıza; İttihad ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar İstanbul, 1327; Türkiye Nasıl
Kurtarılabilir, İstanbul, 1334.
Sabahattin Bey'in Terakki, Revue, Matin, The Times, İkdam, Science Sociale,
Serbesti v.s. adlı süreli yayınlarda da pek çok yazıları çıkmıştır.
1
a.g.e. S.326 v.d.
Ege, Nezahat Nurettin, Prens Sabahattin Hayatı ve İlmî Müdafaaları. İstanbul 1977.
3
Kuran, A.B. a.g.e. S.463-468.
4
Cemal Paşa Hatıralar ve Vesikalar, İstanbul 1933, S.29-30,32-36.
5
Kuran, A.B. A.g.e. s. 562-564, 580-582.
İçtihat, 130(1918), s.2795.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 159 ~
Sabahattin Bey hakkında önemli kaynaklar: A.B.Kuran: Osmanlı İmparatorluğunda
Hürriyet Mücâdeleleri, İstanbul 1956; Y.H.Bayur: Türk İnkılâbı Tarihi, cilt II/IV.
Ankara 1952; C.O.Tütengil: Prens Sabahattin, İstanbul 1954; C.TanyoI: “İçtimaî
monografi hazırlıkları: Prens Sabahattin”, Sosyoloji, 4-5,1949, s.145-175; C.Kutay:
Prens Sabahattin Bey, Sultan İkinci Abdülhamit, ittihat ve Terakki, İstanbul 19*4:
N.N.Ege: Prens Sabahaddin - Hayatı ve İlmî Müdafaaları, İstanbul 19/7; N. Ş.
Kösemihal: “Memleketimizde Tecrübî Sosyolojinin Doğuşu ve Gelişmesi”, Sosyoloji
Dergisi, 6,1950, S. 117-133.
Genel Görüşleri: Sabahattin Bey, ülkemizin ilk sosyologlarından biridir. Herkesin
Osmanlı Devletini kurtarmak için sırf politik tedbirlerle uğraştığı sırada, o daha
ziyade sosyal değişmeye dikkati çekmiştir. Rejimin ismini ve kanunlarını
değiştirmekten ziyade o. ülkede yaşayan insanları değiştirmemiz gerektiği
üzerinde durmuş, temelde fert olarak insanı ele almıştır.
“Prens”, hem Abdülhamit yönetimiyle, hem de İttihat ve Terakki yönetimiyle
mücâdele etmiştir. Hem inkılâpçı hem de ihtilâlcidir. Her iki rejime karşı da ihtilâl
hazırlıkları içerisinde bulunmuştur.
Sabahattin Bey, mücâdelenin hemen ta başında İttihatçılarla anlaşmazlığa
düşmüştür. Ülkede ihtilâl yaparken çıkarımıza uygun ve demokrat hükümetlerle
müdahale konusunda anlaşmalar yapalım görüşüyle Ermenilerle aynı fikri
savunmak çizgisine gelmiştir. Bu da Avrupa'daki ve yurt içindeki Türkleri
Sabahattin Bey'den uzaklaştırmıştır. Daha sonra Sabahattin Bey aynı görüşlerde
devam ettiğinden, iki grup arasındaki düşmanlık giderek artmış, Meşrûtiyet’ten
sonra iktidara karşı gurubun geçmesi, onun başarısızlığında en önemli rolü
oynamıştır.
Sabahattin Bey'in amacı, Osmanlı İmparatorluğunu kurtarmaktır. Bunun için önce
devleti tehlikeye sokan âmilleri, bütün sebep ve sonuçlarıyla incelemeye koyuldu.
Devlete çağdaş bir şekil vermek istiyordu. İmparatorluğu bir “Milletler Cemiyeti”
(Uluslar Topluluğu) haline getirerek dağılmaktan kurtarmak istiyordu.
İmparatorluğun en zayıf unsuru, temel unsuru olan Türkler idi. Bu Türk
toplumunun bünyesinde bir değişim yapmak gerekti. Sabahattin Bey, burada şu
görüşleri ileri sürüyordu: Sosyal bünye değişimi ancak ferdî girişimlerin (şahsî
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 160 ~
teşebbüs) geliştirilmesi şeklinde olabilir. Kışla ve memurluk zihniyeti bırakılmalıdır.
Serbest, hürriyetçi bir iş ve demokrasi toplumu kurulmalıdır1.
İttihat ve Terakki ile aralarındaki en önemli tartışma konusu “merkeziyet - adem-i
merkeziyet” meselesi idi. Sabahattin Bey Anglo-Sakson dünyasının adem-i
merkeziyet sistemini uyguladığı için, öbür Avrupalılardan üstün olduğuna
inanıyordu. “Merkeziyet, istibdadın kalıbıdır” diyordu2. İster mutlakıyet, ister
meşrutiyet, isterse cumhuriyet olsun, her türlü merkezî idareye karşı çıkıyor,
hepsinin sonucu aynıdır, diyordu3. Meşrutiyet taraftarı değildi. Bu yalnız
“istibdadın kemmiyeti”ni değiştirir, bir kişinin yerine beşyüz kişiyi geçirir, diyordu4.
Sabahattin Bey'e göre rahatsızlıklarımızın sebebi halktaki girişim yokluğu ve
idaredeki merkeziyettir. Bu noktalarda çalışmak gerekir5. Tanzimat hareketi
tesirsiz kalmıştır. Halk buna dikkat etmemiştir. Müslümanlar buna hazır değillerdi,
hıristiyanlar da eski imtiyazlarını kaybetmekten korkuyorlardı6.
Sabahattin'in programını uygulayabilmek için kuvvetli bir aydın zümresine ihtiyaç
vardı. Bunu tâ başta fark etmiş ve 1901'de Kahire'de yayınladığı bir Beyanname'de
şu fikirleri ileri sürüyordu: Osmanlıları “ekalliyet-i münevvere” zümresinden
“ekseriyet-i münevvere” zümresine geçirmek lâzımdır. Bunu “usare-i hayatiye-i
içtimaiyeyi takviye” etmek suretiyle gerçekleştirebiliriz. Bu, hürriyet ve adaletle,
“metin ve ilmî bir terbiye” yoluyla gerçekleştirilebilir7.
Sabahattin Bey, vilâyetlere önem verilmesini istiyordu. “Merkez tek bir şehir,
vilâyetler tekmil vatan; vilâyetler merkez için değil, merkez vilâyetler için”
diyordu8. Ancak gerek kendisi, gerekse taraftarları yurt çapında esaslı bir teşkilât
kuramamışlardır. Zaten İttihat ve Terakkinin iktidarı ve suçlamaları karşısında
1
Kuran, A.B : a g.e. S.401.
Bayur,Y.H., Türk İnkılâbı Tarihi, cilt II/IV, S,22.
3
Tütengil,C.O.: “Prens Sabahattin”, S.27.
Prens Sabahattin, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, İstanbul 1965. S.37-38.
4
Bayur, Y.H.:a.g.e. s,21.
5
a.g e S.38-39.
6
a.g.e. S.29.
Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, s.56
7
Tütengil, C.O.:a.g.e. S.23.
8
Bayur, Y.H.. a.g.e. S,57.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 161 ~
başarılı olmaları da gayet zordu. İttihatçılar onu hem İngiltere'ye satılmışlıkla, hem
Rum ve Ermenilerle işbirliği yapmakla, hem de ülkeyi parçalamaya çalışmakla
suçluyorlardı1.
Sabahattin Bey, toplumun kurtuluşunun, “kuvayı umumiyenin tahakkümüyle değil,
teşebbüs-ü şahsinin gelişmesi sayesinde olacağını” belirtiyordu. Özel hayatımızı
düzenlemeli ve kuvvetlendirmeliyiz, diyordu. Memurlar değil üreticiler yetiştirmek
gerekiyordu”2.
Sabahattin Bey'in fikirlerinin temelini fenn-i içtima (science sociale) ekolü
meydana getiriyordu3. Kendisi Avrupa'dayken E. Haeckel (1834-1919), L. Büchner
(1860-1917), A. Fouillee (1838-1912), le Play ve E. Demolins'i (1852-1907)
okumuş, en çok da sonuncusunun etkisinde kalmıştı4. Çevresine science sociale
gözüyle bakıyor, o gözle değerlendiriyordu5. Zaten bu ekolün ileri gelenleriyle
tanışmış ve beraber çalışmıştır6.
Türkiye'de ferdiyetçiliğin temsilcisi olmuştur. Batının gerçek üstünlüğünü sağlayan
aslında onun bireyci yapısıdır. Fikrî, siyasî ve ekonomik üstünlüklerin altında bu
vardır. Sosyal yapımızı buna göre değiştirmek zorundayız7. Bunu özel teşebbüsler
ve eğitim sistemi sağlayacaktır. Bu yolla halk kendi kendini idare eder bir duruma
1
A.g.e, S. 44, 162-163.
“Sultanzade Sabahattin” Neyyir-i Hakikat, 27 Nisan 1909.
2
Bayur, Y.H.:age. S 482-483
3
Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, S.32-36.
4
Özellikle “Anglo-Saksonların Üstünlüğünün Sebebi Nedir?” adlı eserinin etkisinde
kalmıştı.(Tütengil, O.: a.g.e S.20- 22) Bu eser Anglo-Saksonların Faikiyet-i İçtimaiyesi
Nedendir? (Üç Terbiye) adıyla 1926 yılında Muallimler Mecmuası'nda yayınlandı,
(4/38(1926) S.1633 v.d.)
Aynı yazarın “Yeni Mektep” adlı eseri Say ü Tetebbu'nun 12. sayısından itibaren; “Fransız
Mektep Usulü adam yetiştiriyor mu?” adlı yazısı da Ümmet Mecmuası'nın 4 ve 5
sayılarında (1328) yayınlandı.
E.Demolins'in “Anglo Saksonların Esbab-ı Faikiyeti Nedir?” adlı bir eseri de 1330da, “Yollar:
Asl-ı içtimaiyi Yol Nasıl Vücuda Getirir?” adlı eserin 1 cildi de (Ezmine-i Kadime Yolları)
1329’da yayınlandı.
5
Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, S.37
6
Tütengil, O. A.g.e S. 21
7
Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?. S 48
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 162 ~
gelecektir. Her şeyini merkezden beklemeyecektir. Gerçek hürriyetin kurulabilmesi
için toplumumuzu ferdî haklar üzerine kurmamız gerekir1.
İttihat ve Terakki Sabahattin Bey'in karşısına felsefe ve sosyolojide Ziya Gökalp'i,
siyasî fikirlerde de Hüseyin Cahit'i çıkartmıştır”2.
Eğitim Görüşleri: Sabahattin Bey'in iki önemli cephesi vardı: Sosyolog ve eğitimci.
Kendisi sosyolojinin hakikî habercisi sayılırken3, girişkenlik üzerine kurduğu, daha
doğrusu aktardığı eğitim görüşleriyle de eğitim hayatımıza bambaşka bir canlılık
getirmiştir. Eğitimde, science social gurubunun eğitim kitaplarından etkilenmiş ve
o görüşleri kabaca Türkiye'ye uygulamıştı.
Özellikle Edmond Démolins'in iki ciltlik Le grandes routes des peuples -Comment
la route crie la type social des Anglo-Saxson? ve ayrıca A quoi tient la Superiorite
des Anglo-Saxons adlı eserleriyle, Paul Descamps'ın Les troİs form es essentielles
de l'Education: leur Evolution comparee ve L'éducation dans les écoles Anglaises4
adlı eserlerinden etkilenmişti5.
Sabahattin Bey, Abdülmecit'in kurduğu eğitim sisteminin, yeni zamanın
ihtiyaçlarını anlayacak bir nesil yetiştirdiğini, ancak Abdülhamid'in okul
programlarındaki şahsiyeti kuvvetlendirecek her türlü fikri unsurları çıkarttığını,
okulları her millete mensup hafiyelerle doldurduğunu belirterek “Sultan istikbâl ile
harbe girişti” diyordu6.
Sabahattin Bey'in Osmanlı toplumunu kurtarma çabalarında eğitimin yeri çok
büyük olacaktı. “Terakki” Gazetesi'nin 18-20. sayılarında bunun önemini bütün
açıklığıyla belirtiyordu. Ona göre, bugünkü sefaletimiz -kelimenin bütün
kuvvetiyle- bugünkü terbiyemizin çürüklüğünden gelmektedir. Sosyal benliğimizi,
millî eğitim meydana getirir: Her ülkenin kurtuluşu, millî eğitiminin iyileştirilmesine
1
Kutay, C. a.g.e. S.248.
A.g.e. s.245.
3
Tanyol, C. a.g.m. S.146,149,153.
4
Dr. Sabri'nin çevirisiyle “İngiliz Mekteplerinde Terbiye” adı altında Muallim Mecmuası,
3/23-37(1924-1929) sayılarında yayınlandı.
5
Prens Sabahattin, İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar, 6.Mektup, S.69-79.
6
Bayur.Y.H.: a.g.e. S.29-31.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 163 ~
bağlıdır. Türkiye'nin de öyle. Eğer bu eğitim, sağlam bir yolda yürümezse sivil ve
askerî bütün iyileştirme, tasarıları kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur1.
Eğitimin iki esas uygulayıcısı vardır: aile ve okul. Bunlar bizim toplumumuzda
kendilerinden beklenilen görevleri yapamıyorlar.
Eğitimin temel amacı beden, düşünce ve ahlâk yönlerinden, kişisel yetenekleri
arttırmaktır. Oysa okullarımız bu üç yönü de ihmal ediyorlar. Halkın çocuklara
verdiği eğitimde, onlara girişkenlik ve bağımsızlık yerine, görenek ve esarete bağlı
kalmayı öğretiyor. Bu bir “manevi intihar”dır. Abdülhamit hükümetinin de şahsiyet
düşmanı olması, ülkeye bir “düşkünler nesli” yetiştiriyor.
Anadolu köylüsünde de eğitim girişkenlik yerine göreneğe, gelecek yerine geçmişe
yönelik. Bundan dolayı orada da üretici güçler gelişemiyor.
Aslında bugünkü merkeziyet ve zulüm idaresi de eğitim düzenimizin bir ürünüdür.
Merkezlerini kendisinde bulamayan aciz halk, bunu başka yerlerde arıyor ve baskı
düzeninin kökleşmesine yardımcı oluyor. Halk, bu düzende, haksızlıklara katlana
katlana ahlâkını da yitiriyor.
Sabahattin Bey eğitimde Anglo-Saksonları örnek almamız gerektiğini belirtiyor.
Gençlerimiz onların gençleri gibi öğretimlerini bitirince -hiç kimsenin yardım ve
desteğine muhtaç olmadan- ekmeklerini kazanabilecek bir durumda olmalıdırlar.
Bunun için kişisel girişkenliğe önem vermelidir. Türkler artık hep devlet memuru
olmayı bırakıp serbest hayata atılmalı, hükümete muhtaç olmadan ticaret, tarım
ve sanayi alanlarında başarılı çalışmalar yapabilmelidirler.
Sabahattin Bey için en büyük devrim, her Türkün ruhunda bir Robenson ideali
yaşatmaktı. Memura dayalı eğitim sistemimizi değiştirmeli, kuvvetli bir şahsiyet
yaratmaya yönelmeliyiz, diyordu2.
İkinci Meşrutiyet ilân edildiğinde, gazetelerde yayınlanması için gönderdiği bir
beyannamede “Terbiye-i milliyemizin mihveri, görenekten teşebbüse çevrilmeli!”
1
2
a.g,e. S.25-28. karşılaştırınız: Sabahattin: “Teşebbüs-ü Şahsi”, İkdam, 19 Ekim 1908.
Tanyol,C.:a.g.m. S.157-158 (Terakki Gazetesi, 2.sayıdan).
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 164 ~
diyerek, baskı düzeninin bir bilgisizlik sonucu olduğu hakkındaki görüşünü
tekrarlıyordu1.
Bizi baskı düzeninden kurtaracak şey, sosyal yeteneğimiz olacaktır. Bu da ancak
“teşebbüs-ü şahsî” ile meydana gelebilir. Aile ve okul eğitimimiz göreneği besliyor.
Ömrümüzün en kuvvetli zamanı okullarda boşa harcanıyor. Okullarımızda kişiliği
ezen bir kışla hayatı, baskısı var. Bu okullardan her zillete katlanacak, âciz
memurlar çıkıyor. Bunlar halkın üretim kabiliyetini arttıramazlar. Okullarımız,
insanî çalışmaların bütün dallarında korkusuzca yürüyecek girişken insanlar
yetiştirsin; eğitim sistemimizin yönü, geçmişten geleceğe çevrilsin2.
Sabahattin Bey, bizim kazanmadığımızı yediğimiz kanısındadır. Çünkü okumuşların
hemen hepsi bir taraftan aldıkları maaşlarla geçiniyorlar. Üretici değiller.
Avrupa'ya gönderdiğimiz gençler bile tüketici olarak dönüyorlar. Oysa iyi bir
memur veya öğretmen olmak için Avrupa'ya gitmeye gerek yok. Ders kitapları
düzeltilse, bu yeterlidir. Avrupa'ya elbette öğrenci göndermeliyiz. Ancak oradan
üretici olarak dönsünler. Ferdiyetçiliği geliştirecek bir eğitim alarak dönsünler3.
Sabahattin Bey, liselerin memur yetiştirmek için açıldığım ve bunlardan hiçbir şey
beklenilemeyeceğini belirterek, Demolins'in Fransa'da dört beş köyde kurduğu
özel okulları örnek veriyor. Sosyal ihtiyaçlarımızı böyle okullar karşılayabilir, diyor4.
Gençlerimizin bu okullarda iki-üç yıl öğretim görmelerini, ondan sonra Türkiye'ye
dönerek ferdiyetçi bir eğitim uygulamalarını; hattâ bizini Öğrencilerimizin önce
İngiliz ve Kuzey Amerika okullarım bir kere ziyaret etmelerini istiyor. Okullarımızın
amaçlarının, İngiliz ve Amerikalılarınki gibi, “hayat mücâdelesinde başarılı olmak”
(the struggle for existence) olması gerektiği belirterek, her hususta kendi kendine
yeterli, bağımsız kişiler yetiştirilmesi bekleniyor. Kalem memurları değil “cehd ve
cidal adamları” (struggle for lifers) isteniyor5.
Sabahattin Bey, gelişigüzel Avrupa okullarına öğrenci gönderilmesine karşı
çıkmıştır. Ona göre, öğrencileri İngiliz okullarına yollamalıdır. Orada öğretimin
1
Kuran, A.B., Osmanlı İmparatorluğunda...., S.439
a.g.y.
3
Sabahattin, İttihat ve Terakki Cemiyetine, S.82.
4
a.g.e. S.83.
5
a.g.e. S.89-98.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 165 ~
esası toprak üzerinde çalışma ve uygulamalardır. Avrupa'dan dönen öğrencilere
çiftlikler ve krediler verilmelidir. İngiliz ve Amerikan okullarında verilecek eğitim,
öğrencileri m izdeki kişisel girişkenliği geliştirecektir. Toplumumuzun temeli fert
değil aile olduğu için, kızlarımızı da okutmalıyız. Modern toplumda kadınlar da
kazançlı işlere doğru koşuyorlar ve erkeklerle tam bir eşitliğe ulaşıyorlar.
Kızlarımızı da üretici olarak yetiştirmeliyiz1.
Sabahattin Bey'de eğitim önemlidir ama-herşey demek de değildir. O herkesin
Kanun-u Esasi, Meşrûtiyet v.s. kavramlar gibi maariften de çok şey beklediklerini,
ama hayal kırıklığına uğrayacaklarım belirtiyor. Sosyal üstünlüğü sağlamada
hükümet şekilleri ve organları ne kadar güçsüzse, öğretim de o kadar güçsüzdür,
diyor2. Öğretim bir amaç değil bir araç olmalıdır3. Eğitimin özünü, esasen sosyal
yapı belirler. Ferdiyetçi toplumlarda eğitim etkin, ferdiyetçi olmayan toplumlarda
ise duruk (pasif)tir4.
Tanzimat bizde, merkezî idarenin memurlar aracılığıyla tamamen kökleşmesi
demekti. Bunu, Avrupa ve özellikle Fransa, bunu üzerimize ağır baskı yaparak
gerçekleştirdi. Eğitimden hukuk ve askerliğe kadar her alanda Fransa örnek alındı.
Kitaplara ve nazariyelere dayalı bir öğretim, kışla hayatına benzer bir eğitim
sistemi kuruldu.
Tanzimattan sonra yeni birçok okullar kurulmuş olmasına rağmen, ülkemize yeni
bir eğitim anlayışı giremedi. Okullarımız yalnızca yüksek tabakayı hazırlamaya
yöneldiler. Batıdan aktarılan siyasal kurumların artık işlemediği İkinci
Meşrûtiyet’te ortaya çıktı.
Gene İkinci Meşrûtiyet’te ortaya çıkan, ilköğretimden büyük değişiklikler ve
devrimler bekleme kanaat ve akımı da yanlış idi. Bugün ilköğretim de, halk eğitimi
de hükümetin siyasî propagandası için isteniyor5. Öğretmenlerden siyaset kılavuzu
kılavuzu olmaları isteniyor.
1
a.g.e. S.69-102.
Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, S.38.
3
a.g.e. S.39.
4
a.g.e. S.43.
5
a.g.e. S.50.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 166 ~
Esasen bizim toplumumuzda ilköğretim ihtiyacını ortaya çıkarıp belirginleştirmek
için aileyi, toplum yapısını değiştirmek lâzımdır. Ondan sonrası hemen hemen
kendiliğinden gerçekleşir1. Ülkemizdeki gayrimüslimlerin eğitimleri böyle
gelişmiştir. Toplumun kurtuluşu, özel girişkenliğin gelişmesi, özel hayatın
düzenlenmesi ve desteklenmesiyle olur. Bu da ferdiyetçi eğitimin yetiştirdiği
üretici kişilerle sağlanır. Memur aydınların çoğalması, Türk toplumunu kurtaramaz.
Bunu üretici, sosyal yapıyı değiştirici kişiler sağlayacaklardır. Kültür, edebiyat,
güzel sanatlar v.s. de ancak bundan sonra gelişecektir2. Öğretim ve eğitim, kişiliğin
gelişmesini sağlayacak, bunu verimli kılacak bir araç olmalıdır.
Okullarımız da hükümetten çok ailelere yakın olmalıdırlar. Yönetimden ziyade,
çalışanlara yardım etmelidirler. Okulların kuruluş ve idareleri de, mahallî
hükümetlere bırakılmalıdır3. Eğitimin de temelinde, toplumu değiştirecek esas güç
ailedir. Bu bakımdan aile yapısı ve eğitimi gayet önemlidir. Bu hususta İngiliz
aileleri ve “public school”Iar örnek alınmalıdır4. Eğitim kurumlarının istenilen
amaca ulaşması ancak böyle bir değişiklikten sonra mümkün olacaktır.
3.4.2. NAFİ ATUF (KANSU)
Hayatı: Askerî doktorlardan miralay Abdülaziz Efendi'nin oğludur. 1890 yılında,
babasının görevli bulunduğu Mekke'de doğdu. İdadiyi Edirne'de okuduktan sonra,
Mekteb-i Mülkiye'ye girdi ve “aliyülulâ” derece ile mezun oldu. 1910'da Edirne
İttihat ve Terakki Mektebi Müdürlüğüne atandı. Edirne'nin işgal edildiği dönemde
Bigadiç Rüşdiyesinde çalıştı. Edirne geri alınınca, 19I4'de Edirne Dârülmuallimini
Müdürü oldu. Sonra Kurtuluş Savaşına kadar Bursa ve İstanbul
Dârülmualliminleriyle, Dârüşşafaka, Yüksek Ticaret Mektebi'nde, Darüleytam'da
öğretmenlik yaptı. Dârülfünun Terbiye Müzesi Müdür yardımcısı oldu.
1
a.g.y.
a.g.e. S.62.
3
A.g.e. S.62.
4
a.g e. S.63.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 167 ~
1921'de Ankara'ya gelerek Matbuat Umum Müdürlüğü baş mütercimliğinde,
Hakimiyet-i Milliye gazetesi yazı işleri müdürlüğünde bulundu. Ankara ve Kayseri
Liseleri Müdürlüğünü yaptı. 1922'de Ortaöğretim Genel Müdürü oldu. 1924'de
Maarif Vekâleti Müsteşarlığı görevine başladı. 1927'den sonra siyasete geçti. CHP
Genel Sekreterliği ve milletvekilliği yaptı. 1949'da öldü.
Eserleri: Pedagoji Tarihi; Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, İstanbul,
1931,1932.
Ayrıca Edirne'de iken çıkardığı Say ü Tetebbu dergisiyle Terbiye, Muallim, Yeni
Fikir, Resimli İstanbul gibi süreli yayınlarda makaleler yayınladı. E. Demolins'den
çevirdiği Yeni Mektepte adlı eseri de 1328'de Edirne'de bastırdı.
Genel Görüşleri: Bugün bizim için en önemli sorun “Şarklılık-Garplılık” sorunudur.
Hayat kavgası sorunudur. Batı, bu kavgada Doğuyu yenmiştir, güçlüdür, Doğu ise
yenik ve zayıftır. Ülkemizde Doğu-Batı çatışması var. Biz batı uygarlığını bütün
ayrıntılarıyla kabul edemeyiz. Doğu ile Batıyı ayıran en önemli fark, tabiatı
kullanma farkıdır. Doğu hiç kullanmaz, Batı kullanır. Doğu miskindir, Batı
çalışkandır. Önemli olan, insan iradesidir. “Başkalarının yemi olmamak için, hiç
olmazsa başkası kadar büyük ağıza sahip olmalıdır”1.
Toplumun çekirdeği, ailedir. Yapılacak bütün iyileştirme çalışmalarının temeli, aile
olmalıdır. Ancak aile bakımından da Doğu ile Batı arasında büyük bir ayrılık vardır.
Aile hayatında erkek ve kadının yeri, kadınların eğitimi, evlenme v.s. durumlardan
dolayı bizde aile çürüktür. Toplumumuz, çocuklarla pek ilgilenmiyor. Çocukların
başkasına hizmet etmek için yetiştirilmeleri yanlış bir eğitim biçimidir.
Çocuklarımıza çağın gereklerine uygun, girişkenliklerini (şahsî teşebbüsü) geliştirici
bir eğitim vermeliyiz. Uyguladığımız kötü eğitim, çocukları ailelerin bir ıstırap
kaynağı haline getirmektedir2.
Büyük devletler, çocuklara verilen etkili eğitim sonucunda meydana gelmişlerdir.
“Çocuklar nasıl yetiştirilirse, âti de öyle olur”. “Çocuk, âtinin banisidir”. Fransızların
geri kalmalarının nedeni, çocukların eğitimlerine önem vermediklerinden
dolayıdır. Ruslar, Bulgarlar geleceklerini eğitime bağlamış durumdadırlar.
1
2
Nafi Atuf “Şarklılık-Garplılık”, Say ü Tetebbu, 32(1328), s.1-4.
Nafi Atuf “Bizde aile...”, Terbiye Mecmuası, 1/4(1330), S.147-151.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 168 ~
Hayat bir kavgadır. Öyle bir eğitim vermeliyiz ki hayatın ıstırapları sevinçleri onları
çok bozmasın. Azim sahibi, düzen seven adamlar yetiştirmelidir. Bugünkü kuşak
yaralıdır. Geçmişin hamallığını yapmakladırlar. En büyük gücümüzü küçük
çocukların eğitimine ayırmalıyız. Ancak bugünkü kuşağı da ihmal etmemeli,
iyileştirmeliyiz. Çocuklara verilecek eğitimde manevî yöne en büyük ağırlığı
vermelidir1.
Eğitim Görüşleri: Nafi Atuf’un eğitim görüşleri esasta kişisel girişkenliğe
dayanmasına rağmen, genellikle çocukların eğitimleri üzerinde durmuştur. Ona
göre eğitim tarihimizdeki “çocuk” düşüncesi pek değişmemiştir. Bu husustaki
geleneksel düşünce, çocuğu yetişkin adamı küçük bir örneği sayar. Çocuğu,
yetişkinin işlerine göre yetiştirmek gerekir Bunun için de oğlanlar babalarının,
kızlar analarının yanında yetişmeye terk edilmişlerdir. Yetişkin adam ideal tip
olduğu için çocuk şahsiyetine önem verilmiyordu, islâm düşünürleri de çocuğu bir
balmumuna benzetmiş ve ona istenilen şeklin verilebileceğini söylemişlerdir.
Tanzimat devrinde çocuk küçük bir efendi olarak kabul edildi. Kıyafetleri bile
büyüklere benzetildi. Çocuk hakkındaki düşüncelerde İkinci Meşrûtiyet döneminde
bir yumuşama görüldü. Çocukluk çağının bazı “tezahürleri” kabul edilmesine
rağmen, çocuk gene de yetişkinlerin ilkel bir tipi sayılıyordu2. Nafi Atuf da çocuk
hakkındaki bu düşünce değişmesini sağlamaya çalışanlardan biriydi.
Sosyal hayal, özellikle ilkokulda verilen eğitime bağlıdır. Hemen bütün ülkeler, her
yıl ilkokul programlarında iyileştirme ve değişiklikler yaparlar. İlkokul geçildikten
sonra tehlike azalır. Esas, ilkokullar olduğu için, bu okulların amaçlarına çok dikkat
etmelidir. Çünkü her şey bu amaçlara göre belirlenecektir.
Mücadeleci, kavgacı çocuklar yetiştirmelidir. Fransızlar, Almanlar ve İngilizlerden
geri kalmışlardır. Bunu yapan eğitim biçimi, özellikle İngiliz ve Almanların
girişkenlik kazandıran eğilimleridir. 20.yüzyılda her şey öğrenilmiş, ama herkesin
öğrenebileceği birşey vardır. O da “hayat sahasında yaşayabilmek fenni”dir.
Yaşayabilmek için neler öğrenmeli? Kafayı doldurmak birşey kazandırmaz.
Yaşamak için gerekli bilgile öğrenilmelidir. Bütün ülkeler ilköğretimi mecbur
1
2
Nafi Atuf: “Çocuklarımız için”, Say ü Tetebbu, 2(1327) S. 13-15.
Nati Atuf: “Terbiye anlayışında ilerleyiş”. Ülkü Gazetesi,1/2(1933), S.126-127
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 169 ~
tutuyorlar. Onun için bu kademede vatanın mukadderatına katılacak, çevresinde
yaşayabilecek, hayata kavuşabilecek adamlar yetiştirmelidir1.
En çok ilkokulları düşünmemiz lâzımdır. Çünkü herkes orta ve yükseköğretimden
geçmez, ama ilkokullarda mutlaka okurlar.
Okul, bütün meziyetlerini öğretmenleriyle kazanır. Okulları mükemmel yapan
öğretmenlerdir. Bizim için en önemlisi de ilkokul öğretmenleridir. Bunlarda orta ve
yükseköğretimde çalışan öğretmenlerde daha başka özellikler aramalıyız. İdadi ve
yüksekokul öğretmenlerinde uzmanlık aranır. İlkokul öğretmeninde ise
uzmanlıktan ziyade genel bilgi bunu anlatım gücü aranır. İlkokul öğretmeni, bir
hayat adamına gereken her şeyi bilmelidir. Gelişi güzel söz söyleyerek ders olmaz.
Öğretmen bunun usulünü, fennini bilmelidir. Milleti canlandıracaklar,
öğretmenlerdir. Aile hayatımızı, kavga hayatımızı onlar düzenleyeceklerdir.
Osmanlının geleceği öğretmenlere bağlıdır. Gelecek kuşaklan kuvvetli ve kudretli,
girişken yetiştirmelidirler. “Muallimlik demek, çocukla takip, tecessüs ve tedkik
arzularını uyandırabilmek demektir”. Bugünkü öğretimimiz bunu sağlayamıyor.
Anlaşılmaz ve ruhsuz bir öğretim biçimimiz var. Bir öğretmenin en büyük görevi,
çocuğun fikrinden çok bedenini geliştirmektir. Çünkü Türkiye'de nesil bir
çöküntüye doğru gidiyor; Nesil hastadır. Bunu okullar iyileştireceklerdir. Ama
nasıl? Okullarımıza kuvvetli giren çocuklarımız zayıf çıkıyor. Zihinleri boşalmış,
sulanmış bir durumda çıkıyor. Çocukları çok sağlam yetiştirmelidir. Bedenlerine,
sağlıklarına çok dikkat edilmelidir2.
Sınavlarda öğrenci döndürmek, büyük bir iş değildir. Çocuğun bilmemesi
öğretmenin kabahatinden, onun ders anlatmaya” yetenekli olmamasındandır.
Öğretmen bütün çocuktan belli bir seviyeye kadar yetiştirmelidir. Bu çağda geri
zekâlı çocuklar bile eğitilirken biz sağlam çocukları “kalın kafalılıkla, hamakatla”
suçluyoruz3.
1
Nafi Atuf: “İptidai mekteplerinden gaye nedir?”, Say ü Tetebbu, 5(1327), S.11-13.
Nafi Atuf: “Tehlike önünde”, Say ü Tetebbu. 12(1327), S. 10-13.
3
Nafi Atuf: “Tedris âleminde”, Say ü Tetebbu. 16(1327) S.15-16.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 170 ~
Bizim okullarımızın ceza hususunda, gittiği yol da yanlıştır. Hemen her suça aynı
ceza veriliyor. Ceza, işkence değildir. Bir önleyici, caydırıcı harekettir. Biz ise
çocuğun hevesini mahvediyoruz1.
Nafi Atuf, Prens Sabahattin gurubundandır. Ve girişkenlik eğitimini, dolayısıyla
İngiliz eğitim sistemini savunmaktadır Her alanda olduğu gibi, ahlâk alanında bile
Osmanlı ve Fransız okullarında genç, kendine sahip olmayı öğrenemez. İngiliz,
bütün hayat boyu bağlı kalacağı ahlâkî prensipleri okulda iken kazanır2. Osmanlılar
ahlâk eğitiminde bile İngiliz kurumlarını incelemeli, kendi okullarını ona göre
kurmalıdır.
3.3.TEVFİK FİKRET
Hayatı: 1867'de İstanbul'da doğdu. Babası mutasarrıf idi. İkinci Abdülhamid
yönetimine karşı olduğundan hayatı sürgünlerde geçmişti. Anne tarafı ise Sakızlı
Rum dönmelerinden idi3. Galatasaray Sultanisini bitirdi. Memurluk dönemi çok
kısa sürdü. Sonra kendini tamamen eğitime ve Öğretmenlik hizmetine verdi.
Ticaret Mektebi'nde, Galatasaray Sultanisi'nde ve Robert Kolej'de Türkçe
Öğretmenliği yaptı. Kolej'de bir “Osmanlıca Şubesi” açtırdı. Gene orada bir “Türk
Talebe Cemiyeti” kurdu. Robert Kolej'in Tevfik Fikret üzerine çok büyük bir etkisi
olmuştur. Bir ara Galatasaray Sultanisi Müdürlüğüne getirildi*. Buradan ayrılması
büyük olay oldu. 1915'de İstanbul'da öldü.
1896'ya kadar Abdülhamid'e karşı gayet olumlu ve dindar idi4. Bu tarihten sonra
değişerek kötümser, şikâyetçi, hattâ dinsiz oldu5. Bir ara gerek Meşrutiyetin
ilanıyla, gerek oğlu Halûk'un büyümesiyle Fikret’te bir iyimserlik, bir gelecek
duygusu, yaşama arzusu uyandırdıysa da, 1912'den sonra gene, bedbinliğe düşer.
1
Nafi Atuf: “Tembelliğe karşı”, Say ü Tetebbu, 23(1327), S. 12-13.
Nafi Atuf: “İngiliz mekteplerinde ahlâk tedrisatı ve nizam”, Say ü Tetebbu, 22 (1327),
S.11-15.
3
Kaplan, M., Tevfik Fikret. Devir-Şahsiyet-Eser, İstanbul 1371, S.44.
*
Atama kararnamesi: Başbakanlık Arşivi. İrade-Maarif 1326 Z 1.
4
a.g.e. S.42.
5
a.g.e. S.72-75.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 171 ~
Bu, ölümüne kadar devam eder1. Mizaç, karakter, ahlâk ve hayat felsefesi
hakkında daha yaşadığı dönemde polemikler yapılmıştır.
Eserleri: Rübab-ı Şikeste (1900), Halûk'un Defteri (1911), Şermin (1914).
Hakkındaki önemli eserler ve yazılar: Muallim Mecmuasının 14. sayısı Tevfik Fikret
özel sayısıdır. Salih N. Keramet: Fikret'in Hayat ve Eseri, İstanbul 1926. Salih N.
Keramet: İnkılâp Şairi Tevfik, Fikret'in İzleri, İstanbul 1943, R. Eşref Ünaydın: Tevfik
Fikret. Hayatına Dair Hatıralar, İstanbul 1919, Kenan Akyüz: Tevfik Fikret, Ankara,
1947; Mehmet Kaplan: Tevfik Fikret. Devir-Şahsiyet-Eser, İstanbul 1971; Hikmet
Tanyu: Tevfik Fikret ve Din, İstanbul 1976; Sâtı: “Fikret ve Terbiye”, Muallim
Mecmuası, 1/14 (1333), S.427-429; Cahit Kavcar: İkinci Meşrûtiyet Devrinde
Edebiyat ve Eğitim. Ankara 1974, S.57-80; M.Baha Arıkan: “Tevfik Fikret'in
Pedagojisi”, Ülkücü Öğretmen, 7/76 (1965) S.12-14, 9/103-104 (1967-68), S.68,7,10.
“Yeni Mektep” Projesi: Robert Kolej'in Fikret üzerine çok büyük tesiri olmuştur.
“Anglo-Sakson talim ve terbiye usulünün sürekti ve verimli tatbikatını Fikret ilkin
Robert Kolejde gördü. Ve o zamana kadar bizde tatbik olunan Fransız usulüne
müreccah buldu. Oradaki uzun müşahede ve tecrübelerinde de milli talim ve
terbiye ihtiyaçlarımız için çok faydalı hükümler çıkardı”2.
Bunlara dayanarak “Yeni Mektep” adlı bir özel oku) kurmak istedi. Bu, Boğaziçi’nin
güzel yamaçlarından birinde, ormanlık bir arazide kurulacaktı. Bir şirket kurulacak,
40-50 (kimisine göre 50-60) bin liralık bir servet toplanacaktı. Okulun arazisi
alınarak pavyonlarının yapımına başlanacaktı. Şirketin Nizamnamesi ve mektebin
tarifnamesi hazırlanıp bastırılmıştı bile. Bunun İngiltere'de3 ve Amerika'da4 bile
yankıları oldu. Hattâ İngiltere'de on bin lira temin edilmiş ve Osmanlı Bankası
Londra Şubesine yatırılmıştı bile. Ama para toplanamadı ve okul açılamadı.
1
A.g.e. S.125,139,145,150 Vd.
S.N. Keramet “İnkılâp şairi.” S.64. ,
bakınız; Tanin, 28 Ağustos 1909, 31 Mart 1910.
3
Ciddi bir teşebbüs, Yeni Mektep, Tanin, 11 Şubat 1909.
4
Feridun Nigar: “Tevfik Fikret, Mürebbi”, Muallim Dergisi, 2/14(1333), S.503.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 172 ~
Yeni Mektep Türkçe ve İngilizce öğretim yapacak bir özel okul idi. Gençleri
mümkün olan en kısa zamanda, en az yorarak hayat mücâdelesine ve ilerdeki
sosyal görevlerine tam olarak hazırlayacak, bedenî ve ruhî yetenekler bakımından
en iyi şekilde geliştirerek onlara mutlu ve yararlı bir şekilde yaşamak sanatını
öğretecek bir okul olarak düşünülüyordu1. Çocukların sırf hafıza ve zekâsını
kuvvetlendirmek bir şey 1%de etmez. Hayatta basan için kuvvetli bir irade,
dayanıklılık ve sağlam bir karakter de kazandırmalıdır2. Yeni Mektebin amacı
budur. Osmanlı ailelerinin bugünkü sosyal durumları “Yeni Mektep”i bozabilir. Bu
nedenle öğretimleri bitinceye kadar çocuktan ailelerinden uzaklaştırmalıdır.
Öğrenciler Avrupa'da sıkı bir terbiye görmüş öğretmen ailelerin yanında, tâ
kendilerini idare edebilecek meleke ve metaneti kazanıncaya kadar kalacaktır.
Sonra mezunlar memleketin her tarafına dağılacak, tam ve verimli bir hayat
yaşayacaklardır. Bunlar aile olarak birbirleriyle devamlı sosyal münasebette
bulunacaklardı3.
Yeni Mektepte eğitim, öğretim aracılığıyla olacaktır. Çocuk tabiî çevresi içinde
yetişsin diye aile düzeni esas alınacak, aklî eğitimin yanında ahlâkî eğitime de çok
önem verilecektir. Çocuklar mutlu yaşama sanatını ve pratik hayatı
öğreneceklerdir.
Öğretim iki kademede olacaktır: 1- İdadiye, 3 yıllık bir pratik çalışmalar ve
uygulamalar dönemi, 2- Asliye. Beş yıllık bir muhakeme yeteneğinin geliştirilmesi
dönemi4. Öğretim sırasında çeşitli konferanslar, münazaralar ve gezintiler
düzenlenecektir.
Yeni Mektep, şahsi teşebbüs kabiliyeti olan, kimseye muhtaç olmadan
yaşayabilecek gençler yetiştireceğinden ekonomi, ticaret ve ziraata özel bir önem
verecektir5. Okula 8-12 yaşları arasında hiç okul ve ders görmemiş çocuklar
alınacaktır. Okul, paralı yatılı bir okul olarak düşünülmüştür. Çeşitli nedenlerle
gerçekleştirilemeyen yeni okul projesini, Tevfik Fikret Galatasaray Sultanisi
Müdürü olduğu sırada bir ölçüde gerçekleştirmeye çalışmıştır.
1
Yeni Mektep, İstanbul 1325, S.3.
a.g.e. S.4.
3
Feridun Nigar: a.g.m., S.503-504.
4
Kavcar.C.: a.g.e. S.62.
5
Yeni Mektep, S.8.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 173 ~
Galatasaray Sultanisi Müdürlüğü: Fikret İkinci Meşrûtiyetin ilk yıllarında -gerek
oğlu Haluk'un gençlik çağına ulaşmasıyla, gerekse Galatasaray'daki Müdürlüğü
dolayısıyla “gençlikle birleşmiştir”1. Oradaki kısa süreli Müdürlüğü sırasında hem
okulun bina ve temizlik durumunda, hem öğretmen, öğrenci ve diğer okul
mensuplarının disiplin ve devam durumlarında hem de okula yeni bir manevî hava
vermekte çok başarılı oldu.
İntizam, inzibat ve temizliğin yanısıra ders saati süresini kısalttı. Pekçok eğitim
malzemesi getirterek öğretimi mümkün olduğu kadar pratikleştirmeye çalıştı2.
Asıl büyük kıyamet Tevfik Fikret'in bu Okul Müdürlüğü'nden istifasında koptu.
Maarif Nezareti'nin bütün okullar için aldığı tedbirleri bu okul uygulamak istemedi.
İstifa olayından sonra bir kısım öğretmen ve öğrencilerin okulu boykotları,
Bakanlığın Salih Zeki Bey'i “bir şairin yerine bir âlim” diye ataması basını uzun süre
meşgul etti. Mesele Meclis Başkanlığına, Padişaha, Bakanlar Kurulu toplantılarına
kadar çıktı. Zaman içinde yatıştı3.
Mürebbi Şair: Fikret, yalnız öğretmenliği ve müdürlüğü ile değil, şairliğiyle de çok
iyi bir mürebbi olmuştur4. Meşrûtiyet yıllarında çocukları ve gençleri çok düşündü.
Ahlâk ve terbiye endişesiyle, telkin ve tezhip maksadıyla şiirler yazdı. “Halûkun
Defteri” ve “Şermin” terbiyevî eserlerinin şaheserlerindendir.
“... daima düşün
Onlar niçin semada, niçin ben çukurdayım?”
(Promete-Halûkun Defteri)
“Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!”
(Ferda)
1
Kaplan,M.; a.g.e. S.149.
Kavcar.C,: a.g.e. S.65-72,77-79.
Ruşen Eşref: “Tevfik Fikret Müdür”, Muallim Dergisi, 1714(1333), S.463-467.
S.K.Nigar: a.g.e. S.64-74,86-87.
3
10-20 Nisan 1910 arasındaki gazeteler
Kavcar, C.: a.g.e. S.72-77.
4
Satı: a.g.m. S.428.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 174 ~
Fikret, “Ferda” şiirinde gençliğe nasıl önemli görevler düştüğünü bunun için nasıl
çalışmaları gerektiğini gayet veciz olarak anlatır. O zamanın gençlerinde olmayan
azim ve metaneti onlara vermek de önemlidir. “Sen cesur ol gayur ol...” (Halûkun
Vedaı-Halûkun Defteri) der “Göz yumma güneşten ...” (Millet Şarkısı-Rübabı
Şikete) der.
“İnsanlığı pâmâl eden alçaklığı yık, ez!
Billah yaşamak yerde sürüklenmeye değmez”
(Millet Şarkısı)
Fikret, medeniyeti ülkemize yerleştirmek için çok aydınlık, düzenli inançlı, dürüst
ve başarılı bir çalışma yapmıştır. Medeniyet en celî bir gayedir ve milletteki
kabiliyeti ancak medeniyet yoluyla; yeniden canlandırabiliriz. Medeniyeti almamız
zorunludur: “Yükselmeyen düşer, ya terakki, ya inhitat!” (Ferda)
“Pür tehalük, hayat ü kuvvetten
Ne bulursan bırakma: San at, fen,
İtimadı itina, cesaret, ümid
Hepsi lâzım bu yurda, hepsi müfid”
(Halûkun Vedâı-Halûkun Defteri)
Ülkeyi kalkındırmak, batı uygarlığını getirmek kolay değildir. Yol çok zahmetlidir,
ama yorulmamak lâzımdır. Fikret'in istediği metanet ve ahlâk buradandır. Ve
sonunda bunca zahmetlere rağmen, karşılığında bir şey beklememeyi de
öğütlemektedir:
“Varsın bulunmasın bilecek nam ü şanını”
(Promete)
Fikret'in esas didaktik eseri, Sâtı Bey'in 1915'de kurduğu “Yeni Mekteb” adlı çocuk
yuvası için yazdığı “Şermin” adlı çocuk şiirleridir.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 175 ~
3.5. KİTLE EĞİTİMİ AKIMI
Eğitim tarihinde yeni bir akımdır ve endüstrileşmeye paralel olarak ortaya
çıkmıştır. Amacı, toplumun bütün fertlerini belirli bir seviyede eğitmek yoluyla
yükseltmektir. Görüş açısı yönünden seçkinler eğitimine karşıt grubu temsil
etmektedir. Bu akım, kitleleri eğitmek yoluyla seçkinlerin buradan ortaya çıkmasını
sağlamayı amaç edinmiştir. Bu yüzdendir ki, metodlarında farklı olmasına rağmen
amaçlarında, kutbu olduğu seçkinler eğitimi akımına oldukça yaklaşmaktadır.
Özellikle Fransız ihtilâlinin etkisiyle bütün ülkelerde temsilcilerini bulmuştur.
Türkiye'de Sâtı' Bey'in temsilciliğini yaptığı bu görüşü, eğitim sorunları hakkında
yazılar yazan hemen herkes desteklemiştir.
3.5.1. SÂTI’ BEY
Hayatı: 1880’de Yemen’de doğdu. Halep asıllı olan babası, Yemen’de mahkeme
reisi idi. 15 kardeş idiler. 1900 yılında Mülkiye Mektebi’nden mezun oldu. İlk önce
Yanya İdadisi’nde Tarih-i Tabii öğretmenliği yaptı. İlk kitapları da tabiiyat
üzerinedir. 1905 yılında öğretmenlikten ayrıldı. 1908’e ka-dar Radkoviç ve
Florina’da kaymakamlık yaptı. Manastır’da çıkan Neyyir-i Hakikat gazetesinde
Meşrutiyet üzerine nutukları yayınladı. İstifa edip İstanbul’a gelince bu gazetenin
yazarlığını yaptı ve Envar-ı Ulum adlı bir dergi çıkardı. Çeşitli yayın organlarında o
dönemin ders programlarını tenkit etti. Bu arada çeşitli konularda pek çok yazılar
yayınladı1.
1909 yılında, Mülkiye Mektebi’nden öğretmeni olan Nail Bey’in teklifi üzerine
Dârülmuallimin Müdürlüğü’ne getirildi. Fizyolojiden tamamen pedagoji ve
sosyoloji alanına geçti; müdürlüğü sırasında da pek çok şeyler yaptı. 1910 yılında
bir Avrupa gezisine çıktı. 1913’te “pedagoji bilmeyen”, “bir Tuba Ağacı Nazariyesi
tutturan” Emrullah Efendi ile anlaşamadı2 ve Dârülmuallimin Müdürlüğü’nden
istifade etti. Sonra Osmanlı vilayetlerinde dolaştı. Kısa bir süre sonra Dârüşşafaka
Müdürlüğü yaptı. 1915’te “Yeni Mektep” adlı özel bir anaokulu ve ilkokul açtı.
Hatta bir de anaokulu öğretmenleri yetiştiren “Darülmürebbiyat” açtı. 1919’da
1
2
Berkes, Niyazi, Arap Dünyası Uyanıyor mu?. Yön. 29. 4. 1966. S.10.
Berkes, Niyazi, Arap Dünyasında İslamiyet, Milliyetçilik, Sosyalizm. İstanbul, 1969. S.92
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 176 ~
kendisine teklif edilen müsteşarlığı kabul etmeyerek Suriye’ye geçti. Orada
öğretimi Arapçaya çevirdi. Suriye’ye Fransızların gelmesi üzerine İtalya’ya geçti ve
oradan da Irak’a! Irak’ta milli eğitimin kurucularından oldu. 1941’de “Reşit Ali
Hareketi”ne katıldığından dolayı buradan kovuldu ve bazı eserlerini Beyrut’ta
yayınladı. 1943’te tekrar Suriye Maarif Müsteşarı oldu. 1946’da Kahire’ye gitti.
Ma’had at-Tarbiya (Eğitim Enstitüsü) da üç yıl pedagoji ve sosyoloji okuttu. Arap
Kültür Dairesi ilmi müşaviri oldu. Ma’had ad-Dirasat al-Arabiyya al-Aliyya’da
müdür ve Arap kavmi profesörü oldu. “Mısırlılara Araplığı öğretti”1. Basında pek
çoklarıyla polemiklere girdi. 1957’de profesörlüğü bırakarak yalnız bir hayata
çekildi. 1969 yılında Kahire’de öldü.
Önemli Eserleri
Fenn-i Terbiye. İstanbul 1325; Layihalarım. İstanbul 1326; Ümit ve Azim. İstanbul
1329; Vatan İçin. İstanbul 1329;
Ara wa ahadis fi at-tarbiya wa’t-talim. Kahire 1944; Ara wa ahadis fi al-vataniya
wa’l-kavmiya. Kahire 1944; Yewm Maysalun. Beyrut 1947; Havliyat as-sakafah alarabiya. Kahire 1949; Al-muhadaratı al iftitahiya. Kahire 1954; Al–‘uruba bayn
du’atiba wa mu’aidiha. Bağdad 1954; Al-urubah awwalan. Beyrut 1955;
Muhadarat fi nushü al- fıtırah al-kavmiya. Beyrut 1956; Al-bilad al-arabiya wa’ddawla al-osmaniya. Kahire 1957; Ma hıya al-kavmiya: abhas wa dirasat ‘ala daw” al
ahdas wa’n-nazariya. Beyrut 1959; Ara wa ahadis fi at-tarih wa’l-içtima. Beyrut
1960.
Türkiye’de iken Emrar-ı Ulum, Mülkiye, Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası,
Yeni Tasvir-i Efkâr, Muallim, Terbiye gibi süreli yayınlarda çeşitli makaleleri de
çıkmıştır.
II. Meşrutiyet Dönemindeki Faaliyetleri
Çeşitli yazıları ile dikkati çektiğinden, 1909 yılında Dârülmuallimin Müdürlüğü’-ne
getirildi. Burada kendisine geniş yetkiler verildi; programı istediği gibi düzen-ledi,
öğretmenleri istediği gibi seçti. Uygulama Okulu (“Tatbikat Mektebi”) açtı;
vilayetlerden gelen okul müdürleri için kurslar düzenledi. Tedrisat-ı İbtidaiye
Mecmuasını çıkardı. Bakanlık, Satı’ Bey’in bir dediğini iki etmedi. Onun sonradan
beğenmeyerek yerdiği Emrullah Efendi, Bakanlığın çıkardığı Tedrisat-ı İbtidaiye
1
a.g.e. S. 96.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 177 ~
Mecmuasının yönetimini ona verdi1.1910 yılı başlarında iki ay süreyle İtalya,
Almanya, İsviçre, Fransa, Belçika, İngiltere ve Romanya’yı kapsayan bir eğitim
araştırma gezisi yaptı. 1911 yılı başlarında bir buçuk ay süre ile, vilayetlerdeki eski
mezunların yaptıkları işleri ve karşılaştıkları güçlükleri tespit etti; Şam, Beyrut,
Adana, Konya, İzmir, Selanik ve Drama’yı ziyaret etti2. 25 Mart 1912’de
Dârülmuallimin Müdürlüğünden istifa etti3. Bu Türk eğitim tarihinde ikinci bir
“Mekteb-i Sultani mes’elesi” gibi sonuçlar doğurdu. Satı’ Bey her ne kadar
Emrullah Efendi ile anlaşamadığından, Maarif Nezareti’nin son icraatını kendi
siyasi fikirlerine ve memleketin fikri terakkisine aykırı gördüğünden istifa ettiğini
söylediyse de4 bu, herhalde tek neden değildi. İşin içinde Tevfik Fikret Bey de
vardı; ikisi de hemen hemen aynı zamanda istifa etmişler, öğrenciler gazeteleri
ziyaret ederek protestolarda bulunmuşlardı. Bunlara yeni idare “tard” cezası
verince, buna bazı öğretmenler karşı çıkmışlar ve görevlerinden alınmışlardı.5
Öğretmenler Satı’ Bey şerefine Tokatlayan’da bir ziyafet vermiş; nutuklar
söylemişlerdi6. Olay, Galatasaray Lisesi’ndeki kadar büyümeden yatıştırıldı.
Satı Bey’in hayatında Tevfik Fikret oldukça etkili olmuştur. 1913 Temmuzunda
Evkaf Nezareti’nin vakıf kurumlarının birisinde görev alması teklifini “mevcut
hükümetin pek çok kanunsuzlukları ve yazarlara kötü muameleleri” dolayısıyla
kabul edemeyeceğini bildirerek reddetmişti. (Evkaf Nazırına yazdığı 15 Haziran
1329 tarihli mektup)7. 27 Haziran 1329’da Talat Bey’e yazdığı bir mektupta da
mevcut hükümeti ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni alabildiğine eleştiriyordu8.
Satı Bey, 5 Ekim 1913’te çok geniş yetkilerle Dârüşşafaka-i İslâmiye Müdürlüğü’ne
atanmıştır9. Ancak Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye, okuldaki harcamalarla ilgili
olarak “kablel tediye vize” sistemini getirmiş; Satı’ Bey bunun değiştirilmesi için 13,
1
Sabah gazetesi 1. 3. 1910
Sabah gazetesi. 17. 5. 1910.
Satı’, Mektepler ve ahval-i içtimaiye, Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası. 7,1326. S.1-10
3
Sabah gazetesi. 3. 3. 1911. Satı’, Memleketimizin Maarifi, Sabah gazetesi 17. 4. 1911
4
Satı’ Bey’in istifası münasebetiyle. Necdet gazetesi 26.3.1912.
5
Hakk gazetesi. 30.3. 1912.
6
M.S., Dârülmualliminden bahis. Sabah gazetesi 16.4.1912; 27. 3. 1912
7
Satı‘, (İki mektup) İçtihat. 129,1918. S.2785-2786.
8
A.g.y
9
M.S., Dârüşşafaka. Satı Bey’in istifası Sabah gazetesi 11.5.1914
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 178 ~
27 Mart ve 3 Nisan 1330 tarihlerinde Cemiyet’e çeşitli yazılar yazmış; kabul
edilmeyince de Nisan sonlarında istifa etmiştir1.
Satı Bey, 1914 Temmuzunda dört aylık bir Avrupa gezisine çıkmıştır. Bu gezisinde
çocuk sanatoryumları, açık hava okulları, tatil kolonileri ve bilhassa Montessori
usulünü uygulayan okulları ziyaret edeceğini söylüyordu2. Bu gezi, ertesi yıl
kuracağı Yeni Mektebin esaslarında ve şekillenmesinde çok etkili olmuştur.
Satı’ Bey, bundan sonra Tevfik Fikret’in yeni okul tasavvurlarından esinlenerek bir
özel okul açma çalışmalarına başlamıştır3.
Satı Bey’in II. Meşrutiyet Dönemindeki Çeşitli Görüşleri
Ülkenin durumu
Osmanlılar pek çok kavim ve devletlerden geri kalmışlardır. Üstelik ilerleme ve
yeni-leşmeye uymayıp karşı durarak geri kalmışlardır. Tarih boyunca ve şimdi de
ilerlememize engel olan azim ve sebat yokluğudur. İlerlememize ne gerçek İslam
dini ne de Türk kavmi engel olmuştur; asıl engeller şu yukardakilerdir. Tarihte her
yeniliği yapmak için “bıçağın kemiğe dayanması” beklenmiştir. Batıyı isteyerek
taklit etmemişiz; onlar bizi zorlayarak kendilerini taklit ettirmişler; onların baskısı
azalır azalmaz durmuşuz, ileriye değil de başka yönlere gitmişiz. Yenilik tarihimizde
hep olayların zoru (“cebr-i vakayi”) ile hareket etmişiz4. Tanzimattan bu yana,
yenilik hareketlerimizin tabii bir sonucu olarak her alanda ikili çekişmeler
başlamıştır. Satı’ Bey, “her inkılâbın temelinde böyle çatışmalar olur; inkılâp,
teceddüd birden olmaz, her sınıfa da aynı hızla yayılmaz; ancak bizdeki
teceddütlerin kesik kesik olmasından, sürekli olmamasından bu çekişmeler bizde
daha uzun sürmüştür” diyor5. Yenileşme hareketlerinden önce ülkemizde Ortaçağ
Avrupa’sının zihniyeti vardı. Medreseler “kelime ve mantık oyunlarıyla me’lub bir
1
Sabah gazetesi, 6. 10. 1913
M.S., Talim ve terbiye hakkında bir fenn-i terbiye mütehassısı ile hasbıhal. Sabah
gazetesi. 1.7.1914
3
İçtihat. 126,1330. S.477-478.
4
Satı’, Ne için geri kaldık? Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası . 2,1325. S.37-46
5
a. g. m. İçtihat. 65,1329. S.1409
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 179 ~
zümre-i münevvere” yetiştiriyorlar; tekke ve tarikatlar da “mutasavvıf kafalı” bir
zümre yetiştiriyordu1.
Satı’ Bey, Osmanlı toplumunun dünkü ve bugünkü sorunlarını inceleyerek “Tanzimatçı” daha doğrusu “Batıcı” bir zihniyetle davranıyordu. Tarih içinde Batıcı
yenilikleri savunuyor; “yanlış yolda değillerdi, olsa olsa eksikleri vardı” diyordu2.
“Tekâmül kanunlarını unutmayalım. Yüksek bir medeniyetle yanyana olan bir
cemiyetin terakkisi, yalnız başına bir cemiyetin terakkisinden farklıdır. Bütün
meyve ağaçları önce yabani idi; şimdi yabaniyi tekâmül ettirmeye lüzum yok,
tekâmül etmişi alırız !” diyordu3.
Satı’ Bey’e göre Avrupalılar zekâ ve yetenekleri bakımından bizden daha fazla
değillerdi. Onların başarıları, çalışma tarzları ve düzenlerinden, eğitimlerinden
gelmektedir4. Büyük bir kısmımızın toplumsal hastalıklardan haberi yoktur. Halk
kitlemiz tehlikeleri hissetmiyorlar bile! Bundan haberi olan aydın tabakamız ise bu
tehlikeler karşısında “ümitsiz, azimsiz, meyus, mefluç” bir halde sonucu
beklemekten başka bir şey yapamıyorlardı5. Bundan Gustave le Bon’un, Hippolyte
Taine’in eserleri de bir parça sorumludur6.
Satı’ Bey’in 1910 yılında yaptığı Avrupa gezisinden en büyük kazancı “ümit” oldu.
O, Avrupa’da vaktinin çoğunu araştırma ve incelemelerle geçirdi. Ona göre biz,
Avrupalıların tecrübelerinden yararlanacağız; yetişme imkânımız bunun için
vardır7. Yenileşmelere örnek olarak Bulgaristan ve Japonya gözümüzün önünde
durmaktadır. Satı’ Bey ilerlemek için onların yolunu öğreniyor ve bu yolu şöyle
belirtiyordu8:
1
Satı’, En ziyade muhtaç olduğumuz zihniyet ve bu zihniyetin çare-i tenmiyesi. Terbiye.
2,1331. S.60-61.
2
Satı’, Tanzimatçılık. İçtihat. 84,1329. S.1382
3
a. g.m. S.1382-1383.
4
Satı’, Ümit ve Azim Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 4,1325. S.102-105
5
Satı’ Ümit ve Azim. İstanbul 1329. S.1
6
a. g. e. S. 7
7
Satı’, Ümit ve Azim. a.g.y. S. 105-107
8
Satı’, Büyük Milletlerden Japonlar ve Almanlar. İstanbul 1329. S. 3-7
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 180 ~
“Avrupa medeniyetini iktibas ve temsile çalışmak, ümran ve irfana müteallik icraat
ve ıslahata büyük bir ehemmiyet vermek ve bu hususlarda fikr-i takip ve faaliyet
göstermek...”
Satı’ Bey, o zamanki bazı akımlara karşı “yeniden İslâm medeniyetini alamayız”
diyordu. Avrupa o medeniyeti aldı, geliştirdi; biz, Avrupa’dakini alacağız;
Ortaçağdan başlamak gerekmez. İslâm medeniyetinin kendisini değil ruhunu
almamız lazım diyordu1.
Balkan bozgunundan sonra Satı’ Bey, en çok vatan fikrine ve vatan sevgisine önem
vermiştir2. Okullarımızda en çok “vatan terbiyesi”ne önem verilmesini istemiştir3.
Halkı, savaşın topsuz tüfeksiz olanına, fikri ve içtimai savaşa çağırmıştır4. Fichte’nin
Fichte’nin Prusya’da yaptıklarına dikkati çekmiştir5. “Beşiği sallayan el atiyi
hazırlar” diyerek, vatan eğitimini ta aile kucağına kadar indirmeye çalışmıştır6.
Bulgarların, beş-altı ay süreyle işgal ettikleri yerleri “vatan” saydıklarını, oysa bizim
beş-altı yüzyıldır idare ettiğimiz yerlere “vatan” diyemediğimizi belirterek
“Yanya’larımızı” istemiştir7.
Eğitimin durumu
Yapı itibariyle eğitimimizin en büyük sorunu “mektep - medrese ikiliği”dir. Tarihi
gelişime bakıldığında bu ikiliğin olması doğal görünüyor; çünkü ıslahat hareketleri
zamanında medrese öğretimi bir gelenek halini almıştı; yüzyılların geleneklerini
yıkmak da kolay değildi8.
Bizde ilkönce askeri okullarla uğraşılmış; eğitim uzun süre askeri kalmıştır. Daha
sonra hızla sivil okullar açılmaya başlanmıştır. O zaman bu sivil okulların hepsi
vazgeçilemez derecede gerekli okullardı; bunların hiç birisi medreselere feda
1
Satı’, Medeniyet-i İslâmiye. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 7,1326. S. 189
Satı’, Vatan İçin. İstanbul 1329.
3
a.g.e. S. 31-56
4
a.g.e. S. 75-96
5
a.g.e. S. 97-126
6
Satı’, Aile kucağında vatan terbiyesi. Terbiye. 1,1330 S.30.
7
Satı’, Ressamın tahassürü. Terbiye. 2,1330. S.49-50.
Satı’, Yanya ve Yanyalarımız. Terbiye. 3,1330. S.97-98
8
Satı’, Tanzimatçılık mes’elesi. S. 1381-1382
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 181 ~
edilemezdi. Zaten genel olarak buralarda medrese öğretimine aykırı bir ruh da
verilmiyordu: öğretim metodu aynı idi, programlarda biraz değişiklikler vardı ki, bu
hal okullarda hâlâ devam ediyor1.
Eğitimde Avrupa bizden çok önde olduğu, birçok başarılara ulaştığı halde hâlâ
‘okul, ıslahat, eğitim’ diye bağırıp çağırıyor; biz ise o kadar geri olduğumuz halde
hiçbir çalışma göstermiyoruz. Eğitim bizim için “hayat-memat mes’elesi”
sayılmalıdır2. 1908-1909 arası, eğitim alanında hiç bir himmet, hiç bir başarı
gösterilmedi, umut verici en küçük bir adım bile atılmadı3.
Satı’ Bey, Meşrutiyet devri eğitimini de üç devreye ayırarak incelemektedir:
1- Başlangıçtan 31 Mart olayına kadar,
2- 31 Mart olayından Balkan Savaşı’na kadar,
3- Balkan Savaşı’ndan Genel Savaş’a (Birinci Dünya Savaşı) kadar4.
Birinci devre, ülkenin “dağdağalı” zamanıdır; eğitimde önemli bir hareket yoktur,
yalnız Bakanlık daireleri örgütlenmekle uğraşılmış, yüksekokullara bazı dersler
konulmuş, bazı yüksekokullara girişteki yarışma sınavları kaldırılmış, bütün yüksek
okullarda tam bir anarşi havası sürüp gitmiştir. Bu arada idadilerde bazı program
değişikleri, Dârülmuallimin’de de bazı kuruluş değişikleri yapılmıştır5.
İkinci devre ihmal ve kayıtsızlık hareketlerinin geçtiği, hattâ her yerde eğitime aşırı
derecede ilgi gösterildiği bir dönemdir6. Bu dönemde okullardaki anarşiye son
verilmiş, memur ve öğretmenler arasındaki kadro şişkinliğini ortadan kaldırmak
için büyük bir temizlik (“tenkisat”) hareketine girişilmiştir. Ama bunlar bir düzene
göre yapılmamış ve bir “fikr-i takip” de gösterilmemiştir. Bakanlık bu dönemde çok
çalışmış, ama düzensiz çalıştığından gereği kadar verimli olamamıştır7.
1
a.g.m. İçtihat. 65,1329. S.1400-1409
Satı’, Ümit ve Azim.(makale) S.106
3
Satı’, Maarif... ne vakte kadar bu halde kalacak? Tanin gazetesi. 8.2.1909
4
Satı’, Meşrutiyetten sonra maarif tarihi. Muallim.9,1333. S. 654-665
5
a.g.m. S.56-58.
6
Satı’, Maarifimizin en büyük yarası..., Ümmet. 9,1326. S.3
7
Satı’, Meşrutiyetten sonra.... S.658-663
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 182 ~
Üçüncü devre herkesin gözünün açıldığı bir devredir. Eğitim çalışmalarına halk ve
basın aşırı derecede ilgi göstermeye başlamıştır. Taassup azalmış, hükümet
cesurlaşmış, ancak Bakanlık bu cesareti pek iyi kanalize edememiştir. “Fikr-i takip”
vardır ama hazırlıksızlık ve programsızlık, bunun başarılarını düşürmüştür.
İkinci Meşrutiyet döneminde eğitimde çok büyük fırsatlar kaçırılmıştır1.
Satı’ Bey’e göre, eğitimdeki gelişme sistemli olmalıdır; her şeyden önce mevcut
okullar düzeltilmelidir. Öğretmeni, binası, levazımı olmadan yeni okullar
açılmamalıdır2.
“Mektepler milletlerin mazisini aks, halini temsil, atisini izhar ederler...”3
Her yerde okullarla toplum arasında çok sıkı bir bağ vardır4. Sürekli değişmeler
ancak okullar yolu ile olur. Okula girmeyen, okula dayanmayan değişimler kalıcı
olmaz. “Yarınki Osmanlılık, bugünkü mekteplerimizde hazırlanacaktır”5.
Eğitim işlerinde Avrupa’nın aynen taklit edilmesi mahzurludur. Her ülkenin
eğitimini incelemeli, kendimize uygun olanını almalıyız; çünkü eğitimin toplumla
çok sıkı bağları vardır6.
İlköğretim (“tahsil-i ibtidaiye”)
Eğitim tarihimizde Satı’ Bey genellikle Emrullah Efendi’nin Tuba Ağacı Nazariyesine
karşı çıkmakla tanınmıştır. Bu da eğitimin tabandan başlama zorunluluğu ve
ilköğretimin savunuculuğu demek olmuştur. Ancak Satı’ Bey’in bu teoriye karşı asıl
mücadelesi Emrullah Efendi öldükten sonra, 1917 yılında, Muallim Mecmuası’nda
olmuştur7.
“Çürük bir tahsil-i ibtidaiye istinat edecek bir tahsil, hiçbir zaman âlileşemez; hakiki
bir zümre-i münevvere Tuba ağacı gibi değil, tabii ağaçlar gibi yetişir.”
1
a.g.m. S.663-665
Satı’, Maarif ne vakte kadar...
3
Satı’, Mektepler ve ahval-i içtimaiye. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 7,1326. S.1
4
Satı’, Fenn-i Terbiye. İstanbul 1325. S.2-6
5
Satı’, Mektepler ve ahval-i... S.1
6
Satı’, Layihalarım. İstanbul 1326. S.57.
7
Satı’, Tuba Ağacı Nazariyesi. Muallim.12,1333. S.359-366
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 183 ~
diyen Satı’ Bey, Muallim’deki birinci makalesinde eskiden yazıp da yayınlamadığı
bir makaleyi aynen vermektedir (“Tarihin şahadeti”). Satı’ Bey burada Emrullah
Efendi’nin “dünyanın her tarafında böyle olmuştur” sözünün yanlış olduğunu,
Japonya ve Balkan ülkelerinde üniversitelerin ilk ve orta dereceli okullardan sonra
kurulduğunu; ancak Batı ve Orta Avrupa ülkelerinde üniversitelerin daha önce
kurulduğunu belirtmektedir. Satı’ Bey, bizim birinci grupta yer almamız
zorunluluğuna işaret ederek şöyle demektir1:
“... (kendi) maarif tarihimiz (bile), yüksekten başlamanın mahzurlu olduğunu ve
her müessese-i talimiyenin bir temele muhtaç olduğunu gösterir.”
1325 Kanunusanisinde, o zamanki Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye “Maarif
Islahatı Hakkında” sunduğu layihada da şöyle diyordu2 :
“Maarifin bütün aksam-ı şuabatı arasında şedid bir irtibat vardır; hiçbir şube-i
maarifin, hiçbir derece-i tahsilin diğerlerinden müstakilen ıslah ve tensiki kabil
değildir. Ezcümle mekatib-i aliyenin terakkisi, onların talebesini izhar etmekte olan
mekatib-i ibtidaiye ve taliyenin terakkisine mütevakkıftır.”
1911’de de “mekatib-i ibtidaiyesi olmayan bir yerde mekatib-i idadi, mekatib-i
idadisi olmayan bir yerde Dârülfünun tesis etmek kabil midir?” diye soruyor;
“hiçbir derece-i tahsil alttakine istinat etmeden yükselemez; çürük bir ilköğretime
dayanan tahsil hiçbir zaman yükselemez” diyordu3. Ancak iyi bir üniversitenin
alttaki birçok idadiye, iyi bir idadinin de alttaki bir çok rüşdiye ve ibtidaiyeye
dayanmakla verimli olacağını savunuyordu.
Satı’ Bey, İkinci Meşrutiyet devri düşünürlerinin bütün eğitime ortaöğretim
noktasından bakmasını yeriyor; artık ibtidailerin idadi etki ve baskısıyla şekil
almasından, oradan akacak harçlar ve çimentolarla kuvvet kazanmasından
vazgeçilmesini istiyordu4. Eğitimde en doğru görüş sağlayan ibtidai tabakasıdır;
bütün eğitim bu tabakaya dayanmalı, bu tabakadan kuvvet ve ruh almalıdır.
1
Satı’, Tuba Ağacı hakkında –bir izah-. Muallim. 13,1333. S.386-388.
Satı’, Tuba Ağacı Nazariyesi. S. 360-366.
3
Satı’, Islahata nereden başlamalı? Tanin gazetesi 2. 5. 1911
4
Satı’, Maarifimizin en büyük yarası... S.4.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 184 ~
“Maarif temelden başlar”1. Bizde “mekatib-i ibtidaiye”, genel eğitimin gelişmesine
hizmet etmiyor, edemiyor. Çünkü buradaki eğitim usulü fena, öğretim “yolsuz ve
gayesizdir”2. Bu okullarımız hâlâ Kur’an okumayı öğretiyorlar; kitap, gazete
okumayı öğretemiyorlar. İlköğretimde, önce eğitim usulünde bir devrim yapılmalı,
sonra programlara bir gaye verilmelidir. Bunlar yapılmadan ilköğretim süresini
uzatmak hiçbir şeye yaramaz3. İlköğretim birinci amacı eğitim (“terbiye”) dir.
Çocuklara her şeyden önce ahlaki, fikri ve vatani bir eğitim verilmelidir4.
Satı’ Bey, ayrıca ilköğretim hakkında şu düşünceleri de ileri sürmektedir:
• Köy ve şehir ilkokullarının eğitim süreleri değişik olmalıdır. Program-larda yöresel
değişiklikler olabilir.
• Kasabalardaki ibtidaiye ve rüşdiyeler birleştirilmelidir5.
• İlköğretimi ilerletmek için, en evvel ve en çok “Elifba” eğitimine önem
verilmelidir6.
Öğretmen yetiştirme ve Dârülmualliminler
Eğitimimizin ve okullarımızın en büyük eksikliği “usul-ü talim ve terbiyeye vakıf
veya müstaid” öğretmenlerin yokluğudur. Bu bakımdan Dârülmualliminler, eğitim
kurumlarımızın en önemlileridir. Öğretmen yetiştirmede Dârülmualliminlerin yanı
sıra program ve ders kitaplarının ıslahı, öğretmenlere rehber olabilecek açık
talimatların düzenlenmesine de özen gösterilmelidir7. “Darülmualliminler,
istikbaldeki maarif ve terbiyemizin temelidirler”8.
Satı’ Bey, İkinci Meşrutiyet döneminde ülkemizde yeni zihniyet ve metodlarla
öğretmen yetiştirmenin önderi olmuştur. Nail Bey’in kendisini İstanbul
1
a.g.y.
Satı’, Tahsil-i ibtidaiye hakkında. İçtihat. 67,1329. S.1464
3
a.g.m. S.1465
4
Satı’, Tarih tedrisinin usul-ü esasiyesi. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 8,1326. S.95
5
Satı’, Tahsil-i ibtidaiye hakkında. S.165
6
Satı’ Elifba nasıl öğretilmeli? Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 1,1325. S.20-23
7
Satı’, Maarif ne vakte kadar...
8
Satı’, Dârülmuallimin programları hakkında. Tanin gazetesi 22. 9. 1324.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 185 ~
Dârülmuallimini Müdürlüğü’ne getirmesiyle orada büyük ve köklü değişiklikler
yapılmıştır. Eski okulu tamamen yok saymış; programları, öğrencileri,
öğretmenleri, hepsini temelden değiştirmiştir1. Satı’ Bey, bu okulu yeni baştan
kurarken kendisinin yedi yıllık Mülkiye hatıralarından çok faydalandığını, okulda
toplum hayatını özenle koruduğunu belirtmiştir2 . Satı’ Bey‘in bu okulda yaptığı
değişiklik, kısaca şöyle özetlenebilir3: İşe önce öğrenciler arasında yapılan eleme
ile başlanılmıştır. 750 öğrenci bir sınavdan geçirilerek okulda 150 öğrenci
bırakılmıştır. Öğretmenler hemen hemen tamamiyle yenilenmiştir; genç
öğretmenler alınmıştır. Numune ve Tatbikat Mektebi açılmış, burada konferanslar
verilmiştir. Bu okula her vilayetten ikişer öğretmen getirtilerek “usul-ü tedris”
öğretilmiştir. Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası yayınlanmış, Öğretmenler Kongresi
yapılmıştır.
Satı’ Bey, 1325 yılında Bakan Nail Bey’e verdiği bir layihada, ilkokul öğretmenini bir
mürebbi olarak yetiştirmek gerektiğini, mesleki eğitimin çok önemli olduğunu ve
verilecek genel bilgilerde nicelikten çok niteliğe önem vermek gerektiğini
vurguluyordu4. Yeni öğretmenlere ülkenin her yanında o kadar çok ihtiyaç vardı ki,
ki, o, İstanbul, İzmir, Selanik gibi yerlerde kışla gibi büyük öğretmen okulları açarak
bir “muallimler ordusu” yetiştirmek önerisini getiriyordu5. Çünkü, “en önemli
eksiğimiz ve en şiddetli ihtiyacımız” öğretmen idi. Her şeyden önce “muallim
izharına” çalışmak lazımdı6. “Öğretmenler, iç ve dış düşmanlara karşı savaşan bir
ordunun askerleridir!” diyordu. Ona göre milletlerin mukadderatı asker
ordularından çok öğretmen ordularının çalışmalarına bağlı idi7. Eğitimde
gelişmenin en önemli faktörünün, bütün öğrenim dereceleri için öğretmen
1
Satı’, Dârülmuallimin mesleği. Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası. 6,1326. S.186-195
Satı’, Mekteplerde cemiyet ve cemaat hayatı. Terbiye. 5,1334. S.192
3
Satı’, Meşrutiyetten sonra maarif tarihi. S.658-659
4
Satı’, Layihalarım. S,1-4
5
a.g.e. S.10
Hüseyin Cahit, Muallimler ordusu. Tanin gazetesi 11.2.1910
6
Satı’, Maarifimizin en büyük yarası... S.3
7
Satı’, Şiir ve musikinin talim ve terbiyedeki ehemmiyeti. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası.
1,1325. S.17.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 186 ~
yetiştirmek olduğunu söyleyen Satı’ Bey1, Bakanlığa sunduğu layihalarda “ehliyetli
muallim” yetiştirmek için üç yönlü bir program öneriyordu:
1. Yeni öğretmenler yetiştirmek ki, bunu Dârülmualliminler yapacaktı. Bu
bakımdan İstanbul Dârülmuallimini ibtidai, rüşdi ve idadi kısımlarıyla örnek bir
kuruluş olmalıydı. Taşra Dârülmualliminleri ise çok düşük seviyelerde idiler. Bunlar
–İsviçre’de olduğu gibi – idadilerin son sınıflarına “Talim ve Terbiye Şubesi” olarak
bağlanmalıydılar2. Bütün Dârülmualliminler yatılı olmalıydı3. Ayrıca Dârülmuallimin
Dârülmuallimin öğretmenlerinin yetişeceği, öğretmenleri Avrupa’dan getirtilecek
ve mezunları Avrupa’ya gönderilecek bir kurum kurulmalıydı4. Satı’ Bey ayrıca
Dârülmuallimin programlarına müzik, beden eğitimi ve el işleri dersleri koymakla
da büyük hizmet yapmıştır5.
2. Elimizdeki öğretmenlerin seviyelerini yükseltecek bazı çalışmalar yapmak
lazımdır. Mesela “Muallim Mektepleri” kurarak burada her yıl öğretmenlere birer
ay eğitim göstermek! Gene bu iş için gezici eğitim grupları (“Seyyar Heyet-i
Talimiyeler”) de kurulabilir. Satı’ Bey bunu İstanbul Dârülmuallimininde açtığı
konferansvari çalışmalarla bir parça olsun gerçekleştirmeyi denemiştir. Bu
metodlardan başka iyi yetiştirilmiş, Avrupa’ya gönderilmiş müfettişlerden de
yararlanılabilir6. Satı’ Bey’in bu fikrini Emrullah Efendi de gözönüne almış ve
müfettişleri o yöne sevk etmişti7.
3. “Usul-ü tedris” hakkında Eğitim Bakanlığı talimatlar hazırlayıp öğretmenlere
göndermelidir. Bu arada iyi ders kitapları ve öğretim rehberleri hazırlatmanın
önemine de değinilmiştir8.
Yabancı ülkelere öğrenci gönderme (“Avrupa’ya talebe izamı”)
1
Satı’, Layihalarım. S.16
a.g.e. S.20
3
a.g.e. S.64
4
a.g.e. S.50,51,71
5
Satı’, Dârülmuallimin mesleği. S.189-190.
6
Satı’, Layihalarım. S.12. 26-29.
7
a.g.y.
8
a.g.e. S. 102-104.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 187 ~
Satı’ Bey bu husustaki fikirlerini 3 Haziran 1910’da, o zamanki Maarif Nazırı
Emrullah Efendi’ye sunduğu “Avrupa’ya talebe izamı mes’elesine dair” adlı
layihasında derli toplu olarak açıklamıştır1. Buna göre Avrupa’ya öğrenci
gönderme, “maarifin neşr ve tamiminde” en önemli vasıtalardan biridir. Ancak bu,
esaslı bir programa göre yapılmalıdır. Bakanlık bu hususta hem seçerken hem de
idare ederken bir çok hatalar yapıyor. Artık, Avrupa’ya öğrenci gönderirken şu
noktalara dikkat etmek gerekmektedir2:
• Amaç ve şartlar konusunda kesin bir program hazırlanmalıdır.
• Öğrencileri bir meslek öğrenmek için gönderilmelidir. Pratik ve uygulamalı
amaçlara daha çok yer verilmelidir.
• Nicelikten çok niteliğe önem vermek ve ona göre hesap yapmak lazımdır.
• Seçmeleri çok iyi yapmak, adayın geçmişini ve geleceğini gönderileceği meslek
hakkındaki eğilimlerini çok iyi değerlendirmek gerekir.
• Gönderilme şartları çok önceden hazırlanarak ve açıklanarak gitmek isteyenlere
hazırlanma süresi tanınmalıdır.
• Biraz hayat tecrübesi olanlar gönderilmelidir; mesela Japonya 30 yaşını geçmiş
olma şartını koyuyor. İdadi mezunlarını göndermek hatalıdır, yüksekokul
mezunları gönderilmelidir. Özel eğitim yapmış veya bir süre memuriyet yapmış
olanlara da gönderilme hakkı tanınmalıdır.
• Bütün öğrenciler Fransa’ya gönderilmemelidir; başka ülkelere de (özellikle
Almanya’ya) gönderilmelidir. Japonlar, yabancı ülkelerdeki öğrencilerini iki yıl bir
ülkede, kalan üç yıl başka bir ülkede okutuyorlar. Bizim bu hususta eski
alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekiyor.
• Öğrencileri göndereceğimiz yerleri çok iyi seçmeliyiz; çünkü Avrupa
Üniversiteleri bizim öğrencilerimize çok uygun gelmiyor.
• Avrupa’dan öğretmen getirtmeden oraya öğrenci göndermek hiç uygun değildir.
1
2
a.g.e. S. 46-60
a.g.e. S. 52 v.d.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 188 ~
Yalnız göndermekle yetinmemeli, oradan da öğretmenler getirtilmelidir.
Halk eğitimi (“terbiye–i avam”)
Satı’ Bey’in bu husustaki fikirleri şöyle özetlenebilir: İkinci Meşrutiyet bir siyasi
devrimdir. Gerçi bunun arkasında bazı idari değişiklikler de yapıldı ama, bu devrimi
gerçek bir sosyal devrim haline getirmek lazımdır1. Yapılan devrimin etkisini
şiddetlendirip kuvvetlendirmeye çalışmak görevimizdir. Yüzeysel ve dış
değişikliklerle yetinilmemelidir. Gerçek ve sosyal devrim ancak okullarda, eğitim ve
öğretim aracılığıyla olacaktır. Milletler devrim ve bunalım zamanlarında hemen
okullara önem vermişlerdir. Kurtulma ve gelişmeleri de bu sayede olmuştur;
Almanya ve Japonya buna en iyi örnektir2. Meşrutiyetin köklerini derinleştirmemiz
gerekmektedir. Geleceğimiz eğitimimizin ve okullarımızın alacağı şekle ve duruma
bağlıdır.
Okulların etkisi sağlam fakat yavaştır; hizmeti esaslı ancak uzun vadelidir. Onun
için, gelecek kuşaklar yetişinceye kadar, bugünkü kuşağı da düzeltmeye ve
aydınlatmaya çalışmalıdır. Gelişmiş ülkeler böyle yapıyorlar. İlkokullar
yapılmamışken halkın eğitim ve öğretimi de bu yolla sağlanmıştır. Şimdi Avrupa
ülkelerinde eğitim çok geliştiği halde gene de halkı eğitmeye devam ediyorlar. Biz
onların kullandığı eğitim örgütleri ve öğretim metodlarından yararlanacağız. Onlar
gece okulları, “mütemmim mektepler”, “Terbiye-i muahhar mektepleri”, devam
okulları, işçi kolejleri vs.. gibi pek çok eğitim kurumları açmışlardır.
Almanya, ilkokulu bitirdikten sonra bile 18 yaşına kadar öğretimi mecbur
tutmaktadır. İngiltere ve Fransa’da “gece dersleri ve konferanslar artık bir tiyatro
haline gelmiştir”. Konferans cemiyetleri, gayet yaygın ve etkili bir çalışma
yapmaktadırlar.
Uygarlığın halkı etkilemesi için halk eğitimi şarttır. Gelişmiş ülkelerde yapılan halk
eğitimi çalışmalarını biz de yapmalıyız. Bu çalışmaları yapmaya en uygun kişiler de
öğretmenlerdir. Öğretmeni aynı zamanda halk eğitimi yapacak tarzda
yetiştirilmelidir. İlkokul öğretmenleri yalnız çocukların eğitim öğretimleriyle değil,
halkın en cahil kesimini aydınlatmakla da görevlidirler. Öğretmenler dini, medeni
1
2
Satı’, Terbiye-i avam için. Yeni Tasvir-i Efkar gazetesi. 30. 7. 1909
Satı’, Büyük Milletlerden Japonlar ve Almanlar. İstanbul 1329
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 189 ~
ve siyasi yönden de yetiştirileceklerdir. Yeni Dârülmuallimin örgüt ve
yönetmelikleri, bunu sağlayacak şekilde yapılmıştır. Ayrıca her vilayette aydın
asker, memur ve vatandaşlar da bu işle görevli olmalı, özel ve resmi dernekler
kurarak çalışmalıdırlar. Bu hususta Eğitim Bakanlığı gerekli önlemleri almalıdır.
Dernek, klüp ve gazeteler de artık nümayişçiliği bırakıp kendilerini yenilemeli, bu
yolda hizmet görmelidirler.
Programlar ve öğretim metodları
Satı’ Bey’in eğitim dünyasına girişi müfredat programlarının eleştirisi yoluyla
olmuştu. Daha sonraki hayatında da en çok üzerinde durduğu konular, öğretimin
didaktik esasları olmuştur. Satı’ Bey’in şikayeti, bizim okul programlarında ilmi ve
fenni öğretime hiç yer vermediğimizden başlamaktadır1. “Biz” diyor “fen
öğretimine önem vermedikçe , siyasi, sosyal ve fikri eğitimimizi sağlayamayız; zirai
ve sınai gelişimimizi de sağlayamayız. Fen programlarını ihmal büyük hatadır.
Avrupa programlarının tarihi gelişimine ve bu günkü durumlarına bakarak
ihtiyacımıza göre bir program düzenlemeli; bazı dersleri almalı, bazılarını koymalı
ve genelde ders saatlerini yeniden gözden geçirmeliyiz2.
Program bir yana, Satı’ Bey, bizde asıl korkunç şeyin “usul-ü tedris” kaidelerine hiç
uyulmamasından, hatta onların zıddına hareket edilmesinden doğduğunu
söylüyor3. “Çünkü” diyor, “ezbercilik okullarımızda bir illet gibidir, dersler birbirini
nakzettirmektedir, anlatılanların çoğu, çocukların anlamayacağı şeylerdir; soyut
şeyler anlatılmaktadır, dil sade değildir; hiçbir fikir vermeyen boş kelimeler
kullanılmaktadır v.s.”4 .
1
Satı’, Dârülmuallimin programları hakkında. Tanin gazetesi. 4.11.1908
Satı’, Fransa’da tedrisat-ı fenniye ve ilmiye. Tanin gazetesi. 8.11.1908
2
Satı’, Dârülmuallimin programları. a.g.y.
Satı’, Maarif... ne vakte kadar ...a.g.y.
Satı’, Mesaide intizam ve program. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 9,1326. S.101-106.
Satı’, Programlar ve talimatlar hakkında. Tanin gazetesi. 11.2.1909.
3
Satı’, Usul-ü tedrisin fevaid-i esasiyesi. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 6,1326. S.205-207.
4
a.g.y.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 190 ~
Öteden beri bütün okullarımızda kullanılan “istintane ve takrir” metodu bırakılarak
“istikra ve tekşif” metodu kullanılmalıdır. Bunun hem ilköğretimimize hem de orta
öğretimimize acele yerleştirilmesi gerekmektedir1.
Bizde, öğretimin en genel ve en müzmin hastalığı ezberciliktir. Bu, her derecedeki
okullarımızda vardır. Ezbercilik faydasız olduğu gibi üstelik zararlıdır; öğretimin
iyileştirilmesi çalışmalarında en çok buna dikkat edilmelidir2. Ezberciliğin en önemli
sebebi, öğretmenlerdir; çoğu öğretmenler öğretmenin ne demek olduğunu
bilmiyorlar. Ezbercilik soyutçuluğun, öğretimde hızlılığın bir sonucudur.
Öğretmenler, ezberciliğin farkına vardıkları andan itibaren bunu önlemeye
çalışmalıdırlar. Bu da ancak bir “usul-ü tedris” takip etmekle mümkündür.
Ezbercilik bizi kandırmaktadır; gelecek kuşaklarımız için de çok tehlikelidir; bundan
kaçınmak her öğretmenin görevidir3. İkinci Meşrutiyet dönemi Avrupa’dan bir çok
ders aletlerinin getirildiği bir dönemdir. Satı’ Bey, Montessori ders araçları
üzerindeki fikrini belirtirken bizim açımızdan bundan korktuğunu da belirtiyordu;
çocuklar bu alet ve edavata hakim olamazlarsa, onu bir oyuncak olarak anlarlarsa,
istenilenin tamamen tersi bir sonuçla karşılaşabiliriz4 .
Satı’ Bey, uygulamalarla da didaktik esaslara çok önem vermiştir. Dârülmuallimine
Uygulama Okulu kurdurma, çeşitli yerlerden gelen öğretmenlere yeni öğretim
metodlarını öğretme, öğrencileri İstanbul’un en kötü okullarına kadar göndertip
ders verdirme, onun yaptığı başarılı çalışmalardandır. O, genel öğretim metodları
üzerinde durduğu gibi, çeşitli derslerin özel öğretim metodları üzerinde de
durmuş, pek çok makaleler5 ve ders örnekleri6 hazırlayıp yayınlamıştır.
1
Satı’, Usul-ü takrir ve usul-ü tekşif. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 8,1326. S.59-69
Satı’, Tedrisat-ı tâliyede istikra ve tekşif. Terbiye. 3,1330.S.92-96, 140-144.
Satı’, Ezbercilik. Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası. 12,1328. S.213-217.
3
Satı’, Kiraz Ağacı. Terbiye. 4,1330. S.145-146.
M.S., Esaslı-esassız terbiye – Satı’ Bey’in kiraz ağacı. Sabah gazetesi. 22. 5. 1914
4
M.S. Talim ve terbiye hakkında...
5
Elifba mes’elesi. İçtihat. 1,1329 S.1327-1329; 4,1329 S. 1387-1388.
Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası’nın çeşitli sayılarındaki yazıları: Şiir ve musikinin talim ve
terbiyedeki ehemmiyeti, Elifba nasıl öğretilmelidir? İlmihal nasıl öğretilmelidir? Elişi
dersleri, tarih, coğrafya usul-ü tedrisi vs...
6
Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası’nın “Ders Numuneleri” kısmında 15 adet ders örneği
hazırlayıp sunmuştur.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 191 ~
Değerlendirme
İkinci Meşrutiyet döneminin her yönüyle takdir edilen eğitimcilerinin başında Satı’
Bey gelir. Kendisi, resmi hizmeti sırasında Maarif Nazırlarının ve diğer kuruluşların
tam desteğini sağlamış idi. Aydın zümre arasında eleştirisiz kabul edilen birisiydi.
Dârülmuallimin’deki köklü temizliği ve ondan sonra da okulu tamamen kendi
bilgisine göre idaresi sırasında hiç tepki görmemişti. İyi eğitimciydi ve çok
çalışkandı. İsmail Gaspıralı:
“Bütün Türk yurduna yüksek sesle bağırıyorum: İstanbul Darülmuallimin Müdürü
Satı’ Beyefendinin yurda gösterdiği usul-ü savtiyeye kulak ver, göz sal!...Satı’ Bey’i
“çalış” nidasıyla karşılayın.”
diyor; girişken ve çalışkan Satı’ Bey’i övüyordu1.
İkinci Meşrutiyet eğitiminin şekillenmesinde ve gelişmesinde bir Pestalozzi ruhu ve
çabası gösteren Satı’ Bey’in büyük rolü vardı.
1
İsmail Gasprinski, Türk Yurtçularına. Türk Yurdu. 7,1328. S.191
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 192 ~
3.6. KÜLTÜR EĞİTİMİ AKIMI
Kültür eğitimi akımı, çağımızın ilk çeyreğinde bütün ülkelerde kendini göstermiştir.
Bu akımın amacı, eğitimi kültürel verilerden hareket ederek temellendirmektir.
Tarihî görüş açısından ele alınırsa bu görüş biçimi tâ Platon’da karşımıza
çıkmaktadır. Özellikle Platon ve Aristoteles'te (M.Ö.384-322) eğitim, bir devlet
politikası olarak temellendirilmeye çalışılmaktadır, Ortaçağ'da kültür “evrensel dinî
kültür” anlamında olmak üzere eğitimin temelinde yer almıştır. Rönesans’tan
itibaren millî kültürler anlayışına bağlı olarak eğitim ve kültür ilişkisi yeni bir
anlayışla ortaya konulmuştur. Fakat bunun en sistemli biçimde işlenişi 19. yüzyılın
ikinci yarısında ve özellikle de çağımızın ilk çeyreğinde kendisini göstermiştir.
Türkiye'de bu akım büyük bir güçle ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik temelinden
hareket eden bu akımın burada önde gelen temsilcilerine yer verilecektir.
3.6.1. ZİYA GÖKALP
Hayatı: 1876'da Diyarbakır'da doğdu. Babası Vilâyet Evrak Müdürü idi. Diyarbakır
Askerî Rüşdiyesinde ve mülkî İdadisinde okudu. Sonra İstanbul'a gitti. Parasız yanlı
öğrenci alan Baytar Mektebi'ne yazıldı. Gizlice İttihad ve Terakki Cemiyetine
kaydoldu. 1898'de okuldan atıldı, hapsedildi. Sonra Diyarbakır'a sürgün edildi.
1908'e kadar Diyarbakır'da kaldı. Sonra İstanbul'a giderek Dârülfünun'da Emrullah
Efendi'den boşalan sosyoloji ve psikoloji derslerini üzerine aldı. Ancak başaramadı
ve ilköğretim müfettişi olarak tekrar Diyarbakır'a döndü. Bir yıl bu görevde
kaldıktan sonra 1909'da Selanik'te yapılan İttihad ve Terakki Cemiyeti Kongresine
Diyarbakır delegesi olarak katıldı. Orada Cemiyet'in önemli bir yöneticisi oldu ve
“Genç Kalemler”, “Yeni Mecmua” gibi süreli yayınlar çıkarttı. Balkan bozgununda
Selanik'in düşme tehlikesi üzerine İstanbul'a geçti. 1912-1919 yıllan arasında çok
verimli bir çalışma yaptı. 1915'de Dârülfünun Sosyoloji Kürsüsünü kurup ders
vermeye başladı. 1919'da tutuklanıp hapse atıldı, sürgün edildi. Linini ve Malta
adalarında sürgünde kaldıktan sonra 1921 'de İstanbul'a, oradan da Diyarbakır'a
gitti. Sonra Ankara'da Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Reisliğine atandı. Bu arada
Diyarbakır mebusu seçildi. 1924'de İstanbul'da öldü.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 193 ~
Önemli eserleri: Kızılelma (1914), Yeni Hayat (1918), Türkleşmek, İslâmlaşmak,
Muasırlaşmak (1918), Türk Töresi (1923), Altın Işık (1923), Türkçülüğün Esasları
(1923), Türk Medeniyeti Tarihi(1926).
Ayrıca Peyman, Diyarbekir, Yeni Türkiye, Hakimiyet-i Milliye, Şûrayı Ümmet, Tanın,
Donanma, Akşam, Rumeli gibi gazetelerle Volkan, Genç Kalemler, Türk Yurdu,
Altın Armağan, Halka Doğru, İslâm, Muallim, İçtimaiyat, İktisadiyat, Millî
Tetebbular, Yeni Mecmua, Şâir v.s. gibi dergilerde yüzlerce yazıları yayınlanmıştır.
Eğitim görüşleri: Gökalp'in eğitim görüşleri ancak 1916-1917 yıllarında
olgunlaşmıştı. Ancak 1914”e kadar olan dönemde ana eğitim görüşlerinin ön
tasarıları belirmişti.
Gökalp, çocukluk yıllarının “saadet perisi”nden olgunluk yıllarında “mefkûre”ye
geçti. Bir ümit felsefesi, bir kurtuluş felsefesi getirmeye çalıştı. 20. yüzyıl
başlarında bütün Türk düşünürleri kurtuluşu araştınyordu. Tevfık Fikret bunu
“Promete”de, Mehmed Akif (1873-1936) “Âsım”'da, Gökalp de ''Oğuz Han”da
anyor. Gökalp, ütopik bir gelecek ve tarih düşüncesine yol açmıştı1.
Gökalp hayallerini ve fikirlerini ilmî bir şekle bürümüştü. O yalnız bir düşünce
sistemi ve ideoloji meydana getirmemiş, aydınlar üzerinde etkili bir de ütopya
yaratmıştı. O, Türk mitolojisini yeniden yarattı. Türk toplumunun dünyaya bakış ve
kendi kendisini duyuş biçimini tamamen değiştirdi. Fikrî olmaktan ziyade psikolojik
olan “Turan” şiiri, İkinci Meşrûtiyet devrinde her türlü çalışmaları ve hareketleri
etkiledi2.
Gökalp, daha 1904 “de yazdığı yazılarda hastahane, mekteb-i idadi ve mekteb-i
sanayii “saadetin üç rükn-ü mühimmi” olarak niteliyor ve geliştirilmesini
istiyordu3.
1909'da doğudaki köylüleri ağalık düzeninden kurtarmak ve Devletle bağlamak
için getirdiği önlemlerin arasına köy okullarını her köyde kurmayı da ekliyordu.
1
Kaplan, Mehmet, “Ziya Gökalp ve saadet perisi”, Türkiyat Mecmuası, 14,1964, S.63.
a.g.m. S.40-42.
3
“Dicle Vadisi “(1904): Beysanoğlu.Ş.: Ziya Gökalp'in İlk Yazı Hayatı (1894-1909), İstanbul,
1956'da. 5.41.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 194 ~
Ona göre bu okullar “köylüleri hissiyatı, vataniye ve efkâr-ı milliye ile tezhîb ye
tenvir” edeceklerdi1.
Gökalp'in İkinci Meşrûtiyet devresi boyunca ileri sürdüğü eğitim görüşleri üç
öbekte toplanabilir:
I. 1909 yılında ileri sürdüğü bazı iyileştirme önlemleri;
II. 1913 yılındaki ütopik eğitim düzeni;
III. 1913 sonlarıyla 19I4'de “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” tezine
paralel olarak geliştirdiği eğitim düzeni.
1909 yılında özellikle dinî eğitim kurumlanılın, yani medreselerle tekkelerin
iyileştirilmesi üzerinde durur. Ona göre, medreseler Doğu uygarlığının yükselişinde
de çöküşünde de çok önemli katkılarda bulunmuştur. İslâmın çöküşü önce
medreselerde, onların ders programlarında başlamıştır. Medreselerde başlangıçta
bütün dinî ve sosyal bilimler okutulurken, daha sonra program gerek ders çeşidi
olarak gerek ders kitabı olarak alabildiğine kısırlaştırılmıştır. “Osmanlı milletinin”
yüzyıllardır uğradığı bozgun ve yıkımların gerçek nedeni, medrese öğretiminin
bozulmasıdır. İkinci Abdülhamid'in baskı düzeni boyunca da halkın maneviyatına
hiç önem verilmemiştir.
Meşrûtiyetin sağlam olabilmesi için halka dinî bilgileri çok sağlam -olarak
öğretmelidir. Medreseler “hürriyet, uhuvvet, müsavat ve adalet” fikirlerinin
verildiği bir yer haline gelmelidir. Medreselerin bu işi yapabilmeleri için ıslâh
edilmeleri gerekir. Gökalp, medreseleri ıslâh şekli üzerinde de, şu önerilerde
bulunuyor2:
• Bir kasabadaki çeşitli medreseler birleştirilip, mükemmel bir medrese
(“Medrese-i Külliye”) yapılmalıdır.
• Medreseler “ulûm-u âliyye” ve ulûm-u aliye” diye iki şubeye ayrılmalı ve her
şube de sınıflara bölünmelidir.
1
2
“Ziraat ve Zeamet” (1909): Beysanoğlu.Ş,: a.g.e., S. 108.
“Medreseler” (Peyman 2 Ağustos 1909): Beysanoğlu.ş.; a.g.e., S.11,5-117.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 195 ~
• Ulûm-u aliyye şubesinde dil, edebiyat ve idadilerde okutulan fenler; ulûm âliyye
şubesinde de yeni yüksek ilimler okutulmalıdır.
• Her derse bir uzman müderris verilmelidir.
• Müderrislerin maaştan arttırılmalıdır.
• Her medreseye çalışkan bir müdür atanmalıdır.
• Derse gelmeyen müderrislerin maaşlarından gündelik usulüyle kesintiler
yapılmalıdır.
• Medrese öğrencilerine, yatılı okullarda olduğu gibi, elbise ve yemek verilmelidir.
• Medreselerde yapılacak bu şeklî değişikliklerin yanısıra, öğretimin ruhu da
değiştirilmelidir.
• Kısa metinler, şerhler ve talikleri bırakıp esas kaynak eserlere yönelmelidir. Bu
hemen yapılması zor bir şey olsa bile, hiç olmazsa iki gurup eser birden göz ön üne
alınmalıdır.
• Her bilimin tarihî gelişimi ve kaynaklanma biçimi de öğretime eklenmelidir.
Gökalp 1909'da tekkeler hakkında da bazı iyileştirme önerileri getiriyordu. Ona
göre medreselerle beraber tekkeler de çağın gereksinmelerine uygun olarak
temizlenmeli ve düzeltilmelidirler. Tekke şeyhleri önce okullarda okutulan “zahiri
ilimler”le, tasavvufa dair olan “batınî ilimler”den bir sınava tâbi tutulmalı;
kazananlar tekkelere şeyh olarak atanmalıdırlar. Şeyhler bu “medreselerde “İhyâ”
gibi tasavvufi eserler başta olmak üzere düzgün bir eğitim yapmalıdırlar1.
Gökalp, 1913 başlarında yayınladığı “Kızıl Elma” dizelerinde, mükemmel bir eğitim
ütopyası sunmuştur. Şiir halinde oldukça uzun olan ütopya, kısaca şu şekilde
düzyazıya geçirilebilir:
1
Tekyeler (Peyman 9 Ağustos 1909);
Beysanoğlu.Ş.; a.g.e., 3=119-120
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 196 ~
Bakü'lü zengin bir ailenin kızı olan Ay Hanım, Paris'te öğretimini yapmaktayken
annesi babası ölüyor. Ay Hanım, “Turancı” bir kişidir. Dönüşte Turan'a okullar
açmak istiyor ve Paris'te modern eğitim ve öğretim biçimi üzerine öğretim yapıyor.
Bakü'ye dönünce bir kızlar, bir de erkeklere “İstikbal Beşiği” adlı iki okul yaptırıyor.
Bu arada kendisi de Sadettin Molla adlı bir ulemadan İslâm dinini ve Doğuyu
sağlam bir şekilde öğreniyor.
Ay Hanım Bakü'de bu çalışmaları sürdürürken Turgut adlı İstanbullu bir ressamla
tanışıyor. Ressam, “Kızıl Elma”yı aramaktadır. Bunu bulmak için bütün Turan'ı
dolaşmaktadır.
Bu sırada Türk dünyasında, İstanbul'dan Bakü'ye, Kazan'a kadar siyasî hürriyet
yoktur. Türkçe yasaktır, kadın zincirden kurtulamamıştır. Türk, eski harf sistemini,
ilim ve fendeki yüceliğini yitirmiş; Arap harfleri, ile, medrese dersleri ile zihnini boş
yere yormaktadır. Ay Hanım bu şartlar altında Türk dünyasında hayallerini
gerçekleştiremeyeceğini anlayınca İsviçre'de bir Türk köyü kurmaya girişiyor.
Tasarısına göre, Turan'ı orada kuracaktır. Orada Dârülfünunlar, Encümen-i Dânişler
kuracak; orada tacir; sanatkâr, yazar, şair v.s. yetiştirip, bunları bütün Türk
ülkelerine yollayacaktır. Ay Hanım'ın ülküsü artık bu oluyor. Köyü kuruyor ve adını
da “Kızıl Elma” koyuyor.
Lozan'ın yanındaki bu Türk yerleşim yerinde büyük bir çalışma başlıyor. Bütün Türk
yurtçuları buraya akın ediyor. Kimi hamiyetini, kimi servetini veriyor. Her fennin
okulunu açıyorlar. Ziraat, ticaret, sanat evleri yapılıyor. Çocuklar yetiştiriliyor: Ay
Hanım Bakü'deki “İstikbal Beşiği” adlı okullarını bir müdüre bırakıp, kendisi ''Kızıl
Elma”nın müdürü oluyor. Gece gündüz çalışıyor.
Kızıl Elma köyü için Turan'ın her yerinden çocuklar toplanmaktadır. Bu arada
ressam Turgut, Kaşgar'da Kızıl Elma köyü için çocuk toplama duvar ilânlarından
birini görür. Çocuklarla beraber Kızıl Elma'ya gider. Orada resim öğretmeni olur ve
Ay Hanımla evlenir. Artık devamlı olarak Kızıl Elma'dan Turan'a saadet yağar.
Gökalp bu dönemde yazdığı diğer şiirlerinde de aynı ütopik havayı devam ettirir.
Meselâ, 15 Mayıs 1913’de yazdığı “Esnaf Destanı”nda da, düşmana yenilmenin
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 197 ~
gerilikten olduğu, bu intikamın ancak düşmanın ilmini alarak gerçekleşeceğini
belirtir ye “bir hızla” 500 yıl atlayacağımızı umut eder.
Gökalp, 1914 başlarında yayınladığı bir makalesinde1 de “Türkleşmek, İslâmlaşmak
ve Muasırlaşmak” formülünü eğitime de uyguluyor. Ona göre; eğitimde izlenecek
amaçlar üçtür. Başka bir deyişle çocuklara üç türlü bilgi öğretilebilir: a) Millî dil,
millî tarih, millî edebiyat; b) Kur'ân, Tecvîd, İlmihal gibi dinî bilgiler; c) Riyaziyat,
Tabiiyat gibi ilimler, yabancı diller, El İşleri, Beden eğitimi v.s.
Bizim için tam bir eğitim üç kısımdır: Türk eğitimi; İslâm eğitimi ve çağdaş eğitim
tarihimizde, Tanzimattan evvel yalnız İslâm eğitimi veriliyordu. Tanzimat
Türkiye'ye çağdaş eğitimi (“asır terbiyesi”) sokmaya çalıştı. Başlangıçta bu iki
eğitim biçimi arasında büyük bir çatışma oldu ama, çağdaş eğitim yavaş yavaş ama
sağlamca Türkiye'ye yerleşti. O değerlendikçe İslâm eğitimi önemini yitirdi. Gerçi
çağdaş okulların programlarında dinî dersler gene önemli bir yer tutuyordu ama,
İslâm eğitimi nicelik yönünden değil, nitelik yönünden çok şey yitiriyordu. Bilimsel
bir dinî eğitim verilmiyordu.
Bu karışıklıklar arasında Türk milliyeti, İslâm milletler arasıcılığı gibi fikirler doğup
gelişti: İkinci Meşrûtiyet döneminde bunlar gene Tanzimat eğitimine karşı hücuma
geçtiler. “Tasvir-i Efkâr” gazetesi, Tanzimat eğitiminin iflâsını ilân etti.
Aslında Batıcı, Türkçü ve İslamcı düşünürlerin hepsi yeni Türk eğitimini sağlam
olarak kurmaya çalışıyorlardı. Gökalp'in fikrine göre bu, birbirine düşmanlıkla
olmaz. Ülkemiz için bu üç eğitim biçimi birbirinin yardımcısı olmalıdırlar.
Dayanışma içinde olmalıdırlar. Birbirinin nüfuz alanlarına geçmemelidirler. Batı
eğitim biçimi maddiyat alanında kalmalıdır, Türk ve islâm eğitim biçimleri, de
nüfuz alanlarını belirleyip çatışmayı kesmelidirler.
Türk eğitiminin bu üç ülküsü, tümden değerlendirilmeli, tümden uygulanmalıdır..
1
Gök Alp: İslâm terbiyesinin mahiyeti”, İslâm Mecmuası, 1(30 Kânunusâni 1329), S.14-16.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 198 ~
3.6.2. NECMEDDİN SADAK
Hayatı: 1890 yılında İsparta'da doğdu. Galatasaray Sultanisi'nden çıktıktan sonra
Lyon Edebiyat Fakültesini bitirdi. Maarif Nezareti Telif ve Tercüme Dairesinde üye
ve Dârüşşafaka'da İçtimaiyat müderrisi oldu. T.B.M.M.'nin 3. devresinde (1926)
Sivas milletvekili seçildi. 1950'ye kadar Sivas milletvekili olarak kaldı. Bu arada
Milletler Cemiyeti Silâhlan Bırakma Konferansına Türkiye temsilcisi olarak katıldı.
1947-1950 arasında Dışişleri Bakanlığı yaptı. 1953 yılında New York'ta öldü.
Eserlerinden bazıları: İlmi Terbiye-i Etfal (Carré ve Liquier'den çeviri) İstanbul 1933,
Sosyoloji (Liseler için.ders kitabı), İçtimaiyat” (M. Bonafouce'dan çeviri) İstanbul
1927.
İkinci Meşrûtiyet dönemindeki görüşleri: Necmeddin Sadak Bey ne İkinci
Meşrûtiyet döneminde, ne de daha sonraki dönemde orijinal bir eğitimci
olamamıştır. Ancak onun önemi, tâ Meşrûtiyet devrinden itibaren çağdaş Batı
eğitimini Türkiye'ye tanıtmaya ve elinden geldiğince Türkiye şartlarına uyarlamaya
çalışmalarında yer alır.
Necmeddin Sadak; Balkan bozgununu büyük bir uyanışın başlangıcı olarak almak
ister. O zaman hemen bütün millet de bu fikirdedir. Almanya'nın doğuş şeklini,
eğitim ve öğretmenler vasıtasıyla Fransız baskısından nasıl kurtulduklarını,
Fichte'nin (1762-1814) “Alman Milletine Nutuklar”ını gazete ve dergi okuyanlar
içinde bilmeyen hemen hemen yok gibiydi.
N. Sadak Bey “bütün tarihte yenileşmenin ilk şartı terbiyedir” diyor ve devam
ediyor, büyük yenilgilerden sonra milletler bakışlarını genel eğitime çevirirler.
Kurtarıcılar, yenilikçiler de istediklerini kabul ettirebilmek amacıyla çocuk
eğitiminden yararlanırlar. Yenileşme, yeni ve kuvvetli bir eğitimle başlar1.
1870'de Fransa'yı yenen, Alman ilkokullarındaki millî ve manevî eğitimdir. Bize de
milletin bütün fertlerini değiştirecek millî ve manevî bir eğitim gereklidir. Oysa
bizde okul ve eğitim sözleri söylene söylene, yazıla yazıla âdi birer hakikat
hükmüne girdi. Yazılanları, söylenenleri artık uygulamaya koymalıdır.
1
Necmeddin Sadak: “Milletin İstikbali çocukların terbiyesine mütevakıftır”, İkdam, 16
Haziran 1913.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 199 ~
Genel eğitimimizi değiştirmek ve yenilemek lâzımdır. Şu anda bâtıl itikadlara bağlı,
yeniliğe düşman bir millet gibiyiz. Tarihimizde yapılan devrimler hep yüzeyseldir.
Çoğu eğitim kurumlarımızda hâlâ iki üç yüzyıl öncesinin usûlleri kullanılıyor.
Kendimizi tümden değiştirecek köklü bir devrim yapmak gereklidir. Milletin
ruhunu değiştirmek-lâzımdır. Yenileşme ruhî olmalıdır, siyasî olamaz. Bu ruhî
değişmeyi de ancak eğitim sağlayabilir. Eğitim bütün halk ile ilgilenecektir ama
millî eğitim, çocuk eğitiminden çıkar. Ülkenin geleceği parlamentodan, Bakanlar
Kurulundan çok ailelerde ve ilkokullarda hazırlanır. Millet, yeni siyasî düzene ancak
eğitimle hazırlanabilir1.
Eğitim ve öğretim biçimimizi değiştirmeliyiz. Eğitimde yeni esaslar hazırlamalıdır.
Eğitimin sağlıklı gelişebilmesi için önce analar ve öğretmenler yetiştirilmelidir.
Ülkemizdeki ana ve öğretmenlerin büyük burunluğu, daha çocuğun ne olduğunu
bilmiyorlar.
Çocuk eğitiminin en önemli devresi, ana yanında geçen 3.-4 yıldır. Çocuk pek çok
özelliklerini bu devrede kazanır. Milletin geleceği, anaların verecekleri eğitime
göre değişir. Çocukları eğilmek çok zordur. Çünkü küçüklerin duyguları,
düşünceleri, ülküleri büyüklerinkinden farklıdır. İlkokullarımızdaki eğitim biçimi
yalnızca zihne, hafızaya dayanıyor. Çocuklarımızın zekâsı geri değil, bizim eğitim
biçimimiz geridir. Bizim eğitim biçimimizle âlim, düşünür yetişemez. Bugünkü
eğitim biçimimizi tamamen değiştirmek ve ona göre de öğretmen okulları açmak
zorundayız.
Yalnız programları değiştirmek yetmez. Duygu, düşünce ve irade verecek psikolojik
esaslara dayanan bir eğitim düzeni lâzımdır2.
Necmeddin Sadak Bey, istenilen özelliklere sahip bir “Çocuk Ordusu” yetiştirmek
için bir çok yazılar yazmıştır. Ama bu yazılan genellikle bizim eğitim-öğretim
biçimimizin bozukluğu, başka milletlerin eğitime ve psikolojiye verdikleri önem, bir
çok Batılı yazar ve pedagogların adları ve sözlerinden ibaret kalıyordu3. Gazeteleri
genellikle aydın bir zümre okuyordu. Gazetelerde yazılanlar da bunlara yeni bir şey
getirmiyordu. Yalnızca herkesin bildiği şeyleri doğrulayıcı ve kuvvetlendirici yazılar,
1
a.g.m.
a.g.m.
3
Necmeddin Sadak: “Düşünülecek şeylerden”, Tanin, 6 Temmuz 1329.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 200 ~
yazılıyordu. Eğitim konusunda yazılan yazıların büyük bir çoğunluğu eğitime olan
gereksinmeyi ve durumu bildiriyorlar, somut çözüm önerileri getirmiyorlardı. Oysa
halk ve hele kadınlar, çocuk eğitiminin uygulama yönleriyle ilgili çağdaş bilgiler
verecek yazı ve kitaplar arıyorlardı1.
1
Cahide Nevres: “Senden beklediklerimiz” Necmeddin Sadak Bey'e, Yeni Fikir dergisi,
111/15(1329), S.478-483.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 201 ~
3.6.3. KÂZIM NÂMİ (DURU)
Hayatı:,1876'da Üsküdar'da doğdu. Çeşitli ibtidailerde, Üsküdar, Edirne ve Selanik
Askerî rüştiyelerinde, Manastır Askerî İdadisi'nde okudu. 1895'de Harbiye'ye geçti.
1892'de piyade mülâzım-ı sânîsi olarak Tiran Redif Taburuna atandı. 1906'da İkinci
Ordu Müşiriyeti Hususi Kalemiyle yaverliğe getirildi. 1910 yılında askerlikten istifa
edip Selanik Vilâyeti Maarif müfettişi oldu. Tiran ve Berat rüşdiyelerinde gönüllü
öğretmenlik yaptı. Berat idadisinde Türkçe ve Resim Öğretmenliklerini de yürüttü.
Selanik idadisinde, Sanayi Mektebi'nde, askerî rüşdiyede yıllarca öğretmenlik
yaptı. Selanik'teki bir Fransız lisesinin de Türkçe öğretmeni idi. Bu nedenle Fransız
hükümetinden çeşitli rütbe ve nişanlar aldı.
Cumhuriyet döneminde Talim ve Terbiye Dairesi üyeliği, 5. ve 6. dönem
milletvekilliği yaptı. 1967'de İstanbul'da öldü.
Eserlerinden bazıları: Terbiye-i Vataniyede İlk Adım Selanik 1327, Nasıl Oldu?
Selanik 1326, Mektepde Ahlâk I (Jules Pagot'dan çeviri) İstanbul 1913, Fröbel
Usulüyle Küçük Çocukların Terbiyesi, İstanbul 1340, Kemalist Rejimde Eğitim ve
Öğretim, İstanbul 1938, Sosyolojinin Unsurları Ankara 1936, Ziya Gökalp istanbul
1949, İttihad ve Terakki Hatıralarım İstanbul 1957, Cumhuriyet Devri Hatıralarım
İstanbul 1958 v.s.
İkinci Meşrûtiyet döneminde görüşleri: 1910 yılma kadar bir subay olarak
Rumeli'nin çeşitli yörelerinde görev yapan Kâzım Nâmi Bey, İslamcı bir Jön Türk idi.
Herkesin ancak Balkan bozgunundan sonra duyduğu millî savunma ve vatan
terbiyesi verme gereksinmesini, o tâ Temmuz devriminden önce duymuştu1.
Kâzım Nâmi Bey, Meşrûtiyet yıllarında yeni bir eğitim sistemi üzerinde
durmuyordu. Çünkü Osmanlı Devleti tâ başlangıçtan beri eğitim sistemini hep
“kadro” üzerine kurmuştu. Medreseden Enderun Okuluna, Ahi örgütüne kadar her
kurum kadro yetiştirmeye çalışıyordu. Tanzimatın kurduğu eğitim sistemi de sırf
Devlet dairelerini doldurmaya yönelikti. Buna rağmen İkinci Meşrûtiyet
döneminde bile Devlet kadrolarında büyük açıklar vardı. Ordu kadrolarında da
Öyle. Devletin memur ihtiyacı oldukça eğitim sistemini değiştirmek de kolay
1
Kâzım Nâmi, Terbiye-i Vataniyede İlk Adım”, Selanik 1327.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 202 ~
değildi. Bu nedenle Meşrûtiyet döneminden sonra bile eğitim sistemimiz, bütün
karşı yazılara rağmen değişmemekte direnmiştir1.
Kâzım Nâmi Bey, Selanik vilâyeti Muallimler Kongresine “vilayet-i selâse”nin
maarif müfettişi olarak katıldı. Kongrenin ikinci oturumunda “Havasın terbiyesine
dâir” bir konferans verdi. Ayrıca Kıraat Komisyonu'nun başkanı ve rapor yazıcısı
olarak çalıştı. Kongre tutanaklarından anlaşıldığına göre, en çok alfabe sorunu
üzerinde durdu. Bu konudaki fikirleri şu şekilde özetlenebilir:
Arap harfleri Türkçeye dar gelmektedir. Üstelik Türkçemiz yakışıksız bir şekil alıyor.
En baştan sesli harfler düzeltilmelidir. Elifba, Türkçe ve Kur'ân alfabesi olarak ikiye
ayrılmalıdır. Önce Türkçe alfabe gösterilmeli ve batıda olduğu gibi alfabe
Öğretiminde önce sesli harflerden başlamalıdır2. İmlâ, inşa, kavaid hepsi bir derstir
ve bunların ilkokulda öğretilmesine gerek yoktur. Daha sonraki öğretim
kademelerinde verilebilir3. Türkçeyi sadeleştirelim ve Arapça eklerden kurtaralım.
Bunun, eğitime ve çocuklara çok faydası olacaktır4.
Kâzım Nâmi Bey, ikinci Meşrûtiyet döneminde özellikle dini eğitim üzerinde
durmuştur. Ona göre; biz insanlığa varlığımızı İslâmiyetle tanıtmışızdır.
İslâmiyetten ne kadar uzaklaşırsak o kadar zarar ederiz. Bizi taassup ve dinsizlik
mahvetmiştir. Şimdiye kadar dinî eğitime önem verilmemiştir. İnançlar zihne iyice
yerleştirilmemiştir5.
Halkı imanlı ve aydın yetiştirecek sınıf yalnız medreselerde yetiştirilmektedir. Oysa
bunlar halkı gerektiği gibi yetiştiremiyorlar. Yalnız sarıklı sınıfı değil, bütün halkı
aydın bir dindar haline getirmelidir. Din, bir zümrenin elinde çıkar âleti olmaktan
kurtarılmalıdır. Dinî eğitimin ne olduğu yanlış anlaşılmamalıdır. Bu Kur'an
okumaktan, sûre ezberlemekten inanca çevrilmelidir6. Efsane ve masalların
kuvvetli bir eğitici etkisi vardır, Pek çoklarımızın “Acem düzmesi” diye
1
Kâzım Nâmi, “Bize nasıl bir mekteb sistemi lâzım?”, Muallimler Mecmuası IX/26(1932),
S.188-193.
Duru K.N., “Meşrûtiyet Devrinde Maarif Sistemimiz”, Hakimiyet-i, Milliye; 10 Mart 1930,
2
Selanik Vilâyeti Muallimler Kongresi Mecmuası, Selanik 1328, S.39.
3
a.g.e. S.103-104.
4
a.g.e.S.108.
5
a.g.e. S. 134.
6
Kâzım Nâmi, “Dini terbiye'. İslâm Mecmuası, 1(1329), S. 17-20.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 203 ~
beğenmediğimiz kısa efsane kitapları eğitimimizde büyük ve etkili bir faktördür,
iyileştirilerek kullanılmalıdır1.
