Fermanlı Deli Hazretleri

Transkript

Fermanlı Deli Hazretleri
cy
pe
a
İÇİNDEKİLER
Haberler
6-7
8-9
Galilei
• Söyleşi: Kerim Afşar
Vanya Dayı *Söyleşi: Leonid
Heifets
10
Venedik Taciri • Söyleşi:Tunç
12
Fermanlı Deli Hazretleri
13
Yalman
• Söyleşi Engin Uludağ
Düdüklüde Kıymalı Bamya
•Söyleşi: Can Gürzap
14-15 Hizmetçiler - Söyleşi: Reha Erdem
16
Bize bina lazım, efendiler!..
• Ali Taygun
17
Ne bitmez bir sorun, şu salonsuzluk
18
Tiyatroya zarar veren adam
"Muhsin Ertuğrul"
• Hadi Çaman
• Zihni Küçümen
19
Baruthane çözüm olacak
m i ? • Söyleşi: Zeliha Berksoy
20-21 Gökkuşağı Oyuncuları
•Söyleşi: Cezmi Baskın
23
Vefasız sevgili uğruna 35 yıl
• Söyleşi: Tevfik Gelenbe
Tiyatrom *Berlin'de yaşamını sür­
düren Türk Tiyatrosu
24-25 Avrupa'nın en iyileri
•Yılmaz Onay
26
30. Yıla merhaba
Sayfa adedimiz ayın oyun tanıtma yoğunluğuna göre, 32 veya
48 olacak. Ekim ayında özel tiyatrolar henüz perdelerini
açamadıklarından, bu sayı için 32 sayfa yeterli oldu..
Dergimiz geçen yıldaki ilkelerini koruyarak yaşamını
sürdürecek. Her sayıda; ayın 15'ine kadar çıkmış-çıkacak
oyunları, tiyatro ayırımı yapmadan, tanıtmak; çocuk
tiyatrolarına ve amatör tiyatrolara yer ayırmak; İstanbul,
Ankara, İzmir'deki tiyatrolarda' dağıtılmak; gibi...
Dergiyi düzenli izlemek isteyen okurlarımızın ve
Anadolu'dan gelen dergi isteklerinin karşılanabilmesi için,
ücretli abone kabulüne karar verdik. Dergimize yıllık abone
olacaklara, dergimiz her ay sürekli, posta ile ulaşmış olacak.
Bu sayıda Özel Tiyatroların oyunlarından söz edememenin
üzüntüsünü duyuyoruz. Perdelerini erken açamamalarının,
sonu gelmeyen bütçe sorunlarından kaynaklandığını
biliyoruz. Özel tiyatroların çoğu perdelerini, Kasım, belki de
Aralık ayında açabilecekler; belki bazıları da hiç
açamayacak. Bunun başlıca nedeni Özel Tiyatrolara
yapılacak Devlet Yardımı'nın, ilgili yönetmelikte 30 Eylül'e
kadar toplanılması emredici hükmünün bulunmasına rağmen,
hâlâ Değerlendirme Kurulu'nun toplanmamış olması.
Ayrıca, bu yıl yapılan yardım, ülkedeki enflasyona göre daha
fazla olması gerekirken, geçen yıla göre %50 daha az.
Böylece tiyatrolar, geç ve az yardım alarak, iki kez
cezalandırılmış oluyorlar.
pe
• Kent Oyuncuları
Y
eni bir tiyatro mevsimi açılırken dergimiz de
yayıma yeni bir görünümle başlıyor; artık dergimiz
dört renkli ve kuşe kağıda basılı olarak elinize
ulaşacak.
cy
22
MERAHABA
a
4-5
28
Çizgi Tiyatrosu
30
• Antalya'dan Çocuk Tiyatrosu
Kitaplar • Haz.: Nalân Özübek
KAPAK FOTOĞRAFI:
Kerim Afşar • Galilei, AST, (1984)
Tiyatro... Tiyatro...
AYLIK HABER TANITIM DERGİSİ
SAYI : 9 / EKİM 1991 / 200 TL.
Seçim heyecanının arkasından sürüklenen bürokrat "erkân"ın,
Özel Tiyatroların bu yaşamsal sorununa, bir an önce
eğilmelerini diliyoruz.
Yeni mevsimde hepinize bol seyirli günler...
Sevgilerle...
T. Yılmaz Ö ğ ü t
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni:
Tem Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. adına T. Yılmaz Öğüt
Yayın Koordinatörü: Nalân Özübek Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Mustafa Demirkanlı Danışma Kurulu: Orhan Alkaya, Rutkay Aziz, Genco
Erkal, Fikret İlkiz, Ali Taygun, Işık Yenersu Teknik Yönetmen: Sinan Şanlıer Basın ve Halkla İlişkiler: Enis Bakışkan
Katkıda Bulunanlar: Faruk Boyacıoğlu, Hadi Çaman, Güzin Çorağan, Zihni Küçümen, Pınar Şenel, Rengin Uz, Ö.Levent Ülgen, Zeynep Üskül
Ankara Temsilcisi: Koray Ergun İzmir Temsilcisi: Ali Rıza Özbilgiç Samsun Temsilcisi: Kaya Odabaşı Almanya Temsilcisi: Levent Beceren
Ankara Bürosu: Ihlamur Sok. No:7 Yenişehir Tel: (9-4) 125 02 56 İzmir Bürosu: 155. Sok5/A Hatay Tel: (9-51)4301 34
Samsun Bürosu: İstiklal Cad. 64/5 Tel: (9-36) 12 25 12 Berlin Bürosu: Rotunde-AlteJakop-strasse 12-lOOOBerlin 61 Tel: (9-9)49.30.6152020
Ofset Hazırlık: Tem Yapım Tel: 149 87 37 Baskı: Mü-Ka Ofset: 511 25 99
Tem Yapım Yayıncılık Ltd. Şti. Oba Sok. 9/1 Cihangir/İstanbul Tel: 149 87 37- 38 Fax: 149 02 18
Abone Bedeli: Yıllık 40.000 TL. Yurtdışı: 25 DM Banka Hes. No: T.İş Bankası-Cihangir Şb. 187117
Y E N İ M E V S İ M D E TİYATROLAR
İSTANBUL
ÖZEL TİYATROLAR
Enis Fosforoğlu Tiyatrosu, "Kanlı Nigar-91"
cy
a
İstanbul'daki, Özel Tiyatrolar,
biri dışında, Ekim ayında yeni bir
oyunla mevsimi açamıyor.
Tiyatrolarını açan Ortaoyuncular
(Ferhan Şensoy), Enis Fosforoğlu
ve Levent Kırca Tiyatroları geçen
seneki oyunları ile perdelerini aça­
caklar.
Enis Fosforoğlu Tiyatrosu bu
yıl, Kadıköy'deki salonları onarım­
da olduğu için Koca Mustafapaşa'da
Çevre Tiyatrosu'nda Kanlı Nigar'la
yeni mevsime, 4 Ekim tarihinde gi­
recek. Enis Fosforoğlu Tiyatrosu,
iki aya yakın bir süre sürdürülmesi
düşünülen bu oyundan sonra, uygun
salon bulunabilirse yeni bir oyun
sahneleyecek.
Bu mevsime yeni bir oyunla baş­
layacak tek tiyatro olan Tevfik Gelenbe Tiyatrosu Kadıköy'deki
kendi salonunda, 11 Ekim'de perdele­
rini Neden Olmasın adlı güldürü ile
açacak.
ÖDENEKLİ TİYATROLAR
Gülriz Sururi'nin kendi yazdı­
ğı Tiyatrocu adlı oyunu Işıl Kasapoğlu yönetiyor. Oyunun mü­
ziğini Arif Erkin besteledi, şarkı
sözleri Macit Koper'in. Koreografi Türkuaz Modern Dans Gru­
bunun koreograflarından Dilek
Evgin'e ait. Dekor: Duygu Sağıroğlu, kostüm: Naz Erayda imza­
sını taşıyor.' Oyunun afişini
Mengü Ertel hazırladı.
Karaca Tiyatrosu'nda 1 Kasım'da başlayacak olan oyunun
on sekiz kişilik kadrosunda:
Yaman Okay, Zuhal Gencer,
İsmet Üstekin, Levent Yılmaz,
Duygu Ankara, Merih Akalın
pe
İstanbul Belediyesi Şehir Ti­
yatroları: (Başlama tarihi 1 Ekim)
Bu mevsime, Ekim ayında başlaya­
cakları 6 yeni oyunla giriyor Şehir
Tiyatroları. Bir de geçen Mayıs
ayındaki 3. Uluslararası Tiyatro
Festivali'nde ilk kez sahneledikleri
Gogol'un Müfettiş adlı oyunu var.
Yeni
oyunlar
Musahipzade
Celâlin Fermanlı Deli Hazretleri,
Çehov'dan Vanya Dayı, J.N. Ferwick'in Ödüller Kimin, Gülsün
Siren'in Aile Şerefi, Yıldırım Keskin'in Çiçek Sepetli Kız ve J. Miller'in Şampiyonlar adlı oyunları
Ekim'de sahnelenmeye başlayacak.
Devlet Tiyatroları: (Başlama
tarihi 1 Ekim) Devlet Tiyatrosu
Mehmet Baydur'un
Düdüklüde
Kıymalı Bamya, Jean Genet'in Hiz­
metçiler, Shakespeare'in Fırtına,
Nezihe Araz'ın Afife Jale, Haldun
Taner'in Sersem Kocanın Kurnaz
Karısı adlı yeni 5 oyunla mevsimi
açıyor.
Geçen yıldan kalmış olan Yaşar
Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Danto'nun
Ölümü, Salıncakta İki Kişi, Hap­
şırık, Dün Gece Yolda Giderken,
oyunları devam edecek.
GÜLRİZ SURURİ
TEKRAR SAHNEDE
gibi isimlerin yanı sıra, Nuran
Oktar ve Can Dirim yıllar sonra Ti­
yatrocu ile tekrar sahneye dönü­
yorlar. Dilaver Uyanık ve Nejat
Öğünç dışında, Gökhan İçöz, Bekir
Aksoy, Güven Kıraç, Filiz Coşkuner, Buket Dereoğlu, Haluk Toksöz, Naci Taşdöğen kadroyu ta­
mamlıyorlar.
Tiyatrocu, adından da anlaşıla­
cağı gibi, tiyatro çevresinde geçen
bir oyun. Tiyatrocu bir kadının
yaşamından bir kesit. Oyunda yaza­
rın eşi, kızı ve genç bir yönetmenle
gelişen ilişkiler var; madalyonun
öteki yüzünde ise acılarıyla, sevinçleriyle, güldürüleriyle, sürprizleriy­
le dopdolu bir tiyatrocu yaşamı bu­
lunuyor.
Gülriz Sururi
İşıl Kasapoğlu
4
İZMİR
ÖZEL TİYATROLAR
İzmir Sanat Tiyatrosu, 91/92
mevsimine geçen yıldan kalan
Haluk Işık'ın yazdığı Yarın Çok
Geç Olacak isimli oyunla giriyor.
Ali Rıza Özbilgiç'in yönettiği oyun
Kasım ayından başlayarak İsmet
İnönü Sanat Merkezi'nde gösterime
girecek.
Tekel Tiyatrosu; İzmir'de çalış­
malarını sürdüren bir başka topluluk
da İzmir Sigara İşletmesi Müdürlü­
ğü Tekel Tiyatrosu. 90/91 sezonun­
da Orhan Asena'nın Korku isimli
oyununu oynayan topluluk, yeni se­
zona Jean Pierre Aumant'un Çin
İmparatoru isimli komedisiyle gi­
recek.
pe
cy
İzmir Sanat Tiyatrosu Gençlik
Sahnesi de sezona Hilmi Bulunmaz'ın yazdığı Savaş Bitti mi?
adlı oyunla giriyor. Gençlik Sahnesi'nin ikinci tur oyunu da Peter
Weiss'in yazdığı Kule adlı oyun
olacak.
Amatör Tiyatrolar, 91/92 mev­
simine girilirken İzmir'deki Amatör
toplulukların çalışmaları da şöyle;
Konak Belediyesi Deneme
Sahnesi geçen sezon oynadıkları
"Pırtlatan Bal" ve "Sınırda - Duvar"
isimli oyunlarına yeni bir Çocuk
oyunu eklemiş. Oyun Ahmet
Önel'in yazdığı, kollektif çalışma
sonucunda üretilen Alacalı Şemsi­
ye. Bu oyunlar, 12 Ekim 1991'den
başlayarak her Cumartesi/Pazar sah­
nelenecek. Ayrıca Konak Belediye­
si Deneme Sahnesi 91/92 sezonu
içerisinde Müjdat Gezen'in Palya­
ço, Oktay Arayıcı'nın Rumuz Goncagül ve Erhan Gökgücü'nün Giordino Bruno isimli oyunlarını da
Kasım ayından başlayarak sahnele­
meyi hedeflemekte.
İSEM-Gençlik Sahnesi, "Savaş Bitti mi?"
a
91/92 mevsiminde ikinci oyun
Melih Cevdet Anday'ın yazıp Meh­
met Büyükağaoğlu'nun yönettiği
İçerdekiler. 1 Aralık'tan başlayarak
Ege turnesiyle seyirci karşısına çı­
kacak olan oyun, turneden sonra
İzmir Sanat Tiyatrosu'nun kendi sa­
lonunda gösterimine devam edecek.
İzmir PTT Tiyatrosu, Geçen
sezonda Behlül Dal'ın yazıp Sön­
mez Atasoy'un tiyatroya uyarladığı
Milli Mücadelede Türk Telgrafçı­
ları, Ali Haydar Erçığ'ın yazıp yö­
nettiği Aman Karım Duymasın ve
Sabahattin Kudret Aksalınm yazdığı
Kahvede Şenlik Var isimli oyunla­
rı sahneleyen İzmir PTT Tiyatrosu,
yeni sezona Ahmet Nuri Sekizinci'nin Sekizinci isimli oyunuyla gi­
riyor. Topluluk Ekim ayı içerisinde
perde açacak.
