1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI

Transkript

1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI
a
pe
cy
a
cy
pe
a
pe
cy
a
cy
pe
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri
Özübek
Müdürü: Tiyatro Yapım Yayıncı­
Haluk Şevket Ataseven, Cevat
Gülsün Paydak
lık Tic. ve San. Ltd. Şti adına:
Çapan,
Nuray
Mustafa
Katkıda
Bulunanlar:
Murat Daltaban,
Ayşe
Asistan:
Ahmet
Avşar
Ortaçdağ,
İdari Sekreter:
Teknik
Müdür:
Demirkanlı
Genel
Ece, Salih kalyon, Nihal kuyumcu,
Erkut Arıburnu Dizgi: Nuray Lale
Yayın
Yönetmeni:
Dikmen
Turgay Nar, Dilek Öztekin, Dürrin
Hukuk Danışmanı:
Gürün
Yayın
Tunç,
Ofset Hazırlık:
Koordinatörü
Emre
Koyuncuoğlu.
Ahmet
Cemal,
oğlu,
Redaksiyon:
Yazarlar:
Yeşilay
Fikret ilkiz
Tiyatro
Yapım
Yayıncılık Tic.
ve San. Ltd. Şti. Firuzağa Mah.
Ağahamamı Sok. 5/3 Cihangir-80060
İstanbul Telefon: (0.212) 293 72 77
Fax: {0.212) 252 94 14
Abone
Posta Çeki: Tiyatro Yapım 655 248
Bedeli: 5.000.000. - Kurumlar
Banka Hesap No: T.lş Bankası,
Proje Sorumlusu: Duygu Atay
Abone Bedeli: 6.000.000.- TL
Cihangir Şb. 197245
Murat
Nalân
Arslan
Yapım
Tiyatrosu
Tiyatro
Ahmet LevendA.
Sibel
Yurtdışı: 100 DM/50 $
Tiyatro
Kulübü-Satış-Abone:
Güler Çocuk
Baskı:
Stil
Matbaası
MAYIS 98
SAYI 81
400.000.-
A
Y
L
I
K
T
İ
Y
A
T
R
O
D
E
R
G
İ
S
İ
a
EDİTÖRDEN Dikmen Gürün/ S. 7
HABERLER/S.8
TANITIM: "AMERİKA'DAN BİR KONUK VAR; MATRUŞKA/ S.11
BU AY SAHNEDEKİLER/ S.12
PERDE ARASI Ahmet Cemal/ S. 27
DOSYA: " 1 . TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI"
pe
cy
Sonuç Bildirisi: / S. 16
"75 Yılın Tüm Çocuklarından Özür Dileriz": Mustafa Demirkanlı S. 18
" 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı"nın Ardından: / S.21
Çocuklar Tiyatro İstiyor, Kurultay Değil: Salih Kalyon/S. 24
İZDÜŞÜM Ahmet Levendoğlu / S. 26
DOSYA: "10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ"
Milva, Yeni Bir Brecht Söylüyor: / S.28
Pina Bausch ve Tiyatroda Dans: Sibel Arslan Yeşilay/ S. 30
Güz Bitiminde Moliere ya da Kibarlık Budalası: Turgay Nar/ S.32
Bir Casusa Ağıt: Dürrin Tunç/ S. 34
Balkon: Ahmet Levendoğlu / S. 36
Deschamps ve Deschams'dan Gülünç Kibarlar: /S. 38
Akrep Bir Gerçeğin Dışa Vurumu: /S. 40
Alacaklılar: /S. 42
Gisela May: /S. 43
Stephane Braunschvveig ve Ormanın Gizleri: Der. Ayşe Ece/S. 44
80060: Murat Daltaban /S. 46
Denizden Gelen Kadın: /S. 49
Suziki Company Of Toga (Scot) ve "Dionisos": / S. 50
Kafkas Tebeşir Dairesi Üzerine: / S. 52
Kuvayi Milliye: Cevat Çapan / S. 54
Yosma: /S. 56
TANITIM: YAPI KREDİ'DEN PERDESİ HİÇ KAPANMAYAN BİR FESTİVAL/ S. 57
İNCELEME: VE EVEREST MY LORD Haluk Şevket Ataseven / S. 61
SÖYLEŞİ: AFİFE JALE ÖLÜMSÜZLEŞTİ Mustafa Demirkanlı/ S. 64
ELEŞTİRİ: "FAŞİZİM İNSANLARIN DEĞERİNİ..." Dilek Öztekin / S. 66
İZLENİM: ANKARA ÇOCUK OYUNLARI ŞENLİĞİ Nihâi Kuyumcu / S. 68
EDİTÖRDEN
Dikmen
Gürün
İstanbul, şu sıralarda oldukça hareketli
günler yaşıyor. Dergimizin düzenlediği
"Çocuk Tiyatroları Eğitim Semineri" son
hızıyla sürmekte. Nisan ayı içinde
başlayan ve halen devam eden seminer
çocuk tiyatrosu alanında yeni kapılar
aralıyor. Diyarbakır'a, Kayseri'ye dek
uzanan katılım "Tiyatro... Tiyatro..."nun
girişimleriyle atılan adımların ne denli
sağlıklı olduğunun kanıtı.
1 - 3 Mayıs 1998 tarihleri arasında yine
"Tiyatro... Tiyatro..."nun girişimleriyle
Alaçatı'da düzenlenen " 1 . Türkiye Çocuk
Tiyatrosu Kurultayı" ise çocuk
tiyatrosunun, yetişkinler tiyatrosunun bir
yan ürünü olmayıp bağımsız bir alan,
a
bağımsız bir birim olduğu gerçeğinden
hareket ediyordu. Pek çok tiyatro
sanatçısının, akademisyenin, yazarın ve
cy
eleştirmenin katıldığı Kurultay'ın sonuç
bildirgesi umalım ki gelecek için bir
umut ışığı oısun.
pe
Tiyatro... Tiyatro... şimdi de Haziran
ayında perde açacak olan "Uluslararası
Çocuk Tiyatrosu Festivali"nin çalışmaları
içinde.
Yapı Kredi Sanat Festivali yine yoğun bir
programla 18 Mayıs'ta başlıyor.
10. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali
ise 19 Mayıs'ta "perde" diyor.
4 Haziran'a kadar sürecek olan
Festival'de yine farklı renkler, farklı
yorumlar biraraya gelecek. Amaçlanan,
izleyiciye geniş bir yelpaze sunmak.
Gerek Yapı Kredi Sanat Festivali,
gerekse 10. Uluslararası İstanbul Tiyatro
Festivali programları dergimiz sayfaları
içinde kapsamlı olarak veriliyor.
Herkese iyi seyirler 0
7
HABERLER...
Şenliğin ödülleri ise; Terakki Vakfı
Tiyatro Ödülü, En İyi Topluluk Ödülü,
En İyi Kostüm Ödülü, En İyi Dekor
Ödülü, En İyi Işık Ödülü, En İyi Erkek
Oyuncu, En İyi Kadın Ödülü, Özel Jüri
Ödülü ve Onur Ödülü'dür.
Bu yılki Terakki Vakfı Tiyatro Ödülü'ne
Işıl Kasapoğlu, Genco Erkal ve Ahmet
Levendoğlu,
Onur Ödülü'ne ise; Karşıyaka Şehir
tiyatrosu Yönetmeni Zekeriya Hocalar
aday gösterildi.
İBŞT'de 14.
Çocuk Şenliği
İBŞT'nin geleneksel Çocuk Şenliği'nin
14.sü, beş sahnede gerçekleştirildi.
Kurumun kendi oyunlarının dışında bu
yıl konuk olarak, Akbank Çocuk
Tiyatrosu -"Elma Dersem Çık", Ankara
Masal Tiyatrosu - "Benim Güzel
Pabuçlarım", Ankara Sanat Tiyatrosu "Elmadaki Barış", Bakırköy Belediye
Tiyatrosu - "Pollyanna", Baku Kukla
Tiyatrosu - "Keloğlan'ın Düğünü", Bursa
Kültür ve Sanat Vakfı Çocuk ve Gençlik
Tiyatrosu - "Harikalar Mutfağı", Ankara
Çevre Tiyatrosu - "Şarlo Mutlu", Mersin
Üniversitesi Tiyatro Bölümü - "Ormanda
Şenlik", Tiyatro Tempo - "Hokus Pokus
Bir Öykü" adlı oyunlarıyla katıldılar.
pe
cy
Akademi İstanbul Tiyatro Bölümü
öğrencileri 1-10 Mayıs tarihleri arasında
düzenlenecek "ODTÜ Türkiye Üniversite
Tiyatroları Şenliği"ne John VVhiting'in
"Şeytanlar" adlı oyunuyla katılıyor.
1966 yılından beri düzenlenen "ODTÜ
Türkiye Üniversite Tiyatroları Şenliği",
bu sene "Şenlik 98" adı altında
organize ediliyor. Şenlik kapsamında
"Tiyatro ve İktidar", "Sanatın
Kurumsallaşması" ve "Amatör
Tiyatrolar" adlı üç tane panel ile Emre
Koyuncuoğlu, Yavuz Pekman, Murat
Karasu yönetiminde üç de work-shop
düzenlenecek. 3 yıl süren bir eğitim
veren Akademi İstanbul Tiyatro Atölyesi
Işıl Kasapoğlu, Ahmet Levendoğlu ve
Arzu Bigat Baril tarafından çalıştırılıyor.
Akademi İstanbul Tiyatro Bölümü daha
önce "Vanya Dayı", "Antigone" ve
"Hitit Güneşi" adlı oyunları sahneledi.
tarihleri arasında gerçekleştirilecek. 13
lisenin katılacağı şenliğin jürisi; Deniz
Gökçer, Serpil Tamur, Simay Küçük,
Serpil Tezcan, Hami Çağdaş, Nişan
Şirinyan, Orhan Kurtuldu ve Eşref
Denizhan4dan oluşuyor.
a
Akademili
Tiyatrocular
"Şenlik '98"de
John VVhiting, "Şeytanlar" adlı
oyununda 17. yüzyıl Fransası'nda,
"Şeytan Çıkartma" ironisi ile kilisenin
insanlar üzerinde yoğunlaştırdığı
baskılar, hiyerarşik düzendeki
bozukluklar, bireylerin çıkar ve varolma
kavgalarını anlatıyor.
Akademi İstanbullu öğrenciler 4
Mayıs'ta "Şenlik 98"de sahneleyecekleri
"Şeytanlar" ile 19 Mayıs'ta Denizli
Festivali'ne ve 20 Haziran'da Akademi
İstanbul Şenliği'ne katılacak.
Terakki Vakfı
Liselerarası 3.
Gençlik
Tiyatroları
Şenliği
Terakki Vakfı İstanbul 3. Liselerarası
Gençlik Tiyatroları Şenliği 25-30 Mayıs
Bunun dışında İstanbul Devlet Senfoni
Orkestrası Çok Sesli Çocuk Korosu bir
konser, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet
Konservatuarı Bale, Anasanat Dalı bir
bale gösterisi sundular. Ayrıca bir hafta
boyunca Doktor - Veli Fuaye Sohbetleri
adı altında düzenlenen toplantılarda,
veliler doktorlarlarla sohbet olanağını
buldular.
25 Nisan Cumartesi günü, Harbiye Cep
Tiyatrosu'nda Prof. Dr. Sevinç Sokullu,
Dr. Tülin Sağlam, Nihal Kuyumcu,
Muhammed Uzuner, Deniz Altınay'ın
katılımıyla, "Ç° c u ğun Gelişmesinde
Tiyatro Sanatının İşlevi" konulu bir panel
yapıldı. İzleyicilerin büyük ilgi gösterdiği
panelde konuşmacılara çocuk
tiyatrosunun içinde bulunduğu zor
durumdan nasıl çıkacağı, neler
yapılması gerektiği, neden çocuk
tiyatrosunun üvey çocuk yerine
konulduğu gibi konularda sorular
soruldu. Dinleyicilerin arasında bulunan
Yönetmen - Oyuncu Çetin Ipekkaya,
yurtdışındaki uygulamalarda çocuk
tiyatrosunda oyunculuk yapabilmek için
yetişkin oyuncuların ayrı bir formasyona
sahip olabilmeleri gerektiğini anlattı.
Ülkemizde durumun tam tersi olan bu
olgunun, orada çocuk tiyatrosuna
verilen önemi sergilediğini belirtti. Yine
izleyicilerin arasında bulunan 7
yaşlarında bir küçüğün, çocukların
haklarına sahip çıkarak soru yöneltmesi
ise, bu tür panellerde çocukların da
bulunması konusunda düşünülmesi
gerektiğini göstermesi açısından ilginçti.
Genelde olumsuzluklardan,
olanaksızlıklardan, zamansızlıktan
(oyuncular açısından) yakınmaların dile
getirildiği panel, gelecek 23 Nisan'a
kadar beklemeden bu sorunların
çözülmesi gerektiği dileğiyle son buldu.
"Cücenin Çılgın
Gülüşü"
Arrabal'in
Oyunu Basel'da
Fernanda Arrabali'in son oyunu
"Cücenin Çılgın Gülüşü"nün dünya
prömiyeri Basel'da yapıldı. Oyunu
sahneleyen genç yönetmen Michael
Thallheimer'in metin üzerinde yaptığı
değişikliklere Arrabal'in tepki
göstermesi tiyatro çevrelerinde
şaşkınlıkla karşılandı. Oyunda Gülliver'in
Seyahatleri'ne benzer bir biçimde
cücelerin ve devletin dönüşümü yer
alıyor. Thallheimer'in rejisinde
Büchner'in "Leonce ile Lena"
oyunundaki sahneler gibi
grotesk-revue tarzı hakim.