3.6.4. M. ŞEMSETTİN (GÜNALTAY)
Hayatı: 1883 yılında Kemaliye'de doğdu. Babası Müderris İbrahim Ethem Efendi
idi. Vefa idadisinden ve Dârülmuallimin-i Âliye fen şubesinden mezun oldu. Lozan
Üniversitesi Tabiî Bilimler bölümünü bitirdi. Arapça ve Farsçayı özel olarak
öğrendi. Kıbrıs ve Midilli idadileriyle, İzmir ve Gelenbevî liselerinde çalıştı. 1914
Dârülfünun ıslâhatında Edebiyat Fakültesi Türk Tarihi ve islâm Kavimleri Tarihi
kürsülerine müderris oldu. Süleymaniye Medresesinde Tarih-i Edyan ve islâm
Felsefesi derslerini okuttu. İlâhiyat Fakültesinin kuruluşuna önderlik etti. 1915'de
Ertuğrul sancağı mebusu seçildi. İstanbul Meclisi dağılıncaya kadar mebus kaldı ve
Öğretim üyeliği görevine devam etti. 1923'de Ankara Meclisi'ne Sivas milletvekili
seçildi. 1954'e kadar C.H.P. yöneticilerinden ve mebus olarak kaldı. 1949'da
Başbakan oldu. 1958-59'da İstanbul C.H.P. il başkanı oldu. 1961'de senatör seçildi
ve aynı yıl öldü. 1941 yılından ölümüne kadar Türk Tarih Kurumu başkanı idi. Bir
ara Edebiyat Fakültesinde Ordinaryüs profesör olarak tarih dersleri de yermiştir.
Eserleri: Maziden Âtiye (1913), Zulmetten Nura (1917), Hurafattan
Hakikate(1917), Tarifa-i Edyan (1922), İslâmda Tarih ve Müverrihler (1923-1925),
İslâm Dini Tarihi (1924), Mufasaal Türk Tarihi (5 cilt)(1928-1933), Uzak Şark Tarihi”
(1937), Eski Suriye ve İbraniler Tarihi (1937), Yakın Şark Tarihi (4 cilt) (1939-1951),
Türk Tarihinin İlk Devirleri (1937), İran Tarihi (1948), Hürriyet Mücâdeleleri” (1958)
v.s.
Eğitimimizdeki çöküşün tarihî gelişimi: Daha önce Türklerin ana eğitim kurumları
medreseler idi. Medreseler belli bir dönemden sonra çökmeye başlamışlardır. Bu
kurumun programından önce ulûm-u hikemiyye, daha sonra da bütün müsbet
ilimler çıkarılmış, uzaklaştırılmıştır, “İsagoci” medreselerin en değerli kitabı
olmuştur. Hurafelerle dolu “Kadımir” kitabı medreselere alınmıştır. Üstelik daha
sonraları öğretimde -kötü de olsa- bir programa uyulmamıştır. Medreseler müthiş
1
Kâzım Nâmi, “Heyber kalalarının, Battal Gazilerin terbiyevi rolü”, Türk Sözü dergisi,
1/7(1330). S.50-55.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 204 ~
bir şekilde sessizliğe gömülmüştür. İki satır yazı yazamayanlar yirmi sene
medresenişin olmuşlardır. Özellikle ilmiye sınıfı arasında görülen “zadeganlık” da
medreselerin çöküşünde önemli bir etmen olmuştur1.
Tanzimattan sonra, medreselerin yanına okullar açılmıştır. Medreseler ve okullar
aslında, sürü sürü tüketiciler yetiştiren fabrikalar idi. Buna rağmen aralarında
korkunç bir uçurum vardı. Yaptıkları, söyledikleri birbirinin tamamen aksi idi.
Birbirlerinden nefret ediyorlardı. Birisi çıkıyor, diğeri iniyordu. Bunlar milleti
birbirine zıt taraflara çekerek parçalamışlardır. Bu iki eğitim kurumu, aralarındaki
savaş yüzünden millete iyi bir eğitim verememişlerdir. Amaçlarının, ülkülerinin ayrı
ayrı olması, milleti de ayrı ayrı kamplara ayırmıştı.
İkinci Meşrûtiyet döneminde eğitimimizin durumu: Eğitimde çekişme ve çöküşün
hâkim olduğu tarihî gelişim, bu dönemde de egemen oldu. Eğitimin amacı gene
hükümet memuru yetiştirme olarak kaldı. Yenilgimizin sebepleri ye faktörleri
içtedir. Medreselerde ve okullarda dersler bırakılmıştır. Okul kitapları yerine, parti
gazeteleri okunmaya başlanmıştır. Her yere olduğu gibi, bütün eğitim
kurumlarımıza da parti mücâdelesi girmiştir2. Medreselerin düzeltilmeleri ve
canlandırmaları tam gerçekleşememiştir.
Bugün medreselerde binlerce memleket çocuğu heder olup gitmektedir. Bunlar
halkı da yanlış yollara, tehlikeli uçurumlara yöneltmektedirler. Öğrettikleri
müslümanlık asıl müslümanlık değildir. Öğretilen yanlış müslümanlık toplumu
mahvetmiş, asıl eğitimi ortadan kaldırmış, düşünce eğitimini yanlış amaçlara sevk
etmiştir. Medreselerin iyileştirilmesi ve canlandırılması, aynı zamanda halkı da
uyandıracaktır3.
Çocukların eğitim ve öğretimleri hususunda hâlâ derin bir uykudayız. Eğitimimizin
sağlam ve uyumlu bir temeli yoktur. “Eğitim ve öğretim” diye bir “usulsüzlük”
takip etmekteyiz. Oysa geleceğimiz, eğitime bağlıdır4. Çocuktan hayat savaşına
hazırlamıyoruz. Okullarımızda tâ eskiden beri Eflatun'un (M.Ö. 427-347) köhne
1
M.Şemsettin, Zulmetleri Nura, İstanbul 1331, S. 168-181. (Bu eserin yazımı 1331
olmasına rağmen, içeriği daha ziyade 1914'den önce çeşidi yerlere yazılan makalelerdir)
2
a.g.e., S.206-207.
3
a.g.e.S.95,184-186.
4
a.g.e., S.275-276.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 205 ~
“Devlet mefkuresi” kabul edilmiştir. Buradan, hükûmet işlerini idare edecek adam
yetiştirilmeye yönelinmiştir. Oysa kişi her şeyden önce kendi kendini idare
edebilecek derecede ve şekilde yetiştirilmelidir1.
Ülkemiz eğitim kurumları hâlâ tüketici yetiştiriyor. Üretici yetiştirecek okullara
önem verilmelidir. Diğer taraftan ilköğretim ihmal ediliyor, Her şeyden önce
öğretmen okulları açmalı ve ilköğretimi yaymaya çalışmalıdır.
Bugün gerek, öğretim kurulları gerek program gerekse bina bakımından
okullarımızın durumu çok kötüdür. Derme çatma bir öğretmenler topluluğu,
köhne programlar, sıhhate hiç uygun, olmayan binalar2. Programlarımız çok
karışık, faydasız şeylerle doludur. Pratik öğretim hâlâ anlaşılmamıştır. Öğretmenler
açısından okulların durumu en az medreselerinki kadar kötüdür. Öğretmenliğe
lâyık olmayan pek çok kişi okullarımızda öğretmenlik yapmaktadır. Birçok sınıfı
olan ilkokul ve rüşdiyelerin çoğu, hâlâ tek öğretmenle meşgul edilmektedir3. Din
eğitim ve öğretimi, öğrencileri dine karşı kayıtsız ve hissiz yapıyordu. Çoğu
yerlerde din öğretimi hurafelere dayandırılıyor4. “Mekteplerimizde takip edilen
tarz-ı tedris, okutulan kitaplar, tatbik edilen programlar memlekette inkişaf-ı
dimağa değil, zekây-ı fıtriyi boğmağa hizmet ediyorlar”5.
Eğitim nedir?
“Çocuklarınızı kendi zamanınızdan başka bir zamana
göre yetiştiriniz. Çünkü onlar sizin zamanınıza göre değil
başka bir zamana göre yaratılmışlardır.”
Hz.Âli
Her çocuk içgüdünün (“sevk-i tabii”) ve kalıtımın mahkûmudur. Eğitim, çocukların
iradesini terbiye ederek olabildiğince içgüdülerin ve kalıtımın etkisinden
kurtarmaya çalışır. Bizde eğitimin iradî temelleri, tâ ilköğretim kademesinden
itibaren konulmalıdır. “Terbiye ihtirasat'i aziziyeyi ta'dih temayülât-t necibiyeyi
1
M.Şemsettin, “Talim ve terbiyenin esasları”, Sebilü'r-Reşad dergisi, VIII/208(1328), S.497.
Zulmetten Nura, S 299.301.
3
a.g.e., S.303-304.
4
a.g.e., S.306.
5
a.g.e., S.333.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 206 ~
tenmiye' etmek suretiyle çocuğun fazilet-i halkiye, metanet-i iradiye ve inkişafat-ı
fikriye ile tecelli etmesini temin eder”1.
Çocuk büyüdükçe, önün şahsiyeti üzerinde çevrenin baskısı artar. Çocuğun üzerine
ana-babası, öğretmen ve diğer geniş çevresi tarafından yapılan etkiler, eğitim ve
öğretimdir.
Eğitimde her şeyden önce amaç ve öğretim biçimi belirlenmelidir. Herkes kendine
göre bir eğitim amacı ve öğretim biçimi belirler ve uygulamaya koyulursa, gelecek,
kuşaklar arasında bir birlik ve ahenk kalmaz. “Talim ve terbiye, seçayayı necîbe-i
milliyenin muhafaza ve neticesi esasına müstenid olmalıdır”2.
Eğitim biçimini, yani çocuğun nasıl yetiştirileceğini “pedagoji bilimi” gösterir. Bu
noktada çağdaş pedagojiyi iyi bilmek ve öğretmenlerimize tanıtmak yeterlidir.
Önemli olan çocukları niçin yetiştireceğimizi bilmek, amacı belirlemektir.
Artık Eflatun'un köhne “devlet mefkuresi” terk edilmelidir. Hükümet memuru
yetiştirme uygulaması bırakılmalıdır: Bir şahıs önce kendini, sonra şahsi işlerini
güzel idare etmekle yükümlüdür. Bu işleri yapacak kadar esaslı bir eğitim almamış
olan genç, hükümet işlerini nasıl idare edecektir? “Talim ve terbiye çocukları,
cemiyet içinde ne olmaları; lazımsa o hayat için hazırlamak esasına müstenit
olmalıdır”3. Böylece kişi kendi kendini güzel idare etmekle, içinde yaşadığı topluma
da faydalı olur. Eğitim ve öğretimin esasları şu şekilde belirlenmelidir:
a) Bir yaşayış biçimini iyi ve mutluluk verir olarak görmek ve belirlemek;
b) Bu yaşayış biçimini benimsemek;
c) Çocuğu bu hayata hazırlamak.
Eğitimin temelleri belirlendikten sonra, eğitim ve öğretim uygulamalarında bü
prensiplere uymalıdır4.
1
a.g.e., S.274.
Talim ve Terbiyenin esasları, S.497.
3
a.g.y.
4
A.g.m. S.489.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 207 ~
Türkiye, yükselmek için bir başka âleme girmeye mecburdur. Bunun için bir çok
değişiklikler yapmak gerekir. Okullarımız hayat için. hazırlanmış, aydın, erdemli
insanlar yetiştirmelidir. Gençlerim izdeki memuriyet hevesi kaldırılmalı, girişkenlik
(“teşebbüs-ü şahsî”) mayası tutturulmaya çalışılmalıdır. İngiltere, Amerika ve
Almanya gibi, girişkenliğe dayanan bir eğitim biçimi kabul etmeli, ve
uygulamalıdır1.
Eğitim, çevrenin ve zamanın ihtiyaçlarına uygun olmalıdır. Bugünkü kuşak, yarın
yaşayacakları zamana göre eğitilmelidirler. Çocuğu hayat kavgasına hazırlamaya
yönelik bir eğitimde üç önemli faktör vardır: Çocuğun bizzat kendisi, ana-baba ve
ailesi ile sosyal çevre. Eğitimde bu faktörlere çok önem vermelidir2.
Eğitim ve öğretimde bir amaç, bir ülkü gözetmek şarttır. Rumeli, bu amaç veya
ülkünün olmamasından ya da yanlış obuasından dolayı elimizden çıkmıştır.
Çocuklara verilecek iradî ve fikri eğitimde bu ülkünün verilmesi gerekir. Eğitimde
hangi amaç ve esas takip edilirse, toplum hayatı da yavaş yavaş o şekli alır. Milletin
yükselme ve gelişme esaslarını eğitim verir3.
Eğitim düzenlemesinde göz önüne alınacak bir başka esas, artık tüketici
yetiştirmeyi bırakıp, üretici yetiştirmeye yönelmektir. Toplumda bugün hüküm
sürmekte olan durgunluğu ve sefilliği ortadan kaldıracak kişiler yetiştirmek gerekir.
Bunu öğretmen okulları, meslek.ve sanat evleri, ticaret ve ziraat okulları
hazırlayacaktır4.
Eğitime etki yapan önemli faktörler: Eğitimi etkileyen en önemli faktörler, çocuğun
kendisinden başlamak üzere ana-baba ve ailesi, okul, öğretmen ve sosyal çevre
olarak belirlenebilir. Çocuğun içgüdüleri ve kalıtımla getirdiği niteliklerin eğitim
sırasında göz önüne alınması gerekir, iradi eğitim aracılığıyla bunlar kontrol altına
alınmalıdır.
1
M.Şemsettin, Maziden Âtiye, İstanbul, 1329, S.292-298.
M.Şemsettin, Tâlim ve terbiyede ebeveynin vezafi”, Sebilü'r-Reşad dergisi, Vlll/
204(1328), S.417.
3
Zulmetten Nura, S 278-280.
4
a.g.e., S.243.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 208 ~
Çocuk kendi kendini idare edebilecek yaşa gelinceye kadar, Devlet ve hükümet
onu eğitmeye mecburdur. Ama bu dönemdeki eğitimden aile de birinci derecede
sorumludur. Hattâ aile doğrudan doğruya, hükümet okullar aracılığıyla çocuğu
eğitmeye çalışır. Ailenin eğitim sorumluluğu, hükümetten büyüktür. Çocuk ilk dil
eğitimini baba ocağında, anne kucağında alır. Aile eğitimi en temel eğitim olduğu
gibi, aynı zamanda en etkili eğitimdir de!1
Eğitimde okul çok önemlidir. Eğitimcilerin pek çoğu okul eğitimini özel eğitime
tercih etmektedirler. Rousseau ve Locke gibilerin dışındakiler). Okul hayatı, çeşitli
yönlerden özellikle öğretim ve eğitim hayatından üstündür. Okul çocukları sosyal
hayata daha iyi alıştırır. Okul hayatının birçok iyi yönleri vardır. Bugün eğitim ve
öğretimin en önemli faktörü okuldur. Ancak okulun en büyük yardımcısı da ailedir.
Bunun için aile ve okulun ülküleri bir olmalıdır. Ayrı olursa, eğitimin etkinliği çok
düşük bir düzeyde kalır2.
Eğitimin bir diğer önemli faktörü, öğretmendir. Öğretmenlik özel bir meslektir, bir
uzmanlık işidir. Bilmek başka, öğretmek başkadır. Çoğu okullarda öğretmen azdır.
Çoğu öğretmen de öğretmenliğe lâyık değildir. Bir taraftan çok öğretmen
yetiştirilirken, bir yandan da niteliğe önem vermelidir3.
Genel sosyal çevreyi iyi hazırlamadan yapılacak yeniliklerin başarılması zor olur.
Bizim Batılılaşmamızın önemli nedeni, bir hareketten önce çevrenin iyi
hazırlanmamış olmasıdır. Eğitimde yapılacak girişimlerde de toplumun durumu
göz önüne alınmalıdır. Amacı ve metodu çeşitlendirmeden, eğitim bilimi ve
sosyoloji prensiplerini tam olarak uygulamalıdır4.
Öneriler: M. Şemsettin Bey'in çeşitli yazılarında çözüm olarak getirdiği öneriler, şu
şekilde sıralanabilir:
• İlköğretim, gerçekten sıkı bir zorunluluk altına alınmalıdır.
1
M.Şemsettin, Talim ve terbiyede ebeveynin...”, S.417-419.
M.Şemsettin, “Talim ve terbiyede mektepler, Sebilü'r-Reşad, VII/206(1328), S.460-462;
VIII/207(1328), S.477-478.
3
Zulmetten Nura S.298-304.
4
M.Şemsettin, Terbiye-i İçtimaiye prensipleri”, Sebilü'r-Reşad, VIII/203(1328), S.398-400.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 209 ~
• Liselerden ve sultanilerden önce ilköğretmen okulları açılmalı, ilköğretimi
yaygınlaştırmaya çalışmalıdır.
• Programlan değiştirmeden yeni okullar açmak zararlıdır. Programlar yerel
ihtiyaçlara uygun olarak değiştirilmeli, üretici yetiştirmeye yönelik olmalıdır.
Programları eğitim müdürleri ve müfettişleri hazırlamalıdır.
• Eğitim Bakanlığında sağlam bir örgüt kurulmalıdır1. • Lise ve idadi mezunları
sınavla altı aylık bir pedagoji kursuna alınmalı ve başaranlar rüşdiye öğretmeni
yapılmalıdır.
• Bulgaristan'daki gibi, üniversite mezunları üç yıl Anadolu'da rüşdiye öğretmenliği
yapmaya zorunlu tutulmalıdır. Her şeyden önce ilkokul ve rüşdiyelere öğretmen
yetiştirmeye çalışmalıdır2.
• Kadınlar, çocukların eğitiminden birinci derecede sorumludurlar. Kızların
eğitilmemesi büyük bir yanlış ve günahtır. Kadın da erkek kadar ilim öğrenmeye
mecburdur. Oğlanların gelecekte sefalete düşmemeleri için de kızların eğitilmesi
zorunludur3.
• Din dersi öğretmenleri aynı zamanda yeni fenlen de bilmelidirler. Ahlâkî eğitime
tâ ana kucağından itibaren büyük bir önem vermelidir. Ana-babalardan
mubassırlara kadar herkes bu hususta yardımcı olmalıdır4.
• İlkokul ve rüşdiye programlarına sağlık dersleri konmalı, okullarımızdaki beden
eğitimi derslerinde İsveç jimnastiği uygulanmalıdır5.
• Köylüleri aydınlatmak için “Tenvir heyetleri” kurulmalı, yanlı “mıntıka
mektepleri” açılmalıdır6.
• Mekteb-medrese ayrılığı artık ortadan kaldırılmalıdır1.
1
Zulmetten Nura. S. 299-302.
a.g.e. S.303-304.
3
a.g.e. S.26.
“Talim ve terbiyede mektepler”, 5.462.
4
Zulmetten Nura, S.39,313-319.
5
a.g.e. S.320-327.
6
Maziden Âtiye, S.310-314.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 210 ~
3.7. KADIN EĞİTİMİ AKIMI
Eğitim tarihinde kızların eğitimi sistemli olarak, çok geç ele alınmıştır. Kızların
sistemli eğitimi ilk defa Rönesansla başlamaktadır; hem de özellikle asil kadının
eğitimi şeklinde ele alınmıştır. Ondan önceki devrelerde “eğitim”, yalnızca erkek
çocukların eğitimi şeklinde kabul edilegelmiştir. Bu husus da ataerkil aile
geleneğinin bir sonucu olarak belirlenmiştir.
Bu akım 16, ve 17. yüzyıllardan itibaren İngiliz ve Fransız kültür çevrelerinde ilk
defa sistemli olarak başlamıştır, özellikle F.d.S.d.M. de Fenelon (1651-1715)
tarafından işlenmiştir. Daha sonraları kadınların eşit haklara kavuşturulması
yönündeki çalışmalara paralel olarak kızların eğitimi işi de eğitim tarihinde gerekli
yerini almaya başlamış ve bu husus çeşitli düşünürler tarafından işlenmiştir.
Bizde bu sorun ilk defa İkinci Meşrûtiyet’te ciddî bir sorun olarak tartışma konusu
yapılmaya başlanmıştır.
3.7.1. HALİDE EDİB (ADIVAR)
Hayatı: 1884'de'İstanbul'da doğdu. Önce evinde Şükrü Efendi (Ebu'l-lisan)'den
Arapça, Rıza Tevfik'ten (1868-1951) Türkçe ve Salih Zeki'den Matematik dersleri
aldı. 1901'de Amerikan Kız Kolejini bitirdi. Salih Zeki ile evlendi, iki oğlu oldu ama
sonradan boşandılar. 1908'den itibaren birçok gazete ve dergilerde yazılar
yayınladı. 1917'de Suriye'ye gitti ve orada kız okullarını kurdu. Aynı yıl Doktor
Adnan Adıvar'la evlendi.
1918-19'da Dârülfünun Edebiyat Şubesinde Garp edebiyatı müderrisi oldu.
Mütareke sıralarında Fatih ve Sultan Ahmet'te yapılan açık hava toplantılarında
söylediği heyecanlı nutuklar yüzünden, 19 Mart İstanbul işgalinde evi basıldı.
Ancak kendisi kocasıyla beraber Anadolu'ya geçti ve Millî Mücâdeleye katıldı,
İstanbul hükümeti tarafından kurulan Kürt Mustafa Divan-ı Harbinde hakkında
1
a.g.e. S.315.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 211 ~
ölüm karan (idam) verilen altı kişiden biri oldu. Kurtuluş Savaşı sırasında birçok
yararlı çalışmalarda bulundu.
1926-1939 yılları arasında kocasıyla beraber İngiltere ve Fransa'da bulundu. 192829'da çeşitli Amerikan üniversitelerinde yakın doğu düşünce tarihine dair
konferanslar verdi.
1931-32'de Columbia Üniversitesinde misafir Türkiye Fikir ve Edebiyatı profesörü
oldu. 1935’de de Hindistan Delhi Müslüman Üniversitesinde misafir profesör oldu.
Kalküta, Banares, Hint Üniversiteleriyle Haydarabat. Ahgar, Lâhur ve Peşaver
Müslüman Üniversitelerinde konferanslar verdi. 1939'da İstanbul'a döndü ve
1940'dan itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Edebiyatı
profesörlüğü görevinde bulundu. 1950-54 yıllan arasında milletvekilliği yaptı.
Sonra gene profesörlüğe dönerek 1964'de ölünceye kadar bu görevde kaldı.
Önemli Eserleri: Seviye Talib, İstanbul, 1909; Handan, İstanbul, 1912; Yeni Turan,
İstanbul, 1913; Son Eseri, İstanbul, 1912; Mevcut Hüküm, İstanbul, 1918; Dağa
Çıkan Kurt, İstanbul, 1922; Ateşten Gömlek, İstanbul, 1922; Vurun Kahpeye,
İstanbul, 1926; S i ne ki i Bakkal, İstanbul, 1936; Zeyno'nun Oğlu, İstanbul, 1928;
Kalp Ağrısı, İstanbul, 1928; Raikin Annesi, İstanbul, 1924 v.s. ;
Halide Edib, Türk sanat hayatında olduğu gibi, İkinci Meşrûtiyet fikir ve eğitim
hayatında da çok etkili ve önemli bir şahsiyettir. Eserleri, kadın ve kadın sorunları
üzerine kuruluydu. Eserlerinde, yazılarında, konferanslarında toplumun ana
meselelerinden birisinin kadın eğitimi, eşitliği ve hürriyeti olduğunu savundu ve bu
hususla gelişim yollan aradı.
Meşrûtiyetin daha başlarında. Tanin'de çıkan yazılarında kızlar için okullar açılması
gerektiğini kuvvetli, sert ve güzeldir dille ifade etti1.
1909'da bazı arkadaşlarıyla “Teali-i Nisvan Cemiyeti”ni kurdu. Bu cemiyet, kadını
sosyal hayata alıştırmak amacıyla kurulmuştu. Okuma-yazma, çocuk bakımı, ev
idaresi, yabancı dil kursları açtı. Halide Edib'in de katıldığı pekçok konferans
serileri düzenledi.
1
Sönmez,Emel, “Türk Romanında kadın hakları” Türk Kültürü Araştırmaları, 3-6 196669),S.56-57.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 212 ~
Halide Edib, ilk defa 1909'da yayınladığı “Seviye Talib” adlı eserinde İngiliz ve Türk
kadınları arasındaki sosyal farklılıklardan şikâyet etti. Bizim kadın lan m izin gazete
okuyup mektup yazacak kadar okuma-yazma öğrendiklerini, kalan bütün
zamanlarını ev işlerine ayırdıklarını ve sosyal sorunlarla hiç ilgilenmediklerini
belirtti2. O dönem dünyada feminizm hareketlerinin en çok hızlandığı
dönemlerden biri idi. Dünya feminizm hareketine Türk basın ve eğitim hayatı da
gayet faal olarak katılmıştı. Halide Hanım eserinde ciddî bir şekilde feminizmin
özüne eğildi ve Türk kadınlarının canlı hayattan, dışardaki sosyal hayattan niçin
tamamen çekildiklerini bulmaya çalıştı. Bu kadınlar hareketsiz, gevşek, kocalarının
“halet-i ruhiyelerine yabancı”dırlar1. Yazar Meşrûtiyet’ten sonra gelişen feminizm
hareketlerinden de kuşkuluydu. Bu, hürriyeti güzelce kullanmayı, öğrenecek bir
eğitimden geçirilmeyen, ahlâki bir olgunluğa ulaştırılmamış kadınları süslü bir
oyuncak yapacak, buna tepki olarak bazı mutaassıplar da kadınlarını mutlak
esarete bırakacaklardır, diyordu. Oysa kadını bir arkadaş, gelecek nesillerin annesi
ve mürebbisi olarak yetiştirmek gerekti. Türkiye'de, feminizmi bu şekilde anlayıp
gerçekleştirmeye çalışanlar çok az, üstelik hepsi nazariyeci, uygulayıcı yok,
fikirlerini savunuyordu2.
Ona göre, kadınlar belli bir eğitimden geçirilmeden kendilerine verilen hakların hiç
birisinden tam anlamıyla yararlanamazlar. Sosyal hakların ne demek olduğunu,
bunlardan nasıl yararlanılacağını kadınlara Öğretmek gerekir. Halide Hanım,
kadınların da dinî bir dünya anlayışından vatan ye millet esaslarına dayanan bir
dünya anlayışına geçirilmeleri gerektiğine inanmaktadır3.
Yazar bu eserinde “frenk taklitçilerine” şiddetle çatmakta, kadın üzerindeki eskiyeni çatışmasının problemlerini de dile getirmekteydi. Seviye Talib’in sonunda
eserin kahramanı kadın vicdanen hür, güçlü bir kadın olur. Oğlunu o şekilde
yetiştirir.
Halide Edib,1910 yılında Moll Home'in “İlm-i Talimin Psikolojik Esasları” adlı eserini
esas alarak “Talim ve Terbiye” adlı bir eser yayınladı4. Halide Hanım kaynak eserini
1
Halide Edib, Seviye Talib, İstanbul, 1342. S.4-5.
a.g.e: S.6-7.
3
a.g.e. S.13-14.
4
Halide Edib. Talim ve Terbiye, İstanbul 1327.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 213 ~
seçerken, psikolojik bir eser olmasına dikkat etmişti. Çünkü ona göre, nasıl sanayie
kimya, tıbba bakteriyoloji, ticarete iktisat ilimleri can vermişlerse, eğitime de
psikoloji can vermekteydi1. Elli yıldan beri, gelişmiş ülkeler eğitimi çok etkili bir
vasıta olarak kullanmaktaydılar. Çocuklarına eğitim vasıtasıyla gelecekteki
ülkülerini (gaye-i hayal) aşılıyorlardı2. Bizde, bu gaye-i hayalin ne aracılığıyla
gerçekleştirilebileceği, Meşrûtiyetin ilk yıllarında oldukça araştırıldı. Kimi ordu
dedi, kimi “umûr-u nafıa” dedi, kimi ticaret ve hirfet dedi. Ama hepsi de bunun
temelini ancak eğitim sağlar görüşünde birleşiyorlardı3. Halide Edib o sıralarda
Londra'dan birçok eğitim ve özellikle öğretim metodları hakkında eserler getirtti.
31 Mart olaylarının Halide Hanım'a çok büyük etkisi oldu. O artık, millî emellerin,
hüviyetimizin eğitim aracılığıyla çocuklara çabucak verilmesinde acele etmeye
başladı. 31 Mart olayları, eğitimde acele edilmezse, meydana gelebilecek pek çok
olayların küçük bir örneği idi. Halide Edib “Talim ve Terbiye” adlı eserini bu
acelecilikle Moll Home'un eserinden ta 1909'da “Türklere tatbik” etti. Ama basımı
ancak 1911'de yapılabildi.
Bu eserde elbette ki Halide Hanım'a has birçok eğitsel görüşler vardır. Ancak
bunları tam ve doğru olarak belirleyebilmek için asıl kaynak eserle karşılaştırmalı
bir çalışma yapmak gerekir.
Halide Edib'in 1912'de yayınlanan “Handan” adlı eseri ise, İkinci Meşrûtiyet
dönemindeki vasat eğitimden çok farklı bir eğitim görmüş olan Handan'ın
romanıdır. Farklı eğitim Handan'ı güncel olaylara derin ilgi duyan, zihnî konuları
tartışan, ciddî konular üzerinde duran bir kız yapmıştır. Handan, Nâzım adlı bir
Öğretmenden eğitim görmüştür. Önce ata binmeyi- öğrenmiştir. Kitap ve müzik
sevgisi o kadar güzel ve derin aşılanmıştır ki, Handan yazarlar ve bestekârlar
üzerinde tartışmalar yapabilmektedir. Handan'a, kurtuluş ve gelişme çabasında
bulunan ülkede kadınlara düşen önemli görevler de iyice anlatılmıştır. O, bütün
bunları peçe altında yapmıştır. Ancak bu eğitim ve zihniyetle Handan, o günkü
Türk toplumuna uyamamıştır.
1
a.g.e. S.3.
a.g.y.
3
a.g.e.S.5-6.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 214 ~
Ahmet Agayef’in 28 Haziran 1911 tarihli “Hakk” gazetesinin ilâvesinde Türkiye'deki
yabancı okullarla ilgili olarak verdiği rakamlar ve hükümler, o zamanki basında
Önemli tartışmalara yol açtı. Burada tartışmaya girenlerden birisi de Halide Edib
Hanım idi. Agayef’in genel suçlamalarına karşı, kendi eğitim gördüğü Üsküdar The
Society of the Promotion of Femal Education okulunu savunuyordu1. Bu okuldaki
öğretmenlerin hiçbir zaman dinî ve millî bir telkinde bulunmadıklarını, okuldan
çıkan hiçbir kızın da millî, dinî ve sosyal ideallere hizmet etmediğini uzun uzun
anlatıyordu. Buna karşılık Ahmet Agayef “Mektep, kavmiyet ve milliyetin temel
tacıdır. Misyoner Mekteplerinde Türklük ve İslâmiyet mi öğretiliyor?” diye
soruyordu2. Bunlar öğrettikleri yabancı dili kendi tarih, edebiyat ve dinleri
üzerinden öğretiyorlardı. “Nasyonalist”ler Jön Türk'te, Tercüman-ı Hakikat'te
yabancı uzmanların getirilmesini savunan kişilerdi. Ama Fransa'nın bile bütün
misyoner okullarını kapattığı, misyonerleri sınır dışı ettiği bir çağda çocukların ilk
millî ve dinî eğitimleri bu kurumların eline, verilmemeliydi, Bir başka kadın ise
kendisinin eğitimi sırasında birkaç katolik “soeur” okulu değiştirdiğini, Türklüğün
aşağılandığını belirterek; bu okulların tamamen kozmopolit zihniyette kişiler
yetiştirdiğini iddia ediyordu3.
Yabancı okullarda okumam benim “mutaassıp bir nasyonalist” olmama engel
olamadı diyen4 Halide Edib; çocuklara derin, vakur, şiddetli bir kavmiyet hissi
vermeye çalışıyordu. Ülkemizde ideal (emel) yok ve olmadığı sürece de istikbâl de
yoktur. Millî, .dinî ve vatanî ideallerin verilmemesi suçu okullarda değildir. Bunu tâ
ailelerde, ailenin kuruluşu, yaşayışı ve genel olarak Türk toplumunun sosyal ve
ahlâkî şartlarındadır. Bu idealsizlik görünüşte okullarımızdadır. Oysa gerçekte
toplumun yaşayışında, özündedir. Bu fikirleri savunan Halide Edib Hanım
“bugünkü yegâne ideal, Türk nasyonalistliği ve yeni lisan taraftarlığıdır”, diyordu5.
Ama hemen arkasından da yabancı okul mezunlarına hücum etmenin
nasyonalistime sığmayacağını belirtiyordu.
1
Halide Edib, “Yusuf Akçora Beyefendiye”, Tanin, 6 Temmuz 1912.
Ahmet Agayef, “Mecburî bir cevap”, Hakk, 12 Temmuz 1912.
3
Nezihe Muhlis, “İdeal makalesi münasebetiyle”, Hakk, 17 Temmuz 1912.
4
Halide Edib, a.g.m.
5
a.g.m.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 215 ~
Halide Edib ilköğretimin “millî bir muhitte” yapılmasını, ama idadi ve daha sonraki
öğretimin başka bir yabancı okulda yapılmasında hiçbir mahzur görmediğini
belirtmekleydi. Hattâ bu daha faydalıdır, diyordu1. Amerikalıların bile -öğretim
bakımından çok üstün oldukları halde- Avrupa'ya öğrenci gönderdiklerini
hatırlatıyor. Nezihe Hanım ise, bizim gençlerimizin Amerikan gençleri olmadığını
hatırlatıyordu2.
Halide Edib'in İkinci Meşrûtiyet dönemindeki eğitim görüşlerinin en ideal ve
berrak şekilde açıklandığı eseri 1913'de yayınlanan “Yeni Turan” adlı eseridir3. Bu
eser ütopik bir eserdir. Burada Handan'dan da, Macide'den de farklı, yepyeni bir
kadın tipi anlatılır. Macide ve Handan, erkekler tarafından yetiştirilen, ne kadar
atılgan olsalar da gene erkeklerin gerisinde, toplumla uyuşamayan tiplerdi. Yeni
Turan'ın Kaya'sı ve diğer kadınları ise evlerinin duvarlarını aşmış çalışkan bir
toplum üyesi olmuş, ülkenin her yanında okullar açmış, erkeklerle elde vererek
yeni bir vatan kurmaya çalışmaktaydılar. Gerçi o zaman kızların okutulması,
bunlara sosyal hayatın her yanında yer verilmesi v.s. basında sürekli olarak
tartışılıyordu ama Yeni Turan kadınları onlardan çok çok ilerdeydiler. Yeni
Turan'daki kadınlar İkinci Meşrûtiyet dönemi Osmanlı kadınlarından ziyade Orhun
yazılarındaki, Dede Korkut hikâyelerindeki kadınlara benzemekteydi4.
Halide Edib, bu eserinde Türk kadınını eskiden olduğu ve uzun yıllar (telemini
çektiği üstün bir mevkie çıkarmıştı:
“Yeni Turan'ı en çok göze çarptıran şey, belki de Türk kadını müessesatı idi. Yeni
Turan, kadın kırı da okutuyor, kadınlarını da yanı başında çalıştırıyordu. (...) Yeni
Turan, hasta bakıcılık eden, ciddi surette hastabakıcı yetiştiren, ordunun dikişini
dikmek için kadın ameliyathanelerinde çalışan, iktisadî, insanî ve daha bilmem yüz
türlü çalışan akın akın kadınları vardı”5.
1
a.g.m.
Nezihe Muhlis, a.g.m.
3
Halide Edib; Yeni Turan, İstanbul 1329
4
Sönmez.E., a.g.m. S.66.
5
Yeni Turan, S.10
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 216 ~
Kaya Hanım, Yeni Turan okullarını ilk önce Erzurum'da açmıştı. Bu işte kendisine
kadınlar yardımcı olmuşlar, on yıl içinde bu kentte 15-20 okul açmışlardı1. Bu
okullar özel okullardı. Yeni Turan gençleri yetiştiriliyordu. Resmî okullar dinsiz
gençler yetiştiriyorlardı. Oysa Yeni Turan okullarındaki programda din dersleri
saatleri daha az olmasına rağmen uygar olmayı İslâmlığa aykırı görmeyen,
hayatinin onca meşguliyeti ve eğlencesi arasında bile ibadet eden dindar Yeni
Turan gençleri yetiştiriliyordu2. Bu okullarda hemen hiç politika yoktu. Amelî
surette ziraat, çocuklara gerekecek kadar “malumat-ı ibtidaiye” ve en çok sağlık ve
sağlıklarının gerekliliği üzerine kurulmuş öğretim gösteriyordu. Cuma günleri
sinematograflarla çocuklara ve köylü kadınlara en basit tarzda sağlıkla ilgili, pratik
ve tarım konferanstan veriliyordu3.
İstanbul'un her mahallesinde Yeni Turan'ın kurduğu “Cuma Mektebi “* vardı. Bu
okullar sade bir salonda, kadınların idare ettiği, çocuklara dinî, ahlâki ve yararlı
bilgiler veren okullardı. Burada hikâye anlatılır, resim dersleri verilir, elişleri
yaptırılırdı4. Yeni Turan Partisi İstanbul'da her mahallede okul parası veremeyecek
kadar fakir olanların çocuklarını, açtığı okulların birinde parasız olarak
okutuyordu5.
Yeni Turan Partisi hükümet olunca Anadolu'yu baştanbaşa okullarla donatır.
İlköğretim zorunlu kılınır ve şiddetle ilkokul öğretimi görmemiş Anadolu çocuğu
bırakılmaz. Hükümet birçok Turanlı genç çiftçiye Avrupa'da öğrenim imkânı
sağlar6.
Halide Edib'in eserinde Yeni Osmanlı Partisi, Yeni Turan Partisinin rakibidir. Bunlar
Turan hareketini kadınların faaliyetleri, İslâmiyete uygunluğu vb. açılardan gözden
düşürmek istemişler ama başaramamışlardır. Üstelik bu bakımlardan onları takdir
etmekten de kendilerini alamamışlardır.
1
A.g.e. s.15
A.g.e s.13.
3
A.g.e. s.16
*
Pazar Okulu gibi.
4
A.g.e. s.12
5
A.g.y.
6
A.g.e. s. 137-138.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 217 ~
Yeni Turan sosyal düzeninin kumcusu Kaya adlı bir kadındır. Halide Edip burada
kadın gücünün, toplumu değiştirmede ne etkili bir silâh ve potansiyel olduğunu
sembol olarak anlatmıştır. Burada yeni bir Türk kadını nesli gösterilmektedir.
Uygar batı toplumlarıyla, o zamanki geri kalmış Türk toplumu arasındaki yegâne
fark içtimaî farktır. Kadınlara karşı nokta-i nazarımız farklıdır. Fakat ocağımızı
ısıtacak hararetin membaı, yurdumuzu yeşillendirecek ümranın vasıtası, hepsi bu
kadın meselesinden ibarettir1.
Yeni Turan eğitim sistemi erkeği ve kadını sorumlu ve mutlu aile reisleri ve
birbirlerinin arkadaşları olarak hazırlamaktadır. Yeni Turan düzeni, kadın-erkek
işbirliğiyle gerçekleştirilecektir2.
“Yeni Turan kadınlarda ahlâkî, içtimaî bir inkılâp yapar; kadınları bir et, bir makina
halinden çıkarıp, erkeklere temiz bir arkadaş, çocuklara ve bütün memlekete bir
ana, bir mürebbi yapmak için çalışır”3.
Halide Edip, siyasî düzen bakımından Meşrutî bir federasyonu, adem-i merkeziyeti
savunmaktadır, Türkleri güçlendirecek Yeni Turan düzeni merkeziyet değil,
federasyondur, diyordu4.
1
A.g.e. s.71.
A.g.e. s.74.
3
A.g.e. s.30.
4
A.g.e. s.44-45,50.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 218 ~
3.8. BEDEN EĞİTİMİ AKIMI
Eğitim tarihinde beden eğitimi özellikle ilkçağlarda büyük bir yer tutmakladır.
Antik çağ Yunan eğitiminde beden gelişimi, eğitimin en önemli, amaçlarından ve
dayanaklarından biri idi. Sparta şehir devletinde geliştirilen “pentatlon” ve Atina
şehir devletinde gelişen “Gymnasionlar bunun en açık delilleridir. Ancak
Yunanlılardan sonra beden eğitimi yavaş yavaş terk edilmiş, Avrupa ortaçağında
ise hemen hemen tamamen unutulmuş bir duruma gelmiştir.
Daha sonra F. Rabelais (1499-1553), M.de Montaigne (1533-1592), J.-J. Rousseau
(1712-1778). Chr. G. Salzmann (1744-1811) v.s. gibi eğitimciler jimnastik ve vücut
idmanlarını savunmuşlar, ancak bir başarı sağlayamamışlardır.
19. yüzyılda ise H.Spencer'in (1820-1903) olumlu fikirlerinden sonra Thomas
Arnold (1795-1842) eğitimin ağırlık merkezinin vücut idmanları olduğunu ileri
sürerek İngiliz kolejleri ve diğer okullarda sportif oyunlar ve beden eğitiminin yer
almasını sağlamıştır.
Bütün ülkeler beden eğitiminden ve onun kollan olan spor, oyun ve jimnastikten
çocuk karakterinin oluşumunda yararlanmak istemişler, her kademedeki okul
programlarına bol bol beden eğitimi dersleri koymuşlardır. Böylece “spor
pedagojisi” adlı bir eğitim bilimi dalı doğmuş, özellikle İsveç jimnastiği bütün
dünyaya hızla yayılmıştır.
Türkiye'de gerçek beden eğitiminin okullara girişi, Meşrûtiyet döneminde ve Selim
Sırrı Bey'in çalışmalarıyla olmuştur.
3.8.1. SELİM SIRRI (TARCAN)
Hayatı: 12 Mart 1874'de Yenişehir(Mora)’de doğdu. Babası Miralay Yusuf Efendi
idi. Yenişehir'in Yunanlılar tarafından alınması üzerine 1880'de İstanbul'a geldi. Bir
yıl Mirahur mahalle mektebinde okuduktan sonra Galatasaray Sultanisine yazıldı.
Oradayken Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn sınavını kazandı. 1896'da İstihkam
mülazım-ı evveli olarak bu okuldan çıktı. İkinci Meşrûtiyetin ilânına kadar bir çok
askerî birliklerde ve okullarda çalıştı. Meşrûtiyetin ilânından sonra Stockholm
“Terbiye-i Bedeniye Dârülmuallimin”ne gönderildi. Oradan döndükten bir yıl sonra
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 219 ~
askeriyeden ayrıldı. “Umum Mekâtib-i Mülkiye Terbiye-i Bedeniye Müfettişliği”ne
atandı. Öğretmen ve konferansçı olarak kendini tamamen eğitime verdi. Hattâ
kendisi “Terbiye-i Bedeniye Mektebi” adlı özel bir beden eğitimi okulu da kurdu.
Yurt dışında çeşitli kongrelerde Osmanlı Devleti'ni temsil etti. 1912 Olimpiyat
oyunlarına katıldı. Avrupa'da pek çok incelemelerde bulundu. Orada konferanslar
vererek Türkiye'yi tanıttı. Yurt içinde bir taraftan kadın ve kızlara bile beden
eğitimi uygulamaları yaptırırken, bir taraftan da “Medresetü'n Vâizîn”de
öğretmenlik yaptı.
Selim Sun Bey, 12 Mayıs 1916'da şahsî gayretiyle Türkiye'de ilk defa “İdman
Bayramı”nı düzenledi. Millî Olimpiyat Komitesi'ni kordu. 1930 yılına kadar bu
Komitenin başkanı olarak çalıştı. 1935 yılında, Eğitim Bakanlığı baş
müfettişliğinden emekliye ayrıldı. 1935-1946 yıllan arasında Ordu milletvekili
olarak Meclis'te çalıştı. 1956 yılında İstanbul'da öldü.
Yayın hayatı; Selim Sun Bey, çok iyi bir hatip-olmasının yanı sıra, devamlı olarak
yazardı. 2520'yi aşan makalesi ve irili ufaklı 58 kitabı vardır1. İkinci Meşrûtiyet
dönemi içinde makalelerini yayınladığı önemli süreli yayınlar: Hizmet (İzmir),
Servet-i Fünûn, Musavver Muhit, Muallim, Muallimler Birliği, Osmanlı Genç
Dernekleri, Sabah...
Ayrıca kendisi de 1911-12 yılında Terbiye ve Oyun adlı bir dergi çıkarmıştır.
1908-1914 arasında yayınladığı önemli eserleri de şunlardır: İsveç Usulünde
Jimnastik. Terbiye-i Bedeniye, İstanbul 1326; Bizce Meçhul Hayatlar. İsveç'te
Gördüklerim, İstanbul 1327; Macaristan'da Terbiye-i Etfal, İstanbul 1330; Terbiye-i
Bedeniye, İstanbul 1331; İsveç Usulünde Terbiye-i Bedenîye ve Mekteb Oyunları,
(Prof.T.L.Gren’den çeviri) İstanbul 1329; Terbiye-i Bedeniye,* (Dyknts'dan çev.)
İstanbul 1330.
“Terbiye-i Bedeniye Mektebi”: Okulun kurucusu Selim Sırrı Bey'dir. İstanbul'da Rıza
Paşa Yokuşunda 20 Aralık 1909'da kurulmuştu. Okula ilk kaydolanlar arasında
(Prens) Sabahaddin Bey de vardı. Londra, Petersburg, New York ve Stockholm
şehirlerindeki okullar örnek alınarak kurulmuş olan okul “azalan kuvvetlendirmek,
1
Sel, Ruhi, “Selim Sırrı Tarcan”, Öğretmen dergisi, XV/173(1962), S 7
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 220 ~
vücudu terbiye etmek”, amacını güdüyordu1. 7-60 yaş arasındaki erkekleri kabul
ederi okulun ana dersleri şunlardı: Kılıç, Düello Maçı, Boks, Alafranga Güreş, Nişan
Atma, İsveç ve Alman Jimnastikleri. Bu dersler nazarî ve amelî olarak veriliyordu.
Öğretim süresi üç yıl olan okulda, devam durumlarına göre dört sınıf vardı: Hususî,
mecburî, ihtiyarî ve heveskârân sınıfları. Cuma günleri hariç her gün saat üçten
altıya kadar açık olan okulda “dinden ve politikadan konuşmak yasaktı.” Dersler ve
duşlar ücretli idi. Selim Sırrı Bey 1909 Mayısında İsveç'e gittiğinden, okul daha
sonra çalışmamıştır.
Görüşleri: Selim Sırrı çeşitli nedenlerle Avrupa'yı en çok gezen ve kendi alanında
Avrupa'yı en iyi bilen kişilerden biriydi. Her alanda çok faal ve temsilci idi.
“Şark ve garbın bazı irfanından toplayabileceği mahsulatı genç, mütefekkir
dimağların istifadesine” koymaya çalışıyordu2. “Takip edeceğimiz meslek ne İngiliz
ne Fransız ne de Alman terbiyesi olacaktır. Yalnız bu üç büyük milletin şâyân-ı
takdir olan evsaf ve mesaiini taklit etmeye mecburuz...” diyordu3.
Selim Sırrı, eğitimde tensik ve ıslâha en önce ilkokullardan başlanılması gerektiği
üzerinde ısrarla durmaktadır. İnsan hayatının bu en önemli devresi bizde çocuğun
tabiatına tamamen zıt bir biçimde geçirilmektedir. Hem “sakin, uslu çocuk”
zihniyeti, hem de ilkokullardaki uygulamalar memleketin geleceğini
mahvetmektedir4.
Çocuklara verilecek ilk eğitim, beden eğitimidir. Çünkü manevî eğitim, beden
eğitimi sayesinde kazanılır. Çocuğu “âlim” etmeden önce “adam” etmek lâzımdır
ki, bu da beden eğitimi ile olur5.
Bizim okullarımızda aşağı yukarı elli yıldan beri jimnastik dersleri vardır. Fakat bu
ampirik jimnastik dersleri kimlerin elindedir ve ne yarar sağlamıştır? Şişmanlara ve
zayıflara yapılmayan, yalnızca istekli bir kaç kişiye yapılan bu dersin amacı nerede
kalmıştır? Beden eğitimi öğretmeni anatomi, fizyoloji ve tababetin yanı sıra
1
Okulun yönetmeliği 19 Teşrinisani 1324 tarihli “Serbesti” gazetesinde yayınlanmıştı.
Selim Sırrı, “Meslek ve maksadımız”, Terbiye ve Oyun, 1/1(1327), S.1.
3
Terbiye ve Oyun, 1/3(1327), S.44.
4
Selim Sırrı, “Mekteplerimiz ve Spor”, Musavver Muhit dergisi, 4 Kanunuevvel 1324, s.108.
5
Selim Sırrı, İsveç Usulünde Jimnastik. Terbiye-i Bedeniye, S.47.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 221 ~
hareket nazariyelerini de bilmelidir. Okullarımızda uygulayacağımız tehlikeli
olmayan, sıhhi ve fennî İsveç jimnastiği olmalıdır1.
Selim Sırrı, sürekli olarak yenilenen okul programlarında jimnastik dersi saatlerinin
arttırılmamasından yakınmaktadır2.
Bir toplumda kadının eğitimi çok önemlidir. Çünkü çocukların ilk “mürebbi”leri
anneleridir. Çocuk, ilk özel eğitimini aile içinde alır. Aile içinde anne çocuğuna
ahlâkî enlemleri, baba da bilgi ve kazanç yollarını öğretmelidir3. Kadınlar
çocuklarını hem sağlık kurallarına uygun yetiştirmelidir hem de onları toplum
hayatına hazırlayan bir özel terbiye vermelidirler4. Bu nedenle kadınlarımızın
sosyal seviyelerini yükselterek onlar bir yüksek tahsil ve terbiye vermelidir. “...
dünyada her türlü terakkiyatın masdar-ı kemâlâtı medeniye ve bu kemâlâtın
miyarı sahihi kadınlardır”5. Oysa bizim toplumumuzda kadınların yüzyıllardan beri
süregelen yasayı tarzları onların bütün sinirlerini bozmuş, korkak, çekingen hale
getirmiştir Kadınları bu ruh durumundan kurtarmada beden eğitiminin de büyük
rolü olacaktır6.
Okul, çocuğu hayat mücâdelesine itmeli ve her konuda işbölümü esaslarına
alıştırmalıdır. Çocuk körü körüne itaat eden bir makine haline getirilmemelidir,
ona hür bir terbiye vermelidir7. Selim Sırrı, jimnastik oyun, spor v.s. gibi beden
eğitimi konularında Batının en yeni fikirlerini Türkçeye aktarmış ve onların
uygulanması yönünde bitmez tükenmez çalışmalar yapmıştır.
Selim Sırrı, sporu gençler arasında yaymak için pek çok uğraşmıştır. Eğitim
çalışmalarının yanı sıra 1911 yılında “Dârülfünun Gençleri Terbiye-i Bedeniye
Kulübü”nün kurulmasına da önderlik etmiştir.
1
Selim Sırrı, “Hakikate doğru”, Musavver Muhit, 26 Şubat 1324, S.276-277.
Selim Sırrı, “Gençlere”, Musavver Muhit, 27 Teşrinisani 1324, S.89.
3
Selim Sırrı, “Gençler”, Terbiye ve Oyun, 1/1(1327), S.2-4
4
Selim Sırrı, “Çocuk terbiyesi”. Terbiye ve Oyun, 1/2(1327). S.17-18.
5
Selim Sırrı, Meslek... S.1.
6
Selim Sırrı, İsveç Usulü Jimnastik.., S.48.
7
Selim Sırrı, “Mekteb oyunları”, Terbiye ve Oyun, l/1((1327), S. 10 n2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 222 ~
4. İKİNCİ MEŞRÛTİYET DEVRİNDE MAARİF ALANINDAKİ
GELİŞMELER
4.1. MAARİF İDARESİ
4.1.1. EĞİTİM ÖRGÜTÜ (“Maarif Teşkilâtı”)
Birinci Meşrûtiyet’ten sonra Maarif Nezareti’ndeki ilk örgüt değişimi Hakkı Bey'in
yaptığı tensikat sırasında oldu. Hakkı Bey, “Daire-i İlmiye” ile “Daire-i İdare”leri
birleştirdi ve üye sayısını da sekize düşürdü. Mekâtib-i İdadiye”, “Rüşdiye” ve
“İbtidaiye Daireleri” yeniden açıldı. Bu dairelere yeni müdürler atandı. Eskiden
bunların görevlerine bakan “Merkez Maarif Müdüriyeti” de lağvedildi1.
Tensikat çalışmaları bütün 1909 yılı boyunca devam etti. Bu, bütün Osmanlı Devlet
örgütünü sarstığı gibi Maarif Nezareti’nde de çok önemli değişikliklere yol açtı.
1908 yılında, İkinci Meşrûtiyetin ilânından hemen sonra hem dairelerdeki memur
fazlalığını atmak, hem de eski İkinci Abdülhamid döneminin idarecilerini
temizlemek için hızlı bir tensikata girişildi. Mizah dergileri bunu, Bakanın
Bakanlıktaki memurları süpürüp alması şeklinde yorumladılar2. Kadro düzenlemesi
denilebilecek bu hareket önceleri Bakanların keyfî idarelerine bırakılmışken, 1909
Ağustosunda bir Komisyona devredildi3. Komisyon, dairelerin ve memurların genel
genel durumları hakkında ayrıntılı bir araştırmadan sonra yaptığı kadro
düzenlemelerini tamamladıkça basın aracılığıyla ilân etti. Önce Bakanlığın merkez
örgütü ve Bakanlığa bağlı kuruluşlar, sonra da okullarla ilgili düzenlemeler yapıldı4.
1
“Maarif Nezareti’nde”, Tenin”, 6 Ocak 1909.
Namık Ekrem, “Ahval-i Maarif”, Mirat-ı Maarif dergisi, 1(1324), S.8-9.
2
Kalem dergisi, 1(1908), kapak karikatürü.
3
“Maarifte tensikat”, Tanin, 26-27 Ağustos. 1909.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 223 ~
yapıldı1. Komisyonun merkez örgütündeki kadro düzenlemelerinden sonra şöyle
bir durum ortaya çıktı2:
Ancak tensikat bu komisyon çalışmalarıyla da bitmedi. Emrullah Efendi zamanında
Bakanın bu çalışmalara gene müdahale ettiği görüldü. Üstelik Emrullah Efendi'nin
yaptığı düzenlemeler şikâyetlere neden oldu; artık tensikat kalburunun yırtıldığı,
iyilerle kötüleri ayırt etmeden, gelişigüzel ve tesadüfî bir eleme yaptığı
gösterilmeye başlandı3.
Bakanlık 1910 yılı başlarında merkezdeki ve taşradaki örgütüne bir V ı düzen
vermeye çalıştı. Ocak ortalarında, önce Vilâyetlerdeki Maarif İdarelerine bir yazı
göndererek şu hususları belirtti4:
Memurlar genel hizmetler için atanmışlardır. Bu işleri yapmayan memur, istifa
etmiş sayılır. Memurlar sorumluluklarını bilmeli, birbirlerini uyarmalıdırlar.
Yazışmalar çok hızlı olmalıdır. Yazılarda kullanılan dil açık ve anlaşılır olacaktır.
Gereksiz işlerden kaçınılacaktır. Bir iş için başvuran vatandaşların işleri eğer
1
Tanin, 31 Ağustos, 19 Eylül 1909.
Tanin, 2 Eylül 1909.
3
eI-Üfürük mizah dergisi 2(7 Eylül 1324) S.2'deki karikatür.
4
“Maarifimiz”, Sabah, 17 Ocak 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 224 ~
kânuna uygunsa hemen yapılacaktır; değilse güzel bir anlatımla açıklanacaktır. “Az
yazınız, çok iş görünüz. Kâğıt değil iş çıkarın.”
Bunun hemen arkasından Bakanlık, merkez örgütteki işlerle ilgili beş kararname
hazırlayarak ilgililere duyurdu1. Bunlarda:
1) Yeni bir “Tahrirat Müdüriyeti” kurulmuş ve görevleri yedi madde halinde
sıralanmıştı.
2) Bakanlık Evrak Müdürünün, evrakın kayıt ve dosyalanmasıyla ilgili görevleri,
3) İmza yetkileri ve “derkenar usulüyle evrak tevdiinin kaldırılması” konusunda
kararlar;
4) Gene derkenar yazmayıp, ayrı bir evrak yazılması hakkında;
5) Hem memurluk hem de öğretmenlik yapanların, öğretmenlik yapmadığı
günlerde maaşlarının kesilmesi hakkında hükümler vardı.
Ancak bunların pek etkili olmadığı görülmektedir. 1910 yılının sonlarına
gelindiğinde gene, Bakanlığın memurları düzgün olarak görevlerine devam
etmiyorlardı. Devam edenlerde de hâlâ yetki ve sorumluluk duygusu
yerleşmemişti. İkinci Abdülhamid döneminden kalan 'her işi Nazıra sorma
geleneği' devam ettiği gibi, daha da şiddetlenme eğilimi gösteriyordu2.
Bu durum karşısında Bakanlık ileri gelenlerinden “Maarif İntihab-ı Memurin
Encümeni” adlı bir Komisyon kurularak, Bakanlıktaki memurlar bu Komisyon
tarafından alınmaya başlandı. 1911 başlarında bu Komisyon lağvedilerek gene her
Şubenin kendi memurunu seçmesi usulüne dönüldü3.
1911 yılı Nisan'ında Maarif Nezareti örgütünde bir “Tedrisat-ı Âliye Şubesi”
kurulması kararlaştırıldığı; buraya Dârülfünun, yüksekokullar ve Avrupa'da
1
“Maarif Nezareti kararları ve tensik-i muamelât”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 19 Ocak 1910.
“Maarif Nezareti'nin İdare-i dâhiliyesi”, Tanin, 2 Aralık 1910.
3
“Maarif İntihab-ı Memurin Encümeni”, Sabah, 8 Ocak 1911.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 225 ~
öğretimde bulunan öğrencilerin bağlandığı, “karşı gazete”lerde görülen haberler
arasındaydı1.
1911 bütçe görüşmeleri sırasında Maarif Nezareti Müsteşarlığı ve Meclis-i Maarif
Başkanlığı görevleri birbirinden ayrıldı; bu görevlere ayrı ayrı atamalar yapıldı2. Bu
sıralarda Avrupa'daki öğrencilerin idaresi Yükseköğretim Şubesinden
alınarak,“Avrupa’daki Talebe-i Osmaniye Nezareti” adlı bir idare birimi kuruldu3.
İstanbul'daki okulların sağlık şartlarına elverişli olmaması, çeşitli toplantı ve
Bakanlığın uyarmalara neden olmuştu4. Bakanlık bunun üzerine bir “Heyet-i
Tıbbiye” kurdu5. Ayrıca 1911 yılında da “Maarif Hıfzıssıhha-i Mekâtib Komisyonu”
adlı bir örgüt oluşturdu. Bu bir merkez Komisyonu olacak, vilâyetlerde kurulacak
komisyonlar da buna bağlı olacaktı6.
İkinci Meşrûtiyet devrinde eğitim örgütündeki en esaslı değişimi Emrullah Efendi
1912 başlarında yaptı. Bu değişim tamamen Fransa Eğitim Bakanlığı örgütüne
dayanılarak yapılmıştı. Emrullah Efendi'nin 1912 başlarında hazırladığı yeni örgütü
Şûrayı Devlet de onayladı7. Bu arada Emrullah Efendi eğitimin hep mevzuat
yönleriyle ilgileniyordu. Öğretim sorununda hükümet patrikhanelere bazı
ayrıcalıklar tanıdığı için, ilköğretim hakkında Meclis'e sunduğu yasa tasarısını geri
alıyor8, Sorbon Üniversitesi Yönetmeliğini Dârülfünun’a uyarlıyor, ortaöğretim
hakkında da bir Yönetmelik hazırlıyor9 ve Mart ortalarında Bakanlığın yeni
örgütünü uygulamaya koyuyordu. Yeni düzenlemeye göre Bakanlığın merkez
örgütü şöyle şemalandırılabilir10.
1
“Maarif Nezaretinde teşkilât', Sabah, 7 Nisan 1911.
“Maarif Nezaretinde”, Sabah, 20 Haziran 1911.
3
“Maarif teşkilâtı”, Sabah, 6 Temmuz 1911.
4
“Mektepler hakkında tedabir-i tehaffıziye”, Sabah, 31 Mart 1910.
5
“Mekâtibde hıfzıssıhha”, Sabah, 2 Ağustos 1910.
6
“Maarif Hıfzıssıhha-I Mekâtib Komisyonunun Sureti Teşkili İle Vezaifine Dair Nizâmnâme”,
Takvim-i Vekayi, 842(24 Mayıs 1327).
7
“Maarif teşkilâtı”, Sabah, 16 Şubat 1912.
8
“Maarif Kanunu Lâyihası”, Sabah, 2 Mart 1912.
9
“Maarif havadisi”, Sabah, 15 Mart 1912.
10
“Maarif Nezareti Teşkilatı”, Sabah, 17 Mart 1912. (Şemalandırma bizce yapılmıştır).
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 226 ~
Bakan, önce eğitim örgütünü açıklamakla yetinmiş, yönetmelik ve gerekçeyi daha
sonra yayınlamıştı1. Bu şekildeki uygulama da bazı eleştirilere neden olmuştu2.
Maarif Nezareti’nin yeni örgütü ile eski örgütü arasında esas olarak üç temel fark
vardı: a) Sicil, İstatistik ve Levazım daireleriyle Tedrisât-ı Hususiye idaresi
lağvedilmiş; bunların görevleri Tedrisât-ı İbtidaiye, Tâliye ve Âliye dairelerine
dağıtılmıştı, b) özel olarak görevlendirilmiş üyelerden oluşan eski Meclis-i Maarif
lağvedilmiş; onun yerine memur, öğretmen ve müfettişlerden oluşan Meclis-i
Kebir-i Maarif kurulmuştu, c) Yerlerinde bırakılan dairelerden her biri şubelere
ayrılmıştı.
Emrullah Efendi'nin Bakanlık görevlerinde bulunduğu sırada yaptığı hemen her işe
karşı çıkıldığı gibi, bu girişimi de pekçok eleştirilere uğradı. Sâtı' Bey, tek olumlu
yönün dairelerin şubelere ayrılması olduğunu, diğer taraftan dairelerin lağvı ve
Maarif Meclisindeki değişikliğin hiç uygun olmadığını yazdı3. Zaten gerekçe
mazbatasında çok önemli olan Meclis-i Maarif değişiminden ve Tedrisât-ı Hususiye
İdaresi'nin lağvından söz bile edilmiyordu. Dünyanın hiç bir yerinde Özel okullar
fermanlarla, ayrıcalıklarla, alışkanlıklarla idare edilmiyordu. Bunların işlemleri bir
merkezden, yasalara bağlı olarak yapılmalıydı. Oysa yeni örgüt, bu hususta
1
Maarif-i Umûmiye Teşkilâtı Hakkında Nizamname ve Esbab-ı Mucibe Mazbatası, İstanbul,
1328 .
Tanin, 21,22 Mart 1912.
Düstur, İkinci tertib, C.IV., S.167-173.
2
M.S., “Maarif teşkilâtı”, Sabah, 18 Mart 1912.
3
Sâtı', “Maarif Nezareti'nin yeni teşkilâtı”, Sabah, 24 Nisan 1912.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 227 ~
kurulmuş bir idareyi ortadan kaldırıyordu. Sicil idaresinin kaldırılıp bu işlerin her
dairenin kendisine verilmesi, işleri çabuklaştırmaktan ziyade karıştıracaktı. Tıpkı
daha önce “derkenar”ın kaldırılıp yerine “müzekkere” usulünün çıktığı gibi, bu da
çok sürmeden değişecekti. Çünkü diyor Satı Bey, bizim sistemimiz akıl ve mantığa
göre kurulmamıştır. Maarif meslekleri birbirinden ayrılmamıştır1. Meclis-i Kebir-i
Maarif, Fransızların “Parlament Pédagogique”ine benzetilmeye çalışılmıştır ama
ondan çok eksiktir. Yeni örgütün en aksak noktası, bu Meclisin seçiliş ve
sorumluluklarıydı2.
Bakan daha önce, 1910 yılında şimdi lağvettiği Meclis-i Maarifi savunmuş, kurduğu
yeni şekle ise şiddetle karşı çıkmıştı. Bu yeni örgütün, Meclis'e danışılmadan
düzenlenip uygulamaya konulması ise ayrı bir hatalı davranış idi3. Bütün bu
eleştirilere rağmen Emrullah Efendi yeni örgütünde direndi ve özellikle “Meclis-i
Kebir-i Maarifi çalıştırmaya dikkat etti4.
Bakanlığın merkez örgütünün dışında taşrada ise, her vilayette birer Maarif
Müdürü, buna bağlı olarak birer Maarif Encümeni ve daha küçük yerlerde de
bunların şubeleri bulunuyordu5. 1910 yılında her Maarif Müdüriyeti olan yerde bir
de “Tedrisât-ı Tâliye Encümeni” kurulması öngörülüyordu6. “İdare-i Umûmiye-i
Vilâyât Kanunu” gereğince taşradaki eğitim örgütünün hemen hemen tümü
vilâyetlere ve oradaki valilere bağlı idi. Çeşitli okulların kurulması, idareleri ve
harcamalarını karşılamak valilerin elinde idi. Öğretmenlerin, müfettişlerin
atanmasında, özel okul açılması için ruhsat vermede v.s. yetkili idiler7.
1
a.g.m.
a.g.m, Sabah, 27 Nisan 1912.
M.S., a.g.m.
3
Sâtı, a.g.m. III, Sabah, 2 Mayıs 1912.
4
“Meclis-i Kebir-i Maarif, Sabah, 29 Mayıs 1912.
5
Maarif Encümenleri”, Sabah, 1 Nisan 1912.
“İstanbul Vilâyetinde tedrişatn ibtidaiye”, Sabah, 8 Nisan 1912.
6
“Tedrisat-ı Tâliye Encümenlerinin Suret-i Teşkili ve Vezaifi Hakkında Nizamname”, Düstur,
İkinci tertib, C.ll, S.646-647.
7
“İdare-i Umûmiye-i Vilayâta Mütedair 29 Şevval 1287 Tarihli Nizamnameyi Muaddel
Kânûn-u Muvakkat”, Düstur. İkinci tertib, c.lV, S.421-429 (eğitimle ilgili yerler)
“İdare-i Umûmiye-i Vilayât Kânunu Muvakkati”, Düstur, ikinci tertib, c.V, S.202-203
(Eğitimle ilgili yerler)
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 228 ~
Balkan bozgununun acı sonuçlarını biraz olsun hafifletmek için bütün okullar tatil
edilip, hastahane veya göçmen evi olarak kullanıldığı, büyük yatılı okulların
mutfaklarında bunlar için yemek pişirildiği bir dönemde Bakanlıkta da “Maarif
Hediye-i Harbiye Heyeti” adlı bir örgüt kurulmuştu1.
Emrullah Efendi Bakanlıktan ayrıldığı zaman, kurduğu örgüte karşı tepkiler hemen
meyvelerini vermeye başlamış; Mehmet Şerif Paşa'nın Bakanlığı sırasında eğitim
örgütünde yapılacak değişiklik taşanlarını incelemek üzere komisyonlar
kurulmuştu2. Bu tasarılara göre İnşaat, Levazım, Sicil, İstatistik, Muhasebe, Kalem-i
Mahsus, Evrak gibi kalemler bağımsız birer müdürlük haline getirilecek, merkezde
Bakanın emrinde olan Felsefe, Tarih, Ulûm-u Diniyye, Arabî v.s. gibi müfettişlikler
ilga edilecek, Meclis-i Maarif yeniden kurulacak, öğretim idarelerinin şubeleri
ikişere indirilecekti3. Bu yeni düzenlemeye gerekçe olarak uygulamada karşılaşılan
bazı güçlükler gösteriliyordu. Çeşitli illerde, idareler içinde görev ve yetki
anlaşmazlığı ortaya çıkıyordu4. Yeni örgüt hakkında hazırlanan tasarı, 1913 Ocağı
ortalarında Bakanın başkanlığında toplanan “Teşkilât Komisyonu”nda okunarak
son şeklini almıştı5.
Maarif Nezareti'nde bunlar yapılırken Şûrayı Devlet Genel Kurulu da, eğitim
bakanları değişlikçe yeni bir örgüt yapılmaması, bunun için Bakanlık merkezinin
çok sağlam olması, Bakanların değiştirme yetkisi olmayan bir program ve örgüt
kurulmasını Maarif Nâzırına yazmayı kararlaştırıyordu6.
1912 yılında geçirilen büyük kolera salgını, okullarda bulaşıcı hastalıkları önlemek
hususunda yeni önlemler almayı gerektirmiş, Bakanlığın okullardaki sağlık
sorunlarıyla ilgilenen örgütü “Hıfzıssıhha-ı Mekâtib Komisyonu” bir yönetmelik
hazırlayarak7, gerekli yerlerden onay aldıktan sonra uygulamaya koyulmuştu8.
“İdare-i Hususiye-i Vilâyât ve Umur-u Maarif”, Tercüman-ı Hakikat, 31 Temmuz 1912.
1
“Maarif Hediye-i Harbiye Heyeti”, Sabah, 12 Kasım 1912.
2
Sabah, 17 Aralık 1912.
3
“Maarif teşkilatı”, Sabah, 15 Aralık 1912.
4
“Maarif Nezareti Teşkilatı”, Tercüman-ı Hakikat, 8 Ocak 1913.
5
“Maarif Nezareti Teşkilatı”, Tercüman-i Hakikat, 13 Ocak 1913.
6
“Maarif teşkilatı”, Sabah, 14 Şubat 1913.
7
“Hıfzıssıhha-i Mekâtib Teşkilâtı”, Sabah, 22 Aralık 1912.
8
Sabah, 2 Mart 1913.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 229 ~
Ahmet Şükrü Bey, Bakanlığa geldikten sonra Bakanlık içinde okuttuğu bir
emirnamede işlerin ve yazıların katiyen geciktirilmemesini, geciktirenlerin
cezalandırılacaklarını belirtmişti1. Yeni Bakan aynı zamanda örgütü kendi
düşüncesine göre kurmak için de çalışmalara başlamıştı. 1913 Nisanında, yeni
örgütün temellerini oluşturmak üzere “Mekâtib-i Hususiyettin Islâhı Komisyonu”2,
“Muamelat-ı Kuyûdiye Komisyonu”3 ve program, kitap, nizam, talimat, kavanin
konularında dört ayrı komisyon kurdurmuştu4.
Bakanlığın genel örgüt değişimini içeren yeni yönetmelik de 5 Temmuz I914'de
kabul edilerek Takvim-i Vekayi'de yayınlandı ve yürürlüğe girdi5. Bu örgütün
şemalaştırılmış şekli de şöyleydi:
“Bilumum Mekatibde Emraz-ı Sâriyenin Men-i Tevsi' ve İntişarı Hakkında Nizamname”,
Düstur. İkinci tertip, c.V, S. 102-106.
1
“Maarif Nezaretinde”, Sabah, 3 Nisan1913.
2
“Mekatib-i Hususiyenin Islâhı Komisyonu”, Tercüman-ı Hakikat, 17 Nisan 1913.
3
“Maarif Nezareti Muamelat-ı Kuyûdiye Komisyonu”, Tercüman-ı Hakikat, 26 Nisan 1913.
Sabah, 13 Mayıs 1914.
4
“Umur-u Maarif”, Sabah, 27 Nisan 1913.
5
“Maarif-i Umumiye Nezareti Teşkilatı Hakkında Nizamname”, Düstur, 2.tertip. c.VI,
s.1036-1041.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 230 ~
*) Bu Şube Dârülfünun, yüksekokullar, maarif müdür ve müfettişleri ile yabancı ülkelerdeki
Osmanlı Öğrencilerinin özlük haklarına bakıyordu.
**) Yükseköğretimden istek ve şikayetler, ilmî heyetler, kitaplar, kütüphaneler v.s. işlerine
bakıyordu.
***) Bu Daire yabancı ve Özel okulların her türlü işlerine de bakmakla yükümlü idi.
4.1.2. DENETİM SORUNU
İkinci Meşrûtiyet döneminin en çok tartışılan konularından biri de denetim
sorunudur. Bütün İkinci Meşrûtiyet devri boyunca, bu konuda Maarif Nezareti ile
Meclis ve basın arasında sürekli bir tartışma devam edip durmuştur. Azınlık
okulları gibi, Devletin resmî okulları da müfettişler konusunda güçlükler
çıkarmışlardır.
Maarif Nezareti, ülkenin eğitim durumunda bir başıbozukluk olduğunu, nerede ne
yapıldığını bilmediklerini, hattâ kendilerine bağlı okulların sayısını bile
bilmediklerini ileri sürerek; ülke eğitimini bilip değerlendirmek ve daha ileriye
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 231 ~
yöneltmek için denetimin şart olduğunu ileri sürmüş, bu işe önemli paralar
ayırmışlardır.
Meclis'te ve basında bu işe karşı çıkanlar ise, Bakanlığın bu işi çok geniş tuttuğunu,
okulların az olduğunu, bu iş için ayrılan paralarla okul açılması gerektiğini, ancak
okullar çoğaldıktan sonra denetim görevlileri atanmasını, şimdilik ise bu iş için
Maarif Müdürleriyle yürütülmesini istemişlerdir.
Şu tartışma, hemen aynı şeyleri içeren söz ve yasalarla devam edip gitmiştir. Bu
dönemde denetim ve denetim görevlileriyle ilgili çeşitli gelişmeler de şu şekilde
olmuştur:
Mustafa Nail Bey, 1909'da öğretmen sorununu çözümlemek için bir taraftan
İstanbul Dârülmuallimini'nin başına Sâtı' Bey'i getirirken; taşradaki eski öğretmen
okullarını düzeltmek ve yeni okulların kuruluşları hususundaki çalışmaları
yürütmek için 15 Maarif müfettişi görevlendirmişti1. Bu müfettişler gittikleri
yerlerde çok verimli çalışmalar yapmışlar ve istenen sonuca ulaşmışlardır. 1909
sonlarında da, Maarife bağlı okulların denetimi için 30 müfettiş görevlendirilmesi
kararlaştırılmıştı2. Oysa tensikattan sonra Bakanlığın emrinde 14 müfettiş
kalmıştı3. İkinci Meşrûtiyet döneminden önce ise İstanbul'da: Bakanlığın emrinde
60 kadar Maarif müfettişi vardı. Bunlar iş görmeden maaş alırlardı. Tensikat
sırasında “vazifesiz memuriyetler” lağv edildiğinden, bunların işlerine de son
verilmişti.
1910 yılı bütçesinde her vilâyet merkezinde bir Maarif müfettişi, her liva
merkezinde de birer ilkokul müfettişi çalıştırılması karar altına alınmıştı. Vilâyetteki
müfettişler Bakanlıkça, ilköğretim müfettişleri de valiler tarafından seçilip
atanacaklardı4.
1
“Maarif müfettişleri”, Tenin, 27 Ekim 1909.
“Maarif-ı Umûmiye”, Sabah, 3 Aralık 1909.
3
D.K., “Mekâtib-i ibtidaiye mes'elesi”. Sabah, 5 Ocak 1910.
4
“Umur-u maarif”, Sabah, 29 Haziran 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 232 ~
Atamalar yapıldıktan sonra müfettişlerin görevleri hakkında bir de Yönetmelik
yayınlanmıştı1. Bu Yönetmelikte, vilâyetlerdeki Maarif Müdürleri de denetim ve
gözetimle görevlendiriliyordu. Maarif Müdürleri, özel ve genel ortaöğretim
kurumlarını bizzat denetlemekle görevli idiler (7.madde). Maarif Müfettişleri ise,
vilâyet içindeki öğretmen okullarıyla ilkokulları denetlemek ve Maarif
Müdürlerine rapor vermekle yükümlü idiler. Ayrıca bunlara, yönetime ve alınacak
önlemlere ilişkin bazı yetkiler daha verilmişti.
Bakanlık, Maarif müdür ve müfettişlerinin maaşları hakkında bir nizamname
hazırlamak üzere bir Komisyon kurdu2. Bunların hazırladığı Nizamnameye göre,
müfettişlerin maaşları yeniden düzenlendi.
1912 yılında yeniden yapılan Bakanlığın merkez örgütlenmesi sırasında “müfettiş-i
umûmi”lik kuruldu. Bu müfettişlerin görevleriyle ilgili 8 maddelik de bir
kararname yayınlandı3. Burada Bakanlık, öğretmenleri sıkı bir denetim altına
almak istiyordu. Meselâ, “müfettişler öğretmenleri usul-ü tedris yönünden
denetleyecek” deniyordu. Oysa Bakanlığın hangi derslerin nasıl, neye göre
okutulacağına dair bir talimatnamesi yoktu. Denetim, müfettişlerin keyfine
kalıyordu ki, bu da yasal değildi. Aynı şekilde müfettişlerin demirbaş eşyaları
kontrolü de sakıncalı görülüyor, devir-teslim defterlerine bakılması isteniyordu4.
Emrullah Efendi'nin müfettiş örgütü, kamuoyunda ye Meclis'te çok sert tepkiyle
karşılandı; özellikle Meclis'te çok uzun tartışmalara neden oldu. Emrullah
Efendi'nin tüm savunmalarına, bunların yalnız denetimle değil, inceleme, halkı
eğitime teşvik etmek ve hazırlamakla da görevli olduğuna dair sözlerine rağmen,
bunlar lağvedildi. Bakan, bunlar olmadan Maarif Nezareti’ni idare edemeyeceğini
bildirdi. Bunun üzerine iş Babıâli'ye aksetti. Şûrayı Devlet Meclis-i Mebusan'ın ilga
kararını uygun görmedi. Sorun da böylece halledilmeden ve üstelik bozulmuş bir
halde kaldı. Müfettişlerin çoğu, Meclis'in ilga kararma bakarak görevlerine
gitmemeye, özel okullarda v.s. yerlerde bir iş bularak çalışmaya başladılar,
ülkedeki eğitim örgütü çok güç bir durumda kaldı. İstanbul Maarif İdaresi,
1
“Maarif Müdürleriyle Vilâyet Maarif Müfettişlerinin Vezaifine Müteallik Talimat”, Sabah,
2 Ekim 1910.
2
“Maaş”, Sabah, 10 Mayıs 1911.
3
M.S., “Maarif teftişatı”, Sabah, 23 Mart 1912.
4
A.g.y.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 233 ~
müfettişlerin hiç bir şekilde özel okullarda ders almamaları ve öğretimle
ilgilenmemelerini karar altına alıp ilân ederken1; taşradaki denetim işleri de
Maarif müdürleri ve kaymakamlar tarafından yürütülmeye çalışıldı2.
Bundan sonra alınan bütün önlemlere rağmen, müfettişler görevlerini hiç
benimsemediler. Köyleri dolaşmamaya, bütün zamanlarını vilâyet merkezlerinde
geçirmeye başladılar3. Bunun üzerine Maarif Nezareti de bazı vilâyetlerin, maarif
müfettişlerini lağvetmiş ve görevlerini de Maarif Müdürlerine vermiştir. Ayrıca
müfettişler arasında da birçok yer değiştirmeler yapmak zorunda kalmıştır4.
Osmanlı eğitiminde ikinci Meşrûtiyet dönemi de sağlam bir denetim sistemi
kurulmadan, çeşitli tartışmalar içinde geçip gitmiştir.
Denetim sorununun esas can alıcı noktaları, azınlıklar eğitimi alanında çıktığından,
o bölümde incelenmiştir.
4.1.3. EĞİTİM VE BÜTÇE
Osmanlı Devleti'nde, okulların genel bütçeden ayrılan paralarla idare edilmeye
çalışılması, 1838'den itibaren başlamıştı. Ancak Devletin bütçesi dar ve bunun
içinden eğitime ayrılan para da çok az olduğundan; bütçe, eğitimin gelişmesinde
pek etkili olamamıştır.
Bunun üzerine 1875 yılında ibtidai okulları için bazı vergi kaynakları gösterilmiş,
ancak uygulamaya geçilememişti. 1883 tarihinden itibaren de, yalnız idadiler için
bir vergi alınmaya başlanılmıştı. Bu vergi “hisse-i maarif” olarak a'şardan %15-,
emlâk vergisinden de % 5 nisbetinde alınıyordu. Daha sonra a'şardan
alman hissenin %10'u “menafi sandıklarına”, %5'i de Nâfia’ya verildi. Mâliye,
bu yardımları gerekçe göstererek Maarifin birçok ödeneklerini kesebiliyordu.
1
“Maarif müfettişleri”, Sabah, 20 Ocak 1913.
Şinasi, “Maarif müfettişleri”, Ahenk, 31 Ekim 1913.
3
“Maarif müfettişleri ne iş görür?”, Yeni Fikir, III/21(1330), kapakta.
4
“Maarif müfettişlikleri”. Sabah, 20 Haziran 1914.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 234 ~
Maarif Nezareti'nin bir başka gelir toplama yeri de “Mahallî Maarif Sandıkları” idi.
Bunlar, taşradaki terk edilmiş ve başka bir şekilde Maarife bırakılmış vakıfların
gelirlerini topluyorlardı.
Ayrıca idadilerdeki bazı öğrencilerle, yükseköğretime devam edenlerden alınan
ücretlerle; Tıp, sanayi v.s. okullarının gelirleri de Maarifin emrindeydi.
İkinci Meşrûtiyete kadar idadi öğretimi parasızdı. Maarife gelir getirmek amacıyla,
1909 yılında Mülkiye ve Ticaret okulu öğrencileriyle, yatılı Kız Sanayi Okulu ve yatılı
idadilerde -Bütçe yasası ile- öğrencilerden ücret alınmaya başlandı1. Ancak fakir
öğrencilerden parasız-yatılı öğrenci alınabilmesi için bazı girişimlerde bulunuldu
ve 1910 yılı Mart'ında bu yasa çıkartıldı2.
“Mekâtib-i idadiye nehari talebesiyle mekatib-i âliye talebesinden fakr u zarureti
Mecâlis-i İdare ve Maarif memurlarınca musaddak olanlar ücurât-ı muharrereden
müstesnadırlar”.
1910 yılında Emrullah Efendi'nin Bakanlığı sırasında Maarife biraz para
kazandırmak için çeşitli girişimlerde bulunuldu. Bir yandan okul ücretleri arttırılır,
okula alınacak yatılı öğrencilerin oranı belirlenirken, 1910 Mart'ında Bakanlığa
bağlı yerlerdeki harcamaları sınırlandıran oldukça uzun bir buyruldu
yayınlanıyordu3. Bakan, gereksiz okul arsalarını sattırıyordu. “Müsekkifat”
yasasının 1. maddesine, 'bu vergiye eğitim için zam konulabilir' şeklinde bir kayıt
koyduruyordu. A'şardan alınan maarif hissesi ile Emlâk Vergisinden maarif için
alınan zam da birleştiriliyordu4. Ancak bu arada halktan çeşitli vergilere ek olarak
alınan eğitim gelirlerinin vilâyetlere dağıtılması ve halka ulaştırılması sorunu
ortaya çıktı. 1909 yılında Devlet gelirlerinin hepsi, bu arada eğitim gelirleri de
doğrudan doğruya Hazineye alındı. Hazineden de eğitim harcamaları için daha
fazla para ayrılmaya başlandı.
1
“Mekâtib-i Afiye ve İdadiye ücuratı”, Tanin, 14 Ağustos 1909.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 18 Kânunusâni 1325, S.116; 2 Mart 1326, S.128131.
Takvim-i Vekayi”, 493(18 Mart 1326).
3
“Maarif Nezareti’nin bir Kararnamesi”, Yeni Tasvir-i Efkar, 10 Mart 1910.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Mart 1326, S.705-716; 9 Haziran 1326, S.24572461.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 235 ~
Yerel eğitim harcamalarının nereden karşılanacağı sorunu uzun zaman tartışılmış,
1909- 10 yılında da eğitim hisselerinin alındıkları, yörelere geri verilmesi
hususunda kuvvetli bir akım doğmuştur. Önemli partilerin programlarında bile, bu
husus yer almıştı. Bu maarif hisseleri daha sonra vilâyetlere dağıtıldı. Vilâyetlere
dağıtımda kullanılan esaslar, paranın çeşitli dinî toplumlar arasında dağıtılması
sırasında ve başka konularda birçok anlaşmazlıklar çıktı1.
Daha sonra bir irade-i seniyye ile Maarif hisselerinin Maarif Nezareti bütçesi
aracılığıyla vilâyetlere devredilmesine ve vilâyetlerdeki ibtidai, liva idadileri, sanayi
okulları ve öğretmen okullarına harcanmasına karar verildi.
Bu maarif hisseleri 1914 yılında okul yapımı için Fransız malî kuruluşlarından
alman 600.000 liralık borca2 karşılık yapılmak istenmiş, ancak Meclis'te sert
tepkilerle karşılaşmıştı3. Daha sonra bu hisselerin gene vilâyetlere ödenmesine ve
vilâyetlerin “İdare-i Hususiye” bütçelerine geçirilmesine dair bir yasa çıkartıldı4.
İkinci Meşrûtiyet’ten önce her yıl düzenli bir bütçe yapılmazdı. Her Bakanlık gerekli
gördüğü yerlere, Padişahtan “iradeler” alarak harcamalar yapardı. Kaba bir
hesapla 1905-1908 arasındaki eğitim harcamaları 170.000-180.000 lira kadardı.
Bunlara Mülkiye, Aşiret v.s. gibi bazı okulların harcamaları da katılırsa, yılda aşağı
yukarı 200.000 liralık bir eğitim harcaması vardı5.
İkinci Meşrutiyet yıllarında ise Maarif Nezareti bütçelerinin gelişimi şu şekilde
olmuştur:
1
“Hisse-i maarif ve Ermeni mektepleri” Sabah, 11 Ocak 1910.
“Hisse-i maarif tevziatı”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 11 Ocak 1910.
2
“Maarif istikrazı”, Sabah, 3 Temmuz 1914.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 6 Temmuz 1330, S .961-962.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Haziran 1330, S. 529-530,544,553-554.
4
“A'şar Üzerine Mevzu Menafi ve Maarif Hisse-i İanesi Hasılatının vilâyete Suret-i Tediyesi
Hakkında Kânun”, Düstur, İkinci tertip, c.VI, S.947.
5
Sâtı’, “Meşrûtiyet’ten sonra...” S.654.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 236 ~
Tablo 3) İkinci Meşrûtiyet’te eğitim bütçeleri
Yıl
1324
1325
1326
1327
1328
1329
1330
Eğitim
bütçesi
442.000
660.527
946.398
994.481
962.753
lira
?
428.047
687.786
“
“
“
“
553.492
Tablo 4) İkinci Meşrûtiyet yıllarında bazı Bakanlıkların bütçelerinin genel bütçeye
oranları (Bütçe yasalarında)(%)
Bakanlık
Maarif
Maliye
Dâhiliye
Harbiye
Bahriye
Jandarma
Nâfıa ve Ticaret
Adliye ve Mezahib
Orman ve Ziraat
Posta ve Telgraf
1325
2.15
8.86
3.52
26.99
3.97
5.86
3.45
2.11
1.10
2.24
1326
2.84
9.57
3.97
27.28
4.97
5.30
3.51
2.30
1.18
2.39'
1327
2.73
7.86
3.72
24.84
4.63
.4.72
4.27
2.15
1.32
2.18
1328
2.82
7.97
3.58
25.00
3.73
5.00
3.58
2,23
1.29
2.14
1330
1.62
7.08
2.99
17.58
3.85
6.49
1.63
1.93
1.17
2.08
Osmanlı Devletindeki gerçek harcamaların belirlenebilmesi için, bütçelerin
ayrıntılarına girmek gerekir. Çünkü askerî okullar, çeşitli Bakanlıkların Avrupa'ya
iğrenci göndermeleri, bunlara bağlı harcamaları da Maarif Nezareti harcamalarına
ekleyip, bütçe içinde eğitim harcamalarının oranı hesaplanırsa, şöyle bir durum
ortaya çıkar.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 237 ~
Tablo 5) İkinci Meşrûtiyet yıllarında eğitim harcamalarının genel bütçeye oranları
Yıl
1325
1326
1327
1328
1329
1330
Toplam
Maarif
harcaması
Diğer eğitim
harcamaları
66.052.751
94.639.804
99.448.185
96.275.392
30.105.493
54.840.926
61.064.276
45.043.609
Toplam Genel bütçeye
Oranı
. 95.158.244
149.480.730
160.512.461
141.369.001
%3.13
%4.53
%4.42
%4.15
-
-
-
-
55,349.237
411.765,369
68.208.833
259.313.137
123.598.070
671.165.506
% 3.63
%3.99
Devlet bütçesinin % 5O'ye yakınının “Düyûn-u Umûmiye” adıyla dış borçları
ödemeye ayrıldığı, % 25'inin de -hattâ Jandarma, Bahriye ve İmalât-ı Harbiye
harcamaları da katılırsa % 35'inin- savunma harcamalarına ayrıldığı Osmanlı
bütçesinde, eğitime ancak % 3-4 civarında bir para ayrılabiliyordu. Bu kadarcık bir
para ile İmparatorluğun eğitim harcamalarını karşılamak ve yeni yatırımlara
girişmek önemli bir sorun idi. Bu bakımdan bütçe harcamalarını bir de kendi içinde
değerlendirmek gerekir.
Görülüyor ki, 1909 yılı Maarif bütçesinin %37'si gibi büyük bir kısmı
Dârülmuallimîn harcamaları ile vilâyetlerdeki ibtidai ve rüşdiye okullarının
harcamalarını kapsıyordu. Gene % 30'a yakın bir kısmı da idadilerle Mekteb-i
Sultani, Dârülmuallimat, Dârüşşafaka gibi okulların maaş ve masrafları, % 11'lik bir
kısmı da yüksekokulların maaş ve harcamalarını kapsıyordu.
1910 yılında yapılan tensikat dolayısıyla idareci ve memurlara ayrılan harcamalar
oldukça azalmış; ibtidailer, rüşdiyeler ve öğretmen okullarına, yüksek okullara
ayrılan paralarda büyük bir artış görülmüştür.
İdadi ve sultaniler için ayrılan ödenekler de 1909'a göre biraz düşük göstermiştir.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 238 ~
Tablo 6) 1325 yılı Maarif bütçesinin iç değerlendirmesi: Bakanlık bütçesinin
fasıllardaki oranları1
Harcama yerleri
Bakanlık merkez harcamaları
Vilâyetler Maarif İdareleri
Yüksekokullar
İdadi ve sultaniler
İbtidaiT rüşdiye ve öğretmen okulları
Ticaret ve sanayi o kul lan, Dârülhayr
Sanayi-i Nefise, Müze-i Osmani
Matbaa, Rasathane, Kütüphaneler
Toplam
Maarif bütçesine oranı
8.95
5.93
10.94
29.84
37.32
2.75
1.44
2.83
100.00
Tablo 7) 1326 yılı Maarif Nezareti bütçesinin iç değerlendirmesi2
Harcama yerleri
Bakanlık bütçesine oranı
Bakanlık merkez harcamaları
3.90
Vilayat Maarif İdareleri
3.42
Yüksekokullar
12.77
İdadî ve sultaniler
28.07
Öğretmen okulları, ibtidai, rüşdi
41.86
Ticaret ve Kız sanayi mektebi
0.86
Sanayi-i Nefise, Matbaa, Müze, Rasathane 2,87
Darüttüllâb yapımı
0.53
Çeşitli harcamalar
5.72
Toplam
100.00
1911 yılında ise Maarif Nezareti bütçesinin çeşitli fasıllardaki harcamalarının
Bakanlık toplam bütçesine oranları da şu şekildeydi3 (Bak Tablo 8).
1911 bütçesinde de en büyük harcama gurubu öğretmen okulları, ibtidaiye ve
rüşdiyelerdir. Orta ve yükseköğretim oranlarında da küçük bir düşme
görülmektedir. Çeşitli harcamalar adı altında toplanan ikramiyeler, Avrupa'ya
1
Ayrıntılar: “1325 Senesi Muvazene-i Umûmiye Kanunu”, Düstur, İkinci tertip, c.l,
İstanbul,1329, S.442-582.
2
Düstur, İkinci tertip, c II. S.537-563.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 9 Mayıs 1327, S.3137-3177.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 239 ~
öğrenci gönderme, öğretim malzemeleri ve bazı okul yapımları büyük bir yer
almaktaydı. 1911 yılında Devlet bütçesi çok düzensiz bir devre geçirmiştir.
Tablo 8) 1327 yılı Maarif Nezareti bütçesinin iç değerlendirilmesi
Harcama yerleri
Merkezi idare harcamaları
Vilayat Maarif idareleri
Yükseköğretim
Sultani ve idadiler
Öğretmen okulları, ibtidai ve rüşdiyeler
Kız okulları (öğretmen, sanayi, idadi)
Sanayi-i Nefise Mektebi; Müze, Matbaa, Fabrika
Arnavutluk, Arabistan ve Kürdistan okulları
Başka harcamalar
Toplam
%
3.08
3.88
11.17
26.26
39.22
2.34
2.67
1.86
10.48
100.00
Çeşitli kereler pek çok zam yapılmış, çeşitli aylarda geçici bütçeler uygulamaya
konulmuştur. Bu yıl içinde bütçeye ayrı ayrı tarihlerde yapılan 87 zamdan % 2.69'u
eğitim harcamalarına ayrılmıştı. Bu zamların yandan fazlası savunma harcamaları
için yapılmaktaydı. Eğitim harcamaları için yapılan zamların iç bölümlenmesi de şu
şekildeydi:
Tablo 9) 1911'de bütçeye yapılan eğitim zamlarının harcama yerlerine göre
dağılımları:1
Harcama yerleri
Tıp ve Eczacı okulları
Maarif müfettişleri
İbtidailerin çeşitli harcamaları
Ortaöğretim, öğretmen okulları, Arabistan, Arnavutluk
ve Kürdistana yaptırılacak olan okullar
Rum, Bulgar okul ve kiliseleri
Çeşitli harcamalar
Toplam
1
Takvim-i Vakayi'nin 1327 yılındaki çeşitli sayıları.
Düstur, İkinci tertip, elli, S.2OO-2O2,312-313,359.
%
0.32
0.47
0.75
86.09
11.83
0.54
100.0
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 240 ~
Bazı küçük değişikliklerle 1912 bütçesinin çeşitli eğitim birimlerine
bölümlenmesinde de, önceki yıllara göre bir aynılık göze çarpmaktadır. Bu yıl
içinde Maarif bütçesine yapılan çeşitli zamların1 harcama yerlerine göre oranları
ise şöyle idi:
Tablo 10) 1912 yılında eğitim bütçesine yapılan zamların harcama yerleri
Harcama yerleri
Arnavutluk, Arabistan ve Kürdistan'a yapılacak
ibtidai ve rüşdiyeler
Rumeli vilâyetlerindeki eğitim seferberliği için
Vilâyetler eğitim harcamaları
Toplam
%
66.41
30.08
1.51
100.00
Aylık geçici bütçelerin gösterdiği, Nisan ve Mayıs aylarında borç ödemelerin çok
düşürüldüğü ve diğer harcamaların, özellikle savunma harcamalarının çok
artırıldığıdır.
Görülüyor ki, 1912 yılında eğitim harcamalarına yapılan zamlar, genellikle Rumeli
için, Arnavutlukta eğitimi yaymak ve okullar kurmak için yapılmıştı. Ancak son
anda gösterilen bu çabalar, Rumeli'nin ve Arnavutluk’un elden çıkmasına engel
olamadılar.
Tablo 11) 1911 yılında çıkarılan aylık geçici bütçelerde eğitim harcamalarının diğer
bazı harcamalar arasındaki durumu çeşitli aylarda genel bütçeye oranları
Harcama yerleri
Maarif
Düyûn-u Umumiye
Mâliye
Posta ve Telgraf
Dâhiliye
Harbiye
Jandarma
Bahriye
Ticaret ve Nafıa
1
Mart(%)
1.95
42.86
6.00
2.30
2.88
20.55
3.82
3.16
4.37
Nisan(%)
2.77
24.18
9.28
4.01
3.95
26.30
4.91
4.06
5.61
Düstur, İkinci tertip, c.III, S.613-614; C.IV, 5,455,447,627.
Mayıs (%)
2.65
20.65
10.05
2.27
3.93
31.31
5.15
4.26
5.61
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 241 ~
Tablo 12) 1912 yılında Maarif Nezareti harcamalarının iç düzenleri1
Harcama yerleri
Merkezî idare harcamaları
Vilâyetlerin Maarif idareleri harcaması
Yükseköğretim, Dârülmuallimîn, Rasathane,
kütüphaneler, Ticaret Mektebi
Sultani ve idadiler
İbtidai, rüşdi ve öğretmen okulları
Kız okulları
Avrupa'daki öğrenciler
Müze, Fabrika, Matbaa, Sanayi-i Nefise Mektebi
Arnavutluk, Arabistan ve Kürdistan’a kurulacak
ibtidai ve rüşdiyeler
Çeşitli harcamalar
Toplam
%
2.91
4.28
10.91
27.11
40.19
1.26
2.96
3.38
1.92
5.08
100.00
İkinci Meşrûtiyet yıllarının en karışıklarından biri olan 1329 (1913) yılına ait genel
bütçe yasası bulunamamıştır. Takvim-i Vakayi ve Düstur'un ikinci tertip V. ve VI.
ciltlerinde Maarif bütçesine yapılan çeşitli zamlar ve harcama birimleri arasında
değişiklikler vardır. Bu hususta çıkartılan geçici yasalardan anlaşıldığına göre, en
büyük zamlar Arap ülkelerinde yapılacak ve yatılıya çevrilecek idadi ve sultaniler
için yapılmıştır2.
1
Düstur, İkinci tertip, c.IV, S.244-250.
Takvim-i Vekayi, 22 Eylül 1329.
Düstur, İkinci tertip, c.VI, S.71-72.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 242 ~
Tablo 13) 1913 ve 1914 yıllarında vilâyet ve liva özel bütçelerinde eğitim
harcamaları
Vilâyet ve liva adı
İstanbul
Edirne
Adana
Ankara
Aydın
Bağdad
Beyrut
Halep
Hüdavendigar
Diyarbekir
Suriye
Sivas
Trabzon
Kastamonu
Konya
Mamuretülaziz
Musul
Urfa
İzmit
Bolu
Teke
Canik
Çatalca
Zor
Kudüs
Karahisarısahib
Karesi
Kale-i Sultaniye
Kayseriye
Medine
Menteşe
Ortalama
% 1913
74.25
24.51
37.58
35.29
2.95
42.07
34.45
42.22
35.45
20.39
29.36
28.70
36.72
36.64
12.23
32.67
41.95
29.32
40:96
32.55
21.89
22.13
24.95
% 1914
60.97
37.34
41.66
25.02
48.32
23.99
27.80
. 33.53
37.84
26.38
36.49
30.10
31.10
21.19
41.64
27.37
32,72
21.25
29.32
25.13
28.52
37.52
32.31
31.42
28.60
32,73
43.98
31.86
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 243 ~
Daha sonra İstanbul ve Üsküdar Kız Sanayi Okullarının birleştirilmesi için1 ve
Avrupa'dan öğretimlerini tamamlayarak dönenlerin Dârülfünun öğretmen
yardımcılıklarında kullanılması için2 v.s. çok sayıda zam yapılmıştır.
1913 ve 1914 yıllarında İdare-i Mahsusa-ı Vilâyet Kânunu uygulamaya
konulduğundan; hem genel olarak hem de içerik olarak Maarif Nezareti bütçesi
önemli değişikliklere uğramıştır. Bütçe, genel olarak düşmüştür. Çünkü yasaya
göre idadiler, öğretmen okulları ve ilkokulların mali yönden idaresi vilâyetlerin
özel bütçelerine bırakılmıştı. 1913 ve 1914 yıllarında vilâyet özel bütçeleri ve bu
bütçe içerisindeki eğitim harcamalarını göz önüne almak gerekir. Tabloda
görüldüğü üzere vilâyet özel bütçelerindeki harcamaların 1913 yılında ortalama %
24.95'i; 1914 yılında da % 31.86'sı eğitim harcamalarına ayrılmıştı. Bu vilâyetler
arasında eğitim harcamalarına en çok pay ayıran İstanbul vilâyeti, en az pay ayıran
da Beyrut ve Urfa olmuştu (Bak; Tablo 13)
Eğitim işlerinin büyük yükü vilâyetlere bırakıldığından, 1914 yılı bütçesinde
ilköğretim harcamaları büyük bir düşüş göstermiş, Bakanlık bütçesi diğer birimler
arasında dağılmıştır. 1914 yılında hazırlanan aylık geçici bütçelerde, eğitim
bütçesinin genel bütçeye oranları ise şu şekildeydi.
Tablo 14) 1914 yılı geçici aylık bütçelerde bazı harcama birimlerinin genel bütçeye
oranları
Bakanlıklar
Düyun-u Umûmiye
Mâliye
Posta ve Telgraf
Dahiliye
Emniyet
İlmiye
Adliye
Maarif
Nafıa ve Ticaret
1
Düstur, ikinci tertip, c.V, S.334.
2
Düstur, İkinci tertip, c.V, S.836.
Mart-Nisan-Mayıs Haziran Temmuz
38.19
31.65
44.00
10.96
9.28
6.25
3.21
3.75
1.78
2.84
3.47
3.03
1.35
1.57
1.39
1.21
1.15
1.29
1.86
1.81
2.12
1.55
1.66
1,90
2.02
2.23
1.73
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 244 ~
Bahriye
Harbiye
İmalat-ı Harbiye
Jandarma
5.84
17.54
1.26
5.90
5.18
25.14
1.23
5.62
2.05
18.75
1.37
6.92
Görülüyor ki, geçici bütçelerde eğilime ayrılan pay oldukça azalmış bulunmaktadır.
Bunda vilâyet özel bütçelerinin çok önemli rolü olmuştur.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 245 ~
4.1.4. MAARİF NAZIRLARI
İBRAHİM HAKKI BEY (PAŞA)
1863'de İstanbul'da doğdu. 1882'de Mülkiye'yi bitirdikten sonra Tahrirat-ı Hariciye
Kalemi ve Mabeyin Mütercimliğinde çalıştı, İkinci Abdülhamid'e polisiye romanlar
çevirdi. Bu arada Hukuk ve Ticaret okullarında da öğretmenlik yaptı. 1894’de
Babıâli Hukuk Müşavirliğine getirildi. 30 kadar diplomatik komisyonda başkan ve
üye olarak bulundu. İkinci Meşrûtiyetin ilânından önce Girit ve Amerika'ya
gönderildi. Meşrûtiyet yıllarında Maarif ve Dâhiliye Nazırlıklarına getirildi. Sonra
Roma Büyükelçisi oldu. 1910 yılında Sadrazam oldu. Bu arada Hâriciye ve Nâfia
Nezâretlerine de baktı. Trablusgarb savaşı sırasında istifa etti. 1918 yılından
vefatına kadar, çeşitli resmî görevlerle Osmanlıyı savundu. Arapça, Farsça,
Fransızca, Almanca, İngilizce ve İtalyanca biliyordu.
Eserleri: Medhal-i Hukuk-u Düvel, 1885, Tarih-i Hukuk-u Beyneddüvel, 1885, Küçük
Osmanlı Tarihi, 1890, Tarih-i Umûmi, 3 cilt, 1887-1888.
Bakanlığı: İbrahim Hakkı Bey, İkinci Meşrûtiyet döneminin ilk Maarif Nâzırı oldu.
Daha önceki hayatı şurasında Sultan Abdülhamid ile sıkı ilişkileri olmuştu. İkinci
Abdülhamid, onun atanması hakkında: “Hakkı Bey'i Maarif Nezareti’ne arz
ediyorlar; hiç Hakkı Bey Maarif Nâzırı olur mu! Ama Haşim Paşa nasıl oldu dersen
o zaman başka idi; o vakit olurdu”, demiştir1. Bu ilk atanması sırasında Hakkı Bey
asil-vekil, vekil-asil olarak Maarifle beraber Dâhiliye Nezareti’ni de idare etti2.
Hakkı Bey’in ilk Bakanlığı 22 Temmuz 1908'den 22 Eylül 1908'e kadar sürdü. İkinci
Bakanlığı ise Ekrem Bey'in Meclis-i Âyân'a seçilmesi Üzerine 28 Kasım 1908'den 16
Aralık 1908'e kadar sürdü. Fakat o bu görevde kalmak istemediğinden, Roma
sefaretine tayin edildi3.
1
Türkgeldi, A.F., Görüp İşittiklerim, Ankara: Türk Tarih Kurumu yayını, 1949, S.5 dipnot
a.g.e., S.7-8.
Mahmud Esad: “Maarif Nâzırı Hakkı Bey”, İkdam, 2 Ağustos 1906.
3
“Maarif Nazırı Hakkı Bey”, Serbesti, 24 Teşrinisani 1324 (7 Aralık 1908)
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 246 ~
Hakkı Bey'in Dâhiliye Nazırlığı sırasındaki bazı atamaları muhalif gazeteleri kızdırdı.
“Serbesti”de ve özellikle “Yeni Gazete”de Bakan aleyhine belgelere dayalı bir yayın
başladı. Bakan gazetelere bu belgeleri aktaranlara “hain ve yalancı” diyen bir
“Beyân-ı Hakikat”ı “Tanin” gazetesinde yayınlamak zorunda kaldı. Ama sonunda
bu yayınlar Hakkı Bey'in Bakanlıktan ayrılmasında ve Roma sefaretini istemesinde
çok etkili oldular.
MAHMUD EKREM BEY (RECAİZÂDE)
1847'de İstanbul'da doğdu, Babası Matbaa-ı Âmire Müdürü idi. Ekrem Bey,
Bayezıd Rüşdiyesini, Mekteb-i İrfaniye’yi bitirdikten sonra Harbiye İdadisine girdi.
Ancak sağlık durumunun bozulması nedeniyle bu okuldan ayrılarak çeşitli Devlet
dairelerinde çalışmaya başladı. Bir ara Galatasaray Sultanisi ye Mekteb-i
Mülkiye'de öğretmenlik yaptı. 1908 Temmuz devriminden sonra kısa sürelerle
Evkaf ve Maarif Nazırlıklarında bulundu. Aynı yıl Meclis-i Âyân üyesi seçildi ve 1914
yılında ölünceye kadar bu görevde kaldı.
Eserlerinden bazıları: Nağme-i Seher, 1871. Yadigâr-ı Şebâb, 1873, Zemzeme, 3
cilt, 1883-1885, Pejmürde, 1885, Nejad Ekrem, 1910, Araba Sevdası, 1898, Talim-i
Edebiyat, 1879.
Bakanlığı: Recaizâde Ekrem Bey'in Bakanlığı hem çok kısa sürdüğünden hem de
İkinci Meşrûtiyet döneminin hemen başına rastladığından önemli bir çalışma
yapılmadı. Ancak bir Komisyon kurarak, yerli tiyatronun kurulması hususlarında
bazı çalışmalar yaptığı, somut bir sonuca da ulaşamadığı biliniyor.
ABDURRAHMAN ŞEREF BEY
Hayatı: Soyu Kastamonuludur. 1853 yılında doğdu. Babası Tophane-i Âmire
hesapçılarından Hasan Efendi'dir. 1870'da Mekteb-i Sultani'yi bilirdi. Mahrec-i
Aklam, Mekteb-i Sultani ve Dârülmuallimin’de öğretmenlik yaptı. 1880 yılında
Mekteb-i Mülkiye Müdürü oldu. 16 yıl burada müdürlük yaptı. Bu arada çeşitli
okullarda dersler de verdi. 1906'da Mekteb-i Sultani müdürü oldu. İkinci
Meşrûtiyet’ten sonra Defter-i Hâkânî Nâzırı ve Meclis-i Âyân üyesi oldu. 16 Aralık
1908-5 Şubat 1909 arasında vekâleten Maarif Nezareti’ni idare etti. 15 Şubat
1909-4 Mayıs 1909 ve 11 Mayıs 1911-1 Ocak 1912 tarihleri arasında Maarif
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 247 ~
Nazırlığı yaptı. Bu arada çeşitli ek görevlerde de bulundu. Savaş yıllarında Evkaf,
Posta ve Telgraf ve gene Maarif Nazırlığı yaptı. İstanbul mebusu, Hilâl-i Ahmer
Başkanı v.s. oldu. 1925 yılında İstanbul'da öldü.
Eserlerinden bazıları: Coğrafyayı Umûmî, Fezleke-i Tarih-i Düvel-i İslâmiye, İlm-i
Ahlâk, Tarih-i Devlet-i Osmaniye, 2 cilt, 1893, 1896, Tarih Musahabeleri, 1929,
Zübdetü'l-Kassas.
Bakanlığı sırasındaki çalışmaları: Maarif Nezareti’ni vekâleten idare ederken
okullarda yapılacak ıslâhatlar hakkında okul müdürleri ve Daire-i İlmiye üyeleriyle
ayrı ayrı görüşmeler yapmıştır1. 1909 Şubatı başlarında istifa etti, ama istifası
Sadrazam tarafından kabul edilmedi2. Ama O istifasında ısrar etti ve Bakanlığa
gelmedi. Zaten kendisi de vekâleten olduğu için yeri vekilsiz ve Maarif bir hafta
kadar “başsız” kaldı3. Sonra bu göreve asaleten atandı. İlk işi de örgütte sıkı bir
“tensikat” yapmak oldu4. Hareket Ordusu ile Hükümet adına görüşmeler yaparak,
31 Mart olayları sırasında önemli bir görev yaptı5.
İkinci defa Bakanlığa Padişahın iltiması ve özel isteği ile geldi6. İlk iş olarak da
Bakanlık bütçesini Meclis”ten geri alarak incelemek oldu. İstanbul gazeteleri
Bakan'ın çok tasarruf yapmak niyetinde olduğunu yazdılar7. Bakanlık bütçesinin
Meclis'teki müzakereleri sırasında, teftişin azınlık okullarında düşmanca
yapılmayacağını, onların da fazla çekinmemden gerektiğini belirtti. Sonra Meclis'e
yerli (Bakanlık merkezindeki) müfettişleri lağvettirdi ve seyyar müfettişleri kurdu8.
Bütçe tartışmaları sırasında yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: Tahsilin esası
ilköğretimdir. Düzeltmeye oradan başlayacağız. Önce yasaları yapacağız, yasa
1
“Maarif Nezaretinde”, Tanin, 21 Aralık 1908.
Tanin, 8 Şubat 1909.
3
Türkgeldi, A.F., a.g.e., S.13
Sabah, İkdam, 9 Şubat 1909.
Tanin, 10 Şubat 1909.
4
“Maarif Nazırının mezalimi”, Osmanlı. 31 Mart 1909.
“Maarif Nâzırı tensikat yapıyor”, Sabah, 1 Nisan 1909.
5
Yıldız (Üsküp), 12 Nisan 1325.
6
Uşaklıgil, H.Z., Saray ve Ötesi II, İstanbul 1941, S.39-40,206-209.
Sabah, 12-13 Mayıs 1911.
7
Sabah, 17 Mayıs 1911.
8
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327. S.3140-3142.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 248 ~
olmadan ilkokul adına, para da olsa bir şey yapamam. Çünkü öğretmen yok. Önce
bunu halledelim. Öğretmenler hakkında bir yükselme (“terakki”) yasası
getireceğiz. Maaşlar bir inip bir çıkmayacak. Öğretmen “geleceğini” bilecektir1.
Okul açılması için iki yıldır çeşitli yerlerden gelen istek kâğıtları Bakanlıkta
sandıkları dolduruyor2. Ama Eğitim Yasası çıkmadan ilköğretim ödeneğini
dağıtamam3.
Abdurrahman Şeref Bey, bu arada Daire-i Maarifte “Hıfzıssıhha-i Mekâtib
Komisyonu” adlı bir sağlık kurulu teşkil etti (22 Mayıs 1911). Haziran başında
Paris'teki Osmanlı öğrencileri hakkında M.Blondel'den (müfettiş) ayrıntılı bir rapor
istedi. Bu rapora göre, bu hususta bazı önlemler almak niyetinde olduğunu
belirtti4.
2 Haziran 1911’de “karşı gazetelerden birinde” çıkan mülakatında da şunları
belirtiyordu5. Bakanlığın harcamaları hakkında bir yasa tasarısı hazırlanacaktır. Bu
hususta komisyonlar çalışıyor. Emrullah Efendi'nin hazırladığı Genel Eğitim Yasası,
gelecek dönem Meclis'e verilecektir. Denetim hususunda Patrikhanelerle
anlaşılacaktır. Bir Dârülfünun binası yaptırılacaktır.
Ancak Bakanlık süresi
gerçekleştirememiştir.
kısa
sürdüğünden
Bakan
bu
söylediklerini
Bu arada gazeteler 1 Temmuz 1911'den beri bir komisyonun Genel Eğitim Yasaları
üzerinde çalıştığı, Bakan’ın bir yasa çıkmadan bir şey yapamayacağını söylediğini
de yazıyorlardı6. Komisyon Bakanlık örgütünü yeniden düzenlemeyi ve
Patrikhanelerle çatışma çıkarmayacak bir eğitim yasası çıkarmayı amaçlıyordu.
Zaten o sıralarda Patrikhaneler de ilköğretim hakkında bir takrir vermişlerdi7.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S .3160.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S.3164
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S 3165.
4
Sabah, 1 Haziran 1911.
5
Sabah, 3 Haziran 1911.
6
M.S., “Yeni Maarif Kanunları”, Sabah, 5 Temmuz 1911.
7
“Maarif Nezaretinde”, Sabah, 12 Temmuz 1911.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 249 ~
1911 Kasım'ında, Emrullah Efendi'nin kurduğu “İhtiyat sınıfı”, Şeref Bey'in de
durumunu güçleştirdi. Bu öğrencilerin Dârülfünun'un bazı bölümlerine alınmaması
Bakanla Meclis'i karşı karşıya getirdi. İş, güvenoyu ve istifa sorunu oldu çıktı1.
YUSUF ZİYA PAŞA
Hayatı hakkında ayrıntılı, bilgi bulunamamıştır; 1849-1929 yılları arasında yaşadığı
biliniyor. Meşrûtiyet ye Mütareke dönemlerinde birçok Bakanlık görevlerinde
bulunmuştur.
İkinci Meşrûtiyet döneminde 5-13 Şubat 1909 tarihleri arasında kısa bir Maarif
Nazırlığı görevi yapmıştır. Bu dönemde Roma Sefiri idi. Sonra Defter-i Hâkânî
Nâzırı olmuştur. Hüseyin Hilmi Paşa ve Ahmed Muhtar Paşa kabinelerinde Maliye
Nazırlığı, daha sonra da Dâhiliye Nazırlığı yaptı. Ayrıca Kâmil Paşa kabinesinin
Evkaf, Tevfik Paşa kabinesinin de Nâfıa Nâzırı idi.
Yusuf Ziya Paşa, Mütareke döneminde de bir çok nazırlıklarda bulunmuş, hattâ 13
Ocak 1919-4 Mart 1919 tarihleri arasında da Maarif Nazırlığında bulunmuştur.
İkinci Meşrûtiyet dönemindeki Bakanlık görevi bir hafta bile devam etmediğinden,
önemli bir çalışması olmamıştır.
MUSTAFA NAİL EFENDİ
Hayatı: 1861'de İstanbul'da doğdu, Mehmed Emin Efendi'nin oğludur. Mekteb-i
Mülkiye'den mezun oldu. 1881 yılında Mekteb-i Sultani Türkçe Öğretmeni,
1891'de de Dârülmuallimîn Coğrafya Öğretmeni oldu. Bu arada Ticaret, Hâriciye ve
Mâliye Nezâretlerinde memurluk yaptı. 1892'de Meclis-i Maarif Başkâtibi, 1894'de
Mekteb-i Mülkiye Usul-ü Mâliye müderrisi, 1897'de Maarif Nezaretinde Mekâtib-i
İdadiye müdürü, 1905 yılında da Meclis-i Maarif başkanı oldu. 1910 yılında
1
M.S., “Maarif Nazırı İttihad istiyor. Bir senemi, iki sene mi?”, Sabah 18 Kasım 1911.
M.S., “Maarif için doğru, Kânûn için yanlış”. Sabah, 20 Kasım 1911.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 250 ~
Saruhan mebusu seçildi. 1911'de Maarif Nazırlığı yaktıktan sonra, 1911 yılında
Mâliye Nazırlığı da yaptı ve aynı yıl Âyân Meclisine de seçildi.
Mütareke yularında Posta ve Telgraf Nazırlığıyla, Ferid Paşa Kabinesinde Dâhiliye
Nazırlığı da yapan Nail Efendi 1922 yılında öldü.
Eserleri: Hayat-ı Düvel adlı, Rakım Bey ile beraberce hazırladığı bir eseri vardır.
Bakanlığı; Mustafa Nail Bey, 5 Mayıs 1909'da Hüseyin Hilmi Paşa (1855-1923)
kabinesi içinde Maarif Nazırlığına gelmiştir.
Yeni Bakanın ilk işi hemen İstanbul Öğretmen Okulu sorununu çözümlemek oldu.
Bu okulun müdürlüğüne, eski öğrencilerinden Sâtı' Bey'i getirerek ona, istediği
kadar yetki verdi. Yaptığı bir çok reform hareketlerinde onu destekledi1.
Öğretimin düzgün bir şekle sokulmasını sağlamak amacıyla 1909 Temmuz'u
başlarında uzman kişilerden oluşan çeşidi komisyonlar kurdu ve okulların yeni
müfredat programlarını hazırlattı2.
1909 ortalarından itibaren, Nail Bey'in Bakanlığı sırasında azınlık okulları sorunu
aşın derecede alevlendi. Nail Bey, yeni çıkaracağı bir yasa ile, bütün Osmanlı
okullarındaki eğitimi birleştireceğini söylüyordu. Öğretim farklı olabilir; ana diline,
milliyetlere v.s. dokunmak istemiyoruz. Ama eğitini; mutlaka ortak olmalıdır,
gençlere ortak bir vatan kültü verilmelidir, diyordu. Aynı demecinde, Meşrûtiyetle
idare edilen bir Devlette “imtiyazların anlamsızlığına” da değiniyordu3. Bu sözler
üzerine azınlıkların ve yabancıların basın organları sorunu alabildiğine kışkırttılar.
Patrikhane'nin Bakan'a asıl hücumu, o sıralarda Bakanlığın hazırlamakta olduğu
Tedrisât-ı Âliye Nizamnamesi'ndeki 18. maddenin kabulünden sonra başlamıştı. Bu
madde Osmanlı ülkesindeki bütün okullarda eğitimin ortak (“yeknesak”) olmasını
1
2
3
Süleyman Nazif, “Maarif Nezaretinin İcraatı”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 15 Temmuz 1909.
“Maarif Nezareti”, Tanin, 8 Eylül 1909.
“L'opinion du Ministre de l'lnstruction Publique”, Le Moniteur Oriental, 16 Juin 1909.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 251 ~
öngörüyordu. Özellikle Rumlar, bunun kendi öğretim özgürlüklerini ortadan
kaldırdığını söyleyerek büyük gürültüler çıkarmaya başladılar1.
Bakan, “Osmanischer Llyod” gazetesine verdiği bir demeçte de, ilköğretim
kademesinde öğretimin mahallî dillerle, ana dilleriyle yapılabileceğini; ancak
idadilerde ve yüksekokullarda öğretimin mutlaka Türkçe yapılması gerektiği ve
bunu sağlayacaklarını söylemişti2.
Okullar sorununda Nail Bey’in gerilemeyeceğini anlayan Rum basını, Bakanlar
Kurulu (“Meclis-i Vükelâ”) hakkında çeşitli haberler çıkartmaya, Maarif Bakanlığına
Hüseyin Câhid Bey'in geleceğini söylemeye başladılar3.
Nail Bey, bu sorunun dışında diğer önemli eğitim sorunlarıyla ilgilendi. Bakanlığa
başladıktan sonra ilk iş olarak Maarif bütçesini geri aldı. Ancak değiştirilecek bir
yanını bulamadığından. Meclis'e geri verdi. Yalnız o yıl, ilköğretim için ayrılan
parayı ilköğretmen okullarının kuruluş ve ıslâh çalışmalarına aklardı4 ve bu
hareketi 1910 yılında birçok tartışmalara sebep oldu5.
Nail Bey, 1909 Ağustosunda Süleyman Nazif ile yaptığı bir konuşmada6 ülkenin
40.000 ilkokula ihtiyacı olduğunu, her şeyden önce bunları tamamlamak
gerektiğini belirtiyordu. Ona göre Osmanlı unsurları arasındaki birlik ancak okullar
yoluyla sağlanabilirdi. Bunun için de öğretmen okullarına ilk defa gayrimüslim
öğrenciler de alınmaya başlanmıştı. Köy ilkokullarında beş öğrencisi olan; her
cemaate ayrı bir dil öğretmeni verileceğini, Pazar günleri gayrimüslim öğrencilerin
dinî eğitimlerinin sağlanacağını bildiriyordu.
Nail Bey'in Bakanlığı şuasında önemli çalışmalarından biri, hazırladığı “Maarif-i
Umûmiye Kânunu Lâyihası”nda Eski “Maarif-i Umûmiye Nizâmnâmesi” ortadan
1
“Mektepler mes'elesi” (Nail Beyle mülakat), Tanin, 17 Haziran 1909.
“Tedrisat Mes'elesi”. Ahenk, 21 Haziran 1909.
2
A. Şinasi,'Osmanlılık Terbiyesi”, Ahenk, 21 Haziran 1909.
3
“Maarif Nezareti”, Tanin, 22 Temmur1909.
4
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunusâni 1326, S.336.
5
Tanin, 13 Ağustos 1909.
6
Süleyman Nazif, “Tahsil-i İbtidai”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 3 Ağustos 1909.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 252 ~
kaldırılacak ve yerine bu yasa geçecekti. Bu yasa, Bakanlığın bütün idarî ve eğitim
örgütleriyle Bakanlığa bağlı kurumların idaresini yeniden düzenliyordu1.
1909 Aralığı başlarında Nail Bey'in Maarif Nazırlığından ayrılacağına dair haberler
çıkmaya başladı. Hattâ yeni Bakanın İzmit mebusu Müfid Bey olacağı dahi
yayılıyordu2. Gerçekten de Nail Bey nedeni belirsiz bir şekilde Bakanlıktan
ayrılmıştır. Kamuoyuna romatizmaları dolayısıyla, sağlık durumundan dolayı
ayrıldığını açıkladıysa da, gerçek neden bu değildi. Çünkü, Nail Bey daha sonra
Mâliye Bakanı olarak da görevde bulundu. Bakanın istifasını bazı gazeteler Linch
sorununda Parti tutumuna karşı çıkmaya veya Tıbbiye sorununun çözülmemesine
bağladılar3. Sadrazam, Bakanın istifasını kabul etmedi, ancak Nail Bey istifada
direndi4. Buna rağmen 28 Aralık 1909'da kabinenin düşmesine kadar Bakanlıkta
kaldı. İstifa edeceği sıralarda, hattâ istifa ettikten sonra da azınlıklarla, hazırladığı
eğitim yasaları üzerinde sürekli çekişmelerde bulundu5.