Devlet Tiyatrosu
İzmir Devlet Tiyatrosu 91/92 ti­
yatro mevsimine bu yıl Tunç Yalman'ın Venedik Taciri'ni 11
Ekim'de, Karşıyaka Sahnesi'nde
gösterime sunuyor. İzmir Devlet Ti­
yatrosu perdesini daha önce 1 Ekim
de Konak Sahnesi'nde Emmanuelle
Robles'in Bir Ümit İçin isimli
oyunuyla açtı. •
Ali Rıza Özbilgiç
ANKARA
Özel Tiyatrolar
Ankara'da Özel Tiyatrolardan
Ekim'de sahne açacak olan tiyatro
bulunmuyor. Yalnız 23 Eylül'de
AST Salonunda, yeni kurulmuş
olan Gökkuşağı Oyuncuları, Par­
timizin Adayı adlı oyunla mevsi­
me
başladı. Oyun Ekim'de de
devam edecek.
Cihat Tamer - Ercan Yazgan
Tiyatrosu,
İzmir'de başladıkları
"Burası T.Ö.rkiye" adlı oyunlarına,
25 Ekim'de, Ankara'da bir ay sü­
reyle Batı Sineması'nda devam ede­
cekler.
Ankara'da Yeni Tiyatro adı
ile yeni bir topluluk, Kâzım
Akşar'ın yönettiği Örümcek Kadı­
nın Öpücüğü adlı oyunla, sahne
bulabilirse, Ekim'de perdelerini
açacak.
Devlet Tiyatroları
Brecht'in Galilei'nin Yaşamı,
Shakespeare'nin
Beğendiğiniz
Gibi, T.Williams'ın Düşler Yolu,
Refik Erduran'ın Tamirci, A.R.
Gurey'in Aşk Mektupları, Sevim
Burak'ın Sahibinin Sesi, Yıldıray
Şentürk'ün Kâzım ile Havva adlı 7
yeni oyunla yeni mevsime giriyor.
Geçen yıldan kalan Kafesten
Bir
Kuş Uçtu, Sevinç
ve
Sevgi, Fil Adam, Kendi Gökyüzümüz, Tersine Dönen Şemsiye,
Sular Aydınlanıyordu adlı oyun­
ları dönüşümlü olarak gösterime
İzmir Sanat Tiyatrosu, İçerdekiler" devam edecek.
"Galilei
benim son
sevgilimdir"
"Ben Galilei'yi bir Akdeniz'li
olarak görüyorum. AST'da
yaptığımız öyleydi. Bu yeni
yaptığımız biraz Alman kaldı"
A
cy
ya başladı.
Bu oyunda Galilei'yi oynayan ünlü tiyatro
sanatçımız Kerim Afşar, 7 yıl önce, AST sahne­
sinde de bu rolü başarı ile canlandırmıştı.
Aşağıda, Kerim Afşar, iki ayrı tiyatroda oy­
nadığı iki aynı rolü ve iki yorumu karşılaştırı­
yor, anılarını anlatıyor...
pe
Galilei oyunu hakkında genel düşünceleri­
niz?
Alman Kültür'deki bir toplantıya yönetmeni­
Kerim Afşar
Devlet Ti­
yatrosu'nda
ki Galilei'de
1983-84 sezonu AST'ta oynadığınız Galilei
ile D.T'nun Galilei'si arasında ne gibi farklı­
lıklar oldu?
AST böyle bir oyunu sahnelemekle büyük
bir yükümlülük ve külfet altına girdi bir kere.
Biliyorsun, oyunun seyircisi olduğu halde
oyunu kaldırmak zorunda kaldık. Çünkü sahne
üzerinde 46 kişi idik. Ve tiyatronun bütçesi bu
yükü kaldıramadı, ödeyemedi. Öbür taraftan
D.T'nın tabii maddi açıdan büyük olanakları
var. Ama bence tiyatro sadece maddi olanak
değildir. Tiyatronun olanağı Tiyatrodur zaten.
Bu, özel tiyatroda da mümkündür, ödenekli ti­
yatroda da... Esas bu olanak olmayınca, maddi
olanak hiçbir şeye yaramaz. Ayrıca şu var ki,
yorum olarak ben öteden beri Galilei'yi evvela
bir Akdenizli olarak gördüm, görüyorum. Bu
a
Ö.Levent
ÜLGEN
nkara Devlet .Tiyatrosunda geçen
mevsimin sonunda, Mayıs ayında,
dört
kez sahnelenen Brecht'in
Glalilei adlı oyunu, 1 Ekim'de
Büyük Tiyatro'da tekrar oynanma­
miz Uwe Haus ile birlikte ben de gitmiştim.
Türkiye'de yaşayan bir Alman, niçin Galilei'yi
seçtiğimizi sordu. Galilei'nin Brecht'in epik
oyunlarından olmadığını, daha ziyade klasik
formlarda yazıldığını söyledi. Yönetmen bu so­
ruya benim yanıt vermemi istedi: "Bence
büyük isabet var. Siz, Batılılar, Galilei oyunun­
da değinilen sorunların birçoğunu halletmişsi­
niz. Ama biz hâlâ halledemedik. Siz artık kili­
selerinizde Latince dua etmiyorsunuz, ama biz
camilerimizde hâlâ Arapça dua ediyoruz.
Bunun yanı sıra, dini inançları olmayan, ya da
farklı olan insanları yakmıyorlar ama yakmak­
tan beter ediyorlar. Buna benzer bir sürü halle­
dilmemiş sorunlarımız var bizim. Hâlâ üniver­
sitelerimizin durumu, bilim adamları
araştırmacıların durumu, Galilei'nin o dönemde
şikayetçi olduğu durumun aynı. Böylece bu
oyun, seyirciyi kanımca düşünmeye iten bir
oyun. O yüzden bu oyunun seçimi isabetli bir
karardır." dedim.
Akdenizli ne demek? Şu demek; okuduğum ka­
darıyla da Brecht hiçbir Galilei'sini (yani Galilei'yi oynayan oyuncularını) beğenmemiş. Ne
Amerika'da Charles Laughten'ı, ne de kendi
damadını beğenmiş. Ve Brecht'in tarifi şöyle;
ellerini, kollarını sallayarak hareket eder, konu­
şur. Yani bence Akdenizli'yi tarif ediyor. Bu iki
oyuncunun biri İngiliz, biri Alman yani bunlar
donuk. Nitekim, Brecht'in damadından ben de
gördüm oyunu, donuk buldum; bizim AST'da
yaptığımız sımsıcacık Akdenizliydi. Bu yeni
yaptığımız galiba biraz Alman kaldı. Tabii reji­
sörün yorumu ile. Bu rejisör çok ustalıklı bir
kesinti yaptı. (Belki biraz da fazla yaptı.) Mese­
la hikâyeyi 17 aktöre indirdi. Bu çok enteresan
bir yaklaşım oldu ve oyunun içeriği aksamıyor.
Bence bir tek kesinti yanlış yapıldı; Veba sah­
nesi. Bu sahne benim için şu yönden önemli:
Galilei ölümden korkuyor mu, korkmuyor mu?
Galilei ölümden korkmuyor, ama bir akıl adamı
olduğu için, vebadan, binde bir de olsa, kurtul­
ma ümidi olduğunu, oysa engizisyondan hiçbir
kurtuluşu olmadığını biliyor. Galilei ölümden
korkmuyor. Bu sahne bu yüzden önemliydi.
ne olacak Tanrısız? Tanrıyı nereye koyacağız
diye sıkıştırıyor Galilei'yi. Ama Galilei'nin aklı
bütün evrende, yıldızlarda olduğu için böyle
şeyleri düşünmüyor bile. Nasıl parayı, giysisi­
ni, kızını, borçlarını düşünmüyorsa, din konusu
da onun için o kadar enteresan değil. Ama sı­
kıştırılınca, Tanrı nerede diye sorulunca, "Ne
bileyim ben, herhalde yıldızların ortasında
değil. Orada da yaşam varsa onlar da Tanrıyı
boyuna bizim dünyamızda aramasınlar, burada
da yok öyle bir şey." diyor. "Ama olmalı" diye
ısrar edilince, çok güzel bir cevap veriyor: "Ya
içimizdedir Tanrı, ya da hiçbir yerde."
Sonra ara verdik. Bir baktım ön sıra bomboş,
başörtülüler gitmiş.
Hangi Galilei?
Çok farklı bir yorum yok temelde. Belki
biçim olarak biraz var, ama hedeflenen nokta­
lar sonuçta hep aynı. Ben de her ikisini de se­
verek oynadım, oynuyorum. Galilei benim sa­
nıyorum son sevgilimdir. Ben sevdiğim rollere
"sevgilim" diyorum. Kolay kolay da sevemiyo­
rum artık, aşık olamıyorum ben. Ne bir kıza,
ne bir role... Zor iş, son sevgilimdir sanıyorum.
Artık ben bu işle bağlarım gibi geliyor. Yorul­
dum da, usandım da... •
pe
cy
a
Başka bir fark daha; AST'daki Galilei'yi
saçlı-sakallı oynuyorduk, burada Alman istedi
ki saçımızı adam akıllı, hatta usturayla kestire­
lim. Saç-sakal kısa oynuyoruz. Ama ben ona
dedim ki, bizde sakalı bırakıp saçı kestirenler
gericidirler. Sonunda beni Mevlüthan Bülbül
Hocaya çevirdiler.
Bir de oyununuzda "Papa" sahnesi var.
Neden böyle gösterişli?
Bu tür sahnelere çok önem veriyorlar. Örne­
ğin Saura'nın yaptığı, Topol'un oynadığı Galilei
filminde daha da muhteşem bu sahne. Çünkü
bu, Hıristiyanlığın bir gösterisi, yani iktidarın...
Bana göre lüzumsuz; ben, veba sahnesini ko­
yardım.
Bir Türk yönetmenin bir Alman oyununu yö­
netmesi ile bir Alman yönetmenin bir Alman
oyununu yönetmesi arasında ne gibi farklar
oluyor?
Bence olmuyor. Ama tabii Brecht'i bizden
çok iyi tanıyorlar. Brecht'le birlikte yaşamış bi­
risi. Oyunlarını görmüş, çalışmalarına girmiş.
Daha farklı yaklaşabiliyor. Ama lisan sorunu
çıkıyor ortaya. Ben yabancı rejisörün çalışması­
nı şöyle tanımlıyorum; iyi bir orkestra şefi ama
sağır. Yorum var, çaldırıyor enstrümanları,
ama duymuyor. Duyamayınca bazı sorunlar çı­
kıyor ortaya. Örneğin sadece acting'e yöneli­
yor. Ve sessiz sahneler uzuyor, görselliği sevi­
yor çünkü. Bu arada oyunun ritmi düşüyor
tabii. Bazı sözler de tam yerine ulaşmıyor. Yine
dil sorunundan kaynaklanıyor, oyunculuk bi­
çimlerini de görsel ağırlıklı seçiyor.
Galilei oyunu ile ilgili bir anınız?
AST'da bir gece baktım ön sırada başörtülü
bayanlar vardı. Galilei'nin Sagredo ile Jüpiter'in
uydularını bulduğumuz bir sahnemiz var. Tanrı
olayı. Sagredo esasında dindar bir adam. Onun,
tabii bu arada bütün toplumun endişesi, dünya
"Ben yabancı rejisörün
çalışmasını şöyle tanımlıyorum;
iyi bir orkestra şefi a m a sağır.
Yorum var, çaldırıyor
enstrümanları, a m a duymuyor.
Duyamayınca bazı sorunlar
çıkıyor ortaya. Örneğin sadece
acting'e yöneliyor. "
Bir kır yaşamından sahneler
Vanya
Dayı
Ülkemde insanlar artık tiyatroya
gidemezler! Tiyatroya gitmenin
zamanı değil şimdi.
Şimdi sokaklar tiyatro,
parlamento
tiyatro...
s
pe
cy
a
ovyet yönetmen Leonid Heifets,
Çehov'un Vişne Bahçesi, Üç Kızkardeş oyunlarından sonra Vanya
Dayı adlı oyununu sahneye koy­
mak üzere ülkemize geldi. Çehov'u
ve onun eserlerini çok seven yönetmenle
yaptığımız söyleşiyi sunuyoruz,
Anton Çehov, gündelik yaşamı işleyen
dramalarında yaşamı olduğu gibi anlatma­
ya çalışır, Vanya Dayıda da konuyu böyle
mi ele almıştır?
Çehov'un yaşamı olduğu gibi ele aldığı
görüşüne katılmıyorum. Yaşamı olduğu
gibi anlatanlar natüralist yazarlardır.
Çehov natüralist değildir. Çehov şiirdir.
Nesirle, düzyazıyla yazılmış şiirdir Çehov.
Bu bakımdan da Vanya Dayı da tıpkı Vişne
Bahçesi ve Üç Kızkardeş gibi, düzyazı ol­
Leonid Heimasına rağmen, bir şiirdir. Çehov, Vanya
fets, Cihan
Dayı'nın başlığının altına şöyle der: «Bir kır
Ünal'la
yaşamından sahneler». Adı düzyazısal bir
Vanya
Dayı "nın pro­ ad: «Vanya Dayı», ama bu basit adın geri­
vasında
Zeynep
ÜSKÜL
sinde büyük bir şiir var.
Vanya Dayı, aşağı yukarı 100 yıl önce
yazılmış bir oyun ve ben özellikle günü­
müzde bu oyunun çok önemli olduğunu dü­
şünüyorum. Çünkü insanlar için sonsuz
diye nitelendirilebilecek duygulardan söz
ediyor; aşk, insanın duyduğu ve uğruna ya­
şamlarını, ideallerini verdikleri acılar, yıkı­
lan idealler, yaşanan krizler, ne yapacakları­
nı bilemeyen insanlar... Ve Çehov, bu
insanlara karşı sevgiyle, anlayışla yaklaşı­
yor, her şeye rağmen umut edilmesi gerek­
tiğini söylüyor. İşte o bakımdan günümüze
çok uygun.
Çehov'un kahramanları, insanın acıları­
nı yaşamın içinde varoldukları gibi, yani el
kol hareketleriyle değil de, küçük bir ses de­
ğişimiyle, bir bakışla iletirler. Vanya
Dayı'daki kişilikleri nasıl yansıttınız?
Kuşkusuz, Çehov dramatürjisi derin in­
sani duyguların vurgulandığı bir dramatürjidir. Çehov, dünyanın en derin yazarların­
dandır. Ve insan ruhunun çok derinliklerine
inmeyi başarmıştır. Eğer oyuncu, o derin­
likli ruh durumlarını yakalayabilirse, elbette
bu anlamı, bu derinliği yansıtacaktır. Bakış
en önemlisi. Sovyetler Birliği'nde bir söz
var: «Göz ruhun aynasıdır.»
• Sayın Heifets, yabancı olmanız nedeniy­
le bazı sorunlarla karşılaşıyor musunuz?
