Dergi - sosyal bilimler enstitüsü

Transkript

Dergi - sosyal bilimler enstitüsü
KARABÜK
ÜNİVERSİTESİ
2 0 0 7
KARABÜK ÜNÝVERSÝTESÝ
SOSYAL BÝLÝMLER ENSTÝTÜSÜ DERGÝSÝ
KARABUK UNIVERSITY
JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES INSTITUTE
BAŞLARKEN
Batı Karadeniz'in cumhuriyet ve sanayi kenti olan Karabük'te
kurulan üniversitemiz bilime, demokrasiye ve barışın önemine inanan,
özgür düşünen, araştırmacı, girişimci, insan sevgisi ve saygısıyla dolu,
ülkesini geleceğe taşıyacak bireyler yetiştirmeyi amaçlayan bir
kurumdur. Misyonumuz araştırmak, çok çalışmak, uluslararası düzeyde
araştırma ve yayın yapan öğretim üyelerinin önderliğinde, toplumsal
bilince, genel kültür ve iletişim becerilerine sahip, küresel anlamda
dünyanın her yerinde çalışabilecek başarılı meslek ve bilim adamları
yetiştirmektir.
Üniversitemiz henüz çok genç ve yeni olmasına karşın “az
zamanda büyük işler başarmayı” amaçladık. Büyük önder Atatürk'ün
“ufku görmek yetmez, ufkun ötesine de odaklanmak gerekir” sözünden
esinlenerek, bilimin bayrağını sonraki nesillere emin adımlarla taşımayı
ve kendi alanında en iyilerden biri olmayı ilke edindik.
Bir yükseköğretim kurumuna üniversite niteliği kazandıran en
önemli kriterlerden biri bilimsel araştırmalara yaptığı katkıdır. Bu dergi,
bilime ve araştırmaya verdiğimiz önemin bir sonucu olarak bilimsel
gelişmeye küçük de olsa bir katkı sağlaması için hazırlandı. İşte bu görevi
üstlenen bir ekip tarafından hazırlanan bu yayının bilimsel üretime katkı
yapacağını umuyor ve bu üretime ortak olmak isteyen bilim
adamlarımızın bilimsel araştırma ve çalışmaları ile bizi desteklemelerini
bekliyoruz.
Prof. Dr. Burhanettin Uysal
Karabük Üniversitesi Rektörü
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
iii
BU SAYININ HAKEMLERÝ / REFEREES OF THIS ISSUE
Prof. Dr. Belgin ELBÝR
Ankara Üniversitesi
Dil - Tarih Coðrafya Fakültesi,
Ýngiliz Dili ve Edebiyatý
Prof. Dr. Ýhsan BULUT
Atatürk Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi,
Coðrafya Bölümü
Prof. Dr. Turhan KORKMAZ
Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi
Ý.Ý.B.F. Ýþletme Bölümü
Doç. Dr. Lerzan GÜLTEKÝN
Atýlým Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi,
Ýngiliz Edebiyatý
Doç. Dr. Servet KARABAÐ
Gazi Üniversitesi
Gazi Eðitim Fakültesi
Coðrafya Eðitimi Anabilim Dalý
Yrd. Doç. Dr. Faruk ATAAY
Akdeniz Üniversitesi
Ý.Ý.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü
Yrd. Doç. Dr. Mehmet ARI
Abant Ýzzet
Baysal Üniversitesi
Ý.Ý.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü
Yrd. Doç. Dr. Murat YILDIRIM
Karabük Üniversitesi
Ý.Ý.B.F. Ýþletme Bölümü
Yrd. Doç. Dr. Özcan SEZER
Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi
İ.İ.B.F. Kamu Yönetimi Bölümü
v
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Sayfa
Winnie Verloc As A Tragic Heroine: From Stability To Explosion
Trajik Bir Kadın Kahraman Olarak Winnie Verloc: Durgunluktan Patlamaya
1-22
Yrd. Doç. Dr. Mevlüde Zengin
• İzmir'in Güneye Doğru Gelişimi: Gaziemir
Development Of Izmir To The South: A Case Study From Gaziemir
Yrd. Doç. Dr. Raziye Oban (Çakıcıoğlu) - Yılmaz Aşkın
Feedback Trading Of Foreign Investors; An Empirical Survey On ISE
Yabancı Yatırımcıların Geri Besleme Davranışlarının İncelenmesi:
İMKB Üzerine Ampirik Bir Çalışma
23-36
37-46
Yrd. Doç. Dr. Serpil Tomak
• Arend Lijphart'ın Demokrasi Tipolojisi ve Türkiye Örneği
Arend Lijphart's Democracy Typology And The Case Of Turkey
Arş. Gör. Engin Şahin
• Sosyoloji ve Arap Dünyasındaký Geliþimi
Çev. Doç. Dr. Hür Mahmut Yücer
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
47-66
67-78
vii
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl,1 Sayı,1 s.s. 1-22, 2010
ISSN:1309-436X
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE:
FROM STABILITY TO EXPLOSION
Yrd. Doç. Dr. Mevlüde Zengin
Karabük Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi, Ýngiliz Dili ve Edebiyatý Bölümü
[email protected]
ABSTRACT
Winnie Verloc, in Joseph Conrad's Secret Agent, seems to be a minor
character; yet the whole action is based on her story. Therefore, she becomes
as important as the major character, Mr. Verloc. This essay aims to study
Winnie Verloc as a tragic heroine in the melodramatic story bulking large in the
novel. It has been observed that the seed of Winnie's tragedy has a double
dimension. The first is man's repression which has pervaded Winnie's life,
beginning from her childhood and lasting till the end of her life. In this respect, it
has been pointed out that the four men become essential figures in her plight
and thus their roles in her tragic situation have been defined. It has been
viewed that Winnie, though sometimes tries to resist it, is subject to the
repression, which makes her a tragic heroine. In Winnie's tragedy, the society
in which she has been living and the social role attributed to women have been
observed to be the second important reason for her tragic situation and this is
essentially connected with the first cause.The idea put as a concluding remark
is that Winnie shaped by the idealized conception of womanhood, and thus
reflecting the typical Victorian woman in her character is actually a victim of the
society, and her tragedy is a social tragedy. As a general remark in this study, it
has been said that while giving shape to the woman, the society deprives
women of humanistic values and drives them to amoral deeds, which causes
the self-destruction of women.
Key Words: Joseph Conrad, The Secret Agent, Winnie Verloc, tragic
heroine, man's repression, social tragedy
TRAJİK BİR KADIN KAHRAMAN OLARAK WINNIE
VERLOC: DURGUNLUKTAN PATLAMAYA
ÖZ
Joseph Conrad'ın Casus adlı romanında Winnie Verloc ikincil derecede
önemi olan bir karakter gibi gözükmekte fakat tüm olayların onun öyküsü
üzerine kurulmuş olması onu romandaki ana karakter Bay Verloc kadar önemli
bir karakter haline getirmektedir. Bu çalışmanın amacı romanda geniş bir yer
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
1
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
kaplayan acıklı öyküde Winnie Verloc'u trajik bir kadın kahraman olarak
irdelemektir. Burada Winnie'nin trajedisinin kaynağının iki yönlü olduğu
gözlenmiştir. Birinci neden Winnie'nin çocukluğundan başlayarak ölümüne
kadar hayatına yayılmış olan erkek baskısıdır. Bu bağlamda, Winnie'nin
trajedisinde dört erkeğin önemli olduğuna işaret edilmiş ve onların Winnie'nin
trajik durumundaki rolü belirlenmiştir. Winnie'nin bazen erkek baskısının
karşısında durmaya çalışmasına karşın buna maruz kaldığı ve bunun da
Winnie'yi trajik bir karakter haline getirdiği görülmektedir. Winnie'nin trajik
durumunda, onun içinde yaşadığı toplumun ve toplumun kadına atfettiği rolün
ikinci önemli neden olduğu ve bu nedenin de aslında ilk nedenle bağlantılı
olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak ortaya konulan düşünce, ideal kadın
kavramı ile şekillendirilen ve bundan dolayı tipik Viktorya Dönemi kadınını
kişiliğinde yansıtan Winnie'nin aslında bir toplum kurbanı olduğu ve
trajedisinin ise toplumsal bir trajedi olduğudur. Bu çalışmada daha genel bir
sonuç olarak toplumun kadını şekillendirirken onu insani değerlerden yoksun
bırakarak insanlık dışı edimlere sürüklediği, bununsa kadının kendini yok
etmesine neden olduğu belirtilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Joseph Conrad, Casus, Winnie Verloc, trajik kadın
kahraman, erkek baskısı, sosyal trajedi
1. Introduction
Winnie Verloc is the heroine in The Secret Agent, among whose
characters are a double agent, three anarchists, a scientist producing
explosives for terrorist purposes, two British policemen, the Russian Embassy
in London, a statesman, a lady from the upper middle class, a charwoman, a
devoted mother who is infirm, and a young simpleton. Winnie's dominant role
in the novel is a loving sister, who has a dim-witted brother. Winnie is a tragic
heroine in the sense that she is both exposed to male repression and imposed
to live in accordance with the society's idealized conception of womanhood.
Her tragic story consists of a marriage with a secret agent, betrayal of the
spouses, the demise of Stevie, Winnie's half-witted brother, in a botched
bombing by Winnie's husband, the murder of the husband by the wife, another
disloyalty to Winnie by another man and finally Winnie's suicide.Winnie can be
considered to be the heroine of the novel in the conventional sense and it may
be thought that the story is her story and that she is heroic; hence she wins and
deserves the wholehearted sympathy of the reader. Joseph Conrad also
considered his female figure, Mrs. Verloc a more important character than Mr.
Verloc though the novel's title, 'the secret agent' referring to Mr. Verloc, makes
him seem to be the most important character in the novel.In his 1920 “Author's
Note” Conrad drew attention to his “conviction of Mrs. Verloc's maternal
passion” and writes “at last the story of WinnieVerloc stood out complete from
2
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
the days of childhood to the end […] This book is that story”.* (Conrad,
2000:277) Technically, as Walter S. Ryf points out, Winnie “was a minor, almost
incidental person until she murdered Verloc, whereupon the interest shifted
from him to her.” (1970:180). Yet Winnie's story bulks large in the novel and the
whole action is based on her story because Mr.Verloc, the secret agent, is her
husband and it is he who plots an anarchist activity, the bombing of the
Greenwich Observatory (though the perpetrator is Mr. Vladimir, the First
Secretary of the Embassy), and because Stevie, blown into many pieces in the
outrage accidentally, is Winnie's half-idiot young brother. From the beginning
till the end of the novel Verloc's deeds and his double even triple role as a spy
are given along with his domestic life. Besides, as John Palmer notes, “morally,
however, Conrad's deepest interest lies with Winnie and Stevie, the norms of
male and female innocence, and Verloc's essential victims.” (118). This implies
that Winnie is a victim of circumstances and she does not deserve her
suffering. What differentiates Winnie from a pathetic character is that she
always tries to resist her fate determined by a male-dominated society and
thus she is far from being a totally-resigned figure. It is only when there is no
way out for Winnie that she submits to overwhelming forces. In this essay it is
aimed to explore Winnie's tragedy as a result of both man's repression over
Winnie and the social role given to her. The two causes of her desperation,
suffering and her fatal end are actually intermingled with each other.
____________________
*All the references to the novel will be made from this edition and from now on
only page numbers will be given following the quotations.
The late licensed victualler's [Winnie's father's] humiliation at
having such a peculiar boy for a son manifested itself by a
propensity to brutal treatment; for he was a person of fine
sensibilities. (41)
Later in the novel, after Winnie learns Stevie's demise, we are told Winnie's
bitter memories about her father's anger and her suffering:
She remembered brushing the boy's hair and trying his
pinafores
herself in a pinafore still; the consolations
administered to a small and badly scared creature by another
creature nearly as small but not quite so badly scared; she
had the vision of the blows intercepted (often with her own
head), of a door held desperately shut against a man's rage
(not for very long); of a poker flung once (not very far), which
stilled that particular storm into the dumb and awful silence
whish follows a thunder-clap. And all these scenes of
violence came and went accompanied by the unrefined noise
of a deep vociferations proceeding from a man wounded in his
paternal pride, declaring himself obviously accursed since
one of his kids was a “slobbering idjut and the other a wicked
she-devil.” (213).
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
3
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
2.Winnie'sTragedy Caused by Masculine Repression
In The Secret Agent it is observed that brutal force has governed
Winnie's world and masculine repression has been effective on her life,
beginning from her childhood till she dies. Man's dominance over Winnie's life
is created by four men. When Winnie was but eight years old, the family was
exposed to the anger of the father due to the simple-minded son, and this has
led Winnie to approach her brother with motherly instinct. Her sacrificial role of
being Stevie's “guardian and protector” (168) began at that time. Conrad says
“that ardour of protecting compassion exalted morbidly in her childhood by the
misery of another child”(57). In this sense, Winnie's tragedy has been started
at an early age by a man. At the end of the second part of the novel Conrad
ironically writes:
The cause of the second dramatic event in Winnie's life is also a man,
her jilted lover's father. While Winnie was working in the boarding house with
her widowed mother, she had a lover, “the butcher's son” seven years ago,
before marrying the lodger, Adolf Verloc. She “had been walking out with
obvious gusto with a steady young fellow, only son of a butcher”(42). But she
had to split up with him because he seemed not to have the responsibility,
which Verloc happily accepted. We see Winnie's vision of her young lover
accompanied by a nice imagery, which seems to have probably emerged from
Conrad's life as a mariner for long years:
Affectionate and jolly, he was a fascinating companion for a
voyage down the sparkling stream of life; only his boat was
very small. There was room in it for a girl-partner at the oar,
but no accommodation for passengers(213).
On the contrary, Verloc “always with some money in his pockets” seemed
Winnie to be the right man to marry though “there was no sparkle of any kind
on the lazy stream of his life”. “His barque seemed a roamy craft, and his
taciturn magnanimity accepted as a matter of course the presence of
passengers.” (214). Winnie later explains Ossipion the reason for the split-up
as suc
That was the man I loved then […] his father threatened to
kick him out of the business if he made such a fool of himself
as to marry a girl with a crippled mother and a crazy idiot of a
boy on her hands. But he would hang about me, till one
evening I found the courage to slam the door in his face. I had
to do it. I loved him dearly. (241)
It is clear that Winnie is a tragic heroine due to her sacrificial role and because
“beyond her mother and brother, she has no vision” (Newhouse, 1966:130).
She did not maintain the resolution of marriage with Verloc happily because “it
4
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
had cost her some effort, and even a few tears” (166) and, as Winnie's mother
observed, after “that romance came to an abrupt end, […] Winnie went about
looking very dull”(42). Her young lover can well be blamed for this case of
Winnie's. Therefore, it would not be wrong to consider Winnie's life before she
accepted Verloc's proposal to be the source of her present tragedy. Her exboyfriend did not have the means to provide for Winnie's half-witted brother,
and her mother, whereas Verloc had, and this factor alone made Winnie
decide in favor of Verloc, though the butcher's son was closer to her in age and
more attractive than Verloc, and he had won her affection. It is also obvious that
Winnie had a capacity to love and sexuality too, and she betrayed her own
nature when she contracted this marriage of convenience. The case is also
self-denial for Winnie's part. After marriage, her love as such was only for
Stevie. Norman Sherry puts the matter as such: “All that she has of love and
passion has flowed out to his half-witted brother” (1963:188). C. B. Cox also
argues that “her wifely pretences hide a violent maternal passion for Stevie,
exalted morbidly in her childhood by the oppression of their father” (1977:29).
This is a betrayal of her husband.
Winnie's tragedy caused by Verloc has a double dimension. The first
and the most apparent one is due to Verloc's being caused Stevie's perishing
in a botched bombing, and this anarchist deed leads to the murder of Verloc by
Winnie, which makes her a murderess, and to the suicide of Winnie, “an
ignorant bystander caught in the toils of fate”(Wright, 1966: 181). What Winnie
does not know about her husband is that he is an imposter and a double agent
working both for the Embassy of a foreign country and as a police informer. He
has also a group of anarchist friends. What Winnie was told about them is that
they are political friends. Winnie does not know, either, that it is a long time
since Verloc served the five-year sentence which earned him a great
reputation as an anarchist. Since his release he has sent his reports and
sheltered behind his ownership of a shop selling mildly pornographic literature.
Verloc, an agent provocateur working for Russian Embassy, is ordered, by Mr.
Vladimir, the First Secretary of the Embassy, to bomb the Greenwich
Observatory; it would be an attack to the middle-class's conviction of science.
The real intention of Vladimir is to show the police's inefficiency before an
anarchist activity and thus to make England make a law which would prevent
the country from being a refuge for anarchists. Verloc chooses Stevie as the
agent to carry out his plan for destroying the Greenwhich Observatory rather
than do it himself or choose one of his anarchist friends; because he is a
coward, and the affair is against the anarchists in the country and all the
anarchists are inefficient. Verloc is, all the while “a humane man” (205) yet he
preys on Stevie's devotion since Stevie is so sensitive against injustice and he
is “in the conviction of being engaged in a humanitarian enterprise” (233) when
he accepts to put the bomb at the gate of the Greenwich Observatory. Thus
Verloc makes use of Stevie's feeble-mindedness. The lad fails to do that
because he stumbles over the root of a tree and falls over and thus the bomb
carried by him explodes. The boy is blown into many pieces. Exploring the
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
5
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
case, Chief Inspector Heat observes the pieces of Steveie's body: “–a heap of
rags, scorched and bloodstained, half concealing what might have been an
accumulation of raw material for a cannibal feast.” (81). Winnie learns of her
brother's death first from Heat showing the proof to Winnie – a piece of Stevie's
overcoat with Verloc's address sewn on it – and then the details through the
conversation between Heat and her husband on the evening of the day when
Stevie died. The fact that her innocent young brother has been died is tragic
enough for Winnie, but the facts about the dynamiting and the last condition of
Stevie's dead body are even more tragic. She hears: “Blown to small bits:
limbs, gravel, clothing, bones, splinters – all mixed up together […] they had to
fetch a shovel to gather him up with.” (185). About half a dozen times these
grim contents of the dynamite affair are referred in the novel. For instance,
Winnie remembers pictorially in her pathetic situation: “A park – smashed
branches, torn leaves, gravel, bits of brotherly flesh and bone, all spouting up
together in the manner of a firework” and she thinks that “they had to gather
him up with the shovel” (228). Conrad put Winnie in such a tragic situation that
she is given no other choice than screaming or silence, and we are told:
“instinctively she chose the silence” because she “temperamentally a silent
person”(216). What makes Winnie desperate is not only the death of her
brother but also the shattering of her illusions. “Winnie's discovery of Verloc's
failed plot is a shock that shattered her complacent assumption that her
husband would at least be a good provider.” (Wollaeger, 1990:144) When she
last saw Stevie leaving the house with Verloc, she thought that they “might be
father and son” (166). Winnie seems to be haunted by the idea that her illusion
has cruelly been destroyed by Verloc, whom she had trusted with Stevie's
future. This catastrophe enrages Winnie, who stabs her husband and
afterwards by her fear of the gallows she leaves the house, intending to
commit suicide by leaping from a bridge. On her way she meets Comrade
Ossipion, an anarchist friend of Verloc's. She is once again betrayed by a man.
Eventually Winnie commits suicide, leaping overboard in mid-Channel.
The other side of Winnie's tragedy caused by Verloc , which is not as
obvious as the first, but is felt throughout their marriage of convenience, is
Winnie's subjection to Verloc. In other words, it is impossible to say that even if
Stevie had not died, Winnie would have led a happy marriage with Verloc.
Though the reader is told that Winnie's husband behaves decently towards
her, it is felt that she is not leading a happy marriage of love with Verloc, she
married him as she had doubts about her mother's and especially Stevie's
future. Even Winnie's mother never understands “why Winnie had married Mr.
Verloc” and thinks “her girl might have naturally hoped to find somebody of a
more suitable age”(42). Obviously, they married because of Winnie's feeling of
responsibility of keeping her family intact rather than love towards Verloc. Such
a marriage can be seen as a metaphor for any cruelty. It is a pity for Winnie not
to expect too much from her husband for her character has been constructed
by the society. We see, in the following passage, that she has learned what to
be expected or should not be expected from a husband:
6
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
Confident of the power of her charms, Winnie did not expect
from her husband in the daily intercourse of their married life a
ceremonious amenity of address and courtliness of manner;
vain and antiquated forms at best, probably never very
exactly observed, discarded nowadays even in the highest
spheres, and always foreign to the standards of her class
(169).
This way of thought of Winnie seems to be subjection rather than an
acceptance. We know that when she was flirting with the young butcher's boy,
he took her to the theatre for a few times, which Verloc never did.We also know
that she was very happy at that time.Therefore, it can be asserted that Winnie,
in her marriage life, has denied her identity. “Winnie's surrender to Verloc for
her brother's sake is only possible because she is able to maintain her
resolution of 'not looking too deeply into things'.” (Hay, 1963:256) Throughout
seven years of marriage, Winnie has also turned to be a woman who is content
with comparative isolation. It is told that after Verloc went out with Stevie to take
him to Michaelis's, Winnie “found herself oftener than usual all alone” and “she
had no desire to go out”(168). In this sense, as a woman, Winnie has become
alienated from the society in which she lives.
The reader may surmise that Winnie must suffer learning that her
husband, with whom she has been married for seven years, and who seems to
have an honest work in the shop, turns out to be a secret agent dealing with
dishonest deeds, and that, in the final analysis, he is a sham. But there is no
implication, in the novel, of Winnie's sadness at her husband's disloyalty to her
about his real job because Winnie's marital tie with Verloc is not that of a
marriage of love; theirs is a marriage of convenience. Winnie's conception of
marriage amounts to security and confidence for Stevie “loyally paid for on her
part” (214). Therefore, Winnie concentrates on just Stevie's perishing and
Verloc's having betrayed her about Stevie.
Murder is, in a sense, Winnie's response to man's repression. She
instinctively perceives Verloc as “nothing” while looking at Verloc's dead body
after she has stabbed him. Metaphorically, Winnie, who has been devalued by
man, for the first time in her life, devalues man in the following scene:
Nothing brings them [the dead] back, neither love nor hate.
They can do nothing to you. They are as nothing. Her mental
state was tinged by a sort of austere contempt for that man
who had let himself be killed so easily. He had been the
master of the house, the husband of a woman, the murderer
of her Stevie. And now he was of no account in every respect.
He was less practical account than […] that hat lying on the
floor. He was nothing. He was not worth looking at. He was
even no longer the murderer of poor Stevie (233).
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
7
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
The fourth tragic situation of Winnie is her committing suicide, to which
is, in effect, contributed by two men: Verloc and Ossipion. In this sense, she
suffers from the men's egoistical and hypocritical nature and deeds. Through
the end of the novel, we see Ossipion with his brutal role in her tragic story. It
would be better to give here the concatenation of events which drove Winnie to
suicide along with Ossipion's role in her tragedy because we last see Winnie
with Ossipion in the novel. After Winnie stabs Verloc to death, she is terrified
with the idea of being hanged with the gallows:
Mrs Verloc was afraid of the gallows.
She was terrified of them ideally […] that last argument
of men's justice […] 'The drop given was fourteen feet'
had been scratched on her brain with a hot needle […] No!
that must never be. She could not stand that (234-235).
Winnie's not being able to bear the thought of being hanged is a part of her
impending tragedy. When she thinks of the noose, she hopes to escape it by
drowning in the Thames instead. Winnie is a protagonist struggling against
her tragic fate in the sense that she tries to get rid of her plight. However, she is
not a pathetic figure.When she realizes that she has not immediate strength to
reach the river, the thought of escaping abroad comes to her as a substitute.
When she comes across Ossipion, the feeling of sympathy, even from a man
she has disliked (because she has, for many times during her marriage, been
exposed to Ossipion's “shamelessly inviting eyes, whose glance had a corrupt
clearness”, (214) ) gives her hope. It is especially that fear of “men's justice”
which ironically, propels Winnie into the power of another man. The irony here
is that fearing “men's justice”, Winnie seeks a shelter from another man, who
would drive her to suicide.The horror of the scaffold keeps flowing through her
mind and she is so desperate that she slips “her hand under his arm” (238) and
she walks almost amorously with Ossipion “arm in arm along the walls with a
loverlike manner”(239). She begs Ossipion: “Save me. Hide me. Don't let them
have me.” (246) Then she wants to be killed by Ossipion rather than being
hanged. Later with the hope of life, Winnie abases herself by promising to be
his slave and mistress. She is driven into self-abasement by desperation. She
says: “Don't let them hang me.Tom! Take me out of the country. I'll work for you.
I'll save for you. I'll love you […] I won't ask you to marry me” (252). As a tragic
heroine Winnie tries to resist her tragedy. Her manners are not like those of a
resigned person. “Hatred, dread of the scaffold, and hope of escape are
tumultuously intermingled in Winnie's mind.” (Wright, 1966:196). Her last
words show her wish of self-forgetfulness and yet her fear and helplessness:
'How could I fear to die after he was taken away from me so
cruelly! How could I! How could I be such a coward!’
8
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
She lamented aloud her love of life, that life without
grace or charm, and almost without decency, but of an
exalted faithfulness of purpose, even unto murder […]
'How could I be so afraid of death! […] I tried to do away
with myself. And I couldn't. (260)
Winnie's trust is betrayed once again by a man. While he seems to be helping
Winnie, Ossipion is actually thinking of getting Verloc's shop, savings and her
widowed wife. Ossipion wrongs her, telling her that he has no money to buy
tickets to escape and thus taking all the money she has. He buys two tickets
and they get on the train. When Ossipion feels “the train roll quicker, rumbling
heavily to the sound of the woman's loud sobs, and then crossing the carriage
in two long strides”, he opens the door “deliberately” and leaps out of the train.
(260) Winnie is not seen in the novel after she is deserted by Ossipion. We are
told that Ossipion, who ten days before took all her money, is haunted by the
newspaper summation of Winnie's death. The last sentence of the item of
news headed “Suicide of Lady Passenger from a cross-Channel Boat”, reads
thus: “An impenetrable mystery seems destined to hang for ever over this act
of madness or despair” (267). We learn what has happened to Winnie through
Ossipion's precise knowledge which he gets from the newspaper. Winnie
seeming, “not to know what to do, is “helped on board” by the gangway of the
steamer. As Winnie is weak, she is induced to lie down in ladies' cabin by a
stewardess. On her return she cannot find Winnie there. Winnie is found in
deck. She is so pale and ill that she could not speak a word. Then the steward
and stewardess go away “to arrange for her removal down” as Winnie seems
“to be dying”. (268) But they see that Winnie is not there when they come back.
She is found nowhere.The only thing she leaves is her wedding ring. It is clear
that Ossipion's desertion of Winnie fills her with unutterable dismay. When
Ossipion also betrays her trust, Winnie can take the only free action left to end
“the dread of the gallows and the fear of death” (255). Winnie is a tragic heroine
not only while living but also after her death. The police investigating the case
of outrage are unconcerned with the fate of Winnie. Though the Assistant
Commissioner remarks that they are “in the presence of a domestic drama”
(195), nobody cares for Winnie's despairing suicide and Ossipion's care
seems to be coming from his pangs of conscience.
