irenbe sayı 19 - Özel İrenbe Kadın Hastalıkları ve Doğum Dal Merkezi
Transkript
irenbe sayı 19 - Özel İrenbe Kadın Hastalıkları ve Doğum Dal Merkezi
1 İRENBE DERGİ SAYI 19 | KIŞ 2008 ÖZEL İrenbe KadIn HastalIklarI ve Doğum Dal Merkezİ - TÜp Bebek Merkezİ’NİN HAZIRLADIĞI BİR DERGİDİR. www.irenbe.com | www.kadinvegebelik.org | www.irenbedergi.com İMTİYAZ SAHİBİ Prof. Dr. Nurettİn Demİr [email protected] YAYIN YÖNETMENİ KENAN DEMİROĞLU [email protected] YAZI İŞLERİ SORUMLUSU ABDÜRRAHİM SERCAN [email protected] SORUMLU MÜDÜR Nurten Geboloğlu [email protected] KOORDİNATÖR Op. Dr. Bülent Uran [email protected] YAYIN KURULU Op. Dr. Dİlek Aslan doç. dr. güven aslan Dİş Hekİmİ Ahmet Cesur Prof. Dr. Esen Demİr PROF. DR. ŞADAN GÖKOVALI Uz. Emb. Füsun Karaarslan DİşHekİmİ Özlem Kekeç OP. DR. ARAL ÖZBAL Op. Dr. Gülnaz Şahİn Edİtoryal Üretİm ve YapIm Pixel Studio 1399 Sokak No:1 Sevİlen Apt. D:2 Alsancak - İZMİR Tel: 0 232 465 31 56 Fax: 0 232 464 53 49 www.pixelstudio.com.tr [email protected] 2 DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Mete AKİsu Uz. Dr. Fatİh Akman Prof. Dr. M. Halİt Andaç Prof. Dr. H.Uğur Babuçcu Doç. Dr. Alİ Baloğlu Dr. Murat Baş Prof. Dr. Bahattİn Canbeylİ Op. Dr. İlgün Canbeylİ Prof. Dr. M. ŞerEfettİn Canda Prof. Dr. Tülay Canda Prof. Dr. Erdoğan Çetİngül Uz. Dr. Hüseyİn Damar Prof. Dr. Ömer Dİnçer Uz. Dr. Erdal Duman Prof. Dr. Yakup Erata Prof. Dr. Derya Erçal Op. Dr. Tuncay Fİlİz Op. Dr. Osman Güngör Uz. Dr. Uğur Gürgan BİYOLOG ESEN FATMA KABADAYI Op. Dr. Alaattİn Kaçar Doç Dr Hasan KafalI Prof. Dr. Meral Koyuncuoğlu Uz. Dr. Demet Kumova Op. Dr. Sefa Kurt Prof. Dr. Nİlgün Kültürsay Prof. Dr. Ahmet Maden Op. Dr. AydIn Mevsİm Op. Dr. Soner Recaİ Öner Op. Dr. A. Seçkİn Önoğlu Y. Hemş. İpek Öntürkler Prof. Dr. Ata Önvural Op. Dr. Ayşe Özbakkaloğlu Uz. Dr. Mert Özbakkaloğlu Prof. Dr. Hasan Özkan Prof. Dr. Ferda ÖzkInay Prof. Dr. Cİhangİr ÖzkInay Uz. Dr. Ülkümen Rodoplu Op. Dr. Salİh SadIk Op. Dr. M. Akİf ŞanlI Uz. DR. TUĞRUL ŞAHBAZ Prof. Dr. Erol Tavmergen Op. Dr. Cüneyt Tuğrul Doç Dr Turan Uçkun Op. Dr. Selda Uysal Op. Dr. Erdal Yermez KAPAK TASARIMI DUYGU GÖNEN - SEÇİL SOYKANER SAYFA TASARIMI NESLİHAN FİDAN - KENAN DEMİROĞLU abone sorumlusu pIxel studIo BaskI METRO MATBAACILIK ve REKLAM HİZMETLERİ İTH. İHR. SAN. Tic. LTD. Ştİ. Fatİh Cad. No:105/128 Çamdİbİ İş Merkezİ Çamdİbİ İzmİr Tel: 0232 459 82 82 YayIn Türü: YaygIn Sürelİ YayIn BaskI Tarİhİ 13.03.2008 YASAL HAKLAR İrenbe dergİsİnde yer alan yazI ve resİmlerden kaynak gösterİlerek alIntI yapIlabİlİr. YayInlanan yazIlarIn sorumluluğu yazarIna aİttİr. İrenbe KadIn HastalIklarI ve Doğum Dal Merkezİ - Tüp Bebek MERKEZİ Talatpaşa BulvarI 1436 Sokak No:6 Alsancak/İZMİR Tel: 0232 464 58 88 Faks: 0232 464 58 89 GSM: 0533 466 29 20 3 İÇİNDEKİLER 06 12 EDİTÖR Kİşİye Özel Zayiflama, Selülİt ve Cİlt Sağliği Dİyetİsyen burçİn çelİkezer Aşilama tedavİsİnİn sirlari ve sinirlari Op. Dr. Dİlek aslan 16 20 24 34 4 Dr. ahmet cesur İçerden İyİleşmek op. dr. bülent uran 40 48 Tehlİkelİ öpücük menepoz sonrasi dönemde hİpertansİyon prof. dr. cahİde soydaş çinar 36 44 başari öyküsü artik pusulamiz yanimizda. nereye gİdersek gİdelİm yönümüz kuzey Sİnem & emrah durmuş Röportaj Gerçek bİr duayen... Prof. dr. mustafa emİnoğlu yüce atom Bİyolog - esen fatma kabadayi Röportaj kadin cephesİnde yenİ bİr şey yok prof. dr. nurselen toygar kadina yönelİk şİddet, aİle İçİ şİddet ve aİlenİn korunmasına daİr kanun av. bİlge solak Prof Dr Nurettin Demir [email protected] Kadının adı yine Kadın Mart ayı ile birlikte, doğa yine şenlendi. Bademler çiçek açtı. Koyunlar kuzuladı, kuzular meleşti. Tarlaları, kırları, yol kenarlarını süsleyen papatyalar doğayı taçlandırdı. Dünya ana, toprak ana yine doğamızı şenlendirdi. Yaşama sevincimize neşe ve sevinç katmaya devam ediyor. Doğa bu kadar cömertte, biz erkek egemen dünyalılar, kadınımıza, kadınlarımıza karşı hâlâ duyarsız, hâlâ ilgisiziz. 8 Mart nedeniyle Türkiye’de ve Dünya’da kadın sorunları, kadın statüsünün geldiği nokta çeşitli yazılarda, röportajlarda, platformlarda tartışmaya açılacak, konuşulacak. Diziler, haberler, istatistikler kadınımızın bir adım daha iyi yerlere geleceğine, iki adım daha da kötüye gittiği gerçeğini ortaya koyacak. Hani, 2000 yılında Türk kadının %100’ü okuryazar olacaktı, bugün 8 milyon kadınımız okuma yazma bilmiyor. Bugün, evet 2008 yılında, 640.000 kız çocuğu maalesef okula gitmiyor, gönderilmiyor. Sadece %26 oranında kadınımıza istihdam sağlamışken, %73 kadın ne siyasette, ne sosyal yaşamda, nede istihdamda yer alıyor. Evinde kuzu kuzu! oturuyor. Ama her gün bir kadın ya töre, ya namus, ya da aile içi şiddeti nedeniyle yaşamını yitiriyor. Avrupa Birliğine gireceğiz diye kadın ile ilgili pek çok yasalar ve yönetmelikler çıkarıldı. Yapılacak, çıkarılacak yasa ve yönetmelik hemen hemen hiç kalmadı gibi. 1 Mart 2008 tarihinde de“Ailenin Korunmasına Dair Yasanın Uygulanması Hakkında Yönetmelik” yayınlandı. Gün geçtikçe artan aile içi şiddet, töre cinayetleri, gizli intihar olayları azalabilecek mi?. Göstermelik Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı ile, uygulanmayan yönetmeliklerle, hele bireysel özgürlük adına çıkarılan Türban yasalarıyla “Kadının adı yine Kadın” kalmaya devam edecek. Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığının Kaldırılması, Öğretim Birliği ve Halifeliğin Kaldırılması olarak bilinen Üç Devrim yasası ile hız kazanan “Aydınlanma Devrimlerinin” günümüzde de sürdürülmesi, bir seferberlik inancı ve direnci ile aşılabilir. Kadın sağlığı konularında hastalarımızı ve halkımızı bilgilendirmeye çalışan İrenbe Dergisi bu sayısında da “kadınımızın acılarını ve sıkıntılarını” paylaşmaya devam ediyoruz. Dergimizin Yayın Kurulu Üyesi Dr. Özlem Kekeç’in, Ege üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (EKAM) Müdürü Sayın Prof. Dr. Nurselen Toygar ile “Kadın Cephesinde Yeni Bir şey Yok” başlıklı söyleşisini içiniz burkularak okuyacaksınız. Ayrıca son çıkan yönetmeliğin dayandığı 2006 yılında yayınlanan Kanun ile ilgili Av. Bilge Solak’ın “Kadına Yönelik Şiddet, Aile içi Şiddet ve Ailenin Korunmasına dair Kanun” yazısı da ilginizi çekecektir. Kadın Sağlığına 54 yıl hizmet vermiş, yöneticilik, hocalık yapmış, Kadın Hastalıkları ve Doğum alanında Duayen Prof. Dr. Mustafa Eminoğlu ile söyleşimizde günümüz Sağlık Sistemini de sorguladık. Birbirinden güzel o kadar çok yazı geldi ki yazarlarımıza candan teşekkür ediyorum. Bu sayımıza alabildiğimiz ve ilgi ile okuyacağınız yazılardan bazıları; Psikolog Dr. Linda Fraim “Çocuğun Kişilik Gelişiminde Anne ve Babanın Önemi”, Alternatif Tedavi yaklaşımları”, Dr. Bülent Uran’ın “ İçerden İyileşmek” yazıları ile farklılık getiriyorlar sağlığa. Sizleri yakından ilgilendiren Kadın Sağlığı, Gebelik, İnfertilite, Çocuk Sağlığı ile ilgili yazılarımızla hem bilgilenecek, hem de aklınıza takılan bazı sorulara yanıt bulacaksınız. 8 Mart kadınlar günü ve 14 Mart tıp bayramınızı kutlarken, Siyasette, eğitimde, istihdamda Kadınımızın hak ettiği yeri al- daha nice yeni sayılarda buluşmak dileğiyle, yaşamınız bahar ması için, Kurucu Meclis, TBMM’in 3 Mart 1924 tarihinde; kadar üretken, bahar kadar genç ve dinç olsun. 5 6 7 KADIN ve ESTETİK diyetlerden medet ummak son derece zararlıdır. Zayıflama programına başlamadan önce beslenmenizi ilgilendiren laboratuar tetkikleri yapılarak Şeker, Kolesterol, Kan yağları, Üre, Ürik asit, Karaciğer enzimlerine bakılmalıdır. Doktorun sistemik muayenesinden sonra diyetisyen tarafından yaşınıza, boyunuza, fiziki yapınıza, kan bulgularınıza kullandığınız ilaçlara beslenme alışkanlıklarınıza aktivite düzeyinize ve sosyal yaşantınıza uygun sadece size özel olarak hazırlanmış besin grupları açısından yeterli ve dengeli bir beslenme programı ile haftada 500g-1,500g arasında kilo verimi sağlanmalıdır. Diyet yaparken amacınız sadece kilo vermek olmamalı aynı zamanda verilen kiloları geri almamayı ve doğru beslenme alışkanlıklarını yaşam biçimi haline getirmeyi de hedeflemelisiniz. Her besinin alternatiflerini öğrenmeli neyin yerine neyi ne kadar tüketebileceğinizi bilerek kendi beslenmenize sahip çıkmalı, indiğiniz ideal kilonuzu hayat boyu muhafaza etmeye çalışmalısınız. Diyetisyen Burçin Çelikezer [email protected] SELÜLİT VE BESLENME Kilo sorunuzun yanı sıra yaş ve vücut tipinden bağımsız olarak birçok bayanın ortak sorunu olan selülit probleminiz varsa beslenmenizde yapacağınız ufak yeniliklerle sorunun kendini onarabilmesi için gerekli tüm donanımı sağlamış olabilirsiniz. Kişiye Özel Zayıflama, Selülit Ve Cilt Sağlığı ŞİŞMANLIK Boy uzunluğu ve ağırlık arasındaki dengenin bozularak ağırlığın standartların üzerine çıkması ile oluşan, metabolik bir nedeni yoksa tamamiyle beslenme sorunu olarak karşımıza çıkan bir sağlık problemidir. Önlenmesinde genetik, çevresel etmenler, yaşam biçimi ve beslenme alışkanlıkları son derece önemlidir. Eğer kilo sorununuz varsa ve zayıflamak istiyorsanız; kısa sürede, aç kalarak zayıflamaya çalışmak yerine önce neden kilo aldığınızı belirlemeli ve beyninizi zayıflama sürecine hazırlamalısınız. Uzman doktor ve diyetisyen eşliğinde size özel olarak hazırlanmış bir zayıflama programıyla, vücut kasınızı ve suyunuzu kaybetmeden, sadece fazlalık yağlarınızdan kurtularak kilo vermeli ve indiğiniz ideal kilonuzu nasıl koruyabileceğinizi öğrenmelisiniz. KİŞİYE ÖZEL ZAYIFLAMA Gazete ve dergilerde pek çok, kısa sürede hızlı kilo vermeyi ön gören diyet programı görmek mümkün. Ancak her bireyin yaşı, vücut çalışması, kan bulguları, beslenme alışkanlıkları ve sosyal yaşantısı farklı olduğu için zayıflama programı kişiye özel olmalıdır. Bilim artık DNA analizleriyle genetik haritanızı belirleyip yiyeceklerinizi ona göre seçmenizi önerirken piyasadaki mucize 8 Selülit başta hormonal olmak üzere genetik faktörler, kan dolaşımı bozukluğu, aktivite yetersizliği, yanlış beslenme gibi pek çok nedenle ortaya çıkmaktadır. Bu sorunu gidermede ya da önlemede en önemli adım vücut hücrelerinin ya da bağ dokularının doğru beslenmesini sağlamaktır. Doğru besin maddeleri tüketildiğinde hücrelerinizi ve bağ dokunuzu tam olarak besleyebilir nemlendirir canlı tutabilir sıkılaştırabilir ve selülite neden olan etkileri azaltabilirsiniz. SELÜLİT ENGELLEYİCİLER Selülit tedavisine en iyi başlangıç hücrelere gerekli sağlık ve canlılığı kazandırmak, hücre duvarını güçlendirip hasarı onarmak adına yeteri kadar su içmektir. Bağ dokusunu onarmak kollagen ve elastin sentezini arttırmak için aminoasitler su kadar önemlidir. Yağsız etler özellikle balık, yağsız süt ve ürünleri, kurubaklagiller özellikle mercimek, tam tahıllar, kuruyemişler özellikle ceviz, badem, kaju ve sebzeler aminoasit ihtiyacını karşılar. Hücreleri güçlendirmek ve yeniden su alabilmelerini sağlamak için yağ asitleri elzemdir. Keten tohumu, ceviz, kaju, balık yağı, kanola ve zeytinyağı tedavinin vazgeçilmez esansiyel yağ asitlerini içerirler. Parçalanmış hücre duvarı lesitin ve lipitlerden oluşur. Hücre duvarını onarmak istiyorsak özellikle yumurta soya ve tofu en değerli lesitin kaynaklarıdır. Yeni ve sağlıklı bağ dokuları elde etmek hücre yıkımını önlemek için vitaminler, mineraller, antioksidanlar ve polifenollerede ihtiyacımız vardır. Özelikle B,C,A,E vitaminleri magnezyum, demir, iyot, çinko, selenyum ve krom selülitin giderilmesine destek sağlamaktadır. Beslenmenizde yer alacak sebzelerden koyu yeşil yapraklılar, karnabahar, lahana ve brokoliden, meyvelerden turunçgiller, elma, portakal, kivi ve havuçtan, kırmızı üzüm ve erikten, dut, nardan, üzüm çekirdeği ve nar özlerinden tahıllardan, tahıl gevrekleri, kuru yemişlerden, yeşil çay, ısırganotu, zerdeçal, meyan kökü gibi bitki çaylarından ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz. Tüm bu besinler doğal yollarla portakal kabuğu görünümünün giderilmesine yardımcı olan en değerli besinlerdir. Bunların yanı sıra selülit oluşumunu arttıran kafeinli içecekler çay kahve kola meşrubatlar, maden sodası, şerbet, limonata, boza ve hazır meyve suları, aşırı tuz, turşu salamura, konserve yiyecekler, bol şekerli gıdalar, kaymak, mayonez gibi aşırı yağlı besinler, alkol ve sigaradan uzak durmalı günde 1 saat tempolu yürüyüşler yapmalısınız. SELÜLİT TEDAVİLERİ Selülit tedavisinde beslenme düzenini ayarlandıktan sonra cilt ve deri altında tabaka oluşturan yağlarla bağ dokusundaki yağları ve dolaşımı düzenlemeyi hedef alan kısa sürede etkili sonuçlar veren alternatif destek tedavi yöntemlerinden de yararlanabilirsiniz. RADYOFREKANS (TRİPOLAR): Bu uygulama sadece yüzeysel dokularda yapısal ve görsel değişiklikler yapmaz aynı zamanda daha derin cilt katmanlarındaki yağ dokularını da tedavi eder. Bu devrimsel sistem selülitin sadece belirtileri ile değil sorunun kaynağı ile ilgilenir. LPG: Deri altındaki düzensizlikleri portakal kabuğu görüntüsünü önemli ölçüde azaltmakta, dolaşımı düzenleyerek derinin daha fazla kanlanmasına yardımcı olmaktadır. Bu uygulamayla uygulama yapılan bölgelerin daha çabuk düzelmesi, ödemin çözülmesi, pütürlerin yumuşaması, derinin dolaşımını artırıp diri kalması sağlanmaktadır. GP: Elektiriksel uyarılarla yapılan kas stimülasyonu ile karın kalça ve bacak bölgeleri çalıştırılarak bölgesel incelme sıkılaşma ve toparlama sağlanır. OXİFİT: Vibrasyon yöntemiyle çizgili kasları uyarıp çalıştırıp, oksijenlendirerek bölgesel fazlalıklardan kurtulma yöntemidir. MASAJ: Stresi giderip kas gerginliğini azaltarak kan ve lenf dolaşımını uyarıp toksinlerin atılımı sağlanır. CİLT SAĞLIĞI VE BESLENME Genel sağlık açısından kilo ve selülit sorununun çözümlenmesinin yanı sıra vücudun içsel işleyişi hakkında fikir veren cildiniz ve sağlığı da son derece önemlidir. Sindirim sistemi ve bedeni toksinlerden arınmamış, sağlıksız bir kişide cilt problemleri, hücre hasarı ve deri yaşlanması kaçınılmazdır. Güneşe maruz kalmak, sigara içmek, yetersiz ve dengesiz beslenmek ile artan serbest oksijen radikalleri cildinize ölçülemez hasarlar verir. Yaş ilerledikçe hücre yenilenme hızı şiddetle azalır, ölü hücrelerle dolu, dışarıdan gelen maddeler ve su kaybına karşı bariyer etkisini kaybetmiş soluk bir ciltle baş başa kalınır. Sağlıklı hücrelerle donatılmış güçlü bir cilt istiyorsanız suyu ve gerekli besin maddelerini vücudunuza sağlamalısınız. GENÇLEŞTİREN GIDALAR Cilt yüzeyini yeniden şekillendirmek, canlandırmak, nem- 9 lendirmek için öncelikle bol su, günde 5-9 porsiyon mevsim sebze ve meyvesi tüketmelisiniz. Cildinizde kan akımını hızlandırmak ölü hücreleri yok etmek yeni hücre oluşumunu desteklemek için aminoasitler ve yağ asitleri çok önemlidir. En değerli aminoasit kaynakları et, balık, tavuk ve yumurtadır. Yağsız süt ürünleri ve peynir protein ve kalsiyumdan zengin olduğu için bağ dokusunun sağlamlaşmasına kollajen sentezinin artmasına fayda sağlar. Kuru fasulye, nohut, mercimek, bezelye, yeşil fasulye, bakla, soya ve yulaf içerisinde bol miktarda CİLT TERAPİLERİ Cildinizi sağlıklı hale getirmek, yoksunluk ve eksiklikleri yerine koymak için dahili tedavilerin yanı sıra hasarları onarma tedavi etme ve yenileme amacıyla harici cilt bakım prensiplerini de düzenli olarak uygulamalısınız. Hayvar Bakımı: Cansız ve olgun ciltler için uygulanan yoğun yenileme terapisidir. Cildi en alt tabakadan itibaren besleyerek erken yaşlanmaya karşı savaşır, kollajen sentezini uyararak, cildin sıkılaşmasını sağlar. Selülit tedavisine en iyi başlangıç yeteri kadar su içmektir. Plasenta Bakımı: İçerisinde; hyaluronik asit, kollajen, plasenta ekstresi, E-C-A vitamini ve kojik asit bulunan, kan dolaşımını hızlandıran, ölü hücreleri yok eden, yeni hücre oluşumunu destekleyen özel terapi programıdır. bulunan saponinler antioksidan etki göstererek DNA hasarını önlemeye yardımcı olur. Yağ asitlerini ise zeytinyağı, soya yağı, kanola yağı, ceviz ve bademden temin edebiliriz. Cildinizin sıkılaşması, pürüzlerin giderilmesi ve elastikiyet kazanması için A;E,C vitamini, selenyum çinko ve magnezyum minerallerine ihtiyaç duyulur. Koyu yeşil yapraklı sebzeler meyveler kuruyemişler doğal destekleyicilerdir. Özellikle soya filizi ıspanak karnabahar ve lahana doğrudan hücre hasarının durdurulmasına olanak sağlamaktadır. Sarımsağın cildi arındırıcı etkisi yeşil çay ve rezenenin hücre yenileyici etkileri vardır. Multivitamin Bakımı: Cildimizin ihtiyacı olan A-E-F gibi vitaminlerle, selenyum gibi minerallerin yerine konulması ile etki gösteren, canlandırıcı ve kırışıklık önleyici özel terapi programıdır. 10 Yeşil Çay Bakımı: Antioksidatif, cilde parlaklık veren, stres önleyici, hücre hasarının durdurulmasına olanak sağlayan özel terapi programıdır. Soya Bakımı: Cilt elastikiyetini artıran, besleyici, onarıcı, ve canlandırıcı nitelikteki özel terapi programıdır. 11 ÇOCUK SAĞLIĞI Uz. Dr. Yılmaz BAY Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı [email protected] hırsız-polis, doktorculuk gibi toplu oyunlarda anne-baba, polis, doktor rolünü üstlenen çocuklar, yarının başarılı büyükleri olacaklardır. Oyun; çocukların ortak dilidir ve en doğal anlaşma ortamıdır. Hiç tanışmayan çocuklar bir araya geldiklerinde, daha birbirlerinin isimlerini bile öğrenmeden oyunun dili ile anlaşıp mükemmel bir arkadaşlık kurabilirler. Oyun, onları birbirlerine kaynaştırır. Oyun; çocuğun en güçlü ve en doğal duygularından biri olan saldırganlık duygusunun da boşaltılmasına yardımcı olur. Polis olup hırsızı yakalayan, doktor olup hastasını iyileştiren, oyuncak arabasını yarıştırırken arkadaşını geride bırakan ya da savaş oyununda düşmanları mağlup eden komutanı oynayan çocuk ne kadar da mutludur. Çocuk ve Oyun Oyun; çocukların eğitim, bilgi ve becerilerini sınadığı en doğal deneme ortamıdır. Çevresinden, ailesinden aldıklarını oyunda dener. Olumlu özelliklerini pekiştirir, olumsuzları değiştirir. Sınırlarını, ancak arkadaşlarıyla oynarken oyunda öğrenir. Özgürlükten ortak dİle, paylaşmadan obezİteden korumaya... Oyun; çocuklar için en iyi öğretim aracıdır, çünkü çocuklar oyun esnasında ileri derecede öğrenmeye yatkındırlar. Zor konular ve soyut kavramlar oyun esnasında daha kolay öğrenilir. İşte oyunun bİnbİr yüzü! Oyun; aynı zamanda bir tedavi yöntemidir. İçine kapanık, yaşıtlarıyla ilişki kurmakta zorluk çeken çocuklar ya da öğrenme bozukluğu-hiperaktivite gibi hastalığı olan çocuklar, oyunla normal bireylere dönüştürülebilir. Oyun; sonucu düşünülmeden, eğlenmek amacıyla yapılan davranış ve hareketlerdir. Çocuğun fiziksel, zihinsel, dil ve sosyal kapasitesinin gelişmesini sağlayan en önemli uğraşısıdır. Büyükler için iş ne ise çocuklar için de oyun aynıdır. Oyun, çocuğun işidir. Oyunla çocuk, toplum içerisindeki sosyal yönünü geliştirir ve kendini diğer bireylerden ayıran özellikleri fark eder. Çocuk kendini oyunla anlatır. Çocuğun duyguları oyunla keskinleşir. Yetenekleri, becerisi artar. Kurallara uymayı, sorumluluk almayı, işbirliğini, insanlara saygılı olmayı oyunla öğrenir. Duyduklarını, gördüklerini oyunla sınayıp dener; öğrendiklerini pekiştirir. Girişimci olmayı, tehlikeyi göze almayı, karar vermeyi, problem çözmeyi oyunla öğrenir. Kendisine olan güvenini oyunla geliştirir. Duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını oyunla karşılar. Oyunla kendi kendine yetmeyi öğrenir. Oyun; çocukları fazla kilodan ve obeziteden korumaktadır. Oynayan çocuk, gereksinimi kadar yemekte ve aldığı enerjinin fazlasını da oyunla harcadığı için hiçbir zaman fazla kilolu olmamaktadır. SÖZÜN ÖZÜ... Erişkin ruh sağlığı sevmek ve çalışmaksa, Çocuk ruh sağlığı sevilmek ve oynamaktır! Çocukların zekâ gelişiminin % 50’si ilk 4 yaş içinde, % 30’u 48 yaş arasında, % 20’si de 8- 18 yaş arasında tamamlanır. Bu nedenle ilk 4 yaşta eğitici oyunlar çok önemlidir. Bu oyunlar bedeni ve zekâyı geliştirdiği gibi onun üzerinde neşe ve mutlulukta yaratır. İyi davranışlar kazandırır, arkadaşlık ilişkilerini güçlendirir, çevreye saygılı olmayı öğretir. Hikâye ve masallar hayal gücünü güçlendirir. Çevresiyle paylaşmayı, yardımlaşmayı ve kurallara uymayı öğretir. Oyun; çocuğun özgürlüğüdür. O dünyaya kendisi egemendir. Kuralları kendisi koyar, kendisi bozar; ancak yaşıtlarıyla bu egemenliği paylaşır. Büyüklerin o dünyaya girmesine izin vermez. Oyun; çocukları hayata hazırlar. Yaşıtlarıyla oynadığı evcilik, 12 13 İNFERTİLİTE Semen örneği nasıl verilmelidir? masını ve daha yüksek başarı oranını getirmektedir. Yumurtlama tedavisi (ovulasyon indüksiyonu), klomifen veya gona3 günlük cinsel perhiz sonrası semen örneği verilir. Perhiz südotropinlerle yapılabilir. Son yıllarda yumurtlama zamanının resi 2 günden az, 5 gün fazla olmamalıdır. daha net belirlenmesi ve erken çatlamanın önlenmesi için Örneğin aşılamanın yapılacağı klinikte alınması başarı oranını GnRH analogları veya GnRH antagonistlerinin de kullanılartırmaktadır. Bir bilimsel çalışmada evden getirilen örnekle 3 ması önerilmektedir. Ancak bu tedavi yöntemi aşılama tedakat daha az oranda gebelik tespit edilmiştir. visinin maliyetini 2-3 kat arttırmaktadır. Op. Dr. Dilek Aslan Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, İrenbe [email protected] Sperm hazırlandıktan sonra geçen süre 1-2 saati aşmamalı, kısa sürede aşılama yapılmalıdır. Semen örneği laboratuvara ulaştıktan sonra öncelikle likefaksiyon (erime/çözünme) için beklenir. Likefaksiyon sonunda işleme başlanır. Önerilen süre likefaksiyondan sonra 90 dakika için aşılamanın yapılmasıdır. Daha uzun süre geçtiğinde yine işlemin başarı şansı azalmaktadır. Laboratuvarda özel filtreler ve yıkama teknikleri ile semen işlenir ve hazırlanan sperm konsantresi enjektör içinde kadın doğum uzmanına getirilir. Aşılama Tedavisinin Sırları Ve Sınırları Mikroenjeksiyon tüp bebek tedavisinde “yumurtanın içine” sperm enjekte edilmesidir. Aşılama ise “rahim boşluğunun içine” sperm enjekte edilmesidir. Tüm sperm ayırma metotlarında amaç, daha iyi hareketli, normal yapıda ve yeterli sayıda sperm içeren konsantre semen elde etmektir. İnseminasyon için en azından 1 milyon hareketli sperm gerekir. Semen örneğinin işlemden geçirilmeden, olduğu gibi rahim içine verilmesi tercih edilmez. Ancak spermlerin vajinada depolanmasını engelleyen fiziksel veya psikolojik durumlarda aşılama, işlenmemiş semenin verilmesi ile de yapılabilir. Aşılama Nedir? Aşılama yöntemi, yardımla üreme tekniklerinden birisidir ve ne yazık ki sıklıkla mikroenjeksiyon ile karıştırılmaktadır. Mikroenjeksiyon tüp bebek tedavisinde “yumurtanın içine” sperm enjekte edilmesidir. Aşılama ise “rahim boşluğunun içine” sperm enjekte edilmesidir. Aşılama yani intrauterin inseminasyon (IUI) spermlerin yumurta ile buluşmasını kolaylaştırmak için uygulanan bir yöntemdir. Semen örneği alınır; laboratuvar koşullarında özel bir yıkama işleminden geçirildikten sonra rahim içine aşılanır. 