Bir çevirmen aracılığıyla oyunu yönetmek
işinizi zorlaştırıyor mu?
Bu, benim İstanbul'daki üçüncü rejim.
Demek ki bu konuda deneyimim var. Türk
oyuncularını çok iyi anlayabiliyorum. İlk
karşılaşmamızda birçok konu benim için
meçhuldü. Şimdi duygularımla, kısmen de
deneyimlerimle onları daha iyi anlayabili­
yorum. Zaten, sanatçı insanları dünyanın
çeşitli yerlerinden toplayıp bir yere koysa­
nız birbirleriyle anlaşmanın yolunu çok
çabuk buluverirler. Çünkü insan, sevdiği
zaman, dünyanın her yerinde insandır.
Yoksa hiçbir dilin yardımı yoktur ona. Ay­
rıca çevirmenin de büyük önemi var. Maz­
lum Beyhan hem oyunumuzu çevirdi, hem
de bana bu oyunda yardım ediyor. Bu,
onunla ikinci çalışmamız.
Türk oyuncularıyla, Sovyet oyuncular
arasında birtakım farklılıklar var mı?
Evet, farklılıklar var; yaşamlarında, ça­
lışma yöntemlerinde farklılıklar var. Ama
işin özü değişmiyor. Eğer oyuncu, yaşamı
derinlemesine duyumsuyorsa, Türkiye'de
de, Sovyetler Birliği'nde de aynı oyunu çı­
karır.
Kendi ülkenizdeki değişiklikler hakkında
ne düşünüyorsunuz?
Yaşamı olduğu gibi anlatanlar
natüralist yazarlardır. Çehov
natüralist değildir. Çehov
şiirdir. Nesirler düzyazıyla
yazılmış şiirdir Çehov.
Sovyetler Birliği'nde Tiyatro
Sovyetler Birliği durumu ağır değil, çok
ağır. Sovyetler Birliği'nde olup bitenleri
dünya anlamıyor, sadece dünya değil, Sov­
yetler Birliği de anlamıyor. Sovyetler Birliği'ni çok korkunç günlerin beklediğini dü­
şünüyorum. Neden derseniz, yaklaşık 300
milyon insan, 70 yıldır doğallığa aykırı ko­
şullarda yaşadı. Bu kadar uzun zaman do­
ğallığa aykırı durumda yaşamışken şimdi
nasıl doğal duruma geçilecek? Çok zor. İn­
sanın değişmesi için çok büyük acılar çe­
kilmesi gerekiyor, zaman da gerekiyor. Pek
çok insan hâlâ eskisi gibi olsun istiyor, yeni
koşullarda yaşamak istemiyor, yaşayamaz­
lar da. Ben de herhalde yeni yaşama alışamayacak olanlardan biriyim. Çok zor, deri­
yi değiştirmek lâzım bunun için.
Sovyetler Birliği'ndeki tiyatro yaşamı
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ülkemde çok yetenekli rejisörler, oyun­
cular var. İlginç arayışlar var. Ama insanlar
artık tiyatroya gidemezler ki! Tiyatroya git­
menin zamanı değil şimdi. Şimdi sokaklar
tiyatro, parlamento tiyatro.
pe
cy
a
Moskova'da 40-50 tiyatronun aynı gece­
de perde açtığı doğru mu?
Perestroykadan önce Moskova'da 35-40
kadar tiyatro vardı. Aslında, halk yıllarca
Moskova'da tiyatroları hep doldurdu. Sov­
yetler Birliği bir tiyatro ülkesi, halkı da teatral bir halk. Son yıllarda Moskova'da,
stüdyolarla birlikte, 150 kadar tiyatro açıldı,
özellikle stüdyolar çok fazla şimdi.
Sovyetler Birliği'nde tiyatro biletleri
ucuz mudur?
Bilet, Sovyetler Birliği'nde her zaman
ucuz olmuştur, Yalnız şimdi pahalanmaya
başladı. Çünkü liberal ekonomi uygulanı­
yor. Ah kapitalizm!.. •
9
oyun incelendiğinde, asıl kötü davranışlara
maruz kalan kişinin Shylock olduğu ortaya
çıkar.
İzmir'de bir Shakespeare yorumu
Venedik
Taciri
Sayın Yalman, genelde Shakespeare oyun­
larına klasik zihniyetle yaklaşılıyor. Ben,
Peter Brook'un da dediği gibi Shakespeare'in
bir model olduğunu düşünüyorum. Bu konuda
neler söyleyeceksiniz?
Evet biz de oyuna çağdaş anlamda yaklaş­
tık. Oyuna baştan sona sinematik bir yorum
egemen, oyunun akışını boş sahnede yakala­
maya çalıştık. Sohbetimizin başında da söyle­
diğim gibi oyun tamamen yoruma açık, bizler
için ilginç bir çalışma oluyor. Projeyi Sayın
Bozkurt Kuruç'a açtığımda, oyunun daha
önce İzmir'de oynandığı gündeme geldi.
Ancak projeyi detaylandırdığımızda, on yıl
kadar önce yapılan çalışmadan farklı oluşuyla
da ilgi çekeceği umuldu. Öyle sanıyorum ki,
bu, seyircimiz için de iyi olacak; seyircimiz
kısa bir zaman aralığında iki ayrı yorumlu
Shakespeare oyunu izleme fırsatı bulacak.
G
enç kuşağın, Vahşi Batı, Aç Sı­
nıfın Laneti ve Aktör Kean gibi
Şehir Tiyatrolarında sahnele­
nen oyunların yönetmeni olarak
anıdığı Tunç Yalman, 1991-92
mevsiminde, İzmir Devlet Tiyatroları Karşıya­
ka Sahnesinde 34 kişilik kadro ile Shakespeare'in "VENEDİK TACİRİ" isimli oyununu sah­
neye koyuyor. Oyun 11 Ekim'de başlayacak.
Aşağıda, arkadaşımızın Devlet Tiyatroları­
nın konuk yönetmeni Tunç Yalmanla, yorucu
bir prova günü sonrasında yaptığı söyleşiyi
sunuyoruz.
cy
a
Oyunun şu anda akış provaları başlamadı­
ğı, bu yüzden de oyun yorumu hakkında çok
net düşüncelere sahip olmadığımdan, söyleşi­
mizi son aylarda teatral platformda sürekli
tartışılan konulardan birine, Devlet Tiyatrola­
rı'nın özelleştirilmesi konusuna getirmek isti­
yorum. Sayın Yalman, bize bu konuda neler
söyleyeceksin iz ?
"Venedik Taciri" yönetmene geniş yorum
olanağı veren bir oyun değil mi?
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Venedik
Taciri çok ilgi çekici bir oyun. Yönetmen
oyuna istediği boyuttan yaklaşıp, istediği he­
defe ulaşabilir. Yani sonuçta yönetmene
büyük şanslar tanıyan bir teks. Ayrıca Yahu­
dilerin Türkler tarafından kabul görüşünün
500. yılında, yapacağımız bu çalışmanın daha
Faruk
anlamlı olacağı inancındayım.
Genelde Yahudi düşmanı diye biliner bu
BOYACIOĞLU
pe
Bu konuyu gündeme getirenler, Ameri­
ka'da egemen olan piyasa zihniyetiyle düşünü­
yorlar. Dünyanın bütün uygar ülkelerinde (ki
bence bu anlamda Amerika, Avrupa ülkelerin­
den daha geridedir) tiyatro, eğitim, kütüphane,
hastahane vb. kamu hizmetleri, devletin ya da
kent yönetimlerinin halka sunmak zorunda ol­
duğu hizmetlerdir. Türkiye'de de, 1915'den bu
yana, bu anlayışla tiyatro hizmeti verilmekte­
dir. Devlet Tiyatroları'nın özelleştirilmesi söz
konusu olamaz. Sanata piyasa ekonomisi uy­
gulanamaz. Madem öyle, okulları, kütüphane­
leri, hastahaneleri de özelleştirelim.
Sayın Yalman, daha önce Şehir Tiyatrola­
rında çalışmış bir yönetmen olarak, İstanbul
Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda Repertuar
Kurulundaki istifaları nasıl değerlendiriyor­
sunuz?
Dünyanın hiçbir yerinde tiyatrolar, artık
kendi içindeki kurullarıyla yönetilmiyor.
Şehir Tiyatroları kurulurken, o zamanki Fran­
sız hayranlığımızdan dolayı, Comedy Française'in yapısı örnek alınmış ve uygulamaya
geçmiş. Ancak, Muhsin Ertuğrul zamanında
bu gibi kurulların ortadan kalktığını görüyo­
ruz. Tiyatro, Genel Sanat Yönetmeni tarafın­
dan yönetilir. Buna benzer kurullar Genel
Sanat Yönetmeninin çalışmasına köstek olur,
onu verimsiz kılar. •
10
a
cy
pe
İ
bert Kohl, Neil Simon da dahil olmak üzere, pekçok yabancı oyun sahneledim. Muhsin Bey'in
Türk Tiyatrosunu yaratma çabalan içinde, Türk
oyun yazarlarını yaratmakla birlikte Türk rejisörle­
rini de oluşturma çabası vardı.
Şu anda çalıştığınız oyun hakkında konuşalım.
Ben, klasik Türk yazarlarından da birkaç oyun
sahneye koydum. İlk Türk yazılı tiyatro eseri olan
ve dekoru hâlâ muhafaza edilen Şinasi'nin Şair
Evlenmesi'ni ve hatta o dönemin yazarlarından
olan Ali Bey'in oyununu sahneledim. Bu yıl, Fatih
Şehir Tiyatrosu'nun ve Üsküdar Şehir Tiyatrosu'nun, yani Musahipzade Celâl Tiyatrosu'nun
30. kuruluş yılı. Bu vesileyle repertuarımıza Musahipzade'nin Fermanlı Deli Hazretleri oyunu alın­
dı. Bu oyun bana önerildiği zaman çok sevinerek
kabul ettim. Musahipzade, benim oyun dağarcı­
ğımda bir eksiklikti. Musahipzade Celâl, bir Cum­
huriyet yazarıdır. Daha önceki dönemleri içeren pi­
yesler yazmış olsa bile olaylara Cumhuriyet
mantığı ve mantalitesi içinde bakmış ve değerlen­
dirmiştir. İleriye yönelik eserler yazmıştır. Oyuncu
ve yazar Suat Taşer, Yahya Kemal'in "Kökü mazi­
de olan ati" dizelerini Musahipzade için kullanmış­
tır.
Oyuna ne tür bir yorumla yaklaştınız?
Tabii 1924'te yazılan eserin ileriye dönüklüğü­
nü vurgulamak da, biz, bugünkü yönetmenlerin gö­
revidir. Bu perspektifle yaklaştım piyese. Ve o ne­
denle de klasik mizansenden daha değişik bir
yöntem uygulamaya çalıştım. Bir defa Türk kültü­
rünün geçmişine bakmak gerektiğini anladım, bu
piyesi ele aldığım zaman. Kör inançların insanları,
nerelerden nerelere getirdiği ve bir deyişle köşe
kapmak için, makam kazanmak için, rütbe kapmak
için İdare'ye veya Saray'a verilen tavizlerin, insan­
ları nerelere taşıdığını gördüm. Bunun yanında in­
sanların hâlâ günümüzde bile kör inançlara büyük
bir bağlılığı ve ısrarı var. İşte bu ısrarı yakalayan
bir yorumu elde etmeyi amaçladım.
cy
a
stanbul Şehir Tiyatroları Üsküdar- Musahipzade
Celâl
Tiyatrosu'nda,
Musahipzade
Celâl'in (1868-1959), Fermanlı Deli Hazret­
leri adlı oyununu, Engin Uludağ'ın yöneti­
miyle 8 Ekim'de sahnelemeye başlıyor.
Cumhuriyet Dönemi tiyatro yazarlarından olan
Musahipzade, toplumun gelişmesini olumsuz yönde
etkilemeye çalışan insan ve kurumları, geleneksel
tiyatromuzun kendine özgü yergi ve güldürü kalıp­
ları ile eleştiren oyunlar yazdı. Yazarın bu tür
oyunlarından olan eseri sahneleyen Engin Uludağ,
oyuna hangi yorumla yaklaştığını ve oyunu sahne­
ye uygulama yöntemlerini anlatıyor.
pe
Engin Bey, sizinle ilgili konularla başlayalım
söyleşimize. Kaç yıldır reji yapıyorsunuz?
1962'de Şehir Tiyatroları'na girdim. 1965'ten
itibaren de reji yapıyorum. İlk sahneye koyduğum
oyun, Turan Oflazoğlu'nun, Kezban adlı manzum
tragedyasıdır. Tragedya kalıplarına göre yazılmış
çok güzel bir Türk eseridir. Arkasından Necati Curnalı'nın Tehlikeli Güvercin'i, derken bugünlere
kadar geldik.
Genelde Türk piyeslerini sahneye koyduğum
hakkında bir kanaat var. Oflazoğlu'nun beş ayrı
oyununu, Necati Cumalı'nın oyunlarını sahneye
koydum. Öyle olduğu için de Türk piyesleri sahne­
ye koyan bir yönetmen olarak tanındım. Bundan
kıvanç duyuyorum. Oysa iki tane Shakespeare, Ro-
Güzin
ÇORAĞAN
Bu yorumu sahne üzerinde verebilmek için ne­
lere özen gösterdiniz ve hangi kaynaklardan yarar­
landınız?
Bu inançların da temelini oluşturan, geçmişi­
mizde birtakım vak'alar var. Yani İslâmiyet öncesi
Şamanik bir dönem var. Bu piyesi Şamanik kural­
lar içinde sahnelemeye gayret ettim. O giysiler, o
gelenekler içinde yansıtmaya özen gösterdim. Şa­
manik dönemlerimizden kalmış belgeleri incele­
dim. Aktüel bir tiyatro yapmaya çalıştım. Bunun
biçimini ararken birçok kaynak buldum. Topkapı
Sarayında Fatih Albümü denilen bir tomar var.
Bunlar Şamanik dönemleri anlatan tasvirlerdir.
Mezopatamya menşeli olan bir gök haritası var.
Bunu da dekor olarak kullandık. Davullar, adaklar,
püsküller, bütün bunlar, bütünleştirme içinde, ana
görsel elemanlar olarak yer alıyor.
Peki ya oyunculuk?