"Cücenin Çılgın Gülüşü"nde şair Ophir,
sarayda mercek araştırmacısı olarak
Sarayda yaşayanların aşka ayıracak vakti
yoktur. Ophir onlarla anlaşamayıp
ayrıldığında saray yıkılır, saray sakinleri
lanetlenir ve cüce çılgınca güler. Liza
Minelli'ye benzeyen cüce eline
mikrofonu alıp sahneye hakim olur ve
Ophir'in spermleriyle yıkanmak istediğini
söyler.
Arrabal'ın bu eğlenceli oyunu masal
atmosferi içindeki dekoru ve mitoloji,
masal rönesans ve rokoko dönemi
kostümleriyle dünyamızın grotesk bir
karikatürü.
Ariel ve Rodrigo
Dorfman'dan
Yeni Oyun
Van Devlet
Tiyatrosu
2. Yılını
Dolduruyor
Recep Bilginer'in Sarı Naciye adlı
oyunuyla, Devlet Tiyatroları'nın onuncu
bölge tiyatrosu olarak 9 Aralık 1997'de
perde açan Van Devlet Tiyatrosu 35
kişilik sanat ordusuyla çalışmalarını
sürdürüyor. Açılışından bu yana biri
çocuk oyunu (Pırtlatan Bal) olmak üzere
dört oyun (Sarı Naciye, Sevgili Doktor,
Bozkır Dirliği) sahneleyen Van Devlet
Tiyatrosu, çevredeki diğer illlere de
turneler düzenleyerekoradaki izleyicilere
de tiyatro sevgisini aşılamak istiyor. Mart
ayı içerisinde Hakkari'ye, Nisan'da Bitlis'e
giden ve önümüzdeki günlerde Muş'a
gidecek olan Van Devlet Tiyatrosu,
Anton Çehov'un "Ayı" ve "Teklif" adlı
oyunlarını 15 Mayıs'a kadar oynayarak
1997-1998 tiyatro sezonunu kapatacak.
cy
Ülkemizde "Ölüm ve Kız" adlı oyunuyla
tanınan Ariel Dorfman'ın Rodrigo
Dorfman ile birlikte yazdığı "Mascara"
adlı oyununu dünya prömiyeri Bonn'da
yapıldı. Lüksemburg'lu yönetmen Frank
Hoffmman'ın sahnelediği "Mascara"da
Oriana ölmek üzere olan insanların
öykülerini toplar. Sahnede iki Oriana
vardır; dört yaşındaki ve yetişkin Oriana.
Oriana'nın şizofrenisi çocukken
başından geçen tecavüzden kaynaklanır.
Ariel Dorfman ile oğlu Rodrigo, Oriana
tipini-bir yap-boz halinde ortaya koyar.
Oriana-ikilisi, hiçbir yeri tutamasınlar ve
yüzlerine dokunamasınlar diye ellerini
kesmek isteyen iki erkek tarafından
izlenirler.
"Mascara"dan insanların yüzüne bakınca
onların gerçek, korkunç 'yüzlerini'
görebilen, ancak kendi yüzü olmayan bir
görümez adam vardır. Gücü elinde
tutmak isteyen insanın birden fazla yüze
ihtiyacı vardır, kitleyle özdeşleşebilmek
için. Estetik Cerrah Doktor Marivelliise
yüzü olmayan görünmez adamın,
Emnme'nin rakibidir.
olur ve insanların içyüzünü görme
yetisini kaybedip normal bir insan olur.
a
çalışmakta, "yeraltı dünyasındaki sevgi"yi
incelemektedir, özellikle karınca ve
hamam böceklerinin sevgisini.
pe
Devlet
Tiyatroları Kan
Kaybediyor
Emme doktoru rezil ederek iktidarı ele
geçirmeye çalışır. Doktor ise onunla yüz
yüze gelmek ister. Herkesin birbirini
izlediği ve izlendiği oyunun sonu
romantik motiflerle süslü. Emme aşık
Konservatuvar Mezunları Derneği
Başkanı Rahmi Dilligil, TOBAV Genel
başkanı Tamer Levent ve Kültür
Sendikası Ankara Şube Başkanı Erhan
Gökgücü imzalı yayınlanan ortak
bildiride Devlet Tiyatroları'nın kan
kaybetmeye devam ettiği açıklandı.
• bu sezon DT'de seyirci oranı, yoğun
davetli sayısıyla birlikte 9 65'in üzerine
çıkamamıştır.
• birçok oyun provalar sırasında, hatta
oynanma aşamasında repertuardan
çıkartılmıştır.
• Görev talep eden 9 rejisöre görev
verilmemiş, kuruma dışarıdan 5 rejisör
görevlendirilermiştir.
• İlan edilen yurt dışı turneler hiçbir
teknik sorun yokken, keyfi biçimde
değiştirilmiştir.
• Sezon içinde DT'nin bölgeleri dahil,
çok sayıda temsil seyircisizlik yüzünden
iptal edilmiştir.
• Kurumun, basınla ve meslek
örgütleriyle ilişkisi yine kopuktur.
55. Hükümet Programı Kültür bakanlığı
bölümünde ödenekli sanat kurumlarının
özerkleştirileceği ilkesi yer almaktadır. Bir
sezon geçmesine rağmen bakanlığın bu
konuda girişimde bulunmaması, DT
çalışanlarının umutsuzluğa
yöneltmektedir. Sayın Bakanın, kurumun
demokratikleştirilmesi konusunda ivedi
davranmasını talep ediyoruz.
Galatasaray
Lisesi'nde
Tiyatro Günleri
Genç bir topluluk tarafından hazırlanan
Galatasaray Lisesi 6. Tiyatro Günleri bu
yıl 4-9 Mayıs tarihleri arasında
gerçekleştiriliyor. Organizasyon
çerçevesinde amatör-profesyonel tiyatro
toplulukları, okul oyunları , söyleşi,
paneller ve Galatasaray Lisesi Tiyatro
topluluğunun hazırladığı Memet
Baydur'un "Düdüklüde Kıymalı Bamya",
Jean Tardieu'nun "Oda Tiyatrosu" ve bir
de Fransızca oyun yer alıyor.
Devlet
Tiyatroları'na
Yeni Sahne
Devlet Tiyatroları Ankara'da yeni bir
sahne açıyor. Çayyolu'nda yapılacak
3.000 m2 kapalı, 4.000 m2 açık alandan
oluşan yeni binasının temeli 3 Mayıs
Pazar günü Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel ve Kültür Bakanı Istemihan
Talay tarafından atıldı. İki yıl içinde
bitirilmesi öngörülen binanın yaklaşık
300 milyar TL'ye mal olması bekleniyor.
HABERLER..
Kukla Festivali
Başladı
tarihleri arasında gerçekleştirilecek.
cy
Kukla oyunlarının sadece çocukları
ilgilendiren bir eğlence türü olmadığı, en
klasiğinden deneysele kadar değişik
teknik ve konulara uzanan geniş bir
yelpazede farklı yaşlara hitap eden bir
sahne sanatı olduğundan hareketle
düzenlenen festivalin etkinlikleri Kenter
Tiyatrosu, Toplapı Sarayı, Hadi Çaman
Tiyatrosu, Şehir Müzesi, TOBAV, Afife
Jale Sahnesi, Arel Koleji ve Özel Ilıca
Okulu'nda gerçekleştiriliyor. 8 Mayıs'a
kadar sürecek festivalde Avusturya'dan
Theater Oh ne Grenzen "Siyah Duvardaki
Beyaz Gölgeler", Grup Yol "Kurbanlar 2:
Düşman Kim", Tiyatro Fora "'benim
Küçük Yıldızım", Çadır Hayal Grubu
"Leance ile Lena", Feyza Zeybek "Çiz
Düşün", Polonya'dan Teatr Male
"Leverets", Show Tiyatro "Dünyayı Sev,
Yeşili Koru", İsrail'den Train Theater
"Saksıda Yaşayan Kız" adlı gösterileriyle
katılıyor. "Şamanizm ve Kukla", "kukla
ve Tiyatro", "Türkiye'de Kukla Sorunları"
konulu söyleşiler Hadi Çaman
Tiyatros'nda gerçekleştirilecek. Festivale
Polonya'dan katılan Theatre Male 6
Mayıs'ta Afife Jale Sahnesi'nde
sahnelediği oyununu hasılatını son anda
gelişini iptal eden Theatre Kvvadriga'nın
genel sanat yönetmeni ve baş oyuncusu
Janos VValesiak'ın tedavisi için Theatre
Kvvadriga'ya gönderecek.
a
I. İstanbul Uluslararası Kukla Tiyatroları
Festivali, 1 Mayıs'ta Tiyatro Tempo'nun
"Bir Beckett Oynamak" adlı gösterisiyle
başladı.
Denizli Belediyesi'nin TOBAV ve IATA ile
ortaklaşa düzenlediği festivalin bu yıl ki
sloganı "Denizli'nin Her Yeri Tiyatro".
Yurt içinden ve yurt dışından pek çok
amatör topluluğun katılacağı festivalde
ayrıca paneller, sergiler ve VVorkshop'lar
da gerçekleştirilecek. Festivale yurt
içinden katılan gruplar; İstanbul
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro
Bölümü, Ankara Deneme Sahnesi,
Akademi istanbul Tiyatro Topluluğu,
Bulancak Sanat Tiyatrosu, Erzurum Şehir
Tiyatrosu, Bursa Kültür Sanat ve Turizm
Vakfı Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu,
Karşıyaka Belediye Tiyatrosu. Yurt
dışından katılan topluluklar ise; Drama
Theatre "Metamorze" Constantzo
(Romanya), Üsküp Halklar Tiyatrosu
(Madekonya), "Diletani" Theatre Studio (Rusya), Prizren Kültürevi "Nafiz
Curciela" Türk Tiyatrosu (Yugoslavya),
Theatrul Samuel Rosensto (Fransa) ve
Servus - Opera ve Müzikal Grup
(Hollanda).
pe
Afife Tiyatro
Ödülleri
Sahiplerini Buldu
Denizli'de
Uluslararası
Amatör Tiyatro
Festivali
13 Yıldan bu yana Denizli'de geleneksel
olarak kutlanan "14. Uluslararası Amatör
Tiyatro Festivali" bu yıl 16-22 Mayıs
10
Halk Sigorta'nın Haldun Dormen'in
danışmanlığında düzenlediği "Afife
Tiyatro Ödülleri"nin ikincisi 4 Mayıs'ta
Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nda
düzenlenen törende sahiplerini buldu.
Üçü özel ödül olmak üzere toplam 13
ayrı dalda ödülün verildiği "Afife tiyatro
Ödülleri"nin seçici kurulunda çevirmen
Hale Kuntay, tiyatro sanatçısı Tunç
Yalman, Eleştirmen Dikmen Gürün
Uçarer, Tiyatro Eğitmeni Doç. Suat
Özturna, işadamı Can Kıraç, Öğretim
Üyesi Ahmet Cemal ve Prof. Sara Sayın
yer aldı. Yıldız Kenter, Suna Pekuysal,
Selim İleri özel ödüle değer bulundu.
Diğer ödüller ise şunlar:
- Yılın En Başarılı Prodüksiyonu: Balkon
(Tiyatro Stüdyosu)
- Yılın En Başarılı Yönetmeni: Başar
Sabuncu (balkon)
- Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu:
Genco Erkal (Simyacı)
- Yılın En Başarılı Kadın Oyuncusu: Tilbe
Saran (Alacaklılar)
- Yılın En Başarılı Yardımcı Erkek
Oyuncusu: Tuncel Kurtiz (Çok Tuhaf
Soruşturma)
- Yılın En Başarılı Yardımcı Kadın
Oyuncusu: Derya Alabora (Balkon)
- Yılın En Başarılı Müzikal ya da Komedi
Erkek Oyuncusu: Metin Serezli (Bu Filmi
Görmüştüm)
- Yılın En Başarılı Sahne Tasarımı: Duygu
Sağıroğlu (Simyacı)
- Yılın En Başarılı Giysi Tasarımcısı: Sevim
Çavdar (Balkon)
- Yılın En Başarılı Sahne Müziği: Kutsi
Erguner (Simyacı)
- Yılın En Başarılı Işık Tasarımcısı: Önder
Arık (Bir Casusa Ağıt)
-Yılın En Başarılı Efekt Tasarımcısı: Hitay
Daycan (Derya Gülü)
Sunuculuğunu Korhan Abay'ın yaptığı
gecede ayrıca Türk Tarihi'nde çok önemli
yeri olan 'ilk" beş kadın; ilk kadın subay
Halide Edip Adıvar, köyden çıkan ilk
milletvekili Satı Çırpan, ilk kadın opera
sanatçısı Semiha Berksoy, ilk kadın pilot
Sabiha Gökçen, ilk dünya güzelimiz
Keriman Halis'in kısa metrajlı birer filmi
de gösterildi.
TANITIM
AMERİKA'DAN BİR KONUK VAR:
"MATRUŞKA"
pe
cy
a
Tuncer Cücenoğlu'nun geçtiğimiz
yıllarda Hadi Çaman - Yeditepe
Oyuncuları'nda sahnelenen ünlü oyunu
"Matruşka", bu kez Amerika'dan konuk
oluyor.
Geçtiğimiz ay Virginia Eyaleti'nde "The
Rude Mechanicals" topluluğu tarafından
sahnelenmeye başlanan Matruşka'nın
ingilizce çevirisini Aytuğ ve Emre Iz'at
yapmış.
Türkiye'de sahnelendiği dönemde;
Kenan ışık - En İyi Reji, Hadi Çaman - En
Başarılı Erkek Oyuncu, Nilgün Belgün En Başarılı Kadın Oyuncu Ödüllerini
almıştı. Aynı oyun daha sonra Trabzon
Devlet tiyatrosu tarafından da
sergilenmiş, geçtiğimiz yıl "Kahire
Uluslararası Tiyatro Festivali"inde
Türkiye'yi temsilen gösterilmişti.