Nail Bey, yaptığı kısa Bakanlığı süresince, daha sonraki İkinci Meşrûtiyet eğitiminin
temellerini attı. 1910'dan itibaren uygulanan eğitim politikası, özellikle Emrullah
Efendi'nin uyguladığı eğitim politikası, Mustafa Nail Bey'in temellerini koyduğu
eğitim politikası idi.
İSMAİL HAKKİ BEY (BABANZADE)
Hayatı: Hicaz valisi Mustafa Zihni Paşa'nın oğludur. 1876'da Bağdat'ta doğdu.
İbtidaiye ve askerî rüşdiyede okuduktan sonra 1885'de Vefa İdadisi'ni bitirdi. Önce
Mekteb-i Mülkiye'ye girmesine rağmen, 1897'de siyasî bir nedenle Mekteb-i
Hukuk'a geçti. 1902 yılında okulu bitirdikten 1908 yılında mebus seçilinceye kadar
Bâb-ı Âli'nin “Matbuat-ı Ecnebiye” kısmında çalıştı. Mebusluğu zamanında 2 Mart
1
“Millet Meclisimiz muvacehesinde”, Sabah, 12,29 Kasım 1909.
Tanin, 29 Ekim 1909.
2
“Maarif Nâzırı”, Sabah, 8 Aralık 1909.
“Nail Beyefendi”, Sabah, 15 Aralık 1909.
“Maarif Nazırının İstifası”, Tasvir-i Efkâr, 16 Aralık 1909.
3
“Nail Beyin istifası”, Sabah, 17 Aralık 1909.
4
Sabah, 23, 27 Aralık 1909.
5
“L'application des lois d'énseignement”, Le Moniteur Oriental, 20 Decembre 1909.
D.K., “Mekâtib-i ibtidaiye mes'elesi - Maarif işleri- Nail Beyefendi ile mülakat”, Sabah, 5
Ocak 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 253 ~
1911'den 11 Haziran 1911’e kadar Maarif Nazırlığı yaptı. Ayrıca Mühendis
Mektebinin de Fransızca öğretmeniydi. 25 Aralık 1913’de İstanbul'da öldü. Arapça,
Fransızca ve Rumca bilirdi.
Eserleri: Hukuk-u Esasiye ve Ali Reşad Bey ile beraber hazırladığı Bismark.
Bakanlığı sırasındaki çalışmaları: Emrullah Efendi Maarif Nazırlığından ayrıldığında
“Jön Türk” gazetesi bu göreve, parlamento dışından Tevfik Fikret veya Erzurum
valisi Celâl Bey'in getirileceğini yazmıştı1. Ama Mart başlarında “Tanin'in siyasî
yazarı Hakkı Bey'in Bakan olacağı söylentileri çıktı. Aynı gün İttihad ve Terakki
mebusları da oy birliğiyle Hakkı Bey'i Maarif Nâzırı olarak tavsiyeye karar veriyor
ve ertesi gün de atama yapılıyordu2. Beyoğlu gazeteleri ve “Osmanischer Llyod”
gazetesi, bu atamadan memnun olmadıklarını belirttiler3.
Bakan’ın ilk işlerinden biri, Emrullah Efendi'nin Meclis'e sunduğu 1327 Maarif
bütçesini ve “Maarif-i Umûmiye Kânunu” tasarısını geri almak olmuştur4. Bütçeyi
inceledikten sonra geri iade etmiş ama yasa tasarısını yeniden hazırlayacağı
gerekçesiyle vermemiştir. Bakanlıkta Emrullah Efendi'nin kurduğu örgütü de
değiştireceğini söylemiştir5.
“Karşı gazeteler” (Beyoğlu'da çıkan) Hakkı Bey'in, eğitimin düzeltilmesi için büyük
bir tasarı hazırladığını, ancak bunu gerçekleştirebilmek için 600.000 liraya ihtiyaç
olduğunu, bu yüzden uygulamaya geçilemediğini yazıyorlardı. Bakan bu tasarıyı iki
safhada ve iki yılda gerçekleştirmeyi planlamaktaydı6.
Bu sıralarda azınlık okulları sorunu Rum mebuslarla İttihad ve Terakki mebusları
arasında çözümlenmeye çalışılıyordu. Ancak bunlar olumlu bir sonuç vermemişti.
Azınlık okullarını teftiş hususunda İsmail Hakkı Bey'in “La Turquie” gazetesinde
yayınlanan bir mülakatında, bu hususta iki taslak hazırladığını ve Meclis'e gelecek
yıl sunacağını belirtiyordu. Bakan bu demecinde, denetim hakkında şu fikirlerini de
1
Jön Türk, 21 Şubat 1911.
Sabah, 1,2 ve 3 Mart 1911.
3
Sabah, 4 Mart 1911.
4
Sabah, 9 Mart 1911.
5
Sabah, 15 Mart 1911; İstanbul gazetesi, 31 Mart 1911.
6
“Islâh-ı maarif için”, Sabah, 2 Nisan 1911.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 254 ~
açıklıyordu1: Müfettişler bütün gayrimüslim okullarını istedikleri zaman
denetleyebilecekler, istedikleri soruyu sorabilecekler ve Bakanlığa rapor
vereceklerdir. Herhangi bu sorun çıktığında kararı, bu raporlara göre İstanbul
Maarif Müdürü verecektir. Eğer bu makamla Patrikhane arasında bir anlaşmazlık
çıkarsa, Bakanlık işe o zaman karışacaktır.
İsmail Hakkı Bey, 8 Mayıs 1911'de Mâliye Nâzırı Cavid Bey ile beraber istifa
etmiştir. Ortak istifanamelerinde2 bir süreden beri partideki karışıklıkların
vazifelerini yapamayacak derecede etkili olduğunu, bu makamları daha başarıyla iş
yapabilecek kişilere bıraktıklarını belirtiyorlardı. Hakkı Bey, istifasını geri alması
hususundaki Sadrazamın ısrarlarını ise kabul etmemiştir. Hakkı Bey'in 1912 yılında
tekrar Bakan olacağı söylentileri3 ise gerçekleşmedi.
MEHMED SAİD (GELENBEVİZADE)
Hayatı: Mahmud Aziz Efendi'nin oğludur. 1863'de İstanbul'da doğdu. Mülkiye'yi
bitirdi. 1882’den itibaren Devlet dairelerinde çalışmaya başladı. Bu arada
1887'den itibaren Bursa İdadisinde öğretmenlik ve Maarif Müdürlüğü, Edirne'de
Maarif Müdürlüğü, Ticaret Mekteb-i Âlisi Müdürlüğü, Vefa İdadisi ve
Dârülfünun'da öğretmenlik görevlerinde bulundu. Daha sonra Bakanlık merkez
örgütünde çalışmaya başladı. 1904’de Mekâtib-i Rüşdiye Müdürü, 1907'de
Mekâtib-i İdadiye Müdürü, daha sonra da Meclis-i Maarif üyeliğinde bulundu.
1910 yılında Bakanlık Müsteşarı, 1912 yılında da Maarif Nazırlığı yaptı. 1919-1920
yılanda gene Maarif Nazırlığı yaptı. Dârülfünun Üniversiteye çevrilinceye kadar fen
şubesinde öğretmenlik yaptı. 1937’de öldü.
Bakanlığı: Said Bey, Emrullah Efendi'nin ikinci Bakanlığından sonra, Ahmet Muhtar
Paşa’nın (1839-1918) Bakanlar Kurulu ile 22 Temmuz 1912'de göreve başladı.
Balkan Savaşının en kızışkın günleri idi. Dârülfünun öğrencileri sürekli olarak savaş
yanlışı gösteriler düzenliyorlardı. Hattâ yanlarına Dârülfünun Müdürü Süleyman
1
Sabah, 21 Nisan 1911 (“La Turquie”den).
Sureti, Sabah, 10 Mayıs 1911
3
D.H., “Maarifin hali”, İlham, 25Mayıs 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 255 ~
Paşazade Sami Bey'i ve Maarif Bakanı Said Bey'i de alarak padişahın huzuruna
çıkıyorlardı1.
Said Bey'in Bakanlığa gelince ilk işi, Bakanlık Müsteşarlığına Salih Zeki Bey'i
getirmek olmuştu2.
Bakanlığı, düşmanın Çatalca'ya gelip dayandığı günlere rastladığından, önemli bir
çalışma yapamadı. Hükümetin istifasıyla 29 Ekim 1912'de Bakanlık görevinden
ayrıldı.
DAMAD MEHMED ŞERİF (ÇAVDAROĞLU) PAŞA
Hayatı: Mutasarrıf Şükrü Paşa'nın oğludur. 1874 yılında İstanbul'da doğdu. Askerî
Rüşdiye ve Mekteb-i Mülkiye'yi bitirdi. 1895'de Dahiliye Nezareti'nde memurluğa
başladı. Bu arada Dârülmuallimîn-i Âliye ve Mekteb-i Mülkiye'de öğretmenlik
yaptı. 1901'de Abdülaziz'in kızı ile evlenerek Saraya damat oldu. 1906 ve 1910'da
Şûrayı Devlet üyesi, 1909'da İstanbul Valisi, 1912'de Nâfia, Dâhiliye, Ticaret ve
Ziraat Nâzırlıklarıyla bir ay kadar da Maarif Nazırlığı yaptı. Mütareke yıllarında da
Şûrayı Devlet Başkanlığı, Dâhiliye ve Adliye Nazırlıklarında bulundu.
Cumhuriyetten sonra, hanedana mensup olduğu için yurt dışına çıkartıldı. 1946'da
yurda döndü ve 1958 yılında İstanbul'da öldü.
Eserleri: İbn Battuta Seyahatnamesi (Arapçadan çeviri, 2 cilt), Hükümdar
(Makyavel'den çeviri) Ayrıca basılmamış bir çok tercüme eserleri vardır.
Maarif Nazırlığı: Mehmed Kâmil Paşa'nın (1832-1913) dördüncü Sadrazamlığı
sırasında, Balkan bozgununun iç politikayı-alabildiğine etkilediği günlerde 30 Ekim
1912 ile 23 Ocak 1913 tarihleri arasında Maarif Nazırlığında bulundu.
Şerif Paşa, Bakan olduktan sonra “İfham” gazetesine verdiği bir demeçte3
ayrıntılarla uğraşmadan önce eğitimin amacının saptanması gerektiğini, eğitim
1
Türkgeldi A.F., ag.e. S.65-66.
“Maarif Nezareti Müsteşarlığı”, Teminat gazetesi, 26 Temmuz 1912.
3
İfham, 14 Aralık 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 256 ~
biçiminin Bakanların değişmesiyle değişmeyecek kadar sağlam temellere
dayandırılacağını belirtiyordu. Bakana göre, her kademedeki okullar çok düşük bir
seviyede bulunmaktadır. Bunun için ortaöğretim kademesinde önemli değişiklikler
yapmalıdır. İdadiler iyice “sınıf mektepleri”ne benzetilmelidir. Teorik olarak verilen
derslerin uygulamaları arttırılmalıdır. Ortaöğretim süresi kısaltılmak bazı yüksek
dersler kaldırılmalıdır. İdadiler için her yerde aynı program uygulanmamalıdır.
İdadiler bulundukları yörenin gereksinmelerine cevap verebilecek âdeta bir sanat
okulu olmalıdırlar. Bakan ayrıca, idadilerin yüksekokullara öğrenci hazırlayacağını
ve Üniversitede İhtiyat Sınıflarının tekrar açılacağını söylüyordu.
Şerif Paşa'nın ihtiyat Sınıfı ve idadi tasarıları tepkiyle karşılandı. Okulların mekâna
göre aşırı derecede farklılaşmasının sakıncalı olduğu, zaten idadilerle sanat
okullarının ayrı ayrı görevleri olduğu ileri sürüldü1. Bakanın idadilerde yapmak
istediği değişiklik 20. yüzyıl başlarında “Ticaret ve Ziraat Şubeleri” açılarak Osmanlı
Devleti'nde gerçekleştirilmişti. Bu öğretim ücretli öğrencilere seçmeli, ücretsiz
öğrencilere de zorunlu tutuldu. Ama başarılı olamadı ve kaldırıldı2.
“Yüksekokullar bugün esir pazarı haline gelmiştir” diyen Ali Mümtaz, Bakanın bu
kademede mevcudu bazı küçük değişikliklerle koruma tasarısını da şiddetle
eleştirmektedir3.
Şerif Paşa 1913 başlarında Meclis-i Kebir-i Maarif’i toplayarak, Bakanlıkta
kurulacak örgüt hakkında bir tasarı hazırlamış4, tam uygulamaya geçecekken
kabine düşmüş ve kendisi Bakanlıktan ayrılmıştır5.
1
Ali Mümtaz, “Maarif Mes'elesi - Maarif Nazırının beyanatı âhiresi münasebetiyle”,
Tanzimat, 16 Aralık 1912.
2
a.g.m., 18 Aralık 1912.
3
a.g.m., 22 Aralık 1912
4
“Maarif Teşkilâtı projesi”, Sabah, 21,22 Ocak 1913.
5
Sabah, 23 Ocak 1913.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 257 ~
AHMED ŞÜKRÜ BEY
Hayatı: 1874'de Kastamonu'da doğdu. Fakir bir aile çocuğu idi. İstanbul
Dârülmuallimini'nden mezun olduktan sonra çeşitli yerlerde öğretmenlik ve Maarif
Müdürlükleri yapmıştı.
İkinci Meşrûtiyet'ten önce İttihad ve terakki Cemiyeti'nin gizli bir üyesi olarak
çalıştı. Siroz Mutasarrıflığı ve Dâhiliye Nezareti mektupçuluğunda bulundu. Sonra
Kastamonu mebusu olarak Meclis'e girdi. Mahmud Şevket Paşa kabinesinin Maarif
Nâzırı olarak 24 Ocak 1913’te göreve başladı. Bu görevi 9 Aralık 1917'ye kadar
sürdürdü.
Cumhuriyetin ilk yularında Trabzon valisi olarak çalıştı. İzmir'de Atatürk'e suikast
düzenleyenlerden olduğu için 1926'da idam edildi. Bu nedenle “Maslub Şükrü”
diye de bilinir.
Bakanlığı sırasındaki çalışmaları: Ahmed Şükrü Bey 25 Ocak 1913'de Bakanlıkta
tebrikleri kabul ettikten sonra1 Vilâyât Maarif Müdürlerine bir telgraf çekmiştir2.
Bakan bu telgrafta:
“Maarif-i umumiyemizin terakkiyat-ı asriya ile mütenasiben tealisi begayet
mültezim olduğundan bu babda bir kat dahi ibzal-i mesai olunması”nı istiyordu.
1913 yılı ve Mahmud Şevket Paşa'nın Sadrazamlığı dönemi, Osmanlı eğitiminde
öğretim dilinin önem kazanmaya başladığı bir dönemdi, Ama artık Türkçenin her
özel okulda okutulmasının mecbur tutulması yerine, Devlet okullarında azınlık
dillerinin okutulması fikirleriyle karşılaşıldığı bir dönemdi. Ahmed Şükrü Bey, 10
Ekim 1913'de “İstanbul” gazetesine verdiği bir demeçte, “bizim fikrimiz,
Anadolu'da tahsilin her milletin kendi lisanıyla yapılması fikridir. Mamurların da
bundan sonra mahalli lisanları bilmelerine itina edeceğiz” diyordu3.
1913 sonlarına doğru Arap vilâyetlerinde yazışmaların Arapça yapılması kabul
edilmişti. 1913 Aralığında ise Suriye'deki ilkokul ve beş yıllık İdadilerde esas
Öğretim dilinin Arapça olması ve Türkçenin “birinci derecede bir yabancı dil gibi”
1
Tercüman-ı Hakikat, 25 Ocak 1913.
Telgrafın tam metni: Sabah, 26 Ocak 1913.
3
“Maarif Nazırının beyanatı”, Sabah, 12 Ekim 1913
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 258 ~
öğretilmesi kararlaştırılmıştı. Beyrut ve Şam'da açılacak Sultanilerin öğretim dili de
Arapça olacaktı. Ayrıca Arapça ders kitaplarının hazırlanması için bir Komisyon
kurulmuştu. Arap vilâyetlerine de kendi bütçelerinden okul açma izni verilmişti1.
Şükrü Bey, 1913 Ekim'inde de Batı dillerinde yazılmış önemli eserleri Türkçeye
çevirtmek için bir Komisyon kurmuştu2. 1914 başlarında 4a Maarif müdürlerine
yolladığı bir genelgede Türkçenin genişliğinden, zenginliğinden v.s. bahsederek,
öğretmenlerin bulundukları yerlerdeki atasözlerini, darbımeselleri, şiveleri v.s.
saptamalarını istiyordu3.
Uzun savaş yıllarında da Eğitim Bakanlığı yapan Şükrü Bey'in, Osmanlı Devleti'nin
Birinci Dünya Savaşma girinceye kadar yaptığı çalışmalar şöyle özetlenebilir:
1914 Şubat'ında, okullarda “konferans usulü”nün yeniden canlandırılmasını
isteyen bir genelge yayınladı. Bu usul, birkaç yıl önce de uygulanmak istenmiş ama
kısa bir süre sonra gevşeyerek terk edilmişti4.
Anaokulları; Bakan, anaokulları konusundaki çalışmalarına 1914 yılı başlarında
girişti. 2-6 yaş arasındaki çocukları “sokağın kötü etkilerinden korumak” için önce
anaokulu öğretmeni yetiştirmeye başladı. Dârülmuallimat sınıflarına bazı ek
dersler koydu. Buradan yetişen öğretmenlere göre anaokulları açacaktı5. Daha
sonra “Ana Mektebi Nizamnamesi”ni düzenledi. İstanbul'da dört yere anaokulu
açtı. Bu hususta vilâyetlere bir yazı gönderdi. Anaokullarında okutulmak üzere
Avrupa'dan altmış kadar kitap getirterek çevirtti6.
İlköğretim: İlköğretim program ve teşkilâtını yapmak üzere, Dârülfünun
öğretmenlerinden meydana gelen bir Komisyon kurdu. Bu Komisyon beş ay kadar
1
“Maarif Nazırının beyanatı”, Sabah, 7 Aralık 1913. (Osmanischer Llyod gazetesinden).
Arap vilâyetlerinde Arapça öğretim hakkında bazı belgeler: Başbakanlık Arşivi. BEO,
no:312349,313349,315279 vs.
2
Şinasi, “Maarif Nazırının yeni teşebbüsleri”. Ahenk (İzmir), 21 Ekim 1913.
3
Şinasi, “Maarif Nezareti ve gayet müfid bir teşebbüsü”, Ahenk (İzmir), 1 Şubat 1914.
4
Şinasi, “Maarif Nezareti’nin faideli teşebbüslerinden”, Ahenk (İzmir), 18 şubat 1914.
5
“Maarif Nazırının beyanatı”, Sabah, 28 Şubat 1914 (La Turquie gazetesinden)
6
“Maarif Nâzırı ile mülakat”, İkdam, 9 Temmuz 1914.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 259 ~
çalışarak, iki ve altı dershaneli okullara göre iki program yaptı1. Bu program,
eskilerine göre daha uygulamalı ve fennî idi. El işleri ve ziraat dersi de konmuştu2.
Bu arada Bakan bizzat “Tedrisât-ı İbtidaiye Kânunu” üzerinde çalıştı. Burada,
gelişmiş ülkelerin esaslarını topladı. Bütün Maarif Müdürlerinin reylerini sordu. Bu
Yasayı geçici olarak uygulamaya koydu3. Bu Yasaya dayanarak ibtidaiyelerle
rüşdiyeleri birleştirmiş ve ülkedeki ilkokullar 1-6 sınıf ve öğretmenli olarak bir
çeşitlilik arzetmiştir.
Ortaöğretim: Şükrü Bey bu kademede iki tür okul bırakmıştır:
A) Liva idadileri: Öğretim süresi dört yıl olarak belirlenmiştir. Birinci yıl ortak, diğer
yıllar ise “Ticaret”, “Ziraat” ve “Malumat-ı Umûmiye” diye üç şubeye ayrılıyordu.
Buna göre ayrıca bir program yapılmıştı4.
B) Sultaniyeler: Şükrü Bey bütün yedi yıllık idadileri “sultani” haline çevirmişti.
Çünkü bunların diploma dereceleri eşitti ve Sultani öğretimi bir yıl fazla
olduğundan, herkes son sınıfı okumadan ayrılıp idadiden diploma alıyordu.
Sultaniler açılalı iki yıl olduğu halde, bu sebepten son sınırı hâlâ açılamamıştı.
Bakan, çeşitli yerlere emirler vererek sultanilerden terki önledi. Terk edenler idadi
diploması alamayacaklar ve resmî dairelere giremeyeceklerdi. Böylece sultanilerin
son sınıflan açıldı ve yedi yıllık idadiler de (Musul, Basra ve Sana'dakiler hariç)
sultaniye çevrildi.
Sultanilerin dil öğretimindeki eski usulleri de değiştirilmiş, uygulamalı Berlitz usulü
yerleşmeye başlamıştır5. Bakan ayrıca vilâyet merkezi olmayan dört yerde daha
sultani kurmuştur.
Yükseköğretim: Bakan, ıslâhata ilköğretimden başladığı için, yüksek öğretimde
esaslı bir reform yapamamıştır. Yalnız 1908'den sonraki kargaşalıklarda
Dârülfünuna sahte tasdikname ile kaydolan yüzden fazla öğrenciyi Dârülfünun'dan
1
a.g.y.
“Maarif ıslâhı. Şükrü Bey ile mülakat”. Sabah, 3 Nisan 1914.
3
Düstur, İkinci tertib, c,V. S.804-823
4
İkdam, 9 Temmuz 1914.
5
İkdam, 9 Temmuz 1914.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 260 ~
kovdurmuş ve bu işe kansan memurları mahkemeye vermiştir1. Ayrıca 1913’den
itibaren Dârülfünun'a girişi sınava bağlamış ve sınava gireceklerden de
“mülâzemet rüusu” (“bakalorya”) istemiştir. Programlara bazı dersler eklemiş,
laboratuvarlar kurulmuştur.
Öğretmen yetiştirme: Öğretmenlerin sık sık değiştirilmesinin önüne geçecek,
maaşlarını belli ölçüler içinde arttıracak usuller konulmuştur.
Değişen yeni ilkokul programına göre, Dârülmuallimîn programları da
değiştirilmiştir. Dârülmuallimîn mezunlarına ve yüksekokul mezunu olup da
öğretmenlik yapmak isteyenlere en az bir yıl staj devresi (“devre-i tatbikiye”)
konmuştur. Bu bir yılın sonunda bir tez hazırlayacaklar ve sınava alınacaklardı.
Başaranlar,”ehliyet-i fennîye ve pedagoji şahadetnamesi” alacaklar;
başaramayanlar ise ilkokul öğretmeni olacaklardı2.
Ders kitapları konusunda “mükâfat-ı nakdiye usulü” kabul edilmiş, yarışmalar
açılmış, kazanan eserlerin beş yıl süreyle programda kalması kararlaştırılmıştı.
Bakan 1914'de en çok “mekteb kitaplarının ıslâh ve tensiki”* üzerinde duracağını
belirtmişti3.
Şükrü Bey'in en çok uğraştığı konulardan biri de memuriyetçiliğe karşı mücâdele
olmuştur. İdadilere ticaret ve ziraat Şubeleri konmuş, Samsun, Sinop ve İnebolu'da
üç ticaret okulu açılmıştır.
Balkan Savaşı dolayısıyla İstanbul'a gelen göçmen çocukları özellikle İzmir,
Balıkesir, Kala-i Sultaniye (Çanakkale), Yozgat, Aydın ve Kudüs idadilerine
yerleştirmiş; Bursa ve Konya'da bunlar için özel sultaniler açmak istemiştir4.
1
a.g.y.
“Mekâtibin ıslâhı” (Ahmed Şükrü Beyin Jön Türk gazetesindeki mülakatı), Âhenk, 6 Nisan
1914.
*
Sabah, 3 Nisan 1914; İkdam, 9 Temmuz 1914.
3
Sabah, 3 Nisan 1914.
4
Bu hususta Başbakanlık Arşivinde pek çok belge vardır. Meselâ, Babıali Evrak Odası,
no:31O398, 310411,310431, 310441, 310963, 311088, 311554, 311797, 311945,
312469,312569,312221, 312813,312832, 312870, 313968,316015 v.s.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 261 ~
Okul binalarını bir Şirkete yaptırmak istemiştir. Yıllık % 5 faiz ve inşaat için % 12
temettü ile 20-30 yıl vadeli borçlar (“istikrazlar”) almak istemişti. Bunun 300.000
lirası ile İstanbul'a yüzden fazla ibtidai, kalanı ile de vilâyetlere yedi lise yaptırmayı
plânlamıştı1. “Fennî ıstılah ve tabirleri kesinleştirmek” için, Emrullah Efendi'nin
başkanlığında bir heyet kurmuştur.
İstanbul İnas İdadisini “lise”ye çevirmiş ve müdürlüğüne de Alliance Israelite
okulunda çalışmış Aber Up'u getirmişti. Ayrıca İstanbul Kız Sanayi Mektebini
yeniden kurup Belçika'dan müdür ve öğretmenler getirtmişti2.
Özetlenecek olursa, Ahmed Şükrü Bey'in iki yıl içindeki bir çok yararlı girişimlerinin
program ve yasal temeller yönündeki ürünleri şöyle sıralanabilir:
A) Programlar:
- Mekâtib-i İbtidaiye Programı,
- Dârülmuallimîn Programı,
-Mekâtib-i Sultaniye Programı,
-İnas Sultanisi Programı,
-Liva idadileri Programı,
-Ticaret İdadileri Programı.
B) Yasa Yönetmelik Talimatname v.s. açısından:
-Tedrisat-ı İbtidaiye Kânûn-u Muvakkati,
-Mülâzemet Rüusu Nizâmnâmesi,
-Ticaret Mekteb-i Âlisi Nizâmnâmesi
-Avrupa’ya Gidecek Talebe Nizâmnâmesi,
-Mekâtib-i Sultaniye Talimatnamesi,
-İnas Sultanisi Talimatnamesi
-Muallim ve Muallim Muavinliği Talimatnamesi,
-Dârülfünun Talimatnamesi,
-Devre-i Tatbikiye Talimatnamesi,
-Maarif Müdürlerinin Vezaifi Talimatnamesi.
1
2
Sabah, 3 Nisan, 23 Şubat 1914.
Başbakanlık Arşivi, Babıali Evrak Odası, no: 319620.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 262 ~
4.1.5. DERNEKLER, SİYASÎ KURULUŞLAR VE EĞİTİM
İkinci Meşrûtiyet ülkeye çok geniş bir özgürlük ortamı getirdiği için, her alanda bir
çok dernekler kurulup çalışmaya başlamıştı. Bu arada eğitimle ilgili bir çok
demekler de kurulmuş, belli bir süre çalışma yapmışlardı. Bu arada siyasî alanda
faaliyet gösteren partiler de, programlarında eğitim görüşlerini belirtmiş ve
uygulamaya koyacaklarını açıklamışlardır.
İkinci Meşrûtiyet Devrinde Kurulan Eğitim Dernekleri
Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye: İlk defa 1865 yılında kurulmuştu. Sonra
ikinci Abdülhamid döneminde derneğin bazı üyeleri dağıldı, çalışmaları
zayıfladı. Dernek İkinci Meşrûtiyet döneminde tekrar kuruldu. Eskiden
kendi idaresinde olan, ancak bir ara Bakanlığa bağlanan Dârüşşafaka'yı
yeniden kendisine bağlamak için yoğun çalışmalar yaptı1. Bu okulu tekrar
aldı. Ayrıca eskiden olduğu gibi bir Kız Dârüşşafakası kurmayı tasarladı ve
bu yolda çalışmalar yaptı, ancak başaramadı.
Osmanlı Terbiye-i İçtimaîye Kulübü: 12 Mart 1909'da kuruldu. “Osmanlı
milletinin fikrî ve ahlâki terbiyesinin gelişme ve yükselmesine” hizmet
etmek amacıyla, bilimsel bir komisyon tarzında kurulmuştu. Genellikle,
yükseköğrenim görmüş kişiler üye oluyorlardı. Derneğin Yönetmenliğinde2
şu işlerin yapılacağı yazılıyordu: - Bir dergi yayınlamak, - İstanbul'da ve
vilâyetlerde konferanslar verdirmek, - Yararlı eserleri bastırıp, uygun bir
fiyatla sattırmak, - Eser yazına ve çevirme yarışmaları düzenlemek, tiyatro
eserleri sahneye koymak, - Osmanlı, vilâyetlerine bilimsel inceleme
komisyonları yollamak ve bunların raporlarını basmak, - Yüksekokul
mezunlarını Avrupa'ya gezilere yollamak, - Avrupa'daki çeşitli bilimsel
örgütlerle ilişkiler kurmak, İstanbul'a gelen bilim adamlarıyla kendi
mensuplarım tanıştırmak v.s. Bu kuruluşun, 31 Mart olayları sonrası alınan
sıkı önlemler arasında dağıldığı sanılıyor.
1
2
Süheyl, “Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye ve Dârüşşafaka”, Tanin, 9 Mart 1909.
“Osmanlı Terbiye-i İçtimaiye Kulübü Nizâmnâmesi”, Tanin, 10 Mart 1909.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 263 ~
Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye: İkinci Meşrûtiyetin başlamasından hemen
sonra “ulema” tarafından kurulmuştu. Dernek, İttihad ve Terakki
Cemiyeti'ne bağlı idi. Bu gedenle de siyasî bir kuruluştu. Ama aynı
zamanda dinî ve ilmî çalışmalar da yapıyordu. Medreselerin düzeltilmesi
ve okullarda dinî eğitimin daha iyi bir şekilde verilmesiyle ilgileniyorlardı.
Dernek Beyânü'l- Hakk adlı bir dergi de çıkarıyordu. Daha sonra İttihad ve
Terakki Cemiyeti ile ilgisini kesti. Çünkü derneğin siyasetle sık sık ve fiilî bir
şekilde uğraşması pek çok eleştirilere yol açıyordu.
Medrese öğrencilerine, müderrislere ve imamlara dayandığı için, İkinci
Meşrûtiyetin en güçlü kuruluşlarından birisiydi. Ancak ittihat ve Terakki ile
Hürriyet ve İtilaf partileri arasındaki çekişmeler bu derneği parçaladı.
Üyeleri iyice günlük politikaya karıştığından, demek dağıtıldı ve kapatıldı.
Derneğin, fikirlerini açıkladığı 8 ciltlik “Beyânü'l-Hakk” dergisinden başka
bir somut ürünü olmadı1.
Teşvik-i Maarif Cemiyet-i Hayriyesi: Genel Merkezi Selanik'te olan bir
dernek idi. 1909 yılında kurulmuştu. İzmir'de ve Hicaz'da da şubeleri vardı.
Hıristiyan ve Yahudilerin de üye olarak bulundukları bu dernek,
Selanik'teki “Zaman” gazetesinin 1909 yılında açtığı “Şüheday-ı Hürriyet
Mektepleri” kampanyasını benimsemiş, şubelerinin bulunduğu yerlerde
de bu okulları kurup idare etmek ve denetim işlerini yapmayı kabul
etmişti2.
Girit Neşr-i Maarif Cemiyeti: İkinci Meşrûtiyet’te “Girit sorunu”nun tekrar
alevlendiği bir dönemde kurulmuş derneklerdendi. Girit'ten göçmen
olarak gelmiş kişilerle ilgileniyordu. 1910 yılında İstanbul'da “Mekteb-i
Meşrûtiyet” adlı bir okul da kurmuşlardı3.
Mekteb-i Sultani-i İnas Cemiyet-i Hayriyesi: 1909 yılında kurulmuştu.
Amacı, İstanbul'da bir kız sultanisi kurmaktı. İstanbul'da hükümet,
hanedan ve parlamento ileri gelenlerinden çoğu bu derneğin çalışmalarına
katılıyorlardı. Derneğin başkanı, Meclis-î Mebusan Reisi Ahmed Rıza Bey
1
Ergin.O., a.g.e., S.292-294.
“Şühedayı Hürriyet Mektepleri”, Ahenk (İzmir), 15 Mayıs 1909.
3
Yeni Tasvir-i Efkâr, 9 Şubat 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 264 ~
(1859-1930) idi. Önce yardım şeklinde oldukça fazla bir para toplanmış,
Osmanlı Bankasında bir hesap açtırılmış. Padişahın okul yapılması için hibe
ettiği Kandilli'deki Âdile Sultan Sarayı tamir ettirilmeye başlanmış,
Bakanlığın izni ile 60.000 liralık bir piyango bile düzenlenmişti. Bir çok
toplantılara, basının da tam desteğine rağmen somut bir sonuca
ulaşılamamıştır1.
Beyrut Mekteb-i Sultanisi İkmal-i Tahsil Cemiyeti: Beyrut Sultanisi”ni
bitirenlerden liyakat gösterenlerin öğrenimlerini Avrupa'da yaptırmak
üzere 1912 yılında kurulmuştu. Sermayesi yardımlardan oluşuyordu2.
Beynelanasır Neşr-i Lisan ve Maarif Cemiyeti: “Siyasî cemiyetlerle katiyen
alâkadar olmamak, sırf vatanın muhtaç olduğu tamim-i-maarif emr-i
ehemminene lisan-ı Osmaniyenin intişarına sarf-ı mesai etmek” üzere
1911 Ekim'inde kurulmuş bir dernekti. Üyelerinin ödemeleri ve
yardımlarıyla yaşıyordu. Demek, 1911-1912 arasında bir çok yerlerde
şubeler açmış, Tophane'de altı ay devam eden gece dersleri düzenlemişti.
1912 yılında 69 üyesi olan dernek, gece derslerine devam ediyordu3.
Osmanlı Maarif Cemiyeti: Osmanlı milletlerinin eğitimlerini geliştirmek için
26 Ekim 1913’de kurulmuştu, Şehzade Abdülmecit Efendi (1868-1944)
derneğin fahri başkanı, Maarif Nâzırı Şükrü Bey de ikinci başkanı idi.
Konferanslar, gece dersleri düzenlemek, numune okulları açmak amacında
olan4 derneğin önemli bir çalışmasına rastlanılmamıştır.
Cemiyet-i Terbiye-i İslâmiye: Balkan bozgunundan sonra Mısırlı Mehmed
Şerif Paşa'nın girişimleriyle kurulmuş bir dernekti. Üyelerinin çoğu Arap
asıllı kişilerdi. Çok parlak törenlerle açılmasına rağmen önemli bir çalışması
1
“Mekteb-i Sultani-i İnas”, Sabah, 27 ve 29 Mayıs 1911.
“İnas Sultani Mektebi”, Sabah 30 Temmuz 1910.
2
“Beyrut Mekteb-i Sultanisi İkmal-i Tahsil Cemiyeti”, Sabah, 29 Mart 1912.
3
“Beynelanasır Neşr-i Lisan ve Maarif Cemiyeti”, Serbesti, 8 Ağustos 1328.
4
“Osmanlı Maarif Cemiyeti”, Sabah, 4 Ağustos, 27 Ekim 1913.
Yeni Fikir, 111/17,(1329), S.554.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 265 ~
olmamıştır. Zaten kurulduktan az sonra adını “Cemiyet-i Hayriye-i
İslâmiye” olarak değiştirmiştir1.
Osmanlı Mekâtib-i Hususiyesi Tevhid-i Mesai Cemiyeti: 1911 yılında
kurulmuş bir dernekti. İstanbul'daki özel okulların programlarını, çeşitli
işlerini v.s. görüşüp ortak bir hareket sağlamaya çalışıyordu2.
Ayrıca 1911 yılında “Millî Osmanlı Mektepleri” adlı bir komandit şirket kurulmuştu.
50 milyon kuruluş sermayeli olan şirket 150'şer kuruşluk hisseler çıkartmıştı ve
yılda % 50 faiz vermeyi vaad ediyordu3.
Siyasî kuruluşlar ve eğitim politikaları:
Đttihad ve Terakki Cemiyeti: Đkinci Meşrûtiyetin ilân edilmesinde ve bu
dönem olaylarının gelişiminde çok etkili bir kuruluş olan Đttihad ve Terakki
Cemiyeti'nin eğitim görüşleri, 1908-1914 arası eğitim politikasının şekillenmesinde
önemli roller oynamıştır.
Cemiyet'in ilk Yönetmeliğinin 26,30 ve 35. maddelerinde derneğin okullar açacağı,
bu okullarda dernek mensuplarının öğretmenlik yapacağı, Avrupa'ya öğrenci
gönderme yönünde çalışmalar yapılacağı v.s. yer alıyordu4.
Örgütün 1908 yılı kongresinde alınan kararlar arasında gece dersleri ve özel okullar
açılması, Avrupa'ya ve başka yerlere “liyakatli kişiler” gönderilmesi, halkın
anlayacağı dilden kitaplar yazdırılması v.s. vardı. Aynı yıl kabul edilen siyasî
programda da öğretimin serbest olduğu, her Osmanlının yasalar içinde özel okullar
açabilecekleri belirtildikten sonra şu görüşler ileri sürülüyordu: Bütün okullar
Devletin gözetimi altında serbesttir. Bütün Osmanlıların öğretiminin bir yolda ve
düzgün olabilmesi için, bütün unsurlara açık resmî okullar açtırılacaktır. İlköğretim
düzeyinde Türkçe öğretim zorunludur. Orta ve yüksek öğretim de genel ve resmî
okullar aracılığıyla ve Türk dili esas alınarak yapılacaktır. Programlara, öğretmen
yetiştirme ve atanmalarına dair ciddî kararlar alınacaktır. Yalnızca din öğretimiyle
1
Ergin.O., a.g.e., S.298.
Sabah, 1 Ağustos 1911.
3
Sabah, 5 Haziran 1911.
4
Tunaya,T.Z., Türkiye'de Siyasî Partiler 18S9-1952, İstanbul, 1952, S. 125-126.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 266 ~
ilgili okullar bu genellemelerin dışındadır. Ülkede ticaret, ziraat ve sanayi okulları
kurulmasına çalışılacaktır1.
Cemiyet'in 1909 yılında kabul edilen siyasî programında bir evvelki yıla göre
oldukça önemli değişiklikler yapılmıştı. “Hürriyet-i tedris” örgütün ana
prensiplerinden biri hâline getirilmiş ve çeşitli unsurların eğitimlerini birleştirme
taşanlarından vazgeçilmiş, ilköğretim dili olarak da her kavmin anadili alınmış; bu
arada Türkçe öğretiminin de mecbur tutulması kararlaştırılmıştı. Ancak orta ve
yükseköğretimde, öğretim dilinin Türkçe olmasında direniliyordu. Ortaöğretimde
yerel dillerin öğretiminin de yapılacağı; orta ve yükseköğretim kademesinde bütün
okulların her Osmanlı unsuruna açık olduğu gibi hususlar kararlaştırılmıştı.
Hazırlanmasında Emrullah Efendi'nin önemli katkıları olan bu programda
medreselerin tüm harcamalarının Devletçe yapılacağı, bir çok öğretmen okulları
kurulacağı gibi hususlar vardı2.
Cemiyet'in 31 Ekim-13 Kasım 1910 tarihleri arasında Selanik'te yaptığı yıllık
kongrede de, en önemli sorunlar eğitim konusunda ortaya çıkmıştı. Örgüt gece
derslerine ve yeni okullar kurmaya devam etme kararı almış, bu arada öğretmen
yokluğu da söz konusu edilmiş; Selanik ve İzmir'deki “İttihad ve Terakki
Mektebleri”nin öğretmen okulu haline çevrilmesi kararlaştırılmıştı. Bu toplantıda
ayrıca şimdiye kadar açılmış olan okulların varlıklarını devam ettirebilmeleri için
“maarif onluğu” adı altında bir “Millî Yardım Sandığı”nın kurulması da
kararlaştırılmıştı3.
İttihad ve Terakki “Fırkası’nın 1913 yılı siyasî programında ise 42-48. maddeler
arası eğitim konularına ayrılmıştı. Burada, denetim yapılırken azınlıkların ana
dillerine, inanç ve edebiyatlarına karışılmayacağı belirtiliyor, ibtidaiye ve
rüşdiyelerde öğretimin ana diliyle yapılacağı ancak Türkçe öğretimin de zorunlu
olacağı kaydediliyordu. Bundan başka özellikle şu konular dikkati çekiyordu.
İlköğretim programı, ibtidaî ve rüşdî okullar birleştirilerek yapılacaktı.
1
a.g.e.,S.209.
a.g.e.,S.211-212.
Tanin, 30 Mayıs 1325.
D.K., “Fırka programımı, hükümet programı mı?”, Sabah, 10 Kasım 1910.
3
“İttihat ve Terakki Beyannamesi”, Sabah, 19 Kasım 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 267 ~
Okul programlarına her yörenin Özelliklerini içeren ziraat, ticaret ve sanat
dersleri konacaktı,
İstanbul’da bir “Dârülmuallimîn-i Âli” kurulacaktı. Vilâyetlerdeki öğretmen
okulları ve idadilerin sayısı da arttırılacaktı.
Bu okullarda dinî ve bedenî eğitime özel bir önem verilecekti.
İlk ve ortaöğretimde “meslekî muallimin” kurulacak; öğretmenlerin
atanma, görevden alma ve ilerleme biçimleri hakkında bir yasa tasarısı
hazırlanacaktı.
Bir “Encümen-i Dâniş” kurulacak, ayrıca bir telif ve tercüme eserleri
komisyonu oluşturulacak, okul kitaplarının hazırlattırılmasına çalışılacaktı,
İstanbul'da bir “Kütüphane-i Milli” kurulmasına çalışılacaktı,
Medreseler düzeltilecek; köylerdeki özel ve cami okullarının idaresi için
Evkaf Nezareti'nde bir “Maarif Şubesi” kurulması önerilecektir,
Orta ve yükseköğretimde yabancı uzmanlardan yararlanılacaktı1.
Görüldüğü gibi İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin eğitim görüşleri, 1908-1914
arasında oldukça geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Bu dönemde Eğitim
Bakanlığı yapanların çoğu bu Cemiyetin aktif üyeleri olduklarından, hattâ
Cemiyetin; programlarındaki eğitim kısımlarını kendileri yazdıklarından, görev
başında oldukları zaman özellikle bunları gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
Teşebbüs-ü Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti: Prens Sabahaddin Bey'in
fikirlerine sıkı sıkıya bağlı idi. Eğitim politikamızın Fransız etkisinden çıkıp İngiliz
eğitim politikası doğrultusuna girmesini savunuyorlardı. Örgütün programında da
askerî okullar da dâhil, bütün yüksekokulların her Osmanlıya açık olması,
jandarmaların eğitim ve öğretiminde de geçici bir zaman yabancı subay ve
öğretmenler kullanılması gibi konular yer alıyordu2.
1
2
Tunaya, T.Z., a.g.e., S.218.
a.g.e.,S.144.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 268 ~
Bu Örgüt tâ Meşrûtiyet öncesinden itibaren İttihad ve Terakki örgütüyle sert bir
çatışmaya giriştiğinden, İkinci Meşrutiyetin başlamasından itibaren yarışı baştan
kaybetmiş, bir kaç harekete girişmeye kalkışmış, ancak başarılı olamamıştır.
Fedakârân-ı Millet Cemiyeti: 1908-1909 arasında faaliyet gösteren örgütün
yönetmeliğinde, Osmanlı ülkesinde eğitimin yayılmasına çalışılacağı, okullar
açılacağı, örgüte bağlı öğrencilere yardımda bulunulacağı v.s. gibi hususlar vardı1.
Osmanlı Ahrar Fırkası: Bu da İkinci Meşrûtiyetin başı ile 31 Mart olayları
arasında faaliyet gösteren örgütlerdendir. İngiliz siyasî partilerine benzeyen ve
Sabahaddin Bey'in kurucuları arasında bulunduğu partinin eğitim görüşleri şu
şekilde özetlenebilir:
Bütün resmî ve özel okullarda Türkçe zorunlu, yerel diller seçmeli
olacaktır. Çeşitli toplumlar kendi okullarında Türkçe ile beraber kendi
dillerini de öğretebileceklerdir.
Askerî ve sivil bütün okullar her Osmanlıya açık olacaktır. Bütün okulların
denetimi Devletin görevidir.
Medreseler düzeltilecek
iyileştirilecektir2.
ve
medrese
öğrencilerinin
durumları
Osmanlı Demokrat Fırkası (Fırkai İbad): Dr. Abdullah Cevdet ve İbrahim
Temo (1865-1939) tarafından kurulmuş olan bu Parti de 1908-1909 arasında bazı
çalışmalarda bulunmuş ve sonra dağılmıştır. Bu da programında gece dersleri
açmayı, Osmanlı Ülkesinin her yanına seyyar öğretmenler göndermeyi plânlıyordu.
Parti ayrıca Osmanlı unsurları arasında kardeşlik sağlamak için okullarda sosyal bir
eğitim vermeyi öngörüyordu. İlkokullarda yerel dillerin öğretimi serbest olacak,
ancak her türlü yabancı telkin ve meşru olmayan emirler engellenecekti. Bir
yörede, o yörenin âdetlerine, iklimine göre ziraî, ticarî ve sınaî okullar açtırılacak,
buralarda bütün modem usuller uygulatılacaktı3.
1
a.g.e., S.237.
a.g.e.,S.249.
3
a.g.e.,S.260.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 269 ~
Taşnaksityun Fırkası: Ermeniler arasında çok etkili olan bir ihtilâl fırkası idi.
Osmanlı ülkesinin Ermenilerle meskun yerlerinde sürekli isyanlar çıkarmaya
çalışıyordu. Bu partinin 1908 programında ise eğitimle ilgili şu görüşler yer
alıyordu1:
Öğretim “kamilen” serbest olmalıdır. Programda fazla açıklık getirilmeyen
bu isteğin sınırları Devletin denetiminden kurtulmak ve ülkenin geleceğine
zarar vermek derecelerine varabilirdi.
Resmî okullarda yerel diller okutulmalıdır. Eğitim bütçesi, Osmanlı
milletleri arasında nüfus oranına göre dağıtılmalıdır. Bu da Devleti aradan
çıkarmak isteyen bir öneriydi.
Mutedil Hürriyetperverân Fırkası: 1909'da İsmail Kemâl ve İsmail Hakkı
Paşa (1846-1912) tarafından kurulmuştu. Partinin 1911 programında 10, 12 ve 13.
maddeler eğitimle ilgili idi ve şu görüşleri savunuyordu:
• Bir vilâyette toplanan maarif hissesi gene o vilâyete harcanacaktır.
• Kişiler ve dernekler de, belli bir programa bağlı kalarak Dârülfünunlar
açabilirler. Yalnız buradan mezun olacak kişilerin sınavlarım hükümetin
görevlendireceği kişiler yapacaktır.
• Medreselerin öğretim süreleri uzatılacak, programlarına yeni dersler
konacak, binaları tamir ettirilecektir2.
Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Fırkası: 1909 sonlarında Paris'te Şerif Paşa
(1865-1944) tarafından kurulmuştu. Parti programında ilköğretim zorunluluğu,
eğitim ödeneğinin arttırılması, öğretim usulünün amelileştirilmesi, okul
programlarının en mükemmel bir şekle sokulması, gayrimüslim okullarının bundan
böyle de eski usule göre idare edilmesi gibi hususlar vardı3.
1
Hüseyin Câhid, “Taşnaksityun Fırkası Programı”, Tanin, 2 Teşrinievvel 1324.
2
Tunaya, T.Z., a.g.e., S.284.
a.g.e.,S.293.
3
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 270 ~
Ahali Fırkası: 1910 yılında İsmail Bey tarafından kurulmuştu. Programında
eğitimle ilgili şu hususlar vardı1:
• Yüksekokul çıkışlılar Devlet memuriyetlerine alınırlarken ehliyetlerine
bakılacaktır,
• Okul ve medreselerde Türkçenin öğretimi zorunlu, diğer Osmanlı
dillerinin öğretimi serbesttir. Arapçaya da önemli bir yer verilecektir.
• Maarif hisse ve yardımları yerel ihtiyaçlara harcanacaktır. İstanbul'daki
ve vilâyet merkezlerindeki yatılı okulların sayısı arttırılacaktır.
Osmanlı Sosyalist Fırkası: Hüseyin Hilmi Bey tarafından 1910 yılında
kurulmuştu. Parti programında eğitim ve öğretimin her sosyal sınıf için parasız
olması isteniyordu. Partinin Paris şubesince yayınlanan bir programda da her üç
derecedeki eğitim ve öğretimin Devlet tekelinde olması, bir “Tedris-i Âli-i Avam”
kurulması, ayrıca bir “İştirakiyât-ı Umumiye” idaresi kurarak ilköğretim
düzeyindeki çocukların ve daha sonra yüksek öğretim yapmak isteyen çocukların
harcamalarının karşılanması düşünülüyordu2.
Osmanlı Progresist Fırkası: 1910 yılında Pançedorf Efendi tarafından
kurulmuştu. Parti programında eğitimle ilgili şu hususlar vardı3:
• Her vilâyetin eğitim bütçesinden, o vilâyetteki dinî toplumlar da belli bir
oranda pay almalı, gayrimüslim okulları üzerinde Hükümetin denetim hak
ve gözetimi sağlanmalıdır.
• Gayrimüslim rüşdiye ve idadilerinde Türkçe esaslı biçimde öğretilmeli,
hattâ Osmanlı Tarih ve Coğrafyası, Türkçe olarak okutulmalıdır.
• Okul ve kiliselerin gelirleriyle bunları yapma ve kurma işlemleri
basitleştirilmelidir.
1
A.g.e. s.300.
a.g.e.,S.311-313.
3
“Osmanlı Progresist Fırkası Programı”, Tasvir-i Efkâr, 19 Nisan 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 271 ~
Hürriyet ve İtilaf Fırkası: 21 Kasım 1911'de İttihad ve Terakki örgütünün
karşısındaki bir çok gurubun toplanmasıyla kurulmuş bir “birleşik cephe partisi”
niteliğindeydi. Birbirlerinden çok farklı grupların dayanışmaları kısa sürdüğünden,
bu partinin de etkinliği kısa sürmüş, ama isim olarak uzun kıllar “muhalefet”i
temsil etmiştir. Partinin 1911'de yayınlanan programında 19-28. maddeler
eğitimle ilgili hususları kapsıyordu1 ki şu şekilde özetlenebilir:
• Nüfusu 2000'den fazla olan köylerde, şehir ve kasabaların 2000 nüfuslu
bölümlerinde erkek ve kız çocukları için ilkokullar açılacaktır. Nüfusu bu
standartların altına düşen köyler birleştirilerek en uygununda köy okulu
kurulacak, buralara ek olarak uzak köylerden gelen öğrenciler için “talebe
meskenleri” yaptırılacaktır.
• Köy okullarında ve büyük ilkokullarda öğretim yerel dillerle
yaptırılacaktır.
• Rüşdiye öğretimi zorunlu değil ama parasızdır.
• İdadilerin yayılması, ilköğretimin gelişmesine bağlıdır, idadilerde başarılı
olan fakir çocuklar yüksek öğretim sınavını kazanırlarsa, Devlet tarafından
okutulacaklardır.
• İlköğretim düzeyindeki okulların idaresi, Vilâyet Genel Meclislerine
bırakılacaktır. Maarif hisselerinin harcanması, da alındıkları yörelere
bırakılmıştır.
• Özel okullar ruhsatlı olacaktır. Programları ve okuttuğu kitaplardan birer
nüshası Bakanlığa verilecektir. Buna karşılık özel okul çıkışlılar, dengi resmî
okul çıkışlıların bütün haklarına sahip olacaklardır. Devlet bütün özel
okullarda denetim ve gözetim hakkına sahip olacaktır.
• Kütüphaneler, okuma salonları, eğitime ve sanayie ait dersler,
konferanslar v.s. düzenlenecektir.
Milli Meşrûtiyet Fırkası: 5 Temmuz 1912’de kurulmuş, Yusuf Akçora (18791935) ve Ferid (Tek) Bey 'in (1877^1972) milliyetçi partileri. Partinin programında
1
Tunaya, T.Z., a.g.e. s.338-339.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 272 ~
beşinci bölüm (32-32. maddeler) “siyaset-i maarife” ayrılmıştı. Programda
kaydedilen eğitim görüşleri şu şekilde özetlenebilir1:
• Eğitim kurumları en son gelişmelere göre düzenlenecek,
• İbtidaî, rüşdî ve Dârülmuallimin-i İbtidailerin idaresi vilâyetlere
bırakılacaktır, Çok nüfuslu köylerden başlamak üzere, her köyde ilkokul
yaptırılacaktır. İlköğretim dili, vilâyette en çok konuşulan dil olacaktır,
ilkokul programlarına o yöre ile ilgili dersler konulacaktır.
• Rüşdiye öğretimi parasızdır. Genel rüşdiyelerdeki öğretim dili de o
vilâyette en çok konuşulan dil olacaktır. Fakat ülkenin resmî dili de
mutlaka okutulacaktır.
• Ortaöğretim kurumlarının idaresi şimdilik hükümetin elinde olacaktır. Bu
okullarda da öğretim parasızdır.
• İstanbul'daki Dârülfünun geliştirilecek, ayrıca İzmir, Konya, Erzurum,
Diyarbakır, Selanik, Manastır, Şam ve Bağdad'da Dârülfünunlar
kurulmasına özen gösterilecektir.
• Yükseköğretim için Avrupa'dan gerekli öğretmenler getirtilecektir.
• Özel okullar kurmak, yasalar çerçevesinde serbesttir. Dinî toplumların
okulları da Eğitim Bakanlığının denetim ye gözetimi altında olacaktır.
• Avrupa'ya mümkün olduğu kadar çok öğrenci gönderilecektir.
Görüldüğü gibi İkinci Meşrûtiyetin çalkantılı yıllarında kurulup, Mecliste temsil
edilmese bile, kamuoyunda oldukça etkili olan siyasî kuruluşların hemen hepsinin
kendilerine göre bir eğitim politikaları (“Siyaset-i Maarif) vardı ve ülkenin ana
eğitim sorunları hakkında bazı çözüm önlemleri getiriyorlardı.
1
“Millî Meşrûtiyet Fırka-ı Siyasisinin Programı”, Sabah, 7 Eylül 1912.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 273 ~
4.2.1. ANA OKULLARI
Osmanlı Devleti'nde İkinci Meşrûtiyet döneminde gelişen eğitim kademelerinden
birisi de “okul öncesi öğretim” kademesidir. Bu alanda ilk defa “Ana mektebi” ya
da “Çocuk Bahçeleri” kurulmaya başlanmıştır.
Bu dönemin başlarında Avrupa'dan gelmiş bazı kadınlar Selanik, İzmir, Beyrut gibi
ülkenin büyük kentlerinde ana okulları açtılar. Bunlar arasında Türkiye'den gitmiş
gayrimüslim kadınlar da vardı. Gayrimüslim kadınlar özellikle Almanya'da çocuk
eğitimi (“terbiye-i etfal”) üzerine öğretim gördükten sonra, büyük Osmanlı
kentlerinde ana okulları açıyorlardı1.
Emrullah Efendi, 1910 yılında hazırladığı “Tedrisât-ı İbtidaiye Kânûnu Lâyihası
Esbâb-ı Mucibe Mazbatası”nda, bu okulların yalnız gerekliliğinden bahsediyor,
kurulması için bir çalışma yapılıp yapılmayacağından bahsetmiyordu2.
Ana okulları Osmanlı ülkesindeki hıristiyan toplumlar arasında daha önceden
yayılmasına rağmen, müslümanlar tarafından 1910 yılından itibaren kurulmaya
başlanılmıştı. Mesela “Beşiktaş İttihat ve Terakki Mektebi”nin 4-6 yaş arasındaki
kız ve erkek çocuklara mahsus bir “Kindergarten”i vardı. Hattâ bu sınıfların
öğretim malzemeleri Avrupa'dan getirtilmişti3. “Kadıköy Osmanlı İttihad
Mektebi”nin bir yıllık bir “Çocuk Bahçesi” vardı4. İzmir'de “Hadika-i Maarif
Mektebi”nin bir yıllık5, “Şark Mektebi”nin iki yıllık6, “Menba-ı Füyüzât Mektebi”nin
de gene iki yıllık7 ana okulu kısımları vardı.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.3168-3169.
Emrullah, “Tedrisât-ı ibtidaiye”. Mülkiye, 23(1326) S.56
3
Sabah, 30 Ağustos 1911.
4
Sabah, 9 Eylül 1911.
5
Tatbikat dergisi (Sakız),2/27(1326), S.28
6
Ahenk, 14 Eylül 1913.
7
Ahenk, 14 Ekim 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 274 ~
Ayrıca 8 Haziran 1913'de “Erenköy Valide Mektebi” açılmıştı. Hasan Tahsin ve
Mustafa Celâl Bey'ler 14 Temmuz 1913'de “Osmanlı Çocuk Bahçesi” adlı bir ana
okulu kurmak için Bakanlıktan izin almışlardı1.
Bakanlığın okul öncesi öğretime resmen el atması, 1913 yılının sonlarında
olmuştur. Gerçi Bakanlığın 1911 yılı bütçesi görüşülürken bu öğretim kademesini
Bakanlığın yürütmesi istenmiş ve Bakanlığın Almanya'ya altı gayrimüslim kadın
göndermesine karar verilmişti2. Bakanlık bu kadınları yollamış, ancak Meşrûtiyet
dönemi içinde somut bir netice alınamamıştır. 1913 yılı sonlarında ise resmî ana
okulları kurma işi Dârülmuallimat Müdürü İsmail Mahir Efendi'ye verildi. Bu zât,
Avrupa'nın her tarafından bu konudaki yönetmelik ve programları getirtti,
tercüme etti ve buna göre bir yönetmelik hazırladı. Okulun araç ve gereçlerini
İsviçre'den getirtti ve Maarif Nezareti'ne bağlı ilk ana okulu 1914 Ocağında açıldı.
50 kadar öğrenci alınarak öğretime hemen başlanıldı3.
Bundan sonra resmî ana okullarının sayısı hızla arttı. 1914 Temmuz'unda Meclis-i
Mebusan'da okunan Hükümet beyannamesinde İstanbul'da dört tane ana okulu
açıldığı bildiriliyordu4. Bunlar Dârülmuallimat, Kız Sanayi Mektebi, İnas Sultanisi ve
ve Gedik Paşa'da idi. Bakanlık bu ana okullarının yanına 'ana okulu öğretmeni' de
yetiştirecek sınıflar açmayı kararlaştırmış, ilk olarak da “Dârülmuallimat”da 1914
Mart'ında bir “Ana Muallime Mektebi” açmıştı5. Daha sonra diğer ana okullarına
da öğretmen yetiştirici sınıflar açılmış, bunlar için Avrupa'dan 60 kadar ana okulu
kitabı getirtilmiş ve Türkçeye çevirtilmişti6.
Türkiye'de ana okullarının gelişiminde en çok İsviçre usulünün etkisi olmuştur.
Ancak gerek resmî gerekse özel hemen bütün ana okullarındaki öğretmenlikler
Yahudi ve Ermenilerin elinde kalmıştır7. “Alliance Israelite Ana Okulu” Yahudi
1
Sabah, 14 Temmuz 1913.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.3169.
3
“Ne zaman uyanacağız?”, İkdam, 11 Mart 1914.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 6 Temmuz 1330, S.851.
5
Sabah, 24 Mart 1914 (Maarif Nazırının 'LaTurquie” gazetesine demecinden).
Sabah, 28 Şubat 1914.
6
“Maarif Nazırımızla mülakat”, İkdam, 9 Temmuz 1914.
Sabri Cemil, “Çocuk Bahçeleri”, Yeni Fikir, 111/16(1329), S.495-500.
7
Akyüz,Yahya, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1993'e), İstanbul 1993. S.231
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 275 ~
öğretmenler, “Dârülmuallimat”daki ana öğretmen okulu da Ermeni öğretmenler
yetiştirmiştir. Ana okullarındaki çocukların şarkı ve şiirlerini de bu öğretmenler
hazırlayıp öğretmişlerdir. Aslında bu öğretmenlerin uyguladıktan öğretim
metodları da Avrupa'nın çoktan terk ettiği, zararlı bir öğretim metodu1 olmasına
rağmen, bizde gayet olumlu ve değerli sayılmışlardı.
4.2.2. İLKÖĞRETİM
İkinci Meşrûtiyet devri, Türk eğitiminde ilköğretim problemlerinin kendisini iyice
hissettirdiği, halka ve Devlete kendini kabul ettirdiği bir dönemdi. Bu devrede
Bakanlık ilköğretimle ilgilenmeye zorlanmış, öğretmen yetiştirme, yasalar ve bina
sorunları çözümlenmeye çalışılmıştır. İlk kurulduklarında orta öğretime dâhil olan
“rüşdiye” okulları da bu dönemde tamamen ilköğretim içinde yer almış, hattâ
ibtidailerle birleştirilmişti. İkinci Meşrûtiyet devrindeki ilköğretimi, “ibtidaiye” ve
“rüşdiye” diye iki kademede incelemek gerekir:
A) Mekâtib-i İbtidaiye
Bu dönemin başlarında ibtidailer vilâyetler tarafından yaptırılıyor ve idare
ediliyordu. Ancak okulun ödeneği, planı, keşifnâmesi v.s. evrakları gösterilerek
Bakanlıktan izin alınıyordu. Ayrıca vilâyetlerdeki Maarif Meclisleri de uygun
binalarda okullar açabiliyorlardı2.
İkinci Meşrûtiyetin ilk yılında ilköğretim alanında önemli bir çalışma yapılmadı. “Bu
seneye mahsus” kaydıyla pek çok eksikleri ve hataları olan bir program
yayınlandı3. Ama bu program daha sonra da önemli değişikliğe uğratılmadan
kullanıldı.
1
2
Sâtı”, “Meşrûtiyet’ten sonra Maarif tarihi”, Muallim, 11/19(1918), S.663-664.
Sabah, 14 Kasım 1909.
Sâtı’, “Maarif ne vakte kadar bu halde kalacak?” Tanin, 8 Şubat 1909.
Bu programda “Hüsn-ü Hat” dersi kaldırılmıştı. Mir'at-ı Maarif, 2(1324) S.14.
3
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 276 ~
İkinci Meşrûtiyet döneminde ilköğretimin en büyük sorunu öğretmen bulma
konusu olmuştur. Maarif Bakanı Emrullah Efendi Meşrûtiyet başlarında 70.000
öğretmene ihtiyacımız olduğunu söylüyordu1.
Bakanlık bütçesinden ilköğretim için de bir ödenek ayrılmasına ilk defa bu
dönemde başlanılmıştı. Bu ödenek Bakanlık tarafından vilâyetlere dağıtılıyordu.
Vilâyet İdare Meclisleri de müslim ve gayrimüslimlerin nüfus oranına göre ayrı bir
dağıtım yapıyordu2. İkinci Abdülhamid döneminde en çok ezilenler ilkokul
öğretmenleriydi. Bunlar hem öğretmen hem mubassır hem de kapıcı olarak
çalışıyorlar; buna karşılık çok az bir ücret alıyorlardı. Üstelik bunların “terfi ve
terakkileri” Meclis-i Maarifçe (Daha sonraları “Dârülmuallimîn Heyet-i Talimiyesi”
tarafından) bir sınavdan geçirildikten sonra yapılıyordu3. Çoğu öğretmenler
“yıllıkçı” öğretmendi. Halkın yıldan yıla verdiği “hak”larla yaşıyorlardı.
İlkokullarla Devletin gerçek anlamda ilgilenmeye başlaması, 31 Mart olaylarından
sonra olmuştur. Emrullah Efendi, Meclis'ten para istiyor, vilâyetlerde 1.600 okul
açacağını söylüyordu4. Oysa Meclis-i Mebusan okul açma iznini mahallerine
bırakma kararı vermişti. Bakanlık bu iş için ayrılan parayı vilâyetlere dağıttı ve bu
hususta her vilâyete bir yazı yazdı5. Meclis'teki mebuslar ise kendi bölgelerinde
okul yapılması için takrir (önerge) üstüne takrir veriyorlardı6.
Okul kurma istekleri bir yana, halk henüz ilköğretimin gereğine de inanmamıştı.
Kurulan okullardan gereği gibi yararlanamıyordu. Taşrada çocuklar “âdet yerini
bulsun diye” okula gönderiliyorlar, ana-babalar çocuklarının eğitimleriyle pek
ilgilenmiyorlardı. Taşrada ilkokulların en büyük problemleri kitapsızlık oluyordu.
“Her yıl kitap parası verilir mi? Evvelki kitaplarını okusun” deniliyordu7. Tarih,
Coğrafya ve Hesap kitapları hiç bulunmuyor, çocuklar yirmi yıl önce basılmış imlâ
1
Sabah, 28 Şubat 1910.
“Tedrisat-ı ibtidaiye için kâfi miktarda muallim bulunabilir mi?”, İkdam, 4 Kasım 1909.
2
Tanin, 6 Ekim 1909.
3
Tanin, 29 Ekim 1909.
4
Tanin, 11 Ağustos 1909 (Bakanın bütçe tartışmalarındaki konuşmasından)
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Şubat 1325, S.599
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no: 270211.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Şubat 1325, S. 599.
7
Ahmed Şerif, “Bahçe”, Tanin, 15 Mart 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 277 ~
ve Kıraat kitaplarını okuyorlardı. Zaten babalar çocuklarını okula göndermeyi
yeterli bir fedakârlık sayıyorlar, daha fazla bir “fedakârlığa” asla yanaşmıyorlardı.
Esnaflar artık, program ve kitaplar sık sık değiştiğinden ders kitaplarının satış işini
yapmıyorlardı. Çünkü bu değişimler sırasında pek çok kitap ellerinde kalıyordu. Yaz
yaklaşırken çocukların yarısı aileleriyle beraber yaylaya çıkıyorlar, yarısı tarlalara
gidiyorlardı1.
İlköğretim hakkındaki yasa çalışmaları İkinci Meşrûtiyetin hemen ilk döneminde
başlamış, daha 4 Nisan 1909'da “umûr-u maarif ve mekâtibin ıslâh ve tensikine
müteallik” bir “Tahsil-i ibtidaiye Lâyiha-i Kânûniyesi” hazırlanmıştı2. Daha sonra
Maarif-i Umûmiye Kânunu gereğince bir “Tedrisat-ı İbtidaiye Lâyiha-ı Kânûniyesi”3
de Emrullah Efendi tarafından hazırlanacak ama yasalaştırılamayacaktı. Bunun
geçici yasa olarak uygulamaya konulması için 1913'ü beklemek gerekecektir.
İlköğretim için ilk ciddî çabayı gerek yasa, gerekse Dârülmuallimin Müdürlüğüne
geniş yetkilerle Sâtı' Bey'i getirerek Nail Bey göstermişti. Bu çalışmaları aynen
Emrullah Efendi de devam ettirmiştir.
Emrullah Efendi önce sorunun yasal eksikliklerini tamamlamak istedi. Meclis'te
“Ben size yeni kânunlar teklif ediyorum. Onlar çıkıncaya kadar bile eski kânunları
tatbik edemem”, diyordu4. Önce 'Maarif-i Umûmiye Kânunu' üzerinde çalışıldı*.
Ancak bunun yasalaştırılma zorlukları görülünce Emrullah Efendi, ilköğretim
yasasını çıkartmak istedi. “Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu Lâyihası”nı 1910 yılında
Sadrazam tarafından Meclis'e verdirdi. Lâyiha, bir yasama devresi boyunca
Meclis'in Maarif Encümeninde kaldı. Sonra “kanunsuz olarak” Bakanlığa geri
verildi5. Geri veriş sebepleri Maarif Nazırının değişmesi ve müfettiş maaşlarının
1
Ahmed Şerif, “Gelendir”, Tanin, 15 Mayıs 1910.
Bedri Kamil, “Tahsil-i ibtidai meselesi”, Sabah, 1 Nisan 1911.
2
Başbakanlık Arşivinde Bâbıâli’nin Maarif Giden Evrak Defterinde kaydına rastlanan bu
lâyiha Arşivde bulunamadı.
3
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no:287243.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326, S.647.
*
Maarif Bakanı Nail Bey, 1909’da 49 sayfalık bir “Maarif-i Umûmiye Kânunu Lâyihası”
hazırlamıştı. Ayrıntı için: D.K., “Mekâtib-i İbtidaiye mes'elesi- Maarif işleri: Nail Bey Efendi
ile mülakat”, Sabah, 5 Ocak 1910.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 17 Teşrinievvel 1327, S. 122.
Bakınız: Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası. No: 298390.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 278 ~
Meclis tarafından kesilmesi idi. Encümen, 'yasa, müfettişlik esası üzerine
kurulmuştur', diyordu1. Emrullah Efendi, bu yasanın çıkması için çok çalıştı. 1911
yılında tasarıyı tekrar Meclis'e getirtti, ama çıkartamadı**. Emrullah Efendi'nin
hazırladığı bu yasa tasarısı, genellikle azınlıkların denetim sistemine karşı çıkmaları
yüzünden hasır altı edilmiştir. Çünkü diğer eleştiriler yasanın özü ile ilgili değildi.
Kaldı ki, Şükrü Bey'in tasarısı da aynı müfettişlik mes'elesi yüzünden geçici yasa
olarak çıkartılmak zorunda kalınmıştı.
Emrullah Efendi, bu yasa tasarısının gerekçesinden (“Esbâb-ı mucibe lâyihası”)
anlaşıldığına göre, ilköğretim sistemini Fransa örneğine göre kurmak istiyordu.
Yasa tasarısının kendisi de Fransa İlköğretim Yasası'nın Türkçeye uyarlaması gibi
idi. İlköğretimin parasızlığı ve zorunluluğu üzerine dayanan bu yasanın en önemli
noktalarından biri öğretmen yetiştirme ve öğretmenliği bir meslek haline getirme
sorunu idi. Yasa, ilkokul ders programları hazırlanırken hangi esaslara
dayanılacağını da düzenliyor, ayrıntıları “Meclis-i Maarif-i Kebir”e bırakıyordu.
Emrullah Efendi, bu yasa tasarısıyla müfettişlik ve denetim kavramlarına yeni bir
anlayış getiriyordu. Denetimin yanına- geniş bir ilköğretim incelemesi, hizmet içi
eğitim ve halkı ilköğretime teşvik etme görevlerini de getiriyordu. İlköğretim
harcamaları da bu Yasa ile inceden inceye belirleniyordu. Tasarı, ilköğretimde
resmî ve özel öğretim kurumlarının yanı sıra bir de “cemaat mektepleri” grubunu
kabul ediyordu2.
Gayrimüslim azınlıklarla ilköğretim alanındaki çalışmalar daha 1909'da
başlatılmıştı. Gayrimüslimler ilköğretim alanında oldukça iyi örgütlenmişlerdi.
Oysa müslümanların okulları çok azdı, Hükümetin de bütün ülkede 10-15 ibtidaisi
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, a.g.oturum, S.123
1327 yılında Meclis feshedilmiş olduğundan bu konuya hiç bakılmamış, 1328'de (1912)
hızlı bir şekilde Komisyonda görüşülmesi tamamlanmış ve Meclis'e sevk edilmişti. Ama o
sırada Meclis gene kapatıldı. Bu tekrar sunulan tasarıda da azınlık okulları yasası ileriye
bırakılmıştı. Ergin,O.N.,”... Türkiye Maarif Tarihi”, c.IV, S.1082-1089.
**
1327 yılında Meclis feshedilmiş olduğundan bu konuya hiç bakılmamış, 1328'de (1912)
hızlı bir şekilde Komisyonda görüşülmesi tamamlanmış ve Meclis'e sevk edilmişti. Ama o
sırada Meclis gene kapatıldı. Bu tekrar sunulan tasarıda da azınlık okulları yasası ileriye
bırakılmıştı. Ergin,O.N.,”... Türkiye Maarif Tarihi”, c.IV, S.1082-1089.
2
Emrullah, “Tedrisat-ı ibtidaiye”(Kânunu Esbâb-ı Mucibe Layihası) Mülkiye, 23 (1326),
S.42-64;24(1326)S.32-50.
*
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 279 ~
vardı. Osmanlı Devleti'ndeki toplam okulların sayısı ise 9.600 küsur civarındaydı1.
Bakanlık unsurların telifini ilkokullar seviyesinde sağlamak istiyordu, ama
uygulamada tam aksini yapıyordu. Dil ve din ayrımcılığının eğitimde de
sürdürülmesini yasal güvence altına almak istiyordu2. Bakanlık bu arada
gayrimüslim okullarındaki öğretmenleri de kontrol altına almak istiyordu. Bunun
için onların maaşlarını kendisi verip devlet memuru yapmayı düşünüyordu. Bu
düşünce, Patrikhanelerin şiddetli dirençleriyle karşılaştı3. Patrikhaneler, Bakanlığın
ilköğretim için ayırdığı paradan hisselerine düşeni kendilerine vermesini istediler.
Bu çatışma, Bakanlığın bu okullarla ilgili her girişiminde daha sonra da devam etti.
1910 yılı başlarından itibaren ilköğretime çok büyük bir önem verilmek istenmişti.
Daha yıl başında ilkokul öğretmeni ihtiyacımız 50.000 olarak belirtilirken4,
Emrullah Efendi bu ihtiyacı 70.000'e çıkartıyordu. “İhtiyacımız geniş, imkânlarımız
dar” diyen Bakan, “maarifin temeli, maarif-i ibtidaiyedir” diyerek, “bu sene Maarif
Nezareti’nin faaliyetinde en büyük mevkii bu iş tutacaktır” diyordu5. Bakan; bina,
para ve öğretmen yetiştirme ve bulmayı temel alarak bir program yaptı. Okul
yapımı ve harcamaları bir vergi ile halka yükleniyordu. Bakanlık 1910 Mart'ı
ortalarında Maarif Nizamnamesinin 4. maddesi gereğince okul yapım ve tamir
harcamalarıyla, öğretmen parası v.s. harcamaları mahalline yükleyen kararlar alıp,
ilgili yerlere tebliğ etti6.
Bu arada basın da yol göstericilikte hayli olumlu bir yola girmişti7. Bir yandan
“zengin çocuklarına yüz verüb yüzsüz eden, fakir çocuklarını şiddette arsız eden,
nalin giyüb talebeyi kulağından sevk eden” ilkokul kalfalarına dikkat çekiliyor,
1
Süleyman Nazif, “Tahsil-i İbtidai” (Nail Efendi ile konuşma), Yeni Tasvir-i Efkâr, 3 Ağustos
1909,
2
a.g.m.
3
D.K., “Mekâtib-i ibtidaiye mes'elesi...”, Sabah, 5 Ocak 1910.
4
Mehmet Hilmi, “Maarifin tamimi ve ibtidai mekteplerinin ıslahı - muhtaç olduğumuz
muallimlerin adedi 50.000”, İkdam, 7 Ocak 1910.
5
Sabah, 28, Şubat 1910.
6
Sabah, 17 Mart 1910.
7
Meselâ, Ahmed Hilmi, “Maarif Nâzırı Emrullah Efendi hazretlerine birinci mektup”, Yeni
Tasvir-i Efkâr, 20 Ocak 1910.
Ahmed Rasim, “Mekâtib-i İbtidaiye mes'elesi”, Sabah, 1 Mart 1910, 2 Ağustos 1910.
“Köylü mektepleri”, Köylü (İzmir), 26 Ekim 1910, 12 Ocak 1911.
“Veresiye mektep-peşin tahsil”, Sabah, 17 Kasım 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 280 ~
“usul-ü tedris”in “Çince bir terkip” olmaktan çıkarılması, öğrenciye üç beş ayda
okuma-yazma öğreteceğini iddia eden, didaktik olmayan kitapların engellenmesi
isteniyordu1. Öte yandan köylüler ilköğretimin esasına akıl erdiremedikleri için
Bakanlığın ilköğretim işini köylülere bırakmaması öneriliyordu2. “Dârüşşafaka”
mezunlarının öğretmen olması, bir “Maarif-i İbtidaiye Bankası” açılması, köylü
çocuklarının bir merkeze getirilmesi ve üç yıl öğretimden sonra “öğretmen”
sıfatıyla köye geri gönderilmesi, ilkokulların önce kasabalarda açılması, köylü
çocuklarının buralarda okuyup köye dönmeleri v.s. öne sürülen çareler
arasındaydı3.
Bakanlık okul yapımlarında ve diğer harcamalarında olduğu gibi, programlar
bakımından da okulların bulunduğu yörelere uymayı prensip olarak kabul etmişti.
1, 2 ve 3 sınıflı ilkokullara gerekirse bir de rüşdiye sınıfı eklemeyi düşünüyordu4.
Bu arada Bakanlık, ilkokul yapımı için devamlı olarak sıkıştırılıyordu. Özel istek ve
vilâyet takrirlerinin yanı sıra, 1910 Haziranında Meclis'te Musul, Mamuretülaziz,
Diyarbekir, Van, Erzurum, Bitlis ve Sivas mebusları kendi bölgelerinde ilkokullar
açılması için bir önerge düzenlemişler ve elliden fazla da imza toplamışlardı5.
Bakanlık da köy okulları yapımına doğrudan para yardımı yapmasa bile, bu hususta
bazı bürokratik yolları deniyordu. Mesela köy okullarının yapım ve tamirlerinde
gerekli kerestenin mîrî ormanlarından parasız karşılanması hakkında Orman ve
Maadin ve Ziraat Nezareti'nden olumlu cevap almış ve uygulatmıştı6.
Maarif Nezareti, 1910 yılında taşradaki okulların ve ilköğretimin ıslâhı, idarecilerin,
eğitim alanında çalışanların görevleri v.s. hakkında bir Yönetmeliği kaleme almış ve
Şûrayı Devlet'ten geçirterek yayınlamıştı7. Bu Yönetmeliğin en önemli amacı gerek
1
Ahmet Hilmi, a.g.m.
Ahmed Rasim, a.g.m., Sabah, 1 Mart 1910.
3
a.g.m. Sabah, 2 Ağustos 1910.
4
D.K., a.g.m., Sabah, 28 Şubat 1910.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2106-2107.
5
“Anadolu mekâtib-i ibtidaiyesi”, Sabah, 2 Haziran 1910.
6
“Kura mekâtibi inşaatlarına bedava kereste”, Orman ve Maadin ve Ziraat ve Baytar
Mecmuası. I/4(I326) S.323.
2
7
Sabah, 27 Haziran 1910
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 281 ~
vali, kaymakam, mutasarrıflar ve gerekse müfettişler yoluyla eğitim ve öğretimin
sıkı bir denetim altına alınması ve özellikle müfettişlik sisteminin yerleştirilmesi
idi1. Zaten aynı yıl ilkokul müfettişlerine dair bir talimat da yayınlanmıştı2. Buna
göre müfettişlerin üç türlü kurulu amaçları vardı. Birincisi inceleme (“tahkîkât”) idi.
Bir köye kaç dershaneli bir okul gerek, okul nereye kurulmalı, yapım raporları
vermek, yapımına nezaret etmek, izinler alarak maarifin olan terk edilmiş okul ve
vakıfların inceleme ve saptanması v.s. bu görevin içine giriyordu. İkinci görevleri
teftiş idi. Okul binalarını, levazımını (“asar-ı mekteb”), ders malzemelerini
(“mühimmat-ı dersiye”), ders âletlerini v.s. teftiş edip gerekli yerlere raporlar
vereceklerdi.
Müfettişlerin en önemli görevleri, öğretime ait denetim idi. Program, öğrencilerin
durumu, ders işlenişi, kitaplar v.s. denetlenecekti.
Üçüncü görev, halkı ilköğretime hazırlamak, onları teşvik etmek (“vesâyâ icrası”)
idi3. Özel okulların denetimleri de “Osmanlılığın şanına ve tedrisatın nizama uygun
olmasına” dikkat edilerek yapılacaktı. Öğretmenlerin diplomaları, yasaklanmış
kitapların okutturulmaması bu alandaki önemli konular idi4. Bakan, “Bunlar seyyar
maarif müdürü gibi çalışacaklardır; yaşlı, tecrübeli öğretmenlerden
seçileceklerdir”, diyordu5. 1911 yılında da bunlardan, her biri 8-10'ar sayfalık
100'ün üzerinde rapor aldığını bildiriyordu6.
Emrullah Efendi ilköğretim programlarının ıslâhı konularında da, göreve ilk
başladığı sıralarda bazı çalışmalarda bulunmuş, ilkokul programlarını değiştirmek
ve okunacak ders kitaplarını belirlemek amacıyla bir Komisyon kurmuştu. Bu
Komisyon 2 Temmuz 1910'da ilk toplantısını yaptı ama, bir büyükelçi Bakanın
ziyaretine geldiğinden, Emrullah Efendi yarım saat sonra toplantıdan çıkmak
Yönetmeliğin 15 Haziran 1326'da iradesi çıkmıştı: “Tahsil-i ibtidaiyi idare ve teftiş ile
muvazzaf memurinin vezaifine müteallik nizamname lâyihası”, Başbakanlık Arşivi, Babıali
Evrak Odası, no:283196.
Yönetmelik Düstur, ikinci tertib. II. cilt, S.404-415'de yayınlanmıştı
1
Ayrıntılı bilgi: Revue du Monde Musulman, 12(1910), S.274-276.
2
Mekâtib-i İbtidaiye Müfettişlerinin Vezaifine Müteallik Talimat, İstanbul, 1326
3
a.g.e. S 3-6.
4
a.g.e. s.6-7.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326 S.2104,
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1325, S.633-634.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 282 ~
zorunda kaldı ve o toplantı öylece dağıldı, bir daha da toplanamadı. Bu konu da
unutuldu gitti1. 1910-11 öğretim yılında ilkokullarda genel olarak şu dersler
okutuluyordu2:
I.
sene: Elifba, Eczayı Şerife, Ulûm-u Diniyye, Hesap, Kıraat.
II.
sene: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Diniyye, Hesab, Tarih, Coğrafya, Kıraat.
III.
sene: Kur'an-ı Kerim, Tecvid, Ulûm-u Diniyye, İlmihal, Malumat-ı Ahlâkiye,
Türkçe, Tarih, Coğrafya.
Bakanlık, bu derslerle ilgili bazı kitapları tavsiye ediyordu. Kesin olarak belirlediği
bir kitap listesi yoktu.
İlköğretim alanında Emrullah Efendi'nin en önemli çalışması Dârülmualliminler
alanında idi. Bakan, bütün ümidinin bunlarda olduğunu söylüyordu (Bakınız:
Öğretmen yetiştirme bahsi).
1911 yılında Osmanlı İmparatorluğunda resmî olarak ve vakıflara bağlı olarak
5.439 ibtidai ve bunlarda 227.300 öğrenci vardı3. Ama tâ Meşrûtiyetin ilk
gününden beri, okul açılması için Bakanlığa yazılan istek kâğıtlarının (sandıklar
dolusu olmasına rağmen) ardı arkası kesilmemişti. Bu baskılar karşısında Bakanlık,
Devlet bütçesinden ilkokullar açma çalışmalarında bulunmaya mecbur oldu. 1911
Mayıs'ı başlarında Yemen, Horan ve Kerek'de yeni ibtidailer açılması
kararlaştırıldı4. Haziran ayında Padişahın Rumeli'ye yaptığı seyahatle beraber
Bakanlık, Arnavutluk'la da çok sayıda ibtidailer açmayı kararlaştırdı5. Bu hususta
birçok yazışmalar yapıldı. Sorun, öğretmen yetiştirme, Arnavutça, Lâtin harfleri v.s.
gibi çeşitli unsurlarla beraber gelişti6. Arnavutluk vilâyetinde kurulacak olan okullar
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326, S.625.
Sabah, 14 Ekim 1911.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327 (1327 Maarif Nezareti bütçesi
tartışmalarında).
4
Sabah, 3 Mayıs 1911.
5
Sabah, 22 Haziran 1911.
6
Başbakanlık Arşivi, Babıali Evrak Odası, No:294244, 298518, 299192, 299422,299074,
299810, 297725, 302876, 304168, 306881. 296312, 297567, 298626, 297397. Ayrıca bak,
belge:
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 283 ~
okullar için Bakanlık oraya memurlar yolladı. Bunlara bir de Talimat hazırladı1.
Bunlar nerelerde okul kurulacağını, hangi öğretmenleri seçeceklerini, kuruluş,
açılış ve harcamaları düzenleyeceklerdi.
1911 Ağustosunda İşkodra, Manastır, Kosova, Erzurum, Van, Diyarbekir, Bitlis,
Halep, Zor v.s. yerlerde daha önce açılmaları kararlaştırılan ilkokulların bina
projeleri hazırlanmış, Bâbıâli'den keyfiyet soruluyordu2.
Bu arada valiler de okul açmak için Maarif Nezareti'nden devamlı ödenek
istiyorlardı. Bakanlık da, kendisinde para olmadığından, bu harcamaları tasarruftan
karşılamayı kararlaştırıyordu3.
1912 yılında Bakanlık bir yandan ilkokul binası yapma ve açma çalışmalarına daha
etkin olarak katılırken, bir yandan da ilköğretimde uygulanmak üzere program
düzenlemelerine girişti. Maarif Nâzırı Said Bey'in bu hususta oldukça faydalı ve
ciddî çalışmaları oldu4. Bunun ilk sonuçları, bir ve iki öğretmenli okullar için
1913'de yayınlandı5. Bu gayet geniş bir programdı ve yasal eksiklikleri elden
geldiğince doldurmaya çalışıyordu. Ders süresi 40 dakika olarak belirlenmişti.
Programdaki dersler de öğleden önce ve öğleden sonra okutuluşlarına göre iki
gruba ayrılmıştı. Erkek okulları için hazırlanan program kadınların özel durumları
göz önüne alınarak, kız okulları için de uygulanabilecekti6.
Programa göre, genel ilkokullarda öğretim üç devreye ayrılmıştı: 7-8 yaşları devre-i
ibtidaiye”, 9-10 yaşları “devre-i mutavassıta” ve 11-12 yaşlan “devreli âliye”.
Çocuk 12 yaşına geldiğinde okulu bitirmemişse ve ailesi de istiyorsa, belirli gün ve
saatlerde okula gelmesi zorunlu tutulur, geri kalan zamanlarda serbest bırakılırdı.
Öğretim yaşını geçmiş kız ve erkek çocukları için haftada iki saat “dürus-u
1
Arnavutluk Vilâyâtına İ'zam Olunacak Tesis-i Mekâtip Memurları Hakkında (...)
Talimat Suretidir, İstanbul 1327.
Talimatın aslı: Düstur, 2,tertip, cilt IV, S.20-24.
2
Sabah, 7 Ağustos 1911,
3
Sabah, 25 Aralık 1911.
4
“Tedrisatı ibtidaiye Programı”, Sabah, 3 Eylül 1912.
5
Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtip-i İbtidaiye Ders Müfredatı (Bir ve iki Dershane ve
Muallimli Mekteplere Mahsus), İstanbul 1329.
6
a.g.e. S.94-99.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 284 ~
mütemmime” açılırdı1. Sınıflara ilâhi ve marşlar söyleyerek girilir (sabah, öğle),
“Gına” dersinde de dua, salâvat-ı şerif ve ilâhiler öğretilirdi. Beden eğitimi sabah
ve öğle, derslerden sonra yapılırdı2.
Program, ilkokul çocuklarının oynadığı bazı oyunları da yasaklıyordu. Bunlar
“Kaydırak”, “Ayna”, “Çaylak”, Cennet-Cehennem”, “Ebeme, pilav pişirdim”, “Elim
elim üstüne”, “Topaç”,”... Bohçası”, “Körebe”, “Kabaramazsın Kel Fatma”, .
“Aldattım buldattım”, “Enseye tokat”, “Saklambaç”, “Zıp zıp”, “Birdirbir”,
“Balıklama”, “Uzun Eşek”, “Güvercin takfağı”, “Hamam kızdı pişti”, 'Adım atlama”,
“Tora” v.s. gibi oyunlardı. Buna karşılık şu tür oyunların oynanması tavsiye
ediliyordu: “Yurdunu bul!”, “Ey yetiş...”, “Daire üstünde kaç tut”, “Geri dön yetiş”,
“Önden dolaş, el tut, selâm ver, kaç”, “Kaç, dur, kurtul”, “Çifte avcı”, “Fes düştü”,
“İmdat haberi”, “Sıçra kurtul”, “Hücum emri” v.s.
Program, ilkokullarda uygulanacak cezaları da belirtiyordu. “Cismanî cezalar”ın
kesinlikle yasak olduğu ceza kademeleri şunlardı:
“İzzet-i nefsi ikaz”,
“Münferiden ihtar ve tenbih”,
“Teneffüs esnasında kısmen tevkif,
“Oyundan men”,
“Geçici tard”,
“Kesin tard”.
Programda ders dağıtım cetveli öğretmen ve sınıf sayısına göre değişiyordu.
Meselâ bir ve iki sınıflı ve öğretmenli okulların ders dağıtım cetvelleri tablolar
halinde gösterilmiştir.
Bu sıralarda gene yoğun bir şekilde mevzuat üzeride çalışmalar yapılıyordu. Şükrü
Bey, ilköğretim yasa tasarısını Meclis'ten almış, Maarif müdürleri ve Meclis:i Kebiri Maarifin de düşüncelerini alarak3 bazı noktalarını değiştirip Meclis'e sunmuştur.
Ancak Meclis Maarif Encümeni'nde Dikran Efendi ile Arap mebuslardan Marufu 'rRassafî ve Cemiü'z-Zehâvi, bazı maddelere karşı çıkıyorlardı. Şükrü Bey bu Yasanın
Meclis-i Mebusan'dan çok zor çıkacağını hesaplayarak “geçici yasa” şeklinde
1
a.g.e. s. 104.
a.g.e. S.105.
3
Sabah, 26 Mart 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 285 ~
çıkartma çalışmalarına başladı. Bu hususta 3 Temmuz 1913'de Sadarete bir
tezkere yazdı1. Ancak tezkere üç ay Mecliste bekletildikten sonra 15 Ekim 1913'de
Sadarete sunuluyor ve yasalaşıyor2, hemen aynı zamanda da Maarif Encümeni
İlköğretim yasa Tasarısını Meclis'e sevkediyordu.
Tablo 14) İki dershane ve iki öğretmenli ilkokulların ders programları3
Dersler
Kur'ân-ı Kerîm ve Dinî
malumat
Musahabât-ı Ahlâkiye,
Tarihiye, Medeniye
Devre-i evvel Devre-i mutavassıt
Devre-i âli
1
2
8 saat ortak
12
1
2
5 saat ortak
Kıraat dersleri arasında
Lisan-ı Osmanî-Kıraat
Sarf
Tahrir
63
3 saat ortak
Kıraat dersleri arasında
ortak
Coğrafya
Tarih
Hesap
Esva dersleri ve Ziraat
Resim
El İsleri
Terbiye-i Bedeniye
Oyunlar
1 saat ortak
Kıraat dersinde
1 saat ortak
3 saat ortak
2 saat ortak
2 saat bütün okula o r ta k
3 vazife 4 vazife
3 vazife
4 vazife 4 vazife
4 vazife
Herkese toplu haftada 2 saat
Teneffüslerde 25 oyun öğretilecek
1 saat
Uygulamaya konan Geçici Yasa, ana esaslarıyla Emrullah Efendi zamanında
hazırlanan yasanın aynısı idi. İlköğretim, altı yıl olarak belirleniyor ve böyle olunca
rüşdiyeler de kaldırılıyordu. Okul bittikten sonra belirli sürelerde yoklama
yapılacaktı. Bu hususlar, fikirlerini almak için Vilâyet Maarif idarelerine yazdığı
yazıda da vurgulanıyordu4.
1
Ergin, O.N., a.g.e. S.1090.
Tedrisat-ı İbtidaiye Kânûn-u Muvakkati” Düstur, 2.tertip, Cilt V. S.804-823.
Sabah, 25 Ekim 1913.
3
Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i İbtidaiye Ders Müfredatı (Bir ve İki Muallim ve
Dershaneli Mekteplere Mahsus), İstanbul 1329.
4
“Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu”, Sabah, 26 Mart 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 286 ~
Yasa arızalı çocuklar, ana okunan, el işleri ve ihtiraf okulları hakkında daha sonra
yönetmelikler yapılacağını haber veriyordu (2, 4 ve 6. maddeler). Bir yerleşim
merkezinde 50'den fazla kız öğrenci bulunursa bir kız ilkokulu açılacağı, olmazsa
okulun karma olması gerektiği belirtiliyordu. Yasa, okul binası civarında kahvehane
ve misafirhane gibi işyerleri açılmasını yasaklıyodu (14.madde).
Devlet gerekli gördüğü yerlere “leylî mekâtib-i ibtidaiye-i Umûmiye” kuracaktı. Bu
Yasanın nerelerde uygulanamayacağı da, Maarif Nezaretince belirlenip, bir
buyrultu ile ilântedilecekti. İlköğretin gene üç kademeye ayrılıyordu. İlkokullarda
okutulacak dersler 23. maddede şöyle belirleniyordu: Kur'ân-ı Kerîm, Malumat-ı
Diniyye, Kıraat ve Hatt, Lisan-ı Osmanî, Hesab, Hendese, Coğrafya, Tarih, Dürus-u
Eşya, Malumat-ı Tabiîye ve Tatbikatı, Hrfzıssıhha, Medenî ve Ahlâkî ve iktisadî
Malumat, El İşleri ve Resim, Gına, Terbiye-i Bedeniye ve Mekteb Oyunları, Erkek
Çocuklara Askerî Talimler, Kız çocuklara îdare-i Beytiye ve Dikiş İşleri. Yetkili eğitim
kurulları bu programa bazı mahallî dersler de ekleyebileceklerdi. Ayrıca öğrenciler
boş zamanlarında ziraat ve san’atla uğraşacaklardı.
İlköğretimi gerçekleştirmek hususunda vilâyetlerdeki “Tedrisat-ı İbtidaiye
Meclisleri”, kazalarda da “Maarif Encümenleri” görevlendirilmişti (27-40.
maddeler).
Öğretmenler, aynı Emrullah Efendi'nin tasarısında olduğu gibi iki kısma
ayrılıyorlardı: “Ehliyetnameli muallim muavinleri” ve “Dârülmuallimîn-i İbtidaiye
mezunu muallimler”. Ehliyetnameliler, açılacak bir özel sınavda başarılı olan
kişilere Tedrisat-ı İbtidaiye Meclislerince verilen ehliyetnamelerle göreve
başlıyorlardı. Bu ehliyetnamelerin üç yıl geçerliliği vardı. Bu süre sonunda ya
Dârülmuallimin derslerinden sınava girerek diploma alacak, ya da ehliyetnamesi
elinden alınacaktı. Yasa, vilâyet merkezinde yatılı bir öğretmen okulu açmayı da
şart koşuyordu. Gerekli yerlerde de yatılı kız öğretmen okulları açılacaktı.
Öğretmenlikte otuz yıl hizmet edenler, önerilerle emekliye ayrılabileceklerdi (80.
Madde). Öğretmenlikten azledilenler tekrar öğretmen olmak isterlerse yeni bir
sınava tâbi tutulurlardı (6. madde). Öğretmenlerin maaşları 300-1000 kuruş
arasında değişiyordu. Terfi baştan 5 yılda, ondan sonra her üç yılda bir oluyordu.
Karma okullarda kızlar ilkokula dört yıl devam edeceklerdi. Kız okullannda ise bu
zorunluluk beş yıla çıkarılabilir, deniliyordu (77. madde).
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 287 ~
Yasa, öğrencilerin devamlarını sağlamak için de sert önlemler getirmişti (79-83.
maddeler). Ailelerinin yanında özel öğretim görenler, her yıl ilkokul sınavlarına
katılmak zorunda idiler, başaramazjarsa okula kaydedileceklerdi. Yaşları öğretim
devresini geçmiş olanlar için “dürus-u mütemmime”ler açılacaktı. Kasım-Mart
ayları arasında, haftada iki saat hem ilkokul hem de mahallî nitelikte dersler
gösterilecekti (89. madde).
Tablo 15) Bir öğretmenli ve bir dershaneli ilkokullarıders programları1
Dersler
Elifba-ı Eczayî Şerife
Kur'ân-ı Kerim Dinî
Malumat
Ahlâkî Sohbetler
Kıraat
Tahrir
Tarih
Coğrafya
Hesap-Hendese
Eşya dersi-Ziraat
Resim
El İsleri
Terbiye-i Bedeniye ve
Sıhhiye
Oyun
Nişan (Endaht)
Gına
Devre-i evvel Devre-i mutavassıt Devre-i âli
1
2
1
2
1
2
3 saat ortak
5 saat bütün okula ortak
Kıraat dersleri arasında,
3 saat bütün okula ortak
1 saat ortak
Kıraat dersleri 1 saat ortak
arasında
Gezi ve Eşya dersleri 1 saat ortak
2 saat bütün okula ortak
Vazife şeklinde
Vazife şeklinde
Sabah ve öğle tatillerinden evvel beden
mümaresesi ve asker talimi şeklinde
Teneffüs ve gezintilerde
Bedenî mümareseler arasında
Sabah ve öğleden sonra sınıfa girilirken; Salı ve
Perşembe akşamların
Genel ve özel bütün okullar denetlemeye tâbi idi ve bu denetlemeler şunlar
tarafından yapılacaktı: “Maarif Müfettiş-i Umûmileri”, “Vilâyet Maarif
Müfettişleri”, “Maarif Müdürleri”, “Tedrisat-ı İbtidaiye Müfettişleri”, Vilâyet
Tedrisat-ı İbtidaiye Meclisi'nin seçeceği bir üye, kaymakamlar, nahiye müdürleri,
Maarif sıhhiye müfettişleri (91. madde):
1
Maarif-i Umûmiye Nezareti, Makâtib-i İbtidaiye Ders Müfredatı.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 288 ~
Yasa, Maarif Komisyonlarım ortadan kaldırıyor, yerine “Maarif Encümenlerini”
getiriyordu. Yasa yürürlüğü girdikten sonra, “Dârülmuallimîn-i Rüşdiye” mezunu
olmayan bütün ilkokul öğretmenleri “muallim muavini” sayılıyor ve beş yıl içinde
“Dârülmuallimîn” derslerinden sınava girerek, “muallim” unvanını almaları şart
koşuluyordu.
İlköğretim Yasası üzerine, gerek hazırlanırken gerekse geçici yasa olarak
yayınlandıktan sonra pek çok tartışmalar yapıldı. Sâtı' Bey, ilkokulları altı yıla
çıkartmayı 'sadece taklit' diye niteliyor ve 'üç yıllıklarını bile geliştiremezken altı
yıllıkları nasıl geliştireceğimizi” soruyordu1. Ayrıca köy ve şehir ilkokullarının
öğretim sürelerinin farklı olmasını, kasabalarda ibtidailerle rüşdiyeleri
birleştirmeyi, ilköğretim bittikten sonra yapılacak olan yoklama sınavlarının
uygulanamayacağını, bu nedenle terkedilmesi gerektiğini önerenler de vardı2. Bir
başka eğitimci rüşdiydere devamsızlığın ancak ibtidailerle birleştirilerek
kaldırılabileceğini, öğretmenler arasındaki “evvel”, “sâni”, “sâlis” gibi unvanları
kaldırarak, bunlara okuttukları derslere göre adlar verilmesini öneriyordu3.
Abdullah Cevdet Bey, bizim ilkokullarımızın çocukları öldürdüğünü, ırkımızın aklını
ve vücudunu kemirdiğini söylüyor, bunların “hayat âlemi” yapılmasını istiyordu.
Buralarda yaşamak, savaşmak, yenmeye çalışmak öğretilmeliydi. İstanbul'da
Maarife ait sekiz kadar ilkokul vardı. Kalan 200 kadar ilkokul ise Evkaf Nezareti'ne
bağlı idi ve “kapatılmaları daha hayırlıydı”. Abdullah Cevdet, şunu öneriyordu4: “..
Tekâmül etmek için zamanımız, inkılâb yapmak için tüvanımız müsaid değil.
Bunların her ikisini de mecz ederek sür'at ve azm-i kâfi ile yürüyelim”.
Kılıçzâde Hakkı, “İhya, babalardan değil çocuklardan başlar” diyor ve en çok
kadınların eğitimine, ilkokul öğretmenlerinin yetiştirilmesine önem vermemiz
gerektiğini belirtiyordu5.
1
Sâtı, “Tahsil-i ibtidai hakkında”, İçtihat dergisi, 67(1329), S.1463-1466.
a.g.m.
3
Mahmut Nedim, “Tahsil-i ibtidai”, Ahenk (İzmir), 15 Ağustos1913.
4
Abdullah Cevdet: “Mekteb âlemi- Hayat âlemi', Resimli Mektep Âlemi, 4 Eylül 1329).
sayıdan naklen İçtihat, 80(1329), S.1771-1773.
5
Kılıçzâde Hakkı, “Kadınlar ve mekâtib-i ibtidaiye muallimleri”, İçtihat, 60(1329), S.13101312.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 289 ~
Tercüman-ı Hakikat ise, gelişmek ve ilerlemek için mutlaka ve mutlaka ilköğretimin
gerçekten ve fiilen zorunlu olmasını sağlamamız gerektiğini belirtiyor, ilköğretimin
“millî” olması gerektiği üzerinde ısrar ediyordu1.
Geçici İlköğretim Yasasının en dikkati çeken yanı, zorunlu öğretim süresinin
uzatılmalıydı. Yasa bir hamlede bizi Bulgaristan, Rusya, italya, Romanya, Fransa ve
hattâ İngiltere'den de ileri götürüyordu. İlkokulların öğretim süresi hemen her
yerde iki katına çıkarılıyordu. Her ibtidaiyeye bir rüşdiye eklendiği gibi, okul
bittikten sonra dört yıl daha okula devam zorunlu tutuluyordu.
Kızlara uygulanması gereken öğretim zorunluluğu süresi, bizim genel şartlarımıza
uygun değildi2.
Öğretim zorunluluğunun uygulanma yerlerini belirlemede Bakanlık, okul ve
öğretmen durumlarını göz önüne alacağını söylüyordu. Bu hususta ülkenin sosyal
ve ekonomik ihtiyaçları göz önüne alınmamıştı. Zorunlu öğretim süresinin
birdenbire bu derece geniş tutulması ve köylü-şehirli herkese aynı şekilde
uygulanması da doğru değildi3.
Yasa, öğretmene çok aşın derecede yükleniyordu. Günde en az 10 saat ders
vermesi gerekiyordu. Bu bakımlardan yasa, o zaman da aşırı bulunmuştu. Yasanın
kesin ve uygulanabilir olma şartlarına dikkat edilmediği belirtilmişti.
Yasa, öğretmenlerin terfi sorununa tam olarak bir açıklık getirmemişti. Yasa
yayınlandıktan yedi sekiz ay sonra öğretmenler hâlâ “evvel”, “sâni”, “sâlis”
unvanlarıyla anılıyor; Dârülmuallimin öğretmenlerine de “râbi”, “hâmis” gib
lâkablar veriliyordu. Bunlar da terfi derecesini göstermekten uzaktı. Öğretmen
terfileri hususunda Türk eğitimi eskiden beri medreselerin etkisinde kalmıştı.
Öğretmenlerin sınıf ve maaşları şahsına ve hizmetine göre değil; çalıştığı yere göre
veriliyordu. Yer değiştirmeden terfi edemiyorlardı.
Yasa, Dâriilmuallimîn eski mezunlarıyla yeni mezunlarını birbirinden ayırıyor;
hukuklarını değiştiriyordu. Bu hususta ayırıcı yıl olarak kabul edilen 1913'de
1
“Mekâtib-i ibtidaiye tedrisatı”, Tercüman-ı Hakikat, 17 Nisan 1913.
Tedrisat-ı İbtidaiye Kânun-u Muvakkatı”, Terbiye Mecmuası, 1/4(1330), S. 180.
3
A.g.y.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 290 ~
Dârülmualliminlerde önemli bir yenilik yapılmamıştı. Bu bakımdan ayırım sağlam
temellere dayanmıyordu. Dârülmuallimînlerin öğretim sürelerinin bir yıl uzatılması
ve liva idadisi mezunlarının doğrudan son sınıfa alınmaları böyle bir ayırım
yaptıracak önemde değildi. Zaten Bakanlık da yasanın bu maddesini
uygulamamıştır1.
Yayınlandıktan oldukça zaman sonra bu Kânunda “esaslı bir ta'dilât ve tashihât”
yapılması istenmeye başlanmıştı2. 18 Nisan 1914'de de yasanın, yerel ilköğretim
bütçeleri hakkındaki 15. maddesi değiştirilmişti3.
Maarif Nâzırı, bu Yasa sayesinde 1913'de 900 okul açıldığını, yâni mevcut 3.600
okula göre 1/4 oranında bir artış sağlandığını belirtiyordu4.
İlköğretim programlarının 3, 4, 5 ve 6 öğretmenli ve dershaneli okullarla ilgili
bölümlerinin hazırlanması için 1913 yılının ikinci yarısında bir uzmanlar heyeti
uzun süre çalıştı. Çalışmalar 1913 Eylûl'ünde tamamlanmasına5 rağmen, ancak
1914'de yayınlanabildi6. “DûriilmuaHimîn” öğretmenlerinden kurulu bir
Komisyonun beş ay çalışarak hazırladığı7 bu program “Avrupa'nın en genç
okullarıyla yarışacak derecede” idî. “Şimdiye kadar yapılanların en mükemmeli”
diye övülüyordu8.
1
a.g.m.,S.183.
A.g.y.
3
Düstur, ikinci tertip, C.VI, S.432.
4
İkdam, 9 Temmuz 1914.
5
“Terbiye-i İbtidaiye Programı”, YENİ Fikir”, III(1329), S.490
6
Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i İbtidaiye Ders Müfredatı (6,5,4,3 dershane ve
muallimli mekteblere mahsus), İstanbul, 1330.
7
“Maarif Nâzırımızla mülakat”, İkdam, 9 Temmuz 1914.
8
“Terbiye-i ibtidaiye programı”. Yani Fikir”, 111(1329), S.490.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 291 ~
Tablo 17) Alti öğretmen ve dershaneli ilkokul programı1
Dersler
Elifba ve Eczayı Şerife
Kur'ân-ı Kerîm ve Dinî
malumat
Musahebât-ı Ahlâkiye
medeniye ve târihiye
Kıraat
İmlâ
Ezber
Yazı
Sarf ve Nahiv
Tahrir
Tarih
Coğrafya
Hesap
Hendese
Eşya Dersleri
Ziraat
El İsleri
Resim
Musiki
Terbiye-i Bedeniye
Toplam
Sınıflar
I
II
1
4
III
4
IV
4
V
3
VI
3
3
2
2
1
1
1
3
1
4
4
2
2
1
1
2
30
3
1
1
2
1
2
1
3
2
2
2
1
1
2
30
2
1
1
1
2
1
2
1
2
1
2
2
2
1
1
2
30
2
1
1
1
1
2
2
2
2
1
2
2
2
1
1
2
30
2
1
1
1
1
2
2
2
2
I
2
2
2
1
1
2
30
2
1
1
1
1
2
2
2
2
1
2
2
2
1
1
2
30
El işleri, resim, jimnastik gibi dersler 1914 programmdan önce ilkokullarımıza
girmişti. Ancak bunların verilmeleri, müfettişler ye yaşlı öğretmenler tarafından
engelleniyordu. Bu dersler “oyuncak”, “boş yere vakit harcamak” olarak
niteleniyordu. Yeni 1914 programı tarihî ve ahlâkî temsiller vermeyi de
1
Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 292 ~
öngörüyordu1 ki, bu okullara tiyatronun girmesi demekti. Daha önce ise Bakanlık,
okullarda tiyatro oyunlan gösterilmesini yasaklamıştı2.
1914 Programı Örnek ilkokulların programını da kesin olarak belirlemişti. Bazı
küçük ders saati ayarlamaları dışında bu okulların esas özelliği, yoğun bir Fransızca
öğretimi yapmaları idi. Ayrıca bu okullarda ezber ve ziraat derslerine ise hiç yer
verilmiyordu. Bu örnek okullar ilk defa İstanbul'da açılmaya başlanılmıştı.
Arap vilâyetlerinde öğretim dilinin Arapça olması hususunda çalışmalar öteden
beri devam edip geliyordu. Bu çalışmalar özellikle Mahmud Şevket Paşa'nın
Sadrazamlığa gelmesinden sonra hızlandı. 19 Nisan 1913'de “Ekseriyet ahâlisi
lisân-ı Arabî ile mütekellim bulunan vilâyâtta lisân-ı mezkûr ile muharrer
istidanamelerin kabulü ve muhakemede istintak ve muhakemenin sûret-i cereyanı
ile ilâmâtının keyfiyet-i tanzimi ve mekâtibde tedrisatın sûret-i icrası ve teferruatı
hakkında” Bakanlar Kurulu kararı ve “İrade-i seniyye” yayınlandı3. Bu kararda,
ilkokul ve rüşdiyelerde öğretimin Arapça yapılacağı, ancak Türkçe öğretimin
mecburî tutulacağı, Tarih-Coğrafya gibi derslerin Türkçe okutulacağı belirtiliyordu.
Bu arada her iki dilde ders verebilecek ilkokul öğretmenleri yetiştirmek için
önlemler alınacağı belirtiliyordu.
10 Ağustos 1913'de yayınlanan bir başka “irade-i seniyye”de, nerelerdeki hangi
okullarda Arapça öğretim yapılacağı belirleniyordu4.
1913 yılında okul binaları hususunda da Bakanlık sistemli çalışmalara girişti. Bir
yandan bu iş için gerekecek harcamaları borçlanma (“istikraz”) yoluyla sağlamaya
çalışırken, 17 Ağustos 1913'de Maarif Müdürlüklerine yolladığı bir yazıda da şöyle
diyordu5: Ülkenin çeşitli yerlerinde yapımına başlanacak ibtidaiye ve rüşdiye
binaları tekdüzen olarak kurulacaktır. Bunun için Maarif-i Umûmiye Nezareti
1
“Tedrisat-ı İptidaiye Programı..”, Yeni Fikir, III(1329), S.491.
İstanbul Vilâyeti Tedrisat-ı İbtidaiye Meclisi daha önce hiç bir nedenle öğrencilerin
sahneye çıkarılmaması hakkında okul müdürlerine yazı yazmıştı. Ancak öğrenciler gene
tiyatro sahnesine çıkınca, cezalandırma kararı aldı (Sabah,3 Mayıs 1914). Sinema için:
Sabah, 26 Nisan 1914.
3
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no: 312349.
Düstur, İkinci tertip, c.V, S.318-319.
4
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no: 315279.
5
Sabah, 18 Ağustos 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 293 ~
plânlar hazırlamaktadır. Bu plânlar hazırlanıp bitinceye kadar yeni inşaatlara
başlanılmayacaktır, başlanılmış olanlar da durdurulacaktır.
Bakanlık, bu iş için komisyonlar kurdu, önce bir ve iki sınıflı; sonra da üç sınıflı
ilkokul binası plânlarını vilâyetlere gönderdi1.
Esasen Birinci Dünya Savaşı çıkınca, Bakanlık yabancı okul binalarını işgal etti ve
programsız olarak da olsa, buralara yerleşti2.
1913 yılında Bakanlık, özellikle Doğu Anadolu vilâyetlerinde ibtidai ve rüşdî okullar
açmak için “yeni projeler” üzerinde çalışıyordu3. Bu arada Bakanlığın diğer en
büyük sorunu, Rumeli'den gelen öğretmen ve Öğrencileri yerleştirmek sorunu idi.
Rumeli'den gelen ilkokul öğretmenlerinden diploma ve ehliyetnamesi olanlar
hemen, olmayanlar da bir sınavdan sonra Anadolu okullarına atanıyorlardı4.
Zaten Bakanlığı Trablusgarb ve Bingazi'den gelen öğretmen ve öğrencilerin
yerleştirilmeleri de uzun süre uğraştırmıştı5.
1914 yılında Bakanlık ilköğretim yükünü iyice vilâyetlere bırakmak için sistemli
çalışmalar yaptı. Vilâyetlerdeki “Tedrisat-ı İbtidaiye Meclisleri”nin üye seçimi yeni
bir nizâmnâmeye bağlanırken6, buralardaki ilk ve orta dereceli okulların tapuları
vilâyet adına düzenlenecek şekilde değiştiriliyordu7.
1
Tasvîr-i Efkâr, 30 Ocak 1914.
Ergin,O.,a.g.e. S.1097-1099.
3
Sabah, 16 Temmuz 1913.
4
Tercüman-ı Hakikat, 28 Nisan 1913.
Bu konuda, Başbakanlık Arşivinde pek çok belge vardır, Meselâ, Babıâli Evrak Odası no:
310398, 310411, 310431, 31O441, 310963, 311088, 311554, 311797,311945, 312469,
12569,312771,312813,312832,312870,313968,316015...
5
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odast, no.299750, 299858, 299899, 299810,
300031,301021, 301903 vs
6
Düstur, ikinci tertip, c.VI, S.397-399.
7
Düstur, ikinci tertip, c.VII, S. 139.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 294 ~
Tablo 18) Numune İbtidaileri programı (1913)1
Dersler
Elifba ve Eczayı Serîfe
Kur'ân-ı Kerim, ve Dinî
malumat
Musahebât-i Ahlâkiye
medeniye ve târihiye
Kıraat
İmlâ
Ezber
Yazı
Sarf ve Nahiv
Tahrir
Tarih
Coğrafya
Hesap
Hendese
Eşya Dersleri
Ziraat
El İsleri
Resim
Musiki
Terbiye-i Bedeniye
Fransızca
Toplam
I
6
1
II
3
1
Sınıflar
III
IV
3
3
V
2
VI
2
3
2
1
1
1
1
4
4
5
4
1
1
1
30
4
1
1
1
1
1
2
2
2
1
1
1
6
30
2
1
1
2
1
2
1
2
1
2
2
1
1
1
6
30
2
1
1
1
1
2
2
2
1
2
2
1
1
1
6
30
2
1
1
1
2
2
2
2
1
2
2
1
1
1
6
30
2
1
1
1
2
2
2
2
1
2
2
1
1
1
6
30
Ayrıca Bakanlık Mayıs 1914 başlarında vilâyetlere yolladığı bir tezkirede, kızlar için
zorunlu örenim süresinin 12-13 yaşma kadar çıkanlabileceğini bildirirken2, ilkokul
öğrencilerinin musikî dersleri hususunda şu genelgeyi yayınlıyordu: “ Mekâtib-i
ibtidaiye talebesinin fifr (“fifre”) ve boru çalması ve alelumum nefesle çalınan
madenî sazları talim etmesi memnudur. Mekteb hâricinde yapılacak seyranlarda
1
2
Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e.
Sabah, 14 Mayıs 1914.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 295 ~
intizam ve âhenk-i meşiyeti te'min için talebenin sinleri onüçten dûn olmamak ve
bünyeleri müsaid bulunmak şartıyla trampet istimaline müsaade edilebilir.”
İlköğretim hususunda alınan bütün bu önlemlere, ileri sürülen fikirlere rağmen,
1914 sonlarında olan bir olay ve yankılan kaç “arpa boyu” yol gidildiğini
gösteriyordu. Bir idadinin ibtidai sınıflarında okuyan bir kız, teneffüs zamanında
sınıf dışına çıktığı için “teşhir cezası” verilmişti. Yani boynuna bir levha asılarak sınıf
sınıf dolaştırılmış, herkese gösterilmiş, kızcağızın ağlayıp sızlamalarına karşı, daha
başka cezalar da uygulanmıştı! Bu, o zamanın basınına aksetmiş1, güya ycrilmişti.
Ama bu her gün ülkede olan birçok benzeri olaydan bir tanesi idi.
Aşağıda, İkinci Meşrûtiyetin son yıllarında genel ve özel “mekâtib-i ibtidaiye”lerin
yerel idarelere dağılımı (1329-1330 öğretim yılı) hakkında tablolar verilecektir.
Burada genel okulların 3554'ü erkek, 489'u kız ve 479'u karma okullardır. Bir
önceki ders yılındaki 4194 genel okuldan 3433'ü erkek, 395'i kız ve 366'sı karma
idi. Genel okulların sayısına “Evkâf mektepleri” de dahildir. Özel okulların
çoğundan haber gelmemiştir.
B) Rüşdiye
İkinci Abdülhamid döneminde bu okullar yalnız yerel hükümet dairelerine “kâtib”
yetiştirmek amacına yönelmiş, ders programlarının esasını da yazı öğretimi teşkil
etmişti. Haşim Paşa'nın (1852-1920?) Bakanlığı sırasında, öğretmenlerin
maaşlarında yapılan indirim, ehliyetli öğretmenlerin temamen okullardan
çekilmesine yol açmış, tüm öğretim vekillerin elinde kalmıştı2.
İkinci Meşrûtiyetin hemen başlangıcında bu okullar için de “bu seneye mahsus”
kaydıyla geçici bir program yapıldı3. Ayrıca Meclis-i Mebusan 1909 yılında
ibtidailerle bu okulların kurulma çalışmalarını mahallerine bırakmayı, Maarif
Nezareti’nin bütçesi oranında yalnız bu okullara yardım edilmesini
kararlaştırmıştı4.
1
Tanin, 30 Kasım 1914.
MS, “Talim ve Terbiye meselesinde”, Sabah, 1 Aralık 1914.
2
Ahmed Sıtkı, “Taşra mekâtib-i rüşdiyesinin ıslâhı”. Serbesti, 3,5,15,226,29 Aralık 1908.
3
Sâtı, “Maarif ne vakte kadar bu halde...”, Tanin. 8 Şubat 1909
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Şubat 1325, S.599.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 296 ~
Tablo 19) İkinci Meşrûtiyetin son yıllannda genel ve özel “mekâtib-i ibtidaiye”Ierin
yerel idarelere dağılımı (1329-1330 öğretim yılı)1
Yerel idareler
İstanbul vilayeti
Edirne vilayeti
Adana vilayeti
Ankara vilayeti
Aydın vilayeti
Bagdad vilayeti
Beyrut vilayeti
Haleb vilayeti
Hüdâvendigâr vilayeti
Diyarbekir vilayeti
Suriye vilayeti
Sivas vilayeti
Trabzon vilayeti
Kastamonu vilayeti
Konya vilayeti
Musul vilayeti
Erzurum vilayeti
Bitlis vilayeti
Basra vilayeti
Hicaz vilayeti
Van vilayeti
Yemen vilayeti
Mamuretulaziz vilayeti
Urfa livası
İzmit livası
Bolu livası
Teke livası
Cânik livası
Çatalca livası
Zor livası
Kudüs livası
Karesi livası
Menteşe livası
1
Genel okullar Özel okullar
116
158
204
329
159
50
291
50
439
241
63
10
136
421
213
147
212
1098
60
10
129
32
167
1427
229
85
261
1114
314
148
56
84
198
83
80
28
61
51
47
96
185
191
23
32
45
6
117
9
8931
71
147
45
35
39
30
290
125
86
42
8
Topl.
274
533
209
341
680
73
557
360
1310
70
161
1594
314
1375
465
140
198
163
28
61
98
96
376
55
51
126
120
218
81
39
320
211
50
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, 1329-1330 Senesine Mahsus Maarif-i
Umûmiye İhsaiyat Mecmuasıdır, İstanbul. 1336. S.7.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 297 ~
Kayseri livası
Asir livası
Karahisar-ı Sâhib livası
Kal'a-i Sultaniye livası
Medine-i Münevvere
46
.1
43
40
11
994
1
6
132
-
1040
2
49
172
11
İlk kurulduklarında ortaöğretim kademesi içinde olan bu okullar, giderek
ilköğretim kademesine geçtiler. Bu, İkinci Meşrûtiyet döneminde iyice belirginleşti.
1913'de de ibtidailerle birleştirildi. Zaten Emrullah Efendi, 1910 yılında Meclis'e
sunduğu “Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu Lâyihası”nda rüşdî okulları, ilköğretimin
yüksek kısmına ait okullar olarak niteliyor, 'bunlar ilkokulların bilgisini tamamlar ve
öğrencileri ortaöğetime hazırlar', diyordu. Ona göre rüşdiyeler, sıbyan okullarıyla
idadiler arasında bir “vâsıta” idi. Sıbyan okullarının bilgisini tamamlamak üzere
açılan “sınıf-ı mütemmime” lere de “rüşdiye sınıfları” denilebilirdi1.
1911 yılında rüşdiye okullarında okutulan dersler şunlardı2:
I. yıl: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Dînîye, Türkçe, Kıraat, Malumat-ı Fenniye, Arabî,
Hesab, Malumat-i Medeniye, Tarih, Coğrafya.
II. yıl: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Diniye, Türkçe, Kıraat, Malumat-ı Fenniye, Farisî,
Arabî, Hesap, Hendese, Tarih, Coğrafya, Malumât-ı Medeniye, Fransızca.
III. yıl: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Diniye, Kıraat, Türkçe, Malumat-ı Fenniye,
Farisî, Arabî, Hesab, Hendese, tarih, Coğrafya, Malumat-ı Medeniye,
Fransızca.
İkinci Meşrûtiyet döneminde ibtidailerin olduğu gibi, rüşdiyelerin de “Örnek”leri
açılmıştı. Bakanlığın İstanbul için 1910 yılı başlarında hazırladığı “Numune
rüşdiyeleri” lâyihasına göre, dokuz örnek rüşdiye kurulacak, müdürleri Belçika'dan
getirilecek, yabancı ülkelerin aynı derecedeki okul programları burada da
uygulanacaktı. Okulda yalnız Fransızca ve fen bilimleri öğretimi olacaktı3. Bu
rüşdiyeler unsurlar arasında kardeşliği sağlamak, Türklere Fransızca öğretmek,
1
Emrullah, “Tedrisat-ı İbtidalye”, Mülkiye, 23(1326), S.57.
Sabah, 14 Ekim 1911.
3
“Maarif Nezaretinin bir teşebbüs-ü müfidi”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 6 Mart 1910 (La
Turquie'den).
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 298 ~
gayrimüslimlere Türkçe öğretmek amacına yönelikti. Ayrıca idadilere devam
etmeyecek olan öğrencilere, bu okulda bazı pratik bilgiler verilecekti. Burada
mubassırların yerine Fransızcadan başka dil bilmeyen memurlar atanacaktı. Dinî
bilgiler çeşitli unsurlara .göre ayrı ayrı verilecekti. Bu okullara aynca bir de “classes
supplémentaires”ler eklenecekti1.
Numune rüşdiyelerinin kurulması ilk defa 1909 yılı bütçesinde öngörülmüştü.
Emrüllah Efendi'nin 1910 yılı bütçesinde yaptığı konuşmaya göre 21 tane de
numune rüşdiyesi açılmıştı2. Bunlarda 1, 2 ve 3. derecedeki öğretmenlerden 25
öğretmen vardı. Emrullah Efendi, numune ibtidaileri ve rüşdiyeleri gibi, numune
idadileri de açacağını söylüyordu3.