As a conclusion, it can be said that Winnie's lot is so much the result of
man's repression, which has been felt as a controlling power over her life and
eventually in the shape of a fatal end. Though Winnie as a tragic heroine has
tried to resist the repression in three cases [ her father's, her jilted lover's and,
to an extreme extent, Verloc's] she has eventually become too weak to resist
Ossipion's double-dealing; therefore, she commits suicide.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
9
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
3.Winnie's Plight as a SocialTragedy
The Secret Agent is a novel in which one can find the seed of the
tragedy in the status quo of Winnie if one looks into the things closer contrary
to Winnie, who confirms “in her instinctive conviction that things don't bear
looking into very much”. (161) and whose motto is “things did not stand being
looked into”. (159) Similar phrases are the often-repeated ones in the novel to
characterize Winnie. If the reader looks 'inside' the things, a range of unstated
moral criteria can be found behind the pitiful history of Winnie. Through the
things Conrad left unsaid in the novel, the thing found out is a social tragedy.
Irwing Howe argues that there is nothing to be admired in the sordid world of
The Secret Agent, and thus the novel lacks “a moral positive to serve literary
ends”. (1962:96) If the reader reaches the unspoken facts through Winnie's
visible tragedy, s/he can construct the moral awareness, which Howe would
like to see located in the characters in the novel. Then it would be clear that
Winnie's melodramatic story was not put in the novel just to arise the
sentiments of the reader towards Winnie. Conrad dealt with the critical issues
such as pressures on women, the place of women in society and social roles of
women to make a critique of the social condition. In the “Author's Note” he
wrote: “I have never had any doubt of the reality of Mrs.Verloc's story.” (278) Of
course, he did not mean the simple verisimilitude of the plot but the essential
accuracy of a woman's life in society. “Conrad was aware of the female
dynamic, and the questioning of the traditional, and largely passive, roles of
women.” (Spittles, 1992:134). The period was unjust, repressive and
consequently violent, even tragic for women. The time, in which the action in
the novel is set, is the year 1886. We can predict this from the carved writing in
Winnie's wedding ring “left lying on the seat” before she committed suicide.
One hour after her suicide one of the steamers finds the ring, inside which
th
there is a date: “24 June 1879” (268). If we add seven years (the duration of
the Verlocs' marriage) and 1879, the total adds up to 1886, the setting of the
events in the plot. So it is clear that Winnie epitomizes the woman living in
Victorian society. It can be observed that Winnie represents Victorian women
in many ways if we have a short glance at the women's condition in the
Victorian period:
There was agitation for improved employment
th
opportunities for women in the 19 century. Women in the
population who remained unmarried because of the
imbalance in numbers between the sexes, […] had few
employment opportunities, none of them attractive or
p r o f i t a bl e [ … ] B a d wo r k i n g c o n d i t i o n s a n d
underemployment drove thousands of women into
prostitution, which became increasingly professionalized
in the nineteenth century.The only occupation at which an
10
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
‘unmarried middle-class woman could earn a living and
maintain some claim to gentility was that of a governess, but a
governess could expect no security of employment, minimal
wages and an ambiguous status, somewhere between
servant and family member, that isolated her within the
household (Abrams, 1996:931).
Winnie's actions can be examined to trace the complex motives and forces
behind them. Winnie's situation represents a classic Victorian/Edwardian
situation in that she is trapped into a social fate over which male has control.
The character of Winnie projects an image of many ordinary late Victorian
women caught in a socio-economic trap: of dependency on a husband.Winnie
with her elderly mother to care for takes another responsibility for her halfwitted brother, Stevie, which intensifies her burden in the society. The obvious
way of accomplishing her aims, in Edwardian social context, is marriage to
someone who will accept Winnie's responsibilities. In the mind of Winnie's
mother, Verloc is the “ideal”(14). Winnie, marrying Verloc, is placed in a
position of submission in order to fulfill her dutiful role. Even worse in order to
get into this position Winnie has had to forego the possibility of a happy
marriage. She explains her former situation to the bewildered Ossipion as
such:
'I was a young girl. I was done up. I was tired. I had two people
depending on what I could do, and it did seem as if I couldn't
do any more. Two people – mother and the boy. He was much
more mine than mother's. I sat up nights and nights with him
on my lap, all alone upstairs, when I wasn't more than eight
years old myself. And then – He was mine, I tell you. … You
can't understand that. No man can understand it. What was I
to do? There was a young fellow – '
The memory of the early romance with the young
butcher survived, tenacious, like the image of a glimpsed
ideal in that heart quailing before the fear of the gallows
and full of revolt against death. (240-41)
The passage makes clear that Winnie's fate is to sacrifice every desire of her
for the sake of the others. It is clear that she has married Verloc not because of
love but to provide financial security for her kith and kin. It shows that Conrad
was completely aware of the social dynamic through which he lived, and he did
not write in overtly topical manner nevertheless he dealt with the issues of the
period. “They were in many ways uneasy times, with confidence and
prosperity being undermined by uncertainty and doubts about the future.”
(Spittles, 1992:138) Uncertainty had a physical basis in the social dynamic.
“She became a quasi-mother whilst still a child, and in a sense, she becomes a
metaphoric mother and protector to both her own mother and her brother.”
(Spittles, 1992:136) A woman of Winnie's social class could do that at the time
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
11
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
only through a marriage of convenience. In the novel, with the intrusion of Mrs.
Neale, the charwoman, Conrad gives us the idea that if Winnie had not married
a man with money, her situation would not have been so much different from
that of Mrs. Neale, who is “victim of her marriage” and “oppressed by the needs
of many infant children” (161), and who works “on all fours amongst the
puddles, wet and begrimed, like a sort of amphibious and domestic animal
living in ash-bins and dirty water” (164). The other choice as told by Winnie was
to go “on the streets”. (241) It is the irony in Winnie's situation that she departs
her young lover “the butcher's son” in order to protect Stevie and make his
future guaranteed and then marrying Verloc, a man of intrigues as he is a
secret agent, she is faced with the “mere butchery” organized by Vladimir and
applied by Verloc. Eloise Knapp Hay also points out this irony: “The girl who
sacrificed her love for a romantic butcher boy has taken instead a man who
inadvertently butchers her brother” (1963:257).
Winnie is a woman whose character was shaped by her social role.
Victorian society was preoccupied not only with legal and economic limitations
on women's lives but with the nature of woman itself. To understand the
idealized conception of womanhood, we can have a look at The Subjection of
Women (1869), a far-seeing essay written by John Stuart Mill, who was one of
the intellectuals in Victorian life and society, and who portrayed the condition of
women in the Victorian society. The object of his work “was to change law and
public opinion so that the half of the human race might be liberated from
slavery into the status of individuals”(Abrams, 1996:1033). In The Subjection
of Women Mill argues that “what is now called the nature of women is
eminently an artificial thing – the result of forced repression in some directions,
unnatural stimulations in others” (1986:1060). In the novel in many instances,
Conrad displayed the artificiality in Winnie's character. While Winnie directing
her true love to her brother, her husband Verloc is deprived of true love and
interest. It is observed that she approaches her husband in a habitual placid
manner, taking the responsibility toward her husband just as a duty of a
woman. For example, she tells her husband “You'll catch cold standing there”
(57) and “You'll catch cold walking about in your socks like this”(158). She also
feels responsible for the order of the house and the setting the dinner table
whenever Verloc comes home, thinking that he must be hungry. Of the kind
behaviors create artificiality in Winnie's manner towards her husband. But it
must not be understood that Winnie purposely treats Verloc artificially; her
artificiality is an unconscious one. She seems to have adapted artificiality to
her nature unconsciously. Having such kind of qualities, Winnie seems to have
been overburdened with the social roles which the Victorian society expected
to see in women. In those times the role of women in society was strengthened
by the literary works. For example Alfred Lord Tennyson's The Princess is
merely one example to these writings. A part from the poem can be quoted
here to show how women were regarded in Victorian England. In the poem the
king voices a more traditional view of women's role:
12
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
Man for the field and women for the hearth:
Man for the sword and for the needle she;
Man with the head and woman with the heart:
Man to command and woman to obey.
Winnie's acceptance of her social role shows how women regarded
themselves as members of society. It is clear that her passive social role
makes Winnie ignore “the inwardness of things”(138). She never questions her
husband's secret work due to her philosophy. She is satisfied with what Verloc
told her about his work. The only thing he mentioned is that “his work was in a
way political” and then he warned her “to be very nice to his political friends”
(15). In return for Winnie's attitude towards her husband, an attitude which was
constructed by the society in which they lived, Mr. Verloc's is constructed by
the society as well and is humiliating. He “loved his wife as a wife should be
loved – that is, maritally, with the regard one has for one's chief possession”
(160). Winnie's life with Verloc is totally a reflection of the social subordination
of women in society. We know that she never reads newspaper and has no
friend except for Mrs. Neale, the charwoman. It is seen that after she murders
Verloc, Winnie longs to see “some friendly face” but she cannot “think of no one
else but of Mrs. Neale” and thus she concludes: “Nobody would miss her in a
social way”(236). She feels “she was the most lonely of murderers that ever
struck a mortal blow”. (237) She would like to stay inside the circle of her own
family. “Winnie is stolidly uninterested in anything beyond her home.” (Wright,
1966: 193) Hay points out that Winnie is “non-political”, “deprived of life's
necessities” and that “in her unphilosophical way, Winnie is 'one of us' ”.
(1963:239) While drawing Winnie's character, Conrad seems to have been in a
continuous effort to make her a representative of the Victorian woman. For
example, Winnie is “provided with a fund of unconscious resignation sufficient
to meet the normal manifestation of human destiny”(212). She is a stereotype
of the Victorian woman with her singleness of purpose, her domestic passivity,
being a woman “of very few words” (215) and “of a philosophical reserve”
(241); and even with her appearance: her “straight, unfathomable glance” (8),
her physical neatness, her “full bust, in a tight bodice” and “broad hips” (12) are
all the qualities suggesting the parallel between Winnie and the typical
Victorian woman.
Winnie's being domestic and her sensibility recall us an argument by
Marry Wallstonecraft in A Vindication of the Rights of Women (1792), which is
an unprecedented work with its warning to the society against the dangers of
shaping the women with homely duties. Her argument is as such:
the men […] have most earnestly labored to domesticate
women […] to weaken their bodies and cramp their minds […]
they persuaded the women, by working on their feelings, to
stay at home, and fulfill the duties of a mother and mistress of
a family […] I may be allowed to infer that reason is absolutely
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
13
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
necessary to enable a woman to perform any duty
properly, and I must again repeat, that sensibility is not
reason (137).
It can be asserted that Winnie being a devoted elder sister and daughter,
because she has been deprived of the faculty of using her reason, becomes a
tragic heroine.Wallstonecraft also shows that “women are denied political and
domestic privileges; hence they have been forced to seek their ends by means
of coquetry and cunning (Abrams, 1996:110). These are the very qualities of
Winnie. After she ends the contract of the marriage with Verloc, she becomes
“cunning” (229). Conrad, through his female character, reveals the danger of
the deprivation in women's social life, and as a result of this, women's being
weakened in the scene where Winnie, trying to be protected by the powerful
Ossipion, displays coquettish behaviors in front of him, which is essentially an
indignity of her.The inevitable result of Winnie's suffering from her social role is
now put aside to be discussed in a later part of the study.
In the novel it is observed that Winnie's mind has always been dominated
by a single concern, which is the cause of Winnie's suffering and despair, and
which also seems to be a device for Conrad's depiction of women in society.
Among Winnie's fixed ideas are the sheltering of Stevie, Verloc's taking Stevie
to kill, the gallows and that Ossipion would help her to escape from the gallows.
As Winnie is haunted by the succession of these ideas throughout her life, she
could not see the realities of the events which the reader notices. For example,
she cannot reach a true judgement about her husband's attitude towards
herself and Stevie. We are told that Verloc loves his wife “as his chief
possession”(160). and that Verloc sees Stevie in the way “a man not
particularly fond of animals” looks on “his wife's beloved cat”(42). She is so
obsessed with the idea of Stevie that after Stevie died, she feels that her bond
with her mother seems “to be broken” (236) and that, before Stevie dies, at
every opportunity she talks about Stevie with her husband. In two bedroom
scenes in the novel and in the scene where Verloc's returning from the
Continent is mentioned, Winnie is viewed to be in an effort of making Stevie a
good boy in the eyes of Verloc, without understanding his actual indifference to
Stevie. She cannot see, either, that there is no real connection between
Verloc's job and his personal life. At home, Verloc always eats with “his hat
pushed off his forehead” as though he is in a public restaurant (162). Winnie is
driven to kill Verloc as a result of her fixed ideas. In the scene revealing
Winnie's plight, the reader sees Winnie having a fixed idea that “this man took
the boy away to murder him. He took the boy away from his home to murder
him. He took the boy away from me to murder him!” (216) Winnie does not to
mean to murder Verloc at first. The other fixed idea of Winnie, Verloc's
sickening “come here” (229) forces her to act “on an unformed and
unconscious resolve which the web of earlier choices and dispositions had
rendered inevitable” (Hay, 1963:258). After she murders Verloc, Winnie is seen
14
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
being haunted by her likely death with the scaffold. This makes her maintain a
wrong resolution: conniving with Ossipion. She tries to find some shelter from
Ossipion, whom Winnie sees “like a radiant messenger of life” (239) and as
“her savior” (260) but she misunderstands Ossipion's intentions as she is a
woman “disinclined to look under the surface of things” (164).
Victorian society demanded that wives completely sacrifice themselves
for the benefit of their husbands and families. Having no child with Verloc, she
directs all her interest to Stevie, who is the only one she takes extremely
seriously. Besides, both Winnie and her elderly mother are always under the
pressure of “keeping a watchful eye on poor Stevie”. The narrator says: “The
endeavour to keep him from making himself objectionable in any way to the
master of the house put no inconsiderable anxiety in these two women's lives”
(41). The reason for Winnie's mother decision of leading her remaining life in
an almshouse is for the sake of Verloc's comfort. The act of the-mother-in-law
can be recognized as self-sacrifice because by doing this, she wishes to
reduce her son-in-law's burden and thereby securing permanent provision for
his son.Winnie's mother is very similar to Winnie in self-sacrifice.The following
scene is worth recalling since it both shows that Winnie's mother is as a dutiful
woman as Winnie is, and throws light on the relations of Winnie and her
husband:
The first sense of security following on Winnie's marriage
wore off in time (for nothing lasts), and Mrs. Verloc's
mother, […] had recalled the teaching of that experience
which the world impresses upon a widowed woman. […]
She reflected stoically that everything decays, wears out,
in this world; that the way of kindness should be made
easy to the well disposed; […] in considering the
conditions of her daughter's married state, she rejected
firmly all flattering illusions. […] the less strain put on Mr.
Verloc's kindness the longer its effects were likely to last
(145).
In the sense that both Winnie and her mother defined by Hay as “two down-to
earth women” (1966:235) behave towards Verloc in the way they are expected
to by the society and thus they are the embodiment of the idealized
womanhood in the Victorian Period.
The central theme of the novel, as suggested by F. R. Leavis, is “insulation”
(1962:231), which describes exactly the relationship between Winnie and
Adolf Verloc. Connected with the theme of “insulation”, betrayal arises. Mr.
Verloc, as a secret agent, betrays Winnie, firstly not telling the secrecy of his
work and secondly by his humbug about Stevie; and Winnie is a woman who
does not share her senses, wishes, intentions and so on with her husband.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
15
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
Their intimacy is no more than an imprecise accord: “It was a tacit accord,
congenial to Mrs. Verloc's incuriosity and to Mr. Verloc's habits of mind, which
were indolent and secret. They refrained from going to the bottom of facts and
motives” (216). Since the husband and wife are insulated from one another,
their marital relationship becomes a superficial and vague one. As “secrecy is
obviously a degeneration of human intercourse and of communal life in
general” (Najder; 1997:114), it can be asserted that it degenerates the Verlocs'
marital intercourse.” Theirs is not actually a normal one though it is considered
to be normal by the society. Therefore it can be claimed that Conrad turns
upside down what is normal. The artificiality in their marriage can also be
observed through Verloc's conducts. For example, he habitually eats his
dinner wearing his hat and coat; it is a habit “investing with a character of
unceremonious impermanency Mr. Verloc's steady fidelity to its own fireside”
(156). After his return from the botched bombing, Verloc's behavior seems to
be arbitrary and mechanical.When Winnie asks him to answer the door, Verloc
is seen to obey “woodenly, stony-eyed, and like an automaton whose face had
been painted red” (174). The arbitrary and the mechanical in Verloc's behavior
is also explicit in Winnie when she is in the shock from the revelation of Stevie's
death and stands up “as if raised by a spring”, at which Verloc remarks, “you
are looking more like yourself”(220). Due to the fact that their marriage is
based on insulation, they both have lived in an illusion throughout their
marriage life. Mr. Verloc “had been […] always with no other idea than that of
being loved for himself”(221). Winnie has lived in a dream world where she
always wished to see Stevie and her husband like “father and son”(214). By
analogy, the Verlocs' marriage with its lack of real communication parallels to
the institution of the middle-class marriage in the Victorian period. It is not hard
to guess that in a marriage of convenience private dreams are sacrificed for
economic security and social convenience, which devalues women and
dehumanizes man.
If we turn to The Subjection of Women, we can see the other reasons for
the devaluation of women in Victorian society:
Men do not want solely the obedience of women, they want
their sentiments […] All the women brought up from the very
earliest years in the belief that their ideal of character is the
very opposite to that of men; not self-will, and government by
self-control, but submission, and yielding to the control of
others. All the moralities tell them that it is duty of women, and
all the current sentimentalities that it is their nature, to live for
others; to make complete abnegation of themselves, and to
have no life but in their affections. And by their affections are
meant the only ones they are allowed to have – those to the
men with whom they are connected, or to the children who
constitute an additional and indefeasible tie between them
and a man(Mill, 1996:1058).
16
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
Winnie with her wifely duties, obedience to her husband, behavior out of her
self-will, subordinate role and status, and being phlegmatic and stolid, selfsacrificed and self-abnegated is a socially constructed woman.What needs to
be stressed here all these characteristics make her a complete tragic heroine.
Winnie's self-abnegation is very obvious in her conduct of self-sacrifice for
Stevie. Due to self-abnegation the problem of identity arises. Winnie has an
identity before Stevie dies. She is his “guardian and protector” like a mother of
a child. After her brother dies, she becomes a woman having no identity
because the society has deprived her of having an identity of her own. When
she learns of Stevie's death, she feels “as if being stripped from her” (Cox,
1977:29). Her identity has been shaped through her only ideal, Stevie.
Winnie's tragedy comes from the fact that she has no ideals, except for her
brother, to guide her. When he dies, her only ideal is shattered. It is precisely
because she has “nothing to desire […] nothing to do” (230) that Winnie takes
an irrevocable step: She stabs Verloc. She is also Mr.Verloc's wife.This identity
given by the society is not her true identity, either because she married Verloc,
making a “bargain” (229) in her inner life. According to Winnie, Mr.Verloc would
be the benefactor for Stevie, Winnie and their mother, and in return for this,
Winnie would become the faithful wife of Mr. Verloc. The widowed Winnie tells
Ossipion that “she was a respectable woman” throughout their marriage and
she also confesses that she has never loved him: “Love him! I was a good wife
to him […] You thought I loved him! You did!” (240) After Stevie's death, Winnie
feels that the bargain is over. In Winnie's inner world the idea flowing through is
given as such: “There was no need for her now to stay there, in that kitchen, in
that house, with that man – since the boy was gone forever. No need whatever.”
(220) She also thinks: ““Now he had murdered Stevie he would never let her
go. He would want to keep her for nothing”(224). As she has no brother to
protect and she has no identity other than 'protector', she murders Verloc, her
apparent benefactor. It is when Winnie ends her contract that she feels free.
“Mrs. Verloc began to look upon herself as released from all earthly ties. She
had her freedom. Her contract with existence, as represented by that man
standing over there, was at an end” (220-221). Ironically, it is her freedom that
compels Winnie to murder. Her act of murder is not a real act of independence
because Winnie is freed from Verloc or the contract of marriage for the first
time in her life. There is something converse between her freedom and its
result.The void in her inner world caused by Stevie's death would only be filled
with a free action. Winnie's act of murder is commented as “an irrevocable
declaration of individual independence: an act of assertive energy” (Spittles,
1992:136). It is true that her response of murder is extreme, but it is
metaphorically an expression of the frustration. Ironically, her freedom
stemming from the isolation and detachment of herself from her husband and
home deprives her of the support she needs to avoid moral failure; it makes her
to act in an immoral way because there is something “imperfect in Mrs.Verloc's
sentiment of regained freedom” (227). That the murder is the only way of
Winnie's expression of her freedom and of her reaction to Stevie's death is
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
17
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
really tragic for both Winnie as an individual and the society which constructs
such individuals. The murder is her first action as a free woman, not simply a
revenge for Stevie's death but because there is no longer any emotional or
social constraint on her. During the act of murder Winnie's resemblance to
Stevie gives us the idea of Winnie's acceptance of Stevie's death, an
acceptance which is accompanied by the feeling of freedom. We are told:
As if the homeless soul of Stevie had flown for shelter straight
to the breast of his sister, guardian, and protector, the r
esemblance of her face with that of her brother grew at every
step, even to the droop of the lower lip, even to the slight
divergence of the eyes. (229)
When Winnie frees from her social fate and she conceives the act of a “free
woman”, she does not act as a mere individual and, as Spittles remarks, her
“energy springs partly from her being an archetype of female repression”
(1992:137).
Into that plunging blow […] Mrs Verloc had put all the
inheritance of her immemorial and obscure descent, the
simple ferocity of the age of caverns, and the unbalanced
nervous fury of the age of bar-rooms (230).
After the murder, Winnie regains the control of her own destiny that she has
lost:
Her wits, no longer disconnected, were working under the
control of her will [… ] She had become a free woman with
a perfection of freedom […] Stevie's urgent claim on her
devotion no longer existed (228-230).
Winnie's freedom ends when she feels that she is again in the protection of a
man as she experienced when Verloc was alive. This shows that Winnie, as a
widow now, needs to be saved by a man due to her social role. But
paradoxically, when she finds a shelter from a man, her freedom is over.When
Ossipion, in Verloc's shop, tells her that they should “get out” otherwise “they
will lose the train”, Winnie probably feeling that Ossipion is exactly her saviour,
obeys him; and Winnie is “no longer a free woman”(254). Here though she
seems to accept the bondage of man willingly, to receive it is certainly her only
choice both to escape from “the gallows” and to survive in a male-dominated
society.
In the final analysis, Winnie, being a murderess, has a moral failure.
Killing someone is a failure in the moral sense but Winnie's unfaithfulness to
her husband (in the sense of insulation and secrecy in their marriage), which
18
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
has pervaded their marriage, is a moral failure as well. But the point which
should be stressed here is that her moral failure is due to the society in which
she lives. “The amorality of Winnie is merely a reflection of the amorality of the
whole society of The Secret Agent” (Cooper, 1970:151). Winnie's murder of
Verloc may also be commented by means of Wallstonecraft's idea of the cause
of inhumanity: “When man neglects the duties of humanity, women will follow
their example; a common stream hurries them both along with thoughtless
celerity” (1996:137). Winnie, as a stereotypical Victorian wife, becomes a coldhearted woman imprisoned with the obsessions and could kill her husband.
Though she has been shaped, by the society, to perform wifely duties, she
does not hesitate to murder her husband. Her failure comes through her
adopting the social role which has been given to her by the society; but when
the time of crisis comes, the social role given to her turns out to be inefficient to
direct the woman into the good. Therefore it can be said that the Victorian
wifely ideal dehumanizes the woman and makes the woman her worst enemy
causing her self-destruction.Winnie is essentially dehumanized by the society
and deprived of the moral code, faithfulness. Conrad, in The Secret Agent,
once again shows that 'fidelity', which is his great theme in his novels, is
betrayed. In Conrad's novels “humanity is important; fidelity is the highest
virtue” (Moser, 1957: 11). Conrad himself remarks: “Those who read me know
my conviction that the world, the temporal world, rests on a very few simple
ideas; so simple that they must be as old as the hills. It rests notably […] on the
idea of Fidelity” (1923:xix). When fidelity is betrayed, there is nothing to do;
there comes the tragic situation of human beings as has already been seen in
Winnie's case. The social code, which has been imposed in Winnie as a
woman, is so powerful that she could not resist it, which makes her a tragic
heroine.
4. Conclusion
At the end of this study exploring Winnie Verloc as a tragic heroine, it
has been viewed that Winnie's tragedy stems from both man's repression,
which has been pervasive in her life from childhood till death, and the social
role given to Winnie as a woman in a male-dominated society. Winnie is a
woman, whose life has actually been shaped by the men in her life including
her father, her jilted lover and his father, her husband. Her husband Mr. Verloc
and an anarchist friend of her husband's, Comrade Ossipion are also
responsible for her fatal end. Winnie is also a woman who adopted her social
role, to have wifely duties. For this reason, it has been pointed out that Winnie's
character was shaped by the society in which she has lived. In The Secret
Agent the instances revealing that Winnie epitomizes typical Victorian/
Edwardian woman have also been found. These instances have been held to
display both that Winnie is totally a socially constructed woman and in what
ways these qualities of Winnie have brought her suffering, despair and
eventual suicide. Paradoxically, being an epitome of the idealized conception
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
19
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
of womanhood, Winnie displays amoral actions such as insulation and
secrecy just as her husband does throughout their marriage. After her
brother's demise, she murders her husband, which is also amorality. It is clear
that Winnie's amorality is Conrad's subversion of the pervading perception of
the idealized women in the Victorian Period. So it can be said that Conrad's
depiction of women in society is critical and pessimistic. In this sense, the
author's perspective is reflective of a society which deprives women of real
faithfulness and morality. Conrad characterizes Winnie as a passive typical
Victorian woman to show that those who follow Victorian societal norms are
eventually stripped of their humanity. As the stages of Winnie's destruction are
fundamental, they have been studied as well. Winnie's passivity,
subordination, the denial of her nature and personality, having a forced identity
and thus having no identity of her own, insulation in her marriage, her selfsacrifice and self-abnegation are the significant elements of her impending
tragedy. The abolition of Winnie's raison d'etre with Stevie's perishing,
henceforth the abolition of her marital tie with Verloc, her murder of Verloc, the
shattering of her illusions about Stevie, her conniving with Ossipion are all the
reasons for her tragedy. Throughout the novel, Winnie is also seen to be
haunted by such fixed ideas as the sheltering of Stevie and her elderly
widowed mother, her faithfulness to Verloc in seven years of marriage in return
for his protecting Stevie, her fear of men's justice and the gallows, her blind
trust in Ossipion.These have been given as important factors plunging her into
the inevitable suffering and death. In the study it has been noted that Winnie is
not a pathetic figure since she tries to resist her fate and desperation to some
extent. Winnie eventually not being able to cope with the social forces and
hypocrisy suffers the most possible fate: committing suicide. In conclusion, it
can be said that Winnie shaped by the idealized conception of womanhood is
actually a victim of the society, and her tragedy is, in effect, a social tragedy.