75 yıllık Cumhuriyet tarihimizde
Amerika Birleşik Devletleri'nde
sahnelenen ilk Türk oyunu olan
"Matruşka"yı Amerikalı ünlü tiyatro
adamlarından Prof. Michael Joyce
yönetiyor. Başrolleri ise, Julie O'Leary ve
Jeromy Hastings paylaşıyorlar.
"Matruşka", "The Rude Mechanicals"
topluluğu tarafından, 20 Mayıs, saat
20.30'da Muammer Karaca
Tiyatrosu'nda, 22 Mayıs'ta ise yine aynı
saatte, Hadi Çaman Tiyatrosu'nda
sehnelenecek.
20 Mayıs'ta ise Prof. Michael Joyce, saat
14.00'de Hadi Çaman Tiyatrosu'nda bir
söyleşi gerçekleştirecek.
Julie O'Leary ve Jeromy Hastings, "Matruşka"nın bir sahnesinde.
Bir Türk oyununun, Amerikalı bir
topluluk tarafından ilk kez sahnelendiği
sahnede gösterime girmesi ilginç olacak©
11
Oyun, gazetedeki "Küçük Bir
İş Için-YAŞLI BİR PALYAÇO
ARANIYOR" ilânını okuyup
belirtilen yere gelen üç kişinin
seçilmeyi bekleyişi üzerine kurulu.
Oyunda yanlışlıkla hapse düşen ve
suçsuz olarak 6 yıl içerde yatan, bu
süre sonunda suçsuzluğu anlaşılarak salıverilen
bir adamın başından geçen tutuklanma,
soruşturma ve hapis serüveni çerçevesinde,
ülkemizdeki adalet mekanizmasının işleyiş
biçimindeki yanlışlar, hapishanelerdeki
uygulamalar ve insan hakları konuları, kara
mizah biçiminde anlatılıyor.
cy
İçinde birçok anlam ve açılım gizleyen
mükemmel bir denklem niteliğindeki oyun,
özelde trajikomik karakterler olan soytarılarla.
Sanat ve sanatçının içine düştüğü bunalım ve
çelişkileri anlatırken, genelde de insan ve
insanlığın yüzyıl sonunda içine düştüğü
çaresizlik, hız ve keşmekeş içindeki acımasız
varoluş uğraşını ortaya koyuyor.
Tiyatro: Ortaoyuncular
Yazan: Ferhan Şensoy
Yöneten: Ferhan Şensoy
Dekor Tasarım: Saim Bugay
Kostüm Tasarım: Ferhan Şensoy
Oynayanlar: Tuncel Kurtiz, Ferhan
Şensoy, Baykal Kent, Ras'ım
Öztekin, Levent Unsal, Ali Çatalbaş,
Parkan Özturan, Erkan Üçüncü,
Özkan Aksu, Saygın Delibaş.
a
Tiyatro: İstanbul Devlet
Tiyatrosu
Yazan: Matei Visniec
Çeviren: Ahmet Güngören
Yöneten: Müge Gürman
Dekor Tasarım: Murat
Şahinler
Işık Tasarım: Yakup Çartık
Müzik: Hakan Elbir
Oynayanlar: Levent Öktem,
Mehmet Güleryüz, Özkan
Uğur
pe
Soytarı-palyaço geleneğinin sembolleşmiş olan
parçalı, karmaşık, renkli, baklavalı, puantiyeli,
kareli çılgın giysileri, maskeleri, boyanmış
yüzleri ve saçmalığı günümüz insanının ruh
halinin iz düşümü sanki. Oyundaki soytarı
kişilikleri de parçalanmaya uğramıştır,
hafızaları da... Olaylar, yer ve zamanlar, isimler
yer değiştirmiştir. Kirli tortusundan
kaçılamayan yitirilmiş bir geçmiş ve karanlık bir
gelecek arasında yaşanan "şimdiki zaman
paranoyası", fırsatçı bir köşe kapmaya
dönüşür. Ne denli gelişmiş, modern estetiğe
edilmiş olsa da! İlkel bir vahşeti sürdüren
günümüz insanlığı gibi...
12
BU AY SAHNEDEKİLER
cy
a
Yapım: Dat Productions
Yazan: Horace McCoy
Oyunlaştıran: Özcan Özer
Yöneten: Şakır Gürzumar
Müzik: Artun Sürmeli - Alper
Berksü
Dekor - Kostüm: Murad Ergiydiren
Koreograf i: Handan Ergiydiren Özer
Oynayanlar: Okan Bayülgen, Pamela
Spence, Fikret Kuşkan, Yalçın Otağ,
Edip Saner, Emrah Kolukısa, Nuri Gökaşanm,
Aslı Kasapoğlu, Nejat İşler, Mesut Akusta,
Gülbin Yeşil, Burcu Demirtepe, Demet Genç,
İdil Fırat
Tiyatro Bakış Türk Tiyatrosu'nun ve
sinemasının efsanevi yıldızı Cahide Sonku'nun
yaşamını yaşadığı dönemin coşkusuna uygun
bir yaklaşımla; müzikli, tempolu bir "Kabare"
olarak sahneye koyuyor. Cahide'yi,
"Darülbedayi"ye ilk başladığı günlerden alıyor
ve başdöndürücü yükselişi sırasında hayatına
giren önemli insanları, onlarla olan ilişkisini,
seviçlerini, umutlarını, öfkelerini müziğin ve
sahnenin diliyle anlatıyor. Bütün bu olaylar
boyunca, sahnede bir de "anlatıcı" var. Tam
"Kabere Stil"ine uygun, hem oyunu anlatan
hem de belirli rolleri oynayan, sempatik,
enerjik bir "tiyatro kişisi". Anlatıcı, kimi zaman
politikacıyı, kimi zaman Zeki Müren'i
oynarken; Cahide'nin hayatının en önemli
kişileri; rejisörü, kocası, aktrist arkadaşı, terzisi
ve diğerleri de öbür "temel roller" olarak
katılıyorlar oyuna.
pe
Neden "Atları da Vururlar". Neden "Bizi de
Vururlar". "Atları da Vururlar", 19301ar
Amerika'sında; ekonomik bunalım ve
kapitalizmin acamısızlığı karşısında yenik
düşen işsiz - evsiz - parasız genç insan
kitlesinin bir para ödülü uğruna bedensel ve
duygusal sömürüsünün öyküsü. Son yirmi yılın
Türkiye'sine baktığımızda, 1930'lar
Amerika'sının benzer fotoğraflarını dehşetle
görmemek elde değil. 1970'ler Türkiye'sinde
bir tür sıkıntı, hoşnutsuzluk, korku bir tür
yaşama ve sevme yeteneksizliği duyan genç
insanlar politik gruplara dahil olmak yoluyla
bir "tedavi" ummaktaydı. 90'larda ise aynı
genç kitle, kiliseler ve markalarla donatılmış
diskotek ve uyuşturucu gruplarına dahil
olmak yoluyla "tedavi" ummakta. Oyun
zamanın dışını düşmemek üzere verilen
bedensel bir mücadelenin, günümüzdeki
izdüşümü.
Tiyatro: Tiyatro Bakış
Yazan: Nezihe Araz
Yöneten: Hakan Altıner
Müzik: Cenk Taşkan
Koreograf i: Uğurkan Erez
Dekor: Figen Soysal
Kostüm: Sadık Kızılağaç
Oynayanlar: Nükhet Duru, Alp Oyken, Tomris
Oğuzalp, Mehmet Ulay, Tamer Karadağlı,
Ayberk Attila, I. Hakkı Şen, Demet Meva,
Özlem Çakar
13
PERDE ARASI
Cemal
Gösterilerle Yetinen "Türk" Tiyatrosu...
Yaklaşık on beş yıldır savaşan ve onun yıkımlarını yaşayan bir ülke.
Bir darbenin siyasal uzantılarından ve toplumsal sarsıntılarından on sekiz yıldır kurtulamamış bir
ülke.
Doğal yaşama biçimine dönmüş/dönüştürülmüş bir enflasyonun en temel ahlâk değerlerini
neredeyse hiçliğe sürüklediği bir ülke.
insan-hayvan ayrımından öte, canlıların, çoğu kez o canları korumakla yükümlü olanlarca
"kamuya açık" yerlerde öldürülebildikleri ve yine çoğu kez suçluların cezasız kalabildikleri bir ülke.
Ve rasgele seçilen bu olup bitenleri bütün çarpıcılığıyla, asıl önemlisi de bütün
düşündürücülüğüyle sahnesine - en azından yeterince - taşıyamayan bir "Türk" tiyatrosu!
Dünyanın düşünceye değer verdiğini ve eleştirel düşünmeyi doğal saydığını savunan hiçbir
ülkesinde tiyatrolann sahneleri, bu bağlamda böylesine boş değildir; boş ise eğer, o zaman bu, o
ülkede düşünce ve düşünmek sözcüklerinin salt göstermelik kullanıldığının bir göstergesinden
başka bir şey değildir.
cy
a
Tarihinin hiçbir döneminde usta oyunculuklar, çok başarılı sahnelemeler ve izleyici kitlesinin
büyüklüğü ya da küçüklüğü, tek başına sahnelerdeki gösterileri tiyatro sanatı kılmaya
yetmemiştir. Antik çağ Yunan tragedyalarından bu yana tiyatro sanatı, varlık nedenini ve
gelişmesini hep toplumun yüzüne tuttuğu aynaların kalitesine borçlu olmuştur. Çarpıtan aynaların
görüntüleriyle avunmanın ya da toplumla ilgili, gerçek dışı veya yetersiz resimlerin önceden
çizildiği düz yüzeyleri topluma sahneden ayna diye tutmanın bir tiyatro sanatına kaynaklık ettiği,
hiç görülmemiştir.
Bir başka deyişle tiyatro, tarihi boyunca ancak politik olabildiği, yani olup bitenler karşısında
turum alabildiği ölçüde salt işçilikten sanata uzanan yolda ilerleyebilmiştir.
Bugünün Türkiyesi'nde, yazımızın başında kısaca değindiğimiz panoramadan yola çıkan tiyatro
oyunları yazılıp sergilenmiyorsa eğer, o zaman yalnız tiyatroyla da sınırlı kalmayan, çok ciddi bir
sorunla karşı karşıyayız demektir.
pe
Ahmet
Bu sorunun adı umursamazlık, soy adı da /cör/eşme'dir.
Bugün genelde Türk sanatının ve edebiyatının Türkiye'deki ortamı - artılarıyla ve eksileriyle yeterince ciddiye almamasının en belirgin uzantılarından biri, kendini bizim oyunlarımızın
neredeyse yok denebilecek kadar az oluşunda göstermektedir.
Bu görüşe itiraz etmek isteyenler, önce şu sorunun yanıtını açık yüreklilikle vermelidirler: Son
yıllarda, diyelim son on yılda kaleme alınmış kaç Türk tiyatro oyunu sahnelenebilmiştir?
Burada çözümü örneğin tiyatro eğitimi veren kurumlarda oyun yazarlığı derslerinin
yoğunlaştırılmasında aramak, abes olur. Bununla, bu derslerin abes olduğunu söylemek istiyor
değilim. Ama demek istediğim şu ki, "metin yazımı" derslerine devam edenler arasından kaç
roman ya da öykü yazarı çıkabilirse, "oyun yazarlığı" derslerini alanlar arasından da ancak o kadar
oyun yazarı çıkabilir; çünkü yazar, yetiştirilemez!
Öte yandan ortada sanki bir çelişki var. Ülkemizde hemen hiçbir kesimin olup bitenlerin dünü,
bugünü ve yarını üzerinde gereken ciddiyetle düşünmediğinden yakınırken, bir yandan da böyle
bir düşünme ve değerlendirme eylemini oyun yazarlarından bekliyoruz!
Ama bu, kanımca bir çelişki değil. Çünkü yazar, her dönemde toplum açısından bir rehber ve
uyarıcı olma işlevini de üstlenmiştir. Bu gerçek göz önünde tutulduğunda, ondan yukarıdaki
anlamda yalnız başına böyle bir işlev yerine getirmesini, başka deyişle olup bitenlerin
sahnelenmesine yardımcı olmasını beklemek, bir çelişki değildir.
Bu bağlamda önemli bir görev de sanırım gençlere düşüyor. Oyun yazmalarını tavsiye ettiğim
tiyatro öğrencilerimden genellikle aynı yanıtı alıyorum: "Ama hocam, ben yazar değilim ki!"
Bunu yazmadan kim bilebilir?©
cy
a
pe
1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI
ıı
1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI ıı
SONUÇ BİLDİRİSİ
Türkiye'de Çocuk Tiyatrolarının Konumu:
pe
cy
a
Ülkemizde ödenekli ve özel tiyatrolar ile yalnızca çocuk
tiyatrosu yapan topluluklar, çocuk tiyatrosu alanında
faaliyet gösteriyorlar. Bu çerçeve içinde, toplulukların
karşılaştıkları çeşitli güçlüklerin, olması gereken ve özlenen
çocuk tiyatrosunun gerçekleşmemesinin temelinde ana bir
sorun yatmaktadır. Bu da çocuk tiyatrosunun, yetişkinler
tiyatrosunun bir çıraklık basamağı veya yan ürünü olmayıp
bağımsız bir alan, bağımsız bir birim olduğu kavramının
kabullenilmemesinden kaynaklanmaktadır.
I. UZMANLAŞMA
1. Ödenekli ve özel yapılaşmalarda çocuk tiyatrosu gerek
finans kaynakları gerekse sanatsal ve teknik kaynakları
açısından bağımsız bir alan olarak gerçekleştirilmelidir.
2. Tiyatro eğitimi veren fakültelerin tiyatro bölümlerinde ve
konservatuvarlarda çocuk tiyatrosuna, programlarında yer
vermelidir. (Reji, yazarlık, oyunculuk, dramaturgi vb. gibi)
Mevcut topluluklar da bu amacın gerçekleşmesi için eğitsel
çalışmalar düzenlemelidir.