1911'lerin sonunda İstanbul'da yeni bir esas üzerine bazı numune rüşdiyeleri
kurma çalışmalarına girişildi4.
Meşrûtiyetin başlarında bir ara kapatılan Dârülmuallimîn-i Rüşdiyeler, 1910 yılında
Emrullah Efendi tarafından yeniden açtırıldı. Buraya, yüksekokul mezunları alındı.
Bazı vilâyellerdeki kız rüşdiyelerine de ek sınıflar konularak bunlardan kız
öğretmenler yetiştirilmeye başlanıldı.
1
“Numune rüşdiyeleri”, Sabah, 8,19 Ekim 1911.
Tanin; 20 Eylül 1911.
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2106.
Bu okullar, “Alliance” okullarına benzer olarak Abdurrahman Şeref Beyin Bakanlığı
sırasında, ilk defa İstanbul'da 3 yerde birden açılmışlardı. Ergin, O.N.,a.g:e. S.1183-1184.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2174.
4
Sabah, 8 Ekim 1911.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 299 ~
Tablo 20) İkinci Meşrûtiyetin son yıllarında genel ve özel “mekâtib-i
ibtidaiye”lerdeki öğretmenlerin yerel idarelere dağılımları1
Yerel idareler
İstanbul vilâyeti
Edirne “
Adana “
Ankara “
Aydın “
Bağdad “
Beyrut “
Haleb “
Hüdâvendigâr “
Diyarbekir “
Suriye “
Sivas “
Trabzon “
Kastamonu “
Konya “
Musul “
Erzurum “
Bitlis “
Basra “
Hicaz “
Van “
Yemen “
Mamuretulaziz “
Urfa livası
İzmit “
Bolu “
Teke “
Cânik “
Çatalca “
Zor “
Kudüs “
Karesi “
Menteşe “
1
erkek
411
280
247
366
773
137
253
458
334
75
216
269
284
364
436
91
268
117
38
79
63
124
264
41
57
153
111
122
51
49
75
242
64
Genel
kadın
198
56
53
43
204
19
58
69
56
11
45
50
26
30
37
8
29
14
4
1
4
1
27
6
15
22
5
27
9
2
18
29
10
erkek
569
377
144
77
447
98
421
249
210
10
84
155
102
163
122
73
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, a.g.e.
93
257
35
8
4
33
172
35
398
116
16
Özel
kadın
349
117
60
53
327
28
288
212
124
43
4
78
21
16
25
126
25
3
5
8
50
22
70
35
6
erkek
940
663
391
443
1220
235
674
607
544
85
290
424
386
364
599
213
268
190
38
79
156
124
521
76
65
157
144
294
86
49
473
358
80
Toplam
kadın
547
173
113
96
541
46
346
281
180
11
45
93
30
33
115
29
29
30
4
1
32
1
153
31
18
27
13
77
31
2
88
64
25
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 300 ~
Kayseriye “
Asir “
Karahisar-ı Sâhib livası
Kala-i Sultaniye “
Medine Münevvere
70
1
74
62
21
4
11
17
3
80
13
138
-
29
1
13
-
152
1
87
200
21
33
11
30
3
Tablo 21) İkinci Meşrûtiyetin son yıllarında “mekâtib-i ibtidaiye”lerdeki
Öğrencilerin dağılımı (1329-1330 öğretim yılı)1
Yerel idareler
İstanbul vilâyeti
Edirne “
Adana “
Ankara “
Aydın “
Bağdad “
Beyrut “
Haleb “
Hüdâvendigâr “
Diyarbekir “
Suriye “
Sivas “
Trabzon “
Kastamonu “
Konya “
Musul “
Erzurum “
Bitlis “
Basra “
Hicaz “
Van “
Yemen “
Mamuretulaziz “
Urfa livası
İzmit “
Bolu “
1
A.g.y.
Mekâtib-i
ibtidaiye
40.696
32.743
1.3.863
17.380
64.409
7.065
33.633
22.643
71.429
2.498
1.236
21.151
11.799
35.900
25.440
5.327
6.907
5,723
930
1.024
5.251
2.553
19.104
3.427
7.760
5.274
Mekâtib-i
tâliye
6.961
304
104
700
2.109
1.001
1.083
414
649
417
2.246
789
402
319
708
523
91
322
75
131
130
900
131
191
121
Toplam
47.675
33.093
13.967
18.080
66.018
8.066
34.716
23.062
72.118
2.905
3.482
21.940
12.175
36.219
26.148
5.850
7.367
6.045
1.005
1.024
5.382
2.683
20.004
3.558
7.951
5.395
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 301 ~
Teke “
Cânik “
Çatalca “
Zor “
Kudüs “
Karesi “
Menteşe “
Kayseriye “
Asir “
Karahisar-ı Sâhib livası
Kala-i Sultaniye “
Medine Münevvere
9.783
3.997
1.165
3.665
12.789
13.290
3.542
8.517
4.390
8.908
667
114
21
95
689
750
176
460
298
146
325
88
9.897
4.018
1.261
4.354
13.539
13.466”
3.633
8.815
4.536
9.233
755
1910 yılında 21 tane numune rüşdiyesi, bir öğretmenle idare olunan 200, iki
öğretmenle idare edilen 193, üç öğretmenle idare olunan 44; toplam 458 erkek
rüşdiyesi vardı. Kızlar için ise 58 bir öğretmenli, 22 iki öğretmenli ve 20 de üç
öğretmenli olmak üzere 80 rüşdiye vardı. Rüşdiyelerdeki öğretmenlerin menşeleri
ise şöyle idi1:
Tablo 22) 1910 yılında Rüşdiye öğretmenlerinin menşeleri
Öğretmenlerin menşeleri
Dârülmuallimîn-i Rüşdiye mezunu
İdadi mezunu
Özel öğretimden geçmiş kişiler
Nereden mezun olduğu bilinmeyen
Toplam
Sayı
140
71
55
170
463
Bakan'ın verdiği bilgiye göre 1910 yılında 70-80 rüşdiyede hiç öğretmen yoktu.
Rüşdiyeleri, ibtidaiyelerle birleştirme çalışmaları tâ Emrullah Efendi zamanında
başladı. Emrullah Efendi ibtidaileri dört yıl yaparak rüşdiye öğretmenlerini
ilkokullara dağıtmak istiyordu2. Ancak bunu gerçekleştiremedi. Bunun
gerçekleşmesi, 1913 yılında yayınlanan “Tedrisat-ı İbtidaiye Kânûn-u Muvakkati”
ile oldu.
1
2
Msclis-i Mabusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2106-2107.
A.g.y.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 302 ~
Osmanlı Devleti'nde 19)3-1914 öğretim yılı ilköğretimine ait sayısal bilgiler1:
1. Kuruluş tarihlerine göre ilkokullar
Açılış tarihi
1908 Eylülünden önce
1908 Eylülünden sonra
Bilgi alınamayan
Toplam
Kız
153
286
?
439
Erkek
970
2017
?
2987
Karma
147
329
?
476
Toplam
%
1270 28.37
2632 58.80
574 12.82
4476 100.00
2. Öğretmen sayısına göre ilkokullar:
Okul cinsi
Altıdan fazla
Altı öğretmenli
Beş öğretmenli
Dört öğretmenli
Üç öğretmenli
İki öğretmenli
Bir öğretmenli
Belli olmayan
Toplam
Kız
24
14
19
37
77
134
164
4
473
Erkek
66
77
83
138
347
527
2263
36
3536
Karma
1
2
1
15
30
419
9
477
Toplam
90
92
104
176
439
691
2846
49
4535
%
1.98
2.02
2.29
3.88
9.68
15.23
6175
1.08
100.0
3. Dershane sayısına göre ilkokullar
Okul cinsi
Numune ibtidaiyesi
Altı dershaneli
Beş dershaneli
Dört dershaneli
Üç dershaneli
İki dershaneli
Bir dershaneli
Toplam
%
Kız
7
59
19
42
140
99
107
473
10.8
Erkek
19
207
42
160
589
732
1787
3536
78.8
Karma
2
1
11
61
130
272
477
10.6
Toplam
26
268
62
213
790
961
2166
4486
100.0
%
0.5
5.9
1.3
4.7
17.6
21.4
48,2
100.0
Genel toplam: 4486 + 13* + 36**= 4535.
*) Var olup* bilgi alınamayan.
**) Evkafa bağlı.
1
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, 1329-1330 Senesine Mahsus Maarif-i
Umûmiye Ihsalyat Mecmuasıdır, İstanbul. 1336.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 303 ~
4) Bina durumu bakımından ilkokullar
Bina duruma
Yeni binalar
Uygun binalar
Tamire muhtaç binalar
Genişletilmeye muhtaç binalar
Uygun olmayan binalar
Bilgi alınamyan binalar
Toplam
Sayı
441
906
475
446
1564
137
3968
%
11.11
22.83
11.97
11.24
39.42
3.45
100.00
Okul binalarının büyük bir kısmı Hükümete veya yerel eğitim idarelerine ait idi
(2659). Diğer binalardan 377'si Evkafa, 425’i köy halkına, 359'u da kişilere ait idi.
İlköğretim harcamalarının büyük bir kısmı ise (% 87.14) maaşlara harcanıyordu.
5. Genel ilkokullarda başarı durumu:
Başarı durumu
Geçenler
Kalanlar
Sınav sonucu belli olmayan
Mezunlar
Toplam
Kız
145.077
34,68922.824
4.117
206.707
Erkek
34.955
10.138
2.690
500
48.283
Toplam
180.032
44.827
25.514
4.617
254.990
6. İlkokullarda öğrenci sayısı (cinsiyete göre)
Cinsiyet
Erkek
Kız
Toplam
Sayı
206.707
48.283
254,990
%
81.06
18.93
100.00
7. Genel ilkokullarda Öğretmenlerin menşeleri:
Menşeler
Dârülmuallimîn
Dârülmoallimât
İki yıllık DârülmuaUimîn
Sultanî
İdadi
Muallim muavini (Ehliyetli)
Sayı
1170
231
1153
23
453
1950
%
14.32
2.82
14.12
0.28
6.65
23.88
%
70.6
17.5
10.0
1.8
100.0
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 304 ~
Dersten mezun
Diğer okullardan mezun
Bilgi alınamyanlar
Genel Toplam
318
1804
1063
8165
3.89
22.09
13.01
100.00
Öğretmenlerin % 84,1'i (6872) erkek, kalanlar ise kadın idi.
C) MEKÂTİB-İ VAKFİYE
Osmanlı Devletindeki “Mekâtib-i vakfiye” adıyla anılan vakıf okulları, genellikle
ilkokul düzeyinde idi. Meselâ İstanbul'da sayısı 260'a ulaşan vakıf okullarının 251'i
ilkokul, 3'ü rüşdiye ve bir tanesi de idadi derecesinde idi1. Taşradaki vakıf
okullarının hemen hemen tamamı ilköğretim düzeyinde idi.
Her ne kadar nazariyatta bütün vakıfların idaresi Evkaf Nezareti'ne bağlı ise de,
aslında vakıfların pek çoğu kendi başlarına terkedilmişlerdi. İkinci Abdülhamid
döneminin başlannda bir “irade-i seniyye ile” bütün ülkedeki eski bozulmuş
vakıfların gelirleri yerel ibtidai okulları idaresine bırakılmıştı.
Hemen hemen ülkedeki ilkokul öğretmenlerinden % 80'i bu bozulmuş vakıflardan
maaş alıyorlardı2. Daha sonra bu usul de bozuldu ve vakıflardan sağlanan bu
gelirler onarım, mescit, medrese, hastahane ve hayır kurumların arasında
dağıtılmaya başlandı.
İkinci Meşrûtiyet yıllarında vakıf okulları Evkaf Nezaretine, bağlı idi. Bu okullardaki
öğretmen maaşları, ders araç ve gereçleri, Eğitim bütçesinden verilen ödenekle
sağlanıyordu. Ancak Bakanlık bu ödenekten Dârüşşafaka gibi okullarla İnas
Sultanisi gibi prejelere de yardım ediyordu3.
Vakıf okulları İkinci Meşrûtiyetin ilk yıllarında hemen hemen tamamen kendi
hallerine bırakılmışlardı. Evkaf Nezareti'nin bunlar için ayırdığı ödenekler yerlerine
ulaşmıyordu. Bu okulların öğretmenleri vakıf gelirlerinden pek yararlanamıyorlar
1
D.K., Tedrisat-ı İbtidaiye”, Sabah, 25 Kasım 1913.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 6 Mayıs 1927, S.3128-3135.
3
“Mekâtib-i vakfiye”, Sabah, 10 Ocak 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 305 ~
ve okuttukları çocuklardan aldıkları ücretlerle geçiniyorlardı. Okul binası olarak
kullanılan yapılar, öğretim ve sağlık açısından hiç uygun değil idiler.
1912 yılı ortalarından itibaren, kamuoyunda ilköğretim sorunlarının tekrar
dikkatleri çekmeye başladığı dönemde, vakıf okulları da tartışmalara girmeye
başladı. Bir yandan azınlık ilkokulları, bîr yandan da Mısır Evkaf Nezaretinin
“küttab”lar üzerine yaptığı düzeltme çalışmaları vakıf okullarının ıslâhı için örnek
gösterilmeye başlandı1.
1913 yılı başlarında da bizzat Evkaf Nâzırı, Bakanlığına bağlı kütüphane ve
ilköğretim düzeyindeki okulları sıkı bir denetlemeye tâbi tutmaya ve biraz
düzelecek gibi olanları hemen, durumları çok kötü olanları da gelecek yıl için ıslâh
etme çalışmalarına başladı2.
Daha sonra Bakanlık bünyesinde “Müessesât-i İlmiye İdaresi” adlı bir müdürlük
kuruldu. Bu idare önce İstanbul'daki bütün vakıf okullarını denetlemeye ve iyi
öğretim yapanları Bakanlığa bildirerek ödüllendirmeye başladı3. Bu müdürlük
denetimlere devam ederken bir “Mekâtib-i Vakfiye Komisyonu” kurarak sonuçları
değerlendirmeye ve ıslâhı yolları aramaya başladı4. Daha sonra bu kuruluşların
çalışmalar) ışığında Bakanlık vakıf okulları için sıkı bir program uygulamaya girişti.
Bu çalışmalar kısaca şu şekilde özetlenebilir5:
o Öğretime uygun okul binaları korunmuştur.
o Sağlığa aykırı okul binaları kapatılıp, öğrencileri çevredeki diğer
okullara yerleştirilmiştir.
o Yeni anaokulları ve sıbyan okulları açmak için tasarılar
hazırlanmaya ve bunlara öğretmen yetiştirmek için Makriköy
İttihad-ı Osmânî Mektebi'nde on kız okutulmaya başlanmıştır.
o Vâkıf okullarına öğretim araç ve gereçleri alınmıştır.
Bostancı ve Üsküdar-Ayazma'da modern vakıf ibtidaiye binaları yaptırılmıştır.
Beşiktaş'daki bir vakıf okulunu da doğrudan Bakanlığın idaresine almıştır.
1
D.K., “Umur-u Evkaf”, Sabah, 7 Haziran 1912.
'Vâkıf Mektebler”, Tercüman-ı Hakikat, 1 Ocak 1913.
3
“Vakfiye mekteblerini teftiş”, Sabah, 12 Ağustos 1913
4
“Mekâtib-i Vakfiye Komisyonu”, Sabah, 22 Eylül 1913.
5
D.K., “Tedrisat-ı İbtidaiye”, Sabah, 25 Kasım 1913.
2
7. Özel ilkokulların sayısal durumu
Din ve milliyetler
Müslim
Ram
Ermeni
Musevi
Bulgar, Keldani, Süryani
Osmanlı özel okullar toplamı
Yabancı İlkokullar
Alman
Avusturya
Fransız
RÖS
İngiliz
Amerikan
İtalyan, Bulgar, İran v.s.
Yabancı ilkokullar toplamı
Genel toplam
Yüzde (%)
Okullar
Kız
114
151
80
20
26
391
Erkek
1.073
382
76T
67
79
2368
Karma
3.500
712
237
44
31
4.524
Toplam
4.687
1.245
1.084
131
136
7.283
Öğrenciler
Kız
33.157
32.937
16.034
2.276
1.998
86.402
Erkek
79.987
47.930'
22.888
16.707
5.185
172.697
Toplam
113.144
80.867
38.922
18.983
7.183
259.099
9
2
25
15
10
14
4
79
470
6.72
5
27
9
21
9
3
74
2.442
32.57
15
1
6
17
3
1
3
62
4.586
61.16
29
3
58
41
34
40
10
215
7.498
100.00
1.956
512
3.506
1.859
462
2.133
583
11.011
97.413
34.76
1.327
140
3.624
1.712
1.556
1.511
295
10.165
182.862
65.24
3.283
652
7.130
3.571
2.018
3.644
878
21.176
280.275
100.00
Öğretmenler
Bayan
Bay
188
2.749
784
1.234
520
805
175
416
70
221
1.737
5.425
112
27
95
36
26
76
23
395
2.132
26.87
63
2
168
38
25
62
15
373
5.798
73.13
Top.
2.937
2.018
1.325
591
291
7.162
175
29
263
74
51
138
38
768
7.930
100.00
o 1913
yılında Tedrisât-ı İptidaiye Kânûn-u Muvakkati'nin
yayınlanmasıyla bazı durumlar ortaya çıkmış, Evkaf Nezareti vakıf
okullarındaki öğrencilerin, öğretmenlerine ücret vermelerini yasaklamaya ve ücret alan öğretmenler arasında sıkı bir tensikat
yapmaya girişmiş, ancak çok başarılı olamamıştır. Vakıf okullarında
ders veren öğretmenlerin bir defteri hazırlanmış, bazıları emekli
yapılmış, bazılarına tazminat verilmiştir. Küçük okullar
birleştirilmiş, öğretmenlerin maaşları Bakanlık bütçesinden
verilmeye başlanmıştır.
Bunlardan başka Bakanlığın yapmayı tasarladığı işler arasında vakıf okulu
öğretmenlerine haftada bir iki kere eğitim ve öğretim metodu konferansları
verdirmek, yeni alınacak öğretmenlerin öğretmen okulu ve idadi mezunu
olmalarına özen göstermek, öğretimde kullanılacak kitapların Bakanlık tarafından
seçilmesini sağlamak, durumu uygun olan okullarda beden eğitimi dersleri
yaptırtmak gibi kararlar vardı.
Bakanlık her okulda bir “Vukuat ve Malzeme Defteri” tutmayı; her öğrencinin
yanına okul notları, aile durumlarını v.s. içeren bir defter vermeyi, denetlemeleri
genişletmeyi de tasarlıyordu. 1913 sonlarında vilâyerlerdeki Evkaf okullarının da
istatistikleri tutulmaya ve durumları incelenmeye başlanmıştı1. Evkaf Nezareti’nin
çalışmaları bu doğrultuda devam ederken2, Meclis-i Mebusan'da Mamuretülaziz
mebusu Said Efendi şöyle diyordu3: “... yoksa Maarifin mekâtib-i ibtidaiyesinden
bize bir hayır yoktur. Evkaf Nezareti dinî iptidailer açsın. Hep öbür mekteplere
ehemmiyet verirsek cenazelerimizi yıkayacak kimse bulunmayacaktır”.
Maarif Nezâret'inin 1336'da yayınladığı 1913-1914 öğretim yılı istatistiklerinde
İstanbul'da 35 “mekâtib-i ibtidaiye-i vakfiye” bulunduğu, bunlarda 105 öğretmen
ve 3.459 öğrenci olduğu ayrıntılı olarak ve bazı önemli çelişkilerle gösteriliyordu4.
4.2.3. ORTAÖĞRETİM
İkinci Meşrûtiyet döneminde Osmanlı eğitiminin en çok ve en esaslı değişmeye
uğrayan kademesi, ortaöğretim idi. Ortaöğretim kademesinde idadiler ve
1
a.g.y.
“Evkaf Mektepleri”, İkdam, 22 Mayıs 1914.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 4 Temmuz 1330, S.799.
4
Maarifi Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi; 1329-1330 Senesine Mahsus Maarif-i
Umûmiye ihsaiyat Mecmuasıdır, S.88-89.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 308 ~
“Galatasaray Sultanisi” vardı. Daha sonra “Lise teşkilâtı” diye yeni bir öğretim
örgütü kuruldu. İkinci Meşrûtiyet ortaöğretimi, başlıca üç ana grupta incelenebilir:
A) İdadiler
“İdadi” adı verilen ortaöğretim kurumları da iki çeşit idi: Beş yıllık idadiler ve yedi
yıllık idadiler.
- Beş yıllık idadiler: Osmanlı idarî örgütüne göre “liva”lardaki idadiler beş yıllık idi.
Bunların ilk üç yılı rüşdiye, kalan iki yılı da idadi öğretimine ayrılmıştı.
Bu okulların amacı, Dârülfünun ve yüksekokullara öğrenci yetiştirmek değil idi.
Bulunduğu yörenin işlerini idare edecek, imarını sağlayacak adam yetiştirmeye
yönelik okullardı.
Başlangıçta bu okullara 10-15 yaşları arasındaki ibtidai mezunları alınıyordu1. 1913
Haziran'ında Bakanlığın bütün mutasarrıflıklara, Maarif Müdürlüklerine gönderdiği
bir yazıda2, bu beş yıllık idadilere, ibtidailerle beraber rüşdiyeyi bitirenlerin
alınacağı ve okulun biri hazırlık (“izharî sınıf”) olmak üzere üç yıllık olarak
belirlendiği ilân ediliyordu3.
Hazırlık sınıfları çeşitli okullardan gelen öğrencileri bilgi yönünden eşitleştirmeye
çalışacaktı. Hazırlık sınıflanm bitirenler ikişer yıllık olan dört şubeden birine girmek
zorunda idiler. Bu şubeler “umumî”, “ziraî”, “ticarî” ve “sınaî” adlarını taşıyorlardı.
Bazı dersler bütün şubelerde ortak olarak okutulacaktı.
Bakanlığın yazısında, bu şubelerin ders programlarının bir uzmanlar heyetince
hazırlanacağı yazılıyordu. Her idadi, bu dört şubeden en az ikisini açmak zorunda
idi. Bu üç yıllık rüşdiyelerin ayrılıp, liva idadilerinin hazırlık sınıfıyla beraber üç yıla
indirilmesi 1914 yılından itibaren uygulanacaktı. Her liva hangi şubelerin
açılacağını Bakanlığa bildirecek, Bakanlık da ona göre kadro ve ödenekleri
belirleyecekti.
“Sultani teşkilâtı”nın kurulmasından sonra liva idadilerinde böyle bir düzenlemeye
geçmek zorunlu idi. Yeni idadi örgütü, öğrencilerin başka okullara ve özellikle
yükseköğretime girmelerini engellemeye yönelikti. Yüksek öğretim yapmak
1
Maarifi Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i idadiyeye Mahsus Talimatname, İstanbul,
1325, S.23.
2
“Mekâtib-i idadiye Hakkında”, Sabah ve ikdam, 9 Haziran 1913 (Yazının tam metni var)
3
Beş yıllık idadilerin üç yıla indirilmeleri, tâ 1910'da Emrullah Efendi'nin projesiydi. Bak:
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S 2122.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 309 ~
isteyen bütün öğrenciler, sultanilere sevkediliyorlardı. Sultanî programları da bu
şekilde düzenlenecekti.
İkinci Meşrûtiyetin ilânından hemen sonra “bu seneye mahsus” kaydıyla, ibtidai ve
rüşdî okullar için olduğu gibi, idadiler için de yeni programlar yapıldı. İdadi
programlarına Tarih-i Umûmî, Malumat-ı Medeniye gibi dersler konuldu1.
Beş yıllık idadilerde 1327'de (1911) uygulanan program ise şu şekildeydi (Tablo
23):
Ahmet Şükrü Bey'in yedi yıllık idadileri tamamen sultaniye çevirip, liva idadilerini
üç yıla indirmesinden sonra, 1914'te bu üç yıllık idadilerin programları yeniden
hazırlandı. 1914 Mart'ında bu programlara geniş oranda sanayi, ticaret ve ziraat
derslerinin konulması ve bu programı Ticaret ve Ziraat Nezareti’nin uygulaması
kararlaştırıldı2. Her iki Bakanlığın görevlendirdiği kişilerden oluşan bir Komisyon,
idadi programlarını düzenlemek için 29 Mart 1914'den itibaren toplantı yapmaya
başladı. “Tedrisat-ı Tâliye Program Encümen-i Daimisi” çalışmalarını 1914
Haziranında tamamladı. Komisyon daha ziyâde örgüt üzerinde durdu. 1913'de
Bakanlığın hazırladığı taslağı hemen hemen aynen kabul etti. Ancak bu üç yıllık
idadi programlarını, vilâyetlerin gerekli hazırlıkları yapıp, âlet ve edevatı
sağladıktan sonra 1915 yılında uygulamayı kararlaştırdı3.
- Yedi yıllık idadiler: Bu idadiler, Osmanlı idarî bölümlemesinin vilâyet
merkezlerinde idi. İlk üç yılı rüşdiye, kalan dört yılı da idadi öğretimi yapıyordu.
İkinci Meşrûtiyetin ilânından hemen sonra 1909'da idadi programlarının
değiştirilmesi düşünüldü. Bir komisyon kuruldu ve “bu seneye mahsus” kaydıyla,
hiç bir eğitim amacı olmayan gelişigüzel düzenlenmiş ders dağıtım cetvellerine
göre bir müfredat programı hazırlandı. Haftanın ders saatleri toplamını geçmemek
şartıyla, ders saatleri gelişigüzel ayarlandı4.
1
Sâtı’, “Meşrûtiyetten sonra Maarif tarihi..”, S.657.
“Beş senelik idadiler ne oluyormuş?”. Yeni Fikir, 111/13(1329) S 423-425
2
“Mekâtib-i İbtidaiye programı”, Sabah, 22 Mart 1914.
3
“İdadi Programı”, Sabah, 20 Haziran 1914.
4
Sâtı', “Meşrûtiyetten Sonra Maarif tarihi”, S.660.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 310 ~
Tablo 23) Beş yıllık idadilerin ders programları1
Dersler
Kurân-ı Kerîm ve Tecvid
Ulûm-u Diniyye
Hesap
Hendese
İlm-i Eşya
Hikmeti Tabiiye
Tarih-i Tabiî
Hıfzıssıhha
Coğrafya
Tarih
Arabî
Türkçe
Fransızca
Malumat-ı Medeniyye
Ahlâk
Malumat-ı İktisadiye
Malumat-ı Kanuniye
Ziraat
Usul-ü Defterî
Evrak ve Muhaberat-ı Ticarî
Toplam
Arapça
Rumca
Bulgarca
Ermenice
Hatt (Rık'a ve Sülüs)
I
3
2
3
3
2
2
2
5
1
1
24
2
2
2
2
1
II
2
2
2
1
3
2
2
2
5
2
1ı
24
2
2
2
2
1
III
1
2
1
2
1
2
2
2
2
4
2
1
1
1
24
2
2
2
2
1
IV
1
3
3
2
2
2
2
1
3
4
1
25
2
2
2
2
1
V
1
3
3
2
1
1
2
2
1
2
4
-1
1
1
25
2
2
'2
2
1
Yedi yıllık idadilerin 1911 yılında uyguladıkları müfredat programı şu şekildeydi:
1
Yücel, Hasan Ali, Türkiye'de Orta Öğretim, İstanbul, 1939, S. 154.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 311 ~
Tablo 24) Yedi yıllık idadilerin müfredat programı1
Dersler
Kurân-ı Kerîm maa Tecvid
Ulûm-u Diniyye
Hesab
Hendese
Cebir ve Müsellesat
Malumat-ı Fenniye
Hikmet-i Tabiiye ve Mekanik
Kimya
Tarih-i Tabiî
Hıfzıssıhha
Coğrafya
Tarih
Arabî
Farisi
Türkçe
Fransızca
Malumat-ı Medeniyye
Ahlâk
Malumat-ı İktisadiye
Usul-ü Defterî
Toplam
Arapça
Rumca
Bulgarca
Ermenice
Hatt (Rık'a ve Sülüs)
1
2
2
2
2
2
3
6
22
1
2
2
2
2
1
1
2
2
2
1
5
1
1
22
1
3
1
2
2
2
2
2
2
-1
1
4
2
1
22
1
4
2
3
1
1
2
2
2
2
4
4
1
24
2
2
2
2
1
5
2
2
2
1
2
2
2
1
3
5
1
1
1
24
2
2
1
2
1
6
2
1
1
2
2
2
2
2
2
3
1
2
23
1
2
2
2
2
7
2
1
3
3
1
1
1
3
2
3
1
2
23
.1
2
2
2
2
İkinci Meşrûtiyet döneminde yedi yıllık idadiler iki aşamalı bir çalışmayla “sultani”
veya “lise”ye çevrildiler. İlk aşama Emrullah Efendi’nin girişimleriyle oldu. Emrullah
Efendi, bütün Osmanlı unsurlarının ortak eğitim ve öğretim görecekleri bir öğretim
kademesi belirlemek istiyordu. Bunu ilköğretim seviyesinde sağlamanın güçlüğünü
görünce, idadilerde gerçekleştirmeyi düşündü. Ancak ülkede pek çok idadi vardı.
Düşündüğü şekli hepsinde uygulayamayacağını anladı ve daha az sayıda idadiyi
değiştirmek istedi. 12 vilâyet idadisini İstanbul'daki “Mekteb-i Sultani” şekline
1
Yücel, Hasan Ali, a.g.e. S.155.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 312 ~
çevirmek istedi. Bunların müdür-ü sânilerini Avrupa'dan getirtmeyi, son iki sınıftaki
bazı derslerin sırf Fransızca okutulmasını kararlaştırdı1.
Öğretmenlerin maaşlarını da arttırarak, muktedir öğretmenler buldu. Emrullah
Efendi, bu tasarılarını uyguladı. Bu okulların yönetmeliği 3 Ekim 1910'da yapıldı. Bu
Yönetmelikte “lise” şeklinde düzenlenmesi gereken idadiler eski hallerine
benzediği için birbuçuk ay kadar sonra yönetmelik yeniden değiştirildi. Bakanlık bu
yeni kurduğu okullara da “Sultani” diyordu. Bu değişiklik sırasında Bakanlığın pek
çok hataları oldu, ama bunlar zaman içinde halledildiler.
Kalan yedi yıllık idadiler hakkında da 1913 Nisan'ında “sultaniye çevrilme” kararı
alındı. Bu çevrilme sırasında okullar, da genişletilecekti. Bakanlık, buralarda
Rumeli'den gelen öğretmenleri istihdam etmeyi hesaplamıştı2. Sultaniye çevrilme
karan 1914 yılından itibaren uygulanacaktı.
Şükrü Bey'in bu karan almasında o zamanki yedi yıllık idadilerle, sultani
diplomalannın derecelerinin eşit olması önemli rol oynamıştı. Diplomalar
mezunlara aynı hakları sağladığından ve sultani öğretiminin de bir yıl fazla
olmasından kimse sultani son sınıfı okumuyor ve oradan yedi yıllık idadilere nakil
yaptırarak idadi diploması alıyorlardı. Bu sebepten iki yıldır sultanilerin son sınıfları
açılamamıştı. Şükrü Bey bunu bir yandan sert önlemler alarak engellemeye
çalışırken, kesin çözüm yolu olarak da yedi yıllık bütün idadileri sultaniye çevirtti3.
İkinci Meşrûtiyet döneminin başlangıcında bütün ortaöğretim okullarıa “idadi”
deniyordu. İdadilerde okuyan yatılı öğrenciler de, gündüzlü öğrenciler de ücret
vererek okuyorlardı.
İdadi ücretleri 1909-1910 yıllarında Osmanlı Meclisinde ve basınında en çok
tartışılan konu olmuştu. 1909 sonlarında bütçe yasası sırasında idadilere % 20
oranında parasız öğrenci alınması, kalan öğrencilerin tümünün ücretli olması
kararlaştırılmıştı4. Meclis'teki tartışma ve bu hususta bir yasa çıkarma çalışmaları
tâ 1909 yılı Mart'ında başlamıştı5. Bu husus 1910 yılının ilk döneminde iyice kesin
1
Fransa'dan getirtilecek bu elemanların seçim ve sözleşmeleriyle ilgili olarak Yusufyan
Efendi görevlendirilmişti. Mösyö Agly adlı bir Fransızın da görevlendirilmesi
tamamlanmıştı. Başbakanlık Arşivi. İrade-Maarif 1328 N 4.
2
“Anadolu mekâtib-i ibtidaiyesi”.Tercüman-ı Hakikat, 17 Nisan 1913.
3
“Maarif Nazırımızla mülakat”, İkdam, 9 Temmuz 1914.
4
“Mekâtib-î İdadiye ücretleri”, Tanin, 10 Kasım 1909.
“Mekâtib-i âliye ve idadiye ücuratı”, Tanin, 4 Ağustos 1909.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 17 Şubat 1325, S.518-524.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 313 ~
hâle geldi. İdadi öğretimi İkinci Meşrûtiyet dönemine kadar parasızdı. Hükümet
Devlete biraz kazanç sağlamak amacıyla bu öğretim kademesini paralı hale
getirdi1. Çünkü bu ücretler Maarife harcanmıyor, doğrudan genel bütçeye
katılıyordu. Bu ücretlerin yanında Bakanlık orta ve yükseköğretimde bazı fakir
öğrencilerin parasız okutulması için bir yasa da çıkarttı2.
Bu ücretler gündüzlü (“nehari”) öğrencilerden vilâyetlerde 2, livalarda 1,5 lira
olarak almıyordu. Yatılı (“leylî”) öğrencilerden ise adları belirlenen dört gruba göre
15-25 lira arasında bir ücret alınıyordu3. İstanbul hâriç diğer yerlerdeki idadilerin
rüşdiye ve ihtiyat Sınıflarından ücret alınmıyordu. Ücretler üç taksitte alınıyordu.
Aynca her idadi % 20 oranında da parasız-yatılı (“ücretsiz-leyli”) ve % 20 oranında
da parasız-gündüzlü “(ücretsiz-nehari)” öğrenci alacaklardı4.
Meşrûtiyet başlarında idadi öğretmenlerinin maaşları büyük bir sorun oldu.
Dersine gelmeyen öğretmenlerin ücretlerinden kesiliyordu. Ayrıca, yapılan
“tensikat” sırasında pek çok idadi öğretmeninin maaşı da düşürülmüştü. Nail
Bey'in Bakanlığı sırasında İdadi öğretmenleri grev yapma karan da almışlardı ama,
Bakanın nasihatleri üzerine vazgeçmişlerdi5.
İdadi öğretmenleri okuttukları derse göre maaş alıyorlardı. En yüksek maaş 700
kuruştu. Bakanın verdiği bilgiye göre, 1910 yılında idadi öğretmenlerinden 372'si
600, 272’si 500, 394'ü 100-200 kuruş arasında maaş alıyordu6. “Yıldız” (Üsküp)
gazetesinin yazdığına göre Prezrin, Priştine, Üsküp ve İpek civarında en yüksek,
maaş 500 kuruş idi7. Bakanlık üç gün derse gelmeyen öğretmenin maaşının
yarısını, bu tekrar edildiği zaman da tamamını kesme kararı almıştı. Bu devam
ettiği takdirde de istifa etmiş sayılacaklardı8.
İkinci Meşrûtiyet başında yapılan “tensikat” sırasında idadilerde “seyyar
muallim”lerin kullanılması kararlaştırılmıştı. Karara göre bazı dersler tamamen
veya kısmen birleştirilerek bir gezici öğretmene veriliyordu. Bakanlığın 23 Ağustos
1909'da Maarif Müdürlüklerine yolladığı “Meclis-i Maarif kararı”na göre bu
1
Meclis-i Âyân Zabıt Ceridesi, 2 Mart 1326, S.128-131.
Düstur. İkinci tertip, c.II, S.159.
3
Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i Idadiyeye Mahsus Talimatname, İstanbul. 1326.
S.3-4.
4
a.g.e. madde: 5.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S 2193.
6
Meclis-i Mebusun Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.21O7.
7
Yıldız (Üsküp), 3 Kânunusani 1325, S.7-8.
8
Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e, S.14.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 314 ~
öğretmenler uzman (ihtisas sahibi) öğretmenler sayılıyor, kendi alanlarında
araştırmalar yaparak bilgilerini arttırmaya mecbur tutulacaklarından, bunlara fazla
ders verilmemesi isteniyordu1.
Emruİlah Efendi “nin bazı idadileri “sultani” haline çevirmesinden dolayı, hemen
aynı öğretınenler, bir isim değişikliğinden dolayı bir kaç yüz kuruş fazla maaş
almaya başladılar. Bu da bir çok çalkalanmalara yol açtı. Hâsılı idadi
öğretmenlerinin maaşları ve meslekte tutulmaları, bütün İkinci Meşrûtiyet
boyunca bir sorun olarak devam etti.
İkinci Meşrûtiyetten evvel idadi okullarının öğretim seviyesi çok düşüktü. Bu,
Meşrûtiyetten sonra da devam etti. Emrullah Efendi onları Avrupalıların ilkokulları
düzeyinde olarak gösteriyor ve bunu ıslâh çalışmalarına başlangıç yapıyordu2.
Emrullah Efendi, idadilerdeki parasız öğretim kısmını savunurken: “... biz şimdiki
halde mekâtib-i ibtidaiyede veremediğimiz tahsili hiç olmazsa mekatib-i idadiyede
verebilmek için, yâni mekâtib-i idadiye tahsilini biraz daha tevsi” ediyoruz..”3
diyordu. İdadilerin seviyesini yükseltmek için alınan önlemlerin de pek başarılı
olduğu söylenememiştir.
Öteden beri var olan “idadi öğrencilerinin yeknesak elbise giymeleri” kararı,
1910'dan itibaren uygulamaya konuldu. Elbisesi olmayan öğrencileri okula almama
kararı verildi4. Ancak fakir halka 300 kuruş civarında bir masraf yükleyen bu kararın
kararın tavizsiz uygulanamayacağı da açıktı.
İdadi öğretiminin dili de bu dönemde tartışma konusu oldu. 1910 yılında
Arnavutluk'taki dil ve harf sorunu, 1913 yılında da Arap vilâyetlerindeki öğretim
dili sorunu idadi okullarını da içine aldı ve kendini kabul ettirdi. Arapça öğretim
sancak idadilerinde yapılacak, diğer idadi ve sultanilerde öğretimin temeli Türkçe
olacaktı ama bazı derslerin Arapça verilmesi de öngörülmekteydi5. Bakanlık daha
sonra bu hususları görüşecek bir “Tedrisat-ı Arabiye Komisyonu” bile kurmuştu6.
1
“İdadi muallimleri'', Tanin, 24 Ağustos 1909.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 17 Şubat 1325, S.519.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Mart 1326, S.128-129.
3
a.g.y.
4
“Mektep talebesinin yeknesak elbisesi”, Tanin, 28 Ekim 1909.
5
6 Nisan 1329 tarihli irade-i seniye, Düstur. İkinci tertip, c. V, S.318-319.
6
Sabah, 21 Temmuz 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 315 ~
İkinci Meşrûtiyet döneminin başlarında, bütün okullar hakkında olduğu gibi,
idadiler hakkında da kesin sayısal bilgilere sahip değiliz. Emrullah Efendi’nin
Meclis-i Mebusan'da sürekli değişen sayısal ifadelerine göre1, 20-23 arasında leylî
idadiye, 70-90 arasında da neharî idadiye vardı. Okul sayısındaki belirsizlik bu
kadar derin olunca, öğrenci ve öğretmen sayılarına da pek güvenilemeyeceği
ortadadır. İdadilerin 1913-1914 yılındaki miktarıyla ilgili ayrıntılı bilgiler ise
şunlardır2:
1. Kuruluş tarihlerine göre idadilerin listesi:
İkinci Meşrûtiyetin ilânından önce kurulanlar; Tekfurdağı, Gelibolu, Kırkkilise,
Çorum, Kırşehir, Denizli, Magnisa, Trablusşam, Akka, Lazkiye, Nablus, Maraş,
Bilecik, Söğüt, Kütahya, Mardin, Hama, Amasya, Tokat, Sinop, Kangiri (Çankırı),
İsparta, Burdur, Niğde, Malatya, Musul, Antalya, Urfa, Bolu, Çatalca, Samsun,
Karahisar-ı Sahib, Kayseriyye, Medine, Muğla (35 tane).
İkinci Meşrûtiyetin ilânından 1914 yılına kadar açılanlar İstanbul İnas, İstanbul Kız
Sanayi, Mersin, İzmir, Ayıntab, Eskişehir, Ergani, Siverek, Karahisar, Ordu, Rize,
Giresun, İnebolu, Nevşehir, Süleymaniye, Kerkük, İzmit, Zor (18 tane)
Haber alınamayan idadiler: Erzincan, Bayezıt, Muş, Siirt, Ta'z, Gümüşhane (6
Tane). 1914 yılı başlarında toplam 59 idadi vardı.
1. İdadilere kaydolanlar ve terkedenler
Öğretim yılı
1328-1329
1329-1330
Toplam
Kayıt
2.312
2.682
4.994
Terk
1.625
1.985
3.610
Hicaz'da Medine'de bir gündüzlü İdadi, Mekke'de ise sadece rüşdiye vardı. Mekke'deki
okulun idadiye çevrilmesi, Medine'dekinin de yatılı yapılması hakkında Maarif Nazırı
Ahmet Şükrü Bey’in yazısı: Başbakanlık Arşivi. Bâbıâli Evrak Odası. No: 312125.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2107-2108; 27 Mayıs 1326, S. 21732174.
2
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, 1329-1330 Senesine Mahsus Maarif-i
Umûmiye İhsaiyat Mecmuasıdır, S.50-53.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 316 ~
2.1329-1330 öğretim yılında öğrencilerin milliyetlerine göre dağılımları
Milliyet
Müslim
Rum
Ermeni
Musevi
Başka milliyetler
Toplam
%
Ücretli Ücretsiz*
921
5.889
9
48
13
62
2
15
6
5
951
6.019
13.60
86.40
Toplam
%
6.810 97.9
57 0.8
75 1.1
17 0.2
11 0.2
6.970 100.0
100.00
3. İdadilerin iki öğretim yılında başarı durumları
Başarı durumu
Şahadetname alanlar
Sınıf geçenler
Sınıfta kalanlar
Toplam
1328-29
503
3.852
1.839
6.194
1329-30
542
4.969
2.009
7.520
4. Öğrencilerin sınıflara dağılımları
Sınıflar
Öğrenci*
Birinci sınıf
2.218
İkinci sınıf
1.528
Üçüncü sınıf
1,104
Dördüncü sınıf
788
Beşinci sınıf
560
Altıncı sınıf
11
Yedinci sınıf
11
Toplam
6.220
6. İdadi öğrenilenlerinin menşeleri
Menşe
Dârülfünun
Mekteb-i Harbiye
Mekteb-i Mülkiye
Halkalı Ziraat Mektebi
Dârülmuallimîn-i Âliye
Dârulmuallimîn-i Rüşdî
Dârülmuallimîn-i İbtidai
*
Sayı
101
26
13
2
58
29
55
1909'da Meclis'in kabul ettiği karara göre, ücretsiz öğrenciler ücretlilerin % 20’si oranında
olacaktı. Buna hiç uyulmadığı, hatta tamamen tersi uygulandığı görülüyor.
*
Haber alınamayan altı idadinin 1,2 ve 3. sınıflarında toplam 434, 4,5,6 ve 7. sınıflarında da
116 öğrenci vardı. Buna göre idadilerdeki toplam öğrenci sayısı 6.770'i buluyordu.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 317 ~
Sultani veya idadi
Rüşdiye
Dersten mezun
Özel okul
Yabancı okul
Özel Öğretim gören
Başka okullardan
Toplam
Haber alınamayan 6 idadi
Genel toplam
116
23
15
48
8
19
61
586
43
629
1328-29 öğretim yılında ise toplam 445 öğretmen vardı.
B) Sultaniler
İlk defa Galatasarayı’nda kurulmuş bir okulun adı olan “Sultani” 1869 Maarif-i
Umûmiye Nizâmnâmesinde, ortaöğretimin üst sınıflarını oluşturmak üzere
vilâyetlerde kurulması düşünülen okulların da genel adı oldu1. Ancak bunlar gerçek
anlamda hiç açılmadı2. “Sultani” adı üzerindeki esas gelişmeler, hem de çok hızlı
bir şekilde İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra oldu.
1908-1914 arasındaki “sultani” sorununu üç ayrı gelişme döneminde incelemek
gerekir:
Mekteb-i Sultani sorunu: İkinci Abdülhamid döneminde çok büyük zorluklarla
karşılaşan bu okul, İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra tam bir keşmekeşin içine
düşmüştü. Okul müdürsüz kalmış, öğrencilerin isteği üzerine bazı öğretmenler
okuldan atılmış, yenileri atanamamıştı. Müdür-ü sânî uzun süre görevine
başlamamış, mubassırların ceza verme yetkileri olmadığından öğrenciler de,
öğretmenler de derslere girmemişler, şurada burada dolaşarak gösteriler
yapmışlardı3.
Burayı düzeltmek için 9 Ağustos 1908'de Emrullah Efendi, Okulun Müdürlüğüne
getirilmişti4. Daha sonra 30 Aralık 1908'de atanan Tevfik Fikret Bey'in5 burada
oldukça iyi bir idare kurduğu, okulu ve öğretimi yeniden düzene koyduğu pek çok
1
Koçer, Hasan Ali, a.g.e., S.102-103.
Unat, F.R., a.g.e. S.47-48.
3
“Mekteb-i Sultani”, Tanin, 26 Aralık 1908.
4
Başbakanlık Arşivi, İrade-i Maarif, 1326 B 8.
5
Başbakanlık Arşivi, irade-i Maarif, 1326 Z I.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 318 ~
kişilerce yazılmıştır1. Tevfik Fikret Bey, Okulun Müdürlüğünden 1909 Ocağının
ortalarında ayrılmış, ancak ısrarlar karşısında görevine yeniden dönmüştü2. Daha
sonra 1910 Nisan'ında yeniden istifa etmiş ve ısrarlara rağmen geri dönmemişti.
“Sultani mes'elesi” bu olaydan sonra kamuoyunu oldukça meşgul etmiştir. Tevfik
Fikret Bey'in taraftarlarına göre ayfılma, Bakanlığın yayınladığı bir genelgede
(“tamim”), derslerine devam etmeyen öğretmenlere gündeliklerini kesme (“kast
el-yevm”) işleminin uygulanmasını istemesi üzerine olmuştu. Çünkü Tevfik Fikret
Bey Okulun Müdürlüğünü, idare ve öğretimde geniş bir mezuniyet ve tam
bağımsızlıkla kabul etmişti. Bakanlığın herhangi bir müdahalesini istemiyordu3.
Bakanlık ise pek çok Öğretim kurumlarında öğretmenlerin derslere devam
etmedikleri, kasten görevlerine gelmeyen öğretmenler için böyle bir karar
alındığını bildirmişti. Mekteb-i Sultani, Bakanlığa bağlı bir okul olduğu için
Bakanlığın emirleri dışında kalamaz, deniliyor ve savunma şöyle yapılıyordu4: Hiç
bir okul müdürüne ayrıcalık verilemez. Yoksa Devlet işlemez hale gelir. Kaldı ki bu
karar Tevfik Fikret Bey'in istifasından ikibuçuk ay önce yayınlanmıştı ve
uygulanıyordu5. Bakanlık, sorun kızışınca okulda hiç disiplin kalmadığını,
geçenlerde bir öğrencinin bıçakla öldürüldüğünü, istifadan sonra gerek
öğrencilerin gerek bazı öğretmenlerin yaptığı hareketlerin bunun en büyük delili
olduğunu söylemişlerdi. Bakanlık ayrıca programda şiir ve edebiyata da
gereğinden fazla yer verildiğini iddia ediyordu6.
Sorunun diğer yönlerindeki gelişme ise kısaca şöyle özetlenebilir: Bakanlık Fikret
Bey'in yerine vekâleten Salih Zeki Bey'i atamıştı7. Ancak parantez içine “bir şâir
yerine bir âlim” yazmaları ortalığı karıştıran ve kamuoyunu harekete geçiren esas
neden olmuştu. Bazı öğretmenler görevlerinden ayrılmışlar, bazı ebeveynler
çocuklarını okuldan almışlar, öğrenciler harekete hazırlanıyorlardı. O zaman,
1
Bakınız: “Tevfik Fikret” bahsi.
“Mekteb-i sultani müdiriyeti”, Tanin, 18 Ocak 1909.
3
Sabah, 10-11-12 Nisan 1910.
4
Yunus Nadi, “Mekteb-i Sultani mes'elesi”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 12 Nisan 1910.
5
Ali Seyfi, “Mekteb-i Sultani mes'elesi-Hakikatten ayrılmayalım”, Yeni Tasvir-i Ef-kâr, 14
Nisan 1910.
6
“Mekteb-i Sultani mes'elesi- Maarif Nâzırı ile mülakat”. Yeni Tasvir-i Efkâr, 14 Nisan 1910.
2
Sabah, 16 Nisan 1910 (Osmanischer Lloyd'dan)
7
Salih Keramet Bey'in Bakanlığın kararını uygulamayacağına dair Tevfik Fikret'e yazısı,
Fikret Bey'in buna katıldığını belirterek istifa yazısı, Emrullah Efendi'nin bunu kabul
etmeme yazılarının aynısı Yeni Tasvir-i Efkâr gazetesi 12 Nisan 1910. Atama kararnamesi:
Başbakanlık Arşivi, trade-i Maarif 1323 R 14.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 319 ~
Bakanlık yayınladığı bir yazıda şöyle diyordu1: “.. Şâir ve âlim sıfatlarının bir gûna
tafdil ve tercihi mutazammın olmayub, maksad-ı aslî Maarif Nezaretime Mekteb-i
Sultani tedrisatında fîmaba'd cihet-i ilmiye ve fenniyeye daha ziyade ehemmiyet
verileceğini işaretten ibaret olduğu beyân olunur.”
Bu ve buna benzer açıklamaların hiç bir yaran olmadı. Mubassırların bir öğrenciyi
dövmeleri, Salih Zeki Bey'in Okulu diğer idadiler düzeyine getireceğine dair bir
beyanname okutturması2, konferans salonunu kapattırması v.s. öğrencileri
harekete geçirdi. Yüksek sınıftaki öğrenciler okulu terkettiler. Müdürlük, gazeteler
yoluyla okula gelmeyen öğrencileri “tard” edeceğini duyurdu3. Sorun, Meclis-i
Mebusan Reisi ve Sadrazam'a kadar çıkartıldı4. İttihad ve Terakki Fırkası, sırf bu işin
işin çözümü için görüşmeler yapmaya, Meclis'e Bakan hakkında soru önergeleri
verilmeye başlandı.
Yeni Tasvir-i Efkâr, Jön Türk v.s. gibi gazeteler Bakanlığı savunurken; Sabah, Tanin,
Sedayı Millet gibi gazeteler Bakanlığı ve Salih Zeki Bey'i kötülemeye başladılar.
Sorun Kalem gibi mizah dergilerine bile yansıdı5. Sonra Sadrazam bazı bakanları
toplayarak bu sorunu görüştü6. Ancak sorun kesin bir çözüme ulaşamadı. Zaman
içinde unutuldu, yatıştı. Daha sonra asaleten müdürlüğe getirilen Salih Zeki Bey,
1911 yılı mezunları için yapılan ödül dağıtım törenindeki konuşmasında
“mektebde en önemli faktör olan inzibatın” hâlâ çok iyi tesis edilemediğinden
yakınmış; program bakımından da fen kısmına aynen Avrupa programlarını
uyguladığını, Türkçe kısmı için de bir heyet kurup program hazırlattığını ve ilkini bu
yıl birinci sınıflara uyguladığını belirtmiştir7.
Emrullah Efendi'nin “iş, şahıslarla değil; prensip ve idarî düsturlarla görülür”
demesine rağmen8, Salih Zeki Bey de bu Okulun idaresinde gayet imtiyazlı ve diğer
diğer sultanilerden farklı davranmıştır. Galatasaray gibi, diğer sultanilerden daha
imtiyazlı olan başkaları da vardı. Meselâ, İstanbul Sultanisi. Bunu 1912'de
düzenlenen “İstanbul Mekteb-i Sultanisi” ders programı daha iyi gösterir. Fransız
1
“Mekteb-i Sultani”, Sabah, 11 Nisan 1910.
“Mekteb-i Sultani”, Sabah, 12 Nisan 1910.
3
“Mekteb-i Sultani”, Sabah, 13 Nisan 1910.
“Mekteb-i Sultani mes'elesi”, Sabah, 15 Nisan 1910.
4
Sabah, 16 Nisan 1910.
5
Kalem, 82 ve 83. sayılar (1325),
6
“Mekteb-i Sultani”, Sabah, 21 Nisan 1910.
7
“Mekteb-i Sultani”, Sabah, 11 Temmuz 1911.
8
Yeni Tasvîr-i Efkâr, 14 Nisan 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 320 ~
liselerinin 1902 programı gözönüne alınarak düzenlenen cetvel şöyle idi1 (Bak,
Tablo 25). İkinci Meşrûtiyet dönemi içinde okul her yıl normal olarak 20-30
arasında öğrenci mezun etmiştir2.
Tablo 25) İstanbul Mekteb-i Sultanisi ders programı
Dersler
Ulûm-u Diniyye
Arabî
Farisi
Türkçe
Fransızca
Tarih
Coğrafya
Tarih-i Tabiî
Hikmet
Kimya
Riyaziyat
Malumat-ı Kanuniye
Ulûm-ü Ticariye
Resim
Terbiye-i Bedeniye
Toplam
I
1
2
2
4
6
1
1
1*
1
1*
4
1
1
2
27
II
2
2
2
2
6
1
1
1*
1*
1
4
1
1
2
26
III
1
2
1
3
6
2
1
2
1
1
4
1
1
1
2
29
IV
1
1
1
3
62
1
1
2
1
4
2
1
1
2
29
V
1
1
1
3
6
2
2
1
2
1
3
2
1
1
2
29
VI
1
3
6
2
2
2
t
2
1
2
1
2
26
* işareti, o dersin iki haftada bir yapılacağını gösterir.
2. Mekâtib-i sultaniyeler: Emrullah Efendi, sayıları yetmişi geçmesine rağmen
önemli bir işe yaramayan taşra idadilerini ıslâh etmek istedi. 23 yatılı idadiden 10
tanesini “sultaniye çevirme”yi tasarladı. Burada hareket noktası, Saffet Paşa'nın
“Maarif-i Umûmiye Nizâmnâmesi” idi. Bakan bu tasarıyla, okullardaki öğrenci
sayısını, öğretmen ve idarecilerin maaşlarını arttıracaktı. Emrullah Efendi'nin bir
başka niyeti de yabancılan ve gayrimüslimleri bu okullara çekmekti3. Hem bunun
için hem de öğrencilerin daha iyi yabancı dil öğrenmeleri için, bu yeni sultanilerin
müdürleri Osmanlı, yardımcıları da Fransız veya İsviçreli olacaktı. Yeni sultanilerin
ilk iki sınıfında Tarih-i Tabiî ve Riyaziyat dersleri Fransızca, kalan dersler Türkçe
olacaktı4. Bu hususta ayrıntıları belirlemek amacıyla 1910 Eylûlünde bir Komisyon
kuruldu. “Vilâyatta tedrisât-ı tâliyenin hüsn-ü cereyanı için” bazı önlemler alacak
1
Yücel, H.A., a.g.e., S.168.
Ayrıntı: Mekteb-i Sultaninin 50. Sene-i Devriye-i Tesisi Münasebetiyle Neşr Olunmuştur,
İstanbul, 1918.
3
Sâtı', “Meşrûtiyetten Sonra Maarif Tarihi...”, S.660-661.
4
“Sultani ve idadi mektepleri”, Sabah, 9 Ekim 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 321 ~
olan bu Komisyonun görevine dair bir de yönetmelik taslağı hazırlanıp yürürlüğe
konulmuştu1.
Bu okulların açılmaları kesin olarak kararlaştırıldıktan sonra ilk iş, öğretmenlerin
seçimi oldu. Bakanlık seçilecek öğretmenlere sınavda sorulacak soruları zarf içinde
vilâyetlere yolladı ve verilen cevaplar da Bakanlık'ta değerlendirildi2. Öğretmenler
böyle seçildi. Vilâyetlerde açılacak sultanilerin amacı, yüksekokullara öğrenci
yetiştirmek olacaktı3.
Bakanlık, yeni sultanileri 1910 Eylül'ünde açtı. Bunlara ilk açılışta “lise” denildi.
Okulların açılışından üç hafta sonra üzerinde “liselerin tanzim ve idarelerine ve
tedrisatına müteallik” diye yazan teşkilât, program ve talimat ortaya çıkarıldı. 14
sayfalık bu Nizâmnâmede, lise ders programlan şöyle belirleniyordu (Bakınız,
Tablo 26 ve 27):4
Tablo 26) 1910'da liselerin ders programı (1.devre) .
Dersler
Ulûm-u diniyye
Arabi
Türkçe
Hesap
Hendese
Cebir
Usul-ü Defterî
Farisi
Ulûm-u Tabiiye
Malumat-ı Medeniye, Ahlâkiye,
iktisadiye ve Kanuniye
Fransızca
Tarih
Coğrafya
Toplam
Hatt
Resim
Jimnastik
I. yıl
2
2
3
2
1
1
1
1
II.yıl
2
2
3
1
2
2
1
1
1
1
III. yıl
2
2
2
2
1
1
1
1
1
1
4
2
2
21
1
1
-1
5
2
2
23
1
1
1
3
2
2
21
1
1
1
Tablo 27) 1910 yılında liselerin ders programlan (II. devre)
1
Başbakanlık Arşivi, İrade-i Maarif, 1320 Ş 7.
“Vilâyat sultani mektepleri muallimleri”, Sabah, 9 Ağustos 1910.
3
Meclis-i Mebûsan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2108,2122.
4
Yücel, H.A., a.g.e. S.152-153.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 322 ~
Dersler
Ulûm-u Diniyye
Arabi
Farisî
Türkçe
Fransızca
Hendese
Cebir
Müsellesat
Usul-ü Defterî
Hendese-i Resmiye
Kozmografya
Hikmet-i Tabiiye
Mihanik
Kimya
Tarih-i Tabiî
İlm-i Ahlâk
İlm-i Kavanîn
İlm-i İktisat
Tarih
Coğrafya
Felsefe
Toplam
Resim
Hatt
Jimnastik
Tatbikat-ı Fenniye
Almanca ve İngilizce
1.yıl
2
2
1
2
3
2
2
1
1
1
1
1
1
1
1
1
23
1
1
1
2
2
2. yıl
1
2
1
2
3
2
2
1
1
1
1
2
2
1
1
3
23
1
1
1
2
2
3. yıl
1
1
2
3
2
1
1
1
1
1
1
2
1
1
3
22
1
1
1
2
2
Eski idadilerle yeni liselerin programlarının karşılaştırılmasından çıkan sonuç
tabloya dökülecek otursa şöyle bir durumla karşılaşılır:
Tablo 28) Eski idadilerle yeni lise programlarının karşılaştırılması
Dersler
Malumat-ı Fenniye ve Ulûm-u Tabiiye
Hikmet-i Tabiiye
Kimya
Hıfzıssıhha ve Tarih-i Tabiî
Coğrafya
Tarih
Türkçe
Hesap
Hendese
Eski idadilerde
4
Yeni idadidilerde
3
5
4
5
8
11
15
5
7
4
3
3
8
9
14
8
11
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 323 ~
Cebir
Fransızca
Malumat-ı Kanuniye
Usul-ü Defteri
İngilizce ve Almanca
3
17
2
3
—
7
21
4
5
6
Demek ki, yeni lise programlarında tabiat bilimlerine ayrılan ders saatleri
azaltılmıştı. Buna karşılık dil dersleri ve riyazî (matematik) bilimlerin saatleri ise
arttırılmıştı. Nizamnamede yetenekli yabancı dil öğretmeni bulunursa ikinci devre
II. ve III. sınıftaki Tabiiye ve Riyaziye derslerinin Fransızca okutulacağı da
belirtiliyordu. Bu programlar kusurlu, ruhsuz ve “mütedenni” bulundu, “kahkaha
ve ıslığa lâyık” görüldü1.
Bakanlık ilk lise örgütü tasarısını taşraya yollayıp da “uygula” emrini verince, her
yerden sorular ve itirazlar yükselmeye başladı. Bunun üzerine Bakanlık 6 Kasım
1910'da “yeni sultani'lere bir yazı yolladı. Bu yazıda şöyle deniliyordu2: “Mekâtib-i
sultaniyenin birinci devresinin birinci senesine, bu mektebe mensup rüşdiyelerin
üçüncü; ikinci senesine, rüşdiyelerden ma'dud olup birinci devresinin birinci
senesinde bulunanlar; üçüncü senesine elyevm ikinci senesinde bulunanlar alınarak
birinci devre bu suretle teşkil edilecektir. Buna nazaran birinci devrenin ta'dil
olunan programı postadadır. İkinci devrehin birinci senesine idadinin üçüncü; ve
ikinci senesine de dördüncü sınıflar nakledilecek ve dersleri kemafissabık idadi
programlarına göre tedris edilerek hitam-ı tedrisatta kendilerine idadi
şahadetnamesi verilecektir.”
Bakanlık, yıl ortasında yolladığı bu emirle öğrencilere sınıf atlatıyor, ders
programlarını değiştiriyordu. Zaten o sırada Avrupa'dan getirilmesi düşünülen
“ders nazırları” da getirilememişti. Gerçi 27 Eylül 1910'da Maarif Nezareti bu ders
nazırlarını getirtmek için Bakanlar Kurulundan ve Padişahtan izin almışlardı; ama
sonuç pek başarılı olmadı3. Esasen yeni sultani uygulaması taşrada hiç başarılı
olmamıştı4. Liselere sınavla yeni alınan öğretmenlere çok, eski öğretmenlere az
maaş verilmesi, hem sultanilerin hem de kalan idadilerin yükseköğretime öğrenci
hazırlamaları, bunların mezunlarının aynı haklara sahip olmaları Emrullah Efendi'yi
1
“Lise teşkilâtı”, Tanin, 28 Kasım 1910.
Hüseyin Cahid, “Maarif derdi”, Tanin, 23 Kasım 1910.
3
Yücel, H.A., a.g.e., S.185.
4
Gürcüzâde Safi, “Trabzon Mekteb-i Sultanisi”, Türkiye gazetesi, 28 Ekim 1910.
“Bursa Mekteb-i Sultanisi”, Sabah, 19 Temmuz 1911.
Ahmed Esat, “Maarif Nezaretine açık mektup”, İştirak gazetesi, 28 Eylül 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 324 ~
oldukça şiddetli eleştirilere hedef, yaptı, Emrullah Efendi, ikinci Bakanlığı sırasında
bir de “Tedrisat-ı Tâliye Lâyiha-i Kânûniyesi” hazırlamıştı. Yasalaştırılamayan bu
tasarıya göre1 ortaöğretim “sultaniye” ve “idadiye” diye iki gruba ayrılıyordu.
Sultaniler yatılı ve 12 yıl, idadiler gündüzlü ve 4 yıl olarak belirleniyordu. Sultani
öğretmenliği; yükselmesi bir yıl “muidlik”, üç yıl “muallimi sânîlik” dönemlerinden
sonra “muallim-i evvel”liğe ulaşabiliyordu. Ancak “müderris muavinliği rüûsu”
olanlar doğrudan “muallim-i evvel” olarak maaş alabiliyorlardı. Yasa, belli bir
konuda
ehliyetnamesi
olanlardan
da
“muallim-i
mahsus”
olarak
yararlanılabileceğini belirtiyordu. Sultanilerin binaları Devlet tarafından
yaptırılacak, öğretim malzemelerini de Devlet sağlayacaktı. Bu yasa tasarısı,
sultanileri tamamen Devlet'in himayesine alıyordu. Gerçekten de sultaniler bütün
hataları ve eksikliklerine rağmen, halkın büyük ilgisini çekti. Yatılı ve gündüzlü
olarak alınması gerekenlerden kat kat fazla başvuranlar oldu2. Bu arada Balkan
bozgunu dolayısıyla İstanbul'a gelen, sultani öğrencileri için Balıkesir, Aydın ve
Konya'da yeni okullar açıldı3.
1913 yılı Kastamonu Sultanisinde önemli olayların çıktığı bir yıl oldu. Öğrenciler
kitapçılardan “Tarih-i Tekâmül” adlı kitapları topladılar. Darwin'i (1809-1882)
anlatan Tabiiye Öğretmenini mahkemeye verdiler. Fransızca ve Riyaziye
Öğretmenleri “dinsizlik propagandası” yaptıkları suçlamalanyla hapse atıldı.
Okulun kapatılması için Vilâyete lâyiha verildi v.s.4 Bu, yeni bir “Mekteb-i Sultani
meselesi” oldu.
Emrullah Efendi'n in 'Osmanlı birliğini sağlamaya çalışıyoruz, bütün Osmanlı
fertlerinin bir okulda öğretim görmelerini sağlıyoruz', diye savunduğu taşra
sultanileri ilk defa 1910 yılında 12 yerde birden açılmıştı. Gene ilk yıl bu okullara
330 gayrimüslim öğrenci kaydedilmişti5. Daha sonraki yıllarda bu sultanilere
yenileri eklendi. Bakanlık 1913 Eylül'ünde İstanbul'da altı idadiye birden ilköğretim sınıflarını da ekleyerek- açma kararı vermişti6.
1
Yasa metni Hakk gazetesinin 20 Temmuz 1912 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.
Başbakanlık Arşivi, Babıali Evrak Odası, no: 306987.
2
“Sultaniler”, Sabah, 17 Aralık 1913.
3
Sabah, 28 Şubat 1913.
Tercüman-ı Hakikat, 7 Mart 1913
4
Abdullah Cevdet, “Kastamonu'da kurun-u vusta”, İçtihad, 58(1329), S. 1271-1274.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326, S .637.
6
Sabah, 11 Eylül 1913.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 325 ~
Sultani örgütü bu şekilde bir çok eksiklikleriyle yürütülmeye çalışılırken, 1913
yılında “sultaniye programları” üzerinde yeni çalışmalar yapıldı. Ekim başlarında da
yeni programlar okullara gönderildi1. Bu programda (bakınız: tablolar) öğretim,
“devre-i ulâ” (birinci devre), ve “devre-i saniye” (ikinci devre) diye ikiye
ayrılıyordu. Arapça ve din dersleri saatleri arttırılıyordu. Yeni müzik dersleri
konuyor, ikinci devre “fen” ve “edebiyat” diye iki şubeye ayrılıyordu. “ Malumat-ı
Medeniye” dersleri programdan kesin olarak çıkartılmıştı. Son iki sınıfa “Felsefe”
ve “Mantık” dersleri konulmuştu. O zaman bu yeni programa göre ders kitapları
olmadığından programın uygulanabilirliğinden şüphe ediliyordu2.
1913 yılında orta öğretim kurumlarının idare şekli, denetlenmesi ve öğrencilerinin
askerlik işlemleri hakkındaki yasa tasarısı Şûrayı Devlet'te görüşülürken3, Maarif
Nezareti de “Mekâtib-i Sultaniye Talimatnâmesi”ni yayınlıyordu4. Bu
Talimatnameye göre sultaniler, Öğrencileri “mülâzemet rüusu”na hazırlayan
okullardı ve yapıları şöyle idi:
Talimatname, sınıflara alınacak öğrencilerin yaşlarını, kaç dersaneli ilkokullardan
ve ortaöğretim kurumlarından hangi derece ile mezun olanların sultanilerin ara
sınıflarına ne tarzda geçeceklerini ince ince belirtiyordu5.
Talimatname aynı zamanda her iki kısmın da ders programlarını belirlemişti. Buna
göre ibtidai (evvelî) kısmın programında şu dersler yer alacaktı: Kur'ân-ı Kerîm ve
Malumat-ı Diniyye, Lisan-ı Osmanî, Hatt, Hesap ve Hendese, Coğrafya ve Tarih,
Dürus-u Eşya, Malumat-ı Tabiiye ve Sıhhiye ve Ahlâkiye ve Medeniyye, El İşleri ve
Resim, Gına ve Terbiye-i Bedeniye.
Tablo 29) 1913 yılında sultanilerin birinci devresi ders programı6:
Dersler
Ulûmu Dinivve
Lisan-ı Osmani
1
VI
1
5
VII
1
5
VIII
2
4
IX
2
4
“Sultaniye programı”, Yeni Fikir”, lll/17(1329),S.549-650.
Şinasi, “Yeni programlar gelmiş”, Ahenk (İzmir) 5 Ekim 1913.
3
“Mekâtib-i taliye hakkında”, Sabah, 15 Ekim 1913.
4
Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i Sultaniye Talimatnamesi, İstanbul,1329.
5
Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e. S.4-6.
6
Yücel, H.A.,a.g.e.S.157
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 326 ~
Tarih
Coğrafya
Malumat-ı Tabiiye ve Sıhhiye
Hikmet-i Tabiiye
Kimya
Hesap ve Cebir
Usul-ü Defterî
Hendese
Resim ve Resm-i Hatti
Arabi
Farisî
Lisân-ı Ecnebi (Fr.,Alm.,İng.)
Terbive-i Bedeniye
Gına(Müzik)
Toplam
2
1
2
2
2
2
5
5
2
1
30
2
1
2
2
2
2
5
5
2
1
30
2
1
2
1
2
2
2
4
1
4
2
1
30
2
1
1
2
1
2
1
2
2
3
1
4
2
30
Gene talimatnameye göre okulda öğrencilere üç türlü ödül vardı: “Aferin”,
“Tahsin” (4 âferîn), “İmtiyaz” (8 âferîn). Bunlar bir belge-kâğıt olarak öğrencilere
veriliyordu. Cezalar ise “tenbih”, “tevbih”, “edebsizlik”, “tekdir”, “ihrâc-ı
muvakkat” ye “ihrac-ı kati” olarak altı çeşide ayrılıyordu.
Ancak bu cezalardan bazıları ödül kâğıttan verilerek affedilebiliyordu. Okulda her
öğretim yılında iki yazılı ve bir sözlü sınav yapma zorunluluğu vardı. Sınav
notlarının dereceleri de şöyleydi:
0 : Fena
1-2 : Pekzayıf
3-4 : Zayıf
5 : Karib-4 vasat
6 : Vasat
7 : Karib-iâlâ
8 : Âlâ
9-10 : Aliyulâlâ
Sınıf geçme şartı her dersin yazılılarından 5, sözlülerinden en az 3 numara almaktı.
Tavır ve hareket ile terbiye-i bedeniye notlarının sınıf geçmeye etkisi yoktu.
Okuldan çıkarılanlara “ilmühaber; terk ve nakil olaylarında “tasdikname”;
mezuniyette de “şahadetname” veriliyordu.
Tablo 30) 1913 yılında sultanilerin ikinci devresi ders programı1
1
Yücel, H.A, a.g.e. S.158.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 327 ~
Dersler
UlÛm-u Dinivye
Lisan-ı Osmanî
Tarih
Coğrafya
Hayvanat
Nebatat
İlmü'l-Arz
Hrfzıssıhhâ
Öikmet-i Tabiiye
Kimya
Cebir ve Hesab-ı Nazarî
MüseUesat-ı Müstevîye
Hendese
Kozmografya
Mihanik
Marttık ve Felsefe
Resim ve Resm-i Hattî
Arabî
Farisî
Lisân-ı Ecnebi
Terbiye-i Bedenive
Tatbikat-ı Fenniye
Toplam
Fen
2
4
2
1
2
2
3
3
2
5
2
2
30
10. sınıf
Edeb.
2
4
2
1
-2
2
2
1
1
4
1
5
2
1
30
Fen
2
3
2
1
1
2
2
2
2
2
1
1
5
2
2
30
11. sınıf
Edeb.
2
3
2
1
1
2
2
1
1
1
1
4
1
5
2
1
30
Fen
1
3
2
1
1
2
2
2
2
2
1
4
2
2
30
12. sınıf
Edeb.
1
5
2
1
1
1
2
2
1
4
2
4
2
1
30
Mekâtib-i Sultaniye Nizamnamesi, yedi yıllık idadilerin hepsi sultaniye çevrildikten
sonra, Ortaöğretim Yasası yerine geçmiş ve uzun süre uygulanmıştır.
Yedi yıllık idadilerin hepsinin “sultani” haline çevrilmesi Şükrü Bey'in Bakanlığı
sırasında, 1914 yılında olmuştur. Çünkü yedi yıllık idadilerle sultani diplomaları,
öğrenciye aynı hakkı sağlıyordu. Oysa sultani öğretimi ötekinden bir yıl daha
fazlaydı. Bu sebepten herkes sultani son sınıfı okumadan okuldan ayrılıyor ve yedi
yıllık idadi diploması alıyordu. Bu nedenle 1914'e gelindiğinde sultanilerin son
sınıfı hâlâ açılmamıştı. Bakan, çeşitli yerlere emirler göndererek sultanilerden terki
önledi. Bu okulları terkedenlere idadi diploması verilmeyecek ve Devlet
Dairelerine alınmayacaktı. Ancak bu önlemlerden sonra sultanilerin son sınıfları
açılabilmiştir. Sorunu kökünden halledebilmek için de bütün yedi yıllık idadiler
“sultani” haline getirilmiştir1.
1
“Maarif Nazırımızla mülâkât”, İkdam. 9 Temmuz 1914.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 328 ~
Sultanilerle ilgili sayısal bilgiler:
Emrullah Efendi'nin idadileri sultaniye çevirme hareketinde 12 idadi, sultani haline
getirilmişti (1910). Bu 1913/14 öğretim yılına kadar böyle kaldı: 1914 yılında da
Şükrü Bey 22 idadiyi sultani haline getirdi. Şam ve Beyrut'ta da birer sultani daha
kurdu. 1913/14 öğretim yılında mevcut 36 sultani şunlardı: Galatasaray, İstanbul
Mercan, Vefa, Kabataş, Üsküdar, Gelenbevî, Davutpaşa, Edirne, Adana, Ankara,
Yozgat, İzmir, Aydın, Bursa, Kale-i Sultaniye (Çanakkale), Bağdad, Beyrut (2 tane),
Şam (2 tane), Halep, Diyarbekir, Sivas, Trabzon, Kastamonu, Konya,
Mamuretülaziz, İzmit, Balıkesir, Kudüs-ü Şerif, Erzurum, Bitlis, Sana, Basra, Van.
I. Sultanilere kayıt ve terkler
1328-1329*
1329-1330
Kaydolanlar
2.703
5.645
Terkedenler
1.858
2.827
*) 4 Sultaniden haber alınamamıştır.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 329 ~
2. Sultanilerdeki toplam öğrencilerin milliyet ve dinlerine göre dağılımları
Milliyet ve dinler
Müslim
Rum
Ermeni
MuseVi
Başka
Toplam
1328-1329
?
?
?
?
?
7.287*
1329-1330
9.134
97
179
151
12
9.573
%
95.4
1.1
1.8
1.6
0.1
100.0
*) 4 Sultaniden haber alınamamıştır.
3.1328-29 ve 1329-30 öğretim yılında sultaniye eğitiminin değerlendirilmesi
Değerlendirme
Sınıf geçenler
Sınıfta kalanlar
Mezun olanlar
Toplam
1328-1329*
4.774
2.041
470
7.285
1329-1330
6.364
2.873
136
9.573
*) 4 Sultaniden haber alınamamıştır.
4.1329-1330 Öğretim yılında öğrencilerin sınıflara dağılımı
Sınıf
1
2
3
4
5
6
7
Öğrenci sayısı
734
724
1.172
981
724
1.757
451
Sınıf Öğrenci sayısı
8
1.010
9
57
10
1.089
11
670
12
165
Toplam
9.573
5. Sultani öğrencilerinin baba mesleklerinin ayrımı
Ulema
Ruhani
Memur
Meslek-i Fenniye
Tüccar
531
59
3.337
234
1.152
Sanatkâr
Ziraatçı
Başka
Toplam
917
1.063
2.280
9.573
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 330 ~
6. Sultani öğretmenlerinin menşeleri
Öğretmenlerin menşeleri
Dârülfünun
Harbiye
Mülkiye
Sanayi-i Nefise
Halkalı Ziraat Mektebi
Dârülmuallimin-i Rüşdi
Dârülmuallimin-i İbtidaî
Dersten mezun
Sultani ve idadi
Yabancı okul
Özel okul
özel öğretim gören
Başka okullardan
Haber alınamayan
Toplam
1328-29'da toplam*
Sayı
120
24
34
9
6
51
121
37
122
58
15
10
91
76.
721
520
%
16.6
3.3
4.7
1.2
0.8
7.0
16.6
5.1
16.6
8.0
2.1
1.7
12.6
10,5
100.0
*) Üçü hariç
C) Kız Lisesi (“İnas Sultanisi”)
İkinci Meşrûtiyete kadar, kızlar için orta ve yükseköğretim veren hiç bir okul yoktu.
Ortaöğretim alanındaki kız okulları ilk defe bu dönemde kurulmaya başlanmıştır1.
İnas Sultanisinin kurulması hususunda ilk girişimler Meclis-i Mebusan Başkanı
Ahmet Rıza Efendi'den gelmişti. Okul için birçok hazırlıklar yapılmış; hattâ padişah
da Kandilli'deki Adile Sultan Sarâyı'm bu okula bağışlamıştı. Yatılı ve gündüzlü
olarak kurulacak olan okul, İngiliz eğitim sistemini uygulayacaktı. Mubassırların ve
öğretmenlerin Avrupa'dan getirtilmesi düşünülüyordu. Okul, yardımlarla
yaşatılacaktı ve Adile Sultan (1884-1957) yardım toplamaya başlamıştı bile2. Bu
İnas Sultanisi sorunu, kamuoyunu uzun süre meşgul etti. 1910 Temmuz'unda
“Mekteb-i Sultani-i İnas Cemiyet-i Hayriyesi” adlı bir de dernek kuruldu3. Bu
dernek bir çok toplantılar yaptı. Kandilli'deki Sarayın onarılması için çok uğraşıldı.
Osmanlı Bankası'nın da bir yardım toplama hesabı açttğı görüldü. 60.000 liralık bir
1
Koçer,H.A.,a.g.e.S.198.
“Büyük bir kız mektebi”, Tanin, 20 Ocak 1909.
3
“İnas Sultani Mektebi”, Sabah, 30 Temmuz 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 331 ~
piyango düzenlendi1. Okulla, halk kadar Saray da ilgileniyordu2. Dernek bu okulu
açabilmek için çok didinmiştir. Basın mensuplarına onarım halindeki Saray'ı
gezdirmiştir3. 150 öğrenci alınacağı belirtilerek, Hanedandan bir hanımın kaydı bile
yapılmıştır4. Büyük törenlerle ziyafetler verilmiştir. Okulun resmî açılışının,
padişahın doğum gününde yapılması düşünülürken, Balkan Savaşının çıkmasıyla
hiç bir şey yapılamamıştır. Daha sonra da bu tasarılarla ilgilenen olmamıştır.
Bu özel girişimler bir sonuç vemeyince, sorunla Devlet ilgilenmeye başladı. 1911
Aksaray yangınında Dârülmuallimat binası yanınca, bu okul tatil edilmişti. Aynı
öğretmen ve öğrenci kadrosuyla Kız İdadisi kurulmuştur.
İdadi sınıflarında Türkçe, Riyaziye, Tabiiye, Tarih, Coğrafya, Nebatat, Tabakat,
Hayvanat, Resim ve Fransızca okutulan bu Okul5, 1913-1914 öğretim yılında
sultaniyeye çevrilmiştir. Bakanlık öğretim süresini on yıl olarak belirlediği bu
okulda ibtidai sınıfların ders süresini 40, tâli sınıflardaki ders süresini de 60 dakika
olarak belirlemişti. Okulun ders programı ise şu şekilde düzenlenmişti6 (Bakınız,
Tablo 31 ve 32):
Tablo 31) İnas Sultanisi ibtidaiye sınıfları programı:
Dersler
Kur'ân-ı Kerim ve Malumat-ı Diniyye
Lisan-ı Osmani
Hatt
Hesap
Hendese
Coğrafya
Tarih
Durus-u Eşya ve Malumat-ı Tabiiye
Malumat-ı Ahlâkiye ve Medeniye
El İşleri ve Resim
Gına (Müzik)
Terbiye:i Bedeniye
1
I
4*
12
5
1
2*
1*
4
2
2
II
4
12
1
2
1
2
2
1
4
2
2
III
4
10
1
2
1
1
2
2
1
5
2
2
IV
4
10
1
2
1
1
2
2
1
5
2
2
V
4
10
1
3
1
1
2
2
1
5
2
2
“Mekteb-i Sultani-i inas”, Sabah, 23 Mayıs 1911.
Piyango ruhsatı: Başbakanlık Arşivi, irade-i Maarif 1328 C 6.
2
Veliaht Yusuf izzetin Efendi'nin Ahmet Rıza Bey'e yolladığı tezkire metni: Sabah, 25 Mayıs
1911.
Sâtı', “Meşrûtiyetten Sonra Maarif Tarihi..”, S.658.
3
“İnas mekteb-i Sultanisi”. Sabah, 13 Haziran 1911.
4
C.Z., “Şundan-Bundan, Kızların talim ve terbiyesi”, Sabah, 3 Eylül 1911.
5
Ergin, O.N., a.g.e. S.1431-1432.
6
Maarif i Umûmiye Nezareti, İnas Sultanisi Sunuf-u ibtidaiye ve tâliyesinin Ders
Programları, İstanbul, 1330.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 332 ~
Toplam
33
33
33
33
33
*) Sözle (şifahî), basit ve temel bilgiler
Bakanlık, yeni kız sultanilerinin açılması ve tek sultaninin de ıslahı için 1914 yılında
yeni çalışmalar yaptı. Hattâ Büyükada'da yeni bir İnas Sultanisi açma çalışmaları
oldukça da ilerledi1. Ama somut bir sonuca ulaşılamadı. Üstelik 1914 başlarında
yeni bir “Mekteb-i Sultani vak'ası” ortaya çıkmıştı. İki aylık kurslar sonunda
öğretmen olarak atanan bir bayana öğrenciler karşı çıkmışlar, sınıfta fare bırakıp
arabasını taşlamışlardı. Bunun üzerine beş kızın kayıtlan silinmiş, o bunalımlı
günlerde sorun bütün gazetelerde tartışılmıştı2'.
Tablo 32) İnas sultanisi talî sınıflar ders cetveli3
Dersler
Ulûm-u Diniyye
Lisan-ı Osmânî
Tarih
Coğrafya
Maiumat-ı Tabiiye ve Sıhhiye
Malumat-ı Hikemiye ve Kimyeviye
Malumat-ı Ahlâkiye ve Medeniye
Hesap ve Cebir
Hendese
Kozmografya
İktîsat-ı Beytiye
Terbiye-i Etfal
Lisan-ı Ecnebi
Gına (Müzik)
Resim
Terbiye-i Bedeniye
Beyaz işleri
ipek işleri
Dikiş ve Biçki
Tabahat (Yemek Pişirme)
Toplam
1
VI
1
5
2
2
2
1
5
2
2
2
3
1
4
32
VII
1
5
2
2
2
1
5
2
2
2
3
2
4
33
VIII
2
4
2
1
2
2
2
1
5
2
1
2
2
1
4
33
IX
2
3
2
1
2
4
1
2
1
1
.1
4
1
1
2
2
1
2
2
33
X
2
3
2
1
2
4
1
1
2
4
1
1
2
2
1
2
2
33
“İnas sultanisi”, Sabah, 20 Haziran 1914
M.S., “Böyle gidiyor... Gider mi? Mekteb-i Sultani-i İnas vak'ası”, Sabah, 23 Ocak 1914.
3
Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 333 ~
ÖZEL ORTAÖĞRETİM KURUMLARI
Bu kısımda söz konusu edilecek olan okullar müslüman kişi ve derneklerin açtıkları
özel okullardır. Bunlar genellikle ana okulu, ibtidaî, riişdî ve idadî kademelerini
bulunduran “külliye” şeklindeki okullardı. Programları, idareleri, denetimleri çok
aksak bir durumdaydı.
Osmanlı Anayasası (“Kânûn-u Esâsî”) öğretim hürriyeti bahsinde, özel okullara
geniş yer veriyordu. Emrullah Efendi bu özel okulların program belirlemesinde,
ders kitaplarının seçiminde, öğretmenlerin atanmasında tamamen serbest
olduklarını, Devlet'in bunlar için ancak şu şartları arayacağını belirtiyordu1:
•
•
•
Öğretimin din, ahlâk, adâb ile Devlet'in yasa ve yönetmeliklerine aykırı
olmaması,
Okul müdür ve öğretmenlerinin atanması sırasında gerekli ehliyetin
aranması,
Okul binası ve çevresinin elverişli olması.
Devlet, müfettişler aracılığıyla özel okulların program, kitap, öğretmen diploması,
bina v.s. gibi yönlerini denetleme hakkına sahipti. Bu teftiş sorunu yönünden
azınlıklar, eğitim yasalarının Meclis'e gelmesini dahi engellediler, Hükümete
yasadaki özel okullara ait kısımları tehir ettirmişlerdi. Bu bakımdan 1914'e kadar
özel okullar hükümetin müdahelesinden rahatça kaçmışlar, ancak Savaş yıllarında
1915'de “Hususî Mektepler Talimatnamesi” çıkartılabilmiştir.
Özel okullar, İkinci Meşrûtiyetten önce de pek çoktu. Ama bunlar 1908'den sonra
bir kat daha çoğalmışlardır. Bu iş için özel olarak şirketler ve dernekler
kurulmuştur. Bu işlere devrin ileri gelenleriyle Hanedan mensuplan da gayet aktif
olarak katılmışlar, okul binaları ve öğretim bakımından bu dönemin özel okulları
biraz daha kaliteli olmuşlardır. Ancak bu arada “mekteb” namı altında türeyen
“ticarethaneler” de ortaya çıkmıştır. Bakanlık müfettişleri bunları pek teftiş
etmediğinden idareciler, dersler ve öğretmenler sık sık değişime uğramış, bin bir
çeşit öğretim biçimi ortaya çıkarılmıştır2. Özel okullardan bazılarına bir yandan
Bakanlık para yardımı yaparken, öte yandan çeşitli haklar da veriyordu. Ancak
1913'den itibaren bu okullar hakkında bazı kararlar alınmış ve uygulamaya
1
Emrullah, “Tedrisat-ı İbtidaiye”, Mülkiye dergisi, 24(1326) S.44 v.d.
2
Mahir Ulvi, “Hususi Mektepler için”, Anadolu gazetesi (İzmir) 1 Kasım 1913.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 334 ~
başlanmıştır. Önce şahıslara ait özel okul binalarının vergiye tâbi tutulmaları
kararlaştırılmış ve uygulanmıştır1.
Mayıs 1914'de Özel Okul Müdürlüklerine yazılan bir yazıda, bu okulların genel
sınavlarının resmî okul müdürleri başkanlığında ve sorumluluğunda yapılacağı
belirtilmiştir2. 1914 Nisan'ında İstanbul vilâyetindeki özel okullarla ilgili mahallî
idarenin bazı sıkı çalışmaları olmuştur. Birçok okullar “müsamere” ve başka
yollarla kazandıkları paraların harcanmalarına dair Maarif idarelerine bilgi
vermiyorlardı. Öğrencilerden alınan ücretlerin defterleri tutulmuyordu.
İkramiyeler gelişi güzel dağıtılıyordu. Ders programları birbirinden çok farklı idi. Bu
hususların düzeltilmesi için bazı çalışmalar yapıldı3. Ama bir sonuca ulaşılamadı.
Osmanlı Devleti'nde müslümanlar tarafından kurulan özel okulların en eskisi ve en
süreklisi “Dârüşşafaka”dır. Lise sınıfları ile birlikte ilk defa 1888'de kurulan bu
okul4, 1903 yılında öğrencilerinin açlık ve idaresizlik yüzünden Bâbıâliye hücum
etmeleriyle5 Bakanlığa bağlı bir resmî okul haline getirilmişti6.
İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra okulu tekrar özel (bağımsız) bir okul haline
getirmek için Dârüşşafaka mezunları bir dernek kurdular (21 Ağustos 1908). Bu
dernek daha sonra “Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye” adlı, okulun esas sahibi olan
Derneği yeniden kurdu ve Dernek 28 Kasım 1908 tarihinde okulu tekrar alma
çalışmalarına girişti. Çok uzun komisyon çalışmalarından ve Bakanlıkla
yazışmalardan sonra7, 14 Temmuz 1909'da Darüşşafaka tekrar özel okul haline
getirildi8. Okulu idare eden Derneğin genel kurul toplantıları her yıl Maarif
Nazırlarının başkanlığında yapılırdı9, ilk önceleri sürekli olarak müdür değiştiren
okul, Sâtı' Bey'in Müdürlüğü sırasında bir öğretmen okuluna bile çevrilmek istendi
ama gerçekleştirilemedi10.
1
“Mekâtib-i hususiye binaları”. Sabah, 17 Ocak 1913.
Sabah, 17 Mayıs 1914.
3
“Mekâtib-i hususiye binaları”, Sabah, 30 Nisan 1914
4
Ergin, O.N., a.g.e., S.945-948.
5
Süheyl, “Cemiyeti Tedrisiye-i İslâmiye ve Dârüşşafaka”, Tanın, 9 Mart 1909.
6
Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye Salnamesi, İstanbul, 1332, S,25,28.
7
Süheyl, a.g.m.
Hüseyin Kâzım, “Dârüşşafaka-i İslâmiye”, Tanin, 1 Ocak 1909.
“Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye”, Tanin, 9 Ocak 1909.
8
Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye Salnamesi, S.32.
9
a.g.e.,S.85-128.
10
“Dârüşşafaka'daki içtima”, Yeni Fikir, 111/21(1329), Kapak içi.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 335 ~
Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye, 191i'den itibaren bir de Kız Dârüşşafakası kurmak
istemesine ve bütün İkinci Meşrûtiyet dönemi boyunca çabalamasına rağmen,
bunu da gerçekleştiremedi1.
Türkiye'de jimnastik ve askerlik derslerini programına ilk defe alan ve ilk defa okul
kitapları yazdırtan bu kurumun 1912'de uyguladığı ders programları şöyle idi
(Bakınız, Tablo 33 ve 34):2
İkinci Meşrûtiyet dönemindeki özel ortaöğretim kurumlarını daha iyi anlayabilmek
için Dârüşşafaka dışında da bazı örnekler üzerinde durmak gerekir.
İSTANBUL’da: “Osmanlı İttihat Mektebleri Heyet-i Tesisiyesi” tarafından 1910
yılından itibaren İstanbul'un çeşitli semtlerine çocuk bahçesi, ibtidaî; rüşdî ve idadî
kısımları bulunan büyük özel okullar açılmıştır. Bu Derneğin amacı, Osmanlı
çocuklarının yabancı okullara gitmesini önlemekti. Bunun için okullarda Türkçe ve
Fransızca öğretim zorunlu, İngilizce ve Almanca da isteğe bağlı idi. Yeteri kadar
öğrenci bulunursa gayrimüslim dillerinin de öğretilebileceği vaadediliyordu. Bu
okulların ana esasları da şöyleydi3: - Sağlık yasaları dairesinde beden eğitimi; Ahlâkî erdemler; - En son metodlar ve programlarla fikrî eğitim.
İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından kurulan İstanbul'daki bu okulların en
meşhurları Kadıköy, Beşiktaş, Mirgün, Makriköy, Anadolu Hisarı'nda idi.
“Vesile-i Terakki ve Maarif Mektebi”. Şehzâdebaşı'nda Hukuk Mektebi öğrencileri
tarafından 1909 yılında açılmıştı. 1910'dan itibaren programlarını “sultani”
programlarına uydurmuş ve gayrimüslimlerden de parasız öğrenci almaya
başlamıştır4.
“Rehber-i İttihad-ı Osmanî Mektebi” Vaniköy'de yatılı ve gündüzlü bir okul idi. Hem
kızlar hem de erkekler İçin ibtidaî, rüşdî ve idadî sınıfları vardı5.
1
M.S., “Bir müessese-i İslâmiye”, Sabah, 13 Ocak 1914.
M.S.; “Dârüşşafaka-i İnas”, Sabah, 14 Nisan 1914.
2
Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye Salnamesi, S. 183-205.
3
“Kadıköy İttihat Mektepleri”, Tanin, 29 Ağustos 1911.
“İttihat mekteblerinin riyaseti”, Sabah, 25 Mayıs 1910. Sabah, 4 Kasım, 23 Kasım 1909,13
Kasım 1910, 30 Ağustos, 21 Eylül 1911. Tanin ve Tasvir-i Efkâr gazeteleri, 4 Kasım 1909.
4
“Vesile-i Terakki Maarif Mektebi”, Sabah, 21 Ekim 1910; Tanin, 9 Eylül 1909.
5
Sabah, 29 Temmuz 1911,2 Eylül 1914.
Başbakanlık Arşivi, Bâbıâli Evrak Odası, no: 287525.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 336 ~
Tablo 33) 1912'de uygulanan Dârüşşafaka ders programı (Birinci devre)
Dersler
Terkib-i Huruf
Hesab-ı Zihnî
Tarih-i Tabiî Musahabesi
Musahabe-i diniye ve ahlâkî
Kıraat-ı Osmaniye
İlmihal
Musahabe-i Hendese
Hüsn-ü Hatt
Musiki
Kur'ân-ı Kerim
Hendese
Coğrafya
Lisandı Osmânî
Menakib-i Tarihiye
Fransızca
Terbiye-i Bedeniye-El İşleri
Hesap
Ulûm-u Diniyye
Resim
Malumat-ı Medeniye-İlm-i Eşya
Tarih-i Umûmî
Arabî
Farisî
Mukaddimat-ı Ulûm-u Tabiiye
Mücmel Cebir
Malumat-ı Medeniye ve Hukukî
Usul-ü Defterî ve muhasebe
Ulûm-u Tabiiye
Toplam
Şube
12
10
6
6
12
3
2
3
2
-
56
1
3
-
6
2
2
6
1
1
4
1
2
29
2
1
4
2
1
4
2
2
4
4
3
2
1
29
3
1
2
2
3
4
2
1
1
2
2
2
1
23
4
2
1
3
3
1
2
1
1
1
3
1
1
23
5
2
1
2
4
1
1
2
2
1
2
2
1
3
23
“Dârülilim ve't-Talîm Mektebi” üç ibtidaî, üç rüşdî ve dört idadî sınıfı olan bir özel
okul İdi. Bir de nafiz yetiştirme sınıfı vardı1.
“Mekteb-i Tefeyyüz” Şehzâdebaşı’nda ilk ve ortaöğretime ait yatılı ve gündüzlü
öğrenci alan bir mektep idi2.
İZMİR'de: “Şark Mektebi”: Beyler Sokağı'nda yatılı ve gündüzlü bir okuldu. Sınıf
sistemi şu şekilde idi:
1
2
Tanin. 27 Ağustos 1909.
Sabah, 6 Eylûl 1914.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 337 ~
“Yeni usul” ile ders gösterdiği, dinî ve millî bir eğitim verdiğini ilân eden okul, ana
sınıflarında 15, ibtidailerde 20, rüşdilerde 30 ve idadilerde 40 kuruş yıllık ücret
alıyordu1. Okulun idadi sınıflarında şu program uygulanıyordu2: Malumat-ı
Kanuniye, Arabi, Farisî, Ulûm-u Riyaziye, Malumat-ı İktisadiye, İlm-i lisan, Ulum-u
Tabiiye, Malumat-ı İçtimaiye, Edebiyat, Ulûm-u Diniye ve Tarih, Malumat-ı
Medeniye, Resini, Hendese, Malumat-ı Ticariye, Kitabet.
Tablo 34) 1912 yılında uygulanan Dârüşşafaka ders programı (İkinci Devre)
Dersler
Edebiyat
Mükemmel Cebir
Hendese
Ulum-u Diniyye
Fransızca
Tarih
Coğrafya
Arabî
Hikmet-i Tabiiye
Müsellesat, Topografya, Mesaha
Resim
Kimya
Fenn-i Mihanik
Ulûm-u Tabiiye
İktisat
Usul-ü Tahrir ve Edebiyat
Malumat-ı Riyaziye
Kozmografya
Elektrik Tatbikatı
Malumat-ı Hukukiye
Usul-ü Tâliye
Usül-ü Defterî
Hıfzıssıhha
Nebatat ve Tabakat'ü-l Arz
El İşleri-Daktilografi
Toplam
1
2
Ahenk, 14 Eylül 1913.
Ahenk, 14 Ekim 1913.
VI
2
3
1
2
4
2
2
2
1
1
2
1
23
VII
2
4
2
2
2
2
2
2
2
2
23
VIII
1
3
3
2
1
2
1
1
2
1
1
1
1
1
2
23
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 338 ~
“Hadika-i Maarif Mektebi”: Yatılı, ve gündüzlü, Osmanlı Ittihd ve Terakki
Cemiyeti'ne bağlı bir okuldu. Ana yapısı şu şekildeydi:
Öğretim süresi 11 yıl olan bu okulda isteyen öğrenciler, idadi birinci sınıfı bitirince
Ticaret kısmına geçebiliyorlardı. Diğerleri ise yüksek öğretime hazırlanıyordu1.
“Menba-ı Füyuzât Mektebi”: Çocuk bahçesinden idadiye kadar bütün sınıfları olan
yatılı ve gündüzlü bir okuldu. Özellikle dil eğitimine ağırlık veriyor ve Sâtı’ Bey’in
İstanbul Dâriilmuallimîni için yaptığı programı uyguluyordu2.
“Mekteb-i Osrnanî”: Ragıp Paşa Konağında yatılı ve gündüzlü bir okul idi. 1913
yılında resmi sultani ve idadi diplomaları ancak bakalorya sınavlarına girme hakkı
kazandırıyor, bakaloryayı kazananlar yükseköğretim kurumlarına girebiliyorlardı. O
zaman diğer Özel okullar gibi Mekteb-i Osmani de öğrencileri bu sınavlara
hazırlamak amacıyla ulûm-u riyaziye ve tabiiye derslerine çok ağırlık veriyor;
Fransızca ve İngilizce öğretiyordu. Okul, başarısız öğrenciler için bir de “Gece
Heyet-i Talimiyesi” kurmuştu3.
SELÂNİK'te: “Selanik Feyziye Mektebi”: İbtidaî, rüşdî ve idadî sınıfları olan 10 yıl
süreli bir okuldu. İktisadî, riyazi ve tabiî bilimlerin yanısıra İngilizce, Fransızca ve
Almanca da öğretiyordu. Yıllık ücretler ilk altı sınıf için 22-25, son dört sınıf için de
27-30 lira arasında idi4.
“Selanik İttihat ve Terakki Mektebi”: İttihat ve Terakki Genel Merkezi tarafından
yaptırılmıştı. Yatılı idadi programlarının aynısını uyguluyordu. Mezunları resmî okul
mezunu imtiyazına sahipti. Ücretler, diğerlerine nazaran daha ucuzdu (ibtidai
sınıflar için 16, diğerleri için 26 lira)5.
1
“Hadika-ı Maarif Ticaret Mektebi'nin İdare-i Dahiliye Nizâmnâmesi”, Tatbikat dergisi
(Sakız) 11/26(1326), S.6-9; 11/27(1326), S.28-30
2
Âhenk, 14 Ekim 1913.
3
“Mekteb-i Osmani”, Ahenk, 28 Eylûl 1913.
4
Tanin, 19 Ekim 1909.
5
Tanin, 9,15 Ekim 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 339 ~
Bütün, İkinci Meşrûtiyet boyunca, diğer okullardan olduğu gibi müslümanların özel
okullarından da sağlıklı sayısal bilgiler alınamamıştır. Resmî istatistikler hiç
doyurucu değildir.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 340 ~
4.2.4. MESLEKİ VE TEKNİK ÖĞRETİM
4.2.4.1. SANAYİ OKULLARI
4.2.4.1.1. Dersaadet Sanayi Mektebi
(“Mekteb-i Sanayi-i Osmanî”)
Sultan İkinci Abdülhamid döneminde kurulmuş olan bu okul, Sultanahmet'te idi.
Buraya genellikle yetim çocuklar alınıyordu. Okul atelye, âlet ve edevat eksiklikleri
yüzünden, uzun yıllar verimli bir çalışma yapamıyordu. Birinci sınıfta 80- 85 kişi
olan öğrenciler, üçüncü sınıfta 5-10 kişiye iniyordu, öğrencilerin büyük bir
çoğunluğu yüksekokul sınavlarına giriyorlar, başarıyorlar ve okuldan ayrılıyorlardı.
İkinci Meşrûtiyet döneminde, okulun bağlı olduğu Orman ve Maden ve Ziraat
Nezareti, okulun yönetmeliğini yeniden hazırladı. Şûrayı Devlet ve Meclis-i
Mebusan'da görüşülüp kabul edilen1 Yönetmelik, 1909 Kasım'ında yürürlüğe girdi,
Bu Yönetmelik2 şu şekilde özetlenebilir:
Makinist ve marangoz yetiştirmek amacıyla kurulmuş olan okul, harcamalarını
çeşitli yerlerin hasılatı ve kendi yaptığı şeyleri satarak karşılıyordu. Öğretim
parasızdı. Yönetmelik gereği en fazla 200 yatılı ve 50 gündüzlü öğrenci alınacaktı.
Okulun öğretim süresi beş yıldı; bunun dört yılı nazarî ve pratik eğitim, son bir yılı
da sanayihanelerde staj şeklinde yapılacaktı. Öğrenci seçimi yarışma sınavlarıydı
belirlenecekti. Bu sınavlara da 16 yaşından küçük rüşdiye ve dengi okul çıkışlılar
katılabiliyorlardı.
Dersler arasında pek çok idadi dersleri vardı, ama çoğunluk sanayi derslerinde idi:
Demircilik, Tornacılık, Tesviyecilik, Dökmecilik, Modelcilik, Doğu ve Batı Mimarî
Biçimlerinde Marangozluk, Oymacılık, Ahşap Tornacılık, Sedefçilik v.s.
Öğrencilerin makina ve marangozluk şubelerinden hangisine gireceği ve kaçar saat
ders okuyacakları Müdür ve okul idaresi tarafından belirleniyordu. Okul, 20'li not
sistemini uyguluyordu: Bunun derecelenmesi de şu şekilde idi:
1
“Mekteb-i Sanayi”. Tanin, 27 Ekim 1909.
“Dersaadet Sanayi Mektebi Nizamnamesi”, Takvim-i Vekayi, 730(11 Kânunusâni
1326).
İkdam, 25,26 Kasım 1909.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 341 ~
20
19-18
17-16- 5
14-13-12
11-10
9-8-7
6-5
4-3-2-1
: Fevkalade
: Aliyulâlâ
: Âlâ
: Karîb-iâlâ
: Vasatî
: Karîb-i Vasatî
: Fena
: Pek Fena
İlk sınıftakilerden sonrakilere, uygulama yapıldığı günler gündelik veriliyordu. Bu
gündeliklerin yarısı saklanıyor, okuldan çıktıkları zaman kendilerine sermaye olarak
veriliyordu.
Dersaadet Sanayi Okulunda, öğretimi bitirenlerden dörtte üçüne “icazetname”,
geri kalanlara da “tasdikname” veriliyordu. Ayrıca Okulu birinci ve ikinci olarak
bitirenlere de “sanayi madalyası” veriliyordu.
1909 yılında uygulamaya koyulan bu Yönetmelik, 24 Şubat 1285 talihli eski
Yönetmeliği de ortadan kaldırıyordu.
Okulun âlet, edevat ve tesviyehâne v.s. yönündeki eksiklikleri yanında, öğretim
yönünden de bazı eksiklikleri vardı. Okulun paraları Mâliye'ye ait olduğu için,
burada yapılacak her yenileşme hareketinde Bakanlıklar arasında birçok
yazışmalar yapmak.gerekiyordu. 1910 yılında Kastamonu mebusu İsmail Mahir
Efendi, Nâfıa Nezaretine verdiği bir öneri yazısında makina mühendisi ve ziraî âlet
ye edevatlar uzmanı yetiştirilmesi için, ya Sanayi Okulunun uygun hâle
getirilmesini ya da Mühendis Okulu'nda bir şube açılmasını istiyordu1. Bu öneriler
üzerine Nâfia Nezareti, Orman ve Maden ve Ziraat Nezaretinden resmen iki uzman
alarak yabancı okul programlarını inceletmiş; sonra da hem İstanbul Sanayi
Okulu'nun seviyesinin yükseltilmesini, hem de Mühendis Okulu'nda bir şube
açmayı kararlaştırmıştı2.
1910 yılı başlarında İstanbul: Sanayi Okulu, Ticaret ve Nâfia Nezareti'nin
isteğiyle, Orman ve Maden ve Ziraat Nezaretinden ayrıldı ve adı geçen Bakanlığa
bağlandı3.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 24 Mayıs 1326, S.2087.
a.g.y.
3
“Dersadet Mekteb-i Sanayi idaresinin Orman ve Maden ve Ziraat Nezareti'nden fekk-i
irtibatıyfa Ticaret Ve Nafia Nezareti'ne ilhakı hakkında irade-i seniye”. Takvim-i Vekayi,
734(16 Mart 1327).
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 342 ~
Aynca Bakanlık bu okulda gerekli düzeltmeleri yapabilmek için okul Müdürü
Edhem Bey'i Mısır, İtalya, Viyana, Peşte, Belgrad ve Sofya'yı kapsayan bir inceleme
gezisine yollamıştı. Müdür, buralardaki Sanayi okullarını ve bazı sınaî kuruluşları
ziyaret etmişti. Bakanlık bu ıslâhat çerçevesinde, 1911 yılında bu okuldan çıkacak
beş kişiyi Viyana Elektrik Makinaları İmalâthanesi'nde öğretim ve uygulama
görmek üzere Avrupa'ya göndermeyi de kararlaştırıyordu1.
1911 yılına kadar İstanbul Sanayi Okulu'na yalnız Osmanlı uyruğunda olan kişilerin
alınmasına izin vardı. Yabancı yüksekokullarda birçok Osmanlı öğrenci bulunması
ve Osmanlı ülkesindeki birçok yüksekokulda da yabancı öğrencilerin bulunmasına
dayanarak, 1911 yılı Eylûlünde yabancı uyruklu öğrencilerin de İstanbul Sanayi
Okulu'na girebilmeleri kararlaştırıldı2.
İkinci Meşrûtiyet yıllarında yayınlanan bu okula giriş şartlarında, vilâyetlerdeki
Sanayi okullarından mezun olanların teorik ve pratik iktidarlarına göre bu okula
alınacakları, okula gündüzlü olarak alınan öğrencilerin birer iş ve dershane elbisesi
almaları v.s. gibi maddeler yer alıyordu3.
1912 yılında Sanayi Okulunun ders programını yeniden düzenlemek için bir
Komisyon kuruldu ve uzun süre çalışmalar ve toplantılar yaptı. Bu Komisyon bazı
yeni şubeler açmayı, bazı şube birleştirme, ayırma ve genişletmenin yanı sıra,
Okulun yapısında da yeni bir düzenleme yaptı. Buna göre beş yıllık okulun ilk iki yılı
vilâyetlerdeki sanayi okulları derecesinde, kalan üç yılı da yüksekokul olarak kabul
ediliyordu. Birinci kısma rüşdiye ve dengi okul çıkışlılar, ikinci kısma da vilâyet
sanayi okulları ve beş yıllık idadi çıkışlılar sınavla alınacaktı4.
1913 yılında Bakanlık, öğrencilerin başka yüksekokullara kaçmalarını önlemek için,
bir yıldan daha fazla bir zaman önce Islâh Komisyonu'nun önerdiği, ancak
uygulanamamış olan “kademe sistemini” uygulamaya karar verdi. Buna göre ikinci
sınıfı bitirince okulu terkedenlere “işçi” ve “amele” şahadetnamesi, beşinci sınıfı
bitirenler “ustabaşı” veya “makina mühendisi” şahadetnamesi alacaklardı5.
1
“Sanayi Mektebinin Islahı”, Yeni Tasvir-i Efkâr, Sabah, 17 Mart 1910,
“Tebayı ecnebiyenin dahi Mektebi Sanayie kayd ve kabulleri hakkında irade-i seniye”,
Düstur, c III s.740.
“Mekteb-i Sanayi”, Sabah, 17 Ekim 1911.
3
Sabah, 17 Temmuz 1911,4 Haziran. 8 Temmuz 1912. 4 Ağustos 1913 v.s.
4
“Mekteb-i Sanayide ıslâhat”, Tanin, 9 Ağustos 1912.
5
“Mekteb-i Sanayi”, Sabah, 8 Aralık 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 343 ~
İstanbul Sanayi Mektebi'nin sayısal durumu hakkında bir fikir sahibi olabilmek için,
şu sayılara bakmak yeterlidir.
1910 yılında 20 mezun veren okulun 1911-1912 öğretim yılındaki mezun durumu
da şöyle idi1:
Demirci
Tesviyeci
Modelci
Dökmeci
Marangoz
Ahşap tornacı-marangoz
Mürettip-tesviyeci
Toplam
2
4
1
1
3
1
1
13
1914 yılında ise 22 öğretmen ve 21 ustası olan okulun öğrenci durumu, şu şekilde
idi:1
4.2.4.1.2. Taşra Sanayi Okulları:
Osmanlı Devleti'nde İkinci Meşrûtiyetin başlamasından evvel çoğu vilâyet
merkezinde, hattâ bazı sancak merkezlerinde bile sanayi okulları açılmıştı.
Genellikle yetim öğrencilerin okuduğu bu okullara sahip olmayan vilâyetler çok
azdı. Bu okulların yönetimleri, vilâyet idarelerine bağlı idi. Orman ve Maden ve
Ziraat Nezareti bunları yalnızca denetleme hakkına sahipti.
Sanayi okulları gerçi ikinci Abdülhamit döneminde de verimli bir çalışma
yapamıyorlardı ama, İkinci Meşrûtiyetten sonra bu okullar hepten durgunluğa
uğradı, dağılmaya yüz tuttu. Ankara Sanayi Okulu kapandı. Bursa Sanayi Okulu
kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı2. Bu durum karşısında, taşra sanayi
1
2
“Mekteb-i Sanayi”, Hakk, 19 Temmuz 1912.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 24 Mayıs 1326, S.2087.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 344 ~
okullarının Nafia ve Ticaret Nezareti'ne bağlanması hususunda çalışmalar
yapılmaya başlandı1. Çalışmalar bütçe tartışmaları sırasında Meclis'e kadar ulaştı.
28 mebus, vilâyetlerdekî sanayi okullarının da İstanbul Sanayi Okulu gibi, Nâfia
Nezareti'ne bağlanması, bu Bakanlığın bütçesinin bu yönden arttırılması
hususunda bir önege verdiler. Zaten Nafia Nezareti de daha önce bütün sanayi
okullarının kendisine bağlanması hakkında bir istekte bulunmuş, ancak Mâliye
Nezareti deneme için yalnız İstanbul Sanayi Okulu'nu bu Bakanlığa bağlamıştı.
Mebusların Meclis'teki önergeleri üzerine Edirne, Bursa, Halep, Şam, Manastır,
Trabzon, Üsküp, Zor, Sivas, Trablusgarb, Beyrut, Selanik, Erzurum, Konya,
Kastamonu, Adana, Kerkük, Bağdat, Kosova ve Ankara Sanayi okullarıyla İstanbul
Mekteb-i Ticaret-i Bahriyesi'nin Ticaret ve Nafia Nezareti'ne geçmesi kabul
edilmiştir2.
Ticaret ve Nafia Nezareti 1911 Temmuz'unda valiliklere, bu okulların tüzük ve
yönetmeliklerini göndermiş, ayrıca her sanayi okulunun durum ve ihtiyaçları
belirlenerek, bu husustaki bütçe ödeneğinin ona göre dağıtılacağı yazılmıştır3.
4.2.4.1.3. Kız Sanayi Okulları
Kız sanayi okulları İstanbul ve Üsküdar'da olmak üzere iki tane idi. İkisi de İstanbul
Vilâyeti Maarif İdaresine bağlı idiler. İkinci Meşrûtiyet dönemi içinde hiç verimli
çalışamadıklarından 1913 yılında kapatılmışlardır. Bunların ödenekleri
birleştirilerek yeni bir okul açılması düşünülmüş, Avrupa'dan üç uzman getirmesi
için Maarif Müdürü Kemal Bey Avrupa'ya gönderilmiştir4.
Kemal Bey, Londra ve Belçika'daki kız sanayi okullarını incelemiş ve Belçika'yı daha
üstün görmüştür. Orada iki öğretmen ve bir müdürle anlaşma imzalamıştır5. Bu
müdür ve öğretmenler Ekim ortalarında gelmişler ve yeni okul Münir Paşa
Konağı'nda öğretime başlamıştır. İlk yıl gündüzlü, daha sanra da yatılı olacak olan
okulun yapısı ise şu şekildeydi:
1
“Vilâyet Mekteb-i Sanayileri”, Sabah, 20 Ekim 1910.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 28 Nisan 1327, S.2920-2922, 2939.
3
“Taşra Sanayi Mektepleri”, Sabah, 29 Temmuz 1911.
4
“Mükemmel bir kız mektebi”, Sabah, 15 Ağustos 1911,
5
“Kız Sanayi Mektebi”, Sabah, 5 Ekim 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 345 ~
İlk kısma 7-12 yaşındakiler; ikinci kısma 13-14 yaşındaki rüşdiye mezunları da
alınacaktı. VIII. sınıftan mezun olanlar bir yıl da uygulama yapıp, öğretmen
olacaklardı1. Okulun 1913 yılında uyguladığı ders programı ise şu şekildeydi2:
Ulûm-u Diniyye, Türkçe, Hesap, Coğrafya, İlm-i Eşya, Hıfzıssıhha, İdare-i Beytiyye,
Tarih, Usul-ü Defteri, Fransızca, Hatt, Musiki, Terbiye-i Bedeniye, Resim, BiçkiDikiş, Tamir, Çamaşır Yıkama.
1912 yılı sonlarında lağvedilen Üsküdar Kız Sanayi Mektebi, 1914 yılında yeniden
kurulmuş ve her yıl bir sınıf açılmaya başlanmıştı3.
4.2.4.1.4. Özel Sanayi Okulları
Osmanlı-Fransız Kız Sanayi Okulu: Kız çocuklarına kadınlığın sosyal durumunu
anlatmak, onları iyi bir ev kadını, hayat arkadaşı ve anne olarak yetiştirmek için 1
Kasım 1909'da kurulmuştu. Bayan Colette tarafından kurulan bu okul, zamanın
Dâhiliye, Mâliye, Adliye nâzırlarıyla Dr. Besim Paşa (1861-1940) ve Hüseyin Cahid
Bey'lerin himayeleri altındaydı4.
Okulda sabahları Türkçe, Fransızca, Kıraat ve Yazı, Hesap, Tarih, Coğrafya gibi
dersler; öğleden sonra da çeşitli el işlerinin yanı sıra Hıfzıs-sıhha, Fenn-i Terbiye-i
Etfal, Tebabet-i Ameliye gibi dersler gösteriliyordu5.
İttihat ve Terakki Kız Sanayi Mektebi: İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Nuruosmaniye
Kulübü tarafından Divanyolu'nda 1911 yılında açılmıştı6.
Bayburt Sanayi Mektebi: Bayburt'taki İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından 1910
yılında açılmıştı. Fakir ve yetimlerden 50 çocuğa terzilik, demircilik ve marangozluk
öğretiliyordu7.
1
2
“Yeni Kız Sanayi Mektebi”, Sabah, 26 Ekim 1913.
Ergin, O.N., a.g.e: S.690.
3
a.g.e. S.693.
4
“Osmanlı-Fransız Kız Sanayi Mektebi”, Tanin, 28 Ekim 1909.
5
“Osmanlı-Fransız Kız Sanayi Mektebi”, Tanin, 28 Ağustos 1909.
6
Sabah, 12 Temmuz 1911.
7
Sabah, 3 Ağustos 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 346 ~
4.2.4.2. ZİRAAT OKULLARI
İkinci Meşrûtiyet döneminde tarım alanında oldukça zengin bir okullaşma
görülmektedir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
4.2.4.2.1. Halkalı Ziraat Mektebi: (Bakınız: Yükseköğretim)
4.2.4.2.2. Ziraat Ameliyat Mektepleri: Çiftlik idaresini bilen çiftçi ve çiftlik kâhyası
yetiştirmek üzere hem teorik hem de pratik bilgiler veren okullardı. Sağlık, ulaşım,
şehir v.b. gibi çeşitli yönlerden uygun olan yerlerde Ziraat Bakanlığı tarafından
kuruluyordu. Öğretim süresi üç yıldı. Parasız-yatılı, ücretli-yatılı ve gündüzlü
öğrencilerin yanı sıra dinleyiciler de alınıyordu. 15-20 yaşları arasında, Osmanlı
uyruğundaki çiftçi ve esnaf çocukları almıyordu. Okula gireceklerden ruşdiye
çıkışlılar düzeyinde bilgi isteniyordu. Okul programları, yörenin gereksinmelerine
göre okulun öğretmenler kurulu tarafından hazırlanıp Bakanlığa onaylattırılıyordu.
Okulu bitirenler de icazetname alıyorlardı1.
1910 yılında Adana, Ankara, Bursa, Selimiye ve Selanik'te beş tane “Ziraat
Ameliyat Mektebi” vardı2. İkinci Meşrûtiyetten önce bunlardan yalnız Selanik ye
Bursa Ameliyat Mektepleri vardı. 1911 yılında ise Ziraat Ameliyat okullarının sayısı
Siroz, Manastır, Kosova, Kastamonu, Trablusgarb, Sivas, Erzurum ve Halep'tekilerle
beraber 12'ye yükseldi. Selanik'teki yüksekokul haline getirildi.
O zaman Ziraat Ameliyat okullarından çok şeyler bekleniyordu. Her yere, bazı
başka okulların yerine bu okullardan açılması isteniyordu3. Oysa bu okullardan
çıkanlar da memur olmaktan kendilerini alamıyordu. Zaten Bursa'daki dışındakiler
verimli bir çalışma da yapamıyorlardı. 1914 yılında ise Adana, Ankara, Bursa, Sivas
ve Kastamonu'da olmak üzere beş tane Ziraat Ameliyat okulu vardı4.
4.2.4.23. Çiftlik Mektepleri: Çiftçi çocuklarını bilgili, yeni usul tarımı uygulayacak
şekilde bilen, Türkçe okuma-yazma öğrenmiş, kendi tarlasını idareye muktedir
çiftçi, yarıcı ve subaşı yetiştirmek amacıyla gerekli yerlerde açılıyordu5. Öğretim
1
“Tedrisat-ı Ziraiye Nizamnamesi”, Orman ve Maadin ve Ziraat ve Baytar Mecmuası,
899(1327), S.488-493.
2
Orman ve Maden ve Ziraat Nezareti 1326 Senesi Bütçesi, İstanbul, 1326.
3
“Ziraat Ameliyat Mekteplerİ”, Meslek, 4 Ocak 1911.
Dağavaryan, “Ziraat Ameiiyat Mektepleri”, Tanin, 4 Mart 1911.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 23 Mayıs 1326, S.2065-2074.
4
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi,... İhsaiyat Mecmuası..., S.88-89.
5
“Çiftlik Mekteplerİ Talimatı”, Orman ve Maden ve Ziraat ve Baytar Mecmuası, 1/4(1326),
S.354-356.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 347 ~
süresi, yörenin gereksinmelerine göre iki veya üç yıl idi. 15-18 yaş arasında
Osmanlı çiftçi çocukları alınıyor ve okuma-yazma bilenler tercih ediliyordu. Çiftlik
okulları yatılı idi. Öğrenciler uygulama için çiftliklerde çalıştırılacaklar, bunun
karşılığı olarak yemek, elbise ve okuldan “tasdikname” aldıktan sonra bir miktar
sermaye verilecekti. Yönetmeliğe göre okulun programı da şu şekilde
düzenlenmişti: Okuma-yazma, Hesap (4 işlem), Usul-ü Defterî, Coğrafyayı Osmanî
ve Umûmî, Ziraat Dersleri yörenin durumuna göre Müdür tarafından belirlenerek
Bakanlığa onaylattırılacaktı.
İkinci Meşrûtiyet döneminde Siroz, Selimiye (Hama), Antalya ve Halep'te Çiftlik
okulları vardı.
4.2.4.2.4. Amele Mektepleri: Tarım uygulaması, tarım araçlarının bakımı, bitki ve
hayvan hastalıkları ve çarelerini uygulamalı olarak öğretmek için kurulmuş
okullardı. Bakanlık, gerekli gördüğü yerlerde yatılı ve gündüzlü olarak bu
okullardan kuruyordu. Okulun öğretim süresi iki yıl idi. Osmanlı uyruğunda,
askerliğini yapmış, 30 yaşından küçük kişiler almıyordu. Okuma-yazma bilme tercih
sebebi olabilirdi. Okuldaki çeşitli işler ve uygulamalar öğrencilere yaptırılır, karşılık
olarak da yemek, elbise ve uygun bir ücrel verilirdi. Ücretin bir kısmı kesilerek,
tasdikname alınınca sermaye olarak verilirdi. Okul, bir çiftliğin içinde kurulurdu ve
ders programını da Okul Müdürü düzenler, Bakanlığa onaylatırdı1.
İkinci Meşrûtiyet döneminde Kastamonu ve Trablusgarb'da iki Amele okulu
kurulmuş; Halep, Sivas ve Erzurum'daki “Numune Tarlaları” da Amele Okulu
şekline getirilmişti2.
4.2.4.2.4. Mıntıka Ziraat Mekteb-i Âlisi: (Bakınız: Yükseköğretim bahsi)
4.2.4.2.5. Özel-tarımsal okul ve kuruluşlar: Osmanlılar, tarımın özel bazı
alanlarında da okullar kurup, öğretim yapmışlardı.
* Bağcılık, Bahçıvanlık ve ipekçilik Ameliyat Mektebi: Aydın-Seydiköy'de İkinci
Meşrûtiyetten önce bir tarım okulu yaptırılmıştı. Bu okulun çorak bir arazi
üzerinde kurulması dolayısıyla verimli bir çalışma yapamadığı ve pek çok
eleştirilere uğradığı da görülmektedir. Bir ara okul, “Maiyat-ı Mütehemre Ameliyat
1
2
İçinde: “Tedrisat Ziraiye Nizamnamesi”, Düstur, İkinci tertib, c.lV, S.96-98.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2562.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 348 ~
Mektebi” diye de anıldı. Yörenin üzümlerini kullanarak şarap, ispirto, konyak v.s.
yapmaya başlamıştı1.
Daha sonra İstanbul-Kızıltoprak'da da bir “Bahçıvanlık ve Eşcar-ı Müsmire ve
Bağcılık Mektebi” açılmıştı2.