Oyunculukta da aynı şeyleri yakalamaya çalış­
tık. Bugün bu oyunu her alanda, her meydanda oy­
nayabilirsiniz. Ve inanıyorum ki, Türk Tiyatro
Edebiyatı'nın vazgeçilmez eserlerini zaman zaman
oynamak ve gelecek kuşaklara tanıtmak zorunda­
yız. Musahipzade'nin kendi tiyatro anlayışına
uygun olarak müzikli yaptık. Esin Engin modern
karakterli ve Türk karakterli özgün bir müzik ha­
zırladı. Oyuncular bu güzel şarkıları söylüyorlar. •
Geleneksel tiyatromuzdan
çağdaş yoruma
Fermanlı Deli
Hazretleri
•
12
İ
stanbul Devlet Tiyatrosu, yeni tiyatro
mevsimini, Mehmet Baydur'un yazdığı
Can Gürzap'ın sahneye koyduğu 'Düdük­
lüde Kıymalı Bamya" oyunu ile 1
Ekim'de açtı.
Düdüklü 'de
Kıymalı Bamya
Yazarın, acımasız ve alaycı yaklaştığı oyun­
daki hanımlara, yönetmen olarak sizin yaklaşı­
mınız nasıl oldu?
Ben oyundaki kadınlara daha da acımasız
davrandım. Ortaya grotesk bir üslup çıksın is­
tedim. "Düdüklüde Kıymalı Bamya", komedi,
yer yer de fars oluyor. Ama güldürürken tır­
malayan bir oyun... •
Rengin
UZ
pe
cy
a
Sayın Gürzap, "Düdüklüde Kıymalı Bamya"yı, Baydur'un diğer oyunlarından ayıran
bir özellik var mı ?
Bu oyunu okuyunca çok sevdim. Diğer
oyunlarına göre, dramatik unsurlar ağırlıkta.
Kemikli yapıya sahip bir oyun ama Baydur, o
absürd anlatımına bu oyunda da yer vermiş.
Hemen her oyununda, toplumun belirli bir ke­
simini eleştiren Baydur, bu oyunda zamanlarını
sadece kendilerine ayıran, herhangi bir üretim
içinde olmayan, lüzumsuz işlerle uğraşan, top­
luma hiçbir katkıları olmayan bir kadın kesiti­
ni ele almış. Buradan yola çıkarak da, çalışma­
dan, üretmeden, çeşitli yollardan söz sahibi ve
zengin olan insanları anlatıyor. Bana göre müt­
hiş ustaca yazılmış bir oyun.
Oyunun kişilerini de tanıtır mısınız bize?
Oyunun temel kadını Fazilet (Sevinç Aktansel Çetinok), anaç, yönlendiren, kocasını bir
alet gibi kullanan bir kadın... Üst kattaki kiracı
kadın İnci (Sıdıka Şenkan), ekonomik düzeyi
biraz daha yüksek olmakla birlikte aynı tip bir
kadın, Aynur'u (Tülin Oral) sinirli, pimpirikli
dul bir kadın olarak görüyoruz. Hamiyet ise
(Sevim Şenöz) bu kadınların tipiği, tam bir
prototip. Nilgün (Seray Düşenkalkar), evin iki
arada kalmış, kişiliğini arayan kızı. Oyunun en
olumlu tipi, hizmetçi Cemile (Hanife Şahin).
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenen üç
Mehmet Baydur oyununda da rol alan Sadrettin Kılıç'ın oynadığı Fahrettin, oyuna gerçek
dışı giriyor. Herşeye çomak sokan, dalga
geçen, çok görmüş geçirmiş biri. Baydur'un
diğer oyunlarında da gördüğümüz bu gerçek
dışı tip, bir yerde yazarın kendisi oluyor .
Hüzünlü bir güldürü
Mehmet Baydur: Sindirilmiş bir alaturkalık!
Son dönem Türk oyun yazarları arasında sıkça ürün veren Mehmet Baydur, Kadın İstasyonu adlı oyununu, Marsilya'da,
Uluslararası Akdeniz Tiyatro Festivali etkinlikleri kapsamında "Electra Station" adı ile kendi sahneye koydu. Fransa'nın
ünlü tiyatrolarından "Toursky Tiyatrosu"nda sahnelenen oyun, tiyatro adamları ve eleştirmenler tarafından çağdaş ve
evrensel bulundu.
"Düdüklüde Kıymalı Bamya", çalışmalarını yurtdışında ve Türkiye'de de sürdüren Mehmet Baydur'un, İstanbul'da
sahnelenen altıncı oyunu. Önceki yıllarda, Devlet Tiyatrosu aynı yazarın "Limon", "Yangın Yerinde Orkideler"
oyunlarını, Şehir Tiyatrosu "Cumhuriyet Kızı", Kent Oyuncuları "Yalnızlığın Oyuncakları" ve "Maskeli Süvari"
oyunlarını sahneledi.
Alaturka bir oyun yazma düşüncesinden yola çıkarak "Düdüklüde Kıymalı Bamya" oyununu yaratan Mehmet Baydur,
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenen oyunu için şunları söylüyor:
"Oyunun dokusuna, devinimine, iç mantığına sindirilmiş bir alaturkalık peşindeydim. Radyonun radyo olduğu günlerde
(televizyonların düş kırıcı hamlığı hayâtımızı işgal etmeden önce) hüzzam, hicaz, kürdili hicazkâr, nihavent şarkıların,
tencere yemeklerinin kokusuyla, çocuk sesleriyle, yoğurtçu sesleriyle, balkondan balkona sohbet eden kadın sesleriyle
karıştığı zamanları anımsatan ama günümüzde yaşanan bir çeşit alaturkalıktan söz ediyorum. Hüzünlü güldürüsü
içinde eski bir alaturka şarkı olarak düşündüm Düdüklüde Kıymalı Bamya'yı. Öyle yazdım. Oyundaki hanımlara biraz
fazla alaycı, biraz fazla acımasız yaklaştığım söylenecektir. Ben öyle düşünmüyorum. Kırk yaşını aşkın herkes, sanırım
annesinden, teyzesinden, yengesinden, halasından, baldızından, eltisinden, kaynanasından, komşusundan parçalar
bulacaktır "Düdüklüde Kıymalı Bamya'nın içinde."
Reha Erdem'in
yönettiği Hizmetçiler'de,
oyuncular,
sahnenin bir
bölümü askıya
alınarak,
yokuş aşağı
hale getirilen
platformda oy­
namakta ol­
dukça zorlanı­
yorlar.
a
Kırmızı ve siyah üzerine oluşturulmuş bir "Genet "yorumu
cy
Hizmetçiler
stanbul Devlet Tiyatrosu Taksim Sah­
nesinde, Reha Erdem, Jean Genet'nin
Hizmetçiler adlı oyununu sahneye ko­
yuyor. Ekimin 15'inde sahnelenmeye
başlayacak oyunun provaları devam
ederken
arkadaşımız, oyunun yönetmeni
Reha Erdem'le konuştu.
pe
İ
Zeynep
ÜSKÜL
Sayın Erdem, Jean Genet'nin bu oyunu­
nu yönetmeyi siz mi istediniz, yoksa size
önerildi mi?
Ben teklif ettim, kabul ettiler, zaten
1964'den beri repertuarlarındaymış. Jean
Genet'yi seviyorum, sadece oyunları değil,
yazdıkları da beni çok ilgilendiriyor. Sanata
gerçekçi olmayan bir bakışı var, bu oyun
da Jean Genet'liğe Jean Genet'lik katıyor,
Genet, çok küfür eden bir
yazar. Batı tiyatrosuna da
ikiyüzlülüğü, burjuvazinin
kokuşmuşluğunu temsil ettiği
için küfür ediyor.
dolayısıyla bu oyun oldu.
Jean Genet'nin romanlarında özyaşamını anlattığı ve oyunlarında ise yaşamla ilgi­
li düşüncelerinin özünü dile getirdiği söyle­
nir. Bu düşünceye katılıyor musunuz?
O kadar net bir çizgi yok tabii. Oyunla­
rında da kendisi var. Hizmetçiler'de sözü
geçen, aşığıyla sürgüne, Güyan'a gitmek
onun önemli fantazmlarından biriymiş.
Kendisi hapishanelerde kaldığı için, oyunda
da hapishanelerden söz ediyor. Romanları
da oyunları kadar otobiyografik, onlar da
yalan dolan biraz.
Jean Genet'nin oyunlarında kahraman­
lar mask takarlar, kılık değiştirirler, düşle
gerçek arasında gidip gelirler ve Genet her
zaman gerçeği yenik kılar. Bu, Hizmetçi­
ler'de nasıl ortaya çıkıyor?
Jean Genet, Batı Tiyatrosunu sürekli
eleştiriyor, karşısına da alternatif olarak
Doğu Tiyatrosunu koyuyor. Genet, çok
küfür eden bir yazar, Batı Tiyatrosuna da,
ikiyüzlülüğü, burjuvazinin kokuşmuşluğunu
temsil ettiği için küfrediyor. Japon Tiyatro­
suna ve masklara, oyunun içinde oyun oldu­
ğu için , gerçeği olduğu gibi yansıtmadığı
için özeniyor.
Genet'nin esin kaynağı Doğu Tiyatrosudur.
Genet'nin, bu oyunda bir mesajı var mı?
Öyle tek bir mesajı yok, olsaydı ruhu
daha rahat bir adam olurdu. Hizmetçileri
anlatmaya çalışmış, çünkü bu insanlar ken­
disine yakın olan insanlar. Hep hırsızlarla,
Genet'in toplumla inanılmaz
bir uzlaşmazlığı var, asiliği
var. Bir olay onu çok etkiliyor,
sonunda ortaya Hizmetçiler
çıkıyor.
Sahnenin üzerinde metinde geçen koltuk,
yatak ve gardrop olmayacak mı?
Hayır, olmayacak. Hiçbir aksesuar yok.
Sadece elbiseler ve görüntüler var. Oyunda
sadece iki renk var: Kırmızı ve siyah.
Hanım ve perdeler kırmızı; hizmetçiler
siyah.
Dekor tehlikeli değil mi, oyuncular düş­
müyorlar mı?
Arkadaşlar inanılmaz bir özveriyle çalış­
tılar, çok uzun süredir de çalışıyoruz, zaten
normal süreden de önce başladık. Yine de
durmakta zorlanıyorlar ama oyundaki ruh
hallerini yansıtabilmek için zorlanarak yap­
tıkları hareketleri benimsediler. Teknik ola­
rak sahneyi böyle kaldırdığınız zaman, üç
boyutlu olarak da kullanabiliyorsunuz. •
pe
cy
a
hizmetçilerle, kaçakçılarla, katillerle, eşcin­
sellerle birlikte olmuş. Evet, bir sanat çevre­
si var ama bunun ne kadar yaşamına yapıştı­
ğı tartışılır.
Bu oyunun konusuna benzer bir olay
Fransa'da yaşanmış. Birbirlerine aşık hiz­
metçi iki kızkardeş, hanımlarını parça parça
doğruyorlar. Genet'nin toplumla inanılmaz
bir uzlaşmazlığı var, asiliği var, o yüzden bu
olay onu çok etkiliyor, sonunda ortaya "Hiz­
metçiler" çıkıyor.
Oyunun metni kabuk gibi sert, katı ama
derininde de inanılmaz bir hüzün var. Oyu­
nun inceliği orada zaten, tek bir kelimeyle
anlatılamayacak bir insaniliğinin olması.
Jean Genet'liği de oradan geliyor.
Reha Bey, sahnenin bir bölümü askıya
alınarak havaya kaldırılmış ve oyuncular
hafif yokuş bir platformun üzerinde oynuyor­
lar. Neden böyle bir biçim kullandınız?
Jean Genet'nin gerçekçi olmayan bir
bakış açısı var; onun tiyatro anlayışına
uygun bir mizansen yapmak istedik, dekor
da mizansenin bir özeti gibi. Bunu gerçek­
leştirebilmek için tiyatronunun belli eleman­
larını kullandık, sahneyle oynadık ve ayrıca
ışıklardan da yararlanacağız.
BİZE, BİNA LAZIM EFENDİLER!..
Kuruyan, eriyen, yozlaşan kültür
hayatımız adına hiç olmazsa
bir fon kurulsun, yahut şart
koşulsun; otel yapan bir de tiyatro
salonu inşa etsin.
G
enel bir kanı var: Türkiye'de güzel
sanatlar Cumhuriyetin ilanından
sonra serpilip gelişmiş ve hatta bazı­
ları bu dönemde doğmuş veya icra
edilmeye başlamıştır diye. Cumhuri­
yeti, sanatın beşiği kabul eden bir kam bu.
Birçok bakımdan, doğrudur bu.-Seyirlik sanat­
ları ele alacak olursak, Türklerin opera, bale yap­
ması, Türk kadınının sahneye çıkması, Devlet Ti­
yatrolarının kurulması, gerçekten, 1923'den sonra.
Ama mekânı İstanbul şehri, konuyu tiyatro bi­
naları olarak tanımlarsak, Cumhuriyet'in saltanat
karşısında feci bir hezimete uğradığını görürüz.
Modern Türkiye'nin kurucusu Atatürk, sanat
aşığı İnönü, büyük imarcı Menderes... Zamanla­
rında devlet bu şehirde tek bir tiyatro binası olsun
açmadı. Belediye dersek, 40'lı yıllarda temelini
atıp 60'lı yıllara kadar bir türlü bitiremediği Tak­
sim meydanındaki iskeleti, sonunda Bakanlığa
devretti, onlar da tamamlayıp Cumhuriyet'in İstan­
bul tiyatro binalarına ilk ve tek katkısı olarak iş­
letmeye koydular.
Öte yandan belediye, Osmanlı'dan iki salon
devralmıştı: Tepebaşı'ndaki Dram ve Komedi Ti­
yatroları. Bunları zaman içinde mahva terketmiş
olmanın vebali boyunlarındayken, yerlerine —
verilmiş onca söze rağmen— yenilerini yapmadı­
lar. Otopark inşa ettiler, sergi salonu inşa ettiler.
Atatürk
Kültür
Merkezi
pe
cy
a
Ali
TAYGUN
Ve böylece yetmiş yıllık Cumhuriyet döne
minde, devlet olsun, belediye olsun idare, 'score
board' una tek bir gol yazabildi: AKM... Bu acıdır.
