irenbe sayı 19 - Özel İrenbe Kadın Hastalıkları ve Doğum Dal Merkezi

Transkript

irenbe sayı 19 - Özel İrenbe Kadın Hastalıkları ve Doğum Dal Merkezi
1
İRENBE DERGİ
SAYI 19 | KIŞ 2008
ÖZEL İrenbe KadIn HastalIklarI ve Doğum Dal Merkezİ - TÜp Bebek Merkezİ’NİN HAZIRLADIĞI BİR DERGİDİR.
www.irenbe.com | www.kadinvegebelik.org | www.irenbedergi.com
İMTİYAZ SAHİBİ
Prof. Dr. Nurettİn Demİr
[email protected]
YAYIN YÖNETMENİ
KENAN DEMİROĞLU
[email protected]
YAZI İŞLERİ SORUMLUSU
ABDÜRRAHİM SERCAN
[email protected]
SORUMLU MÜDÜR
Nurten Geboloğlu
[email protected]
KOORDİNATÖR
Op. Dr. Bülent Uran
[email protected]
YAYIN KURULU
Op. Dr. Dİlek Aslan
doç. dr. güven aslan
Dİş Hekİmİ Ahmet Cesur
Prof. Dr. Esen Demİr
PROF. DR. ŞADAN GÖKOVALI
Uz. Emb. Füsun Karaarslan
DİşHekİmİ Özlem Kekeç
OP. DR. ARAL ÖZBAL
Op. Dr. Gülnaz Şahİn
Edİtoryal Üretİm ve YapIm
Pixel Studio
1399 Sokak No:1 Sevİlen Apt. D:2
Alsancak - İZMİR
Tel: 0 232 465 31 56
Fax: 0 232 464 53 49
www.pixelstudio.com.tr
[email protected]
2
DANIŞMA KURULU
Prof. Dr. Mete AKİsu
Uz. Dr. Fatİh Akman
Prof. Dr. M. Halİt Andaç
Prof. Dr. H.Uğur Babuçcu
Doç. Dr. Alİ Baloğlu
Dr. Murat Baş
Prof. Dr. Bahattİn Canbeylİ
Op. Dr. İlgün Canbeylİ
Prof. Dr. M. ŞerEfettİn Canda
Prof. Dr. Tülay Canda
Prof. Dr. Erdoğan Çetİngül
Uz. Dr. Hüseyİn Damar
Prof. Dr. Ömer Dİnçer
Uz. Dr. Erdal Duman
Prof. Dr. Yakup Erata
Prof. Dr. Derya Erçal
Op. Dr. Tuncay Fİlİz
Op. Dr. Osman Güngör
Uz. Dr. Uğur Gürgan
BİYOLOG ESEN FATMA KABADAYI
Op. Dr. Alaattİn Kaçar
Doç Dr Hasan KafalI
Prof. Dr. Meral Koyuncuoğlu
Uz. Dr. Demet Kumova
Op. Dr. Sefa Kurt
Prof. Dr. Nİlgün Kültürsay
Prof. Dr. Ahmet Maden
Op. Dr. AydIn Mevsİm
Op. Dr. Soner Recaİ Öner
Op. Dr. A. Seçkİn Önoğlu
Y. Hemş. İpek Öntürkler
Prof. Dr. Ata Önvural
Op. Dr. Ayşe Özbakkaloğlu
Uz. Dr. Mert Özbakkaloğlu
Prof. Dr. Hasan Özkan
Prof. Dr. Ferda ÖzkInay
Prof. Dr. Cİhangİr ÖzkInay
Uz. Dr. Ülkümen Rodoplu
Op. Dr. Salİh SadIk
Op. Dr. M. Akİf ŞanlI
Uz. DR. TUĞRUL ŞAHBAZ
Prof. Dr. Erol Tavmergen
Op. Dr. Cüneyt Tuğrul
Doç Dr Turan Uçkun
Op. Dr. Selda Uysal
Op. Dr. Erdal Yermez
KAPAK TASARIMI
DUYGU GÖNEN - SEÇİL SOYKANER
SAYFA TASARIMI
NESLİHAN FİDAN - KENAN DEMİROĞLU
abone sorumlusu
pIxel studIo
BaskI
METRO MATBAACILIK ve REKLAM
HİZMETLERİ İTH. İHR. SAN. Tic. LTD. Ştİ.
Fatİh Cad. No:105/128
Çamdİbİ İş Merkezİ
Çamdİbİ İzmİr
Tel: 0232 459 82 82
YayIn Türü:
YaygIn Sürelİ YayIn
BaskI Tarİhİ
13.03.2008
YASAL HAKLAR
İrenbe dergİsİnde yer alan
yazI ve resİmlerden kaynak
gösterİlerek alIntI yapIlabİlİr.
YayInlanan yazIlarIn
sorumluluğu yazarIna aİttİr.
İrenbe KadIn HastalIklarI ve
Doğum Dal Merkezİ - Tüp Bebek
MERKEZİ
Talatpaşa BulvarI 1436 Sokak No:6
Alsancak/İZMİR
Tel: 0232 464 58 88
Faks: 0232 464 58 89
GSM: 0533 466 29 20
3
İÇİNDEKİLER
06
12
EDİTÖR
Kİşİye Özel Zayiflama,
Selülİt ve Cİlt Sağliği
Dİyetİsyen burçİn çelİkezer
Aşilama tedavİsİnİn
sirlari ve sinirlari
Op. Dr. Dİlek aslan
16
20
24
34
4
Dr. ahmet cesur
İçerden İyİleşmek
op. dr. bülent uran
40
48
Tehlİkelİ öpücük
menepoz sonrasi dönemde
hİpertansİyon
prof. dr. cahİde soydaş çinar
36
44
başari öyküsü
artik pusulamiz yanimizda.
nereye gİdersek gİdelİm yönümüz kuzey
Sİnem & emrah durmuş
Röportaj
Gerçek bİr duayen...
Prof. dr. mustafa emİnoğlu
yüce atom
Bİyolog - esen fatma kabadayi
Röportaj
kadin cephesİnde yenİ bİr şey yok
prof. dr. nurselen toygar
kadina yönelİk şİddet, aİle İçİ
şİddet ve aİlenİn korunmasına
daİr kanun
av. bİlge solak
Prof Dr Nurettin Demir
[email protected]
Kadının adı yine Kadın
Mart ayı ile birlikte, doğa yine şenlendi. Bademler çiçek açtı.
Koyunlar kuzuladı, kuzular meleşti. Tarlaları, kırları, yol kenarlarını süsleyen papatyalar doğayı taçlandırdı. Dünya ana,
toprak ana yine doğamızı şenlendirdi. Yaşama sevincimize
neşe ve sevinç katmaya devam ediyor.
Doğa bu kadar cömertte, biz erkek egemen dünyalılar, kadınımıza, kadınlarımıza karşı hâlâ duyarsız, hâlâ ilgisiziz. 8 Mart
nedeniyle Türkiye’de ve Dünya’da kadın sorunları, kadın
statüsünün geldiği nokta çeşitli yazılarda, röportajlarda, platformlarda tartışmaya açılacak, konuşulacak. Diziler, haberler,
istatistikler kadınımızın bir adım daha iyi yerlere geleceğine,
iki adım daha da kötüye gittiği gerçeğini ortaya koyacak. Hani,
2000 yılında Türk kadının %100’ü okuryazar olacaktı, bugün
8 milyon kadınımız okuma yazma bilmiyor. Bugün, evet 2008
yılında, 640.000 kız çocuğu maalesef okula gitmiyor, gönderilmiyor. Sadece %26 oranında kadınımıza istihdam sağlamışken,
%73 kadın ne siyasette, ne sosyal yaşamda, nede istihdamda
yer alıyor. Evinde kuzu kuzu! oturuyor. Ama her gün bir kadın ya töre, ya namus, ya da aile içi şiddeti nedeniyle yaşamını
yitiriyor.
Avrupa Birliğine gireceğiz diye kadın ile ilgili pek çok yasalar
ve yönetmelikler çıkarıldı. Yapılacak, çıkarılacak yasa ve yönetmelik hemen hemen hiç kalmadı gibi. 1 Mart 2008 tarihinde
de“Ailenin Korunmasına Dair Yasanın Uygulanması Hakkında Yönetmelik” yayınlandı. Gün geçtikçe artan aile içi şiddet,
töre cinayetleri, gizli intihar olayları azalabilecek mi?. Göstermelik Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı ile, uygulanmayan
yönetmeliklerle, hele bireysel özgürlük adına çıkarılan Türban
yasalarıyla “Kadının adı yine Kadın” kalmaya devam edecek.
Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığının Kaldırılması, Öğretim Birliği ve Halifeliğin Kaldırılması olarak bilinen Üç Devrim yasası
ile hız kazanan “Aydınlanma Devrimlerinin” günümüzde de
sürdürülmesi, bir seferberlik inancı ve direnci ile aşılabilir.
Kadın sağlığı konularında hastalarımızı ve halkımızı bilgilendirmeye çalışan İrenbe Dergisi bu sayısında da “kadınımızın
acılarını ve sıkıntılarını” paylaşmaya devam ediyoruz. Dergimizin Yayın Kurulu Üyesi Dr. Özlem Kekeç’in, Ege üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (EKAM)
Müdürü Sayın Prof. Dr. Nurselen Toygar ile “Kadın Cephesinde Yeni Bir şey Yok” başlıklı söyleşisini içiniz burkularak
okuyacaksınız. Ayrıca son çıkan yönetmeliğin dayandığı 2006
yılında yayınlanan Kanun ile ilgili Av. Bilge Solak’ın “Kadına
Yönelik Şiddet, Aile içi Şiddet ve Ailenin Korunmasına dair
Kanun” yazısı da ilginizi çekecektir.
Kadın Sağlığına 54 yıl hizmet vermiş, yöneticilik, hocalık yapmış, Kadın Hastalıkları ve Doğum alanında Duayen Prof. Dr.
Mustafa Eminoğlu ile söyleşimizde günümüz Sağlık Sistemini de sorguladık.
Birbirinden güzel o kadar çok yazı geldi ki yazarlarımıza candan teşekkür ediyorum. Bu sayımıza alabildiğimiz ve ilgi ile
okuyacağınız yazılardan bazıları; Psikolog Dr. Linda Fraim
“Çocuğun Kişilik Gelişiminde Anne ve Babanın Önemi”, Alternatif Tedavi yaklaşımları”, Dr. Bülent Uran’ın “ İçerden
İyileşmek” yazıları ile farklılık getiriyorlar sağlığa. Sizleri yakından ilgilendiren Kadın Sağlığı, Gebelik, İnfertilite, Çocuk
Sağlığı ile ilgili yazılarımızla hem bilgilenecek, hem de aklınıza
takılan bazı sorulara yanıt bulacaksınız.
8 Mart kadınlar günü ve 14 Mart tıp bayramınızı kutlarken,
Siyasette, eğitimde, istihdamda Kadınımızın hak ettiği yeri al- daha nice yeni sayılarda buluşmak dileğiyle, yaşamınız bahar
ması için, Kurucu Meclis, TBMM’in 3 Mart 1924 tarihinde; kadar üretken, bahar kadar genç ve dinç olsun.
5
6
7
KADIN ve ESTETİK
diyetlerden medet ummak son derece zararlıdır.
Zayıflama programına başlamadan önce beslenmenizi ilgilendiren laboratuar tetkikleri yapılarak Şeker, Kolesterol, Kan
yağları, Üre, Ürik asit, Karaciğer enzimlerine bakılmalıdır.
Doktorun sistemik muayenesinden sonra diyetisyen tarafından yaşınıza, boyunuza, fiziki yapınıza, kan bulgularınıza
kullandığınız ilaçlara beslenme alışkanlıklarınıza aktivite düzeyinize ve sosyal yaşantınıza uygun sadece size özel olarak
hazırlanmış besin grupları açısından yeterli ve dengeli bir beslenme programı ile haftada 500g-1,500g arasında kilo verimi
sağlanmalıdır. Diyet yaparken amacınız sadece kilo vermek
olmamalı aynı zamanda verilen kiloları geri almamayı ve doğru beslenme alışkanlıklarını yaşam biçimi haline getirmeyi de
hedeflemelisiniz. Her besinin alternatiflerini öğrenmeli neyin
yerine neyi ne kadar tüketebileceğinizi bilerek kendi beslenmenize sahip çıkmalı, indiğiniz ideal kilonuzu hayat boyu muhafaza etmeye çalışmalısınız.
Diyetisyen Burçin Çelikezer
[email protected]
SELÜLİT VE BESLENME
Kilo sorunuzun yanı sıra yaş ve vücut tipinden bağımsız olarak birçok bayanın ortak sorunu olan selülit probleminiz varsa
beslenmenizde yapacağınız ufak yeniliklerle sorunun kendini
onarabilmesi için gerekli tüm donanımı sağlamış olabilirsiniz.
Kişiye Özel Zayıflama,
Selülit Ve Cilt Sağlığı
ŞİŞMANLIK
Boy uzunluğu ve ağırlık arasındaki dengenin bozularak ağırlığın
standartların üzerine çıkması ile oluşan, metabolik bir nedeni
yoksa tamamiyle beslenme sorunu olarak karşımıza çıkan bir sağlık problemidir. Önlenmesinde genetik, çevresel etmenler, yaşam
biçimi ve beslenme alışkanlıkları son derece önemlidir.
Eğer kilo sorununuz varsa ve zayıflamak istiyorsanız; kısa sürede,
aç kalarak zayıflamaya çalışmak yerine önce neden kilo aldığınızı
belirlemeli ve beyninizi zayıflama sürecine hazırlamalısınız. Uzman doktor ve diyetisyen eşliğinde size özel olarak hazırlanmış bir
zayıflama programıyla, vücut kasınızı ve suyunuzu kaybetmeden,
sadece fazlalık yağlarınızdan kurtularak kilo vermeli ve indiğiniz
ideal kilonuzu nasıl koruyabileceğinizi öğrenmelisiniz.
KİŞİYE ÖZEL ZAYIFLAMA
Gazete ve dergilerde pek çok, kısa sürede hızlı kilo vermeyi ön
gören diyet programı görmek mümkün. Ancak her bireyin yaşı,
vücut çalışması, kan bulguları, beslenme alışkanlıkları ve sosyal
yaşantısı farklı olduğu için zayıflama programı kişiye özel olmalıdır. Bilim artık DNA analizleriyle genetik haritanızı belirleyip
yiyeceklerinizi ona göre seçmenizi önerirken piyasadaki mucize
8
Selülit başta hormonal olmak üzere genetik faktörler, kan
dolaşımı bozukluğu, aktivite yetersizliği, yanlış beslenme gibi
pek çok nedenle ortaya çıkmaktadır. Bu sorunu gidermede
ya da önlemede en önemli adım vücut hücrelerinin ya da bağ
dokularının doğru beslenmesini sağlamaktır. Doğru besin
maddeleri tüketildiğinde hücrelerinizi ve bağ dokunuzu tam
olarak besleyebilir nemlendirir canlı tutabilir sıkılaştırabilir
ve selülite neden olan etkileri azaltabilirsiniz.
SELÜLİT ENGELLEYİCİLER
Selülit tedavisine en iyi başlangıç hücrelere gerekli sağlık ve
canlılığı kazandırmak, hücre duvarını güçlendirip hasarı
onarmak adına yeteri kadar su içmektir. Bağ dokusunu onarmak kollagen ve elastin sentezini arttırmak için aminoasitler
su kadar önemlidir. Yağsız etler özellikle balık, yağsız süt ve
ürünleri, kurubaklagiller özellikle mercimek, tam tahıllar, kuruyemişler özellikle ceviz, badem, kaju ve sebzeler aminoasit
ihtiyacını karşılar. Hücreleri güçlendirmek ve yeniden su alabilmelerini sağlamak için yağ asitleri elzemdir. Keten tohumu,
ceviz, kaju, balık yağı, kanola ve zeytinyağı tedavinin vazgeçilmez esansiyel yağ asitlerini içerirler. Parçalanmış hücre duvarı
lesitin ve lipitlerden oluşur. Hücre duvarını onarmak istiyorsak özellikle yumurta soya ve tofu en değerli lesitin kaynaklarıdır. Yeni ve sağlıklı bağ dokuları elde etmek hücre yıkımını
önlemek için vitaminler, mineraller, antioksidanlar ve polifenollerede ihtiyacımız vardır. Özelikle B,C,A,E vitaminleri
magnezyum, demir, iyot, çinko, selenyum ve krom selülitin giderilmesine destek sağlamaktadır. Beslenmenizde
yer alacak sebzelerden koyu yeşil yapraklılar, karnabahar, lahana ve brokoliden, meyvelerden turunçgiller, elma, portakal,
kivi ve havuçtan, kırmızı üzüm ve erikten, dut, nardan, üzüm
çekirdeği ve nar özlerinden tahıllardan, tahıl gevrekleri, kuru
yemişlerden, yeşil çay, ısırganotu, zerdeçal, meyan kökü gibi
bitki çaylarından ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz. Tüm bu besinler doğal yollarla portakal kabuğu görünümünün giderilmesine yardımcı olan en değerli besinlerdir.
Bunların yanı sıra selülit oluşumunu arttıran kafeinli içecekler çay kahve kola meşrubatlar, maden sodası, şerbet, limonata,
boza ve hazır meyve suları, aşırı tuz, turşu salamura, konserve
yiyecekler, bol şekerli gıdalar, kaymak, mayonez gibi aşırı yağlı
besinler, alkol ve sigaradan uzak durmalı günde 1 saat tempolu yürüyüşler yapmalısınız.
SELÜLİT TEDAVİLERİ
Selülit tedavisinde beslenme düzenini ayarlandıktan sonra
cilt ve deri altında tabaka oluşturan yağlarla bağ dokusundaki
yağları ve dolaşımı düzenlemeyi hedef alan kısa sürede etkili
sonuçlar veren alternatif destek tedavi yöntemlerinden de yararlanabilirsiniz.
RADYOFREKANS (TRİPOLAR): Bu uygulama sadece yüzeysel dokularda yapısal ve görsel değişiklikler
yapmaz aynı zamanda daha derin cilt katmanlarındaki
yağ dokularını da tedavi eder. Bu devrimsel sistem selülitin sadece belirtileri ile değil sorunun kaynağı ile
ilgilenir.
LPG: Deri altındaki düzensizlikleri portakal kabuğu
görüntüsünü önemli ölçüde azaltmakta, dolaşımı düzenleyerek derinin daha fazla kanlanmasına yardımcı
olmaktadır. Bu uygulamayla uygulama yapılan bölgelerin daha çabuk düzelmesi, ödemin çözülmesi, pütürlerin yumuşaması, derinin dolaşımını artırıp diri kalması sağlanmaktadır.
GP: Elektiriksel uyarılarla yapılan kas stimülasyonu ile
karın kalça ve bacak bölgeleri çalıştırılarak bölgesel incelme sıkılaşma ve toparlama sağlanır.
OXİFİT: Vibrasyon yöntemiyle çizgili kasları uyarıp
çalıştırıp, oksijenlendirerek bölgesel fazlalıklardan
kurtulma yöntemidir.
MASAJ: Stresi giderip kas gerginliğini azaltarak kan
ve lenf dolaşımını uyarıp toksinlerin atılımı sağlanır.
CİLT SAĞLIĞI VE BESLENME
Genel sağlık açısından kilo ve selülit sorununun çözümlenmesinin yanı sıra vücudun içsel işleyişi hakkında fikir veren
cildiniz ve sağlığı da son derece önemlidir. Sindirim sistemi ve
bedeni toksinlerden arınmamış, sağlıksız bir kişide cilt problemleri, hücre hasarı ve deri yaşlanması kaçınılmazdır.
Güneşe maruz kalmak, sigara içmek, yetersiz ve dengesiz beslenmek ile artan serbest oksijen radikalleri cildinize ölçülemez
hasarlar verir. Yaş ilerledikçe hücre yenilenme hızı şiddetle
azalır, ölü hücrelerle dolu, dışarıdan gelen maddeler ve su kaybına karşı bariyer etkisini kaybetmiş soluk bir ciltle baş başa
kalınır. Sağlıklı hücrelerle donatılmış güçlü bir cilt istiyorsanız
suyu ve gerekli besin maddelerini vücudunuza sağlamalısınız.
GENÇLEŞTİREN GIDALAR
Cilt yüzeyini yeniden şekillendirmek, canlandırmak, nem-
9
lendirmek için öncelikle bol su, günde 5-9 porsiyon mevsim
sebze ve meyvesi tüketmelisiniz. Cildinizde kan akımını hızlandırmak ölü hücreleri yok etmek yeni hücre oluşumunu
desteklemek için aminoasitler ve yağ asitleri çok önemlidir.
En değerli aminoasit kaynakları et, balık, tavuk ve yumurtadır.
Yağsız süt ürünleri ve peynir protein ve kalsiyumdan zengin
olduğu için bağ dokusunun sağlamlaşmasına kollajen sentezinin artmasına fayda sağlar. Kuru fasulye, nohut, mercimek, bezelye, yeşil fasulye, bakla, soya ve yulaf içerisinde bol miktarda
CİLT TERAPİLERİ
Cildinizi sağlıklı hale getirmek, yoksunluk ve eksiklikleri yerine koymak için dahili tedavilerin yanı sıra hasarları onarma
tedavi etme ve yenileme amacıyla harici cilt bakım prensiplerini de düzenli olarak uygulamalısınız.
Hayvar Bakımı: Cansız ve olgun ciltler için uygulanan yoğun yenileme terapisidir. Cildi en alt tabakadan itibaren besleyerek erken yaşlanmaya karşı savaşır, kollajen sentezini uyararak, cildin sıkılaşmasını sağlar.
Selülit tedavisine en iyi başlangıç yeteri kadar su içmektir.
Plasenta Bakımı: İçerisinde; hyaluronik asit, kollajen, plasenta ekstresi, E-C-A vitamini ve kojik asit bulunan, kan dolaşımını hızlandıran, ölü hücreleri yok eden, yeni hücre oluşumunu
destekleyen özel terapi programıdır.
bulunan saponinler antioksidan etki göstererek DNA hasarını
önlemeye yardımcı olur. Yağ asitlerini ise zeytinyağı, soya yağı,
kanola yağı, ceviz ve bademden temin edebiliriz. Cildinizin sıkılaşması, pürüzlerin giderilmesi ve elastikiyet kazanması için
A;E,C vitamini, selenyum çinko ve magnezyum minerallerine
ihtiyaç duyulur. Koyu yeşil yapraklı sebzeler meyveler kuruyemişler doğal destekleyicilerdir. Özellikle soya filizi ıspanak
karnabahar ve lahana doğrudan hücre hasarının durdurulmasına olanak sağlamaktadır. Sarımsağın cildi arındırıcı etkisi
yeşil çay ve rezenenin hücre yenileyici etkileri vardır.
Multivitamin Bakımı: Cildimizin ihtiyacı olan A-E-F gibi
vitaminlerle, selenyum gibi minerallerin yerine konulması
ile etki gösteren, canlandırıcı ve kırışıklık önleyici özel terapi
programıdır.
10
Yeşil Çay Bakımı: Antioksidatif, cilde parlaklık veren, stres
önleyici, hücre hasarının durdurulmasına olanak sağlayan
özel terapi programıdır.
Soya Bakımı: Cilt elastikiyetini artıran, besleyici, onarıcı, ve
canlandırıcı nitelikteki özel terapi programıdır.
11
ÇOCUK SAĞLIĞI
Uz. Dr. Yılmaz BAY
Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Uzmanı
[email protected]
hırsız-polis, doktorculuk gibi toplu oyunlarda anne-baba, polis, doktor rolünü üstlenen çocuklar, yarının başarılı büyükleri
olacaklardır.
Oyun; çocukların ortak dilidir ve en doğal anlaşma ortamıdır.
Hiç tanışmayan çocuklar bir araya geldiklerinde, daha birbirlerinin isimlerini bile öğrenmeden oyunun dili ile anlaşıp mükemmel bir arkadaşlık kurabilirler. Oyun, onları birbirlerine
kaynaştırır.
Oyun; çocuğun en güçlü ve en doğal duygularından biri olan
saldırganlık duygusunun da boşaltılmasına yardımcı olur.
Polis olup hırsızı yakalayan, doktor olup hastasını iyileştiren,
oyuncak arabasını yarıştırırken arkadaşını geride bırakan ya
da savaş oyununda düşmanları mağlup eden komutanı oynayan çocuk ne kadar da mutludur.
Çocuk ve Oyun
Oyun; çocukların eğitim, bilgi ve becerilerini sınadığı en doğal
deneme ortamıdır. Çevresinden, ailesinden aldıklarını oyunda dener. Olumlu özelliklerini pekiştirir, olumsuzları değiştirir. Sınırlarını, ancak arkadaşlarıyla oynarken oyunda öğrenir.
Özgürlükten ortak dİle,
paylaşmadan obezİteden korumaya...
Oyun; çocuklar için en iyi öğretim aracıdır, çünkü çocuklar
oyun esnasında ileri derecede öğrenmeye yatkındırlar. Zor konular ve soyut kavramlar oyun esnasında daha kolay öğrenilir.
İşte oyunun bİnbİr yüzü!
Oyun; aynı zamanda bir tedavi yöntemidir. İçine kapanık, yaşıtlarıyla ilişki kurmakta zorluk çeken çocuklar ya da öğrenme
bozukluğu-hiperaktivite gibi hastalığı olan çocuklar, oyunla
normal bireylere dönüştürülebilir.
Oyun; sonucu düşünülmeden, eğlenmek amacıyla yapılan
davranış ve hareketlerdir. Çocuğun fiziksel, zihinsel, dil ve
sosyal kapasitesinin gelişmesini sağlayan en önemli uğraşısıdır. Büyükler için iş ne ise çocuklar için de oyun aynıdır.
Oyun, çocuğun işidir. Oyunla çocuk, toplum içerisindeki
sosyal yönünü geliştirir ve kendini diğer bireylerden ayıran
özellikleri fark eder. Çocuk kendini oyunla anlatır. Çocuğun duyguları oyunla keskinleşir. Yetenekleri, becerisi artar.
Kurallara uymayı, sorumluluk almayı, işbirliğini, insanlara
saygılı olmayı oyunla öğrenir. Duyduklarını, gördüklerini
oyunla sınayıp dener; öğrendiklerini pekiştirir. Girişimci olmayı, tehlikeyi göze almayı, karar vermeyi, problem çözmeyi oyunla öğrenir. Kendisine olan güvenini oyunla geliştirir.
Duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını oyunla karşılar. Oyunla
kendi kendine yetmeyi öğrenir.
Oyun; çocukları fazla kilodan ve obeziteden korumaktadır.
Oynayan çocuk, gereksinimi kadar yemekte ve aldığı enerjinin fazlasını da oyunla harcadığı için hiçbir zaman fazla kilolu
olmamaktadır.
SÖZÜN ÖZÜ... Erişkin ruh sağlığı
sevmek ve çalışmaksa, Çocuk ruh
sağlığı sevilmek ve oynamaktır!
Çocukların zekâ gelişiminin % 50’si ilk 4 yaş içinde, % 30’u 48 yaş arasında, % 20’si de 8- 18 yaş arasında tamamlanır. Bu
nedenle ilk 4 yaşta eğitici oyunlar çok önemlidir. Bu oyunlar bedeni ve zekâyı geliştirdiği gibi onun üzerinde neşe ve
mutlulukta yaratır. İyi davranışlar kazandırır, arkadaşlık ilişkilerini güçlendirir, çevreye saygılı olmayı öğretir. Hikâye ve
masallar hayal gücünü güçlendirir. Çevresiyle paylaşmayı,
yardımlaşmayı ve kurallara uymayı öğretir.
Oyun; çocuğun özgürlüğüdür. O dünyaya kendisi egemendir. Kuralları kendisi koyar, kendisi bozar; ancak yaşıtlarıyla
bu egemenliği paylaşır. Büyüklerin o dünyaya girmesine
izin vermez.