3. Çocuk tiyatrosunda hedef kitlenin saptanmasında yaş gruplarını göz önüne almak zorunludur.
Bu izleyici kitlesine de duyurulmalıdır.
II. EĞİTİM
4. 8 Yıllık eğitimin benimsendiği ve 2000'li yıllara hazırlandığımız şu günlerin yaratıcı-drama
eğitimine başlangıç için en uygun dönem olduğuna inanıyoruz. Çocukların gelişimindeki önemi
göz önüne alınarak okul öncesi ve 8 yıllık temel eğitiminde yaratıcı dramaya okulların eğitim
programlarında zorunlu olarak yer verilmelidir. (Yaratıcı-drama çocuğun bizzat doğaçlamalarla
geliştirdiği oyun, çocuk tiyatrosu ise belli bir yaştan sonra yaş grupları gözetilerek yapılan ve
çocuğun seyirci olarak katıldığı oyunlardır. Bu iki kavram farkı göz ardı edilmemelidir.)
5. Ailelerin, yaratıcı-drama ve çocuk tiyatrosu konularında okullar ve medya tarafından
bilinçlendirilmesini sağlayacak girişimler gereklidir.
III. ÖRGÜTLENME
6. Yerel yönetimlerin eğitimde büyük yeri olan çocuk tiyatrosunu desteklemesi, onu geliştirmesi,
görevlerinin içinde "isteğe bağlı" değil, yasalarla saptanmış asal hedefi olmalıdır.
16
7. Çocuk tiyatrolarının geliştirilmesi, koordinasyonu, örgütlenmesi ve uluslararası ilişkilerin
düzenlenebilmesi için çocuk tiyatrosu alanında meslek örgütleri kurulmalıdır.
a
8. Özel çocuk tiyatroları eğitsel bir hizmet üstlendikleri için her türlü vergi indirimi ile
desteklenmelidir.
pe
cy
IV. DENETLEME
9. Bütün bunların dışında gerek çocuk tiyatrosu gerekse çocuklarımız açısından en büyük
tehlikeyi oluşturan "korsan tiyatrolardır". Bu gruplar eğitsel açıdan Milli Eğitim Bakanlığı, sanatsal
açıdan Kültür Bakanlığı, parasal açıdan Maliye Bakanlığı'nın denetimi olmaksızın çalışmakta ve
seçme şansı olmayan, ilk öğretim düzeyindeki hazır pazarı sömürmektedirler. Bu oluşuma okul
aile birliklerinin, Milli Eğitim Müdürlükleri'nin ve okul yönetimlerinin, sorumsuzlukları da eklenince
tehlikenin boyutları daha da büyümektedir. Korsan tiyatrolar tehlikesini denetlemek açısından
daha çok okullardaki hazır pazara yönelen bu toplulukların oyunlarına bir sanat kurulunun
değerlendirilmesi koşulu getirilmelidir. Bu sanat kurulu, bu alandaki meslek kuruluşlarının
temsilcileri ile çocuk tiyatrosu alanında deneyim ve birikimi olan kişilerden oluşturulmalıdır. Bu
kurulun çalışmalarını yürütebilmesi için gerek Bakanlık destek fonundan gerekse özel sponsorluk
kaynaklarından kurula pay ayrılmalıdır.
10. Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde daimi bir çocuk komisyonu kurulmalıdır.
11. Bu istemler doğrultusunda eksiklikleri tamamlanacağı düşünülen "Türkiye Tiyatrosu" yasasının
ivedilikle çıkarılması gerekmektedir.
12. Yukarıda belirtilen ortamın oluşturulabilmesi için, bir yandan bakanlıklar bağlamında gerekli
kaynak ve yükümlülüklerle ilgili yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek amacıyla girişimde
bulunacak bir komitenin bu kurultayca belirlenmesi gereklidir. Öte yandan da kurultayımızın
önerileri doğrultusundaki şart ve bağlantıları kurmak üzere kurultayımıza katılmamış olsalar da
ilgili bakanlıklar yetkililerinin soruna öncelikle sahip çıkmaları sağlanmalıdır.
Bütün bu öneriler yaşama geçirildiğinde, yalnızca yarının izleyici ve sanatçı kuşaklarının değil,
yarınları kuracak kuşakların yetişmesine katkıda bulunacaktır. I. Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı
ancak Cumhuriyetimizin 75. yılında toplanabilmiştir. 75 yılın tüm çocuklarından özür dileriz.
İMZA (KURULTAY DELEGELERİ)
1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI
" 1 . Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı" Özeleştirisini Yaptı
"75 YILIN TÜM ÇOCUKLARINDAN
ÖZÜR DİLERİZ."
Demirkanlı
1. Türkiye Çocuk Tiyatrosu Kurultayı"
sonuç bildirisi, başlıktaki cümleyle sona
erdi. Türk tiyatrosunun, çocuklardan,
çocuk tiyatrosundan özür dilemesi, bir
anlamda özeleştiriyi de içeriyordu.
cy
a
Mustafa
pe
Muhsin Ertuğrul Hoca'nın 1935'lerde
kalkıştığı çocuk tiyatrosu
hareketliliğinden sonra, gerekli önem
verilmemiş, dahası bir kenara atılarak
horlanmış, ikinci sınıf sanat gibi
görülmüş, çocuk tiyatrosu yapanlar ya
küçük görülmüş ya da gülüp geçilmiş.
Aslında, çocuk tiyatrosu, doğru çocuk
tiyatrosu yapmanın zorluğunu bilen
ilgililer ve yetkililer, bu zor işe
soyunamadıklarından olsa gerek, yok
sayarak işin içinden sıyrılmaya
çalışmışlardır.
Türk tiyatrosunda Darülbedayi'den bu
yana öncülüğü elinde tutan İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu bu
konudaki öncülüğü de ele almış ve
Kurultay bildirilerinde önümüzdeki
yıldan itibaren çocuk tiyatrosunda
yepyeni bir örgütlenmeye girerek, gerekli
önemin verileceği müjdesi Kurultay'a
yansıtılmıştır. Bu anlamlı ve önemli
girişim için Sayın Kenan Işık'ın şahsında
bu karara katılan tüm Şehir Tiyatroluları
kutlarım. Her aşamasında yanlarında
olduğumuzu, bilmem belirtmeye gerek
var mı?
Bir söyleşimizde, "Ben çocuk tiyatrosu
yapmaya korkarım" diyen Kenan Işık,
korkunun karşısındaki cesaretin de ne
olduğunu örnek bir girişimle göstermiş
bulunuyor.
Bence, bu deklerasyon Kurultay'ın en
önemli adımlarından bir tanesiydi, ancak
çocuk tiyatrosunun bu denli ihmalin
sonunda geldiği yer itibariyle hiç de iç
açıcı bir noktada olmadığını gördük, ama
3 günün sonunda gelinen nokta hiç de
azımsanacak bir yer değildi.
Sayın Seçkin Selvi'nin, çocuk tiyatrosu
yapanlara yönelik sert çıkışı, bence dozu
biraz fazla kaçmış bir eleştiriydi, ancak
meselenin önemini vurgulama ve
tartıştırma açısından yararlı oldu. Eleştiri
doğrudan çocuk tiyatrosu yapanları
hedef alıyordu, ancak "Kızım sana
söylüyorum, gelinim sen anla" özdeyişini
hatırlarsak, asıl hedef çocuk tiyatrosunun
ayrı bir ihtisas alanı olduğunu bilmeyen
18
pe
cy
a
veya bilerek uygulamayan
alamadık. Ama, bundan
başta Devlet Tiyatroları
sonra böyle bir
Genel Müdürlüğü,
kalkışmanın bir ucundan
Üniversitelerin Tiyatro
tutarsanız, size
Bölümleri ve
deneyimlerimizi ve
eğitime yönelik gerekli
Konservatuvarların
bağlantıları kurmanız
Tiyatro bölümleriydi.
konusunda yardımcı
Alınmaları gereken ve
oluruz.
kendi paylarına düşenleri
kaydetmeleri gerekenler
onlardı. Kurultay
Lütfen, şu andan itibaren
delegasyonunu oluşturan
görevinizin gereklerini
katılımcılar arasında bu
yerine getirmeye başlayın
ikâzı alanlar sadece
ve hiç zaman
Üniversitelerin (Dokuz
kaybetmeden, ayrı bir
Eylül, Erzurum
çocuk tiyatrosu birimini
kurarak, oradaki sanatçı
Üniversitesi, İstanbul
arkadaşların çocuk
Üniversitesi, Eskişehir
tiyatrosu eğitimleri için
Üniversitesi, Ankara
gerekli alt yapıyı
Üniversitesi) yetkilileri
oluşturun. Bunu sizden
oldu, çünkü başta Devlet
istiyor ve bekliyoruz.
Tiyatroları Genel
Müdürlüğü, Kurultay'a
itibar etmedi. Her türlü
Kurultay'ın olumsuz ama
çağrımıza Sayın Bozkurt
önemli ikinci yanı da
Kuruç lütfedip cevap bile
buydu bence.
vermedi. Ankara Devlet
Tiyatrosu Müdürü Tansu
Kurultay programında,
Özdemir Nutku, başarılı yönetimiyle Kurultay Genel Kurulu'nun
Aytar, ki kendisi uzun
komisyon çalışmalarına
tüm yükünü tek başına omuzladı.
yıllar çocuk tiyatrosu ile
iki yarım gün ayırmıştık.
uğraşmıştır, lütfedip gelip
Fakat, problemlerin
ilgilendirmeyebilir, özel ilgi alanınızın
gelmeyeceğini bile bildirmedi.
çokluğu
ve
konunun
önemi, kurultay
içinde olmayabilir. Bu durum, sizin
Konservatuvarlar da aynı duyarsızlık
delegelerince
beklentimizin
de üzerinde
görevinizi yapıp yapmamanızı belirlemez.
kavrandığı
için
bu
çalışmalar
sabahlara
içindeydi. (Ankara Devlet Konservatuvarı
Üstlendiğiniz görev, keyfiyet kabul
kadar
sürdü.
İlk
gün,
18.00'de
bitirilmesi
hariç)
etmeyecek kadar ciddi bir iştir, farkında
planlanan
çalışmalardan
delegeleri
mısınız bilmem ama, siz görev kusuru
kaldırmamız çok zor oldu, zor ama
Aslında Kurultay'ın düzenleyicisi olması
işliyorsunuz. Sizin görevlerinizin en
çalışmaları kesmek zorundaydık, çünkü
gereken bir kuruluş vardı ki, kurumsal
başında gelen, tiyatro izleyicisi yaratmak
planlı olarak Alaçatı Belediye Başkanı
katılım olarak bile gerekli özeni
ve tiyatroyu yaymaktır. Devlet bu amaç
Sayın
Remzi Özen'in "Hoşgeldiniz
göstermedi. Türkiye çocuk tiyatrosunun
için sizlere o ödeneği çıkartıyor ve
Kokteyl"ine gitmemiz gerekiyordu.
sorunlarına sahip çıkması, öncülük etmesi
harcamasını da sizin kontrolunuza
Arkadaşlara, kokteyl sonrası çalışma
gereken ASSITEJ, maalesef Türkiye Milli
bırakıyor. Çocuk tiyatrosu olarak
salonlarını hazır tutacağımızın sözünü
Komitesi Başkanı ve/veya Sekreteri
yaptıklarınız son anlara yetiştirilen,
vererek kokteyle yetişebildik. Kokteyl
tarafından temsil edilemedi.
özensiz çalışmalardan öteye gitmiyor.
sonrası başlayan komisyon çalışmaları
Sayın Tülin Sağlam, çok önceden
Şova yönelik yaptığınız çocuk şenlikleri,
sabah 3'e kadar devam etti. Ertesi günkü
Kurultay'a katılamayacağını belirtmişti,
belki bugün için göz boyayabiliyor ama
çalışmalardan umudumuzu yitirmek
sanırım daha önemli işleri vardı. Sayın
yarın hiçbir işe yaramayacak. Bugüne
üzereydik ki, ne kadar yanıldığımızı bir
Selda Öndül ise son akşam 'Ailevi bir
kadar sahipsiz olan çocuk tiyatrosunun
kez
daha anladık. Tüm komisyonlar
hastalık nedeniyle' Kurultay'a
artık bir sahibi var: " 1 . Türkiye Çocuk
sabah
10.00'da yine toplantı salonlarında
katılamayacağını bildirdi. Keşke onlar da
Tiyatrosu Kurultayı" delegeleri.
yerini almıştı bile. Her noktası didik didik
olsaydı, konusu çocuk olduğu için
edilen çocuk tiyatrosu, 4 komisyon
Kurultay'da gözlemci olarak yerini alan
Bu delegasyon içinde yer alan Devlet
raporuyla Genel Kurul'a hazırdı.
UNICEF Türkiye Başkanı Sayın Sevinç
Tiyatrosu sanatçıları, size bir deklerasyon
Karasapan Soysal gibi.
sunup, görevinizi hatırlatacaklar.
İkinci gün öğleden sonra başlayan Genel
Yeri gelmişken seslenmekte yarar
Kurul
çalışmaları, yoğun tartışmalardan
Sayın Kuruç, çocuk tiyatrosuna yönelik
görüyorum; Sayın Kuruç, şu anda
sonra
Sonuç Bildirisi'ni oluşturup, oybirliği
Eğitim Programı, dergimiz tarafından 13
Türkiye'nin en kalabalık ve bütçesi en
ve alkışlarla kabul edildi.