The society giving shape to women deprives women of humanistic values and
drives them into amoral deeds, which causes the self-destruction of women;
their social roles prevent them from becoming fully human. While studying the
novel with its immediate social context we have naturally considered the novel
one concerning the social and women's issues of the time. But Conrad seems
to have done more than this because while writing about the concerns related
with the condition of women in the society in the late Victorian Period, he
prophetically saw that the pressures on women would last even in the next
centuries.
20
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Mevlüde Zengin
BIBLIOGRAPHY
Abrams, M. H. et.al (ed.). (1996). The Norton Anthology of English Literature.
London:W.W. Norton & Company. 1996.
Conrad, Joseph. (1923). A Personal Record. NewYork: Doubleday and Page.
Conrad, Joseph. (2000). “Author's Note”, The Secret Agent. Köln: Könemann,
273-279.
Conrad, Joseph. (2000). The Secret Agent. Köln: Könemann, 2000.
Cooper, Christopher. (1970). Conrad and the Human Dilemma. London:
Chatto and Windus.
Cox, C.B. (1977). Bibliographical Series on Writers and Their Work: Joseph
Conrad. England: Longman Group Ltd., 1977.
Goonetilleke, D.C.R.A. (1990). Joseph Conrad: Beyond Culture and
Background, London:The Macmillan Press Ltd.
Hay, Eloise Knapp. (1963). The Political Novels of Joseph Conrad: A Critical
Study. Chicago and London:The University of Chicago Press.
Howe, Irwing. (1970). Politics and the Novel. NewYork: Discus-Avan.
Jones, Michael P. (1985). Conrad's Heroism: A Paradise Lost. Michigan: Umi
Reserch Press.
Leavis, F. R. (1967). The Great Tradition. London: Penguin.
Moser, Thomas. (1957). Joseph Conrad: Achievement and Decline, London:
Oxford University Press.
Mill, John Stuart. (1996). “From The Subjection of Women”, The Norton
Anthology of English Literature. (M. H. Abrams et. al. ed.). Volume II. London:
W.W. Norton & Company, 1055-1066.
Najder, Zdzislaw. (1997). Conrad in Perspective: Essays on art and fidelity.
United Kingdom: Cambidge University Press.
Newhouse, Neville H. (1966). Literature in Perspective: Joseph Conrad.
London: Evan Brothers Ltd.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
21
WINNIE VERLOC AS A TRAGIC HEROINE: FROM STABILITY TO EXPLOSION
Palmer, John A. (1968). Joseph Conrad's Fiction: A Study in Growth. Ithaca:
Cornell University Press.
Ryf, Robert S. (1970). Joseph Conrad. NewYork: Columbia University Press.
Sherry, Norman (ed.). (1970). Conrad: The Critical Heritage. London:
Routledge.
Spittles, Brian. (1992). Joseph Conrad: Text and Context. London: The
Macmillan Press Ltd.
Wallstonecraft, Mary. (1996). “From A Vindication of the Rights of Women”,
The Norton Anthology of English Literature, (M. H. Abrams et.al. ed.). Volume
II. London:W.W. Norton & Company, 112-140.
Wright, Walter F. (1966). Romance and Tragedy in Joseph Conrad. New York:
Russell & Russell.
Wollaeger, Mark A. (1990). Joseph Conrad and the Fictions of Scepticism.
Stanford: Stanford University Press.
22 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl,1 Sayı,1 s.s. 23-35, 2010
ISSN:1309-436X
İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ: GAZİEMİR
Yrd. Doç. Dr. Raziye OBAN
Yılmaz AŞKIN
(ÇAKICIOĞLU)
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Buca Eğitim Fakültesi
Buca Eğitim Fakültesi
Coğrafya Eğitimi ABD
Coğrafya Eğitimi ABD
[email protected]
ÖZ
Türkiye'de, bazı kentler yeni yerleşim alanlarının kentle bütünleşmesi
sonucunda hızla büyümekte ve metropollere/anakentlere dönüşmektedir.
İzmir, bu metropollerden biridir. Gaziemir ise, İzmir'in güneyinde önemli
gelişim alanlarındandır. Bu yerleşim, 14. yüzyıldan günümüze daima
yerleşilmiş bir alandır. Bu çalışmada, hızla büyüyen Gaziemir'in yerleşim
alanının gelecekteki nüfus miktarı için yeterli olup olmadığı anlaşılmaya
çalışılmıştır. Bu amaçla geçmişten geleceğe yerleşimin nüfus değişimi ve
alansal gelişimi incelenmiştir. Bu incelemede veri değerlendirme aşamasında
Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) kullanılmıştır. Coğrafi Bilgi Sistemi'nin kullanım
amacı, yerleşimdeki mevcut nüfusu ve gelecekteki nüfusu belirlemek ve yeni
gelişim alanına gereksinim olup olmayacağını tespit etmektir. Çalışma;
sağlıklı kentsel gelişim açısından, yeni yerleşim alanlarının planlanmasında
yetkililere önemli bilgi sağlayabilecektir.
Anahtar Kelimeler: Gaziemir, kentsel gelişim, nüfus, nüfus
projeksiyonu/izdüşümü, nüfus yoğunluğu, Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS).
DEVELOPMENT OF IZMIR TO THE SOUTH:
A CASE STUDY FROM GAZIEMIR
ABSTRACT
During the resent years some urban areas fastly growth and convert
into the metropolis areas due to the integration of the new settlement areas
with the urban. Izmir is one of the metropolis areas of Turkey. Gaziemir district
which is situated southern part of Izmir is the most popular settlement areas in
terms of fast growing areas.This settlement is settled from 14 th century to the
present time. In this study tried to understand the residential area of Gaziemir
is enough or not for the population in the future. It is examined the growth of the
population of settlement and urban spatial development. To determine the
population growth and settlement enlargement Geographical Information
System is used.The usage of the GIS is to determine resent development and
future population growth and to fix new settlement area is necessary or not.
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
23
İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR
This study can be supplied valuable information to the decision makers in the
planning of the new settlement district.
Key Words: Gaziemir, Urban Development, population, projection of
population, population density, Geographical Information System (GIS).
Giriş
Gaziemir, Ege Bölgesi'nde İzmir'in güneyinde bulunan bir yerleşmedir.
Yerleşimin kuzeyinde Karabağlar, güneyinde Görece Köyü, batı ve
kuzeybatısında Çatalkaya Dağı, doğu ve kuzeydoğusunda Nif (Kemalpaşa)
Dağı uzanmaktadır. 59.722.000 m² yüz ölçüme sahip olan Gaziemir, orta
yükseklikteki dağ kütleleri ve sırtlarla çevrili bir çöküntü ovasında kurulmuştur.
Genç ve diri faylarla çevrelenmiş bu çöküntü ovası, Akdeniz ikliminin mikro
klima alanlarından biridir. Deniz seviyesinden 114 m yükseklikte bulunan
yerleşim, yağış bakımından yarı nemli, bir özelliğe sahiptir.Yıllık ortalama yağış
600-800 mm'dir. Bu oran, yüksek kesimlerde 1000-1250 mm'yi bulmaktadır
(Telci, Mert, Gökçe, 2003; 4). Doğal bitki örtüsü, Akdeniz iklimine özgü kızılçam,
kızılçamların tahrip edildiği yerlerde meşe, funda, laden, kekik, geven, zakkum
gibi bitkilerden oluşmaktadır. Doğal koşulları bu şekilde belirginlik gösteren
yerleşim, son yıllarda İzmir'in gözde alanlarından biri haline gelmiştir.
Şekil 1: Gaziemir'in yer bulduru (lokasyon) haritası
24
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Raziye Oban - Yılmaz Aşkın
Gaziemir, kara, hava ve demiryolu ulaşımı bakımından elverişli bir
konumdadır. Öyle ki; yerleşim, İzmir'i Aydın'a bağlayan ana karayolu çevresinde
gelişmiştir. Özellikle askeri alanın varlığı, Konak merkeze oldukça yakın bir
konumda bulunması, hava alanı gibi etkenlerle cazibe merkezi olan yerleşim,
son yıllarda hızla büyümektedir. 1990 yılı sonrasında Emlak Bankası evlerinin
inşa edilmesi, bu cazibeyi daha da arttırmıştır. Sakin ve huzurlu yapısı yanı sıra
doğal ortam güzellikleri de yerleşimin hızlı gelişiminde önemli rol oynamıştır.
2005 yılı sonrasında çeşitli spor tesislerinin de inşa edildiği Gaziemir, İzmir'in
yerleşim için en çok tercih edilen gelişim alanlarından biri haline gelmiştir. Bu da
bizi yerleşimdeki nüfusun tarihsel süreçteki seyrini izlemeye yöneltmiştir. Çünkü
her yerleşim, sınırlı bir alana sahiptir ve bu alanın doğru kullanılması gereklidir.
Bu nedenle, yerleşimde mevcut nüfusun, kentin alanına göre durumunun yanı
sıra, gelecekteki seyri de sağlıklı bir yapılanmış çevre açısından oldukça
önemlidir.
Bu çalışmada, İzmir metropolünün önemli gelişim alanlarından biri olan
Gaziemir'de, nüfusun tarihsel süreçteki gelişimi incelenerek son yıllardaki
nüfus artışına göre yeni konut alanı ihtiyacının Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS)
yardımıyla tespiti amaçlanmıştır
Yöntem ve Materyal
Bu çalışma, Gaziemir ile ilgili çeşitli kaynaklar incelenerek, arazi
gözlemleri yapılarak hazırlanmıştır. Tarihsel süreçte yerleşimdeki nüfus artışı
ve kentsel gelişim incelenmiştir. Ayrıca, söz konusu çalışmalardan elde edilen
veriler Coğrafi Bilgi Sistemi (CBS) kullanılarak değerlendirilmiştir. Çalışmada,
Gaziemir'e ait 1/5000 ölçekli imar planları sayısallaştırılarak, yerleşimdeki kent
içi arazi kullanım sınıfları belirlenmiştir. Daha sonra her arazi sınıfına ait
poligonların izdüşüm alanı CBS yardımıyla m² cinsinden hesaplanarak
veritabanı oluşturulmuştur. Bu veritabanına bağlı olarak konut alanlarının
yüzölçümü saptanmıştır. Gaziemir'in 2000 yılına ait nüfus verileri ile
veritabanından hesaplanan toplam konut alanı oranlanarak, birim konut alanına
düşen nüfus yoğunluğu (kişi/100m²) ve kişi başına düşen konut alanı (m²)
belirlenmiştir. Ayrıca 2010 ve 2020 yıllarına ait nüfus projeksiyonları/
izdüşümleri hazırlanarak, kentin gelecekte de birim konut alanına düşen nüfus
yoğunluğunu ve kişi başına düşen konut alanı oranlarını koruyabilmesi için ne
kadar konut alanına ihtiyaç duyulacağı tespit edilmeye çalışılmıştır.
Veritabanındaki bu veriler tablo ve grafiklere dönüştürülerek, daha kolay
anlaşılabilir bir hale getirilmiştir. Böylece, Gaziemir'de nüfus artışı ve kentsel
gelişimin geçmişten günümüze yönü ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Ayrıca
yakın gelecekteki gelişmenin yönü tahmin edilerek planlama açısından
önerilerde bulunulmuştur.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
25
İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR
1.Tarihsel Süreçte Gaziemir'de Nüfus Gelişimi
1.1.Osmanlı Dönemi
Gaziemir (Seydiköy), 14. yüzyılın ilk yarısından itibaren yerleşilmeye
başlanan bir alandır. Gaziemir'e ait ilk nüfus bilgileri Yavuz Sultan Selim
dönemine ait bir mufassal tahrir defterine kadar uzanmaktadır. Buna göre,
Osmanlı döneminde, 1512 yılında yapılan bir sayımla 171 haneli bir köy olan
yerleşimde 914 nüfus tespit edilmiştir. Bu nüfus sayımları, daha ziyade erkek
nüfusun sayılmasına ve hane başına düşen nüfus ile tahminlerin
oluşturulmasına dayanmaktaydı. 1512 ve 1699 yılları arasında ise nüfus
miktarında ne kadar değişim olduğu, eksik kayıtlardan dolayı tam olarak
tahmin edilememektedir. Ancak o dönemde asker (nefer) sayısı esas alınarak
yapılan tahminler düşünülürse, Tablo 1’de de görüldüğü gibi, iki tarih arasında,
Seydiköy nüfusunun önemli bir düşüş gösterdiği söylenebilir. 1699 yılındaki bu
belirgin düşüşün nedeni de, o zamandaki asayiş eksikliği sebebiyle köydeki
nüfusun daha güvenli olan iç kısımlardaki diğer köylere gitmesi ile açıklanabilir
(Telci, Mert, Gökçe, 2003; 9).
Tablo 1: Gaziemir (Seydiköy)'de Osmanlı Dönemi Nüfus Gelişimi
(1512-1928)
Yıllar
Nefer (asker)
Hane (evli)
Mücerret (bekâr)
Toplam
1512
230
171
59
914
520-1566
217
149
65
-
1699
60
-
-
-
1889-1890
-
800 bina
-
3435 (köy)
1889-1890
-
-
-
10 449
1883
-
-
-
11 797
1908
-
-
-
13 806
Kaynak: 1-Telci, Cahit, Mert Hasan, Gökçe Turan, (2003). Seydiköy'den Gaziemir'e Bir
Kentleşme Süreci, s: 8-16, İzmir Büyükşehir Belediyesi Katkılarıyla Gaziemir Belediyesi
Yay., İzmir. *18891890, 1893, 1908 nüfusları nahiye/belde olarak belirtilmiştir.
19. Yüzyılda yerleşimdeki nüfus, önemli bir artış göstermiştir. Bunda
kuşkusuz güvenli ortamın sağlanması ve gayri Müslim tebaanın doğal koşullar
(uygun iklim, tarımsal koşullar ve doğal güzellikler) nedeniyle buraya
yerleşerek sayılarının artması da etkili olmuştur. Yerleşim, 1866 yılında
çevresindeki Cumaovası (Menderes), Dereköy, Akçaköy, Akköy (Sandı),
Çakallar, Görece, Çamurdere, Gölcükler, Şaşal, Keler, Bulgurca, Tahtacı,
Künerköy (Künerlik), Dereköy (Oğlananası), Develiköy ve Bilveriç olmak üzere
16 köyü bünyesine alarak yeni bir idari düzenlemeyle İzmir'e bağlı bir nahiye
olmuştur. Bu idari düzenleme de yerleşmede nüfus artışına yol açmıştır.
26
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Raziye Oban - Yılmaz Aşkın
Gaziemir'de gelişmenin belirginlik kazanması ise 1908 yılından sonradır.
Çünkü bu tarihte yerleşimde ilk belediye teşkilatı kurulmuştur.
1. 2. Cumhuriyet Dönemi (1950'ye kadar)
Gaziemir, Yunan işgali sırasında tamamen harap olmuştur. Bu
nedenle, İzmir'e bağlı bir nahiye merkezi olma özelliğini, daha önce kendisine
bağlı bir köy konumunda olan Cumaovası'na (Menderes'e) kaptırmıştır. Çünkü
Seydiköy nahiyesine bağlı 16 köyden en fazla nüfusa sahip olanı (1561)
Cumaovası (Menderes). idi Nahiyenin nüfusu bu dönemde (1923) 4 295
olarak tespit edilmiştir. İlgili tablo incelendiğinde; Cumhuriyet'in kuruluşundan
kentleşme hareketlerinin hız kazanmaya başladığı 1950'li yıllara kadar çok
belirgin nüfus artışlarının olmadığı görülür. (Tablo: 2).
Tablo 2: Gaziemir (Seydiköy)'de Cumhuriyet Dönemi Nüfus Gelişimi
(1923-1950)
Yıllar
Nefer (asker)
Hane (evli)
Mücerret (bekâr)
Toplam
1923
-
837
-
4 295 (belde)
1927
-
354
-
2 518 (köy n.)
1937
-
-
-
3 739 (köy n.)
1945
-
-
-
4 344 (köy n.)
1950
-
-
-
4 295 (köy n.)
Kaynak: 1-Telci, Cahit, Mert Hasan, Gökçe Turan, (2003). Seydiköy'den Gaziemir'e Bir
Kentleşme Süreci, s: 8-16, İzmir Büyükşehir Belediyesi Katkılarıyla Gaziemir Belediyesi Yay,
İzmir.
Tarıma dayalı ekonominin söz konusu olduğu bu dönemde yerleşimler
demiryolu ya da tarımsal alanlara yakın bir düzen içerisindeydi. Ayrıca o
dönemde yerleşim dokusu oldukça seyrek bir görünüm arz etmekteydi (Foto
1).Yine de bu dönem, kentsel gelişimin başladığı bir dönem olarak belirtilebilir.
Çünkü tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kentleşme hareketleri 1950'li
yıllardan itibaren hızlanmaya başlamıştır. Gaziemir'de İzmir'e olan yakın
konumu itibariyle doğal olarak bu gelişimden en hızlı etkilenen yerleşimlerden
biri olmuştur.
1. 3. Gelişme ve Olgunlaşma Dönemi (1950'den günümüze kadar
olan dönem)
Yukarıda da vurgulandığı üzere bu dönem, tüm Dünya ve Türkiye'de
olduğu gibi, İzmir'de ve dolayısıyla Gaziemir'de kentleşme hareketlerinin hız
kazandığı bir dönemdir. Yunan işgalinin yaralarını sararak, güvenli bir ortama
sahip olan Gaziemir, artık İzmir'in hızla gelişen banliyölerinden biri olma
sürecine girmiştir. Öyle ki, daha önceleri özellikle 19. yüzyılda Levanten
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
27
İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR
ailelerinin sayfiye evlerinin bulunduğu bir dinlenme merkeziyken, ulaşım
sorunlarının da giderilmesiyle Konak merkeze günübirlik gidiş gelişler için
oldukça elverişli bir konuma gelmiştir (Çokbankir, 2001: 22-29). Böylece,
yerleşmedeki nüfus, 1950 ve 1955 yılları arasında önemli bir sıçrama
göstermiştir. Diğer önemli artışların 1960'lı ve 1980'li yılların sonrasında
gerçekleştiği görülmektedir (Tablo: 3). Bu durum, ilk dönemde buradaki askeri
yerleşimler ve İzmir-Aydın karayolu varlığı ile açıklanabilir. Ayrıca daha önce
sözü edilen gelişimlere bağlı olarak yerleşimin yakın çevresinde gelişen sanayi
alanları ve buna bağlı göçlerle ilgili artışlar söz konusudur. Gaziemir'in bu
dönemdeki alansal gelişiminde özellikle Bulgaristan'dan gelen Türklerin rolü
büyüktür. Gaziemir, 1990 yılı sonrasında, Emlak Bankası evlerinin inşa
edilmesiyle modern bir yerleşim görüntüsü kazanmıştır. Böylece gittikçe
büyüyen yerleşim, 1992 yılında ilçe statüsüne kavuşmuştur. Gaziemir, belediye
tarafından inşa edilen sosyal tesislerle ve büyük alışveriş merkezleriyle,
zamanla İzmir'in en gözde yerleşim alanlarından biri haline gelmiştir.
Günümüzde Gaziemir, askeri alan, Adnan Menderes Hava Limanı,
Ege Serbest Bölgesi, Kipa, Metro, Migros ve Tansaş gibi dev alış-veriş
merkezleri, Kısık sanayisi, yerleşim alanları gerisindeki ormanlık yeşil alan
varlığı ile dikkat çekmektedir. Son yıllarda sözü edilen İzmir Enternasyonel
Fuarı'nın buraya taşınacağı ve büyük alış veriş mekânlarının inşa edileceği
yolundaki gelişmelerle oldukça cazip bir yerleşim alanı olmuştur. Ayrıca ulaşım
olanaklarının son derece düzenli ve hızlı halde geldiği, modern kentleşme
örneği gösteren bir yerleşim olarak Gaziemir, İzmir'in aydınlık yüzünü temsil
etmektedir. Bu da yerleşime olan ilgiyi daha da arttırmaktadır.
Tablo 3: Gaziemir (Seydiköy)'de Gelişme ve Olgunlaşma Dönemi Nüfus
Gelişimi (1923-2000)
Artış Oranı (%)
Yıllar
Nüfus
Artış miktarı (kişi)
1995
8.825 köy
-
-
1960
9.826 köy
1.001
11.34
1965
18.031 köy
8.205
83.50
1970
15.409 köy
-2.622
-14.54
1975
18.995 köy
3.586
23.27
1980
25.183 köy
6.188
32.57
1985
-
-
-
1990
44.089
18.906
75.07
1997
68.634
24.545
55.67
2000
87 160
18.526
26.99
Not:1990 yılı nüfus artış oranı 1980 yılı köy nüfusu oranı dikkate alınarak hesaplanmıştır.
Kaynak: 1-Telci, Cahit, Mert Hasan, Gökçe Turan, (2003). Seydiköy'den Gaziemir'e Bir
Kentleşme Süreci, s:16-19, İzmir Büyükşehir Belediyesi Katkılarıyla Gaziemir BelediyesiYay.
2-DİE, Genel Nüfus sayımları ve Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri (1950-2000).
*1955-1980 nüfusları merkez nüfusu hariç tutularak, 1990-2000 nüfusları ise toplam nüfus esas
alınarak verilmiştir.
28 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Raziye Oban - Yılmaz Aşkın
2. Gaziemir'de (Seydiköy) Kent İçi Arazi Kullanımı
Gaziemir, Yunan işgali sırasında tamamen yakılıp yıkılmış, harap bir
görünüm almıştır. İşgalden kurtuluşa bir geçiş dönemi olan bu süreçte,
yerleşimde adeta nüfus kalmamıştır. Bu nedenle Gaziemir, nahiye merkezi
olma statüsünü de kaybetmiştir. Ancak Cumhuriyet'in kurulmasından sonra bu
harap görüntü ortadan kaldırılarak yeni yapılaşma faaliyetleri başlatılmıştır.
Yerleşimin Cumhuriyet sonrasındaki ilk toplu nüfusunu mübadiller
oluşturmuştur. Mübadillerin gelmesiyle yerleşim, eski harap görüntüsünden
kurtularak yeniden modern bir kimlik kazanmaya başlamıştır. Bu süreç,
Gaziemir'in planlı gelişiminin de başlangıcı olmuştur. Çünkü yeni yapılanma için
bir plan hazırlanmıştır. Bu plan, dokuz caddenin birleştiği bir meydanda
bulunan park ve çevresinde belediye, hükümet binası gibi resmi kurumların
yanı sıra konut, mağaza ve dükkân gibi ticari mekânların da gelişim alanlarını
kapsamaktaydı (Telci, Mert, Gökçe, 2003; 124). Söz konusu plan, Gaziemir'de
Cumhuriyet sonrası ilk kentsel gelişim planı olup, günümüzdeki yapılanmanın
temelini oluşturmaktadır
Tablo 4: Kent içi arazi kullanım alanları dağılımı
Kent İçi Arazi Dağılımı
Toplam (m²)
Konut Alanları
3 036 596
Park ve Dinlenme Alanları
1 126 672
Konut Dışı Kentsel Gelişme Alanları
637 849
Tesisler
2 391 733
Sanayi
2 501 175
Doğal Karakteri Korunacak Alanlar
5 503 191
Orman Alanları
5 742 540
Gaziemir'in en önemli konut bölgesini ise Emlakbank, Sosyal Konutlar
ve Askeri konut alanları oluşturmaktadır. Oldukça modern bir görünümde olan
bu yapılar, sosyal tesislerle de desteklenerek örnek gösterilebilecek bir kentsel
alan oluşturmuştur. Son yıllarda çok sayıda kooperatif tarafından inşa edilen
yeni konutların çevresinde, bahçe alanı ayrılarak fiziki doku yeşil alanla da
desteklenmektedir. Hızla artan bu yapılaşma, nüfus artışının bir göstergesi
olarak algılanabilir. Bu bağlamda, kentsel alanın sınırlılığı düşünüldüğünde,
mevcut nüfusun ve gelecekteki nüfusun yerleşimin fiziki yapılanmasını
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
29
İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR
ne şekilde etkileyeceği, yeni gelişim planlamaları için önem kazanmaktadır. Bu
yüzden öncelikle yerleşimdeki kentsel arazi kullanımının belirlenmesi
gerekmektedir. Kentsel arazi kullanımının belirlenmesinde, “Konut alanları,
park ve dinlenme alanları, konut dışı kentsel gelişme alanları, tesisler, sanayi
bölgesi, doğal olarak korunacak alanlar ve orman alanları” gibi belli gelişim
bölgeleri tespit edilmiştir. Gaziemir'de konut alanları, kentsel alan içerisinde
diğer alanları zorlayacak bir gelişim sürecinde değildir . (Tablo:4)
Şekil 2: Gaziemir'in kent içi arazi kullanım haritası (1/5000 ölçekli imar
planlarının sayısallaştırılması ile elde edilmiştir).
Öte yandan kentsel gelişimin anlaşılabilmesi açısından 30 yıllık
aralıklarla çekilmiş fotoğrafların incelenmesi, nüfus artışı ve kentsel gelişim
konusunda oldukça aydınlatıcı olacaktır (Foto1,2,3).
30 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Raziye Oban - Yılmaz Aşkın
.
Foto 1: 1940'lı yıllarda Gaziemir'den genel bir görünüm
(Gaziemir Belediyesi fotoğraf arşivinden)
Foto 2: 1970'li yıllardan sonra Gaziemir'den genel bir
görünüm (Gaziemir Belediyesi fotoğraf arşivinden)
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
31
İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR
Foto 3: 1990'lı yıllardan sonra Gaziemir'den genel bir görünüm
(Emlakbank Konutları) (Gaziemir Belediyesi fotoğraf arşivinden)
Tablo 5: Çalışma sahasındaki konut alanları değişmediği takdirde,
gelecekte birim konut alanına düşeceği tahmin edilen nüfus miktarları
Yıllar
Birim Konut Alanına Düşen Nüfus (kişi / 100 m²)
2000
2 869 989 949
2010
5 672 601 821
2020
11 211 995 27
Tablo 6: Hesaplanan konut alanı aynı kaldığı takdirde, 2010 ve 2020
yıllarında kişi başına düşeceği tahmin edilen konut alanı
Yıllar
Kişi Başına Düşen Konut Alanı (kişi / 100 m²)
2000
348 433 276
2010
1 762 859 498
2020
89 190 191
32 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Raziye Oban - Yılmaz Aşkın
GAZİEMİR'İN YILLARA GÖRE NÜFUS ARTIŞI VE 2010 İLE 2020
TAHMİNLERİ
340463
350000
300000
250000
172254
200000
150000
87150
100000
44089
50000
4295
9826
15409
25183
0
1950
1960
1970
1980
1990
2000
2010
2020
Şekil 3: Çalışma alanının 1950-2000 yılları arası nüfusları ile 2010 ve
2020 yılı nüfus tahminleri (Gaziemir'de 1990-2000 yılları arası nüfus artış
hızı ‰ 71)
Sonuç
Günümüzden yaklaşık 700-800 yıl önce kurulmuş olan Gaziemir,
Osmanlı Döneminde Müslim ve Gayri Müslim tebaanın yerleşim alanı olan bir
köy konumundadır. 1866 yılında ise çevresindeki köylerin bünyesine
bağlanması ile genişlemiş ve nahiye haline gelmiştir.Yerleşimde, Cumhuriyete
kadar olan dönemde dikkate değer ölçüde belirgin nüfus artışlarının
gözlenmediği anlaşılmaktadır. Yunan işgali sırasında tamamen harap olan
Gaziemir, İzmir'e bağlı nahiye merkezi olma özelliğini, daha önce kendisine
bağlı bir köy konumunda olan Cumaovası'na (Menderes'e) kaptırmıştır. Ancak
Cumhuriyet'in kurulmasından sonra, savaşın yaralarının sarılmasıyla ve nüfus
mübadelesiyle Bulgaristan ve Yunanistan'dan gelen göçmen nüfusuyla
yerleşim gelişmeye başlamıştır. 1950'li yıllardan itibaren de tüm dünyadaki
kentleşme hareketlerinin etkisi burada da kendini göstermiş ve nüfus artışını
hızlandırmıştır.
