ýkýncý meþrutýyet devrýnde eðýtým hareketlerý
Transkript
ýkýncý meþrutýyet devrýnde eðýtým hareketlerý
Prof.Dr. Mustafa ERGÜN İKİNCİ MEŞRÛTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ (1908-1914) OCAK Ankara 1996 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 2 ~ ÖNSÖZ Osmanlı Devleti'nde “İkinci Meşrûtiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914)” konulu bu çalışma bir doktora tezi olarak hazırlanmıştı. Ancak yayını için geçen arada yapılan yeni yayınlar ve araştırmacının bazı yeni görüşleri, birçok noktada daraltma ve genişletmeler yapma ihtiyacı doğurmuştur. Amacı, İkinci Meşrûtiyetin ilânından Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşma girişine kadar geçen dönemdeki eğitim hareketlerini düşünce ve uygulamalar açısından sistemli olarak incelemektir. Cumhuriyet dönemindeki Türk eğitim düşüncesini, eğitim yapısını ve mevzuatını anlayabilmek için İkinci Meşrûtiyet dönemi eğitimini iyi bilmek gerekir. Çalışma tarih açısından 1908-1914 olarak sınırlandırılmıştır. 1914'den Cumhuriyete kadar olan dönem ayrı bir çalışmada değerlendirilecek, böylece Osmanlı Devleti”nin Türkiye Cumhuriyeti'ne bıraktığı eğitim zihniyeti, yapısı ve kurumları tam olarak ortaya çıkarılacaktır. Tezin arkasında yer alan 53 belge trankripsiyonu ve 25 belge fotokopisi, kitabın hacmini çok arttırdığından dolayı bu yayında çıkartılmış; ancak belgeler ilgili konuların içinde gerektiği kadar açılarak bu eksiklik giderilmeye çalışılmıştır. Kaynakların dökümünde de birçok küçük ama önemli gazete ve meslekî dergi haberi, metin içindeki dipnotlarda gösterilmiş olmakla beraber, sondaki kaynaklar içine alınmamıştır. Eserin hazırlanması sırasında sürekli ilgi ve yardımlarım esirgemeyen hocam Prof. Dr. Kemal Aytaç'a, Ankara, İstanbul, İzmir kütüphanelerindeki ve Başbakanlık Arşivindeki çalışmalarım sırasında kolaylık gösteren ilgililere ve sürekli danışmalarda bulunduğum hoca ve arkadaşlarıma teşekkür ederim. Ayrıca eserin imlâ düzeltmeleri sırasında, dikkatli gözleriyle bana yardım eden araştırma görevlileri Levent Çelik ve Şeydi Aktuğ'a; eserin mükemmel bir şekilde basılmasını sağlayan Dr.Bahattin Ergezer'e de özellikle teşekkür ederim. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 3 ~ Prof. Dr. Mustafa Ergün İÇİNDEKİLER Önsöz İçindekiler 1. İkinci Meşrûtiyete Kadar Osmanlı Toplumunun Gelişimi Üzerine Genel Bir Bakış 1.1. Ekonomik Alanda 1.2. Sosyal Alanda 1.3. Askerî Alanda 1.4. Siyasî Alanda 1.5. Kültürel Alanda 1.6. Eğitim Alanında 2. İkinci Meşrutiyet Devrinde Osmanlı Devletinin Genel Gelişimi 2.1. Ekonomik Alanda 2.2. Sosyal Alanda 2.3. Askerî Alanda 2.4. Siyasî ve İdarî Alanda 2.5. Kültürel Alanda 3. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Eğitim Akımları 3.1. Seçkinler Eğitimi Akımı 3.1.1. Emrullah Efendi 3.1.2. Feridun Vecdi 3.2. “Çocuktan Hareket” Akımı 3.2.1. İsmail Hakkı Bey 3.2.2. Sabri Cemil 3.2.3. Fazıl Ahmet Bey 3.3. İş Okulu Akımı 3.3.1. Edhem Nejat 3.3.2. İsmail Mahir Efendi 3.3.3. Ali Ferid 3.4. Girişkenlik Eğitimi Akımı 3.4.1. M.Sabahaddin 3.4.2. Nail Atuf İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 4 ~ 3.4.3. Tevfik Fikret 3.5. Kitle Eğitimi Akımı 3.5.1. Satı Bey 3.6. Kültür Eğilimi Akımı 3.6.1. Ziya Gökalp 3.6.2. Necmeddin Sadak 3.6.3. Kâzım Nami 3.6.4. M. Şemseddin 3.7. Kadın Eğitimi Akımı 3.7.1. Halide Edib 3.8. Beden Eğitimi Akımı 3.8.1. Selim Sırrı 4. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Maarif Alanındaki Gelişmeler 4.1. Maarif İdaresi 4.1.1. Eğitim Örgütü 4.1.2. Denetim Sorunu 4.1.3. Eğitim ve Bütçe 4.1.4. Maarif Nazırları 4.1.5. Dernekler, Siyasî Kuruluşlar ve Eğitim 4.2. Öğretim Kurumları 4.2.1. Anaokulları 4.2.2. İlköğretim 4.2.3. Ortaöğretim 4.4.2.4. Meslekî ve teknik öğretim 4.2.4.1. Sanayi Okulları 4.2.4.2. Ziraat Okulları 4.2.4.3. Ormancılık Okulları 4.2.4.4. Polis Okulları 4.2.4.5. Baytar Muavinleri Mektebi 4.2.4.6. Şimendifercilik Mektebi 4.2.4.7. Dârülbedayi-i Osmanî 4.2.4.8. Müzik Okulları 4.2.4.9. Adliye Okulları 4.2.4.10. Daire-i Harbiye Mektebi 4.2.4.11. Mekteb-i Evkaf 4.2.4.12. Dârülhayr-ı Âli 4.2.4.13. Osmanlı Ana Mektebi 4.2.4.14. Belediye Çavuşanı Mektebi 4.2.4.15. Aşçı ve Garson Mektebi İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 5 ~ 4.2.5. Yükseköğretim 4.2.5.1. “Dârülfünun” 4.2.5.1.1. Genel Gelişim ve Edebiyat, Fünûn, Ulûm-u Şeriye Şubeleri 4.2.5.1.2. Ulûm-u Tıbbiye Şubesi 4.2.5.1.3. Ulûm-u Hukukiye Şubesi 4.2.5.1.4. Dârülfünun İhtiyat Sınıfı 4.2.5.1.5. Dârülfünun Hakkında Sayısal Bilgiler 4.2.5.2. Diğer Yüksekokullar. 4.2.5.2.1. Mekteb-i Mülkiye 4.2.5.2.2. Mühendis Mektebi 4.2.5.2.3. Posta ve Telgraf Mekteb-i Âlisi 4.2.5.2.4. Ticaret Mekteb-i Âlisi 4.2.5.2.5. Tevsi-i Ticaret-i Bahriye Millî Kaputan ve Çarkçı Mekteb-i Âlisi 4.2.5.2.6. Bölge Yüksek Ziraat Okulları 4.2.5.2.6.1. Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi 4.2.5.2.7. Mülkiye Baytar Mekteb-i Âlisi 4.2.5.2.8. Sanayi-i Nefise Mektebi 4.2.5.2.9. Kadastro Mekteb-i Âlisi 4.2.5.2.10. Orman Mekteb-i Âlisi 4.2.5.2.11. Kondüktör Mektebi 4.2.5.2.12. Mâliye Mekteb-i Âlisi 4.2.5.2.13. Mekteb-i Nüvvab 4.2.5.2.14. Dârülmuallimin-i Âliye 4.2.6. Askerî Okullar 4.2.7. Öğretmen Yetiştirme 4.2.7.1. Genel Olarak Öğretmen Sorunu 4.2.7.2. Öğretmen Yetiştirme Kurumları 4.2.7.2.1. Dârülmuallimin-i İbtidaiye 4.2.7:2.2. Dârülmuallimin-i Rüşdiye 4.2.7.2.3. Dârülmuallimin-i Âliye 4.2.7.2.4. Dârülmuallimat 4.2.7.2.5. Terbiye-i Bedeniye Dârülmuallimini 4.2.7.2.6. Özel Öğretmen Okulu Tasarıları 4.2.8. Medreseler 4.2.8.1. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Medreselerin Durumu 4.2.8.2. Medreseleri İyileştirme ve Düzeltme Önerileri 4.2.8.3. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Medreselerin Genel Gelişimleri İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 6 ~ 4.2.8.3.1. Medrese Öğrencilerinin Askerliği Sorunu 4.2.8.3.2. Medreselerin Öğretim Açısından Düzeltilme Çalışmaları 4.2.8.3.3. Medrese Öğrencilerine Maaş Verilmesi 4.2.8.4. Yeni Medrese Kuruluşları 4.2.8.4.1. Medresetü'l-Kuzat 4.2.8.4.2. Medresetü'l-Vaizîn 4.2.8.4.3. Medresetü'l-Eimme ve'l-Hüteba 4.2.8.4.4. Dârü'l-Hilâfeti'l-Âliye 4.2.8.4.5. Medresetü’l-Mütehassisin 4.2.8.5. Yeni Medrese Kurma Tasarıları 4.2.8.5.1. Medine “Medresetü'l-Külliye”si 4.2.8.5.2. Medrese-i Kebir-i İslâmiye 4.2.8.5.3. Dârü'd-Davah ve'l-İrşâd 4.2.9. Yaygın Eğitim 4.2.10. Özel Eğitim ve Öğretim 4.2.11. Azınlık Okulları ve Yabancı Okullar 4.2.11.1. Genel Olarak Azınlık Okulları Sorunu 4.2.11.2. Rum Okulları 4.2.11.3. Ermeni Okulları 4.2.11.4. Bulgar Okulları 4.2.11.5. Sırp Okulları 4.2.11.6. Ulah Okulları 4.2.11.7. Yahudi Okulları 4.2.11.8. Araplar ve Arnavutlarda Eğitim Sorunu 4.2.11.9. Genel Olarak Yabancı Okullar Sorunu 4.2.11.10. Yabancı Okullar 4.2.12. Yabancı Ülkelere Öğrenci Gönderme SONUÇ Kaynaklar Index İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 7 ~ 1. İKİNCİ MEŞRUTİYET'E KADAR OSMANLI TOPLUMUNUN GELİŞİMİ ÜZERİNE GENEL BİR BAKIŞ 1.1. Ekonomik Alanda Osmanlı Devleti'nin ekonomik hayatı, devamlı olarak Batılı sömürgecilerle mücâdele içinde geçmiştir. Uzun mücâdeleler sonucu askerî ve siyasî yönden ülke dışına alılan sömürgeciler, ekonomik yönden Anadolu'dan uzaklaşmamakla direnmişlerdir. Tarihi boyunca Osmanlı Devleti'nin en önemli üretim aracı “toprak” olmuştur. Bu şekildeki bir devletin en önemli sorunu, toprağın verimli şekilde değerlendirilmesidir. Osmanlı'da toprağın çok büyük bir kısmı Devletin mülkiyetindedir. Bunun işletilmesi “tımarlı sipahi'“ denilen devlet memurları tarafından gerçekleştirilmiştir. Memurlar, toprağı çiftçilere (“reaya”) işletmiş; onlardan toprak kirası (“çift resmî”) ve ürün vergisi (“öşür”) almışlardır. Bu memurlar, savaş zamanlarında belli miktar askerleriyle (“cebelü”) savaşa katılmak zorunda idiler. “Timar” denilen bu Osmanlı toprak işletme sistemi, gelirleri çok olursa “Zeamet” veya “Has” adını alırdı. Yükselme döneminde Devlet doğrudan doğruya çıplak mülkiyet sahibi olarak ülke topraklarının % 80”inden fazlasına sahipti. Kalan topraklar ise “arpalık”, “yurt”, “ocaklık”, “mülk eşkincilü” v.s. gibi adlarla özel mülkiyete bırakılmıştı. Timar sistemi ve sipahiler, 16 ve 17. yüzyıl başlarında gerilemeye başladılar. Çünkü o zaman aynî gelirler yavaş yavaş nakdî gelirlere dönüşüyordu. Devlet'i tamamen ele geçiren “Kapıkulları”, toprak rantını ve vergileri de kendileri toplamaya başlıyorlar; nüfus arttıkça çiftler ve timarlar da bölünüp küçülüyordu1. 1 Osmanlı toprak düzeni hakkında bakınız: Barkan, Ömer Lütfi, “Toprak Hukuku - 1858 Arazi Kanunnâmesi”. Tanzimat I. Ankara 1940. S.321-421. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 8 ~ Osmanlı Devleti, timar sistemi aracılığıyla üretici bir devlet durumuna gelirken, “kâr” kavramım tanımıyordu. Ancak ticarete her noktada müdahale edebilmesiyle aynı zamanda bir “tüccar devlet” niteliğini de kazanıyordu. Akdeniz ve Doğu ticareti, tâ Bizans zamanından beri İtalyanların elindeydi. Bizans Devleti bunların elinden çok çekmesine rağmen, kullanabileceği etkili bir silâhı yoktu. Bu durum Osmanlılar zamanında da devam etli. İmparatorluğun dış ticaretini gene Venedikli, Cenovalı, Florensalı, Şamlı ve Halepli tüccarlar çekip çevirdiler. Fatih Sultan Mehmet (1432-1481) bunlara karşı bilinçli bir mücâdele yürütmesine. Doğu ticaretinin kilit noktalarını ele geçirmesine rağmen, kendi tüccarları olmadığından gene bunlara boyun eğmek zorunda kalmıştı. Aynı padişah toprak düzeninde de vakıf sayımlan sistemiyle devletleştirmeyi en uç noktasına götürmüş olmasına rağmen, ekonomik durumun kötüleşmesini engelleyememiştir. Yavuz Sultan Selim (1470-1520) zamanında Kırım'dan Süveyş'e kadar bütün ticaret yollan Osmanlıların eline geçti. Ancak bu sırada da dünya ticaretinin mihveri Batı Avrupa'ya kaydı ve ticaret yolları değişti. Batılılar açısından Amerika kıt'ası ve Hint Okyanusu yolu keşfedildi. Osmanlı'nın atını kâh Doğuya kâh Batıya sürmesi, gemilerini Akdeniz'den Hint Okyanusu'na çıkarması, sonucu değiştirmedi. Esasen Doğu, 13. yüzyıldan itibaren uygarlığını ve teknik üstünlüğünü yitirmiş, yalnız “Hint zenginlikleriyle idare ediyordu. Ancak 14. yüzyılda “Amerika'nın bulunması”, Doğunun ve bu arada Osmanlı Devleti'nin ekonomik bozgununu tam olarak ortaya çıkardı. 15. yüzyılda yapılan coğrafî keşiflerin ilgiyi Batıya kaydırması, Kuzey Avrupa'da Almanların ve Balkanlarda da Osmanlının rahatça ilerlemelerini sağladı. Ancak bunlar da, Amerikan altını ile gelen enflasyonun baskısından kurtulamadılar1. Osmanlıların Avrupa ile olan ticarî ilişkileri tâ Fatih Sultan Mehmet zamanından itibaren “kapitülasyonlar” çerçevesinde gelişti. 1604, 1673, 1740 tarihlerinde Batıya yeni yeni kapitülasyonlar tanındı. Yalnız, o zamanki Venediklilerin yerini daha sonra başka devletler aldı. Batılı sömürgeciler, ülke içindeki ticarî ilişkilerini daha iyi yürütebilmek için, yerli azınlıklardan yararlanmaya başladılar. “Devşirme” sistemi dolayısıyla, Devlet hizmetine giremeyen Anadolu halkı ekonomik yönden 1 İnalcık, Halil, “Osmanlı Devletinin Kuruluşu ve İnkırazı Devrinde Türkiye'nin İktisadî Vaziyeti Üzerce Bir Tedkik Münasebetiyle”. Belleten, XV, 1951. S.629-684. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 9 ~ de ezilmeye başlayınca, aynı şekilde düzenleri bozulmuş olan sipahiler ve medrese öğrencileriyle birlikte, Anadolu'da çapulculuğa ve eşkıyalığa başladılar1. 17. yüzyılda Osmanlı düzenini oluşturan timar, kapıkulu, medrese gibi kurumlar normal işleyişlerini yitirirken Avrupa da kapitalizmin doğuş sancılan içindeydi. 18. yüzyılda ise Osmanlının iç yönetimi alabildiğine bozulurken, Doğu Avrupa ve Mısır'da yenilgi ile sonuçlanan saldırılara uğradı. Bu arada Yahudiler malî alanda, Rumlar ve Ermeniler de ticarî işlerde neredeyse İmparatorluğun temsilcileri durumuna geçtiler. Bunlar, Avrupa'nın ticarî kapitalizminden büyük çıkarlar sağlamaya başladılar. Henüz sanayileşememiş Avrupa devletleri Osmanlı Devleti'nden toprak koparmaya çalışırken, sanayileşmiş Batı Avrupa ülkeleri ise kendi pazarlarını ve ekonomik çıkarlarım korumak için, İmparatorluğun “toprak bütünlüğünü” devam ettirmeye çalışıyorlardı. 1830'daki Osmanlı-Amerika ve 1838 Osmanlı-İngiliz ticaret antlaşmaları ile Osmanlı Devleti'nin ekonomik bağımsızlığı âdeta ortadan kalkıyordu2. 1839 Tanzimat Fermanı ise, Devlet'i Batının vesayeti altına sokuyordu. Bundan sonra “Islahat Hareketleri” adı altında sömürgeci devletler sürekli olarak işe karışmaya başlayacaklardır. 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa devletleri gerek borçlar gerekse sermaye ve demiryolları teminatları ile Osmanlı hazinesini sömürmeye başlarlar. Öyle ki, Osmanlı maliyesi her zaman uluslararası bir sorun olup çıkar. 19. yüzyılda Osmanlı yöneticileri bütün umutlarını Avrupa devletlerinin siyasî dengesine bağlamışlar ve politikalarını bunun üzerine kurmuşlardır. Avrupa devletleri de sanayiini, ticaretini, maliyesini ve kültür kurumlarını kontrolleri altına aldıkları Osmanlı Devleti'nin bu yüzyılda yıkılmasını istememişler; “Şark Mes'elesi”ni çeşitli kılıklara bürüyerek devam ettirmişlerdir. 19. yüzyıl, Osmanlı Devleti üzerinde İngiliz ve Rus sömürgeciliğinin çarpıştığı uzun bir dönemdir. Bu savaş, Rusların 1875'te Sultan Abdülaziz'e (1830-1876) iflas ilâh 1 Akdağ, Mustafa, Celâli İsyanları. Ankara 1963. Akdağ, Mustafa, Medreseli İsyanları” İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Dergisi, XI.S.361-387. Akdağ, Mustafa, “Celâli isyanlarından Büyük Kaçgunluk (1603-1606)”. Tarih Araştırmaları Dergisi 11/2-3,1964 S.1-50. 2 Sarç, Ömer C, “Tanzimat ve Sanayiimiz”. Tanzimat I, Ankara 1940. S.423-440. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 10 ~ ettirmeleri, İngilizlerin bu Sultanı devirip Sultan İkinci Abdülhamid'i (1842-1918) tahta çıkarmaları, bunun üzerine Rusların Yeşilköy'e kadar gelmeleri v.s. ile bir ara oldukça kızışmıştır. Batılı sömürgecilerin en büyük oyunu ise, 1881'de “Düyûn-u Umûmiye-i Osmaniye'nin kurulması ile başlamıştır. Osmanlı yöneticilerinin ellerinden geldiği kadar uygulamaya çalıştıktan denge politikası, Almanya'nın da bir sömürgeci devlet olarak ortaya çıkması ve Balkanlar, Anadolu ve Bağdad hattından bir yarma hareketine girişmeleri yüzünden pek başarılı olamamıştır. Bu arada Batılı sömürgeciler de artık aracıları kaldırmaya ve demiryolları vasıtasıyla Anadolu'yu bizzat kendileri sömürmeye başlamışlardır. Bu dönemde Rusların ve Almanların Basra Körfezi'ne ulaşmalarını engellemek isteyen İngiltere, bir yandan Kıbrıs ve Mısır'ı üs olarak kullanırken, Doğu Anadolu'da da Rusların önünde bir “Asya Bulgaristanı” (Ermenistan) yaratmak istiyordu. Aynı zamanda ise Makedonya'da bir “kördöğüşü” başlayarak Jön Türkler hareketinin kaynağı, gerekçesi ve yatağı oluşturuluyordu. 1.2. Sosyal Alanda Anadolu Selçukluları devrinde Anadolu'daki Türk vatanının sınırları Kastamonu'nun batısındaki Karadeniz kıyılarından Bolu, Eskişehir, Kütahya, Denizli ve Antalya'ya iniyordu. Doğuda Erzurum, Kars, Ahlat; güneyde Diyarbakır, Rakka, Urfa ve Şam bu sınırları oluşturuyordu. Adalar Denizi kıyılarında yaşayan Rumlar, Bizans, Pontus, Gürcistan ve Ermenistan (Çukurova) Türklerin komşuları idi. Bu sınırlar içinde yaşayan kitle Türkmenler idi. Kültürel kurumlar İran-İslâm kökenli olduğundan, idare de İranlı vezirlerin elinde bulunuyordu. Dağ-taş Türkmenlerle dolu idi ama şehirlerdeki dükkânların, tezgâhların, inşaatların başında hıristiyanlar vardı. Her ne kadar Devlet dili Türkçe değilse de; idare İranlıların, ticaret ve zanaat hıristiyanların, has askerlik de gulamların elinde ise de, Selçuklu Devleti “millî bir devlet” idi. Türklerin bilinçli bir toplum olmaları Beylikler döneminde olmuştur. Selçuklu ekonomik, sosyal ve politik düzeni çökünce ortaya çıkan anarşi içinde, tarikatlar çok büyük roller oynamaya başlamıştır. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 11 ~ Anadolu'daki bu anarşi, pekçok kişiyi batıya doğru yeni topraklar almaya yöneltmiştir. Bundan en çok yararlanan da Osmanlılar olmuştur. Fetihlerle Rumeli'ye ve Balkanlara geçen Türk unsurlar, Doğu Hıristiyanlığını bırakıp Balı Hıristiyanlığı ile komşu olmuşlardır. Bu arada İran etkisinden de kurtulmuşlardır. Türklerin bu ilerlemeleri, onların hıristiyan toplumlarla daha çok kaynaşmalarını, hattâ içice girmelerini sağlamıştır. Evlenmeler yoluyla hıristiyan kız ve kadınların, yeniçeriler ve Enderun sistemi vasıtasıyla da hıristiyan erkeklerin Türk aileleri içine girmeleri; bu arada pek çok hıristiyanın müslüman olması millî Türk toplumu bilincini zayıflatmış; siyasî ve askerî yönetimde milliyetçi güdüm kaybolmuş, yönetimde hıristiyan kökenliler egemen olmaya başlamışlardır. Türk sosyal tarihinde 13-15. yüzyıllar arası, milliyetçi bilincin hislere hükmettiği zamandır. Anadolu'ya gelmiş olan Oğuz Türkleri. Doğu ve Balı Hıristiyan dünyaları arasında çok karakteristik toplumsal özellikler kazanmışlardır. Orduyu ve Devlet yönelimini “dönme”lere verme, Osmanlı tarihinde Sultan Orhan'dan (1288-1360) itibaren başlamıştır. Türk gazileri bu gelişime karşı Fatih dönemine kadar mücâdele ettilerse de1 bir sonuç alamamışlardır. Tam tersine hepsi “iç iller'den “dış illerde sürülerek yok edilmişlerdir. Milliyetçiliğe ideolojik bir değer vererek onu Devlete hâkim kıldıracak elemanlar böylece ortadan kaldırılmış; hasgulam-enderun sistemi ürünleri, azap, timarlı sipahi, akıncı beyleri ve başka Türk asıllı zümrelere tercih edilmiştir. Bu durum 15 ve 16. yüzyıllarda ve daha sonra birçok önemli sorunun kaynağı olmuştur. Daha Fatih Sultan Mehmet döneminde, Türk toplumu, kozmopolit Osmanlı Devleti'nin yönetim bakımından ana toplumu olmaktan çıkmış, kenarda kalmış; sadece savaş zamanlarında faydalanılan bir kuvvet kaynağı ve malzemesi durumuna düşmüştür. 15. yüzyılda Osmanlı Devleti bir “imparatorluk” haline geldiğinde, hanedan da millî bilincin kontrolü dışına çıkmıştı2. 1453'ten sonra artık Türklükten pek bahsedilmiyordu. Zaten bundan sonra da devletin üst düzeyinde olup bitenler 1 2 Akdağ, Mustafa, Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi I. Ankara 1959. S 291,326. Akdağ, Mustafa. Türkiye'nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi II. Ankara 1971 S 12 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 12 ~ Türk toplumunu pek ilgilendirmemiş, taraf olmamış, “hikmet-i hükümettir” deyip çıkmıştır. 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Osmanlı padişahları, Türk olduklarını âdeta unutmuş gibiydiler. 15. yüzyılda Türk toplumunun Anadolu ve Balkanlardaki sınırlan oldukça büyümüştü. Toplum göçer hayatı bırakmış, iyice yerleşik bir hayat yaşamaya başlamıştı. Kültürdeki İranlı unsurlar hızla azalmış; Anadolu'da yeni bir Türk-İslâm kültürü şekillenmeye başlamıştır. Ayrıca ekonomik alanda da Türk varlığı hissedilmeye başlanmıştır. Ancak Osmanlı yönetiminde göçebe Türkler ve azınlık toplumları merkezî yönetimden oldukça bağımsız yaşamış; Osmanlıların laikliğe yakın yönetim biçimleri de bunların kendi dinî ve kültürel yapılarını korumalarında önemli rol oynamıştır. Fatih dönemindeki yönetimden Türk unsurların uzaklaştırılması olayından sonra, bir başka önemli sosyal gelişme, Yavuz Sultan Selim'in İran ve Mısır seferleri sonrasında ortaya çıkmıştır. İran'daki Safevi Devleti'nin yayılma aracı olarak şi'î mezhebini kullanması, Anadolu'da 40.000'den fazla “Kızılbaş” Türkün hayatına ve daha sonra sürekli izlenmelerine ve ezilmelerine neden olmuştur. Daha sonraki padişahların da İran'a yaptıkları her sefer sırasında, Doğu Anadolu'da yaşayan Türkler kaçacak yer aramışlardır. Yavuz Sultan Selim'in ikinci önemli hareketi, Mısır’daki Çerkez Kölemenlerinin başşehrine kadar giderek halifeliği ellerinden almasıdır ki, bu daha sonraki pek çok sosyal olayların ana dayanağı olmuştur. Önceleri pek önemli görülmeyen ve sadece müslümanların manevî yönden İstanbul'a bağlanmalarını sağlayan hilafet, 19 ve 20. yüzyıllarda aktif hale getirilmeye çalışılacak, “cihad bayrağı” açılacaktır. Kanunî Sultan Süleyman (1494-1566) zamanında yapılan sürekli seferlerle Türk toplumu oldukça sarsılmıştır. Kapıkulları yalnız İstanbul'a değil ülkenin her köşesine egemen olmaya başlamışlardır. Rüşvet, iltimas ve savaş ganimetleriyle elde edilen gelir, safahat hayatını ortaya çıkarmıştır. Ülke bir yandan devşirmelerin bir yandan da saraydaki kadınlar arası mücâdelenin ortasında kalmıştır. Devlet İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 13 ~ yönetiminde ve yöneticilerin seçiminde saray entrikaları çevrilmeye başlamıştır. Devlet nizamı bu şekilde lâ baştan çürümeye başlarken, halk devlet yöneliminden tamamen habersiz kalmaya başlamıştır. Kanunî zamanında ve daha sonra İran'a yapılan seferlerde Anadolu'daki sünnî olmayan halk kırımlara uğrarken, sünnî halkta da tedirginlik yayılmıştır. Devletin ekonomik durumunun tamamen bozulması, şehir ve kasabalara yerleşen kapıkullarının şımarık hareketleri, t imarlı sipahilerin ihmal edilmesi ve dirliklerinin kesilmesi, ağır vergiler v.s. Anadolu'da uzun yıllar devam eden “Celâlî isyanları”nın çıkmasına neden olmuştur1. Bu olaylar yüz binlerce ölüye mal olduğu gibi. Anadolu'yu da tarumar etmiştir. İkinci Osman (1604-1622) dönemine gelindiğinde, artık Avrupa'da savaş kazanılamayacağı anlaşılmış bulunuyordu. Savaş kazanmak ve kapıkullarının nüfuzunu kırmak için İkinci Osman'ın tasarladığı planlar uygulanamadan, kapıkulları padişahı öldürdüler. Daha sonraki padişahlar zamanında kapıkullarının zorbalıkları daha da arttı. Bunlar âdeta İmparatorluğun “ikinci Celâlileri” oldular2. Bunlar taşrada ve İstanbul'da asayişi bozuyorlar; listeler halinde canlar alıyorlardı. Yeniçeri Ocağı mensupları uzun süre ve hemen her fırsatta Devlet'e isyan eder duruma gelmişlerdi3. Bu sırada Anadolu halkı ya çift ve çubuklarını bırakarak şekavete başlıyorlar ya şehir ve kasabalara kaçıp kapıkullarına köle oluyorlar, ya da oldukları yerde kalıp eziliyorlardı. Uzun yüzyıllar Anadolu'da bu şiddet havası hüküm sürdü. Halk ile merkezî idare birbirinden alabildiğine soğudular. Bu sıralarda Devlet'in Balkanlar, Mora, Bosna ve Macaristan tarafları da sükûn içinde değildi. Ancak esas kıyamet Anadolu'da kopuyordu. Dördüncü Mehmet (1642-1693) zamanında bu bölgede dirlik adına hiçbir şey kalmamıştı. 1 Akdağ, Mustafa, Celâlî İsyanları. Ankara 1963. S.78-82 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi III. Ankara 1973 S 179. 3 a.g.e. S.185,234,242,289, v.s. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 14 ~ Anadolu'daki sosyal durum bu şekilde altüst olurken, İstanbul'da Lale Devrinden itibaren Batı toplumu yaşayış ve eğlence alanında taklit edilmeye başlanmıştı1. Patrona Halil İsyanı bu tür yaşayışı ve eserlerini toptan ortadan kaldırırken, Devlet merkezinde -ulemayı da yanına alan- bir yeniçeri muhalefet grubu oluşuyordu. Anadolu'da, İran seferleriyle alevî Türk toplumunun, çeşitli isyan hareketleriyle de Sünnî Türk toplumunun soluğunun iyice kesildiği 18. yüzyıl başlarında, gayrimüslim halk arasında da yoğun bir katolik-ortodoks mücâdelesi başladı. Fransa katoliklerin, Rusya da Ortodoksların koruyuculuğu görevlerini resmen üstlendiler. Bu koruyucuların desteğine güvenen gayri müslimler, bundan sonra sürekli olarak ve çekinmeden Osmanlı Devleti'nin bütünlüğünü bozmaya başladılar. 18. yüzyıldan itibaren Devlet'i Anadolu isyanları yerine Rumeli isyanları meşgul etmeye başladı. Bu isyanların ilki Sırplar tarafından çıkartıldı. İsyan, Avusturya ve Rus ajanları tarafından hazırlanmıştı2. Artık Osmanlı İmparatorluğumda milliyetçilik hareketleri başlamıştı. Bunun arkasından Yunan ve Bulgar isyanlarının; daha sonra da Ermenilerin, Arnavutların, Arapların v.s. isyanları pek gecikmeyecektir. Üçüncü Selim'in (1761-1808) bozulan timar ve zeamet biçimlerini düzeltmek, Anadolu ve Rumeli'de ortaya çıkan derebeylikvâri idareleri yok etmek istemesi, önemli olaylara neden oldu. Bu idarelerin başında bulunan ayanlar, Devlet'e karşı çıktılar; daha sonra ise Devlet onlardan asker ve vergi toplamada, düzeni sağlamada yardım istedi, antlaşma yaptı (“Sened-i İttifak”). Osmanlı merkezî idaresi, bu güçlerin ortaya çıkmasıyla taşradaki idarî yetkilerinin önemli bir bölümünden vaz geçti3. Bu arada eyaletlerde kurulan yönetimler, yer yer merkezî idareye karşı isyan etmeye de başladılar*. Balkanlarda çıkan isyanlar, Rusya ve Avusturya'nın ilerleyişleri; Anadolu'daki isyanlardan bir parça uzak kalmış Rumeli Türkleri için yeni ve çok zor bir dönem başlatmıştır. Balkanlardaki din ve ırk mücadeleleri, ilk önce oradaki müslüman 1 Karal, Enver Ziya, “Tanzimattan Evvel Garplılaşma Hareketleri”, Tanzimat I. Ankara, 1940. S.13v.d. 2 Karal, Enver Ziya. Osmanlı Tarihi V. Ankara 1970. S. 104-105 3 İnalcık, Halil, “Sened-i İttifak ve Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu”, Belleten. 28,1964. S 604 v.d. * Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın isyanı gibi. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 15 ~ Türklere yönelmiştir. Onlar da yüzbinler halinde dönem dönem, grup grup Anadolu'ya göçe başlamışlardır. Ancak Devlet'in bu göçmen halka gerekli ilgiyi göstermemesi, halkın Devlet'e güven duygularını daha çok yıkmıştır. Rumeli'de herkes başının çaresine bakmaya başlamıştır. İkinci Mahmud'un (1785-1839) merkeziyetçiliği tekrar güçlendirme çabaları bir sonuç vermemiştir. Hele Yeniçeriliğin ortadan kaldırılıp yerine hemen kuvvetli bir ordu kurulamayışı, eyaletlerde birçok fitne ve fesada, ayrıca büyük toprakların kaybına neden olmuştur. Sırbistan, Yunanistan ve Romanya devletleri ortaya çıkmıştır. İkinci Mahmut döneminde bunca hengâmenin arasında, çeşitli alanlarda olduğu gibi, sosyal alanda da önemli değişiklikler yapılmıştır. Memurlara ve askerlere yeni bir kıyafet giydirilmiş, Devlet dairelerine padişahın resmi asılmış, nüfus sayımı yapılmış, pasaport, karantina gibi düzenlemeler ortaya konulmuştur1. Tanzimat Fermanı’nın ilân edildiği zaman ve daha sonraki yıllarda, hıristiyan mezheplerin birbirleriyle mücâdelesi bütün şiddetiyle devam etmiştir. Bu arada İngiliz ve Amerikalılar da protestanlığı yaymaya çalışmışlardır. Adalarda ve bazı eyaletlerde isyan çıkartan Rumların yanı sıra Ermeniler de önemli bir sorun olmaya başlamışlardır. Ne yazık ki, Tanzimattan sonra, bir iç politika sorunu olması gereken her toplumsal olay uluslararası bir sorun haline getirilmiştir. Avrupalılar, çeşitli antlaşmalarla Devlet'in siyasî bağımsızlığına el koymuşlar ve canlarının istedikleri her zaman Osmanlı toplumuna müdahale etmeye başlamışlardır. Bu Cumhuriyet'e kadar sürüp gitmiştir. 1.3. Askerî Alanda Osmanlı Devleti, “Osmanlı Beyliği”nden doğup gelişmiştir. Osmanlı Beyliği, Selçukluların çöktüğü 14. yüzyılda bir uçbeyi şeklindeydi. Ordu olarak da, atlı kuvvetleri vardı. Bu kuvvetler daha sonra “fetih ordusu” şekline dönüştürülürken, model olarak Anadolu Selçuklularının ordusu alınmıştır2. Osman Bey zamanında “kapu halkı” ile “tımarlı sipahiler”in oluşturduğu askerî kuvvetler, Orhan Bey 1 Karal, Enver Ziya, a.g.e. S 142-162. Akdağ. Mustafa, “Osmanlı İmparatorluğu'nun Yükseliş Devrinde Esas Düzen”. Tarih Araştırmaları Dergisi. 111/4,1965. S.149. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 16 ~ zamanında bir “devlet ordusu” olmaya doğru yönelmiştir. Köylü ve çiftçilerden “yaya” ve “müsellem” kıtalar kurulmuştur. Bu arada sarayda devamlı olarak “azab” denilen, askerliği kendine esas meslek edinmiş ve savaşa her zaman hazır kuvvetler bulundurulmaya başlanmıştır. O zamanlar bu Azab kuvvetleri Türklerden oluşuyordu. 50 yıldan fazla Osmanlının asıl kuvveti olan bu Azablar, daha sonra yerlerini Yeniçerilere bırakmışlardır. Sultan Birinci Murad zamanında (1362-1389) Türk ordusuna, üniforma yerine geçecek olan resmî elbise ve alemler verildi. Padişahın saray askerleri beyaz, umarların “kamu leşkeri” ise kırmızı elbise giymeye başladılar. Osmanlı Devleti'nin yükselme devrinde, Avrupa'ya yapılan seferlerde alınan esirlerin sayısı çok fazla artmıştır. Her gazi, aldığı esir ve ganimetlerin 1/5'ini (penciyek “ pencik) Devlet'e bırakıyordu. Osmanlı yöneticileri bu esirlerden asker olarak yararlanmayı düşündüler ve 3-4 yıl müslüman ailelerin yanında, 7-8 yıl “Acemi Ocağı” denilen okullarda eğittikten sonra beğenilenleri saray için ayırıyorlar, kalanları ise “Yeniçeri” denilen askerî sınıfa alıyorlardı1. Osmanlıların “Yeniçeri” olarak tekrar dirilttikleri askeri birlik, aslında Selçukluların hassa ordusu veya “gulam”ları idi. Ancak Selçuklu aristokrasisi ve ordusu her zaman bu gulamlardan üstün durumda bulundukları halde; Yeniçeriler ve Enderun çıkışlı, köle kökenli aristokrasi, Osmanlı Devleti'ni ele geçirmişti. Yeniçeriler ve diğer kapıkulları, savaşlarda ve barış zamanında padişahın esas ordusu görevini görüyorlardı. Osmanlı ordusunun %80'ini ise (imarlı sipahiler sağlıyordu. Tımarlı sipahilerin ordusu ise; çeribaşlarının kumandasındaki bölüklerin alaybeylerine, alaybeylerinin sancak beylerine, sancak beylerinin de beylerbeyine bağlanmasıyla oluşuyordu. Devlet, başlıca iki vilâyete ayrılmıştı: Anadolu ve Rumeli. Her vilâyetin timarlı kuvvetlerinin başında “Beylerbeyi”ler vardı. Anadolu Beylerbeyinin 30.000, Rumeli Beylerbeyi'nin ise, yaklaşık 40.000 askerlik kuvvetleri vardı2. 1 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti Teşkilâtından Kapıkulu Ocakları I. Ankara 1943. Akkutay, Ülker, Enderun Mektebi. Ankara 1984. 2 Ayrıntılar için bakınız: Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi II. Ankara 1975. (3.baskı), S.567-575. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 17 ~ 16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin malî, idarî ve sosyal düzeni bozulduğu gibi timar sistemi de bozulmuş, timarlı sipahi ordusunun önemi de kalmamıştır. Bunun en Önemli nedeni, kapıkullarının çok artması ve bütün Anadolu'ya yayılmalarıdır. Artık ülkenin her tat alındaki mültezimler, tahsildarlar, asayiş görevlileri hep kapıkulları arasından seçilmeye başlamıştır. Bazı askeri yenilikler karşısında sipahi süvarileri işe yaramaz hale gelmiş; bir yandan yeniçeriler çoğaltılırken vali ve sancakbeylerinin kapısında ulufeli ve tüfenkli sekbanlar yer almaya başlamıştır. Ancak bu arada Yeniçeri ve Kapıkulu teşkilâtları da hızla bozulmaya başlamışın. Fetihler durmuş, bu teşkilâtın kaynağı kurumuş; bu sınılın ayrıcalıklarından yararlanmak isteyen müslüman halk yeniçeri olmaya başlamıştır. Yeniçeriler, kanun ve nizamları tanımamaya, Devlet'in ileri gelenlerini, hattâ padişahları bile gürültülü şekilde öldürmeye, Celâlî isyanlarını İstanbul'da gerçekleştirmeye yönelmişlerdi1. Osmanlı Devleti”nde ıslahat hareketlerine önce askeri alanda başlandı. İlk başla Yeniçeri örgütüne pek dokunulmadı. Ondan ayrı bir ordu kurulmaya ve subay kadrosu yetiştirilmeye çalışıldı. Ancak Yeniçeriler bunu istemediği ve kabul etmediği için, çalışmalar gizli olarak yürütüldü. Üçüncü Selim'in “Nizâm-ı Cedîd” adıyla gerçekleştirmek istediği ilk deneme yeniçerilerce ortadan kaldırıldı. Ancak İkinci Mahmut dönemine gelindiğinde ortaya çıkan Mısır ordusunun başarıları, yeni bir askeri düzenlemeyi zorluyordu. Padişah, Mısır ordusu örneğinde, önce yeniçerileri ıslah etmeye çalıştı; başaramayınca da onları tamamen ortadan kaldırdı. Yerine “Asakir-i Mansûre-i Muhammediye” adlı yeni bir askerî örgüt kurdu ve askeri eğitime çok önem verdi. Vilâyetlerdeki yeniçeriler karışıklık çıkartmaya devam ettiler. Bu sırada Fransa'nın Mısır'da ve Rusya'nın Balkanlardaki işgal girişimleri karşısında yeni ordu hiç bir şey yapamadı ve pek çok topraklar elden gitti. Üstelik Mısır Valisi kuvvetlerinin Kütahya'ya kadar gelmeleri üzerine, Devlet Rusya'dan yardım almak zorunda kaldı2. Daha sonra ordunun Nizip yenilgisi ve donanmanın önemli kısmının Mehmed Ali Paşa'ya (1769-1848) teslim olması, 19. yüzyılın ilk yansına doğru Devlet'i ordusuz ve donanmışız bıraktı. Tanzimat ilân 1 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi III Ankara 1973 (2.baskı). S.133142,185,242,489-494 v.S. 2 Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi V. Ankara 1970. S.124-140. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 18 ~ edildikten sonra Osmanlı ordusunda çok önemli tensikat yapıldı. Bu, daha sonraki Osmanlı ordusunun temeli oldu. Osmanlı ordusu, bundan sonraki pekçok savaşlarda Batı ordularıyla ittifaklar yaparak hareket etti. Mısır isyanının bastırılmasında, Kırım Savaşında ve Birinci Dünya Savaşında bunun örnekleri görüldü. Aynı zamanda, askerlikte kur'a usulü de bu dönemden sonra uygulanmaya başlandı. Askerlik süresi belirlendi. Ülkedeki muvazzaf askeri kuvvetler altı orduya ayrıldı. Ayrıca bir de yedek kuvvetler (redif) teşkilâtı kuruldu. Bir savaş anında Osmanlı ordusunun kuvveti, başıbozuklar ve yardımcı kuvvetlerle, 450.000'e ulaşıyordu1. Bu şekilde kurulan Osmanlı ordusu, “93 Harbi”nde Ruslara karşı acı bir yenilgiye uğradı ama daha sonra kendini topladı; Yunan isyanını bastırdı ve başka Önemli bir savaş yapmadan İkinci Meşrûtiyete kadar geldi. Osmanlı Bahriyesi: Osmanlılar, deniz kuvvetlerini, denize komşu bazı Anadolu Beyliklerinin donanmaları üzerine kurmuşlardı2. Daha sonra da Adalar Denizi ve Akdenizde korsanlık yapan Türk denizcilerinden elden geldiğince yararlanılmıştı. Türk donanması düşman kuvvetleriyle ilk önemli karşılaşmasını İstanbul kuşatması sırasında yapmıştı. Donanmanın Karadeniz ve Adalar Denizi'nde faal bir rol oynamaya başlaması ise Fatih döneminden itibaren olmuştur. Bu arada Akdenizdeki Türk korsan reisleri de Osmanlı Devleti'nin himayesine girmiş; Osmanlı denizciliğinin altın devri olan 16. yüzyıldaki kaptan paşalar bunlar arasından çıkmıştır. Osmanlı donanmasının bu parlak devri, Kılıç Ali Paşa'nın ölüm tarihi olan 1587'ye kadar sürmüştür3. 17. yüzyılda Osmanlı donanması önemini yitirmiş, Akdeniz egemenliğini Avrupalılara kaptırmıştı. Çünkü kürekli Osmanlı donanmasına karşı Batı, kalyonları çıkarmıştı. Bu eksikliğini tamamlayan donanma, ancak 18. yüzyıl başlarında Akdeniz'e tekrar egemen olabilmiştir. Kalyonculuk sayesinde Osmanlılar 1770 Çeşme bozgununa kadar bu egemenliklerini 1 Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi VI. Ankara 1976. 2.baskı. S.165. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti'nin Merkez ve Bahriye Teşkilâtı. Ankara 1948. S.389 3 a.g.e. S.392. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 19 ~ sürdürmüşlerdir. O sıralarda Venediklilerin çökmeye yüz tutması Osmanlı donanmasını savaşsız bırakmış; hem gemiler hem de donanma askerleri teşkilâtı hızla bozulmaya başlamıştır. Yani o zamana kadar Osmanlı donanması, kendi faaliyetlerini Venedik donanmasına göre ayarlıyordu. Ancak hiç beklenmedik bir zamanda İngiliz ve Danimarkalıların yönetimindeki Rus donanmasının Baltık Denizinden dolaşarak Osmanlı donanmasını Çeşme'de yakması, modern bir Osmanlı donanmasının kurulması çalışmalarına da bir vesile teşkil etmiştir. 1773'te Mühendishane-i Bahrî-i Hümâyûn kurulmuş, 1784'te başka bir mühendis okulu açılmış, Avrupa'dan mühendisler getirtilmiştir. Bu şekilde yetişen Türk denizcileriyle Osmanlı donanması, Üçüncü Selim zamanında tekrar oldukça önemli bir duruma gelmiştir. Osmanlı donanmasının asıl güçlenmesi, Sultan Abdülaziz döneminde olmuş; ancak Sultan İkinci Abdülhamit zamanında donanmaya hiç önem verilmemiş ve Osmanlılar, deniz kuvvetleri açısından, İkinci Meşrûtiyete zayıf girmişlerdir. 1.4. Siyasî Alanda Osmanlılar, kuruldukları çağdan çöküş dönemlerine kadar hâkim oldukları topraklarda her türlü din ve milletin siyasî birliğini sağlamaya çalışan bir devlet kurmuşlardır. Osmanlıların kuruluş çağlarında gerek Anadolu'da gerekse Balkanlarda siyasal bir birlik yoktu. Anadolu, Selçuklu Devleti'nin çökmesi ve Moğol baskılarıyla Beylik yönetimlerine ayrılmıştı. Balkanlarda da siyasî bir boşluk vardı; zira Avrupa bütün dikkatini coğrafî keşiflere ve Amerika'dan gelecek altınlara çevirmişti. Böyle bir durumda Osmanlılar ilk ilerlemelerini Bizans yönetimindeki şehirlere doğru yaptılar. Çeşitli Anadolu şehirlerinden gelen gazilerin de yardımıyla, Bursa ve İznik gibi önemli Bizans şehirlerini alarak Rumeli'ye geçtiler. Ancak bu ilerlemelerine rağmen, Bizans ile siyasî ilişkiler hiç bir zaman fazla sertleşmedi. Osmanlılar Balkanlara geçtiklerinde burada Bizans, Bulgar, Sırp, Arnavut, Venedik, Ceneviz ve Raguza gibi siyasî idareler hüküm sürüyordu. Bunlar arasında da sürekli bir çekişme vardı. Mezhep mücâdelelerine iktidar boğuşmaları da katılınca, Osmanlıların bu bölgede ilerlemeleri hiç de zor olmadı. Kaleler önemli bir engelle İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 20 ~ karşılaşmadan fethedildi. Balkanlardaki bu hızlı ilerleme, Osmanlıların Avrupa'da kısa sürede tanınmalarını sağlamış ve Devlet hemen, Avrupa'da hüküm süren bütün devletlerle siyasî ilişkilere girmiştir. Bu arada Anadolu'daki iktidar için oradaki Beyliklerle de sert mücâdelelere başlanmıştır. Özellikle Karamanoğlu Devleti, Osmanlıların karşısında en çok direnen Beylik olmuştur. Osmanlıların Anadolu beyliklerini ortadan kaldırmaları üzerine Timur (1336-1405) ve Sultan Bayezıd (1360-1403) orduları Ankara ovasında savaşmış; savaşta Osmanlıların yenilmesi ve padişahın esir alınması üzerine Osmanlı siyasî birliği parçalanmış; Anadolu ve Rumeli'de gerçeğiyle sahtesiyle şehzadelerin hızlı bir saltanat mücâdelesi gerçekleşmiştir. Mücâdeleyi kazanan Birinci Mehmet (1389-1421), ilk önce Anadolu'daki siyasî birliği tekrar kurup Avrupa'ya yönelmiştir. Bundan sonra gelen padişahlar da, her şeyden önce Anadolu beyliklerinin dağıtılması ve İstanbul'un fethine önem vermişlerdir. İstanbul'un 1453 yılında fethinden sonra Osmanlı Devleti Anadolu ve Rumeli'nin çok önemli bölgelerinde siyasî birliği sağlamış bulunuyordu. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethinden sonra Karadeniz kıyılarındaki bütün Ceneviz sömürgelerini, Arnavutluk, Eflak-Boğdan yörelerini ve Adalar Denizi'ndeki bazı önemli adaları alarak o zamanki sömürgeci güçleri İmparatorluk topraklarından uzaklaştırmak istiyordu. Ayrıca o zaman Venedik ve Cenevizlilerle ittifaklar kuran Karaman ve Karakoyunlular in da sonunu hazırlıyordu. Fatih'ten sonra oğulları Bayezıd (1448-1512) ve Cem Sultan arasındaki saltanat mücâdelesi, Avrupa'daki çeşitli güçlerin katıldığı ve Osmanlıların gücünü önemli ölçüde durduran bir mücâdele oldu. Avrupa'da Lok büyük haçlı güçleri toplandı. Doğuda Safevi Devleti mezhep propagandasıyla “Kızılbaş” Türkleri hızla kendisine bağlamaya başladı. Yavuz Sultan Selim babasından zorla iktidarı alıp İran ve Mısır üzerine yürüyerek bu tehlikeleri bertaraf etti. Bu arada çok önemli iki siyasal gelişme de ortaya çıktı: İran seferi sırasında Anadolu'da pek çok kızılbaş Türkün kırımı, daha sonra Anadolu'yu kasıp İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 21 ~ kavuracak Celâlî isyanlarının önemli nedenlerinden oluyordu1. Diğer önemli siyasî gelişme ise, Halifeliğin Mısır'dan İstanbul'a, Osmanlı sultanlarına geçmesi idi. Kanuni Sultan Süleyman zamanında, özellikle denizde, Osmanlılar en büyük güç haline gelmişlerdi2. Karada çok önemli gelişmeler sağlanmış, ordular Viyana'yı kuşatmaya başlamışlardı. Çeşitli isyanlarla yaralanan Anadolu, İran seferleri ve şehzadelerin çarpışmaları dolayısıyla hızla kan kaybetmeye devam ediyordu. Buna rağmen Kânûni dönemi, Osmanlının dünya siyasetine yön verdiği bir dönem olmuştur, özellikle Avrupa'da!3 Ancak bu dönem aynı zamanda Osmanlının iç siyasetinin de yıkılmaya başladığı bir dönemdir. Fatih döneminden itibaren Devleti tamamen ele geçiren ve Türkleri saray yönetiminden kovan kapıkulları (devşirmeler), bu dönemde Anadolu topraklarına da göz dikerek şehir ye kasabalara yerleşmeye, tımarlıları ve halkı sömürmeye başlamışlardır. Ocaklılar (Yeniçeriler) artık Avrupa'ya yapılan seferlere pek istekli görünmüyorlardı. Kânûni'den sonra da Osmanlı Devleti büyük fetihler yaptı, ama saray idaresine ve dolayısıyla ülke idaresine kadınların hâkim olmaları, İran-Osmanlı çekişmesinin hiç durmadan devam etmesi, Celâlilerin Anadolu'yu harabeye çeviren isyan hareketleri, İmparatorluğun her yerinde hükümet otoritesinin zayıflaması, zayıf şahsiyetli hükümdarlar v.s. Osmanlının hızla çöküşünü hazırladı. Bu sırada dirlik düzenliğin sağlanması için yapılan sert girişimler de sürekli olamadı. 15 ve 16. yüzyıllarda Osmanlılar, genellikle iç politika sorunlarının çözümü ile uğraştılar. Genişleme durdu, hattâ gerileme başladı. Yayılmanın durması da iç düzenin bozulmasında çok önemli bir faktör oldu. Osmanlı düzeninin bozulması ve Batılıların elde ettiği sürekli zaferler karşısında, Osmanlı Devleti'ni içine düştüğü kötü durumdan kurtarmak için yeni bir akım başladı: Batılılaşma. Batılılaşma tâ 1718'den beri tartışıla gelmekte ve Osmanlı politikasının ana prensiplerinden biri olmaktadır. İlk önce Batıyı tanımak, üstünlük nedenlerini 1 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi II. Ankara 1975. S.297. a.g.e. S.363-390. 3 a.g.e. S.445-518. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 22 ~ araştırmak şeklinde başlayan hareket, tâ baştan itibaren gereken tespitleri zamanında yapamamıştır. Önce dış görünüşe adlanılmış, sonra işin aslının askerî üstünlük olduğu zannedilerek o yolda çalışılmış, Tanzimat'tan sonra da devlet idaresi, yönetim biçimi ön plâna alınmıştır. 20. yüzyıl başlarında ise ideolojik faktörlerin daha ağır bastığı görülmüştür. Batılılaşma hareketlerinden önce İkinci Osman ve Dördüncü Murad (1609-1640) dönemlerinde, eski Osmanlı düzenine dönerek Devlet'i kurtarma çalışmaları yapılmıştır. Ancak bu başarılamayınca Lâle Devri'nden itibaren Batı uygarlığından yararlanma gereğine inanılmıştır. İkinci Meşrûtiyet'e kadar olan Batılılaşma hareketleri, belli başlı dört ana aşamadan geçmiştir:1 1. Lâle Devri'nden Yeniçeriliğin ortadan kaldırılmasına kadar olan (1718-1826) “Kısmî Müessese Islâhları” dönemi. Bu dönem de iki devre ayrılabilir: Lâle devri ve Nizâm-ı Cedîd devri. Köklü değişikliklerin yapılmadığı, canlı ancak çekingen olan bu dönemde Batı uygarlığı tanınmak istenmekte, yaşayış ve eğlence yönlerinden Batı taklit edilmeye başlanmaktadır. Yeni bir hayat anlayışı getirmek isteyen Lâle Devri, Patrona Halil İsyanı ile (1730) mahvedildikten biraz sonra, 17. yüzyıl sonlarında Üçüncü Selim'in Nizâm-ı Cedîd hareketi başlamıştır. Nizâm-ı Cedîd, dar anlamda askerî bir düzen kurma girişimi gibi gözüküyorsa da, aslında çok çeşitli alanlarda ıslah plânlarını öngörüyordu. Avrupa'nın Fransız İhtilâli ve sonuçlarıyla uğraştığı bu sırada, oldukça önemli girişimlerde bulunuldu. Ancak Napolyon'un (1796-1821) Mısır'ı işgal etmesi, Sırp isyanı, Anadolu ve Rumeli'de ayanların derebeyi şekline girmeleri ve nihayet ulema ile yeniçerilerin ortaklaşa gerçekleştirdikleri Kabakçı Mustafa İsyanı, yapılan her şeyi mahvetti. Osmanlı Devleti'nin Batılılaşma siyasetinde, Devlet çökünceye kadar etkisini gösterecek olan ikiliğin temelleri, tâ bu hareketler sırasında atılmıştı. Bu, eskinin yanına yeniyi kurmak, ikisini bir arada sürdürmek siyaseti idi. 1 Tunaya, T. Zafer. Türkiye'nin Siyasî Hayatında Batılılaşma Hareketleri. İstanbul 1960. S.20v.d. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 23 ~ Ayrıca 18. yüzyıl başlarından itibaren ülke içinde yoğun bir Katolik-Ortodoks propagandası başladığı; Fransa'nın Katolikleri, Rusya'nın da Ortodoksların koruyuculuğu görevlerini resmen aldığı ve hıristiyan vatandaşların Osmanlı kontrolünden tamamen çıktığı görülmektedir. Gene bu dönemde Osmanlı yöneticileri Avrupa'nın denge siyasetine uymaya başlamışlardır ve bu da Devlet'in yıkılma sürecini uzatmıştır. Sultan İkinci Mahmut dönemi başlarında Devlet'in iç siyaseti zoraki ve önemli bir değişime uğramıştır. Merkezî idarenin yetkileri önemli ölçüde sarsılmış; Devlet, baş edemediği ayanlarla bir “Sened-i İttifak” imzalayarak (1807) onlardan asker ve vergi toplamada, düzeni sağlamada yararlanma yoluna gitmiştir. 1812 yılında Sırplara bazı ayrıcalıklar verilmesi Balkanlardaki din, ırk ve hürriyet mücâdelelerini iyice şiddetlendirmiştir. Rumeli'den binlerce Türk, Anadolu'ya göçe başlamışlardır1. İkinci Mahmut, ayanların yetkilerini azaltmak, idareyi tekrar kuvvetlendirmek istemiş, ancak pek başarılı olamamıştır. Mora'da Rumlar isyan ve Yunanistan'ın bağımsızlığını ilân etmişlerdir. Devlet bu isyanı bastırmak için Mısır'daki Mehmet Ali Paşa ordusundan yardım istemiştir. Bu ordunun başarılarını gören İkinci Mahmut yeniçerileri ıslah etmek istemiş, ancak başaramayınca -ulemanın da desteğini alarak- Yeniçeri Ocağını tamamen ortadan kaldırmıştır. Böylece Sultan Mahmut, iç politikada o zamana kadar hâkim olan siyasî kuvvetler dengesini (değiştirmiş, yeniçeri-ulema birliğini bozmuş; birini kendi yanına çekmiş, diğerini yok etmiştir. 2. “Aydın Despotluk Dönemi” (1826-1839): Yeniçerilerin ortadan kaldırılmasından sonra bir dizi ıslahat hareketlerine girişilmiştir. “Asakir-i Mansûre-i Muhammediye” adlı yeni bir askerî teşkilât kurulmuştur. Eyaletlerdeki fitne-fesat, Fransa ve Rusya'nın savaş açmaları, Yunan, Eflak-Boğdan, Sırbistan ve Bulgaristan'ın kaynamaya başlamaları, Balkanlardan yeniden yüz binlerce kişinin göçü, Mehmet Ali Paşa'nın isyanı ve İstanbul'a yürümesi v.s. yüzünden bu ordu pek başarılı olamadı. Ancak İkinci Mahmut “aydın bir despot” karakteriyle sosyal 1 Şimşir, Bilal. Rumeli'den Türk Göçleri. Ankara 1968. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 24 ~ ve idarî alanlarda birçok reformlar yaptı. İdarede yeni bir örgüt, yeni askerî okullar, sivil hayatın sıkı bir şekilde denetlenmesi v.s. Ferdî hürriyet döneminin kurulması yönünde önemli adımlar atıldı. Tanzimat’ın özellikleri ve metodu hazırlandı. 3. Tanzimat Dönemi (1839-1876): Mısır sorununun uluslararası bir duruma, gelmesi, Avrupa devletlerinin baskıları Tanzimat Fermanı ilân ettirdi. Tanzimat metodu, Devlet'in yıkılışına kadar Osmanlının Batılılaşma siyasetine egemen oldu. Bu dönem kendi içinde ikiye ayrılabilir: a) 1838-1856 dönemi: Ticaret, maliye, hukuk düzeni v.s. etrafında birçok yasalar çıkartılmıştır. Hıristiyan mezheplerin mücâdelelerine Amerika ve İngiltere desteğindeki protestanlar da katılmıştır. Balkanlardaki milliyet mücâdeleleri Anadolu'ya da sıçramış ve Ermeni sorunu ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Devlet'in eski kurumları yıkılmadan, ama kendi başına bırakılarak, Avrupalıların ve azınlıkların baskısıyla yeni kurumlar kurulmaya başlandı. Devlet, dış politikada tamamen Batı ülkelerinin etkisine girmişti. Avrupalılar, Kırım Savaşı'nda Osmanlılara yardım etmeleri karşılığı olarak, kendi hazırladıkları bir fermanı 1856 yılında Osmanlılara kabul ettirmişlerdi. b) 1856-1876 dönemi: Bu devir, daha önce kurulmuş olan maddî egemenliğin yanı sıra; azınlıklara birçok ayrıcalıklar kazandırarak, yabancıların rahatça okul kurmalarına izin vererek Osmanlı üzerinde Batılıların bir manevî egemenlik kurmalarına da izin veriyordu. Devlet, ekonomik yönden tamamen Batıya teslim olmuş durumdaydı. Bu gelişmeler karşısında Türk aydınları arasında İslamcılık ve Osmanlıcılık akımları çıkmaya başladı. Batılılar, “uygarlık” maskesinin altına sığınarak maddî ve manevî sömürülerini rahatça sürdürürlerken, “Yeni Osmanlılar” memnun olmadıkları bu düzeni değiştirecek yeni yollar aramaya başlamışlar ve Meşrûtiyeti ilân ettirmişlerdi. Tanzimat döneminde Osmanlı politikası hem içte hem de dışta I tamamen Batının kontrolüne girmiş ve Osmanlı topraklarındaki azınlık isyanları da alabildiğine artmıştır. 4) Birinci Meşrûtiyet Dönemi (1876-1908): 1876'da ilân edilen “Kanun-u Esasî” (Anayasa), o dönemde pek başarılı olamamıştır ama daha sonraki bütün ıslahat İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 25 ~ hareketlerinin sembolü olmuştur. Birinci Meşrûtiyet, bir avuç Osmanlının o zamanın çağdaş politik kavramlarını propaganda ettikleri, Osmanlı Devleti'nin iflasını ilân ettiği, Sultan Abdülaziz'in devrilip Beşinci Murat'ın (1840-1904) oyuncak gibi kullanıldığı bir dönemde Sultan Abdülhamid'in başa geçmek için büyük bir oyunu şeklinde gerçekleşti. Ancak Abdülaziz'i etkilerine almış olan Rusların “93 Harbi”nde Yeşilköy'e kadar gelmeleri üzerine Sultan Abdülhamit parlamentoyu feshetmiş ve Kanun-u Esasi’yi rafa kaldırmıştır. Padişah bundan sonra tâ İkinci Meşrûtiyet'e kadar kendi yönetimini kurmuştur. Jurnalciliğe dayanan bu yönetime, padişahın dışında kimse etkin olarak katılamamıştır. Sosyal hayatta sıkı bir sansür uygulanmıştır. İç politikada ayrılıklar körüklenmiş, dış politikada da mahirane bir denge politikası uygulanmıştır. Ülke için Avrupa'nın sömürgeci devletlerinden Almanya daha az tehlikeli bulunarak, bu ülke ile dostluk geliştirilmiş; ancak Almanya Abdülhamid'in tahmininden çok daha çabuk güçlenerek Osmanlının dış politikasına egemen olmuştur. Bu arada Sultan Abdülhamit politikasına karşı Avrupa'daki Türkler ve diğer Osmanlılar sert bir muhalefet grubu oluşturmuşlardır. “Jön Türk” (Genç Türk) diye nitelenen bu muhalefet, İstanbul'dan ve sürgün yerinden kaçanlarla giderek büyümüştür1. Özellikle 20. yüzyıl başlarında Jön Türk propagandaları Balkanlardaki Osmanlı subayları arasında çok etkili olmuştur. Ayrıca Avrupa'da düzenlenen Jön Türk Kongreleri de muhalefetin hem birleşmesine hem de ayrılıkların kökleşmesine neden olmuştur. En sonunda 1908 yılında, Makedonya'daki 3. Ordu subayları ve halk, Sultan Abdülhamid'e 1877 yılında yürürlükten kaldırdığı Anayasayı yeniden geçerli kıldığını ilân ettirmişlerdir2. 1 Tunaya, T.Zafer, Türkiye'de Siyasî Partiler, İstanbul 1952. S.102-153. Avrupa'da Jön Türk hareketinin gelişimi ve ikinci Meşrûtiyeti ilân ettirmeleri hakkında pek çok yayın vardır. Yararlanılan ana kaynakların önemlileri şunlardır: Kuran, Ahmet Bedevi, Osmanlı İmparatorluğu'nda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücâdele, İstanbul 1956. Kuran, Ahmet Bedevi, inkılâp Tarihimiz ve ittihat ve Terakki, İstanbul 1948. Kuran, Ahmet Bedevi, İnkılâp Tarihimiz ve “Jön Türkler”, İstanbul 1945. Bayur, Yusuf Hikmet, Türk inkılâbı Tarihi I, II, III. İstanbul 1940-Ankara 1967. Ramsaur, E.E., Jön Türkler ve 1908 İhtilâli, İstanbul 1972. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 26 ~ 1.5. Kültürel Alanda Osmanlı İmparatorluğu'nun İkinci Meşrûtiyet dönemine kadarki kültürel gelişiminde iki önemli safha vardır: Birinci safha, eski Anadolu toplumlarıyla Asya’dan gelmiş olan Türk toplumlarının kültürlerinin kaynaşması olan ilk dönem Türk kültürü. Bu kültürde İran uygarlığının ve İslâm dininin çok büyük etkisi vardır. Çünkü Türk kabileleri Anadolu'ya gelirken İran'da ve Irak-Suriye kesimindeki Arap topraklarında kona-göçe geliyorlardı. Bu arada, o toplumların çeşitli kültürel özelliklerini “din” kisvesi altında benimsiyorlardı. Özellikle Arap kültürünün pek çok unsuru, İslâm dini vasıtasıyla Türk toplumu ve kültürü üzerinde alabildiğine etkili olmuştur. Ancak bu kültürel gelişimin büyük kısmı Osmanlılardan önce, Selçuklular zamanında olup bitmişti. Yani Osmanlı egemenliği sağlandığında, Anadolu'daki Türk toplumlarının kültürel yapısı hemen hemen tamamlanmış gibi idi. Osmanlılar, güçlü oldukları dönemlerde Selçuklulardan aldıkları bu kültürel unsurları geliştirmiş ve yaygınlaştırmışlardı. Avrupa karşısında yenilgiler başlayıncaya kadar, Batı toplumlarıyla kültürel ilişkiler hemen hemen hiç kurulmamıştır. Osmanlı toplumu Üçüncü Selim dönemine kadar önemli değişikliklere uğramayan serbest bir kültür gelişimi dönemi yaşamışlardır. Türk toplumunun Bati toplumlarıyla ticaret, siyaset ve savaş karşılaşmaları dışındaki ilk ilişkileri “Lâle Devri'nde oldu. İki toplum arasındaki, psikolojik engeller yıkıldı. O dönem insanlarının ruhlarında Fransız zevki yer etmeye başladı1. Saray mensupları arasında, yaşayış ve süslenme açısından Batı taklitçiliği ilk defa bu dönemde başladı. Daha sonraki kültür değişmeleri üzerinde çok büyük etkiler yapacak olan “matbaa”, bu dönemde kuruldu2. Batıya karşı gösterilen ruhî direncin kırılmasında en önemli rolü, askerî yenilgiler oynamıştı. Bu nedenle ilk değişmeler de, sistemsiz ve düzensiz olarak, asken Petrosyan, Y.A., Sovyet Gözüyle Jön Türkler. Ankara 1972. Kutay, Cemal, Türkiye'de ihtilâl ve Hürriyet Mücâdeleleri Tarihi 16 cilt. İstanbul 1961. 1 Ahmet Refik, Lâle Devri, İstanbul 1932. S 76-77. 2 Gerçek, Selim Nüzhet, Türk Matbaacılığı, İstanbul 1939. S.29-30. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 27 ~ alanda olmuştu. Özellikle Üçüncü Mustafa zamanında (1757-1773) sistemli askerî değişmeler oldu. Osmanlı ordusu saflarında birçok Batılı uzman çalışmaya başladı. Osmanlı toplumunun Batılılaşma hareketleri, yenilgiler üzerine zoraki olarak başladı. Batılılaşmada, Avrupa'nın üstünlüğü karşısında duyulan acizlik, Batı uygarlığını anlayamamaktan doğan çaresizlik ve aşağılık duyguları önemli rol oynadı. Hayranlık duyulan Batı insanına her ne pahasına olursa olsun benzemek için, “şekilden taklitçilik” başladı1. 18. yüzyıl ile kültür değişmelerinin son derece hızlandığı 19. yüzyıl arasında, son derece karmaşık ve hareketli bir dönem olan Üçüncü Selim dönemi (1789-1807) vardır. Bu dönemde de bilhassa askeri alanda Batılılaşma hareketleri baş sırayı almıştır. Ayrıca Avrupa'dan önemli bir yabancı aydınlar grubu Osmanlı Devleti hizmetine girerek yahut onlarla sıkı ilişkiler içinde bulunarak, Osmanlı toplumunun kültür değişimi üzerinde önemli roller oynamıştır. Osmanlı toplumunda esas değişiklikler İkinci Mahmut döneminde (1808-1839) başlamıştır. Bu dönemde Yeniçeri teşkilâtı yıkılarak yapılacak yeni değişiklikler için “saha temizlenmiştir”. Artık Avrupa'ya öğrenci gönderilir. Batı örneğinde sivil okullar da açılmaya başlanır, nüfus sayılır, sosyal alanda önemli yenileştirmeler yapılır, halkın yaşayışı ve kılık kıyafeti zorla değiştirilmeye çalışılır. Devlet teşkilâtından saray döşemelerine kadar her şey Avrupa'dan örnek alınmaya çalışılır... İkinci Mahmut döneminde genellikle Avrupa'nın yaşayışı, kılık ve kıyafetinin taklid edilmesi üzerinde ısrarla durulmuştur. Batılılaşma işinde, daha sonra da bu kolay yolda devam edildiğinden, Türkiye pek çok zamanını boşa harcamıştır. Batılılaşma yolunda çoğu zaman yüzeysel taklitlerle yetinmiştir2. Osmanlı toplumunun kültürel değişiminde en Önemli dönüm noktası, muhakkak ki Tanzimat'ın ilânıdır. Tanzimat’a kadar, Osmanlı toplumunun gerileme nedeni ordunun zayıflığı olarak anlaşılmıştır. Bu nedenle de genellikle askerî alandaki yıkma ve kurmalarla uğraşılmıştır. Oysa Tanzimat döneminde ve daha sonra da Cumhuriyet'e kadar, Türk toplumunun Batıdan geri kalış nedeni olarak siyasî 1 2 Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, İstanbul 1969. S.213. Turhan, Mümtaz, a.g.e. S.238-239. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 28 ~ bünye ve idarî örgütün farklı oluşu anlaşılmış ve genellikle bu konularda reformlar yapılmaya çalışılmıştır. Tanzimat hareketinde ve daha sonraki gelişmelerde dış baskılar iç baskılardan daha ağır basmıştır. Tanzimattan sonra devlet idaresi görünüşte tamamen değişmiş, siyasî güç padişahın elinden çıkmış, bürokratların eline geçmiştir. Dilde, edebiyatta, sanatta, mimaride v.s. çok önemli ve köklü değişiklikler olmuştur. Edebiyatta 18. yüzyıl Fransız edebiyatının etkisinde bir “yenilik edebiyatı” gelişmiştir. Çeşitli edebî şekiller, çeviriler aracılığıyla Osmanlı toplumuna tanıtılmış; bu yolda da Batı taklit edilmeye çalışılmıştır. Ancak bu da şekilde kalmaktan öteye gidememiştir. Dil alanında “Osmanlıca” bir ara tam kendi hüviyetini bulmuş, ondan sonra da sadeleşmeye başlamıştır. Bu arada zorunlu kültür değişiminin doğal bir sonucu olarak dilde pek çok Fransızca kelime görülmeye başlamıştır. 19. yüzyılda bütün dünyaya yayılan Avrupa sömürgeciliği, Osmanlı toplumuna da nüfuz etmeye başlamış; eğitim kurumlan, dinî propaganda örgütleri, sınaî ve ticarî kuruluşlarıyla toplumu her yönden değiştirmeye başlamıştır. Günlük yaşayıştan zihniyete kadar her şey hızla değişme yoluna girmiştir. Batı uygarlığının etkisiyle meydana gelen kültür değişmeleri İkinci Abdülhamit döneminde de durmadan devam etmiştir. Avrupa'da meydana gelen yenilikler ve buluşlar, artık matbaa gibi asırlarca süren gelişmelerden sonra değil kısa süreli gecikmelerle Türkiye'ye girmeye başlamıştır. Azınlıkların yanı sıra Türkiye'deki yabancı kuruluşlar ve basın da bu değişimi kolaylaştırmıştır. 1.6. Eğitim Alanında Medreseler: Kuruluş ve yükseliş devirlerinde Osmanlı toplumunun en yaygın eğitim-öğretim kurumları, medreseler idi. Medreseler tarihinde Osmanlıların esas önemi, medrese teşkilâtını bir düzene koymalarıdır. Osmanlı Devleti sının içindeki medreseler, ilk defa Yıldırım Bayezıt devrinde bir düzenlemeye tâbi tutulmuşlarsa1 da, esas teşkilât Fatih zamanında yapılmıştır. 1 Baltacı, Cahit, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri. İstanbul 1976. S.15 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 29 ~ Fatih, ülke içindeki mevcut medreseleri öğretim süreleri, okutulacak dersler ve müderrislerine verilecek maaşlara göre yedi kısma ayırmıştı:1 1) 2) 3) 4) 5) 6) 7) Hâşiye-i Tecrîd (Yirmili) medreseleri Miftâh (Otuzlu) medreseleri Kırklı medreseler Hâriç (Ellili) medreseler Dâhil (Ellili) medreseler Sahn-ı Semân medreseleri Altmışlı medrese. Osmanlı medrese teşkilatındaki bir diğer önemli düzenlemeyi de 16. yüzyıl ortalarında Kanunî Sultan Süleyman yapmıştır. Bu teşkilât düzenlemeleri, her iki padişahın da kendi yaptırdıkları külliyeler esas alınarak yapılmıştı. Kânûnî, medrese teşkilâtının en başına kendi Dârülhadîs'ini getirmiş, sisteme bir tıp medresesi eklemiş ve altmışlı medreselerin sayısını çoğaltmıştır. Kânûnî'den sonra da, medreselerin üst kademesinde maaş esasına dayalı bazı yeni düzenlemeler yapılmıştır2. Medreseler, Osmanlı Devleti'nin ilmiye teşkilâtına eleman yetiştiriyordu. Dinî hizmetlerle ilgili alanlar tamamen medrese mezunlarının elinde olduğu gibi, Nişancılık, Defterdarlık, Kazaskerlik, Tabiplik makamları da bunlara veriliyordu. Medreseden yeni mezun olanlar, isterlerse zeamet ve timar alarak askerî sınıfa da geçebiliyorlardı3. Osmanlı müesseselerindeki bozulmalar tâ Kânûnî döneminden itibaren başlamıştı. Bu, ilmiye teşkilâtında da böyle olmuştur. Giderek artan iltimaslar 16. yüzyıl sonlarında ilmiye ve medrese teşkilâtını, ıslahı zor bir karışıklık içine düşürmüştü. Medreseler bozulmuş, ilme rağbet azalmış, dereceler normal sırayla geçilmeden ilmiye yoluna girilmiş, müderris ve kadılıklar rüşvetle verilmeye başlanmış, telif eserler azalmıştır. 1 Ayrıntılar için bakınız: a.g.e. S.37-43. Ünver, A. Süheyl, Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı. İstanbul 1946. S.124 v.d. 2 Baltacı, Cahit, a.g.e. S 50 3 age. S.56-58. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı. Ankara1965 S.83 v.d. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 30 ~ Medreselerdeki bozukluk o kadar artmıştır ki, bir ara medrese öğrencileri Anadolu'da bazı isyanların teşvik edicileri ve yöneticileri durumuna geçmişlerdir1. Medreselerin ıslahı için çeşitli zamanlarda tedbirler, kanunnâmeler ve hatt-ı hümâyûnlar yayınlanmışsa da, başarılı bir sonuç alınamamıştır2. Yalnız 1854'de şer'î mahkemelere kadı yetiştirecek olan “Muallimhane-i Nüvvâb” adlı bir medrese kurulmuştur. Bunun dışında 1867'de müderrislerden kurulu bir heyet medrese öğretiminin iç düzenine ait, önemli sonuçlar doğurmamış bir düzenleme yapmışlardı, ikinci Abdülhamit döneminde, medrese öğrencilerine askerlikten muafiyet hakkı verilmesi, bu kurumların hepten yıkımı olmuştur. Diğer eğitim kurumları: Eğitim tarihinde ortaöğretim veren kurumlar, en çok değişmeye uğrayan kurumlardır. İkinci Meşrûtiyete kadar bu kademede belli başlı Uç kurum ortaya çıkmaktadır: rüşdiye, idadi ve sultani. İlk rüşdiye mektebi “Mekteb-i Maarif-i Adliye” adıyla 1838 yılında açılmıştır. Amacı, daha önce çıraklık yoluyla yetişen memurların seviyesini yükseltmek ve yeni memurlar yetiştirmekti. Artık “kalem” denilen devlet dairelerine çırak alınmayacak, bu okulun mezunları alınacaktı. Hem yatılı hem de gündüzlü olan okulun ders programını müdür ve öğretmenler tespit etmişlerdi. Bu okul, diğer rüşdiyelerin çoğalması üzerine 1862 yılında kaldırılmıştı3. Tanzimat’ın ilk yıllarında rüşdiyeler Harbiye, Bahriye, Mühendishane ve Tıbbiye gibi yüksekokullara öğrenci hazırlıyordu4. Rüşdiyelerin çoğalmaya başlaması 1846'da “Mekâtib-i Umûmiye Nezareti” kurulduktan sonra olmuştur. Önce 16 Mart 1848'de, rüşdiyelere öğretmen yetiştirecek Dârülmuallimin-i Rüşdî adlı 1 Akdağ, Mustafa, “Medreseli isyanları”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası XI. S.361-387. 2 Baltacı, Cahit, a.g.e. S.69-71 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, a.g e. S.241-860. 3 Koçer, Hasan Alt, Türkiye'de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, İstanbul 1971. S.40-47. Mahmud Cevad, Maarif-i Umûmiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve İcraatı, İstanbul 1338. S.8-12. 4 Unat, Faik Reşit, Türkiye Eğitim. Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış. Ankara 1964. S 42. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 31 ~ öğretmen okulu kurulmuş1, sonra İstanbul'da beş tane rüşdiye okulu açılmıştır. Öğretmen okulu ilk mezunlarım vermeye başlayınca, rüşdiye okullarını vilâyet merkezlerine yaymak için çalışmalara başlanmıştır. Bu arada 1850 yılında rüşdiyelerin biraz üzerinde “Dârülmaarif” adlı yeni bir ortaöğretim kurumu açılmıştır. Osmanlı Devleti'nde ilk kız rüşdiyesi 1859 yılında açılmıştır. Kız rüşdiyelerinin taşrada yaygınlaşmaya başlaması, 1870'de “ Dârülmuallimat”ın (Kız Öğretmen Okulu) açılarak bu okullara bayan öğretmenlerin yetiştirilmesinden sonra olmuştur. 1869'da yayınlanan Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi'ne göre, 500 haneden kalabalık kasabalarda erkek ve kız rüşdiyeleri açılması öngörülüyordu2. Rüşdiyelerin öğrenim süresi, uzun süre 4-6 yıl arasında değişmiş, 1892 okul programları genel düzenlemesinde bu süre 3 yıla indirilmişti. Türkiye'de ilk idadiler, ordu merkezlerinde 1845 yılında açılmışlar ve 1875'de askerî rüşdiyeler açılıncaya kadar, idadi olmalarına rağmen, rüşdiye seviyesinde öğretim vermişlerdir. Sivil alanda ise “idadi” adı önceleri rüşdiyelerin altındaki bazı özel sınıf ve sıbyan okullarına verilirken3, 1869 Nizamnamesi ile rüşdiyelerin üzerinde üç yıl öğretim süreli bir ortaöğretim kurumu olarak düşünülmüştür. Buna rağmen ilk sivil idadi ancak 1873 yılında açılabilmiştir. Bunların taşrada yaygınlaşması da İkinci Abdülhamit döneminde olmuştur. Taşradaki idadiler, rüşdiyelerle beraber kurulup geliştirilmişlerdir. Vilâyet merkezlerinde yedi, sancak merkezlerinde de beş yıl öğretim süreli idadiler açılmıştır. İkinci Meşrûtiyet'e kadar idadiler taşradaki hem yükseköğretim hem de meslekî öğretim kurumu olmuşlardır. İdadilerin ilk programları yetersiz bulunarak 1892'de özel bir komisyon tarafından yeni bir ders programı hazırlatılmıştır4. Bu, hem beş hem de yedi yıllık idadilerin 1 Koçer, Hasan Ali, Türkiye'de Öğretmen Yetiştirme Problemi (1848-1967) Ankara, tarih yok. S.10-11. 2 Koçer, Hasan Ali, Türkiye'de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi. S.93-94. 3 Mahmud Cevad, a.g.e S.477. 4 Yücel, Hasan Ali, Türkiye'de Orta Öğretim, İstanbul 1938. S.145-212. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 32 ~ genel bir programı idi. 1902 yılında yedi yıllık idadiler çok amaçlı bir okul haline getirilmek istenmiş; şubeler konmuş, ziraat şubesinde okuyanların altı, ticaret ve sanayi şubesinde okuyanların ise sekiz yıllık öğrenim görmeleri kararlaştırılmıştır. Beklenen sonuçlar alınmadığı gerekçesiyle, bu denemeden 1906 yılında vazgeçilmiş ve tekrar eski programlara dönülmüştür. Sultaniler, Türk eğitim tarihinde en yüksek ortaöğretim kurumu olarak belirlenmişlerdir. “Sultani” adı ilk önce, Fransa'nın bir notasıyla 1868'de açılan ortaöğretim düzeyindeki okula verilmişti. Bu, müslümanlarla hıristiyanların bir arada okuyacakları, Fransızca öğretim yapan bir öğretim kurumu idi1. 1869 Nizamnamesi'nde her vilâyet merkezinde sultanilerin açılması öngörülüyordu. Bu okulların son üç yılında öğrenciler Edebiyat ve Fen kollarına ayrılacaktı. Girit'teki bir örneği dışında, İkinci Meşrûtiyete kadar başka sultani açılmamıştır. Türk eğitim tarihinde meslekî ve teknik okulların kuruluş ve idareleri de çok karışık olmuştur. Genellikle her Bakanlık, kendisiyle ilgili okulların kuruluş ve idareleriyle ilgilenmiştir. Meslekî ve teknik okullar grubundan sayılacak ilk okullar, kara ve deniz mühendisleri yetiştirmek amacıyla 1773 ve 1796'da askeri alanda açılmıştır. İlk sivil mühendis okulu ise 1867'de kurulmuş ve Galatasaray Sultanisi'nin üniversite kısmında (“Dârülfünun-u Sultani”) mühendis ve kondüktör okulları açılıncaya kadar devam etmiştir. Bu son okullar da 1881'de kapatılmış ve Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn'un bir kısmında, sivil amaçlar için, Hendese-i Mülkiye Mektebi açılmıştır2. Resim, heykel ve yazı derslerinin yanı sıra mimarî eğitimi de yapmak amacıyla, 1882 yılında Ticaret ve Sanayi Nezareti'ne bağlı olarak Sanayi-i Nefise Mektebi açılmıştır. Sanat okullarının ilk örneği, 1848'de açılan ancak başarısız olan Zeytinburnu Sanayi Mektebi'dir. Bu tip okulların yaygın olarak kurulmaya başlanması, 1863-1864 yıllarında Midhat Paşa'nın (1822-1884) Tuna valisi iken açtığı Islahhaneler ve ordunun teknisyen ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuş birkaç okulla mümkün 1 2 Sungu, İhsan. “Galatasaray Lisesi'nin Kuruluşu”, Belleten VII/28,1943. S.315-347. Mehmet Esat. Mir'ât-ı Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn, İstanbul 1312. S.155-164. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 33 ~ olmuştur1. 1868'den itibaren bütün vilâyet merkezlerinde Islahhaneler yapılmaya başlamış ve bu okullar sonradan Sanayi Mektebi adını almışlardır. Kız sanat okulu kurma girişimleri de buna paralel olarak gelişmiş, Islahhaneler ve askeriyenin Dikimevi niteliğinde açtığı Kız Sanayi Mektebi ile kendini göstermiştir. Daha sonra sivil kız sanat okulları da kurulup geliştirilmiştir. Ticaret okulu açılması hususunda ise 1861, 1879 ve 1881 yıllarında yapılan girişimlerden olumlu bir sonuç alınamamıştır. 1884'te bir Musevi’nin yönetiminde açılan Hamidiye Ticaret Mektebi ise 1890'da kapatılıp üç yıl sonra yeniden açılmıştır. Devlet idaresindeki ticaret eğitimi ye ağır aksak giderken yabancılar, azınlıklar ve müslüman cemiyetlerin ticaret okulları daha ilerdeydi. Ziraat eğitimi alanında da 1847-1851 yılları arasında faaliyet gösteren Ziraat Talimhanesinden sonra, 18S7'de Amerikan Asmaları ve Aşı Uygulama Mektebi, Selanik Ziraat Mektebi, 1890'da açılan meşhur Halkalı Ziraat Mektebi ve bir yıl sonra da Bursa'da açılan uygulamalı ziraat okulları sayılabilir. 1898'de Ankara'da kurulan Çoban Mektebi ve 1900'de İzmir Seydiköy'de kurulan -başarısız- Bağcılık ve Aşı Uygulama Mektebi, İkinci Meşrûtiyete kadar geçen zaman içinde görülen ilginç örneklerdir. 1857'de kurulan Orman Mektebi, 1874'de yanına Madencilik Mektebi'ni de alarak 1892 yılında kapatılıncaya kadar faaliyet göstermiştir. Dolayısıyla İkinci Meşrûtiyete kadar orman ve madencilik alanında başka okula rastlanmamıştır. Batılı anlamda bir üniversite kurulması fikri, ilk defa 1846 yılında Maarif Meclisi'nin bir teklifi olarak ortaya çıkmıştır. Büyük harcamalarla binası yaptırılmış, Avrupa'dan birçok âletler getirtilmiş, örgün bir eğitim olmaktan ziyade halka açık konferanslar şeklinde 1863-1865 yıllan arasında “öğretim” yapılmıştır. Üniversite binasını yakan bir yangınla kapanan bu girişimden sonra, 1870'de ikinci defa üniversite kurma girişimi yapılmıştır. 1869 Nizamnamesinde yazılı hükümlere göre ve ilk girişime nazaran daha modern olarak tasarlanan bu üniversitenin de binası yaptırılmış, içindeki öğretim faaliyetinde “dinî inançlara aykırı” olarak yorumlanan 1 Ergin, Osman. İstanbul Mektepleri ve İlim ve Terbiye Müesseseleri -Dolayısıyla- Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul 1977, 2.baskı. S.628-629. Unat, Faik Reşit. a.g e. S.80 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 34 ~ bazı olaylar dolayısıyla, bir yıl geçmeden, faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmıştı. İkinci Meşrûtiyet dönemine aktarılan üniversite ise, İkinci Abdülhamid'in tahta çıkışının 25. yıldönümünde kurulan Dârülfünun idi1. Osmanlı Devleti'ndeki eğitim kurumlarında ismen görülen bu çeşitliliğe rağmen, bunların büyük çoğunluğunun Devlet dairelerine memur yetiştirdiği anlaşılmaktadır. Uygulamalı okullardan mezun olanlar bile, diplomayı alır almaz bir masa başına geçerek memuriyete başlıyordu. Bunların yanı sıra askerî ve sivil, her daire kendi memurlarını kalifiye hale getirmek ve daha bilgili memurlar yetiştirmek amacıyla yüzlerce okul açıyordu. Bunlar hem öğretim süresi hem de müfredat programı bakımından birer okul olmaktan ziyade, bir hizmet-içi eğitim kursunu andırıyordu. Zaten çoğu da uzun süre devam edemiyordu. 1 Unat, Faik Reşit, a.g.e. S.49-50. Koçer, Hasan Ali. Türkiye'de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi. S. 104-110 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 35 ~ 2. İKİNCİ MEŞRÛTİYET DEVRİNDE OSMANLI DEVLETİ'NİN GENEL GELİŞİMİ 2.1. Ekonomik Alanda İkinci Meşrûtiyet'in ilân edilmesinde1 en büyük faktör olan “Jön Türkler”, yalnızca Avrupa “medeniyeti”ni tanıyorlar; ama genel olarak Avrupa emperyalizmini ve sömürünün özünü tanımıyorlardı. Bunlar, her şeye siyasî açıdan bakan, ona göre hareket eden bir grup idi2. 1908 hareketinin doğmasında etkili olan bir diğer yerli grup, Selanik Yahudileri idi. Bunlar bir yandan genel Yahudilik ülküsüne uyarak Filistin topraklarında yerleşmek istiyorlar, bir yandan da İstanbul'daki Rum ve Ermeni tüccarların yerini almak istiyorlardı3. Yahudi grup ayrıca, Avrupa ve Amerika'da olduğu gibi, “Meşrûtiyetin yönetici beyni ve sermayesi” de olmak istiyorlardı4. İkinci Abdülhamit, Jön Türkler olayını bir “İngiliz oyunu” olarak değerlendirdi ve uygulaya-geldiği “denge siyaseti” gereği -İngiliz yanlısı olarak bilinen- Kâmil Paşa'yı (1832-1913) sadrazam yaptı. Bu arada, 1876'da dondurduğu anayasal düzeni de buzluktan çıkartarak İttihat ve Terakki Partisi'ni güç durumda bıraktı. İngiltere, İkinci Meşrûtiyet'in ilânından “İmparatorluktaki Alman saygınlığını azaltır” diye bir şeyler bekliyordu. Çünkü İkinci Abdülhamit nezdinde Almanların ekonomik ve siyasî gücü, İngilizler aleyhine olarak durmadan gelişiyordu. Aslında İngilizler, “Türkiye'de bir Mısır yaratmak” istiyordu5. Ancak Kâmil Paşa iktidardan çabuk düşürüldü. İngiltere'nin, halkın dinî duygularını kullanarak gerçekleştirdiği 1 İkinci Meşrutiyetin nasıl ilan edildiği, birçok eserlerde bütün ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Meselâ, Bayur, Yusuf Hikmet. Türk inkılâbı Tarihi cilt II, kısım 4. Ankara 1952. S.145-200. 2 Mardin, Şerif, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri. Ankara 1964. 3 Yerasimos, Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, cilt 2, İstanbul 1975. S.1052. 4 a.g.e. S.1084-1085 5 a.g.e. S.1064-1065 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 36 ~ 31 Mart hareketi de Almanların “Hareket Ordusu” uygulamasıyla suya düşünce, İngilizler artık Türkiye'nin elden çıktığına karar verdiler. Mahmut Şevket Paşa'ya (1856-1913) yapılan suikast ise, İngiltere'nin son çabası oldu. Bundan sonra, İngilizler müttefikleriyle Türkiye'yi parçalamaya karar verdiler. Birinci Dünya Savaşı'nda da bunu uygulamaya koyuldular. İkinci Meşrûtiyet döneminde İngilizler Lynch projesi ve Irak’ta bazı demiryolları yapım projeleriyle geldiler, ama reddedildiler. Ayrıca bu Devlet Irak ve Arap Emirlikleri'ndeki petrole göz diktiğinden, çeşitli antlaşmalarla buralarda nüfuz bölgeleri oluşturmaya çalıştılar. Bunu antlaşmalarla sağlayamayınca da, emrivakiler yapma yoluna gittiler. Almanlar ise İkinci Meşrûtiyet'ten pek kaygı duymadılar. Çünkü yeni rejim İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne, Cemiyet de Osmanlı kara ordusuna dayanıyordu. Kara ordusunda ise her yönden Almanlar hâkim idi. Almanlar bu fırsatı 31 Mart olayları sırasında çok iyi kullandılar. Üstelik fırsattan istifade ederek İkinci Abdülhamit gibi tecrübeli bir politikacıdan da kurtuldular. Ondan sonra Jön Türkleri avuçlarının içine almak zor olmadı. Birinci Dünya Savaşı'na Osmanlı Devleti'ni bu kadar kolay sokmaları, bunun en açık delilidir. Almanlar bu dönemde Deutsche Bank aracılığıyla ve Bağdad Demiryolları projesiyle Osmanlı Devleti'ni kendilerine daha çok bağladılar. Bu dönemde Devletin İngiltere ve Fransa ile ticarî ilişkileri azalırken Almanlarla yapılan ithalat ve ihracat ticaretleri genişledi. Yatırımlardaki Alman sermayesi de, diğer ülkelerinkinden daha çok arttı. Devlet çok çeşitli sorunlarla karşılaşınca, üstelik Trablusgarp ve Balkan savaşları sırasında borçlanmalar hızla arttı. Borç alabilmek için Fransa'ya birçok ödünler verildi; eğitim antlaşmalarından demiryolu ve liman yapım ayrıcalıklarına kadar. Çünkü Devlet sık sık memurlarının ve Avrupa'daki öğrencilerinin maaşlarını bile veremeyecek durumlara düşüyordu. Bu nedenle, borç alabilmek uğruna büyük ödünler veriliyordu. Bu dönemde Düyûn-u Umûmiye İdaresi de gerçek bir işlerlik kazanıyordu. Devlet bütçesinin hemen hemen yarısına el koyan bu İdare, kaybolan Rumeli topraklarından toplayamadığı vergiyi Anadolu halkından fazlasıyla çıkarıyordu. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 37 ~ İkinci Meşrûtiyet döneminde İtalya yeni bir sömürgeci devlet olarak doğmuş ve dünyanın paylaşımına katılmıştı. Bunun ilk denemesini de Libya'ya asker çıkartarak gerçekleştirmişti. Avrupalı sömürgecilerin İkinci Meşrûtiyet içindeki en büyük oyunları, Osmanlının Avrupa'dan kovuluşunu gerçekleştirmek olmuştur. Balkanlar harekatını tam başarıya ulaştırmak için Libya, İtalyanlara bir “sus payı” olarak sunulmuştur. Balkanları “maşa devletler” arasında paylaştıran büyük sömürgeciler, Anadolu'yu ise doğrudan kendi aralarında paylaşmak istiyorlardı. Bunu anlayan ve Anadolu'ya tümden el koymayı plânlayan Almanlar ise, Osmanlı ordusuna iyice sızmayı tercih ediyorlardı. Bu sırada genellikle iç sorunlarla ilgilenen Rusya ise, Balkan yolu Romenler ve Bulgarlar tarafından tıkandığı için Doğu Anadolu'dan ilerlemeye çalışıyorlar ve Ermeni sorununu kurcalayıp duruyorlardı. Osmanlı Devleti'nin ekonomik gelişimine kuşbakışı bakıldığında ise, şu durum gözüküyordu: İkinci Abdülhamit dönemine göre ithalat ve ihracat hacim yönünden bir artma göstermesine rağmen, satılan ve alman mallar yönünden aynı kalmıştı. Bu arada üretim fiatları gittikçe artıyor, ihracat fiatları ise giderek düşüyordu. İthal fiatları da devamlı arttığından, 1914 yılına yaklaştıkça dış ticaret açığının gittikçe büyüdüğü görülüyordu. 1909'dan sonra millî şirketlerin sayısı alabildiğine artmasına rağmen, bunların ekonomi içindeki payları, eskiden olduğu gibi, gene %11 dolayında kalıyordu. Türkiye'deki yabancı sermaye yatırımları ise, bu dönemde şehir donatımı, beslenme sanayii ve madenlere yönelmişti. Özet olarak söylemek gerekirse, Jön Türkler ve Meşrûtiyet idareleri Osmanlı Devleti üzerindeki ekonomik sömürüyü daha da hızlandırmışlardı. 2.2. Sosyal Alanda İkinci Meşrûtiyet, Türk tarihinde toplumu en fazla ilgilendiren, topluma en fazla dayanır gibi gözüken bir sancı dönemidir. Bu dönemin propagandası halka dayanmak, halka mutluluk getirmek, kardeşçe yaşamak v.s. şeklinde halka büyük bir ümit vererek yapılmıştır. Nitekim Meşrûtiyet'in ilânından sonra görülen geniş İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 38 ~ başıbozukluk ve sarhoşluk devresinde halkın heyecanı, sevinci, birbirleriyle kaynaşması da bunu göstermektedir. Gayri-müslim çeteler dahi, kısa bir dönem silâhlarını bırakmışlardır. O dönemde hürriyet; huzur, bolluk ve güvenlik olarak anlaşılmıştır. Bunların nasıl sağlanacağını düşünen ise olmamıştır. Kurulan her hükümetten büyük işler beklenmiştir. Oysa bu hükümetlerin İkinci Abdülhamit devri hükümetlerinden pek farkı yoktu; yeni bir kadro değillerdi. Bu dönemdeki sosyal gelişmelerin en önemlisi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin bütün yurt çapında hızla örgütlenmesi ve halkın akın akın bu örgüte üye olmasıdır. Örgüt kamuoyuna böylece hâkim olmuş ve her yerde hükümet otoritesi yerine geçmiştir1. Halk bu örgütten istemediği memuru değiştirmesini, yapamayacağı şeyleri yapmasını istemiştir. Bunlar olmayınca da, daha 1908-1909 arasındaki sarhoşluk döneminde halkta hayal kırıklığı ve ümitsizlik doğmuştur2. Çünkü daha ilk anlarda Bulgaristan bağımsızlık ilân etmiş, Avusturya Bosna-Hersek'i ülkesine katmış, Girit adası Yunan parlamentosu için milletvekili seçmişti. Bütün bu olaylar, İkinci Meşrûtiyet başlarında uygulanmak istenen “Osmanlılık” politikasına ilk tepkilerdi. Ülke, aldığı borçların ağırlığı altında kımıldayamayacak duruma gelmişti. Kapitülasyonları kaldırmak bir yana, yabancı baskısı arttıkça artmıştı. Gümrüklere, ticarete, ulaşıma v.s. yabancı hâkimiyeti alabildiğine yerleşmişti. Osmanlı aydınları arasında tâ Avrupa'da başlayan siyasî çekişmeler yurt içinde daha da artmıştı. Toplumda birçok siyasî düşünce akımları ortaya çıkmış ve aydınlar arasında birçok temsilci bulmuştu. İkinci Abdülhamit yönetimini beraberce yıkanlar, yeni düzeni beraberce kuramayacaklarını anlamışlardı3. İkinci Meşrûtiyet döneminde Türk toplumu ekonomik alanda etkin bir durumda değildi. Çoğu asker, memur, köylerdeki kadınlar ve yaşlılar da çiftçi idiler. Yani Avrupa'nın bu alanda yaptığı baskıya direnemeyecek durumda idiler. Zanaat ve ticaret, Türk olmayanların eline geçmişti. Türkler, yabancı mallara karşı ancak boykot yapabiliyorlardı ki, bunun da yabancı şirketler üzerinde çok fazla etkisi 1 Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlânı. İstanbul 1959. S.40. a.g.e. S.58. 3 A.g.e. s.33. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 39 ~ olmuyordu. Ancak Türk kamuoyu üzerinde milliyetçi direnişin ilk denemelerine fırsat veriliyordu. İkinci Meşrûtiyet süresince pek çok yazarlar, ekonomi, eğitim ve sosyal alanlarda da onu destekleyecek devrimler yapılmadıkça siyasî devrimin pek etkili olamayacağını belirtiyorlardı. Bu dönem başladığında, halk her alanda büyük bir bilgisizlik içinde yüzüyordu. O zaman, toplumun ve devletin geri olması esas olarak bu bilgisizlik faktörüne bağlanmıştır. Bu bilgisizliği ortadan kaldırmak için yaygın bir halk eğitimi çalışmasına başlanırken, yükseköğretim kurumlarına da burada öğretim yapamayacak birçok kişi kaydediliyordu. İkinci Meşrûtiyet döneminde “Osmanlılık” kalesinin çöktüğü anlaşılmıştır. Dönem başlarında herkesin hararetle savunduğu “Osmanlı toplumu” kavramına, daha o zaman gayrimüslimlerin katılmayışı, kendi dinlerini ve millî duygularını özellikle koruyacaklarını söylemeleri; daha sonra müslüman toplulukların da kendi başlarının çaresine bakmaları sonucunu doğurmuştur. Arnavutlar, Araplar, Çerkezler, Kürtler v.s. kendi yardımlaşma örgütlerini kurmuşlardır. Bu arada müslüman Arnavutların çoğu hıristiyan Arnavutlarla beraber hareket etmiş; Latin harflerini kullanarak Arnavutça eğitim yapan millî okullar kurmuşlardır. Osmanlılar ise bunu askerî yönden önleyemeyeceklerini anlayıp orada çok yoğun ıslahat hareketlerine başlayınca, önce İtalya ve arkasından diğer Balkan devletleri Osmanlıya karşı “yeni bir haçlı seferi” düzenlemişler, bu bölgede bağımsız Arnavutluk’u ilân ettirmişlerdir. Araplar ise genellikle dil esası üzerinden hareket etmiş; Arap vilâyetlerinde eğitim, mahkeme ve resmî dairelerde kullanılan dilin Arapça olmasını sağlamışlardır1. Ayrıca İngilizlerin kışkırtmalarıyla, Arap kabileleri yer yer Osmanlı kuvvetlerine karşı isyan etmişlerdir. Ermeni toplumu, 1909'daki Adana olaylarından sonra Osmanlı toplumuna biraz uyar gibi görünmüşler, Devlet hizmetinde pek çok görevler almışlar, Osmanlı eğitim ve kültür çalışmalarına katılmışlardır. Bu arada gayrimüslim toplumların ortak politikalarından da pek kopmamışlardır. 1 Bayur, Yusuf Hikmet, Türk inkılâbı Tarihi cilt II kısım 3. Ankara 1951 S 212, 217, 223-226 v.s. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 40 ~ Rum toplumu bu dönemde bütün gücüyle Yunan politikasına uymaya ve Yunanistan'a bağlanmanın hazırlıklarını yapmaya çalışmıştır. Okullarında Yunan uyruklu öğretmenler bulundurmuş, gençlerim Yunan üniversitelerine ve askerî okullarına göndermiş, mebusları aracılığıyla Meclis'in çalışmalarını engellemiş, Osmanlı hükümetlerinin kendileri aleyhine bir hareket yapmasını gayet mahirane bir şekilde önlemiştir1. Osmanlı sınırları içindeki Bulgar ve Ulah unsurları da kendi “ana devlet”lerini hiç bir zaman unutmamışlar ve sürekli olarak onlara bağlanmak için çabalamışlardır. Yahudiler, masonluk aracılığıyla İkinci Meşrûtiyetin ilânında rol oynadıklarından dolayı bu dönemin en avantajlı azınlığı olmuşlar; her alanda gayet geniş bir hareket serbestliği kazanarak Devletin yönetiminde etkili olmuşlardır. İkinci Meşrûtiyet döneminin başka bir önemli toplumsal gelişmesi, basın-yayın hareketlerinin gelişimiyle “kamuoyu oluşturma” çalışmalarının hızlanması ve toplumsal gruplaşmaların artmasıdır. Dernekçilik yönünden, Osmanlı Devleti'nin en hareketli dönemi bu dönemdir. Özellikle milletvekili seçimleri, ülkedeki toplumsal hareketliliği arttırmıştır. Kadınlar bu dönemde sosyal hayatta oldukça faal bir duruma gelmişler; konferanslara katılmaya, üniversiteye girmeye, hayır dernekleri kurmaya, basındaki tartışmalara katılmaya başlamışlardır. Rumeli'den Türk göçleri devam etmiştir. Balkan bozgunu sırasında bu göçlerin en feci dönemleri yaşanmıştır. İstanbul, akın akın gelen yaralı ve göçmenlerle dolup taşmıştır. Yaralılar okullara ve diğer devlet dairelerine alındığından, göçmenler aç ve sefil olarak sokaklarda kalmışlardır. Devlet, bu sorunun çözümüne ancak 1914 yılında girişmiş; göçmenler Anadolu topraklarına yerleştirilmeye başlanmış; bu ise Rumların sert tepkilerine, bütün Rum okul ve kiliselerini kapatmalarına neden olmuştur. 2.3. Askerî Alanda İkinci Meşrûtiyet döneminde ordu devamlı olarak hem iç hem de dış sorunlarla meşgul olmak zorunda kalmıştır. Ordu içindeki iktidar ve muhalefet yanlısı gruplar 1 Kutay, Cemal, Türkiye'de İstiklâl ve Hürriyet Mücâdeleleri Tarihi, cilt XVII. S.9901. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 41 ~ alabildiğine iç politikaya girmiş, sınırlarda da Devlet'in geleceği bakımından önemli savaşlar yapmıştır. Daha 1908 yılının 5-6 Ekim tarihlerinde Bulgaristan'ın bağımsızlığını, Girit'in Yunanistan'a katıldığını, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun da BosnaHersek'i ilhak ettiğini ilân ettikleri görülmüştür. Hükümet bunlara karşı hiç bir askeri harekata girişemeyerek, sadece protestolarla yetinmiştir. İkinci Abdülhamit döneminin askerî alandaki en büyük kötülüğü deniz kuvvetlerine olmuştur. O zaman bütün donanma Haliç'e hapsedilmiş ve gemiler iş göremez hâle gelmişlerdi. İkinci Meşrûtiyet'in ilânından sonra, 3 Şubat 1909'da donanmanın düzene sokulması ve askerlerinin eğitimi için, İngiltere'den Amiral Gambell getirtilmiştir. İkinci Meşrûtiyet döneminde, ordunun iç politikaya karışmasının en yaygın olduğu dönem, 1909 yılında ortaya çıkan “31 Mart” olayları dönemi olmuştur. Ordu bu olaylarda hem “Avcı taburları” vasıtasıyla olayların başlamasına neden olmuş hem de Selanik'te kurulup İstanbul'a getirilen “Hareket Ordusu” vasıtasıyla bu hareketi bastırmıştır. 1908 hareketi, özellikle küçük rütbeli subayların girişimleri ile meydana gelmiş ve bu durum, orduda üstlerle astların arasını açmıştır. Ordu disiplinini bozan bazı yakışıksız olaylar olmuştur1. Genç subaylar başlangıçta genellikle İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde yer almışlardır. Hele 31 Mart olaylarından sonra Hareket Ordusu mensuplarına gösterilen ayrıcalıklar ve terfiler, iç politikayı subaylar için daha çekici bir hale getirmiştir. Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti karşıtı subaylar da Halâskârân” ve “Ahrar” gibi çeşitli gruplara ayrılarak iç politika mücâdelesine katılmış, hattâ dağa çıkmışlardır. Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki bozgununda bunun büyük bir payı vardır2. 31 Mart olayları, İkinci Meşrûtiyet döneminde ordunun politikaya aramasının en kötü örneği olduğu gibi, Balkan bozgunu da iç politikanın orduya karışmasının en feci sonucu olmuştur. 1 2 Karatamu, Selahattin, Türk Silâhlı Kuvvetleri Tarihi. Ankara 1971. S. 183. Bayur, Yusuf Hikmet, a.g.e. cilt II. Birinci ve ikinci kısımlar. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 42 ~ İkinci Meşrutiyet başladığında Türk olmayanlar, medrese mensupları ve İstanbul doğumlu olanlar askerlik hizmetinden muaf idiler. Bir de “bedel-i nakdî” konunca, bu hususta alabildiğine bir eşitsizlik ortaya çıkmış ve askerlik hizmeti anlayışı zedelenmişti. Bunun için 1909'da yeni bir Askere Alma Yasası (“Ahaz-ı Asker Kânunu”) çıkartıldı. Amaç, eski askere alma düzeninin ıslahı idi. Gerçi medrese öğrencilerinin bazıları, hıristiyanlar v.s. askere alındı ama gene de askerlikten affedilen çeşitli zümreler 15 milyon nüfusa ulaşabiliyordu1. Balkan Savaşı'nın hem toprak hem de asker kaybı olarak getirdiği acı sonuçlar, Devleti yeni bir askere alma yasası çıkartmaya mecbur etti. Ama bu, Meclis'ten bir türlü geçirilemedi; 1914 yılında da ancak geçici yasa olarak uygulamaya kondu2. Ordunun genel olarak ıslahı hususunda, o zamanki genel kurmayın yaptığı çalışmalar 1910 yılı sonlarında ancak tamamlandı. Bu zamana kadar kara kuvvetlerinde General Golç'un (Colmar von der Goltz) (1843-1916) kumandasında Alman subaylar, deniz kuvvetlerinde de Amiral Lympus'un kumandasında İngiliz subaylar bazı ıslah çalışmalarında bulunuyorlardı. Jandarma birliklerindeki ıslah çalışmalarını ise Fransız General Bauman yürütüyordu. Örgüt bakımından da 1911 ve 1913 yıllarında ordunun yeni teşkilât yönetmelikleri yayınlanıyordu3. İkinci Meşrûtiyet döneminde silahlı kuvvetler bünyesinde görülen bir diğer hareket de “gençleştirme” (“tasfiye”) çalışmalarıdır. İlk olarak dönemin başında, 1909 yılında Meclis'ten bir “Tasfiye-i Rüteb Kânunu” çıkartıldı4. Amaç, eskiden padişahın “ihsan ettiği” rütbelerin geri alınması idi. 191Tde çıkartılan yaş haddi yasası ile de subaylar arasında gençleştirmeye gidildi5. Balkan yenilgisinden sonra Türk ordusundaki ıslah çalışmaları tamamen Almanların eline verildi. Lyman von Sanders (1855-1929) yönetimindeki “Alman Askerî Islah Heyeti”, kara ordusunu her yönden ele alarak ıslaha, daha doğrusu Birinci Dünya Savaşı'na hazırlamaya koyuldu6. Bu arada deniz kuvvetlerindeki 1 Karatamu, Selahattin, a.g.e. S.234-235. Takvim-i Vekayi. 14-26 Mayıs 1914. S.1815-1840. 3 Karatamu, Selahattin, a.g.e. S. 146-181, 199-224. 4 Düstur. II. tertip, ciit I. S.421. 5 Karatamu, Selahattin, a.g.e. S.189. 6 a.g.e. S.192-199. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 43 ~ İngiliz amiralleri Gambell, Williams ve Lympus da ıslah çalışmalarında bulundular. Almanlar, Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar Türk donanmasına nüfuz edemediler. Bu arada Türk ordusunun hava kuvvetleri teşkilâtı da İkinci Meşrûtiyet döneminde kurulmaya başlandı. Hem uçak satın alma hem de eğitim yönünden bazı çalışmalar yapıldı1. 2.4. Siyasî ve İdarî Alanda İkinci Meşrûtiyet'in siyasî ve idarî alandaki gelişmeleri belli başlı dört ana kademede incelenebilir: A) 10 Temmuz 1908 - 13 Nisan (31 Mart) 1909 arasındaki dokuz aylık dönem: Osmanlının Türk unsurları arasında, özellikle İstanbul'da bilinçsiz bir sevgi ve neşe anarşisinin olduğu dönem. Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti ancak yönetim kulislerinde yer alabiliyordu. İdare, İkinci Abdülhamid'in eski kurt vezirlerinin elinde idi. Genç Türkler, Osmanlı uyruğundaki herkesi eşit yapmaya çalışan bir program uygulamak istiyorlar; ama yabancı ülkeler ve azınlık toplumları bunu istemiyorlardı. Çünkü onlar, daha önce aldıkları “imtiyazlar”la ülkedeki Türklerden bile daha geniş hak ve hürriyetlere sahiptiler. Azınlıklar ve yabancılar, daha ziyade “adem-i merkeziyet” istiyorlardı. “Prens” Sabahaddin'in ittihat ve Terakki Cemiyeti ile kısa süren barışıklık dönemi sona erince ve “İngiliz yanlısı” diye bilinen Kâmil Paşa da Sadrazamlık görevinden alınınca, İngilizler ihtilâl hazırlıklarına başladılar. Kıbrıs'tı Derviş Vahdetî aracılığıyla klasik isyan biçimini kullandılar. Halkın dinî duygularını tahrik ettiler ve “Abdülhamit yanlısı” bir darbe imiş gibi gösterdiler. “31 Mart olayları” diye adlandırılan bu hareketin önde gelen kişilerinden biri olan Hoca Rasim Efendi de “Prens” Sabahaddin Bey grubuna dahildi. “Saadet” gazetesinde onu öven yazılar yazıyordu2. Bu kişi, olaylar sırasında Meclis'i basanların da sözcülüğünü yapmıştı. İsyan hareketi bastırıldıktan sonra İstanbul'dan kaçan gruplar üzerinde “Prens” Sabahaddin Bey'in tomar tomar “Asker kardeşler, essalâmü aleyküm” başlıklı mektuplarına rastlanmıştı3. 31 Mart olayları sırasında İstanbul'daki “Genç 1 a.g.e. S.487-497. Bayar, Celal, Ben de Yazdım. İstanbul 1967. S. 149,153. 3 a.g.e. c.II. İstanbul 1966. S-361. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 44 ~ Türkler”in çoğu tekrar ilk geldikleri yer olan Selanik’e kaçtılar. Oradaki İttihatçı subayların önderliğinde bir “Hareket Ordusu” kurup başına da Mahmut Şevket Paşa'yı geçirerek inanılmaz bir çabuklukla İstanbul'a geldiler. Bu ordunun hazırlanış ve İstanbul'a naklinde de Almanların özel bir çaba gösterdikleri söylenmektedir1. Ordunun İstanbul'a girişiyle, isyancı hareketler kolaylıkla bastırılmıştır. Bu ilk dönemde İstanbul gerçekten hür bir hava yaşadı. Her alanda birçok dernek ortaya çıktı, birçok gazete ve kitap yayınlandı2. İdare, tam bir anarşi içinde yaşadı. “İstibdad devrinin kalıntısı” olduğu gerekçesiyle Devlet dairelerindeki görevlilere itimat edilmedi, okullarda derslere girilmedi, öğretmenler ve sınavlar istenmedi. Bunlar üzerine Devlet dairelerinde temizlik üzerine temizlik (“tensikat”) yapıldı; birçok memurun görevlerine son verildi. Gene bu ilk dönem içinde yapılan Meclis seçimlerinde İttihat ve Terakki Cemiyeti büyük bir başarı gösterdi. Etnik bakımdan, bu Meclisteki milletvekillerinin çoğu da Türk olmayanlardı ve bunlar Meclis'te bir ortak grup gibi hareket ediyorlardı. B) 13 Nisan 1909 - 17 Temmuz 1912 arasındaki dönem: 31 Mart olayları, ülkedeki hürriyet havasının geniş oranda kaybolmasına yol açtı. Bu olaylar sonrası uygulanan sıkıyönetimde gazeteler ve derneklerin çoğu kendiliğinden kapandı3. “Genç Türkler”, iktidarın gizli denetleyicileri rolünden çıkıp ülke yönetimini açıktan üstlendiler. Ordu ile İttihat ve Terakki Cemiyeti, İkinci Abdülhamit'in 1908 yılında oynadığı oyunu ancak 31 Mart olaylarından sonra 31 Mart olayları da İkinci Meşrûtiyetin en çok incelenen konularından biri olmuştur. Bu konuda bakınız: Akşin, Sina, 31 Mart Olayı. İstanbul 1972. Avcıoğlu, Doğan, 31 Martta Yabancı Parmağı. İstanbul 1969. Atay. Falih Rıfkı, Batış Yılları. İstanbul 1963. S.38-39. Kuran, Ahmet Bedevi, Harbiye Mektebinde Hürriyet Mücâdelesi. İstanbul tarih yok. S.157,174. 1 Yaman, Kemal “Meşrûtiyet Hareketleri ve Yabancı Tesirleri”. İçinde: Beynelmilel Sermeye ve İhtilâl Hareketleri. İstanbul 1974. S.66. 2 Çünkü 1909 Anayasa'sı ile sansür kaldırılıyor, bireysel hürriyetler çoğalıyor, toplanma ve örgütlenme hürriyetleri getiriliyor ve parlamenter sistem kuruluyordu. 3 Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlânı. S.18. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 45 ~ bozabilmişlerdi. Almanlar, tecrübeli padişaha yaptıramayacakları pek çok acemilikleri, daha sonra Ordu ve Cemiyet iktidarlarına kolayca yaptırabilmişlerdir. 31 Mart olaylarından sonra saltanata getirilen Sultan Reşat, İkinci Abdülhamit'in tam aksine, yürütmeye hiç karışmayan, yetkilerini aşmak bir yana kendi yetkilerini bile kullanmayan bir padişah olmuştur1. 31 Mart olayları, “Genç Türkler”e İslâmın manevî gücünden yararlanma ilhamını da verdi. Ondan sonra “pan-islamist” bir siyaset izlemeye ve dinî duyguları siyaset alanına kanalize etmeye çalıştılar. Hattâ bunun için çok uzak ülkelere bile “mürşit”ler yolladılar2. Çeşitli müslüman ülkelerden, eğitim ve kültür alanında bunlara pek çok başvuranlar oldu*. Azınlıklarla Hükümet ilişkisi sertleşti. Hükümetin azınlık öğretim kurumlarını denetim altına almak istemesi, azınlıkların çok sert tepki göstermelerine neden oldu. Meclis'in Rumeli'deki Rum ve Bulgar çatışmasını çözmeyi amaçlayan bir yasayı çıkarmasından sonra, Balkanlardaki ve İstanbul'daki azınlıkların birlik sağlama çalışmaları çok daha hızlandı. Bu dönemdeki en önemli sorunlardan biri de Arnavut sorunu oldu. Daha önce Devletin ve padişahın en sâdık bekçileri olan Arnavutlar da isyan etmeye başladılar. Sultan Reşat'ın Arnavutları yatıştırmak için Kosova ovasında yaptığı miting, büyük ancak samimî olmayan bir ilgi gördü. Ermenilerle ilişkiler bu dönemde de soğuk kaldı. İkinci Meşrûtiyet devrinin en ilginç gelişimi de Araplar arasında oldu. İngilizlerin de kışkırtmasıyla Arap aşiretleri Devlet'e sürekli başkaldırdılar. Genç Türklerin “Panislamizm” politikası, Arabistan'da pek yankı bulmadı. 1909-1912 arasında, ülkede yeni düzeni kurmak için birçok yabancı uzman çalıştırıldı. Maliye Bakanlığında birçok yabancı malî komisyonlar çalışıyordu. R. Crawford gümrüklerde, Kont Robilânt Jandarma dairesinde, Leon Ostrorog Adliye 1 Kutay, Cemal, Türkiye İstiklâl ve Hürriyet Mücâdeleleri Tarihi, cilt XVII. İstanbul 1961 S.9524-9525. 2 Mandelstam, Andre, Le Şort de l'empire Ottoman. Paris 1917. S.28. * Güney Afrika'dan, Rusya sınırları içindeki Şemahi ve Hacı Tarhan şehirlerinden, Kırım'dan Osmanlı okullarında okumak üzere öğrenciler geliyordu: Bakınız Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası No:320070, 306403, 305220, 292415 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 46 ~ Bakanlığında, birçok yabancı mühendis ve teknisyen Nâfia Bakanlığında çalışmalar yapıyordu. Tanzimat'tan beri uğraşılıp da bir türlü gerçekleştirilemeyen “hıristiyanların askerliği”, bu dönemde gerçekleştirildi. İttihat ve Terakki'ye muhalif ekip, bu dönemde hızla örgütlendi. Hattâ hepsi “Hürriyet ve İtilaf adlı bir ana örgütte toplandılar. Bu dönemde İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde de bir muhalif grup doğdu ve gelişti1. Osmanlı Devleti'nde ilk defa 1908 devriminden sonra çıkan siyasî parti kurumlarının en canlı olduğu dönem, bu dönem olmuştur2. C) 17 Temmuz 1912 - 10 Ocak 1913 arasındaki dönem: Osmanlı Devleti'nin büyük bozgun dönemidir, Ahmet Muhtar Paşa kabinesi, ülkeye bir barış getirebilmek amacıyla “genel af ilân etmiş, ancak umulan sonuçlar alınamamıştı. Üstelik Balkanlardaki azınlıkların ayrılıkçı hareketleri hızlanmış; azınlıkların “ana devletleri” Osmanlı Devleti'ni “bozgun”a uğratmışlardı3. Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti'nin en kritik zamanında ortaya çıkmıştı, Trablusgarp Savaşı, Arnavutluk İsyanı, Halaskar Zabitan olayı, ordudan 60.000 kişinin terhisi, Meclis'in feshedilmiş durumda bulunuşu v.s. ülkenin bazı güçlerce bu Savaşa “hazırlanmış”(!) olduğunu gösteriyordu4. Balkan bozgununun pek çok sebepleri olmasına rağmen, en önemli nedenlerinden birisi, ordudaki subaylar arasındaki siyasî çekişmelerdi. Üstelik Kâmil Paşa iktidara gelince “Halâskârân” subaylarla İttihatçı subaylar arasındaki çekişmeler daha da artmış; Kâmil Paşa'nın bazı “Genç Türk” ileri gelenlerini tutuklattırması5 ve 1 Kâmil Paşa Hükümeti, “Halâskârân” subayların ayaklanmaları sonucu kurulmuştu. Bayur, Yusuf Hikmet, “II. Meşrûtiyet Devri Üzerine Bazı Düşünceler”. Belleten XXIII/ 89-92, 1959. S.273 2 Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'de Siyasi Partiler, İstanbul 1952. 3 Hafız Hakkı Paşa, Bozgun İstanbul 1973 4 Kutay, Cemal, a.g.e. cilt XVII. S.9902-9904. Balkan Savaşı ve bozgunu, Türklerin millî bilinçlerinin oluşmasında büyük bir rol oynamıştır. Türkler için “kazanılmamış bir kurtuluş savaşı” özelliğini taşımıştır. Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlânı. S.20. 5 Bayur, Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi- cilt II, Kısım 4. S.268. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 47 ~ Bulgarların Çatalca'ya kadar gelmeleri, İstanbul'daki siyasî havayı iyice gerginleştirmiş ve İttihatçı subaylar Babıâli'ye düzenledikleri kanlı baskınla iktidarı yeniden ele almış ve Mahmut Şevket Paşa'yı iktidara getirmişlerdi. D) 10 Ocak 1913 - 29 Haziran veya 11 Kasım 1914. Bu dönem, Nâzım Paşa'nın öldürülmesinden Goeben ve Breslau zırhlılarının Çanakkale ağzında görülmesine veya padişahın “Cihâd-ı Ümmet” ilân ettiği zaman kadar olan dönemdir. Genç Türklerin mutlak hâkim oldukları, baskı yönünden İkinci Abdülhamit dönemini aratmayacak bir dönem olmuştur. Özellikle İngiliz yanlılarının Mahmut Şevket Paşa'yı öldürtmelerinden1 sonra Genç Türklerin şiddet ve baskı yönetimleri gizli polis örgütleriyle beraber bütün ülke ve yönetim alanlarına yerleşmiştir. Yönetime karşı olanlar tekrar Paris, Atina, Selanik, Kahire gibi merkezlere kaçmak zorunda kalmışlardır. Edirne'yi geri alan “koca çocuklar”2 o kadar gururlandılar ki, Arnavutluk'un ve Makedonya'nın tümden kaybını unuttular. Dış politikada tamamen “pantürkist” ve “Turanist” bir politika izlemeye başlayıp, içte Enver, Talat ve Cemal Paşalardan ibaret bir baskı yönetimi kurdular. Genç Türklerin kayıtsız-şartsız egemen oldukları bu dönemde Hükümet, daha önceki dönemde Meclis'teki çeşitli engellemeler yüzünden çıkartılamayan yasa tekliflerini, azçok değişikliklerle geçici yasa (“kânûn-u muvakkat”) olarak ilân etti. Ancak dış politikada Almanların etkisi iyice kendini gösterdi. Öyle ki Osmanlı Devleti'ni hiç zorlamadan Birinci Dünya Savaşı'na bile sokabildiler. Aslında Osmanlı Devleti, 1912-1914 arasında sürekli müttefik aramış, bunun için İngiltere ve Fransa'ya çeşitli defalar başvurmuştur. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin “sivri” kesimi bir müttefik olarak Almanya'yı istemiyordu ve Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesine bile göz yummuştu. Ancak bu dönemde Osmanlı Devleti'ne, Bulgaristan ve Yunanistan'ın dostluğuna verilen değer bile verilmemişti. Böylece Osmanlı Devleti, zorla Almanya'nın kucağına itildi3. Öte yandan, Osmanlı Asyasını 1 Mahmut Şevket Paşa'nın öldürtülmesinde İttihatçıların da payı vardı. Bakınız: Yaman, Kemal, a.g.e. s.14-142. 2 Mendelstam, Andre. S.49. 3 Bayur, Yusuf Hikmet, “Son Yirmibeş Yıllık Tarihimize Bakışlar”. Belleten. II, 1937. S.321323. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 48 ~ kesin olarak paylaşmaya karar vermiş bir İngiltere'nin Osmanlı Devleti ile müttefik olmayacağı da açıktı. İkinci Meşrûtiyet döneminde iç ve dış politika sorunları yukarıda anlatılan her dönemde, bir önceki dönemden daha karışık olmuştur. 1909 yılında olan olaylar, büyük güçlerin kendi yanlısı bir yönetimi başa geçirme girişimleri sonucu ortaya çıkmıştı. Bunu Almanlar kazandı. Bu vesile ile Almanlar İkinci Abdülhamit gibi kurt bir politikacıdan da kurtuldular. Genç Türkler, daha sonra Anayasa'da yaptıkları bazı değişikliklerle, padişahlık makamını tamamen kukla bir vaziyete soktular. Dış politikada da Temmuz değişimini (İkinci Meşrûtiyet'in ilânı) bütün ülkeler sempati ile karşıladılar. Ancak İttihatçı subayların genellikle Alman yanlısı olmaları ve Alman genel politikasını izlemeleri, İngilizlerin de “Prens” Sabahaddin Bey'in tarafını tutmaları; Fransa, Rusya ve İngiltere'nin Osmanlı yönetimine karşı bir tutum almaları sonucunu ortaya çıkardı. İkinci Meşrûtiyet’ten sonra ülkenin parçalanması çok şiddetli oldu. Bunda, o dönem idarecilerinin tecrübesizliklerinin rolü olduğu gibi, gelişen ve genel bir savaşa doğru giden sömürgeci devletlerin ve dünya siyasetinin de önemli rolleri vardı. Aslında bazı sorunlar da İkinci Abdülhamit zamanında âdeta “pamuk ipliğine bağlanmış” durumdaydı ve idare değişince hemen koptu: Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilân etmesi, Bosna-Hersek'e Avustralya'nın el koyması, Girit'in Yunanistan'la birleşmesi gibi olaylar daha önceden en ince ayrıntılarına kadar plânlanıp olgunlaştırılmıştı. Daha sonra Arnavutların ve Ermenilerin isyanları. Trablusgarp'ın (Libya'nın) İtalyanlar tarafından işgali, Balkan devletlerinin Osmanlıyı Balkanlardan sürmesi gibi olayların temelleri de İkinci Abdülhamit zamanında atılmıştı. Osmanlı Devleti'nin en uzun barış dönemi denilen İkinci Abdülhamit döneminde, herkes parçalanmanın ve kopmanın senaryolarını âdeta yazıp bitirmişti. Gerçi Osmanlı İmparatorluğu üç yüz yıldan beri çöküyor ve eriyordu ama 1908 yılında, bu Devletin on yıl sonra çöküp biteceğine kimse inanmazdı1. 1 Bayur, Yusuf Hikmet, “II. Meşrûtiyet Devri Üzerine Bazı Düşünceler”. Belleten. XXIII/8992,1959. S.266. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 49 ~ İç ve dış siyaset yönünden 1908-1914 arası, beş koca anarşi yılıdır. Hükümet ve yürütme düzeni İttihat ve Terakki Cemiyeti, Padişah, muhalefet ve ordu arasında bocalamış durmuştur1. 2.5. Kültürel Alanda İkinci Meşrûtiyet başlarında bütün ülkeyi kaplamış olan anarşik faaliyetler, kültürel hayatta da kendini gösteriyordu. Her gün birçok gazete ve' dergi doğup ölüyordu. İkinci Abdülhamit devrinin ana yayın organları, yerlerini yenilerine bırakıyordu. Başlangıçta yalnız istibdat devrinin kötülüğünden dem vuran yazılar, daha sonraları yerlerini Batılılaşmanın ana sorunları ve çeşitli fikir akımlarının tanıtılmasına bırakmaktaydı. Yalnız aydınlara değil, halka hitap eden yazılar da ortaya çıkmaya başlamıştı2. 1901 yılında çalışmalarına ara veren Edebiyat-ı Cedide akımı, İkinci Meşrûtiyet'in ilânından sonra yayın hayatına yeniden başlamıştı. Bunların karşısında olan edebiyatçılar da 1909 yılında Fecr-i Âti adlı bir edebiyat grubu kurmuşlardı, iki grup arasında polemikler ve tartışmalar ' olmuş, sonra 1912 yılı sonlarında ülkenin acı sosyal sorunlarına ilgisiz kalan Fecr-i Âti grubu dağılırken, öte yandan Millî Edebiyat akımının güçlendiği görülüyordu. Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan millî edebiyatçılar, en önemli sorun olarak “edebiyat dili”ni almış ve “yeni lisan” akımını, yani dilde sadeleşmeyi başlatmışlardı. Bunlar, edebiyatın esas konularının yerli ve millî hayattan alınması ve artık taklitçiliğin bırakılması gerektiğini savunuyorlardı. Her ne kadar İkinci Meşrûtiyet döneminde Edebiyat-ı Cedideciler ve Fecr-i Aticiler etkili oldularsa da, o devire bir yenilik getiren ve daha sonrasına hâkim olan Millî Edebiyatçılar olmuşlardır3. İkinci Meşrûtiyet döneminde Türk sahne hayatında çok yeni ve hareketli bir çalışma başlamıştır. Hem dil hem de ana konular bakımından tiyatro, tamamen 1 Yaman, Kemal “Meşrûtiyet Hareketleri ve Yabancı Tesirleri” içinde: Beynelmilel Sermaye ve İhtilâl Hareketleri, İstanbul 1974. S.55. 2 Ülken, Hilmi Ziya, Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi, cilt I. İstanbul 1966. S.199. 143. 3 Akyüz, Kenan, “Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri”. Türkoloji Dergisi. 11/ 1,1969. S.143-195. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 50 ~ zamanın Osmanlı toplumuna dönmüştür. Bu dönemde rastlanan tiyatroların hemen hepsi özel tiyatrolardı. Ancak İstanbul Şehremini olan Cemil Paşa, 1914 yılında resmî bir tiyatro kurmak için girişimlere başlamış; bunun için Fransa'dan A. Antoine'ı çağırmış, hazırlıkların en son aşamaya geldiği bir dönemde Birinci Dünya Savaşı başlamış ve işler planlandığı gibi yürümemişti. İkinci Meşrûtiyet, Batı ile Türkiye arasındaki demir perdelerin artık tamamen yıkıldığı, her alanda kapıların ardına kadar açıldığı bir dönemdir. O zaman “Bu Devlet nasıl kurtarılabilir” sorusuna pek çok cevaplar verilmiş; cevaplar artık bireysel olmaktan çıkmış, seçimler ve basın aracılığıyla halka da mal olmuştu. Devlet'in kurtarılabilmesi için yapılan öneriler, “fikir akımları” altında gruplandırılmıştır ki, bunlar şu şekilde özetlenebilir: A) Batıcılık (“Garpçılık”): Bu, Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıkan en eski düşünce akımıdır. Amacı, Devlet'i Batı örneğine göre yeniden kurmaktır. Tanzimattan beri var olan bu akım, Batıdaki gelişme prensibini Osmanlı Devleti'ne de aynen uygulamak istiyordu. İkinci Meşrûtiyet sırasında aslında hemen her akımda Batılılaşmanın bazı unsurları vardı. Ancak bunu ayrı bir akım olarak savunan Abdullah Cevdet (1869-19.31), Celâl Nuri (1870*1939), Kıhçzâde Hakkı (1872-1959), Sâtı Bey v.s. gibi ayrı bir grup da vardı. Karşıtları, bunlara “Tanzimatçı” da diyorlardı1. Aslında İkinci Meşrûtiyet’in ilânı, Osmanlı Devleti'nin Batılılaşma kademelerinden biridir. İkinci Meşrûtiyet, Tanzimattan beri savunulan siyasî değişikliklerinin bir kademesidir2. Bu arada bazı sosyal değişiklikler de yapılmıştır. Batıcıların İkinci Meşrûtiyet sırasında düşüncelerini açıkladıkları dergi “İçtihat”tır. Batıcılardan Celâl Nuri (İleri), “Batı uygarlığının yalnız teknik yönlerini alalım” derken, Abdullah Cevdet (Karlıdağ) “gülü ve dikeniyle beraber alalım” diyordu3. Batıcılar, İkinci Meşrûtiyet döneminde de etkin olmalarına rağmen, genelde muhalefette kaltmşlardir. 1 Ergün, Mustafa, Türk Eğitiminin Batılılaşmasını Belirleyen Dinamikler'', Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 191990. S.435-457. 2 Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'nin Slyast Hayatında Batılılaşma Hareketleri. İstanbul, 1960. S.46-47. 3 a.g.e. S. 80. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 51 ~ B) Osmanlıcılık: Osmanlı Devleti çeşitli etnik unsurlardan meydana geliyordu. Avrupa'daki milliyetçilik akımlarının etkisiyle Osmanlı ülkesindeki çeşitli milliyetler ayrılma emelleri gütmeye başlamışlardı. Böyle bir ortamda Devlet'in birliğinin sağlanabilmesi için “Osmanlılık” kavramı ortaya atıldı, 1856 Islahat Fermanı'ndan sonra azınlıklara bir çok ayrıcalıklar (“imtiyazlar” verilmesi karşısında, Osmanlı düşünürleri de bu kavramın propagandasını yapmaya başladılar. Herkes buna uyar gibi göründüyse de, azınlıklar gerçekten ve samimi olarak buna hiç bir zaman itibar ietmediler. Zaten o dönemde “Osmanlı” olarak da yalnızca Türkler adlandırılıyordu. “Okullarda Araba Arap, Arnavuta Arnavut, Rııma Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik. Padişahın nöbetçileri, korucuları Arnavut, ağaları zenci, haremi Çerkezdi... Kürdün de itibarı Türkün üzerinde idi”1. Osmanlılık, İkinci Meşrûtiyet döneminde gerçekten uygulamaya konulmaya çalışıldı. Askerî okullar ve askerlik hizmeti hırisuyanlara da açıldı. Okul programları ve ders kitapları bu ruhu verecek biçimde değiştirilmeye, hukukî eşittik sağlanmaya çalışıldı. Ama azınlıklar buna çok sert tepki gösterdikleri gibi, Bulgaristan, Bosna-Hersek, Girit ve daha sonra da tüm Balkanlar elden çıktı. Kısacası, “Osmanlılık” idealinin yürümeyeceği ve iflas ettiği, İkinci Meşrûtiyet döneminde kesinlikle anlaşıldı. C) İslâmcılık; Osmanlı Devleti'nin teokratik yapısı2 ve gayrimüslim unsurların Tanzimat'tan sonra Devlet'i artık benimsememeleri, müslümanlar arasında böyle bir akımın doğmasına neden olmuştur. İkinci Meşrûtiyet'in en etkili ve kuvvetli akımı, İslamcılık idi. Çünkü Devlet'in yapısı, padişahın aynı zamanda halife oluşu, Şeyhülislâmlığın Hükûmet'e dahil oluşu ve olaylara müdahale edebilmesi, eğitim ve adalet alanlarıyla camilerde propaganda yapabilme imkânı, bu akımı en güçlü yapan etmenler arasındaydı. Ayrıca bu akımın başta Sırat-ı Müstakim, Sebilü'rReşad ve Beyânü’l-Hakk olmak üzere pek çok yayın organı da vardı. Bu akımın düşünürlerine göre, İslâm âlemi gerileme halindeydi. Bunun nedeni İslâma aykırı gidiş, Batıyı taklit, bilgisizlik, ekonomik sömürü altında olmak, aşağılık duygusuna kapılmak v.s. idi. İslâm dünyasını Le Play veya Durkheim sosyolojilerine inanarak kurtarmak mümkün değildi. Devlet de, fert de İslama dönmek 1 2 Atay, Falıh Rıfkı, BatışYılları. İstanbul 1963. S.18. Tunaya, Tank Zafer, a.g,e. S.60. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 52 ~ zorundaydı1. İslâmlık gelişmeye engel değildir. İslâm sosyal, devrimci ve yenilikçi bir din idi. Laiklik Avrupa'nın ve Hıristiyanlığın bir sorunudur. İslâmiyette din ve Devlet ayrılığı olamaz. Devletin Anayasası Kur'ân olmalıdır. Batıdan teknik ve ticaret alanında bir şeyler alınabilir, ama maneviyat alanında asla! İslâmcılar arasında muhafazakâr ve modernist kişiler bulunduğu gibi, Türkçüİslâmcı ve İslâmcı-Türkçü gruplar da bulunuyordu. Bu akım, İkinci Meşrûtiyet döneminde sisternli ve diğerlerine, göre daha derli topla bir akım haline gelmiş, Meşrûtiyet'ten sonra da devam etmiştir. İkinci Meşrûtiyet döneminde akımın önde gelen kişileri Prens Mehmet Sait Halim Paşa (1863-1921), Mehmet Akif (Ersoy)(1873-1936), Babanzâde Ahmet Naim (1872-1934) ve M. Şemsettirı (Günaltay) (1883-1961) gibi şahsiyetlerdi. D) Türkçülük: Türkiye'nin kurtuluşunu, Türk unsurunun da milliyetçilik akımına uymasında gören bir düşünce sistemi idi. Esas gelişmesini İkinci Meşrûtiyet döneminde sağlamıştır. Bu akımın gelişmesinde çejşiüi olaylar yardımcı olmuştur. Türklerin yaşama prensibini “millî şuur ve şahsiyete” sahip olmalarında görenTürkçü akım Batılılaşmak ve İslâmlaşmak tezlerini de beraberinde getiriyordu. Ama esas olan Türkleşmek idi, 20. yüzyıl milliyetçilik yüzyılı idi. Onun için salt Osmanlıcılık, İslâmcılık. Batıcılık v.s. gibi akımlar Devlet'i kurtaramazdı. Esas Türkçülük olmak üzere, bu akımlardan da yararlanılmalıdır, diyorlardı. Genç Kalemler, Türk Yurdu, Küçük Mecmua gibi yaym organlarına ve bazı günlük gazetelere de sahip olan akımı Gökalp, Durkheim sosyolojisi ışığımda geliştirmiştir. Akımın Gökalp'ten başka önde gelen kişileri Ahmet Agayef (1869-1936), Yusuf Akçora (1879-1935), Tekin Alp (Moiz Kohen), Ömer Seyfettin (1884-1920), Köprülüzâde Mehmet Fuat (1890-1966), Hamdullah Suphi (Tanrıöver)(1886-1966), Kâzım Nami (Duru), Ismayıl Hakkı (Baltacıoğlu) gibi şahsiyetler idi. k) Meslek-i İçtimâî Akımı: Hemen hemen bütün muhalefetin benimsediği bir akım olmasına rağmen, pek etkili olamamıştır. Ele aldığı sorunları Le Play sosyolojisine göre çözümlemeye çalışıyordu. Onlara göre, Osmanlı Devletinin geri kalış nedeni, toplumun yapısından ileri gelmektedir. Toplumun yapısı değiştirilmedikçe yapılacak bütün değişiklikler boşunadır. İdeal toplum olarak İngiliz-Amerikan tipi toplumlar örnek gösteriliyordu. Onlara göre Türk toplumunu geri bırakan, halkın 1 Tunaya,Tarık Zafer, İslâmcılık Cereyanı. İstanbul 1962, S.21-44. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 53 ~ girişken (“müteşebbis”) olmaması ve idaredeki merkeziyetçiliktir. Merkezî idare oldukça, ülkeyi padişah da yönetse, Meclis de yönetse boşunadır1. Bu nedenle, akıma “Teşebbüs-ü Şahsi veya “Adem-i Merkeziyet” akımı da derler. Yayın organlarının en önemlileri “Meslek-i içtimâi” ve “Sây ü Tetebbu” dergileridir. Örgüt İkinci Meşrûtiyet sırasında çeşitli iktidar değiştirme girişimlerinde bulunmuş; ancak başarılı olamamıştır. Akımın önde gelen temsilcileri “Prens” Sabahaddin Bey, Satvet Lütfi, Namık Zeki (Aral), Hamit (Ongunsu), Ahmet Bedevi (Kuran), Ahmet Fazlı, Dr. Nihat Reşad (Belger) idiler2. Bu akımın adem-i merkeziyet (merkezsiz, merkezî idarenin zayıf veya yetkisiz olduğu yönetim) görüşü, azınlıklar ve büyük devletler tarafından daima desteklenmiştir3. F) Sosyalizm: İkinci Meşrûtiyet döneminde ortaya çıkmış, o zaman için çekingen ve fazla yayılmamış bir düşünce akımı idi. Savunucuları bile sosyalizmin anlamını tam olarak kavrayabilmiş değillerdi. İdrak, İnsaniyet, Beşeriyet, İştirak gibi kısa süre yaşamış yayın organları vardı. İkinci Enternasyonal doktrinine bağlı kalmış olan bu akımın belli başlı savunucuları “İştirakçi” Hilmi, Dr. Refik Nevzat ile bazı Ermeni ve Bulgar milletvekilleri idi4. İdeolojik içeriği olan bu düşünce akımlarının toplumu bütün güçleriyle etki altına almak istediği bir sırada, İmparatorluğun tamamında değilse bile büyük şehirlerde yaygın bir kültürel faaliyet vardı. Konferans salonları dolup dolup boşalıyor, hemen her konuda gece dersleri açılıyor, sık sık sahne ve müsamere çalışmalarına rastlanıyor, sinema salonları kuruluyor, çeşitli yardımlaşma demeklerinin yanı sıra kültürel amaçlı pek çok dernek de ortaya çıkıyordu. 1 Bayur, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi, cilt II kısım 4. Ankara 1952. S.23. Tunaya, Tarık Zafer, Hürriyetin İlanı. S.75. 3 a.g.e. S.30. 4 A.g.e. S.75-76. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 54 ~ 3. İKİNCİ MEŞRÛTİYET DEVRİNDE EĞİTİM AKIMLARI 20. yüzyılın ilk onbeş yılı bütün dünyada eğitim düşüncesinin hızla deriştiği, eski okulu ve eğitim sistemini yeren çağdaş eğitim akımlarının doğduğu bir dönemdir1. İkinci Meşrûtiyet döneminde, sistemsiz de olsa, bütün çağdaş düşünceler Türkiye'ye aktarılmaya çalışılmıştır. Eğitim düşüncesi alanında gerek Batıdan gelen süreli yayınlar gerek Avrupa'ya giden öğrenci ve araştırmacıların eser ve makaleleri, Bulgarcadan çevrilen eserler v.s. çağdaş pedagojiyi Türkiye'ye daha mükemmel denilebilecek bir biçimde yansıtmıştır. İkinci Meşrûtiyet dönemi Türkiye tarihinde eğitim üzerine en çok yazının yazıldığı, eğitim sorunlarıyla en çok ilgilenilen ve deneyimler kazanılan bir dönem olmuştur. Bu dönemdeki eğitim düşüncesinin canlılığına rağmen, düşünceleri belli akımlar içinde sınıflandırmak gerekince, bazı güçlüklerle karşılaşılmıştır. Burada bahsedilecek olan kişiler, belli bir akımın temsilcisi olmaktan ziyade, çağdaş pedagojiyi tümden kabul eden ve bazen çeşitli akımların gerçeklerini aynı anda savunan kişilerdir. Bu nedenle, yapılan sınıflandırma, kişileri akımların içine kesin olarak yerleştiren bir sınıflandırma olarak alınmamalı, ana karakteristikleriyle o akımın içinde olduğu şeklinde yorumlanmalıdır. İkinci bir sorun, düşünürleri yalnız İkinci Meşrûtiyet devri içindeki fikirleriyle ele almak durumunda bulunmamızdır. Değerlendirme ve sınıflandırmada, 1914 sonrası gelişmeler göz önüne alınmamaya çalışılmıştır. 1 Aytaç, Kemal, Çağdaş Eğitim Akımları (Yabancı Ülkelerde). Ankara 1976. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 55 ~ 3.1. Seçkinler (elitler) Eğitimi Akımı “Seçkinler eğitimi” terimi, eğitim tarihinde ilk defa 18. yüzyılda Fransızca “elite” kavramıyla ve özellikle de askerî eğitim alanında girmiştir. Aslında bu terim yeni olmakla birlikte, elitler eğitiminin tarihi çok eskidir. Bu akımın amacı, toplum içerisinde belirli kriterlere göre seçilmiş kişilerin eğitimine özellikle önem vermektir. Eğitilecek kişileri seçme ölçütleri ülkelere ve devirlere göre her zaman değişiklik göstermiştir. Tarih içinde bazen sosyal menşeler kriter olarak alınmış, bazen bedensel düzgünlük ve özellikler, bazen de yetenek ve yatkınlıklar esas alınmıştır. Hangi kritere göre seçim yapılırsa yapılsın, bu görüş, kitle eğitiminin karşıtı olmaktadır. Tarihten örnek vermek gerekirse. Platon'un (MÖ 427-347) “Devlet” adlı eserinde savunduğu eğitim görüşü, seçkinler eğitiminin en yalın modellerinden birini teşkil etmektedir. Seçkinler eğitimi ilk çağlarda genellikle sosyal tabakalaşmaya bağlı olarak yürütülmüştür. Ortaçağda ve Yeniçağda ise bu, prenslerin eğitimi şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Liberalizmin gelişmesine paralel olarak dünyevi “gentelment” eğitimi modellerine de rastlanmaktadır. Sanayileşme ile birlikte, seçkinler eğitiminin ana kriteri kabiliyet unsuru olmuştur. Türkiye'de İkinci Meşrûtiyet zamanında bu akımın esas savunucusu Feridun Vecdi olmakla beraber, en güçlü temsilcisi Emrullah Efendi olmuştur. 3.1.1. EMRULLAH EFENDİ1 Yakın geçmiş Türk eğitim hayatının en önemli şahsiyetlerinden birisidir. Özellikle İkinci Meşrûtiyet döneminde, eğitim üst yönetiminin başında bulunduğu zaman yaptığı çalışmalar ve öne sürdüğü görüşler, onu, ölümünden sonra da önemli bir kişi haline getirmiştir. Ona atfedilen “Tûbâ Ağacı Nazariyesi” ile Türkiye'deki eğitim tartışmalarına seçkinler (elitler) eğitimi kavramı da girmiştir. Özellikle Emrullah Efendi'den sonra 1 Ergün, Mustafa, “Emrullah Efendi - Hayatı, Görüşleri, Çalışmaları”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 1-2,1982. S.7-36. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 56 ~ yoğun tartışmalara neden olacak bu nazariye, aslında Türk eğitim sisteminin tarihi gelişiminin örgün bir ifade biçiminden başka bir şey değildi. Türk eğitiminin Batılılaşması -çeşitli ivedi gereksinmeler karşısındayükseköğretimden başlamak zorunda kalmıştı. 19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin her alanda yetişmiş elemana çok ivedi olarak ihtiyacı vardı. Bu nedenle işe, yaygın bir ilköğretim örgütü kurmakla başlanamıyordu. Zaten Devletin yapısı ve coğrafyası da bunu çok güçleştiriyordu. Devletin bu hususta uzun plânlar yapacak zamanı da, durumu da, yetişmiş elemanı da yoktu. Bunun için her okulun yüksek kısmı veya orta derecede hemen iş adamı yetiştirecek okullar açılmak zorunda kalınıyordu. Emrullah Efendi'nin yönetim başında bulunduğu sıralarda da aynı ivedi durumlar söz konusu idi ve Emrullah Efendi de işe yükseköğretimden başlamak gereğini vurguladı. Ama gerek İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Fırkası'sının önde gelen bir üyesi olması dolayısıyla, gerek Mekteb-i Sultani olayında Tevfik Fikret'e karşı vaziyet alışıyla ve gerekse salt eğitim görüşleri açısından; yaşadığı dönemde ve öldükten sonra kendisinin birçok eleştiricileri çıkmıştır. Ancak tartışmalar hiç bir zaman kişilikler ön plâna sürülmeden, eğitimde önceliğin orta ve yüksek öğretime mi yoksa ilköğretime mi verilmesi biçiminde devam etti ve o zamanlar için de çok yararlı oldu. Eğitim tarihimizde genellikle Tûbâ Ağacı Nazariyesi ve ondan doğan tartışmalarla ön plâna çıkan Emrullah Efendi. Türk eğitim düzenine prensipler, yasa ve yönetmelikler ve sağlam bir örgüt kurma çalışma ve girişimleriyle de çok yararlı olmuştur. Tarihte unutulmaz bir Eğitim Bakanı tipi ortaya çıkarmıştır. Hayatı: Tüccardan Ali Efendi'nin oğlu olarak 1275 (1858)'de Lüleburgaz'da doğdu. İbtidai ve Rüşdiyeyi orada okudu. Sonra Mekteb-i Mülkiye'ye girdi. “Aliyulûlâ” derece ile mülazemet rüûsu ve ulûm-u siyasiye şahadetnamesi aldı. Bu sırada Fransızca konuşma ve yazmayı öğrendi1. Önce Yanya (1882) ve Selanik (1884) Maarif Müdürlüklerinde bulundu. Oradan Haleb Maarif Müdürlüğü ve idadi öğretmenliğine, 1891'dedc Aydın Maarif Müdürlüğüne atanmıştır. Oradayken 1892'de de gazeteci Tevfik Nevzat ve Avukat Güzel Hasan ile beraber Avrupa'ya 1 Sabah, 13 Ağustos 1914. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 57 ~ kaçtı1. Emrullah Efendi'nin bu işi Maarif Veznesinden aldığı paralarla yaptığı iddia edildi. Emrullah Efendi tevkif edilip muhakeme altına alınmak istendi. Tevkif edildi. O sıralarda Tevfik Nevzat, Emrullah Efendi ve kendisinin affedilmesi hakkında Abdülhamit'e iki şiir yazdı2. Mahkemesi bir irade-i seniyye ile yaptırılmadı3. Yurda dönerek gene Maarif hayatına atıldı (1900). Meclis-i Maarif üyeliğinde, Mekteb-i Sultani Müdürlüğünde4 ve İlmîye Dairesinde çalıştı. 8 Ocak 1908'de kurulan Türk Derneği'nin kurucu ve idarecileri arasında bulundu. 16 Aralık 1908'dc Kırklareli mebusu olarak” Meclise girdi. 12 Ocak 1910'da Maarif Nazırı oldu. Taraftarları kadar karşı çıkanları da çok oldu. Meclise, hakkında soru önergesi verildi. Hakkında sık sık istifa söylentileri çıkartıldı. Kanunsuz işler yaptığı iddia edildi5. Eleştiriler karşısında 20 Şubat 1911’de istifa etti. Ancak 15 Aralık 1911'de tekrar Maarif Nazırı oludu Bu arada İttihat ve Terakki Cemiyeti ile arası açıldı, istifasını Sadrazama sundu6. Bu kabul edilmedi. 21 Temmuz 1912'de kabinenin istifasına kadar görevi başında kaldı. 1912 Kasım sonlarında, Dârülfünun olayları dolayısıyla Divan-ı Harbi-i Örfî tarafından tutuklandı ve sorguya çekildi7. 14 Eylül 1910'da Dârülfünun Edebiyat Şubesi “Hikmet-i Nazariye” muallimi oldu. Buna 1911 'de de devam elti. 21 Şubat 1913'de “Usul-ü Terbiye ve Tedris” muallimliğini de aldı. Osmanlı Devletinden dört nişan ve Sırp hükümetinden “Sen Sava”. Bulgar hükümetinden de “Sen Alexander” nişanlarını aldı. 11 Ağustos 19I4'de Yeşilköy'deki evinde ölmüş, cenazesi büyük törenlerle kaldırılmıştır. 1 Kuran, A.B. Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri, İstanbul 1963. S.137. Somer, Ziya. Bir Adamın ve Bir Şehrin Tarihi. Tevfik Nevzad, İzmir,1948, S.28-29,31. 3 İştirak gazetesi, 5 Ağustos 1328, 3 Eylül 1328 4 Atama kararnamesi: Başbakanlık Arşivi, İrâde Maarif 1326 B 8. 5 (İstizah takriri), Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 21. içtima, 20 Kânunuevvel 1326. “Mekteb-i Sultani Meselesi”, 10-20 Nisan arasındaki çeşitli gazeteler İştirak Gazetesi, 15 Mayıs 1326; Türkiye gaz. 14,18 Teşrinievvel 1326; Sabah gaz. 23 Kasım 1910. 6 Sabah gaz. 15,16,17 Şubat 1911. 7 Sabah gaz. 30 Kasım 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 58 ~ Eserleri; Emrullah Efendi iki defa Maarif Nazırı olmuş ve bu sırada tamamen “kendi eseri” denilebilecek bazı eğilim girişimleri olmuştur. Liseler teşkilâtı, Eğitim Bakanlığı merkez teşkilâtı, Dârülfünun ıslâhatı, Hakk-ı Telif Kânunu v.s. Bunlar üzerinde ayrıca durulacaktır. Bunun yanında Emrullah Efendi'nin önemli yazıları da şunlardır: * Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyetinin 1327 Senesi Dördüncü Kongresinde Tanzim Olunan Siyasî Programa Dair İzâhnâme, Kostantiniyye 1330. - Yeni Muhitu'l-Maarif (Ansiklopedi) İstanbul 1317. Gazetelerde pekçok yazıları çıkmıştır. Bunlardan önemli olan bazıları şunlardır: “Usul-ü terbiye ve tedris”, Mirât-ı Maarif Gazetesi, 3 (28 Kânunusâni 1324), s.3738; “Tedrisat-ı İbtidaiye”, Mülkiye Gazetesi, 23 1326) s. 42-64; 24(1326), s.32-50; “Terbiye ve esasları”, Sırat-ı Müstakim Gazetesi, 16 (1326), s.248-250 (Konferans notları); “İlm-i terbiye ve tedris”, Ümmet Gazetesi, 1/6 (13 Haziran 1326) s.14-15; 1/7 (24 Haziran 1326), s.15; 1/8 (2 Temmuz 1326), s.14 (Dârülfünunda verdiği derslerde tutulan notlardan); “İdare-i Vilâyet”, Yeni Muhitu'l-Maarif Gazetesi, 14 Nisan 1327, s.6-13; 25 Mayıs 1327, s.1-5; “Patrikhanelerin müstediyatı-Tedrisat meselesi ve Tanin Gazetesi”, Yeni Muhitu'l-Maarif Gazetesi, 20 Ağustos 1327, s.113; “Dârülfünun'da inzibat” (Dârülfünun inzibatına müteallik Nizâmnâme lâyihasının esbab-ı mucibe mazbatası), Tanin, 7 Mart 1912. Siyasî Görüşleri: Emrullah Efendi, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin önde gelen üyelerinden biri idi. Hattâ o Cemiyetin görüşlerinin belirlenmesinde önemli rolleri olmuştur. Kendisi idari işlerde merkeziyete de adem-i merkeziyete de karşı idi. Bunları ifrat ve tefrit olarak niteleyip, kendisi bu ikisinin ortasındaki “tevsi-i mezuniyet”i savunuyordu1. Ona göre Devlet'in temeli birliktir; siyasî, kanunî ve idarî olarak birlik2. Adem-i merkeziyet bunu bozar. Sabahattin Bey ve arkadaşları bunu pekiyi anlatamadılar. Bu idare hangi yerleşim biriminde uygulanacak. Avrupa'daki hangi modeli bize de uygulamak istiyorlar? Geri eyalet sistemine mi döneceğiz v.s.3 1 Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyetinin (...) İzahname, S.47-48. Emrullah, idare-i Vilâyet, Yeni Muhitu'l-Maarif, 14 Nisan 1327. S.6-7. 3 a.g.m.S.10-11. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 59 ~ “İdarî ve siyasî kuruluşların zaman ve memlekete göre hikmet-i vücutları vardır”1. “Siyasî adem-i merkeziyet, bu ülke için şimdi ve gelecekte bir felâket olur”2. Sosyalistler, hükümeti yererek, hükûmetsizlikle suçlayarak baskı altına alırlar ve kendilerini güçlendirmeye çalışırlar3. Eğitim alanındaki görüşleri ve uygulamaları a) Genel Eğitim: Terbiye ( باveya ربوkökünden), büyütmek (elever) demektir. Bu da beslemekle (education) olur. İnsanda beden terbiyesinin bir sınırı vardır ama nefsî ve fikrî terbiyenin sının yoktur4. İnsan, insanî olgunluğa ulaştırılmak için eğitilir. Fayda ve zevk gözetilmez. Olgunluk hususunda fıtrata (yaratılış) uyulmalı, bu değiştirilmemelidir5. İnsanda neyi terbiye edeceğiz? Büyüyen şeyi; bedeni ve nefsani kuvvetlerini. Eğitimin amacı, bunları olgunluk derecesine ulaştırmaktır. Terbiye, kendi kendine olmaz. Bunun başlıca üç ana “şartı” vardır: çocuk, mahal, öğretmen ve öğrencilerin çalışması6. Terbiye için çocukta istidat olmalıdır. Hiç bir zaman terbiye istidat doğurmaz. Terbiye icat etmez, ikmal eder. Bulduğunu genişletir ve olgunlaştırır. Çocuk tabiî bir çevrede, kendi kendine büyümelidir. Bu tabiî gelişime engel olacak şeyleri kaldırmalıdır. Fıtratı zorla değiştirmeye uğraşmamalıdır7. İyi muhitte, iyi terbiye alınır. Bunlardan ahlâkî muhit, fizikî muhitten daha etkilidir8. 1 a.g.y. a.g.m. S.12. 3 Meclisi Mebusan'ın 31 Kânunuevvel 1327 tarihinde yaptığı 37. toplantıda yaptığı konuşmadan, Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S.793. 4 “Usul-ü Terbiye ve Tedris”, Mirat-ı Maarif, 3/1324, S.37-38. 5 “İlm-i Terbiye ve Tedris”, Ümmet, 1/6(1326),S 15. 6 A.g.y. 7 A.g.m. s.14 8 A.g.m. s.15 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 60 ~ Meşrutî bir hükümette terbiyenin esası, hürriyettir. Bu, insanın mevcut kuvvetlerinin tamamıyla gelişmesi, “bedr” haline gelmesidir. Hürriyet, ilimle kaimdir; bilgisizlik ile hürriyet bir arada durmaz. “Hürriyet, maarifin vezn-i ta'dilidir.”1 İnsanın başarısı sırf ilim sayesindedir. Terbiye, tabiî kanunları öğretim ve hâkimiyet altına alarak kişinin tabiî hürriyetini sağlar. Eğitim hürriyeti için eşitlik de olmalıdır. Eşitlik, “aynı olmak demek değildir.” Eğitimde eşitlik, okula kabul ederken ve okuldaki öğretim süresince öğrencilere aynı şekilde davranmak demektir2. Terbiyenin esaslarından biri de “tekafil nazariyesi”dir. İnsanların çıkarları, zararları birbirini etkiler. Öyleyse herkes birbirini sevmeli, kin ve hasetten kurtulmalıdır. Terbiyenin bir başka esası da fazilettir. Fazilet, galebe anlamındadır. Kendi kendimize galebe! Eğitim, din hükümlerine ve vatan menfaatlerine uygun olmalıdır. Öğrenciler ahlâkî ve dinî eğitimleri yanı sıra, şahsî ve medenî hayat savaşından da daima galip çıkacak şekilde amelî bilgilerle donatılarak yetiştirilmelidir3. Eğitim Bakanlığı, siyasî bir bakanlıktır. Belli başlı üç amacı vardır: 1) İlmi himaye etmek (“Yüksekten başlar dedikleri budur. Önce ilim tedvin edilmeli, ulema yetiştirilmeli, sonra talim olunmalıdır”). 2) Vatandaşlara genel eğitim vermek. 3) Eğitim yoluyla Osmanlı birliğini sağlamak4. Öğretim ilk, orta ve yüksek diye üç kısma ayrılmaktadır. Bunlar birbirlerinden ayrılamaz, bir cümle teşkil ederler. Bir derecedeki okulun düzen ve gelişmesi, bir alt derecedeki okula bağlıdır: Bir alt derecedeki okulun gelişmesinin bir üst derecedeki okula bağlı olduğu da doğrudur. “asıl ki bu silsile aşağıdan yukarıya doğrudur, yukarıdan aşağıya da aynı kuvvetle doğrudur. Bunu ben iddia ederim. Bu, mekatib-i ibtidaiyeyi ihmal için değil, ikmal içindir.” 1 Emrullah, Terbiye ve esasları, s. 249. A.g.m. s.25 3 Maarif Nazırı olarak bütün maarif memurlarına 3 Kanunusani 1325'de yolladığı bir “Tahsis-i Umumiye”, Yeni Tasvir-i Efkâr gazetesi, 17 Kanunusani 1910. 4 Hakkındaki soru önergesi (“istizah takriri”) dolayısıyla Meclis-i Mebusan'daki nutku. 20 Kanunuevvel 1326, 21. toplantı. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, s. 631. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 61 ~ “İlim yukarıdan başlar. Fakat ben bu nazariyeyi söylediğim vakit mekâtib-i ibtidaiyeyi yapmayacağım, mekâtib-i ibtidaiyeye ehemmiyet vermeyeceğim demedim. En ziyade oraya ehemmiyet vereceğim. Mekâtib-i ibtidaiye içindir ki ben yukarıdan başlıyorum. Evet, şecere-i marifet Şecere-i Tûbâ gibidir. Onun kökü yukarıdadır. Bugün tarih tedkik olunsun, bütün fünun meydana konsun; acaba ilmi beşer nasıl terakki etmiştir?”1. Her yerde okulların kurulmasına yukarıdan başlanmıştır. Bizim tarihimizde de böyle olmuştur. Eğitim tarihimizde Emrullah Efendi, genellikle “Tûbâ Ağacı azariyesi” adı verilen bu fikir sistemi ile tanınmıştır. Ancak yaşadığı dönemde pek ortaya çıkmayan bu fikir sistemi, onun ölümünden sonraki yıllarda iyice işlenmiş; taraftarlarıyla ve karşı çıkanlarıyla beraber siyaset ve kültür hayatının önemli tartışma konularından biri olmuştur. Bir taraftan Edhem Nejat “Tûbâ Ağacı mı nedir, o?.. Đşte o ağacın derdi sultanileri çok zaman bu alem-i hercümerc içinde yaşatacaktır.”2 diyerek orta öğretim düzeyindeki bozuklukların tüm suçunu Emrullah Efendi'nin üzerine atarken; Tûbâ Ağacı üzerindeki esas tartışmalar bir seçkinler eğitimi-kitle eğitimi çekişmesi biçimine giriyordu. Bu konuda Emrullah Efendi ile esas tartışmayı, onun ölümünden sonra Sâtı Bey yapmıştır. “Çürük bir tahsil-i ibtidaiyeye istinat edecek bir tahsil hiç bir zaman âlileşemez; hakiki bir zümre-i münevvere Tûbâ Ağacı gibi değil, tabiî ağaçlar gibi yetişir.”3 diyen Sâtı Bey, eskiden yazıp da yayınlayamadığı makaleleri 1333 (1917)’de Muallim dergisinde yayınlamıştır. Sâtı Bey, Emrullah Efendi'nin “Dünyanın her tarafında böyle olmuştur” sözünü alarak, bunun yanlış olduğunu, Japonya ve Balkan ülkelerinde üniversitelerin ilkokullardan sonra kurulduğunu; ancak Batı ve Orta Avrupa ülkelerinde üniversitelerin daha önce kurulduğunu belirtmiştir. Bu durum karşısında bizim birinci grupta yer almamızın zorunlu olduğunu belirten Sâtı Bey: “(Kendi) Maarif tarihimiz (bile), yüksekten başlamanın mahzurlu olduğu ve her müessese-i talimiyenin bir temele muhtaç olduğunu 1 a.g. nutuk. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, s. 635. Karşılaştırın: D.E. (Diran Kelekyan): “Maarifimiz” (Emrullah Efendi ile mülakat), Sabah gazetesi, 20 Şubat 1910. 2 “Sultaniye Programı”, Yeni Fikir dergisi. IV/17 (1329) s. 549-550. 3 Sâtı. “Tûbâ Ağacı Nazariyesi”, Muallim dergisi. I/12 (1333) s. 359-366; “Tûbâ Ağacı hakkında -bir izah-”. aynı dergi, I/13 (1333 s.386-388. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 62 ~ gösterir.”1 diyordu. 1325 Kanunusanisinde de, o zamanki Maarif Nazırı Emrullah Efendi'ye “Maarif ıslahatı hakkında” sunduğu bir lâyihada da şöyle diyordu:2 “Maarifin bütün aksam-i şuabatı arasında şedid bir irtibat vardır; hiçbir şube-i maarifin, hiç bir derece-i tahsilin diğerlerinden müstakilen ıslah-ı tensiki kâbil değildir: ezcümle mekâtib-i âliyenin terakkisi, onların talebesini izhar etmekte olan mekâtib-i ibtidaiye ve tâliyenin terakkisine müttevakkıftır.” 1911'de de “Mekâtib-i ibtidaiyesi olmayan bir yerde mekâtib-i idadi, mekâtib-i idadisi olmayan bir yerde de Dârülfünun te'sis etmek kabil midir?” diye soruyor. “Hiç bir derece-i tahsil, alttakine istinat etmeden yükselemez; çürük bir ilköğretime dayanan tahsil hiçbir zaman yükselemez” diyordu3. İyi bir üniversitenin ancak alttaki birçok idadiye, iyi bir idadinin de alttaki birçok ibtidai ve rüşdiyeye dayanmakla verimli olacağını savunuyordu. Sâtı Bey, zamanındaki eğitimcilerin bütün eğitime orta öğretim noktasından bakmasını da yeriyor; artık ibtidailerin idadi etki ve baskısıyla şekil almasından, oradan akan harçlar ve çimentolarla kuvvet kazanmasından vazgeçilmesini istiyordu4. Eğitimde en doğru görüş sağlayan, ilköğretim kademesidir. Bütün eğitim bu tabakaya dayanmalı, bu tabakadan ruh ve kuvvet almalıdır. “Maarif, temelden başlar.”5 En temel şeklini Sâtı Bey'de bulan bu görüşün pek çok taraftarı bulunurken, Emrullah Efendi'nin Tûbâ Ağacı azariyesi'nin de taraftarları vardı. Bunlardan biri olan Feridun Vecdi, eğitimde işe yüksek okulların düzeltilmesinden başlanılmasını istiyor; bizim işe ilkokullardan başlayacak kadar vaktimiz yoktur, şu anda ülkemizde yetişmiş adam kıtlığı vardır, bu yüzden yüksek öğretimi ihmal edemeyiz, diyordu6. Emrullah Efendi’nin Tûbâ Ağacı azariyesi'nin pek çok kişi tarafından alaylarla karşılanmasından yakınan Feridun Vecdi, bu nazariye ülkenin şartları içinde üstün ve bilgi sahibi bir zümreyi az zamanda meydana getirebilecek bir 1 Sâtı. Tûbâ Ağacı Nazariyesi, s. 360 Sâtı. Lâyihalarım. İstanbul 1326, s. 14. 3 Sâtı. “Islahata nereden başlamalı?”, Tanin gazetesi, 2 Mayıs 1911. 4 Sâtı. “Maarifimizin en büyük yaresi..”, Ümmet dergisi, 1/9 (1326), s.4 5 A.g.y. 6 Feridun Vecdi.”Tedrisat mes'elesi I”, Hak gazetesi, 11 Haziran 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 63 ~ nazariyedir; biz de bütün tecrübelerimizle, Emrullah Efendi'nin bu nazariyesini destekliyoruz, diyordu1. Öte yandan Ziya Gökalp da 1916'da toplanan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti Kongresi’ne sunduğu bildirinin eğitim bölümünde şöyle diyordu: “.. Üniversite, milli maarifi tesis edip sultani(lise)ler ile ilk okullara yayar; akademi ise muhafaza eder. Bunun içindir ki, üniversite gelişmeden sultaniler ve ilkokullar bir ilerleme gösteremez. Emrullah Efendi'nin dediği gibi, ilim Tûbâ Ağacına benzer. Milli maarif, üniversiteden başlayarak öğretmen okullarına ve sultanilere ve onlardan da ilkokullara inecektir. Fakat bu Tûbâ Ağacının tepesi akademi değildir; üniversitedir.”2 b) Eğitim politikasının başlangıç ilkeleri: Emrullah Efendi'nin eğitim politikasında, kendisinden önce Eğitim Bakanlığı yapmış olan Mustafa Nail Efendi (1861-1922)'nin çalışmalarının ve hazırlıklarının önemli etkisi vardır. Bütün Osmanlı okullarındaki eğitim birleştirilmesi çalışmaları, eğitim alanında yeni yasal düzenlemelerin hazırlıklarının başlatılması ilköğretmen okullarının yeni düzeni, gayrimüslim okullarına müdahaleler hep bu bakan zamanında ortaya çıkarılan hareketlerdi. Emrullah Efendi, Bakanlık görevinde bulunduğu sıralarda çalışma alanına giren bütün işleri kendi denetimi altına almak ister, en küçük girişimleri bile bizzat kendisi yapardı. II. Meşrutiyetin ilanından sonra hem dairelerdeki memur fazlalığını atmak, hem de II. Abdülhamit dönemi yöneticilerini işbaşından uzaklaştırmak için girişilen tensikat çalışmalarına Emrullah Efendi'nin -bu işle görevli komisyonu aşarak- sık sık karıştığı görülüyordu. Bakanın yaptığı bu düzenlemeler pek çok şikâyetlere neden oluyor; artık tensikat kalburunun yırtıldığı, iyilerle kötüleri ayırt etmeden gelişi güzel ve tesadüfi bir eleme yapıldığı iddia ediliyordu3. 1 Feridun Vecdi. “Tedrisat mes'elesi IV”, Hak gazetesi, 16 Haziran 1912. Ziya Gökalp. Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri I (Haz. R.Kardaş), 1000 Temel Esre yay. İstanbul 1973, s. 189 3 El-Üfürük mizah dergisi, 2 (7 Eylül 1324), s. 2'deki karikatür. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 64 ~ Bu arada tüm vilâyetlerdeki eğitim görevlilerine gönderdiği genelgede yazışmaların hızlandırılması ve berraklaştırılmasını isterken1, Bakanlık merkezine de bir çeki-düzen vermeye çalışıyordu2. Bunların pek başarılı olmadığı görüldü. Eski çalışma düzenini birkaç genelge ve emrin düzeltemeyeceği belli idi. Bu nedenle Emrullah Efendi, ikinci Eğitim Bakanlığı görevinin hemen başlarında, Fransa Eğitim Bakanlığı merkez örgütünü örnek alarak, Bakanlık örgütünde çok esaslı bir değişim yaptı. Şurayı Devlet’in de onayladığı bu yasanın, yönetmelik ve uygulama zaman ve biçimlerinde bazı aksaklıklar ve eleştiriler oldu3. Bazı yönetim birimlerinin ortadan kaldırılması, Eğitim kurullarının oluşturulma biçimleri vs. sert tepkilerle karşılaştı4. Buna rağmen Emrullah Efendi yeni örgütünü çalıştırmakta direndi. Bu arada eğitimin yasal yönleri üzerindeki çalışmalarına da devam etti. İlköğretim yasa tasarısını yeniden gözden geçirmek için Meclis'ten geri alıyor, Sorbonne Üniversitesi Yönetmeliğini Dârülfünun'a uyarlamaya çalışıyordu5. Emrullah Efendi'nin bakanlığı sırasında uğraştığı en önemli konulardan bir başkası da denetim (“teftiş”) sorunu idi. İşbaşıma geldiğinde bakanlığın denetleyicileri (“müfettiş”) vardı, ama bunlar “vazifesiz memuriyetler” durumuna düşmüştü. Emrullah Efendi, hemen birçok yeni denetleyici atadı. Görevleri hakkında yönetmelik hazırlattı, maaşlarını yeniden düzenledi6. 1 “Maarifimiz”, Sabah gazetesi, 17 Ocak 1910. “Maarif Nezareti kararları ve tensik-i muamelat”, Yeni Tasvir-i Efkâr gazetesi, 19 Ocak 1910. 3 “Maarif teşkilâtı”, Sabah gaz., 16 Şubat 1912; 17 Mart 1912 Maarif-i Umumiyye Teşkilâtı Hakkında Nizamname ve esbab-ı mucibe mazbatası, İstanbul 1328. Düstur, II. tertip cilt IV, s. 167-173. M.S. (Mahmut Sadık). “Maarif teşkilâtı”, Sabah gazetesi, 18 Mart 1912. 4 Sâtı. “Maarif Nezaretinin yeni teşkilâtı”, Sabah gazetesi, 24 Nisan 1912, 27 Nisan, 2 Mayıs 1912.. M.S. a.g.m. 5 Maarif Kanunu Lâyihası”, Sabah gaz., 2 Mart 1912. “Maarif havadisi”, Sabah gaz., 15 Mart 1912. 6 “Umur-u maarif”, Sabah gaz., 29 Haziran 1910 “Maarif müdürleriyle vilâyet maarif müfettişlerinin vezaifine müteallik. talimat”, Sabah gaz., 2 Ekim 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 65 ~ Bakanlığın 1912 örgüt düzenlemesinde de bu soruna çok önem vererek “müfettiş-i umumi”liği kuruyor, görevlerini sekiz maddelik bir buyrultu ile belirliyordu1. Ancak bu denetim örgütlemesi gerek basın ve kamuoyu tarafından gerekse Meclis ve üst düzeydeki idarî birimler tarafından tepkiyle karşılandı. Emrullah Efendi'nin tüm savunmalarına ve hattâ bakanlıktan istifa tehditlerine rağmen, Meclis-i Mebusan denetim örgütünü lağvetti. Bu kararı Şurayı Devlet onaylamamasına rağmen uygulamada Meclis'in ilga kararı uygulandı ve bakanın bu çalışmaları bir sonuç vermedi. Emrullah Efendi, denetim örgütü ile hem denetim, hem hizmet-içi eğitim, hem de eğitim planlaması ve propagandası çalışmalarını da yapmayı amaçlıyordu. Bunların yanı sıra bu örgütü, ülkedeki gayrimüslim okullarını kontrol altında tutma çalışmalarının önemli bir unsuru olarak görüyordu. Emrullah Efendi'nin eğitim çalışmalarındaki bir diğer yön, eğitim harcamalarındaki bazı önlemleridir: Bakanlığı sırasında eğitim yönetimlerine para kazandırmak için bazı girişimlerde bulunmuştur. Okul ücretleri arttırılmış, bazı okullara alınacak yatılı öğrencilerin oranı belirlenmiş, gereksiz okul arsaları satılmış, Müsekkifat yasasının 1. maddesine “bu vergiye eğitim için zam konulabilir” şeklinde bir kayıt koydurmuş, A'şar ve emlak vergilerinden alınan eğitim paylarını birleştirmiş ve en önemlisi de Bakanlığına bağlı yerlerdeki eğitim harcamalarını sınırlandırma çalışmalarında bulunmuştur2. c) Okul öncesi eğitim (Ana okulları) : Emrullah Efendi'ye göre eğitim açısından çocuğun ömrü üç devreye ayrılabilir: 1- 0-2 yaş: “Sebavet-i evvelî” (ilk çocukluk); 2- 2-5 yaş : Bu dönemde çocuk konuşmaya ve kendine hakim olmaya başlar; 3- 5- büluğ ve rüşd çağına kadar, “merahık” dönemi. Bu yaş kademelerinden sonra gençlik devresi başlar. Çocuğun ilk okulu ana kucağı ve ilk öğretmeni de annesidir. Ama çocuk üç yaşından sonra bu okulda duramaz. Bundan sonra çocuğu başıboş bırakmak da 1 M.S.: “Maarif teftişatı”, Sabah gaz., 23 Mart 1912. “Maarif Nezaretinin bir kararnamesi”, Yeni Tasvir-i Efkâr gazetesi,.16 Mart 1910. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Mart 1326, s.705-716; 9 Haziran 1326, s.2457-2461. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 66 ~ zararlıdır. Başıboşluk, çocuğun zihinsel gelişimini kırar. Bununla beraber çocuğu bu yaşta idrak kabiliyetinin yetmediği bir okula vermek de çok: zararlıdır. Öyleyse okul öncesi dönemde çocuğa ya özel öğretmenler (“mürebbi”) tutulmalıdır ya da ana okulları kurulmalıdır. Ana okullarını, 4-6 yaş arasındaki çocukların devam ettikleri “tedrisat-ı ibtidaiyenin birinci mertebesi” olarak niteleyen Emrullah Efendi, burada çocukların yaşlarına uygun bir öğretim gösterilmesi üzerinde de durmaktaydı1. Ancak kendi bakanlık görevinde bulunduğu sırada, bu kademede eğitim kurumlarının kurulması için hiç bir çaba da göstermemişti. Zaten bu sıralarda -hıristiyan toplumlar arasında daha önce kurulmalarına rağmen- müslüman toplumlar arasında ana okulları bazı özel okulların bünyelerinde “Çocuk bahçeleri” olarak yeni kuruluyordu. Eğitim Bakanlığını bu işe resmen el atması için 1913-14 yıllarını beklemek gerekecekti. d) Đlköğretim (“tedrisat-i ibtidaiye”): Emrullah Efendi'nin bu konudaki görüşleri de şu şekilde özetlenebilir: Ana okulları da ilköğretimin içinde bulunmasına rağmen, esas ilköğretim “mekâtib-i ibtidaiye”lerde verilir. İlköğretimin iki esası vardır: bu öğretim kademesi parasız ve zorunlu olmalıdır. Bu temellerden biri olmadan ilköğretim olamaz2. İlköğretimin zorunluluğu yüzyıla yakın zamandan beri ileri sürülmekte, fakat parasız olması ilkesi Türk eğitim hayatına daha yeni getirilmekteydi. İlköğretim, bir genel hizmet niteliğindedir. Bütün diğer genel hizmetler gibi hükümetin buna el atması ve harcamalarını karşılaması gerekir3. Çocuklar sokakta bırakılmamalıdırlar; gerekirse zorla -okullara konulmalıdırlar. “Çocuklarımızı ne yapacağız sorusunu düşünmesek bile, çocuklarımız bize ne yapacak sorusunu (her ana-baba) düşünmelidir.”4 Çocuğu zorla hapishaneye götürme hakkımız olduğu kadar, onu zorla okula götürme hakkımızın da olması gerekir. Bu, aile hukukuna bir tecavüz demek değildir5. 1 Emrullah. Tedrisat-i İbtidaiye, s.56 A.g.m. s.42 3 A.g.m. s.47 4 Emrullah, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1327 Senesi Dördüncü Kongresinde Tanzim Olunan Siyasî Programa Dair İzahname, s.83 5 A.g.e. s.84; a.g.m. s.46 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 67 ~ İlköğretim zorunluluğu Avrupa'da çok zor gerçekleşmiştir. Bizde de Sultan II. Mahmut devrinden beri uğraşılıyor1. Ama bu iş yalnız yasalarla olmuyor. “Okumayazma ihtiyacını âdet haline getirmelidir.” Buna zorunluluk duyulmalıdır. Okullar açıp, öğretmenler yetiştirip, harcama sorunları çözümlendikten sonra bu zorunluluk uygulanmalıdır2. İlköğretimdeki harcamaları halk ve hükümet paylaşmalıdır. Okul binalarını halk yaptırmalıdır, hattâ hükümet bu hususta zor bile göstermelidir. İlkokul öğretmenleri, devlet memuru olmalıdırlar; “yıllıkçı muallimler” kaldırılmalıdır. Hükümet ilkokul öğretmenleri üzerinde her türlü yetkiye sahip olmalı, maaşlarını da vermelidir3. Maaşlardan sonra ilköğretimin geriye kalan pek çok harcamalarını da halk ve hükümet paylaşmalıdır4. İlkokulların ders programını, “çocuk tabiatı ve ilm-i terbiye nazariyeleri” verir. Eğitim ve öğretim çocuğun zihinsel, duygusal ve ahlâkî kuvvetlerine dayanmalı, yaradılışa aykırı bulunmamalı, doğallıktan çıkmamalı, sahte olmamalıdır5. İlköğretimde riyaziyat, tabiiyat, dinî ve ahlâkî öğretim, müzik, sağlık, idman, tarih, coğrafya, hukukî, sosyal ve iktisadî bilgiler öğretilmelidir6. Genel olarak bütün okullarımızdaki ders programları, şu dört esasa dayanmalıdır:7 1- Özellikle dinî ve ahlâkî öğretime önem vermek; 2- Osmanlı eğitimine revaç vermek; 3- Zihnin gereksinmelerine göre faydalı bilgiler vermek; 4- İbtidai ve rüşdiyelerde askerî talimler yaptırmak. Programlar bu esaslar üzerinde yapılmalıdır. 1 A.g.m. s.53-54 A.g.e. s.86-88 3 A.g.m. s.62-63 4 A.g.m. (2) s.41-44 5 A.g.m. s.32 6 A.g.m. s.33-34 7 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 20 Kanunuevvel 1326, s.640; 25 Mayıs 1326, s.2106 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 68 ~ “Bendeniz mekâtib-i ibtidaiye taraftarıyım. Halkı, köylüyü okutmak lâzımdır.” İlköğretimin geri kalmasının nedeni, her ülkenin buna en geç başlamasındandır. Ancak bu yüzyıl, “tedrisat-ı ibtidaiye asrı”dır. Her hükümet, bütün ilköğretimi kendi eline almak eğilimindedir. Bizde de böyle olmalıdır1. Emrullah Efendi'nin ilköğretim alanındaki çalışmalarını da iki geniş başlık altında toplayabiliriz: 1- Dârülmualliminler aracılığıyla öğretmen yetiştirmek; 2- Yurdun her yanına araştırıcı müfettişler yollamak. Emrullah Efendi, Bakan olduğu zaman verdiği bir demeçte 70.000 öğretmene ihtiyacımız bulunduğunu, bu geniş ihtiyaçlar karşısında imkânların çok dar olduğunu; ancak “maarifin temeli maarif-i ibtidaiye” olduğu için, Bakanlığın çalışmalarında en büyük yeri ilköğretim çalışmalarının alacağını söylüyordu2. Daha sonra da bina, para, öğretmen yetiştirme ve bulmayı temel alarak geniş bir çalışma programı yaptı. İlköğretimdeki bazı harcamaları yörelerine yükleyen bazı kararlar aldı, öğretmen yetiştirme hususunda Mustafa Nail Efendi zamanında başlayan çalışmalara devam etti, denetim esası üzerine dayanan bir İlköğretim yasası taslağını Meclis'e sundu, ülkenin çeşitli yerlerine Devlet tarafından yüzlerce ilkokul yaptırttı vs. Emrullah Efendi zamanında Meclis'e sunulan ilköğretim yasa tasarısının hazırlanma çalışmaları kendisinden önceki dönemde başlamıştı. Ancak yeni Bakan, Meclis'e sunduğu tasarıyı tamamen yeni baştan ele almış, Fransa ilköğretim sisteminin ve yasasının hemen hemen Osmanlı ülkesine ve Türkçeye bir uyarlamasını yapmıştı. Tasarı, ilköğretimin parasızlığı ve zorunluluğu üzerine dayanıyordu. Öğretmen yetiştirme ve öğretmenliğin bir meslek haline getirilmesi de yasa tasarısında önemli bir yer alıyordu. Müfettişlik ve denetim kavramlarına yeni bir anlayış getirilerek, müfettişlere denetimin yanı sıra geniş bir ilköğretim 1 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 20 Kanunuevvel 1326, s.638-639. Sabah gazetesi, 28 Şubat 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 69 ~ incelenmesi, hizmet içi eğitim, eğitim planlaması ve halkı ilköğretime teşvik görevleri de yükleniyordu1. Meclis'e sunulan bu tasarı, başlangıçta azınlıkların denetim sistemine karşı çıkmaları yüzünden, daha sonraları da Meclisin kapalı veya feshedilmiş durumda bulunmasından dolayı, 1913 yılında geçici yasa olarak yayınlanıncaya kadar bir türlü yasalaşamadı. Ancak bu arada Emrullah Efendi, 1910 yılında taşradaki ilkokulların ve ilköğretimin ıslahı, yöneticilerin, eğitim alanında çalışanların görevleri vs.. hakkında bir yönetmeliği kaleme almış, Şurayı Devlet'ten de geçirerek, yayınlamıştı2. Bu yönetmeliğin amacı da eğitim ve öğretimi sıkı bir denetim altına almak ve özellikle müfettişlik sistemini yerleştirmek idi3. Zaten aynı yıl ilkokul müfettişlerine dair bir yönetmelik de yayınlanmıştı. Buna göre denetim örgütünün üç türlü kuruluş amacı vardı: Birincisi, köylerdeki eğitim olanak ve gereksinmelerini incelemek ve belirlemek; ikincisi ilkokulları bina, ders araçları ve öğretim açısından denetlemek; üçüncüsü de halkı ilköğretime teşvik ve hazırlamak (vesâyâ icrası) idi. Yönetmelik özel okulların denetlenmesini de sıkı önlemler biçimine getiriyordu4. Emrullah Efendi, bu çalışmalarının yanı sıra ilköğretim programlarının ve ders kitaplarının değiştirilmesi konusunda da bazı çalışmalar yaptı; ancak bir sonuca ulaşamadı5. e) Rüşdiyeler: Bu öğretim kademesi, ilköğretimin yüksek kısmıdır. Sıbyan okullarının verdiği bilgileri tamamlar ve öğrencileri orta öğretime hazırlar. İbtidailer ve idadiler arasında bir “vasıta”dır. Sıbyan okullarının bilgisini tamamlamak için var olan bu okullara “sunuf-u mütemmime” denilebilir6. Emrullah Efendi, gerçekleştirememiş olmasına rağmen, ibtidailerle rüşdiyeleri birleştirmek arzusundaydı. Bunu da özellikle öğretmen tasarrufu için yapıyordu. 1 Emrullah. Tedrisat-ı İbtidaiye (1 ve 2). Tahsil-i İbtidaiyi İdare Ve Teftiş İle Muvazzaf Memurinin Vezaifine Müteallik Nizamname Layihası, 15 Haziran 1326 tarihli iradesi: Başbakanlık Arşivi. B.E.O. no: 283196; Düstur, 2.tertip, II. cilt, s.404-415. 3 Ayrıntılı bilgi: Revue du Monde Musulman, II(1910), s.274-276. 4 Mekatib-i İbtidaiye müfettişlerinin vezaifine müteallik Talimat, İstanbul 1326. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.625. 6 Emrullah. Tedrisat-i ibtidaiye (1), s.57 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 70 ~ Bunların yerine ibtidailere bir dördüncü yıl ekleyerek ilkokul öğretmenlerini bollaştırmayı düşünüyordu. Bu düşünceler daha sonra gerçekleştirilmiştir. Ancak Emrullah Efendi'nin Bakanlığı sırasında rüşdiye öğretmeni yetiştirecek okullar açılarak, bu okullardaki öğretim ıslah edilmek istenildi. Bakan, ibtidailerle beraber bu okulların da programlarında, yörelere göre çeşitli farklılıkların olmasını istiyordu1. Bu ıslah çalışmalarının bir bölümü olarak, 21 tane de “Numune Rüşdiyesi” açmıştı. Bu örnek okulların amacı gayrimüslimlere Türkçe, Türklere Fransızca öğretmek, bu arada fen bilgileri ve bazı beceriler kazandırmaktı. Ancak bunların da rüşdiyeleri kurtaramadığı görüldü. f) Meslekî ilköğretim: Emrullah Efendi ilköğretim kurumları içinde iki grup okul daha saymaktadır. Bunlardan biri “El işleri ve ihtiraf” okulları, diğeri de “Gece” ve “Çırak” okullarıdır. El işleri ve ihtiraf okulları, İlk okullardan çıkan çocukların “zihni ve ahlâkî kuvvetlerini geliştirmek, sınaî kabiliyet vermek üzere el işleri talim ve temrinlerine dayanırlar. Çırak yetiştiren bu okullarda çocuklar 16-18 yaşına kadar okuyabilirler. Bu okullar, dışarıdaki çıraklık sisteminden daha çabuk ve daha ciddi olarak meslek öğretirler. Çocukları sekiz-on mesleğe birden hazırlarlar; küçük isletmelere, fabrikalara genç ve bilgili (kalifiye) işçi yetiştirirler2. Emrullah Efendi, öğretim yaşı geçmiş okuma-yazma bilmeyen kimseler için açılan gece ve çırak okullarını da ilköğretim kurumları içinde saymakta; uygar dünyanın ele aldığı bu sorunu bizim hükümetimizin de ele almasını ve genel dershanelerin açılmasını istemektedir3. g) Orta öğretim: Emrullah Efendi'nin en somut çalışmalarından biri bu alanda olmuş, yaptığı işler ülkede uzun yıllar tartışmaların kaynağı olmuştur. 1- Đdadiler: II. Abdülhamit döneminde bütün ülkeye yayılan idadilerin öğretim düzeyleri çok düşük idi. II. Meşrutiyetin ilanından sonra alınan bazı önlemlere rağmen, 1910 yılında da durum fazla değişik değildi. Emrullah Efendi bunları Avrupalıların ilkokulları düzeyinde görüyor ve ıslah çalışmalarına bu noktadan 1 (Bakan'ın 1326 yılı Maarif Nezareti bütçesi konuşması) Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, s.2107. 2 Emrullah. Tedrisat-ı İbtidaiye (1), s.57-59. 3 A.g.m. s.60 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 71 ~ başlıyordu1. Bakan, idadilerin parasız öğretim kısmını savunurken: “... biz şimdiki halde mekatib-i ibtidaiyede veremediğimiz tahsili hiç olmazsa mekatib-i idadiyede verebilmek için, yani mekatib-i idadiye tahsilini biraz daha tevsi ediyoruz”2 diyor, bu okulların öğretim düzeyini yükseltmek için bazı önlemler almaya başlıyordu. 1909 yılında Osmanlı ülkesinde 20 yatılı (“leylî”), 72 de gündüzlü (“neharî”) olmak üzere toplam 92 idadi vardı. Bunların öğretmenleri özellikle maaş yönünden tam bir keşmekeş içinde idi. Zaten her öğretmen okuttuğu dersin adına göre değişik bir maaş alıyordu. Buna bir de tensikat sırasında yapılan karışıklıklar eklenmişti. İdadi öğretmenleri sorunu Emrullah Efendi'den önce “seyyar öğretmenlik” kurularak bir parça çözümlenmeye başlamıştı. O ise, maaş sistemini ders adına göre değil de öğretmeninin mezun olduğu okula göre düzenlemiş, daha çok para vererek daha kaliteli öğretmen bulma ve yetiştirme yoluna gitmiştir. Öteden beri var olan “idadi öğrencilerinin yeknesak elbise giymeleri” kararı Emrullah Efendi'nin birinci bakanlığı sırasında gene uygulanmak istenildi; elbisesi olmayan öğrencilerin okula alınmama kararı3 aşağı yukarı 300 kuruşluk önemli bir harcama olduğundan tavizsiz olarak uygulanamadı. Bakan, yüze yakın idadideki öğretim düzeyinin yükseltilebilmesi için vilayet idadilerinden 10 tanesini sultani haline getirmek gerektiğini söylemiş ve uygulamıştır. Bakanın tasarısına göre bu yeni sultaniler yüksek öğretime öğrenci hazırlayacaklar, kalan idadiler ise ameli adamlar yetiştirecekti4. Yatılı ve daha çok öğrenci alınarak kurulan bu sultanilerin öğretmenlerine de daha çok maaş verilecekti. Bu okulların son sınıflarındaki tabiî bilimler ve riyaziye dersleri Fransızca okutulacağından, öğrenciler daha iyi dil öğreneceklerdi. Bu şekilde yetişen öğrenciler yabancı ülkelere gönderildiklerinde zorlukla karşılaşmayacaklardı. Bu okulların müdür yardımcıları (“müdür-ü sâniler”) ve bazı öğretmenleri Fransa'dan getirtilecekti. Bu okulların dışında kalan gündüzlü idadiler 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi 17 Şubat 1325, s.519 Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, 2 Mart 1326, s.128-129. 2 A.g.y. 3 “Mektep talebesinin yeknesak elbisesi”, Tanin gazetesi, 118 Ekim 1909. 4 (Maarif Nezareti bütçe konuşması), Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, s.2107-2108. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 72 ~ de Fransa’daki “lycee moderne”ler düzeyinde bir program uygulayacaktı1. Sâtı Bey, Bakanın bu girişiminden asıl amacın, yabancı ve gayrimüslim öğrencileri de Türk okullarına çekmek olduğunu söylemiştir2. Bu okulların açılmasına karar verildikten sonra “vilayâtta tedrisat-ı tâliyenin hüsnü cereyanı için” bazı önlemler alacak olan bir komisyon kuruldu. Bu okullarda görev alacak öğretmenlerin seçimi için bütün ülke çapında bir sınav yapıldı3. Yeni Sultaniler 1910 Eylül'ünde açıldı. İlk açılışta bunlara “lise” denildi. Okulların açılışından üç hafta sonra üzerinde “Liselerin tanzim ve idarelerine ve tedrisatına müteallik” diye yazan örgüt, program ve yönetmelik ortaya çıkarıldı. Bu yönetmelikte yer alan yeni programa göre tabiat bilimlerine ayrılan ders saatleri azaltılmış, buna karşın dil dersleri ve matematik bilimlerinin saatleri ise arttırılmıştı. Programı kusurlu, ruhsuz “mütedenni” bulunan ve “kahkahaya ve ıslığa layık” görünen bu yeni örgüt, gerek taşradan gerekse merkezden bir sürü soru ve itirazlarla karşılandı4. Bunların öğretmenlerine diğerlerinden çok maaş verilmesi, mezunlarının diğer idadi çıkışlılarla aynı haklara sahip olmaları Emrullah Efendi’yi çok şiddetli eleştirilerin hedefi yaptı. Basındaki birçok eleştirilerin yanı sıra Meclis'te de hakkında soru önergesi verildi. Bakanın “Osmanlı birliğini sağlamaya çalışıyoruz, bütün Osmanlı fertlerinin bir okulda öğretim görmelerini sağlıyoruz” diye savunduğu5 bu düzenleme, daha sonraki yıllarda da sorunlar çıkarmaya devam etti ve 1913 yılında bütün idadiler sultaniye çevrildi. Emrullah Efendi'nin ikinci bakanlığı sırasında hazırlayıp, ancak gene yasalaştıramadığı “Tedrisat-i Tâliye Layiha-i Kanuniyesi” de orta öğretimdeki idadi-sultani karışıklığını aynen devam ettiriyordu6. 1 D.K. (Diran Kelekyan). “Maarifimiz” (Emrullah Efendi ile mülakat), Sabah gazetesi, 28 Şubat 1910. 2 Sâtı. “Meşrutiyetten sonra Maarif tarihi”, Maarif der., II/19 (1918), s.660-661. 3 Başbakanlık Arşivi, İrade-Maarif, 1328 s.7. “Vilayet sultani mektepleri muallimleri”, Sabah gaz., 9 Ağustos 1910. 4 “Lise teşkilatı”, Tanin gaz., 28 Kasım 1910. Ahmet Esat. “Maarif Nezaretine açık mektup”, İştirak gaz., 28 Eylül 1912. Hüseyin Cahit. “Maarif derdi”, Tanin gaz., 23 Kasım 1910 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.637. 6 Tasarı metni: Hak gaz., 20 Temmuz 1912. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 73 ~ 2. Sultaniler ve “Mekteb-i Sultani” olayı: Emrullah Efendi, 1869 Genel Eğitim Yönetmeliğinde her il merkezinde kurulması istenilen, ancak Galatasaray Sultanisi dışında açılamayan bu kurumları, yaptığı tartışmalı düzenleme ile taşraya yaymayı başarmıştır. Bunun nasıl olduğu da yukarıda anlatılmıştır. Emrullah Efendi'nin, en az idadileri sultaniye çevirmesi kadar gürültüler koparan bir de “Mekteb-i Sultani” olayı vardır. II. Meşrutiyetin ilanından sonra Mekteb-i Sultani'de meydana gelen çeşitli karışıklıklar yüzünden, okulun müdürlüğüne 30 Aralık 1908'de Tevfik Fikret atanmıştı1. Tevfik Fikret, bu okuldaki kısa süreli müdürlüğü sırasında hem okulun bina ve temizlik durumunda, hem öğrenci, öğretmen ve diğer okul mensuplarının disiplin ve devam durumlarında, hem de okula yeni bir manevi hava vermekte çok başarılı oldu: Düzen, disiplin temizliğin yanı sıra okulun ders programında da bazı düzenlemeler yaptı. Pek çok eğitim malzemesi getirterek öğretimi mümkün olduğu kadar pratikleştirmeye çalıştı2. 1910 yılı başlarında Emrullah Efendi birçok eğitim kurumlarında öğretmenlerin derslere devam etmediklerinin belirlendiğini ve kasten görevlerine gelmeyen öğretmenlerin maaşlarından kesinti yapılması hakkında bir genelge yayınladı. Bakanlığın bu genelgesi Mekteb-i Sultani'de uygulanmadı ve okul müdürü de istifa etti. Bakanlık istifa eden müdürün yerine Salih Zeki Bey’i atadı. Atama yazısında, parantez içinde “bir şair yerine bir âlim” yazıldığı için ortalık karıştı; kamuoyu harekete geçti. Okuldaki bazı öğretmenler görevlerinden ayrıldı, bazı öğrenciler okulu terk etti; okul müdürlüğü ile öğrenciler arasında sert bir mücâdele başladı. İttihat ve Terakki Fırkası, sorunun çözümlenmesi için toplantılar yaptı. Meclis'e bu konuda soru önergeleri verilmeye başlanıldı. Bakanlar Kurulu, Meclis-i Mebusan Başkanı, Sadrazam vs. sorunla ciddi bir şekilde ilgilenmek zorunda kaldılar. Ülke 1 Başbakanlık Arşivi, İrade-Maarif 1326 Z I. Kavcar, Cahit: II. Meşrutiyet Devrinde Edebiyat ve Eğitim A.Ü. E.F. yay. Ankara, s.65-72, 77-79. Ruşen Eşref. “Tevfik Fikret müdür”, Muallim der. 1/14 (1333) s.463-467. K.S. Nigar. İnkılâp Şairi Tevfik Fikret'in İzleri, İstanbul 1943 s.64-74. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 74 ~ gazeteleri bu hususta ikiye ayrıldılar. Sorun, 10-20 Nisan 1910 tarihleri arasında basın hayatının en güncel konularından biri olmakta devam etti1. Emrullah Efendi, Bakanlığın tüm ülkeye bir genelge yayınladığını, Mekteb-i Sultani de Bakanlığa bağlı bir okul olduğu için Bakanlığın emirleri dışında kalamayacağını belirtiyordu. Ona göre, hiçbir okul müdürüne ayrıcalık verilemezdi; yoksa Devlet işlemez hale gelirdi. “Alim” ve “şair” sözcükleri karşısında da Bakanlık yayınladığı bir yazısında: “... şair ve âlim sıfatlarının bir gûna tafdil ve tercihi mutazammın olmayıp, maksad-ı aslî Maarif Nezaretince Mekteb-i Sultani tedrisatında fimaba'd cihet-i ilmiye ve fenniyeye daha ziyade ehemmiyet verileceğini işaretten ibaret olduğu beyan olunur.” deniliyordu2. Emrullah Efendi, bu sorunun tartışmaları sırasında “Đş, şahıslarla değil; prensip ve idarî düsturlarla görülür” diyerek3 yönetimde esaslı ilkelerinden birini uygulamak istemiş, başarılı da olmuştur. h) Yüksek öğretim: Emrullah Efendi, yüksek öğretim konusundaki düşüncelerini, iki bakanlığı sırasında büyük ölçüde gerçekleştirme imkanını bulmuştur. Bu alandaki çalışmaları da söyle sıralanabilir: - “Avrupa dillerini iyi bilmeliyiz” diyen Emrullah Efendi, Dârülfünun’da, yüksek okullar için bir “Lisan Şubesi” (Elsine Şubesi”) açmıştır. Bu şubede Fransızcanın yanı sıra İngilizce, Almanca, İtalyanca ve Rusça dilleri de öğretilecekti. Edebiyat Şubesine bağlı olarak açılan bu bölümde, isteyenler için öğrenecekleri dilin edebiyatları da anlatılacaktı4. Sabah ve akşam verilen bu derslere, öğrenci ve kâtiplerden bin kişi civarında istekli devam ediyordu5. 1 10-20 Nisan 1910 arasındaki Yeni Tasvir-i Efkâr, Jön Türk, Sabah, Sadayi Millet vs.. gibi gazeteler. 2 Bu konudaki çeşitli yazışmaların belgeleri Yeni Tasvir-i Efkâr 12 Nisan 1910, Sabah 11 Nisan 1910 ve Başbakanlık Arşivi, İrade-Maarif 1328 R 14 de bulunabilir. 3 Yeni Tasvir-i Efkâr gaz., 14 Nisan 1910. 4 D.K. a.g.m. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.635-636. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, s.2109. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 75 ~ Emrullah Efendi ayrıca, Arapçanın yaygınlaşmasını sağlamak amacıyla Dârülfünun'daki Tefsir ve Hadis derslerinin Arapça okutulmasını da sağlamış1, Mısır, Kafkasya vs. yerlerden Dârülfünun'a okumaya gelen öğrenciler için de Arapça ve Farsça dersleri koydurmuştur. - Mahreç sınıfı (“Đhtiyat Sınıfı”): II. Meşrutiyetin ilanından sonra pek çok kişi Abdülhamit zamanında okuyamadıkları bahanesiyle Dârülfünun'a yazıldılar. Özellikle “ilerisi aydınlık bir meslek” sağlayan Hukuk Mektebi'ne büyük bir “talebe” akını oldu. 4-500 kişilik okula 1.500-2.000 kişi kaydoldu. İlk başlardaki coşkunluk geçtikten sonra, bu işin böyle yürüyemeyeceği anlaşılarak bazı önlemler alındı. Hukuk Mektebi'ne gireceklerin idadi çıkışlı olmaları şart koşuldu. Ancak büyük kalabalık, yüksek öğretim haklarının ellerinden alınamayacağını iddia ederek, yönetime baskı yaptılar. Bunun üzerine çoğu medrese çıkışlı olan bu öğrenciler Arapça Kitabet ve Hesap sınavlarına tabi tutulmuş, ancak pek çok dedikodulara neden olan2 bu sınav sonuçları da bir çözüm olmamıştı. Zamanın Maarif Nazırı Emrullah Efendi, idadi öğretimi olmayanlar ve medrese çıkışlılar için başlangıçta bir yıl, sonra da iki yıl süreli olmak üzere bir “İhtiyat Sınıfı” açmıştır. İlk yıl bu sınıfa 860 kişi kaydolmuştur3. Emrullah Efendi'nin bu önlemine karşı, ta başlangıçtan itibaren birçok eleştiriler yapılmıştır. Özellikle Meclis-i Mebusan'da Maarif Nazırları hakkında güvenoyu istemine kadar giden tartışmalar ve eleştiriler olmuştur. Eleştirilerin bir kısmı, Emrullah Efendi'yi “teorik, felsefî esaslar üzerinde duran, acemi ve tecrübesiz bir kişi” olarak niteliyor ve “mektep kaçkınları” için Bakanlığın para harcamamasını istiyorlardı. Bunlar, ya üniversiteye gitmek isteyen medrese çıkışlıların idadilere gitmelerini ya da yaşlılar için bir idadi kurulmasını öneriyorlardı. Boşo Efendi, “yaptığınızı, Avrupa üniversiteleri duymasın” diyordu4. Emrullah Efendi'nin önlemine, medrese çıkışlılar ve onların Meclis'teki temsilcileri de karşı idiler. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.6408. Türkiye gaz., 28 Ekim, 21 Kasım 1910. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Tesrinisani 1327, s.327. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Tesrinisani, 1327, s.332. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, s.2157-2158 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 76 ~ Bunlar da İhtiyat sınıfını gereksiz, hele iki yıl olmasını çok uzun görüyorlar; icazeti olanların doğrudan Dârülfünun giriş sınavlarına alınmalarını istiyorlardı1. Emrullah Efendi ise ihtiyat sınıflarını idadilerden daha yararlı bulduğunu belirtiyor, bu sınıfların Avrupa'daki “cours d'adulte”lere benzediğini söylüyordu. Ona göre, çok sıkı tutulmak şartıyla bu ihtiyat sınıflarına herkes gelip okuyabilirdi. “Dârülfünunun kapısı herkese açıktır; Fakülte demek, ihtiyar, serbestlik demektir” diyen Emrullah Efendi; ihtiyat sınıflarının ortadan kaldırılmayacağını, ancak hatası varsa düzeltilebileceğini belirtiyordu? “Bizde idadilerden mezun olmak yolsuzdur” diyordu Emrullah Efendi. Onun için orta öğretim “kemâle” ulaşıncaya kadar “mahreç sınıflarına muhtaç”tık. Aslında hazırlık sınıflarına her isteyen katılabilmeliydi2. İhtiyat sınıfı tartışmalarında Emrullah Efendi, kendi önerilerinin kabul edilmemesi halinde istifa edeceğini; bu hususta güvenoyuna gidilmesini istedi. Bakana güvenoyu verildi3, ama bu konudaki tartışmalar kendinden sonra gelen İsmail Hakkı (Babanzade) ve Abdurrahman Şeref Beylerin bakanlıkları zamanında da devam etti. Bu bakanlar da Emrullah Efendi'nin görüşlerini savundular. Ama Meclis'in ödenek kesmesi, Hukuk Mektebi'nin bu sınıflardan çıkanları okula kaydetmeleri; Bakanlığın tüm çabalarına rağmen bu sınıfların kapanmasına neden oldu. Bakanlığa da, bu konudaki pek çok karmaşık sorunlarla uğraşmak kaldı4. - Hukuk Mektebi'nde yaptığı yeni düzenlemeler: Emrullah Efendi, bu okulda iki önemli değişiklik getirmiş bulunmaktadır: a) Hukuk Mektebi'ndeki dört şubeyi ikiye indirmiştir. Meclis'e karşı 'tasarruf yaptık; zaten aynı dersler çeşitli şubelerde veriliyordu, bunları birleştirdik' diye kendisini savunan Emrullah Efendi, aslında Avrupa'daki Hukuk Okullarında da şube bulunmadığını belirterek, buradaki şubeleri tümden ortadan kaldırmak istiyordu. Ona göre şubeler göz önüne alınmadan yeni bir program yapmak ve 1200-1300 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, s.2159. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, s.2158-2159. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Teşrinisani 1327, s.329-330. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5 Teşrinisani 1327, s.341-364. 4 Bazı belgeler: Başbakanlık Arşivi. Babıali Evrak Odası, no: 294215. 295425, 306476 Hedef gaz., 16 Mart 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 77 ~ kişilik büyük sınıflar (anfiler) kurarak bunları çeşitli öğretim aletleriyle donatmak gerekiyordu. Bakan bu görüşlerini sınırlı bir ölçüde uygulama imkânı da bulmuştur. b) Hukuk Mektebi'nden çıkış sorununa kendine göre bir çözüm getirmek istemiştir. II. Abdülhamit döneminde Hukuk öğrencileri çıkışta doktora sınavına tabi tutuluyorlardı. Yani dört yıl boyunca okuduğu derslerden yeniden sınava giriyordu. Bu uygulama, “öğrencilerin zihinlerini yıpratıyor” gerekçesiyle 1908 yılında, II. Meşrutiyetin ilanından sonra kaldırıldı. Bu durumdan bir mebus “Hukuk Mektebine giriş imtihanlarını da, çıkış imtihanlarını da kaldırdılar, bu mektebi kökünden mahvettiler” diye yakınıyordu1. Emrullah Efendi'nin bakanlığı dönemine kadar buraya gene çeşitli çıkış sınavları konuldu. Ama bunlar sürekli olmadı. Emrullah Efendi de eski çıkış sistemlerini tanımayarak, kendisine göre yeni bir sistem koydu. Buna göre, Hukuk Mektebi'nden iki türlü çıkış olacaktı: 1) Mülazemet rüusu ki bu normal çıkıştı, 2) Müderrislik rüusu. Bu çıkış, öğrencinin tüm dört yıl boyunca okuduğu derslerden sınav yapılarak (tez sınavı) yapılan çıkışa karşı “doctorat en droit”yı (normal öğretimin dışında bazı dersler de koyarak o derslerden sınava almak) getirmiştir. Emrullah Efendi'nin bu sistemini, o dönemin eğitim bakanlarından Abdurrahman Şeref (1853-1925) ve Babanzâde İsmail Hakkı (1876-1913) da savundukları için, Bakanlıkla öğrenciler ve mebuslar arasında sert çekişmeler oldu. 1910 yılında Hukuk Mektebi öğrencileri “Cemiyet-i Hususiye” adıyla bir dernek kurmuş, okula yeni bir program yapmış, “Bundan böyle Hukuk Mektebi'ne Maarif Nezareti karışmasın” diyerek, Hukukta bir çeşit özerklik ilan etmişlerdi2. 1911 yılında da bu nedenle İstanbul, Selanik, Konya ve Bağdad Hukuk Mektepleri öğrencileri ayaklanarak okulu terk etmişler, çeşitli gösteriler yapmışlar ve akla gelebilecek her yere bazı isteklerle başvurmuşlardır3. Ancak bu sorun, 1911 yılı içinde kesin bir çözüme ulaşmadan kapandı. - Yüksek öğretim gençliği için bir öğrenci yurdu (“Darüttüllab”, “Beytüttüllab”) yaptırma girişimi: Emrullah Efendi, “yüksek mektep hiç bir yerde leylî olmaz” prensibinden hareket ederek, o zamanki tek yatılı yüksek okul olan Mülkiye 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi 26 Mayıs 1326, s.2155. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1327, s.2153. 3 Sabah gaz., 7,8,9,10,11,12,15 Nisan 1911. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 78 ~ Mektebi'ni de gündüzlüye çevirerek, sorunu öğrenci yurtları yaptırmak şeklinde çözümlemeye çalıştı. Bu, Fransa'dan etkilenerek ortaya atılmış bir görüştü. II. Meşrutiyet dönemi İstanbul’u için de çok gerekli bir girişimdi. Emrullah Efendi'nin öncülüğünde bu hususta pek çok girişimler yapıldı, Şehremaneti’nin (Belediye) yardımı sağlandı. Hattâ arsa ve bir miktar para da bulundu, ama bir sonuca ulaşılamadı1. Hattâ genel gelişim içerisinde, taraftarları bulunmasına rağmen, Emrullah Efendi'nin 'yüksek okullar yatılı olmaz' prensibi de uygulanamadı. Emrullah Efendi, bu sorunun yanı sıra, yüksek öğretimdeki yoksul gençlerin parasız okutulmaları hakkında da bazı girişimlerde bulunmuştur2. - Mülkiye Mektebi'ndeki düzenlemeler: 31 Mart olayına kadar çok yoğun karışıklıklar içinde bulunan bu okulda, daha sonraki yıllarda da yatılılık, üniversiteye bağlılık ve yeni iç düzenlemeler yüzünden oldukça hareketli gelişmeler oldu. Emrullah Efendi'nin bakanlığı sırasında okul, Dârülfünun'un bir bölümü haline getirildi, yatılılığı kaldırıldı ve Paris Ecole des Sciences Politiques et Morals'in beş bölümünden üçü alınarak siyasî, malî ve mülkî bölümler şeklinde yeniden düzenlendi3. Emrullah Efendi'nin bakanlığından sonra komisyonlar vs. toplanarak okul Dârülfünun'dan ayrıldı ve yatılılığı da geri verildi4. - Dârülfünun'un özerkliği (“muhtariyeti”): Türkiye'de Dârülfünun'a özerklik verilmesi hakkındaki ilk kıpırdanışlar, XX. yüzyıl başlarında “Dârülfünun-u Şâhâne” açıldıktan birkaç yıl sonra ortaya çıkmıştı. Dârülfünun'da ders veren öğretmenler ayaklanarak bağımsızlıklarının sınırlanmamasını istemişlerdi. Özerklik hususundaki diğer çalışmalar da II. Meşrutiyet döneminde, Emrullah Efendi'nin bakanlığı sırasındaki çalışmalar olmuştur. 1 Ahmet Hilmi “Maarif Nezareti'nin bir teşebbüs-ü mühimmi”, Yeni Tasvir-i Efkar 5 Nisan 1910 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5-6 Haziran 1330, s.298-302, 307-327. M.S. “Mekteb-i Mülkiye ve leyli mektepler”, Sabah gaz., 21 Haziran 1914. Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi,2 Mart 1326, s.128-131. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26-27 Mayıs 1326, s.2154, 2161-2164. 4 “Mülkiye Mektebi”, Sabah gaz., 7 Kasım 1913. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5-6 Haziran 1330, s.298-302,307-327. Çankaya, Ali. Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, Ankara,1954, s.93-95. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 79 ~ Emrullah Efendi, ilk bakanlığı sırasında Dârülfünun’a daha fazla özerklik verileceğinden, 1911 yılında özel bir bütçe ve Dârülfünun Yasasını Meclis'e getireceğinden bahsetmiştir1. Emrullah Efendi'nin Dârülfünun bahsinde asıl çalışmalarını gerçekleştirdiği yıl ise 1912'dir. Bu yıl bir yandan tek tek fakülte yönetmelikle yapılırken, genel olarak bütün Dârülfünun'u ilgilendiren bir yönetmelik tasarısını da hazırlamıştır2. Dârülfünun'a bağlı Fakülte ve Yüksek Okullardaki yönetim işleri ve kuruluşlarıyla ilgili olan bu yönetmelik, Dârülfünun Meclis-i Muallimin'ince (Profesörler Kurulu) beğenilmedi. Bu kurul, kendi hazırladığı bir tasarıyı, rapor halinde Maarif Nezaretine sundu3. Bakanlıkça reddedilen bu raporun arkasından Dârülfünun ikinci bir rapor daha sundu. Bazı değişikliklerle ancak üçüncüsü kabul edilen bu raporlar, genellikle ders programlarını içeriyordu4. Emrullah Efendi bir yandan üniversitenin yönetim biçimini bir yönetmeliğe bağlamaya çalışırken, üniversiteye girişi belirleyen bir yönetmeliği de yasalaştırıyordu5. 1912 başlarında hazırladığı tasarı tepki ile karşılanan Emrullah Efendi aynı yılın Haziran sonralarında kendi başkanlığında kurduğu bir komisyona, Avrupa Üniversiteleri yasalarını da göz önünde bulundurarak bir yasa tasarısı hazırlattı6. Tedrisat-i Aliye Lâyiha-i Kanuniyesi” adıyla Meclis'e sunulan bu tasarı, 1913 yılında Maarif Nezareti tarafından Đstanbul Dârülfünunu Talimatı olarak yayınlandı7. Avrupa üniversitelerini görünüşte taklit eden bu yasada özerklikten hiç bahsedilmiyor, hattâ Dârülfünun tamamen Maarif Nezaretinin emrine sokuluyordu. O dönemin kamuoyunda Dârülfünun'a “istiklâl-i tam” verilmesi ve 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2142. “Dârülfünunun Teşkilât-i Esasiye ve İdareyesine Müteallik Nizamname Layihası”, Hak gaz., 21,22,23 Mart 1912. 3 Ahmet Agayef. “Dârülfünun teşkilâtı”, Hak gaz., 24 Haziran 1912. 4 Ergin, Osman. Türkiye Maarif Tarihi, s.1225-1226. 5 “Mülazemet Rüusu (Bakalorya) İmtihanına Dair Nizamname”, Düstur, 2. tertip, c.V, s.498501. 6 “Tedrisat-ı Aliye Lâyiha-i Kanuniyesi”, Hak gaz., 30 Haziran 1912, Sabah gaz. 1 Temmuz 1912. 7 İstanbul Dârülfünunu Talimatı, İstanbul, 1329. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 80 ~ “serbest bir tensikat yapılması” gerektiği hararetle savunulurken1, Balkan Savaşı’nın kızışması, bunu körletecek daha önemli olaylar çıkarıyordu. Emrullah Efendi'nin Dârülfünun'a karşı vaziyet alışının bir başka yönü, gene 1912 Martında hazırlayıp2 yasalaştırdığı3 “Dârülfünun ve Şuabatının İnzibatına Dair Nizamname”de daha iyi görülür. Emrullah Efendi, bu yönetmeliğin gerekçesinde şöyle diyordu:4 “Dârülfünun gibi bir müessese-i âliye-i ilmiyede feyz-i irfanın hakkıyla tenemmi ve taalisi, her nevi müessese-i âlide olduğu gibi, mühim bir cihetten mektep dahilindeki hıfz-ı nizam ve intizama ve hayat-i tahsilin hüsnü cereyanına mevkuf olup, bu maksad-ı hayrın husulü ise sırf hıraset-i ilme mahal olan bu Darülmaarifin kapılarından, hayat-ı siyasiyenin ihtirasatı ve gulgule-i şamatatı nüfuz etmemesiyle ve ilmin lâzime-i tahsili olan huzur-u zihne ve asayiş-i ruha taalluk-u karibi bulunan âsudegi-i dahiliyenin ilme ve Darülilme lâyık olan tazim ve hürmet dairesinde mazhar-ı riayet olması ile temin edilebileceğinden, Dârülfünun inzibatına müteallik olarak tanzim edilen Nizamname lâyihası, bu esaslar üzerine bina olunmuştur.” Dârülfünun içinde dernek kurmadan afiş yapıştırmaya kadar pek çok şeyi yasaklayan Emrullah Efendi'nin bu yönetmelikteki asıl yeniliği, üniversite polisi kurma fikri idi. Ona göre okul ve öğrenci işlerine polisin ve zabıtanın karışması, kabul edilmeyecek bir şeydi. Bu polisiye işleri hademeler de göremeyeceklerine göre, “müdür ve muallimler emrinde görev yapacak olan Dârülfünun inzibat-ı dahili memurları “ihdasına” gerek görülmüştü. Bu memurlar, tek tip elbise giyeceklerdi. Yönetmelik Maarif Nazırına, Dârülfünun'u ve bazı dersleri geçici kapatma yetkisi de veriyordu. Meclis'ten geçirilmeden uygulamaya konulan bu yönetmelik, özellikle İttihat ve Terakki muhaliflerince tepki ile karşılandı. Onun bir parti bakanı olduğu, üniversiteye ve oradaki muhalefet çalışmalarına bir baskı olduğu iddia edildi. Emrullah Efendi de gazetelere yolladığı bir açıklama ile5, her iki bakanlığı sırasında da yüksek öğretimin sağlam temeller üzeri kurulması için çalıştığını, Dârülfünun'da 1 “Tedrisat-i âliye meselesi”, Hak gaz., 2-3 Temmuz 1912. Tanin gaz., 8 Mart 1912 3 “Dârülfünun ve Şuabatının İnzibatına Dair Nizamname”, Düstur, 2.tertip, c.IV, s.460-463. 4 Emrullah. “Dârülfünunda inzibat”, Tanin gaz., 7 Mart 1912 5 Teminat gaz., 11 Mart 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 81 ~ aldığı önlemlerin yalnız muhalefet için değil her türlü siyasî akımlar için alındığını ve uygulamada hoşgörü yapılmayacağını açıklıyordu. Buna rağmen Dârülfünundaki disiplin sorunu, daha bir süre devam etti1. i) Öğretmen yetiştirme: - Öğretmenliği bir meslek haline getirme çalışmaları: XX. Yüzyıl başlarında Osmanlı eğitim kurumlarında her kaynaktan öğretmen vardı. Her kademedeki okullardan mezun olanlar, hattâ okul yüzü görmemişler bile öğretmen olabiliyorlardı. Meslekteki maaşları da geçimlerine yetmediğinden, öğretmenliğe ek olarak ikinci bir iş tutuyorlar; bu da görevlerini önemli ölçüde aksatıyordu. Emrullah Efendi ilk bakanlığı sırasında, öğretimdeki seviye düşüklüğünün memur öğretmenler yüzünden olduğuna hükmederek, “memur-muallim”lere karşı bir temizlik hareketine girişmiştir2. Bu kişiler ya memurluğu ya da öğretmenliği seçmek zorunda kalmışlar ve çoğu da memurluğu tercih etmişlerdir. Meclis'teki bir konuşmada “Bir talim ordusu, bir muallim ordusu yetiştirmek fikrindeyim. Benim nazariyem budur. Kâtipleri, hâkimleri muallim yapamayız... Muallimlik bir meslektir” diyen3 Emrullah Efendi, bakanlığı sırasında bir “muallim sınıfı yaratmaya, bu sınıfa ehemmiyet kazandırmaya” çalışmıştır. Bunun için bir taraftan “seyyar muallimler”i*, “yıllıkçı muallimler”i** kaldırmaya çalışıyor; bir yandan da öğretmenlerin maaşlarını arttırma yollarını arıyordu. Bütçeye bu hususta ödenekler koyduruyor, ders saatlerini arttırarak, ders öbekleri oluşturarak, tatil günlerinde de çalışmış sayarak fazla maaş vermeye çalışıyordu4. Öte yandan öğretmenlerin terfilerini bir kurala bağlayarak ve emeklilik kurumu kurarak öğretmenliği, yolu belirlenmiş ve geleceği güvence altına alınmış bir meslek haline getirmek istiyordu. Ülkemizde ancak çok çok sonraları 1 Köprülüzâde Mehmet Fuat. “Dârülfünun meselesi”, Hak gaz., 15 Mart 1912. Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi” 14 Haziran 1326. “Memur muallimler”, Sabah gaz., 29 Eylül 1910. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.637. * Genellikle uzmanlık alanlarında çeşitli okulları dolaşarak ders veren öğretmenler. ** Halk tarafından bir yıllığına belirli bir ücretle tutulan öğretmenler. 4 a.g.y.; Başbakanlık Arşivi, Bâbıali Evrak Odası, no:276924. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 82 ~ gerçekleşecek olan ilkokul öğretmenlerine Devlet bütçesinden maaş verilmesi ilkesinin yasal hazırlıklarını yapıyordu1. 1910 yılında hazırladığı “Tedrisat-i İbtidaiye Kanunu Lâyihası” da, öğretmenler arasındaki “evvel”, “sâni”, “sâlis” gibi ayrımları ortadan kaldırıyor, bir “muallim” ve bir de “muallim halifesi” zümrelerini koyuyordu. Muallim halifeliği staj yapan öğretmenlerden oluşacaktı ve öğretmenin yardımcılığını da yapacaklardı. “Ehliyetname” usulünü de belli bir geçerlilik süresine bağlamaya, o süre sonunda sınavla asıl öğretmenliğe geçirtmeye çalışıyordu. Öğretmenlerin meslek-içi eğitimlerini sağlamak için de bir yandan İstanbul'da merkezi kurslar açmayı2, bir yandan da müfettişlerin işbaşın da eğitim yapmalarını gerçekleştirmeye çalışıyordu3. - Öğretmen okulları: Emrullah Efendi'ye göre, okulun en önemli elemanı ve eğitimin temeli öğretmendir. Oysa Türk eğitiminde bu yoktur. Taşra ilkokulları için 70.000 öğretmen gereklidir. Bakanlığın elinde çok para da olsa, bunların yüzde birini bile bulamayacaktır4. Onun için şu anda mevcut olmayan bu öğretmenlerin yetişmeleri gerekti. Öğretmen yetiştirmek için Dârülmualliminlerde yeni düzenlemeler gereklidir. Bu okulların hepsi yatılı (“leylî”) olmalıdırlar. Buradaki öğretmenleri Devlet yetiştirmeli ve istediği yere yollamalıdır. “Benim bütün ümidim Dârülmualliminlerdedir. Muallimler köye gitmeli, köyü aydınlatmalıdırlar. Köyün de muallimi nâsıhı, velinimeti olmalıdır. Biz böyle muallim istiyoruz”5 diyen Emrullah Efendi, bu alanda yapılacak çalışmalara, her iki bakanlığı sırasında da bütün gücüyle devam etmiştir. Yeni Dârülmualliminler yaptırmış, gündüzlü olanları yatılıya çevirtmiş, İstanbul'da yatılı bir Darülmuallimat kurdurmuş***, İstanbul 1 Emrullah, “Tedrisat-i ibtidaiye”, Mülkiye der., 23 (1326), s.63. D.K.: “Maarifimiz”, Sabah gaz., 28 Şubat 1910. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326; s.2105. 4 D.K. a.g.m. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2113. *** Dârülmuallimat’tan çıkan kızlar taşraya gitmiyor, hattâ evlendikten sonra öğretmenlik bile yapmıyorlardı. Emrullah Efendi kız öğretmenleri bakanlığın tam emrine alabilmek için yatılı bir kız öğretmen okulu açmaya karar verdi. Taşradaki Maarif İdarelerine yazılar yazarak, bu okul için yoksul kızlar istedi. Rüşdiye çıkışlı 78 kız İstanbul'a toplandı. Ancak bir 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 83 ~ Dârülmuallimin'ine “Tatbikat Mektebi” yaptırmış, kapatılmış olan Dârülmuallimin-i Rüşdileri yeniden açtırmış, idadi öğretmenlerini yetiştirmek için bir “Darülmuallimin-i Aliye” kurmuştur. “Çıktığı mektebe muallim olan efendilerle bir mektep idare olunamaz” diyerek1 sağlam bir öğretmen yetiştirme politikası izleyen Emrullah Efendi'nin yatılılık politikası başarıya ulaşmış; 1914 yılında ancak üç öğretmen okulu gündüzlü kalmıştı. Emrullah Efendi, yaptığı işlerin içinde, en fazla öğretmen yetiştirme çalışmalarını beğenmiştir. Meclis'te Boşo Efendi (1876-1929)'ye karşı: “Canım sen de bizim Maarifi o kadar fakir zannetme! Bizim Dârülmualliminlerimizin düzeni Avrupa'da bile yok!” demiştir2. j) Özel öğretim ve dinî toplumların okulları: Emrullah Efendi, kişiler ve dinî toplumlar tarafından kurulan okullarda yapılan öğretime, özel öğretim diyor3. Ona göre özel okulların programlarının yapılması, ders kitaplarının seçilmesi, öğretmenlerinin atanması vs. hep okul kurucusu ve müdürüne aittir. Ancak Devlet özel okullara bazı şartlar koyar. Bunlar; öğretimin yasalara ve ahlâka uygun olması, okuldaki öğretmen ve yöneticilerin ehliyetli olması, okul binasının bazı özellikleri vs.. konusundadır. Devlet, bunları denetim yoluyla inceler4. Özel okullar, ilk ve ortaöğretim alanında açılabilirler. Yüksek öğretimde özel okullar açılamaz; bu, Devletin görevidir. Özel kişi ve kuruluşlar yalnız ders (“kurs”) açabilirler, bu da ancak tek ders üzerinde olur5. Hükümetin yüksek okullardaki ara bu okulun açılmasından vazgeçilerek, geri taşraya dağıtılamayan bu kızlar için bir konak kiralandı. Basın, “leylî Darülmuallimatın açıldığını” yazdı ama bu okul açılmadı. Kızlar, Kız Sanayi Mektebi'nin derslerine devam ettiler. Emrullah Efendi hakkında soru önergesi verilmesinin nedenlerinden biri olan bu olay, ancak Darülmuallimatla Kız Sanayi Mektebinin birleştirilmesinden sonra yatıştı. (Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.626-633). 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, s.2108. 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi; 27 Mayıs 1326, s.2197. 3 “Tedrisat-ı ibtidaiye”, Mülkiye, 24 (1326), s.44 4 a.g.m., s. 44-45. Emrullah, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1327 Senesi Dördüncü Kongresinde Tanzim Olunan Siyasî Programa Dair İzahname, s.78-79. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kanunuevvel 1326, s.662-664 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 84 ~ hakları başkalarına devredilemez; ancak yüksek okullar bütün Osmanlılara açıktır1. Emrullah Efendi, Fransa ve Belçika'da uygulanan özel okul sistemini, yani sınavlarını Devletin yapması ve çıkış belgelerini Devletin vermesi sistemini önerdi ama azınlık temsilcilerine kabul ettiremedi2. Emrullah Efendi bakanlığa başladıktan sonra özel okulların yönetimi konusunda bir yasa tasarısı hazırlayıp Meclis'e sunmak istedi. Ancak daha tasarı hazırlanırken Rum gazeteleri büyük gürültüler çıkarmaya başladılar. Emrullah Efendi bu tasarı ile, okullardaki öğretimden Bakanlığa karşı sorumlu mevkiyi Patrikhaneden alıp okul müdürlerine dağıtmak istiyordu3. Bundan da, bu okullara Devletin söz geçirmesini ve denetimini kolaylaştırmayı amaçlıyordu. Patrikhane bu tasarıyı hazırlattırmadı bile!.. Emrullah Efendi, dinî toplumların okullarını, özel okullar sınıfına almak istiyordu. Dinî toplumların temsilcileri ise buna şiddetle karşı çıkıyorlar, daha önce almış oldukları ayrıcalıkları bırakmak istemiyorlardı. Emrullah Efendi'nin bu husustaki çabaları boşa gitti. Meclis-i Mebusan'da özellikle Boşo Efendi'nin çabalarıyla, özel okullardan ayrı bir “cemaat mekâtibi” gurubunu kabul etmek zorunda kaldı4. Daha sonra da “bizdeki cemaatler yalnız âdi birer cemiyet değil, korporasyon ve müessese sıfatını haizdirler”, bunların okullarını özel okul sayamayız diyerek yeni bir yola girmiştir5. Ona göre dinî toplumların okulları, genel genel okullarla özel okullar arasında bir yerde idi. Özel okullardan farkı da öğretmenlerinin ehliyetnamelerinin onaylanması ve verdikleri çıkış belgeleri (diploma) hususundadır6. Ancak Emrullah Efendi, dinî toplumların okullarını genel okullara yaklaştırarak, 'eğer okulun bulunduğu yerin çoğunluğu o okulu istiyorsa, o zaman okul genel okul haline gelir; bunun da Devlete bağlanması gerekir' diyerek7 bir akıl yürütme yapmak istemişse de, bunu uygulayamamıştır. Patrikhane, kendi okullarındaki öğretmenlerinin diplomalarını kendisi onaylayıp, bunu Maarif yöneticilerine kabul ettirme hakkını ta 1893 yılında almıştı. II. Meşrutiyet döneminde bu sorun gene ön-plana çıktı. Çok uzun çekişmelerden 1 D.K. “Tahsil-i âli ve hakk-ı tecil”, Sabah gaz., 15 Ocak 1911 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kanunuevvel 1326, s.664-671. 3 “Mekâtib-i gayri müslime”, Yeni Tasvir-i Efkâr gaz., 14 Şubat 1910. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, s.2199. 5 Emrullah, “Tedrisat-i ibtidaiye”, s.44-47. 6 a.g.m., s.47. 7 a.g.m., s.49. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 85 ~ sonra 1910 yılında, 1893 şartlarını Osmanlı yöneticilerine gene kabul ettirdiler, ayrıca da Bakanlığın bu yolla kabul ettiği öğretmenlerin askerlikten muafiyetlerini sağladılar. Özel okullardan çıkış belgeleri sorunu ise, bu dönemde tartışılan en önemli konulardan birisi olmuştur. Patrikhane, kendi okul programlarını Bakanlığa onaylattırarak ve verdiği çıkış belgelerini de resmî okulların çıkış belgelerinin aynısı haklara sahip kılmak istiyordu. Emrullah Efendi ise, “doktora, mülazemet rüusu gibi ilmi rütbelerin dışında” özel okulların diploma verebileceklerini; ancak bunların “müselsellik” hakkını, yani sınavsız bir üst okula girme hakkını alamayacaklarını belirtiyordu1. Bunun için, özel okul çıkışlıların Devlet çarkına girmek istediklerinde mutlaka sınavdan geçirilmeleri gerekti. Devlet; özel okullarda ve dinî toplumların okullarında bazı derslerin okutulmasını zorunlu tutabilir, bazı zararlı, dersleri de yasaklayabilirdi. Ancak bu yasaklama gerek taşrada gerekse İstanbul’daki Bakanlık ve Patrikhane yöneticileri arasında sert çekişmelere yol açtı. Devlet, zararlı bulduğu dersi, ders kitabını ve öğretmeni hemen değiştiriyor; Patrikhane ise bu konudaki anlaşmazlıkların İstanbul'da çözümlenmesini istiyordu. Emrullah Efendi'nin fikri ise, hükümetin özel okullara emir veremeyeceği, ancak kötü taraflarını yasaklayabileceği şeklinde idi. Öğretim hürriyeti ilkesi daha ilerisine dayanamaz, diyordu. Değiştirilmesi gereken ders veya öğretmen olsa bile hükümet bunları değiştiremez; değiştirilinceye kadar yasaklanmış olarak bekler2. Bu sorunun tartışmaları I. Dünya Savaşına kadar sürdü gitti... Dini toplumların okullarının ruhsatları sorunu da gayet önemli idi. Bu okullara ruhsat verilmesi ta II. Abdülhamit döneminden beri çok uzun işlemleri gerektiriyordu. II. Meşrutiyet döneminde de bunun basitleştirileceği hakkında çeşitli kararlar alınmasına rağmen, uzun işlemler aynen devam etti. Emrullah Efendi'ye göre ise, hükümetin özel öğretimde “ruhsat verme” değil; öğretmen, bina, bazı ders kitapları ve yasalara uymuyorsa, öğretimi yasaklama hakkı vardı3. Onun için hükümetin ruhsat vermesi, kötü niyetli kişi ve kurumlara kolunu kaptırması demekti. 1 Emrullah, “Patrikhanelerin müstediyatı-Tedrisat Meselesi ve Tanin gazetesi”, Yeni Muhitül Maarif, 20 Ağustos 1327, S.4,10. 2 Emrullah, “Tedrisat-i ibtidaiye”, s. 8,11. 3 Emrullah, “Patrikhanelerin müstediyatı - Tedrisat mes'elesi ve Tanin gazetesi”, s.3. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 86 ~ Azınlık okullarında çok sayıda yabancı (Bulgar, Rum, Ermeni) öğretmen vardı. Bunlar, her düzeydeki okullarda öğretmenlik yapabiliyorlardı. Emrullah Efendi de orta ve yüksek öğretimde, Bakanlığın bilgisi içinde yabancı öğreticilerin kullanılabileceğini; ancak ilköğretim düzeyinde bunun imkânsız olduğunu belirtiyordu1. Ama dinî toplumların, kendi okullarına öğretmen yetiştirmek için öğretmen okulu kurma hakları vardı. Emrullah Efendi'nin eğitimde sıkı bir denetim kurma çalışmalarının altında, aslında bu dinî toplumların okullarını gözetim altında bulundurma zorunluluğu büyük bir yer tutuyordu. Bu toplumlar, okullarını kendi müfettişlerinin denetlediklerini; Devletin bu müfettişleri ve yaptıkları işi resmen tanımasını istiyorlardı. Güçleri yeterse okulları Devlet denetleyicilerine açmak istemiyorlar, eğer girerse onları istedikleri gibi gezdirmeye çalışıyorlardı. Bütün bunlar kâr etmeyince de, denetimin daha önceden Patrikhaneye ve okul müdürlüğüne haber verilmesini istemeye kadar gittiler. Emrullah Efendi hiç bir ödün vermeyerek bunları şiddetle reddetmiş2; “Patrikhanenin bu isteği kapitülasyonları andırıyor... yoksa gizli bir niyeti mi var?” diye sormuştur3. Buna karşılık Meclis'te de Zührap Efendi “... ama bu terbiye-i Osmaniyenin altında ne var?” diye soruyordu4. Bu bilmezlikten gelme oyunları, karşılıklı olarak sürdü gitti... k) Denetim sorunu: Emrullah Efendi'nin eğitim görüşlerinin temelinde denetim sistemi vardır. Ona göre denetim, öğretim kurumlarının hükümetle olan ilişkilerinin özüdür. Okullardaki öğretimin birliği ancak bu yolla sağlanır5. Osmanlı eğitiminin bir düzen içinde olması gereklidir. Dinî toplumların okulları dahil tüm öğretim kurumları yönetimin gözü altında olmalıdır. Yönetim, ülkede ne oluyorsa bilmelidir. Bu nedenle denetleyiciler ülke için bir siyasî hayat sorunudur6. Denetleyiciler, bilhassa özel okulları yoklayacaklardır; hem de sık sık ve uzun süreli olarak!7 1 “Maarif Nazırının beyanatı”, Sabah gaz., 10 Ağustos 1910. Emrullah, “Tedrisat-i ibtidaiye”, s.7-10 3 A.g.y. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Kanunusani 1326, s.695. 5 Emrullah, “Patrikhanelerin müstediyatı - Tedrisat mes'elesi ve Tanin gazetesi”, s.7 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.633. 7 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2141. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 87 ~ II. Meşrutiyetten önce Maarif Nezaretinin emrinde 60 kadar müfettiş vardı. Ama daha sonraki “temizlik hareketi” (“tensikat”) sırasında bunların işlerine son verilmişti. Bu nedenle Emrullah Efendi kendi bakanlığı sırasında yeni bir denetim örgütü kurma çalışmalarına başladı. Buna göre Bakanlığın emrinde bazı merkez müfettişleri, vilayet merkezlerinde bulunan ve Maarif Müdürlerinin emrinde bulunan müfettişler ve valiler tarafında atanacak olan ilköğretim müfettişleri bulunacaktı. Bu yaygın örgütü gerekli atamaları yapıldıktan sonra bir de yönetmeliği yayınlandı1. Bu yönetmeliğe göre, müfettişlere üç çeşit görev veriliyordu: 1. Var olan okulları denetlemek, 2. Köylerde eğitim hakkında incelemeler yapmak ve gereksinmeleri belirlemek, 3. İlköğretimi desteklemek ve halka okul yaptırmak. Bu müfettişler, yaptıkları çalışmaların sonucunu birer ayrıntılı rapor halinde Bakanlığa bildiriyorlardı. Bakanlık da bunları ayrıca değerlendiriyordu. Emrullah Efendi müfettişleri, eğitim için, yurdun kurtuluşu için yapılacak bir planın izcileri sayıyordu. Onlar “terbiye-i Osmaniyenin nazımları idiler. Ancak bunların yurdu karış karış dolaşmaları gerekti. “Müfettişleri oturtmayın, köy köy gezdirin” diyerek valilere telgraf çekmişti2. Onun gözünde müfettişler “seyyar bir Maarif Müdürü idiler”3. Emrullah Efendi'nin uyguladığı bu sistem; müfettişleri taşraya göndererek eğitim gereksinmeleri belirleme sistemi, Fransız eğitiminin 1880’lerde uyguladığı bir sistem idi. Emrullah Efendi'nin denetim örgütü kamuoyunda ve Meclis'te çok sert eleştirilerle karşılandı. Ülkede okul olmadığı, olmayan bir şeyin nasıl denetleneceği soruluyordu. Müfettişlerin elinde hangi derslerin nasıl ve neye göre okutulacağına dair resmî bir yönerge yoktu. Öğretmenlerin didaktik yönleri nasıl 1 “Maarif Müfettişleriyle Vilayet Maarif Müfettişlerinin Vezaifine Müteallik Talimat”, Sabah gaz., 2 Ekim 1910. 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326, s.634. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2138. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 88 ~ değerlendirilecekti? Hattâ müfettişlerin demirbaş eşyaları denetlenesi bile gereksiz görülüyordu. Emrullah Efendi, Mecliste kendi sistemini çok savundu. Denetimin yanı sıra ülkenin eğitim durumunu inceleme, halkı eğitime teşvik etme, hazırlama gibi görevleri de müfettişlerin yüklendiğini belirtti. Buna rağmen bu örgüt Meclis tarafından lağvedildi. Emrullah Efendi, müfettişler olmadan Bakanlığın iş yapamayacağını ve yönetilemeyeceğini açık olarak belirtti1. Sorun Bâbıali’ye geldi ve Şurayı Devlet, Bakanlığı destekledi. Ancak kesin bir çözüme ulaşılamadan bırakıldığı için müfettişlerin kimi görevlerinden ayrıldı, kimi ayrılmadan başka bir iş bulup çalışmaya başladı. Bundan sonra da savaş yıllarına kadar sağlam bir denetim kurulamadı. Emrullah Efendi'nin denetim örgütünün iki büyük amacı vardı: ilköğretimi yaymak ve geliştirmek, azınlık okullarını sıkı bir denetim altına almak. Ona göre; yönetim azınlık okullarını herhangi bir özel okul gibi denetleyebilirdi. Ancak bu denetim, okulların özel işleri üzerinde değil, genel işler ve ülke çıkarları üzerine olmalıydı. Ahlâkî ve genel ülke çıkarlarını doğrudan doğruya ilgilendirmeyen konular resmi denetim dışında kalabilirdi. Resmi denetim okulların sağlamlık ve sağlığa uygunluğunu, öğretmenlerin belgelerini, öğretimin içeriğini ve Devlet yasalarına uygunluğunu yoklamak zorundaydı. Patrikhaneler de kendi okullarını kendi müfettişlerine denetletebilirlerdi. Ancak “Teftiş işlerinde çok mutaassıp olması gereken” yönetim, bu konuda hiç bir kurumu kendisine ortak etmemeli idi2. Doğal olarak bu konularda Emrullah Efendi ile dinî toplum liderleri arasında yoğun bir çekişme geçti ve Emrullah Efendi'nin denetim örgütünün Meclisçe feshedilmesinde de bu azınlık milletvekillerinin çok önemli rolleri oldu. Değerlendirme: Emrullah Efendi gerek bakanlık yaptığı gerekse başka maarif işlerinde bulunduğu sıralarda genellikle takdir edilen bir kişiydi. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.631. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, s.2135-2140. 2 Emrullah, “Patrikhanelerin müstediyatı - Tedrisat mes'elesi ve Tanin gazetesi “, s.7-9, 11. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 89 ~ Şahsiyet olarak hakkında her zaman iyi şeyler söylenmiştir. Osmanischer Llyod onun “âlim, fâzil bir kişi” olduğunu belirtirken1, Ahmet Hilmi söyle diyordu2: “İyi bir tahsil gördükten, yıllarca Maarif hizmetinde bulunduktan, eserleriyle faziletini ispat ettikten sonra, bunca sermaye ve tecrübelerinden sonra Emrullah Efendi bile Maarifimizi düzeltemezse, ıslah ümitlerimizi maariften kesmeliyiz.” Sabah gazetesi ise, onun ruhen ve fikren âli olduğunu, hayatı ilim ve fen kazanmak olarak anladığını, zenginliğe ve lükse lakayd olduğunu, Maarif Nazırlığına da mevki hırsıyla gelmediğini yazıyordu3. Emrullah Efendi'yi bilgi ve fazilet olarak övmekte birleşen gazeteler, onun bakanlığı sırasında yaptığı işleri eleştirmekte de birleşmişlerdir. Bu eleştiriler şu noktalarda toplanabilir: 1) Emrullah Efendi, yasa ve yönetmelik tasarıları hazırlamakta ve örgüt kurmakta başarılı oluyor. Ancak örgütü verimli kılacak, yasaları uygulayacak adamları seçemiyor4. 2) “Tedbirlerini muhite tevfik edemiyor”. Çevreyi, ülkeyi, halkın gelenek ve ihtiyaçlarını bilmeden, incelemeden, anlamadan acele ile uygulamalar yapmak istiyor. Osmanlı ülkesi, Fransa değildir. Osmanlının örgütleniş biçimi de, halkı da Fransa'daki gibi değildir5. Ancak bu eleştiriye karşı Bakan da “Ben Fransız kanunlarını taklit değil tatbik ediyorum; bu ikisi arasında fark vardır” diyordu6. 3) Emrullah Efendi, teori ile pratiğin ayrı şeyler olduğunu anlayamamıştır. Onun hatası, bilgisinin sırf teorik olmasındandı. Birçok proje yaptı ama uygulayamadı; projeleri gereği gibi derinleştiremedi. Memleketin “şerait-i hazırası”nı göz önüne almadı7. 1 Sabah gaz., 20 Şubat 1911. Ahmet Hilmi. “Maarif Nazırı Emrullah Efendi hazretlerine birinci Mektup”, Yeni Tasviri Efkar gaz., 20 Ocak 1910. 3 Sabah gaz., 13 Ağustos 1914. 4 Abdullah Cevdet. “Hayat kadar mutena”, Hak gaz., 27 Nisan 1912. 5 (“Karşı gazetelerden”), Sabah gaz.,25 Kasım 1910(“Maarif derdi-muhite göre tedabir”) 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.634. 7 (Osmanischer Llyod gazetesinden), Sabah gaz., 20 Şubat 1911. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 90 ~ 4) Bütün diğer bakanlar gibi Emrullah Efendi de programsız davrandı. İçtihadına göre iyi olanları, vicdanına göre doğru olanları yaptı1. 5) Emrullah Efendi bakanlık yaptığı sırada hakkında iki soru önergesi verilmiştir. Bunlardan biri Trablusgarp mebusları tarafından kendi vilayetleriyle ilgili olarak2, diğeri de Hüseyin Cahit Bey tarafından genel olarak verilmişti (Bak, metni ekte). Burada Trablusgarp mebusları “Bizim takririmiz Nazır Efendiye karşı değildir, onu düşürmeyi de gaye etmiyor”3 demelerine rağmen, Hüseyin Cahit Bey onu, çok şey yapmaya kalkışmak ama bunların hiç birisini başaramamak, bakanlık bütçesini israf etmek, maarifin ilerlemesini büyük zararlara uğratmak, ilköğretimi ihmal etmek vs. ile suçluyordu. “Niyetleri gayet âli, fakat yaptıkları seraptan ibarettir” diyordu4. Ama bu suçlamalara rağmen, yaptıkları açıklamalar ile Emrullah Efendi güvenoyu almıştır5. 6) Emrullah Efendi gayet “müstebitane” davranmaktadır. Yasaları kendisi hazırlamaktadır, bütçeyi kimseye sormadan hazırlamaktadır6. Her bakanlığında yasa ve yönetmelikleri kendi keyfine göre değiştirmektedir7. Yasalara aykırı birçok işlemleri yapmaktadır8. Emrullah Efendi, eğitim makinesinin çarklarını birbirine bağlamak istemiş, ama işletememiştir. Bazı çarkları devreye sokamamış, o çarklar “boşa dönmüşlerdir”. Bakanlıklar yaptığı dönem Emrullah Efendi’den çok şeyler bekleniyordu, ama bunlar hayal kırıklığına uğramıştır9. Ek: Emrullah Efendi hakkında Hüseyin Cahit Bey tarafından verilen soru önergesi (“istizah takriri”): “Meclis-i Mebusan Riyaset-i Celilesine, M.S. “Nazariyat vadilerinde”, Sabah gaz., 31 Aralık 1911. 1 M.S. “Maarif Nazırından istizah”. Sabah gaz. 9 Ocak 1911. 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 20 Kanunuevvel 1326, s.569. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.623. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.624-630. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kanunuevvel 1326, s.630-649. 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 24 Teşrinisani 1326, s.287-288. 7 “Emrullah Efendi başlıyor”, Teminat gaz., 14 Mart 1912. 8 Türkiye gaz., 14, 18 Teşrinievvel 1326. F.R. “Maarif Nazırı Emrullah Efendiye açık mektup”, İştirak dergisi., 14 (1326), s.215-216. 9 M.S. “Maarif makinası sağlam mı, çürük mü?”, Sabah gaz., 14 Ocak 1911 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 91 ~ Maarif Nezareti'nin liseler teşkilâtı hususunda ittihaz ettiği meslek ile Nezarette muntazam bir program takip edilmemesi yüzünden gerek muallimlerin tayininde gerek muallimlere maaş tahsisinde gösterilen adem-i isabet ve israftan ve tedrisata vakt-i lâzımında mübaşeret edilmemesi hasebiyle vukua gelen zarar-i maneviden dolayı Maarif Nezaretinden istizahı keyfiyet edilmesini teklif eylerim. 13 Kanunuevvel sene 326 İstanbul Mebusu CAHİD 3.1.2. FERİDUN VECDİ Hayatı: Hayatı hakkında hiç bir bilgi bulunamamıştır. Ancak yazılarından anlaşıldığına ve kendisinin de bizzat belirttiğine göre “çeşitli memleketleri gezmiş, çeşitli mekteplerde muallimlik yapmış bir şahıstır1. Tasvir-i Efkâr ve Hakk gazetelerinde, eğitim sorunları üzerine çeşitli yazılar yazmıştır. Görüşleri: a) “Eğitim” kavramı üzerine: Türkiye'de terbiyenin anlamı henüz çok karışıktır. “Terbiye”nin (education) amacı, daima içinde yaşanan çevreye ve zamana göre adam yetiştirmek olmuştur. Yani eğitimin amacı hiç değişmemiştir; değişen sadece eğitimin vasıtalarıdır. Her çocuk belli bir toplum içinde doğar ve yaşar; bu, onun “milliyeti”dir. Bu durumda da eğitime millî bir ülkü hâkim olmalıdır2. Eğitimde “millet” ülküsü çok önemlidir. Oysa “Avrupa usulünde” açtığımız okullar bizi bu ülküden uzaklaştırmıştır. Tanzimattan bu yana eğitimimizin amacı kaybolmuş, okullar birer ansiklopedik bilgi yuvası haline gelmiştir. Tanzimatçılar, amaçsız bir eğitim ile Batıya yetişmeye çalışmışlardır ki, bu olmayacak bir şeydir. Öğretim, asıl eğitimin bir âleti, bir yardımcısıdır. Oysa bizde Öyle olmamış, öğretim gerçek eğitimin yerine geçmiştir. 1 2 Hakk, 16 Haziran 1912. F. V. “Terbiye mi, talim mi?”, Tasvir-i Efkâr. 28 Kasım 1913. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 92 ~ Şimdi eğitimimizi ve onun âleti olan öğretimimizi (“talim, instruction”) yeni baştan kurmalıyız. Geri dönüp, doğru yola girmeliyiz. Bu bir “irtica” olmayacaktır. Önümüzde bir ışık olarak “millî mefkûre” olduktan sonra bu bir irtica” hareketi hâline dönüşemez1. Şu anda, eğitim konusunda en şiddetli çatışma “milliyetçiler”le “Tanzimatçılar” arasında oluyor. Milliyetçilere dincilerden ziyade Tanzimatçılar hücum ediyor. Tanzimatçılar, eğitimi hiç hesaba katmadan “öğretim her derde devadır, eğitim de öğretimden başka bir şey değildir” diyorlar. Oysa Türkiye, millî ülküye dayalı bir eğitim sistemi kurmalıdır. Çeviri ve taklidi bırakıp, araştırma ve incelemeye geçmelidir. Eğitim alanında da böyle olmalıdır. Millî ülkü olmadan bütün köylülere okuma-yazma öğretsek bile, hiç bir şey elde edemeyiz. Şu anda eğitimin temellerini, esaslarım koymalıyız. Eğitimin yönünü millî ve dinî ülkülere göre belirlemeliyiz2. İnsanın bir beden eğilimine ihtiyacı vardır: ama manevî bir eğitime daha fazla ihtiyacı vardır. Aslında ikisi de önemlidir. Hem bedenî hem fikrî (“dimağı”) eğitimde millî ülkü esas alınmalıdır. Millî eğilimin başlıca faktörleri, İslâm ahlâkı ve millî ülküdür. Özellikle fikrî eğitimde her şey bu millî ve islâmî ülkülere yöneltilmelidir3. Bizde iyi kötü bir aile eğitimi vardır, fakat asıl millî eğitim okullarda başlayacaktır. Çocuk okullarda değiştirilecek ve iyileştirilecektir. Biz de Almanlar gibi, ilkokullarımızda öğretimden ziyade eğitim vermeliyiz. Şimdiye kadar bizim okullarımızın hepsi, “öğretim okulu” olmuşlardır. İlkokul öğretmeni yetiştiren programları “eğitim” verecek şekilde değiştirmeliyiz. Okullarda hıristiyan milletlerin programlarını aynen taklit etmekten kaçınmalıdır. Ortaöğretim kurumlarımızın esas amacı da eğitimdir. Öğretim bu kademede eğitime yardımcıdır. 1 A.g.m. A.g.m. 3 F.V. “Terbiye”, Tasvîr-i Efkâr, 5 Aralık 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 93 ~ Bizini okullarımızda dinî eğitim yoktur. Bu ad altında verilen “dinî öğretim”dir ki, bunun hiç bir eğitici değeri olmadığı zaman içinde ortaya çıkmıştır. Dinî eğitim okullarda olmadığı gibi ailelerde ve medreselerde de yoktur. Oysa okullarımızda dinî eğitimin çok önemli bir yer tutması gerekmektedir1. Bizde ahlâki eğitim de yanlış anlaşılmış, kuru bir disiplinden (“inzibat”) ibaret sayılmıştır. Fikrî eğitim yapılırken çocuğun doğal dengesi bozulmuştur. “Elhâsıl “terbiye”, milletimizi düştüğü tereddi çukurundan çıkararak büyük ve mukaddes mefkûremize göre en yüksek medeniyet tabakalarına is'ad eylemek emeliyle düşünen dimağlar, çırpınan kalplerin çizeceği yeni esaslara göre takip edilmek lazım gelir, itikadındayım....”2 b) Öneriler: Maarifte işe, yüksekokulların düzeltilmesinden başlamalıdır. Bizim işe ilkokullardan başlayacak kadar vaktimiz yoktur. Şu anda ülkemizde yetişmiş adam kıtlığı vardır. Bu yüzden yükseköğretimi ihmal edemeyiz3. Emrullah Efendi'nin “Tûbâ Ağacı Nazariyesi” pek çok kişi tarafından alaylarla karşılandı. Ama bu nazariye ülkenin şartları içinde üstün ve bilgi sahibi bir zümreyi az zamanda meydana getirebilecek bir nazariyedir. Biz de bütün tecrübelerimizle Emrullah Efendi'nin bu nazariyesini destekliyoruz4. Emrullah Efendi'nin de dediği gibi, işe yükseköğretimden başlanılması, ilköğretimin ve ilkokulların ihmali demek değildir. Öğretimin her kademesi için bazı önlemler almak gerekir. Anaokulları: İki yıldan fazla olmamalıdır. Bunların daha uzun olması bizim şartlarımıza uymaz. Çocuk beş yaşından önce kapalı yerlere sokulmamalıdır. “Açık dershaneler” uygulamasını da henüz bizim analarımız ve bizim toplumumuz anlamaz. “Alliance Israelite” okullarının hemen hepsinde “Azil” denilen “küçük sınıflar” vardır. Oyuna dayalı pratik bir öğretim yapılan bu sınıflara bizim de ihtiyacımız 1 F.V.: “Dîni terbiye”, Tasvir-i Efkâr, 19 Kasım 1913. F.V.: “Terbiye”, Tasvîr-i Efkâr, 5 Aralık 1913. 3 Feridun Vecdi: “Tedrisat mes'elesi I”, Hakk, 11 Haziran 1912. 4 a.g.m. IV, Hakk. 16 Haziran 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 94 ~ vardır*. Anaokullarımızda çocuklara oyun ve el işlerinin yanısıra eğlenceli bir tarzda okuma-yazma da öğretilmelidir1. İlköğretim için bizde İki türlü okullar vardır: ibtidaiye ve rüşdiye. İbtidailer, biri ihtiyat olmak üzere dört yıldır. Rüşdiyeler de üç yıldır. İlk ve ortaöğretim süresi beraber alındığında 13 yıl eder ki, bu çok uzundur. Bunu ilköğretim kademesinde kısaltmak lâzımdır. Rüşdiyenin üçüncü yılı lağvedilmeli, ibtidai ve rüşdî yılları bir sıraya alınmalı, ona göre bir program yapılmalıdır. Daha açıkçası “rüşdî” tabiri ortadan kaldırılmalı ve ibtidailer beş yıl yapılmalıdır. İbtidailerle rüşdilerin birleştirilmesi hem program hem de maddî nedenlerle gereklidir. Rüşdiyedeki öğretmenlerin çoğu iyi değildir. Çocuklar ibtidailerde Öğrendiklerini buraya gelince unutuyorlar. Bakanlık, rüşdiye ödeneğini ibtidailere aktarmalıdır. İlköğretim kademesinde günlük ders süresi de çok önemlidir. Bizim okullarımızda günde dört saat ders yapılıyor. Oysa ders süresi 40-45 dakikaya indirilmeli ve günde beş ders göstermelidir. Haftada iki günü de geziye ayırmalıdır2. Liseler hem örgüt hem de süre dolayısıyla idadilerden daha iyidirler. Liseler kurulmadan ortaöğretim dört yıl idi. Şimdi altı yıla çıkartıldı. Liseler Örgütü kurulurken çok radikal davranılmıştır ve iyi de olmuştur. Emrullah Efendi, lise örgütünü “İttihat ve Terakki Cemiyeti 1327 Siyasî Programının 19. maddesine göre kurmuştur. Her türlü eksikliklerine rağmen bunlar vilâyet idadilerinden daha Çok işe yaradılar. Ancak her yerde birden kurulmayınca, öğrenciler yüksek sınıfları daha çabuk bitirmek için çevredeki idadilere gittiler. Sonra, liselerin ikinci devresinin açılmadığı, lisede okuyanlara idadi diploması verileceği hakkında bir genelge yayınlandı. Lise mezunlarıyla idadi mezunları Dârülfünun'a girişte aynı haklara sahip olduğundan, liselerin ikinci kademesi pek ilgi görmemiştir. * Selanik'te “Ravza-ı Sıbyan” adlı bir Kız okulunda buna benzer bir program uygulanmaktadır. 1 a.g.m. I, Hakk, 11 Haziran 1912. 2 a.g.m. II. Hakk, 12 Haziran 1912. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 95 ~ Liseler, her yere kurulmalıdır, Liva idadileri toptan kaldırılmalıdır. Zaten liva idadileri rüşdiye derecesinde kalmış ve hiç verimli olamamışlardır. Rüşdiyeler lağvedilince bunların rüşdiye sınıfları da lağvedilmiş olacağından, bu idadilerin hiç bir şeyleri kalmaz. Bir başka şık, liva idadilerinin “yarım lise” adıyla, liselerin birinci kademesini (ilk üç yıl) oluşturmalarıdır1. Kız okullarımız tamamen yeniden kurulmalıdır. Alyans İsrailiyet'in kız iş okullarına (Ecole professionelle de jeunes filles) benzer tarzda şehir ve büyük kasabalarda yedi, küçük kasabalarda ve köylerde de beşer yıllık yeni kız okulları kurulmalıdır. Bu okullarda sabahları nazari (“dimağı”), öğleden sonraları da pratik (“amelî”) bir öğretim yapılmalıdır. Bu okullara öğretmen yetiştirmek için vilâyet merkezlerinde Dârülmuallimatlar açmalı, rüşdiye mezunları buralarda İki yıl okutulduktan sonra Öğretmen yapılmalıdır. Bu Dârülmuallimatlar daha sonra yedi yıllık kız okulları mezunlarını almalı ve bunlara üç yıl eğitim gösterdikten sonra mezun etmelidir. Büyük şehirlerde “Kız Sultanileri” açılmalıdır. Bugün daha yükseğine ihtiyaç yoktur. Kızlar gerekince daha yüksek okullara da giderler2. 1 2 a.g.m. III, Hakk, 16 Haziran 1912. a.g.m. II, Hakk, 13 Haziran 1912. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 96 ~ 3.2. “ÇOCUKTAN HAREKET” AKIMI Bu akım, 20. yüzyılın ilk 15 yılına damgasını vurmuş bir çağdaş eğitim akımıdır. Akım, her türlü eğitim ve öğretimin merkezine çocuğu geçirmiştir. Eğitimin amaç ve içeriğini artık çocuk belirlemektedir. Bu akımın düşünürlerine göre çocuk yetişkinlerin değer ölçülerinden değil, ancak kendisinden hareket edilerek anlaşılabilir. Çünkü çocuk yetişkin insandan farklı, kendine has bir varlıktır. Çocuğu J.-J. Rousseau’nun anlayışına göre ele alan bu akımın temsilcilerine göre, çocuğa saygı duymalı ve onu yetişkinlerin değer ölçüleriyle yetiştirmek yerine, gerekli şartları hazırladıktan sonra “yetişmeye terk etmek” gerekir. Başka çağdaş reform hareketleri gibi bu akım da eski okulu “esaret ve ceza okulu” olarak nitelemekte ve yeni okulun cezalandırmayan bir hürriyet okulu olmasını istemektedirler. Bilgi okulu yerine eğitim okulu, kitap okulu yerine hayat okulu, öğretmenin okulu yerine öğrencinin okulunu istemektedirler1. Çocuktan hareket akımı bütün Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de de gayet çabuk yankılanmıştır. İkinci Meşrûtiyet dönemi eğitim düşünürlerinin hemen hepsinde bu akımın izlerini görmek mümkündür. 3.2.1. İSMAYIL HAKKI (BALTACIOĞLU) BEY* Hayatı: 1886'da İstanbul'da doğdu. İbtidai ve rüşdiyeyi bitirdikten sonra Vefa idadisine girdi. 1908 yılında Dârülfünun-u Şâhâne Ulûm-u Tabiiye şubesinden mezun oldu. Bir süre memurluk yaptıktan sonra Dârülmuallimin-i İbtidaiye'ye yazı öğretmeni oldu. 1910 yılında Maarif Nezareti tarafından eğitim ve el işleri dersi hakkında araştırmalar yapmak üzere Avrupa'ya gönderildi. Fransa, İngiltere, 1 Bu akım hakkında en mükemmel bilgi için bakınız: Aytaç, Kemal, Çağdaş Eğitim Akımları (Yabancı Ülkelerde). Ankara: D.T.C.Fakültesi yay. 1976, S.23v.d. * İsmayıl Hakkı Bey üzerine kapsamlı bilgi için bakınız: Aytaç,Kemal, “Baltacıoğlu'nun Eğitim Sisteminin Ana Gelişimi”, Yeni Adam, 921,1973. S.4-8. Tozlu, Necmeddin, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu'nun Eğitim Sistemi, İstanbul 1989. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 97 ~ Belçika, İsviçre ve Almanya'da incelemelerde bulundu. İstanbul'a döndükten sonra Dârülmuallimin'deki öğretmenliğine devam etti. 1916'da Tedrisat-ı Tâliye Müdür-i Umûmisi, 1919'da da Tedrisât-ı Aliye Müdür-i Umûmisi oldu. 1920 yılında Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Reisi (Dekan) seçildi. 1923 yılında Maarif Vekâleti Müsteşarı olduktan sonra, 1924-1927 yıllan arasında İstanbul Dârülfünunu Eminliğini (Rektör) yaptı. Bu arada çeşitli fakültelerde de müderrislik görevinde bulundu. 1942'de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde profesörlük yaptı. 1942 yılında Afyon, 1946 yılında da Kırşehir mebusu seçildi, 1950 yılında emekliye ayrıldıktan sonra eğitim ve yayın çalışmalarına devam etti. Uzun süre “Yeni Adam” adlı bir dergiyi çıkardı. 1978'de öldü. Eserleri: İsmayıl Hakkı Bey'in birçok eseri ve binlerce makalesi bulunmaktadır. 1908-1914 arasında çıkan önemli eserleri şunlardır: Avrupa Bizi Nasıl Tanıyor (1913), Talim ve Terbiyede inkılâp (1912), Terbiye-i Avam (1914), Terbiye ve İman (1914), El işlerinin Usul-ü Tedrisi (1914), Tadil-i Huruf Mes'elesi (M.Şinasi ile beraber, üç risale) (1910, 1912, 1914). İsmayıl Hakkı Bey bu arada Yeni Fikir, Terbiye, Resimli Mekteb Alemi, Tedrisat-i İbtidaiye Mecmuası, Yeni Yazı gibi dergilerle günlük gazetelerde makaleler yayınlamıştır” - İsmayıl Hakkı Bey'in gözüyle İkinci Meşrûtiyet devrindeki Türk eğitiminin durumu: Eğitimin en büyük amacı “uslu, hafızası kuvvetli, dersini ezberleyen adamlar yetiştirmek” olarak belirlenmiştir. En adi bir mahalle mektebinden en yüksek bir kuruma kadar bütün okullarımız bu “uslu, hafızası kuvvetli” adamın peşinden koşmaktadırlar1. Câhil, görenek esiri öğretmenlerden okullarımızın kurtuluşunu beklemek hayale kapılmaktır. Ana-babaların da pek çoğu inanç bakımından, zihniyetçe mahalle mektebi öğretmenlerinden çok daha geridir. Milletin eğitimindeki en köklü inançları zaten 1 Talim ve Terbiye'de İnkılâb, S.6. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 98 ~ şu çok kullanılan sözlerde görülmektedir: “Eti senin, kemiği benim”, “Dayak cennetten çıkmadır”, “Hocanın vurduğu yerde gül biter!” v.s.1 Okullarımız, ailelerimiz çocuğun tabiatını bozuyorlar. Tabiat çocuğun eğitimini sağlayacak bütün unsurları onun içine koymuştur. Tabiat çocuğu harekete, oyuna sürükler. Fakat bizdeki bilgisiz ana-babalar ve öğretmenler bu gizli dürtülerin, kuvvetlerin daha ilk çıkışlarında hemen boğarlar. Zeki ve hareketli çocuklar “yaramaz, haylaz” diye cezalandırılıyor. Bugünkü eğitimimiz, tamamen çocuğun gelişmesini ve mutluluğunu engelleyen bir işleyiştir. Bu inancın ve zihniyetin değişmesi çok zordur Bu yalnız Türkiye'de değil, dünyanın çoğu, okullarında böyledir. Korkan, kızaran, kımıldamayan, düşünmeyen, söylemeyen, istemeyen çocuklar ve gençler yetiştirirler. Bu hem o çocukların, hem de ülkenin yıkımını hazırlar2. “Kımıldamayan ölü bir vücut, işte uslu çocuk! Tecvid yapraklarını ezberleyen bir kafa, işte zeki bir fikir! Dayaklan korkan bir ruh, işte hassas bir kalb! İyi, kötü, hayır, ser hocasının sözünden ayrılmayan kör bir mutavaat, işte güzel ahlâk!”3 Bugünkü eğitimimiz kendisini “atalette, mutavatta, esarette, mihanikiyette” arıyor. Tarihimizdeki onca bozgunlar, yabancıların ekonomik sömürüsü v,s. bu kadar hızla ve kesinlikle bizim yıkımımızı hazırlayamaz. Ailelerin, okulların harekete karşı beslediği bu derin düşmanlığı ve nefreti ne Meşrûtiyet, ne kânunlar, kitaplar, ne de nizamlar ortadan kaldıramaz. Bunun zararlarını karşılayamaz. Okul ve ailenin, çevrenin hareket hakkındaki bu zihniyeti değiştirmeden de milletin hayatında ve geleceğinde derinden, kökten değişecek hiç şey yoktur4. Okullarımızda fikir eğitimi, hiç bir zaman anlaşıp bir birlik olamazlar. Yüzyıllardır bu iki unsur arasında düşmanlık vardır ve bu genç zihinleri yakmakta, ezmektedir. Birbiriyle içice olması gereken okul ve fikir eğitimi, bizim ülkemizde yoktur. Bizde 1 a.g.e., S.8. a.g.e., S.36-38. 3 a.g.e., S.38 4 a.g.e., S.38-39. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 99 ~ okulla baskı, okulla yıkım, okulla gerileme, çökme v.s. çok iyi bir uyum içindedirler. Eğitim tarihinde hiç bir dönem, hiç bir okul, hiç bir, eğilim, bizim okullarımız kadar fikrin, şahsiyetin katili olmamıştır1. Öğretim bizde zehirli, katil metodlarımızla verilen, yalnız hafızayı işleten mihaniki bir öğretimdir. “... ataletin, esaretin öldürücü pençeleriyle saldırdığı bir mektepde en yüksek, en terbiyeyi dersler bile terbiye-i fikriyenin hadimi olmak şöyle dursun, belki bu fikrin katili olabilir”2. Şimdiye kadar her düzeydeki okullarımızda en yeni ve mükemmel dersler bile vaad ettikleri fikirleri, ahlâkî, meziyetleri, alışkanlıkları yaratamamış; tam aksini yapmışlardır. Öğretmenlerimiz yoğun bir öğretim metodu bilgisizliği içinde yüzüyorlar. Bir girdap içindedirler, kendileri boğulmaktan kurtulamazlarken gelecek kuşaklan da arkalarından sürüklüyorlar. Öğretmenlerimiz her şeyi biliyor ve ancak eğitmek sanatını bilmiyorlar3. Bugün Türkiye'yi bir ağ gibi sarmış olan yabancı okullardan iz adamlar yetişiyor. Bu okullar milletimizin, vatanımızın ve mezarıdırlar. Türk okulları, resmî okullar, papaz okulları menfaatine boşalıyor. Gelecek nesillere suikast yapılıyor. Çocuklar, sırf yabancı dil öğrenmek için yakılıyorlar. Millî okullar beğenilmiyorsa, çocukları yabancı okullara göndermekten câhil kalmaları daha iyidir4. 