Nisan'da İstanbul'da başladı ve devam
yüksek ödenekli tiyatrosunu
ediyor, bu konudaki çağrımıza da
yönetiyorsunuz. Çocuk tiyatrosu sizi
Artık, çocuk tiyatrosunda yeni bir dönem
sizlerden maalesef herhangi bir yanıt
19
olan, Belediye Başkanı
Sayın Remzi Özen en
son sahne almalı gibi
geldi bana.
başlıyordu. Belki de
bu yoğun 3 gün,
girilen yolun en kolay
kısmıydı ve başarıyla
geçildi. Her biri
birbirinden önemli 12
maddeden oluşan
Bildiri ortaya çıkmış
ama kimsenin de bu
maddelerin
kendiliğinden hayata
geçeceğine yönelik bir
umudu yoktu. Takip
edilmeli, izlenmeliydi.
Biz, bugüne kadar
zaman zaman laf
ürettik, bazen laf bile
üretmedik, oysa o 8
yıldır minicik bir
kasabada çocuk
tiyatrosu ile bir nesil
yetiştirdi. Yetiştirdiği
çocuklardan birinin
Kurultay'a sunduğu
eleştirileri ileriki
sayfalarda
okuduğunuzda Remzi
Başkan'ın
gerçekleştirdiğini
somut olarak
göreceksiniz. Onun
için söylenecek söz
yok. Ben bulamı­
yorum. Sadece
yaptıklarını alkışlıyor,
teşekkür ediyorum.
pe
cy
a
Kurultay, bu önemli
konuyu da kurumsal
temsili göz önüne
alarak;
Sekreterya, Mustafa
Demirkanlı (Tiyatro...
Tiyatro... Dergisi),
Hilmi Zafer Şahin
(İBŞT), Reha Bilgen
(Masal Gerçek
Tiyatrosu), M. Nurkut
İlhan (Çan Tiyatrosu),
Ferdi Merter ( Devlet
" 1 . Türkiye Çocuk
Tiyatrosu Sanatçısı),
Alaçatı Belediye Başkanı, 8 yıldır gerçekleştirdiği "Uluslararası Alaçatı Çocuk Tiyatrosu
Tiyatrosu"nun
Oğuz Tunç (ASSITEJFestivali"ni daha nasıl büyütürüm"ün düşlerini kuruyor.
ardından aktaracak
TOBAV), Burhan
gerektiğini, ASSITEJ çatısı altında
daha çok şey var. Ama hepsini buraya
Akçin (Kocaeli Bölge Tiyatrosu) ve Türel
toplanmanın doğru olacağını aktardık,
sığdırmak istemiyorum. Önce biraz iş
Ezici (Ankara Devlet Konservatuvarı)'den
Sayın Hasan Erkek de bu konuda büyük
yapalım, somut adımlar atalım. Konuşma
oluşan 8 kişilik bir izleme komitesi kurdu.
çaba harcadı, lütfen yönetim olarak siz
hakkımız sonra doğacak.
İzleme Komitesi, ilk toplantısını
de
biraz
daha
duyarlı
olun,
ASSITEJ
atıl
Alaçatı'da gerçekleştirip, ön çalışma
kalmamalı, yapacağı ve yapması gereken
Bu Kurultay'ın düzenlenmesindeki
programından sonra, detay çalışma
çok
şey var.)
TOBAV Genel Merkezin katkıları
programı yapmak ve gerekli temasları
soruldu, soruşturuldu. Tabii ki katkıları
sürdürmek üzere ayrıldı.
D. Korsan çocuk tiyatrolarının verdiği
var, ama bu ayrı bir tartışma konusu,
zararlar ve alınması gereken önlemler.
kaldı ki tartışmaya da gerek yok.
Kurultay'ın Sonuç Bildiri'sinde altı
Kurultay gerçekleşti, yeni bir dönem,
çizilmesi gereken konuları ise özet olarak
yeni
sorumluluklar var önümüzde. Bu
Bu
dört
konu,
aslında
çocuk
tiyatrosunun
şöyle sıralayabiliriz;
klasik tartışmalardan arınarak
önündeki sorunları belirleyen ve çözüme
önümüzdeki işlere bakmak daha doğru
yönelik hareket noktalarının altını çizen
A. Ödenekli ve özel tiyatrolarda çocuk
geliyor bana.
konular
diye
düşünüyorum.
Her
biri
için
tiyatrosu ayrı birimler olarak
atılacak adımlar, çocuk tiyatrosunun
oluşturulmalıdır.
yarınını daha belirgin ve güvenli
Son söz olarak, çocuk tiyatrosuna önem
kılacaktır.
veren, bize inanarak bu Kurultay'ın
B. Tiyatro eğitimi veren kurumlar, çocuk
düzenlenmesinde maddi katkı sağlayıp,
tiyatrosuna yönelik programlar
sonuçlarını bir an önce isteyen başta
oluşturmalıdır.
Kültür Bakanı Sayın Istemihan Talay'a,
Bugüne kadar gizli kalmış,
Müsteşar Yardımcısı Sayın Nurcan
C. Çocuk tiyatrosu geliştirilmesi,
gerçekleştirdikleri pek ortalığa çıkmamış
Tokar'a, her aşamada yanıbaşımızda
koordinasyonu ve örgütlenmesi için
bir kahraman daha vardı. Onu anmayı en
olan TOBAV İstanbul Şube Başkanı
meslek örgütleri kurulmalıdır. (ASSITEJ,
sona bıraktım, çünkü tiyatrocuların göz
Orhan Kurtuldu'ya, Hasan Erkek'e ,
bildiride adınız bile geçmiyor, lütfen biraz
ardı ettiği bir konuyu 8 yıldır Alaçatı'da
başarılı yönetimiyle Kurultay'ın tüm
hareket, biz dilimiz döndüğünce
düzenlediği "Uluslararası Alaçatı Çocuk
yükünü omuzlayan Özdemir Nutku
oluşturulmaya çalışılan ÇOTİYAP, Ulusal
Festivali" ile hayata geçirmiş, bu
Hoca'ma ve Kurultay'ın her aşamasında
Çocuk Tiyatroları Birliği gibi oluşumların
Kurultay'a evsahipliği yaparak bizleri
emeği geçen herkese teşekkür ederim©
sahiplerine, gücü parçalamamak
inanılmaz bir özen ve coşkuyla ağırlamış
20
1. TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU KURULTAYI
" 1 . TÜRKİYE ÇOCUK TİYATROSU
KURULTAYI"NIN ARDINDAN
pe
cy
a
Seçkin Selvi:
75 yılda ilk
kez
toplanabilen
Kurultay, en
azından
toplanabildiği
için son
derece yararlı
oldu. Ne var ki
Kurultay'da
dile getirilen
ve çocuk
tiyatrosunun bugünüyle ilgili sorunların
kaynağında, bu sorunlardan şikayet
edenlerin sorumsuz davranışları
yatmaktadır. Gelecekteki çocuk
tiyatrosunun bu sorunlardan
arınabilmesi için bu Kurultay'ın bir
özeleştiri kurultayı olmasını beklerdim.
Ne yazık ki olamadı. Çocuk tiyatrosu
alanını seçenler, sadece alkış ve övgü
beklentileriyle olumlu sonuçlara
ulaşılamayacağını bilmeliler.
Ferdi Merter:
Kurultay
oldukça
olumlu geçti,
birçok şey
tartışıldı,
birçok şey
söylendi,
ancak artık
söylenecek­
lerin bittiği
kanısındayım.
Bu Kurultay'ın
ileriye yönelik yönetmeliklerin, yasaların
dönüm noktası olmasını diliyorum.
Yarınlara yönelik artık toplantı değil
yönetmelik istiyoruz.
Esen Çamurdan:
Organizasyon olarak başarılı bir
kurultaydı. Ancak gerek saptanan
durumlar, gerekse bunların tartışılması
ve çözüm arayışları açısından
toplantıların verimli, yapıcı geçtiiğini
söyleyemem. Her zamanki gibi
konuşmalar kişisel ya da kurumsal
yakınmalardan öteye gidemedi, hiçbir
özeleştiri yapılmadı ve bunların doğal
sonucu olarak çare ve çözümler yine
başkalarına, özellikle devlete bırakıldı.
Fikret Terzi:
Tiyatro ve TV
Yazarları
Derneği
Genel
Sekreteri ve
30 yıllık çocuk
tiyatrosu
uğraşanı
olarak, üyesi
bulundu­
ğumuz 1.
Türkiye Çocuk
Tiyatrosu Kurultayı oluşturma düşüncesi
ve eylemini, bu alanda atılmış en ileri
adım olarak niteliyor, kutluyorum.
Olguya yaklaşım, içerik ve hayata
geçirme çalışmalarını saygıyla
karşılarken; Kurultay'ın ileri hedefi olan
"nasıl bir çocuğa ve çocuk tiyatrosu"na
ulaşılmak istendiğinin belirlenmesinde
kaçınılmaz olan, "Çocuğun ve
tiyatrosunun politik açıdan
tanımlanmamış ve sonuç bildirgesinde
ana ilke olarak konmamış" olmasını, çok
büyük bir eksiklik ve hata sayıyorum.
(Politikasızlık!) Dileriz bu Kurultay ülke
çocuklarından son "özür dileyişimiz"in
ifadesi olur!
21
Hilmi Zafer Şahin: Her şeyden önce ilk
kez bir çocuk tiyatrosu kurultayının
toplanması ülkemizin sanat ve kültür
yaşamı için çok önemli. Bunun yanı sıra
herkes birbirini hem kişisel olarak hem
de bu konudaki düşünceleriyle tanıma
olanağına kavuştular. İşin
akademisyenleriyle her gün çocuk
tiyatrosu yapmanın sorunlarıyla
karşılaşanlar bir araya geldiler. Ülkemizin
birçok alanında olmayan, kuramla
pratiğin buluşmasını sağladılar. Çok fazla
aykırı düşünce olmamasına karşın çocuk
tiyatrosunun, oyun yazımından
sahnelemeye oyunculuktan
dramaturjisine ve örgütlenmesine,
aşması gereken birçok sorunu olduğunu
gördük. Şimdi ne yapmalıyız sorusu
önümüzde. Sanırım Türk tiyatrosu yalnız
çocuk tiyatrosu adına değil, tarihsel ve
gelecek kimliğiyle de bu kurultaydan
dersler çıkartır.
pe
cy
Orhan
Kurtuldu: Bu
Kurultay'ın
çocuk
tiyatrosu için
çok yararlı ve
verimli
geçtiğine
inanıyorum.
Burada en
önemli görev,
çocuk
tiyatrosu
yapanlara düşüyor. Umarım yetkili
bakanlıklar; Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim
Bakanlığı kendilerine düşen görevleri
yerine getirmek için bizim kadar aceleci
olurlar. 21. yüzyıla gireceğimiz
bugünlerde düşünen değil, düşüncesini
eyleme dönüştüren bir toplum olmak
istiyoruz. Sanatçılar kadar hızlı düşünüp
harekete geçmeyen yetkili makamlar,
politikacılar, toplum önünde mutlaka
bunun hesabını vermek zorunda
kalacaklardır ve 21. yüzyıl insanı,
kesinlikle kültür ve sanattan payını almış,
onun gerekleriyle donanmış olmak
zorundadır. Atatürk'e biraz olsun
saygımız varsa, onun mirasını daha
ileriye götürmek istiyorsak,
kurultaylarımızın aldığı sonuçları bir an
önce gerçekleştirmek için herkes üzerine
düşen görevi yerine getirmelidir.
eksikliği göze çarptı. Ama her şeye
rağmen yukarıda belirttiğim gibi
gerçekten çocuk tiyatrosuna gösterilmiş
olan önem çok sevindirici. Bütün emeği
geçenleri kutluyorum ve kendilerine
teşekkür ediyorum.
a
Demokrat tavır ve sanata yakışır
yaklaşımınızla size ve emeği geçenlere,
gönül verenlere ve sonuca vardıracak
olan emek vereceklere saygı ve
dostlukla.
Raik Alnıaçık:
Kurultay'ın geç
kalmış
olmasına
rağmen
fevkâlede
olumlu
geçtiğini
söylemek
mümkün.
Bunun birinci
nedeni
herkesin çocuk
tiyatrosunun insan hayatında çok önemli
bir yeri teşkil ettiğine inanmış olması,
ikincisi de genç tiyatrocuların çocuk
tiyatrosunu hiç de basamak yapmaya
çalışmadıklarını kanıtlamış olması. Ancak
bildiriler açısından bakıldığında geleceğin
çocuk tiyatrosuna çare önerilerinin
22
İnci San:
Biçimsel olarak
Kurultay'ın
düzenlenmesi
çok başarılı idi.
(Organizasyon
kurulu ve
davranışları,
ulaşımın
sağlanması,
seçilen otel ve
hizmetlileri vd.)
Içeriksel açıdan ve kurultayın yürütülmesi
açısından değinmek istediğim kimi
hususlar ise şunlardır: İletişim ve
etkileşimin tiyatro sanatının en önemli
boyutları olmasına karşın, Kurultay
sonunda hâlâ birbirini yeterince
tanımayan, birbirinin tam olarak ne
yaptığını bilmeyen kişiler vardı. Onun
için, bundan sonraki (ve herhalde daha
sık yapılması gereken bu tür
toplantılarda); ilk gün geniş bir tanışma
gündemi ile açılmalı; herkes herkesin
ayrıntılı olarak ne yaptığını öğrenmeli,
gereğinde birbirini sorgulamalı ve bunlar
tartışılmalıdır. Böylece var olan
önyargıların elverdiğince yıkılması (söz
gelimi ASSİTEJ, Çağdaş Drama Derneği
ve kimi özel çocuk tiyatroları ve
eleştirmenler hakkında herkes
bilmediklerini öğrenmeli) sağlanmalıdır.
Dört grup arasında gereken bağlantı
kurulamamış olduğu için, genel
toplantılarda birçok konu yeniden ele
alınma durumunda kaldı. Bundan sonra
daha özgül (spesifik) konu başlıkları
altında tek tek kongreler yapılmalı,
tekrarlar önlenmelidir.