1960 yılına kadar köy statüsünde olan Gaziemir, 9 826 nüfusa sahiptir.
1975 yılına gelindiğinde ise % 193'lük bir artış endeksi ile 18 995'e yükselen
nüfus, yeni kentsel gelişim alanlarının belirlenmesini zorunlu hale getirmiştir.
Gaziemir'in nüfus artışında ve kentsel gelişiminde; İzmir-Aydın
Karayolu yanında, Adnan Menderes Havaalanı, Karabağlar sanayi kuruluşları
ve Kısık Sanayi Sitesi'nin etkisi büyüktür. Söz konusu etkilere bağlı olarak artan
nüfus, 1990 yılına gelindiğinde 44 089 olmuştur. Bu nüfus artışı, yeni konut
alanlarının belirlenmesini zorunlu kılmıştır.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
33
İZMİR’İN GÜNEYE DOĞRU GELİŞİMİ : GAZİEMİR
Yeni konut alanlarından biri de 1990'lı yıllarda faaliyete geçirilen
Emlakbank Konutları'dır ve bu konutlar planlı bir kentsel gelişim alanı olması
bakımından örnek bir yerleşim sahasıdır (Foto 3).
2000 yılında nüfusu 87 160 olan Gaziemir'de, yeni konut alanlarının
belirlenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak üzerinde önemle durulması
gereken nokta, kentin kuruluş yeri düşünüldüğünde, aşırı kentsel gelişim
baskısı altında kalmadan yeni kentsel gelişim ve konut alanlarının tespit
edilmesi gerektiğidir. Bu nedenle, CBS kullanılarak yapılan hesaplamalar
doğrultusunda Gaziemir'de kişi başına düşen konut alanını ve oranını
koruyabilmek için:
•
2010'da konut alanları 6 001 903 m²' ye,
•
2020'de ise 1 186 2864 m²' ye çıkmış olmalıdır (Şekil 7, 8).
34 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Raziye Oban - Yılmaz Aşkın
KAYNAKÇA
Çokbankir, E. (2001) .Geçmişten Günümüze Seydiköy-Gaziemir. İzmir:
Etki Matbaacılık.
DİE (2001). Genel Nüfus sayımları ve Nüfusun Sosyal ve Ekonomik
Nitelikleri (1950-2000).
GAZİEMİR BELEDİYESİ, Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü verileri ve
www.gaziemir.bel.tr
İTO (1998). İzmir İlçelerinin Ekonomik Profili ve Alternatif Yatırım Olanakları.
İzmir: İTOYayınları.Yayın No: 54.
İTO (2004). İzmir İlçelerinin Ekonomik Profili ve Alternatif Yatırım Olanakları.
İzmir: İTOYayınları.Yayın No: 136, ISBN: 975-512-819.
İTO (2004). 2003-2012 İzmir Strateji Planı. İzmir: İTO Yayınları. ISBN: 975512-774-7.
Oban (Çakıcıoğlu), R. (2001). İzmir Anakent İlçelerine Bağlı Kır
Yerleşmelerinin Kır-Kent Bütünleşmesindeki Konumları ve Yapısal Analizi
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). İzmir. Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü.
Oban (Çakıcıoğlu), R. (2003). İzmir Anakent İlçelerinde Kentsel ve Kırsal
Nüfus Gelişimi. Sırrı Erinç Sempozyumu, İstanbul, 298-301.
Oban (Çakıcıoğlu), R.; Aşkın, Y. (2005). İzmir Metropolü Gelişim
Alanlarından Gaziemir'de Nüfus Artışına Göre Yeni Kentsel Gelişim Alan
İhtiyacının CBS Yöntemiyle Hesaplanması. Ege Üniversitesi Coğrafya
Bölümü Sempozyumları III, Bildiri Özetleri Kitabı. Bornova, 73.
Oban (Çakıcıoğlu), R.; Aşkın, Y.; Gündüzoğlu, G. (2006). İzmir Metropolü
Gelişim Alanlarından Gaziemir'de Kentsel Gelişim Alanlarının Depremsellik
Bakımından CBS Yardımıyla Değerlendirilmesi. 4. Coğrafi Bilgi Sistemleri
Bilişim Günleri Bildiriler Kitabı (4th GIS Days in Türkiye Proceeding).,
İstanbul, 543-550.
Telci, C., Mert H., Gökçe T., (2003). Seydiköy'den Gaziemir'e Bir Kentleşme
Süreci. İzmir: İzmir Büyükşehir Belediyesi Katkılarıyla Gaziemir Belediyesi
Yayınları.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
35
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl,1 Sayı,1 s.s. 37-47, 2010
ISSN:1309-436X
FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS;
AN EMPIRICAL SURVEY ON ISE
Yrd. Doç. Dr. Serpil Tomak
Mersin Üniversitesi
Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu
[email protected]
ABSTRACT
Studies in psychology and behavioral economics have found that
decision making process is systematically affected from cognitive biases.
These cognitive biases affect investor behavior and stock prices. In this
context, understanding biases that affect decision making and trading
behavior of investors are becoming more important. Trading behavior of
foreign investor is a great concern especially in emerging markets. It has been
stated that foreign investors follow positive feedback strategies which could
destabilize financial markets. The trading behavior of foreign investors on the
Turkish Stock Exchange (Istanbul Stock Exchange-ISE) are investigated in
this study. It was found that foreign investors exhibit positive feedback trading
patterns. But this trading behavior itself doesn't mean that they destabilize the
local markets.
Key words: foreign investor, positive feedback trading, negative
feedback trading, herding, emerging markets.
YABANCI YATIRIMCILARIN GERİ BESLEME
DAVRANIŞLARININ İNCELENMESİ:
İMKB ÜZERİNE AMPİRİK BİR ÇALIŞMA
ÖZ
Psikoloji ve davranışsal yaklaşımcıların yaptıkları çalışmalar karar
verme sürecinin sistematik olarak bilişsel yanlılıklardan etkinlendiğini ortaya
koymaktadır. Bu bilişsel yanlılıklar yatırımcı davranışlarını ve hisse fiyatlarını
etkilemektedir. Bu anlamda, yatırımcıların karar verme sürecini ve işlem
davranışlarını etkileyen yanlılıkları anlama önem kazanmıştır. Özellikle
gelişmekte olan ekonomilerde yabancı yatırımcıların işlem davranışları ilgi
odağını oluşturmaktadır. Yabancı yatırımcıların mali piyasaları istikrarsızlığa
sevkeden pozitif geri besleme işlemlerde bulunduğu öne sürülmektedir. Bu
çalışmada İMKB'de işlem yapan yabancı yatırımcıların davranışları analiz
edilmektedir. Yabancı yatırımcıların yüksek düzeyde pozitif geri besleme
işlemlerde bulunduğu saptanmıştır. Fakat, bu davranış örüntüsü tek başına
yabancı yatırımcıların piyasaları destabilize ettiği anlamını taşımamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yabancı yatırımcı, pozitif geri besleme, negatif
geri besleme , sürü davranışı, gelişmekte olan piyasalar.
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
37
FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS; AN EMPRICAL SURVEY ON ISE
1. Literatures on Herding and Positive FeedbackTrading
People have a tendency to follow each other's behavior regardless of
information about fundamentals. This phenomenon has been explained as
various psychological biases. The studies on herding has shown that individual
investors' herding be related to return, that is, individual investors feedback
trade. There is an opposing view about herding and positive feedback trading of
different investor groups. Some studies present evidence strongly suggesting
that investors follow positive feedback strategies and they really herd in the
market. Sirri and Tufano (1998) demonstrated that individual investors invested
the stocks that had a strong prior performance. Alternatively, Odean (1998);
Grinblatt, Titman and Wermers (1995) found evidence on investors are more
likely to sell winners than losers (negative feedback traders).
There has been little empirical survey on developed countries about
herding. These studies are mostly on US market. In studies on developed
countries weak levels of herding in stocks were found [Lakonishok, Shleifer and
Vishny (1991); Grinblatt, Titman and Wermers (1995), Nofsinger and Sias
(1999); Wylie (2000); Borensztein ve Gelos (2000)] whereas in developing
countries find higher evidence of trading in herds [Christie and Huang (1995);
Choe, Kho and Stulz (1998); Kim and Wei (1999); Chang, Cheng, and Khorana
(1999)].
Lakonishok, Shleifer and Vishny (1991) found no evidence of
substantial herding or positive feedback trading by pension fund managers,
except in smaller stocks for US market. Regarding the Taiwan market Chen
(2001) found that foreign investors herd more significantly than domestic
investors. Wei, Liu, Yi and Su (1997) found that there was a significant herding
effect of the institutional investors, especially between qualified foreign
institutional investors (QFIIs) and domestic mutual fund companies in Taiwan
stock market.
Chae and Lewellen (2004) found that individuals were contrarians while
institutions and foreigners are positive-feedback traders at both the aggregate
and firm level in Korean stock market. All three groups demonstrated herd
behavior.
Cho, Kho and Stulz (1998), Kim and Wei (1999) and, Park and Park
(2000) all have examined the 1997 Asian crises period and the impact of foreign
investors on Korean stock markets. Cho, Kho and Stulz (1998) found evidence
of positive feedback trading before the crises but in the crises period low level of
herding effect and positive feedback trading level was found. Kim and Wei
(1999) examined the same time period and found positive feedback trading in
pre-crises and in-crises period.
In the study of Park and Park (2000) foreign investors followed positive
feedback trading during the crises period but they did not find any evidence that
this trading behavior destabilized the Korean stock market. Batra (2003)
38
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Serpil Tomak
analyzed the foreign institutional investors behavior during East Asian crises on
a daily (January 2000-December 2002) and monthly basis (January 1994December 2002). Using LSV (1992) and Wermers (1998) measure, Batra
(2003) found strong evidence of positive feedback trading on a daily basis but
no evidence of positive feedback trading on a monthly basis.
There is few emprical survey available on Turkish Stock Market. Elmas
and Temurlenk (2009) found positive feedback trading both for local and foreign
investors for the period of 2003-2007 using ISE-30 index data. Inversely, Akar
(2010) found negative feedback trading patterns of foreign investors for the
period of 1997-2007 on ISE-100 index values. Adabag and Ornelas (2004)
found negative feedback trading patterns of foreign investors for the period of
1997-2004. Altay (2006) found strongly positive feedback trading for ISE
especially on market down turns. For the reason of using different methodology
and time periods, the results that is reached may vary.
In this paper, narrowly the trading patterns of foreigners are analyzed
for the last financial crises period using ISE-100 index values. We divide the
whole period into three parts: before crises, in crises and after crises period
trading behaviors. Generally VAR models and Granger Casuality Tests are
applied in literature. And different from other studies for Turkish market, LSV
measure is applied here.
2. Foreign Investors and Emerging Markets
Emerging markets investment regulations and restrictions on foreign
investment change from country to country. Trading behaviors (whether
destabilize or not) of foreign investors is a great concern in many financial
markets. Emerging markets trading rules changes from implementing no
significant restrictions on income or capital to severely some restrictions.
Sixteen emerging markets have no restrictions on the purchase of stocks while,
fifteen other markets are restricted (See Bekaert, Harvey and Lundblad,
2003:278-279). The trading behavior of foreign investors is a great concern in
many emerging countries. The centre behind the discussion of foreign trading
pattern is determining the level of capital control.There are two opposing views
on entrance to emerging stock markets. As a destabilizing factor, foreign entries
should be restricted at some level. According to an opposing view, emerging
markets should be permitted to free entry.
For emerging markets foreign portfolio investments and capital inflow is
important for managing financial risks and improvement of local capital markets.
Foreign involvement of capital markets is needed for the liquidity of domestic
securities markets, financing the growth of new businesses and decreasing
financial system reliance on banks as intermediaries (worldbank), but the main
issue here is the sudden withdrawn of short-term capital, short-term borrowings
and portfolio equity. This sudden outflow of foreign equity leads to detorioration
of the stability of financal system. The first negative impact of such a situation is
to depretiation of local currency against the foreign currency.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
39
FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS; AN EMPRICAL SURVEY ON ISE
The last financial crises of December 2000 and February 2001 had its
nd
worst financial impact on Turkey. In December 22 , 2000 overnight interbank
rates have sharply increased to 110.8 % (three times) and reached the highest
value of 210%. In spite of this event, the exchange rate of the Turkish TL against
the US Dollar was not deteriorating. In February crises Central Bank of Turkey
(CBT) had to give up floating the Turkish Lira. After the floating exchange rate
regime, the fluctuations in exchange rates have risen dramatically. The
exchange rate depreciated almost 40% in 10 days (Uygur,2001:23). On
February, 19 th when the exchange rate was 686 500 TL/$, on 28 February it
was reached to 960 000 TL/$ (see Figure 1).
Foreign investors are permitted to trade freely without any limitiation or
paying any cost in Turkey. The center of the hot arguments lies in it. It has been
argued that foreign investors follow positive feedback strategies, and these
strategies could destabilize asset prices by moving away from fundamental
values thereby increasing price volatility and exacerbating the crises in financial
markets. Besides, foreign investors (especially insitutional investors) enter
financial markets with a larger demand and their demand have a larger effect on
stock prices. That is why it is believed that such market comovement negative
effect is weakened by implementing lower level of capital restrictions such as
minimum holding period, tax on investment income, purchasing limits etc.
The ISE is the only securities exchange market in Turkey. At the
beginning of 2009, 307 stocks were listed on the ISE with the total trading value
of 332 000 000 000 TL (261 000 000 000 $) and aggregate market values of
182 000 000 000 TL (120 000 000 000 $) (www.imkb.gov.tr).The ISE provides a
trading environment not only for domestic investors but also for foreign
participants. Foreign investors have shown an increased interest to ISE
markets. Foreign investors take 67% number of stock ratio in Turkish stock
market for the year of 2008.
There are not is restrictions on foreign institutional and individual
investments in securities listed on the ISE. With the Decree No. 32 in 1989,
restrictions on the repatriation of capital and profits are removed. In other
words, foreign portfolio investors trading in the Turkish securities markets freely
flow without time limitiation or paying any cost.
40
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Serpil Tomak
3. Herding
In order to compute herding level of foreign investors LSV measure is
used. Implementing LSV herding indices (1992) as Kim and Wei (1999), herding
is computed as follows:
1-
H (i, j , t ) =|
B(i, j , t )
B(i, j , t )
- p (i, t ) | - E |
- p (i, t ) |
B(i, j , t ) + S (i, j , t )
B(i, j , t ) + S (i, j , t )
N
å
2-
B(i, j , t )
j =1
p (i, t ) =
N
å
N
B(i, j , t ) +
j =1
3-
4-
H (i, t ) =
H (i ) =
å
S (i, j , t )
j =1
1
N
1
NT
N
å
H (i, j , t )
j =1
T
N
åå
H (i, j , t )
t =1 j =1
H (i,j,t) is the herding index for investors in group i, on stock j, in month t,
B (i,j,t) is the number of investors in group i that have increased the holdings of stock j in
month t,
S (i,j,t) is the number of investors in group i that have decreased the holdings of stock j in
month t,
p (i,t) is the number of net buyers in group i aggregated across all stocks in month t
divided by the total number of active traders.
H (i,t) is the herding index for investors in group i, on stock j, in month t, averaged across
all stocks.
H (i) is the herding index for group i, averaged across all months in the sample.
In the literature feedback trading and herding level of investors are
computed and analyzed together. Because of the lack of data limition, we
couldn`t compute the herding index of foreign investors. Generally we can say
that especially in crises period investors exhibit herd behavior. This trading
behavior leads investors to trade losely. In order to identify if foreign investors
trading behaviors have destabilizing effect or not, we need further information
and detailed analysis.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
41
FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS; AN EMPRICAL SURVEY ON ISE
4. FeedbackTrading
Momentum investment or positive (negative) feedback strategy is a
tendency to buy (sell) past winners and sell (buy) past losers. There has been a
strong argument on foreign investors about following positive feedback
strategy and this trading strategy could have a destabilizing effect especially on
the emerging markets. As we mentioned before, empirical survey on
developed markets showed that positive feedback trading and herding level was
weak as compared to emerging markets. In this study, we tried to identify the
behaviors of the foreign investors and the previous month performance of the
stocks comparatively for the three time periods: the whole sample
(January,2000-June 2001), the pre-crises period (January, 2000-September
2001), the in-crises period (November,2000-June 2001).
In order to analyze trading behavior of foreign investors for a given
period, we follow the methodology used by Lakonishok, Shleifer and Vishny
(1992), Kim and Wei (1999) and Park and Park (2000). Within this context each
time period, we formed five approximately equally sized portfolios (stock
months) from the best performing portfolio (20%) to the worst performing
portfolio (20%) based on the previous month performance of stocks. The return
of a stock i from month t-1 to t is computed as:
-
[ln P- i,t ln P i,t-1] - [ln ISE t - ln ISE t-1] - [ln e t - ln e t-1],
where P i,t is the price of stock i, ISE t is the ISE index and e t is the exchange rate
of the Turkish TL against the US dollar. When the return of every stock is
computed, stocks that are registered after December 31, 1999 and are traded
less than 10 months (no selling- buying activities) are excluded. That's why 177
listed stocks values are involved in computation.
Following LSV (Lakonishok, Shleifer and Vishny-1992) method, we use
three measures of investors' portfolio decisions; S-ratio, D-ratio and N-ratio; Sratio measure is used for scale-adjusted net purchase of shares in number, Dratio measure is used for scale-adjusted net purchase of shares in the dollar
value, N-ratio measures the buyers' ratio (Park and Park, 2000: 8). These ratios
computed as:
Number of Shares Bought - Number of Shares Sold
S-ratio =
Number of Shares Bought + Number of Shares Sold
Dollar Value of Shares Bought - Dollar Value of Shares Sold
D-ratio =
Dollar Value of Shares Bought + Dollar Value of Shares Sold
42
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Serpil Tomak
Number of Buyers
N-ratio =
Number of Buyers + Number of Sellers
The basic finding of scale-adjusted net purchase in number (s-ratio)
and scale-adjusted net purchase of shares in the dollar value, are reported in
Table 1 for the three time period. Because of data limitiation, the N-ratio couldn’t
be computed. S-ratio helps to identify the trading direction of foreign investors.
The table reports differences between the mean of the best performing portfolio
(highest 20%) and that of the worst performing portfolio (lowest 20%) with a
formal t-test in the sixth row for every period. Standart deviation is given in the
parenthesis (See Table 1).
5. Results and Conclusion
This research emprically examined the impact of foreign investors
positive feedback trading behavior before, during and after-crises period.
Foreign investors are positive feedback traders for the whole period. They are
strongly positive feedback traders for the crises and after crises period. It means
that they sell the best performing portfolio less aggresively than the worst ones.
Inversely, before crises they sell best performing portfolio more aggresively than
the worst ones. When we look at the Table 1, it is also possible to see this trend
in D-ratio.
However, the difference between the best and the worst performing
portfolio is not statistically significant. Interestingly, during and after-crises
period they are on the buy side in best performing portfolios and sell side in the
worst ones. It is possible to see the trading pattern of foreigners for the five stock
portfolios in Figure 2, but strong positive feedback trading patterns itself does
not mean that foreign investors destabilize the market.
In crises period investors behave in the same direction. This trading
behavior leads investors to trade losely. As we mentioned before, to make
strictly inferences the foreign investors trading behaviors have destabilizing
effect, we need further information and detailed analysis.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
43
FEEDBACK TRADING OF FOREIGN INVESTORS; AN EMPRICAL SURVEY ON ISE
BIBLIOGRAPHY
Adabag, M.C. and Ornelas, J.R.H. (2004). “Behavior and Effects of Foreign
Investors on Istanbul Stock Exchange”. Working Paper. 1-24.
Akar, C. (2008). “Yabancılar Türkiye'de Pozitif Geri Besleme Hipotezine Uygun
Davranışlar Gösterirler mi? ”. İMKB Dergisi. Yıl:10. Sayı 39.
Altay, E. (2006). “Autocorrelation in Capital Markets: Feedback Trading in
Istanbul Stock Exchange”. Journal of Financial Management and Analysis, Vol.
19. No. 2. 10-21.
Batra, A. (2003). “The Dynamics of Foreign Foreign Portfolio Inflows and Equity
Returns in India”. Indian Council for Resarch on International Economic
Relations-ICRIER. Working Paper No:109.1-27.
Bekaert, G., Harvey, C.R., and Lundblad, C.T. (2003). “Equity Market
Liberalization in Emerging Markets”. The Journal of Financial Research.
Vol.XXVI, No.3. 275-299.
Borensztein, E.R., and Gelos,R.G. (2000). “A Panic Prone Pack? The Behavior
of Emerging Market Mutual Funds”. IMF Working Paper.WP/00/198,1-32.
Chae, J. and Lewellen, J. (2004). “Herding, Feedback Trading, and Stock
Returns: Evidence from Korea”. NBER Working Paper. 1-35.
Chang, E., Cheng, J., and Khurana, A. (1998). “An Examination of Herd
Behavior in Equity Markets: An Emprical Perspective”. Working Paper. Georgia
Instutite of Technology.
Choe, H.,Kho, B., and Stulz, R.M. (1998). “Do Foreign Investors Destabilize
Stock Markets? The Korean Experience in 1997”. NBER Working Paper
6661.1-39.
Christie, W.G., and Huang, R.D. (1995). “Following the Pied Piper: Do Individual
Returns Herd Around the Market?”. Financial Analysts Journal. July-August.
31-37.
Development Brief Number 15, April (1993). Rising Portfolio Flows: Shortlived or Sustainable?
Elmas, B. And Temurlenk, M.S. (2009). “Hisse Senedi Fiyatı-İşlem Hacmi
Arasındaki Granger Nedensellik: İMKB'de Hisse Bazlı Bir Analiz“. Working
Paper. 1-11.
Grinblatt, M., Titman, S., and Wermers, R. (1995). “Momentum Investment
Strategies, Portfolio Performance, and Herding: A Study of Mutual Fund
Behavior”. The American Economic Review. 85,5. 1089-1105.
Kim, W. and Wei, S. (1999). “Foreign Portfolio Investors Before and During A
Crises”. NBER Working Paper 6968. 1-28.
44 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Serpil Tomak
Lakonishok, J., Shleifer, A., and Vishny, R.W. (1991) “Do Institutional Investors
Destabilize Stock Prices? Evidence on Herding and Feedback Trading”. NBER
Working Paper 3846. 1-29.
Lakonishok, J., Shleifer, A., and Vishny, R.W. (1992).“The Impact of Institutional
Trading on Stock Prices”. Journal of Financial Economics, 32, 23-43.
Nofsinger, J.R., and Sias, R.W. (1999). “Herding and Feedback Trading by
Institutional and Individual Investors”.The Journal of Finance. LIV,6.2263-2295.
Odean, T. (1998) “Do Investors Trade Too Much?”. American Economic Review.
89,5,1279-1298.
Park, Y.C., and Park, I. (2000). “Who Destabilized The Korean Stock Market”.
Working Paper. Second Draft, 1-64.
Sirri, E.R., and Tuffano, P. (1998). “Costly Search and Mutual Fund Flows”.
Journal of Finance. 53, 1589-1622.
Uygur, E. ( 2001). “Krizden Krize Türkiye: 2000 Kasım ve 2001 Şubat Krizleri”.
Türkiye Ekonomi Kurumu Tartışma Metni 2001/1. Ankara.
Wylie, S. (2000) “Fund Manager Herding: A Test of the Accuracy of Emprical
Results using UK Data”. Working Paper. Dartmouth University, 1-37.
Figure 1:ISE Index and Exchange Rate of the Turkish
TL against the US Dollar
25.000
1.800.000
1.600.000
1.400.000
1.200.000
1.000.000
800.000
600.000
400.000
200.000
0
20.000
15.000
10.000
5.000
Ja
nu
a
M ry 2
ar 00
ch 0
M 200
ay 0
Se J 20
pt uly 00
e
No mb 200
ve er 0
m 20
Ja be r 00
nu 20
a
0
M ry 2 0
ar 0
ch 0 1
M 200
ay 1
Se J 20
pt uly 01
e
No mb 200
ve er 2 1
m
be 001
r2
00
1
0
ISE-100
US$
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
45
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl,1 Sayı,1 s.s. 47-66, 2010
ISSN:1309-436X
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ
VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Arş. Gör. Engin Şahin
Fatih Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
[email protected]
ÖZ
Arend Lijphar t, uzun dönem çalışmaları sonucu dünya
demokrasilerini belirlemiş olduğu on kriter üzerinden sınıflandırmıştır.
Lijphart'ın demokrasi tipolojisini şekillendiren bu kriterler; yürütme gücünün
tek veya çok partili hükümetlerde toplanması, yasama-yürütme ilişkilerinde
yürütmenin baskın olması veya dengenin kurulması, iki parti veya çok partili
sistemler, çoğunlukçu seçim sistemi veya nispi temsil sistemi, çoğulcu çıkar
grupları veya korporatizm, merkezi ve üniter devlet veya federal sistemler,
yasama gücünün tek meclis veya iki mecliste toplanması, esnek anayasalar
veya katı anayasalar, anayasa yargısı olan veya olmayan ülkeler, merkez
bankalarının yürütme organına bağlı veya bağımsız olmasıdır. Lijphart, dünya
demokrasilerini ikiye ayırmış ve benzer özellikler gösteren yanlarıyla bu
tipoloji üzerinden çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasiler sınıflandırmasına
ulaşmıştır.
Türkiye çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasilerin her ikisinin özelliklerini
bünyesinde barındıran bir ülkedir. Bu nedenle Türkiye'yi sadece çoğunlukçu
ya da çoğulcu olarak tanımlamak yanlış olacaktır.
Bu çalışmada, öncelikle Lijphart'ın demokrasi tipolojisinde kullandığı
kriterler kendisinin seçmiş olduğu ülkeler örnek gösterilerek anlatılacaktır.
Daha sonra bu kriterler üzerinden Türk demokratik yapısının çoğulcu ve
çoğunlukçu tarafları ortaya konacaktır.