Buna karşılık işe beş parasız başlayan iki
oyuncu topluluğu kısa zamanda yemeyip içmeyip
biriktirdikleri kuruşlarıyla dörtbaşı mamur iki ti
yatro binası kattılar İstanbul'un salon envanterine
Karaca ve Kenter Tiyatroları. Üstelik devleti
vergi, belediyeye rüsum ödeyerek! Bunlardan biri­
nin, sahibinin iflasıyla Sular İdaresi'ne devri, onla­
rın yıllarca burayı yemekhane olarak kullanmaları
yenilerde düzeltilen bir ayıp olarak belediyemizin
kısırlığına taç olmuştur, bu arada.
İdare, bina inşa etmediyse hiçbir şey yapmadı
değil. Bol bol salon uyarladı.
Eldekilere bir göz atalım. AKM 'nin alt katın­
da bir genişçe fuaye Oda Tiyatrosu 'na dönüştü­
rüldü. Eski Maksim, yeni adıyla Venüs Sineması,
Devlet Tiyatroları'nın kullanımı için düzenlendi.
Şehir Tiyatroları'nın Harbiye Muhsin Ertuğrul
Sahnesi vaktiyle, Sümerbank'ın sergi pavyonu
idi; Dram Tiyatrosu boşaltıldığında bunu uyarla­
yıp verdiler. Sahne arkasından salona geçmek için
sokaktan yürünmesi gereken bir yerdir!
Fatih Reşat Nuri ve Üsküdar Müsahipzade
Celal Sahneleri'ni '60 ihtilalinden sonra 'geçici
olarak' Refik Tulga yerlerine kondurmuştu. Bun­
lar askeri barakaydılar. Kadıköy Haldun Taner
Sahnesi ise, malûm, hal binasıydı, 'tiyatrolaştırıldı'.
Özel tiyatro binası yapma çabaları
Özel kişi ve kurumların katkılarına gelince...
Başta Perhan Şensoy gelir bence. Kadim Ses
Tiyatrosu'nu, rüsum verip vergi ödeyerek, adım
adım dolaştığı Anadolu'da topladığı bilet parala­
rıyla restore ettirdi. Yüz akımızdır.
Bu arada Kültür Bakanlığı'nın da Yıldız Sarayı'ndaki minnacık tiyatroyu restore ettirdiğini
unutmamalıyız. Salon olarak pek kullandırılmadığından akıldan çıkıyor!
Tiyatro olarak inşa edilen ama bugün artık kul­
lanılmayan Zincirlikuyu'daki salondan başka
Baro'nun altında Dostlar'ın oynadığı, Şişli'de Ga­
zanfer Özcan'ların oynadığı türden 'bodrum' me­
kânlar var.
Harbiye'deki Yapı Endüstri'nin bodrumu da ti­
yatroculara hizmet edip emekli olanlardan. Ali
Poyrazoğlu gece kulübünden dönme bir bodrumsalonda. Bir de Osmanbey'deki Samanyolu Sokak
üzerinde Ümit Tiyatrosu vardı, garaj oldu galiba.
Zeki ile Metin de geçen sezon sonunda bir garaj­
dan tiyatro yaparak tiyatrocuların intikamını aldı­
lar!
Bodrumlardan
'tavanarası' na yükselirsek,
60'lı yıllardan iki tanesini hatırlıyorum: Yine Osmanbey'de Site Sineması'nın üst katındaki Site Ti­
yatrosu
ile bugün yaşayan birçok topluluğun
'anası' kabul edilebilecek Arena Tiyatrosu. Bu
ikincisi, Taksim'de Belçika Konsolosluğu'nun ya­
nındaki apartmanın tepesindeydi, asansörle de çı-
Ayrıca, çok söylendi ama yine de tekrarlaya­
lım: Tiyatro, filmin, televizyonu^ kaynak sanatı­
dır. Bu ocaktan adam yetişmezse sinemanın da,
ekranın da en azından dili tutulur. Bırakalım oyna­
yacak adamı, seslendirecek elemanı bulamayız.
Türkçe'nin nasıl konuşulduğu unutulur, TV'de uç
vermeye başlayan garip bir telaffuz alır başını
gider.
Tiyatromuzun ayakta durması lazım. Bunun
için de bina lazım. Bunun yükünü ekmekleri her
geçen gün ufalan özel tiyatrocular kaldıramaz. İda­
renin katkısı gerekir. Kamuya ait alanlar haraç
mezat gidiyor, bunlara oteller, iş merkezleri yapılı­
yor. Kuruyan, eriyen, yozlaşan kültür hayatımız
adına hiç olmazsa bir fon kurulsun, yahut şart ko­
şulsun; otel yapan bir de tiyatro salonu inşa etsin.
Ne yapılacaksa...
Sultan Hamid'i aratmayın bize efendiler!.
cy
a
kılırdı. O apartman da yok şimdi.
Apartmanların orta katlarından tek bir örnek
var bildiğim: Gong Tiyatrosu. 'Lale Sineması' nın
yanıbaşında mini minnacık bir salondu.
Küçük Sahne de bir bakımdan bu kategoriye
girebilir. Saltanattan birilerinin 'garsonyeri' olarak
inşa edilmiş olan ve Atlas Sineması'nın olduğu yer
de ahır olarak kullanılan bir binada, oturma odasıymış burası. M. Ertuğrul, ellilerde Yapı Kredi
Bankası'nın desteği ile topluluğu kurduğunda ti­
yatroya 'uyarlanmış' tı.
Sinemalar da tiyatro olarak epey hizmet verdi­
ler. Bunlardan akla gelenler: Beyoğlu'nda Elhamra, Alkazar, Taksim'de yanan Şan, Pangaltı'nda
İnci, Tan sinemaları. Feriköy'deki İdil ile İnci 'den
gayrisi emekliye ayrıldı.
Tiyatro iken sinemaya dönüşenlere örnek Ka­
dıköy'deki Süreyya, Bakırköy'de bu yıl Adile
Naşit. Tiyatroluktan çıkan en önemli salon Beyoğlu'ndaki Yeni Komedi'dir sanırım. Sofitasıyla, 750
kişilik kapasitesiyle birinci sınıf bir oyun mekânı
olan bu bina elden kaçırıldı, şimdi bir konfeksi­
yoncu dükkanı. Şehzadebaşı'ndaki Ferah, yine
böyle bir trajedi yaşadı: Tiyatromuzun tarihine
şahit bu bina önce sinemalığa düştü, şimdilerde
depo imiş.
En feci yazgı, yanan salonlarınki... Dram, Ko­
medi, Şan 'dan başka Beyazıt'ta Azak Tiyatrosu,
hep yandılar.
Yönetimlerin katkıları gerekli
pe
Daha niceleri var bunlar gibi yok olan, unutu­
lup giden. Ama maksat hasıl oldu sanırım: Cum­
huriyet, hele şu son yirmi yıl, tiyatrolar dünyasına
hiç de müşfik davranmamış.
Bir tiyatro adamı olarak bu sanat dalının öne­
mini vurgulamaktan hicap duyuyorum. Bunu bili­
nir kabul edelim.
Venüs
Sineması
Devletin ki­
ralık tiyatro
sahnesi
Ne bitmez bir sorun, şu salonsuzluk
Türkiye'de Tiyatro denince ilk akla gelen şey salon. Daha doğrusu salonsuzluk. Hangi Tiyatrocuya nasılsın
derseniz başlıyor anlatmaya... Gerçekten öylesine anlatıyorlar ki, televizyon seyreden, radyo dinleyen, gazete
okuyan herkes ezberledi artık bu sorunu, devlet hariç... Dönemler yaşanıyor, hükümetler değişiyor, Kültür
Bakanları, yerel yöneticiler geliyor, geçiyor ama bu sorun hep kalıyor, yerinde sayıyor... Sözler veriliyor, tarihler
saptanıyor, yazılıyor, çiziliyor... Sonuç, yine salon yok
Oysa o kadar çok ki... Hele büyük kentlerde. Örneğin İstanbul'da, Devlete ait kurumların elinde, yılda ancak
birkaç kez kullanılan sayılamayacak kadar salon var. Üstelik bakımsızlıktan, ödeneksizlikten hepsi dökülüyor.
Bir tek musluk, tek ampul alacak paralan yok bu kurumların... Ayrıca, salon sorunu, tek Özel Tiyatroların derdi
de değil.. Bugün Devlet Tiyatroları bile kirada sürünüyor, örneğin İstanbul Devlet Tiyatrosu, Venüs Sahnesi...
Yıllardır üstünde ısrarla durduğum bir projem var. Okul salonlarının hiç değilse hafta sonlan tiyatrolara kira
karşılığı verilmesi... Üstelik son bir yıldır TİYAP aracılığı ile bu projenin üstüne gidiliyor. Sonuç mu? Sıfır.. Oysa
sezon geldi, mutlu azınlık bazı tiyatrolar, perdesini açmak üzere... Geri kalanları, mevcudun çoğunluğu sokakta...
Milli Eğitim Bakanlığı'nın okul müdürlerini bu sorumluluktan kurtarıp, en azından bu sorumluluğa ortak
olmasıyla çözümlenebilecek bu olay. Sayın Avni Akyol'un bir işaretini bekliyoruz. Şu seçim arifesinde belki hiç
zamanı olmuyor sayın Bakanın. Hükümet, tiyatroculann güçlü potansiyelinden hiç mi yararlanmayı
düşünmüyor? Böyle sıcak bir yaklaşımın kamuoyunda yaratacağı atmosfere ihtiyacı yok mu acaba?
Muhalefet Partilerinin seçim vaatlerinde de sanata ve sanatçıya hiç mi hiç rastlanmıyor. •
Hadi ÇAMAN
Tiyatroya
"zarar
Muhsin
Ertuğrul
Eylül sabahı Cumhuriyet gaze­
tesinin Sanat ve Kültür sayfası­
nı açtığımda tek sütuna bir ha­
berin dört satırlık başlığını
okumakta zorluk çektim. Bir
kaç saniyelik bir duralamadan sonra şaşkınlıkla
"M. Ertuğrul, tiyatroya zarar verdi"yi çözebil­
dim. "Hadi bakalım, dedim, zarar verme şampi­
yonlarının revaçta olduğu bugünlerde M. Ertuğ­
rul Hoca nasıl becerebilmiş, bu yaradılışına hiç
uymayan işi?" Ve okumaya koyuldum.
Meğer Metin And "Dekorasyon" dergisinin
Eylül söyleşisinde "Muhsin Ertuğrul, Türk tiyat­
rosuna yalnız zarar vermiştir; hiçbir katkısı ol­
mamıştır" diyesiymiş. Bu tezini de ileride bir ki­
tapta kanıtlarıyla gösterecekmiş. "İnşallah fazla
gecikmez de hemen o kitabı alır, bir an önce biz
de hidâyete ereriz" diye düşündüm.
1975'te ben de Eskişehir Üniversitesi'nin dü­
zenlediği l.Ulusal Tiyatro Kongresi'nde, "Türk
Tiyatrosunda Batı Aktarmacılığı" üzerine bir bil­
diri sunmuş ve hocamızın neden batı aktarma­
cılığına başvurmak zorunda kaldığını, dilimin
döndüğünce, anlatmaya çalışmıştım. Ama bunun
tiyatromuza zararlı değil, nice ve nite yararlı ol­
duğu da, bildirimin bütününden anlaşılıyordu.
Bir olguya parmak basmak başka bir şey,
"...zarar verdi" diye yargılamak büsbütün başka
bir şeydir. Bunu şunun için söylüyorum, yargı
sahibi, sonra beni de kendine tanık göstermeye
hiç heveslenmesin.
İlk ses, hocayı çok yakından tanıyan Zeynep
Oral'dan geldi. (Milliyet, 22/9/1991). Oral
(kalem tutan elleri varolsun) "Tiyatronun içinde
olanlar, Metin And'ın Muhsin Ertuğrul'a düş­
manlığını zaten bilir" diyor ve hocanın katkıları­
nı, köşesinin elverdiğince, başlıklar halinde sıra­
lıyor.
Ülkemizde abesle iştigâl artık umur-u 'âdi.-'
yeden sayıldığı, hocanın Türk Tiyatrosuna kat­
kıları nice araştırmalara, mezuniyet ve doktora
tezlerine de konu olduğu için, kolları sıvayıp ho­
canın katkılarını sayıp dökmenin pek heves edi­
lecek bir şey olmadığını da gördüm. Zaten Zey­
nep Oral bunu pek yetkin şekilde yerine
getirmiş.
Ama Cumhuriyet'in haberinde M.And'm bir
cümlesi var ki, bir bilim adamına hiç mi hiç ya­
kışmayacak bir dikkatsizlik anıtı olarak gözüme,
diken misâli, battı durdu: "Müdürlüğü sırasında
Şehir Tiyatrosu'na dört tane semt tiyatrosu
yaptı, dört köşe binalar, hepsi aynı, hepsinin
çağdışı bir mekân düzeni var."
O zaman bu yanlışlığı düzeltmek farz
oldu artık:
1. M.Ertuğrul'un tiyatro yaptıracak maddi
gücü olmadığı için durmadan "Salon istiyo­
ruz" çağrıları yapardı. Bu çağrılarına, görüp
geçirdiği nice Belediye Başkanlarından biri­
sinden, sadece Şefik Erensü'den cevap geldi.
Erensü, biri Üsküdar'da, öteki Saraçhanebaşı'nda bugün de kullanmakta olduğumuz dört değil- iki semt tiyatrosu yaptırdı.
.
2. Bu iki tiyatronun da ne zorluklarla ya­
pılabildiğine yakinen tanığız, Belediyenin ti­
yatro binası yapımına ayıracak kırk parası
yoktu. Ş.Erensü önce Saraçhanebaşı'nda
sonra da Üsküdar'da Belediyeye ait iki arsa
gösterdi. Asker kökenli olduğu için, Ameri­
kan yardımından vaktiyle elde edilen portatif,
çelikten ve sahra koğuşları yapmak için
hemen çatilabilecek iki adet konstrüksiyon
buldu. Bu portatif karkaslar, hemen hiç para
harcanmaksızm, o iki arsaya monte edildi.
Karkasların araları tuğlayla örülüp sıvandı,
çatısı kapatıldı. Bu kaba inşaattan sonra da
boyası, badanası, doğraması tiyatrodaki özve­
rili işçi arkadaşlarımızca dört ayda tamamlan­
dı. Koltuklan, çok hesaplı olsun diye, Darüla­
ceze atölyelerine yaptırıldı. Ve bu iki tiyatro,
Belediyeye, bir apartman dairesi ederine, yetmişbeşerbin liraya maloldu. (1961-62)
3. Ne yapmasını istiyordu, M.Ertuğrul'un,
Metin And? "Hayır, ben bu salonları beğen­
medim; buralarda oyun oynatmam" demesini
mi? Bilen bilmeyen de zanneder ki, tiyatro
projeleri yarışması açılmış, Avrupa'da, Ame­
rika'da, Sovyet Rusya'da bir çok yetkin tiyat­
ro salonunu görmüş, tanımış hoca da hepsini
elinin tersi ile iterek, bu koridor gibi dört
köşe barakaları seçmiş! Oysa, onları gördüğü
zaman, bize mürüvvete endaze olmaz diye­
bilmişti.