14 Yumurtlama tedavisinin tek yumurta geliştirmeye yönelik düşük dozlarda yapılması, fazla yumurta geliştiğinde tedavinin gerekirse iptal edilmesi düşünülmelidir. Niçin aşılama yapılmaktadır? Amaç; rahim ağzını devre dışı bırakarak, daha fazla sayıda sağlıklı spermin rahim içine, buradan da tüplere ulaşmasını sağlamak, böylece gebelik şansını arttırmaktır. Servikal mukus (rahim ağzı salgısı) bazı durumlarda sperm geçişine izin vermez. Aşılama ile bu mukus engeli ortadan kaldırılır. Aşılama tedavisinin önerildiği durumlar: • Rahim ağzı sorunları • Sperm sayı ve hareketliliğinin istenenden az olduğu durumlar • Açıklanamayan infertilite Aşılamanın mümkün olmadığı, yapılamayacağı durumlar: İnfertilite sorunu yaşayan çiftlerin tedavi sürecinde sıklıkla karşılaştıkları kavramlardan birisi de aşılamadır. İyi klinik uygulama: Yumurtlama tedavisinin gonadotropinler ile (GonalF, Puregon, Menogon vb) ile yapılması, yumurta büyüklüğünün ultrason muayenesi ile 2-3 günde bir takip edilmesi ve follikül (yumurtlama kisti) çapı 2 cm olduğunda hCG (Pregnyl, Ovitrelle vb) tetiklemesi (yani çatlatma iğnesi) sonrası aşılamanın gerçekleştirilmesidir. Kanıta dayalı tıp bilgilerine dayanılarak önerilen bu yöntem ile aşılama etkinliği en yüksek düzeyde olacaktır. • Tüplerin tıkalı olması • Yumurtlamanın olmaması (menopoz) • Semen örneğinde sperm olmaması (azospermi) • Semen örneğinde çok az sperm olması Sadece erkek faktörlü veya vajinismus nedenli infertilitede aşılama yöntemi ön ilaç tedavisi uygulanmadan, doğal bir periyotta veya klomifen kullanılarak uygulanabilir. Aşılama tedavisi için yapılan yumurtlama tedavisinde amaç tek follikül geliştirilmesidir. Birden fazla yumurta büyümesi çoğul gebelik oranını artıracaktır. Aşılama Nasıl Yapılır? Follikül takibi ile yumurtlama durumunuz izlenir. İnseminasyon için uygun gün ve saat kararlaştırılır. Doktorunuz, özel bir kanül (inseminasyon kanülü) ile sperm örneğini rahim içine enjekte eder. İşlem ağrısızdır; anestezi gerektirmez. İşlem çok hassas bir şekilde yapılır. Spermlerin rahim içine enjeksiyonu basınç oluşturmadan yavaş ve kontrollü yapılır. Spermlerin rahim ağzına, rahim ağzı kanalına, rahim iç boşSperm sayısının ml’de 10 milyonun altında olması, hareket ve luğuna veya tüplere yakın üst seviyelere enjeksiyonu yapılabilşekil sorunu olması da aşılama için göreceli engellerdir. Sperm mektedir. Bu yöntemlerden en sık tercih edileni ve önerileni, sayısı ml’de 10 milyonun ve özellikle 5 milyonun altında oldu- rahim iç boşluğuna aşılama yapılmasıdır. ğunda, 4. derece hareketin %10’un altında olduğunda, normal Aşılama sonrası istirahat gerekli midir? yapılı sperm oranının %4’ün altında olduğunda aşılama tedavisinin etkinliği son derece sınırlıdır. Bu olgularda direkt tüp İşlemden sonra bir süre (ortalama 20 dakika) dinlenmeniz gerekir. Aşılama yapılan gün, temponun azaltılması ve istirahatli bebek yöntemine geçilmesi tartışılmalıdır. olunması önerilir. Ertesi gün normal günlük yaşama dönülebiAşılama tedavisi sırasında yumurtlama tedavisi gerekli midir? lir ve cinsel ilişki yasaklaması genellikle yoktur. Özel durumYumurtlama tedavileri ile birlikte kullanılması etkinliğin art- larda doktorunuz sizi ilişki olmaması için uyaracaktır. 15 Aşılama yönteminin başarı oranı nedir? Başarı şansı kullanıldığı duruma göre değişir. Ortalama %5-20 gebelik şansı vardır. Uygun kişiye, uygun teknikle doğru zamanda yapıldığında gebelik şansı artar. Aşılama tedavisinin riskleri var mıdır? Her tedavi yönteminde, tıptaki her uygulamada risk oranı belirlemek çok önemlidir. Enfeksiyon özellikle dikkat edilmesi gereken bir noktadır. İşlemin steril koşullarda yapılması idealdir ve sonrasında doktorunuz antibiyotik vererek enfeksiyon olasılığını azaltmak isteyebilir. Zaman, umut ve finans kaybı dikkate alınacak olursa 3-4 defadan fazla aşılama yapılması yerine tüp bebek yöntemine geçilmesi daha akılcı olacaktır. Çoğul gebelik ve aşırı cevap sendromuna karşı dikkatli olunmalıdır. Yumurtlama tedavisinin tek yumurta geliştirmeye yönelik düşük dozlarda yapılması, fazla yumurta geliştiğinde tedavinin gerekirse iptal edilmesi düşünülmelidir. İlaçsız bir- kaç gün bekletme (coasting) ile fazla yumurtaların bir kısmı körelerek çoğul gebelik ve aşırı cevap sendromu riski azaltılabilir. Kan estradiol seviyelerini ölçmek ve 1500 pg/ml üzerindeki değerlerde iptal veya coasting kararını belirlemek yine önemli stratejik uygulamalardır. Aşılama kaç defa denenebilir? İnseminasyon yani aşılama, 4-6 defa denenebilir. Deneme sayısı uygulama nedenine, çiftin ihtiyaçlarına göre ayarlanır. İyi klinik uygulama 3-4 defadan fazla aşılama yapılmamasıdır. Bilimsel verilere göre 3 aşılama sonunda çiftlerin %40’ı gebeliğe ulaşmaktadır (kümülatif=birikimsel gebelik oranı). Oysa, 4. aşılamadan sonra gebeliğe ulaşan çift sayısında aşılama başına ancak %1 artış sağlanabilir. Sonuç olarak %1 fayda sağlamak için yapılacak girişimsel bir tedavinin yerini artık tüp bebeğe bırakması daha doğru olacaktır. Tüp bebek yöntemi %1 olan 4. aşılamanın başarı oranını yaklaşık 50 kat artıracaktır. Zaman, umut ve finans kaybı dikkate alınacak olursa 3-4 defadan fazla aşılama yapılması yerine tüp bebek yöntemine geçilmesi daha akılcı olacaktır. Üçten fazla aşılama yapılması kararı, önceki aşılamaların yapılma şekli gözden geçirilerek verilebilir. İyi klinik uygulamalara uygun olmayan önceki aşılamalar dikkate alınmayarak aşılama yöntemi sayısı yeniden belirlenebilir. Niçin bir hastalığın tedavisini farklı sıralama ve şekillerde öneren hekimlerle karşılaşılıyor? Öncelikle tıpta ‘’iyi klinik uygulama’’ kavramını hatırlayalım. Günümüzde hastalıkların tedavi ve yönetiminde farklı yollar, yöntemler olduğunu biliyoruz. Ekollerde yaşanan bu değişkenlikler, doktorlar arasında zaman zaman tartışmalara yol açarken hedef kitlenin (yani tedaviyi alacak asıl kişinin) aklını karıştırmaktadır. Niçin bir hastalığın tedavisini farklı sıralama ve şekillerde öneren hekimlerle karşılaşılıyor? Çünkü, tıptaki uygulamalar, o güne dek o hastalığın seyrini değiştirmede değişik etkinliklerin istatistiki olarak tanımlanmasına bağlı olarak ve hekimin yetiştiği ekolün bilgi birikimi ve inanışı ile değişkenlik göstermektedir. Yani bir son noktaya giden tek bir yol yoktur ve aynı bulmacalarda olduğu gibi birden fazla yol ve dönemeç aynı son noktaya yani konumuza uyarlarsak sağlıklı bir hamileliğe ulaşabilmektedir. Önemli olan bu yollardan en tehlikesiz ve sağlıklı olanı seçebilmektir. İşte tıpta iyi klinik uygulamalar bu amacı taşıyan yöntemleri tanımlamak için kullanılmaktadır. İnfertilite tedavilerinde iyi klinik uygulama, çiftin sorununu tespit etme ve tedavisini belirlemede çiftin ihtiyacından ne daha azı ne de daha fazlasını yapmak, etkinliği kanıtlanmış minimum yöntemle sorunu en kısa zamanda çözmektir. İyi klinik uygulama, her infertil çifte tüp bebek yapmamaktır. İhtiyacı olmayan çifte aşılama veya tüp bebek önerilmesi kötü klinik uygulamadır. 16 17 başarı öyküsü Artık pusulamız yanımızda. Nereye gidersek gidelim yönümüz Kuzey…. Sinem - Emrah Durmuş çifti, 5 yıllık evliliklerinde uzun ve zorlu bir savaştan galip çıkmışlar. Üç ay önce 3 kilo 400 gr doğan oğluları oğlu Kuzey, Durmuş çiftinin tüm yaşamlarını değiştirmiş. Onlarla bu zorlu süreci, İrenbe ile nasıl tanıştıklarını konuştuk... başarı öyküsü Aşılama da 15–20 gün sürüyor zaten. Aşılamadan olumsuz sonuç çıkınca 2–3 ay kadar ara vermemiz gerektiğini söylemişlerdi ama ben o moral bozukluğunun da etkisiyle 7 ay kadar bir ara verdim. Aşılamanın oranları da düşük çıkmıştı ve bundan ötürü bir daha aşılama yapmak istemediğimi o anda belirttim ben zaten. Aşılamayı normalde 3 kere deniyoruz dediler, ama 3 aşılama ücreti 1 tüp bebek tedavisine denk geliyor hemen hemen. E aşılama yapacağımıza sonra tüp bebek tedavisi yaparız diye düşündüm ve ayrıldım İrenbe’den; 7 ay ara verdim. Sonra da gelip tüp bebek tedavisine başladım. Emrah Bey, siz bu süreç için ne diyorsunuz? Olayın hem maddi yönü hem de manevi yönü var. Hiç uğraşmayacaksınız bence, direkt tüp bebek yöntemini deneyeceksiniz. Bu tedaviler olana kadar eşim deneme tahtasına döndü. Bu süreçte başınıza gelen unutamadığınız ilginç bir olay oldu mu? Bana ilginç gelen insanların bu konudaki bilgisizliği... Etrafımdaki yaşlılardan tüp bebeğin ne olduğunu bilmeyenler vardı. Başka birisinden sperm alındığını sanıyorlar. Bu nedenle pek bahsetmedim kimseye. Bir tek ailelerimiz biliyordu. Bu süreçte bana en garip gelen de şu oldu: Yumurtalar verildikten sonra, 22 tane sağlam yumurta elde edilmiş ve 19’u döllenmiş. Çok sevindirici bir haberdi. Evde neşe içinde bundan bahsediyorum sürekli. Sonra düşündüm; bunu babama anlatıyorum. Babam yumurtlama dönemimi biliyor, adet dönemimi biliyor... Normal bir doğum süreci yaşamış olsaydık böyle bir durum olmayacaktı. Bu düşünceler nedeni ile bir ara içime kapandım. Annem, böyle yapmamam için hemen uyardı beni... Sinem Hanım, İrenbe’ye gelmeden önceki aşamaları anlatır mısınız? Evliliğimizin 6.ayında Devlet Hastanesi’ne gitmiştim. Polikistik over teşhisi koydular. Çocuk olmasında engel olabilir dendi. Ondan sonra birkaç tane doktor denedim. Çok yanlış tedavi uygulandı; 6 ayda 40 kilo aldım. Sonra zaten hayata küsme evresi başladı. Sinir sistemim çöktü adeta. Ailelerinizin tepkisi nasıldı bu sancılı süreçte? Daima destek oldular. Emrah’ın ailesi özellikle, çocuk sahibi olamayacağımızı duyduklarında, “Biz seni ilk gördüğümüzde, bu kızdan güzel torun gelir demedik. Biz seni düşünüyoruz. Her zaman yanındayız” dediler. Her şeyi bana bıraktılar ama ben bu konuya takmıştım zaten. Yumurtaların toplanacağı gün neler oldu peki? Kaç tane embriyo yerleştirildi? O gün acayip heyecanlıydım. Herkes beni neşelendirmeye çalışıyordu. Sonra Nurettin Bey geldi, “22 tane toplamışsın, iyi yetiştirmişsin”dedi. (gülüşmeler). O gün çok mutlu ayrıldım. İrenbe’ye geldikten sonraki tedavi süreci nasıl gelişti? Bir yakınımızın önerisi ile Nurettin bey’den randevu aldım ve randevuya yalnız gittim. Ben artık eski tedavilerden yılmış, yorulmuş bir durumdaydım. Konuşmaya başlar başlamaz, “Bana az ye demeyin çünkü az yiyorum, doktorlar yüzünden böyle oldum. Hamilelerden, çocuklardan nefret ediyorum. Şu an başka çocuk görmek istemiyorum, sadece kendi çocuğumu görmek istiyorum” dedim. Çok fazla tedaviye maruz kaldığımı, çok kilo aldığımı, ilaç tedavisini istemediğimi, tedaviye aşılamayla başlayıp başlayamayacağımızı sordum zaten. Nurettin Bey Sen öyle istiyorsan öyle olsun dedi… Hatta Onun haricinde, “Ben şunu yemem, bunu yemem” diye bir sürü şey söylemiştim. Nurettin beyde bana “Mandalina, portakal yiyemiyorsan yeşilbiber ye, ayni vitamin onda da var” diyerek bana farklı bir yaklaşımda bulundu. İlk sohbetimiz sanki babamla pazara alışverişe gitmişiz de ne alalım ne almayalım şeklinde 18 Kaç gün sonra yerleştirildi embriyolar? konuşuyor gibiydik, çok güzeldi yaklaşımı. Peki, hiç tereddüt ettiniz mi bu tedavi süresince? Bir sürü deneme yapmamız gerekebileceğini hiç düşündünüz mü? Hayır! Aşılama bir kere, tüp bebek bir kere denenecek diye karar vermiştik zaten. Çünkü ben evliliğimin 6. ayında doktora gitmiştim ve o zaman öğrendim çocuğumun olamayacağını. İlk olarak aşılama yapıldığını biliyoruz. Tüp bebek yöntemine geçiş nasıl oldu? Nurettin Bey, yumurtalar kaliteli olursa 5 gün sonra yerleştireceklerini söylemişti. Öyle oldu. Ayrıca Bakanlık, yumurtalar kaliteli olduğunda 3 yumurtaya kadar izin veriyormuş. Nurettin Bey beni uyardı “Bak Sinem yumurtalar kaliteli olduğu için 3’ünün de tutma ihtimali var. Sonradan 3’ü de tutarsa sonlandırmak zorunda kalırız, daha çok üzülürsün”. Ben yine de ısrarlıydım, Bakanlık bana bu hakkı verdiyse 3’ünü de yerleştirelim dedim. (gülüşmeler) Emrah’la da konuşmuşlar ve sonuç olarak 2 tane embriyo yerleştirildi. Ama en kaliteli 9 tanesi de dondurulmuş, yani ilerde tekrar çocuk sahibi olmak istediğimde bu aşamaları direkt atlayıp embriyo yerleştirmeye geçebileceğiz. Bana ilginç gelen insanların bu konudaki bilgisizliği... Etrafımdaki yaşlılardan tüp bebeğin ne olduğunu bilmeyenler vardı. Başka birisinden sperm alındığını sanıyorlar. 19 o kadar korkuyordum ki... Daha sonra Nurettin bey’in odasına çıktık sonucun pozitif olduğunu söyledi ve ben ağlamaya başladım, Nurettin beyin boynuna sarıldım…o günü hiç unutamam.. Ve hemen Alsancak’ta Fenerium mağazasına gittik, tulumlar aldım, sanki oğlum olacağını biliyormuşum gibi… Bende Fenerbahçeli olduğum için… Peki, nasıl geçti hamilelik günleriniz? İlk testen sonra 2-3gün ara ile tekrar gebelik testi yaptırdık, değerlerin yükselmesi gerekiyormuş. Normal hayatıma devam ettim, gayet rahat geçti. Nurettin Bey, “İlk 3 ay evden çıkmazsan, çok fazla hareketli olmazsan iyi olur” demişti. Ben onu biraz abarttım, hiç dışarı çıkmadım. 3 ay bittikten sonra ise hiç durmadım, sürekli gezdim.12. haftaya kadar Nurettin bey beni takip etti. Daha sonra İrenbe’de Gebelik Eğitim Seminerleri yapılıyordu, seminerlere katıldım. İrenbe’de birden fazla doktor olduğu için kendi doktorun yoksa diğer hekimlere gidebiliyorsun. Bende seminerlerden sonra Refik Bey’e devam ettim. Sonrasında neler yaptınız peki? Normal hayatınıza geri mi döndünüz, yoksa yatıp dinlendiniz mi? İlk 2 gün dinlendim. Bana söylenilen, “Normal hayatına devam et, ağır iş yapma” idi. Çok aktivitede bulunmadım, ama hafta sonları temiz hava almak üzere dışarı çıktım. Peki, bekleme süreci nasıldı? Mutluluk, heyecan, tedirginlik? Ben başından beri, hep tutmayacağına hazırladım kendimi. Bundan önceki emeklerimiz ve olumsuz sonuçlardan ötürü hep en kötüyü düşündüm ki sonuç yine olumsuz olursa yıkılmayayım. Evde de karar almıştık; 15 gün boyunca evde bu konuyu hiç konuşmadık. Bir gün dışarı hava almaya çıktım, canımda çok sıkkın, çay bahçesi gibi bir yerde oturdum..çok da kalabalık. Bir kadın geldi yanıma. Hiç boş masa yok, yanına oturabilir miyim dedi. Tabi dedim ben de. Sonra oğlunu çağırdı, Kuzey gel oğlum dedi. Bir çocuk geldi ki ben o aralar hiç çocuklara yanaşmıyorum. O kadar kötüyüm ki, hamilelerden nefret ediyorum, çocuklara yanaşmıyorum falan… Bir de sandviç yedi. O ketçaplar bulaştı oraya buraya falan. Yiyeceğim çocuğu. O akşam eve geldim. Adı Kuzey oluyor dedim ben ve oldu (gülüşmeler) Sonucu öğrenmeye gittiğiniz günden söz eder misiniz? O gün Annem ve eşimle birlikte İrenbe’ye gittik, kan verdik sonuç 2–3 saat sonra çıkacağı için orda beklemek istemedim. Annemler de beni neşelendirmeye çalışıyorlardı. Kıbrıs Şehitlerinde bir pastaneye oturduk, o arada İrenbe’den Hatice hemşire ve arkadaşları geçiyordu. Yarım saat kalmıştı onları görünce, ben bir ağlamaya başladım, durduramıyorum kendimi... Hastaneye gitmek istemedim hiç. Alacağım sonuçtan 20 Kontrolde, bebeğin ters durduğunu fark ettik. Tansiyonum düşük olduğu için çok ağır sporlar yapamıyordum, yürümeyi de sevmiyorum. Bunun üzerine Refik Bey yüzmemi önerdi. Bebeğimin ters duruşunu da düzeltebilecek bir şey olduğundan bahsetti. Bunu duyduktan sonra sürekli yüzdüm. Bundan dolayı mı nedir, banyo yapmaktan bu kadar zevk alan bir çocuk daha görmedim. Duygusal açıdan zor günler geçirdiğinizi söylediniz. Nasıl karşılandınız İrenbe’de? İrenbe’de her şey farklıydı. Ben daha önce doktora gittiğimde, doktor yalnızca alacağım ilaçları söylerdi o kadar. Oysa İrenbe’de, Nurettin beyle başlayan süreç, Refik Bey, Refik Bey olmadığında da Aral Bey benim için doktor değil, moralmotivasyon ekibiydi. Onları gördüğüm zaman bütün sinirlerim gevşiyordu. Sadece onlarla da sınırlı değil elbette. İrenbe’ye girdiğimde güler yüz, ilgi, alaka zemin kattan başlayan bu yaklaşım yukarıda devam ediyor.. O yüzden hastaneye mi geldim eve, aileme mi geldim belli olmuyor. Hamile kaldıktan sonra da doktor-hasta ilişkisinin adeta akraba ilişkisi gibi olması da ayrı bir güven sağlıyordur herhalde... Evet kesinlikle. Doğuma gireceğim, yatıyorum sedyede. Yolda önce kısık sesle Refik Bey, Refik Bey diye seslenmeye başladım. Baktım ses gelmiyor, en sonunda bağırdım artık Refik Bey diye. Hemen seslendi, ben buradayım merak etme dedi ve öylece yatıştım, yoksa adımımı atmayacaktım doğumhaneye. Doğum sırasında zorluk oldu mu? Normal doğum için 41 haftaya kadar bekledik fakat gelmedi. Dolayısıyla sezaryen oldum ve rahat geçti. İnsan, zor elde ettiklerine daha çok değer verir gibi bir görüş var. Kuzey’e yaklaşımınız nasıl? Onu şımartacağınızdan korkuyor musunuz hiç? Hayır, çünkü o konuyu hamileyken çok konuştuk Emrah’la. Tüp bebek olduğu için kendisini ayrıcalıklı hissetmesini istemiyoruz. Gerçi ister istemez şımartılacak Kuzey. Biz şımartmasak ailelerimiz şımartacak, torunları oldu sonuçta. Benden de onu beklediler aslında hep, ama bunu minimumda tutmaya çalışıyorum ben. . “Artık pusulamız yanımızda. Nereye gidersek gidelim yönümüz Kuzey’i gösteriyor. Peki, bunca emekten sonra ikinci çocuğu düşünüyor musunuz? larda ailelerin 2, 3 veya daha fazla tüp bebek denemelerinden sonra bebek sahibi olduklarını okurdum..bir gün sordum İrenbe’deki çalışanlara hep böyle mi olur diye hiç ilk seferde başarılı olan yok mudur diye….onlarda öyle denk gelmiştir özellikle çok mücadele eden hastalara yer veriyoruz, sizin ilk seferde tutarda..o zaman sizlerle röportaj yaparız dediler… böylelikle röportaj sözümü vermiş oldum…nerden nereye… umudunuzu hiç kaybetmeyin… Hayır. Zaten sezaryen olduğu için 2–3 yıl yasak yeni bir hamilelik... Mutlu bir haber de şu, artık doğal yollarla çocuk sahibi olma şansım varmış. Bebek sahibi olmak isteyen ailelere neler önerirsiniz… Fazla vakit kaybetmesinler, evliliklerin ilk yılarında mutlaka çocuk düşünmeseler bile genel kontrollerden geçsinler, daha sonra bazı durumlara geç kalabiliyorsunuz…eğer çocuk sahibi olmaları için Tüp Bebek yaptırmaları gerekiyorsa yaptırsınlar.. hiç başka tedavilerle uğraşmasınlar… Sinem hanım bize ailece vakit ayırdığınız için, yaşadıklarınızı bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.. Bizi Kuzey’le buluşturan, emek veren, destek olan İrenbe ailesine çok çok teşekkür ediyoruz, son olarak ufak bir şeyler söylemek istiyorum… İrenbe’de tedavi sürecinde, bekleme salonunda İrenbe Dergilerinde başarı öykülerini okurdum..genelde yapılan röportaj- 21 büyük bir kısmı erişkin çağa geldiklerinde, HSV-1 ile tanıştıklarını gösterir. Bu durum bu tip enfeksiyonların ne kadar sessiz ve sinsi yayıldığının belgesidir. Virüsün tek doğal kaynağı insan olduğu için erkek ve kızlarda eşit oranda görülür. Enfekte doku ve salgılarla bulaşır. Herpes simpleks virüslerinin en belirgin özelliği, insanda latent duruma geçme özelliğidir. Düzensiz aralıklarla bazı sebeplerle aktif duruma geçebilir. Aktif duruma geçmesine sebepler arasında; stres, gün ışığı, kötü beslenme, travma, direkt enfekte materyal ile temas, direnç düşüklüğü, bakteriyel enfeksiyonlar sayılabilir. Virütik enfeksiyonun ikinci kez aktif duruma geçmesi ile halk arasında yaygın adıyla bilinen uçuk lezyonları ortaya çıkar. HSV-1 enfeksiyonU oldukça bulaşıcıdır ve ciddidir. Ülserlerle ve tükürükle temastan kaçınmanız gerekir, çünkü yoğun bir şekilde virüs içerirler. Tehlikeli Öpücük DİŞ SAĞLIĞI Dr. Ahmet Cesur Diş Hekimi [email protected] 22 Bulunduğu ortamda karşılıksız her türlü gereksinimi karşılanan, güvenli bir ortamda gelişimini sürdüren insan yavrusu, geriye dönüşü olmayan doğum olayı ile birlikte dünyanın, doğanın iyi - kötü ortamı ve yaşam denen yarışın başlamasıyla yeni dengelere doğru yelken açmaya başlar. malara göre % 90’nımızın taşıyıcı olduğu Herpes (uçuk) yani HSV-I virüsü ile kişinin ilk tanışmasında ortaya çıkan klinik tablo ve yaşadıklarımız hakkındadır. Yaşamın ilk 6 ayı ile 6 yaşı arasında yavrularımızın etken virüsle ilk karşılaşmasında görülen, oldukça sıkıntılı günleri hepimize yaşatan bir hastalık. Primer Dengelerin oluşma süreci içinde mik- Akut Herpetik Gingivostomatit, bilimroorganizmalarla tanışma ve fizyolojik sel adıyla bilinen HSV-I virüsünün nefloraların oluşması, aşılar, immün sistem den olduğu ciddi bir enfeksiyon! dediğimiz bağışıklık sistemlerinin oluşması, gelişmesi önemli bir yer tutar. Bu Serum antikor tespitlerine göre, nüfumakale; çoğumuzun, hatta bazı araştır- sun daha önce de belirttiğimiz gibi çok gibi sistemik belirtiler ortaya çıkabilir. 