Anahtar Kelimeler: Arend Lijpart, çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi,
Türkiye'nin demokratik yapısı
AREND LIJPHART'S DEMOCRACY TYPOLOGY AND THE
CASE OF TURKEY
ABSTRACT
Arend Lijphart has classified the democracies over the ten criteria
after his long-term studies. These criteria which shape the Lijphart's
democracy typology are; the executive power of a single or multi-party
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
47
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
systems, majoritarian electoral system or proportional representation system,
pluralist interest groups or corporatism, centralized unitary system or federal
system, the legislative power in unicameral or bicameral parliamentary, flexible
or hard constitutions, with or without the constitutional jurisdiction, independent
or depended central banks to executive power. Lijphart divides the democracies
into two groups and has reached the classification of majoritarian and pluralist
systems from similar characteristics over his typology.
Turkey is a country that shelters both the features of majoritarian and
pluralist democracy. Therefore, defining Turkish democracy as a only
majoritarian or pluralist will be the wrong.
In this study, firstly, the criteria that Lijphart has determined for his
democracy typology will be explained by showing the example countries that he
has chosen. Then, the majoritarian and pluralist sides of Turkish democratic
structure will be asserted over these ten criteria.
Key Words: Arend Lijphart, majoritarian and consensus democracies,
democratic structure of Turkey
1.Giriş
Arend Lijphart'ın 1999 yılında kaleme aldığı “The Patterns of
Democracy (Demokrasi Motifleri)” adlı kitabı 36 farklı demokrasi örneğinin uzun
dönem incelemeleri sonucu ortaya çıkmıştır. Lijphart yaklaşık yarım yüzyıl
boyunca farklı ülkelerin demokrasiyi nasıl uyguladıklarını ve bu uygulama
sonucunda oluşmuş siyasi ve idari yapıları incelemiştir. Lijphart, öncelikle batılı
demokrasi örneklerinden 21 çağdaş demokrasiyi incelemekle çalışmasına
başlamıştır. İlk çalışmalarında Japonya hariç diğer 20 ülke batılı ülkelerden
oluşmaktadır. 1
Lijphart daha sonraki dönemde Latin Amerika, Karayipler, Afrika, Asya
ve Pasifik coğrafyasından örnek ülkelerle toplamda 36 ülke demokrasisini
2
incelemiştir. Bu ülkeler Almanya, İsviçre, ABD, Avusturya, Kanada, Hollanda,
Danimarka, Mauritius, Avustralya, P. Yeni Gine, İrlanda, Malta, Bahamalar,
Barbados, Kosta Rika, İsrail, Trinidad, Yunanistan, Hindistan, Jamaika, İzlanda,
Kolombiya, Lüksemburg, Botswana, Fransa, Venezüella, İngiltere, İsveç,
Finlandiya, Portekiz, Belçika, İtalya, Japonya, İspanya,Yeni Zelanda, Norveç'tir.
Lijphart ülkeleri incelerken temel bir sınıflandırma yöntemi kullanmış ve
farklılıkları bunun üzerine inşa etmiştir. Lijphart'a göre demokrasiler ikiye ayrılır:
1 Lijpart'ın bu çalışması için bkz. Arend Lijphart,(1984), Democracies: Patterns of Majoritarian
and Consensus Government in Twenty-one Countries,Yale University Press.
2 Arend Lijphart'ın bu çalışması hakkında incelemeler ve eleştiriler yapılmıştır. Örneğin Pablo
Policzer,(2000), Book Review, The Patterns of Democracy: Government Forms and
Performance in Thirty-Six Countries by Arend Lijphart Canadian Journal of Political Science /
Revue canadienne de science politique, Vol. 33, No. 4, pp. 837-838.
48 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Engin Şahin
3
çoğunlukçu (Westminster ) ve çoğulcu (oydaşmacı-consensus) demokrasiler.
Bu bağlamda incelemiş olduğu ülkeleri sınıfsal bir ayrıma tutmuş ve on ana
başlık üzerinden ülkelerin demokrasilerini tasnif etmiştir. Bu on başlık ülkelerin
çoğunlukçu veya oydaşmacı demokrasiye sahip olup olmadığı hakkında
kriterleri yansıtmaktadır.
Lijphart'ın ülkeleri kategorize ederken kullandığı on başlık şu
şekildedir: 1) yürütme gücünün tek veya çok partili hükümetlerde toplanması,
2) yasama-yürütme ilişkilerinde yürütmenin baskın olması veya dengenin
kurulması, 3) iki parti veya çok partili sistemler, 4) çoğunlukçu seçim sistemi
veya nispi temsil sistemi, 5) çoğulcu çıkar grupları veya korporatizm 6) merkezi
ve üniter devlet veya federal sistemler, 7) yasama gücünün tek meclis veya iki
mecliste toplanması, 8) esnek anayasalar veya katı anayasalar, 9) anayasa
yargısı olan veya olmayan ülkeler, 10) merkez bankalarının yürütme organına
bağlı veya bağımsız olması (Lijphart, 2006:15-16).
Lijphart, çalışmalarında Türkiye'ye yer vermemiştir. Türkiye Lijphart'ın
sınıflandırmada kullandığı on kriteri de barındıran ve çoğunlukçu ve çoğulcu
demokrasi özellikleri taşıyan bir ülkedir. Bu çalışmada öncelikle Lijpart'ın
kriterleri vermiş olduğu örnek demokrasiler üzerinden anlatılacak sonrasında
demokrasilerin kategorize edilmesi için kullanılan kriterler Türkiye bağlamında
değerlendirilecektir.
2. Westminster (Çoğunlukçu) Ve Oydaşmacı (Çoğulcu)
Demokrasiler
Lijphart çoğunlukçu demokrasilere örnek olarak İngiltere,Yeni Zelanda
(1996 yılına kadar) ve Barbados ülkelerini ele almıştır. Çoğulcu demokrasiyi
anlatırken ise İsviçre, Belçika ve Avrupa Birliği'ni örnek göstermiştir. Bu ülkeleri
ve birliği belirlemiş olduğu on kriteri üzerinden incelemiştir. Çalışmanın bu
bölümünde İngiltere, Yeni Zelanda, İsviçre ve Belçika örnekleri üzerinde
Lijphart'ın belirlemiş olduğu on kriter anlatılacaktır.
2.1. Yürütme gücünün tek partili ve dar çoğunluk hükümetlerinde
toplanması
İngiltere ve Yeni Zelanda gibi çoğunlukçu demokrasileri benimsemiş
ülkelerde yürütme erki genelde tek parti hükümetlerinden oluşur. Koalisyon
hükümetlerine pek nadir rastlanmaktadır.Yürütme gücünün tek partide olması
belirlenen politikaların koalisyon hükümetlerine nazaran bir muhalif
düşünceyle karşılaşmadan daha kolay uygulanmasını sağlamaktadır. Bu aynı
zamanda daha güçlü bir iktidar demektir. Örneğin İngiltere'de en yakın
koalisyon hükümeti 1940-45 yılları arasında Winston Churchill'in başbakanlığı
döneminde yaşanmıştır. Bu yıllarda İşçi Partisi, Liberal Parti ve Muhafazakâr
Parti'den oluşan bir hükümet İngiltere'de yürütme görevini üstlenmiştir
(Lijphart, 2006:22). 1935 yılından 1990'lı yıllara kadar Yeni Zelanda'da kesinti
3
İngiliz parlamentosu Londra'daki Westminster Sarayı'nda toplanmaktadır ve bu nedenle
çoğunlukçu demokrasilerde bu isimde kullanılmaktadır.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
49
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
olmadan tek parti hükümetleri kurulmuştur. İşçi Parti'si ve Ulusal Parti farklı
tarihlerdeYeni Zelanda'da iktidar olmuşlardır (Lijphart, 2006:31).
Lijphart, çoğulcu demokrasilere örnek ülkeleri İsviçre ve Belçika olarak
vermiştir. Çoğunlukçu demokrasileri aksine çoğulcu demokrasilerde kurulan
hükümetler geniş koalisyon hükümetleridir. Seçimlerde tek başına iktidar olmak
için yeterli çoğunluğu sağlayamayan siyasi partiler koalisyon hükümetlerine
katılarak iktidar olma yolunu seçmektedir. İsviçre'de yedi üyeden oluşan
Federal Konsey çoğulcu demokrasilere güzel bir örnektir. 'Sihirli Formül
(2:2:2:1)' olarak adlandırılan Konsey'de Almanca konuşan dört ya da beş,
Fransızca konuşan bir ya da iki ve İtalyan'ca konuşan bir üye bulunmaktadır.
İsviçre'de oluşan hükümetler hukuk sisteminde yazılı bir metin bulunmamasına
rağmen farklı dillere göre yürütmede temsil edilmektedir.(Lijphart, 2006:44)
Çoğulcu demokrasilere diğer bir örnek Belçika'dır. 1980 yılından sonra
dört veya altı partiden oluşan koalisyon hükümetleri Belçika'da iktidar
olmuşlardır. İsviçre ile karşılaştırdığımızda her iki ülke çoğulcu demokrasi
sistemine sahip olmasına rağmen Belçika'da bakanlar kurulunda görev alacak
olan bakanların eşit sayıda Fransızca ve Felemenkçe bilmeleri gerektiği
anayasal bir hüküm haline gelmiştir (Lijphart, 2006:44).
2.2.Yasama- yürütme üstünlüğü
Hükümet üstünlüğü kriteri esasında yürütme ile yasama kuvvetleri
arasındaki dengeden bahsetmektedir. Yürütme erki uygulamak istediği
politikalar çerçevesinde yasal dayanak ihtiyacı olduğunda yasamadan yani
parlamentodan gerekli gördüğü yasama faaliyetini yapabiliyorsa yürütme
yasama karşısında üstündür. Ayrıca sadece yasama faaliyeti ile sınırlı olmayıp
parlamento kararlarında ve parlamento tarafından yapılan atamalarda
yürütmenin istekleri paralelinde parlamentodan karar çıkması yürütmenin
üstün olduğunun bir diğer göstergesidir.
Lijphart'a göre çoğunlukçu demokrasilerde hükümetin parlamento
karşısında bariz bir üstünlüğü vardır. Örneğin İngiltere'de hükümet Avam
Kamerası'nda parti liderlerinden oluştuğundan yasa önergelerini
parlamentodan geçirmeyi garantilemiştir. Lijpart'a göre:
Hem normal durum, hem de normalden sapan örnekler
göstermektedir ki yürütmenin üstünlüğüne yol açan şey parlamenter
sistemden ziyade disiplinli iki parti sistemidir. Çok partili parlamenter
sistemlerde genellikle koalisyon hükümeti şeklinde kurulan
hükümetler çok daha az egemen olma eğilimindedir.(Lijphart,
2006:23)
Başkanlık ve parlamenter sistem arasında kalan İsviçre örneğine
baktığımız zaman bir üstünlük değil bir dengenin oluştuğunu görebiliriz. Federal
Konsey'in parlamentodan geçmesini istediği bir yasa teklifi, parlamento
tarafından kabul edilmediği takdirde Konsey üyelerinin istifa etmesi gibi bir
durum söz konusu olmaz. Lijphart'a göre İsviçre çoğulcu bir demokrasi
50
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Engin Şahin
olmasına rağmen yürütme üstün değil, güçlüdür. Belçika örneği de çoğulcu
demokrasilerin yürütme gücünün yasama karşısında üstün olmadığını gösterir.
1980 ve 1995 yılları arasında kurulan altı koalisyon hükümetinin görev süresi
ortalama iki buçuk yıl olması yürütmenin yasama karşısında üstün olmadığının
kanıtıdır (Lijphart, 2006:45).
2.3.İki partili-çok partili sistem
Lijphart demokrasileri sınıflandırırken belirlediği kriterlere göre
çoğunlukçu demokrasiler iki partiden çoğulcu demokrasiler ise çok partili
sistemlerden oluşmaktadır. İki partili sistemlerde, iki güçlü parti seçimlerde
almış oldukları oy oranına göre iktidar olmak için yarışırlar.Yürütme erki büyük
oranda bu partiler tarafından oluşturulur. Örneğin İngiltere'de siyasi hayatı
Muhafazakâr Parti ve İşçi Parti'si idare etmektedir. Yeni Zelanda'da İşçi Partisi
ve Ulusal Parti 1935'ten 1990'lı yıllara kadar değişik dönemlerde iktidar
olmuşlardır.
Çoğulcu demokrasilerde çok partili sistem hakimdir ve iktidar koalisyon
hükümetlerinden oluşur. Tek başına hükümet olamayan siyasi partiler,
koalisyonda hükümete ortak olmaya razı olurlar. Örneğin İsviçre'de 1995 yılında
yapılan Ulusal Konsey seçimlerinde on beş parti parlamentoda sandalye
kazanmıştır. Yürütme organı olan Federal Konsey'de ise dört siyasi parti
bakanlık kazanmış ve hükümeti kurmuşlardır (Lijphart, 2006:46).
2.4.Çoğunlukçu (gayri nispi) nispi seçim sistemleri
Çoğunlukçu demokrasilerde seçim sistemlerinde oy oranı gayri nispi
sisteme göre hesaplanmaktadır. Çoğunlukçu seçim sistemlerinde seçim
çevresinde geçerli oyların basit çoğunluğunu elde eden aday seçilmiş olur. Bu
durum nadiren de olsa seçim sonuçlarında parlamento sandalyelerinin
orantısız bir şekilde dağılımına neden olmaktadır (Günal, 2005:26). Örneğin
İngiltere'de 1974 yılı seçimlerinde İşçi Partisi %39.3 oy oranı ile 635 kişiden
oluşan parlamentonun 319 sandalye kazanmıştır. Liberaller aynı seçimlerde
%18.6 oy oranı ile sadece 13 sandalye kazanmıştır. Dikkat edilirse Liberal
Parti'nin oy oranı İşçi Partisi'nin oy oranının yarısına yakın olmasına rağmen
parlamentoda elde ettiği sandalye sayıları arasında uçurum bulunmaktadır.
(Lijphart, 2006:25)
İngiltere'de olduğu gibiYeni Zelanda'da nispi çoğunluk sistemi orantısız
sonuçlar ortaya çıkarmıştır. 1978 seçimlerinde Ulusal Parti %39.8 oy oranı ile
parlamentoda 92 sandalyenin 51 ini kazanmıştır. İşçi Partisi ise %40.4 oy oranı
ile sadece tek sandalye kazanmıştı. Benzer orantısızlık 1981 seçimlerinde de
görülmüştür. Ulusal Parti %38.8 oy oranı ile 47, Toplumsal İtibar Partisi % 20.7
oy oranı ile sadece iki sandalye kazanabilmiştir (Lijphart, 2006:32). Görüldüğü
gibi nispi çoğunluk sistemi parlamentoda sandalye dağılımında orantısızlıklara
yol açmaktadır. İki partili çoğunlukçu demokrasilerde İngiltere ve Yeni Zelanda
bu anlamda örnek teşkil etmektedir.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
51
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Çoğulcu demokrasi sistemlerinde nispi temsil sistemi uygulanmaktadır.
Bu sisteme göre siyasi partiler aldıkları oy oranları nispetinde parlamentoda
temsil edilmektedir. Bu sayede parlamentoda sandalye dağılımında uçurum
oluşması engellenmiş olmaktadır. Belçika ve İsviçre seçimlerinde nispi temsil
sistemi kullanılmaktadır. Çoğulcu demokrasilerde çok partili sistemin olması ve
siyasi partilerin toplumsal farklılıkları temsil etmeleri ve parlamentoda temsil
edilebilmesi için nispi temsil sisteminin uygulanması kabul görmüştür.
2.5. Çıkar grubu çoğulculuğu- korporatizm
Korporatizm, Latince vücut anlamına gelen corpus kelimesinden
türemiştir. Korporatizmde toplum bireylerden ve bir ölçüde kurumlardan ayrı
tutularak biyolojik bir yapı olarak ele alınır. 19. yüzyılda liberal ve sosyalist
söylemlere karşı ortaya bir üçüncü yol olarak çıkan Korporatizm, geleneksel
değerlerin korunmasını amaçlamış ve bu değerlerin modern değişimlere ayak
uyduracak şekilde yeniden tanımlanmasını önemsemiştir. Bu bağlamda ileri
sürülen iddialar korporatizmin düşünsel temellerini oluşturmuş ve
korporasyonların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kutsal otorite,
mutlakıyetçilik ve organik toplum Korporatizm felsefi temelini oluşturmaktadır.
Korporatizm planlı bir ekonomik yapıyı amaçlarken bütüncül siyaset ve toplum
modeli inşa etmesi çabası olarak tanımlanabilir. Bu noktadan anlaşılacağı
üzere korporatizmde sosyal ve iktisadi hayata müdahale eden güçlü bir devlet
öngörülmüştür. Korporatizmde devletin üstlenmiş olduğu temel rol sosyal ve
kurumsal hiyerarşinin fonksiyonel denetimini yapması ve korumasıdır (Öztan,
2009:516-528). Korporatizm hakkında kısaca verdiğimiz bilgilerden sonra 4
Lijphart'ın korporatizmi çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasilerde çatışma ve
eşgüdüm söylemleri üzerinden tanımladığını ve sınıflandırdığını söylememiz
gerekir.
Çoğunlukçu demokrasilerde iktidarlar çoğunluğun elinde
toplandığından çoğulcu demokrasilerdeki uyum eşgüdümün aksine rekabetçi
ve çatışmacı iktidar muhalefet ilişkisi ortaya çıkar. Bu modelde iktidarların, işçi
ve işverenlerin sosyo-politik konularda uzlaşma arayışı içinde olduğu
söylenemez (Lijphart, 2006:26). Ayrıca Lijphart daha önce yayımladığı bir
makalesinde toplum içindeki korporatizmin gelişmesini o toplumun
oydaşmacılık derecesine paralellik gösterdiğini söylemiştir (Lijphart & Crepaz,
1991: 235). Lijphart'a göre “çoğunlukçu ve oydaşmacı demokrasiler arasındaki
beşinci fark çıkar grupları sistemiyle ilgilidir. Çoğunlukçu demokrasinin tipik
çıkar grubu sistemi; oydaşmacı modele özgü olan eşgüdümlenmiş ve uzlaşma
eğilimli korporatizm sistemine karşılık, bağımsız grupların rekabetçi ve
eşgüdümlü olmayan çoğulculuğuna dayanır.” (Lijphart, 2006:170).
2.6. Üniter- Federal devlet
Lijphart'ın çoğunlukçu demokrasilere örnek olarak verdiği İngiltere ve
Yeni Zelanda devletleri üniter ve merkezi yapıya sahiptir. Üniter devletlerde
4 Korporatizm tarihi ve geniş bilgi için bkz. Ayferi Göze,(1968), Korporatif Devlet: XIX ve XX' inci
Yüzyıllarda Avrupa'da Korporatif Devlet Teorileri ve Korporatif Devlet Sistemleri, İstanbul,
Fakülteler Matbaası.
52
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Engin Şahin
karar alma mekanizmaları merkeze bağlıdır. Sınırlı fonksiyonlara sahip yerel
yönetimler de merkezin kontrolü altındadır ve daha da önemlisi idari görevlerini
yerine getirmek için ihtiyaç duydukları mali kaynak serbestîsi yeterli değildir.
İngiltere'nin merkezi hükümet sisteminin güçlülüğünü vurgulayan Tony Blair
İngiltere'yi “Batı dünyasının büyük devletleri arasında en merkeziyetçi yönetimi”
şeklinde tanımlamıştır (Lijphart, 2006:28).
Çoğulcu demokrasilere örnek olarak verilen İsviçre ve Belçika
Devletleri federal yönetim sistemine sahiptir. Örneğin İsviçre'de iktidar merkezi
hükümet ile yirmi kanton ve altı yarı-kantonun hükümetlerinden oluşmaktadır.
Belçika 1993 yılına kadar üniter devlet yapısına sahipti. 1993 yılında federal
yapıya dönüşen sistem üç coğrafi bölgeden oluşmaktadır. Bu bölgeler Brüksel
(Başkent) Bölgesi, Flaman Bölgesi ve Valon Bölgesi'dir. Görüldüğü gibi
Lijphart'ın örnek ülkelerden yola çıkarak yaptığı sınıflandırmasında federal
sistemler çoğulcu, üniter sistemler çoğunlukçu demokrasi olarak ayrılmıştır. 5
2.7.Tek meclis- Çift meclisten oluşan parlamento
Lijphart çoğunlukçu demokrasilerde parlamentonun tek meclisten ya
da işlevsel olarak tek meclis gibi hareket eden iki meclisten oluştuğunu
söylemektedir. Buradaki ayrımın nedeni ise çoğunlukçu demokrasilere verdiği
örneklerin başında gelen İngiltere'nin iki meclisli parlamentodan oluşmasıdır.
Bu iki meclis halk tarafından seçilen Avam Kamerası ve soyluların oluşturduğu
Lordlar Kamerası'dır. Yasama yetkisinin tamamı Avam Kamerası'na
verilmişken, Lordlar Kamerası'na ise sadece yasaları bir yıl süre ile geçiktirme
yetkisi verilmiştir. Biçemsel olarak çift meclisten oluşsa da İngiltere işlevsel
olarak tek meclisli parlamento gibi yasama faaliyetlerini sürdüren çoğunlukçu
bir demokrasidir (Lijphart, 2006:28-29).
Benzer bir şekilde 1950 yıllına kadar Yeni Zelanda iki meclisli
parlamentoda oluşurken, geçen sürede gücünü kaybeden ikinci meclis
feshedilmiş ve 1950 yılından itibaren yasama faaliyetleri tek meclisli bir
parlamentoda yapılmaktadır (Lijphart, 2006:33).
Çoğulcu demokrasilerde iki meclisli parlamentolar öngörülmüştür.
Bunun temel nedeni ise devlet sistemindeki farkılılıklardır.Yukarı değinildiği gibi
genelde çoğulcu demokrasiler federal sistemlere sahip ülkelerdir. Tek meclis
yerine iki meclisli parlamentolarda ikinci meclislerde federal sistemdeki daha
küçük devletlere veya azınlıklık gruplara daha iyi temsil hakkının verilmesidir
(Lijphart, 2006:48). Örneğin İsviçre'de Ulusal Konsey temsilciler meclisi olarak
halkı temsil eder. Bunun yanında Eyaletler Konseyi her kantonun iki, yarıkantonların ise bir temsilciyle temsil edildiği federal meclis konumundadır.
(Lijphart, 2006:48) Belçika parlamentosu da iki meclisli temsilciler meclisi ve
senato- parlamentoya sahip bir çoğulcu demokrasidir. 1993 yılında federal
5
Burada belirtmemiz gerekir ki yapılan bu sınıflandırmayı dünya demokrasilerinde
genelendirmek yanlış olur.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
53
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
sistemin işlevsel olması ile beraber 1995 seçimlerinde seçilen yeni Senato iki
kültürel dilsel grubu temsil etmektedir. Ancak Senato Fransızca ve Almanca
konuşan azınlıkların temsil üstünlüğünü sağlamaya yönelik tasarlanmamıştır.
Örneğin toplam 71 senatörün 41 Felemenkçe, 29 Fransızca ve 1 Almanca
konuşan dilleri temsil etmektedir. Bu orantısızlık Belçika'da Senato'nun
oluşturulma gayesine hizmet etmediğini göstermektedir (Lijphart, 2006:49).
2.8. Esnek- Katı anayasa
“Olağan yasama süreci ile değiştirilemeyen, değiştirilmesi için diğer
kanunların yapılmasına göre daha zorlaştırılmış özel bir takım usullerin
öngörülmüş olduğu anayasalara katı anayasa denmektedir” (Erdoğan,
2007:36). Tanımdan da anlaşıldığı gibi katı anayasalar, maddelerinin
değiştirilebilmesi için özel bir çoğunluk aradıkları takdirde katı anayasa olarak
kabul görürler. Bu durumun oluşabilmesi için anayasa kendi içinde bunu
belirtmiş olması ve yazılı olması gerekir. İngiltere anayasası yazısız bir
anayasadır.6 Doğal olarak herhangi bir maddesinin değişmesi için özel bir
çoğunluğa ihtiyaç yoktur. Ancak biçimsel olarak İngiltere'de esnek bir anayasa
olmasına rağmen çok sık olarak anayasanın değiştirildiğini söylemek yanlış
olacaktır. Lijphart, İngiltere'yi seçim sisteminden yola çıkarak çoğunlukçu
demokrasi kategorisinde ele alırken anayasa maddelerinin çok sık değişmediği
halde esnek ve yazısız bir anayasa olarak kabul etmiştir(Lijphart, 2006:29).
Burada belirtmek gerekir ki anayasaların katı ya da esnek olması o ülkedeki
demokratik sistemin çoğulcu ya da çoğunlukçu olmasıyla ilgisi yoktur. Lijphart
İngiltere'yi yukarıda da belirttiğimiz gibi seçim sisteminden yola çıkarak
çoğunlukçu demokrasi olarak tanımlamıştır. Daha sonrasında anayasasının
katı ya da esnek oluşu baştan ortaya koyduğu demokrasi tipolojisinin
sonucudur. Başka bir ifadeyle anayasanın kriter haline gelmesi çoğunlukçu
demokrasiye etki eden değil, varolan bir çoğunlukçu demokrasinin içinde yer
alması sonucu etkilenen haline gelmiştir.
Yeni Zelanda İngiltere gibi yazısız anayasası olan çoğunlukçu bir
demokrasidir. Yeni Zelanda anayasası 1852 ve 1986 tarihli kuruluş kanunları,
1956 ve 1993 tarihli seçim kanunları ve 1990 tarihli haklar bildirgesinden
oluşmaktadır. Yeni Zelanda katı anayasa sayılabilecek hükümler içermektedir.
Örneğin temel kanunların parlamentonun dörtte üç çoğunluğuyla ya da
referandum sonucunda çoğunluk oyuyla değiştirilebileceği hükmü anayasada
belirtildiği halde anayasa değişikliğini zorlaştıran bu madde parlamentonun
normal çoğunluğu ile değiştirilebilir. Bu nedenle Yeni Zelanda esnek anayasa
izleri taşımaktadır 7 (Lijphart, 2006:34).
Lijphart'ın çoğulcu demokrasileri anlatırken vermiş olduğu örnek
ülkelerden İsviçre ve Belçika Katı anayasalara sahiptir. Şöyle ki İsviçre'de
anayasa değişikliği ancak referandumla yapılabilir.8 Belçika'da ise anayasa
6 İngiltere anayasası Magna Carta 1215, The Bill of Rights 1689 ve 1911 ve 1949'da
parlamentodan çıkan kanunlardan oluşmaktadır.
7 Yeni Zelanda anayasası http://confinder.richmond.edu/confinder.html (16.02.2010)
8
İsviçre Anayasası md. 140.
54
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Engin Şahin
değişikliği için iki meclisinde üçte iki çoğunluğunun desteği gereklidir. Ayrıca
federal bölgelerin örgütlenmesi ile ilgili kanunlar anayasal statüdedir ve
değiştirilmesi için üçte ikilik oy oranının yanısıra her iki mecliste Felemenkçe ve
Fransızca konuşan grupların çoğunluğunun da onayı gerekmektedir.9 Lijphart'a
göre bu kural Fransızca konuşan azınlığa etkin bir veto hakkı vermektedir
(Lijphart, 2006:49).