1 a.g.e., S.70. İsmayıl Hakkı, “Muallimler kurtaracak, fakat nasıl?” Yeni Fikir, 111/21 (1330), S.656. 2 a.g.e., S.70. 3 a.g.e. s.71-72. 4 İsmayıl Hakkı, Mezarlarımızı ellerimizle kazıyoruz da haberimiz yok!..”, Mürebbiler Alemi, 1/12-13(1329), s. 175-176. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 100 ~ Öğretim usulümüz, çalışma ile verimin arasını çok aşıyor. Türk eğitimi yıllardır “eski usul-ü tedrisinin kurbanı oldu.” Kendisine gerekli adamları yetiştiremedi. Kuru, cansız “ayaklı kütüphaneler” yetiştirdi1. Bilgisizliğimiz, eğitimsizliğimiz yalnız okul ve medreselerin bulunmamasından değildir. Aşağı yukarı her köyde bir cami okulu ve onun hocası vardır. Her çocuk da zamanının bir kısmını bu hocanın karşısında geçirir. Ama hiç bir şey öğrenemez. Bunun nedenleri arasında sesli harfler ve yazının da önemli bir payı vardır2. İsmayıl Hakkı Bey, İkinci Meşrûtiyet devrini “eğitimde yeni okullar devri” olarak niteliyor. “Tanzimat pedagojisinin en canlı ve hareketli devri 1908-1914 arasıdır. Devrim ruhunun ve Osmanlılık fikrinin ürünü olarak her düzeydeki okullar biraz gelişti. Psikoloji, eğitim ve Öğretim bilimi yayınlarının da bunda etkisi oldu, Dünyevî ve Osmanlılığa yönelik bir eğitim amacı belirlendi. Savaşın başlamasıyla Osmanlılık ideali de iflas etti5. İkinci Meşrûtiyet döneminde yapılan eğitim reformlarını değerlendirme: Eğilimimizde bir devrim yapmak gerekliğini, buna mecbur olduğumuzu herkes anlamıştır. İlkokul öğretmenlerinden üniversite hocalarına kadar herkes bunu isliyor. “Rumeli'de bizi Bulgarlara, Yunanlara esir eden sakat, hâin terbiyenin taraftarı olan hiç kimse yoktur”3. Balkanlardaki yıkımımızın, bozgunumuzun nedeni, hep eğitimdeki geriliğim izdir. Ama ne yapmalı, ilerleme nasıl olmalı, eğitim nasıl iyileştirilmeli, ülkenin geleceği eğilim aracılığıyla nasıl kurtarılmalı?.. Bu hususları anlamış pek az adam vardır. Yeni okullar açmak, programlan değiştirmek, Avrupa'ya öğrenci göndermek, Avrupa'dan uzman getirmek gibi öneriler, içi boş fikirlerdir. İlkokulların yapılmasından, köylülere okuma-yazma ve hesap öğretilmesinden kurtuluş bekleyenler vardır. Yanılmaktadırlar. Ülkemiz aydınları eğitim ve öğretim sorununu bir okul açmak, ders okutmak, bir sayısal soruna dayıyorlar. 1 İsmayıl Hakkı, Çizgi dersleri, Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası, 1/7, S.30. İsmayıl Hakkı, “İnsafa davet”, Yeni Yazı dergisi, S.2-3 3 İsmayıl Hakkı,İzmir Konferansları, İzmir 1331. S.4-5. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 101 ~ Maarif ekmeyi, mektep dikmek sanıyoruz. Mekteb ıslâh etmeyi program değiştirmek sanıyoruz.”1 Aydınlarımız geçmiş ile geleceği karşılaştırmaktan ürküyorlar. Şartları değiştirmeden okullarda yapılacak değişiklikler, hiçtir. Gene sıska, beyinsiz, kalpsiz, iradesiz gençler yetişecektir. Gelecekte İstanbul'u savunacak nesil dayakla, korkuyla, ceza ile yetiştirilemez. Programlarla, kitaplarla yetiştirilemez. Elifba kitabı yazmakla yetiştirilemez. Yeni nesli değiştirmek için inançlarımızı değiştirmek geleneklerimizi yıkmak gerekiyorsa bunları da yapmalı. Değiştirilecek şey program, kitap, sıra, isim, örgüt değildir. Bunlar bizi değiştiremez, diriltemez2. Basılan kitaplar, kurulan komisyonlar, değiştirilen programlar dünyanın en iyi okullarından getirilen en yeni programlar hep, terbiyeli bilgili adam yetiştirmek içindir. Gerçekten de okullarımızda bilgili, terbiyeli, hafızası kuvvetli, parlak anlatımlı gençler yetişiyor; fakat ülkenin ihtiyacı olan hareketli, girişken, azimli, cesaretli gençler yetişmiyor3. “Mekteplerimizin bu acı, talim ve terbiyemizin bu müthiş iflası karşısında yalnız bir çare buluyoruz: programları değiştirmek. Program! Program! Fakat memleketin maarifi, program değiştirmenin adam yetiştirmekteki tesirini senelerden beri tecrübe etti. Bundan 20-30 sene evvel Fransız mekteplerinden sökülüp getirilen programlar, bu memleketin terbiyesinde esaslı olarak hiç bir şey değiştirememiştir.”4 Amerika gibi, eğitim bakımından en ileri ülkelerin en son programlarını getirip okullarımıza uygularsak, gene boştur! Gerçekte, eğitimin kalbini besleyen daha gizli, daha kuvvetli damarları vardır. Bu damarlar derslerin sayısı, sırası, kitapların kalınlığı, hafızanın kuvvetiyle ilgili olmaksızın güçlü etkiler yaparlar. Bazan en iyi programlar uygulayan bir okuldan en beceriksiz, âciz adamlar çıkarken, çok kötü programlar uygulayan bir okuldan da en sağlam, güçlü, girişken adamlar yetişir. 1 İsmayıl Hakkı, “Terbiyede inkılâp lazım”. Yeni Fikir, 2(1329). S.361. a.g.m., S.363. 3 Talim ve Terbiyede İnkılâb, S. 15. 4 a.g.e., S.15. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 102 ~ Bunu sağlayan okulun eğitim biçimi, öğretim biçimi, disiplin biçimidir. Eğitimde yapılacak düzeltmelerde, her şeyden önce bunlar değiştirilmelidir. Bunlar değişmeden programların, saatlerin, kitapların değişmesi bir şey ifade etmez1. Bizde de temsilcileri bulunan bir Fransız akımı vardır. Bunlar “Fransa'da da AngloSakson maarifi lehinde propaganda yaparlar”. Deneysel metodun şiddetle taraftandırlar. Ama bugünkü Fransız öğretim usulleri, İngiliz ve Almanlarınkinden daha geri değildir. Hatta bazı dersler bakımından Fransız usulü daha iyidir. İngiliz okulları öğretim bilgisi bakımından Fransızlardan daha geridirler. Ancak hayata Fransızlardan daha hazırdırlar. Bu onların eğitim, disiplin, yaşayış metodlarındandır2. Türkiye'de yeni ve kuvvetli bir nesil yetiştirmek gerekir. Ancak bu bir hendese sorunu gibi çözümlenemez. Yeni nesli yetiştirirken yükü yalnız öğretmenlere bırakmamalıdır. Devlet ve millet, eğitim hususunda öğretmenlerle beraber çalışmalıdır. Eğitim çalışmalarını yalnız öğretmenlerin üzerin bırakmak, her şeyi onlardan beklemek, eğitim reformlarımızın bir baş eksik yönüdür3. Türk eğitiminde “çöküş” ün nedenleri: Eğitimimiz çökmüştür, genel seviyesinden aşağıya düşmüştür. Bu çöküş, eğitimle ilgili her alanda kendini göstermektedir. a) Bedence çöküş: Eski yaşama ülkümüzü yitirmişiz. Dünya ve hayattan nefret etmişiz. Dünyaya kulak verelim. Duyalım ve kımıldayalım. Yalnız öğrencileri beden eğitimine yöneltmekle iş bitmez. Bütün millete kuvvet sağlık ve hareket gereklidir. Milletin karnını doyurmak ve ideali, ülküsü verildikten sonra oyun, spor, cimnastik v.s. hususlarda çalıştırmak gerekir4. b) Fikirde çöküş: İsmayıl Hakkı'ya göre bir zamanlar dünyanın en zeki milletlerinden olan Türklerin zekâsı, eskiye oranla düşmüştür. Bu düşüş, fikir ve inanç hayatımızın bozulmasından olmuştur. Dünyayı, maddeyi sever bir zihniyet yaratmalıdır. Maddiyat bizim için önemlidir. Hayaller ve soyut şeyler arasında zekâmız bozuluyor. Âlimlerimiz kitaptan yetişiyor. Çoğumuz işsiz, ülküsüzüz. Tam 1 a.g.e. S.16. a.g.8. S.22. 3 İsmayıl Hakkı, “Muallimler kurtaracak! Fakat nasıl?” Yeni Fikir, 111/21(1330) S.657. 4 Terbiye ve İman, s. 48-53. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 103 ~ bir hayat için kuvvetli bir zekâmız yok. Milleti zekâ çöküşünden kurtarmak için, onları bir ülküye bağlayarak hayat kavgasına sokmalıdır. Her hareketi bu ülküye göre yapmalıdır. Bu eğitim yalnız okullarda verilmekle de olmaz. Bütün toplumda bu değişimi yapmaya girişmelidir1. c) Duygularda çöküş: Kişilerde hareket kalmamıştır. Bu dünya ile ilgili emeller ve sosyal hayat mahvolmuştur. Dini inançlar zayıflamıştır. Hayat hakkındaki eski anlayışımız değişmiştir. Dünya “fani ve yalancı” olarak düşünülmeye başlanmıştır. Halkın güzellik duygusu da çökmüştür. Milletin duygu düzeyi yükseltilmelidir. Bu hususta kişisel kuvvet ve çalışmaların, millet dayanışmasının önemli rolü olduğu gibi; okulların, yatılı kuruluşların, kız okullarının da yardımı büyük olacaktır. “Yeni millet”i yaratmak için geniş bir işbirliği şarttır2. d) İradede çöküş: Bizde insanın en bağımsız ve serbest kuvveti olan irade de çökmüştür. Buna beden, zekâ ve duygu alanlarındaki çöküş de etki yapmıştır. Amaçsız, ülküsüz irade olmaz; Birtakım sosyal fikirlere bağlı hisler olması gerekir. İrade çöküşünde bilgisizliğin de önemli rolü olmuştur. Yalnız bu, öğrenimsizlikten doğan bir bilgi yokluğu değil; her alanda yeterli bilgi, akıl, duygu ve azmi içine alan bir bilgi yokluğudur. Hayati bilginin yokluğu bizim hareketlerimizi, girişkenliğimizi engelliyor. İradeyi işletecek en büyük etki, hayat ve hayatın işleri, savaşlarıdır. Bizim irademizin çöküşünde işte el yatkınlığımızın (“mümarese”) olmaması en önemli bir etkendir. İnançların zayıflaması da bir etkendir3. Çare, iradeyi eğitmektir. İrade eğitiminin de en büyük şartı, disiplinde hürriyettir. Bu eğitimin en büyük sırrı da faaliyettir4. Gerçek eğitim reformu nasıl olmalıdır? 1 A.g.e. s.53-58. A.g.e. s.59-62. 3 A.g.e. s.63-68. 4 A.g.e. s.69-71. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 104 ~ Eğitim nedir? Bizde herkes bütün yıkımlarımızın nedeni olarak eğitimsizliği gösterir. Ülkeyi kurtaracak tek şeyin eğitim olduğunu söyler. Doğrudur. Ancak ne var ki Türkiye'de eğitimin ne olduğu anlaşılmamıştır. Eğitimi, pek çok kişi okuma-yazma sorunu olarak almaktadır. Hâlbuki Türkiye'de okuma-yazma bilenle bilmeyenin hiç bir farkı yoktur. Okuma-yazmaya dayalı bir eğitim, değil ülke kurtarmak; ülkeyi batırır. Okuma-yazma yalnız başına hiç bir şey ifade etmez. Bu, eğitimin sonu ve amacı değil, bir aracıdır. Söz gibi, resim gibi bir eğitim vasıtasıdır. Kullanılırsa faydalı olur. Yok, Türkiye'deki gibi, kullanılmazsa hiç bir yararı olmaz1. Bizde, yüzyıllardan beri gayet yaygın olarak mektep ve medreseler olagelmiştir. Ancak hiç bir zaman bunların içinde gerçek eğitim ve öğretim olmamıştır. Eğitimde bir değişiklik yapabilmek için önce gerçek eğitimin ne olduğunu ortaya çıkarmalıdır. Eğer bugünkü eğitim anlayışımızla hareket edersek, ne yapsak boştur. Ne kadar iyileştirme yapılırsa yapılsın, ülke çökmekten kurtulamaz. Okullarımızda ilim, kitaplar, dersler ile birlikte hayata, harekete, sosyal yaşayışa, nezaket kaidelerine, girişkenliğe, tecrübeye, kanlı canlı bir eğitime yer vermelidir. Eğitimin içinde hem bilgi vardır, hem de eğitim. Gerçek ve tam bir eğitim “kanlıcanlı” eğitimdir. Gerçek eğitim düşünce, duygu ye azim yapar; duyar, işler adamlar yetiştirir. Eğitim ülkenin savunması için tasarılar hazırlar, kafaları harekete ve girişkenliğe yöneltir, yüksek duygular uyandırır, çeşitli kuvvetler kazandırır. Öğretici ve düşündürücüdür. Şimdiki eğitimimiz, her yönden eksiktir2. Eğitimden, gerçek eğitmek ve öğretmek anlaşılmalıdır. Bu anlaşılmadan Bakanlığın yapı ve iyileştirme tasarıları, halkın temiz niyetleri geleceğimizi kurtaramaz. Bugün en önemli sorun, eğitimin gerçek anlamını ortaya koymak, değerini ortaya koymak, eğitim ve öğretimdeki araçları, metodları açıklamaktır. 1 2 Terbiye ve İman, S 3-7. a.g.e.S. 9-10. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 105 ~ Eğitim, öğretmekten daha fazla bir eğitmek sorunudur. Eğitmenin şartları ve biçimleri iyi ortaya konmalıdır. “Maarif ve terbiye namına kelime oyunları oynanıyor. Buna bir son vermek lazımdır.”1 Eğitim, bilgiçlik demek değildir, öğretmen demek değildir. Biz Rumeli'yi öğretmensizlikten, bilgisizlikten değil; kansız, cansız ve ruhsuzluktan verdik. Rumeli’yi alanlar da kafamızdan değil ellerimizden, kollarımızdan aldılar. Bize gerekli olan kan ve can eğitimidir. Bilgiden evvel kanda, canda, ruhta değişikliğe muhtacız2. “Adam” olmanın tek aracı, okuma-yazma öğrenmek değildir. Türkiye'de yanlış anlaşılan bu okuma-yazma eğitimi yalnız kâtipliğe, memurluğa yarıyor. Bunlar ise tutsaklık, tutukluluk hayatıdır. “Bugün elinizde kitap görünce bilseniz ne kadar üzülüyorum.”3 Eğitim gençlerin vücudunu, kafasını sağlamlaştırmalıdır, kalbini duyguyla doldurmalıdır. İradesini girişkenlikle, azimle, cesaretle, dayanıklılıkla dünyaya tapan, çalışmaktan, kazanmaktan bıkmayan bir ülkü ile donatılmalıdır. Câhil olsun; ama hırslı, ülkücü bir kuşak yetiştirilsin. Eğitim; uyuşmuş, donmuş olan millî kitlemizi sarsmalı, uyandırmalıdır. Eğer öldüyse diriltmelidir. Eğitim her yere hayat, ışık, kalp, emel, ümit verecek bir hareket doğurmalıdır. Kişinin gözünü gelişmeye, yenileşmeye çevirmelidir. Türklük duygusunu uyandırmalıdır4. Eğitimin amacı: Eğitimin amacı, eğitmektir. Çocuğu adam olarak hayata hazırlamaktır. Bir kişiyi adam eden, onun hayatla başarılı olmasını sağlayan şey, birinci derecede bilgileri, hattâ zekâları bile değildir. Bu başarı her şeyden önce 1 a.g.e. S.12. İsmayıi Hakkı, “Bizim felâketlerimizden âlimlerimizden ziyade sanatkârlarımız mesuldür”, Mürebbiler Âlemi, 1/11(1329), S.165-166. 3 İsmayıl Hakkı, “Gençler; eğer sağlam vücudlu, faal, emelperver bir millet olamazsanız eyvah!...”, Mekteb Âlemi, l/10(1329),S,153. 4 İsmayıl Hakkı, “Terbiyede inkılâp lazım” Yeni Fikir, 11/12(1329), S.362-364. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 106 ~ girişkenlik, dayanıklılık, azim, cesaret ve ahlâklarının şekline ve kuvvetine bağlıdır; Bilgi, olsa olsa başarılı bir kişinin karakter elemanlarım geliştirir, kuvvetlendirir. Türkler, yaşamak azminde olan bir millet durumundadırlar. Böyle bir toplum için eğitim ve öğretimin bir tek amacı olabilir: Çocukları hayata hazırlamak. Onları “hayata hazırlanmış bir adam” haline getirmek. “... Bir adam ki vücudu kuvvetli ve sıhhatlidir. Eşyayı, ahval ve vekayii görür, bunlar üzerinde düşünebilir, düşüncelerinden âti için neticeler çıkarır, verdiği kararı yapar, muvaffakiyetle neticelendirir. Muvaffakiyetleri için sebat ve cesaret gösterir, müşkilâttan yılmaz, çalışmaktan usanmaz, miskin kanaatlerin mahkûmu kalmaz, teceddüdü sever, terakkiye tapar. Bir adam ki hem kendinin hem de memleketinin menfaatlerini anlar, bu menfaatleri istihsal için, bu menfaatleri müdafaa için nefsinde kuvvet, emel, sebat duyar. İste velev ki malumatı az olsun böyle bir adam, hayata hazırlanmış bir adamdır. Bu hazırlığı verecek şey, terbiyedir”.1 Ancak hayatta başarı için, hiç olmazsa bunları kolaylaştırmak, fazlalaştırmak için bilgi de gerekir. Öyleyse temel eğitim olmak üzere okullarımız bilgi de vermelidir. Eğitmek ve bilgi vermek, eğitim sisteminin iki unsurudur. Ama eğitmek, hayat için en önemli sermayedir2. “... yalnız başına terbiye, yalnız başına dikkatli, muhakemeli, müteşebbis, azimperver bir adam, bir varlık, bir şeydir. Fakat yalnız başına malumatlı, hafızası zengin bir adam hiç bir şeydir.”3 Öğretimi “hafızayı doldurmak”, eğitimi de “bedenî, hissî, ahlâkî esaret” olarak anlayan zâlim inanç değişmelidir. Eğitimin amacı, bütün hareketleriyle yaşamaya, döğüşmeye lâyık ve muktedir adamlar yetiştirmektir. Bu adamlar “... vücudu kuvvetli, eli gözü terbiyeli, dikkatli, muhakemeli... bütün -melekât-ı fikriyesi mütevazın ve mütekâmil, iyiliği, güzelliği seven, çirkinliklerden nefret eden, vatanının dertlerine yüreği sızlayan, ikbaliyle mesud olan, yeniliklere müteşebbis, müşkilat karşısında azmiyle sebat eden, tehlikeleri cesaretle, şecâetle ezen tam 1 Talim ve Terbiyede İnkılâb, S.8. a.g.e. S.9. 3 a.g.e. S.9-10. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 107 ~ şahsiyetler”1 olacaklardır. Talim ve terbiyede en yüksek ülkü, en önemli hedef kafaya doldurmaktan ziyade çocuğun karakterinin oluşmasını sağlamaktır. Yoksa okullar bir hapishane olmaktan ileri gitmez. Eğitimde, öğretimde öğretilen bilgi kadar öğretimin kişide bıraktırdığı, oluşturduğu terbiye de önemlidir. Öğretimin (“tedrisatın”) bizim için çok önemli iki vasıtası vardır: Öğretim metodu ve disiplin. Okul disiplinindeki baskı, dayak, korku, tehdit sökülüp atılmalıdır. Öğretim metodu olarak kullanılan ezbercilik kaldırılmalıdır. Öğretmenlerin ilk amacı bu olmalıdır2. Bunların eğitimde etkileri çok büyüktür. Eğitimin temelleri: Eğitim reformunu ayrıntılarda değil de eğitimin “kalbi” üzerinde yapabilmek için eğitimin bilimsel ve geçerli temellerini bulmalıdır. Eğitimin temelleri çocuğun tabiatını, gelişimini incelemekle bulunabilir. Eğitim ve öğretimin temelleri bir vahşinin ilkellikten uygarlığa varmak için geçirdiği gelişimler incelenerek de bulunabilir. “... vahşetle sebavet, hemen aynı yollardan geçerek tekâmül etmişlerdir. Vahşi medeni, çocuk adam olmak için aynı kanunlara tabi olarak hareket etmişlerdir.”3 Çocukta düşüncenin, duygunun hattâ iradenin gelişimi iyi incelenmelidir. İsmayıl Hakkı Bey, “Talim ve Terbiyede İnkılâp” adıyla yazdığı eserin çok büyük bir bölümünü eğitim ve öğretimdeki temelleri incelemeye ayırmıştır. Ona göre eğitimdeki (“terbiye”) esaslar şöyle sıralanabilir:4 -Faaliyet-hareket: Çocuk doğuştan itibaren harekete başlar. Hareket, eğitimin ve olgunlaşmanın en büyük sırrıdır. Hareket çocuğun vücudunu ve bütün duyularını eğitime hazırlar. Onları ilkellikten kurtarır. Hareket, faaliyet eğitimin çeşitli konularına gayet rahat uygulanabilir. Meselâ, bedene, beş duyuya (“havâs-ı hamse”), düşünceye, duyguya, iradeye gayet kolaylıkla uygulanabilir5. 1 a.g.e. S.14. a.g.e. S 20. 3 a.g.e. S.26. 4 a.g.e. S.32-129. 5 a.g.e. S.38-49. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 108 ~ Bizim ailelerimizde beden eğitimi yoktur. Bu işi ancak okul yapabilir. Bir kişi yalnız kafasıyla çalışırsa çabuk çöker, ilkellikten kurtarılabilmesi için de beş duyunun sürekli eğitilmesi gerekmektedir. Düşünceyi hazırlayan yetileri, dikkati, hüküm vermeyi, hafızayı eğitmek için de hareket, çalışma şarttır. Düşünce eğitimi yalnız sözle verilmez. Yalnız okumak, dinlemek görünüşte düşünceyi olgunlaştırır. Hakikatte ise körleştirir. Bir göçebe olan Osmanlıları Viyana kapılarına dayayan irade, bugün yoktur. Eskinin girişkenliği, azmi, dayanıklılığı, yiğitliği, fedakârlığı bugün yok. Üstelik tamamen bunların aksi nitelikler bugünkü nesle yerleşmiştir. Böyle giderse açlık ve tutsaklık muhakkaktır. Sağlam özellikleri olan bir iradenin okullarımızda kazandırılması gerekmektedir. Bunu da çalışma, hareket kazandıracaktır. Bütün bunlar hürriyet içinde olmalıdır. Hürriyet bütün ahlak eğitiminin en sağlam dayanağıdır. Bütün yeteneklerin gelişme, olgunlaşma şartı harekettir. Yeteneklerin kendine has gelişme metod ve araçları vardır: Bedeni geliştirmenin vasıtası özellikle oyunlardır, idmanlardır, yüksek sesli marşlardır açık havada çalışmalardır, el işleridir v.s. Beş duyuyu harekete geçiren gene oyunlardır, oyuncaklardır. Fröbel malzemeleridir, resimdir, eşya dersleridir v.s. Fikrî düşünceyi harekete yöneltecek de kitap ve ezber değildir. Program hiç değildir. Düşünceyi harekele geçirecek yalnız okul dersleri de değildir. Hareketler, oyunlar, her türlü iş derslere yardımcı olmalıdır. Duyguları özellikle vatanseverlik eğitimi için geliştirmek, teşvik etmek gerekmekledir. Marşlar, bayraklar, resimler, geziler, hikâyeler, şiirler, bazı dersler, bahçe v.s. duyguları harekete geçirecek, onları eğitecek pek çok vasıtalar arasındadır. Tabiatın ve hayatın vereceği güzellik eğilimini okul alkışlamalı, desteklemelidir. İradeyi ve iradenin şekilleri olan girişkenlik, dayanıklılık, azim, cesaret gibi güçleri harekete geçirecek, eğitecek olan ne bilgi, ne de ahlâk dersleridir. Bu yalnız başına okul disiplinidir. Çünkü eğitim ve öğretimin amacı, tam şahsiyetler ve bu şahsiyetlerde güçlü karakterler yetiştirmektir. Okul disiplini, öğrencinin karakterini oluşturmak içindir. Bu unutulmamalıdır. “... adam yetiştirmenin en büyük sırrı, mektebin vereceği malumattan ziyade bu hür ve vicdanî inzibatta gizlenmiştir.”1 1 A.g.e. s.84-85. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 109 ~ Okul disiplini anlaşılmadan belki sağlam vücutlu, bilgili, düşünür, duygulu adamlar yetiştirebilinir. Fakat karakter olmadan bunlar bir hiçtir. Eğitimimizde ve eğitini tarihimizde yapacağımız en büyük devrim, okullarımıza hür ve vicdanî disiplini sokmak olacaktır. Mubassırları, kalfaları kaldırmak olacaktır. Aslında okulların disiplinini mubassırlar ve öğretmenler bozmakladırlar. Okulun binasının, bahçesinin, çevresinin de irade ve karakter üzerine önemli etkileri vardır. - Yeteneklerin hareketi ve çalışması hep bir arada ortak olarak meydana gelir: Beden de, ruh da duyuların hemen yapacağı bir harekele ortaktırlar. Hepsi ondan etkilenirler. Eğitim bütün vücudun, düşüncenin, duyguların ortak bir hareketidir. Onun için engellemeler, bazı hareketleri sınırlamalar elden geldiğince az olmalıdır. Vücudu ve çocuk kişiliğini parçalayıcı bir eğitim, onu yok eder demektir1. -Yeteneklerin evriminde tabiattan gelen bir düzen vardır: Önce beden ve duygular harekete geçerler. Sonra hafıza ve hayal çalışmaları artar. Çocuğun doğal gelişimini engellememelidir. Oysa bizim eski eğitimimiz tamamen çocuğun doğal gelişimini engellemeye, kirletmeye yönelmiştir. “Uslu adam” idealinden artık vazgeçilmedir. Çocuğun doğal olgunlaşma düzenine yapılacak engellemeler ona en büyük zarardır. Bilgili adamdan önce bırakalım “adam” yetişsin. Eğitimcilerin yapacağı şey, tabiatın bu gelişme ve olgunlaşma düzenini görmek, ona uymak, onun şartlarını hazırlamaktır. İsmayıl Hakkı Bey, eğitimdeki (“talim”) esaslarını da şu şekilde belirliyor: Düşüncelerimiz, kendi denemelerimizin ürünüdür. Kulakla dinleyerek, kitaptan ezberleyerek düşünce kazanılmaz. Bizim okullarımızda he şey öğretilmekte, ama aslında hiç bir şey öğretilmemektedir. Okullarımızda bütün derslerin öğretimi kitapla olur. Zihnimiz, kitaptan tabiata dönmelidir Yeni eğitim tabiatla haşır-neşir olmayı gerektirir. “Tabiat mektebe girmezse, mektepler tabiata gitsinler”2. Bilgi, tabiattan alınmalıdır. Bilgiyi ezberleterek vermek, çok zorlayıcı bir metoddur. Çocuk kendi kuvvetleriyle, kendi çalışmalarıyla görerek arayıp bularak, inceleyerek, araştırarak öğrenmelidir. Çocuğun ilk bilgileri kendi deneyimlerinin ürünüdür. Çocuğun ilk öğretmeni, mürebbisi de kendisidir. Bizim okullarımızdaki 1 2 A.g.e. s.96-100. İsmayıl Hakkı, “Terbiyede inkılap lâzım”, S.364. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 110 ~ yanlış öğretim yüzünden, çocuk okula gelmeden bildiklerini de unutmaktadır. “Muallimlikteki en büyük sır, malumatı vücuda getiren faaliyetlerin nevini, vesaitini keşfetmek noktasındadır”.1 Bu bakımdan öğretimdeki “tekâşif” (buldurma) usulü çok iyi kullanılmalıdır. Öğretimde, zihnin çalışmasına, bedenin hareketlerini de katmalıdır. Yani öğretimde kişinin hareketlerini tahrik etmelidir. Öğretmen bu tahrikin vasıtalarım da iyi bilmelidir2. Eğitimde olduğu gibi, öğretimde de kişisel çalışma ve hareketlere büyük önem ve yer vermelidir. -Düşünceler ancak doğal ve asli çevrelerinde oluşabilirler. Düşüncelerin oluşması için yalnız kişilerin çabaları yetmez, çevre de çok önemlidir. Bunun en açık örneği yabancı dil öğretimindedir. Düşünceler için doğal çevre, bunların hayatta oluştuğu şartlardır. Her derste asıl çevreye bağlı kalmalıdır. Bu olmazsa seçilen örneklerin asıl çevreyi temsil' edebilecek şeylerden verilmesine dikkat edilmelidir. Bizim okullarımız bilgileri asıl ve doğal çevrelerinden soyutlamaya çalışıyorlar. Öğrenme ilgisiz, arzusuz, ölü bir şekilde oluyor. Okulda verilen bilgiler, gerçek hayatta iflas ediyor. Öğretimde yapılacak değişikliklerin en önemlilerinden biri de, çocukların çalışmalarını doğal ve aslî çevrelere sürüklemektir. Son zamanlardaki “hayat için okul” yahut “okul içinde hayat” akımı da bu fikrin sağlamlığını göstermektedir, Modern toplumlarda hayattan okula, okuldan hayata doğru karşılıklı bir akım vardır. Okullardaki “uygulama yapmak gerektiği” görüşü, bu çevre ihtiyacının yanlış ve ters ifade edilmiş bir biçimidir. “Ameliyat”, “amelî tedris” gibi sözler, sorunun fark edildiğinin, ancak iyice anlaşılmadığının belirtisidir. Bir nazarî, bir de amelî diye iki ayrı öğretim biçimi yoktur. Bir tek biçim vardır, o da bilgiyi doğal ve asıl çevresinde, şahsî çalışmalarla kazanmaktır. Şahsî deneyimleri amelilik karıştırmamalıdır. 1 2 Talim ve Terbiyede İnkılâb, S.122. a.g.e. S.124. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 111 ~ -”Bir nevi ittilaat bir nevi efkârı nüvid eyler”1. Çocuk hayata fiilen katılır, yalnız duyularının algılamasıyla yetinmez. Düşünce, algılanan duygulardan meydana gelir. Algılanan şeyler ne kadar çoksa, bilgi kadar sağlam olur. Bizim okullarımız öğretmiyor, öğretiyor süsü veriyor; eğitmiyor, eğitiyor süsü veriyor. Resmin, öğretimde yanlış kullanılmamasına dikkat etmelidir2. Öğretmenler pek çok şeylerin resimlerini okula getirerek, onları doğaya çıkmaktan ve şahsî faaliyetlerde, denemelerde bulunmaktan engellememelidirler. Düşüncenin gelişimi basitten karmaşığa doğru olur. Zekânın gelişimi, çocuğun, vahşinin gelişimi de böyledir. Yazının, dilin, güzel sanatların gelişimi böyle olmuştur. Çocuğun düşünceleri başlangıçta sade ve ilkeldir. Bunun incelmesi ve karmaşıklaşması, yaş ilerledikçe olur. Somuttan soyuta, azdan çoğa, kabadan inceye, yakından uzağa v.s. böyle bir gelişim vardır. Bu, kolaydan zora doğru demektir. Okullarımızda ise bu ilkenin tamamen tersine hareket edilmektedir. Bu gelişimin tamamen zıddı bir yol izlenmektedir. Kânunlar, sorunlar, isimler v.s. üzerinde durulmaktadır. Öğretimde yapılacak devrimlerin belki en önemlilerinden biri de basit ve karmaşığın iyi anlaşılmasıdır. Basit olsun diye örneklerden değil kânunlardan, kaidelerden hareket ediliyor; basit olsun diye ders kitapları anlatılmaz derecede kısaltılıyor. Bazı dersler 'zordur, karmaşıktır' diye ilkokul ve rüşdiyelerde okutulmuyor. Oysa birçok dersler sadeleştirilerek en alt düzeydeki okullarda bile okutulabilir. Öğretimin basitten zora doğru olan gelişimi böylece daha sıkı bir şekilde izlenmiş olur. - Düşüncelerin korunması ve hatırlanması bilgilerin nitelik ve niceliklerine bağlıdır. En kolay öğrenilen ve en zor unutulan şey, hareketleri değiştiren bilgilerdir. Bilgilerin daha iyi hatırlanabilmesi için, şu özelliklerin bulunması gerekmektedir3: 1 a.g.e. S 144 a.g.e. s.152-153; İsmayıl Hakkı, “Resim öğretmenin Yolu”, Yeni Fikir,.lll/13(1329). S.401-416; III/14. S.434449. İsmayıl Hakkı, “Resmin talim ve terbiye ile münasebeti”, Terbiye Mecmuası, ¼(1330), s.1823, 109-117,167-173. 3 A.g.e. s.176 vd. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 112 ~ a) Duyumların sayısı, b ) Duyumların şiddeti, c ) Duyumların tekrarı, d) Fikirlerin birbirine bağlılığı v.s. Eğitimde çevreler: Bizde eğitimden şimdiye kadar yalnız okul anlaşılmıştır. Oysa eğitimcilik yalnız okulculuk (“mektepçilik”) demek değildir. Okuldan başka da eğitim ve öğretim çevreleri vardır. Bunlar aile ve toplumdur. Kişilik yalnız okulda oluşmaz. Eğitimi okuldan ibaret saymak, yanlıştır. Eğitimin vatanı her yerdir. Aile ve toplum da aslında birer okuldurlar. Aile eğitimi1: Bütün öğretim ve eğitim yenileştirmesi, ailenin değiştirilmesine bağlıdır. Her şeyden önce aileyi düzeltmelidir. Çocukların geleceğini yalnız okuldan beklememelidir. “Aile, dershaneleri gece gündüz açık bulunan bir mekteptir”2. Orada dünyanın en iyi metodlarıyla her şey öğretilir. Aile, en iyi eğitim ve öğretim yeridir, çocuğa okuldan daha hâkimdir. Aile, dünyanın en hür ve canlı okuludur. Dünyanın en yeni okulları bile bu hususta ondan geridirler. Okulun eğitim ve öğretimi mihanikidir. Yakın zamanda yıkılması gereken bir cendere gibi dar sıralar, yapma ve gösteriş hayatı ailede yoktur. Ailenin eğitimi daha canlı, hayatî, samimi ve doğaldır. En önemli eğitim fikir, düşünce eğitimi değil; ahlâk, duygu v irade eğitimidir. Okullarımız yalan yanlış yalnız düşünce eğitimine önem vermektedirler. Bu durumda da aileye çok büyük bir görev düşmektedir: Okul eğitiminden eksik kalan yönü tamamlamak. Aile eğitimi, okul eğitiminden çok daha geniş kapsamlıdır. Bizdeki duruma bakılırsa3: 1 Terbiye ve İman, s.16-27. A.g.e. s.17. 3 a.g.e. S.22. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 113 ~ Bu durumda aile çocuk üzerinde okuldan daha etkilidir. Eğitim devrimi ailede başlamalıdır. “Maarif ıslâhatı beşikten başlamalıdır.” En önemli ve etkili bilgisizlik, ailedeki bilgisizliktir. Fransa, İngiltere ve Almanya'nın öğretim metodları birbirine çok benzer. Bu ülkelerin gençleri farklı farklı yetişiyorlarsa bu, aile eğitimlerinin farklı olmasındandır. Bizim eğitimde yaptığımız yenileştirmeler eksik kalmaktadır. Yalnız okul üzerinde çalışma, eğitim sorunlarımızı çözmez. Okul eğitimi: Eğitim ve öğretimin temeli, çocuğun okula gelmeden önce geçirdiği hayattır, Aileden sonra en önemli eğitim ocağı, okuldur. Okul, ailenin eğitim ve öğretimini sağlamlaştırır. Okul eğitimi eksik olursa, ülkenin bir ideali olmaz. Bizde aile eğitimi de, okul eğitimi de yoktur. Bunlar kurulacaksa beraber kurulmalıdır1. Okullarımıza hürriyet getirmelidir. Beden, dil, fikir, duygu, irade v.s. alanındaki kişisel özgürlüklerden okullarımızda hiç bir eser yoktur. Esasen Türkiye'de “okul” kelimesi de “eğitim” kadar belirmemiş, karanlık bir kelimedir. Gerçek okulun ne olduğu bilinmiyor. Okul fikriyle, amacıyla, araçlarıyla ortaya çıkartılmalıdır. Özellikle ilkokullar üzerinde durmalıdır. Sayısı az ve değiştirilmesi kolay olduğu için herkes yüksek okullar üzerinde durmaktadır. İlkokulları yenileştirmek daha zordur. Okul, bir eğitim ve öğretim çevresidir. Ancak bundan iyi yararlanmak gerekir. Biz öğretim ve eğitim metodlarını iyi bilmediğimizden, okullarımızda eğitim ve öğretim sefaleti vardır2. Eğitim, iyi niyetten ziyade bilime ve metoda bağlıdır. Önce eğitim ve öğretim düşüncesinde, sonra da okullarımızdaki eğitim metodlarında bir devrim yapmak gerekmektedir. Eğitim, ders kitaplarının, okul sıralarının ürünü değil; okuldaki yaşayışın ürünüdür. Öyleyse eğitimin amacı iyi belirlenerek, okullardaki yaşayış biçimi ve üretim metodları değiştirilmelidir. 1 2 a.g.e. S.29. a.g.e. S.31. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 114 ~ Toplum eğitimi: Eğitim ve öğretimde toplum da önemli etkendir. Hayattaki pek çok bozukluk ve aksaklıklarda toplumun da önem bir payı vardır. Eğitim üzerinde etkili olduğuna göre Türk toplumunu canlı, amacı olan, hareketli bir şekle getirmek gereklidir. Ülkeyi diriltmek için, toplumu da değiştirmelidir1. - Eğitim sorunlarının çözümü bir ülkünün doğmasına bağlıdır. Milletler kendi ülküleriyle yaşarlar. Her milletin bir ruhu vardır; düşünce, amaç ve kültürleri vardır. “Milletlerin mukadderatı, harslarının mukadderatına bağlıdır. Hars ve iman ölürse, cemiyet de ölmüş demektir.”2 Millet değişmeden hiç bir sosyal kurum değişmez. Öyleyse eğitimi ve okulları değiştirmeden önce milleti değiştirmek gerekmektedir. Milleti değiştirecek şey de amaçlar ve ülkülerdir. Türk milletinin şimdi Çatalca tepelerini bile koruyamaması, eski ülküsünü kaybetmesindendir. İslâm dini, bugün için eski iman gücünü yitirmiştir. Din, sosyal bir amaç, bir ülkü olmaktan çıkmıştır. Oysa şimdi bizim milletimize iman ve ülkü gerekmektedir. Bunlar olmayınca hareket de olmaz, çalışma da olmaz. Balkan bozgunu bizi uyandırmıştır. Son zamanlarda toplumda kuvvetli ve hızlı bir değişim arzusu vardır. Oyun, spor, gezi, izcilik v.s. meraklıları Anadolu'yu baştan başa kaplamıştır. Ama ülkümüz henüz belirlenmemiştir. Şimdi ülkü ne olacaktır? Din, şimdiden sonra bize bir ülkü olamaz. Olsa bile yeterli bir ülkü olamaz. Bize vatanî ve tarihî bir ülkü gereklidir. Irki ve millî yönden kuvvetlenmek gerekir. Türklüğün kuvvetli bir kitle haline gelmesi gerekir. Bizim ülkümüz henüz belirlenmemiştir. Eğilim sorununun çözümü hu ülkünün doğup, toplumun hareketlenmesine bağlıdır3. 3.2.2. A. SABRİ CEMİL Hayatı: Bu hususta ayrıntılı bilgi bulunamamıştır. Ancak İkinci Meşrûtiyet başlangıcında Üsküp Dârülmuallimini Rüşdiyesi Müdürü idi. Balkan bozgununa kadar bu görevde kaldı. 1912 sonlarında İstanbul'a geldi. Maarif Nezareti Rumeli'den gelen tüm öğretmenlere uyguladığı Anadolu okullarında 1 a.g.e. S.33-34. a.g.e. S.37-38. 3 a.g.e. S.46. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 115 ~ görevlendirme prensibini Sabri Cemil Bey'e de uyguladı. Önce Bursa’da, sonra da Şam'da görevlendirildi. Birinci Dünya Savaşı başladığında bu görevdeydi. Daha sonra Cumhuriyet eğiliminde de şerefli hizmetlerde bulunduğu biliniyor, ancak ayrıntılar bulunamamıştır. Eserleri: Amelî Fenn-i Tedris, Üsküp 1326. Yeni Mektep (Aynı İstanbul Dârülmuallimini'nin Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası tarzında Üsküp Dârülmuallimini Rüşdiyesi tarafından Sabri Cemil Bey'in yönetiminde yayınlanmıştır.) Ayrıca Yıldız (Üsküb), Tanin, Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası, Yeni Fikir gibi süreli yayınlarda telif ve Fransızca'dan çeviri şeklinde yazılar da yayınlamıştır. Eğitim görüşleri: Sabri Cemil, tamamen ilk ve ortaöğretim üzerinde durmuş, genellikle didaktik sorunlar üzerinde çalışmıştır. Sabri Cemil, Üsküp'te Manastır, Edirne ve Selanik gibi yoğun eğitim çalışmaları yapan bir topluluk yaratmak istemiş, ancak pek başarılı olamamıştır. Sabri Cemil Bey'in, eğitimin çeşitli alanlarındaki görüşleri şöyle özetlenebilir: Eğitim, toplum için de, fert için de çok önemlidir. Eğitim ihtiyacı, hayatî ihtiyaçlarımızdan hemen sonra gelir. Meşrutiyetten sonra geriliğimizin nedeni olarak hep cehalet gösterildi. “Bizi kurtaracak maariftir” dendi. Her ağız bunu söyledi, her gazete, kitap bunu yazdı. Acaba bu, dağın fare doğurduğu gibi mi olacak? Herhalde, çünkü bunun ilk belirtisi “tensikat ucubesi”dir1. Bu tensikat öğretmenlerin Abdülhamid döneminde aldıkları maaşları bile indirmiştir. Hem geriliğimizin nedeni “maarifsizlik”, onun da nedeni öğretmenlerin bilgisizliği ve gayretsizliğidir, deniyor; hem de bu meslek korunmuyor, aşağılanıyor. Eğitim Bakanlığı'nın bu yaptığı “tensik değil bir tasfiyedir.” Gerçi bundan Bakanlık biraz kâr edecektir ama eğitimin kayıpları çok büyük olacaktır2. Sabri Cemil Bey, bir başka yazısında1 köyün, köy okullarının ve çocuklarının kötü durumlarını göz önüne alarak “köy muallimlerini memnun etmek gerekir” diyordu. 1 Sabri Cemil, “Zavallı maarif, zavallı muallimler”. Yıldız gazetesi, 11 Teşrinievvel 1325, S.24. 2 a.g.m. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 116 ~ Bunun için maaşlarının arttırılmasını, 3-4 yıl köyde hizmetten soma kendilerini “taltif için” şehre alınmalarını öneriyordu. Onun kaygısı köylerin bir sürgün yeri olarak kullanılması, öğretmenlerin köyde unutulmaları ve mesleklerini değiştirmeye mecbur edilmeleridir2. Anaokulu sorununun iyice güncel bir hale geldiği 1913'de, İkinci Meşrûtiyet döneminin bu konudaki en güzel yazılarından birini o yazmıştır3. O zaman anaokulunun yaygın isimlerinden birisi “Çocuk Bahçesi” (“Kindergarten”) idi. Halk bu “bahçe” sözü üzerinde bazı yanlış düşüncelere sahipti. Sabri Cemil Bey bunları düzelttikten sonra “Burası, belli bir usulle çocukları terbiye eden bir yerdir. Usul, yerden daha önemlidir” diyordu. Cemil Bey'in eğitim anlayışının temelinde “usul” vardı. Usul olmayınca en elverişli yerin bile eğitimde pek önemi olmadığı düşüncesindeydi. Çocuk Bahçeleri hakkında da şu fikirleri ileri sürüyordu: Çocuk Bahçeleri bir okuldur. Çocuk orada hürriyet içinde kendi kendini geliştirecektir. Bu bakımdan çocuğa doğrudan müdahale edilmemelidir. O, nazik bir bitki gibidir. Onun gelişmesi için gerekli şartları hazırlamak gerekir. Onu korumak, uzaktan etkilemek gerekir. Çocuk eğitiminde aceleciliğin bir faydası yoktur. Bu nedenle onu hızlı bir gelişime zorlamaktan kaçınmalıdır. Çocuk bahçesi, turfanda yetiştirilen sıcak bir limonluk değildir. Bu okullarda çocuk, eğitimden ziyade denemelerle başbaşa bırakılmalıdır. Kitaplardan bilgi aldırmaman, incelemeye alıştırılmalıdır. Bu bahçelerde küçük çocuklar okulla birlikte hayata da alıştırılmalı, hazırlanmalıdırlar. Osmanlının hayatı, alacağı eğitime bağlıdır. Bizde sağlam bir aile eğitimi olmadığı için de, çocuk bahçelerinin önemi çok büyüktür. Hazırlık (“izharî, ihtiyat”) ve ilkokul sınıflarımız “koyun ağılı gibi” tıka-basa doldurulmuştur. Öğretmen, çocukların hepsi ile ilgilenememektedir. İlgilense bile 1 Sabri Cemil, “Köy mektepleri, köy muallimleri”, Yeni Mektep, 1/7(1327), S.193-196. A.g.m. S.195. 3 Sabri Cemil, “Çocuk Bahçeleri”, Yeni Fikir, 111/16(1328) S.495-500. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 117 ~ “öğretim metodu” yoktur. Bu yüzden ilkokullarımız aile eğitiminin eksiklerini tamamlayamıyor. Çocuk Bahçelerinde “ince, esaslı, asîl ve zinde” bir eğitim verilmelidir1. Bunu da öğretmenler verecektir. Öğretmenlerimiz çocukların yalnız hafıza ve gözlerine hitap ediyor. Dikkat, hayal gücü, karşılaştırma ve karar verme kuvvetlerini uygun ve bilimsel bir şekilde geliştirecek öğretmenlerimiz yoktur. Öğretmenlerin pedagoji ve psikolojiyi iyi bilmeleri gerekir. Sabri Cemil Bey, okul öncesi eğitimi hakkında bazı önerilerde bulunuyor ki, bunlar şu şekilde sıralanabilir: * Çocuk Bahçelerini millet kurmalı, mürebbilerini Devlet yetiştirmelidir, * Bu mürebbiliği en iyi kızlar yapabilir. Dârülmuallimat’tan çıkan kızlar vilayet merkezlerinde açılacak çocuk bahçelerinde görevlendirilmelidirler. * Çocuk bahçesi sınıfları, ilkokullardan ayrılmalıdır2. Sabri Cemil Bey'in esas çabası, öğretmenlerin didaktik bilgilerini çoğaltmak alanındaydı. Bu temel ihtiyaç, diğer eğitimcilerde olduğu gibi onda da uyanmış, kendisi de bir öğretim usulü kitabı yazmıştır3. Bu kitap hemen hemen Gabriel Compayrée'nin (1843-1913) “La Pédagogie Pratique” adlı eserinin tümden uyarlaması gibidir. Eser, Bakanlığın hazırladığı ilkokul programına göre düzenlenmiş, ancak programda olmayan bazı dersler ve konular “âtiyen programa ithal edileceği şüphesiz göründüğünden” kitaba alınmışlardı. Sabri Cemil Bey, Osmanlıların geri kalmışlığının sebebini “maarif-i ibtidaiyenin millet-i Osmaniye arasında adem-i intişar”ında buluyor, geçmişe ait bu kusurun artık sürdürülmeyeceğim, bunun da öğretmenlerin görevi olduğunu belirtiyordu4. 1 A.g.m. S.498-499. a.g.m. S.499-500. 3 Sabri Cemil, Ameli Fenni Tedris, Üsküb 1326. 4 a.g.e. S.2-3 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 118 ~ Öğretmenlerin bir dersi mükemmel olarak bilmeleri, onların hakiki bir öğretmen olmalarına yetmez. Bu, ancak “fenn-i terbiye ve tedris” ile sağlanabilir. Bu hususta feraset ve kişisel deneyimlerden verimli bir sonuç beklemek, boşa zaman kaybetmek demek olur. Fen ve sanatla beraber öğretim usullerini de öğretmezsek, ilköğretimi geliştiremeyiz. Öğretmenler, okullarımızdaki o eski usulü, o miskince eğitimi, o zorba ve baskıcı idareyi kaldırmalıdırlar. Okulda çocukları eğiten öğretmenler, dışarıda da anababalarım eğitmelidirler. Bunu yumuşaklıkla, sevgi ile yapmalıdırlar. Yeni usulü “müdekkikâne” uygulamalıdırlar. Ülkenin ihtiyaçlarına göre uygulamalıdırlar1. Sabri Cemil Bey, Türkçenin sadeleştirilmesi üzerinde özellikle durur. Sadeleşme akımı, ikinci Meşrûtiyetin getirdiği bir akımdı. Balkan savaşından sonra ise harf değiştirme veya düzeltme çalışmaları alabildiğine hızlanmıştı. Cemil Bey, her iki akımın da içindeydi. İlköğretimin en temel dayanağının okuma-yazma olduğunu belirtiyordu. “Müddet-i kalîle zarfında kolaylıkla okuyup yazmayı temin için, her şeyden evvel hurufumuzun muhtaç-ı ıslah bulunduğunu unutmamalıdır”2. Yeni pedagoji; öğrencilerin üzerinden kaldırdığı pek çok meşakkati, öğretmene yüklemiştir. Bunun en açık şekli yazı öğretiminde görülmektedir. Öğretmenlerimiz yazı öğretiminde uyguladıkları eski metodları artık terk etmeli, yazıyı okuma (“kıraat”) ve resim dersleri ile bir arada öğretmelidirler3. Bu, çocuğun anlayışına da etki eder. Eskiden çocuk okumayı iyice öğrenmeden (“düz kıraata çıkmadan”) yazıya başlatılmıyordu. Cemil Bey çocukların okula girer girmez yazıya başlatılmalarını isteyerek, bu eski usulü değiştirmeye çalışmıştır4. Eskiden çocuklar harflerin şekillerini bile yan öğrenmeden hemen Kur'ân Tecvidine geçilirdi. Cemil Bey'in en şiddetli itiraz noktalarından birisi de buradaydı: “Çocuk bol bol ana lisanını az çok okumaya yazmaya başladıktan sonra onu Eczayı Şerife'ye başlatmalıdır. Demek ki Talim-i Kur'ân için çocukların yaşını ve derece-i talimini nazar-ı itibara almalıdır. Bir an evvel hatim etsin diye mini mini çocuğu henüz 1 a.g.e,S6. a.g.e. S.21 3 a.g.e. S.23. 4 a.g.e. S.25. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 119 ~ anlayamayacağı şeyler altında zebûn etmek, neş'e-i tahsilini kırmaktan başka bir şeye yaramaz.”1 İlkokullarda çocukların dinî eğitimlerini mükemmel bir şekilde vermelidir. Ama bu yalnız din derslerine has kalmamalı, bu hususta her fırsattan yararlanmalıdır. Bu yalnız anlatımda kalmamalı, uygulanmalıdır da. Çünkü “Ameliyat ve tatbikat ile başlayan bir tedrisin her zaman muvaffakiyetle neticeleneceği şüphesizdir.”2 Tarih boyunca Türk eğitiminin öğretim metodları bahsinde en büyük sorunu “ezber” idi. Cemil Bey bu hususta “Çocukları metn-i kitabı ezber etmeye sevk etmek caiz değildir. Artık ezber devrinde değil, anlamak ve muhakeme etmek asrında bulunduğumuzu unutmayalım. Bırakınız çocuklar istediğini sorsun. Hakiki bir muallim bir mes'eleyi bilmese de, öğrenip cevap vermeye her zaman muktedirdir” diyordu3. Türkçe, ilköğretimde en yüksek bir yerdedir, tüm öğretimin merkezini teşkil eder. Öğrencilerin başlıca gelişme âletidir. İnsanı insan yapan, insanı vatanperver yapan kendi ana dilini iyi bilmesidir. Ana dili iyi kullanmak, fikirlerimizi onunla eğilmek zorundayız. Ama pek çok çocuğumuz için bu millî dil, bu resmi dil, bir yabancı dil gibidir4. Dil öğretiminde kaide ve yazdırmadan ziyade konuşmaya önem vermelidir. Bu hususla eski metodu çabucak terk etmelidir5. Bu arada Sabrı Cemil Bey, dilin sadeleşmesi üzerinde de samimiyetle durmuş: hatla bunu yazı biçiminde yapılacak düzeltmenin bile önüne geçirmiştir6. Cemil Bey, ilkokul ders programının ruhu “Türkiye'yi gözünde ve kalbinde büyüterek çocuğa vatan muhabbetini, vazife aşkını, fedakârlık hissini telkin eylemektir” diye belirtiyordu1. 1 a.g.e. S.31. a.g.e. S.35. 3 a.g.e. S. 36. 4 a.g.e. S.45. 5 a.g.e S.46-47 6 Sabri Cemil, “Edebiyatta Terakki”, Yıldız gazetesi, 25 Eylül 1325. Sabri Cemil “Lisanımız sadeleşmelidir”, Yıldız gazetesi 20 Eyül 1325. Sabri Cemil “Harften evvel lisan”,Tanin, 9 Haziran 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 120 ~ Cemil Bey, “çocuklar ne kurulup çalıştırılan bir makine, ne de nasihat kabul etmez bir mahluktur”2 diyerek, eğitimde tamamen çocuğa, onun tabiatına bağlanmak gerektiğini savunuyordu. Medreselerin düzeltilmesi hususunda medrese öğrencilerine hitaben, ders programlarının değiştirilmesi hususunda bir şiir yazan Cemil Bey, burada şöyle diyordu3: Gördün ya, bugün “nasara” ile,” daraba” ile Dünyada, diyanette, şeref de kazanılmaz. Öğren Arabî, anlayarak dilini belle! Lakin yaşamak ilmini tahsille et âgâz! Kendi dilini söylemeyi, yazmayı hâlâ İhmal eden insana diyen var mıdır insan? Tarih ile Coğrafya, Hesab, Hikmet ve Kimya... Ekmek gibi lâzım adama.. fazla da ondan!” Balkan Savaşı’ndan önce genellikle öğretim metodu konuları üzerinde duran Sabri Cemil Bey, Rumeli'nin kaybından aynı diğer eğitimciler gibi çok etkilenmiştir. Bundan sonra tamamen çocuklara yönelik ve intikam ateşiyle yanan şiirler yazmıştır. “Hıfzı'nın vasiyeti”4, “Ümidi kesmeyelim”5. “Türk çocuğunun diliyle”6, “Rumeli’yi unutma!”7 adlı şiirler bunlardan birkaçıdır. İşte en son şiirden bir dize: “Nazlı Rumeli gitti... fakat bil! O, senindir! Al hakkını sen düşman elinden, vatana ver! Yardım diliyor, ey ulu genç! Git onu kurtar! Sen kurtarmazsan bu sana bir ebedî ar!” 1 Ameli Fenn-i Tedris, S.109 Sabri Cemil “Derste uyku”, Yeni Fikir, III/19(1329), S.602-606 3 Sabri Cemil “Medresenişinana”, Yeni Fikir, III/114(1329), S.449-450. 4 Yeni Fikir, III/16(1329), S.500-501. 5 Yeni Fikir, III/18(1329), S.562-563. 6 Yeni Fikir, III/15(1329), S.483-484. 7 Yeni Fikir, III/13(1329), S.399-400 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 121 ~ 3.2.3. FAZIL AHMED (AYKAÇ) BEY Hayatı: 1884'de İstanbul'da doğdu. Babası mutasarrıf olduğu için Türkiye’nin çeşitli yerlerini dolaştı. İdadiyi Musul'da ve İstanbul'da bir yansız lisesinde okudu. Bundan sonra bir ara Sanayi-i Nefise Mektebi'nin mimarlık şubesine de devam etti. 1908'den sonra mektupla devam ettiği Paris Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. 1910-1918 arasında Dârülmuallimin'de Edebiyat ve felsefe öğretmenliği yaptı. Sonra Sanayi-i Nefise ve Galatasaray mekteplerinde uzun süre çeşitli dersler okuttu. 1927-1950 arasında Diyarbakır ve Elazığ milletvekilliği yaptı. 1967 yılında öldü. Eserleri: Divançe-i Fâzıl (1913). Harman Yolu (1919), Kırpıntı (1924), Şeytan Diyor ki (1927), Fâzıl Ahmet (Seçmeler) (1934). Ayrıca çeşitli gazete ve dergilerde eğitim, psikoloji, felsefe v.s. konularında yazılar yazmıştır! Eğitim hakkındaki görüşleri: Fâzıl Ahmed gerek ikinci Meşrûtiyet devrinde, gerekse daha sonraki bütün hayatı boyunca eğitim üzerine birçok yazılar yazmış olmasına rağmen, esas olarak belli bir akımı savunan ve fazla etkili olan bir düşünür değildir. Ancak alelade bir gazete yazarı da değildir. Hiç olmazsa çağdaş eğitimin Türkiye'de önde gelen tanıtıcılarından olmuştur. Kendisinin iki büyük uğraşısı vardı: Edebiyat ve eğitim. Fâzıl Ahmed Bey'in İkinci Meşrûtiyet döneminde yayınlanmış yazılarına dayanılarak, eğitim görüşleri kısaca şu şekilde özetlenebilir: “Terbiye, insanda istidat-ı tabiiye ile müessirat-ı hâriciyenin âdeta bir muhassalasıdır”1. Eğitimde çevrenin çok büyük bir önemi vardır. Bu önem ve çevrenin etkisi küçük yaşlardan büyük yaşlara doğru gittikçe azalır. Onun için özellikle ilköğretim kademesi ve o kademede de binadan öğretmenin kişiliğine kadar her şey çocuğu alabildiğine etkiler. İkinci Meşrûtiyetin ilânından beri hemen bütün basın eğitim konusunda alınacak önlemlerle doludur. Ama buna rağmen okulun, eğitimin ne olduğu hâlâ anlaşılamamıştır. Yalnızca ülkenin eğitim düzeninin bozuk olduğu, yeni bir eğitim düzenine ihtiyacımız olduğunu anlayabildik. Durumumuz şuna benziyor: Denizde 1 Fâzıl Ahmed, “Mekâtib-i ibtidaiyede terbiye-i bediiye” Terbiye Mecmuası, l/l(1330), S.12. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 122 ~ müthiş bir fırtınaya yakalanmışız, felâket içinde olduğumuzu anlayıp feryat ediyoruz. Bizi kurtaracak bir kaptan yok, gücümüz yok. Gürültü o kadar fazla ki, bu işten anlayıp bazı Öneriler getiren adamların sesi de boğuluyor. Duyup bir şey anlayamıyoruz. Hükümetlerin sık sık değişmelerinde, eğitim sorunlarımızın çözümlenmemesinin, aksamasının önemli bir sorumluluğu vardır. Bizde eğitim yalnız anlaşılmamakla kalmadı, bazılarının idrakine de -fotoğraf camındaki gibi- ters aksetti. “Tûbâ Ağacı Nazariyesi” çıktı. Sonra başka nazariyeler işitildi1. Maarifte asıl önemli olan eğitimdir (“terbiye”); öğretim (“tedrisat”) daha sonra gelir. Oysa bizde tamamen tersi anlaşılıyor2. Eğitimin ruhuna inmek gerekir. Eğitimin ruhu, özü program değiştirmek değildir. Oysa İkinci Meşrûtiyet’ten önce de sonra da hep eğitim= program sanıldı. Eğitimde yapılacak iyileştirmeler hep program değiştirme çizgisinde kaldı. Doğal olarak bundan da bir sonuç alınamıyor. Eğitim düzenleri kötü bütün ülkeler -bu arada Fransızlar bile eğitim reformunu hep bir program sorunu olarak ele alıp devamlı bir “fasit daire” içinde dönüyorlar. Eğitim düzeninin iyileştirilmesinde ve geliştirilmesinde programlar önemli bir rol oynar; ama her şey buna bağlanmamalıdır3. Ülkemizde eğitimin amacı iyi belirlenmelidir. “Ati için cidden zîhayat ve faal bir nesil yetiştirmeliyiz”4. “Adam” yetiştirmeliyiz. Çağın çeşitli bilimsel gereklerine uygun olarak yetiştirilmiş pek çok “adam”a ihtiyacımız vardır. Bu bakımdan bugünün gençliği ve gelecek kuşakların eğitimi bizim için çok önemlidir5. Rousseau'nun (1712-1778) dediği gibi, eğitimin ilk görevi, insanları önce insan yapmaktır. Temel budur. O insan daha sonra ne olacaksa olur. Bu bakımdan eğitim de iki kademelidir: 1. Temel eğitim (“Terbiye-i esasiye”); 2. Meslekî eğitim (“Terbiye-i meslekîye”) 1 Fâzıl Ahmed, “Mekâtib-î tâliye hakkında I”, Sabah, 9 Haziran 1913. Fâzıl Ahmed, “Terbiye ve tedrisat”, Tanin, 30 Mart 1911. 3 Fâzıl Ahmed, “Terbiyede inkılâp”, Sabah, 12 Mayıs 1913. 4 Fâzıl Ahmed, “Terbiye ve ehemmiyeti”, Tanin, 19 Mart 1910. 5 Fâzıl Ahmed, “Adam ihtiyacı ve terbiye”, Tanin, 25 Aralık 1909. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 123 ~ İnsanı önce insan yapacak olan birinci kademe eğitim, ilk ve ortaöğretim sırasında iken verilir. İlk ve ortaöğretimde uygar ve millî bir eğitime önem vermelidir1. Ortaöğretim gençlere, gelecekteki çeşitli durumlara uygun yetenek ve güçler kazandırıcı olmalıdır. Bu dönemde her dersin öğretim amacı sağlam olarak belirlenmelidir. Ortaöğretim sırasındaki gençlerin bunalımlı durumları da göz önüne alınmalıdır. Bu kademede okula ziraî, ticarî ve sınaî eğitim de sokulmalıdır. Kısaca ortaöğretim kademesinde Amerika'nın “High School”ları “bizim için pek şâyân-ı iktibas bir teşkilâta maliktir”2. Aslında meslekî eğitim yükseköğretim kurumlarında verilir ama ortaöğretim sırasında bunun temelleri atılmalıdır. Hazırlıklarını yapmalıdır. Gençlere eleştirici ve bilimsel bir ruh kazandırmalıdır3. Bizde ilmin ruh ve tabiatı bilinmiyor. Fennî bir eğitimden geçmemiz gerek. “Esprit scientifique” (bilimsel zihniyet) ve “esprit critique” (eleştirel düşünce) bizde henüz yok. Fikrî tartışmalara, düşünce özgürlüğüne, ilmin bağımsızlığına alışık olmalıyız. Okullarımız daha küçük yaştan itibaren bu hür ve tenkitçi düşünmeye alışık olmalıdırlar4. Okul binaları ve okul sağlığı da eğitimde çok önemlidir. Hattâ bunlar öğretmenlerden ve programlardan daha önde gelir5. Okulların sayısı kadar mükemmeliyeti de önemlidir. Okul, gerekli her şartı bulundurduktan sonra açılmalıdır. Hele özel okulların kurulması sırasında okulun yerine, sınıf, temizlik, aydınlatma durumlarına v.s. çok dikkat edilmelidir6. Milletin kaderinde, toplum ahlâkı zekâdan daha önemlidir. Bir milleti, bir devleti yalnız zekâ eserleri yaşatmaz. Ahlâk da çok gereklidir. Toplumun genel ahlâkı, kişilerin tek tek ahlâklarına bağlıdır. Onun için kulda ahlâki eğitimin büyük bir önemi vardır. Bu anda bizim için Meşrûtiyetin kurulmasından daha önemli olan, 1 Fâzıl Ahmed, “Aksamı Terbiye”, Tanin, 24 Mart 1910. Fâzıl Ahmed, “Mekâtib-i tâliye hakkında II”, Sabah, 5 Haziran 1913 3 a.g.m. Fâzıl Ahmed, “Yine terbiye bahsi”, Sabah, 1 Mayıs 1913. 4 Fâzıl Ahmed, “Muallimler ve Felsefe”, Sabah,7 Mayıs 1913. “İbtisar ve muhakemede zaaf, Sabah, 20 Nisan 1913. 5 Fâzıl Ahmed, “Mekâtib-i tâliye hakkında III”,Sabah, 12 Temmuz 1913. 6 Fâzıl Ahmed, “Mekteplere dair”, Tanin, 2 Mayıs 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 124 ~ Meşrûtiyete lâyık adamlar yetiştirmektir. Bunda ahlâkî eğitimin; ahlâkî eğitimde de hem ailenin hem de okulun pek çok görevleri vardır1. 1 Fazıl Ahmed, “Terbiye-i ahlâkiye”, “Tenkîd” dergisi, 3(5 Mayıs 1326), S,41-44. “Terbiye-i ahlâkiye ve kadınlarımızın vazifesi”, Tanin, 27 Eylül 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 125 ~ 3.3. İŞ OKULU AKIMI “İş”, insan hayatında ve düşüncesinde tâ ilk çağlardan beri önemli bir yer almasına rağmen, bir eğitim ilkesi olarak kabul edilmesi çok sonraları, ancak endüstrileşmeden sonra olabilmiştir. İş'in eğitime uygulanmak istenmesi Rönesans’tan itibaren ortaya çıkmaktadır. Sosyal Ütopyacılardan başlayan akım, endüstri devriminden sonra liberallerde “iş eğitimi” şeklinde, sosyalistlerde de “üretim okulu” (ya da “politeknik okulu”) şeklinde gelişmektedir1. “İş okulu” akımı, 20. yüzyıldaki reform akımları içinde de en merkezî, en yaygın ve en verimli olan bir akım olmuştur. Bu akım da, diğer çağdaş eğitim akımları gibi, geleneksel okullara karşı çıkmaktadır. İş okulu çocuğun kendi kendine faal olmasını gerçekleştirmeyi istemekte, ezber şeklindeki pasif-alıcı eğitim biçimine karşı çıkmakladır. Okullarda verilecek bilgilerin içeriğinin hayattan ve hayatın gereklerinden alınmasını istemektedir. Bu akımın mensuplarına göre öğrenciler zihnî alanda olduğu gibi, el işi alanında da faal olmalıdırlar. İş, çocuğun aktifliğini ve kendiliğinden faaliyetini sağlayan en uygun bir vasıtadır. İkinci Meşrûtiyet döneminde Türk eğitim düşüncesinde de öz olarak iş eğitimini savunmuş bazı eğitimciler vardır. 3.3.1. EDHEM NEJAD Hayatı: Doğum tarihi tartışmalıdır. 18822 veya 1887'de3 İstanbul'da doğmuştur. Üsküdar İdadisini bitirdikten sonra Ticaret Mektebi'ne girmiştir. İkinci Abdülhamid 1 Aytaç, Kemal, Çağdaş Eğitim Akımları (Yabancı Ülkelerde). Ankara: A.Ü.Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi yay. 1976. S.79 v.d. Aytaç, Kemal, Politeknik Eğitim Reformları. Ankara: A.Ü.Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi yay. 1979. Burger, Eduard, İş Pedagojisi, (Çev.:H.Fikret Kanat), Ankara: MEB Basımevi 1976. 2 Tonguç, İsmail Hakkı. Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü, İstanbul 1952. S.135. Tuncay, Mete. Türkiye'de Sol Akımlar 1908-1925), Ankara 1967, S.111. 3 Sayılgan, Aclan, Türkiye'de Sol Hareketler, Ankara'1972. S.150. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 126 ~ döneminde gazetecilik yaparken Avrupa'ya kaçmış, İkinci Meşrûtiyet ilân edilinceye kadar Fransa ve Amerika'da kalmıştır. Meşrûtiyetin ilânından iki ay sonra İstanbul'a döndü1. Manastır Dârülmuallimini Müdürlüğüne atandı. Balkan Savaşı'nda Sırplara esir düştü. Oradan kaçarak İstanbul'a geldi. Önce Bursa Dârülmuallimin Müdürlüğüne ve oradan da terfien İzmir Dârülmuallimini Müdürlüğüne getirildi2. 1913 yılında kurulan “Türk Gücü”nün çalışmalarına aktif olarak katılmıştı3. 1914'de de Harbiye Nezareti’nin İstanbul-Maltepe'de açtığı İzciler kursuna katıldı4. Savaş çıkınca Maarif Müdürlüklerinde çalıştı. Menteşe, Eskişehir, Adana ve İzmir Maarif Müdürlüklerinde bulundu. Eskişehir Maarif Müdürü iken “şark ve garp cephesinde gönüllü askerliğini” yapmıştır. Maarif Nezareti Neşriyat Dairesinde görevli iken 1917'de Türk Ocaklarının yardımı ile Almanya'ya gönderildi. Orada öğretimden ziyade sosyalist hareketlere katıldı. İstanbul'dan bursu kesilince çalışmalarını daha da şiddetlendirdi. 1918 yılında Almanya'da “Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası”nı kurdu. Aynı Parti 1919'da Türkiye'ye döndüğünde İstanbul'da da kuruldu. Parti 1919 seçimlerine katıldı ama hiç bir varlık gösteremedi. Daha sonra Samsun Maarif Müdürlüğüne atandı ve oradan Rusya'ya kaçtı. 1921'de Bakü'de yapılan “Türkiye İştirakiyyun Fırkası Kongresi”ne Anadolu ve Eskişehir temsilcisi olarak katıldı. Aynı yıl Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti'nin daveti üzerine Ankara'ya gelirlerken, 28-29 Aralık 1921'de Trabzon'da arkadaşlarıyla beraber öldürüldü. Eserleri: A) Kitaplar: Mektepçilik: Manastır'da iken yarısına kadar bastırdığı bu kitap, şehrin işgali sırasında Sırplar tarafından yakılmıştı. Eser 1330 yılında İstanbul'da tekrar basılmaya başlandı. Ancak burada da Savaş, kitabın basımını engelledi. Ancak 9 forması basılabildi. Yiğit Türkler (Terbiyevî hikâyeler), İstanbul. 1329. Çiftlik Müdürü (Terbiyevî hikâyeler), İstanbul. 1329. Türklük Nedir ve Terbiye Yolları, İstanbul, t.y. (1329 veya 1330 olabilir). Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı. İzmir. 1331. 1 Edhem Nejad, Türklük nedir ve Terbiye Yolları, İstanbul t.y. S.27. Yeni Fikir, 111/21(1330). kapakta. 3 “Türk Gücü”, Yeni Fikir, 11/11(1329), S.337-340. 4 Ahenk (İzmir), 2 Temmuz, 17 Ağustos 1914. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 127 ~ B) Sorumlu müdür olduğu dergiler: Terbiyevî Yeni Fikir: 1911de Manastır'da yayına başlamış, Balkan Savaşı dolayısıyla bir ara yayınını durdurmuş, sonra tekrar İstanbul'da çıkmaya başlamıştır. Ancak 22 sayı çıkabilmiş. Birinci Dünya Savaşı çıkınca yayınını durdurmuştur. Toprak: Mart 1329 - Haziran 1330 tarihleri arasında, İstanbul'da 21 sayı olarak çıkmıştır. Kurtuluş: 1919'da İstanbul'da 5 sayı olarak çıkmıştır. C) Yazılarının yayınlandığı süreli yayınlar: Neyyir-i Hakikat, Tanin, Yeni Fikir, Toprak, Türk Yurdu, Muallim, Sırat-ı Müstakim, Tasviri Efkâr, Siper-i Saika, Kurtuluş, Terbiye, Ziraat ve Ticaret Gazetesi v.s. Eğitim görüşleri: Eğitimin Amacı: Edhem Nejad'da eğitimin amacı çok önemli bir yer tutar. Ona göre İkinci Meşrûtiyet dönemindeki eğitim tamamen amaçsız, idealsizdir. Okullarda verilen eğitim çocukları rahatlığa ve tembelliğe sevk etmiştir. Çocuklar okuduklarından hiç bir şey anlamayarak zavallılığa mahkûm olmuşlardır. Ülkenin çıkarları bir yana, kendi çıkarlarını bile düşünemez bir duruma gelmişlerdir. Hür yaşayamaz bir durumda olup, bir koltuk değneğine ihtiyaç duymuşlardır. Herkesin temiz bir iş, bir memurluk araması, fena bir eğitimin sonucudur. Eğitimin amacı olarak sınavlarda başarmak, sınıf geçmek, memur olmak ilkeleri benimsenmiştir: yoksa bir şey öğretmek, toplum içinde yaşamak ilkeleri değil1. Okullarımız, çocukları ezmektedir. Bütün çocukluk, oyun ve gelişme çağımız korkunç odalarda geçiyor2. “Bizim mekteplerimiz, birçocuklar hapishanesidir.” Bizi oturtmaya alıştırmışım “Bendeniz nâçizleri, kulunuz” dedirtmiştir. Sınıflar kördür. Eğitim için mutlaka sınıflara ihtiyaç yoktur. Tabiata çıkmalıdır. Bilinçsiz, nazlı, çok uslu, sessiz sedasız oturan pinekleyen çocuklar sümsük, aptal, beceriksiz olurlar. Bunların yerine oynayan, haşarı, şeytan, ateşin çocuklar yetiştirmelidir. “Adam” 1 Edhem Nejad, “Terbiye-i Fikriye”, Sırat-ı Müstakim, 6(1326), S.360. Edhem Nejad, “Terbiye-i bedeniyeye nasıl ehemmiyet veriyorlar?.. Bizde Avrupa'da”, Yeni Fikir. 1/3(1327), s.70. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 128 ~ olacak, bunlardır1. Oysa bizim halkımız gibi, okullarımızdaki bütün gençliğimizde “elîm bir uyuşukluk” var. Oynamak, bağırmak, zıplamak v.s. gayet serbest olduğu halde bunları yapan gençler gene de yok2. Okullarımızla beraber toplumu, aileyi de canlandırmak gerekir. Çünkü bunlar canlanmazsa okullardan hiç bir sonuç alınamaz3. Eğitimin amacı, okuma-yazma öğretmek değildir. Okuma-yazma-bilmeye, öğrenmeye, uygar dünyada yaşamaya faydalı olan bir araçtır. Düşünebilmeye, muhakeme etmeye lâyık bir meziyet verir. Kişiyi, insan topluluğu içinde mutlu yaşayabilmek, iş yapabilmek için hazırlar4. Eğitimin amacı, çağdaş hayatın amacına bağlıdır. Bugün hayatın amacı ziraat, ticaret ve sanayi olmuştur. Eğitim ve öğretim genellikle bu konular üzerinde olmalıdır5. Çocuk bu konularda kendi girişkenliği (“teşebbüs-ü şahsî”) ile yaşayabilmelidir. Edhem Nejad, şimdiye kadar eğitimde görülen bütün aksaklıkları eski devre yükleyerek savunma yapılamayacağını belirterek “Bunları devr-i sabıkın kabahati olarak kabul edelim. Ama bundan sonra devr-i sabık yoktur”6 diyerek gelecek için hazırlanmayı öğütlemektedir. Kur'ân-ı Kerim, “insan herşeyi kendi çalışmasından beklemelidir”7 diyor. Edhem Nejad buradan hareket ederek eğitimin amacı “hem kendini, hem de hemcinslerini müteneam etmek ve teşebbüs-ü şahsî sahibi adamlar yetiştirmektir” diyor. Çocukları girişken yetiştirmek bugün Alman, İngiliz ve İsviçre okullarında eğitimin temelidir. 1 Edhem Nejad, “Mekteplerimizde canlı, âteşin hayat isteriz”, Yeni Fikir III/14 (1329), S 426428. 2 Edhem Nejad, Mektebçilik, İstanbul, 1332, S.6-9. 3 a.g.e., S.10, 4 Edhem Nejad, “Terbiye-i Fikriye”, S.359 5 a.g.e. S.360. 6 a.g y. 7 Kur'ân-ı Kerim, LII/39. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 129 ~ İngiltere ve Amerika'nın yeni okulları (“New School”) Edhem Nejad'ı çok etkilemişti. Bu okulları tek tek “Yeni Fikir”de tanıtırken şöyle diyordu1: “Terbiyenin maksadı, çocukları asrın hayat ve revişine büyük bir serbestlik ve istisna ile alıştırmak; terbiyenin vesaiti ise çocuğun ahval-i ruhiyesinin tecellisine, yaşamasına sebep olan kavanin-i labüyeyi daima hesap etmektir.” Edhem Nejad, bütün İkinci Meşrutiyet dönemi boyunca, çocukların çağa uygun yetiştirilmesi hakkında yetkili ve görevlileri işbaşına çağırmıştır. Trablusgarb ve Balkan savaşları çıktıktan sonra aşırı derecede milliyetçi olan Edhem Nejad, artık eğitimin amaçları arasına milli benliğimizin, Türklük ve İslâmlığımızın anlatılmasını da katmıştır2. Rumeli bozgunu, Osmanlı aydın zümrelerini en çok etkileyen olaylardan biri olmuştu. Bunun en açık etkileri de eğitimcilerde ve eğitim alanında görülmektedir. Çünkü bozgunu hazırlayan, ordulardan çok Osmanlı ve Balkan Devletlerinin öğretmenlerinin çalışmaları olmuştu. Bozgunun suçu, Çatalca'ya kadar çekilen orduya yüklendiği kadar eğitim sistemine de yüklenmişti. İşgal altında kalan yerlerden gelen öğretmen ve öğrencilerin anlattıkları bunda çok etkili olmuştur. Edhem Nejad da Balkan bozgunundan sonra millî savunmaya ve Türklüğe alabildiğine önem vermiştir. Ona göre; gençlerimiz bugüne kadar milliyetsiz, ruhsuz, avare yetişmişlerdir. Kafaları bilgiyle, fikirle dolu, kansız, hissiz, uyuşmuş adamlar yetiştirmişlerdir, memur yetiştirmişlerdir. “Bu sekim ve kokmuş usul-ü terbiyemize artık nihayet verelim.” Bakanlığın eğitimde bir ülküsü, amacı programı yoktur. Rumeli'yi okullarımız kaybetmiştir. Okullarımıza lanet ediyorum. Öğretmenlerimizi ayıplıyorum. Başka milletlerin üniversite mezunu öğretmenleri köylerde çok az bir maaşla yıllarca çalışırken, bizim öğretmenlerimiz 50-100 kuruş fazla maaş alabilmek için devamlı yer değiştirmişlerdir. Okullarımızda artık bilgiden ziyade duygu (his) ve milliyete yer vermelidir. Balkan milletlerini okullar, öğretmenler, çeteler yapmıştır. Biz de kendi milletimizi okulda yaratmalı, yetiştirmeliyiz. Bulgar okullarında okunan kitapların hepsi birer bomba mahiyetindedir. Bizde de artık şimdiki “boş kitapları” kaldırmalıdır. Aslında bütün toplumu değiştirmelidir; şair, müzisyen, ressam... Millet vatandan, intikamdan bahsederken bizim sanatçılarımız, edebiyatçılarımız aşktan, güzellikten bahsediyorlar. Böyle devam ederlerse hain olacaklardır. Hemen 1 2 Edhem Nejad, “Yeni Mektepler”, Yeni Fikir, 15 Kânunuevvel 1327, S.4. Edhem Nejad, “Yeni lisan ve tekâmülü”, Yeni Fikir, 11/8(1328), S.329. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 130 ~ bir “Millî Çetecilik Teşkilâtı” kurup, millî savunmaya başlanılmalıdır. Okullarımızda çeteci yetiştirmemiz lâzımdır1. Okullardaki öğretmen ve mubassırlarımız, düzen sağlayan memurlar görünümündedirler. Statükoyu, o hain statükoyu korumaya çalışmaktadırlar. Artık değişmeliyiz. “Dârülmuallimîn kışlaları”nda bir “kin ve intikam ordusu” yetiştirmeliyiz. Artık körü körüne kitap takibi bırakılmalı: jimnastik, gezi, binicilik v.s. ye önem vermelidir. Eğitim, millî vicdanı yaratmaya yönelik olmalıdır2. Eğitimimiz şu anda esassız, dümensiz yürüyor. Arada yürüyor. Eğitimde arada yürüyüş bir şeye yaramaz. Metin adımlarla, hedefi tayin ederek ilerlemelidir. Attığımız kurşunun nereye gittiğini bilmeliyiz. Artık dimağları amaçsız olarak yıllarca ezmemeliyiz. Eğitim, bir silâhtır. Hedefimiz, “millî gayemiz, mefkûremizdir”. Mefkûrenin emirleri, hedefin çeşitli numaralı noktalarıdır. Silâhı iyi kullanmalıyız3. Eğitimin esasları, millî ülküyü yağlayacak şekilde konmalıdır. Millî ülküye uygun bir milli eğitim kurmalıdır4. Gençler gelecek için, millî ülkü için çalışmalıdırlar5. Eğitim, milliyetsiz olamaz. Milletler de ülküsüz olamaz. Türk milletinin amacını belirlerken onun ihtiyaçları, gelenekleri, milliyeti, iklimi, psikolojisi, tarihi, coğrafyası vs. göz önüne alınmalıdır. Avrupa’da bile her millet bir ülkü saptamaya çalışıyor. “Avrupa'nın bir saltanatı da sosyalistlik cereyanını doğdurmaya çalışıyor. Bize böyle Avrupa'dan sirayet etme, onlardan sirkat edilme gayeler lâzım değil.”6 “Biz ne Avrupalıyız, ne garb meşreb ve muaşeretindeyiz. Ne iklim ve arz ve eslaflarımızın tabiî miraslarıyla Latinlerin, Islavların, Cermanların, Anglosaksonların, İskandinavların milletlerini tamamen taklit edebilecek bir haldeyiz.”7 Eğitimin amacı da, programları da milli ülküye göre düzenlenmelidir. Eğitim bütün anlamıyla millidir. Milletin geçmiş ve geleceği eğitimle canlandırılır, eğitimle korunur. Millî ülkünün ayrıntılı olarak belirlenmesi için bir kongre toplanmalıdır. 1 Edhem Nejad, “Müdafaa-i Milliye ve Terbiye”, Yeni Fikir, 11/11 (1329) S.327-333. Edhem Nejad, “Müdafaa-i Milliye ve Terbiye”, Tasvir-i Efkâr, 1 Şubat 1913. 3 Türklük Nedir ve Terbiye Yolları. S 28-29. 4 a.g.e. s.31-32. 5 a.g.e. s.43 6 Edhem Nejad: “Müdafaa-ı Milliye ve Terbiye”, Yeni Fikir, 11/9(1329), S.269. 7 a.g.y. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 131 ~ Millî ülkü “Turan”dır. Bu, çocuğun kafasına tâ anaokullarında, ilkokullarda sokulmalıdır. Okullarda “Turan”ını geniş sahası öğrencilere gayet önemli olarak verilmelidir. Halide Edip Hanım'ın “Yeni Turan”ı bu bakımdan iyi bir örnektir, çocuklara okutturulmalıdır1. Edhem Nejad kendisi de,”Yeni Turan”dakiler tarzında bir örgüt kurmak istemiştir. “İrşâd ve Islâh Komitesi” adını verdiği bu örgüt aracılığıyla fedakâr öğretmenleri toplayacaktı. Bunlar bir misyoner gibi çalışarak çocuklara ziraat, ticaret, hırs, kin, intikam öğreterek “metin bir Türk” yetiştireceklerdi. Genç hanımların da katılacağı bu örgüt hiç bir çıkar gözetmeden köy köy dolaşacak, halkı dünyanın bugünkü durumundan haberdar edecekti2. Yunan “Etniki Eterya”sından ve Balkanlardaki Bulgar kuruluşlarından esinlenerek kurulmak istenen bu örgüt gerçekleşememiştir. Toplumu, fertler meydana getirir. Toplumu yüksek bir düzeye çıkarmak istiyorsak fertleri yetiştirmeliyiz, onları hayat kavgasına hazırlamalıyız3. Fertleri, serbest bir terbiye içinde yetiştirmelidir. Azimli, iradeli, kendi kendine sahip, hür iş adamları olarak yetiştirmelidir4. İnsan herşeyi kendi çalışmalarından beklemelidir. Artık gençler memurluğa değil çalışmaya, iş hayatına hazırlanmalıdırlar5. Artık Fransız Eğitim sistemini terk etmemiz lâzımdır. Almanya veya İngiltere onu kat kat geride bırakmıştır6. Avrupa'yı artık bu iki Devlet idare ediyor, bunlar güreşiyor. Ama İngiltere muhafazakâr, Almanya bütün Avrupa'ya baş eğdirecektir. Cihanı istilâya kalkacaktır. Bu derece gelişmiştir. Eğitimde artık bu ülkelere bakmalıyız7. Çocuk Bahçeleri: Bunlar, ilköğretim öncesi (kable't-tahsil-i ibtidai) okullardır. Görevi, çocuklan okur-yazar hale getirmek ve ilköğretime hazırlamak değildir. Çocukların doğuştan getirdiği ve geliştireceği kabiliyet ve liyâkatların doğal gelişimini sağlamaktır. 1 a.g.m.,S.271-273. Edhem Nejad: “Müdafaa-ı Milliye ve Terbiye”, Yeni Fikir, 111/13(1329), S.396-399. 3 Mektebçilik, S.I4. 4 Edhem Nejad, “Mekteplerimizde canlı, âteşin..”, S.433. 5 Türklük Nedir.., S.43-44 6 Edhem Nejad, “Haricî ticaretimiz ve istihlâk-ı millî”, Toprak, 1/3(1329), S.55. 7 Edhem Nejad, “Almanya ve İngiltere’nin iktisat mesaraası”, Toprak, 1/4(1329), S.67-71. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 132 ~ Buralarda ders okutulmamalıdır. Çocukların zevkine, yeteneğine, içgüdüsüne çekici gelecek çalışmalar yapılmalıdır. Bu bahçeler çocukların madden ve manen normal gelişme ve büyümesini sağlamak için, oyun üzerine kurulmuştur1. Bu arada sohbetler, el işleri, masallar, resim gibi işler de vardır. Fröbel (1782-1852)'in “Kindergarten” adıyla ortaya çıkardığı bu okullara, biz Avrupa ülkelerinden daha muhtacız. Oysa anaokulu öğretmenleri olarak bizde görev yapan Alyans mezunu Musevî kızlarının bir parça okumaktan başka hiç bir meziyetleri yoktur. Bu okullarda ana dili bile öğretilemezken, Fransızca öğretilmeye kalkışılmıştır. Bu ve daha birçok nedenlerle bizde anaokulları iyi yerleşememiştir2. Anaokulları, Türk milletinin geleceğini yetiştiren kurumlardır. Öğretmenleri duygulu, sanatkâr ve görevine bağlı Türk kızları olmalıdır. Bu öğretmenleri yetiştirmek için de hemen bir “ Dârülmuallimat” açmalıdır. Bu “Çocuk Bahçeleri Dârülmuallimatı” diğerlerinden farklıdır. Rüşdiye mezunları 2-3 dönemde (1-1,5 yıl), ancak mutlaka bir Avrupa ülkesinin yardımıyla, gayet mükemmel olarak yetiştirebilinir. İlkokullara önem verirken, Çocuk Bahçelerini de unutmamalıdır3. İlköğretim: “Çocuğa ilk adımını attıran ibtidai mekteptir”. Çocuklar hayat savaşına tâ ilkokuldan itibaren başlamalıdırlar. Çocukları hayat kavgasına karşı, her türlü silâhla donatmaya bu okullardan itibaren başlamalıdır4. İlkokullarda bilgiden çok eğitime önem vermelidir. Çocukların kafası “bakkal defteri gibi” doldurulmamalıdır5. İlkokullar “tedrisat” yeri değil “terbiye” yeridir. Bakanlık çıkardığı geçici yasaya “Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu” adını vermekle konuya tâ baştan yanlış baktığını ortaya koymuştur. Öğretim, eğitimin bir vasıtasıdır. İlkokullar ders okunacak, hele bizdeki gibi öğretim yapılacak bir yer değildir. Balkan Savaşı, ilkokullardaki eğitimimizin ne kadar eksik olduğunu 1 Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.28. a.g.e., s.36. 3 a.g.e., s.31. 4 Edhem Nejad: “Müdafaa-ı Milliye ve...”. Yeni Fikir, 11/9(1329), S.268. 5 Edhem Nejad: “Müdafaa-ı Milliye ve Terbiye”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 1 Şubat 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 133 ~ gösterdi1. İlkokullar çocuklan “hakikî bir hayvan”2, tam bir adam olarak yetiştirmelidirler. Çocukları oynamaya, haşarılığa, şeytanlığa, ateşinliğe alıştırmalıdır3. Çocuklarımız doğuştan iyi, canlı ve yetenekli iken ilkokullar onu faydasız, miskin, kabiliyetsiz bir duruma getiriyorlar. Bütün eğitim sistemimiz ders ve kitaplar üzerine kurulmuştur. Oysa bunlar bir araç, bir âlet olmaktan ileri gidemezler. Üstelik bizdeki gibi, eğitmeyen dersler de çok zararlıdır. İlkokullar, çocuklan kendi kendine hareket etmeye alıştıran okullar olmalıdır. Bizdeki şekilde bir öğretim ve okul, çocuklar için zararlıdır. İlkokullar ve diğer okullar, çocukları hayat adamı olarak yetiştirmelidirler. Bilgi doldurmak yerine gezme-tozma, inceleme, düşünme, karşılaştırma v.s. öğretmeli, alıştırmalıdırlar4. Edhem Nejad, erkeklerle kızların hiç bir hususta ayrılmaması gerektiğini söylediği ilkokulların amaçlarını şu şekilde sıralıyor:5 1. Ahalinin seviye-i irfanını yükselterek onlara bir düşünce ve hassa-i teksif ve tevlid vermelidir. 2. Milliyet hissi telkin edilmelidir. 3. Umûm dersler, malumattan ziyade kabiliyat ve havası, bilhassa iradeyi terbiye etmelidir. 4. Ziraata merbut kılmalı ve köy hayatını medenileştirecek hissiyat ibka etmelidir. 5. Zevk-i tasarruf bahşedilmelidir. 6. Hissiyât-ı insaniyeyi büyütmeli ve mesuliyet hissini vermelidir “İbtidailerden, köylerden başlayan memurluk düşüncelerine nihayet verip, millî mefkûrenin saye-i feyzinde mazhar-ı ittilâ olabilmek ve gayeye doğru ilerlemek için lâzım gelen kuvvetler verebilmelidir.” Bakanlığın ibtidaiye ile rüşdiyeyi birleştirip, ilkokulları altı yıla çıkarmaları çok güzel ve doğrudur. Yalnız biz altı yıllık okullar “ibtidai ihtisas mektepleri” haline 1 “Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu”, Yeni Fikir, 111/17(1329), S.551-552. Edhem Nejat, “Terbiye-i bedeniyeye nasıl,..”, S 70, 3 Edhem Nejat, “Mekteplerimizde canlı...”, S.426 4 Edhem Nejat, “Ders-i terbiye”, Yeni Fikir, 111/18(1329), S.555-561 5 Terbiye-i İbtidaiye Islahatı, s.13. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 134 ~ getirilmelidir. Bu uzmanlaşma son iki yılda olmalıdır Bu, okulun bulunduğu yöreye göre ziraatın çeşitli dallarıyla ticaret, sanayi v.s. alanlarda olur1. Artık uzun öğretimle adam yetiştirecek vaktimiz yok. Pratik adamlar yetiştirmelidir. Eğitimi “ameliyathane ve tatbikhaneler”e kaydırmalıdır2. Edhem Nejad'ın “ihtisas ibtidaileri” olarak önerdiği okullar, aslında Fransızların yüksek ilkokullarıdır (“primaire supérieur”). Edhem Nejad'ın önerdiği bir başka ilkokul tipi “leylî ibtidaiye”dir. Bu yatılı ilkokulların ne memur yetiştirmek, ne de idadilere öğrenci yetiştirmek için açılmayacağını belirten Edhem Nejad, bunların amacı ziraat olmalıdır, “demektedir. Ona göre, zaten bunların bir adı da “Ziraat ibtidaileri”dir. Yatılı ilkokullar, Bulgarların Rumeli'de gayet yaygın olarak kullandıkları bir okul tipi idi. Yatılı bölge ilkokulu niteliği taşıyan, bu okullara, komşu köylerden gelenler de yatılı olarak devam ediyordu. Edhem Nejad, tâ Balkan Savaşı öncesinden itibaren savunduğu bu okul tipi üzerinde gayet ayrıntılı çalışmalar ve plânlamalar yapmıştır. Ona göre, bu okullarda memur ve hademelere gerek olmayacaktı. Her öğrenci kendi işini kendi görecekti. Bir tek aşçı okul için yeterli idi. Okulun harcamaları, öğrencilerin öğleden sonra yaptıkları el işleri ve ziraat uygulamalarından çıkarılacaktı Böyle okullar açmak isteyen kişilere kendilerinin öğretmen bulma yönünden yardım edeceklerini söyleyen Edhem Nejad, okul için şöyle bir program öneriyordu3: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Diniyye, Lisan (Kıraat, Kavaid, Tahrir, Hat), Hesap, Usul-ü Defteri, Ziraat (her yıl haftada en az 3-4 saat). DUrus-u Eşya, Coğrafyayı Osmanî, Tarih-i Osmânî, Malumat-ı Medeniye El İşleri, Resim, Musiki, Jimnastik. Edhem Nejad bu öneriyi, Aydın vilâyeti için hazırladığı “Terbiye-i İbtidaiye Islahâtı”nda da tekrarlamıştır4. Burada öğrencileri, güçleri yettiği kadar ziraat uygulamalarında çalıştıracaklarını (Amerikan ziraat okullarında olduğu gibi), çok çeşitli ziraî alanlarda yapılacak çalışmalarla okulun gelir ve giderlerinin denkleştirileceğini belirterek bir bütçe tasarısı da veriyor. Sonra 1911'deki ders 1 a.g.e. S 24-25 a.g.e. s.26. 3 Edhem Nejad “Köylerde leyli mektepler”, Yeni Fikir, 15 Kânunusâni 1327, S 49-53. 4 Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.31-35. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 135 ~ programını küçük bazı ayrıntı farklılıklarıyla tekrar vererek bu okullardaki el işi derslerinde, bir çiftlikte gerekli olan el işlerinin öğretileceğini açıklıyordu. Kız ilkokulları: Ülkede kızların eğitim sistemi henüz kurulmamıştır. Kız ve erkek okulları hemen hemen aynı programları uygulamışlardır. Bu da kızlarımızı bir süslü hanım olarak yetiştirmiş, bu durum halkı da kızlarını okutmaktan soğutmuştur. Bu eğitim sistemi karşısında halk, kız çocuklarını okula göndermemekte haklıdır. Bu eğitim sisteminden yetişen kızlar iyi bir ev kadını olamadıklarından, kocalarıyla da geçinemiyorlar. Kız okulları, ülkenin ihtiyaçlarına göre, aile hayatına zevk ve saadet verecek bir tarzda kurulmalıdır. “Faaliyet-i iktisadiye daima saadet ve refahı doğurur.” Kadınları aileye yardımcı olacak bir tarzda yetiştirmeliyiz. Bütün kız ilkokullarını (“inas ibtidailerini”) “Ziraat ve Ev Kadınlığı Mektebi” (“Menajeri Mektebi”) haline getirmelidir1. Kadınları ziraat hayatına göre yetiştirecek olan bu okullar, bağımsız bir program uygulamalıdırlar. Yörelere göre farklı bir program yapmalıdırlar. Bazı temel bilgiler ve ev kadınlığı işlerinden sonra halıcılık ve sütçülük üzerine dayalı bir program uygulanmalıdır. Bu kız ilkokullarının öğretmenleri de farklı bir şekilde yetiştirilmelidir. Kız ilkokullarının yanı sıra “Seyyar Kadınlık Mektepleri” de kurulmalı ve bütün ülkeyi dolaşmalıdırlar2. Ortaöğretim: Edhem Nejad Bey, beş yıllık idadilerden rüşdiye sınıfları ayrıldığında, buna karşı çıkmıştı. Ona göre, Bakanlığın 1913'de yeniden düzenlediği idadiler (beş yıllıklar), Fransızların “Primer süperiyör”Ierine (primaire supérieur) benzetilmek isteniyordu. Bu neyse ama rüşdiye öğretiminin kaldırılıp yerine hazırlık sınıfının konması, “İhtiyat Sınıfı”nın açılması bir şeyi değiştirmeyecekti. Edhem Nejad, rüşdiyeler kalktıktan sonra idadiye eklenecek bir yılı da “boşuna zaman ve para sarfı” olarak niteliyordu. Bütün öğretim kademeleri gibi idadiler de “amelî”(pratik) olmalıdır. İdadilerin yeni kurulmak istenen ticaret, ziraat ve sanat şubeleri de böyle bir ameliliği gerektiriyor. Oysa öğretmenlerimiz pratik değildir. Öğretmen pratik değilken, 1 2 A.g.e. s.36. A.g.e. s.40 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 136 ~ öğrenci nasıl pratik olacaktır? Yapılacak eğitim reformlarında, önce öğretmen yetiştirilmelidir. Eğitimin temeli öğretmendir. İkinci Abdülhamid devrindeki idadi ziraat şubeleri uygulanmasından büyük dersler almamız lâzımdır. Alınmazsa bu da öyle olacaktır. Şuradan buradan bulunan kitaplardan, kuru ve tuhaf bir öğretim yapılacak, hiç uygulamaya geçilemeyecektir. Öğretim lafta kalacaktır. Bir eğitim reformuna girişilmeden mutlaka öğretmenleri yetiştirmelidir. İdadilerde açılacak şubeler önce öğretmen okullarında açılmalıdır. Buraya ziraat, ticaret, mühendis okullarından mezun olanlar alınmalı ve yetiştirilmelidir. Avrupa’ya bu dallarda öğrenciler gönderilmelidir. İlk ve orta öğretim kademelerinde eğitim ve öğretim programları birbirine paralel olmalıdır. Öğretmen yetiştiren okullar da bunların programlarına dikkat etmek zorundadırlar. Bu bakımdan ziraat, ticaret ve sanat eğitimi tâ ilkokullardan itibaren başlamalıdır1. Edhem Nejad, Bakanlığın sultaniye düzenlemesine de karşı çıkmıştır. 12 yıllık öğretim süresini “öldürücü, eritici bir tahsil” olarak nitelemiş ve “Türk gençleri buradan insan olarak çıkamazlar” demiştir2. Ortaöğretim alanındaki birçok düzenlemeler hep program düzeyinde kalmış, bazı yeni dersler konmuş, ders saatleri üzerinde oynanmıştır. Oysa programlar uygulanamazlarsa bir şeye yaramazlar. Esas eğitim biçimini, eğitim metodlarını değiştirmek gerekir3. Sultanilerde kaliteli eleman yoktur. “Kapıcılıktan müdür kahvecilikten mürebbi olmuş adamlar vardır.” Hâlâ eski idadilerin miskin, kokmuş hayatı sultanilerden çıkmamıştır. “Tûbâ Ağacı mı nedir, o ?.. İşte o Ağacın derdi sultanileri çok zaman bu âlem-î hercümerc içinde yaşatacaktır”4. Sultaniyeler çok masraflıdır. Bunun karşılığında da çok az ve üstelik cılız, korkak, endişeli, ihtiyar gençler çıkarıyor. Oysa bunlar müdür, öğretmen ve idare memurları yetiştikçe açılması gereken okullardır. 1 “Beş senelik idadiler ne oluyormuş?” Yeni Fikir, III/13(1329), S.423-425. “Sultaniye programı”, Yeni Fikir, IV/17(1329), S.549-550. 3 a.g.y. 4 a.g.y. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 137 ~ Öğretmen Yetiştirme: Edhem Nejad'ın eğitim anlayışının temelinde öğretmen vardır. Kendisi bütün İkinci Meşrutiyet dönemi boyunca Dârülmuallimin müdürlüklerinde bulunmuştur. Onun bu husustaki görüşleri, şöyle özetlenebilir: Bir okulun değeri öğretmeni ile ölçülür. Okuldan önce öğretmen yetiştirmek sorunu vardır. Eğitim çalışmalarına buradan başlamalıdır. Bu günkü mevcut öğretmenlerimizin hemen hepsi, okullardaki disiplini sağlayan memurlardır. Eğitim sorununu çözmek için önemli merkezlerde kışlalar şeklinde öğretmen okulları açmalı, vilâyetlerdeki öğretmen okullarının son iki sınıfları bu kışlalarda okunmalıdır. Öğretmenleri intikam için, bir intikam ordusu yetiştirmeleri için hazırlamalıyız. Bunun için beden eğitimi çok önemlidir. Öğretmenleri silâh kullanma dâhil, tamamen askerce yetiştirmelidir1. Öğretmenlik, servet kazandıran bir meslek değildir. Ama öğretmenler her yerde açıkgöz, akıllı bir sınıftır. Öğretmen fedakâr olmalıdır. Yeni yetiştirilecek öğretmenler sayfalara ve bilgiye bir ölçüde düşman olmalıdırlar. Sınıftan nefret eden, eğitimi tabiatın kucağına çekmek isteyen bir kişi olmalıdır öğretmen. Kırda bayırda çalışmaya, köylü gibi yaşamaya, iş yapmaya alışkın olmalıdır2. Şu anda Osmanlı eğitiminde öğretmenlik kadar karışık bir meslek yoktur. Bunlar kabataslak üç gruba ayrılabilirler: 1. 2. 3. Ehliyetnameli ve hiç bir okuldan yetişmemiş olanlar, Eski Dârülmuallimin ve idadi mezunları, Yeni Dârülmuallimin mezunları. “Çocuklardan, ahaliden faaliyet hissini kaldıran, her şeyi tevekkülden bekleyen milletin i'tilası için lâzım gelen hasaisi yok eden hocaları tebdil eylemekte hiç teenni edilmemelidir”3. Zaten eski ve yeni öğretmenlerin geçinememeleri, eğitimimizde sık önemli sorunlar yaratmıştır. Meselâ 1914 yılı hemen hemen bir “okul isyanları” yılı olmuştur. Bunda eski ve yeni öğretmen çatışmasının önemli rolleri vardır1. 1 Edhem Nejad, “Müdafaa-ı Milliye..”, Tasvir-i Efkâr, 1 Şubat 1913. Türklük Nedir ve Terbiye Yolları, S 36-37. 2 Edhem Nejad, “Muallimlikte saadet var mıdır?”. Yeni Fikir, III/15(1329), S.459-465. 3 Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.5. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 138 ~ Eski öğretmenleri iyileştirmek 2-3 haftalık, bir aylık öğretimle olmaz, bunun hiç bir yararı yoktur. Böyle bir çözümü bir kaç kere de tekrarladık: bu kısa konferans ve toplantıların faydasız olduğunu anladık. Eski öğretmenler takım takım merkeze çağrılarak altı aylık ve bir yıllık “Leylî muallimin dershaneleri”nde eğitilmelidir (Edhem Nejad burada, ordunun eski subayları eğitmek için açtığı kurslardan esinlenmektedir). Yatılı öğretmen dershaneleri, vilâyet merkezlerinde açılmalıdır. Hem ders, hem de eğitimin yapılacağı bu dershaneler için Edhem Nejad şöyle bir program önermektedir2: “Türkçe (Okuma-yazma, Çocuk edebiyatı), Ulûm-u Diniyye, Fenn-i Terbiye-i Etfal ve Usul-ü Tedris, Hendese ve Hesab, Ziraat. Tarih, Coğrafya, Terbiye-i Bedeniye, El İşleri, Resim, Malumat-ı Fenniye. Medeniye ve Kanuniye, Musiki (biraz zordur)”. Eski öğretmenleri bu şekilde düzeltme ve iyileştirmeye çalışırken, yeni öğretmenlere de özen göstermelidir. Onların bilgilerini tamamlamak ve gelişmelerden sürekli haberdar etmek için şu vasıtalarla onları işbaşında ve meslek içi eğitimle yetiştirmelidir: Kitaplar, gazeteler, ziyaretler ve geziler, iyi müfettişler, öğretmen kongreleri...3 Eski ve yeni öğretmen okulları arasında çok önemli ayrılıklar vardır. Vilâyetlerdeki öğretmen okullarının öğretim ve eğitim düzeyleri gittikçe yükseliyor. Buralarda ilim ve fenler, uygulamalarıyla beraber çok güzel öğretilirken; “İlm-i Ruh-u Etfal”, “Pedagoji”, “Tedris ve Terbiye Fenni”. “Tarih-i Hayat-ı Terbiye” gibi öğretmenliğe mutlak gerekli meslek tenleri de öğretilmektedir. Uygulama okulları, izcilik eğitim ve uygulamaları, yeni öğretmenleri gayet mükemmel olarak yetiştirmektedir. Çok okuldan ziyade iyi okul önemlidir. Onun için yeni öğretmen okulları mezunları atanırken bazı şeylere dikkat etmelidir. Meselâ, bunları eski öğretmenlerin emrine vermemelidir, gittikleri yerlere ikişer, üçer kişilik gruplar halinde göndermelidir. 1 Edhem Nejad “Mekteplerde isyan”, Yeni Fikir, III/21(1330), S. 651-655. Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.6-8. 3 A.g.e. s.8-12. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 139 ~ Emir verme yetkisi mutlaka yeni mezunlarda olmalıdır. Bu arada altı yıllık ilkokullar da güzelce kurulmalıdır1. Edhem Nejad Bey, okul binalarının yapımına da çok önem vermiştir. İngilizler ve Almanlar okul binalarını abide tarzında yapıyorlar. Bizim okul binalarımızın da “millî ve bedii bir tarzda” yapılmasını isteyerek “çocuk daha mektepteyken bu mimari ile gururlansın”, demektedir2. Öğretmen Okulu binalarına en büyük önemin verilmesi gerektiğini söylemiş; ancak kendisi bu hususta Batılı uzmanların fikirlerini sıralamıştır3. Öğretmen okullarında verilmesi gereken eğitim konusunda da fikirleri olamayacağını, çünkü bunun tamamen pedagoji bilimi ilkelerine uygun olması gerektiğini belirtmektedir. “Dârülmuallimînlerin terbiyesini şahıs arzu, kanun değil; pek büyük bir fen tayin eder”4. Bu okulların programlarının düzenlenmesi de, pedagoji bilimi ışığında, Bakanlığın görevidir. Edhem Nejad Bey, ayrıntılı bir öğretmen okulu programı üzerinde durmaktan ziyade ziraat, beden eğitimi, müzik v.s. konularının öğretmen okullarında nasıl yer alması gerektiği hakkında özellikle durmuştur. Bir şehrin ortasında yapılan öğretmen okulundan hiç yararlanılamaz. Bugün öğretimde arlık yalnız nazariyat yetmiyor, uygulama mutlaka gerekiyor. Özellikle öğretmen okullarında. Avrupa'da bütün yatılı okullar artık şehirlerin dışına, uzağına yapılıyor. “Gençler, medeniyetin cilve-i tahribinden dağlar, bayırlar, tabiat, mehasın-ı fıtrat ile korunuyorlar”. Bütün cihanı kaplamakta olan bu eğitim biçimine öğretmen okullarımızın da uyması gerekir Edhem Nejad, öğretmen okulu programı bakımından örnek alacağımız en uygun ülkenin Macaristan olduğunu söylemektedir5. Öğretmen yetiştirme hususunda Edhem Nejad'ın önerdiği yeni biçimler şu şekilde sıralanabilir: 1 A.g.e. 63-69. E.N. “Mektep binalarıyla dahilleri”, Yeni Fikir, III/22(1330), S.703-707. 3 Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S 54-59. 4 a.g.e. S.59-60. 5 a.g.e. S.23-24. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 140 ~ A) “İhtisas Dârülmuallimini”: Yüksek ilkokullarda (ihtisas ibtidaileri) öğretmenlik yapacak kişileri yetiştirmek amacıyla kurulmalıdır: Bunlar altı aydan iki yıla kadar değişen kurslar şeklinde olmalı ve bu kurslara 'yeni öğretmen okulu çıkışlılar’ alınmalıdır. Üstelik seçim, en az/bir yıl öğretmenlik yapanlar arasından sınavla yapılmalıdır (Bu okullar Romanya'da vardı ve öğretim süreleri bir yıl idi; Macaristan'da da aynı modeldeki öğretmen okullarının öğretim süreleri iki yıl idi). Bu öğretmen okulunda, uzman öğretmen isteyen bütün dersler okutulmalıdır. Bu okullar öğretmen yetiştirmeden ilkokullara ziraat ve ticaret dersleri koymak yararsızdır1. B) Ana Muallimleri Dârülmuallimatı: Çocuk bahçeleri açılmadan önce bu okul açılmalıdır. Rüşdiye çıkışlıların alınacağı bu okul gayet kısa olabilir. 2-3 dönem bunun için yeterlidir. Bu öğretmen okullarının öğretmenleri hususunda da Almanya, İsviçre, Macaristan, İngiltere veya Amerika gibi bir Batılı ülkenin yardımına muhtacız2. C) Dârülmuallimat: Kız okullarına öğretmen yetiştirmek için açılmaktadır. Programı, herhangi bir idadi programı gibi olmamalıdır. Kız rüşdiyesi çıkışlıların alınacağı bu okul üç yıl süreli olmalı ve şu programı uygulamalıdır3: Nazarî dersler: Terbiye ve malumat-ı diniyye ve ahlâkiye, adab-ı muaşeret, hıfzıssıhha ve çocuk büyütmek, ev idaresi, ev ve çiftlik hesaplarını tutmak, malumat-ı fenniye ve tabiiye ve medeniye, tarih ve coğrafya, bahçıvanlık, tavukçuluk, sütçülük v.s. Pratik dersler; bahçe işleri, tavuklara ve anlara bakmak, dokumak, sütçülük, yemek pişirmek, konserve ve hazır yemekler yapabilmek, dikmek, biçmek ve yamamak, ütülemek, hane tanzim ve tasnifi... Edhem Nejad Bey bu arada bir Konservatuvar kurularak, öğretmen okulu müzik öğretmenlerinin buradan yetiştirilmesini4, öğretmen okullarımızdan bazılarında bir 1 a.g.e., S.26-27. a.g.e,.S.30-31. 3 a.g.e., S.38-39. 4 Edhem Nejad, “Terbiye ve Musiki”, Yeni Fikir, 111/16(1329) S.494-495. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 141 ~ “Terbiye-i Bedeniye Şubesi” açılmasını istemekte1, Sâtı Bey'in Dârüşşafaka'yı bir öğretmen okulu haline getirme girişimini desteklemektedir2. Edhem Nejad'ın önemli girişimlerinden biri de, Avrupa'ya öğrenci gönderilmesini ısrarla istemesinde olmuştur. İkinci Meşrûtiyetin başlangıcından itibaren yoğun bir Avrupa'ya öğrenci gönderme hareketi başlamış, ancak öğretmenlerden Avrupa'ya gitmek isteyenler (Muallim Cevdet gibi) kendi başlarına bırakılmışlardı. Edhem Nejad, öğretmen okulu çıkışlı olup da bir yıl öğretmenlik yapan kimselerden her yıl beş kişinin Avrupa'ya veya Amerika'ya öğretime gönderilmesini, bunların 2-3 yıllık bir öğretimden sonra, ülkede Bakanlığın istediği yerde öğretmenlik yapmalarını istemiştir3. Hattâ evli öğretmenlerin Avrupa'ya aileleriyle birlikte gönderilmesini istemekte, bunların çeşitli yönlerden daha iyi olduğunu söylemektedir. Avrupa'ya öğretmen gönderme işi, 1913'de Ahmet Şükrü Bey'in Maarif Nazırlığı zamanında gerçekleştirilmiştir4. İ9İ3'de Bakanlığın çıkardığı Dârülmuallimin programını beğenmeyen, hem günde altı saatlik dersi, hem de 60 dakika süren bir ders saatini çok bulan Edhem Nejad, bunların öğrenciyi öldüreceğini, öğretimin şimdi açık havaya taşınması gerektiğini belirtmekteydi5. Balkan bozgunundan sonra, öğretmenlerin hiç bir şey yapamamış olduklannın anlaşıldığını söyleyen Edhem Nejad, hakikî inkılâbın yapılabilmesi için, öğretmenler açısından şu öneride bulunuyordu6: “Garb maddî medeniyetinden pay almak istiyorsak Türklüğün seciyesini, mefkûresini tanımak istiyorsak; fedakârlık yapmamız lâzımdır”. Türk, yenilmiştir. Savaş başlamıştır. Millet sür'atle savaşa hazırlanmalıdır. Anadolu Türk'ü bir hiçtir. Ne çiftçilik bilir, ne milliyet. Hukukunu da koruyamaz. Türkü, öğretmenler kurtaracaktır. Genç öğretmenlerin sermayesi fedakârlıktır. Genç öğretmenler ümit ve azimle çalışmalıdırlar. “Islâh ve İrşâd Komitesi” adlı bir örgüt 1 Türklük Nedir ve..., S 36 “Dârüşşafaka'daki içtima”, Yeni Fikir, 111/21(1330), kapak içi. 3 Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.54 4 “Avrupa'ya gidecek muallimin”, Yeni Fikir, 111/17(1329), S.550-551. 5 “Dârülmuallimin programları”, Yeni Fikir, III/18(1329), S.583 6 Edhem Nejad, “Müdafaa-i Milliye ve Terbiye”, Yeni Fikir, 111/13(1329), S.394-399. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 142 ~ kurulmuştur. Burada “fedaî” adlı öğretmenler çalışacaklardır. Örgütün köylere ve kasabalara yolladığı üyeleri, oradaki her şeyi ıslâh etmekle görevlidirler. Milliyet fikrini yayacaklar, kin ve intikam aşılayıp bütün milleti “mefkûre”ye bağlayacaklardır. Yeni ziraat ve ticareti öğretip dünyadan, bugünkü durumdan haberdar edeceklerdir. Gereksiz dinî taassuplardan ayrılacaklardır. Sırtlarına cübbe giyerek, İslâmiyetin güzel kanunlarını anlatacaklardır. Her türlü fedakârlığa katlanarak bir misyoner gibi çalışacak köylü ile bütünleşeceklerdir. Meşrûtiyet bunu yapamazsa, hiç bir şey yapmamış demektir. İkinci Meşrûtiyet devrinin en önemli sorunlarından biri de, hiç şüphesiz öğretmenlerin tarafsızlığı sorunu idi. Sâtı' Bey 1911'de İstanbul Dârülmuallimini'nde dizi konferansların birinde “muallimlik ve siyaset” konusunda öğretmen ve öğrenciler arasına giren günlük siyasetin eğitime çok büyük zarar verdiği üzerinde durmuştu. Edhem Nejad da “bir muallim, bir asker gibi bîtaraf olmalıdır” diyor, ancak bunun hiç bir yerde uygulanmadığından Rusya'daki nihilist, sosyalist ve anarşist öğretmenlerin ihtilâl yapabildiklerinden yakınıyordu1. Ancak bu günlük siyasetin üstünde öğretmenlerin en önemli görevi olarak millî ülkünün milletin her ferdine yayılmasını gösteriyordu. Medreseler: İkinci Meşrûtiyet devrinde İstanbul'da, Rumeli'de Anadolu'da, Rusya'da bütün Türk filemi medreselerin ıslâhıyla meşgul olmuşlar, birçok makaleler, kitaplar, broşürler yayınlamışlardır. Bu Türklüğün İslâmlık ülküsünün bir delilidir. Edhem Nejad bir Türkçü olarak medreselerden daha çok şey beklediğini söylemekte; ancak şimdiye kadar medreselerin bir takım yanlış ve kötü inançları beslemekle müslümanların “zulmet ve tedenni”sinde büyük paylan olmasından yakınmaktadır2. Medreselerin İslâm âlemine yaydıkları en kötü zihniyet tevekkül ve kanaat zihniyetidir. Müslüman toplumunun gerilemesinde bunun çok büyük rolü olmuştur. Medreselerin “nazariyat ve vehmiyâta dayalı” Yunan felsefesine 1 2 Edhem Nejad, “Dârülmuallimin Kongresi”, Tanin, 4 Ağustos 1911. Türklük Nedir ve Terbiye yolları, S.11-12. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 143 ~ bağlı kalması, İslâmî ilimlerin beş paralık değerini bırakamadı. İslâm toplumunun hem kalbini, hem kafasını zehirledi. Medreselerde İslâmiyetten eser kalmadı1. Medreselerin durumu çok ağırdır ve acıdır. “Acıya sade tahammül değil, tedavi etmelidir.” Daha beklenirse kangren olur, bu da bekletilirse ölüm olur. Medreselerimiz, acılarımızın en müthişidir. Türklük medreseyi kurtaracaktır. Medrese Anadolu'yu uyandıracaktır. Anadolu Türkü de maddî ve manevî yönden karanlıkta kalan kardaşlarının imdadına koşacaktır. Amaç, Türk mefkûresidir. Medreselerin bugünkü programları kökten kazınmalı, halleri baştan aşağı değiştirilmelidir. Bu eğitim kurumlan mürşitler, kurtarıcılar yetiştirmelidir. Mürşit, mükemmel bir çiftçi olmalıdır. Ahlâkiyat ve sosyoloji bilmeli, doktor olmalıdır. Öğretmen olmalı, dinin bütün kaidelerini bilen ve uygulayan bir kişi olmalıdır. Musikişinas olmalıdır... Medreseleri ölüme terk edemeyiz. Ama bu eğitim kurumlanmış ıslâh devri de geçmiştir. Bugünkü medreselerimiz ıslâh götürmeyecek kadar köhnedir. Medreseleri yeniden kurmak lâzımdır. İki, üç, dört veya on medreseyi bir araya getirerek yeni medreseler kurmalıdır. Programları yeniden yapılmalı; sosyal, ziraat, tababet, pedagoji, demircilik, dülgercilik gibi şubeleri kurulmalıdır. Türklüğün eğitim yollarından biri eski medreselerdir2. Halk eğitimi: Halk eğitimi ile çocuk eğitimi arasında gayet sıkı bir ilişki vardır. Çünkü çocuğun okul dışındaki sosyal çevresi ve aile, eğitimde çok önemlidirler. Çevre kötü olursa, okulun amaçlarına ulaşması mümkün olmaz. Halkı eğitmek, hem bugün hem de yarıp için çok gereklidir. Halk eğitimi ya doğrudan doğruya ya da vasıtalı olarak yapılır3. Doğrudan doğruya halk eğitimi: 1. Mekteb-i ibtidai müfettişleri köylere yapacakları geziler sırasında konferanslar vermeli, hattâ bu konferansları projeksiyon ve sinemalarla desteklemelidir. 2. Halk Mektepleri:. Köylerde seyyar olarak kurulmalıdır. Ziraat ve sanayi bilgilerinin yanı sıra dinî ve millî duygular da 1 a.g.e,, S.14-15 a.g.e., S.16-20. 3 Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.41-43.. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 144 ~ vermelidir. 15-20 günden üç aya kadar bir köyde kalabilir. Bu okulun derslerinde başarılı olanlara diplomalar verilir. 3. Halk için gece mektepleri: O yerin ilkokul öğretmenine verilen bir görevle açtırılır. Halkın boş zamanlarına denk getirilir. Genellikle ziraat eğitimi üzerinde durulur. Vasıtalı halk eğitimi: Müzik, tiyatro, bahçe, müze, dinî ve tarihî ziyaret, anma törenleri, sergi, koşu, ağaç bayramı, okul bayramı, spor karşılaşmaları, genel yürüyüş ve yolculuklar v.s. aracılığıyla olur. Bu tür eğitim girişimlerinde bütün yetkili kuruluşlar yardımcı olmalıdırlar. Çeşitli konularda küçük kitapçıklar yazmalı ve bunları köylere dağıtmalıdır. “Merkez-i vilâyette halkın terbiyesiyle bilfiil alâkadar Maarif müdüriyetine merbut başlı başına bir büro olmalıdır”.1 Edhem Nejad'ın bu önerisi, ülkemizde bir Halk Eğitimi Müdürlüğü kurulması hususundaki ilk öneridir. - Ziraat ye Ticaret eğitimi: Bugün bütün dünyada bir ülkenin zenginliğini ve zenginlik araçlarım sağlayan ziraat, ticaret ve sanayidir. Medeniyeti bunlar meydana getirirler. Bugün bütün dünya bunlar için çalışmaktadır. Gençlerimiz, milli mefkûremizin yanısıra kazanmayı ve zengin olmayı da öğrenmelidirler. Millî ülkü de bunu gerektirir. Memurlukla, ülkümüze ulaşamayız. Zengin olmak için de girişkenliğe dayalı bir eğitim sistemi kurmalıdır. Amaç memurluk değil; esnaf, sanatkâr, tüccar ve çiftçi olmak, bu işleri sevdirmek olmalıdır2. Ülkemizde “şah meslek” ziraattır. Eğitimin amaçlarında ziraat gayet önemli bir yer tutar. Ülkemiz, ziraat ülkesidir. Eğitimimizin özel amacı da ziraat olmalıdır. Hattâ ziraat bir ülkü, millî ülkünün kesin emirlerinden biri olmalıdır. Ziraat, Türklüğün eğitim yollarından birisidir. Osmanlı ülkesinde ziraat gelişmeden sanayie başlanamaz. Ziraatın gelişmesi de çiftçiliğe bağlıdır. Şu anda ülkenin her kişisi çiftçiliği geliştirmeye çalışmalıdır. Eğitimde çiftçiliğin önemini tâ ilkokul 1 2 A.g.e. s.46. Türklük Nedir ve Terbiye yolları, S.40-45 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 145 ~ kademesinden itibaren göstermelidir. Ziraatı okullara sokmadan önce, bu işi yapacak öğretmenleri yetiştirmelidir. Öğretmen okulları hem nazarî hem de pratik ziraatı, uygulamalarıyla beraber çok iyi bir şekilde öğretmelidir. Hem yüksek ilkokullardaki, hem de yatılı ziraat ilkokullarındaki eğitimin başarılı olabilmesi için en büyük önem, Öğretmenlerin yetiştirilmesine gösterilmelidir1. Bu öğretmen okulları çiftliklerde kurulmalıdır. “Ziraat Öğretmen Okulları” açılmalıdır. Ayrıca bu okullardan çıkanların gidecekleri bölgenin özel ziraî durumuyla ilgili bir uzmanlaşma çalışması yapması gerekir. 4-6 aylık nazarî ve pratik bir kurs bunun için yeterlidir. Bu hususta Almanların subaylarımızı yetiştirmekte uyguladıkları meslek içi eğitim kursları, öğretmenlikte de uygulanmalıdır2. Her köy öğretmeni, mutlaka ziraat bilmelidir. Bunu hem köylülere öğretecektir hem de çocuklara. Özellikle çocukların ziraat öğretimine çok büyük bir önem vermelidir (Amerika örmeği)3. Bugünkü ilkokul programında ziraat bölümü çok mükemmeldir. Ancak buna göre, bunu uygulayacak öğretmenlerimiz çok azdır. Üstelik ilkokul binalarını ve bahçelerini, tarlalarını da mükemmel olarak hazırlamalıdır4. Yalnız erkek okullarında değil, kız okullarında da kadınlarla ilgili ziraî çalışmalar büyük bir yer tutmalıdır5. Bu arada halk eğitimi tarzındaki ziraat çalışmaları daha da önemlidir. Köylerde dolaştırılacak seyyar sinematograf, eğitimden daha etkilidir6. Bu arada askerlere de ziraat dersleri vermek, terhis olduktan sonraki çalışmaları hakkında çok yararlı olacaktır7. Ticaret, ziraatın tamamlayıcısı gibidir. Bu bakımdan ticarete de, onun eğitimine de önem vermelidir. Zaten bu iki kol başbaşa yürümelidir, Biri ilerde, diğeri geride olmaz. Bizde ticaret öğretimi ziraat öğretiminden daha fazla ihmal edilmiştir. Bu hususta hemen ciddi önlemler alınmalıdır. Programlara ticaret dersleri koymalı, 1 Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S.26-27, 31-35. Türklük Nedir ve Terbiye Yolları, S.45-49: 3 Terbiye-ı İbtidaiye Islahatı, S 16-20. 4 a.g.e.S.21-27. 5 a.g.e. S.23-24. 6 Türklük Nedir ve..., S 50 7 Edhem Nejad, “Hayat Mes'eleleri”, Tanın, 25 Mart 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 146 ~ 1,5-2 yıllık Ticaret Okulları hattâ ilköğretim seviyesinde bile ticaret okulları kurulmalıdır1. Jimnastik ve izcilik: Ethem Nejad, İkinci Meşrûtiyet döneminde beden eğitimini anlayarak ve gerçek yönleriyle savunarak, izciliği Türkiye'ye sokan kırın önde gelenlerinden birisidir. Bizde eski öğretmenlerin tembelliğinden yakınan eğitimci, şöyle yazıyor “Aslında okul da, öğretmen de çocuk içindir. Bizde beden eğitiminin gelişmemesinin suçu büyüklerdedir”2. Beden eğitimi hareketi Avrupa'da sanayiin ve modern toplumun problemlerinden zorunlu olarak doğmuştur. Düzensiz ve hızlı şehirleşme hareketi, şehir hareketini ilgilendiren çok kötü sağlık şartlan geliştirdi. Özellikle verem, uygar ülkelerin uzun süre baş edemedikleri bir sorun oldu. Alkol, cinayetler, intiharlar, ahlâk zayıflığı uygar toplumda arttıkça arttı. Bunlara bir yandan tıp, sosyoloji, psikoloji, kriminoloji v.s. gibi bilim dallan çözüm ararlarken, eğitim cephesinde de ilginç gelişmeler oldu. Tatillerde şehir dışına ve kurlara yapılan geziler, genel bir göç haline geldi. Bu iş için dernekler kuruldu (“Colonies- de Vacances”). Bu yalnız Avrupa'da değil, Osmanlı ülkesindeki yabancı ve azınlık okullarında da sık şık uygulanır oldu3. Bu arada İsveç, Alman, İngiliz v.s. adlarla beden eğitimi çeşitleri çıktı. Bunlar için spor salonları yapıldı. Beden eğitimi okul programlarına girdi. Bu hususta yarışmalar düzenlendi. Olimpiyat oyunları başlatıldı. Her yıl gelişmeleri toplayıp yeni sorunları inceleyip değerlendiren beden eğitimi kongreleri düzenlendi4. Amerika'da “cowboys”luk büyük ilgi çekmeye başlarken, İngiliz General Robert Baden Po-Well, sömürgelerdeki İngiliz gençlerinin daha başarılı olabilmeleri için “izcilik” dediğimiz bir hareket (“boy-scout”) geliştiriliyordu5. O sırada çocuklarımızın okul hayatı da, ev hayatı da “karikatür gibi” olduğu için, bu hareketler Türkiye'de fazla gecikmeden yankılandı. Herkes bu tür beden eğitimi 1 Edhem Nejad, “Ziraat mi evvel, ticaret mi ?”, Toprak, l/2(1329), S. 29-31. Edhem Nejad, Terbiye-i bedeniyeye nasıl ehemmiyet veriyorlar”, Yeni Fikir, 15 Şubat 1327. S.70-74 3 Edhem Nejad, “Tatil muhacereti”, Yeni Fikir, 1/4(1328), S.97-104. 4 Edhem Nejad, “Terbiye-i bedeniyeye:..”, S.7O-74. 5 Edhem Nejad, “Robert Baden Povel”, Yeni Fikir, 111/22(1330), S.683-688. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 147 ~ hareketlerinin gerekliliğini savunmaya başladı. Ama çoğu “lâf olsun diye”. Edhem Nejad Bey, bu hususta bilgili ve inançlı bir savunucuydu. Hele Balkan bozgunu bu hareketi hem de askerî çeşnisini de katarak daha da zorunlu hale getirdi. Bizim eski yaşayışımıza çok ihtiyacımız vardır, diyor Edhem Nejad. İzcilik hareketine bakarak, dedelerimizin yaşayışına dönmeliyiz. Göçebe yürüklerimizin hayatına, oymak biçimine dönmeliyiz1. Okullarımızda, çocuklarımızın vücutlarını İsveç jimnastiği ile geliştirmeliyiz. İlmin milleti yoktur. Bütün dünyanın kabul ettiği bu hareketlerin yanısıra, askercilik oyun ve dersleri de verilmelidir. Beden eğitimi öğretmeni, çalışmaları sırasında öğrencilerine milliyet ve kin; intikam duygusunu da aşılamalı, kin ve intikam türküleri söyletmelidir2. Bütün okullarda beden eğitimi, askerlik eğitimi mecbur olmalıdır. Hattâ beden eğitiminden zayıf alan çocuk, sınıfta kalmalıdır. Sınav cetvellerine jimnastik dahil edilmelidir. Beden eğitimi öğretmenlerini de çok dikkatli yetiştirmelidir. Bunların askerî eğitimlerini de ihmal etmemelidir3. Bu arada biniciliğe de büyük önem vermelidir4. Her ülke beden eğitimlerini bir amaca göre düzenlemiştir. Almanlar askerlik, İngilizler spor, Amerikalılar mukavemet v.s. Biz ise bu dersler ve hareketleri sağlık, cesaret, girginlik, moral, askerlik v.s. amaçlarıyla yapmalıyız. Sağlıklı ve sağlam bir nesil yetiştirmeliyiz. Ayrıca kız okullarında da beden eğitimi ihmal edilmemelidir5. Edhem Nejad, H. Lietz'in (1868-1919) “Kır Okulları”na da büyük bir ilgi duymuş, eğitimin bütün noktalarında tabiata yaklaşmak, tabiatla beraber yaşamak, dünyada var olan her şeye geniş bir sevgi beslemek gerektiğini savunmuştur. 1 a.g.m.,S.689. Edhem Nejad, “Dağlı, bayırlı, ovalı, yaylalı olmalıyız”, Yeni Fikir, 111/19(1329), S.587-593. 2 E.N., “Mekteplerde askerlik ve İsveç Jimnastiği”, Yeni Fikir, 111/18-19(1329), S.568572,609-614; 3 Türklük Nedir ve... S.33-39. “Müdafaa-i Milliye”, Tasvir-i Efkâr, 1 Şubat 1913 4 a.g.y. 5 Terbiye-i İbtidaiye Islahatı, S.14-16. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 148 ~ Bunun için birçok okulları kırda kurmalıdır. Şehir okullarını sık sık gezilere çıkarmalıdır. Bu hem sağlık hem anlama bakımından daha verimli olur1. 3.3.2. İSMAİL MAHİR EFENDİ Hayatı: 1869'da Kastamonu'nun Araç kazasında doğdu. Çok faal bir kişiydi. Çalışmaları Pestalozzi'ye (1746-1827) benzerdi. Dârüleytamların kurucuları arasındaydı ve uzun yıllar hu kurumun Genel Müdürlüğünü yaptı. 1908'den sonra İstanbul Dârülmuallimini müdürü oldu. Sonra Kastamonu mebusu olarak Meclis-i Mebusan'a girdi. Uzun yıllar Meclisin en faal üyelerinden biri olarak çalıştı. Bu arada Dârülmuallimat ve Mekteb-i Sultani-i İnas müdürlüklerinde de bulundu. 1916'da İstanbul'da öldü. Görüşleri: İsmail Mahir Efendi'nin görüşleri ancak Meclis-i Mebusan'da çeşitli konular dolayısıyla yaptığı konuşmalardan çıkarılmaktadır. Kendisi Meclis'in en devamlı ve en konuşkan üyelerinden biriydi. Hemen hemen her konuda görüşlerini açıklamıştır. Eğitim sorunları hakkındaki görüşleri, kısaca şöyle özetlenebilir: Osmanlı Devletindeki eğitim işleri çok dağınıktır. “Her nezaret aynı zamanda birer Maarif Nezareti'dir”2. Maarif böyle ilerlemez. “Yetmiş tane Maarif Nezareti olmaz!”3. Her Bakanlık kendi işi ile uğraşmalı; eğitim ve insan yetiştirme işlerini Maarif Nezareti’ne bırakmalıdır. Bu toplamadan yalnızca askerî okullar hariç tutulmalıdır. Bütün sivil (“mülkî”) okullar Maarif Nezareti’nin emrinde toplanmalıdır. Meşrûtiyet’ten sonra pek çok memurlar azledilmişlerdir. Şimdi birçok memura ihtiyaç vardır. Memleketi selâmet ve saadete götürecek adam yetiştirmelidir. Artık hükümet kapılarına dilenci yetiştirmemelidir. Metin, haysiyetli, namuslu, her şeye muktedir, dehşetli adamlar yetiştirmelidir4. 1 “Ders-terbiye”, Yeni Fikir, 111/18(1329), S.555-570. “Mekteplerimizde canlı, ateşîn “, S.428-431 “Yeni Mektepler11, Yeni Fikir, 15 Kânunuevvel 1327, S.4 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Temmuz 1330 S 695 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Temmuz 1330 S.735. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Haziran 1330S.309-310. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 149 ~ Eğitim meselesinin asıl ruhu ibtidailerdedir. Bu da bizim ülkemizde bir öğretmen sorunudur. “Maarif demek, muallim demektir. Muallim bulduğumuz anda Maarif ve mektep mevcut demektir”1. Bugünkü gidişle ancak üçyüz yılda köylerimize öğretmen yetiştirilebilir. Her köyde hemen okula kavuşmak isteniliyorsa hemen şu proje uygulanmalıdır: Osmanlı Devleti'nin aşağı yukarı yetmiş sancağı vardır. Yahut ülke yetmiş “mıntıkai maarife ayrılmalıdır. Bunların her birinin uygu yerlerinde kızlara ve erkeklere ait birer yatılı ilkokul (“leylî ibtidai mektebi”) kurulmalıdır. Sonra sancak dahilinde okula ve öğretmene ihtiyacı köylerden birer erkek ve kız çocuğunu alıp bu okullara yerleştirmelidir. Burada, erkek okulunda tamamen ziraat dersleri; kız okulunda da biçki, dikiş, sütçülük, halıcılık v.s. gibi kadınlarla ilgili bir çok meslekler teorik ve uygulamalı olarak öğretilmelidir. Bu ibtidai tahsil dört yıl sürdükten, sonra, çocuklara aynı okulda üç yıl da “Dârülmuallimîn-i ibtidai programı” gösterilmelidir. Sonra bir yıl da mükemmel uygulama gördükten sonra bunlar birer öğretmen olarak mezun edilmelidir. Çocuklar sekiz yıl bu okullarda okurlarken Devlet köylülere de okulu, öğretmen evlerini v.s. yapmayı mecbur etmelidir. Okuldan mezun olan kızlarla oğlanları evlendirmeli, düğünlerini etmeli ve iki lira maaşla geri köylerine göndermelidir. Memnuniyetle giderler. Köydeki numune tarlasının gelirini de bunlara vermelidir. “Bundan başka çaremiz yoktur”2. Böylece on yıl içinde okulsuz köy kalmayacaktır. Bu arada medreselerle Dârülmualliminlere de önem vermelidir. Artık bunlar yeni öğretmen ihtiyaçlarına karşı depo görevini yapacaklardır. Asıl hayat memat meselesi, kız okullarıdır. Bizde genel olarak eğitim ve okumayazma yanlış anlaşılmaktadır. Eğitim yalnız okuma-yazma; okuma-yazma da yalnız 1 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Temmuz 1330, S.697. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Temmuz 1330 S .697-698. Ticaret ve Ziraat Nezareti de Selanik, Bursa, Adana ve Ankara Ziraat Okullarından yetişen öğrencilerin köylere gönderilerek çiftçiliğe dayalı bir ilkokul öğretimi ve aynı zamanda bir halk eğitimi yapmalarını öneriyordu. Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası. No: 309144. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 150 ~ gazete okuma, mektup yazma değildir. Buna erkeklerde olduğu gibi kadınların da eğitiminde dikkat edilmelidir. Meslek öğretilmelidir, hem de bilerek, yaparak1. Vatanın kurtuluşu, ziraatın terakkisine bağlıdır. Osmanlı Devleti Avrupa ile san'at yönünden rekabet edemez. Ancak ziraat yönünden rekabet edebilir. Her vilâyet merkezinde “Amelî Ziraat Mektepleri” açılmalıdır. Ama ziraat yalnız uygulamalarla meydana gelmez (“İlimsiz amel olmaz”). Uygulama öğretimi, teorileri ile beraber yapılmalıdır2. İstanbul, okullar bakımından çok önemlidir. Devletin kalbi orada atar. Genellikle her yeni okul önce İstanbul'da kurulur. Bu şehirdeki yükseköğretim öğrencilerinin ev ve yemek durumları çok kötüdür. Hattâ medrese talebelerinden daha kötüdür. Öğrencilerin halkın arasına katılmaları, ilişki kurmaları iyi değildir. Emrullah Efendi'nin Bakanlığı sırasında yaptırılması kararlaştırılan ama bir türlü yaptırılamayan “Dârü't-Tüllâb” (Öğrenci yurdu) sorunu ciddiyetle yeniden ele alınmalıdır3. Avrupa'dan gelen öğrenciler “dehşetli” bir sınava tabi tutulmalıdır. Avrupa'ya öğrencilerimizi “Japon usulü dairesinde” göndermeliyiz4. Memleketi mesut edecek okullar Ziraat, Sanayi ve Mühendis okullarıdır. Bunların üçü birden göz önüne alınarak ıslâh edilmelidir. Dârülfünun'dan sayılması gereken bu okullar için Avrupa'dan öğretmen getirtmelidir. Bunlar hem şube ve hem ders programı bakımından genişletilmelidirler5. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, a.g.y. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi. (1327), S.2651. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Haziran 1330 S.309-310. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Temmuz 1330, S.697. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S. 696. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 6 Temmuz 1330, S.871. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 151 ~ 3.3.3. ALİ FERİT BEY Hayatı hakkında fazla ayrıntılı bilgi bulunamamıştır. Öğrenimini Fransa'nın Nancy kentindeki Matiyö dö Dumbal Ziraat Ameliyat Okulunda yapmıştır1. 1909'de Alasonya Mekteb-i İdadisi müdür yardımcısı idi. 1910'da ise Manastır Dârülmuallimini Ziraat ve Ulûm-u Tabiiye öğretmeni olarak çalıştı. Alasonya'da düzenleyemediği Ağaç Bayramını Manastır'da düzenledi2. Balkan bozgununa kadar Dârülmuallimin’de kaldı. Sonra Edirne Sanayi Mektebi müdürlüğüne atandı3. Balkan ülkeleri ve Avrupa'nın pekçok sanayi okullarını gezip incelemişti. Edirne'nin de düşmesi üzerine Bursa Dârülmuallimin müdürlüğüne ve ziraat öğretmenliğine atandı4. Maarif Nezareti Tedrisat-ı İbtidaiye programındaki ziraat bölümünü kendisi düzenlemişti. Daha sonra 1914'de Samsun Dârülmuallimini müdürlüğüne atandı5. Savaş yıllarında ne yaptığı hakkında bilgi bulunamadı. Ancak Toprak dergisinin Cumhuriyet döneminde çıkan sayılarında (1340) gene ziraat üzerine yazılar yazıyordu. Ayrıca Cumhuriyet döneminde İstanbul Sanayi Müdürü olduğu da bilinmektedir. Eserleri: Arıcılık, İstanbul 1329; Amelî Bahçıvanlık, İstanbul 1329; Yoğurtçuluk, 2. baskı, İstanbul 1329; Eşya Dersleri, İstanbul 1329. Özellikle Toprak ve Yeni Fikir olmak üzere bazı dergilerle İkdam, Ziraat v.s. gazetelerde kısa yazıları yayınlanmıştır. Ali Ferit Bey'in İkinci Meşrûtiyet dönemindeki eğitim görüşleri üç ana dalda incelenebilir: 1) Mesut Köy Tasarısı. Balkan bozgunundan sonra Rumeli'den gelen göçmenleri yerleştirmek hükümet için büyük bir sorun olmuştu. Osman Ferit Bey bunların 1 A. Ferit. “Matiyo do Dumbal Ziraat Ameliyat Mektebi”, Toprak, 1/2(1329) S.272,1/5(1329) S.89-92. Neyyir-i Hakikat, 10 Temmuz 1326. 2 “Dârülmuallimin Ağaç Bayramı”, Neyyir-i Hakikat, 10 Temmuz 1326. 3 “Müessisimiz A. Ferit Bey”, Yeni Fikir. 3/17(1329), S.552-553 4 Yeni Fikir Gazetesi. 3/21 (1330), kapak içi. 5 Edhem Nejad, Terbiye-i İbtidaiye Islâhatı, S. 19. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 152 ~ Anadolu'da rahat ve verimli bir şekilde yerleşmelerini sağlamak için bir köy plânı hazırlamıştır. Köy, bir doktorun belirleyeceği yüksek, havadar bir yerde olmalıydı. Ana sokaklar 20, ikinci derecedeki sokaklar 12 metre olacaktı. Her parselde dört ev, bir ahır, gübrelik v.s. olacaktı. Köy içinde her evin bahçesi olarak bir ve hayvan avlusu olarak da bir dönüm yer ayrılacaktı. Köydeki her parselin ayrıntılı plânını yapmıştı. Gelişigüzel yerleştirmeye karşı çıkan Ferit Bey'in plânı şu idi1: Dört evin ahırı bir binada duvarlarla ayrılmış şekilde olmalıydı. 1 A.Ferit, “Mesut Köyün Mektebi”, Yeni Fikir, 2/11 (1329), S.341-345. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 153 ~ Mesut Köyün okulu da, çocukların da büyüklerin de faydalanacağı iki katlı bir okul olmalıdır. Alt kat çocuklara, üst kat köylülere ait olmalıdır. Bu üst kat, her türlü toplantı, konferans ve ilân yeri olmalıdır. Mesut köyün okulunda ceza dolabı ve âlet deposu olmalıdır. Bu okulu iyi idare edebilecek mükemmel bir öğretmen de çok gereklidir1. Köylülerin çiftçilik hususunda çok kuvvetli bir demeği, bu derneğin bir kitaplığı olmalıdır, Hemen bütün Bulgar köylerinde bu böyledir. Artık halkın gözünü açmamız gerek; bu, son ümittir. Mesut Köyün öğretmeni “Umumî Konferanslar Cemiyeti”ne üye olmalıdır. Cemiyetin kitaplarını köylülere tanıtmalıdır. Okulun üst katında köylülere sinemalı konferanslar da verilmelidir. Köyde öğretmenlerle imamlar elbirliğiyle çalışmalıdırlar. Böyle olursa köylüler öğretmenin her istediğini kabul eder. Köylülere, işe yarayacak bir eğitim vermelidir. Bu da ancak ziraat kanalıyla olur, “Islâhat” diye başka şeylerle kendimizi aldatmayalım. Anadolu’da ıslahat, yenilik ziraat aracılığıyla olur2. 2- Ziraat ve Ormancılık Eğitimi: Ziraatın ilerleyebilmesi için, her şeyden önce öğretmen okullarını iyileştirmelidir. Çiftçiliğin gelişmesi bu okullarda ziraat derslerinin düzgün ve metoduna göre okutulmasıyla başlar. 1903 yılında Osmanlı okullarının pek çoğuna ziraat dersleri konmuştu. Hattâ bu dersler uzunca bir zaman boyunca da programda kaldılar. Sonra birdenbire de programdan kaldırıldılar. Neden olarak, bu dersten beklenilen faydanın sağlanamadığı ileri sürüldü. Doğruydu. Ama bunun da nedeni ziraat derslerini okutacak öğretmen bulunamaması idi. Ve bugün de öğretmen yok. Ziraat öğretmenleri yetiştirmeye ve programlara ziraat dersleri koymaya acele etmeden dikkatle girişilmelidir. Başka türlü, bir sonuç alınamaz”3. Öğretmen okullarındaki pratik ve nazarî ziraat dersleri, bir düşünce ve iktisat devrimi yapacaktı. Ama öğretmen, okullarına da bu dersi koymadan, bu dersi okutacak öğretmenleri yetiştirmek gerekir. 1 A.g.m. a.g.m. S.342-344. 3 A.Ferid, “Darülmuallimin’lerde ziraat”, Yeni Fikir. 2/9(1329), S.259-260. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 154 ~ Öğretmen okulları ziraat dersi öğretmeni şu şekilde yetiştirilmelidir1. Halkalı Ziraat Mektebi mezunlarından yeteri kadar efendi seçilerek Yüksek Öğretmen Okuluna (Dârülmuallimîn-i Âliye) alınır. Pedagoji ve öğretim biçimlerini öğretmek üzere altı ay veya daha kısa bir süre içinde şu şekilde bir program uygulanır: Ders vermek, ders okutmak, konferansçılık, mektepçilik, numune tarlası, müze, koleksiyonculuk, fennî gezi, ziyaret vs. Bu kurstan başarıyla çıkanı altı ay öğretmen yardımcısı olarak atam ah, şayet başarılı olursa öğretmen okullarına ziraat öğretmeni yapılmalı, istedikleri ziraat âletleri sağlanmalıdır. Ziraat dersleri okutulurken, ilk önce çevrenin ihtiyaçları düşünülmelidir. Önce gideceği yere göre öğretmenin eline kaba bir program vermelidir. Programın ayrıntılarım öğretmen orada tamamlayabilir2. Bu öğretmen, derslerin yanışını koleksiyonlar yapmalı, okul bahçesinde uygulamalar yaptırmalı ve güncel ziraî konularda halka konferanslar vermelidir. Macaristan, hem öğretmen okullarına ziraat dersi koymuştur hem de ziraat okullarına öğretmen sınıfları açmıştır. ABD, İspanya ve Fransa öğretmen okullarında da ziraat dersleri vardır. Gelişmiş ülkelerin hemen hepsi, ilkokullarında çok eskiden beri ziraat dersleri okutuyorlar. İlkokuldaki çocuklara çiftçilik fikri verilmelidir. Çevrenin ihtiyaçlarına göre genel bir ziraat dersi verilmelidir. Bütün ülkede genel bir ziraat programı olamaz. Öğretmen çevrenin imkân ve ihtiyaçlarına göre programları değiştirebilirleridir3. Osman Ferit Bey. Türkiye'ye “Ağaç Bayramı”nı ilk getirip yaygınlaştıranlardan idi. Avrupa ve Amerika'da çok yaygın olan Ağaç Bayramları bizde ilk defa Ali Ferit ve Edhem Nejat tarafından Alasonya kasabasında gerçekleştirilmeye çalışıldı (1909). Oranın idadi müdürü ve yardımcısı hayvanları, bitkileri korumak ve ağaç dikmek için bir cemiyet kurmuşlar, programını da bazı gazetelerde yayınlamışlardı. Ferit Bey, böcekleri öldürtmeye, karga yumurtalarını toplatmaya başlamıştı bile. Ancak cemiyet resmileşemedi. Üstelik kaymakam onları mahkemeye verdi. Sanık sandalyesine oturdular ama beraat ettiler. 1910 yılında iki arkadaş Manastır 1 A.g.y. A.Ferid Bey, Hüdavendigar Vilâyetine göre bir ziraat programı veriyor. a.g.m. S.261-265. 3 A.Ferid, “İbtidai Mekteplerinde ziraat dersleri”, Yeni Fikir, 15 Kanunuevvel 1327, S. 10-13. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 155 ~ Dârülmuallimini'ne atadılar. Hemen bir öğrenci derneği kurarak, halkın da yardımıyla 1910 ve 1911 yılında Osmanlı Devletinin ilk ağaç bayramlarını Manastır'da yaptırdılar. 1912'de savaş dolayısıyla ağaç bayramı yapılamadı, bu arada Edhem Nejat ve Osman Ferit Beyler, ağaç bayramlarının her düzeydeki resmi ve özel okullar tarafın dan millî bir bayram olarak kutlanmasına; bütün okullarda ziraata, ormanlara ve hayvanlara yardım dernekleri kurulmasına; gene bütün okullarda -ziraat derslerinin yanı sıra ağaç dikme zamanlarında orman ve ağaç üzerine dersler, konferanslar verilmesi hususunda Ziraat ve Ticaret Nezaretine bir muhtıra verdiler1. Ziraat Nezareti de yayınladığı genelgelerle bu bayramı resmen kabul etti2. Ali Ferit Bey, Sanayi Mektebi Müdürü iken Edirne'de, Dârülmuallimin Müdürü iken de Bursa'da Ağaç bayramları yaptırdı. Ali Ferit Bey, ziraat derslerinin yanısıra öğretmen okullarına “Ormancılık dersleri” de konulmasını önermiş, bu dersler ilkokullara yayılıncaya kadar da Ormancılık Cemiyetleri, Ağaç bayramları v.s. gibi yollarla ormanları ve ağaçları koruma, yetiştirme bilgisini vermeye çalışmıştır3. 3. Sanayi Eğitimi: Bugün sanayi okullarımızın durumu çok koludur. Burada hiçbir şey öğretilmemektedir. Üretimde bir temel yoktur. Buradaki eğitim boşuna ve körü-körüne bir uğraşıdır. Esastan ayrılınmıştır. Öğrenciler sanatkâr olarak yetişemedikleri gibi sanatı da hiç sevmeden çıkıyorlar. Sanayi okullarından çıkanlar kâtip, muzıkacı, polis, kondüktör v.s. oluyorlar. Sanayi okullarımız ülkenin sanat yönünden gelişmesine hiçbir katkıda bulunmadı. Bu bozukluk tâ eskiden beri görülüyordu. Nafia Nezareti bunun önüne geçmek için bir program hazırlayıp bütün sanayi okullarına gönderdi. Bu, uygulanmasına imkân olmayan yüksek bir programdı. Uygulanamadı ve bir köşede kaldı. O halde ne yapmalı? Millî ihtiyacı düşünüp ona göre hareket etmeli, öğrenci yetiştirmelidir. Sanayi okulları küçük ve pratik sanatkârları yetiştirmelidir. 1 “Ağaç Bayramları Hakkında”, Yeni Fikir, 2/9(1329). S.274-281. Mehmet Zeki, “Ağaç Bayramı”, Yeni Fikir, 3/21(1330), S.666-675. 3 A.Ferid, “Ağaçları Sevelim”, Yeni Fikir, 1/4(1329), S. 104-109. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 156 ~ Devşirme usulüyle öğrenci toplamaktan vazgeçilmeli, okula yalnız rüşdiye mezunları alınmalıdır. Bu okullar milli ihtiyaçlarımıza göre öğrenci ve sanatkâr yetiştireceklerdi ki bunlar da şu şekilde sıralanabilir1: Demircilik, tesviyecilik, çilingirlik, tenekecilik, marangozluk ve doğramacılık, elektrikçilik (usta ve amele), makine ve motorculuk, değirmencilik, çeşitli fabrikaların idareciliği, soğuk havacılık ve konservecilik, sütçülük ve tereyağı makineleri v.s. Şimdi Anadolu’nun ihtiyaçlarını göz önüne almadan kör yollarda yürüyoruz, boşuna kürek çekiyoruz. İhtiyacımıza göre açık bir yol takip etmelidir. Bu okulların amacı halkın ihtiyaçlarıdır. Halkın beğenmeyeceği, alamayacağı şeylerle uğraşmamaları lâzımdır. Ali Ferit Bey, uygulayamayacağımız büyük programlardan yana değildir, Küçük programlarla büyük işler, yapılabileceği kanaatindedir2. 1 A.Ferid, “Sanayi Mekteplerimiz”, Yeni Fikir, 3/11 (1329). S.417-422. A.Ferit. “Memleketimiz Sanayi Mektepleri ne öğretmeli”, Yeni Fikir, 3/16(1329), S.5O2506. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 157 ~ 3.4. GİRİŞKENLİK EĞİTİMİ AKIMI Eğitim tarihinde kaynağını İngiliz Aydınlanmacı görüşünden almaktadır. Özellikle elitçi bir karakter taşıyan bu akım, İngiliz cihan hâkimiyeti mücâdelelerinin ortaya çıktığı şartlar içerisinde baş göstermiştir. Aklın, yeni nesillerde girişken (“müteşebbis”) zihniyetin mutlaka geliştirilmesini birinci plânda ele almaktadır. Bu, en somut şekliyle İngiliz “gentleman” eğitiminde 17-1,8. yüzyıllarda ifadesini bulmuştur. İngiliz imparatorluğunun zayıflaması, çökmesi ve dağılmasıyla birlikle bu da tarihe karışmıştır. Girişkenlik eğitimi akımı Türkiye'ye Fransa'dan “Science Sociale” ekolü aracılığıyla girmiştir. Le Play sosyolojisinin bir dönem Fransa’sındaki temsilcileri Fransız eğitim sistemini beğenmiyorlar, Anglosaksonlarda olduğu gibi çocuklarda kişisel girişkenliği geliştirecek bir eğitim sistemi kurmak istiyorlardı. Bu eleştiriler, Fransız eğitim sistemine bağlı olan Türkiye'de de hemen yankılandı ve aydınlar arasında büyük bir kabul gördü. Bu değişiklik gerekliliğinin eh başta gelen savunucusu Sabahattin Bey oldu. 3.4.1. M. SABAHATTİN BEY (PRENS SABAHATTİN) Hayatı: 1879'da İstanbul'da doğdu. Babası Osmanlı Adliye Nazırlarından Mahmut Paşa, annesi Sultan Abdülmecit'in kızkardeşi Seniha Hanım idi. Babasının konağında özel eğitim gördü. Arapça, Farsça ve Fransızcayı küçük yaşta öğrendi1. İç politik mücâdeleler ve demiryolu imtiyazları v.s. dolayısıyla 1899'da Avrupa'ya kaçan babasına –kız kardeşi ile beraber- eşlik ettiler2. Yurt dışında bulunduğu sürece çeşitli beyannameler yayınladı. Bir ara Mısır Hıdivinin yanında bulundular; ama sonra Avrupa'ya geri dönmek zorunda kaldılar3. 1902 yılında, Paris'te bir evde Birinci Jön Türk Kongresini topladı. Bu Kongrede, “Osmanlı Devletine yabancı müdahalede bulunmaya ihtiyaç vardır” diyen gurubun 1 Kuran, A.B., Osmanlı İmparatorluğunda İnkılâp Hareketleri ve Millî Mücâdele, İstanbul 1965. S.231-233. 2 a.g.e. S.234-235. 3 a.g.e. s.273-276. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 158 ~ liderliğini yaptı. Bu Kongreden bir sonuç alamayınca Malta, İngiltere ve Yunanistan'da İstanbul'a ihtilâl komploları hazırlamakla meşgul oldu1. Ancak başarılı olamadı. Bu arada pekçok yabancı gazete ve dergilerde Türkiye hakkında yazılar yazdı2. 1902'de Paris'te “Teşebbüs-ü Şahsi ve Ademi Merkeziyet Cemiyetini kurdu. 1906'da da “Terakki” dergisini yayınlamaya başladı. 1906'da gene Paris'te toplanan İkinci Genç Türk Kongresine de faal olarak katıldı. İkinci Meşrûtiyetin ilanından sonra 3 Eylül 1908'de babasının cenazesini de alarak İstanbul'a geldi. Ancak İttihat ve Terakki Cemiyeti'yle tâ Avrupa'dayken başlıyan mücâdelesi, yurt içinde daha da şiddetlendi. Taraftarları tutuklandı. 31 Mart olayları sırasında -olayları tertipleyenler arasında sayılarak- tutuklandı, Dört beş gün sonra bırakılmasına rağmen tekrar Avrupa'ya döndü3. Sonra tekrar Türkiye'ye geldi ama bu kez de Mahmut Şevket Paşa suikastında sorumlu görüldü. Cemal Paşa onu 31 Mart olaylarından, Halaskâr Zabıtan Grubu olayından ve Arnavutluk isyanını teşvikten de suçluyordu”4: Gıyaben idama mahkum edildi. O da bir İngiliz resmî kuruluşuna sığınarak tekrar Avrupa'ya kaçtı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti'nin tarafsız kalmasını sağlamak için birçok girişimlerde bulundu5. 1919'da tekrar İstanbul'a geldi, ancak Hilâfet kanunu dolayısıyla tekrar yurt dışına çıktı. 1948'de İsviçre'nin bir köyünde öldü. Eserleri: Teşebbüs-ü Şahsî ve Tevsi-i Mezuniyet Hakkında Bir İzah İstanbul, 1324; 27 teşrinievvel 328 tarihi ile Huzuru Mualla-ı Padişahiye Takdim Edilen Açık Bir Arıza; İttihad ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar İstanbul, 1327; Türkiye Nasıl Kurtarılabilir, İstanbul, 1334. Sabahattin Bey'in Terakki, Revue, Matin, The Times, İkdam, Science Sociale, Serbesti v.s. adlı süreli yayınlarda da pek çok yazıları çıkmıştır. 1 a.g.e. S.326 v.d. Ege, Nezahat Nurettin, Prens Sabahattin Hayatı ve İlmî Müdafaaları. İstanbul 1977. 3 Kuran, A.B. a.g.e. S.463-468. 4 Cemal Paşa Hatıralar ve Vesikalar, İstanbul 1933, S.29-30,32-36. 5 Kuran, A.B. A.g.e. s. 562-564, 580-582. İçtihat, 130(1918), s.2795. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 159 ~ Sabahattin Bey hakkında önemli kaynaklar: A.B.Kuran: Osmanlı İmparatorluğunda Hürriyet Mücâdeleleri, İstanbul 1956; Y.H.Bayur: Türk İnkılâbı Tarihi, cilt II/IV. Ankara 1952; C.O.Tütengil: Prens Sabahattin, İstanbul 1954; C.TanyoI: “İçtimaî monografi hazırlıkları: Prens Sabahattin”, Sosyoloji, 4-5,1949, s.145-175; C.Kutay: Prens Sabahattin Bey, Sultan İkinci Abdülhamit, ittihat ve Terakki, İstanbul 19*4: N.N.Ege: Prens Sabahaddin - Hayatı ve İlmî Müdafaaları, İstanbul 19/7; N. Ş. Kösemihal: “Memleketimizde Tecrübî Sosyolojinin Doğuşu ve Gelişmesi”, Sosyoloji Dergisi, 6,1950, S. 117-133. Genel Görüşleri: Sabahattin Bey, ülkemizin ilk sosyologlarından biridir. Herkesin Osmanlı Devletini kurtarmak için sırf politik tedbirlerle uğraştığı sırada, o daha ziyade sosyal değişmeye dikkati çekmiştir. Rejimin ismini ve kanunlarını değiştirmekten ziyade o. ülkede yaşayan insanları değiştirmemiz gerektiği üzerinde durmuş, temelde fert olarak insanı ele almıştır. “Prens”, hem Abdülhamit yönetimiyle, hem de İttihat ve Terakki yönetimiyle mücâdele etmiştir. Hem inkılâpçı hem de ihtilâlcidir. Her iki rejime karşı da ihtilâl hazırlıkları içerisinde bulunmuştur. Sabahattin Bey, mücâdelenin hemen ta başında İttihatçılarla anlaşmazlığa düşmüştür. Ülkede ihtilâl yaparken çıkarımıza uygun ve demokrat hükümetlerle müdahale konusunda anlaşmalar yapalım görüşüyle Ermenilerle aynı fikri savunmak çizgisine gelmiştir. Bu da Avrupa'daki ve yurt içindeki Türkleri Sabahattin Bey'den uzaklaştırmıştır. Daha sonra Sabahattin Bey aynı görüşlerde devam ettiğinden, iki grup arasındaki düşmanlık giderek artmış, Meşrûtiyet’ten sonra iktidara karşı gurubun geçmesi, onun başarısızlığında en önemli rolü oynamıştır. Sabahattin Bey'in amacı, Osmanlı İmparatorluğunu kurtarmaktır. Bunun için önce devleti tehlikeye sokan âmilleri, bütün sebep ve sonuçlarıyla incelemeye koyuldu. Devlete çağdaş bir şekil vermek istiyordu. İmparatorluğu bir “Milletler Cemiyeti” (Uluslar Topluluğu) haline getirerek dağılmaktan kurtarmak istiyordu. İmparatorluğun en zayıf unsuru, temel unsuru olan Türkler idi. Bu Türk toplumunun bünyesinde bir değişim yapmak gerekti. Sabahattin Bey, burada şu görüşleri ileri sürüyordu: Sosyal bünye değişimi ancak ferdî girişimlerin (şahsî İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 160 ~ teşebbüs) geliştirilmesi şeklinde olabilir. Kışla ve memurluk zihniyeti bırakılmalıdır. Serbest, hürriyetçi bir iş ve demokrasi toplumu kurulmalıdır1. İttihat ve Terakki ile aralarındaki en önemli tartışma konusu “merkeziyet - adem-i merkeziyet” meselesi idi. Sabahattin Bey Anglo-Sakson dünyasının adem-i merkeziyet sistemini uyguladığı için, öbür Avrupalılardan üstün olduğuna inanıyordu. “Merkeziyet, istibdadın kalıbıdır” diyordu2. İster mutlakıyet, ister meşrutiyet, isterse cumhuriyet olsun, her türlü merkezî idareye karşı çıkıyor, hepsinin sonucu aynıdır, diyordu3. Meşrutiyet taraftarı değildi. Bu yalnız “istibdadın kemmiyeti”ni değiştirir, bir kişinin yerine beşyüz kişiyi geçirir, diyordu4. Sabahattin Bey'e göre rahatsızlıklarımızın sebebi halktaki girişim yokluğu ve idaredeki merkeziyettir. Bu noktalarda çalışmak gerekir5. Tanzimat hareketi tesirsiz kalmıştır. Halk buna dikkat etmemiştir. Müslümanlar buna hazır değillerdi, hıristiyanlar da eski imtiyazlarını kaybetmekten korkuyorlardı6. Sabahattin'in programını uygulayabilmek için kuvvetli bir aydın zümresine ihtiyaç vardı. Bunu tâ başta fark etmiş ve 1901'de Kahire'de yayınladığı bir Beyanname'de şu fikirleri ileri sürüyordu: Osmanlıları “ekalliyet-i münevvere” zümresinden “ekseriyet-i münevvere” zümresine geçirmek lâzımdır. Bunu “usare-i hayatiye-i içtimaiyeyi takviye” etmek suretiyle gerçekleştirebiliriz. Bu, hürriyet ve adaletle, “metin ve ilmî bir terbiye” yoluyla gerçekleştirilebilir7. Sabahattin Bey, vilâyetlere önem verilmesini istiyordu. “Merkez tek bir şehir, vilâyetler tekmil vatan; vilâyetler merkez için değil, merkez vilâyetler için” diyordu8. Ancak gerek kendisi, gerekse taraftarları yurt çapında esaslı bir teşkilât kuramamışlardır. Zaten İttihat ve Terakkinin iktidarı ve suçlamaları karşısında 1 Kuran, A.B : a g.e. S.401. Bayur,Y.H., Türk İnkılâbı Tarihi, cilt II/IV, S,22. 3 Tütengil,C.O.: “Prens Sabahattin”, S.27. Prens Sabahattin, Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, İstanbul 1965. S.37-38. 4 Bayur, Y.H.:a.g.e. s,21. 5 a.g e S.38-39. 6 a.g.e. S.29. Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, s.56 7 Tütengil, C.O.:a.g.e. S.23. 8 Bayur, Y.H.. a.g.e. S,57. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 161 ~ başarılı olmaları da gayet zordu. İttihatçılar onu hem İngiltere'ye satılmışlıkla, hem Rum ve Ermenilerle işbirliği yapmakla, hem de ülkeyi parçalamaya çalışmakla suçluyorlardı1. Sabahattin Bey, toplumun kurtuluşunun, “kuvayı umumiyenin tahakkümüyle değil, teşebbüs-ü şahsinin gelişmesi sayesinde olacağını” belirtiyordu. Özel hayatımızı düzenlemeli ve kuvvetlendirmeliyiz, diyordu. Memurlar değil üreticiler yetiştirmek gerekiyordu”2. Sabahattin Bey'in fikirlerinin temelini fenn-i içtima (science sociale) ekolü meydana getiriyordu3. Kendisi Avrupa'dayken E. Haeckel (1834-1919), L. Büchner (1860-1917), A. Fouillee (1838-1912), le Play ve E. Demolins'i (1852-1907) okumuş, en çok da sonuncusunun etkisinde kalmıştı4. Çevresine science sociale gözüyle bakıyor, o gözle değerlendiriyordu5. Zaten bu ekolün ileri gelenleriyle tanışmış ve beraber çalışmıştır6. Türkiye'de ferdiyetçiliğin temsilcisi olmuştur. Batının gerçek üstünlüğünü sağlayan aslında onun bireyci yapısıdır. Fikrî, siyasî ve ekonomik üstünlüklerin altında bu vardır. Sosyal yapımızı buna göre değiştirmek zorundayız7. Bunu özel teşebbüsler ve eğitim sistemi sağlayacaktır. Bu yolla halk kendi kendini idare eder bir duruma 1 A.g.e, S. 44, 162-163. “Sultanzade Sabahattin” Neyyir-i Hakikat, 27 Nisan 1909. 2 Bayur, Y.H.:age. S 482-483 3 Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, S.32-36. 4 Özellikle “Anglo-Saksonların Üstünlüğünün Sebebi Nedir?” adlı eserinin etkisinde kalmıştı.(Tütengil, O.: a.g.e S.20- 22) Bu eser Anglo-Saksonların Faikiyet-i İçtimaiyesi Nedendir? (Üç Terbiye) adıyla 1926 yılında Muallimler Mecmuası'nda yayınlandı, (4/38(1926) S.1633 v.d.) Aynı yazarın “Yeni Mektep” adlı eseri Say ü Tetebbu'nun 12. sayısından itibaren; “Fransız Mektep Usulü adam yetiştiriyor mu?” adlı yazısı da Ümmet Mecmuası'nın 4 ve 5 sayılarında (1328) yayınlandı. E.Demolins'in “Anglo Saksonların Esbab-ı Faikiyeti Nedir?” adlı bir eseri de 1330da, “Yollar: Asl-ı içtimaiyi Yol Nasıl Vücuda Getirir?” adlı eserin 1 cildi de (Ezmine-i Kadime Yolları) 1329’da yayınlandı. 5 Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, S.37 6 Tütengil, O. A.g.e S. 21 7 Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?. S 48 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 162 ~ gelecektir. Her şeyini merkezden beklemeyecektir. Gerçek hürriyetin kurulabilmesi için toplumumuzu ferdî haklar üzerine kurmamız gerekir1. İttihat ve Terakki Sabahattin Bey'in karşısına felsefe ve sosyolojide Ziya Gökalp'i, siyasî fikirlerde de Hüseyin Cahit'i çıkartmıştır”2. Eğitim Görüşleri: Sabahattin Bey'in iki önemli cephesi vardı: Sosyolog ve eğitimci. Kendisi sosyolojinin hakikî habercisi sayılırken3, girişkenlik üzerine kurduğu, daha doğrusu aktardığı eğitim görüşleriyle de eğitim hayatımıza bambaşka bir canlılık getirmiştir. Eğitimde, science social gurubunun eğitim kitaplarından etkilenmiş ve o görüşleri kabaca Türkiye'ye uygulamıştı. Özellikle Edmond Démolins'in iki ciltlik Le grandes routes des peuples -Comment la route crie la type social des Anglo-Saxson? ve ayrıca A quoi tient la Superiorite des Anglo-Saxons adlı eserleriyle, Paul Descamps'ın Les troİs form es essentielles de l'Education: leur Evolution comparee ve L'éducation dans les écoles Anglaises4 adlı eserlerinden etkilenmişti5. Sabahattin Bey, Abdülmecit'in kurduğu eğitim sisteminin, yeni zamanın ihtiyaçlarını anlayacak bir nesil yetiştirdiğini, ancak Abdülhamid'in okul programlarındaki şahsiyeti kuvvetlendirecek her türlü fikri unsurları çıkarttığını, okulları her millete mensup hafiyelerle doldurduğunu belirterek “Sultan istikbâl ile harbe girişti” diyordu6. Sabahattin Bey'in Osmanlı toplumunu kurtarma çabalarında eğitimin yeri çok büyük olacaktı. “Terakki” Gazetesi'nin 18-20. sayılarında bunun önemini bütün açıklığıyla belirtiyordu. Ona göre, bugünkü sefaletimiz -kelimenin bütün kuvvetiyle- bugünkü terbiyemizin çürüklüğünden gelmektedir. Sosyal benliğimizi, millî eğitim meydana getirir: Her ülkenin kurtuluşu, millî eğitiminin iyileştirilmesine 1 Kutay, C. a.g.e. S.248. A.g.e. s.245. 3 Tanyol, C. a.g.m. S.146,149,153. 4 Dr. Sabri'nin çevirisiyle “İngiliz Mekteplerinde Terbiye” adı altında Muallim Mecmuası, 3/23-37(1924-1929) sayılarında yayınlandı. 5 Prens Sabahattin, İttihat ve Terakki Cemiyetine Açık Mektuplar, 6.Mektup, S.69-79. 6 Bayur.Y.H.: a.g.e. S.29-31. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 163 ~ bağlıdır. Türkiye'nin de öyle. Eğer bu eğitim, sağlam bir yolda yürümezse sivil ve askerî bütün iyileştirme, tasarıları kâğıt üzerinde kalmaya mahkûmdur1. Eğitimin iki esas uygulayıcısı vardır: aile ve okul. Bunlar bizim toplumumuzda kendilerinden beklenilen görevleri yapamıyorlar. Eğitimin temel amacı beden, düşünce ve ahlâk yönlerinden, kişisel yetenekleri arttırmaktır. Oysa okullarımız bu üç yönü de ihmal ediyorlar. Halkın çocuklara verdiği eğitimde, onlara girişkenlik ve bağımsızlık yerine, görenek ve esarete bağlı kalmayı öğretiyor. Bu bir “manevi intihar”dır. Abdülhamit hükümetinin de şahsiyet düşmanı olması, ülkeye bir “düşkünler nesli” yetiştiriyor. Anadolu köylüsünde de eğitim girişkenlik yerine göreneğe, gelecek yerine geçmişe yönelik. Bundan dolayı orada da üretici güçler gelişemiyor. Aslında bugünkü merkeziyet ve zulüm idaresi de eğitim düzenimizin bir ürünüdür. Merkezlerini kendisinde bulamayan aciz halk, bunu başka yerlerde arıyor ve baskı düzeninin kökleşmesine yardımcı oluyor. Halk, bu düzende, haksızlıklara katlana katlana ahlâkını da yitiriyor. Sabahattin Bey eğitimde Anglo-Saksonları örnek almamız gerektiğini belirtiyor. Gençlerimiz onların gençleri gibi öğretimlerini bitirince -hiç kimsenin yardım ve desteğine muhtaç olmadan- ekmeklerini kazanabilecek bir durumda olmalıdırlar. Bunun için kişisel girişkenliğe önem vermelidir. Türkler artık hep devlet memuru olmayı bırakıp serbest hayata atılmalı, hükümete muhtaç olmadan ticaret, tarım ve sanayi alanlarında başarılı çalışmalar yapabilmelidirler. Sabahattin Bey için en büyük devrim, her Türkün ruhunda bir Robenson ideali yaşatmaktı. Memura dayalı eğitim sistemimizi değiştirmeli, kuvvetli bir şahsiyet yaratmaya yönelmeliyiz, diyordu2. İkinci Meşrutiyet ilân edildiğinde, gazetelerde yayınlanması için gönderdiği bir beyannamede “Terbiye-i milliyemizin mihveri, görenekten teşebbüse çevrilmeli!” 1 2 a.g,e. S.25-28. karşılaştırınız: Sabahattin: “Teşebbüs-ü Şahsi”, İkdam, 19 Ekim 1908. Tanyol,C.:a.g.m. S.157-158 (Terakki Gazetesi, 2.sayıdan). İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 164 ~ diyerek, baskı düzeninin bir bilgisizlik sonucu olduğu hakkındaki görüşünü tekrarlıyordu1. Bizi baskı düzeninden kurtaracak şey, sosyal yeteneğimiz olacaktır. Bu da ancak “teşebbüs-ü şahsî” ile meydana gelebilir. Aile ve okul eğitimimiz göreneği besliyor. Ömrümüzün en kuvvetli zamanı okullarda boşa harcanıyor. Okullarımızda kişiliği ezen bir kışla hayatı, baskısı var. Bu okullardan her zillete katlanacak, âciz memurlar çıkıyor. Bunlar halkın üretim kabiliyetini arttıramazlar. Okullarımız, insanî çalışmaların bütün dallarında korkusuzca yürüyecek girişken insanlar yetiştirsin; eğitim sistemimizin yönü, geçmişten geleceğe çevrilsin2. Sabahattin Bey, bizim kazanmadığımızı yediğimiz kanısındadır. Çünkü okumuşların hemen hepsi bir taraftan aldıkları maaşlarla geçiniyorlar. Üretici değiller. Avrupa'ya gönderdiğimiz gençler bile tüketici olarak dönüyorlar. Oysa iyi bir memur veya öğretmen olmak için Avrupa'ya gitmeye gerek yok. Ders kitapları düzeltilse, bu yeterlidir. Avrupa'ya elbette öğrenci göndermeliyiz. Ancak oradan üretici olarak dönsünler. Ferdiyetçiliği geliştirecek bir eğitim alarak dönsünler3. Sabahattin Bey, liselerin memur yetiştirmek için açıldığım ve bunlardan hiçbir şey beklenilemeyeceğini belirterek, Demolins'in Fransa'da dört beş köyde kurduğu özel okulları örnek veriyor. Sosyal ihtiyaçlarımızı böyle okullar karşılayabilir, diyor4. Gençlerimizin bu okullarda iki-üç yıl öğretim görmelerini, ondan sonra Türkiye'ye dönerek ferdiyetçi bir eğitim uygulamalarını; hattâ bizini Öğrencilerimizin önce İngiliz ve Kuzey Amerika okullarım bir kere ziyaret etmelerini istiyor. Okullarımızın amaçlarının, İngiliz ve Amerikalılarınki gibi, “hayat mücâdelesinde başarılı olmak” (the struggle for existence) olması gerektiği belirterek, her hususta kendi kendine yeterli, bağımsız kişiler yetiştirilmesi bekleniyor. Kalem memurları değil “cehd ve cidal adamları” (struggle for lifers) isteniyor5. Sabahattin Bey, gelişigüzel Avrupa okullarına öğrenci gönderilmesine karşı çıkmıştır. Ona göre, öğrencileri İngiliz okullarına yollamalıdır. Orada öğretimin 1 Kuran, A.B., Osmanlı İmparatorluğunda...., S.439 a.g.y. 3 Sabahattin, İttihat ve Terakki Cemiyetine, S.82. 4 a.g.e. S.83. 5 a.g.e. S.89-98. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 165 ~ esası toprak üzerinde çalışma ve uygulamalardır. Avrupa'dan dönen öğrencilere çiftlikler ve krediler verilmelidir. İngiliz ve Amerikan okullarında verilecek eğitim, öğrencileri m izdeki kişisel girişkenliği geliştirecektir. Toplumumuzun temeli fert değil aile olduğu için, kızlarımızı da okutmalıyız. Modern toplumda kadınlar da kazançlı işlere doğru koşuyorlar ve erkeklerle tam bir eşitliğe ulaşıyorlar. Kızlarımızı da üretici olarak yetiştirmeliyiz1. Sabahattin Bey'de eğitim önemlidir ama-herşey demek de değildir. O herkesin Kanun-u Esasi, Meşrûtiyet v.s. kavramlar gibi maariften de çok şey beklediklerini, ama hayal kırıklığına uğrayacaklarım belirtiyor. Sosyal üstünlüğü sağlamada hükümet şekilleri ve organları ne kadar güçsüzse, öğretim de o kadar güçsüzdür, diyor2. Öğretim bir amaç değil bir araç olmalıdır3. Eğitimin özünü, esasen sosyal yapı belirler. Ferdiyetçi toplumlarda eğitim etkin, ferdiyetçi olmayan toplumlarda ise duruk (pasif)tir4. Tanzimat bizde, merkezî idarenin memurlar aracılığıyla tamamen kökleşmesi demekti. Bunu, Avrupa ve özellikle Fransa, bunu üzerimize ağır baskı yaparak gerçekleştirdi. Eğitimden hukuk ve askerliğe kadar her alanda Fransa örnek alındı. Kitaplara ve nazariyelere dayalı bir öğretim, kışla hayatına benzer bir eğitim sistemi kuruldu. Tanzimattan sonra yeni birçok okullar kurulmuş olmasına rağmen, ülkemize yeni bir eğitim anlayışı giremedi. Okullarımız yalnızca yüksek tabakayı hazırlamaya yöneldiler. Batıdan aktarılan siyasal kurumların artık işlemediği İkinci Meşrûtiyet’te ortaya çıktı. Gene İkinci Meşrûtiyet’te ortaya çıkan, ilköğretimden büyük değişiklikler ve devrimler bekleme kanaat ve akımı da yanlış idi. Bugün ilköğretim de, halk eğitimi de hükümetin siyasî propagandası için isteniyor5. Öğretmenlerden siyaset kılavuzu kılavuzu olmaları isteniyor. 1 a.g.e. S.69-102. Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?, S.38. 3 a.g.e. S.39. 4 a.g.e. S.43. 5 a.g.e. S.50. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 166 ~ Esasen bizim toplumumuzda ilköğretim ihtiyacını ortaya çıkarıp belirginleştirmek için aileyi, toplum yapısını değiştirmek lâzımdır. Ondan sonrası hemen hemen kendiliğinden gerçekleşir1. Ülkemizdeki gayrimüslimlerin eğitimleri böyle gelişmiştir. Toplumun kurtuluşu, özel girişkenliğin gelişmesi, özel hayatın düzenlenmesi ve desteklenmesiyle olur. Bu da ferdiyetçi eğitimin yetiştirdiği üretici kişilerle sağlanır. Memur aydınların çoğalması, Türk toplumunu kurtaramaz. Bunu üretici, sosyal yapıyı değiştirici kişiler sağlayacaklardır. Kültür, edebiyat, güzel sanatlar v.s. de ancak bundan sonra gelişecektir2. Öğretim ve eğitim, kişiliğin gelişmesini sağlayacak, bunu verimli kılacak bir araç olmalıdır. Okullarımız da hükümetten çok ailelere yakın olmalıdırlar. Yönetimden ziyade, çalışanlara yardım etmelidirler. Okulların kuruluş ve idareleri de, mahallî hükümetlere bırakılmalıdır3. Eğitimin de temelinde, toplumu değiştirecek esas güç ailedir. Bu bakımdan aile yapısı ve eğitimi gayet önemlidir. Bu hususta İngiliz aileleri ve “public school”Iar örnek alınmalıdır4. Eğitim kurumlarının istenilen amaca ulaşması ancak böyle bir değişiklikten sonra mümkün olacaktır. 3.4.2. NAFİ ATUF (KANSU) Hayatı: Askerî doktorlardan miralay Abdülaziz Efendi'nin oğludur. 1890 yılında, babasının görevli bulunduğu Mekke'de doğdu. İdadiyi Edirne'de okuduktan sonra, Mekteb-i Mülkiye'ye girdi ve “aliyülulâ” derece ile mezun oldu. 1910'da Edirne İttihat ve Terakki Mektebi Müdürlüğüne atandı. Edirne'nin işgal edildiği dönemde Bigadiç Rüşdiyesinde çalıştı. Edirne geri alınınca, 19I4'de Edirne Dârülmuallimini Müdürü oldu. Sonra Kurtuluş Savaşına kadar Bursa ve İstanbul Dârülmualliminleriyle, Dârüşşafaka, Yüksek Ticaret Mektebi'nde, Darüleytam'da öğretmenlik yaptı. Dârülfünun Terbiye Müzesi Müdür yardımcısı oldu. 1 a.g.y. a.g.e. S.62. 3 A.g.e. S.62. 4 a.g e. S.63. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 167 ~ 1921'de Ankara'ya gelerek Matbuat Umum Müdürlüğü baş mütercimliğinde, Hakimiyet-i Milliye gazetesi yazı işleri müdürlüğünde bulundu. Ankara ve Kayseri Liseleri Müdürlüğünü yaptı. 1922'de Ortaöğretim Genel Müdürü oldu. 1924'de Maarif Vekâleti Müsteşarlığı görevine başladı. 1927'den sonra siyasete geçti. CHP Genel Sekreterliği ve milletvekilliği yaptı. 1949'da öldü. Eserleri: Pedagoji Tarihi; Türkiye Maarif Tarihi Hakkında Bir Deneme, İstanbul, 1931,1932. Ayrıca Edirne'de iken çıkardığı Say ü Tetebbu dergisiyle Terbiye, Muallim, Yeni Fikir, Resimli İstanbul gibi süreli yayınlarda makaleler yayınladı. E. Demolins'den çevirdiği Yeni Mektepte adlı eseri de 1328'de Edirne'de bastırdı. Genel Görüşleri: Bugün bizim için en önemli sorun “Şarklılık-Garplılık” sorunudur. Hayat kavgası sorunudur. Batı, bu kavgada Doğuyu yenmiştir, güçlüdür, Doğu ise yenik ve zayıftır. Ülkemizde Doğu-Batı çatışması var. Biz batı uygarlığını bütün ayrıntılarıyla kabul edemeyiz. Doğu ile Batıyı ayıran en önemli fark, tabiatı kullanma farkıdır. Doğu hiç kullanmaz, Batı kullanır. Doğu miskindir, Batı çalışkandır. Önemli olan, insan iradesidir. “Başkalarının yemi olmamak için, hiç olmazsa başkası kadar büyük ağıza sahip olmalıdır”1. Toplumun çekirdeği, ailedir. Yapılacak bütün iyileştirme çalışmalarının temeli, aile olmalıdır. Ancak aile bakımından da Doğu ile Batı arasında büyük bir ayrılık vardır. Aile hayatında erkek ve kadının yeri, kadınların eğitimi, evlenme v.s. durumlardan dolayı bizde aile çürüktür. Toplumumuz, çocuklarla pek ilgilenmiyor. Çocukların başkasına hizmet etmek için yetiştirilmeleri yanlış bir eğitim biçimidir. Çocuklarımıza çağın gereklerine uygun, girişkenliklerini (şahsî teşebbüsü) geliştirici bir eğitim vermeliyiz. Uyguladığımız kötü eğitim, çocukları ailelerin bir ıstırap kaynağı haline getirmektedir2. Büyük devletler, çocuklara verilen etkili eğitim sonucunda meydana gelmişlerdir. “Çocuklar nasıl yetiştirilirse, âti de öyle olur”. “Çocuk, âtinin banisidir”. Fransızların geri kalmalarının nedeni, çocukların eğitimlerine önem vermediklerinden dolayıdır. Ruslar, Bulgarlar geleceklerini eğitime bağlamış durumdadırlar. 1 2 Nafi Atuf “Şarklılık-Garplılık”, Say ü Tetebbu, 32(1328), s.1-4. Nafi Atuf “Bizde aile...”, Terbiye Mecmuası, 1/4(1330), S.147-151. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 168 ~ Hayat bir kavgadır. Öyle bir eğitim vermeliyiz ki hayatın ıstırapları sevinçleri onları çok bozmasın. Azim sahibi, düzen seven adamlar yetiştirmelidir. Bugünkü kuşak yaralıdır. Geçmişin hamallığını yapmakladırlar. En büyük gücümüzü küçük çocukların eğitimine ayırmalıyız. Ancak bugünkü kuşağı da ihmal etmemeli, iyileştirmeliyiz. Çocuklara verilecek eğitimde manevî yöne en büyük ağırlığı vermelidir1. Eğitim Görüşleri: Nafi Atuf’un eğitim görüşleri esasta kişisel girişkenliğe dayanmasına rağmen, genellikle çocukların eğitimleri üzerinde durmuştur. Ona göre eğitim tarihimizdeki “çocuk” düşüncesi pek değişmemiştir. Bu husustaki geleneksel düşünce, çocuğu yetişkin adamı küçük bir örneği sayar. Çocuğu, yetişkinin işlerine göre yetiştirmek gerekir Bunun için de oğlanlar babalarının, kızlar analarının yanında yetişmeye terk edilmişlerdir. Yetişkin adam ideal tip olduğu için çocuk şahsiyetine önem verilmiyordu, islâm düşünürleri de çocuğu bir balmumuna benzetmiş ve ona istenilen şeklin verilebileceğini söylemişlerdir. Tanzimat devrinde çocuk küçük bir efendi olarak kabul edildi. Kıyafetleri bile büyüklere benzetildi. Çocuk hakkındaki düşüncelerde İkinci Meşrûtiyet döneminde bir yumuşama görüldü. Çocukluk çağının bazı “tezahürleri” kabul edilmesine rağmen, çocuk gene de yetişkinlerin ilkel bir tipi sayılıyordu2. Nafi Atuf da çocuk hakkındaki bu düşünce değişmesini sağlamaya çalışanlardan biriydi. Sosyal hayal, özellikle ilkokulda verilen eğitime bağlıdır. Hemen bütün ülkeler, her yıl ilkokul programlarında iyileştirme ve değişiklikler yaparlar. İlkokul geçildikten sonra tehlike azalır. Esas, ilkokullar olduğu için, bu okulların amaçlarına çok dikkat etmelidir. Çünkü her şey bu amaçlara göre belirlenecektir. Mücadeleci, kavgacı çocuklar yetiştirmelidir. Fransızlar, Almanlar ve İngilizlerden geri kalmışlardır. Bunu yapan eğitim biçimi, özellikle İngiliz ve Almanların girişkenlik kazandıran eğilimleridir. 20.yüzyılda her şey öğrenilmiş, ama herkesin öğrenebileceği birşey vardır. O da “hayat sahasında yaşayabilmek fenni”dir. Yaşayabilmek için neler öğrenmeli? Kafayı doldurmak birşey kazandırmaz. Yaşamak için gerekli bilgile öğrenilmelidir. Bütün ülkeler ilköğretimi mecbur 1 2 Nafi Atuf: “Çocuklarımız için”, Say ü Tetebbu, 2(1327) S. 13-15. Nati Atuf: “Terbiye anlayışında ilerleyiş”. Ülkü Gazetesi,1/2(1933), S.126-127 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 169 ~ tutuyorlar. Onun için bu kademede vatanın mukadderatına katılacak, çevresinde yaşayabilecek, hayata kavuşabilecek adamlar yetiştirmelidir1. En çok ilkokulları düşünmemiz lâzımdır. Çünkü herkes orta ve yükseköğretimden geçmez, ama ilkokullarda mutlaka okurlar. Okul, bütün meziyetlerini öğretmenleriyle kazanır. Okulları mükemmel yapan öğretmenlerdir. Bizim için en önemlisi de ilkokul öğretmenleridir. Bunlarda orta ve yükseköğretimde çalışan öğretmenlerde daha başka özellikler aramalıyız. İdadi ve yüksekokul öğretmenlerinde uzmanlık aranır. İlkokul öğretmeninde ise uzmanlıktan ziyade genel bilgi bunu anlatım gücü aranır. İlkokul öğretmeni, bir hayat adamına gereken her şeyi bilmelidir. Gelişi güzel söz söyleyerek ders olmaz. Öğretmen bunun usulünü, fennini bilmelidir. Milleti canlandıracaklar, öğretmenlerdir. Aile hayatımızı, kavga hayatımızı onlar düzenleyeceklerdir. Osmanlının geleceği öğretmenlere bağlıdır. Gelecek kuşaklan kuvvetli ve kudretli, girişken yetiştirmelidirler. “Muallimlik demek, çocukla takip, tecessüs ve tedkik arzularını uyandırabilmek demektir”. Bugünkü öğretimimiz bunu sağlayamıyor. Anlaşılmaz ve ruhsuz bir öğretim biçimimiz var. Bir öğretmenin en büyük görevi, çocuğun fikrinden çok bedenini geliştirmektir. Çünkü Türkiye'de nesil bir çöküntüye doğru gidiyor; Nesil hastadır. Bunu okullar iyileştireceklerdir. Ama nasıl? Okullarımıza kuvvetli giren çocuklarımız zayıf çıkıyor. Zihinleri boşalmış, sulanmış bir durumda çıkıyor. Çocukları çok sağlam yetiştirmelidir. Bedenlerine, sağlıklarına çok dikkat edilmelidir2. Sınavlarda öğrenci döndürmek, büyük bir iş değildir. Çocuğun bilmemesi öğretmenin kabahatinden, onun ders anlatmaya” yetenekli olmamasındandır. Öğretmen bütün çocuktan belli bir seviyeye kadar yetiştirmelidir. Bu çağda geri zekâlı çocuklar bile eğitilirken biz sağlam çocukları “kalın kafalılıkla, hamakatla” suçluyoruz3. 1 Nafi Atuf: “İptidai mekteplerinden gaye nedir?”, Say ü Tetebbu, 5(1327), S.11-13. Nafi Atuf: “Tehlike önünde”, Say ü Tetebbu. 12(1327), S. 10-13. 3 Nafi Atuf: “Tedris âleminde”, Say ü Tetebbu. 16(1327) S.15-16. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 170 ~ Bizim okullarımızın ceza hususunda, gittiği yol da yanlıştır. Hemen her suça aynı ceza veriliyor. Ceza, işkence değildir. Bir önleyici, caydırıcı harekettir. Biz ise çocuğun hevesini mahvediyoruz1. Nafi Atuf, Prens Sabahattin gurubundandır. Ve girişkenlik eğitimini, dolayısıyla İngiliz eğitim sistemini savunmaktadır Her alanda olduğu gibi, ahlâk alanında bile Osmanlı ve Fransız okullarında genç, kendine sahip olmayı öğrenemez. İngiliz, bütün hayat boyu bağlı kalacağı ahlâkî prensipleri okulda iken kazanır2. Osmanlılar ahlâk eğitiminde bile İngiliz kurumlarını incelemeli, kendi okullarını ona göre kurmalıdır. 3.3.TEVFİK FİKRET Hayatı: 1867'de İstanbul'da doğdu. Babası mutasarrıf idi. İkinci Abdülhamid yönetimine karşı olduğundan hayatı sürgünlerde geçmişti. Anne tarafı ise Sakızlı Rum dönmelerinden idi3. Galatasaray Sultanisini bitirdi. Memurluk dönemi çok kısa sürdü. Sonra kendini tamamen eğitime ve Öğretmenlik hizmetine verdi. Ticaret Mektebi'nde, Galatasaray Sultanisi'nde ve Robert Kolej'de Türkçe Öğretmenliği yaptı. Kolej'de bir “Osmanlıca Şubesi” açtırdı. Gene orada bir “Türk Talebe Cemiyeti” kurdu. Robert Kolej'in Tevfik Fikret üzerine çok büyük bir etkisi olmuştur. Bir ara Galatasaray Sultanisi Müdürlüğüne getirildi*. Buradan ayrılması büyük olay oldu. 1915'de İstanbul'da öldü. 1896'ya kadar Abdülhamid'e karşı gayet olumlu ve dindar idi4. Bu tarihten sonra değişerek kötümser, şikâyetçi, hattâ dinsiz oldu5. Bir ara gerek Meşrutiyetin ilanıyla, gerek oğlu Halûk'un büyümesiyle Fikret’te bir iyimserlik, bir gelecek duygusu, yaşama arzusu uyandırdıysa da, 1912'den sonra gene, bedbinliğe düşer. 1 Nafi Atuf: “Tembelliğe karşı”, Say ü Tetebbu, 23(1327), S. 12-13. Nafi Atuf: “İngiliz mekteplerinde ahlâk tedrisatı ve nizam”, Say ü Tetebbu, 22 (1327), S.11-15. 3 Kaplan, M., Tevfik Fikret. Devir-Şahsiyet-Eser, İstanbul 1371, S.44. * Atama kararnamesi: Başbakanlık Arşivi. İrade-Maarif 1326 Z 1. 4 a.g.e. S.42. 5 a.g.e. S.72-75. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 171 ~ Bu, ölümüne kadar devam eder1. Mizaç, karakter, ahlâk ve hayat felsefesi hakkında daha yaşadığı dönemde polemikler yapılmıştır. Eserleri: Rübab-ı Şikeste (1900), Halûk'un Defteri (1911), Şermin (1914). Hakkındaki önemli eserler ve yazılar: Muallim Mecmuasının 14. sayısı Tevfik Fikret özel sayısıdır. Salih N. Keramet: Fikret'in Hayat ve Eseri, İstanbul 1926. Salih N. Keramet: İnkılâp Şairi Tevfik, Fikret'in İzleri, İstanbul 1943, R. Eşref Ünaydın: Tevfik Fikret. Hayatına Dair Hatıralar, İstanbul 1919, Kenan Akyüz: Tevfik Fikret, Ankara, 1947; Mehmet Kaplan: Tevfik Fikret. Devir-Şahsiyet-Eser, İstanbul 1971; Hikmet Tanyu: Tevfik Fikret ve Din, İstanbul 1976; Sâtı: “Fikret ve Terbiye”, Muallim Mecmuası, 1/14 (1333), S.427-429; Cahit Kavcar: İkinci Meşrûtiyet Devrinde Edebiyat ve Eğitim. Ankara 1974, S.57-80; M.Baha Arıkan: “Tevfik Fikret'in Pedagojisi”, Ülkücü Öğretmen, 7/76 (1965) S.12-14, 9/103-104 (1967-68), S.68,7,10. “Yeni Mektep” Projesi: Robert Kolej'in Fikret üzerine çok büyük tesiri olmuştur. “Anglo-Sakson talim ve terbiye usulünün sürekti ve verimli tatbikatını Fikret ilkin Robert Kolejde gördü. Ve o zamana kadar bizde tatbik olunan Fransız usulüne müreccah buldu. Oradaki uzun müşahede ve tecrübelerinde de milli talim ve terbiye ihtiyaçlarımız için çok faydalı hükümler çıkardı”2. Bunlara dayanarak “Yeni Mektep” adlı bir özel oku) kurmak istedi. Bu, Boğaziçi’nin güzel yamaçlarından birinde, ormanlık bir arazide kurulacaktı. Bir şirket kurulacak, 40-50 (kimisine göre 50-60) bin liralık bir servet toplanacaktı. Okulun arazisi alınarak pavyonlarının yapımına başlanacaktı. Şirketin Nizamnamesi ve mektebin tarifnamesi hazırlanıp bastırılmıştı bile. Bunun İngiltere'de3 ve Amerika'da4 bile yankıları oldu. Hattâ İngiltere'de on bin lira temin edilmiş ve Osmanlı Bankası Londra Şubesine yatırılmıştı bile. Ama para toplanamadı ve okul açılamadı. 1 A.g.e. S.125,139,145,150 Vd. S.N. Keramet “İnkılâp şairi.” S.64. , bakınız; Tanin, 28 Ağustos 1909, 31 Mart 1910. 3 Ciddi bir teşebbüs, Yeni Mektep, Tanin, 11 Şubat 1909. 4 Feridun Nigar: “Tevfik Fikret, Mürebbi”, Muallim Dergisi, 2/14(1333), S.503. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 172 ~ Yeni Mektep Türkçe ve İngilizce öğretim yapacak bir özel okul idi. Gençleri mümkün olan en kısa zamanda, en az yorarak hayat mücâdelesine ve ilerdeki sosyal görevlerine tam olarak hazırlayacak, bedenî ve ruhî yetenekler bakımından en iyi şekilde geliştirerek onlara mutlu ve yararlı bir şekilde yaşamak sanatını öğretecek bir okul olarak düşünülüyordu1. Çocukların sırf hafıza ve zekâsını kuvvetlendirmek bir şey 1%de etmez. Hayatta basan için kuvvetli bir irade, dayanıklılık ve sağlam bir karakter de kazandırmalıdır2. Yeni Mektebin amacı budur. Osmanlı ailelerinin bugünkü sosyal durumları “Yeni Mektep”i bozabilir. Bu nedenle öğretimleri bitinceye kadar çocuktan ailelerinden uzaklaştırmalıdır. Öğrenciler Avrupa'da sıkı bir terbiye görmüş öğretmen ailelerin yanında, tâ kendilerini idare edebilecek meleke ve metaneti kazanıncaya kadar kalacaktır. Sonra mezunlar memleketin her tarafına dağılacak, tam ve verimli bir hayat yaşayacaklardır. Bunlar aile olarak birbirleriyle devamlı sosyal münasebette bulunacaklardı3. Yeni Mektepte eğitim, öğretim aracılığıyla olacaktır. Çocuk tabiî çevresi içinde yetişsin diye aile düzeni esas alınacak, aklî eğitimin yanında ahlâkî eğitime de çok önem verilecektir. Çocuklar mutlu yaşama sanatını ve pratik hayatı öğreneceklerdir. Öğretim iki kademede olacaktır: 1- İdadiye, 3 yıllık bir pratik çalışmalar ve uygulamalar dönemi, 2- Asliye. Beş yıllık bir muhakeme yeteneğinin geliştirilmesi dönemi4. Öğretim sırasında çeşitli konferanslar, münazaralar ve gezintiler düzenlenecektir. Yeni Mektep, şahsi teşebbüs kabiliyeti olan, kimseye muhtaç olmadan yaşayabilecek gençler yetiştireceğinden ekonomi, ticaret ve ziraata özel bir önem verecektir5. Okula 8-12 yaşları arasında hiç okul ve ders görmemiş çocuklar alınacaktır. Okul, paralı yatılı bir okul olarak düşünülmüştür. Çeşitli nedenlerle gerçekleştirilemeyen yeni okul projesini, Tevfik Fikret Galatasaray Sultanisi Müdürü olduğu sırada bir ölçüde gerçekleştirmeye çalışmıştır. 1 Yeni Mektep, İstanbul 1325, S.3. a.g.e. S.4. 3 Feridun Nigar: a.g.m., S.503-504. 4 Kavcar.C.: a.g.e. S.62. 5 Yeni Mektep, S.8. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 173 ~ Galatasaray Sultanisi Müdürlüğü: Fikret İkinci Meşrûtiyetin ilk yıllarında -gerek oğlu Haluk'un gençlik çağına ulaşmasıyla, gerekse Galatasaray'daki Müdürlüğü dolayısıyla “gençlikle birleşmiştir”1. Oradaki kısa süreli Müdürlüğü sırasında hem okulun bina ve temizlik durumunda, hem öğretmen, öğrenci ve diğer okul mensuplarının disiplin ve devam durumlarında hem de okula yeni bir manevî hava vermekte çok başarılı oldu. İntizam, inzibat ve temizliğin yanısıra ders saati süresini kısalttı. Pekçok eğitim malzemesi getirterek öğretimi mümkün olduğu kadar pratikleştirmeye çalıştı2. Asıl büyük kıyamet Tevfik Fikret'in bu Okul Müdürlüğü'nden istifasında koptu. Maarif Nezareti'nin bütün okullar için aldığı tedbirleri bu okul uygulamak istemedi. İstifa olayından sonra bir kısım öğretmen ve öğrencilerin okulu boykotları, Bakanlığın Salih Zeki Bey'i “bir şairin yerine bir âlim” diye ataması basını uzun süre meşgul etti. Mesele Meclis Başkanlığına, Padişaha, Bakanlar Kurulu toplantılarına kadar çıktı. Zaman içinde yatıştı3. Mürebbi Şair: Fikret, yalnız öğretmenliği ve müdürlüğü ile değil, şairliğiyle de çok iyi bir mürebbi olmuştur4. Meşrûtiyet yıllarında çocukları ve gençleri çok düşündü. Ahlâk ve terbiye endişesiyle, telkin ve tezhip maksadıyla şiirler yazdı. “Halûkun Defteri” ve “Şermin” terbiyevî eserlerinin şaheserlerindendir. “... daima düşün Onlar niçin semada, niçin ben çukurdayım?” (Promete-Halûkun Defteri) “Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır; Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!” (Ferda) 1 Kaplan,M.; a.g.e. S.149. Kavcar.C,: a.g.e. S.65-72,77-79. Ruşen Eşref: “Tevfik Fikret Müdür”, Muallim Dergisi, 1714(1333), S.463-467. S.K.Nigar: a.g.e. S.64-74,86-87. 3 10-20 Nisan 1910 arasındaki gazeteler Kavcar, C.: a.g.e. S.72-77. 4 Satı: a.g.m. S.428. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 174 ~ Fikret, “Ferda” şiirinde gençliğe nasıl önemli görevler düştüğünü bunun için nasıl çalışmaları gerektiğini gayet veciz olarak anlatır. O zamanın gençlerinde olmayan azim ve metaneti onlara vermek de önemlidir. “Sen cesur ol gayur ol...” (Halûkun Vedaı-Halûkun Defteri) der “Göz yumma güneşten ...” (Millet Şarkısı-Rübabı Şikete) der. “İnsanlığı pâmâl eden alçaklığı yık, ez! Billah yaşamak yerde sürüklenmeye değmez” (Millet Şarkısı) Fikret, medeniyeti ülkemize yerleştirmek için çok aydınlık, düzenli inançlı, dürüst ve başarılı bir çalışma yapmıştır. Medeniyet en celî bir gayedir ve milletteki kabiliyeti ancak medeniyet yoluyla; yeniden canlandırabiliriz. Medeniyeti almamız zorunludur: “Yükselmeyen düşer, ya terakki, ya inhitat!” (Ferda) “Pür tehalük, hayat ü kuvvetten Ne bulursan bırakma: San at, fen, İtimadı itina, cesaret, ümid Hepsi lâzım bu yurda, hepsi müfid” (Halûkun Vedâı-Halûkun Defteri) Ülkeyi kalkındırmak, batı uygarlığını getirmek kolay değildir. Yol çok zahmetlidir, ama yorulmamak lâzımdır. Fikret'in istediği metanet ve ahlâk buradandır. Ve sonunda bunca zahmetlere rağmen, karşılığında bir şey beklememeyi de öğütlemektedir: “Varsın bulunmasın bilecek nam ü şanını” (Promete) Fikret'in esas didaktik eseri, Sâtı Bey'in 1915'de kurduğu “Yeni Mekteb” adlı çocuk yuvası için yazdığı “Şermin” adlı çocuk şiirleridir. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 175 ~ 3.5. KİTLE EĞİTİMİ AKIMI Eğitim tarihinde yeni bir akımdır ve endüstrileşmeye paralel olarak ortaya çıkmıştır. Amacı, toplumun bütün fertlerini belirli bir seviyede eğitmek yoluyla yükseltmektir. Görüş açısı yönünden seçkinler eğitimine karşıt grubu temsil etmektedir. Bu akım, kitleleri eğitmek yoluyla seçkinlerin buradan ortaya çıkmasını sağlamayı amaç edinmiştir. Bu yüzdendir ki, metodlarında farklı olmasına rağmen amaçlarında, kutbu olduğu seçkinler eğitimi akımına oldukça yaklaşmaktadır. Özellikle Fransız ihtilâlinin etkisiyle bütün ülkelerde temsilcilerini bulmuştur. Türkiye'de Sâtı' Bey'in temsilciliğini yaptığı bu görüşü, eğitim sorunları hakkında yazılar yazan hemen herkes desteklemiştir. 3.5.1. SÂTI’ BEY Hayatı: 1880’de Yemen’de doğdu. Halep asıllı olan babası, Yemen’de mahkeme reisi idi. 15 kardeş idiler. 1900 yılında Mülkiye Mektebi’nden mezun oldu. İlk önce Yanya İdadisi’nde Tarih-i Tabii öğretmenliği yaptı. İlk kitapları da tabiiyat üzerinedir. 1905 yılında öğretmenlikten ayrıldı. 1908’e ka-dar Radkoviç ve Florina’da kaymakamlık yaptı. Manastır’da çıkan Neyyir-i Hakikat gazetesinde Meşrutiyet üzerine nutukları yayınladı. İstifa edip İstanbul’a gelince bu gazetenin yazarlığını yaptı ve Envar-ı Ulum adlı bir dergi çıkardı. Çeşitli yayın organlarında o dönemin ders programlarını tenkit etti. Bu arada çeşitli konularda pek çok yazılar yayınladı1. 1909 yılında, Mülkiye Mektebi’nden öğretmeni olan Nail Bey’in teklifi üzerine Dârülmuallimin Müdürlüğü’ne getirildi. Fizyolojiden tamamen pedagoji ve sosyoloji alanına geçti; müdürlüğü sırasında da pek çok şeyler yaptı. 1910 yılında bir Avrupa gezisine çıktı. 1913’te “pedagoji bilmeyen”, “bir Tuba Ağacı Nazariyesi tutturan” Emrullah Efendi ile anlaşamadı2 ve Dârülmuallimin Müdürlüğü’nden istifade etti. Sonra Osmanlı vilayetlerinde dolaştı. Kısa bir süre sonra Dârüşşafaka Müdürlüğü yaptı. 1915’te “Yeni Mektep” adlı özel bir anaokulu ve ilkokul açtı. Hatta bir de anaokulu öğretmenleri yetiştiren “Darülmürebbiyat” açtı. 1919’da 1 2 Berkes, Niyazi, Arap Dünyası Uyanıyor mu?. Yön. 29. 4. 1966. S.10. Berkes, Niyazi, Arap Dünyasında İslamiyet, Milliyetçilik, Sosyalizm. İstanbul, 1969. S.92 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 176 ~ kendisine teklif edilen müsteşarlığı kabul etmeyerek Suriye’ye geçti. Orada öğretimi Arapçaya çevirdi. Suriye’ye Fransızların gelmesi üzerine İtalya’ya geçti ve oradan da Irak’a! Irak’ta milli eğitimin kurucularından oldu. 1941’de “Reşit Ali Hareketi”ne katıldığından dolayı buradan kovuldu ve bazı eserlerini Beyrut’ta yayınladı. 1943’te tekrar Suriye Maarif Müsteşarı oldu. 1946’da Kahire’ye gitti. Ma’had at-Tarbiya (Eğitim Enstitüsü) da üç yıl pedagoji ve sosyoloji okuttu. Arap Kültür Dairesi ilmi müşaviri oldu. Ma’had ad-Dirasat al-Arabiyya al-Aliyya’da müdür ve Arap kavmi profesörü oldu. “Mısırlılara Araplığı öğretti”1. Basında pek çoklarıyla polemiklere girdi. 1957’de profesörlüğü bırakarak yalnız bir hayata çekildi. 1969 yılında Kahire’de öldü. Önemli Eserleri Fenn-i Terbiye. İstanbul 1325; Layihalarım. İstanbul 1326; Ümit ve Azim. İstanbul 1329; Vatan İçin. İstanbul 1329; Ara wa ahadis fi at-tarbiya wa’t-talim. Kahire 1944; Ara wa ahadis fi al-vataniya wa’l-kavmiya. Kahire 1944; Yewm Maysalun. Beyrut 1947; Havliyat as-sakafah alarabiya. Kahire 1949; Al-muhadaratı al iftitahiya. Kahire 1954; Al–‘uruba bayn du’atiba wa mu’aidiha. Bağdad 1954; Al-urubah awwalan. Beyrut 1955; Muhadarat fi nushü al- fıtırah al-kavmiya. Beyrut 1956; Al-bilad al-arabiya wa’ddawla al-osmaniya. Kahire 1957; Ma hıya al-kavmiya: abhas wa dirasat ‘ala daw” al ahdas wa’n-nazariya. Beyrut 1959; Ara wa ahadis fi at-tarih wa’l-içtima. Beyrut 1960. Türkiye’de iken Emrar-ı Ulum, Mülkiye, Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası, Yeni Tasvir-i Efkâr, Muallim, Terbiye gibi süreli yayınlarda çeşitli makaleleri de çıkmıştır. II. Meşrutiyet Dönemindeki Faaliyetleri Çeşitli yazıları ile dikkati çektiğinden, 1909 yılında Dârülmuallimin Müdürlüğü’-ne getirildi. Burada kendisine geniş yetkiler verildi; programı istediği gibi düzen-ledi, öğretmenleri istediği gibi seçti. Uygulama Okulu (“Tatbikat Mektebi”) açtı; vilayetlerden gelen okul müdürleri için kurslar düzenledi. Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuasını çıkardı. Bakanlık, Satı’ Bey’in bir dediğini iki etmedi. Onun sonradan beğenmeyerek yerdiği Emrullah Efendi, Bakanlığın çıkardığı Tedrisat-ı İbtidaiye 1 a.g.e. S. 96. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 177 ~ Mecmuasının yönetimini ona verdi1.1910 yılı başlarında iki ay süreyle İtalya, Almanya, İsviçre, Fransa, Belçika, İngiltere ve Romanya’yı kapsayan bir eğitim araştırma gezisi yaptı. 1911 yılı başlarında bir buçuk ay süre ile, vilayetlerdeki eski mezunların yaptıkları işleri ve karşılaştıkları güçlükleri tespit etti; Şam, Beyrut, Adana, Konya, İzmir, Selanik ve Drama’yı ziyaret etti2. 25 Mart 1912’de Dârülmuallimin Müdürlüğünden istifa etti3. Bu Türk eğitim tarihinde ikinci bir “Mekteb-i Sultani mes’elesi” gibi sonuçlar doğurdu. Satı’ Bey her ne kadar Emrullah Efendi ile anlaşamadığından, Maarif Nezareti’nin son icraatını kendi siyasi fikirlerine ve memleketin fikri terakkisine aykırı gördüğünden istifa ettiğini söylediyse de4 bu, herhalde tek neden değildi. İşin içinde Tevfik Fikret Bey de vardı; ikisi de hemen hemen aynı zamanda istifa etmişler, öğrenciler gazeteleri ziyaret ederek protestolarda bulunmuşlardı. Bunlara yeni idare “tard” cezası verince, buna bazı öğretmenler karşı çıkmışlar ve görevlerinden alınmışlardı.5 Öğretmenler Satı’ Bey şerefine Tokatlayan’da bir ziyafet vermiş; nutuklar söylemişlerdi6. Olay, Galatasaray Lisesi’ndeki kadar büyümeden yatıştırıldı. Satı Bey’in hayatında Tevfik Fikret oldukça etkili olmuştur. 1913 Temmuzunda Evkaf Nezareti’nin vakıf kurumlarının birisinde görev alması teklifini “mevcut hükümetin pek çok kanunsuzlukları ve yazarlara kötü muameleleri” dolayısıyla kabul edemeyeceğini bildirerek reddetmişti. (Evkaf Nazırına yazdığı 15 Haziran 1329 tarihli mektup)7. 27 Haziran 1329’da Talat Bey’e yazdığı bir mektupta da mevcut hükümeti ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni alabildiğine eleştiriyordu8. Satı Bey, 5 Ekim 1913’te çok geniş yetkilerle Dârüşşafaka-i İslâmiye Müdürlüğü’ne atanmıştır9. Ancak Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye, okuldaki harcamalarla ilgili olarak “kablel tediye vize” sistemini getirmiş; Satı’ Bey bunun değiştirilmesi için 13, 1 Sabah gazetesi 1. 3. 1910 Sabah gazetesi. 17. 5. 1910. Satı’, Mektepler ve ahval-i içtimaiye, Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası. 7,1326. S.1-10 3 Sabah gazetesi. 3. 3. 1911. Satı’, Memleketimizin Maarifi, Sabah gazetesi 17. 4. 1911 4 Satı’ Bey’in istifası münasebetiyle. Necdet gazetesi 26.3.1912. 5 Hakk gazetesi. 30.3. 1912. 6 M.S., Dârülmualliminden bahis. Sabah gazetesi 16.4.1912; 27. 3. 1912 7 Satı‘, (İki mektup) İçtihat. 129,1918. S.2785-2786. 8 A.g.y 9 M.S., Dârüşşafaka. Satı Bey’in istifası Sabah gazetesi 11.5.1914 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 178 ~ 27 Mart ve 3 Nisan 1330 tarihlerinde Cemiyet’e çeşitli yazılar yazmış; kabul edilmeyince de Nisan sonlarında istifa etmiştir1. Satı Bey, 1914 Temmuzunda dört aylık bir Avrupa gezisine çıkmıştır. Bu gezisinde çocuk sanatoryumları, açık hava okulları, tatil kolonileri ve bilhassa Montessori usulünü uygulayan okulları ziyaret edeceğini söylüyordu2. Bu gezi, ertesi yıl kuracağı Yeni Mektebin esaslarında ve şekillenmesinde çok etkili olmuştur. Satı’ Bey, bundan sonra Tevfik Fikret’in yeni okul tasavvurlarından esinlenerek bir özel okul açma çalışmalarına başlamıştır3. Satı Bey’in II. Meşrutiyet Dönemindeki Çeşitli Görüşleri Ülkenin durumu Osmanlılar pek çok kavim ve devletlerden geri kalmışlardır. Üstelik ilerleme ve yeni-leşmeye uymayıp karşı durarak geri kalmışlardır. Tarih boyunca ve şimdi de ilerlememize engel olan azim ve sebat yokluğudur. İlerlememize ne gerçek İslam dini ne de Türk kavmi engel olmuştur; asıl engeller şu yukardakilerdir. Tarihte her yeniliği yapmak için “bıçağın kemiğe dayanması” beklenmiştir. Batıyı isteyerek taklit etmemişiz; onlar bizi zorlayarak kendilerini taklit ettirmişler; onların baskısı azalır azalmaz durmuşuz, ileriye değil de başka yönlere gitmişiz. Yenilik tarihimizde hep olayların zoru (“cebr-i vakayi”) ile hareket etmişiz4. Tanzimattan bu yana, yenilik hareketlerimizin tabii bir sonucu olarak her alanda ikili çekişmeler başlamıştır. Satı’ Bey, “her inkılâbın temelinde böyle çatışmalar olur; inkılâp, teceddüd birden olmaz, her sınıfa da aynı hızla yayılmaz; ancak bizdeki teceddütlerin kesik kesik olmasından, sürekli olmamasından bu çekişmeler bizde daha uzun sürmüştür” diyor5. Yenileşme hareketlerinden önce ülkemizde Ortaçağ Avrupa’sının zihniyeti vardı. Medreseler “kelime ve mantık oyunlarıyla me’lub bir 1 Sabah gazetesi, 6. 10. 1913 M.S., Talim ve terbiye hakkında bir fenn-i terbiye mütehassısı ile hasbıhal. Sabah gazetesi. 1.7.1914 3 İçtihat. 126,1330. S.477-478. 4 Satı’, Ne için geri kaldık? Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası . 2,1325. S.37-46 5 a. g. m. İçtihat. 65,1329. S.1409 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 179 ~ zümre-i münevvere” yetiştiriyorlar; tekke ve tarikatlar da “mutasavvıf kafalı” bir zümre yetiştiriyordu1. Satı’ Bey, Osmanlı toplumunun dünkü ve bugünkü sorunlarını inceleyerek “Tanzimatçı” daha doğrusu “Batıcı” bir zihniyetle davranıyordu. Tarih içinde Batıcı yenilikleri savunuyor; “yanlış yolda değillerdi, olsa olsa eksikleri vardı” diyordu2. “Tekâmül kanunlarını unutmayalım. Yüksek bir medeniyetle yanyana olan bir cemiyetin terakkisi, yalnız başına bir cemiyetin terakkisinden farklıdır. Bütün meyve ağaçları önce yabani idi; şimdi yabaniyi tekâmül ettirmeye lüzum yok, tekâmül etmişi alırız !” diyordu3. Satı’ Bey’e göre Avrupalılar zekâ ve yetenekleri bakımından bizden daha fazla değillerdi. Onların başarıları, çalışma tarzları ve düzenlerinden, eğitimlerinden gelmektedir4. Büyük bir kısmımızın toplumsal hastalıklardan haberi yoktur. Halk kitlemiz tehlikeleri hissetmiyorlar bile! Bundan haberi olan aydın tabakamız ise bu tehlikeler karşısında “ümitsiz, azimsiz, meyus, mefluç” bir halde sonucu beklemekten başka bir şey yapamıyorlardı5. Bundan Gustave le Bon’un, Hippolyte Taine’in eserleri de bir parça sorumludur6. Satı’ Bey’in 1910 yılında yaptığı Avrupa gezisinden en büyük kazancı “ümit” oldu. O, Avrupa’da vaktinin çoğunu araştırma ve incelemelerle geçirdi. Ona göre biz, Avrupalıların tecrübelerinden yararlanacağız; yetişme imkânımız bunun için vardır7. Yenileşmelere örnek olarak Bulgaristan ve Japonya gözümüzün önünde durmaktadır. Satı’ Bey ilerlemek için onların yolunu öğreniyor ve bu yolu şöyle belirtiyordu8: 1 Satı’, En ziyade muhtaç olduğumuz zihniyet ve bu zihniyetin çare-i tenmiyesi. Terbiye. 2,1331. S.60-61. 2 Satı’, Tanzimatçılık. İçtihat. 84,1329. S.1382 3 a. g.m. S.1382-1383. 4 Satı’, Ümit ve Azim Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 4,1325. S.102-105 5 Satı’ Ümit ve Azim. İstanbul 1329. S.1 6 a. g. e. S. 7 7 Satı’, Ümit ve Azim. a.g.y. S. 105-107 8 Satı’, Büyük Milletlerden Japonlar ve Almanlar. İstanbul 1329. S. 3-7 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 180 ~ “Avrupa medeniyetini iktibas ve temsile çalışmak, ümran ve irfana müteallik icraat ve ıslahata büyük bir ehemmiyet vermek ve bu hususlarda fikr-i takip ve faaliyet göstermek...” Satı’ Bey, o zamanki bazı akımlara karşı “yeniden İslâm medeniyetini alamayız” diyordu. Avrupa o medeniyeti aldı, geliştirdi; biz, Avrupa’dakini alacağız; Ortaçağdan başlamak gerekmez. İslâm medeniyetinin kendisini değil ruhunu almamız lazım diyordu1. Balkan bozgunundan sonra Satı’ Bey, en çok vatan fikrine ve vatan sevgisine önem vermiştir2. Okullarımızda en çok “vatan terbiyesi”ne önem verilmesini istemiştir3. Halkı, savaşın topsuz tüfeksiz olanına, fikri ve içtimai savaşa çağırmıştır4. Fichte’nin Fichte’nin Prusya’da yaptıklarına dikkati çekmiştir5. “Beşiği sallayan el atiyi hazırlar” diyerek, vatan eğitimini ta aile kucağına kadar indirmeye çalışmıştır6. Bulgarların, beş-altı ay süreyle işgal ettikleri yerleri “vatan” saydıklarını, oysa bizim beş-altı yüzyıldır idare ettiğimiz yerlere “vatan” diyemediğimizi belirterek “Yanya’larımızı” istemiştir7. Eğitimin durumu Yapı itibariyle eğitimimizin en büyük sorunu “mektep - medrese ikiliği”dir. Tarihi gelişime bakıldığında bu ikiliğin olması doğal görünüyor; çünkü ıslahat hareketleri zamanında medrese öğretimi bir gelenek halini almıştı; yüzyılların geleneklerini yıkmak da kolay değildi8. Bizde ilkönce askeri okullarla uğraşılmış; eğitim uzun süre askeri kalmıştır. Daha sonra hızla sivil okullar açılmaya başlanmıştır. O zaman bu sivil okulların hepsi vazgeçilemez derecede gerekli okullardı; bunların hiç birisi medreselere feda 1 Satı’, Medeniyet-i İslâmiye. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 7,1326. S. 189 Satı’, Vatan İçin. İstanbul 1329. 3 a.g.e. S. 31-56 4 a.g.e. S. 75-96 5 a.g.e. S. 97-126 6 Satı’, Aile kucağında vatan terbiyesi. Terbiye. 1,1330 S.30. 7 Satı’, Ressamın tahassürü. Terbiye. 2,1330. S.49-50. Satı’, Yanya ve Yanyalarımız. Terbiye. 3,1330. S.97-98 8 Satı’, Tanzimatçılık mes’elesi. S. 1381-1382 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 181 ~ edilemezdi. Zaten genel olarak buralarda medrese öğretimine aykırı bir ruh da verilmiyordu: öğretim metodu aynı idi, programlarda biraz değişiklikler vardı ki, bu hal okullarda hâlâ devam ediyor1. Eğitimde Avrupa bizden çok önde olduğu, birçok başarılara ulaştığı halde hâlâ ‘okul, ıslahat, eğitim’ diye bağırıp çağırıyor; biz ise o kadar geri olduğumuz halde hiçbir çalışma göstermiyoruz. Eğitim bizim için “hayat-memat mes’elesi” sayılmalıdır2. 1908-1909 arası, eğitim alanında hiç bir himmet, hiç bir başarı gösterilmedi, umut verici en küçük bir adım bile atılmadı3. Satı’ Bey, Meşrutiyet devri eğitimini de üç devreye ayırarak incelemektedir: 1- Başlangıçtan 31 Mart olayına kadar, 2- 31 Mart olayından Balkan Savaşı’na kadar, 3- Balkan Savaşı’ndan Genel Savaş’a (Birinci Dünya Savaşı) kadar4. Birinci devre, ülkenin “dağdağalı” zamanıdır; eğitimde önemli bir hareket yoktur, yalnız Bakanlık daireleri örgütlenmekle uğraşılmış, yüksekokullara bazı dersler konulmuş, bazı yüksekokullara girişteki yarışma sınavları kaldırılmış, bütün yüksek okullarda tam bir anarşi havası sürüp gitmiştir. Bu arada idadilerde bazı program değişikleri, Dârülmuallimin’de de bazı kuruluş değişikleri yapılmıştır5. İkinci devre ihmal ve kayıtsızlık hareketlerinin geçtiği, hattâ her yerde eğitime aşırı derecede ilgi gösterildiği bir dönemdir6. Bu dönemde okullardaki anarşiye son verilmiş, memur ve öğretmenler arasındaki kadro şişkinliğini ortadan kaldırmak için büyük bir temizlik (“tenkisat”) hareketine girişilmiştir. Ama bunlar bir düzene göre yapılmamış ve bir “fikr-i takip” de gösterilmemiştir. Bakanlık bu dönemde çok çalışmış, ama düzensiz çalıştığından gereği kadar verimli olamamıştır7. 1 a.g.m. İçtihat. 65,1329. S.1400-1409 Satı’, Ümit ve Azim.(makale) S.106 3 Satı’, Maarif... ne vakte kadar bu halde kalacak? Tanin gazetesi. 8.2.1909 4 Satı’, Meşrutiyetten sonra maarif tarihi. Muallim.9,1333. S. 654-665 5 a.g.m. S.56-58. 6 Satı’, Maarifimizin en büyük yarası..., Ümmet. 9,1326. S.3 7 Satı’, Meşrutiyetten sonra.... S.658-663 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 182 ~ Üçüncü devre herkesin gözünün açıldığı bir devredir. Eğitim çalışmalarına halk ve basın aşırı derecede ilgi göstermeye başlamıştır. Taassup azalmış, hükümet cesurlaşmış, ancak Bakanlık bu cesareti pek iyi kanalize edememiştir. “Fikr-i takip” vardır ama hazırlıksızlık ve programsızlık, bunun başarılarını düşürmüştür. İkinci Meşrutiyet döneminde eğitimde çok büyük fırsatlar kaçırılmıştır1. Satı’ Bey’e göre, eğitimdeki gelişme sistemli olmalıdır; her şeyden önce mevcut okullar düzeltilmelidir. Öğretmeni, binası, levazımı olmadan yeni okullar açılmamalıdır2. “Mektepler milletlerin mazisini aks, halini temsil, atisini izhar ederler...”3 Her yerde okullarla toplum arasında çok sıkı bir bağ vardır4. Sürekli değişmeler ancak okullar yolu ile olur. Okula girmeyen, okula dayanmayan değişimler kalıcı olmaz. “Yarınki Osmanlılık, bugünkü mekteplerimizde hazırlanacaktır”5. Eğitim işlerinde Avrupa’nın aynen taklit edilmesi mahzurludur. Her ülkenin eğitimini incelemeli, kendimize uygun olanını almalıyız; çünkü eğitimin toplumla çok sıkı bağları vardır6. İlköğretim (“tahsil-i ibtidaiye”) Eğitim tarihimizde Satı’ Bey genellikle Emrullah Efendi’nin Tuba Ağacı Nazariyesine karşı çıkmakla tanınmıştır. Bu da eğitimin tabandan başlama zorunluluğu ve ilköğretimin savunuculuğu demek olmuştur. Ancak Satı’ Bey’in bu teoriye karşı asıl mücadelesi Emrullah Efendi öldükten sonra, 1917 yılında, Muallim Mecmuası’nda olmuştur7. “Çürük bir tahsil-i ibtidaiye istinat edecek bir tahsil, hiçbir zaman âlileşemez; hakiki bir zümre-i münevvere Tuba ağacı gibi değil, tabii ağaçlar gibi yetişir.” 1 a.g.m. S.663-665 Satı’, Maarif ne vakte kadar... 3 Satı’, Mektepler ve ahval-i içtimaiye. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 7,1326. S.1 4 Satı’, Fenn-i Terbiye. İstanbul 1325. S.2-6 5 Satı’, Mektepler ve ahval-i... S.1 6 Satı’, Layihalarım. İstanbul 1326. S.57. 7 Satı’, Tuba Ağacı Nazariyesi. Muallim.12,1333. S.359-366 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 183 ~ diyen Satı’ Bey, Muallim’deki birinci makalesinde eskiden yazıp da yayınlamadığı bir makaleyi aynen vermektedir (“Tarihin şahadeti”). Satı’ Bey burada Emrullah Efendi’nin “dünyanın her tarafında böyle olmuştur” sözünün yanlış olduğunu, Japonya ve Balkan ülkelerinde üniversitelerin ilk ve orta dereceli okullardan sonra kurulduğunu; ancak Batı ve Orta Avrupa ülkelerinde üniversitelerin daha önce kurulduğunu belirtmektedir. Satı’ Bey, bizim birinci grupta yer almamız zorunluluğuna işaret ederek şöyle demektir1: “... (kendi) maarif tarihimiz (bile), yüksekten başlamanın mahzurlu olduğunu ve her müessese-i talimiyenin bir temele muhtaç olduğunu gösterir.” 1325 Kanunusanisinde, o zamanki Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye “Maarif Islahatı Hakkında” sunduğu layihada da şöyle diyordu2 : “Maarifin bütün aksam-ı şuabatı arasında şedid bir irtibat vardır; hiçbir şube-i maarifin, hiçbir derece-i tahsilin diğerlerinden müstakilen ıslah ve tensiki kabil değildir. Ezcümle mekatib-i aliyenin terakkisi, onların talebesini izhar etmekte olan mekatib-i ibtidaiye ve taliyenin terakkisine mütevakkıftır.” 1911’de de “mekatib-i ibtidaiyesi olmayan bir yerde mekatib-i idadi, mekatib-i idadisi olmayan bir yerde Dârülfünun tesis etmek kabil midir?” diye soruyor; “hiçbir derece-i tahsil alttakine istinat etmeden yükselemez; çürük bir ilköğretime dayanan tahsil hiçbir zaman yükselemez” diyordu3. Ancak iyi bir üniversitenin alttaki birçok idadiye, iyi bir idadinin de alttaki bir çok rüşdiye ve ibtidaiyeye dayanmakla verimli olacağını savunuyordu. Satı’ Bey, İkinci Meşrutiyet devri düşünürlerinin bütün eğitime ortaöğretim noktasından bakmasını yeriyor; artık ibtidailerin idadi etki ve baskısıyla şekil almasından, oradan akacak harçlar ve çimentolarla kuvvet kazanmasından vazgeçilmesini istiyordu4. Eğitimde en doğru görüş sağlayan ibtidai tabakasıdır; bütün eğitim bu tabakaya dayanmalı, bu tabakadan kuvvet ve ruh almalıdır. 1 Satı’, Tuba Ağacı hakkında –bir izah-. Muallim. 13,1333. S.386-388. Satı’, Tuba Ağacı Nazariyesi. S. 360-366. 3 Satı’, Islahata nereden başlamalı? Tanin gazetesi 2. 5. 1911 4 Satı’, Maarifimizin en büyük yarası... S.4. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 184 ~ “Maarif temelden başlar”1. Bizde “mekatib-i ibtidaiye”, genel eğitimin gelişmesine hizmet etmiyor, edemiyor. Çünkü buradaki eğitim usulü fena, öğretim “yolsuz ve gayesizdir”2. Bu okullarımız hâlâ Kur’an okumayı öğretiyorlar; kitap, gazete okumayı öğretemiyorlar. İlköğretimde, önce eğitim usulünde bir devrim yapılmalı, sonra programlara bir gaye verilmelidir. Bunlar yapılmadan ilköğretim süresini uzatmak hiçbir şeye yaramaz3. İlköğretim birinci amacı eğitim (“terbiye”) dir. Çocuklara her şeyden önce ahlaki, fikri ve vatani bir eğitim verilmelidir4. Satı’ Bey, ayrıca ilköğretim hakkında şu düşünceleri de ileri sürmektedir: • Köy ve şehir ilkokullarının eğitim süreleri değişik olmalıdır. Program-larda yöresel değişiklikler olabilir. • Kasabalardaki ibtidaiye ve rüşdiyeler birleştirilmelidir5. • İlköğretimi ilerletmek için, en evvel ve en çok “Elifba” eğitimine önem verilmelidir6. Öğretmen yetiştirme ve Dârülmualliminler Eğitimimizin ve okullarımızın en büyük eksikliği “usul-ü talim ve terbiyeye vakıf veya müstaid” öğretmenlerin yokluğudur. Bu bakımdan Dârülmualliminler, eğitim kurumlarımızın en önemlileridir. Öğretmen yetiştirmede Dârülmualliminlerin yanı sıra program ve ders kitaplarının ıslahı, öğretmenlere rehber olabilecek açık talimatların düzenlenmesine de özen gösterilmelidir7. “Darülmualliminler, istikbaldeki maarif ve terbiyemizin temelidirler”8. Satı’ Bey, İkinci Meşrutiyet döneminde ülkemizde yeni zihniyet ve metodlarla öğretmen yetiştirmenin önderi olmuştur. Nail Bey’in kendisini İstanbul 1 a.g.y. Satı’, Tahsil-i ibtidaiye hakkında. İçtihat. 67,1329. S.1464 3 a.g.m. S.1465 4 Satı’, Tarih tedrisinin usul-ü esasiyesi. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 8,1326. S.95 5 Satı’, Tahsil-i ibtidaiye hakkında. S.165 6 Satı’ Elifba nasıl öğretilmeli? Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 1,1325. S.20-23 7 Satı’, Maarif ne vakte kadar... 8 Satı’, Dârülmuallimin programları hakkında. Tanin gazetesi 22. 9. 1324. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 185 ~ Dârülmuallimini Müdürlüğü’ne getirmesiyle orada büyük ve köklü değişiklikler yapılmıştır. Eski okulu tamamen yok saymış; programları, öğrencileri, öğretmenleri, hepsini temelden değiştirmiştir1. Satı’ Bey, bu okulu yeni baştan kurarken kendisinin yedi yıllık Mülkiye hatıralarından çok faydalandığını, okulda toplum hayatını özenle koruduğunu belirtmiştir2 . Satı’ Bey‘in bu okulda yaptığı değişiklik, kısaca şöyle özetlenebilir3: İşe önce öğrenciler arasında yapılan eleme ile başlanılmıştır. 750 öğrenci bir sınavdan geçirilerek okulda 150 öğrenci bırakılmıştır. Öğretmenler hemen hemen tamamiyle yenilenmiştir; genç öğretmenler alınmıştır. Numune ve Tatbikat Mektebi açılmış, burada konferanslar verilmiştir. Bu okula her vilayetten ikişer öğretmen getirtilerek “usul-ü tedris” öğretilmiştir. Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası yayınlanmış, Öğretmenler Kongresi yapılmıştır. Satı’ Bey, 1325 yılında Bakan Nail Bey’e verdiği bir layihada, ilkokul öğretmenini bir mürebbi olarak yetiştirmek gerektiğini, mesleki eğitimin çok önemli olduğunu ve verilecek genel bilgilerde nicelikten çok niteliğe önem vermek gerektiğini vurguluyordu4. Yeni öğretmenlere ülkenin her yanında o kadar çok ihtiyaç vardı ki, ki, o, İstanbul, İzmir, Selanik gibi yerlerde kışla gibi büyük öğretmen okulları açarak bir “muallimler ordusu” yetiştirmek önerisini getiriyordu5. Çünkü, “en önemli eksiğimiz ve en şiddetli ihtiyacımız” öğretmen idi. Her şeyden önce “muallim izharına” çalışmak lazımdı6. “Öğretmenler, iç ve dış düşmanlara karşı savaşan bir ordunun askerleridir!” diyordu. Ona göre milletlerin mukadderatı asker ordularından çok öğretmen ordularının çalışmalarına bağlı idi7. Eğitimde gelişmenin en önemli faktörünün, bütün öğrenim dereceleri için öğretmen 1 Satı’, Dârülmuallimin mesleği. Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası. 6,1326. S.186-195 Satı’, Mekteplerde cemiyet ve cemaat hayatı. Terbiye. 5,1334. S.192 3 Satı’, Meşrutiyetten sonra maarif tarihi. S.658-659 4 Satı’, Layihalarım. S,1-4 5 a.g.e. S.10 Hüseyin Cahit, Muallimler ordusu. Tanin gazetesi 11.2.1910 6 Satı’, Maarifimizin en büyük yarası... S.3 7 Satı’, Şiir ve musikinin talim ve terbiyedeki ehemmiyeti. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 1,1325. S.17. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 186 ~ yetiştirmek olduğunu söyleyen Satı’ Bey1, Bakanlığa sunduğu layihalarda “ehliyetli muallim” yetiştirmek için üç yönlü bir program öneriyordu: 1. Yeni öğretmenler yetiştirmek ki, bunu Dârülmualliminler yapacaktı. Bu bakımdan İstanbul Dârülmuallimini ibtidai, rüşdi ve idadi kısımlarıyla örnek bir kuruluş olmalıydı. Taşra Dârülmualliminleri ise çok düşük seviyelerde idiler. Bunlar –İsviçre’de olduğu gibi – idadilerin son sınıflarına “Talim ve Terbiye Şubesi” olarak bağlanmalıydılar2. Bütün Dârülmualliminler yatılı olmalıydı3. Ayrıca Dârülmuallimin Dârülmuallimin öğretmenlerinin yetişeceği, öğretmenleri Avrupa’dan getirtilecek ve mezunları Avrupa’ya gönderilecek bir kurum kurulmalıydı4. Satı’ Bey ayrıca Dârülmuallimin programlarına müzik, beden eğitimi ve el işleri dersleri koymakla da büyük hizmet yapmıştır5. 2. Elimizdeki öğretmenlerin seviyelerini yükseltecek bazı çalışmalar yapmak lazımdır. Mesela “Muallim Mektepleri” kurarak burada her yıl öğretmenlere birer ay eğitim göstermek! Gene bu iş için gezici eğitim grupları (“Seyyar Heyet-i Talimiyeler”) de kurulabilir. Satı’ Bey bunu İstanbul Dârülmuallimininde açtığı konferansvari çalışmalarla bir parça olsun gerçekleştirmeyi denemiştir. Bu metodlardan başka iyi yetiştirilmiş, Avrupa’ya gönderilmiş müfettişlerden de yararlanılabilir6. Satı’ Bey’in bu fikrini Emrullah Efendi de gözönüne almış ve müfettişleri o yöne sevk etmişti7. 3. “Usul-ü tedris” hakkında Eğitim Bakanlığı talimatlar hazırlayıp öğretmenlere göndermelidir. Bu arada iyi ders kitapları ve öğretim rehberleri hazırlatmanın önemine de değinilmiştir8. Yabancı ülkelere öğrenci gönderme (“Avrupa’ya talebe izamı”) 1 Satı’, Layihalarım. S.16 a.g.e. S.20 3 a.g.e. S.64 4 a.g.e. S.50,51,71 5 Satı’, Dârülmuallimin mesleği. S.189-190. 6 Satı’, Layihalarım. S.12. 26-29. 7 a.g.y. 8 a.g.e. S. 102-104. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 187 ~ Satı’ Bey bu husustaki fikirlerini 3 Haziran 1910’da, o zamanki Maarif Nazırı Emrullah Efendi’ye sunduğu “Avrupa’ya talebe izamı mes’elesine dair” adlı layihasında derli toplu olarak açıklamıştır1. Buna göre Avrupa’ya öğrenci gönderme, “maarifin neşr ve tamiminde” en önemli vasıtalardan biridir. Ancak bu, esaslı bir programa göre yapılmalıdır. Bakanlık bu hususta hem seçerken hem de idare ederken bir çok hatalar yapıyor. Artık, Avrupa’ya öğrenci gönderirken şu noktalara dikkat etmek gerekmektedir2: • Amaç ve şartlar konusunda kesin bir program hazırlanmalıdır. • Öğrencileri bir meslek öğrenmek için gönderilmelidir. Pratik ve uygulamalı amaçlara daha çok yer verilmelidir. • Nicelikten çok niteliğe önem vermek ve ona göre hesap yapmak lazımdır. • Seçmeleri çok iyi yapmak, adayın geçmişini ve geleceğini gönderileceği meslek hakkındaki eğilimlerini çok iyi değerlendirmek gerekir. • Gönderilme şartları çok önceden hazırlanarak ve açıklanarak gitmek isteyenlere hazırlanma süresi tanınmalıdır. • Biraz hayat tecrübesi olanlar gönderilmelidir; mesela Japonya 30 yaşını geçmiş olma şartını koyuyor. İdadi mezunlarını göndermek hatalıdır, yüksekokul mezunları gönderilmelidir. Özel eğitim yapmış veya bir süre memuriyet yapmış olanlara da gönderilme hakkı tanınmalıdır. • Bütün öğrenciler Fransa’ya gönderilmemelidir; başka ülkelere de (özellikle Almanya’ya) gönderilmelidir. Japonlar, yabancı ülkelerdeki öğrencilerini iki yıl bir ülkede, kalan üç yıl başka bir ülkede okutuyorlar. Bizim bu hususta eski alışkanlıklarımızı değiştirmemiz gerekiyor. • Öğrencileri göndereceğimiz yerleri çok iyi seçmeliyiz; çünkü Avrupa Üniversiteleri bizim öğrencilerimize çok uygun gelmiyor. • Avrupa’dan öğretmen getirtmeden oraya öğrenci göndermek hiç uygun değildir. 1 2 a.g.e. S. 46-60 a.g.e. S. 52 v.d. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 188 ~ Yalnız göndermekle yetinmemeli, oradan da öğretmenler getirtilmelidir. Halk eğitimi (“terbiye–i avam”) Satı’ Bey’in bu husustaki fikirleri şöyle özetlenebilir: İkinci Meşrutiyet bir siyasi devrimdir. Gerçi bunun arkasında bazı idari değişiklikler de yapıldı ama, bu devrimi gerçek bir sosyal devrim haline getirmek lazımdır1. Yapılan devrimin etkisini şiddetlendirip kuvvetlendirmeye çalışmak görevimizdir. Yüzeysel ve dış değişikliklerle yetinilmemelidir. Gerçek ve sosyal devrim ancak okullarda, eğitim ve öğretim aracılığıyla olacaktır. Milletler devrim ve bunalım zamanlarında hemen okullara önem vermişlerdir. Kurtulma ve gelişmeleri de bu sayede olmuştur; Almanya ve Japonya buna en iyi örnektir2. Meşrutiyetin köklerini derinleştirmemiz gerekmektedir. Geleceğimiz eğitimimizin ve okullarımızın alacağı şekle ve duruma bağlıdır. Okulların etkisi sağlam fakat yavaştır; hizmeti esaslı ancak uzun vadelidir. Onun için, gelecek kuşaklar yetişinceye kadar, bugünkü kuşağı da düzeltmeye ve aydınlatmaya çalışmalıdır. Gelişmiş ülkeler böyle yapıyorlar. İlkokullar yapılmamışken halkın eğitim ve öğretimi de bu yolla sağlanmıştır. Şimdi Avrupa ülkelerinde eğitim çok geliştiği halde gene de halkı eğitmeye devam ediyorlar. Biz onların kullandığı eğitim örgütleri ve öğretim metodlarından yararlanacağız. Onlar gece okulları, “mütemmim mektepler”, “Terbiye-i muahhar mektepleri”, devam okulları, işçi kolejleri vs.. gibi pek çok eğitim kurumları açmışlardır. Almanya, ilkokulu bitirdikten sonra bile 18 yaşına kadar öğretimi mecbur tutmaktadır. İngiltere ve Fransa’da “gece dersleri ve konferanslar artık bir tiyatro haline gelmiştir”. Konferans cemiyetleri, gayet yaygın ve etkili bir çalışma yapmaktadırlar. Uygarlığın halkı etkilemesi için halk eğitimi şarttır. Gelişmiş ülkelerde yapılan halk eğitimi çalışmalarını biz de yapmalıyız. Bu çalışmaları yapmaya en uygun kişiler de öğretmenlerdir. Öğretmeni aynı zamanda halk eğitimi yapacak tarzda yetiştirilmelidir. İlkokul öğretmenleri yalnız çocukların eğitim öğretimleriyle değil, halkın en cahil kesimini aydınlatmakla da görevlidirler. Öğretmenler dini, medeni 1 2 Satı’, Terbiye-i avam için. Yeni Tasvir-i Efkar gazetesi. 30. 7. 1909 Satı’, Büyük Milletlerden Japonlar ve Almanlar. İstanbul 1329 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 189 ~ ve siyasi yönden de yetiştirileceklerdir. Yeni Dârülmuallimin örgüt ve yönetmelikleri, bunu sağlayacak şekilde yapılmıştır. Ayrıca her vilayette aydın asker, memur ve vatandaşlar da bu işle görevli olmalı, özel ve resmi dernekler kurarak çalışmalıdırlar. Bu hususta Eğitim Bakanlığı gerekli önlemleri almalıdır. Dernek, klüp ve gazeteler de artık nümayişçiliği bırakıp kendilerini yenilemeli, bu yolda hizmet görmelidirler. Programlar ve öğretim metodları Satı’ Bey’in eğitim dünyasına girişi müfredat programlarının eleştirisi yoluyla olmuştu. Daha sonraki hayatında da en çok üzerinde durduğu konular, öğretimin didaktik esasları olmuştur. Satı’ Bey’in şikayeti, bizim okul programlarında ilmi ve fenni öğretime hiç yer vermediğimizden başlamaktadır1. “Biz” diyor “fen öğretimine önem vermedikçe , siyasi, sosyal ve fikri eğitimimizi sağlayamayız; zirai ve sınai gelişimimizi de sağlayamayız. Fen programlarını ihmal büyük hatadır. Avrupa programlarının tarihi gelişimine ve bu günkü durumlarına bakarak ihtiyacımıza göre bir program düzenlemeli; bazı dersleri almalı, bazılarını koymalı ve genelde ders saatlerini yeniden gözden geçirmeliyiz2. Program bir yana, Satı’ Bey, bizde asıl korkunç şeyin “usul-ü tedris” kaidelerine hiç uyulmamasından, hatta onların zıddına hareket edilmesinden doğduğunu söylüyor3. “Çünkü” diyor, “ezbercilik okullarımızda bir illet gibidir, dersler birbirini nakzettirmektedir, anlatılanların çoğu, çocukların anlamayacağı şeylerdir; soyut şeyler anlatılmaktadır, dil sade değildir; hiçbir fikir vermeyen boş kelimeler kullanılmaktadır v.s.”4 . 1 Satı’, Dârülmuallimin programları hakkında. Tanin gazetesi. 4.11.1908 Satı’, Fransa’da tedrisat-ı fenniye ve ilmiye. Tanin gazetesi. 8.11.1908 2 Satı’, Dârülmuallimin programları. a.g.y. Satı’, Maarif... ne vakte kadar ...a.g.y. Satı’, Mesaide intizam ve program. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 9,1326. S.101-106. Satı’, Programlar ve talimatlar hakkında. Tanin gazetesi. 11.2.1909. 3 Satı’, Usul-ü tedrisin fevaid-i esasiyesi. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 6,1326. S.205-207. 4 a.g.y. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 190 ~ Öteden beri bütün okullarımızda kullanılan “istintane ve takrir” metodu bırakılarak “istikra ve tekşif” metodu kullanılmalıdır. Bunun hem ilköğretimimize hem de orta öğretimimize acele yerleştirilmesi gerekmektedir1. Bizde, öğretimin en genel ve en müzmin hastalığı ezberciliktir. Bu, her derecedeki okullarımızda vardır. Ezbercilik faydasız olduğu gibi üstelik zararlıdır; öğretimin iyileştirilmesi çalışmalarında en çok buna dikkat edilmelidir2. Ezberciliğin en önemli sebebi, öğretmenlerdir; çoğu öğretmenler öğretmenin ne demek olduğunu bilmiyorlar. Ezbercilik soyutçuluğun, öğretimde hızlılığın bir sonucudur. Öğretmenler, ezberciliğin farkına vardıkları andan itibaren bunu önlemeye çalışmalıdırlar. Bu da ancak bir “usul-ü tedris” takip etmekle mümkündür. Ezbercilik bizi kandırmaktadır; gelecek kuşaklarımız için de çok tehlikelidir; bundan kaçınmak her öğretmenin görevidir3. İkinci Meşrutiyet dönemi Avrupa’dan bir çok ders aletlerinin getirildiği bir dönemdir. Satı’ Bey, Montessori ders araçları üzerindeki fikrini belirtirken bizim açımızdan bundan korktuğunu da belirtiyordu; çocuklar bu alet ve edavata hakim olamazlarsa, onu bir oyuncak olarak anlarlarsa, istenilenin tamamen tersi bir sonuçla karşılaşabiliriz4 . Satı’ Bey, uygulamalarla da didaktik esaslara çok önem vermiştir. Dârülmuallimine Uygulama Okulu kurdurma, çeşitli yerlerden gelen öğretmenlere yeni öğretim metodlarını öğretme, öğrencileri İstanbul’un en kötü okullarına kadar göndertip ders verdirme, onun yaptığı başarılı çalışmalardandır. O, genel öğretim metodları üzerinde durduğu gibi, çeşitli derslerin özel öğretim metodları üzerinde de durmuş, pek çok makaleler5 ve ders örnekleri6 hazırlayıp yayınlamıştır. 1 Satı’, Usul-ü takrir ve usul-ü tekşif. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası. 8,1326. S.59-69 Satı’, Tedrisat-ı tâliyede istikra ve tekşif. Terbiye. 3,1330.S.92-96, 140-144. Satı’, Ezbercilik. Tedrisat-ı İbtidaiye Mecmuası. 12,1328. S.213-217. 3 Satı’, Kiraz Ağacı. Terbiye. 4,1330. S.145-146. M.S., Esaslı-esassız terbiye – Satı’ Bey’in kiraz ağacı. Sabah gazetesi. 22. 5. 1914 4 M.S. Talim ve terbiye hakkında... 5 Elifba mes’elesi. İçtihat. 1,1329 S.1327-1329; 4,1329 S. 1387-1388. Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası’nın çeşitli sayılarındaki yazıları: Şiir ve musikinin talim ve terbiyedeki ehemmiyeti, Elifba nasıl öğretilmelidir? İlmihal nasıl öğretilmelidir? Elişi dersleri, tarih, coğrafya usul-ü tedrisi vs... 6 Terbiye-i İbtidaiye Mecmuası’nın “Ders Numuneleri” kısmında 15 adet ders örneği hazırlayıp sunmuştur. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 191 ~ Değerlendirme İkinci Meşrutiyet döneminin her yönüyle takdir edilen eğitimcilerinin başında Satı’ Bey gelir. Kendisi, resmi hizmeti sırasında Maarif Nazırlarının ve diğer kuruluşların tam desteğini sağlamış idi. Aydın zümre arasında eleştirisiz kabul edilen birisiydi. Dârülmuallimin’deki köklü temizliği ve ondan sonra da okulu tamamen kendi bilgisine göre idaresi sırasında hiç tepki görmemişti. İyi eğitimciydi ve çok çalışkandı. İsmail Gaspıralı: “Bütün Türk yurduna yüksek sesle bağırıyorum: İstanbul Darülmuallimin Müdürü Satı’ Beyefendinin yurda gösterdiği usul-ü savtiyeye kulak ver, göz sal!...Satı’ Bey’i “çalış” nidasıyla karşılayın.” diyor; girişken ve çalışkan Satı’ Bey’i övüyordu1. İkinci Meşrutiyet eğitiminin şekillenmesinde ve gelişmesinde bir Pestalozzi ruhu ve çabası gösteren Satı’ Bey’in büyük rolü vardı. 1 İsmail Gasprinski, Türk Yurtçularına. Türk Yurdu. 7,1328. S.191 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 192 ~ 3.6. KÜLTÜR EĞİTİMİ AKIMI Kültür eğitimi akımı, çağımızın ilk çeyreğinde bütün ülkelerde kendini göstermiştir. Bu akımın amacı, eğitimi kültürel verilerden hareket ederek temellendirmektir. Tarihî görüş açısından ele alınırsa bu görüş biçimi tâ Platon’da karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Platon ve Aristoteles'te (M.Ö.384-322) eğitim, bir devlet politikası olarak temellendirilmeye çalışılmaktadır, Ortaçağ'da kültür “evrensel dinî kültür” anlamında olmak üzere eğitimin temelinde yer almıştır. Rönesans’tan itibaren millî kültürler anlayışına bağlı olarak eğitim ve kültür ilişkisi yeni bir anlayışla ortaya konulmuştur. Fakat bunun en sistemli biçimde işlenişi 19. yüzyılın ikinci yarısında ve özellikle de çağımızın ilk çeyreğinde kendisini göstermiştir. Türkiye'de bu akım büyük bir güçle ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik temelinden hareket eden bu akımın burada önde gelen temsilcilerine yer verilecektir. 3.6.1. ZİYA GÖKALP Hayatı: 1876'da Diyarbakır'da doğdu. Babası Vilâyet Evrak Müdürü idi. Diyarbakır Askerî Rüşdiyesinde ve mülkî İdadisinde okudu. Sonra İstanbul'a gitti. Parasız yanlı öğrenci alan Baytar Mektebi'ne yazıldı. Gizlice İttihad ve Terakki Cemiyetine kaydoldu. 1898'de okuldan atıldı, hapsedildi. Sonra Diyarbakır'a sürgün edildi. 1908'e kadar Diyarbakır'da kaldı. Sonra İstanbul'a giderek Dârülfünun'da Emrullah Efendi'den boşalan sosyoloji ve psikoloji derslerini üzerine aldı. Ancak başaramadı ve ilköğretim müfettişi olarak tekrar Diyarbakır'a döndü. Bir yıl bu görevde kaldıktan sonra 1909'da Selanik'te yapılan İttihad ve Terakki Cemiyeti Kongresine Diyarbakır delegesi olarak katıldı. Orada Cemiyet'in önemli bir yöneticisi oldu ve “Genç Kalemler”, “Yeni Mecmua” gibi süreli yayınlar çıkarttı. Balkan bozgununda Selanik'in düşme tehlikesi üzerine İstanbul'a geçti. 1912-1919 yıllan arasında çok verimli bir çalışma yaptı. 1915'de Dârülfünun Sosyoloji Kürsüsünü kurup ders vermeye başladı. 1919'da tutuklanıp hapse atıldı, sürgün edildi. Linini ve Malta adalarında sürgünde kaldıktan sonra 1921 'de İstanbul'a, oradan da Diyarbakır'a gitti. Sonra Ankara'da Maarif Vekâleti Telif ve Tercüme Reisliğine atandı. Bu arada Diyarbakır mebusu seçildi. 1924'de İstanbul'da öldü. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 193 ~ Önemli eserleri: Kızılelma (1914), Yeni Hayat (1918), Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak (1918), Türk Töresi (1923), Altın Işık (1923), Türkçülüğün Esasları (1923), Türk Medeniyeti Tarihi(1926). Ayrıca Peyman, Diyarbekir, Yeni Türkiye, Hakimiyet-i Milliye, Şûrayı Ümmet, Tanın, Donanma, Akşam, Rumeli gibi gazetelerle Volkan, Genç Kalemler, Türk Yurdu, Altın Armağan, Halka Doğru, İslâm, Muallim, İçtimaiyat, İktisadiyat, Millî Tetebbular, Yeni Mecmua, Şâir v.s. gibi dergilerde yüzlerce yazıları yayınlanmıştır. Eğitim görüşleri: Gökalp'in eğitim görüşleri ancak 1916-1917 yıllarında olgunlaşmıştı. Ancak 1914”e kadar olan dönemde ana eğitim görüşlerinin ön tasarıları belirmişti. Gökalp, çocukluk yıllarının “saadet perisi”nden olgunluk yıllarında “mefkûre”ye geçti. Bir ümit felsefesi, bir kurtuluş felsefesi getirmeye çalıştı. 20. yüzyıl başlarında bütün Türk düşünürleri kurtuluşu araştınyordu. Tevfık Fikret bunu “Promete”de, Mehmed Akif (1873-1936) “Âsım”'da, Gökalp de ''Oğuz Han”da anyor. Gökalp, ütopik bir gelecek ve tarih düşüncesine yol açmıştı1. Gökalp hayallerini ve fikirlerini ilmî bir şekle bürümüştü. O yalnız bir düşünce sistemi ve ideoloji meydana getirmemiş, aydınlar üzerinde etkili bir de ütopya yaratmıştı. O, Türk mitolojisini yeniden yarattı. Türk toplumunun dünyaya bakış ve kendi kendisini duyuş biçimini tamamen değiştirdi. Fikrî olmaktan ziyade psikolojik olan “Turan” şiiri, İkinci Meşrûtiyet devrinde her türlü çalışmaları ve hareketleri etkiledi2. Gökalp, daha 1904 “de yazdığı yazılarda hastahane, mekteb-i idadi ve mekteb-i sanayii “saadetin üç rükn-ü mühimmi” olarak niteliyor ve geliştirilmesini istiyordu3. 1909'da doğudaki köylüleri ağalık düzeninden kurtarmak ve Devletle bağlamak için getirdiği önlemlerin arasına köy okullarını her köyde kurmayı da ekliyordu. 1 Kaplan, Mehmet, “Ziya Gökalp ve saadet perisi”, Türkiyat Mecmuası, 14,1964, S.63. a.g.m. S.40-42. 3 “Dicle Vadisi “(1904): Beysanoğlu.Ş.: Ziya Gökalp'in İlk Yazı Hayatı (1894-1909), İstanbul, 1956'da. 5.41. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 194 ~ Ona göre bu okullar “köylüleri hissiyatı, vataniye ve efkâr-ı milliye ile tezhîb ye tenvir” edeceklerdi1. Gökalp'in İkinci Meşrûtiyet devresi boyunca ileri sürdüğü eğitim görüşleri üç öbekte toplanabilir: I. 1909 yılında ileri sürdüğü bazı iyileştirme önlemleri; II. 1913 yılındaki ütopik eğitim düzeni; III. 1913 sonlarıyla 19I4'de “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak” tezine paralel olarak geliştirdiği eğitim düzeni. 1909 yılında özellikle dinî eğitim kurumlanılın, yani medreselerle tekkelerin iyileştirilmesi üzerinde durur. Ona göre, medreseler Doğu uygarlığının yükselişinde de çöküşünde de çok önemli katkılarda bulunmuştur. İslâmın çöküşü önce medreselerde, onların ders programlarında başlamıştır. Medreselerde başlangıçta bütün dinî ve sosyal bilimler okutulurken, daha sonra program gerek ders çeşidi olarak gerek ders kitabı olarak alabildiğine kısırlaştırılmıştır. “Osmanlı milletinin” yüzyıllardır uğradığı bozgun ve yıkımların gerçek nedeni, medrese öğretiminin bozulmasıdır. İkinci Abdülhamid'in baskı düzeni boyunca da halkın maneviyatına hiç önem verilmemiştir. Meşrûtiyetin sağlam olabilmesi için halka dinî bilgileri çok sağlam -olarak öğretmelidir. Medreseler “hürriyet, uhuvvet, müsavat ve adalet” fikirlerinin verildiği bir yer haline gelmelidir. Medreselerin bu işi yapabilmeleri için ıslâh edilmeleri gerekir. Gökalp, medreseleri ıslâh şekli üzerinde de, şu önerilerde bulunuyor2: • Bir kasabadaki çeşitli medreseler birleştirilip, mükemmel bir medrese (“Medrese-i Külliye”) yapılmalıdır. • Medreseler “ulûm-u âliyye” ve ulûm-u aliye” diye iki şubeye ayrılmalı ve her şube de sınıflara bölünmelidir. 1 2 “Ziraat ve Zeamet” (1909): Beysanoğlu.Ş,: a.g.e., S. 108. “Medreseler” (Peyman 2 Ağustos 1909): Beysanoğlu.ş.; a.g.e., S.11,5-117. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 195 ~ • Ulûm-u aliyye şubesinde dil, edebiyat ve idadilerde okutulan fenler; ulûm âliyye şubesinde de yeni yüksek ilimler okutulmalıdır. • Her derse bir uzman müderris verilmelidir. • Müderrislerin maaştan arttırılmalıdır. • Her medreseye çalışkan bir müdür atanmalıdır. • Derse gelmeyen müderrislerin maaşlarından gündelik usulüyle kesintiler yapılmalıdır. • Medrese öğrencilerine, yatılı okullarda olduğu gibi, elbise ve yemek verilmelidir. • Medreselerde yapılacak bu şeklî değişikliklerin yanısıra, öğretimin ruhu da değiştirilmelidir. • Kısa metinler, şerhler ve talikleri bırakıp esas kaynak eserlere yönelmelidir. Bu hemen yapılması zor bir şey olsa bile, hiç olmazsa iki gurup eser birden göz ön üne alınmalıdır. • Her bilimin tarihî gelişimi ve kaynaklanma biçimi de öğretime eklenmelidir. Gökalp 1909'da tekkeler hakkında da bazı iyileştirme önerileri getiriyordu. Ona göre medreselerle beraber tekkeler de çağın gereksinmelerine uygun olarak temizlenmeli ve düzeltilmelidirler. Tekke şeyhleri önce okullarda okutulan “zahiri ilimler”le, tasavvufa dair olan “batınî ilimler”den bir sınava tâbi tutulmalı; kazananlar tekkelere şeyh olarak atanmalıdırlar. Şeyhler bu “medreselerde “İhyâ” gibi tasavvufi eserler başta olmak üzere düzgün bir eğitim yapmalıdırlar1. Gökalp, 1913 başlarında yayınladığı “Kızıl Elma” dizelerinde, mükemmel bir eğitim ütopyası sunmuştur. Şiir halinde oldukça uzun olan ütopya, kısaca şu şekilde düzyazıya geçirilebilir: 1 Tekyeler (Peyman 9 Ağustos 1909); Beysanoğlu.Ş.; a.g.e., 3=119-120 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 196 ~ Bakü'lü zengin bir ailenin kızı olan Ay Hanım, Paris'te öğretimini yapmaktayken annesi babası ölüyor. Ay Hanım, “Turancı” bir kişidir. Dönüşte Turan'a okullar açmak istiyor ve Paris'te modern eğitim ve öğretim biçimi üzerine öğretim yapıyor. Bakü'ye dönünce bir kızlar, bir de erkeklere “İstikbal Beşiği” adlı iki okul yaptırıyor. Bu arada kendisi de Sadettin Molla adlı bir ulemadan İslâm dinini ve Doğuyu sağlam bir şekilde öğreniyor. Ay Hanım Bakü'de bu çalışmaları sürdürürken Turgut adlı İstanbullu bir ressamla tanışıyor. Ressam, “Kızıl Elma”yı aramaktadır. Bunu bulmak için bütün Turan'ı dolaşmaktadır. Bu sırada Türk dünyasında, İstanbul'dan Bakü'ye, Kazan'a kadar siyasî hürriyet yoktur. Türkçe yasaktır, kadın zincirden kurtulamamıştır. Türk, eski harf sistemini, ilim ve fendeki yüceliğini yitirmiş; Arap harfleri, ile, medrese dersleri ile zihnini boş yere yormaktadır. Ay Hanım bu şartlar altında Türk dünyasında hayallerini gerçekleştiremeyeceğini anlayınca İsviçre'de bir Türk köyü kurmaya girişiyor. Tasarısına göre, Turan'ı orada kuracaktır. Orada Dârülfünunlar, Encümen-i Dânişler kuracak; orada tacir; sanatkâr, yazar, şair v.s. yetiştirip, bunları bütün Türk ülkelerine yollayacaktır. Ay Hanım'ın ülküsü artık bu oluyor. Köyü kuruyor ve adını da “Kızıl Elma” koyuyor. Lozan'ın yanındaki bu Türk yerleşim yerinde büyük bir çalışma başlıyor. Bütün Türk yurtçuları buraya akın ediyor. Kimi hamiyetini, kimi servetini veriyor. Her fennin okulunu açıyorlar. Ziraat, ticaret, sanat evleri yapılıyor. Çocuklar yetiştiriliyor: Ay Hanım Bakü'deki “İstikbal Beşiği” adlı okullarını bir müdüre bırakıp, kendisi ''Kızıl Elma”nın müdürü oluyor. Gece gündüz çalışıyor. Kızıl Elma köyü için Turan'ın her yerinden çocuklar toplanmaktadır. Bu arada ressam Turgut, Kaşgar'da Kızıl Elma köyü için çocuk toplama duvar ilânlarından birini görür. Çocuklarla beraber Kızıl Elma'ya gider. Orada resim öğretmeni olur ve Ay Hanımla evlenir. Artık devamlı olarak Kızıl Elma'dan Turan'a saadet yağar. Gökalp bu dönemde yazdığı diğer şiirlerinde de aynı ütopik havayı devam ettirir. Meselâ, 15 Mayıs 1913’de yazdığı “Esnaf Destanı”nda da, düşmana yenilmenin İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 197 ~ gerilikten olduğu, bu intikamın ancak düşmanın ilmini alarak gerçekleşeceğini belirtir ye “bir hızla” 500 yıl atlayacağımızı umut eder. Gökalp, 1914 başlarında yayınladığı bir makalesinde1 de “Türkleşmek, İslâmlaşmak ve Muasırlaşmak” formülünü eğitime de uyguluyor. Ona göre; eğitimde izlenecek amaçlar üçtür. Başka bir deyişle çocuklara üç türlü bilgi öğretilebilir: a) Millî dil, millî tarih, millî edebiyat; b) Kur'ân, Tecvîd, İlmihal gibi dinî bilgiler; c) Riyaziyat, Tabiiyat gibi ilimler, yabancı diller, El İşleri, Beden eğitimi v.s. Bizim için tam bir eğitim üç kısımdır: Türk eğitimi; İslâm eğitimi ve çağdaş eğitim tarihimizde, Tanzimattan evvel yalnız İslâm eğitimi veriliyordu. Tanzimat Türkiye'ye çağdaş eğitimi (“asır terbiyesi”) sokmaya çalıştı. Başlangıçta bu iki eğitim biçimi arasında büyük bir çatışma oldu ama, çağdaş eğitim yavaş yavaş ama sağlamca Türkiye'ye yerleşti. O değerlendikçe İslâm eğitimi önemini yitirdi. Gerçi çağdaş okulların programlarında dinî dersler gene önemli bir yer tutuyordu ama, İslâm eğitimi nicelik yönünden değil, nitelik yönünden çok şey yitiriyordu. Bilimsel bir dinî eğitim verilmiyordu. Bu karışıklıklar arasında Türk milliyeti, İslâm milletler arasıcılığı gibi fikirler doğup gelişti: İkinci Meşrûtiyet döneminde bunlar gene Tanzimat eğitimine karşı hücuma geçtiler. “Tasvir-i Efkâr” gazetesi, Tanzimat eğitiminin iflâsını ilân etti. Aslında Batıcı, Türkçü ve İslamcı düşünürlerin hepsi yeni Türk eğitimini sağlam olarak kurmaya çalışıyorlardı. Gökalp'in fikrine göre bu, birbirine düşmanlıkla olmaz. Ülkemiz için bu üç eğitim biçimi birbirinin yardımcısı olmalıdırlar. Dayanışma içinde olmalıdırlar. Birbirinin nüfuz alanlarına geçmemelidirler. Batı eğitim biçimi maddiyat alanında kalmalıdır, Türk ve islâm eğitim biçimleri, de nüfuz alanlarını belirleyip çatışmayı kesmelidirler. Türk eğitiminin bu üç ülküsü, tümden değerlendirilmeli, tümden uygulanmalıdır.. 1 Gök Alp: İslâm terbiyesinin mahiyeti”, İslâm Mecmuası, 1(30 Kânunusâni 1329), S.14-16. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 198 ~ 3.6.2. NECMEDDİN SADAK Hayatı: 1890 yılında İsparta'da doğdu. Galatasaray Sultanisi'nden çıktıktan sonra Lyon Edebiyat Fakültesini bitirdi. Maarif Nezareti Telif ve Tercüme Dairesinde üye ve Dârüşşafaka'da İçtimaiyat müderrisi oldu. T.B.M.M.'nin 3. devresinde (1926) Sivas milletvekili seçildi. 1950'ye kadar Sivas milletvekili olarak kaldı. Bu arada Milletler Cemiyeti Silâhlan Bırakma Konferansına Türkiye temsilcisi olarak katıldı. 1947-1950 arasında Dışişleri Bakanlığı yaptı. 1953 yılında New York'ta öldü. Eserlerinden bazıları: İlmi Terbiye-i Etfal (Carré ve Liquier'den çeviri) İstanbul 1933, Sosyoloji (Liseler için.ders kitabı), İçtimaiyat” (M. Bonafouce'dan çeviri) İstanbul 1927. İkinci Meşrûtiyet dönemindeki görüşleri: Necmeddin Sadak Bey ne İkinci Meşrûtiyet döneminde, ne de daha sonraki dönemde orijinal bir eğitimci olamamıştır. Ancak onun önemi, tâ Meşrûtiyet devrinden itibaren çağdaş Batı eğitimini Türkiye'ye tanıtmaya ve elinden geldiğince Türkiye şartlarına uyarlamaya çalışmalarında yer alır. Necmeddin Sadak; Balkan bozgununu büyük bir uyanışın başlangıcı olarak almak ister. O zaman hemen bütün millet de bu fikirdedir. Almanya'nın doğuş şeklini, eğitim ve öğretmenler vasıtasıyla Fransız baskısından nasıl kurtulduklarını, Fichte'nin (1762-1814) “Alman Milletine Nutuklar”ını gazete ve dergi okuyanlar içinde bilmeyen hemen hemen yok gibiydi. N. Sadak Bey “bütün tarihte yenileşmenin ilk şartı terbiyedir” diyor ve devam ediyor, büyük yenilgilerden sonra milletler bakışlarını genel eğitime çevirirler. Kurtarıcılar, yenilikçiler de istediklerini kabul ettirebilmek amacıyla çocuk eğitiminden yararlanırlar. Yenileşme, yeni ve kuvvetli bir eğitimle başlar1. 1870'de Fransa'yı yenen, Alman ilkokullarındaki millî ve manevî eğitimdir. Bize de milletin bütün fertlerini değiştirecek millî ve manevî bir eğitim gereklidir. Oysa bizde okul ve eğitim sözleri söylene söylene, yazıla yazıla âdi birer hakikat hükmüne girdi. Yazılanları, söylenenleri artık uygulamaya koymalıdır. 1 Necmeddin Sadak: “Milletin İstikbali çocukların terbiyesine mütevakıftır”, İkdam, 16 Haziran 1913. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 199 ~ Genel eğitimimizi değiştirmek ve yenilemek lâzımdır. Şu anda bâtıl itikadlara bağlı, yeniliğe düşman bir millet gibiyiz. Tarihimizde yapılan devrimler hep yüzeyseldir. Çoğu eğitim kurumlarımızda hâlâ iki üç yüzyıl öncesinin usûlleri kullanılıyor. Kendimizi tümden değiştirecek köklü bir devrim yapmak gereklidir. Milletin ruhunu değiştirmek-lâzımdır. Yenileşme ruhî olmalıdır, siyasî olamaz. Bu ruhî değişmeyi de ancak eğitim sağlayabilir. Eğitim bütün halk ile ilgilenecektir ama millî eğitim, çocuk eğitiminden çıkar. Ülkenin geleceği parlamentodan, Bakanlar Kurulundan çok ailelerde ve ilkokullarda hazırlanır. Millet, yeni siyasî düzene ancak eğitimle hazırlanabilir1. Eğitim ve öğretim biçimimizi değiştirmeliyiz. Eğitimde yeni esaslar hazırlamalıdır. Eğitimin sağlıklı gelişebilmesi için önce analar ve öğretmenler yetiştirilmelidir. Ülkemizdeki ana ve öğretmenlerin büyük burunluğu, daha çocuğun ne olduğunu bilmiyorlar. Çocuk eğitiminin en önemli devresi, ana yanında geçen 3.-4 yıldır. Çocuk pek çok özelliklerini bu devrede kazanır. Milletin geleceği, anaların verecekleri eğitime göre değişir. Çocukları eğilmek çok zordur. Çünkü küçüklerin duyguları, düşünceleri, ülküleri büyüklerinkinden farklıdır. İlkokullarımızdaki eğitim biçimi yalnızca zihne, hafızaya dayanıyor. Çocuklarımızın zekâsı geri değil, bizim eğitim biçimimiz geridir. Bizim eğitim biçimimizle âlim, düşünür yetişemez. Bugünkü eğitim biçimimizi tamamen değiştirmek ve ona göre de öğretmen okulları açmak zorundayız. Yalnız programları değiştirmek yetmez. Duygu, düşünce ve irade verecek psikolojik esaslara dayanan bir eğitim düzeni lâzımdır2. Necmeddin Sadak Bey, istenilen özelliklere sahip bir “Çocuk Ordusu” yetiştirmek için bir çok yazılar yazmıştır. Ama bu yazılan genellikle bizim eğitim-öğretim biçimimizin bozukluğu, başka milletlerin eğitime ve psikolojiye verdikleri önem, bir çok Batılı yazar ve pedagogların adları ve sözlerinden ibaret kalıyordu3. Gazeteleri genellikle aydın bir zümre okuyordu. Gazetelerde yazılanlar da bunlara yeni bir şey getirmiyordu. Yalnızca herkesin bildiği şeyleri doğrulayıcı ve kuvvetlendirici yazılar, 1 a.g.m. a.g.m. 3 Necmeddin Sadak: “Düşünülecek şeylerden”, Tanin, 6 Temmuz 1329. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 200 ~ yazılıyordu. Eğitim konusunda yazılan yazıların büyük bir çoğunluğu eğitime olan gereksinmeyi ve durumu bildiriyorlar, somut çözüm önerileri getirmiyorlardı. Oysa halk ve hele kadınlar, çocuk eğitiminin uygulama yönleriyle ilgili çağdaş bilgiler verecek yazı ve kitaplar arıyorlardı1. 1 Cahide Nevres: “Senden beklediklerimiz” Necmeddin Sadak Bey'e, Yeni Fikir dergisi, 111/15(1329), S.478-483. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 201 ~ 3.6.3. KÂZIM NÂMİ (DURU) Hayatı:,1876'da Üsküdar'da doğdu. Çeşitli ibtidailerde, Üsküdar, Edirne ve Selanik Askerî rüştiyelerinde, Manastır Askerî İdadisi'nde okudu. 1895'de Harbiye'ye geçti. 1892'de piyade mülâzım-ı sânîsi olarak Tiran Redif Taburuna atandı. 1906'da İkinci Ordu Müşiriyeti Hususi Kalemiyle yaverliğe getirildi. 1910 yılında askerlikten istifa edip Selanik Vilâyeti Maarif müfettişi oldu. Tiran ve Berat rüşdiyelerinde gönüllü öğretmenlik yaptı. Berat idadisinde Türkçe ve Resim Öğretmenliklerini de yürüttü. Selanik idadisinde, Sanayi Mektebi'nde, askerî rüşdiyede yıllarca öğretmenlik yaptı. Selanik'teki bir Fransız lisesinin de Türkçe öğretmeni idi. Bu nedenle Fransız hükümetinden çeşitli rütbe ve nişanlar aldı. Cumhuriyet döneminde Talim ve Terbiye Dairesi üyeliği, 5. ve 6. dönem milletvekilliği yaptı. 1967'de İstanbul'da öldü. Eserlerinden bazıları: Terbiye-i Vataniyede İlk Adım Selanik 1327, Nasıl Oldu? Selanik 1326, Mektepde Ahlâk I (Jules Pagot'dan çeviri) İstanbul 1913, Fröbel Usulüyle Küçük Çocukların Terbiyesi, İstanbul 1340, Kemalist Rejimde Eğitim ve Öğretim, İstanbul 1938, Sosyolojinin Unsurları Ankara 1936, Ziya Gökalp istanbul 1949, İttihad ve Terakki Hatıralarım İstanbul 1957, Cumhuriyet Devri Hatıralarım İstanbul 1958 v.s. İkinci Meşrûtiyet döneminde görüşleri: 1910 yılma kadar bir subay olarak Rumeli'nin çeşitli yörelerinde görev yapan Kâzım Nâmi Bey, İslamcı bir Jön Türk idi. Herkesin ancak Balkan bozgunundan sonra duyduğu millî savunma ve vatan terbiyesi verme gereksinmesini, o tâ Temmuz devriminden önce duymuştu1. Kâzım Nâmi Bey, Meşrûtiyet yıllarında yeni bir eğitim sistemi üzerinde durmuyordu. Çünkü Osmanlı Devleti tâ başlangıçtan beri eğitim sistemini hep “kadro” üzerine kurmuştu. Medreseden Enderun Okuluna, Ahi örgütüne kadar her kurum kadro yetiştirmeye çalışıyordu. Tanzimatın kurduğu eğitim sistemi de sırf Devlet dairelerini doldurmaya yönelikti. Buna rağmen İkinci Meşrûtiyet döneminde bile Devlet kadrolarında büyük açıklar vardı. Ordu kadrolarında da Öyle. Devletin memur ihtiyacı oldukça eğitim sistemini değiştirmek de kolay 1 Kâzım Nâmi, Terbiye-i Vataniyede İlk Adım”, Selanik 1327. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 202 ~ değildi. Bu nedenle Meşrûtiyet döneminden sonra bile eğitim sistemimiz, bütün karşı yazılara rağmen değişmemekte direnmiştir1. Kâzım Nâmi Bey, Selanik vilâyeti Muallimler Kongresine “vilayet-i selâse”nin maarif müfettişi olarak katıldı. Kongrenin ikinci oturumunda “Havasın terbiyesine dâir” bir konferans verdi. Ayrıca Kıraat Komisyonu'nun başkanı ve rapor yazıcısı olarak çalıştı. Kongre tutanaklarından anlaşıldığına göre, en çok alfabe sorunu üzerinde durdu. Bu konudaki fikirleri şu şekilde özetlenebilir: Arap harfleri Türkçeye dar gelmektedir. Üstelik Türkçemiz yakışıksız bir şekil alıyor. En baştan sesli harfler düzeltilmelidir. Elifba, Türkçe ve Kur'ân alfabesi olarak ikiye ayrılmalıdır. Önce Türkçe alfabe gösterilmeli ve batıda olduğu gibi alfabe Öğretiminde önce sesli harflerden başlamalıdır2. İmlâ, inşa, kavaid hepsi bir derstir ve bunların ilkokulda öğretilmesine gerek yoktur. Daha sonraki öğretim kademelerinde verilebilir3. Türkçeyi sadeleştirelim ve Arapça eklerden kurtaralım. Bunun, eğitime ve çocuklara çok faydası olacaktır4. Kâzım Nâmi Bey, ikinci Meşrûtiyet döneminde özellikle dini eğitim üzerinde durmuştur. Ona göre; biz insanlığa varlığımızı İslâmiyetle tanıtmışızdır. İslâmiyetten ne kadar uzaklaşırsak o kadar zarar ederiz. Bizi taassup ve dinsizlik mahvetmiştir. Şimdiye kadar dinî eğitime önem verilmemiştir. İnançlar zihne iyice yerleştirilmemiştir5. Halkı imanlı ve aydın yetiştirecek sınıf yalnız medreselerde yetiştirilmektedir. Oysa bunlar halkı gerektiği gibi yetiştiremiyorlar. Yalnız sarıklı sınıfı değil, bütün halkı aydın bir dindar haline getirmelidir. Din, bir zümrenin elinde çıkar âleti olmaktan kurtarılmalıdır. Dinî eğitimin ne olduğu yanlış anlaşılmamalıdır. Bu Kur'an okumaktan, sûre ezberlemekten inanca çevrilmelidir6. Efsane ve masalların kuvvetli bir eğitici etkisi vardır, Pek çoklarımızın “Acem düzmesi” diye 1 Kâzım Nâmi, “Bize nasıl bir mekteb sistemi lâzım?”, Muallimler Mecmuası IX/26(1932), S.188-193. Duru K.N., “Meşrûtiyet Devrinde Maarif Sistemimiz”, Hakimiyet-i, Milliye; 10 Mart 1930, 2 Selanik Vilâyeti Muallimler Kongresi Mecmuası, Selanik 1328, S.39. 3 a.g.e. S.103-104. 4 a.g.e.S.108. 5 a.g.e. S. 134. 6 Kâzım Nâmi, “Dini terbiye'. İslâm Mecmuası, 1(1329), S. 17-20. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 203 ~ beğenmediğimiz kısa efsane kitapları eğitimimizde büyük ve etkili bir faktördür, iyileştirilerek kullanılmalıdır1. 3.6.4. M. ŞEMSETTİN (GÜNALTAY) Hayatı: 1883 yılında Kemaliye'de doğdu. Babası Müderris İbrahim Ethem Efendi idi. Vefa idadisinden ve Dârülmuallimin-i Âliye fen şubesinden mezun oldu. Lozan Üniversitesi Tabiî Bilimler bölümünü bitirdi. Arapça ve Farsçayı özel olarak öğrendi. Kıbrıs ve Midilli idadileriyle, İzmir ve Gelenbevî liselerinde çalıştı. 1914 Dârülfünun ıslâhatında Edebiyat Fakültesi Türk Tarihi ve islâm Kavimleri Tarihi kürsülerine müderris oldu. Süleymaniye Medresesinde Tarih-i Edyan ve islâm Felsefesi derslerini okuttu. İlâhiyat Fakültesinin kuruluşuna önderlik etti. 1915'de Ertuğrul sancağı mebusu seçildi. İstanbul Meclisi dağılıncaya kadar mebus kaldı ve Öğretim üyeliği görevine devam etti. 1923'de Ankara Meclisi'ne Sivas milletvekili seçildi. 1954'e kadar C.H.P. yöneticilerinden ve mebus olarak kaldı. 1949'da Başbakan oldu. 1958-59'da İstanbul C.H.P. il başkanı oldu. 1961'de senatör seçildi ve aynı yıl öldü. 1941 yılından ölümüne kadar Türk Tarih Kurumu başkanı idi. Bir ara Edebiyat Fakültesinde Ordinaryüs profesör olarak tarih dersleri de yermiştir. Eserleri: Maziden Âtiye (1913), Zulmetten Nura (1917), Hurafattan Hakikate(1917), Tarifa-i Edyan (1922), İslâmda Tarih ve Müverrihler (1923-1925), İslâm Dini Tarihi (1924), Mufasaal Türk Tarihi (5 cilt)(1928-1933), Uzak Şark Tarihi” (1937), Eski Suriye ve İbraniler Tarihi (1937), Yakın Şark Tarihi (4 cilt) (1939-1951), Türk Tarihinin İlk Devirleri (1937), İran Tarihi (1948), Hürriyet Mücâdeleleri” (1958) v.s. Eğitimimizdeki çöküşün tarihî gelişimi: Daha önce Türklerin ana eğitim kurumları medreseler idi. Medreseler belli bir dönemden sonra çökmeye başlamışlardır. Bu kurumun programından önce ulûm-u hikemiyye, daha sonra da bütün müsbet ilimler çıkarılmış, uzaklaştırılmıştır, “İsagoci” medreselerin en değerli kitabı olmuştur. Hurafelerle dolu “Kadımir” kitabı medreselere alınmıştır. Üstelik daha sonraları öğretimde -kötü de olsa- bir programa uyulmamıştır. Medreseler müthiş 1 Kâzım Nâmi, “Heyber kalalarının, Battal Gazilerin terbiyevi rolü”, Türk Sözü dergisi, 1/7(1330). S.50-55. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 204 ~ bir şekilde sessizliğe gömülmüştür. İki satır yazı yazamayanlar yirmi sene medresenişin olmuşlardır. Özellikle ilmiye sınıfı arasında görülen “zadeganlık” da medreselerin çöküşünde önemli bir etmen olmuştur1. Tanzimattan sonra, medreselerin yanına okullar açılmıştır. Medreseler ve okullar aslında, sürü sürü tüketiciler yetiştiren fabrikalar idi. Buna rağmen aralarında korkunç bir uçurum vardı. Yaptıkları, söyledikleri birbirinin tamamen aksi idi. Birbirlerinden nefret ediyorlardı. Birisi çıkıyor, diğeri iniyordu. Bunlar milleti birbirine zıt taraflara çekerek parçalamışlardır. Bu iki eğitim kurumu, aralarındaki savaş yüzünden millete iyi bir eğitim verememişlerdir. Amaçlarının, ülkülerinin ayrı ayrı olması, milleti de ayrı ayrı kamplara ayırmıştı. İkinci Meşrûtiyet döneminde eğitimimizin durumu: Eğitimde çekişme ve çöküşün hâkim olduğu tarihî gelişim, bu dönemde de egemen oldu. Eğitimin amacı gene hükümet memuru yetiştirme olarak kaldı. Yenilgimizin sebepleri ye faktörleri içtedir. Medreselerde ve okullarda dersler bırakılmıştır. Okul kitapları yerine, parti gazeteleri okunmaya başlanmıştır. Her yere olduğu gibi, bütün eğitim kurumlarımıza da parti mücâdelesi girmiştir2. Medreselerin düzeltilmeleri ve canlandırmaları tam gerçekleşememiştir. Bugün medreselerde binlerce memleket çocuğu heder olup gitmektedir. Bunlar halkı da yanlış yollara, tehlikeli uçurumlara yöneltmektedirler. Öğrettikleri müslümanlık asıl müslümanlık değildir. Öğretilen yanlış müslümanlık toplumu mahvetmiş, asıl eğitimi ortadan kaldırmış, düşünce eğitimini yanlış amaçlara sevk etmiştir. Medreselerin iyileştirilmesi ve canlandırılması, aynı zamanda halkı da uyandıracaktır3. Çocukların eğitim ve öğretimleri hususunda hâlâ derin bir uykudayız. Eğitimimizin sağlam ve uyumlu bir temeli yoktur. “Eğitim ve öğretim” diye bir “usulsüzlük” takip etmekteyiz. Oysa geleceğimiz, eğitime bağlıdır4. Çocuktan hayat savaşına hazırlamıyoruz. Okullarımızda tâ eskiden beri Eflatun'un (M.Ö. 427-347) köhne 1 M.Şemsettin, Zulmetleri Nura, İstanbul 1331, S. 168-181. (Bu eserin yazımı 1331 olmasına rağmen, içeriği daha ziyade 1914'den önce çeşidi yerlere yazılan makalelerdir) 2 a.g.e., S.206-207. 3 a.g.e.S.95,184-186. 4 a.g.e., S.275-276. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 205 ~ “Devlet mefkuresi” kabul edilmiştir. Buradan, hükûmet işlerini idare edecek adam yetiştirilmeye yönelinmiştir. Oysa kişi her şeyden önce kendi kendini idare edebilecek derecede ve şekilde yetiştirilmelidir1. Ülkemiz eğitim kurumları hâlâ tüketici yetiştiriyor. Üretici yetiştirecek okullara önem verilmelidir. Diğer taraftan ilköğretim ihmal ediliyor, Her şeyden önce öğretmen okulları açmalı ve ilköğretimi yaymaya çalışmalıdır. Bugün gerek, öğretim kurulları gerek program gerekse bina bakımından okullarımızın durumu çok kötüdür. Derme çatma bir öğretmenler topluluğu, köhne programlar, sıhhate hiç uygun, olmayan binalar2. Programlarımız çok karışık, faydasız şeylerle doludur. Pratik öğretim hâlâ anlaşılmamıştır. Öğretmenler açısından okulların durumu en az medreselerinki kadar kötüdür. Öğretmenliğe lâyık olmayan pek çok kişi okullarımızda öğretmenlik yapmaktadır. Birçok sınıfı olan ilkokul ve rüşdiyelerin çoğu, hâlâ tek öğretmenle meşgul edilmektedir3. Din eğitim ve öğretimi, öğrencileri dine karşı kayıtsız ve hissiz yapıyordu. Çoğu yerlerde din öğretimi hurafelere dayandırılıyor4. “Mekteplerimizde takip edilen tarz-ı tedris, okutulan kitaplar, tatbik edilen programlar memlekette inkişaf-ı dimağa değil, zekây-ı fıtriyi boğmağa hizmet ediyorlar”5. Eğitim nedir? “Çocuklarınızı kendi zamanınızdan başka bir zamana göre yetiştiriniz. Çünkü onlar sizin zamanınıza göre değil başka bir zamana göre yaratılmışlardır.” Hz.Âli Her çocuk içgüdünün (“sevk-i tabii”) ve kalıtımın mahkûmudur. Eğitim, çocukların iradesini terbiye ederek olabildiğince içgüdülerin ve kalıtımın etkisinden kurtarmaya çalışır. Bizde eğitimin iradî temelleri, tâ ilköğretim kademesinden itibaren konulmalıdır. “Terbiye ihtirasat'i aziziyeyi ta'dih temayülât-t necibiyeyi 1 M.Şemsettin, “Talim ve terbiyenin esasları”, Sebilü'r-Reşad dergisi, VIII/208(1328), S.497. Zulmetten Nura, S 299.301. 3 a.g.e., S.303-304. 4 a.g.e., S.306. 5 a.g.e., S.333. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 206 ~ tenmiye' etmek suretiyle çocuğun fazilet-i halkiye, metanet-i iradiye ve inkişafat-ı fikriye ile tecelli etmesini temin eder”1. Çocuk büyüdükçe, önün şahsiyeti üzerinde çevrenin baskısı artar. Çocuğun üzerine ana-babası, öğretmen ve diğer geniş çevresi tarafından yapılan etkiler, eğitim ve öğretimdir. Eğitimde her şeyden önce amaç ve öğretim biçimi belirlenmelidir. Herkes kendine göre bir eğitim amacı ve öğretim biçimi belirler ve uygulamaya koyulursa, gelecek, kuşaklar arasında bir birlik ve ahenk kalmaz. “Talim ve terbiye, seçayayı necîbe-i milliyenin muhafaza ve neticesi esasına müstenid olmalıdır”2. Eğitim biçimini, yani çocuğun nasıl yetiştirileceğini “pedagoji bilimi” gösterir. Bu noktada çağdaş pedagojiyi iyi bilmek ve öğretmenlerimize tanıtmak yeterlidir. Önemli olan çocukları niçin yetiştireceğimizi bilmek, amacı belirlemektir. Artık Eflatun'un köhne “devlet mefkuresi” terk edilmelidir. Hükümet memuru yetiştirme uygulaması bırakılmalıdır: Bir şahıs önce kendini, sonra şahsi işlerini güzel idare etmekle yükümlüdür. Bu işleri yapacak kadar esaslı bir eğitim almamış olan genç, hükümet işlerini nasıl idare edecektir? “Talim ve terbiye çocukları, cemiyet içinde ne olmaları; lazımsa o hayat için hazırlamak esasına müstenit olmalıdır”3. Böylece kişi kendi kendini güzel idare etmekle, içinde yaşadığı topluma da faydalı olur. Eğitim ve öğretimin esasları şu şekilde belirlenmelidir: a) Bir yaşayış biçimini iyi ve mutluluk verir olarak görmek ve belirlemek; b) Bu yaşayış biçimini benimsemek; c) Çocuğu bu hayata hazırlamak. Eğitimin temelleri belirlendikten sonra, eğitim ve öğretim uygulamalarında bü prensiplere uymalıdır4. 1 a.g.e., S.274. Talim ve Terbiyenin esasları, S.497. 3 a.g.y. 4 A.g.m. S.489. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 207 ~ Türkiye, yükselmek için bir başka âleme girmeye mecburdur. Bunun için bir çok değişiklikler yapmak gerekir. Okullarımız hayat için. hazırlanmış, aydın, erdemli insanlar yetiştirmelidir. Gençlerim izdeki memuriyet hevesi kaldırılmalı, girişkenlik (“teşebbüs-ü şahsî”) mayası tutturulmaya çalışılmalıdır. İngiltere, Amerika ve Almanya gibi, girişkenliğe dayanan bir eğitim biçimi kabul etmeli, ve uygulamalıdır1. Eğitim, çevrenin ve zamanın ihtiyaçlarına uygun olmalıdır. Bugünkü kuşak, yarın yaşayacakları zamana göre eğitilmelidirler. Çocuğu hayat kavgasına hazırlamaya yönelik bir eğitimde üç önemli faktör vardır: Çocuğun bizzat kendisi, ana-baba ve ailesi ile sosyal çevre. Eğitimde bu faktörlere çok önem vermelidir2. Eğitim ve öğretimde bir amaç, bir ülkü gözetmek şarttır. Rumeli, bu amaç veya ülkünün olmamasından ya da yanlış obuasından dolayı elimizden çıkmıştır. Çocuklara verilecek iradî ve fikri eğitimde bu ülkünün verilmesi gerekir. Eğitimde hangi amaç ve esas takip edilirse, toplum hayatı da yavaş yavaş o şekli alır. Milletin yükselme ve gelişme esaslarını eğitim verir3. Eğitim düzenlemesinde göz önüne alınacak bir başka esas, artık tüketici yetiştirmeyi bırakıp, üretici yetiştirmeye yönelmektir. Toplumda bugün hüküm sürmekte olan durgunluğu ve sefilliği ortadan kaldıracak kişiler yetiştirmek gerekir. Bunu öğretmen okulları, meslek.ve sanat evleri, ticaret ve ziraat okulları hazırlayacaktır4. Eğitime etki yapan önemli faktörler: Eğitimi etkileyen en önemli faktörler, çocuğun kendisinden başlamak üzere ana-baba ve ailesi, okul, öğretmen ve sosyal çevre olarak belirlenebilir. Çocuğun içgüdüleri ve kalıtımla getirdiği niteliklerin eğitim sırasında göz önüne alınması gerekir, iradi eğitim aracılığıyla bunlar kontrol altına alınmalıdır. 1 M.Şemsettin, Maziden Âtiye, İstanbul, 1329, S.292-298. M.Şemsettin, Tâlim ve terbiyede ebeveynin vezafi”, Sebilü'r-Reşad dergisi, Vlll/ 204(1328), S.417. 3 Zulmetten Nura, S 278-280. 4 a.g.e., S.243. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 208 ~ Çocuk kendi kendini idare edebilecek yaşa gelinceye kadar, Devlet ve hükümet onu eğitmeye mecburdur. Ama bu dönemdeki eğitimden aile de birinci derecede sorumludur. Hattâ aile doğrudan doğruya, hükümet okullar aracılığıyla çocuğu eğitmeye çalışır. Ailenin eğitim sorumluluğu, hükümetten büyüktür. Çocuk ilk dil eğitimini baba ocağında, anne kucağında alır. Aile eğitimi en temel eğitim olduğu gibi, aynı zamanda en etkili eğitimdir de!1 Eğitimde okul çok önemlidir. Eğitimcilerin pek çoğu okul eğitimini özel eğitime tercih etmektedirler. Rousseau ve Locke gibilerin dışındakiler). Okul hayatı, çeşitli yönlerden özellikle öğretim ve eğitim hayatından üstündür. Okul çocukları sosyal hayata daha iyi alıştırır. Okul hayatının birçok iyi yönleri vardır. Bugün eğitim ve öğretimin en önemli faktörü okuldur. Ancak okulun en büyük yardımcısı da ailedir. Bunun için aile ve okulun ülküleri bir olmalıdır. Ayrı olursa, eğitimin etkinliği çok düşük bir düzeyde kalır2. Eğitimin bir diğer önemli faktörü, öğretmendir. Öğretmenlik özel bir meslektir, bir uzmanlık işidir. Bilmek başka, öğretmek başkadır. Çoğu okullarda öğretmen azdır. Çoğu öğretmen de öğretmenliğe lâyık değildir. Bir taraftan çok öğretmen yetiştirilirken, bir yandan da niteliğe önem vermelidir3. Genel sosyal çevreyi iyi hazırlamadan yapılacak yeniliklerin başarılması zor olur. Bizim Batılılaşmamızın önemli nedeni, bir hareketten önce çevrenin iyi hazırlanmamış olmasıdır. Eğitimde yapılacak girişimlerde de toplumun durumu göz önüne alınmalıdır. Amacı ve metodu çeşitlendirmeden, eğitim bilimi ve sosyoloji prensiplerini tam olarak uygulamalıdır4. Öneriler: M. Şemsettin Bey'in çeşitli yazılarında çözüm olarak getirdiği öneriler, şu şekilde sıralanabilir: • İlköğretim, gerçekten sıkı bir zorunluluk altına alınmalıdır. 1 M.Şemsettin, Talim ve terbiyede ebeveynin...”, S.417-419. M.Şemsettin, “Talim ve terbiyede mektepler, Sebilü'r-Reşad, VII/206(1328), S.460-462; VIII/207(1328), S.477-478. 3 Zulmetten Nura S.298-304. 4 M.Şemsettin, Terbiye-i İçtimaiye prensipleri”, Sebilü'r-Reşad, VIII/203(1328), S.398-400. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 209 ~ • Liselerden ve sultanilerden önce ilköğretmen okulları açılmalı, ilköğretimi yaygınlaştırmaya çalışmalıdır. • Programlan değiştirmeden yeni okullar açmak zararlıdır. Programlar yerel ihtiyaçlara uygun olarak değiştirilmeli, üretici yetiştirmeye yönelik olmalıdır. Programları eğitim müdürleri ve müfettişleri hazırlamalıdır. • Eğitim Bakanlığında sağlam bir örgüt kurulmalıdır1. • Lise ve idadi mezunları sınavla altı aylık bir pedagoji kursuna alınmalı ve başaranlar rüşdiye öğretmeni yapılmalıdır. • Bulgaristan'daki gibi, üniversite mezunları üç yıl Anadolu'da rüşdiye öğretmenliği yapmaya zorunlu tutulmalıdır. Her şeyden önce ilkokul ve rüşdiyelere öğretmen yetiştirmeye çalışmalıdır2. • Kadınlar, çocukların eğitiminden birinci derecede sorumludurlar. Kızların eğitilmemesi büyük bir yanlış ve günahtır. Kadın da erkek kadar ilim öğrenmeye mecburdur. Oğlanların gelecekte sefalete düşmemeleri için de kızların eğitilmesi zorunludur3. • Din dersi öğretmenleri aynı zamanda yeni fenlen de bilmelidirler. Ahlâkî eğitime tâ ana kucağından itibaren büyük bir önem vermelidir. Ana-babalardan mubassırlara kadar herkes bu hususta yardımcı olmalıdır4. • İlkokul ve rüşdiye programlarına sağlık dersleri konmalı, okullarımızdaki beden eğitimi derslerinde İsveç jimnastiği uygulanmalıdır5. • Köylüleri aydınlatmak için “Tenvir heyetleri” kurulmalı, yanlı “mıntıka mektepleri” açılmalıdır6. • Mekteb-medrese ayrılığı artık ortadan kaldırılmalıdır1. 1 Zulmetten Nura. S. 299-302. a.g.e. S.303-304. 3 a.g.e. S.26. “Talim ve terbiyede mektepler”, 5.462. 4 Zulmetten Nura, S.39,313-319. 5 a.g.e. S.320-327. 6 Maziden Âtiye, S.310-314. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 210 ~ 3.7. KADIN EĞİTİMİ AKIMI Eğitim tarihinde kızların eğitimi sistemli olarak, çok geç ele alınmıştır. Kızların sistemli eğitimi ilk defa Rönesansla başlamaktadır; hem de özellikle asil kadının eğitimi şeklinde ele alınmıştır. Ondan önceki devrelerde “eğitim”, yalnızca erkek çocukların eğitimi şeklinde kabul edilegelmiştir. Bu husus da ataerkil aile geleneğinin bir sonucu olarak belirlenmiştir. Bu akım 16, ve 17. yüzyıllardan itibaren İngiliz ve Fransız kültür çevrelerinde ilk defa sistemli olarak başlamıştır, özellikle F.d.S.d.M. de Fenelon (1651-1715) tarafından işlenmiştir. Daha sonraları kadınların eşit haklara kavuşturulması yönündeki çalışmalara paralel olarak kızların eğitimi işi de eğitim tarihinde gerekli yerini almaya başlamış ve bu husus çeşitli düşünürler tarafından işlenmiştir. Bizde bu sorun ilk defa İkinci Meşrûtiyet’te ciddî bir sorun olarak tartışma konusu yapılmaya başlanmıştır. 3.7.1. HALİDE EDİB (ADIVAR) Hayatı: 1884'de'İstanbul'da doğdu. Önce evinde Şükrü Efendi (Ebu'l-lisan)'den Arapça, Rıza Tevfik'ten (1868-1951) Türkçe ve Salih Zeki'den Matematik dersleri aldı. 1901'de Amerikan Kız Kolejini bitirdi. Salih Zeki ile evlendi, iki oğlu oldu ama sonradan boşandılar. 1908'den itibaren birçok gazete ve dergilerde yazılar yayınladı. 1917'de Suriye'ye gitti ve orada kız okullarını kurdu. Aynı yıl Doktor Adnan Adıvar'la evlendi. 1918-19'da Dârülfünun Edebiyat Şubesinde Garp edebiyatı müderrisi oldu. Mütareke sıralarında Fatih ve Sultan Ahmet'te yapılan açık hava toplantılarında söylediği heyecanlı nutuklar yüzünden, 19 Mart İstanbul işgalinde evi basıldı. Ancak kendisi kocasıyla beraber Anadolu'ya geçti ve Millî Mücâdeleye katıldı, İstanbul hükümeti tarafından kurulan Kürt Mustafa Divan-ı Harbinde hakkında 1 a.g.e. S.315. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 211 ~ ölüm karan (idam) verilen altı kişiden biri oldu. Kurtuluş Savaşı sırasında birçok yararlı çalışmalarda bulundu. 1926-1939 yılları arasında kocasıyla beraber İngiltere ve Fransa'da bulundu. 192829'da çeşitli Amerikan üniversitelerinde yakın doğu düşünce tarihine dair konferanslar verdi. 1931-32'de Columbia Üniversitesinde misafir Türkiye Fikir ve Edebiyatı profesörü oldu. 1935’de de Hindistan Delhi Müslüman Üniversitesinde misafir profesör oldu. Kalküta, Banares, Hint Üniversiteleriyle Haydarabat. Ahgar, Lâhur ve Peşaver Müslüman Üniversitelerinde konferanslar verdi. 1939'da İstanbul'a döndü ve 1940'dan itibaren İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Edebiyatı profesörlüğü görevinde bulundu. 1950-54 yıllan arasında milletvekilliği yaptı. Sonra gene profesörlüğe dönerek 1964'de ölünceye kadar bu görevde kaldı. Önemli Eserleri: Seviye Talib, İstanbul, 1909; Handan, İstanbul, 1912; Yeni Turan, İstanbul, 1913; Son Eseri, İstanbul, 1912; Mevcut Hüküm, İstanbul, 1918; Dağa Çıkan Kurt, İstanbul, 1922; Ateşten Gömlek, İstanbul, 1922; Vurun Kahpeye, İstanbul, 1926; S i ne ki i Bakkal, İstanbul, 1936; Zeyno'nun Oğlu, İstanbul, 1928; Kalp Ağrısı, İstanbul, 1928; Raikin Annesi, İstanbul, 1924 v.s. ; Halide Edib, Türk sanat hayatında olduğu gibi, İkinci Meşrûtiyet fikir ve eğitim hayatında da çok etkili ve önemli bir şahsiyettir. Eserleri, kadın ve kadın sorunları üzerine kuruluydu. Eserlerinde, yazılarında, konferanslarında toplumun ana meselelerinden birisinin kadın eğitimi, eşitliği ve hürriyeti olduğunu savundu ve bu hususla gelişim yollan aradı. Meşrûtiyetin daha başlarında. Tanin'de çıkan yazılarında kızlar için okullar açılması gerektiğini kuvvetli, sert ve güzeldir dille ifade etti1. 1909'da bazı arkadaşlarıyla “Teali-i Nisvan Cemiyeti”ni kurdu. Bu cemiyet, kadını sosyal hayata alıştırmak amacıyla kurulmuştu. Okuma-yazma, çocuk bakımı, ev idaresi, yabancı dil kursları açtı. Halide Edib'in de katıldığı pekçok konferans serileri düzenledi. 1 Sönmez,Emel, “Türk Romanında kadın hakları” Türk Kültürü Araştırmaları, 3-6 196669),S.56-57. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 212 ~ Halide Edib, ilk defa 1909'da yayınladığı “Seviye Talib” adlı eserinde İngiliz ve Türk kadınları arasındaki sosyal farklılıklardan şikâyet etti. Bizim kadın lan m izin gazete okuyup mektup yazacak kadar okuma-yazma öğrendiklerini, kalan bütün zamanlarını ev işlerine ayırdıklarını ve sosyal sorunlarla hiç ilgilenmediklerini belirtti2. O dönem dünyada feminizm hareketlerinin en çok hızlandığı dönemlerden biri idi. Dünya feminizm hareketine Türk basın ve eğitim hayatı da gayet faal olarak katılmıştı. Halide Hanım eserinde ciddî bir şekilde feminizmin özüne eğildi ve Türk kadınlarının canlı hayattan, dışardaki sosyal hayattan niçin tamamen çekildiklerini bulmaya çalıştı. Bu kadınlar hareketsiz, gevşek, kocalarının “halet-i ruhiyelerine yabancı”dırlar1. Yazar Meşrûtiyet’ten sonra gelişen feminizm hareketlerinden de kuşkuluydu. Bu, hürriyeti güzelce kullanmayı, öğrenecek bir eğitimden geçirilmeyen, ahlâki bir olgunluğa ulaştırılmamış kadınları süslü bir oyuncak yapacak, buna tepki olarak bazı mutaassıplar da kadınlarını mutlak esarete bırakacaklardır, diyordu. Oysa kadını bir arkadaş, gelecek nesillerin annesi ve mürebbisi olarak yetiştirmek gerekti. Türkiye'de, feminizmi bu şekilde anlayıp gerçekleştirmeye çalışanlar çok az, üstelik hepsi nazariyeci, uygulayıcı yok, fikirlerini savunuyordu2. Ona göre, kadınlar belli bir eğitimden geçirilmeden kendilerine verilen hakların hiç birisinden tam anlamıyla yararlanamazlar. Sosyal hakların ne demek olduğunu, bunlardan nasıl yararlanılacağını kadınlara Öğretmek gerekir. Halide Hanım, kadınların da dinî bir dünya anlayışından vatan ye millet esaslarına dayanan bir dünya anlayışına geçirilmeleri gerektiğine inanmaktadır3. Yazar bu eserinde “frenk taklitçilerine” şiddetle çatmakta, kadın üzerindeki eskiyeni çatışmasının problemlerini de dile getirmekteydi. Seviye Talib’in sonunda eserin kahramanı kadın vicdanen hür, güçlü bir kadın olur. Oğlunu o şekilde yetiştirir. Halide Edib,1910 yılında Moll Home'in “İlm-i Talimin Psikolojik Esasları” adlı eserini esas alarak “Talim ve Terbiye” adlı bir eser yayınladı4. Halide Hanım kaynak eserini 1 Halide Edib, Seviye Talib, İstanbul, 1342. S.4-5. a.g.e: S.6-7. 3 a.g.e. S.13-14. 4 Halide Edib. Talim ve Terbiye, İstanbul 1327. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 213 ~ seçerken, psikolojik bir eser olmasına dikkat etmişti. Çünkü ona göre, nasıl sanayie kimya, tıbba bakteriyoloji, ticarete iktisat ilimleri can vermişlerse, eğitime de psikoloji can vermekteydi1. Elli yıldan beri, gelişmiş ülkeler eğitimi çok etkili bir vasıta olarak kullanmaktaydılar. Çocuklarına eğitim vasıtasıyla gelecekteki ülkülerini (gaye-i hayal) aşılıyorlardı2. Bizde, bu gaye-i hayalin ne aracılığıyla gerçekleştirilebileceği, Meşrûtiyetin ilk yıllarında oldukça araştırıldı. Kimi ordu dedi, kimi “umûr-u nafıa” dedi, kimi ticaret ve hirfet dedi. Ama hepsi de bunun temelini ancak eğitim sağlar görüşünde birleşiyorlardı3. Halide Edib o sıralarda Londra'dan birçok eğitim ve özellikle öğretim metodları hakkında eserler getirtti. 31 Mart olaylarının Halide Hanım'a çok büyük etkisi oldu. O artık, millî emellerin, hüviyetimizin eğitim aracılığıyla çocuklara çabucak verilmesinde acele etmeye başladı. 31 Mart olayları, eğitimde acele edilmezse, meydana gelebilecek pek çok olayların küçük bir örneği idi. Halide Edib “Talim ve Terbiye” adlı eserini bu acelecilikle Moll Home'un eserinden ta 1909'da “Türklere tatbik” etti. Ama basımı ancak 1911'de yapılabildi. Bu eserde elbette ki Halide Hanım'a has birçok eğitsel görüşler vardır. Ancak bunları tam ve doğru olarak belirleyebilmek için asıl kaynak eserle karşılaştırmalı bir çalışma yapmak gerekir. Halide Edib'in 1912'de yayınlanan “Handan” adlı eseri ise, İkinci Meşrûtiyet dönemindeki vasat eğitimden çok farklı bir eğitim görmüş olan Handan'ın romanıdır. Farklı eğitim Handan'ı güncel olaylara derin ilgi duyan, zihnî konuları tartışan, ciddî konular üzerinde duran bir kız yapmıştır. Handan, Nâzım adlı bir Öğretmenden eğitim görmüştür. Önce ata binmeyi- öğrenmiştir. Kitap ve müzik sevgisi o kadar güzel ve derin aşılanmıştır ki, Handan yazarlar ve bestekârlar üzerinde tartışmalar yapabilmektedir. Handan'a, kurtuluş ve gelişme çabasında bulunan ülkede kadınlara düşen önemli görevler de iyice anlatılmıştır. O, bütün bunları peçe altında yapmıştır. Ancak bu eğitim ve zihniyetle Handan, o günkü Türk toplumuna uyamamıştır. 1 a.g.e. S.3. a.g.y. 3 a.g.e.S.5-6. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 214 ~ Ahmet Agayef’in 28 Haziran 1911 tarihli “Hakk” gazetesinin ilâvesinde Türkiye'deki yabancı okullarla ilgili olarak verdiği rakamlar ve hükümler, o zamanki basında Önemli tartışmalara yol açtı. Burada tartışmaya girenlerden birisi de Halide Edib Hanım idi. Agayef’in genel suçlamalarına karşı, kendi eğitim gördüğü Üsküdar The Society of the Promotion of Femal Education okulunu savunuyordu1. Bu okuldaki öğretmenlerin hiçbir zaman dinî ve millî bir telkinde bulunmadıklarını, okuldan çıkan hiçbir kızın da millî, dinî ve sosyal ideallere hizmet etmediğini uzun uzun anlatıyordu. Buna karşılık Ahmet Agayef “Mektep, kavmiyet ve milliyetin temel tacıdır. Misyoner Mekteplerinde Türklük ve İslâmiyet mi öğretiliyor?” diye soruyordu2. Bunlar öğrettikleri yabancı dili kendi tarih, edebiyat ve dinleri üzerinden öğretiyorlardı. “Nasyonalist”ler Jön Türk'te, Tercüman-ı Hakikat'te yabancı uzmanların getirilmesini savunan kişilerdi. Ama Fransa'nın bile bütün misyoner okullarını kapattığı, misyonerleri sınır dışı ettiği bir çağda çocukların ilk millî ve dinî eğitimleri bu kurumların eline, verilmemeliydi, Bir başka kadın ise kendisinin eğitimi sırasında birkaç katolik “soeur” okulu değiştirdiğini, Türklüğün aşağılandığını belirterek; bu okulların tamamen kozmopolit zihniyette kişiler yetiştirdiğini iddia ediyordu3. Yabancı okullarda okumam benim “mutaassıp bir nasyonalist” olmama engel olamadı diyen4 Halide Edib; çocuklara derin, vakur, şiddetli bir kavmiyet hissi vermeye çalışıyordu. Ülkemizde ideal (emel) yok ve olmadığı sürece de istikbâl de yoktur. Millî, .dinî ve vatanî ideallerin verilmemesi suçu okullarda değildir. Bunu tâ ailelerde, ailenin kuruluşu, yaşayışı ve genel olarak Türk toplumunun sosyal ve ahlâkî şartlarındadır. Bu idealsizlik görünüşte okullarımızdadır. Oysa gerçekte toplumun yaşayışında, özündedir. Bu fikirleri savunan Halide Edib Hanım “bugünkü yegâne ideal, Türk nasyonalistliği ve yeni lisan taraftarlığıdır”, diyordu5. Ama hemen arkasından da yabancı okul mezunlarına hücum etmenin nasyonalistime sığmayacağını belirtiyordu. 1 Halide Edib, “Yusuf Akçora Beyefendiye”, Tanin, 6 Temmuz 1912. Ahmet Agayef, “Mecburî bir cevap”, Hakk, 12 Temmuz 1912. 3 Nezihe Muhlis, “İdeal makalesi münasebetiyle”, Hakk, 17 Temmuz 1912. 4 Halide Edib, a.g.m. 5 a.g.m. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 215 ~ Halide Edib ilköğretimin “millî bir muhitte” yapılmasını, ama idadi ve daha sonraki öğretimin başka bir yabancı okulda yapılmasında hiçbir mahzur görmediğini belirtmekleydi. Hattâ bu daha faydalıdır, diyordu1. Amerikalıların bile -öğretim bakımından çok üstün oldukları halde- Avrupa'ya öğrenci gönderdiklerini hatırlatıyor. Nezihe Hanım ise, bizim gençlerimizin Amerikan gençleri olmadığını hatırlatıyordu2. Halide Edib'in İkinci Meşrûtiyet dönemindeki eğitim görüşlerinin en ideal ve berrak şekilde açıklandığı eseri 1913'de yayınlanan “Yeni Turan” adlı eseridir3. Bu eser ütopik bir eserdir. Burada Handan'dan da, Macide'den de farklı, yepyeni bir kadın tipi anlatılır. Macide ve Handan, erkekler tarafından yetiştirilen, ne kadar atılgan olsalar da gene erkeklerin gerisinde, toplumla uyuşamayan tiplerdi. Yeni Turan'ın Kaya'sı ve diğer kadınları ise evlerinin duvarlarını aşmış çalışkan bir toplum üyesi olmuş, ülkenin her yanında okullar açmış, erkeklerle elde vererek yeni bir vatan kurmaya çalışmaktaydılar. Gerçi o zaman kızların okutulması, bunlara sosyal hayatın her yanında yer verilmesi v.s. basında sürekli olarak tartışılıyordu ama Yeni Turan kadınları onlardan çok çok ilerdeydiler. Yeni Turan'daki kadınlar İkinci Meşrûtiyet dönemi Osmanlı kadınlarından ziyade Orhun yazılarındaki, Dede Korkut hikâyelerindeki kadınlara benzemekteydi4. Halide Edib, bu eserinde Türk kadınını eskiden olduğu ve uzun yıllar (telemini çektiği üstün bir mevkie çıkarmıştı: “Yeni Turan'ı en çok göze çarptıran şey, belki de Türk kadını müessesatı idi. Yeni Turan, kadın kırı da okutuyor, kadınlarını da yanı başında çalıştırıyordu. (...) Yeni Turan, hasta bakıcılık eden, ciddi surette hastabakıcı yetiştiren, ordunun dikişini dikmek için kadın ameliyathanelerinde çalışan, iktisadî, insanî ve daha bilmem yüz türlü çalışan akın akın kadınları vardı”5. 1 a.g.m. Nezihe Muhlis, a.g.m. 3 Halide Edib; Yeni Turan, İstanbul 1329 4 Sönmez.E., a.g.m. S.66. 5 Yeni Turan, S.10 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 216 ~ Kaya Hanım, Yeni Turan okullarını ilk önce Erzurum'da açmıştı. Bu işte kendisine kadınlar yardımcı olmuşlar, on yıl içinde bu kentte 15-20 okul açmışlardı1. Bu okullar özel okullardı. Yeni Turan gençleri yetiştiriliyordu. Resmî okullar dinsiz gençler yetiştiriyorlardı. Oysa Yeni Turan okullarındaki programda din dersleri saatleri daha az olmasına rağmen uygar olmayı İslâmlığa aykırı görmeyen, hayatinin onca meşguliyeti ve eğlencesi arasında bile ibadet eden dindar Yeni Turan gençleri yetiştiriliyordu2. Bu okullarda hemen hiç politika yoktu. Amelî surette ziraat, çocuklara gerekecek kadar “malumat-ı ibtidaiye” ve en çok sağlık ve sağlıklarının gerekliliği üzerine kurulmuş öğretim gösteriyordu. Cuma günleri sinematograflarla çocuklara ve köylü kadınlara en basit tarzda sağlıkla ilgili, pratik ve tarım konferanstan veriliyordu3. İstanbul'un her mahallesinde Yeni Turan'ın kurduğu “Cuma Mektebi “* vardı. Bu okullar sade bir salonda, kadınların idare ettiği, çocuklara dinî, ahlâki ve yararlı bilgiler veren okullardı. Burada hikâye anlatılır, resim dersleri verilir, elişleri yaptırılırdı4. Yeni Turan Partisi İstanbul'da her mahallede okul parası veremeyecek kadar fakir olanların çocuklarını, açtığı okulların birinde parasız olarak okutuyordu5. Yeni Turan Partisi hükümet olunca Anadolu'yu baştanbaşa okullarla donatır. İlköğretim zorunlu kılınır ve şiddetle ilkokul öğretimi görmemiş Anadolu çocuğu bırakılmaz. Hükümet birçok Turanlı genç çiftçiye Avrupa'da öğrenim imkânı sağlar6. Halide Edib'in eserinde Yeni Osmanlı Partisi, Yeni Turan Partisinin rakibidir. Bunlar Turan hareketini kadınların faaliyetleri, İslâmiyete uygunluğu vb. açılardan gözden düşürmek istemişler ama başaramamışlardır. Üstelik bu bakımlardan onları takdir etmekten de kendilerini alamamışlardır. 1 A.g.e. s.15 A.g.e s.13. 3 A.g.e. s.16 * Pazar Okulu gibi. 4 A.g.e. s.12 5 A.g.y. 6 A.g.e. s. 137-138. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 217 ~ Yeni Turan sosyal düzeninin kumcusu Kaya adlı bir kadındır. Halide Edip burada kadın gücünün, toplumu değiştirmede ne etkili bir silâh ve potansiyel olduğunu sembol olarak anlatmıştır. Burada yeni bir Türk kadını nesli gösterilmektedir. Uygar batı toplumlarıyla, o zamanki geri kalmış Türk toplumu arasındaki yegâne fark içtimaî farktır. Kadınlara karşı nokta-i nazarımız farklıdır. Fakat ocağımızı ısıtacak hararetin membaı, yurdumuzu yeşillendirecek ümranın vasıtası, hepsi bu kadın meselesinden ibarettir1. Yeni Turan eğitim sistemi erkeği ve kadını sorumlu ve mutlu aile reisleri ve birbirlerinin arkadaşları olarak hazırlamaktadır. Yeni Turan düzeni, kadın-erkek işbirliğiyle gerçekleştirilecektir2. “Yeni Turan kadınlarda ahlâkî, içtimaî bir inkılâp yapar; kadınları bir et, bir makina halinden çıkarıp, erkeklere temiz bir arkadaş, çocuklara ve bütün memlekete bir ana, bir mürebbi yapmak için çalışır”3. Halide Edip, siyasî düzen bakımından Meşrutî bir federasyonu, adem-i merkeziyeti savunmaktadır, Türkleri güçlendirecek Yeni Turan düzeni merkeziyet değil, federasyondur, diyordu4. 1 A.g.e. s.71. A.g.e. s.74. 3 A.g.e. s.30. 4 A.g.e. s.44-45,50. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 218 ~ 3.8. BEDEN EĞİTİMİ AKIMI Eğitim tarihinde beden eğitimi özellikle ilkçağlarda büyük bir yer tutmakladır. Antik çağ Yunan eğitiminde beden gelişimi, eğitimin en önemli, amaçlarından ve dayanaklarından biri idi. Sparta şehir devletinde geliştirilen “pentatlon” ve Atina şehir devletinde gelişen “Gymnasionlar bunun en açık delilleridir. Ancak Yunanlılardan sonra beden eğitimi yavaş yavaş terk edilmiş, Avrupa ortaçağında ise hemen hemen tamamen unutulmuş bir duruma gelmiştir. Daha sonra F. Rabelais (1499-1553), M.de Montaigne (1533-1592), J.-J. Rousseau (1712-1778). Chr. G. Salzmann (1744-1811) v.s. gibi eğitimciler jimnastik ve vücut idmanlarını savunmuşlar, ancak bir başarı sağlayamamışlardır. 19. yüzyılda ise H.Spencer'in (1820-1903) olumlu fikirlerinden sonra Thomas Arnold (1795-1842) eğitimin ağırlık merkezinin vücut idmanları olduğunu ileri sürerek İngiliz kolejleri ve diğer okullarda sportif oyunlar ve beden eğitiminin yer almasını sağlamıştır. Bütün ülkeler beden eğitiminden ve onun kollan olan spor, oyun ve jimnastikten çocuk karakterinin oluşumunda yararlanmak istemişler, her kademedeki okul programlarına bol bol beden eğitimi dersleri koymuşlardır. Böylece “spor pedagojisi” adlı bir eğitim bilimi dalı doğmuş, özellikle İsveç jimnastiği bütün dünyaya hızla yayılmıştır. Türkiye'de gerçek beden eğitiminin okullara girişi, Meşrûtiyet döneminde ve Selim Sırrı Bey'in çalışmalarıyla olmuştur. 3.8.1. SELİM SIRRI (TARCAN) Hayatı: 12 Mart 1874'de Yenişehir(Mora)’de doğdu. Babası Miralay Yusuf Efendi idi. Yenişehir'in Yunanlılar tarafından alınması üzerine 1880'de İstanbul'a geldi. Bir yıl Mirahur mahalle mektebinde okuduktan sonra Galatasaray Sultanisine yazıldı. Oradayken Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn sınavını kazandı. 1896'da İstihkam mülazım-ı evveli olarak bu okuldan çıktı. İkinci Meşrûtiyetin ilânına kadar bir çok askerî birliklerde ve okullarda çalıştı. Meşrûtiyetin ilânından sonra Stockholm “Terbiye-i Bedeniye Dârülmuallimin”ne gönderildi. Oradan döndükten bir yıl sonra İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 219 ~ askeriyeden ayrıldı. “Umum Mekâtib-i Mülkiye Terbiye-i Bedeniye Müfettişliği”ne atandı. Öğretmen ve konferansçı olarak kendini tamamen eğitime verdi. Hattâ kendisi “Terbiye-i Bedeniye Mektebi” adlı özel bir beden eğitimi okulu da kurdu. Yurt dışında çeşitli kongrelerde Osmanlı Devleti'ni temsil etti. 1912 Olimpiyat oyunlarına katıldı. Avrupa'da pek çok incelemelerde bulundu. Orada konferanslar vererek Türkiye'yi tanıttı. Yurt içinde bir taraftan kadın ve kızlara bile beden eğitimi uygulamaları yaptırırken, bir taraftan da “Medresetü'n Vâizîn”de öğretmenlik yaptı. Selim Sun Bey, 12 Mayıs 1916'da şahsî gayretiyle Türkiye'de ilk defa “İdman Bayramı”nı düzenledi. Millî Olimpiyat Komitesi'ni kordu. 1930 yılına kadar bu Komitenin başkanı olarak çalıştı. 1935 yılında, Eğitim Bakanlığı baş müfettişliğinden emekliye ayrıldı. 1935-1946 yıllan arasında Ordu milletvekili olarak Meclis'te çalıştı. 1956 yılında İstanbul'da öldü. Yayın hayatı; Selim Sun Bey, çok iyi bir hatip-olmasının yanı sıra, devamlı olarak yazardı. 2520'yi aşan makalesi ve irili ufaklı 58 kitabı vardır1. İkinci Meşrûtiyet dönemi içinde makalelerini yayınladığı önemli süreli yayınlar: Hizmet (İzmir), Servet-i Fünûn, Musavver Muhit, Muallim, Muallimler Birliği, Osmanlı Genç Dernekleri, Sabah... Ayrıca kendisi de 1911-12 yılında Terbiye ve Oyun adlı bir dergi çıkarmıştır. 1908-1914 arasında yayınladığı önemli eserleri de şunlardır: İsveç Usulünde Jimnastik. Terbiye-i Bedeniye, İstanbul 1326; Bizce Meçhul Hayatlar. İsveç'te Gördüklerim, İstanbul 1327; Macaristan'da Terbiye-i Etfal, İstanbul 1330; Terbiye-i Bedeniye, İstanbul 1331; İsveç Usulünde Terbiye-i Bedenîye ve Mekteb Oyunları, (Prof.T.L.Gren’den çeviri) İstanbul 1329; Terbiye-i Bedeniye,* (Dyknts'dan çev.) İstanbul 1330. “Terbiye-i Bedeniye Mektebi”: Okulun kurucusu Selim Sırrı Bey'dir. İstanbul'da Rıza Paşa Yokuşunda 20 Aralık 1909'da kurulmuştu. Okula ilk kaydolanlar arasında (Prens) Sabahaddin Bey de vardı. Londra, Petersburg, New York ve Stockholm şehirlerindeki okullar örnek alınarak kurulmuş olan okul “azalan kuvvetlendirmek, 1 Sel, Ruhi, “Selim Sırrı Tarcan”, Öğretmen dergisi, XV/173(1962), S 7 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 220 ~ vücudu terbiye etmek”, amacını güdüyordu1. 7-60 yaş arasındaki erkekleri kabul ederi okulun ana dersleri şunlardı: Kılıç, Düello Maçı, Boks, Alafranga Güreş, Nişan Atma, İsveç ve Alman Jimnastikleri. Bu dersler nazarî ve amelî olarak veriliyordu. Öğretim süresi üç yıl olan okulda, devam durumlarına göre dört sınıf vardı: Hususî, mecburî, ihtiyarî ve heveskârân sınıfları. Cuma günleri hariç her gün saat üçten altıya kadar açık olan okulda “dinden ve politikadan konuşmak yasaktı.” Dersler ve duşlar ücretli idi. Selim Sırrı Bey 1909 Mayısında İsveç'e gittiğinden, okul daha sonra çalışmamıştır. Görüşleri: Selim Sırrı çeşitli nedenlerle Avrupa'yı en çok gezen ve kendi alanında Avrupa'yı en iyi bilen kişilerden biriydi. Her alanda çok faal ve temsilci idi. “Şark ve garbın bazı irfanından toplayabileceği mahsulatı genç, mütefekkir dimağların istifadesine” koymaya çalışıyordu2. “Takip edeceğimiz meslek ne İngiliz ne Fransız ne de Alman terbiyesi olacaktır. Yalnız bu üç büyük milletin şâyân-ı takdir olan evsaf ve mesaiini taklit etmeye mecburuz...” diyordu3. Selim Sırrı, eğitimde tensik ve ıslâha en önce ilkokullardan başlanılması gerektiği üzerinde ısrarla durmaktadır. İnsan hayatının bu en önemli devresi bizde çocuğun tabiatına tamamen zıt bir biçimde geçirilmektedir. Hem “sakin, uslu çocuk” zihniyeti, hem de ilkokullardaki uygulamalar memleketin geleceğini mahvetmektedir4. Çocuklara verilecek ilk eğitim, beden eğitimidir. Çünkü manevî eğitim, beden eğitimi sayesinde kazanılır. Çocuğu “âlim” etmeden önce “adam” etmek lâzımdır ki, bu da beden eğitimi ile olur5. Bizim okullarımızda aşağı yukarı elli yıldan beri jimnastik dersleri vardır. Fakat bu ampirik jimnastik dersleri kimlerin elindedir ve ne yarar sağlamıştır? Şişmanlara ve zayıflara yapılmayan, yalnızca istekli bir kaç kişiye yapılan bu dersin amacı nerede kalmıştır? Beden eğitimi öğretmeni anatomi, fizyoloji ve tababetin yanı sıra 1 Okulun yönetmeliği 19 Teşrinisani 1324 tarihli “Serbesti” gazetesinde yayınlanmıştı. Selim Sırrı, “Meslek ve maksadımız”, Terbiye ve Oyun, 1/1(1327), S.1. 3 Terbiye ve Oyun, 1/3(1327), S.44. 4 Selim Sırrı, “Mekteplerimiz ve Spor”, Musavver Muhit dergisi, 4 Kanunuevvel 1324, s.108. 5 Selim Sırrı, İsveç Usulünde Jimnastik. Terbiye-i Bedeniye, S.47. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 221 ~ hareket nazariyelerini de bilmelidir. Okullarımızda uygulayacağımız tehlikeli olmayan, sıhhi ve fennî İsveç jimnastiği olmalıdır1. Selim Sırrı, sürekli olarak yenilenen okul programlarında jimnastik dersi saatlerinin arttırılmamasından yakınmaktadır2. Bir toplumda kadının eğitimi çok önemlidir. Çünkü çocukların ilk “mürebbi”leri anneleridir. Çocuk, ilk özel eğitimini aile içinde alır. Aile içinde anne çocuğuna ahlâkî enlemleri, baba da bilgi ve kazanç yollarını öğretmelidir3. Kadınlar çocuklarını hem sağlık kurallarına uygun yetiştirmelidir hem de onları toplum hayatına hazırlayan bir özel terbiye vermelidirler4. Bu nedenle kadınlarımızın sosyal seviyelerini yükselterek onlar bir yüksek tahsil ve terbiye vermelidir. “... dünyada her türlü terakkiyatın masdar-ı kemâlâtı medeniye ve bu kemâlâtın miyarı sahihi kadınlardır”5. Oysa bizim toplumumuzda kadınların yüzyıllardan beri süregelen yasayı tarzları onların bütün sinirlerini bozmuş, korkak, çekingen hale getirmiştir Kadınları bu ruh durumundan kurtarmada beden eğitiminin de büyük rolü olacaktır6. Okul, çocuğu hayat mücâdelesine itmeli ve her konuda işbölümü esaslarına alıştırmalıdır. Çocuk körü körüne itaat eden bir makine haline getirilmemelidir, ona hür bir terbiye vermelidir7. Selim Sırrı, jimnastik oyun, spor v.s. gibi beden eğitimi konularında Batının en yeni fikirlerini Türkçeye aktarmış ve onların uygulanması yönünde bitmez tükenmez çalışmalar yapmıştır. Selim Sırrı, sporu gençler arasında yaymak için pek çok uğraşmıştır. Eğitim çalışmalarının yanı sıra 1911 yılında “Dârülfünun Gençleri Terbiye-i Bedeniye Kulübü”nün kurulmasına da önderlik etmiştir. 1 Selim Sırrı, “Hakikate doğru”, Musavver Muhit, 26 Şubat 1324, S.276-277. Selim Sırrı, “Gençlere”, Musavver Muhit, 27 Teşrinisani 1324, S.89. 3 Selim Sırrı, “Gençler”, Terbiye ve Oyun, 1/1(1327), S.2-4 4 Selim Sırrı, “Çocuk terbiyesi”. Terbiye ve Oyun, 1/2(1327). S.17-18. 5 Selim Sırrı, Meslek... S.1. 6 Selim Sırrı, İsveç Usulü Jimnastik.., S.48. 7 Selim Sırrı, “Mekteb oyunları”, Terbiye ve Oyun, l/1((1327), S. 10 n2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 222 ~ 4. İKİNCİ MEŞRÛTİYET DEVRİNDE MAARİF ALANINDAKİ GELİŞMELER 4.1. MAARİF İDARESİ 4.1.1. EĞİTİM ÖRGÜTÜ (“Maarif Teşkilâtı”) Birinci Meşrûtiyet’ten sonra Maarif Nezareti’ndeki ilk örgüt değişimi Hakkı Bey'in yaptığı tensikat sırasında oldu. Hakkı Bey, “Daire-i İlmiye” ile “Daire-i İdare”leri birleştirdi ve üye sayısını da sekize düşürdü. Mekâtib-i İdadiye”, “Rüşdiye” ve “İbtidaiye Daireleri” yeniden açıldı. Bu dairelere yeni müdürler atandı. Eskiden bunların görevlerine bakan “Merkez Maarif Müdüriyeti” de lağvedildi1. Tensikat çalışmaları bütün 1909 yılı boyunca devam etti. Bu, bütün Osmanlı Devlet örgütünü sarstığı gibi Maarif Nezareti’nde de çok önemli değişikliklere yol açtı. 1908 yılında, İkinci Meşrûtiyetin ilânından hemen sonra hem dairelerdeki memur fazlalığını atmak, hem de eski İkinci Abdülhamid döneminin idarecilerini temizlemek için hızlı bir tensikata girişildi. Mizah dergileri bunu, Bakanın Bakanlıktaki memurları süpürüp alması şeklinde yorumladılar2. Kadro düzenlemesi denilebilecek bu hareket önceleri Bakanların keyfî idarelerine bırakılmışken, 1909 Ağustosunda bir Komisyona devredildi3. Komisyon, dairelerin ve memurların genel genel durumları hakkında ayrıntılı bir araştırmadan sonra yaptığı kadro düzenlemelerini tamamladıkça basın aracılığıyla ilân etti. Önce Bakanlığın merkez örgütü ve Bakanlığa bağlı kuruluşlar, sonra da okullarla ilgili düzenlemeler yapıldı4. 1 “Maarif Nezareti’nde”, Tenin”, 6 Ocak 1909. Namık Ekrem, “Ahval-i Maarif”, Mirat-ı Maarif dergisi, 1(1324), S.8-9. 2 Kalem dergisi, 1(1908), kapak karikatürü. 3 “Maarifte tensikat”, Tanin, 26-27 Ağustos. 1909. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 223 ~ yapıldı1. Komisyonun merkez örgütündeki kadro düzenlemelerinden sonra şöyle bir durum ortaya çıktı2: Ancak tensikat bu komisyon çalışmalarıyla da bitmedi. Emrullah Efendi zamanında Bakanın bu çalışmalara gene müdahale ettiği görüldü. Üstelik Emrullah Efendi'nin yaptığı düzenlemeler şikâyetlere neden oldu; artık tensikat kalburunun yırtıldığı, iyilerle kötüleri ayırt etmeden, gelişigüzel ve tesadüfî bir eleme yaptığı gösterilmeye başlandı3. Bakanlık 1910 yılı başlarında merkezdeki ve taşradaki örgütüne bir V ı düzen vermeye çalıştı. Ocak ortalarında, önce Vilâyetlerdeki Maarif İdarelerine bir yazı göndererek şu hususları belirtti4: Memurlar genel hizmetler için atanmışlardır. Bu işleri yapmayan memur, istifa etmiş sayılır. Memurlar sorumluluklarını bilmeli, birbirlerini uyarmalıdırlar. Yazışmalar çok hızlı olmalıdır. Yazılarda kullanılan dil açık ve anlaşılır olacaktır. Gereksiz işlerden kaçınılacaktır. Bir iş için başvuran vatandaşların işleri eğer 1 Tanin, 31 Ağustos, 19 Eylül 1909. Tanin, 2 Eylül 1909. 3 eI-Üfürük mizah dergisi 2(7 Eylül 1324) S.2'deki karikatür. 4 “Maarifimiz”, Sabah, 17 Ocak 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 224 ~ kânuna uygunsa hemen yapılacaktır; değilse güzel bir anlatımla açıklanacaktır. “Az yazınız, çok iş görünüz. Kâğıt değil iş çıkarın.” Bunun hemen arkasından Bakanlık, merkez örgütteki işlerle ilgili beş kararname hazırlayarak ilgililere duyurdu1. Bunlarda: 1) Yeni bir “Tahrirat Müdüriyeti” kurulmuş ve görevleri yedi madde halinde sıralanmıştı. 2) Bakanlık Evrak Müdürünün, evrakın kayıt ve dosyalanmasıyla ilgili görevleri, 3) İmza yetkileri ve “derkenar usulüyle evrak tevdiinin kaldırılması” konusunda kararlar; 4) Gene derkenar yazmayıp, ayrı bir evrak yazılması hakkında; 5) Hem memurluk hem de öğretmenlik yapanların, öğretmenlik yapmadığı günlerde maaşlarının kesilmesi hakkında hükümler vardı. Ancak bunların pek etkili olmadığı görülmektedir. 1910 yılının sonlarına gelindiğinde gene, Bakanlığın memurları düzgün olarak görevlerine devam etmiyorlardı. Devam edenlerde de hâlâ yetki ve sorumluluk duygusu yerleşmemişti. İkinci Abdülhamid döneminden kalan 'her işi Nazıra sorma geleneği' devam ettiği gibi, daha da şiddetlenme eğilimi gösteriyordu2. Bu durum karşısında Bakanlık ileri gelenlerinden “Maarif İntihab-ı Memurin Encümeni” adlı bir Komisyon kurularak, Bakanlıktaki memurlar bu Komisyon tarafından alınmaya başlandı. 1911 başlarında bu Komisyon lağvedilerek gene her Şubenin kendi memurunu seçmesi usulüne dönüldü3. 1911 yılı Nisan'ında Maarif Nezareti örgütünde bir “Tedrisat-ı Âliye Şubesi” kurulması kararlaştırıldığı; buraya Dârülfünun, yüksekokullar ve Avrupa'da 1 “Maarif Nezareti kararları ve tensik-i muamelât”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 19 Ocak 1910. “Maarif Nezareti'nin İdare-i dâhiliyesi”, Tanin, 2 Aralık 1910. 3 “Maarif İntihab-ı Memurin Encümeni”, Sabah, 8 Ocak 1911. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 225 ~ öğretimde bulunan öğrencilerin bağlandığı, “karşı gazete”lerde görülen haberler arasındaydı1. 1911 bütçe görüşmeleri sırasında Maarif Nezareti Müsteşarlığı ve Meclis-i Maarif Başkanlığı görevleri birbirinden ayrıldı; bu görevlere ayrı ayrı atamalar yapıldı2. Bu sıralarda Avrupa'daki öğrencilerin idaresi Yükseköğretim Şubesinden alınarak,“Avrupa’daki Talebe-i Osmaniye Nezareti” adlı bir idare birimi kuruldu3. İstanbul'daki okulların sağlık şartlarına elverişli olmaması, çeşitli toplantı ve Bakanlığın uyarmalara neden olmuştu4. Bakanlık bunun üzerine bir “Heyet-i Tıbbiye” kurdu5. Ayrıca 1911 yılında da “Maarif Hıfzıssıhha-i Mekâtib Komisyonu” adlı bir örgüt oluşturdu. Bu bir merkez Komisyonu olacak, vilâyetlerde kurulacak komisyonlar da buna bağlı olacaktı6. İkinci Meşrûtiyet devrinde eğitim örgütündeki en esaslı değişimi Emrullah Efendi 1912 başlarında yaptı. Bu değişim tamamen Fransa Eğitim Bakanlığı örgütüne dayanılarak yapılmıştı. Emrullah Efendi'nin 1912 başlarında hazırladığı yeni örgütü Şûrayı Devlet de onayladı7. Bu arada Emrullah Efendi eğitimin hep mevzuat yönleriyle ilgileniyordu. Öğretim sorununda hükümet patrikhanelere bazı ayrıcalıklar tanıdığı için, ilköğretim hakkında Meclis'e sunduğu yasa tasarısını geri alıyor8, Sorbon Üniversitesi Yönetmeliğini Dârülfünun’a uyarlıyor, ortaöğretim hakkında da bir Yönetmelik hazırlıyor9 ve Mart ortalarında Bakanlığın yeni örgütünü uygulamaya koyuyordu. Yeni düzenlemeye göre Bakanlığın merkez örgütü şöyle şemalandırılabilir10. 1 “Maarif Nezaretinde teşkilât', Sabah, 7 Nisan 1911. “Maarif Nezaretinde”, Sabah, 20 Haziran 1911. 3 “Maarif teşkilâtı”, Sabah, 6 Temmuz 1911. 4 “Mektepler hakkında tedabir-i tehaffıziye”, Sabah, 31 Mart 1910. 5 “Mekâtibde hıfzıssıhha”, Sabah, 2 Ağustos 1910. 6 “Maarif Hıfzıssıhha-I Mekâtib Komisyonunun Sureti Teşkili İle Vezaifine Dair Nizâmnâme”, Takvim-i Vekayi, 842(24 Mayıs 1327). 7 “Maarif teşkilâtı”, Sabah, 16 Şubat 1912. 8 “Maarif Kanunu Lâyihası”, Sabah, 2 Mart 1912. 9 “Maarif havadisi”, Sabah, 15 Mart 1912. 10 “Maarif Nezareti Teşkilatı”, Sabah, 17 Mart 1912. (Şemalandırma bizce yapılmıştır). 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 226 ~ Bakan, önce eğitim örgütünü açıklamakla yetinmiş, yönetmelik ve gerekçeyi daha sonra yayınlamıştı1. Bu şekildeki uygulama da bazı eleştirilere neden olmuştu2. Maarif Nezareti’nin yeni örgütü ile eski örgütü arasında esas olarak üç temel fark vardı: a) Sicil, İstatistik ve Levazım daireleriyle Tedrisât-ı Hususiye idaresi lağvedilmiş; bunların görevleri Tedrisât-ı İbtidaiye, Tâliye ve Âliye dairelerine dağıtılmıştı, b) özel olarak görevlendirilmiş üyelerden oluşan eski Meclis-i Maarif lağvedilmiş; onun yerine memur, öğretmen ve müfettişlerden oluşan Meclis-i Kebir-i Maarif kurulmuştu, c) Yerlerinde bırakılan dairelerden her biri şubelere ayrılmıştı. Emrullah Efendi'nin Bakanlık görevlerinde bulunduğu sırada yaptığı hemen her işe karşı çıkıldığı gibi, bu girişimi de pekçok eleştirilere uğradı. Sâtı' Bey, tek olumlu yönün dairelerin şubelere ayrılması olduğunu, diğer taraftan dairelerin lağvı ve Maarif Meclisindeki değişikliğin hiç uygun olmadığını yazdı3. Zaten gerekçe mazbatasında çok önemli olan Meclis-i Maarif değişiminden ve Tedrisât-ı Hususiye İdaresi'nin lağvından söz bile edilmiyordu. Dünyanın hiç bir yerinde Özel okullar fermanlarla, ayrıcalıklarla, alışkanlıklarla idare edilmiyordu. Bunların işlemleri bir merkezden, yasalara bağlı olarak yapılmalıydı. Oysa yeni örgüt, bu hususta 1 Maarif-i Umûmiye Teşkilâtı Hakkında Nizamname ve Esbab-ı Mucibe Mazbatası, İstanbul, 1328 . Tanin, 21,22 Mart 1912. Düstur, İkinci tertib, C.IV., S.167-173. 2 M.S., “Maarif teşkilâtı”, Sabah, 18 Mart 1912. 3 Sâtı', “Maarif Nezareti'nin yeni teşkilâtı”, Sabah, 24 Nisan 1912. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 227 ~ kurulmuş bir idareyi ortadan kaldırıyordu. Sicil idaresinin kaldırılıp bu işlerin her dairenin kendisine verilmesi, işleri çabuklaştırmaktan ziyade karıştıracaktı. Tıpkı daha önce “derkenar”ın kaldırılıp yerine “müzekkere” usulünün çıktığı gibi, bu da çok sürmeden değişecekti. Çünkü diyor Satı Bey, bizim sistemimiz akıl ve mantığa göre kurulmamıştır. Maarif meslekleri birbirinden ayrılmamıştır1. Meclis-i Kebir-i Maarif, Fransızların “Parlament Pédagogique”ine benzetilmeye çalışılmıştır ama ondan çok eksiktir. Yeni örgütün en aksak noktası, bu Meclisin seçiliş ve sorumluluklarıydı2. Bakan daha önce, 1910 yılında şimdi lağvettiği Meclis-i Maarifi savunmuş, kurduğu yeni şekle ise şiddetle karşı çıkmıştı. Bu yeni örgütün, Meclis'e danışılmadan düzenlenip uygulamaya konulması ise ayrı bir hatalı davranış idi3. Bütün bu eleştirilere rağmen Emrullah Efendi yeni örgütünde direndi ve özellikle “Meclis-i Kebir-i Maarifi çalıştırmaya dikkat etti4. Bakanlığın merkez örgütünün dışında taşrada ise, her vilayette birer Maarif Müdürü, buna bağlı olarak birer Maarif Encümeni ve daha küçük yerlerde de bunların şubeleri bulunuyordu5. 1910 yılında her Maarif Müdüriyeti olan yerde bir de “Tedrisât-ı Tâliye Encümeni” kurulması öngörülüyordu6. “İdare-i Umûmiye-i Vilâyât Kanunu” gereğince taşradaki eğitim örgütünün hemen hemen tümü vilâyetlere ve oradaki valilere bağlı idi. Çeşitli okulların kurulması, idareleri ve harcamalarını karşılamak valilerin elinde idi. Öğretmenlerin, müfettişlerin atanmasında, özel okul açılması için ruhsat vermede v.s. yetkili idiler7. 1 a.g.m. a.g.m, Sabah, 27 Nisan 1912. M.S., a.g.m. 3 Sâtı, a.g.m. III, Sabah, 2 Mayıs 1912. 4 “Meclis-i Kebir-i Maarif, Sabah, 29 Mayıs 1912. 5 Maarif Encümenleri”, Sabah, 1 Nisan 1912. “İstanbul Vilâyetinde tedrişatn ibtidaiye”, Sabah, 8 Nisan 1912. 6 “Tedrisat-ı Tâliye Encümenlerinin Suret-i Teşkili ve Vezaifi Hakkında Nizamname”, Düstur, İkinci tertib, C.ll, S.646-647. 7 “İdare-i Umûmiye-i Vilayâta Mütedair 29 Şevval 1287 Tarihli Nizamnameyi Muaddel Kânûn-u Muvakkat”, Düstur. İkinci tertib, c.lV, S.421-429 (eğitimle ilgili yerler) “İdare-i Umûmiye-i Vilayât Kânunu Muvakkati”, Düstur, ikinci tertib, c.V, S.202-203 (Eğitimle ilgili yerler) 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 228 ~ Balkan bozgununun acı sonuçlarını biraz olsun hafifletmek için bütün okullar tatil edilip, hastahane veya göçmen evi olarak kullanıldığı, büyük yatılı okulların mutfaklarında bunlar için yemek pişirildiği bir dönemde Bakanlıkta da “Maarif Hediye-i Harbiye Heyeti” adlı bir örgüt kurulmuştu1. Emrullah Efendi Bakanlıktan ayrıldığı zaman, kurduğu örgüte karşı tepkiler hemen meyvelerini vermeye başlamış; Mehmet Şerif Paşa'nın Bakanlığı sırasında eğitim örgütünde yapılacak değişiklik taşanlarını incelemek üzere komisyonlar kurulmuştu2. Bu tasarılara göre İnşaat, Levazım, Sicil, İstatistik, Muhasebe, Kalem-i Mahsus, Evrak gibi kalemler bağımsız birer müdürlük haline getirilecek, merkezde Bakanın emrinde olan Felsefe, Tarih, Ulûm-u Diniyye, Arabî v.s. gibi müfettişlikler ilga edilecek, Meclis-i Maarif yeniden kurulacak, öğretim idarelerinin şubeleri ikişere indirilecekti3. Bu yeni düzenlemeye gerekçe olarak uygulamada karşılaşılan bazı güçlükler gösteriliyordu. Çeşitli illerde, idareler içinde görev ve yetki anlaşmazlığı ortaya çıkıyordu4. Yeni örgüt hakkında hazırlanan tasarı, 1913 Ocağı ortalarında Bakanın başkanlığında toplanan “Teşkilât Komisyonu”nda okunarak son şeklini almıştı5. Maarif Nezareti'nde bunlar yapılırken Şûrayı Devlet Genel Kurulu da, eğitim bakanları değişlikçe yeni bir örgüt yapılmaması, bunun için Bakanlık merkezinin çok sağlam olması, Bakanların değiştirme yetkisi olmayan bir program ve örgüt kurulmasını Maarif Nâzırına yazmayı kararlaştırıyordu6. 1912 yılında geçirilen büyük kolera salgını, okullarda bulaşıcı hastalıkları önlemek hususunda yeni önlemler almayı gerektirmiş, Bakanlığın okullardaki sağlık sorunlarıyla ilgilenen örgütü “Hıfzıssıhha-ı Mekâtib Komisyonu” bir yönetmelik hazırlayarak7, gerekli yerlerden onay aldıktan sonra uygulamaya koyulmuştu8. “İdare-i Hususiye-i Vilâyât ve Umur-u Maarif”, Tercüman-ı Hakikat, 31 Temmuz 1912. 1 “Maarif Hediye-i Harbiye Heyeti”, Sabah, 12 Kasım 1912. 2 Sabah, 17 Aralık 1912. 3 “Maarif teşkilatı”, Sabah, 15 Aralık 1912. 4 “Maarif Nezareti Teşkilatı”, Tercüman-ı Hakikat, 8 Ocak 1913. 5 “Maarif Nezareti Teşkilatı”, Tercüman-i Hakikat, 13 Ocak 1913. 6 “Maarif teşkilatı”, Sabah, 14 Şubat 1913. 7 “Hıfzıssıhha-i Mekâtib Teşkilâtı”, Sabah, 22 Aralık 1912. 8 Sabah, 2 Mart 1913. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 229 ~ Ahmet Şükrü Bey, Bakanlığa geldikten sonra Bakanlık içinde okuttuğu bir emirnamede işlerin ve yazıların katiyen geciktirilmemesini, geciktirenlerin cezalandırılacaklarını belirtmişti1. Yeni Bakan aynı zamanda örgütü kendi düşüncesine göre kurmak için de çalışmalara başlamıştı. 1913 Nisanında, yeni örgütün temellerini oluşturmak üzere “Mekâtib-i Hususiyettin Islâhı Komisyonu”2, “Muamelat-ı Kuyûdiye Komisyonu”3 ve program, kitap, nizam, talimat, kavanin konularında dört ayrı komisyon kurdurmuştu4. Bakanlığın genel örgüt değişimini içeren yeni yönetmelik de 5 Temmuz I914'de kabul edilerek Takvim-i Vekayi'de yayınlandı ve yürürlüğe girdi5. Bu örgütün şemalaştırılmış şekli de şöyleydi: “Bilumum Mekatibde Emraz-ı Sâriyenin Men-i Tevsi' ve İntişarı Hakkında Nizamname”, Düstur. İkinci tertip, c.V, S. 102-106. 1 “Maarif Nezaretinde”, Sabah, 3 Nisan1913. 2 “Mekatib-i Hususiyenin Islâhı Komisyonu”, Tercüman-ı Hakikat, 17 Nisan 1913. 3 “Maarif Nezareti Muamelat-ı Kuyûdiye Komisyonu”, Tercüman-ı Hakikat, 26 Nisan 1913. Sabah, 13 Mayıs 1914. 4 “Umur-u Maarif”, Sabah, 27 Nisan 1913. 5 “Maarif-i Umumiye Nezareti Teşkilatı Hakkında Nizamname”, Düstur, 2.tertip. c.VI, s.1036-1041. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 230 ~ *) Bu Şube Dârülfünun, yüksekokullar, maarif müdür ve müfettişleri ile yabancı ülkelerdeki Osmanlı Öğrencilerinin özlük haklarına bakıyordu. **) Yükseköğretimden istek ve şikayetler, ilmî heyetler, kitaplar, kütüphaneler v.s. işlerine bakıyordu. ***) Bu Daire yabancı ve Özel okulların her türlü işlerine de bakmakla yükümlü idi. 4.1.2. DENETİM SORUNU İkinci Meşrûtiyet döneminin en çok tartışılan konularından biri de denetim sorunudur. Bütün İkinci Meşrûtiyet devri boyunca, bu konuda Maarif Nezareti ile Meclis ve basın arasında sürekli bir tartışma devam edip durmuştur. Azınlık okulları gibi, Devletin resmî okulları da müfettişler konusunda güçlükler çıkarmışlardır. Maarif Nezareti, ülkenin eğitim durumunda bir başıbozukluk olduğunu, nerede ne yapıldığını bilmediklerini, hattâ kendilerine bağlı okulların sayısını bile bilmediklerini ileri sürerek; ülke eğitimini bilip değerlendirmek ve daha ileriye İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 231 ~ yöneltmek için denetimin şart olduğunu ileri sürmüş, bu işe önemli paralar ayırmışlardır. Meclis'te ve basında bu işe karşı çıkanlar ise, Bakanlığın bu işi çok geniş tuttuğunu, okulların az olduğunu, bu iş için ayrılan paralarla okul açılması gerektiğini, ancak okullar çoğaldıktan sonra denetim görevlileri atanmasını, şimdilik ise bu iş için Maarif Müdürleriyle yürütülmesini istemişlerdir. Şu tartışma, hemen aynı şeyleri içeren söz ve yasalarla devam edip gitmiştir. Bu dönemde denetim ve denetim görevlileriyle ilgili çeşitli gelişmeler de şu şekilde olmuştur: Mustafa Nail Bey, 1909'da öğretmen sorununu çözümlemek için bir taraftan İstanbul Dârülmuallimini'nin başına Sâtı' Bey'i getirirken; taşradaki eski öğretmen okullarını düzeltmek ve yeni okulların kuruluşları hususundaki çalışmaları yürütmek için 15 Maarif müfettişi görevlendirmişti1. Bu müfettişler gittikleri yerlerde çok verimli çalışmalar yapmışlar ve istenen sonuca ulaşmışlardır. 1909 sonlarında da, Maarife bağlı okulların denetimi için 30 müfettiş görevlendirilmesi kararlaştırılmıştı2. Oysa tensikattan sonra Bakanlığın emrinde 14 müfettiş kalmıştı3. İkinci Meşrûtiyet döneminden önce ise İstanbul'da: Bakanlığın emrinde 60 kadar Maarif müfettişi vardı. Bunlar iş görmeden maaş alırlardı. Tensikat sırasında “vazifesiz memuriyetler” lağv edildiğinden, bunların işlerine de son verilmişti. 1910 yılı bütçesinde her vilâyet merkezinde bir Maarif müfettişi, her liva merkezinde de birer ilkokul müfettişi çalıştırılması karar altına alınmıştı. Vilâyetteki müfettişler Bakanlıkça, ilköğretim müfettişleri de valiler tarafından seçilip atanacaklardı4. 1 “Maarif müfettişleri”, Tenin, 27 Ekim 1909. “Maarif-ı Umûmiye”, Sabah, 3 Aralık 1909. 3 D.K., “Mekâtib-i ibtidaiye mes'elesi”. Sabah, 5 Ocak 1910. 4 “Umur-u maarif”, Sabah, 29 Haziran 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 232 ~ Atamalar yapıldıktan sonra müfettişlerin görevleri hakkında bir de Yönetmelik yayınlanmıştı1. Bu Yönetmelikte, vilâyetlerdeki Maarif Müdürleri de denetim ve gözetimle görevlendiriliyordu. Maarif Müdürleri, özel ve genel ortaöğretim kurumlarını bizzat denetlemekle görevli idiler (7.madde). Maarif Müfettişleri ise, vilâyet içindeki öğretmen okullarıyla ilkokulları denetlemek ve Maarif Müdürlerine rapor vermekle yükümlü idiler. Ayrıca bunlara, yönetime ve alınacak önlemlere ilişkin bazı yetkiler daha verilmişti. Bakanlık, Maarif müdür ve müfettişlerinin maaşları hakkında bir nizamname hazırlamak üzere bir Komisyon kurdu2. Bunların hazırladığı Nizamnameye göre, müfettişlerin maaşları yeniden düzenlendi. 1912 yılında yeniden yapılan Bakanlığın merkez örgütlenmesi sırasında “müfettiş-i umûmi”lik kuruldu. Bu müfettişlerin görevleriyle ilgili 8 maddelik de bir kararname yayınlandı3. Burada Bakanlık, öğretmenleri sıkı bir denetim altına almak istiyordu. Meselâ, “müfettişler öğretmenleri usul-ü tedris yönünden denetleyecek” deniyordu. Oysa Bakanlığın hangi derslerin nasıl, neye göre okutulacağına dair bir talimatnamesi yoktu. Denetim, müfettişlerin keyfine kalıyordu ki, bu da yasal değildi. Aynı şekilde müfettişlerin demirbaş eşyaları kontrolü de sakıncalı görülüyor, devir-teslim defterlerine bakılması isteniyordu4. Emrullah Efendi'nin müfettiş örgütü, kamuoyunda ye Meclis'te çok sert tepkiyle karşılandı; özellikle Meclis'te çok uzun tartışmalara neden oldu. Emrullah Efendi'nin tüm savunmalarına, bunların yalnız denetimle değil, inceleme, halkı eğitime teşvik etmek ve hazırlamakla da görevli olduğuna dair sözlerine rağmen, bunlar lağvedildi. Bakan, bunlar olmadan Maarif Nezareti’ni idare edemeyeceğini bildirdi. Bunun üzerine iş Babıâli'ye aksetti. Şûrayı Devlet Meclis-i Mebusan'ın ilga kararını uygun görmedi. Sorun da böylece halledilmeden ve üstelik bozulmuş bir halde kaldı. Müfettişlerin çoğu, Meclis'in ilga kararma bakarak görevlerine gitmemeye, özel okullarda v.s. yerlerde bir iş bularak çalışmaya başladılar, ülkedeki eğitim örgütü çok güç bir durumda kaldı. İstanbul Maarif İdaresi, 1 “Maarif Müdürleriyle Vilâyet Maarif Müfettişlerinin Vezaifine Müteallik Talimat”, Sabah, 2 Ekim 1910. 2 “Maaş”, Sabah, 10 Mayıs 1911. 3 M.S., “Maarif teftişatı”, Sabah, 23 Mart 1912. 4 A.g.y. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 233 ~ müfettişlerin hiç bir şekilde özel okullarda ders almamaları ve öğretimle ilgilenmemelerini karar altına alıp ilân ederken1; taşradaki denetim işleri de Maarif müdürleri ve kaymakamlar tarafından yürütülmeye çalışıldı2. Bundan sonra alınan bütün önlemlere rağmen, müfettişler görevlerini hiç benimsemediler. Köyleri dolaşmamaya, bütün zamanlarını vilâyet merkezlerinde geçirmeye başladılar3. Bunun üzerine Maarif Nezareti de bazı vilâyetlerin, maarif müfettişlerini lağvetmiş ve görevlerini de Maarif Müdürlerine vermiştir. Ayrıca müfettişler arasında da birçok yer değiştirmeler yapmak zorunda kalmıştır4. Osmanlı eğitiminde ikinci Meşrûtiyet dönemi de sağlam bir denetim sistemi kurulmadan, çeşitli tartışmalar içinde geçip gitmiştir. Denetim sorununun esas can alıcı noktaları, azınlıklar eğitimi alanında çıktığından, o bölümde incelenmiştir. 4.1.3. EĞİTİM VE BÜTÇE Osmanlı Devleti'nde, okulların genel bütçeden ayrılan paralarla idare edilmeye çalışılması, 1838'den itibaren başlamıştı. Ancak Devletin bütçesi dar ve bunun içinden eğitime ayrılan para da çok az olduğundan; bütçe, eğitimin gelişmesinde pek etkili olamamıştır. Bunun üzerine 1875 yılında ibtidai okulları için bazı vergi kaynakları gösterilmiş, ancak uygulamaya geçilememişti. 1883 tarihinden itibaren de, yalnız idadiler için bir vergi alınmaya başlanılmıştı. Bu vergi “hisse-i maarif” olarak a'şardan %15-, emlâk vergisinden de % 5 nisbetinde alınıyordu. Daha sonra a'şardan alman hissenin %10'u “menafi sandıklarına”, %5'i de Nâfia’ya verildi. Mâliye, bu yardımları gerekçe göstererek Maarifin birçok ödeneklerini kesebiliyordu. 1 “Maarif müfettişleri”, Sabah, 20 Ocak 1913. Şinasi, “Maarif müfettişleri”, Ahenk, 31 Ekim 1913. 3 “Maarif müfettişleri ne iş görür?”, Yeni Fikir, III/21(1330), kapakta. 4 “Maarif müfettişlikleri”. Sabah, 20 Haziran 1914. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 234 ~ Maarif Nezareti'nin bir başka gelir toplama yeri de “Mahallî Maarif Sandıkları” idi. Bunlar, taşradaki terk edilmiş ve başka bir şekilde Maarife bırakılmış vakıfların gelirlerini topluyorlardı. Ayrıca idadilerdeki bazı öğrencilerle, yükseköğretime devam edenlerden alınan ücretlerle; Tıp, sanayi v.s. okullarının gelirleri de Maarifin emrindeydi. İkinci Meşrûtiyete kadar idadi öğretimi parasızdı. Maarife gelir getirmek amacıyla, 1909 yılında Mülkiye ve Ticaret okulu öğrencileriyle, yatılı Kız Sanayi Okulu ve yatılı idadilerde -Bütçe yasası ile- öğrencilerden ücret alınmaya başlandı1. Ancak fakir öğrencilerden parasız-yatılı öğrenci alınabilmesi için bazı girişimlerde bulunuldu ve 1910 yılı Mart'ında bu yasa çıkartıldı2. “Mekâtib-i idadiye nehari talebesiyle mekatib-i âliye talebesinden fakr u zarureti Mecâlis-i İdare ve Maarif memurlarınca musaddak olanlar ücurât-ı muharrereden müstesnadırlar”. 1910 yılında Emrullah Efendi'nin Bakanlığı sırasında Maarife biraz para kazandırmak için çeşitli girişimlerde bulunuldu. Bir yandan okul ücretleri arttırılır, okula alınacak yatılı öğrencilerin oranı belirlenirken, 1910 Mart'ında Bakanlığa bağlı yerlerdeki harcamaları sınırlandıran oldukça uzun bir buyruldu yayınlanıyordu3. Bakan, gereksiz okul arsalarını sattırıyordu. “Müsekkifat” yasasının 1. maddesine, 'bu vergiye eğitim için zam konulabilir' şeklinde bir kayıt koyduruyordu. A'şardan alınan maarif hissesi ile Emlâk Vergisinden maarif için alınan zam da birleştiriliyordu4. Ancak bu arada halktan çeşitli vergilere ek olarak alınan eğitim gelirlerinin vilâyetlere dağıtılması ve halka ulaştırılması sorunu ortaya çıktı. 1909 yılında Devlet gelirlerinin hepsi, bu arada eğitim gelirleri de doğrudan doğruya Hazineye alındı. Hazineden de eğitim harcamaları için daha fazla para ayrılmaya başlandı. 1 “Mekâtib-i Afiye ve İdadiye ücuratı”, Tanin, 14 Ağustos 1909. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 18 Kânunusâni 1325, S.116; 2 Mart 1326, S.128131. Takvim-i Vekayi”, 493(18 Mart 1326). 3 “Maarif Nezareti’nin bir Kararnamesi”, Yeni Tasvir-i Efkar, 10 Mart 1910. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Mart 1326, S.705-716; 9 Haziran 1326, S.24572461. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 235 ~ Yerel eğitim harcamalarının nereden karşılanacağı sorunu uzun zaman tartışılmış, 1909- 10 yılında da eğitim hisselerinin alındıkları, yörelere geri verilmesi hususunda kuvvetli bir akım doğmuştur. Önemli partilerin programlarında bile, bu husus yer almıştı. Bu maarif hisseleri daha sonra vilâyetlere dağıtıldı. Vilâyetlere dağıtımda kullanılan esaslar, paranın çeşitli dinî toplumlar arasında dağıtılması sırasında ve başka konularda birçok anlaşmazlıklar çıktı1. Daha sonra bir irade-i seniyye ile Maarif hisselerinin Maarif Nezareti bütçesi aracılığıyla vilâyetlere devredilmesine ve vilâyetlerdeki ibtidai, liva idadileri, sanayi okulları ve öğretmen okullarına harcanmasına karar verildi. Bu maarif hisseleri 1914 yılında okul yapımı için Fransız malî kuruluşlarından alman 600.000 liralık borca2 karşılık yapılmak istenmiş, ancak Meclis'te sert tepkilerle karşılaşmıştı3. Daha sonra bu hisselerin gene vilâyetlere ödenmesine ve vilâyetlerin “İdare-i Hususiye” bütçelerine geçirilmesine dair bir yasa çıkartıldı4. İkinci Meşrûtiyet’ten önce her yıl düzenli bir bütçe yapılmazdı. Her Bakanlık gerekli gördüğü yerlere, Padişahtan “iradeler” alarak harcamalar yapardı. Kaba bir hesapla 1905-1908 arasındaki eğitim harcamaları 170.000-180.000 lira kadardı. Bunlara Mülkiye, Aşiret v.s. gibi bazı okulların harcamaları da katılırsa, yılda aşağı yukarı 200.000 liralık bir eğitim harcaması vardı5. İkinci Meşrutiyet yıllarında ise Maarif Nezareti bütçelerinin gelişimi şu şekilde olmuştur: 1 “Hisse-i maarif ve Ermeni mektepleri” Sabah, 11 Ocak 1910. “Hisse-i maarif tevziatı”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 11 Ocak 1910. 2 “Maarif istikrazı”, Sabah, 3 Temmuz 1914. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 6 Temmuz 1330, S .961-962. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Haziran 1330, S. 529-530,544,553-554. 4 “A'şar Üzerine Mevzu Menafi ve Maarif Hisse-i İanesi Hasılatının vilâyete Suret-i Tediyesi Hakkında Kânun”, Düstur, İkinci tertip, c.VI, S.947. 5 Sâtı’, “Meşrûtiyet’ten sonra...” S.654. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 236 ~ Tablo 3) İkinci Meşrûtiyet’te eğitim bütçeleri Yıl 1324 1325 1326 1327 1328 1329 1330 Eğitim bütçesi 442.000 660.527 946.398 994.481 962.753 lira ? 428.047 687.786 “ “ “ “ 553.492 Tablo 4) İkinci Meşrûtiyet yıllarında bazı Bakanlıkların bütçelerinin genel bütçeye oranları (Bütçe yasalarında)(%) Bakanlık Maarif Maliye Dâhiliye Harbiye Bahriye Jandarma Nâfıa ve Ticaret Adliye ve Mezahib Orman ve Ziraat Posta ve Telgraf 1325 2.15 8.86 3.52 26.99 3.97 5.86 3.45 2.11 1.10 2.24 1326 2.84 9.57 3.97 27.28 4.97 5.30 3.51 2.30 1.18 2.39' 1327 2.73 7.86 3.72 24.84 4.63 .4.72 4.27 2.15 1.32 2.18 1328 2.82 7.97 3.58 25.00 3.73 5.00 3.58 2,23 1.29 2.14 1330 1.62 7.08 2.99 17.58 3.85 6.49 1.63 1.93 1.17 2.08 Osmanlı Devletindeki gerçek harcamaların belirlenebilmesi için, bütçelerin ayrıntılarına girmek gerekir. Çünkü askerî okullar, çeşitli Bakanlıkların Avrupa'ya iğrenci göndermeleri, bunlara bağlı harcamaları da Maarif Nezareti harcamalarına ekleyip, bütçe içinde eğitim harcamalarının oranı hesaplanırsa, şöyle bir durum ortaya çıkar. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 237 ~ Tablo 5) İkinci Meşrûtiyet yıllarında eğitim harcamalarının genel bütçeye oranları Yıl 1325 1326 1327 1328 1329 1330 Toplam Maarif harcaması Diğer eğitim harcamaları 66.052.751 94.639.804 99.448.185 96.275.392 30.105.493 54.840.926 61.064.276 45.043.609 Toplam Genel bütçeye Oranı . 95.158.244 149.480.730 160.512.461 141.369.001 %3.13 %4.53 %4.42 %4.15 - - - - 55,349.237 411.765,369 68.208.833 259.313.137 123.598.070 671.165.506 % 3.63 %3.99 Devlet bütçesinin % 5O'ye yakınının “Düyûn-u Umûmiye” adıyla dış borçları ödemeye ayrıldığı, % 25'inin de -hattâ Jandarma, Bahriye ve İmalât-ı Harbiye harcamaları da katılırsa % 35'inin- savunma harcamalarına ayrıldığı Osmanlı bütçesinde, eğitime ancak % 3-4 civarında bir para ayrılabiliyordu. Bu kadarcık bir para ile İmparatorluğun eğitim harcamalarını karşılamak ve yeni yatırımlara girişmek önemli bir sorun idi. Bu bakımdan bütçe harcamalarını bir de kendi içinde değerlendirmek gerekir. Görülüyor ki, 1909 yılı Maarif bütçesinin %37'si gibi büyük bir kısmı Dârülmuallimîn harcamaları ile vilâyetlerdeki ibtidai ve rüşdiye okullarının harcamalarını kapsıyordu. Gene % 30'a yakın bir kısmı da idadilerle Mekteb-i Sultani, Dârülmuallimat, Dârüşşafaka gibi okulların maaş ve masrafları, % 11'lik bir kısmı da yüksekokulların maaş ve harcamalarını kapsıyordu. 1910 yılında yapılan tensikat dolayısıyla idareci ve memurlara ayrılan harcamalar oldukça azalmış; ibtidailer, rüşdiyeler ve öğretmen okullarına, yüksek okullara ayrılan paralarda büyük bir artış görülmüştür. İdadi ve sultaniler için ayrılan ödenekler de 1909'a göre biraz düşük göstermiştir. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 238 ~ Tablo 6) 1325 yılı Maarif bütçesinin iç değerlendirmesi: Bakanlık bütçesinin fasıllardaki oranları1 Harcama yerleri Bakanlık merkez harcamaları Vilâyetler Maarif İdareleri Yüksekokullar İdadi ve sultaniler İbtidaiT rüşdiye ve öğretmen okulları Ticaret ve sanayi o kul lan, Dârülhayr Sanayi-i Nefise, Müze-i Osmani Matbaa, Rasathane, Kütüphaneler Toplam Maarif bütçesine oranı 8.95 5.93 10.94 29.84 37.32 2.75 1.44 2.83 100.00 Tablo 7) 1326 yılı Maarif Nezareti bütçesinin iç değerlendirmesi2 Harcama yerleri Bakanlık bütçesine oranı Bakanlık merkez harcamaları 3.90 Vilayat Maarif İdareleri 3.42 Yüksekokullar 12.77 İdadî ve sultaniler 28.07 Öğretmen okulları, ibtidai, rüşdi 41.86 Ticaret ve Kız sanayi mektebi 0.86 Sanayi-i Nefise, Matbaa, Müze, Rasathane 2,87 Darüttüllâb yapımı 0.53 Çeşitli harcamalar 5.72 Toplam 100.00 1911 yılında ise Maarif Nezareti bütçesinin çeşitli fasıllardaki harcamalarının Bakanlık toplam bütçesine oranları da şu şekildeydi3 (Bak Tablo 8). 1911 bütçesinde de en büyük harcama gurubu öğretmen okulları, ibtidaiye ve rüşdiyelerdir. Orta ve yükseköğretim oranlarında da küçük bir düşme görülmektedir. Çeşitli harcamalar adı altında toplanan ikramiyeler, Avrupa'ya 1 Ayrıntılar: “1325 Senesi Muvazene-i Umûmiye Kanunu”, Düstur, İkinci tertip, c.l, İstanbul,1329, S.442-582. 2 Düstur, İkinci tertip, c II. S.537-563. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 9 Mayıs 1327, S.3137-3177. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 239 ~ öğrenci gönderme, öğretim malzemeleri ve bazı okul yapımları büyük bir yer almaktaydı. 1911 yılında Devlet bütçesi çok düzensiz bir devre geçirmiştir. Tablo 8) 1327 yılı Maarif Nezareti bütçesinin iç değerlendirilmesi Harcama yerleri Merkezi idare harcamaları Vilayat Maarif idareleri Yükseköğretim Sultani ve idadiler Öğretmen okulları, ibtidai ve rüşdiyeler Kız okulları (öğretmen, sanayi, idadi) Sanayi-i Nefise Mektebi; Müze, Matbaa, Fabrika Arnavutluk, Arabistan ve Kürdistan okulları Başka harcamalar Toplam % 3.08 3.88 11.17 26.26 39.22 2.34 2.67 1.86 10.48 100.00 Çeşitli kereler pek çok zam yapılmış, çeşitli aylarda geçici bütçeler uygulamaya konulmuştur. Bu yıl içinde bütçeye ayrı ayrı tarihlerde yapılan 87 zamdan % 2.69'u eğitim harcamalarına ayrılmıştı. Bu zamların yandan fazlası savunma harcamaları için yapılmaktaydı. Eğitim harcamaları için yapılan zamların iç bölümlenmesi de şu şekildeydi: Tablo 9) 1911'de bütçeye yapılan eğitim zamlarının harcama yerlerine göre dağılımları:1 Harcama yerleri Tıp ve Eczacı okulları Maarif müfettişleri İbtidailerin çeşitli harcamaları Ortaöğretim, öğretmen okulları, Arabistan, Arnavutluk ve Kürdistana yaptırılacak olan okullar Rum, Bulgar okul ve kiliseleri Çeşitli harcamalar Toplam 1 Takvim-i Vakayi'nin 1327 yılındaki çeşitli sayıları. Düstur, İkinci tertip, elli, S.2OO-2O2,312-313,359. % 0.32 0.47 0.75 86.09 11.83 0.54 100.0 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 240 ~ Bazı küçük değişikliklerle 1912 bütçesinin çeşitli eğitim birimlerine bölümlenmesinde de, önceki yıllara göre bir aynılık göze çarpmaktadır. Bu yıl içinde Maarif bütçesine yapılan çeşitli zamların1 harcama yerlerine göre oranları ise şöyle idi: Tablo 10) 1912 yılında eğitim bütçesine yapılan zamların harcama yerleri Harcama yerleri Arnavutluk, Arabistan ve Kürdistan'a yapılacak ibtidai ve rüşdiyeler Rumeli vilâyetlerindeki eğitim seferberliği için Vilâyetler eğitim harcamaları Toplam % 66.41 30.08 1.51 100.00 Aylık geçici bütçelerin gösterdiği, Nisan ve Mayıs aylarında borç ödemelerin çok düşürüldüğü ve diğer harcamaların, özellikle savunma harcamalarının çok artırıldığıdır. Görülüyor ki, 1912 yılında eğitim harcamalarına yapılan zamlar, genellikle Rumeli için, Arnavutlukta eğitimi yaymak ve okullar kurmak için yapılmıştı. Ancak son anda gösterilen bu çabalar, Rumeli'nin ve Arnavutluk’un elden çıkmasına engel olamadılar. Tablo 11) 1911 yılında çıkarılan aylık geçici bütçelerde eğitim harcamalarının diğer bazı harcamalar arasındaki durumu çeşitli aylarda genel bütçeye oranları Harcama yerleri Maarif Düyûn-u Umumiye Mâliye Posta ve Telgraf Dâhiliye Harbiye Jandarma Bahriye Ticaret ve Nafıa 1 Mart(%) 1.95 42.86 6.00 2.30 2.88 20.55 3.82 3.16 4.37 Nisan(%) 2.77 24.18 9.28 4.01 3.95 26.30 4.91 4.06 5.61 Düstur, İkinci tertip, c.III, S.613-614; C.IV, 5,455,447,627. Mayıs (%) 2.65 20.65 10.05 2.27 3.93 31.31 5.15 4.26 5.61 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 241 ~ Tablo 12) 1912 yılında Maarif Nezareti harcamalarının iç düzenleri1 Harcama yerleri Merkezî idare harcamaları Vilâyetlerin Maarif idareleri harcaması Yükseköğretim, Dârülmuallimîn, Rasathane, kütüphaneler, Ticaret Mektebi Sultani ve idadiler İbtidai, rüşdi ve öğretmen okulları Kız okulları Avrupa'daki öğrenciler Müze, Fabrika, Matbaa, Sanayi-i Nefise Mektebi Arnavutluk, Arabistan ve Kürdistan’a kurulacak ibtidai ve rüşdiyeler Çeşitli harcamalar Toplam % 2.91 4.28 10.91 27.11 40.19 1.26 2.96 3.38 1.92 5.08 100.00 İkinci Meşrûtiyet yıllarının en karışıklarından biri olan 1329 (1913) yılına ait genel bütçe yasası bulunamamıştır. Takvim-i Vakayi ve Düstur'un ikinci tertip V. ve VI. ciltlerinde Maarif bütçesine yapılan çeşitli zamlar ve harcama birimleri arasında değişiklikler vardır. Bu hususta çıkartılan geçici yasalardan anlaşıldığına göre, en büyük zamlar Arap ülkelerinde yapılacak ve yatılıya çevrilecek idadi ve sultaniler için yapılmıştır2. 1 Düstur, İkinci tertip, c.IV, S.244-250. Takvim-i Vekayi, 22 Eylül 1329. Düstur, İkinci tertip, c.VI, S.71-72. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 242 ~ Tablo 13) 1913 ve 1914 yıllarında vilâyet ve liva özel bütçelerinde eğitim harcamaları Vilâyet ve liva adı İstanbul Edirne Adana Ankara Aydın Bağdad Beyrut Halep Hüdavendigar Diyarbekir Suriye Sivas Trabzon Kastamonu Konya Mamuretülaziz Musul Urfa İzmit Bolu Teke Canik Çatalca Zor Kudüs Karahisarısahib Karesi Kale-i Sultaniye Kayseriye Medine Menteşe Ortalama % 1913 74.25 24.51 37.58 35.29 2.95 42.07 34.45 42.22 35.45 20.39 29.36 28.70 36.72 36.64 12.23 32.67 41.95 29.32 40:96 32.55 21.89 22.13 24.95 % 1914 60.97 37.34 41.66 25.02 48.32 23.99 27.80 . 33.53 37.84 26.38 36.49 30.10 31.10 21.19 41.64 27.37 32,72 21.25 29.32 25.13 28.52 37.52 32.31 31.42 28.60 32,73 43.98 31.86 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 243 ~ Daha sonra İstanbul ve Üsküdar Kız Sanayi Okullarının birleştirilmesi için1 ve Avrupa'dan öğretimlerini tamamlayarak dönenlerin Dârülfünun öğretmen yardımcılıklarında kullanılması için2 v.s. çok sayıda zam yapılmıştır. 1913 ve 1914 yıllarında İdare-i Mahsusa-ı Vilâyet Kânunu uygulamaya konulduğundan; hem genel olarak hem de içerik olarak Maarif Nezareti bütçesi önemli değişikliklere uğramıştır. Bütçe, genel olarak düşmüştür. Çünkü yasaya göre idadiler, öğretmen okulları ve ilkokulların mali yönden idaresi vilâyetlerin özel bütçelerine bırakılmıştı. 1913 ve 1914 yıllarında vilâyet özel bütçeleri ve bu bütçe içerisindeki eğitim harcamalarını göz önüne almak gerekir. Tabloda görüldüğü üzere vilâyet özel bütçelerindeki harcamaların 1913 yılında ortalama % 24.95'i; 1914 yılında da % 31.86'sı eğitim harcamalarına ayrılmıştı. Bu vilâyetler arasında eğitim harcamalarına en çok pay ayıran İstanbul vilâyeti, en az pay ayıran da Beyrut ve Urfa olmuştu (Bak; Tablo 13) Eğitim işlerinin büyük yükü vilâyetlere bırakıldığından, 1914 yılı bütçesinde ilköğretim harcamaları büyük bir düşüş göstermiş, Bakanlık bütçesi diğer birimler arasında dağılmıştır. 1914 yılında hazırlanan aylık geçici bütçelerde, eğitim bütçesinin genel bütçeye oranları ise şu şekildeydi. Tablo 14) 1914 yılı geçici aylık bütçelerde bazı harcama birimlerinin genel bütçeye oranları Bakanlıklar Düyun-u Umûmiye Mâliye Posta ve Telgraf Dahiliye Emniyet İlmiye Adliye Maarif Nafıa ve Ticaret 1 Düstur, ikinci tertip, c.V, S.334. 2 Düstur, İkinci tertip, c.V, S.836. Mart-Nisan-Mayıs Haziran Temmuz 38.19 31.65 44.00 10.96 9.28 6.25 3.21 3.75 1.78 2.84 3.47 3.03 1.35 1.57 1.39 1.21 1.15 1.29 1.86 1.81 2.12 1.55 1.66 1,90 2.02 2.23 1.73 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 244 ~ Bahriye Harbiye İmalat-ı Harbiye Jandarma 5.84 17.54 1.26 5.90 5.18 25.14 1.23 5.62 2.05 18.75 1.37 6.92 Görülüyor ki, geçici bütçelerde eğilime ayrılan pay oldukça azalmış bulunmaktadır. Bunda vilâyet özel bütçelerinin çok önemli rolü olmuştur. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 245 ~ 4.1.4. MAARİF NAZIRLARI İBRAHİM HAKKI BEY (PAŞA) 1863'de İstanbul'da doğdu. 1882'de Mülkiye'yi bitirdikten sonra Tahrirat-ı Hariciye Kalemi ve Mabeyin Mütercimliğinde çalıştı, İkinci Abdülhamid'e polisiye romanlar çevirdi. Bu arada Hukuk ve Ticaret okullarında da öğretmenlik yaptı. 1894’de Babıâli Hukuk Müşavirliğine getirildi. 30 kadar diplomatik komisyonda başkan ve üye olarak bulundu. İkinci Meşrûtiyetin ilânından önce Girit ve Amerika'ya gönderildi. Meşrûtiyet yıllarında Maarif ve Dâhiliye Nazırlıklarına getirildi. Sonra Roma Büyükelçisi oldu. 1910 yılında Sadrazam oldu. Bu arada Hâriciye ve Nâfia Nezâretlerine de baktı. Trablusgarb savaşı sırasında istifa etti. 1918 yılından vefatına kadar, çeşitli resmî görevlerle Osmanlıyı savundu. Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca, İngilizce ve İtalyanca biliyordu. Eserleri: Medhal-i Hukuk-u Düvel, 1885, Tarih-i Hukuk-u Beyneddüvel, 1885, Küçük Osmanlı Tarihi, 1890, Tarih-i Umûmi, 3 cilt, 1887-1888. Bakanlığı: İbrahim Hakkı Bey, İkinci Meşrûtiyet döneminin ilk Maarif Nâzırı oldu. Daha önceki hayatı şurasında Sultan Abdülhamid ile sıkı ilişkileri olmuştu. İkinci Abdülhamid, onun atanması hakkında: “Hakkı Bey'i Maarif Nezareti’ne arz ediyorlar; hiç Hakkı Bey Maarif Nâzırı olur mu! Ama Haşim Paşa nasıl oldu dersen o zaman başka idi; o vakit olurdu”, demiştir1. Bu ilk atanması sırasında Hakkı Bey asil-vekil, vekil-asil olarak Maarifle beraber Dâhiliye Nezareti’ni de idare etti2. Hakkı Bey’in ilk Bakanlığı 22 Temmuz 1908'den 22 Eylül 1908'e kadar sürdü. İkinci Bakanlığı ise Ekrem Bey'in Meclis-i Âyân'a seçilmesi Üzerine 28 Kasım 1908'den 16 Aralık 1908'e kadar sürdü. Fakat o bu görevde kalmak istemediğinden, Roma sefaretine tayin edildi3. 1 Türkgeldi, A.F., Görüp İşittiklerim, Ankara: Türk Tarih Kurumu yayını, 1949, S.5 dipnot a.g.e., S.7-8. Mahmud Esad: “Maarif Nâzırı Hakkı Bey”, İkdam, 2 Ağustos 1906. 3 “Maarif Nazırı Hakkı Bey”, Serbesti, 24 Teşrinisani 1324 (7 Aralık 1908) 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 246 ~ Hakkı Bey'in Dâhiliye Nazırlığı sırasındaki bazı atamaları muhalif gazeteleri kızdırdı. “Serbesti”de ve özellikle “Yeni Gazete”de Bakan aleyhine belgelere dayalı bir yayın başladı. Bakan gazetelere bu belgeleri aktaranlara “hain ve yalancı” diyen bir “Beyân-ı Hakikat”ı “Tanin” gazetesinde yayınlamak zorunda kaldı. Ama sonunda bu yayınlar Hakkı Bey'in Bakanlıktan ayrılmasında ve Roma sefaretini istemesinde çok etkili oldular. MAHMUD EKREM BEY (RECAİZÂDE) 1847'de İstanbul'da doğdu, Babası Matbaa-ı Âmire Müdürü idi. Ekrem Bey, Bayezıd Rüşdiyesini, Mekteb-i İrfaniye’yi bitirdikten sonra Harbiye İdadisine girdi. Ancak sağlık durumunun bozulması nedeniyle bu okuldan ayrılarak çeşitli Devlet dairelerinde çalışmaya başladı. Bir ara Galatasaray Sultanisi ye Mekteb-i Mülkiye'de öğretmenlik yaptı. 1908 Temmuz devriminden sonra kısa sürelerle Evkaf ve Maarif Nazırlıklarında bulundu. Aynı yıl Meclis-i Âyân üyesi seçildi ve 1914 yılında ölünceye kadar bu görevde kaldı. Eserlerinden bazıları: Nağme-i Seher, 1871. Yadigâr-ı Şebâb, 1873, Zemzeme, 3 cilt, 1883-1885, Pejmürde, 1885, Nejad Ekrem, 1910, Araba Sevdası, 1898, Talim-i Edebiyat, 1879. Bakanlığı: Recaizâde Ekrem Bey'in Bakanlığı hem çok kısa sürdüğünden hem de İkinci Meşrûtiyet döneminin hemen başına rastladığından önemli bir çalışma yapılmadı. Ancak bir Komisyon kurarak, yerli tiyatronun kurulması hususlarında bazı çalışmalar yaptığı, somut bir sonuca da ulaşamadığı biliniyor. ABDURRAHMAN ŞEREF BEY Hayatı: Soyu Kastamonuludur. 1853 yılında doğdu. Babası Tophane-i Âmire hesapçılarından Hasan Efendi'dir. 1870'da Mekteb-i Sultani'yi bilirdi. Mahrec-i Aklam, Mekteb-i Sultani ve Dârülmuallimin’de öğretmenlik yaptı. 1880 yılında Mekteb-i Mülkiye Müdürü oldu. 16 yıl burada müdürlük yaptı. Bu arada çeşitli okullarda dersler de verdi. 1906'da Mekteb-i Sultani müdürü oldu. İkinci Meşrûtiyet’ten sonra Defter-i Hâkânî Nâzırı ve Meclis-i Âyân üyesi oldu. 16 Aralık 1908-5 Şubat 1909 arasında vekâleten Maarif Nezareti’ni idare etti. 15 Şubat 1909-4 Mayıs 1909 ve 11 Mayıs 1911-1 Ocak 1912 tarihleri arasında Maarif İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 247 ~ Nazırlığı yaptı. Bu arada çeşitli ek görevlerde de bulundu. Savaş yıllarında Evkaf, Posta ve Telgraf ve gene Maarif Nazırlığı yaptı. İstanbul mebusu, Hilâl-i Ahmer Başkanı v.s. oldu. 1925 yılında İstanbul'da öldü. Eserlerinden bazıları: Coğrafyayı Umûmî, Fezleke-i Tarih-i Düvel-i İslâmiye, İlm-i Ahlâk, Tarih-i Devlet-i Osmaniye, 2 cilt, 1893, 1896, Tarih Musahabeleri, 1929, Zübdetü'l-Kassas. Bakanlığı sırasındaki çalışmaları: Maarif Nezareti’ni vekâleten idare ederken okullarda yapılacak ıslâhatlar hakkında okul müdürleri ve Daire-i İlmiye üyeleriyle ayrı ayrı görüşmeler yapmıştır1. 1909 Şubatı başlarında istifa etti, ama istifası Sadrazam tarafından kabul edilmedi2. Ama O istifasında ısrar etti ve Bakanlığa gelmedi. Zaten kendisi de vekâleten olduğu için yeri vekilsiz ve Maarif bir hafta kadar “başsız” kaldı3. Sonra bu göreve asaleten atandı. İlk işi de örgütte sıkı bir “tensikat” yapmak oldu4. Hareket Ordusu ile Hükümet adına görüşmeler yaparak, 31 Mart olayları sırasında önemli bir görev yaptı5. İkinci defa Bakanlığa Padişahın iltiması ve özel isteği ile geldi6. İlk iş olarak da Bakanlık bütçesini Meclis”ten geri alarak incelemek oldu. İstanbul gazeteleri Bakan'ın çok tasarruf yapmak niyetinde olduğunu yazdılar7. Bakanlık bütçesinin Meclis'teki müzakereleri sırasında, teftişin azınlık okullarında düşmanca yapılmayacağını, onların da fazla çekinmemden gerektiğini belirtti. Sonra Meclis'e yerli (Bakanlık merkezindeki) müfettişleri lağvettirdi ve seyyar müfettişleri kurdu8. Bütçe tartışmaları sırasında yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: Tahsilin esası ilköğretimdir. Düzeltmeye oradan başlayacağız. Önce yasaları yapacağız, yasa 1 “Maarif Nezaretinde”, Tanin, 21 Aralık 1908. Tanin, 8 Şubat 1909. 3 Türkgeldi, A.F., a.g.e., S.13 Sabah, İkdam, 9 Şubat 1909. Tanin, 10 Şubat 1909. 4 “Maarif Nazırının mezalimi”, Osmanlı. 31 Mart 1909. “Maarif Nâzırı tensikat yapıyor”, Sabah, 1 Nisan 1909. 5 Yıldız (Üsküp), 12 Nisan 1325. 6 Uşaklıgil, H.Z., Saray ve Ötesi II, İstanbul 1941, S.39-40,206-209. Sabah, 12-13 Mayıs 1911. 7 Sabah, 17 Mayıs 1911. 8 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327. S.3140-3142. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 248 ~ olmadan ilkokul adına, para da olsa bir şey yapamam. Çünkü öğretmen yok. Önce bunu halledelim. Öğretmenler hakkında bir yükselme (“terakki”) yasası getireceğiz. Maaşlar bir inip bir çıkmayacak. Öğretmen “geleceğini” bilecektir1. Okul açılması için iki yıldır çeşitli yerlerden gelen istek kâğıtları Bakanlıkta sandıkları dolduruyor2. Ama Eğitim Yasası çıkmadan ilköğretim ödeneğini dağıtamam3. Abdurrahman Şeref Bey, bu arada Daire-i Maarifte “Hıfzıssıhha-i Mekâtib Komisyonu” adlı bir sağlık kurulu teşkil etti (22 Mayıs 1911). Haziran başında Paris'teki Osmanlı öğrencileri hakkında M.Blondel'den (müfettiş) ayrıntılı bir rapor istedi. Bu rapora göre, bu hususta bazı önlemler almak niyetinde olduğunu belirtti4. 2 Haziran 1911’de “karşı gazetelerden birinde” çıkan mülakatında da şunları belirtiyordu5. Bakanlığın harcamaları hakkında bir yasa tasarısı hazırlanacaktır. Bu hususta komisyonlar çalışıyor. Emrullah Efendi'nin hazırladığı Genel Eğitim Yasası, gelecek dönem Meclis'e verilecektir. Denetim hususunda Patrikhanelerle anlaşılacaktır. Bir Dârülfünun binası yaptırılacaktır. Ancak Bakanlık süresi gerçekleştirememiştir. kısa sürdüğünden Bakan bu söylediklerini Bu arada gazeteler 1 Temmuz 1911'den beri bir komisyonun Genel Eğitim Yasaları üzerinde çalıştığı, Bakan’ın bir yasa çıkmadan bir şey yapamayacağını söylediğini de yazıyorlardı6. Komisyon Bakanlık örgütünü yeniden düzenlemeyi ve Patrikhanelerle çatışma çıkarmayacak bir eğitim yasası çıkarmayı amaçlıyordu. Zaten o sıralarda Patrikhaneler de ilköğretim hakkında bir takrir vermişlerdi7. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S .3160. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S.3164 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, S 3165. 4 Sabah, 1 Haziran 1911. 5 Sabah, 3 Haziran 1911. 6 M.S., “Yeni Maarif Kanunları”, Sabah, 5 Temmuz 1911. 7 “Maarif Nezaretinde”, Sabah, 12 Temmuz 1911. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 249 ~ 1911 Kasım'ında, Emrullah Efendi'nin kurduğu “İhtiyat sınıfı”, Şeref Bey'in de durumunu güçleştirdi. Bu öğrencilerin Dârülfünun'un bazı bölümlerine alınmaması Bakanla Meclis'i karşı karşıya getirdi. İş, güvenoyu ve istifa sorunu oldu çıktı1. YUSUF ZİYA PAŞA Hayatı hakkında ayrıntılı, bilgi bulunamamıştır; 1849-1929 yılları arasında yaşadığı biliniyor. Meşrûtiyet ye Mütareke dönemlerinde birçok Bakanlık görevlerinde bulunmuştur. İkinci Meşrûtiyet döneminde 5-13 Şubat 1909 tarihleri arasında kısa bir Maarif Nazırlığı görevi yapmıştır. Bu dönemde Roma Sefiri idi. Sonra Defter-i Hâkânî Nâzırı olmuştur. Hüseyin Hilmi Paşa ve Ahmed Muhtar Paşa kabinelerinde Maliye Nazırlığı, daha sonra da Dâhiliye Nazırlığı yaptı. Ayrıca Kâmil Paşa kabinesinin Evkaf, Tevfik Paşa kabinesinin de Nâfıa Nâzırı idi. Yusuf Ziya Paşa, Mütareke döneminde de bir çok nazırlıklarda bulunmuş, hattâ 13 Ocak 1919-4 Mart 1919 tarihleri arasında da Maarif Nazırlığında bulunmuştur. İkinci Meşrûtiyet dönemindeki Bakanlık görevi bir hafta bile devam etmediğinden, önemli bir çalışması olmamıştır. MUSTAFA NAİL EFENDİ Hayatı: 1861'de İstanbul'da doğdu, Mehmed Emin Efendi'nin oğludur. Mekteb-i Mülkiye'den mezun oldu. 1881 yılında Mekteb-i Sultani Türkçe Öğretmeni, 1891'de de Dârülmuallimîn Coğrafya Öğretmeni oldu. Bu arada Ticaret, Hâriciye ve Mâliye Nezâretlerinde memurluk yaptı. 1892'de Meclis-i Maarif Başkâtibi, 1894'de Mekteb-i Mülkiye Usul-ü Mâliye müderrisi, 1897'de Maarif Nezaretinde Mekâtib-i İdadiye müdürü, 1905 yılında da Meclis-i Maarif başkanı oldu. 1910 yılında 1 M.S., “Maarif Nazırı İttihad istiyor. Bir senemi, iki sene mi?”, Sabah 18 Kasım 1911. M.S., “Maarif için doğru, Kânûn için yanlış”. Sabah, 20 Kasım 1911. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 250 ~ Saruhan mebusu seçildi. 1911'de Maarif Nazırlığı yaktıktan sonra, 1911 yılında Mâliye Nazırlığı da yaptı ve aynı yıl Âyân Meclisine de seçildi. Mütareke yularında Posta ve Telgraf Nazırlığıyla, Ferid Paşa Kabinesinde Dâhiliye Nazırlığı da yapan Nail Efendi 1922 yılında öldü. Eserleri: Hayat-ı Düvel adlı, Rakım Bey ile beraberce hazırladığı bir eseri vardır. Bakanlığı; Mustafa Nail Bey, 5 Mayıs 1909'da Hüseyin Hilmi Paşa (1855-1923) kabinesi içinde Maarif Nazırlığına gelmiştir. Yeni Bakanın ilk işi hemen İstanbul Öğretmen Okulu sorununu çözümlemek oldu. Bu okulun müdürlüğüne, eski öğrencilerinden Sâtı' Bey'i getirerek ona, istediği kadar yetki verdi. Yaptığı bir çok reform hareketlerinde onu destekledi1. Öğretimin düzgün bir şekle sokulmasını sağlamak amacıyla 1909 Temmuz'u başlarında uzman kişilerden oluşan çeşidi komisyonlar kurdu ve okulların yeni müfredat programlarını hazırlattı2. 1909 ortalarından itibaren, Nail Bey'in Bakanlığı sırasında azınlık okulları sorunu aşın derecede alevlendi. Nail Bey, yeni çıkaracağı bir yasa ile, bütün Osmanlı okullarındaki eğitimi birleştireceğini söylüyordu. Öğretim farklı olabilir; ana diline, milliyetlere v.s. dokunmak istemiyoruz. Ama eğitini; mutlaka ortak olmalıdır, gençlere ortak bir vatan kültü verilmelidir, diyordu. Aynı demecinde, Meşrûtiyetle idare edilen bir Devlette “imtiyazların anlamsızlığına” da değiniyordu3. Bu sözler üzerine azınlıkların ve yabancıların basın organları sorunu alabildiğine kışkırttılar. Patrikhane'nin Bakan'a asıl hücumu, o sıralarda Bakanlığın hazırlamakta olduğu Tedrisât-ı Âliye Nizamnamesi'ndeki 18. maddenin kabulünden sonra başlamıştı. Bu madde Osmanlı ülkesindeki bütün okullarda eğitimin ortak (“yeknesak”) olmasını 1 2 3 Süleyman Nazif, “Maarif Nezaretinin İcraatı”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 15 Temmuz 1909. “Maarif Nezareti”, Tanin, 8 Eylül 1909. “L'opinion du Ministre de l'lnstruction Publique”, Le Moniteur Oriental, 16 Juin 1909. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 251 ~ öngörüyordu. Özellikle Rumlar, bunun kendi öğretim özgürlüklerini ortadan kaldırdığını söyleyerek büyük gürültüler çıkarmaya başladılar1. Bakan, “Osmanischer Llyod” gazetesine verdiği bir demeçte de, ilköğretim kademesinde öğretimin mahallî dillerle, ana dilleriyle yapılabileceğini; ancak idadilerde ve yüksekokullarda öğretimin mutlaka Türkçe yapılması gerektiği ve bunu sağlayacaklarını söylemişti2. Okullar sorununda Nail Bey’in gerilemeyeceğini anlayan Rum basını, Bakanlar Kurulu (“Meclis-i Vükelâ”) hakkında çeşitli haberler çıkartmaya, Maarif Bakanlığına Hüseyin Câhid Bey'in geleceğini söylemeye başladılar3. Nail Bey, bu sorunun dışında diğer önemli eğitim sorunlarıyla ilgilendi. Bakanlığa başladıktan sonra ilk iş olarak Maarif bütçesini geri aldı. Ancak değiştirilecek bir yanını bulamadığından. Meclis'e geri verdi. Yalnız o yıl, ilköğretim için ayrılan parayı ilköğretmen okullarının kuruluş ve ıslâh çalışmalarına aklardı4 ve bu hareketi 1910 yılında birçok tartışmalara sebep oldu5. Nail Bey, 1909 Ağustosunda Süleyman Nazif ile yaptığı bir konuşmada6 ülkenin 40.000 ilkokula ihtiyacı olduğunu, her şeyden önce bunları tamamlamak gerektiğini belirtiyordu. Ona göre Osmanlı unsurları arasındaki birlik ancak okullar yoluyla sağlanabilirdi. Bunun için de öğretmen okullarına ilk defa gayrimüslim öğrenciler de alınmaya başlanmıştı. Köy ilkokullarında beş öğrencisi olan; her cemaate ayrı bir dil öğretmeni verileceğini, Pazar günleri gayrimüslim öğrencilerin dinî eğitimlerinin sağlanacağını bildiriyordu. Nail Bey'in Bakanlığı şuasında önemli çalışmalarından biri, hazırladığı “Maarif-i Umûmiye Kânunu Lâyihası”nda Eski “Maarif-i Umûmiye Nizâmnâmesi” ortadan 1 “Mektepler mes'elesi” (Nail Beyle mülakat), Tanin, 17 Haziran 1909. “Tedrisat Mes'elesi”. Ahenk, 21 Haziran 1909. 2 A. Şinasi,'Osmanlılık Terbiyesi”, Ahenk, 21 Haziran 1909. 3 “Maarif Nezareti”, Tanin, 22 Temmur1909. 4 Meclis-i Ayan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunusâni 1326, S.336. 5 Tanin, 13 Ağustos 1909. 6 Süleyman Nazif, “Tahsil-i İbtidai”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 3 Ağustos 1909. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 252 ~ kaldırılacak ve yerine bu yasa geçecekti. Bu yasa, Bakanlığın bütün idarî ve eğitim örgütleriyle Bakanlığa bağlı kurumların idaresini yeniden düzenliyordu1. 1909 Aralığı başlarında Nail Bey'in Maarif Nazırlığından ayrılacağına dair haberler çıkmaya başladı. Hattâ yeni Bakanın İzmit mebusu Müfid Bey olacağı dahi yayılıyordu2. Gerçekten de Nail Bey nedeni belirsiz bir şekilde Bakanlıktan ayrılmıştır. Kamuoyuna romatizmaları dolayısıyla, sağlık durumundan dolayı ayrıldığını açıkladıysa da, gerçek neden bu değildi. Çünkü, Nail Bey daha sonra Mâliye Bakanı olarak da görevde bulundu. Bakanın istifasını bazı gazeteler Linch sorununda Parti tutumuna karşı çıkmaya veya Tıbbiye sorununun çözülmemesine bağladılar3. Sadrazam, Bakanın istifasını kabul etmedi, ancak Nail Bey istifada direndi4. Buna rağmen 28 Aralık 1909'da kabinenin düşmesine kadar Bakanlıkta kaldı. İstifa edeceği sıralarda, hattâ istifa ettikten sonra da azınlıklarla, hazırladığı eğitim yasaları üzerinde sürekli çekişmelerde bulundu5. Nail Bey, yaptığı kısa Bakanlığı süresince, daha sonraki İkinci Meşrûtiyet eğitiminin temellerini attı. 1910'dan itibaren uygulanan eğitim politikası, özellikle Emrullah Efendi'nin uyguladığı eğitim politikası, Mustafa Nail Bey'in temellerini koyduğu eğitim politikası idi. İSMAİL HAKKİ BEY (BABANZADE) Hayatı: Hicaz valisi Mustafa Zihni Paşa'nın oğludur. 1876'da Bağdat'ta doğdu. İbtidaiye ve askerî rüşdiyede okuduktan sonra 1885'de Vefa İdadisi'ni bitirdi. Önce Mekteb-i Mülkiye'ye girmesine rağmen, 1897'de siyasî bir nedenle Mekteb-i Hukuk'a geçti. 1902 yılında okulu bitirdikten 1908 yılında mebus seçilinceye kadar Bâb-ı Âli'nin “Matbuat-ı Ecnebiye” kısmında çalıştı. Mebusluğu zamanında 2 Mart 1 “Millet Meclisimiz muvacehesinde”, Sabah, 12,29 Kasım 1909. Tanin, 29 Ekim 1909. 2 “Maarif Nâzırı”, Sabah, 8 Aralık 1909. “Nail Beyefendi”, Sabah, 15 Aralık 1909. “Maarif Nazırının İstifası”, Tasvir-i Efkâr, 16 Aralık 1909. 3 “Nail Beyin istifası”, Sabah, 17 Aralık 1909. 4 Sabah, 23, 27 Aralık 1909. 5 “L'application des lois d'énseignement”, Le Moniteur Oriental, 20 Decembre 1909. D.K., “Mekâtib-i ibtidaiye mes'elesi - Maarif işleri- Nail Beyefendi ile mülakat”, Sabah, 5 Ocak 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 253 ~ 1911'den 11 Haziran 1911’e kadar Maarif Nazırlığı yaptı. Ayrıca Mühendis Mektebinin de Fransızca öğretmeniydi. 25 Aralık 1913’de İstanbul'da öldü. Arapça, Fransızca ve Rumca bilirdi. Eserleri: Hukuk-u Esasiye ve Ali Reşad Bey ile beraber hazırladığı Bismark. Bakanlığı sırasındaki çalışmaları: Emrullah Efendi Maarif Nazırlığından ayrıldığında “Jön Türk” gazetesi bu göreve, parlamento dışından Tevfik Fikret veya Erzurum valisi Celâl Bey'in getirileceğini yazmıştı1. Ama Mart başlarında “Tanin'in siyasî yazarı Hakkı Bey'in Bakan olacağı söylentileri çıktı. Aynı gün İttihad ve Terakki mebusları da oy birliğiyle Hakkı Bey'i Maarif Nâzırı olarak tavsiyeye karar veriyor ve ertesi gün de atama yapılıyordu2. Beyoğlu gazeteleri ve “Osmanischer Llyod” gazetesi, bu atamadan memnun olmadıklarını belirttiler3. Bakan’ın ilk işlerinden biri, Emrullah Efendi'nin Meclis'e sunduğu 1327 Maarif bütçesini ve “Maarif-i Umûmiye Kânunu” tasarısını geri almak olmuştur4. Bütçeyi inceledikten sonra geri iade etmiş ama yasa tasarısını yeniden hazırlayacağı gerekçesiyle vermemiştir. Bakanlıkta Emrullah Efendi'nin kurduğu örgütü de değiştireceğini söylemiştir5. “Karşı gazeteler” (Beyoğlu'da çıkan) Hakkı Bey'in, eğitimin düzeltilmesi için büyük bir tasarı hazırladığını, ancak bunu gerçekleştirebilmek için 600.000 liraya ihtiyaç olduğunu, bu yüzden uygulamaya geçilemediğini yazıyorlardı. Bakan bu tasarıyı iki safhada ve iki yılda gerçekleştirmeyi planlamaktaydı6. Bu sıralarda azınlık okulları sorunu Rum mebuslarla İttihad ve Terakki mebusları arasında çözümlenmeye çalışılıyordu. Ancak bunlar olumlu bir sonuç vermemişti. Azınlık okullarını teftiş hususunda İsmail Hakkı Bey'in “La Turquie” gazetesinde yayınlanan bir mülakatında, bu hususta iki taslak hazırladığını ve Meclis'e gelecek yıl sunacağını belirtiyordu. Bakan bu demecinde, denetim hakkında şu fikirlerini de 1 Jön Türk, 21 Şubat 1911. Sabah, 1,2 ve 3 Mart 1911. 3 Sabah, 4 Mart 1911. 4 Sabah, 9 Mart 1911. 5 Sabah, 15 Mart 1911; İstanbul gazetesi, 31 Mart 1911. 6 “Islâh-ı maarif için”, Sabah, 2 Nisan 1911. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 254 ~ açıklıyordu1: Müfettişler bütün gayrimüslim okullarını istedikleri zaman denetleyebilecekler, istedikleri soruyu sorabilecekler ve Bakanlığa rapor vereceklerdir. Herhangi bu sorun çıktığında kararı, bu raporlara göre İstanbul Maarif Müdürü verecektir. Eğer bu makamla Patrikhane arasında bir anlaşmazlık çıkarsa, Bakanlık işe o zaman karışacaktır. İsmail Hakkı Bey, 8 Mayıs 1911'de Mâliye Nâzırı Cavid Bey ile beraber istifa etmiştir. Ortak istifanamelerinde2 bir süreden beri partideki karışıklıkların vazifelerini yapamayacak derecede etkili olduğunu, bu makamları daha başarıyla iş yapabilecek kişilere bıraktıklarını belirtiyorlardı. Hakkı Bey, istifasını geri alması hususundaki Sadrazamın ısrarlarını ise kabul etmemiştir. Hakkı Bey'in 1912 yılında tekrar Bakan olacağı söylentileri3 ise gerçekleşmedi. MEHMED SAİD (GELENBEVİZADE) Hayatı: Mahmud Aziz Efendi'nin oğludur. 1863'de İstanbul'da doğdu. Mülkiye'yi bitirdi. 1882’den itibaren Devlet dairelerinde çalışmaya başladı. Bu arada 1887'den itibaren Bursa İdadisinde öğretmenlik ve Maarif Müdürlüğü, Edirne'de Maarif Müdürlüğü, Ticaret Mekteb-i Âlisi Müdürlüğü, Vefa İdadisi ve Dârülfünun'da öğretmenlik görevlerinde bulundu. Daha sonra Bakanlık merkez örgütünde çalışmaya başladı. 1904’de Mekâtib-i Rüşdiye Müdürü, 1907'de Mekâtib-i İdadiye Müdürü, daha sonra da Meclis-i Maarif üyeliğinde bulundu. 1910 yılında Bakanlık Müsteşarı, 1912 yılında da Maarif Nazırlığı yaptı. 1919-1920 yılanda gene Maarif Nazırlığı yaptı. Dârülfünun Üniversiteye çevrilinceye kadar fen şubesinde öğretmenlik yaptı. 1937’de öldü. Bakanlığı: Said Bey, Emrullah Efendi'nin ikinci Bakanlığından sonra, Ahmet Muhtar Paşa’nın (1839-1918) Bakanlar Kurulu ile 22 Temmuz 1912'de göreve başladı. Balkan Savaşının en kızışkın günleri idi. Dârülfünun öğrencileri sürekli olarak savaş yanlışı gösteriler düzenliyorlardı. Hattâ yanlarına Dârülfünun Müdürü Süleyman 1 Sabah, 21 Nisan 1911 (“La Turquie”den). Sureti, Sabah, 10 Mayıs 1911 3 D.H., “Maarifin hali”, İlham, 25Mayıs 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 255 ~ Paşazade Sami Bey'i ve Maarif Bakanı Said Bey'i de alarak padişahın huzuruna çıkıyorlardı1. Said Bey'in Bakanlığa gelince ilk işi, Bakanlık Müsteşarlığına Salih Zeki Bey'i getirmek olmuştu2. Bakanlığı, düşmanın Çatalca'ya gelip dayandığı günlere rastladığından, önemli bir çalışma yapamadı. Hükümetin istifasıyla 29 Ekim 1912'de Bakanlık görevinden ayrıldı. DAMAD MEHMED ŞERİF (ÇAVDAROĞLU) PAŞA Hayatı: Mutasarrıf Şükrü Paşa'nın oğludur. 1874 yılında İstanbul'da doğdu. Askerî Rüşdiye ve Mekteb-i Mülkiye'yi bitirdi. 1895'de Dahiliye Nezareti'nde memurluğa başladı. Bu arada Dârülmuallimîn-i Âliye ve Mekteb-i Mülkiye'de öğretmenlik yaptı. 1901'de Abdülaziz'in kızı ile evlenerek Saraya damat oldu. 1906 ve 1910'da Şûrayı Devlet üyesi, 1909'da İstanbul Valisi, 1912'de Nâfia, Dâhiliye, Ticaret ve Ziraat Nâzırlıklarıyla bir ay kadar da Maarif Nazırlığı yaptı. Mütareke yıllarında da Şûrayı Devlet Başkanlığı, Dâhiliye ve Adliye Nazırlıklarında bulundu. Cumhuriyetten sonra, hanedana mensup olduğu için yurt dışına çıkartıldı. 1946'da yurda döndü ve 1958 yılında İstanbul'da öldü. Eserleri: İbn Battuta Seyahatnamesi (Arapçadan çeviri, 2 cilt), Hükümdar (Makyavel'den çeviri) Ayrıca basılmamış bir çok tercüme eserleri vardır. Maarif Nazırlığı: Mehmed Kâmil Paşa'nın (1832-1913) dördüncü Sadrazamlığı sırasında, Balkan bozgununun iç politikayı-alabildiğine etkilediği günlerde 30 Ekim 1912 ile 23 Ocak 1913 tarihleri arasında Maarif Nazırlığında bulundu. Şerif Paşa, Bakan olduktan sonra “İfham” gazetesine verdiği bir demeçte3 ayrıntılarla uğraşmadan önce eğitimin amacının saptanması gerektiğini, eğitim 1 Türkgeldi A.F., ag.e. S.65-66. “Maarif Nezareti Müsteşarlığı”, Teminat gazetesi, 26 Temmuz 1912. 3 İfham, 14 Aralık 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 256 ~ biçiminin Bakanların değişmesiyle değişmeyecek kadar sağlam temellere dayandırılacağını belirtiyordu. Bakana göre, her kademedeki okullar çok düşük bir seviyede bulunmaktadır. Bunun için ortaöğretim kademesinde önemli değişiklikler yapmalıdır. İdadiler iyice “sınıf mektepleri”ne benzetilmelidir. Teorik olarak verilen derslerin uygulamaları arttırılmalıdır. Ortaöğretim süresi kısaltılmak bazı yüksek dersler kaldırılmalıdır. İdadiler için her yerde aynı program uygulanmamalıdır. İdadiler bulundukları yörenin gereksinmelerine cevap verebilecek âdeta bir sanat okulu olmalıdırlar. Bakan ayrıca, idadilerin yüksekokullara öğrenci hazırlayacağını ve Üniversitede İhtiyat Sınıflarının tekrar açılacağını söylüyordu. Şerif Paşa'nın ihtiyat Sınıfı ve idadi tasarıları tepkiyle karşılandı. Okulların mekâna göre aşırı derecede farklılaşmasının sakıncalı olduğu, zaten idadilerle sanat okullarının ayrı ayrı görevleri olduğu ileri sürüldü1. Bakanın idadilerde yapmak istediği değişiklik 20. yüzyıl başlarında “Ticaret ve Ziraat Şubeleri” açılarak Osmanlı Devleti'nde gerçekleştirilmişti. Bu öğretim ücretli öğrencilere seçmeli, ücretsiz öğrencilere de zorunlu tutuldu. Ama başarılı olamadı ve kaldırıldı2. “Yüksekokullar bugün esir pazarı haline gelmiştir” diyen Ali Mümtaz, Bakanın bu kademede mevcudu bazı küçük değişikliklerle koruma tasarısını da şiddetle eleştirmektedir3. Şerif Paşa 1913 başlarında Meclis-i Kebir-i Maarif’i toplayarak, Bakanlıkta kurulacak örgüt hakkında bir tasarı hazırlamış4, tam uygulamaya geçecekken kabine düşmüş ve kendisi Bakanlıktan ayrılmıştır5. 1 Ali Mümtaz, “Maarif Mes'elesi - Maarif Nazırının beyanatı âhiresi münasebetiyle”, Tanzimat, 16 Aralık 1912. 2 a.g.m., 18 Aralık 1912. 3 a.g.m., 22 Aralık 1912 4 “Maarif Teşkilâtı projesi”, Sabah, 21,22 Ocak 1913. 5 Sabah, 23 Ocak 1913. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 257 ~ AHMED ŞÜKRÜ BEY Hayatı: 1874'de Kastamonu'da doğdu. Fakir bir aile çocuğu idi. İstanbul Dârülmuallimini'nden mezun olduktan sonra çeşitli yerlerde öğretmenlik ve Maarif Müdürlükleri yapmıştı. İkinci Meşrûtiyet'ten önce İttihad ve terakki Cemiyeti'nin gizli bir üyesi olarak çalıştı. Siroz Mutasarrıflığı ve Dâhiliye Nezareti mektupçuluğunda bulundu. Sonra Kastamonu mebusu olarak Meclis'e girdi. Mahmud Şevket Paşa kabinesinin Maarif Nâzırı olarak 24 Ocak 1913’te göreve başladı. Bu görevi 9 Aralık 1917'ye kadar sürdürdü. Cumhuriyetin ilk yularında Trabzon valisi olarak çalıştı. İzmir'de Atatürk'e suikast düzenleyenlerden olduğu için 1926'da idam edildi. Bu nedenle “Maslub Şükrü” diye de bilinir. Bakanlığı sırasındaki çalışmaları: Ahmed Şükrü Bey 25 Ocak 1913'de Bakanlıkta tebrikleri kabul ettikten sonra1 Vilâyât Maarif Müdürlerine bir telgraf çekmiştir2. Bakan bu telgrafta: “Maarif-i umumiyemizin terakkiyat-ı asriya ile mütenasiben tealisi begayet mültezim olduğundan bu babda bir kat dahi ibzal-i mesai olunması”nı istiyordu. 1913 yılı ve Mahmud Şevket Paşa'nın Sadrazamlığı dönemi, Osmanlı eğitiminde öğretim dilinin önem kazanmaya başladığı bir dönemdi, Ama artık Türkçenin her özel okulda okutulmasının mecbur tutulması yerine, Devlet okullarında azınlık dillerinin okutulması fikirleriyle karşılaşıldığı bir dönemdi. Ahmed Şükrü Bey, 10 Ekim 1913'de “İstanbul” gazetesine verdiği bir demeçte, “bizim fikrimiz, Anadolu'da tahsilin her milletin kendi lisanıyla yapılması fikridir. Mamurların da bundan sonra mahalli lisanları bilmelerine itina edeceğiz” diyordu3. 1913 sonlarına doğru Arap vilâyetlerinde yazışmaların Arapça yapılması kabul edilmişti. 1913 Aralığında ise Suriye'deki ilkokul ve beş yıllık İdadilerde esas Öğretim dilinin Arapça olması ve Türkçenin “birinci derecede bir yabancı dil gibi” 1 Tercüman-ı Hakikat, 25 Ocak 1913. Telgrafın tam metni: Sabah, 26 Ocak 1913. 3 “Maarif Nazırının beyanatı”, Sabah, 12 Ekim 1913 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 258 ~ öğretilmesi kararlaştırılmıştı. Beyrut ve Şam'da açılacak Sultanilerin öğretim dili de Arapça olacaktı. Ayrıca Arapça ders kitaplarının hazırlanması için bir Komisyon kurulmuştu. Arap vilâyetlerine de kendi bütçelerinden okul açma izni verilmişti1. Şükrü Bey, 1913 Ekim'inde de Batı dillerinde yazılmış önemli eserleri Türkçeye çevirtmek için bir Komisyon kurmuştu2. 1914 başlarında 4a Maarif müdürlerine yolladığı bir genelgede Türkçenin genişliğinden, zenginliğinden v.s. bahsederek, öğretmenlerin bulundukları yerlerdeki atasözlerini, darbımeselleri, şiveleri v.s. saptamalarını istiyordu3. Uzun savaş yıllarında da Eğitim Bakanlığı yapan Şükrü Bey'in, Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşma girinceye kadar yaptığı çalışmalar şöyle özetlenebilir: 1914 Şubat'ında, okullarda “konferans usulü”nün yeniden canlandırılmasını isteyen bir genelge yayınladı. Bu usul, birkaç yıl önce de uygulanmak istenmiş ama kısa bir süre sonra gevşeyerek terk edilmişti4. Anaokulları; Bakan, anaokulları konusundaki çalışmalarına 1914 yılı başlarında girişti. 