38-40 dereceye kadar yükselen ateş konvülsiyonlara neden olabilir. Ayrıca kusma, diyare ve üst solunum yolları enfeksiyonu da tabloya eklenebilir. Sonraki birkaç gün içinde tüm ağız mukazası ve farenkste küçük veziküller çıkar. Daha sonra veziküller açılarak derin olmayan ülserasyonlara dönüşür. Hastalık yaklaşık 2-3 hafta sonra bağışıklığın da oluşmasıyla iz bırakmadan kendiliğinden geçer. Gingivitis ve lenfadenopati ise biraz daha uzun süre sonra şifa bulur. Ayırıcı tanıda: aftöz ülserler, el-ayak-ağız hastalığı, herpangina, akut ülseratif gingivitis, erytema multiforme ve pemfigusun başlangıç görüntüsüdür. KORUNMA ve TEDAVİ Viral replikasyon ( üreme ) döngüsünün çoğunun, hastanın kendini iyi hissettiği inkübasyon döneminde olması önlem açısından bir olumsuzluktur. Hastada sistemik bir viral enfeksiyonun varlığı anlaşıldığında virüs tüm vücuda yayılmış ve bunu önlemek için de geç kalınmış olmaktadır. Antiviral ilaçlar antibakteriyel ajanlar kadar sık kullanılamazlar. Virüslerin özellikleri hücre içi parazitleri olmaları nedeniyle, kullanılan ilaçlar aynı zamanda konakçı hücre fonksiyonlarına da zarar verebilmektedir. Ancak son zamanlarda virüslere karşı seçici davranabilen antiviraller geliştirilmektedir. Ayrıca konakçının immün fonksiyonlarını arttıran veya düzenleyen kemoterapatik ajanlar viral enfeksiyonun yenilmesinde yardımcı olurlar. Anneden geçen antikorların kaybolmasıyla birlikte yaşamın ilk yıllarında primer enfeksiyon başlayabilir. Bu ilk enfeksiyon, virüsle ilk karşılaşan ve kanlarında hiç antikor bulunmayan kişilerde olur. Bazen ansefariz gibi ağır sistemik hastalıklara da neden olabilir. Özellikle en önemli konulardan biri de yeni doğan ve küçük süt bebekleriyle temastan kaçınmak gerekir. Eğer bulaş olursa bu bebeklerde oldukça ciddi hastalık tabloları ortaya çıkabilir. Herpetik enfeksiyonların tipik lezyonları, virüs tanecikleri ve hücre artıklarının bulunduğu seröz bir sıvı içeren veziküllerdir. Vezikül yırtıldığında virüs serbest kalarak bulaşma görülür. Veziküllü alanların kaşıntılı olması nedeniyle el ile kaşınma sonucunda tırnak dibi ve parmakta herpetik lezyonlar görülebilir. Primer Akut Herpetik Gingivostomatit enfeksiyonlarında en olağan klinik görünüm; ağız içinde, damakta, dilde, dişetinde kısaca hareketli, sabit, keratinize, nonkeratinize tüm ağız içi dokularında, dudaklar ve ağız çevresinde yaygın veziküllerin oluşmasıdır. Etkilenen mukoza kırmızı ve ödemlidir. Bazen bu ilk lezyonlar bademcikler üzerinde ortaya çıkarak bakteriyel bir anjin ile karışabilir. Başlangıçta veziküller 3-4 mm çapında etrafı kırmızı bir sınırla çevrili ağrılı lezyonlardır. Veziküllerin yırtılmasıyla psödomembran oluşur ve membran kalkarsa ağrılı ülserasyonlar meydana gelir. Ülserler iz bırakmadan yaklaşık iki haftada iyileşir. Hastalığın 3-5 günlük , belirti vermeyen kuluçka dönemi vardır. Sonrası ise ağız ve boğaz ağrısı, dişeti ve damakta kanamalar, ağız kokusu, ülserasyon ve ağrıya bağlı olarak yemede ve içmede zorluk, ağızdan salya akması, gibi belirtiler vardır. Ayrıca iki taraflı servikal lenfadenopati, ateş, halsizlik, irritabilite 23 Ülkemizde de kullanılan asiklovir, interferon ve zovidan bu grup ilaçlardandır. Asiklovir lokal ve sistemik olarak kullanılabilir. Eğer çocuğunuzda Primer Akut Herpetik Gingivostomatit teşhisi kesinse hareket şekliniz şu şekilde olmalıdır: Tedavi genelde semptomatiktir Tedavinin amacı, ağrı, ateş ve sıvı kaybına karşı çocuğu korumak ve konforunu sağlamaktır. Ortaya çıkan klinik tablonun ciddiyetine göre sekonder enfeksiyonlardan korunma amacıyla antibiyoterapi gerekebilir. Tedavi amaçlı antibiyotik verilmez. Yemeklerden önce topikal anestezikler kullanılabilir. Ağız antiseptikleri ise lokal hijyeni sağlamak için kullanılabilir. Ağrıyı azaltmak için yaygın olan bir metot da antihistaminik bir preparatla antiasit bir preparatı eşit oranda karıştırarak ağzı çalkalamak ve yutmadan tükürmektir. Bu şekilde ülserlerin üstünü kaplamak ağız içi konforu bir miktar arttırır. Eğer çocuğunuz karışımı yutarsa, antihistaminiğin dozajının aşırı olmadığından emin olmalısınız. Çocuklara ağrılarını hafifletmek için, ibuprofen veya acetaminofen (parasetamol ) verilebilir. Asla aspirin vermeyin. Eğer aspirin alerjisi, mide ve böbrek problemleri varsa ibuprofen de vermemelisiniz. 24 Aslında ağzını tuzlu su ile gargara yapması veya yıkaması bile rahatlatabilir. Çocuğunuza serin içecekler verin. Bu bile hafif bir uyuşukluk yaparak çocuğunuzu sakinleştirebilir. Süt ve sütlü içecekler, su gibi saf sıvılar bu iş için iyi seçimlerdir. Portakal, greyfurt suları, soda, limonata gibi asitli ve gazlı içecekler ise tercih edilmemelidir. Bu ve benzeri içecekler çocuğunuzun ağzını daha fazla incitecektir. Bazı ebeveynler çocuğa vitamin gereksinimine karşı bu gıdalara hatalı olarak yönelebilmektedirler. Eğer çocuğunuzun dudaklarında ve dilinde de yaygın ülserasyonlar oluşmuşsa sıvıları bir kamış yardımıyla da içmek daha uygun olabilir. Çocuğunuz ağzının içi düzelinceye kadar katı gıdaları alamayacaktır. O nedenle yumuşak gıdalarla gıda gereksinimini sağlamalısınız. En iyi seçimler, bebek mamaları, püre haline getirilmiş patates, haşlanmış yumuşak meyve püreleri özellikle elma püresi, yoğurt ve puding. Çocuğunuz tuzlu, baharatlı ve sert gıdalar alamaz. Her gıda alımından sonra çocuğunuz ağzını ılığa yakın bir suyla çalkalamalıdır. Kendi ve çocuğunuzun ellerini sıkça yıkayın. Bu özellikle yemek hazırlarken, gıda alımı sırasında ve hatta yatak odasını hazırlarken önemlidir. Çocuğunuz oynarken ağzına götürdüğü oyuncaklarını oyun öncesi ve sonrası yıkayın. ayrı bir yerde tutun ve bu yolla bulaşmayı engelleyin. Yeme, içme kapları ve benzeri malzemelerle bulaşı önlemek için de hijyen kurallarına uyulmalıdır. Emzik ve biberonlarda sterilizasyon uygulanmalıdır. Çocuğunuzda şu belirtileri görürseniz önemseyin: Çocuğunuz rahat bir şekilde içemez ve yutamazsa, ağzından kan ve püy benzeri seröz bir akıntı gelirse, ateşi 38 derceyi aşıyorsa, çocuğunuz daha kolay irrite olabiliyor ve ağlaması durmuyorsa dikkat edin. Bunlara ek olarak; çocuğunuz sıvı alamadığı için su kaybı belirtileri başladıysa, ki dehidrate çocukta şu belirtiler ortaya çıkar: 8 sat geçmesine rağmen idrar çıkışı çok az veya yoktur, ağladığında gözyaşı yoktur, dudakları kuru ve çatlak, çocuk zayıflamış ve güçsüz görüntüde olup uyanması zordur. Bu durumda mutlaka bir tıbbi yardım alınmalıdır. HSV enfeksiyonlarının çok yaygın ve neden olduğu hastalıklar ağır seyirli olmasına rağmen, korunmak için henüz özel bir yöntem yoktur denilebilir. HSV-1 aşılarının korunmada faydalı olabileceği gösterilmiş olmasına rağmen, çalışmaların, henüz gelinen nokta, araştırmaların devam etmesinin gerekliliği yönündedir. Sağlık personelinin enfekte kişilerle temasında dikkatli olması gerekmektedir. Hastalığın yayılmasında etkili bir rol oynayabilirler. Ayrıca bağışıklık yetmezliği olanlar; gebeler, altı ay-altı yaş grubu çocuklar ve seronegatif olan bireyler risk gruplarını oluştururlar Son söz olarak özetlemek gerekirse; bu enfeksiyon oldukça bulaşıcıdır ve ciddidir. Ülserlerle ve tükürükle temastan kaçınmanız gerekir, çünkü yoğun bir şekilde virüs içerirler. Semptomlar genellikle enfekte kişiyle temastan yaklaşık 2 ila 12 gün içinde gelişir, artar. Bu tip enfeksiyonların problemlerinden biri de virus kalıntısı haftalarca, aylarca kişi iyileşse bile etkisinin devamlı olmasıdır. Toplumsal olarak duygusal bir yapıda olmamız ve sevgimizi sarılarak ve öperek gösterme alışkanlıklarımız bazen tehlikeli olabilmekte. Özellikle küçük çocuklara karşı sevgi gösterirken, sevgi dolu öpücüklerimizin aslında gizli tehlike taşıyan araç olmamalarına özen gösterelim. Tehlikeli öpücüklere dikkat edelim. Virüsün yayılmasını önlemek için çocuğunuzun diş fırçasını 25 Kadın Sağlığı; MENOPOZ Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar Kalp Damar Hastalıkları Uzmanı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı [email protected] Menopoz sonrası dönemde HİPERTANSİYON 2-3 hafta tuzsuz yedikten sonra alıştığımızı, daha sonra tuzlu yiyeceklerden hoşlanmadığımızı fark edeceğiz. Yemekleri limon, baharat, soğan, sarımsak, sirke ile tatlandırmak için yeterli olacaktır. Hipertansiyon ve kalp hastalıkları arasında bir bağlantı olduğu, kalp krizi ve inmeden (felç) korunmak için kan basıncının normal sınırlarda olması gerektiği bilinmektedir. Hipertansiyonda komplikasyonlara bağlı olarak bazı şikayetler ve bulgular; baş ağrısı, burun kanaması, baş dönmesi, kulak çınlaması, bilinç bulanıklığı ve göz damarlarında kanama görülebilir. Toplumda sık rastlanmasına rağmen, kadınlardaki yüksek tansiyonun üzerinde, erkeklere göre daha az durulduğu saptanmıştır. Erkeklerde gençlik ve orta yaşlılık dönemlerinde sistolik ve diyastolik kan basınçları daha yüksek iken, kadınlarda yaş ilerledikçe erkeklerden daha yüksek olmaya başlar. Menopoz sonrasında, üreme hormonlarının azalıp kaybolması ile yüksek tansiyon ve kalp hastalığı görülme sıklığı da artar. ¹ ² Framingham Kalp Çalışmasının son verileri de, 55 yaşında normal tansiyonlu olan kişilerde, yaşam boyunca hipertansiyon gelişme riskinin %90 olduğunu göstermektedir. ³ Menopoz öncesi kalp ve beyin ile ilgili hastalıklar daha az görülürken, 50 yaş üzerinde giderek artmaktadır. Kısmen yaş ile 26 açıklanırken menopoz sonrası gelişen östrojen eksikliği artan kabuklu patates, avokado, kabak gibi.. kardiovasküler hastalık gelişiminde önemli rol oynar. Bu dö- • Ayrıca bu besinlerin antioksidan özellikleri; örneğin vitamin nemde östrojen eksikliği, damarın iç yüzünü örten hücrelerin C ve E, kalp hastalıklarını önlemede önemli bir role sahiptir. fonksiyonunu bozarak ve esnekliğini azaltarak sistolik kan ba• Kalsiyum ve magnezyum takviyesinin kan basıncı düşürüsıncı artışına neden olur. ¹ Menopoz; kardiovasküler ve hipercü etkisi ise tartışmalıdır. tansiyon için önemli bir risk faktörüdür. Tuz: 1 çay kaşığı tuzdan (6.5 gr ağırlığında olup 2300 mg’ı ÖLÇÜM yani %40‘ı sodyum) daha fazlası tüketilmemelidir. Aldığımız Dijital olarak koldan tansiyon ölçen cihazlar (bilekten değil) yiyeceklerin etiketlerinde sodyum miktarını görebiliriz. 1 gr ise daha kolay ve güvenle kullanılabilir. Evde sistolik ve diyas- sodyumun 2.5 gr tuza eşit olduğunu hatırlayarak etikette okutolik kan basıncının ölçüm değerleri >135/85 mmHg ise sağlık duğumuz sodyumu 2.5 ile çarparak tuz miktarını bulabiliriz. ünitelerinde ölçülen >140/90 mmHg kan basıncına eş değer Tuzun miktarı kan basıncını doğrudan etkiler, ne kadar fazla riski gösterir. Evde ölçüm değerleri daha düşük olmalıdır. Öl- tüketirsek kan basıncı da o kadar fazla artacak, içindeki sodçümden 30 dakika önce, çay, kahve, sigara ve egzersiz bırakıl- yum nedeni ile de vücutta sıvı birikimine ve ayak billeklerinde mış, idrara çıkılmış olmalı; kol, sırt geriye dayalı oturma pozis- şişmeye neden olacaktır. Bu kural sadece tansiyonu yüksek yonunda kalp hizasında tutulmalı ve kan basıncı ölçümünden olanlar için değil normal olanlar için de geçerlidir. Ayrıca çok fazla miktarda alınan tuz, kemik erimesi (osteoporozis), astım, önce 5 dakika kadar dinlenilmiş olunmalıdır. böbrek hastalığı ve mide kanseri ile de yakından ilgilidir. TuYaşam tarzında yapılacak değişiklikler tansiyonun yükselmezun kısıtlı olması, sıklıkla tüketilen günlük tuzun 5-6 gr’dan sini önleyebilir, başlamasını geciktirebilir veya ilaç tedavisinde az olması önemlidir. Bunun için üç öneriye dikkat edilmesi ilaç ihtiyacını azaltabilir. Menopoz sonrası kan basıncı yükyeterli olur; selmesi, sıklıkla kan şekeri ve yağlarının metabolizmasındaki bozulmalarla da birliktedir. Kan basıncı yükselmesi menstrüasyonun kesilmesinden heYeme alışkanlığında yavaş yamen sonra görülmez ve gelişimi bir kaç yıl içinde olur. Şişmanvaş bir değişiklik, sebze ve meylık veya yakın zamandaki kilo artışı yeni başlayan hipertansiyonun %70 sorumlusudur. Hipertansiyon için, kilo almanın ve alımını artırış, günde 30 dışında vücuttaki yağ dokusunun dağılımı da önemlidir. Bel dakika kadar fiziksel aktiviteyi çevresinin genişlemesi (veya belin kalçaya oranında artış) artırmak önemli yararlar sağ-android yağ dağılımı- hipertansiyon ve kardiovasküler hastalık gelişimi için risk faktörlerindendir. Kilo alımına, android lamaktadır. tipte vücut yağlanmasına, hormon eksikiğine ilaveten, RAAS (Renin anjiyotensin aldosteron sistemi) aktivasyonu, tuza duyarlık, leptinin negatif etkisi, androjen hormonun nisbi artı- • Yemek masasına tuzluk getirilmemeli (deniz tuzu, kaya tuzu şı ve troid fonksiyonlarındaki değişikliklerin ve yaşın da rolü da benzer özelliktedir, ayrıca ketçap ve soya sosunda da tuz vardır. miktarı yüksektir), YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİĞİ • Yemek pişirirken ekleme yapılmamalı, • Tuz ilave edilmiş olan hazır yiyeceklerden kaçınılmalıdır. • Meyve/sebze tüketimini artırmak (DASH diyeti) • Tuz tüketimini azaltmak Tuz oranı yüksek olan yiyecekler için örnekler; ekmek, kahvaltıdaki tahıl ürünleri, hazır etler (sosis) ve çorbaları, bazı resto• Fiziksel aktiviteyi artırmak ranların alışkanlıkları sayılabilir. • Kilo vermek (ve kilonun korunması) Benzer tadı veren potasyum klorürlü tuzda, potasyum sod• Aşırı alkol tüketimini azaltmak yumdan daha fazladır, tuzsuz yemekte zorlananlar için bir • Sigarayı bırakmak seçenek olabilir fakat böbrek hastalıklarında dikkatli olmak • Doymuş ve toplam yağ tüketimini azaltmak 4 gerekir. DASH Diyeti (Hipertansiyonu durdurmak için uygulanan diAslında yediğimiz pek çok yiyecekte de tuz mevcuttur; havuç, yet): uygulamasından 2 hafta sonra tansiyon düşmeye başlar. et, süt, balık, deniz sahilinde yetişen yiyecekler gibi. Taze veya Bu diyet; taze meyve, sebze, az yağlı süt ve süt ürünleri, doydondurulmuş yiyecekler, konserve ve fast food yiyeceklere termuş yağ ve kolesterolden az miktarlarda beslenme şeklidir. cih edilmelidir. • Meyve ve sebze iyi birer doğal potasyum kaynağıdır. Bu da sodyum ve tuzun tersine kan basıncını düşürücü bir etkiye 2-3 hafta tuzsuz yedikten sonra alıştığımızı, daha sonra tuzsahiptir. Tuz oranları düşüktür, az miktarda yağ içerirler, lif lu yiyeceklerden hoşlanmadığımızı fark edeceğiz. Yemekleri limon, baharat, soğan, sarımsak, sirke ile tatlandırmak için açısından ise zengin birer kaynaktırlar. yeterli olacaktır. • Bir kısmının potasyum içerikleri ise daha fazladır; muz, kurutulmuş meyve, kavun, portakal, domates, fırında pişmiş Fiziksel Aktivite; kan basıncını düşürmede önemlidir. 27 Öneriler; • Dayanıklık kazandırıcı türde olmalı (yürüme, uzun mesafeli koşu, yüzme). • Düzenli olarak, haftada 5 gün/her gün 30-45 dakika süreyle orta dereceli egzersiz yapılmalı. Günde 30-60 dakika orta yoğunluktaki dinamik egzersiz (yürüyüş, yüzme gibi), haftada 4-7 gün yapıldığında sistolik kan basıncının 10.3 mmHg, diyastolik kan basıncının 7.5 mmHg düştüğü gösterilmiştir. Daha yoğun egzersiz ile daha fazla düşmemektedir. Tempolu yürüme, yüzme, bisiklete binme, dans, koşma, tenis gibi aktivitelerin hepsi de kalp ve solunum sistemimizi güçlendirecek ve tansiyonumuzu düşürecektir. Fiziksel aktivitenin pek çok faydasının yanında kalp hastalığı ve inmenin azaltılmasına da katkısı bilinmektedir. • Kan basıncının düşürülmesi veya normalse yükselmesinin önlenmesi ile iyi huylu kolesterolü artırması kalp ve damar hastalıklarından korur. • İyi huylu kolesterolü artırarak kalp ve damar hastalıklarından korur. • Kilo vermemize veya verdikten sonra onu korumamıza yardım ederek tansiyonun yükselmesini önler. • Şeker hastası olmayı önleyebilir veya var ise kontrolünü kolaylaştırabilir. Aktivitemizi artırdığımızda ilk 2.5 ayda kan basıncının düştüğünü fark edebiliriz. Aktiviteyi bu seviyede tuttuğumuz süre içinde de bu kan basıncı düzeyini devam ettirebiliriz. Fiziksel aktiviteye başlamadan önce; kan basıncının normal sı- nırlara düşürülmesi, koroner kalp hastalığı, diyabet, solunum sistemi hastalığı var ise bunların kontrol edilmesi gerekir. Kan basıncı yüksek olanlarda ise kaçınılması istenen aktiviteler; ağırlık kaldırmak ve squash gibi sporlardır. Aktivite sırasında hafifçe terleyebiliriz fakat soluğumuz konuşabilmemizi önlememelidir. Böylece günde 150-180 kalori yakar, yılda ise 6-12 kg verebilliriz. Böylece biraz aktif olarak, hayatımızda büyük farklar yaratabiliriz. Giderek günlük 30 dakikalık süreyi 3-10‘ar dakika artırabiliriz. Eğer kilo kaybetmek veya kaybettiğimiz kiloyu korumak istiyorsak her gün 45-60 dakika yürümeliyiz. Ayrıca merdiven çıkma, yokuşta yürüme, yoga, pilates ve bahçede çalışma da kaslarımızı güçlendirecektir. Aktiviteleri çeşitlendirmek sıkılmamızı önler, devamını kolaylaştırır. Adımlarımızı saymak istersek pedometre ile hergün 10.000 olacak şekilde yürümeliyiz. Kilo Verme: Rutin olarak bel çevresi ve kilo ölçülmelidir. Hipertansiyonu önlemek veya kan basıncını azaltmak için vücut kitle indeksi (VKİ) 18.5-24.9 kg/m2, bel çevresi kadınlarda <88 cm olmalıdır. Bunun için de yaşam tarzı değişikliği çok önemlidir. Kilo vermenin kan basıncı üzerine etkisi; 5.1 kg kaybedilmesiyle sağlanan ortalama sistolik ve diyastolik kan basıncı düşüşleri 4.4 mmHg/3.6 mmHg olarak bulunmuştur. Fazla alkol almanın kan basıncını artırdığı bilinmektedir. Bu etki, az miktarlarda alkol tüketildiğinde görülmemektedir. • Bir seferde aşırı miktarda alkol alımı ile inme riskinde artış arasında ilişki bulunmuştur. • Alkol, antihipertansif ilaçların etkisini azaltır. • Fazla alkol tüketenler alkol kullanımını aniden kestiklerinde kan basıncında yükselme görülebilir. (Hafta sonu içenlerde, hafta başında hipertansiyon tanısı konabilir) • Alkol kullanımının azaltılmasının, sistolik ve diyastolik kan basınçlarında anlamlı düşüşler sağladığını göstermiştir. Alkol, sağlıklı kişilerde günde 2 içkiden az olmalıdır ve kadınlarda haftada 9 (erkeklerde 12) birimi geçmemelidir. Alkol birimine örnekler; viski 43 ml (%40 alkol), şarap 150 ml. (%12 alkol), bira 341 ml (%5 alkol). Sigarayı Bırakma • Tek bir sigara içildikten sonra bile, kan basıncında ve kalp hızında 15 dakikadan uzun süren ani artış meydana gelir. • Sigara içenlerde gündüz kan basıncı değerlerinin sigara içmeyenlere göre yüksek olduğu ve kan basıncındaki artışın içilen sigara miktarı ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Sonuç: Hormon replasman tedavisi, kemik kırıkları ve kolon kanserinde azalmada yarar sağlarken, koroner kalp hastalıklarında, felç ve tromboembolizmde göğüs kanseri ve safra kesesi hastalıklarında ve 65 yaş üzerindeki kadınlarda unutkanlıkta artış göstermesi üzerine; hormon replasman tedavisi kalp damar hastalıklarından korunmak amacı ile önerilmemektedir. Aşırı kilolu hipertansiflerde kilo verilmesi tedavide etkilidir. Kilo azalması hipertansiyon, kan glikozu ve lipid metabolizması üzerinde etkilidir. Yeme alışkanlığında yavaş yavaş bir değişiklik, sebze ve meyve alımını artırış, günde 30 dakika kadar fiziksel aktiviteyi artırmak önemli yararlar sağlamaktadır. Düzenli olarak kan basıncı kontrolü, az tuzlu (günde 6 gr dan az), az yağlı, bol sebze meyve (en az 5’er porsiyon), aktif olma (haftada en az 5 gün 30 dk aktivite), alkol tüketiminin sınırlanması, kilonun kontrolü, sigarayı bırakıp stresi yönetmek önemlidir. Böylece kalp krizini, felci ve damarlardaki kanın pıhtılaşma riskini azaltmak mümkün olacaktır. TANSİYONUN YÜKSELMESİNİ ÖNLEMEK İÇİN 10 kg kaybedersek kısaca 5-10 mmHg sistolik kan basıncı düşecektir. Diğer tedbirlerle birlikte daha da fazla düştüğünü görmek mümkün olacaktır. Fazla kilo ile birlike şeker, kalp ve UYGULANAN DİYET (DASH DİYETİ) YİYECEK GRUBU YİYECEK GRUBUNA ÖRNEK GÜNLÜK PORSİYON GÜNLÜK İHTİYAÇ 1 PORSİYON TAHIL Ekmek, Pilav, Makarna 7-8 Enerji kaynağının ve liflerin önemli kısmı 1 dilim ekmek, 8 yemek kaşığı yulaf, pliav, makarna SEBZE Bezelye, Brokoli, Havuç, Salatalık, Pırasa, Soğan, Patates, Ispanak, Domates, Turp 4-5 Potasyum, Magnezyum, Lif 1 kase çiğ sebze ½ kase pişmiş sebze, ¾ kase sebze suyu MEYVE Elma, Kayısı, Muz, Hurma, Üzüm, Greyfurt, Kavun, Şeftali, Armut, Ananas, Erik, Portakal, Kuru üzüm, Çilek 4-5 Potasyum, Magnezyum, Lif 1 orta boy meyve, ¾ kase meyve suyu, ¼ kase kuru meyve, ½ kase taze, donmuş veya konserve meyve AZ YAĞLI SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ Yağsız veya %1 az yağlı süt, az yağlı yoğurt, peynir 2-3 Kalsiyum, Protein Bardak süt, ¾ kase yoğurt, 45 gr peynir ET, TAVUK, BALIK Görünen yağlardan temizlenmiş kırmızı et, derisiz tavuk, balık, kaynamış ızgara 2 veya daha az Proteinden ve Magnezyumdan zengin 90 gr pişmiş et, tavuk, balık KURU ÇEREZ Badem, Ceviz, Fıstık, Fındık, Antep fıstığı, Ayçiçeği çekirdeği Haftada 4-5 Enerji, Magnezyum, Potasyum, Protein ve Lif kaynağı ⅓ kase kabuklu çerez, 2 yemek kaşığı ayçiçek çekirdeği, 1 kase : 16 kaşık : 200gr. 28 Stres: Gevşeme teknikleri ile stresi yönetmek de kan basıncının düşürülmesine katkıda bulunur. kanser hastası olma riski de artmaktadır. 1. JACC 2006 47 50S-8S 2. Eurepean Endocrine Disease 2006 3. JAMA. 2002;287:1003-10 4. 