2.9. Anayasa yargısı bulunması- bulunmaması
Yasama tarafından icra edilen yasama faaliyetlerinin hukuk sistemi
içinde en tepede bulunan anayasaya uygunluğu denetimini anayasa yargısı
olarak tanımlamak mümkündür. 20. yüzyılın başından itibaren Avrupa
devletlerinin birçoğu hukuk sistemlerinde anayasaların üstünlüğünü güvence
altına alan ve yasama faaliyetlerinin anayasaya uygunluğunu denetleyen hukuk
kurumları oluşturmuşlardır. Bu kurumların başında anayasa mahkemeleri
gelmektedir. Anayasaya uygunluk denetimi yazılı bir anayasada olacağı için
çoğunlukçu demokrasi örneği olan İngiltere'de parlamentodan kabul edilen
kanunların anayasal denetimini yapacak bir kurum öngörülmemiştir ve
10
dolayısıyla anayasa yargısı mevcut değildir. Lijphart tarafından örnek olarak
ele alınan diğer ülke Yeni Zelanda'da anayasa mahkemesi yoktur ve anayasa
yargısı uygulanmamaktadır. Temsilciler meclisi yasama faaliyetlerinin anayasal
olup olmadığını dikkate alarak yasama faaliyetlerini icra etmektedir (Lijphart,
2006:29,34).
Çoğulcu demokrasi örnekleri olan İsviçre ve Belçika'da anayasa yargısı
bakımından farklılık göstermektedir. İsviçre'de Federal Mahkemesi 1939
yılında yapılan referandumun sonucu olarak yargısal yorum hakkına sahip
değildir. Belçika 1988 yılından itibaren Hakem Mahkemesi'nin yetkileri
arttırılmış ve bir anayasa mahkemesi gibi kabul edilebilir duruma gelmiştir
(Lijphart, 2006:50).
2.10. Bağımlı- bağımsız Merkez Bankası
Merkez bankalarının bağımsızlığı konusu yürütüme organı ve merkez
bankası arasında değerlendirilmelidir. Merkez bankalarının enflasyonu kontrol
etmek ve fiyat istikrarını sağlamak için alacağı kararlarda yürütme organı ile
arasındaki ilişkinin derecesi merkez bankalarının bağımsız olup olmadı
gösteren bir unsurdur. Bu bağlamda, İngiltere'de Merkez Bankası bağımsız
hareket etme yetkisine sahip değildir. 1989 yılına kadar olan dönemde aynı
durum Yeni Zelanda için geçerlidir. Bu yıla kadar Merkez Bankası bağımsızlığı
çok düşük bir ülke olarak kabul edilir. 1989 yılında çıkarılan Merkez Bankası
Yasası ile Yeni Zelanda'da Merkez Bankası'nın hedeflenen enflasyon oranının
ulaşılması konusunda yetkili tek kurum olarak kabul edilmiştir (Lijphart,
2006:34).
9
Belçika Anayasası md. 198.
Bir önceki kriter olan çoğulcu demokrasilerde esnek-katı anayasa etmeni için söylediklerimiz
burada da geçerlidir. Bir ülkede anayasa yargısının bulunup bulunmaması o ülkenin çoğulcu
demokrasi olmasına etki etmez. Seçim sisteminden yola çıkarak çoğulcu demokrasi olarak
sınıflandırılmış İngiltere'de Lijphart anayasa yargısının olmadığını görmüş ve anayasa yargısını
etki eden değil etkilenen yani bir anlamda pasif kriter olarak kabul etmiştir.
10
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
55
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Çoğulcu demokrasi olan İsviçre ve Belçika'da merkez bankaları
bağımsızdırlar. Özellikle İsviçre Merkez Bankası dünyanın en güçlü ve en
bağımsız merkez bankaları arasında kabul edilmektedir. Belçika'da durum
nispeten farklıdır. Belçika Avrupa Birliği uyum sürecinde 1993 yılında imzalamış
olduğu Maastricht Anlaşması gereği merkez bankasını bağımsız kılmıştır
(Lijphart, 2006:50).
3.Türkiye Bağlamında LijphartTipolojisi
Yukarıdaki bölümde anlattığımız Lijphart'ın demokrasileri katogarize
ederken kullandığı on temel başlık, bu bölümde sırasıyla Türkiye üzerinden
değerlendirilecektir. Bu sınıflandırma ile Türkiye demokrasi serüveni, siyasi
yapısı ve anayasal organlarının çoğunlukçu ve çoğulcu yanları ortaya konmaya
çalışılacaktır. Temel iddiamız Türkiye'nin, Lijpart'ın kriterleri bağlamında
değerlendirildiğinde hem çoğunlukçu hem de çoğulcu demokrasi özelliklerine
sahip bir ülke olduğudur.
3.1. Yürütme gücünün çok partili hükümetlerde toplanması
Çoğulcu demokrasilerde parlamentoda farklı fikirlerin ve düşüncelerin
temsil edilmesi çok sayıda siyasi partinin parlamentoda sandalye
kazanabilmesi ile mümkündür. Çoğulcu demokrasiler içinde farklı din, dil, millet,
barındıran toplumların tüm kesimlerinin temsil edilmesi için ortaya çıkan bir
demokrasi şeklidir. Bu anlamda çok sayıda siyasi parti seçimlere katılıp seçim
sonuçlarına göre aldıkları oy oranı nispetinde parlamentoda temsil edilir.
Çok partili siyasi hayat seçime katılan her partinin hükümette yani
yürütmede etkili olabilme şansı vermektedir. Doğal olarak seçim sonucunda
kurulacak hükümetlerin iktidar olabilmeleri için kazanmaları gereken milletvekili
sayıları genelde bir veya az sayıdaki partide tarafından kazanılmaz. Bu
durumun minimize edilmesi için ortaya çıkarılan seçim barajı uygulamasını bir
tarafa bırakırsak çok sayıdaki partinin bir araya gelerek koalisyon hükümetleri
oluşturma eğilimleri/mecburiyetleri çoğulcu demokrasilerde daha çok rastlanan
bir durumdur.
Türkiye, cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılından günümüze altmış
hükümet kurulmuştur. 1946 yılında çok partili hayata geçilmiştir. Seçime giren
siyasi parti sayısı artmasına rağmen 1960 yılına kadar tek parti hükümetleri
iktidar olmuştur. Çoğunlukçu seçim sisteminin kullanıldığı bu dönem Demokrat
Parti'nin Türk demokrasi tarihinde yükselişine şahit olmuştur.11 2007 genel
seçimleri ile beraber Türkiye'de kurulan altmışıncı hükümet Recep Tayyip
Erdoğan'ın başbakanlığında Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetidir. 19231946 yılları arası tek partili dönemde on dört, 1946-1950 arası çok partili hayata
geçildiği dönemde dört tek parti hükümeti kurulmuştur. 1950-1960 yılları
arasındaki seçimlerden lider parti olarak çıkan Demokrat Parti döneminde tek
parti hükümetleri kurulmaya devam etmiş ve Adnan Menderes başbakanlığında
11 1950 seçimlerinde Demokrat Parti 416/487, 1954 seçimlerinde DP 503/541, 1957 seçimlerinde
DP 424/610 milletvekili alarak tek başına iktidar olmuştur. Türkiye İstatistik Kurumu, (2008),
Milletvekilliği Genel Seçimleri 1923-2007. Ankara, Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, ss. 10-12.
56
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Engin Şahin
beş hükümet kurulmuştur. 1961 seçimleri ile Türkiye'de koalisyon
hükümetlerinin kurulmaya başladığını görmekteyiz.12 1961 yılından 2007 genel
seçimlerine kadar kurulan otuz yedi hükümetin sekizi tek parti hükümeti yirmi
dokuzu koalisyon hükümeti olmuştur. Bu dönemde yirmi dokuz yılda yirmi
dokuz koalisyon hükümeti kurulmuştur. 13
Çoğulcu demokrasilerde çok partili koalisyonlara getirilen eleştirilerin
başında istikrarsız ve zayıf hükümetlerin göreve gelmesidir. Çok sayıdaki parti
belli amaçlar etrafında ortak hareket edip koalisyon hükümetleri kursalar dahi,
yapmak istedikleri siyasetin farklılaşması kurulmuş hükümetin kolayca
dağılmasına neden olabilmektedir. Yukarıda Türkiye için verdiğimiz sayısal
değerler bunu kanıtlar niteliktedir. Erdoğan Günal'a göre; “şu koalisyon
hükümeti çok başarılı olmuştur diyebileceğimiz bir örnek bugüne değin
yaşanmamıştır.” (Günal, 2009:194). Kemal Gözler parlamenter sistem için
oluşmuş koalisyon hükümetlerinin zayıflığını şu sözlerle açıklamıştır: “Nihayet,
parlâmenter sistem genellikle koalisyon hükümetlerine yol açar. Koalisyon
hükümetleri ise güçsüz hükümetlerdir. Çünkü, koalisyon hükümetleri birden
fazla partiden oluşmuştur. Bu partiler doğal olarak birbirinin rakibi
durumundadır. Dolayısıyla bu hükümeti oluşturan partiler arasında şu ya da bu
şekilde bir uzlaşmazlık vardır. Zaten aralarında fark olmasa iki ayrı parti
olmazlardı. Bu partilerin oluşturduğu koalisyon hükümetlerinde gerçek
anlamda üzerinde uzlaşılan zaten çok az konu vardır.” (Gözler, 2000:31).
Bu bağlamda Lijphart'ın demokrasi tipolojisine göre Türkiye, yürütme
gücünün yani hükümetin çok partili koalisyonlardan oluşması sonucu çoğulcu
demokrasi olarak tanımlanabilir.
3.2.Yasama-yürütme ilişkilerinde yürütmenin baskın olması veya
dengenin kurulması
Yukarıda değindiğimiz gibi çoğunlukçu demokrasilerde parlamento
ağırlıklı olarak sırasıyla iktidar olan iki siyasi partiden oluşmaktadır. Bu siyasi
partilerden seçimleri kazanarak hükümet kuran aynı zamanda parlamentoda
yeterli sayıda sandalye kazanmış ve bir yasama gücünü elde etmiş demektir.
Doğal olarak çoğunlukçu demokrasilerde yasama ve yürütme arasındaki
ilişkide yürütmenin baskın olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye'de
seçim sistemi çok sayıda siyasi partinin seçim barajını geçmesi halinde
parlamentoya girmesine imkân vermektedir. Bu açıdan bakıldığında hükümeti
kuracak olan siyasi partinin veya partilerin aynı zamanda parlamentoya giren
diğer siyasi partilerden ciddi bir muhalefetle karşılaşması olası bir ihtimaldir.
Yasama-yürütme ilişkisi açısından bu durum yasamanın baskın olduğu
12
Türkiye'de koalisyon kültürü için bkz. Osman Özsoy, (2000), Türkiye'nin Demokrasi Arayışı,
Yedirenk Kitapları, İstanbul, s.47-59.
13
Bahsedilen bu dönemde hükümetler için bkz. Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel
Müdürlüğü, (2008), Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Kuruluşundan Günümüze Hükümetler, Ankara
ve (Günal, 2009: 107-448)
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
57
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
anlamına gelebilir.Ancak 1982 Anayasasında yürütme Cumhurbaşkanı ve
Bakanlar Kurulu'ndan oluşmaktadır.Özellikle Cumhurbaşkanının görev ve
yetkileri yürütmenin yetkisi içinde değerlendirildiğinde 1982 Anayasasının
yürütmeyi ön plana çıkaran ve baskın hale getiren bir anlayışla hazırlandığı
görülmektedir (Özbudun, 2005:61; Erdoğan, 2007:170).Özellikle tek parti
iktidarları aynı zamanda
parlamentoda sayısal üstünlüğü elde etmiş
demektir.14 Bu nedenle yasama işlemlerinde ciddi bir muhalefetle karşılaşma
ihtimalleri düşmektedir.
Bu değerlendirmelerin ışığında Türkiye'yi yasama- yürütme ilişkileri
bağlamında hem çoğulcu hem de çoğunlukçu demokrasi özellikleri barındıran
bir ülke olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
3.3.Çok partili sistemler
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan 1946 yılına kadar tek partili
hükümet tarafından yönetilmiştir.15 1946 seçimleriyle beraber çok partili hayata
geçen Türkiye, günümüzde yürürlükte olan 1982 Anayasasına göre
parlamenter çoğulcu hükümet sistemini benimsemiştir. Türkiye'de çok sayıdaki
siyasi parti seçimlere girebilmektedir. Ayrıca 1982 Anayasası siyasi partileri
demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsuru olarak tanımlamıştır. (1982
Anayasası md.68/2)
Çoğulcu demokrasiler çoğulcu toplumların içinde barındırdıkları her
kesimin temsil edilebilmesi için çok partili sistemi benimsemiştir. Bu nedenle
Türkiye'de çoğulcu demokrasi özelliği göstermekte ve seçime giren siyasi
partiler için herhangi bir sayı sınırlaması getirmemektedir.
3.4.Nispi temsil sistemi
Nispi temsil sisteminde siyasal partiler seçimlerde aldıkları oy oranında
parlamentoda temsil edilirler. Bu sayede her siyasal partinin parlamentoda
sandalye kazanma şansı artmaktadır. Nispi temsil sistemi genel olarak Kıta
Avrupasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Demokratikleşme sürecindeki
dinamizm ve etnik ve dinsel azınlıkların temsil edilme gayesi nispi temsil
sisteminin yaygın olarak kullanılmasında önemli faktörlerdir. (Günal, 2005:30;
Erdoğan, 2007:111-114)
Türk demokrasi tarihinde seçimlere bakıldığında farklı dönemlerde
çeşitli seçim sistemlerinin kullanıldığı görülmektedir. 1923 yılından 1946 yılına
kadarki zaman diliminde beş seçim yapılmıştır. (1927, 1931, 1935, 1939, 1943)
Bu dönem Cumhuriyet Halk Partisi'nin tek siyasi parti olarak seçimlere katıldığı
14
Örneğin 2002 genel seçimlerinde AK Parti % 34,3 oy ile 550 sandalyenin 363 ünü ve 2007
seçimlerinde % 46,6 oy ile 341 ini kazanmıştır. Bkz. Türkiye İstatistik Kurumu,(2008), Milletvekilliği
Genel Seçimleri 1923-2007, Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, Ankara, ss. 26-27.
15
Bu tarihler arasında iki siyasi parti denemesi yaşanmış ancak bu partiler türlü gerekçelerle
kapatılmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17 Kasım 1924 tarihinde kurulmuş 3 Haziran
1925'te Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılmıştır. Serbest Cumhuriyet Fırkası 12 Ağustos 1930
tarihinde kurulmuş, 16 Kasım 1930 tarihinde kapanmıştır. (Günal, 2009:75-88)
58
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Engin Şahin
için 'Tek Partili Dönem' olarak adlandırılmaktadır. 1946 yılında yapılan
16
seçimlerde altı siyasi partinin seçimlere katılmasına izin veriliştir. Seçim
Seçim sonucunda Cumhuriyet Halk Partisi 397, Demokrat Parti 61 milletvekili
kazanırken, bağımsız 7 milletvekili seçilmiştir. 1946 -1960 arası dönemde dört
genel seçim (1946, 1950, 1954, 1957) yapılmış ve çoğunlukçu seçim sistemi
uygulanmıştır.17 Ergun Özbudun'a göre Türkiye'de tek turlu çoğunluk sisteminin
uygulandığı bu dönemde seçimler, bir parti lehine ezici çoğunluklar yaratmış,
muhalefetin yeterince temsiline imkân vermemiştir(Özbudun, 2005:261).
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi ile Türk demokrasisi kesintiye
uğramıştır. 15 Ekim 1961 genel seçimleri ile demokrasiye geri dönen
Türkiye'de nispi temsil sistemi uygulamasına başlanmıştır. “306 sayılı
Milletvekili Seçim Kanunu ile getirilen sisteme göre siyasal partilerin bir seçim
çevresinde elde ettikleri milletvekili sayısının hesaplanmasında “barajlı
d'Hondt” yöntemi uygulanmaya başlanmıştır. Buna göre seçim çevresi barajı bir
seçim çevresindeki geçerli oyların o çevreden çıkarılacak milletvekili sayısına
bölünmesi ile bulunacaktır. Bu sayının altında kalan siyasal partilere
milletvekilliği tahsis edilmeyecektir. Şayet hiçbir parti seçim barajını aşamazsa
d'Hondt yöntemi barajsız uygulanacaktır.”(Gülay, 2005: 114) 1961-1980 yııları
arasında beş (1961, 1965, 1969, 1973, 1977) genel seçim yapılmıştır.
Türkiye'de 12 Eylül 1980 tarihinde askeri müdahale sonucu 1983 yılına
kadar demokratik seçimlere tekrar ara verilmiştir. 1983 yılında yapılan
seçimlerde farklı bir nispi temsil sistemi uygulanmıştır. Bu sisteme göre ülke
genelinde seçim barajı %10 olarak belirlenmiştir. Ancak siyasi partilerin
parlamentoda temsil edilebilmeleri için bu barajı aşmaları yeterli görülmemiştir.
Bunun yanında seçim çevresi barajı getirilerek nispi temsil ile çoğunluk temsilin
birleşimi gibi sayılabilecek bir karma sistem kullanılmıştır.
27.10.1995 tarih ve 4125 sayılı kanunla seçim sistemindeki çift baraj
uygulaması siyasi partiler için teke düşürülmüş ve %10 olarak belirlenmiştir.
Günümüzde Türkiye her ne kadar seçim barajı yüksekte olsa nispi temsil
sistemi kullanan bir demokratik ülke olarak kabul edilir. Sonuç olarak 1950
yılından günümüze kadar yapılan genel seçimler için bir sınıflama yapılırsa
1946-1960 çoğunluk, 1961-1980 nispi temsil ve 1980 sonrası dönemi nispi
temsil-karma sistem olarak ayrılabilir. (Günal, 2005:151)
18
19
20
21
16
1946 seçimlerine katılan siyasi parti sayıları hakkında farklı kaynaklarda değişik rakamlar
verilmiştir. Bkz. (Günal, 2005:30 dipnot.57)
17
Seçim sonucunda partilerin aldığı oy ve temsil oranı ile kazandıkları milletvekili sayıları için
bkz. (Günal, 2005: 107-112)
18
Türkiye'de demokrasiye yapılan askeri müdahaleler ve demokrasiye geri dönüş için bkz. Şükrü
Karatepe,(2009), Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İzYayıncılık, İstanbul.
1961-1980 yılları arasında yapılan genel seçim sonuçları için bkz. (Günal, 2005:115-126)
19
Türkiye'de 12 Eylül darbesi hakkında kapsamlı bir çalışma için bkz. Davut Dursun, (2005), 12
Eylül Darbesi, ŞehirYayınları, İstanbul.
20
Ergun Özbudun o dönem yürürlükte olan Türk seçim sistemini karma sistem olarak
tanımlamıştır. Ergun Özbudun,(1993), Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı, Bilgi
yayınevi, Ankara, s.156.
21
Taha Parla'ya göre solidarist korporatizmin sınırlarını önemli ölçüde aşan faşizan uygulama
örnekleri vardır. Örneğin 1935 İş kanunu, 1937 Bedeb Eğitimi Kanunu, 1938 Cemiyetler Kanunu,
1938 Basın Birliği Kanunu, 1938 Avukatlar Kanunu gibi ...(Parla, 1993:216)
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
59
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Lijphart'ın çoğulcu demokrasiler için bir özellik olarak kabul ettiği nispi
temsil sistemi Türk demokrasi tarihinde farklı dönemlerde değişik şekilde de
olsa kullanılmıştır. Bu bağlamda Türkiye çoğulcu demokrasi modeline
uymaktadır.
3.5.Çoğulcu çıkar grupları veya korporatist çıkar grupları
Türkiye Cumhuriyeti'nin korporatist yapısının tarihsel dayanakları
bulunmaktadır. Bu dayanakların başında Cumhuriyetin kuruluş felsefesinde
etkin rol oynamış ve düşünsel anlamda katkı sağlamış olan Ziya Gökalp
gelmektedir. Gökalp'in liberalizm ve sosyalizme karşı çıkan muhalif tarafı
korporatist düşüncede pozitif anlamda vücut bulmuştur. Gökalp'in korporatist
düşüncesi sadece sosyal, kültürel ve iktisadi anlamda şekillenmemiştir. Aynı
zamanda siyasi anlamda temsil edilebilirlik açısında farklı bir yaklaşımı vardır.
Gökalp'e göre üç tür halkın temsilcisi seçilmesi gereklidir. Birincisi bölgesel
sorunları bilen ve bölgede iyi tanınan mahalli milletvekilleri, ikincisi ülke
genelinde iyi tanınan ve ulusal çıkarların bilincinde olan milli milletvekilleri,
üçüncüsü ise doktorlar, öğretmenler, tacirler, mühendisler ve zanaatkârlar gibi
mesleki grupları temsil edecek mesleki milletvekilleridir. (Çay, 1982:120-123;
Parla, 1993:163) Bu açıdan bakıldığında iktidar, işveren ve işçi üçleminde
şekillenen korporatist yaklaşım tarihselliği Cumhuriyetin kuruluş aşamasında
başlamıştır. Taha Parla ise bu sürecin günümüzde tümüyle yok olmadığını ve
etkilerinin sürdüğünü söylemektedir. Parla'ya göre “20. yüzyıl egemen Türk
siyasal düşüncesi, hatta daha yüksek bir soyutlama düzeyinde Türk kamu
felsefesi korporatisttir. İdeolojik ve kültürel yapılar gibi, tek parti döneminde
yerleştirilen ve 1980'den sonrada başta 1982 Anayasası olmak üzere o döneme
önemli geri dönüşleri temsil eden yeni düzenlemelere uğratılmış kurumlar
yapılarda esas itibariyle korporatisttir.” (Parla, 1993:7). Parla'nın diğer bir
ifadesiyle felsefi-ideolojik düzeyde egemen Türk siyasal zihniyetinin solidarist
korporatist bir zihniyet olduğunu tek parti dönemi Cumhuriyet Halk Partisi'nin
program ve tüzükleri, parti şeflerinin demeç ve yazıları, 1961 Anayasasının
başlangıç bölümü ve silahlı kuvvetlerin 1 Ocak 1980 tarihinde verdiği
muhtıranın ardındaki devlet ve toplum anlayışı ispatlar niteliktedir. (Parla, 1993:
214) Bu noktada bir farklılıktan bahsetmemiz anlamlı olacaktır. Lijphart'ın
korporatist demokrasi anlayışında iktidar, işçi ve işverenler arasındaki uyum ve
eşgüdüm kaçınılmaz bir gereklilik iken, Türkiye'de bahsettiğimiz korporatizm
kavramında sosyo-politik konularda karar alma süreçlerinde iktidarın uyumdan
daha çok yönlendirme ve denetleme işlevlerini gördüğünü söylemeliyiz. Ancak
bu müdahaleler faşizan bir boyut kazanmamıştır.
22
22
Anayasa Mahkemesi kuruşlundan sonra değişik dönemlerde tartışma konusu olmuştur.
Özelikle verdiği kararların siyasi sonuçları Mahkemeyi polemiklerin içine çekmiştir. Bu konuda
Mahkemenin değişik kararlarındaki tutumu için bkz. Engin Şahin, (2010), Siyaset ve Hukuk
Arasında Anayasa Mahkemesi, İz Yayıncılık, İstanbul ve Yusuf Şevki Hakyemez, (2009), Hukuk
ve Siyaset Ekseninde Anayasa Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi ve İnsan Hakları Anlayışı,
YetkinYayınları, Ankara.
60
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Engin Şahin
3.6.Türkiye üniter bir devlettir
“Üniter devlet, devletin, ülke, millet ve egemenlik unsurları ve keza
yasama, yürütme ve yargı organları bakımından teklik özelliği gösteren devlet
şeklidir”(Gözler, 2009:82). Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze kadar
üniter bir devlettir. 1982 Anayasasının üçüncü maddesinde ülkesi ve milletiyle
bölünmez bir bütün olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla, üniter devlet ifadesi
anayasada yer almamasına rağmen, üniter devletin gereksinimi olan bütünlük
anayasada yer almış ve Türkiye'nin üniter yönetim biçimi olarak
kabullenilmesini sağlamıştır. Üniter devletlerde siyasi ve idari yönetim bir
merkezden sağlanmaktadır. Merkezde bulunan merkezi hükümet ve onun
hiyerarşik yapısı içinde yapılanmış taşra örgütü siyasi ve idari yönetimi sağlar
(Eryılmaz, 2009:70). Lijphart üniter devlet yapısını çoğunlukçu demokrasilerin
bir özelliği olarak kabul etmiştir. Bu bakımdan Lijphart'ın sınıflandırmasında
Türkiye çoğunlukçu demokrasi özelliklerini barındıran bir demokrasidir
.
3.7.Türkiye'de yasama gücü tek meclisli parlamentodadır
Türkiye'yi parlamentonun oluşması bakımından 1961 ve 1982
Anayasalarına göre ayrı ayrı ele almamız gerekmektedir.1961 Anayasasında
parlamento Millet Meclisi ve Senato olmak üzere iki meclisten oluşmaktadır.
Millet Meclisi dörtyüzelli milletvekilinin genel oyla seçilmesinden teşekkül eder.
Cumhuriyet Senatosu genel oyla seçilen yüzelli ve Cumhurbaşkanının atadığı
onbeş üyeden oluşmaktadır. Bunun yanında, eski cumhurbaşkanları ve 13
Aralık 1960 tarihli ve 157 sayılı kanunun altında adları bulunan Milli Birlik
Komitesi Başkanı ve üyeleri Senatonun tabi üyesidirler.(1961 Anayasası md.
63, 67,70) Lijphart'ın demokrasi tipolojisinde çoğulcu demokrasilerin bir özelliği
olarak tanımlanan çift meclisli parlamentolar federal sistemle yönetilen
ülkelerde yaygındır. Örneğin ABD, Belçika, İsviçre, Kanada gibi ülkeler çift
meclisten oluşan parlamentolara sahiptir. Parlamentoların çift meclisten
oluşmalarının temel nedeni federal devletlerde halkın nüfusa göre temsil
edildiği millet meclislerinin yanında federe devletlerin temsil edildiği senatoların
kurulmasıdır. Ancak Türkiye'de üniter bir devlet yapısı olmasına rağmen 1961
Anayasasına göre çift meclisin oluşturulmasının farklı bir nedeni vardır.
Türkiye'de iki meclisli parlamentonun oluşturulması kanunların aceleye
gelmeyeceği, daha iyi ve dikkatli görüşüleceği, meclislerden birinin yapacağı
hataları diğerinin düzelteceği gibi gerekçelerle dayanmaktadır (Özbudun,
2005:256). Bu noktadan hareketle Türkiye'nin 1961 Anayasası döneminde
çoğulcu demokrasi olarak kabul edilmesi gerekir.
Yürürlükte olan 1982 Anayasasına göre parlamentodaki iki meclisli
sistem kaldırılmıştır. 1995 yılına kadar dörtyüzelli milletvekilinden oluşan tek
meclisli parlamento 23.07.1995 tarihli ve 4121 sayılı kanunla yapılan anayasal
değişiklikten sonra beşyüzelli milletvekilinden oluşmaktadır. (1982 Anayasası
md. 75) 1982 Anayasasında parlamentonun oluşum biçimine göre Lijphart'ın
çoğunlukçu/çoğulcu demokrasi sınıflandırmasında Türkiye çoğunlukçu
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
61
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
demokrasi özelliği göstermektedir. Görüldüğü üzere Türkiye son iki
anayasasında hem çoğulcu (1961 Anayasası) hem de çoğunlukçu (1982
Anayasası) bir demokrasidir.