Bu kurultayda öngörülen 4'lü çalışma
tam uygulanamadı. Söz gelimi, 4. grupta
tartışılması öngörülmüş bulunan kimi
konular, daha çok 1. grupta tartışıldı.
Buna karşılık benim de bulunduğum 1.
grupta yazarlık, sahneleme, oyunculuk;
ayrı bir başlık olarak verilmiş olduğu
halde, "kukla" tartışılmadı. Kimi
bildirilerde değinildi. Ortak tartışmaya
geçilemedi. Bir yol, bildirilerin burada
olduğu gibi 2 sayfa ile kısıtlanarak,
önceden katılımcılara gönderilmesi
olabilir.
Yaratıcı drama özel bir eğitim isteyen;
bilimsel disiplin olarak, pedagojiyi, eğitim
psikolojisi ve sosyolojisini, gelişim
psikolojisini, sanatlar eğitimini ve sanat
pedagojisini içeren bir programla ancak
hakkında kuramsal ve uygulamalı bilgi
edinilebilen bir alandır. Pek çok
katılımcının bu gerçeğin farkında
olmadığı gözlenmiştir.
Ayrıca kurumsala ve bilimsele, neredeyse
bilgiye karşı, bilgilenmeye karşı bir tutum
olup, ne yazık ki, biz akademisyenlerin
sanatsala ve sanata, oyuncuya ve
yönetmene karşı duyduğumuz derecede
bir saygıya eşdeğer düzeyde
görülmemektedir. Bu bile bir başka
tiyatro / çocuk tiyatrosu (bilimsel)
toplantısına konu oluşturabilir.
Bir sonraki benzer bir toplantıda, ilk gün
ve ilk oturum, kaynaşmayı, tanışmayı,
empatiyi geliştirecek iki saatlik bir yaratıcı
drama çalışması biçiminde
gerçekleştirilebilir.
Sevinç Sokullu: 1. Türkiye Çocuk
Tiyatrosu Kurultayı'nın en önemli
sonucunun okul okul gezerek çocuk
tiyatrosu yapan, daha doğru değişle
çocuk tiyatrosunu istismar eden korsan
oyuncu gruplarının bu etkinliklerini
önlemek için sonuç bildirgesine
maddeler konulması, önlem alınmasının
Deschamps et Deschamp'ın "Gülünç Kibarlar" adlı oyunundan bir sahne.
a
olmak üzere dönemin parlak
aristokratlarının kaleminden çıkmış
"değerli edebiyatı", her zamanki
kadınlara pek de iyi yaklaşmayan tavrıyla
karikatürize ediyor. Ancak "değerli
olma" özelliği, Moliere'in iddia ettiği gibi
birkaç kendini beğenmiş genç kadının
romantik ve gülünç kararsızlıklarını
yansıtan eserleriyle sınırlı değildi.
Kadınların yazdıkları değerli bulununca
Fransa'da birçok alışkanlık değişti.
Fransa'da her şeyden çok önemsenen
konuşma sanatında yenilikler göze
çarptı, kadınların bilgiye ulaşmaları,
kültür ve yazı ile yakınlaşmaları sağlandı.
Jerome Deschamps ile Macha Makeieff
için kuşkusuz yazarın edebiyat
konusundaki haksız görüşlerinin bir
önemi yok. Onlar oyuna bir tür açlık ve
saygı hissiyle yaklaşıyorlar.
pe
cy
Deschamps Grubu'ndan Moliere'i
İzliyoruz
"Jerome Deschamps ile Macha
Makeieff'in kontrol altına alınması
imkânsızmış gibi görünen grubu ellerini
ilk kez çok önemli bir klasiğe uzatıyor.
Tuhaf ve heyecanlı davranışlarda
bulunan, kimi zaman mantıklı sözler
söyleyen, bu ilginç oyuncular, Moliere'in
ilk kez 1659'da Paris'te sahnelendiğinde
büyük başarı elde eden, çok iyi yazılmış,
güçlü diyalogları olan, politik
göndermelerde bulunan "Gülünç
Kibarlar" adlı oyununu repertuarlarına
alıyorlar.
"Gülünç Kibarlar", komedi sanatından
beslenen, gülünç sahnelerle dolu, ilginç
diyalogların hiç de beklenmedik bir
şekilde özgür ve neşeli doğaçlamalara
olanak verdiği bir fars. Oyunun ilk kez
sahnelendiği Paris'te kazandığı başarıda
düşgücü ve hicivle süslü, sofistike ve
neşeli ruhun payı büyük. Oyunlar ilk kez
sahneye konduklarında başarılı bulunup
bulunmamaları çok önemlidir. Bunun
belki de en canlı örneği Corneille'in "Le
Cid"inin başına gelenlerdir. Moliere bu
oyununda, "Tartuffe"den, "Don
Juan"dan ya da "Adamcıl"dan çok önce
insanların yüzyılın yaşama âdetlerine ve
ikiyüzlülüklerine olan yabancılaşmalarını
izleyicilerin gözlerinin önüne seriyor.
Moliere, Madeleine de Scudery başta
Moliere ve topluluk belki de birbirleri için
yaratılmışlardı. Zaten Jerome Deschamps
tiyatro kariyerinin ilk yıllarında Moliere
oyuncularının kurduğu Comedie
Française'de yer almamış mıydı?
Deschamps, "Gülünç Kibarlar"da
Gorgibus'u oynuyor. Gorgibus,
kendileriyle evlenmek isteyen kişileri
yeteri kadar şiirsel bir ruha sahip
olmayan sıradan birer burjuva olduklarını
ileri sürerek reddeden iki geveze kızın
babasıdır. Deschamps, Gorgibus'un
Moliere'in daha sonraları yazacağı
Harpagon, Amolphe, Argon
karakterlerinin habercisi olduğunu
söylüyor. Moliere'in bu çarçabuk
öfkelenen yaşlı adamları için yaşam,
yavaş yavaş tuhaflıkların kol gezdiği bir
çöle dönüşmektedir.
Bu oyunu izlemeye gittiğinizde bir
Moliere oyununu yeniden okumuş gibi
olacağınızı sakın düşünmeyin. Deschiens
ailesi ve Moliere'in çizdiği karakterler
arasında hoş bir evlenme törenine tanık
olacaksınız. Dekordaki ve kostümlerdeki
sadelik gözünüze çarpacak. Jerome
Deschamps ile Macha Makeieff'in
dünyasının, sık sık kullandıkları komik
jestlerin, saplantılı bir bağlılık duydukları
eşyaların bu oyunda da var olduğunu
göreceksiniz. Ancak ikilinin alışık
olduğumuz ritmi bu oyuna egemen
değil. Bazı tepkileri yaratmak için
zorlama hareketler ve gereğinden fazla
uzatılmış sahnelerle karşılaşabilirsiniz.
Ancak oyunun sonunda izleyiciler
yüzlerinde hoş bir gülümseme ile oyunu
sahneye koyanları ve oyuncuları
dakikalarca alkışlıyorlar. Böylesine büyük
bir başarı kazanan, izleyicilerin
beğenilerini dakikalarca alkışlayarak dile
getirdikleri bu oyunun yönetmeninin
zaferi karşısında hepimiz şapka
çıkartmalıyız"
(Telerama
14 Mayıs '97
Fabienne Pascaud)
39
10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
AKREP GERÇEĞİN BİR
DIŞAVURUMU...
a
Erzurum'da doğdum, bu biliniyor.
Erzurum sözlü kültürün olağanüstü
geliştiği, halk edebiyatı geleneğinin çok
güçlü olduğu bir bölgedir. Büyük
amcalarımdan birisi meddahtı. Ramazan
geceleri iftarla sahur arasında kahvede
Köroğlu, Emrah, Sümmani öyküleri
anlatırdı. Bir diğer amcam halk edebiyatı
derlemeleri ve kitapları olan bir eğitimci
idi. Çocukluğum bu masallar ve
destanlarla geçti. Sanat ve edebiyatla iç
içe bir aileden gelmekteyim. Ve öyle
büyüdüm.
pe
cy
Akrep'in öyküsü ilginçtir. Sinop
Cezaevi'nden 1986 yılında Bursa
Cezaevi'ne getirildiğimde idam edilen
arkadaşımın yargılanmasını hâlâ merak
etmekteyim. Yargılanan bir kişinin nasıl
olup da idam edildiğini bir türlü
anlayamamıştım. Avukatlarımı
gönderdim, Balıkesir adliyesi arşivinden
dosyasını çıkarttım. Ben bu öyküyü
yazmak zorundaydım ve olayı 10
sayfalık bir öyküye dönüştürdüm. Bu
yılın başında da bir senaryoya ya da
oyuna dönüştürmeyi düşündüm.
12 Eylül döneminin toplumsal dokuda
açtığı onarılmaz büyük yıkım ve insan
yaşamı üzerindeki yıkıcı etkisi henüz
tartışılmadı. Düşüncenin özgür olmadığı,
toplumun kendi geçmişiyle henüz
hesaplaşmadığı bir dönemde bu sürecin
öyküsünü yazmak henüz çok erken.
Fransız Devrimi'nin analitik tarihi olan
"Sefiller'I Victor Hugo, Napolyon'un
Rusya Seferi'nin öyküsü olan "Savaş ve
Barış" Tolstoy ancak aradan elli yıl
geçtikten sonra yazabildi. Zira
toplumların yaşamındaki önemil kesitler,
o yaşanmışlıklardan ancak belli bir
uzaklığa ulaşıldığı zaman yazılabilir.
Türkiye'de henüz 12 Mart'ın romanı da
yazılamadı. Doğru olan da budur.
Akrep'i benden başkası yazamazdı.
Olayı duyan biri yazabilmiş olsaydı, bu
ancak bir melodram olabilirdi. Oyunun
8. sahnesinde ya da değer bazı
bölümlerde kullandığım dil benim ideal
dilimdir. Çünkü edebiyat dildir. Her
duyarlılığın anlatımı edebiyat değildir. O
sahnede her iki mahkumunu da geçmişe
ait anımsamaları mekândan ve
zamandan kurtulmuş insan sıcaklığının
çıplak ifadeleridir. Anlatımda
kullandığım imgeler çocukluğumun
dünyayı gördüğüm dönemine ait canlı
resimlerdir. Bütün ışıklarıyla, aydınlığıyla
belleğimden hiçbir zaman silinmemiş
olan sıcak yaşanmışlıklar, onlar.
Çocukluğumunu o canlı doğası, gizemli
ve bilinmezliklerle dolu bir hayatın renk
ve ışık oyunları, çocuksu bir saflığın
sentezinden geçen, süzülüp tortulaşan
ve uzak bir geçmişe ait bir yaşanmışlığın
belleğimde yansıyan sonsuz çeşitliliğidir.
Akrep, trajik bir yaşanmışlığın zamanla
düşselleşmiş ve gerçeğin bir tiyatro
oyunu olarak yeniden biçimlenmesi ve
dışa vurumudur
(2 Kasım 1997 tarihli Cumhuriyet DERGl'de
yayımlanan aynı başlıklı yazıdan alınmıştır.)
40
pe
cy
a
10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
ALACAKLILAR
pe
cy
a
"Alacaklılar", Strindberg'in dünyada en
fazla oynanan oyunlarından biri. Hem
text çok tutuluyor, hem küçük sahneler
için uygun. "Othello" gibi, "Tartuffe"
gibi, her hangi bir yerini değiştirdiğiniz
zaman çok başka yerlere gidebilirsiniz.
Alacaklılar denince her ne kadar insanın
aklına kira, kontrat, borç, harç gelse de,
konu aşk, birliktelik, sadakat ve
"muhasebe". Oyun ilk bakışta "basit"
görünüyor ama, kelimeleri tarttıkça,
karakterleri eşeledikçe başka bir durum
ortaya çıkıyor. İnsan, kendi içinde
tartışmaktan oyunu izleyemiyor. Ağır
diyaloglarla yüklü gibi duran metin, bir
anda ete kemiğe bürünüyor, seyredeni
kendi ilişkilerini, aşklarını düşünmeye
davet ediyor. Oyun, iki erkek ve bir
kadın arasındaki üçgen çevresinde
dönüyor. Bir dönem hayli ün kazanmış
bir ressam, onun karısı ve ölü diller
uzmanı bir akademisyen. Üçünde de
anısı olan bir pansiyonda bir araya
geliyorlar. "Alacaklılar" bir hesaplaşma
oyunu, ama söz konusu olan insan
ilişkilerinde, karının kocadan, kocanın
karısından, eski kocanın karısından
alacakları. İlişkilerde alışveriş olur mu?
Sevgi almak mıdır? Ya artık alacak bir
şey kalmamışsa. Bir kadın bir adamdan
hiçbir şey almıyorsa, o adamı artık
sevmiyor mu demektir? Peki ya vermek,
verdikten sonra onların bir bir hesabını
sormak? Evet, mutlaka hesap verilmeli,
hele bir de düşünülenden de fazlası
götürülmüşse... Kendini kurban gibi
görenler, sadece o intikam saati için
yaşamaz mı? Onlar bir gün mutlaka
alacaklarını tahsil etmek için gelir
dayanırlar eski sevdiklerinin kapısına.
Tüm borçlar bir gün silinse bile, bir
diğeri ile olan hesaplaşma başlayacaktır.
O zaman da ötekinden alacaklı olmayan
var mıdır? Strindberg'e göre bu sonu
olmayan bir kısır döngüdür.
"Alacaklılarda kabarık bir dosya var. Üç
insanın da ortak oldukları bir acı söz
konusu. Suçluluk, haklılık o kadar önemli
değil oyunda. Kıyasıya bir çatışma var
aralarında. Çehov tadında, uzun
diyaloglara dayalı sahnelerde,
Strindberg'i Çehov'dan ayıran en önemli
özellik ise hoşgörüsüzlüğü. Onda müthiş
bir acımasızlık var. Kişilerin tırnakları
sürekli dışarda, birbirlerini yaralamak için
fırsat kolluyorlar
(Time Out Dergisi'nden, Rengin Uz'un yazısından
derlenmiştir.)