2007 ESH/ESC 29 İNTERNET ve TIP Doç. Dr. Güven Aslan Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı [email protected] Hastalar için İNTERNET ve TIP Tıbbi konularda internette yardım almak çok yararlı olmakla birlikte kullanıcıların da azami dikkat etmeleri gerekmektedir. İnternet her konuda olduğu gibi sağlık alanında da önemli gelişmeler yarattı. Tıbbi kaynaklara internetle ulaşmak herkes için kolaylaşmış durumdadır. İnternet, sağlık alanında özellikle halk sağlığı konusunda topluma büyük hizmetler verebilecek bir potansiyele sahiptir. Hastalık, ilaç, doktor veya hastaneler konusunda bilgiler herkes tarafindan kolayca bulunabilmekte, koruyucu sağlik hizmetlerinin herkes tarafindan bilinmesi kolaylaşmaktadır. Hastaların beklentİlerİ ve İnternet’İn kullanım alanları İnternet sayesinde dünyanın herhangi bir yerindeki bir doktor ile ziyaretçiler buluşabilmektedir. 2001 yılında ABD’ de 3 milyon kişinin internette sağlık sorunlarına yönelik bir uzmanla temasa geçtiği bilinmektedir. Ülkemizde de internetin yaygınlaşmasıyla birlikte sağlık alanındaki sitelere başvuran kişilerin sayısı belirgin ölçüde artış göstermektedir. Hastaların büyük bölümü, çok yoğun olan hastane prosedürleri, maddi kaygıları göz önüne alarak e-mail ile çözülebilecek bir sorun için hekimlerin muayenehanelerinde beklemek istememektedir. Telefon görüşmeleri de hem hekimler için hem de hastalar için her zaman pratik olamamaktadır. Elektronik posta yoluyla randevu düzenlenmesi; hekim veya sağlık kuruluşlarının web siteleri yoluyla randevu almak, randevu tarihini 30 değiştirmek artık mümkündür. Bu durum hastalar için büyük SAĞLIKLA İLGİLİ ONLİNE SİTELER kolaylık sağlamakta hekimlerin iş yükü ve günlük telefon göHekimlerin oluşturduğu sağlık siteleri genel olarak enforrüşmelerinde belirgin azalmaya yol açmaktadır. masyonel ve interaktif siteler olmak üzere 2 kategoriye ayrılYapılan araştırmalarda hastaların her türlü koruyucu sağlık maktadır. Enformasyonel siteler genelde doktorların tedavi hizmetleri ile ilgili online bilgi, duyurular, ve hatırlatma almak uygulamalarına, belirli hastalıkların tanı ve tedavisine yönelik istedikleri de ortaya çıkmıştır. Ayrıca hekim muayenesi sonra- seçenekleri anlatan bilgilerin yer aldığı sitelerdir (Örn: AMA sı takip ve kontrol hatırlatmalarının da e-mail yolu ile yapılma- Doctor Finder http://www.ama-assn.org/go/doctorfinder) İnteraktif siteler ise belirli bir sağlık sorunu hakkında spesifik sını talep etmektedirler. bilgi vermek için forumlar oluşturmaktadır. Bu sitelerde dokHastaların bir bölümü ikinci görüş almak için de internet sitetorlar spesifik alan ve konularda görüşlerini belirterek katılırlar, lerine başvurmaktadır. Örneğin www.clevelandclinic.org gibi e-mail ve adres verilebilir ve hastalar hekimlere ulaşabilir. Bu sitelerde hastalar tıbbi bilgilerini online olarak girmek kaydıyla sitelerin bir kısmında tıbbi bilgiden ziyade hekimlerden veya gerekli tetkikleri sunduktan sonra hastalara elektronik posta merkezlerden ilgili konuda muayene veya tedavi randevusu da ile hastalığı ile ilgili görüş gönderilmektedir. Bu görüşler istenalınabilmektedir. Bu anlamda www.irenbe.com hem enfordiği takdirde hastanın ilk doktoruna da gönderilmektedir. masyonel hem de interaktif site özelliği taşımaktadır. Hekim sitelerinde ayrıca online ve interaktif tartışmalar ve foDİKKAT EDİLMESİ GEREKEN KONULAR rumlar da düzenlenebilmektedir. Bazı hekimler önceden ilan etttikleri saatlerde interaktif olarak hastalarla birebir diyaloga İnternette sağlık alanında yazılı bilgiler ilaç firmaları, resmi geçebilmekte ve çeşitli konularda hastaların tıbbi problemleri- sağlık siteleri, tıp mensuplarının yazılı kaynakları gibi standart sayılabilecek verilerin yanı sıra bu grupların dışındaki kayni çözmeye çalışmaktadırlar. naklardan, standart dışı bilgiler de kullanıma sunulmaktadır. Bazı sitelerde online olarak ilaç önerildiği de olmaktadır. Bu Tüketicilerin bir bölümünün bu kaynakları da kullandığı bisitelerde özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde uzmanlık linmektedir. diploması olan hekimler tarafından hastalıkların derecesine göre özellikle ciddi hastalıklar dışındaki konularda online re- İnternetteki web sitelerinin güvenilirliği ve kalitesi de değişkenlik göstermektedir. Güncel olmayan, kontrolsüz bilgiler çete önerileri de yapılmaktadır. içeren siteler de yer alabilmektedir. Bazı siteler ticari kaygı ve İnternette özellikle cinsel sağlık alanında olmak üzere çeşitli yönlendirme içeriyor da olabilir. Bu siteleri ziyaretçilerin tam ilaçların online satışı da yapılmaktadır. Burada satılan ilaçlaolarak değerlendirebilmesi ve karar verebilmesi her zaman rın ekonomik olarak daha ucuz olduğu dikkate alınmaktadır. mümkün olamamaktadır. İnternet ortamında yer alan sağlık Bununla birlikte tedavi etkinliği kesinleşmemiş, ruhsatsız, desitelerine ilişkin yapılan çalışmalar, sitelerin büyük oranda neysel ve bazen hastalar için zararlı olabilecek çeşitli tedaviler eksikleri olduğunu, tam olmayan, yanlış anlaşılmaya müsait de satışa sunulmaktadır. bilgiler verdiğini ve birçoğunda yönlendirme içerdiklerini gösİnternet sitelerinin yaygın kullanılması hastaların bu sitelerden termektedir. aynı oranda memnun oldukları anlamına da gelmemektedir. Online ziyaretçileri ve hekimleri korumak amacıyla özellikle Hastaların en önemli beklentilerinden biri de kendi hekimleri ABD’de internet sitelerine çeşitli standartlar getirilmektedir. ile interaktif veya e-mail yolu ile görüşmektir. Hekimlerin herHekimler internet sitelerindeki görüşlerini anlatırken ticari, hangi bir sebeple bu diyalogdan uzak durmaları hastaları için şahsi ilişki ve çıkar ilişki belgesini açıklamak zorundadırlar. hayal kırıklığı yaratmaktadır. Online ziyaretçileri korumak amacıyla internet sitelerinin akİnternetin hastalar için bir diğer faydası da aynı hastalığa yaka- reditasyonu yapılmakta, akredite olan siteler tavsiye edilmekte lanan kişilerle bağlantıya geçebilir, ortak web siteleri yapabilir, ve daha çok ziyaretçi almaktadırlar. Günümüzde pek çok sidernekler ve chat odalarında sohbet edebilirsiniz. Belirli has- tede ‘yasal uyarı’, ‘disclaimer’ olarak adlandırılan yazılı bilgiler talıkla ilgili yeni ve deneysel tedaviler hakkında bilgi sahibi ola- ile, sitenin amacını, gizlilik ve sorumluluk sınırlarını açıklayan bilirsiniz. Örneğin ülkemizde www.diabetcemiyeti.org Diabet bilgiler verilmektedir. Cemiyeti, Türkiye Multiple Skleroz Derneği gibi dernekler İnternette sağlıkla ilgili on binlerce site yer almaktadır. Bu siveya toplulukların web sitelerinde bu çeşit aktiviteler düzentelerde astımdan, çeşitli güzellik konularına değin tüm sağlık lenmektedir. alanında bilgiler yer almaktadır. Hekimlerle sohbet etmek ve İnternet ve tıptaki en güncel konulardan biri de ‘telemedicine’dır. çeşitli konularda yazışmak mümkündür. Ancak şu unutulmaÖzellikle kalp hastalığı veya kronik kastalığı olan kişilerde cep malıdır ki hekimler ancak ifade edilen yakınmaları dikkate telefonu ile alınan bilgilerin internet ortamında değerlendiri- alarak tanı koymakta, hasta ile sözlü temas etmeden, stetoslip kendisine yardım ulaştırılmasını hedefleyen sistemlerdir. kop ile dinlemeden, muayene etmeden, hastanın tansiyonuWAP üzerinden iletilen kan basıncı, EKG, kalp ritmi gibi bil- nu bile ölçmeden tanı koymaya çalışmaktadırlar. İnternetin giler server üzerinden bilgisayara aktarılmakta, data transfor- hiçbir zaman normal bir doktor konsültasyonunun yerini tumasyonu ile ilgili hekim tarafından hemen değerlendirilebil- tamayacağı unutulmamalıdır. Tıbbi konularda internette yarmektedir. Burada bilginin acil durumuna göre kişiye hemen dım almak çok yararlı olmakla birlikte kullanıcıların da azami tıbbi destek gönderilebilmektedir. dikkat etmeleri gerekmektedir. Herhangi bir kimse web sitesi 31 Bazen internetteki bilgiler sizde kafa karışıklığı, yanlış tedavi yönlendirmesi ile sonuçlanabilir. Bazen sizi tedavi eden doktorunuzun tedavisi ile internette bahsedilen tedaviler arasında uyumsuzluk olabilir. kurabilir ve düzenleyebilir. Bazen internetteki bilgiler sizde kafa karışıklığı, yanlış tedavi yönlendirmesi ile sonuçlanabilir. Bazen sizi tedavi eden doktorunuzun tedavisi ile internette bahsedilen tedaviler arasında uyumsuzluk olabilir. Hekimler de sürekli hızlı bilgi edinme sürecine ayak uydurmak zorundadırlar. Bilgilerin güncel olmadığı durumlarda hastalar için güvensizlik doğurabileceğinden, hekimin o hastalıkla ilgili görüşlerin, mevcut tedavi seçeneklerinin tamamını biliyor ve hastaya anlatabiliyor olması gerekmektedir. İnternette bir bilgi okunurken şu sorular sorulmalıdır. Hangi bilgi kaynakları kullanılmıştır? Bu bilgiler tıbbi dergilerde yayınlanmış bilgileri mi içeriyor? Literatür atfı var mı? Bu bilgiyi kim, hangi sağlık kuruluşu yazmıştır? Sitenin sahibi veya sponsoru kimdir? Sitedeki bilgiler nasıl güncellenmektedir? 32 Sitenin en son güncelleme tarihi ne zamandır? Özellikle cinsel sağlık alanı olmak üzere internette doğrudan satışı yapılan ilaç ve çeşitli tedavi uygulamalarını hekime danışmadan kullanmayınız. SONUÇ Günümüzde tüketiciler sağlık alanında bilgilere genellikle internet aracılığıyla ulaşmaktadırlar. Burada sağlık sisteminin yetersizliği nedeniyle yeterli bilgilendirmenin tatminkar ölçüde yapılamaması önemli bir sebeptir. Bunun yanında ilaç veya sağlık alanında yenilik ve malzeme üreticileri de ürün tanıtımı kapsamında sağlık bilgileri veren internet araçlarını kulanmaktadırlar. İlaçların yan etkilerine dair prospektüs bilgileri de dahil olmak üzere çok çeşitli ilaç bilgileri internetten ulaşılabilir durumdadır. Şunu kesin olarak belirtmek gerekir ki internette tüm alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da çok geniş bilgi ağı mevcuttur. Bu bilgilerin kalitesini değerlendirmek ve doğruluğunu bilebilmek internet kullanıcıları için önemli bir tartışmayı da beraberinde getirmektedir. Sağlıkla ilgili konularda internetin güvenli olduğu umudunu taşımakla beraber, bu servislerin günümüz koşullarında çoğunlukla kontrolsüz ve denetimsiz olduğunu unutmamak gerekir. Bu bilgilerin denetlenmesi pek de mümkün olamadığından sağlık konularında internette yer alan bilgilerin nasıl filtreleneceği konusunda en önemli görev internet kullanıcılarına düşmektedir. 33 PSİKOLOJİ Kişilik kavramını göz önünde bulundurursak, bu çocuğunuzun fiziksel gelişiminin yanı sıra gelişecek olan en önemli kavramlardan bir tanesidir. Öncelikle kişiliğin kısaca tanımını yapalım. Kişilik, bir insanı tanımlayan temel niteliklerdir; örneğin inatçı, açık sözlü, dışa dönük, girişken gibi. Bu özelliklerin bir kısmı genetik olarak aileden bize geçer. Bilmem hatırlar mısınız ama hiç annenizden ya da yakın bir akrabanızdan “aaa, Psk. Dr. Linda FRAIM SağlıkPsikoloğu Psikoloğu Sağlık Girne Amerikan Amerikan Üniversitesi Üniversitesi Girne Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Çocuğunuzla birlikte paylaşın hayatı. Zaman o kadar çabuk geçiyor ki ve çocuklar hep böyle minicik kalmıyorlar, son derece hızlı büyüyorlar. Fiziksel ve ruhsal gelişim süreçlerinden geçerken kaçırdığınız her an, hem sizin için hem de çocuğunuz için geri getirilemeyecek Çevreme baktığımda bir sürü çocuklu ama eksik aile ciddi bir kayıptır. “Aman ne olacak canım, ileride büyüdügörüyorum... Gördüğüm tabloda bir anne, bir ya da ğü zaman telafi ederiz” diye birkaç çocuk, bir orta yaşlı teyze ya da gençten bir düşünüyorsanız çok, ama çok kız, hep birlikte ya yürüyüşteler ya da parkta oturup yanılırsınız. Siz kendi çocuklubabanızla ya da anneçocukların oyununun bitmesini bekliyorlar. Bu ğunuzda nizle yapmayı istediğiniz ancak tabloda çok nadiren bir baba gözüme ilişir. onların yoğunluğu ya da ilgisizlikleri sonucunda yapamadığınız şeyleri şu anda yapabiliyor musunuz? aynı baban gibisin” gibi laflar işittiniz mi? İşte o anda göstermiş olduğunuz kişilik niteliğiniz, döllenme sırasında genetik ya- Çocuğunuzun her anında yanında olamayabilirsiniz, ancak pınıza kodlanmıştır. Diğer bir yanda da çevrede yaşadığımız mümkün olduğunca çocuğunuzun ruhsal gelişiminin her olaylar, gerek aileden gördüklerimiz gerekse sosyal çevreden adımında olumlu katkıda bulunmak zorundasınız. Sonuçta, gördüklerimiz, kişiliğimizin oluşumuna ve gelişimine katkıda herkesin doğrusu başkasının yanlışıdır. Ancak çocuğunuzun bulunmuştur. Çocuklarımızın temel kişilik nitelikleri 5 ila 7 hayatını şekillendirecek temelleri sizlerin, yani anne ve babayaşları arasında netleşir ve oturmaya başlar. Bu temel nitelik- nın atacağını asla unutmayın. lerin gelişiminde en önemli rol ebeveynlerindir. TABİİ Kİ ANNE SEVGİSİ VE İLGİSİ SON DERECE ÖNEMLİ, ANCAK ÇOK ÖNEMLİ BİR DETAYI DA UNUTMAMAK GEREKİR: BABA FAKTÖRÜ! ÇOCUĞUN SAĞLIKLI BİR PSİKOLOJİ İLE BÜYÜMESİNDE, BABANIN DA EN AZ ANNE KADAR ÖNEMLİ BİR ROLE SAHİP OLDUĞUNU HİÇBİR ZAMAN GÖZ ARDI ETMEMEK GEREKİR. Çocuğun Kişilik Gelişiminde Anne ve Babanın Önemi Uzun çabalar ve emekler sonucunda minicik bir bebeğin aranıza katılmasıyla aile olabilmek son derece mutluluk verici bir durumdur. Ne var ki, bebeğinizin doğmasıyla bir anda her şey değişir. Yaşam stili, hayat beklentisi, öncelikler, sorumluluklar, psikolojiler... yani, hayatınızın her açısı değişime uğramaya mahkumdur. Tabii çocuklar doğdukları zaman yanlarında bir “yetiştirme kılavuzu” ile doğmuyorlar. Eğer ilk çocuğunuz ise durumunuz daha da vahimdir; neyi nasıl yapacağınız, çocuğunuz hakkında nereden nasıl bilgi edineceğiniz ve onu nasıl tutacağınız konusunda da hiçbir fikriniz yoktur. Unutmayın ki annelik hissi içgüdüseldir. Annelik ve çocuk bakım becerileri ise öğrenilen bir şeydir ve bunları gerek kendi anneninizden, 34 şılanamaz. Tamam… şunu da kabul ediyorum... Babalarımız geçimi sağlayabilmek için yoğun bir biçimde çalışyorlar ama bu çocuklarıyla vakit geçirmemek için bir bahane değildir. gerek eşinizin annesinden, gerek anne-baba okullarından ya da piyasada bulunan bilimum “anne ve bebek” konulu kitaplardan öğrenebilirsiniz. Temel bakım becerilerinin çeşitli yollardan öğretildiğini biliyoruz... Peki, ya çocuğunuzun psikolojisi ile ilgili ne biliyorsunuz? Kabul ediyorum, çocuk psikolojisi ile ilgili çok güzel ve detaylı kitaplar var kitapçı raflarında; ama çocuğunuz bu kitapların içinde yazan her şeyi yaşayacak ve size yaşatacak diye bir kural yok. Unutmayın ki her çocuğun fiziksel gelişim dönemi aynı şekilde, ancak farklı hızlarda olur. Bunun için ebeveynliğin ilk döneminde, çocuğunuzu başka çocuklarla ya da kendi çocukluğunuzla karşılaştırmayın; çocuğunuzun kendine ait bir kişiliği olduğunu unutmayın. Şüphesizdir ki ebeveynler çocuklarının gelişimleri için her türlü fedakarlıkta bulunurlar. Ancak, çocuklar genelde annenin ya da anneannenin gözetimi altında gelişmektedirler. Tabii ki anne sevgisi ve ilgisi son derece önemli, ancak çok önemli bir detayı da unutmamak gerekir: Baba faktörü! Çocuğun sağlıklı bir psikoloji ile büyümesinde, babanın da en az anne kadar önemli bir role sahip olduğunu hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekir. Çocuklarımızın fiziksel gelişimi, herhangi bir tıbbi sorun yok ise, akışında doğal olarak gelişecektir, ancak çocuklarımızın ruhsal gelişimi kendi halinde oluşan bir olgu değildir. Aile fertlerinin bireysel olarak değil, bir bütün olarak yani birlikte çocuklarına ne kadar ilgi gösterdikleri, ne kadar ve ne şekilde oyun oynadıkları, ne kadar bireysel sorumluluk verdikleri ya da vermedikleri, doğru ile yanlışı nasıl ayırt etmeleri gerektiğini öğrettikleri, ne kadar ve ne şekilde sosyalleşme imkanı sundukları ve çocuklarına “aman ben yapmadım, ben yaşamadım, onun için çocuğum yapsın/yaşasın” opsiyonunu sunmamaları son derece önemlidir. Çevreme baktığımda bir sürü çocuklu ama eksik aile görüyorum... Gördüğüm tabloda bir anne, bir ya da birkaç çocuk, bir ortayaşlı teyze ya da gençten bir kız, hep birlikte ya yürüyüşteler ya da parkta oturup çocukların oyununun bitmesini bekliyorlar. Bu tabloda çok nadiren bir baba gözüme ilişir. Neden? Neden babalarımız çocuklarıyla parkta oynamaz, kumsallarda kale yapmaz ya da çocuğuyla sinemaya gitmez? Yanlış anlamayın... tabii ki istisnayi durumlar var, yok değil. Ancak genele baktığımızda nedense babalar ortalıklarda görünmezler ve bu benim için son derece rahatsız edici bir durum olmaya başladı; çünkü çocuklarımızın ruhsal gelişimleri sadece ve sadece anne, kardeş, anneanne, ya da teyze ile sağlıklı bir biçimde kar- 35 Alternatif Tıp; HİPNOZ Örnekler vereyim... Mutsuzluğunu kocasının ilgisizliğine bağlayan kadın, terapi sonrası kocasının kendisine daha fazla ilgi göstereceğini beklemektedir. Özünde doğru bir bakış gibi gelebilir. Ancak bunun bir garantisi yoktur. Kocasının ilgisizliğinin kendi mutsuzluğuna bağlı olduğuna olan bir inanıştır bu. Belki doğrudur da. Ama genelde doğru değildir. Büyük olasılıkla kocasının da kendi iç dünyasında kendisininde bilmediği çatışmaları vardır ve hem kendisine hem de çevresine mutsuzluk yaymaktadır. Bu beklentiyle yapılacak bir terapi, hüsranla sonuçlanmaya mahkumdur. Op. Dr. Bülent Uran Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı [email protected] Peki beklenti ne olmalıdır? Çevremdeki insanlar değişmese de ya da benim değişimimden olumsuz etkilenecek olsalar da ben mutlu olmayı seçiyorum ve buna hakkım var. İşte bunu söylemeden başlanacak bir tedavi, sonuçta duvara toslar. Değişim bilinçaltında olacaktır, ama öncelikle bu değişimin olması yönünde bilinçli bir rıza gereklidir. Çoğu kişi bunu anlayamamakta ve istediği yönde bir değişimin sağlanmasında ısrar etmektedir. Halbuki içerden değişim sizin arzu ettiğiniz yönde değişim sağlamaz, sağlayamaz. Sizin istediğiniz yön, zaten sizi hasta yapan yöndür. İçerden İyileşmek Hipnoterapiyle sağlanan iyileşme içerden olan bir iyileşmedir. Şimdi diyeceksiniz ki diğerleri dışardan mı oluyor? Evet, diğer tedavilerin çoğu dışardan olur. O nedenle de tedavi aşamasında kalır. Tedaviyle iyileşme aynı şey değildir. Bir ilaç alarak yapılan tedavi çabası böyle bir şeydir. Yani bedeninizin işleyişine dışardan müdahale ediyorsunuz. Bedeninizin kimyasal bir makine gibi işlediğini kabulleniyorsunuz ve bu nedenle de her biri kimyasal ajan olan, bedeninizin doğallığına müdahale olan ilaç denen o maddeleri beden dünyanıza sokuyorsunuz. Bu tam anlamıyla dışardan bir müdahaledir. dahaledir. Çünkü akıl verilir. Hayata şöyle bakacaksın, takmayacaksın falan gibi. Psikolog kendi aklını, kendi dünya görüşünü hastasına aktarmaya çalışır. İşte hipnoterapi ve EFT (duygulardan arındırma tekniği) tüm bu tedavilerden farklıdır. Çünkü özünde hiçbir müdahalede bulunmaz. Sadece kendi içinde işleyen bir düzeni, bu düzeni yaratan sistemin kendi anlayışıyla düzeltmeyi amaçlar. Kendi içinde yeni bir anlayış ve işleyiş yaratmayı hedefler. Benim “ Geçmişin Hipnozunu Bozmak” adlı kitabımı okuyanlar hipnoterapinin bir düğün töreni olarak nitelememi Ameliyat: Bu tam anlamıyla dışardan müdahaledir. Bedeniniz- bilirler. Bunun anlamı nedir? Değişimden önce nasıl bir değide bazı fazlalıklar olduğuna inanılarak bu organların bir kısmı şimden geçeceğinin anlaşılması gerekir. çıkarılır. Eksilen kısımların yokluğu ile bedeninizin iyileşeceği Değişim bilinçaltında olacaktır, ama öncelikle bu değişimin olması yönünde bilinçli bir rıza gereklidir. Çoğu kişi bunu anumut edilir. layamamakta ve istediği yönde bir değişimin sağlanmasında Fizik Tedaviler: Dışardan yapılan fiziksel müdahalelerdir. Ya ısrar etmektedir. Halbuki içerden değişim sizin arzu ettiğiniz elektrik verilir ya da ısı. yönde değişim sağlamaz, sağlayamaz. Sizin istediğiniz yön, zaIşın tedavileri keza öyle. Psikoterapilerin çoğu da dışardan mü- ten sizi hasta yapan yöndür. 