21 Nisan 1328'de yayınlanan “Filoksera Nizamnamesi”nin 14. maddesinde de
Ziraat Nezareti'nin Bahçıvanlık Ameliyat okulları kurması ve bunları,
gereksinmeleri karşılayacak kadar açık tutması öngörülüyordu3, ama bu yolda bir
girişime rastlanılmadı.
1911'de Cezair-i Bahr-i Sefid'de, Van ve Antalya'da da Bahçıvanlık ve Eşcar-ı
Müsmire ve Konservecilik okulları kurulması yönünde çalışmalar vardı4, ama
onlardan da olumlu bir sonuç çıktığına rastlanmamıştır.
* Dârülharirler: İpekçiliği fennî bir şekilde öğretmek amacıyla kurulmuş okullardır.
En eskisi 1887 yılında Bursa'da kurulmuştu. Düyûn-u Umûmiyeye bağlıydı. Yarışma
sınavıyla yatılı ve gündüzlü Öğrenciler alınıyor, dört aylık bir öğretimden sonra
mezun ediliyordu. Kuruluşundan 1914 yılına kadar (yıl sonu) Bursa
Dârülhariri'nden 1297 kişi diploma almıştı5.
Aynca Selanik6, Beyrut7 v.s. yerlerde de Dârülharirler vardı. 1913/14 öğretim
yılında Amasya, Antalya, Beyrut ve Mamuretulaziz'deki Dârülharirlerde 58
öğrenciden 45'i diploma almıştı8.
* Sütçülük okulları: Ziraat ve Ticaret Nezareti'nin kurmayı tasarladığı Tavukçuluk,
Arıcılık, Balıkçılık v.s. okulları arasında gerçekleştirilen ve verimli çalışmalar yapan
okullardan biriydi. İlk sütçülük okulunun kurulmasına 1910 yılında Halep'de
başlamıştı. Daha sonra bunlara Trabzon ve Erzurum da katıldı. 1914 yılına kadar
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Temmuz 1330, S.762.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2562, 3 Temmuz 1330, S.762.
1914 yılında bu okula yedi öğrenci kaydolmuş, ama hepsi okulu terketmişlerdi (Maarif-i
Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi,... İhsaiyat Mecmuası. S.89).
3
“Filoksera Nizamnamesi”, Düstur. İkinci tertib, c.IV, S.478-479.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2562.
5
“Bursa Harir Dârüttalimi”, Tanın, 17 Temmuz 1912.
“Bursa Harir Dârüttalimi”, Sabah, 31 Ocak 1914.
“Bursa Dârülhariri”, Sabah, 8 Ağustos 1914.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2563.
7
Dârülharir ve Bedahet gazeteleri, 9 Ocak 1911.
8
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası.., S.88-89.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 349 ~
Adana ve Ankara'ya da birer Sütçülük Okulu açılmıştı1. Bakanlık 1913 yılında da
Fransa'daki “Ecole Ambulantes de Laitrie”ler tarzında Seyyar Sütçülük Okulları
kurup ülkeyi dolaştırmak için, Avrupa'ya pek çok âletler ısmarlamış, Macaristan'a
da altı öğrenci yollamıştı2.
4.2.4.3. ORMANCILIK OKULLARI
Osmanlı Devleti, Batılı devletlerin ormanlarını ve madenlerini de sömürmeye
başladığını anladığı andan itibaren bu alanlarda da okullar açma girişimlerinde
bulunmuştur. İlkönce iki Fransız orman memurunun önüne Bâbıâli Tercüme
Odası'ndan bazı kimseleri vererek, orman memuru yetiştirmeye çalışmışlardır3.
Âli Paşa'nın (1815-1871) Sadrazamlığı sırasında 1867 yılında bir Orman Bakanlığı
ve Orman Okulu kurmak için Fransa'dan uzmanlar istemiştir. Üçüncü Napolyon,
altı kişilik bir grup yollayarak buna cevap vermiştir. Bunlar da hem Bakanlığı hem
de okulu kurmuşlardır. Öğretmenleri Fransız olan okulun öğretim dili de Fransızca
idi. Mahmut Nedim Paşa'nın (1818-1883) sadrazamlığı sırasında Fransızca öğretim
yasaklandığından, bu okuldaki öğretmenlerin işine son verilmiş; öğretim başka
kimselere verilmiş, ancak yürümemiştir4. 1879'da “Maadin Mektebi” ile 1891’de
de Halkalı Ziraat Mektebi ile birleştirilmiştir5. Öyle ki, İkinci Meşrûtiyet
başladığında Halkalı Ziraat Mektebinde yalnızca haftada iki saat orman dersi
vermekle yeriniliyordu6.
4.2.4.3.1. Orman Mekteb-i Âlîsi: (Bakınız: yükseköğretim bahsi)
4.2.4.3.2. Orman Ameliyat Mektepleri: “Orman müessisi ve bekçi başısı”
yetiştirmek amacıyla vilâyet ve bağımsız livalarda kurulması öngörülen bu okullar,
yatılı olacaktı.
On yatılı ve beş ücretli Öğrencinin alınacağı bu okulun öğretim süresi de 10 ay idi.
Köylülerin ve orman mülkü olanların çocukları gündüzlü-parasız olarak kabul
edilebilecekti. 19 yaşından yukarı, rüşdiye çıkışlı olanlar sınavsız, diğerleri basit bir
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Temmuz 1330, S.762.
“Sütçülük Mektebi”, Sabah, 8 Kasım 1913.
3
Ergin, O.N., a.g.e. S.588-590.
4
“Orman Mektebi”, Tanin, 23 Aralık 1908.
5
Ergin, O.N., a.g.e. S.592-593.
6
“Orman Mektebi”, Tanin, 2 Aralık 1908.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 350 ~
sınavdan geçirelerek alınacaktı. Haftada ikişer defa olmak üzere ders programı şu
şekilde idi1: Hesap, Hendese, Ormanlarda yetişen ağaçların özellikleri, Toprakların
terkibi.
Her gün 1,5 saat ders gösterilecekti. Aynca haftada altı gün de şu konularda
uygulamalar yaptırılacaktı: tohum toplamak ve ayırmak, fidanlık yerleri belirlemek,
tohumları elemek, genç fidanların korunması, ormanı sıklaştırmak v.s. Öğretim
sonunda sınavları başaranlara “tasdikname” verilecek, sonra Bakanlık bunu
“Şahadetname”ye çevirecekti. Mezunlar mîrî ormanlarda çalışacaklardı.
Bakanlık, bu okulların açılması hakkındaki girişimlerini 1913 yılı sonlarına doğru
yaptı2.
4.2.4.3.3. Orman Jandarma Mektebi: 12 Temmuz 1914'de Kâğıthane'de açılmıştı.
Askerî yapıda bir okuldu. Okulun 125 öğrencisi dört bölük halinde örgütlenmişti.
Askerlik, Beden Eğitimi, Silâh kullanma ve okuma-yazma öğreneceklerdi. Öğretim
süresi altı aydı. Mezun olanlara ev, arazi ve 200 kuruş da maaş verilecekti. Üç ay
zorunlu hizmet vardı ve bu orman koruyuculuğu görevi askerliğe de sayılacaktı3.
4.2.4.4. POLİS OKULLARI
Osmanlı Devleti'nde polislerin eğitimi hakkındaki ilk çalışmalar, meslekî ve yasal
bilgilerin verildiği kurslar şeklinde 1900 yılında başlamıştı. Sonra Rumeli ıslâhatı
sırasında, Selanik'te Belçikalı subaylar idaresinde İlk Polis Okulu 1907 yılında açıldı.
Yatıh olan bu okula, vilâyet polisleri devam ediyordu. İkinci Meşrûtiyetin ilanından
sonra yabancı subaylar ülkelerine gönderildi ve okul da kapandı4.
İkinci Meşrûtiyetten sonra bir süre Ferah Tiyatrosunda polislere meslekî ve ahlâkî
kurslar verildi. Sonra 1909 Haziranı sonlarında Yıldız Sarayı içinde “İstanbul Polis
Mektebi” kuruldu. Öğretim süresi altı ay olan bu okulun ilk öğrencileri 250 İstanbul
ve 150 de taşra karakollarından olmak üzere 400 kişi idi5. Okulu bitirenler tekrar
1
“Orman Ameliyat Mektepleri Nizâmnâmesi”, Orman ve Maadin ve Ziraat ve Baytar
Mecmuası, 11/8(1327), S.407-416.
2
Sabah, 17 Ekim 1973
3
“Orman Jandarma Mektebi”, İkdam. 13 Temmuz 1914.
4
Birinci, İhsan, “İlk Polis Okulları”, Hayat-Tarih Mecmuası 11/3(1966), S.87.
5
a.g.m. S.88-89.
“Polis Mektebi”, Tanin, 25 Haziran 1909.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 351 ~
eski karakollarına geri gönderiliyorlardı. Bu polis okulunun ders programı ise şu
şekildeydi1:
“Kavanin, Polis Nizâmnâmesi, Telefon ve Telgraf Muhaberesi, Beden Terbiyesi,
Eskrim, Otomobil ve Makina Sevk-i İdaresi, Meslek Terbiyesi ve Fiilî Hizmet, Atış
Nazariyesi, Acil Müdavat ve Hıfzıssıhha, Daktiloskopi, Hesab-ı Tahrir Usulü.”
Başlangıçta öğretim süresinin altı ay olarak belirlenmesine rağmen, dört ay sonra
bir sınav yapılarak, başarılı olanlara diplomalar verildi. Başarılı olamayanlar iki ay
daha öğretim gördüler2. Başarılı olamayan 40 kişi, 23 Kasım 1909'da ikinci öğretim
devresine başladılar3. İstanbul Polis Okuluna bundan sonra da 400'ün üzerinde
öğrenci alınmaya devam edildi4.
1909 yılından itibaren Selanik5, Beyrut, Erzurum, Bağdad, Adana ve Trabzon'da da
polis okulları açıldı6.
1910 yılında Polis Mektebi Müdürü ile Emniyet Umûm Müdürü, Avrupa'daki polis
okullarına bir seyahat yaptılar ve buradan edindikleri izlenimlere göre Osmanlı
polis okullarında bazı düzenlemeler yaptılar7. Bu arada İstanbul Polis Okulu'nda
İranlı polisler de eğitim görmeye başlamışlardır. 1910 yılında mezun olan 217
kişiden 12 tanesi İranlı idi8.
İstanbul Polis Okulu 1911'de 2369, 1914 yılının başlarında (11. Öğretim devresi)
14310, ve sonlarında (13. öğretim devresi) 109 kişi11 mezun etmiştir.
Taşra polis okulları Birinci Dünya Savaşı çıkınca kapanmış, İstanbul'daki ise
öğretimine güçbelâ devam etmiştir12.
4.2.4.5. BAYTAR MUAVİNLERİ MEKTEBİ
1
Birinci, İ. a.g.m., S.90.
“İkmal-i tahsil eden polisler”, Sabah, 5 Kasım 1909.
“Polis Mektebi”, Tanin, 8 Kasım 1909.
3
Sabah, 23 Kasım 1909.
4
“Polis Mektebi”, Sabah. 1 Aralık 1910.
5
“Polis Mektebi”, Sabah, 22 Kasım 1909.
6
Birinci,İ, a.g.m., S.90.
7
“Polis Mektebi”, Sabah, 19 Şubat 1910.
8
“Polis Mektebi”, Yeni Tanin, 23 Ocak 1910.
9
“İstanbui Polis Mektebi”, Sabah, 23 Haziran 1911.
10
Polis Mecmuası, 1/18(1330), S.417.
11
Polis Mecmuası, II/37 (1330), S.888.
12
Birinci,İ., a.g.m., S.90.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 352 ~
(“Tatbikat-ı Baytariye Mektebi”)
Baytar yardımcıları yetiştirmek amacıyla 2 Teşrinievvel 1326 yılında açılmış bir
okuldu. Gündüzlü olan bu okul iki yıllıktı ve her iki sınıftan da mezun
olunabiliyordu. Ancak maaşlar farklı oluyordu. Gündüzlü bir okul olmasına rağmen
beş yıllık zorunlu hizmeti vardı. Ancak okuldayken ve okul sonrası
memuriyetteyken askerlikten muafiyet sağlıyordu1.
Bu okul tâ açılışından itibaren çok sert tepkileri kendisine çekti. Bu şiddetli
eleştiriler üzerine sorun, Zabıta-ı Sıhhiye Komisyonu'na gönderildi. Orada okulun
adı “Tatbikat-ı Baylariye Mektebi”ne çevrildi. Taşra idadilerinin 5., İstanbul
idadilerinin 2. sınıfını bitirenler sınavsız, özel okul ve rüşdiye çıkışlılar da sınavla bu
okula girebiliyorlardı2. Akbıyık'taki bu okulun ders programı da şu şekilde
düzenlenmişti3:
Tablo 35) Tatbikat-ı Baytariye Mektebi ders programı
Yıllar
Dersler
I
Malumat-ı Teşrihiye ve Fizyoloji
Mebadi-i Hikmet ve Kimyayı Tibbî
Tedavi ve Spençiyarî
Hıfzıssıhha ve İdare-i Hayvanat
Toplam
Emraz-ı Hayvanat
Emraz-ı Sâriye
Şeririyat
Toplam
II
Uygulama ile beraber
ders sayısı
96
96
84
64
340
96
112
138
346
Okul ilk mezunlarını 1912 yılında vermiş ve 46 kişi mezun etmiştir4. 1913-1914
öğretim yılında tekrar “Muavin-i Baytar Mektebi” adını alarak öğetime başlayacağı
yazıldıysa da5 gene eski isimle kaldı. 1913-14 öğretim yılında da 38 kişi mezun
1
“Baytar Muavinleri Mektebi”, Sabah, 26 Eylül 1910.
“Tatbikat-ı Baytariye Mektebi”, Sabah, 25 Ağustos 1912.
3
“Tatbikat-ı Baytariye Mektebi Talimatname-i Dahilisi”, Orman ve Maadin ve Ziraat ve
Baytar Mecmuası, 11/10(1327), S.748-759. Farklı bir program: Meclis-i Mebusan Zabıt
Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2571.
4
“Tatbikat-ı Baytariye Mektebi”, Hakk, 14 Temmuz 1912.
5
Sabah, 26 Ekim 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 353 ~
etti1. Ancak okul sürekli olarak tepkileri çekmeye devam ediyordu. İzmirSeydiköy'de açılan “Mayiat-ı Mütehemre Mektebi”nden farkı olmadığı, onun gibi
gereksiz olduğu öne sürülüyordu2. Eleştiriler genellikle gene kendi
meslektaşlarından, baytarlardan kaynaklanıyordu. Bu tepkiler karşısında Bakanlık
okulu, -gereğinde lağvetmek üzere- Mülkiye Baytar Mekteb-i Âlisi'ne nakletmiş,
kesin bir çözüme varılmadan da Birinci Dünya Savaşı başlamıştır.
4.2.4.6. ŞİMENDİFERCİLİK MEKTEBİ
Daha önce olduğu gibi, İkinci Meşrutiyet yıllarında da Hicaz Demiryolu hariç.
Ülkedeki bütün demiryolu hatları yabancıların elindeydi. Orada memurluk
yapanlar da şapka giyen, yabancı dil bilen Avrupalı veya gayrimüslim halktan idi.
1914 yılı başlarında Evkaf Nâzırı Hayri Bey, kendi Bakanlığına devredilen Hicaz
demiryollarının daha iyi işletilmesini sağlamak üzere bir “Şimendifercilik Mektebi”
açmaya karar verdi. Çok uzun görüşmelerden sonra okulun Uşak'ta açılması, her
yıl elli kadar öğrenci alınması ve öğretim süresinin de dört yıl olması belirlendi.
Demiryolu hattı üzerinde, daha ziyade uygulamalı eğitim yapacak olan bu okulun3
gerçekleştirildiğine rastlanmıyor, ama Birinci Dünya Savaşı çıktıktan ve ordu
ülkedeki Fransız ve İngiliz demiryollarına el koyup, orada çalışan yabancı
memurları kovduktan sonra Hayri Bey tasarılarını gerçekleştirdi. İzmir'de ve
Yeşilköy'de iki “Şimendifer Memurları Mektebi” açtı4.
4.2.4.7. DÂRÜLBEDÂYİ-İ OSMANİ
İstanbul Şehremini Cemil (Topuzlu) Bey tarafından 1914 yılında kurulmak
istenmiştir. Önce Şehzadebaşı'nda bir apartman kiralanmış, sonra Fransa'dan
Andre Antoine davet edilmiştir. Bu kişi gelip İstanbul'daki tiyatroları gezdikten
sonra çalışmalarına başlamış, çeşitli komisyonlar kurulmuş, sınavlar yapılmış, tam
resmi açılışının yapılacağı sırada Osmanlı Devleti savaşa girmiş, öğrencilerin büyük
1
“Tatbikat-ı Baytariye Mektebi”. Sabah, 29 Temmuz 1914.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Temmuz 1330, S.755-58.
3
“Şimendifercilik Mektebi”, Ahenk, 3 Mart 1914.
4
Ergin, O.N., a.g.e. S.1572-1574.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 354 ~
birçoğunluğu silâh altına alınmış1, Antoine Fransa'ya dönmek zorunda kalmış2,
okulun açılışı da geri bırakılmıştır.
Eğer o zaman açılsaydı, okul iki şubeden meydana gelecekti: Tiyatro ve musiki
şubeleri. Savaştan Önce tiyatro şubesinin açılması için bütün hazırlıklar
tamamlanmış3, ancak Savaş açılışa engel olmuştur. 25 Ekim 1914'de Rıdvan Bey,
okulu parlak bir törenle açmış, hattâ “şark ve garb musiki şubeleri” öğretime de
başlamıştır4. Ancak verimli bir çalışma yapılamamıştır.
4.2.4.8. MÜZİK OKULLARI
* Musiki Mektebi: 1909 yılı ortalarında Topkapı Sarayı'ndaki Fatih Eczanesinde
açılmıştı. Enderun okulundaki efendilenden müziğe yetenekli olanlar bu okula
seçilerek eğitilmeye başlanmıştı5. Daha sonrası için bilgi alınamamıştır.
* Muzika Mektebi: 1910 yılında İstanbul Belediyesi “Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhiye
İdaresi” tarafından açılmıştı. Esas kaynağı “Dârülaceze”deki çocuklar olmak üzere,
dışarıdan da öksüz ve kimsesiz çocuklar alınıp eğitiliyordu. 1915 yılında
kapatılıncaya kadar “Şehir Bandosu”nun eğitim merkezi olmuştur6.
* Dârülmusiki-i Osmânî: Maarif Nezareti'nin ruhsatıyla 1911 yılında
Şehzadebaşı'nda kurulmuş, 1914'de Çemberlitaş'a taşınmıştı. Öğrenci
kayıtkabulünün her zaman mümkün olduğu okulda Cumartesi, Pazartesi ve Salı
akşamlan ders yapılıyordu7.
1
“Dârülbedayi”, Sabah, 4 Ağustos 1914.
Ergin, O.N., a.g.e. S.1540.
3
“Dârülbedayi”, Sabah, 16 Temmuz 1914.
Ahmed Cevdet, “Konservatuvar tesisi”, İkdam, 2 Haziran 1914.
A.H., “Musiki ve Temaşa Mektebine dair”, Türk Sözü, 1/14(1330), S.107-108. “Mösyö
Antuvanla mülakat”, İçtihat dergisi, 113(1330), S.247-248.
Ergin, O.N., a.g.y.
4
“Dârülbedayi-i Osmanî”, Sabah, 27-28 Ekim 1914.
5
“Musiki Mektebi”, Tanin, 1 Haziran 1909.
6
Ergin, O., a.g.e., S. 1509-1510.
7
“Dârülmusiki-i Osmânî”, Sabah, 13 Ocak 1914.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 355 ~
4.2.4.9. ADLİYE OKULLARI
* Adliye Tatbikat Mektebi: Hâkim yetiştirmek amacıyla 1910 yılında açılmıştı.
Adliye Nezaretine bağlı idi. Buraya Hukuk Fakültesi mezunları alınıyor, Okulda bir
mahkeme kurularak öğretmenlerin gözetiminde uygulama yapılıyordu1.
* Adliye Mektebi: Hukuk Fakültesi çıkışlılardan Adliye Nezareti'nde memurluk
yapmak isteyenler için açılmış -altı ay öğretim süreli bir okuldu. Hattâ Adliye
Nezareti, Hukuk Fakültesi çıkışlı olup da şu anda Devlet dairelerinde çalışanların bu
okula devam edebilmeleri için, sabahları bu memurlara izin verilmesi hususunda
dairelere yazı yazılmıştı2.
Şer'i mahkemelere idare ve yazı memurları yetiştirmek amacıyla “Medresetü'lKuzat”a da bir yıl öğretim süreli, gündüzlü bir sınıf açılmıştı3. Bu sınıfa
dairelerinden izin alabilen memur ve müstahdemlerle idadi ve idadi dengi özel
okul çıkışlılar sınavsız alınıyorlardı. Diğer istekliler, 20-25 yaş arasında olmaları
şartıyla ve sınavdan geçirilerek alınacaklardı. Bu sınıfın ders programı şu
şekildeydi: Feraiz ve Vesaya, Sakk-ı Şer'î, Nikâh, Talak, Hızane, Nafaka, Ahkâm-ı
Evkaf, Defter-i Kassam, Usul-ü Muhakeme-i Şer'iyye, Malumat-i Kanuniyye, Harç
ve Damga Kanunları, Kitabet, Usul-U Defterî, Hüsn-ü Hatt-ı Ta'lik.
Bu sınıfı başarıyla bitirenler mahkeme kâtipliklerine ve İlmiye dairelerine memur
olarak atanıyorlardı.
4.2.4.10. DAİRE-İ HARBİYE MEKTEBİ
Harbiye dairesindeki memurların daha iyi yetişmelerini sağlamak amacıyla 1910
yılı sonlarından itibaren kurulması düşünülmüştü4. İkinci Meşrûtiyetin ilânından
sonra kapatılan “Menşe-i Küttâb-ı Askeriye” adlı okulun yerine açılması
tasarlanıyordu. Okulun 11 maddelik bir de Talimatnamesi hazırlanmıştı5.
Buna göre okul, inşa ve hesap şubesi olarak ikiye ayrılıyordu. Her şubenin altı dersi
vardı. Harbiye dairesinde çalışan bütün kâtipler, mesleklerine uygun bir şubeye
1
“Adliye Tatbikat Mektebi”, Sabah, 7 Ağustos 1910.
“Adliye Mektebi için”. Sabah, 1 Ekim 1910.
3
“5 Safer 1332 tarihli Medresetül-Kuzat Nizamnamesine müzeyyel Nizâmnâme”, Düstur,
İkinci tertib, c.Vl. S.1255-1256.
4
“Daire-i Harbiye Mektebi”, Sabah, 9 Aralık 1910.
5
“Daire-i Harbiye Mektebi”, Tanin, 12 Aralık 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 356 ~
devam edeceklerdi. Okula alınıştaki sınavı kazananlar, öğretimden muaftı. Okula
gelmeyenler, kaleme de gelmemiş sayılacaklardı. Dersler, sabahları ve akşamlan
yapılacaktı. Okul dört sınıfa ayrılacaktı ve sınıflar ikişer ikişer guruplaşarak ders
göreceklerdi1.
Okulun öğretim süresinin iki yıl olması kararlaştırılmıştı2. Okulun resmî açılışı, 29
Nisan 1911'de Mahmut Şevket Paşa tarafından büyük bir törenle yapılmıştı3. Nasıl
çalıştığı ve ne zaman kapandığı hakkında bilgi bulunamamıştır.
4.2.4.11. MEKTEB-İ EVKAF
Evkaf Nezaretine bağlı olan vakıfları düzenlemek ve idare etmek için Bakanlıkta
çalışan kâtip ve memurlarla, dışardan sınavla başvuracakları yetiştirmek amacıyla
10 Mayıs 1911 tarihinde Evkaf Nezaretinde açılmış bir okuldu4. Okul hakkında,
kuruluşu sırasında çıkarılan bir Yasada5 öğretim süresinin bir yıl olacağı, günde iki
saat ders gösterileceği, kalan zamanda memurluk ve uygulamalar yaptırılacağı
belirtiliyordu. Okula en fazla 40 kişi alınacaktı ve bunun 30'u Bakanlık'ta görevli
memurlardan oluşacaktı. Kalan 10 kişi de, dışardan başvuranlar arasından sınavla
seçilecekti. Okul hakkındaki Yasa, Meclislerden güçlükle geçti. Meclis'te her
Bakanlık kendi elemanlarını yetiştirirse, genel okullardan çıkanlara iş kalmayacak
deniliyordu6.
Okulun programı da şu şekilde düzenlenmişti:7 Ahkâm-ı Evkaf, Nizamat-ı Evkaf,
Malumât-ı Hukukiye ve Kanuniye, Arazi Kanunu, Malumat-ı İktisadiye, Usul-ü
Defteri ve Muhasebe-i Umûmiye, Hesap, Kitabet-i Resmiye. 1912 yılında okul ilk
mezunlarını vermişti. O zaman okulun sayısal durumu da şu şekildeydi8:
Diploma alanlar
İkmale kalanlar
Sınıfta kalanlar
Sınava girmeyenler
1
27
3
3
2
“Daire-i Harbiye Mektebi”, Sabah, 26 Nisan 1911.
“Daire-i Harbiye Mektebi”, Sabah, 22 Mayıs 1911.
3
“Daire-i Harbiye Mektebi”, Sabah, 29 Nisan 1911.
4
Ergin, O.N., a g.e. S. 1524-1525.
5
“Evkaf Mektebi Hakkında Kânun”, Düstur, ikinci tertip, elli, S.367.
6
Meclis-i Mebusan Zabıl Ceridesi, 12 Nisan 1327, S.2444-2502.
7
Ergin, O.N., a.g.e. S.1527.
8
“Mekteb-i Evkaf”, Hakk, 7 Mayıs 1912; Sabah, 7 Mayıs 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 357 ~
Öğretimi terk edenler
Toplam
5
40
Yasada öğretim süresi bir yıl olarak belirlenen Okula idadi mezunu olmayanlar da
alınmış, ancak bunlar öğretimi izleyemediklerinden Okula bir de “izharî sınıfı”
eklenmiş ve öğretim süresi iki yıla çıkartılmıştı.
Balkan Savaşı dolayısıyla öğrencilerinin çoğu askere alınmış ve Evkaf Okulu 1912
yılında kapanmıştır1. Savaştan sonra 1913 yılında okul tekrar açılmış ve 1914
yılında 25 kişi mezun etmiştir2. Birinci Dünya Savaşı çıktıktan sonra temelli
kapanmıştır3.
4.2.4.12. DÂRÜLHAYR-I ÂLİ
İkinci Abdülhamid tarafından 1903 yılında açılmış bir okuldu. Yetimler için
açılmıştı. Rüşdiye derecesinde, öğretim süresi altı yıl ve sanayi okullarına kaynak
olmak üzere düzenlenmişti. Öğretim programının esası, san'at idi. Pek çok san'atın
öğretimi öngörülüyordu. Bir de kızlar bölümü vardı.
İkinci Meşrûtiyete kadar genellikle Bakanlığın (Maarif) merkez örgütündeki bazı
kişilere yan maaş sağlayan bir kurum olarak kaldı4. İkinci Meşrûtiyetten sonra da,
Bakanlık, bunun ödeneğini ve binasını Dârülfünun için kullanmak üzere, 21
Ağustos 1909'da çıkardığı bir yasa ile okulu lağvetti5. Okulun.öğretmen ve
hademeleri “tcnsikat”tan açıkta kalmış işlemi gördüler. Öğrencileri İstanbul ve
vilâyetlcrdeki yatılı okullara gönderildi.
4.2.4.13. OSMANLI ANA MEKTEBİ
İstanbul analarını yetiştirmek, ev kadınlarının kadınlık görevlerini hakkıyla yerine
getirebilmelerini sağlamak amacıyla onlara gerekli bilgileri vermek için kurulmuş
bir okuldu. 1910 yılının Ekim ayı ortalarında Bayezıt'ta açılmıştı. Okulun kuruluş
yapısı, şu şekildeydi:
1
Sabah, 14 Nisan 1328.
“Evkaf Mektebi”, Sabah, 3 Temmuz 1914
3
Ergin, O.N., a.g.e. S. 1530.
4
Ergin, O.N., a.g.e. S. 1262-1263.
5
“Darülhayr’ın ilgası ve teferruatı hakkında Kânun”, Takvim-i Vekayi. 349 (23 Ağustos
1325).
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 358 ~
Ana sınıfı İbtidaî kısım Geçiş sınıfı Yüksek kısım
İbtidaî kısmının da bir hazırlama sınıfı vardı. Geçiş sınıfı da öğrencileri yüksek kısma
hazırlayan rüşdiye derecesinde bir sınıftı. Öğretmenliklerini genç bayan
öğretmenlerin yaptıkları Okul, yüksek kısmında şu dersleri okutacaktı:1 Ev idaresi,
Fevkalâde Dikiş, Biçki, Hıfzıssıhha, Çocuk Büyütmek, Tabahat, Aile Muaşereti v.s.
Okula Bakanlık da ilgi göstermiş, başarılı öğrencilere 13 Temmuz 1911 günü
yapılan görkemli bir törenle ödüller verilmiştir2.
1911 yılı Mayıs'ında Üsküdar'da “Ev Kadını Mektebi” adlı yatılı ve gündüzlü büyük
bir okul açılacağı haberleri çıkmış, hattâ bazı çalışmalar yapılmış3; ama sonuç
alınamamıştır.
4.2.4.14. BELEDİYE ÇAVUŞANI MEKTEBİ
Belediye zabıtası demek olan “çavuşân”ı yetiştirmek için 1911 Aralığında açılmıştı4.
Görünüşte çavuşân okulu olmasına rağmen, bütün belediye memurlarının bu
okuldan geçmesi zorunlu tutulmuştur. Hattâ memuriyete yeni alınacakların bile bu
okulda okuması veya sınavdan geçirilmesi öngörülüyordu5. Her öğretim süresi iki
aydı ve her öğretim devresinde 30 “talebe” alınıyordu. İki devre başarılı
olamayanlar, memuriyetten çıkarılıyordu. Öğrenci yerine konan kişilerin çok farklı
ve karışık olmasından dolayı pek verimli bir çalışma yapılamıyordu. Ama kendi
alanında orijinal bir eğitim kurumu idi.
Şehremini Tevfik Bey'in açtırdığı bu okul, ondan sonra gelen Cemil Paşa'nm
Belediye zabıtası görevini polise vermesinden dolayı, 1912 yılında kapatılmıştır6.
4.2.4.15. AŞÇI VE GARSON MEKTEBİ
Cemil (Topuzlu) Paşa'nın İstanbul Şehremini olduğu sırada Belediyece Aşçı okulları
açılması kararlaştırılmıştı. Bunlardan biri Kadın Aşçı Okulu olacaktı. Müdiresinin
1
“Osmanlı Ana Mektebi”, Sabah 9 Ekim 1910.
“Osmanlı Ana Mektebi”, Sabah 14 Temmuz 1910.
3
“Ev Kadını Mektebi”, Sabah, 6,8 Mayıs 1911,
4
“Çavuşân Mektebi”, Sabah, 21 Şubat 1912.
5
Ergin, O.N., a.g.e. S.1519.
“Belediye Mektebi”, Mukavemet, 21 Şubat 1912.
6
Ergin, O.N., a.g.e. S.1519.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 359 ~
Avrupa'dan getirtilmesi kararlaştırılan bu okul için, Horhor'da bir bina bile
kiralanmıştı.
Belediye aynca Dârülaceze'de erkek aşçı ve garson yetiştiren bir okul açmayı ve
başına Tokatlıyan Efendi'yi getirmeyi kararlaştırmıştı1.
Bu kararlardan ancak ikincisi gerçekleşebildi. Şehzâdebaşı'nda bir Aşçı ve Garson
Mektebi açıldı. Ancak bir kaç ay sonra Cemil Paşa görevden ayrılınca, okul da
kapatıldı2.
1
2
“Aşçı mektepleri”, Sabah, 14 Temmuz 1914.
Topuzlu, Cemil, a.g.e. S.132.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 360 ~
4.2.5. YÜKSEKÖĞRETİM
4.2.5.1. “DÂRÜLFÜNUN”
4.2.5.1.1. GENEL EĞİTİM VE EDEBİYAT, FÜNÜN, ULÛM-U ŞER'İYE ŞUBELERİ
İkinci Meşrûtiyetin ilânından önce bir Osmanlı Üniversitesi açma çabaları birçok
engellemelerle karşılaşmış ve 1900 yılına kadar sürekli bir üniversite
kurulamamıştır1. 1900'de “Abdülhamid'in 25. tahta çıkış yıldönümünün şerefine”
kurulan “Dârülfünun-u Şâhâne”, Türkiye'de üniversite kurma girişimlerinin
dördüncüsuydü. Bu yüksek öğretim kurumu, İkinci Meşrûtiyet dönemine kadar
esaslı bir gelişme gösterememiş, sansür altında, birkaç dershaneden meydana
gelmiştir.
Dârülfünun'un esas gelişmesi 1908'den sonra olmuştur. 21 Eylül 1908'de Mülkiye
Mektebi'ndeki eski yerinden çıkarılmış, Zeynep Hanım Konağı'na nakledilmiştir.
Adı “Dârülfünunu Osmanî” olarak değiştirilmiş, ilga edilen “Dârülhayr”ın 180.000
kuruşluk ödeneği ile öğretim âlet ve levazımı alınmıştır. Bundan sonra ilk hareket
programlar üzerinde olmuş, Heyet-i İlmiye çeşitli toplantıları sonucu programı
yeniden düzenleyip yayınlamıştır2:
1
Şu hususta bak: Mahmut Cevat, Maarit-i Umûmiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve
İcraatı, İstanbul 1338. S.31,35,78-79,113-116.
Ergin, Osman, İstanbul Mektepleri ve İlim ve Terbiye Müesseseleri -Dolayısıyla-Türkiye
MaaritTarihi. İstanbul 1977, 2.baskı. S.545-563,1209-1258.
Koçer, Hasan Ali, Türkiye'de Modern Eğilimin Doğuşu ve Gelişimi. İstanbul 1971 S.141146,74-76.
Unat, Faik Reşit, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış. Ankara
1964. S.49-54.
İnsanoğlu, Ekmeleddin, “Tanzimat Döneminde İstanbul'da Dârülfünun Kurma
Teşebbüsleri”, 150. Yılında Tanzimat, Ankara: TTK yayını 1992, S397-439.
2
“Dârülfünun Programı”, İkdam, 25 Eylül 1908.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 361 ~
Tablo 36) 1908 Dârülfünun ders programı (Ulûm-u Âliye-i Diniye şubesi)
Dersler
Tefsir-i Şerif
Hadis ve Usul-ü Hadis
İlm-i Fıkıh
Usul-ü Fıkıh
İlm-i Kelâm
Tarih-i Din-i İslâm
Tarih-i Umûmi
Usul-ü Tedris
Toplam
1.sınıf
3
2
2
2
2
2
13
2.sınıf
3
2
2
2
2
1
12
3.sınıf
3
2
2
2
2
1
1
1
14
4.sınıf
3
2
2
2
1
1
1
12
Bu program yayınlandıktan sonra 1908 Kasımında Daire-i İlmiye, Dârülfünun'un bu
şubesinde okutulacak dersleri, öğretmenlerini ve öğretim usullerini yeniden
belirledi. Bu düzenlemede 4. yıla da Usul-ü Fıkıh dersi konuyor, ayrıca yeni olarak
İlm-i Hikmet, Tarih-i Edyan, Siyer-i Nebevi, Kitabet-i Arabiye, Türkiye dersleri
konuyordu1.
Tablo 37) 1908 Dârülfünun ders programı (Ulûm-u Riyaziye şubesi)
Dersler
Cebr-i Alâ, Hesâb-ı Tefâzulî ve Tamami
Hikmet-i Tabiiye ve Riyaziye
Hendese-i Resmiye mâ Tersimat
Hendese-i Tahliliye
Fenn-i Mihanik-i Riyazi
İlm-i hey'et
Taksim-i Arazi
Hesab-ı İhtimali
Usul-ü Tedris
Toplam
1.sınıf
3
2
2
10
2.sınıf
2
2
2
2
1
9
3.sınıf
2
2
2
2
1
1
1
11
Tablo 38) 1908 Dârülfünun ders programı (Ulûm-u Tabiiye şubesi)
\ 1
2
3
Hikmet-î Tabiiye-i Tahliliye
2
2
Kimyayı Madenî ve Tatbikatı
3
3
2
-
Dersler
1
Sınıflar
“Dârülfünun Ulûm-u Âliye-i Diniye Şubesi”, Tanin, 25 Kasım 1908.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 362 ~
tlm-i Hayvanat
llm-i Nebatat
Madeniyaf
Usul-ü Tedris
Kimyayı fiayatî
Fizyoloji
Tabakatu'l-arz
Hikmet ve Kimya Tatbikatı
Toplam
2
2
1
-
2
2
2
1
-
-
12
2
2
2
1
-
10
1
10
Edebiyat şubesi programındaki derslerin içeriğini de değiştirmek için 11 Kasım
1908'de üç tane yeni öğretmen atanmıştır1.
Bu yeni öğretmen atamaları diğer şubelerin derslerinde de gerçekleşirken, Ödenek
olmaması dolayısıyla bunların maaşları birkaç ay verilememiştir2. Bu arada
Dârülfünun müdüriyetinde de anlaşmazlık çıkmış; iki müdür gazetelerde bile
devam eden bir sürtüşmenin içine girmişlerdir3. Bu kuruluşun öğrencileri de
derme çatma olduğu için Haziran sınavları yaklaşınca, Maarif Nezâreti bütün
Bakanlıklara bir yazı göndererek, Dârülfünun'a devam eden memurlarına,
sınavlara hazırlanabilmeleri için iki ay izin istemiştir. Birçok daireler buna şiddetle
karşı gelmişlerdir4. Çünkü Meşrûtiyetin ilânından sonra Devlet dairelerinde çalışan
memurrarın büyük bir çoğunluğu Dârülfünun’a kaydolmuşlardı. Bunların arasında
ibtidaiye ve rüşdiye mezunları bile vardı. Bazı daireler bunu engelleme yoluna
gittiler5, ama pek başarılı olamadılar.
Tablo 39) 1908 Dârülfünun ders programı (Edebiyat şubesi)
Dersler
Edebiyat-ı Arabiyye*
Edebiyat-ı Farsiyye*
Edebiyat-ı Franseviye*
Edebiyat-ı Türkiyye
Tarih-i Umûmî
Coğrafya
İlm-i Hikmet ve Tarihi
1
2
3
Sınıflar
1
2
2
2
2
2
2
2
"Dârülfünun muallimleri", Tanin, 12 Kasım 1908.
"Muallim maaşatı", Tanin, 18 Ocak 1909.
"Dârülfünun Müdüriyeti”, Tanin, 12 Mart 1909.
"Mekatib-i Âliye müdavimini", Tanin, 24 Haziran 1909.
5
"Dârülfünun’a müdavim memurin", Sabah, 17 Kasım 1909.
4
2
2
2
2
2
2
2
2
3
2
2
2
2
2
2
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 363 ~
Tarih-i Osmanî
Usul-ü Tedris
llm-i Asar-ı Atika ve İlm-i Elsine**
Tarih-i Edebiyat
Toplam
*) Biri mecbur, diğeri seçmeli
14
2
1
2
19
2
1
2
2
21
**) Seçmeli
31 Mart olaylarından sonra bütün diğer kurumlarda olduğu gibi Dârülfünun'da da
ciddi bir toparlanmaya doğru gidildi. Meclis-i Maarif 1909 Temmuz'unda
Dârülfünun Nizamnamesi'ni yeniden düzenlemeye başlanmıştı. Daha sonra
"Talimatname" adıyla yayınlanacak1 ve 1912 Üniversite düzenlemesinin temelini
teşkil edecek bu çalışmalarda Dârülfünun altı şubeye ayrılıyordu: Ulûm-u Âliye-i
Diniye, Edebiyat, Fünûn ve Riyaziyat, Hukuk, Tıb ve Ulûm-u Siyasiye (Mülkiye).
Yeni Talimatname okul müdürlükleri tarafından hazırlanan iç talimatname
genellikle sınavlar, not sistemi, bütünleme sınavları, düzen ve disipline dair
hükümleri bulunduruyordu. Her şubenin ayrı ayn müdürleri ve bir de bunlar
üzerinde gözetim hakkı bulunan Dârülfünun Müdürü olacaktı2.
Bu yeni düzenlemenin yanışını Meclis-i Kebir-î Maarif çok önemli bir de karar aldı:
ilerlemiş ülkelerin üniversite teşkilâtlan hakkında gerekli araştırma ve inceleme
yapmak üzere İtalya, İsviçre, Fransa ve hattâ İngiltere'ye bir heyet göndermeye
karar verdi3. Ama, ödenek yüzünden bu gerçekleştirilemedi.
1909 yılının Üniversite açışından en büyük önemi, "Mülkiye"; "Hukuk" ve “Tıp”
dallarını da teşkilâtı içine alması, yükseköğretimi bir parça birleştirmesidir.
Özellikte Tıp alanında, sivil ve askerî Tıbbiyelerin birleştirilmesi, Eczacılık, Dişçilik
ve Hastabakıcılık okullarının bu Fakülteye bağlanmasıdır*.
1910 yılı başlarında yeni bir Dârülfünun binası yaptırmak için, Maarif Nezâreti
Mecfis-i Mebusan'a bir tahsisat lâyihası gönderdi4. Bakanlık çeşitli şubelere
1
"Dârülfünûn-u Osmanî Ulûm-u Diniye, Riyaziye, Tabiiye ve Edebiyat ve Hukuk Şubeleriyle Makteb-i Mülkiye Şakirdanına Mahsus Maarif Nezâretine Kaleme Alınan
Talimatname Sureti", Yeni Tasvir-i Efkâr. 10 Kasım 1909.
2
"Dârülfünun Nizamnamesi", Tanin, 13 Temmuz 1909.
"Dârülfünun Talimatnamesi", Tanin, 31 Ekim 1909.
"Dârülfünun ve Mekteb-i Mülkiye Talimatı", Sabah, 7 Kasım 1909.
3
"Düvel-i mütemeddine Dârülfünunları", Sabah, 29 Aralık 1909.
*
Ayrıntı için bakınız: Tıp Fakültesi.
4
"Maarifin tahsisat manzumesi". Sabah, 2Ocak 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 364 ~
devam eden öğrencilere devam mecburiyeti koyan, bir kararı da 1910 yılının
hemen başlarında aldı1.
19.10 Şubatında Dârülfünuna bir "Elsine Şubesi" eklenmesi kararlaştırıldı. Meclisin
Mâlî Denge Komisyonu (Muvazene-i Mâliye Encümeni) da ödeneğinin 1911
bütçesine konulmasını kabul etti. Dârülfünunda yabancı dil olarak yalnız Fransızca
okutuluyordu. Elsine Şubesi, Edebiyat Şubesine bağlı olarak açılacak ve bütün
yüksek okul öğrencilerine Fransızcanin yanısıra İngilizce, Almanca, İtalyanca ve
Rusça dillerini de öğretecekti2.
3 Mart 1910'da Dârülfünun ve Mekteb-i Mülkiye Kütüphaneleri resmen açıldı3.
Gerçi İstanbul kütüphaneler yönünden çok zengindi ama, karmaşıklık ve
düzensizlik bunlardan yararlanmaya imkân bırakmıyordu. Bu Kütüphane, o zaman
ve daha sonraki yıllarda Dârülfünun’un temel direklerinden birisi olacaktır.
Eğitim Tarihinde İkinci Meşrûtiyetin bir ilginç yanı da ülkeler arası öğrenci
gezilerinin çok sıklaşmasıdır. 1909 yılında Bulgaristan, Romanya ve Sırbistanlı
yüksekokul öğrencileri Türkiye'yi ziyaret ettiler. Türk öğrenciler buna 1909'un
sonlarında cevap verdiler4. 17 Haziran 1910'da da 80 kadar Rus üniversite
öğrencisi İstanbul'a gelerek gezi yaptılar5.
Gene 1910 yılı ortalarında Harbiye Nezâreti yüksekokul öğrencilerinin askerliği
meselesini ele alıyor, Meclis'e getirdiği bir tasarıda, yüksekokul çıkışlıları numune
taburlarında bir yıllık bir eğitim, kalan iki yılda da sekizer haftalık bir silâh altına
almadan sonra mülazım-ı sâni rütbesiyle ihtiyata ayırmayı öngörüyordu6. Bunun ilk
ilk uygulaması da 2 Ağustos 1910'da Hukuk ve Mülkiye çıkışlılar için İstanbul'da bir
yıllık bir askerî eğitim merkezi açılmasıyla başladı. Açılışa Mahmut Şevket Paşa ve
EmruIIah Efendi bile katılarak öğrencileri teşvik ettiler7.
1
"Dârülfünûn'a devam", Tasvir-i Efkâr, 2 Şubat 1910.
"Dârülfünun Elsine şubesi", Sabah, 23 Şubat 1910.
3
"Dârülfünun ve Mekteb-i Mülkiye Kütüphanelerinin Resm-ı Küşadı, Sabah, 4 Mart
1910.
4
“Osmanlı talebesinin seyahati", Sabah, 10 Aralık 1909.
5
"Rusya Dârülfünun talebeleri", Sabah, 18 Haziran 1910.
6
Diran Kelekyan, "Gençler", Sabah, 12 Temmuz 1910.
7
"Dârülfünun mezunlarının zabitliği”, Sabah, 3 Ağustos 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 365 ~
1910 yılı sonlarında genel olarak bütün öğrencileri içine alan ve Hükümet
tarafından da tanınan, onaylanan "Dârülfünûn-u Osmanî Talebe Cemiyeti"
kuruldu1. 13 maddelik bir Nizamname ile çalışmaya başlandı2.
Gerçi daha önce çeşitli yüksekokul öğrenci ve mezunları birçok dernekler
kurmuşlardı ama, çoğu Hükümet tarafından tanınmıyor ve genel bir dernek halini
alamıyordu.
1910 yıb içinde her "Fakültenin" kendi bünyesinde de, tartışması çok, çözümü güç
sorunlar ortaya çıktı. Hukuk Faküitesi'nde giriş ve çıkış sınavları kaldırıldı. Girişi
biraz düzene koymak için "mahreç sınıfı" adıyla iki yıllık bir sınıf açıldı. Kendi
bölümünde daha geniş anlatıldığı gibi, bu, o zaman Dârulfünun'un en büyük
sorunlarından biri oldu. Ayrıca Hukuk Fakültesinin tez sınavları da kaldırıldı ve
doktora sınıfları açıldı. Konya ve Bağdad'daki Hukuk Mekteplerinin kapatılıp
kapatılmaması tartışıldı. Mülkiye Mektebi Dârülfünun bünyesinden geri ayrıldı.
Yatılılığı kaldırıldı. Yeni şubeler eklenilmek istendi. Emrullah Efendi, "yüksekokullar
yatılı olmaz" prensibine dayanarak bir öğrenci yurdu (Dârüttullab) yaptırma
teşebbüslerinde bulundu. Başarılı olamadı. 1909'da birleştirilip Tıp Fakültesi adını
alan Tıbbiyenin de yeni sorunları devam etti. Fakültenin Haydarpaşa'da mı yoksa
İstanbul yakasında mı olması önemli tartışmalar getirdi. İdareciler ve öğretmenler
arasında içeriği açıkça anlaşılamıyan bir tartışma ve çekişme sürüp gitti.
Üniversite özerkliği hususundaki ilk kıpırdanırlar 20. yüzyıl başlarında Dârülfünûnu Şâhâne açıldıktan birkaç yıl sonra olmuştu. Dârülfünun'da ders veren
öğretmenler ayaklanmışlar, bağımsızlıklarının sınırlanmamasını istemişlerdi3. 1910
1910 yılında Emrullah Efendi, Dârülfünuna daha. fazla özerklik vereceğinden,
1911'de bunun özel kanununu Meclise getireceğinden, özel Dârülfünun bütçesi
hazırlayacağından bahsetmiştir4. Vaadedilen yıl ise Dârülfünunda gene
sınırlamalara gidildiği, Tıp Fakültesi başkanının pek çok yetkilerinin kısıldığından
yakınılıyordu5. Bu hususta asıl "büyük kıyamet" 1912 yılında kopacaktır.
Yüksekokul öğrencilerinin askerliği sorunu, bütün 1911 yılı boyunca kamuoyunu ve
Meclis-i Mebusan'ı meşgul etti. "Ahaz-ı Asker Kânûnu"nun 6. maddesinin 5. fırkası
1
Mehmet Tahir, "Osmanlı Dârülfünun Cemiyeti", Türkiye, 21 Kasım 1910.
Nizamname, Sabah gazetesinin 23 Kasım 1910 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327. S.3121 (Maarif bütçesi sırasında
Rıza Nur'un konuşmasından)
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326. S.2142
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1326. S.3121
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 366 ~
bu konuyla ilgiliydi. Bu Kânunun Mecliste tartışılması sırasında konu özel
yüksekokul meselesine kaydı. Rum mebusler Fener'deki kendi özel
yüksekokullarının resmen tanınmasını, Atina Üniversitesinde kaçak olarak okuyan
öğrencilerinin askerlik ertelemelerinin yapılmasını ve kendi cemaatlarına başka
özel okullar açma izninin verilmesini istiyorlardı.
Artos Efendi (Selanik), yabancı ülke vatandaşlarına özel yüksekokul kurma izni
verildiği halde bunun Osmanlı vatandaşlarından neden esirgendiğini soruyordu1.
İsmail Mahir Efendi dahil, bazı Türk mebuslar da bu özel yüksekokul açma izninin
çıkartılmasını istiyorlardı2. Bunlara karşılık Emrullah Efendi, askerliği erteleme
ayrıcalığı kişiye değil, kuruma verilir; yüksek-öğretim kurumlanın da ancak
hükümet açar; özel kişi ve kuruluşlar yalnız ders (cours) açabilirler, diye
Bakanlığı'ın prensiplerini bildiriyordu3. Bu hususta Meclis tartışmaları çok uzun
sürdü4. Bu arada Emrullah Efendi, meseleyi “rüûs tevcihi” noktasına getirdi. Bu
özel okul açma izni vermek, ancak bunun sınavlarını kendi yapmak diplomaları
hükümet adına vermek demekti. Belçika ve Fransa'da uygulanan bu sistem
azınlıkların pek işine gelmedi. Zührap Efendi “hükümet maarifin her safhasını
nazar-ı teftişinde bulundurmaya ve Osmanlı çocuklarına yeknesak bir talim ve
terbiye vermeye çalışıyor. Ama bu terbiye-i Osmani'yenin altında ne var”, diye
soruyordu5. 1911 yılı başlarında olan bu tartışmalarda aşağı yukarı 20 önerge
verildi. Ama hükümetin önerisi kabul edildi. Mesele bu şekilde kapanmadı.
Meclisin daha sonraki oturumlarında, hattâ 1911 Ekiminde yapılan toplantılarda
bile bu husustaki tartışmalar devam etti6.
1911 Ocağında, kayıt zamanını geçiren 7 yıllık idadi mezunlarının, Dârülfünuna
“dinleyici” olarak kabul edileceğini, şayet bunlar yıl sonu sınavlarını başarırlarsa
ikinci sınıfa aslî öğrenci olarak kaydedileceğini bildiren bir karar alındı7. Bundan
sonra dinleyici (sâmiîn) olarak Dârülfünuna devam usûlü çok gelişti ve bazı güç
sorunlar bile çıkardı. İkinci Meşrûtiyet döneminde Dârülfünuna kayıt şu şekilde
olacaktı: yüksekokul mezunlarıyla ortaöğretim diploması olanlar sınavsız
1
2
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 22 Kanunuevvel 1326. S .607.
a.g.e. S.607-609
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kânunuevvel 1326. S.607-664.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kânunuevvel 1326. S.662-671.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Kânunusâni 1326, S.674-771.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Kânunusâni 1326, S.695.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 12 Teşrinievvel 1327, S.88 89.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 12 Teşrinievvel 1327, S.124-136.
7
“Dârülfünun”, Sabah, 23 Ocak 1911.
4
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 367 ~
alınacaklardı. İhtiyat sınıfını bir yılda bitirenler, Ders Vekâletinden tasdikli
dersiâmlar, yalnız Ulûm-u Aliye-i Diniyye Şubesine sınavsız girebileceklerdi.
Osmanlı olmayan müslümanlar da Arapça sınavını başarmak şartıyla bu adı geçen
şubeye kaydolabiliyorlardı. Bunların dışında 17 yaşından yukarı, sağlıklı, sabıkası
v.s. olmayan başka okul mezunları ise bütün bölümlere ancak sınavla
girebiliyorlardı1.
Hem memur olup hem de Dârülfünun'a devam edenler hakkında 1911 sonlarında
çok sert kararlar alındı. Bâbıâli, 12 Aralık 1911'de Bakanlıklarda memur olarak
çalışanların Dârülfünuna devamlarının caiz olmadığına, çünkü zaten ihtiyaca ancak
yetecek kadar kâtip bulunduğuna karar vermişti2. Ancak daha sonra bu kararı
yumuşatmış, şu anda devam edenleri bazı şartlarla kabul etmiş, ancak bundan
sonra hâlen yükseköğretim yapamaka olanların memur olamamalarına dair bir
karar almıştır3.
1912 yılı, İkinci Meşrûtiyet döneminde Dârülfünun açısından en önemli yıldır.
Teşkilât ve düzen büyük ölçüde kanun ve nizam altına alınmaya çalışılmıştır.
Fakülte Nizamnameleri tek tek hazırlanmaya çalışılırken4 genel olarak bütün
Dârülfünun'u ilgilendiren bir Nizamname Lâyihası da yayınlandı5. Bu Nizamname,
Dârülfünun'a bağlı bütün Fakülte ve yüksekokullardaki idari işlerle ve kuruluşlarla
ilgili idi. Fakülte Reisleri, Fakülle Meclis-i Muallimînleri, Fakülte Kâtib-i Umûmileri
ve Dârülfünun Meclis-i Umûmisinin kuruluş ve görevlerini içeriyordu. Aynı
zamanda hazırlanan bir başka lâyiha6 da Dârülfünun'a girişi düzenlemeye
çalışıyordu.
Buna göre Sultaniye ve yedi yıllık idadiye mezunları doğrudan doğruya
Üniversiteye giremeyeceklerdi. Bunlar her yıl Türkçe olarak bir rüûs sınavına
gireceklerdi. Dârülfünun, Fünûn ve Edebiyat şubeleri her yıl rüûs sorularını
hazırlayarak gayet sıkı tedbirlerle Vilâyet Maarif Müdürlerine gönderecek, taşrada
sınavlar yapılıp cevaplar gene mühürlü olarak Posta kanalıyla Dârülfünun'a
gönderilecekti. Değerlendirme sonunda başarılı olanlara rüûslar verilecekti. Fünûn
1
Sabah, 1 Temmuz 1911.
“Memurin, mekâtib-i âliyeye devam edemiyecek”. Sabah, 13 Aralık 1911.
3
Kararın sureti: Sabah, 25 Aralık 1911.
4
Sabah, 8 Mart 1912.
5
“Dârülfünun Teşkilât-ı Esasiye ve idariyesine Müteallik Nizamname Lâyihasi”, Hakk,
21,22,23 Mart 1912.
6
“Mülazemet Rüûsu (Bakalorya) İmtihanlarına Dair Nizamname Lâyihası” Hakk 26 Mart
1912.
Nizamnamenin aslı: Düstur, cilt 5. S.498-501.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 368 ~
şubesinin hazırladığı sorulardan sınava girip de başarılı olanlar Fünûn ve Tıp
Fakültelerine ve şubelerine; Edebiyat şubesinin hazırladığı sorulardan sınava girip
de başarılı olanlar Edebiyat, Ulûm-u Şeriyye şubeleri ve Hukuk Fakültelerine
sınavsız gireceklerdi. Fen dalındakilere “mülazemet rüûsu”, Edebiyat dalındakilere
de “edebiyat rüûsu” veriliyordu.
Emrullah Efendi'nin Dârülfünun Nizamnamesini beğenmeyen Dârülfünun Meclis-i
Muallimini; Ulûm-u Âliye-i Diniyye ve Edebiyat şubelerinin yeni esaslar üzerine
kurulması gerektiği hakkında Maarif Nezareti'ne bir rapor verdi. Bu Raporda,
uzmanlaşmaya yönelik bir öğretim yapılması isteniyor, Ulûm-u Aliye-i Diniyye
Şubesi, “Ulûm-u Kelâmiyye” ve “Ulûm-u Fıkhiyye” diye iki; Edebiyat Şubesi de
Felsefe, Lisan, Tarih ve Coğrafya diye üç kısma ayrılıyordu. Her öğrencinin yalnız
mensup olduğu şubenin derslerine devam etmesi istenilen Raporda, her kısmın
taslak ders programı da veriliyordu. Meselâ, Ulûm-u Kelâmiyye kısmının ders
programı olarak şu liste öneriliyordu1: Tefsir-i Şerif, Hadis-i Şerif, İlm-i Kelâm,
Tarih-i İlm-i Kelâm, Usul-ü Fıkıh, Hikmet-i Teşrih, Tarih-i Edebiyat, Tarih-i Din-i
İslâm, Siyer-i Nebevî, Ahlâk ve Tasavvuf, İlmu'n-nefs, İlm-i Mantık, İlm-i mâ bâdel
Tabiye, Tarih-i Felsefe, Arap Felsefesi, Edebiyat-ı Arabiyye, Edebiyatı Farisiyye,
Fransızca.
Yükseköğretim kanun tasarısının hazırlanıp bittiği sıralarda, dört yıldır
Dârülfünun'da ıslah alanında yapılan şeylerin, ihtiyat sınıflarının, elsine şubelerinin
aslında lüzumsuz şeyler olduğu, asıl “heyet-i umuminin ıslahı” üzerinde durulması
gerektiği belirtiliyordu2.
Dârülfünun Meclis-i Muallimîni'nin Raporu, bütçeye uymadığı gerekçesiyle
Bakanlıkça geri verildi. Meclis yeni bir program hazırlayıp Bakanlığa vermiş; bu da
programdan İngilizce ve Almanca dersleri çıkarıldığı gerekçesi ile geri çevrilmişti.
Öğretmenler Meclisinin üçüncü defa olarak düzenleyip gönderdiği ders cetveli ise
birçok değişiklikler yapılarak kabul edilmişti3.
1912 Haziranı sonunda, Emrullah Efendi'nin başkanlığında bir Komisyon tarafından
Avrupa üniversiteleriyle ilgili hükümler incelenerek hazırlanan Yükseköğretim
Kânun Tasarısı, Meclis'e sunuldu. Bir sureti basında da yayınlanan4 bu Kânuna göre
1
Ahmet Agayef, “Dârülfünun Teşkilâtı” Hakk, 24 Haziran 1912.
“Dârülfünununumuz”, Hakk, 29 Haziran 1912.
3
Ergin, O.N., a.g.e. S.1225-1226.
4
“Tedrisat-ı Âliye Lâyiha-ı Kânûniyesi”, Hakk, 30 Haziran 1912.
Sabah, 1 Temmuz 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 369 ~
göre Dârülfünun beş şubeye ayrılıyordu. Her şubede de öğretimin gerektirdiği
kadar kürsüler vardı. Öğretim tamamen ders şeklinde olmayacaktı. Bazı kürsülerde
konferans şeklinde eğitim de yapılacaktı. Kânun, öğretimi yürütecek üç tip öğretim
görevlisi belirliyordu: Müderris, müderris muavini ve konferans muallimleri.
Müderris muavini Edebiyat, Ulûm-u Şeriyye ve Hukuk'taki Kürsülere herhangi bir
üniversitede “müntekidlik yapmış”, çalıştığı ilim dalında bir kitap yazmış olanlar
arasından sınavla alınıyordu. Tıp ve Fen dallarında ise, zamanını doldurmuş
asistanlar arasından seçiliyordu. Mehazır muallimler (konferansçılar) ise ilgili şube
öğretmenler kurulunca seçilip, Bakanlıkça atanıyordu. Müderris muavinleri her
şubede ancak altı yıl hizmet görebileceklerdi. Sonra, maaşlarına denk bir hizmet
bulunmazsa ayrılabilirler, deniyordu.
Kânun, Kürsü müderrislerini, Dârülfünun Meclis-i Umûmisi'nin göstereceği üç aday
içinden Maarif Nazırının seçeceğini belirtiyor, bütün öğretim görevlilerinin maaş
ve ücretlerini de ayrıntılarıyla verdikten sonra, Kânunu Maarif Nezareti'nin
uygulayacağını yazıyordu.
Bu Kânun Avrupa üniversitelerini görünüşte taklit eden bir kanundu. Özerklikten
hiç bahsedilmiyor, hattâ tamamen Maarif Nezareti'nin emrine giriyordu.
Konferans tarzındaki dersler, Kânunda sunulduğu şekilde yeni bir uygulama
olacaktı. Dârülfünun öğretmenlerinin başka işle meşgul olmaması hakkındaki 19.
maddenin uygulaması ise çok masraflı olacaktı.
O sırada Dârülfünun'a “istiklâl-i tam” verilmesi ve “serbest bir tensikat” yapılması
gerektiği hararetle savunulmuştu1.
Balkan Savaşı'nın en kızıştığı günlerde öğrenciler bir taraftan Bâbı-âli önünde savaş
gösterileri yaparlarken açılan gönüllü defterine pek azı adını yazdırıyordu.
Gazeteler tamamen gençliğin Hükümet taraftarı ve karşıtı olarak ayrılmasını
kışkırtıyorlar, Hükümet de “Dârülfünun talebelerini silâh altına alarak harp
meydanına sevkedilmesi” kararı alıyor; bu hususta gerekli tedbirlerin alınması
Maarif Nezaretinden Dârülfünun Müdürü Umumiliğine yazılıyordu2.
Bir çok gazete üniversite öğrencilerinin ateş hattına sürülmelerine karşı çıkarken3
Maarif Nezareti gazetelere şöyle bir ilân veriyordu4: “Dârülfünun, Mekteb-i
1
“Tedrisat-ı Âliye meselesi”, Hakk, 2,3 Temmuz 1912.
Tanzimat, 10 Ekim 1912.
3
Tanzimat 13 Ekim 1912 ve diğer gazeteler.
4
Sabah, 24 Kasım 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 370 ~
Mülkiye, Eczacı, Dişçi Mektepleri talebelerinin büyük bir kısmı gönüllü olarak askerî
hizmete girmek arzusunda olduklarından bu mektepler bu günden itibaren tatil
olunmuştur”.
Bu hareketler bir siyasi çekişme havası içinde gelişti. Askerî okul öğrencilerinin bile
ateş hattına sürülmediği, savunmada görev aldıkları bir dönemde üniversite
öğrencileri ateş hattına sürülmedi. Ama o sırada İstanbul'daki hemen bütün
okullar hastahane olarak kullanıldığından Dârülfünun da 1913 yılı başlarına kadar
kapalı kaldı1. Maarif Nezareti yaralılar iyileştikçe veya başka hastahanelere
nakledildikçe Dârülfünun'u kademe-kademe açmıştır.
Bulgar üniversite öğrencilerinin millî alaylarını kurdukları ve savaşa her an hazır,
hükümetin emrini bekledikleri bir sırada çeşitli siyasî çekişme ve boğuşmalarla
yalnızca gürültü çıkaran Dârülfünun öğrencileri, Edirne geri kurtarıldığında, gene
gayet gürültülü ve şatafatlı bir Edirne seyahati yapmaktan çekinmemişlerdir2.
Dârülfünun'u bu duruma getiren gelişim, aslında 1912 başlarından beri devam
etmekteydi. Emrullah Efendi 1912 Martında hazırladığı “Dârülfünun inzibatına
Müteallik Nizamname Lâyihası”nın3 gerekçesinde şöyle diyordu:4 “Dârülfünun gibi
milesese-i âliye-i ilmiyede feyz-i irfanın hakkıyla tenemmi ve tealisi, her nevi
müessese-i âliyede olduğu gibi, mühim bir cihetten Mektep dahilindeki hıfz-ı nizam
ve intizama ve hayat-ı tahsilin hüsn-ü cereyanına mevkuf olup, bu maksad-ı hayrın
husulü ise sırf hıraset-i ilme mahal olan bu Dârülmaarifin kapılarından, hayat-ı
siyasiyenin ihtirasatı ve gulgule-i şamatalı nüfuz edememesiyle ve ilmin lâzıme-i
tahsili olan huzur-u zihne ve asayiş-i ruha taalluk-u karibi bulunan âsudegi-i
dahiliyenin ilme ve dârülilme lâyık olan tazim ve hürmet dairesinde mazhar-ı riayet
olması ile temin edilebileceğinden, Dârülfünun inzibatına müteâllik olarak tanzim
edilen Nizamname Lâyihası bu esaslar üzerine bina olunmuştur.”
Emrullah Efendi okul ve öğrenci işlerine polis ve zabıtanın karışmasını katiyyen
kabul edemiyeceğini, bu işleri hademelere gördürmenin de haysiyete uygun
olmadığını belirtiyor “onun için müdür ve muallimlerin emrinde görev yapacak
olan Dârülfünun inzibat-ı dahili memurları ihdasına lüzum görülmüştür” diyordu5.
1
Tercüman-ı Hakikat, 31 Aralık 1912.
“Dârüffünûn'un Edirne Seyahati”, Sabah, 15 Ağustos 1913.
3
Nizamname lâyihası yasalaşmadan önce 8 Mart 1912 tarihli Tanin'de yayınlanmıştı. Aslı:
“Dârülfünun ve Şuabatının İnzibatına Dair Nizamname”, Düstur cilt 4 (2 tertip) S.460-463.
4
Emrullah,” Dârülfünun'da inzibat”, Tanin, 7 Mart 1912.
5
a.g.m.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 371 ~
Nizamname disiplin cezalarını yedi kademe olarak belirliyor, Dârülfünun içine
izinsiz ilân kâğıtları asmayı, kulüp kurmayı, miting, konferans ve nutuk atmayı
yasaklıyordu.
“İnzibat memurları” tek biçim bir elbise giyeceklerdi. Maarif Nazırının bazı şartlarla
dersi, sınıfı veya Üniversiteyi geçici kapatma hakkı vardı.
Emrullah Efendi'nin çıkardığı bu Üniversite Disiplin Yönetmeliği, bazı gazetelerde
tepkiyle karşılandı. Bu, Üniversiteye bir baskı olarak nitelendi. Siyasî çalışmaların
engellenmesi kınandı ve Yönetmeliğin yalnız Şûrayı Devlet'ten değil, Meclis-i
Mebusan'dan da geçirilmesi istendi. Özellikle “Teminat” gazetesinde çıkan yazılara
karşı Emrullah Efendi 11 Mart 1912 tarihli gazetelere bir açıklama gönderdi1.
Burada “tedrisatı âliyenin rülbe-i ehemmiyeti” dolayısıyla her iki Bakanlığı
sırasında da yükseköğretimin sağlam esaslar üzerine kurulması için çalıştığını,
bunun için kendi başkanlığında bir Komisyonun işin mevzuat yönünü tamamlamak
için çalıştıklarını belirtiyordu.
Teminat gazetesinin dediği gibi, kendisinin bir partinin bakanı değil, Devletin
bakanı olduğunu, alınan tedbirlerin her türlü siyasî akımlar için alındığını ve
uygulamada hoşgörü yapılmayacağını kesin olarak açıklıyordu. Bu açıklamaya
rağmen sorun bir süre daha devam etti2.
1912 yılı yalnız, mevzuat yönünden değil, örgütlenme açısından da çok çalışılan bir
yıl oldu. Yerebatan'da Kimya, Feyzullah Efendi Konağında Jeoloji, İbrahim Paşa
Konağında Doğu Dilleri, Saffet Paşa Konağında da Coğrafya birer Enstitü
(Dârülmesai) haline geldiler3.
1912 Kasımında Üniversitedeki “Elsine Kısmı” lağvedildi. Aynı dil dersleri Edebiyat
Şubesine geçirildi ve yabancı dil derslerine ücretli dinleyici alınması kararlaştırıldı4.
1913 yılında Bakanlık uzun süre Dârülfünun'un açılması ile uğraştı. Harbiye
Nezareti ile bu hususta birçok yazışmalar yapıldı. Nihayet 12 Mart 1913'de Ulûm-u
Şeriyye ve Edebiyat şubeleri, Süleymaniyede bir konağa nakledilerek öğretime
başladı5.
1
Açıklama, Teminat ve Sabah'ın 11 Mart 1912 tarihli sayılarında aynen vardır.
Köprülüzâde Mehmet Fuat, “Dârülfünun meselesi”, Hakk, 15 Mart 1912.
3
Türk Ansiklopedisi “Dârülfünun” maddesi
4
“Dârülfünun”, Sabah, 16 Kasım 1912.
5
Tercüman-ı Hakikat, 27 Şubat 1913, 11 Mart 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 372 ~
Maarif Nazırı Emrullah Efendi'nin 21 Nisan 1912'de hazırladığı Üniversite
Yönetmeliği, Maarif Nezareti tarafından 1913 yılında yayınlandı1. Bu Yönetmeliğe
göre Üniversite “İstanbul Dârülfünunu” adını alırken şöyle bir yapıya sahip
oluyordu:
İstanbul Dârülfünunu
Ulûm-u Şeriyye Şubesi
Ulûm-u Hukukiyye Şubesi
Ulûm-u Tıbbiye Şubesi
Fünûn Şubesi
Ulûm-u Edebiyye Şubesi
Eczacılık ve Dişçilik Yüksekokulları Tıbbiye Şubesine, vilâyetlerdeki Tıbbiye ve
Hukuk mektepleri de doğrudan Dârülfünun merkez idaresine bağlanıyorlardı.
Üniversiteye giriş şartları şu şekilde belirlenmişti:
a) Sınavsız giriş: İcazetnamesi ve mülazemet rüûsu olanlarla askerliğini
yapmış
yüksekokul
mezunları
istedikleri
şubeye
sınavsız
girebileceklerdi.
b) Sınavla giriş: Ulûm-u Şeriyye şubesi için herkes, diğer şubeler için
Sultani, 7 yıllık idadi ve dengi özel okul mezunlan sınavla girebilirler.
Dârülfünuna kaydolanlar resmî memurluk yapamaz.
Fakir öğrencilerden giriş ücreti alınmaz.
1
Maarifi Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, İstanbul 1329.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 373 ~
Dârülfünun
Ulûm-u Şeriyye Şubesi
* Tefsir ve hadis takımı
* Kelam takımı
* Felsefe takımı
* Fıkıh takımı
* İlm-i Ahlâk-ı Şeriyye
ve Siyer takımı
Ulûm-u Edebiye Şubesi
* Felsefe takımı
* Tarih ve Coğrafya takımı
* Ulûm-u İçtimaiye takımı
* Edebiyat takımı
* Elsine takımı
Ulûm-u Hukukiye Şubesi
* Hukuk takımı
* Ceza takımı
* Hukuk-u Düvel takımı
* Ulûm-u Fıkhiye takımı
* Ulûm-u İdariye ve İktisadiye takımı
Fen Şubesi
* Ulûm-u Hikemiye takımı
* Usul-ü Tabiiye takımı
Üniversitenin nazarî derslerine dinleyici sıfatıyla kayıtlar yapılacaktı. Ancak bunlar
asıl öğrencilerin hukukundan yararlanamayacaklardı.
Seriye, Hukuk ve Edebiyat şubelerinden mezun olanlara “icazetname” verilirdi.
Rüûs sınavları ise bütün Şubelerde yapılırdı. Bu sınavda bütünlemeye kalma yoktu.
Sınavda kalan, bütün derslerin sınavına yeniden girmek zorundaydı.
Yönetmeliğin en değişik tarafı, öğretim programı idi. Tıp Şubesi dışında bütün
şubeler öğretimlerini takım temeli üzerine yapacaklardı.
Talimatname, Dârülfünun'un ders programını da kabaca belirlemişti. Burada her
dersin kaç ay okutulacağı kesinleştirilmiş, yıllara ve haftaya dağıtımları ise
şubelerin Muallimin Meclislerine bırakılmıştı. Meselâ, İkinci Meşrûtiyet
döneminde de Dârülfünun'un özünü teşkil etmiş olan Ulûm-u Şeriyye, Edebiyat ve
Fünûn şubelerinin ders programları aşağıdaki şekilde idi (Bakınız Tablo 40, 41, 42).
Bir şubeden mezun olabilmek için, her takımın derslerini almak gerekiyordu.
1914 yılı başlarında, Dârülfünun'da uzun süre hizmet edenlere, hizmetleri bittikten
sonra “fahri muallimlik” unvanının verilmesi hakkında bir Nizâmnâme
çıkartılıyordu1.
1
“Dârülfünun Fahri Muallimliği Unvanının ihdasına Dair Nizamname” Düstur, ikinci tertip.
cilt 6. S.145.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 374 ~
Ama 1914 yılının Dârülfünun açısından en önemli olayı, kadınlar için konferanslar
düzenlenmesi idi. Dârülfünun'da fennî ve siyasî konferanslar verilmesi için, Meclisi Maarif-i Kebir 1910 yılı Ocağında kararlar almış, salonlar ayırtmıştı. Ama
konferanslara yalnız Dârülfünun öğrencileri girebiliyordu1. 1911 yılında ise büyük
törenlerle Dârülfünun Fransızca gece dersleri açılmıştı2. Bütün bunlar 7 Şubat
1914'de başlayan “Serbest dersler” kadar ilgi çekmedi.
Tablo 40) Ulûm-u Şeriyye Şubesi ders programı (1913)3
Dersler
Tefsir-i Şerif
Hadis-i Şerif
İlm-i Ahlâk-ı Şeriyye ve Tasavvuf
Usul-U Fıkıh
Fıkıh
İlm-i Kelâm
Siyer-i Nebevi
Tarih-i Din-i İslâm ve Tarih-i Edyan
İlm-i Hilaf
Edebiyal-ı Arabiyyc
Hikmet-i Teşriî
Tarih-i İlm-i Fıkıh
Tarih-i İlm-i Kelâm
Garb Felsefesi
Felsefe ve Tarih-i Felsefe
Süre (ay)
8
8
6
8
8
8
2
6
4
6
2
2
2
2
6
Tablo 41) Ulûm-u Edebiyye Şubesi ders programı (1913)4
Dersler
Edebiyat-ı Türkiyye
Edebiyat-ı Arabiyye
Edebiyat-ı Farsiyye
Tarih-i Edebiyat-ı Türkiyye
Tarih-i Umûmî
Tarih-i Osmanî
Tarih-i Felsefe
Coğrafya
iktisat ve İlm-i İçtimaî
1
Kaç Ay
6
6
6
6
8
6
6
6
4
“Dârülfünunda konferanslar”, Sabah, 15 Ocak 1910.
“Dârülfünunda gece dersleri”, Sabah, 20 Nisan 1911.
3
a.g.e. S.1-2
4
A.g.e. s.4.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 375 ~
Elsine (Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça)
Dârülfünun Umûm Müdürü Salih Zeki Bey'in girişimleriyle Dârülfünun salonunda
kadınlara konferans mahiyetinde dersler veriliyordu. Yabancı kadınların da
katıldığı bu derslerde ilk günlerde gayet fazla dinleyici bulunmuştur1. Dârülfünun,
Dârülmuallimin-i Aliye hocaları ve bazı tanınmış bilgili kişilerin konferansçı olarak
katıldığı bu dersler birkaç ay gayet canlı olarak devam etti. Server Bedii “Garptan
doğan güneşe, cansız, ruhsuz yüzlerimizi göstereceğiz, çare yok!... Garba bu kadar
benzemiyerek yaşamak kabil değil” derken2; Jön Türk gazetesi de, bu gelişimden
fazla hayale düşmememin gerektiğini belirtiyor; “Dershane açmak, tedrisat-ı
âliyeyi kadınlarımıza açmak demek değildir.. Bu mühterizane ve müteredditane bir
terakkidir” diyordu3. Zaten derslerin başlamasıyla birlikte yayınlanan resmî
tebliğde de derslere devam eden kadınların sınava tâbi tutulmayacakları,
açıklanıyordu4. Ancak şu var ki, o zaman bütün basın, siyasî kuruluşlar ve idareciler
bu derslerin açılıp devam ettirilmesinde ellerinden geleni yapmışlardır5.
Tablo 42) Fünûn Şubesi ders programı (1913)6
Dersler
Hendese-i Resmiye
Hendese-i Tahliliye
Cebr-i âla ve müselsat-i küreviye
Hikmet ve Riyazi Hikmet
Heyet-i Riyaziye
Mihanik
Hesab-ı Tefazulî ve Tamamî
Hesab-ı İhtimalî (Konferans şeklinde)
Taksim-i Arazi (Konferans şeklinde)
Tecrübi Hikmet
Nebatat-ı Umûmî
Hayvanat-ı Umûmî
İlm-i arz ve İlm-i maden
Kimyayı Madenî
Kimyayı Tahlilî
1
Kaç Ay
2
2
2
6
4
4
4
2
2
6
4
4
6
2
6
İhsan Şerif, “Kadınlarımızda aşkı irfan”, İçtihat, 3/92 (1329) S 2058-2061; 3/94(1329)
S.2109-2110.
2
Server Bedii, “Dârülfünunda kadınlarımız”, İçtihat, 3/97(1330) S.2189-2190.
3
Jön Türk, 7 Şubat 1914.
4
M.S., “Hanımlar için Dârülfünunda ilk ders”, Sabah, 2 Şubat 1914
5
“Dârülfünunda dersler hakkında”. Sabah, 1 Şubat 1914
6
a.g.e. S.4-5
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 376 ~
Kimyayı Uzvî
Kimyayı Hayatî
Fizyoloji
2
2
2
İsmayıl Hakkı (Baltucıoğlu)'nun anlattığına göre, bu serbest ders sistemi ilk defa
kendisinin ve Süleyman Paşazade Sami Bey'in fikri idi. Bunlar programı hazırlayıp
Maarif Nazırına getirmişler, o da kabul ederek hocalara tezkireleri yazdırmıştı.
Serbest derslerin programı aşağıdaki şekilde idi1:
Yıl sonunda burada söz konusu olan derslerden sınavlar yapılmıştır. Başarılı
olanlar, diğer öğrencilerle beraber 1915'de Bakanlığın açtığı İnas Dârülfünunu'na
girmişlerdir.
1914'de düzenlenen “Serbest Dersler”in bir Kız Üniversitesi sayılıp sayılamayacağı
tartışılabilir. Ama Seniha Nezahat Hanım'ın daha 1908'de önerdiği “İnas
Dârülfünunu” aynı bu derslere benziyordu2.Yazara göre bu Üniversitede karışık
riyazi hesaplar, çeşitli hastalıklar öğretilemeyecekti. Basit sağlık bilgileri, ev idaresi,
iktisat konularında ders değil, konferanslar verilecekti. Bu konferanslara kız
okullarından diploma alanlar ve onlar kadar marifet sahibi olanlar girebileceklerdi.
1908'de istenen bu Dârülfünun, 1914'de Serbest derslerle büyük ölçüde
gerçekleştirildi. “İnas Dârülmuallimatı'nın bir şubesi olarak bir Kadın Üniversitesi
açıldığı görülüyorsa da3, Dârülfünun binası içinde Kadın Üniversitesi 1915 yılında
açılmıştır.
Ders
Riyaziyat
Kozmografya ve Fizik
Hukuk-u Nisvan
Terbiye-i Bedeniye
Tarih
Hıfzıssıhha
Terbiye
El İşleri
Konferansçı
Salih Zeki
Sait Gelenbevî
Mahmut Esat
Selim Sırrı
İhsan Şerif
Besim Ömer Paşa
İsmayıl Hakkı
Matmazel Kaufmayer
4.2.5.1.2. ULUM-U TIBBİYE ŞUBESİ
1
Ergin, O.N, a.g.e. S.1554.
İçtihat, 3/94(1329) S. 2109.
2
Seniha Nezahat, “Hanımlara mahsus bir Dârülfünun”, Aşiyan, 1/14(1324) S.419-426.
3
“İnas Dârülfünunu”, Sabah, 13 Ekim 1914.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 377 ~
İkinci Meşrûtiyet ilân edildiğinde bir askerî ve bir de sivil (mülkî) olmak üzere iki tıp
okulu vardı. 1908 yılında Askerî Tıbbiye Mektebi'nde Hükümetin pek karışmadığı,
askerlerin istediği bir idare kuruldu. Askerî Tıbbiye öğretmenleri toplanarak Kuleli
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye İdadisi'ni lağvetme karan aldılar. Sonra İstanbul'da iki
ayn tıp okulunun bulunması gereksiz görüldü ve bunların “Dârülfünun Tıb Şubesi”
adı altında birleştirilmelerine karar verildi. Bu birleştirme sırasında esaslı bir
“temizlik” (tensikat) de yapılacaktı. O zaman pek çok tıp öğretmenleri arasında
bütün İkinci Meşrûtiyet süresinde devam edecek bir düşmanlık başladı. Meselâ,
saf Askerî Tıbbiye'de 185 öğretmen vardı. Yeni Tıp Şubesinin ise 27 öğretmenlik
kadrosu tasarlanıyordu. Üstelik muktedir kişiler olmadığından “Muallimlik
muavinliği” kadrosu kaldırılıyor, bunun yerine “Asistanlık” konuluyordu. Açıkta
kalacağı anlaşılan öğretmenler bu kararlara şiddetle karşı çıktılar1.
Askerî” Tıbbiye'nin düzeltilmesinin oldukça zor olduğu anlaşıldıktan sonra sivil
Tibbiye'nin “Tıp Fakültesi” haline getirilmesi çalışmaları başladı. Bu, başarıldı ve
kurulan düzeni Maarif Nezareti kabul etti. Bakanlık ayrıca Askerî Tıbbiye'nin
hemen lağvolunmamasını, iki okulun tam birleşmesinin beş yıl sonra yapılmasını
kararlaştırdı. Buna rağmen Askerî Tıbbiye öğretmenleri gene bağırmaya başladılar.
Çünkü Askerî Tıbbiye'de birçok öğretmene karşılık 250-300 öğrenci vardı. Sivil
Tıbbiye ise 2000-3000 öğrenci yetiştiriyor ve Askeriye Öğretmenleri her iki okulda
da öğretmenlik yapıp iki yerden de para alıyorlardı2.
Bakanlık 1908'de Tıp Fakültesi uygulamasını şu şekilde yapmayı kararlaştırmıştı.
Fakülteye 1909'dan itibaren resmî ve özel idadilerle, jimnaz ve lise derecesindeki
okul mezunları sınavsız, bu derece öğretim gördüklerini iddia edenler de sınavla
alınacaklardı. Yeni program birinci sınıflara uygulanacak, üst sınıflar eski programla
öğretimlerine devam edeceklerdi. Bakanlık ayrıca, 1909'dan itibaren Almanya ve
Fransa'ya beşer tıp ve üçer eczacılık öğrencisi göndermeyi de kararlaştırıyordu3.
Mekteb-i Mülkiye-i Tıbbiye 18 Kasım 1908'de “Tıp Fakültesi” adını alıp, başkanlığa
da Müşir Cemil Paşa'yı seçtikten sonra4, Hükümet 1909 bütçesinde Askerî Tıbbiye
ödeneğini yeni Tıp Fakültesi'ne aktardı. İki Tıbbiyenin birleştirilmesi yapılırken,
1
Topuzlu, Dr.Cemil, İstibdat • Meşrûtiyet • Cumhuriyet Devrindeki 80 Yıllık Hatıralarım.
İstanbul, 1951 S.91-92.
2
Dr. Zühtü, “Mekteb-i Tıbbiye”, Tanln, 17 Kasım 1908.
3
“Dârülfünun Tıp Şubesi”, Tanin, 6 Eylül 1908.
“Dârülfünun-u Oamanî Tıp Fakültesi ve Eczacı Mektebine alınacak talebeler, Tanin, 26
Haziran 1909.
4
“Tıp Fakültesi”, Tanin, 19 Kasım 1908.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 378 ~
öğretmenlik kadrosunda pekçok tartışmalar oldu. Bu işi halletmekle tam yetkili
Maarif Nazın Nail Bey, halledemeyince istifa etti. Çünkü bir dersin beş altı
öğretmeni vardı. Bunların çoğu derse bile gelmeden maaş alıyordu. Yeni Bakan
Emrullah Efendi, Lyon Tıp Fakültesi kadrosunu esas alarak 27 öğretmeni
görevlendirdi. 120-130 öğretmen açıkta kaldı1.
Bir süre sonra Fakülte öğretmenleri İstanbul'daki yazıhanelerine yetişemeyince,
Fakülteyi Haydarpaşa'dan İstanbul'a nakletmek istediler.. Bu hususta çok büyük
tartışmalar oldu. Araya öğrenciler de karıştırıldı. Tıbbî ve sosyal gerekçeler
sıralandı. Bunların karşısında ülkenin ihtiyaçlarından söz edildi vs2. Sonunda Tıp
Fakültesi Haydarpaşa'da kaldı. Yeni bir takım âletler alınarak Fakülte
modernleştirilmeye çalışıldı. Ancak Fakültede İkinci Meşrûtiyet süresince birlik
içinde güzel bir öğretim yapılamadı. 1910 yılında uzun süre programsız öğretim
yapıldı. Öğrenciler derslere girip girmemekte serbest bırakıldı. Sonra 21 Mayıs
1910'da öğretmenler kurulunun belirlediği bir program, öğretim yılı başından beri
takip edilmiş gibi işleme konmaya ve öğrenciler sıkıştırılmaya başlandı3. İşe
Bakanlık karıştı. Sonunda sorunlar uzun süre askıda kaldı.
Savaş yıllarında öğretim alabildiğine aksadı. Bütün İstanbul'un yaralı ve hastalarla
dolup “taştığı bir dönemde Tıp Fakültesi'nde rahat bir öğrenim beklenemezdi.
Fakülte dört ay kadar kapalı kaldıktan sonra 15 Mart 1913'de yeniden öğretime
açıldı4.
1913'de yayınlanan İstanbul Dârülfünunu Talimatında ise muallim muavinliği
(doçentlik) kadrosu yeniden kuruluyor, öğrencilerin son sınıf sınavlarını verdikten
sonra 9 ay mülazemetc (staj) çıkması ve bundan sonra rüûs sınavlarına
girebilmesine karar veriyordu5. Talimatname bu şubenin ders programını da
kabaca belirtiyordu.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.3143-3150.
Rıza Tahsin, Mir'at Mekteb-i Tibbiye, Dersaadet 1326, S.115-118.
“Yeni Tıp Fakültesi Teşkilâtı ve Tarihçe-i Islâhat”, İkdam, 5 Ocak 1909.
Dr. Kemal Cenap, “Mekatib-i Tıbbiye Meselesi”, Tanin, 10 Mart 1909.
M.N., “Tıp Fakültesi meselesi”, Yeni Tasvir-i Efkar, 19 Kasım 1909.
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.3151-3153.
Hikmet Refik, Tıp Fakültesi”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 7 Eylül 1909.
3
“Tıp Fakültesi sedası emirlerinden”, İştirak, 14 (15 Mayıs 1326) S. 221-223.
4
Sabah 5 Mart 1913.
Tercüman-ı Hakikat, 16 Mart 1913.
5
Kaynak: Maarif-i Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, s.2-4.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 379 ~
Tablo 43) Dârülfünun Ulûm-u Tıbbiye Şubesi ders programı (1913)
Dersler
Hayvanat-ı Tıbbiye
Nebatat-ı Tıbbiye
Hikmet-i Tıbbiye ve Hayatiye
Kimyayı Gayri Uzvî
Kimyayı Uzvî ve Hayatî
Teşrih-i Tavsifi
Fizyoloji
İnsac ve Mebhas er-Resim
Teşrih-i Nahiyarî
Hıfzıssıha
Bakteriyoloji
Müfredat-ı Tıb ve Fenn-i İspençiyari
Emraz-ı Umûmiye
Ameliyat-ı Cerrahiye
Parazitoloji
Teşrih-i Marazı
Seririyat ve Emraz-ı Dahiliye
Seririyat-ı Akliye ve Asabiye
Seririyat-ı Ayniye
Seririyat-ı Cildiye ve Efrenciye
Seririyat-ı Ezniye ve Hançeriye
Seririyat ve Emraz-ı Hariciye
Seririyat-ı Veladiye
Seririyat-ı Nisaiye
Mebhas es-Sümum
Tıp Kânunu
Seririyat-ı Tedaviye ve Fenn-i Tedavi-i Tecrübî
Süre (Ay)
3
3
3
3
3
3
3
3
2
3
3
3
2
1
1
4
6
2
2
1
1
6
2
1
1
2
2
1913 Talimatı, Dârülfünun Tıbbiye kısmında “Ebeler Tedrisatı adıyla bir de
Dershane açıldığım bildiriyordu. 18-35 yaş arasındaki okuma-yazma bilen ahlâklı
kadınların alındığı bu sınıfın öğretimi iki yıl sürüyordu. Birinci yıl Muhtasar Teşrih,
Fizyoloji, Karekteriyoloji, Muhtasar Emraz-ı Dahiliye ve Hariciye, Hıfzıssıhha ve
Hastabakıcılık dersleri gösteriliyor; ikinci yıl ise teorik ve pratik ebelik
öğretiliyordu1. Tıp Fakültesinin doğum klinikleri 1910 yılında Kadırga'da
kurulmuştu. Bu Klinikte (Seririyat) hem Fakülte öğrencileri hem de hastabakıcılık
ve ebelik öğrencileri uygulama yapıyorlardı. İki yıllık kurumda birinci sınıfı başarıyla
Rıza Tahsin, a.g.e. S.125-126.
1
Maarif-i Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, S.4.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 380 ~
bitirenler isterlerse “hastabakıcı diploması” alabiliyorlardı. İkinci yılı da okurlarsa
“ebelik diploması” alıyorlardı. Amerika'da uzmanlaşmış Bursa'lı Dervişiyan
Harun'un idaresindeki “Tıp Fakültesi Seririyato Veladiyesi”ne 1910 yılında 110 kişi
alınmıştı. 64 kişi pirinci sınıfı başarıyla bitirmişti. 1911 yılında ise 48 öğrenci kabul
edilmişti1.
Şam Tıbbiyesi'nde de daha önce bir “Kâbîle Mektebi” açılıp kapanmıştı. Bu,
1914’de tekrar açıldı2.
İstanbul Tıp Fakültesi'nden başka, doğrudan İstanbul Dârülfünunu'na bağlı bir de
“Şam Tıbbiyesi” vardı. İkinci Abdülhamid'in Beyrut'taki Amerikan ve Fransız Tıp
Mekteplerine karşı bir rakip olarak açtığı bu okul, kurulduğundan itibaren
vazifesini tam olarak yapmıştır3. Şam Tıbbiyesi uzun süre bir evde kirada kalmış,
İkinci Meşrûtiyet döneminde Şam Belediye Hastahanesinde birkaç pavyon
eklenerek öğretimine orada devam etmiştir4.
Ayrıca Meşrûtiyetin ilânından sonra Selanik'te de bir Tıbbiye Okulu kurulması
hususunda pekçok çalışmalar yapılmış, hattâ Maliye Nezareti 15.000 liralık bir
ödenek bile vermeyi kabul etmiş; ama okul kurulamamıştır5.
Dârülfünun Ulûm-u Tıbbiye Şubesine bağlı olan iki de yüksekokul vardı:
1- Eczacılık Mekteb-i Âlisi; Eczacılık öğretimi bizde, Tıp okullarına bağlı bir sınıf ve
okul olarak gelişmiştir. 1909'da sivil Tıbbiye Kadırga'daki binalarından taşınınca
Eczacı Mektebi burada kalmış, bir ara doğrudan doğruya Maarif Nezareti'ne bile
bağlanmıştır6. Ama hemen geri Tıp Fakültesine bağlanmış, öğrencilerin askerliği
meselesinden dolayı, yüksekokul sayılıp sayılamayacağı tartışılmıştır7. Dârülfünun
Tıp Fakültesi Muallimler Meclisi 1910 yılında Eczacılık Mektebini yüksekokul
saymış, Dişcilik'i saymamıştı8. Ancak daha sonra Dişçilik Mektcbiyie beraber
1
Bedri Kâmil,”Ziyaretler”, Sabah, 22Temmuz 1911.
Öğrenci alma şartları: Sabah, 27 Temmuz 1911, 21 Temmuz 1912.
2
“Fenn-i Velade tahsili”, Sabah, 10 Mart 1914.
3
Ergin, O., a.g.e. S.877-879.
Dr.Said Cemil, “Şam Mekteb-i Tıbbiyesi”; Yeni Tasvir-i Efkâr, 21 Temmuz 1909.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Temmuz 13.30, S. 720
5
“Selanik'te Tıbbiye Mektebi” Tanin, 15 Ağustos 1909.
6
“Eczacı Mektebi”, Sabah, 10 Mayıs 1911.
7
“Mekteb-i âli mi, değil mi”, Sabah, 6 Haziran 1911.
8
Sabah, 29 Mayıs 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 381 ~
yüksekokuldan sayılmışlardır1. Bu sırada okulun uygulanmayan resmî programı şu
idi2:
1. sınıf: Hikmet, Nebatat, Kimyayı Gayrî Uzvi ve Tahülatı, Mebhasü’s Sümum (Zehir
konuları).
2. sınıf: Kimyayı Uzvî ve Tahlili, Bakteriyoloji, Hıfzıssıhha, İlm-i Hayvanat.
3. sınıf: Müfredat-ı Tıp, Mebhasü's-Sümum, Kimyayı İspençiyari (Eczacılıkla ilgili) ve
Tahlilî ve Hayatî, Farmakoloji, Fenn-i İspençiyari.
1913'de yayınlanan Üniversite Talimatı'nda ise Okulun programı şu şekilde
belirleniyordu3:
1. sınıf: Hikmet-i Tabiiye, Kimyayı Gayrî Uzvî, Nebatat
2. sınıf: Kimyayı Uzvi, Hayvanat, Bakteriyoloji, Hıfzıssıhha
3. sınıf: Fenn-i İspençiyari, Kimyayı İspençiyari ve' Tahlili, Kimyayı Hayatî,
Müfredat-ı Tıp ve Mebhasü's-Sümum.
Okulun idaresi Dişçilik Okulu ile beraber olduğundan her ikisine de aynı şekilde
öğrenci alınıyordu4: Sultaniye, Dârüşşafaka, yedi yıllık idadi ve bu düzeydeki özel
okul mezunlarıyla bu derece bilgili olduklarını iddia edenler sınavla, tabip, eczacı,
dişçi ve cerrah diploması olanlar da sınavsız alınacaklardı. Ancak tabipler okulun 3,
eczacılar 2 ve dişçilerle cerrahlar da 1. sınıfına kaydolabileceklerdi.
2. Dişçilik Mekteb-i Âlisi: Sivil Tıbbiye'nin Tıp Fakültesi olarak Haydarpaşa'ya
taşınmasıyla boşalan binalarda 1909 yılında kurulmuştu. İlk önce öğretim seviyesi
gözetilmeden dişçilik öğrenmek isteyenler ve bir dişçinin yanında çırak olarak
çalışanlar birinci sınıfa, “permili dişçiler” denilen, Tıp Mektebi'nden izinli dişçiler
ikinci sınıfa alınmıştı. İlk yıllarda ciddî bir program uygulanmasına rağmen birinci
sınıftaki 62 kişiden yalnız üçü, ikinci sınıftakilerden de 15'i başarılı olabildi5. O
sırada Tıp Fakültesi Muallimler Meclisi kararınca Eczacılık Okulu yüksekokul
sayılmasına rağmen, bu sayılmadı. Maarif Nezareti de bunu kabul edip gerekli
1
Sabah, 23 Ağustos 1911.
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no,-293676.
2
Ergin, O., a.g.e., S.657.
3
Maarif-i Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, S.6.
4
“Eczacı ve Dişçilik Mekteb-i Âlileri” Sabah, 23 Temmuz 1912.
5
Ergin, O., a.g.e. S.1506.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 382 ~
yerlere duyurdu1. Daha sonra öğrenci alma şartları ve programı kesin olarak
belirlendi ve okul kendini yüksekokul saymaya başladı. Bazı yerler (askerlik
şubeleri) durumu Maarif Nezareti'ne sordular2. Bakanlık da buraya idadi
mezunlarının alındığına dayanarak yüksekokul sayılmasına karar verdi3.
Dişçilik Mekteb-i Âlisi'nin, 1913 Dârülfünun Talimatnamesi'ne göre ders programı
şöyle idi4:
1. yıl: Hikmet-i Tabiiye, Kimyayı Gayri Uzvî, Nebatat, Fenn-i Ensice, Protez.
2. yıl: İlm-i Teşrih-i Umûmi ve Hususi, Emraz-ı Umûmiye, Ameliyat-ı Sinniyye
(nazarî), Protez, Hayvanat, Kimyayı Uzvî, Seririyat-ı Mütenevvia-ı İsnan.
3. yıl: Fizyoloji-i Umûmî, Emraz-ı İsnan ve Femm, Ameliyat-ı Sinniyye (Amelî),
Bakteriyoloji, Hıfzıssıhha-ı Umumi, Müfredat-ı Tıp, Hıfzıssıhha-i İsnan.
4.2.5.1.3. ULUMU HUKUKİYE ŞUBESİ
Hukuk Mektebi açıldığı zaman “Dârülfünun'un bir şubesi” olarak açılmıştı. Ancak
Dârülfünun'un normal bir gelişme gösterememesi yüzünden İkinci Meşrûtiyet
dönemine kadar bağımsız bir okul olarak devam etti5.
İkinci Meşrûtiyet ilân edildiği zaman bu okulda 263 öğrenci vardı. Ancak çok kısa
bir zaman sonra öğrenci sayısı 2189'a çıktı. İlkokul öğretimi görmemiş olanlar bile
okula “dinleyici” olarak kaydoldular. Bunlardan bazıları daha sonra aslî öğrenciler
arasına alınmışlardır. Meşrûtiyetin ilânından hemen sonra okulun bir de geçici
programı yapıldı.
1909 yılında Okul, Dârülfünun'a katıldı ve “Hukuk Fakültesi” adını aldı. Artık her
gelen alınmamaya, 1908'de kaydolanlar sıkı bir sınavla elenmeye başladı. Öyle ki,
1909-1910 öğretim yılında Fakülte'nin öğrenci sayısı 1808'e düştü6. Fakülteye
yüksekokul, Sultani, yedi yıllık idadi mezunları sınavsız; bunlar bulunmazsa, diğer
1
“Dişçi Mektebi”, Sabah, 29 Mayıs 1910.
“Mekteb-i âli mi, değil mi?”, Sabah, 6 Haziran 1911
3
“Eczacı ve Dişçi Mektebi”, 23 Ağustos 1911.
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, No: 293676, 295217.
4
Maarif-i Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, S.67
5
Ergin, O., a.g.e, S.1085-1116.
6
a.g.e., S. 1115.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 383 ~
isteklilerden yatılı idadi mektepleri programına göre yapılan sınavı başaranlar
alınacaktı1.
1909 yılındaki önemli elemeye rağmen Hukuk Fakültesi'nin dinleyici (sâmiin)
öğrencileri gene de var oldu. Bu dinleyici topluluğuyla İhtiyat Sınıfı öğrencileri, o
zamanki Askere Alma Kânunu dolayısıyla devamlı kabarma eğilimi gösteriyordu.
İdare de çeşitli engellemelerle ve sınavlarla bunları elemeye çalışıyordu2.
1911 yılında Osmanlı Devleti'ndeki bütün Hukuk okullarını boykota sürükleyen
“doktora meselesi” ortaya çıktı. Abdülhamit devrinde Hukuk öğrencileri doktora
sınavına tabi tutuluyorlardı. Meşrûtiyetin ilânından sonra bu faydasız görülerek
kaldırıldı. Bir mebus, “Hukuk Mektebine giriş sınavlarını da, çıkış sınavlarını da
kaldırdılar. Bu Okulu kökünden mahvettiler” diyordu3.
Abdülhamit döneminin doktora sınavlarında öğrenci okulu bitirince dört yıl
boyunca okuduğu derslerden yeniden sınava giriyordu. Bu, öğrencilerin zihinlerini
çok yıpratıyor, diye 1908 yılında kaldırıldı. Yerine “Tez imtihanı” konuldu. Sonra bu
tez boşuna görüldüğünden kaldırıldı. Bakanlık doktora sınavlarını yeniden koydu.
Yalnız Emrullah Efendi eski doktora sistemini tanımadı. Hukuk Fakültesi* nden iki
türlü mezuniyet koydu: Mülazemet rüûsu (normal mezuniyet), müderrislik rüusu
(doktora sınavına girerek mezuniyet). Doktora sınavı için bazı önemli dersler
konacaktı. Ancak bu dersleri alanlar doktora sınavlarına girip mezun olacaklardı.
Bu hususta İsmail Hakkı, Abdurrahman Şeref ve Emrullah Efendi'nin Maarif nazırı
olduğu süre boyunca Hukuk okulları öğrencileriyle Bakanlık arasında şiddetli bir
mücâdele oldu.
Zaten Hukuk Okulu baştan beri yoğun bir düzensizliğin içinde bulunuyordu. 1910
yılında öğrenciler “Cemiyet-i Hususiye” adlı bir örgüt kurarak Okula yeni bir
program yapmış, “Bundan böyle Hukuk Mektebine Maarif Nezareti karışmasın”
diyerek Hukuk”ta bir nevi muhtariyet ilân etmişlerdi4.
Tablo 44) Mekteb-i Hukuk'un 1908 yılında yapılan geçici programı5
1
“Mekteb-i Hukuk”, Tanin, 15 Eylül 1909.
“Mekteb-i Hukuk Samiin talebesi”, Sabah, 4 Haziran 1910.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, S.2155.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1327, S.2153.
5
“Mekteb-i Hukukun Muvakkat Programı”, İkdam, 13 Ekim 1908.
“Dârülfünun ve Mekteb-i Hukuk muallimlerinin derslere göre isim listesi”, İkdam, 21 Ekim
1908.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 384 ~
DERSLER
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
Hukuk-u Düvel
Hukuk-u idare
îlm-i İktisat
llm-i Hukuk-u Ceza
Mukaddeme-i Ilm-i Hukuk
Hukuk-u Esasiye
Vesaya ve Feraiz
Kitatiü'n-Nikah
Usul-ü Muhakeme-i Cezaiye
Usul-ü Muhakeme-i Hukukiye
Ticaret-i Berriye
Tıcaret-i Bahriye
Usul-ü Fıkıh
Hukuk-u Hüsusiye-i Düvel
Hukuk-u Şahsiye-i Düvel
Kavanin-i Mâliye-i Osmaniye
Usul-ü Ceza
Sekk-i Adlî
Arazi Kânunu
Ahkâm-ı Evkaf
Tarih-i Hukuk-u Osmaniye
Toplam
I
4
2
2
2
3
1
1
15
II
4
2
2
1
1
1
1
3
15
III
-
IV
-
1
-
-
3
1
2
1
14
22
2
1
1
2
2
1
1
14
1911'de ise doktora sorunu Meclisle aktarılmış, Meclis-i Mebusan Encümen-i
Hususisi, Hukukta doktoraya gerek olmadığına karar vermiş, Nazır İsmail Hakkı Bey
ise bunda ısrar etmişti1. Yeni Bakan A. Şeref Bey nezdinde yapılan girişimler bir
sonuç vermeyince İstanbul, Selanik, Konya ve Bağdad Hukuk Mektebi öğrencileri
ayaklandılar, okulları terkettiler, çeşitli gösteriler yaptılar, akla gelebilecek her yere
başvurdular2. Bakanlık da bu arada sert bir mücâdeleye girişti. Öğrenciler, doktora
yerine bir “Tatbikat Mektebi” açılmasını istiyorlardı. Bakanlığın bunu kabul
etmemesi üzerine öğrenciler yumuşayarak yeni istekler hazırladılar. Bunlar;
doktoranın bazı derslerden ve seçmeli olması, doktorayı verecek öğrencilerin
dördüncü yıl sınavlarına zorunlu tutulmaması, doktoralarına bazı imtiyazlar
verilmesi, avukatlık yapmak isteyenlere dördüncü sınıftan itibaren izin verilmesi
v.s. idi.
1
2
“Doktora meselesi”. Sabah, 13 Mayıs 1911.
Sabah, 7,8,9,10,11,12,15 Nisan 1911.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 385 ~
Sorun, bütçe görüşmeleri sırasında da Meclis'te uzun uzun tartışıldı1. Ancak kesin
bir sonuca ulaşılamadı. Bakanlığın Hukuk Mektebi'nde yapmak istediği bazı
iyileştirmeler de başarılı olamadı. 1911'de, İzmir'de öğrencileri doktora sınavına
hazırlamak için bir “Dershane-i Hukuk” kurulmak islendi. Şûrayı Devlet'ten bu
hususta olumlu bir karar da çıkmasına en kurulamadı2.
1913 Dârülfünun Talimatnamesi'nde, Ulûm-u Hukukiye Şubesi'nin takımlar üzere
öğretim yapması kararlaştırılıyor; Hukuk-u Ceza, Hukuk-u Düvel, Ulûm-u Fıkhiye,
Ulûm-u İdariye ve İktisadiye takımlarıyla şu programın uygulanması isteniyordu3.
Tablo 45) Ulûm-u Hukukiye Şubesi'nin programı
Dersler
Süre (ay)
İktisat ve Mâliye
2
Hukuk-u Düvel
4
Hukuk-u İdare
4
Hukuk-u Esasiye
2
Mecelle
8
Usul-ü Muhakemat-ı Cezaiye
2
Kânûn-u Ceza
2
Vesaya ve Feraiz
2
Ticaret-i Berriye
4
Nikah
2
Usuİ-ü Muhakemat-ı Hukukiye ve İcra 2
Uhud
2
Usul-ü Fıkıh
4
Tatbikat-ı Hukukiye
2
Ticaret-i Bahriye
2
Hukuk-u Tasarrufiye-i Arazi ve Evkaf 2
Tatbikat-ı Cezaiye
2
1913 yılı sonlarında yapılan bir programda da Mekteb-i Hukuk'a yeni olarak
Felsefe-i Hukuk, Mukayese-i Kavanin, Roma Hukuku, Tarih-i Hukuk, Hukuk-u
Amme ve Tıp Kânûnu dersleri ekleniyordu. Ayrıca birinci yılda fazladan beş saat
Fransızca okutulması kararlaştırılıyordu4.
Taşra Hukuk Okulları: Abdülhamid'in yükseköğretimi vilâyetlere yayma
politikasının bir sonucu olarak 1907 yılında Bağdat, Konya ve Selanik’e birer Hukuk
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, S.2142-2156.
“Yeni bir Mekteb-i Hukuk”, Sabah, 27 Mayıs 1911
3
Kaynak: Maarif-i Umumiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, S.2.
4
“Mekteb-i Hukuk Programları”, Sabah, 3 Aralık 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 386 ~
Mektebi açılmıştı. Meşrûtiyetin ilânından sonra gerek basında gerek Meclis'te bu
okullara karşı bir tepki başladı. Bunların kapatılmaları istendi1; ama bunlar
kapatılamadı. Doğrudan Dârülfünun'a bağlı birer okul olarak çalışmalarına devam
ettiler. Ancak Balkan bozgunu dolayısıyla Selanik Hukuk Mektebi dağıldı. Bu
Okulun önce İzmir'de kurulması düşünüldü2. Ancak Bakanlık daha sonra bu okulun
Beyrut'a açılmasını kararlaştırdı3 ve okul 1913 Ekiminde Beyrut'ta açıldı4.
4.2.5.1.4. DÂRÜLFÜNUN İHTİYAT SINIFI
İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra, o zaman çok ilginç ve “ilerisi aydınlık” bir
meslek sağlayan Hukuk Mektebi'ne çok büyük bir “öğrenci” akını oldu. Gerek
öğrenci gerek dinleyici olarak 400-500 kişilik okula 1500-2000 kişi kaydoldu. Bu, ilk
başlarda hoş görülmeye çalışıldı. Ancak daha sonra bu işin böyle yürümeyeceği
anlaşıldığından, çeşitli tedbirler alındı. Sınavlarla alabildiğine elemeler yapıldı.
Bakanlık, Hukuk Fakültesi'ne gireceklerin idadi mezunu olmaları şartını getirdi.
Bunun üzerine pek çok öğrenci Bakanlığa şikâyete geldi. İkinci Abdülhamit
döneminde
okuyamadıklarından,
yükseköğrenim
haklarının
ellerinden
alınmamasından bahsettiler. O zamanki Bakan Emrullah Efendi de idadi öğretimi
olmayanlar ve medrese mezunları için Üniversiteye hazırlık sınıfı (“İhtiyat sınıfı”)
açtı5.
Özellikle Meclis'teki tartışmalar sırasında Maarif Nazırlığı yapmış kişilerin verdikleri
bilgilere göre “İhtiyat Sınıfı” başlangıçta bir yıl olarak düşünülmüştü. Emrullah
Efendi bu bir yılın yetmeyeceğini anlayınca, iki yıla çıkarmıştı6. Üstelik bu sınıf
başlangıçta yalnız medrese çıkışlıların Üniversiteye hazırlanması görevini
yüklenmişken, daha sonra yaşları ilerlemiş beş yıllık idadi mezunları, yedi yıllık
idadiyi bitiremeden ayrılmak zorunda kalanlar, İstanbul'da bazı meslek okullarına
devam eden öğrenciler, Hukuk Fakültesi'ne “dinleyici” sıfatıyla kaydolup, yapılan
eleme sınavlarını başaramıyanlar, öğretimi belirsiz kişiler, sanatkârler v.s. hep bu
sınıfa kaydolmuşlardır. İlk yıl 1500'den fazla başvuran olmuş ki, bunların 1000'den
fazlası medrese çıkışlılar imiş. Girişte bunları Arapça, Kitabet ve Hesap sınavlarına
1
Tanin, 31 Aralık 1908.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi. 26 Mayıs 1326, S.2152.
2
“İzmir'de Mekteb-i Hukuk”, Sabah, 30 Mart 1913
3
“Mekteb-i Hukuk”, Sabah, 15 Mayıs 1913.
“Selanik Mektebi Hukuku”, Tercüman-ı Hakikat, 20 Mayıs 1913.
4
“Beyrut Hukuk Mektebi”, Sabah, 22 Ekim 1913.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, S 21422143.
6
Türkiye, 21 Kasım 1910 (Önce “Hukuk Mektebi ihtiyat Sınıfı” olarak geçiyordu).
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 387 ~
alıp, başaranları bu sınıfa kaydetme şartı konmuştu. Hattâ Arapça sınavı bir çeşit
baraj gibi de tutulmuş ve böylece sivillerin çoğu alınmamıştı. Bir gazetenin
yazdığına göre başvuranların ancak 500 kadarının sınavı yapılabilmişti. Sınavsız
alınanlar da olmuştu1. Abdurrahman Şeref Bey'in verdiği bilgiye göre ilk yıl bu
sınıfa 860 kadar adam kaydedilmişti2.
İhtiyat sınıfları tâ baştan itibaren eleştirileri üzerine çekmiştir. Özellikle Meclis'te,
sırf bu yüzden Maarif Nâzırlarıyla Meclis arasında güvenoyu istemeye kadar giden
tartışmalar olmuştur. Bu sınıflara karşı çıkanlar Üniversiteye girmek için mutlaka
yedi yıllık idadi çıkışlı olmanın şart olduğunu, okul kaçkınları için Bakanlığın para
harcamamasını istiyorlardı. Onlara göre Emrullah Efendi teorik, felsefî esaslar
üzerinde duruyordu; acemi ve tecrübesiz idi. Medrese çıkışlılar da Üniversiteye
gitmek istiyorlarsa idadilere gitsinler. Yaşlılar için de ayrı bir idadi kurulsun. Boşo
Efendi, “yaptığınızı, Avrupa Üniversiteleri duyamasın”, diyordu3. İhtiyat sınıflarına
karşı çıkan bir başka grup da medrese çıkışlılar ve onların Meclis'teki temsilcileri
idi. Bunlar da İhtiyat sınıflarının iki yıl olmasını çok uzun buluyorlar, hattâ gereksiz
görüyorlardı. İcazeti alan medrese çıkışlıların iki-üç ayda Üniversite sınavlarına
hazırlanabileceklerini söylüyor, bunların doğrudan giriş sınavlarına alınmasını
istiyorlardı4.
Bunlara karşılık, Maarif Nazırlığı yapmış olan Emrullah Efendi, İsmail Hakkı
(Babanzâde) ve Abdurrahman Şeref Bey'ler bu sınıfları savunmuşlar; hem de iki yıl
olmasında direnmişlerdir.
Emrullah Efendi, İhtiyat Sınıflarını idadilerden daha yararlı bulduğunu belirtiyor, bu
sınıfların Avrupa'daki “cours d'adulte”lere benzediğini söylüyordu. Bu İhtiyat
Sınıflarında herkes gelip okuyabilirdi. Ancak bu sınıfların sınavları çok sıkı
tutulmalıydı. Emrullah Efendi “Fakülte demek, ihtiyar, serbestlik demektir”
diyordu. Üniversite'nin kapısı herkese açıktır. Bu sınıflanıl hatası varsa düzeltilir,
ama ortadan kaldırılamaz. Aslında Hazırlık Sınıflarını bütün herkese koymalıdır.
Çünkü “bizde idadilerden mezun olmak yolsuzdur”, idadiler yükseköğretim için
1
“Dârülfünun İhtiyat Sınıfı”, Türkiye, 15 Teşrinievvel 1326(23 Ekim 1910).
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 2 Teşrinisani 1327, S.327.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S.2157-2158.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Teşrinisani 1327, S.332.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S.2159.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 388 ~
temel bilgileri veremiyorlar. Ortaöğretim kemâle ulaşıncaya kadar “mahreç
sınıflarına muhtacız”. Yükseköğretim herkesin hakkıdır1.
Hazırlık sınıfları hakkında 1911 yılının bütçe görüşmeleri sırasında çok sert
tartışmalar olurken, iki yıl fazla görüldü ve ödeneği bir yıla indirildi. Bunun üzerine
Meclis-i Maarif birden ikiye geçemeyenlerin ve ikinci sınıfı bitirip de Üniversiteye
kaydolamayanların kayıtlarını silmeye karar verdi2. Daha sonra Maarif Nezareti'nin
Dârülfünun'a yazdığı bir yazıya göre, İhtiyat Sınıfında başarısız olan öğrenciler
arasında medrese öğrencileri varsa, bunlar bir kere daha Arapça sınavından
geçirilerek Ulûm-u Aliye-i Diniye Şubesi derslerini anlamaya yetmeyenler tekrar
idadilere geri yollanacaktı3. Meclis-i Maarif 7 Eylül 1911'de aldığı bir kararla, bu yıl
sonunda İhtiyat Sınıfından çıkanların Hukuk, Edebiyat ve Ulûm-u Âliye-i Diniye
şubelerine kabul edilmesini Dârülfünun'a duyurdu. Ancak Hukuk Fakültesi bunu
kabul etmeyerek, İhtiyat Sınıfı 1. yılı çıkışlıların bir yıl daha okumalarını istedi4.
Bundan sonra İhtiyat Sınıfı öğrencileri “ayaklandılar”. İhtiyat sınıfında bir yıl
okuyup mezun olan kişinin Dârülfünun'un bütün şubelerine alınmasını istediler.
“Meclis-i Mebusan kararına nasıl karşı gelinir”, dediler ve sorunu Meclis'e
çıkardılar. Bu arada Maarif Nezareti de 21 Ekim 1911 tarihli tezkiresinde, elindeki
bir yıllık İhtiyat Sınıfı ödeneğiyle bu sınıfların ikinci yılını açtığını, birinci yılı ödenek
olmadığından açmadığını belirtiyordu. Bunu yaparken de Meclis-i Maarifin “bir
senede tahsil-i idadinin ikmali mümkün olamaz” kararına dayandığını belirtiyordu.
Tezkire ikinci yıla devamın şart olduğunu, bir haftaya kadar devam etmeyenlerin
kayıtlarının silineceğini belirttikten sonra İhtiyat Sınıflarının lağvedilmesi
ihtimalinden de bahsediyordu5.
İhtiyat sınıfı birinci yıl çıkışlıların Hukuk Mektebi'ne alınmamaları üzerine,
öğrencilerin başvurusunu Meclis-i Mebusan Arzuhal Encümeni kabul etti6. Sorun
Meclis'e geldiğinde ise Maarif Nâzırı Abdurrahman Şeref Bey, geçen yıl bütçe
tartışmaları sırasında bunların bir yıl olmasını bilmeden kabul ettiğini, oysa
bunların programlarının iki yıla göre ayarlanmış olduğunu, öğrencilerin bu hususta
hiçbir başvurularını kabul etmediğini ve iki yıl okumaları gerektiğini söylediğini,
bunun üzerine de öğrencilerin sorunu Meclis'e getirdiklerini söyledi. Bu arada
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S- 2158 -2159.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Teşrinisani 1327, S.329-330.
2
“Tedrisat-ı âliye”, Sabah, 12 Haziran 1911.
3
“Dârülfünun”, Sabah, 14 Temmuz 1911.
4
M.S., “Maarif Nâzırı ittihat istiyor. Bir sene mi, iki sene mi?”, Sabah, 18 Kasım 1911.
5
“Dârülfünun ihtiyat Sınıfı”, Sabah, 22 Ekim 1911.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Teşrinisani 1327, S.266.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 389 ~
İsmail Hakkı Bey de, kendi Bakanlığı sırasında bunun iki yıl olması gerektiğini
anladığını belirtti1. Emrullah Efendi ise, bu konuda yeni bir Nizamname yapmak
gerektiğini ve bu sınıflara yalnız medrese çıkışlıları alarak, eskileri de sıkı bir
sınavdan geçirerek sorunun çözülmesini teklif etti2.
Meclis daha sonra Arzuhal Encümeninin mazbatasını kabul etti3. Bakan ise bu
karan uygulamayacağını belirtti ve öğrencilerin bir yıl daha okumalarını istedi.
Meclis'in 18 Kasım 1911 tarihinde yaptığı oturumda ise Bakan, eğitim işlerini
Mâliye Encümeninin idare edemeyeceğini, bu İhtiyat Sınıflarını Bağdad ve
Konya'ya da açmak için çalışmalar yaptığını, İhtiyat Sınıfının iki yıl olarak kabul
edilmemesi halinde istifa edeceğini bildirerek, güvenoyu istedi. Bu arada
tartışmalar bir genel eğitim sorunu haline getirildi. Okullarda namaz kılma
zorunluluğundan, Mekteb-i Sultani tatilinin niçin Pazar günü olduğuna kadar her
şey tartışıldı. Sonunda Bakanın desteklenmesini ve İhtiyat Sınıfının iki yıl olmasını
isteyen Genç Mebusu Mehmet Emin Efendi'nin önergesi kabul edildi4.
Buna rağmen İhtiyat Sınıfı lağvedildi ve yeni öğrenci kaydedilmedi. Ancak bunun
bıraktığı sorunlar bir süre daha Bakanlığı uğraştırdı5.
İkinci Meşrûtiyet döneminde Osmanlı Devleti'nin bir tek Dârülfünun'u vardı. 1910
yılında, Beyrut'ta bir Dârülfünun kurmak için pek çok çalışmalar yapıldı6, ama
kurulamadı. 1913 yılında da Maarif Nezareti Hicaz'a bir Dârülfünun kurulmasını
kararlaştırmış, çeşitli çalışmalar yapmış7, ancak bu da başarılamamıştır.
4.2.5.1.5. Dârülfünun hakkında sayısal bilgiler
Dârülfünun bölümleri arasında en çok öğrencisi olan Hukuk Mektebi idi Burası
1911'de 2800 öğrenciye, 1913'de 2841, 1914'de de 2201 öğrenciye sahipti8.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Teşrinisani 1327, S.327.
a.g e. S.329-330.
3
a.g.e. S.330-338.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5 Teşrinisani 1327, S.341-364.
5
Bazı belgeler: Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası: 294215, 295425, 306476.
“Ders Vekâleti’nin muamele-i nâlâyıkası”, Hedef, 16 Mart 1912.
6
“Beyrut'ta Dârülfünun”, Sabah, 8 Ocak 1910.
Bu çalışmalar 1913'de bile devam ediyordu. Başbakanlık Arşivi Bâbıâli Evrak Odası. 313863.
7
“Hicaz Dârülfünunu”, Sabah, 29, Ağustos 1913.
8
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kânunuevvel 1326, S.663.
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi,... İhsaiyat Mecmuası, S.74-75.
Eberhard, Ottor Bildungsweasen und Schulrelform in der neuen Türkei, Dresden
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 390 ~
Mezunları da bu derecede çoktu. 1909'da 1891, 1913'de 506, 1914'de de 189 kişi
mezun olmuştur. Bu rakamlara taşra Hukuk Okulları sayıları da eklenirse Osmanlı
Devleti’nde hukuk öğretiminin genişliği iyi anlaşılır.
Diğer şubelerin mezunları ise az idi. Meselâ 1911 yılında Ulûm-u Aliye-i Diniye
Şubesinden 11, Edebiyat Şubesinden de 44 kişi mezun olmuştu2. 1913 yılında ise
Seriye 54, Edebiye 30, Tabiiye 3, Riyaziyat 1, Tıp, Eczacı, Dişçi ve Şam Tıbbiyesi de
146 mezun vermişti3.
Dârülfünun'un 1914 yılındaki durumu da sayılarla şu şekilde gösterilebilir.
Dârülfünun'un çeşitli şubelerinde 3019 öğrenci ve 93 öğretim elemanı vardı.
Konya Hukuk Mektebi'nin 113 öğrenci ve 8 hocası; Beyrut Hukuk Mektebi'nin 65
öğrenci ve 14 hocası; Tıp Fakültesi'nin 592 öğrenci ve 89 hocası, Şam Tıbbiyesi'nin
54 öğrenci ve 15 hocası vardı. Eczacı ve Dişçilik yüksekokullarında da toplam 435
öğrenci ve 19 hoca görev yapıyordu.
4.2.5.2. DİĞER YÜKSEK OKULLAR
4.2.5.2.1. MEKTEB-İ MÜLKİYE
İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra Mülkiye'de ilk olarak Müdür değiştirilmiş,
ondan sonra da okula girişteki müsabaka sınavları kaldırılmıştı4. Öyle ki, İkinci
Abdülhamit döneminde konan bu sınavlarla okula her yıl en fazla 40 kişi alınırken,
bu sınavların kaldırılmasıyla 413 kişi birden alınmıştı5. Bu arada okulun adı da
“Mülkiye-i Şâhâne”den “Mekteb-i Mülkiye”ye çevrildi. Müdür Celâl Bey de 1913
yılına kadar yürürlükte kalacak olan bir program hazırlayıp uygulamaya başladı.
Değişen derslerle beraber eski öğretmenlerin de çoğu değişti6.