Oyun; çocukları hayata hazırlar. Yaşıtlarıyla oynadığı evcilik,
12
13
İNFERTİLİTE
Semen örneği nasıl verilmelidir?
masını ve daha yüksek başarı oranını getirmektedir. Yumurtlama tedavisi (ovulasyon indüksiyonu), klomifen veya gona3 günlük cinsel perhiz sonrası semen örneği verilir. Perhiz südotropinlerle yapılabilir. Son yıllarda yumurtlama zamanının
resi 2 günden az, 5 gün fazla olmamalıdır.
daha net belirlenmesi ve erken çatlamanın önlenmesi için
Örneğin aşılamanın yapılacağı klinikte alınması başarı oranını GnRH analogları veya GnRH antagonistlerinin de kullanılartırmaktadır. Bir bilimsel çalışmada evden getirilen örnekle 3 ması önerilmektedir. Ancak bu tedavi yöntemi aşılama tedakat daha az oranda gebelik tespit edilmiştir.
visinin maliyetini 2-3 kat arttırmaktadır.
Op. Dr. Dilek Aslan
Kadın Hastalıkları ve
Doğum Uzmanı, İrenbe
[email protected]
Sperm hazırlandıktan sonra geçen süre 1-2 saati aşmamalı,
kısa sürede aşılama yapılmalıdır. Semen örneği laboratuvara
ulaştıktan sonra öncelikle likefaksiyon (erime/çözünme) için
beklenir. Likefaksiyon sonunda işleme başlanır. Önerilen süre
likefaksiyondan sonra 90 dakika için aşılamanın yapılmasıdır.
Daha uzun süre geçtiğinde yine işlemin başarı şansı azalmaktadır.
Laboratuvarda özel filtreler ve yıkama teknikleri ile semen
işlenir ve hazırlanan sperm konsantresi enjektör içinde kadın
doğum uzmanına getirilir.
Aşılama
Tedavisinin
Sırları Ve Sınırları
Mikroenjeksiyon tüp bebek tedavisinde
“yumurtanın içine” sperm enjekte edilmesidir. Aşılama ise “rahim boşluğunun içine” sperm enjekte edilmesidir.
Tüm sperm ayırma metotlarında amaç, daha iyi hareketli,
normal yapıda ve yeterli sayıda sperm içeren konsantre semen elde etmektir. İnseminasyon için en azından 1 milyon
hareketli sperm gerekir. Semen örneğinin işlemden geçirilmeden, olduğu gibi rahim içine verilmesi tercih edilmez. Ancak
spermlerin vajinada depolanmasını engelleyen fiziksel veya
psikolojik durumlarda aşılama, işlenmemiş semenin verilmesi
ile de yapılabilir.
Aşılama Nedir?
Aşılama yöntemi, yardımla üreme tekniklerinden birisidir
ve ne yazık ki sıklıkla mikroenjeksiyon ile karıştırılmaktadır.
Mikroenjeksiyon tüp bebek tedavisinde “yumurtanın içine”
sperm enjekte edilmesidir. Aşılama ise “rahim boşluğunun
içine” sperm enjekte edilmesidir.
Aşılama yani intrauterin inseminasyon (IUI) spermlerin yumurta ile buluşmasını kolaylaştırmak için uygulanan bir yöntemdir. Semen örneği alınır; laboratuvar koşullarında özel bir
yıkama işleminden geçirildikten sonra rahim içine aşılanır.
14
Yumurtlama tedavisinin tek yumurta geliştirmeye yönelik düşük dozlarda yapılması, fazla
yumurta geliştiğinde tedavinin
gerekirse iptal edilmesi düşünülmelidir.
Niçin aşılama yapılmaktadır?
Amaç; rahim ağzını devre dışı bırakarak, daha fazla sayıda
sağlıklı spermin rahim içine, buradan da tüplere ulaşmasını
sağlamak, böylece gebelik şansını arttırmaktır. Servikal mukus (rahim ağzı salgısı) bazı durumlarda sperm geçişine izin
vermez. Aşılama ile bu mukus engeli ortadan kaldırılır.
Aşılama tedavisinin önerildiği durumlar:
• Rahim ağzı sorunları
• Sperm sayı ve hareketliliğinin istenenden az olduğu
durumlar
• Açıklanamayan infertilite
Aşılamanın mümkün olmadığı, yapılamayacağı durumlar:
İnfertilite sorunu yaşayan çiftlerin tedavi sürecinde sıklıkla
karşılaştıkları kavramlardan birisi de aşılamadır.
İyi klinik uygulama: Yumurtlama tedavisinin gonadotropinler
ile (GonalF, Puregon, Menogon vb) ile yapılması, yumurta büyüklüğünün ultrason muayenesi ile 2-3 günde bir takip edilmesi ve follikül (yumurtlama kisti) çapı 2 cm olduğunda hCG
(Pregnyl, Ovitrelle vb) tetiklemesi (yani çatlatma iğnesi) sonrası aşılamanın gerçekleştirilmesidir. Kanıta dayalı tıp bilgilerine
dayanılarak önerilen bu yöntem ile aşılama etkinliği en yüksek
düzeyde olacaktır.
• Tüplerin tıkalı olması
• Yumurtlamanın olmaması (menopoz)
• Semen örneğinde sperm olmaması (azospermi)
• Semen örneğinde çok az sperm olması
Sadece erkek faktörlü veya vajinismus nedenli infertilitede aşılama yöntemi ön ilaç tedavisi uygulanmadan, doğal bir periyotta veya klomifen kullanılarak uygulanabilir.
Aşılama tedavisi için yapılan yumurtlama tedavisinde amaç
tek follikül geliştirilmesidir. Birden fazla yumurta büyümesi
çoğul gebelik oranını artıracaktır.
Aşılama Nasıl Yapılır?
Follikül takibi ile yumurtlama durumunuz izlenir. İnseminasyon için uygun gün ve saat kararlaştırılır.
Doktorunuz, özel bir kanül (inseminasyon kanülü) ile sperm
örneğini rahim içine enjekte eder. İşlem ağrısızdır; anestezi
gerektirmez.
İşlem çok hassas bir şekilde yapılır. Spermlerin rahim içine enjeksiyonu basınç oluşturmadan yavaş ve kontrollü yapılır.
Spermlerin rahim ağzına, rahim ağzı kanalına, rahim iç boşSperm sayısının ml’de 10 milyonun altında olması, hareket ve luğuna veya tüplere yakın üst seviyelere enjeksiyonu yapılabilşekil sorunu olması da aşılama için göreceli engellerdir. Sperm mektedir. Bu yöntemlerden en sık tercih edileni ve önerileni,
sayısı ml’de 10 milyonun ve özellikle 5 milyonun altında oldu- rahim iç boşluğuna aşılama yapılmasıdır.
ğunda, 4. derece hareketin %10’un altında olduğunda, normal Aşılama sonrası istirahat gerekli midir?
yapılı sperm oranının %4’ün altında olduğunda aşılama tedavisinin etkinliği son derece sınırlıdır. Bu olgularda direkt tüp İşlemden sonra bir süre (ortalama 20 dakika) dinlenmeniz gerekir. Aşılama yapılan gün, temponun azaltılması ve istirahatli
bebek yöntemine geçilmesi tartışılmalıdır.
olunması önerilir. Ertesi gün normal günlük yaşama dönülebiAşılama tedavisi sırasında yumurtlama tedavisi gerekli midir? lir ve cinsel ilişki yasaklaması genellikle yoktur. Özel durumYumurtlama tedavileri ile birlikte kullanılması etkinliğin art- larda doktorunuz sizi ilişki olmaması için uyaracaktır.
15
Aşılama yönteminin başarı oranı nedir?
Başarı şansı kullanıldığı duruma göre değişir. Ortalama %5-20
gebelik şansı vardır. Uygun kişiye, uygun teknikle doğru zamanda yapıldığında gebelik şansı artar.
Aşılama tedavisinin riskleri var mıdır?
Her tedavi yönteminde, tıptaki her uygulamada risk oranı belirlemek çok önemlidir. Enfeksiyon özellikle dikkat edilmesi
gereken bir noktadır. İşlemin steril koşullarda yapılması idealdir ve sonrasında doktorunuz antibiyotik vererek enfeksiyon
olasılığını azaltmak isteyebilir.
Zaman, umut ve finans kaybı dikkate alınacak olursa 3-4 defadan
fazla aşılama yapılması yerine
tüp bebek yöntemine geçilmesi
daha akılcı olacaktır.
Çoğul gebelik ve aşırı cevap sendromuna karşı dikkatli olunmalıdır. Yumurtlama tedavisinin tek yumurta geliştirmeye
yönelik düşük dozlarda yapılması, fazla yumurta geliştiğinde
tedavinin gerekirse iptal edilmesi düşünülmelidir. İlaçsız bir-
kaç gün bekletme (coasting) ile fazla yumurtaların bir kısmı
körelerek çoğul gebelik ve aşırı cevap sendromu riski azaltılabilir. Kan estradiol seviyelerini ölçmek ve 1500 pg/ml üzerindeki değerlerde iptal veya coasting kararını belirlemek yine
önemli stratejik uygulamalardır.
Aşılama kaç defa denenebilir?
İnseminasyon yani aşılama, 4-6 defa denenebilir. Deneme sayısı uygulama nedenine, çiftin ihtiyaçlarına göre ayarlanır.
İyi klinik uygulama 3-4 defadan fazla aşılama yapılmamasıdır.
Bilimsel verilere göre 3 aşılama sonunda çiftlerin %40’ı gebeliğe ulaşmaktadır (kümülatif=birikimsel gebelik oranı). Oysa, 4.
aşılamadan sonra gebeliğe ulaşan çift sayısında aşılama başına
ancak %1 artış sağlanabilir. Sonuç olarak %1 fayda sağlamak
için yapılacak girişimsel bir tedavinin yerini artık tüp bebeğe
bırakması daha doğru olacaktır. Tüp bebek yöntemi %1 olan 4.
aşılamanın başarı oranını yaklaşık 50 kat artıracaktır.
Zaman, umut ve finans kaybı dikkate alınacak olursa 3-4 defadan fazla aşılama yapılması yerine tüp bebek yöntemine geçilmesi daha akılcı olacaktır.
Üçten fazla aşılama yapılması kararı, önceki aşılamaların yapılma şekli gözden geçirilerek verilebilir. İyi klinik uygulamalara uygun olmayan önceki aşılamalar dikkate alınmayarak
aşılama yöntemi sayısı yeniden belirlenebilir.
Niçin bir hastalığın tedavisini farklı sıralama ve
şekillerde öneren hekimlerle karşılaşılıyor?
Öncelikle tıpta ‘’iyi klinik uygulama’’ kavramını hatırlayalım.
Günümüzde hastalıkların tedavi ve yönetiminde farklı yollar,
yöntemler olduğunu biliyoruz. Ekollerde yaşanan bu değişkenlikler, doktorlar arasında zaman zaman tartışmalara yol
açarken hedef kitlenin (yani tedaviyi alacak asıl kişinin) aklını
karıştırmaktadır.
Niçin bir hastalığın tedavisini farklı sıralama ve
şekillerde öneren hekimlerle karşılaşılıyor?
Çünkü, tıptaki uygulamalar, o güne dek o hastalığın seyrini
değiştirmede değişik etkinliklerin istatistiki olarak tanımlanmasına bağlı olarak ve hekimin yetiştiği ekolün bilgi birikimi
ve inanışı ile değişkenlik göstermektedir. Yani bir son noktaya giden tek bir yol yoktur ve aynı bulmacalarda olduğu gibi
birden fazla yol ve dönemeç aynı son noktaya yani konumuza
uyarlarsak sağlıklı bir hamileliğe ulaşabilmektedir. Önemli
olan bu yollardan en tehlikesiz ve sağlıklı olanı seçebilmektir.
İşte tıpta iyi klinik uygulamalar bu amacı taşıyan yöntemleri
tanımlamak için kullanılmaktadır.
İnfertilite tedavilerinde iyi klinik uygulama, çiftin sorununu
tespit etme ve tedavisini belirlemede çiftin ihtiyacından ne
daha azı ne de daha fazlasını yapmak, etkinliği kanıtlanmış
minimum yöntemle sorunu en kısa zamanda çözmektir.
İyi klinik uygulama, her infertil çifte tüp bebek yapmamaktır.
İhtiyacı olmayan çifte aşılama veya tüp bebek önerilmesi kötü
klinik uygulamadır.
16
17
başarı öyküsü
Artık pusulamız yanımızda.
Nereye gidersek gidelim yönümüz Kuzey….
Sinem - Emrah Durmuş çifti, 5 yıllık evliliklerinde uzun ve zorlu bir savaştan galip çıkmışlar.
Üç ay önce 3 kilo 400 gr doğan oğluları oğlu Kuzey,
Durmuş çiftinin tüm yaşamlarını değiştirmiş.
Onlarla bu zorlu süreci, İrenbe ile nasıl tanıştıklarını konuştuk...
başarı öyküsü
Aşılama da 15–20 gün sürüyor zaten. Aşılamadan olumsuz
sonuç çıkınca 2–3 ay kadar ara vermemiz gerektiğini söylemişlerdi ama ben o moral bozukluğunun da etkisiyle 7 ay kadar bir ara verdim. Aşılamanın oranları da düşük çıkmıştı ve
bundan ötürü bir daha aşılama yapmak istemediğimi o anda
belirttim ben zaten. Aşılamayı normalde 3 kere deniyoruz dediler, ama 3 aşılama ücreti 1 tüp bebek tedavisine denk geliyor
hemen hemen. E aşılama yapacağımıza sonra tüp bebek tedavisi yaparız diye düşündüm ve ayrıldım İrenbe’den; 7 ay ara
verdim. Sonra da gelip tüp bebek tedavisine başladım.
Emrah Bey, siz bu süreç için ne diyorsunuz?
Olayın hem maddi yönü hem de manevi yönü var. Hiç uğraşmayacaksınız bence, direkt tüp bebek yöntemini deneyeceksiniz. Bu tedaviler olana kadar eşim deneme tahtasına döndü.
Bu süreçte başınıza gelen unutamadığınız ilginç bir olay
oldu mu?
Bana ilginç gelen insanların bu konudaki bilgisizliği... Etrafımdaki yaşlılardan tüp bebeğin ne olduğunu bilmeyenler vardı.
Başka birisinden sperm alındığını sanıyorlar. Bu nedenle pek
bahsetmedim kimseye. Bir tek ailelerimiz biliyordu. Bu süreçte bana en garip gelen de şu oldu: Yumurtalar verildikten
sonra, 22 tane sağlam yumurta elde edilmiş ve 19’u döllenmiş.
Çok sevindirici bir haberdi. Evde neşe içinde bundan bahsediyorum sürekli. Sonra düşündüm; bunu babama anlatıyorum. Babam yumurtlama dönemimi biliyor, adet dönemimi
biliyor... Normal bir doğum süreci yaşamış olsaydık böyle bir
durum olmayacaktı. Bu düşünceler nedeni ile bir ara içime kapandım. Annem, böyle yapmamam için hemen uyardı beni...
Sinem Hanım, İrenbe’ye gelmeden önceki aşamaları anlatır mısınız?
Evliliğimizin 6.ayında Devlet Hastanesi’ne gitmiştim. Polikistik over teşhisi koydular. Çocuk olmasında engel olabilir dendi. Ondan sonra birkaç tane doktor denedim. Çok yanlış tedavi uygulandı; 6 ayda 40 kilo aldım. Sonra zaten hayata küsme
evresi başladı. Sinir sistemim çöktü adeta.
Ailelerinizin tepkisi nasıldı bu sancılı süreçte?
Daima destek oldular. Emrah’ın ailesi özellikle, çocuk sahibi
olamayacağımızı duyduklarında, “Biz seni ilk gördüğümüzde,
bu kızdan güzel torun gelir demedik. Biz seni düşünüyoruz.
Her zaman yanındayız” dediler. Her şeyi bana bıraktılar ama
ben bu konuya takmıştım zaten.
Yumurtaların toplanacağı gün neler oldu peki? Kaç tane
embriyo yerleştirildi?
O gün acayip heyecanlıydım. Herkes beni neşelendirmeye çalışıyordu. Sonra Nurettin Bey geldi, “22 tane toplamışsın, iyi
yetiştirmişsin”dedi. (gülüşmeler). O gün çok mutlu ayrıldım.
İrenbe’ye geldikten sonraki tedavi süreci nasıl gelişti?
Bir yakınımızın önerisi ile Nurettin bey’den randevu aldım
ve randevuya yalnız gittim. Ben artık eski tedavilerden yılmış,
yorulmuş bir durumdaydım. Konuşmaya başlar başlamaz,
“Bana az ye demeyin çünkü az yiyorum, doktorlar yüzünden
böyle oldum. Hamilelerden, çocuklardan nefret ediyorum. Şu
an başka çocuk görmek istemiyorum, sadece kendi çocuğumu
görmek istiyorum” dedim. Çok fazla tedaviye maruz kaldığımı, çok kilo aldığımı, ilaç tedavisini istemediğimi, tedaviye
aşılamayla başlayıp başlayamayacağımızı sordum zaten. Nurettin Bey Sen öyle istiyorsan öyle olsun dedi… Hatta Onun
haricinde, “Ben şunu yemem, bunu yemem” diye bir sürü şey
söylemiştim. Nurettin beyde bana “Mandalina, portakal yiyemiyorsan yeşilbiber ye, ayni vitamin onda da var” diyerek bana
farklı bir yaklaşımda bulundu. İlk sohbetimiz sanki babamla
pazara alışverişe gitmişiz de ne alalım ne almayalım şeklinde
18
Kaç gün sonra yerleştirildi embriyolar?
konuşuyor gibiydik, çok güzeldi yaklaşımı.
Peki, hiç tereddüt ettiniz mi bu tedavi süresince? Bir sürü
deneme yapmamız gerekebileceğini hiç düşündünüz
mü?
Hayır! Aşılama bir kere, tüp bebek bir kere denenecek diye karar vermiştik zaten. Çünkü ben evliliğimin 6. ayında doktora
gitmiştim ve o zaman öğrendim çocuğumun olamayacağını.
İlk olarak aşılama yapıldığını biliyoruz. Tüp bebek yöntemine geçiş nasıl oldu?
Nurettin Bey, yumurtalar kaliteli olursa 5 gün sonra yerleştireceklerini söylemişti. Öyle oldu. Ayrıca Bakanlık, yumurtalar kaliteli olduğunda 3 yumurtaya kadar izin veriyormuş.
Nurettin Bey beni uyardı “Bak Sinem yumurtalar kaliteli olduğu için 3’ünün de tutma ihtimali var. Sonradan 3’ü de tutarsa sonlandırmak zorunda kalırız, daha çok üzülürsün”. Ben
yine de ısrarlıydım, Bakanlık bana bu hakkı verdiyse 3’ünü de
yerleştirelim dedim. (gülüşmeler) Emrah’la da konuşmuşlar
ve sonuç olarak 2 tane embriyo yerleştirildi. Ama en kaliteli 9
tanesi de dondurulmuş, yani ilerde tekrar çocuk sahibi olmak
istediğimde bu aşamaları direkt atlayıp embriyo yerleştirmeye
geçebileceğiz.
Bana ilginç gelen insanların bu konudaki bilgisizliği...
Etrafımdaki yaşlılardan tüp
bebeğin ne olduğunu bilmeyenler vardı. Başka birisinden
sperm alındığını sanıyorlar.
19
o kadar korkuyordum ki... Daha sonra Nurettin bey’in odasına çıktık sonucun pozitif olduğunu söyledi ve ben ağlamaya
başladım, Nurettin beyin boynuna sarıldım…o günü hiç unutamam.. Ve hemen Alsancak’ta Fenerium mağazasına gittik,
tulumlar aldım, sanki oğlum olacağını biliyormuşum gibi…
Bende Fenerbahçeli olduğum için…
Peki, nasıl geçti hamilelik günleriniz?
İlk testen sonra 2-3gün ara ile tekrar gebelik testi yaptırdık,
değerlerin yükselmesi gerekiyormuş. Normal hayatıma devam
ettim, gayet rahat geçti. Nurettin Bey, “İlk 3 ay evden çıkmazsan, çok fazla hareketli olmazsan iyi olur” demişti. Ben onu
biraz abarttım, hiç dışarı çıkmadım. 3 ay bittikten sonra ise
hiç durmadım, sürekli gezdim.12. haftaya kadar Nurettin bey
beni takip etti.
Daha sonra İrenbe’de Gebelik Eğitim Seminerleri yapılıyordu, seminerlere katıldım. İrenbe’de birden fazla doktor olduğu için kendi doktorun yoksa diğer hekimlere gidebiliyorsun.
Bende seminerlerden sonra Refik Bey’e devam ettim.
Sonrasında neler yaptınız peki? Normal hayatınıza geri
mi döndünüz, yoksa yatıp dinlendiniz mi?
İlk 2 gün dinlendim. Bana söylenilen, “Normal hayatına devam et, ağır iş yapma” idi. Çok aktivitede bulunmadım, ama
hafta sonları temiz hava almak üzere dışarı çıktım.
Peki, bekleme süreci nasıldı? Mutluluk, heyecan, tedirginlik?
Ben başından beri, hep tutmayacağına hazırladım kendimi.
Bundan önceki emeklerimiz ve olumsuz sonuçlardan ötürü
hep en kötüyü düşündüm ki sonuç yine olumsuz olursa yıkılmayayım. Evde de karar almıştık; 15 gün boyunca evde bu
konuyu hiç konuşmadık.
Bir gün dışarı hava almaya çıktım, canımda çok sıkkın, çay
bahçesi gibi bir yerde oturdum..çok da kalabalık. Bir kadın geldi
yanıma. Hiç boş masa yok, yanına oturabilir miyim dedi. Tabi
dedim ben de. Sonra oğlunu çağırdı, Kuzey gel oğlum dedi. Bir
çocuk geldi ki ben o aralar hiç çocuklara yanaşmıyorum. O
kadar kötüyüm ki, hamilelerden nefret ediyorum, çocuklara
yanaşmıyorum falan… Bir de sandviç yedi. O ketçaplar bulaştı
oraya buraya falan. Yiyeceğim çocuğu. O akşam eve geldim.
Adı Kuzey oluyor dedim ben ve oldu (gülüşmeler)
Sonucu öğrenmeye gittiğiniz günden söz eder misiniz?
O gün Annem ve eşimle birlikte İrenbe’ye gittik, kan verdik
sonuç 2–3 saat sonra çıkacağı için orda beklemek istemedim.
Annemler de beni neşelendirmeye çalışıyorlardı. Kıbrıs Şehitlerinde bir pastaneye oturduk, o arada İrenbe’den Hatice
hemşire ve arkadaşları geçiyordu. Yarım saat kalmıştı onları
görünce, ben bir ağlamaya başladım, durduramıyorum kendimi... Hastaneye gitmek istemedim hiç. Alacağım sonuçtan
20
Kontrolde, bebeğin ters durduğunu fark ettik. Tansiyonum
düşük olduğu için çok ağır sporlar yapamıyordum, yürümeyi
de sevmiyorum. Bunun üzerine Refik Bey yüzmemi önerdi.
Bebeğimin ters duruşunu da düzeltebilecek bir şey olduğundan bahsetti. Bunu duyduktan sonra sürekli yüzdüm. Bundan
dolayı mı nedir, banyo yapmaktan bu kadar zevk alan bir çocuk daha görmedim.
Duygusal açıdan zor günler geçirdiğinizi söylediniz. Nasıl karşılandınız İrenbe’de?
İrenbe’de her şey farklıydı. Ben daha önce doktora gittiğimde, doktor yalnızca alacağım ilaçları söylerdi o kadar. Oysa
İrenbe’de, Nurettin beyle başlayan süreç, Refik Bey, Refik
Bey olmadığında da Aral Bey benim için doktor değil, moralmotivasyon ekibiydi. Onları gördüğüm zaman bütün sinirlerim gevşiyordu.
Sadece onlarla da sınırlı değil elbette. İrenbe’ye girdiğimde güler yüz, ilgi, alaka zemin kattan başlayan bu yaklaşım yukarıda
devam ediyor.. O yüzden hastaneye mi geldim eve, aileme mi
geldim belli olmuyor.
Hamile kaldıktan sonra da doktor-hasta ilişkisinin adeta akraba ilişkisi gibi olması da ayrı bir güven sağlıyordur herhalde...
Evet kesinlikle. Doğuma gireceğim, yatıyorum sedyede. Yolda
önce kısık sesle Refik Bey, Refik Bey diye seslenmeye başladım.
Baktım ses gelmiyor, en sonunda bağırdım artık Refik Bey
diye. Hemen seslendi, ben buradayım merak etme dedi ve öylece yatıştım, yoksa adımımı atmayacaktım doğumhaneye.
Doğum sırasında zorluk oldu mu?
Normal doğum için 41 haftaya kadar bekledik fakat gelmedi.
Dolayısıyla sezaryen oldum ve rahat geçti.
İnsan, zor elde ettiklerine daha çok değer verir gibi bir
görüş var. Kuzey’e yaklaşımınız nasıl? Onu şımartacağınızdan korkuyor musunuz hiç?
Hayır, çünkü o konuyu hamileyken çok konuştuk Emrah’la.
Tüp bebek olduğu için kendisini ayrıcalıklı hissetmesini istemiyoruz. Gerçi ister istemez şımartılacak Kuzey. Biz şımartmasak ailelerimiz şımartacak, torunları oldu sonuçta. Benden
de onu beklediler aslında hep, ama bunu minimumda tutmaya
çalışıyorum ben. . “Artık pusulamız yanımızda. Nereye gidersek gidelim yönümüz Kuzey’i gösteriyor.
Peki, bunca emekten sonra ikinci çocuğu düşünüyor musunuz?
larda ailelerin 2, 3 veya daha fazla tüp bebek denemelerinden
sonra bebek sahibi olduklarını okurdum..bir gün sordum
İrenbe’deki çalışanlara hep böyle mi olur diye hiç ilk seferde
başarılı olan yok mudur diye….onlarda öyle denk gelmiştir
özellikle çok mücadele eden hastalara yer veriyoruz, sizin ilk
seferde tutarda..o zaman sizlerle röportaj yaparız dediler…
böylelikle röportaj sözümü vermiş oldum…nerden nereye…
umudunuzu hiç kaybetmeyin…
Hayır. Zaten sezaryen olduğu için 2–3 yıl yasak yeni bir hamilelik... Mutlu bir haber de şu, artık doğal yollarla çocuk sahibi
olma şansım varmış.
Bebek sahibi olmak isteyen ailelere neler önerirsiniz…
Fazla vakit kaybetmesinler, evliliklerin ilk yılarında mutlaka
çocuk düşünmeseler bile genel kontrollerden geçsinler, daha
sonra bazı durumlara geç kalabiliyorsunuz…eğer çocuk sahibi
olmaları için Tüp Bebek yaptırmaları gerekiyorsa yaptırsınlar..
hiç başka tedavilerle uğraşmasınlar…
Sinem hanım bize ailece vakit ayırdığınız için, yaşadıklarınızı bizlerle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz..
Bizi Kuzey’le buluşturan, emek veren, destek olan İrenbe ailesine çok çok teşekkür ediyoruz, son olarak ufak bir şeyler
söylemek istiyorum…
İrenbe’de tedavi sürecinde, bekleme salonunda İrenbe Dergilerinde başarı öykülerini okurdum..genelde yapılan röportaj-
21
büyük bir kısmı erişkin çağa geldiklerinde, HSV-1 ile tanıştıklarını gösterir. Bu durum bu tip enfeksiyonların ne kadar sessiz ve sinsi yayıldığının belgesidir. Virüsün tek doğal kaynağı
insan olduğu için erkek ve kızlarda eşit oranda görülür. Enfekte doku ve salgılarla bulaşır.
Herpes simpleks virüslerinin en
belirgin özelliği, insanda latent
duruma geçme özelliğidir. Düzensiz aralıklarla bazı sebeplerle aktif duruma geçebilir. Aktif duruma geçmesine sebepler
arasında; stres, gün ışığı, kötü
beslenme, travma, direkt enfekte materyal ile temas, direnç düşüklüğü, bakteriyel enfeksiyonlar sayılabilir.