10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
GISELA MAY
La Scala'da sahneye çıkmıştır. Plak
çalışmaları arasında Brecht/vVeill,
Brecht/Eisller, Brecht/Desseau Şarkıları,
Jaques Brel Şansonları, Kurt Tucholsky
Şansonları ve Erich Kastner Şansonları
dikkat çeker. Müzik çalışmalarıyla
Almanya, Fransa ve İtalya'da çeşitli
ödüller alan Gisela May Brecht'in
doğumunun 100. yılı kutlamaları
nedeniyle Alman Oda Filarmoni
Orkestrası ile bir konser vermiş, aynı
konseri Viyana'da Yirminci Yüzyıl
Ensambl'ı ile tekrarlamıştır. İstanbul
konserini Münih izleyecektir 0
pe
cy
a
OLeipzig Tiyatro Okulu'ndan mezun olan
Gisela May pek çok tiyatroda çalıştıktan
sonra 1951'de, Berlin'de, Max
Reinhardt'ın yaratıcı tiyatro
çalışmalarının yeşerdiği bir sanat
merkezi olarak anılan Deutsches
Theatre'a girdi. 1962 yılına kadar bu
tiyatroda pek çok önemli rollere çıktı. O
yıl Brecht'in Tiyatrosu'na, Berliner
Ensemble'a geçti. "Komün Günleri"nde
Madam Cabet, "Üç Kuruşluk Opera"da
Bayan Peachum, "Schvvyk İkinci Dünya
Savaşı'nda"da Bayan Kopecka rollerine
çıktı. Başarılı çalışmalarının zirvesine
"Cesaret Ana"da
ulaştı. 1992 yılının
sonuna kadar, tam
13 yıl bu rolü aynı
başarıyla oynadı.
1992'de Berliner
Ensemble'dan ayrılan
Gisela May halen
bağımsız
çalışmaktadır.
Gisela May
oyunculuğunun yanı
sıra güçlü sesiyle de
dikkatleri üzerinde
toplamış bir
sanatçıdır. Sesinin bir
Brecht yorumcusu
olarak üstünlüğünü
keşfeden kompozitör
Hans Eisler'dir. May
ve Eisler uzun yıllar
birlikte çalışmıştır.
Gisela May bir Brecht
yorumcusu olarak
Avrupa, Amerika ve
Avustralya'da çeşitli
konserler vermiş;
New York'ta
Carnegie Hail,
Sidney'de Sidney
Operası ve Milano'da
Gisela May
43
10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
STEPHANE
BRAUNSCHWEIG
VE ORMANIN GİZLERİ
Derleyen: Ayşe Ece Stephane Braunschvveig, Brecht'in
pe
cy
a
gizemli oyunu "Kentlerin Ormanında"yı
görülmemiş bir ustalıkla sahneye
koyuyor. Braunshvveig, sahneyi bir
satranç tahtası gibi kullanarak piyonların
birbirini yemesi gibi, oyuncuların da
birbirlerinin içlerinde kaybolmasını
sağlıyor.
Bertolt Brecht, "Kentlerin Ormanında"yı
"nedeni belirsiz bir kavga" olarak
tanımlıyor. Oyunun yazılmasından dört
yıl sonra yapılan 1927 tarihli baskısında
okurlarını şöyle uyarıyor: "Kavganın
nedenini bulmaya boşuna çabalamayın."
Okurların merakını uyandırmak için
herhalde daha kışkırtıcı bir şey
söylenemezdi. Oyuncular ve
yönetmenler, oyunun gizemini çözmek
umuduyla yetmiş beş yıldır bir sfenksle
mücadele eder gibi oyun metniyle
uğraşıp duruyorlar. Ama oyun onlara hiç
şans tanımıyor, çünkü Brecht'in uyarısı
geçerliliğini yitirmiyor. İnsanlar yine de
bu oyunla savaşmaktan vazgeçmiyorlar.
Kim bilir, bakarsınız bir gün bir ipucu
yakalanır ve yumağın tamamı
çözülüverir. Brecht, oyunun 1927 tarihli
baskısında "ring" ve "raundlar"dan söz
eder. Birçok oyuncu bu sözlerden yola
çıkıp bilinçli olarak boks şortlarını giyip
eldivenlerini taktılar, boksörler gibi ip
atlayıp sözlerden oluşan yumrukları
yüzlerine yediler. Bütün bunlar yalnızca
kaybetmek içindi. 1954 yılında bu oyuna
değinen Brecht, oyunun temelinde
boksun olduğunu düşünmenin pek de
açıklayıcı olmadığını ifade ederek şunları
söyler: "Oyunun sonunda mücadele
edenler kendi gölgeleriyle savaştıklarını
(boksörlerin antremanlarında yaptıkları
çalışmalar gibi) algılarlar; bu
mücadelede birbirlerine düşman olanlar
bir türlü karşılaşamazlar."
Şaşırtıcı Oyun
Peki oyunda entrika, öykü, başkişilerden
de mi eser yok? Bunların hepsi tabii ki
oyunda var. 1912 ile 1915 yılları
arasında Chicago'da geçen oyunda
zengin bir odun tüccarı olan Shlink ile
meteliksiz genç kütüphaneci Garga,
kozlarını paylaşıyorlar. Günün birinde
Shlink, Garga'nın çalıştığı kütüphaneye
gidip ona düşüncelerini satın almak
istediğini söyler. Genç adam bu teklifi
reddeder, ama Shlink parasını Garga'nın
emrine sununca işin rengi birden değişir.
O noktadan sonra kahramanlarımız, bir
tahterevallinin iki ucuna otururlar; biri
yükseldikçe öteki aşağıya iner, bir süre
sonra aşağı inen yükselir, yukarıdaki
aşağıya iner. işte sorun da böylece açığa
çıkar: Bu tahterevallinin hareketlerinin
mantıklı bir açıklaması yoktur. İzleyicinin
bakış açısıyla oyuna yaklaşıldığında ise,
"Kentlerin Ormanında"nın acımasız ve
kuralsız bir oyun olduğu, hayalet bir
gemi gibi denizde dolaşıp bazılarını
aniden aşağıya attığı (Garga'nın
kızkardeşi ve nişanlısı bir Çin otelinde
fahişelik yaparlar), iki başkişiyi ise kimi
zaman sulara atıp kimi zaman da
güvenli kamaralarında sakladığı
söylenebilir. Brecht'in sık sık rotasını
şaşırttığı, bir pusulası bile olmayan bir
gemidir bu. "Chicago'daki C. Maynes
kütüphanesi. 8 Ağustos 1912 sabahı" ya
a
cy
pe
10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
M u r a t D a l t a b a n "5. Sokak Tiyatrosu" 10. Uluslararası
a
istanbul Tiyatro Festivali'ne bu yıl
"80060" isimli oyunla katılıyor. Özen
Yula tarafından libretto formunda
yazılan oyunun bestelerini Kapsül yaptı.
Çizgi-roman çalışmaları ise Kenan
Yarar'a ait. Oyun için "İstanbul Dans
Topluluğu" ile bir araya gelindi. Grafik
tasarımı Emre Çıkınoğlu'na, fotoğraf
çalışmaları ise Fethi Izan'a ait olan
oyunun koreografisinı Övül AvkıranErdal Uğurlu, yönetmenliğini Murat
Daltaban, süpervizörlüğünü ise Mustafa
Avkıran yapıyor.
pe
cy
Oyun, başından sonuna müzikle
beslenen bir yol hikâyesi. Müzik, çizgiroman ve sahne üzeri devinimleriyle bir
bütüne ulaşan oyunun her parçası,
kendi içinde bütünlüğü olan özgün
eserler. Oyun bu parçaların (metin,
müzik, çizgi-roman, sahne üzeri
devinimleri, grafik tasarım...) kendi
içlerinde tekrar parçalanıp bir araya
getirilmesiyle oluşuyor. Yap-boz mantığı
ile kurulan bütün, asal oyunu
oluşturuyor.
Internet sayfası
(www.superonline.com/80060), sticker
ve pinleri, müzik cd ve kasetiyle birlikte
sunulan oyun, aslında geniş bir alt yapı
kadrosunun ürünü.
Malzemelerinin hepsinin sokaktan
geldiği "80060", yine sokağı anlatıyor.
Karındaki bebeğin babasını arayan "dişil
güdü"nün şehir sokaklarındaki macerası.
"Oz Büyücüsü" kadar basit fakat şiddetli
bir masal. Bir hayalin peşinden giderken
karşısına çıkan tehlikelere, tehditlere,
ürününden aldığı güçle karşı koyan, her
adımda daha da güçlenerek ilerleyen bir
kadının masalı. Sonunda şehire
yenilmeyen, kimliğini, doğasını şehirde
bulan bir kadının masalı. Aslında bir
kadına değil, üretecek gücü olan
46
80060
herkese ait bir masal.
'97 Ağustos'unda ilk olarak Özen Yula
ile bir araya geldik. Nasıl bir oyun, nasıl
bir tiyatro konuşmalarının ardından
Özen'den neler istediğimiz netleşti.
Oyunun başından sonuna kadar müzikle
yürümesini istiyorudum. Bu yüzden oyun
tamamen şarkı sözü olarak yazılacaktı.
Özen'in güçlü kaleminden çıkan
oyunun, güçlü bir müziğe ihtiyacı vardı.
Müzikte dijital ve tekrarlardan oluşan bir
yapıda ısrarlıydım. Fakat müzikle ilgili
her görüşmede oyunun alaturka müziğe
daha yakın olduğu, ney ve ud sesleri
istediği ve dijital bir müziğin bu oyunu
taşıyamayacağı tekrar ediliyordu. Ben ise
ısrarlıydım. Oyunda yakalamak istediğim
tekno-şamanik yapı müzik ile
destekleneceği için aramaya devam
ettim.
'97 Ekimi'nde Kapsül'ü buldum. Roxy
Müzik Günleri'ndeki birincilikleri ve bir
iki bestelerinden başka referansları
yoktu. Roxy Müzik Günleri ikincisi olan
grubun vokalisti Aylin Asım'la da tanışıp
çalışmaya karar verdik. Söylediğim şeyin
ne kadar zor olduğunu anlıyorlar, biraz
da korkuyorlardı. Çalışmaya başladılar.
İlk parçanın alt yapısı geldiğinde hâlâ
şüphe içindeydim. Bitmiş halini görmek
için stüdyoya girmek zorundaydım.
Stüdyo kayıtlarının sonucu oldukça
sürprizliydi. Kapsül'ün rahat çalışabilmesi
için bir stüdyo gerekiyordu ve
Bozkurt'un mucizevi çalışmasıyla bir
stüdyo yarattık. Oyuna karşı
yabancılıklarını attıktan sonra Kapsül her
yaptığı besteyle bir önceki bestenin
üstüne çıkmayı başardı. Zeki, hızlı ve
oldukça yetenekliydiler.
Grafik tasarım çalışmalarına, oyunun
dosya tasarımından itibaren çalışmaya
başladığımız Emre, projede tasarımıyla
oyunun sahne aşamasını dahi
pe
cy
a
etkileyebilen bir sanatçı. Bir tiyatro
projesinde grafik tasarımının sadece
afişle sınırlı olmadığını hepimiz çalışma
süresi boyunca zevkle gözledik.
pe
cy
Son olarak oyuncularımızı bulduk.
Mustafa ve Övül'ün, Erdal ile yaptıkları
görüşmenin ardından "İstanbul Dans
Topluluğu" ile bir araya geldik. "İstanbul
Dans Topluluğu" yeni kurulmuş bir grup.
Fakat dansçıları hiçte yabancısı
olduğunuz sanatçılar değil. Tülay
Ağırbaş, Murat Akoğlu, Giray Altay,
Funda Bilbaşar, Alim Günay, Oktay
Keresteci, Kerem Kuraner, Pınar Müldür,
Aylin Özalpman, Sibel Sürel, Canan
Phyllis Şadalak, Çiğdem Tecür, Erdal
Uğurlu, Haldun Yedican, Ayfer
Zeren'dan oluşuyor. Kendilerini bale
topluluğu değil "dans topluluğu" olarak
tanımlayan I.D.T'nun ismini bundan
sonra sık sık duyacağız.
a
Projenin en sıkıntılı dönemleri çizgiroman ayağında yaşandı. Oldukça çok
kişiyle görüşme yapıldı, çalışmaya karar
verildi fakat sonuç alınamadı. Benim de
çizgi-romandan vazgeçmeye hiç niyetim
yoktu. Vakit daralmış elimize hâlâ
malzeme ulaşmamıştı. Suat ile (Gönülay)
görüştüğümde bana Kenan'dan
bahsetti. Eskizler çok çabuk elime geçti.
Desen eskiz olmasına rağmen çok
sağlamdı.
Projenin parçası olan web tasarımında
Sercan'ın çalışkanlığı ve zekâsı, fotoğraf
çalışmasında Fethi Izan'ın yeteneği ve
sabrı unutulmaz.
Projenin ilk gününden beri Mustafa'nın
herkese gösterdiği hassasiyet ve özen,
Özlem'in projenin düzemindeki başarısı,
sistemli çalışması ve hiçbir şeyi atlamama
yeteneği, Bozkurt'un mucizevi çözümleri
bitmez enerjisi, sonuca ulaşabilmemizde
en önemli etkenler.
Biz durmadan, yorulmadan çalışıyoruz şu
sıralar. Övül ve Erdal koreografi
yaparken ben onları seyredip arada bir
şeyler söylüyorum. Mustafa ise
sıkıştığımız an yanımızda. Bu projeyle
ilgili söylenmesi gereken en önemli şey,
45-50 kişilik bir kadronun nasıl gönülden
çalıştığı ve sponsorluğunu kendi
yetenekleriyle kendilerinin yaptığıdır.