Okul 31 Mart olayları sonrasına kadar tamamen bir siyaset merkezi olmuş,
öğretmenlerin nutuklarına “Mekteb-i Mülkiye Mezunları İttihat ve Teavün
1916. S.23’de rakamlar biraz farklıdır.
Şehremaneti, 1330 Senesi İstanbul Belediyesi İhsaiyat Mecmuası, Dersaadet 1331,
S.126'da da keza.
1
Tanin, 9 Eylül 1909.
2
Sabah, 14,15 Ağustos 1911.
3
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ... İhsaiyat Mecmuası, S.74-75.
4
Ali Kemal, “Mekteb-i Mülkiye”, İkdam, 7 Eylül 1908.
5
Çankaya, A.H., Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler I, Ankara 1954, S.82-84.
6
a.g.e. S.86-87.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 391 ~
Cemiyeti”nin çalışmaları da katılmıştır. Okul, ancak 31 Mart olaylarının
yatıştırılmasından sonra normal düzenine girdi.
1909-1910 öğretim yılı başlarında Mülkiye'nin Dârülfünun’a bağlanıp
bağlanmaması hususunda iki grup çekişti. Sonunda Okul, Dârülfünun'un bir şubesi
haline getirildi. Bu, okulun disiplinini tamamen ortadan kaldırdı. Bu arada okulu,
Paris “Ecole des Sciences Politique et Morales” okulunu örnek alarak yeniden
düzenlemek isteyen grup faaliyetlerine devam etti. Meclis'teki bütçe tartışmaları
sırasında okulun siyasî, mâlî ve mülkî olmak üzere üç şubeye ayrılması önerildi. Bir
başka grup da Mülkiye ve Hukuk Mekteplerini birleştirmeyi teklif etti1.
Tablo 46) Mekteb-i Mülkiye programı (1908)2
Dersler
Hikmet-i Hukuk-u İslâm iye
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye
Usul-ü İdare
İlm-i İktisat
Usul-ü Mâliye
Edebiyat-ı Osmaniye
Hukuk-u Düvel
Hukuk-u Hususiye-i Düvel
Düvel-i Selâse Kânûn-u Esasileri Tarihi
Devlet-i Osmaniye Tarih-i Siyâsi ve İdarisi
Tarih-i Siyâsî
Kavanin-i Ticariye
Kavanin-i Araziye
Hukuk-u Esasiye ve Umûmiye
Coğrafyayı İktisadî
Etnografya
İstatistik
Fransızca Mükatebât-i Düveliye
Mükatebât-ı Resmiye
Elsine (Arapça, Fransızca, Almanca,
İngilizce
Toplam
l.yıl
2
1
2
2
2
1
1
2
2
2
2
1
6
2.yıl
2
1
2
1
2
1
2
1
1
1
2
1
2
-
3.yıl
2
1
2
1
2
1
2
1
1
1
2
1
5
26
24
22
Okulun eskiden olduğu gibi gene bağımsız olarak Maarif Nezareti'ne bağlanmasını
isteyenler, aynı zamanda Okulun yatılılığının da geri verilmesini istiyorlardı.
Emrullah Efendi de bunlara karşı, yüksekokulların yatılı olamayacağını, Mülkiye'nin
1
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, S.2154.
İkdam, 6 Kasım 1908. Çankaya, Ali, a.g e. S.85-86
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 392 ~
yatılılığının bu yüzden kaldırıldığını belirtiyor, bağımsız olduğunu, ancak
Dârülfünun’la bazı bina karışıklıklarının bulunduğunu belirtiyordu. Mülkiye
Müdürünün aynı zamanda Dârülfünun Müdürü olması da iki kurum arasında bir
başka karışık nokta idi1.
Emrullah Efendi'nin Mülkiye'yi, Ecole des Sciences Politigues et Morales’in beş
şubesinden üçünü alarak yeniden düzenleme tasarıları ancak 1913 yılında
gerçekleştirilebildi.
Okulun kuruluş sistemi ve programı hususunda ta başlangıçtan ben öğrencilerinin
de bazı istek ve tasarıları vardı. Okul, hâlâ 1893 tarihli Yönetmeliğe göre idare
ediliyordu.
1912 yılında Okula gene ikinci Abdülhamit döneminde olduğu gibi Sultaniye, yedi
yıllık idadiye ve dengi okul çıkışlılardan 40 kişinin alınacağı açıklandı2. Oysa 1911
yılında Okula 100 kişi alınıyor, ancak Okuldan çıkarken dereceye giren ilk 40 kişi
“Mekteb-i Mülkiye Nizamnamesi”nden yararlanacaktı3. Nizamnamenin
“mezunların maaş ve terfileri” hakkındaki maddesi de İkinci Meşrûtiyet
döneminde değiştirilmişti4.
1912 yılında Mülkiye'nin Paris'teki Siyasal Bilimler Okulu örneğinde şubelere
ayrılması gene revaç bulmaya başladı. Bu işle önce Dâhiliye Nezareti ilgilendi5.
Sonra 1913 Ekiminde Dâhiliye, Hariciye ve Maarif Nezaretleri arasında, okulun
programlarının ıslah edilmesi için üç kişilik bir Komisyon kuruldu6. Komisyon Kasım
ayında bir rapor hazırlayıp ilgili yerlere sundu. Bu rapora göre okula bir yıl daha
ekleniyor, dört sınıf oluyordu. Bunun ilk iki yılı ortak olarak okunacak, 3 ve 4.
yıllarda ise siyasî, mâlî ve idarî şubelere ayrılacaklardı. Rapor, ayrıca Okulun tekrar
yatılı olması gerektiğini de belirtiyordu7.
Bakanlık bu Raporda belirtilen hususları hemen uygulamaya başladı. Okul tekrar
yatılı hale getirilerek Dârülfünun binasından ayrıldı. Yeni sınıf sistemlerine göre ilk
iki yıl ortak, son iki yıl da üç şubeye göre ayrıntılı ders programları yapıldı8.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 27 Mayıs 1326, S.2161-2164.
“Mekteb-i Mülkiye-i Şahaneye Kabul Şeraiti”, Sabah, 2 Mayıs 1912,20 Temmuz 1912.
3
Sabah, 10 Mayıs 1911.
4
Takvim-i Vekayi, 21 Eylül 1326.
5
Ahmet Agayef, “Mekteb-i Mülkiye”, Tercüman-ı Hakikat, 11 Temmuz 1912.
6
“Mekteb-i Mülkiye Programları”, Sabah, 15 Ekim 1913.
7
“Mülkiye Mektebi”, Sabah, 7 Kasım 1913.
8
Programlar: Çankaya, Ali. a.g.e. S.93-95.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 393 ~
Hükümet, Okulun yatılılığı hakkındaki yasa tasarısını, yatılılık uygulamasına
başladıktan 5-6 ay sonra Meclise sundu. Mecliste çok uzun tartışmalar oldu1. Bu
arada Okulun lağvı ve tekrar Dârülfünuna bağlanması bile teklif edildi. Meclis
genellikle “leylî”liğe karşı idi, ama Okul Müdürü oylama yaptırmadan meseleyi
kapattırdı2. Ne var ki Okul 1915 yılında Mecliste kapatılmasını isteyenlerce
kapattırıldı3.
Okulun normal öğrenci sayısı, İkinci Meşrûtiyet döneminde büyük dalgalanmalara
uğradı. Baştan sınavsız olarak 400'den fazla öğrenci alınması, sonra sınavla 100
öğrenci alınması gibi sıçramalardan sonra 1912’de tekrar 40 öğrenci alınmaya
başlanmıştı. Okuldan 1909 yılında 44 kişi mezun olurken4, 1911 yılında 219 kişi
mezun oluyordu5. Mezunların sayısı 1912 yılında 27'ye düşüyordu6. Bundan sonra
sonra Okulun öğrenci sayısı gene normal seviyeye inmiştir. 1913'de 163, 1914'de
de 102 öğrenci vardı. Okuldan mezun olanlar ise 1913'de45, 1914'de ise 41 idi7.
4.2.5.2.2. MÜHENDİS MEKTEBİ
Mühendis Mektebi, 1884'de açılan “Hendese-i Mülkiye Mektebi”nin İkinci
Meşrûtiyet dönemindeki devamıdır.
İkinci Meşrûtiyet ilân edildiğinde Hendese-i Mülkiye Mektebi, Mühendishane-i
Berrî-i Hümâyûn'a bağlı olarak, askerî bir yönetim altındaydı8. Okulun havası ve
gıdası çok bozuktu. Ticaret ve Nafıa Nezareti, Bakanlar Kuruluna verdiği bir
tasarıda bu Okulun kendisine bağlanmasını istiyordu9. Bakanlar Kurulu bu öneriyi
kabul etti ve Okulun adını da -Avrupa'da olduğu gibi- “Mühendis Mektebi” olarak
değiştirdi10. Bu irade-i seniyeye rağmen Okul, 1909 yılında da askerî okullar
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5 Haziran 1330, S. 298-302; 6 Haziran 1330, S.307-327.
M.S., “Mekteb-i Mülkiye ve Leylî Mektepler”, Sabah, 21 Haziran 1914.
3
Çankaya, Ali, ag.e., S. 150.
4
Tanin, 22 Ağustos 1909.
5
Sabah, 29 Temmuz 1911,14 Ağustos 1911.
6
Hakk, 19 Temmuz 1912.
7
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası, S 74-78.
8
Ergin, O,. a.g.e. S, 1151-1161.
9
“Hendese-i Mülkiye Mektebi”, Tanin, 12 Kasım 1908.
10
“Hendese-i Mülkiye Mektebi'nin Tophane Nezareti'nden Nafia Nezareti’ne ilhakı
Hakkında irade-i Seniye”, Düstur, cilt I (ikinci tertib), S.104-105.
“Hendese-i Mülkiye Mektebi”, Tanin, 2 Aralık 1908
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 394 ~
statüsünde kaldı. Okula alınacak 30 öğrencinin yarışma sınavları askerî okullarla
beraber yapıldı1. Zaten öğretmenlerin çoğu da askerlerdendi2.
Okul 1910 yılında tamamen Nafia Nezareti'ne bağlanmış ve eski binası çok kötü
olduğundan; derhal yeni bir bina aranmaya başlanmıştır3. Ancak Okulun yatılı
olması, bina sorununu uzun zaman çözememesine neden olmuştur. Bu arada,
makine mühendisleri ihtiyacını karşılamak için bu Okulda bir Makine Mühendisliği
Şubesi açma çabaları başlamıştır4. Okulun üç sınıfı idadi, kalan 4 sınıfı da yüksek
derecede idi. Genellikle inşaat üzerinde duran Okulda 1910 yılında 170 öğrenci
vardı5. Gene 1910 yılında. Okul gündüzlü hale getirildi ve idadi sınıfları bırakıldı.
İdadi ve dengi okul mezunları önce İhtiyat Sınıfına alınacak, ondan sonra 5 yıl
öğretim göreceklerdi. Ayrıca doğrudan birinci sınıfa girmek isteyenler için biraz
daha zorca, ayrı bir sınav düzenlenmişti. Okulun 1. sınıf sınavını verenlerin
doğrudan 2. sınıfa alınabilmeleri da söz konusu idi. Okul, 1910 yılında İhtiyat
Sınıfına 80,1. sınıfa da 60 öğrenci alacaktı6.
1911 yılında 600 öğrencilik yeni Mühendis Mektebi'nin Gedik Paşa'da yapılması
kararlaştırıldı ve toprak hafriyatına başlandı7. Okulun asıl öğretim süresi 5 yıldan 4
yıla indirildi. Ayrıca daha önce var olan “Turuk ve Maabir Şubeleri”ne bir de
“Mimarî Şubesi” eklendi. İhtiyat Sınıfına beş yıllık idadi ve dengi özel okul çıkışlılar,
1. sınıfa da yedi yıllık idadi ve dengi özel okul çıkışlılar alınıyordu. Okulun İhtiyat
Sınıfına 80, 1. sınıfına da 40 öğrenci alınıyordu. Ayrıca yarışma sınavlarında ilk 31
dereceyi alanlar yatılı, diğerleri gündüzlü olarak kaydediliyordu8.
Okul 1911 'den itibaren uygulamalı eğitime de büyük önem vermiştir. 1, 2 ve 3.
sınıf öğrencileri yazın bir ay inşaat yerlerinde çalışmaya ve rapor vermeye, son sınıf
öğrencileri de bir ay süre ile Avrupa'daki önemli binaları inceleyip rapor vermeye
1
“Hendese-i Mülkiye Mektebi”, Tanin, 19 Ekim 1909.
Yusuf Razi, “Hendese-i Mülkiye Mektebi”, Sabah, 26 Aralık 1909.
3
“Mühendis Mektebi”, Tanin, 20 Şubat 1910.
4
“Makine Mühendisi Mektebi”, Tanin, 27 Mart 1910.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (Bütçe müzakerelerinde), 1 Haziran 1326, S.22552256,2324,2341.
6
“Mühendis Mektebine Kayıt ve Kabul Şeraiti”, Sabah; 14 Ağustos 1910.
“Mühendis Mektebi ıslahatı”, Sabah, 18 Ağustos 1910.
7
“Mühendis Mektebi”, Sabah, 2 Haziran 1911.
8
“Mühendis Mektebi”, Sabah, 28 Haziran 1911, 29 Temmuz 1911.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 395 ~
gönderilmiştir. 1911'de yapılan plânlara göre ilerde okula yeni şubeler açılacak,
yatılı öğrenciler 150'ye, toplam öğrenciler de 340'a çıkartılacaktı1.
Mühendis Mektebi'nden çıkanların büyük bir çoğunluğu Hicaz Demiryolunda
çalışıyordu. Okul bir yandan yeni âletler alıp, Avrupa'ya öğrenci gönderir,
Avrupa'dan öğretmen getirtirken; Okulun bağlı olacağı Bakanlık, Meclis-i
Mebusan'da hâlâ tartışılmaktaydı2.
Okulun öğretim süresi 1912 yılında, bir yıllık İhtiyat Sınıfından sonra Turuk ve
Maabir Şubesi için 5, Mimar-Mühendis Şubesi için de 4 yıl olarak belirlendi3. Turuk
Turuk ve Maabir Şubesine hem yatılı hem gündüzlü öğrenci alınabilmesine
rağmen, Mimar Mühendis Şubesine yalnız gündüzlü öğrenci alınıyordu. 1913
yılında olağanüstü durum dolayısıyla okula alınan öğrenci sayısı 25'e indirildi4.
Zaten yeri çok kötü olan Okul, Balkan Savaşı sırasında hastahane yapıldı. Ancak
Savaş bitip de öğretim başladığında Okulda bulaşıcı hastalık çıktı ve kapatıldı. Bu
arada öğretmen ve öğrenciler harekete geçtiler, basın da bu Okulun durumu
hakkında yoğun bir şekilde yayına başladı. Bakanlık öğretmen ve öğrencileri
şiddetli bir şekilde cezalandırdı. Avrupa'dan bir “Ders Nazırı” getirterek, ona geniş
yetkiler vermeyi kararlaştırdı5. Bu arada Okul Fındıklı'da başka bir binaya kiracı
olarak taşındı (1914).
Okulun sayısal durumu hakkında elimizde sağlam rakamlar yoktur. Gazete
haberlerinden anlaşıldığına göre Mühendis Mektebi'nden 1910 yılında (1325-26)
11, 1911'de (1326-27) 23, 1913 yılında 12 kişi mezun olmuşlu6.
4.2.5.2.3. POSTA VE TELGRAF MEKTEB-İ ÂLİSİ
Türkiye'de Posta ve Telgraf memurları yetiştirmek amacıyla ilk okul 1867'de
açılmıştı (“Telgraf Mektebi”). Öğretim süresi üç yıl olarak belirlenen bu okulun
öğrencileri “93 Savaşı”nda cepheye gittiklerinden, Okul kapandı7.
1
“Mühendis Mektebi”, Sabah, 10 Ağustos 1911.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 28 Nisan 1327, S.2873; 30 Nisan 1327. S.29132920.
3
“Mühendis Mektebi”, Hakk, 15 Mayıs 1912; Tercüman-ı Hakikat, 9 Temmuz 1912.
4
“Mühendis Mektebi”, Sabah, 11 Temmuz 1913.
5
“Mühendis Mektebi”, Sabah, 18 Ekim 1913, 19 Kasım 1914.
6
Tanin, 16 Şubat 1911, 16 Kasım 1911; Sabah, 14 Temmuz 1911, 18 Temmuz 1913.
7
“Telgraf Mektepleri ve Tedrisatı”. Posta ve Telgraf Mecmuası, 14/166 (1330), S.1951.
Ergin, O., a.g e. S.620-626
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 396 ~
Savaştan sonra yeni bir okul açılmayıp, 1881 yılında Dârüşşafaka son sınıfa elektrik
ve telgraf dersleri konarak memur ve teknisyen ihtiyacı buradan karşılandı. Bu
arada Paris Yüksek Telgraf Okulu'na da her yıl ikişer öğrenci yollanmaya başlandı1.
İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra, Dârüşşafaka mezunlarının her türlü itirazlarına
rağmen Posta ve Telgraf Nezareti, “Posta ve Telgraf Mekteb-i Âlisi” adlı bir okul
açtı2. 1909'da açılan bu Okul; orta ve yüksek olmak üzere iki kısımdı. Orta kısma
rüşdiye mezunlarından 10 kişi alınmış ikisi terketmiş, yüksek kısma da telgraf
memurlarından üç kişi alınmış biri terketmişti. Yani, Okulda toplam 10 öğrenci
vardı. Aynı zamanda okulda 10 ders, 10 tane de öğretmen vardı. Okula ilk yıl istek
az olduğundan, 1910 bütçe konuşmaları sırasında bu Okul üzerine çok tartışmalar
oldu. Bizde idadilerin de ilk açıldıklarında bazı sınıflarının ilgisizlikten kapatıldığı,
bazı, okulların tümden kapatılmak tehlikesiyle karşı karşıya geldiği belirtilerek,
Okulun ödeneği güçlükle kabul ettirilebildi3.
Meclis'te 1911 bütçe konuşmaları sırasında da aynı tartışmalar devam etti. Okul,
Dârüşşafakalıların bazı imtiyazlar istemesi üzerine açılmıştı. Başlangıçta okula hiç
öğrenci bulunamamış, 200'er kuruş maaşla Dârülfünun Riyaziyat Şubesinden
öğrenci istenmiş, Riyaziyat öğrencileri de bu paranın 600 kuruşa çıkartılmasını
istemişlerdi. Bunun üzerine 200 kuruş maaşla Dârüşşafaka öğrencilerine
başvurulmuş; bunlardan da ancak üç kişi kabul etmiş, üstelik bunlardan biri de
Avrupa'ya gidince iki öğrenci kalmış ve o yıl Okulun yüksek kısmı açılmamıştı.
Bakanlık yetkililerine göre ise okulun orta kısmına geçen yıl 24 memur kaydolmuş,
yıl sonunda bunların ancak 11'i sınava girmiş ve 8'i diploma almıştı. Yetkililer bu yıl
orta kısma 58 öğrenci aldıklarını belirtiyordu. Mebuslar ise bunun bir oyun
olduğunu, bütçe konuşmaları sırasında ödeneğin kabul ettirilebilmesi için bazı
memurların öğrenci gibi okula kaydedildiğini, sonra geri dağıtıldığını iddia
ediyorlardı. Mebuslar aynı zamanda bunun, Bakanlığın bazı yüksek dereceli
memurlarına fazla öğretmen parası vermek için düzenlenmiş bir “oyun” olduğunu
söyleyip aynı ödenekle Avrupa'ya öğrenci gönderilmesini istediler. Okulun lağvı
hakkında önergeler de verilmesine rağmen, ödenek gene kabul edildi4.
Bakanlık daha sonra okulun yüksek kısmına öğrenci alınacağı, iki yıllık bir
öğretimden sonra 600 kuruş maaşla memur olacakları ve bazılarının Avrupa'ya
1
a.g.e. S. 1952.
“Telgraf Mektebi”, Tanin, 31 Ocak 1909.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 8 Mayıs 1326, S.1802-1803.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Nisan 1327, S.2337 2354.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 4 Nisan 1327, S.2357-2365.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 397 ~
gönderilecekleri gibi vaadlerle bir ilân verdiler1. Gazetelerde 1912, 1913, 1914
yıllarında öğrenci alma ilânlarından anlaşıldığına göre, okulun yüksek kısmına 1727 yaşlan arasında ilanı mezunu 10 kişi alınıyordu2. Okulun yüksek sınıflarında
10'ar öğrenci ayda 400'er kuruş da maaş alıyorlardı3.
4.2.5.2.4. TİCARET MEKTEB-İ ÂLİSİ
Türk Eğitim Tarihinde en son kurulan okullardan bir tanesidir. Bu Okulun kurulması
için birçok kez girişimlerde bulunulmuş, ancak 1894’te yapılan beşinci girişimle
devamlı bir Ticaret Okuluna sahip olunabilmişti4.
Buna rağmen İkinci Meşrûtiyet ilân edildiğinde Okulun birçok eksiklikleri vardı5.
Bunun için hemen ıslahat çalışmalarına girişildi; ilk önce programa “İhsaiyat ve
“Usul-ü Mâliye” dersleri eklendi. Programa İngilizce ve Almanca dersi de konularak
bunlardan birisinin öğrenci tarafından seçilip okutulması zorunlu tutuldu. Aynı
zamanda bir Komisyon kurularak okulun Nizamnamesi hazırlatılıp yürürlüğe
konuldu. Bu Komisyonun, Avrupa Ticaret Okulları programları ve ülke çıkarlarını
gözönüne alarak hazırladığı program kabul edildi ve uygulamaya konuldu. Bu
programda Hesabat-ı Ticariye, Usul-u Muhasebe, Ticaretgâh İdaresi, Coğrafya-L
Ticarî, Emtia-ı Ticariye, Fransızca, İngilizce ve Almanca derslerinin saatleri artırıldı.
Yeni olarak Hukuk-u Medeniye, Stenografi ve Daktilografi dersleri kondu. Tahlilî
Kimya, Hikmet, Emtia ve Ticaretgâh İdaresi dersleri uygulamalı olarak
gösterilmeye başlandı. 3. sınıftaki Usul-ü Defteri, Ticaretgâh İdaresi; İhsaiyat; 2.
sınıftaki Emtia ve 1. sınıftaki Coğrafya-i Ticarî ve Emtia derslerinin Fransızca
okutulması kararlaştırıldı. Birçok yeni ders araçları getirildi. Öğretim yılı sonunda
öğrenciye çeşitli ticarî kurumları gezme usulü konuldu. Bütün bunlar 19091910'dan itibaren uygulanmaya başlandı61.
Meşrûtiyetin ilânından önce adı “Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlisi” olan Okulun,
1909'dan sonra “Hamidiye” unvanı kaldırılmıştı. Üç yıllık bir okuldu. Okula giriş
yaşı ilk önceleri 16-25 olarak sınırlanmışken, bu daha sonraki yıllarda 16-23,1620,17-25 olarak değiştirildi. Sultani, Dârüşşafaka ve yedi yıllık idadilerle dengi okul
mezunları sınavsız, diğerleri sınavla almıyordu. Ayrıca yüksekokul mezunları da
1
“Posta ve Telgraf Mektebi”, Sabah, 4 Ağustos, 29 Eylül 1911.
“Posta Telgraf Mektebi Âlisi”, Sabah, 18 Aralık 1912, 24 Ekim 1913, 30 Eylül 1914.
3
Posta ve Telgaf Mecmuası, 14/166 (1330), S.1952.
4
Ergin, O., a.g.s. S.1131-1144.
5
Mehmet Cavit, “Tedrisat-ı Ticariye”, İkdam, 21,29 Eylûl 1908; 5,25 Ekim 1908.
6
Ergin,O., a.g.e. S.1145-1146.
“Ticaret Mektebinde”, Tanin, 3 Kasım 1908.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 398 ~
sınavsız ve öncelikle alınıyordu. Her yıl 60 öğrencinin alındığı birinci sınıfta bazı
dersler Fransızca okutulduğundan, Fransızca bilgisine ayn bir özen gösteriliyordu1.
İkinci Meşrûtiyetten önce bu okulda sabahlan 2-3 saat ders gösteriliyordu. Daimî
öğretmenleri yoktu; öğretmenler derslerini verir giderlerdi. Meşrûtiyetin getirdiği
en büyük yeniliklerden biri okulda tam gün öğretim yaptınlması (günde 5 saat) ve
öğretmenlerin maaşlarının ders saatlerine bağlanması oldu.
1910 yılında yapılan önemli değişiklikler sırasında Okulun iki şubesinden biri
kaldırılarak tek şubeye indirildi. Çünkü üç yıllık okulun ancak 57 (bazı mebuslara
göre 29) öğrencisi vardı ve öğretim derecesi de idadi düzeyinin bile altındaydı2.
Okulda sürekli değişiklikler yapılmasına rağmen gene de Rum, Ermeni ve Yabancı
Ticaret Okulları seviyesine çıkamadı. Buradan çıkanların iş bulabilmeleri büyük bir
sorun oluyordu.
Bakanlık, Okulu daha sağlam esaslar üzerine oturtmak için 1913 yılında yeni bir
Nizamname yayınladı3. Ayrıca 1914 yılında halk için de parasız “Serbest Ticaret
Dersleri” açtı. İlkokul mezunlarına sabahları birer saat ders gösterilecek, beş ay
sonra yapılan sınavı başaranlar “Devre-i İntihaiye” denilen ikinci kısma geçip orada
da bazı dersleri okuduktan sonra mezun olacaklardı4. Okulda 1913 yılında 77, 1914
1914 yılında da 57 öğrenci vardı5.
4.2.5.2.5. TEVSÎ-İ TİCARET-İ BAHRİYE
MİLLÎ KAPUTAN VE ÇARKÇI MEKTEB-İ ÂLÎSİ
Osmanlı Devleti'nde Kaptan yetiştirmek için ilk okul 1870 yılında açılmıştı. Daha
sonra 1884'de Bahriye Mektebi içinde bir Kaptan Mektebi açılmış, ancak bu 1907
yılında kapatılmıştı6.
1
“Ticaret Mekteb-i Âlisi”, Tanin, 22 Ağustos 1909.
Sabah, 26 Temmuz 1911,1 Haziran 1912.
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S.2171-2172.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 9 Mayıs 1327, S.3156-3157.
3
“Ticaret Mektebi Nizamnamesi”, Düstur, 2.tertip, cilt 6, S.75-76.
Okul 18 Mart 1911’de Sanayi Mektebi Nezaretine, 10 Nisan 1911'de de Sanayi Mektebi ile
beraber Maarif Nezaretine bağlanmıştı (Başbakanlık Arşivi, Bâbıâli Evrak Odası:
290131,291112.)
4
“Ticaret Mektebi”, Sabah, 11 Ekim 1914.
5
Maarifi Umûmiye Nezareti ihsaiyat Kalemi, ...ihsaiyat Mecmuası, S.77-78.
6
Ergin, O., a.g.e S.664-665.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 399 ~
İkinci Meşrûtiyetten sonra “Tevsi-i Ticaret-i Bahriye-i Osmaniye Cemiyeti”, 7 Şubat
1910 yılında “Millî Kaputan ve Çarkçı Mektebi” adıyla özel bir kaptan okulu açtı1.
Müdür Hamit Naci Bey tarafından geliştirilmesine büyük bir önem verilen okulun
resmî izni açıldıktan çok sonra alındı2.
Okul kaptan ve çarkçılar çıkartıyordu. Öğretim süresi dört yıldı. 1914 yılında 19
kaptan ve 18 çarkçı mezun etmişti. 1913 yılında 77, 1914’de ise 70 öğrencisi
vardı3. Okulun ders programı Bahriye Nezaretince onaylanıyordu ve mezuniyet
sınavlarında o Bakanlıktan gözcüler bulunuyordu. Bunlar ancak böylece Osmanlı
sancağı taşıyan gemilerde kaptanlık ve çarkçılık yapabiliyorlardı4.
4.2.5.2.6. BÖLGE YÜKSEK ZİRAAT OKULLARI
(Mıntıka Ziraat Mekâtib-i Âliyesi)
“Tedrisat-ı Ziraiye Nizamnamesi”ne göre5 Osmanlı ülkesinin her ziraî bölgesinde
bir tane açılması düşünülen bu yüksekokullardan yalnız Halkalı'da ve Selanik'te
vardı. Bu okulların amacı, büyük çiftlikleri idare edebilecek ziraat fenni erbabı,
memurlar ve ziraat okullarına öğretmen yetiştirmek idi. Hem amelî hem nazarî
öğretim yapılacaktı.
Yüksek ziraat okullarının öğretim süresi, bir yılı idadi olmak üzere dört yıl idi.
Parasız yatılı, paralı yatılı ve gündüzlü öğrencilerin yanısıra dinleyiciler de
alınıyordu. Çok bilgili olanlar idadi kısmının sınavını verip doğrudan yüksek kısma
başlayabiliyorlardı. Okul programları çevrenin ihtiyaçlarına göre Öğretim Kurulu
tarafından düzenlenip, Bakanlıkça onaylanıyordu. Okulda, her dersin
uygulamalarını o dersin “muallim muavinleri” yaptırıyordu.
4.2.5.2.6.1. HALKALI ZİRAAT MEKTEB-İ ÂLİSİ
1886-1889 arasında kurulduğu tahmin edilen6 Halkalı Ziraat Mektebi, tarım
eğitiminin yanısıra, orman ve veterinerlik eğitimi de yapıyordu. İkinci Meşrûtiyetin
ilânından sonra yüksekokul haline getirilmişti. Okulun ders programının günün
ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi için 25 Ağustos 1909'da Ziraat Heyet-i
1
“Ticareti Bahriye Kaputan ve Çarkçı Mektebi”, Tanin, 8 Şubat 1910. Ergin, O., a.g.e.
s.665'de 1909’da açıldığını yazıyor.
2
“Millî bir mektebi mühim”, Sabah, 10 Mayıs 1910. Başbakanlık Arşivi, İrade-i Maarif,
1328, Ca 5.
3
“Millî Kaputan ve Çarkçı Mektebi”, Sabah, 18 Temmuz 1314.
4
“Mülazım Kaputan ve Çarkçılar Hakkında Kânun”, Takvim-i Vekayi, 19 Ağustos 1330.
5
“Tedrisat-ı Ziraiye Nizamnamesi”, Düstur, ll.tertib c.4, S.95-111.
6
Ergin, O, a.g.e. S 569.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 400 ~
Fenniyesi tarafından, okul müdür ve öğretmenlerinin de katıldığı bir toplantı
yapılmıştır1.
Okul dört yıllık bir okuldu. 17-22 yaşları arasında idadi mezunu veya o derecede
bilgili olanları yarışma sınavları ile alıyordu. Yatılı ve gündüzlü öğrenci alıp
gündüzlülerden yılda 25'er lira yiyecek ve giyecek parası alınıyordu. Ayrıca Ziraat
ve Ziraat Ameliyat Okullarını birinci ve ikinci olarak bitirenler, Bakanlığın
belirleyeceği bir ziraat yüksekokuluna parasız alınıyorlardı2.
Okul 1914'de sıkıntılı günler geçirdi. Ziraat ve Ticaret Bakanları, yanlarında birer
Heyetle 5 Şubat 1914'de toplanarak bu Okulun ıslah ve tensikini görüştüler3. Basın
bu Okulun çok masraflı olduğunu, oysa yılda ancak 20-25 öğrenci çıkardığını ve
halka yararsız olduğunu belirterek, bu okulun ödeneği ile Avrupa'ya öğrenci
gönderilmesini ve okulun lağvedilmesini istiyordu4. Bu eskiden beri bütçe
tartışmalarında bazı mebuslar tarafından tekrarlanan bir istek idi. Çünkü burada tâ
kurulduğundan beri bazı Bakanlık mensupları ders veriyorlardı5. Suçlama ve
kapatılma isteklerine karşı Ziraat Umûm Müdürü ise okulun teşkilât ve malzeme
yönünden çok mükemmel olduğunu ve yetişen öğrencilerin de istenilen düzeyde
olduğunu belirtiyordu6. Bütün çabalara rağmen Birinci Dünya Savaşı çıkınca okul
kapatıldı. Okuldan 1909 yılında 24, 1910 yılında 23, 1911 yılında 17 ve 1912'de de
30 kişi mezun olmuştu7.
4.2.5.2.7. MÜLKİYE BAYTAR MEKTEB-İ ÂLİSİ
Askeri Baytar Okulu tâ 1848'de kurulmuş olmasına ve normal bir gelişim
göstermesine rağmen, sivil baytarların yetiştirilmesi Tıp ve Halkalı Ziraat Okulları
tarafından yürütülmeye çalışıldı. Bağımsız bir Sivil Baytar Mektebi ancak 1895
yılında açıldı. Bu okul, dört yıllık yatılı bir okul idi.
1
“Halkalı Ziraat Mektebi”, Tanin, 23 Ağustos 1909.
“Halkalı Ziraat Mektebi”, Tanin, 24 Nisan 1911.
Sabah, 13 Temmuz 1912, 21 Ağustos 1913.
3
“Halkalı Ziraat Mektebi”, Sabah, 6 Şubat 1914,
4
“Halkalı Ziraat Mektebi”, Tasvir-i Efkâr, 27 Şubat 1914.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 23 Mayıs 1326, s.2071-2074.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Temmuz 1330, S.762-768.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 4 Temmuz 1330, S.786-787.
6
M.S., “Ziraat Müdür-ü Umumisiyle mülakat - Memalik-i Osmaniyede Ziraat Ziraat
Nezareti”, Sabah, 4 Mart 1914.
7
Tanin, 25 Ağustos 1909. Sabah, 18 Ağustos 1911, 18 Temmuz 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 401 ~
1910 yılında yüksekokul öğrencilerinin askerliği söz konusu olduğunda, bu okulun
yüksekokul sayılması için Orman ve Harbiye Nezâretleri arasında birçok yazışmalar
oldu1. Nihayet “Ahaz-ı Asker Kânunu”nun 79. maddesinde Mülkiye Baylar Mektebi
“yüksekokul” sayıldı2. Bu yatılı okula 16-20 yaşlarında idadi, sultani ve Dârüşşafaka
mezunları alınıyordu. Özel okul çıkışlılar ise çok büyük bir başarı gösterirlerse okula
alınıyordu3. Balkan Savaşı dolayısıyla öğretime bir süre ara vermişti4. Birinci Dünya
Dünya Savaşı çıktığında da kapatıldı5. Okuldan 1910 yılında 12,1912 yılında da 24
kişi mezun olmuştu6.
4.2.5.2.8. SANAYİ-İ NEFİSE MEKTEBİ
Türkiye'de güzel sanatların gelişmesine çok büyük hizmetleri olan Hamdi Bey
tarafından 3 Mart 1888 tarihinde kurulan “Sanayi-i Nefise Mektebi”, İkinci
Meşrûtiyet döneminde normal gelişimini takip etmiştir. 1911 yılında okul
binalarına iki oda daha eklenmiş, bir “Tezhib Sınıfı” açılmış, 1914 yılında da
“Sanayi-i Nefise Mektebi İnas Şubesi” adıyla Dârülfünun binası içinde 16 yaşından
büyük resme yetenekli kızlara resim dersleri verilmeye başlanmıştır7.
Okul 17-25 yaş arasındaki yedi yıllık idadi ve dengi okul mezunla nyla bu derecede
bilgisi olduğuna dair Maarif Nezaretinden onaylı belgesi olan sağlam, sabıkasız
kimseleri alıyordu8. Okulun kuruluş sistemi şu şekildeydi9:
Sanayi-i Nefise Mektebi, İkinci Meşrûtiyet yıllarının Askere Alma Kânunu
dolayısıyla yüksekokullardan sayılmıştı. Güzel sanatlar alanında ülkenin tek eğitim
1
“Baytar Mektebi talebesinin askerliği”, Sabah, 1 Aralık 1911.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 22 Kânunuevvel 1326, S.609.
3
Tanin, 29 Ağustos 1911. Sabah, 3 Kasım 1913.
4
Tercüman-ı Hakikat, 13 Mart 1913.
5
Ergin,O., a.g.e. S.1175.
6
Sabah, 4 Temmuz 1912.
7
“Kızlara Resim dershanesi”, Sabah, 14 Ekim 1914.
8
“Sanayii Nefise Mektebi”, Sabah, 29 Temmuz 1911
9
Bedri Kâmil, “Sanayii Nefise Mektebi”, Sabah, 24 Temmuz 1911.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 402 ~
kurumu olan bu okulda 1911 yılında üç resim, bir heykeltraşlık, iki fenn-i mimarî ve
bir de hakk olmak üzere 7 öğretmen vardı1. Öğretmen sayısı 1914'de 29'a
çıkartılmıştı2. Okulun 1913 ve 1914’deki öğrenci durumları ise şöyle idi3:
Okul, 1909 yılında 10 mimar, 5 ressam; 1911 yılında 7 mimar, 2 ressam, 1
heykeltraş ve bir hakkak; 1912 yılında da 19 mimar mezun etmişti4. Sanayi-i Nefise
Nefise Mektebinin çalışmaları, Birinci Dünya Savaşı sırasında da devam etmiştir5.
Tablo 47) Sanayi-i Nefise Mektebi 1913 ve 1914 öğrencileri
Şube
Resim
Mimarî
Hakk
Heykeltraşlık
Toplam
1912-13 1913-14
17
25
44
71
4
6
5
6
70
108*
4.2.5.2.9. KADASTRO MEKTEB-İ ÂLİSİ
Ülkedeki taşınamaz malların, özellikle toprakların yazımında, haritalarının
çıkarılmasında, sahiplerinin belirlenmesinde kullanılacak memurları yetiştirmek
amacıyla Defter-i Hakanı Nezareti tarafından uzun çabalar sonucu6 1 Ağustos
1911’de kuruldu. Başlangıçta idare memurları ve beş yıllık idadi çıkışlıların sınavsız
alındığı Okul, iki şubeden meydana geliyordu7: 1- Hukuk Şubesi, 2- Riyaziye Şubesi.
Şubesi.
Riyaziye Şubesinin öğretim süresi bir yıl idi ve şu dersleri okutacaktı8: Mükemmel
Coğrafyayı Osmanî, Hesab-ı Tefazulî ve Tamamî, Malumat-ı Hendesiye ve Usul-ü
Masaha-i Arazi ve Topografya, Mükemmel Usul-ü Defterî, Fenn-i Mimarî, Fenn-i
Tersimat-ı Riyaziye, Kitabet-i Resmiye ve Hususiye. Hukuk Şubesi ise iki yıllık bir
1
a.g.m.
1330 Senesi İstanbul Belediyesi İhsaiyat Mecmuası, Dersaaadet, 1331. S.127.
3
Maarifi Umûmiye Nezareti ihsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası, s.77.
4
Tanin, 6 Eylül 1909.
Bedri Kamil, a.g.m.
Tanin, 21 Temmuz 1912.
5
Ergin, O. A.g.e. s.1124-1125.
*
Belediyenin İstatistik Mecmuasında toplam öğrenci sayısı 152 olarak gösteriliyor. S.127.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 21 Şubat 1326, S.1458.
7
Revue de Monde Musulman. 10(1911), S.540.
8
Ergin, O. A.g.e. s.1520.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 16 Mart 1327, S.1458.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 403 ~
program uyguluyor ve şu dersleri okutuyordu: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, Usul-ü
Muhakeme, İcra Kânunu, Emval-i Gayrimenkuleye müteallik bilcümle kavanin ve
nizamat, İlm-i Feraiz, Ahkâm-ı Evkaf, Kitabet-i Resmiye ve Hususiye, Mükemmel
Coğrafya-ı Osmanî, Mükemmel Usul-ü Defteri, İlmi İktisat.
Her şubeye yılda 100'er öğrenci alınıyordu. Ama Meclis-i Mebusan Bütçe
Encümeni bu okula devamlı olarak karşı çıkıyordu. Bakanlığa; okulun beş veya yedi
yıllık idadi mezunlarını değil, rüşdiye ve ibtidaiye mezunlarını aldığını ve bir-iki
yıllık bir eğitimle de buradan mühendisler değil, ancak küçük memurların
yetişeceğini bildirerek okulu lağvetmeyi ve bu görevi Hukuk ve Mühendis
Mekteplerine vermeyi öneriyordu1. Buna rağmen Okul öğretimine devam
ediyordu. Bakanlık 1911 Ağustosunda Şûrayı Devlet'e sunduğu bir tasarıda taşra
memurlarından her yıl yaşı uygun olan 20 kişinin İstanbul’a, bu Okula getirilerek
350 kuruş maaşla eğitilmelerini teklif ediyordu2. Okul 25 Ocak 1912'de Şûrayı
Devlet kararıyla yüksekokul sayılarak “Kadastro Mekteb-i Âlisi” adını aldı3. Gerekçe
Gerekçe olarak bu Okulda okunan derslerin Dârülfünun Hukuk ve Riyaziye
şubelerinde okunan derslerle aynı olması gösteriliyor ve bundan sonra okula yedi
yıllık idadi çıkışlıların alınacakları belirtiliyordu4. Oysa bu kararın -yüksekokul
öğrencilerinin askere alınmamaları dolayısıyla- öğrenci rağbetini arttırmak için
alındığı da ileri sürülüyordu5.
1912 yılında Riyaziye Şubesinin adı “Fen Şubesi” olmuştu ve her şubeye 50'şer
öğrenci alınıyordu. Okul da genel toprak yazımı için hukuk ve fen memurları
yetiştiren bir “yüksekokul” idi6.
1913 ve 1914 yılında okul hakkında gazetelere Defter-i Hakani Emaneti'nin verdiği
ilânlara bakılırsa, yüksekokul çıkışlılar da müsabaka sınavlarıyla alınıyordu. 1913'de
de 50'şer öğrenci alınan okula7, 1914 yılında 75'er öğrenci alınacağı
duyuruluyordu8. 1914 yılındaki Meclis tartışmalarında da Okulun lağvedilmesi
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 16 Mart 1327, S.1949-1953
“Kadastro Mektebi”, Sabah, 5 Ağustos 1911.
3
Ergin, O., a.g.e. S.1520.
4
“Kadastro Mektebi”, Hakk, 15 Mart 1912.
5
Ergin, O, a.g.e. S.1520.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 30 Haziran 1328, S.652-653.
7
“Kadastro Mekteb-i Âlisi”. Sabah, 10 Temmuz 1913.
8
“Kadastro Mekteb-i Âlisi”, Sabah, 22 Temmuz 1914.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 404 ~
hakkında kuvvetli bir akım vardı. Programda olan bazı derslerin verilmediği iddia
ediliyordu1.
Birinci Dünya Savaşı çıkınca öğrencilerinin askere gitmesinden, lise çıkışlıların da
mecburen ihtiyat zabit okullarına alınmasından Okul kapatılmak zorunda kalındı2.
Okuldaki eğitimin verimi hakkında da şu sayılar herhalde kaba bir fikir verebilir:
Tablo 48) Kadastro Mekteb-i Alisi mezunları3
Şubeler
Hukuk
Riyaziye
Toplam
1912
17
17*
34
1913
25
29
54
1914
38
27
65
Toplam
80
73
153
4.2.5.2.10. ORMAN MEKTEB-İ ÂLİSİ
İkinci Meşrûtiyetten sonra yeni bir Orman Okulu kurmak için 1908 Aralığından
itibaren çalışmalar başladı. Okulun Yönetmeliği hazırlandı ve bütçesiyle beraber
Sadaret'e sunuldu. Bundan sonra Okul için bir yer bulmak en büyük sorun oldu.
Uzun aramalardan sonra Büyükdere'deki eski süvari kışlasının bu Okul için
onarımına başlandı. Bir yandan da öğrencilerin kayıtları ve öğretmenlerin
alanmalarıyla uğraşıldı4.
Büyükdere'deki kışla onarılıncaya kadar İstanbul'un içinde bir yer bulmak gerekti.
Gene Okul yeri aramak için yoğun bir çalışmaya girişildi5. Okula, Ziraat okulunu
birinci ve ikinci bitirenler sınavsız, idadi mezunları da sınavla olmak üzere 19 yatılı
öğrenci alınarak, 9 Kasım 1909’da öğretime açılmıştır6.
Sultanahmet civarındaki Güngörmez Mahallesinde açılan Okulun Müdürü Karnik
Efendi idi7. Okulun Yönetmeliğine göre1, okul orman fen memurları yetiştirmek
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Temmuz 1330, S.735-737.
Ergin,O., a.g.e. S.1521.
3
Sabah, 14 Temmuz 1912. Tanin, 21 Temmuz 1912.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Temmuz 1330, S.738 (Defter-i Hakanî Nazırının verdiği
bilgi)
*
*) Sabah Gazetesi, 14 Temmuz 1912'de 10 mezun verildiğini yazıyor)
4
Tanin, 7,11 Ekim 1909.
5
“Orman Mektebi”, Sabah, 1 Kasım 1909.
Tanin. 2 Kasım 1909.
6
“Orman Mektebi”, Tanin. 12 Kasım 1909.
Yeni Tasvir-i Efkâr, 10 Aralık 1909.
7
“Orman Mektebi”, Sabah, 14 Aralık 1909.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 405 ~
amacıyla açılmıştı. 18 yaşından büyük, idadi ve bu derecede eğitim görmüş kişileri
yarışma sınavlarıyla alan yatılı bir yüksekokul idi. Öğretim süresi iki yıl olarak
belirlenen okulun her sınıfında en fazla 80 yatılı ve 5 de gündüzlü öğrenci olacaktı.
Mezuniyette iki çeşit icazetname veriliyordu. İkinci derecede icazet alanların
terfileri daha zor ve geç oluyordu. Yatılı okuyan öğrencilerin dokuz yıl zorunlu
hizmetleri vardı.
Okulun, iki yıl içinde uygulayacağı ders programı ise şu şekilde idi2: Orman Fenni,
Ormanların Terbiye ve İmarı-Slyviculture, Ormancılığa Ait İktisat, Economie
Forestiere, Ormanların İşletilmesi, Technologie Forestiere, Ulûm-u Tabiiye
Tatbikatı, İlm-i Nebatat, Fenn-i Hayat-ı Nebat, Physiologie, Ulûm-u Hayvanat, Av
Hayvanları, Hevamm ve Haşarat-ı Muzıra, İlmi'l-Arz ve Maadin, Suhur, Türâb,
Ulûm-u Riyaziye Tatbikatı, Topografya, İnşaat, Miyah, Ulûm-u Hukuk.
Dağavaryan Efendi, hiç uzmanın olmadığı yerde, o alanla ilgili bir okulun
açılamayacağını; bu okulun kapatılıp, parasıyla Avrupa Orman okullarına öğrenci
gönderilmesini veya bu okul için Avrupa'dan uzman öğretmenler getirilmesini
istiyordu3.
Okulun en fazla 50 civarındaki öğrencisi için çeşiili fenleri okutacak 9 tane
öğretmeni vardı4. Bütçe görüşmelerinde bunlar yeterli görüldü.
Bu okulun Yönetmeliğinde yazılan şartlara daha sonra uyulmadı. 1912 yılında
okula giriş için hiç bir şart ileri sürülmüyor, ancak başvuranların dosyaları özel bir
Komisyon tarafından inceleniyordu5.
Dağavaryan Efendi, hem Meclis'te hem basında şiddetle bu okula karşı çıkmış,
bunların yerine Amelî Orman Mekteplerinin kurulması gerektiğini savunmuştur6.
Oysa bu sırada Orman Mekteb-i Âlisi'nin Bahçeköy'de yeni binası da yapılıyordu7.
Bu okuIun 1913’de 34, 1914 yılında da 37 öğrencisi vardı. Bu öğrencilerin
eğitimleri için de 12 öğretmen görevlendirilmişti8.
1
“Orman Mektebi Nizamnamesi”, Takvim-i Vekayi, 556(1 Haziran 1326)
Ayrıntılar: Orman ve Maden ve Ziraat... Mecmuası, II/5, S.3-66
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 24 Mayıs 1326, S.2083.
4
Orman ve Ziraat ve Maden Nezareti Bütçesi 1326. S.24
5
“Orman Mektebi”, Sabah, 28 Ağustos 1912.
6
Dağavaryan, “Orman Mektebi”, Tanin, 23 Mart 1911.
7
“Orman Mekteb-i Alisi”, Sabah, 13 Temmuz 1911
8
Maarif-i Umumiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası., S.88
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 406 ~
6.2.5.2.11. KONDÜKTÖR MEKTEBİ
Mühendislere yardımcı unsurlar yetiştirmek amacıyla 22 Ağustos 1911'de
Divanyolu'nda açılmıştı. Kuruluşuna “amelebaşı yetiştiriyor”, diye karşı çıkanlar
oldu1, ama Okulun kuruluş ödeneği kabul edildi2.
Nafıa Nezareti'ne bağlı bir okuldu. Paris'teki “Ecole de Conducteur”ün programını
biraz değiştirerek uyguluyordu. Okutulan ders programı şu şekilde idi3: İnşaat-ı
Miyahiye, Usul-ü Umûmî-i İnşaat, Turuk-u Âdiye ve Demiryolları, Topografya,
Hendese-i Tersimiye, Malzame-i İnşaiye, Mimarî ve Resim, Resm-i Hattı, Usul-ü
Masaha, Kitabet Köprücülük, Mihanik, Hesap, Cebir, Müsellesat.
Başlangıçta Okula en az beş yıllık idadi mezunları alınıyordu. 1911 yılı sonlarında,
öğrencilerine askerlik tecili sağlamak amacıyla, Şûrayı Devlet'çe “yüksekokul”
sayıldıktan4 sonra yedi yıllık idadi ve o âyârda okul çıkışlıları almaya başladı5.
Öğretim süresi iki yıl olan gündüzlü bir okuldu.
Savaş yılarında dahi kapanmamış ender okullardandı6.
4.2.5.2.12. MALİYE MEKTEB-İ ÂLİSİ
Mâliye memurlarına gerekli bilgileri vermek amacıyla Hazine-i Mâliyede bir okul
açılması hakkındaki hazırlıklar 1909 yılında yapıldı, tezkireler ve ödenek sorunu
çözümlendi7; ancak Mâliye Nazın Cavit Bey hazırlanan programı beğenmeyip
Erkân-ı Harbiye'den Osman Kemal Beye bir program hazırlattı8. Okul vaadedilen
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 28 Nisan 1327, S.2873.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 30 Nisan 1327, S.2920.
3
Ergin, O., a.g.e. S.1516.
4
“Kondükör Mektebi”, Sabah, 13 Aralık 1911.
5
“Kondüktör Mektebi”, Sabah, 20 Ağustos 1913.
6
Ergin, O., a.g.e, S.1516-1518.
7
“Mâliye Mektebi”, Tanin, 18 Ocak 1909.
Ergin, O, a.g.e. S 1511.
8
“Mâliye Mektebi”, Sabah, 3 Mart 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 407 ~
çeşitli zamanlarda açılamadı. Ancak 28 Mayıs 1910'da açılabildi1. Okulun 1910
Martında hazırlanan Talimatname'sine göre okulun kuruluş sistemi şu şekilde idi2:
Okul üç şubeye ayrılmıştı:
1- Tahrir-i emlâk şubesi: Sınavsız, başvuru sırasına göre öğrenci alınıyor. Öğretim
süresi dört ay idi. Tahrir-i emlâk ve mükellef memurları yetiştiriyordu. Şu dersleri
okutuyordu: İlm-i Hesap, Hendese ve Ölçüm, Kitabet.
2- Mal müdürleri ve muhasebeciler şubesi: Giriş şartsız, öğretim başladıktan üç ay
sonra genel ve özel birer sınav yapılır, başaranlar
Öğretime devam ederdi. Öğretim süresi mal müdürü çıkmak isteyenler için bir,
muhasebeci çıkmak isteyenler için ise iki yıl idi. Birinci yıl dersleri şunlar idi: İlm-i
Hesap, Muamelat-ı Hesabiye. Teşkilât-ı Mâliyenin Esasları, Kitabet, Tekalifin Tarh
(Vergi Koyma), Tahsil ve Takibi, Fransızca (bu kısımdan çıkacaklara seçmeli, 2. yıla
devam edeceklere zorunlu). İkinci yıl dersleri ise şunlardı: Muhasebe-i Umûmiye-i
Mâliyenin Esasları, Hukuk-u İdare ve Teşkilât-ı İdare, ilm-i İktisat, İhsaiyat, Suret-i
Tarh ve Cibayeti (Vergi Koyma ve Toplama), Osmanlı ve Komşuları Coğrafyası,
Sultan Mahmud'dan Beri Osmanlı Tarihi, Kitabet, Fransızca, Bütçe, Divan-ı
Muhısebat. İkinci yıl sınavlarında başarılı olamayanlar, tekrar birinci yıl sonu
sınavlarına alınabiliyorlardı.
3. Daire memurları şubesi: Mâliye ile ilgili dairelerin memurlarının devam ettiği
öğretim süresi iki yıl olan bir şube idi. Memurlara kıdem sağlıyordu. Daire
saatlerinden önce her sabah bir saat ders gösteriliyordu. Bu şubenin programı da
şöyle idi: 1. yıl: Riyaziyat, Muamelat-ı Mütenevvia-ı Hesabiye, İlm-i İktisat, İhsaiyat,
Hukuk ve Teşkilât-ı idare, Sultan Mahmud'dan beri Osmanlı Tarihi, Osmanlı
Coğrafyası, Fransızca. 2. yıl: Faiz Usulleri, Genel Mâliye Hesabı Esasları, Tekâlifin
Suret-i Tarh ve Cibayeti, Bütçe Hukuku, Hukuk-u Esasiye, Kapitülasyonlar, Kitabet,
Fransızca, Tefrik-i Kuvva, Âmir-i İtalarla Muhasiblere Ait Kavaid.
Tahrir Şubesine 16-30 yaş arasında sınavla öğrenci alınıyordu. Günde bir saat ders
vardı ve devam zorunlu idi. 1910 yılında 70 kişi alınmıştı3. Mâliye Şubesine 30
yaşından küçük olanlar imkânlar oranında sınavsız (çok başvuran olursa sınavla)
1
“Mâliye Mektebinin küşadı”, Sabah, 27Mayıs 1910.
“Mâliye Mektebi”, Tanin, 22 Mart 1910.
Revue du Monde Musulman, 10(1910), S.554-555.
Ergin, O., a.g.e. S.1512-1513.
3
“Mâliye Mektebi”, Tanin, 22 Kasım 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 408 ~
alınırdı. Günde üç saat ders vardı ve devam zorunlu idi. Hazine Şubesine de 35
yaşından aşağı memurlar alınıyordu. Her gün bir saat ders vardı ve devam zorunlu
idi1.
Her sabah 8-10 arasında açık olan ve her sınıfında aşağı yukarı 60 öğrenci olan
Okul2, Mâliye Nezaretince 19 Haziran 1912'de “yüksekokul” sayılmaya başlandı.
Ancak bazı kısımlara lise mezunu olmayanların girdikleri, lise mezunu olanların da
iki yıllık bir meslek eğitiminden sonra yüksekokul diploması almasını uygun
görmeyen Maarif Nezareti ve başka nazı resmî kuruluşlar, bunun “yüksekokul”
olmasını kabul etmediler3. 1912 yılında Okul ilk mezunlarını Hazine Şubesinden 13,
Mâliye Şubesinden de 23 kişi olarak verdi4.
1913 yılında da okulun Tahrirciler Şubesi ile Hazine Şubesi dağıtıldı. Yalnız Mâliye
Şubesine yedi yıllık idadi, Sultani, Dârüşşafaka ve dengi okul çıkışılılar sınavla
alınarak bir yüksekokul halinde yürütülmeye çalışıldı5.
Birinci Dünya Savaşı çıktığında da, memurlarının ve öğrencilerinin askere
alınmasından dolayı okul tatil edildi6.
4.2.5.2.13. MEKTEB-İ NÜVVAB
“Medresetü'l-Kuzat” veya “Mekteb-i Kuzat” adıyla medreseler bahsinde geniş
olarak incelenmiştir.
4.2.5.2.14. DÂRÜLMUALLİMİN-İ ÂLİYE
Öğretmen okulları bahsinde incelenmiştir.
1
“Mâliye Mektebi”, Sabah, 7,30 Ağustos 1911.
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Haziran 1328. S.1514.
3
Ergin, O., a.g.e. s.1514.
“Mâliye Mektebi”, Tanin, 7 Ağustos 1912.
4
5
“Mâliye Mektebi”, Sabah, 8 Ekim 1913.
6
Ergin, O., a.g.e. s.1514.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 409 ~
4.2.6. ASKERİ OKULLAR
Kara Kuvvetlerine bağlı eğitim çalışmaları:
a) Merkezî Örgüt: Askerî okullar 1909'a kadar “Mekâtib-i Askeriye Nezareti”
denilen bir makam tarafından idare ediliyordu. 31 Mart olaylarından sonra
Hareket Ordusu Komutanlığı, bu idarede vs askerî okullarda ıslahat ve tensikat
yapılmasını Harbiye Nezareti'ne teklif etmişti. Askerî Şûra da bu teklifi uygun
görerek “Mekâtib-i Askeriye Nezareti”ni lağvetmiş ve yerine “Terbiye ve Tedrisat-ı
Askeriye Müfettiş-i Umûmiliği”ni kurmuştur. Bu. askerî eğitimi Almanya örneğine
göre yeniden düzenleme hareketi idi1.
Bu örgüt askerî okulları idareye kâfi gelmediği için daha sonra “Sunuf-u Muhtelife
Mekâtibi Müfettişliği” kurulmuştur. İkinci Meşrutiyet süresince askerî okulları bu
örgütler idare ettiler ve burada incelenen dönemin sonlarına doğru 14 Nisan
1914'de “Mekâtib-i Askeriyenin Cihet-i Merbutiyetini Mübeyyin Nizamname” ile
feshedildiler2. Askerî okullar, askerî birlik ve komutanlıklara bağlandı. “Askerî
Mektepler Umûm Müdürlüğü” yeniden kuruldu3.
Askerî Rüşdiyeler: İlk kuruluşları 1845'e kadar giden askeri rüşdiyeler, İkinci
Meşrûtiyet dönemine kadar bütün yurda yayılımıştı. İstanbul içinde birçok semtte
ve ordu kumandanlıklarına bağlı olarak da taşrada pekçok yerde (32 yerde) askerî
rüşdiyeler açılmıştı. Bunlara çok büyük de rağbet olduğundan, 1909 yılında aşağı
yukarı 8000 kadar öğrencisi vardı4.
İlk kurulduğunda askerî rüşdiyeler 3 yıl idi. Sonra askeri idadilere çok para
harcanıyor diye idadilerin iki sınıfı alınarak rüşdiyelere eklendi. İkinci Meşrûtiyete
rüşdiyeler öğretim süresi beş yıl olarak girdiler. Bu okula 13-17 yaş arasındaki
çocuklar girebiliyordu ve sınavla istenilen sınıfa ayrılabiliyorlardı. Askerî idadilere
bağlı olarak kurulan leylî askerî rüşdiyelere de başlangıçta askerî yetimler
alınırken, İkinci Meşrutiyet’ten sonra gündüzlü askerî rüşdiyesi bulunmayan
yerlerdeki subay çocukları da başlandı5. Hattâ bu yozlaştı. Bütün ordu mensupları
1
Yeni Tesvir-i Efkâr, 15 Teşrinievvel 1909.
Tanin, 2 Eylül 1909.
2
Takvim-i Vekayi, 15 Nisan 1330.
3
Karatamu.S., Türk Silâhlı Kuvvetleri Tarihi. Ankara 1971, S 422
4
A.g.e. s.415-416.
5
“Leylî Askeri Rüşdiyeler”, Sabah, 30 Mayıs 1910.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 410 ~
çocuklarını kaydettirmeye başladılar. 1909 yılında, 5 yıllık yde okutulan dersler
şunlardı1:
1 sınıf: Kur'ân-ı Kerim, Muhtasar İlmihal, Kısas-ı Muhtasar Sarf-ı Osmânî ve İmlâ,
İlm-i Hesab, Osmaniye, Hüsn-ü Hatt-ı Osmanî.
II. sınıf: İlmihal (müslüman öğrencilere), Arabî (Sarf kısmı), Kavaid-i Farisî, Kavaid-i
Lisan-ı Osmanî ve imlâ, Muhtasar Coğrafyayı Umûmî, İlm-i Hesab, Kıraat-ı
Osmaniye, Hüsn-ü Hatt-ı Osmanî, Resim, Jimnastik.
III. sınıf: İlmihal (müslüman öğrencilere), Nahv-i Arabi, Farisî (uygulama), Kavaid-i
Lisan-ı Osmaniye ve İmlâ, Coğrafyayı Umûmî, Hesap, Usul-ü Defterî,
Fransızca, Muhtasar Hıfzıssıhha, Hüsn-ü Hatt-ı Osmanî, Hatt-ı Fransevî,
Resim, Cimnastik.
IV. sınıf: Ulûm u Diniye (Kudusi Şerhinden), Arabî (uygulama), İlm-i Cebir,
Hendese-i Musaffihe, Coğrafyayı Umûmi, Coğrafyayı Osmanî, Kitabet,
Tarih-i Umûmi, Fransızca, Resim, Cimnastik.
V. sınıf: Akaid-i Diniyye (müslüman öğrencilere), Müsellesat ve Cebir Tatbikatı,
Hendese-i Mücesseme, Tarih-i Osmanî, Tarih-i Umûmi, Kitabet, Türkçe,
Mantık, Fransızca, Resim, Cimnastik.
Askerî rüşdiyelere karşı 1911 yılında tepkiler gelmeye başladı. Boşo Efendi, bu
okullarının programlarının sivil rüşdiyelerden hiçbir farkı olmadığını belirterek,
bunların parasının sivil rüşdiyelere harcanmasını istiyordu.
Sonra gene 1910'da askerî rüşdiyelerin iki sınıfı ayrılarak askerî idadilere bağlandı.
Rüşdiyeler üç yıl olarak öğretimlerine devam ettiler.
1911'den beri kaldırılması hususunda Harbiye Nezareti'ne baskı yapılan askerî
rüşdiyeler 1913 yılında Maarif Nezareti'ne devredildi2. Bu sırada İstanbul'da altı,
taşrada 23 askerî rüşdiye vardı3. Ancak devir teslim işleri pek sağlıklı olmadı.
Askeriye, devrederken öğretim malzemelerinin çoğunu aldı. Öğretmenlerin devri
önemli mesele oldu. Öğretmenlerin askeriye veya Maarifi seçmesi söz konusu
oldu. Bunların masraflarının karşılanması önemli bir sorun yarattı. Genel Savaş
başladığında bu okulların ir yıl sonra örnek okullar (Numune Mektepleri) şeklinde
düzenlenmesi kararlaştırılmıştı4.
1
“Mekâtib-i askeriye”, Tanin, 10 Ekim 1909; (Krş.: Tanin, 5 Temmuz 1909.
“Tahsisatın-devri hususunda 10 Mart 1913 tarihli Bakanlar Kurulu (Meclisi Vükelâ)
kararı”, Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, No:319954.
3
Salname-i Umûmî, İstanbul 1329, S. 258-263.
4
Sabah, 13 Mart, 21 Mayıs, 19 Eylül ve 28 Kânunusani 1914.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 411 ~
Askerî idadiler: İlk açıldıklarında dörder yıllık olarak kurulmuşken sonra üçe
indirilmişti. 1904'de iki sınıfının rüşdiyelere eklenmesiyle bir yıl olarak faaliyetini
sürdürüyordu. Bu tek sınıfta uygulanan ders programı da şu idi1: Akaid-i Diniyye,
İlm-i Ahlâk, Makine, Hendese-i Resmiye, Kozmografya, Kitabet, Fransızca, Hikmet,
Kimya, Resim, Cimnastik.
Bu sınıfa 18 yaşında, aranan özellikleri gösteren muslim ve gayrimüslimler
alınıyordu.
1910 yılında, rüşdiyelerin son iki sınıflarının tekrar idadilere eklenmesiyle öğretim
süresi yeniden üç yıl oldu. Osmanlı ordusundaki 32 askerî rüşdiye mektebi
öğrencilerinden her yıl 800 kadarı yarışma sınavı ile İstanbul. Bursa, Edirne
Manastır, Şam, Erzincan ve Bağdad idadilerine alınıyordu2. İdadiler Harbiye ve
Topçu Mekteplerine iyi ve yeterli sayıda öğrenci yetiştirmekle yükümlü idiler.
Ancak daha İkinci Meşrûtiyetin başlarında Bahriye Nezareti, Bahriye Harbiyesi'ne
öğrenci hazırlayan dört yıllık Bahriye İdadisini kademeli olarak lağvetmişti. Daha
“Avrupaî” bir tarzda sivil idadi mezunlarından yarışma sınavlarıyla öğrenci
alınacaktı3. Kara idadileri ise çalışmalarına bütün İkinci Meşrûtiyet dönemi
boyunca devam ettiler.
1914 yılı başlarında askerî idadilerin seviyesi yükseltilerek, ders programları
yeniden düzenlendi4. Buna göre üç yıllık askerî idadiyi bitiren, Harbiye'ye girmeden
önce zabit namzeti olarak altı ay kıta hizmeti yapacaktı. Sonra bunlar Kuleli
İdadisinde toplanarak tekrar eğitim ve öğretime başlayacaklar; burayı da
başaranlar Harb Okullarına girebilecekti.
Harb Okulları
a) Mekteb-i Harbiye (Piyade ve Süvari Harbiyesi)5: Meşrûtiyetin ilânından sonra
Harbiye Mektebi 'nde bir tensikat yapılarak yeni bir ders programı yapıldı. Buna
göre6:
1
Tanin, 10 Ekim 1909.
“Mekâtib-i İdadiye-i Askeriye”, Sabah, 29 Temmuz 1910.
3
İkdam, 28 Eylül 1908.
4
“Mekâtib-i Harbiye'de Yetiştirilecek Zabitan Hakkında Nizamname”, Düstur, 2.tertib, cilt
6, S.266-269.
5
Mehmed Esad, Mirât-ı Mekteb-i Harbiye, İstanbul 1310.
6
İkdam, 23 Aralık 1908.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 412 ~
•
•
•
I.sınıf: Edebiyat-ı Osmaniye, Mufassal Tarih-i Osmani, Topografya, Harita
Tersimi, Kılıç Talimi, Baytariye, Hıfzıssıhha, Hikmet ve Kimya, Fransızca,
Almanca, Rusça.
II.sınıf: Nazariyat, Tabiye, Esleha, İnşaat, Edebiyat-ı Osmaniye, Terbiye-i
Askeriye, Kılıç Talimi, Harita Tersimi, Fransızca, Almanca, Rusça.
III.sınıf: İstihkâmat-ı Hafife, Ordu Teşkilâtı, Tabiye, Kavanin, Coğrafyayı
Askerî, Tarih-i Harb, Kitabet-i Askeriye, Fransızca, Almanca, Rusça.
Bu yeni programa rağmen Meşrûtiyetin başlangıç yıllarında Harb Okulu'ndaki
disiplinsizlik uzun süre devam etti1. Bu disiplinsizlik hareketi 31 Mart olaylarının
bastırılmasından sonra daha da arttı. Edirne ve Manastır Harbiye Mekteplerinin
lağvedilerek öğrencilerinin İstanbul'a getirilmeleri bu tür hareketleri daha da
yoğunlaştırdı. Bunun üzerine bazı öğrencileri okuldan çıkarmak için Divan-ı Harb
kuruldu. Okul da binbaşı Vehib Bey sayesinde tekrar eski düzenine kavuştu2. Vehib
Bey, Askerî Şura kararları ışığında. Okulun öğretiminde de önemli değişiklikler
yaptı. Uygulamalı derslerin ve talimlerin saatlerini arttırdı. Okulun öğretim süresi
de 1911'de iki yıla indirildi. Buna gerekçe olarak da çok sayıda küçük rütbeli zabite
duyulan ihtiyaç gösterildi3.
1912'de.ayrıca Mekteb-i Harbiye ilk gayrimüslim mezunlarını da (6 kişi) verdi4.
Okul, 1912 mezunlarını verdikten kısa bir süre sonra Balkan Savaşı çıktı. Öğretime
ara verildi. Yalnız pratik eğitimle uğraşıldı. Okul, hastahane oldu. Öğrenciler de
İstanbul içinde güvenliği sağlamak ve Çatalca gerisinde ikinci bir savunma hattı
kurmakla meşgul oldular5.
Tablo 49) 1911 ve 1912'de Harbiye Mektebi mezunları6
Mezunlar
Piyade zabiti 247
Mitralyöz zabiti
Süvari zabiti
Toplam
1
2
1911
375
35
282
1912
40
30
445
Tanin, 21 Aralık 1908.
Kuran, A.B., Harbiye Mektebinde..., S.105 ve devamı
Karatamu, S., a.g.e. S.419-420.
Sabah, 21 Mayıs 1911.
4
Sabah, 12 Ağustos 1912.
5
Karatamu, S., a.g.e. S.420-421.
6
Tanin, 10 Mayıs 1911. Müdafa-i Milliye, 37(1912), S.151.
3
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 413 ~
Harb Okulu'nun, bu Savaş nedeniyle 1913 yılı mezunlan olmadı. Bu yıl mezun
olması gerekenler 30 Temmuz 1914'de diplomalarını aldılar1.
Bu arada 1913 yılında Okulda iki grup I. sınıf öğrencisi oldu: eskiler ve yeniler.
Bunlar “kıdemli” ve “kıdemsiz” diye ikiye ayrıldı. 1914 yılında -savaş ihtimalinin de
çıkması üzerine- Harbiye Mektebi üç sınıf birden mezun etti. Kıdemsiz I. sınıflar
bile “zabit vekilliği”-rütbesiyle mezun edildiler2.
1913 yılında Türkiye'ye gelen Alman Islâh Heyeti, askerî teşkilâtta birçok
değişiklikler yaparak bütün askerî okulları kontrolleri altına almış oldular3. Zaten
daha önce de Osmanlı ordusunda 25 Alman zabiti çalışıyordu4. Balkan bozgunu
üzerine çağrılan son Heyet de buna eklenince Türk kara ordusu üzerinde yoğun bir
Alman kontrolü kurulmuş oldu5.
b) Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn (Topçu, İstihkam ve Nakliye Harb Okulu):
Türkiye'nin en eski eğitim kurumlarından biri olan6 bu Okul, İkinci Meşrûtiyet
dönemi başladığında 3 yıl öğretim süreli idi. Meşrûtiyetin ilânından kısa bir süre
sonra Okul öğretim yönünden övünülecek bir duruma geldi. Alay teşkilâtına göre
askerî düzeni yeniden ayarlandı. Öğrencilerin 2/3'ü sahra. 1/3'ü de kale topçusu
idi. Okul ayrıca Ekim 1909'a kadar sivil mühendisler yetiştirmeye devam etti.
1910 yılında öğretimi iki yıla indirilen Okul Balkan Savaşına kadar normal
öğretimine devam etmiştir. O yıllardaki mezun durumu da şöyle idi7:
Tablo 50) Topçu, İstihkam ve Nakliye Harb Okulu mezunları
Sınıf
Seyyar topçu zabiti
Ağır topçu zabiti
İstihkam zabiti
1
1911
62
10
15
1912
83
12
20
Sabah, 31 Temmuz 1914.
Karatamu, S., a.g.e, S.423.
3
a.g.e. S.422.
4
Sabah, 27 Temmuz 1912.
5
Karatamu, S., a.g.e. S.192-199.
6
Unat, F.R, a.g.s. S.58-59.
Koçer.H.A., a.g.e. S.28-33.
Ergin, O., a.g.e S.315-324.
Mehmet Esat. Mehmed Esat, Mirât-ı Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn İstanbul 1313.
Avcı, Alâeddin, Türkiye'de Askerî Yüksek Okullar Tarihçesi (Cumhuriyet Devrine Kadar),
Ankara 1963.
7
Tanin, 10 Mayıs 1911, 11 Nisan 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 414 ~
Okul Balkan Savaşı süresince bir yıl kapalı kaldı. Öğrenciler cephede ve Tophane'de
görev aldılar. Savaştan sonra tekrar açıldığında I sınıflar için acele programlar
uygulandı. Hattâ piyade Harb Okulundan bir miktar öğrenci alarak kısa kurslarla
subay yapıldı1.
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye: Askerî Tıbbiye, “Jön Türkler hareketinin doğmasında
ve gelişmesinde en çok emeği geçmiş kurumlardan birisidir2. Ancak Okul tamamen
tıp mesleğiyle ilgili bilgiler veriyor, askeri yönden çok zayıf kalıyordu. 1909 yılına
kadar böyle devam eden öğrelim, bu yıldan sonra askerî tebabet ve askerî eğitime
yöneldi. Bu arada sivil Tıbbiyenin ıslah çalışmaları sırasında, her iki Tıp Okulunu
“Dârülfünun Tıp Şubesi” adı altında birleştirme çalışmaları yapıldı3. Çünkü ikisi de
hemen hemen aynı programı uyguluyorlar, bazı hocalar her iki okulda da ders
verip para alıyorlardı. Sonra Askerî Tıbbiye 250-300 öğrenci alırken sivil Tıbbiye
2000-3000 öğrenci alıyordu4. Birleştirme çalışmaları iki okulun Öğretim
Heyetlerince yürütüldü. Birleştirme kararını bunlar aldılar. Bundan sonra
öğrelmenlerin tensikatı ve Fakülte binasının yer seçimi hususunda büyük
gürültüler koptu5. 14 Şubat 1910'da kabul edilen “Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye'nin
Talimat-ı Dahiliyesi”6 ile okulun öğretimi Tıp Fakültesine bırakılıyordu. İdaresi gene
gene Harbiye Nezareti'ne ait idi ve ayrı bir idari mekanizmaya sahipti. Öğrenciler
ders, seririyat (klinik) ve laboratuvarlarda sivil öğrencilerle beraber bulunuyorlardı.
Sınavlar ve doktoralar. Fakülte Yönetmeliğine göre yapılıyor, ancak askerî
öğrencilere verilen askeri ve sıhhî konferansların da ayrıca özel sınavı yapılıyordu.
Silâh eğitimi yaptırılıyordu. Bu Yönetmeliğe göre her yıl yarışma sınavlarıyla en çok
60 öğrenci alınacaktı. Öğrenciler içerde ve dışarda sıkı bir askeri disiplin altında
olacaklardı.
7 Eylül 1910'da kabul edilmiş olan “Teşkilât-ı Sıhhıye-i Askeriye Nizamnamesi’nde7
öğrencilerin esas Okula girmeden süvari alaylarında 5-8 ay askerî talime tabi
tutulacağı ve başarısına göre bir “tasdikname” alacağı belirtiliyordu. Tasdiknameyi
1
Karatamu, S., a.g.e. S.422-423.
Kuran A B Osmanlı imparatorluğunda inkılâp..., S.135, 184.
Kuran, A.B., İnkılâp Tarihimiz ve ittihat ve Terakki, S51.
Ramsaur.E.E., Jön Türkler ve 1908 İhtilâli, (Çev.: N.Ülken), İstanbul, 1972. S.30-37.
3
“Dârülfünun Tıb Şubesi”, Tanin, 6 Teşrinisani 1908.
4
Dr Zühtü, “Mekâtib-i Tıbbiye”, Tanin, 17 Teşrinisani 1908.
5
Dr.Kemal Cenab, “Mekâtib-i Tıbbiye Meselesi”, Tanin, 10 Mart 191”.
Topuzlu, Cemil, a.g.e. S.91-99.
6
Düstur, ikinci tertip cilt II, S.89-107.
7
Düstur. İkinci tertip, cilt II, S.676-687.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 415 ~
gösteren kişi okula yatılı öğrenci olarak alınacaktı. Beş yıllık bir öğretimden sonra
başarılı olanlar “Tebabet-i-Askeriye Tatbikat Mekteb ve Seririyatı”nda bir yıl teori,
uygulama, askerî yönetmelik ve yasalarla uğraşacak, buradan da Şahadetname
aldıktan sonra kıtalara ve hastahanelere yollanacaktı.
Tıp Fakültesi, savaş yıllarında da, bütün güçlüklere rağmen öğretimini uzun süre
aksatmamıştır.
• Erkan-ı Harbiye Mektebi: İlk defa 1849 yılında “Mekteb-î Fünûn-u Harbiye-i
Şahane” içinde kurulmuştu. Öğretimi bir, iki derken üç yıla çıkartıldı. Bu okul İkinci
Meşrûtiyete kadar Harbiye Mektebi'ne ek sınıflar olarak öğretimine devam etti1.
Meşrûtiyetin ilânından sonra bu sınıfları ıslah etme çalışmaları yapıldı ve Erkan-ı
Harbiye Mektebi'ni ayn bir okul halinde kurma fikri kararlaştırıldı. Önce bir
Yönetmelik hazırlanarak 17 Ağustos 1909'da yürürlüğe sokuldu2. Okul da 6 Kasım
1909'da Yıldız Sarayında açıldı3.
Okul, iki esas üzerine dayanıyordu: Askerî bilgi ve düşünceleri geliştirmek ve
yabancı dil öğretmek. Eskiden buraya Harbiye son sınıflarında iyi derece
tutturanlar alınırken, yeni Yönetmelik, kıtalarda en az iki yıl hizmet etmeyi ve sınav
sistemini getirdi. Okula, “lüzumu kadar” öğrenci kabul edilecek, derslere zabit
dinleyiciler de alınabilecekti. Okulun öğretim süresi üç yıl, bir öğretim yılı da 9-10
ay olarak belirlenmişti. Her yıl sonunda yapılan sınavla “öğretime devam
edebilecekleri ve edemeyecekleri” belirleyecekti. Okulun ders programı şöyle
belirlenmişti:
I. sınıf: Tabiye, Harb Tarihi, Esliha, İstihkamat-ı Cesime, Askerî Kânunlar,
Siyasi Tarih, Fransızca, Rusça, Almanca.
II. sınıf: Tabîye, Harb Tarihi, İstihkâmcılık ve Tatbikatı, Topografya ve
Harita, Muvasala ve Muhakere, Topçuluk, Siyasi Tarih, Fransızca, Almanca,
Rusça.
III. sınıf: Tabiye, Harb Tarihi, Kale Muharebeleri, Erkân-ı Harbiye
Hizmetleri, Deniz Muharebeleri, Devletler Hukuku ve İdare, Arazi Taksimi,
Fransızca, Almanca, Rusça.
1
Karatamu, D., a.g.e., S.430.
“Erkan-ı Harbiye Mektebi Nizamname-i Dahilisi”, Düstur, 2 tertib, cilt I, S.608-621.
3
Sabah, 7 Kasım 1909
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 416 ~
Dil derslerinden biri zorunlu, biri seçmeli idi. Okul 1912 ve 1914'de iki kerede 138
mezun verdi. Okul 1914 yılı sonlarına doğru, Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması
üzerine kapatılmıştı1.
Mekteb-i Bahriye: Türkiye'nin en eski okullarından biridir. İkinci Meşrûtiyete
gelinceye kadar sayısız değişiklikler geçirdi2. 1846'da Heybeli-ada'daki asli binasına
yerleşti. Abdülhamid döneminde, donanmada olduğu gibi, buradaki eğitim de çok
İhmal edilmiş ve yozlaşmıştır3.
İkinci Meşrûtiyetin başlangıcında Bahriye İdadisi lağvedilerek, bu Okula sivil idadi
mezunlarının sınavla alınmalarına karar verildi. Hatta gayri-müslimlerin de
sınavlara girebilecekleri belirtildi4.
Esas büyük ıslâh çalışmalarına 1910 yılı başlarında girişildi. Burada tensikat
yapmak için Bahriye Dairesi'nde özel bir Komisyon kuruldu (10 Ocak 1910).
Bahriye Nâzırı gazetelere verdiği bir beyanatta okulun adı ve öğrencilerin
kollarındaki kırmızı şeritten başka okulun diğer özelliklerinin tamamen sivil
okullara benzediğinden yakınıyor: Okulu ıslâh ederken İngiltere usulünün aynen
kabul edildiğini belirtiyordu. Zaten okul Amiral Williams ve diğer İngiliz deniz
subaylarının ellerinde idi. Bahriye Nazırı 16 Şubat 1910'da Okul programının ıslah
edilip uygulamaya başlandığını bildiriyordu5. Okulun öğretim süresi aşağı yukarı
sekiz yıl idi. İlk dört yıl okulda, son dört yıl da denizde, okul gemisinde geçiyordu.
Okulun Mihanik, Kimya, Elektirik ve Gemicilik dersleri için fabrika ve
dökümhaneleri vardı. Okulda ana uygulamalı derslerin yanısıra kürek yelken ve
yüzme talimleri de vardı. Islah çalışmaları 19O8'de İngiltere'den getirtilen iki
muallimin yardımıyla yapılmıştı.
Okul yeni ders programının uygulanmasına 20 öğrenci ile başladı. Başta “talebe
namzedi” olarak 30 kişi alınacak, bunlara bir yıl Hesab, Cebir, Hendese, İngilizce,
Coğrafya, Tarih ve Lisan-ı Osmani dersleri gösterilecek, yıl sonunda bunlarla
beraber, dışardan baş vuranların da katıldığı bir sınav yapacak ve en iyi 20 kişi
okulun birinci sınıfına kaydolacaklardı6. Öğrenciler okul gemisindeki öğretimlerini
1
Karatemu,S., a.g.e., S.434.
Unat, F.R.,a.g.e.ıS.60-61.
Ergin, O., a.g.e.,S.315-324.
3
Ali Haydar Emir, 1327-28 Türkiye İtalya Harbi Tarih-i Bahriyesl, İstanbul, 1329, S.2-6
4
6 Kasım 1909 tarihli Tanin ve Sabah gazeteleri.
5
Tasvir-i Efkâr, 17 Şubat 1910
6
Âhenk(İzmir) 30 Teşrinisani 1913.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 417 ~
bitirdikten sonra donanmada kurulan Seyri-sefain, Topçuluk, Torpido ve Çarkçılık
Mekteplerinde sekiz aylık bir kurs görmeye mecbur tutuluyorlardı1.
1911 yılından itibaren de, okulun çeşitli kısımlarından ayrılacak öğrencilerden
makine ve inşaat mühendisleri ve levazımcılar yetiştirme programları
uygulanmaya başlandı2.
Bahriye Mektebi'ndeki verimi anlamak için verdiği mezunlara bakılacak olursa,
şöyle bir durum görülür3:
Tablo 51) Bahriye Mektebi mezunları
Sınıf
Güverte mühendisi
Makine Mühendisi
İnşaiye mühendisi
Çarkçı mülazım-ı evveli*
1909 1912 1914
29
48
2
19
2
23
*
*) Çarkçı mülazım-ı evvelleri öğretim süresi beş yıl olan4 Çarkçı Ameliyat
Mektebi'nden çıkıyorlardı. Bu okuldan 1911 yılında da 43 mülazım-ı evvel mezun
olmuştu5.
Askerî Baytar Mektebi: İlk defa 1849 yılında Harbiye Mektebi içinde kurulan okul,
1905'de Askerî Tıbbiye'ye nakledildi. Bu arada pek çok değişiklikler geçirdi6. 1910
yılında askerî ve sivil Tıbbiyelerin birleşip “Tıp Fakültesi” adını almaları sırasında,
okul bağımsızlığına kavuşarak Haydarpaşa'da kendine ait bir binaya yerleşti.
Öğretim süresi beş yıldan dört yıla indirildi. Okula kabul edilmesi kararlaştırılmış
olanlar önce bir Topçu veya Süvari Küçük Zabit Mektebi'nde 6-8 ay askerî eğitime
tabi tutuluyor ancak buradan tasdikname alabilirse Baytar Mektebi'ne kabul
ediliyordu. Öğrenciler sınıflara göre er, onbaşı, çavuş ve başçavuş sıfatını alırlardı.
Öğretim bitince de mülazım-ı sâni olarak mezun olurlardı. Mezun olanlar kıtalara
dağılmadan önce “Tababet-i Baytariye-i Askeriye Tatbikat Mektebi ve
Seririyatı”nda bir yıl bilgi ve meleke geliştirirlerdi. Daha sonra binbaşılığa geçişleri
1
“Zabitan-ı Bahriyenin umumî kurslarına mütedair Nizamname”, (2 Teşrinievvel 1913).
Düstur, ikinci tertib, cilt V, S.787-792.
2
Unat, F.R.,a.g.e., S.61-62.
3
Tanin, 21 Ağustos 1909. Sabah, 9 Ağustos 1912; 18 Eylül 1914.
4
Sabah, 5 Ağustos 1911.
5
Sabah, 9 Kasım 1911.
6
Unat, F.R., a.g.e., s.68-69.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 418 ~
sırasında da gene bu Okulda üç ay daha eğitim görürlerdi1. Okula 17-21 yaşlan
arasında Sultani, yedi yıllık idadi ve dengi özel okul mezunları yarışma sınavlarıyla
alınıyordu2. 1912 yılında okuldan 17 kişi mezun olmuştur3.
Endaht Mektepleri (Atış Okulları)
a) Piyade Endaht Mektepleri: Okul ilk olarak Anadolu Maltepesinde 1910 yılı
başlarında açılmıştı. Yayınlanan Yönetmeliğine göre4, piyade ve süvari subaylarının
subaylarının atış bilgi ve uygulamalarını geliştirmek amacında olan Okul, aynı
zamanda Harbiye Nezareti'nin atış ve deneme laboratuvarı ve bilgi merkezi
olacaktı. Okulun öğretim devreleri şöyle idi:
Yıllık öğretim devresindeki subaylar Okuldayken geçici devrelerin öğretmenliğini
yapar, mezun olunca da kıtalarda “atış öğretmeni” olurlardı. Okulun, öğrencileri
askerî birliklerdeki subaylar arasından seçilirdi. Bu okullar hızla yayılmış, hemen
Selanik, Edirne ve Erzincan'da açılmıştır. Bunların öğrenci sayıları 100-250 arasında
değişiyordu. Bu Okuldan mezun olan subaylar önderliğinde İstanbul, Edirne,
Selanik, Manastır ve Şam'da “Muallim Taburları” kurmuşlardır. Erler burada bir ay
eğitim gördükten sonra “onbaşı” olarak çıkmakta idiler5.
Yapılan bazı denemelerden sonra 24 Haziran 1911’de Okulun Yönetmeliği
değiştirilmişti6. Buna göre Okulun kadrosu genişletilmiş, Bahriye ve Makineli Tüfek
Tüfek bölüklerinden de zabitler alınması kararlaştırılmış, öğrenci alma zamanları
belirlenmişti.
1
“Askerî Teşkilât-ı Sıhhiye-i Baytariye Nizamnamesi”, Düstur. 2.tertip, c.III. s.643-652.
Sabah, 6 Eylül 1911. 24 Mayıs 1912, 22 Ağustos 1913, 15 Ağustos 1914.
3
Hakk, 14 Temmuz 1912.
4
“Piyade Endaht Mektebi Nizamnamesi”, Düstur, 2.tertip, c.II. s.77-84
5
Yeni Tasvir-i Efkâr, 21 Şubat 1910. Sabah, 21 Şubat 1910
6
“Piyade Endaht Mektebi Nizamnamesi”, Düstur, 2 tertib, cilt III, S.395-402
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 419 ~
Okulun çalışmaları Balkan Savaşında bozulmuş, sonra da eski düzeniyle
kurulamamıştır. Dünya Savaşı başladığında ise tamamen kapatılmış bulunuyordu1.
b) Sahra ve Ağır Topçu Endaht Mektepleri: Sahra topçuları için 20 Ocak 1910
yılında Metris Çiftliğinde, ağır topçular için de 10 Ekim 1911’de Rami Kışlasında
açılmıştı. Okuldaki talimler 3-3,5 ay sürüyor ve subaylar tekrar eski birliklerine
dönüyorlardı2. Bu okullar da Balkan Savaşında iyice bozulmuş, 1914'de
kapatılmışlardır3.
Küçük Zabitan İbtidai Mektepleri: Her ordu merkezinde, astsubay okullarına
öğrenci yetiştirmek amacıyla 1909 yılı sonlarında kurulmuşlardı Okulların
yönetmeliğine göre4 bu okullarda öğretim, öğrencinin yaşına (15-18 yaş) ve
ilköğretim durumuna göre 1-3 yıl arasında değişiyordu. Öğrenciler yaşlarına göre
üç gruba ayrılıyorlardı. Ayrıca bazı bedeni özelliklere bakılarak sınavla öğrenci
alınıyor, asker çocukları tercih ediliyorlardı. Okul, sekiz yıllık bir mecburi hizmet
yüklüyordu. Okuldayken öğrencilere maaş da verildi ve mezun olanlar sicillerine
göre beni oranlarda Topçu, Süvari ve Piyade Küçük Zabit Mekteplerine ayrılırlardı.
Okullarda okutulacak dersler genel olarak şunlardı: Ordu Teşkilâtına Ait Malumat,
Tabiye, Talimnâme-i Piyade, Hizmet-i Seferiye Nizamnamesi, Sahra İstihkamatı,
Topografya, Terbiye-i Askeriye, Ceza Kanunnamesi, Kal'a Nizamnamesi, Dahiliye
Kânûnnamesi, Piyade Nişan Dersleri, Esleha, Mühimmat-rHarbiyenin Muhafazası,
İdman Talimnamesi, Hıfzıssıhha, Okuma-Yazma, Meşrûtiyet, Tarih, Coğrafya,
Hesap, Harita, Akaid-i Diniyye, Ahlâk, Fransız Harfleri ve Rakamları, Usul-ü
Muhabere, Rütbe ve Alâmetleri Tefrik.
Okulun Yönetmeliği, 12 Temmuz 1911'de yeniden düzenlendi5. Okula alınma yaşı
16-18 olarak değiştirildi. Öğretim süresi de 1-2 yıl olarak indirildi. Okulun ders
programı da yıllara göre yeniden belirlendi.
Okullar bazı küçük değişikliklerle 1914'e kadar devam ettiler.
1
Karatamu, S., a.g.e S.397.
Sabah, 28 Haziran 1911.
3
Karatamu, S., a.g.y.
4
“Küçük Zabitan Mektebi ve Küçük Zabitan İbtidai Mektebi Nizamnamesi”, Düstur,
2.tertib, cilt I, S.790-808.
5
“Küçük Zabit ve Küçük Zabit ibtidai Mektepleri Hakkında Nizamname”, Düstur, 2.tertip,
c.III. S.655-692.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 420 ~
Küçük Zabitan Mektepleri (Astsubay okulları): Meşrûtiyetten önce astsubaylar
ordu içinde, askerî birliklerde yetiştiriliyordu. Meşrutiyet’ten sonra bu tarz
okullaştırılmak istenmiş ve “Küçük Zabit Mektepleri” kurulmuştu. Bu okullar da
1909 yılı sonlarında her ordu merkezinde açılmaya başlanmışlardır. Küçük Zabitan
İbtidai Mektepleri mezunlarını aldığı gibi, dışardan da 18-21 yaşları arasında
ilköğretimlerini tamamlamış, sağlam gençler alıyorlardı. Öğretim süresi iki yıl idi.
“Onbaşı” olarak mezunlar veriyordu1. İstanbul, Edirne, Selanik, Bağdad, Beyrut ve
Erzincan'da Küçük Zabit Mektepleri vardı. Süvari Küçük Zabit Mektebi ise 1912’de
İstanbul'da kurulmuştu.
Küçük Zabit Mektebi çıkışlıların altı yıl mecburi hizmetleri vardı. Bundan sonra
Kuleli'de bir yıl okuyup ihtiyat zabiti; Jandarma Mektebi'nde bir yıl okuyup
Jandarma subayı veya Polis Mektebine gidip komiser olabiliyorlardı2. Okullardaki
öğrenci sayısı orduların ihtiyaçlarına göre sürekli olarak değişmekteydi3. Okulun
ders programı4:
I.yıl: Topografyayı Askerî, Talimname, Hizmet-i Seferiye Nizamnamesi. Ameli ve
Nazari Endaht-ı Piyade Nişan Dersleri, Terbiye-i Askeriye, Feraiz-i
Askeriye, Meşruti İdarenin Fevaidi, Rütbe ve Alâmetlerin Tefriki, Akaid-i
Diniye, Vezaif-i Medeniye ve Ahlâkiye, İmlâ ve Kitabet-i Askeriye, Hesap,
Coğrafyayı Osmani, Fransızca, Askerî Ceza Kânunları.
II. yıl: Tarih-i Osmani, Talimname, Sahra İstihkamatı, Hizmet-i Seferiye
Nizamnamesi, Ordu Teşkilatı, Tabiye, İdare Nizamnamesi, Terbiye-i
Askeriye, Fransızca.
Günlük öğretim süresi sekiz saatti. Sahra Topçu ve Ağır Topçu Küçük Zabit
Mektepleri de 1912 yılında açılmıştı5.
Ayrıca 3 Ekim 1914'de hastahanelerde, altışar aylık öğretim devresiyle sıhhiye
çavuşu çıkaracak Sıhhiye Küçük Zabitan Mektepleri kurulması da kararlaştırılmıştı1.
kararlaştırılmıştı1.
1
6 Ekim 1909 tarihli Nizamname.
Sabah (Osmanischer Llyod gazetesinden), 24 Şubat 1912
3
Sabah 21 Şubat 1910. 9 Ağustos 1911
4
12 Temmuz 1912 Nizamnamesinden.
5
Sabah 12 Ağustos 1912, 27 Temmuz 1912.
Tanin, 5 Şubat 1912.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 421 ~
Piyade İhtiyat Zabıtanı Mektebi: 1910 yılı Temmuzunda kurulmuştu. İstanbul'da,
“numune kıtası makamında” bir yıl öğretim süreli bir okul idi. Yüksekokul ve idadi
mezunlarını alıyor ve ihtiyat zabiti çıkartıyordu. 18-30 yaş arasındaki kişiler
başvurabiliyordu. Okul, ilk yıl 23'u gayrimüslim 175 kişi mezun etmişti. 1912'de de
28'i gayrimüslim 299 kişi yetiştirdi2.
Okulun ders programı ise şöyleydi3:
a) Nazari dersler: Dahiliye ve Ceza (Terbiye-i Askeriye) Talimatnameleri, Seferiye
ve Tabiye, Esleha, İstihkam, Topografya.
h) Uygulamalı dersler: 1-12 hafta Acemi Talimi, 8-10 hafta bölük talimi, 3. devre
muharebe ve endaht talimleri, her hafta iki saat binicilik talimi.
Buradan mezun olanlar Harbiye'ye de girebiliyorlardı4.
Jandarma Mektepleri
Jandarma Zabit Mektebi: İlk defa 1903 yılında Selanik'te Fransız subaylarının
idaresinde açılmıştı. Ancak 19 Haziran 1909'da İstanbul'a Yıldız Sarayına taşındı.
Okul, üçer ay öğretim süreli iki büyük kısma ayrılıyordu: Ordu zabitleri ve karakol
kumandanları kısımları. Bir de başçavuşların altı aylık bir eğitimden sonra sınavla
subaylığa geçtikleri “Zabit Namzedi” kısmı vardı.
Zabitler kısmının dersleri şunlardı: Jandarma Nizamnamesi, Fenn-i Furûsiyyet (At
besleme ve yetiştirme), Malumat-ı Adliye, Endaht (Atış), Malûmat-ı Şahsiye ve
Mahalliye, Âdab-ı Muaşeret.
Karakol kumandanları kısmının dersleri ise şunlardı: Jandarma Nizamnamesi,
Talim, Terbiye-i Askeriye, Malûmat-ı Şahsiye ve Mahalliye, Endaht, Malûmat-ı
Adliye, Usul-ü Kitabet ve İmlâ, Coğrafya, Hesap5.
1
“Sıhhiye Küçük Zabitan Mektepleri Tesisi Hakkında Nizamname”, Düstur, 2.tertib, cilt VI,
s.1308-1312.
2
Sabah 12 Ağustos 1912, Hakk 29 Haziran 1912.
3
Tanin, 17 Temmuz 1910 (Okulun Talimatnamesi).
4
“İhtiyat Zabitlerinin Mektebi Harbiye-i Şahaneye Şeraiti Duhuliyesi'' Sabah, 28 Ağustos
1912. Karşılaştırınız: Müdafaa-I Milliye. 39(1328), S.121-122.
5
Tanin, 20 Haziran 1909.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 422 ~
Buraya ilk başta 189 zabit alındı. Bu okula ait bir Yönetmelik daha 1910 Eylülünde
hazırlanmıştı1, ama Okul teşkilâtının genişletilmesi 1912 yılında yapıldı. Bu yeni
düzene göre okul beş kısma ayrıldı:
1- Jandarma sınıfına geçmek isteyen muvazzaf subaylara 3 aylık bir öğretim,
2- Jandarma subayı olacaklara bir yıl öğretim,
3 ve 4- Lise ve yüksek öğretimlerini tamamlayanlardan Jandarma subayı olmak
isteyenler için 2 yıllık bir öğretim,
5- Jandarma hesap memurları yetiştirmek içim 3 aylık bir öğretim2.
Jandarma Mektebi'nin öğretmenleri genellikle Fransız subayları idi. Okul, Balkan
Savaşından sonra dağılmış, öğrenciler kıtalara yollahmıştır. 1914 Eylülünde bir
“emr-i âli” ile yeniden açılmıştır3.
Jandarma Efrad-ı Cedide Mektepleri: Jandarma erleri bu okullarda üç aylık bir
eğitim gördükten sonra taburlara gönderiliyorlardı. Bu okullarda erlere askerî ve
mülki vazifeleri öğretiliyordu. Buralara gönüllüler de alınıyordu4. 1909'dan itibaren
Selanik, Trabzon, İzmir, Beyrut, İstanbul ve San'a da birer Efrad-ı Cedide Mektebi
açılmıştı. Bu okullardaki öğrenci sayısı çok değişiyordu5. Mecliste bu okulların
aleyhinde bulunanlar da çoktu6.
Nalbant Mektebi: Ordunun ihtiyacı olan nalbantları yetiştirmek amacıyla, her ordu
merkezinde açılmaları 1909 yılı sonlarında şart koşulmuştu. Askerî hayvanları
Avrupa ordularında olduğu gibi nallattırmak amacıyla baytar zabitlerinin
öğretmenlik ettikleri bir okuldu. Hem baytarlık hem de nalbantlık dersleri
okutuluyordu7.
1
Sabah, 25 Eylül 1910.
“Jandarma Zabit Mektebi Teşkilât Nizamnamesi”, Düstur, 2 tertib, cilt V, S.557-574.
2
Karatamu, S.,a.g.e. S.398.
3
Sabah. 8 Eylül 1914.
“Mekâtib-i Aliye ve İdadiye Mezunlarından Yetiştirilecek Jandarma Zabitanı Hakkında
Nizamname”, Düstur, 2,tertib, cilt 4, S.488-491.
4
Sabah, 30 Haziran 1911.
5
Tanin, 25 Ağustos 1909. Sabah, 28 Ağustos 1909, 16 Mayıs 1911 vs.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 21 Mart 1327, S.2033-2054: 4 Nisan 1327, S.2380-2389.
7
Sabah, 29 Kasım 1909.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 423 ~
Levazım Mektebi: İlk defa 1909 yılında açıldı. Askerî levazım işlerinin düzgün bir
surette devir ve idaresini sağlamak amacıyla levazım subayları yetiştiriyordu. 9 ay
öğretim süreli idi. Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla Okul kapatılmıştır.
Nakliye Mektebi: Nakliye sınıfındaki subayların teorik ve uygulamalı eğitimleri,
ulaşım depolan hakkında gerekli bilgileri vermek amacıyla 1912 Temmuzunda
açılmıştı. Öğretim süresi on aydı. Gayet geniş bir programı vardı1.
Süvari Tatbikat Mektebi: 1911 yılında İstanbul'da açılmıştı. Süvari zabitlerinin
görev ve hizmetlerine dair bilgilerini genişletmek amacıyla 15 aylık bir öğretim
uyguluyordu. Buradan mezun olan subaylar, öğretmen olarak kullanılıyordu. Okul
Birinci Dünya Savaşı başlayınca kapanmıştır.
Talimgah Mektepleri: Çavuşluktan mülazım-ı sâni rütbesiyle ordularına gönderilen
zabitler için 1910 Mayısında açılmaya başlanmıştı2. Daha sonra bütün subaylara
şart koşuldu3. Birinci Dünya Savaşı dolayısıyla kapatıldı.
Teyyare Mektebi: İlk defa 1911'de Avrupa'ya bu hususta iki subay yollanmıştı.
1912'de de Yeşilköy'de Teyyare Mektebi açıldı. Okul İkinci Meşrûtiyet boyunca
Fransız subayların idaresi altında bulunmuştu. Balkan Harbi dolayısıyla bir ara
dağıldıysa da sonra tekrar açıldı. Öğretim tamamen amelî denecek bir seviyedeydi.
Balkan Savaşından sonra okulda 5-10 uçak, 4-5 tane de tayyareci vardı. Ayrıca
Okuldaki “Tamirat Dairesi”nde küçük onarım içleri de yapılıyordu. İstanbul'daki
yabancı okulların sık sık gidip gezdikleri4 Okulun yeniden kuruluş ve idaresine 1913
1913 yılında Avusturya Elektrik Şirketinden Ganç adlı bir Macar mühendis talip
olmuştu5.
Bunların dışında 1912'de Amiral Lympus Paşa'nın emriyle bir Bahriye Tatbikat
Mektebi açılmıştı6. 1910 yılın erlerin eğitim ve öğretimleri için Hudut Bölüğü
Mektepleri de açılmaya başlanmıştı.
1
Ayrıntı: “Süvari Tatbikat Mektebi Nizamnamesi”, Takvim-i Vekayi, 19 Mayıs 1328.
Sabah, 25 Mayıs 1910.
3
Ayrıntı: Karatamu, S., a.g.e. S.398-401.
4
“Tayyare Mektebi”, Sabah, 6 Kasım 1913.
5
“Tayyarecilik Mektebi”, Tasvir-i Efkâr, 5 Aralık 1913.
6
Müdafaayı Milliye, 39(1328), S.173.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 424 ~
4.2.7. ÖĞRETMEN YETİŞTİRME
4.2.7.1. Genel Olarak Öğretmen Sorunu
İkinci Meşrûtiyet döneminde, öğretmenin fikrî ve sosyal değişimi sağlamadaki
gücü açık olarak anlaşılmıştır. 20. yüzyıl başlarında Osmanlı eğitiminde öğretimin
üç temel dayanağı olan program, ders kitabı ve öğretmen unsurlarının hepsi de
bozuktu. Ama özellikle öğretmen faktörü öğretimin her kademesini aşırı derecede
etkiliyordu ve Osmanlı eğitim sisteminde, özellikle ilköğretim kademesinde olmak
üzere öğretimin her kademesinde en bozuk unsur, öğretmen zümresi idi.
Öğretmeni iyi yetiştirmeden yapılacak bütün güzel programlar, ders kitapları,
eğitim yasa ve yönetmelikleri boşuna idi.
İkinci Meşrûtiyet başlarında Dârülfünun öğretimi idadi düzeyinde, idadi öğretimi
de rüşdiye düzeyinde idi. Başlangıçta bu durum program düzenlemeleriyle
giderilmeye çalışıldı. “İdadi”Ier “lise”ye çevrilerek, programları yeniden
düzenlendi. Ama her yandan itirazlar yükselmeye başladı. Programın
uygulanamayacağı anlaşıldı. Emrullah Efendi o zaman “memurdan muallim olmaz”
hükmünü verdi ve öğretmenliği bir “meslek” haline getirme çalışmalarına başladı.
Osmanlı eğitim kurumlarında her kaynaktan öğretmen vardı. Her kademedeki
okullardan mezun olanlar, hattâ okul yüzü görmemişler bile öğretmen
olabiliyorlardı. Mesleğe girdikten sonra da Meclis-i Maarifçe, ilköğretim
kademesinde öğretmenlik yapanların (“ibtidaiye ve rüşdiye”) “terfi ve terakki”
sınavları yapılıyor ve bunlar meslek içinde yükselebüiyorlardı. İkinci Meşrûtiyetin
öğretmen sorununda getirdiği ilk önemli değişiklik “terfi-i sınıf” sınavlarını,
Dârülmuallimin Öğretmenler Kurulu'na yaptırmış olmasıdır1. İkinci önemli hareket
de Emrullah Efendi'ııin “memur-muallim”lere karşı yaptığı temizlik harekeli
(“tensikat”)dir. Emrullah Efendi, öğretimdeki seviye düşüklüğünün memur
öğretmenler yüzünden olduğuna hükmederek, 1910 yılında Meclis-i Ayân'da
yaptığı konuşmada, ehil olmayan bazı öğretmenleri atarak yerlerine yenilerini
alacağını, atılan öğretmenlerin de açıkta kalacağını belirtiyordu2.
1
2
“Muallimin imtihanı”, Tanin, 6 Ekim 1909.
Meclis-i Âyân Zabıt Ceridesi, 14 Haziran 1326.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 425 ~
Bakanlık, 1910 Eylülü sonlarında aldığı bir kararla da, aslında memur oldukları
halde idadilerde öğretmenlik yapanların ya öğretmenlik yapmaları ya da
memurluğa dönmeleri hakkında bir karar aldı1. Öğretmenliğin maaşı daha az
olduğundan, özellikle İstanbul’daki öğretmenler Devlet dairelerinde memurluk da
yapıyorlardı. Bakanlığın kararı üzerine, öğetmenlerin çoğu memurluğu seçtiler. Bu
arada birçok yetenekli ve tecrübeli öğretmen de eğitim hayatından çekildi ve
“öğretim hayatı can çekişmeye başladı”2. Emrullah Efendi, gidenlerin yerlerine
daha iyilerini bulmak bir yana, onların dengini bile bulamadı.
Emrullah Efendi bir yandan idadi öğretmenleri arasında geniş bir temizlik
yaparken, ilköğetim için 70.000 öğretmene ihtiyaç olduğunu, para olsa bile bu
rakamın % 1'ini bile bulabileceğinden kuşkusu olduğunu belirtiyordu3. 1910 yılında
hazırladığı “Tedrisat-ı İbtidaiye Kânunu Lâyihası”nda “muallimi evvel” denilen asıl
öğetmenlerin yanına bir de “muallim halifesi” adıyla staj yapan öğretmen
zümresini koyuyordu. Bunlar, asıl öğretmenlerin yanındaki yardımcı “muallim
mülazımları”, uzmanlık derslerini (Resim, Müzik, Beden Eğitimi..) veren “muallim
muavinleri” ve ehliyet beratları olan öğretmenlerdi. Ehliyet beratları asıl
öğretmenliğe geçişte belli bir geçerlilik süresi olan öğretmenlik belgeleri idi.
Emrullah Efendi ayrıca öğretmenler arasında “evvel”, “sânı”, “sâlis” vs. gibi
ayrımları da kaldırmak istiyordu4. “Ehliyetname” usulünü, mevcut öğretmenlerin
seviyelerini yükseltmek için kullanmayı düşünüyordu. Ayrıca her vilâyetten iki
öğretmeni, İstanbul Dârülmuallimini'ne getirterek, orada çeşitli şekillerde
yetiştirdikten sonra gene eski yerlerine gönderip, oradaki öğretmenlere örnek
olmaları sağlanıyordu5. Bu arada müfettişlere de ilkokul öğretmenlerini işbaşında
yetiştirme görevi veriliyordu6.
Bu arada öğretmenlerin emekliliklerinden de söz edilmeye başlandı. Ancak henüz
işbaşındaki öğretmenlerinin maaşlarını vermekten âciz bir Hükümetin, emeklilik
müessesesini sözden ileriye götürebilmesi imkânsızdı.
Emrullah Efendi, eğitim sorununun çözümü hususunda öğretmenlere çok önem
veriyordu. “Benim bütün ümidim Dârülmualliminlerdedir” diyordu7. Onun istediği
1
“Memur muallimler”, Sabah, 29 Eylül 1910.
Ali Kâmi. “Maarif derdi”, İçtihat, 82(1329), S.1934-1936.
3
D.K. “Maarifimiz”. Sabah, 28 Şubat 1910.
4
Emrullah, “Tedrisat-ı İbtidaiye”(2). Mülkiye dergisi, 24(1326). S.36-37.
5
D.K. a.g.m.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2105.
7
A.g.e. s.2130.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 426 ~
öğretmen yalnız öğrencilerin değil, halkın eğitimi ve aydınlanmasıyla da
ilgilenecekti. Osmanlı eğitiminin en önemli sorunu olarak öğretmen yetiştirme
konusuna el atmıştı ve öğretmen sorununu çözümlemek için medreselere
başvurmayı bile düşünüyordu1.
Emrullah Efendi'nin büyük çabalarından biri de, öğretmen maaşlarını arttırmaktı.
Hattâ lise örgütünün özünde bu da vardı. O, öğretmenleri tam olarak okula
bağlamayı, ders saatlerini ve bu arada maaşlarını da arttırmayı tasarlıyordu.
İdadilerdeki “sınıf öğretmenliği”ni kaldırarak yerine “ders öğretmenliği”ni koydu.
Öğretmenliği eğreti (arızî) bir san'at halinden çıkartıp bir meslek haline getirmek
için, Bakan olduğu süreece devamlı çabaladı. “Seyyar öğretmen”leri* kaldırmaya
çalıştı. Mubassırlardan bile bir öğretmen olarak yararlanmaya uğraştı ama pek
başarılı bir sonuca ulaşamadı.
Emrullah Efendi okuldaki memur ve öğretmenlerden tatil günlerinde bir görevi
olmayanlara tam maaş verilmesi hakkında da bir karar aldırtımıştı (9 Nisan 1910)2.
1908 yılından itibaren Osmanlı Devleti'ndeki öğretmenler arasında örgütlenmeler
de başlamıştır. 1908 Temmuz hareketinden hemen sonra “Encümen-i Muallimin”
adlı bir öğretmen örgütü kurulmuş; bunun, öğretmen atamaları konusunda,
öğretmenliği meslek haline getirme, maaşlara zam vs. konularda önemli
çalışmaları olmuştur. Bu örgüt daha sonra “Muhafaza-i Hukuk-u Muallimin
Cemiyeti” ile birleşerek “Cemiyet-i Muallimin” adını almıştır. Cemiyet çeşitli
çalışmalarının yanısıra “Mir'ât-ı Maarif”adlı bir de dergi çıkarmıştır. Pek çok
dernekler gibi bu Dernek de 31 Mart olayları sırasındaki sıkıyönetim zamanında
ortadan kaybolmuştur3.
Taşradaki öğretmenlerin örgütlenmelerinde özellikle Sâtı' Bey'in eğitiminden
geçmiş İstanbul Dârülmuallimini çıkışlılar önemli roller oynamışlardır.
İkinci Meşrûtiyette taşrada ilk öğretmen örgütlenmesi Bursa'da yapılmıştır.
Merkezi Bursa olmak üzere, 1909 yılı sonlarında “Terakki-i Maarif ve İttihad-ı
1
A.g.y.
Öğretmenler genellikle ihtisas derecelerine göre dersler veriyorlardı. Önceleri maaşları
azdı, sonra Bakanlığın 10 Aralık 1910 tarih ve 346/529 numaralı yazısı ile bunlara tam maaş
verilmesi kararlaştırılıp, duyuruldu (Başbakanlık Maarife Giden Evrak Defteri Arşivi)
2
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no:276924.
“Tamim-i Maarif”, Sabah, 9 Kasım 1909.
3
Akyüz, Yahya, “Türkiye'de ilk öğretmen kuruluşları hakkında orijinal bir belge ve
unutulmuş bir kaynak”, Eğitim Fakültesi Dergisi, 111/1-4(1970), S.109-117.
*
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 427 ~
Muallimin Cemiyeti” adıyla bir örgüt kurulmuş, Cemiyetler Kânûnu'na göre
Yönetmeliği hazırlanmış ve dernek kendini resmen kabul ettirmişti. Dernek ilk iş
olarak, ücretlerin azlığı yüzünden pek çok kişinin öğretmenlik mesleğini
terkettiğini belirtmiş, öğretmen ücretlerinin Meclis-i Mebusan huzurunda
saptanması isteğiyle Meclis Başkanlığına bir telgraf çekmiştir1. Dernek daha sonra
Bursa'nın kazalarında ilkokul öğretmenlerinin katıldığı “kaza kongreleri”
düzenlemiş2; buradan livalar, vilâyetler kongrelerine, en sonunda da bütün ülke
çapında bir öğretmenler kongresine ulaşmak istemiş, ancak başaramamıştır.
Türkiye'de öğretmenlerle ilgili önemli bir başka Kongre de 13 Temmuz 1911'de
İstanbul'da yapılmıştır. “Dârülmuallimîn Kongresi” adını alan bu toplantının amacı,
İstanbul Dârülmuallimini'nden 1910 yılında mezun olanlarla 1911 yılında mezun
olanları tanıştırmak, bu arada eskilerin tecrübelerini dinlemek idi3. Toplantı
sırasında konferanslar verildi, bazı öğretim araç ve gereçleri üzerinde duruldu,
resim' ve elişleri sergileri açıldı; tartışmalar yapıldı, geziler düzenlendi... Kongre
aynı zamanda bir “Konferans Cemiyeti” kurma kararı aldı4. Daha sonra bu Dernek
de kuruldu, çeşitli konferanslar düzenledi, bunları kitap halinde de yayınlayarak
önemli hizmetlerde bulundu.
Bu arada Rumeli vilâyetlerindeki milletler mücâdelesinin bütün yükü
öğretmenlerin üzerindeydi. Özellikle Bulgar öğetmenler bu hususta çok yoğun bir
çalışma yapıyorlardı. Rumeli'deki Bulgar öğretmenlerinin temsilcileri 13 Ocak
1911'de Selanik'de bir Kongre düzenlemişler ve bir hafta süresince Bulgar millî
eğitiminin sorunlarını tartışmışlardır5. İkinci Meşrutiyet döneminde Osmanlı
sınırlan içinde 1960 kadar Bulgar öğretmen vardı ve bunların 43 tane de meslekî
kuruluşları bulunuyordu*. Bulgar öğretmenler ikinci bir Kongreyi de 5-11 Temmuz
1912 tarihleri arasında gene Selanik'de yapmışlardı. 43 örgütten 21 tanesinin
temsilcilerinin katıldığı Kongrede, Bulgar Öğretmen Örgütleri Genel Merkezi'nin
yayın organı olan “Uçtelsky Glas” gazetesinin durumu, Eksarhhane gazetesini
1
“Tamim-i Maarif”, Sabah, 9 Kasım 1909.
“Terakki-i Maarif ve İttihad-ı Muallimin Cemiyeti”, Memurîn gazetesi, 2 Haziran 1326 (15
Haziran 1910).
“Maarif hakkında”, Sabah, 14 Haziran 1910.
2
“Maarif Kongresi”, Tanin, 18 Temmuz 1910.
3
“Dârülmuallimin mezunları”, Sabah, 31 Mayıs 1911.
4
M.S., “Dârülmuallimin Kongresi-Konferans Cemiyeti”, Sabah, 5 Ağustos 1911.
5
“Bulgar Muallimleri Kongresi”, Sabah, 19 Ocak 1911.
*
Bunlardan biri olan Selanik Osmanlı-Bulgar İttihad-ı Muallimin Cemiyeti hakkında belge,
Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası. No: 292204.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 428 ~
boykot ve Eksarhhnneye karşı örgütün durumu sorunları tartışıldı. Bulgar
öğretmenleri örgütü, uluslararası öğretmen kuruluşlarıyla da ilişkideydi1.
Rumeli'deki Türk Öğretmenlerinin örgütlenmesi ise, değil uluslararası öğretmen
örgütleriyle ilişki kurmak, kendi aralarında bile ilişki kurmaktan âcizdi. Hattâ
birbirlerinden habersizdiler. Toplantıları ve çalışmaları bir “örgüt” havasını da
vermemekteydi. Selanik'teki ibtidai ve rüşdî öğetmenleri 1910 yılında İttihat ve
Terakki Kulübü'nde “Elifbanın usul-ü tedrisi” üzerine birkaç toplantı yapmış ve bazı
kararlar almışlardı2. Daha sonra Selanik Maarif Müdürü Tahir Rüşdi Bey'in
girişimleriyle 10-20 Ağustos 1911 tarihleri arasında “Selanik Vilâyeti I. Muallimler
Kongresi” yapılmıştı. Kâzım Nami (Duru) ve Ali Haydar (Taner) Beylerin de aktif
olarak katıldıkları toplantılarda Elifba, Kıraat, Kavaid, Hesap, İmlâ ve İnşa, Akaid-i
Diniye. Coğrafya vs. alanlarda komisyonlar kurulmuş, bu komisyonların hazırladığı
raporlar tartışılmış, konferanslar verilmiştir3.
Manastır Muallimler Kongresi de oradaki Dârülmuallimin'in girişimleriyle 3-13
Temmuz 1912 tarihleri arasında yapılmıştı. Kongrede, sabahleyin ve geceleri
projeksiyonla konferanslar verilmiş, ziyaretler, yürüyüşler yapılmış, örnek dersler
gösterilmiş ve tartışılmıştı. Bir de okullar için “Kitap Seçim Komisyonu” kurularak,
bunun da raporu tartışılmıştı4.
Bu arada Trablusgarb ve Balkan Savaşları sırasında Osmanlı uyruğunda bulunan ve
öğretmenlikleri Bakanlıkça onaylanmış olan öğretmenler “efrad-ı müeccele”den
sayılarak askere alınmadılar5. Ancak Balkan bozgunu İstanbul'a pek çok muhacir
muallim getirdi. Bakanlık hem oralardan gelmiş olan öğrencileri Anadolu okullarına
yerleştirir, hattâ yeni okullar kurarken; öğretmenleri de boş okullara hemen
yerleştiriyor, boş olan yerleri araştırıyor, yerleştiremediklerine yarım maaş vererek
onları güç durumda bırakmamaya çalışıyor, Mâliyeden devamlı para istiyordu6.
1
Bir sosyalist, “Memalik-i Osmaniyedeki Bulgar Muallimlerinin Kongresi”, İştirak, 27
Temmuz 1912.
2
Selanik Vilâyeti Muallimler Kongresi Mecmuası, Selanik, 1328, S.3.
3
Kongrenin çalışmaları hakkında ayrıntı: a.g.s. S.9-168.
4
“Manastır Muallimler Kongresi”, Tanin, 3 Ağustos 1912.
“Manastırda ilk ve son muallimler kongresi”, Yeni Fikir, 111/14(1329), S.450-457.
5
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no:284303. Bu hususta bir yasa: Takvim-i Vekayi,
717(27 Kânûnuevvel 1326).
6
“Rumeli'den gelen muallimler”, Sabah, 3 Şubat 1913.
“Muhacir muallimler”, Tercüman-ı Hakikat, 4 Şubat 1913.
Sabah, 14 Ocak 1913.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 429 ~
Savaş dolayısıyla okulları hastahâne olarak kullanılan öğretmenlere de maaşlarının
verilmesi hususunda Maarif Nezareti'nden bir karar çıkmıştı1.
1914 yılında Eğitim Bakanı Ahmet Şükrü Bey öğetmenlerin sık sık değiştirilmemesi,
maaşlarının arttırılması hususlarında bazı ciddî önlemler aldı. Bu arada
Dârülmuallimin-i Aliye'de bayan öğetmenlerin, uygulama okulunda da erkek
öğretmenlerin, Galata Alyans okulunda da anaokulu öğretmenlerinin hizmetiçi
eğitimlerine (konferanslara) seferberlik ilânına kadar devam edildi2. Bu arada
Bakanlar Kurulu, öğretmenler dahil hiç bir memurun siyasetle uğraşmaması
kararını alırken3, Bursalı öğretmenler de “Muallimler Yurdu” adlı bir öğretmenler
lokali kuruyorlardı4.
4.2.7.2. ÖĞRETMEN YETİŞTİRME KURUMLARI
4.2.1.2.1. “Dârülmuallimîn-i İbtidaiye”
Türkiye'de ilkokul sayılabilecek sıbyan okullarına öğretmen yetiştirme kurumu, ilk
defa 15 Kasım 1868 yılında “Dârülmuallimîn-i Sıbyan” adıyla kurulmuştu5. Bu okul,
çalışmalarına devam ederken İkinci Abdülhamid döneminde açılan
“Dârülmuallimîn-i Âliye”nin sıbyan kısmında ilkokul öğretmenleri yetiştiriliyordu6.
Gene aynı dönemde açılan Dârülameliyat da ilkokul öğretmenleri yetiştiren bir
eğitim kurumu idi7. 1882 yılından itibaren taşraya da yayılmaya başlayan8
Dârülmuallimin-i Sıbyan'lardan 1909 yılında 16 tanesi çalışmalarına devam
ediyordu.
İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra öğretmen okulları içinde en önemli değişiklik,
İstanbul Dârülmuallimini'nde oldu- Bu Okulun “ibtidaiye şubesi” bağımsız bir okul
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no:310398, 310411, 310441...
1
“Muallimlerin maaşı”, Sabah, 7,13Ocak 1913.
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no: 309000, 309900...
2
“Öğretmen konferansları”, Sabah. 10 Ağustos 1914.
3
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, No:305838.
4
“Muallimler Yurdu”, Yeni Fikir, 111/19(1330), kapak içi.
5
Koçer, H.A., Türkiye'de Öğretmen Yetiştirme Problemi, Ankara 1967, S.11-13.
6
a.g.e., S.29-30.
7
Ergin, O., a.g.e. S.1148-1150.
8
Koçer, H.A., a.g.e. S.32-35.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 430 ~
haline getirildi. Sınavsız olarak medreselerden 900 kadar* öğrenci alındı. Bunlar
dört şubeye ayrılarak ve öğretmenleri atanarak. Çarşamba'daki Saib Paşa
Konağı'nda öğretime başladılar1. Bu okulun başında bir rüşdiye öğretmeni vardı ve
öğrenciler hasır üstünde oturuyor, öğretmenler derslere terlikle giriyorlardı2. O
sırada okul müdürünün öğrencileri, gazeteci Ahmet Samim Bey'in cenazesine
katılmaya teşvik etmesinden dolayı, Eğitim Bakanı Nail Bey, eski müdürü
görevinden aldı ve yerine eski öğrencilerinden Kaymakam Sâtı Bey'i atadı3.
O sırada vilâyetlerde öğetim süresi üç yıl olan “Dârülmuallimîn-i İbtidaiye”ler
vardı. Bu okullar hem bina, hem öğretmen ve öğrenciler, hem de programları
yönünden çok kötü durumda idiler. Öğretimin % 37.5'i dillere, % 23.5'i larih ve
coğrafya'ya, % 19.5'i de matematik bilimlere ayrılırken ancak % 2.88'i ulûm-u
tabiiyeye ayrılıyordu4. Eğitim biliminin ana esasları gösterilmeden öğetim
metodları anlatılıyordu. Yeni yayınlanan öğretmen okulu programları tamamen
vakit harcamaya yönelik, çağa uymayan, karışık bir progamdı5. Hoş; mükemmel bir
bir program olsa bile onu uyulayacak kadro yoktu. Bakanlık, vilâyet merkezlerinde
açılmış olan öğretmen okullarından 13 tanesinede ıslâh çalışmaları yaparken, hızlı
bir şekilde de öğretmen okulları açma çalışmalarına girişmişti6. Öyle ki, daha 1910
yılına gelmeden vilâyetlerdeki öğretmen okullarının sayısı 30'a yükseltilmişti7.