2-6 yaş arasındaki çocukları “sokağın kötü etkilerinden korumak” için önce anaokulu öğretmeni yetiştirmeye başladı. Dârülmuallimat sınıflarına bazı ek dersler koydu. Buradan yetişen öğretmenlere göre anaokulları açacaktı5. Daha sonra “Ana Mektebi Nizamnamesi”ni düzenledi. İstanbul'da dört yere anaokulu açtı. Bu hususta vilâyetlere bir yazı gönderdi. Anaokullarında okutulmak üzere Avrupa'dan altmış kadar kitap getirterek çevirtti6. İlköğretim: İlköğretim program ve teşkilâtını yapmak üzere, Dârülfünun öğretmenlerinden meydana gelen bir Komisyon kurdu. Bu Komisyon beş ay kadar 1 “Maarif Nazırının beyanatı”, Sabah, 7 Aralık 1913. (Osmanischer Llyod gazetesinden). Arap vilâyetlerinde Arapça öğretim hakkında bazı belgeler: Başbakanlık Arşivi. BEO, no:312349,313349,315279 vs. 2 Şinasi, “Maarif Nazırının yeni teşebbüsleri”. Ahenk (İzmir), 21 Ekim 1913. 3 Şinasi, “Maarif Nezareti ve gayet müfid bir teşebbüsü”, Ahenk (İzmir), 1 Şubat 1914. 4 Şinasi, “Maarif Nezareti’nin faideli teşebbüslerinden”, Ahenk (İzmir), 18 şubat 1914. 5 “Maarif Nazırının beyanatı”, Sabah, 28 Şubat 1914 (La Turquie gazetesinden) 6 “Maarif Nâzırı ile mülakat”, İkdam, 9 Temmuz 1914. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 259 ~ çalışarak, iki ve altı dershaneli okullara göre iki program yaptı1. Bu program, eskilerine göre daha uygulamalı ve fennî idi. El işleri ve ziraat dersi de konmuştu2. Bu arada Bakan bizzat “Tedrisât-ı İbtidaiye Kânunu” üzerinde çalıştı. Burada, gelişmiş ülkelerin esaslarını topladı. Bütün Maarif Müdürlerinin reylerini sordu. Bu Yasayı geçici olarak uygulamaya koydu3. Bu Yasaya dayanarak ibtidaiyelerle rüşdiyeleri birleştirmiş ve ülkedeki ilkokullar 1-6 sınıf ve öğretmenli olarak bir çeşitlilik arzetmiştir. Ortaöğretim: Şükrü Bey bu kademede iki tür okul bırakmıştır: A) Liva idadileri: Öğretim süresi dört yıl olarak belirlenmiştir. Birinci yıl ortak, diğer yıllar ise “Ticaret”, “Ziraat” ve “Malumat-ı Umûmiye” diye üç şubeye ayrılıyordu. Buna göre ayrıca bir program yapılmıştı4. B) Sultaniyeler: Şükrü Bey bütün yedi yıllık idadileri “sultani” haline çevirmişti. Çünkü bunların diploma dereceleri eşitti ve Sultani öğretimi bir yıl fazla olduğundan, herkes son sınıfı okumadan ayrılıp idadiden diploma alıyordu. Sultaniler açılalı iki yıl olduğu halde, bu sebepten son sınırı hâlâ açılamamıştı. Bakan, çeşitli yerlere emirler vererek sultanilerden terki önledi. Terk edenler idadi diploması alamayacaklar ve resmî dairelere giremeyeceklerdi. Böylece sultanilerin son sınıflan açıldı ve yedi yıllık idadiler de (Musul, Basra ve Sana'dakiler hariç) sultaniye çevrildi. Sultanilerin dil öğretimindeki eski usulleri de değiştirilmiş, uygulamalı Berlitz usulü yerleşmeye başlamıştır5. Bakan ayrıca vilâyet merkezi olmayan dört yerde daha sultani kurmuştur. Yükseköğretim: Bakan, ıslâhata ilköğretimden başladığı için, yüksek öğretimde esaslı bir reform yapamamıştır. Yalnız 1908'den sonraki kargaşalıklarda Dârülfünuna sahte tasdikname ile kaydolan yüzden fazla öğrenciyi Dârülfünun'dan 1 a.g.y. “Maarif ıslâhı. Şükrü Bey ile mülakat”. Sabah, 3 Nisan 1914. 3 Düstur, İkinci tertib, c,V. S.804-823 4 İkdam, 9 Temmuz 1914. 5 İkdam, 9 Temmuz 1914. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 260 ~ kovdurmuş ve bu işe kansan memurları mahkemeye vermiştir1. Ayrıca 1913’den itibaren Dârülfünun'a girişi sınava bağlamış ve sınava gireceklerden de “mülâzemet rüusu” (“bakalorya”) istemiştir. Programlara bazı dersler eklemiş, laboratuvarlar kurulmuştur. Öğretmen yetiştirme: Öğretmenlerin sık sık değiştirilmesinin önüne geçecek, maaşlarını belli ölçüler içinde arttıracak usuller konulmuştur. Değişen yeni ilkokul programına göre, Dârülmuallimîn programları da değiştirilmiştir. Dârülmuallimîn mezunlarına ve yüksekokul mezunu olup da öğretmenlik yapmak isteyenlere en az bir yıl staj devresi (“devre-i tatbikiye”) konmuştur. Bu bir yılın sonunda bir tez hazırlayacaklar ve sınava alınacaklardı. Başaranlar,”ehliyet-i fennîye ve pedagoji şahadetnamesi” alacaklar; başaramayanlar ise ilkokul öğretmeni olacaklardı2. Ders kitapları konusunda “mükâfat-ı nakdiye usulü” kabul edilmiş, yarışmalar açılmış, kazanan eserlerin beş yıl süreyle programda kalması kararlaştırılmıştı. Bakan 1914'de en çok “mekteb kitaplarının ıslâh ve tensiki”* üzerinde duracağını belirtmişti3. Şükrü Bey'in en çok uğraştığı konulardan biri de memuriyetçiliğe karşı mücâdele olmuştur. İdadilere ticaret ve ziraat Şubeleri konmuş, Samsun, Sinop ve İnebolu'da üç ticaret okulu açılmıştır. Balkan Savaşı dolayısıyla İstanbul'a gelen göçmen çocukları özellikle İzmir, Balıkesir, Kala-i Sultaniye (Çanakkale), Yozgat, Aydın ve Kudüs idadilerine yerleştirmiş; Bursa ve Konya'da bunlar için özel sultaniler açmak istemiştir4. 1 a.g.y. “Mekâtibin ıslâhı” (Ahmed Şükrü Beyin Jön Türk gazetesindeki mülakatı), Âhenk, 6 Nisan 1914. * Sabah, 3 Nisan 1914; İkdam, 9 Temmuz 1914. 3 Sabah, 3 Nisan 1914. 4 Bu hususta Başbakanlık Arşivinde pek çok belge vardır. Meselâ, Babıali Evrak Odası, no:31O398, 310411,310431, 310441, 310963, 311088, 311554, 311797, 311945, 312469,312569,312221, 312813,312832, 312870, 313968,316015 v.s. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 261 ~ Okul binalarını bir Şirkete yaptırmak istemiştir. Yıllık % 5 faiz ve inşaat için % 12 temettü ile 20-30 yıl vadeli borçlar (“istikrazlar”) almak istemişti. Bunun 300.000 lirası ile İstanbul'a yüzden fazla ibtidai, kalanı ile de vilâyetlere yedi lise yaptırmayı plânlamıştı1. “Fennî ıstılah ve tabirleri kesinleştirmek” için, Emrullah Efendi'nin başkanlığında bir heyet kurmuştur. İstanbul İnas İdadisini “lise”ye çevirmiş ve müdürlüğüne de Alliance Israelite okulunda çalışmış Aber Up'u getirmişti. Ayrıca İstanbul Kız Sanayi Mektebini yeniden kurup Belçika'dan müdür ve öğretmenler getirtmişti2. Özetlenecek olursa, Ahmed Şükrü Bey'in iki yıl içindeki bir çok yararlı girişimlerinin program ve yasal temeller yönündeki ürünleri şöyle sıralanabilir: A) Programlar: - Mekâtib-i İbtidaiye Programı, - Dârülmuallimîn Programı, -Mekâtib-i Sultaniye Programı, -İnas Sultanisi Programı, -Liva idadileri Programı, -Ticaret İdadileri Programı. B) Yasa Yönetmelik Talimatname v.s. açısından: -Tedrisat-ı İbtidaiye Kânûn-u Muvakkati, -Mülâzemet Rüusu Nizâmnâmesi, -Ticaret Mekteb-i Âlisi Nizâmnâmesi -Avrupa’ya Gidecek Talebe Nizâmnâmesi, -Mekâtib-i Sultaniye Talimatnamesi, -İnas Sultanisi Talimatnamesi -Muallim ve Muallim Muavinliği Talimatnamesi, -Dârülfünun Talimatnamesi, -Devre-i Tatbikiye Talimatnamesi, -Maarif Müdürlerinin Vezaifi Talimatnamesi. 1 2 Sabah, 3 Nisan, 23 Şubat 1914. Başbakanlık Arşivi, Babıali Evrak Odası, no: 319620. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 262 ~ 4.1.5. DERNEKLER, SİYASÎ KURULUŞLAR VE EĞİTİM İkinci Meşrûtiyet ülkeye çok geniş bir özgürlük ortamı getirdiği için, her alanda bir çok dernekler kurulup çalışmaya başlamıştı. Bu arada eğitimle ilgili bir çok demekler de kurulmuş, belli bir süre çalışma yapmışlardı. Bu arada siyasî alanda faaliyet gösteren partiler de, programlarında eğitim görüşlerini belirtmiş ve uygulamaya koyacaklarını açıklamışlardır. İkinci Meşrûtiyet Devrinde Kurulan Eğitim Dernekleri Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye: İlk defa 1865 yılında kurulmuştu. Sonra ikinci Abdülhamid döneminde derneğin bazı üyeleri dağıldı, çalışmaları zayıfladı. Dernek İkinci Meşrûtiyet döneminde tekrar kuruldu. Eskiden kendi idaresinde olan, ancak bir ara Bakanlığa bağlanan Dârüşşafaka'yı yeniden kendisine bağlamak için yoğun çalışmalar yaptı1. Bu okulu tekrar aldı. Ayrıca eskiden olduğu gibi bir Kız Dârüşşafakası kurmayı tasarladı ve bu yolda çalışmalar yaptı, ancak başaramadı. Osmanlı Terbiye-i İçtimaîye Kulübü: 12 Mart 1909'da kuruldu. “Osmanlı milletinin fikrî ve ahlâki terbiyesinin gelişme ve yükselmesine” hizmet etmek amacıyla, bilimsel bir komisyon tarzında kurulmuştu. Genellikle, yükseköğrenim görmüş kişiler üye oluyorlardı. Derneğin Yönetmenliğinde2 şu işlerin yapılacağı yazılıyordu: - Bir dergi yayınlamak, - İstanbul'da ve vilâyetlerde konferanslar verdirmek, - Yararlı eserleri bastırıp, uygun bir fiyatla sattırmak, - Eser yazına ve çevirme yarışmaları düzenlemek, tiyatro eserleri sahneye koymak, - Osmanlı, vilâyetlerine bilimsel inceleme komisyonları yollamak ve bunların raporlarını basmak, - Yüksekokul mezunlarını Avrupa'ya gezilere yollamak, - Avrupa'daki çeşitli bilimsel örgütlerle ilişkiler kurmak, İstanbul'a gelen bilim adamlarıyla kendi mensuplarım tanıştırmak v.s. Bu kuruluşun, 31 Mart olayları sonrası alınan sıkı önlemler arasında dağıldığı sanılıyor. 1 2 Süheyl, “Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye ve Dârüşşafaka”, Tanin, 9 Mart 1909. “Osmanlı Terbiye-i İçtimaiye Kulübü Nizâmnâmesi”, Tanin, 10 Mart 1909. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 263 ~ Cemiyet-i İlmiye-i İslâmiye: İkinci Meşrûtiyetin başlamasından hemen sonra “ulema” tarafından kurulmuştu. Dernek, İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı idi. Bu gedenle de siyasî bir kuruluştu. Ama aynı zamanda dinî ve ilmî çalışmalar da yapıyordu. Medreselerin düzeltilmesi ve okullarda dinî eğitimin daha iyi bir şekilde verilmesiyle ilgileniyorlardı. Dernek Beyânü'l- Hakk adlı bir dergi de çıkarıyordu. Daha sonra İttihad ve Terakki Cemiyeti ile ilgisini kesti. Çünkü derneğin siyasetle sık sık ve fiilî bir şekilde uğraşması pek çok eleştirilere yol açıyordu. Medrese öğrencilerine, müderrislere ve imamlara dayandığı için, İkinci Meşrûtiyetin en güçlü kuruluşlarından birisiydi. Ancak ittihat ve Terakki ile Hürriyet ve İtilaf partileri arasındaki çekişmeler bu derneği parçaladı. Üyeleri iyice günlük politikaya karıştığından, demek dağıtıldı ve kapatıldı. Derneğin, fikirlerini açıkladığı 8 ciltlik “Beyânü'l-Hakk” dergisinden başka bir somut ürünü olmadı1. Teşvik-i Maarif Cemiyet-i Hayriyesi: Genel Merkezi Selanik'te olan bir dernek idi. 1909 yılında kurulmuştu. İzmir'de ve Hicaz'da da şubeleri vardı. Hıristiyan ve Yahudilerin de üye olarak bulundukları bu dernek, Selanik'teki “Zaman” gazetesinin 1909 yılında açtığı “Şüheday-ı Hürriyet Mektepleri” kampanyasını benimsemiş, şubelerinin bulunduğu yerlerde de bu okulları kurup idare etmek ve denetim işlerini yapmayı kabul etmişti2. Girit Neşr-i Maarif Cemiyeti: İkinci Meşrûtiyet’te “Girit sorunu”nun tekrar alevlendiği bir dönemde kurulmuş derneklerdendi. Girit'ten göçmen olarak gelmiş kişilerle ilgileniyordu. 1910 yılında İstanbul'da “Mekteb-i Meşrûtiyet” adlı bir okul da kurmuşlardı3. Mekteb-i Sultani-i İnas Cemiyet-i Hayriyesi: 1909 yılında kurulmuştu. Amacı, İstanbul'da bir kız sultanisi kurmaktı. İstanbul'da hükümet, hanedan ve parlamento ileri gelenlerinden çoğu bu derneğin çalışmalarına katılıyorlardı. Derneğin başkanı, Meclis-î Mebusan Reisi Ahmed Rıza Bey 1 Ergin.O., a.g.e., S.292-294. “Şühedayı Hürriyet Mektepleri”, Ahenk (İzmir), 15 Mayıs 1909. 3 Yeni Tasvir-i Efkâr, 9 Şubat 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 264 ~ (1859-1930) idi. Önce yardım şeklinde oldukça fazla bir para toplanmış, Osmanlı Bankasında bir hesap açtırılmış. Padişahın okul yapılması için hibe ettiği Kandilli'deki Âdile Sultan Sarayı tamir ettirilmeye başlanmış, Bakanlığın izni ile 60.000 liralık bir piyango bile düzenlenmişti. Bir çok toplantılara, basının da tam desteğine rağmen somut bir sonuca ulaşılamamıştır1. Beyrut Mekteb-i Sultanisi İkmal-i Tahsil Cemiyeti: Beyrut Sultanisi”ni bitirenlerden liyakat gösterenlerin öğrenimlerini Avrupa'da yaptırmak üzere 1912 yılında kurulmuştu. Sermayesi yardımlardan oluşuyordu2. Beynelanasır Neşr-i Lisan ve Maarif Cemiyeti: “Siyasî cemiyetlerle katiyen alâkadar olmamak, sırf vatanın muhtaç olduğu tamim-i-maarif emr-i ehemminene lisan-ı Osmaniyenin intişarına sarf-ı mesai etmek” üzere 1911 Ekim'inde kurulmuş bir dernekti. Üyelerinin ödemeleri ve yardımlarıyla yaşıyordu. Demek, 1911-1912 arasında bir çok yerlerde şubeler açmış, Tophane'de altı ay devam eden gece dersleri düzenlemişti. 1912 yılında 69 üyesi olan dernek, gece derslerine devam ediyordu3. Osmanlı Maarif Cemiyeti: Osmanlı milletlerinin eğitimlerini geliştirmek için 26 Ekim 1913’de kurulmuştu, Şehzade Abdülmecit Efendi (1868-1944) derneğin fahri başkanı, Maarif Nâzırı Şükrü Bey de ikinci başkanı idi. Konferanslar, gece dersleri düzenlemek, numune okulları açmak amacında olan4 derneğin önemli bir çalışmasına rastlanılmamıştır. Cemiyet-i Terbiye-i İslâmiye: Balkan bozgunundan sonra Mısırlı Mehmed Şerif Paşa'nın girişimleriyle kurulmuş bir dernekti. Üyelerinin çoğu Arap asıllı kişilerdi. Çok parlak törenlerle açılmasına rağmen önemli bir çalışması 1 “Mekteb-i Sultani-i İnas”, Sabah, 27 ve 29 Mayıs 1911. “İnas Sultani Mektebi”, Sabah 30 Temmuz 1910. 2 “Beyrut Mekteb-i Sultanisi İkmal-i Tahsil Cemiyeti”, Sabah, 29 Mart 1912. 3 “Beynelanasır Neşr-i Lisan ve Maarif Cemiyeti”, Serbesti, 8 Ağustos 1328. 4 “Osmanlı Maarif Cemiyeti”, Sabah, 4 Ağustos, 27 Ekim 1913. Yeni Fikir, 111/17,(1329), S.554. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 265 ~ olmamıştır. Zaten kurulduktan az sonra adını “Cemiyet-i Hayriye-i İslâmiye” olarak değiştirmiştir1. Osmanlı Mekâtib-i Hususiyesi Tevhid-i Mesai Cemiyeti: 1911 yılında kurulmuş bir dernekti. İstanbul'daki özel okulların programlarını, çeşitli işlerini v.s. görüşüp ortak bir hareket sağlamaya çalışıyordu2. Ayrıca 1911 yılında “Millî Osmanlı Mektepleri” adlı bir komandit şirket kurulmuştu. 50 milyon kuruluş sermayeli olan şirket 150'şer kuruşluk hisseler çıkartmıştı ve yılda % 50 faiz vermeyi vaad ediyordu3. Siyasî kuruluşlar ve eğitim politikaları: Đttihad ve Terakki Cemiyeti: Đkinci Meşrûtiyetin ilân edilmesinde ve bu dönem olaylarının gelişiminde çok etkili bir kuruluş olan Đttihad ve Terakki Cemiyeti'nin eğitim görüşleri, 1908-1914 arası eğitim politikasının şekillenmesinde önemli roller oynamıştır. Cemiyet'in ilk Yönetmeliğinin 26,30 ve 35. maddelerinde derneğin okullar açacağı, bu okullarda dernek mensuplarının öğretmenlik yapacağı, Avrupa'ya öğrenci gönderme yönünde çalışmalar yapılacağı v.s. yer alıyordu4. Örgütün 1908 yılı kongresinde alınan kararlar arasında gece dersleri ve özel okullar açılması, Avrupa'ya ve başka yerlere “liyakatli kişiler” gönderilmesi, halkın anlayacağı dilden kitaplar yazdırılması v.s. vardı. Aynı yıl kabul edilen siyasî programda da öğretimin serbest olduğu, her Osmanlının yasalar içinde özel okullar açabilecekleri belirtildikten sonra şu görüşler ileri sürülüyordu: Bütün okullar Devletin gözetimi altında serbesttir. Bütün Osmanlıların öğretiminin bir yolda ve düzgün olabilmesi için, bütün unsurlara açık resmî okullar açtırılacaktır. İlköğretim düzeyinde Türkçe öğretim zorunludur. Orta ve yüksek öğretim de genel ve resmî okullar aracılığıyla ve Türk dili esas alınarak yapılacaktır. Programlara, öğretmen yetiştirme ve atanmalarına dair ciddî kararlar alınacaktır. Yalnızca din öğretimiyle 1 Ergin.O., a.g.e., S.298. Sabah, 1 Ağustos 1911. 3 Sabah, 5 Haziran 1911. 4 Tunaya,T.Z., Türkiye'de Siyasî Partiler 18S9-1952, İstanbul, 1952, S. 125-126. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 266 ~ ilgili okullar bu genellemelerin dışındadır. Ülkede ticaret, ziraat ve sanayi okulları kurulmasına çalışılacaktır1. Cemiyet'in 1909 yılında kabul edilen siyasî programında bir evvelki yıla göre oldukça önemli değişiklikler yapılmıştı. “Hürriyet-i tedris” örgütün ana prensiplerinden biri hâline getirilmiş ve çeşitli unsurların eğitimlerini birleştirme taşanlarından vazgeçilmiş, ilköğretim dili olarak da her kavmin anadili alınmış; bu arada Türkçe öğretiminin de mecbur tutulması kararlaştırılmıştı. Ancak orta ve yükseköğretimde, öğretim dilinin Türkçe olmasında direniliyordu. Ortaöğretimde yerel dillerin öğretiminin de yapılacağı; orta ve yükseköğretim kademesinde bütün okulların her Osmanlı unsuruna açık olduğu gibi hususlar kararlaştırılmıştı. Hazırlanmasında Emrullah Efendi'nin önemli katkıları olan bu programda medreselerin tüm harcamalarının Devletçe yapılacağı, bir çok öğretmen okulları kurulacağı gibi hususlar vardı2. Cemiyet'in 31 Ekim-13 Kasım 1910 tarihleri arasında Selanik'te yaptığı yıllık kongrede de, en önemli sorunlar eğitim konusunda ortaya çıkmıştı. Örgüt gece derslerine ve yeni okullar kurmaya devam etme kararı almış, bu arada öğretmen yokluğu da söz konusu edilmiş; Selanik ve İzmir'deki “İttihad ve Terakki Mektebleri”nin öğretmen okulu haline çevrilmesi kararlaştırılmıştı. Bu toplantıda ayrıca şimdiye kadar açılmış olan okulların varlıklarını devam ettirebilmeleri için “maarif onluğu” adı altında bir “Millî Yardım Sandığı”nın kurulması da kararlaştırılmıştı3. İttihad ve Terakki “Fırkası’nın 1913 yılı siyasî programında ise 42-48. maddeler arası eğitim konularına ayrılmıştı. Burada, denetim yapılırken azınlıkların ana dillerine, inanç ve edebiyatlarına karışılmayacağı belirtiliyor, ibtidaiye ve rüşdiyelerde öğretimin ana diliyle yapılacağı ancak Türkçe öğretimin de zorunlu olacağı kaydediliyordu. Bundan başka özellikle şu konular dikkati çekiyordu. İlköğretim programı, ibtidaî ve rüşdî okullar birleştirilerek yapılacaktı. 1 a.g.e.,S.209. a.g.e.,S.211-212. Tanin, 30 Mayıs 1325. D.K., “Fırka programımı, hükümet programı mı?”, Sabah, 10 Kasım 1910. 3 “İttihat ve Terakki Beyannamesi”, Sabah, 19 Kasım 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 267 ~ Okul programlarına her yörenin Özelliklerini içeren ziraat, ticaret ve sanat dersleri konacaktı, İstanbul’da bir “Dârülmuallimîn-i Âli” kurulacaktı. Vilâyetlerdeki öğretmen okulları ve idadilerin sayısı da arttırılacaktı. Bu okullarda dinî ve bedenî eğitime özel bir önem verilecekti. İlk ve ortaöğretimde “meslekî muallimin” kurulacak; öğretmenlerin atanma, görevden alma ve ilerleme biçimleri hakkında bir yasa tasarısı hazırlanacaktı. Bir “Encümen-i Dâniş” kurulacak, ayrıca bir telif ve tercüme eserleri komisyonu oluşturulacak, okul kitaplarının hazırlattırılmasına çalışılacaktı, İstanbul'da bir “Kütüphane-i Milli” kurulmasına çalışılacaktı, Medreseler düzeltilecek; köylerdeki özel ve cami okullarının idaresi için Evkaf Nezareti'nde bir “Maarif Şubesi” kurulması önerilecektir, Orta ve yükseköğretimde yabancı uzmanlardan yararlanılacaktı1. Görüldüğü gibi İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin eğitim görüşleri, 1908-1914 arasında oldukça geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Bu dönemde Eğitim Bakanlığı yapanların çoğu bu Cemiyetin aktif üyeleri olduklarından, hattâ Cemiyetin; programlarındaki eğitim kısımlarını kendileri yazdıklarından, görev başında oldukları zaman özellikle bunları gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Teşebbüs-ü Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti: Prens Sabahaddin Bey'in fikirlerine sıkı sıkıya bağlı idi. Eğitim politikamızın Fransız etkisinden çıkıp İngiliz eğitim politikası doğrultusuna girmesini savunuyorlardı. Örgütün programında da askerî okullar da dâhil, bütün yüksekokulların her Osmanlıya açık olması, jandarmaların eğitim ve öğretiminde de geçici bir zaman yabancı subay ve öğretmenler kullanılması gibi konular yer alıyordu2. 1 2 Tunaya, T.Z., a.g.e., S.218. a.g.e.,S.144. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 268 ~ Bu Örgüt tâ Meşrûtiyet öncesinden itibaren İttihad ve Terakki örgütüyle sert bir çatışmaya giriştiğinden, İkinci Meşrutiyetin başlamasından itibaren yarışı baştan kaybetmiş, bir kaç harekete girişmeye kalkışmış, ancak başarılı olamamıştır. Fedakârân-ı Millet Cemiyeti: 1908-1909 arasında faaliyet gösteren örgütün yönetmeliğinde, Osmanlı ülkesinde eğitimin yayılmasına çalışılacağı, okullar açılacağı, örgüte bağlı öğrencilere yardımda bulunulacağı v.s. gibi hususlar vardı1. Osmanlı Ahrar Fırkası: Bu da İkinci Meşrûtiyetin başı ile 31 Mart olayları arasında faaliyet gösteren örgütlerdendir. İngiliz siyasî partilerine benzeyen ve Sabahaddin Bey'in kurucuları arasında bulunduğu partinin eğitim görüşleri şu şekilde özetlenebilir: Bütün resmî ve özel okullarda Türkçe zorunlu, yerel diller seçmeli olacaktır. Çeşitli toplumlar kendi okullarında Türkçe ile beraber kendi dillerini de öğretebileceklerdir. Askerî ve sivil bütün okullar her Osmanlıya açık olacaktır. Bütün okulların denetimi Devletin görevidir. Medreseler düzeltilecek iyileştirilecektir2. ve medrese öğrencilerinin durumları Osmanlı Demokrat Fırkası (Fırkai İbad): Dr. Abdullah Cevdet ve İbrahim Temo (1865-1939) tarafından kurulmuş olan bu Parti de 1908-1909 arasında bazı çalışmalarda bulunmuş ve sonra dağılmıştır. Bu da programında gece dersleri açmayı, Osmanlı Ülkesinin her yanına seyyar öğretmenler göndermeyi plânlıyordu. Parti ayrıca Osmanlı unsurları arasında kardeşlik sağlamak için okullarda sosyal bir eğitim vermeyi öngörüyordu. İlkokullarda yerel dillerin öğretimi serbest olacak, ancak her türlü yabancı telkin ve meşru olmayan emirler engellenecekti. Bir yörede, o yörenin âdetlerine, iklimine göre ziraî, ticarî ve sınaî okullar açtırılacak, buralarda bütün modem usuller uygulatılacaktı3. 1 a.g.e., S.237. a.g.e.,S.249. 3 a.g.e.,S.260. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 269 ~ Taşnaksityun Fırkası: Ermeniler arasında çok etkili olan bir ihtilâl fırkası idi. Osmanlı ülkesinin Ermenilerle meskun yerlerinde sürekli isyanlar çıkarmaya çalışıyordu. Bu partinin 1908 programında ise eğitimle ilgili şu görüşler yer alıyordu1: Öğretim “kamilen” serbest olmalıdır. Programda fazla açıklık getirilmeyen bu isteğin sınırları Devletin denetiminden kurtulmak ve ülkenin geleceğine zarar vermek derecelerine varabilirdi. Resmî okullarda yerel diller okutulmalıdır. Eğitim bütçesi, Osmanlı milletleri arasında nüfus oranına göre dağıtılmalıdır. Bu da Devleti aradan çıkarmak isteyen bir öneriydi. Mutedil Hürriyetperverân Fırkası: 1909'da İsmail Kemâl ve İsmail Hakkı Paşa (1846-1912) tarafından kurulmuştu. Partinin 1911 programında 10, 12 ve 13. maddeler eğitimle ilgili idi ve şu görüşleri savunuyordu: • Bir vilâyette toplanan maarif hissesi gene o vilâyete harcanacaktır. • Kişiler ve dernekler de, belli bir programa bağlı kalarak Dârülfünunlar açabilirler. Yalnız buradan mezun olacak kişilerin sınavlarım hükümetin görevlendireceği kişiler yapacaktır. • Medreselerin öğretim süreleri uzatılacak, programlarına yeni dersler konacak, binaları tamir ettirilecektir2. Islahat-ı Esasiye-i Osmaniye Fırkası: 1909 sonlarında Paris'te Şerif Paşa (1865-1944) tarafından kurulmuştu. Parti programında ilköğretim zorunluluğu, eğitim ödeneğinin arttırılması, öğretim usulünün amelileştirilmesi, okul programlarının en mükemmel bir şekle sokulması, gayrimüslim okullarının bundan böyle de eski usule göre idare edilmesi gibi hususlar vardı3. 1 Hüseyin Câhid, “Taşnaksityun Fırkası Programı”, Tanin, 2 Teşrinievvel 1324. 2 Tunaya, T.Z., a.g.e., S.284. a.g.e.,S.293. 3 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 270 ~ Ahali Fırkası: 1910 yılında İsmail Bey tarafından kurulmuştu. Programında eğitimle ilgili şu hususlar vardı1: • Yüksekokul çıkışlılar Devlet memuriyetlerine alınırlarken ehliyetlerine bakılacaktır, • Okul ve medreselerde Türkçenin öğretimi zorunlu, diğer Osmanlı dillerinin öğretimi serbesttir. Arapçaya da önemli bir yer verilecektir. • Maarif hisse ve yardımları yerel ihtiyaçlara harcanacaktır. İstanbul'daki ve vilâyet merkezlerindeki yatılı okulların sayısı arttırılacaktır. Osmanlı Sosyalist Fırkası: Hüseyin Hilmi Bey tarafından 1910 yılında kurulmuştu. Parti programında eğitim ve öğretimin her sosyal sınıf için parasız olması isteniyordu. Partinin Paris şubesince yayınlanan bir programda da her üç derecedeki eğitim ve öğretimin Devlet tekelinde olması, bir “Tedris-i Âli-i Avam” kurulması, ayrıca bir “İştirakiyât-ı Umumiye” idaresi kurarak ilköğretim düzeyindeki çocukların ve daha sonra yüksek öğretim yapmak isteyen çocukların harcamalarının karşılanması düşünülüyordu2. Osmanlı Progresist Fırkası: 1910 yılında Pançedorf Efendi tarafından kurulmuştu. Parti programında eğitimle ilgili şu hususlar vardı3: • Her vilâyetin eğitim bütçesinden, o vilâyetteki dinî toplumlar da belli bir oranda pay almalı, gayrimüslim okulları üzerinde Hükümetin denetim hak ve gözetimi sağlanmalıdır. • Gayrimüslim rüşdiye ve idadilerinde Türkçe esaslı biçimde öğretilmeli, hattâ Osmanlı Tarih ve Coğrafyası, Türkçe olarak okutulmalıdır. • Okul ve kiliselerin gelirleriyle bunları yapma ve kurma işlemleri basitleştirilmelidir. 1 A.g.e. s.300. a.g.e.,S.311-313. 3 “Osmanlı Progresist Fırkası Programı”, Tasvir-i Efkâr, 19 Nisan 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 271 ~ Hürriyet ve İtilaf Fırkası: 21 Kasım 1911'de İttihad ve Terakki örgütünün karşısındaki bir çok gurubun toplanmasıyla kurulmuş bir “birleşik cephe partisi” niteliğindeydi. Birbirlerinden çok farklı grupların dayanışmaları kısa sürdüğünden, bu partinin de etkinliği kısa sürmüş, ama isim olarak uzun kıllar “muhalefet”i temsil etmiştir. Partinin 1911'de yayınlanan programında 19-28. maddeler eğitimle ilgili hususları kapsıyordu1 ki şu şekilde özetlenebilir: • Nüfusu 2000'den fazla olan köylerde, şehir ve kasabaların 2000 nüfuslu bölümlerinde erkek ve kız çocukları için ilkokullar açılacaktır. Nüfusu bu standartların altına düşen köyler birleştirilerek en uygununda köy okulu kurulacak, buralara ek olarak uzak köylerden gelen öğrenciler için “talebe meskenleri” yaptırılacaktır. • Köy okullarında ve büyük ilkokullarda öğretim yerel dillerle yaptırılacaktır. • Rüşdiye öğretimi zorunlu değil ama parasızdır. • İdadilerin yayılması, ilköğretimin gelişmesine bağlıdır, idadilerde başarılı olan fakir çocuklar yüksek öğretim sınavını kazanırlarsa, Devlet tarafından okutulacaklardır. • İlköğretim düzeyindeki okulların idaresi, Vilâyet Genel Meclislerine bırakılacaktır. Maarif hisselerinin harcanması, da alındıkları yörelere bırakılmıştır. • Özel okullar ruhsatlı olacaktır. Programları ve okuttuğu kitaplardan birer nüshası Bakanlığa verilecektir. Buna karşılık özel okul çıkışlılar, dengi resmî okul çıkışlıların bütün haklarına sahip olacaklardır. Devlet bütün özel okullarda denetim ve gözetim hakkına sahip olacaktır. • Kütüphaneler, okuma salonları, eğitime ve sanayie ait dersler, konferanslar v.s. düzenlenecektir. Milli Meşrûtiyet Fırkası: 5 Temmuz 1912’de kurulmuş, Yusuf Akçora (18791935) ve Ferid (Tek) Bey 'in (1877^1972) milliyetçi partileri. Partinin programında 1 Tunaya, T.Z., a.g.e. s.338-339. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 272 ~ beşinci bölüm (32-32. maddeler) “siyaset-i maarife” ayrılmıştı. Programda kaydedilen eğitim görüşleri şu şekilde özetlenebilir1: • Eğitim kurumları en son gelişmelere göre düzenlenecek, • İbtidaî, rüşdî ve Dârülmuallimin-i İbtidailerin idaresi vilâyetlere bırakılacaktır, Çok nüfuslu köylerden başlamak üzere, her köyde ilkokul yaptırılacaktır. İlköğretim dili, vilâyette en çok konuşulan dil olacaktır, ilkokul programlarına o yöre ile ilgili dersler konulacaktır. • Rüşdiye öğretimi parasızdır. Genel rüşdiyelerdeki öğretim dili de o vilâyette en çok konuşulan dil olacaktır. Fakat ülkenin resmî dili de mutlaka okutulacaktır. • Ortaöğretim kurumlarının idaresi şimdilik hükümetin elinde olacaktır. Bu okullarda da öğretim parasızdır. • İstanbul'daki Dârülfünun geliştirilecek, ayrıca İzmir, Konya, Erzurum, Diyarbakır, Selanik, Manastır, Şam ve Bağdad'da Dârülfünunlar kurulmasına özen gösterilecektir. • Yükseköğretim için Avrupa'dan gerekli öğretmenler getirtilecektir. • Özel okullar kurmak, yasalar çerçevesinde serbesttir. Dinî toplumların okulları da Eğitim Bakanlığının denetim ye gözetimi altında olacaktır. • Avrupa'ya mümkün olduğu kadar çok öğrenci gönderilecektir. Görüldüğü gibi İkinci Meşrûtiyetin çalkantılı yıllarında kurulup, Mecliste temsil edilmese bile, kamuoyunda oldukça etkili olan siyasî kuruluşların hemen hepsinin kendilerine göre bir eğitim politikaları (“Siyaset-i Maarif) vardı ve ülkenin ana eğitim sorunları hakkında bazı çözüm önlemleri getiriyorlardı. 1 “Millî Meşrûtiyet Fırka-ı Siyasisinin Programı”, Sabah, 7 Eylül 1912. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 273 ~ 4.2.1. ANA OKULLARI Osmanlı Devleti'nde İkinci Meşrûtiyet döneminde gelişen eğitim kademelerinden birisi de “okul öncesi öğretim” kademesidir. Bu alanda ilk defa “Ana mektebi” ya da “Çocuk Bahçeleri” kurulmaya başlanmıştır. Bu dönemin başlarında Avrupa'dan gelmiş bazı kadınlar Selanik, İzmir, Beyrut gibi ülkenin büyük kentlerinde ana okulları açtılar. Bunlar arasında Türkiye'den gitmiş gayrimüslim kadınlar da vardı. Gayrimüslim kadınlar özellikle Almanya'da çocuk eğitimi (“terbiye-i etfal”) üzerine öğretim gördükten sonra, büyük Osmanlı kentlerinde ana okulları açıyorlardı1. Emrullah Efendi, 1910 yılında hazırladığı “Tedrisât-ı İbtidaiye Kânûnu Lâyihası Esbâb-ı Mucibe Mazbatası”nda, bu okulların yalnız gerekliliğinden bahsediyor, kurulması için bir çalışma yapılıp yapılmayacağından bahsetmiyordu2. Ana okulları Osmanlı ülkesindeki hıristiyan toplumlar arasında daha önceden yayılmasına rağmen, müslümanlar tarafından 1910 yılından itibaren kurulmaya başlanılmıştı. Mesela “Beşiktaş İttihat ve Terakki Mektebi”nin 4-6 yaş arasındaki kız ve erkek çocuklara mahsus bir “Kindergarten”i vardı. Hattâ bu sınıfların öğretim malzemeleri Avrupa'dan getirtilmişti3. “Kadıköy Osmanlı İttihad Mektebi”nin bir yıllık bir “Çocuk Bahçesi” vardı4. İzmir'de “Hadika-i Maarif Mektebi”nin bir yıllık5, “Şark Mektebi”nin iki yıllık6, “Menba-ı Füyüzât Mektebi”nin de gene iki yıllık7 ana okulu kısımları vardı. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.3168-3169. Emrullah, “Tedrisât-ı ibtidaiye”. Mülkiye, 23(1326) S.56 3 Sabah, 30 Ağustos 1911. 4 Sabah, 9 Eylül 1911. 5 Tatbikat dergisi (Sakız),2/27(1326), S.28 6 Ahenk, 14 Eylül 1913. 7 Ahenk, 14 Ekim 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 274 ~ Ayrıca 8 Haziran 1913'de “Erenköy Valide Mektebi” açılmıştı. Hasan Tahsin ve Mustafa Celâl Bey'ler 14 Temmuz 1913'de “Osmanlı Çocuk Bahçesi” adlı bir ana okulu kurmak için Bakanlıktan izin almışlardı1. Bakanlığın okul öncesi öğretime resmen el atması, 1913 yılının sonlarında olmuştur. Gerçi Bakanlığın 1911 yılı bütçesi görüşülürken bu öğretim kademesini Bakanlığın yürütmesi istenmiş ve Bakanlığın Almanya'ya altı gayrimüslim kadın göndermesine karar verilmişti2. Bakanlık bu kadınları yollamış, ancak Meşrûtiyet dönemi içinde somut bir netice alınamamıştır. 1913 yılı sonlarında ise resmî ana okulları kurma işi Dârülmuallimat Müdürü İsmail Mahir Efendi'ye verildi. Bu zât, Avrupa'nın her tarafından bu konudaki yönetmelik ve programları getirtti, tercüme etti ve buna göre bir yönetmelik hazırladı. Okulun araç ve gereçlerini İsviçre'den getirtti ve Maarif Nezareti'ne bağlı ilk ana okulu 1914 Ocağında açıldı. 50 kadar öğrenci alınarak öğretime hemen başlanıldı3. Bundan sonra resmî ana okullarının sayısı hızla arttı. 1914 Temmuz'unda Meclis-i Mebusan'da okunan Hükümet beyannamesinde İstanbul'da dört tane ana okulu açıldığı bildiriliyordu4. Bunlar Dârülmuallimat, Kız Sanayi Mektebi, İnas Sultanisi ve ve Gedik Paşa'da idi. Bakanlık bu ana okullarının yanına 'ana okulu öğretmeni' de yetiştirecek sınıflar açmayı kararlaştırmış, ilk olarak da “Dârülmuallimat”da 1914 Mart'ında bir “Ana Muallime Mektebi” açmıştı5. Daha sonra diğer ana okullarına da öğretmen yetiştirici sınıflar açılmış, bunlar için Avrupa'dan 60 kadar ana okulu kitabı getirtilmiş ve Türkçeye çevirtilmişti6. Türkiye'de ana okullarının gelişiminde en çok İsviçre usulünün etkisi olmuştur. Ancak gerek resmî gerekse özel hemen bütün ana okullarındaki öğretmenlikler Yahudi ve Ermenilerin elinde kalmıştır7. “Alliance Israelite Ana Okulu” Yahudi 1 Sabah, 14 Temmuz 1913. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.3169. 3 “Ne zaman uyanacağız?”, İkdam, 11 Mart 1914. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 6 Temmuz 1330, S.851. 5 Sabah, 24 Mart 1914 (Maarif Nazırının 'LaTurquie” gazetesine demecinden). Sabah, 28 Şubat 1914. 6 “Maarif Nazırımızla mülakat”, İkdam, 9 Temmuz 1914. Sabri Cemil, “Çocuk Bahçeleri”, Yeni Fikir, 111/16(1329), S.495-500. 7 Akyüz,Yahya, Türk Eğitim Tarihi (Başlangıçtan 1993'e), İstanbul 1993. S.231 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 275 ~ öğretmenler, “Dârülmuallimat”daki ana öğretmen okulu da Ermeni öğretmenler yetiştirmiştir. Ana okullarındaki çocukların şarkı ve şiirlerini de bu öğretmenler hazırlayıp öğretmişlerdir. Aslında bu öğretmenlerin uyguladıktan öğretim metodları da Avrupa'nın çoktan terk ettiği, zararlı bir öğretim metodu1 olmasına rağmen, bizde gayet olumlu ve değerli sayılmışlardı. 4.2.2. İLKÖĞRETİM İkinci Meşrûtiyet devri, Türk eğitiminde ilköğretim problemlerinin kendisini iyice hissettirdiği, halka ve Devlete kendini kabul ettirdiği bir dönemdi. Bu devrede Bakanlık ilköğretimle ilgilenmeye zorlanmış, öğretmen yetiştirme, yasalar ve bina sorunları çözümlenmeye çalışılmıştır. İlk kurulduklarında orta öğretime dâhil olan “rüşdiye” okulları da bu dönemde tamamen ilköğretim içinde yer almış, hattâ ibtidailerle birleştirilmişti. İkinci Meşrûtiyet devrindeki ilköğretimi, “ibtidaiye” ve “rüşdiye” diye iki kademede incelemek gerekir: A) Mekâtib-i İbtidaiye Bu dönemin başlarında ibtidailer vilâyetler tarafından yaptırılıyor ve idare ediliyordu. Ancak okulun ödeneği, planı, keşifnâmesi v.s. evrakları gösterilerek Bakanlıktan izin alınıyordu. Ayrıca vilâyetlerdeki Maarif Meclisleri de uygun binalarda okullar açabiliyorlardı2. İkinci Meşrûtiyetin ilk yılında ilköğretim alanında önemli bir çalışma yapılmadı. “Bu seneye mahsus” kaydıyla pek çok eksikleri ve hataları olan bir program yayınlandı3. Ama bu program daha sonra da önemli değişikliğe uğratılmadan kullanıldı. 1 2 Sâtı”, “Meşrûtiyet’ten sonra Maarif tarihi”, Muallim, 11/19(1918), S.663-664. Sabah, 14 Kasım 1909. Sâtı’, “Maarif ne vakte kadar bu halde kalacak?” Tanin, 8 Şubat 1909. Bu programda “Hüsn-ü Hat” dersi kaldırılmıştı. Mir'at-ı Maarif, 2(1324) S.14. 3 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 276 ~ İkinci Meşrûtiyet döneminde ilköğretimin en büyük sorunu öğretmen bulma konusu olmuştur. Maarif Bakanı Emrullah Efendi Meşrûtiyet başlarında 70.000 öğretmene ihtiyacımız olduğunu söylüyordu1. Bakanlık bütçesinden ilköğretim için de bir ödenek ayrılmasına ilk defa bu dönemde başlanılmıştı. Bu ödenek Bakanlık tarafından vilâyetlere dağıtılıyordu. Vilâyet İdare Meclisleri de müslim ve gayrimüslimlerin nüfus oranına göre ayrı bir dağıtım yapıyordu2. İkinci Abdülhamid döneminde en çok ezilenler ilkokul öğretmenleriydi. Bunlar hem öğretmen hem mubassır hem de kapıcı olarak çalışıyorlar; buna karşılık çok az bir ücret alıyorlardı. Üstelik bunların “terfi ve terakkileri” Meclis-i Maarifçe (Daha sonraları “Dârülmuallimîn Heyet-i Talimiyesi” tarafından) bir sınavdan geçirildikten sonra yapılıyordu3. Çoğu öğretmenler “yıllıkçı” öğretmendi. Halkın yıldan yıla verdiği “hak”larla yaşıyorlardı. İlkokullarla Devletin gerçek anlamda ilgilenmeye başlaması, 31 Mart olaylarından sonra olmuştur. Emrullah Efendi, Meclis'ten para istiyor, vilâyetlerde 1.600 okul açacağını söylüyordu4. Oysa Meclis-i Mebusan okul açma iznini mahallerine bırakma kararı vermişti. Bakanlık bu iş için ayrılan parayı vilâyetlere dağıttı ve bu hususta her vilâyete bir yazı yazdı5. Meclis'teki mebuslar ise kendi bölgelerinde okul yapılması için takrir (önerge) üstüne takrir veriyorlardı6. Okul kurma istekleri bir yana, halk henüz ilköğretimin gereğine de inanmamıştı. Kurulan okullardan gereği gibi yararlanamıyordu. Taşrada çocuklar “âdet yerini bulsun diye” okula gönderiliyorlar, ana-babalar çocuklarının eğitimleriyle pek ilgilenmiyorlardı. Taşrada ilkokulların en büyük problemleri kitapsızlık oluyordu. “Her yıl kitap parası verilir mi? Evvelki kitaplarını okusun” deniliyordu7. Tarih, Coğrafya ve Hesap kitapları hiç bulunmuyor, çocuklar yirmi yıl önce basılmış imlâ 1 Sabah, 28 Şubat 1910. “Tedrisat-ı ibtidaiye için kâfi miktarda muallim bulunabilir mi?”, İkdam, 4 Kasım 1909. 2 Tanin, 6 Ekim 1909. 3 Tanin, 29 Ekim 1909. 4 Tanin, 11 Ağustos 1909 (Bakanın bütçe tartışmalarındaki konuşmasından) 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Şubat 1325, S.599 Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no: 270211. 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Şubat 1325, S. 599. 7 Ahmed Şerif, “Bahçe”, Tanin, 15 Mart 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 277 ~ ve Kıraat kitaplarını okuyorlardı. Zaten babalar çocuklarını okula göndermeyi yeterli bir fedakârlık sayıyorlar, daha fazla bir “fedakârlığa” asla yanaşmıyorlardı. Esnaflar artık, program ve kitaplar sık sık değiştiğinden ders kitaplarının satış işini yapmıyorlardı. Çünkü bu değişimler sırasında pek çok kitap ellerinde kalıyordu. Yaz yaklaşırken çocukların yarısı aileleriyle beraber yaylaya çıkıyorlar, yarısı tarlalara gidiyorlardı1. İlköğretim hakkındaki yasa çalışmaları İkinci Meşrûtiyetin hemen ilk döneminde başlamış, daha 4 Nisan 1909'da “umûr-u maarif ve mekâtibin ıslâh ve tensikine müteallik” bir “Tahsil-i ibtidaiye Lâyiha-i Kânûniyesi” hazırlanmıştı2. Daha sonra Maarif-i Umûmiye Kânunu gereğince bir “Tedrisat-ı İbtidaiye Lâyiha-ı Kânûniyesi”3 de Emrullah Efendi tarafından hazırlanacak ama yasalaştırılamayacaktı. Bunun geçici yasa olarak uygulamaya konulması için 1913'ü beklemek gerekecektir. İlköğretim için ilk ciddî çabayı gerek yasa, gerekse Dârülmuallimin Müdürlüğüne geniş yetkilerle Sâtı' Bey'i getirerek Nail Bey göstermişti. Bu çalışmaları aynen Emrullah Efendi de devam ettirmiştir. Emrullah Efendi önce sorunun yasal eksikliklerini tamamlamak istedi. Meclis'te “Ben size yeni kânunlar teklif ediyorum. Onlar çıkıncaya kadar bile eski kânunları tatbik edemem”, diyordu4. Önce 'Maarif-i Umûmiye Kânunu' üzerinde çalışıldı*. Ancak bunun yasalaştırılma zorlukları görülünce Emrullah Efendi, ilköğretim yasasını çıkartmak istedi. “Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu Lâyihası”nı 1910 yılında Sadrazam tarafından Meclis'e verdirdi. Lâyiha, bir yasama devresi boyunca Meclis'in Maarif Encümeninde kaldı. Sonra “kanunsuz olarak” Bakanlığa geri verildi5. Geri veriş sebepleri Maarif Nazırının değişmesi ve müfettiş maaşlarının 1 Ahmed Şerif, “Gelendir”, Tanin, 15 Mayıs 1910. Bedri Kamil, “Tahsil-i ibtidai meselesi”, Sabah, 1 Nisan 1911. 2 Başbakanlık Arşivinde Bâbıâli’nin Maarif Giden Evrak Defterinde kaydına rastlanan bu lâyiha Arşivde bulunamadı. 3 Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no:287243. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326, S.647. * Maarif Bakanı Nail Bey, 1909’da 49 sayfalık bir “Maarif-i Umûmiye Kânunu Lâyihası” hazırlamıştı. Ayrıntı için: D.K., “Mekâtib-i İbtidaiye mes'elesi- Maarif işleri: Nail Bey Efendi ile mülakat”, Sabah, 5 Ocak 1910. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 17 Teşrinievvel 1327, S. 122. Bakınız: Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası. No: 298390. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 278 ~ Meclis tarafından kesilmesi idi. Encümen, 'yasa, müfettişlik esası üzerine kurulmuştur', diyordu1. Emrullah Efendi, bu yasanın çıkması için çok çalıştı. 1911 yılında tasarıyı tekrar Meclis'e getirtti, ama çıkartamadı**. Emrullah Efendi'nin hazırladığı bu yasa tasarısı, genellikle azınlıkların denetim sistemine karşı çıkmaları yüzünden hasır altı edilmiştir. Çünkü diğer eleştiriler yasanın özü ile ilgili değildi. Kaldı ki, Şükrü Bey'in tasarısı da aynı müfettişlik mes'elesi yüzünden geçici yasa olarak çıkartılmak zorunda kalınmıştı. Emrullah Efendi, bu yasa tasarısının gerekçesinden (“Esbâb-ı mucibe lâyihası”) anlaşıldığına göre, ilköğretim sistemini Fransa örneğine göre kurmak istiyordu. Yasa tasarısının kendisi de Fransa İlköğretim Yasası'nın Türkçeye uyarlaması gibi idi. İlköğretimin parasızlığı ve zorunluluğu üzerine dayanan bu yasanın en önemli noktalarından biri öğretmen yetiştirme ve öğretmenliği bir meslek haline getirme sorunu idi. Yasa, ilkokul ders programları hazırlanırken hangi esaslara dayanılacağını da düzenliyor, ayrıntıları “Meclis-i Maarif-i Kebir”e bırakıyordu. Emrullah Efendi, bu yasa tasarısıyla müfettişlik ve denetim kavramlarına yeni bir anlayış getiriyordu. Denetimin yanına- geniş bir ilköğretim incelemesi, hizmet içi eğitim ve halkı ilköğretime teşvik etme görevlerini de getiriyordu. İlköğretim harcamaları da bu Yasa ile inceden inceye belirleniyordu. Tasarı, ilköğretimde resmî ve özel öğretim kurumlarının yanı sıra bir de “cemaat mektepleri” grubunu kabul ediyordu2. Gayrimüslim azınlıklarla ilköğretim alanındaki çalışmalar daha 1909'da başlatılmıştı. Gayrimüslimler ilköğretim alanında oldukça iyi örgütlenmişlerdi. Oysa müslümanların okulları çok azdı, Hükümetin de bütün ülkede 10-15 ibtidaisi 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, a.g.oturum, S.123 1327 yılında Meclis feshedilmiş olduğundan bu konuya hiç bakılmamış, 1328'de (1912) hızlı bir şekilde Komisyonda görüşülmesi tamamlanmış ve Meclis'e sevk edilmişti. Ama o sırada Meclis gene kapatıldı. Bu tekrar sunulan tasarıda da azınlık okulları yasası ileriye bırakılmıştı. Ergin,O.N.,”... Türkiye Maarif Tarihi”, c.IV, S.1082-1089. ** 1327 yılında Meclis feshedilmiş olduğundan bu konuya hiç bakılmamış, 1328'de (1912) hızlı bir şekilde Komisyonda görüşülmesi tamamlanmış ve Meclis'e sevk edilmişti. Ama o sırada Meclis gene kapatıldı. Bu tekrar sunulan tasarıda da azınlık okulları yasası ileriye bırakılmıştı. Ergin,O.N.,”... Türkiye Maarif Tarihi”, c.IV, S.1082-1089. 2 Emrullah, “Tedrisat-ı ibtidaiye”(Kânunu Esbâb-ı Mucibe Layihası) Mülkiye, 23 (1326), S.42-64;24(1326)S.32-50. * İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 279 ~ vardı. Osmanlı Devleti'ndeki toplam okulların sayısı ise 9.600 küsur civarındaydı1. Bakanlık unsurların telifini ilkokullar seviyesinde sağlamak istiyordu, ama uygulamada tam aksini yapıyordu. Dil ve din ayrımcılığının eğitimde de sürdürülmesini yasal güvence altına almak istiyordu2. Bakanlık bu arada gayrimüslim okullarındaki öğretmenleri de kontrol altına almak istiyordu. Bunun için onların maaşlarını kendisi verip devlet memuru yapmayı düşünüyordu. Bu düşünce, Patrikhanelerin şiddetli dirençleriyle karşılaştı3. Patrikhaneler, Bakanlığın ilköğretim için ayırdığı paradan hisselerine düşeni kendilerine vermesini istediler. Bu çatışma, Bakanlığın bu okullarla ilgili her girişiminde daha sonra da devam etti. 1910 yılı başlarından itibaren ilköğretime çok büyük bir önem verilmek istenmişti. Daha yıl başında ilkokul öğretmeni ihtiyacımız 50.000 olarak belirtilirken4, Emrullah Efendi bu ihtiyacı 70.000'e çıkartıyordu. “İhtiyacımız geniş, imkânlarımız dar” diyen Bakan, “maarifin temeli, maarif-i ibtidaiyedir” diyerek, “bu sene Maarif Nezareti’nin faaliyetinde en büyük mevkii bu iş tutacaktır” diyordu5. Bakan; bina, para ve öğretmen yetiştirme ve bulmayı temel alarak bir program yaptı. Okul yapımı ve harcamaları bir vergi ile halka yükleniyordu. Bakanlık 1910 Mart'ı ortalarında Maarif Nizamnamesinin 4. maddesi gereğince okul yapım ve tamir harcamalarıyla, öğretmen parası v.s. harcamaları mahalline yükleyen kararlar alıp, ilgili yerlere tebliğ etti6. Bu arada basın da yol göstericilikte hayli olumlu bir yola girmişti7. Bir yandan “zengin çocuklarına yüz verüb yüzsüz eden, fakir çocuklarını şiddette arsız eden, nalin giyüb talebeyi kulağından sevk eden” ilkokul kalfalarına dikkat çekiliyor, 1 Süleyman Nazif, “Tahsil-i İbtidai” (Nail Efendi ile konuşma), Yeni Tasvir-i Efkâr, 3 Ağustos 1909, 2 a.g.m. 3 D.K., “Mekâtib-i ibtidaiye mes'elesi...”, Sabah, 5 Ocak 1910. 4 Mehmet Hilmi, “Maarifin tamimi ve ibtidai mekteplerinin ıslahı - muhtaç olduğumuz muallimlerin adedi 50.000”, İkdam, 7 Ocak 1910. 5 Sabah, 28, Şubat 1910. 6 Sabah, 17 Mart 1910. 7 Meselâ, Ahmed Hilmi, “Maarif Nâzırı Emrullah Efendi hazretlerine birinci mektup”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 20 Ocak 1910. Ahmed Rasim, “Mekâtib-i İbtidaiye mes'elesi”, Sabah, 1 Mart 1910, 2 Ağustos 1910. “Köylü mektepleri”, Köylü (İzmir), 26 Ekim 1910, 12 Ocak 1911. “Veresiye mektep-peşin tahsil”, Sabah, 17 Kasım 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 280 ~ “usul-ü tedris”in “Çince bir terkip” olmaktan çıkarılması, öğrenciye üç beş ayda okuma-yazma öğreteceğini iddia eden, didaktik olmayan kitapların engellenmesi isteniyordu1. Öte yandan köylüler ilköğretimin esasına akıl erdiremedikleri için Bakanlığın ilköğretim işini köylülere bırakmaması öneriliyordu2. “Dârüşşafaka” mezunlarının öğretmen olması, bir “Maarif-i İbtidaiye Bankası” açılması, köylü çocuklarının bir merkeze getirilmesi ve üç yıl öğretimden sonra “öğretmen” sıfatıyla köye geri gönderilmesi, ilkokulların önce kasabalarda açılması, köylü çocuklarının buralarda okuyup köye dönmeleri v.s. öne sürülen çareler arasındaydı3. Bakanlık okul yapımlarında ve diğer harcamalarında olduğu gibi, programlar bakımından da okulların bulunduğu yörelere uymayı prensip olarak kabul etmişti. 1, 2 ve 3 sınıflı ilkokullara gerekirse bir de rüşdiye sınıfı eklemeyi düşünüyordu4. Bu arada Bakanlık, ilkokul yapımı için devamlı olarak sıkıştırılıyordu. Özel istek ve vilâyet takrirlerinin yanı sıra, 1910 Haziranında Meclis'te Musul, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Van, Erzurum, Bitlis ve Sivas mebusları kendi bölgelerinde ilkokullar açılması için bir önerge düzenlemişler ve elliden fazla da imza toplamışlardı5. Bakanlık da köy okulları yapımına doğrudan para yardımı yapmasa bile, bu hususta bazı bürokratik yolları deniyordu. Mesela köy okullarının yapım ve tamirlerinde gerekli kerestenin mîrî ormanlarından parasız karşılanması hakkında Orman ve Maadin ve Ziraat Nezareti'nden olumlu cevap almış ve uygulatmıştı6. Maarif Nezareti, 1910 yılında taşradaki okulların ve ilköğretimin ıslâhı, idarecilerin, eğitim alanında çalışanların görevleri v.s. hakkında bir Yönetmeliği kaleme almış ve Şûrayı Devlet'ten geçirterek yayınlamıştı7. Bu Yönetmeliğin en önemli amacı gerek 1 Ahmet Hilmi, a.g.m. Ahmed Rasim, a.g.m., Sabah, 1 Mart 1910. 3 a.g.m. Sabah, 2 Ağustos 1910. 4 D.K., a.g.m., Sabah, 28 Şubat 1910. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2106-2107. 5 “Anadolu mekâtib-i ibtidaiyesi”, Sabah, 2 Haziran 1910. 6 “Kura mekâtibi inşaatlarına bedava kereste”, Orman ve Maadin ve Ziraat ve Baytar Mecmuası. I/4(I326) S.323. 2 7 Sabah, 27 Haziran 1910 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 281 ~ vali, kaymakam, mutasarrıflar ve gerekse müfettişler yoluyla eğitim ve öğretimin sıkı bir denetim altına alınması ve özellikle müfettişlik sisteminin yerleştirilmesi idi1. Zaten aynı yıl ilkokul müfettişlerine dair bir talimat da yayınlanmıştı2. Buna göre müfettişlerin üç türlü kurulu amaçları vardı. Birincisi inceleme (“tahkîkât”) idi. Bir köye kaç dershaneli bir okul gerek, okul nereye kurulmalı, yapım raporları vermek, yapımına nezaret etmek, izinler alarak maarifin olan terk edilmiş okul ve vakıfların inceleme ve saptanması v.s. bu görevin içine giriyordu. İkinci görevleri teftiş idi. Okul binalarını, levazımını (“asar-ı mekteb”), ders malzemelerini (“mühimmat-ı dersiye”), ders âletlerini v.s. teftiş edip gerekli yerlere raporlar vereceklerdi. Müfettişlerin en önemli görevleri, öğretime ait denetim idi. Program, öğrencilerin durumu, ders işlenişi, kitaplar v.s. denetlenecekti. Üçüncü görev, halkı ilköğretime hazırlamak, onları teşvik etmek (“vesâyâ icrası”) idi3. Özel okulların denetimleri de “Osmanlılığın şanına ve tedrisatın nizama uygun olmasına” dikkat edilerek yapılacaktı. Öğretmenlerin diplomaları, yasaklanmış kitapların okutturulmaması bu alandaki önemli konular idi4. Bakan, “Bunlar seyyar maarif müdürü gibi çalışacaklardır; yaşlı, tecrübeli öğretmenlerden seçileceklerdir”, diyordu5. 1911 yılında da bunlardan, her biri 8-10'ar sayfalık 100'ün üzerinde rapor aldığını bildiriyordu6. Emrullah Efendi ilköğretim programlarının ıslâhı konularında da, göreve ilk başladığı sıralarda bazı çalışmalarda bulunmuş, ilkokul programlarını değiştirmek ve okunacak ders kitaplarını belirlemek amacıyla bir Komisyon kurmuştu. Bu Komisyon 2 Temmuz 1910'da ilk toplantısını yaptı ama, bir büyükelçi Bakanın ziyaretine geldiğinden, Emrullah Efendi yarım saat sonra toplantıdan çıkmak Yönetmeliğin 15 Haziran 1326'da iradesi çıkmıştı: “Tahsil-i ibtidaiyi idare ve teftiş ile muvazzaf memurinin vezaifine müteallik nizamname lâyihası”, Başbakanlık Arşivi, Babıali Evrak Odası, no:283196. Yönetmelik Düstur, ikinci tertib. II. cilt, S.404-415'de yayınlanmıştı 1 Ayrıntılı bilgi: Revue du Monde Musulman, 12(1910), S.274-276. 2 Mekâtib-i İbtidaiye Müfettişlerinin Vezaifine Müteallik Talimat, İstanbul, 1326 3 a.g.e. S 3-6. 4 a.g.e. s.6-7. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326 S.2104, 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1325, S.633-634. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 282 ~ zorunda kaldı ve o toplantı öylece dağıldı, bir daha da toplanamadı. Bu konu da unutuldu gitti1. 1910-11 öğretim yılında ilkokullarda genel olarak şu dersler okutuluyordu2: I. sene: Elifba, Eczayı Şerife, Ulûm-u Diniyye, Hesap, Kıraat. II. sene: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Diniyye, Hesab, Tarih, Coğrafya, Kıraat. III. sene: Kur'an-ı Kerim, Tecvid, Ulûm-u Diniyye, İlmihal, Malumat-ı Ahlâkiye, Türkçe, Tarih, Coğrafya. Bakanlık, bu derslerle ilgili bazı kitapları tavsiye ediyordu. Kesin olarak belirlediği bir kitap listesi yoktu. İlköğretim alanında Emrullah Efendi'nin en önemli çalışması Dârülmualliminler alanında idi. Bakan, bütün ümidinin bunlarda olduğunu söylüyordu (Bakınız: Öğretmen yetiştirme bahsi). 1911 yılında Osmanlı İmparatorluğunda resmî olarak ve vakıflara bağlı olarak 5.439 ibtidai ve bunlarda 227.300 öğrenci vardı3. Ama tâ Meşrûtiyetin ilk gününden beri, okul açılması için Bakanlığa yazılan istek kâğıtlarının (sandıklar dolusu olmasına rağmen) ardı arkası kesilmemişti. Bu baskılar karşısında Bakanlık, Devlet bütçesinden ilkokullar açma çalışmalarında bulunmaya mecbur oldu. 1911 Mayıs'ı başlarında Yemen, Horan ve Kerek'de yeni ibtidailer açılması kararlaştırıldı4. Haziran ayında Padişahın Rumeli'ye yaptığı seyahatle beraber Bakanlık, Arnavutluk'la da çok sayıda ibtidailer açmayı kararlaştırdı5. Bu hususta birçok yazışmalar yapıldı. Sorun, öğretmen yetiştirme, Arnavutça, Lâtin harfleri v.s. gibi çeşitli unsurlarla beraber gelişti6. Arnavutluk vilâyetinde kurulacak olan okullar 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326, S.625. Sabah, 14 Ekim 1911. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327 (1327 Maarif Nezareti bütçesi tartışmalarında). 4 Sabah, 3 Mayıs 1911. 5 Sabah, 22 Haziran 1911. 6 Başbakanlık Arşivi, Babıali Evrak Odası, No:294244, 298518, 299192, 299422,299074, 299810, 297725, 302876, 304168, 306881. 296312, 297567, 298626, 297397. Ayrıca bak, belge: 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 283 ~ okullar için Bakanlık oraya memurlar yolladı. Bunlara bir de Talimat hazırladı1. Bunlar nerelerde okul kurulacağını, hangi öğretmenleri seçeceklerini, kuruluş, açılış ve harcamaları düzenleyeceklerdi. 1911 Ağustosunda İşkodra, Manastır, Kosova, Erzurum, Van, Diyarbekir, Bitlis, Halep, Zor v.s. yerlerde daha önce açılmaları kararlaştırılan ilkokulların bina projeleri hazırlanmış, Bâbıâli'den keyfiyet soruluyordu2. Bu arada valiler de okul açmak için Maarif Nezareti'nden devamlı ödenek istiyorlardı. Bakanlık da, kendisinde para olmadığından, bu harcamaları tasarruftan karşılamayı kararlaştırıyordu3. 1912 yılında Bakanlık bir yandan ilkokul binası yapma ve açma çalışmalarına daha etkin olarak katılırken, bir yandan da ilköğretimde uygulanmak üzere program düzenlemelerine girişti. Maarif Nâzırı Said Bey'in bu hususta oldukça faydalı ve ciddî çalışmaları oldu4. Bunun ilk sonuçları, bir ve iki öğretmenli okullar için 1913'de yayınlandı5. Bu gayet geniş bir programdı ve yasal eksiklikleri elden geldiğince doldurmaya çalışıyordu. Ders süresi 40 dakika olarak belirlenmişti. Programdaki dersler de öğleden önce ve öğleden sonra okutuluşlarına göre iki gruba ayrılmıştı. Erkek okulları için hazırlanan program kadınların özel durumları göz önüne alınarak, kız okulları için de uygulanabilecekti6. Programa göre, genel ilkokullarda öğretim üç devreye ayrılmıştı: 7-8 yaşları devre-i ibtidaiye”, 9-10 yaşları “devre-i mutavassıta” ve 11-12 yaşlan “devreli âliye”. Çocuk 12 yaşına geldiğinde okulu bitirmemişse ve ailesi de istiyorsa, belirli gün ve saatlerde okula gelmesi zorunlu tutulur, geri kalan zamanlarda serbest bırakılırdı. Öğretim yaşını geçmiş kız ve erkek çocukları için haftada iki saat “dürus-u 1 Arnavutluk Vilâyâtına İ'zam Olunacak Tesis-i Mekâtip Memurları Hakkında (...) Talimat Suretidir, İstanbul 1327. Talimatın aslı: Düstur, 2,tertip, cilt IV, S.20-24. 2 Sabah, 7 Ağustos 1911, 3 Sabah, 25 Aralık 1911. 4 “Tedrisatı ibtidaiye Programı”, Sabah, 3 Eylül 1912. 5 Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtip-i İbtidaiye Ders Müfredatı (Bir ve iki Dershane ve Muallimli Mekteplere Mahsus), İstanbul 1329. 6 a.g.e. S.94-99. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 284 ~ mütemmime” açılırdı1. Sınıflara ilâhi ve marşlar söyleyerek girilir (sabah, öğle), “Gına” dersinde de dua, salâvat-ı şerif ve ilâhiler öğretilirdi. Beden eğitimi sabah ve öğle, derslerden sonra yapılırdı2. Program, ilkokul çocuklarının oynadığı bazı oyunları da yasaklıyordu. Bunlar “Kaydırak”, “Ayna”, “Çaylak”, Cennet-Cehennem”, “Ebeme, pilav pişirdim”, “Elim elim üstüne”, “Topaç”,”... Bohçası”, “Körebe”, “Kabaramazsın Kel Fatma”, . “Aldattım buldattım”, “Enseye tokat”, “Saklambaç”, “Zıp zıp”, “Birdirbir”, “Balıklama”, “Uzun Eşek”, “Güvercin takfağı”, “Hamam kızdı pişti”, 'Adım atlama”, “Tora” v.s. gibi oyunlardı. Buna karşılık şu tür oyunların oynanması tavsiye ediliyordu: “Yurdunu bul!”, “Ey yetiş...”, “Daire üstünde kaç tut”, “Geri dön yetiş”, “Önden dolaş, el tut, selâm ver, kaç”, “Kaç, dur, kurtul”, “Çifte avcı”, “Fes düştü”, “İmdat haberi”, “Sıçra kurtul”, “Hücum emri” v.s. Program, ilkokullarda uygulanacak cezaları da belirtiyordu. “Cismanî cezalar”ın kesinlikle yasak olduğu ceza kademeleri şunlardı: “İzzet-i nefsi ikaz”, “Münferiden ihtar ve tenbih”, “Teneffüs esnasında kısmen tevkif, “Oyundan men”, “Geçici tard”, “Kesin tard”. Programda ders dağıtım cetveli öğretmen ve sınıf sayısına göre değişiyordu. Meselâ bir ve iki sınıflı ve öğretmenli okulların ders dağıtım cetvelleri tablolar halinde gösterilmiştir. Bu sıralarda gene yoğun bir şekilde mevzuat üzeride çalışmalar yapılıyordu. Şükrü Bey, ilköğretim yasa tasarısını Meclis'ten almış, Maarif müdürleri ve Meclis:i Kebiri Maarifin de düşüncelerini alarak3 bazı noktalarını değiştirip Meclis'e sunmuştur. Ancak Meclis Maarif Encümeni'nde Dikran Efendi ile Arap mebuslardan Marufu 'rRassafî ve Cemiü'z-Zehâvi, bazı maddelere karşı çıkıyorlardı. Şükrü Bey bu Yasanın Meclis-i Mebusan'dan çok zor çıkacağını hesaplayarak “geçici yasa” şeklinde 1 a.g.e. s. 104. a.g.e. S.105. 3 Sabah, 26 Mart 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 285 ~ çıkartma çalışmalarına başladı. Bu hususta 3 Temmuz 1913'de Sadarete bir tezkere yazdı1. Ancak tezkere üç ay Mecliste bekletildikten sonra 15 Ekim 1913'de Sadarete sunuluyor ve yasalaşıyor2, hemen aynı zamanda da Maarif Encümeni İlköğretim yasa Tasarısını Meclis'e sevkediyordu. Tablo 14) İki dershane ve iki öğretmenli ilkokulların ders programları3 Dersler Kur'ân-ı Kerîm ve Dinî malumat Musahabât-ı Ahlâkiye, Tarihiye, Medeniye Devre-i evvel Devre-i mutavassıt Devre-i âli 1 2 8 saat ortak 12 1 2 5 saat ortak Kıraat dersleri arasında Lisan-ı Osmanî-Kıraat Sarf Tahrir 63 3 saat ortak Kıraat dersleri arasında ortak Coğrafya Tarih Hesap Esva dersleri ve Ziraat Resim El İsleri Terbiye-i Bedeniye Oyunlar 1 saat ortak Kıraat dersinde 1 saat ortak 3 saat ortak 2 saat ortak 2 saat bütün okula o r ta k 3 vazife 4 vazife 3 vazife 4 vazife 4 vazife 4 vazife Herkese toplu haftada 2 saat Teneffüslerde 25 oyun öğretilecek 1 saat Uygulamaya konan Geçici Yasa, ana esaslarıyla Emrullah Efendi zamanında hazırlanan yasanın aynısı idi. İlköğretim, altı yıl olarak belirleniyor ve böyle olunca rüşdiyeler de kaldırılıyordu. Okul bittikten sonra belirli sürelerde yoklama yapılacaktı. Bu hususlar, fikirlerini almak için Vilâyet Maarif idarelerine yazdığı yazıda da vurgulanıyordu4. 1 Ergin, O.N., a.g.e. S.1090. Tedrisat-ı İbtidaiye Kânûn-u Muvakkati” Düstur, 2.tertip, Cilt V. S.804-823. Sabah, 25 Ekim 1913. 3 Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i İbtidaiye Ders Müfredatı (Bir ve İki Muallim ve Dershaneli Mekteplere Mahsus), İstanbul 1329. 4 “Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu”, Sabah, 26 Mart 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 286 ~ Yasa arızalı çocuklar, ana okunan, el işleri ve ihtiraf okulları hakkında daha sonra yönetmelikler yapılacağını haber veriyordu (2, 4 ve 6. maddeler). Bir yerleşim merkezinde 50'den fazla kız öğrenci bulunursa bir kız ilkokulu açılacağı, olmazsa okulun karma olması gerektiği belirtiliyordu. Yasa, okul binası civarında kahvehane ve misafirhane gibi işyerleri açılmasını yasaklıyodu (14.madde). Devlet gerekli gördüğü yerlere “leylî mekâtib-i ibtidaiye-i Umûmiye” kuracaktı. Bu Yasanın nerelerde uygulanamayacağı da, Maarif Nezaretince belirlenip, bir buyrultu ile ilântedilecekti. İlköğretin gene üç kademeye ayrılıyordu. İlkokullarda okutulacak dersler 23. maddede şöyle belirleniyordu: Kur'ân-ı Kerîm, Malumat-ı Diniyye, Kıraat ve Hatt, Lisan-ı Osmanî, Hesab, Hendese, Coğrafya, Tarih, Dürus-u Eşya, Malumat-ı Tabiîye ve Tatbikatı, Hrfzıssıhha, Medenî ve Ahlâkî ve iktisadî Malumat, El İşleri ve Resim, Gına, Terbiye-i Bedeniye ve Mekteb Oyunları, Erkek Çocuklara Askerî Talimler, Kız çocuklara îdare-i Beytiye ve Dikiş İşleri. Yetkili eğitim kurulları bu programa bazı mahallî dersler de ekleyebileceklerdi. Ayrıca öğrenciler boş zamanlarında ziraat ve san’atla uğraşacaklardı. İlköğretimi gerçekleştirmek hususunda vilâyetlerdeki “Tedrisat-ı İbtidaiye Meclisleri”, kazalarda da “Maarif Encümenleri” görevlendirilmişti (27-40. maddeler). Öğretmenler, aynı Emrullah Efendi'nin tasarısında olduğu gibi iki kısma ayrılıyorlardı: “Ehliyetnameli muallim muavinleri” ve “Dârülmuallimîn-i İbtidaiye mezunu muallimler”. Ehliyetnameliler, açılacak bir özel sınavda başarılı olan kişilere Tedrisat-ı İbtidaiye Meclislerince verilen ehliyetnamelerle göreve başlıyorlardı. Bu ehliyetnamelerin üç yıl geçerliliği vardı. Bu süre sonunda ya Dârülmuallimin derslerinden sınava girerek diploma alacak, ya da ehliyetnamesi elinden alınacaktı. Yasa, vilâyet merkezinde yatılı bir öğretmen okulu açmayı da şart koşuyordu. Gerekli yerlerde de yatılı kız öğretmen okulları açılacaktı. Öğretmenlikte otuz yıl hizmet edenler, önerilerle emekliye ayrılabileceklerdi (80. Madde). Öğretmenlikten azledilenler tekrar öğretmen olmak isterlerse yeni bir sınava tâbi tutulurlardı (6. madde). Öğretmenlerin maaşları 300-1000 kuruş arasında değişiyordu. Terfi baştan 5 yılda, ondan sonra her üç yılda bir oluyordu. Karma okullarda kızlar ilkokula dört yıl devam edeceklerdi. Kız okullannda ise bu zorunluluk beş yıla çıkarılabilir, deniliyordu (77. madde). İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 287 ~ Yasa, öğrencilerin devamlarını sağlamak için de sert önlemler getirmişti (79-83. maddeler). Ailelerinin yanında özel öğretim görenler, her yıl ilkokul sınavlarına katılmak zorunda idiler, başaramazjarsa okula kaydedileceklerdi. Yaşları öğretim devresini geçmiş olanlar için “dürus-u mütemmime”ler açılacaktı. Kasım-Mart ayları arasında, haftada iki saat hem ilkokul hem de mahallî nitelikte dersler gösterilecekti (89. madde). Tablo 15) Bir öğretmenli ve bir dershaneli ilkokullarıders programları1 Dersler Elifba-ı Eczayî Şerife Kur'ân-ı Kerim Dinî Malumat Ahlâkî Sohbetler Kıraat Tahrir Tarih Coğrafya Hesap-Hendese Eşya dersi-Ziraat Resim El İsleri Terbiye-i Bedeniye ve Sıhhiye Oyun Nişan (Endaht) Gına Devre-i evvel Devre-i mutavassıt Devre-i âli 1 2 1 2 1 2 3 saat ortak 5 saat bütün okula ortak Kıraat dersleri arasında, 3 saat bütün okula ortak 1 saat ortak Kıraat dersleri 1 saat ortak arasında Gezi ve Eşya dersleri 1 saat ortak 2 saat bütün okula ortak Vazife şeklinde Vazife şeklinde Sabah ve öğle tatillerinden evvel beden mümaresesi ve asker talimi şeklinde Teneffüs ve gezintilerde Bedenî mümareseler arasında Sabah ve öğleden sonra sınıfa girilirken; Salı ve Perşembe akşamların Genel ve özel bütün okullar denetlemeye tâbi idi ve bu denetlemeler şunlar tarafından yapılacaktı: “Maarif Müfettiş-i Umûmileri”, “Vilâyet Maarif Müfettişleri”, “Maarif Müdürleri”, “Tedrisat-ı İbtidaiye Müfettişleri”, Vilâyet Tedrisat-ı İbtidaiye Meclisi'nin seçeceği bir üye, kaymakamlar, nahiye müdürleri, Maarif sıhhiye müfettişleri (91. madde): 1 Maarif-i Umûmiye Nezareti, Makâtib-i İbtidaiye Ders Müfredatı. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 288 ~ Yasa, Maarif Komisyonlarım ortadan kaldırıyor, yerine “Maarif Encümenlerini” getiriyordu. Yasa yürürlüğü girdikten sonra, “Dârülmuallimîn-i Rüşdiye” mezunu olmayan bütün ilkokul öğretmenleri “muallim muavini” sayılıyor ve beş yıl içinde “Dârülmuallimîn” derslerinden sınava girerek, “muallim” unvanını almaları şart koşuluyordu. İlköğretim Yasası üzerine, gerek hazırlanırken gerekse geçici yasa olarak yayınlandıktan sonra pek çok tartışmalar yapıldı. Sâtı' Bey, ilkokulları altı yıla çıkartmayı 'sadece taklit' diye niteliyor ve 'üç yıllıklarını bile geliştiremezken altı yıllıkları nasıl geliştireceğimizi” soruyordu1. Ayrıca köy ve şehir ilkokullarının öğretim sürelerinin farklı olmasını, kasabalarda ibtidailerle rüşdiyeleri birleştirmeyi, ilköğretim bittikten sonra yapılacak olan yoklama sınavlarının uygulanamayacağını, bu nedenle terkedilmesi gerektiğini önerenler de vardı2. Bir başka eğitimci rüşdiydere devamsızlığın ancak ibtidailerle birleştirilerek kaldırılabileceğini, öğretmenler arasındaki “evvel”, “sâni”, “sâlis” gibi unvanları kaldırarak, bunlara okuttukları derslere göre adlar verilmesini öneriyordu3. Abdullah Cevdet Bey, bizim ilkokullarımızın çocukları öldürdüğünü, ırkımızın aklını ve vücudunu kemirdiğini söylüyor, bunların “hayat âlemi” yapılmasını istiyordu. Buralarda yaşamak, savaşmak, yenmeye çalışmak öğretilmeliydi. İstanbul'da Maarife ait sekiz kadar ilkokul vardı. Kalan 200 kadar ilkokul ise Evkaf Nezareti'ne bağlı idi ve “kapatılmaları daha hayırlıydı”. Abdullah Cevdet, şunu öneriyordu4: “.. Tekâmül etmek için zamanımız, inkılâb yapmak için tüvanımız müsaid değil. Bunların her ikisini de mecz ederek sür'at ve azm-i kâfi ile yürüyelim”. Kılıçzâde Hakkı, “İhya, babalardan değil çocuklardan başlar” diyor ve en çok kadınların eğitimine, ilkokul öğretmenlerinin yetiştirilmesine önem vermemiz gerektiğini belirtiyordu5. 1 Sâtı, “Tahsil-i ibtidai hakkında”, İçtihat dergisi, 67(1329), S.1463-1466. a.g.m. 3 Mahmut Nedim, “Tahsil-i ibtidai”, Ahenk (İzmir), 15 Ağustos1913. 4 Abdullah Cevdet: “Mekteb âlemi- Hayat âlemi', Resimli Mektep Âlemi, 4 Eylül 1329). sayıdan naklen İçtihat, 80(1329), S.1771-1773. 5 Kılıçzâde Hakkı, “Kadınlar ve mekâtib-i ibtidaiye muallimleri”, İçtihat, 60(1329), S.13101312. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 289 ~ Tercüman-ı Hakikat ise, gelişmek ve ilerlemek için mutlaka ve mutlaka ilköğretimin gerçekten ve fiilen zorunlu olmasını sağlamamız gerektiğini belirtiyor, ilköğretimin “millî” olması gerektiği üzerinde ısrar ediyordu1. Geçici İlköğretim Yasasının en dikkati çeken yanı, zorunlu öğretim süresinin uzatılmalıydı. Yasa bir hamlede bizi Bulgaristan, Rusya, italya, Romanya, Fransa ve hattâ İngiltere'den de ileri götürüyordu. İlkokulların öğretim süresi hemen her yerde iki katına çıkarılıyordu. Her ibtidaiyeye bir rüşdiye eklendiği gibi, okul bittikten sonra dört yıl daha okula devam zorunlu tutuluyordu. Kızlara uygulanması gereken öğretim zorunluluğu süresi, bizim genel şartlarımıza uygun değildi2. Öğretim zorunluluğunun uygulanma yerlerini belirlemede Bakanlık, okul ve öğretmen durumlarını göz önüne alacağını söylüyordu. Bu hususta ülkenin sosyal ve ekonomik ihtiyaçları göz önüne alınmamıştı. Zorunlu öğretim süresinin birdenbire bu derece geniş tutulması ve köylü-şehirli herkese aynı şekilde uygulanması da doğru değildi3. Yasa, öğretmene çok aşın derecede yükleniyordu. Günde en az 10 saat ders vermesi gerekiyordu. Bu bakımlardan yasa, o zaman da aşırı bulunmuştu. Yasanın kesin ve uygulanabilir olma şartlarına dikkat edilmediği belirtilmişti. Yasa, öğretmenlerin terfi sorununa tam olarak bir açıklık getirmemişti. Yasa yayınlandıktan yedi sekiz ay sonra öğretmenler hâlâ “evvel”, “sâni”, “sâlis” unvanlarıyla anılıyor; Dârülmuallimin öğretmenlerine de “râbi”, “hâmis” gib lâkablar veriliyordu. Bunlar da terfi derecesini göstermekten uzaktı. Öğretmen terfileri hususunda Türk eğitimi eskiden beri medreselerin etkisinde kalmıştı. Öğretmenlerin sınıf ve maaşları şahsına ve hizmetine göre değil; çalıştığı yere göre veriliyordu. Yer değiştirmeden terfi edemiyorlardı. Yasa, Dâriilmuallimîn eski mezunlarıyla yeni mezunlarını birbirinden ayırıyor; hukuklarını değiştiriyordu. Bu hususta ayırıcı yıl olarak kabul edilen 1913'de 1 “Mekâtib-i ibtidaiye tedrisatı”, Tercüman-ı Hakikat, 17 Nisan 1913. Tedrisat-ı İbtidaiye Kânun-u Muvakkatı”, Terbiye Mecmuası, 1/4(1330), S. 180. 3 A.g.y. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 290 ~ Dârülmualliminlerde önemli bir yenilik yapılmamıştı. Bu bakımdan ayırım sağlam temellere dayanmıyordu. Dârülmuallimînlerin öğretim sürelerinin bir yıl uzatılması ve liva idadisi mezunlarının doğrudan son sınıfa alınmaları böyle bir ayırım yaptıracak önemde değildi. Zaten Bakanlık da yasanın bu maddesini uygulamamıştır1. Yayınlandıktan oldukça zaman sonra bu Kânunda “esaslı bir ta'dilât ve tashihât” yapılması istenmeye başlanmıştı2. 18 Nisan 1914'de de yasanın, yerel ilköğretim bütçeleri hakkındaki 15. maddesi değiştirilmişti3. Maarif Nâzırı, bu Yasa sayesinde 1913'de 900 okul açıldığını, yâni mevcut 3.600 okula göre 1/4 oranında bir artış sağlandığını belirtiyordu4. İlköğretim programlarının 3, 4, 5 ve 6 öğretmenli ve dershaneli okullarla ilgili bölümlerinin hazırlanması için 1913 yılının ikinci yarısında bir uzmanlar heyeti uzun süre çalıştı. Çalışmalar 1913 Eylûl'ünde tamamlanmasına5 rağmen, ancak 1914'de yayınlanabildi6. “DûriilmuaHimîn” öğretmenlerinden kurulu bir Komisyonun beş ay çalışarak hazırladığı7 bu program “Avrupa'nın en genç okullarıyla yarışacak derecede” idî. “Şimdiye kadar yapılanların en mükemmeli” diye övülüyordu8. 1 a.g.m.,S.183. A.g.y. 3 Düstur, ikinci tertip, C.VI, S.432. 4 İkdam, 9 Temmuz 1914. 5 “Terbiye-i İbtidaiye Programı”, YENİ Fikir”, III(1329), S.490 6 Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i İbtidaiye Ders Müfredatı (6,5,4,3 dershane ve muallimli mekteblere mahsus), İstanbul, 1330. 7 “Maarif Nâzırımızla mülakat”, İkdam, 9 Temmuz 1914. 8 “Terbiye-i ibtidaiye programı”. Yani Fikir”, 111(1329), S.490. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 291 ~ Tablo 17) Alti öğretmen ve dershaneli ilkokul programı1 Dersler Elifba ve Eczayı Şerife Kur'ân-ı Kerîm ve Dinî malumat Musahebât-ı Ahlâkiye medeniye ve târihiye Kıraat İmlâ Ezber Yazı Sarf ve Nahiv Tahrir Tarih Coğrafya Hesap Hendese Eşya Dersleri Ziraat El İsleri Resim Musiki Terbiye-i Bedeniye Toplam Sınıflar I II 1 4 III 4 IV 4 V 3 VI 3 3 2 2 1 1 1 3 1 4 4 2 2 1 1 2 30 3 1 1 2 1 2 1 3 2 2 2 1 1 2 30 2 1 1 1 2 1 2 1 2 1 2 2 2 1 1 2 30 2 1 1 1 1 2 2 2 2 1 2 2 2 1 1 2 30 2 1 1 1 1 2 2 2 2 I 2 2 2 1 1 2 30 2 1 1 1 1 2 2 2 2 1 2 2 2 1 1 2 30 El işleri, resim, jimnastik gibi dersler 1914 programmdan önce ilkokullarımıza girmişti. Ancak bunların verilmeleri, müfettişler ye yaşlı öğretmenler tarafından engelleniyordu. Bu dersler “oyuncak”, “boş yere vakit harcamak” olarak niteleniyordu. Yeni 1914 programı tarihî ve ahlâkî temsiller vermeyi de 1 Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 292 ~ öngörüyordu1 ki, bu okullara tiyatronun girmesi demekti. Daha önce ise Bakanlık, okullarda tiyatro oyunlan gösterilmesini yasaklamıştı2. 1914 Programı Örnek ilkokulların programını da kesin olarak belirlemişti. Bazı küçük ders saati ayarlamaları dışında bu okulların esas özelliği, yoğun bir Fransızca öğretimi yapmaları idi. Ayrıca bu okullarda ezber ve ziraat derslerine ise hiç yer verilmiyordu. Bu örnek okullar ilk defa İstanbul'da açılmaya başlanılmıştı. Arap vilâyetlerinde öğretim dilinin Arapça olması hususunda çalışmalar öteden beri devam edip geliyordu. Bu çalışmalar özellikle Mahmud Şevket Paşa'nın Sadrazamlığa gelmesinden sonra hızlandı. 19 Nisan 1913'de “Ekseriyet ahâlisi lisân-ı Arabî ile mütekellim bulunan vilâyâtta lisân-ı mezkûr ile muharrer istidanamelerin kabulü ve muhakemede istintak ve muhakemenin sûret-i cereyanı ile ilâmâtının keyfiyet-i tanzimi ve mekâtibde tedrisatın sûret-i icrası ve teferruatı hakkında” Bakanlar Kurulu kararı ve “İrade-i seniyye” yayınlandı3. Bu kararda, ilkokul ve rüşdiyelerde öğretimin Arapça yapılacağı, ancak Türkçe öğretimin mecburî tutulacağı, Tarih-Coğrafya gibi derslerin Türkçe okutulacağı belirtiliyordu. Bu arada her iki dilde ders verebilecek ilkokul öğretmenleri yetiştirmek için önlemler alınacağı belirtiliyordu. 10 Ağustos 1913'de yayınlanan bir başka “irade-i seniyye”de, nerelerdeki hangi okullarda Arapça öğretim yapılacağı belirleniyordu4. 1913 yılında okul binaları hususunda da Bakanlık sistemli çalışmalara girişti. Bir yandan bu iş için gerekecek harcamaları borçlanma (“istikraz”) yoluyla sağlamaya çalışırken, 17 Ağustos 1913'de Maarif Müdürlüklerine yolladığı bir yazıda da şöyle diyordu5: Ülkenin çeşitli yerlerinde yapımına başlanacak ibtidaiye ve rüşdiye binaları tekdüzen olarak kurulacaktır. Bunun için Maarif-i Umûmiye Nezareti 1 “Tedrisat-ı İptidaiye Programı..”, Yeni Fikir, III(1329), S.491. İstanbul Vilâyeti Tedrisat-ı İbtidaiye Meclisi daha önce hiç bir nedenle öğrencilerin sahneye çıkarılmaması hakkında okul müdürlerine yazı yazmıştı. Ancak öğrenciler gene tiyatro sahnesine çıkınca, cezalandırma kararı aldı (Sabah,3 Mayıs 1914). Sinema için: Sabah, 26 Nisan 1914. 3 Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no: 312349. Düstur, İkinci tertip, c.V, S.318-319. 4 Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no: 315279. 5 Sabah, 18 Ağustos 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 293 ~ plânlar hazırlamaktadır. Bu plânlar hazırlanıp bitinceye kadar yeni inşaatlara başlanılmayacaktır, başlanılmış olanlar da durdurulacaktır. Bakanlık, bu iş için komisyonlar kurdu, önce bir ve iki sınıflı; sonra da üç sınıflı ilkokul binası plânlarını vilâyetlere gönderdi1. Esasen Birinci Dünya Savaşı çıkınca, Bakanlık yabancı okul binalarını işgal etti ve programsız olarak da olsa, buralara yerleşti2. 1913 yılında Bakanlık, özellikle Doğu Anadolu vilâyetlerinde ibtidai ve rüşdî okullar açmak için “yeni projeler” üzerinde çalışıyordu3. Bu arada Bakanlığın diğer en büyük sorunu, Rumeli'den gelen öğretmen ve Öğrencileri yerleştirmek sorunu idi. Rumeli'den gelen ilkokul öğretmenlerinden diploma ve ehliyetnamesi olanlar hemen, olmayanlar da bir sınavdan sonra Anadolu okullarına atanıyorlardı4. Zaten Bakanlığı Trablusgarb ve Bingazi'den gelen öğretmen ve öğrencilerin yerleştirilmeleri de uzun süre uğraştırmıştı5. 1914 yılında Bakanlık ilköğretim yükünü iyice vilâyetlere bırakmak için sistemli çalışmalar yaptı. Vilâyetlerdeki “Tedrisat-ı İbtidaiye Meclisleri”nin üye seçimi yeni bir nizâmnâmeye bağlanırken6, buralardaki ilk ve orta dereceli okulların tapuları vilâyet adına düzenlenecek şekilde değiştiriliyordu7. 1 Tasvîr-i Efkâr, 30 Ocak 1914. Ergin,O.,a.g.e. S.1097-1099. 3 Sabah, 16 Temmuz 1913. 4 Tercüman-ı Hakikat, 28 Nisan 1913. Bu konuda, Başbakanlık Arşivinde pek çok belge vardır, Meselâ, Babıâli Evrak Odası no: 310398, 310411, 310431, 31O441, 310963, 311088, 311554, 311797,311945, 312469, 12569,312771,312813,312832,312870,313968,316015... 5 Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odast, no.299750, 299858, 299899, 299810, 300031,301021, 301903 vs 6 Düstur, ikinci tertip, c.VI, S.397-399. 7 Düstur, ikinci tertip, c.VII, S. 139. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 294 ~ Tablo 18) Numune İbtidaileri programı (1913)1 Dersler Elifba ve Eczayı Serîfe Kur'ân-ı Kerim, ve Dinî malumat Musahebât-i Ahlâkiye medeniye ve târihiye Kıraat İmlâ Ezber Yazı Sarf ve Nahiv Tahrir Tarih Coğrafya Hesap Hendese Eşya Dersleri Ziraat El İsleri Resim Musiki Terbiye-i Bedeniye Fransızca Toplam I 6 1 II 3 1 Sınıflar III IV 3 3 V 2 VI 2 3 2 1 1 1 1 4 4 5 4 1 1 1 30 4 1 1 1 1 1 2 2 2 1 1 1 6 30 2 1 1 2 1 2 1 2 1 2 2 1 1 1 6 30 2 1 1 1 1 2 2 2 1 2 2 1 1 1 6 30 2 1 1 1 2 2 2 2 1 2 2 1 1 1 6 30 2 1 1 1 2 2 2 2 1 2 2 1 1 1 6 30 Ayrıca Bakanlık Mayıs 1914 başlarında vilâyetlere yolladığı bir tezkirede, kızlar için zorunlu örenim süresinin 12-13 yaşma kadar çıkanlabileceğini bildirirken2, ilkokul öğrencilerinin musikî dersleri hususunda şu genelgeyi yayınlıyordu: “ Mekâtib-i ibtidaiye talebesinin fifr (“fifre”) ve boru çalması ve alelumum nefesle çalınan madenî sazları talim etmesi memnudur. Mekteb hâricinde yapılacak seyranlarda 1 2 Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e. Sabah, 14 Mayıs 1914. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 295 ~ intizam ve âhenk-i meşiyeti te'min için talebenin sinleri onüçten dûn olmamak ve bünyeleri müsaid bulunmak şartıyla trampet istimaline müsaade edilebilir.” İlköğretim hususunda alınan bütün bu önlemlere, ileri sürülen fikirlere rağmen, 1914 sonlarında olan bir olay ve yankılan kaç “arpa boyu” yol gidildiğini gösteriyordu. Bir idadinin ibtidai sınıflarında okuyan bir kız, teneffüs zamanında sınıf dışına çıktığı için “teşhir cezası” verilmişti. Yani boynuna bir levha asılarak sınıf sınıf dolaştırılmış, herkese gösterilmiş, kızcağızın ağlayıp sızlamalarına karşı, daha başka cezalar da uygulanmıştı! Bu, o zamanın basınına aksetmiş1, güya ycrilmişti. Ama bu her gün ülkede olan birçok benzeri olaydan bir tanesi idi. Aşağıda, İkinci Meşrûtiyetin son yıllarında genel ve özel “mekâtib-i ibtidaiye”lerin yerel idarelere dağılımı (1329-1330 öğretim yılı) hakkında tablolar verilecektir. Burada genel okulların 3554'ü erkek, 489'u kız ve 479'u karma okullardır. Bir önceki ders yılındaki 4194 genel okuldan 3433'ü erkek, 395'i kız ve 366'sı karma idi. Genel okulların sayısına “Evkâf mektepleri” de dahildir. Özel okulların çoğundan haber gelmemiştir. B) Rüşdiye İkinci Abdülhamid döneminde bu okullar yalnız yerel hükümet dairelerine “kâtib” yetiştirmek amacına yönelmiş, ders programlarının esasını da yazı öğretimi teşkil etmişti. Haşim Paşa'nın (1852-1920?) Bakanlığı sırasında, öğretmenlerin maaşlarında yapılan indirim, ehliyetli öğretmenlerin temamen okullardan çekilmesine yol açmış, tüm öğretim vekillerin elinde kalmıştı2. İkinci Meşrûtiyetin hemen başlangıcında bu okullar için de “bu seneye mahsus” kaydıyla geçici bir program yapıldı3. Ayrıca Meclis-i Mebusan 1909 yılında ibtidailerle bu okulların kurulma çalışmalarını mahallerine bırakmayı, Maarif Nezareti’nin bütçesi oranında yalnız bu okullara yardım edilmesini kararlaştırmıştı4. 1 Tanin, 30 Kasım 1914. MS, “Talim ve Terbiye meselesinde”, Sabah, 1 Aralık 1914. 2 Ahmed Sıtkı, “Taşra mekâtib-i rüşdiyesinin ıslâhı”. Serbesti, 3,5,15,226,29 Aralık 1908. 3 Sâtı, “Maarif ne vakte kadar bu halde...”, Tanin. 8 Şubat 1909 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Şubat 1325, S.599. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 296 ~ Tablo 19) İkinci Meşrûtiyetin son yıllannda genel ve özel “mekâtib-i ibtidaiye”Ierin yerel idarelere dağılımı (1329-1330 öğretim yılı)1 Yerel idareler İstanbul vilayeti Edirne vilayeti Adana vilayeti Ankara vilayeti Aydın vilayeti Bagdad vilayeti Beyrut vilayeti Haleb vilayeti Hüdâvendigâr vilayeti Diyarbekir vilayeti Suriye vilayeti Sivas vilayeti Trabzon vilayeti Kastamonu vilayeti Konya vilayeti Musul vilayeti Erzurum vilayeti Bitlis vilayeti Basra vilayeti Hicaz vilayeti Van vilayeti Yemen vilayeti Mamuretulaziz vilayeti Urfa livası İzmit livası Bolu livası Teke livası Cânik livası Çatalca livası Zor livası Kudüs livası Karesi livası Menteşe livası 1 Genel okullar Özel okullar 116 158 204 329 159 50 291 50 439 241 63 10 136 421 213 147 212 1098 60 10 129 32 167 1427 229 85 261 1114 314 148 56 84 198 83 80 28 61 51 47 96 185 191 23 32 45 6 117 9 8931 71 147 45 35 39 30 290 125 86 42 8 Topl. 274 533 209 341 680 73 557 360 1310 70 161 1594 314 1375 465 140 198 163 28 61 98 96 376 55 51 126 120 218 81 39 320 211 50 Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, 1329-1330 Senesine Mahsus Maarif-i Umûmiye İhsaiyat Mecmuasıdır, İstanbul. 1336. S.7. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 297 ~ Kayseri livası Asir livası Karahisar-ı Sâhib livası Kal'a-i Sultaniye livası Medine-i Münevvere 46 .1 43 40 11 994 1 6 132 - 1040 2 49 172 11 İlk kurulduklarında ortaöğretim kademesi içinde olan bu okullar, giderek ilköğretim kademesine geçtiler. Bu, İkinci Meşrûtiyet döneminde iyice belirginleşti. 1913'de de ibtidailerle birleştirildi. Zaten Emrullah Efendi, 1910 yılında Meclis'e sunduğu “Tedrisat-ı İbtidaiye Kanunu Lâyihası”nda rüşdî okulları, ilköğretimin yüksek kısmına ait okullar olarak niteliyor, 'bunlar ilkokulların bilgisini tamamlar ve öğrencileri ortaöğetime hazırlar', diyordu. Ona göre rüşdiyeler, sıbyan okullarıyla idadiler arasında bir “vâsıta” idi. Sıbyan okullarının bilgisini tamamlamak üzere açılan “sınıf-ı mütemmime” lere de “rüşdiye sınıfları” denilebilirdi1. 1911 yılında rüşdiye okullarında okutulan dersler şunlardı2: I. yıl: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Dînîye, Türkçe, Kıraat, Malumat-ı Fenniye, Arabî, Hesab, Malumat-i Medeniye, Tarih, Coğrafya. II. yıl: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Diniye, Türkçe, Kıraat, Malumat-ı Fenniye, Farisî, Arabî, Hesap, Hendese, Tarih, Coğrafya, Malumât-ı Medeniye, Fransızca. III. yıl: Kur'ân-ı Kerim, Ulûm-u Diniye, Kıraat, Türkçe, Malumat-ı Fenniye, Farisî, Arabî, Hesab, Hendese, tarih, Coğrafya, Malumat-ı Medeniye, Fransızca. İkinci Meşrûtiyet döneminde ibtidailerin olduğu gibi, rüşdiyelerin de “Örnek”leri açılmıştı. Bakanlığın İstanbul için 1910 yılı başlarında hazırladığı “Numune rüşdiyeleri” lâyihasına göre, dokuz örnek rüşdiye kurulacak, müdürleri Belçika'dan getirilecek, yabancı ülkelerin aynı derecedeki okul programları burada da uygulanacaktı. Okulda yalnız Fransızca ve fen bilimleri öğretimi olacaktı3. Bu rüşdiyeler unsurlar arasında kardeşliği sağlamak, Türklere Fransızca öğretmek, 1 Emrullah, “Tedrisat-ı İbtidalye”, Mülkiye, 23(1326), S.57. Sabah, 14 Ekim 1911. 3 “Maarif Nezaretinin bir teşebbüs-ü müfidi”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 6 Mart 1910 (La Turquie'den). 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 298 ~ gayrimüslimlere Türkçe öğretmek amacına yönelikti. Ayrıca idadilere devam etmeyecek olan öğrencilere, bu okulda bazı pratik bilgiler verilecekti. Burada mubassırların yerine Fransızcadan başka dil bilmeyen memurlar atanacaktı. Dinî bilgiler çeşitli unsurlara .göre ayrı ayrı verilecekti. Bu okullara aynca bir de “classes supplémentaires”ler eklenecekti1. Numune rüşdiyelerinin kurulması ilk defa 1909 yılı bütçesinde öngörülmüştü. Emrüllah Efendi'nin 1910 yılı bütçesinde yaptığı konuşmaya göre 21 tane de numune rüşdiyesi açılmıştı2. Bunlarda 1, 2 ve 3. derecedeki öğretmenlerden 25 öğretmen vardı. Emrullah Efendi, numune ibtidaileri ve rüşdiyeleri gibi, numune idadileri de açacağını söylüyordu3. 1911'lerin sonunda İstanbul'da yeni bir esas üzerine bazı numune rüşdiyeleri kurma çalışmalarına girişildi4. Meşrûtiyetin başlarında bir ara kapatılan Dârülmuallimîn-i Rüşdiyeler, 1910 yılında Emrullah Efendi tarafından yeniden açtırıldı. Buraya, yüksekokul mezunları alındı. Bazı vilâyellerdeki kız rüşdiyelerine de ek sınıflar konularak bunlardan kız öğretmenler yetiştirilmeye başlanıldı. 1 “Numune rüşdiyeleri”, Sabah, 8,19 Ekim 1911. Tanin; 20 Eylül 1911. 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2106. Bu okullar, “Alliance” okullarına benzer olarak Abdurrahman Şeref Beyin Bakanlığı sırasında, ilk defa İstanbul'da 3 yerde birden açılmışlardı. Ergin, O.N.,a.g:e. S.1183-1184. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2174. 4 Sabah, 8 Ekim 1911. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 299 ~ Tablo 20) İkinci Meşrûtiyetin son yıllarında genel ve özel “mekâtib-i ibtidaiye”lerdeki öğretmenlerin yerel idarelere dağılımları1 Yerel idareler İstanbul vilâyeti Edirne “ Adana “ Ankara “ Aydın “ Bağdad “ Beyrut “ Haleb “ Hüdâvendigâr “ Diyarbekir “ Suriye “ Sivas “ Trabzon “ Kastamonu “ Konya “ Musul “ Erzurum “ Bitlis “ Basra “ Hicaz “ Van “ Yemen “ Mamuretulaziz “ Urfa livası İzmit “ Bolu “ Teke “ Cânik “ Çatalca “ Zor “ Kudüs “ Karesi “ Menteşe “ 1 erkek 411 280 247 366 773 137 253 458 334 75 216 269 284 364 436 91 268 117 38 79 63 124 264 41 57 153 111 122 51 49 75 242 64 Genel kadın 198 56 53 43 204 19 58 69 56 11 45 50 26 30 37 8 29 14 4 1 4 1 27 6 15 22 5 27 9 2 18 29 10 erkek 569 377 144 77 447 98 421 249 210 10 84 155 102 163 122 73 Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, a.g.e. 93 257 35 8 4 33 172 35 398 116 16 Özel kadın 349 117 60 53 327 28 288 212 124 43 4 78 21 16 25 126 25 3 5 8 50 22 70 35 6 erkek 940 663 391 443 1220 235 674 607 544 85 290 424 386 364 599 213 268 190 38 79 156 124 521 76 65 157 144 294 86 49 473 358 80 Toplam kadın 547 173 113 96 541 46 346 281 180 11 45 93 30 33 115 29 29 30 4 1 32 1 153 31 18 27 13 77 31 2 88 64 25 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 300 ~ Kayseriye “ Asir “ Karahisar-ı Sâhib livası Kala-i Sultaniye “ Medine Münevvere 70 1 74 62 21 4 11 17 3 80 13 138 - 29 1 13 - 152 1 87 200 21 33 11 30 3 Tablo 21) İkinci Meşrûtiyetin son yıllarında “mekâtib-i ibtidaiye”lerdeki Öğrencilerin dağılımı (1329-1330 öğretim yılı)1 Yerel idareler İstanbul vilâyeti Edirne “ Adana “ Ankara “ Aydın “ Bağdad “ Beyrut “ Haleb “ Hüdâvendigâr “ Diyarbekir “ Suriye “ Sivas “ Trabzon “ Kastamonu “ Konya “ Musul “ Erzurum “ Bitlis “ Basra “ Hicaz “ Van “ Yemen “ Mamuretulaziz “ Urfa livası İzmit “ Bolu “ 1 A.g.y. Mekâtib-i ibtidaiye 40.696 32.743 1.3.863 17.380 64.409 7.065 33.633 22.643 71.429 2.498 1.236 21.151 11.799 35.900 25.440 5.327 6.907 5,723 930 1.024 5.251 2.553 19.104 3.427 7.760 5.274 Mekâtib-i tâliye 6.961 304 104 700 2.109 1.001 1.083 414 649 417 2.246 789 402 319 708 523 91 322 75 131 130 900 131 191 121 Toplam 47.675 33.093 13.967 18.080 66.018 8.066 34.716 23.062 72.118 2.905 3.482 21.940 12.175 36.219 26.148 5.850 7.367 6.045 1.005 1.024 5.382 2.683 20.004 3.558 7.951 5.395 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 301 ~ Teke “ Cânik “ Çatalca “ Zor “ Kudüs “ Karesi “ Menteşe “ Kayseriye “ Asir “ Karahisar-ı Sâhib livası Kala-i Sultaniye “ Medine Münevvere 9.783 3.997 1.165 3.665 12.789 13.290 3.542 8.517 4.390 8.908 667 114 21 95 689 750 176 460 298 146 325 88 9.897 4.018 1.261 4.354 13.539 13.466” 3.633 8.815 4.536 9.233 755 1910 yılında 21 tane numune rüşdiyesi, bir öğretmenle idare olunan 200, iki öğretmenle idare edilen 193, üç öğretmenle idare olunan 44; toplam 458 erkek rüşdiyesi vardı. Kızlar için ise 58 bir öğretmenli, 22 iki öğretmenli ve 20 de üç öğretmenli olmak üzere 80 rüşdiye vardı. Rüşdiyelerdeki öğretmenlerin menşeleri ise şöyle idi1: Tablo 22) 1910 yılında Rüşdiye öğretmenlerinin menşeleri Öğretmenlerin menşeleri Dârülmuallimîn-i Rüşdiye mezunu İdadi mezunu Özel öğretimden geçmiş kişiler Nereden mezun olduğu bilinmeyen Toplam Sayı 140 71 55 170 463 Bakan'ın verdiği bilgiye göre 1910 yılında 70-80 rüşdiyede hiç öğretmen yoktu. Rüşdiyeleri, ibtidaiyelerle birleştirme çalışmaları tâ Emrullah Efendi zamanında başladı. Emrullah Efendi ibtidaileri dört yıl yaparak rüşdiye öğretmenlerini ilkokullara dağıtmak istiyordu2. Ancak bunu gerçekleştiremedi. Bunun gerçekleşmesi, 1913 yılında yayınlanan “Tedrisat-ı İbtidaiye Kânûn-u Muvakkati” ile oldu. 1 2 Msclis-i Mabusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2106-2107. A.g.y. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 302 ~ Osmanlı Devleti'nde 19)3-1914 öğretim yılı ilköğretimine ait sayısal bilgiler1: 1. Kuruluş tarihlerine göre ilkokullar Açılış tarihi 1908 Eylülünden önce 1908 Eylülünden sonra Bilgi alınamayan Toplam Kız 153 286 ? 439 Erkek 970 2017 ? 2987 Karma 147 329 ? 476 Toplam % 1270 28.37 2632 58.80 574 12.82 4476 100.00 2. Öğretmen sayısına göre ilkokullar: Okul cinsi Altıdan fazla Altı öğretmenli Beş öğretmenli Dört öğretmenli Üç öğretmenli İki öğretmenli Bir öğretmenli Belli olmayan Toplam Kız 24 14 19 37 77 134 164 4 473 Erkek 66 77 83 138 347 527 2263 36 3536 Karma 1 2 1 15 30 419 9 477 Toplam 90 92 104 176 439 691 2846 49 4535 % 1.98 2.02 2.29 3.88 9.68 15.23 6175 1.08 100.0 3. Dershane sayısına göre ilkokullar Okul cinsi Numune ibtidaiyesi Altı dershaneli Beş dershaneli Dört dershaneli Üç dershaneli İki dershaneli Bir dershaneli Toplam % Kız 7 59 19 42 140 99 107 473 10.8 Erkek 19 207 42 160 589 732 1787 3536 78.8 Karma 2 1 11 61 130 272 477 10.6 Toplam 26 268 62 213 790 961 2166 4486 100.0 % 0.5 5.9 1.3 4.7 17.6 21.4 48,2 100.0 Genel toplam: 4486 + 13* + 36**= 4535. *) Var olup* bilgi alınamayan. **) Evkafa bağlı. 1 Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, 1329-1330 Senesine Mahsus Maarif-i Umûmiye Ihsalyat Mecmuasıdır, İstanbul. 1336. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 303 ~ 4) Bina durumu bakımından ilkokullar Bina duruma Yeni binalar Uygun binalar Tamire muhtaç binalar Genişletilmeye muhtaç binalar Uygun olmayan binalar Bilgi alınamyan binalar Toplam Sayı 441 906 475 446 1564 137 3968 % 11.11 22.83 11.97 11.24 39.42 3.45 100.00 Okul binalarının büyük bir kısmı Hükümete veya yerel eğitim idarelerine ait idi (2659). Diğer binalardan 377'si Evkafa, 425’i köy halkına, 359'u da kişilere ait idi. İlköğretim harcamalarının büyük bir kısmı ise (% 87.14) maaşlara harcanıyordu. 5. Genel ilkokullarda başarı durumu: Başarı durumu Geçenler Kalanlar Sınav sonucu belli olmayan Mezunlar Toplam Kız 145.077 34,68922.824 4.117 206.707 Erkek 34.955 10.138 2.690 500 48.283 Toplam 180.032 44.827 25.514 4.617 254.990 6. İlkokullarda öğrenci sayısı (cinsiyete göre) Cinsiyet Erkek Kız Toplam Sayı 206.707 48.283 254,990 % 81.06 18.93 100.00 7. Genel ilkokullarda Öğretmenlerin menşeleri: Menşeler Dârülmuallimîn Dârülmoallimât İki yıllık DârülmuaUimîn Sultanî İdadi Muallim muavini (Ehliyetli) Sayı 1170 231 1153 23 453 1950 % 14.32 2.82 14.12 0.28 6.65 23.88 % 70.6 17.5 10.0 1.8 100.0 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 304 ~ Dersten mezun Diğer okullardan mezun Bilgi alınamyanlar Genel Toplam 318 1804 1063 8165 3.89 22.09 13.01 100.00 Öğretmenlerin % 84,1'i (6872) erkek, kalanlar ise kadın idi. C) MEKÂTİB-İ VAKFİYE Osmanlı Devletindeki “Mekâtib-i vakfiye” adıyla anılan vakıf okulları, genellikle ilkokul düzeyinde idi. Meselâ İstanbul'da sayısı 260'a ulaşan vakıf okullarının 251'i ilkokul, 3'ü rüşdiye ve bir tanesi de idadi derecesinde idi1. Taşradaki vakıf okullarının hemen hemen tamamı ilköğretim düzeyinde idi. Her ne kadar nazariyatta bütün vakıfların idaresi Evkaf Nezareti'ne bağlı ise de, aslında vakıfların pek çoğu kendi başlarına terkedilmişlerdi. İkinci Abdülhamid döneminin başlannda bir “irade-i seniyye ile” bütün ülkedeki eski bozulmuş vakıfların gelirleri yerel ibtidai okulları idaresine bırakılmıştı. Hemen hemen ülkedeki ilkokul öğretmenlerinden % 80'i bu bozulmuş vakıflardan maaş alıyorlardı2. Daha sonra bu usul de bozuldu ve vakıflardan sağlanan bu gelirler onarım, mescit, medrese, hastahane ve hayır kurumların arasında dağıtılmaya başlandı. İkinci Meşrûtiyet yıllarında vakıf okulları Evkaf Nezaretine, bağlı idi. Bu okullardaki öğretmen maaşları, ders araç ve gereçleri, Eğitim bütçesinden verilen ödenekle sağlanıyordu. Ancak Bakanlık bu ödenekten Dârüşşafaka gibi okullarla İnas Sultanisi gibi prejelere de yardım ediyordu3. Vakıf okulları İkinci Meşrûtiyetin ilk yıllarında hemen hemen tamamen kendi hallerine bırakılmışlardı. Evkaf Nezareti'nin bunlar için ayırdığı ödenekler yerlerine ulaşmıyordu. Bu okulların öğretmenleri vakıf gelirlerinden pek yararlanamıyorlar 1 D.K., Tedrisat-ı İbtidaiye”, Sabah, 25 Kasım 1913. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 6 Mayıs 1927, S.3128-3135. 3 “Mekâtib-i vakfiye”, Sabah, 10 Ocak 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 305 ~ ve okuttukları çocuklardan aldıkları ücretlerle geçiniyorlardı. Okul binası olarak kullanılan yapılar, öğretim ve sağlık açısından hiç uygun değil idiler. 1912 yılı ortalarından itibaren, kamuoyunda ilköğretim sorunlarının tekrar dikkatleri çekmeye başladığı dönemde, vakıf okulları da tartışmalara girmeye başladı. Bir yandan azınlık ilkokulları, bîr yandan da Mısır Evkaf Nezaretinin “küttab”lar üzerine yaptığı düzeltme çalışmaları vakıf okullarının ıslâhı için örnek gösterilmeye başlandı1. 1913 yılı başlarında da bizzat Evkaf Nâzırı, Bakanlığına bağlı kütüphane ve ilköğretim düzeyindeki okulları sıkı bir denetlemeye tâbi tutmaya ve biraz düzelecek gibi olanları hemen, durumları çok kötü olanları da gelecek yıl için ıslâh etme çalışmalarına başladı2. Daha sonra Bakanlık bünyesinde “Müessesât-i İlmiye İdaresi” adlı bir müdürlük kuruldu. Bu idare önce İstanbul'daki bütün vakıf okullarını denetlemeye ve iyi öğretim yapanları Bakanlığa bildirerek ödüllendirmeye başladı3. Bu müdürlük denetimlere devam ederken bir “Mekâtib-i Vakfiye Komisyonu” kurarak sonuçları değerlendirmeye ve ıslâhı yolları aramaya başladı4. Daha sonra bu kuruluşların çalışmalar) ışığında Bakanlık vakıf okulları için sıkı bir program uygulamaya girişti. Bu çalışmalar kısaca şu şekilde özetlenebilir5: o Öğretime uygun okul binaları korunmuştur. o Sağlığa aykırı okul binaları kapatılıp, öğrencileri çevredeki diğer okullara yerleştirilmiştir. o Yeni anaokulları ve sıbyan okulları açmak için tasarılar hazırlanmaya ve bunlara öğretmen yetiştirmek için Makriköy İttihad-ı Osmânî Mektebi'nde on kız okutulmaya başlanmıştır. o Vâkıf okullarına öğretim araç ve gereçleri alınmıştır. Bostancı ve Üsküdar-Ayazma'da modern vakıf ibtidaiye binaları yaptırılmıştır. Beşiktaş'daki bir vakıf okulunu da doğrudan Bakanlığın idaresine almıştır. 1 D.K., “Umur-u Evkaf”, Sabah, 7 Haziran 1912. 'Vâkıf Mektebler”, Tercüman-ı Hakikat, 1 Ocak 1913. 3 “Vakfiye mekteblerini teftiş”, Sabah, 12 Ağustos 1913 4 “Mekâtib-i Vakfiye Komisyonu”, Sabah, 22 Eylül 1913. 5 D.K., “Tedrisat-ı İbtidaiye”, Sabah, 25 Kasım 1913. 2 7. Özel ilkokulların sayısal durumu Din ve milliyetler Müslim Ram Ermeni Musevi Bulgar, Keldani, Süryani Osmanlı özel okullar toplamı Yabancı İlkokullar Alman Avusturya Fransız RÖS İngiliz Amerikan İtalyan, Bulgar, İran v.s. Yabancı ilkokullar toplamı Genel toplam Yüzde (%) Okullar Kız 114 151 80 20 26 391 Erkek 1.073 382 76T 67 79 2368 Karma 3.500 712 237 44 31 4.524 Toplam 4.687 1.245 1.084 131 136 7.283 Öğrenciler Kız 33.157 32.937 16.034 2.276 1.998 86.402 Erkek 79.987 47.930' 22.888 16.707 5.185 172.697 Toplam 113.144 80.867 38.922 18.983 7.183 259.099 9 2 25 15 10 14 4 79 470 6.72 5 27 9 21 9 3 74 2.442 32.57 15 1 6 17 3 1 3 62 4.586 61.16 29 3 58 41 34 40 10 215 7.498 100.00 1.956 512 3.506 1.859 462 2.133 583 11.011 97.413 34.76 1.327 140 3.624 1.712 1.556 1.511 295 10.165 182.862 65.24 3.283 652 7.130 3.571 2.018 3.644 878 21.176 280.275 100.00 Öğretmenler Bayan Bay 188 2.749 784 1.234 520 805 175 416 70 221 1.737 5.425 112 27 95 36 26 76 23 395 2.132 26.87 63 2 168 38 25 62 15 373 5.798 73.13 Top. 2.937 2.018 1.325 591 291 7.162 175 29 263 74 51 138 38 768 7.930 100.00 o 1913 yılında Tedrisât-ı İptidaiye Kânûn-u Muvakkati'nin yayınlanmasıyla bazı durumlar ortaya çıkmış, Evkaf Nezareti vakıf okullarındaki öğrencilerin, öğretmenlerine ücret vermelerini yasaklamaya ve ücret alan öğretmenler arasında sıkı bir tensikat yapmaya girişmiş, ancak çok başarılı olamamıştır. Vakıf okullarında ders veren öğretmenlerin bir defteri hazırlanmış, bazıları emekli yapılmış, bazılarına tazminat verilmiştir. Küçük okullar birleştirilmiş, öğretmenlerin maaşları Bakanlık bütçesinden verilmeye başlanmıştır. Bunlardan başka Bakanlığın yapmayı tasarladığı işler arasında vakıf okulu öğretmenlerine haftada bir iki kere eğitim ve öğretim metodu konferansları verdirmek, yeni alınacak öğretmenlerin öğretmen okulu ve idadi mezunu olmalarına özen göstermek, öğretimde kullanılacak kitapların Bakanlık tarafından seçilmesini sağlamak, durumu uygun olan okullarda beden eğitimi dersleri yaptırtmak gibi kararlar vardı. Bakanlık her okulda bir “Vukuat ve Malzeme Defteri” tutmayı; her öğrencinin yanına okul notları, aile durumlarını v.s. içeren bir defter vermeyi, denetlemeleri genişletmeyi de tasarlıyordu. 1913 sonlarında vilâyerlerdeki Evkaf okullarının da istatistikleri tutulmaya ve durumları incelenmeye başlanmıştı1. Evkaf Nezareti’nin çalışmaları bu doğrultuda devam ederken2, Meclis-i Mebusan'da Mamuretülaziz mebusu Said Efendi şöyle diyordu3: “... yoksa Maarifin mekâtib-i ibtidaiyesinden bize bir hayır yoktur. Evkaf Nezareti dinî iptidailer açsın. Hep öbür mekteplere ehemmiyet verirsek cenazelerimizi yıkayacak kimse bulunmayacaktır”. Maarif Nezâret'inin 1336'da yayınladığı 1913-1914 öğretim yılı istatistiklerinde İstanbul'da 35 “mekâtib-i ibtidaiye-i vakfiye” bulunduğu, bunlarda 105 öğretmen ve 3.459 öğrenci olduğu ayrıntılı olarak ve bazı önemli çelişkilerle gösteriliyordu4. 4.2.3. ORTAÖĞRETİM İkinci Meşrûtiyet döneminde Osmanlı eğitiminin en çok ve en esaslı değişmeye uğrayan kademesi, ortaöğretim idi. Ortaöğretim kademesinde idadiler ve 1 a.g.y. “Evkaf Mektepleri”, İkdam, 22 Mayıs 1914. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 4 Temmuz 1330, S.799. 4 Maarifi Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi; 1329-1330 Senesine Mahsus Maarif-i Umûmiye ihsaiyat Mecmuasıdır, S.88-89. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 308 ~ “Galatasaray Sultanisi” vardı. Daha sonra “Lise teşkilâtı” diye yeni bir öğretim örgütü kuruldu. İkinci Meşrûtiyet ortaöğretimi, başlıca üç ana grupta incelenebilir: A) İdadiler “İdadi” adı verilen ortaöğretim kurumları da iki çeşit idi: Beş yıllık idadiler ve yedi yıllık idadiler. - Beş yıllık idadiler: Osmanlı idarî örgütüne göre “liva”lardaki idadiler beş yıllık idi. Bunların ilk üç yılı rüşdiye, kalan iki yılı da idadi öğretimine ayrılmıştı. Bu okulların amacı, Dârülfünun ve yüksekokullara öğrenci yetiştirmek değil idi. Bulunduğu yörenin işlerini idare edecek, imarını sağlayacak adam yetiştirmeye yönelik okullardı. Başlangıçta bu okullara 10-15 yaşları arasındaki ibtidai mezunları alınıyordu1. 1913 Haziran'ında Bakanlığın bütün mutasarrıflıklara, Maarif Müdürlüklerine gönderdiği bir yazıda2, bu beş yıllık idadilere, ibtidailerle beraber rüşdiyeyi bitirenlerin alınacağı ve okulun biri hazırlık (“izharî sınıf”) olmak üzere üç yıllık olarak belirlendiği ilân ediliyordu3. Hazırlık sınıfları çeşitli okullardan gelen öğrencileri bilgi yönünden eşitleştirmeye çalışacaktı. Hazırlık sınıflanm bitirenler ikişer yıllık olan dört şubeden birine girmek zorunda idiler. Bu şubeler “umumî”, “ziraî”, “ticarî” ve “sınaî” adlarını taşıyorlardı. Bazı dersler bütün şubelerde ortak olarak okutulacaktı. Bakanlığın yazısında, bu şubelerin ders programlarının bir uzmanlar heyetince hazırlanacağı yazılıyordu. Her idadi, bu dört şubeden en az ikisini açmak zorunda idi. Bu üç yıllık rüşdiyelerin ayrılıp, liva idadilerinin hazırlık sınıfıyla beraber üç yıla indirilmesi 1914 yılından itibaren uygulanacaktı. Her liva hangi şubelerin açılacağını Bakanlığa bildirecek, Bakanlık da ona göre kadro ve ödenekleri belirleyecekti. “Sultani teşkilâtı”nın kurulmasından sonra liva idadilerinde böyle bir düzenlemeye geçmek zorunlu idi. Yeni idadi örgütü, öğrencilerin başka okullara ve özellikle yükseköğretime girmelerini engellemeye yönelikti. Yüksek öğretim yapmak 1 Maarifi Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i idadiyeye Mahsus Talimatname, İstanbul, 1325, S.23. 2 “Mekâtib-i idadiye Hakkında”, Sabah ve ikdam, 9 Haziran 1913 (Yazının tam metni var) 3 Beş yıllık idadilerin üç yıla indirilmeleri, tâ 1910'da Emrullah Efendi'nin projesiydi. Bak: Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S 2122. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 309 ~ isteyen bütün öğrenciler, sultanilere sevkediliyorlardı. Sultanî programları da bu şekilde düzenlenecekti. İkinci Meşrûtiyetin ilânından hemen sonra “bu seneye mahsus” kaydıyla, ibtidai ve rüşdî okullar için olduğu gibi, idadiler için de yeni programlar yapıldı. İdadi programlarına Tarih-i Umûmî, Malumat-ı Medeniye gibi dersler konuldu1. Beş yıllık idadilerde 1327'de (1911) uygulanan program ise şu şekildeydi (Tablo 23): Ahmet Şükrü Bey'in yedi yıllık idadileri tamamen sultaniye çevirip, liva idadilerini üç yıla indirmesinden sonra, 1914'te bu üç yıllık idadilerin programları yeniden hazırlandı. 1914 Mart'ında bu programlara geniş oranda sanayi, ticaret ve ziraat derslerinin konulması ve bu programı Ticaret ve Ziraat Nezareti’nin uygulaması kararlaştırıldı2. Her iki Bakanlığın görevlendirdiği kişilerden oluşan bir Komisyon, idadi programlarını düzenlemek için 29 Mart 1914'den itibaren toplantı yapmaya başladı. “Tedrisat-ı Tâliye Program Encümen-i Daimisi” çalışmalarını 1914 Haziranında tamamladı. Komisyon daha ziyâde örgüt üzerinde durdu. 1913'de Bakanlığın hazırladığı taslağı hemen hemen aynen kabul etti. Ancak bu üç yıllık idadi programlarını, vilâyetlerin gerekli hazırlıkları yapıp, âlet ve edevatı sağladıktan sonra 1915 yılında uygulamayı kararlaştırdı3. - Yedi yıllık idadiler: Bu idadiler, Osmanlı idarî bölümlemesinin vilâyet merkezlerinde idi. İlk üç yılı rüşdiye, kalan dört yılı da idadi öğretimi yapıyordu. İkinci Meşrûtiyetin ilânından hemen sonra 1909'da idadi programlarının değiştirilmesi düşünüldü. Bir komisyon kuruldu ve “bu seneye mahsus” kaydıyla, hiç bir eğitim amacı olmayan gelişigüzel düzenlenmiş ders dağıtım cetvellerine göre bir müfredat programı hazırlandı. Haftanın ders saatleri toplamını geçmemek şartıyla, ders saatleri gelişigüzel ayarlandı4. 1 Sâtı’, “Meşrûtiyetten sonra Maarif tarihi..”, S.657. “Beş senelik idadiler ne oluyormuş?”. Yeni Fikir, 111/13(1329) S 423-425 2 “Mekâtib-i İbtidaiye programı”, Sabah, 22 Mart 1914. 3 “İdadi Programı”, Sabah, 20 Haziran 1914. 4 Sâtı', “Meşrûtiyetten Sonra Maarif tarihi”, S.660. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 310 ~ Tablo 23) Beş yıllık idadilerin ders programları1 Dersler Kurân-ı Kerîm ve Tecvid Ulûm-u Diniyye Hesap Hendese İlm-i Eşya Hikmeti Tabiiye Tarih-i Tabiî Hıfzıssıhha Coğrafya Tarih Arabî Türkçe Fransızca Malumat-ı Medeniyye Ahlâk Malumat-ı İktisadiye Malumat-ı Kanuniye Ziraat Usul-ü Defterî Evrak ve Muhaberat-ı Ticarî Toplam Arapça Rumca Bulgarca Ermenice Hatt (Rık'a ve Sülüs) I 3 2 3 3 2 2 2 5 1 1 24 2 2 2 2 1 II 2 2 2 1 3 2 2 2 5 2 1ı 24 2 2 2 2 1 III 1 2 1 2 1 2 2 2 2 4 2 1 1 1 24 2 2 2 2 1 IV 1 3 3 2 2 2 2 1 3 4 1 25 2 2 2 2 1 V 1 3 3 2 1 1 2 2 1 2 4 -1 1 1 25 2 2 '2 2 1 Yedi yıllık idadilerin 1911 yılında uyguladıkları müfredat programı şu şekildeydi: 1 Yücel, Hasan Ali, Türkiye'de Orta Öğretim, İstanbul, 1939, S. 154. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 311 ~ Tablo 24) Yedi yıllık idadilerin müfredat programı1 Dersler Kurân-ı Kerîm maa Tecvid Ulûm-u Diniyye Hesab Hendese Cebir ve Müsellesat Malumat-ı Fenniye Hikmet-i Tabiiye ve Mekanik Kimya Tarih-i Tabiî Hıfzıssıhha Coğrafya Tarih Arabî Farisi Türkçe Fransızca Malumat-ı Medeniyye Ahlâk Malumat-ı İktisadiye Usul-ü Defterî Toplam Arapça Rumca Bulgarca Ermenice Hatt (Rık'a ve Sülüs) 1 2 2 2 2 2 3 6 22 1 2 2 2 2 1 1 2 2 2 1 5 1 1 22 1 3 1 2 2 2 2 2 2 -1 1 4 2 1 22 1 4 2 3 1 1 2 2 2 2 4 4 1 24 2 2 2 2 1 5 2 2 2 1 2 2 2 1 3 5 1 1 1 24 2 2 1 2 1 6 2 1 1 2 2 2 2 2 2 3 1 2 23 1 2 2 2 2 7 2 1 3 3 1 1 1 3 2 3 1 2 23 .1 2 2 2 2 İkinci Meşrûtiyet döneminde yedi yıllık idadiler iki aşamalı bir çalışmayla “sultani” veya “lise”ye çevrildiler. İlk aşama Emrullah Efendi’nin girişimleriyle oldu. Emrullah Efendi, bütün Osmanlı unsurlarının ortak eğitim ve öğretim görecekleri bir öğretim kademesi belirlemek istiyordu. Bunu ilköğretim seviyesinde sağlamanın güçlüğünü görünce, idadilerde gerçekleştirmeyi düşündü. Ancak ülkede pek çok idadi vardı. Düşündüğü şekli hepsinde uygulayamayacağını anladı ve daha az sayıda idadiyi değiştirmek istedi. 12 vilâyet idadisini İstanbul'daki “Mekteb-i Sultani” şekline 1 Yücel, Hasan Ali, a.g.e. S.155. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 312 ~ çevirmek istedi. Bunların müdür-ü sânilerini Avrupa'dan getirtmeyi, son iki sınıftaki bazı derslerin sırf Fransızca okutulmasını kararlaştırdı1. Öğretmenlerin maaşlarını da arttırarak, muktedir öğretmenler buldu. Emrullah Efendi, bu tasarılarını uyguladı. Bu okulların yönetmeliği 3 Ekim 1910'da yapıldı. Bu Yönetmelikte “lise” şeklinde düzenlenmesi gereken idadiler eski hallerine benzediği için birbuçuk ay kadar sonra yönetmelik yeniden değiştirildi. Bakanlık bu yeni kurduğu okullara da “Sultani” diyordu. Bu değişiklik sırasında Bakanlığın pek çok hataları oldu, ama bunlar zaman içinde halledildiler. Kalan yedi yıllık idadiler hakkında da 1913 Nisan'ında “sultaniye çevrilme” kararı alındı. Bu çevrilme sırasında okullar, da genişletilecekti. Bakanlık, buralarda Rumeli'den gelen öğretmenleri istihdam etmeyi hesaplamıştı2. Sultaniye çevrilme karan 1914 yılından itibaren uygulanacaktı. Şükrü Bey'in bu karan almasında o zamanki yedi yıllık idadilerle, sultani diplomalannın derecelerinin eşit olması önemli rol oynamıştı. Diplomalar mezunlara aynı hakları sağladığından ve sultani öğretiminin de bir yıl fazla olmasından kimse sultani son sınıfı okumuyor ve oradan yedi yıllık idadilere nakil yaptırarak idadi diploması alıyorlardı. Bu sebepten iki yıldır sultanilerin son sınıfları açılamamıştı. Şükrü Bey bunu bir yandan sert önlemler alarak engellemeye çalışırken, kesin çözüm yolu olarak da yedi yıllık bütün idadileri sultaniye çevirtti3. İkinci Meşrûtiyet döneminin başlangıcında bütün ortaöğretim okullarıa “idadi” deniyordu. İdadilerde okuyan yatılı öğrenciler de, gündüzlü öğrenciler de ücret vererek okuyorlardı. İdadi ücretleri 1909-1910 yıllarında Osmanlı Meclisinde ve basınında en çok tartışılan konu olmuştu. 1909 sonlarında bütçe yasası sırasında idadilere % 20 oranında parasız öğrenci alınması, kalan öğrencilerin tümünün ücretli olması kararlaştırılmıştı4. Meclis'teki tartışma ve bu hususta bir yasa çıkarma çalışmaları tâ 1909 yılı Mart'ında başlamıştı5. Bu husus 1910 yılının ilk döneminde iyice kesin 1 Fransa'dan getirtilecek bu elemanların seçim ve sözleşmeleriyle ilgili olarak Yusufyan Efendi görevlendirilmişti. Mösyö Agly adlı bir Fransızın da görevlendirilmesi tamamlanmıştı. Başbakanlık Arşivi. İrade-Maarif 1328 N 4. 2 “Anadolu mekâtib-i ibtidaiyesi”.Tercüman-ı Hakikat, 17 Nisan 1913. 3 “Maarif Nazırımızla mülakat”, İkdam, 9 Temmuz 1914. 4 “Mekâtib-î İdadiye ücretleri”, Tanin, 10 Kasım 1909. “Mekâtib-i âliye ve idadiye ücuratı”, Tanin, 4 Ağustos 1909. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 17 Şubat 1325, S.518-524. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 313 ~ hâle geldi. İdadi öğretimi İkinci Meşrûtiyet dönemine kadar parasızdı. Hükümet Devlete biraz kazanç sağlamak amacıyla bu öğretim kademesini paralı hale getirdi1. Çünkü bu ücretler Maarife harcanmıyor, doğrudan genel bütçeye katılıyordu. Bu ücretlerin yanında Bakanlık orta ve yükseköğretimde bazı fakir öğrencilerin parasız okutulması için bir yasa da çıkarttı2. Bu ücretler gündüzlü (“nehari”) öğrencilerden vilâyetlerde 2, livalarda 1,5 lira olarak almıyordu. Yatılı (“leylî”) öğrencilerden ise adları belirlenen dört gruba göre 15-25 lira arasında bir ücret alınıyordu3. İstanbul hâriç diğer yerlerdeki idadilerin rüşdiye ve ihtiyat Sınıflarından ücret alınmıyordu. Ücretler üç taksitte alınıyordu. Aynca her idadi % 20 oranında da parasız-yatılı (“ücretsiz-leyli”) ve % 20 oranında da parasız-gündüzlü “(ücretsiz-nehari)” öğrenci alacaklardı4. Meşrûtiyet başlarında idadi öğretmenlerinin maaşları büyük bir sorun oldu. Dersine gelmeyen öğretmenlerin ücretlerinden kesiliyordu. Ayrıca, yapılan “tensikat” sırasında pek çok idadi öğretmeninin maaşı da düşürülmüştü. Nail Bey'in Bakanlığı sırasında İdadi öğretmenleri grev yapma karan da almışlardı ama, Bakanın nasihatleri üzerine vazgeçmişlerdi5. İdadi öğretmenleri okuttukları derse göre maaş alıyorlardı. En yüksek maaş 700 kuruştu. Bakanın verdiği bilgiye göre, 1910 yılında idadi öğretmenlerinden 372'si 600, 272’si 500, 394'ü 100-200 kuruş arasında maaş alıyordu6. “Yıldız” (Üsküp) gazetesinin yazdığına göre Prezrin, Priştine, Üsküp ve İpek civarında en yüksek, maaş 500 kuruş idi7. Bakanlık üç gün derse gelmeyen öğretmenin maaşının yarısını, bu tekrar edildiği zaman da tamamını kesme kararı almıştı. Bu devam ettiği takdirde de istifa etmiş sayılacaklardı8. İkinci Meşrûtiyet başında yapılan “tensikat” sırasında idadilerde “seyyar muallim”lerin kullanılması kararlaştırılmıştı. Karara göre bazı dersler tamamen veya kısmen birleştirilerek bir gezici öğretmene veriliyordu. Bakanlığın 23 Ağustos 1909'da Maarif Müdürlüklerine yolladığı “Meclis-i Maarif kararı”na göre bu 1 Meclis-i Âyân Zabıt Ceridesi, 2 Mart 1326, S.128-131. Düstur. İkinci tertip, c.II, S.159. 3 Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i Idadiyeye Mahsus Talimatname, İstanbul. 1326. S.3-4. 4 a.g.e. madde: 5. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S 2193. 6 Meclis-i Mebusun Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.21O7. 7 Yıldız (Üsküp), 3 Kânunusani 1325, S.7-8. 8 Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e, S.14. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 314 ~ öğretmenler uzman (ihtisas sahibi) öğretmenler sayılıyor, kendi alanlarında araştırmalar yaparak bilgilerini arttırmaya mecbur tutulacaklarından, bunlara fazla ders verilmemesi isteniyordu1. Emruİlah Efendi “nin bazı idadileri “sultani” haline çevirmesinden dolayı, hemen aynı öğretınenler, bir isim değişikliğinden dolayı bir kaç yüz kuruş fazla maaş almaya başladılar. Bu da bir çok çalkalanmalara yol açtı. Hâsılı idadi öğretmenlerinin maaşları ve meslekte tutulmaları, bütün İkinci Meşrûtiyet boyunca bir sorun olarak devam etti. İkinci Meşrûtiyetten evvel idadi okullarının öğretim seviyesi çok düşüktü. Bu, Meşrûtiyetten sonra da devam etti. Emrullah Efendi onları Avrupalıların ilkokulları düzeyinde olarak gösteriyor ve bunu ıslâh çalışmalarına başlangıç yapıyordu2. Emrullah Efendi, idadilerdeki parasız öğretim kısmını savunurken: “... biz şimdiki halde mekâtib-i ibtidaiyede veremediğimiz tahsili hiç olmazsa mekatib-i idadiyede verebilmek için, yâni mekâtib-i idadiye tahsilini biraz daha tevsi” ediyoruz..”3 diyordu. İdadilerin seviyesini yükseltmek için alınan önlemlerin de pek başarılı olduğu söylenememiştir. Öteden beri var olan “idadi öğrencilerinin yeknesak elbise giymeleri” kararı, 1910'dan itibaren uygulamaya konuldu. Elbisesi olmayan öğrencileri okula almama kararı verildi4. Ancak fakir halka 300 kuruş civarında bir masraf yükleyen bu kararın kararın tavizsiz uygulanamayacağı da açıktı. İdadi öğretiminin dili de bu dönemde tartışma konusu oldu. 1910 yılında Arnavutluk'taki dil ve harf sorunu, 1913 yılında da Arap vilâyetlerindeki öğretim dili sorunu idadi okullarını da içine aldı ve kendini kabul ettirdi. Arapça öğretim sancak idadilerinde yapılacak, diğer idadi ve sultanilerde öğretimin temeli Türkçe olacaktı ama bazı derslerin Arapça verilmesi de öngörülmekteydi5. Bakanlık daha sonra bu hususları görüşecek bir “Tedrisat-ı Arabiye Komisyonu” bile kurmuştu6. 1 “İdadi muallimleri'', Tanin, 24 Ağustos 1909. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 17 Şubat 1325, S.519. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Mart 1326, S.128-129. 3 a.g.y. 4 “Mektep talebesinin yeknesak elbisesi”, Tanin, 28 Ekim 1909. 5 6 Nisan 1329 tarihli irade-i seniye, Düstur. İkinci tertip, c. V, S.318-319. 6 Sabah, 21 Temmuz 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 315 ~ İkinci Meşrûtiyet döneminin başlarında, bütün okullar hakkında olduğu gibi, idadiler hakkında da kesin sayısal bilgilere sahip değiliz. Emrullah Efendi’nin Meclis-i Mebusan'da sürekli değişen sayısal ifadelerine göre1, 20-23 arasında leylî idadiye, 70-90 arasında da neharî idadiye vardı. Okul sayısındaki belirsizlik bu kadar derin olunca, öğrenci ve öğretmen sayılarına da pek güvenilemeyeceği ortadadır. İdadilerin 1913-1914 yılındaki miktarıyla ilgili ayrıntılı bilgiler ise şunlardır2: 1. Kuruluş tarihlerine göre idadilerin listesi: İkinci Meşrûtiyetin ilânından önce kurulanlar; Tekfurdağı, Gelibolu, Kırkkilise, Çorum, Kırşehir, Denizli, Magnisa, Trablusşam, Akka, Lazkiye, Nablus, Maraş, Bilecik, Söğüt, Kütahya, Mardin, Hama, Amasya, Tokat, Sinop, Kangiri (Çankırı), İsparta, Burdur, Niğde, Malatya, Musul, Antalya, Urfa, Bolu, Çatalca, Samsun, Karahisar-ı Sahib, Kayseriyye, Medine, Muğla (35 tane). İkinci Meşrûtiyetin ilânından 1914 yılına kadar açılanlar İstanbul İnas, İstanbul Kız Sanayi, Mersin, İzmir, Ayıntab, Eskişehir, Ergani, Siverek, Karahisar, Ordu, Rize, Giresun, İnebolu, Nevşehir, Süleymaniye, Kerkük, İzmit, Zor (18 tane) Haber alınamayan idadiler: Erzincan, Bayezıt, Muş, Siirt, Ta'z, Gümüşhane (6 Tane). 1914 yılı başlarında toplam 59 idadi vardı. 1. İdadilere kaydolanlar ve terkedenler Öğretim yılı 1328-1329 1329-1330 Toplam Kayıt 2.312 2.682 4.994 Terk 1.625 1.985 3.610 Hicaz'da Medine'de bir gündüzlü İdadi, Mekke'de ise sadece rüşdiye vardı. Mekke'deki okulun idadiye çevrilmesi, Medine'dekinin de yatılı yapılması hakkında Maarif Nazırı Ahmet Şükrü Bey’in yazısı: Başbakanlık Arşivi. Bâbıâli Evrak Odası. No: 312125. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2107-2108; 27 Mayıs 1326, S. 21732174. 2 Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, 1329-1330 Senesine Mahsus Maarif-i Umûmiye İhsaiyat Mecmuasıdır, S.50-53. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 316 ~ 2.1329-1330 öğretim yılında öğrencilerin milliyetlerine göre dağılımları Milliyet Müslim Rum Ermeni Musevi Başka milliyetler Toplam % Ücretli Ücretsiz* 921 5.889 9 48 13 62 2 15 6 5 951 6.019 13.60 86.40 Toplam % 6.810 97.9 57 0.8 75 1.1 17 0.2 11 0.2 6.970 100.0 100.00 3. İdadilerin iki öğretim yılında başarı durumları Başarı durumu Şahadetname alanlar Sınıf geçenler Sınıfta kalanlar Toplam 1328-29 503 3.852 1.839 6.194 1329-30 542 4.969 2.009 7.520 4. Öğrencilerin sınıflara dağılımları Sınıflar Öğrenci* Birinci sınıf 2.218 İkinci sınıf 1.528 Üçüncü sınıf 1,104 Dördüncü sınıf 788 Beşinci sınıf 560 Altıncı sınıf 11 Yedinci sınıf 11 Toplam 6.220 6. İdadi öğrenilenlerinin menşeleri Menşe Dârülfünun Mekteb-i Harbiye Mekteb-i Mülkiye Halkalı Ziraat Mektebi Dârülmuallimîn-i Âliye Dârulmuallimîn-i Rüşdî Dârülmuallimîn-i İbtidai * Sayı 101 26 13 2 58 29 55 1909'da Meclis'in kabul ettiği karara göre, ücretsiz öğrenciler ücretlilerin % 20’si oranında olacaktı. Buna hiç uyulmadığı, hatta tamamen tersi uygulandığı görülüyor. * Haber alınamayan altı idadinin 1,2 ve 3. sınıflarında toplam 434, 4,5,6 ve 7. sınıflarında da 116 öğrenci vardı. Buna göre idadilerdeki toplam öğrenci sayısı 6.770'i buluyordu. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 317 ~ Sultani veya idadi Rüşdiye Dersten mezun Özel okul Yabancı okul Özel Öğretim gören Başka okullardan Toplam Haber alınamayan 6 idadi Genel toplam 116 23 15 48 8 19 61 586 43 629 1328-29 öğretim yılında ise toplam 445 öğretmen vardı. B) Sultaniler İlk defa Galatasarayı’nda kurulmuş bir okulun adı olan “Sultani” 1869 Maarif-i Umûmiye Nizâmnâmesinde, ortaöğretimin üst sınıflarını oluşturmak üzere vilâyetlerde kurulması düşünülen okulların da genel adı oldu1. Ancak bunlar gerçek anlamda hiç açılmadı2. “Sultani” adı üzerindeki esas gelişmeler, hem de çok hızlı bir şekilde İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra oldu. 1908-1914 arasındaki “sultani” sorununu üç ayrı gelişme döneminde incelemek gerekir: Mekteb-i Sultani sorunu: İkinci Abdülhamid döneminde çok büyük zorluklarla karşılaşan bu okul, İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra tam bir keşmekeşin içine düşmüştü. Okul müdürsüz kalmış, öğrencilerin isteği üzerine bazı öğretmenler okuldan atılmış, yenileri atanamamıştı. Müdür-ü sânî uzun süre görevine başlamamış, mubassırların ceza verme yetkileri olmadığından öğrenciler de, öğretmenler de derslere girmemişler, şurada burada dolaşarak gösteriler yapmışlardı3. Burayı düzeltmek için 9 Ağustos 1908'de Emrullah Efendi, Okulun Müdürlüğüne getirilmişti4. Daha sonra 30 Aralık 1908'de atanan Tevfik Fikret Bey'in5 burada oldukça iyi bir idare kurduğu, okulu ve öğretimi yeniden düzene koyduğu pek çok 1 Koçer, Hasan Ali, a.g.e., S.102-103. Unat, F.R., a.g.e. S.47-48. 3 “Mekteb-i Sultani”, Tanin, 26 Aralık 1908. 4 Başbakanlık Arşivi, İrade-i Maarif, 1326 B 8. 5 Başbakanlık Arşivi, irade-i Maarif, 1326 Z I. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 318 ~ kişilerce yazılmıştır1. Tevfik Fikret Bey, Okulun Müdürlüğünden 1909 Ocağının ortalarında ayrılmış, ancak ısrarlar karşısında görevine yeniden dönmüştü2. Daha sonra 1910 Nisan'ında yeniden istifa etmiş ve ısrarlara rağmen geri dönmemişti. “Sultani mes'elesi” bu olaydan sonra kamuoyunu oldukça meşgul etmiştir. Tevfik Fikret Bey'in taraftarlarına göre ayfılma, Bakanlığın yayınladığı bir genelgede (“tamim”), derslerine devam etmeyen öğretmenlere gündeliklerini kesme (“kast el-yevm”) işleminin uygulanmasını istemesi üzerine olmuştu. Çünkü Tevfik Fikret Bey Okulun Müdürlüğünü, idare ve öğretimde geniş bir mezuniyet ve tam bağımsızlıkla kabul etmişti. Bakanlığın herhangi bir müdahalesini istemiyordu3. Bakanlık ise pek çok Öğretim kurumlarında öğretmenlerin derslere devam etmedikleri, kasten görevlerine gelmeyen öğretmenler için böyle bir karar alındığını bildirmişti. Mekteb-i Sultani, Bakanlığa bağlı bir okul olduğu için Bakanlığın emirleri dışında kalamaz, deniliyor ve savunma şöyle yapılıyordu4: Hiç bir okul müdürüne ayrıcalık verilemez. Yoksa Devlet işlemez hale gelir. Kaldı ki bu karar Tevfik Fikret Bey'in istifasından ikibuçuk ay önce yayınlanmıştı ve uygulanıyordu5. Bakanlık, sorun kızışınca okulda hiç disiplin kalmadığını, geçenlerde bir öğrencinin bıçakla öldürüldüğünü, istifadan sonra gerek öğrencilerin gerek bazı öğretmenlerin yaptığı hareketlerin bunun en büyük delili olduğunu söylemişlerdi. Bakanlık ayrıca programda şiir ve edebiyata da gereğinden fazla yer verildiğini iddia ediyordu6. Sorunun diğer yönlerindeki gelişme ise kısaca şöyle özetlenebilir: Bakanlık Fikret Bey'in yerine vekâleten Salih Zeki Bey'i atamıştı7. Ancak parantez içine “bir şâir yerine bir âlim” yazmaları ortalığı karıştıran ve kamuoyunu harekete geçiren esas neden olmuştu. Bazı öğretmenler görevlerinden ayrılmışlar, bazı ebeveynler çocuklarını okuldan almışlar, öğrenciler harekete hazırlanıyorlardı. O zaman, 1 Bakınız: “Tevfik Fikret” bahsi. “Mekteb-i sultani müdiriyeti”, Tanin, 18 Ocak 1909. 3 Sabah, 10-11-12 Nisan 1910. 4 Yunus Nadi, “Mekteb-i Sultani mes'elesi”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 12 Nisan 1910. 5 Ali Seyfi, “Mekteb-i Sultani mes'elesi-Hakikatten ayrılmayalım”, Yeni Tasvir-i Ef-kâr, 14 Nisan 1910. 6 “Mekteb-i Sultani mes'elesi- Maarif Nâzırı ile mülakat”. Yeni Tasvir-i Efkâr, 14 Nisan 1910. 2 Sabah, 16 Nisan 1910 (Osmanischer Lloyd'dan) 7 Salih Keramet Bey'in Bakanlığın kararını uygulamayacağına dair Tevfik Fikret'e yazısı, Fikret Bey'in buna katıldığını belirterek istifa yazısı, Emrullah Efendi'nin bunu kabul etmeme yazılarının aynısı Yeni Tasvir-i Efkâr gazetesi 12 Nisan 1910. Atama kararnamesi: Başbakanlık Arşivi, trade-i Maarif 1323 R 14. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 319 ~ Bakanlık yayınladığı bir yazıda şöyle diyordu1: “.. Şâir ve âlim sıfatlarının bir gûna tafdil ve tercihi mutazammın olmayub, maksad-ı aslî Maarif Nezaretime Mekteb-i Sultani tedrisatında fîmaba'd cihet-i ilmiye ve fenniyeye daha ziyade ehemmiyet verileceğini işaretten ibaret olduğu beyân olunur.” Bu ve buna benzer açıklamaların hiç bir yaran olmadı. Mubassırların bir öğrenciyi dövmeleri, Salih Zeki Bey'in Okulu diğer idadiler düzeyine getireceğine dair bir beyanname okutturması2, konferans salonunu kapattırması v.s. öğrencileri harekete geçirdi. Yüksek sınıftaki öğrenciler okulu terkettiler. Müdürlük, gazeteler yoluyla okula gelmeyen öğrencileri “tard” edeceğini duyurdu3. Sorun, Meclis-i Mebusan Reisi ve Sadrazam'a kadar çıkartıldı4. İttihad ve Terakki Fırkası, sırf bu işin işin çözümü için görüşmeler yapmaya, Meclis'e Bakan hakkında soru önergeleri verilmeye başlandı. Yeni Tasvir-i Efkâr, Jön Türk v.s. gibi gazeteler Bakanlığı savunurken; Sabah, Tanin, Sedayı Millet gibi gazeteler Bakanlığı ve Salih Zeki Bey'i kötülemeye başladılar. Sorun Kalem gibi mizah dergilerine bile yansıdı5. Sonra Sadrazam bazı bakanları toplayarak bu sorunu görüştü6. Ancak sorun kesin bir çözüme ulaşamadı. Zaman içinde unutuldu, yatıştı. Daha sonra asaleten müdürlüğe getirilen Salih Zeki Bey, 1911 yılı mezunları için yapılan ödül dağıtım törenindeki konuşmasında “mektebde en önemli faktör olan inzibatın” hâlâ çok iyi tesis edilemediğinden yakınmış; program bakımından da fen kısmına aynen Avrupa programlarını uyguladığını, Türkçe kısmı için de bir heyet kurup program hazırlattığını ve ilkini bu yıl birinci sınıflara uyguladığını belirtmiştir7. Emrullah Efendi'nin “iş, şahıslarla değil; prensip ve idarî düsturlarla görülür” demesine rağmen8, Salih Zeki Bey de bu Okulun idaresinde gayet imtiyazlı ve diğer diğer sultanilerden farklı davranmıştır. Galatasaray gibi, diğer sultanilerden daha imtiyazlı olan başkaları da vardı. Meselâ, İstanbul Sultanisi. Bunu 1912'de düzenlenen “İstanbul Mekteb-i Sultanisi” ders programı daha iyi gösterir. Fransız 1 “Mekteb-i Sultani”, Sabah, 11 Nisan 1910. “Mekteb-i Sultani”, Sabah, 12 Nisan 1910. 3 “Mekteb-i Sultani”, Sabah, 13 Nisan 1910. “Mekteb-i Sultani mes'elesi”, Sabah, 15 Nisan 1910. 4 Sabah, 16 Nisan 1910. 5 Kalem, 82 ve 83. sayılar (1325), 6 “Mekteb-i Sultani”, Sabah, 21 Nisan 1910. 7 “Mekteb-i Sultani”, Sabah, 11 Temmuz 1911. 8 Yeni Tasvîr-i Efkâr, 14 Nisan 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 320 ~ liselerinin 1902 programı gözönüne alınarak düzenlenen cetvel şöyle idi1 (Bak, Tablo 25). İkinci Meşrûtiyet dönemi içinde okul her yıl normal olarak 20-30 arasında öğrenci mezun etmiştir2. Tablo 25) İstanbul Mekteb-i Sultanisi ders programı Dersler Ulûm-u Diniyye Arabî Farisi Türkçe Fransızca Tarih Coğrafya Tarih-i Tabiî Hikmet Kimya Riyaziyat Malumat-ı Kanuniye Ulûm-ü Ticariye Resim Terbiye-i Bedeniye Toplam I 1 2 2 4 6 1 1 1* 1 1* 4 1 1 2 27 II 2 2 2 2 6 1 1 1* 1* 1 4 1 1 2 26 III 1 2 1 3 6 2 1 2 1 1 4 1 1 1 2 29 IV 1 1 1 3 62 1 1 2 1 4 2 1 1 2 29 V 1 1 1 3 6 2 2 1 2 1 3 2 1 1 2 29 VI 1 3 6 2 2 2 t 2 1 2 1 2 26 * işareti, o dersin iki haftada bir yapılacağını gösterir. 2. Mekâtib-i sultaniyeler: Emrullah Efendi, sayıları yetmişi geçmesine rağmen önemli bir işe yaramayan taşra idadilerini ıslâh etmek istedi. 23 yatılı idadiden 10 tanesini “sultaniye çevirme”yi tasarladı. Burada hareket noktası, Saffet Paşa'nın “Maarif-i Umûmiye Nizâmnâmesi” idi. Bakan bu tasarıyla, okullardaki öğrenci sayısını, öğretmen ve idarecilerin maaşlarını arttıracaktı. Emrullah Efendi'nin bir başka niyeti de yabancılan ve gayrimüslimleri bu okullara çekmekti3. Hem bunun için hem de öğrencilerin daha iyi yabancı dil öğrenmeleri için, bu yeni sultanilerin müdürleri Osmanlı, yardımcıları da Fransız veya İsviçreli olacaktı. Yeni sultanilerin ilk iki sınıfında Tarih-i Tabiî ve Riyaziyat dersleri Fransızca, kalan dersler Türkçe olacaktı4. Bu hususta ayrıntıları belirlemek amacıyla 1910 Eylûlünde bir Komisyon kuruldu. “Vilâyatta tedrisât-ı tâliyenin hüsn-ü cereyanı için” bazı önlemler alacak 1 Yücel, H.A., a.g.e., S.168. Ayrıntı: Mekteb-i Sultaninin 50. Sene-i Devriye-i Tesisi Münasebetiyle Neşr Olunmuştur, İstanbul, 1918. 3 Sâtı', “Meşrûtiyetten Sonra Maarif Tarihi...”, S.660-661. 4 “Sultani ve idadi mektepleri”, Sabah, 9 Ekim 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 321 ~ olan bu Komisyonun görevine dair bir de yönetmelik taslağı hazırlanıp yürürlüğe konulmuştu1. Bu okulların açılmaları kesin olarak kararlaştırıldıktan sonra ilk iş, öğretmenlerin seçimi oldu. Bakanlık seçilecek öğretmenlere sınavda sorulacak soruları zarf içinde vilâyetlere yolladı ve verilen cevaplar da Bakanlık'ta değerlendirildi2. Öğretmenler böyle seçildi. Vilâyetlerde açılacak sultanilerin amacı, yüksekokullara öğrenci yetiştirmek olacaktı3. Bakanlık, yeni sultanileri 1910 Eylül'ünde açtı. Bunlara ilk açılışta “lise” denildi. Okulların açılışından üç hafta sonra üzerinde “liselerin tanzim ve idarelerine ve tedrisatına müteallik” diye yazan teşkilât, program ve talimat ortaya çıkarıldı. 14 sayfalık bu Nizâmnâmede, lise ders programlan şöyle belirleniyordu (Bakınız, Tablo 26 ve 27):4 Tablo 26) 1910'da liselerin ders programı (1.devre) . Dersler Ulûm-u diniyye Arabi Türkçe Hesap Hendese Cebir Usul-ü Defterî Farisi Ulûm-u Tabiiye Malumat-ı Medeniye, Ahlâkiye, iktisadiye ve Kanuniye Fransızca Tarih Coğrafya Toplam Hatt Resim Jimnastik I. yıl 2 2 3 2 1 1 1 1 II.yıl 2 2 3 1 2 2 1 1 1 1 III. yıl 2 2 2 2 1 1 1 1 1 1 4 2 2 21 1 1 -1 5 2 2 23 1 1 1 3 2 2 21 1 1 1 Tablo 27) 1910 yılında liselerin ders programlan (II. devre) 1 Başbakanlık Arşivi, İrade-i Maarif, 1320 Ş 7. “Vilâyat sultani mektepleri muallimleri”, Sabah, 9 Ağustos 1910. 3 Meclis-i Mebûsan Zabıt Ceridesi, 25 Mayıs 1326, S.2108,2122. 4 Yücel, H.A., a.g.e. S.152-153. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 322 ~ Dersler Ulûm-u Diniyye Arabi Farisî Türkçe Fransızca Hendese Cebir Müsellesat Usul-ü Defterî Hendese-i Resmiye Kozmografya Hikmet-i Tabiiye Mihanik Kimya Tarih-i Tabiî İlm-i Ahlâk İlm-i Kavanîn İlm-i İktisat Tarih Coğrafya Felsefe Toplam Resim Hatt Jimnastik Tatbikat-ı Fenniye Almanca ve İngilizce 1.yıl 2 2 1 2 3 2 2 1 1 1 1 1 1 1 1 1 23 1 1 1 2 2 2. yıl 1 2 1 2 3 2 2 1 1 1 1 2 2 1 1 3 23 1 1 1 2 2 3. yıl 1 1 2 3 2 1 1 1 1 1 1 2 1 1 3 22 1 1 1 2 2 Eski idadilerle yeni liselerin programlarının karşılaştırılmasından çıkan sonuç tabloya dökülecek otursa şöyle bir durumla karşılaşılır: Tablo 28) Eski idadilerle yeni lise programlarının karşılaştırılması Dersler Malumat-ı Fenniye ve Ulûm-u Tabiiye Hikmet-i Tabiiye Kimya Hıfzıssıhha ve Tarih-i Tabiî Coğrafya Tarih Türkçe Hesap Hendese Eski idadilerde 4 Yeni idadidilerde 3 5 4 5 8 11 15 5 7 4 3 3 8 9 14 8 11 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 323 ~ Cebir Fransızca Malumat-ı Kanuniye Usul-ü Defteri İngilizce ve Almanca 3 17 2 3 — 7 21 4 5 6 Demek ki, yeni lise programlarında tabiat bilimlerine ayrılan ders saatleri azaltılmıştı. Buna karşılık dil dersleri ve riyazî (matematik) bilimlerin saatleri ise arttırılmıştı. Nizamnamede yetenekli yabancı dil öğretmeni bulunursa ikinci devre II. ve III. sınıftaki Tabiiye ve Riyaziye derslerinin Fransızca okutulacağı da belirtiliyordu. Bu programlar kusurlu, ruhsuz ve “mütedenni” bulundu, “kahkaha ve ıslığa lâyık” görüldü1. Bakanlık ilk lise örgütü tasarısını taşraya yollayıp da “uygula” emrini verince, her yerden sorular ve itirazlar yükselmeye başladı. Bunun üzerine Bakanlık 6 Kasım 1910'da “yeni sultani'lere bir yazı yolladı. Bu yazıda şöyle deniliyordu2: “Mekâtib-i sultaniyenin birinci devresinin birinci senesine, bu mektebe mensup rüşdiyelerin üçüncü; ikinci senesine, rüşdiyelerden ma'dud olup birinci devresinin birinci senesinde bulunanlar; üçüncü senesine elyevm ikinci senesinde bulunanlar alınarak birinci devre bu suretle teşkil edilecektir. Buna nazaran birinci devrenin ta'dil olunan programı postadadır. İkinci devrehin birinci senesine idadinin üçüncü; ve ikinci senesine de dördüncü sınıflar nakledilecek ve dersleri kemafissabık idadi programlarına göre tedris edilerek hitam-ı tedrisatta kendilerine idadi şahadetnamesi verilecektir.” Bakanlık, yıl ortasında yolladığı bu emirle öğrencilere sınıf atlatıyor, ders programlarını değiştiriyordu. Zaten o sırada Avrupa'dan getirilmesi düşünülen “ders nazırları” da getirilememişti. Gerçi 27 Eylül 1910'da Maarif Nezareti bu ders nazırlarını getirtmek için Bakanlar Kurulundan ve Padişahtan izin almışlardı; ama sonuç pek başarılı olmadı3. Esasen yeni sultani uygulaması taşrada hiç başarılı olmamıştı4. Liselere sınavla yeni alınan öğretmenlere çok, eski öğretmenlere az maaş verilmesi, hem sultanilerin hem de kalan idadilerin yükseköğretime öğrenci hazırlamaları, bunların mezunlarının aynı haklara sahip olmaları Emrullah Efendi'yi 1 “Lise teşkilâtı”, Tanin, 28 Kasım 1910. Hüseyin Cahid, “Maarif derdi”, Tanin, 23 Kasım 1910. 3 Yücel, H.A., a.g.e., S.185. 4 Gürcüzâde Safi, “Trabzon Mekteb-i Sultanisi”, Türkiye gazetesi, 28 Ekim 1910. “Bursa Mekteb-i Sultanisi”, Sabah, 19 Temmuz 1911. Ahmed Esat, “Maarif Nezaretine açık mektup”, İştirak gazetesi, 28 Eylül 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 324 ~ oldukça şiddetli eleştirilere hedef, yaptı, Emrullah Efendi, ikinci Bakanlığı sırasında bir de “Tedrisat-ı Tâliye Lâyiha-i Kânûniyesi” hazırlamıştı. Yasalaştırılamayan bu tasarıya göre1 ortaöğretim “sultaniye” ve “idadiye” diye iki gruba ayrılıyordu. Sultaniler yatılı ve 12 yıl, idadiler gündüzlü ve 4 yıl olarak belirleniyordu. Sultani öğretmenliği; yükselmesi bir yıl “muidlik”, üç yıl “muallimi sânîlik” dönemlerinden sonra “muallim-i evvel”liğe ulaşabiliyordu. Ancak “müderris muavinliği rüûsu” olanlar doğrudan “muallim-i evvel” olarak maaş alabiliyorlardı. Yasa, belli bir konuda ehliyetnamesi olanlardan da “muallim-i mahsus” olarak yararlanılabileceğini belirtiyordu. Sultanilerin binaları Devlet tarafından yaptırılacak, öğretim malzemelerini de Devlet sağlayacaktı. Bu yasa tasarısı, sultanileri tamamen Devlet'in himayesine alıyordu. Gerçekten de sultaniler bütün hataları ve eksikliklerine rağmen, halkın büyük ilgisini çekti. Yatılı ve gündüzlü olarak alınması gerekenlerden kat kat fazla başvuranlar oldu2. Bu arada Balkan bozgunu dolayısıyla İstanbul'a gelen, sultani öğrencileri için Balıkesir, Aydın ve Konya'da yeni okullar açıldı3. 1913 yılı Kastamonu Sultanisinde önemli olayların çıktığı bir yıl oldu. Öğrenciler kitapçılardan “Tarih-i Tekâmül” adlı kitapları topladılar. Darwin'i (1809-1882) anlatan Tabiiye Öğretmenini mahkemeye verdiler. Fransızca ve Riyaziye Öğretmenleri “dinsizlik propagandası” yaptıkları suçlamalanyla hapse atıldı. Okulun kapatılması için Vilâyete lâyiha verildi v.s.4 Bu, yeni bir “Mekteb-i Sultani meselesi” oldu. Emrullah Efendi'n in 'Osmanlı birliğini sağlamaya çalışıyoruz, bütün Osmanlı fertlerinin bir okulda öğretim görmelerini sağlıyoruz', diye savunduğu taşra sultanileri ilk defa 1910 yılında 12 yerde birden açılmıştı. Gene ilk yıl bu okullara 330 gayrimüslim öğrenci kaydedilmişti5. Daha sonraki yıllarda bu sultanilere yenileri eklendi. Bakanlık 1913 Eylül'ünde İstanbul'da altı idadiye birden ilköğretim sınıflarını da ekleyerek- açma kararı vermişti6. 1 Yasa metni Hakk gazetesinin 20 Temmuz 1912 tarihli nüshasında yayınlanmıştır. Başbakanlık Arşivi, Babıali Evrak Odası, no: 306987. 2 “Sultaniler”, Sabah, 17 Aralık 1913. 3 Sabah, 28 Şubat 1913. Tercüman-ı Hakikat, 7 Mart 1913 4 Abdullah Cevdet, “Kastamonu'da kurun-u vusta”, İçtihad, 58(1329), S. 1271-1274. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Kânunuevvel 1326, S .637. 6 Sabah, 11 Eylül 1913. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 325 ~ Sultani örgütü bu şekilde bir çok eksiklikleriyle yürütülmeye çalışılırken, 1913 yılında “sultaniye programları” üzerinde yeni çalışmalar yapıldı. Ekim başlarında da yeni programlar okullara gönderildi1. Bu programda (bakınız: tablolar) öğretim, “devre-i ulâ” (birinci devre), ve “devre-i saniye” (ikinci devre) diye ikiye ayrılıyordu. Arapça ve din dersleri saatleri arttırılıyordu. Yeni müzik dersleri konuyor, ikinci devre “fen” ve “edebiyat” diye iki şubeye ayrılıyordu. “ Malumat-ı Medeniye” dersleri programdan kesin olarak çıkartılmıştı. Son iki sınıfa “Felsefe” ve “Mantık” dersleri konulmuştu. O zaman bu yeni programa göre ders kitapları olmadığından programın uygulanabilirliğinden şüphe ediliyordu2. 1913 yılında orta öğretim kurumlarının idare şekli, denetlenmesi ve öğrencilerinin askerlik işlemleri hakkındaki yasa tasarısı Şûrayı Devlet'te görüşülürken3, Maarif Nezareti de “Mekâtib-i Sultaniye Talimatnâmesi”ni yayınlıyordu4. Bu Talimatnameye göre sultaniler, Öğrencileri “mülâzemet rüusu”na hazırlayan okullardı ve yapıları şöyle idi: Talimatname, sınıflara alınacak öğrencilerin yaşlarını, kaç dersaneli ilkokullardan ve ortaöğretim kurumlarından hangi derece ile mezun olanların sultanilerin ara sınıflarına ne tarzda geçeceklerini ince ince belirtiyordu5. Talimatname aynı zamanda her iki kısmın da ders programlarını belirlemişti. Buna göre ibtidai (evvelî) kısmın programında şu dersler yer alacaktı: Kur'ân-ı Kerîm ve Malumat-ı Diniyye, Lisan-ı Osmanî, Hatt, Hesap ve Hendese, Coğrafya ve Tarih, Dürus-u Eşya, Malumat-ı Tabiiye ve Sıhhiye ve Ahlâkiye ve Medeniyye, El İşleri ve Resim, Gına ve Terbiye-i Bedeniye. Tablo 29) 1913 yılında sultanilerin birinci devresi ders programı6: Dersler Ulûmu Dinivve Lisan-ı Osmani 1 VI 1 5 VII 1 5 VIII 2 4 IX 2 4 “Sultaniye programı”, Yeni Fikir”, lll/17(1329),S.549-650. Şinasi, “Yeni programlar gelmiş”, Ahenk (İzmir) 5 Ekim 1913. 3 “Mekâtib-i taliye hakkında”, Sabah, 15 Ekim 1913. 4 Maarif-i Umûmiye Nezareti, Mekâtib-i Sultaniye Talimatnamesi, İstanbul,1329. 5 Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e. S.4-6. 6 Yücel, H.A.,a.g.e.S.157 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 326 ~ Tarih Coğrafya Malumat-ı Tabiiye ve Sıhhiye Hikmet-i Tabiiye Kimya Hesap ve Cebir Usul-ü Defterî Hendese Resim ve Resm-i Hatti Arabi Farisî Lisân-ı Ecnebi (Fr.,Alm.,İng.) Terbive-i Bedeniye Gına(Müzik) Toplam 2 1 2 2 2 2 5 5 2 1 30 2 1 2 2 2 2 5 5 2 1 30 2 1 2 1 2 2 2 4 1 4 2 1 30 2 1 1 2 1 2 1 2 2 3 1 4 2 30 Gene talimatnameye göre okulda öğrencilere üç türlü ödül vardı: “Aferin”, “Tahsin” (4 âferîn), “İmtiyaz” (8 âferîn). Bunlar bir belge-kâğıt olarak öğrencilere veriliyordu. Cezalar ise “tenbih”, “tevbih”, “edebsizlik”, “tekdir”, “ihrâc-ı muvakkat” ye “ihrac-ı kati” olarak altı çeşide ayrılıyordu. Ancak bu cezalardan bazıları ödül kâğıttan verilerek affedilebiliyordu. Okulda her öğretim yılında iki yazılı ve bir sözlü sınav yapma zorunluluğu vardı. Sınav notlarının dereceleri de şöyleydi: 0 : Fena 1-2 : Pekzayıf 3-4 : Zayıf 5 : Karib-4 vasat 6 : Vasat 7 : Karib-iâlâ 8 : Âlâ 9-10 : Aliyulâlâ Sınıf geçme şartı her dersin yazılılarından 5, sözlülerinden en az 3 numara almaktı. Tavır ve hareket ile terbiye-i bedeniye notlarının sınıf geçmeye etkisi yoktu. Okuldan çıkarılanlara “ilmühaber; terk ve nakil olaylarında “tasdikname”; mezuniyette de “şahadetname” veriliyordu. Tablo 30) 1913 yılında sultanilerin ikinci devresi ders programı1 1 Yücel, H.A, a.g.e. S.158. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 327 ~ Dersler UlÛm-u Dinivye Lisan-ı Osmanî Tarih Coğrafya Hayvanat Nebatat İlmü'l-Arz Hrfzıssıhhâ Öikmet-i Tabiiye Kimya Cebir ve Hesab-ı Nazarî MüseUesat-ı Müstevîye Hendese Kozmografya Mihanik Marttık ve Felsefe Resim ve Resm-i Hattî Arabî Farisî Lisân-ı Ecnebi Terbiye-i Bedenive Tatbikat-ı Fenniye Toplam Fen 2 4 2 1 2 2 3 3 2 5 2 2 30 10. sınıf Edeb. 2 4 2 1 -2 2 2 1 1 4 1 5 2 1 30 Fen 2 3 2 1 1 2 2 2 2 2 1 1 5 2 2 30 11. sınıf Edeb. 2 3 2 1 1 2 2 1 1 1 1 4 1 5 2 1 30 Fen 1 3 2 1 1 2 2 2 2 2 1 4 2 2 30 12. sınıf Edeb. 1 5 2 1 1 1 2 2 1 4 2 4 2 1 30 Mekâtib-i Sultaniye Nizamnamesi, yedi yıllık idadilerin hepsi sultaniye çevrildikten sonra, Ortaöğretim Yasası yerine geçmiş ve uzun süre uygulanmıştır. Yedi yıllık idadilerin hepsinin “sultani” haline çevrilmesi Şükrü Bey'in Bakanlığı sırasında, 1914 yılında olmuştur. Çünkü yedi yıllık idadilerle sultani diplomaları, öğrenciye aynı hakkı sağlıyordu. Oysa sultani öğretimi ötekinden bir yıl daha fazlaydı. Bu sebepten herkes sultani son sınıfı okumadan okuldan ayrılıyor ve yedi yıllık idadi diploması alıyordu. Bu nedenle 1914'e gelindiğinde sultanilerin son sınıfı hâlâ açılmamıştı. Bakan, çeşitli yerlere emirler göndererek sultanilerden terki önledi. Bu okulları terkedenlere idadi diploması verilmeyecek ve Devlet Dairelerine alınmayacaktı. Ancak bu önlemlerden sonra sultanilerin son sınıfları açılabilmiştir. Sorunu kökünden halledebilmek için de bütün yedi yıllık idadiler “sultani” haline getirilmiştir1. 1 “Maarif Nazırımızla mülâkât”, İkdam. 9 Temmuz 1914. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 328 ~ Sultanilerle ilgili sayısal bilgiler: Emrullah Efendi'nin idadileri sultaniye çevirme hareketinde 12 idadi, sultani haline getirilmişti (1910). Bu 1913/14 öğretim yılına kadar böyle kaldı: 1914 yılında da Şükrü Bey 22 idadiyi sultani haline getirdi. Şam ve Beyrut'ta da birer sultani daha kurdu. 1913/14 öğretim yılında mevcut 36 sultani şunlardı: Galatasaray, İstanbul Mercan, Vefa, Kabataş, Üsküdar, Gelenbevî, Davutpaşa, Edirne, Adana, Ankara, Yozgat, İzmir, Aydın, Bursa, Kale-i Sultaniye (Çanakkale), Bağdad, Beyrut (2 tane), Şam (2 tane), Halep, Diyarbekir, Sivas, Trabzon, Kastamonu, Konya, Mamuretülaziz, İzmit, Balıkesir, Kudüs-ü Şerif, Erzurum, Bitlis, Sana, Basra, Van. I. Sultanilere kayıt ve terkler 1328-1329* 1329-1330 Kaydolanlar 2.703 5.645 Terkedenler 1.858 2.827 *) 4 Sultaniden haber alınamamıştır. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 329 ~ 2. Sultanilerdeki toplam öğrencilerin milliyet ve dinlerine göre dağılımları Milliyet ve dinler Müslim Rum Ermeni MuseVi Başka Toplam 1328-1329 ? ? ? ? ? 7.287* 1329-1330 9.134 97 179 151 12 9.573 % 95.4 1.1 1.8 1.6 0.1 100.0 *) 4 Sultaniden haber alınamamıştır. 3.1328-29 ve 1329-30 öğretim yılında sultaniye eğitiminin değerlendirilmesi Değerlendirme Sınıf geçenler Sınıfta kalanlar Mezun olanlar Toplam 1328-1329* 4.774 2.041 470 7.285 1329-1330 6.364 2.873 136 9.573 *) 4 Sultaniden haber alınamamıştır. 4.1329-1330 Öğretim yılında öğrencilerin sınıflara dağılımı Sınıf 1 2 3 4 5 6 7 Öğrenci sayısı 734 724 1.172 981 724 1.757 451 Sınıf Öğrenci sayısı 8 1.010 9 57 10 1.089 11 670 12 165 Toplam 9.573 5. Sultani öğrencilerinin baba mesleklerinin ayrımı Ulema Ruhani Memur Meslek-i Fenniye Tüccar 531 59 3.337 234 1.152 Sanatkâr Ziraatçı Başka Toplam 917 1.063 2.280 9.573 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 330 ~ 6. Sultani öğretmenlerinin menşeleri Öğretmenlerin menşeleri Dârülfünun Harbiye Mülkiye Sanayi-i Nefise Halkalı Ziraat Mektebi Dârülmuallimin-i Rüşdi Dârülmuallimin-i İbtidaî Dersten mezun Sultani ve idadi Yabancı okul Özel okul özel öğretim gören Başka okullardan Haber alınamayan Toplam 1328-29'da toplam* Sayı 120 24 34 9 6 51 121 37 122 58 15 10 91 76. 721 520 % 16.6 3.3 4.7 1.2 0.8 7.0 16.6 5.1 16.6 8.0 2.1 1.7 12.6 10,5 100.0 *) Üçü hariç C) Kız Lisesi (“İnas Sultanisi”) İkinci Meşrûtiyete kadar, kızlar için orta ve yükseköğretim veren hiç bir okul yoktu. Ortaöğretim alanındaki kız okulları ilk defe bu dönemde kurulmaya başlanmıştır1. İnas Sultanisinin kurulması hususunda ilk girişimler Meclis-i Mebusan Başkanı Ahmet Rıza Efendi'den gelmişti. Okul için birçok hazırlıklar yapılmış; hattâ padişah da Kandilli'deki Adile Sultan Sarâyı'm bu okula bağışlamıştı. Yatılı ve gündüzlü olarak kurulacak olan okul, İngiliz eğitim sistemini uygulayacaktı. Mubassırların ve öğretmenlerin Avrupa'dan getirtilmesi düşünülüyordu. Okul, yardımlarla yaşatılacaktı ve Adile Sultan (1884-1957) yardım toplamaya başlamıştı bile2. Bu İnas Sultanisi sorunu, kamuoyunu uzun süre meşgul etti. 1910 Temmuz'unda “Mekteb-i Sultani-i İnas Cemiyet-i Hayriyesi” adlı bir de dernek kuruldu3. Bu dernek bir çok toplantılar yaptı. Kandilli'deki Sarayın onarılması için çok uğraşıldı. Osmanlı Bankası'nın da bir yardım toplama hesabı açttğı görüldü. 60.000 liralık bir 1 Koçer,H.A.,a.g.e.S.198. “Büyük bir kız mektebi”, Tanin, 20 Ocak 1909. 3 “İnas Sultani Mektebi”, Sabah, 30 Temmuz 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 331 ~ piyango düzenlendi1. Okulla, halk kadar Saray da ilgileniyordu2. Dernek bu okulu açabilmek için çok didinmiştir. Basın mensuplarına onarım halindeki Saray'ı gezdirmiştir3. 150 öğrenci alınacağı belirtilerek, Hanedandan bir hanımın kaydı bile yapılmıştır4. Büyük törenlerle ziyafetler verilmiştir. Okulun resmî açılışının, padişahın doğum gününde yapılması düşünülürken, Balkan Savaşının çıkmasıyla hiç bir şey yapılamamıştır. Daha sonra da bu tasarılarla ilgilenen olmamıştır. Bu özel girişimler bir sonuç vemeyince, sorunla Devlet ilgilenmeye başladı. 1911 Aksaray yangınında Dârülmuallimat binası yanınca, bu okul tatil edilmişti. Aynı öğretmen ve öğrenci kadrosuyla Kız İdadisi kurulmuştur. İdadi sınıflarında Türkçe, Riyaziye, Tabiiye, Tarih, Coğrafya, Nebatat, Tabakat, Hayvanat, Resim ve Fransızca okutulan bu Okul5, 1913-1914 öğretim yılında sultaniyeye çevrilmiştir. Bakanlık öğretim süresini on yıl olarak belirlediği bu okulda ibtidai sınıfların ders süresini 40, tâli sınıflardaki ders süresini de 60 dakika olarak belirlemişti. Okulun ders programı ise şu şekilde düzenlenmişti6 (Bakınız, Tablo 31 ve 32): Tablo 31) İnas Sultanisi ibtidaiye sınıfları programı: Dersler Kur'ân-ı Kerim ve Malumat-ı Diniyye Lisan-ı Osmani Hatt Hesap Hendese Coğrafya Tarih Durus-u Eşya ve Malumat-ı Tabiiye Malumat-ı Ahlâkiye ve Medeniye El İşleri ve Resim Gına (Müzik) Terbiye:i Bedeniye 1 I 4* 12 5 1 2* 1* 4 2 2 II 4 12 1 2 1 2 2 1 4 2 2 III 4 10 1 2 1 1 2 2 1 5 2 2 IV 4 10 1 2 1 1 2 2 1 5 2 2 V 4 10 1 3 1 1 2 2 1 5 2 2 “Mekteb-i Sultani-i inas”, Sabah, 23 Mayıs 1911. Piyango ruhsatı: Başbakanlık Arşivi, irade-i Maarif 1328 C 6. 2 Veliaht Yusuf izzetin Efendi'nin Ahmet Rıza Bey'e yolladığı tezkire metni: Sabah, 25 Mayıs 1911. Sâtı', “Meşrûtiyetten Sonra Maarif Tarihi..”, S.658. 3 “İnas mekteb-i Sultanisi”. Sabah, 13 Haziran 1911. 4 C.Z., “Şundan-Bundan, Kızların talim ve terbiyesi”, Sabah, 3 Eylül 1911. 5 Ergin, O.N., a.g.e. S.1431-1432. 6 Maarif i Umûmiye Nezareti, İnas Sultanisi Sunuf-u ibtidaiye ve tâliyesinin Ders Programları, İstanbul, 1330. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 332 ~ Toplam 33 33 33 33 33 *) Sözle (şifahî), basit ve temel bilgiler Bakanlık, yeni kız sultanilerinin açılması ve tek sultaninin de ıslahı için 1914 yılında yeni çalışmalar yaptı. Hattâ Büyükada'da yeni bir İnas Sultanisi açma çalışmaları oldukça da ilerledi1. Ama somut bir sonuca ulaşılamadı. Üstelik 1914 başlarında yeni bir “Mekteb-i Sultani vak'ası” ortaya çıkmıştı. İki aylık kurslar sonunda öğretmen olarak atanan bir bayana öğrenciler karşı çıkmışlar, sınıfta fare bırakıp arabasını taşlamışlardı. Bunun üzerine beş kızın kayıtlan silinmiş, o bunalımlı günlerde sorun bütün gazetelerde tartışılmıştı2'. Tablo 32) İnas sultanisi talî sınıflar ders cetveli3 Dersler Ulûm-u Diniyye Lisan-ı Osmânî Tarih Coğrafya Maiumat-ı Tabiiye ve Sıhhiye Malumat-ı Hikemiye ve Kimyeviye Malumat-ı Ahlâkiye ve Medeniye Hesap ve Cebir Hendese Kozmografya İktîsat-ı Beytiye Terbiye-i Etfal Lisan-ı Ecnebi Gına (Müzik) Resim Terbiye-i Bedeniye Beyaz işleri ipek işleri Dikiş ve Biçki Tabahat (Yemek Pişirme) Toplam 1 VI 1 5 2 2 2 1 5 2 2 2 3 1 4 32 VII 1 5 2 2 2 1 5 2 2 2 3 2 4 33 VIII 2 4 2 1 2 2 2 1 5 2 1 2 2 1 4 33 IX 2 3 2 1 2 4 1 2 1 1 .1 4 1 1 2 2 1 2 2 33 X 2 3 2 1 2 4 1 1 2 4 1 1 2 2 1 2 2 33 “İnas sultanisi”, Sabah, 20 Haziran 1914 M.S., “Böyle gidiyor... Gider mi? Mekteb-i Sultani-i İnas vak'ası”, Sabah, 23 Ocak 1914. 3 Maarif-i Umûmiye Nezareti, a.g.e. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 333 ~ ÖZEL ORTAÖĞRETİM KURUMLARI Bu kısımda söz konusu edilecek olan okullar müslüman kişi ve derneklerin açtıkları özel okullardır. Bunlar genellikle ana okulu, ibtidaî, riişdî ve idadî kademelerini bulunduran “külliye” şeklindeki okullardı. Programları, idareleri, denetimleri çok aksak bir durumdaydı. Osmanlı Anayasası (“Kânûn-u Esâsî”) öğretim hürriyeti bahsinde, özel okullara geniş yer veriyordu. Emrullah Efendi bu özel okulların program belirlemesinde, ders kitaplarının seçiminde, öğretmenlerin atanmasında tamamen serbest olduklarını, Devlet'in bunlar için ancak şu şartları arayacağını belirtiyordu1: • • • Öğretimin din, ahlâk, adâb ile Devlet'in yasa ve yönetmeliklerine aykırı olmaması, Okul müdür ve öğretmenlerinin atanması sırasında gerekli ehliyetin aranması, Okul binası ve çevresinin elverişli olması. Devlet, müfettişler aracılığıyla özel okulların program, kitap, öğretmen diploması, bina v.s. gibi yönlerini denetleme hakkına sahipti. Bu teftiş sorunu yönünden azınlıklar, eğitim yasalarının Meclis'e gelmesini dahi engellediler, Hükümete yasadaki özel okullara ait kısımları tehir ettirmişlerdi. Bu bakımdan 1914'e kadar özel okullar hükümetin müdahelesinden rahatça kaçmışlar, ancak Savaş yıllarında 1915'de “Hususî Mektepler Talimatnamesi” çıkartılabilmiştir. Özel okullar, İkinci Meşrûtiyetten önce de pek çoktu. Ama bunlar 1908'den sonra bir kat daha çoğalmışlardır. Bu iş için özel olarak şirketler ve dernekler kurulmuştur. Bu işlere devrin ileri gelenleriyle Hanedan mensuplan da gayet aktif olarak katılmışlar, okul binaları ve öğretim bakımından bu dönemin özel okulları biraz daha kaliteli olmuşlardır. Ancak bu arada “mekteb” namı altında türeyen “ticarethaneler” de ortaya çıkmıştır. Bakanlık müfettişleri bunları pek teftiş etmediğinden idareciler, dersler ve öğretmenler sık sık değişime uğramış, bin bir çeşit öğretim biçimi ortaya çıkarılmıştır2. Özel okullardan bazılarına bir yandan Bakanlık para yardımı yaparken, öte yandan çeşitli haklar da veriyordu. Ancak 1913'den itibaren bu okullar hakkında bazı kararlar alınmış ve uygulamaya 1 Emrullah, “Tedrisat-ı İbtidaiye”, Mülkiye dergisi, 24(1326) S.44 v.d. 2 Mahir Ulvi, “Hususi Mektepler için”, Anadolu gazetesi (İzmir) 1 Kasım 1913. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 334 ~ başlanmıştır. Önce şahıslara ait özel okul binalarının vergiye tâbi tutulmaları kararlaştırılmış ve uygulanmıştır1. Mayıs 1914'de Özel Okul Müdürlüklerine yazılan bir yazıda, bu okulların genel sınavlarının resmî okul müdürleri başkanlığında ve sorumluluğunda yapılacağı belirtilmiştir2. 1914 Nisan'ında İstanbul vilâyetindeki özel okullarla ilgili mahallî idarenin bazı sıkı çalışmaları olmuştur. Birçok okullar “müsamere” ve başka yollarla kazandıkları paraların harcanmalarına dair Maarif idarelerine bilgi vermiyorlardı. Öğrencilerden alınan ücretlerin defterleri tutulmuyordu. İkramiyeler gelişi güzel dağıtılıyordu. Ders programları birbirinden çok farklı idi. Bu hususların düzeltilmesi için bazı çalışmalar yapıldı3. Ama bir sonuca ulaşılamadı. Osmanlı Devleti'nde müslümanlar tarafından kurulan özel okulların en eskisi ve en süreklisi “Dârüşşafaka”dır. Lise sınıfları ile birlikte ilk defa 1888'de kurulan bu okul4, 1903 yılında öğrencilerinin açlık ve idaresizlik yüzünden Bâbıâliye hücum etmeleriyle5 Bakanlığa bağlı bir resmî okul haline getirilmişti6. İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra okulu tekrar özel (bağımsız) bir okul haline getirmek için Dârüşşafaka mezunları bir dernek kurdular (21 Ağustos 1908). Bu dernek daha sonra “Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye” adlı, okulun esas sahibi olan Derneği yeniden kurdu ve Dernek 28 Kasım 1908 tarihinde okulu tekrar alma çalışmalarına girişti. Çok uzun komisyon çalışmalarından ve Bakanlıkla yazışmalardan sonra7, 14 Temmuz 1909'da Darüşşafaka tekrar özel okul haline getirildi8. Okulu idare eden Derneğin genel kurul toplantıları her yıl Maarif Nazırlarının başkanlığında yapılırdı9, ilk önceleri sürekli olarak müdür değiştiren okul, Sâtı' Bey'in Müdürlüğü sırasında bir öğretmen okuluna bile çevrilmek istendi ama gerçekleştirilemedi10. 1 “Mekâtib-i hususiye binaları”. Sabah, 17 Ocak 1913. Sabah, 17 Mayıs 1914. 3 “Mekâtib-i hususiye binaları”, Sabah, 30 Nisan 1914 4 Ergin, O.N., a.g.e., S.945-948. 5 Süheyl, “Cemiyeti Tedrisiye-i İslâmiye ve Dârüşşafaka”, Tanın, 9 Mart 1909. 6 Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye Salnamesi, İstanbul, 1332, S,25,28. 7 Süheyl, a.g.m. Hüseyin Kâzım, “Dârüşşafaka-i İslâmiye”, Tanin, 1 Ocak 1909. “Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye”, Tanin, 9 Ocak 1909. 8 Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye Salnamesi, S.32. 9 a.g.e.,S.85-128. 10 “Dârüşşafaka'daki içtima”, Yeni Fikir, 111/21(1329), Kapak içi. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 335 ~ Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye, 191i'den itibaren bir de Kız Dârüşşafakası kurmak istemesine ve bütün İkinci Meşrûtiyet dönemi boyunca çabalamasına rağmen, bunu da gerçekleştiremedi1. Türkiye'de jimnastik ve askerlik derslerini programına ilk defe alan ve ilk defa okul kitapları yazdırtan bu kurumun 1912'de uyguladığı ders programları şöyle idi (Bakınız, Tablo 33 ve 34):2 İkinci Meşrûtiyet dönemindeki özel ortaöğretim kurumlarını daha iyi anlayabilmek için Dârüşşafaka dışında da bazı örnekler üzerinde durmak gerekir. İSTANBUL’da: “Osmanlı İttihat Mektebleri Heyet-i Tesisiyesi” tarafından 1910 yılından itibaren İstanbul'un çeşitli semtlerine çocuk bahçesi, ibtidaî; rüşdî ve idadî kısımları bulunan büyük özel okullar açılmıştır. Bu Derneğin amacı, Osmanlı çocuklarının yabancı okullara gitmesini önlemekti. Bunun için okullarda Türkçe ve Fransızca öğretim zorunlu, İngilizce ve Almanca da isteğe bağlı idi. Yeteri kadar öğrenci bulunursa gayrimüslim dillerinin de öğretilebileceği vaadediliyordu. Bu okulların ana esasları da şöyleydi3: - Sağlık yasaları dairesinde beden eğitimi; Ahlâkî erdemler; - En son metodlar ve programlarla fikrî eğitim. İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından kurulan İstanbul'daki bu okulların en meşhurları Kadıköy, Beşiktaş, Mirgün, Makriköy, Anadolu Hisarı'nda idi. “Vesile-i Terakki ve Maarif Mektebi”. Şehzâdebaşı'nda Hukuk Mektebi öğrencileri tarafından 1909 yılında açılmıştı. 1910'dan itibaren programlarını “sultani” programlarına uydurmuş ve gayrimüslimlerden de parasız öğrenci almaya başlamıştır4. “Rehber-i İttihad-ı Osmanî Mektebi” Vaniköy'de yatılı ve gündüzlü bir okul idi. Hem kızlar hem de erkekler İçin ibtidaî, rüşdî ve idadî sınıfları vardı5. 1 M.S., “Bir müessese-i İslâmiye”, Sabah, 13 Ocak 1914. M.S.; “Dârüşşafaka-i İnas”, Sabah, 14 Nisan 1914. 2 Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye Salnamesi, S. 183-205. 3 “Kadıköy İttihat Mektepleri”, Tanin, 29 Ağustos 1911. “İttihat mekteblerinin riyaseti”, Sabah, 25 Mayıs 1910. Sabah, 4 Kasım, 23 Kasım 1909,13 Kasım 1910, 30 Ağustos, 21 Eylül 1911. Tanin ve Tasvir-i Efkâr gazeteleri, 4 Kasım 1909. 4 “Vesile-i Terakki Maarif Mektebi”, Sabah, 21 Ekim 1910; Tanin, 9 Eylül 1909. 5 Sabah, 29 Temmuz 1911,2 Eylül 1914. Başbakanlık Arşivi, Bâbıâli Evrak Odası, no: 287525. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 336 ~ Tablo 33) 1912'de uygulanan Dârüşşafaka ders programı (Birinci devre) Dersler Terkib-i Huruf Hesab-ı Zihnî Tarih-i Tabiî Musahabesi Musahabe-i diniye ve ahlâkî Kıraat-ı Osmaniye İlmihal Musahabe-i Hendese Hüsn-ü Hatt Musiki Kur'ân-ı Kerim Hendese Coğrafya Lisandı Osmânî Menakib-i Tarihiye Fransızca Terbiye-i Bedeniye-El İşleri Hesap Ulûm-u Diniyye Resim Malumat-ı Medeniye-İlm-i Eşya Tarih-i Umûmî Arabî Farisî Mukaddimat-ı Ulûm-u Tabiiye Mücmel Cebir Malumat-ı Medeniye ve Hukukî Usul-ü Defterî ve muhasebe Ulûm-u Tabiiye Toplam Şube 12 10 6 6 12 3 2 3 2 - 56 1 3 - 6 2 2 6 1 1 4 1 2 29 2 1 4 2 1 4 2 2 4 4 3 2 1 29 3 1 2 2 3 4 2 1 1 2 2 2 1 23 4 2 1 3 3 1 2 1 1 1 3 1 1 23 5 2 1 2 4 1 1 2 2 1 2 2 1 3 23 “Dârülilim ve't-Talîm Mektebi” üç ibtidaî, üç rüşdî ve dört idadî sınıfı olan bir özel okul İdi. Bir de nafiz yetiştirme sınıfı vardı1. “Mekteb-i Tefeyyüz” Şehzâdebaşı’nda ilk ve ortaöğretime ait yatılı ve gündüzlü öğrenci alan bir mektep idi2. İZMİR'de: “Şark Mektebi”: Beyler Sokağı'nda yatılı ve gündüzlü bir okuldu. Sınıf sistemi şu şekilde idi: 1 2 Tanin. 27 Ağustos 1909. Sabah, 6 Eylûl 1914. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 337 ~ “Yeni usul” ile ders gösterdiği, dinî ve millî bir eğitim verdiğini ilân eden okul, ana sınıflarında 15, ibtidailerde 20, rüşdilerde 30 ve idadilerde 40 kuruş yıllık ücret alıyordu1. Okulun idadi sınıflarında şu program uygulanıyordu2: Malumat-ı Kanuniye, Arabi, Farisî, Ulûm-u Riyaziye, Malumat-ı İktisadiye, İlm-i lisan, Ulum-u Tabiiye, Malumat-ı İçtimaiye, Edebiyat, Ulûm-u Diniye ve Tarih, Malumat-ı Medeniye, Resini, Hendese, Malumat-ı Ticariye, Kitabet. Tablo 34) 1912 yılında uygulanan Dârüşşafaka ders programı (İkinci Devre) Dersler Edebiyat Mükemmel Cebir Hendese Ulum-u Diniyye Fransızca Tarih Coğrafya Arabî Hikmet-i Tabiiye Müsellesat, Topografya, Mesaha Resim Kimya Fenn-i Mihanik Ulûm-u Tabiiye İktisat Usul-ü Tahrir ve Edebiyat Malumat-ı Riyaziye Kozmografya Elektrik Tatbikatı Malumat-ı Hukukiye Usul-ü Tâliye Usül-ü Defterî Hıfzıssıhha Nebatat ve Tabakat'ü-l Arz El İşleri-Daktilografi Toplam 1 2 Ahenk, 14 Eylül 1913. Ahenk, 14 Ekim 1913. VI 2 3 1 2 4 2 2 2 1 1 2 1 23 VII 2 4 2 2 2 2 2 2 2 2 23 VIII 1 3 3 2 1 2 1 1 2 1 1 1 1 1 2 23 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 338 ~ “Hadika-i Maarif Mektebi”: Yatılı, ve gündüzlü, Osmanlı Ittihd ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı bir okuldu. Ana yapısı şu şekildeydi: Öğretim süresi 11 yıl olan bu okulda isteyen öğrenciler, idadi birinci sınıfı bitirince Ticaret kısmına geçebiliyorlardı. Diğerleri ise yüksek öğretime hazırlanıyordu1. “Menba-ı Füyuzât Mektebi”: Çocuk bahçesinden idadiye kadar bütün sınıfları olan yatılı ve gündüzlü bir okuldu. Özellikle dil eğitimine ağırlık veriyor ve Sâtı’ Bey’in İstanbul Dâriilmuallimîni için yaptığı programı uyguluyordu2. “Mekteb-i Osrnanî”: Ragıp Paşa Konağında yatılı ve gündüzlü bir okul idi. 1913 yılında resmi sultani ve idadi diplomaları ancak bakalorya sınavlarına girme hakkı kazandırıyor, bakaloryayı kazananlar yükseköğretim kurumlarına girebiliyorlardı. O zaman diğer Özel okullar gibi Mekteb-i Osmani de öğrencileri bu sınavlara hazırlamak amacıyla ulûm-u riyaziye ve tabiiye derslerine çok ağırlık veriyor; Fransızca ve İngilizce öğretiyordu. Okul, başarısız öğrenciler için bir de “Gece Heyet-i Talimiyesi” kurmuştu3. SELÂNİK'te: “Selanik Feyziye Mektebi”: İbtidaî, rüşdî ve idadî sınıfları olan 10 yıl süreli bir okuldu. İktisadî, riyazi ve tabiî bilimlerin yanısıra İngilizce, Fransızca ve Almanca da öğretiyordu. Yıllık ücretler ilk altı sınıf için 22-25, son dört sınıf için de 27-30 lira arasında idi4. “Selanik İttihat ve Terakki Mektebi”: İttihat ve Terakki Genel Merkezi tarafından yaptırılmıştı. Yatılı idadi programlarının aynısını uyguluyordu. Mezunları resmî okul mezunu imtiyazına sahipti. Ücretler, diğerlerine nazaran daha ucuzdu (ibtidai sınıflar için 16, diğerleri için 26 lira)5. 1 “Hadika-ı Maarif Ticaret Mektebi'nin İdare-i Dahiliye Nizâmnâmesi”, Tatbikat dergisi (Sakız) 11/26(1326), S.6-9; 11/27(1326), S.28-30 2 Âhenk, 14 Ekim 1913. 3 “Mekteb-i Osmani”, Ahenk, 28 Eylûl 1913. 4 Tanin, 19 Ekim 1909. 5 Tanin, 9,15 Ekim 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 339 ~ Bütün, İkinci Meşrûtiyet boyunca, diğer okullardan olduğu gibi müslümanların özel okullarından da sağlıklı sayısal bilgiler alınamamıştır. Resmî istatistikler hiç doyurucu değildir. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 340 ~ 4.2.4. MESLEKİ VE TEKNİK ÖĞRETİM 4.2.4.1. SANAYİ OKULLARI 4.2.4.1.1. Dersaadet Sanayi Mektebi (“Mekteb-i Sanayi-i Osmanî”) Sultan İkinci Abdülhamid döneminde kurulmuş olan bu okul, Sultanahmet'te idi. Buraya genellikle yetim çocuklar alınıyordu. Okul atelye, âlet ve edevat eksiklikleri yüzünden, uzun yıllar verimli bir çalışma yapamıyordu. Birinci sınıfta 80- 85 kişi olan öğrenciler, üçüncü sınıfta 5-10 kişiye iniyordu, öğrencilerin büyük bir çoğunluğu yüksekokul sınavlarına giriyorlar, başarıyorlar ve okuldan ayrılıyorlardı. İkinci Meşrûtiyet döneminde, okulun bağlı olduğu Orman ve Maden ve Ziraat Nezareti, okulun yönetmeliğini yeniden hazırladı. Şûrayı Devlet ve Meclis-i Mebusan'da görüşülüp kabul edilen1 Yönetmelik, 1909 Kasım'ında yürürlüğe girdi, Bu Yönetmelik2 şu şekilde özetlenebilir: Makinist ve marangoz yetiştirmek amacıyla kurulmuş olan okul, harcamalarını çeşitli yerlerin hasılatı ve kendi yaptığı şeyleri satarak karşılıyordu. Öğretim parasızdı. Yönetmelik gereği en fazla 200 yatılı ve 50 gündüzlü öğrenci alınacaktı. Okulun öğretim süresi beş yıldı; bunun dört yılı nazarî ve pratik eğitim, son bir yılı da sanayihanelerde staj şeklinde yapılacaktı. Öğrenci seçimi yarışma sınavlarıydı belirlenecekti. Bu sınavlara da 16 yaşından küçük rüşdiye ve dengi okul çıkışlılar katılabiliyorlardı. Dersler arasında pek çok idadi dersleri vardı, ama çoğunluk sanayi derslerinde idi: Demircilik, Tornacılık, Tesviyecilik, Dökmecilik, Modelcilik, Doğu ve Batı Mimarî Biçimlerinde Marangozluk, Oymacılık, Ahşap Tornacılık, Sedefçilik v.s. Öğrencilerin makina ve marangozluk şubelerinden hangisine gireceği ve kaçar saat ders okuyacakları Müdür ve okul idaresi tarafından belirleniyordu. Okul, 20'li not sistemini uyguluyordu: Bunun derecelenmesi de şu şekilde idi: 1 “Mekteb-i Sanayi”. Tanin, 27 Ekim 1909. “Dersaadet Sanayi Mektebi Nizamnamesi”, Takvim-i Vekayi, 730(11 Kânunusâni 1326). İkdam, 25,26 Kasım 1909. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 341 ~ 20 19-18 17-16- 5 14-13-12 11-10 9-8-7 6-5 4-3-2-1 : Fevkalade : Aliyulâlâ : Âlâ : Karîb-iâlâ : Vasatî : Karîb-i Vasatî : Fena : Pek Fena İlk sınıftakilerden sonrakilere, uygulama yapıldığı günler gündelik veriliyordu. Bu gündeliklerin yarısı saklanıyor, okuldan çıktıkları zaman kendilerine sermaye olarak veriliyordu. Dersaadet Sanayi Okulunda, öğretimi bitirenlerden dörtte üçüne “icazetname”, geri kalanlara da “tasdikname” veriliyordu. Ayrıca Okulu birinci ve ikinci olarak bitirenlere de “sanayi madalyası” veriliyordu. 1909 yılında uygulamaya koyulan bu Yönetmelik, 24 Şubat 1285 talihli eski Yönetmeliği de ortadan kaldırıyordu. Okulun âlet, edevat ve tesviyehâne v.s. yönündeki eksiklikleri yanında, öğretim yönünden de bazı eksiklikleri vardı. Okulun paraları Mâliye'ye ait olduğu için, burada yapılacak her yenileşme hareketinde Bakanlıklar arasında birçok yazışmalar yapmak.gerekiyordu. 1910 yılında Kastamonu mebusu İsmail Mahir Efendi, Nâfıa Nezaretine verdiği bir öneri yazısında makina mühendisi ve ziraî âlet ye edevatlar uzmanı yetiştirilmesi için, ya Sanayi Okulunun uygun hâle getirilmesini ya da Mühendis Okulu'nda bir şube açılmasını istiyordu1. Bu öneriler üzerine Nâfia Nezareti, Orman ve Maden ve Ziraat Nezaretinden resmen iki uzman alarak yabancı okul programlarını inceletmiş; sonra da hem İstanbul Sanayi Okulu'nun seviyesinin yükseltilmesini, hem de Mühendis Okulu'nda bir şube açmayı kararlaştırmıştı2. 1910 yılı başlarında İstanbul: Sanayi Okulu, Ticaret ve Nâfia Nezareti'nin isteğiyle, Orman ve Maden ve Ziraat Nezaretinden ayrıldı ve adı geçen Bakanlığa bağlandı3. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 24 Mayıs 1326, S.2087. a.g.y. 3 “Dersadet Mekteb-i Sanayi idaresinin Orman ve Maden ve Ziraat Nezareti'nden fekk-i irtibatıyfa Ticaret Ve Nafia Nezareti'ne ilhakı hakkında irade-i seniye”. Takvim-i Vekayi, 734(16 Mart 1327). 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 342 ~ Aynca Bakanlık bu okulda gerekli düzeltmeleri yapabilmek için okul Müdürü Edhem Bey'i Mısır, İtalya, Viyana, Peşte, Belgrad ve Sofya'yı kapsayan bir inceleme gezisine yollamıştı. Müdür, buralardaki Sanayi okullarını ve bazı sınaî kuruluşları ziyaret etmişti. Bakanlık bu ıslâhat çerçevesinde, 1911 yılında bu okuldan çıkacak beş kişiyi Viyana Elektrik Makinaları İmalâthanesi'nde öğretim ve uygulama görmek üzere Avrupa'ya göndermeyi de kararlaştırıyordu1. 1911 yılına kadar İstanbul Sanayi Okulu'na yalnız Osmanlı uyruğunda olan kişilerin alınmasına izin vardı. Yabancı yüksekokullarda birçok Osmanlı öğrenci bulunması ve Osmanlı ülkesindeki birçok yüksekokulda da yabancı öğrencilerin bulunmasına dayanarak, 1911 yılı Eylûlünde yabancı uyruklu öğrencilerin de İstanbul Sanayi Okulu'na girebilmeleri kararlaştırıldı2. İkinci Meşrûtiyet yıllarında yayınlanan bu okula giriş şartlarında, vilâyetlerdeki Sanayi okullarından mezun olanların teorik ve pratik iktidarlarına göre bu okula alınacakları, okula gündüzlü olarak alınan öğrencilerin birer iş ve dershane elbisesi almaları v.s. gibi maddeler yer alıyordu3. 1912 yılında Sanayi Okulunun ders programını yeniden düzenlemek için bir Komisyon kuruldu ve uzun süre çalışmalar ve toplantılar yaptı. Bu Komisyon bazı yeni şubeler açmayı, bazı şube birleştirme, ayırma ve genişletmenin yanı sıra, Okulun yapısında da yeni bir düzenleme yaptı. Buna göre beş yıllık okulun ilk iki yılı vilâyetlerdeki sanayi okulları derecesinde, kalan üç yılı da yüksekokul olarak kabul ediliyordu. Birinci kısma rüşdiye ve dengi okul çıkışlılar, ikinci kısma da vilâyet sanayi okulları ve beş yıllık idadi çıkışlılar sınavla alınacaktı4. 1913 yılında Bakanlık, öğrencilerin başka yüksekokullara kaçmalarını önlemek için, bir yıldan daha fazla bir zaman önce Islâh Komisyonu'nun önerdiği, ancak uygulanamamış olan “kademe sistemini” uygulamaya karar verdi. Buna göre ikinci sınıfı bitirince okulu terkedenlere “işçi” ve “amele” şahadetnamesi, beşinci sınıfı bitirenler “ustabaşı” veya “makina mühendisi” şahadetnamesi alacaklardı5. 1 “Sanayi Mektebinin Islahı”, Yeni Tasvir-i Efkâr, Sabah, 17 Mart 1910, “Tebayı ecnebiyenin dahi Mektebi Sanayie kayd ve kabulleri hakkında irade-i seniye”, Düstur, c III s.740. “Mekteb-i Sanayi”, Sabah, 17 Ekim 1911. 3 Sabah, 17 Temmuz 1911,4 Haziran. 8 Temmuz 1912. 4 Ağustos 1913 v.s. 4 “Mekteb-i Sanayide ıslâhat”, Tanin, 9 Ağustos 1912. 5 “Mekteb-i Sanayi”, Sabah, 8 Aralık 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 343 ~ İstanbul Sanayi Mektebi'nin sayısal durumu hakkında bir fikir sahibi olabilmek için, şu sayılara bakmak yeterlidir. 1910 yılında 20 mezun veren okulun 1911-1912 öğretim yılındaki mezun durumu da şöyle idi1: Demirci Tesviyeci Modelci Dökmeci Marangoz Ahşap tornacı-marangoz Mürettip-tesviyeci Toplam 2 4 1 1 3 1 1 13 1914 yılında ise 22 öğretmen ve 21 ustası olan okulun öğrenci durumu, şu şekilde idi:1 4.2.4.1.2. Taşra Sanayi Okulları: Osmanlı Devleti'nde İkinci Meşrûtiyetin başlamasından evvel çoğu vilâyet merkezinde, hattâ bazı sancak merkezlerinde bile sanayi okulları açılmıştı. Genellikle yetim öğrencilerin okuduğu bu okullara sahip olmayan vilâyetler çok azdı. Bu okulların yönetimleri, vilâyet idarelerine bağlı idi. Orman ve Maden ve Ziraat Nezareti bunları yalnızca denetleme hakkına sahipti. Sanayi okulları gerçi ikinci Abdülhamit döneminde de verimli bir çalışma yapamıyorlardı ama, İkinci Meşrûtiyetten sonra bu okullar hepten durgunluğa uğradı, dağılmaya yüz tuttu. Ankara Sanayi Okulu kapandı. Bursa Sanayi Okulu kapanma tehlikesi ile karşı karşıya kaldı2. Bu durum karşısında, taşra sanayi 1 2 “Mekteb-i Sanayi”, Hakk, 19 Temmuz 1912. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 24 Mayıs 1326, S.2087. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 344 ~ okullarının Nafia ve Ticaret Nezareti'ne bağlanması hususunda çalışmalar yapılmaya başlandı1. Çalışmalar bütçe tartışmaları sırasında Meclis'e kadar ulaştı. 28 mebus, vilâyetlerdekî sanayi okullarının da İstanbul Sanayi Okulu gibi, Nâfia Nezareti'ne bağlanması, bu Bakanlığın bütçesinin bu yönden arttırılması hususunda bir önege verdiler. Zaten Nafia Nezareti de daha önce bütün sanayi okullarının kendisine bağlanması hakkında bir istekte bulunmuş, ancak Mâliye Nezareti deneme için yalnız İstanbul Sanayi Okulu'nu bu Bakanlığa bağlamıştı. Mebusların Meclis'teki önergeleri üzerine Edirne, Bursa, Halep, Şam, Manastır, Trabzon, Üsküp, Zor, Sivas, Trablusgarb, Beyrut, Selanik, Erzurum, Konya, Kastamonu, Adana, Kerkük, Bağdat, Kosova ve Ankara Sanayi okullarıyla İstanbul Mekteb-i Ticaret-i Bahriyesi'nin Ticaret ve Nafia Nezareti'ne geçmesi kabul edilmiştir2. Ticaret ve Nafia Nezareti 1911 Temmuz'unda valiliklere, bu okulların tüzük ve yönetmeliklerini göndermiş, ayrıca her sanayi okulunun durum ve ihtiyaçları belirlenerek, bu husustaki bütçe ödeneğinin ona göre dağıtılacağı yazılmıştır3. 4.2.4.1.3. Kız Sanayi Okulları Kız sanayi okulları İstanbul ve Üsküdar'da olmak üzere iki tane idi. İkisi de İstanbul Vilâyeti Maarif İdaresine bağlı idiler. İkinci Meşrûtiyet dönemi içinde hiç verimli çalışamadıklarından 1913 yılında kapatılmışlardır. Bunların ödenekleri birleştirilerek yeni bir okul açılması düşünülmüş, Avrupa'dan üç uzman getirmesi için Maarif Müdürü Kemal Bey Avrupa'ya gönderilmiştir4. Kemal Bey, Londra ve Belçika'daki kız sanayi okullarını incelemiş ve Belçika'yı daha üstün görmüştür. Orada iki öğretmen ve bir müdürle anlaşma imzalamıştır5. Bu müdür ve öğretmenler Ekim ortalarında gelmişler ve yeni okul Münir Paşa Konağı'nda öğretime başlamıştır. İlk yıl gündüzlü, daha sanra da yatılı olacak olan okulun yapısı ise şu şekildeydi: 1 “Vilâyet Mekteb-i Sanayileri”, Sabah, 20 Ekim 1910. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 28 Nisan 1327, S.2920-2922, 2939. 3 “Taşra Sanayi Mektepleri”, Sabah, 29 Temmuz 1911. 4 “Mükemmel bir kız mektebi”, Sabah, 15 Ağustos 1911, 5 “Kız Sanayi Mektebi”, Sabah, 5 Ekim 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 345 ~ İlk kısma 7-12 yaşındakiler; ikinci kısma 13-14 yaşındaki rüşdiye mezunları da alınacaktı. VIII. sınıftan mezun olanlar bir yıl da uygulama yapıp, öğretmen olacaklardı1. Okulun 1913 yılında uyguladığı ders programı ise şu şekildeydi2: Ulûm-u Diniyye, Türkçe, Hesap, Coğrafya, İlm-i Eşya, Hıfzıssıhha, İdare-i Beytiyye, Tarih, Usul-ü Defteri, Fransızca, Hatt, Musiki, Terbiye-i Bedeniye, Resim, BiçkiDikiş, Tamir, Çamaşır Yıkama. 1912 yılı sonlarında lağvedilen Üsküdar Kız Sanayi Mektebi, 1914 yılında yeniden kurulmuş ve her yıl bir sınıf açılmaya başlanmıştı3. 4.2.4.1.4. Özel Sanayi Okulları Osmanlı-Fransız Kız Sanayi Okulu: Kız çocuklarına kadınlığın sosyal durumunu anlatmak, onları iyi bir ev kadını, hayat arkadaşı ve anne olarak yetiştirmek için 1 Kasım 1909'da kurulmuştu. Bayan Colette tarafından kurulan bu okul, zamanın Dâhiliye, Mâliye, Adliye nâzırlarıyla Dr. Besim Paşa (1861-1940) ve Hüseyin Cahid Bey'lerin himayeleri altındaydı4. Okulda sabahları Türkçe, Fransızca, Kıraat ve Yazı, Hesap, Tarih, Coğrafya gibi dersler; öğleden sonra da çeşitli el işlerinin yanı sıra Hıfzıs-sıhha, Fenn-i Terbiye-i Etfal, Tebabet-i Ameliye gibi dersler gösteriliyordu5. İttihat ve Terakki Kız Sanayi Mektebi: İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin Nuruosmaniye Kulübü tarafından Divanyolu'nda 1911 yılında açılmıştı6. Bayburt Sanayi Mektebi: Bayburt'taki İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından 1910 yılında açılmıştı. Fakir ve yetimlerden 50 çocuğa terzilik, demircilik ve marangozluk öğretiliyordu7. 1 2 “Yeni Kız Sanayi Mektebi”, Sabah, 26 Ekim 1913. Ergin, O.N., a.g.e: S.690. 3 a.g.e. S.693. 4 “Osmanlı-Fransız Kız Sanayi Mektebi”, Tanin, 28 Ekim 1909. 5 “Osmanlı-Fransız Kız Sanayi Mektebi”, Tanin, 28 Ağustos 1909. 6 Sabah, 12 Temmuz 1911. 7 Sabah, 3 Ağustos 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 346 ~ 4.2.4.2. ZİRAAT OKULLARI İkinci Meşrûtiyet döneminde tarım alanında oldukça zengin bir okullaşma görülmektedir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir: 4.2.4.2.1. Halkalı Ziraat Mektebi: (Bakınız: Yükseköğretim) 4.2.4.2.2. Ziraat Ameliyat Mektepleri: Çiftlik idaresini bilen çiftçi ve çiftlik kâhyası yetiştirmek üzere hem teorik hem de pratik bilgiler veren okullardı. Sağlık, ulaşım, şehir v.b. gibi çeşitli yönlerden uygun olan yerlerde Ziraat Bakanlığı tarafından kuruluyordu. Öğretim süresi üç yıldı. Parasız-yatılı, ücretli-yatılı ve gündüzlü öğrencilerin yanı sıra dinleyiciler de alınıyordu. 15-20 yaşları arasında, Osmanlı uyruğundaki çiftçi ve esnaf çocukları almıyordu. Okula gireceklerden ruşdiye çıkışlılar düzeyinde bilgi isteniyordu. Okul programları, yörenin gereksinmelerine göre okulun öğretmenler kurulu tarafından hazırlanıp Bakanlığa onaylattırılıyordu. Okulu bitirenler de icazetname alıyorlardı1. 1910 yılında Adana, Ankara, Bursa, Selimiye ve Selanik'te beş tane “Ziraat Ameliyat Mektebi” vardı2. İkinci Meşrûtiyetten önce bunlardan yalnız Selanik ye Bursa Ameliyat Mektepleri vardı. 1911 yılında ise Ziraat Ameliyat okullarının sayısı Siroz, Manastır, Kosova, Kastamonu, Trablusgarb, Sivas, Erzurum ve Halep'tekilerle beraber 12'ye yükseldi. Selanik'teki yüksekokul haline getirildi. O zaman Ziraat Ameliyat okullarından çok şeyler bekleniyordu. Her yere, bazı başka okulların yerine bu okullardan açılması isteniyordu3. Oysa bu okullardan çıkanlar da memur olmaktan kendilerini alamıyordu. Zaten Bursa'daki dışındakiler verimli bir çalışma da yapamıyorlardı. 1914 yılında ise Adana, Ankara, Bursa, Sivas ve Kastamonu'da olmak üzere beş tane Ziraat Ameliyat okulu vardı4. 4.2.4.23. Çiftlik Mektepleri: Çiftçi çocuklarını bilgili, yeni usul tarımı uygulayacak şekilde bilen, Türkçe okuma-yazma öğrenmiş, kendi tarlasını idareye muktedir çiftçi, yarıcı ve subaşı yetiştirmek amacıyla gerekli yerlerde açılıyordu5. Öğretim 1 “Tedrisat-ı Ziraiye Nizamnamesi”, Orman ve Maadin ve Ziraat ve Baytar Mecmuası, 899(1327), S.488-493. 2 Orman ve Maden ve Ziraat Nezareti 1326 Senesi Bütçesi, İstanbul, 1326. 3 “Ziraat Ameliyat Mekteplerİ”, Meslek, 4 Ocak 1911. Dağavaryan, “Ziraat Ameiiyat Mektepleri”, Tanin, 4 Mart 1911. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 23 Mayıs 1326, S.2065-2074. 4 Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi,... İhsaiyat Mecmuası..., S.88-89. 5 “Çiftlik Mekteplerİ Talimatı”, Orman ve Maden ve Ziraat ve Baytar Mecmuası, 1/4(1326), S.354-356. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 347 ~ süresi, yörenin gereksinmelerine göre iki veya üç yıl idi. 15-18 yaş arasında Osmanlı çiftçi çocukları alınıyor ve okuma-yazma bilenler tercih ediliyordu. Çiftlik okulları yatılı idi. Öğrenciler uygulama için çiftliklerde çalıştırılacaklar, bunun karşılığı olarak yemek, elbise ve okuldan “tasdikname” aldıktan sonra bir miktar sermaye verilecekti. Yönetmeliğe göre okulun programı da şu şekilde düzenlenmişti: Okuma-yazma, Hesap (4 işlem), Usul-ü Defterî, Coğrafyayı Osmanî ve Umûmî, Ziraat Dersleri yörenin durumuna göre Müdür tarafından belirlenerek Bakanlığa onaylattırılacaktı. İkinci Meşrûtiyet döneminde Siroz, Selimiye (Hama), Antalya ve Halep'te Çiftlik okulları vardı. 4.2.4.2.4. Amele Mektepleri: Tarım uygulaması, tarım araçlarının bakımı, bitki ve hayvan hastalıkları ve çarelerini uygulamalı olarak öğretmek için kurulmuş okullardı. Bakanlık, gerekli gördüğü yerlerde yatılı ve gündüzlü olarak bu okullardan kuruyordu. Okulun öğretim süresi iki yıl idi. Osmanlı uyruğunda, askerliğini yapmış, 30 yaşından küçük kişiler almıyordu. Okuma-yazma bilme tercih sebebi olabilirdi. Okuldaki çeşitli işler ve uygulamalar öğrencilere yaptırılır, karşılık olarak da yemek, elbise ve uygun bir ücrel verilirdi. Ücretin bir kısmı kesilerek, tasdikname alınınca sermaye olarak verilirdi. Okul, bir çiftliğin içinde kurulurdu ve ders programını da Okul Müdürü düzenler, Bakanlığa onaylatırdı1. İkinci Meşrûtiyet döneminde Kastamonu ve Trablusgarb'da iki Amele okulu kurulmuş; Halep, Sivas ve Erzurum'daki “Numune Tarlaları” da Amele Okulu şekline getirilmişti2. 4.2.4.2.4. Mıntıka Ziraat Mekteb-i Âlisi: (Bakınız: Yükseköğretim bahsi) 4.2.4.2.5. Özel-tarımsal okul ve kuruluşlar: Osmanlılar, tarımın özel bazı alanlarında da okullar kurup, öğretim yapmışlardı. * Bağcılık, Bahçıvanlık ve ipekçilik Ameliyat Mektebi: Aydın-Seydiköy'de İkinci Meşrûtiyetten önce bir tarım okulu yaptırılmıştı. Bu okulun çorak bir arazi üzerinde kurulması dolayısıyla verimli bir çalışma yapamadığı ve pek çok eleştirilere uğradığı da görülmektedir. Bir ara okul, “Maiyat-ı Mütehemre Ameliyat 1 2 İçinde: “Tedrisat Ziraiye Nizamnamesi”, Düstur, İkinci tertib, c.lV, S.96-98. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2562. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 348 ~ Mektebi” diye de anıldı. Yörenin üzümlerini kullanarak şarap, ispirto, konyak v.s. yapmaya başlamıştı1. Daha sonra İstanbul-Kızıltoprak'da da bir “Bahçıvanlık ve Eşcar-ı Müsmire ve Bağcılık Mektebi” açılmıştı2. 21 Nisan 1328'de yayınlanan “Filoksera Nizamnamesi”nin 14. maddesinde de Ziraat Nezareti'nin Bahçıvanlık Ameliyat okulları kurması ve bunları, gereksinmeleri karşılayacak kadar açık tutması öngörülüyordu3, ama bu yolda bir girişime rastlanılmadı. 1911'de Cezair-i Bahr-i Sefid'de, Van ve Antalya'da da Bahçıvanlık ve Eşcar-ı Müsmire ve Konservecilik okulları kurulması yönünde çalışmalar vardı4, ama onlardan da olumlu bir sonuç çıktığına rastlanmamıştır. * Dârülharirler: İpekçiliği fennî bir şekilde öğretmek amacıyla kurulmuş okullardır. En eskisi 1887 yılında Bursa'da kurulmuştu. Düyûn-u Umûmiyeye bağlıydı. Yarışma sınavıyla yatılı ve gündüzlü Öğrenciler alınıyor, dört aylık bir öğretimden sonra mezun ediliyordu. Kuruluşundan 1914 yılına kadar (yıl sonu) Bursa Dârülhariri'nden 1297 kişi diploma almıştı5. Aynca Selanik6, Beyrut7 v.s. yerlerde de Dârülharirler vardı. 1913/14 öğretim yılında Amasya, Antalya, Beyrut ve Mamuretulaziz'deki Dârülharirlerde 58 öğrenciden 45'i diploma almıştı8. * Sütçülük okulları: Ziraat ve Ticaret Nezareti'nin kurmayı tasarladığı Tavukçuluk, Arıcılık, Balıkçılık v.s. okulları arasında gerçekleştirilen ve verimli çalışmalar yapan okullardan biriydi. İlk sütçülük okulunun kurulmasına 1910 yılında Halep'de başlamıştı. Daha sonra bunlara Trabzon ve Erzurum da katıldı. 1914 yılına kadar 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Temmuz 1330, S.762. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2562, 3 Temmuz 1330, S.762. 1914 yılında bu okula yedi öğrenci kaydolmuş, ama hepsi okulu terketmişlerdi (Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi,... İhsaiyat Mecmuası. S.89). 3 “Filoksera Nizamnamesi”, Düstur. İkinci tertib, c.IV, S.478-479. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2562. 5 “Bursa Harir Dârüttalimi”, Tanın, 17 Temmuz 1912. “Bursa Harir Dârüttalimi”, Sabah, 31 Ocak 1914. “Bursa Dârülhariri”, Sabah, 8 Ağustos 1914. 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2563. 7 Dârülharir ve Bedahet gazeteleri, 9 Ocak 1911. 8 Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası.., S.88-89. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 349 ~ Adana ve Ankara'ya da birer Sütçülük Okulu açılmıştı1. Bakanlık 1913 yılında da Fransa'daki “Ecole Ambulantes de Laitrie”ler tarzında Seyyar Sütçülük Okulları kurup ülkeyi dolaştırmak için, Avrupa'ya pek çok âletler ısmarlamış, Macaristan'a da altı öğrenci yollamıştı2. 4.2.4.3. ORMANCILIK OKULLARI Osmanlı Devleti, Batılı devletlerin ormanlarını ve madenlerini de sömürmeye başladığını anladığı andan itibaren bu alanlarda da okullar açma girişimlerinde bulunmuştur. İlkönce iki Fransız orman memurunun önüne Bâbıâli Tercüme Odası'ndan bazı kimseleri vererek, orman memuru yetiştirmeye çalışmışlardır3. Âli Paşa'nın (1815-1871) Sadrazamlığı sırasında 1867 yılında bir Orman Bakanlığı ve Orman Okulu kurmak için Fransa'dan uzmanlar istemiştir. Üçüncü Napolyon, altı kişilik bir grup yollayarak buna cevap vermiştir. Bunlar da hem Bakanlığı hem de okulu kurmuşlardır. Öğretmenleri Fransız olan okulun öğretim dili de Fransızca idi. Mahmut Nedim Paşa'nın (1818-1883) sadrazamlığı sırasında Fransızca öğretim yasaklandığından, bu okuldaki öğretmenlerin işine son verilmiş; öğretim başka kimselere verilmiş, ancak yürümemiştir4. 1879'da “Maadin Mektebi” ile 1891’de de Halkalı Ziraat Mektebi ile birleştirilmiştir5. Öyle ki, İkinci Meşrûtiyet başladığında Halkalı Ziraat Mektebinde yalnızca haftada iki saat orman dersi vermekle yeriniliyordu6. 4.2.4.3.1. Orman Mekteb-i Âlîsi: (Bakınız: yükseköğretim bahsi) 4.2.4.3.2. Orman Ameliyat Mektepleri: “Orman müessisi ve bekçi başısı” yetiştirmek amacıyla vilâyet ve bağımsız livalarda kurulması öngörülen bu okullar, yatılı olacaktı. On yatılı ve beş ücretli Öğrencinin alınacağı bu okulun öğretim süresi de 10 ay idi. Köylülerin ve orman mülkü olanların çocukları gündüzlü-parasız olarak kabul edilebilecekti. 19 yaşından yukarı, rüşdiye çıkışlı olanlar sınavsız, diğerleri basit bir 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Temmuz 1330, S.762. “Sütçülük Mektebi”, Sabah, 8 Kasım 1913. 3 Ergin, O.N., a.g.e. S.588-590. 4 “Orman Mektebi”, Tanin, 23 Aralık 1908. 5 Ergin, O.N., a.g.e. S.592-593. 6 “Orman Mektebi”, Tanin, 2 Aralık 1908. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 350 ~ sınavdan geçirelerek alınacaktı. Haftada ikişer defa olmak üzere ders programı şu şekilde idi1: Hesap, Hendese, Ormanlarda yetişen ağaçların özellikleri, Toprakların terkibi. Her gün 1,5 saat ders gösterilecekti. Aynca haftada altı gün de şu konularda uygulamalar yaptırılacaktı: tohum toplamak ve ayırmak, fidanlık yerleri belirlemek, tohumları elemek, genç fidanların korunması, ormanı sıklaştırmak v.s. Öğretim sonunda sınavları başaranlara “tasdikname” verilecek, sonra Bakanlık bunu “Şahadetname”ye çevirecekti. Mezunlar mîrî ormanlarda çalışacaklardı. Bakanlık, bu okulların açılması hakkındaki girişimlerini 1913 yılı sonlarına doğru yaptı2. 4.2.4.3.3. Orman Jandarma Mektebi: 12 Temmuz 1914'de Kâğıthane'de açılmıştı. Askerî yapıda bir okuldu. Okulun 125 öğrencisi dört bölük halinde örgütlenmişti. Askerlik, Beden Eğitimi, Silâh kullanma ve okuma-yazma öğreneceklerdi. Öğretim süresi altı aydı. Mezun olanlara ev, arazi ve 200 kuruş da maaş verilecekti. Üç ay zorunlu hizmet vardı ve bu orman koruyuculuğu görevi askerliğe de sayılacaktı3. 4.2.4.4. POLİS OKULLARI Osmanlı Devleti'nde polislerin eğitimi hakkındaki ilk çalışmalar, meslekî ve yasal bilgilerin verildiği kurslar şeklinde 1900 yılında başlamıştı. Sonra Rumeli ıslâhatı sırasında, Selanik'te Belçikalı subaylar idaresinde İlk Polis Okulu 1907 yılında açıldı. Yatıh olan bu okula, vilâyet polisleri devam ediyordu. İkinci Meşrûtiyetin ilanından sonra yabancı subaylar ülkelerine gönderildi ve okul da kapandı4. İkinci Meşrûtiyetten sonra bir süre Ferah Tiyatrosunda polislere meslekî ve ahlâkî kurslar verildi. Sonra 1909 Haziranı sonlarında Yıldız Sarayı içinde “İstanbul Polis Mektebi” kuruldu. Öğretim süresi altı ay olan bu okulun ilk öğrencileri 250 İstanbul ve 150 de taşra karakollarından olmak üzere 400 kişi idi5. Okulu bitirenler tekrar 1 “Orman Ameliyat Mektepleri Nizâmnâmesi”, Orman ve Maadin ve Ziraat ve Baytar Mecmuası, 11/8(1327), S.407-416. 2 Sabah, 17 Ekim 1973 3 “Orman Jandarma Mektebi”, İkdam. 13 Temmuz 1914. 4 Birinci, İhsan, “İlk Polis Okulları”, Hayat-Tarih Mecmuası 11/3(1966), S.87. 5 a.g.m. S.88-89. “Polis Mektebi”, Tanin, 25 Haziran 1909. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 351 ~ eski karakollarına geri gönderiliyorlardı. Bu polis okulunun ders programı ise şu şekildeydi1: “Kavanin, Polis Nizâmnâmesi, Telefon ve Telgraf Muhaberesi, Beden Terbiyesi, Eskrim, Otomobil ve Makina Sevk-i İdaresi, Meslek Terbiyesi ve Fiilî Hizmet, Atış Nazariyesi, Acil Müdavat ve Hıfzıssıhha, Daktiloskopi, Hesab-ı Tahrir Usulü.” Başlangıçta öğretim süresinin altı ay olarak belirlenmesine rağmen, dört ay sonra bir sınav yapılarak, başarılı olanlara diplomalar verildi. Başarılı olamayanlar iki ay daha öğretim gördüler2. Başarılı olamayan 40 kişi, 23 Kasım 1909'da ikinci öğretim devresine başladılar3. İstanbul Polis Okuluna bundan sonra da 400'ün üzerinde öğrenci alınmaya devam edildi4. 1909 yılından itibaren Selanik5, Beyrut, Erzurum, Bağdad, Adana ve Trabzon'da da polis okulları açıldı6. 1910 yılında Polis Mektebi Müdürü ile Emniyet Umûm Müdürü, Avrupa'daki polis okullarına bir seyahat yaptılar ve buradan edindikleri izlenimlere göre Osmanlı polis okullarında bazı düzenlemeler yaptılar7. Bu arada İstanbul Polis Okulu'nda İranlı polisler de eğitim görmeye başlamışlardır. 1910 yılında mezun olan 217 kişiden 12 tanesi İranlı idi8. İstanbul Polis Okulu 1911'de 2369, 1914 yılının başlarında (11. Öğretim devresi) 14310, ve sonlarında (13. öğretim devresi) 109 kişi11 mezun etmiştir. Taşra polis okulları Birinci Dünya Savaşı çıkınca kapanmış, İstanbul'daki ise öğretimine güçbelâ devam etmiştir12. 4.2.4.5. BAYTAR MUAVİNLERİ MEKTEBİ 1 Birinci, İ. a.g.m., S.90. “İkmal-i tahsil eden polisler”, Sabah, 5 Kasım 1909. “Polis Mektebi”, Tanin, 8 Kasım 1909. 3 Sabah, 23 Kasım 1909. 4 “Polis Mektebi”, Sabah. 1 Aralık 1910. 5 “Polis Mektebi”, Sabah, 22 Kasım 1909. 6 Birinci,İ, a.g.m., S.90. 7 “Polis Mektebi”, Sabah, 19 Şubat 1910. 8 “Polis Mektebi”, Yeni Tanin, 23 Ocak 1910. 9 “İstanbui Polis Mektebi”, Sabah, 23 Haziran 1911. 10 Polis Mecmuası, 1/18(1330), S.417. 11 Polis Mecmuası, II/37 (1330), S.888. 12 Birinci,İ., a.g.m., S.90. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 352 ~ (“Tatbikat-ı Baytariye Mektebi”) Baytar yardımcıları yetiştirmek amacıyla 2 Teşrinievvel 1326 yılında açılmış bir okuldu. Gündüzlü olan bu okul iki yıllıktı ve her iki sınıftan da mezun olunabiliyordu. Ancak maaşlar farklı oluyordu. Gündüzlü bir okul olmasına rağmen beş yıllık zorunlu hizmeti vardı. Ancak okuldayken ve okul sonrası memuriyetteyken askerlikten muafiyet sağlıyordu1. Bu okul tâ açılışından itibaren çok sert tepkileri kendisine çekti. Bu şiddetli eleştiriler üzerine sorun, Zabıta-ı Sıhhiye Komisyonu'na gönderildi. Orada okulun adı “Tatbikat-ı Baylariye Mektebi”ne çevrildi. Taşra idadilerinin 5., İstanbul idadilerinin 2. sınıfını bitirenler sınavsız, özel okul ve rüşdiye çıkışlılar da sınavla bu okula girebiliyorlardı2. Akbıyık'taki bu okulun ders programı da şu şekilde düzenlenmişti3: Tablo 35) Tatbikat-ı Baytariye Mektebi ders programı Yıllar Dersler I Malumat-ı Teşrihiye ve Fizyoloji Mebadi-i Hikmet ve Kimyayı Tibbî Tedavi ve Spençiyarî Hıfzıssıhha ve İdare-i Hayvanat Toplam Emraz-ı Hayvanat Emraz-ı Sâriye Şeririyat Toplam II Uygulama ile beraber ders sayısı 96 96 84 64 340 96 112 138 346 Okul ilk mezunlarını 1912 yılında vermiş ve 46 kişi mezun etmiştir4. 1913-1914 öğretim yılında tekrar “Muavin-i Baytar Mektebi” adını alarak öğetime başlayacağı yazıldıysa da5 gene eski isimle kaldı. 1913-14 öğretim yılında da 38 kişi mezun 1 “Baytar Muavinleri Mektebi”, Sabah, 26 Eylül 1910. “Tatbikat-ı Baytariye Mektebi”, Sabah, 25 Ağustos 1912. 3 “Tatbikat-ı Baytariye Mektebi Talimatname-i Dahilisi”, Orman ve Maadin ve Ziraat ve Baytar Mecmuası, 11/10(1327), S.748-759. Farklı bir program: Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 16 Nisan 1327, S.2571. 4 “Tatbikat-ı Baytariye Mektebi”, Hakk, 14 Temmuz 1912. 5 Sabah, 26 Ekim 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 353 ~ etti1. Ancak okul sürekli olarak tepkileri çekmeye devam ediyordu. İzmirSeydiköy'de açılan “Mayiat-ı Mütehemre Mektebi”nden farkı olmadığı, onun gibi gereksiz olduğu öne sürülüyordu2. Eleştiriler genellikle gene kendi meslektaşlarından, baytarlardan kaynaklanıyordu. Bu tepkiler karşısında Bakanlık okulu, -gereğinde lağvetmek üzere- Mülkiye Baytar Mekteb-i Âlisi'ne nakletmiş, kesin bir çözüme varılmadan da Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. 4.2.4.6. ŞİMENDİFERCİLİK MEKTEBİ Daha önce olduğu gibi, İkinci Meşrutiyet yıllarında da Hicaz Demiryolu hariç. Ülkedeki bütün demiryolu hatları yabancıların elindeydi. Orada memurluk yapanlar da şapka giyen, yabancı dil bilen Avrupalı veya gayrimüslim halktan idi. 1914 yılı başlarında Evkaf Nâzırı Hayri Bey, kendi Bakanlığına devredilen Hicaz demiryollarının daha iyi işletilmesini sağlamak üzere bir “Şimendifercilik Mektebi” açmaya karar verdi. Çok uzun görüşmelerden sonra okulun Uşak'ta açılması, her yıl elli kadar öğrenci alınması ve öğretim süresinin de dört yıl olması belirlendi. Demiryolu hattı üzerinde, daha ziyade uygulamalı eğitim yapacak olan bu okulun3 gerçekleştirildiğine rastlanmıyor, ama Birinci Dünya Savaşı çıktıktan ve ordu ülkedeki Fransız ve İngiliz demiryollarına el koyup, orada çalışan yabancı memurları kovduktan sonra Hayri Bey tasarılarını gerçekleştirdi. İzmir'de ve Yeşilköy'de iki “Şimendifer Memurları Mektebi” açtı4. 4.2.4.7. DÂRÜLBEDÂYİ-İ OSMANİ İstanbul Şehremini Cemil (Topuzlu) Bey tarafından 1914 yılında kurulmak istenmiştir. Önce Şehzadebaşı'nda bir apartman kiralanmış, sonra Fransa'dan Andre Antoine davet edilmiştir. Bu kişi gelip İstanbul'daki tiyatroları gezdikten sonra çalışmalarına başlamış, çeşitli komisyonlar kurulmuş, sınavlar yapılmış, tam resmi açılışının yapılacağı sırada Osmanlı Devleti savaşa girmiş, öğrencilerin büyük 1 “Tatbikat-ı Baytariye Mektebi”. Sabah, 29 Temmuz 1914. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Temmuz 1330, S.755-58. 3 “Şimendifercilik Mektebi”, Ahenk, 3 Mart 1914. 4 Ergin, O.N., a.g.e. S.1572-1574. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 354 ~ birçoğunluğu silâh altına alınmış1, Antoine Fransa'ya dönmek zorunda kalmış2, okulun açılışı da geri bırakılmıştır. Eğer o zaman açılsaydı, okul iki şubeden meydana gelecekti: Tiyatro ve musiki şubeleri. Savaştan Önce tiyatro şubesinin açılması için bütün hazırlıklar tamamlanmış3, ancak Savaş açılışa engel olmuştur. 25 Ekim 1914'de Rıdvan Bey, okulu parlak bir törenle açmış, hattâ “şark ve garb musiki şubeleri” öğretime de başlamıştır4. Ancak verimli bir çalışma yapılamamıştır. 4.2.4.8. MÜZİK OKULLARI * Musiki Mektebi: 1909 yılı ortalarında Topkapı Sarayı'ndaki Fatih Eczanesinde açılmıştı. Enderun okulundaki efendilenden müziğe yetenekli olanlar bu okula seçilerek eğitilmeye başlanmıştı5. Daha sonrası için bilgi alınamamıştır. * Muzika Mektebi: 1910 yılında İstanbul Belediyesi “Müessesât-ı Hayriye-i Sıhhiye İdaresi” tarafından açılmıştı. Esas kaynağı “Dârülaceze”deki çocuklar olmak üzere, dışarıdan da öksüz ve kimsesiz çocuklar alınıp eğitiliyordu. 1915 yılında kapatılıncaya kadar “Şehir Bandosu”nun eğitim merkezi olmuştur6. * Dârülmusiki-i Osmânî: Maarif Nezareti'nin ruhsatıyla 1911 yılında Şehzadebaşı'nda kurulmuş, 1914'de Çemberlitaş'a taşınmıştı. Öğrenci kayıtkabulünün her zaman mümkün olduğu okulda Cumartesi, Pazartesi ve Salı akşamlan ders yapılıyordu7. 1 “Dârülbedayi”, Sabah, 4 Ağustos 1914. Ergin, O.N., a.g.e. S.1540. 3 “Dârülbedayi”, Sabah, 16 Temmuz 1914. Ahmed Cevdet, “Konservatuvar tesisi”, İkdam, 2 Haziran 1914. A.H., “Musiki ve Temaşa Mektebine dair”, Türk Sözü, 1/14(1330), S.107-108. “Mösyö Antuvanla mülakat”, İçtihat dergisi, 113(1330), S.247-248. Ergin, O.N., a.g.y. 4 “Dârülbedayi-i Osmanî”, Sabah, 27-28 Ekim 1914. 5 “Musiki Mektebi”, Tanin, 1 Haziran 1909. 6 Ergin, O., a.g.e., S. 1509-1510. 7 “Dârülmusiki-i Osmânî”, Sabah, 13 Ocak 1914. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 355 ~ 4.2.4.9. ADLİYE OKULLARI * Adliye Tatbikat Mektebi: Hâkim yetiştirmek amacıyla 1910 yılında açılmıştı. Adliye Nezaretine bağlı idi. Buraya Hukuk Fakültesi mezunları alınıyor, Okulda bir mahkeme kurularak öğretmenlerin gözetiminde uygulama yapılıyordu1. * Adliye Mektebi: Hukuk Fakültesi çıkışlılardan Adliye Nezareti'nde memurluk yapmak isteyenler için açılmış -altı ay öğretim süreli bir okuldu. Hattâ Adliye Nezareti, Hukuk Fakültesi çıkışlı olup da şu anda Devlet dairelerinde çalışanların bu okula devam edebilmeleri için, sabahları bu memurlara izin verilmesi hususunda dairelere yazı yazılmıştı2. Şer'i mahkemelere idare ve yazı memurları yetiştirmek amacıyla “Medresetü'lKuzat”a da bir yıl öğretim süreli, gündüzlü bir sınıf açılmıştı3. Bu sınıfa dairelerinden izin alabilen memur ve müstahdemlerle idadi ve idadi dengi özel okul çıkışlılar sınavsız alınıyorlardı. Diğer istekliler, 20-25 yaş arasında olmaları şartıyla ve sınavdan geçirilerek alınacaklardı. Bu sınıfın ders programı şu şekildeydi: Feraiz ve Vesaya, Sakk-ı Şer'î, Nikâh, Talak, Hızane, Nafaka, Ahkâm-ı Evkaf, Defter-i Kassam, Usul-ü Muhakeme-i Şer'iyye, Malumat-i Kanuniyye, Harç ve Damga Kanunları, Kitabet, Usul-U Defterî, Hüsn-ü Hatt-ı Ta'lik. Bu sınıfı başarıyla bitirenler mahkeme kâtipliklerine ve İlmiye dairelerine memur olarak atanıyorlardı. 4.2.4.10. DAİRE-İ HARBİYE MEKTEBİ Harbiye dairesindeki memurların daha iyi yetişmelerini sağlamak amacıyla 1910 yılı sonlarından itibaren kurulması düşünülmüştü4. İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra kapatılan “Menşe-i Küttâb-ı Askeriye” adlı okulun yerine açılması tasarlanıyordu. Okulun 11 maddelik bir de Talimatnamesi hazırlanmıştı5. Buna göre okul, inşa ve hesap şubesi olarak ikiye ayrılıyordu. Her şubenin altı dersi vardı. Harbiye dairesinde çalışan bütün kâtipler, mesleklerine uygun bir şubeye 1 “Adliye Tatbikat Mektebi”, Sabah, 7 Ağustos 1910. “Adliye Mektebi için”. Sabah, 1 Ekim 1910. 3 “5 Safer 1332 tarihli Medresetül-Kuzat Nizamnamesine müzeyyel Nizâmnâme”, Düstur, İkinci tertib, c.Vl. S.1255-1256. 4 “Daire-i Harbiye Mektebi”, Sabah, 9 Aralık 1910. 5 “Daire-i Harbiye Mektebi”, Tanin, 12 Aralık 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 356 ~ devam edeceklerdi. Okula alınıştaki sınavı kazananlar, öğretimden muaftı. Okula gelmeyenler, kaleme de gelmemiş sayılacaklardı. Dersler, sabahları ve akşamlan yapılacaktı. Okul dört sınıfa ayrılacaktı ve sınıflar ikişer ikişer guruplaşarak ders göreceklerdi1. Okulun öğretim süresinin iki yıl olması kararlaştırılmıştı2. Okulun resmî açılışı, 29 Nisan 1911'de Mahmut Şevket Paşa tarafından büyük bir törenle yapılmıştı3. Nasıl çalıştığı ve ne zaman kapandığı hakkında bilgi bulunamamıştır. 4.2.4.11. MEKTEB-İ EVKAF Evkaf Nezaretine bağlı olan vakıfları düzenlemek ve idare etmek için Bakanlıkta çalışan kâtip ve memurlarla, dışardan sınavla başvuracakları yetiştirmek amacıyla 10 Mayıs 1911 tarihinde Evkaf Nezaretinde açılmış bir okuldu4. Okul hakkında, kuruluşu sırasında çıkarılan bir Yasada5 öğretim süresinin bir yıl olacağı, günde iki saat ders gösterileceği, kalan zamanda memurluk ve uygulamalar yaptırılacağı belirtiliyordu. Okula en fazla 40 kişi alınacaktı ve bunun 30'u Bakanlık'ta görevli memurlardan oluşacaktı. Kalan 10 kişi de, dışardan başvuranlar arasından sınavla seçilecekti. Okul hakkındaki Yasa, Meclislerden güçlükle geçti. Meclis'te her Bakanlık kendi elemanlarını yetiştirirse, genel okullardan çıkanlara iş kalmayacak deniliyordu6. Okulun programı da şu şekilde düzenlenmişti:7 Ahkâm-ı Evkaf, Nizamat-ı Evkaf, Malumât-ı Hukukiye ve Kanuniye, Arazi Kanunu, Malumat-ı İktisadiye, Usul-ü Defteri ve Muhasebe-i Umûmiye, Hesap, Kitabet-i Resmiye. 1912 yılında okul ilk mezunlarını vermişti. O zaman okulun sayısal durumu da şu şekildeydi8: Diploma alanlar İkmale kalanlar Sınıfta kalanlar Sınava girmeyenler 1 27 3 3 2 “Daire-i Harbiye Mektebi”, Sabah, 26 Nisan 1911. “Daire-i Harbiye Mektebi”, Sabah, 22 Mayıs 1911. 3 “Daire-i Harbiye Mektebi”, Sabah, 29 Nisan 1911. 4 Ergin, O.N., a g.e. S. 1524-1525. 5 “Evkaf Mektebi Hakkında Kânun”, Düstur, ikinci tertip, elli, S.367. 6 Meclis-i Mebusan Zabıl Ceridesi, 12 Nisan 1327, S.2444-2502. 7 Ergin, O.N., a.g.e. S.1527. 8 “Mekteb-i Evkaf”, Hakk, 7 Mayıs 1912; Sabah, 7 Mayıs 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 357 ~ Öğretimi terk edenler Toplam 5 40 Yasada öğretim süresi bir yıl olarak belirlenen Okula idadi mezunu olmayanlar da alınmış, ancak bunlar öğretimi izleyemediklerinden Okula bir de “izharî sınıfı” eklenmiş ve öğretim süresi iki yıla çıkartılmıştı. Balkan Savaşı dolayısıyla öğrencilerinin çoğu askere alınmış ve Evkaf Okulu 1912 yılında kapanmıştır1. Savaştan sonra 1913 yılında okul tekrar açılmış ve 1914 yılında 25 kişi mezun etmiştir2. Birinci Dünya Savaşı çıktıktan sonra temelli kapanmıştır3. 4.2.4.12. DÂRÜLHAYR-I ÂLİ İkinci Abdülhamid tarafından 1903 yılında açılmış bir okuldu. Yetimler için açılmıştı. Rüşdiye derecesinde, öğretim süresi altı yıl ve sanayi okullarına kaynak olmak üzere düzenlenmişti. Öğretim programının esası, san'at idi. Pek çok san'atın öğretimi öngörülüyordu. Bir de kızlar bölümü vardı. İkinci Meşrûtiyete kadar genellikle Bakanlığın (Maarif) merkez örgütündeki bazı kişilere yan maaş sağlayan bir kurum olarak kaldı4. İkinci Meşrûtiyetten sonra da, Bakanlık, bunun ödeneğini ve binasını Dârülfünun için kullanmak üzere, 21 Ağustos 1909'da çıkardığı bir yasa ile okulu lağvetti5. Okulun.öğretmen ve hademeleri “tcnsikat”tan açıkta kalmış işlemi gördüler. Öğrencileri İstanbul ve vilâyetlcrdeki yatılı okullara gönderildi. 4.2.4.13. OSMANLI ANA MEKTEBİ İstanbul analarını yetiştirmek, ev kadınlarının kadınlık görevlerini hakkıyla yerine getirebilmelerini sağlamak amacıyla onlara gerekli bilgileri vermek için kurulmuş bir okuldu. 1910 yılının Ekim ayı ortalarında Bayezıt'ta açılmıştı. Okulun kuruluş yapısı, şu şekildeydi: 1 Sabah, 14 Nisan 1328. “Evkaf Mektebi”, Sabah, 3 Temmuz 1914 3 Ergin, O.N., a.g.e. S. 1530. 4 Ergin, O.N., a.g.e. S. 1262-1263. 5 “Darülhayr’ın ilgası ve teferruatı hakkında Kânun”, Takvim-i Vekayi. 349 (23 Ağustos 1325). 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 358 ~ Ana sınıfı İbtidaî kısım Geçiş sınıfı Yüksek kısım İbtidaî kısmının da bir hazırlama sınıfı vardı. Geçiş sınıfı da öğrencileri yüksek kısma hazırlayan rüşdiye derecesinde bir sınıftı. Öğretmenliklerini genç bayan öğretmenlerin yaptıkları Okul, yüksek kısmında şu dersleri okutacaktı:1 Ev idaresi, Fevkalâde Dikiş, Biçki, Hıfzıssıhha, Çocuk Büyütmek, Tabahat, Aile Muaşereti v.s. Okula Bakanlık da ilgi göstermiş, başarılı öğrencilere 13 Temmuz 1911 günü yapılan görkemli bir törenle ödüller verilmiştir2. 1911 yılı Mayıs'ında Üsküdar'da “Ev Kadını Mektebi” adlı yatılı ve gündüzlü büyük bir okul açılacağı haberleri çıkmış, hattâ bazı çalışmalar yapılmış3; ama sonuç alınamamıştır. 4.2.4.14. BELEDİYE ÇAVUŞANI MEKTEBİ Belediye zabıtası demek olan “çavuşân”ı yetiştirmek için 1911 Aralığında açılmıştı4. Görünüşte çavuşân okulu olmasına rağmen, bütün belediye memurlarının bu okuldan geçmesi zorunlu tutulmuştur. Hattâ memuriyete yeni alınacakların bile bu okulda okuması veya sınavdan geçirilmesi öngörülüyordu5. Her öğretim süresi iki aydı ve her öğretim devresinde 30 “talebe” alınıyordu. İki devre başarılı olamayanlar, memuriyetten çıkarılıyordu. Öğrenci yerine konan kişilerin çok farklı ve karışık olmasından dolayı pek verimli bir çalışma yapılamıyordu. Ama kendi alanında orijinal bir eğitim kurumu idi. Şehremini Tevfik Bey'in açtırdığı bu okul, ondan sonra gelen Cemil Paşa'nm Belediye zabıtası görevini polise vermesinden dolayı, 1912 yılında kapatılmıştır6. 4.2.4.15. AŞÇI VE GARSON MEKTEBİ Cemil (Topuzlu) Paşa'nın İstanbul Şehremini olduğu sırada Belediyece Aşçı okulları açılması kararlaştırılmıştı. Bunlardan biri Kadın Aşçı Okulu olacaktı. Müdiresinin 1 “Osmanlı Ana Mektebi”, Sabah 9 Ekim 1910. “Osmanlı Ana Mektebi”, Sabah 14 Temmuz 1910. 3 “Ev Kadını Mektebi”, Sabah, 6,8 Mayıs 1911, 4 “Çavuşân Mektebi”, Sabah, 21 Şubat 1912. 5 Ergin, O.N., a.g.e. S.1519. “Belediye Mektebi”, Mukavemet, 21 Şubat 1912. 6 Ergin, O.N., a.g.e. S.1519. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 359 ~ Avrupa'dan getirtilmesi kararlaştırılan bu okul için, Horhor'da bir bina bile kiralanmıştı. Belediye aynca Dârülaceze'de erkek aşçı ve garson yetiştiren bir okul açmayı ve başına Tokatlıyan Efendi'yi getirmeyi kararlaştırmıştı1. Bu kararlardan ancak ikincisi gerçekleşebildi. Şehzâdebaşı'nda bir Aşçı ve Garson Mektebi açıldı. Ancak bir kaç ay sonra Cemil Paşa görevden ayrılınca, okul da kapatıldı2. 1 2 “Aşçı mektepleri”, Sabah, 14 Temmuz 1914. Topuzlu, Cemil, a.g.e. S.132. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 360 ~ 4.2.5. YÜKSEKÖĞRETİM 4.2.5.1. “DÂRÜLFÜNUN” 4.2.5.1.1. GENEL EĞİTİM VE EDEBİYAT, FÜNÜN, ULÛM-U ŞER'İYE ŞUBELERİ İkinci Meşrûtiyetin ilânından önce bir Osmanlı Üniversitesi açma çabaları birçok engellemelerle karşılaşmış ve 1900 yılına kadar sürekli bir üniversite kurulamamıştır1. 1900'de “Abdülhamid'in 25. tahta çıkış yıldönümünün şerefine” kurulan “Dârülfünun-u Şâhâne”, Türkiye'de üniversite kurma girişimlerinin dördüncüsuydü. Bu yüksek öğretim kurumu, İkinci Meşrûtiyet dönemine kadar esaslı bir gelişme gösterememiş, sansür altında, birkaç dershaneden meydana gelmiştir. Dârülfünun'un esas gelişmesi 1908'den sonra olmuştur. 21 Eylül 1908'de Mülkiye Mektebi'ndeki eski yerinden çıkarılmış, Zeynep Hanım Konağı'na nakledilmiştir. Adı “Dârülfünunu Osmanî” olarak değiştirilmiş, ilga edilen “Dârülhayr”ın 180.000 kuruşluk ödeneği ile öğretim âlet ve levazımı alınmıştır. Bundan sonra ilk hareket programlar üzerinde olmuş, Heyet-i İlmiye çeşitli toplantıları sonucu programı yeniden düzenleyip yayınlamıştır2: 1 Şu hususta bak: Mahmut Cevat, Maarit-i Umûmiye Nezareti Tarihçe-i Teşkilât ve İcraatı, İstanbul 1338. S.31,35,78-79,113-116. Ergin, Osman, İstanbul Mektepleri ve İlim ve Terbiye Müesseseleri -Dolayısıyla-Türkiye MaaritTarihi. İstanbul 1977, 2.baskı. S.545-563,1209-1258. Koçer, Hasan Ali, Türkiye'de Modern Eğilimin Doğuşu ve Gelişimi. İstanbul 1971 S.141146,74-76. Unat, Faik Reşit, Türkiye Eğitim Sisteminin Gelişmesine Tarihi Bir Bakış. Ankara 1964. S.49-54. İnsanoğlu, Ekmeleddin, “Tanzimat Döneminde İstanbul'da Dârülfünun Kurma Teşebbüsleri”, 150. Yılında Tanzimat, Ankara: TTK yayını 1992, S397-439. 2 “Dârülfünun Programı”, İkdam, 25 Eylül 1908. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 361 ~ Tablo 36) 1908 Dârülfünun ders programı (Ulûm-u Âliye-i Diniye şubesi) Dersler Tefsir-i Şerif Hadis ve Usul-ü Hadis İlm-i Fıkıh Usul-ü Fıkıh İlm-i Kelâm Tarih-i Din-i İslâm Tarih-i Umûmi Usul-ü Tedris Toplam 1.sınıf 3 2 2 2 2 2 13 2.sınıf 3 2 2 2 2 1 12 3.sınıf 3 2 2 2 2 1 1 1 14 4.sınıf 3 2 2 2 1 1 1 12 Bu program yayınlandıktan sonra 1908 Kasımında Daire-i İlmiye, Dârülfünun'un bu şubesinde okutulacak dersleri, öğretmenlerini ve öğretim usullerini yeniden belirledi. Bu düzenlemede 4. yıla da Usul-ü Fıkıh dersi konuyor, ayrıca yeni olarak İlm-i Hikmet, Tarih-i Edyan, Siyer-i Nebevi, Kitabet-i Arabiye, Türkiye dersleri konuyordu1. Tablo 37) 1908 Dârülfünun ders programı (Ulûm-u Riyaziye şubesi) Dersler Cebr-i Alâ, Hesâb-ı Tefâzulî ve Tamami Hikmet-i Tabiiye ve Riyaziye Hendese-i Resmiye mâ Tersimat Hendese-i Tahliliye Fenn-i Mihanik-i Riyazi İlm-i hey'et Taksim-i Arazi Hesab-ı İhtimali Usul-ü Tedris Toplam 1.sınıf 3 2 2 10 2.sınıf 2 2 2 2 1 9 3.sınıf 2 2 2 2 1 1 1 11 Tablo 38) 1908 Dârülfünun ders programı (Ulûm-u Tabiiye şubesi) \ 1 2 3 Hikmet-î Tabiiye-i Tahliliye 2 2 Kimyayı Madenî ve Tatbikatı 3 3 2 - Dersler 1 Sınıflar “Dârülfünun Ulûm-u Âliye-i Diniye Şubesi”, Tanin, 25 Kasım 1908. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 362 ~ tlm-i Hayvanat llm-i Nebatat Madeniyaf Usul-ü Tedris Kimyayı fiayatî Fizyoloji Tabakatu'l-arz Hikmet ve Kimya Tatbikatı Toplam 2 2 1 - 2 2 2 1 - - 12 2 2 2 1 - 10 1 10 Edebiyat şubesi programındaki derslerin içeriğini de değiştirmek için 11 Kasım 1908'de üç tane yeni öğretmen atanmıştır1. Bu yeni öğretmen atamaları diğer şubelerin derslerinde de gerçekleşirken, Ödenek olmaması dolayısıyla bunların maaşları birkaç ay verilememiştir2. Bu arada Dârülfünun müdüriyetinde de anlaşmazlık çıkmış; iki müdür gazetelerde bile devam eden bir sürtüşmenin içine girmişlerdir3. Bu kuruluşun öğrencileri de derme çatma olduğu için Haziran sınavları yaklaşınca, Maarif Nezâreti bütün Bakanlıklara bir yazı göndererek, Dârülfünun'a devam eden memurlarına, sınavlara hazırlanabilmeleri için iki ay izin istemiştir. Birçok daireler buna şiddetle karşı gelmişlerdir4. Çünkü Meşrûtiyetin ilânından sonra Devlet dairelerinde çalışan memurrarın büyük bir çoğunluğu Dârülfünun’a kaydolmuşlardı. Bunların arasında ibtidaiye ve rüşdiye mezunları bile vardı. Bazı daireler bunu engelleme yoluna gittiler5, ama pek başarılı olamadılar. Tablo 39) 1908 Dârülfünun ders programı (Edebiyat şubesi) Dersler Edebiyat-ı Arabiyye* Edebiyat-ı Farsiyye* Edebiyat-ı Franseviye* Edebiyat-ı Türkiyye Tarih-i Umûmî Coğrafya İlm-i Hikmet ve Tarihi 1 2 3 Sınıflar 1 2 2 2 2 2 2 2 "Dârülfünun muallimleri", Tanin, 12 Kasım 1908. "Muallim maaşatı", Tanin, 18 Ocak 1909. "Dârülfünun Müdüriyeti”, Tanin, 12 Mart 1909. "Mekatib-i Âliye müdavimini", Tanin, 24 Haziran 1909. 5 "Dârülfünun’a müdavim memurin", Sabah, 17 Kasım 1909. 4 2 2 2 2 2 2 2 2 3 2 2 2 2 2 2 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 363 ~ Tarih-i Osmanî Usul-ü Tedris llm-i Asar-ı Atika ve İlm-i Elsine** Tarih-i Edebiyat Toplam *) Biri mecbur, diğeri seçmeli 14 2 1 2 19 2 1 2 2 21 **) Seçmeli 31 Mart olaylarından sonra bütün diğer kurumlarda olduğu gibi Dârülfünun'da da ciddi bir toparlanmaya doğru gidildi. Meclis-i Maarif 1909 Temmuz'unda Dârülfünun Nizamnamesi'ni yeniden düzenlemeye başlanmıştı. Daha sonra "Talimatname" adıyla yayınlanacak1 ve 1912 Üniversite düzenlemesinin temelini teşkil edecek bu çalışmalarda Dârülfünun altı şubeye ayrılıyordu: Ulûm-u Âliye-i Diniye, Edebiyat, Fünûn ve Riyaziyat, Hukuk, Tıb ve Ulûm-u Siyasiye (Mülkiye). Yeni Talimatname okul müdürlükleri tarafından hazırlanan iç talimatname genellikle sınavlar, not sistemi, bütünleme sınavları, düzen ve disipline dair hükümleri bulunduruyordu. Her şubenin ayrı ayn müdürleri ve bir de bunlar üzerinde gözetim hakkı bulunan Dârülfünun Müdürü olacaktı2. Bu yeni düzenlemenin yanışını Meclis-i Kebir-î Maarif çok önemli bir de karar aldı: ilerlemiş ülkelerin üniversite teşkilâtlan hakkında gerekli araştırma ve inceleme yapmak üzere İtalya, İsviçre, Fransa ve hattâ İngiltere'ye bir heyet göndermeye karar verdi3. Ama, ödenek yüzünden bu gerçekleştirilemedi. 1909 yılının Üniversite açışından en büyük önemi, "Mülkiye"; "Hukuk" ve “Tıp” dallarını da teşkilâtı içine alması, yükseköğretimi bir parça birleştirmesidir. Özellikte Tıp alanında, sivil ve askerî Tıbbiyelerin birleştirilmesi, Eczacılık, Dişçilik ve Hastabakıcılık okullarının bu Fakülteye bağlanmasıdır*. 1910 yılı başlarında yeni bir Dârülfünun binası yaptırmak için, Maarif Nezâreti Mecfis-i Mebusan'a bir tahsisat lâyihası gönderdi4. Bakanlık çeşitli şubelere 1 "Dârülfünûn-u Osmanî Ulûm-u Diniye, Riyaziye, Tabiiye ve Edebiyat ve Hukuk Şubeleriyle Makteb-i Mülkiye Şakirdanına Mahsus Maarif Nezâretine Kaleme Alınan Talimatname Sureti", Yeni Tasvir-i Efkâr. 10 Kasım 1909. 2 "Dârülfünun Nizamnamesi", Tanin, 13 Temmuz 1909. "Dârülfünun Talimatnamesi", Tanin, 31 Ekim 1909. "Dârülfünun ve Mekteb-i Mülkiye Talimatı", Sabah, 7 Kasım 1909. 3 "Düvel-i mütemeddine Dârülfünunları", Sabah, 29 Aralık 1909. * Ayrıntı için bakınız: Tıp Fakültesi. 4 "Maarifin tahsisat manzumesi". Sabah, 2Ocak 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 364 ~ devam eden öğrencilere devam mecburiyeti koyan, bir kararı da 1910 yılının hemen başlarında aldı1. 19.10 Şubatında Dârülfünuna bir "Elsine Şubesi" eklenmesi kararlaştırıldı. Meclisin Mâlî Denge Komisyonu (Muvazene-i Mâliye Encümeni) da ödeneğinin 1911 bütçesine konulmasını kabul etti. Dârülfünunda yabancı dil olarak yalnız Fransızca okutuluyordu. Elsine Şubesi, Edebiyat Şubesine bağlı olarak açılacak ve bütün yüksek okul öğrencilerine Fransızcanin yanısıra İngilizce, Almanca, İtalyanca ve Rusça dillerini de öğretecekti2. 3 Mart 1910'da Dârülfünun ve Mekteb-i Mülkiye Kütüphaneleri resmen açıldı3. Gerçi İstanbul kütüphaneler yönünden çok zengindi ama, karmaşıklık ve düzensizlik bunlardan yararlanmaya imkân bırakmıyordu. Bu Kütüphane, o zaman ve daha sonraki yıllarda Dârülfünun’un temel direklerinden birisi olacaktır. Eğitim Tarihinde İkinci Meşrûtiyetin bir ilginç yanı da ülkeler arası öğrenci gezilerinin çok sıklaşmasıdır. 1909 yılında Bulgaristan, Romanya ve Sırbistanlı yüksekokul öğrencileri Türkiye'yi ziyaret ettiler. Türk öğrenciler buna 1909'un sonlarında cevap verdiler4. 17 Haziran 1910'da da 80 kadar Rus üniversite öğrencisi İstanbul'a gelerek gezi yaptılar5. Gene 1910 yılı ortalarında Harbiye Nezâreti yüksekokul öğrencilerinin askerliği meselesini ele alıyor, Meclis'e getirdiği bir tasarıda, yüksekokul çıkışlıları numune taburlarında bir yıllık bir eğitim, kalan iki yılda da sekizer haftalık bir silâh altına almadan sonra mülazım-ı sâni rütbesiyle ihtiyata ayırmayı öngörüyordu6. Bunun ilk ilk uygulaması da 2 Ağustos 1910'da Hukuk ve Mülkiye çıkışlılar için İstanbul'da bir yıllık bir askerî eğitim merkezi açılmasıyla başladı. Açılışa Mahmut Şevket Paşa ve EmruIIah Efendi bile katılarak öğrencileri teşvik ettiler7. 1 "Dârülfünûn'a devam", Tasvir-i Efkâr, 2 Şubat 1910. "Dârülfünun Elsine şubesi", Sabah, 23 Şubat 1910. 3 "Dârülfünun ve Mekteb-i Mülkiye Kütüphanelerinin Resm-ı Küşadı, Sabah, 4 Mart 1910. 4 “Osmanlı talebesinin seyahati", Sabah, 10 Aralık 1909. 5 "Rusya Dârülfünun talebeleri", Sabah, 18 Haziran 1910. 6 Diran Kelekyan, "Gençler", Sabah, 12 Temmuz 1910. 7 "Dârülfünun mezunlarının zabitliği”, Sabah, 3 Ağustos 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 365 ~ 1910 yılı sonlarında genel olarak bütün öğrencileri içine alan ve Hükümet tarafından da tanınan, onaylanan "Dârülfünûn-u Osmanî Talebe Cemiyeti" kuruldu1. 13 maddelik bir Nizamname ile çalışmaya başlandı2. Gerçi daha önce çeşitli yüksekokul öğrenci ve mezunları birçok dernekler kurmuşlardı ama, çoğu Hükümet tarafından tanınmıyor ve genel bir dernek halini alamıyordu. 1910 yıb içinde her "Fakültenin" kendi bünyesinde de, tartışması çok, çözümü güç sorunlar ortaya çıktı. Hukuk Faküitesi'nde giriş ve çıkış sınavları kaldırıldı. Girişi biraz düzene koymak için "mahreç sınıfı" adıyla iki yıllık bir sınıf açıldı. Kendi bölümünde daha geniş anlatıldığı gibi, bu, o zaman Dârulfünun'un en büyük sorunlarından biri oldu. Ayrıca Hukuk Fakültesinin tez sınavları da kaldırıldı ve doktora sınıfları açıldı. Konya ve Bağdad'daki Hukuk Mekteplerinin kapatılıp kapatılmaması tartışıldı. Mülkiye Mektebi Dârülfünun bünyesinden geri ayrıldı. Yatılılığı kaldırıldı. Yeni şubeler eklenilmek istendi. Emrullah Efendi, "yüksekokullar yatılı olmaz" prensibine dayanarak bir öğrenci yurdu (Dârüttullab) yaptırma teşebbüslerinde bulundu. Başarılı olamadı. 1909'da birleştirilip Tıp Fakültesi adını alan Tıbbiyenin de yeni sorunları devam etti. Fakültenin Haydarpaşa'da mı yoksa İstanbul yakasında mı olması önemli tartışmalar getirdi. İdareciler ve öğretmenler arasında içeriği açıkça anlaşılamıyan bir tartışma ve çekişme sürüp gitti. Üniversite özerkliği hususundaki ilk kıpırdanırlar 20. yüzyıl başlarında Dârülfünûnu Şâhâne açıldıktan birkaç yıl sonra olmuştu. Dârülfünun'da ders veren öğretmenler ayaklanmışlar, bağımsızlıklarının sınırlanmamasını istemişlerdi3. 1910 1910 yılında Emrullah Efendi, Dârülfünuna daha. fazla özerklik vereceğinden, 1911'de bunun özel kanununu Meclise getireceğinden, özel Dârülfünun bütçesi hazırlayacağından bahsetmiştir4. Vaadedilen yıl ise Dârülfünunda gene sınırlamalara gidildiği, Tıp Fakültesi başkanının pek çok yetkilerinin kısıldığından yakınılıyordu5. Bu hususta asıl "büyük kıyamet" 1912 yılında kopacaktır. Yüksekokul öğrencilerinin askerliği sorunu, bütün 1911 yılı boyunca kamuoyunu ve Meclis-i Mebusan'ı meşgul etti. "Ahaz-ı Asker Kânûnu"nun 6. maddesinin 5. fırkası 1 Mehmet Tahir, "Osmanlı Dârülfünun Cemiyeti", Türkiye, 21 Kasım 1910. Nizamname, Sabah gazetesinin 23 Kasım 1910 tarihli sayısında yayınlanmıştır. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327. S.3121 (Maarif bütçesi sırasında Rıza Nur'un konuşmasından) 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326. S.2142 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1326. S.3121 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 366 ~ bu konuyla ilgiliydi. Bu Kânunun Mecliste tartışılması sırasında konu özel yüksekokul meselesine kaydı. Rum mebusler Fener'deki kendi özel yüksekokullarının resmen tanınmasını, Atina Üniversitesinde kaçak olarak okuyan öğrencilerinin askerlik ertelemelerinin yapılmasını ve kendi cemaatlarına başka özel okullar açma izninin verilmesini istiyorlardı. Artos Efendi (Selanik), yabancı ülke vatandaşlarına özel yüksekokul kurma izni verildiği halde bunun Osmanlı vatandaşlarından neden esirgendiğini soruyordu1. İsmail Mahir Efendi dahil, bazı Türk mebuslar da bu özel yüksekokul açma izninin çıkartılmasını istiyorlardı2. Bunlara karşılık Emrullah Efendi, askerliği erteleme ayrıcalığı kişiye değil, kuruma verilir; yüksek-öğretim kurumlanın da ancak hükümet açar; özel kişi ve kuruluşlar yalnız ders (cours) açabilirler, diye Bakanlığı'ın prensiplerini bildiriyordu3. Bu hususta Meclis tartışmaları çok uzun sürdü4. Bu arada Emrullah Efendi, meseleyi “rüûs tevcihi” noktasına getirdi. Bu özel okul açma izni vermek, ancak bunun sınavlarını kendi yapmak diplomaları hükümet adına vermek demekti. Belçika ve Fransa'da uygulanan bu sistem azınlıkların pek işine gelmedi. Zührap Efendi “hükümet maarifin her safhasını nazar-ı teftişinde bulundurmaya ve Osmanlı çocuklarına yeknesak bir talim ve terbiye vermeye çalışıyor. Ama bu terbiye-i Osmani'yenin altında ne var”, diye soruyordu5. 1911 yılı başlarında olan bu tartışmalarda aşağı yukarı 20 önerge verildi. Ama hükümetin önerisi kabul edildi. Mesele bu şekilde kapanmadı. Meclisin daha sonraki oturumlarında, hattâ 1911 Ekiminde yapılan toplantılarda bile bu husustaki tartışmalar devam etti6. 1911 Ocağında, kayıt zamanını geçiren 7 yıllık idadi mezunlarının, Dârülfünuna “dinleyici” olarak kabul edileceğini, şayet bunlar yıl sonu sınavlarını başarırlarsa ikinci sınıfa aslî öğrenci olarak kaydedileceğini bildiren bir karar alındı7. Bundan sonra dinleyici (sâmiîn) olarak Dârülfünuna devam usûlü çok gelişti ve bazı güç sorunlar bile çıkardı. İkinci Meşrûtiyet döneminde Dârülfünuna kayıt şu şekilde olacaktı: yüksekokul mezunlarıyla ortaöğretim diploması olanlar sınavsız 1 2 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 22 Kanunuevvel 1326. S .607. a.g.e. S.607-609 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kânunuevvel 1326. S.607-664. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kânunuevvel 1326. S.662-671. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Kânunusâni 1326, S.674-771. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Kânunusâni 1326, S.695. 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 12 Teşrinievvel 1327, S.88 89. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 12 Teşrinievvel 1327, S.124-136. 7 “Dârülfünun”, Sabah, 23 Ocak 1911. 4 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 367 ~ alınacaklardı. İhtiyat sınıfını bir yılda bitirenler, Ders Vekâletinden tasdikli dersiâmlar, yalnız Ulûm-u Aliye-i Diniyye Şubesine sınavsız girebileceklerdi. Osmanlı olmayan müslümanlar da Arapça sınavını başarmak şartıyla bu adı geçen şubeye kaydolabiliyorlardı. Bunların dışında 17 yaşından yukarı, sağlıklı, sabıkası v.s. olmayan başka okul mezunları ise bütün bölümlere ancak sınavla girebiliyorlardı1. Hem memur olup hem de Dârülfünun'a devam edenler hakkında 1911 sonlarında çok sert kararlar alındı. Bâbıâli, 12 Aralık 1911'de Bakanlıklarda memur olarak çalışanların Dârülfünuna devamlarının caiz olmadığına, çünkü zaten ihtiyaca ancak yetecek kadar kâtip bulunduğuna karar vermişti2. Ancak daha sonra bu kararı yumuşatmış, şu anda devam edenleri bazı şartlarla kabul etmiş, ancak bundan sonra hâlen yükseköğretim yapamaka olanların memur olamamalarına dair bir karar almıştır3. 1912 yılı, İkinci Meşrûtiyet döneminde Dârülfünun açısından en önemli yıldır. Teşkilât ve düzen büyük ölçüde kanun ve nizam altına alınmaya çalışılmıştır. Fakülte Nizamnameleri tek tek hazırlanmaya çalışılırken4 genel olarak bütün Dârülfünun'u ilgilendiren bir Nizamname Lâyihası da yayınlandı5. Bu Nizamname, Dârülfünun'a bağlı bütün Fakülte ve yüksekokullardaki idari işlerle ve kuruluşlarla ilgili idi. Fakülte Reisleri, Fakülle Meclis-i Muallimînleri, Fakülte Kâtib-i Umûmileri ve Dârülfünun Meclis-i Umûmisinin kuruluş ve görevlerini içeriyordu. Aynı zamanda hazırlanan bir başka lâyiha6 da Dârülfünun'a girişi düzenlemeye çalışıyordu. Buna göre Sultaniye ve yedi yıllık idadiye mezunları doğrudan doğruya Üniversiteye giremeyeceklerdi. Bunlar her yıl Türkçe olarak bir rüûs sınavına gireceklerdi. Dârülfünun, Fünûn ve Edebiyat şubeleri her yıl rüûs sorularını hazırlayarak gayet sıkı tedbirlerle Vilâyet Maarif Müdürlerine gönderecek, taşrada sınavlar yapılıp cevaplar gene mühürlü olarak Posta kanalıyla Dârülfünun'a gönderilecekti. Değerlendirme sonunda başarılı olanlara rüûslar verilecekti. Fünûn 1 Sabah, 1 Temmuz 1911. “Memurin, mekâtib-i âliyeye devam edemiyecek”. Sabah, 13 Aralık 1911. 3 Kararın sureti: Sabah, 25 Aralık 1911. 4 Sabah, 8 Mart 1912. 5 “Dârülfünun Teşkilât-ı Esasiye ve idariyesine Müteallik Nizamname Lâyihasi”, Hakk, 21,22,23 Mart 1912. 6 “Mülazemet Rüûsu (Bakalorya) İmtihanlarına Dair Nizamname Lâyihası” Hakk 26 Mart 1912. Nizamnamenin aslı: Düstur, cilt 5. S.498-501. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 368 ~ şubesinin hazırladığı sorulardan sınava girip de başarılı olanlar Fünûn ve Tıp Fakültelerine ve şubelerine; Edebiyat şubesinin hazırladığı sorulardan sınava girip de başarılı olanlar Edebiyat, Ulûm-u Şeriyye şubeleri ve Hukuk Fakültelerine sınavsız gireceklerdi. Fen dalındakilere “mülazemet rüûsu”, Edebiyat dalındakilere de “edebiyat rüûsu” veriliyordu. Emrullah Efendi'nin Dârülfünun Nizamnamesini beğenmeyen Dârülfünun Meclis-i Muallimini; Ulûm-u Âliye-i Diniyye ve Edebiyat şubelerinin yeni esaslar üzerine kurulması gerektiği hakkında Maarif Nezareti'ne bir rapor verdi. Bu Raporda, uzmanlaşmaya yönelik bir öğretim yapılması isteniyor, Ulûm-u Aliye-i Diniyye Şubesi, “Ulûm-u Kelâmiyye” ve “Ulûm-u Fıkhiyye” diye iki; Edebiyat Şubesi de Felsefe, Lisan, Tarih ve Coğrafya diye üç kısma ayrılıyordu. Her öğrencinin yalnız mensup olduğu şubenin derslerine devam etmesi istenilen Raporda, her kısmın taslak ders programı da veriliyordu. Meselâ, Ulûm-u Kelâmiyye kısmının ders programı olarak şu liste öneriliyordu1: Tefsir-i Şerif, Hadis-i Şerif, İlm-i Kelâm, Tarih-i İlm-i Kelâm, Usul-ü Fıkıh, Hikmet-i Teşrih, Tarih-i Edebiyat, Tarih-i Din-i İslâm, Siyer-i Nebevî, Ahlâk ve Tasavvuf, İlmu'n-nefs, İlm-i Mantık, İlm-i mâ bâdel Tabiye, Tarih-i Felsefe, Arap Felsefesi, Edebiyat-ı Arabiyye, Edebiyatı Farisiyye, Fransızca. Yükseköğretim kanun tasarısının hazırlanıp bittiği sıralarda, dört yıldır Dârülfünun'da ıslah alanında yapılan şeylerin, ihtiyat sınıflarının, elsine şubelerinin aslında lüzumsuz şeyler olduğu, asıl “heyet-i umuminin ıslahı” üzerinde durulması gerektiği belirtiliyordu2. Dârülfünun Meclis-i Muallimîni'nin Raporu, bütçeye uymadığı gerekçesiyle Bakanlıkça geri verildi. Meclis yeni bir program hazırlayıp Bakanlığa vermiş; bu da programdan İngilizce ve Almanca dersleri çıkarıldığı gerekçesi ile geri çevrilmişti. Öğretmenler Meclisinin üçüncü defa olarak düzenleyip gönderdiği ders cetveli ise birçok değişiklikler yapılarak kabul edilmişti3. 1912 Haziranı sonunda, Emrullah Efendi'nin başkanlığında bir Komisyon tarafından Avrupa üniversiteleriyle ilgili hükümler incelenerek hazırlanan Yükseköğretim Kânun Tasarısı, Meclis'e sunuldu. Bir sureti basında da yayınlanan4 bu Kânuna göre 1 Ahmet Agayef, “Dârülfünun Teşkilâtı” Hakk, 24 Haziran 1912. “Dârülfünununumuz”, Hakk, 29 Haziran 1912. 3 Ergin, O.N., a.g.e. S.1225-1226. 