3.8.Türkiye Anayasası katı bir anayasadır
Yukarıda bahsettiğimiz gibi anayasa maddelerinin değiştirilmesi için
nitelikli çoğunluk şartını arayan anayasalar katı anayasalardır. Yürürlükte olan
Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası katı anayasadır. (Gözler,
2007:51;Özbudun, 2005:59; Erdoğan, 2007:309) 1982 Anayasasının 175.
maddesine göre anayasanın değiştirilmesi için TBMM üye tamsayısının en az
üçte biri tarafından yazıyla teklif edilir. Anayasanın değiştirilmesi hakkında
teklifler genel kurulda iki defa görüşülür. Değiştirme teklifinin kabulü Meclis üye
tamsayısının beşte üç çoğunluğunun gizli oyuyla mümkündür. Bunun yanında
Cumhurbaşkanı Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunları bir defa görüşülmek
üzere TBMM'ne geri gönderebilir. Meclis geri gönderilen kanunu, üye
tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu
kanunu halk oyuna sunabilir. Ayrıca, Mecliste üye tamsayısının beşte üçü ile
veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen anayasa değişikliği hakkındaki kanun,
Cumhurbaşkanı tarafından Meclise iade edilmediği takdirde halkoyuna
sunulmak üzere Resmi Gazetede yayımlanır. Görüldüğü gibi 1982 Anayasası
anayasa değişiklikleri için teklif edilme aşamasından değişikliğin parlamentoda
kabul edilmesine kadar nitelikli çoğunluk aramaktadır. Ayrıca 1982
Anayasasının dördüncü maddesi anayasanın ilk üç maddesini değiştirilemez
olarak kabul etmiştir. Bu itibarla da 1982 Anayasası katı bir anayasa
durumundadır. Lijphart'ın demokrasi tipolojisinde katı anayasa sahip ülkeler
çoğulcu demokrasilerdir. Bu anlamda Türkiye çoğulcu bir demokrasi özelliği
taşımaktadır.
3.9.Türkiye'de anayasa yargısı mevcuttur
Hukuk devleti gelişim sürecinde son ve en önemli merhale olarak
tanımlanan anayasa yargısı anayasaya uyulmasını amaçlayan her türlü yargı
işlemini amaçlamaktadır. Bunun yanında kanunların ve diğer bazı yasama
işlemlerinin anayasaya uygunluğunun yargısal makamlar tarafından denetimi
anlamına da gelmektedir.(Özbudun, 2005:367) Türkiye'de bu amaçla 1961
Anayasası ile Anayasa Mahkemesi kurulmuştur. Yürürlükte olan 1982
Anayasasında da Anayasa Mahkemesi detaylı bir şekilde düzenlenmiştir.
(1982 Anayasası md. 146-153)
23
23
Anayasa Mahkemesi kuruşlundan sonra değişik dönemlerde tartışma konusu olmuştur.
Özelikle verdiği kararların siyasi sonuçları Mahkemeyi polemiklerin içine çekmiştir. Bu konuda
Mahkemenin değişik kararlarındaki tutumu için bkz. Engin Şahin, (2010), Siyaset ve Hukuk
Arasında Anayasa Mahkemesi, İz Yayıncılık, İstanbul ve Yusuf Şevki Hakyemez, (2009), Hukuk
ve Siyaset Ekseninde Anayasa Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi ve İnsan Hakları Anlayışı,
YetkinYayınları, Ankara.
62 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Engin Şahin
Türkiye'de Anayasa Mahkemesi kanunların, kanun hükmünde
kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve
esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece
şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim
ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas
bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava
açılamaz. (1982 Anayasası md. 148) Ayrıca Anayasa Mahkemesi'nin kararları
kesindir ve kararlara itiraz yolu kapalıdır.
Bir ülkede anayasa mahkemesinin varlığı ve anayasa yargısının
mevcudiyeti o ülkenin çoğulcu ya da çoğunluk demokrasi olarak kabul
edilmesini sağlamaz. Bu noktada Lijphart öncelikle tanımladığı ülkelerin
anayasa yargısına sahip olup olmadığını inceleyerek sonradan anayasa yargısı
mevcudiyetini kriterleri arasına almıştır. Bu bağlamda örneğin çoğunlukçu
demokrasi olarak kabul ettiği İngiltere'de anayasa yargısı olmadığı için anayasa
yargısının mevcudiyetini çoğulcu demokrasinin bir özelliği olarak kabul etmiştir.
Türkiye de 1961 yılından itibaren anayasa yargısını kabul ettiği ve anayasa
mahkemesini kurduğu için bu özelliği ile çoğulcu demokrasi sınıflandırmasında
yer almaktadır.
3.10.Merkez bankalarının yürütme organına bağlı veya bağımsız
olması
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası 11 Haziran 1930 tarihli ve 1715
sayılı Cumhuriyet Merkez Bankası kanunu ile kurulmuştur. Merkez
bankalarının yürütme organından bağımsız para politikaları belirlediği İsviçre
gibi ülkelerde hükümetlerin bankalar üzerinde etkin bir denetimi söz konusu
değildir. Bu durumun tersi niteliğindeki hükümetin kontrolü altındaki veya
merkez bankaları ile hükümetlerin karşılıklı ilişkilerinin güçlü olduğu ülkelerde
merkez bankaları bir şekilde hükümetlerin kontrolü altına alınmıştır. Türkiye'de
kuruluş amacı fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez Bankası yürütme ile
karşılıklı ilişki içerisindedir. Bunun en somut örneği Merkez Bankası başkanının
Bakanlar Kurulu tarafından beş yıllığına seçilmesidir. Ancak bu ilişkiyi sadece
yürütme organının inisiyatifindeymiş gibi göstermek yanlış olacaktır. Türkiye
Cumhuriyeti Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para
politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan etki altında
almadan kendisi belirlemektedir. (Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Kanunu
md.4) bu bağlamda Lijphart'ın onuncu kriteri üzerinden Türkiye'yi çoğunlukçu
veya çoğulcu demokrasi olarak tanımlamak yanlış olacaktır.
24
24
TCMB’nın Osmanlıdan Cumhuriyete kuruluş süreci ve gelişimi için bkz. Haydar Kazgan,
Ö.Murat & K.Murat, (2000), Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, CreativeYayıncılık, İstanbul ve
Mehmet Özdemir, (1997), Cumhuriyet’ten Bugüne Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
Banknot Matbaası, Ankara.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
63
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
4. Sonuç
Arend Lijphart uzun dönem bilimsel çalışmalarını farklı ülkeleri ve
demokratik sistemleri araştırmakla geçirmiştir. Bu çalışmalarda dünyanın
değişik bölgelerindeki demokrasileri tarafsız bir şekilde karşılaştırmaya
çalışmıştır. Demokratik sistemleri çoğunlukçu ve çoğulcu olmak üzere iki temel
sınıfa ayırmıştır. Bu ayrımın çıkış noktası ise araştırılan ülkelerin seçim
sistemleri ve bunun doğurduğu siyasi parti yapılanmasıdır. Daha sonrasında bu
şekilde ayırdığı ülkelerin özelliklerinden diğer kriterleri belirlemiştir.
Bu çalışmada Lijphart'ın incelediği otuz altı ülke demokrasisini
sınıflandırmada kullandığı kriterleri ve ortaya koyduğu demokrasi tipolojisini
Türkiye bağlamında değerlendirdik. Çalışmamızın başında da belirttiğimiz gibi
amacımız Türkiye'yi Lijphart'ın sınıflandırmasında net olarak bir kategoriye
koymanın yanlış olduğunu ortaya koymaktı. Nitekim yukarıda vermiş
olduğumuz bilgiler çerçevesinde Türkiye'nin hem çoğunlukçu hem de çoğulcu
demokrasi özellikleri taşıdığını anlattık. Türkiye'nin araştırılan bu ülkeler içinde
yer almamasının temel sebebi Lijphart'ın düşünsel olarak oluşturduğu ve
demokrasilere yaklaşımını ve gruplamasını belirleyen demokrasi tipolojisine
göre - her ne kadar seçmiş olduğu ülkelerde kendi sınıflandırmasına uymayan
tarafları belirtmiş olsa da- ülke seçmiş olmasıdır. Lijphart doğal olarak
sınıflandırmasını benzer özellikler gösteren ülkeler üzerinden yapmıştır.
Türkiye bu bağlamda siyasi yapısı itibariyle bir anlamda kendine özgü (sui
generis) bir sisteme sahiptir ve sınıflandırmaya alınamamıştır.
Ancak belirtmemiz gerekir ki Lijphart'ın ülke seçimini ve
sınıflandırmasını eleştirenler de vardır. Örneğin David R. Herron'un
eleştirisinde de Lijphart'ın incelediği ve karşılaştırdığı yirmi bir demokrasinin
seçiminde problem olduğudur. (Herron, 1985:876)
Toplumların kendi yapılarına göre devlet sistemleri şekillenmiştir.
Devlet toplumu yöneten soyut bir aygıt olduğuna göre devlet sisteminin ve
yönetim şeklinin oluşması aynı zamanda toplumun ihtiyaçlarına cevap
verebilme zorunluluğundandır. Doğal olarak yönetim biçimleri de toplumlara
göre oluşmuştur. Zaman içerisinde değişiklikler gösterse de siyasal kültürün
şekillenmesinde ana faktör olan yöneten ve yönetilen ilişkisi ülkelere göre
farklılıklar gösterir. Üst başlığı demokrasi olan siyasi sistemlerin alt
başlıklarında çoğunlukçu ya da çoğulcu gibi sınıflandırmaların yapılmasının
temel sebebi budur. Bu noktadan hareketle Türkiye'de kendi toplum yapısına
göre siyasi sistemini ve anayasal organların birbiryle olan ilişkilerini
düzenlemiştir. Ancak Türkiye'de tarihsel süreç içerisinde oluşan veya
oluşturulan siyasi demokratik yapı altyapısal olarak değil üstyapısal olarak
ortaya çıkmıştır. Yani toplum ihtiyaçlarının yanında merkezi ideolojinin de
yönetim biçiminde ne denli öenmli bir etmen olduğunu gözardı etmek yanlış
olacaktır. Sonuç olarak hem merkezi ideoloji hem de toplum yapısı Türk
demokrasisini etkilemiş ve çoğunlukçu ve çoğulcu demokrasi kritelerini
barındırmasına sebep olmuştur.
64 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Engin Şahin
KAYNAKÇA
Belçika Anayasası md. 198.
Çay, Abdülhalûk, (1982), Makaleler VII, Ankara: Kültür BakanlığıYayınları.
Dursun, Davut, (2005), 12 Eylül Darbesi, İstanbul: ŞehirYayınları.
Erdoğan, Mustafa, (2007), Anayasa Hukuku, Ankara: OrionYayınevi.
Eryılmaz, Bilal, (2009), KamuYönetimi, Ankara: OkutmanYayıncılık.
Göze, Ayferi,(1968), Korporatif Devlet: XIX ve XX'inci Yüzyıllarda Avrupa'da
Korporatif Devlet Teorileri ve Korporatif Devlet Sistemleri, İstanbul: Fakülteler
Matbaası.
Gözler, Kemal, (2000), “Türkiye'de Hükümetlere Nasıl İstikrar ve Etkinlik
Kazandırılabilir?”, Türkiye Günlüğü, Sayı:62, Eylül, Ekim, ss.25-47.
Gözler, Kemal, (2009), “Üniter Devlet ve Demokratik Açılım”, Türkiye Günlüğü,
Sayı:99, Güz, ss.81-89.
Günal, Erdoğan, (2005), Türkiye'de Seçim Sistemlerinin Siyasal Kurumlar
Üzerindeki Etkileri, Ankara:Turhan Kitabevi.
Günal, Erdoğan, (2009), Türkiye'de DemokrasininYüzyıllık Serüveni, İstanbul:
KarakutuYayıncılık.
Hakyemez, Yusuf Ş., (2009), Hukuk ve Siyaset Ekseninde Anayasa
Mahkemesinin Yargısal Aktivizmi ve İnsan Hakları Anlayışı, Ankara: Yetkin
Yayınları.
Herron, David R.(1985), Book Review of Democracies: Patterns of
Majoritarian and Consensus Government in Twenty-One Countries by Arend
Lijphart, The American Political Science Review, Vol. 79, No. 3, pp. 876-877.
İsviçre Anayasası md. 140.
Karatepe, Şükrü, (2009), Darbeler, Anayasalar ve Modernleşme, İstanbul: İz
Yayıncılık.
Kazgan, Haydar Ö, Murat & K. Murat, (2000), Türkiye Cumhuriyeti Merkez
Bankası, İstanbul: CreativeYayıncılık.
Lijphart A. & Markus M. L. Crepaz, (1991), “Corporatism and Consensus
Democracy in Eighteen Countiries: Conceptual and Empirical Linkages”,
British Journal of Political Science, Vol. 21, No. 2, pp. 235-246.
Lijphart, Arend, (1984), Democracies: Patterns of Majoritarian and Consensus
Government in Twenty-one Countries, Yale University Press.
Lijphart, Arend, (2006), Demokrasi Motifleri, Otuz Altı Ülkede Yönetim
Biçimleri ve Performansları (Güneş Ayas & utku Umut Bulsun Çev..), İstanbul:
SalyangozYayınları.
Policzer, Pablo(2000), Book Review of Patterns of Democracy: Government
Forms and Performance in Thirty-Six Countries by Arend Lijphart, Canadian
Journal of Political Science / Revue canadienne de science politique, Vol. 33,
No. 4, pp. 837-838.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
65
AREND LIJPHART' IN DEMOKRASİ TİPOLOJİSİ VE TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Özbudun, Ergun (2005), Türk Anayasa Hukuku, Ankara:YetkinYayıncılık.
Özbudun, Ergun,(1993), Demokrasiye Geçiş Sürecinde Anayasa Yapımı,
Ankara: BilgiYayınevi.
Özdemir, Mehmet, (1997), Cumhuriyet'ten Bugüne Türkiye Cumhuriyeti
Merkez Bankası, Ankara: Merkez Bankası Banknot Matbaası.
Özsoy, Osman, (2000), Türkiye'nin Demokrasi Arayışı, İstanbul: Yedirenk
Kitapları.
Öztan, Gürkan, (2009), 19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler,
(Ed. Birsen Örs), İstanbul: İstanbul Bilgi ÜniversitesiYayınları.
Parla, Taha, (1993), Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm,
İstanbul: İletişimYayınları.
Şahin, Engin, (2010), Siyaset ve Hukuk Arasında Anayasa Mahkemesi,
İstanbul: İzYayıncılık.
Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü, (2008), Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nin Kuruluşundan Günümüze Hükümetler, Ankara.
Türkiye Cumhuriyeti 1961 Anayasası md. 63,67,70
Türkiye Cumhuriyeti 1982 Anayasası md.68/2, 75, 146-153, 148, 175.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası 1211 Sayılı Kanunu md.4 (25.4.2001
tarih, 4651 sayılı Kanun ile değiştirilen şekli)
Türkiye İstatistik Kurumu,(2008), Milletvekilliği Genel Seçimleri 1923-2007,
Ankara:Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası.
66 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Yıl,1 Sayı,1 s.s. 67-80, 2010
ISSN:1309-436X
1
SOSYOLOJÝ VE ARAP DÜNYASINDAKÝ GELÝÞÝMÝ
Prof. Dr. Bilâl ARABÎ
2
Çev. Doç. Dr. Hür Mahmut YÜCER
Karabük Üniversitesi
Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü
[email protected]
Sosyoloji, günceli, sosyal yapýyý, sosyal iliþkileri araþtýrmaya devam
ediyor. Güncel sosyal olaylarla iliþkisi olan en önemli olgu, geliþmedir. Bu olgu
ayný zamanda iktisadi, sosyal ve siyasi meselelerle ilgilidir. Bu unsurlar,
sosyolojinin temel araþtýrma alanýný oluþturmaktadýr. Bu haliyle sosyolojinin
teorik yapýsýyla sosyal yapý arasýný ayýrmamýz mümkün deðildir.
Arap sosyolojisi akademik varlýðýný, 1940-1960 arasý çeþitli Arap
ülkelerindeki üniversitelerde göstermiþtir. Sosyoloji, Arap dünyasýnda ilerleme
ve geliþmenin bir aracý olma yerine, hatta bütün alanlarda onu kurtarma ve
toplumlarda katkýsýný artýrarak ilerleme ve hürriyet aracý olma giriþimlerine
raðmen gerileme ve yerinde saymanýn bir sebebi oldu.
Arap Topraklarýndaki Sosyoloji ile Meþgul Olanlar Topluluðu Baþkaný
Dr. Abdulbasýt Abdulmuti diyor ki; “Sömürü, Arap toplumlarýný girebileceði
bölgelere ayýrmak için çaba sarf etti, onlarý küçük devletlere ayýrdý, bölgeler
arasýnda ve her bölgenin kendi içinde çekiþmeler meydana getirdi, gerilemeyi
saðladý, Arap toplumlarýnýn kaynaklarýna el koydu. Genelde Arap ülkelerinde
düþüncenin ve bilimin yapýsý, sömürünün çýkarlarýný korur ve onlara hizmet
eder hale geldi.”
Bu makâlenin orijinal adý, 'Ýlmü'l-ictima ve't-tenmiye fi'l-vatani'l-Arabî' þeklinde olup el-Usbûi'l
sekafi's-sâlis, en-Nizâmü'l âlemi'l-cedîd, et-tenvîr, et-tenmiye/Üçüncü Kültür Haftasý, Yeni Dünya
Düzeni-Aydýnlanma Geliþme isimli kitabýn 787-801 sayfalarý içerisinde yayýnlanmýþtýr.
(Hazýrlayan: Cuma Hicazî, Dýmaþk Üniversitesi Beþeri Bilimler ve Edebiyat Fakültesi, Felsefe ve
Sosyoloji Bölümü yay., 1998)
2
Prof. Dr. Bilal Arabi, 1957 yýlýnda doðmuþ, 1983'te Dýmaþk Üniversitesi sosyoloji bölümünde
yüksek lisansýný, 1991'de Rusya Ýlimler Akademisi'nden 'SosyolojideYapýsal Fonksiyon Analizi ve
Arap Ülkelerine Etkisi’ teziyle doktorasýný tamamlamýþtýr. 2003'de Kahire'de 'Sosyal
Araþtýrmalarda Metot ve Teknikler’sertifikasý almýþ, 2008'de Profesör olmuþtur. Eðitim Sosyolojisi,
Suriye'de Kadýn Haklarý ve Yerel Þiddet, Genel Sosyoloji gibi eserleri yanýnda, birçok Unicef
projesine katkýda bulunmuþ, Suriye'de Çocuk ve Kadýn Haklarý isimli eseri ayný kurum tarafýndan
yayýnlanmýþtýr. Kahire ve Cezayir gibi ülkelerde neþredilen birçok hakemli dergide makalesi
bulunan müellif, kaleme aldýðý yazýlarla Arabic Encyclopedia'ya katkýda bulunmuþtur. Müellif,
halen Þam Üniversitesi Sosyoloji bölümünde çalýþmakta ve 2007-2011 Dönemi Dýmaþk Ýl idare
Meclisi üyeliði yapmaktadýr. (Çev.)
1
Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
67
SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ
Sosyologlarýn önde gelenlerin çoðunluðu, elleri Arap ülkelerinin
üzerinde olan Fransa, Ýngiltere, Ýtalya gibi ülkelerin eðitim kurumlarýndan mezun
olmuþlardýr. Bunlar, geri kalmýþ Arap toplumlarýnýn orta tabakasýndan olmakla
birlikte, eðitimden üzerlerine düþen payý almýþlardýr. Onlar, toplumdaki
deðiþimleri iç ve dýþ yapýlarý itibariyle kabule, cüzi reformlar yapmak için çaba
sarf etmeye, pratikte ve uygulamada geliþmiþ batýnýn fikirlerini kabule hazýr
idiler.
Arap dünyasýndaki sosyolojinin kuruluþ dönemi (1940-1960 arasý), batý
dünyasýndaki ekollerin, sosyoloji okullarýnýn kalkýnma dönemine rastlar. Bu
durum Arap sosyolojisinin yoldan sapma, suç, batý ile ilgili baðlarý koruma gibi
meselelerle meþgul olarak Arap kalkýnmasý ile ilgili asýl meselelerden ne kadar
uzak olduðunun göstergesidir.
Mýsýr sosyolojisi için, Kahire Üniversitesi sosyoloji hocalarýndan Dr.
Muhammed el-Cevherî þu tespitte bulunmaktadýr. “Mýsýr Batý düþüncesini ve
onun pratik uygulamalarýný ithal ederek yönünü kalkýnan diðer ülkelere çevirdi.
Ancak fikirlerini batýdan olduðu þekliyle aldý. Bu aynen batýnýn teknolojisini
almakta olduðu gibi, fikirlerini de ithal ettiði ülkelerde ortaya çýkan iktisadî ve
sosyal problemlerin çerçevesini gözetmeksizin olduðu gibi almaya
benzemektedir.”
Arap dünyasýnda ilk sosyolojik ürünler, tercüme telif arasýnda birbirine
karýþýk olarak ortaya çýkmýþtýr. Öncelikle saha araþtýrmasýndan uzak olarak ilk
seviyede okul ve üniversite kitaplarý yazýlmasýna yönelinmiþtir.
Arap sosyolojisi, sosyoloji ile ilk olarak Fransýz sosyolog Aguste Comte
ve Emile Durkheim vasýtasýyla tanýþmýþtýr. Çoðu araþtýrmalar Durkheim'den
iktibas edilmiþtir. Özellikle toplumun korunma ve muhafazasýnýn yolu
pozitivizmden geçtiði fikri Durkheim'e dayanmaktadýr. Amerikan kültür
emperyalizminin Arap toplumlarýna girmesiyle birlikte Parsons modeli (elvazifiyye-iþlevselcilik-functionalism) Arap toplumunu anlamak, yapýsal oluþum
ve geliþmelerini korumak için geniþ bir çerçevede örnek yöntem olarak Arap
sosyoloji fikrine dahil olmuþtur.
Dil baðýnýn, yayýnlanacak olan araþtýrmalarý yönlendirmede çok büyük
önemi vardýr. Mesela Fransýzlar Cezayir ve Fas'ý iþgal esnasýnda bu yöntemi
uygulamýþlardýr. Arap ülkelerini, örnekleme olarak seçtikleri Fransýz kültürünün
ürettiði ürünler ve fikirler üzerinden bu kültüre baðlamaya özen göstermiþtir.
68 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Hür Mahmut Yücer
Arap ülkelerindeki sosyolojide pozitivizm önemli bir rol oynar. Finansör,
finans kaynaklarý ile ilgili göstergeli çalýþmalarda, verilerle ilgili kontrol sahibidir;
araþtýrma yöntemiyle ilgili yönlendirmelerde bulunur, araþtýrmanýn gidiþatý,
sonuçlarý ve uygulanýþ kanallarý, çýkarýlan sonuçlardan istifadeyle ilgili
doðrudan veya dolaylý kontrol sahibidir.
Orantýsal olarak Sudan diðer Arap ülkelerine göre ekonomik ve
sosyolojik kýstaslar açýsýndan geri kalmýþ Arap ülkelerinden biridir. Sudan'da
dört tane üniversite vardýr, her birinde de sosyoloji bölümü bulunmaktadýr.
Sudan'da sosyoloji bölüm baþkaný Dr. Haydar Ýbrahim, Sudan'daki
üniversitelerin aldýðý maddi destek kaynaklarýyla ilgili kendisine sorulan bir
soruyu þöyle cevaplamaktadýr: Sudan üniversitelerinin çoðunluðu baþka
üniversitelerle ortak iþbirliðinden yararlanmaktadýr. Hartum Üniversitesinin
sosyoloji bölümünün Norveç'teki Bergen Üniversitesi ile ciddi ve güçlü bir iliþkisi
bulunmaktadýr. Bu üniversite Hartum Üniversitesindeki birçok projeyi
desteklemektedir. Bu projelerden birisi Kýzýldeniz projesidir ki uzun seneler
sürecek devasa bir çalýþmadýr.
Yine Ford þirketinin desteklediði projeler bulunmaktadýr. Ford, Hartum
ve Cezire üniversiteleri yanýnda Sudan'ýn güneyindeki Cuya üniversitesindeki
bazý projeleri de desteklemektedir. Buna ilaveten Avrupa Ortak Piyasasý'ndan
gelen bazý yardýmlar vardýr. Bazý Alman kuruluþlarýnýn bu hususta önemli rolü
bulunmaktadýr. Mesela Frederic Ebert Vakfý açýk bir þekilde sosyolojik
araþtýrmalarý desteklemektedir. Mevcut üniversitelerde araþtýrmalarý mümkün
kýlacak resmi bir bütçe bulunmamaktadýr. Hatta þu anda Sudan hükümet
bütçesinde araþtýrmalara öncelik verecek ve araþtýrmalarý kolaylaþtýracak
ulusal ve uluslararasý kuruluþlardan gelenler hariç, resmi tahsisat yoktur. Açýkça
görülmektedir ki Sudan'daki sosyoloji araþtýrmalarýnýn temelini dýþ yardýmlar
oluþturmaktadýr.
Arap bölgelerine genelleyebileceðimiz Sudan'daki sosyolojik
araþtýrmalardaki yabancý yardýmlarýn trajik yapýsý ulusal Sudan sosyolojik
araþtýrmalarýnýn kaybolduðu hakikatini yansýtýr.
Bu durum ayný zamanda bilimin konumu, yani sosyolojik bilimsel
kuruluþlarýn oluþumu ile ülkenin geliþmesi arasýndaki güçlü iliþkiyi gösterir.
Cezayir, Suriye, Mýsýr, Kuveyt, Birleþik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan
gibi gerçekte daha geliþmiþ ve daha zengin ülkelere bakýldýðýnda, bilimsel ve
sosyolojik araþtýrmalarda kendi öz kurucu Ülkenin desteðini aldýklarý
görülmektedir. Mesela Cezayir'de Bilimsel Araþtýrmalar Merkezi ve Ýlmî
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
69
SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ
Araştırmalar Merkezi gibi iki müessese tarafından ilmi çalışmalar
yürütülmektedir.
1-Üniversiteler: Inebe, Kostantiniyye, Cezayir ve Vahran'da olmak
üzere Cezayir'de dört üniversite bulunmaktadýr. Her üniversitenin kendine ait
araþtýrma merkezi bulunmaktadýr.
2-Yine Cezayir'de kalkýnmaya uygulanan Ekonomik Araþtýrmalar
Merkezi ve bu merkezde sosyoloji þubesi bulunmaktadýr. Ekonomik
Araþtýrmalar Merkezi yabancý araþtýrma merkezleriyle anlaþmalar yapmýþtýr.