36 İkinci örnek... Topluluk önünde yüzü kızarmakta, konuşurken heyecandan sesi titremekte, söyleyeceğini iyi ifade edememektedir. Beklentisi nedir? Topluluk önünde heyecanlanmadan, korkmadan, sesi titremeden, yüzü kızarmadan konuşma yapmak. Hipnoterapi için biçilmiş kaftan gibi görünen bir sorun. Hipnoza alırsın. “Aslansın, kaplansın, bundan sonra şöyle güzel konuşuyorsun, böyle güzel konuşuyorsun” diye bilinçaltına telkinleri sıralarsın. Sonuç... Başlangıçta iyidir. Kişi bir süre kendini rahat hisseder. Ne zamana kadar? Bir gün topluluk önünde konuşurken yapacağı bir hataya kadar. O anda tüm sorunu gerisin geriye gelir. Ne oldu bu hipnoza? Bu kadar zayıf mı? Hayır, sorun hipnozda değil. Sorun, kişinin sorununa yüklediği anlamda. Çünkü sorunun özü kişinin bu tip sorunları aşağılayıcı, utanılacak özellikler olarak yorumlaması ve bu nedenle kurtulmaya çalışmasıdır. Bu doğallığa aykırıdır. Doğadaki hiçbir canlının aşağılanacak özelliği yoktur. Aşağılanma ve utanma kavramı toplumsal bir kavramdır ve her topluma, her çağa göre değişen kavramlardır. Böyle bir değişkeni bilinçaltı doğal kabul edemediğinden çatışma yaşamaktadır. İçine sindirememektedir. Yapılması gereken nedir? Bu konuda yeni bir bilinç oluşturmak. Yani bu tip özelliklerin utanılacak bir özellik olmadığını yürekten ve içten kabul etmek. İşte içerden değişim derken bunu kastediyorum. İçerisi dediğim yer aslında dışarısıdır. Ama hangi dışarısı? Maddesel bedenin dışarısı. Ama bu dışarılık aynı zamanda bir içerilik taşımaktadır. Kim ne derse desin insan varlığı ve bedeninde bulunan her türlü atom ya da madde doğada diğer cansız ve canlılarda da bulunmaktadır. Yani sadece insana özgü bir madde bugüne kadar bulunmamıştır. İş atomlar düzeyine indiğinde, insanda bulunan her elementi cansızlarda da bulabilirsiniz. Yani insan oluştuğu atomlar yönünden doğadan ayrı değildir. Ama ona canlılığını veren, onu diğer cansız ve hayvanlardan ayıran farklı bir zihin işleyişine sahip olmasıdır. Çoğu psikiyatrist bu farklılığın bilinçaltından kaynaklandığını ileri sürecektir. Ama farklılığı yaratan, insan zihnindeki bilinç özelliğidir. Tüm hastalıkların ve ruhsal sorunların kaynağı da bilincin zayıf olmasıdır. Yani bilinçaltının güçlü olması değil. Bilincin zayıflığıdır insanları güçsüz yapan. İnsanların çoğu yaşamını bilinçsizce yaşayarak tamamlar. Ama zanneder ki bilinçli yaşamıştır. Alakası yok. Bu insanlar bilinçaltlarını bilinçleri zannetmektedirler. Bunu anlayabilmek için, insan zihnini dört duvarlı bir odaya benzetelim. Duvarlar zihnin sınırı değildir. Bilinçaltının sınırıdır. Zihin, yapısı gereği, bu duvarların dışında genişleme yeteneğine sahiptir. Ama isterse! Bunun böyle olduğunu bilirse. İşte bu duvarların dışına genişleme yeteneği olan kısma, duvarların dışındaki zihinsel bölüme “bilinç” diyoruz. Bu duvarlar hayali olduğundan, duvarları saydam kabul edebiliriz. Bir insan doğduğu andan itibaren her öğrendiği, gözlemlediği, telkin olarak aldığı bilgiyi bu duvarlara yazar. Artık bu duvara yazılan her yazı bilinçaltının öğretisi olmuştur. Yaşamı bu duvarlardaki yazıya göre düzenler. Bir durumla karşılaştığı zaman bu duvarlarda bu konuyla ilgili ne yazdığına bakar. Bir yazı bulursa rahatlar, bu yazının direktifine göre davranır. Ama asla bu yazının doğruluğunu sorgulamaz. Çünkü sorgulaması için de ayrı bir bilinç gereklidir. Bu yazıların sorgulanmaması gereği de çoğu insanın bilinçaltında ayrı bir duvar yazısıdır. Yani şöyle bir şey yazar: “Çocukluğunda büyüklerin, annen, baban, öğretmenlerin, politikacılar, din adamları tarafından sana ne öğretildiyse doğrudur. Bunları asla sorgulama. Yoksa toplum seni ham yapar.” Otoriter toplumlarda bu yazı çok rahatlatıcıdır. Bizim ülkemize bakalım. Ailede eğitim tam anlamıyla otoriterdir. Çocuklara konuşma hakkı tanınmaz. Eğitim eleştiri ve dayak ağırlıklıdır. Din, korkutma üzerinedir. Cezalandırıcı Tanrı seni gözler, günahlarını kaydeder. Onun için kendine dikkat etmelisin. Yoksa yanarsın. Anne babaya karşı gelinmez. Okulda öğretmene zor soru sorulmaz. Hatta hiç sorulmaması makbuldür. Erkekler askerde daha da terbiye olur. Kadının zaten adı yoktur. Sonuçta bu insanların duvar yazıları gittikçe kalınlaşır. Bu yazılara itaat etme zorunluluğu zorunluluk olmaktan çıkar, gereklilik olur. Kişiler düşünmekten kurtulur, toplum dışına düşmekten kurtulur. Toplumun kurallarına, gelenek ve göreneklerine, inançlarına itaatkar birer üye haline gelir. Yaşam kolaylaşmıştır. Koyun gibi sürüden ayrılmadan yaşayan insanlar grubuna katılır. Zanneder ki bilinçli ve kendi kararları ile biçimlendirdiği bir yaşam sürüyor. Alakası yok. Bilinçaltında yazılı olan yazıları bilinç tarafından okuduğundan, bunları kendi bilinci zanneder. Bilinci anlamak, insanca yaşamayı anlamaktır. Bilinçli yaşamak doğal yaşayabilmektir. Doğal yaşayan insan hasta olmaz. Hasta olanlar da yeni bir bilinç yaratırlarsa, yakalandıkları her türlü hastalıktan kurtulma şansı artar. 37 RÖPORTAJ men hemen tamamlandı gibi, çok az eksiğimiz kaldı. Fakat buradaki sıkıntı başka bir sıkıntı. Yasa yapmak ayrı, uygulamak ayrı. Bir türlü bu yasalar yaşama geçmiyor. Mesela ailenin korunmasına dair bir kanun çıktı. Bu kanun çıktığından itibaren bugüne kadar başvuran kadın sayısı 950 civarında. Oysa Türk kadını %83 oranında şiddet görüyor. Fiziksel ve sözel şiddeti beraber kastediyorum. Yani bu demektir ki kadınlarımızın üçte ikisi şiddet görüyor. Ailenin korunmasına dair kanun var fakat kadınımız hakkını aramıyor. Korunma talebiyle gitmiyor. Neden dövüldüğünün yasal araştırmasını da yapmıyor. Çünkü neden? Kadının güvencesi yok. Kadın bir kere ekonomik olarak güvenceye sahip değil. Yani birey değil. Bizim toplumumuz ataerkil, erkek dominansının olduğu bir toplum ve bizde kadın, yasalarla yaşamını sürdürmüyor. Erkek egemen toplumumuz kendi değer yargılarımızla oluşturduğumuz bir yaşam sürdürüyor. Bu nedenle bizim yasa yapmamız çok önemli değil. Belki önemli ama yasayı uygulatmak daha önemli. Burada sıkıntımız var. Şimdi yasalar yapıldı ama meclisten çıktığı gibi bizim toplumumuza ve kadına uyarlanmaya çalışıldı. Böyle bir şey olamaz. Çünkü Avrupa’nın toplum yapısıyla bizim toplum yapımız çok farklı. Buradaki örf adetler, dinsel yargılar ve gelenekler, siyasi yapımız, siyasi politikalarımız, kadının ekonomik durumu, hepsi farklı. Yani topluma adapte etmeden bunların yaşama geçmesi mümkün değil. Özlem Kekeç Diş Hekimi [email protected] Türkİye’de şu anda yüzde 26.3 oranında kadın İstİhdamı var. 1994 yılında kadın İstİhdam oranı yüzde 34 İken 2007 yılında yüzde 26.4’e düşüyor. Yüzde 50’sİ atıl potansİyel olarak evde oturan bİr ülke dünya ekonomİsİnde bİr gözü, bİr kolu, bİr bacağı olmayan bİr İnsan gİbİ savaş verİr. Kadın Cephesinde Yeni Bir Şey Yok! 8 Mart tarihi ülkemizde ilk kez 1921 yılında Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılından itibaren kutlamalar sokaklara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programının Türkiye’deki izdüşümü “1975 Kadın Yılı” kongresi oldu. 1980 askeri darbesini takiben 4 yıl süren sessizliğin ardından ‘Dünya Kadınlar Günü’nü her yıl çeşitli etkinliklerle kutlamaya devam ediyoruz. Ama Türk kadınının karnesindeki eğitim eşitliği, istihdam, siyasi hayatta etkin rol alma gibi haneler hala geçer not alamıyor. Son 3 yıldır Ege Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin müdürlüğünü başarıyla yürüten Prof. Dr. Nurselen Toygar ile ülkemizde kadın sorunlarının çözümündeki direnç noktalarını konuştuk. Merkezimiz 1996 yılında kuruldu. Merkezimizin misyonu; Türk kadınının Cumhuriyetin getirdiği kazanımları ve haklarını kullanabilmesi ve bunu yaşama geçirebilmesi, yaşamda diğer çağdaş ülke kadınlarıyla aynı hizada olabilmesi, toplumsal ve siyasal yaşamda yerini alabilmesi, eğitimde arzu edilen okur-yazarlığa ulaşabilmesi, istenilen düzeyde istihdam edilebilmesi, özetle kadının kimlik kazanması konusunda çalışmalar yapmak. Bu çalışmaları iki yönlü yürütüyoruz; akademik çalışmalar ve saha çalışmaları. Akademik çalışmalarda üniversitemiz yani merkezimiz olarak çeşitli projeler üretiyoruz. Örneğin farkındalık projelerimiz var, kadın okur-yazarlığını artırmaya yönelik projeler, Egeli yazarlarla buluşmalar var. Önemli yazar ve sanatçıların kadın konusunda toplumu bilgilendirmelerini Müdürlüğünü yaptığınız Ege Üniversitesi Kadın Sorun- hedef alan projeler var. Ekonomik dengeyi sağlamak için, onları Araştırma ve Uygulama Merkezi (EKAM) ne zaman lara destek olmak için geliştirilmiş projelerimiz var. Akademik ve hangi amaçla kuruldu. Çalışma düzeni ve hedefleri projelerimiz devam ederken saha uygulamalarımız oluyor. Çünkü biz şuna inanıyoruz ki; akademik proje çok önemli neler? 38 Peki sizce nasıl bir yol izlenmeliydi? Bu yasalar çıkartıldıktan sonra bir uyum süreci içinde bunama sahaya uygulanmadıkça hiçbir faydası olmaz. Çözümü ların topluma uyarlanması gerekirdi. Ben hep devlete, hüküsahada arıyoruz. Saha çalışmalarını da kadın kuruluşlarıyla metimize sesleniyorum; eğer kadın konusunda başarılı olmak beraber yapıyoruz. 6-7 yıldır 30 kadın kuruluşuyla birlikte istiyorsanız, ‘yasaları yaptım’la olmaz. Bir araştırıcı kurul çalışıyoruz. Onların görevi bizim yaptığımız projeleri sahaya koyun. Bu araştırıcı kurullarda sivil toplumların başkanları uygulamak. Onlar sahada kadınların tek tek bulunduğu yerle- olsun. Devlet biriminden kişiler olsun. Üniversitelerden bu re gidiyorlar, ihtiyaçlarını belirliyorlar, eksiklerini belirliyorlar. konularla ilgili kişiler olsun. Türkiye’de bu kadar lehte çıkan Eğitim gerekirse onu belirliyorlar. Ekonomik sıkıntıları varsa yasaya rağmen kadınlarımız kötü durumda. Nedenini araştıekonomik projelerle yardımcı oluyorlar. Yani biz projeleri ha- rın. Bu uzmanlar kurulu bunu araştırsın. Nedeni örf adet mi, zırlıyoruz, onlar da çözümü üretiyorlar ve sahaya uyguluyorlar. gelenek mi, dinsel yargılar mı, siyasi politikalar mı, ekonomik Çünkü Türkiye’deki en büyük sıkıntılardan bir tanesi de “yap- durum mu? Bunun geri dönüşü yapılsın ve hangisi dirençse, o direnci çözecek projeler üretilsin ve bunlar ulusal bazda protım oldu”larla işleri yürütmek. jeler olsun. Şimdi burada bir sıkıntı daha var. Batıdaki kadın, doğudaki kadın ve göçle gelen kadına aynı çözüm üretilmek isteniyor. Yok böyle bir şey. Çünkü kırsaldaki kadınla kentteki Yasa yapmak ayrı, uygulamak kadın, özellikle son zamanlarda çok ciddi sorunları olan göçayrı. Yasalar meclisten çıktığı le gelen kadının öncelikleri farklı. Öncelikleri saptamazsanız, gibi bizim toplumumuza ve kadı- hepsine aynı şeyi uygulamaya kalkarsanız gene çözümsüzlük ortaya çıkar. Mesela 2007 yılında bu kadar lehte yasaya rağna uyarlanmaya çalışıldı. Oysa men diğer yıllara göre kadının durumu ne olmuş? Durumu Avrupa’nın toplum yapısıyla bizim iyileşmek bir yana, son derece geriye gitmiş. toplum yapımız çok farklı. Yasalar bu yüzden yaşama geçmiyor. Bu istatiksel bilgileri hangi kaynaklardan elde ediyorsunuz? Bize ulaşan raporlardan. Ben bu raporları araştırırken Başbakanlık Kadın Statüsü raporları veya TÜİK raporAvrupa Birliği’ne girme sürecimiz gereği çıkarılan uyum larına çok fazla değer vermiyorum. Niye vermiyorum? yasalarında kadınlarımızı ilgilendiren kanunlar da var. Çünkü onlar tabloyu yumuşatılmış şekilde veriyorlar. Bunların uygulanabilirliği ve sağlayabilecekleri kaza- Oysa Avrupa Birliği ülkeleri bizi bizden daha iyi izliyorlar nımları nasıl değerlendiriyorsunuz? ve ben onlara daha çok güveniyorum. Onlar yumuşatmaEğer bana soruyorsanız kadın lehinde çıkarılan yasalar he- dan, radikal sonuçları veriyorlar. O yüzden genelde ulus- 39 lararası raporlardan yararlanıyorum. Uluslararası raporlara göre 2007 Yılında Türk Kadınının Durumu diye bir rapor hazırladım. Çok acı bir rapor. Belki bizi karamsarlığa sürüklüyor ama eğer biz gerçekleri görmezsek doğru sonuçlara ve çözümlere ulaşamayız. Onun için gerçekleri görmemiz lazım. TCK’da bir çok değişiklikler oldu; eşine şiddet uygulayanlara mahkeme kararıyla uzaklaştırma kararı var, hapis cezaları var, töre namus cinayetleriyle ağırlaştırılmış müebbet hapisler var. Şiddetle ilgili bu kadar yasaya rağmen bir fayda elde edilememiş. Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi’nin raporuna göre kadın %76 oranında daha fazla şiddet görüyor. Bu bir ikilem ve çelişki. O zaman devletin başını ellerinin arasına alıp acaba neden bu böyle oldu, biz bu kadar önlem aldık, yasalar koyduk ama neden durum böyle diye düşünmesi gerek. Kadın sığınma evlerinden yararlanılmıyor mu? Bu kuruluşlar ne derece işlevsel? Avrupa Birliği ülkelerinde her 50 bin kişiye yaklaşık bir sığınma evi düşer. Bizde şu anda 16 tane Hükümet’e ait var. Sivil toplumlarla beraber sayarsak 30’u bile bulmaz. 30’unun adresini veremiyorlar zaten, üstelik bunun yapılanması da doğru değil. Sistemi de doğru değil. Çünkü kadını misafirhane gibi alıyor, 3 ay orada tutuyor ama kadın sonra şiddet gören o eşe veya kayınvalideye geri dönüyor. Neden gitsin ki? Yani o zaman niye şikayet etsin ki? Ama Avrupa Birliği’nde böyle değil. Kadın orada kaldığı sürece acil terapi birimleri var, psikoloji birimleri var. Bir taraftan terapi görüyor bir taraftan meslek ediniyor. Oradan çıktığı zaman devlet ona kayıtlı bir iş buluyor ve aynı zamanda onun takibini yapıyor. Çocuklar için de ayrıca kreş, bakımevleri açıyor. Şiddet gören kadın bu şartlarda gider şikayet eder tabii. UNICEF’in yaptığı bir çalışmaya göre Türkiye’de 640.000 kız çocuğu okula gitmemiş ve yine Birleşmiş Milletler bir deklarasyon oluşturmuş, diyor ki; Türkiye 25 geri kalmış ülke içinde kız çocuklarını okullaştırma oranı en düşük ülkelerden bir tanesi. Töre cinayetlerini önleme konusunda neden yol alamıyoruz? Ülkemizde her gün yaklaşık bir kadınımız töre ve namus cinayetine kurban gidiyor. Bakın son 5 yılda yaklaşık 5000’e yakın kadınımız töre ve namus cinayeti veya örtülenmiş intiharlar nedeniyle yaşamını kaybetti. Töre ve namus cinayetlerini önlemek için Türk Ceza Kanunu’nda değişiklikler yapıldı. Yeni TCK’da töre namus cinayetleri için ağırlaştırılmış müebbet hapisler var. Ben hep öneri getiriyorum. Roma Tüzüğü denen 40 bir tüzük var. Uluslararası ceza mahkemelerine göre bizim ülkemiz taraf olmamış. İlk imzaları atmış, diğer imzaları atmamış. Roma Tüzüğü daha çok savaşlarda soykırımlar, ihlalller, kadınların karşılaştığı haksızlıklar, yani insani suçlarla ilgili bir tüzük. Şimdi buna taraf olursak bize nasıl bir faydası olacak? Özellikle töre ve namus cinayetlerinde tanık koruma programları olacak. Kimse gidip de bu kişiyi şu öldürdü demiyor. Çünkü onun da canı riske ediliyor. Ama tanık koruma programı olursa iş değişir. Bu cinayetler örtülenmiş intiharlar gibi gösteriliyor ve suç cezasız kalıyor. Cezasız kaldığı için özendirici oluyor ve üstelik namus cinayeti adı altında geçtiği için işleyene de bir anlamda onorasyon getiriyor. Ülkemizde kadın istihdamı artacağı yerde azalan bir seyir izliyor. Bunun sebepleri üzerinde neler söyleyeceksiniz? Maalesef istihdam alanında kadınımızın varlığı yok denecek kadar az. OECD’nin yaptığı çalışmalara göre Türkiye’de şu anda %26.3 oranında kadın istihdamı var. Kadınlarımızın %73.3’ü ne sosyal yaşamda, ne siyasette, ne de istihdamda yer alıyor. Atıl potansiyel olarak evde oturuyor. Nüfusumuzun %50’si kadın. Biz ekonomik olarak büyümek isteyen bir ülkeyiz. Devler içine girmeye çalışan, yarışta olan bir ülkeyiz. %50’si atıl potansiyel olarak duran bir ülke dünya ekonomisinde bir gözü, bir kolu, bir bacağı olmayan bir insan gibi savaş verir. Ne yapılması lazım? Atıl potansiyelin çalışan potansiyel haline dönüştürülmesi lazım. Kadının istihdama katılması lazım. Kadın istihdama katılamıyor çünkü 1994 yılında kadın istihdam oranı %34 iken 2007 yılında %26.4’e düşüyor. Şimdi daha güncel gelişmelere geçelim. Daha önce kadınların çalıştığı yerlerde kreş ve süt emzirme odaları şart koşulmuştu ve bu uygulanıyordu. Şimdi birkaç gündür bunun geri çekilmesi için Hükümet çalışmalar yapıyor. Yani kreşleri kaldırıyor, emzirme odalarını kaldırıyor, kadının işini istihdamda daha da zorlaştırıyor. İşverene orada bir kreş açma zorunluluğu getirildiğinden işveren kadın işçi almaktan çekiniyor. Ama devlet de bunun üstünde baskı kuramıyor. Çok ilginç bir şey daha var. Devlet kadın istihdamını artırmak için, özellikle işverene Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan hazine desteği altında bir prim verecekti. Yani kaç tane kadın işçi alırsa 5 sene boyunca primini verecekti. Fakat son toplantıda, özellikle hükümetimiz bu konuda geri durdu, bu öneriyi geriye aldı ve bunu 18-29 yaş arasındaki gençler için kullanmayı uygun gördü. Tabii genç girişimcilik çok önemli. Onlara da yapılsın. Ama böylelikle kadın istihdamdan iyice geri çekilmiş oluyor. Hükümet diğer taraftan diyor ki; Avrupa Birliği’ne girme sürecinde, kadını birey yapma yolunda şu çalışmaları yapıyorum. Ama söylediğiyle yaptığı birbirine uymuyor. O zaman bunu sorgulamak gerekir. Çünkü bizim Avrupa Birliği’ne girme sürecimiz içinde, uluslararası platformlar kadını 3 başlık altında sorguluyor. Bir tanesi siyasi temsil oranı, biri eğitim, biri de istihdam. Üçünde de kadın maalesef yok. Olmadığına göre burada yanlış giden bir takım olaylar var. Bu olayların çözüme ulaştırılması için de gerçekten sorgulanması lazım. Türk kadını eğitim-öğretim cephesinde ne durumda? Türkiye SEDAV gibi uluslararası taahhütlere imza atmış. SEDAV her türlü cinsiyet ayrımcılığına karşı Birleşmiş Milletler’in bir anlaşması. Türkiye buna imza atmış ve şöyle bir taahhüt vermiş: 2000’li yıllarda yetişkin Türk kadınlarının tamamı %100 okur-yazar olacak. Bizim şu anda 8 milyon kadınımız okuma yazma bilmiyor. Bakın okuma yazma bilmeyen kadın oranı %20’lerde. Avrupa Birliği’nde bu oran %1. Eğitimde de sınıfta kalıyoruz. Fakat sadece bu da değil. Eğitimde çok ciddi sıkıntılarımız var. Kız çocukları okula gönderilmiyor. Gönderilirse de 8 yıllık eğitimini bitirmeden alınıyor. Yaklaşık 5 kız çocuğundan 1 tanesi eğitimi bitirmiyor. Neden bitirmiyor? Çünkü eğer maddi olanağı kısıtlı ise aile bunu erkek evlat lehine kullanıyor. Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri de zorla evlendirme. Türkiye’de yaklaşık %58 oranında zorla evlendirme var. Bunun cezası da itiraz ederseniz ölümle sonuçlanıyor. UNICEF’in yaptığı bir çalışmaya göre Türkiye’de 640.000 kız çocuğu okula gitmemiş ve yine Birleşmiş Milletler bir deklarasyon oluşturmuş. Bu deklarasyonda diyor ki; Türkiye 25 geri kalmış ülke içinde kız çocuklarını okullaştırma oranı en düşük ülkelerden bir tanesi. İşte bunun için “Haydi kızlar okula, baba beni okula gönder” gibi projeler başladı. Ama %4.8 geri dönüm kazanıldı. Bu da büyük projeler yaptık, çocuklar okula gitti, okumaz yazmaz öğrencimiz yok diye Hükümet’in gerçekten onore olacağı bir olay değildir. Devlet kadın sorunları konusunda sivil toplum örgütlerinden yeterince yararlanabiliyor mu? Ülkemizde bu tür kuruluşların etkinliği ne durumda? Sivil toplum örgütleri, üniversitelerden de önemli, Hükümet’ten de önemli. Çünkü Hükümet yukarıdan global bakıyor. Kadının gerçekten neye ihtiyacı olduğunu bilmiyor. Sonra ekibi de yeterli değil, çünkü paralı çalıştırıyor. Ama sivil toplum örgütleri gönüllü çalışıyorlar. Kadınların evine kadar gidiyor, onlara güven sağlıyor. Onların sorunlarını dinliyor, ne ihtiyacı varsa biliyor. Cebinden parasını veriyor, emeğini veriyor. Yurt dışında özellikle sivil toplum örgütleri ve kadın kuruluşları devleti sorgulama, yasa yapma ve yasayı denetleme hakkına sahip. Sivil toplum kuruluşları ihtiyacı bilen, gönüllü ordusu olan ve gerçekten kadına güven veren kuruluşlar. Resmi kurumlar özel hedef bölgelere gittikleri zaman oradaki kişiler bundan hoşnut kalmıyor. Güven duymadıkları için kapılarını açmıyorlar ve dolayısıyla diyalog kurmuyorlar. Oysa sivil toplum örgütleri ve kadın kuruluşları devletle birey arasında bir çeşit köprü görevi görüyor. Ama devlet bu gönüllü ordudan yararlanamıyor. Böyle olduğu sürece de kadın sorunları çözümsüzlüğe giriyor. Kadınımızın siyasette temsil oranını ve etkinliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Mecliste 50 kadın milletvekilimiz var. Kadından sorumlu milletvekilimiz diyor ki; biz kadının siyasette temsil etme oranını %100 artırdık. Bakarsanız doğru, ama neye göre doğru? Kenya veya Tanzanya gibi ülkelerin biraz önünde, dünya sıralamasında en sondayız. Avrupa Birliği’nde de en sondayız. Cinsiyet geliştirme ölçüsüne bakalım. Uluslararası Cinsiyet Geliştirme ölçüsüne göre 55 ülke arasında 53. sıradayız. Yani bu rakamlar acı rakamlar. O zaman devletin bence gerçekten sorgulaması lazım. Çözüm nerede tıkanıyor sizce? Birincisi; benim her yerde söylediğim, kadını ekonomik olarak güçlendirmezseniz, kadın istihdamda yer almazsa, cebinde parası olmazsa, o zaman hiç bir şekilde haklarından yararlanamaz. Ne toplumda söz sahibi olabilir, ne evinde söz sahibi olabilir, ne siyasette yerini alır. Bu nedenle devletin samimi olup ulusal bazda güçlendirici ekonomik projeler üretmesi lazım. Ama bu ekonomik projeler, halk eğitim merkezlerinde, nakış dikiş öğretme gibi sığ projeler olmamalı. Devletin krediler vererek kadının çalışmasını kolaylaştırması, ürettiği ürünleri pazarlayacak pazar ortamını yaratması, yani kadının verdiği emeği ranta döndürmesini sağlaması lazım. Ranta döndürmedikçe bu çözüm hiçbir zaman gerçekleşmez. Devletin bence gerçekten kendini sorgulaması lazım. Acaba sadece görünürde mi yapıyor bütün bunları? Gerçekten çözüme ulaşmak için gayret ediyor mu? Gayret etmesi için, çözüme ulaşabilmesi için sivil toplum örgütleriyle ve kadın kuruluşlarıyla ortak çalışması gerekir. Neden olmuyor diye kendisine bu soruyu sorsun. Bir soru daha sorsun; türban yasağı kalkınca acaba kadın daha özgür mü olacak, birey mi olacak, siyasi temsil oranı artacak mı, istihdamda yerini alacak mı? Hükümet’in Yeni Anayasa taslağının 9. maddesinde kadını; engelliler, çocuklar ve yaşlılar gibi korunmaya muhtaç kesimle bir arada göstermesi kadını eş ve anneye indirgemesi demek. Bu da Hükümet’in Avrupa Birliği’ne girme sürecinde çıkarmaya çalıştığı yasalara ters düşmekte ve çelişki yaratmakta. O yüzden Hükümet’in kadını ilerletme konusunda ne kadar samimi olduğunu da düşünmek lazım. Sivil toplum örgütleri ve kadın kuruluşları devletle birey arasında bir çeşit köprü görevi görüyor. Ama devlet bu gönüllü ordudan yararlanamıyor. Böyle olduğu sürece de kadın sorunları çözümsüzlüğe giriyor. Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşayan ve üreten bir kadın akademisyen olarak son bir mesajınız var mı? Biz Atatürk’ün kadınları olarak; laik, demokratik, aydınlık yüzlü kadınları olarak, özellikle akademisyenlere düşen görev; Atatürk’e inanmış, Atatürk’ün yolunda yürüyen öğrenciler yetiştirmek. Buna ilaveten toplumda da Atatürk ilkelerine inanmış aydınlık yüzlü kadınların o yolda yürümesini sağlamak. Bunu ben kendim için misyon edindim ve mümkün olduğu kadar gücümü de Atatürk ilke ve devrimlerinden alıyorum. Çünkü ben bir kadın akademisyen olarak, değil erkek öğrenci yetiştirmek, evden bile çıkamazdım diye düşünüyorum. Onun için bu bir vefa borcudur. Kurtuluş Savaşı’nda kadınlarımız vardı; bu büyük mücadelede kendilerinin, çocuklarının, eşlerinin kanları var. Çocuklarını feda edip bize bu ülkeyi bırakan Türk Kadınları var. Onlara hiçbir şekilde kimsenin ipotek koymaya hakkı yoktur. Biz buna izin vermeyeceğiz. 