Virütik enfeksiyonun ikinci kez aktif duruma geçmesi ile halk
arasında yaygın adıyla bilinen uçuk lezyonları ortaya çıkar.
HSV-1 enfeksiyonU oldukça bulaşıcıdır ve ciddidir. Ülserlerle ve
tükürükle temastan kaçınmanız gerekir, çünkü yoğun bir şekilde
virüs içerirler.
Tehlikeli Öpücük
DİŞ SAĞLIĞI
Dr. Ahmet Cesur
Diş Hekimi
[email protected]
22
Bulunduğu ortamda karşılıksız her türlü
gereksinimi karşılanan, güvenli bir ortamda gelişimini sürdüren insan yavrusu, geriye dönüşü olmayan doğum olayı
ile birlikte dünyanın, doğanın iyi - kötü
ortamı ve yaşam denen yarışın başlamasıyla yeni dengelere doğru yelken açmaya başlar.
malara göre % 90’nımızın taşıyıcı olduğu
Herpes (uçuk) yani HSV-I virüsü ile kişinin ilk tanışmasında ortaya çıkan klinik
tablo ve yaşadıklarımız hakkındadır.
Yaşamın ilk 6 ayı ile 6 yaşı arasında yavrularımızın etken virüsle ilk karşılaşmasında görülen, oldukça sıkıntılı günleri
hepimize yaşatan bir hastalık. Primer
Dengelerin oluşma süreci içinde mik- Akut Herpetik Gingivostomatit, bilimroorganizmalarla tanışma ve fizyolojik
sel adıyla bilinen HSV-I virüsünün nefloraların oluşması, aşılar, immün sistem
den olduğu ciddi bir enfeksiyon!
dediğimiz bağışıklık sistemlerinin oluşması, gelişmesi önemli bir yer tutar. Bu Serum antikor tespitlerine göre, nüfumakale; çoğumuzun, hatta bazı araştır- sun daha önce de belirttiğimiz gibi çok
gibi sistemik belirtiler ortaya çıkabilir. 38-40 dereceye kadar
yükselen ateş konvülsiyonlara neden olabilir. Ayrıca kusma,
diyare ve üst solunum yolları enfeksiyonu da tabloya eklenebilir. Sonraki birkaç gün içinde tüm ağız mukazası ve farenkste
küçük veziküller çıkar. Daha sonra veziküller açılarak derin
olmayan ülserasyonlara dönüşür. Hastalık yaklaşık 2-3 hafta
sonra bağışıklığın da oluşmasıyla iz bırakmadan kendiliğinden geçer. Gingivitis ve lenfadenopati ise biraz daha uzun süre
sonra şifa bulur. Ayırıcı tanıda: aftöz ülserler, el-ayak-ağız hastalığı, herpangina, akut ülseratif gingivitis, erytema multiforme ve pemfigusun başlangıç görüntüsüdür.
KORUNMA ve TEDAVİ
Viral replikasyon ( üreme ) döngüsünün çoğunun, hastanın
kendini iyi hissettiği inkübasyon döneminde olması önlem
açısından bir olumsuzluktur. Hastada sistemik bir viral enfeksiyonun varlığı anlaşıldığında virüs tüm vücuda yayılmış ve
bunu önlemek için de geç kalınmış olmaktadır. Antiviral ilaçlar antibakteriyel ajanlar kadar sık kullanılamazlar. Virüslerin
özellikleri hücre içi parazitleri olmaları nedeniyle, kullanılan
ilaçlar aynı zamanda konakçı hücre fonksiyonlarına da zarar
verebilmektedir. Ancak son zamanlarda virüslere karşı seçici
davranabilen antiviraller geliştirilmektedir. Ayrıca konakçının
immün fonksiyonlarını arttıran veya düzenleyen kemoterapatik ajanlar viral enfeksiyonun yenilmesinde yardımcı olurlar.
Anneden geçen antikorların kaybolmasıyla birlikte yaşamın
ilk yıllarında primer enfeksiyon başlayabilir. Bu ilk enfeksiyon,
virüsle ilk karşılaşan ve kanlarında hiç antikor bulunmayan
kişilerde olur. Bazen ansefariz gibi ağır sistemik hastalıklara
da neden olabilir. Özellikle en önemli konulardan biri de yeni
doğan ve küçük süt bebekleriyle temastan kaçınmak gerekir.
Eğer bulaş olursa bu bebeklerde oldukça ciddi hastalık tabloları ortaya çıkabilir.
Herpetik enfeksiyonların tipik lezyonları, virüs tanecikleri ve
hücre artıklarının bulunduğu seröz bir sıvı içeren veziküllerdir. Vezikül yırtıldığında virüs serbest kalarak bulaşma görülür. Veziküllü alanların kaşıntılı olması nedeniyle el ile kaşınma sonucunda tırnak dibi ve parmakta herpetik lezyonlar
görülebilir.
Primer Akut Herpetik Gingivostomatit enfeksiyonlarında en
olağan klinik görünüm; ağız içinde, damakta, dilde, dişetinde
kısaca hareketli, sabit, keratinize, nonkeratinize tüm ağız içi
dokularında, dudaklar ve ağız çevresinde yaygın veziküllerin
oluşmasıdır. Etkilenen mukoza kırmızı ve ödemlidir. Bazen bu
ilk lezyonlar bademcikler üzerinde ortaya çıkarak bakteriyel
bir anjin ile karışabilir. Başlangıçta veziküller 3-4 mm çapında
etrafı kırmızı bir sınırla çevrili ağrılı lezyonlardır. Veziküllerin
yırtılmasıyla psödomembran oluşur ve membran kalkarsa ağrılı ülserasyonlar meydana gelir. Ülserler iz bırakmadan yaklaşık iki haftada iyileşir.
Hastalığın 3-5 günlük , belirti vermeyen kuluçka dönemi vardır. Sonrası ise ağız ve boğaz ağrısı, dişeti ve damakta kanamalar, ağız kokusu, ülserasyon ve ağrıya bağlı olarak yemede ve
içmede zorluk, ağızdan salya akması, gibi belirtiler vardır. Ayrıca iki taraflı servikal lenfadenopati, ateş, halsizlik, irritabilite
23
Ülkemizde de kullanılan asiklovir, interferon ve zovidan bu
grup ilaçlardandır. Asiklovir lokal ve sistemik olarak kullanılabilir.
Eğer çocuğunuzda Primer Akut Herpetik Gingivostomatit
teşhisi kesinse hareket şekliniz şu şekilde olmalıdır: Tedavi genelde semptomatiktir Tedavinin amacı, ağrı, ateş ve sıvı kaybına karşı çocuğu korumak ve konforunu sağlamaktır. Ortaya
çıkan klinik tablonun ciddiyetine göre sekonder enfeksiyonlardan korunma amacıyla antibiyoterapi gerekebilir. Tedavi
amaçlı antibiyotik verilmez. Yemeklerden önce topikal anestezikler kullanılabilir. Ağız antiseptikleri ise lokal hijyeni sağlamak için kullanılabilir. Ağrıyı azaltmak için yaygın olan bir
metot da antihistaminik bir preparatla antiasit bir preparatı
eşit oranda karıştırarak ağzı çalkalamak ve yutmadan tükürmektir. Bu şekilde ülserlerin üstünü kaplamak ağız içi konforu
bir miktar arttırır. Eğer çocuğunuz karışımı yutarsa, antihistaminiğin dozajının aşırı olmadığından emin olmalısınız.
Çocuklara ağrılarını hafifletmek için, ibuprofen veya acetaminofen (parasetamol ) verilebilir.
Asla aspirin vermeyin. Eğer aspirin alerjisi, mide ve böbrek problemleri varsa ibuprofen de vermemelisiniz.
24
Aslında ağzını tuzlu su ile gargara yapması veya yıkaması bile
rahatlatabilir. Çocuğunuza serin içecekler verin. Bu bile hafif
bir uyuşukluk yaparak çocuğunuzu sakinleştirebilir. Süt ve
sütlü içecekler, su gibi saf sıvılar bu iş için iyi seçimlerdir. Portakal, greyfurt suları, soda, limonata gibi asitli ve gazlı içecekler ise tercih edilmemelidir. Bu ve benzeri içecekler çocuğunuzun ağzını daha fazla incitecektir. Bazı ebeveynler çocuğa
vitamin gereksinimine karşı bu gıdalara hatalı olarak yönelebilmektedirler. Eğer çocuğunuzun dudaklarında ve dilinde de
yaygın ülserasyonlar oluşmuşsa sıvıları bir kamış yardımıyla
da içmek daha uygun olabilir.
Çocuğunuz ağzının içi düzelinceye kadar katı gıdaları alamayacaktır. O nedenle yumuşak gıdalarla gıda gereksinimini sağlamalısınız. En iyi seçimler, bebek mamaları, püre haline getirilmiş patates, haşlanmış yumuşak meyve püreleri özellikle
elma püresi, yoğurt ve puding. Çocuğunuz tuzlu, baharatlı ve
sert gıdalar alamaz.
Her gıda alımından sonra çocuğunuz ağzını ılığa yakın bir
suyla çalkalamalıdır.
Kendi ve çocuğunuzun ellerini sıkça yıkayın. Bu özellikle yemek hazırlarken, gıda alımı sırasında ve hatta yatak odasını
hazırlarken önemlidir.
Çocuğunuz oynarken ağzına götürdüğü oyuncaklarını oyun
öncesi ve sonrası yıkayın.
ayrı bir yerde tutun ve bu yolla bulaşmayı engelleyin. Yeme,
içme kapları ve benzeri malzemelerle bulaşı önlemek için de
hijyen kurallarına uyulmalıdır. Emzik ve biberonlarda sterilizasyon uygulanmalıdır.
Çocuğunuzda şu belirtileri görürseniz önemseyin: Çocuğunuz rahat bir şekilde içemez ve yutamazsa, ağzından kan ve
püy benzeri seröz bir akıntı gelirse, ateşi 38 derceyi aşıyorsa,
çocuğunuz daha kolay irrite olabiliyor ve ağlaması durmuyorsa dikkat edin. Bunlara ek olarak; çocuğunuz sıvı alamadığı
için su kaybı belirtileri başladıysa, ki dehidrate çocukta şu belirtiler ortaya çıkar: 8 sat geçmesine rağmen idrar çıkışı çok
az veya yoktur, ağladığında gözyaşı yoktur, dudakları kuru ve
çatlak, çocuk zayıflamış ve güçsüz görüntüde olup uyanması
zordur. Bu durumda mutlaka bir tıbbi yardım alınmalıdır.
HSV enfeksiyonlarının çok yaygın ve neden olduğu hastalıklar ağır seyirli olmasına rağmen, korunmak için henüz özel bir
yöntem yoktur denilebilir. HSV-1 aşılarının korunmada faydalı
olabileceği gösterilmiş olmasına rağmen, çalışmaların, henüz
gelinen nokta, araştırmaların devam etmesinin gerekliliği yönündedir. Sağlık personelinin enfekte kişilerle temasında dikkatli olması gerekmektedir. Hastalığın yayılmasında etkili bir
rol oynayabilirler. Ayrıca bağışıklık yetmezliği olanlar; gebeler,
altı ay-altı yaş grubu çocuklar ve seronegatif olan bireyler risk
gruplarını oluştururlar
Son söz olarak özetlemek gerekirse; bu enfeksiyon oldukça bulaşıcıdır ve ciddidir. Ülserlerle ve tükürükle temastan
kaçınmanız gerekir, çünkü yoğun bir şekilde virüs içerirler.
Semptomlar genellikle enfekte kişiyle temastan yaklaşık 2 ila
12 gün içinde gelişir, artar. Bu tip enfeksiyonların problemlerinden biri de virus kalıntısı haftalarca, aylarca kişi iyileşse
bile etkisinin devamlı olmasıdır. Toplumsal olarak duygusal
bir yapıda olmamız ve sevgimizi sarılarak ve öperek gösterme
alışkanlıklarımız bazen tehlikeli olabilmekte. Özellikle küçük
çocuklara karşı sevgi gösterirken, sevgi dolu öpücüklerimizin
aslında gizli tehlike taşıyan araç olmamalarına özen gösterelim.
Tehlikeli öpücüklere dikkat edelim.
Virüsün yayılmasını önlemek için çocuğunuzun diş fırçasını
25
Kadın Sağlığı; MENOPOZ
Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar
Kalp Damar Hastalıkları Uzmanı
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji Ana Bilim Dalı
[email protected]
Menopoz sonrası dönemde
HİPERTANSİYON
2-3 hafta tuzsuz yedikten sonra alıştığımızı,
daha sonra tuzlu yiyeceklerden hoşlanmadığımızı fark edeceğiz. Yemekleri limon, baharat, soğan, sarımsak, sirke ile tatlandırmak
için yeterli olacaktır.
Hipertansiyon ve kalp hastalıkları arasında bir bağlantı olduğu, kalp krizi ve inmeden (felç) korunmak için kan basıncının
normal sınırlarda olması gerektiği bilinmektedir.
Hipertansiyonda komplikasyonlara bağlı olarak bazı şikayetler ve bulgular; baş ağrısı, burun kanaması, baş dönmesi, kulak çınlaması, bilinç bulanıklığı ve göz damarlarında kanama
görülebilir.
Toplumda sık rastlanmasına rağmen, kadınlardaki yüksek
tansiyonun üzerinde, erkeklere göre daha az durulduğu saptanmıştır. Erkeklerde gençlik ve orta yaşlılık dönemlerinde sistolik ve diyastolik kan basınçları daha yüksek iken, kadınlarda
yaş ilerledikçe erkeklerden daha yüksek olmaya başlar. Menopoz sonrasında, üreme hormonlarının azalıp kaybolması ile
yüksek tansiyon ve kalp hastalığı görülme sıklığı da artar. ¹ ²
Framingham Kalp Çalışmasının son verileri de, 55 yaşında
normal tansiyonlu olan kişilerde, yaşam boyunca hipertansiyon gelişme riskinin %90 olduğunu göstermektedir. ³
Menopoz öncesi kalp ve beyin ile ilgili hastalıklar daha az görülürken, 50 yaş üzerinde giderek artmaktadır. Kısmen yaş ile
26
açıklanırken menopoz sonrası gelişen östrojen eksikliği artan
kabuklu patates, avokado, kabak gibi..
kardiovasküler hastalık gelişiminde önemli rol oynar. Bu dö- • Ayrıca bu besinlerin antioksidan özellikleri; örneğin vitamin
nemde östrojen eksikliği, damarın iç yüzünü örten hücrelerin
C ve E, kalp hastalıklarını önlemede önemli bir role sahiptir.
fonksiyonunu bozarak ve esnekliğini azaltarak sistolik kan ba• Kalsiyum ve magnezyum takviyesinin kan basıncı düşürüsıncı artışına neden olur. ¹ Menopoz; kardiovasküler ve hipercü etkisi ise tartışmalıdır.
tansiyon için önemli bir risk faktörüdür.
Tuz: 1 çay kaşığı tuzdan (6.5 gr ağırlığında olup 2300 mg’ı
ÖLÇÜM
yani %40‘ı sodyum) daha fazlası tüketilmemelidir. Aldığımız
Dijital olarak koldan tansiyon ölçen cihazlar (bilekten değil) yiyeceklerin etiketlerinde sodyum miktarını görebiliriz. 1 gr
ise daha kolay ve güvenle kullanılabilir. Evde sistolik ve diyas- sodyumun 2.5 gr tuza eşit olduğunu hatırlayarak etikette okutolik kan basıncının ölçüm değerleri >135/85 mmHg ise sağlık duğumuz sodyumu 2.5 ile çarparak tuz miktarını bulabiliriz.
ünitelerinde ölçülen >140/90 mmHg kan basıncına eş değer Tuzun miktarı kan basıncını doğrudan etkiler, ne kadar fazla
riski gösterir. Evde ölçüm değerleri daha düşük olmalıdır. Öl- tüketirsek kan basıncı da o kadar fazla artacak, içindeki sodçümden 30 dakika önce, çay, kahve, sigara ve egzersiz bırakıl- yum nedeni ile de vücutta sıvı birikimine ve ayak billeklerinde
mış, idrara çıkılmış olmalı; kol, sırt geriye dayalı oturma pozis- şişmeye neden olacaktır. Bu kural sadece tansiyonu yüksek
yonunda kalp hizasında tutulmalı ve kan basıncı ölçümünden olanlar için değil normal olanlar için de geçerlidir. Ayrıca çok
fazla miktarda alınan tuz, kemik erimesi (osteoporozis), astım,
önce 5 dakika kadar dinlenilmiş olunmalıdır.
böbrek hastalığı ve mide kanseri ile de yakından ilgilidir. TuYaşam tarzında yapılacak değişiklikler tansiyonun yükselmezun kısıtlı olması, sıklıkla tüketilen günlük tuzun 5-6 gr’dan
sini önleyebilir, başlamasını geciktirebilir veya ilaç tedavisinde
az olması önemlidir. Bunun için üç öneriye dikkat edilmesi
ilaç ihtiyacını azaltabilir. Menopoz sonrası kan basıncı yükyeterli olur;
selmesi, sıklıkla kan şekeri ve yağlarının metabolizmasındaki
bozulmalarla da birliktedir.
Kan basıncı yükselmesi menstrüasyonun kesilmesinden heYeme alışkanlığında yavaş yamen sonra görülmez ve gelişimi bir kaç yıl içinde olur. Şişmanvaş bir değişiklik, sebze ve meylık veya yakın zamandaki kilo artışı yeni başlayan hipertansiyonun %70 sorumlusudur. Hipertansiyon için, kilo almanın
ve alımını artırış, günde 30
dışında vücuttaki yağ dokusunun dağılımı da önemlidir. Bel
dakika kadar fiziksel aktiviteyi
çevresinin genişlemesi (veya belin kalçaya oranında artış)
artırmak önemli yararlar sağ-android yağ dağılımı- hipertansiyon ve kardiovasküler hastalık gelişimi için risk faktörlerindendir. Kilo alımına, android
lamaktadır.
tipte vücut yağlanmasına, hormon eksikiğine ilaveten, RAAS
(Renin anjiyotensin aldosteron sistemi) aktivasyonu, tuza duyarlık, leptinin negatif etkisi, androjen hormonun nisbi artı- • Yemek masasına tuzluk getirilmemeli (deniz tuzu, kaya tuzu
şı ve troid fonksiyonlarındaki değişikliklerin ve yaşın da rolü
da benzer özelliktedir, ayrıca ketçap ve soya sosunda da tuz
vardır.
miktarı yüksektir),
YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİĞİ
• Yemek pişirirken ekleme yapılmamalı,
• Tuz ilave edilmiş olan hazır yiyeceklerden kaçınılmalıdır.
• Meyve/sebze tüketimini artırmak (DASH diyeti)
• Tuz tüketimini azaltmak
Tuz oranı yüksek olan yiyecekler için örnekler; ekmek, kahvaltıdaki tahıl ürünleri, hazır etler (sosis) ve çorbaları, bazı resto• Fiziksel aktiviteyi artırmak
ranların alışkanlıkları sayılabilir.
• Kilo vermek (ve kilonun korunması)
Benzer tadı veren potasyum klorürlü tuzda, potasyum sod• Aşırı alkol tüketimini azaltmak
yumdan
daha fazladır, tuzsuz yemekte zorlananlar için bir
• Sigarayı bırakmak
seçenek olabilir fakat böbrek hastalıklarında dikkatli olmak
• Doymuş ve toplam yağ tüketimini azaltmak 4
gerekir.
DASH Diyeti (Hipertansiyonu durdurmak için uygulanan diAslında yediğimiz pek çok yiyecekte de tuz mevcuttur; havuç,
yet): uygulamasından 2 hafta sonra tansiyon düşmeye başlar.
et, süt, balık, deniz sahilinde yetişen yiyecekler gibi. Taze veya
Bu diyet; taze meyve, sebze, az yağlı süt ve süt ürünleri, doydondurulmuş yiyecekler, konserve ve fast food yiyeceklere termuş yağ ve kolesterolden az miktarlarda beslenme şeklidir.
cih edilmelidir.
• Meyve ve sebze iyi birer doğal potasyum kaynağıdır. Bu da
sodyum ve tuzun tersine kan basıncını düşürücü bir etkiye 2-3 hafta tuzsuz yedikten sonra alıştığımızı, daha sonra tuzsahiptir. Tuz oranları düşüktür, az miktarda yağ içerirler, lif lu yiyeceklerden hoşlanmadığımızı fark edeceğiz. Yemekleri
limon, baharat, soğan, sarımsak, sirke ile tatlandırmak için
açısından ise zengin birer kaynaktırlar.
yeterli olacaktır.
• Bir kısmının potasyum içerikleri ise daha fazladır; muz, kurutulmuş meyve, kavun, portakal, domates, fırında pişmiş Fiziksel Aktivite; kan basıncını düşürmede önemlidir.
27
Öneriler;
• Dayanıklık kazandırıcı türde olmalı (yürüme, uzun mesafeli koşu, yüzme).
• Düzenli olarak, haftada 5 gün/her gün 30-45 dakika süreyle
orta dereceli egzersiz yapılmalı.
Günde 30-60 dakika orta yoğunluktaki dinamik egzersiz (yürüyüş, yüzme gibi), haftada 4-7 gün yapıldığında sistolik kan
basıncının 10.3 mmHg, diyastolik kan basıncının 7.5 mmHg
düştüğü gösterilmiştir. Daha yoğun egzersiz ile daha fazla
düşmemektedir. Tempolu yürüme, yüzme, bisiklete binme,
dans, koşma, tenis gibi aktivitelerin hepsi de kalp ve solunum
sistemimizi güçlendirecek ve tansiyonumuzu düşürecektir.
Fiziksel aktivitenin pek çok faydasının yanında kalp hastalığı
ve inmenin azaltılmasına da katkısı bilinmektedir.
• Kan basıncının düşürülmesi veya normalse yükselmesinin
önlenmesi ile iyi huylu kolesterolü artırması kalp ve damar
hastalıklarından korur.
• İyi huylu kolesterolü artırarak kalp ve damar hastalıklarından korur.
• Kilo vermemize veya verdikten sonra onu korumamıza
yardım ederek tansiyonun yükselmesini önler.
• Şeker hastası olmayı önleyebilir veya var ise kontrolünü kolaylaştırabilir.
Aktivitemizi artırdığımızda ilk 2.5 ayda kan basıncının düştüğünü fark edebiliriz. Aktiviteyi bu seviyede tuttuğumuz süre
içinde de bu kan basıncı düzeyini devam ettirebiliriz.
Fiziksel aktiviteye başlamadan önce; kan basıncının normal sı-
nırlara düşürülmesi, koroner kalp hastalığı, diyabet, solunum
sistemi hastalığı var ise bunların kontrol edilmesi gerekir. Kan
basıncı yüksek olanlarda ise kaçınılması istenen aktiviteler;
ağırlık kaldırmak ve squash gibi sporlardır.
Aktivite sırasında hafifçe terleyebiliriz fakat soluğumuz konuşabilmemizi önlememelidir. Böylece günde 150-180 kalori
yakar, yılda ise 6-12 kg verebilliriz. Böylece biraz aktif olarak,
hayatımızda büyük farklar yaratabiliriz. Giderek günlük 30
dakikalık süreyi 3-10‘ar dakika artırabiliriz. Eğer kilo kaybetmek veya kaybettiğimiz kiloyu korumak istiyorsak her gün
45-60 dakika yürümeliyiz.
Ayrıca merdiven çıkma, yokuşta yürüme, yoga, pilates ve bahçede çalışma da kaslarımızı güçlendirecektir. Aktiviteleri çeşitlendirmek sıkılmamızı önler, devamını kolaylaştırır. Adımlarımızı saymak istersek pedometre ile hergün 10.000 olacak
şekilde yürümeliyiz.
Kilo Verme: Rutin olarak bel çevresi ve kilo ölçülmelidir. Hipertansiyonu önlemek veya kan basıncını azaltmak için vücut
kitle indeksi (VKİ) 18.5-24.9 kg/m2, bel çevresi kadınlarda <88
cm olmalıdır. Bunun için de yaşam tarzı değişikliği çok önemlidir.
Kilo vermenin kan basıncı üzerine etkisi; 5.1 kg kaybedilmesiyle sağlanan ortalama sistolik ve diyastolik kan basıncı düşüşleri 4.4 mmHg/3.6 mmHg olarak bulunmuştur.
Fazla alkol almanın kan basıncını artırdığı bilinmektedir. Bu
etki, az miktarlarda alkol tüketildiğinde görülmemektedir.
• Bir seferde aşırı miktarda alkol alımı ile inme riskinde artış
arasında ilişki bulunmuştur.
• Alkol, antihipertansif ilaçların etkisini azaltır.
• Fazla alkol tüketenler alkol kullanımını aniden kestiklerinde kan basıncında yükselme görülebilir. (Hafta sonu içenlerde, hafta başında hipertansiyon tanısı konabilir)
• Alkol kullanımının azaltılmasının, sistolik ve diyastolik kan
basınçlarında anlamlı düşüşler sağladığını göstermiştir.
Alkol, sağlıklı kişilerde günde 2 içkiden az olmalıdır ve kadınlarda haftada 9 (erkeklerde 12) birimi geçmemelidir. Alkol
birimine örnekler; viski 43 ml (%40 alkol), şarap 150 ml. (%12
alkol), bira 341 ml (%5 alkol).
Sigarayı Bırakma
• Tek bir sigara içildikten sonra bile, kan basıncında ve kalp
hızında 15 dakikadan uzun süren ani artış meydana gelir.
• Sigara içenlerde gündüz kan basıncı değerlerinin sigara içmeyenlere göre yüksek olduğu ve kan basıncındaki artışın
içilen sigara miktarı ile ilişkili olduğu bilinmektedir.
Sonuç: Hormon replasman tedavisi, kemik kırıkları ve kolon
kanserinde azalmada yarar sağlarken, koroner kalp hastalıklarında, felç ve tromboembolizmde göğüs kanseri ve safra kesesi
hastalıklarında ve 65 yaş üzerindeki kadınlarda unutkanlıkta
artış göstermesi üzerine; hormon replasman tedavisi kalp damar hastalıklarından korunmak amacı ile önerilmemektedir.
Aşırı kilolu hipertansiflerde kilo verilmesi tedavide etkilidir.
Kilo azalması hipertansiyon, kan glikozu ve lipid metabolizması üzerinde etkilidir.
Yeme alışkanlığında yavaş yavaş bir değişiklik, sebze ve meyve
alımını artırış, günde 30 dakika kadar fiziksel aktiviteyi artırmak önemli yararlar sağlamaktadır.
Düzenli olarak kan basıncı kontrolü, az tuzlu (günde 6 gr dan
az), az yağlı, bol sebze meyve (en az 5’er porsiyon), aktif olma
(haftada en az 5 gün 30 dk aktivite), alkol tüketiminin sınırlanması, kilonun kontrolü, sigarayı bırakıp stresi yönetmek
önemlidir. Böylece kalp krizini, felci ve damarlardaki kanın
pıhtılaşma riskini azaltmak mümkün olacaktır.