Bunlarýn en önemlisi Dakar'da (Condesria) bulunan Afrika'da Sosyal Ýktisadi
Araþtýrmalarý Geliþtirme Merkezi'yle yaptýðý ittifaktýr. Bu merkez Afrika'daki
bütün araþtýrma merkezlerini bünyesinde barýndýrmaktadýr. Buranýn uygulamalý
sosyoloji alanýnda Ýsviçre ve çoðunlukla da Fransa ile anlaþmalarý
bulunmaktadýr. Ayný zamanda New york ve Teksas üniversiteleri ile de ittifaklarý
bulunmaktadýr.
Cezayir Bilimsel Araþtýrmalarý Kalkýndýrma ve Ulusal Komisyon
baþkaný Prof Dr. Ali Kenz'e göre 'gözüken eksiklik, dýþ ülkeler seviyesinde Arap
ülkeleri ile yeterli anlaþmalarýn yapýlmamasýdýr'. Kenz þu anda Cezayir'deki
araþtýrmacýlar ve araþtýrmalar ile diðer Arap bölgelerini yakýnlaþtýrmaya
çalýþmaktadýr. O, bilimsel araþtýrma bütçelerinin devlet tarafýndan finanse
edilmesi gerektiðini vurgular ve devletin araþtýrma projesini onayladýktan sonra
araþtýrma bütçesini sunmasý gerektiðini savunur. Bu bütçe, teknolojik hizmetleri
(nakliye ve hizmet alýmý) ve proje bitene kadar araþtýrmacýnýn maaþýnýn %
30'una denk araþtýrma burslarýný kapsamaktadýr.
Cezayir Araþtýrma gruplarý, Cezayir kurum ve kuruluþlarýyla anlaþmalar
yapmaktadýr. Mesela Cezayir Demir Döküm Müessesesi ile bu kuruluþta
mesleki araþtýrmalarda bulunmak amacýyla anlaþma yapmýþtýr. Prof. Ali Kenz,
Cezayir'deki meslek gruplarýnýn durma (durgunluk, gerileme) fenomenini
araþtýrdýðý gibi bunlarýn yeniden hayata kazandýrýlmasý olgusunu da araþtýrýyor.
Kenz, 1970'lerdeki toplumsal araþtýrmalarýnda Cezayir'in kalkýnma ve kýrsal
problemlerine yönelmiþtir. Çünkü bu dönemde Cezayir tarým devrimine önem
vererek siyasi iktisat ile tanýnmýþtýr. 1980'lerde toplumsal araþtýrmalar daha
fazla çeþitlenmiþtir ve gençlik, geliþme ve kadýnýn konumu ile ilgili daha çok
projeler yapýlmýþtýr.
Cezayir'de sosyolojik hareketlenmelerde üretim ve çalýþma hayatý ile
ilgili araþtýrmalara önem verilmiþtir. Sosyolojik araþtýrmalarda takip edilen
70 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Hür Mahmut Yücer
usulle ilgili olarak Prof. Kenz, ya doðmatik Marksist yöneliþler þeklinde ya da
genel eleþtirel tarzda olduðunu söyler. Yine Amerikanvari geliþmeler de
bulunmaktadýr. Buradaki araþtýrmalar teorik ve ideolojik çerçeveye bakmadan
kendinden istendiði þekilde iþleri sonuçlandýrma eðilimindedir. Bunlarý
sosyolojik araþtýrmalardan beslenenler olarak isimlendirmek mümkündür.
Libya'daki Sosyal Bilimler Birliði Baþkaný ve sosyoloji profesörü
Mustafa Ömer et-Teyr ilmi çalýþmalarýn Libya desteðine güvenerek yabancý
komisyonlardan baðýmsýz olmasý gerektiðini vurgulamaktadýr. Ona göre
ekonomik destek, bu araþtýrmalarýn uygulanmasýna engel deðildir. Çünkü Libya
zengin bir ülkedir. Libya'da birçok üniversite, Arap Kalkýnma Koleji olarak
adlandýrýlan araþtýrma merkezleri vardýr. Bunlarýn birinde 1970'lerde kurulmuþ
sosyoloji bölümü bulunmaktadýr. Burada halihazýrda önceki nesillerden
eðitimini Ýngiltere, Fransa ve Amerika'da tamamlamýþ sosyoloji hocalarý ders
vermektedir. Ömer et-Teyr, “kendimi nispet ettiðim neslin çoðunluðu ABD'de
eðitimini tamamlamýþtýr. Ýnce bir þekilde planlanmýþ Amerikan araþtýrma
tekniklerine alýþtýk, fakat çerçevesi dahilinde çalýþtýðýmýz belli bir teoriyi takip
etmemekteyiz.”
Kiþisel olarak, deðiþim ve sapma çalýþmalarýnda sosyolojik reaksiyon
teorisi ile bunun içindeki uygun teorileri tercih ederim. Buna ek olarak araþtýrma
geliþtirme tekniklerine özen gösterir, onlarý öncelerim. Bu usulle çalýþýlan
topluma uygun araþtýrma tekniklerinin geliþtirilmesini kastediyorum.
Et-Teyr, 1970'lerde suç ve bozulan ahlâk gibi konulara açýkça önem
vermiþtir. Yine mahkumlar, suç ve þiddet gibi konularda dersler vermiþtir. Ayný
zamanda Libya'daki küçük þehirleri geliþtirme projeleri hakkýnda eser
vermektedir.
Sosyoloji araþtýrmalarýnýn siyasetle ilgisi konusunda et-Teyr; “Yönetime
girmekten tabiatýyla korkulur, çünkü yönetime girmek araþtýrmalardaki
objektiflikten mahrum býrakabilir. Araþtýrmacýnýn siyasetten uzak olmasý
gerekir. Onun, baþka odaklarýn kullanabilmesi için bilimsel bilgiler ortaya
koymasý gerekir. Sosyolojik araþtýrma yapanlarýn görevi kiþinin ne yediðine
bakmaksýzýn yemek hazýrlayan garsonun görevine benzer.” Sanki sosyolojik
vakýa, onunla iletiþime girmeden ve zorlanmadan dileyen kimseye
sunulabilecek elde edilmesi kolay bir þeydir.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
71
SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ
Bu görüþ, ABD'de eðitimini tamamlayanlara aittir. Bunlar olguyu ABD
istatistikleri olarak görürler ki bu tasnifleri tanýmlamak ve onlarý sýnýflandýrmak
objektif olarak mümkünmüþ gibi çalýþmalarýný yürütürler. Zira bilimsellik
sosyolojik sahaya inildiðinde hiçbir þekilde konum edinmemeyi gerektirir.
Yine Mýsýr'da Kahire, Ýskenderiye, Aynüþþems, Minye ve Ezher
üniversitelerinde sosyoloji bölümleri bulunmaktadýr. Mýsýr 60 milyonluk nüfusu
ve Arap ülkeleri içerisinde sosyoloji bölümünü ilk defa getiren bir ülke olarak
Arap sosyolojisinde merkezi bir öneme sahiptir. Mýsýr'da ayný zamanda
üniversitelere ilaveten 1956'da kurulan suç ve sosyal araþtýrmalar merkezi
bulunmaktadýr. Sayýca az olan Arap araþtýrma merkezlerinin en eskisi olan bu
merkez, etki ve çalýþan sayýsý bakýmýndan en büyüðüdür.
Mýsýr Milli Sosyal ve Kriminoloji Araþtýrmalar Merkezi, araþtýrmalarý
finansa etmektedir, ancak o maddi desteðin azlýðýný dillendirmektedir. Çünkü
destekler onun görünen büyüklüðü ile sürekli deðiþen ücretler ve fiyatlarla
orantýlý deðildir.
Mýsýr sosyoloji hocalarýndan Dr. Semir Naim: “Yabancý finans
kaynaklarý cömerttir. Fakat bunlar þüpheler içermektedir. Çünkü yabancý finans
kaynaklarý ABD istihbarat birimleri gibi yabancý istihbarat birimlerine baðlýdýr.
Yabancýlar bilgi, belge ve doküman toplamak amacýyla doðrudan deðil, özelde
Mýsýr, genelde bütün Arap toplumlarýna çeþitli kurumlar aracýlýðýyla
girmektedirler.”
SURÝYE'DE
Suriye'de dört üniversite vardýr. Bunlar içerisinde Lazkiye ve Dýmaþk
3
üniversitelerinde sosyoloji bölümü bulunmaktadýr. Bölüm ilk olarak 1979
yýlýnda Dýmaþk üniversitesinde kurulmuþtur. Eðitim dört yýldýr. Bu üniversitede
master ve doktora programlarý bulunmaktadýr. Bu programlara bir yýllýk diploma
4
derecesinden sonra baþlanýlabilmektedir. Araþtýrmacýlar bu aþamalarda kendi
tezlerini yazarlar. Sosyoloji araþtýrmacýlarýnýn bilimsel takibini üniversite yapar.
Ülkedeki kamuoyu çalýþmalarýný yapacak özel sosyal araþtýrma merkezleri
bulunmamaktadýr. Bazý araþtýrmalar, Çalýþma ve Sosyal Ýþler Bakanlýðý yahut
Ýstatistik Kurumu tarafýndan gerçekleþtirilmiþtir.
Bu rakam þu anda, devlet üniversitelerinde yediye, özel üniversitelerde ona çýkmýþtýr. Devlet
üniversitelerin dördünde sosyoloji bölümü bulunmaktadýr. (Çev.)]
4 Suriye'de ve birçok Arap ülkesinde dört yýllýk üniversite eðitiminden sonra yüksek öðrenim
adýyla bir yýllýk (diploma derecesi) bir eðitim merhalesi daha bulunmaktadýr. Bu merhaleyi
Tamamlamayanlar yüksek lisans programýna katýlamamaktadýrlar.]
3
72 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Hür Mahmut Yücer
Sosyoloji bölümü mezunlarının durumu, teorik eğitimin sosyal vakıdan
ne kadar uzak olduğunu ifade etmektedir. Çünkü mezunların çoğunluğu eğitim
kurumlarına yahut genel devlet memurluklarına giderler.
Bölümde yapılan telif çalışmalarına gelince, bunlar genelde sınavlar
sebebiyle (eğitim kurumları için) kaleme alınmış eserlerdir. Yoksa toplumsal
gerçekliği anlamak ve onu uygulamak için yazılmış sosyal etkiletişim aracı
değildirler.
Kendisine akademik ve uzmanlık alanı olarak sosyolojiyi seçen
dergilerin çoğuna bakacak olursak onların Kuveyt üniversitesi tarafından 1973Şubat 1989 döneminde neşredildiğini görürüz. Dergide 388 araştırma yazısı yer
almaktadır. Bu yazılar sosyal bilimler, muhtelif iktisadi, psikolojik, siyaset ve
teknik alanlarındadır. Bunlardan yalnızca 79 tanesi sosyoloji ile ilgilidir. Bu da
dergideki yazıların % 20'sine tekabül etmektedir.
1973-1989 arası neşredilen 79 sosyolojik araştırmada, kadın konusu
ve onun ev dışında çalışması en çok araştırma yapılan konudur. Bununla ilgili 10
civarında araştırma bulunmaktadır.
Sosyolojik yöntem (usul) konusunu 8 araştırma ile ele alınmaktadır.
Üçüncü sırada değişim konusunu 7 araştırma ile ele alınmaktadır.
Dördüncü sırada 6 araştırma ile aile problemlerini, Sosyoloji ve gelişme
konusunu 5 araştırma ile,
Milliyetçilik ve Arap kimliğini 5 araştırma ile İbn Haldun'un sosyoloji
içerisindeki yeri ile alâkalı 3 araştırma, İslâm sosyolojisi 3 araştırma ile ele
alınmaktadır. Bunlara ilâveten demokratikleşme, bürokratikleşme yöntemi,
değerlerin oluşumu gibi tekrarlanmamış konularda bulunmaktadır. İncelenen
konuların toplamı 27'dir.
Uzun yıllara yayılan derginin sayılarına bakıldığında, sosyoloji
çalışmalarının tabiatıyla ve Arap topraklarındaki araştırmacıların fazlaca
ilgilendiği konular hakkında bir fikir sahibi olunabilir.
Dr. Seyyid Hüseyin ve Dr. Cüheyne el-İsa, yaptıkları ortak çalışma ile
Arap topraklarında olduğu şekliyle günümüz ve gelecekteki sosyologların en
önemli konularda ve sosyolojik yöntemleri hususundaki düşüncelerini ortaya
koymuşlardır.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
73
SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ
Bunlar Arap topraklarında doktorasını tamamlamış sosyoloji ile meşgul
olanları tarama yöntemiyle anketlere dayanarak kamuoyu yoklaması
yapmışlardır. Cevap vermesi istenenlerin toplamı 1980'e kadar 150'dir. Mayıs
1980'den Kanunisani 1981'e kadar sosyoloji ile meşgul olanlardan 46 kişi bu
anketlere cevap vermiştir. Bu da çalışanların üçte birine tekabül etmektedir.
Komisyon araştırma için bu sayıyı yeterli görmüştür. Anket, araştırma konusunu
çeşitli yönlerden kapsayan çok sayıda soruyu ihtiva etmekteydi. Anket, eğitim
seviyesi, mesleki, ailevi, sosyal tabaka gibi sosyolojik konular şekillendirmiştir.
Bu araştırma Arap sosyolojisindeki yönelişlerde sosyolojik taraflara önem
vermekteydi. Güncel olarak yaygınlık bakımından Arap ülkelerindeki önemli
sosyolojik bakış açılarını temsil derecesi yüksek örneklerle göz önüne
getirmektedir.
Önemli Sosyal Nazariyeler
Tekrarlar
Yüzdelik Oran
Geleneksel Yapýsal Ýþlevsellik
25
23,15
Yapýsal Fonksiyonel Deðiþiklik
(Çatýþma Rolüne Vurgu)
28
25,93
Tarihsel Materyalizm
20
18,52
Sosyal Etkileþim
14
13,01
Sosyal Psikoloji
14
13,01
Ekoloji Teorileri
07
6,48
Toplam
108
100
Böylece fonksiyonellik (Parsons) ortak bir sosyal teoriyi oluþturur. Arap
topraklarýnda bu araþtýrma, toplum üyelerinin gözünde yaygýn toplumsal bir
nazariyeyi meydana getirir. Araþtýrmalarda bu % 48,08 olarak yorumlanýr.
Araþtýrmacýlar, burada Arap sosyoloji bilginlerinin eðilimlerini
gördükten sonra geliþmiþ Arap sosyolojisini ikame etmeye kadir olacak
medhaller nelerdir, konusunu araþtýrmaya baþladýlar. Bunun için iki araþtýrmacý
muhtemel üç unsuru þart koþmuþlardýr.
Gelecek Arap Sosyolojisine Giriþte Baþarý
Tekrarlar
Yüzdelik Oran
Yabancı Toplum Nazariyelerinden Bir Seçkiyle
Başlama
14
30,43
Arap toplum gerçeğinden hareket etmek
25
54,35
İkisi birlikte
7
15,22
Toplam
46
100
74 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Hür Mahmut Yücer
Sonuçta çoğunluk milli sosyolojinin kurulması için Arap toplum
gerçeğinden hareket edilmesi gerektiğine inanmaktadır. İki araştırmacının
çeşitli yönlerden Arap gerçeği hususundaki yorumları ve önemli unsurlar
etrafında yaptığı çalışma bize önemli sonuçlar vermektedir. Bu iki araştırmacı,
yaptıkları ankette uzmanlara Arap sosyolojisini kurmak için ona uygun birçok
kavram sordular. Ortaya çıkan cetvel şöyledir:
Kavramlar
Tekrarlar
Yüzdelik Oran
İslâm
30
21,42
İnkılap (Devrim)
23
16,42
Milliyetçilik
21
15,00
Sosyal Tabakalaşma
26
18,45
Gelişme
25
18,00
Sömürü, Kültür Emperyalizmi
15
10,71
Toplam
140
100
Tabloya bakýldýðýnda, þu soruyu açýkça sorabiliriz: Sosyoloji bilimi
kalkýnmadaki rolünü neden oynamýyor, kendi kiþisel kusurlarý nedeniyle mi!
Arap sosyoloji araþtýrmalarýnýn muarýz kaldýðý en büyük problemlerin
birisi finans kaynaklarýdýr. Bu problemin belirgin tarafý, finansa olan ihtiyaçtan
ziyade istihdam ve gelir daðýlýmýndaki bozukluktur. Resmi açýdan sosyal
araþtýrmalara az önem verilmesi, var olan eksikliði kullanan ve bütün yönlerden
baðýmlýlýk yapan, sosyal geliþimi kötü gösteren bir çok tarzlar doðuran yabancý
kanallarýn açýlmasýný saðlamaktadýr. Ýþte bu Arap sosyolojisinin karþýlaþtýðý en
büyük sorunlardan biridir. Kahire Ulusal Suç ve Sosyal Araþtýrmalar Merkezi
araþtýrmacýlarýndan Muhammed Ýzzet Hicazi, sosyoloji biliminin karþýsýndaki
problemlerin en önemli sebeplerini aþaðýda verilen maddelerde göstermiþtir:
1-Arap ülkelerindeki sosyoloji ile meþgul olanlarýn çoðunluðu -bilerek
veya bilmeyerek-halký temsil etmeyen grup ve topluluklarýn çýkarlarýna hizmet
etmekteler. Ya da çalýþan sýnýflarý, çiftçileri, orta tabakanýn altýnda yaþayanlarý
kale almamaktadýrlar. Bu da tam anlamýyla onlarýn toplumsal
subjektifliklerinden kaynaklanmaktadýr.
2-Ülkemizdeki sosyologlarýn çoðunluðunun ideolojik eðilimleri
muhafazakârlýk (sýký korumacýlýk) yönündedir. Bu akým var olan durumun
deðiþtirilmesi için ortaya çýkan teþebbüslerle mücadele eder.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
75
SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ
3-Yukarıdaki iki sebebin tesiriyle sosyologlar, Arap insanının
sorunlarıyla uğraşmak yerine var olan durumun değişmemesi için mücadele
ederler. Bu iki husus araştırma plan uygulamaları ve metodolojik dizaynın
hayata geçirilmesine de engeldir.
4-Sosyoloji ilmiyle uğraşanların ortaya koydukları çaba ile elde ettikleri
sonuçlar arasında çok büyük uçurumlar vardır. Diğer taraftan sosyolojik
siyasetle de aralarında uçurum vardır.
Sosyoloji alimlerinin çalýþmalarý, toplumsal bilinci geliþtirme yönünde
ve sosyal olguyu daha fazla birbirine yakýnlaþtýrmak deðildir. Arap topraklarý
üzerindeki uzun zamandýr devam eden sömürge hakimiyeti sosyal, iktisadi,
siyasi geliþmeye engel olmuþtur. Bu içerisinde sosyolojinin de bulunduðu sosyal
ve fikri hayatýn bütün yönlerine yansýmýþtýr.
Arap sosyologlarýnýn yaptýklarý teorik eleþtiriler sosyal gerçeklik ve
yaþanýlan hayatla bir ilgisi yoktur. Özellikle de geçmiþ ile günümüz arasýnda
büyük kayýplar vardýr. Onlarýn araþtýrmalarýnýn çoðunluðu toplumlarýn
gerçekliðine ve somut problemlerine deðinmez. Öneriler 21. Yüzyýla girerken
Arap kalkýnma metotlarýný anlamaya giriþte geri kalmýþlardýr. Kalkýnmayla olan
iliþkisinde sosyoloji biliminin krizi Arap toplumlarýnýn krizlerinin özüyle ilgili
olduðunu vurgulamamýz gerekir. Gerçekte Arap toplumlarý olaylarý okumada
geri kalmýþlýkla boðuþmaktadýr.
Ýlk olarak bunun sebebi, sosyologlarýn sosyal olaylarý araþtýrmaya
erken girmemeleri ve eðitim göreviyle meþgul olmalarýdýr. Ýkinci yönden makam
ve mercilerin sosyolojik araþtýrmalarýn verimli olacaðýna inanmamalarýdýr.
Semir Nuaym, sosyolojinin Arap ülkelerinde her þeye benzediði
görüþündedir. Ýmkanlar çoktur, ancak somut gerçeklik kötüdür. Sosyoloji
araþtýrma merkezleri ile bilgi bankalarýnýn arasýnda bir iliþkinin olmadýðýný
özellikle vurgulamýþtýr. Bu da birikmiþ bilginin kaybolmasý sonucuna
götürmektedir. Arap topraklarýnda dýþarýyla olan iletiþim kendi aralarýnda olan
iletiþimden daha güçlüdür. Hatta kitap ve dergiler kendi aralarýnda
dolaþmamaktadýr. Arap dünyasýnýn geleceði, Arap toplumlarýndaki bütün
duygularda köklü bir þekilde oluþan din olgusuna ýþýk tutmuþtur. Bunu tespit
etmesine raðmen gerektiði þekilde onu inceleyip araþtýrmamýþtýr.
Arap toplumlarýndaki din ve toplumsal deðiþme arasýndaki iliþkiyi
baþarýlý, girift, farklý boyutlara sahip ayýrýcý vasýf olarak ele alabiliriz.
76 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Hür Mahmut Yücer
Bundan dolayı İslâm dininin mekanizmalarının durum değerlendirme analizleri
muhafazakarlığı destekleme ve sosyal değişim işlevine yardımcı olma şeklinde
yorumlamamızı mümkün kılar.
Suriye'de Dr. Hızır Zekeriya, “insanların sosyal konumlarıyla ilgili,
mesken, ulaşım, ücretler, fiyatlar, işsizlik ve göç gibi günümüz eğilimleriyle ilgili
araştırmalar….., işsizlik sorunları, üretim problemleri farklı sosyal gruplara
destek vb. olgular ….., bunlarla ilgili araştırmalar yapılmamaktadır.” Zekeriya,
bağımlılık düzeni (teb'iyye) (iç ve dış beraberce), Arap toplum gerçeğinde ana
konuları araştırmayı istemez görüşündedir. Çünkü böyle bir araştırma, yaşanan
acı tabloyu durdurmaya yardımcı olur, buna bağlı olarak değişim için çalışır.
SOSYOLOJÝ KALKINMADA NASIL ETKÝN BÝR ROL OYNAR?
Arap birliði tarafýndan 1985'te yayýnlanan 'Kapsamlý Toplumsal
Kalkýnma Ýçin Arap Stratejisi' isimli çalýþma þuna iþaret etmektedir: Sosyoloji ve
onun bölümlerinin geliþme yönünde bilinçlendirmesi ve bu yönlendirmenin
keyfiyetinin kalkýnmada büyük rolü vardýr. Bu, sosyolojinin görevi, içeriði ve
mantýðýnda sosyoloji ile meþgul olan çok sayýdaki çalýþaný ve bununla ilgili
bölümleri göz önünde bulundurmadan köklü bir deðiþim ortaya koymayý gerekli
kýlar. Arap ekolü olarak sosyoloji gerekli rolü üstlenmemiþtir. Hala baðýmlý
(teb'iyye) ve tam anlamýyla Batý sosyoloji ekollerini taklit etmektedir. Bu ekoller
bilgileri zehirli ve tehlikeli bir þekilde sunar. Çünkü bu ekoller, felsefesini,
kültürünü düþman deðerlerini sadece Araplara deðil, kendilerinin dýþýnda ve
üstündeki tüm medeniyetlere ihraç ederler. Arap toplumlarýnýn karþý karþýya
kaldýðý biliþim emperyalizmi, diðer hakimiyet þekillerine dayanýr. Bu
bahsettiðimiz emperyalizm türü, gücünü direkt kuvvetten almaz. O, bilimin ve
onunla iþtigal edenlerin rolünü küçük düþürerek Arap üniversitelerinde
planlanmýþ, ilmi boþluklarý hedefler.
Arap birliði tarafýndan yayýnlanan bu araþtýrma bütün Araplarý
kapsayýcý bir tarzdadýr. Araþtýrma sosyal kalkýnma fikrine önem veren 26
araþtýrmacý tarafýndan hazýrlanmýþtýr. Bu sebeple özünde, önemlidir. Özellikle
baðýmlýlýðý artýran batý fikirlerinden etkileþimin durdurulmasý gerektiðine vurgu
yapar.
Bana göre sosyoloji, içinde bulunduðu durumu tedavi edecek imkan ve
þartlar çerçevesinde Arap sosyal gerçekliðinden harekete geçmek zorundadýr.
Arap sosyolojisinin yapýsýný bilmeden araþtýrmacýnýn dogmatik yolla Marks'ýn
beþ aþamasýný yeni modern durum üzerinde tatbik etmesi mümkün deðildir.
Yıl : 1 • Sayı : 1 • Haziran 2010
77
SOSYOLOJİ VE ARAP DÜNYASINDAKİ GELİŞİMİ
Gerçekten bağımlılık, yabancı veri alımında, yerel sosyal yapıya olan
diktasında ve sosyal araştırmadaki özerklikte ortaya çıkar. Bu sosyal gerçekliğe
uygun ayrıştırmacı malzemenin icadıyla ve bunları sosyal araştırmanın kabul
gördüğü şartları anlayarak onlar aracılığıyla tatbik etmedir ki bu, New York'daki
evlilik problemlerini araştıran Amerikalı bir araştırmacının sormuş olduğu
soruları Arapçaya tercüme etmek, bunları Şam'da sunmak veya buna benzer
şekillerin hiç birisiyle yapmak mümkün değildir.
Hakikatte Arap ülkelerindeki sosyoloji ilminin kendisinden beklenen rol
ile ilgili yapýsal eksikliklerinden ayrý düþünülerek bir araþtýrma yapmak mümkün
deðildir. Ýçinde barýndýrdýðý kusurlarý düzeltmek için beklenen ve oluþturulmak
istenen kalkýnmanýn karþýlaþtýðý sorunlarla mücadele sosyoloji ilmi için tam bir
savunma hattý oluþturmak gerekmektedir. Bu arzdan sonra Arap sosyolojisinin
önünde duran bazý görevler vardýr. Onlarýn önemlilerini þöyle hatýrlayabiliriz.
1-Toplumsal yönelim: Farklý sosyolojik güçlerle toplumun sosyolojiye
önem vermesi, pratikte onun etkisini artýracaktýr.
2-Arap gerçekliðinden hareket ederek ve toplumsal olgularý göz
önünde bulundurarak mesken, ulaþým, iþsizlik, aile ve toplumsal ilgiler gibi
günlük hayatýnda ve sorunlarýnda normal bir vatandaþý ilgilendiren problemleri
ele almasý gerekmektedir.
3-Üzerinde ittifak edilmiþ bir terminoloji kurmak gerekmektedir.
Özellikle Arapça terimlere sosyoloji ilmine uygun ve sosyolojinin bütün
alanlarýný kapsayacak bilimsel bir dile önem vermek gerekmektedir.
4-Kapsamlý Arap kalkýnma projelerine sosyoloji kavramlarýnýn
sokulmasý, özellikle de bununla ilgili konularda uzman sosyologlarýn
çalýþmalara ortak edilmesi gerekmektedir.
5-Sosyoloji bölümünden mezun olanlarýn eðitim dýþýnda ve sosyal
kurumlarýnda, kamuoyu yoklama müesseselerinde çalýþmasýný mümkün
kýlacak sektörlerin oluþturulmasý.
6-Bu hassas alana yabancý müdahalelere engel olacak Arap
bölgesinden resmi ve düzenli destek, cömert teþviklerin saðlanmasý.
78 Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi

Benzer belgeler