41 HUKUK KÖŞESİ tındaki ülkelerle aynı düzeyde görülmesine ve ülkemizi töre ve namus cinayetlerinin ortadan kaldırılması için zaman zaman önlem almaya çağrılan ülkelerden olma konumuna getirmektedir. Bu cinayetlerin önlenmesi, temel hak ve özgürlüklerin en üst seviyede güvence altına alınması, toplumsal huzur ve güven duygusunun artırılması ve ülkemizin çağdaş dünyada hak ettiği saygınlığı koruması bakımından gereklidir. Çocuk ve kadınlara yönelik şiddet hareketleri ile töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi için alınacak tedbirlerle ilgili olarak Başbakanlık tarafından çıkartılan 2006/17 sayılı genelge 04.07.2006 tarih ve 26218 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bahse konu genelge ile tespit edilen görev ve sorumluluklar kapsamında yerine getirilmesi gereken görev ve tedbirlerin etkin ve süratli bir şekilde koordine edilerek hayata geçirilmesi gerekmektedir. Av. Bilge Solak [email protected] Araştırmalar sonucu şiddetin en çok eğitimden yoksun kalmış aileler ve onlar tarafından yetiştirilmiş bireylerce sergilendiği saptanmıştır. Kadına Yönelik Şiddet, Aile İçi Şiddet ve Ailenin Korunmasına Dair Kanun Gerek kadına yönelik şiddet, gerekse aile içi şiddet, ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, fiziki, psikolojik, cinsel ve ekonomik açıdan şiddete uğrayan mağdurların zarar görmesine ve acı çekmesine yol açan, onuru, temel hak ve özgürlükleri zedeleyen bir eylemdir. Yurt dışında ve Türkiye’de kadına karşı şiddete ve aile içi şiddete bakış açısı oldukça değişiktir. Birçok toplum ve dini inanışlar arasında da farklılıklar bulunmaktadır. Birçok modern toplumda; kadına ve aile bireylerine uygulanan şiddet bir suç olarak değerlendirilir. Ekonomik, duygusal, zihinsel, sosyal ve ruhsal baskıların karşılığı olarak da yüksek 42 tazminat bedelleri ödemeye mahkum edilirler. Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde yapılan tüm çalışmalar ve tedbirlere rağmen toplumsal bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Özellikle kadına yönelik olarak gerçekleşen şiddet olaylarının en uç noktası ise kuşkusuz, töre veya namus adına işlenen cinayetlerdir. Türkiye de, töre ve namus cinayetlerinin işlendiği ülkeler arasında yer almaktadır. Bu durum, ülkemizin uluslararası platformlarda haksız eleştirilere uğramasına, gelişmişlik düzeyinin kendisinin çok al- Uluslararası hukuk açısından kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin ilk önemli belge, 20 Aralık 1993 tarihinde BM Genel Kurulunda kabul edilen ‘Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge’dir. Bildirgenin kabul edilmesi için tüm dünya ülkeleri harekete geçmiş; “Kadın Haklarını Çiğnemek İnsan Haklarını Çiğnemektir” sloganıyla yürütülen bir imza kampanyasına destek vermişlerdir. Türkiye, kampanyaya katılan ülkeler içinde 30.000’den fazla imza toplayarak birinci sırayı alan ülke olmuştur. ‘Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge’de, şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda devletlere düşen sorumluluklar ve görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Ayrıca, devAvrupa Birliği standartlarına Şiddet uygulayan kişinin, ailenin letlerin iç hukuklarında “şiddet göre her 7500 kadına bir sığın- geçimini sağlayan veya katkıda uygulayanın cezalandırılması ma evi kurulması mecbur tuve kadınların sahip oldukları bulunan kişi olması durumunda tulmuşken; Türkiye’deki kadın haklar konusunda bilgilensığınma evi sayısı çok düşüktür. mağdurların yaşama düzeyi gödirilmeleri” için gerekli düYapılan araştırmalar on binler- zetilerek mahkemece nafaka kazenlemeleri yapma gerekliliği ce kadına sadece bir sığınma konusunda yükümlülükleri rarı verilebilmektedir. evinin düştüğünü göstermekbulunduğuna işaret edilmiştir. te, mevcut sığınma evleri de Bunun dışında özellikle şiddete uğrayanların güvenliği, fiziksel güç koşullar altında çalışmaktadır. Türk Kadınlar Birliği, Türk ve psikolojik açıdan desteklenmesi için devletlerin bütçelerinAnneler Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı, AÇEV, Çağdaş Yaşade yeterli ödenek bulundurması gerektiğine dikkat çekilmiştir. mı Destekleme Derneği, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı, Türkiye Aile Sağlığı ve Planlama Vakfı, Roteryenler, Lions ve Söz konusu bildirgenin, hukuki herhangi bir bağlayıcılığı yokSoroptimistler gibi dernekler ve kimi sivil toplum kuruluşları tur Ancak; bildirgenin kadına yönelik şiddetin önlenmesi açıkendi çabalarıyla mağdur durumdaki kadınlara yardım etme- sından içinde bulunan ilke ve kurallar, tüm devletlerce dikkate alınmakta ve yapılan iç hukuk düzenlemelerine dayanak oluşye çalışmaktadırlar. turmaktadır. İşte yukarıda belirtilen genelge ile bu konuda gerekli tedbirlerin alınması için devlet önemli bir adım atarak gerek kamu Aile içi şiddetin sebepleri başlıca üç başlık altında incelenebigerekse özel kurum ve kuruluşlara büyük görevler vermiştir. lir; Sözü edilen kurumlar; Belediyeler, Sosyal Hizmetler ve Çocuk 1. Sosyal Sebepler: Ekonomik açıdan güç durumda olan aileEsirgeme Kurumu, Sivil Toplum Kuruluşları, kolluk kuvvetleri, lerde, diğer ailelere göre çok daha fazla aile içi şiddet olayı gömahalli idareler vb.’dir. Koruma altına alınan bu kişilerin bu- rülmektedir. Ekonomik yetersizliğin getirdiği sosyoekonomik lundukları yerlerle ilgili gizlilik esaslarına en üst seviyede riayet sorunlara karşı; bireyler tepkilerini aileye karşı yöneltmektedir. edilecektir. Ancak yine de ne yazık ki ülkemizde aile içi şidde- Bu ailelerde ekonomik sıkıntının yarattığı eksiklik nedeniyle iç te uğrayanların büyük bir çoğunluğu, durumları için yapacak çatışmalar yaşanmakta, bu tip ailelerin çocukları zengin olan fazla bir şey olmayacağına inanmaktadır. ailelerin çocuklarının elde etmiş olduğu imkanları fark edince ciddi sorunlar doğmaktadır. Bu durum aile içinde giderek saldırgan bir tutum içine girmelerine yol açmaktadır. Üstelik ekonomik sebeplerle okulu bitiremeyen bireyler bilinçsiz ve cahil niteliklerini korumakta; toplum açısından istenmeyen ve kabul görmeyen kötü yollara sapabilme olasılığı yükselmekSöz konusu şiddet eylemleri; hakaret, tehdit, dayak, aşağılatedir. Araştırmalar sonucu şiddetin en çok eğitimden yoksun ma, cinsel taciz, tecavüz, yaralama hatta öldürme biçiminde kalmış aileler ve onlar tarafından yetiştirilmiş bireylerce sergigerçekleşmekte ve genellikle erkeklerin kadınlar üzerindeki lendiği saptanmıştır. egemenliklerini sergiledikleri bir güç gösterisi şeklinde ortaya 2- Psikolojik Sebepler: Toplumsal yapıda, erkeğin egemen çıkmaktadır. olmasını temel alan toplumlarda alışkanlıklar ve gelenekler Aslında kadına yönelik şiddet yeni bir olgu olmamakla birlikte; açısından kadınlar mağdur durumdadır. Bu durumun dini ve bir sorun olarak nitelenmesi ile şiddetin önlenmesi, mağdurun kültürel boyutları da gözardı edilmemelidir. Erkeğin aile reisi korunması ve şiddet uygulayanın cezalandırılması için yapılan görevini üstlenerek ve diğer aile bireylerini hor görmesi temel çalışmalar ancak 1970’li yıllardan sonra görülmeye başlamışetkendir. Aile içerisinde her bireyin eşit görevlerinin olmaması tır. Kadına yönelik şiddet olaylarına hemen her yerde rastlanabilmektedir. Ama ne yazık ki kadınlar, en çok korunacağı yer diye düşünülen “aile içinde” de -hatta daha yaygın bir şekilde- şiddete uğramaktadırlar. 43 ve güç sahibi durumundakinin bunu kaldıramaması genelde aile içi şiddet sonucunu doğurmaktadır. Kanunu’ndaki bir başka suçu içerse dahi, mutlaka 4320 sayılı yasa ile ilgili bölümü için kendiliğinden koruma kararının alınması talebi ile, dosyayı Aile Mahkemesi’ne göndermek duru3- Biyolojik Sebepler: Yapılan araştırmalar; alkol ve/veya uyuşturucu bağımlısı olan bireylerin %25’e yakınının aile içinde mundadır. şiddet uyguladığını göstermektedir. Aslında diğer tüm kötü d) Doğrudan Aile Mahkemesi’ne başvurmak ve koruma karaalışkanlıkları (kumar vb.) bu kategori içerisine eklemek müm- rı istemek mümkündür. kündür.. e) Devam eden hukuki ve fiili ayrılık sırasında da koruma kaÜlkemizde şiddete uğrayan aile bireylerini koruma amaçlı rarı istenebilir. özel bir yasa olan 4320 sayılı ‘ailenin korunması’na dair kanun f) Aile Mahkemesi hakimi resen de bu kararı alabilir. kabul edilmiştir. Aile üyelerinden her biri şiddet uygulayan olabilir. Eşlerden biri, Ayrıca İş Kanunumuzda da: “İşçinin haklı nedenle derhal fesih çocuk ve aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireyleri. Mağdur hakkı” ise; eş, çocuklar veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireyMADDE 24. Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda ya- leridir. zılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bilAile Mahkemesi’ne Başvuru Biçimleri: dirim süresini beklemeksizin feshedebilir: • İhbar ile savcılığın başvurusu II. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve • Karakola veya savcılığa mağdurun başvurusu benzerleri: • Mağdurun doğrudan Aile Mahkemesi’ne başvurusu b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa • Savcılığın bir suç nedeniyle başvuru olmaksızın resen başvurusu veya işçiye cinsel tacizde bulunursa. • Mağdur vekili bildirimiyle yapılabilir. d) İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesi- Yetkili Mahkeme, tedbir kararları için en hızlı kararı verecek ne rağmen gerekli önlemler alınmazsa.” şeklinde düzenleme Aile Mahkemesi’dir. mevcuttur. Mahkemece alınabilecek tedbirler şöyle özetlenebilir : “4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun” Ne yazık ki; bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de aile içi şiddetten en çok kadınlar zarar görmektedir. Toplumun neredeyse yarısını oluşturan kadınların büyük bir bölümünün şiddete uğraması, hem ailenin hem de dolaylı olarak toplumun yapı bozukluğuna uğramasına sebep olmaktadır. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nun yaptırdığı bir araştırma sonucuna göre ailelerin %34’ünde fiziksel şiddet, %53’ünde sözlü şiddetin uygulandığı ve ev içi şiddetin yoğun olarak yaşandığı açıklanmıştır. “4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun” kabul edilerek bu konuda oldukça önemli bir adım atılmıştır. Yasanın adı her ne kadar “Ailenin Korunması” ise de içeriğinde esas itibariyle ‘kadının şiddetten korunması’nın amaçlanmış olduğu görülmektedir. Yasanın uygulanması şöyledir: Şiddete Maruz Kalma Halinde ve Şiddet ihtimalinde İzlenecek Yol: a) Aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik söz ve davranışlarda bulunmaması, b) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer aile bireylerine tahsisi ile bu bireylerin birlikte ya da ayrı oturmakta olduğu eve veya işyerlerine yaklaşmaması, c) Aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi, ç) Aile bireylerini iletişim araçları ile rahatsız etmemesi, d) Varsa silah veya benzeri araçlarını genel kolluk kuvvetlerine teslim etmesi, e) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak şiddet mağdurunun yaşamakta olduğu konuta veya işyerine gelmemesi veya bu yerlerde bu maddeleri kullanmaması, f) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması, Konusunda mahkemece tedbir kararı verilebilir. Tedbirler sıa) Şiddet veya şiddet olasılığı durumunda mağdur veya po- nırlı sayıda olmayıp, TCK’da ve ‘Ailenin Korunması Hakkıntansiyel mağdur, en yakın polis karakoluna, jandarmaya yada daki Kanun’da yer almayan tedbirlere de hükmedilebilir.Teddoğrudan Cumhuriyet Savcılığı’na giderek ya da çeşitli iletişim bir kararı verilebilmesi için şiddetin gerçekleşmesi gerekmez. yolları ile şikayetini bildirebilecektir. Yasal düzenlemeye göre Tehlike ve ihtimal yeterlidir. bu konuda olaylara tanık olanlar da şikayeti yapabilirler. Tedbir kararları en fazla 6 ay için verilir ve tedbir kararının b) Şikayeti alan bu kurumlar, uygulanan şiddetin zaptını tuta- ihlali halinde tutuklama ve 3-6 ay arasında ceza verilmesi durak gerekirse mağduru Adli Tıp Kurumu’na göndermekle ve rumu ortaya çıkabilir. Hukuken veya fiilen ayrı yaşayan eşler bu raporla birlikte de evrakı Cumhuriyet Savcılığı’na gönder- bakımından da koruma kararı verilebilir. mek zorundadırlar. Şiddet uygulayan kişinin, ailenin geçimini sağlayan veya katkıc) Şikayeti inceleyen Cumhuriyet Savcılığı eylem Türk Ceza da bulunan kişi olması durumunda mağdurların yaşama dü- 44 zeyi gözetilerek mahkemece nafaka kararı verilebilmektedir. kökten çözülmesi için yeterli değildir. Koruma kararının bir örneği Aile Mahkemesince Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Savcılık kararın uygulanmasını zabıta (ve gerektiğinde psikolog, sosyal çalışmacı gibi uzman kişiler) aracılığıyla izler. Kusurlu eşin karara uymaması halinde zabıta, mağdurun şikayetine gerek kalmaksızın evrakı resen savcılığa iletir. Kanun konusunda bilgilendirme toplantıları yapılması gereklidir. Bu konuda barolara, bu bilgilerin geniş kitlelere duyurulması açısından görsel ve yazılı basına, sivil toplum kuruluşlarına ve kanunun uygulayıcıları ile adli tıptan kurumuna, sosyal hizmetler kurumlarına ve elbette ki hepimize görev düşmektedir. Savcı da karara uymayan şahıs hakkında Sulh Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açar. Ancak uygulamada tedbir başvurusu üzerine mahkemenin acilen karar vermemesi, duruşma günü vererek tedbir kararını bir süre sonra vermesi gibi kimi aksaklıklar görülebilmekle birlikte genel olarak yasanın amacına uygun işleyişin sağlanması için mahkemelerce yoğun çaba harcanmaktadır. Genellikle usulüne uygun başvuru ve özellikle doktor raporu bulunan olaylarda hakim derhal tedbiri verme yoluna gitmektedir. Öncelikle şiddetin varlığını kabul etmek ilk adımdır. Şiddetin önlenmesine ilişkin ulusal çapta çaba harcamak gerekmektedir. Şiddetin önlenmesi, şiddet uygulayanın cezalandırılması, şiddet mağdurunun ve çocukların korunması ve desteklenmesi, sığınma evlerinin yeterli koşullara ulaşması ve tüm aşamalarda yer alan her birimin diğer birimlerle tam bir koordinasyon içinde çalışması zorunluluktur. Bunlardan da önemlisi kadının her açıdan yerinin ve konumunun yükseltilmesi ve güçlendirilmesi, geleneksel rollerin ve Yine de uygulama açısından en çok şikayet edilen diğer bir alışkanlıkların insan haklarına uygun biçimde değiştirilmesikonu ise, şiddete uğrayan kadınların başvuru sırasında kar- nin ve geliştirilmesinin sürekli bir hayat tarzı şekline dönüştüşılaştıkları zorluklardır. İlk başvurusunu genellikle karakola rülmesi gerekmektedir. yapan kadın, polisin göstereceği olumsuz tavırdan son derece Aslında konu ile ilgili yazılacaklar belki ciltlerce kitabı kaplakötü etkilenebilecektir. Bu nedenle, özellikle semt karakolu yacak kadar çoktur. Amacımız; bir nebze olsun okurların ve polislerine büyük görev düşmektedir. onların çevresinde bulunan insanların temel konularda bilgiAilenin Korunmasına Dair Kanun’un, ilk başvuru yeri olan lendirilmesini ve haklarını kullanabilmesini sağlamaktır. Tüm polis karakolunda ve daha sonra mahkemede yasanın çıkarılış bireylerin şiddetten uzak kalabilecekleri bir yaşam dileğiyle… amacına uygun şekilde uygulanması, zaman içinde kuşkusuz, kadına yönelik şiddet eylemlerini önleyici, caydırıcı rol oynayacaktır. Kanunun çıkarılmasının birinci yılında (1.10.1999 – 1.12.1999) iki ay içinde Türkiye genelinde 1727 dava açılmış olması dikkate değerdir. Bu davaların 564’ü Ege Bölgesi’nde, bunun 476’sı İzmir’de açılmıştır. İstanbul’da 256, Eskişehir’de 149, Elazığ’da 31, Diyarbakır’da ise 28 dava açılmıştır. Aslında aile içi şiddetin, rakamlara yansıyanlardan çok daha fazla olduğu bilinmektedir. Şiddete uğrayanların ancak yaklaşık % 20’si resmi makamlara başvurmaktadır. %88 olayda şiddet erkek tarafından uygulanmıştır. Şiddete maruz kalan kadınların başvuruda bulunmama sebeplerine bakıldığında, ekonomik yetersizlik, işsizlik, cesaretsizlik veya iddiasının ciddiye alınmayacağı korkusu, şiddet uygulayanın cezalandırılmayacağı ve şiddetin tekrarlanacağı endişesi içinde olmak gibi endişelerin taşındığı görülmektedir. Şiddete uğrayan kişi sessizlikten vazgeçip, yasanın kendisine tanıdığı hakkını kullanmak istediğinde, karakoldan başlayarak mahkemede ve tedbirlerin uygulanması safhasında, yasanın konulma amacı her zaman göz önünde tutulmalı ve amaca uygun şekilde uygulanmalıdır. Halen bazı eksiklikleri olsa da yasanın çıkarılmış olması büyük bir adımdır. 4320 sayılı yasa kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve şiddet uygulayanın yasal yaptırımlarla karşılaşması açısından oldukça olumlu sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Ancak, gerek aile içi şiddetin gerekse kadına yönelik şiddetin tam anlamıyla önlenebilmesi için, önlemlerin hukuk alanıyla sınırlı kalması, yasal düzenlemelerin yapılması sorunların 45 DUAYENLER özel hastanelerde ve bunların yapılabilmesi için dernek onayı da şart oldu. O zaman bir dernek kurması gerekiyordu bu hastanelerin... Ege Özel Hastaneler Derneği’ni kurduk. Kısmetmiş ona da başkan olduk. Başkanlığım Haziran’ın ilk haftası bitecek. İki dönem üst üste başkanlık oldu. Röportaj; Fatoş Eren Özdemir [email protected] Fotoğraf; Sema Karahan www.semakarahan.net Yıllardır hekimlik ve yöneticilik yaptınız; yeni hedefleriniz var mı? Sağlık Bakanlığı özel hastanelerin aldığı katkılara el atıyor. Diyor ki, % 20’sinden fazlasını alamazsın. Garson bahşişi gibi bir şey. Tümüyle ortadan kaldırıyor. Bunun kalkması demek özel hastaneciliğin çökmesi demektir. Buraları devlet ve SSK hastanesi, poliklinikler gibi olacak. Gerçek Bir Duayen... Birçok öğrenci ve uzman yetiştirmiş, daima “ilk”lere imza atmış, duayenlerimizden, Özel Gazi Hastanesi Yön. Kur. Üyesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Ege Özel Hastaneler Derneği Başkanı Sayın Prof. Dr. Mustafa Eminoğlu ile dünü ve bugünü konuştuk. Size göre, Prof. Dr. Mustafa Eminoğlu bugünlere nasıl geldi? 1957-1962 yılları arasında, ihtisasımı Ankara Cebeci Doğum Evi’nde yaptım. Rahmetli Nusret Fişek Hoca’nın davetiyle 1962’de Ankara Hıfzısıhha Okulu’na katıldım ve ana sağlığı öğretim görevlisi olarak çalıştım. Sonra bir yıl için İngiltere’ye gönderildim; ordan da New York’a, doğum kontrolü yöntemleri için gittim. 1964’te dönünce, yeni kurulan Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü’nde Biyomedikal Şube Müdürlüğü’ne atandım. Türkiye’de ilk spirali ben taktım. İlk kurslara katılanlar arasında Dr. Suavi Topçuoğlu, Dr. Rıza Onarır, Dr. Ümit Kırdar gibi hocalarım da vardı. Onlara ders vermek zorunda kaldım ki, o zaman yeni uzmanım. O devirde Nusret Fişek Hoca’ya bağlıydı. 1966 seçimlerinde Adalet Partisi tam iktidarı kazanınca Dr. Faruk Sükan da Sağlık Bakanı oldu. Solcu 46 diye Nusret Fişek’i istemediler. Ama müsteşarın değiştirilmesi için üçlü kararnameye ihtiyaç duyuldu. Cumhurbaşkanı rahmetli Cemal Gürsel, Nusref Fişek Hoca’yı tuttuğu için dokunamadılar. Ama bu işin kopacağı belli olmuştu. Erzurum‘da da yeni Tıp Fakültesi açıldıydı. Gittim ve 6 yıl kaldım. Bu sürecin bir yılında yine ABD’deydim. Doçent oldum ve Hacettepe Tıp Fakültesi’ne geçtik. Sonra Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi ikinci Kadın Hastalıkları ve Doğum Kiniği açılıyor... Doçenti yok. Rahmetli Muvaffak Hoca açıyor. 2 doçent alacaklar, biri de tesadüf Dr. Mithat Yılmaztürk. Beraber çalıştık. Derken ‘80 ihtilali oldu. Bizim arkadaşlarımız da solcuydu. Biz de gazaba dûçar olduk. Nitekim şöyle oldu: Prof. Dr. Oya Tuncer rapor alacak; 1 hafta , 2 hafta, kimse vermiyor. Ben veririm dedim. Tabii ki yönetimin hışmına uğradık. Bir süre sonra üniversiteden ayrıldım, muayenehane açtım. Sonra 2001’de hastane işi çıktı karşıma. Gazi Hastanesi’nin binası yapılmış, henüz açılmamıştı. Galiba bende de heves varmış. Yönetim kuruluna aldılar. 