TANSİYONUN YÜKSELMESİNİ ÖNLEMEK İÇİN
10 kg kaybedersek kısaca 5-10 mmHg sistolik kan basıncı düşecektir. Diğer tedbirlerle birlikte daha da fazla düştüğünü
görmek mümkün olacaktır. Fazla kilo ile birlike şeker, kalp ve
UYGULANAN DİYET (DASH DİYETİ)
YİYECEK
GRUBU
YİYECEK
GRUBUNA ÖRNEK
GÜNLÜK
PORSİYON
GÜNLÜK
İHTİYAÇ
1 PORSİYON
TAHIL
Ekmek, Pilav, Makarna
7-8
Enerji kaynağının ve
liflerin önemli kısmı
1 dilim ekmek,
8 yemek kaşığı yulaf,
pliav, makarna
SEBZE
Bezelye, Brokoli, Havuç, Salatalık, Pırasa, Soğan, Patates,
Ispanak, Domates, Turp
4-5
Potasyum,
Magnezyum, Lif
1 kase çiğ sebze
½ kase pişmiş sebze,
¾ kase sebze suyu
MEYVE
Elma, Kayısı, Muz, Hurma,
Üzüm, Greyfurt, Kavun, Şeftali,
Armut, Ananas, Erik, Portakal,
Kuru üzüm, Çilek
4-5
Potasyum,
Magnezyum, Lif
1 orta boy meyve,
¾ kase meyve suyu,
¼ kase kuru meyve,
½ kase taze, donmuş
veya konserve meyve
AZ YAĞLI SÜT
VE SÜT ÜRÜNLERİ
Yağsız veya %1 az yağlı süt,
az yağlı yoğurt, peynir
2-3
Kalsiyum, Protein
Bardak süt,
¾ kase yoğurt,
45 gr peynir
ET,
TAVUK, BALIK
Görünen yağlardan temizlenmiş kırmızı et, derisiz tavuk,
balık, kaynamış ızgara
2 veya
daha az
Proteinden ve
Magnezyumdan
zengin
90 gr pişmiş et, tavuk,
balık
KURU ÇEREZ
Badem, Ceviz, Fıstık, Fındık,
Antep fıstığı, Ayçiçeği çekirdeği
Haftada
4-5
Enerji, Magnezyum,
Potasyum, Protein
ve Lif kaynağı
⅓ kase kabuklu çerez,
2 yemek kaşığı ayçiçek
çekirdeği,
1 kase : 16 kaşık : 200gr.
28
Stres: Gevşeme teknikleri ile stresi yönetmek de kan basıncının düşürülmesine katkıda bulunur.
kanser hastası olma riski de artmaktadır.
1. JACC 2006 47 50S-8S 2. Eurepean Endocrine Disease 2006 3. JAMA. 2002;287:1003-10 4. 2007 ESH/ESC
29
İNTERNET ve TIP
Doç. Dr. Güven Aslan
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Üroloji Anabilim Dalı
[email protected]
Hastalar için
İNTERNET ve TIP
Tıbbi konularda internette yardım almak
çok yararlı olmakla birlikte kullanıcıların da azami dikkat etmeleri gerekmektedir.
İnternet her konuda olduğu gibi sağlık alanında da önemli
gelişmeler yarattı. Tıbbi kaynaklara internetle ulaşmak herkes için kolaylaşmış durumdadır. İnternet, sağlık alanında
özellikle halk sağlığı konusunda topluma büyük hizmetler verebilecek bir potansiyele sahiptir. Hastalık, ilaç, doktor veya
hastaneler konusunda bilgiler herkes tarafindan kolayca bulunabilmekte, koruyucu sağlik hizmetlerinin herkes tarafindan
bilinmesi kolaylaşmaktadır.
Hastaların beklentİlerİ ve İnternet’İn
kullanım alanları
İnternet sayesinde dünyanın herhangi bir yerindeki bir doktor
ile ziyaretçiler buluşabilmektedir. 2001 yılında ABD’ de 3 milyon kişinin internette sağlık sorunlarına yönelik bir uzmanla
temasa geçtiği bilinmektedir. Ülkemizde de internetin yaygınlaşmasıyla birlikte sağlık alanındaki sitelere başvuran kişilerin
sayısı belirgin ölçüde artış göstermektedir.
Hastaların büyük bölümü, çok yoğun olan hastane prosedürleri, maddi kaygıları göz önüne alarak e-mail ile çözülebilecek
bir sorun için hekimlerin muayenehanelerinde beklemek istememektedir. Telefon görüşmeleri de hem hekimler için hem
de hastalar için her zaman pratik olamamaktadır. Elektronik
posta yoluyla randevu düzenlenmesi; hekim veya sağlık kuruluşlarının web siteleri yoluyla randevu almak, randevu tarihini
30
değiştirmek artık mümkündür. Bu durum hastalar için büyük SAĞLIKLA İLGİLİ ONLİNE SİTELER
kolaylık sağlamakta hekimlerin iş yükü ve günlük telefon göHekimlerin oluşturduğu sağlık siteleri genel olarak enforrüşmelerinde belirgin azalmaya yol açmaktadır.
masyonel ve interaktif siteler olmak üzere 2 kategoriye ayrılYapılan araştırmalarda hastaların her türlü koruyucu sağlık maktadır. Enformasyonel siteler genelde doktorların tedavi
hizmetleri ile ilgili online bilgi, duyurular, ve hatırlatma almak uygulamalarına, belirli hastalıkların tanı ve tedavisine yönelik
istedikleri de ortaya çıkmıştır. Ayrıca hekim muayenesi sonra- seçenekleri anlatan bilgilerin yer aldığı sitelerdir (Örn: AMA
sı takip ve kontrol hatırlatmalarının da e-mail yolu ile yapılma- Doctor Finder http://www.ama-assn.org/go/doctorfinder) İnteraktif siteler ise belirli bir sağlık sorunu hakkında spesifik
sını talep etmektedirler.
bilgi vermek için forumlar oluşturmaktadır. Bu sitelerde dokHastaların bir bölümü ikinci görüş almak için de internet sitetorlar spesifik alan ve konularda görüşlerini belirterek katılırlar,
lerine başvurmaktadır. Örneğin www.clevelandclinic.org gibi
e-mail ve adres verilebilir ve hastalar hekimlere ulaşabilir. Bu
sitelerde hastalar tıbbi bilgilerini online olarak girmek kaydıyla
sitelerin bir kısmında tıbbi bilgiden ziyade hekimlerden veya
gerekli tetkikleri sunduktan sonra hastalara elektronik posta
merkezlerden ilgili konuda muayene veya tedavi randevusu da
ile hastalığı ile ilgili görüş gönderilmektedir. Bu görüşler istenalınabilmektedir. Bu anlamda www.irenbe.com hem enfordiği takdirde hastanın ilk doktoruna da gönderilmektedir.
masyonel hem de interaktif site özelliği taşımaktadır.
Hekim sitelerinde ayrıca online ve interaktif tartışmalar ve foDİKKAT EDİLMESİ GEREKEN KONULAR
rumlar da düzenlenebilmektedir. Bazı hekimler önceden ilan
etttikleri saatlerde interaktif olarak hastalarla birebir diyaloga İnternette sağlık alanında yazılı bilgiler ilaç firmaları, resmi
geçebilmekte ve çeşitli konularda hastaların tıbbi problemleri- sağlık siteleri, tıp mensuplarının yazılı kaynakları gibi standart
sayılabilecek verilerin yanı sıra bu grupların dışındaki kayni çözmeye çalışmaktadırlar.
naklardan, standart dışı bilgiler de kullanıma sunulmaktadır.
Bazı sitelerde online olarak ilaç önerildiği de olmaktadır. Bu
Tüketicilerin bir bölümünün bu kaynakları da kullandığı bisitelerde özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde uzmanlık
linmektedir.
diploması olan hekimler tarafından hastalıkların derecesine
göre özellikle ciddi hastalıklar dışındaki konularda online re- İnternetteki web sitelerinin güvenilirliği ve kalitesi de değişkenlik göstermektedir. Güncel olmayan, kontrolsüz bilgiler
çete önerileri de yapılmaktadır.
içeren siteler de yer alabilmektedir. Bazı siteler ticari kaygı ve
İnternette özellikle cinsel sağlık alanında olmak üzere çeşitli
yönlendirme içeriyor da olabilir. Bu siteleri ziyaretçilerin tam
ilaçların online satışı da yapılmaktadır. Burada satılan ilaçlaolarak değerlendirebilmesi ve karar verebilmesi her zaman
rın ekonomik olarak daha ucuz olduğu dikkate alınmaktadır.
mümkün olamamaktadır. İnternet ortamında yer alan sağlık
Bununla birlikte tedavi etkinliği kesinleşmemiş, ruhsatsız, desitelerine ilişkin yapılan çalışmalar, sitelerin büyük oranda
neysel ve bazen hastalar için zararlı olabilecek çeşitli tedaviler
eksikleri olduğunu, tam olmayan, yanlış anlaşılmaya müsait
de satışa sunulmaktadır.
bilgiler verdiğini ve birçoğunda yönlendirme içerdiklerini gösİnternet sitelerinin yaygın kullanılması hastaların bu sitelerden termektedir.
aynı oranda memnun oldukları anlamına da gelmemektedir.
Online ziyaretçileri ve hekimleri korumak amacıyla özellikle
Hastaların en önemli beklentilerinden biri de kendi hekimleri
ABD’de internet sitelerine çeşitli standartlar getirilmektedir.
ile interaktif veya e-mail yolu ile görüşmektir. Hekimlerin herHekimler internet sitelerindeki görüşlerini anlatırken ticari,
hangi bir sebeple bu diyalogdan uzak durmaları hastaları için
şahsi ilişki ve çıkar ilişki belgesini açıklamak zorundadırlar.
hayal kırıklığı yaratmaktadır.
Online ziyaretçileri korumak amacıyla internet sitelerinin akİnternetin hastalar için bir diğer faydası da aynı hastalığa yaka- reditasyonu yapılmakta, akredite olan siteler tavsiye edilmekte
lanan kişilerle bağlantıya geçebilir, ortak web siteleri yapabilir, ve daha çok ziyaretçi almaktadırlar. Günümüzde pek çok sidernekler ve chat odalarında sohbet edebilirsiniz. Belirli has- tede ‘yasal uyarı’, ‘disclaimer’ olarak adlandırılan yazılı bilgiler
talıkla ilgili yeni ve deneysel tedaviler hakkında bilgi sahibi ola- ile, sitenin amacını, gizlilik ve sorumluluk sınırlarını açıklayan
bilirsiniz. Örneğin ülkemizde www.diabetcemiyeti.org Diabet bilgiler verilmektedir.
Cemiyeti, Türkiye Multiple Skleroz Derneği gibi dernekler
İnternette sağlıkla ilgili on binlerce site yer almaktadır. Bu siveya toplulukların web sitelerinde bu çeşit aktiviteler düzentelerde astımdan, çeşitli güzellik konularına değin tüm sağlık
lenmektedir.
alanında bilgiler yer almaktadır. Hekimlerle sohbet etmek ve
İnternet ve tıptaki en güncel konulardan biri de ‘telemedicine’dır. çeşitli konularda yazışmak mümkündür. Ancak şu unutulmaÖzellikle kalp hastalığı veya kronik kastalığı olan kişilerde cep malıdır ki hekimler ancak ifade edilen yakınmaları dikkate
telefonu ile alınan bilgilerin internet ortamında değerlendiri- alarak tanı koymakta, hasta ile sözlü temas etmeden, stetoslip kendisine yardım ulaştırılmasını hedefleyen sistemlerdir. kop ile dinlemeden, muayene etmeden, hastanın tansiyonuWAP üzerinden iletilen kan basıncı, EKG, kalp ritmi gibi bil- nu bile ölçmeden tanı koymaya çalışmaktadırlar. İnternetin
giler server üzerinden bilgisayara aktarılmakta, data transfor- hiçbir zaman normal bir doktor konsültasyonunun yerini tumasyonu ile ilgili hekim tarafından hemen değerlendirilebil- tamayacağı unutulmamalıdır. Tıbbi konularda internette yarmektedir. Burada bilginin acil durumuna göre kişiye hemen dım almak çok yararlı olmakla birlikte kullanıcıların da azami
tıbbi destek gönderilebilmektedir.
dikkat etmeleri gerekmektedir. Herhangi bir kimse web sitesi
31
Bazen internetteki bilgiler sizde kafa karışıklığı, yanlış tedavi
yönlendirmesi ile sonuçlanabilir. Bazen sizi tedavi eden doktorunuzun tedavisi ile internette
bahsedilen tedaviler arasında
uyumsuzluk olabilir.
kurabilir ve düzenleyebilir. Bazen internetteki bilgiler sizde
kafa karışıklığı, yanlış tedavi yönlendirmesi ile sonuçlanabilir.
Bazen sizi tedavi eden doktorunuzun tedavisi ile internette
bahsedilen tedaviler arasında uyumsuzluk olabilir. Hekimler
de sürekli hızlı bilgi edinme sürecine ayak uydurmak zorundadırlar. Bilgilerin güncel olmadığı durumlarda hastalar için
güvensizlik doğurabileceğinden, hekimin o hastalıkla ilgili
görüşlerin, mevcut tedavi seçeneklerinin tamamını biliyor ve
hastaya anlatabiliyor olması gerekmektedir.
İnternette bir bilgi okunurken şu sorular sorulmalıdır. Hangi bilgi kaynakları kullanılmıştır? Bu bilgiler tıbbi dergilerde
yayınlanmış bilgileri mi içeriyor? Literatür atfı var mı? Bu bilgiyi kim, hangi sağlık kuruluşu yazmıştır? Sitenin sahibi veya
sponsoru kimdir? Sitedeki bilgiler nasıl güncellenmektedir?
32
Sitenin en son güncelleme tarihi ne zamandır?
Özellikle cinsel sağlık alanı olmak üzere internette doğrudan
satışı yapılan ilaç ve çeşitli tedavi uygulamalarını hekime danışmadan kullanmayınız.
SONUÇ
Günümüzde tüketiciler sağlık alanında bilgilere genellikle internet aracılığıyla ulaşmaktadırlar. Burada sağlık sisteminin
yetersizliği nedeniyle yeterli bilgilendirmenin tatminkar ölçüde yapılamaması önemli bir sebeptir. Bunun yanında ilaç veya
sağlık alanında yenilik ve malzeme üreticileri de ürün tanıtımı kapsamında sağlık bilgileri veren internet araçlarını kulanmaktadırlar. İlaçların yan etkilerine dair prospektüs bilgileri
de dahil olmak üzere çok çeşitli ilaç bilgileri internetten ulaşılabilir durumdadır. Şunu kesin olarak belirtmek gerekir ki internette tüm alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da çok geniş
bilgi ağı mevcuttur. Bu bilgilerin kalitesini değerlendirmek ve
doğruluğunu bilebilmek internet kullanıcıları için önemli bir
tartışmayı da beraberinde getirmektedir. Sağlıkla ilgili konularda internetin güvenli olduğu umudunu taşımakla beraber,
bu servislerin günümüz koşullarında çoğunlukla kontrolsüz
ve denetimsiz olduğunu unutmamak gerekir. Bu bilgilerin denetlenmesi pek de mümkün olamadığından sağlık konularında internette yer alan bilgilerin nasıl filtreleneceği konusunda
en önemli görev internet kullanıcılarına düşmektedir.
33
PSİKOLOJİ
Kişilik kavramını göz önünde bulundurursak, bu çocuğunuzun fiziksel gelişiminin yanı sıra gelişecek olan en önemli kavramlardan bir tanesidir. Öncelikle kişiliğin kısaca tanımını
yapalım. Kişilik, bir insanı tanımlayan temel niteliklerdir; örneğin inatçı, açık sözlü, dışa dönük, girişken gibi. Bu özelliklerin bir kısmı genetik olarak aileden bize geçer. Bilmem hatırlar
mısınız ama hiç annenizden ya da yakın bir akrabanızdan “aaa,
Psk. Dr. Linda FRAIM
SağlıkPsikoloğu
Psikoloğu
Sağlık
Girne Amerikan
Amerikan Üniversitesi
Üniversitesi
Girne
Psikoloji Bölümü Öğretim Görevlisi
Çocuğunuzla birlikte paylaşın hayatı. Zaman o kadar çabuk
geçiyor ki ve çocuklar hep böyle minicik kalmıyorlar, son derece hızlı büyüyorlar. Fiziksel ve ruhsal gelişim süreçlerinden
geçerken kaçırdığınız her an, hem sizin için hem de çocuğunuz için geri getirilemeyecek
Çevreme baktığımda bir sürü çocuklu ama eksik aile ciddi bir kayıptır. “Aman ne
olacak canım, ileride büyüdügörüyorum... Gördüğüm tabloda bir anne, bir ya da ğü
zaman telafi ederiz” diye
birkaç çocuk, bir orta yaşlı teyze ya da gençten bir düşünüyorsanız çok, ama çok
kız, hep birlikte ya yürüyüşteler ya da parkta oturup yanılırsınız. Siz kendi çocuklubabanızla ya da anneçocukların oyununun bitmesini bekliyorlar. Bu ğunuzda
nizle yapmayı istediğiniz ancak
tabloda çok nadiren bir baba gözüme ilişir.
onların yoğunluğu ya da ilgisizlikleri sonucunda yapamadığınız şeyleri şu anda yapabiliyor musunuz?
aynı baban gibisin” gibi laflar işittiniz mi? İşte o anda göstermiş
olduğunuz kişilik niteliğiniz, döllenme sırasında genetik ya- Çocuğunuzun her anında yanında olamayabilirsiniz, ancak
pınıza kodlanmıştır. Diğer bir yanda da çevrede yaşadığımız mümkün olduğunca çocuğunuzun ruhsal gelişiminin her
olaylar, gerek aileden gördüklerimiz gerekse sosyal çevreden adımında olumlu katkıda bulunmak zorundasınız. Sonuçta,
gördüklerimiz, kişiliğimizin oluşumuna ve gelişimine katkıda herkesin doğrusu başkasının yanlışıdır. Ancak çocuğunuzun
bulunmuştur. Çocuklarımızın temel kişilik nitelikleri 5 ila 7 hayatını şekillendirecek temelleri sizlerin, yani anne ve babayaşları arasında netleşir ve oturmaya başlar. Bu temel nitelik- nın atacağını asla unutmayın.
lerin gelişiminde en önemli rol ebeveynlerindir.
TABİİ Kİ ANNE SEVGİSİ VE İLGİSİ SON DERECE ÖNEMLİ, ANCAK ÇOK ÖNEMLİ
BİR DETAYI DA UNUTMAMAK GEREKİR: BABA FAKTÖRÜ! ÇOCUĞUN SAĞLIKLI
BİR PSİKOLOJİ İLE BÜYÜMESİNDE, BABANIN DA EN AZ ANNE KADAR ÖNEMLİ
BİR ROLE SAHİP OLDUĞUNU HİÇBİR ZAMAN GÖZ ARDI ETMEMEK GEREKİR.
Çocuğun Kişilik Gelişiminde
Anne ve Babanın Önemi
Uzun çabalar ve emekler sonucunda minicik bir bebeğin aranıza katılmasıyla aile olabilmek son derece mutluluk verici bir
durumdur. Ne var ki, bebeğinizin doğmasıyla bir anda her şey
değişir. Yaşam stili, hayat beklentisi, öncelikler, sorumluluklar,
psikolojiler... yani, hayatınızın her açısı değişime uğramaya
mahkumdur. Tabii çocuklar doğdukları zaman yanlarında bir
“yetiştirme kılavuzu” ile doğmuyorlar. Eğer ilk çocuğunuz ise
durumunuz daha da vahimdir; neyi nasıl yapacağınız, çocuğunuz hakkında nereden nasıl bilgi edineceğiniz ve onu nasıl
tutacağınız konusunda da hiçbir fikriniz yoktur. Unutmayın ki
annelik hissi içgüdüseldir. Annelik ve çocuk bakım becerileri
ise öğrenilen bir şeydir ve bunları gerek kendi anneninizden,
34
şılanamaz. Tamam… şunu da kabul ediyorum... Babalarımız
geçimi sağlayabilmek için yoğun bir biçimde çalışyorlar ama
bu çocuklarıyla vakit geçirmemek için bir bahane değildir.
gerek eşinizin annesinden, gerek anne-baba okullarından ya
da piyasada bulunan bilimum “anne ve bebek” konulu kitaplardan öğrenebilirsiniz. Temel bakım becerilerinin çeşitli yollardan öğretildiğini biliyoruz... Peki, ya çocuğunuzun psikolojisi ile ilgili ne biliyorsunuz? Kabul ediyorum, çocuk psikolojisi
ile ilgili çok güzel ve detaylı kitaplar var kitapçı raflarında; ama
çocuğunuz bu kitapların içinde yazan her şeyi yaşayacak ve
size yaşatacak diye bir kural yok. Unutmayın ki her çocuğun
fiziksel gelişim dönemi aynı şekilde, ancak farklı hızlarda olur.
Bunun için ebeveynliğin ilk döneminde, çocuğunuzu başka
çocuklarla ya da kendi çocukluğunuzla karşılaştırmayın; çocuğunuzun kendine ait bir kişiliği olduğunu unutmayın.
Şüphesizdir ki ebeveynler çocuklarının gelişimleri için her türlü fedakarlıkta bulunurlar. Ancak, çocuklar genelde annenin
ya da anneannenin gözetimi altında gelişmektedirler. Tabii ki
anne sevgisi ve ilgisi son derece önemli, ancak çok önemli bir
detayı da unutmamak gerekir: Baba faktörü! Çocuğun sağlıklı bir psikoloji ile büyümesinde, babanın da en az anne kadar
önemli bir role sahip olduğunu hiçbir zaman göz ardı etmemek gerekir. Çocuklarımızın fiziksel gelişimi, herhangi bir
tıbbi sorun yok ise, akışında doğal olarak gelişecektir, ancak
çocuklarımızın ruhsal gelişimi kendi halinde oluşan bir olgu
değildir. Aile fertlerinin bireysel olarak değil, bir bütün olarak
yani birlikte çocuklarına ne kadar ilgi gösterdikleri, ne kadar
ve ne şekilde oyun oynadıkları, ne kadar bireysel sorumluluk
verdikleri ya da vermedikleri, doğru ile yanlışı nasıl ayırt etmeleri gerektiğini öğrettikleri, ne kadar ve ne şekilde sosyalleşme
imkanı sundukları ve çocuklarına “aman ben yapmadım, ben
yaşamadım, onun için çocuğum yapsın/yaşasın” opsiyonunu
sunmamaları son derece önemlidir.
Çevreme baktığımda bir sürü çocuklu ama eksik aile görüyorum... Gördüğüm tabloda bir anne, bir ya da birkaç çocuk, bir
ortayaşlı teyze ya da gençten bir kız, hep birlikte ya yürüyüşteler ya da parkta oturup çocukların oyununun bitmesini bekliyorlar. Bu tabloda çok nadiren bir baba gözüme ilişir. Neden?
Neden babalarımız çocuklarıyla parkta oynamaz, kumsallarda kale yapmaz ya da çocuğuyla sinemaya gitmez? Yanlış anlamayın... tabii ki istisnayi durumlar var, yok değil. Ancak genele
baktığımızda nedense babalar ortalıklarda görünmezler ve bu
benim için son derece rahatsız edici bir durum olmaya başladı; çünkü çocuklarımızın ruhsal gelişimleri sadece ve sadece
anne, kardeş, anneanne, ya da teyze ile sağlıklı bir biçimde kar-
35
Alternatif Tıp; HİPNOZ
Örnekler vereyim... Mutsuzluğunu kocasının ilgisizliğine bağlayan kadın, terapi sonrası kocasının kendisine daha fazla ilgi
göstereceğini beklemektedir. Özünde doğru bir bakış gibi
gelebilir. Ancak bunun bir garantisi yoktur. Kocasının
ilgisizliğinin kendi mutsuzluğuna bağlı olduğuna olan
bir inanıştır bu. Belki doğrudur da. Ama genelde doğru
değildir. Büyük olasılıkla kocasının da kendi iç dünyasında kendisininde bilmediği çatışmaları vardır ve hem
kendisine hem de çevresine mutsuzluk yaymaktadır. Bu
beklentiyle yapılacak bir terapi, hüsranla sonuçlanmaya
mahkumdur.
Op. Dr. Bülent Uran
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı
[email protected]
Peki beklenti ne olmalıdır? Çevremdeki insanlar değişmese de ya da benim değişimimden olumsuz etkilenecek
olsalar da ben mutlu olmayı seçiyorum ve buna hakkım
var. İşte bunu söylemeden başlanacak bir tedavi, sonuçta
duvara toslar.
Değişim bilinçaltında olacaktır, ama öncelikle bu değişimin olması
yönünde bilinçli bir rıza gereklidir. Çoğu kişi bunu anlayamamakta ve
istediği yönde bir değişimin sağlanmasında ısrar etmektedir. Halbuki
içerden değişim sizin arzu ettiğiniz yönde değişim sağlamaz, sağlayamaz. Sizin istediğiniz yön, zaten sizi hasta yapan yöndür.
İçerden İyileşmek
Hipnoterapiyle sağlanan iyileşme içerden olan bir iyileşmedir.
Şimdi diyeceksiniz ki diğerleri dışardan mı oluyor?
Evet, diğer tedavilerin çoğu dışardan olur. O nedenle de tedavi
aşamasında kalır. Tedaviyle iyileşme aynı şey değildir. Bir ilaç
alarak yapılan tedavi çabası böyle bir şeydir. Yani bedeninizin
işleyişine dışardan müdahale ediyorsunuz. Bedeninizin kimyasal bir makine gibi işlediğini kabulleniyorsunuz ve bu nedenle de her biri kimyasal ajan olan, bedeninizin doğallığına
müdahale olan ilaç denen o maddeleri beden dünyanıza sokuyorsunuz. Bu tam anlamıyla dışardan bir müdahaledir.
dahaledir. Çünkü akıl verilir. Hayata şöyle bakacaksın, takmayacaksın falan gibi. Psikolog kendi aklını, kendi dünya görüşünü hastasına aktarmaya çalışır.
İşte hipnoterapi ve EFT (duygulardan arındırma tekniği) tüm
bu tedavilerden farklıdır. Çünkü özünde hiçbir müdahalede
bulunmaz. Sadece kendi içinde işleyen bir düzeni, bu düzeni
yaratan sistemin kendi anlayışıyla düzeltmeyi amaçlar. Kendi
içinde yeni bir anlayış ve işleyiş yaratmayı hedefler.
Benim “ Geçmişin Hipnozunu Bozmak” adlı kitabımı okuyanlar hipnoterapinin bir düğün töreni olarak nitelememi
Ameliyat: Bu tam anlamıyla dışardan müdahaledir. Bedeniniz- bilirler. Bunun anlamı nedir? Değişimden önce nasıl bir değide bazı fazlalıklar olduğuna inanılarak bu organların bir kısmı şimden geçeceğinin anlaşılması gerekir.
çıkarılır. Eksilen kısımların yokluğu ile bedeninizin iyileşeceği Değişim bilinçaltında olacaktır, ama öncelikle bu değişimin
olması yönünde bilinçli bir rıza gereklidir. Çoğu kişi bunu anumut edilir.
layamamakta ve istediği yönde bir değişimin sağlanmasında
Fizik Tedaviler: Dışardan yapılan fiziksel müdahalelerdir. Ya
ısrar etmektedir. Halbuki içerden değişim sizin arzu ettiğiniz
elektrik verilir ya da ısı.
yönde değişim sağlamaz, sağlayamaz. Sizin istediğiniz yön, zaIşın tedavileri keza öyle. Psikoterapilerin çoğu da dışardan mü- ten sizi hasta yapan yöndür.
36
İkinci örnek... Topluluk önünde yüzü kızarmakta, konuşurken heyecandan sesi titremekte, söyleyeceğini iyi
ifade edememektedir. Beklentisi nedir? Topluluk önünde heyecanlanmadan, korkmadan, sesi titremeden, yüzü
kızarmadan konuşma yapmak. Hipnoterapi için biçilmiş
kaftan gibi görünen bir sorun. Hipnoza alırsın. “Aslansın, kaplansın, bundan sonra şöyle güzel konuşuyorsun,
böyle güzel konuşuyorsun” diye bilinçaltına telkinleri
sıralarsın. Sonuç... Başlangıçta iyidir. Kişi bir süre kendini rahat hisseder. Ne zamana kadar? Bir gün topluluk
önünde konuşurken yapacağı bir hataya kadar. O anda
tüm sorunu gerisin geriye gelir. Ne oldu bu hipnoza? Bu
kadar zayıf mı? Hayır, sorun hipnozda değil. Sorun, kişinin sorununa yüklediği anlamda. Çünkü sorunun özü
kişinin bu tip sorunları aşağılayıcı, utanılacak özellikler
olarak yorumlaması ve bu nedenle kurtulmaya çalışmasıdır. Bu doğallığa aykırıdır. Doğadaki hiçbir canlının
aşağılanacak özelliği yoktur. Aşağılanma ve utanma kavramı toplumsal bir kavramdır ve her topluma, her çağa
göre değişen kavramlardır. Böyle bir değişkeni bilinçaltı
doğal kabul edemediğinden çatışma yaşamaktadır. İçine
sindirememektedir.