Hoca hep şunu yinelerdi: "Kimse bizi 'ti­
yatro yapın' diye zorlamadı ki bugüne kadar.
Hele, 'gelin istediğiniz tiyatro yapı biçimini
söyleyin de hemen inşa edelim,' hiç denmedi
bize. Tiyatro yapacağınız yerleri de siz bulup
çıkarmak, yoktan var etmek zorundasınız."
Ama işte şimdi ilk kez, Gaziosmanpa­
şa'da, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi özgün
bir tiyatro binası yaptırarak, "Hadi gelin, bu­
rada da kültür ve sanat çalışmalarınızı sürdü­
rün, tiyatro yapın" diyor. Hocamızı yâdecek
bundan güzel bir şey olur mu? Koşa koşa gi­
deceğiz tabii... Sadece Gaziosmanpaşa'ya
değil, ne kadar semt tiyatrosu varsa hepsine...
Yaz aylarında da Rumelihisarı'na, Yedikule'ye, Açıkhavaya, nerede tiyatro yapılabilir­
se oraya... •
pe
cy
a
18
veren"adam:
Zihni
KÜÇÜMEN
D
aha önceki görüşmelerimizde, bize
Ataköy 9. Kısım'da eskiden Barut­
hane olarak kullanılan bir binayı
kültür kompleksine dönüştürmek
çabasında olduğunuzu söylemişti­
niz. Sayın Zeliha Berksoy, Baruthane ne zaman
açılacak?
Baruthane
Çözüm
olacak mı?
profesyonel, üst düzey, olumlu bir sanat yatırı­
mına giriyor, bütün ilçelere örnek oluyor,
Sayın Kahveci de çıkıyor «imzalamam» diyor.
Aklı selim sahibi olan bir insan hangi tarafı
haklı bulur?
Bu durumda, genç tiyatrocular ne yapacak?
İstanbul gibi bir şehirde, Adalar dahil, 75-80
tane tiyatronun perde açması lâzım. Bu kadar
çok genç oyuncu var. Her yıl sadece İstan­
bul'da tiyatro bölümleri 35 mezun veriyor. Ne­
reye gidecek bu çocuklar? Kahveci, "şirket ol­
sunlar" diyor. Biz bu çocukları, sanatı piyasaya
sürüp üzerinden para mı kazanacağız? Tiyatro
bir kültürdür, ticareti yapılmaz.
Bakırköy Belediye Tiyatrolarının biletleri
yine ucuz olacak mı?
Tabii. Baruthane açıldıktan sonra abone sis­
temine geçmeyi düşünüyoruz. Bu, Muhsin Bey
zamanında da denenmiştir. Aylık programı çı­
karıp, herkese dağıtacağız. Aboneler biletlerini
aldıktan sonra, kalan biletler satılacak.
Geçen sene oyunları izlemeye gelen insan­
lar hangi kesimdendi?
Öğrenci kesimi de geliyor, halk da geliyor.
Geçen sene Mine'yi matine suareye koyduk.
Çok seçkin, çok değişik bir izleyici grubu vardı
Mine'nin. Pazar günleri daha entellektüel, bile­
rek, seçerek gelen bir orta kesim geliyor. •
Zeynep
ÜSKÜL
pe
cy
a
Baruthane bitiyor. Sahnenin teknik eksiklik­
leri gideriliyor, sahne ve salon kısmının projele­
rini Metin Deniz hazırlıyor. Zannediyorum yıl­
başında Baruthane'yi açabiliriz.
Baruthane'de iki sahnemiz olacak. Bir tane
İtalyan sahnemiz var, 350 kişilik, bir de stüdyo
tiyatrosu gibi çok değişik amaçlarla kullanabile­
ceğimiz bir deneme sahnesi var, 150 kişilik
kadar. Orada modern denemeler yapmayı düşü­
nüyoruz.
Baruthane'de yalnızca biz oynamayacağız,
yurtiçi ve yurtdışı sanatsal etkinlikleri getirme­
ye çalışacağız. Baruthane'de opera, konser, ti­
yatro, resitaller, sinema gibi birçok sanatsal et­
kinlikleri görebileceksiniz.
Bu sene neler yapmayı düşünüyorsunuz?
En geç Ekim'in 15'inde perdelerimizi Aziz
Nesin Sahnesi'nde açacağız. Bunun yanında Ka­
raca Tiyatrosu ve Yıldız Sarayı'nın içindeki
Saray Tiyatrosu'ndan da oyun teklifi aldık. Dev­
let Tiyatrosu ile bir anlaşma yaparak Oda Tiyatrosu'nda oynadıkları oyunları buraya getirmeyi
düşünüyoruz. Çocuk Tiyatrosu anlaşmamız da
var.
A. Nesin Sahnesi'nde ilk oyun olarak "İvan
İvanoviç Var Mıydı Yok Muydu" oynanacak.
Ayrıca bir prodüksiyon daha düşünüyoruz. Bir
de İstanbul Festivali'ne hazırlanacağız.
Ya Gençlik Festivali? Bu sene de Tiyatro
Akademilerini davet edecek misiniz?
Elbette, Gençlik Festivali düzenlemeyi dü­
şünüyoruz. Biz bunu, Türk Tiyatrosu'nda genç­
liğin yeni yapılanması açısından ele alıyoruz ve
buna çok önem veriyoruz. Bunu kapital olduğu
zaman daha geniş kapsamlı da yapabiliriz. Se­
minerler düzenleyebilir, onbeş, yirmi günlük ti­
yatro kursları yapabiliriz. Oyunlar sergilenir,
üzerinde tartışma geceleri yapılabilir. Ancak,
Maliye Bakanı Kahveci'nin halen önünde tuttu­
ğu tiyatromuzun kadrolarının vize problemi var.
Bu, akan suya dur demek gibi birşey. Tiyatro
öyle bir güçtür ki, böyle bentler ne yazık ki da­
yanamaz. Tiyatro antik çağdan beri yapılagelmektedir ve bizim bir çağdaş tavır olarak inan­
dığımız ve savunduğumuz düşünce artık yerel
yönetimlerin kültür meselesinde öncü olmaları­
dır. Bütün gelişmiş toplumlarda da bu böyledir.
Hiçbir Batı tiyatrosu ömrünü ChampsElysee'nin göbeğinde geçirmez. O trafiğin
içine, hiçbir büyük yönetmen, ya da sanatçı gir­
mez. Herkes şehrin varoşlarında çalışır, 2-3 ay
gelir merkezde oynar. Çünkü sanat dinginlik
ister; kasetçilerle kebapçıların arasında sanat
yapılmaz. Bu Batıda böyleyken ve sanatın gere­
ği böyleyken, Bakırköy Belediyesi bu kadar
Bakırköy'de salonsuzluğa
Yapımı
devam eden
Baruthane'nin
ilk hali. Bura­
dan bir tiyatro
salonu yükse­
lecek.
Cezmi Bas­
kın'ın yönettiği
"Partimizin
Adayı" oyunun­
dan bir sahne.
a
Ankara sahnelerinde yeni bir renk
pe
cy
Gökkuşağı
Oyuncuları
A
Pınar
ŞENEL
nkara'da yeni kurulan bir tiyatro,
Gökkuşağı Oyuncuları, 23 Eylül'de,
Ankara Sanat Tiyatrosu Sahnesinde,
ilk oyunlarına başladı. Genç
Topluluk, AST'ın başarılı oyuncusu
Cezmi Baskın'ın yönetmenliğinde Romen yazar
J.L.Caragiale'nin (1852-1912) Partimizin Adayı
(Kayıp Mektup) adlı oyununu sahneliyor.
Aşağıda, yeni tiyatronun yapısı ve
sahnelenen oyun üzerine, topluluğun kurucusu
ve sanat yönetmeni Cezmi Baskınla,
arkadaşımızın yaptığı söyleşiyi sunuyoruz.
Ankara'nın "başkent"liği, ne
yazık ki, yıllardır politik ve
bürokratik olmaktan öteye
gidemedi,
Ankara, sanatta "başkent"
olmaktan bugün çok uzak...
Özel tiyatrolar açısından Ankara'nın yoksul
bir kent olduğunu biliyoruz. Kurulacak herhan­
gi bir tiyatronun, özel olarak da sizin tiyatronu­
zun ne gibi boşlukları dolduracağını düşünüyor­
sunuz?
Ankara'nın "başkent'liği, ne yazık ki, yıllar­
dır politik ve bürokratik olmaktan öteye gide­
medi. Ankara, sanatta "başkent" olmaktan
bugün çok uzak. Bu yüzden, sürekli olarak İs­
tanbul başta olmak üzere, dışarıya bir sanatçı
göçü veriyor Ankara. Bu, bir kısır döngü biçi­
minde böyle sürüp gidiyor.Öncelikle bu kısır
döngüyü kırma iddiasında olmadığımızı belirt­
meliyim. Bu, bir kişi ya da grubun tek başına
yapabileceği bir şey de değil zaten. Bunu eko­
nomik koşullar da hızlandırıyor.
İşte bu yüzden Ankara'nın çok tiyatroya,
çok tiyatro adamına, müzisyene, edebiyatçıya...
çok, çok sanatçıya ihtiyacı var. Ve tabii pek
çok yürekli çıkışlara, girişimlere... İşte bu an­
lamda, tüm sanatçılara ve hatta "seyirciyim"
diyen herkese görev düştüğü inancındayım.
Neden "Gökkuşağı Oyuncuları"?
Biz yeni bir ekibiz. Tiyatroya yaşamsal bir
değer veriyoruz. Bizim için tiyatro ekmek, su
kadar gerekli. Grubumuzun adını tüm genç ar­
kadaşlarla birlikte koyduk. Bizim için "Gökku­
şağı", çok renklilik (sanatsal anlamda tabii),
umut, aydınlık, estetik, uyum, değişim ve
yaşam sevincini simgeliyor.
Bu adın anlamını sahne üzerindeki üretime
yansıtmak, tüm ekibin ortak sorumluluğu, ortak
dileği ve umudu.
Kadronuz şimdilik oldukça genç. Bunun
özel bir nedeni var mı?
Öz-biçim açısından, genç ve dinamik bir
tiyatro yapmayı amaçlıyoruz. Bunun da, ancak
öğrenmeye istekli, genç bir ekiple oluşacağı ka­
nısındayım. Ayrıca bu işin, pek çok işte de ol­
duğu gibi, eğitimi bitmez. Her oyun, yönetme­
nin, oyuncunun, ışıkçının, dekorcunun yeni
şeyler öğrendiği, kendini geliştirdiği bir çalış­
madır da.
Bu oyunu seçerken nelerden etkilendiniz,
neleri amaçladınız? Bundan sonraki oyunları­
nızda hangi tür ve içerikleri tasarlıyorsunuz?
Tiyatroya bakış açımız ve özlemlerimiz ışı­
ğında, evrenselliği, güncelliği, sanatsal olanak­
ları, sahne tasarımı ve tekniği açısından, olanak
tanıyan bir oyun dağarcığımız var. Bunlara baş­
kaları da ekleniyor. Her sezon 2-3 oyun çıkara­
bileceğiz sanıyorum. Bunlar arasından CARAGIALE'nin
oyunu,
seçim
ortamındaki
ülkemizin güncelliği ile paralellik gösteriyordu.
pe
cy
Başka yönetmenlerle çalışmayı düşünüyor
musunuz?
Pek tabii. Tüm projelere açığız. Özellikle
genç yönetmen arkadaşların bu konuda bizlerle
ilişki kurmasını rica ediyorum.
Bu oyunda nasıl bir dramaturji ve reji uygu­
ladınız? Neleri öne çıkardınız?
Oyunun iyi bir örgüsü vardı, ülkemizin ob­
jektif şartlarıyla çakışıyordu. Fakat eski teknik­
le yazılmış bir vodvildi. Uzun tiratlarla, mekan­
larla, aparlarla, dış anlatımlarla doluydu. Bu
bizim anlayışımıza zıttı. Bunları giderip, oyunu
ekibin ritmine uydurduk. Oyunculukları müm­
kün olduğunca doğal ve yaşayan kişiler olarak
aldık, abartılardan kaçtık. Bu olaylar, dünya­
nın herhangi bir yerinde oluyormuşçasına, ger­
çek demokrasi olmayan bir ortamda kişilerin
nasıl yoz politikalara saptığını anlatmayı amaç
edindik.
Hangi seyirciye sesleniyorsunuz, bu oyunda
ve genel olarak tiyatronuzda?
Değişimi, umudu, çok renkliliği kavrayarak,
kucaklayarak, kendini değiştirebilen dostlar
edinmek istiyoruz.
Bu oyuna seyirci neyi umarak gelmeli sizce?
Ya da sizce seyirci bu oyunda neler bulacak?
Bizi tanımak için gelecek. Politikanın ne ol­
duğunu görecek. Doğru ve yanlışları politik an­
lamda tartıp, seçecek, eğlenecek.
Ekonomik güçlükleri nasıl aşmayı düşünü­
yorsunuz?
Yaşadığımız ekonomik ortamın gerektirdiği­
nin tersine, kapitalsiz başladık bu işe. Ekip-,
oyun çıkana kadar ücret almadı. Yapım masraf­
larını VISA Kredi Kartı'yla karşıladık. En
büyük desteği de, provalar sırasında bize salo­
nunu açan Ankara Sanat Tiyatrosu gösterdi.
Bunca para ve gönül borcundan sonra varolabilmemiz, seyirci desteğinin sürmesiyle mümkün
olacak. •
a
Genç yönetmenlere açığız
Tevfik Gelenbe
Vefasız
sevgili
uğruna 35 yıl
T
cy
a
evfik Bey, sizin tiyatro serüveninizi
eskilerden alarak bugünlere gelsek.
Siz tiyatroya ne zaman, nasıl başladı­
nız?