4 “Tedrisat-ı Âliye Lâyiha-ı Kânûniyesi”, Hakk, 30 Haziran 1912. Sabah, 1 Temmuz 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 369 ~ göre Dârülfünun beş şubeye ayrılıyordu. Her şubede de öğretimin gerektirdiği kadar kürsüler vardı. Öğretim tamamen ders şeklinde olmayacaktı. Bazı kürsülerde konferans şeklinde eğitim de yapılacaktı. Kânun, öğretimi yürütecek üç tip öğretim görevlisi belirliyordu: Müderris, müderris muavini ve konferans muallimleri. Müderris muavini Edebiyat, Ulûm-u Şeriyye ve Hukuk'taki Kürsülere herhangi bir üniversitede “müntekidlik yapmış”, çalıştığı ilim dalında bir kitap yazmış olanlar arasından sınavla alınıyordu. Tıp ve Fen dallarında ise, zamanını doldurmuş asistanlar arasından seçiliyordu. Mehazır muallimler (konferansçılar) ise ilgili şube öğretmenler kurulunca seçilip, Bakanlıkça atanıyordu. Müderris muavinleri her şubede ancak altı yıl hizmet görebileceklerdi. Sonra, maaşlarına denk bir hizmet bulunmazsa ayrılabilirler, deniyordu. Kânun, Kürsü müderrislerini, Dârülfünun Meclis-i Umûmisi'nin göstereceği üç aday içinden Maarif Nazırının seçeceğini belirtiyor, bütün öğretim görevlilerinin maaş ve ücretlerini de ayrıntılarıyla verdikten sonra, Kânunu Maarif Nezareti'nin uygulayacağını yazıyordu. Bu Kânun Avrupa üniversitelerini görünüşte taklit eden bir kanundu. Özerklikten hiç bahsedilmiyor, hattâ tamamen Maarif Nezareti'nin emrine giriyordu. Konferans tarzındaki dersler, Kânunda sunulduğu şekilde yeni bir uygulama olacaktı. Dârülfünun öğretmenlerinin başka işle meşgul olmaması hakkındaki 19. maddenin uygulaması ise çok masraflı olacaktı. O sırada Dârülfünun'a “istiklâl-i tam” verilmesi ve “serbest bir tensikat” yapılması gerektiği hararetle savunulmuştu1. Balkan Savaşı'nın en kızıştığı günlerde öğrenciler bir taraftan Bâbı-âli önünde savaş gösterileri yaparlarken açılan gönüllü defterine pek azı adını yazdırıyordu. Gazeteler tamamen gençliğin Hükümet taraftarı ve karşıtı olarak ayrılmasını kışkırtıyorlar, Hükümet de “Dârülfünun talebelerini silâh altına alarak harp meydanına sevkedilmesi” kararı alıyor; bu hususta gerekli tedbirlerin alınması Maarif Nezaretinden Dârülfünun Müdürü Umumiliğine yazılıyordu2. Bir çok gazete üniversite öğrencilerinin ateş hattına sürülmelerine karşı çıkarken3 Maarif Nezareti gazetelere şöyle bir ilân veriyordu4: “Dârülfünun, Mekteb-i 1 “Tedrisat-ı Âliye meselesi”, Hakk, 2,3 Temmuz 1912. Tanzimat, 10 Ekim 1912. 3 Tanzimat 13 Ekim 1912 ve diğer gazeteler. 4 Sabah, 24 Kasım 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 370 ~ Mülkiye, Eczacı, Dişçi Mektepleri talebelerinin büyük bir kısmı gönüllü olarak askerî hizmete girmek arzusunda olduklarından bu mektepler bu günden itibaren tatil olunmuştur”. Bu hareketler bir siyasi çekişme havası içinde gelişti. Askerî okul öğrencilerinin bile ateş hattına sürülmediği, savunmada görev aldıkları bir dönemde üniversite öğrencileri ateş hattına sürülmedi. Ama o sırada İstanbul'daki hemen bütün okullar hastahane olarak kullanıldığından Dârülfünun da 1913 yılı başlarına kadar kapalı kaldı1. Maarif Nezareti yaralılar iyileştikçe veya başka hastahanelere nakledildikçe Dârülfünun'u kademe-kademe açmıştır. Bulgar üniversite öğrencilerinin millî alaylarını kurdukları ve savaşa her an hazır, hükümetin emrini bekledikleri bir sırada çeşitli siyasî çekişme ve boğuşmalarla yalnızca gürültü çıkaran Dârülfünun öğrencileri, Edirne geri kurtarıldığında, gene gayet gürültülü ve şatafatlı bir Edirne seyahati yapmaktan çekinmemişlerdir2. Dârülfünun'u bu duruma getiren gelişim, aslında 1912 başlarından beri devam etmekteydi. Emrullah Efendi 1912 Martında hazırladığı “Dârülfünun inzibatına Müteallik Nizamname Lâyihası”nın3 gerekçesinde şöyle diyordu:4 “Dârülfünun gibi milesese-i âliye-i ilmiyede feyz-i irfanın hakkıyla tenemmi ve tealisi, her nevi müessese-i âliyede olduğu gibi, mühim bir cihetten Mektep dahilindeki hıfz-ı nizam ve intizama ve hayat-ı tahsilin hüsn-ü cereyanına mevkuf olup, bu maksad-ı hayrın husulü ise sırf hıraset-i ilme mahal olan bu Dârülmaarifin kapılarından, hayat-ı siyasiyenin ihtirasatı ve gulgule-i şamatalı nüfuz edememesiyle ve ilmin lâzıme-i tahsili olan huzur-u zihne ve asayiş-i ruha taalluk-u karibi bulunan âsudegi-i dahiliyenin ilme ve dârülilme lâyık olan tazim ve hürmet dairesinde mazhar-ı riayet olması ile temin edilebileceğinden, Dârülfünun inzibatına müteâllik olarak tanzim edilen Nizamname Lâyihası bu esaslar üzerine bina olunmuştur.” Emrullah Efendi okul ve öğrenci işlerine polis ve zabıtanın karışmasını katiyyen kabul edemiyeceğini, bu işleri hademelere gördürmenin de haysiyete uygun olmadığını belirtiyor “onun için müdür ve muallimlerin emrinde görev yapacak olan Dârülfünun inzibat-ı dahili memurları ihdasına lüzum görülmüştür” diyordu5. 1 Tercüman-ı Hakikat, 31 Aralık 1912. “Dârüffünûn'un Edirne Seyahati”, Sabah, 15 Ağustos 1913. 3 Nizamname lâyihası yasalaşmadan önce 8 Mart 1912 tarihli Tanin'de yayınlanmıştı. Aslı: “Dârülfünun ve Şuabatının İnzibatına Dair Nizamname”, Düstur cilt 4 (2 tertip) S.460-463. 4 Emrullah,” Dârülfünun'da inzibat”, Tanin, 7 Mart 1912. 5 a.g.m. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 371 ~ Nizamname disiplin cezalarını yedi kademe olarak belirliyor, Dârülfünun içine izinsiz ilân kâğıtları asmayı, kulüp kurmayı, miting, konferans ve nutuk atmayı yasaklıyordu. “İnzibat memurları” tek biçim bir elbise giyeceklerdi. Maarif Nazırının bazı şartlarla dersi, sınıfı veya Üniversiteyi geçici kapatma hakkı vardı. Emrullah Efendi'nin çıkardığı bu Üniversite Disiplin Yönetmeliği, bazı gazetelerde tepkiyle karşılandı. Bu, Üniversiteye bir baskı olarak nitelendi. Siyasî çalışmaların engellenmesi kınandı ve Yönetmeliğin yalnız Şûrayı Devlet'ten değil, Meclis-i Mebusan'dan da geçirilmesi istendi. Özellikle “Teminat” gazetesinde çıkan yazılara karşı Emrullah Efendi 11 Mart 1912 tarihli gazetelere bir açıklama gönderdi1. Burada “tedrisatı âliyenin rülbe-i ehemmiyeti” dolayısıyla her iki Bakanlığı sırasında da yükseköğretimin sağlam esaslar üzerine kurulması için çalıştığını, bunun için kendi başkanlığında bir Komisyonun işin mevzuat yönünü tamamlamak için çalıştıklarını belirtiyordu. Teminat gazetesinin dediği gibi, kendisinin bir partinin bakanı değil, Devletin bakanı olduğunu, alınan tedbirlerin her türlü siyasî akımlar için alındığını ve uygulamada hoşgörü yapılmayacağını kesin olarak açıklıyordu. Bu açıklamaya rağmen sorun bir süre daha devam etti2. 1912 yılı yalnız, mevzuat yönünden değil, örgütlenme açısından da çok çalışılan bir yıl oldu. Yerebatan'da Kimya, Feyzullah Efendi Konağında Jeoloji, İbrahim Paşa Konağında Doğu Dilleri, Saffet Paşa Konağında da Coğrafya birer Enstitü (Dârülmesai) haline geldiler3. 1912 Kasımında Üniversitedeki “Elsine Kısmı” lağvedildi. Aynı dil dersleri Edebiyat Şubesine geçirildi ve yabancı dil derslerine ücretli dinleyici alınması kararlaştırıldı4. 1913 yılında Bakanlık uzun süre Dârülfünun'un açılması ile uğraştı. Harbiye Nezareti ile bu hususta birçok yazışmalar yapıldı. Nihayet 12 Mart 1913'de Ulûm-u Şeriyye ve Edebiyat şubeleri, Süleymaniyede bir konağa nakledilerek öğretime başladı5. 1 Açıklama, Teminat ve Sabah'ın 11 Mart 1912 tarihli sayılarında aynen vardır. Köprülüzâde Mehmet Fuat, “Dârülfünun meselesi”, Hakk, 15 Mart 1912. 3 Türk Ansiklopedisi “Dârülfünun” maddesi 4 “Dârülfünun”, Sabah, 16 Kasım 1912. 5 Tercüman-ı Hakikat, 27 Şubat 1913, 11 Mart 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 372 ~ Maarif Nazırı Emrullah Efendi'nin 21 Nisan 1912'de hazırladığı Üniversite Yönetmeliği, Maarif Nezareti tarafından 1913 yılında yayınlandı1. Bu Yönetmeliğe göre Üniversite “İstanbul Dârülfünunu” adını alırken şöyle bir yapıya sahip oluyordu: İstanbul Dârülfünunu Ulûm-u Şeriyye Şubesi Ulûm-u Hukukiyye Şubesi Ulûm-u Tıbbiye Şubesi Fünûn Şubesi Ulûm-u Edebiyye Şubesi Eczacılık ve Dişçilik Yüksekokulları Tıbbiye Şubesine, vilâyetlerdeki Tıbbiye ve Hukuk mektepleri de doğrudan Dârülfünun merkez idaresine bağlanıyorlardı. Üniversiteye giriş şartları şu şekilde belirlenmişti: a) Sınavsız giriş: İcazetnamesi ve mülazemet rüûsu olanlarla askerliğini yapmış yüksekokul mezunları istedikleri şubeye sınavsız girebileceklerdi. b) Sınavla giriş: Ulûm-u Şeriyye şubesi için herkes, diğer şubeler için Sultani, 7 yıllık idadi ve dengi özel okul mezunlan sınavla girebilirler. Dârülfünuna kaydolanlar resmî memurluk yapamaz. Fakir öğrencilerden giriş ücreti alınmaz. 1 Maarifi Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, İstanbul 1329. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 373 ~ Dârülfünun Ulûm-u Şeriyye Şubesi * Tefsir ve hadis takımı * Kelam takımı * Felsefe takımı * Fıkıh takımı * İlm-i Ahlâk-ı Şeriyye ve Siyer takımı Ulûm-u Edebiye Şubesi * Felsefe takımı * Tarih ve Coğrafya takımı * Ulûm-u İçtimaiye takımı * Edebiyat takımı * Elsine takımı Ulûm-u Hukukiye Şubesi * Hukuk takımı * Ceza takımı * Hukuk-u Düvel takımı * Ulûm-u Fıkhiye takımı * Ulûm-u İdariye ve İktisadiye takımı Fen Şubesi * Ulûm-u Hikemiye takımı * Usul-ü Tabiiye takımı Üniversitenin nazarî derslerine dinleyici sıfatıyla kayıtlar yapılacaktı. Ancak bunlar asıl öğrencilerin hukukundan yararlanamayacaklardı. Seriye, Hukuk ve Edebiyat şubelerinden mezun olanlara “icazetname” verilirdi. Rüûs sınavları ise bütün Şubelerde yapılırdı. Bu sınavda bütünlemeye kalma yoktu. Sınavda kalan, bütün derslerin sınavına yeniden girmek zorundaydı. Yönetmeliğin en değişik tarafı, öğretim programı idi. Tıp Şubesi dışında bütün şubeler öğretimlerini takım temeli üzerine yapacaklardı. Talimatname, Dârülfünun'un ders programını da kabaca belirlemişti. Burada her dersin kaç ay okutulacağı kesinleştirilmiş, yıllara ve haftaya dağıtımları ise şubelerin Muallimin Meclislerine bırakılmıştı. Meselâ, İkinci Meşrûtiyet döneminde de Dârülfünun'un özünü teşkil etmiş olan Ulûm-u Şeriyye, Edebiyat ve Fünûn şubelerinin ders programları aşağıdaki şekilde idi (Bakınız Tablo 40, 41, 42). Bir şubeden mezun olabilmek için, her takımın derslerini almak gerekiyordu. 1914 yılı başlarında, Dârülfünun'da uzun süre hizmet edenlere, hizmetleri bittikten sonra “fahri muallimlik” unvanının verilmesi hakkında bir Nizâmnâme çıkartılıyordu1. 1 “Dârülfünun Fahri Muallimliği Unvanının ihdasına Dair Nizamname” Düstur, ikinci tertip. cilt 6. S.145. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 374 ~ Ama 1914 yılının Dârülfünun açısından en önemli olayı, kadınlar için konferanslar düzenlenmesi idi. Dârülfünun'da fennî ve siyasî konferanslar verilmesi için, Meclisi Maarif-i Kebir 1910 yılı Ocağında kararlar almış, salonlar ayırtmıştı. Ama konferanslara yalnız Dârülfünun öğrencileri girebiliyordu1. 1911 yılında ise büyük törenlerle Dârülfünun Fransızca gece dersleri açılmıştı2. Bütün bunlar 7 Şubat 1914'de başlayan “Serbest dersler” kadar ilgi çekmedi. Tablo 40) Ulûm-u Şeriyye Şubesi ders programı (1913)3 Dersler Tefsir-i Şerif Hadis-i Şerif İlm-i Ahlâk-ı Şeriyye ve Tasavvuf Usul-U Fıkıh Fıkıh İlm-i Kelâm Siyer-i Nebevi Tarih-i Din-i İslâm ve Tarih-i Edyan İlm-i Hilaf Edebiyal-ı Arabiyyc Hikmet-i Teşriî Tarih-i İlm-i Fıkıh Tarih-i İlm-i Kelâm Garb Felsefesi Felsefe ve Tarih-i Felsefe Süre (ay) 8 8 6 8 8 8 2 6 4 6 2 2 2 2 6 Tablo 41) Ulûm-u Edebiyye Şubesi ders programı (1913)4 Dersler Edebiyat-ı Türkiyye Edebiyat-ı Arabiyye Edebiyat-ı Farsiyye Tarih-i Edebiyat-ı Türkiyye Tarih-i Umûmî Tarih-i Osmanî Tarih-i Felsefe Coğrafya iktisat ve İlm-i İçtimaî 1 Kaç Ay 6 6 6 6 8 6 6 6 4 “Dârülfünunda konferanslar”, Sabah, 15 Ocak 1910. “Dârülfünunda gece dersleri”, Sabah, 20 Nisan 1911. 3 a.g.e. S.1-2 4 A.g.e. s.4. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 375 ~ Elsine (Fransızca, İngilizce, Almanca, Rusça) Dârülfünun Umûm Müdürü Salih Zeki Bey'in girişimleriyle Dârülfünun salonunda kadınlara konferans mahiyetinde dersler veriliyordu. Yabancı kadınların da katıldığı bu derslerde ilk günlerde gayet fazla dinleyici bulunmuştur1. Dârülfünun, Dârülmuallimin-i Aliye hocaları ve bazı tanınmış bilgili kişilerin konferansçı olarak katıldığı bu dersler birkaç ay gayet canlı olarak devam etti. Server Bedii “Garptan doğan güneşe, cansız, ruhsuz yüzlerimizi göstereceğiz, çare yok!... Garba bu kadar benzemiyerek yaşamak kabil değil” derken2; Jön Türk gazetesi de, bu gelişimden fazla hayale düşmememin gerektiğini belirtiyor; “Dershane açmak, tedrisat-ı âliyeyi kadınlarımıza açmak demek değildir.. Bu mühterizane ve müteredditane bir terakkidir” diyordu3. Zaten derslerin başlamasıyla birlikte yayınlanan resmî tebliğde de derslere devam eden kadınların sınava tâbi tutulmayacakları, açıklanıyordu4. Ancak şu var ki, o zaman bütün basın, siyasî kuruluşlar ve idareciler bu derslerin açılıp devam ettirilmesinde ellerinden geleni yapmışlardır5. Tablo 42) Fünûn Şubesi ders programı (1913)6 Dersler Hendese-i Resmiye Hendese-i Tahliliye Cebr-i âla ve müselsat-i küreviye Hikmet ve Riyazi Hikmet Heyet-i Riyaziye Mihanik Hesab-ı Tefazulî ve Tamamî Hesab-ı İhtimalî (Konferans şeklinde) Taksim-i Arazi (Konferans şeklinde) Tecrübi Hikmet Nebatat-ı Umûmî Hayvanat-ı Umûmî İlm-i arz ve İlm-i maden Kimyayı Madenî Kimyayı Tahlilî 1 Kaç Ay 2 2 2 6 4 4 4 2 2 6 4 4 6 2 6 İhsan Şerif, “Kadınlarımızda aşkı irfan”, İçtihat, 3/92 (1329) S 2058-2061; 3/94(1329) S.2109-2110. 2 Server Bedii, “Dârülfünunda kadınlarımız”, İçtihat, 3/97(1330) S.2189-2190. 3 Jön Türk, 7 Şubat 1914. 4 M.S., “Hanımlar için Dârülfünunda ilk ders”, Sabah, 2 Şubat 1914 5 “Dârülfünunda dersler hakkında”. Sabah, 1 Şubat 1914 6 a.g.e. S.4-5 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 376 ~ Kimyayı Uzvî Kimyayı Hayatî Fizyoloji 2 2 2 İsmayıl Hakkı (Baltucıoğlu)'nun anlattığına göre, bu serbest ders sistemi ilk defa kendisinin ve Süleyman Paşazade Sami Bey'in fikri idi. Bunlar programı hazırlayıp Maarif Nazırına getirmişler, o da kabul ederek hocalara tezkireleri yazdırmıştı. Serbest derslerin programı aşağıdaki şekilde idi1: Yıl sonunda burada söz konusu olan derslerden sınavlar yapılmıştır. Başarılı olanlar, diğer öğrencilerle beraber 1915'de Bakanlığın açtığı İnas Dârülfünunu'na girmişlerdir. 1914'de düzenlenen “Serbest Dersler”in bir Kız Üniversitesi sayılıp sayılamayacağı tartışılabilir. Ama Seniha Nezahat Hanım'ın daha 1908'de önerdiği “İnas Dârülfünunu” aynı bu derslere benziyordu2.Yazara göre bu Üniversitede karışık riyazi hesaplar, çeşitli hastalıklar öğretilemeyecekti. Basit sağlık bilgileri, ev idaresi, iktisat konularında ders değil, konferanslar verilecekti. Bu konferanslara kız okullarından diploma alanlar ve onlar kadar marifet sahibi olanlar girebileceklerdi. 1908'de istenen bu Dârülfünun, 1914'de Serbest derslerle büyük ölçüde gerçekleştirildi. “İnas Dârülmuallimatı'nın bir şubesi olarak bir Kadın Üniversitesi açıldığı görülüyorsa da3, Dârülfünun binası içinde Kadın Üniversitesi 1915 yılında açılmıştır. Ders Riyaziyat Kozmografya ve Fizik Hukuk-u Nisvan Terbiye-i Bedeniye Tarih Hıfzıssıhha Terbiye El İşleri Konferansçı Salih Zeki Sait Gelenbevî Mahmut Esat Selim Sırrı İhsan Şerif Besim Ömer Paşa İsmayıl Hakkı Matmazel Kaufmayer 4.2.5.1.2. ULUM-U TIBBİYE ŞUBESİ 1 Ergin, O.N, a.g.e. S.1554. İçtihat, 3/94(1329) S. 2109. 2 Seniha Nezahat, “Hanımlara mahsus bir Dârülfünun”, Aşiyan, 1/14(1324) S.419-426. 3 “İnas Dârülfünunu”, Sabah, 13 Ekim 1914. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 377 ~ İkinci Meşrûtiyet ilân edildiğinde bir askerî ve bir de sivil (mülkî) olmak üzere iki tıp okulu vardı. 1908 yılında Askerî Tıbbiye Mektebi'nde Hükümetin pek karışmadığı, askerlerin istediği bir idare kuruldu. Askerî Tıbbiye öğretmenleri toplanarak Kuleli Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye İdadisi'ni lağvetme karan aldılar. Sonra İstanbul'da iki ayn tıp okulunun bulunması gereksiz görüldü ve bunların “Dârülfünun Tıb Şubesi” adı altında birleştirilmelerine karar verildi. Bu birleştirme sırasında esaslı bir “temizlik” (tensikat) de yapılacaktı. O zaman pek çok tıp öğretmenleri arasında bütün İkinci Meşrûtiyet süresinde devam edecek bir düşmanlık başladı. Meselâ, saf Askerî Tıbbiye'de 185 öğretmen vardı. Yeni Tıp Şubesinin ise 27 öğretmenlik kadrosu tasarlanıyordu. Üstelik muktedir kişiler olmadığından “Muallimlik muavinliği” kadrosu kaldırılıyor, bunun yerine “Asistanlık” konuluyordu. Açıkta kalacağı anlaşılan öğretmenler bu kararlara şiddetle karşı çıktılar1. Askerî” Tıbbiye'nin düzeltilmesinin oldukça zor olduğu anlaşıldıktan sonra sivil Tibbiye'nin “Tıp Fakültesi” haline getirilmesi çalışmaları başladı. Bu, başarıldı ve kurulan düzeni Maarif Nezareti kabul etti. Bakanlık ayrıca Askerî Tıbbiye'nin hemen lağvolunmamasını, iki okulun tam birleşmesinin beş yıl sonra yapılmasını kararlaştırdı. Buna rağmen Askerî Tıbbiye öğretmenleri gene bağırmaya başladılar. Çünkü Askerî Tıbbiye'de birçok öğretmene karşılık 250-300 öğrenci vardı. Sivil Tıbbiye ise 2000-3000 öğrenci yetiştiriyor ve Askeriye Öğretmenleri her iki okulda da öğretmenlik yapıp iki yerden de para alıyorlardı2. Bakanlık 1908'de Tıp Fakültesi uygulamasını şu şekilde yapmayı kararlaştırmıştı. Fakülteye 1909'dan itibaren resmî ve özel idadilerle, jimnaz ve lise derecesindeki okul mezunları sınavsız, bu derece öğretim gördüklerini iddia edenler de sınavla alınacaklardı. Yeni program birinci sınıflara uygulanacak, üst sınıflar eski programla öğretimlerine devam edeceklerdi. Bakanlık ayrıca, 1909'dan itibaren Almanya ve Fransa'ya beşer tıp ve üçer eczacılık öğrencisi göndermeyi de kararlaştırıyordu3. Mekteb-i Mülkiye-i Tıbbiye 18 Kasım 1908'de “Tıp Fakültesi” adını alıp, başkanlığa da Müşir Cemil Paşa'yı seçtikten sonra4, Hükümet 1909 bütçesinde Askerî Tıbbiye ödeneğini yeni Tıp Fakültesi'ne aktardı. İki Tıbbiyenin birleştirilmesi yapılırken, 1 Topuzlu, Dr.Cemil, İstibdat • Meşrûtiyet • Cumhuriyet Devrindeki 80 Yıllık Hatıralarım. İstanbul, 1951 S.91-92. 2 Dr. Zühtü, “Mekteb-i Tıbbiye”, Tanln, 17 Kasım 1908. 3 “Dârülfünun Tıp Şubesi”, Tanin, 6 Eylül 1908. “Dârülfünun-u Oamanî Tıp Fakültesi ve Eczacı Mektebine alınacak talebeler, Tanin, 26 Haziran 1909. 4 “Tıp Fakültesi”, Tanin, 19 Kasım 1908. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 378 ~ öğretmenlik kadrosunda pekçok tartışmalar oldu. Bu işi halletmekle tam yetkili Maarif Nazın Nail Bey, halledemeyince istifa etti. Çünkü bir dersin beş altı öğretmeni vardı. Bunların çoğu derse bile gelmeden maaş alıyordu. Yeni Bakan Emrullah Efendi, Lyon Tıp Fakültesi kadrosunu esas alarak 27 öğretmeni görevlendirdi. 120-130 öğretmen açıkta kaldı1. Bir süre sonra Fakülte öğretmenleri İstanbul'daki yazıhanelerine yetişemeyince, Fakülteyi Haydarpaşa'dan İstanbul'a nakletmek istediler.. Bu hususta çok büyük tartışmalar oldu. Araya öğrenciler de karıştırıldı. Tıbbî ve sosyal gerekçeler sıralandı. Bunların karşısında ülkenin ihtiyaçlarından söz edildi vs2. Sonunda Tıp Fakültesi Haydarpaşa'da kaldı. Yeni bir takım âletler alınarak Fakülte modernleştirilmeye çalışıldı. Ancak Fakültede İkinci Meşrûtiyet süresince birlik içinde güzel bir öğretim yapılamadı. 1910 yılında uzun süre programsız öğretim yapıldı. Öğrenciler derslere girip girmemekte serbest bırakıldı. Sonra 21 Mayıs 1910'da öğretmenler kurulunun belirlediği bir program, öğretim yılı başından beri takip edilmiş gibi işleme konmaya ve öğrenciler sıkıştırılmaya başlandı3. İşe Bakanlık karıştı. Sonunda sorunlar uzun süre askıda kaldı. Savaş yıllarında öğretim alabildiğine aksadı. Bütün İstanbul'un yaralı ve hastalarla dolup “taştığı bir dönemde Tıp Fakültesi'nde rahat bir öğrenim beklenemezdi. Fakülte dört ay kadar kapalı kaldıktan sonra 15 Mart 1913'de yeniden öğretime açıldı4. 1913'de yayınlanan İstanbul Dârülfünunu Talimatında ise muallim muavinliği (doçentlik) kadrosu yeniden kuruluyor, öğrencilerin son sınıf sınavlarını verdikten sonra 9 ay mülazemetc (staj) çıkması ve bundan sonra rüûs sınavlarına girebilmesine karar veriyordu5. Talimatname bu şubenin ders programını da kabaca belirtiyordu. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.3143-3150. Rıza Tahsin, Mir'at Mekteb-i Tibbiye, Dersaadet 1326, S.115-118. “Yeni Tıp Fakültesi Teşkilâtı ve Tarihçe-i Islâhat”, İkdam, 5 Ocak 1909. Dr. Kemal Cenap, “Mekatib-i Tıbbiye Meselesi”, Tanin, 10 Mart 1909. M.N., “Tıp Fakültesi meselesi”, Yeni Tasvir-i Efkar, 19 Kasım 1909. 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 7 Mayıs 1327, S.3151-3153. Hikmet Refik, Tıp Fakültesi”, Yeni Tasvir-i Efkâr, 7 Eylül 1909. 3 “Tıp Fakültesi sedası emirlerinden”, İştirak, 14 (15 Mayıs 1326) S. 221-223. 4 Sabah 5 Mart 1913. Tercüman-ı Hakikat, 16 Mart 1913. 5 Kaynak: Maarif-i Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, s.2-4. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 379 ~ Tablo 43) Dârülfünun Ulûm-u Tıbbiye Şubesi ders programı (1913) Dersler Hayvanat-ı Tıbbiye Nebatat-ı Tıbbiye Hikmet-i Tıbbiye ve Hayatiye Kimyayı Gayri Uzvî Kimyayı Uzvî ve Hayatî Teşrih-i Tavsifi Fizyoloji İnsac ve Mebhas er-Resim Teşrih-i Nahiyarî Hıfzıssıha Bakteriyoloji Müfredat-ı Tıb ve Fenn-i İspençiyari Emraz-ı Umûmiye Ameliyat-ı Cerrahiye Parazitoloji Teşrih-i Marazı Seririyat ve Emraz-ı Dahiliye Seririyat-ı Akliye ve Asabiye Seririyat-ı Ayniye Seririyat-ı Cildiye ve Efrenciye Seririyat-ı Ezniye ve Hançeriye Seririyat ve Emraz-ı Hariciye Seririyat-ı Veladiye Seririyat-ı Nisaiye Mebhas es-Sümum Tıp Kânunu Seririyat-ı Tedaviye ve Fenn-i Tedavi-i Tecrübî Süre (Ay) 3 3 3 3 3 3 3 3 2 3 3 3 2 1 1 4 6 2 2 1 1 6 2 1 1 2 2 1913 Talimatı, Dârülfünun Tıbbiye kısmında “Ebeler Tedrisatı adıyla bir de Dershane açıldığım bildiriyordu. 18-35 yaş arasındaki okuma-yazma bilen ahlâklı kadınların alındığı bu sınıfın öğretimi iki yıl sürüyordu. Birinci yıl Muhtasar Teşrih, Fizyoloji, Karekteriyoloji, Muhtasar Emraz-ı Dahiliye ve Hariciye, Hıfzıssıhha ve Hastabakıcılık dersleri gösteriliyor; ikinci yıl ise teorik ve pratik ebelik öğretiliyordu1. Tıp Fakültesinin doğum klinikleri 1910 yılında Kadırga'da kurulmuştu. Bu Klinikte (Seririyat) hem Fakülte öğrencileri hem de hastabakıcılık ve ebelik öğrencileri uygulama yapıyorlardı. İki yıllık kurumda birinci sınıfı başarıyla Rıza Tahsin, a.g.e. S.125-126. 1 Maarif-i Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, S.4. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 380 ~ bitirenler isterlerse “hastabakıcı diploması” alabiliyorlardı. İkinci yılı da okurlarsa “ebelik diploması” alıyorlardı. Amerika'da uzmanlaşmış Bursa'lı Dervişiyan Harun'un idaresindeki “Tıp Fakültesi Seririyato Veladiyesi”ne 1910 yılında 110 kişi alınmıştı. 64 kişi pirinci sınıfı başarıyla bitirmişti. 1911 yılında ise 48 öğrenci kabul edilmişti1. Şam Tıbbiyesi'nde de daha önce bir “Kâbîle Mektebi” açılıp kapanmıştı. Bu, 1914’de tekrar açıldı2. İstanbul Tıp Fakültesi'nden başka, doğrudan İstanbul Dârülfünunu'na bağlı bir de “Şam Tıbbiyesi” vardı. İkinci Abdülhamid'in Beyrut'taki Amerikan ve Fransız Tıp Mekteplerine karşı bir rakip olarak açtığı bu okul, kurulduğundan itibaren vazifesini tam olarak yapmıştır3. Şam Tıbbiyesi uzun süre bir evde kirada kalmış, İkinci Meşrûtiyet döneminde Şam Belediye Hastahanesinde birkaç pavyon eklenerek öğretimine orada devam etmiştir4. Ayrıca Meşrûtiyetin ilânından sonra Selanik'te de bir Tıbbiye Okulu kurulması hususunda pekçok çalışmalar yapılmış, hattâ Maliye Nezareti 15.000 liralık bir ödenek bile vermeyi kabul etmiş; ama okul kurulamamıştır5. Dârülfünun Ulûm-u Tıbbiye Şubesine bağlı olan iki de yüksekokul vardı: 1- Eczacılık Mekteb-i Âlisi; Eczacılık öğretimi bizde, Tıp okullarına bağlı bir sınıf ve okul olarak gelişmiştir. 1909'da sivil Tıbbiye Kadırga'daki binalarından taşınınca Eczacı Mektebi burada kalmış, bir ara doğrudan doğruya Maarif Nezareti'ne bile bağlanmıştır6. Ama hemen geri Tıp Fakültesine bağlanmış, öğrencilerin askerliği meselesinden dolayı, yüksekokul sayılıp sayılamayacağı tartışılmıştır7. Dârülfünun Tıp Fakültesi Muallimler Meclisi 1910 yılında Eczacılık Mektebini yüksekokul saymış, Dişcilik'i saymamıştı8. Ancak daha sonra Dişçilik Mektcbiyie beraber 1 Bedri Kâmil,”Ziyaretler”, Sabah, 22Temmuz 1911. Öğrenci alma şartları: Sabah, 27 Temmuz 1911, 21 Temmuz 1912. 2 “Fenn-i Velade tahsili”, Sabah, 10 Mart 1914. 3 Ergin, O., a.g.e. S.877-879. Dr.Said Cemil, “Şam Mekteb-i Tıbbiyesi”; Yeni Tasvir-i Efkâr, 21 Temmuz 1909. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Temmuz 13.30, S. 720 5 “Selanik'te Tıbbiye Mektebi” Tanin, 15 Ağustos 1909. 6 “Eczacı Mektebi”, Sabah, 10 Mayıs 1911. 7 “Mekteb-i âli mi, değil mi”, Sabah, 6 Haziran 1911. 8 Sabah, 29 Mayıs 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 381 ~ yüksekokuldan sayılmışlardır1. Bu sırada okulun uygulanmayan resmî programı şu idi2: 1. sınıf: Hikmet, Nebatat, Kimyayı Gayrî Uzvi ve Tahülatı, Mebhasü’s Sümum (Zehir konuları). 2. sınıf: Kimyayı Uzvî ve Tahlili, Bakteriyoloji, Hıfzıssıhha, İlm-i Hayvanat. 3. sınıf: Müfredat-ı Tıp, Mebhasü's-Sümum, Kimyayı İspençiyari (Eczacılıkla ilgili) ve Tahlilî ve Hayatî, Farmakoloji, Fenn-i İspençiyari. 1913'de yayınlanan Üniversite Talimatı'nda ise Okulun programı şu şekilde belirleniyordu3: 1. sınıf: Hikmet-i Tabiiye, Kimyayı Gayrî Uzvî, Nebatat 2. sınıf: Kimyayı Uzvi, Hayvanat, Bakteriyoloji, Hıfzıssıhha 3. sınıf: Fenn-i İspençiyari, Kimyayı İspençiyari ve' Tahlili, Kimyayı Hayatî, Müfredat-ı Tıp ve Mebhasü's-Sümum. Okulun idaresi Dişçilik Okulu ile beraber olduğundan her ikisine de aynı şekilde öğrenci alınıyordu4: Sultaniye, Dârüşşafaka, yedi yıllık idadi ve bu düzeydeki özel okul mezunlarıyla bu derece bilgili olduklarını iddia edenler sınavla, tabip, eczacı, dişçi ve cerrah diploması olanlar da sınavsız alınacaklardı. Ancak tabipler okulun 3, eczacılar 2 ve dişçilerle cerrahlar da 1. sınıfına kaydolabileceklerdi. 2. Dişçilik Mekteb-i Âlisi: Sivil Tıbbiye'nin Tıp Fakültesi olarak Haydarpaşa'ya taşınmasıyla boşalan binalarda 1909 yılında kurulmuştu. İlk önce öğretim seviyesi gözetilmeden dişçilik öğrenmek isteyenler ve bir dişçinin yanında çırak olarak çalışanlar birinci sınıfa, “permili dişçiler” denilen, Tıp Mektebi'nden izinli dişçiler ikinci sınıfa alınmıştı. İlk yıllarda ciddî bir program uygulanmasına rağmen birinci sınıftaki 62 kişiden yalnız üçü, ikinci sınıftakilerden de 15'i başarılı olabildi5. O sırada Tıp Fakültesi Muallimler Meclisi kararınca Eczacılık Okulu yüksekokul sayılmasına rağmen, bu sayılmadı. Maarif Nezareti de bunu kabul edip gerekli 1 Sabah, 23 Ağustos 1911. Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, no,-293676. 2 Ergin, O., a.g.e., S.657. 3 Maarif-i Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, S.6. 4 “Eczacı ve Dişçilik Mekteb-i Âlileri” Sabah, 23 Temmuz 1912. 5 Ergin, O., a.g.e. S.1506. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 382 ~ yerlere duyurdu1. Daha sonra öğrenci alma şartları ve programı kesin olarak belirlendi ve okul kendini yüksekokul saymaya başladı. Bazı yerler (askerlik şubeleri) durumu Maarif Nezareti'ne sordular2. Bakanlık da buraya idadi mezunlarının alındığına dayanarak yüksekokul sayılmasına karar verdi3. Dişçilik Mekteb-i Âlisi'nin, 1913 Dârülfünun Talimatnamesi'ne göre ders programı şöyle idi4: 1. yıl: Hikmet-i Tabiiye, Kimyayı Gayri Uzvî, Nebatat, Fenn-i Ensice, Protez. 2. yıl: İlm-i Teşrih-i Umûmi ve Hususi, Emraz-ı Umûmiye, Ameliyat-ı Sinniyye (nazarî), Protez, Hayvanat, Kimyayı Uzvî, Seririyat-ı Mütenevvia-ı İsnan. 3. yıl: Fizyoloji-i Umûmî, Emraz-ı İsnan ve Femm, Ameliyat-ı Sinniyye (Amelî), Bakteriyoloji, Hıfzıssıhha-ı Umumi, Müfredat-ı Tıp, Hıfzıssıhha-i İsnan. 4.2.5.1.3. ULUMU HUKUKİYE ŞUBESİ Hukuk Mektebi açıldığı zaman “Dârülfünun'un bir şubesi” olarak açılmıştı. Ancak Dârülfünun'un normal bir gelişme gösterememesi yüzünden İkinci Meşrûtiyet dönemine kadar bağımsız bir okul olarak devam etti5. İkinci Meşrûtiyet ilân edildiği zaman bu okulda 263 öğrenci vardı. Ancak çok kısa bir zaman sonra öğrenci sayısı 2189'a çıktı. İlkokul öğretimi görmemiş olanlar bile okula “dinleyici” olarak kaydoldular. Bunlardan bazıları daha sonra aslî öğrenciler arasına alınmışlardır. Meşrûtiyetin ilânından hemen sonra okulun bir de geçici programı yapıldı. 1909 yılında Okul, Dârülfünun'a katıldı ve “Hukuk Fakültesi” adını aldı. Artık her gelen alınmamaya, 1908'de kaydolanlar sıkı bir sınavla elenmeye başladı. Öyle ki, 1909-1910 öğretim yılında Fakülte'nin öğrenci sayısı 1808'e düştü6. Fakülteye yüksekokul, Sultani, yedi yıllık idadi mezunları sınavsız; bunlar bulunmazsa, diğer 1 “Dişçi Mektebi”, Sabah, 29 Mayıs 1910. “Mekteb-i âli mi, değil mi?”, Sabah, 6 Haziran 1911 3 “Eczacı ve Dişçi Mektebi”, 23 Ağustos 1911. Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, No: 293676, 295217. 4 Maarif-i Umûmiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, S.67 5 Ergin, O., a.g.e, S.1085-1116. 6 a.g.e., S. 1115. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 383 ~ isteklilerden yatılı idadi mektepleri programına göre yapılan sınavı başaranlar alınacaktı1. 1909 yılındaki önemli elemeye rağmen Hukuk Fakültesi'nin dinleyici (sâmiin) öğrencileri gene de var oldu. Bu dinleyici topluluğuyla İhtiyat Sınıfı öğrencileri, o zamanki Askere Alma Kânunu dolayısıyla devamlı kabarma eğilimi gösteriyordu. İdare de çeşitli engellemelerle ve sınavlarla bunları elemeye çalışıyordu2. 1911 yılında Osmanlı Devleti'ndeki bütün Hukuk okullarını boykota sürükleyen “doktora meselesi” ortaya çıktı. Abdülhamit devrinde Hukuk öğrencileri doktora sınavına tabi tutuluyorlardı. Meşrûtiyetin ilânından sonra bu faydasız görülerek kaldırıldı. Bir mebus, “Hukuk Mektebine giriş sınavlarını da, çıkış sınavlarını da kaldırdılar. Bu Okulu kökünden mahvettiler” diyordu3. Abdülhamit döneminin doktora sınavlarında öğrenci okulu bitirince dört yıl boyunca okuduğu derslerden yeniden sınava giriyordu. Bu, öğrencilerin zihinlerini çok yıpratıyor, diye 1908 yılında kaldırıldı. Yerine “Tez imtihanı” konuldu. Sonra bu tez boşuna görüldüğünden kaldırıldı. Bakanlık doktora sınavlarını yeniden koydu. Yalnız Emrullah Efendi eski doktora sistemini tanımadı. Hukuk Fakültesi* nden iki türlü mezuniyet koydu: Mülazemet rüûsu (normal mezuniyet), müderrislik rüusu (doktora sınavına girerek mezuniyet). Doktora sınavı için bazı önemli dersler konacaktı. Ancak bu dersleri alanlar doktora sınavlarına girip mezun olacaklardı. Bu hususta İsmail Hakkı, Abdurrahman Şeref ve Emrullah Efendi'nin Maarif nazırı olduğu süre boyunca Hukuk okulları öğrencileriyle Bakanlık arasında şiddetli bir mücâdele oldu. Zaten Hukuk Okulu baştan beri yoğun bir düzensizliğin içinde bulunuyordu. 1910 yılında öğrenciler “Cemiyet-i Hususiye” adlı bir örgüt kurarak Okula yeni bir program yapmış, “Bundan böyle Hukuk Mektebine Maarif Nezareti karışmasın” diyerek Hukuk”ta bir nevi muhtariyet ilân etmişlerdi4. Tablo 44) Mekteb-i Hukuk'un 1908 yılında yapılan geçici programı5 1 “Mekteb-i Hukuk”, Tanin, 15 Eylül 1909. “Mekteb-i Hukuk Samiin talebesi”, Sabah, 4 Haziran 1910. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, S.2155. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1327, S.2153. 5 “Mekteb-i Hukukun Muvakkat Programı”, İkdam, 13 Ekim 1908. “Dârülfünun ve Mekteb-i Hukuk muallimlerinin derslere göre isim listesi”, İkdam, 21 Ekim 1908. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 384 ~ DERSLER Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye Hukuk-u Düvel Hukuk-u idare îlm-i İktisat llm-i Hukuk-u Ceza Mukaddeme-i Ilm-i Hukuk Hukuk-u Esasiye Vesaya ve Feraiz Kitatiü'n-Nikah Usul-ü Muhakeme-i Cezaiye Usul-ü Muhakeme-i Hukukiye Ticaret-i Berriye Tıcaret-i Bahriye Usul-ü Fıkıh Hukuk-u Hüsusiye-i Düvel Hukuk-u Şahsiye-i Düvel Kavanin-i Mâliye-i Osmaniye Usul-ü Ceza Sekk-i Adlî Arazi Kânunu Ahkâm-ı Evkaf Tarih-i Hukuk-u Osmaniye Toplam I 4 2 2 2 3 1 1 15 II 4 2 2 1 1 1 1 3 15 III - IV - 1 - - 3 1 2 1 14 22 2 1 1 2 2 1 1 14 1911'de ise doktora sorunu Meclisle aktarılmış, Meclis-i Mebusan Encümen-i Hususisi, Hukukta doktoraya gerek olmadığına karar vermiş, Nazır İsmail Hakkı Bey ise bunda ısrar etmişti1. Yeni Bakan A. Şeref Bey nezdinde yapılan girişimler bir sonuç vermeyince İstanbul, Selanik, Konya ve Bağdad Hukuk Mektebi öğrencileri ayaklandılar, okulları terkettiler, çeşitli gösteriler yaptılar, akla gelebilecek her yere başvurdular2. Bakanlık da bu arada sert bir mücâdeleye girişti. Öğrenciler, doktora yerine bir “Tatbikat Mektebi” açılmasını istiyorlardı. Bakanlığın bunu kabul etmemesi üzerine öğrenciler yumuşayarak yeni istekler hazırladılar. Bunlar; doktoranın bazı derslerden ve seçmeli olması, doktorayı verecek öğrencilerin dördüncü yıl sınavlarına zorunlu tutulmaması, doktoralarına bazı imtiyazlar verilmesi, avukatlık yapmak isteyenlere dördüncü sınıftan itibaren izin verilmesi v.s. idi. 1 2 “Doktora meselesi”. Sabah, 13 Mayıs 1911. Sabah, 7,8,9,10,11,12,15 Nisan 1911. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 385 ~ Sorun, bütçe görüşmeleri sırasında da Meclis'te uzun uzun tartışıldı1. Ancak kesin bir sonuca ulaşılamadı. Bakanlığın Hukuk Mektebi'nde yapmak istediği bazı iyileştirmeler de başarılı olamadı. 1911'de, İzmir'de öğrencileri doktora sınavına hazırlamak için bir “Dershane-i Hukuk” kurulmak islendi. Şûrayı Devlet'ten bu hususta olumlu bir karar da çıkmasına en kurulamadı2. 1913 Dârülfünun Talimatnamesi'nde, Ulûm-u Hukukiye Şubesi'nin takımlar üzere öğretim yapması kararlaştırılıyor; Hukuk-u Ceza, Hukuk-u Düvel, Ulûm-u Fıkhiye, Ulûm-u İdariye ve İktisadiye takımlarıyla şu programın uygulanması isteniyordu3. Tablo 45) Ulûm-u Hukukiye Şubesi'nin programı Dersler Süre (ay) İktisat ve Mâliye 2 Hukuk-u Düvel 4 Hukuk-u İdare 4 Hukuk-u Esasiye 2 Mecelle 8 Usul-ü Muhakemat-ı Cezaiye 2 Kânûn-u Ceza 2 Vesaya ve Feraiz 2 Ticaret-i Berriye 4 Nikah 2 Usuİ-ü Muhakemat-ı Hukukiye ve İcra 2 Uhud 2 Usul-ü Fıkıh 4 Tatbikat-ı Hukukiye 2 Ticaret-i Bahriye 2 Hukuk-u Tasarrufiye-i Arazi ve Evkaf 2 Tatbikat-ı Cezaiye 2 1913 yılı sonlarında yapılan bir programda da Mekteb-i Hukuk'a yeni olarak Felsefe-i Hukuk, Mukayese-i Kavanin, Roma Hukuku, Tarih-i Hukuk, Hukuk-u Amme ve Tıp Kânûnu dersleri ekleniyordu. Ayrıca birinci yılda fazladan beş saat Fransızca okutulması kararlaştırılıyordu4. Taşra Hukuk Okulları: Abdülhamid'in yükseköğretimi vilâyetlere yayma politikasının bir sonucu olarak 1907 yılında Bağdat, Konya ve Selanik’e birer Hukuk 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, S.2142-2156. “Yeni bir Mekteb-i Hukuk”, Sabah, 27 Mayıs 1911 3 Kaynak: Maarif-i Umumiye Nezareti, İstanbul Dârülfünunu Talimat, S.2. 4 “Mekteb-i Hukuk Programları”, Sabah, 3 Aralık 1913. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 386 ~ Mektebi açılmıştı. Meşrûtiyetin ilânından sonra gerek basında gerek Meclis'te bu okullara karşı bir tepki başladı. Bunların kapatılmaları istendi1; ama bunlar kapatılamadı. Doğrudan Dârülfünun'a bağlı birer okul olarak çalışmalarına devam ettiler. Ancak Balkan bozgunu dolayısıyla Selanik Hukuk Mektebi dağıldı. Bu Okulun önce İzmir'de kurulması düşünüldü2. Ancak Bakanlık daha sonra bu okulun Beyrut'a açılmasını kararlaştırdı3 ve okul 1913 Ekiminde Beyrut'ta açıldı4. 4.2.5.1.4. DÂRÜLFÜNUN İHTİYAT SINIFI İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra, o zaman çok ilginç ve “ilerisi aydınlık” bir meslek sağlayan Hukuk Mektebi'ne çok büyük bir “öğrenci” akını oldu. Gerek öğrenci gerek dinleyici olarak 400-500 kişilik okula 1500-2000 kişi kaydoldu. Bu, ilk başlarda hoş görülmeye çalışıldı. Ancak daha sonra bu işin böyle yürümeyeceği anlaşıldığından, çeşitli tedbirler alındı. Sınavlarla alabildiğine elemeler yapıldı. Bakanlık, Hukuk Fakültesi'ne gireceklerin idadi mezunu olmaları şartını getirdi. Bunun üzerine pek çok öğrenci Bakanlığa şikâyete geldi. İkinci Abdülhamit döneminde okuyamadıklarından, yükseköğrenim haklarının ellerinden alınmamasından bahsettiler. O zamanki Bakan Emrullah Efendi de idadi öğretimi olmayanlar ve medrese mezunları için Üniversiteye hazırlık sınıfı (“İhtiyat sınıfı”) açtı5. Özellikle Meclis'teki tartışmalar sırasında Maarif Nazırlığı yapmış kişilerin verdikleri bilgilere göre “İhtiyat Sınıfı” başlangıçta bir yıl olarak düşünülmüştü. Emrullah Efendi bu bir yılın yetmeyeceğini anlayınca, iki yıla çıkarmıştı6. Üstelik bu sınıf başlangıçta yalnız medrese çıkışlıların Üniversiteye hazırlanması görevini yüklenmişken, daha sonra yaşları ilerlemiş beş yıllık idadi mezunları, yedi yıllık idadiyi bitiremeden ayrılmak zorunda kalanlar, İstanbul'da bazı meslek okullarına devam eden öğrenciler, Hukuk Fakültesi'ne “dinleyici” sıfatıyla kaydolup, yapılan eleme sınavlarını başaramıyanlar, öğretimi belirsiz kişiler, sanatkârler v.s. hep bu sınıfa kaydolmuşlardır. İlk yıl 1500'den fazla başvuran olmuş ki, bunların 1000'den fazlası medrese çıkışlılar imiş. Girişte bunları Arapça, Kitabet ve Hesap sınavlarına 1 Tanin, 31 Aralık 1908. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi. 26 Mayıs 1326, S.2152. 2 “İzmir'de Mekteb-i Hukuk”, Sabah, 30 Mart 1913 3 “Mekteb-i Hukuk”, Sabah, 15 Mayıs 1913. “Selanik Mektebi Hukuku”, Tercüman-ı Hakikat, 20 Mayıs 1913. 4 “Beyrut Hukuk Mektebi”, Sabah, 22 Ekim 1913. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, S 21422143. 6 Türkiye, 21 Kasım 1910 (Önce “Hukuk Mektebi ihtiyat Sınıfı” olarak geçiyordu). İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 387 ~ alıp, başaranları bu sınıfa kaydetme şartı konmuştu. Hattâ Arapça sınavı bir çeşit baraj gibi de tutulmuş ve böylece sivillerin çoğu alınmamıştı. Bir gazetenin yazdığına göre başvuranların ancak 500 kadarının sınavı yapılabilmişti. Sınavsız alınanlar da olmuştu1. Abdurrahman Şeref Bey'in verdiği bilgiye göre ilk yıl bu sınıfa 860 kadar adam kaydedilmişti2. İhtiyat sınıfları tâ baştan itibaren eleştirileri üzerine çekmiştir. Özellikle Meclis'te, sırf bu yüzden Maarif Nâzırlarıyla Meclis arasında güvenoyu istemeye kadar giden tartışmalar olmuştur. Bu sınıflara karşı çıkanlar Üniversiteye girmek için mutlaka yedi yıllık idadi çıkışlı olmanın şart olduğunu, okul kaçkınları için Bakanlığın para harcamamasını istiyorlardı. Onlara göre Emrullah Efendi teorik, felsefî esaslar üzerinde duruyordu; acemi ve tecrübesiz idi. Medrese çıkışlılar da Üniversiteye gitmek istiyorlarsa idadilere gitsinler. Yaşlılar için de ayrı bir idadi kurulsun. Boşo Efendi, “yaptığınızı, Avrupa Üniversiteleri duyamasın”, diyordu3. İhtiyat sınıflarına karşı çıkan bir başka grup da medrese çıkışlılar ve onların Meclis'teki temsilcileri idi. Bunlar da İhtiyat sınıflarının iki yıl olmasını çok uzun buluyorlar, hattâ gereksiz görüyorlardı. İcazeti alan medrese çıkışlıların iki-üç ayda Üniversite sınavlarına hazırlanabileceklerini söylüyor, bunların doğrudan giriş sınavlarına alınmasını istiyorlardı4. Bunlara karşılık, Maarif Nazırlığı yapmış olan Emrullah Efendi, İsmail Hakkı (Babanzâde) ve Abdurrahman Şeref Bey'ler bu sınıfları savunmuşlar; hem de iki yıl olmasında direnmişlerdir. Emrullah Efendi, İhtiyat Sınıflarını idadilerden daha yararlı bulduğunu belirtiyor, bu sınıfların Avrupa'daki “cours d'adulte”lere benzediğini söylüyordu. Bu İhtiyat Sınıflarında herkes gelip okuyabilirdi. Ancak bu sınıfların sınavları çok sıkı tutulmalıydı. Emrullah Efendi “Fakülte demek, ihtiyar, serbestlik demektir” diyordu. Üniversite'nin kapısı herkese açıktır. Bu sınıflanıl hatası varsa düzeltilir, ama ortadan kaldırılamaz. Aslında Hazırlık Sınıflarını bütün herkese koymalıdır. Çünkü “bizde idadilerden mezun olmak yolsuzdur”, idadiler yükseköğretim için 1 “Dârülfünun İhtiyat Sınıfı”, Türkiye, 15 Teşrinievvel 1326(23 Ekim 1910). Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 2 Teşrinisani 1327, S.327. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S.2157-2158. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Teşrinisani 1327, S.332. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S.2159. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 388 ~ temel bilgileri veremiyorlar. Ortaöğretim kemâle ulaşıncaya kadar “mahreç sınıflarına muhtacız”. Yükseköğretim herkesin hakkıdır1. Hazırlık sınıfları hakkında 1911 yılının bütçe görüşmeleri sırasında çok sert tartışmalar olurken, iki yıl fazla görüldü ve ödeneği bir yıla indirildi. Bunun üzerine Meclis-i Maarif birden ikiye geçemeyenlerin ve ikinci sınıfı bitirip de Üniversiteye kaydolamayanların kayıtlarını silmeye karar verdi2. Daha sonra Maarif Nezareti'nin Dârülfünun'a yazdığı bir yazıya göre, İhtiyat Sınıfında başarısız olan öğrenciler arasında medrese öğrencileri varsa, bunlar bir kere daha Arapça sınavından geçirilerek Ulûm-u Aliye-i Diniye Şubesi derslerini anlamaya yetmeyenler tekrar idadilere geri yollanacaktı3. Meclis-i Maarif 7 Eylül 1911'de aldığı bir kararla, bu yıl sonunda İhtiyat Sınıfından çıkanların Hukuk, Edebiyat ve Ulûm-u Âliye-i Diniye şubelerine kabul edilmesini Dârülfünun'a duyurdu. Ancak Hukuk Fakültesi bunu kabul etmeyerek, İhtiyat Sınıfı 1. yılı çıkışlıların bir yıl daha okumalarını istedi4. Bundan sonra İhtiyat Sınıfı öğrencileri “ayaklandılar”. İhtiyat sınıfında bir yıl okuyup mezun olan kişinin Dârülfünun'un bütün şubelerine alınmasını istediler. “Meclis-i Mebusan kararına nasıl karşı gelinir”, dediler ve sorunu Meclis'e çıkardılar. Bu arada Maarif Nezareti de 21 Ekim 1911 tarihli tezkiresinde, elindeki bir yıllık İhtiyat Sınıfı ödeneğiyle bu sınıfların ikinci yılını açtığını, birinci yılı ödenek olmadığından açmadığını belirtiyordu. Bunu yaparken de Meclis-i Maarifin “bir senede tahsil-i idadinin ikmali mümkün olamaz” kararına dayandığını belirtiyordu. Tezkire ikinci yıla devamın şart olduğunu, bir haftaya kadar devam etmeyenlerin kayıtlarının silineceğini belirttikten sonra İhtiyat Sınıflarının lağvedilmesi ihtimalinden de bahsediyordu5. İhtiyat sınıfı birinci yıl çıkışlıların Hukuk Mektebi'ne alınmamaları üzerine, öğrencilerin başvurusunu Meclis-i Mebusan Arzuhal Encümeni kabul etti6. Sorun Meclis'e geldiğinde ise Maarif Nâzırı Abdurrahman Şeref Bey, geçen yıl bütçe tartışmaları sırasında bunların bir yıl olmasını bilmeden kabul ettiğini, oysa bunların programlarının iki yıla göre ayarlanmış olduğunu, öğrencilerin bu hususta hiçbir başvurularını kabul etmediğini ve iki yıl okumaları gerektiğini söylediğini, bunun üzerine de öğrencilerin sorunu Meclis'e getirdiklerini söyledi. Bu arada 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S- 2158 -2159. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Teşrinisani 1327, S.329-330. 2 “Tedrisat-ı âliye”, Sabah, 12 Haziran 1911. 3 “Dârülfünun”, Sabah, 14 Temmuz 1911. 4 M.S., “Maarif Nâzırı ittihat istiyor. Bir sene mi, iki sene mi?”, Sabah, 18 Kasım 1911. 5 “Dârülfünun ihtiyat Sınıfı”, Sabah, 22 Ekim 1911. 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 1 Teşrinisani 1327, S.266. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 389 ~ İsmail Hakkı Bey de, kendi Bakanlığı sırasında bunun iki yıl olması gerektiğini anladığını belirtti1. Emrullah Efendi ise, bu konuda yeni bir Nizamname yapmak gerektiğini ve bu sınıflara yalnız medrese çıkışlıları alarak, eskileri de sıkı bir sınavdan geçirerek sorunun çözülmesini teklif etti2. Meclis daha sonra Arzuhal Encümeninin mazbatasını kabul etti3. Bakan ise bu karan uygulamayacağını belirtti ve öğrencilerin bir yıl daha okumalarını istedi. Meclis'in 18 Kasım 1911 tarihinde yaptığı oturumda ise Bakan, eğitim işlerini Mâliye Encümeninin idare edemeyeceğini, bu İhtiyat Sınıflarını Bağdad ve Konya'ya da açmak için çalışmalar yaptığını, İhtiyat Sınıfının iki yıl olarak kabul edilmemesi halinde istifa edeceğini bildirerek, güvenoyu istedi. Bu arada tartışmalar bir genel eğitim sorunu haline getirildi. Okullarda namaz kılma zorunluluğundan, Mekteb-i Sultani tatilinin niçin Pazar günü olduğuna kadar her şey tartışıldı. Sonunda Bakanın desteklenmesini ve İhtiyat Sınıfının iki yıl olmasını isteyen Genç Mebusu Mehmet Emin Efendi'nin önergesi kabul edildi4. Buna rağmen İhtiyat Sınıfı lağvedildi ve yeni öğrenci kaydedilmedi. Ancak bunun bıraktığı sorunlar bir süre daha Bakanlığı uğraştırdı5. İkinci Meşrûtiyet döneminde Osmanlı Devleti'nin bir tek Dârülfünun'u vardı. 1910 yılında, Beyrut'ta bir Dârülfünun kurmak için pek çok çalışmalar yapıldı6, ama kurulamadı. 1913 yılında da Maarif Nezareti Hicaz'a bir Dârülfünun kurulmasını kararlaştırmış, çeşitli çalışmalar yapmış7, ancak bu da başarılamamıştır. 4.2.5.1.5. Dârülfünun hakkında sayısal bilgiler Dârülfünun bölümleri arasında en çok öğrencisi olan Hukuk Mektebi idi Burası 1911'de 2800 öğrenciye, 1913'de 2841, 1914'de de 2201 öğrenciye sahipti8. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Teşrinisani 1327, S.327. a.g e. S.329-330. 3 a.g.e. S.330-338. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5 Teşrinisani 1327, S.341-364. 5 Bazı belgeler: Başbakanlık Arşivi. Babıâli Evrak Odası: 294215, 295425, 306476. “Ders Vekâleti’nin muamele-i nâlâyıkası”, Hedef, 16 Mart 1912. 6 “Beyrut'ta Dârülfünun”, Sabah, 8 Ocak 1910. Bu çalışmalar 1913'de bile devam ediyordu. Başbakanlık Arşivi Bâbıâli Evrak Odası. 313863. 7 “Hicaz Dârülfünunu”, Sabah, 29, Ağustos 1913. 8 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 29 Kânunuevvel 1326, S.663. Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi,... İhsaiyat Mecmuası, S.74-75. Eberhard, Ottor Bildungsweasen und Schulrelform in der neuen Türkei, Dresden 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 390 ~ Mezunları da bu derecede çoktu. 1909'da 1891, 1913'de 506, 1914'de de 189 kişi mezun olmuştur. Bu rakamlara taşra Hukuk Okulları sayıları da eklenirse Osmanlı Devleti’nde hukuk öğretiminin genişliği iyi anlaşılır. Diğer şubelerin mezunları ise az idi. Meselâ 1911 yılında Ulûm-u Aliye-i Diniye Şubesinden 11, Edebiyat Şubesinden de 44 kişi mezun olmuştu2. 1913 yılında ise Seriye 54, Edebiye 30, Tabiiye 3, Riyaziyat 1, Tıp, Eczacı, Dişçi ve Şam Tıbbiyesi de 146 mezun vermişti3. Dârülfünun'un 1914 yılındaki durumu da sayılarla şu şekilde gösterilebilir. Dârülfünun'un çeşitli şubelerinde 3019 öğrenci ve 93 öğretim elemanı vardı. Konya Hukuk Mektebi'nin 113 öğrenci ve 8 hocası; Beyrut Hukuk Mektebi'nin 65 öğrenci ve 14 hocası; Tıp Fakültesi'nin 592 öğrenci ve 89 hocası, Şam Tıbbiyesi'nin 54 öğrenci ve 15 hocası vardı. Eczacı ve Dişçilik yüksekokullarında da toplam 435 öğrenci ve 19 hoca görev yapıyordu. 4.2.5.2. DİĞER YÜKSEK OKULLAR 4.2.5.2.1. MEKTEB-İ MÜLKİYE İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra Mülkiye'de ilk olarak Müdür değiştirilmiş, ondan sonra da okula girişteki müsabaka sınavları kaldırılmıştı4. Öyle ki, İkinci Abdülhamit döneminde konan bu sınavlarla okula her yıl en fazla 40 kişi alınırken, bu sınavların kaldırılmasıyla 413 kişi birden alınmıştı5. Bu arada okulun adı da “Mülkiye-i Şâhâne”den “Mekteb-i Mülkiye”ye çevrildi. Müdür Celâl Bey de 1913 yılına kadar yürürlükte kalacak olan bir program hazırlayıp uygulamaya başladı. Değişen derslerle beraber eski öğretmenlerin de çoğu değişti6. Okul 31 Mart olayları sonrasına kadar tamamen bir siyaset merkezi olmuş, öğretmenlerin nutuklarına “Mekteb-i Mülkiye Mezunları İttihat ve Teavün 1916. S.23’de rakamlar biraz farklıdır. Şehremaneti, 1330 Senesi İstanbul Belediyesi İhsaiyat Mecmuası, Dersaadet 1331, S.126'da da keza. 1 Tanin, 9 Eylül 1909. 2 Sabah, 14,15 Ağustos 1911. 3 Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ... İhsaiyat Mecmuası, S.74-75. 4 Ali Kemal, “Mekteb-i Mülkiye”, İkdam, 7 Eylül 1908. 5 Çankaya, A.H., Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler I, Ankara 1954, S.82-84. 6 a.g.e. S.86-87. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 391 ~ Cemiyeti”nin çalışmaları da katılmıştır. Okul, ancak 31 Mart olaylarının yatıştırılmasından sonra normal düzenine girdi. 1909-1910 öğretim yılı başlarında Mülkiye'nin Dârülfünun’a bağlanıp bağlanmaması hususunda iki grup çekişti. Sonunda Okul, Dârülfünun'un bir şubesi haline getirildi. Bu, okulun disiplinini tamamen ortadan kaldırdı. Bu arada okulu, Paris “Ecole des Sciences Politique et Morales” okulunu örnek alarak yeniden düzenlemek isteyen grup faaliyetlerine devam etti. Meclis'teki bütçe tartışmaları sırasında okulun siyasî, mâlî ve mülkî olmak üzere üç şubeye ayrılması önerildi. Bir başka grup da Mülkiye ve Hukuk Mekteplerini birleştirmeyi teklif etti1. Tablo 46) Mekteb-i Mülkiye programı (1908)2 Dersler Hikmet-i Hukuk-u İslâm iye Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye Usul-ü İdare İlm-i İktisat Usul-ü Mâliye Edebiyat-ı Osmaniye Hukuk-u Düvel Hukuk-u Hususiye-i Düvel Düvel-i Selâse Kânûn-u Esasileri Tarihi Devlet-i Osmaniye Tarih-i Siyâsi ve İdarisi Tarih-i Siyâsî Kavanin-i Ticariye Kavanin-i Araziye Hukuk-u Esasiye ve Umûmiye Coğrafyayı İktisadî Etnografya İstatistik Fransızca Mükatebât-i Düveliye Mükatebât-ı Resmiye Elsine (Arapça, Fransızca, Almanca, İngilizce Toplam l.yıl 2 1 2 2 2 1 1 2 2 2 2 1 6 2.yıl 2 1 2 1 2 1 2 1 1 1 2 1 2 - 3.yıl 2 1 2 1 2 1 2 1 1 1 2 1 5 26 24 22 Okulun eskiden olduğu gibi gene bağımsız olarak Maarif Nezareti'ne bağlanmasını isteyenler, aynı zamanda Okulun yatılılığının da geri verilmesini istiyorlardı. Emrullah Efendi de bunlara karşı, yüksekokulların yatılı olamayacağını, Mülkiye'nin 1 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Mayıs 1326, S.2154. İkdam, 6 Kasım 1908. Çankaya, Ali, a.g e. S.85-86 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 392 ~ yatılılığının bu yüzden kaldırıldığını belirtiyor, bağımsız olduğunu, ancak Dârülfünun’la bazı bina karışıklıklarının bulunduğunu belirtiyordu. Mülkiye Müdürünün aynı zamanda Dârülfünun Müdürü olması da iki kurum arasında bir başka karışık nokta idi1. Emrullah Efendi'nin Mülkiye'yi, Ecole des Sciences Politigues et Morales’in beş şubesinden üçünü alarak yeniden düzenleme tasarıları ancak 1913 yılında gerçekleştirilebildi. Okulun kuruluş sistemi ve programı hususunda ta başlangıçtan ben öğrencilerinin de bazı istek ve tasarıları vardı. Okul, hâlâ 1893 tarihli Yönetmeliğe göre idare ediliyordu. 1912 yılında Okula gene ikinci Abdülhamit döneminde olduğu gibi Sultaniye, yedi yıllık idadiye ve dengi okul çıkışlılardan 40 kişinin alınacağı açıklandı2. Oysa 1911 yılında Okula 100 kişi alınıyor, ancak Okuldan çıkarken dereceye giren ilk 40 kişi “Mekteb-i Mülkiye Nizamnamesi”nden yararlanacaktı3. Nizamnamenin “mezunların maaş ve terfileri” hakkındaki maddesi de İkinci Meşrûtiyet döneminde değiştirilmişti4. 1912 yılında Mülkiye'nin Paris'teki Siyasal Bilimler Okulu örneğinde şubelere ayrılması gene revaç bulmaya başladı. Bu işle önce Dâhiliye Nezareti ilgilendi5. Sonra 1913 Ekiminde Dâhiliye, Hariciye ve Maarif Nezaretleri arasında, okulun programlarının ıslah edilmesi için üç kişilik bir Komisyon kuruldu6. Komisyon Kasım ayında bir rapor hazırlayıp ilgili yerlere sundu. Bu rapora göre okula bir yıl daha ekleniyor, dört sınıf oluyordu. Bunun ilk iki yılı ortak olarak okunacak, 3 ve 4. yıllarda ise siyasî, mâlî ve idarî şubelere ayrılacaklardı. Rapor, ayrıca Okulun tekrar yatılı olması gerektiğini de belirtiyordu7. Bakanlık bu Raporda belirtilen hususları hemen uygulamaya başladı. Okul tekrar yatılı hale getirilerek Dârülfünun binasından ayrıldı. Yeni sınıf sistemlerine göre ilk iki yıl ortak, son iki yıl da üç şubeye göre ayrıntılı ders programları yapıldı8. 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 27 Mayıs 1326, S.2161-2164. “Mekteb-i Mülkiye-i Şahaneye Kabul Şeraiti”, Sabah, 2 Mayıs 1912,20 Temmuz 1912. 3 Sabah, 10 Mayıs 1911. 4 Takvim-i Vekayi, 21 Eylül 1326. 5 Ahmet Agayef, “Mekteb-i Mülkiye”, Tercüman-ı Hakikat, 11 Temmuz 1912. 6 “Mekteb-i Mülkiye Programları”, Sabah, 15 Ekim 1913. 7 “Mülkiye Mektebi”, Sabah, 7 Kasım 1913. 8 Programlar: Çankaya, Ali. a.g.e. S.93-95. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 393 ~ Hükümet, Okulun yatılılığı hakkındaki yasa tasarısını, yatılılık uygulamasına başladıktan 5-6 ay sonra Meclise sundu. Mecliste çok uzun tartışmalar oldu1. Bu arada Okulun lağvı ve tekrar Dârülfünuna bağlanması bile teklif edildi. Meclis genellikle “leylî”liğe karşı idi, ama Okul Müdürü oylama yaptırmadan meseleyi kapattırdı2. Ne var ki Okul 1915 yılında Mecliste kapatılmasını isteyenlerce kapattırıldı3. Okulun normal öğrenci sayısı, İkinci Meşrûtiyet döneminde büyük dalgalanmalara uğradı. Baştan sınavsız olarak 400'den fazla öğrenci alınması, sonra sınavla 100 öğrenci alınması gibi sıçramalardan sonra 1912’de tekrar 40 öğrenci alınmaya başlanmıştı. Okuldan 1909 yılında 44 kişi mezun olurken4, 1911 yılında 219 kişi mezun oluyordu5. Mezunların sayısı 1912 yılında 27'ye düşüyordu6. Bundan sonra sonra Okulun öğrenci sayısı gene normal seviyeye inmiştir. 1913'de 163, 1914'de de 102 öğrenci vardı. Okuldan mezun olanlar ise 1913'de45, 1914'de ise 41 idi7. 4.2.5.2.2. MÜHENDİS MEKTEBİ Mühendis Mektebi, 1884'de açılan “Hendese-i Mülkiye Mektebi”nin İkinci Meşrûtiyet dönemindeki devamıdır. İkinci Meşrûtiyet ilân edildiğinde Hendese-i Mülkiye Mektebi, Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn'a bağlı olarak, askerî bir yönetim altındaydı8. Okulun havası ve gıdası çok bozuktu. Ticaret ve Nafıa Nezareti, Bakanlar Kuruluna verdiği bir tasarıda bu Okulun kendisine bağlanmasını istiyordu9. Bakanlar Kurulu bu öneriyi kabul etti ve Okulun adını da -Avrupa'da olduğu gibi- “Mühendis Mektebi” olarak değiştirdi10. Bu irade-i seniyeye rağmen Okul, 1909 yılında da askerî okullar 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 5 Haziran 1330, S. 298-302; 6 Haziran 1330, S.307-327. M.S., “Mekteb-i Mülkiye ve Leylî Mektepler”, Sabah, 21 Haziran 1914. 3 Çankaya, Ali, ag.e., S. 150. 4 Tanin, 22 Ağustos 1909. 5 Sabah, 29 Temmuz 1911,14 Ağustos 1911. 6 Hakk, 19 Temmuz 1912. 7 Maarif-i Umûmiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası, S 74-78. 8 Ergin, O,. a.g.e. S, 1151-1161. 9 “Hendese-i Mülkiye Mektebi”, Tanin, 12 Kasım 1908. 10 “Hendese-i Mülkiye Mektebi'nin Tophane Nezareti'nden Nafia Nezareti’ne ilhakı Hakkında irade-i Seniye”, Düstur, cilt I (ikinci tertib), S.104-105. “Hendese-i Mülkiye Mektebi”, Tanin, 2 Aralık 1908 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 394 ~ statüsünde kaldı. Okula alınacak 30 öğrencinin yarışma sınavları askerî okullarla beraber yapıldı1. Zaten öğretmenlerin çoğu da askerlerdendi2. Okul 1910 yılında tamamen Nafia Nezareti'ne bağlanmış ve eski binası çok kötü olduğundan; derhal yeni bir bina aranmaya başlanmıştır3. Ancak Okulun yatılı olması, bina sorununu uzun zaman çözememesine neden olmuştur. Bu arada, makine mühendisleri ihtiyacını karşılamak için bu Okulda bir Makine Mühendisliği Şubesi açma çabaları başlamıştır4. Okulun üç sınıfı idadi, kalan 4 sınıfı da yüksek derecede idi. Genellikle inşaat üzerinde duran Okulda 1910 yılında 170 öğrenci vardı5. Gene 1910 yılında. Okul gündüzlü hale getirildi ve idadi sınıfları bırakıldı. İdadi ve dengi okul mezunları önce İhtiyat Sınıfına alınacak, ondan sonra 5 yıl öğretim göreceklerdi. Ayrıca doğrudan birinci sınıfa girmek isteyenler için biraz daha zorca, ayrı bir sınav düzenlenmişti. Okulun 1. sınıf sınavını verenlerin doğrudan 2. sınıfa alınabilmeleri da söz konusu idi. Okul, 1910 yılında İhtiyat Sınıfına 80,1. sınıfa da 60 öğrenci alacaktı6. 1911 yılında 600 öğrencilik yeni Mühendis Mektebi'nin Gedik Paşa'da yapılması kararlaştırıldı ve toprak hafriyatına başlandı7. Okulun asıl öğretim süresi 5 yıldan 4 yıla indirildi. Ayrıca daha önce var olan “Turuk ve Maabir Şubeleri”ne bir de “Mimarî Şubesi” eklendi. İhtiyat Sınıfına beş yıllık idadi ve dengi özel okul çıkışlılar, 1. sınıfa da yedi yıllık idadi ve dengi özel okul çıkışlılar alınıyordu. Okulun İhtiyat Sınıfına 80, 1. sınıfına da 40 öğrenci alınıyordu. Ayrıca yarışma sınavlarında ilk 31 dereceyi alanlar yatılı, diğerleri gündüzlü olarak kaydediliyordu8. Okul 1911 'den itibaren uygulamalı eğitime de büyük önem vermiştir. 1, 2 ve 3. sınıf öğrencileri yazın bir ay inşaat yerlerinde çalışmaya ve rapor vermeye, son sınıf öğrencileri de bir ay süre ile Avrupa'daki önemli binaları inceleyip rapor vermeye 1 “Hendese-i Mülkiye Mektebi”, Tanin, 19 Ekim 1909. Yusuf Razi, “Hendese-i Mülkiye Mektebi”, Sabah, 26 Aralık 1909. 3 “Mühendis Mektebi”, Tanin, 20 Şubat 1910. 4 “Makine Mühendisi Mektebi”, Tanin, 27 Mart 1910. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi (Bütçe müzakerelerinde), 1 Haziran 1326, S.22552256,2324,2341. 6 “Mühendis Mektebine Kayıt ve Kabul Şeraiti”, Sabah; 14 Ağustos 1910. “Mühendis Mektebi ıslahatı”, Sabah, 18 Ağustos 1910. 7 “Mühendis Mektebi”, Sabah, 2 Haziran 1911. 8 “Mühendis Mektebi”, Sabah, 28 Haziran 1911, 29 Temmuz 1911. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 395 ~ gönderilmiştir. 1911'de yapılan plânlara göre ilerde okula yeni şubeler açılacak, yatılı öğrenciler 150'ye, toplam öğrenciler de 340'a çıkartılacaktı1. Mühendis Mektebi'nden çıkanların büyük bir çoğunluğu Hicaz Demiryolunda çalışıyordu. Okul bir yandan yeni âletler alıp, Avrupa'ya öğrenci gönderir, Avrupa'dan öğretmen getirtirken; Okulun bağlı olacağı Bakanlık, Meclis-i Mebusan'da hâlâ tartışılmaktaydı2. Okulun öğretim süresi 1912 yılında, bir yıllık İhtiyat Sınıfından sonra Turuk ve Maabir Şubesi için 5, Mimar-Mühendis Şubesi için de 4 yıl olarak belirlendi3. Turuk Turuk ve Maabir Şubesine hem yatılı hem gündüzlü öğrenci alınabilmesine rağmen, Mimar Mühendis Şubesine yalnız gündüzlü öğrenci alınıyordu. 1913 yılında olağanüstü durum dolayısıyla okula alınan öğrenci sayısı 25'e indirildi4. Zaten yeri çok kötü olan Okul, Balkan Savaşı sırasında hastahane yapıldı. Ancak Savaş bitip de öğretim başladığında Okulda bulaşıcı hastalık çıktı ve kapatıldı. Bu arada öğretmen ve öğrenciler harekete geçtiler, basın da bu Okulun durumu hakkında yoğun bir şekilde yayına başladı. Bakanlık öğretmen ve öğrencileri şiddetli bir şekilde cezalandırdı. Avrupa'dan bir “Ders Nazırı” getirterek, ona geniş yetkiler vermeyi kararlaştırdı5. Bu arada Okul Fındıklı'da başka bir binaya kiracı olarak taşındı (1914). Okulun sayısal durumu hakkında elimizde sağlam rakamlar yoktur. Gazete haberlerinden anlaşıldığına göre Mühendis Mektebi'nden 1910 yılında (1325-26) 11, 1911'de (1326-27) 23, 1913 yılında 12 kişi mezun olmuşlu6. 4.2.5.2.3. POSTA VE TELGRAF MEKTEB-İ ÂLİSİ Türkiye'de Posta ve Telgraf memurları yetiştirmek amacıyla ilk okul 1867'de açılmıştı (“Telgraf Mektebi”). Öğretim süresi üç yıl olarak belirlenen bu okulun öğrencileri “93 Savaşı”nda cepheye gittiklerinden, Okul kapandı7. 1 “Mühendis Mektebi”, Sabah, 10 Ağustos 1911. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 28 Nisan 1327, S.2873; 30 Nisan 1327. S.29132920. 3 “Mühendis Mektebi”, Hakk, 15 Mayıs 1912; Tercüman-ı Hakikat, 9 Temmuz 1912. 4 “Mühendis Mektebi”, Sabah, 11 Temmuz 1913. 5 “Mühendis Mektebi”, Sabah, 18 Ekim 1913, 19 Kasım 1914. 6 Tanin, 16 Şubat 1911, 16 Kasım 1911; Sabah, 14 Temmuz 1911, 18 Temmuz 1913. 7 “Telgraf Mektepleri ve Tedrisatı”. Posta ve Telgraf Mecmuası, 14/166 (1330), S.1951. Ergin, O., a.g e. S.620-626 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 396 ~ Savaştan sonra yeni bir okul açılmayıp, 1881 yılında Dârüşşafaka son sınıfa elektrik ve telgraf dersleri konarak memur ve teknisyen ihtiyacı buradan karşılandı. Bu arada Paris Yüksek Telgraf Okulu'na da her yıl ikişer öğrenci yollanmaya başlandı1. İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra, Dârüşşafaka mezunlarının her türlü itirazlarına rağmen Posta ve Telgraf Nezareti, “Posta ve Telgraf Mekteb-i Âlisi” adlı bir okul açtı2. 1909'da açılan bu Okul; orta ve yüksek olmak üzere iki kısımdı. Orta kısma rüşdiye mezunlarından 10 kişi alınmış ikisi terketmiş, yüksek kısma da telgraf memurlarından üç kişi alınmış biri terketmişti. Yani, Okulda toplam 10 öğrenci vardı. Aynı zamanda okulda 10 ders, 10 tane de öğretmen vardı. Okula ilk yıl istek az olduğundan, 1910 bütçe konuşmaları sırasında bu Okul üzerine çok tartışmalar oldu. Bizde idadilerin de ilk açıldıklarında bazı sınıflarının ilgisizlikten kapatıldığı, bazı, okulların tümden kapatılmak tehlikesiyle karşı karşıya geldiği belirtilerek, Okulun ödeneği güçlükle kabul ettirilebildi3. Meclis'te 1911 bütçe konuşmaları sırasında da aynı tartışmalar devam etti. Okul, Dârüşşafakalıların bazı imtiyazlar istemesi üzerine açılmıştı. Başlangıçta okula hiç öğrenci bulunamamış, 200'er kuruş maaşla Dârülfünun Riyaziyat Şubesinden öğrenci istenmiş, Riyaziyat öğrencileri de bu paranın 600 kuruşa çıkartılmasını istemişlerdi. Bunun üzerine 200 kuruş maaşla Dârüşşafaka öğrencilerine başvurulmuş; bunlardan da ancak üç kişi kabul etmiş, üstelik bunlardan biri de Avrupa'ya gidince iki öğrenci kalmış ve o yıl Okulun yüksek kısmı açılmamıştı. Bakanlık yetkililerine göre ise okulun orta kısmına geçen yıl 24 memur kaydolmuş, yıl sonunda bunların ancak 11'i sınava girmiş ve 8'i diploma almıştı. Yetkililer bu yıl orta kısma 58 öğrenci aldıklarını belirtiyordu. Mebuslar ise bunun bir oyun olduğunu, bütçe konuşmaları sırasında ödeneğin kabul ettirilebilmesi için bazı memurların öğrenci gibi okula kaydedildiğini, sonra geri dağıtıldığını iddia ediyorlardı. Mebuslar aynı zamanda bunun, Bakanlığın bazı yüksek dereceli memurlarına fazla öğretmen parası vermek için düzenlenmiş bir “oyun” olduğunu söyleyip aynı ödenekle Avrupa'ya öğrenci gönderilmesini istediler. Okulun lağvı hakkında önergeler de verilmesine rağmen, ödenek gene kabul edildi4. Bakanlık daha sonra okulun yüksek kısmına öğrenci alınacağı, iki yıllık bir öğretimden sonra 600 kuruş maaşla memur olacakları ve bazılarının Avrupa'ya 1 a.g.e. S. 1952. “Telgraf Mektebi”, Tanin, 31 Ocak 1909. 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 8 Mayıs 1326, S.1802-1803. 4 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Nisan 1327, S.2337 2354. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 4 Nisan 1327, S.2357-2365. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 397 ~ gönderilecekleri gibi vaadlerle bir ilân verdiler1. Gazetelerde 1912, 1913, 1914 yıllarında öğrenci alma ilânlarından anlaşıldığına göre, okulun yüksek kısmına 1727 yaşlan arasında ilanı mezunu 10 kişi alınıyordu2. Okulun yüksek sınıflarında 10'ar öğrenci ayda 400'er kuruş da maaş alıyorlardı3. 4.2.5.2.4. TİCARET MEKTEB-İ ÂLİSİ Türk Eğitim Tarihinde en son kurulan okullardan bir tanesidir. Bu Okulun kurulması için birçok kez girişimlerde bulunulmuş, ancak 1894’te yapılan beşinci girişimle devamlı bir Ticaret Okuluna sahip olunabilmişti4. Buna rağmen İkinci Meşrûtiyet ilân edildiğinde Okulun birçok eksiklikleri vardı5. Bunun için hemen ıslahat çalışmalarına girişildi; ilk önce programa “İhsaiyat ve “Usul-ü Mâliye” dersleri eklendi. Programa İngilizce ve Almanca dersi de konularak bunlardan birisinin öğrenci tarafından seçilip okutulması zorunlu tutuldu. Aynı zamanda bir Komisyon kurularak okulun Nizamnamesi hazırlatılıp yürürlüğe konuldu. Bu Komisyonun, Avrupa Ticaret Okulları programları ve ülke çıkarlarını gözönüne alarak hazırladığı program kabul edildi ve uygulamaya konuldu. Bu programda Hesabat-ı Ticariye, Usul-u Muhasebe, Ticaretgâh İdaresi, Coğrafya-L Ticarî, Emtia-ı Ticariye, Fransızca, İngilizce ve Almanca derslerinin saatleri artırıldı. Yeni olarak Hukuk-u Medeniye, Stenografi ve Daktilografi dersleri kondu. Tahlilî Kimya, Hikmet, Emtia ve Ticaretgâh İdaresi dersleri uygulamalı olarak gösterilmeye başlandı. 3. sınıftaki Usul-ü Defteri, Ticaretgâh İdaresi; İhsaiyat; 2. sınıftaki Emtia ve 1. sınıftaki Coğrafya-i Ticarî ve Emtia derslerinin Fransızca okutulması kararlaştırıldı. Birçok yeni ders araçları getirildi. Öğretim yılı sonunda öğrenciye çeşitli ticarî kurumları gezme usulü konuldu. Bütün bunlar 19091910'dan itibaren uygulanmaya başlandı61. Meşrûtiyetin ilânından önce adı “Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlisi” olan Okulun, 1909'dan sonra “Hamidiye” unvanı kaldırılmıştı. Üç yıllık bir okuldu. Okula giriş yaşı ilk önceleri 16-25 olarak sınırlanmışken, bu daha sonraki yıllarda 16-23,1620,17-25 olarak değiştirildi. Sultani, Dârüşşafaka ve yedi yıllık idadilerle dengi okul mezunları sınavsız, diğerleri sınavla almıyordu. Ayrıca yüksekokul mezunları da 1 “Posta ve Telgraf Mektebi”, Sabah, 4 Ağustos, 29 Eylül 1911. “Posta Telgraf Mektebi Âlisi”, Sabah, 18 Aralık 1912, 24 Ekim 1913, 30 Eylül 1914. 3 Posta ve Telgaf Mecmuası, 14/166 (1330), S.1952. 4 Ergin, O., a.g.s. S.1131-1144. 5 Mehmet Cavit, “Tedrisat-ı Ticariye”, İkdam, 21,29 Eylûl 1908; 5,25 Ekim 1908. 6 Ergin,O., a.g.e. S.1145-1146. “Ticaret Mektebinde”, Tanin, 3 Kasım 1908. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 398 ~ sınavsız ve öncelikle alınıyordu. Her yıl 60 öğrencinin alındığı birinci sınıfta bazı dersler Fransızca okutulduğundan, Fransızca bilgisine ayn bir özen gösteriliyordu1. İkinci Meşrûtiyetten önce bu okulda sabahlan 2-3 saat ders gösteriliyordu. Daimî öğretmenleri yoktu; öğretmenler derslerini verir giderlerdi. Meşrûtiyetin getirdiği en büyük yeniliklerden biri okulda tam gün öğretim yaptınlması (günde 5 saat) ve öğretmenlerin maaşlarının ders saatlerine bağlanması oldu. 1910 yılında yapılan önemli değişiklikler sırasında Okulun iki şubesinden biri kaldırılarak tek şubeye indirildi. Çünkü üç yıllık okulun ancak 57 (bazı mebuslara göre 29) öğrencisi vardı ve öğretim derecesi de idadi düzeyinin bile altındaydı2. Okulda sürekli değişiklikler yapılmasına rağmen gene de Rum, Ermeni ve Yabancı Ticaret Okulları seviyesine çıkamadı. Buradan çıkanların iş bulabilmeleri büyük bir sorun oluyordu. Bakanlık, Okulu daha sağlam esaslar üzerine oturtmak için 1913 yılında yeni bir Nizamname yayınladı3. Ayrıca 1914 yılında halk için de parasız “Serbest Ticaret Dersleri” açtı. İlkokul mezunlarına sabahları birer saat ders gösterilecek, beş ay sonra yapılan sınavı başaranlar “Devre-i İntihaiye” denilen ikinci kısma geçip orada da bazı dersleri okuduktan sonra mezun olacaklardı4. Okulda 1913 yılında 77, 1914 1914 yılında da 57 öğrenci vardı5. 4.2.5.2.5. TEVSÎ-İ TİCARET-İ BAHRİYE MİLLÎ KAPUTAN VE ÇARKÇI MEKTEB-İ ÂLÎSİ Osmanlı Devleti'nde Kaptan yetiştirmek için ilk okul 1870 yılında açılmıştı. Daha sonra 1884'de Bahriye Mektebi içinde bir Kaptan Mektebi açılmış, ancak bu 1907 yılında kapatılmıştı6. 1 “Ticaret Mekteb-i Âlisi”, Tanin, 22 Ağustos 1909. Sabah, 26 Temmuz 1911,1 Haziran 1912. 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 27 Mayıs 1326, S.2171-2172. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 9 Mayıs 1327, S.3156-3157. 3 “Ticaret Mektebi Nizamnamesi”, Düstur, 2.tertip, cilt 6, S.75-76. Okul 18 Mart 1911’de Sanayi Mektebi Nezaretine, 10 Nisan 1911'de de Sanayi Mektebi ile beraber Maarif Nezaretine bağlanmıştı (Başbakanlık Arşivi, Bâbıâli Evrak Odası: 290131,291112.) 4 “Ticaret Mektebi”, Sabah, 11 Ekim 1914. 5 Maarifi Umûmiye Nezareti ihsaiyat Kalemi, ...ihsaiyat Mecmuası, S.77-78. 6 Ergin, O., a.g.e S.664-665. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 399 ~ İkinci Meşrûtiyetten sonra “Tevsi-i Ticaret-i Bahriye-i Osmaniye Cemiyeti”, 7 Şubat 1910 yılında “Millî Kaputan ve Çarkçı Mektebi” adıyla özel bir kaptan okulu açtı1. Müdür Hamit Naci Bey tarafından geliştirilmesine büyük bir önem verilen okulun resmî izni açıldıktan çok sonra alındı2. Okul kaptan ve çarkçılar çıkartıyordu. Öğretim süresi dört yıldı. 1914 yılında 19 kaptan ve 18 çarkçı mezun etmişti. 1913 yılında 77, 1914’de ise 70 öğrencisi vardı3. Okulun ders programı Bahriye Nezaretince onaylanıyordu ve mezuniyet sınavlarında o Bakanlıktan gözcüler bulunuyordu. Bunlar ancak böylece Osmanlı sancağı taşıyan gemilerde kaptanlık ve çarkçılık yapabiliyorlardı4. 4.2.5.2.6. BÖLGE YÜKSEK ZİRAAT OKULLARI (Mıntıka Ziraat Mekâtib-i Âliyesi) “Tedrisat-ı Ziraiye Nizamnamesi”ne göre5 Osmanlı ülkesinin her ziraî bölgesinde bir tane açılması düşünülen bu yüksekokullardan yalnız Halkalı'da ve Selanik'te vardı. Bu okulların amacı, büyük çiftlikleri idare edebilecek ziraat fenni erbabı, memurlar ve ziraat okullarına öğretmen yetiştirmek idi. Hem amelî hem nazarî öğretim yapılacaktı. Yüksek ziraat okullarının öğretim süresi, bir yılı idadi olmak üzere dört yıl idi. Parasız yatılı, paralı yatılı ve gündüzlü öğrencilerin yanısıra dinleyiciler de alınıyordu. Çok bilgili olanlar idadi kısmının sınavını verip doğrudan yüksek kısma başlayabiliyorlardı. Okul programları çevrenin ihtiyaçlarına göre Öğretim Kurulu tarafından düzenlenip, Bakanlıkça onaylanıyordu. Okulda, her dersin uygulamalarını o dersin “muallim muavinleri” yaptırıyordu. 4.2.5.2.6.1. HALKALI ZİRAAT MEKTEB-İ ÂLİSİ 1886-1889 arasında kurulduğu tahmin edilen6 Halkalı Ziraat Mektebi, tarım eğitiminin yanısıra, orman ve veterinerlik eğitimi de yapıyordu. İkinci Meşrûtiyetin ilânından sonra yüksekokul haline getirilmişti. Okulun ders programının günün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi için 25 Ağustos 1909'da Ziraat Heyet-i 1 “Ticareti Bahriye Kaputan ve Çarkçı Mektebi”, Tanin, 8 Şubat 1910. Ergin, O., a.g.e. s.665'de 1909’da açıldığını yazıyor. 2 “Millî bir mektebi mühim”, Sabah, 10 Mayıs 1910. Başbakanlık Arşivi, İrade-i Maarif, 1328, Ca 5. 3 “Millî Kaputan ve Çarkçı Mektebi”, Sabah, 18 Temmuz 1314. 4 “Mülazım Kaputan ve Çarkçılar Hakkında Kânun”, Takvim-i Vekayi, 19 Ağustos 1330. 5 “Tedrisat-ı Ziraiye Nizamnamesi”, Düstur, ll.tertib c.4, S.95-111. 6 Ergin, O, a.g.e. S 569. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 400 ~ Fenniyesi tarafından, okul müdür ve öğretmenlerinin de katıldığı bir toplantı yapılmıştır1. Okul dört yıllık bir okuldu. 17-22 yaşları arasında idadi mezunu veya o derecede bilgili olanları yarışma sınavları ile alıyordu. Yatılı ve gündüzlü öğrenci alıp gündüzlülerden yılda 25'er lira yiyecek ve giyecek parası alınıyordu. Ayrıca Ziraat ve Ziraat Ameliyat Okullarını birinci ve ikinci olarak bitirenler, Bakanlığın belirleyeceği bir ziraat yüksekokuluna parasız alınıyorlardı2. Okul 1914'de sıkıntılı günler geçirdi. Ziraat ve Ticaret Bakanları, yanlarında birer Heyetle 5 Şubat 1914'de toplanarak bu Okulun ıslah ve tensikini görüştüler3. Basın bu Okulun çok masraflı olduğunu, oysa yılda ancak 20-25 öğrenci çıkardığını ve halka yararsız olduğunu belirterek, bu okulun ödeneği ile Avrupa'ya öğrenci gönderilmesini ve okulun lağvedilmesini istiyordu4. Bu eskiden beri bütçe tartışmalarında bazı mebuslar tarafından tekrarlanan bir istek idi. Çünkü burada tâ kurulduğundan beri bazı Bakanlık mensupları ders veriyorlardı5. Suçlama ve kapatılma isteklerine karşı Ziraat Umûm Müdürü ise okulun teşkilât ve malzeme yönünden çok mükemmel olduğunu ve yetişen öğrencilerin de istenilen düzeyde olduğunu belirtiyordu6. Bütün çabalara rağmen Birinci Dünya Savaşı çıkınca okul kapatıldı. Okuldan 1909 yılında 24, 1910 yılında 23, 1911 yılında 17 ve 1912'de de 30 kişi mezun olmuştu7. 4.2.5.2.7. MÜLKİYE BAYTAR MEKTEB-İ ÂLİSİ Askeri Baytar Okulu tâ 1848'de kurulmuş olmasına ve normal bir gelişim göstermesine rağmen, sivil baytarların yetiştirilmesi Tıp ve Halkalı Ziraat Okulları tarafından yürütülmeye çalışıldı. Bağımsız bir Sivil Baytar Mektebi ancak 1895 yılında açıldı. Bu okul, dört yıllık yatılı bir okul idi. 1 “Halkalı Ziraat Mektebi”, Tanin, 23 Ağustos 1909. “Halkalı Ziraat Mektebi”, Tanin, 24 Nisan 1911. Sabah, 13 Temmuz 1912, 21 Ağustos 1913. 3 “Halkalı Ziraat Mektebi”, Sabah, 6 Şubat 1914, 4 “Halkalı Ziraat Mektebi”, Tasvir-i Efkâr, 27 Şubat 1914. 5 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 23 Mayıs 1326, s.2071-2074. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 3 Temmuz 1330, S.762-768. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 4 Temmuz 1330, S.786-787. 6 M.S., “Ziraat Müdür-ü Umumisiyle mülakat - Memalik-i Osmaniyede Ziraat Ziraat Nezareti”, Sabah, 4 Mart 1914. 7 Tanin, 25 Ağustos 1909. Sabah, 18 Ağustos 1911, 18 Temmuz 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 401 ~ 1910 yılında yüksekokul öğrencilerinin askerliği söz konusu olduğunda, bu okulun yüksekokul sayılması için Orman ve Harbiye Nezâretleri arasında birçok yazışmalar oldu1. Nihayet “Ahaz-ı Asker Kânunu”nun 79. maddesinde Mülkiye Baylar Mektebi “yüksekokul” sayıldı2. Bu yatılı okula 16-20 yaşlarında idadi, sultani ve Dârüşşafaka mezunları alınıyordu. Özel okul çıkışlılar ise çok büyük bir başarı gösterirlerse okula alınıyordu3. Balkan Savaşı dolayısıyla öğretime bir süre ara vermişti4. Birinci Dünya Dünya Savaşı çıktığında da kapatıldı5. Okuldan 1910 yılında 12,1912 yılında da 24 kişi mezun olmuştu6. 4.2.5.2.8. SANAYİ-İ NEFİSE MEKTEBİ Türkiye'de güzel sanatların gelişmesine çok büyük hizmetleri olan Hamdi Bey tarafından 3 Mart 1888 tarihinde kurulan “Sanayi-i Nefise Mektebi”, İkinci Meşrûtiyet döneminde normal gelişimini takip etmiştir. 1911 yılında okul binalarına iki oda daha eklenmiş, bir “Tezhib Sınıfı” açılmış, 1914 yılında da “Sanayi-i Nefise Mektebi İnas Şubesi” adıyla Dârülfünun binası içinde 16 yaşından büyük resme yetenekli kızlara resim dersleri verilmeye başlanmıştır7. Okul 17-25 yaş arasındaki yedi yıllık idadi ve dengi okul mezunla nyla bu derecede bilgisi olduğuna dair Maarif Nezaretinden onaylı belgesi olan sağlam, sabıkasız kimseleri alıyordu8. Okulun kuruluş sistemi şu şekildeydi9: Sanayi-i Nefise Mektebi, İkinci Meşrûtiyet yıllarının Askere Alma Kânunu dolayısıyla yüksekokullardan sayılmıştı. Güzel sanatlar alanında ülkenin tek eğitim 1 “Baytar Mektebi talebesinin askerliği”, Sabah, 1 Aralık 1911. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 22 Kânunuevvel 1326, S.609. 3 Tanin, 29 Ağustos 1911. Sabah, 3 Kasım 1913. 4 Tercüman-ı Hakikat, 13 Mart 1913. 5 Ergin,O., a.g.e. S.1175. 6 Sabah, 4 Temmuz 1912. 7 “Kızlara Resim dershanesi”, Sabah, 14 Ekim 1914. 8 “Sanayii Nefise Mektebi”, Sabah, 29 Temmuz 1911 9 Bedri Kâmil, “Sanayii Nefise Mektebi”, Sabah, 24 Temmuz 1911. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 402 ~ kurumu olan bu okulda 1911 yılında üç resim, bir heykeltraşlık, iki fenn-i mimarî ve bir de hakk olmak üzere 7 öğretmen vardı1. Öğretmen sayısı 1914'de 29'a çıkartılmıştı2. Okulun 1913 ve 1914’deki öğrenci durumları ise şöyle idi3: Okul, 1909 yılında 10 mimar, 5 ressam; 1911 yılında 7 mimar, 2 ressam, 1 heykeltraş ve bir hakkak; 1912 yılında da 19 mimar mezun etmişti4. Sanayi-i Nefise Nefise Mektebinin çalışmaları, Birinci Dünya Savaşı sırasında da devam etmiştir5. Tablo 47) Sanayi-i Nefise Mektebi 1913 ve 1914 öğrencileri Şube Resim Mimarî Hakk Heykeltraşlık Toplam 1912-13 1913-14 17 25 44 71 4 6 5 6 70 108* 4.2.5.2.9. KADASTRO MEKTEB-İ ÂLİSİ Ülkedeki taşınamaz malların, özellikle toprakların yazımında, haritalarının çıkarılmasında, sahiplerinin belirlenmesinde kullanılacak memurları yetiştirmek amacıyla Defter-i Hakanı Nezareti tarafından uzun çabalar sonucu6 1 Ağustos 1911’de kuruldu. Başlangıçta idare memurları ve beş yıllık idadi çıkışlıların sınavsız alındığı Okul, iki şubeden meydana geliyordu7: 1- Hukuk Şubesi, 2- Riyaziye Şubesi. Şubesi. Riyaziye Şubesinin öğretim süresi bir yıl idi ve şu dersleri okutacaktı8: Mükemmel Coğrafyayı Osmanî, Hesab-ı Tefazulî ve Tamamî, Malumat-ı Hendesiye ve Usul-ü Masaha-i Arazi ve Topografya, Mükemmel Usul-ü Defterî, Fenn-i Mimarî, Fenn-i Tersimat-ı Riyaziye, Kitabet-i Resmiye ve Hususiye. Hukuk Şubesi ise iki yıllık bir 1 a.g.m. 1330 Senesi İstanbul Belediyesi İhsaiyat Mecmuası, Dersaaadet, 1331. S.127. 3 Maarifi Umûmiye Nezareti ihsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası, s.77. 4 Tanin, 6 Eylül 1909. Bedri Kamil, a.g.m. Tanin, 21 Temmuz 1912. 5 Ergin, O. A.g.e. s.1124-1125. * Belediyenin İstatistik Mecmuasında toplam öğrenci sayısı 152 olarak gösteriliyor. S.127. 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 21 Şubat 1326, S.1458. 7 Revue de Monde Musulman. 10(1911), S.540. 8 Ergin, O. A.g.e. s.1520. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 16 Mart 1327, S.1458. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 403 ~ program uyguluyor ve şu dersleri okutuyordu: Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, Usul-ü Muhakeme, İcra Kânunu, Emval-i Gayrimenkuleye müteallik bilcümle kavanin ve nizamat, İlm-i Feraiz, Ahkâm-ı Evkaf, Kitabet-i Resmiye ve Hususiye, Mükemmel Coğrafya-ı Osmanî, Mükemmel Usul-ü Defteri, İlmi İktisat. Her şubeye yılda 100'er öğrenci alınıyordu. Ama Meclis-i Mebusan Bütçe Encümeni bu okula devamlı olarak karşı çıkıyordu. Bakanlığa; okulun beş veya yedi yıllık idadi mezunlarını değil, rüşdiye ve ibtidaiye mezunlarını aldığını ve bir-iki yıllık bir eğitimle de buradan mühendisler değil, ancak küçük memurların yetişeceğini bildirerek okulu lağvetmeyi ve bu görevi Hukuk ve Mühendis Mekteplerine vermeyi öneriyordu1. Buna rağmen Okul öğretimine devam ediyordu. Bakanlık 1911 Ağustosunda Şûrayı Devlet'e sunduğu bir tasarıda taşra memurlarından her yıl yaşı uygun olan 20 kişinin İstanbul’a, bu Okula getirilerek 350 kuruş maaşla eğitilmelerini teklif ediyordu2. Okul 25 Ocak 1912'de Şûrayı Devlet kararıyla yüksekokul sayılarak “Kadastro Mekteb-i Âlisi” adını aldı3. Gerekçe Gerekçe olarak bu Okulda okunan derslerin Dârülfünun Hukuk ve Riyaziye şubelerinde okunan derslerle aynı olması gösteriliyor ve bundan sonra okula yedi yıllık idadi çıkışlıların alınacakları belirtiliyordu4. Oysa bu kararın -yüksekokul öğrencilerinin askere alınmamaları dolayısıyla- öğrenci rağbetini arttırmak için alındığı da ileri sürülüyordu5. 1912 yılında Riyaziye Şubesinin adı “Fen Şubesi” olmuştu ve her şubeye 50'şer öğrenci alınıyordu. Okul da genel toprak yazımı için hukuk ve fen memurları yetiştiren bir “yüksekokul” idi6. 1913 ve 1914 yılında okul hakkında gazetelere Defter-i Hakani Emaneti'nin verdiği ilânlara bakılırsa, yüksekokul çıkışlılar da müsabaka sınavlarıyla alınıyordu. 1913'de de 50'şer öğrenci alınan okula7, 1914 yılında 75'er öğrenci alınacağı duyuruluyordu8. 1914 yılındaki Meclis tartışmalarında da Okulun lağvedilmesi 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 16 Mart 1327, S.1949-1953 “Kadastro Mektebi”, Sabah, 5 Ağustos 1911. 3 Ergin, O., a.g.e. S.1520. 4 “Kadastro Mektebi”, Hakk, 15 Mart 1912. 5 Ergin, O, a.g.e. S.1520. 6 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 30 Haziran 1328, S.652-653. 7 “Kadastro Mekteb-i Âlisi”. Sabah, 10 Temmuz 1913. 8 “Kadastro Mekteb-i Âlisi”, Sabah, 22 Temmuz 1914. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 404 ~ hakkında kuvvetli bir akım vardı. Programda olan bazı derslerin verilmediği iddia ediliyordu1. Birinci Dünya Savaşı çıkınca öğrencilerinin askere gitmesinden, lise çıkışlıların da mecburen ihtiyat zabit okullarına alınmasından Okul kapatılmak zorunda kalındı2. Okuldaki eğitimin verimi hakkında da şu sayılar herhalde kaba bir fikir verebilir: Tablo 48) Kadastro Mekteb-i Alisi mezunları3 Şubeler Hukuk Riyaziye Toplam 1912 17 17* 34 1913 25 29 54 1914 38 27 65 Toplam 80 73 153 4.2.5.2.10. ORMAN MEKTEB-İ ÂLİSİ İkinci Meşrûtiyetten sonra yeni bir Orman Okulu kurmak için 1908 Aralığından itibaren çalışmalar başladı. Okulun Yönetmeliği hazırlandı ve bütçesiyle beraber Sadaret'e sunuldu. Bundan sonra Okul için bir yer bulmak en büyük sorun oldu. Uzun aramalardan sonra Büyükdere'deki eski süvari kışlasının bu Okul için onarımına başlandı. Bir yandan da öğrencilerin kayıtları ve öğretmenlerin alanmalarıyla uğraşıldı4. Büyükdere'deki kışla onarılıncaya kadar İstanbul'un içinde bir yer bulmak gerekti. Gene Okul yeri aramak için yoğun bir çalışmaya girişildi5. Okula, Ziraat okulunu birinci ve ikinci bitirenler sınavsız, idadi mezunları da sınavla olmak üzere 19 yatılı öğrenci alınarak, 9 Kasım 1909’da öğretime açılmıştır6. Sultanahmet civarındaki Güngörmez Mahallesinde açılan Okulun Müdürü Karnik Efendi idi7. Okulun Yönetmeliğine göre1, okul orman fen memurları yetiştirmek 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Temmuz 1330, S.735-737. Ergin,O., a.g.e. S.1521. 3 Sabah, 14 Temmuz 1912. Tanin, 21 Temmuz 1912. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 2 Temmuz 1330, S.738 (Defter-i Hakanî Nazırının verdiği bilgi) * *) Sabah Gazetesi, 14 Temmuz 1912'de 10 mezun verildiğini yazıyor) 4 Tanin, 7,11 Ekim 1909. 5 “Orman Mektebi”, Sabah, 1 Kasım 1909. Tanin. 2 Kasım 1909. 6 “Orman Mektebi”, Tanin. 12 Kasım 1909. Yeni Tasvir-i Efkâr, 10 Aralık 1909. 7 “Orman Mektebi”, Sabah, 14 Aralık 1909. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 405 ~ amacıyla açılmıştı. 18 yaşından büyük, idadi ve bu derecede eğitim görmüş kişileri yarışma sınavlarıyla alan yatılı bir yüksekokul idi. Öğretim süresi iki yıl olarak belirlenen okulun her sınıfında en fazla 80 yatılı ve 5 de gündüzlü öğrenci olacaktı. Mezuniyette iki çeşit icazetname veriliyordu. İkinci derecede icazet alanların terfileri daha zor ve geç oluyordu. Yatılı okuyan öğrencilerin dokuz yıl zorunlu hizmetleri vardı. Okulun, iki yıl içinde uygulayacağı ders programı ise şu şekilde idi2: Orman Fenni, Ormanların Terbiye ve İmarı-Slyviculture, Ormancılığa Ait İktisat, Economie Forestiere, Ormanların İşletilmesi, Technologie Forestiere, Ulûm-u Tabiiye Tatbikatı, İlm-i Nebatat, Fenn-i Hayat-ı Nebat, Physiologie, Ulûm-u Hayvanat, Av Hayvanları, Hevamm ve Haşarat-ı Muzıra, İlmi'l-Arz ve Maadin, Suhur, Türâb, Ulûm-u Riyaziye Tatbikatı, Topografya, İnşaat, Miyah, Ulûm-u Hukuk. Dağavaryan Efendi, hiç uzmanın olmadığı yerde, o alanla ilgili bir okulun açılamayacağını; bu okulun kapatılıp, parasıyla Avrupa Orman okullarına öğrenci gönderilmesini veya bu okul için Avrupa'dan uzman öğretmenler getirilmesini istiyordu3. Okulun en fazla 50 civarındaki öğrencisi için çeşiili fenleri okutacak 9 tane öğretmeni vardı4. Bütçe görüşmelerinde bunlar yeterli görüldü. Bu okulun Yönetmeliğinde yazılan şartlara daha sonra uyulmadı. 1912 yılında okula giriş için hiç bir şart ileri sürülmüyor, ancak başvuranların dosyaları özel bir Komisyon tarafından inceleniyordu5. Dağavaryan Efendi, hem Meclis'te hem basında şiddetle bu okula karşı çıkmış, bunların yerine Amelî Orman Mekteplerinin kurulması gerektiğini savunmuştur6. Oysa bu sırada Orman Mekteb-i Âlisi'nin Bahçeköy'de yeni binası da yapılıyordu7. Bu okuIun 1913’de 34, 1914 yılında da 37 öğrencisi vardı. Bu öğrencilerin eğitimleri için de 12 öğretmen görevlendirilmişti8. 1 “Orman Mektebi Nizamnamesi”, Takvim-i Vekayi, 556(1 Haziran 1326) Ayrıntılar: Orman ve Maden ve Ziraat... Mecmuası, II/5, S.3-66 3 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi , 24 Mayıs 1326, S.2083. 4 Orman ve Ziraat ve Maden Nezareti Bütçesi 1326. S.24 5 “Orman Mektebi”, Sabah, 28 Ağustos 1912. 6 Dağavaryan, “Orman Mektebi”, Tanin, 23 Mart 1911. 7 “Orman Mekteb-i Alisi”, Sabah, 13 Temmuz 1911 8 Maarif-i Umumiye Nezareti İhsaiyat Kalemi, ...İhsaiyat Mecmuası., S.88 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 406 ~ 6.2.5.2.11. KONDÜKTÖR MEKTEBİ Mühendislere yardımcı unsurlar yetiştirmek amacıyla 22 Ağustos 1911'de Divanyolu'nda açılmıştı. Kuruluşuna “amelebaşı yetiştiriyor”, diye karşı çıkanlar oldu1, ama Okulun kuruluş ödeneği kabul edildi2. Nafıa Nezareti'ne bağlı bir okuldu. Paris'teki “Ecole de Conducteur”ün programını biraz değiştirerek uyguluyordu. Okutulan ders programı şu şekilde idi3: İnşaat-ı Miyahiye, Usul-ü Umûmî-i İnşaat, Turuk-u Âdiye ve Demiryolları, Topografya, Hendese-i Tersimiye, Malzame-i İnşaiye, Mimarî ve Resim, Resm-i Hattı, Usul-ü Masaha, Kitabet Köprücülük, Mihanik, Hesap, Cebir, Müsellesat. Başlangıçta Okula en az beş yıllık idadi mezunları alınıyordu. 1911 yılı sonlarında, öğrencilerine askerlik tecili sağlamak amacıyla, Şûrayı Devlet'çe “yüksekokul” sayıldıktan4 sonra yedi yıllık idadi ve o âyârda okul çıkışlıları almaya başladı5. Öğretim süresi iki yıl olan gündüzlü bir okuldu. Savaş yılarında dahi kapanmamış ender okullardandı6. 4.2.5.2.12. MALİYE MEKTEB-İ ÂLİSİ Mâliye memurlarına gerekli bilgileri vermek amacıyla Hazine-i Mâliyede bir okul açılması hakkındaki hazırlıklar 1909 yılında yapıldı, tezkireler ve ödenek sorunu çözümlendi7; ancak Mâliye Nazın Cavit Bey hazırlanan programı beğenmeyip Erkân-ı Harbiye'den Osman Kemal Beye bir program hazırlattı8. Okul vaadedilen 1 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 28 Nisan 1327, S.2873. Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 30 Nisan 1327, S.2920. 3 Ergin, O., a.g.e. S.1516. 4 “Kondükör Mektebi”, Sabah, 13 Aralık 1911. 5 “Kondüktör Mektebi”, Sabah, 20 Ağustos 1913. 6 Ergin, O., a.g.e, S.1516-1518. 7 “Mâliye Mektebi”, Tanin, 18 Ocak 1909. Ergin, O, a.g.e. S 1511. 8 “Mâliye Mektebi”, Sabah, 3 Mart 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 407 ~ çeşitli zamanlarda açılamadı. Ancak 28 Mayıs 1910'da açılabildi1. Okulun 1910 Martında hazırlanan Talimatname'sine göre okulun kuruluş sistemi şu şekilde idi2: Okul üç şubeye ayrılmıştı: 1- Tahrir-i emlâk şubesi: Sınavsız, başvuru sırasına göre öğrenci alınıyor. Öğretim süresi dört ay idi. Tahrir-i emlâk ve mükellef memurları yetiştiriyordu. Şu dersleri okutuyordu: İlm-i Hesap, Hendese ve Ölçüm, Kitabet. 2- Mal müdürleri ve muhasebeciler şubesi: Giriş şartsız, öğretim başladıktan üç ay sonra genel ve özel birer sınav yapılır, başaranlar Öğretime devam ederdi. Öğretim süresi mal müdürü çıkmak isteyenler için bir, muhasebeci çıkmak isteyenler için ise iki yıl idi. Birinci yıl dersleri şunlar idi: İlm-i Hesap, Muamelat-ı Hesabiye. Teşkilât-ı Mâliyenin Esasları, Kitabet, Tekalifin Tarh (Vergi Koyma), Tahsil ve Takibi, Fransızca (bu kısımdan çıkacaklara seçmeli, 2. yıla devam edeceklere zorunlu). İkinci yıl dersleri ise şunlardı: Muhasebe-i Umûmiye-i Mâliyenin Esasları, Hukuk-u İdare ve Teşkilât-ı İdare, ilm-i İktisat, İhsaiyat, Suret-i Tarh ve Cibayeti (Vergi Koyma ve Toplama), Osmanlı ve Komşuları Coğrafyası, Sultan Mahmud'dan Beri Osmanlı Tarihi, Kitabet, Fransızca, Bütçe, Divan-ı Muhısebat. İkinci yıl sınavlarında başarılı olamayanlar, tekrar birinci yıl sonu sınavlarına alınabiliyorlardı. 3. Daire memurları şubesi: Mâliye ile ilgili dairelerin memurlarının devam ettiği öğretim süresi iki yıl olan bir şube idi. Memurlara kıdem sağlıyordu. Daire saatlerinden önce her sabah bir saat ders gösteriliyordu. Bu şubenin programı da şöyle idi: 1. yıl: Riyaziyat, Muamelat-ı Mütenevvia-ı Hesabiye, İlm-i İktisat, İhsaiyat, Hukuk ve Teşkilât-ı idare, Sultan Mahmud'dan beri Osmanlı Tarihi, Osmanlı Coğrafyası, Fransızca. 2. yıl: Faiz Usulleri, Genel Mâliye Hesabı Esasları, Tekâlifin Suret-i Tarh ve Cibayeti, Bütçe Hukuku, Hukuk-u Esasiye, Kapitülasyonlar, Kitabet, Fransızca, Tefrik-i Kuvva, Âmir-i İtalarla Muhasiblere Ait Kavaid. Tahrir Şubesine 16-30 yaş arasında sınavla öğrenci alınıyordu. Günde bir saat ders vardı ve devam zorunlu idi. 1910 yılında 70 kişi alınmıştı3. Mâliye Şubesine 30 yaşından küçük olanlar imkânlar oranında sınavsız (çok başvuran olursa sınavla) 1 “Mâliye Mektebinin küşadı”, Sabah, 27Mayıs 1910. “Mâliye Mektebi”, Tanin, 22 Mart 1910. Revue du Monde Musulman, 10(1910), S.554-555. Ergin, O., a.g.e. S.1512-1513. 3 “Mâliye Mektebi”, Tanin, 22 Kasım 1910. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 408 ~ alınırdı. Günde üç saat ders vardı ve devam zorunlu idi. Hazine Şubesine de 35 yaşından aşağı memurlar alınıyordu. Her gün bir saat ders vardı ve devam zorunlu idi1. Her sabah 8-10 arasında açık olan ve her sınıfında aşağı yukarı 60 öğrenci olan Okul2, Mâliye Nezaretince 19 Haziran 1912'de “yüksekokul” sayılmaya başlandı. Ancak bazı kısımlara lise mezunu olmayanların girdikleri, lise mezunu olanların da iki yıllık bir meslek eğitiminden sonra yüksekokul diploması almasını uygun görmeyen Maarif Nezareti ve başka nazı resmî kuruluşlar, bunun “yüksekokul” olmasını kabul etmediler3. 1912 yılında Okul ilk mezunlarını Hazine Şubesinden 13, Mâliye Şubesinden de 23 kişi olarak verdi4. 1913 yılında da okulun Tahrirciler Şubesi ile Hazine Şubesi dağıtıldı. Yalnız Mâliye Şubesine yedi yıllık idadi, Sultani, Dârüşşafaka ve dengi okul çıkışılılar sınavla alınarak bir yüksekokul halinde yürütülmeye çalışıldı5. Birinci Dünya Savaşı çıktığında da, memurlarının ve öğrencilerinin askere alınmasından dolayı okul tatil edildi6. 4.2.5.2.13. MEKTEB-İ NÜVVAB “Medresetü'l-Kuzat” veya “Mekteb-i Kuzat” adıyla medreseler bahsinde geniş olarak incelenmiştir. 4.2.5.2.14. DÂRÜLMUALLİMİN-İ ÂLİYE Öğretmen okulları bahsinde incelenmiştir. 1 “Mâliye Mektebi”, Sabah, 7,30 Ağustos 1911. 2 Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, 26 Haziran 1328. S.1514. 3 Ergin, O., a.g.e. s.1514. “Mâliye Mektebi”, Tanin, 7 Ağustos 1912. 4 5 “Mâliye Mektebi”, Sabah, 8 Ekim 1913. 6 Ergin, O., a.g.e. s.1514. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 409 ~ 4.2.6. ASKERİ OKULLAR Kara Kuvvetlerine bağlı eğitim çalışmaları: a) Merkezî Örgüt: Askerî okullar 1909'a kadar “Mekâtib-i Askeriye Nezareti” denilen bir makam tarafından idare ediliyordu. 31 Mart olaylarından sonra Hareket Ordusu Komutanlığı, bu idarede vs askerî okullarda ıslahat ve tensikat yapılmasını Harbiye Nezareti'ne teklif etmişti. Askerî Şûra da bu teklifi uygun görerek “Mekâtib-i Askeriye Nezareti”ni lağvetmiş ve yerine “Terbiye ve Tedrisat-ı Askeriye Müfettiş-i Umûmiliği”ni kurmuştur. Bu. askerî eğitimi Almanya örneğine göre yeniden düzenleme hareketi idi1. Bu örgüt askerî okulları idareye kâfi gelmediği için daha sonra “Sunuf-u Muhtelife Mekâtibi Müfettişliği” kurulmuştur. İkinci Meşrutiyet süresince askerî okulları bu örgütler idare ettiler ve burada incelenen dönemin sonlarına doğru 14 Nisan 1914'de “Mekâtib-i Askeriyenin Cihet-i Merbutiyetini Mübeyyin Nizamname” ile feshedildiler2. Askerî okullar, askerî birlik ve komutanlıklara bağlandı. “Askerî Mektepler Umûm Müdürlüğü” yeniden kuruldu3. Askerî Rüşdiyeler: İlk kuruluşları 1845'e kadar giden askeri rüşdiyeler, İkinci Meşrûtiyet dönemine kadar bütün yurda yayılımıştı. İstanbul içinde birçok semtte ve ordu kumandanlıklarına bağlı olarak da taşrada pekçok yerde (32 yerde) askerî rüşdiyeler açılmıştı. Bunlara çok büyük de rağbet olduğundan, 1909 yılında aşağı yukarı 8000 kadar öğrencisi vardı4. İlk kurulduğunda askerî rüşdiyeler 3 yıl idi. Sonra askeri idadilere çok para harcanıyor diye idadilerin iki sınıfı alınarak rüşdiyelere eklendi. İkinci Meşrûtiyete rüşdiyeler öğretim süresi beş yıl olarak girdiler. Bu okula 13-17 yaş arasındaki çocuklar girebiliyordu ve sınavla istenilen sınıfa ayrılabiliyorlardı. Askerî idadilere bağlı olarak kurulan leylî askerî rüşdiyelere de başlangıçta askerî yetimler alınırken, İkinci Meşrutiyet’ten sonra gündüzlü askerî rüşdiyesi bulunmayan yerlerdeki subay çocukları da başlandı5. Hattâ bu yozlaştı. Bütün ordu mensupları 1 Yeni Tesvir-i Efkâr, 15 Teşrinievvel 1909. Tanin, 2 Eylül 1909. 2 Takvim-i Vekayi, 15 Nisan 1330. 3 Karatamu.S., Türk Silâhlı Kuvvetleri Tarihi. Ankara 1971, S 422 4 A.g.e. s.415-416. 5 “Leylî Askeri Rüşdiyeler”, Sabah, 30 Mayıs 1910. İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 410 ~ çocuklarını kaydettirmeye başladılar. 1909 yılında, 5 yıllık yde okutulan dersler şunlardı1: 1 sınıf: Kur'ân-ı Kerim, Muhtasar İlmihal, Kısas-ı Muhtasar Sarf-ı Osmânî ve İmlâ, İlm-i Hesab, Osmaniye, Hüsn-ü Hatt-ı Osmanî. II. sınıf: İlmihal (müslüman öğrencilere), Arabî (Sarf kısmı), Kavaid-i Farisî, Kavaid-i Lisan-ı Osmanî ve imlâ, Muhtasar Coğrafyayı Umûmî, İlm-i Hesab, Kıraat-ı Osmaniye, Hüsn-ü Hatt-ı Osmanî, Resim, Jimnastik. III. sınıf: İlmihal (müslüman öğrencilere), Nahv-i Arabi, Farisî (uygulama), Kavaid-i Lisan-ı Osmaniye ve İmlâ, Coğrafyayı Umûmî, Hesap, Usul-ü Defterî, Fransızca, Muhtasar Hıfzıssıhha, Hüsn-ü Hatt-ı Osmanî, Hatt-ı Fransevî, Resim, Cimnastik. IV. sınıf: Ulûm u Diniye (Kudusi Şerhinden), Arabî (uygulama), İlm-i Cebir, Hendese-i Musaffihe, Coğrafyayı Umûmi, Coğrafyayı Osmanî, Kitabet, Tarih-i Umûmi, Fransızca, Resim, Cimnastik. V. sınıf: Akaid-i Diniyye (müslüman öğrencilere), Müsellesat ve Cebir Tatbikatı, Hendese-i Mücesseme, Tarih-i Osmanî, Tarih-i Umûmi, Kitabet, Türkçe, Mantık, Fransızca, Resim, Cimnastik. Askerî rüşdiyelere karşı 1911 yılında tepkiler gelmeye başladı. Boşo Efendi, bu okullarının programlarının sivil rüşdiyelerden hiçbir farkı olmadığını belirterek, bunların parasının sivil rüşdiyelere harcanmasını istiyordu. Sonra gene 1910'da askerî rüşdiyelerin iki sınıfı ayrılarak askerî idadilere bağlandı. Rüşdiyeler üç yıl olarak öğretimlerine devam ettiler. 1911'den beri kaldırılması hususunda Harbiye Nezareti'ne baskı yapılan askerî rüşdiyeler 1913 yılında Maarif Nezareti'ne devredildi2. Bu sırada İstanbul'da altı, taşrada 23 askerî rüşdiye vardı3. Ancak devir teslim işleri pek sağlıklı olmadı. Askeriye, devrederken öğretim malzemelerinin çoğunu aldı. Öğretmenlerin devri önemli mesele oldu. Öğretmenlerin askeriye veya Maarifi seçmesi söz konusu oldu. Bunların masraflarının karşılanması önemli bir sorun yarattı. Genel Savaş başladığında bu okulların ir yıl sonra örnek okullar (Numune Mektepleri) şeklinde düzenlenmesi kararlaştırılmıştı4. 1 “Mekâtib-i askeriye”, Tanin, 10 Ekim 1909; (Krş.: Tanin, 5 Temmuz 1909. “Tahsisatın-devri hususunda 10 Mart 1913 tarihli Bakanlar Kurulu (Meclisi Vükelâ) kararı”, Başbakanlık Arşivi, Babıâli Evrak Odası, No:319954. 3 Salname-i Umûmî, İstanbul 1329, S. 258-263. 4 Sabah, 13 Mart, 21 Mayıs, 19 Eylül ve 28 Kânunusani 1914. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 411 ~ Askerî idadiler: İlk açıldıklarında dörder yıllık olarak kurulmuşken sonra üçe indirilmişti. 1904'de iki sınıfının rüşdiyelere eklenmesiyle bir yıl olarak faaliyetini sürdürüyordu. Bu tek sınıfta uygulanan ders programı da şu idi1: Akaid-i Diniyye, İlm-i Ahlâk, Makine, Hendese-i Resmiye, Kozmografya, Kitabet, Fransızca, Hikmet, Kimya, Resim, Cimnastik. Bu sınıfa 18 yaşında, aranan özellikleri gösteren muslim ve gayrimüslimler alınıyordu. 1910 yılında, rüşdiyelerin son iki sınıflarının tekrar idadilere eklenmesiyle öğretim süresi yeniden üç yıl oldu. Osmanlı ordusundaki 32 askerî rüşdiye mektebi öğrencilerinden her yıl 800 kadarı yarışma sınavı ile İstanbul. Bursa, Edirne Manastır, Şam, Erzincan ve Bağdad idadilerine alınıyordu2. İdadiler Harbiye ve Topçu Mekteplerine iyi ve yeterli sayıda öğrenci yetiştirmekle yükümlü idiler. Ancak daha İkinci Meşrûtiyetin başlarında Bahriye Nezareti, Bahriye Harbiyesi'ne öğrenci hazırlayan dört yıllık Bahriye İdadisini kademeli olarak lağvetmişti. Daha “Avrupaî” bir tarzda sivil idadi mezunlarından yarışma sınavlarıyla öğrenci alınacaktı3. Kara idadileri ise çalışmalarına bütün İkinci Meşrûtiyet dönemi boyunca devam ettiler. 1914 yılı başlarında askerî idadilerin seviyesi yükseltilerek, ders programları yeniden düzenlendi4. Buna göre üç yıllık askerî idadiyi bitiren, Harbiye'ye girmeden önce zabit namzeti olarak altı ay kıta hizmeti yapacaktı. Sonra bunlar Kuleli İdadisinde toplanarak tekrar eğitim ve öğretime başlayacaklar; burayı da başaranlar Harb Okullarına girebilecekti. Harb Okulları a) Mekteb-i Harbiye (Piyade ve Süvari Harbiyesi)5: Meşrûtiyetin ilânından sonra Harbiye Mektebi 'nde bir tensikat yapılarak yeni bir ders programı yapıldı. Buna göre6: 1 Tanin, 10 Ekim 1909. “Mekâtib-i İdadiye-i Askeriye”, Sabah, 29 Temmuz 1910. 3 İkdam, 28 Eylül 1908. 4 “Mekâtib-i Harbiye'de Yetiştirilecek Zabitan Hakkında Nizamname”, Düstur, 2.tertib, cilt 6, S.266-269. 5 Mehmed Esad, Mirât-ı Mekteb-i Harbiye, İstanbul 1310. 6 İkdam, 23 Aralık 1908. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 412 ~ • • • I.sınıf: Edebiyat-ı Osmaniye, Mufassal Tarih-i Osmani, Topografya, Harita Tersimi, Kılıç Talimi, Baytariye, Hıfzıssıhha, Hikmet ve Kimya, Fransızca, Almanca, Rusça. II.sınıf: Nazariyat, Tabiye, Esleha, İnşaat, Edebiyat-ı Osmaniye, Terbiye-i Askeriye, Kılıç Talimi, Harita Tersimi, Fransızca, Almanca, Rusça. III.sınıf: İstihkâmat-ı Hafife, Ordu Teşkilâtı, Tabiye, Kavanin, Coğrafyayı Askerî, Tarih-i Harb, Kitabet-i Askeriye, Fransızca, Almanca, Rusça. Bu yeni programa rağmen Meşrûtiyetin başlangıç yıllarında Harb Okulu'ndaki disiplinsizlik uzun süre devam etti1. Bu disiplinsizlik hareketi 31 Mart olaylarının bastırılmasından sonra daha da arttı. Edirne ve Manastır Harbiye Mekteplerinin lağvedilerek öğrencilerinin İstanbul'a getirilmeleri bu tür hareketleri daha da yoğunlaştırdı. Bunun üzerine bazı öğrencileri okuldan çıkarmak için Divan-ı Harb kuruldu. Okul da binbaşı Vehib Bey sayesinde tekrar eski düzenine kavuştu2. Vehib Bey, Askerî Şura kararları ışığında. Okulun öğretiminde de önemli değişiklikler yaptı. Uygulamalı derslerin ve talimlerin saatlerini arttırdı. Okulun öğretim süresi de 1911'de iki yıla indirildi. Buna gerekçe olarak da çok sayıda küçük rütbeli zabite duyulan ihtiyaç gösterildi3. 1912'de.ayrıca Mekteb-i Harbiye ilk gayrimüslim mezunlarını da (6 kişi) verdi4. Okul, 1912 mezunlarını verdikten kısa bir süre sonra Balkan Savaşı çıktı. Öğretime ara verildi. Yalnız pratik eğitimle uğraşıldı. Okul, hastahane oldu. Öğrenciler de İstanbul içinde güvenliği sağlamak ve Çatalca gerisinde ikinci bir savunma hattı kurmakla meşgul oldular5. Tablo 49) 1911 ve 1912'de Harbiye Mektebi mezunları6 Mezunlar Piyade zabiti 247 Mitralyöz zabiti Süvari zabiti Toplam 1 2 1911 375 35 282 1912 40 30 445 Tanin, 21 Aralık 1908. Kuran, A.B., Harbiye Mektebinde..., S.105 ve devamı Karatamu, S., a.g.e. S.419-420. Sabah, 21 Mayıs 1911. 4 Sabah, 12 Ağustos 1912. 5 Karatamu, S., a.g.e. S.420-421. 6 Tanin, 10 Mayıs 1911. Müdafa-i Milliye, 37(1912), S.151. 3 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 413 ~ Harb Okulu'nun, bu Savaş nedeniyle 1913 yılı mezunlan olmadı. Bu yıl mezun olması gerekenler 30 Temmuz 1914'de diplomalarını aldılar1. Bu arada 1913 yılında Okulda iki grup I. sınıf öğrencisi oldu: eskiler ve yeniler. Bunlar “kıdemli” ve “kıdemsiz” diye ikiye ayrıldı. 1914 yılında -savaş ihtimalinin de çıkması üzerine- Harbiye Mektebi üç sınıf birden mezun etti. Kıdemsiz I. sınıflar bile “zabit vekilliği”-rütbesiyle mezun edildiler2. 1913 yılında Türkiye'ye gelen Alman Islâh Heyeti, askerî teşkilâtta birçok değişiklikler yaparak bütün askerî okulları kontrolleri altına almış oldular3. Zaten daha önce de Osmanlı ordusunda 25 Alman zabiti çalışıyordu4. Balkan bozgunu üzerine çağrılan son Heyet de buna eklenince Türk kara ordusu üzerinde yoğun bir Alman kontrolü kurulmuş oldu5. b) Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn (Topçu, İstihkam ve Nakliye Harb Okulu): Türkiye'nin en eski eğitim kurumlarından biri olan6 bu Okul, İkinci Meşrûtiyet dönemi başladığında 3 yıl öğretim süreli idi. Meşrûtiyetin ilânından kısa bir süre sonra Okul öğretim yönünden övünülecek bir duruma geldi. Alay teşkilâtına göre askerî düzeni yeniden ayarlandı. Öğrencilerin 2/3'ü sahra. 1/3'ü de kale topçusu idi. Okul ayrıca Ekim 1909'a kadar sivil mühendisler yetiştirmeye devam etti. 1910 yılında öğretimi iki yıla indirilen Okul Balkan Savaşına kadar normal öğretimine devam etmiştir. O yıllardaki mezun durumu da şöyle idi7: Tablo 50) Topçu, İstihkam ve Nakliye Harb Okulu mezunları Sınıf Seyyar topçu zabiti Ağır topçu zabiti İstihkam zabiti 1 1911 62 10 15 1912 83 12 20 Sabah, 31 Temmuz 1914. Karatamu, S., a.g.e, S.423. 3 a.g.e. S.422. 4 Sabah, 27 Temmuz 1912. 5 Karatamu, S., a.g.e. S.192-199. 6 Unat, F.R, a.g.s. S.58-59. Koçer.H.A., a.g.e. S.28-33. Ergin, O., a.g.e S.315-324. Mehmet Esat. Mehmed Esat, Mirât-ı Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn İstanbul 1313. Avcı, Alâeddin, Türkiye'de Askerî Yüksek Okullar Tarihçesi (Cumhuriyet Devrine Kadar), Ankara 1963. 7 Tanin, 10 Mayıs 1911, 11 Nisan 1912. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 414 ~ Okul Balkan Savaşı süresince bir yıl kapalı kaldı. Öğrenciler cephede ve Tophane'de görev aldılar. Savaştan sonra tekrar açıldığında I sınıflar için acele programlar uygulandı. Hattâ piyade Harb Okulundan bir miktar öğrenci alarak kısa kurslarla subay yapıldı1. Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye: Askerî Tıbbiye, “Jön Türkler hareketinin doğmasında ve gelişmesinde en çok emeği geçmiş kurumlardan birisidir2. Ancak Okul tamamen tıp mesleğiyle ilgili bilgiler veriyor, askeri yönden çok zayıf kalıyordu. 1909 yılına kadar böyle devam eden öğrelim, bu yıldan sonra askerî tebabet ve askerî eğitime yöneldi. Bu arada sivil Tıbbiyenin ıslah çalışmaları sırasında, her iki Tıp Okulunu “Dârülfünun Tıp Şubesi” adı altında birleştirme çalışmaları yapıldı3. Çünkü ikisi de hemen hemen aynı programı uyguluyorlar, bazı hocalar her iki okulda da ders verip para alıyorlardı. Sonra Askerî Tıbbiye 250-300 öğrenci alırken sivil Tıbbiye 2000-3000 öğrenci alıyordu4. Birleştirme çalışmaları iki okulun Öğretim Heyetlerince yürütüldü. Birleştirme kararını bunlar aldılar. Bundan sonra öğrelmenlerin tensikatı ve Fakülte binasının yer seçimi hususunda büyük gürültüler koptu5. 14 Şubat 1910'da kabul edilen “Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye'nin Talimat-ı Dahiliyesi”6 ile okulun öğretimi Tıp Fakültesine bırakılıyordu. İdaresi gene gene Harbiye Nezareti'ne ait idi ve ayrı bir idari mekanizmaya sahipti. Öğrenciler ders, seririyat (klinik) ve laboratuvarlarda sivil öğrencilerle beraber bulunuyorlardı. Sınavlar ve doktoralar. Fakülte Yönetmeliğine göre yapılıyor, ancak askerî öğrencilere verilen askeri ve sıhhî konferansların da ayrıca özel sınavı yapılıyordu. Silâh eğitimi yaptırılıyordu. Bu Yönetmeliğe göre her yıl yarışma sınavlarıyla en çok 60 öğrenci alınacaktı. Öğrenciler içerde ve dışarda sıkı bir askeri disiplin altında olacaklardı. 7 Eylül 1910'da kabul edilmiş olan “Teşkilât-ı Sıhhıye-i Askeriye Nizamnamesi’nde7 öğrencilerin esas Okula girmeden süvari alaylarında 5-8 ay askerî talime tabi tutulacağı ve başarısına göre bir “tasdikname” alacağı belirtiliyordu. Tasdiknameyi 1 Karatamu, S., a.g.e. S.422-423. Kuran A B Osmanlı imparatorluğunda inkılâp..., S.135, 184. Kuran, A.B., İnkılâp Tarihimiz ve ittihat ve Terakki, S51. Ramsaur.E.E., Jön Türkler ve 1908 İhtilâli, (Çev.: N.Ülken), İstanbul, 1972. S.30-37. 3 “Dârülfünun Tıb Şubesi”, Tanin, 6 Teşrinisani 1908. 4 Dr Zühtü, “Mekâtib-i Tıbbiye”, Tanin, 17 Teşrinisani 1908. 5 Dr.Kemal Cenab, “Mekâtib-i Tıbbiye Meselesi”, Tanin, 10 Mart 191”. Topuzlu, Cemil, a.g.e. S.91-99. 6 Düstur, ikinci tertip cilt II, S.89-107. 7 Düstur. İkinci tertip, cilt II, S.676-687. 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 415 ~ gösteren kişi okula yatılı öğrenci olarak alınacaktı. Beş yıllık bir öğretimden sonra başarılı olanlar “Tebabet-i-Askeriye Tatbikat Mekteb ve Seririyatı”nda bir yıl teori, uygulama, askerî yönetmelik ve yasalarla uğraşacak, buradan da Şahadetname aldıktan sonra kıtalara ve hastahanelere yollanacaktı. Tıp Fakültesi, savaş yıllarında da, bütün güçlüklere rağmen öğretimini uzun süre aksatmamıştır. • Erkan-ı Harbiye Mektebi: İlk defa 1849 yılında “Mekteb-î Fünûn-u Harbiye-i Şahane” içinde kurulmuştu. Öğretimi bir, iki derken üç yıla çıkartıldı. Bu okul İkinci Meşrûtiyete kadar Harbiye Mektebi'ne ek sınıflar olarak öğretimine devam etti1. Meşrûtiyetin ilânından sonra bu sınıfları ıslah etme çalışmaları yapıldı ve Erkan-ı Harbiye Mektebi'ni ayn bir okul halinde kurma fikri kararlaştırıldı. Önce bir Yönetmelik hazırlanarak 17 Ağustos 1909'da yürürlüğe sokuldu2. Okul da 6 Kasım 1909'da Yıldız Sarayında açıldı3. Okul, iki esas üzerine dayanıyordu: Askerî bilgi ve düşünceleri geliştirmek ve yabancı dil öğretmek. Eskiden buraya Harbiye son sınıflarında iyi derece tutturanlar alınırken, yeni Yönetmelik, kıtalarda en az iki yıl hizmet etmeyi ve sınav sistemini getirdi. Okula, “lüzumu kadar” öğrenci kabul edilecek, derslere zabit dinleyiciler de alınabilecekti. Okulun öğretim süresi üç yıl, bir öğretim yılı da 9-10 ay olarak belirlenmişti. Her yıl sonunda yapılan sınavla “öğretime devam edebilecekleri ve edemeyecekleri” belirleyecekti. Okulun ders programı şöyle belirlenmişti: I. sınıf: Tabiye, Harb Tarihi, Esliha, İstihkamat-ı Cesime, Askerî Kânunlar, Siyasi Tarih, Fransızca, Rusça, Almanca. II. sınıf: Tabîye, Harb Tarihi, İstihkâmcılık ve Tatbikatı, Topografya ve Harita, Muvasala ve Muhakere, Topçuluk, Siyasi Tarih, Fransızca, Almanca, Rusça. III. sınıf: Tabiye, Harb Tarihi, Kale Muharebeleri, Erkân-ı Harbiye Hizmetleri, Deniz Muharebeleri, Devletler Hukuku ve İdare, Arazi Taksimi, Fransızca, Almanca, Rusça. 1 Karatamu, D., a.g.e., S.430. “Erkan-ı Harbiye Mektebi Nizamname-i Dahilisi”, Düstur, 2 tertib, cilt I, S.608-621. 3 Sabah, 7 Kasım 1909 2 İKİNCİ MEŞRUTİYET DEVRİNDE EĞİTİM HAREKETLERİ ~ 416 ~ Dil derslerinden biri zorunlu, biri seçmeli idi. Okul 1912 ve 1914'de iki kerede 138 mezun verdi. Okul 1914 yılı sonlarına doğru, Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması üzerine kapatılmıştı1. Mekteb-i Bahriye: Türkiye'nin en eski okullarından biridir. İkinci Meşrûtiyete gelinceye kadar sayısız değişiklikler geçirdi2. 1846'da Heybeli-ada'daki asli binasına yerleşti. Abdülhamid döneminde, donanmada olduğu gibi, buradaki eğitim de çok İhmal edilmiş ve yozlaşmıştır3. İkinci Meşrûtiyetin başlangıcında Bahriye İdadisi lağvedilerek, bu Okula sivil idadi mezunlarının sınavla alınmalarına karar verildi. Hatta gayri-müslimlerin de sınavlara girebilecekleri belirtildi4. Esas büyük ıslâh çalışmalarına 1910 yılı başlarında girişildi. Burada tensikat yapmak için Bahriye Dairesi'nde özel bir Komisyon kuruldu (10 Ocak 1910). Bahriye Nâzırı gazetelere verdiği bir beyanatta okulun adı ve öğrencilerin kollarındaki kırmızı şeritten başka okulun diğer özelliklerinin tamamen sivil okullara benzediğinden yakınıyor: Okulu ıslâh ederken İngiltere usulünün aynen kabul edildiğini belirtiyordu. Zaten okul Amiral Williams ve diğer İngiliz deniz subaylarının ellerinde idi. Bahriye Nazırı 16 Şubat 1910'da Okul programının ıslah edilip uygulamaya başlandığını bildiriyordu5. Okulun öğretim süresi aşağı yukarı sekiz yıl idi. İlk dört yıl okulda, son dört yıl da denizde, okul gemisinde geçiyordu. Okulun Mihanik, Kimya, Elektirik ve Gemicilik dersleri için fabrika ve dökümhaneleri vardı. Okulda ana uygulamalı derslerin yanısıra kürek yelken ve yüzme talimleri de vardı. Islah çalışmaları 19O8'de İngiltere'den getirtilen iki muallimin yardımıyla yapılmıştı. Okul yeni ders programının uygulanmasına 20 öğrenci ile başladı. Başta “talebe namzedi” olarak 30 kişi alınacak, bunlara bir yıl Hesab, Cebir, Hendese, İngilizce, Coğrafya, Tarih ve Lisan-ı Osmani dersleri gösterilecek, yıl sonunda bunlarla beraber, dışardan baş vuranların da katıldığı bir sınav yapacak ve en iyi 20 kişi okulun birinci sınıfına kaydolacaklardı6. Öğrenciler okul gemisindeki öğretimlerini 1 Karatemu,S., a.g.e., S.434. Unat, F.R.,a.g.e.ıS.60-61. Ergin, O., a.g.e.,S.315-324. 3 Ali Haydar Emir, 1327-28 Türkiye İtalya Harbi Tarih-i Bahriyesl, İstanbul, 1329, S.2-6 4 6 Kasım 1909 tarihli Tanin ve Sabah gazeteleri. 5 Tasvir-i Efkâr