Ancak yeterli sayı ve nitelikte öğretmen bulunamadığından ve açık bir
talimatname de olmadığından, bu genişlemeden umulan fayda sağlanamadı.
Çünkü taşra öğretmen okullarının öğretim süresi, İkinci Meşrûtiyet döneminde iki
yıla indirilmiş, hattâ bunun da bir yıla indirilmesi önerilmişti8. Buradaki
*
Sâtı' Bey, bir yerde 750 öğrenci diyor, “Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi..”, Muallim
Mecmuası. II/19. S.659.
1
“Dârülmuallimin”, Tanin, 25 Ocak 1909.
2
Sâtı', “Meşrutiyetten Sonra Maarif Tarihi,..”, S,657-658.
Unat, F.R, “Türkiye'de öğretmen okullarının kuruluşuna toplu bir bakış”. Eğitim Hareketleri,
1/4(1955), S.26-27.
3
Koçer, H.A., a.g.e. S.51.
4
Sâtı', “Dârülmuallimin programları hakkında”, Tanin, 4 Kasım 1908.
5
a.g.m.
6
“Maarifte ıslâhat”, Tanin, 19 Ağustos 1909,
“İzmir'de Dârülmuallimin”, Sabah, 10 Kasım 1909.
“Dârülmualliminler”, Tanin, 6 Ekim 1909.
7
Unat, F.R., a.g.m , S.27.
8
A.Şinasi, “Dârülmualliminlerimiz ne halde? (Bir teklif - Bilmem muvafık mı?) “, Ahenk, 25
Eylül 1909.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 431 ~
öğretmenler de, öğrenciler de “fahrî” idiler. Gelen medrese öğrencileri “bir ay
oturur, diploma alır, giderlerdi”1.
Toplu bir okul binası olmadığı için ilk ve yüksek kısımları birbirinden ayrılan2
İstanbul Dârülmuallimini, Sâtı’ Bey'in idaresine geçtikten hemen sonra büyük
değişikliklere uğradı3. Sâtı' Bey, Okulu hemen Cağaloğlu'nda “Lisan Mektebi”
binasına getirdi. 900 öğrenciyi sıkı bir sınavdan geçirerek sayılarını 150'ye indirdi.
Üç öğretmen dışında bütün öğretmenleri değiştirdi. Okulun öğretim süresi iki
yıldan üç yıla çıkartıldı. Okula “Numune Mekteb-i İbtidaiyesi” adlı bir uygulama
okulu kuruldu4. Bu çalışmalarda Bakan Nail Bey'in çok geniş destekleri oldu.
İstanbul'daki bu yeni Öğretmen Okulunun en çok önem verdiği şey, öğretmenlik
mesleği ile ilgili dersler ve bilgilerdi. Eğitim bilimi ve öğretim biçimleri üzerinde,
hattâ her dersin öğretim kuralları üzerinde duruldu. Son sınıf öğrencileri
çalışmalarına bir hafta Öğretmen Okulunda, bir hafta Uygulama Okulunda devam
ediyorlardı. Bu arada gözlem için bazı iyi ilkokulların gezilmesinin yanısıra,
öğrenciler en kötü mahalle okullarına kadar götürülmüşlerdi. Bu okullar hakkında
raporlar hazırlatılmış, iyileştirme taslakları yaptırılmış, bunlar tartışılmıştı5.
Sâtı' Bey, bu arada okulun programını da kendisi yeniden düzenledi. Müzik, Beden
Eğitimi, Elişleri gibi tamamen yeni dersler koydu. Okul o zamanlar yatılı değildi ve
ayrı bir okul binası da yoktu. Bu bakımdan Sâtı' Bey, ilk yıllarda gerçekleştirmek
istediği bazı hususları, meselâ uygulamalı ziraal eğitiminin yapılacağı bir okul
tarlası sorununu çözememişti. Ancak, bu arada vilâyetlerden 50, İstanbul'dan da
40 kadar öğretmene öğretim merodları hakkında konferanslar verilmiş,
uygulamalar gösterilmiş; o zamanki Eğitim Bakanı Emrullah Efendi'nin
yardımlarıyla ilkokul öğretmenlerine “Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası” adlı bir
meslekî dergi yayınlanmaya başlanmıştır6.
Sâtı’ Bey'in Dârülmuallimin'de yapatığı diğer önemli yenilikler de şu şekilde
sıralanabilir7:
Selim Sırrı Bey aracılığıyla, Okula gerçek Beden Eğitimini sokmuştur.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, S,2139.
“Dârülmuailimîn binası”, Mir'at-ı Maarif, 1(1324), S.10,
3
Akyüz,Yahya, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1993'e), İstanbul 1993 S.242
4
“Dârülmuallimin Numune Mekteb-i ibtidaisi”, Tanin, 10 Kasım 1909.
5
Sâtı', “Dârülmuallimin'in mesleği”, Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası, 1/6(1326) S. 187-188.
6
Sâtı', a.g.m, S.189-191.
7
Muallim Cevdet'ten naklen: Ergin, O., a.g.e. S.583-585.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 432 ~
Bir yandan fennî temcilere uygun bir alfabe öğretimini gerçekleştirirken.
Okulda etkili birçocuk edebiyatı yaratmanın da temellerini atmıştır.
Mubassırları kaldırmış, öğrencileriyle bizzat ilgilenerek daha olumlu
sonuçlar almıştır.
O zamanın Türkiye'sinde, okullarda öğrencilere konferans verme çığırını
açmıştır.
Öğretmen Okulunda ders veren öğretmenleri eğitim ve öğretim hayatının
tamamen içine almış; öğrencilerle ilişki kurmaya, Uygulama Okullarına
gitmeye zorlamıştır.
Öğrencilerle İstanbul'un önemli yerlerini, san'at eserlerini gezmiş,
öğrencileri geziye alıştırmıştır.
Dârülmuallimîn Kongresi düzenleyerek eski mezunlarla yeni mezunları
tanıştırmış, çeşitli eğitim sorunlarım tartışma ortamını getirmiştir...
Sâtı' Bey, İstanbul Öğretmen Okulunda bu yenilikleri yaparken, Eğitim Bakanlığı,
vilâyetlerde birçok Dârülmuallimin birden açmaktaydı. Bu okulların genellikle bir
tek öğretmeni vardı. Bazı dersleri seyyar öğretmenler veriyorlardı. Bakanlık,
birdenbire açtığı bu öğretmen okullarına hemen istenildiği gibi öğretmenler
bulamadı. İlkokul öğretmenleri buralarda dersler vermeye başladılar. Okula, yalnız
derslerin isimlerini ve saatlerini gösterir bir ders programı yollanmıştı. Bu
derslerde hangi kitapların veya hangi konuların okutulacağına dair hiç bir
Talimatname veya açıklama gönderilmemişti. Öğretmenler kendi başına
bırakılmışlardı. Öğrenciler arasında yaşlı ve sakallı adamlar bile vardı.
Bakanlık, öğretmen okullarındaki bu karışıklıkları önlemek için “Dârülmuallimîn-i
Rüşdî”ler açtı. Yüksekokul mezunları burada öğretmenlik yaparak, ilköğretmen
okullarına öğretmen yetiştirdiler. İstanbul Dârülmuallimini mezunları da bu
okullarda görev alınca, okulların durumları iyice düzeldi. Ama plânsız ve hazırlıksız
yapılan bu işler, öğretmenler arasındaki birliği alabildiğine bozdu1.
Bakanlık, hizmet-içi eğitimi sürekli bir hâle getirmek için, her vilâyetten ikişer
öğretmeni İstanbul Öğretmen Okulu'na getirtip, burada yetiştirmeye başladı.
Hatta bayan öğretmenlerin hizmet-içi eğitilmesi için bazı girişimlerde bile
1
Sâtı', “Meşrutiyetten sonra...”, S.659-660.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 433 ~
bulundu1. Bu arada Sâtı' Bey, mezun ettiği öğrencilerinin çalışmalarını yerinde
görmek üzere, taşraya bir buçuk aylık bir gezi yaptı2.
Bakanlık 1910 yılında bazı yeni öğretmen okulları açarken, eski okullardan da
dokuz tanesini yatılı (“leylî”) hale getirdi. Emrullah Efendi, gündüzlü öğretmen
okullarının hiç verimli olmadığını, onun için bütün öğretmen okullarını yatılı hale
getireceğini söylüyordu3.
1911 yılı başlarında ülkede 13'ü yatılı olmak üzere 35 öğretmen okulu vardı4.
1911'in ortalarında ise Öğretmen okullarının sayısı 38'e çıkmıştı ve bunlardan 24
tanesi ilköğretmen okulu seviyesindeydi5.
Bu öğretmen okulları, rüşdiyeden çıkanları veya o derecede bilgisi olanları
alıyordu. Çok fazla başvuranlar olursa, yarışma sınavı (“müsabaka imtihanı”)
açılıyordu.
Balkan Savaşından sonra ilköğretmen okullarında önemli bir değişiklik yapılmadı.
Ancak program düzeyinde bazı anlaşmazlıklar oldu. Vilâyet “Meclis-i Umûmi”leri,
öğretmen okullarının programlarına müdahale etti. Ancak Bakanlığın girişimleriyle
bu sorun halledildi6. Progamlara ayrıca fen ve sanat öğretimi sokuldu7.
1914 yılında Bakanlık eski iki yıllık öğretmen okulu çıkışlıların, daha sonra mezun
olanlarla aynı düzeye gelebilmeleri için, sınavsız olarak öğretmen okullarına alınıp
yetiştirilmesini kararlaştırdı8. Ancak seferberlik ve savaş dolayısıyla bu
uygulanamadı.
Tablo 52) İki yıllık Dârülmuallimin-i İbtidai ders programı (1910 yılı)9
Dersler
Kur'ân-ı Kerim ve Ulûm-u Diniye
İlm-i Ahlâk
İmlâ ve Kıraat
1
I.yıl
3
1
3
II.yıl
3
1
2
“Berayı talim muallimler celbi”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 1 Nisan 1910
Sabah, 3 Mart 1911.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326 S 632
4
a.g.e,. S.633.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.2123
6
Sâtı’, a.g m., S.663.
7
“Maarif ıslahı”. Sabah, 3 Nisan 1914
8
“Eski Dârülmuallimin mezunları”, Sabah, 9 Temmuz 1914
9
Koçer, H.A., a.g e, S.52-53.
Yücel, H.A., a.g.e., S.227
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 434 ~
Türkçe
Sarf-ı Arabî
Farisî
Tarih-i İslâm ve Osmânî
Coğrafyayı Umûmî ve Osmânî
Usul-ü Talim ve Terbiye ve Hıfzıssıhha
Hesap
Ziraat
Hüsn-ü Hatt
Toplam
1
1
1
1
1
1
3
1
1
19
2
1
1
1
1
2
3
1
1
19
1914 yılında, bir ara sayıları 38'e kadar çıkan öğretmen okullarından ancak 22
tanesi açıktı. Bunlar, şu şehirlerdeydi: İstanbul, Erzurum, Bitlis, Basra, Van, Yemen,
Edirne, Adana, Ankara, Aydın, Bağdad, Beyrut, Halep, Bursa, Diyarbakır, Şam,
Sivas, Trabzon, Kastamonu, Konya, Mamuretulaziz ve Musul. Bu azalmanın nedeni
bazı okulların çeşitli sebeplerle kapatılması ve Balkan bozgununda toprakların
önemli bir kısmının yitirilmesi idi.
Eskiden üç yıllık olan Dârülmuallimîn-i İbtidaiyeler, 1913 yılında dört yıla çıkartıldı1.
çıkartıldı1. Bakanlığın bunlar için hazırlayıp, savaş dolayısıyla pek uygulayamadığı
bir program vardı.
Tablo 53) 1913 yılında hazırlanan dört yıllık ilköğretmen okulu programı2:
Dersler
Kur'ân-ı Kerim ve Malumat-ı Diniye
Talim ve Terbiye-i Etfal Tatbikatı
Sarf - Nahiv, Tahlil ve İmlâ
Lisan-ı Osmânî (Kitabet)
Kıraat ve Ezber
Fransızca
Hesap ve Cebir
Usul-ü Defteri
Hendese ve Fenn-i Mesaha
Coğrafya
Kozmografya
Tarih
Hikmet
Kimya
1
I.yıl
2
5
2
3
1
3
2
2
-
II.yıl
2
1
3
3
2
1
3
2
2
2
2
-
“Dârülmualliminlerin ıslâhı”, Sabah, 20 Ekim 1913.
Meclls-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.3123-3124.
2
Koçer, H.A., a.g.e., S.53-54.
III.yıl
2
2
2
2
2
1
3
2
2
1
2
1
2
IV.yıl
2
12
2
3
2
1
1
1
2
1
-
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 435 ~
Malumat-ı Tabiiye
Malumat-ı Sıhhiye
Nazarî ve Amelî Ziraat, İktisat Tarihi
Malumat-ı Medeniyye ve Hukukiye
Eşya Dersleri
Hüsn-ü Hatt
Musiki
Resim
El İşleri
Terbiye-i Bedeniye
Toplam
3
2
1
1
1
2
2
2
2
36
3
3
1
1
1
2
2
2
35
3
1
1
1
2
2
2
36
2
3
1
2
2
36
Öğretmen okulları İkinci Meşrûtiyet yıllarında, öğretim seviyesinin yükselmesinin
yanısıra, sayısal yönden de önemli gelişmeler göstermişlerdir.
1911’de ülkede öğretime devam etmekte olan 24 ilköğretmen okulunda 786
öğrenci vardı. 1914 yılında ise, 16 öğretmen okulunda 1550 öğrenci vardı.
Öğrencilerin büyük bir kısmı yatılı idi. Emrullah Efendi'nin yatılılaştırma hareketi
başarıya ulaşmış, 1914'e gelindiğinde gündüzlü olarak yalnız Trabzon,
Mamuretülazîz ve Musul'daki öğretmen okulları kalmıştı.
4.2.7.2.2. Dârülmuallimin-i Rüşdiye
İstanbul Dârülmuallimini'nin bir “rüşdiye” kısmı vardı. Yedi yıllık idadi çıkışlıları
veya o derecede bilgi sahibi olduğunu belgeleyenlerin alındığı bu kısmın öğretim
süresi bir yıl idi.
Daha sonra, 1910 yılında Bakanlık Konya, Ankara, Diyarbakır ve Kosova
vilâyetlerine dört tane Dârülmuallimin-i Rüşdiye daha kurmuştu. Ancak bunların
kuruluşları sırasında çok plânsız davranıldı. Sağlam bir örgüt kurulamadı.
Talimatnamesine göre, bu okulların öğretim süresi üç yıl idi. I. sınıfa medrese
öğrencileri sınavsız alınıyorlardı. II.sınıfa beş yıllık idadi çıkışlılar. III. sınıfa da yedi
yıllık idadi çıkışlılar parasız almıyorlardı. Bu öğrencilerin birbirlerine nasıl
kaynaştırılacağı, en basitinden beş yıllık idadi çıkışlıların, bir yılda nasıl yedi yıllık
idadi çıkışlılar düzeyine getirileceği çözümlenmemişti. Bu bakımdan, okulun
birbirinden çok farklı öğrencileri nasıl bir araya getirip, nasıl ortak öğretim
göstereceği çok önemli bir sorun olmuştu.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 436 ~
Bu okulların eğitim ve meslek dersleri de hemen hemen hiç derecesindeydi. Yalnız
III. sınıfla “İlm-i Terbiye ve İdare-i Mekâtib” adlı bir ders vardı1. Aynca okullara ekli
rüşdiyelerde uygulama da yapılıyordu.
1848'dc Türkiye'ye ilk öğretmen yetiştirme kurumu olarak giren Dârülmuallimîn-i
Rüşdiye'ler, 1913 yılında “rüşdiye” okullarıyla beraber kapatıldılar2.
4.2.7.2.3. Dârülmuallimin-i Âliye
Öğretmen okulunun yüksek kısmı, ilk defa 1868 sıralarında, sivil ortaöğretim
kurumlarına öğretmen yetiştirmek amacıyla kurulmuştu. Ancak don beş yıl sonra
kapatıldı. Asıl sürekli kuruluş ise 1892 yılında oldu. Önceleri açıkta kalan Sultani,
Mülkiye ve Dârüşşafaka öğencılerinden çoğunun devam ettiği bu okul, sonraları
çok değerli bir öğretim kurumu oldu.
Başlangıçta “Fünûn” ve “Edebiyat” şubelerine ayrılmış olarak iki yıl öğretim süreli
olan Okul, birara şubeleri birleştirerek öğretim süresini üç yıla çıkarttıysa da, sonra
tekrar eski düzenine döndü.
Öğrencilerinin çoğu, aynı zamanda medreselere de devam edin oradan da icazet
alıyorlardı3.
İikinci Meşrûtiyetten sonra Dârülmuallimin-i Âliye için yeni bir program yapıldı.
Programa göre buranın öğrencileri derslerin bazılarını yalnız, bazılarını
Dûıülfünûn'un fen ve edebiyat şubelerine devam eden öğrencilerle birlikte orada
göreceklerdi4. 1908 yılında yapılan bu düzenlemeden sonra, 1909 yılında
Dârülmuallimin-i Âliye iki ay kapalı kaldı. Arkasından tamamen kapatıldı ve
öğrencileri Dârülfünun'a yollandı5. Bunun sebebi olarak o zaman iki söylenti çıktı:
Birisi, Bakanlığın bütçe yetersizliğinden İstanbul Dârülmuallimini'nin ilk kısmını
ayınp, yüksek kısmını kapattığı; bu arada Dârülhayr'ı da kapattığı ve idadi
ücretlerini yükselttiği söylentisi idi. Dârülmuallimîn-i Âliye'nin kapatılması bu
darlıkla izah ediliyordu. İkincisi ise Dârülfünun'un ten ve edebiyat şubelerine
öğrenci bulunamadığından. Bakanlık iki yerde birden harcama yapmayıp
1
“Dârülmuallimin-i Rüşdiye teşkilâtı”, Tanin, 30 Kasım 1910.
2
Unat, F.R., a.g.m. Eğitim Hareketleri, 3(1955), s.20-22.
3
Ferid, “Dârülmua!limîn-i Âliye'nin lağvı üzerine Maarif Nezaretine açık mektup”,
Darüşşafaka dergisi, 1/6(1325), S 283.
4
Sâtı’, a.g.m. S.657.
5
Ferid, a.g.m.
“Dârülmuallimin”, Tanin, 16 Ocak 1909.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 437 ~
Dârülmuallimin-i Âliye'yi Üniversite'nin bu şubeleriyle birleştirmiş idi1. Görülüyor
ki, her iki şekilde de olsa, bu kısmın kapatılma nedenlerinin temelinde mâlî
faktörler vardı.
1910 yılında İstanbul Dârülmuallimini'nin yüksek kısmı yeniden kuruldu. Yedi yıllık
idadi çıkışlıların ve o düzeyde bilgi sahibi olduğu resmen belgelenmiş kişilerin
alındığı, üç yıl öğretim süreli bir bölüm oldu. “Dârülmuallimîn-i İdadi Şubesi” adını
taşıyordu ve idadilere öğretmen yetiştiriyordu2.
Kendi İçinde Edebiyat, Riyaziyat ve Tabüyat diye üç kısma ayrılan “İdadi Şubesi”,
yatılı bir okuldu. Üniversite programı uyguluyordu. Aynca Üniversite
programından farklı olarak şu dersleri de kendi Okulunda gösteriyordu: Fenn-i
Terbiye Nazariyat ve Tatbikatı, Avrupa Teşkilât-ı Maarifi, Tarih ve Hikemiyât-ı
Ulûm, Coğrafyayı İktisadî, Kitabet, Fransızca Usul-ü Tercüme, Resim, Ameliyat-ı
Fenniye3.
1911 yılında her şubeye 20'şer kişi alan Okul, 1912 yılında 10'ar kişi almaya
başladı4. 1911 yılında Üniversite'den tamamen ayrılan Okul, bütün derslerini kendi
bünyesinde vermeye başladı5.
17 Temmuz 1912'de İstanbul Dârülmuallimini'ni “Dârülmuallimîn-i Âliye” adıyla
yüksekokullardan sayan bir “irade” çıktı6. Gerekçe, bu Okutun idadi şubesinin
ortaöğretim kurumlarına ve vilâyellerdeki Öğretmen okullarına öğretmen
yetiştirmesi idi. Bu Okul çok daha sürekli oldu. Ancak Sâtı' Bey müdürlükten
ayrılınca öğrenciler gene Üniversite'ye gönderilmeye başlandılar7.
1
Ferid, a.g.m., Dârüşşafaka dergisi, 1/7(1325), S.313-315.
“Dârülmuallimin”, Sabah, 23 Haziran 1911, 20 Temmuz.1912.
“Dârülmuallimin”, Tanin, 29 Ağustos 1911.
3
“Dârülmualiimîn”, Sabah, 17 Temmuz 1911.
4
Tanin, 29 Ağustos 1911; Sabah, 20 Temmuz 1912.
5
Sâtı', a.g.m., S.658.
Unat, F.R., a.g.m., Eğitim Hareketleri, 5(1955) S.29-30.
6
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası. no:304775.
İrade-Maarif 1330 Ş 1.
Düstur, İkinci tertib, c.lV. S.568.
7
Sâtı', a.g.m., S.658.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 438 ~
Dârülmuallimîn, çalışmalarına savaş yıllarında da devam etli. 1914 yılında, haftada
bir gün kadın, bir gün de erkek öğretmenlere sürekli olarak, konferanslar
veriliyordu1.
Bu Okulun 1913 yılında 294, 1914 yılında da 256 öğrencisi vardı. Bu öğrencilerin
büyük bir çoğunluğu da müslüman idiler2.
4.2.7.2.4. Dârülmuallimat
İlk defa 1870 yılında kurulmuştur. Ancak öğretim metodu dersi 1879, eğitim ilmi
dersi de 1891’de konulduğundan, ancak bu dersler konulduktan sonra bir kız
öğretmen okulu haline gelmiştir, denilebilir3. Okul 1895-1900 arasında parlak bir
öğretim devresi geçirmiş, daha sonra da İkinci Meşrûtiyetin başlangıcına kadar
önemli bir şey olmamıştır. Erkek öğretmen okulları bütün ülke çapında oldukça
yaygın bir örgüte sahip oldukları halde, İstanbul Kız Öğretmen Okulu bu
dönemden önce de, bu dönemde de kendi alanında tek öğretim kurumu olarak
kalmıştır.
İkinci Meşrûtiyet dönemi başladığında, bütün eğitim kurumlarında olduğu gibi Kız
Öğretmen Okulunda da kararsızlıklar bir süre devam etti. 1909 başlarında tanınmış
İngiliz hukukçularından Sir Frai, Osmanlı kız okulları hakkında geniş bir rapor
hazırlayarak Maarif Nezaretine verdi4. Raporda, Osmanlı kız okullarının kötü
durumuna değinildikten sonra, öğretmen yetiştirme bakımından Avrupa ve
Amerika'da izlenen yollar hakkında bilgi veriliyor ve Türkiye'de kurulacak Kız
Öğretmen Okulu'nun niteliklerini belirtiyordu. Frai, eski Kız Öğretmen Okulunun
kaldırılıp yerine tamamen yeni bir binada yatılı ve yabancı bir müdürün idaresi
altında, yanında uygulama ilkokulu olan bir Kız Öğretmen Okulu'nun kurulmasını
istemekteydi.
1909 yılında, bütün Devlet kuruluşlarında olduğu gibi, bu Okulda da önemli bir
temizlik (“tensikat”) hareketine girişildi5. Bundan sonra okul gene kimsenin
ilgilenmediği, sessiz sessiz çalışan bir öğretim kurumu haline geldi. Öyle ki, 1910-
1
“Dârülmuallimin-i Âliye”, Sabah, 7 Mart 1914.
Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası. S 77-78
3
Ergin, O.,a.g.e. S.675.
4
Rapor, Hâlide Salih Hanımefendi tarafından “Kız Mektepleri Hakkında Bir Mütalaa-i
Mühimme” adıyla 18 Ocak 1909 tarihli Tanin gazetesinde yayınlanmıştır
5
Bihter, “ Dârülmuallimat’ta yapılan tensikat”, Resimli İstanbul dergisi, 14(1325), S.221.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 439 ~
1911 öğretim yılında bu okul aşağı yukarı 90 kişilik mevcuduyla, zamanına göre
vasat düzeyde bir öğretim kurumu idi1.
Dârülmuallimat'tan çıkanlar taşraya gitmiyorlardı. Genellikle İstanbul'da
kalıyorlar, hattâ bazıları evlendikten sonra öğretmenlik bile yapmıyorlardı.
Emrullah Efendi yetişecek kadın öğretmenleri Bakanlığın tam kontrolüne almak,
istediği yere gönderebilmck için yatılı bir kız öğretmen okulu açmaya karar verdi.
Bu okula taşradan kızlar getirilecek, bunlar öğretimlerini bitirince geri -İstanbullu
kızların gitmedikleri- taşraya gönderilecekti2.
Emrullah Efendi, taşradaki Maarif idarelerine emirler yazarak bu okul için kız
öğrenciler istedi. Taşradan kızlar geldikten sonra, bir ara yatılı kız öğretmen okulu
tasarısından vazgeçildi. Gazeteler “leylî Dârülmuallimatın açıldığını” yazdılar ama
açılmadı. Taşradan gelmiş bu 60-70 kızın yatılı Kız Sanayi Okulu'na yerleştirilmesi
düşünüldü; Okulda yerleştirilecek oda bulunamadı. Sonra Okula yakın olarak FatihÇarşamba'daki Saip Paşa Konağı kiralandı. Kızlar, orada yatıp kalktılar ve Kız Sanayi
Okulunun derslerine devam ettiler3. Çünkü yatılı Kız Öğretmen Okulu kurmak için
bütçede bir ödenek yoktu. Emrullah Efendi yatılı Kız Öğretmen Okulunun mutlaka
kurulacağını, çünkü yatılı Kız Sanayi Okulu'nun da kız öğretmen yetiştiren bir
kurum olduğunu, ancak başarının burada çok düşük olduğunu (kaydolan 1500
kızdan ancak 103'u diploma alabilmişti), onun için öğretmen yapmak amacıyla
taşradan 78 tane fakir rüşdiye çıkışlı kız getirttiğini, bunların şimdilik Sanayi
okulunda okuduklarını ve mezun olunca taşraya öğretmen olarak
gönderileceklerini söylüyordu4.
Yatılı Kız Öğretmen Okulu kurma tasarısı, Mecliste Emrullah Efendi hakkında soru
önergesi verdiren sebeplerden biri olurken, 1912 başlarında gündüzlü
Dârülmuallimat, Çapa'daki Derviş Paşa Konağı’na taşınmış, daha sonra da
Çarşamba Saip Paşa Konağındaki yatılı Kız Sanayi Okulu lağvedilerek, örgütü
tamamen Dârülmuallimat'a verilmiştir. Her iki okulun öğretmen ve öğrencileri
karıştırılmıştır. 1914'te İsmail Mahir Efendi’nin müdürlüğü zamanında Okula bir de
uygulama okulu eklenmiş ve sürekli pedagojik konferanslar verilmeye
başlanmıştır.
1
Ahmet Midhat, “ Dârülmuallimatımız”, Sabah, 9 Temmuz 1910
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2112-2113
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326, S.526.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1327, S.633.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 440 ~
Yatılı Kız Öğretmen Okulu kurulunca, Maarif Nezareti bu Okulun idaresi hakkında
yedi maddelik bir kararname düzenlemişti1. Buna göre Okulun bir müdürü, bir de
müdiresi olacaktı. Müdür yalnız Okulun dış işleriyle ve satın almalarla ilgilenecekti.
Müdür, Okulun dışındaki bir binada oturacak, eğitim ve öğretim işlerine
karışmayacaktı. Eğitim ve Öğretim işlerinden müdire sorumlu İdi. Okul müdiresi,
emrindeki yeterli sayıda elemanlarla Okulun disiplinini sağlamakla da görevli idi.
Okula öğretmen, idareci ve hademelerden başka kişi giremeyecekti. Öğretmenler
de müdürle beraber dışardaki bir dairede oturacaklar, Okul binasına yalnız ders
vermek için girebilecekler, binanın kapısından girince ve dersten çıkınca kapıya
kadar kendilerine bir mubassır eşlik edecekti2. Müfettişlerin Okula girmesi
serbestti, ancak dershane, teneffüshane, yemekhane ve mutfak gibi yerlerin
dışındaki teftişler için Bakanlığın ayrıca müfettişler görevlendireceği belirtiliyordu.
1913'e kadar Dârülmuallimat hep kız ilkokullarına öğretmen yetiştirmek için
öğretim yapıyordu. Bu Okulda büyük reformların yapıldığı 1913 yılında, idadi ve
sultanilere bayan öğretmen yetiştirecek bir “Dârülameliyat-ı Âliye” kısmı açıldı3.
Gene bu okulda ilk ve orta sevideki kız okullarına beden eğitimi öğretmeni
yetiştirmek üzere, inas sultanisi ve yatılı Dârülmuallimat çıkışlılardan 30 kişiye
uzmanlık eğitimi yaptırılıyordu4.
Ayrıca anaokullarına öğretmen yetiştirmek için bu okulun bir kısmında “Ana
Muallime Mektebi” de açılmıştı5. Bu görünüşüyle Öğretmen Okulu, her türlü kız
öğretmenlerin yetiştiği bir siteyi andırıyordu.
1914 yılında Dârülmuallimat’a 186'sı yatılı olmak üzere 253 öğrenci ve 33
öğretmen vardı6. Dârülmuallimat-ı Âliye'de 1913 yılında 58, 1914 yılında da 40
öğrenci vardı. 1914 yılında açılan “Ana Muallime Mektebi”ne ise 23 öğrenci
alınmıştı7.
4 2 7.2.5. Terbiye-i Bedeniye Dârülmuallimini
1
“ Dârülmuallimatın idaresi”, Sabah, 7 Mart 1912.
Sâtı’, a.g.m. S.662.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Temmuz 1330, S.715.
4
Sabah, 17 Mart 1914.
5
Sabah, 24 Mart 1914.
6
Şehremaneti, a.g.e., s.129.
7
Maarif-i Umumiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası... S 77.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 441 ~
Selim Sırrı Bey tarafından 1914 başlarında kız ve erkek beden eğitimi öğretmenleri
yetiştirecek olan geniş bir sitenin yaptırılmasına başlandı. Süleymaniye'de okul
binası, çeşitli salonlar, spor alanları vs. bulunan Site, 1914 yılı sonlarında
tamamlandı. Burada Belçika'daki beden eğitimi okullarının programları aynen
uygulanacaktı. Okul, sekiz ay öğretim süreli olacak, ayrıca kızlar için üçer aylık staj
devreleri düzenlenecekti. Gene burada elişleri öğretmenlerinin yetiştirilmesi de
planlanıyordu1.
Ancak Okul inşaatı biter bitmez Birinci Dünya Savaşı taşladığından, askeriye buraya
el koydu ve tasarı gerçekleşemedi2.
4.2.7.2.6. Özel Öğretmen Okulu tasarıları
A) İttihad ve Terakki Dârülmuallimini: 1910 yılında yapılan İttihad ve Terakki
Cemiyeti Kongresinde. Cemiyet'in büyük bir öğretmen okulu açarak eğitim
çalışmalarını genişletmesi kararlaştırılmış3, ancak gerçekleştirilememiştir.
B) Aydın Dârülmuallimini: Aydın Vilâyeti Maarif-i İbtidaiye Meclisi'nin aldığı bir
karara göre kurulacaktı4. Amaç, köy okullarına yeni usule alışkın öğretmenler
yetiştirmek idi. Daha ziyade muallim-i evvel ve sânilere açılmış bir öğretmen kursu
gibi görünüyorsa da, öğrencilerin kaydolmalarına da izin veriliyordu. Sınavla
öğrenci kabul eden okulun öğretim süresi iki yıl idi. Kasaba ve köylerde halkın
seçtiği öğretmenler nöbetleşe olarak bu okula devam etmeye zorunlu idiler. Bu
okuldan diploma almayanların öğretmenlik yapmalarına izin verilmeyecekti.
Okulda öğretim görmekle olan öğretmenler için bir öğretim süresi belirlenmemişti.
Yalnız
ders programları belirlenmiş, bu program bitirilinceye kadar okumaları
öngörülmüştü. Program, şu şekildeydi: Muallim-i evveller için: Kur'ân-ı Kerim,
Ulum-u Diniye, İlm-i Ahlâk, Kıraat ve İmlâ, Sarf ve Nahv-i Osmanî, Sarf-ı Arabî,
Farisi, Tarih ve Coğrafyayı Osmanî, Üsul-ü Talim ve Terbiye, Hıfzıssıhha, Hesaip,
Ziraat, Hüsn-ü Hatt. Muallim-i sâniler için: Kur'ân-ı Kerim, Tecvid, Türkçe, Hesap (4
işlem), Ulûm-u Diniye, Kıraat ve İmlâ, Sarf-ı Osmanî, Tarih-i Osmanî.
1
“Terbiye-i Bedeniye Dârülmuallimini”, Tasvir-i Efkâr, 30 Ocak 1914.
Ergin, O. A.g.e., s.1545.
2
a.g.e. s.1546.
3
“Büyük Dârülmuallimin”, Sabah. 16 Kasım 1910
4
“Hususi Dârülmuallimin”, Köylü gazetesi, 7 Ekim 1910
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 442 ~
Okulun dersleri idadi binasında yapılacaktı. Başaranlara da ehliyetnameler
verilecekti. Bu okulun kurulup öğretime başladığı hakkında bir kayıt
bulunaınamıştır.
C) Medrese-i Muallimin: 1913 sonlarında Evkaf Nezareti ile “Müdafaa-ı Milliye
Cemiyeti” tarafından Uşak'ta kurulması tasarlanmıştı1.
Amaç, köy ilkokullarına öğretmen yetiştirmekti. Dârülmualliminler şehir
ilkokullarına göre öğretmen yetiştiriyor, zaten oralardan çıkanlar da köylere
gitmiyorlardı. Başka bir deyişle, mevcut öğretmen okulları köy çocuklarını köyden
uzaklaştırıyor, “şehirli” yapıyordu. Kurulması tasarlanan Medrese ise köy
çocuklarını topraktan, köy hayatından uzaklaştırmadan köylere göre öğretmen
yetiştirecek ve mezun olunca da oraya gönderecekti. Bu öğretmenlerin köylerde
başarılı olabilmeleri şansı, yetiştirilme biçimlerine bağlı idi.
Kurulması tasarlanan Medresede mutfak, yemekhane, derslikler ve her bir odada
üçer kişi kalmak üzere 40 kişilik bir yatakhanesi olacakı. İnşaat parası, plânları ve
hattâ arsası bile hazırlanmıştı. Halk, okulun elektrik ve kalorifer harcamalarına
yardım edecekti.
Programın dinî, millî ve sosyal amaçlara uygun olacağı belirtilen Okulun öğretimi
de iki dereceye ayrılacak ve iki çeşit diploma verilecekti Bu okulun da kurulup
öğretime başladığı hakkında bir kayda rastlanmamıştır.
1
“Medrese-i Muallimin”, Sabah, 12 Aralık 1913.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 443 ~
4.2.8. MEDRESELER
4.2.8.1. İkinci Meşrûtiyet başlarında medreselerin durumu
Doğu İslâm uygarlığının yükselmesinde medreselerin önemli bir payı vardır.
Medreseler, İslâm dünyasının altın çağının eğitim kurumlun idiler. Bu kurumlar
İslâm uygarlığının yükselişine olduğu gibi, çöküşüne de önderlik etmişlerdir.
Osmanlı medreseleri Fatih döneminden itibaren, zirveden çöküşe geçmişlerdir.
İkinci Bayezıt'in vakıfları yeni baştan düzenlemesi, Yavuz Sultan Selim döneminin
eğitime ve eğitimcilere gösterilen destansı önemi. Kanunî zamanının görkemli
Süleymaniye Külliyesi ye daha sonraki birçok önlemler bu çöküşü durduramadı.
Medreseler büyük ölçüde ihmal edildi. Derecesi düşürüldü, medrese hayatı hiçe
sayıldı, medreselerin kapısını kapatmak ve ocağını söndürmek için aranmadık çâre
bırakılmadı. En sonunda da “yüzüstü bırakmak” en iyi çare sayıldı1.
Medreseler yüzüstü bırakılırken, kıyafetler, yasalar derken eğitim alanında da Bat;
taklitçiliği başladı. Medreselerin yanma Fransa'dan kopye edilen yeni okullar açıldı.
Medreseler de, okullar da topluma eğitilmiş insan yetiştiriyorlardı. Ama bunlar her
yönden birbirine zıt kurumlardı.
Tanzimattan itibaren sosyal sorunları alabildiğine büyük, yenileşmeyi ve değişmeyi
kendiliğinden yapamayan topluma; yeniliğin nasıl getirileceğini bilmeyen idareciler
yenileşmeyi tamamen yeni kurumlardan beklediler. Bu da ülkeye her alanda garip
ve anlamsız bir ikilik getirdi. Ülkenin 600 yıllık örgütleri tamamen ihmâl edildiler;
ne ortadan kaldırıldılar. ne de düzeltildiler. Aynı amaca hizmet etmesi gereken
kurumlar, birbirlerinin görevlerini işgal etmeye ve baltalamaya başladılar.
Eski toplum düzeni bozuldu, ama yeni bir sosyal düzen kurulamadı2.
Medreselerin İkinci Meşrûtiyet başlarındaki kötü duruma düşmesi; okulların
açılması ve hükümetin tamamen bu okullarla ilgilenmesi, medreselerin yüzüne hiç
bakmamasındandır.
1
2
M.Safvet, “Medreselerimiz”, Beyanü'l-Hakk, IV/87(1326), S.1642.
Köprülüzâde Mehmed Fuad, “Mekteb-Medrese”, Tasvir-i Efkâr, 15 Mart 1913.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 444 ~
Bundan sonra medreseler halkın bilgisizliğinden de yararlanarak taassup ve yalanı
arttırdılar, kamuoyunu yenilik aleyhine çevirdiler.
Özellikle İkinci Abdülhamid döneminde medreselerden sınavların kaldırılması,
onlara vurulan son acı darbe oldu. Bütün asker kaçakları medreselere yerleşti.
Medreseleri yöneten Ders Vekâleti ile Maarif-i Umümiyye Nezareti, medreselerin
ana sorunları ile ilgilenmiyotfardı. Onların uğraştıkları medrese öğrencilerinin
kavgaları ve “fodla” dağıtımı idi. Müderrislere maaş, öğrencilere oda verilmesi idi.
Maarif Nezareti kendi idaresi altındaki okulların ders programlarını düzenli olarak
hazırlayıp uyguladığı, Mâliyeden geniş destekler aldığı halde; Meşihat ve Ders
Nezareti bu işlerden hiç birini yapmıyordu. Medreseler için bir ders programı
hazırlamak bu kurumların hiç aklına gelmediği gibi, medreselerin mâlî kaynaklan
olan vakıfların bazılarına “Maarif elkoymuş, bazıları da taşrada şunun bunun elinde
kalmıştı1.
Medreseler, en düşkün dönemlerim İkinci Abdülhamid yönetiminin son 17-18 yıllık
döneminde yaşamışlardır. “Askerlikten muafiyet” gibi medreselere verilen bazı
“imtiyaz”lar buralara ilgiyi çok arttırmış, askerlikten kurtulmak isteyen herkes
İstanbul medreselerine koşmuştur. Buraya gelen öğrenciler bir medreseye
kaydolmuşlar, bir han köşesinde bir oda kiraladıktan sonra 8-10 yıl böyle
sürünmüşlerdir. Bunun arkasından, hiç bir ödeneği olmayan virane bir medresede
bir oda kapmışlar, Ders Vekâletinden bu odanın sahipliğini tescil ettirebilmek için
de sekiz yıl “aç bî ilâç” beklemişlerdi. Yâni istanbul'a medrese öğretimi yapmaya
gelen bir kişi aşağı yukarı 18 yıl, hükümetin hiç bir yardımı olmadan “yaşıyordu.”2
Sekiz yılda bitebilecek bir medrese öğretimi, 18 yılda ancak başlayabiliyordu.
Medrese öğretiminde ders kitabı olarak izlenen kitaplar da çok eski idi. Meselâ,
İlm-i Hesap, Cerr-i Eşkal (“Hendese”den), Küre Risalesi ve Şerh-i Çağminî
(“Hey'etten), Şerh-i Kadımir ve Haşiyeleri (“Hikmet-i Tabiiye”den), Şerh-i işaret gibi
bazı ders kitapları tâ Yunan bilginlerinden kalmış, onlardan Arapça'ya çevrilmiş
eserlerdi. İlm-i Kelâm kitapları yüzyıllar öncesinden kalma idi.
Esas olarak, Avrupa uygarlığının dayanağı olan çağdaş tabiat bilimleri ise
medreselerde hiç yer almıyordu. Okullardaki dinî derslerin de hiç bir eğitim değeri
yoktu. Yalnızca gösteriye dayalı birkaç ezber ve hareketle mesele kapatılıyordu.
1
2
M.Safvet, a.g.m., Beyanül-Hakk, IV/870325), S.1643-1645; IV/89(1326), S.1678-1680.
Şeyh Alizâde Hoca Muhyiddin, Medreselerin Islâhı, t.y. y.y. (İzmir, 1900'ler olabilir). S.5.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 445 ~
Medrese programlan da, okul programları da yalnız başlanna eksiktiler. Birisi doğal
bilimler yönünden, diğeri de dinî bilimler yönünden tamamlanmaya muhtaç idi.
Medreselerde öğretim metodu adına hiç bir şey izlenmem ekteydi. Bu hususta her
müderris kendi başına bırakılmıştı. Zaten çoğu müderrislerde “müderrislik”
özellikleri yoktu. Hiç maaş ve ödenek almayıp, başka işlerinden boş kalan
zamanlarında bu işi “Allah rızası için” yapan müderrisler, mevcudun büyük bir
kısmını meydana getiriyorlardı.
Ders Vekâleti ve Meşihat İdaresi'nin sözü İstanbul dışında geçmiyordu. Zaten bu
kuruluşların taşradaki medreseler, müderrisler, medrese öğrencileri ve medrese
vakıflarıyla ilgili hususlarda o yerlerle bağlantıları ve sayısal bilgileri bile yoktu.
Medrese öğrencileri, diğer bakımlardan olduğu gibi sağlık bakımından da
tamamen kendi başlarına bırakılmışlardı, Han köşelerinde, medrese odalarında her
işlerini kendileri yaparak, sefilâne bir hayat yaşıyorlardı. Bu öğrencilerin yıllık
geçimlerini sağlayacak para ve diğer malzemeyi toplamak ve köylüleri aydınlatmak
için “üç aylar”da düzenledikleri “cerr” gezileri de onlar için pek çok sorunları
beraberinde getiriyordu1.
Bütün bunlara rağmen bir eğitim kurumu olarak medrese, 20. yüzyıl Osmanlı
toplumunda gene de çok önemli roller oynuyordu. İdarî örgütün bir çok çarkları
hâlâ medrese çıkışlılar tarafından çevriliyordu. Maarifin okullarında bile öğretmen
ve öğrenci ihtiyacının büyük bir bölümünü medreseler karşılıyordu. Devletin
medreseleri tamamen ihmal etmesine, bütün ilgisini ve desteğini Batı örneğindeki
okullara göstermesine rağmen, ülkenin gene de en yaygın, en etkili, en görkemli
eğitim kurumu medreselerdi. Ama ne kadar görkemli olursa olsun, medreselerin
çökmekte olduğu da gün gibi açıktı. Artık medreseler ve medrese zihniyeti sert
eleştirilere uğruyor; fazlalığından, Fransa’daki Cezvit okulları gibi kapatılmaları
gerekliğinden bile bahsediliyordu2.
1
Ergin, O., a.g.e. S.554
Hemedanîzâde Ali Naci, Softalar ve Medreseler, İstanbul, 1325.
Abidullah, “Medreselerimizin ıslahı”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 18 Haziran 1909.
M.Safvet, a.g.m. II.
Abdullah Cevdet “Softalığa dair”, İçtihad, 60(1329), S.1303-130S.
Kılıçzâde Hakkı, “Sahte sofralığa ve dervişliğe ilân-ı harb”, İçtihad, 58(1329), S.1277-1281.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 446 ~
4.2.8.2. Medreseleri iyileştirme ve düzeltme önerileri
Medreselerin ıslahı hususunda İkinci Meşrûtiyet döneminden önce ve sonra,
sorunla ilgili olsun olmasın hemen herkes bazı önerilerde bulunmuştur1 . Bu
öneriler medreselerin kayıt-kabülünden mezuniyet sonrası alana kadar konunun
bütün yönlerini kapsıyordu. Herkes, kendi belirlemelerine göre bozulduğunu
gördüğü-veya eksildiğini duyduğu noktalarda bazı değişiklikler getirilmesini
istiyordu ki, bunlar şu şekilde gruplandırılabilir:
A) “Medrese” kavramı: Değişiklik taraftarları, “medrese” kavramına yeni bir tanım
getirmek istemişlerdir.
Medreseler, kuruluşlarından beri orta ve yüksek öğretim düzeyinde bilgi veren
eğitim kurumları olarak kendilerini göstermişlerdir. Düzeltme yapılırken,
progamlar düzenlenirken medreseler acaba hangi seviyede bir eğitim kurumu
olarak kabul edileceklerdi?
Bazıları bunu bir ortaöğretim kurumu olarak alıp, öğretim süresini 18 yıldan
indirmeyi, medreseden mezun olanların diledikleri yüksekokula gidebilmelerini,
ayrıca yükseköğretim veren bir de “Medrese-i Aliye” kurulmasını öneriyordu2. Ziya
Gökalp, bir kasabadaki çeşitli medreseleri birleştirip “Medrese-i Külliye” adlı
mükemmel bir medrese yapılmasını öneriyordu. Bu Medrese-i Külliyelin içinde de
orta ve yükseköğretime karşılık oları iki ana kademe (“Şube”) kurmayı öneriyordu3.
Öte yandan Abidullah, medreseleri yalnız dinî ilimlarin değil, her türlü ilim ve
fennin öğretimi için kurulması gereken “Dârülfünun'lar olarak belirlerken4, Şevketi
“.. Medâris-i ilmiye., ulûm-u seriye ve arabiyeye akliye gibi mûtedavil olan fünûnun
tedris ve neşri için tesii edilmiş birer Dârülfünun'dur” diyordu5. Celal Nuri Bey de
medreseleri birer “Dârülfünun” olarak niteleyip, en büyük İslâm Dârülfünunu'nun
Mescid-i Haram çevresinde bir yere kurulmasının iyi olacağını, yeni İslâm
felsefesinin Mekke'den doğacağını ve oradan yayılacağını bildiriyordu6.
1
Atay, Hüseyin, Osmanlılarda Yüksek Din Eğittimi, İstanbul 1983. S.174 vd.
Müntesibîn-i ilmiyeden bir zât, “Islahı-ı medaris”. Beyanü'l-Hakk, 1/12(1324), S. 250-251.
3
Gökalp, “Medreseler”, Beysanoğlu,N., a.g.e., S. 115-117. (Peyman gazetesi 2 Ağustos
1909'dan).
4
Abidullah, “Medreselerimizde nasıl adam yetişir?”, Yeni Tasvir-i Efkâr; 21 Haziran 1909.
5
Eşrefefendizâde Şevketi, Medâris-i İslâmiye Islahat Programı, İstanbul 1329, S.3.
6
Celâl Nuri, İttihad-ı İslâm, İstanbul 1331, S 318.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 447 ~
Köprülümde Mehmed Fuad ise medreseleri çağın gereklerine uygun yeni fikirler
doğuran ve yayan birer “Dârülilim” haline getirmeyi öneriyordu1.
B) Medrese kuruluş sistemi: Medreselerin nasıl bir yapıda kurulması gerektiği
hususunda en belirgin ve ayrıntılı öneriyi Şevketi'nin kitapçığı getirmiştir. Buna
göre medrese kuruluş sistemi şu şekilde olmalıydı (şemalandırma bizce
yapılmıştır):
Şevketi’nin tasarısında, şemada da görüldüğü gibi 8 yıllık ortaöğretim veren bir
ortak kısımdan sonra medreseler dört şubeye ayınlıyordu. Bunların ikisinin ğretim
süresi 4 veya 6, diğer ikisinin de 3 veya 5 yıl olarak öneriliyordu2.
Gökalp, yıl belirlemesi yapmadan medreseleri idadi düzeyindeki “ulûm-u aliye
şubesi” ve yükseköğretim düzeyimdeki “ulûm-u âliye şubesi” olarak
kademelendiriyodu3.
Basım yeri ve yılı belli olmayan Hoca Muhyiddin'in kitapçığında da medreseler
idadi öğretimi veren bir yer olarak belirleniyor ve on yıllık bir öğretimden sonra
verilecek diplomanın, idadi diplomasıyla aynı haklara sahip olması isteniyordu4.
Beyânü'l-Hakk'da çıkan bir yazıda ise, medreselerin öğretim süresinin 18'den 12
yıla indirilmesi öneriliyordu5.
C) Medreseye kayıt-kabul: Medreseyi iyileştirmenin ilk adımlarından biri kayıt
kabul sistemi olduğu halde, ıslahatçılar bunun üzerinde pek durmamışlardır,
Medresenin baş eksiklerinden biri, öğrenci kayıt-kabul şartlarının düzensizliği idi.
Hangi niteliklere sahip öğrencilerin hangi sistemle alınacağı belirlenmemişti.
Islahatçılardan bazıları. medreselerin belli başlı eksiklerinden birinin öğrenci kayıtkabuliinün düzensizliği olduğunu, belirterek, bunun bir sisteme bağlanmasını
1
Köprülüzade Mehmed Fuad, a.g.m.
Eşrefefendizâde Şevketi, a.g.e. s.17-19.
3
Gökalp, a.g.m, S.116.
4
Şeyh Alizâde Hoca Muhyiddin, a.g.e., S.15,19.
5
Müntesibin-i İlmiyeden Bir Zât, “Mütalaa-i mahsusa - lslah-ı Medaris Hakkında”, BeyânülHakk, 1/13(1324), S.276.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 448 ~
istemişlerdir1. Islahatçılar medreseleri genellikle bir ortaöğretim kurumu olarak
alıyorlar ve bir temel olarak ilköğretim düzeyindeki bilgiyi şart koşuyorlardı.
Şevketi ise açıkça, medreselerin rüşdiye ve idadiye dengi olan ilk kısmına
girilebilmesi için Kur'ân okuyabilme, Muhtasar İlmihal bilme, Türkçe okuyup
yazabilme, 12-15 yaş arasında olma ve tıbbi denetimden geçmeyi şart koşuyordu.
Ayrıca yüksek sınıfların sınavlarını verenler, o sınıflara girebileceklerdi. Genellikle
yerli öğrenciler gündüzlü, yabancı öğrenciler de yatılı (“dahilî”) olarak medreselere
kabıri edilrneliydiler2. Bursa mebusu Ömer Fevzi Efendi de kendi parasıyla okumak
isteyenlerin medreselere her zaman girebileceklerini, ancak yatılı öğrenci olarak
girmek isteyenlerin kayıt kabullerinin bir sınavdan sonra yapılması gerektiği
üzerinde duruyordu3.
D) Medrese Öğretim Programları: Medreselerin bozulmasının ve sürekli kötüye
gitmesinin en önemli nedenlerinden biri, öğretimin programlara bağlanmaması
idi4. Öyle ki, 18 yıllık bir öğretim, onlara ancak rüşdiye derecesinde bir bilgi ve hak
sağlıyordu5.
Medresenin çöküşünde, ders programlarından aklî fenlerin çıkarılmasının önemli
bir rolü vardı. Zamanında bazı kişilerin etkisiyle medreselerde akli fenlerin
okutulmamasını hoş gören, hattâ bu derslerin müderrislerine ilgi göstermeyerek,
onları medreselere atamayarak bu hareketi teşvik, eden Osmanlı hükümetleri,
daha sonra da aradığı fenleri medreselerde bulamayınca, bu fenleri öğretecek
başka okullar kurmuştu. Bu okulları destekleyip geliştirmiş, medreseleri ise
yüzüstü bırakmışlardı6.
Medrese programlarının değiştirilmesi gerektiği hakkında, hemen herkes aynı
fikirdeydi. Herkes kendine göre bir medrese programı öneriyordu. Meselâ,
Mehmed Fuad Bey, ilkönce medreselerle okul arasındaki zıddiyet ve nefretin
kaldırılması gerektiğine işaret ederek, okul programlarının medreselerde aynen
uygulanmasını öneriyordu7.
Aydın mebusu Abidullah Efendi, önemli olan şeyin günümüzde ihtiyaç duyulan
insan olduğunu, medreselerde yapılacak yeniliklerin de buna yönelik olması
1
a.g.y.
Eşrefefendizâde Şevketi, a.g.e., S.31.
3
Ömer Fevzi, “Islâh-ı medâris”, Beyânü'l-Hakk, 1/15(1324), S.325.
4
Beyânü'l-Hakk, 1/13(1324), S.276.
5
E. Şevketi, a.g.e., S.31.
6
M.Savfet, a.g.m., S.1645,1678.
7
K.Mehmed Fuad, a.g.m.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 449 ~
gerektiğini belirterek, medreselerin “vaz-i aslisi”ne uyulmak şartıyla burada her
türlü ilim ve fennin öğretilebileceğini belirtiyordu. Ona göre temel, öğretim dilinin
Arapça olmasıydı. Abidullah Efendim Türkçe gelişmemiş bir dildir. Bundan, sonra
medreselerde öğretim dilinin Türkçeye çevrilmesi doğru olmaz. Üstelik Arapça
Osmanlının siyasî dili ve müslümanlararası bir dildir, diyordu1.
Abidullah Efendi daha sonra yazdığı bir yazıda da, Osmanlı eğitim politikasının
Türkçeyi de Arapçayı da geliştirmediğini, Arapçayı himayesiz bırakarak, Türkçeyi de
canlandırmayarak her ikisine de zarar verdiğini iddia etmişti2. Ona göre
Osmanlılar, eğitim dilini Arapça yapmakla büyük bir hata işlemişlerdir, “Çünkü bir
kavim içinde tamim-i maarif ancak o kavmin kaffe-i efradı arasında konuşulan lisan
ile olabilir”3. Osmanlılar, Arapçayı öğretim dili yapmakla halka eğitini yolunu
kapamışlardır. Ülkenin her köşesi medreselerle donatıldığı halde, istenilen verim
alınamamıştır. Yapılacak iş; Türkçeyi ilim ve öğretim dili olarak kabul etmek, bazı
Arap merkezlerinde de Devlet'inkontrolünde Arapça eğitim merkezleri kurmaktı.
Bugün de, öğretim dili hususunda alınacak bazı önlemler vardır. Ama medreselerin
öğretim dili Arapça olmalıdır. Bunun Türkçeye çevrilmesinin pek büyük zorlukları
olacaktır, diyordu Abidullah Efendi.
Hoca Muhyiddin, küçük eserinde öğretim süresi 10 yıl olan bir medrese için, içinde
önemli yenilikler bulunmayan, ama o zaman okutulmakta olan derslerin
dağıtımlarının yapıldığı sistemli bir program veriyordu4. Bu tasarıda, bir öğretim yılı
yılı 10 ay sürüyordu. Sabah ve ikindi dersleri yardı ve tatil gösteri olan Cuma ve
Salı'ya da dersler konulmuştu. Bu arada Fransızca, Tarih, bazı Riyaziye ve Tabiiye
fenlen okutulması da öngörülüyordu, Bu dersler halkı Türk olan yerlerde Türkçe,
Arap olan yerlerde de Arapça okutulacaktı. Bu programla hem tabiî hem de dinî
bilimler alanında mükemmel kişiler yetiştirilecekti5.
Gökalp, ulum-u âliye şubesinde dil, edebiyat ve idadilerde okunan diğer fenlerin,
'âliye şubesinde de diğer yeni yüksek bilimlerin okutulmasını öneriyordu6.
Eşrefefendizâde Şevketî, medreselerin ıslâhında eskiyi canlandırmanın akıl kârı
olmadığını, çağın emrivakilerine göre bir değişiklik yapmak gerektiğini
1
Abidullah, “Medreselerimizde nasıl adam...”
Abidullah, “Medreseler bahsi münasebetiyle bir istitrad” Yeni Tasvir-i Efkâr, 28 Haziran
1909.
3
a.g.m.
4
Hoca Muhyiddin, a.g.e. S.15-17.
5
a.g.e. S. 19.
6
Gökalp, a.g.m. S.116.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 450 ~
belirtmektedir. Ancak bütün diğer ıslahatçılar gibi, o da, medreselerin özünün, ana
derslerin bozulmamasını, programa eklenecek yeni fenlerin daha önce programda
olanları zayıf düşürmemesini istemekte idi1. Şevketî, medreselerin sınıf
plânlamasını derslerden hareket ederek düzenlemek istemiştir. Yâni önce
medreselerde okutulacak dersleri belirlemiş, bunları “orta” ve “'yüksek” diye iki
kısma ayırmış ve her birini kendi aralarında öğretim yıllarına dağıtmıştır (Bak,
Tablo 54). Şevketi'nin programında dikkati çeken şey, güzel sanallara ve beden
eğitimine her sınıfta önemli saatlerin konmuş olmasıydı. Güzel sanatların içinde
yazı, süsleme, cilt, resim gibi dallar vardı. Ayrıca Salı tatilinin kaldırılması, vakit
ayrılmadan hergun 8 saat ders konması da önemli değişiklerdendi.
Tablo 54) Eşrefefendizâde Şevketî'nin medrese ders programı tasarısı (orta kısım)2
Dersler
Dinî ilimler
Arapça
Türkçe
Farsça
Batı dillerinden biri
Hesap ve Riyaziyat
Tabiiyat
Hikemiyat
Coğrafya
Tarih-i Umûmi
Zirai Malumat
Sanayi-i Nefise
Riyaziyat-i Bedeniye
Fenni Malumat
Hendese-i Müsetteha
Beden-i İnsanî
Uygun bir sanat
Hendese-i Mücesseme, Cebir
Kimya, Maadin
Hayvanat
Müsellesat
Kimyayı Uzvî
Nebatat
Nebhasü'l-Hayat
Mantık ve Münazara
1
2
Şevketî, a.g.e. S.9-10.
Eşrefefendizâde Şevketi, a.g.9. S.21-28.
1
2
5
5
3
2
2
2
2
4
2
-
2
2
5
3
3
2
2
2
4
2
2
-
3
2
5
3
3
4
2
2
4
2
2
3
-
4
2
5
2
2
3
2
4
2
6
2
-
5
5
5
2
2
3
2
4
2
2
5
2
2
-
6
6
5
3
2
3
2
4
2
2
2
1
2
1
2
7
9
3
2
3
2
4
2
2
-
8
8
3
2
3
2
2
4
2
2
-
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 451 ~
Kozmografya
Hikmet-i Tabiiye
Tabakalü'1-Arz
İlm-i Ruh
Kânûni Malumat
Makina
Ahlâk
Toplam
29
27
29
33
36
38
2
2
2
2
2
36
2
2
2
2
36
Şevketî tasarısında yüksek kısmın ders programı çok dallı budaklıdır. Önce kısımlar
şubelere ayrılmış ve her şubenin ayrı ders programı belirlenmeye çalışılmıştır ki,
bunlardan yalnızca şemalandırma verilecektir. Beyânü'l-Hakk'ta çıkan bazı
değişiklik yazılarında medrese öğrencilerinin yeni fenlerden mahrum
bırakılmaması, yabancı Avrupa dillerinden birini öğrenmesi, Füru' dersinin
kaldırılması, bir yüksek medrese kurularak Hukuk ve Mekteb-i Nüvvâb'da okunan
dersler ve kânunların okutulması, medreselerin fenlere göre uzmanlaştınlarak
kurulması vs. öneriliyordu.
Eşrefefendizâde Şevketi'nin medrese ıslahatı taslağında “dürus-u âliye programı
uygulayan yüksek kısmın şeması1
Ulûm-u Seriye Şubesi
Tefsir Kısmı
Hadis Kısmı
Kelâm Kısmı
Ahlâk-ı İslâm Kısmı
Fıkıh Şubesi
Fıkıh Kısmı
Hukuk Kısmı
Hikmet Şubesi
Felsefe Kısmı
Tabiiyat ve Coğrafya Kısmı
Siyer ve Tarih Kısmı
Lisan Şubesi
Arapça Kısmı
Türkçe Kısmı
Farisî ve diğer önemli diller Kısmı
1
Müntesibin-i İlmiyeden Bir Zat, “Islâh-ı medâris” Beyanü'l-Hakk 1/12/13241 S 250-251;
1/13(1324), S.274-276.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 452 ~
Medreselerin altıncı ve yedinci sınıflarında 5 şube üzerinden uzmanlaşma
yapılmıştı: Tefsir-i Şerif, Hadîs-i Şerif, Fıkh-ı Şerif, Hikmet ve Kelâm, Ulûm-u
Edebiye Şubeleri.
Yeni medrese programlarına bir başka örnek olarak da İkinci Meşrûtiyet
döneminde Priştine'de açılması düşünülen “Medrese-i İslâmiye” için “Makam-i Âlii Meşihatpenahi”ce düzenlenen program gösterilebilir (Bak: Tablo 55).
E) Öğretim metodu (“Usul-ü Tedris”): Medreselerin değiştirilmesi, iyileştirilmesi
gerektiğini savunanların hemen hemen tamamı programlar vs. değiştirilirken,
hattâ onlardan daha önce medreselerin öğretim biçiminin değiştirilmesi
gerektiğini savunmuşlardır. Hoca Muhyiddin, program ve öğretim metodu
değiştirmenin ulemaya çok yük getireceğini, ancak buna mecbur olduğumuzu
söylemektedir1.
Gökalp de medreselerin dış yapısında yapılacak değişikliğin yanısıra öğretim
ruhunun da değiştirilmesi gerektiğini belirtmektedir2.
1
2
Hoca Muhyiddin, a.g.e. S.14-15.
Gökalp, a.g.m. S.116.
Tablo 55) “Medrese-i İslâmiye” Ders programı1
Dersler
Yıllar
I
II
Ulûm-u Diniye
Teracim-i Ahval
Fıkıh ve Usulü Fıkıh
I
Lisan-ı Arâbî
Edebü d-Dünya
ve'd Edebü'd-Dünya ve'dDin
Din
Lisan-ı Farisî
Kavaîd ,
Seçmeler ve inşa
Lisan-ı Türkî
İnşâ, Belagat, Hitabet İnşâ, Belagat, Hitabet
Riyaziyat
Hendese, Cebir
Hendese, Cebir
Hikmet
Malumat-ı
Medenîye
Malumat-ı
Kanuniye
ve
İktisadiye
Tabiiyat
Beden-i insan
Kimya
Maadin
Hayvanat
Coğrafya
Tabiî, siyasî ve iktisadî Tabiî, siyasî ve İktisadî
Coğrafya
Coğrafya
Tarih
İslam Tarihi, Siyer
İslam Tarihi, Siyer
Hatt
1 saat
1 saat
1
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası. No.292277.
III
IV
V
Fıkıh ve Usulü Fıkıh Tefsir, Akaid, Hadis Tefsir, Akaid, Hadis
Belagat, İnşa
Seçmeler ve inşa
Edebiyat, Belagat
Müsellesat
Mantık, Münazara
-
Seçmeler ve Insa
Edebiyat, Hitabet
Kozmografya İlm-i Ruh ve Ahlâk
Haftada 2 saat
Seçmeler ve inşa
Edebiyat, Hitabet
Haftada 2 saat
Haftada 2 saat
Kimyayı Uzvî
Hikmet-i Tabiiye
Hikmet-i Tabiiye
Dinî Coğrafya
-
-
İlm-i Ahlâk
Haftada 2 saat .
Umumi Tarih, Siyer Umumi Tarih, Siyer Umumi Tarih, Siyer
1 saat
1 saat
1 saat
Eşrefefendizâde Şevketi, ayrıntılı iyileştirme programında çeşitli derslerde ve
sınıflarda nasıl öğretim yapılacağına, yani müderrislerin nasıl yetiştirilip, eskilerden
nasıl faydalanılacağına, bina ve sınıf durumlarına kadar çok geniş didaktik sorunlar
üzerinde durarak bu konularda çağdaş yaklaşımlar getirmektedir1.
“Beyânü'l-Hakk”a ıslâh yazısı yazan bir ulema, medreselerde öğretim biçiminin bir
düzene bağlanmasının şart olduğunu, öğretimi öğrencinin keyfine bırakmamak
gerektiğini, bir fenden çeşitli eserler okutmak yerine değişik fenler okutulmasını,
medresedeki dil öğretiminde öğrencileri konuşturmaya alıştırmanın şart olduğunu
belirtiyordu2. Bu arada Bursa mebusu Ömer Fevzi Efendi de medreselerin esasım
bozmadan yapılacak bir yenileştirmede, öğretim biçiminin de birdenbire
değiştirilmemesi gerektiğini savunuyordu3.
F) Ders Kitapları: Medreselerde birçok değişiklikler yapılırken, ders kitaplarının
değiştirilmemesi düşünülemezdi. Elbette yeni derslere ait ders kitapları
hazırlanacaktı. Bir taraftan yeni ders kitaplarının seçimi için komisyonlar kurulması
gerektiğini savunanlar olduğu gibi, eski kitaplardan bir ayıklama yapmak
gerektiğini savunanlar da vardı. Çünkü başlangıçta birçok âlât kitaplarıyla o kadar
vakit geçiriliyordu ki, asıl bilimlerin öğrenilmesine zaman kalmıyordu4. Bilim
kitaplarının arasında bile öğretimden çıkarılması gereken, kuvvetlendirilmesi ve
yeniden düzenlenmesi gereken pek çok eserler vardı5. Bir dalda hemen hemen
birbirlerinin aynı olan bir çok kitaplar okutulmaktaydı. Bu da gereksiz yere vakit
kaybına neden oluyordu. Onun için bir komisyonun medreselerde okutulacak
zorunlu ders kitaplarım seçip belirlemesi, diğer yardımcı kitaplara dair medrese
kütüphanelerinin kurulması vs. gerekiyordu6.
Gökalp de,medrese öğretiminde muhtasar metinler, şerh ve talikleri bırakıp asıl
eserlere yönelinmesi veya hiç olmazsa her ikisinin bir arada öğrenilmesi
gerektiğim savunuyordu. Gökalp ayrıca her bilimin tarihi gelişim ve araştırma
biçiminin de medrese öğretimine eklenmesi gerektiğini yazıyordu7.
G) Sınavlar: Türk-Islâm öğretimi, sınavlara tâ baştan beri soğuk davranmıştır. îslâm
öğretiminin eri parlak dönemlerinde dahi öğretim gelenekleri arasında “sınav”
diye bir kademe, bir disiplin olmamıştır. Sınav, medreseyi bitirmiş olanlardan her
1
Şevketi,a.g.e. S;13-16;29-31;43;46-50 vs
Beyanü'l-Hakk, 1/12(1324), S.250-251.
3
Ömer Fevzi, a.g.m. S.325.
4
H.S., “Al bir Içtihadçı daha!”, el-Medaris dergisi, 4(1329), S.71.
5
Beyânü'l-Hakk, 1/13(1324) S.275.
6
Beyanü'l-Hakk, 1/12(1324), S.250-251.
7
Gökalp,,a.g.m. S.117.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 455 ~
yönüyle birbirine eşit iki kişi bir işe istekli olurlarsa, daha iyiyi seçmek için
yapılmıştır1.
Tarihte, medrese öğrencileri (“talebe-i ulûm”) “kur’a imtihanı” adıyla altı yıl devam
edecek bir sınava tâbi tutulmuşlardı. O zaman medrese öğrencileri askerlikten
muaf oldukları için medreselerde büyük bir yığılma olmuş, buradaki yığılmayı bir
az olsun azaltmak için bu yola başvurulmuştu. Kur’a sınavlarında, askerlik kur'ası
çekildiği zaman ismi çıkan medrese öğrencisi genel bir sınava alınıyor; başarırsa
medresede kalıyor, başaramazsa askere almıyordu. Sınavlar ne öğrencinin
okuduğu dersleri izliyor ne de dönem veya yıl sonlarında yapılıyordu. İsterse
öğretim başında olsun, kur'a kime çıkarsa hangi derslerrokuduğu vs. göz önüne
alınmadan, medreselerde okutulmakta olan ilimlerden genel bir sınava alınıyor ve
bir sınavda kazanamazsa medreseden çıkarılıp derhâl askere almıyordu2.
Kur'a sınavları uzun zaman uygulanmış, ancak 1892 yılında lağvedilmişti. O
zamandan beri medrese öğrencileri hiç bir sınava alınmamış, bu da medrese
öğretiminin seviyesini alabildiğine düşürmüştü.
Medreselerin iyileştirilmesini isteyenlerin hemen hemen hepsi, medrese
öğretimine sınavların ela sokulmasını şart koşmuşlardı. “Beyânü'l-Hakk”da çıkan
yazılarda3, öğrencilerin altı ay öğretim gördükten sonra dershanelerden tamamen
uzaklaştığını, öğretim sırasında da istediği dersleri seçtikleri belirtilerek, zorunlu
bir ders programının yanı sıra. bu program üzerinden sık sık sınava alınması;
öğretim sırasında yapılacak ciddî sınavlar dışında, mezun olurken de hem sözlü
hem de yazılı bir sınavdan geçirilmesi öneriliyordu.
Hoca Muhyiddîn de medrese öğrencilerinin her yıl sınava alınmalarını, bu
sınavlarda yeni ferilerden de soru sorulmasını, çok başarılı olanların
ödüllendirilmesini öneriyor; üç yıl sınıfını geçemeyen medrese öğrencisi,
medreseden atılmalıdır, diyordu4.
Mehmed Fatin, medresede yapılacak sınavların da diğer okullarda yapılan sınıf
sınavları gibi olmasını, ancak yeni bir sistem kuruncaya kadar eski kur'a
1
Mehmed Fatin, “Tedrisat ve medâriste imtihanlar”, Beyânü'l-Hakk, 1/16(1324), S.358359.
2
a.g.m., 5,360-361.
3
Beyânü’l-Hakk, I/12(1324), S.250-251; 1/13(1324), S.276-278.
4
Hoca Muhyiddin, a.g.e. S.24.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 456 ~
smavlanmn biraz iyileştirilerek (meselâ, öğretim yılı sonunda yapılarak, iki hak
vererek vs) tekrar uygulanmasının şart olduğunu bildiriyordu1.
Şevketi de baştan, sınavları yarışma ve bilimsel gücünü gösterme, belirtme
sınavları olarak ikiye ayırıyor: icazetlerin sıkı bir sınavdan sonra verilmesini, hattâ
icazet sınavlarında, bir dalda yetkili olduğunu gösterecek bir de eser yazmasını
istiyordu. Bu zât, medrese sınavlarında yapılacak değerlendirmede de şu formülü
veriyordu2:
1. Bilmek gâlib, bilmemek nadir,
2. Bilmek gâlib, bilmemek nadir değil,
3. Bilmemek gâlib, bilmek nadir değil.
H) Medreseden çıkış sonrası hakları: Bu konu, büyük ölçüde medreselerin amacını
da ilgilendirdiğinden, çok önemli idi. O zaman Osmanlı okullarının iki büyük amacı
vardı. Ya kendinden yüksek başka bir okula öğrenci hazırlar, ya da Devlet
dairelerine memur yetiştirirdi. Bu durum içinde, medreselerin nerelere ne için
adam yetiştirecekleri gayet önemli idi. Medreselerin her tarafı sıkı bir disiplin
altına alınırken, mezun olduktan sonra ne olacaktarı da düşünülmüştü.
Medrese mensuplarından biri, medreselerin orta kısmını bitirenlerin diledikleri
yüksekokula girebilmelerini; yüksek kısmını bitirenlerin de bütün Devlet
memuriyetlerine sınavsız olarak alınmalarını öneriyordu3.
Hoca Muhyiddîn de 22-25 yaşlarında medreseden icazetini alan bir öğrencinin,
bununla yüksekokulların üst sınıflarının sınavına girebileceğini, hattâ sınavla
Tıbbıye'ye bile girebileceklerini söylemektedir. İcazetnamesi olan öğrenciler aynı
zamanda müderrislik sınavlarına katılabilirler; başarısız olanlar müftülük,
müdürlük, memurluk, ilkokul öğretmenliği, şeyhlik vs. gibi yerlere atanabilirlerdi4.
Şevketi’nin tasarısına göre ise, medreselerin orta kademesinin VI. sınıfından
çıkanlar askerlikten muaf olacaklardı ve imamlık, hatiplik, ilkokul öğretmenliği ve
müezzinlik görevlerine atanabileceklerdi. Orta kademeyi tam bitirenler ise her
çeşit yükseköğretime geçebilecekler, ayrıca kâtiplik, tabur imamlığı, büyük cami
hatiplikleri ye rüşdiye öğretmenliklerine atanabileceklerdi. Medreselerin yüksek
1
Mehmet Fatin, a.g.m, S.361.
Şevketi, a.g.e. S.3S-37.
3
Beyânü'l-Hakk, 1/12(1324). S.251.
4
Hoca Muhylddln, a.g.e., S. 19-20.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 457 ~
kısmını bitirenler ise şu yedi meslekten birine girebileceklerdi1: Tefsirci, Hadisci,
Kelâma, Vaiz, Fâkih, Tarihçi ve Yazar.
I) Medrese öğrencileri: Medreselerin bozulma dönemlerinde bu öğretimin en
büytik zorluklarını şüphesiz ki öğrenciler çekiyorlardı. Bunların karşılaştıkları
güçlükler öğretimden ziyade, medrese dışı hayatta meydana geliyordu. Bunun için
de medrese öğrencileri çeşitli kerelerde hükümetlerin dikkatini çekmişler, ancak
her defasında “aldatılarak teskin edilmişlerdi”2. Medreselerin ıslâhı çeşitli defalar
ısrarla istenmesine; bu yara devamlı sızlamasına rağmen, ilgililer bunu hemen
kapatmayı ve görmezlikten gelmeyi yeğlemişlerdir. Özellikle İstanbul'da medrese
öğrencilerinin durumu ve yaşayışı “yürekler acısı” idi. Buna rağmen pek çok kişi
onları “maişet imarethaneleri” olarak görüp, alabildiğine eleştiriyordu3.
Oysa medrese öğrencileri ancak yıllarca han köşelerinde açşusuz yaşadıktan sonra
bir medrese odası bulabiliyorlar, orada da öğretimin yanı sıra yemekten çamaşır
yıkamaya kadar her türlü işlerini kendileri yapıyorlardı. Bunun dışında medrese
öğrencileri bir “talebe-i ulûm teskiresi” yaptırarak ve güzel bir “tavsiyename” ele
geçirerek “Ramazan cerri”, “Kurban eerri”, “Harman cerri” gibi çeşitli nedenlerle
zengin köylere dağılıyorlar; hem dinî yönden halkı aydınlatıyorlar hem de kışlık
harcamalarını çıkarmaya çalışıyorlardı. Ancak bu, sık sık bir dilencilik görünümü
alıyordu.
Medrese Öğrencilerinin bu sefilâne yaşayışlarına karşı, medreseyi biraz olsun
iyileştirmek, değiştirmek isteyenler bazı önerilerde bulunmuşlardı. Önerilerin en
önemlisi öğrencilerin geçimlerinin sağlanması konusu idi4. Bunu kimi Devlet
bütçesinden, kimi de vakıfların sağlamasından yana idiler. Gökalp, öğrencilere
yatılı okullarda olduğu gibi elbise ve yemek verilmesini öneriyordu. Şevketî de
öğrencilerin çamaşır, yemek gibi sorunları olmamaması gerektiği, medreselerin bu
işleri yapacak bir yeri olması gerektiğini belirtiyor, öğrenci biletleriyle yemek
yenilen öğrenci lokantalarının açılmasını öneriyordu5. Ona göre; ayrıca öğrencilere
1
Şevketi, a.g.e, S.33-34.
M.B., “Islâh-ı medâris”, el-Medâris dergisi, 2(1329), S.28.
3
Hemedanizâde Ali Naci, a.g.e., S.17-1
4
Beyanü'l-Hakk, 1/12 vs l/13'deki a.g.m.
Ömer Fevzi Etendi, a.g.m., S.325.
5
Gökalp, a.g.m. S. 116.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 458 ~
sınıf farklarını gösterecek tek-düzen elbiseler giydirilmesi, ders kitapları Devlet
tarafından hazırlanıp dağıtılmalı, öğrencilere haftalık ve aylıklar verilmeli idi1.
Öğrencinin bütün öğretim harcamalarını karşılayan Devlet, orta kısmın VI. sınıfını
bitirmiş olanlarla yüksek kısım öğrencilerini cerr zamanlarında harcırah vererek
köylere göndermeli, köylerden toplanacak cerrler, resmî belge karşılığı Devlet
adına toplanmalı ve Devlet bu toplanan paralan gene aynı medrese öğrencilerine
harcamalı idi2.
Şevketî'nin tasarısına göre medresede hem yatılı hem de gündüzlü öğrenciler
olacaktı. Üstüste iki yıl aynı sınıfta kalan öğrenciler medreseden çıkartılacak, bir yıl
kalan yatılı öğrenciler de gündüzlüye çıkartılacaktı3.
J) Müderrisler: Medreselerde öğrenciler gibi müderrisler de tamamen Devletin
ilgisinden uzak idiler. Bunların çoğu sistemli bir öğretimden ziyade, bu işi gönüllü
olarak yapar duruma gelmişlerdi. Çünkü vakıflar da, Devlet de bunlara düzenli ye
doyurucu bir para vermiyorlardı. Onlar da medrese dışında geçimlerini sağladıktan
sonra, boş kalan zamanlarında medresede de ders veriyorlardı. Zaten bunlar
batılılaşma hareketleri başladığından beri hemen her türlü yenilik hareketinin
karşısına itilmişler, Devletin kendilerine ilgi göstermeyişi, yardım etmeyişi bunları
en küçük bir kışkırtmada isyana katılmaya, isyan çıkarmaya eğilimli kılmıştı. Bir
medrese mensubu; “Ulema bir-kaç yüz seneden beri kendi hükümetlerinden
gördükleri hakaretleri, başka dinlerden dahi görmemişlerdir” diyordu4. İyileştirme
çâreleri önerenler ise bir taraftan müderrislerin sıkı bir kontrol altına alınmalarım
isterlerken, diğer yandan onlara çeşitli haklar verilmesini savunuyorlardı.
Ulemadan biri, müderris olacak kişinin ilmî bir komisyon tarafından seçilmesini
öneriyordu5. Gökalp de her medreseye çalışkan bir müdür atanmasını,
müderrislerin maaşlarının arttırılmasını, ancak derse gelmeyen müderrislerin
maaşlarından gündelik kesilmesini istiyordu6.
Şevketî ise, orta dersler yeren müderrislerin pedagoji de bilmeleri gerektiği,
hükümet tarafından bir yere atanmadan önce bir müderrisin yanında bir süre
yardımcılık yapmalarım, atandıklarında da yanlarında dil bilir bir kişi ile bir doktor
1
Şevketî, a.g.e. S.39.
a.g.e. S.40.
3
a.g.e. S.32.
4
Hoca Muhyiddin, ag.e, S:15.
5
Beyânü'l-Hakk, 1-12(1324), S.251.
6
Gökalp, a.g.m, S.116.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 459 ~
bulunması gerektiği hususlarını belirtiyor; öğrencilerin içerdeki ve dışardaki
durumlanndan ve ahlâklarından müderrisler sorumludur, diyordu1. Yüksek dersler
veren müderrisler istedikleri kitapları istedikleri saatlerde anlatabilirlerdi. Bunlar
haftada bir kaç saat, derslerin dışında tartıma ve uygulama yapacaklardı.
Ayrıca müderrislerin yalnız öğretimle meşgul olmaları, başka iş yapmamalım
sağlanacak ve bu şekilde maaş verilecekti. Maaşlarda öğretim durumları, yol ve
kitap masrafları da gözönüne alınacaktı. Bu maaşlar da yıllar geçtikçe yükselecekti.
Şevketi’ye göre Devlet, tatil zamanlarında müderrislerin çeşitli ülkeler ve milletler
arasında yolculuk ve geziler yapmalarını da sağlamalıydı2.
4.2.8.3. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Medreselerin Genel Gelişimleri
4.2.8.3.1. Medrese öğrencilerinin askerliği sorunu: İkinci Meşrûtiyetin ilânından
önce medrese öğrencileri askerlikten muaf idi. Askerlik kur'ası çıkan medrese
öğrencisi, yetkili askerî makamlara müderrisliğin onayladığı “Şahadetnâme”lerini
gösteriyorlar ve bu onlara askerlikten muafiyet sağlıyordu3. Bu ayrıcalık, askerden
kaçmak isteyenlerin medreselere hücum etmesine, orayı bir paravan olarak
kullanmalarına yol açıyordu. Diğer askerler bu, kaçaklar yüzünden 6-7 yıl daha
uzun askerlik yapmak zorunda kalıyorlardı. Bazı “talebe-i ulûm” askerlik yaş sınırını
geçer geçmez, öğretimin hangi kademesinde olursa olsun medreseyi
terkediyordu4.
Medreselerdeki öğretimin ciddî olmaması da bu askerlikten kaçışları
kolaylaştırıyor ve hattâ teşvik ediyordu: Meşihat idaresi, öğretim sırasında
yapılacak sınavlara hiç karışmıyordu. Bu sınavlarla yalnızca müderrisler
ilgileniyorlardı. Zaten, medrese öğrencilerinin ancak bir Devlet hizmetine
girebilecekleri zaman sınavları yapılıyordu; “rüûs sınavı”, “tevcih-i cihât sınavı”,vs.
gibi. Öğretim sırasında ise yalnız Sarf, Nahiv ve Mantık'tan sınava tâbi
tutuluyorlardı. Bu şekilde askerlik yaşları geçinceye kadar oyalanıyorlardı5. Bu
bakımdan Meşihat İdaresi medreseler üzerinde -hele taşra medreseleri üzerindehiç etkili değildi. İkinci Meşrûtiyet başlarında medreseler, çeşitli yönlerden yetkili
1
Şevketi, a.g.e. S.43.
a.g.e. S.44-45.
3
Beyânü'l-Hakk, 1/23(1324), S.452.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Şubat 1326, S. 1227 (Harbiye Nâzırı Mahmud Şevket
Paşa'nın konuşmasından)
5
a.g.e. s.1238.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 460 ~
bir idarî kurum olan Ders Vekaleti'ni dinlememişlerdi bile1. Merkezi idare değil
taşra, İstanbul'daki medreseler hakkında bile doğru bilgilere, istatistikî rakamlara
sahip değildi.
Bu durum karşısında Harbîye Nezareti, “medreselerde talebe arkasından
koşmaya” karar verdi. Asker kaçaklarım medreselerden temizlemek ve yeni asker
kaçaklarının buralara girmelerini önlemek için çeşitli önlemler almaya başladı.
Bunlardan ilki, Kur'a sınavlarını yeniden canlandırmak oldu. 1892'den beri
yapılmayan bu sınavlar 1324 (1908)'de tekrar uygulanmaya başlandı. Kur'a
sınavlarının tekrar başlatılması kararı alındıktan sonra Harbiye Nezareti ile Ders
Vekâleti arasında bir dizi ortak çalışmalar oldu. Kur'ası çıkanların sınavları 31 Mart
olaylarından önce yalnız livalardaki Redif Merkezlerinde, sonra da daha yaygın
olarak alay ve tabur merkezlerinde kur'a sınavları şeklinde yapılmaya başlandı.
Önceleri kurası çıkanlar, yaşları hangi sınıfta bulunmaya karşılık geliyorsa o sınıfın
sınavına tâbi tutuluyor, belli bir not sınırını geçemezse askere almıyorlardı2. Daha
sonraları bütün medrese öğrencileri sınava alınmaya başladı. Medrese öğrencileri
doğrudan doğruya Harbiye Nezaretine başvuyoriar, yaşları hangi sınıfa karşılık
geliyorsa o sınıfın sınavına giriyorlardı. Tabur merkezlerinde yapılan bu sınavlar
çok uzun süre devam edebiliyordu3.
Askeriyenin bu önlemlerine karşı medrese çevrelerinden bazı direnmeler geldi.
Medrese mensuplarının, durumu erteletmek için yaptığı bütün girişimler sonuçsuz
kaldı. Harbiye Nezareti işi sıkı tuttu ve aceleci davrandı. Bunun üzerine
medreseliler defalarca Meclis-i Mebusan'a başvurdular4. Meclis, “kur'a
imtihanlarının eşitliğe aykırı olduğu hakkında” bir karar aldı. Ancak bu karara
rağmen Harbiye Nezareti sınavları ertelemedi. Bazı mebuslar Harbiye Nâzın
hakkında som önergesi verdiler; önerge kabul edildi5. Ama Harbiye Nezareti'nin
çalışmaları durmadı; gittikçe daha sertleşerek devam etti.
31 Mart olayları sırasında kışkırtma motivi olarak dinî duyguların kullanılması, bazı
medreselilerin bu hareketlere faal olarak katılmalarına yol açtı. 15 Nisan 1909
tarihinde, nerede ve kimin tarafından bastırıldığı belli olmayan bir yazıda
'Abdülhamid'in medreselerin ıslâhı için 10.000 lira kadar bir para ayırdığının
1
M.Savfet, a.g.m. S.1645.
Beyânü'l-Hakk, 1/18(1324), S.416.
3
Beyânü'l-Hakk, 1/20(1324), S 435.
4
“Kur’a imtihanları”, Beyânü'l-Hakk, 1/23(1324), S.452-453.
5
“Kur'a imtihanları”, Beyânü'l-Hakk, 1/26(1325), S.471.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 461 ~
duyulduğu' belirtiliyordu. Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye de hemen ertesi günü yaptığı
bir resmî açıklamada, bu haberlerin doğru olmadığını, ıslâhatın daha sonra
yapılacağını duyuruyordu1.
Gene aynı olaylar sırasında isyancıların Meclis’i basmaları ve orada isyancılar adına
konuşan Rasim Efendi'nin yeni okulları tamamen dinsizlikle suçlaması, bunların
çocukları tâ küçük yaşlardan itibaren dinsizleştirdiklerini, yeni açılmaya çalışılan
İnas Sultanisinin de kızları dinsizleştirmeyi amaçlayan bir okul olduğunu iddia
etmesi2, harekete artık damgasını iyice vuruyordu.
Hareket Ordusu istanbul'a girdiğinde, 31 Mart olaylarını düzenleyenlerin ve bu
olaylara katılanların önemli bir bölümü Anadolu'ya kaçıyorlardı. Ordunun
İstanbul'a, girdiğinde ilk işlerinden biri medreselerde kayıtlı öğrencilerin bir
yoklamasını yapmak olmuştu. Yoklamada bulunmayanlar ve memleketlerinde de
bir medresede kayıtlı olmayanlar özel bir komisyonca belirlenip, Hareket Ordusu
Komutanlığı'na bildirilmişti. Komutanlık, bir yandan yoklamada olmayanlar
hakkında gerekli işlemleri yaparken, bir yandan da bunların 1325 Haziranına
(Haziran-Tenimuz 1909) kadar gelip, medrese kayıtlarını yenilemelerini istiyordu3.
Bütün bu olaylar ve sıkı sınav uygulaması, medreselerdeki öğrenci sayısını iyice
azalttı. İkinci Meşrûtiyetten önce İstanbul medreselerinde 20-25.000 medrese
öğrencisi varken, 1910 yıllarında bu sayı 5-6.000 civarına düşmüştü. Ancak bunlar
hep taşralı öğrenciler idi. İstanbul'da yatılı İstanbullu öğrenci bırakılmamıştı4.
31 Mart olaylarının bastırılmasından sonra “Ahaz-ı Asker Kânunu” ile “sıkıyönetim”
(“idare-i örfî”) okullara ve medreselere kadar yaygınlaştırıldı. Maarif Nezareti
teftiş, Harbiye Nezareti askerlik, Ders Nezareti de medrese ıslâhatları yoluyla
okulları ve medreseleri sıkı bir disiplin altına almak istiyorlardı.
Askere Alma Yasası medreseöğrencileri üzerinde başlıca iki denetim biçimi
getiriyordu. Birincisi, sınavlar idi. Yasaya göre, medrese öğrencilerinin sınav
hakkını kazanabilmeleri için, askere alma yaşına girmeden önce medreseye
1
“Medreselerin ıslahı”, Beyânü'l-Hakk, 1/29(1325), S.688-689.
Yunus Nadi, İhtilâl ve Inkılâb-ı Osmanî, Dersaadet 1325, S,70-71.
2
Küçük Hamdi, “Otuzbir Mart hadisesi”, Beyânü'l-Hakk, 11/32(1325), S.747-748.
Celâl Bayar, Ben de Yazdım I, İstanbul 1967. S. 149-153.
3
Talebe-i ulûmun askerliği hakkında”, Sabah, 15 Nişin 1910.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 30 Mart 1327, S.2278.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 462 ~
kaydolmaları, tatil dışında hiç bir iş ve sanatla uğraşmamaları; gece gündüz
“hücrenişin” olarak medrese öğretimine devam etmeleri zorunluluktu1.
Askere Alma Yasasının en çok anlaşmazlık çıkan noktası, yüksekokullara “sâmiin”
(dinleyici) olarak devam edenlerin sorunlarının çözümünde ortaya çıkıyordu.
Askerlik yaşlan olan “esnan-ı sitte”ye dâhil iken yüksekokullardan birine dinleyici
olarak başlayanlar ve bir yıl sonra aslî öğrenci grubuna geçemeyen yüksekokul
öğrencileri hemen askere alınıyorlardı. Ancak yüksekokullara dinleyici olarak
devam eden medrese öğrencileri, eğer medrese ile ilişkilerini kesmedilerse ve
bunu resmen kanıtlayabilirlerse, medrese öğrencisi sınavına alınabileceklerdi2.
Medrese öğrencileri “esnân-ı sitte” süresince, yâni altı yıl boyunca devamlı
“askerlikten muafiyet” sınavına tâbi tutulacaklar, bu süre zarfında iki defa (eskiden
bu bir hak idi) sınav veremeyenler askere alınacaklardı. Medrese öğrencisi eğer ilk
dört yıl sınavı verir de beşinci yıl kalırsa, bunlar üç yıl askerlik yapacaklardı. Altı yıl
sınav vererek bitirenler, altı ay askerlik yaptıktan sonra daha yüksek öğrenime
devam edebileceklerdi. Bunlar ayrıca idadi mezunları gibi Yedek Subay (“İhtiyat
zabiti”) okullarına da gidebileceklerdi3. Bazı yerlerde camilerde yapılan öğretim de,
aynı medrese öğretimi biçiminde kontrol altına alınacaktı.
Ordunun medreselerdeki asker, kaçaklarını temizlemeye yönelik hareketleri
azınlıklar tarafından hiç de hoş karşılanmadı. Bunlar, medrese öğrencilerinin
sınavlarının bir “askerî imtihan” şekline dönüştüğünü, askeriyenin Maarifi ve
medreseleri kontrol altına almaya hakkı olmadığını, bu gidişte azınlıkların elindeki
bütün okulların da ordunun kontrolü altına gireceğini iddia ediyorlardı. Boşo
Efendi, bunun açıkça eğitim üzerinde bir sıkıyönetim olduğunu iddia ediyordu4.
Harbiye Nezareti'ni savunanlar ise ordunun bir kötü niyeti olmadığını, sadece
yaygın ve disiplinli örgütü ile bu işi daha kısa zamanda ve daha ciddî şekilde
yapabileceğini söylüyorlardı. Ordunun işe karışması kabul edildikten sonra da,
tartışmanın özü sınav komisyonları ve sınav biçimleri özerinde oluyordu5.
Askere Alma Yasasının medreselerin denetimine getirdiği ikinci yol ise, medrese
öğrencilerinin yaşayışlarının sıkı bir şekilde ve devamlı olarak izlenilmesi idi. Uzun
yüzyıllardır uygulandığı şekilde medrese öğrencilerinin üç ayların (Receb, Şaban,
1
“Talebe-i ulûmun askerliğine dair”, Sabah, 26 Mart 1910. .
a.g.y.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Şubat 1326, S. 1228.
4
a.g.e. S.1230-1231,1234.
5
a.g.e. S.1231-1237.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 463 ~
Ramazan) dışında büyük bir resmî tatilleri yoktu. Ama öğrenciler özellikte ekin
ekme ve hasat mevsimlerinde memleketlerine damlıyorlardı. Bunun dışında bazı
medrese öğrencileri medreseye kaydolduktan sonra, önemli ölçüde aksatmadan
eski sanatlarına devam ediyorlardı.
Mahmud Şevket Paşa, üç ayların dışında kendisinin medrese öğrencilerine bir ay
da hasat mevsiminde izin verdiğini; ancak kalan sekiz ayda medrese öğrencilerini
devamlı izleyeceklerini, başka yere göndermeyeceklerini ve öğretimden başka işle
uğraşmayacaklarını söylüyordu. Yasanın 70. maddesi medreselerin her ay askerî
makamlara öğrencilerin devam cetvellerini vermelerini şart koşuyordu. Ordu bu
listelerle öğrencileri sürekli olarak denetleyebilecekti. Yasa ayrıca her ayı, hattâ
her geceyi ayn bir medresede geçiren gezgin öğrenciliği yasaklamaya yöneliyor,
yabancı olan “garib”lerin gece gündüz sürekli olarak medreselerde kalmalarını,
medresenin bulunduğu yerleşim merkezinde oturanların da Ders Vekâletimin
izniyle velilerinin yanında kalabilecekleri hükmünü getiriyordu1.
Balkan bozgunu sırasında İstanbul'daki bütün okullar olduğu gibi, sayıları 180'e
varan medreseler de tatil edilmişlerdi. Bu arada medrese öğrencilerinin çoğu
gönüllü olarak askere yazılmışlar, bir kısmı da memleketlerine gitmişlerdi.
İstanbul'da şurada burada dolaşan 2.000 kadar medrese öğrencisi kalmıştı2.
İkinci Meşrûtiyet döneminde medreselerde yapılan en önemli değişiklik, kuşkusuz
medreselerin temizlenmesi, bir düzen ve disiplin altına almmasıydı. Bunu da ancak
asker kaçaklarını bu kurumlardan almak suretiyle, ordu yapmıştı.
4.2.8.3.2. Medreselerin öğretim açısından düzeltilme çalışmaları
İkinci Meşrûtiyet ilân edildikten, hele 31 Mart olaylarından sonra Osmanlı
ülkesinde, her tarafta medreseleri düzeltmek için yoğun çalışmalar başladı.
Devletin merkez idaresi istanbul'daki medreseleri düzeltmeye ve bir disiplin altına
almaya çalışırken, taşradaki idarî örgütler de kendi yörelerindeki medreseleri
düzeltmek için dernekler kurarak çalışmalara başlamışlardı. Konya'dakiler “Konya
Islâh-ı Medaris-Cemiyet-i Hayriyesi”ni kurarak3, oradaki çok sayıda medreseyi
iyileştirmeye yönelmişlerdi. Selanik Vilâyet Meclis-i Umûmisi de 1909 yılında
medreselerin düzeltilmesi konusunu görüşmüş, Selanik Cemiyet-i İlmiye'si de bu
1
a.g.e.lS.1228-1229,1238-1239.
“Medreseler”, Tanin, 6 Kasım 1912.
3
Bu derneğin yönetmeliği İkdam gazetesinin 11 EKim 1909 tarihli sayısında yayınlanmıştır.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 464 ~
hususta Vilâyetten mükemmel bir “Dârü't-tedris” açılmasını istemiş, hattâ bunun
programım bile hazırlayıp sunmuştu1.
İstanbul medreselerinin ıslâhını genellikle Bâb-ı Meşihat yürütüyordu. Bu hususta
Meşihat idaresi 1909 yılında bir yasa tasarısı hazırlamış ve 18 Kasım’da incelenmek
için Şûrayı Devlet'e sunmuştu2. Yasa tasarısı 1910 başlarında Meclis-i Mebusan'a
geldi3, ancak tekrar Şûrayı Devlet'e gönderildi.
Hükümet bir taraftan yasal zemini hazırlarken, ondan daha kolay olarak kendi
üzerine düşen görevleri de yapmaya çalışıyordu. Bu çalışmalarda çok faal bir rol
oynamış olan Meşrûtiyet döneminin Evkat Nazırlarından Hayri Bey, medrese
öğrencilerini, okul öğrencilerinden daha düşük bir düzeyde bırakmak
istemediklerini; ancak medreseler için ölçü olarak okulları almayacaklarını, çünkü
okulların program açısından tamamen hasta olduklarım bildiriyordu4. Gene Hayri
Bey, cerrin medrese öğrencilerinin halkla ilişkileri açısından çok önemli olduğunu,
bu ilişkilerin daha da geliştirilip dinî konuların dışına da çıkılmasını, medrese
programlarına konacak basit tıbbî bilgiler ve ziraat dersleriyle öğrencilerin halka bu
yönlerden de faydalı olacağını söylemekteydi. Ancak bütün çabalara rağmen
program komisyonu medrese öğrencilerinin halkla ilişkilerini kesmekte, yâni cerri
kaldırmakta direndi5. Oysa çok eskiden beri üç aylarda taşraya cerre giden
medrese öğrencilerinin tren ve vapur biletleri parasız veriliyordu. Hattâ 1909
yılında bunlara bir miktar da yol harcaması (“harc-ı rah”) verilerek, bir çeşit teşvik
edilmişlerdi6.
Meşrûtiyet yönetiminin medreseler konusunda başardığı ilk önemli iş, 26 Şubat
1909'da kabul edilip uygulamaya koyduğu “Medâris-i İlmiye Nizâmnâmesi” idi7.
Bu Yönetmeliğin ilk maddeleri, medreselerin iç düzeninin sağlanmasıyla ilgiliydi.
Her medresenin bir, her müftülüğün ve İstanbul'daki “Meclis-i Mesâlih-i
Talebe”nin birer defteri olacaktı. Öğrencilerin devamları ve medresede olan her
değişiklik- bu defterlere kaydedilecekti (1,. 2 ve 3. maddeler). İzinsiz 15 günden
1
Selanik Vilâyeti Heyet-i İdaresi, “Medreselerimiz”, Beyânül-Hakk, 11/51 (1326), S. 10781079.
2
“Medâris-i İlmiye”, Sabah, 19 Kasım 1909.
3
“Medrese-i İlmiye”, Sabah, 8 Ocak 1910.,
4
M. Cevdet, “Halk karşısında medrese-mekteb”, Muallimler Mecmuası, 1/7(1923), S.122.
5
a.g.m.,S.123-124.
6
“Talebe-i ulûm”, Tanin, 13 Temmuz 1909.
7
“Medaris-i İlmiye Nizamnamesi”, Düstur, İkinci tertib, c.ll, S.127-138.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 465 ~
fazla medreseden ayrılanların odaları ellerinden alınacak, her türlü devamsızlıklar
cezalandırılacaktı (9 ve 10. maddeler).
Medreselere 15-30 yaş arasındaki, bir okul diploması veya ehliyetnamesi olanlar
sınavsız, olmayanlar da kabul sınavlarıyla alınacaklardı (14 ,15. maddeler).
Yönetmeliğin en önemli özelliklerinden biri, öğrenci yerleştirme biçimini
ayrıntılarıyla belirlemiş olmasındaydı. Medrese odaları (“hücre”) her yıl 10
Muharrem tarihine kadar mülâzımlardan hakkı olanlara dağıtılacaktı. Oda
yetemeyenler de sırasını beklerdi. Yabancı yerden ziyarete gelenler ve küçükler,
medresede okuyan bir yakınlarının yanında kalabilirlerdi. İzinli aynlanların odaları
başkalarına verilmezdi. Bir öğrenci ancak kaydolduğu medreseye devam edip,
yalnız orada kalabilecekti. Medreselere yapılmış “köşk” adlı muhaddis odalan da
medrese öğrencilerine verilecekti (8,9,11,12,13,16,17,18,20 ve 22. maddeler).
Medrese yıllık öğretim süresi dokuz ay olarak belirleniyor, Cuma hâriç hergün üç
saat ders ve aynca “Cami dersleri” olarak açıklanan ders programı kabaca
belirleniyor, ayrıntılı ders programının beş yıl içinde yavaş yavaş uygulamaya
konulacağı açıklanıyordu. Yönetmelikte belirtilen ders programı, şu şekildeydi:
I. yıl: İlm-i Sarf (Emsile, Bina, Maksud, Nüzhet et-Taraf fî İlmu's-Sarf), Talimu'lMüteallim, Talim-i Kur'ân ve Tecvîd, Hat, İmlâ, Şarf-ı Osmânî ve Kavaid-i
Farisî, Muhtasar Hesab
II. Yıl: İlm-i Nahv (Avamil, İzhar), Fıkıh (Merakiyi'l-Ferah), Şuzu-ru'z-Zeheb, Talim-i
Kur'an, Kavaidül-Arab, Gülistan (Farsça), Hesab, İmlâ, Kavaid-i Osmanî.
III. yıl: Nahiv (Molla Cami, Mugni'l-Lebib), Fıkıh (Mültekâ), Safîye, Vaz’, İnşa,
Mebadi-i Hendese, Hesab..
IV. yıl: Nahv-i ikmal, Şâfîye, Mülteka, Alâka, Isagoci, Muhtasar Coğrafya, Hendese,
İnşa, Cezerî.
V. yıl: Fenarî, Ma'ani, İlmu'l-Aruz ve'l-Kavâfi, İlmu Feraiz, Coğrafyayı Umûmi, Cebr
ve'l-Kitabet.
VI. yıl: İlm-i Mantık (Şemsiye ve el-Kutb), Meani (Muhtasar ve Siyalkuti'nin
başlarından), Kaside-i Bürde, Bânet Suad, Muallakat, İlmu'I-Kırae, Hikmet,
Cebir, Kitabet-i Arabiye, Usul-ü Tercüme.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 466 ~
VII. yıl: Kutb, Şerh-i Akaid, Usul-ü Fıkıh, Şerhü'l-Menar, Şerhu'l-Veciz, Adab-ı
Münazara, Makamat-ı Harirî, Hikmet-i Cedide, Hey'et, Kimya, Mevâlid.
VIII. yıl: Şerh-i Akâid (Hayalî ile beraber yansı), Meşank el-Envar, Şefhu'l-Menar,
Şerhü'l-Veciz, Usul-ü Hadis, Makamat-ı Hariri, Usul-ü Sâk, Tarih-i İslâm,
Kozmografya (Hey'et), Mevâlid.
IX. yıl: Hikmet-i Sa'diye, Meşanku'l-Envar, Tefsir-i Beydâvî, Divan-ı Hamase, Usul-ü
Hadîs, Siyer, Tarih ve Coğrafyayı Umûmî.
X. yıl: Celâl ma' Gelenbevî, Milel ve Nihel, Muhtasar Fasıl, Tefsir-i Beyzâvî, Tıihfe-i
İsna aşeriye, Izhârü'l-Hakk, Siyer, Tarih ve Coğraryayı Umûmî.
XI-XII.yıllar Hidaye, Sahih-i Buharî veya Sahih-i Müslim, Tefsir-i Beyzâvî, Mufassal
Tarih-i Osmanî, Mufassal Coğrafyayı Osmanî, Coğrafyayı Umûmî1.
Yönetmelik, bir yılda ikiden fazla dersten kalanların doğrudan doğruya sınıfta
kalacaklarını ve üç yıl sınıfta kalanların da medreseden atılacaklarını yazıyordu (35.
madde). Aynca medrese çıkışlıların müderrislik, zeyl meşayihi (Sultan Camileri
veya Cuma vaizliği), müftülük, tabur imamlığı vs. görevlere geçmeleri de sınavla
olacaktı.
Kur'a sınavlarının nasıl yapılacağı da Yönetmeliğe dâhil edilmişti.
Bu Yönetmeliğin, bütün ülke çapında hemen uygulamaya konulamayacağı açıktı.
Medrese öğrencileri 1909 yılını da sınavsız geçirdiler2. Zaten Yönetmelik de
Takvim-i Vekayi'de, kabulünden bir yıldan daha fazla bir süre sonra 13 Haziran
1910 da yayınlandı.
Medreselerin düzeltilmeleri hususunda ilk somut girişim 1910 yılı başlarında oldu.
Bu, bir nevi Medaris-i İlmiye Nizâmnâmesinin ilk uygulanışı idi. Evkâf-ı Hümâyûn
Nezareti İstanbul'un 11 medresesinde derslikleri düzenletip, öğretim araç ve
gereçlerini hazırlatmıştı. 1910 yılında bütün Osmanlı Devleti'nde 2490 medrese
vardı3. Bakanlık, bunlardan ancak irinde düzeltme çalışmalarına girişebiliyordu. 12
Şubat 1910 tarihinde Fatih-Tabhâne Medresesi'nde yeni derslerin ve ıslâh edilmiş
düzenin başlaması dolayısıyla Sadrazam ve bir çok bakan ve ileri gelenlerin de
1
Medreselerde Tarih ve Coğrafya gibi “fünûn-u cedide”nin okutulabileceğine dair
Şeyhülislâm 26 Eylül 1910 tarihinde bir fetva vermişti.
2
“Medrese talebeleri”, Yıdız (Üsküb) 22 Mart 1325.
3
Tunaya,T.Z., İslamcılık Cereyanı, S.88-90
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 467 ~
katıldığı bir tören yapılmıştı. Ana yönetmelikte sayılan dersler, bu medresenin
günlük programına “sabah”, “öğlen” ve “ikindi dersleri” olarak dağıtılmıştı. Bu
uygulamanın özelliği, eski medrese ders programlarına Tarih, Coğrafya, Cebir,
Usul-ü Tercüme, Hikmet-i Cedide, Belâgat-ı Osmaniye, Usul-ü Sak, Mevâlid.
Kozmografya gibi derslerin konmuş olması, Öğretimin 12 yıl olarak belirlenmesidir.
Bu düzeltme girişiminde, Sadrazamın da çok önemli rolü olmuştu1.
Süleymaniye, Sultan Ahmed, Bayezıt ve Şehzade medreseleri de yeni ders
programına göre ertesi gün öğretime açılmışlardı2.
Ancak bu düzeltme çareleri ve girişimleri umulduğu gibi yürümemiştir. Buralarda
ders verecek müderrisler için ödenek ayrılmamış olduğundan, müderrisler beş-on
ders verdikten sonra işi savsaklamaya başlamışlardır. Bu programlar dolayısıyla
Cami derslerinin düzeni de bozulmuştu. Tasarı uygulanamayınca Cami dersleri de
eskisi gibi kurulup yurütülemedi3.
Medrese öğretimi düzeltmeler dolayısıyla bu şekilde alabildiğine bozulunca, bir
çok medrese öğrencileri kahve, gazino gibi yerlerde dama, tavla ve hattâ kumar
oynamaya başladılar. Ders Vekâleti bunu önlemek için, durumu Emniyet
Müdürlüğüne bildirdi ve kendi müfettişlerinden bazılarını da, bu öğrencileri
belirlemekle görevlendirdi4.
Düzeltme çalışmalarının, başarısızlığa uğramasının en büyük nedeni, mâli desteğin
olmaması idi. Zaten Evkaf Nâzırı da programla, komisyonla, süslü sözlerle ıslâhın
olmayacağını, bu iş için para gerektiğini, verdikleri azıcık paranın da yasal
dayanakları olmadığından harcanamadığmı belirtiyordu5. Bu arada Konya mebusu
Zeynelabidin Efendi de hükümetin medreseyi düzeltme çalışmalarına karşı çıkıyor;
hükümetin, medresenin elindeki bütün vakıfları aldığını, üstelik medresede ders
veren hocalara maaş vermediğini iddia ediyor ve şöyle diyordu: “Taşradaki
medreseler için geçen yıl ayrılan ödenek harcanmadı. Kimi ulûm-u riyaziye
öğretmenine harcanacaktı, bulunamadı, diyor; kimi yasal dayanağının olmadığını
söylüyor: N'olursa olsun! Bu durum karsısında medreselerdeki müderrisler de,
öğrenciler de başka okullara kaçıyorlar. Hükümet okullar için verdiği parayı niçin
1
“Maarife aid bir tebşir: Medarisin ıslahı”, Tasvir-i Efkâr, 13 Şubat 1910.
“Medaris-i İslâmiyenin ıslah ve ihtiyacat-ı maneviyemizin istikmali”, Sabah, 13 Şubat
1910.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 24 Kânunusâni 1326, S. 1007.
4
“Talebe-i ulûm”, Sabah, 9 Şubat 1910.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 24 Kânunusâni 1326, S.999-100
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 468 ~
medreseler için de vermiyor? Hükümetin 'medreseleri düzeltmek’ adı altında
yaptığı şey, aslında medreselerin asıl temeli olan dersleri alıp, bu eğitim
kurumlarını başka yöne sevketmektir...”1
Bütün bunlara rağmen hükümetin medreselerin düzeltilmesi konusundaki
çalışmaları devam etti. 1910 Şubat'ı ortalarında Meşihat Makamından ülkedeki
bütün medreselere bir cetvel yollandı. Medreselerin düzeltilme çalışmalarında
kullanılmak üzere, her medresesinin bu cetveli doldurup geri göndermesi
isteniliyordu2. Bu arada merkezde geniş kadrolu bazı toplantılar da
yapılagelmekteydi3. Evkaf Nezareti 1911 Nisan'ında vilâyetlerdeki vakfiye
memurlarına gönderdiği bir yazıda, her vilâyette altı kişilik bir Komisyon
kurulmasını, bu Komisyonun oradaki medreselerin sayısal bilgilerini, hazırlayıp
örgütleri hakkındaki gerekli bilgilerle Bakanlığa göndermelerini atıyordu4.
Bütün bu çalışmalara rağmen, yeni medrese düzenlemesi taşraya pek yayılmadı.
Taşradaki medreselerin kesin sayısı bilinmiyordu. Ancak buralarda 30.000 kadar
öğrenci olduğu tahmin ediliyordu5. Ders Vekâleti yalnız İstanbul'daki medrese
öğrencileriyle ilgilenebiliyordu. Taşradaki öğrencileri aklına bile getirmeye cesaret
edemiyordu. Müderrislerin çoğuna da maaş verilmiyordu. Zaten taşra
medreselerindeki müderrislerin pek çoğunda “müderrislik özellikleri” yoktu. Bu,
ırsen babadan oğula geçen bir meslek olup çıkmıştı. Merkezî idare de bunlarla
ilgilenmeyince, buralardaki bozulma hızı alabildiğine artmıştır. İkinci Meşrûtiyet
döneminde bir ara sayılan 38'e yükselen öğretmen okulları, bütün medrese
öğrencilerini çekiyordu. Hattâ halk arasında bu okulların medrese öğrencilerini
çekerek, medreseleri kapatmak için açıldığı söylentileri bile dolaşmaya başlamıştı6.
başlamıştı6.
Bu arada hükümet, hep İstanbul'daki medreselerle ilgilenmeye devam ediyordu.
1910 yılından itibaren İstanbul'daki medrese öğrencilerine maaş verilmeye
1
a.g.e,S.1000-1007.
“Medreselerin ıslâhı”, Tasvlr-i Efkâr, 18 Şubat 1910.
3
“Talebe-i ulûm”, Sabah, 22 Nisan 1910.
4
“Vilâyet medreseleri”. Sabah, 19 Nisan 1911.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 30 Mart 1327, S.2278.
6
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 21 Temmuz 1328, S.907-908.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 469 ~
başlanmıştı1. Taşradaki medrese öğrencilerinin ödenekleri de İstanbul'a
harcanıyordu2.
Taşradaki medreselerden ancak her kaza ve livadaki birer medreseye bütçede
ödenek varol. “Müstehakkîn tertibi”nden de bazı medreselere para yardımı
yapılıyordu. Ancak 1912'ye kadar İstanbul'da, yeni ders programına göre 25
dershane açıldığı halde, taşralarda yapılacak bir yeni program için yalnızca yeni
dersleri okutacak öğretmen bulunamayacağı bahanesi söylenip duruyordu3.
1914'e gelindiğinde medreselerin düzeltilmesi sorunu hâlâ çözümlenmemişti; Para
yokluğu en önemli sorun idi. Müderrisler ve medrese öğrencileri, üç aylarda biraz
para kazanabilmek için gene halka “yüz suyu dökerek” dolaşıyorlardı4. Hükümet,
taşradaki hülün medrese öğrencilerini İstanbul ve Bursa'ya toplamaya çalışıyordu5.
çalışıyordu5. Böylece düzeltme çalışmalarında daha başarılı olabileceğini
düşünüyordu. Meşihat İdaresi yalnız müderris atamalarıyla ilgileniyor,
medreselerin diğer yönlerine karışmıyordu. Bu ilgisizlik o dereceye varmıştı ki
Karesi mebusu Vehbi Bey, taşradaki bütün medreseleri yıkıp kapatmanın, yerine
önemli merkezlerde üniversiteler kurmanın daha iyi olacağını söylüyordu6.
İkinci Meşrûtiyetten sonra çeşitli yabancı ülkelere birçok “okul çıkışlı” öğrenci
gönderildiği halde, medrese çıkışlıların gönderilmesi akla bile gelmiyordu. Bu,
ancak 1914'de düşünülebildi ve el-Ezher Medresesi'ne 11 kişi gönderme kararı
alındı7, ancak uygulanamadı.
1 Ekim 1914'de İstanbul medreseleri için yeni bir düzeltme tasarısı getirildi. “Islâh-ı
Medâris Nizamnâmesi”8 adı altında getirilen bu tasarı aslında savaş yıllarında
yürütülmeye çalışılan “Dârü'l-Hilâfeti'l-Âliye Medresesi” idi. O başlık altında
incelenecektir.
4.2.8.3.3. Medrese öğrencilerine maaş verilmesi: İkinci Meşrûtiyet başlarında
medrese öğrencilerinin yemek sorunu -uzun yüzyıllardır devam eden bir
1
Medrese talebesine verilen maaş ödeneğinin arttırılması hakkında Şeyhülislâm Musa
Kâzım Efendi'nin bir talebi ve cevabı: Başbakanlık Arşivi. Bâbıâli Evrak Odası, No:289742.
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 30 Mart 1327, S.2278.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 30 Mart 1327, S.2270.
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 21 Temmuz 1328 S.901-908.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 30 Haziran 1326; S.677.
5
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S 675.
6
a.g.y.
7
a.g.y.
8
“Islâh-ı Medaris Nizamnamesi”, Sabah, 6 Ekim 1914.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 470 ~
gelenekle- imaretler tarafından çözümleniyordu. Her yıl Evkaf Hazinesi bu
imaretlere bir miktar ödenek ayırıyor, imaretler de bununla medrese öğrencilerine
“fodla” denilen ekmekler, pilav-zerde, çorba gibi yemekler veriliyordu. Ayrıca
“duagû fodlaları” ve “erbâb-ı cihat fodla ve yemekleri” adı altında öğrencilerin
dışında bazı kişilere dahi sürekli ekmek ve yemek veriliyordu.
İmaretlerden aklın alamayacağı kadar çok çıkar sağlayanlar, Devletin kendilerine
verdiği vergiyi kötüye kullananlar, imaretlere ayrılan ödenekten para kaçıranlar,
malzeme kaçıranlar vs. vardı1. Öyle ki, fodla yerine kül içinde kalmış, sindirilmesi
imkânsız hamur parçaları, içinde bir şey olmayan kalitesiz “yemekler” veriliyordu.
Bu durumda medrese öğrencileri Evkaf Nezaretine başvurarak imaretlerden
yemek yemek istemediklerini, onun yerine bedelini istediklerini duyurmuşlardı. Bu
hususta yapılan acele bir girişimde başarılı olunamamıştı. Öyle ki bir medrese
öğrencisinin eline Evkaf Nezareti'riin imaretlere kişi başına ayırdığı paranın yarısı
veya 1/4'ü geçmeye başlamıştı. Bu durumda da öğrenciler tekrar sefil bir yaşayışın
içine düşmüşlerdi.
Bunun üzerine 1909 yılında “Tetkîk-i Tahsisat-ı Vakfiye ve Islâh-ı Medaris
Komisyonu” kurulmuştu. Bu komisyon sorunu incelemiş, öğrencilere yemek yerine
para vermeyi kabul etmiş ve bu iş için 1910 bütçesine 15.000 liralık bir ödenek
konmuştu. Fakirler için ayrılan bir tanesi hariç, İstanbul'daki bütün imaretler
lağvedilmiştir. Öğrencilere de her ay 70'er kuruş maaş verilmeye başlanmıştır.
Ayrıca taşra medreseleri için de 5.000 lira ayrılmıştır2. Yalnız Komisyon bu
düzenlemeyi yaparken 1911'den itibaren bütün medreselerin yatılı okullar haline
getirilmesi ve ödeneğinin Mâliye ve Evkaf bütçelerine konması da
kararlaştırılmıştı3.
Evkaf Nezareti, imaretlerin lağvı ve ödeneğinin medrese öğrencilerine maaş olarak
verilmesi hakkında önce altı maddelik bir Yasa hazırlanmıştı4. Daha sonra bunu 13
maddelik bir Yönetmeliğe dönüştürerek 14 Kasım 1910 tarihinde yayınlanmıştı5.
1
Hayri (Evkaf Nâzırı), “Dersaadetteki İmaretin Lağvıyla Muhasaasatının Talebe-i Ulûma
Tahsisi Hakkında Layiha-i Kanuniye Müsveddesi Esbab-ı Mucibe Layihası” İstanbul, 1326,
S.4-5.
2
“Talebe-i ulûma maaş itası”. Sabah, 17 Ağustos 1910.
3
a.g.m.
4
Hayri, a.g.e. ve yer.
5
“Talebe-i Ulûm Muhassasatına Dair Nizamname”, Takvim-i Vekayi 684(14 Teşrinisâni
1326).
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 471 ~
Yönetmeliğe göre, Medâris-i İslâmiye Nizâmnâmesi'nin öngördüğü, defterde yazılı
5.000 medrese öğrencisine her ay 70'er kuruş maaş verilecekti. Maaş dağıtımını
yapmak için bir örgüt kurulmuştu. Yatılı okullar tarzında medreselerin yapılmasına
kadar bu paranın ödenmesine devam edilecek, hattâ yatılı medreseler yapıldıktan
sonra da, henüz yatılı olamamış medrese öğrencilerine bu ödenek verilmeye
devam edilecekti.
Bu arada 19 Nisan 1911'de İstanbul'daki 18 imaretin lağvı ve gelirlerinin medrese
öğrencilerine dağıtılması hakkındaki Yasa da Meclis'ten geçirildi1.
Büttin bu çabalar medrese öğrencilerine 68'er kuruş net maaş sağlamış, 5-8 kişi bir
odaya tıkılmış, kendileri yemek pişirir, çamaşır yıkar bir duruma getirilmiştir2.
Üstelik maaş bütün medrese öğrencilerine de verilemiyordu. 1913'de İstanbul'daki
178 medresenin 6.500 kadar öğrencisinden 1.500'ü bu maaşları atamıyordu3.
Taşradaki medrese öğrencileri için ise hiç bir girişim yapılmıyordu.
4.2.8.4. Yeni medrese kuruluşları
4.2.8.4.1. “Medresetü'l-Kuzât”: Tanzimat'ın hukuk alanına getirdiği ikiliğin
uygulanabilmesi için, “şeriatla ilgili” bazı davalara bakmak üzere, yeni kadı ve
naiplerin yetiştirilmesi için ilk olarak 1854 yılında açılmıştı. İlk açılışında adı
“Muallimhâne-i Nüvvâb” idi. 1884'den itibaren “Mekteb-i Nüvvâb” denilmiştir.
İkinci Meşrûtiyetin ilânından önce çok zayıf bir programı vardı. Meşrutiyet
yularında “Mekteb-i Nüvvâb” adının yanısıra “Mekteb-i Kuzât” da denmeye
başlamış ve programı yeniden düzenlenmiştir. Bu program şu şekildeydi4:
I. sınıf: Dürer, Mecelle, Feraiz, Tatbikat-ı Seriye, Sâkk-ı Şer'î, Defter-i Kassam,
Ahkâm ve Nizamât-ı Evkaf, Arazi Kânunu, Ticaret-i Bahriye Kânûnu, Ticaret-i
Bahriye Kânunu, İcra Kânunu, Ceza Kânunu, Usul-ü Muhakeme-i Hukukiye,
Tatbikat-ı Hukukiye ve Cezaiye ve Ticariye, Tanzim-i İlamat-ı Hukukiye, Usul-ü
Muhakemat-ı Cezaiye ve Sulhiye, Tanzim-i İlamat-ı Cezaiye, Methal-i İlm-i Hukuk,
Hukuk-u Düvel, Hukuk-u İdare, İktisat, Kitabet-i Resmiyye, Hüsn-ü Hatt-ı Ta'lik.
Sabah, 28 Kasım 1910.
1
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 8, 24 Mart 1327, S. 1751,2129-2134.
Takvim-i Vekayi, 808(12 Nisan 1327).
2
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 24 Kânunusani 1326, S ,1007.
3
Abdullah Cevdet, “Softalığa dair”, İçtihat, 60(1329), S. 1305.
4
Ergin, O., a.g.e., S.1S9.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 472 ~
Sınıf-ı Mahsus: Feraiz ve Vesaya, Sakk-ı Şer'î, Nikâh, Talak, Hizane, Nafaka, Ahkâm-ı
Evkaf, Defter-i Kassam, Usul-ü Muhakeme-i Şer'iye (Uygulamalı), Malumat-ı
Kanuniye, Harç ve Damga Kânunları, Kitabet, Hesap, Usul-ü Defterî, Hüsn-ü Hatt-ı
Ta'lik.
Bu dönemde Mekteb-i Kuzât'ın öğretim düzeni oldukça yükseltilmişti. Okula giriş
sınavları çok zor idi. Dârülfünun Ulûm-u Diniye Şubesi mezunlarının buraya
sınavsız alınmaları kararlaştırılmıştı1. Bu okul için 1913 yılı önemli yeniliklerin
yapıldığı bir yıl oldu. Okul -bugün İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi olarak
kullanılan yeni binasında- 7 Haziran 1913'de öğretime geçti. Az sonra da adını
“Medresetü'l-Kuzât” olarak değiştiren ve Okulun her yönünü bir düzen içine sokan
yeni Yönetmeliği yayınlandı2.
Medrese, Meşihat Makamına bağlı idi ve bir müdür tarafından idare ediliyordu.
20-35, yaş arasında sabıkası olmayan, iyi ahlâklı kişilerden sınavla öğrenci
alınıyordu. Öğretim süresi dört yıla çıkartılmıştı, her ders yılı sonunda yazılı ve
sözlü sınavlar vardı. 1, 2 ve 3. yıllarda bazı özel derslerin sınavlarında çok yüksek
numara alanlar, dördüncü yılı okumadan, çeşitli derecelerle mezun olabiliyorlardı.