Yapılması gereken nedir? Bu konuda yeni bir bilinç oluşturmak. Yani bu tip özelliklerin utanılacak bir özellik
olmadığını yürekten ve içten kabul etmek.
İşte içerden değişim derken bunu kastediyorum. İçerisi dediğim yer aslında dışarısıdır. Ama hangi dışarısı?
Maddesel bedenin dışarısı. Ama bu dışarılık aynı zamanda bir içerilik taşımaktadır. Kim ne derse desin insan varlığı ve bedeninde bulunan her türlü atom ya da
madde doğada diğer cansız ve canlılarda da bulunmaktadır. Yani sadece insana özgü bir madde bugüne kadar
bulunmamıştır. İş atomlar düzeyine indiğinde, insanda
bulunan her elementi cansızlarda da bulabilirsiniz. Yani
insan oluştuğu atomlar yönünden doğadan ayrı değildir.
Ama ona canlılığını veren, onu diğer cansız ve hayvanlardan ayıran farklı bir zihin işleyişine sahip olmasıdır.
Çoğu psikiyatrist bu farklılığın bilinçaltından kaynaklandığını ileri sürecektir. Ama farklılığı yaratan, insan
zihnindeki bilinç özelliğidir. Tüm hastalıkların ve ruhsal sorunların kaynağı da bilincin zayıf olmasıdır. Yani
bilinçaltının güçlü olması değil. Bilincin zayıflığıdır insanları güçsüz yapan.
İnsanların çoğu yaşamını bilinçsizce yaşayarak tamamlar. Ama zanneder ki bilinçli yaşamıştır. Alakası yok. Bu
insanlar bilinçaltlarını bilinçleri zannetmektedirler.
Bunu anlayabilmek için, insan zihnini dört duvarlı bir
odaya benzetelim. Duvarlar zihnin sınırı değildir. Bilinçaltının sınırıdır. Zihin, yapısı gereği, bu duvarların dışında genişleme yeteneğine sahiptir. Ama isterse! Bunun
böyle olduğunu bilirse. İşte bu duvarların dışına genişleme yeteneği olan kısma, duvarların dışındaki zihinsel
bölüme “bilinç” diyoruz. Bu duvarlar hayali olduğundan,
duvarları saydam kabul edebiliriz. Bir insan doğduğu
andan itibaren her öğrendiği, gözlemlediği, telkin olarak
aldığı bilgiyi bu duvarlara yazar. Artık bu duvara yazılan
her yazı bilinçaltının öğretisi olmuştur. Yaşamı bu duvarlardaki yazıya göre düzenler. Bir durumla karşılaştığı
zaman bu duvarlarda bu konuyla ilgili ne yazdığına bakar. Bir yazı bulursa rahatlar, bu yazının direktifine göre
davranır. Ama asla bu yazının doğruluğunu sorgulamaz.
Çünkü sorgulaması için de ayrı bir bilinç gereklidir. Bu
yazıların sorgulanmaması gereği de çoğu insanın bilinçaltında ayrı bir duvar yazısıdır. Yani şöyle bir şey yazar:
“Çocukluğunda büyüklerin, annen, baban, öğretmenlerin, politikacılar, din adamları tarafından sana ne öğretildiyse doğrudur. Bunları asla sorgulama. Yoksa toplum
seni ham yapar.”
Otoriter toplumlarda bu yazı çok rahatlatıcıdır. Bizim
ülkemize bakalım. Ailede eğitim tam anlamıyla otoriterdir. Çocuklara konuşma hakkı tanınmaz. Eğitim
eleştiri ve dayak ağırlıklıdır. Din, korkutma üzerinedir.
Cezalandırıcı Tanrı seni gözler, günahlarını kaydeder.
Onun için kendine dikkat etmelisin. Yoksa yanarsın.
Anne babaya karşı gelinmez. Okulda öğretmene zor soru
sorulmaz. Hatta hiç sorulmaması makbuldür. Erkekler
askerde daha da terbiye olur. Kadının zaten adı yoktur.
Sonuçta bu insanların duvar yazıları gittikçe kalınlaşır.
Bu yazılara itaat etme zorunluluğu zorunluluk olmaktan çıkar, gereklilik olur. Kişiler düşünmekten kurtulur,
toplum dışına düşmekten kurtulur. Toplumun kurallarına, gelenek ve göreneklerine, inançlarına itaatkar birer
üye haline gelir. Yaşam kolaylaşmıştır. Koyun gibi sürüden ayrılmadan yaşayan insanlar grubuna katılır. Zanneder ki bilinçli ve kendi kararları ile biçimlendirdiği
bir yaşam sürüyor. Alakası yok. Bilinçaltında yazılı olan
yazıları bilinç tarafından okuduğundan, bunları kendi
bilinci zanneder.
Bilinci anlamak, insanca yaşamayı anlamaktır.
Bilinçli yaşamak doğal yaşayabilmektir. Doğal yaşayan
insan hasta olmaz. Hasta olanlar da yeni bir bilinç yaratırlarsa, yakalandıkları her türlü hastalıktan kurtulma
şansı artar.
37
RÖPORTAJ
men hemen tamamlandı gibi, çok az eksiğimiz kaldı. Fakat
buradaki sıkıntı başka bir sıkıntı. Yasa yapmak ayrı, uygulamak ayrı. Bir türlü bu yasalar yaşama geçmiyor. Mesela ailenin korunmasına dair bir kanun çıktı. Bu kanun çıktığından
itibaren bugüne kadar başvuran kadın sayısı 950 civarında.
Oysa Türk kadını %83 oranında şiddet görüyor. Fiziksel ve
sözel şiddeti beraber kastediyorum. Yani bu demektir ki kadınlarımızın üçte ikisi şiddet görüyor. Ailenin korunmasına
dair kanun var fakat kadınımız hakkını aramıyor. Korunma
talebiyle gitmiyor. Neden dövüldüğünün yasal araştırmasını
da yapmıyor. Çünkü neden? Kadının güvencesi yok. Kadın bir
kere ekonomik olarak güvenceye sahip değil. Yani birey değil.
Bizim toplumumuz ataerkil, erkek dominansının olduğu bir
toplum ve bizde kadın, yasalarla yaşamını sürdürmüyor. Erkek
egemen toplumumuz kendi değer yargılarımızla oluşturduğumuz bir yaşam sürdürüyor. Bu nedenle bizim yasa yapmamız
çok önemli değil. Belki önemli ama yasayı uygulatmak daha
önemli. Burada sıkıntımız var. Şimdi yasalar yapıldı ama meclisten çıktığı gibi bizim toplumumuza ve kadına uyarlanmaya
çalışıldı. Böyle bir şey olamaz. Çünkü Avrupa’nın toplum yapısıyla bizim toplum yapımız çok farklı. Buradaki örf adetler,
dinsel yargılar ve gelenekler, siyasi yapımız, siyasi politikalarımız, kadının ekonomik durumu, hepsi farklı. Yani topluma
adapte etmeden bunların yaşama geçmesi mümkün değil.
Özlem Kekeç
Diş Hekimi
[email protected]
Türkİye’de şu anda yüzde 26.3 oranında kadın İstİhdamı var. 1994
yılında kadın İstİhdam oranı yüzde 34 İken 2007 yılında yüzde 26.4’e
düşüyor. Yüzde 50’sİ atıl potansİyel olarak evde oturan bİr ülke
dünya ekonomİsİnde bİr gözü, bİr kolu, bİr bacağı olmayan bİr
İnsan gİbİ savaş verİr.
Kadın Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!
8 Mart tarihi ülkemizde ilk kez 1921 yılında Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılından itibaren
kutlamalar sokaklara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar
On Yılı” programının Türkiye’deki izdüşümü “1975 Kadın
Yılı” kongresi oldu. 1980 askeri darbesini takiben 4 yıl süren
sessizliğin ardından ‘Dünya Kadınlar Günü’nü her yıl çeşitli
etkinliklerle kutlamaya devam ediyoruz. Ama Türk kadınının
karnesindeki eğitim eşitliği, istihdam, siyasi hayatta etkin rol
alma gibi haneler hala geçer not alamıyor. Son 3 yıldır Ege Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin
müdürlüğünü başarıyla yürüten Prof. Dr. Nurselen Toygar ile
ülkemizde kadın sorunlarının çözümündeki direnç noktalarını konuştuk.
Merkezimiz 1996 yılında kuruldu. Merkezimizin misyonu;
Türk kadınının Cumhuriyetin getirdiği kazanımları ve haklarını kullanabilmesi ve bunu yaşama geçirebilmesi, yaşamda
diğer çağdaş ülke kadınlarıyla aynı hizada olabilmesi, toplumsal ve siyasal yaşamda yerini alabilmesi, eğitimde arzu edilen
okur-yazarlığa ulaşabilmesi, istenilen düzeyde istihdam edilebilmesi, özetle kadının kimlik kazanması konusunda çalışmalar yapmak.
Bu çalışmaları iki yönlü yürütüyoruz; akademik çalışmalar
ve saha çalışmaları. Akademik çalışmalarda üniversitemiz
yani merkezimiz olarak çeşitli projeler üretiyoruz. Örneğin
farkındalık projelerimiz var, kadın okur-yazarlığını artırmaya
yönelik projeler, Egeli yazarlarla buluşmalar var. Önemli yazar
ve sanatçıların kadın konusunda toplumu bilgilendirmelerini
Müdürlüğünü yaptığınız Ege Üniversitesi Kadın Sorun- hedef alan projeler var. Ekonomik dengeyi sağlamak için, onları Araştırma ve Uygulama Merkezi (EKAM) ne zaman lara destek olmak için geliştirilmiş projelerimiz var. Akademik
ve hangi amaçla kuruldu. Çalışma düzeni ve hedefleri projelerimiz devam ederken saha uygulamalarımız oluyor.
Çünkü biz şuna inanıyoruz ki; akademik proje çok önemli
neler?
38
Peki sizce nasıl bir yol izlenmeliydi?
Bu yasalar çıkartıldıktan sonra bir uyum süreci içinde bunama sahaya uygulanmadıkça hiçbir faydası olmaz. Çözümü ların topluma uyarlanması gerekirdi. Ben hep devlete, hüküsahada arıyoruz. Saha çalışmalarını da kadın kuruluşlarıyla metimize sesleniyorum; eğer kadın konusunda başarılı olmak
beraber yapıyoruz. 6-7 yıldır 30 kadın kuruluşuyla birlikte istiyorsanız, ‘yasaları yaptım’la olmaz. Bir araştırıcı kurul
çalışıyoruz. Onların görevi bizim yaptığımız projeleri sahaya koyun. Bu araştırıcı kurullarda sivil toplumların başkanları
uygulamak. Onlar sahada kadınların tek tek bulunduğu yerle- olsun. Devlet biriminden kişiler olsun. Üniversitelerden bu
re gidiyorlar, ihtiyaçlarını belirliyorlar, eksiklerini belirliyorlar. konularla ilgili kişiler olsun. Türkiye’de bu kadar lehte çıkan
Eğitim gerekirse onu belirliyorlar. Ekonomik sıkıntıları varsa yasaya rağmen kadınlarımız kötü durumda. Nedenini araştıekonomik projelerle yardımcı oluyorlar. Yani biz projeleri ha- rın. Bu uzmanlar kurulu bunu araştırsın. Nedeni örf adet mi,
zırlıyoruz, onlar da çözümü üretiyorlar ve sahaya uyguluyorlar. gelenek mi, dinsel yargılar mı, siyasi politikalar mı, ekonomik
Çünkü Türkiye’deki en büyük sıkıntılardan bir tanesi de “yap- durum mu? Bunun geri dönüşü yapılsın ve hangisi dirençse, o
direnci çözecek projeler üretilsin ve bunlar ulusal bazda protım oldu”larla işleri yürütmek.
jeler olsun. Şimdi burada bir sıkıntı daha var. Batıdaki kadın,
doğudaki kadın ve göçle gelen kadına aynı çözüm üretilmek
isteniyor. Yok böyle bir şey. Çünkü kırsaldaki kadınla kentteki
Yasa yapmak ayrı, uygulamak kadın, özellikle son zamanlarda çok ciddi sorunları olan göçayrı. Yasalar meclisten çıktığı le gelen kadının öncelikleri farklı. Öncelikleri saptamazsanız,
gibi bizim toplumumuza ve kadı- hepsine aynı şeyi uygulamaya kalkarsanız gene çözümsüzlük
ortaya çıkar. Mesela 2007 yılında bu kadar lehte yasaya rağna uyarlanmaya çalışıldı. Oysa men diğer yıllara göre kadının durumu ne olmuş? Durumu
Avrupa’nın toplum yapısıyla bizim iyileşmek bir yana, son derece geriye gitmiş.
toplum yapımız çok farklı. Yasalar bu yüzden yaşama geçmiyor.
Bu istatiksel bilgileri hangi kaynaklardan elde ediyorsunuz?
Bize ulaşan raporlardan. Ben bu raporları araştırırken
Başbakanlık Kadın Statüsü raporları veya TÜİK raporAvrupa Birliği’ne girme sürecimiz gereği çıkarılan uyum larına çok fazla değer vermiyorum. Niye vermiyorum?
yasalarında kadınlarımızı ilgilendiren kanunlar da var. Çünkü onlar tabloyu yumuşatılmış şekilde veriyorlar.
Bunların uygulanabilirliği ve sağlayabilecekleri kaza- Oysa Avrupa Birliği ülkeleri bizi bizden daha iyi izliyorlar
nımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
ve ben onlara daha çok güveniyorum. Onlar yumuşatmaEğer bana soruyorsanız kadın lehinde çıkarılan yasalar he- dan, radikal sonuçları veriyorlar. O yüzden genelde ulus-
39
lararası raporlardan yararlanıyorum. Uluslararası raporlara göre 2007 Yılında Türk Kadınının Durumu diye bir
rapor hazırladım. Çok acı bir rapor. Belki bizi karamsarlığa sürüklüyor ama eğer biz gerçekleri görmezsek doğru
sonuçlara ve çözümlere ulaşamayız. Onun için gerçekleri
görmemiz lazım. TCK’da bir çok değişiklikler oldu; eşine
şiddet uygulayanlara mahkeme kararıyla uzaklaştırma
kararı var, hapis cezaları var, töre namus cinayetleriyle
ağırlaştırılmış müebbet hapisler var. Şiddetle ilgili bu kadar yasaya rağmen bir fayda elde edilememiş. Emniyet
Genel Müdürlüğü Asayiş Dairesi’nin raporuna göre kadın %76 oranında daha fazla şiddet görüyor. Bu bir ikilem ve çelişki. O zaman devletin başını ellerinin arasına
alıp acaba neden bu böyle oldu, biz bu kadar önlem aldık,
yasalar koyduk ama neden durum böyle diye düşünmesi
gerek.
Kadın sığınma evlerinden yararlanılmıyor mu? Bu kuruluşlar ne derece işlevsel?
Avrupa Birliği ülkelerinde her 50 bin kişiye yaklaşık bir sığınma evi düşer. Bizde şu anda 16 tane Hükümet’e ait var. Sivil
toplumlarla beraber sayarsak 30’u bile bulmaz. 30’unun adresini veremiyorlar zaten, üstelik bunun yapılanması da doğru
değil. Sistemi de doğru değil. Çünkü kadını misafirhane gibi
alıyor, 3 ay orada tutuyor ama kadın sonra şiddet gören o eşe
veya kayınvalideye geri dönüyor. Neden gitsin ki? Yani o zaman niye şikayet etsin ki? Ama Avrupa Birliği’nde böyle değil.
Kadın orada kaldığı sürece acil terapi birimleri var, psikoloji
birimleri var. Bir taraftan terapi görüyor bir taraftan meslek
ediniyor. Oradan çıktığı zaman devlet ona kayıtlı bir iş buluyor ve aynı zamanda onun takibini yapıyor. Çocuklar için de
ayrıca kreş, bakımevleri açıyor. Şiddet gören kadın bu şartlarda gider şikayet eder tabii.
UNICEF’in yaptığı bir çalışmaya
göre Türkiye’de 640.000 kız çocuğu okula gitmemiş ve yine Birleşmiş Milletler bir deklarasyon
oluşturmuş, diyor ki; Türkiye 25
geri kalmış ülke içinde kız çocuklarını okullaştırma oranı
en düşük ülkelerden bir tanesi.
Töre cinayetlerini önleme konusunda neden yol alamıyoruz?
Ülkemizde her gün yaklaşık bir kadınımız töre ve namus cinayetine kurban gidiyor. Bakın son 5 yılda yaklaşık 5000’e yakın
kadınımız töre ve namus cinayeti veya örtülenmiş intiharlar
nedeniyle yaşamını kaybetti. Töre ve namus cinayetlerini önlemek için Türk Ceza Kanunu’nda değişiklikler yapıldı. Yeni
TCK’da töre namus cinayetleri için ağırlaştırılmış müebbet
hapisler var. Ben hep öneri getiriyorum. Roma Tüzüğü denen
40
bir tüzük var. Uluslararası ceza mahkemelerine göre bizim ülkemiz taraf olmamış. İlk imzaları atmış, diğer imzaları atmamış. Roma Tüzüğü daha çok savaşlarda soykırımlar, ihlalller,
kadınların karşılaştığı haksızlıklar, yani insani suçlarla ilgili bir
tüzük. Şimdi buna taraf olursak bize nasıl bir faydası olacak?
Özellikle töre ve namus cinayetlerinde tanık koruma programları olacak. Kimse gidip de bu kişiyi şu öldürdü demiyor.
Çünkü onun da canı riske ediliyor. Ama tanık koruma programı olursa iş değişir. Bu cinayetler örtülenmiş intiharlar gibi
gösteriliyor ve suç cezasız kalıyor. Cezasız kaldığı için özendirici oluyor ve üstelik namus cinayeti adı altında geçtiği için
işleyene de bir anlamda onorasyon getiriyor.
Ülkemizde kadın istihdamı artacağı yerde azalan bir
seyir izliyor. Bunun sebepleri üzerinde neler söyleyeceksiniz?
Maalesef istihdam alanında kadınımızın varlığı yok denecek kadar az. OECD’nin yaptığı çalışmalara göre Türkiye’de
şu anda %26.3 oranında kadın istihdamı var. Kadınlarımızın
%73.3’ü ne sosyal yaşamda, ne siyasette, ne de istihdamda yer
alıyor. Atıl potansiyel olarak evde oturuyor. Nüfusumuzun
%50’si kadın. Biz ekonomik olarak büyümek isteyen bir ülkeyiz. Devler içine girmeye çalışan, yarışta olan bir ülkeyiz.
%50’si atıl potansiyel olarak duran bir ülke dünya ekonomisinde bir gözü, bir kolu, bir bacağı olmayan bir insan gibi savaş
verir. Ne yapılması lazım? Atıl potansiyelin çalışan potansiyel
haline dönüştürülmesi lazım. Kadının istihdama katılması lazım. Kadın istihdama katılamıyor çünkü 1994 yılında kadın
istihdam oranı %34 iken 2007 yılında %26.4’e düşüyor. Şimdi
daha güncel gelişmelere geçelim. Daha önce kadınların çalıştığı yerlerde kreş ve süt emzirme odaları şart koşulmuştu ve
bu uygulanıyordu. Şimdi birkaç gündür bunun geri çekilmesi
için Hükümet çalışmalar yapıyor. Yani kreşleri kaldırıyor, emzirme odalarını kaldırıyor, kadının işini istihdamda daha da
zorlaştırıyor. İşverene orada bir kreş açma zorunluluğu getirildiğinden işveren kadın işçi almaktan çekiniyor. Ama devlet de
bunun üstünde baskı kuramıyor. Çok ilginç bir şey daha var.
Devlet kadın istihdamını artırmak için, özellikle işverene Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan hazine desteği altında bir prim
verecekti. Yani kaç tane kadın işçi alırsa 5 sene boyunca primini verecekti. Fakat son toplantıda, özellikle hükümetimiz
bu konuda geri durdu, bu öneriyi geriye aldı ve bunu 18-29 yaş
arasındaki gençler için kullanmayı uygun gördü. Tabii genç
girişimcilik çok önemli. Onlara da yapılsın. Ama böylelikle
kadın istihdamdan iyice geri çekilmiş oluyor. Hükümet diğer
taraftan diyor ki; Avrupa Birliği’ne girme sürecinde, kadını birey yapma yolunda şu çalışmaları yapıyorum. Ama söylediğiyle yaptığı birbirine uymuyor. O zaman bunu sorgulamak gerekir. Çünkü bizim Avrupa Birliği’ne girme sürecimiz içinde,
uluslararası platformlar kadını 3 başlık altında sorguluyor. Bir
tanesi siyasi temsil oranı, biri eğitim, biri de istihdam. Üçünde
de kadın maalesef yok. Olmadığına göre burada yanlış giden
bir takım olaylar var. Bu olayların çözüme ulaştırılması için de
gerçekten sorgulanması lazım.
Türk kadını eğitim-öğretim cephesinde ne durumda?
Türkiye SEDAV gibi uluslararası taahhütlere imza atmış.
SEDAV her türlü cinsiyet ayrımcılığına karşı Birleşmiş
Milletler’in bir anlaşması. Türkiye buna imza atmış ve şöyle
bir taahhüt vermiş: 2000’li yıllarda yetişkin Türk kadınlarının
tamamı %100 okur-yazar olacak. Bizim şu anda 8 milyon kadınımız okuma yazma bilmiyor. Bakın okuma yazma bilmeyen
kadın oranı %20’lerde. Avrupa Birliği’nde bu oran %1. Eğitimde de sınıfta kalıyoruz. Fakat sadece bu da değil. Eğitimde çok
ciddi sıkıntılarımız var. Kız çocukları okula gönderilmiyor.
Gönderilirse de 8 yıllık eğitimini bitirmeden alınıyor. Yaklaşık
5 kız çocuğundan 1 tanesi eğitimi bitirmiyor. Neden bitirmiyor? Çünkü eğer maddi olanağı kısıtlı ise aile bunu erkek evlat
lehine kullanıyor. Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri
de zorla evlendirme. Türkiye’de yaklaşık %58 oranında zorla
evlendirme var. Bunun cezası da itiraz ederseniz ölümle sonuçlanıyor. UNICEF’in yaptığı bir çalışmaya göre Türkiye’de
640.000 kız çocuğu okula gitmemiş ve yine Birleşmiş Milletler
bir deklarasyon oluşturmuş. Bu deklarasyonda diyor ki; Türkiye 25 geri kalmış ülke içinde kız çocuklarını okullaştırma oranı en düşük ülkelerden bir tanesi. İşte bunun için “Haydi kızlar
okula, baba beni okula gönder” gibi projeler başladı. Ama %4.8
geri dönüm kazanıldı. Bu da büyük projeler yaptık, çocuklar
okula gitti, okumaz yazmaz öğrencimiz yok diye Hükümet’in
gerçekten onore olacağı bir olay değildir.
Devlet kadın sorunları konusunda sivil toplum örgütlerinden yeterince yararlanabiliyor mu? Ülkemizde bu tür
kuruluşların etkinliği ne durumda?
Sivil toplum örgütleri, üniversitelerden de önemli, Hükümet’ten
de önemli. Çünkü Hükümet yukarıdan global bakıyor. Kadının gerçekten neye ihtiyacı olduğunu bilmiyor. Sonra ekibi
de yeterli değil, çünkü paralı çalıştırıyor. Ama sivil toplum
örgütleri gönüllü çalışıyorlar. Kadınların evine kadar gidiyor,
onlara güven sağlıyor. Onların sorunlarını dinliyor, ne ihtiyacı
varsa biliyor. Cebinden parasını veriyor, emeğini veriyor. Yurt
dışında özellikle sivil toplum örgütleri ve kadın kuruluşları
devleti sorgulama, yasa yapma ve yasayı denetleme hakkına
sahip. Sivil toplum kuruluşları ihtiyacı bilen, gönüllü ordusu
olan ve gerçekten kadına güven veren kuruluşlar. Resmi kurumlar özel hedef bölgelere gittikleri zaman oradaki kişiler
bundan hoşnut kalmıyor. Güven duymadıkları için kapılarını
açmıyorlar ve dolayısıyla diyalog kurmuyorlar. Oysa sivil toplum örgütleri ve kadın kuruluşları devletle birey arasında bir
çeşit köprü görevi görüyor. Ama devlet bu gönüllü ordudan
yararlanamıyor. Böyle olduğu sürece de kadın sorunları çözümsüzlüğe giriyor.
Kadınımızın siyasette temsil oranını ve etkinliğini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Mecliste 50 kadın milletvekilimiz var. Kadından sorumlu milletvekilimiz diyor ki; biz kadının siyasette temsil etme oranını
%100 artırdık. Bakarsanız doğru, ama neye göre doğru? Kenya
veya Tanzanya gibi ülkelerin biraz önünde, dünya sıralamasında en sondayız. Avrupa Birliği’nde de en sondayız. Cinsiyet
geliştirme ölçüsüne bakalım. Uluslararası Cinsiyet Geliştirme
ölçüsüne göre 55 ülke arasında 53. sıradayız. Yani bu rakamlar
acı rakamlar. O zaman devletin bence gerçekten sorgulaması
lazım.
Çözüm nerede tıkanıyor sizce?
Birincisi; benim her yerde söylediğim, kadını ekonomik olarak
güçlendirmezseniz, kadın istihdamda yer almazsa, cebinde
parası olmazsa, o zaman hiç bir şekilde haklarından yararlanamaz. Ne toplumda söz sahibi olabilir, ne evinde söz sahibi
olabilir, ne siyasette yerini alır. Bu nedenle devletin samimi
olup ulusal bazda güçlendirici ekonomik projeler üretmesi
lazım. Ama bu ekonomik projeler, halk eğitim merkezlerinde, nakış dikiş öğretme gibi sığ projeler olmamalı. Devletin
krediler vererek kadının çalışmasını kolaylaştırması, ürettiği
ürünleri pazarlayacak pazar ortamını yaratması, yani kadının verdiği emeği ranta döndürmesini sağlaması lazım. Ranta
döndürmedikçe bu çözüm hiçbir zaman gerçekleşmez. Devletin bence gerçekten kendini sorgulaması lazım. Acaba sadece görünürde mi yapıyor bütün bunları? Gerçekten çözüme
ulaşmak için gayret ediyor mu? Gayret etmesi için, çözüme
ulaşabilmesi için sivil toplum örgütleriyle ve kadın kuruluşlarıyla ortak çalışması gerekir. Neden olmuyor diye kendisine bu
soruyu sorsun. Bir soru daha sorsun; türban yasağı kalkınca
acaba kadın daha özgür mü olacak, birey mi olacak, siyasi temsil oranı artacak mı, istihdamda yerini alacak mı? Hükümet’in
Yeni Anayasa taslağının 9. maddesinde kadını; engelliler, çocuklar ve yaşlılar gibi korunmaya muhtaç kesimle bir arada
göstermesi kadını eş ve anneye indirgemesi demek. Bu da
Hükümet’in Avrupa Birliği’ne girme sürecinde çıkarmaya çalıştığı yasalara ters düşmekte ve çelişki yaratmakta. O yüzden
Hükümet’in kadını ilerletme konusunda ne kadar samimi olduğunu da düşünmek lazım.
Sivil toplum örgütleri ve kadın
kuruluşları devletle birey arasında bir çeşit köprü görevi görüyor. Ama devlet bu gönüllü
ordudan yararlanamıyor. Böyle
olduğu sürece de kadın sorunları çözümsüzlüğe giriyor.
Cumhuriyet Türkiye’sinde yaşayan ve üreten bir kadın
akademisyen olarak son bir mesajınız var mı?