100 hisseli 67 ortaklı bir şirketin sahip olduğu bir hastane burası. Sonuçta burda çalışmaya devam ediyoruz. Sonra SSK, Emekli Sandığı sözleşmeleri çıktı Şimdi de başka bir şeyin peşindeyim; galiba hiç rahat duramıyorum. Tabip Odası’na el atmak istiyorum. Nerden geldi aklına dersen... Sağlık Bakanlığı özel hastanelerin aldığı katkılara el atıyor. Diyor ki, % 20’sinden fazlasını alamazsın. Garson bahşişi gibi bir şey. Tümüyle ortadan kaldırıyor. Bunun kalkması demek özel hastaneciliğin çökmesi demektir. Buraları devlet ve SSK hastanesi, poliklinikler gibi olacak. Bunu medyada savunamazsın. Bunu en iyi savunacak Tabip Odası’dır. Çünkü tabiplerin hakkını savunmak ona aittir. İkincisi, asgari ücret tarifesi var. Ben hatta yazı yazdım Türk Tabipler Birliği’ne, Ankara’ya. “Bu asgari ücret tarifnamesinin kat sayısını her yıl yeniliyorsunuz. Acaba bunun uygulamasını kim denetliyor; yetkilisi, sorumlusu kimdir diye yazı yazdım. Tabip Odası’nın artık hekimlerin tarafında olması gerektiğine kanaat getirdim ve dün akşam derneğimizin yönetim kurulundaki arkadaşlarımız da bu fikrimi paylaştı. Tabip Odası, tabiplerin hakkını hukukunu koruması ve Sağlık Bakanlığı’nın karşısında olması lazım; çünkü Sağlık Bakanlığı bizim karşımızda. Sizce Sağlık Bakanlığı görevini yeterince yapabiliyor mu? Antalya’daki toplantısında Sağlık Bakanı çıktı; kendinden geçmiş, “Bütün hastaneler benim, üniversite hastaneleri, özel hastaneler, devlet hastaneleri, sigorta hastaneleri” diyor... Aslına bakarsan fiyasko hepsi. Tabipler Odası Kanunu beş para etmez. Bu tıp fakültesini bitiren hekimlerin, lisansını, hekimlik iznini Sağlık Bakanlığı veriyor. Ne haddine Sağlık Bakanlığı’nın? O sadece işverendir. Avrupa’da Amerika’da bunu hep tabip odaları veriyor. Medical Association. Avrupa Birliği’ne gireceksin, her şeyini ayarlıyorsundur da bunu neden ayarlamıyorsun? En büyük mücadelelerden biri bu. Ben arkadaşlara şunu söylüyorum. Önce bunun politikasını, biz sağlık kurum ve kuruluşlarının mensupları olarak bir çizelim ve bu politikaya uygun kişileri yönetim kuruluna aday olabilir diye belirleyelim. Ondan sonra mücadeleye girelim diye düşünüyorum. Sorunları tespit ettik... Sağlık bakanı olsanız neler yapardınız? Bu sorunlarla nasıl başa çıkabiliriz? Önce şunu söyliyeyim ki yaşlılık bana cesaret verdi, hiçbir şeyden korkmuyorum. Antalya toplantısında müsteşar yardımcısı Selahattin Bey ilk gün konuştu.Sonra söz aldım... “Sayın Müsteşar Yardımcımızı çok kez dinledim. Kendisine, fikirlerine hayranım ama bugünkü konuşmasını hiç beğenmedim. Karşımızda Sağlık Bakanlığı’nın bir savunucusu oldu.” Oysa ki ben Sağlık Bakanlığı’nın politikasına tamamen karşıyım. Sağlık Bakanlığı’nın görevi, koruyucu sağlık hizmeti yapmaktır. İkincisi birinci basamak hekimliğinin, sağlık ocağı, aile hekimliğini gerçekleştirmektir. Tedavi edici hekimliği de peyderpey özel teşebbüse devretmek... Nitekim dedim 1950 yılına kadar memleket hastanelerinden bahsedilirdi. Bu has- taneler özel idareye bağlıydı, Vali idare ederdi. Bütçesini de özel idareler verirdi. Sağlık Bakanlığı’nın sadece Türkiye’de 8 tane numune hastanesi vardı. Örnek olsun diye yapılmış... Türkiye’de sağlık hizmeti peyderpey özelleşmeli. Koruyucu sağlık hizmeti, birinci basamak hekimliğini Sağlık Bakanlığı yürütmektedir. Onun dışındakilerde de özel sektörü desteklemelidir. Hekimlerin lisansını, eğitimini, derecelendirilmesini de Tabipler Odası yapmalıdır. Avrupa Birliği standartları diyorlar, buraya gelince susuyorlar! Üstelik Tabipler Odası da uyarmıyor, uyandıramıyor da. Başlangıçta program şöyleydi: Vatandaş basamak basamak vatandaş sağlık hizmeti alacaktı. Biz hastaneler ikinci basamak oluyoruz. Daha sonradan değişti, birinci basamağa gerek yok dediler, herkes gitiği yere gitsin. En kolayını yaptılar. Eğer bu % 20 ile ilgili kanunu çıkarırlarsa ben dernek olarak yürütmeyi durdurma davası açacağım. Çünkü Rekabeti Koruma Kanunu’na aykırı oluyor. Rekabeti Koruma Kanunu, rekabeti engelleyici fiyat tespitleri yasaktır diyor. Rekabet unsurunda, fiyatlandırma ve kalite rekabeti temin eder. Peki, Hocam niçin yapıyorlar bu %20 katkı payını? Birincisi bu halktan katkı payı almak herkesin, hükümetin de lehine. Vergisini veriyoruz bunun. Bu paranın 3’te biri vergiye gidiyor. Eğer bunu kaldıracak olursa hababam bütçeden verecek. Bununla baş edemez. Diyor ki, “Benim hastanelerimde bir doktora düşen hasta sayısı 57, özel hastanelerde ise13. Kendi hastanelerindeki asistanları saymıyor. Oysa ki poliklinikte hastayla ilgilenen hekimlerin %80’i asistanlardır. Benim hastanem, senin hastanen demenin ne gereği var? Bırak vatandaş istediği yere gitsin. Hasta hakları var. Hasta beğendiği hastanede, beğendiği hekim tarafından tedaviyi satın alsın. Hekimlerin kazancıyla uğraşmak doğru değil. Nihayetinde 3-5 hekim fazla kazanır. Bunlar star hekimlerdir. Üstelik bunlar gençlerin ilgilerini şevk eder, çekerler. Onlar da doktor olmak ister. Eğer sen bu cazibeyi kaldırırsan kim doktor olmak ister, kim tıp fakültesine gider? Benim oğlum tıp fakültesini bitirdi. 6 senedir beyin cerrahide asistanlık yapıyor. Düşünebiliryor musun, ayda 7-8 tane nöbet tutuyor, bu meslek çekilir mi? Bir cazibe koyacaksın. Bunun da cazibesi kazanan hekimlerdir. Hepsi o kadar kazanmaz ama birkaç tanesi vardır ki yıldız gibidir, cezbeder. Konuşurken her hastanın istediği doktordan hizmet alma hakkı var dediniz. Peki, halkımız haklarının farkında mı? 54 senelik hekimsiniz. 50 sene öncesindeki hasta profiliyle şu anki hasta profili arasındaki fark nedir? O kadar eskiye gitmeye gerek yok. 15-20 sene önceki hastayla bugünkü hasta çok farklı. Birincisi, karşılıklı saygı pek kalmadı. Eskiden Anadolu’da bir hekim geldiği zaman her taraf temizlenir, düzenlenirdi. Hekimin çantası alınır, getirilirdi. Hastayı evde muayene ederdi. Cebine de para zarf içinde konurdu, hiç ellenmezdi. Para adı geçmezdi, bir saygı belirtilirdi. Hekim de hastaya saygı gösterirdi. Bunların hepsi koptu. Şimdi öldürülen doktorlar var. Hangi meslekte öldürülüyorsun? Tabipler Odası da tam sarılmıyor konuya. Nasıl öldürürsün? Hastaya yaklaşırken korkuyorum ben, bu meslek zevk vermez oldu. Korkuyla yaklaşıyorsun. Bir şey olursa, hastayı memnun etmezsen has- 47 şuyun yok buyun yok diye. Devlet hastanelerinin hiçbir şeyi yok. O zaman bize uygulanan bu yönetmelik bütün hastanelere uygulanmalı. Benim zaten savunmam bu. Şu özel lafını kaldırın. Niye özelmiş? Hastaneler yönetmeliği olsun. Tamam, biz razıyız. Biz bu standardın yükselmesini kabul ediyoruz, ne kadar külfet gelse de... Ama öbür tarafta devlet hastaneleri dökülüyor. Şu özel lafını silsinler her şey hallolur, bu kadar basit. Hastane hastanedir, özeli olur mu bunun? Devletle yarışamazsın, devletle rekabet edilmez. Devlet hastaneyi yaptırıyor. Bizim gibi cebinden vermiyor, kira vermiyor, maaşını devlet veriyor, maliye veriyor maaşını. Ondan sonra halktan para alma. Bu olacak şey mi? Aptal mı kandırıyorlar. Bunun hiçbir mantıksal amacı yok. Olsa olsa şu olabilir. Bugünkü özel hastane ve sağlık kurumları sahiplerini değiştirmek istiyorlar. Bunları sıkacaklar, nefesleri kesilecek, satacaklar şirketleri, kendi adamları alacak. Ondan sonra vanaları açacaklar, ortalık güllük gülistanlık olacak. Ben diyorum zaten anlatılan efsanelerde, masallarda da hep bolluk yılları, kıtlık yılları olur. Birbirini takip eder. Bir kıtlık yılına giriyoruz galiba ama bunun sonu bollukla biter. Dayanacaksın, o zaman bolluğa kavuşacaksın. ta mahkemeye de gidiyor, tazminatlar istiyor, mahkemelerde süründürüyor. Bu mahkemeler de eski mahkemeler gibi değil. Eskiden Sağlık Şurası’ndan geçerdi bu şeyler. Devletin neleri yanlış yaptığını biliyoruz. Peki, özel sektördeki sağlık kurumları bunu nasıl olumluya çevirir? Ne tür sosyal sorumluluk projelerinde yer alabilirler? Önce devletin kararlı olması, bir politika çizmesi lazım. Şu son kararlar mesela... 2-3 sene önce Sağlık Bakanlığı’nın politikası özel sağlık sektörünü teşvik ederken şimdi karşı cepheye geçti. Devlet rekabet eder hale geldi. Devletle rekabet edilemez. Benim hastanelerimi, doktorlarımı özel alıyor. Demek ki idarecilerin bir karar vermesi lazım. Bu sağlık politikasından da dönülmeyecek, rap diye birden dönüyorlar. En azından 2 sene önceden haber ver, duyur... Yatırımcı bir hastane olarak bizim de şevkimiz kırıldı. Öyle bir haber verseler ne olacaktı peki? Efendim, haber verselerdi bu yatırımları yapmazdık. Bakın yan tarafta bir hastane inşaatı var. Açılmazdık, beklerdik. Kaplumbağa gibi kabuğumuza çekilirdik. Vatandaş böyle zaten. Ekonomik kriz diyorsun, kabuğuna büzülüyor, para harcamayı sevmiyor, dursun diyor. Biz de öyle yapardık. Canlının en büyük savunması zaten o, kabuğuna büzülmesi. Birden değiştirdiler sağlık politikasını. Özeli öngören bir politikadan özeli düşman gören bir politikaya dönüldü maalesef. Bu şekilde devlet değil ev bile idare edilmez. Evde de aile reisinin bir tavrı, düşüncesi vardır. Sık sık değişmez bu. Hocam, özel hastanelerin Sağlık Bakanlığı’yla ilgili sıkıntılarından bahsettik. Başka ne tür sıkıntıları var? Başka hiçbir sıkıntı olmaz. Türkiye’de noksan olan şu; Özel Hastaneler Yönetmeliği var. Bu özel lafının silinmesi, hastane yönetmeliği olması lazım. Bu uygulama özellere uygulanıyor. Sağlık Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı canımıza okuyor, senin 48 Doktorluk dışında sosyal hayatınızda neler yaparsınız peki? Sanata, spora ilginiz var mı? Sanatı pek beceremem. Spora gelince, yüzmedir. Her sabah gider yüzerim. Yüzmezsem hasta oluyorum. 15 senedir de yüzüyorum. Spor yaparken beyinden endorfin denen bir mutluluk hormonu salgılanıyor ve bir müddet sonra kendinden geçiyorsun zaten. Yorgunluk hissetmiyorsun. Ondan sonra zaten spor bitince daha mutlu oluyorsun, morfin çekmiş gibi. Ertesi gün de zaten vücut bu morfini istiyor. Zamanı gelince uyandırıyor ve bu morfini istiyor, sürüklüyor seni. Yani bir nevi tiryaki oluyorsun, iyi oluyor. Benim prensibim şu; işini sev, eşini sev. Sevemiyorsan değiştir. Dünyanın kuralı bu. Prensip bu olacak. Başarı ve mutluluğun sırrı burda. Secret diye bir kitap çıktı. Aynen benim bu felsefeyi yazıyor, sevemiyorsan değiştir. Diğer bir şey daha var. İbadetin yarısı şükretmek. Şükretmek mutlu olmaktır. Çünkü eskilerin bir lafı vardır, “Bugüne şükür” derler. Şükretmek ibadetin yarısıdır ve mutluluğun esasıdır. Zaten ibadetin diğer yarısı da sabretmektir. Başka bitti, ibadet bitti. İkisini de yapabilirsen zaten mutlu ve başarılı olursun. Hekim olmasaydınız ne olmak isterdiniz? Klasik bir soru oldu ama, mesela politikacı olmak ister miydiniz? Yok, politikacılığa uygun değil benim mizacım. Benim çabuk alevlenen bir yapım var. Politikacının sabırlı olması lazım. Olursan iyisini olmak lazım. Eğer iyisini olmayacaksan hiç boşuna heves etme. Ne olurdum? Yine kadın doğumcu olurdum. Başka bir şeyi yapmayı bilmiyorum hayatta. Bir de havuza gidip yüzmeyi bilirim. Başka da bir şey bilmiyorum. Bu yaşta niye geliyorsun hoca, burada ne işin var yahu desen, yapacak bir şey bulamıyorum. Ertesi gün gelmek üzere gidiyorum dediniz. Bu önemli. Her zaman için bir umut var. Tabii efendim. İnsanın önce hayalleri ölür. Hayalleri öldürmeyeceksin. Houston’da şehrin girişinde bir yazı yazar. “Land of imagination” diyor. Hayal edenlerin ülkesi. Hakikaten insan hayal ettiği müddetçe yaşıyor. Hayal etmeden başarı da olmuyor. Hayal de ham hayal değil tabii... Esrarkeş de hayal ediyor. Öyle değil. Hocam, kadınlar en çok hangi şikayetle geliyor size? Kadınların dile getiremediği şikayetleri de var. Onu da gözünden okuyoruz. Konuşmasından, davranışından. Çünkü cinsellikte mutlu değil. Zaten bütün psikolojik olaylar bundan kaynaklanıyor. Sorunca, keşfedince anlıyoruz, yol gösteriyoruz. Cinsellikte tutucular. Dile getiremiyor, erkeğiyle konuşamıyor. Bu iki kişinin yaptığı bir şey. Ötekinin fikri sorulması lazım. İzmir, Ankara ve Erzurum’da görev yaptınız. Bu üç şehri kıyaslamanız gerekse... Çorum’da doğdum. Askerliğimi İzmir Bornova’da yaptım. Sonra Çorum’un iki kazasında pratisyenlik yaptım. Ankara’da, Erzurum’da çalıştım. Sonra da İzmir’e geldim. Ben İzmir’i çok seviyorum. Burası sevdiğim şehir benim ve hakikaten sevilecek şehir. İnsanı da sevilecek insan. Yaşamı seven insanlar burada oturuyorlar ve gelenler de bunu kabul ediyorlar. Hasta profili açısından değerlendirirseniz... Erzurum’la kıyaslarsanız İzmir çok daha bilinçli. Erzurum’da şunlar olurdu: Kadın doğuramamış, rahmi çatlamış, kanamış, kar yolları kapatmış. Atın arkasına iki tane sırık, arasına bir kilim çekip getirirler hastayı. Kocasına, kan vermek lazım dersin.... Ee ver, der.. Git al dediğinde, param yok der. Ölür bu dediğinde de, ne yapayım der... Toplum, sosyal seviyenin olduğu bir yerde kıymetli. İnsanın hayvandan farkı nedir? Sadece düşünmek değil. İnsan çok değerlidir. Ama bunu hayvanla ölçersen... Ölürse ölür diyor adam. O masrafı edeceğime taze bir kız alırım diyor. Böyle denen bir yerde nasıl doktorluk yaparsın? Peki hocam genç hekimlere ne tavsiye edersiniz? Bunca yıllık deneyimlerinize dayanarak neler öğütlersiniz? Öncelikle başarılı olmak için sebat etmek lazım. Gençler sebatkar olmuyorlar. Olmayınca başarı da gelmiyor. Mutlulukla başarı beraber gider. Zaman zaman yolun sert bir yere gelir. Geçeceksin orayı, orada teslim olmayacaksın. Yaşlılık şunu öğretti bana: Birincisi, artık elde edemeyeceğim şeye heves etmiyorum, elimi uzatmıyorum, onu arzulamıyorum ve ulaşabileceğim şeyleri biliyorum, onun mücadelesini yapıyorum. Ben Türkiye’nin sağlık politikasını değiştiririm diye bir hayal etmiyorum. Ben Sağlık Bakanı olurum diye de hayal kurmuyorum. Hocam, çok keyifli bir sohbetti. Çok teşekkür ederiz zaman ayırdığınız için... Nurettin, ben teşekkür ederim. Bu güzel kızlarada teşekkür ederim. Benim burda fikirlerimi dinlediniz; bir yerde fikirlerini söylemek insana mutluluk veriyor. Herhalde bunlar yaşlılık belirtileri. İhtiyarlık demedim, yaşlanmak doğaldır. Tabii ben yaşlıyım. Benim bu cesaretim yoktu. Kalkıyorum Sağlık Bakanlığı’yla, Tabipler Odası’yla kavga ediyorum. Ben yüzerken düşünürüm. Zaten beyin yıkanmış gibi oluyor. Fikirler, karar verilecekler kalıyor... 49 ÇEVRE BİLİMLERİ saklanabilir. Böyle bir ölçekte tek bir atomu hayal etmek esa- lara da ‘radyoaktif atomlar’ deniliyor. sen imkansızdır, ama elbette denemekte özgürüz. İsterseniz Nükleer enerji nedir? matematiksel bir ölçek bile verebilirim. Bir milimetrenin on Doğada, radyoaktif elementleri özel kılan şeylerin diğeri ise, milyonda biri; işte atomun ölçeği budur! radyoaktivitenin bulunuşundan neredeyse yüzyıl kadar sonra Atomlarla ilgili daha elle tutulur bir bilgi vermek gerekirse, iki Einstein’ın ortaya çıkardığı, kütleyi enerjiye dönüştürmesidir. hidrojen atomuna bir oksijen atomu eklerseniz, bir su moleküÇekirdeğin içinde proton ve nötron var demiştik. Nükleer lü elde edersiniz. reaktörlerde yakıt olarak kullanılan uranyum atomuna dışarıİşte nükleer enerji ve radyasyona yaklaşmaya başladık… İlginç- dan nötron gönderdiğimizde bu uranyum atomu parçalanır ve tir hidrojen yanıcı, oksijen yakıcı element olmasına karşın su müthiş bir enerji açığa çıkar. Bu enerjiye “nükleer enerji” denir. söndürücüdür fakat burada bizi ilgilendiren, suyun oluşumu Bu kapsamda ortaya çıkan enerji sebep değil, sonuçtur; yani kimyasal bir reaksiyondur. Yani ne oksijen ne de hidrojen enerji atıktır! Amaç proton ve nötron sayısını eşitlemektir. özünde değişir, hep aynı kalır, onları farklı kılan birliktelikleriNükleer santrallerde elde edilen enerji işte tam olarak bu sayedir. Hatta şöyle diyelim; H ve O flört ederler ve bu durum mutde açığa çıkar, atık olarak… lu oldukları sürece son derece normaldir! İlişki bu ya, bir gün birliktelikleri biterse sadece birbirlerine elveda derler ve hayat- Peki, radyoaktif atomlar neredeler? larına H ve O olarak devam ederler ve inanın flört edecek bir C Karasal ortamdaki kayalarda ve denizel ortamdaki sediment(karbon) ya da S (kükürt) atomu bulmaları çok sürmeyecektir. lerde radyoaktif maddeler bulunduğu gibi atmosferde de koz- Esen Fatma Kabadayı - Biyolog Ege Üniversitesi Çevre Bilimleri Yük. Lis. Öğr. [email protected] www.biyoblog.com Oysa radyoaktif tepkimelerde (radyoaktivite) durum biraz değişiktir. Söz gelimi bugün elimizde bir uranyum atomu varken, yarın bir kurşun atomumuz oluverir ve inanın bu doğada son derece kayda değer ve ilginç bir değişimdir. Bu da, kırk yıllık evli bir adamın bir anda geçirdiği bir beyin rahatsızlığı ile hafızasını yitirip üstüne bir de yeni hayatında operasyon geçirip kadın olması gibidir. Değişim birliktelikle alakalı değildir. Kişinin özünde, atomun çekirdeğindedir. Yani kısacası bu olaya radyoaktif bozunma denir. BİLİM BU YA, KÜÇÜKLÜĞÜNÜ HAYAL BİLE EDEMEDİĞİMİZ ATOMLARDAN, FİZİKÇİLERİN TÜM HAYALLERİNİ DOĞRULADIĞI YASALARLA, ATOMUN İÇİNDE BİLE NE OLDUĞUNU BİLİYORUZ VE BUGÜN HASTALIK TANI (RÖNTGEN) VE TEDAVİLERİMİZDE (IŞIN TEDAVİSİ-RADYOTERAPİ), BÜYÜK ENERJİ ELDE ETMEKTE KULLANDIĞIMIZ NÜKLEER SANTRALLERDE VE DAHA BİRÇOK ALANDA BU DOĞA YASASI HER TÜRLÜ YÖNDEN HAYATIMIZI DERİNDEN ETKİLİYOR. … Yüce Atom Einstein evren hakkındaki yasaları çözerken, başka bilim adamları da uzaydan daha yakın ama bir bakıma aynı derecede daha uzak bir şeyi anlamaya uğraşıyorlardı: gizemini hiçbir zaman kaybetmeyen atomun yapısını. Büyük Fizikçi Richard Feynman bir kitabında şunu gözlemlemişti: “Bilim tarihini tek bir cümleye indirgeyecek olursak, o cümle ‘Her şey atomlardan yapılmıştır’ olurdu. Onlar her yerdedir ve her şeyi onlar oluşturur. Etrafınızda gördüğünüz her şey atomlardan oluşuyor. Yalnızca duvarlar, masalar, insanlar 50 gibi somut şeyler değil, aradaki hava da atomlardan ibaret ve sizin hiç idrak edemeyeceğiniz kadar çok sayıdalar.” Pencerenizin dışındaki dünyada kaç cm3 hava bulunduğunu bir düşünün. Manzaranızı doldurmaya kaç küp şeker yeter? Şimdi de evren inşa etmek için onlardan kaç tane gerekeceğini düşünün. Uzun lafın kısası, atomlar çok ama çok sayıdadır. Aynı zamanda fevkalade dayanıklıdırlar. Atomların dayanıklı olmasının sebebi çok da minik olmalarıyla ilgilidir. Yarım milyon atom omuz omuza dizilse, bir insan tüyünün arkasına Bilim bu ya, küçüklüğünü hayal bile edemediğimiz atomlardan, fizikçilerin tüm hayallerini doğruladığı yasalarla, atomun içinde bile ne olduğunu biliyor ve bugün hastalık tanı (röntgen) ve tedavilerimizde (ışın tedavisi-radyoterapi), büyük enerji elde etmekte kullandığımız nükleer santrallerde ve daha birçok alanda bu doğa yasası her türlü yönden hayatımızı derinden etkiliyor. … RADYOAKTİVİTEDE ORTAYA ÇIKAN ENERJİ SEBEP DEĞİL, SONUÇTUR; YANİ ENERJİ ATIKTIR! AMAÇ PROTON VE NÖTRON SAYISINI EŞİTLEMEKTİR. NÜKLEER SANTRALLERDE ELDE EDİLEN ENERJİ İŞTE TAM OLARAK BU SAYEDE AÇIĞA ÇIKAR, ATIK OLARAK… mik ışınların etkisiyle radyoaktivite oluşur. İnsanoğlu ve diğer canlılar, milyonlarca yıldan beri evrenden gelen kozmik ışınlar ve yerkürede bulunan doğal radyoaktif maddelerden yayılan radyasyonla ışınlanmakta olup; tüm canlıların var oluşlarından bu yana sürekli olarak doğal radyasyonla iç içe yaşamaktadırlar. Buna ek olarak vücudumuza solunum ve sindirim yollarıyla, hava, su, tüm bitkisel ve hayvansal besinlerde az da olsa bulunan radyoaktif maddeler alınmaktadır. Kısaca, insan vücudu hem iç hem de dış radyasyon ışınlanmasına doğal olarak maruz kalmaktadır. Bunların yanı sıra mikrodalgalar, radyo dalgaları, radar, X-ışınları, gama ışınları radyasyonun diğer türleridir. Bunlar çevremizde doğal olarak bulunduğu gibi yapay olarak da elde edilmektedir. Radyasyonun, madde üzerinde meydana getirdiği etkilere gelince; • İyonlaştırıcı radyasyon (X-ışınları, gama ışınları, alfa, beta radyasyonları, kozmik ışınlar, nötronlar) • İyonlaştırıcı olmayan radyasyon (ultraviyole, kızılötesi, radyo dalgaları, mikrodalgalar) şeklinde sınıflandırılır. İyonize olmayan radyasyon olarak bilinen çok daha uzun dalga boyuna sahip, yüksek gerilim hatları, bilgisayarlar, cep telefonları, mikrodalga fırınlar ve radyo dalgaları şeklindeki radyasyonlar hücrenin kimyasına zarar vermezler. Sağlığa zararlı etkileri neredeyse görülmemektedir. İyonize radyasyonların sağlığa zararlı etkileri de sanıldığı kadar tehlike oluşturmaz, çünkü tehdit edecek boyutlarda radyasyona maruz kalmak sanıldığı kadar kolay değildir. Öncelikle iyonize radyasyonlar kısa dalga boyuna sahiptir. Bu özellikleriyle uzaklığın karesiyle ters orantılı bir biçimde etkilerini kaybederler. Bununla birlikte, örneğin alfa ışımaları derinizi bile geçemez, beta ışımalarını ince bir alüminyum levha ile kesebilirsiniz ve gama ışımaları için de birkaç metrelik bir duvar ya da kurşun malzeme radyoaktif maddeyi hapsetmeye yetecektir. Fizikçilerin marifetiyle atomu oluşturan atomaltı parçacıklar dediğimiz nötron, proton ve elektron gibi yapıların varlığını da biliyoruz. Kısaca, tamamen atomun çekirdeğindeki proton ve nötron sayıları ile ilgili olarak bazı belli atomlar ‘kararsız’ diye tabir ettiğimiz bir rahatsızlık içine giriyor (hafıza kaybı) ve bu atomlar atomaltı parçacıklardan bazılarını kendilerinden uzaklaştırmak üzere fırlatıyorlar. Böylece atomların kendili- Tıbbi testlerde de görüleceği üzere az miktarda iyonize edici ğinden parçacık yayınlamasına ‘radyoaktivite’, olay sırasında radyasyon çok büyük zarar vermez. Ancak çok fazlası hastagerçekleşen ışımaya ‘radyasyon’ ve böyle ışımalar yapan atom- lıklara yol açar. Bu noktada önemli olan, ne kadar radyasyona 51 Elektron Proton Nötron Atom çekirdeği Elektron Yörüngesi Çağdaş atom modeli maruz kaldığımızdır. Radyasyona bağlı tıbbi rahatsızlıklara yol açmak sanıldığı kadar kolay olmamakla birlikte; halkın genelinde nükleer santrallerin adeta durduk yerde kişilerin radyasyona maruz kalmasına sebep olacağına dair yanlış fikirler büyük ölçüde benimsenmiştir. Oysa durum bunun tam tersidir; insanlar zaten doğal radyasyona sürekli maruz kalmaktadır. tir ve hastalar bu amaçla sürekli radyasyona maruz bırakılırlar, ancak burada kullanılan radyasyon kısa yarı ömre -söz gelimi 10 g radyoaktif maddenin, 5 g bozunması için geçen süre- sahip radyoaktif elementler sayesinde, birkaç saatlerle ifade edilen zaman dilimlerinde vücuttan atılmaktadır. Radyasyon sanıldığının aksine, hayatımıza yalnızca nükleer enerji kazanımı için kurulan nükleer santral kazalarından meydana gelmez, nitekim nükleer santraller de salt enerji eldesi için kurulmaz; enerji atıktır! Meydana gelen kazalarda da sanıldığı kadar büyük etkilere maruz kalmak söz konusu değildir. Oysa halk, nükleer santral kurulması fikrine bile reaksiyon göstermektedir. Aslında kaza sonucu radyasyon meydana gelse bile, radyasyonun kaynağında değilseniz etkisi ölümcül olmaz muhtemelen. Çünkü radyasyon kazara santralde meydana gelecek patlama sonrasında atmosferde seyrelir ve uzaklığın etkisiyle etkisi iyice azalır. 1 cm uzaklıktaki bir radyoaktif kaynaktan 1 birim radyasyon aldığınızı düşünürsek, Radyasyonun kullanıldığı başlıca alanlardan biri de tıbbi uygu- mesafe 100 cmye çıktığında ilk radyasyonun on binde birinin lamalardır. Kanser ve tümör tedavisinde metot haline gelmiş- size ulaşacağını söyleyebiliriz, çünkü radyasyon etkisi uzak- Keza, radyoaktivite de günümüzde birçok alanda enerji elde etmekten ziyade başka alanlarda rağbet görmekte ve faydalı olmaktadır. Örneğin, tarih, arkeoloji ve jeolojideki uygulamalarında, ahşap eşyanın veya kumaşların yapıldığı tarih, karbon 14 metoduyla kesin olarak bulunur. Bu usul eski medeniyetlerin incelenmesinde çok yararlıdır. Bilim tarihinde Rutherford’un radyoaktif maddelerin yaşını hesaplamasıyla, dünyanın yaşının olduğundan daha fazla olduğu ortaya çıkmış ve bu durum döneminde büyük yankı uyandırmıştır. Fosil yaşlarının tayininde de sürekli başvurulan yöntemler arasındadır. 