İki yıl üst üste faları öğrencinin kaydı siliniyordu.
Daha sonra bu ana Yönetmeliğe ek bir yönetmelik daha yayınlandı3. Buna göre
şer'î mahkemelerdeki idare ve yazı memurlarını yetiştirmek üzere Medresetü'lKuzat'ta özel bir gündüzlü sınıf açılmıştı (ayrıntıları Meslekî ve Teknik öğretim,
kısmında). Yeni bir biçimde kurulan Medresetü'l-Kuzat'a 1914 yılında da 82 kişi
kaydedilmiş, 84 kişi da mezun olmuştu4.
4.2.8.4.2. “Medresetü'l-Vâizîn; “Ahkâm-ı âliye-i Kur'âniye ve sün-net-i seniyye-i
nebeviye dairesinde mevâiz-i hasene-i içtimaiye icrasıyla din-i mübin-i ikamın
müessis-i medeniyet ve fazijet olduğunu cihan-ı insaniyete neşr edebilecek erbab-ı
kemâli yetiştirmek maksadıyla” 28 Aralık 1912'de Soğukçeşme-Vani Efendi
Medresesi'de açılmış5 bir İslâm “misyoner” okulu idi6. Daha sonra Bayezıt
1
“Mekteb-i Kuzat’a girecekler”, Sabah, 20 Mayıs 1911.
“Medresetü'l-Kuzât Nizamnamesi”, Düstur, ikinci tertip c.VI, S. 146-150.
3
“5 Safer 1332 Tarihli Medresetü'l-Kuzât Nizâmnâmesine Müzeyyel Nizamname”, Düstur,
ikinci tertib, c.VI, S.1255-1256.
4
“Medresetü'I-Kuzât”, Sabah, 10 Temmuz 1914, 22 Ekim 1914.
5
“Medresetü'l-Vâizin”, Sabah, 29 Aralık 1912.
6
Ergin, O., a.g.e., S.160.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 473 ~
medresesine nakledilmiş olan okul, 20-35 yaş arasındakilerden çok ağır bir yarışma
sınavı ile öğrenci alıyordu1.
Okulun Yönetmeliği 19 Şubat 1914'de çıkartıldı2. Evkaf Nezareti'ne bağlı gündüzlü
bir okuldu. Daha sonra yatılıya çevrilmesi düşünülüyordu. Eğitim süresi dört yıldı
ve her yıl yarışma sınavıyla en fazla 40 öğrencinin alınacağı belirtiliyordu (1913
yılında 48 kişinin alınacağı, hattâ 10 kadar da yabancı uyruklu müşlüman öğrenci
alınacağı ilân ediliyordu)3. Öğretim sırasında hiç bir ücret alınmayacak, hattâ
öğrencilere ayda 150 kuruş maaş, ders ve sınav günlerimle de öğle yemeği
verilecekti. Medreseden çıkınca dört yıl zorunlu hizmet vardı. Yönetmeliğe ek
ofarak medresede okunacak dersler şu şekilde belirlenmişti4: Tefsir, Hadîs, Kelâm,
Fıkıh, Usul-ü Fıkıh, Feraiz, Siyer-i Nebevî, Tarih, Coğrafya, Osmanlı Edebiyatı, Arap
Edebiyatı, Fars Edebiyatı, Riyaziye, İlm-i Hey'et, Tabiiyat, Felsefe, İçtima ve
Terbiye, Malumat-ı Hukukiye, Malumat-ı İktisadiye ve Mâliye, Hıfzıssıhha, Hitabet
ve Meviza, Terbiye-i Bedeniye.
Medresetü'l-Vâizîn, savaş yıllarında pek başarılı olamamış ve Medresetü'l-Eimme
ve'I-Hüteba ile birleşerek “Medresetü’l-İrşâd” adını almıştır.
4.2.8.4.3. “Medresetü'l-Eimme ve'l- Hütebâ”: 1913 yılı sonlarına doğru imam, hatip
ve müezzinlerin yetiştirilmesi için kurulmuştu. Medrese iki kısımdı ve programı şu
şekildeydi5:
İmam ve Hatipler kısmı: Kur'ân-ı Kerîm Nazariyatı, Kur'ân-ı Kerîm Tatbikatı,
Malumat-ı Kanuniye, İlm-i Kelâm, Ahkâm-ı Nikâh ve Talak, Hitabet-i Arabiye
Nazariyat ve Tatbikatı, Türkçe Hitabet, Ahkâm-ı İbâdet.
Ezan ve İlâhi Kısmı: Kur'ân-ı Kerim Tatbikatı ve Nazariyatı, Ezan ve İlâhi Nazariyatı
ve Tatbikatı.
4.2 8.4.4. “Dârü'l-Hilâfeti'l-Âliye Medresesi: 1914'de yayınlanan Islâh-ı Medâris
Nizâmnâmesi'ne göre bütün İstanbul medreseleri “Dârü'l-Hilâfeti’l-Âliye
Medresesi” adıyla birleştirilmişlerdi. Bu yönetmeliğe göre medresenin kuruluş
sistemi şöyle olacaktı:
1
“Medresetü'l-Vâizin‘e şerait ve suret-i kabul”, Sabah, 13 Mayıs 1912.
“Medresetü'l-Vâizin Nizamnamesi”, Düstur, İkinci tertib, C.VI, S.212-215.
3
“Medresetü’l-Vâizîn”, Sabah 4 Temmuz 1913.
4
Ergin, O., a.g.e. S.160-161'de üç sınıf üzerinden bir program veriyor.
5
Ergin, O.,a.g.e., S.163.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 474 ~
Orta kısımlara, her sınıfta 65'er kişi olmak üzere toplam 2080; yüksek kısma da her
sınıf 5O'şer kişilik olmak üzere 800 öğrenci (“tâlib”) alınacaktı.
Medrese Ders Vekâletine bağlı olacaktı. Bu kurumun orta kısmında muallimleri
yüksek kısmında da müderrisler görevli olacaklardı. Öğrenciler, İstanbul
medreselerine kayıtlı olan öğrencilerin en son sınavlaryıda aldıkları notlara göre
seçilecekti. Ertesi yıldan itibaren de I. sınıfa ancak altı yıllık ilköğretim görmüş
olanlardan sınavla öğrenci alınacak, yükselme de sınıf geçme yoluyla olacaktı. Ara
sınıflara öğrenci alınmayacaktı. Bu medreseye giremeyen medrese öğrencileri
İstanbul medreselerinde oturamayacak ve ödenek alamayacaktı. Bununla
öğrencilere maaş verilmesi usulü, kaldırılıyor, yemek ve elbise vermek yolu tercih
ediliyordu. Ona kısımdan çıkanlar “Şahadetname”, yüksek kısımdan çıkanlar da
“icazetname” alacaklardı. İcazetnameye, öğrencinin okuduğu bütün dersler ve
müderrislerin adları yazılacaktı. Öğrencilerin idarî işlerini yürütmek üzere bir
“Meclis-i Mesâlih-i Talebe” kurulacaktı.
Medresenin ders programı kabataslak şu şekilde belirlenmişti:
Orta kısım: Kurân-ı Kerim Tecvidi (Uygulama), Hadis ve Tefsir-i Şerif, İlm-i Fıkıh ve
Usul-ü Fıkıh, İlm-i Kelâm, Sarf ve Lügat, Nahiv, Mantık, Balagat-ı Arabiyye, Adab,
Yazı, Mükaleme ve Tatbikatı, Kitabet-i Arabiye, Siyer-i Nebevî Peyamberler ve
Halifeler Tarihi, Tarih-i İslâm ve Edyan, Tarih-i Umûmî ve Osmanî, Felsefe, Türkçe
Kıraat, İmlâ, Kavaid, Kitabet ve Edebiyat, Farisî, Coğrafyayı Umûmî ve Osmanî,
Riyaziyat, Amelî ve Nazarî Hesab, Hendese, Gebir, Müseüesat, Mihanik, Hey'et,
Usul-ü Defterî, Tabiiyat, Kıraat, Hikmet, Kimya, Malumat-ı Fenniye, Ahlâkiye,
İçtimaiye ve Kanuniye, Hıfzıssıhha, Elsine, Hutut, İlm-i İçtima ve Terbiye, Terbiye-i
Bedeniye, İlm-i İktisadî ve Mâli, Hitabet ve Vaaz.
Yüksek kısım: Tefsir-i Şerif, Hadîs ve Usul-ü Hadîs, İlm-i Fıkıh, Tarih-i İlm-i Fıkıh,
Usul-ü Fıkıh, Hilafiyat, İlm-i Kelam, Tarih-i İlm-i Kelam, Felsefe, Hukuk, Kavanin.
İstanbul medreselerine verilen bu düzen, 1914 Ekiminde uygulanmaya başladı. Bu
düzenden çok şey bekleniyordu. Hattâ yabancı uyruklu bazı müslümanlar bile bu
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 475 ~
medreselerde okumak için İstanbul'a gelmişlerdi1. Ancak Genel Savaş (Birinci
Dünya Savaşı), bu medreselerin tasarlandığı düzende kurulmasını oldukça aksattı.
4.2.8.4.5. “Medresetü'l-Mütehassisîn”: Islâh-ı Medaris Nizâmnâmesi’ne göre
Dârü'l-Hilefetil-Âliye Medresesinin yüksek kısmının da üzerinde, uzmanlar
yetiştirmek amacıyla kurulması tasarlanıyordu. Meşihat burada gerek duyacağı
şubeleri açacaktı ve Medresenin öğretim süresi de iki yıl olacaktı. Buraya alınacak
öğrencinin özellikle Dârü'l-Hilâfeti'l Âliye Medresesi'ni bitirenler kadar sağlam bilgi
sahibi olmaları istenecekti.
Bu Medrese ancak 1917 yılında gerçekleştirilebilmiştir.
4.2.8.5. Yeni medrese kurma tasarıları
Makam-ı Meşihat 1911 başlarında Kayseri'de yeni fenleri okutmak üzere bir
medrese açılması hususunda Evkaf Nezaretine bir yazı yazmıştı2. 1912 yılında da
Bağdad'da büyük bir medrese-i ilmiye kurulması, bu yolla oradaki medreselerin
düzeltilmeleri kararlaştırılmıştı3. Ancak bu girişimlerden olumlu bir sonuç
alınamamıştır.
4.2.8.5.1. Medine “Medresetü'l-Külliye”si: 1913 yılında Evkaf Nezareti Medine'de
Hz. Muhammed (sav) adına “Medresetü'l Külliye” adlı yatılı bir eğitim kurumu
açmayı kararlaştırmış ve Yönetmeliğini yayınlamıştı4. Buna göre. Medresenin ilk ve
ortaöğretim tasımları da olacaktı. Öğretim dilinin Arapça olacağı yazılan
Medresenin bir çok yönlerinin daha sonra saptanacağı belirtiliyordu. Gerçekten de
bu husustaki çalışmalar daha sonra da devam etti5. Yardım toplanmaya başlanıldı.
1914 başlarında Medresenin yapımına da başlandı6. Ancak öğretime geçtiğine dâir
dâir bir bilgiye rastlanılmadı.
4.2.8.5.2. “Medrese-i Kebir-i İslâmiye”: Suriye'Ii Şeyh Reşid Rıza Efendi 1910 yılında
İstanbul'a gelmiş ve burada büyük bir medrese kuracağını, daha Önce Suriye, Mısır
ve Tunus'da bunun gerçekleştirildiğini söylemişti. Öğretimin Arapça yapılacağı
Medresede, ortaöğretim mezunlan vaaz olarak yetiştirilecekti. Hükümetin nüfuzu
altına sokulmamaya çalışılan Medresede 50 yatılı ve sonradan belirlenecek kadar
1
“Dârü’l-Hilâfeti’l-Âliye”, Sabah, 21 Ekim 1914
“Kayseri'de bir medrese”, Sabah, 13 Ocak 1911.
3
“Bağdad’da bir medrese-i ulûm”, Sabah, 1 Nisan 1912.
4
“Medine'deki Dârü'l-Ulûm Hakkında Nizâmnâme”, Düstur, Birinci tertib, c. V, S.319-322.
5
“Medrese-i Külliye-i İslâmiye”, Sabah, 15 Ocak 1914.
6
“Medrese-i Külliye-i İslâmiye”, Sabah, 21 Ocak 1914.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 476 ~
gündüzlü öğrenciler bulunacaktı1. Bu girişim hakkında daha sonra bir bilgi
alınamamıştır.
4.2.8.5.3. “Dârü'd-Davah ve'l-İrşad”: Bağdad'da İslâm misyonerleri yetiştirmek
amacıyla kurulması tasarlanan bir medresedir. Seyyid Reşit Rıza tarafından ders
programı bile hazırlanmıştı2. Ama bunun da gerçekleştiğine dair bir bilgi
bulunamamıştır.
4.2.9. YAYGIN EĞİTİM
İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra Osmanlı Ülkesinde yoğun bir halk eğitimi
çalışması başladı. Birdenbire çok sesli bir yayın hayatına girildi. İttihat ve Terakki
Cemiyeti bütün yurtta hızla teşkilâtlandı. Bunu başka sosyal ve siyasî kuruluşların
teşkilâtlanmaları izledi. Bunların hepsi, çeşitli halk eğitimi metodlarıyla halkı çeşitli
yerlerde toplayıp dersler vermeye başlamış; gazeteler herkesi bu çalışmalara
katılmaya teşvik etmişti3.
İkinci Meşrûtiyet devrinde Osmanlı Devleli'nde karşılaşılan en etkin yaygın eğitim
çalışması “gece dersleri” halindeydi. Meşrûtiyetin ilânından sonra açılan ilk gece
derslerinden biri, İzmir'deki Hadika-i Maarif Mektebi'nin açtığı derslerdi. Bu
dersler yalnızca okuma-yazma bilmeyenlere değil, “tahsilli” kişilere açılmıştı ve
ücretli idi. Haftalık ders programı içinde Rudoff Pircan'a Fransızca, Emrullah Bey'e
İktisat, Nuri Bey'e Felsefe ve Tarih-i Terakkiyat, Ferruh Bey'e Hukuk-u Siyasiye ve
Medeniye, Ragıp Bey'e de Usul-ü Defterî ve Hesab-ı Ticarî dersleri verdiriliyordu4.
Bu dönemde en çok gece derslerini İttihat ve Terakki Kulüpleri açmıştı. Cemiyet,
bütün kulüplerine bu derslerin açılmasını ve maarifin yayılmasına hizmet ve gayret
edilmesini yazmış, bu şekilde çalışmayan kulüplerini tanımak istemediğini bile
1
“İstanbul'da büyük bir Medrese-i İslâmiye”, Sabah, 15 Mart 1910.
2
Revue du Monde Musulman, 18(1912), S.226-227.
3
Ali Kemal, “Gece dersleri”, İkdam, 12 Eylül 1908.
“Talim-i halk”, İkdam, 24 Eylül 1909.
İhsan, “Terbiye-i Avam, tamim-i maarif”, İnkılâp, 22 Ağustos 1325, S. 100-101.
“Gece dersleri”, İnkılâp, 19 Eylül 1325. S.161-162 v.s.
Sâtı’, “Terbiye-i avam için”, Yani Tasvir-i Efkâr, 30 Temmuz 1909.
4
Mehmed Mazhar, “Gece Dersleri”, İttihad(İzmir), 5 Kasım 1908.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 477 ~
bildirmişti1. Bu yazının arkasından her yerde gece dersleri açılmaya başlanmıştır.
Konya Şubesinin üç sınıf üzere açtığı “gece dersleri”ne kaydolanların sayısı bir iki
günde 180'e çıkarken2, Üsküdar Şubesi üçerden altı ay öğretim süreli ve iki sınıflı
bir gece mektebi açmıştı. 1. sınıftan 2'ye sınavla geçilen ve sonunda şahadetnâme
verilen bu “mekteb”in ders programı da şöyle idi3:
I. sınıf: Elifba, Kıraat, Hesab, İlmihal, Malumat-ı Müfide. II. sınıf: Okuma-yazma ve
anlama, Hesab, İlmihal, Malumat-ı Müfide.
Cemiyetin Davud Paşa Şubesi ise üç alanda geniş bir yaygın eğitim programı
uygulamaklaydı4:
A) Tedrisat-ı İbtidaiye (“Terbiye-i Avam”): I. sınıf: Elifba, Kur'ân-ı Kerîm ve Ulûm-u
Diniye, Muhtasar Hesab, İmlâ (Okuma, Hitabet). II. sınıf: İmlâ, Muhtasar Kavaid,
Muhtasar Kitabet, Hesab.
B) Ticaret: I. sınıf: Usul-ü Defterî, Hesab, Mukaddimat-ı Coğrafya, Coğrafyayı
Osmânî, İmlâ. II. sınıf: Hesab-ı Ticari, Usul-ü Defterî, Coğrafyayı Umûmî ve Ticarî,
İmlâ, Kânûn-u Ticaret.
C) Lisan: Osmanlıca ve Fransızca mutlaka öğretilecek. Eğer yeterli sayıda öğrenci
bulunursa Arapça, Farsça, Rumca, Ermenice, Bulgarca, İngilizce ve Almanca da
öğretilecekti.
Bu şubenin açtığı derslere ilgi gösterenler o kadar çok olmuştur ki, öğretim için,
çok geniş olan Davut Paşa Mektebi'ne geçilmek zorunda kalınmıştır5. Aynı Davud
Paşa Şubesi tarzında çalışan Aksaray Şubesinin Fransızca derslerine 510, Türkçe ve
diğer derslerine de 223 kişi devam ediyordu6.
Cemiyetin Pangaitı Şubesi 18 yaşından yukardakiler için haftada üç gece parasız
dersler açmıştı7. Cemiyetin Fatih Kulübü, Rüşdiye dershanelerinde hiç öğretim
görmemiş olanlara İlm-i Hesab, Coğrafya, Kıraat, Hatt-ı Türkî, İmlâ ve İlmihal'den
oluşan bir program; bir dereceye kadar öğretim görmüş olanlara da İlm-i Hesab1
“Gece dersleri”. İnkılâp dargisi. 11(1325), S 162.
“Konya’da gece mektepleri”, Tanin, 15 Temmuz 1909. “Tedrisat-ı Sınaiye”, Tanin, 28
Haziran 1909 .
3
“Gece dersleri”, Tanin, 3 Ekim 1909.
4
“Gece dersleri”, Tanin, 3 Ekim 1909
5
“Gece dersleri”, Tanin, 26 Ekim 1909
6
“Gece dersleri”, Tanin, 24 Ekim 1909.
7
“Gece dershaneleri”, Tanin, 14,15 Kasım 1909. Sabah 8 Kasım 1909
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 478 ~
Coğrafya, Tarih, Usul-ü Defterî, Fransızca, İImihal ve Fıkıh'tan oluşan bir program
uyguluyordu1. Bu derslere 700 kadar öğrenci kayıtlıydı ama, her gece ancak 200
kişi kadarı ders görebiliyordu. Bu dersleri önemli kişiler ve büyükelçiler bile ziyaret
ederek teşvik ediyorlardı2. Cemiyetin Pangaltı Kulübü de 1911 ve 1912'de
Bakaryan Efendi yönetiminde “Nazarî ve Amelî Elektirik” gece dersleri
düzenlemişti3.
Bu arada Hürriyet ve itilaf Fırkasının Divanyolu ve Beşiktaş Şubeleri de “fakir
çocuklar için” gece dersleri düzenlemişlerdi4.
Yalnız siyasî kuruluşlar değil, başka kuruluşlar tarafından da pek çok gece dersleri
düzenlenmiştir. Meselâ, Beykoz İttihad ve Teavün Cemiyeti yaş ve din farkı
gözetmeden herkese “okuma-yazma gece dersleri” açmıştı5. Fatih'de bir okulda
halk için “ibtidaî seviyede” okuma-yazma, Arapça, Farsça ve Kavaid-i Osmaniye
konularında gece dersleri düzenlenmişti6.
“Yeni Yazı Öğrenme Cemiyeti” Aksaray Şubesi tarafından hiç okuma-yazma
bilmeyenlere 15 gün sürecek Türkçe gece dersleri açılmıştı7. Bir başka mahiyette
Türkçe dersleri Trablusgarb'da ttühad ve Terakki Cemiyeti tarafından veriliyordu.
Bu derslere Arap, Yahudi, Maltalı ve İtalyanlardan oluşan 300 kişilik bir dinleyici
topluluğu katılıyordu8.
Kadıköy'de bir kaç kişi birleşip bir dernek kurarak Fransızca Türkçe ve Riyaziyat
alanlarında gece dersleri düzenliyorlardı9.
Haydarpaşa'daki Alman Okulu, “memurlara ve zabitlere” parasız Almanca dersleri
vermek üzere gece dersleri açmıştı10. Fransız elçisi de Mâliye Nâzırı Cavid Bey'in de
yardımıyla Nuruosmaniye'de Fransızca dersleri düzenlemişti11. “Tanin” gazetesi de
1909 ve 1910'da M. Picard aracılığıyla ücretli Fransızca gece dersleri
1
“İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Fatih gece dersleri” Sabah, 2 Mart 1910.
“Maarifte terakkiyat”, Sabah 12 Mart 1910.
2
Tanin, 26 Kasım 1909.
3
“Elektirik gece dersleri”, Tanin, 31 Ocak 1912.
4
“Gece dersleri”, İfham, 29 Mayıs, 12 Haziran 1912.
5
Yeni Tasvir-i Efkâr, 22 Ekim 1909.
6
Sabah, 8 Kasım 1909; Tanin, 9 Kasım 1909.
7
Yeni Tasvir-i Efkâr, 2 Kasım 1913.
8
Revue du Monde Musulman, 6(1908), S. 153.
9
Sabah, 1 Mart 1911.
10
Tanin, 5 Kasım 1909.
11
“Mühim bir teşebbüs”, Sabah, 31 Ocak 1911.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 479 ~
düzenlemişti1. Rusça ise Rus Âsâr-ı Atike müessesesinde ve 1914 başlarında da Rus
Rus Konsoloshanesinde parasız olarak öğretiliyordu2.
İkinci Meşrûtiyet döneminde gece dersleri biçiminden başka, çok çeşitli şekillerde
yaygın eğitim çalışmalarında bulunulmuştur. İşte bunlardan bazıları: Hilâl-i Ahmer
Cemiyeti 9 Mart 1910'da Gülhane Hastahanesinde başlamış olduğu “Hastabakıcılık
dersleri”ne kesintisiz devam etmiş3; Karagümrük'te 7-14 yaş arasındaki kız
çocuklarına parasız biçki-dikiş, nakış, örgü vs. dersleri verilmiştir4.
İstanbul Dârülfünunu konferans salonu sık sık verilen konferans-lanyla, o dönemin
bir yaygın eğitim merkezi olmuştur5.
Bu arada tâ 191l'den itibaren hapishanelerde de okullar kurulmaya başlanmıştır.
Sinop, İstanbul, Trabzon derken hükümet “hapishanelerde mekteb açma”
hakkında bir yasa tasarısı hazırlamaya bile koyulmuştur6.
Anadolu Osmanlı Şimendifer Kampanyası, Haydarpaşa ve Eskişehir'de açtığı
“Destgâh”larda olumlu sonuçlar alıp, bir Destgâh da Konya'da açmayı plânlarken7,
Meclis-i Kebir-i Maarif de okuma yazması olmayan halk ve işçilere ilmiye
medreselerinde parasız gece dersleri açma kararı alıyordu8. Tam bu sıralarda da
Dâruşşafaka Mezunları Cemiyeti 27 Şubat 1910'da Çiçek Pazarı'ndaki “Çırak
Mektebi”ni açıyordu. Burada dernek mensupları çırak, esnaf ve başkalarına Türkçe
ve Fransızca okuyup yazmayı öğretiyorlardı. Bu okul 1911'de Çırak Mektepleri
Cemiyet-i Tedrisiyesi'nin emrine girerek uzun süre yaşamıştır9.
1
Tanin, 11 Ekim 1909; 17 Ocak, 28 Kasım 1910.
“Rus lisanı tahsili”, Sabah, 18 Şubat 1914.
3
Tanin, 10 Mart 1910. Sabah, 13 Şubat, 15 Temmuz, 11 Ekim 1914.
4
“Kızlara kurs”, Sabah, 7 Ağustos 1913.
5
Sabah, 15 Ocak 1910; 20 Nisan 1911; 9 Nisan, 5-6 Kasım, 3 Şubat 1913; 8,13 Şubat 1914.
İctihad, 97(1330) S.2189-2190; 92(1329) S.2058-2061; 94(1329), S.2109-2110. Aşiyan,
1/4(1324), S.419-426 vs.
6
“Sinop hapishanesinde mekteb”, Sabah, 29 Haziran 1911.
“Hapishanelerde mekatib”. Sabah, 4 Nisan 1914.
“Hapishane-i Umûmide mekteb”, İkdam, 25 Haziran 1914.
7
“Amele mektepleri”, Tanin, 27 Mart 1910.
8
“Amele dersleri”, Sabah, 8 Ocak 1910.
9
“Çırak Mektebleri Cemiyet-i Tedrisiyesi”, Sabah, 16 Kasım 1912.
“Çırak Mektebi”, Sabah, 5 Ekim 1913.
Posta ve Telgraf Mecmuası, X1V/155(1330), S. 1762.
Ergin, O., a.g.e., S.1241-1243, 1280-1282.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 480 ~
Bu Cemiyet gibi Türk Ocağı ve Teâli-i Nisvan Cemiyeti'nin de o donemdeki yaygın
eğitim çalışmaları dikkate değer1.
Maarif Nezareti de, sanki Rumeli'nin elden çıkacağım anlamış gibi, 1912 başlarında
Kosova, Manastır, İşkodra ve Yanya vilâyetlerine damıtılmak üzere yüzbinlerce
kitap bastırıp yollamıştır2.
Her bakanlığın kendi memurları için açtığı kısa süreli okullar aslında birer hizmetiçi eğitim merkezi sayılabilirdi. Bu tarzların dışında bazı ilginç yaygın eğitim tarzları
da vardı. Meselâ Harbiye Nezareti 1914 yılı ortalarında, çevreden topladığı
askerlere Seydiköy (İzmir) Ziraat alanında 11 Haziran 1914'den itibaren böcekçilik
ve arıcılıktan her türlü ziraat ve meyveciliğe kadar 11 derslik bir program
uygulamaya başlamıştı3.
Gene bu Bakanlık 12 Temmuz 1914'de de Maarif Nezareti’nin seçerek yolladığı
öğretmen ve müdürlere, İstanbul Dârülmuallimini öğrencilerine Maltepe
karargâhında izcilik ve askerî eğitim vermeye de başlamıştı4.
4.2.10. ÖZEL EĞİTİM VE ÖĞRETİM
İstanbul Sağırlar, Dilsizler ve Körler Okulu: Türkiye'de bu alandaki ilk okul 1889
tarihinde, daha önce de Ticaret Okulunu kurmuş olan Avusturyalı Grati tarafından
bir “Dilsiz Okulu” şeklinde kurulmuştur. Grati 1890 yılında da Âmâ (Körler)
Okulunu açmıştır. Körler Okulu 1898 yılında müzik dersine yapılan bir itiraz üzerine
Öğrencilerin dağılmasıyla kapanmış, ancak Dilsiz Okulu devam etmiştir5.
Okulun en büyük sorunu, yer sorunu idi. öğrenciler sürekli okul binası
değiştiriyorlar, oradan oraya sürünüyorlardı. Bu okula bir bina yaptırmak için tâ
Meşrûtiyet öncesinden beri memur maaşlarından % 1'lik bir oran kesilip Osmanlı
Bankasına yatınlıyordu. 1910 yılma kadar toplanan para, plânlanan okulun yapımı
için gereken paranın ancak 1/4'ünü bulmuştu6. Maarif Nezareti üstünü
tamamlayıp bir okul yaptırmak için bu kesintileri Mâliyeden almış7, ancak bu
1
Sabah, 3 Şubat, 9 Nisan, 6 Ekim, 5 Kasım 1913; 4 Ağustos 1914.
“Rumelide tamim-i maarif, Tanİn, 29 Şubat 1912.
3
“Askerî Ziraat Dersleri”, Ahenk; 12 Haziran 1911.
4
Ayrıntı: Ahenk, 2,29 Temmuz, 17 Ağustos 1914.
5
Ergin,O., a.g.e., S.1165-1171.
Ali Haydar, “Sağır ve Dilsizler”, Muallimler Mecmuası, 29(1325), S.1237-1260.
6
“Dilsiz ve Âmâ Mektebi”, Sabah, 28 Kasım 1910.
7
“Dilsiz, Âmâ ve Sağırlar Mektebi ianesi”. Yeni Tasvir-i Efkâr, 20 Ocak 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 481 ~
okulun yapılması plânlanan yere başka bir okul yaptırılması kararlaştırıldığından bu
okula bir bina satın alınmak için gene bütün İstanbul dolaşılmış, bina
bulunamamıştır. Sonra tekrar Koska'daki Koca Ragıp Paşa Konanı “Dilsiz Mektebi”
haline getirilmiş ve 7-20 yaş arasındaki her cins ve mezhepten insanlar bu okula
alınmaya başlanmıştı1. Sonra İstanbul Vilâyet Meclis-i Umûmisi, Okulun o zamanki
haliyle bir fayda sağlamadığını, ilerde tekrar çağın, ve uygarlığın gereklerine uygun
bir şekilde yeniden açmak üzere okulu lağvetmiştir. Bunan üzerine Şehremaneti'ne
ye Maarif Nezareti'ne, bu Okulun tekrar açılması için birçok dilekçeler verilmiş,
Şehremaneti 'de Darülaceze içinde yatılı, çeşitli sanatlann öğretildiği bir özel sınıf
halinde Okulu tekrar açmak için çalışmalara başlamış2, mâli sorunlarını
çözümledikten sonra Okulu 1914 Eylülünde tekrar açmıştır3. Ancak Dârülaceze'de
değil, gene eski konağında.
Selanik Dilsiz Okulu: 1909 yılında Selanikliler tarafından açılmış tamamen özel bir
okuldu. İlk yılda 18 kişiye okuma-yazma ve konuşma öğretilmişti. Ücretli ve
ücretsiz öğrenciler vardı. Okul özel olduğu için, harcamaları karşılamada büyük
güçlükler çekilmiştir. Hattâ 1910 yılında Bakanlıktan biraz yardım alabilmek ve
daha sonra da Anadolu'dan yardım toplamak için bir topluluk kurulmuş ve bazı
çalışmalarda bulunmuştur4.
İzmir-Osmanlı Sağır ve Dilsiz Okulu: İzmir Haliliye Caddesi Şahin Sokağında, 20
Şubat 1911 'de5 Albeit Karmona adlı dilsiz bir Yahudi tüccar tarafından açılmıştı6.
Paris Dilsiz Okulunda okuyup terzilik de öğrenen Karmona, Okulda Osmanlıca
okuma yazma, konuşma ve bazı ilim konularını öğretiyordu. İlerde yeterli öğrenci
bulunabilirse bir kızlar kısmı ve bir de sanayi kısmı ekleyeceğini söylüyordu7. Bu
Okul daha sonra Cumhuriyet yıllarında da başarılı olarak çalışmıştır.
Dârüttalim-i Osmanî: Adana'daki Ermeni ayaklanmasından sonra, o civarda pek
çok yetim çocuk kalmıştı. Devlet bu çocukları başıboş bırakmamak için Adana'da
bir “Dârüleytam” kurdu. Buraya, eğer boş yer kalmışsa başka yetim çocuklar da
alınacaktı.
1
“Dilsiz Mektebi”, Sabah, 29 Ocak 1911.
“Sağır ve Dilsiz Mektebi”, Sabah, 6 Aralık 1913
3
Ergin, O., a.g e, s.1169.
4
“Selanik Dilsiz Mektebi, Sabah, 21 Temmuz 1910.
5
“Osmanlı Sağır ve Dilsiz Mektebi”, Köylü (İzmir), 22 Şubat 1911.
6
Ergin, O., a.g.e. S.1172.
7
Köylü (İzmir), 22 Şubat 1911.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 482 ~
Bu yetimler yurduna 5-10.yaş arasındaki kız ve erkek çocuklar alınacak, kızlar ve
erkekler için ayrı ayn dört yıllık bir ibtidai, iki yıllık da bir rüşdiye öğretimi
verilecekti. İptidai kısmında öğretim yetim çocukların Ana dilleriyle (Ermenice),
rüşdî kısmında da Türkçe olarak yapılacaktı. Yalnız ibtidai kısmında Türkçenin
öğretimi ayrıca yapılacak, rüşdiye kısmından da “Gramer” ve “Edebiyat” dersleri
Ermenice olarak devam edecekti.
Harcamalarını Hükümetin karşılayacağı bu kuruluş çocukları 16 yaşına kadar
okulda okutacak; daha sonra ya velilerine teslim edecek ya da bir okula veya işe
girmelerinde yardımcı olacaktı1.
Adana'daki Ermeni isyanından sonra alınan önlemlerden biri olan bu yetimler
yurdu, ne yazık ki Trablusgarb ve Balkan Savaşlarından sonra Türk çocukları için
kurulmamış, onlar sefalet içinde yaşamışlardır. Ancak Büyük Savaşın
başlamasından sonra yabancı kuruluşları yağma ederek birçok Dârüleytam
kurulmuşsa da, bu verimli bir çalışma olmamış, üstelik “mütareke devri”nde acı
olaylara neden olmuştur2.
1
“Adana'da Müessis Dârüleytam-ı Osmâni Nizâmnâme-i Esasisi”, Düstur, ikinci tertib, c.IV,
S.15-19.
2
Ergin, O., a.g.e. s 1545-1552.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 483 ~
4.2.11. AZINLIK OKULLARI VE YABANCI OKULLAR
4.2.11.1. Genel Olarak Azınlık Okulları Sorunu
İkinci Meşrûtiyet döneminin eğitim alanındaki en ilginç gelişimlerinden biri de
azınlık okulları alanında görülmüştür. Daha önceki dönemde, yönetim biçiminin
kapalı olması yönünden fazla açığa çıkmayan, gizli gizli yürütülen işler; Meşrûtiyet
açık rejimine geçilince birer sorun olarak belirmiş ve Devleti uzun süre meşgul
etmiştir.
Meşrûtiyetin ilânından sonra, “Jön Türkler” ortaöğretimi bütün Hıristiyanlar ve
Müslümanlar arasında ortak olarak yürüteceklerini duyurmuşlar, sonra bundan
vazgeçmişlerdi. Gerçi ortak millî Osmanlı okullları da olacaktı. Ama Hıristiyanların
jimnazlarına da dokunulmayacaktı. Ortak öğretim ancak yükseköğretim düzeyinde
olacağından, orta seviyedeki gayrimüslim okullarında Türkçe öğretilmesine özen
gösterilecekti1. “Mektepler Meselesi” denilen azınlık okulları sorununun esas
alevlendiği yıl, 1909 yılı oldu. Mecliste Kânûn-i Esasî üzerine görüşmeler yapılırken,
Osmanlı kimliğinin sağlanması için ortaöğretimin resmî dil olan Osmanlıca ile
yapılması, bunun yanında azınlık dillerinin de öğretilmesi savunuluyordu.
Tartışmalar buradan çıktı. Özellikle Rum Mebuslar. Hükümetin gayrimüslimleri
“Türkleştirme” çalışmalarına başladığını bildirerek büyük gürültüler kopardılar.
Onlara göre “milliyet” demek, “dil” demekti. “Okul” demek, “dil” demekti. Şimdi
dili, sonra dini değiştireceklerdi. Boşo Efendi “Siz muntazam mekteplerini terk
ediniz de bizim mekteplerimize geliniz diyorsanız ne yaparız?” derken; Kozmidi
Efendi de “Faraza Homer'i okumayacak mıyız?” diye soruyordu2. Oysa mesele
yalnız ülkenin birliğini “Osmanlılık” etrafında, ortak bir vatan fikri etrafında
sağlamaktı.
İkinci Meşrûliyete kadar açık olarak tartışılan bir okullar sorunu yoktu. İkinci
Abdülhamid’i meşgul eden yabancılara okul açtırmamak, Makedonya'daki bazı
öğretmenlerin kökenini araştırmak gibi sorunlardı. Oysa yabancı devletler çeşitli
baskı yolları vasıtası ile İkinci Abdülhamit döneminde de, İkinci Meşrûtiyet
döneminde de istedikleri okula açış ruhsatı almışlardır. Makedonya'daki
1
2
“Mektepler Meselesi”, Yeni Gazete, 19 Eylül 1908 (Times'den)
Hüseyin Cahit; “Mektepler Meselesi”, Tanin, 10 Haziran 1909
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 484 ~
gayrimüslim okulları arasındaki çekişmeye seyirci kalarak, bundan iç politikada
yararlanmak isteyen İkinci Abdülhamit idaresi, aslında onların göz göre göre elden
çıkmalarına seslenmiyor, demekti. Çünkü Makendonya'da ve bunlara bakarak
diğer yerlerde azınlık okulları Osmanlı müfettişlerini okullara almıyorlar, kendi
denetimlerini kendileri yapmak istiyorlardı.
İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra Hükümet artık bir kanun devleti kurulacağını
söyleyerek, azınlık okullarındaki keyfî yönetim ve öğretime el koymak istedi.
Azınlıkların tepkilerine karşı da ilköğretim düzeyinde mahallî dillere tam özgürlük
verileceğini, din ve mezheplere dokunulmayacağını belirtti. Bunun üzerine
azınlıklar, bunların dışındaki okul programlarına da dokunulmamasmı istediler.
Oysa bunlar Osmanlı Devleti'nin birliğini parçalayıcı, ayrılıkları körükleyici
programlardı. Bir devlet vatandaşlarına bu tür telkinde bulunulmasına izin
veremezdi. Sorun bu noktadan başlayarak gittikçe gelişti. Özellikle Rumlar sorunu
çok genişlettiler. Fatih tarafından kendilerine verilen ve diğer padişahlarca da
onaylanan ayrıcalıkların mutlaka korunacağını belirttiler. Bunların içinde
gayrimüslimlerin doğrudan doğruya orta ve yükseköğretim kurumları kurup,
bunları kendilerinin denetleyecekleri konuları da vardı. Bu okullardan Hükümete
karşı yanlız ruhani başkanları sorumlu olacaktı. Jön Türkler ise bunların reayalık
döneminden kalma ayrıcalıklar olduğunu ve o zaman için doğal bulunduğunu,
şimdi ise gayrimüslimlerin reayalıktan çıkıp, bütün Osmanlılar gibi bir vatandaş
olduklarını, Meclise girdiklerini, “asker olma şerefine” ulaştıklarını söyleyerek her
türlü ayrıcalığın kaldırılacağını, bütün Osmanlı vatandaşlarının eşitleştirileceğini
belirtiyorlardı. Hüseyin Cahit “Patrikane sadece hak ve adalet islemiyor; imtiyaz
istiyor... Eşitlikten sonra tekrar imtiyaz istenmez, eğer istiyorlarsa tekrar reaya
olsunlar” diyordu1. Oysa Rum Patrikhanesi hâlâ Osmanlı Devleti'ndeki Rum
vartandaşların “Sefarethanesi” olmakta diretiyor, okullarına, yabancı ülke
okullarına yapılan işlemlerin uygulanmasını istiyordu.
Neulogos gazetesi Rum'lara verilen ayrıcalıkların yalnız mezhebe has kalmadığını,
aile hukuku, eğitim ve öğretime de yayıldığını belirtip, bunların kaldırılması için
bütün Avrupalı kefillerin olurunu almak gerektiğini iddia ederken Proudus Gazetesi
de Patrikhane'nin Rum millî varlığına ve eğitim özgürlüğüne dair hiç bir şeyin
değiştirilmesine izin vermeyeceğini, edebiyatça fakir ve öğrenilmesi zor Türkçe'yi
de okullarında yalnızca bir yabancı dil gibi okutabileceklerini belirtiyordu2.
1
2
Hüseyin Cahit, “Mektepler Meselesi”. Tanin, 13 Haziran 1909
A.g.m.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 485 ~
Bu arada soruna Eğitim Bakanı Mustafa Nail Efendi karışıyor; hazırladığı eğitim
kanunu tasarısında gençleri ortak bir vatan ve kültür içinde yetiştirmek için bütün
Osmanlı okullarındaki öğretimi birleştireceklerini (“unification”) söylüyordu1.
Kendisi ile konuşan gazetecinin Rum okulları konusunda sorduğu bir soruyu da,
meşrutî bir devlet düzeninde bu imtiyazların neye yaradığını anlamadığını, ama
gene de imtiyazlara dokunmayacağını (?) söylüyordu2. Patrikhane'nin aşırı telaşı
üzerine de, bu ayrıcalıkların neler olduğunu bilmediği, bunu istettiğini ve
inceleyeceğini belirtiyordu. Patrikhane'nin bu hususta çıkacak bir yasayı
tanımayacaklarını söylememeleri üzerine de, Hükümetin millî eğitimlere
dokunmayacağını, Bakanlığın eğitime değil öğretime karışacağını ve resmî dil ile
Osmanlı vatandaşı olmayı sağlayacak bazı derslere önem verdiklerini belirterek,
yasanın uygulanması için zorlama yapmayacaklarını bildiriyordu3.
Aslında okullar sorununu çıkaran ve fazla alevlendiren faktörler arasında Eğitim
Bakanının ve Bakanlığın hazırladığı kanun tasarısının zayıf bir yeri vardı. Sorun
Kânûnu-i Esasi'yi değiştirmekle görevli Komisyonun çalışmaları sırasında, bu
Komisyonun mezhep ayrıcalıkları, dil ve okul konuIarını içeren maddeyi tartışmaya
sokmaya bile gerek olmadığına karar vermelerinden sonra Rum mebuslarının
“minel kadim cari olan usulü talimiyyeye halel getirilmeyecektir” gibi bir maddeyi
Kanun-u Esasiye koydurmak için bir önerge vermeleri ve bunun reddedilmesinden
çıkmıştır. Rumlar bu kabul edilirse yasal bir düzende yasa üstü pek çok haklar elde
edecekler, kabul edilmezse gürültü çıkaracaklardı. Girit sorunun tekrar alevlendiği
bir dönemde dikkatleri başka yöne çekmek ve bunu propoganda olarak kullanmak
ta Yunan Hükümeti için bulunmaz bir fırsattı4. Öğretimin birleştirilmesi (tevhidi),
öğretim dili gibi noktalar, sorunun ayrıntıları ile ilgili idi. Daha sonra Osmanlı
Hükümetini savunanlar, bunun yanlızca ortak bir “Osmanlılık ruhu” vermek amacı
ile, hâkim millet ile reaya arasındaki farkı kaldırmak amacı ile yazıldığını
söylüyorlardı5. Oysa Osmanlı Devleti içerisindeki gayrimüslimler reayalıktan çıkalı,
Osmanlı'ya düşman olalı çok zaman geçmişti.
1909 Aralığında Eğitim Bakanı Nail Bey, Bakanlığın gayrimüslim okullarındaki
eğitim konusunda alınacak önlemler ile ilgili olarak hazırladığı görüşlerini bir
1
“L'Opinion du ministre de l'instruction publique” Le Moniteur Oriental, 16 Juin 1909
a.g.y.
3
“Mektepler Meselesi”, (Nail Beyle Mülakat), Tanin, 17 Haziran 1909 (Osmanischer Llyod
gazetesinden)
“Tedrisat Meselesi” Ahenk (İzmir), 21 Haziran 1909
4
Hüseyin Cahit “Mektepler Meselesi Nasıl Çıktı”, Tanin, 17 Haziran 1909
5
“Mektepler Meselesi”, Tanin, 18 Haziran 1909 (Osmanischer Llyod Gazete-sinden)
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 486 ~
teskire ile gayrimüslim dini liderine gönderdi1. Temsilciler bu tezkireye karşı
olumsuz vaziyet aldılar2. Oysa Nâil Bey gayet ılımlı hareket etmiş ve görüşlerini
Kanûn-u Esasi'nin 16. maddesine göre hazırlamıştı. O madde ise şöyle diyordu:
“Bilcümle mektepler Devletin taht-ı nezaretindedir. Teba'yı Osmaniyenin terbiyesi
bir siyak-ı İttihad ve intizam üzere olmak içün iktiza eden esbaba teşebbüs
olunacak ve o milel-i muhtelifenin umûr-u itikadiyelerine müteallik olan usul u
talimiyeye helal getirilmeyecekti”.
Bakan'm, fikirlerini almak için gayrimüslimlerin dini liderlerine yolladığı tezkirede
de şu hususlar belirtiliyordu3:
“1. Mekâtib-i ibtidaiye olmayan karyelerde Maarif Nezareti tarafından anasır-ı
muhtelifeye mahsus mekâtib-i ibdidaiye tesisiyle hisse-i maarifin idarelerine
tahsisi.
2. Mekâtib-i muhtelifeye mahsus mekâtib-i ibtidaiye mevcut olan mahallerde,
mekâtib-i mezkureye Maarif Nezareti tarafından Türkçe ders muallimleri tayin
olunarak, tahsis edilecek maaşın hisse-i maariften tediyesi.
3. Anasır-ı muhtelifeye ait bilumum mekâtipde icra kılınan imtihanların Maarifin
nezareti altında icrası”
Görülüyor ki, 1909 yılı sonlarında azınlık okulları sorunu tâ ilköğretim düzeyine
kadar iniyordu. Bu sorunun da temelinde, Devlet'in azınlık okullarının tüm
yönlerini bilmek ve kontrol etmek arzusu ile, gayrimüslimlerin hâlâ ayrılık fikirleri
aşılamaya ve Devlet'ten gizli çalışmaya devam etme arzuları vardı. Devlet, bu
okullara ait her türlü sayısal ve niteliksel bilgileri isteyip oralarda öğretmenlik
yapanları Bakanlığa bağlamaya çalışırken, gayrimüslimler buna şiddetle
direniyorlardı.
1
“L'application des lois d'enseigngment” Le Moniteur Oriental, 20 Decembre 1909
“La question scolaire” Le Monitor Oriental 28 Decembre 1909
“Tedrisat meselesi” Sabah, 29 Aralık 1909
3
D.K. “Dahili Politika Sahası”. Sabah, 28 Aralık 1909.
Meclis-i Maarif-i Kebir'in bir tezkereyle bildirilen kararında, gayrimüslum toplumların
başkanlarından, idareleri altındaki okulların programları da istenmişti. Gazete haberlerine
göre, bu isteği hemen bütün cemaatlar yerine getirdiler. “Gayrimüslim mekâtibin
programı”. Sabah 27 Aralık 1909
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 487 ~
İkinci Abdülhamit döneminde müslümanların ilköğretim düzeyindeki okullarını
vakıflar ve halk, gayrimüsliınlerinkini de kiliseler idare ediyordu. Maarif
Nezareti'nin elinde pek az ilkokul vardı.
1909 yılından itibaren Eğitim Bütçesinden ilköğretim için de bir pay ayrılmaya
başlandı. İlkokulların çoğu Bakanlığın denetimi ve bilgisi dışında olduğu için, bu
para her vilâyete eşit olarak dağıtma yoluna gidildi1. Vilâyetlerde de, nüfus oranına
göre Maarif Müdürleri bunu çeşitli unsurlara paylaştırıyor, ancak bunu mal
sandığından öğretmen maaşları olarak ödüyordu. Böylece gayrimüslim okullarında
öğretmenlik yapanlar da bu sandıklardan maaş alarak devlet memuru sıfatını
alıyorlardı2.
Azınlıklar buna da karşı çıkmaya ve paranın doğrudan dinî liderlere verilip
harcanmasını istemeye başadıktan, hattâ bazıları Devletin “kendi” okullarına
bakmasını, azınlık okullarına karışmamasını ve yardım da istemediklerini
söylemeye giriştiler3. Azınlık okulları sorunu gayrimüslim dinî liderlerle Hükümet
arasında, her aşamada bir başka yöne ağırlık verilerek sürüp giderken, bu alanda
ilginç bir başka gelişme de Rumeli'deki kilise ve okulların sahiplerini belirleme
konusunda oluyordu.
Sorunun kökeni tâ İkinci Abdülhamil dönemine, Rumeli’de milliyetlerin doğduğu
döneme uzanır. Eskiden bütün ortodoks halk Rum kilisesine bağlı idi. Sonra
Rusların teşvikiyle Bulgarlar, daha sonra da Ulahlar kiliselerini Rumlarınkinden
ayırdılar, hızla ve her yere kurdukları okullar ve kiliseler yardımıyla herkes Rumeli
halkına kendi milliyetini aşılamaya başladı. Rumlar, Bulgarlar, Sırplar, Ulahlar v.s.
Önce propaganda şeklinde başlayan çatışma daha sonra çetecilik şekline döküldü.
Artık Batı da bu karışıklıklar arasında Rumeli'ye müdahale etmeye başladı. Ülkenin
en hareketli bölgesi Rumeli oldu. Ayrılıklar kesinleşip derinleşince, bir yerleşim
yerindeki halk orada eskiden yaptırılmış olan kilise ve okul gibi kurumları
paylaşmaya başladı. Burada pek çok anlaşmazlıklar çıktı ve Osmanlı devleti
arabuluculuk v.s. amacı ile kiliselere camilerden çok karışmaya başladı. Bu ikinci
Abdülhamit yönetiminin de işine geldi ve sorunu çözmeden yıllarca kendi haline
bıraktı ve hattâ yer yer kışkırttı.
1
Bakınız: Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası. No: 270211.
D.K. “Mekâtib-i ibtidaiye Meselesi - Maarif işleri. Nail Bey Efendi ile Mülakat”, Sabah 5
Ocak 1910.
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi. 24 Taşninisâni 1326, S.263.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 488 ~
Meşrûtiyetten sonra, unsurlar arasındaki düşmanlık ve anlaşmazlıkları kaldırmak
amacı ile en önce ele alman konulardan biri bu oldu. 1909 ortalarında bu konuda
12 maddelik bir yasa tasarısı hazırlandı1. Hazırlanan tasarı Meclis-i Mebusan'a bir
yıl kadar sonra geldi ve bu arada çeşitli unsurlarca alabildiğine tartışıldı. Rumlar
tasarıya karşı çıkıyorlar ve 1903 statükosunun aynen devamını istiyorlardı2. Çünkü
halihazırda bu hususta onların durumları çok iyi idi ve değiştirilmesini
istemiyorlardı.
Yasa tasansı Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan'da uzun görüşmelerden3 sonra
kabul edildi. Konu mezhep ayrılığından öte, siyasî bir sorundu ve en çok
Yunanistan ve Bulgaristan'ı ilgilendiriyordu. Rum mebusları Yasayı engellemek için
pek çok takrirler verdiler, Meclisi protesto ettiler4, ama Yasanın çıkmasına engel
olamadılar. Her ne kadar Bulgaristan Eğitim Bakanı 1909 yılında bu Yasanın
Bulgarlar aleyhine olduğunu söylediyse de5, Yasadan en çok yararlanan Bulgarlar
olmuştu. 11 maddelik bu Yasa6, kısaca özetlenirse şu hususların olduğu görülür:
Yasa, Rum Patrikhanesiyle Bulgar Eksarhhanesi arasındaki anlaşmazlıkları çözmek
için yapılmıştı. Bir yerdeki kilise ve okullar hangi tarafça kullanmıyorlarsa, ona ait
kabul edilecekti. Bu kurum üzerinde çalışma söz konusu ise, o binayı hangi taraf
yaptırdı ise ona verilecekti; eğer yaptıran taraf o yerde 1/3'den az ise öbür tarafa
verilecek, kalanlara ise yeni bir kurum yapmaları için yardım edilecekti.
Eğer iki kurum var ve ikisini de bir taraf yaptırmışsa, yaptıran taraf istediğini
seçecek, kalan öbür tarafa verilecekti. Okul ve kilisesi olmayan tarafa Hükümetin
yapacağı yardımlar, tamamen Hükümetin takdir ve denetimine bırakılmıştı. Ancak
bu yardımın bir defa yapılacağı yasa yayınlandıktan sonra çıkan çatışmaları
kapsamadığı; yeni kurulacak kurumlar için artık Padişahtan ferman değil,
vilâyetten ruhsat alınacağı gibi hususlar vardı.
1
“Rumeli’de Münazaünfih Kilise ve Mekteplere Dair Kânun Lâyihası”, Tanin 11 Temmuz
1909.
2
“Münazaünfih KiliseIer ve Mekâtip”, Sabah 20 Haziran 1910
3
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi 23 Şubat 1325. S. 550-562; 1 Mart 1326 S 650-658; 12
Haziran 1326, s. 2470; 13 Haziran 1326, s-2488; 14 Haziran 1326, S.2491
Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, 14 Haziran 1326, S. 891-904
4
“Kiliseler ve Mektepler”, Sabah, 26 Haziran 1910
5
“Bulgaristan’da İslâm mektepleri”, Tanin 28 Ağustos 1909
6
“Rumeli’de Kaim Münazaünfih Kilise ve Mektepler Hakkında Kânun”, Düstur, cilt 2. S.431433.
Takvim-i Vekayi, 575(23 Haziran 1326.
Sabah, 7 Temmuz 1910
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 489 ~
Bu yasanın çıkarılıp uygulamaya konulması çok önemli sonuçlar doğurmuştur.
Devletin Balkanlardaki kilise ve okullar üzerindeki denetimi tamamen kalkmış,
bunlar birer kale gibi içine girilmez olmuş ve Devlete karşı ayırıkkçı ve düşmanca
propogandalarına devam etmişlerdir. Devlet bunlann üzerinden denetimi
kaldırdığı gibi yeni kurulacak kilise ve okullar için devlet bütçesinden pek çok
yardımlarda bulunmuştur. Meselâ bu işi için 1326 (1910) yılı Dahiliye Bütçesine
4.000.000 kuruş zam yapılmıştı1.
Yasa, Rumeli'deki okullar, kiliseler ve çeteler savaşını durdurmuş; Balkan ülkeleri,
aralarında anlaşarak, Osmanlı Devleti'mn Trablusgarb savaşı dolayısı ile İtalya ile
uğraştığı bir dönemde, ona karşı savaş açarak Rumeli'deki bütün toprakları
almışlar; Çatalca'ya gelip dayanmışlardı.
Çatışma konusu olan kilise ve okullar sorunu, Osmanlı Devleti'nin “delik kiremiti”
idi, o kıyıya bu kıyıya koyarak sürekli dam aktarmaya çağrılıyor, ekmek parasını
çıkarıyordu; onu atıp yerine sağlam bir kiremit koyunca ekmek parasını kaybetti2.
Rumeli'deki çatışma konusu olan kilise ve okullar bir yasa ile çözüme
kavuşturulurken. Patrikhane, Bakanlığının gayrimüslim okullarının idaresi hakkında
çıkaracağı her yasaya, alınacak her karara karşı çıkıyordu.
Emrullah Efendi, Bakanlığa başladıktan sonra özel okulların idaresi konusunda bir
yasa hazırlayıp Meclis'e sunmak istedi. Ancak yasa tasarısı henüz hazırlanıp
bitmeden, Rumca gazeteler gürültü çıkarmaya başladılar. Çünkü o zamana kadar
okullardaki öğretimden Bakanlığa karşı sorumlu olan Patrikhane idi: Emrullah
Efendi bu sorumluluğu Patrikaneden alıp okul müdürlerine dağıtmak istiyordu3.
Böylece Devlet'in okullara söz geçirmesi ve denetimi daha kolay olacaktı. Bu ise
Patrikhanenin hiç bir zaman kabul edemeyeceği bir şeydi.
1910 yılı Temmuzunda da Bakanlık, Patrikhanelere yolladığı bir yazı ile, yeni bir
sınırlama daha getirmek istemiştir. O zamana kadar gayrimüslim okullarından
verilen diplomalar yalnızca o toplumun dili ile yazılıp, onaylanması için Bakanlığa
gönderiliyordu. Bakanlık da anlamadığı bir şeyi onaylıyordu. Emrullah Efendi artık
diplomalarının bir yüzünün o toplumun dili ile, diğer yüzünün de Türkçe
yazılmasını, böyle hazırlanmayan diplomaların onaylanmayacağını bildirmişti4.
1
Takvim-i Vekayi, 592 (19 Temmuz 1326).
Hamdullah Suphi. “Delik Kiremit” Günebakan, Ankara 1929, s.24-39
3
“Mekatib-i gayrimüslime” Yeni Tasvir-i Efkâr, 14 Şubat 1910 (Rumca gazetelerden)
4
“Mekâtib-i gayrimüslime şahadetnameleri” Sabah, 31 Temmuz 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 490 ~
Ayrıca bu sıralarda Bakanlıkla Patrikhane arasındaki anlaşmazlıklara ilköğretim
derecesindeki okullarda çalışan yabancı uyruklu öğretmenler sorunu, azınlık lise ve
jimnazlarındaki öğrencilerin askerlik sorunu, azınlık okullarındaki öğretmenlerin
askerlikleri ve denetim sorunları da eklendi1.
1910 Ağustosunda Patrikhaneler Hükümetten bazı isteklerde bulundular. Bakanlık
bunları kısaca cevaplandırdı. Bakanlıkla beraber bütün Osmanlı basını, istekler
kendilerinden yapılmışcasına, bunlara cevaplar verdiler. Ayrıca Emrullah Efendi,
kendi dergisinde bu istekleri geniş olarak tartıştı2. “Bu kısım vatandaşlarımızın
eğitimi Patrikhanelerin tekeline bırakılamaz”, diyordu Emrullah Efendi; “okutmak
öğretmek hakkı Devletin tekelinde bile değildi, gayrimüslim okullarını özel okullar
sınıfına alacak olursak ayrıcalık diye bir şey kalmaz, yasalara uymak şartı ile
istedikleri gibi eğitim yapabilirler”3. Oysa Patrikhaneler kendi okullarını “özel
okullar” sınıfına sokmak istemiyorlardı. Daha önce almış oldukları Ayrıcalıkları
terketmek istemiyorlardı. Emrullah Efendi'nin onları özel okul sınıfına alma
çabaları başarısız olmuş, sonunda Boşo Efendinin çabaları ile özel okullardan ayrı
bir de “cemaat okulları” grubunu kabul etmişti4.
Patrikhanelerin Hükümetten ilk istekleri, şimdiye kadar ruhsatsız olarak kurulan
okullara hemen, yeni kurulacaklara da bir “ihbarname” karşılığıda ruhsat verilmesi
idi. İkinci Abdulhamit döneminde yabancıların ve gayri müslümlerin okul
açabilmeleri çok uzun işlemlere bağlı idi. Önce okulun kurulacağı yerin bir haritası
ve okulun plânı alınıyor, bunların askerî sakıncaları olup olmadığına bakılıyordu.
Eğer buradan olumlu sonuç alınırsa mülkî sakıncası olmadığına dair mahalli
meclisin mazbatası alınıyor, Maarif Nezareti bunu onaylayıp Şûrayı Devlet'e
yolluyor, orada kabul edildikten sonra Bakanlar Kurulu'nda tartışılıyor, Padişah'a
sunuluyor, oradan iradesi çıktıktan sonra okulun yapımına başlanıyordu. 1909
sonlarında özel okul açmak için bir dilekçe ve pogramın Meclis-i Maarif-i Kebir'e
verilmesi, oranın kararına göre işlem yapılması hakkında bir karar alınmışsa5 da
gene eski usule göre işlem yapılmaktaydı6. Oysa Emrullah Efendi'nin fikrine göre
1
“Maarif Nazırının Beyanatı”, Sabah, 20 Ağustos 1910
Emrullah, "Patrikhanelerin müstediyatı -Tedrisat Meşeleri ve Tanin Gazetesi"
Muhitü’l-Maarif, 20 Ağustos 1327.S.1-13
3
a.g.m., S.1-2.
4
Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi 27 Mayıs 1326. S.2199.
5
"Vilâyette mekâtib-i hususiye" Sabah, 31 Aralık 1909
6
Emrullah a.g.m.S.3
Başbakanlık Arşivi Babıâli Evrak Odası 244612,299777, 310949,318407, 317854
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 491 ~
Hükümetin ruhsat verme hakkı değil; gerekli şartlara ve yasalara uymuyorsa,
öğretimi yasaklama hakkı vardı.
Azınlıklar kendi okullarından mezun olanların bir üst derecedeki devlet okullarına
sınavsız girmelerini istiyordu. Emrullah Efendi ise öğretim dereceleri arasındaki
sürekliliğin yalnız resmî okullar için söz konusu olduğunu, özel okulların sınavsız hiç
bir devlet okuluna ve işine alınamayacağını belirtiyordu1. Ayrıca Patrikhanelerin
diploma verebileceklerini ancak Devlet tarafından verilen doktora, mülazemet
riiûsu gibi ilmî rütbeleri verem iyeceklerini belirtiyordu. Patrikhaneler okullarındaki
ders programlanın Bakanlığa onaylattırarak, mezunlarına, devlet okullarından
çıkanlarla aynı hakları sağlamak istiyordu. Emrullah Efendinin deyimi ile
“Patrikhane Devlet'ten, maarif işlerinde devletlik istiyordu”. Bu hususta bütün
çaba, Devlet dairelerine ve yüksek öğrenime girişte sınavsız geçiş hakkı almaktı. O
zamanki Hükümet bunu resmî okul mezunlarından bile esirgemek istiyordu. Ama
yalnız özel okul çıkışlılar sınava alınıyordu.
Patrikhane kendi okullarındaki öğretmenlerin diplomalarını kendisi onaylayıp,
bunu maarif idaresine kabul ettirme hakkını ta 1893 yılında almıştı. 1910 yılındaki
isteklerinde bunu bir daha kabul ettirmek istiyorlardı ve kabul ettirdiler de!
Patrikhaneler ayrıca bu yolla Bakanlığa kabul ettirdikleri öğretmenlerin askerlikten
muafiyetlerini de sağlıyorlardı.
1910 yılında Patrikhanelerle Hükümet arasındaki en önemli sorun, hiç şüphesiz
müfettişler ve denetim sorunu idi. Patrikhaneler kendi okullarını kendileri
denetlemek istiyorlardı. Üstelik kendi denetiminin ve kendi müfettişlerinin de
Hükümetçe resmen tanınmasını istiyordu. Öte taraftan okullarının kapısını
Hükümet müfettişlerine sıkı sıkıya kapatıyorlardı. Devletin denetim hakkını
kendileri almak, müfettişlerini istedikleri gibi gezdirmek istiyorlardı ki bu, Devletin
kabul edemeyeceği bir şeydi. Bu konu üzerinde çok uzun tartışmalar olmuştur.
Azınlık okullarının Devlet müfettişlerinden esas gizlemek istedikleri şey, yabancı
öğretmenler ve “zararlı” dersler idi. Yunanistan ve Bulgaristan'da özel olarak
yetişip Osmanlı ülkesindeki Rum ve Bulgar okullarında öğretmenlik yapanları
Devlet'ten gizliyorlar ve okul programlarına ülkeyi parçalayıcı ders ve konular
koyuyorlardı. Ergeli'deki bazı Rum ilkokullarında okutulan kitaplarda, bazı Osmanlı
toprakları Yunanistan'ınmış gibi gösterilip anlatıldığı için toplatılmıştı2. Hattâ
1
2
a.g.m., S.4.
Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, No:295988.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 492 ~
Patrikhane 1910 yılında, bu yabancı öğretmenlerin varlığını resmen kabul ettirmek
istemiş, ilköğretim kademesi hariç kabul ettirmişti1.
Patrikhaneler Devlet müfettişlerinin okullarına girmelerini engelleyemeyince,
denetimden önce ruhani başkana haber verilmesini istemişlerdi. Hükümetin
reddettiği bu isteğe karşı Emrullah Efendi “Patrikhanelerin bu isteği,
kapitülasyonları andırıyor” diyor ve gerçeği bilmezden gelerek “Patrikhanelerin
yoksa gizli bir niyeti mi var?” diye soruyordu2.
Patrikhanelerin diğer bir isteği, eskiden olduğu gibi müfettişlerin belirlediği zararlı
dersleri ve ruhsatsız öğretmenleri değiştirme yetkisini kendilerinin alması idi. Bu,
teorik olarak doğru idi; ancak uygulamalarda pek çok gecikmeler olduğunda,
Hükümet de bu değişim yapılıncaya kadar öğretmeni ve dersi yasaklama kararı
almıştı. Patrikhane aynca taşradaki Devlet görevlileri ile dinî başkanlar arasında
eğitim konusunda bir anlaşmazlık çıkarsa, bunun İstanbul'a devredilmesi, sorun
burada çözümleninceye kadar taşradaki okula dokunulmaması isteniyordu ki bu
istek Hükümetçe kabul edilmedi.
1910-1911 yıllarının eğitimde tartışılan en büyük sorunlarından biri, “Ahaz-ı Asker
Kânunu” dolayısı ile yüksekokul öğrencilerinin askerliği sorunu idi3. Osmanlı
Hükümeti kendi okullarının yeterli sayıda ve bütün Osmanlı vatandaşlarına açık
olduğu gerekçesi ile, azınlıkların özel yüksekokul açmalarına izin vermiyordu.
Azınlıkların çoğu da gençlerini Osmanlı yüksekokulları yerine Avrupa'ya ve gizli
olarak Atina ve Sofya'daki üniversitelere yolluyorlardı. Hükümet te kendisine bilgi
vermeden yurtdışında öğretim yapanların askerliğini ertelemeyeceğini
bildiriyordu. Azınlıklar da bundan yararlanarak kendilerine özel yüksekokul açma
izni istediler ama Emrullah Efendi'ye kabul ettiremediler4.
Hükümetin azınlık okullarını denetim altına almak için sürekli olarak çeşitli yollara
başvurması üzerine Rum, Ermeni ve Sırp Ortadoks Patrikliği, Bulgar Eksarhhanesi
Bak, ayrıca Osmanlı Meclisindeki Serfiçe Mebusu Yorgi Boşo Efendinin bir yazısından dolayı
“Ellenismos” dergisi de toplatılmıştır. Başbakanlık Arşivi, Bâbıâli Evrak Odası, 291433.
1
“Maarif Nazırının Bayanatı”, Sabah 20 Ağustos 1910
2
Emrullah. A.g. m., S. 11
3
Azınlık öğretmen ve öğrencilerinin askerliği sorunu bütün ikinci Meşrutiyet boyunca
tartışıldı. Bu konuda bak. Başbakanlık Arşivi- Babıâli Evrak Odası. 296839, 292417, 310949
4
D.K. “Tahsl-i âli ve hakkı tecil”, Sabah, 15 Ocak 1911
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 493 ~
ve Katolik Ermeni Patrikliği aralarında bir birlik kurup ortak hareket etme
konusunda bazı çalışmalar yapamaya başladılar1.
Rum Patrikhanesi bir taraftan bu birliği sağlamaya çalışırken, hem Bakanlığı
“asimilasyon, Türkleştirme” gibi iddialarla suçlamaya çalışıyor hem de iktidarda
olan İttihat ve Terakki Partisi ile okullar konusunda ikili bir anlaşma yapmak
istiyordu2. Yani, tam Balkan devletlerinin politikaları paralelinde bir oyalama
politikası.
Gerçekten de Maarif Nazırı İsmail Hakkı Bey'in başkanlığında, mebuslardan Rami,
Nesimi ve Gani Beylerle Bussios, Vamvakas ve Dingas Efendiler 21 Mart 1911'de
bir araya gelerek toplantıya başlıyorlar ve 24 Martta altı madde üzerinde
uzlaşmaya vardıklarım belirtiyorlardı. Bakan İsmail Hakkı Bey de Fener'deki Büyük
Rum Okulu'nu ziyaret ederek bir konuşma yapıyor; Türkleştirme ve asimilasyon
iddialarını reddedip, her milletin âdetlerini ve milliyetini koruyacağını
belirtiyordu3. Nisan ayında Maarif Nezaretinden bazı yetkililerin katılması ile bu
toplantılar yeniden başlandı4.
Rumların 1911 başlarında çeşitli hıristiyan guruplar arasında kurmaya çalıştıkları
birlik çok geçmeden kuruldu. Bu Balkan İttifakının Türkiye'deki yandaşlarına
yansıması gibi görülüyordu. Rum, Ermeni, Ermeni Katolik Patrikhaneleri ile Bulgar
Eksarhhanesi'nin kurdukları birlikten sonra ortak olarak öğretim ve askerlik
konularında hazırladıkları önerge, 1911 Mayısında Adliye ve Mezahip Nezareti'ne
verildi5.
1912 başlarında Hükümet azınlık, yabancı ve özel okullar açılırken yapılması
gereken işlemleri çok basite indirdi. Eskiden hem okul binasının yapımında, hem
de öğretime açılmasında ayrı ayrı ruhsat almak gerekiyordu ve bunun için pek çok
işlemlerin yapılmasına ihtiyaç vardı. İkinci Abdülhamit zamanında belirlenen usul,
Meşrûtiyetten sonra da 1912 başlarına kadar uygulandı. Hükümet 1912 başlarında
okul binası yapmak için ruhsat alma usulünü kaldırdı. Okul açma ruhsatlarını da
basitleştirerek, her vilâyetin kendisine bıraktı6.
1
“La question scolaire” Le Moniteur Oriental 11 Mars 1911
“La question scolaire” Le Moniteur Oriental, 21 Mars 1911
3
“La question scolaire”, Le Moniteur Oriental 22,25 Mayıs 1911
4
“Tedrisat Meselesi”, Sabah, 12 Nisan 1911 (Osmanischer Llyod'dan)
5
“Mektepler ve Askerlik Meselesi”, Tanin, 25 Mayıs 1911 (Önergenin tam tercümesi var)
6
Bu hususta bakınız Başbakanlık Arşivi Babıâli Evrak Odası. No:310949. 8“Mekatib-i
gayrimüslim hakkında”, Tanin, 22 Ocak 1912
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 494 ~
Balkan Savaşı dolayısıyla bu karar pek uygulanamadığı gibi, 1914 yılına kadar
gayrimüslimlerin Hükümetten pek önemli bir istekleri de olmadı. Yalnız 1913
yılında Bakanlık “Mekâtib-i Hususiyenin Islahı Komisyonu”nu kurdu ve bu
Komisyon özel okul açılırken hangi hususlara dikkat edileceği hakkında bir
Yönetmelik hazırlayıp yolladı1.
1914 yılında ise gayrimüslim okulları hakkında bir yasa tasarısı, hazırlanarak
Meclise sevkedilmek üzere Sadarete verildi2. Bu tasarıda bütün gayrimüslim
okullarının programlarını Bakanlığa onaylattırmaları, her yıl öğretim hakkında
Bakanlığa bir rapor vermeleri, Bakanlık memurlarının belli zamanlarda azınlık
okullarında yapılan sözlü sınavlarda hazır bulunmaları gibi hususlar vardı3.
4.2.11.2. Rum Okulları
İslâmiyetin kuzeye yayılması sırasında, Anadolu toprakları Doğu Roma
İmparatorluğu'nun (Bizans) elinde idi. Bu sebepten Arap kaynaklarında bu
topraklar Roma'dan galat "Rum" toprağı olarak ("Diyâr-ı Rum") olarak geçer ye
buralarda yaşayanlara da "Rum" denilirdi.
Bu terminoloji Türklerin Anadolu'ya yerleşmesinden sonra da kullanılmış, Araplar
Anadolu'ya "İklim-i Rum" ve Mevlânâ'ya bile "Celâleddin-i Rumî" derlerken;
Türkler de Anadolu'nun müslüman olmayan halkının bir kısmına "Rum" adını
vermişlerdir. Osmanlı Devleti zamanında "Rum" deyimi genellikle Osmanlı
uyruğundaki Grekler için, "Yunan" kelimesi ise Yunanistan Kırallığı uyruğundaki
insanlar için kullanılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethinden sonra ülkesindeki Ortodoks
hıristiyanları "Rum Patrikhanesi" adlı dinî örgütün kontrolüne vermiştir. Böylece
uzun yüzyıllar Osmanlı Devleti'nin Anadolu ve Balkanlardaki ortodoks hıristiyan
halkı, istanbul'daki Yunan Patrikhanesinin idaresinde kalmıştır. Önceleri bundan
pek rahatsızlık duyulmamıştır. Ancak Avrupa devletlerinin etkisi ve Rusya’nın
kışkırtmasıyla Balkanlardaki halk parçalanmaya başlamış, bundan sonra Rum
(Yunan) egemenliğinden çıkmak için bütün Balkan halkları yoğun bir propaganda
ve eğitim çalışmasına başlamıştır.
“Hususi ve Cemaat Mektepleri”, Sabah, 18 Mart 1912
1
“Mekâtib-i Hususiyenin Islahı Komisyonu” Tercüman-ı Hakikat, 17 Nisan 1
2
"Gayrimüslim mekâtibi”, Sabah 24 Mart 1914
3
a.g.y.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 495 ~
Rumlar 20. yüzyıl başlarında ülkedeki en güçlü ve en büyük hıristiyan topluluk idi.
Her ne kadar diğer hıristiyan halklar kendilerinden tek tek kopmakta ise de, hâlâ
eğitim ve kültür bakımından hıristiyan toplumların lideri idiler. Diğer unsurların
okulları belli yörelerde olmasına rağmen, Rum okulları hemen hemen ülkenin her
tarafına yayılmış durumda idi. Patrikhane, tâ Fatih Sultan Mehmet'ten İkinci
Meşrûtiyet dönemine kadar padişahlardan aldıkları "imtiyaz"larla bütün ülkedeki
hıristiyan topluluklara okul götürüp istedikleri gibi propaganda yaptılar.
20. yüzyıl başlarında (1902-1903) Osmanlı Devleti'nde Ankara, Adana ve İstanbul
dışındaki yerlerde, çeşitli kademelerde 821 Okul ve bunların -bilgi alınamayan
Edirne ve Erzurum dışındakilerde- 44.025 erkek ve 12.911 kız öğrencisi vardı1.
1905-1906 öğretim yılında ise Adalar ve Anadolu'daki Rum okulları 1496'ya,
buralarda okuyan öğrenci sayısı da 119.690'a çıkmıştı. İstanbul ve Edirne'de ise
çeşitli seviyelerde 602 okul ve 51.909 öğrenci vardı2. Gene aynı öğretim yılında
Manastır ve Selanik vilâyetlerinde, Bulgar istatistiklerine göre 732 Rum okulu ve
buralarda okuyan 49.343 öğrenci; Rum istatistiklerine göre de 1.011 Rum okulu ve
buralarda okuyan 59.640 Öğrenci vardı3.
İkinci Meşrûtiyetin başlamasından sonra bu Rum okullarının sayısı çok daha
artmıştır, Bu hususta Başbakanlık Arşivi'ndeki "İrade-i Maarif Defterleri"ne
bakmak bile şaşırtıcı bir bilgi verebilir.
Bu sayısal artışın yanısıra, Rum azınlığın eğitim-öğretimini düzenleyenler, İkinci
Meşrûtiyet boyunca çok önemli sorunlarla da uğraşmak zorunda kaldı.
Rumlar, 19. yüzyılın son çeyreğinden İkinci Meşrûtiyet dönemine kadar ve hattâ
İkinci Meşrûtiyet döneminde de en çok Rumelideki okullar sorunuyla
uğraşmışlardır. Bulgarların, Sırpların ve Ulahların kendi kiliselerini ve kendi
okullarını kurmaları ve -Rumların zararına olarak- Balkan halkını kendi yanlarına
çekmeye çalışmaları Rumların en büyük sorunları olmuştur. İkinci Abdülhamit
zamanında Osmanlı Devleti hâkim devlet olarak kendi vatandaşları arasındaki bu
çatışmayı çözemeyınce (veya daha doğrusu çözmeye pek istekli olmayınca)
propaganda ve eğitim çalışmalarının yanma çete çatışmaları da katıldı.
1
Salname-i Maarif-i Umûmiye. 1321.
Eberhard, Otto, Bildungwesen und Schulreform in der Neuen Türkei. Dresden 1916.S.3132.
3
Colocotronis, V. La Macédonie et I'Hellenisme. Paris 1919. S.6.14.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 496 ~
İkinci Meşrûtiyetten önce de sonra da, Balkanlardaki esas çatışma Bulgarlarla
Rumlar arasında cereyan etti. Bulgaristan, kendi topraklarındaki Rum çocuklarını
zorla Bulgar okullarına devam ettiriyor, devam etmeyenlerin anne-babalarım
mahkemeye veriyordu. Osmanlı Devleti de kendi topraklarındaki Bulgar-Rum
çatışmasında genellikle tarafsız gibi kalmasına rağmen bazen Bulgarları tutuyor,
yahut hiç değilse yalnız Rum okullarını kapatmak yoluna başvuruyordu1. Rumeli'de
tartışma konusu olan okullar ve kiliseler sorunu, 1909 yılında bir yasa tasarısıyla
çözümlenmeye çalışıldı. 1910 ortalarında yasalaştırılan tasarıya, Rum kamuoyu tâ
başlangıçtan itibaren kaşı çıktı. Bunu tamamen kendi toplumları aleyhinde, kendi
okul ve kiliselerinin kanun yoluyla ellerinden alınıp Bulgarlara verilmesi olarak
nitelendirdiler.
Azınlık okullarının eğitim çevrelerinde ve kamuoyunda çok geniş olarak tartışıldığı
1909 yılında Rum Patrikhanesinin komisyonları sık sık eğitim sorunları üzerinde
toplantı yapıyor, ayrıcalıklarını sonuna kadar savunacaklarını belirtiyor; kendi
hukuk ve imtiyazlarına, millî varlıklarına yapılacak her tecavüzü şiddetle protesto
ediyorlardı2. 1909 sonlarında Maarif Nezareti'nin gayrimüslim öğretmenler için
ayırdığı ödeneğin, doğrudan öğretmenlere değil de Patrikhane başkanlığına
verilmesini istemişlerdi3. 1910 yılında da Rum okullarının Hükümet denetimine
karşı çıkmaları, müfettişlerin istediği bilgileri vermemeleri üzerine Hükümet bazı
Rum okullarım kapattırmıştı. Bir çok Rum okulları müfettişleri kabul etmedikleri
gibi, onların isledikleri bazı bilgileri bile vermeye yanaşmamışlar, bu bilgilerin
Melropolithanelerinden alınmasını istemişlerdi4.
Patrikhane, sik sık emrindeki ruhanî reislere genelgeler göndererek, Hükümetin
kendi okullarına karşı "suikast ve suiniyyetinden" bahsetmiş, bu hususta halkı
aydınlatmalarını ve patrikhaneye bağlı kalmalarını emretmişlerdi. Özellikle Kilise
ve Okullar Kanunu dolayısıyla bütün ülkedeki Rumları ayağa kaldırmayı
denemişlerdi5.
1
"Bulgaristan'da Serbesti-i Mekâtip". Tanin. 21 Ocak 1909.
Rumlar ve Bulgarların birbirlerinden karşılıklı şikayetleri hakkında bakınız. Başbakanlık
Arşivi. Babıâli Evrak Odası. 282958.
2
"Rum patrikhanesinde". Tanln. 13 Haziran 1909
3
"Rum Patrikhanesi" Sabah. 31 Aralık 1909
4
Yeni Tesvir-i Efkâr, 21 Nisan 1910
5
"Rum patrikhanesinin tahkikatı - Bir Tahkikat-ı Umûmiye* Tanin. 9 Ağustos 1910
(Anatolikus Tahidromus'tan)
Bak: Belgeler Başbakanlık Arşivi Babıâli Evrak Odası. 289758.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 497 ~
Rumeli'deki okullar çatışmasından sonra Patrikhaneyi ilgilendiren bir başka önemli
sorun, ülkedeki Yunanistan uyruklu öğretmenler olmuştu. İkinci Meşrûtiyetin
ilânından sonra Maarif Nezareti ve Babıâli "Rum mekteplerindeki Yunanlı
muallimlerin hizmetlerinden çıkarılmasını" Patrikhaneye birkaç kez tavsiye
etmişler, Patrikhane de bu sorunu konuşmak üzere bir Komisyon kurmuştu1. Bu
arada Maarif Nezareti askerlik tecillerini yapmak amacıyla Rum okullannda
öğretmenlik yapanların adlarını ve okuttukları dersleri içeren listeleri istemişti2.
Oysa bu sıralarda Anadolu'daki Rum okullannda öğretmenlik yapan Yunan
uyruklular. öğrencileri ve ailelerini Yunanistan'a bağlamaya çalışıp isyan hazırlığı
yapıyorlardı. Meselâ İzmir'den trenle çeşitli yerlere geziler yapan Rum öğrenciler,
gittikleri her yere Yunan bayraklarını sallayarak gidiyorlardı. Aydın Valisi, İzmir
Rum Metropolit Vekiline bu durumu şikayet ettiğinde "Rumlara verilmiş imtiyazlar
arasında bu veçhenin de yer aldığı" cevabını alıyordu3.
Oysa onların "imtiyaz" dedikleri 1856 Hatt-ı Hümâyûnu ile bunu yorumlayan 1890
tarihli "Karar-ı Alî'ler idi. 1856 Hatt-ı Hümâyünu'nda okul programlarının ve ders
verecek öğretmenlerin Patrikhanelerce belirleneceği, ancak okul kurmada
Devlet'ten izin alınacağı belirtiliyordu. Aynı zamanda, Rum öğrenciler açılan
sınavları kazanırlarsa, resmî okullara da alınabilecekti. 1890 Karar-ı Âlî'sinde de,
denetim sırasında karşılaşılan diplomasız öğretmenler ve zararlı dersler, Hükümet
ile Patrikhane arasında halledilir, deniliyordu4.
1910 Temmuz'unda Hükümet, Rum Patrikhanesi'ne bir tezkire yollayarak Rum
okullarındaki Yunanlı öğelmenlerin azlini istemişti, Rum basını buna şiddetle karşı
çıkarak, Hükümetin Rum okullarına bu tür müdâhalelerini reddetmişlerdi. Onlara
göre, ülkedeki bütün Rum okullannda okutulan kitapları Patrikhane'de bir
komisyon seçip belirliyordu. Zaten bunun dışında hiçbir kitap okutulamıyordu.
Eğer böyle yapan bir öğretmen olursa Patrikhane onu hemen azlederdi. Şimdiye
kadar Patrikhane'nin ders programı dışına çıkan olmamıştı5. Hükümet eğer Rum
okullarını program yönünden denetlemek istiyorsa, bunu Patrikhane merkezinden
yapabilirdi. Öğretmen sorununda ise Rumlar bir zorunluluk karşısında Yunanistan
1
"Rum muallimleri" Tanin, 28 Ağustos 1909
"Rum mektepleri muallimlerinin askerliği" Yeni Tasvir-i Efkâr 17 Nisan 1910.
Bakınız: Belgeler (Başbakanlık Arşivi Babıâli Evrak Odası. 271334, 296082.)
3
"Rum Mekteplerinde Yunanlı Muallimler". Yeni Tasvir-i Efkâr. 24 Nisan 1910.
4
Hüseyin Cahit. "Rum Cemaat mektepleri". Tanin 8 Ocak 1910.
5
Oysa Osmanlı yönetimi, Rum okullarında okutulan pek çok kitap ve dergiyi yasaklamak
zorunda katmıştı. Bakınız Belge Başbakanlık Arşivi Babıâli Evrak Odası 295988.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 498 ~
uyruğundaki öğretmenlerin kullanıldıklarını iddia ediyorlardı. Kendilerinin
öğretmeni olmadığından, öğrencilerini Atina Üniversitesinde okutuyorlar ve bu
yetmeyince de Yunanlı öğretmenler kullanıyorlardı. Şayet Yunan uyruklu
öğretmenleri azledecek olursak okullarımızın büyük çoğunluğu öğretmensizlikten
kapanır, diyorlardı1.
Buna karşılık Hükümet de, Bulgarların Osmanlı ülkesindeki okullarında yabancı
uyruklu öğretmen kullanmama kararı aldıklarını, Rumların da böyle bir karar
almalarını istiyordu2.
Yunanlı öğretmenler konusundaki çekişmeler daha sonra da devam etmiş, gerek
merkezî Hükümet gerekse yerel idareler bu hususta sıkı bir takibata başlamışlardı3.
Bu arada Rum Patrikhanesi ve ileri gelenleri ile Hükümet arasındaki bu hususta
pek çok görüşmeler yapılmıştı. Maarif Nezareti 1910 Mayısında vilâyetlere ve dinî
toplumların başkanlarına yolladığı bir yazıda, yabancı öğretmenlerin ibtidaî ve
rüşdî derecesindeki okullarda öğretim yapmalarının yasak olduğunu, idadî ve
yüksekokullarda yabancı öğretmen çalıştırılmasına ise izin verileceği belirtiliyordu4.
Ancak dini toplum başkanları bu gibi öğretmenler hakkında Bakanlığa bir liste
vereceklerdi5. Oysa bu yazıya hiç bir cevap verilmedi ve Hükümet de bazı sert
önlemler almak zorunda kaldı. 7 Ekim 1910'da Rum Patrikhanesinde bir toplantı
yapılarak, Yunan uyruklu öğretmenlerin çalıştırılması hakkında ısrar edilmesi ve
bunun için çeşitli girişimlerde bulunulması kararlaştırıldı6. Bu arada Patrikhanenin
ülke içindeki kolları, bu öğretmenlerin sözleşmeli olduklarını, sözleşmelerinin filan
filan tarihlerde biteceğini belirterek süre alıyorlar, süre dolunca da metropolitler
bizzat biraz daha izin istiyorlar; böylelikle Hükümeti oyalıyorlardı7.
1911 Nisanında Rum Mebuslardan Boşo Efendi, Harbiye Nazırı Mahmut Şevket
Paşa'yı, ziyaret ederek, "Ahaz-ı Asker Kânunu" onaylanıncaya kadar Rum
1
"Yunanlı Muallimler" Tanin. 20 Temmuz 1910 (Patris'den)
a.g.y.
3
Sabah 4,7 Ağustos 1910, 24,29 Eylül 1910
4
Bu husuta elde edilen bir belgede, Maarif Nezareti'nin, Hariciye Nezareti'nin isteği
üzerine, ortaöğretim okullarında çalışan yabancı öğretmenlerin öğretimden yasaklanmamaları emrini verdiği görülüyor. Bakınız Belge (Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası
279083).
5
"Ecnebi Muallimler Hakkında" Sabah 10 Ekim 1910,
"Rum Mektepleri için". Sabah 15 Ekim 1910.
6
"Rum Patrikhanesi" Sabah. 9 Ekim 1910.
7
"Yine Yunan Muallimleri"1 Sabah. 16 Ocak 1911 (İzmir'de çıkan İttihat gazetesinden)
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 499 ~
okullarında öğretmenlik yapanların askere alınmamalarını rica etmiş, kabul ettirip
gerekli emirleri de yazdırmıştı1.
1912 yılında da Maarif Nezareti, Rum Patrikhanesine yazdığı çeşitli yazılarda,
okullardaki Yunan uyruklu öğretmenlerin kovulmasını istemiş; fakat Patrikhane bu
istekleri yerine getirmemiştir: Bakanlık son olarak bunların koyulmaları hususunda
bir tezkire yazarken, Adliye ve Mezahip Nâzırı da Patrikhane Kapı Kethüdasına, bu
isteği uygulamazlarda Patrikhane ayrıcalıklarını geçici olarak tatil edeceklerini
duyurmuştu2. Ama İkinci Meşrûtiyet hükümetleri Birinci Dünya Savaşına kadar bu
sorunu kesin olarak çözememişlerdir.
Patrikhane, yalnız Yunanistan'dan gelen öğretmenler konusunda değil, çok çeşitli
konularda, hattâ genel eğitim anlayışı konusunda Hükümetle sürekli olarak
çatışmıştı. 1910 başlarında Maarif Nezareti'ne verdikleri bir şikayetnamede3,
Bakanlığın taşradaki Rum okullarını denetim altına almak ve bu okulların dinî
başkanlarla ilişkilerini kesmek istediğini belirtip bunun "imtiyazlara aykırı"
olduğunu söylüyorlardı. Ayrıca Bakanlığın, Patrikhaneden onaylı diplomaları
resmen kabul etmesini, Rum okullarına Devletçe ayrılan paranın doğrudan
Patrikhaneye verilmesini, denetim sırasında karşılaşılan uygunsuzlukların
çözümünün Patrikhaneye bırakılmasını v.s. istiyorlardı.
1911 yılında ise Rum milletvekilleri, Patrikhanenin öğretim hususundaki isteklerini
Maarif Nezareti'ne ve İttihat ve Terakki Fırkası'na bildiriyorlardı4. Bu istekler şu
şekilde özetlenebilir:
* Patrikhane, kendi yetki alanı içindeki okulları idare etmek hakkına sahip
olmalıdır.
* Patrikhane ve Metropolithaneler, öğretmenlerin ehliyet durumlarını inceleme ve
ders programlarını düzenleme hakkına sahip olmalıdır.
* Rum idadi ve sultanilerinden mezun olanlar, aynı derecedeki resmî okul
mezunlarıyla eşit haklara sahip olmalıdır.
* Patrikhane, Hükümete haber vermek suretiyle yabancı uyruklu öğretmenleri
atayabilmelidir.
* Nahiyelerdeki Rum okullarından mezun olanlar, resmî okullara sınavsız
girebilmelidir. Bu mezunlar askerî okullara da kabul edilmelidir.
1
"Rum Muallimlerin Askerliği" Sabah. 18 Nisan 1911.
"Rum Mekteplerinde Yunanlılar". Hakk 2 Nisan 1912.
3
Hüseyin Cahit. "Rum Cemaat Mektepleri". Tanin 8 Ocak 1910.
4
"Tedrisat Meselesi". Sabah 27 Mart 1911 (Osmanischer Llyod gazetesinden). "Mektepler
Meselesi". Tanin 25 Mart 1911
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 500 ~
* Öğretmenlerin diplomalarım onaylama hakkı, Patrikhane ve Metropolithanelerin
olmalıdır.
Bu isteklerde bulunan Patrikhane ye Rum milletvekilleri, Rum okullarının listesini
Bakanlığa sunmayı, taşradaki öğretmenlerin çoğunu Osmanlı uyruğunda
olanlardan seçmeyi, okul hademeleri ve öğretmenleri bir suç işlediğinde
haklarında yasal işlemleri yapmayı kabul ediyorlardı.
1911 Şubatı sonlarında Rum Patriği, Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa'yı (1862-1918)
ziyaret ederek, öğretim ve ayrıcalıklar sorununu görüşmüştü. Bu görüşmede
Sadrazam, yabancı öğretmenler sorunuyla yalnız Maarif Nezareti'nin ilgilendiğini
ve bu hususta onlara karışmayacağını açıklamış, okulların da Hükümetçe
denetleneceğini söylefnişti1.
Patrikhane, Kapı Kethüdalığı aracılığıyla 1911 Mayısında Adliye ve Mezahip
Nezareti'ne 28 maddelik bir önerge vermişti2. Bunun 17 maddesi öğretim, 11
maddesi de askerlik sorunlarına ait idi. Önergenin alındığı zaman, Padişahın
Rumeli gezisine çıktığı zamandı ve herkes bununla ilgileniyordu. Maarif Nâzırı
Abdurrahman Şeref Bey bile, "İstanbul" gazetesine verdiği bir demeçte,
"Hükümetin alelumum Osmanlı okullarına, tatbik eniği kanunları gayrimüslim
okullarına da tatbik edeceğini" belirterek, bu sorunu gezi dönüşü ele alacaklarım
söylüyordu3.
Bu arada Harbiye, Maarif, Adliye ve Mezahip Nezâretlerini temsilen üç kişilik bir
komisyon kurularak konu üzerindeki Hükümet görüşü belirlenmeye çalışılıyordu.
Komisyon, Ermeni Katolik patrikhanesiyle, Rum Melekiyyet Katolik ve Keldani
Patrik Vekâletinden verilen önergeleri de göz önüne almış; bazı toplantılara da
Rum, Ermeni ve Bulgar dinî toplumlarının ileri gelenlerini davet etmiştir. Komisyon
çalışmalarını tamamladıktan sonra. Hükümet görüşü çeşitli kereler ilgili yerlere
parça parça duyuruldu4. 1911 yılı sonlarında da Hükümet görüşü toplu olarak Rum
ve Ermeni Katolik Patrikhaneleriyle Bulgar Eksarhhanesi, Rum Melekiyyet Katolik
1
"Rum Patriğinin Ziyareti”, Sabah 2 Nisan 1911.
Bakınız Başbakanlık Arşivi Bâbıâli Evrak Odası 296839 (Adliye ve Mezahip Nezareti'nin
"Mekâtip ve Tedrisat Meselesine Dair Mevad-ı Esasiye"si. Ayrıca, "Rum Patrikhanesinin
Takriri". Sabah 25 Mayıs 1911.
3
"Patrikhane Takriri Hakkında". Sabah 1 Haziran 1911.
4
Bakınız Belge: 20. Başbakanlık Arşivi Babıâli Evrak Odası. No296839 (Adliye ve Mezahip
Nezareti'nin 9 Ağustos 1327 tarihli yazısı)
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 501 ~
ve Keldani Patrik-hanelerine duyuruldu. Hükümetin aldığı kararlar, şu şekilde
özetlenebilir1:
• Devletin denetin hakkı saklıdır.
• Okul ruhsatnameleri hakkında Maarif Nezareti bir talimatname yayınlayacak ve
ona uyulacaktır.
• Patrikhane ve Metropolithaneler, kendilerine bağlı okulların ders programlarını
düzenleyip onaylayacaklardır. Bu programlar, öğretim yılı başında toptan Maarif
Nezareti'ne yollanacaktır. Artık program değiştirmeden her yıl program
gönderilmeyecektir.
• Patrikhanelerin inceleyip onaylayacağı öğretmen diplomalarıyla ruhsatlar Maarif
Nezareti ve idarelerince de kabul edilecektir.
• Sürekli cemaat okulu öğretmenleri, ehliyetnamelerini Bakanlığa onaylattırarak
askerlikten muaf olabileceklerdir,
• Patrikhanelerin gerekli evrakla okulların denetimine yolladıktan öğretmenlere
Hükümet engel olmayacaktır,
• İlköğretim seviyesindeki okullara yeni yabancı öğretmenler alınmayacaktır.
Eskilerin kalmalarına izin verilecektir. Orta ve yükseköğretimde de
Bakanlığın bilgisi dahilinde yabancı öğretmenler kullanılabilecektir.
• Hükümet müfettişleri, denetim sonunda yerel idarelere verecekleri raporun bir
örneğini de dinî liderlere vereceklerdir. Yerel idarelerle dinî liderler
arasındaki anlaşmazlıklarda hakem, Maarif Nezareti'dir.
• Dinî toplumların okullarına ait sayısal bilgiler, dinî liderlerden istenecektir.
• Öğrencilere verilecek diplomaların bir yüzleri Türkçe, diğer yüzleri de o
toplumun dilinden olacaktır. Bu diplomaların aynı hukuka sahip olabilmesi
için sahiplerinin Türkçe okuyup yazma bilmeleri gerekmektedir. Resmî bir
memuriyete girmek isterlerse, bu Türkçe bilme meselesi muhakkak
aranacaktır.
• Gayrimüslim okullara Devlet bütçesinden verilecek ödenek, dinî liderliklere
verilecektir.
• Dinî toplumlar kendi okulları için yardım toplayabilirler*. Ancak bu, alınan
kararlara ve geleneğe uygun olmalıdır.
• Harbiye Mektebi'nin fen kısmı giriş sınavlarına hıristiyanlar kendi dilleriyle
katılabilirler. Ama gene de Türkçe'yi bilmeleri gerekir.
• İhtiyat Zabitanı Mektebi'nde öğrenciler son iki ayı zabit olarak geçirebilirler.
Hükümetle Patrikhane ve diğer Rum dinî örgütleri arasındaki çekişme, bundan
sonra da devam etmiştir. Patrikhane, bütün yazışmalara ve zorlamalara rağmen
Bakanlığın istediklerini vermemekte. Hükümet de kendi isteklerini savunmakta
1
"Patrikhanelerin mutatebatı hakkında". Sabah 24 Kasım 1911
Patrikhane'nin bir Yardım Toplama Talimatnamesi vardı. Bakınız: Başbakanlık Arşivi.
Babıâli Evrak Odası. 285915,314947.
*
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 502 ~
direnmiştir1. Askerlik sprunu dolayısıyla Emrullah Efendi'nin özel yüksekokullara
izin vermeyeceğini basbas bağırdığı bir dönemde, Fener'deki Rum Mektebi'nde
parlak törenler yapılıyor, bu okulun üniversiteye dönüştürülmesi için yoğun
çabalara girişiliyordu2.
1914 ortalarında ise, Hükümetle Patrikhane arasındaki ilişkiler çok gerginleşmiş,
hatta bir ara kopmuştur. 1914 Haziranınında ortaya çıkan Rusya-Romanya ve
Osmanlı yakınlaşmasını ortadan kaldırmak için, Yunanistan, Rum milletvekilleri ve
Patrikhaneyi kullanarak bazı girişimlerde bulunmuştur3. Önce İstanbul ve
çevresindeki, daha sonra da Anadolu'daki bazı Rumlar göçe başlamıştır.
Patrikhane, Rumeli'den gelen Türk göçmenlerin Rumları rahatsız ettiklerini,
mülklerine el konulduğunu ve hattâ canlarına kıyıldığını iddia etmiştir. Ama bu,
eskiden beri olduğu gibi, sadece münferit olaylar şeklinde idi. Buna dayanarak
Patrikhane Rum köylüleri ayaklandırmıştı. Hükümet, göçü engellemeye çalışmıştır.
Gerekli yerlere askerî birlikler sevketmiş, görevini yapmayan memurları hemen
görevden almıştır. Bu önlemlere ve Patriğin karşı koymasına rağmen, Rum
Patrikhanesi Sinod Meclisi toplanarak 9 Haziran 1914'te ülkedeki bütün Rum kilise
ve okullannm kapatılmasına karar vermiştir. Patrikhane, Sinod Meclisi'nin Yunan
politikasına âlet olarak aldığı bu karan, Patrik Yermanos, Metropolithanelere şu
genelge ile duyurmuştur4: "Kilise ve milletin, merhametsizce bir usul ve tertib
dairesinde takibinden nâşi, Meclis-i Muhtelit kararıyla, diğer tedabirden maada
kilise ve mekteplerin şeddi kararlaştırılmıştır. Binaenaleyh işbu kararın tekmil
daire-i ruhaniyemiz içinde derhal infazına memursunuz. Yakında talimatnameler
gönderilecektir." Bu genelge üzerine Metropolitler okullara emir vererek
kapanttırmışlardır. Ayrıca İstanbul'da bir Komisyon kurulmuş ve bu Adliye Nezareti
yoluyla Hükümete bir önerge vermiştir. Ayrıca karar, bağımsız kiliselere de
yazılmıştır5.
Rum okullannın kapatılması üzerine, Hükümet bu okullarda öğretmenlik
yapanların bir defterini hazırlattırmış ve öğretmenlikle ilgileri kalmadığı dolayısıyla
hemen askerlik işlemlerine başlamıştır. Nihayet Rum Patrikhanesi'nin Ruhani ve
1
"Ruhban Mektepleri". Sabah 8 Mart 1913.
"Rum Dârülfünunu". Tanin 14 Şubat 1912.
3
Ahenk 14 Haziran 1914.
4
"Rum Kilise ve Mektepleri". Sabah 19 Temmuz 1914 (The Times gazetesinden naklen)
5
Ahenk 11 Haziran 1914
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 503 ~
Cismanî Meclisleri, 10 Ağustos 1914'te ortak bir toplantı yaparak kilise ve okulları
yeniden açmayı kararlaştırmıştır1.
İkinci Meşrûtiyet başlarında Osmanlı Devleti'ndeki Rum okullarının sayısı, şu
tabloda görülmektedir2:
Yöre
Avrupa Türkiyesi
Filistin
Asya Türkiyesi
Toplam
Okul
2.200
78
1.521
3.799
Öğretmen
3.454
153
2.652
6.259
Öğrenci
134.519
4.293
121.000
259.812
İkinci Meşrûtiyet dönemi sonunda bu sayıların çok daha arttığı muhakkaktır. Ancak
tam ve güvenilir bir sayısal bilgi bulunamamıştır. Ancak İkinci Meşrûtiyet yıllarında
Rumların okul açmak için Devlet'ten aldıkları ruhsatlar, bu hususta bir fikir
verecektir3:
Yıl
1325 (1909)
1326 (1910)
1327 (1911)
1328 (1912)
1329 (1913)
Alınan ruhsat sayısı
28
19
42
48
21
4.2.11.3. Ermeni Okulları
Ermenilerin Hıristiyan mezhepleri içinde kendilerine has bir yeri vardır. Onlar
Katoliklerden de Ortodokslardan da ayrı bir dinî inanış içinde ana hıristiyan
gruplardan bağımsız yaşamış; hattâ müslümanlann yönetiminde hem dinî hem de
millî açıdan daha hür ve rahat bir dönem geçirmişlerdir. Bu yüzden Osmanlılar
zamanında da Ermeni Patrikliği geniş yetkilerle donatılmış ve Ermeni kültürü
özellikle Gregoryen Kilisesi vasıtasıyla korunarak sürdürülmüştür. Ermeni halk da
Osmanlı halkları arasında refah düzeyi en yüksek halklardan biri olmuştur.
Ancak 18. yüzyıl başlarından itibaren, Osmanlı içindeki diğer hıristiyan unsurlar
gibi Ermeniler arasında da dinin ötesinde bir de milliyet unsuruna dayalı bir halk ve
1
"Rum kiliseye mektepleri", Sabah 11 Ağustos 1914. ,
“Turkish Educational Poticy". The Oriantal Advertiser, 20 March 1909.
3
Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası dosyaları ve İrade-i Seniye-i Maarif-i Umûmiye
defterleri.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 504 ~
hattâ daha sonraları Anadoluyu müslümanlardan alıp bağımsız bir devlet olarak
yaşama çalışmalarının temeli atılmaya başlanmıştır.
Ermeniler, İkinci Meşrûtiyet dönemindeki eğitim politikalarında daha yumuşak
davranmış, sık sık Hükümetle uzlaşma yoluna girmişlerdir. Gayri müslimlerden,
Osmanlı okullarına en çok öğrenci gönderen, bu unsur olmuştur. 1909’da büyük
"okullar sorunu" çıktığında Ermeni Patriği, Rum Patriğiyle aynı görüşte
olmadıklarını, okulların Hükümetçe denetlenmesine karşı çıkmayacaklarını, hattâ
bunları faydalı bulduklarını söylemişti. Öğretimde milliyet, dil ve edebiyatlarının
korunacağı teslim edilirse okulların denetlenmesine bir diyecekleri olmadığını
söyleyen Patrik, "Biz Osmanlıyız, Osmanlı yaşayacağız" diyordu1.
Ermeniler, öğretmenlerin diplomalarının bir kısmının Türkçe yazılmış olması
hususunda da Hükümet kararına karşı koymadılar2.
Ancak 1910 yılı başlarında İstanbul'daki bir Ermeni okulu, Bakanlık müfettişine
istediği bilgileri vermedi ve bunları ancak Patriğe verebileceğini söyledi. Basına da
yansıyan bu otoy üzerine Bakanlık ve Emniyet Müdürlüğü o Okula bir müfettiş
yollanmadıklarını söylerken; Ermeni Patriği 7 Şubat 1910 tarihinde bütün kiliselere
bir genelge yollayarak İstanbul'daki öğretmenin bu davranışının diğer bütün
öğretmenlere örnek olmasını istiyordu3.
1910 yılı Martında Maarif Nazırı Emrullah Efendi, Ermeni Patrikhanesini ziyaret
etti4. 1909 yılında, o zamanki Maarif Nazırı Mustafa Nail Bey'in devlet bütçesinden
azınlık okullarına ayırdığı para Patrikhane ve ilgili kurumlara veriliyordu. Ancak
daha sonra Şûrayı Devlet bu uygulamayı iptal ederek, paranın mal sandıkları
aracılığıyla öğretmenlere verilmesini emretmişti. Emrullah Efendi, Meclis-i
Mebusan'da bunı değiştirterek tekrar üst dinî kurumlara verilmesini sağladı.
Bakan'ın, Ermeni Patriğine yapağı ziyarette bu husus ile öğretmen ve öğrencilerin
askerlik sorununu görüştükleri yazıldı5.
1
"Ermeni Patriği ve mektepler meselesi". Tanin 6 Temmuz 1909.
Ergin, Osman, a.g.e. S. 760.
Hükümet de Ermeni okullarından alınan şahadetnamelerin tasdikinde kolaylıklar gösterdi:
Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası. No:284612.
3
Hüseyin Cahit. "Patrikhane mektepleri". Tanin 24,26 Şubat 1910.
4
"Maarif Nâzırı'nın Ermeni Patrikhanesini ziyareti". Tanin 16 Mart 1910 (Azadmard
Gazetesinden).
5
a.g.y.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 505 ~
Yukarıda kaydedilen olayın dışında, Maarif Nezareti ile Ermeni toplumu arasındaki
"iyi ilişkiler", bütün 1910 yılı boyunca devam etti. Mıgırdıç Sanasaryan'ın 1881'de
Erzurum'da açtığı ve öğretmen de yetiştiren ortaöğretim kurumu için Avrupa'dan
bazı âletler getirtildi. Bu âletler, Maarif Nezareti'nin isteğiyle gümrük resminden
muaf tutuldu1.
1910 yılı Kasım'ında Adliye ve Mezahip Nezareti, Ermeni Patrikhanesi'ne öğretim
hususunda iki parça tezkire yolladı2. Bunlardan birinde, o yıl Ermeni okullarından
mezun olan kırın resmî okullara kabul edileceği, ancak gelecek yıl herhalde
okullarını varlığının onaylatılması gerekeceği yazılıyordu. Diğer yazıda ise, Ermeni
okullarında öğretmenlik yapan "efendilerin" isimleriyle okulların, programlarının
gönderilmesi isteniyordu. Eğer bunlar gönderilirse, Bakanlık bunları onaylayarak
meşrulaştıracaktı.
Emrullah Efendi'nin, maarif hisselerinin üst dinî kurumlara verilmesi hususunda
Meclis'ten karar çıkartmasına rağmen, taşradaki eğitim görevlileri bu paraları
Ermeni Murahhaslıklarına değil okul müdürlerine vermekte diretiyorlardı. Ayrıca
denetlemede de bazı "güçlükler çıkartıyor"; meselâ bu okullardaki Türkçe
öğretmenlerini kendilerinin atayacaklarını söylüyor, Doğu Anadolu'daki "Hayoç
Miyaçyal İngerrutyan Cemiyetinin yüzlerce okulunda okutulan "Ermeni Tarihi" adlı
kitapları toplatıyorlardı. Taşradan Patrikhaneye gelen yüzlerce şikayet üzerine,
Muş milletvekili Kegam Efendi, Maarif Nazırını ziyeret edip bu hususlardaki
şikayetini dile getiriyor; Bakan ise inceleyeceğini söylüyordu3.
Her ne ise, Hükümetle Ermeni unsuru arasındaki iyi ilişkiler 1911 yılında da devam
etmekteydi. Burada Osmanlı politikasının da önemli payı vardı. Kabinede Ermeni
bakanlar yer alıyordu. Adana olaylarının yaralan iyi sarılmış, Dârüleytam kurulmuş
ve bir çok Ermeni öğrenci Dârüleytam'a ve İstanbul'daki okullara alınmıştı. Askerî
okullara bile Ermeni öğrenciler girmeye başlamıştı...
1910 yılı sonlarında Patrikhane'den istenen ders programları ve öğretmen
listelerinin gönderilmemesi üzerine, 1911 Martında Bakan İsmail Hakkıta Bey, bu
istenen listeler için verilen altı aylık sürenin geçirilmemesi hususunda Ermeni
1
"Mektep için". Sabah 24 Eylül 1910.
"Ermeni mektepleri için". Sabah 19 Kasım 1910.
3
“Hisse-i maarif meselesi”, Sabah, 25 Ocak 1911.
“Muş mebusunun müraatı”, Sabah, 25 Ocak 1911.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 506 ~
Patrikliğine bir yazı daha yazıyordu1. Ancak Ermeniler yeterli malzemeyi
hazırlayamadıklarını söyleyerek altı ay daha süre istemişler, o zamanki yeni Bakan
Abdurrahman Şeref Bey de, Ermeni öğrencilerin Osmanlıcayı çok iyi bilmelerini
takdir ederek bu izni vermişti2.
Ancak bu liste gelmediği gibi, Hükümet-Ermeni ilişkileri tekrar daha soğumaya
başlamıştır. Pusania gazetesi 6 Ocak 1913'de yazdığı bir başyazıda, maarif
hisselerinin kesilmesini bahane ederek, eğitim konusunda kendilerine tam
bağımsızlık verilmesini, Türklerin okulları nasıl millî ise kendilerininkinin de millî
olmasını savunmuştur3.
Daha sonra Arapların dil hususunda aldıkları bazı ayrıcalıklara dayanarak,
Doğudaki mahkemelerde Kürt ve Ermeni dillerini resmen kabulünü isteyen
Ermeniler; Hükümetin denetim yoluyla eğitimi engellemeye çalıştığım, denetimin
yalnız sağlık ve "ahval-i terbiye" yönlerinden olmasını istemeye başlamışlardır4.
Osmanlı Devleti'ndeki Ermeni okullarının yönetiminde yalnız İstanbul'daki dinî üst
kurumlar yetkili değildi. Venedik'teki Saint Lazer Ermeni Katolik din adamları, her
üç yılda bir yaptıkları toplantılarında Osmanlı Devleti'ndeki okullarını gözeten
geçirirler ve onların idaresine dair kararlar alırlardı5.
Ermeni okulları sorunu 1913 Haziranından itibaren Rusları da ilgilendirmeye
başlamıştır. Mandelstam daha sonra 8 Şubat 1914 Rus-Osmanlı anlaşmasının
esaslarını hazırlarken Ermeni okulları hakkında maddeler koymuştur6.
4.2.11.4. Bulgar Okulları
Balkanlar, 19. yüzyılın ikinci yansı ile 20. yüzyıl başlarında çok büyük bir
hareketliliğe sahne oldu. Bu hareketlilik, yüzyıllarca bir aradı yaşamış, birbiriyle
kaynaşmış olan insanların “milliyetlerini belirleme”den doğuyordu. Öyle ki, hangi
milletten olduğunu unutmuş kendi işiyle gücüyle yaşayan halk, köyünde bir okul
kurulduğunu, çeteler geldiğim ve kendisinin bir milliyet grubuna katılmaya
1
"Mektepler ve muallimler meselesi". Sabah 27 Mart 1911.
"Ermeni tedrisatı". Sabah 7 Eylül 1911.
3
"Ermeni mekteplerinin hisse-i maarifi", Tercüman-ı Hakikat 7 Ocak 1913.
4
"Ermenilerin maarife dair istekleri" Tercüman-ı Hakikat. 27 Nisan 1913 (Azadmard
gazetesinden)
5
"Mihtarist mektebi" Sabah 11 Temmuz 1912 (La Patrie'den)
6
Bayur, Y.H. Türk İnkılâbı Tarihi c.2 konum 3. Ankara:TTK. Yay. 1951 S. 110,170
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 507 ~
zorlandığını görüyordu. Kiliseler ayrılıyor nesillerce bir arada yaşamış halk birbirine
düşman oluyordu.
Makedonya'nın etnik unsurları, Rum Ortodoks Kilisesi'ne isyan ediyorlardı.
Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan v.s. Balkan halklarını
kendi milliyetine almak istiyordu. Bu işin en kestirme yolu olarak da okulları ve
eğitim sistemini kullanma tekniği düşünülmüştü. Komitacılar (çeteler) de onlara
yardımcı güçler olarak devreye sokuluyordu. Öğretmenler, öğretimi tamamen
propaganda şekline dönüştürmüşler; halka ve çocuklara kendi bağlı oldukları
Balkan Devleti'nin sevgisini, saygısını aşılamaya çalışıyorlardı. Bu arada kendi
yandaşları olan çetecileri ağırlayıp, “öğretimlerine” karşı çıkan ve öldürülmesi
gereken kişileri işaret ediyorlardı.
Osmanlı Devleti, hâkim devlet olarak, propaganda karşısında suskun, sadece fiili
çatışmaları önlemeye çalışıyordu. İkinci Abdülhamit, Devletin en iyi ve en modern
şekilde yetişmiş genç subay ve öğretmenlerini bu bölgeye gönderiyordu.
Balkanlardaki esas çatışma Rumlarla Bulgarlar arasında oluyordu. Rumlar,
Ortodoks Patrikhanesi aracılığıyla yüzyıllardır Balkanlardaki hıristiyan halkın tek
hâkimi ve temsilcisi durumunda bulunmuşlardı. Ruslar Balkanlardaki yayılmalarını
daha da kolaylaştırmak için, ilk olarak bu inanç birliğini bozmayı plânladılar ve
bunu da çok zor olmadan gerçekleştirdiler. Bulgar kilisesini Rum kilisesinden
ayırdılar. Patrikliğe karşı Eksarhhane’yi kurdular. Rumeli'nin bütün hıristiyan
köylerine okullar kurmaya ve buralardaki halkı Bulgaristan'a bağlamaya çalıştılar.
Rumeli'deki Bulgar okulları sorunu böyle çıktı1.
İkinci Meşrûtiyetin ilânı Balkanlardaki okul ve çete çatışmalarım biraz durdurur
gibi oldu. Ama henüz bir yıl bile geçmeden, üstelik Bulgaristan'ın lam bağımsızlığını
ilân etmesiyle, yeniden başladı. Özellikle Bulgarlar bu işe yeni bir şevkle sarıldı.
Küçük küçük dağ köylerine bile koca koca okullar yapmaya başladılar. Sofya'da
yetişen, hattâ yükseköğrenim görmüş olan “Daskal” ve “Daskaliçe”ler
(öğretmenler) hemen köylere dağılıyor: okul inşaatının bitmesini bile beklemeden
öğretime uygun bir ev bulup hemen işe koyuluyorlardı. Propagandayı hem
1
Kutay, Cemal, Türkiye'de İstiklâl ve Hürriyet... S.8970-8974
Eliot, Ch. Avrupa'daki Türkiye II. (Çeviren: A.Sunar, Ş.S.Türet). İstanbul 1977. S.86-87,9091,97
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 508 ~
öğretimin içeriğinde, hem öğrencilerin temizliği ve disiplinleri yönünde yapmaya
çalışıyorlardı1.
1909 sonlarında Bulgar Eksarhhane’si, Rumeli’deki Bulgar okullarının denetimi için
27 müfettiş gönderdiğini, bunların görev yapacakları yerlerin dinî makamlara bağlı
olduğunu ve bunların da üstünde, doğrudan Eksarhlığa bağlı iki başmüfettiş
görevlendirildiğini Maarif Nezareti'ne bildirip bunların bir de listesini vermişti.
Maarif Nezareti de bu listeyi Selanik Vilâyetine yollayarak, bu atanan kişilerin
listedekiler olup olmadığını, atanmalarının uygun mu olduğunu, bu kişilerin
Osmanlı uyruğunda olup olmadıklarının güvenilir kişilerce araştırılarak Bakanlığa
gönderilmesini istemişti2. Bu sıralarda Sofya gazeteleri de Bulgar öğretmenlerin
seçim ve atamalarında Osmanlıların müdahalede bulunmamasını “ihtar”
ediyorlardı3.
Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilân etmesiyle, Osmanlı Devleti'nde azınlık okulları
durumunda bulunan Bulgar okulları, aslında bir yabancı okul şekline giriyorlardı.
Zaten 1910 Martında Bulgar Kralı'nın İstanbul'u ziyaret günlerinde Bulgar gençleri
Rumeli'deki Bulgar okullarını denetleyen Osmanlı müfettişlerini şiddetle protesto
ediyorlar; Bulgar Preporetz gazetesi “karşılaşılan bazı olaylar dolayısıyla,
Makedonya'daki Bulgar okullarını denetleyen Bulgar Hükümet müfettişlerinin,
bundan böyle yanlarında birkaç Bulgar jandarması bulunduracaklarını yazıyordu4.
1910 Nisanında ise. Selanik'teki Bulgar okulu olan “Doyran”ın Müdürü, Osmanlı
Maarif müfettişlerinin istedikleri okul istatistiklerini vermeyi reddetmiş: bu
hususta muhatabının Eksarhhane olduğunu ve istatistikleri de oraya verdiğini
bildirmiştir. Bunun üzerine Selanik Valiliği okulu kapatmış, iş İstanbul'a aksetmiş ve
Osmanlı Hükümeti ile Eksarhhane arasında sert bir çekişmeye neden olmuştur5.
1910 yılı sonlarında da “boğazına kadar borç içinde olan” Bulgar Hükümeti, Rumeli
Bulgar okullarındaki öğretmenlerin maaşlarının artık Eksarhhane tarafından değil,
kendisi tarafından verileceğini bildirmişti6. Bu, Bulgaristan'ın Rumeli'deki Osmanlı
topraklarına doğrudan ve açık müdahalesi demek olacak bir tutumdu. Zaten
Bulgaristan uzun süredir ülkesinde geçinemeyen öğretmenlerle, orada şurada
1
“Rumeli'de Bulgar mektepleri”. Tanin 20 Temmuz 1909.
“Bulgar mektepleri müfettişleri”. Sabah ve Yeni Tasvir-i Efkâr 19 Aralık 1909. Başbakanlık
Arşivi. Babıâli Evrak Odası. No: 266658,284231,283067,288360.
3
Sabah 28 Aralık 1909.
4
“Les écoles Bulgares en Macédonie”. Le Moniteur Orientale 1 Avril 1910.
5
“Les écoles Bulgares en Macedonie”. Le Moniteur Orientale 23 Avril, 3 Mai 1910.
6
Rumeli gazetesi 25 Aralık 1910.
2
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 509 ~
öğrenim görmüş kişileri de maaş bağlayarak ve çeteler eşliğinde Rumeli'ye
geçirmekle ve orada propaganda yaptırtmaklaydı1. Bütün bu olanlar karşısında
Osmanlı hükümetlerinin etkin bir önlem aldığı görülmemektedir. Oysa aralarındaki
en küçük bir anlaşmazlıkta, Romanya Hükümeti Dobruca ve çevresindeki Bulgar
okullarını kapatıyor; Bulgarlar da buna misilleme olarak Tuterakan’daki Rumen
Lisesi'ni sıkı bir denetim altına alıyorlardı2. Osmanlı Devleti'ndeki Bulgar ve Ulah
okulları ise, öğretimlerine harıl harıl ve pervasızca devam etmekteydi. Hattâ bu
arada Osmanlı Devleti ile Bulgaristan arasındaki sıkı ilişkiler devam ediyor; Edirne
maarif müfettişi Bulgaristan İlkokul Öğretmenleri Derneği'nin davetlisi olarak
Bulgar ilkokullarını geziyordu3. Üstelik Osmanlı-Bulgaristan ilişkileri bu kadarla da
kalmıyor. Selanik Bulgar Okulu öğrencileri Bulgaristan'a bir gezi düzenliyorlar;
Sofya'da, Bulgaristan'ın Osmanlı Devleti'nden ayrıldığını ilan eden isyancıların
mezarlarını ziyaret edip orada nutuklar söylüyorlardı4.
Rumeli'de Devletin varlığını hiç tanımayan, duymayan hissetmeyen bu tür
davranışlar olagelirken, İstanbul'da da Bulgar Eksarhlığı, Adliye ve Mezahip
Nezareti'ne bir önerge veriyordu. Burada, her yıl Harbiye, Bahriye, Küçük Zabit ve
Sultani okullarına ikişer “Osmanlı-Bulgar” öğrencinin parasız alınması ve Avrupa'ya
Bulgar vatandaşlardan da öğrenci gönderilmesi isteniyordu5. İş olsun diye!...
Herkes, çalışmasının ürününü Balkan harbinde gördü.
4.2.11.5. Sırp Okulları
İkinci Meşrûtiyet dönemi başladıktan kısa bir süre sonra, Rumeli ve
Makedonya'daki nüfuz mücâdelesi bütün şiddetiyle tekrar başladı. İkinci
Meşrûtiyet başlarındaki bu yarışa Sırplar çok sert girmişler; Balkan Savaşı'na kadar
Osmanlılarla, daha sonra da Yunanlılarla sürekli sert tartışma ve boğuşmalar içinde
olmuşlardır.
1
“Rumeli'deki Bulgar mekâtibi”. Sabah 27 Aralık 1910.
Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası 279083
2
“Romanya'daki Bulgar mektepleri kapandı!”. Süngü 3 Mart 1327.
3
“Bulgar mekteplerini tetkik”. Sabah 15Nisan 1911.
1912'de Osmanlı Rumeli vilâyetlerinde Bulgar uyruklu öğretmenleri o yıl için öğretimden
yasaklanmamasını isteyen bir yazı yazmıştı. Başbakanlık Arşivi Babıali Evrak Odası. No:
279083.
4
“Selanik Bulgar Mektebi talebesi”. Sabah 6 Mayıs 1911.
5
“Bulgar tedrisatı”. Sabah 8 Eylül 1911.
İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 510 ~
Bu dönemdeki gelişmeler kısaca özetlenirse, şöyle bir durum ortaya çıkar: 1909
Ağustosunda “Neues Wiener Journal” gazetesi, Selanik Sırp Örgütünün Rum
çetecilerle çok sıkı ilişkiler içinde bulunmalarından dolayı, Hükümetin eski Sırbistan
ve Makedonya'daki tüm Sırp okullarını kapatacağını ve öğretmenlerini süreceğini
yazarken; örgütün Selanik Merkez Kulübü temsilcisi Milan Çemerikis, bu iddiaların
asılsız ve gerçeğe tamamen zıt olduğunu söylüyordu1. Oysa aynı yılın sonlarında,
Belgrat'taki Sırp Meclisi Iskopeçina'da konuşan Dışişleri Bakanı, 1910 yılında
Selanik vilâyetindeki Sırp okullarının kapatılacağını söylüyordu. Hattâ Belgrat
Eğitim Meclisi bunu bile beklemeyerek, Selanik vilâyetindeki 200 kadar Sırp
okulunun pek çoğunu kapatıyordu2.
1910 yılında ise Maarif Nazırı Emrullah Efendi Sırp okullarına karşı yoğun bir
saldırıya geçiyor; Makedonya'daki Sırp okullarından yalnız iki tanesinin
Metropolithanelerce ruhsat alınarak açıldığını ve bunların imtiyazlardan
yararlanacağını; Hükümetten resmen ruhsatlı olan 29 okulunun ise özel kişilere
veya köylere ait olduğunu, bu nedenle imtiyazlardan yararlanamayacağını ve “özel
okul” işlemi yapılarak öğretmen diplomalarım Bakanlığın onaylayacağını
söylüyordu3. Makedonya'daki yüzlerce Sırp okulu öğretimlerine açık açık devam
ederlerken, Osmanlı Maarif Nezareti de “devenin kulağıyla” ilgileniyordu.
1910 yılı başlarında Selanik, Manastır, Üsküp ve Kosova'

Benzer belgeler