Biz Atatürk’ün kadınları olarak; laik, demokratik, aydınlık
yüzlü kadınları olarak, özellikle akademisyenlere düşen görev;
Atatürk’e inanmış, Atatürk’ün yolunda yürüyen öğrenciler yetiştirmek. Buna ilaveten toplumda da Atatürk ilkelerine inanmış aydınlık yüzlü kadınların o yolda yürümesini sağlamak.
Bunu ben kendim için misyon edindim ve mümkün olduğu
kadar gücümü de Atatürk ilke ve devrimlerinden alıyorum.
Çünkü ben bir kadın akademisyen olarak, değil erkek öğrenci
yetiştirmek, evden bile çıkamazdım diye düşünüyorum. Onun
için bu bir vefa borcudur. Kurtuluş Savaşı’nda kadınlarımız
vardı; bu büyük mücadelede kendilerinin, çocuklarının, eşlerinin kanları var. Çocuklarını feda edip bize bu ülkeyi bırakan
Türk Kadınları var. Onlara hiçbir şekilde kimsenin ipotek koymaya hakkı yoktur. Biz buna izin vermeyeceğiz.
41
HUKUK KÖŞESİ
tındaki ülkelerle aynı düzeyde görülmesine ve ülkemizi töre ve
namus cinayetlerinin ortadan kaldırılması için zaman zaman
önlem almaya çağrılan ülkelerden olma konumuna getirmektedir. Bu cinayetlerin önlenmesi, temel hak ve özgürlüklerin en
üst seviyede güvence altına alınması, toplumsal huzur ve güven duygusunun artırılması ve ülkemizin çağdaş dünyada hak
ettiği saygınlığı koruması bakımından gereklidir. Çocuk ve
kadınlara yönelik şiddet hareketleri ile töre ve namus cinayetlerinin önlenmesi için alınacak tedbirlerle ilgili olarak Başbakanlık tarafından çıkartılan 2006/17 sayılı genelge 04.07.2006
tarih ve 26218 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bahse konu genelge ile tespit edilen görev ve sorumluluklar kapsamında yerine getirilmesi gereken görev ve
tedbirlerin etkin ve süratli bir şekilde koordine edilerek hayata
geçirilmesi gerekmektedir.
Av. Bilge Solak
[email protected]
Araştırmalar sonucu şiddetin en çok eğitimden yoksun kalmış
aileler ve onlar tarafından yetiştirilmiş bireylerce sergilendiği
saptanmıştır.
Kadına Yönelik Şiddet,
Aile İçi Şiddet ve Ailenin Korunmasına
Dair Kanun
Gerek kadına yönelik şiddet, gerekse aile
içi şiddet, ister kamusal isterse özel yaşamda meydana gelsin, fiziki, psikolojik,
cinsel ve ekonomik açıdan şiddete uğrayan mağdurların zarar görmesine ve acı
çekmesine yol açan, onuru, temel hak ve
özgürlükleri zedeleyen bir eylemdir.
Yurt dışında ve Türkiye’de kadına karşı
şiddete ve aile içi şiddete bakış açısı oldukça değişiktir. Birçok toplum ve dini
inanışlar arasında da farklılıklar bulunmaktadır. Birçok modern toplumda;
kadına ve aile bireylerine uygulanan
şiddet bir suç olarak değerlendirilir. Ekonomik, duygusal, zihinsel, sosyal ve ruhsal baskıların karşılığı olarak da yüksek
42
tazminat bedelleri ödemeye mahkum
edilirler.
Tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de
kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet,
gerek ulusal gerekse uluslararası düzeyde yapılan tüm çalışmalar ve tedbirlere
rağmen toplumsal bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir. Özellikle kadına
yönelik olarak gerçekleşen şiddet olaylarının en uç noktası ise kuşkusuz, töre
veya namus adına işlenen cinayetlerdir.
Türkiye de, töre ve namus cinayetlerinin
işlendiği ülkeler arasında yer almaktadır.
Bu durum, ülkemizin uluslararası platformlarda haksız eleştirilere uğramasına,
gelişmişlik düzeyinin kendisinin çok al-
Uluslararası hukuk açısından kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin ilk önemli belge, 20 Aralık 1993 tarihinde BM
Genel Kurulunda kabul edilen ‘Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge’dir.
Bildirgenin kabul edilmesi için tüm dünya ülkeleri harekete
geçmiş; “Kadın Haklarını Çiğnemek İnsan Haklarını Çiğnemektir” sloganıyla yürütülen bir imza kampanyasına destek vermişlerdir. Türkiye, kampanyaya katılan ülkeler içinde
30.000’den fazla imza toplayarak birinci sırayı alan ülke olmuştur.
‘Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge’de, şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın
korunması konusunda devletlere düşen sorumluluklar ve
görevler ayrıntılı bir şekilde
düzenlenmiştir.
Ayrıca, devAvrupa Birliği standartlarına Şiddet uygulayan kişinin, ailenin
letlerin iç hukuklarında “şiddet
göre her 7500 kadına bir sığın- geçimini sağlayan veya katkıda
uygulayanın cezalandırılması
ma evi kurulması mecbur tuve kadınların sahip oldukları
bulunan
kişi
olması
durumunda
tulmuşken; Türkiye’deki kadın
haklar konusunda bilgilensığınma evi sayısı çok düşüktür. mağdurların yaşama düzeyi gödirilmeleri” için gerekli düYapılan araştırmalar on binler- zetilerek mahkemece nafaka kazenlemeleri yapma gerekliliği
ce kadına sadece bir sığınma
konusunda yükümlülükleri
rarı
verilebilmektedir.
evinin düştüğünü göstermekbulunduğuna işaret edilmiştir.
te, mevcut sığınma evleri de
Bunun dışında özellikle şiddete uğrayanların güvenliği, fiziksel
güç koşullar altında çalışmaktadır. Türk Kadınlar Birliği, Türk
ve psikolojik açıdan desteklenmesi için devletlerin bütçelerinAnneler Derneği, Çağdaş Eğitim Vakfı, AÇEV, Çağdaş Yaşade yeterli ödenek bulundurması gerektiğine dikkat çekilmiştir.
mı Destekleme Derneği, Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı,
Türkiye Aile Sağlığı ve Planlama Vakfı, Roteryenler, Lions ve Söz konusu bildirgenin, hukuki herhangi bir bağlayıcılığı yokSoroptimistler gibi dernekler ve kimi sivil toplum kuruluşları tur Ancak; bildirgenin kadına yönelik şiddetin önlenmesi açıkendi çabalarıyla mağdur durumdaki kadınlara yardım etme- sından içinde bulunan ilke ve kurallar, tüm devletlerce dikkate
alınmakta ve yapılan iç hukuk düzenlemelerine dayanak oluşye çalışmaktadırlar.
turmaktadır.
İşte yukarıda belirtilen genelge ile bu konuda gerekli tedbirlerin alınması için devlet önemli bir adım atarak gerek kamu Aile içi şiddetin sebepleri başlıca üç başlık altında incelenebigerekse özel kurum ve kuruluşlara büyük görevler vermiştir. lir;
Sözü edilen kurumlar; Belediyeler, Sosyal Hizmetler ve Çocuk 1. Sosyal Sebepler: Ekonomik açıdan güç durumda olan aileEsirgeme Kurumu, Sivil Toplum Kuruluşları, kolluk kuvvetleri, lerde, diğer ailelere göre çok daha fazla aile içi şiddet olayı gömahalli idareler vb.’dir. Koruma altına alınan bu kişilerin bu- rülmektedir. Ekonomik yetersizliğin getirdiği sosyoekonomik
lundukları yerlerle ilgili gizlilik esaslarına en üst seviyede riayet sorunlara karşı; bireyler tepkilerini aileye karşı yöneltmektedir.
edilecektir. Ancak yine de ne yazık ki ülkemizde aile içi şidde- Bu ailelerde ekonomik sıkıntının yarattığı eksiklik nedeniyle iç
te uğrayanların büyük bir çoğunluğu, durumları için yapacak çatışmalar yaşanmakta, bu tip ailelerin çocukları zengin olan
fazla bir şey olmayacağına inanmaktadır.
ailelerin çocuklarının elde etmiş olduğu imkanları fark edince ciddi sorunlar doğmaktadır. Bu durum aile içinde giderek
saldırgan bir tutum içine girmelerine yol açmaktadır. Üstelik
ekonomik sebeplerle okulu bitiremeyen bireyler bilinçsiz ve
cahil niteliklerini korumakta; toplum açısından istenmeyen
ve kabul görmeyen kötü yollara sapabilme olasılığı yükselmekSöz konusu şiddet eylemleri; hakaret, tehdit, dayak, aşağılatedir. Araştırmalar sonucu şiddetin en çok eğitimden yoksun
ma, cinsel taciz, tecavüz, yaralama hatta öldürme biçiminde
kalmış aileler ve onlar tarafından yetiştirilmiş bireylerce sergigerçekleşmekte ve genellikle erkeklerin kadınlar üzerindeki
lendiği saptanmıştır.
egemenliklerini sergiledikleri bir güç gösterisi şeklinde ortaya
2- Psikolojik Sebepler: Toplumsal yapıda, erkeğin egemen
çıkmaktadır.
olmasını temel alan toplumlarda alışkanlıklar ve gelenekler
Aslında kadına yönelik şiddet yeni bir olgu olmamakla birlikte;
açısından kadınlar mağdur durumdadır. Bu durumun dini ve
bir sorun olarak nitelenmesi ile şiddetin önlenmesi, mağdurun
kültürel boyutları da gözardı edilmemelidir. Erkeğin aile reisi
korunması ve şiddet uygulayanın cezalandırılması için yapılan
görevini üstlenerek ve diğer aile bireylerini hor görmesi temel
çalışmalar ancak 1970’li yıllardan sonra görülmeye başlamışetkendir. Aile içerisinde her bireyin eşit görevlerinin olmaması
tır.
Kadına yönelik şiddet olaylarına hemen her yerde rastlanabilmektedir. Ama ne yazık ki kadınlar, en çok korunacağı yer diye
düşünülen “aile içinde” de -hatta daha yaygın bir şekilde- şiddete uğramaktadırlar.
43
ve güç sahibi durumundakinin bunu kaldıramaması genelde
aile içi şiddet sonucunu doğurmaktadır.
Kanunu’ndaki bir başka suçu içerse dahi, mutlaka 4320 sayılı
yasa ile ilgili bölümü için kendiliğinden koruma kararının alınması talebi ile, dosyayı Aile Mahkemesi’ne göndermek duru3- Biyolojik Sebepler: Yapılan araştırmalar; alkol ve/veya uyuşturucu bağımlısı olan bireylerin %25’e yakınının aile içinde mundadır.
şiddet uyguladığını göstermektedir. Aslında diğer tüm kötü d) Doğrudan Aile Mahkemesi’ne başvurmak ve koruma karaalışkanlıkları (kumar vb.) bu kategori içerisine eklemek müm- rı istemek mümkündür.
kündür..
e) Devam eden hukuki ve fiili ayrılık sırasında da koruma kaÜlkemizde şiddete uğrayan aile bireylerini koruma amaçlı rarı istenebilir.
özel bir yasa olan 4320 sayılı ‘ailenin korunması’na dair kanun
f) Aile Mahkemesi hakimi resen de bu kararı alabilir.
kabul edilmiştir.
Aile üyelerinden her biri şiddet uygulayan olabilir. Eşlerden biri,
Ayrıca İş Kanunumuzda da: “İşçinin haklı nedenle derhal fesih
çocuk ve aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireyleri. Mağdur
hakkı”
ise; eş, çocuklar veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireyMADDE 24. Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda ya- leridir.
zılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bilAile Mahkemesi’ne Başvuru Biçimleri:
dirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
• İhbar ile savcılığın başvurusu
II. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve
• Karakola veya savcılığa mağdurun başvurusu
benzerleri:
• Mağdurun doğrudan Aile Mahkemesi’ne başvurusu
b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa • Savcılığın bir suç nedeniyle başvuru olmaksızın resen
başvurusu
veya işçiye cinsel tacizde bulunursa.
• Mağdur vekili bildirimiyle yapılabilir.
d) İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesi- Yetkili Mahkeme, tedbir kararları için en hızlı kararı verecek
ne rağmen gerekli önlemler alınmazsa.” şeklinde düzenleme Aile Mahkemesi’dir.
mevcuttur.
Mahkemece alınabilecek tedbirler şöyle özetlenebilir :
“4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun”
Ne yazık ki; bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de aile içi
şiddetten en çok kadınlar zarar görmektedir. Toplumun neredeyse yarısını oluşturan kadınların büyük bir bölümünün
şiddete uğraması, hem ailenin hem de dolaylı olarak toplumun
yapı bozukluğuna uğramasına sebep olmaktadır. Başbakanlık
Aile Araştırma Kurumu’nun yaptırdığı bir araştırma sonucuna göre ailelerin %34’ünde fiziksel şiddet, %53’ünde sözlü
şiddetin uygulandığı ve ev içi şiddetin yoğun olarak yaşandığı
açıklanmıştır. “4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun”
kabul edilerek bu konuda oldukça önemli bir adım atılmıştır.
Yasanın adı her ne kadar “Ailenin Korunması” ise de içeriğinde
esas itibariyle ‘kadının şiddetten korunması’nın amaçlanmış
olduğu görülmektedir.
Yasanın uygulanması şöyledir:
Şiddete Maruz Kalma Halinde ve Şiddet ihtimalinde
İzlenecek Yol:
a) Aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik söz ve
davranışlarda bulunmaması,
b) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer aile bireylerine tahsisi ile bu bireylerin birlikte ya da ayrı oturmakta olduğu
eve veya işyerlerine yaklaşmaması,
c) Aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi,
ç) Aile bireylerini iletişim araçları ile rahatsız etmemesi,
d) Varsa silah veya benzeri araçlarını genel kolluk kuvvetlerine teslim etmesi,
e) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış
olarak şiddet mağdurunun yaşamakta olduğu konuta veya
işyerine gelmemesi veya bu yerlerde bu maddeleri kullanmaması,
f) Bir sağlık kuruluşuna muayene veya tedavi için başvurması,
Konusunda mahkemece tedbir kararı verilebilir. Tedbirler sıa) Şiddet veya şiddet olasılığı durumunda mağdur veya po- nırlı sayıda olmayıp, TCK’da ve ‘Ailenin Korunması Hakkıntansiyel mağdur, en yakın polis karakoluna, jandarmaya yada daki Kanun’da yer almayan tedbirlere de hükmedilebilir.Teddoğrudan Cumhuriyet Savcılığı’na giderek ya da çeşitli iletişim bir kararı verilebilmesi için şiddetin gerçekleşmesi gerekmez.
yolları ile şikayetini bildirebilecektir. Yasal düzenlemeye göre Tehlike ve ihtimal yeterlidir.
bu konuda olaylara tanık olanlar da şikayeti yapabilirler.
Tedbir kararları en fazla 6 ay için verilir ve tedbir kararının
b) Şikayeti alan bu kurumlar, uygulanan şiddetin zaptını tuta- ihlali halinde tutuklama ve 3-6 ay arasında ceza verilmesi durak gerekirse mağduru Adli Tıp Kurumu’na göndermekle ve rumu ortaya çıkabilir. Hukuken veya fiilen ayrı yaşayan eşler
bu raporla birlikte de evrakı Cumhuriyet Savcılığı’na gönder- bakımından da koruma kararı verilebilir.
mek zorundadırlar.
Şiddet uygulayan kişinin, ailenin geçimini sağlayan veya katkıc) Şikayeti inceleyen Cumhuriyet Savcılığı eylem Türk Ceza da bulunan kişi olması durumunda mağdurların yaşama dü-
44
zeyi gözetilerek mahkemece nafaka kararı verilebilmektedir.
kökten çözülmesi için yeterli değildir.
Koruma kararının bir örneği Aile Mahkemesince Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Savcılık kararın uygulanmasını
zabıta (ve gerektiğinde psikolog, sosyal çalışmacı gibi uzman
kişiler) aracılığıyla izler. Kusurlu eşin karara uymaması halinde zabıta, mağdurun şikayetine gerek kalmaksızın evrakı resen
savcılığa iletir.
Kanun konusunda bilgilendirme toplantıları yapılması gereklidir. Bu konuda barolara, bu bilgilerin geniş kitlelere duyurulması açısından görsel ve yazılı basına, sivil toplum kuruluşlarına ve kanunun uygulayıcıları ile adli tıptan kurumuna, sosyal
hizmetler kurumlarına ve elbette ki hepimize görev düşmektedir.
Savcı da karara uymayan şahıs hakkında Sulh Ceza
Mahkemesi’nde kamu davası açar. Ancak uygulamada tedbir
başvurusu üzerine mahkemenin acilen karar vermemesi, duruşma günü vererek tedbir kararını bir süre sonra vermesi gibi
kimi aksaklıklar görülebilmekle birlikte genel olarak yasanın
amacına uygun işleyişin sağlanması için mahkemelerce yoğun
çaba harcanmaktadır. Genellikle usulüne uygun başvuru ve
özellikle doktor raporu bulunan olaylarda hakim derhal tedbiri verme yoluna gitmektedir.
Öncelikle şiddetin varlığını kabul etmek ilk adımdır. Şiddetin
önlenmesine ilişkin ulusal çapta çaba harcamak gerekmektedir. Şiddetin önlenmesi, şiddet uygulayanın cezalandırılması,
şiddet mağdurunun ve çocukların korunması ve desteklenmesi, sığınma evlerinin yeterli koşullara ulaşması ve tüm aşamalarda yer alan her birimin diğer birimlerle tam bir koordinasyon içinde çalışması zorunluluktur.
Bunlardan da önemlisi kadının her açıdan yerinin ve konumunun yükseltilmesi ve güçlendirilmesi, geleneksel rollerin ve
Yine de uygulama açısından en çok şikayet edilen diğer bir alışkanlıkların insan haklarına uygun biçimde değiştirilmesikonu ise, şiddete uğrayan kadınların başvuru sırasında kar- nin ve geliştirilmesinin sürekli bir hayat tarzı şekline dönüştüşılaştıkları zorluklardır. İlk başvurusunu genellikle karakola rülmesi gerekmektedir.
yapan kadın, polisin göstereceği olumsuz tavırdan son derece
Aslında konu ile ilgili yazılacaklar belki ciltlerce kitabı kaplakötü etkilenebilecektir. Bu nedenle, özellikle semt karakolu
yacak kadar çoktur. Amacımız; bir nebze olsun okurların ve
polislerine büyük görev düşmektedir.
onların çevresinde bulunan insanların temel konularda bilgiAilenin Korunmasına Dair Kanun’un, ilk başvuru yeri olan lendirilmesini ve haklarını kullanabilmesini sağlamaktır. Tüm
polis karakolunda ve daha sonra mahkemede yasanın çıkarılış bireylerin şiddetten uzak kalabilecekleri bir yaşam dileğiyle…
amacına uygun şekilde uygulanması, zaman içinde kuşkusuz,
kadına yönelik şiddet eylemlerini önleyici, caydırıcı rol oynayacaktır.
Kanunun çıkarılmasının birinci yılında (1.10.1999 – 1.12.1999)
iki ay içinde Türkiye genelinde 1727 dava açılmış olması dikkate değerdir. Bu davaların 564’ü Ege Bölgesi’nde, bunun 476’sı
İzmir’de açılmıştır. İstanbul’da 256, Eskişehir’de 149, Elazığ’da
31, Diyarbakır’da ise 28 dava açılmıştır.
Aslında aile içi şiddetin, rakamlara yansıyanlardan çok daha
fazla olduğu bilinmektedir. Şiddete uğrayanların ancak yaklaşık % 20’si resmi makamlara başvurmaktadır. %88 olayda şiddet erkek tarafından uygulanmıştır.
Şiddete maruz kalan kadınların başvuruda bulunmama sebeplerine bakıldığında, ekonomik yetersizlik, işsizlik, cesaretsizlik
veya iddiasının ciddiye alınmayacağı korkusu, şiddet uygulayanın cezalandırılmayacağı ve şiddetin tekrarlanacağı endişesi
içinde olmak gibi endişelerin taşındığı görülmektedir.
Şiddete uğrayan kişi sessizlikten vazgeçip, yasanın kendisine
tanıdığı hakkını kullanmak istediğinde, karakoldan başlayarak mahkemede ve tedbirlerin uygulanması safhasında, yasanın konulma amacı her zaman göz önünde tutulmalı ve amaca
uygun şekilde uygulanmalıdır.
Halen bazı eksiklikleri olsa da yasanın çıkarılmış olması büyük bir adımdır. 4320 sayılı yasa kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve şiddet uygulayanın yasal yaptırımlarla karşılaşması
açısından oldukça olumlu sonuçlar doğurabilecek niteliktedir.
Ancak, gerek aile içi şiddetin gerekse kadına yönelik şiddetin
tam anlamıyla önlenebilmesi için, önlemlerin hukuk alanıyla sınırlı kalması, yasal düzenlemelerin yapılması sorunların
45
DUAYENLER
özel hastanelerde ve bunların yapılabilmesi için dernek onayı
da şart oldu. O zaman bir dernek kurması gerekiyordu bu hastanelerin... Ege Özel Hastaneler Derneği’ni kurduk. Kısmetmiş ona da başkan olduk. Başkanlığım Haziran’ın ilk haftası
bitecek. İki dönem üst üste başkanlık oldu.
Röportaj; Fatoş Eren Özdemir
[email protected]
Fotoğraf; Sema Karahan
www.semakarahan.net
Yıllardır hekimlik ve yöneticilik yaptınız; yeni hedefleriniz var mı?
Sağlık Bakanlığı özel hastanelerin aldığı katkılara el atıyor. Diyor
ki, % 20’sinden fazlasını alamazsın. Garson bahşişi gibi bir şey. Tümüyle ortadan kaldırıyor. Bunun kalkması demek özel hastaneciliğin çökmesi demektir. Buraları devlet ve SSK hastanesi, poliklinikler gibi olacak.
Gerçek Bir Duayen...
Birçok öğrenci ve uzman yetiştirmiş, daima “ilk”lere imza atmış, duayenlerimizden, Özel Gazi Hastanesi Yön. Kur. Üyesi,
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı, Ege Özel Hastaneler
Derneği Başkanı Sayın Prof. Dr. Mustafa Eminoğlu ile dünü ve
bugünü konuştuk.
Size göre, Prof. Dr. Mustafa Eminoğlu bugünlere nasıl
geldi?
1957-1962 yılları arasında, ihtisasımı Ankara Cebeci Doğum
Evi’nde yaptım. Rahmetli Nusret Fişek Hoca’nın davetiyle
1962’de Ankara Hıfzısıhha Okulu’na katıldım ve ana sağlığı
öğretim görevlisi olarak çalıştım. Sonra bir yıl için İngiltere’ye
gönderildim; ordan da New York’a, doğum kontrolü yöntemleri için gittim. 1964’te dönünce, yeni kurulan Nüfus Planlaması Genel Müdürlüğü’nde Biyomedikal Şube Müdürlüğü’ne
atandım. Türkiye’de ilk spirali ben taktım. İlk kurslara katılanlar arasında Dr. Suavi Topçuoğlu, Dr. Rıza Onarır, Dr. Ümit
Kırdar gibi hocalarım da vardı. Onlara ders vermek zorunda
kaldım ki, o zaman yeni uzmanım. O devirde Nusret Fişek
Hoca’ya bağlıydı. 1966 seçimlerinde Adalet Partisi tam iktidarı kazanınca Dr. Faruk Sükan da Sağlık Bakanı oldu. Solcu
46
diye Nusret Fişek’i istemediler. Ama müsteşarın değiştirilmesi
için üçlü kararnameye ihtiyaç duyuldu. Cumhurbaşkanı rahmetli Cemal Gürsel, Nusref Fişek Hoca’yı tuttuğu için dokunamadılar. Ama bu işin kopacağı belli olmuştu. Erzurum‘da
da yeni Tıp Fakültesi açıldıydı. Gittim ve 6 yıl kaldım. Bu sürecin bir yılında yine ABD’deydim. Doçent oldum ve Hacettepe
Tıp Fakültesi’ne geçtik. Sonra Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi
ikinci Kadın Hastalıkları ve Doğum Kiniği açılıyor... Doçenti
yok. Rahmetli Muvaffak Hoca açıyor. 2 doçent alacaklar, biri
de tesadüf Dr. Mithat Yılmaztürk. Beraber çalıştık.
Derken ‘80 ihtilali oldu. Bizim arkadaşlarımız da solcuydu. Biz
de gazaba dûçar olduk. Nitekim şöyle oldu: Prof. Dr. Oya Tuncer rapor alacak; 1 hafta , 2 hafta, kimse vermiyor. Ben veririm
dedim. Tabii ki yönetimin hışmına uğradık. Bir süre sonra
üniversiteden ayrıldım, muayenehane açtım.
Sonra 2001’de hastane işi çıktı karşıma. Gazi Hastanesi’nin binası yapılmış, henüz açılmamıştı. Galiba bende de heves varmış. Yönetim kuruluna aldılar. 100 hisseli 67 ortaklı bir şirketin sahip olduğu bir hastane burası. Sonuçta burda çalışmaya
devam ediyoruz. Sonra SSK, Emekli Sandığı sözleşmeleri çıktı
Şimdi de başka bir şeyin peşindeyim; galiba hiç rahat duramıyorum. Tabip Odası’na el atmak istiyorum. Nerden geldi aklına
dersen... Sağlık Bakanlığı özel hastanelerin aldığı katkılara el
atıyor. Diyor ki, % 20’sinden fazlasını alamazsın. Garson bahşişi gibi bir şey. Tümüyle ortadan kaldırıyor. Bunun kalkması
demek özel hastaneciliğin çökmesi demektir. Buraları devlet
ve SSK hastanesi, poliklinikler gibi olacak. Bunu medyada savunamazsın. Bunu en iyi savunacak Tabip Odası’dır. Çünkü
tabiplerin hakkını savunmak ona aittir. İkincisi, asgari ücret
tarifesi var. Ben hatta yazı yazdım Türk Tabipler Birliği’ne,
Ankara’ya. “Bu asgari ücret tarifnamesinin kat sayısını her yıl
yeniliyorsunuz. Acaba bunun uygulamasını kim denetliyor;
yetkilisi, sorumlusu kimdir diye yazı yazdım. Tabip Odası’nın
artık hekimlerin tarafında olması gerektiğine kanaat getirdim
ve dün akşam derneğimizin yönetim kurulundaki arkadaşlarımız da bu fikrimi paylaştı. Tabip Odası, tabiplerin hakkını
hukukunu koruması ve Sağlık Bakanlığı’nın karşısında olması
lazım; çünkü Sağlık Bakanlığı bizim karşımızda.
Sizce Sağlık Bakanlığı görevini yeterince yapabiliyor mu?
Antalya’daki toplantısında Sağlık Bakanı çıktı; kendinden geçmiş, “Bütün hastaneler benim, üniversite hastaneleri, özel hastaneler, devlet hastaneleri, sigorta hastaneleri” diyor... Aslına
bakarsan fiyasko hepsi. Tabipler Odası Kanunu beş para etmez.
Bu tıp fakültesini bitiren hekimlerin, lisansını, hekimlik iznini
Sağlık Bakanlığı veriyor. Ne haddine Sağlık Bakanlığı’nın? O
sadece işverendir. Avrupa’da Amerika’da bunu hep tabip odaları veriyor. Medical Association. Avrupa Birliği’ne gireceksin,
her şeyini ayarlıyorsundur da bunu neden ayarlamıyorsun? En
büyük mücadelelerden biri bu. Ben arkadaşlara şunu söylüyorum. Önce bunun politikasını, biz sağlık kurum ve kuruluşlarının mensupları olarak bir çizelim ve bu politikaya uygun kişileri yönetim kuruluna aday olabilir diye belirleyelim. Ondan
sonra mücadeleye girelim diye düşünüyorum.
Sorunları tespit ettik... Sağlık bakanı olsanız neler yapardınız? Bu sorunlarla nasıl başa çıkabiliriz?