Tiyatro yaşamıma 1957-58 yılla­
rında İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu'nda
başladım. Bütün arkadaşlarım maça giderlerdi,
ben tiyatroya giderdim. Muammer (Karaca)
Abi'nin bir oyununu sekiz dokuz kez seyrettiğim
olmuştur. Böyle bir sevgi doğunca o çevreden de
dostlarım oldu. Bir oyun dönüşü, servis arabasın­
da Kemal Tözem Bey de vardı, o zaman sahne
amiriydi. Bana, "fiziğin müsait, çok da meraklı­
sın, niye Şehir Tiyatrosu'na girmiyorsun", dedi.
Bu teklife çok sevinmiştim.
Kaç yaşındaydınız?
24 yaşındaydım ve hemen dilekçe verdim.
Aradan 8 ay geçti, bir gün Şehir Tiyatrosundan
bir zarf geldi. Denenmem için bekleniyordum.
İki kişi alınacakmış. Sonunda ben ve Aytaç Yörükaslan kazandık.
Nereden bu tiyatro askı ?
Hep düşünmüşümdür kendimce niye bu tiyat­
ro aşkı diye. Ben küçük yaşta annesiz, babasız
kaldım. Ama onlarla olduğum o günler içinde
hep sanat vardı. Babam bir kanun adamıydı, ama
her hafta musiki alemleri yaparlardı. Çalarlardı,
söylerlerdi ve babam birinci sınıf bir ortaoyuncu-
pe
Güzin
ÇORAĞAN
suydu. Kavuklu oynardı, pişekar oynardı. Ve
büyük bir grubu iki üç saat oyalayabilirdi. İşte
böyle bir ortamda büyüdüm ben. Neden tiyatro
aşkı sorusunun cevabı da budur, sanırım.
Şehir Tiyatrosu'nda ne kadar çalıştınız?
1963 senesinde ben, Neşe Yulaç, Gazanfer
Özcan, Gönül Ülkü ve İlhan Hemşeri Şehir Tiyatrosu'ndan ayrıldık, şimdi de halen varolan
Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nu kurduk. 1969 yılı­
na kadar orada çalıştım ondan sonra da kendi
ekibimi kurdum. Koşullar ağırdı ama dayandım.
Benim kursiyerlerim var. Onlara hep söylüyo­
rum, tiyatronun yazılmamış kanunları vardır:
Vefasız bir sevgili gibidir tiyatro; soğukta,
karda, kışta, çamurda kapısında beklersin ve bir
gün kapısını açar, size gel der. Kendi tiyatromu
açtığımda salonumuz yoktu. Hep aynı sorun.
Yüz sene evvel vardı, 60'h yıllarda da vardı,
şimdi de var. İlk dört ayımızı turneyle geçirdik.
O arada Ankara Maltepe Tiyatrosu'nun boş oldu­
ğunu öğrendim, oraya girdik. Ziya Akelli de bir
ekip yapmıştı. Rahmetli Yıldırım (Ataç) da
vardı. Onlarla aynı salonu, sahneyi bölüştük. Ve
sonra İstanbul'da Üsküdar Sunar Tiyatrosu'nun
boşaldığı haberini aldık. 1970-71 yıllarında
Sunar Tiyatrosu'nda başladık. Üsküdar, tiyatro
için şanssız bir yer. İşimiz kötü değildi, tiyatro
zarar etmiyordu ama seyirci Kadıköy'den geli­
yordu. Benim odam durağa bakardı, oyun bittiği
zaman seyirci olduğu gibi o durağa koşardı.
Sonra, çeşitli seçenekler aradık. Suadiye'de
Atlantik Sineması karşısında kafe bozması bir
yer bulduk. Burada tiyatro yapabilir miyiz, diye
sorduk, sahibi de 'tabii yapabilirsiniz' dedi. Bir
seneliğine kiraladık ve o zamanın 60 bin lirası
kadar masraf yaptık. Yüzyetmiş kişilik bir salon
haline getirdik. İşimiz çok da iyiydi. Ama bir
süre sonra sahibi 'Buradan çıkın ben burayı bilar­
do salonu yapacağım dedi. Çıktık ve orası bilar­
do salonu oldu. O sırada Opera Tiyatrosu
boştu, oraya geçtik. Sene sonuna doğru bir yan­
gın geçirdik. Çok kötü bir olaydı, kimsenin başı­
na gelmesin. Tiyatroyu iki ay içerisinde yeniden
yaptık. Ve ondan sonra da turneye çıktık. Turne­
deyken bu salon için bir teşebbüsümüz vardı. Sağolsun Üner İlsever kardeşim burayı bize verdi.
1975'den beri de buradayız.
Seyirci ilişkileriniz nasıl? Kendinize özgü bir
izleyiciniz var değil mi?
Evet çok şükür böyle bir seyircimiz var. Her
yıl gelip bizi izliyorlar. Ne zaman başlayacaksı­
nız diye soruyorlar.
Ne zaman başlayacaksınız Tevfik Bey? Hangi
oyunlarla?
11 Ekim'de Germeine Lefreng'in yazdığı
Neden Olmasın adlı Zihni Küçümen'in adapte
ettiği bir oyunla başlıyoruz. Daha sonra Dünya
Yeşildir diye , benim yazdığım, çevre sorunla­
rıyla ilgili bir çocuk oyununa başlayacağız. İn­
sanların önündeki en önemi sorun çevre sorunu.
Kimse farkında değil. Ben de bir tiyatrocu olarak
karınca kararınca bir katkımız olsun istedim. Bir
de 15 Ekim'de kayıtları bitecek ve Kasım'ın ilk
haftasında başlayacak olan sekiz yıldır devam
eden bir kursumuz var. •
Almanya'da güldürü ve toplumsal
taşlamalar sahnesi
Tiyatrom
A
cy
a
TİYATROM, Almanya'da
yaşayan Türklerin sorunlarına,
özellikle de Berlin'in Kreuzberg
semtinde
yaşayan Türk
gençlerinin
sorunlarına
eğilen bir çalışma içinde.
lmanya'da, Berlin'de 1984 yılından
beri yaşamını sürdüren ve bugüne
kadar yirminin üstünde prodüksiyon
gerçekleştirmiş, oyunlarını Türkçe ve
Almanca oynayan bir Türk Tiyatrosu
var, adı: TİYATROM.
eleştirirken, sistemin temsilcisi olan öğretmenleri­
ni çileden çıkarıyorlar..
TİYATROM, Almanya'da yaşayan Türklerin
sorunlarına, özellikle de Berlin'in Kreuzberg
semtinde yaşayan Türk gençlerinin sorunlarına
eğilen bir çalışma içinde.
TİYATROM, 21 Ağustos - 1 Eylül tarihleri
arasında İsviçre'nin Basel kentinde yapılmış olan
West in Basel adlı uluslararası tiyatro festivaline
"Düğün Dernek Kreuzberg" ve "Palyaçolar
Okulu" ile katıldı.
pe
Bu oyunların ardından, Kasım ayında, Arthur
Millerin Köprüden Görünüş adlı oyunu, Alman
yönetmen Ralf Milde tarafından sahnelenecek.
Asiye Nasıl Kurtulur, Pir Sultan, Suçlular
Suçsuzlar, Kurban, Bir Ceza Avukatının Anıları
gibi oyunları sergilemiş olan topluluk, geçen yıl
Aydın Engin'in yazıp yönettiği Düğün Dernek
Kreuzberg adlı müzikli oyunu, bu yıl da sahnele­
meye devam ediyor. Oyunda, anadillerini doğru
konuşamayan ikinci kuşak Türk gençlerinin birbir­
leriyle evlenme isteklerinin, hâlâ Anadolu gele­
neklerinden kurtulamamış anne-babaları tarafın­
dan anlayışla karşılanmaması, Alman yönetiminin
Türklere karşı tutumları, güldürü ve toplumsal taş­
lama türünde yansıtılıyor.
Tiyatronun kadrosunda Yekta Arman, Le­
vent Beceren, Atilla Cansever, Barış Eren, Tayfun
Kalender, Nizamettin Namidar, Selçuk Sazak,
Melda Özer, Defne Tezel, İdil Üner bulunuyor.
Işık teknisyeni Önder Baykul. •
Topluluk, S. Mrozek'in Polisler adlı oyunu
da sahneliyor. Polisler, Türkiye'de de sahnelenmiş
fakat hemen yasaklanmıştı. Kara mizahın başarılı
örneklerinden olan oyunda, siyasi polisin, tutukla­
yacak insan bulamadığı bir ülkedeki zor (!) duru­
mu hicvediliyor.
TİYATROM, bu mevsim, bu iki oyundan
ayrı olarak, I.K.Waechter'in yazdığı M. Burton'un
yönettiği Palyaçolar Tatilde adlı oyununu da bu
mevsimin ilk yeni oyunu olarak, 1 Ekim'de Türkçe-Almanca olarak sergilemeye başlıyor. Oyunda,
öğrenciler (palyaçolar), otoriter eğitim sistemini
23
90/97 Tiyatro mevsiminde
Avrupa 'nın
en iyileri
"Tiyatro 1991" yıllığında,
eleştirmenler reji ile birlikte
dramaturjiyi de başlıbaşına
bir madde olarak
değerlendirmişler.
G
pe
cy
a
eçtiğimiz tiyatro mevsiminde Al­
manya, Avusturya ve İsviçre'de
izlenen yerli ve yabancı tiyatrolar
ve oyunlar için 34 eleştirmenin
yaptığı değerlendirmenin sonuç­
ları, Theater Heute dergisinin "Tiyatro 1991"
yıllığında yayınlandı.
Yılın Alman yazarlarından önde gelen iki­
sini, "ölü iki yazar" diye özellikle belirtmek
gereğini duymuş yıllık. Gerçekten de en yük­
sek oyu (onbir), geçtiğimiz yıl kanserden
ölen Doğu Berlin'li yazar Georg Seidel almış;
Doğu Berlin'de Brecht'in kurmuş olduğu ünlü
tiyatro Berliner Ensemble'de, yazarın anısı­
na ilk sahnelemesi yapılan Villa Jugend adlı
oyun için...
Yılın
Yılın rejisörleri de Doğu Berlin'li, Frank
matadorları
Gastorf, D.Berlin'deki "Deutsches Theater"da
F.Castorf ve
sahnelediği John
Gabriel
Borkmann
L.Haussmann (H.Ibsen) ile en yüksek oyu almış (9 oy). Onu
Yılmaz
ONAY
5 oyla aynı tiyatronun yönetmeni Thomas
Langhoff izliyor. Yeni yetişen sanatçılar kate­
gorisinde değerlendirilen Leander Haussmann ise, doğunun kentlerinden Weimar'da
sahneye koyduğu Nora (H.Ibsen) ile 13 oy
almış.
Yıllık, Castorf ve Haussmann'ı yılın reji
matadorları diye nitelemekte. Buna karşılık,
Almanya turnelerinde izlenen ve okurlarımı­
zın herhalde daha iyi tanıdıkları dünyaca ünlü
isimlerden, örneğin Ariane Mnouchkine'in
(Theâtre du Soleil, Paris) Aischylos ve Euripides'ten düzenleyip sahneye getirdiği Les
Atrides uygulamasına yalnız üç eleştirmen
oy vermiş.
Peter Brook'un Theâtre Buffes du Nord'da
(Paris) yaptığı Fırtına (Shakespeare) rejisi ve
geçen yıllarda ülkemize düzenlediği turneler­
den tanıdığımız Theater an der Ruhr'un yönet­
meni Roberto Ciulli'nin Üç Kızkardeş
(A.Çehov) rejisi, ancak birer oy alabilmiş.
Gene ilginç bir nokta, eleştirmenlerin, reji
ile birlikte dramaturjiyi de başlıbaşına bir
madde olarak değerlendirmeye almaları. Nite­
kim, pek çok eleştirmen, bir oyunun rejisine
oy verirken, bir başka oyunun dramaturjisine
oy vermiş. Çünkü oyun prodüksiyonlarında,
rejisörden ayrı olarak dramaturjiyi yapan
isimler de belirtilmekte.
Tüm mevsim ürünleriyle bir tiyatronun
değerlendirmesinde, yukarıda adı geçen Doğu
Berlin'deki "Deutsches Theater", en yüksek
oyla (9 oy) Yılın Tiyatrosu olarak adlandırıl­
mış. Mnouchkine'in "Theâtre du Soleil"i ve
Viyana'daki "Wiener Schauspielhaus" ise,
üçer oyla, alternatif olarak onu izliyorlar.
Eleştirmenlerin değerlendirmesinde, bir de
yılın en tatsız tiyatro olayı maddesi yer alı­
yor. Bu maddeyi, örneğin Gert Gliewe: "Heiner Müller'in, doğudaki Alman tiyatrolarını
kapatma fikri", diye yanıtlamış. (Bilindiği
gibi H.Müller, eski Doğu Almanya'nın batıda
en çok ün yapmış tiyatro yazarı -idi-). Tanın­
mış "Der Spiegel" dergisinin eleştirmeni Helmut Karasek ise, yılın en tatsız tiyatro olayı
olarak şunu belirtiyor: "Tiyatro eleştirisinde
nepotizm (yakınları kayırma, Y.O); yani, ba­
baların oğullarını ünlendirmesi"; oysa Goldwin'in dediği gibi, "nepotizm kabul edilebilir,
ama aile ilişkilerinde kalmak kaydıyla". Gene
bu madde için, üstelik iki eleştirmen birden
(P.Iden ve R.H. Wiegenstein), Batı Berlin'in
dünyaca ünlü tiyatrosu olan Schaubühne'deki bir sahnelemeyi, Brecht'in Sophokles'ten yaptığı Antigone uyarlamasının oyna­
nışını, yılın en tatsız tiyatro olayı olarak
niteliyorlar.
En başta, yılın yazarı konusunda yıllığın
bir de notu var: Pek çok eleştirmen, George
Tabori'nin ancak Temmuz sonunda (Viyana'da) ilk sahnelenişi izlenebilen "Goldberg
24
"Kültürsever Yurttaşlar İçin
Klasiklerden Kısa Kısa"
George Tabori
HAMLET
Öldürmen gerek
Dedi baba,
Sen zaten ölmüşsün
Dedi oğul.
OPHELİA
Kız soyundu
Erkek de soyundu,
Sonra erkek
Kalktı İngiltere'ye gitti
Kız deli oldu.
a
CLEOPATRA
Tarihçiler
Yemin-i billâh ediyorlar:
Cleopatra'nın burnu biraz daha kısa
Ya da hazretin nesnesi az daha uzun
Olaydı, iş çok daha başka türlü
Yürürdü.