52 lığın karesiyle ters orantılıdır. Yanı sıra, söz gelimi Çernobil sonucu radyasyona maruz kalan çay bitkisinden yapılmış çayı içen bir kimsenin alacağı radyasyon, bir sigaradan alınacak radyasyon kadardır. Bu durumda, kişilerin radyasyona maruz kalma eşiğinin son derece yüksek olduğu ve çok kez alınan radyasyonun etkisinin korkulduğu kadar büyük olmadığı söylenebilmektedir. Radyasyon ne zaman ciddi zarar verir? içinde radyoaktivitenin insan sağlığına yararlı etkilerinin araştırılması olduğu gibi, fizik bilimi de zararlı etkilerinin önlenmesi konusunda kesin fikirlere sahiptir. Dolayısıyla bu bilimsel koşullarda, 5 Atatürk Barajı’ndan sağlanacak enerjinin 1 nükleer santralden kazanmak son derece ekonomik öneme sahip bir kazanımdır. Türkiye’de nükleer santral Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ve enerjisinin büyük Konu ile ilgili çarpıcı bir örnek radyoaktivitenin isim annesi kısmını ithal eden ülkelerde sürdürülebilir ve bağımsız enerMarie Curie ve eşi Pierre Curie’dir. Radyasyonun sağlığa olan jiye sahip olmak hayati önem arz etmektedir. Nükleer santzararlı etkilerinin bilinmediği dönemlerde radyoaktivite ça- rallerin sera gazı etkisi sıfır olduğu gibi, elde edilen enerjinin lışan Curie’ler yıllarca sürekli olarak kaynağında radyasyona de atık olduğu düşünülürse nükleer santral kurmak “sürdürümaruz kalmıştır. Bu şekilde yıllarca korunmasız olarak rad- lebilir kalkınma” yolunda da büyük bir adımdır. Dahası, radyasyona maruz kalmak son deyoaktivitenin diğer kullanım rece tehlikeli ve kalıcıdır; hatta alanlarında ihtiyaç duyulan Madam Curie’nin 1890’lardan elementlerin sürekli ithal edilkalma notları şu an bile oldukmesi çokça pahalı bir yöntemRADYOAKTİF ELEMENT ETKİSİYLE ça radyoaktiftir. Kendisinden dir. Söz gelimi hastaların tedaBİR ANDA ÖLMEK İSTESENİZ BİLE kalma laboratuvar notları bile visi için kullanılan kısa dalga BUNU BAŞARMAK O KADAR KOLAY kurşun astarlı kutularda muboyuna sahip, yaklaşık 6 saatte hafaza edilmektedir ve görbozunan radyoaktif elementOLMAYACAKTIR. mek isteyenlerin koruyucu ler Almanya’dan 100 g alınıp giysiler giymesi önerilir. Pierre Türkiye’ye uçakla gelene kadar Curie’de radyasyon hastalığı50 g kalacaktır; hem de siz 100 nın temel belirtileri olan hafif kemik ağrıları ve kronik hal- g parası ödemişken… Bu önemli çünkü, hastalıklarımızın tesizlik görülmekteydi. Karşıdan karşıya geçerken at arabasının davisinde kullanılan tüm radyoaktif maddeleri ithal ediyoruz; altında kalarak ölmeseydi, şüphesiz durum daha da kötüleşe- oysa bir santralimiz olsa kendimiz üretirdik!... bilirdi. Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta, yılNükleer santrallerden korkmaya gerek var mı? larca radyoaktif etkiye maruz kalan Pierre Curie’de bile yıllar sonra kemik ağrıları ortaya çıkmasıdır. Madam Curie’nin de Bu konuda yapılan diğer bir savunma da AB ülkeleri hızla lösemiden öldüğü bir gerçektir ve radyasyonun kanser riskini nükleer santrallerini kapatırken, neden Türkiye’de bir nükleer arttırdığı doğrudur. Ancak Madam Curie kadar radyasyona santral kurulması fikrinin olduğudur. AB ülkelerinde (yedi maruz kalmadan da kanser olma ihtimalinizin olduğu gerçeği ülke hariç) sayısız nükleer santral mevcuttur. Söz konusu nükde vardır. Kaldı ki, radyoaktif element etkisiyle bir anda ölmek leer santraller plajların, kent merkezlerinin ortasında yıllarca isteseniz bile bunu başarmak o kadar kolay olmayacaktır. Bi- güvenle aktif durumda işletilmişlerdir. Nükleer santrallerin lim adamlarına göre, bir avuç uranyum yeseniz bile bunun kapatılması iki sebepten kaynaklanmaktadır. Birincisi nükleer radyoaktif etkisi insanlarda görülmez. Çünkü uranyumun ya- santrallerin belirli bir ömrü olması ve sonra kontrollüce karılanma ömrü binlerce yıl ile ifade edilir. Siz hayattayken biyo- patılması zorunluluğudur; diğeri de bu ülkelerin -en azından lojik yarı ömründen dolayı vücuttan atılır ki atılıncaya kadar şimdilik- enerji açığının olmamasıdır. Örneğin Fransa’da 50 vücuda zararlı herhangi bir radyasyon tehlikesi oluşturmaz! küsur nükleer santral mevcuttur! Diğer taraftan daha akılcı Nitekim, doğada radyasyon sürekli vardır ve bilimde sürekli savunmalarda nükleer santrallerin savunmasız ve tehlikeye kullanılmaktadır. Tıbbi radyoloji birimlerinde çalışan kişiler- açık olduğu yönünde eleştiriler yapılmaktadır. Ancak bu dude bile radyasyon alımı eşik değerlerin altında kalmaktadır. rum, düşman ülkelerin bize karşı nükleer silah kullanma fikTıbbi radyoaktif atıklar da tıpkı nükleer santrallerin yarattığı rinden daha az muhtemeldir. Bununla birlikte modern nükradyoaktif atıklar gibidir ve kolayca zarar vermeyecek şekilde leer santraller son derece korunaklı yapılardır ve radyoaktif kaynak çoğu kez olası bir kazada dışarı bile çıkamaz. Çıksa saklanabilirler. da hemen atmosferde seyrelir… Ayrıca Çernobil’in anayurdu Nükleer Tıp ve Nükleer Fizik Kiev’de hayat bitmemiş, altı parmaklı çocuklar doğmamıştır. Sonuçta, radyoaktivite hayatın gerçeğidir. Radyasyon insanın Radyasyonlu çay olduğu gibi domates de olur, yağmur bulutu hiçbir duyu organı tarafından hissedilmemesine karşın, gerek bitki seçmez. Çayın önemli olması direkt yaprağından radyasgüneş ışınları gerekse toprak gibi doğal yollardan ya da tedavi yon alması ve bizim yaprağı tüketmemizdir. Tekrar hatırlatave tanı amaçlı olarak hastanelerde sürekli radyasyona maruz yım bir sigara kadar radyasyon! kalırız. Radyoaktif elementler de doğada kendiliğinden bulunSonuç olarak, ülkemizde bugüne kadar bir nükleer santral maktadır. Radyoaktivitenin uzun süreli ve sürekli etkilerine kurulmamış olması büyük bir eksikliktir... Niçin enerjimize maruz kalmanın insan sağlığına zararlı birçok etkisinin mevenerji katmayalım… cut olduğu doğrudur, ancak insan sağlığına yararlı etkileri de oldukça fazladır. Nitekim Sağlık Fiziği biliminin uğraşı alanı Sağlıcakla… 53 KISA KISA... ...KISA KISA modern cihazlarla hastalarına hizmet verecek olan muayenehane İzmir’deki bir açığı kapatacak. Karşıyaka Belediyesi 2007 İnsan Hakları Ödülü Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar İzmir’de modern bir muayenehane Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Kalp Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar, modern cihazlarla donanmış Plevne Bulvarı’ndaki muayenehanesini hizmete sundu. Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar ile eşi Kadir Çınar ve asistanları Nazan Çeken’in ev sahipliğini yaptığı açılışa Çınar’ın meslektaşlarının yanı sıra çok sayıda İzmirli sima da katıldı. Açılışını Muzaffer İzgü’nün yaptığı, renkli doppler ekokardiyografi, stres ekokardiyografi, tansiyon holteri, elektrokardiyografi holteri gibi tanıdaki değeri yüksek olan Karşıyaka Belediyesi’nin geleneksel hale getirdiği ve her yıl insan hakları konusunda önemli çalışmalara imza atan kişi ya da kurumlara verdiği ödülü 2007 yılı itibariyle, 26 Şubat Salı günü saat 11:00’de Karşıyaka Nikah Sarayı’nda düzenlenen ödül töreniyle, işkencenin önlenmesine yönelik uluslararası literatüre giren işkence izlerinin yıllar sonra da saptanmasını sağlayan kemik sintigrafisi alanında yaptığı çalışmalar ile Prof. Dr. Veli Lök almaya hak kazandı. Kalabalık bir izleyici grubunun katıldığı törende; Prof. Dr. Sait ADA, Dr. Türkcan Baykal ve Prof. Dr. Nurettin Demir, Prof. Dr. Veli Lök’ün çeşitli yönlerini sundular. Seçici Kurul’un gerekçeli kararında; Veli Lök’ün başkanlığını yaptığı İzmir Tabip Odası Muayene ve Rapor Komisyonu’ndaki ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı’ndaki faaliyetleri nedeniyle insan haklarını savunucu kimliği ve ortopedi alanında birçok yönetimin ilk uygulamalarını gerçekleştiren hekim kimliğinin birlikte değerlendirildiği ifade edilerek kararın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 5. ve 25. maddelerine dayanarak alındığı belirtildi. Karşıyaka Belediyesi, bu seneye dek Belediye Meclisi Kültür Komisyonu’nun belirlediği adaylar arasından ödül sahibini belirlerken bu yıl hem seçiciler hem Soldan sağa; Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar, Kadir Cinar, Dr. Ögul Orhan, Meral Orhan Soldan sağa; Uzman Dr. Gülsim Dolgun Genç, Ressam Seba Uğurtan, Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar 54 Karşıyaka Bel. Bşk. Cevat Durak ve Prof. Dr. Veli Lök seçim prosedürünü değiştirdi. Bu yıl ödül alacak kişi, kurum veya kuruluşu belirlemek için bir araya gelen yeni seçici kurul Ankara Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hamit Hancı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Usul Hukuku Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Mustafa Ruhan Erdem, Emekli Hakim-Avukat Veysel Gültaş, Karşıyaka Belediye Meclisi Eğitim Komisyonu Başkanı Asuman Yalçın, Karşıyaka Belediye Meclisi Kültür ve Turizm Komisyonu Başkanı Hüseyin Akbaş ve Karşıyaka Belediyesi Kültür Müdürü Şebnem Güncü gibi belediye meclis üyeleri, akademisyenler ve hukukçulardan oluştu. Ayrıca bu yıla dek sadece kültür komisyonunun belirlediği adaylar elemeye alınırken bu sene ilk kez dışarıdan kişi kurum ve kuruluşlar da ödüle aday gösterilebildi. Bu adaylar da yeni seçici kurul tarafından değerlendirmeye tabi tutuldu. Değerlendirme sonucu değer görülen isim Prof. Dr. Veli Lök oldu. Expo Tarihinin En Kalabalık Sempozyumu 14–15 Şubat 2008 tarihlerinde İzmir’de EXPO sempozyumu yapıldı. İzmir’in, EXPO 2015 adaylığı ile ilgili en önemli sınavlardan biri olan 2. Uluslararası Sempozyum; Sağlık Bakanı Recep Akdağ, İzmir Valisi Cahit Kıraç, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Almanya eski Başbakanı Gerard Schröder, milletvekilleri, meslek odalarının başkan ve temsilcilerinin yanı sıra 107 ülkeden 222 yabancı konuğun katılımı ile Fuar Kültürpark 1A Holü’nde başarıyla gerçekleştirildi. Uluslararası Sergiler Bürosu (BIE) delegelerinin katılımı ile düzenlenen ve ana teması” Herkes İçin Sağlık” olan sempozyumda konuşan Almanya eski Başbakanı Gerhard Schröder, günümüzün bölünmüş dünyasında birlik ve beraberlik mesajına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulduğunu belirterek, İzmir’in adaylığının önemini vurguladı. Schröder, Türkiye’nin modern yüzünün EXPO ile dünyaya gösterileceğini söyleyerek, delegelerden 31 Mart günü gerçekleştirilecek olan oylamada oylarını İzmir’den yana kullanmalarını istedi. Türk Perinatoloji Derneği ve Spina Bifida Derneği, sempozyumda stand açarak Expo’nun İzmir ve Türkiye’ye kazandırılması çalışmalarına desteklerini gösterdiler. “Gebelik Seminerleri” başlıyor. İrenbe Kadın Hastalıkları ve Doğum Dal Merkezi ile Clinic A Plus, ortak bir çalışma yaparak Gebelik Seminerleri düzenliyorlar. seminerler, Mart ayından itibaren her ay düzenli ve ücretsiz olarak gerçekleştirilecek. Clinic A Plus Güzellik Merkezi’nde gerçekleştirilecek seminerler; “Gebelik ve Beslenme, Anne Sütü ve Bebek Gelişimi, “Emzikli Dönemde Beslenme”, Aylara Göre Bebek Beslenmesi” başlıkları altında yapılacak. Diyetisyen Burçin Çelikezer tarafından verilecek olan ilk seminer, 13 Mart saat 12.00 - 13.30 arasında düzenlenecek. Seminer katılımı için Clinic A Plus (Tel: 464 61 71) ya da İrenbe Kadın Hastalıkları ve Doğum Dal Merkezi’ni (Tel: 464 58 88) arayıp randevu alabilirsiniz. Anne ve bebeklere ücretsiz hizmet: Bebeğim Sağ Olsun! Sağlık Bakanlığı, Türkiye’deki tüm sağlık ocakları, aile sağlığı merkezleri ve aile planlaması (AÇSAP) merkezlerinde, “Bebeğim Sağ Olsun” adını taşıyan kampanya ile gebelik dönemi ve doğum sonrasında annelerin ve bebeklerinin sağlık kontrollerini ücretsiz yapıyor. Kampanya, Sağlık Bakanlığı’nın Avrupa Birliği mali desteği ile yürüttüğü “Türkiye Üreme Sağlığı Programı” kapsamında hayata geçiyor Amaç, bu hizmetlerden yararlanamayan tüm anne adaylarını bilgilendirerek, düzenli kontrollerle önlenebilir anne ve bebek ölümlerinin önüne geçebilmek. Sağlıklı gebelik, sağlıklı doğum ve sonrasının koşullarının anlatıldığı bu kampanyanın öncelikli hedef kitlesi; özellikle kırsal bölgelerde yaşayan, eğitim edinimi ve sosyo-ekonomik düzeyi alt grupta yer alan 15-49 yaş arasındaki kadınlar. Her yeni doğan 1000 bebekten 17’sinin hayatını kaybettiği, % 61.6 oranında önlem alınabilecek nedenlere bağlı anne ölümlerinin olduğu ülkemizde, “Bebeğim Sağ Olsun” kampanyası büyük önem taşıyor. (Ayrıntılı bilgi için: www.bebegimsagolsun.org) 55 KİTAP... Geçmişin Hipnoz’unu Bozmak Hazırlayan; Dr. Bülent Uran Ütopya Grafik, 2006 1.Baskı, 241 Sayfa Gerçek iyileşmeye açılan bir kapı Hekim Olmak Sorgulayan-Derleyen; Prof. Dr. Şefik Görkey Yanıtlayan; Prof. Dr. Türkan Saylan İskele Yayıncılık, 2007 1.Baskı, 152 Sayfa 15’inde Başlayan ve bir ömür boyu süren tıbbiye aşkı, Türkan Hoca ile yıllar sonra gerçekleştirdiğimiz ve beni çok onurlandıran bu söyleşi kitabı, onun ‘hekimlik’ ve ‘hekim olmak’ konusundaki görüşlerinden oluştuğu için, Türkan Hoca’ nın tutumu ve anılarımdan söz etmeliyim. Türkan Hoca her eve istisnasız sımsıcak ‘merhaba’ diyerek girerdi. Lepralı Hastaların evinde daha çok kalınır, sosyal gereksinimleri için de çözümler aranırdı. Hoca muayene sırasında hastalara dokunmaktan hiç çekinmezdi, hatta çaylarımız tek göz oda evin dışında, köy halkının da şahit olacağı şekilde birlikte içmememize özen gösterirdi. Öğrencilerimle bire bir yaptığım konuşmalarda pek çok sorunlarına şahit oldum. Bu nedenle fakültemizde danışmanlık uygulamasını yaşama geçirmeyi önemsedim. Ve danışmanlık uygulaması 2006- 2007 eğitim öğretim yılında, planlı ve programlı olarak fakültemizde yaşama geçirildi. Bu süreçte Türkan Hoca’ nın deneyimlerini dinlemek istedik. Böylece Türkan Hoca’ nın fakültemizi ziyaretleri sırasında bu kitabı oluşturma fikri ortaya çıktı. Türkan Hoca ile yapmış olduğumuz söyleşiyi keyifle okumanızı dileriz. Tıp dünyası bu kadar olanak içinde kronik hastalıkların kökünü kazıyacak bir şeyler neden üretemiyor? Çünkü günümüz tıp dünyası insan vücudunu bir makine olarak görüyor. Zihin kavramını dışlıyor yani düşünce, inanç ve duyguları hastalıkların oluş mekanizmaları içinde kabul etmiyor. Bu kitap zihin kavramını hastalıkların oluş nedenleri arasında ilk sıraya aldığımız ve iyileştirmeye bu açıdan yaklaştığımız takdirde iyileşemez denilen birçok hastalığın ya da sorunun iyileşebileceğini ileri sürüyor. Bu amaçla da hipnozun nasıl hastalıklara neden olduğunu ve yine hipnoz yoluyla bu hastalıklardan nasıl kurtulacağımızı anlatmaya çalışıyor. Geçmişin hipnozunu bozarak bu hastalıklardan kurtulmak mümkündür. Analitik hipnoterapi, geçmişin zihinde hastalık yaratan olaylarını araştırır, ortaya çıkarır, işe yaramayan programlarını ortadan kaldırır, yerine yenisini yerleştirir. Bu araştırmalar kanser gibi ağır hastalıkları ilk başlatan olayların bazen anne karnında bazen doğum anında oluştuğunu ortaya çıkarmıştır. Kitapta hipnozun ne olduğu geçmişin hipnozunun nasıl ortadan kaldırıldığı iyileşmenin nasıl gerçekleştiği örneklerle anlatılmıştır. Ayrıca günümüzde hipnozun kötü kullanılarak nasıl toplumsal hastalıkları körüklediğini de okuyacaksınız. Doktorun Biri Fıkralar / Anılar Hazırlayan; Ümit Evran Karikatürler; Dr. Rıfat Mutlu Haziran 2005, 157 Sayfa Doktorun biri avcılığa merak sarar. Avcılık için gerekli tüfek, fişekler, özel giysiler, torba... vs. satın alır. Bir av köpeği tedarik eder. Artık her şey tamamdır. Derken ava çıkmaya başlar, fakat her seferinde eve eli boş döner. Bu durumu bilen dostları ona bunun böyle olmayacağını ve kendisinin öncelikle bir avcılar kulübüne üye olması gerektiğini anlatırlar. O da bu öneriyi benimser ve bir avcılar kulübüne üye olur. Birkaç gün sonra kulüpten bir davet alır ve kalabalık bir avcı gurubuyla beraber ava giderler. Akşam döndüklerinde doktorun yüzünde güller açmaktadır. Eşi heyecanla sorar: - Av nasıl geçti? Doktor gururla: - Harika! - Neler avladın bakalım? - Önce bir serçe, sonra bir tavşan... iki ülserli, iki gastritli bir de kronik romatizmalı hasta... “Doktorun Biri” okurlarını, günümüzün stres dolu yaşamından bir an olsun uzaklaştırıp, onların yüzlerinde bir tebessüme dönüşebilirse amacına ulaşmış olacaktır. Prof Dr Şefik Görkey 56 57 BULMACA... Soldan sağa 1 Hazırlayan - Özlem Kekeç Diş Hekimi [email protected] 2 3 1- Bulmacada fotoğrafı görülen, 1993 yı- 1 lında “Su” isimli ilk albümünün ardından 2 geleneksel Klasik Batı Müziğine farklı yaklaşımlar taşıyan çalışmalarıyla müzikseverlerin dikkatini çeken, Türk vatandaş- 3 lığına geçerek Ankara Üniversitesi Devlet 4 Konservatuarı’ nda Kurucu Öğretim Üyeliği görevini de üstlenen Kazak asıllı 5 kompozitör ve piyanist. 2- Uçurum - İs6 lam inancına göre Cennet ile Cehennem arasında bir yer - Parlak, kırmızı renkte 7 değerli bir taş - İskambil kağıtlarında birli. 3- Tanınmış bir ticari markamızı simge- 8 leyen harfler - Gümüşün simgesi - Klasik sanat tekniklerini öğrenmesinin yanı sıra 9 insan formunu her açıdan tasvir edebilmek için kadavralar üzerinde çalışan, Rö- 10 nesans sanatına olağanüstü eserler veren 11 İtalyan ressam, heykeltıraş, mimar ve şair. 4- Antimikrobik ve iltihap giderici 12 özelliği bulunan, gamalinolenik asit bakımından doğal olarak çok zengin olan 13 tanelerinden aromatik yağ üretilen bir bitki - 1894 yılında başladığı yayın haya- 14 tını 1928 yılına dek sürdüren, Türkiye’de rotatif baskı tekniği ile basılan ilk gazete. 15 5- Bir tür kement - İçinden su akıtmak için toprağı kazarak yapılan açık oluk - Bir soru sözü. 6- Bir çeşit zamklı, mat sulu boya - İncelik, nezaket - Rütbe veya kıdemce küçük olan asker. 7- Bazı görevleri yürütebilmek amacıyla kurulan, sürekli veya geçici olarak konaklanılan yer - Çağan Irmak’ın yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı son filmi - Ekleme, ilave etme. 8- Rusya Federasyonu’nda yaşayan Doğu Slav halkı veya bu halkın soyundan olan kimse - Etken, faktör - Başkan kelimesinin kısa yazılışı - Vilayet. 9- Acıklı, acınacak halde olan - En fazla, maksimum - Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya şey üzerindeki gücü. 10- Çayda bulunan etkili madde - Kuzu sesi - Beyaz. 11- Karşıt, zıt - Tende bulunan, koyu renkli leke veya kabartı. 12- Tekrarlandığında bir çeşit yük taşımacılığının ismini oluşturan Yunan alfabesine ait harf - Sebep, elverişli durum - Notada duraklama zamanı. 13- Bir günün veya olayın arkasından gelen zaman - Bilgin - Uzaklık belirten bir söz. 14- Verme, ödeme - Yaşamının son yıllarını Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde geçirerek 39 yaşında trajik bir şekilde hayata veda eden, sahneye çıkan ilk Türk ve Müslüman kadın olarak sanat tarihimize ismini yazdıran tiyatro oyuncusu. 15- Güney Amerika’da yer alan bir ülke - Yönetmenliğini ve senaristliğini Özer Kızıltan’ın yaptığı, 2006 yılı Altın Portakal ödüllerinde başrol oyuncusu Erkan Can’a En İyi Erkek Oyuncu ödülünü getiren film. Yukarıdan aşağıya 1- Sezen Aksu’nun seslendirdiği Ünzile, Firuze, Sen Ağlama ve Sitem gibi klasikleşmiş şarkıların yanı sıra dillere marş olmuş 58 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 daha pek çok eserde imzası olan, geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz tiyatro oyuncusu ve söz yazarı - Başkan, lider. 2- Ölen insanın vücudu, ceset - Tutulan yol, yöntem, tarz - Çökelti. 3- Yaşça daha küçük anlamına gelen yabancı kaynaklı bir kısaltma - Bir göz rengi - Kentlerde, belirli bir merkezden yönetilen, güvenliği sağlanmış toplu yerleşim merkezi - Doğu Anadolu ile Azerbaycan’da çalınan bir çalgı türü. 4- Maun - Bir bayan ismi. 5- Nijerya’nın en büyük şehri ve eski başkenti - Müzikte bir nota - Bir bağlaç - Çok kısa zaman parçası. 6- İridyum elementinin simgesi - İri yapılı genç - Peyami …… Birinci basımını Nazım Hikmet’e adadığı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun yanı sıra pek çok hikaye ve romanın da sahibi olan yazar. 7- Halk hizmeti gören devlet organlarının tümü - Birbirine tamamen benzeyen - Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve düzenli bilgi. 8- Gösteriş, çalım - Beyaz - Dolambaçlı, eğri büğrü anlamında eski bir söz. 9- Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı, üzüntü - Yumurta, soğan, yeşil biber ve domatesle yapılan bir tür yemek. 10- Güreşte kolun karşı tarafa kaptırılmasıyla meydana gelen oyun - İçten, gönülden. 11- Güneydoğu Asya’da yer alan, 17.508 adadan oluşarak dünyanın en büyük takımada devleti olan Endonezya’nın en bilinen adalarından biri - Dama, domino gibi oyunlarda kullanılan parçalardan her biri - Bir hayvan. 12- İlgi, gönül bağı - Makine Kimya Endüstrisinin kısa yazılışı - Lantanın simgesi. 13- Neodim elementinin simgesi - Bir haber ajansımızı simgeleyen harfler - İlave. 14- Haber toplama ve yayma işiyle uğraşan kuruluş - Bir yerde oturma. 15- Duman bulaşığı - Çeyrek kuruş, on para değerinde eski bir para - Eskiden evlere, çeşmeden su taşımayı iş edinmiş olan kimse. 59 www.pixelstudio.com.tr Minik konuklarımıza özel! İzmir’de ilk ve tek. Hem de ücretsiz! Bebeğinizin kilosunu ‘’o an’’ öğrenmek istiyorsanız, özel bebek tartımız hizmetinde... 60 Murat GÜNER E & Dermokozmetik 1386 Sk. N.13/A (Gül Sokak) Alsancak.İZMİR T: 0232. 421 9130 F: 0232. 463 3053 [email protected] www.muratguner.com www.kozmetik.cc