Önce şunu söyliyeyim ki yaşlılık bana cesaret verdi, hiçbir
şeyden korkmuyorum. Antalya toplantısında müsteşar yardımcısı Selahattin Bey ilk gün konuştu.Sonra söz aldım...
“Sayın Müsteşar Yardımcımızı çok kez dinledim. Kendisine, fikirlerine hayranım ama bugünkü konuşmasını hiç beğenmedim. Karşımızda Sağlık Bakanlığı’nın bir savunucusu
oldu.” Oysa ki ben Sağlık Bakanlığı’nın politikasına tamamen
karşıyım. Sağlık Bakanlığı’nın görevi, koruyucu sağlık hizmeti
yapmaktır. İkincisi birinci basamak hekimliğinin, sağlık ocağı,
aile hekimliğini gerçekleştirmektir. Tedavi edici hekimliği de
peyderpey özel teşebbüse devretmek... Nitekim dedim 1950
yılına kadar memleket hastanelerinden bahsedilirdi. Bu has-
taneler özel idareye bağlıydı, Vali idare ederdi. Bütçesini de
özel idareler verirdi. Sağlık Bakanlığı’nın sadece Türkiye’de
8 tane numune hastanesi vardı. Örnek olsun diye yapılmış...
Türkiye’de sağlık hizmeti peyderpey özelleşmeli. Koruyucu
sağlık hizmeti, birinci basamak hekimliğini Sağlık Bakanlığı
yürütmektedir. Onun dışındakilerde de özel sektörü desteklemelidir. Hekimlerin lisansını, eğitimini, derecelendirilmesini de Tabipler Odası yapmalıdır. Avrupa Birliği standartları
diyorlar, buraya gelince susuyorlar! Üstelik Tabipler Odası da
uyarmıyor, uyandıramıyor da. Başlangıçta program şöyleydi:
Vatandaş basamak basamak vatandaş sağlık hizmeti alacaktı.
Biz hastaneler ikinci basamak oluyoruz. Daha sonradan değişti, birinci basamağa gerek yok dediler, herkes gitiği yere gitsin.
En kolayını yaptılar.
Eğer bu % 20 ile ilgili kanunu çıkarırlarsa ben dernek olarak yürütmeyi durdurma davası açacağım. Çünkü Rekabeti Koruma
Kanunu’na aykırı oluyor. Rekabeti Koruma Kanunu, rekabeti
engelleyici fiyat tespitleri yasaktır diyor. Rekabet unsurunda,
fiyatlandırma ve kalite rekabeti temin eder.
Peki, Hocam niçin yapıyorlar bu %20 katkı payını?
Birincisi bu halktan katkı payı almak herkesin, hükümetin de
lehine. Vergisini veriyoruz bunun. Bu paranın 3’te biri vergiye
gidiyor. Eğer bunu kaldıracak olursa hababam bütçeden verecek. Bununla baş edemez. Diyor ki, “Benim hastanelerimde
bir doktora düşen hasta sayısı 57, özel hastanelerde ise13. Kendi hastanelerindeki asistanları saymıyor. Oysa ki poliklinikte
hastayla ilgilenen hekimlerin %80’i asistanlardır. Benim hastanem, senin hastanen demenin ne gereği var? Bırak vatandaş
istediği yere gitsin. Hasta hakları var. Hasta beğendiği hastanede, beğendiği hekim tarafından tedaviyi satın alsın. Hekimlerin kazancıyla uğraşmak doğru değil. Nihayetinde 3-5
hekim fazla kazanır. Bunlar star hekimlerdir. Üstelik bunlar
gençlerin ilgilerini şevk eder, çekerler. Onlar da doktor olmak
ister. Eğer sen bu cazibeyi kaldırırsan kim doktor olmak ister,
kim tıp fakültesine gider? Benim oğlum tıp fakültesini bitirdi.
6 senedir beyin cerrahide asistanlık yapıyor. Düşünebiliryor
musun, ayda 7-8 tane nöbet tutuyor, bu meslek çekilir mi? Bir
cazibe koyacaksın. Bunun da cazibesi kazanan hekimlerdir.
Hepsi o kadar kazanmaz ama birkaç tanesi vardır ki yıldız gibidir, cezbeder.
Konuşurken her hastanın istediği doktordan hizmet alma
hakkı var dediniz. Peki, halkımız haklarının farkında
mı? 54 senelik hekimsiniz. 50 sene öncesindeki hasta profiliyle şu anki hasta profili arasındaki fark nedir?
O kadar eskiye gitmeye gerek yok. 15-20 sene önceki hastayla
bugünkü hasta çok farklı. Birincisi, karşılıklı saygı pek kalmadı.
Eskiden Anadolu’da bir hekim geldiği zaman her taraf temizlenir, düzenlenirdi. Hekimin çantası alınır, getirilirdi. Hastayı
evde muayene ederdi. Cebine de para zarf içinde konurdu, hiç
ellenmezdi. Para adı geçmezdi, bir saygı belirtilirdi. Hekim de
hastaya saygı gösterirdi. Bunların hepsi koptu. Şimdi öldürülen
doktorlar var. Hangi meslekte öldürülüyorsun? Tabipler Odası
da tam sarılmıyor konuya. Nasıl öldürürsün? Hastaya yaklaşırken korkuyorum ben, bu meslek zevk vermez oldu. Korkuyla
yaklaşıyorsun. Bir şey olursa, hastayı memnun etmezsen has-
47
şuyun yok buyun yok diye. Devlet hastanelerinin hiçbir şeyi
yok. O zaman bize uygulanan bu yönetmelik bütün hastanelere uygulanmalı. Benim zaten savunmam bu. Şu özel lafını
kaldırın. Niye özelmiş? Hastaneler yönetmeliği olsun. Tamam,
biz razıyız. Biz bu standardın yükselmesini kabul ediyoruz,
ne kadar külfet gelse de... Ama öbür tarafta devlet hastaneleri dökülüyor. Şu özel lafını silsinler her şey hallolur, bu kadar
basit. Hastane hastanedir, özeli olur mu bunun? Devletle yarışamazsın, devletle rekabet edilmez. Devlet hastaneyi yaptırıyor. Bizim gibi cebinden vermiyor, kira vermiyor, maaşını
devlet veriyor, maliye veriyor maaşını. Ondan sonra halktan
para alma. Bu olacak şey mi? Aptal mı kandırıyorlar. Bunun
hiçbir mantıksal amacı yok. Olsa olsa şu olabilir. Bugünkü
özel hastane ve sağlık kurumları sahiplerini değiştirmek istiyorlar. Bunları sıkacaklar, nefesleri kesilecek, satacaklar şirketleri, kendi adamları alacak. Ondan sonra vanaları açacaklar,
ortalık güllük gülistanlık olacak. Ben diyorum zaten anlatılan
efsanelerde, masallarda da hep bolluk yılları, kıtlık yılları olur.
Birbirini takip eder. Bir kıtlık yılına giriyoruz galiba ama bunun sonu bollukla biter. Dayanacaksın, o zaman bolluğa kavuşacaksın.
ta mahkemeye de gidiyor, tazminatlar istiyor, mahkemelerde
süründürüyor. Bu mahkemeler de eski mahkemeler gibi değil.
Eskiden Sağlık Şurası’ndan geçerdi bu şeyler.
Devletin neleri yanlış yaptığını biliyoruz. Peki, özel sektördeki sağlık kurumları bunu nasıl olumluya çevirir? Ne
tür sosyal sorumluluk projelerinde yer alabilirler?
Önce devletin kararlı olması, bir politika çizmesi lazım. Şu son
kararlar mesela... 2-3 sene önce Sağlık Bakanlığı’nın politikası
özel sağlık sektörünü teşvik ederken şimdi karşı cepheye geçti. Devlet rekabet eder hale geldi. Devletle rekabet edilemez.
Benim hastanelerimi, doktorlarımı özel alıyor. Demek ki idarecilerin bir karar vermesi lazım. Bu sağlık politikasından da
dönülmeyecek, rap diye birden dönüyorlar. En azından 2 sene
önceden haber ver, duyur... Yatırımcı bir hastane olarak bizim
de şevkimiz kırıldı.
Öyle bir haber verseler ne olacaktı peki?
Efendim, haber verselerdi bu yatırımları yapmazdık. Bakın
yan tarafta bir hastane inşaatı var. Açılmazdık, beklerdik.
Kaplumbağa gibi kabuğumuza çekilirdik. Vatandaş böyle zaten. Ekonomik kriz diyorsun, kabuğuna büzülüyor, para harcamayı sevmiyor, dursun diyor. Biz de öyle yapardık. Canlının
en büyük savunması zaten o, kabuğuna büzülmesi. Birden
değiştirdiler sağlık politikasını. Özeli öngören bir politikadan
özeli düşman gören bir politikaya dönüldü maalesef. Bu şekilde devlet değil ev bile idare edilmez. Evde de aile reisinin bir
tavrı, düşüncesi vardır. Sık sık değişmez bu.
Hocam, özel hastanelerin Sağlık Bakanlığı’yla ilgili sıkıntılarından bahsettik. Başka ne tür sıkıntıları var?
Başka hiçbir sıkıntı olmaz. Türkiye’de noksan olan şu; Özel
Hastaneler Yönetmeliği var. Bu özel lafının silinmesi, hastane
yönetmeliği olması lazım. Bu uygulama özellere uygulanıyor.
Sağlık Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı canımıza okuyor, senin
48
Doktorluk dışında sosyal hayatınızda neler yaparsınız
peki? Sanata, spora ilginiz var mı?
Sanatı pek beceremem. Spora gelince, yüzmedir. Her sabah
gider yüzerim. Yüzmezsem hasta oluyorum. 15 senedir de yüzüyorum. Spor yaparken beyinden endorfin denen bir mutluluk hormonu salgılanıyor ve bir müddet sonra kendinden geçiyorsun zaten. Yorgunluk hissetmiyorsun. Ondan sonra zaten
spor bitince daha mutlu oluyorsun, morfin çekmiş gibi. Ertesi
gün de zaten vücut bu morfini istiyor. Zamanı gelince uyandırıyor ve bu morfini istiyor, sürüklüyor seni. Yani bir nevi tiryaki oluyorsun, iyi oluyor. Benim prensibim şu; işini sev, eşini sev.
Sevemiyorsan değiştir. Dünyanın kuralı bu. Prensip bu olacak.
Başarı ve mutluluğun sırrı burda. Secret diye bir kitap çıktı.
Aynen benim bu felsefeyi yazıyor, sevemiyorsan değiştir. Diğer
bir şey daha var. İbadetin yarısı şükretmek. Şükretmek mutlu
olmaktır. Çünkü eskilerin bir lafı vardır, “Bugüne şükür” derler. Şükretmek ibadetin yarısıdır ve mutluluğun esasıdır. Zaten
ibadetin diğer yarısı da sabretmektir. Başka bitti, ibadet bitti.
İkisini de yapabilirsen zaten mutlu ve başarılı olursun.
Hekim olmasaydınız ne olmak isterdiniz? Klasik bir soru
oldu ama, mesela politikacı olmak ister miydiniz?
Yok, politikacılığa uygun değil benim mizacım. Benim çabuk
alevlenen bir yapım var. Politikacının sabırlı olması lazım.
Olursan iyisini olmak lazım. Eğer iyisini olmayacaksan hiç boşuna heves etme. Ne olurdum? Yine kadın doğumcu olurdum.
Başka bir şeyi yapmayı bilmiyorum hayatta. Bir de havuza
gidip yüzmeyi bilirim. Başka da bir şey bilmiyorum. Bu yaşta
niye geliyorsun hoca, burada ne işin var yahu desen, yapacak
bir şey bulamıyorum.
Ertesi gün gelmek üzere gidiyorum dediniz. Bu önemli.
Her zaman için bir umut var.
Tabii efendim. İnsanın önce hayalleri ölür. Hayalleri öldürmeyeceksin. Houston’da şehrin girişinde bir yazı yazar. “Land of
imagination” diyor. Hayal edenlerin ülkesi. Hakikaten insan
hayal ettiği müddetçe yaşıyor. Hayal etmeden başarı da olmuyor. Hayal de ham hayal değil tabii... Esrarkeş de hayal ediyor.
Öyle değil.
Hocam, kadınlar en çok hangi şikayetle geliyor size?
Kadınların dile getiremediği şikayetleri de var. Onu da gözünden okuyoruz. Konuşmasından, davranışından. Çünkü cinsellikte mutlu değil. Zaten bütün psikolojik olaylar bundan kaynaklanıyor. Sorunca, keşfedince anlıyoruz, yol gösteriyoruz.
Cinsellikte tutucular. Dile getiremiyor, erkeğiyle konuşamıyor.
Bu iki kişinin yaptığı bir şey. Ötekinin fikri sorulması lazım.
İzmir, Ankara ve Erzurum’da görev yaptınız. Bu üç şehri
kıyaslamanız gerekse...
Çorum’da doğdum. Askerliğimi İzmir Bornova’da yaptım.
Sonra Çorum’un iki kazasında pratisyenlik yaptım. Ankara’da,
Erzurum’da çalıştım. Sonra da İzmir’e geldim. Ben İzmir’i çok
seviyorum. Burası sevdiğim şehir benim ve hakikaten sevilecek şehir. İnsanı da sevilecek insan. Yaşamı seven insanlar burada oturuyorlar ve gelenler de bunu kabul ediyorlar.
Hasta profili açısından değerlendirirseniz...
Erzurum’la kıyaslarsanız İzmir çok daha bilinçli. Erzurum’da
şunlar olurdu: Kadın doğuramamış, rahmi çatlamış, kanamış, kar yolları kapatmış. Atın arkasına iki tane sırık, arasına
bir kilim çekip getirirler hastayı. Kocasına, kan vermek lazım
dersin.... Ee ver, der.. Git al dediğinde, param yok der. Ölür bu
dediğinde de, ne yapayım der... Toplum, sosyal seviyenin olduğu bir yerde kıymetli. İnsanın hayvandan farkı nedir? Sadece düşünmek değil. İnsan çok değerlidir. Ama bunu hayvanla
ölçersen... Ölürse ölür diyor adam. O masrafı edeceğime taze
bir kız alırım diyor. Böyle denen bir yerde nasıl doktorluk yaparsın?
Peki hocam genç hekimlere ne tavsiye edersiniz? Bunca
yıllık deneyimlerinize dayanarak neler öğütlersiniz?
Öncelikle başarılı olmak için sebat etmek lazım. Gençler sebatkar olmuyorlar. Olmayınca başarı da gelmiyor. Mutlulukla
başarı beraber gider. Zaman zaman yolun sert bir yere gelir.
Geçeceksin orayı, orada teslim olmayacaksın. Yaşlılık şunu
öğretti bana: Birincisi, artık elde edemeyeceğim şeye heves
etmiyorum, elimi uzatmıyorum, onu arzulamıyorum ve ulaşabileceğim şeyleri biliyorum, onun mücadelesini yapıyorum.
Ben Türkiye’nin sağlık politikasını değiştiririm diye bir hayal
etmiyorum. Ben Sağlık Bakanı olurum diye de hayal kurmuyorum.
Hocam, çok keyifli bir sohbetti. Çok teşekkür ederiz zaman ayırdığınız için...
Nurettin, ben teşekkür ederim. Bu güzel kızlarada teşekkür
ederim. Benim burda fikirlerimi dinlediniz; bir yerde fikirlerini söylemek insana mutluluk veriyor. Herhalde bunlar yaşlılık belirtileri. İhtiyarlık demedim, yaşlanmak doğaldır. Tabii
ben yaşlıyım. Benim bu cesaretim yoktu. Kalkıyorum Sağlık
Bakanlığı’yla, Tabipler Odası’yla kavga ediyorum. Ben yüzerken düşünürüm. Zaten beyin yıkanmış gibi oluyor. Fikirler,
karar verilecekler kalıyor...
49
ÇEVRE BİLİMLERİ
saklanabilir. Böyle bir ölçekte tek bir atomu hayal etmek esa- lara da ‘radyoaktif atomlar’ deniliyor.
sen imkansızdır, ama elbette denemekte özgürüz. İsterseniz
Nükleer enerji nedir?
matematiksel bir ölçek bile verebilirim. Bir milimetrenin on
Doğada, radyoaktif elementleri özel kılan şeylerin diğeri ise,
milyonda biri; işte atomun ölçeği budur!
radyoaktivitenin bulunuşundan neredeyse yüzyıl kadar sonra
Atomlarla ilgili daha elle tutulur bir bilgi vermek gerekirse, iki
Einstein’ın ortaya çıkardığı, kütleyi enerjiye dönüştürmesidir.
hidrojen atomuna bir oksijen atomu eklerseniz, bir su moleküÇekirdeğin içinde proton ve nötron var demiştik. Nükleer
lü elde edersiniz.
reaktörlerde yakıt olarak kullanılan uranyum atomuna dışarıİşte nükleer enerji ve radyasyona yaklaşmaya başladık… İlginç- dan nötron gönderdiğimizde bu uranyum atomu parçalanır ve
tir hidrojen yanıcı, oksijen yakıcı element olmasına karşın su müthiş bir enerji açığa çıkar. Bu enerjiye “nükleer enerji” denir.
söndürücüdür fakat burada bizi ilgilendiren, suyun oluşumu
Bu kapsamda ortaya çıkan enerji sebep değil, sonuçtur; yani
kimyasal bir reaksiyondur. Yani ne oksijen ne de hidrojen
enerji atıktır! Amaç proton ve nötron sayısını eşitlemektir.
özünde değişir, hep aynı kalır, onları farklı kılan birliktelikleriNükleer santrallerde elde edilen enerji işte tam olarak bu sayedir. Hatta şöyle diyelim; H ve O flört ederler ve bu durum mutde açığa çıkar, atık olarak…
lu oldukları sürece son derece normaldir! İlişki bu ya, bir gün
birliktelikleri biterse sadece birbirlerine elveda derler ve hayat- Peki, radyoaktif atomlar neredeler?
larına H ve O olarak devam ederler ve inanın flört edecek bir C Karasal ortamdaki kayalarda ve denizel ortamdaki sediment(karbon) ya da S (kükürt) atomu bulmaları çok sürmeyecektir. lerde radyoaktif maddeler bulunduğu gibi atmosferde de koz-
Esen Fatma Kabadayı - Biyolog
Ege Üniversitesi Çevre Bilimleri
Yük. Lis. Öğr.
[email protected]
www.biyoblog.com
Oysa radyoaktif tepkimelerde (radyoaktivite) durum biraz değişiktir. Söz gelimi bugün elimizde bir uranyum atomu varken,
yarın bir kurşun atomumuz oluverir ve inanın bu doğada son
derece kayda değer ve ilginç bir değişimdir. Bu da, kırk yıllık
evli bir adamın bir anda geçirdiği bir beyin rahatsızlığı ile hafızasını yitirip üstüne bir de yeni hayatında operasyon geçirip
kadın olması gibidir. Değişim birliktelikle alakalı değildir. Kişinin özünde, atomun çekirdeğindedir. Yani kısacası bu olaya
radyoaktif bozunma denir.
BİLİM BU YA, KÜÇÜKLÜĞÜNÜ HAYAL BİLE EDEMEDİĞİMİZ ATOMLARDAN, FİZİKÇİLERİN TÜM HAYALLERİNİ DOĞRULADIĞI YASALARLA, ATOMUN İÇİNDE
BİLE NE OLDUĞUNU BİLİYORUZ VE BUGÜN HASTALIK TANI (RÖNTGEN) VE
TEDAVİLERİMİZDE (IŞIN TEDAVİSİ-RADYOTERAPİ), BÜYÜK ENERJİ ELDE ETMEKTE KULLANDIĞIMIZ NÜKLEER SANTRALLERDE VE DAHA BİRÇOK ALANDA BU
DOĞA YASASI HER TÜRLÜ YÖNDEN HAYATIMIZI DERİNDEN ETKİLİYOR. …
Yüce Atom
Einstein evren hakkındaki yasaları çözerken, başka bilim
adamları da uzaydan daha yakın ama bir bakıma aynı derecede daha uzak bir şeyi anlamaya uğraşıyorlardı: gizemini hiçbir
zaman kaybetmeyen atomun yapısını.
Büyük Fizikçi Richard Feynman bir kitabında şunu gözlemlemişti: “Bilim tarihini tek bir cümleye indirgeyecek olursak, o
cümle ‘Her şey atomlardan yapılmıştır’ olurdu. Onlar her yerdedir ve her şeyi onlar oluşturur. Etrafınızda gördüğünüz her
şey atomlardan oluşuyor. Yalnızca duvarlar, masalar, insanlar
50
gibi somut şeyler değil, aradaki hava da atomlardan ibaret ve
sizin hiç idrak edemeyeceğiniz kadar çok sayıdalar.”
Pencerenizin dışındaki dünyada kaç cm3 hava bulunduğunu
bir düşünün. Manzaranızı doldurmaya kaç küp şeker yeter?
Şimdi de evren inşa etmek için onlardan kaç tane gerekeceğini
düşünün. Uzun lafın kısası, atomlar çok ama çok sayıdadır.
Aynı zamanda fevkalade dayanıklıdırlar. Atomların dayanıklı olmasının sebebi çok da minik olmalarıyla ilgilidir. Yarım
milyon atom omuz omuza dizilse, bir insan tüyünün arkasına
Bilim bu ya, küçüklüğünü hayal bile edemediğimiz atomlardan, fizikçilerin tüm hayallerini doğruladığı yasalarla, atomun
içinde bile ne olduğunu biliyor ve bugün hastalık tanı (röntgen)
ve tedavilerimizde (ışın tedavisi-radyoterapi), büyük enerji elde
etmekte kullandığımız nükleer santrallerde ve daha birçok
alanda bu doğa yasası her türlü yönden hayatımızı derinden
etkiliyor. …
RADYOAKTİVİTEDE ORTAYA ÇIKAN
ENERJİ SEBEP DEĞİL, SONUÇTUR;
YANİ ENERJİ ATIKTIR! AMAÇ PROTON
VE NÖTRON SAYISINI EŞİTLEMEKTİR.
NÜKLEER SANTRALLERDE ELDE EDİLEN ENERJİ İŞTE TAM OLARAK BU SAYEDE AÇIĞA ÇIKAR, ATIK OLARAK…
mik ışınların etkisiyle radyoaktivite oluşur. İnsanoğlu ve diğer
canlılar, milyonlarca yıldan beri evrenden gelen kozmik ışınlar
ve yerkürede bulunan doğal radyoaktif maddelerden yayılan
radyasyonla ışınlanmakta olup; tüm canlıların var oluşlarından bu yana sürekli olarak doğal radyasyonla iç içe yaşamaktadırlar. Buna ek olarak vücudumuza solunum ve sindirim
yollarıyla, hava, su, tüm bitkisel ve hayvansal besinlerde az da
olsa bulunan radyoaktif maddeler alınmaktadır. Kısaca, insan
vücudu hem iç hem de dış radyasyon ışınlanmasına doğal olarak maruz kalmaktadır.
Bunların yanı sıra mikrodalgalar, radyo dalgaları, radar,
X-ışınları, gama ışınları radyasyonun diğer türleridir. Bunlar
çevremizde doğal olarak bulunduğu gibi yapay olarak da elde
edilmektedir. Radyasyonun, madde üzerinde meydana getirdiği etkilere gelince;
• İyonlaştırıcı radyasyon (X-ışınları, gama ışınları, alfa, beta
radyasyonları, kozmik ışınlar, nötronlar)
• İyonlaştırıcı olmayan radyasyon (ultraviyole, kızılötesi, radyo dalgaları, mikrodalgalar) şeklinde sınıflandırılır.
İyonize olmayan radyasyon olarak bilinen çok daha uzun dalga boyuna sahip, yüksek gerilim hatları, bilgisayarlar, cep telefonları, mikrodalga fırınlar ve radyo dalgaları şeklindeki radyasyonlar hücrenin kimyasına zarar vermezler. Sağlığa zararlı
etkileri neredeyse görülmemektedir.
İyonize radyasyonların sağlığa zararlı etkileri de sanıldığı
kadar tehlike oluşturmaz, çünkü tehdit edecek boyutlarda
radyasyona maruz kalmak sanıldığı kadar kolay değildir. Öncelikle iyonize radyasyonlar kısa dalga boyuna sahiptir. Bu
özellikleriyle uzaklığın karesiyle ters orantılı bir biçimde etkilerini kaybederler. Bununla birlikte, örneğin alfa ışımaları derinizi bile geçemez, beta ışımalarını ince bir alüminyum levha
ile kesebilirsiniz ve gama ışımaları için de birkaç metrelik bir
duvar ya da kurşun malzeme radyoaktif maddeyi hapsetmeye
yetecektir.
Fizikçilerin marifetiyle atomu oluşturan atomaltı parçacıklar
dediğimiz nötron, proton ve elektron gibi yapıların varlığını da
biliyoruz. Kısaca, tamamen atomun çekirdeğindeki proton ve
nötron sayıları ile ilgili olarak bazı belli atomlar ‘kararsız’ diye
tabir ettiğimiz bir rahatsızlık içine giriyor (hafıza kaybı) ve
bu atomlar atomaltı parçacıklardan bazılarını kendilerinden
uzaklaştırmak üzere fırlatıyorlar. Böylece atomların kendili- Tıbbi testlerde de görüleceği üzere az miktarda iyonize edici
ğinden parçacık yayınlamasına ‘radyoaktivite’, olay sırasında radyasyon çok büyük zarar vermez. Ancak çok fazlası hastagerçekleşen ışımaya ‘radyasyon’ ve böyle ışımalar yapan atom- lıklara yol açar. Bu noktada önemli olan, ne kadar radyasyona
51
Elektron
Proton
Nötron
Atom çekirdeği
Elektron Yörüngesi
Çağdaş atom modeli
maruz kaldığımızdır. Radyasyona bağlı tıbbi rahatsızlıklara yol
açmak sanıldığı kadar kolay olmamakla birlikte; halkın genelinde nükleer santrallerin adeta durduk yerde kişilerin radyasyona maruz kalmasına sebep olacağına dair yanlış fikirler büyük ölçüde benimsenmiştir. Oysa durum bunun tam tersidir;
insanlar zaten doğal radyasyona sürekli maruz kalmaktadır.
tir ve hastalar bu amaçla sürekli radyasyona maruz bırakılırlar,
ancak burada kullanılan radyasyon kısa yarı ömre -söz gelimi
10 g radyoaktif maddenin, 5 g bozunması için geçen süre- sahip radyoaktif elementler sayesinde, birkaç saatlerle ifade edilen zaman dilimlerinde vücuttan atılmaktadır.
Radyasyon sanıldığının aksine, hayatımıza yalnızca nükleer
enerji kazanımı için kurulan nükleer santral kazalarından
meydana gelmez, nitekim nükleer santraller de salt enerji eldesi için kurulmaz; enerji atıktır! Meydana gelen kazalarda
da sanıldığı kadar büyük etkilere maruz kalmak söz konusu
değildir. Oysa halk, nükleer santral kurulması fikrine bile
reaksiyon göstermektedir. Aslında kaza sonucu radyasyon
meydana gelse bile, radyasyonun kaynağında değilseniz etkisi
ölümcül olmaz muhtemelen. Çünkü radyasyon kazara santralde meydana gelecek patlama sonrasında atmosferde seyrelir
ve uzaklığın etkisiyle etkisi iyice azalır. 1 cm uzaklıktaki bir
radyoaktif kaynaktan 1 birim radyasyon aldığınızı düşünürsek,
Radyasyonun kullanıldığı başlıca alanlardan biri de tıbbi uygu- mesafe 100 cmye çıktığında ilk radyasyonun on binde birinin
lamalardır. Kanser ve tümör tedavisinde metot haline gelmiş- size ulaşacağını söyleyebiliriz, çünkü radyasyon etkisi uzak-
Keza, radyoaktivite de günümüzde birçok alanda enerji elde
etmekten ziyade başka alanlarda rağbet görmekte ve faydalı olmaktadır. Örneğin, tarih, arkeoloji ve jeolojideki uygulamalarında, ahşap eşyanın veya kumaşların yapıldığı tarih, karbon 14
metoduyla kesin olarak bulunur. Bu usul eski medeniyetlerin
incelenmesinde çok yararlıdır. Bilim tarihinde Rutherford’un
radyoaktif maddelerin yaşını hesaplamasıyla, dünyanın yaşının olduğundan daha fazla olduğu ortaya çıkmış ve bu durum
döneminde büyük yankı uyandırmıştır. Fosil yaşlarının tayininde de sürekli başvurulan yöntemler arasındadır.