OİDİPUS
Sen benim annemsin
Ve çocuklarımız
Benim kardeşlerim, öyle mi?
Yani, ben
Kendi kendimin çocuğu,
Sen de haminnem.
Değil de ne?
cy
Georg Seldel
NATÜRALİZM
Lagara lugara, dalga dubara
Döşemesi bile hakiki
Bulaşık kokuyor mutfak,
Ve altta Brecht
Dönüp duruyor mezarında
pe
Çeşitlemeleri" oyununa oy vermek istemişler,
ama geç olduğu için o değerlendirmeler önü­
müzdeki yıl için geçerli olacakmış. Yalnız
yıllık, George Tabori'nin Londra'da bir hastahanede yatarken dergiye gönderdiği ve şu
başlığı koyduğu "şiir"lerini baş sayfalarına al­
mayı ihmal etmemiş: "Klinik Bir Dramaturjinin Postoperatif Örnekleri". Ben de o örnek­
lerden birkaçını, yıllığın koyduğu başlıkla
sizlere aktarayım..
"Sevgili Yelena Sergeyevna" ise bir
Glastnost oyunu. Ludmilla Razumovskaya
bu oyununda, ömrünü öğrencilerine ve on­
ların eğitimine adamış bir öğretmeni canlan­
dırıyor. Oyunun yönetmeni Yıldız Kenter,
öğretmeni de oynuyor.
1991/92 mevsiminde bir başka "yabancı
oyunu"da, D.L.
Coburn'dan Seçkin
Selvi'nin çevirdiği Konken Partisi. İki kişi­
lik bu oyunda, Yıldır Kenter ve Şükran
Güngör oynayacaklar.
3 0 . Yıl için hazırlananlar
K
Kent Oyunculan'nın 91/92 repertuarı, 30.
yıl nedeniyle hazırlanacak üç büyük pro­
düksiyonla sürecek: Bunlardan biri Nâzım
Hikmet'in 90. Doğum Yıldönümü nedeniy­
le Müşfik Kenter'in oynayacağı Küvayi
Milliye. Oyunu Oğuz Aral yönetecek.
İkinci "30. yıl özel yapımı", önemli bir
klasik: İlk kez 1961-62 sezonunda Kent
Oyuncuları tarafından
oynanan Anton
Çehov'un Martı'sını, bu kez konuk bir Rus
yönetmen sahneye koyacak.
Ve uzun yıllardan sonra Kent Oyuncula­
rı'nda bir müzikal geliyor sahneye: Günah.
Melih Kibar'ın müzikleri, Süha Öztartar'ın metni, Esra Zeynep'in dramaturjisi ve
Zeynep Talû'nun şarkı sözleri ile oluşan
Günah'ı, Mehmet Bırkiye sahneleyecek.
Henüz proje aşamasında bir başka oyun
da Uğur Mumcu tarafından oyunlaştırılan,
Atatürk'ün Nutuk'u. Oyunu, Müşfik Kenter
oynayacak.
cy
a
ent Oyuncuları, bu tiyatro
mevsiminde, kesintisiz sürdür­
dükleri 30. yıllarını kutlamaya
hazırlanıyorlar.
Bu yıl bir "yeniden yapılan­
ma" yi amaçlayan Kent Oyuncuları geçmiş­
teki otuz yıllarını da değerlendirerek yeni
kültür etkinlikleri ve oyunlar hazırlıyorlar.
İlk Oyunlar
pe
Kent Oyuncuları mevsimi 3. İstanbul Ti­
yatro Festivalinde oynadıkları iki yeni
oyunla açıyor: Maskeli Süvari ve Sevgili
Yelena Sergeyevna. Maskeli Süvari'nin ya­
zarı Mehmet Baydur, sahneye koyan Müş­
fik Kenter. Mehmet Baydur, "Maskeli Sü­
varide sahne aydınları ve "sanat seviciler"i
kendine özgü dili ve mizahıyla anlatıyor.
Kent Oyuncuları
3 0 . Yıla
merhaba
Yazarlı-yönetmenli-oyunculuseyircili oyun değerlendirme
söyleşileri, seyirci genel
provaları, oyunculuk eğitimi
birimi, çocuk oyunları, gençler
için tiyatro ve kültür haftaları
Yeni yapılanma etkinlikleri:
Kent Oyuncuları 30. yıllan nedeniyle ha­
zırladığı bu çok yönlü repertuarın yanısıra,
önemli bir "yeniden yapılanma"yı da ger­
çekleştiriyor. Bu bağlamda yeni oyunların
yanısıra yeni kültür etkinlikleri de gündeme
gelecek. Yazarlı - yönetmenli - oyunculu seyircili "oyun değerlendirme söyleşileri",
meraklı seyirciler için "seyircili genel pro­
valar", uzun vadede ciddi bir tiyatro eğiti­
minin hedeflendiği "oyunculuk eğitimi biri­
mi", çağdaş biçimde ele alınacak "çocuk
oyunları", "gençler için tiyatro ve kültür
haftaları" gibi etkinlikler, birbiri ardına
Kenter Tiyatrosu'nun sahnesini dolduracak.
Bu kapsamlı çalışmaları, amacına uygun
biçimde değerlendirebilmek için, Kenter Ti­
yatrosu salon ve fuayesi de yenilendi. Fua­
yede yeniden düzenlenen, Kitap-butik, Vi­
yana Kahvesi ve özel anı eşyaları
bölümleri ile resim galerisi yeni sezonda tiyatroseverlere hizmet verecek. •
a
cy
pe
Çizgi
Tiyatrosu
A
a
Antalya'dan ilgisizliğe karşı
yükselen bir ses
300 kişilik Belediye Kültür Salonu çocuk ti­
yatrolarına sahnesini açan tek yer. Salon çok
amaçlı kullanıldığından senede ancak 4-5 kez
çocuk oyunu sahnelenebiliyor. Sinemaları kiralamaksa, ücretleri nedeniyle olanaksız. Bu
durum çocuk tiyatrolarını, ilkokulların dersane
bozularak yapılmış salonlarında, Milli Eğitim
Vakfı ya da Okul Koruma Derneği yararına oy­
namaya zorluyor.
Daha önce bizim de yaptığımız bu yanlış
uygulamayı, aldığımız bir kararla bıraktık. Bi­
rincisi, okul salonları çoğunlukla tiyatroya
uygun değil. Çocuk, oyun dışındaki "tiyatro"yu
yaşayamıyor.
Parasını ödediği halde eline bilet geçmemiş­
tir. Çünkü öğretmeni bu kadar işinin içinde bir
de Çocuk Tiyatrosu biletleriyle uğraşamayacağından, sorunu toplu liste yaparak çözmüştür.
Çocuk büyük olasılıkla kendine ait bir koltuğa
oturmamıştır. Daracık salona çok sayıda çocuk
alındığından oyun başlayana kadar "biraz daha
sıkışın bakayım" uyarılarıyla keyfi kaçmıştır.
Oyun başlayıp "sıkışmayı" unutup da oyunla
diyaloga girmişse "susss, sessiz ol..." uyarısı al­
mıştır. Belki de tiyatroya gitme kendisinin seçi­
mi değildir, buna okula getireceği pay nedeni
ile zorlanmıştır. Bütün bunlardan sonra, çocu­
ğun yaman bir tiyatro izleyicisi olarak yetiş­
mesi kuşkuludur.
pe
cy
ntalya'da çocuk oyunları sergileyen
Çizgi Tiyatrosu'nun, oyunlarını ço­
cuklara ulaştırmada karşılaştıkları
engelleri, yaşadıkları
sorunları,
aşağıdaki yazıda, grubun yönetmeni
Nusret Demir anlatıyor.
Çizgi Tiyatrosunun en önemli sorunlarının
başında salonsuzluk geliyor. Büyük emek ve
masraflarla hazırlanan oyunlarımız, salonsuz­
luk yüzünden, ancak 4-5 kez sahnelenebiliyor.
Asırlar önce 10.000 kişilik görkemli Aspendos'ların inşa edildiği Antalya'da oyunumuzu
sahneleyecek salon bulamayışımız düşündürü­
cüdür.
600 kişilik Özel İdare Salonu'nun "çocuklar
koltuklan çiziyorlar" gerekçesiyle çocuk tiyat­
rolarına verilmeyişi, 23 Nisan'larda söylenen
sözlerin yapmacıklığını sergilemiyor mu?
Kendi çocuklarından koltuk esirgeyen devlet
bu yaklaşımıyla sanat politikasını da açıklamış
oluyor.
600 kişilik Özel İdare Salonu'nun
"çocuklar koltukları çiziyorlar"
diye çocuk tiyatrolarına
verilmeyişi, 23 Nisan'larda
söylenenlerin
yapmacıklığını
sergilemiyor mu? Devlet, hu
tavrıyla sanat politikasını da
açıklamış oluyor.
Fitre zarfı, Kızılay'a yardım, tiyatro bileti...
İkincisi, okulda satılan bilet, öğrenci velisi
tarafından, fitre zarflan, Kızılay'a yardım vs.
kampanyalarından birisiymiş gibi algılanabili­
yor; yani okul idaresi yine para toplamış olu­
yor ve güç durumda kalıyor.
Üçüncüsü, biletler toplu satıldığından ol­
dukça ucuz tutuluyor. Bu da toplumda "bu
kadar ucuz olduğuna göre Çocuk Tiyatroları
basit, emeksiz ve masrafsız olmalı" yargısını
oluşturuyor.
Özetleyecek olursak, çocuğa "tiyatro atmos­
feri vermeyen, okul idaresine ve öğretmene an­
garya gelen, ama okula bırakacağı paranın hatı­
rına katlanılan", velide ise "yine para
toplanıyor" değerlendirmesi yaratan bu uygula­
mayı, salonsuzluğumuza rağmen terk ettik.
cy
a
pe
Yayınevleri ve
Tiyatro
Kitapları
c
pe
cy
a
an Yayınları, 1990'da baş­
lamış
olduğu
Çağdaş
Drama Dizisi ile tiyatroya
yeni bir soluk veriyor.
Aziz Çalışlar yönetimin­
de hazırlanan dizi, Çağdaş tiyatro
yazarlarının dilimize kazandırılma­
sına yönelik bir çizgide devam edi­
yor.
Yayınlanan son kitaplardan biri
olan Ah HolIywood, AvusturyaMacar asıllı ünlü oyun yazarı, Ödön
von
Horvarth'ın
gözüyle
1930'lardan 1950 McCarty'ciliğine
kadarki dönemi renkli bir anlatımla
veren bir Christopher Hampton
uyarlaması.
Fransızca'ya da çevrilen ve
adapte edilen eser, 1982'de İngilte­
re'de, Royal Court'ta sahnelendi.
Dizinin son kitaplarından bir di­
ğeri ise ünlü Sovyet tiyatro yazarı
Biz Aşağıda İmzası Olanlar
Aleksander Gelman, Belgi Paksoy, Aleksander Gelman'ın yapıtı, Biz
Aşağıda İmzası Olanlar.
Can Yayınları
Glastnost Hareketi'nin simgele­
85 sayfa, İst. 1991
rinden biri olarak kabul edilen eser,
ilk kez Sovyetler Birliği'nde 1979
yılında sahnelenmişti. Ülkemizde
de 1988'de İstanbul Şehir Tiyatroları'nda Oleg Yefremov ile Aleksan­
der Kalyagin'in yönetmenliğinde
sahnelenmiş ve yılın en iyi oyun, en
iyi yönetmen, en iyi oyuncu, en ba­
şarılı dekor ödüllerini kazanmıştı.
Can. Yayınlan, Çağdaş Drama
Dizisi'nden bugüne kadar, aralarında Camus'nün Ecinniler, Lunaçarski'nin Don
Kişot,
Beckett'in
Godot'yu Beklerken adlı eserleri
de bulunan, toplam 17 eser yayınla­
dı.
Ayrılık Müziği
Marguerite Duras, Gökçin Taşkın
Remzi Kitabevi,
80 sayfa, İst. 1991
Tiyatro kitapları alanında yeni
bir atılım yapan Remzi Kitabevi ise
1990 yılında çeşitli edebiyat türle­
rinde ürün vermeye başlayan Çilek
Dizisi'ndeki oyun kitaplarında da
yerli ve yabancı eserlere yer ver­
mekte.
Dizide en son Marguerite
Duras'ın Ayrılık Müziği ile Meh­
met Baydur'un Yangın Yerinde
Orkideler'i yayınlandı.
Dilimize Gökçin Taşkın tarafın­
30
dan çevirilen "Ayrılık Müziği",
1985'te, Fransa'da, yazarın rejisiyle
oynanmıştır. Duyguların doruk noktalarını şiirsel bir anlatımla veren
eser, güçlü bir oyunculukla adeta
diğer hiçbir sahne unsuruna gerek
duymadan sergilenebilir izlenimi bı­
rakıyor.
Yangın Yerinde Orkideler ise
Mehmet Baydur'un güçlü yapıtların­
dan biri. Eser, Ocak 1990'da, İstan­
bul Devlet Tiyatrosu, Taksim Sahnesi'nde, Can Gürzap tarafından
sahnelendiğinde büyük beğeni ka­
zandı.
Remzi Kitabevi, Çilek Dizisi'nde,. bugüne kadar oyun olarak
Genet'in Paravanlar'ı, Kundera'nın
Anahtar Sahipleri, Tennesse Williams'ın Yaz ve Duman'ı başta
olmak üzere 9 kitap yayınladı.
1991 yılında Tiyatro Dizisi baş­
latan bir başka yayınevi de Boyut
Yayınevi.
Bu dizide öncelikle yerli oyunla­
ra yer verecek olan Boyut Yayınevi'nin yayınladığı ilk kitap Vasıf
Öngören'in Toplu Eserler'i. Yazarın,
Almanya Defteri, Asiye Nasıl
Kurtulur, Oyun Nasıl Oynanmalı,
ve Zengin Mutfağı isimli oyunla­
rından oluşan bu kitabı, Turgut
Özakman'ın Toplu Eserler'i takip
edecek. Kitapta yer alacak oyunlar;
Ah Şu Gençler, Töre ve Ocak.
Vasıf Öngören-Bütün Oyunları
Almanya Defteri (Göç) • Asiye
Nasıl Kurtulur • Oyun Nasıl Oynanmalı • Zengin Mutfağı
Boyut Yayınevi
290 sayfa, İst. 1991
a
pe
cy
a
pe
cy

Benzer belgeler