52
lığın karesiyle ters orantılıdır. Yanı sıra, söz gelimi Çernobil
sonucu radyasyona maruz kalan çay bitkisinden yapılmış çayı
içen bir kimsenin alacağı radyasyon, bir sigaradan alınacak
radyasyon kadardır. Bu durumda, kişilerin radyasyona maruz
kalma eşiğinin son derece yüksek olduğu ve çok kez alınan
radyasyonun etkisinin korkulduğu kadar büyük olmadığı söylenebilmektedir.
Radyasyon ne zaman ciddi zarar verir?
içinde radyoaktivitenin insan sağlığına yararlı etkilerinin
araştırılması olduğu gibi, fizik bilimi de zararlı etkilerinin önlenmesi konusunda kesin fikirlere sahiptir. Dolayısıyla bu bilimsel koşullarda, 5 Atatürk Barajı’ndan sağlanacak enerjinin
1 nükleer santralden kazanmak son derece ekonomik öneme
sahip bir kazanımdır.
Türkiye’de nükleer santral
Özellikle Türkiye gibi gelişmekte olan ve enerjisinin büyük
Konu ile ilgili çarpıcı bir örnek radyoaktivitenin isim annesi kısmını ithal eden ülkelerde sürdürülebilir ve bağımsız enerMarie Curie ve eşi Pierre Curie’dir. Radyasyonun sağlığa olan jiye sahip olmak hayati önem arz etmektedir. Nükleer santzararlı etkilerinin bilinmediği dönemlerde radyoaktivite ça- rallerin sera gazı etkisi sıfır olduğu gibi, elde edilen enerjinin
lışan Curie’ler yıllarca sürekli olarak kaynağında radyasyona de atık olduğu düşünülürse nükleer santral kurmak “sürdürümaruz kalmıştır. Bu şekilde yıllarca korunmasız olarak rad- lebilir kalkınma” yolunda da büyük bir adımdır. Dahası, radyasyona maruz kalmak son deyoaktivitenin diğer kullanım
rece tehlikeli ve kalıcıdır; hatta
alanlarında ihtiyaç duyulan
Madam Curie’nin 1890’lardan
elementlerin sürekli ithal edilkalma notları şu an bile oldukmesi çokça pahalı bir yöntemRADYOAKTİF ELEMENT ETKİSİYLE
ça radyoaktiftir. Kendisinden
dir. Söz gelimi hastaların tedaBİR ANDA ÖLMEK İSTESENİZ BİLE
kalma laboratuvar notları bile
visi için kullanılan kısa dalga
BUNU BAŞARMAK O KADAR KOLAY
kurşun astarlı kutularda muboyuna sahip, yaklaşık 6 saatte
hafaza edilmektedir ve görbozunan radyoaktif elementOLMAYACAKTIR.
mek isteyenlerin koruyucu
ler Almanya’dan 100 g alınıp
giysiler giymesi önerilir. Pierre
Türkiye’ye uçakla gelene kadar
Curie’de radyasyon hastalığı50 g kalacaktır; hem de siz 100
nın temel belirtileri olan hafif kemik ağrıları ve kronik hal- g parası ödemişken… Bu önemli çünkü, hastalıklarımızın tesizlik görülmekteydi. Karşıdan karşıya geçerken at arabasının davisinde kullanılan tüm radyoaktif maddeleri ithal ediyoruz;
altında kalarak ölmeseydi, şüphesiz durum daha da kötüleşe- oysa bir santralimiz olsa kendimiz üretirdik!...
bilirdi. Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta, yılNükleer santrallerden korkmaya gerek var mı?
larca radyoaktif etkiye maruz kalan Pierre Curie’de bile yıllar
sonra kemik ağrıları ortaya çıkmasıdır. Madam Curie’nin de Bu konuda yapılan diğer bir savunma da AB ülkeleri hızla
lösemiden öldüğü bir gerçektir ve radyasyonun kanser riskini nükleer santrallerini kapatırken, neden Türkiye’de bir nükleer
arttırdığı doğrudur. Ancak Madam Curie kadar radyasyona santral kurulması fikrinin olduğudur. AB ülkelerinde (yedi
maruz kalmadan da kanser olma ihtimalinizin olduğu gerçeği ülke hariç) sayısız nükleer santral mevcuttur. Söz konusu nükde vardır. Kaldı ki, radyoaktif element etkisiyle bir anda ölmek leer santraller plajların, kent merkezlerinin ortasında yıllarca
isteseniz bile bunu başarmak o kadar kolay olmayacaktır. Bi- güvenle aktif durumda işletilmişlerdir. Nükleer santrallerin
lim adamlarına göre, bir avuç uranyum yeseniz bile bunun kapatılması iki sebepten kaynaklanmaktadır. Birincisi nükleer
radyoaktif etkisi insanlarda görülmez. Çünkü uranyumun ya- santrallerin belirli bir ömrü olması ve sonra kontrollüce karılanma ömrü binlerce yıl ile ifade edilir. Siz hayattayken biyo- patılması zorunluluğudur; diğeri de bu ülkelerin -en azından
lojik yarı ömründen dolayı vücuttan atılır ki atılıncaya kadar şimdilik- enerji açığının olmamasıdır. Örneğin Fransa’da 50
vücuda zararlı herhangi bir radyasyon tehlikesi oluşturmaz! küsur nükleer santral mevcuttur! Diğer taraftan daha akılcı
Nitekim, doğada radyasyon sürekli vardır ve bilimde sürekli savunmalarda nükleer santrallerin savunmasız ve tehlikeye
kullanılmaktadır. Tıbbi radyoloji birimlerinde çalışan kişiler- açık olduğu yönünde eleştiriler yapılmaktadır. Ancak bu dude bile radyasyon alımı eşik değerlerin altında kalmaktadır. rum, düşman ülkelerin bize karşı nükleer silah kullanma fikTıbbi radyoaktif atıklar da tıpkı nükleer santrallerin yarattığı rinden daha az muhtemeldir. Bununla birlikte modern nükradyoaktif atıklar gibidir ve kolayca zarar vermeyecek şekilde leer santraller son derece korunaklı yapılardır ve radyoaktif
kaynak çoğu kez olası bir kazada dışarı bile çıkamaz. Çıksa
saklanabilirler.
da hemen atmosferde seyrelir… Ayrıca Çernobil’in anayurdu
Nükleer Tıp ve Nükleer Fizik
Kiev’de hayat bitmemiş, altı parmaklı çocuklar doğmamıştır.
Sonuçta, radyoaktivite hayatın gerçeğidir. Radyasyon insanın Radyasyonlu çay olduğu gibi domates de olur, yağmur bulutu
hiçbir duyu organı tarafından hissedilmemesine karşın, gerek bitki seçmez. Çayın önemli olması direkt yaprağından radyasgüneş ışınları gerekse toprak gibi doğal yollardan ya da tedavi yon alması ve bizim yaprağı tüketmemizdir. Tekrar hatırlatave tanı amaçlı olarak hastanelerde sürekli radyasyona maruz yım bir sigara kadar radyasyon!
kalırız. Radyoaktif elementler de doğada kendiliğinden bulunSonuç olarak, ülkemizde bugüne kadar bir nükleer santral
maktadır. Radyoaktivitenin uzun süreli ve sürekli etkilerine
kurulmamış olması büyük bir eksikliktir... Niçin enerjimize
maruz kalmanın insan sağlığına zararlı birçok etkisinin mevenerji katmayalım…
cut olduğu doğrudur, ancak insan sağlığına yararlı etkileri de
oldukça fazladır. Nitekim Sağlık Fiziği biliminin uğraşı alanı Sağlıcakla…
53
KISA KISA...
...KISA KISA
modern cihazlarla hastalarına hizmet
verecek olan muayenehane İzmir’deki
bir açığı kapatacak.
Karşıyaka Belediyesi 2007
İnsan Hakları Ödülü
Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar
İzmir’de modern bir
muayenehane
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Kalp
Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Cahide
Soydaş Çınar, modern cihazlarla donanmış Plevne Bulvarı’ndaki muayenehanesini hizmete sundu.
Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar ile eşi Kadir Çınar ve asistanları Nazan Çeken’in
ev sahipliğini yaptığı açılışa Çınar’ın
meslektaşlarının yanı sıra çok sayıda
İzmirli sima da katıldı. Açılışını Muzaffer İzgü’nün yaptığı, renkli doppler
ekokardiyografi, stres ekokardiyografi,
tansiyon holteri, elektrokardiyografi
holteri gibi tanıdaki değeri yüksek olan
Karşıyaka Belediyesi’nin geleneksel hale
getirdiği ve her yıl insan hakları konusunda önemli çalışmalara imza atan
kişi ya da kurumlara verdiği ödülü 2007
yılı itibariyle, 26 Şubat Salı günü saat
11:00’de Karşıyaka Nikah Sarayı’nda
düzenlenen ödül töreniyle, işkencenin
önlenmesine yönelik uluslararası literatüre giren işkence izlerinin yıllar sonra
da saptanmasını sağlayan kemik sintigrafisi alanında yaptığı çalışmalar ile Prof.
Dr. Veli Lök almaya hak kazandı.
Kalabalık bir izleyici grubunun katıldığı
törende; Prof. Dr. Sait ADA, Dr. Türkcan Baykal ve Prof. Dr. Nurettin Demir,
Prof. Dr. Veli Lök’ün çeşitli yönlerini
sundular.
Seçici Kurul’un gerekçeli kararında;
Veli Lök’ün başkanlığını yaptığı İzmir Tabip Odası Muayene ve Rapor
Komisyonu’ndaki ve Türkiye İnsan
Hakları Vakfı’ndaki faaliyetleri nedeniyle insan haklarını savunucu kimliği
ve ortopedi alanında birçok yönetimin
ilk uygulamalarını gerçekleştiren hekim
kimliğinin birlikte değerlendirildiği ifade edilerek kararın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 5. ve 25. maddelerine dayanarak alındığı belirtildi.
Karşıyaka Belediyesi, bu seneye dek Belediye Meclisi Kültür Komisyonu’nun
belirlediği adaylar arasından ödül sahibini belirlerken bu yıl hem seçiciler hem
Soldan sağa; Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar, Kadir
Cinar, Dr. Ögul Orhan, Meral Orhan
Soldan sağa; Uzman Dr. Gülsim Dolgun Genç,
Ressam Seba Uğurtan, Prof. Dr. Cahide Soydaş Çınar
54
Karşıyaka Bel. Bşk. Cevat Durak ve Prof. Dr. Veli Lök
seçim prosedürünü değiştirdi. Bu yıl
ödül alacak kişi, kurum veya kuruluşu
belirlemek için bir araya gelen yeni seçici kurul Ankara Üniversitesi Adli Tıp
Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Hamit
Hancı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Ceza ve Usul Hukuku Anabilim Dalı’ndan Doç. Dr. Mustafa Ruhan
Erdem, Emekli Hakim-Avukat Veysel
Gültaş, Karşıyaka Belediye Meclisi Eğitim Komisyonu Başkanı Asuman Yalçın, Karşıyaka Belediye Meclisi Kültür
ve Turizm Komisyonu Başkanı Hüseyin
Akbaş ve Karşıyaka Belediyesi Kültür
Müdürü Şebnem Güncü gibi belediye
meclis üyeleri, akademisyenler ve hukukçulardan oluştu. Ayrıca bu yıla dek
sadece kültür komisyonunun belirlediği adaylar elemeye alınırken bu sene ilk
kez dışarıdan kişi kurum ve kuruluşlar
da ödüle aday gösterilebildi. Bu adaylar
da yeni seçici kurul tarafından değerlendirmeye tabi tutuldu. Değerlendirme
sonucu değer görülen isim Prof. Dr. Veli
Lök oldu.
Expo Tarihinin En
Kalabalık Sempozyumu
14–15 Şubat 2008 tarihlerinde İzmir’de
EXPO sempozyumu yapıldı. İzmir’in,
EXPO 2015 adaylığı
ile ilgili en önemli sınavlardan biri
olan 2. Uluslararası
Sempozyum; Sağlık
Bakanı Recep Akdağ, İzmir Valisi Cahit Kıraç, Büyükşehir Belediye Başkanı
Aziz Kocaoğlu, Almanya eski Başbakanı
Gerard Schröder, milletvekilleri, meslek
odalarının başkan ve temsilcilerinin
yanı sıra 107 ülkeden 222 yabancı konuğun katılımı ile Fuar Kültürpark 1A
Holü’nde başarıyla gerçekleştirildi.
Uluslararası Sergiler Bürosu (BIE) delegelerinin katılımı ile düzenlenen ve ana
teması” Herkes İçin Sağlık” olan sempozyumda konuşan Almanya eski Başbakanı Gerhard Schröder, günümüzün
bölünmüş dünyasında birlik ve beraberlik mesajına her zamankinden daha
fazla ihtiyaç duyulduğunu belirterek,
İzmir’in adaylığının önemini vurguladı.
Schröder, Türkiye’nin modern yüzünün
EXPO ile dünyaya gösterileceğini söyleyerek, delegelerden 31 Mart günü gerçekleştirilecek olan oylamada oylarını
İzmir’den yana kullanmalarını istedi.
Türk Perinatoloji Derneği ve Spina Bifida Derneği, sempozyumda stand açarak
Expo’nun İzmir ve Türkiye’ye kazandırılması çalışmalarına desteklerini gösterdiler.
“Gebelik Seminerleri”
başlıyor.
İrenbe Kadın Hastalıkları ve Doğum
Dal Merkezi ile Clinic A Plus, ortak bir
çalışma yaparak Gebelik Seminerleri
düzenliyorlar. seminerler, Mart ayından itibaren her ay düzenli ve ücretsiz
olarak gerçekleştirilecek. Clinic A Plus
Güzellik Merkezi’nde gerçekleştirilecek
seminerler; “Gebelik ve Beslenme, Anne
Sütü ve Bebek Gelişimi, “Emzikli Dönemde Beslenme”, Aylara Göre Bebek
Beslenmesi” başlıkları altında yapılacak.
Diyetisyen Burçin Çelikezer tarafından
verilecek olan ilk seminer, 13 Mart saat
12.00 - 13.30 arasında düzenlenecek.
Seminer katılımı için Clinic A Plus (Tel:
464 61 71) ya da İrenbe Kadın Hastalıkları ve Doğum Dal Merkezi’ni (Tel: 464
58 88) arayıp randevu alabilirsiniz.
Anne ve bebeklere
ücretsiz hizmet:
Bebeğim Sağ Olsun!
Sağlık Bakanlığı, Türkiye’deki tüm sağlık ocakları, aile sağlığı merkezleri ve
aile planlaması (AÇSAP) merkezlerinde, “Bebeğim Sağ Olsun” adını taşıyan
kampanya ile gebelik dönemi ve doğum
sonrasında annelerin ve bebeklerinin
sağlık kontrollerini ücretsiz yapıyor.
Kampanya, Sağlık Bakanlığı’nın Avrupa
Birliği mali desteği ile yürüttüğü “Türkiye Üreme Sağlığı Programı” kapsamında
hayata geçiyor Amaç, bu hizmetlerden
yararlanamayan tüm anne adaylarını
bilgilendirerek, düzenli kontrollerle
önlenebilir anne ve bebek ölümlerinin
önüne geçebilmek.
Sağlıklı gebelik, sağlıklı doğum ve
sonrasının koşullarının anlatıldığı bu
kampanyanın öncelikli hedef kitlesi;
özellikle kırsal bölgelerde yaşayan, eğitim edinimi ve sosyo-ekonomik düzeyi
alt grupta yer alan 15-49 yaş arasındaki
kadınlar. Her yeni doğan 1000 bebekten 17’sinin hayatını kaybettiği, % 61.6
oranında önlem alınabilecek nedenlere
bağlı anne ölümlerinin olduğu ülkemizde, “Bebeğim Sağ Olsun” kampanyası
büyük önem taşıyor. (Ayrıntılı bilgi için:
www.bebegimsagolsun.org)
55
KİTAP...
Geçmişin Hipnoz’unu Bozmak
Hazırlayan; Dr. Bülent Uran
Ütopya Grafik, 2006
1.Baskı, 241 Sayfa
Gerçek iyileşmeye açılan bir kapı
Hekim Olmak
Sorgulayan-Derleyen; Prof. Dr. Şefik
Görkey
Yanıtlayan; Prof. Dr. Türkan Saylan
İskele Yayıncılık, 2007
1.Baskı, 152 Sayfa
15’inde Başlayan ve bir ömür boyu süren
tıbbiye aşkı,
Türkan Hoca ile yıllar sonra gerçekleştirdiğimiz ve beni çok onurlandıran bu
söyleşi kitabı, onun ‘hekimlik’ ve ‘hekim olmak’ konusundaki görüşlerinden
oluştuğu için, Türkan Hoca’ nın tutumu
ve anılarımdan söz etmeliyim.
Türkan Hoca her eve istisnasız sımsıcak
‘merhaba’ diyerek girerdi. Lepralı Hastaların evinde daha çok kalınır, sosyal
gereksinimleri için de çözümler aranırdı. Hoca muayene sırasında hastalara
dokunmaktan hiç çekinmezdi, hatta
çaylarımız tek göz oda evin dışında, köy
halkının da şahit olacağı şekilde birlikte
içmememize özen gösterirdi.
Öğrencilerimle bire bir yaptığım konuşmalarda pek çok sorunlarına şahit
oldum. Bu nedenle fakültemizde danışmanlık uygulamasını yaşama geçirmeyi
önemsedim. Ve danışmanlık uygulaması 2006- 2007 eğitim öğretim yılında,
planlı ve programlı olarak fakültemizde
yaşama geçirildi. Bu süreçte Türkan
Hoca’ nın deneyimlerini dinlemek istedik. Böylece Türkan Hoca’ nın fakültemizi ziyaretleri sırasında bu kitabı oluşturma fikri ortaya çıktı. Türkan Hoca
ile yapmış olduğumuz söyleşiyi keyifle
okumanızı dileriz.
Tıp dünyası bu kadar olanak içinde kronik hastalıkların kökünü kazıyacak bir
şeyler neden üretemiyor?
Çünkü günümüz tıp dünyası insan
vücudunu bir makine olarak görüyor.
Zihin kavramını dışlıyor yani düşünce,
inanç ve duyguları hastalıkların oluş
mekanizmaları içinde kabul etmiyor.
Bu kitap zihin kavramını hastalıkların
oluş nedenleri arasında ilk sıraya aldığımız ve iyileştirmeye bu açıdan yaklaştığımız takdirde iyileşemez denilen
birçok hastalığın ya da sorunun iyileşebileceğini ileri sürüyor. Bu amaçla da
hipnozun nasıl hastalıklara neden olduğunu ve yine hipnoz yoluyla bu hastalıklardan nasıl kurtulacağımızı anlatmaya
çalışıyor.
Geçmişin hipnozunu bozarak bu hastalıklardan kurtulmak mümkündür.
Analitik hipnoterapi, geçmişin zihinde
hastalık yaratan olaylarını araştırır, ortaya çıkarır, işe yaramayan programlarını ortadan kaldırır, yerine yenisini yerleştirir. Bu araştırmalar kanser gibi ağır
hastalıkları ilk başlatan olayların bazen
anne karnında bazen doğum anında
oluştuğunu ortaya çıkarmıştır.
Kitapta hipnozun ne olduğu geçmişin
hipnozunun nasıl ortadan kaldırıldığı
iyileşmenin nasıl gerçekleştiği örneklerle anlatılmıştır. Ayrıca günümüzde hipnozun kötü kullanılarak nasıl toplumsal
hastalıkları körüklediğini de okuyacaksınız.
Doktorun Biri
Fıkralar / Anılar
Hazırlayan; Ümit Evran
Karikatürler; Dr. Rıfat Mutlu
Haziran 2005, 157 Sayfa
Doktorun biri avcılığa merak sarar. Avcılık için gerekli tüfek, fişekler, özel giysiler, torba... vs. satın alır. Bir av köpeği
tedarik eder. Artık her şey tamamdır.
Derken ava çıkmaya başlar, fakat her
seferinde eve eli boş döner. Bu durumu
bilen dostları ona bunun böyle olmayacağını ve kendisinin öncelikle bir avcılar
kulübüne üye olması gerektiğini anlatırlar. O da bu öneriyi benimser ve bir avcılar kulübüne üye olur. Birkaç gün sonra
kulüpten bir davet alır ve kalabalık bir
avcı gurubuyla beraber ava giderler. Akşam döndüklerinde doktorun yüzünde
güller açmaktadır. Eşi heyecanla sorar:
- Av nasıl geçti?
Doktor gururla:
- Harika!
- Neler avladın bakalım?
- Önce bir serçe, sonra bir tavşan... iki
ülserli, iki gastritli bir de kronik romatizmalı hasta...
“Doktorun Biri” okurlarını, günümüzün stres dolu yaşamından bir an olsun
uzaklaştırıp, onların yüzlerinde bir tebessüme dönüşebilirse amacına ulaşmış
olacaktır.
Prof Dr Şefik Görkey
56
57
BULMACA...
Soldan sağa
1
Hazırlayan - Özlem Kekeç
Diş Hekimi
[email protected]
2
3
1- Bulmacada fotoğrafı görülen, 1993 yı- 1
lında “Su” isimli ilk albümünün ardından
2
geleneksel Klasik Batı Müziğine farklı
yaklaşımlar taşıyan çalışmalarıyla müzikseverlerin dikkatini çeken, Türk vatandaş- 3
lığına geçerek Ankara Üniversitesi Devlet
4
Konservatuarı’ nda Kurucu Öğretim
Üyeliği görevini de üstlenen Kazak asıllı
5
kompozitör ve piyanist. 2- Uçurum - İs6
lam inancına göre Cennet ile Cehennem
arasında bir yer - Parlak, kırmızı renkte
7
değerli bir taş - İskambil kağıtlarında birli.
3- Tanınmış bir ticari markamızı simge- 8
leyen harfler - Gümüşün simgesi - Klasik
sanat tekniklerini öğrenmesinin yanı sıra
9
insan formunu her açıdan tasvir edebilmek için kadavralar üzerinde çalışan, Rö- 10
nesans sanatına olağanüstü eserler veren
11
İtalyan ressam, heykeltıraş, mimar ve
şair. 4- Antimikrobik ve iltihap giderici 12
özelliği bulunan, gamalinolenik asit bakımından doğal olarak çok zengin olan 13
tanelerinden aromatik yağ üretilen bir
bitki - 1894 yılında başladığı yayın haya- 14
tını 1928 yılına dek sürdüren, Türkiye’de
rotatif baskı tekniği ile basılan ilk gazete. 15
5- Bir tür kement - İçinden su akıtmak
için toprağı kazarak yapılan açık oluk - Bir soru sözü. 6- Bir çeşit zamklı, mat sulu boya - İncelik, nezaket - Rütbe veya kıdemce
küçük olan asker. 7- Bazı görevleri yürütebilmek amacıyla kurulan, sürekli veya geçici olarak konaklanılan yer - Çağan Irmak’ın
yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı son filmi - Ekleme, ilave
etme. 8- Rusya Federasyonu’nda yaşayan Doğu Slav halkı veya
bu halkın soyundan olan kimse - Etken, faktör - Başkan kelimesinin kısa yazılışı - Vilayet. 9- Acıklı, acınacak halde olan - En
fazla, maksimum - Bir kimse veya nesnenin başka bir kişi veya
şey üzerindeki gücü. 10- Çayda bulunan etkili madde - Kuzu
sesi - Beyaz. 11- Karşıt, zıt - Tende bulunan, koyu renkli leke
veya kabartı. 12- Tekrarlandığında bir çeşit yük taşımacılığının ismini oluşturan Yunan alfabesine ait harf - Sebep, elverişli
durum - Notada duraklama zamanı. 13- Bir günün veya olayın arkasından gelen zaman - Bilgin - Uzaklık belirten bir söz.
14- Verme, ödeme - Yaşamının son yıllarını Bakırköy Ruh ve
Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde geçirerek 39 yaşında trajik bir
şekilde hayata veda eden, sahneye çıkan ilk Türk ve Müslüman
kadın olarak sanat tarihimize ismini yazdıran tiyatro oyuncusu. 15- Güney Amerika’da yer alan bir ülke - Yönetmenliğini ve
senaristliğini Özer Kızıltan’ın yaptığı, 2006 yılı Altın Portakal
ödüllerinde başrol oyuncusu Erkan Can’a En İyi Erkek Oyuncu
ödülünü getiren film.
Yukarıdan aşağıya
1- Sezen Aksu’nun seslendirdiği Ünzile, Firuze, Sen Ağlama ve
Sitem gibi klasikleşmiş şarkıların yanı sıra dillere marş olmuş
58
4
5
6
7
8
9 10 11 12 13 14 15
daha pek çok eserde imzası olan, geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz
tiyatro oyuncusu ve söz yazarı - Başkan, lider. 2- Ölen insanın
vücudu, ceset - Tutulan yol, yöntem, tarz - Çökelti. 3- Yaşça daha
küçük anlamına gelen yabancı kaynaklı bir kısaltma - Bir göz
rengi - Kentlerde, belirli bir merkezden yönetilen, güvenliği sağlanmış toplu yerleşim merkezi - Doğu Anadolu ile Azerbaycan’da
çalınan bir çalgı türü. 4- Maun - Bir bayan ismi. 5- Nijerya’nın en
büyük şehri ve eski başkenti - Müzikte bir nota - Bir bağlaç - Çok
kısa zaman parçası. 6- İridyum elementinin simgesi - İri yapılı genç - Peyami …… Birinci basımını Nazım Hikmet’e adadığı
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nun yanı sıra pek çok hikaye ve romanın da sahibi olan yazar. 7- Halk hizmeti gören devlet organlarının tümü - Birbirine tamamen benzeyen - Genel geçerlik ve
kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve düzenli bilgi. 8- Gösteriş,
çalım - Beyaz - Dolambaçlı, eğri büğrü anlamında eski bir söz.
9- Bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında duyulan kaygı,
üzüntü - Yumurta, soğan, yeşil biber ve domatesle yapılan bir tür
yemek. 10- Güreşte kolun karşı tarafa kaptırılmasıyla meydana
gelen oyun - İçten, gönülden. 11- Güneydoğu Asya’da yer alan,
17.508 adadan oluşarak dünyanın en büyük takımada devleti olan
Endonezya’nın en bilinen adalarından biri - Dama, domino gibi
oyunlarda kullanılan parçalardan her biri - Bir hayvan. 12- İlgi,
gönül bağı - Makine Kimya Endüstrisinin kısa yazılışı - Lantanın
simgesi. 13- Neodim elementinin simgesi - Bir haber ajansımızı
simgeleyen harfler - İlave. 14- Haber toplama ve yayma işiyle uğraşan kuruluş - Bir yerde oturma. 15- Duman bulaşığı - Çeyrek
kuruş, on para değerinde eski bir para - Eskiden evlere, çeşmeden
su taşımayı iş edinmiş olan kimse.
59
www.pixelstudio.com.tr
Minik konuklarımıza özel!
İzmir’de ilk ve tek. Hem de ücretsiz!
Bebeğinizin kilosunu ‘’o an’’ öğrenmek istiyorsanız, özel bebek tartımız hizmetinde...
60
Murat GÜNER E & Dermokozmetik
1386 Sk. N.13/A (Gül Sokak) Alsancak.İZMİR
T: 0232. 421 9130 F: 0232. 463 3053
[email protected]
www.muratguner.com
www.kozmetik.cc

Benzer belgeler