Teknik problemlerimizin giderilmesinde
bize yardıma olan herkese teşekkür
ediyoruz
48
10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
DENİZDEN GELEN
KADIN
"Denizden Gelen Kadın" Ferrara'da
Ibsen, Susan Sontag, Robert VVİlson,
Dominique Sanda ve Philippe Leroy'u
buluşturuyor.
pe
cy
a
Sanda, kütüphanede kitaplar arasında
dolaşırken esere aşık olmuş. VVİlson ise
onun için "kendini devamlı açıklayan
yazarlardan biri" olarak söz ediyor.
Sonunda Sanda'nın oyunculuğu ve
VVİlson'un rejisi "la donna del mare"de
bir araya geldi, ancak bu kez oyun ünlü
Amerikalı yazar Susan Sontag
tarafından yeniden yazılmıştı. Gösterinin
kostümleri Giorgio Armanı imzasını
taşıyor. Müzik ise Michel Galasso'ya ait.
Teatro Comunale'nin 200. yıldönümü
nedeniyle Ferrara'da 5 Mayıs'ta
perdelerini açan "Denizden Gelen
Kadın" 10. Uluslararası İstanbul Tiyatro
Festivali'nde sonra 5 Haziran'da
Milano'da Strehler'in tiyatrosuna Piccolo
Teatro di Milano'ya geçecek. Proji Ert,
Emilia Romano Tiyatrosuyla beraber
Milano Picollo'nun ve Change
Performing Arts'ın katkısıyla
gerçekleşiyor.
Bugün 47 yaşında hâlâ çok güzel olan
Bertoucci, De sica oyuncusu Dominique
Sanda "Bob'la Orlando'da
çalışmamıştım. Isabella Hupert'i
sahnede görünce bir treni kaçırdığımı
anladım" diyor. Sanda, bunun üzerine
Ibsen projesiyle gitmiş VVİlson'a ve
devreye Susan Sontag'ın da girmesiyle
Ferrara'da çalışmalar başlamış. Robert
VVİlson da uzun süreden beri Dominique
Sanda ile çalışmak istediğini şu sözlerle
açıklıyor. "Dominique'le çalışmak
istiyordum ve yeniden yazılan Ibsen
bunu daha ilginç kıldı." Çalışma yöntemi
hakkında da şu kısa ama ilginç bilgiyi
veriyor: "Her zamanki gibi sahneden
başladım, çünkü orası benim için
duyduğum ve gördüğüm arasındaki
mimaridir. Önce ışığı hayâl etmeye
başladım. Aydınlığı ve gölgeyi. Ibsen'in
naturalizmi hoşuma gitmiyor. Benim
tiyatrom anti naturalist değil ama
doğaüstü birşey her an doğal bir şeye
dönüşebilir. Güzellik bu iki dünyanın
birbiriyle ilişkiye girme şeklinde yatar."
Robert VVİlson Haziran'da Paris'teki
Küçük Prens'ten esinlen Kanatlı
Kaya'yı yapacak. Temmuz ayında
Salzburg'da Danton'un Ölümü perde
açacak. Aralık ayında da Domus
dergisinin 70. yılı için hazırlann mimari
deha Gio Ponti üzerine bir gösteri
sahneye koyacak
Dominique Sandra
(2 Nisan 1998 tarihli La Pepubblica'dan derlenmiştir.)
10. ULUSLARAKASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
SUZUKI COMPANY OF
TOGA (SCQT) VE
"DİONİSOS"
pe
cy
a
1966'da Tokyo'da Tadashi Suzuki
tarafından kurulan VVaseda Sho-Gekijo
izleyen on yıl süresince Japonya'nın
çağdaş tiyatro alanında önde gelen
merkezlerinden biri olarak anıldı. Suzuki
kendi yaratımı olan "Dramatik
Tutkular l"i bu dönemde sahneledi.
1972'de "Dramatik Tutkular II", Paris'e
(Theatre des Nations)
davet edildi. İzleyen
yılda aynı oyun Nancy
Festivali'ne katıldı.
Paris ve Amsterdam'da
gösterime girdi. 1974,
Tadashi Suzuki'nin
bugün hâlâ tiyatronun
repertuvarında olan
"Truvalı Kadınlar"ı
sahneye koyduğu
yıldır. Daha sonra
"Dramatik Tutkular II"
ile Varşova'ya (Theatre
de Nations) gitti.
Tadashi Suzuki
50
1976 Suzuki için
önemli bir yıl. Çünkü,
Toyama yöresinde,
Toga köyü içinde bir
tiyatro köyü oluşturma
yolunda ilk adımlarını
attı ve bir çiftlik
evinden tiyatroya
dönüştürdüğü "Toga
Sanbo" açıldı. Açılış
oyunu "Gece ve Şenlik
I. Bölüm"dü. 1977'de
"Truvalı Kadınlar"
Paris, Roma, Bonn,
Berlin, Lisbon
turnesine çıktı. İzleyen
yıl, "Bakkhalar" ve "Salome" Tokyo'da
perde açtı. Tadashi Suzuki ve topluluğu
"Gölge ve Ölüm" adlı oyunla Paris
Sonbahar Festivali'ne katıldı.
1980'de Toga Sanbo yenilenerek
(Mimar Arata Isazaki) açıldı. Sanatçı
"Bakkhalar"ı iki dilde çalışmaya başladı.
Oyun Milvvaukee ve Tokyo'da oynandı.
1982 Toga'da Japon Performing Arts
Center'in kurulduğu yıl olarak dikkat
çeker. Yine bu yıl Toga Açık Hava
Tiyatrosu'nun yapımı bitti (Mimar Arata
Isozaki). Uluslararası Toga Tiyatro
Festivali "Truvalı Kadınlar"la açıldı. Aynı
yıl "Truvalı Kadınlar" St. Louis ve
Chicago'ya gitti. "Bakkhalar" New
York'a davet edildi. 1983'te Uluslararası
Oyuncu Eğitim Programı başlatıldı.
1984'te topluluğun adı Suzuki Company
of Toga (SCOT) olarak değişti. "Truvalı
Kadınlar" Los Angeles Sanat Olimpiyatı
Festivali'ne davet edildi. Toga'da "Kral
Lear" ve "Üç Kızkardeş"in açılışı yapıldı.
1985 "Truvalı Kadınlar" San Diego,
Washington, Londra, Kopenhag,
Brüksel, Atina (Uluslararası Tiyatro
Festivali), Delfi (Antik Yunan Tiyatrosu
Buluşması), Selanik, Frankfurt (Festival
Theater der Welt) ve Udine'ye gitti.
"Klytemenstra" ve "Üç Kızkardeş"
Frankfurt (Festival Theater der VVelt),
Venedik (Venedik Bienali) ve Udine'de
gösterildi.
Daha sonraki yıl, yine aynı oyun
Cenevre, Milano, Madrid (Festival de
cy
a
pe
Suzuki Company of Toga'nın "Dionisos"dan bir sahne.
Teatro), Tenerif, Las Palmas, Chicago
(Uluslararası Tiyatro Festivali), Atina
(Uluslararası Tiyatro Festivali), Seoul
(Asya Oyunları Festivali), Hong Kong'u
dolaştı. "Klytemenestra" iki dilde çalışıldı.
"Vişne Bahçesi" ve "Üç Kızkardeş" perde
açtı.
1987 Toga'da Arata Isozaki imzasını
taşıyan Stüdyo Tiyatrosu ve Kütüphane
inşaatı tamamlandı. Böylece, Büyük
Tiyatrosu, Açık Hava Tiyatrosu, Stüdyo
Tiyatrosu ve Kütüphanesi ile Toga
Tiyatro Köyü bir örnek oluşturdu. İzleyen
yıllarda bu tiyatrolara bir de Küçük
Tiyatro katılacaktır. Yine bu yıl
"Klytemenstra", "Truvalı Kadınlar",
"Bakkhalar" Avrupa ve Amerika'da pek
çok kenti dolaştı. Sidney'de Expo '88'i
kutlarken "Truvalı Kadınlar"ı listesine
aldı.
1990, "Dionisos"un sahnelendiği yıldır.
Oyun prömiyerini ACM Acting Company
of Mito'da yaptıktan sonra Toga'ya
geçti. Aynı yıl "Lear'in Öyküsü" ve "Kral
Lear" sahnelendi.
1991'de "Dionisos" Moskova ve Nevv
York Uluslararası Tiyatro Festivallerine
katıldı. Aynı yıl Toga Uluslararası Tiyatro
Festivali'nin 10. yılı kutlandı.
1990'lı yıllardan bugüne kadar uzanan
süreçte Suzuki Company of Toga (SCOT)
dünyanın önemli merkezlerinde, önemli
tiyatro festivallerinde yer aldı. 1995
yılında Tiyatro Olimpiyatları'nın
düzenlenmesi yolunda girişimde bulunan
Suzuki, bu komitenin kurulmasına da
öncülük etti. Tiyatro Olimpiyatları
Komitesi şu sanatçılardan oluşmakta.
Theodoros Terzopoulos (Başkan), Nuria
Espert, Antunes Filho, Jürgen Flimm,
Tony Harrison, Georges Lavaudant, Yuri
Lyubimov, Tadashi Suzuki, Robert
VVİlson. İlk toplantı Delfi'de yapıldı. İkinci
toplantı ise Mayıs 1999'da Shizuoka
Görsel Sanatlar Merkezi'nde (SPAC)
yapılacak. Geçtiğimiz yıl Shizuoka'da
yerel yönetimin girişimleriyle kurulan bu
merkez 4400 kişilik çok amaçlı salonu,
çeşitli tiyatro salonları, sergi mekânları ile
muazzam bir kompleks oluşturuyor.
Shizuoka, Görsel Sanatlar Merkezi
faaliyetleri SPAC Tiyatro ve SPAC Dans
üzerine yoğunlaşacak. Tiyatro
bölümünün başkanı, Tadashi Suzuki.
Yine SCOT'un etkinliklerine kısaca göz
atarsak: Barselona Olimpiyatları,
Kopenhag ve Selanik Avrupa Kültür
Başkenti olmalarını kutlarken SCOT'a ve
"Dionisos"a yer verdiler programlarında.
Atina ve Delfi Festivalleri'nde de yine
Tadashi Suzuki'nin güçlü ekibi
"Dionisos" ve "Klytemenstra" ile yer aldı.
Ve 1998'de İstanbul da Tadashi
Suzuki'nin ve SCOT'un, bu çok önemli
tiyatro insanının ve tiyatro topluluğunun
uğrak noktalarından biri olma şansını
yakaladı O
51
10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
II
KAFKAS TEBEŞİR DAİRESİ"
ÜZERİNE
"Tebeşir Dairesi"nin konusu, eski bir Çin
öyküsüne yaslanıyor. Daha sonra
Almanya yazar Klabund tarafından
yeniden işlenmiş.
cy
a
Brecht, "Tebeşir Dairesi" öyküsünden
yararlanmakla birlikte, öyküye yepyeni
bir biçim vermiş, özünü de irdeleyerek,
bir anlamda yeniden yaratmış.
pe
Oyunu, 40'lı yıllarda Amerika'daki
göçmenliği sırasında yazmış; daha sonra
Doğu Almanya'da, yeniden gözden
geçirip 1956'da da Berliner Ensemble'da
sahnelenmiş.
Oyunun daha önce Dostlar
Tiyatrosu'nda ve Bursa Devlet
Tiyatrosu'nda sahnelenmiş olduğunu
biliyorsunuz. Ben de 1989 yılında
Makedonya'nın başkenti Üstüp'teki
Halklar Tiyatrosu'nda sahnelemiştim. O
zamanki sahneleyiş, bütün kentlerden
seçilmiş oyunların çağrıldığı Cumhuriyet
Festivali'ne davet edilmiş ve "En İyi
Rejisör", Ödülünün yanı sıra beş dalda
da ödül almıştı. Geçen sezon sonunda,
Tiyatro Ak.ademisi'nde ders vermek
üzere Üsküp'e gittiğimde hâlâ oyunu
üzerine konuşulur olması, beni çok
sevindirdi, yüreklendirdi.
Ama Şehir Tiyatroları'ndaki bu
sahneleyiş, öncekinin bir kopyası
değildir.
Üsküp'te, Can Yücel'in belki biraz sel
suları gibi taşkın ama olğanüstü lezzetli
çevirisini kullanmıştık. Bu kez Yılmaz
Onay'ın titiz ve sadık çevirisini
oynuyoruz. Brecht'in tüm yapıtlarının,
52
anlaşmalı olarak yeniden çevrilmesi ve
külliyet olarak Türkiye'de basılmaya
başlaması, böyle olmasını gerektiriyor
sanırım.
Üstüp'te, Paul Dessau'nun müziklerini
kullanmamıştım. 1988'de sahnelediğim
"Üç Kuruşluk Opera"da olduğu gibi,
şimdi "Kafkas Tebeşir Dairesi"nde,
orjinal müzik, büyük olasılıkla Türkiye'de
ilk kez kullanılıyor. Ama Dessau'nun
müziği, bana oyun için aşırı yoğunluklu,
yorucu ve hatta yıpratıcı geldiği için,
değerli Selim Atakan'ın katkılarıyla,
Dessau'nun müziğinden yalın bir seçki
oluşturduk. Paul Dessau da, müziğinin
bir öneri olduğunu ve üzerinde
oynanabileceğini belirtiyordu zaten.
Üsküp'te, çevre düzenini, Manastırlı
ressam dostum Mustafa Asım ile
seyircimiz sahnenin üç yanında,
oyuncular da dördüncü yanında olmak
üzere, arena tiyatro biçiminde
gerçekleştirmiştik. Mustafa Asım burada
da yine konuk dekoratör olarak iş
başında. Ne ki bu kez, sahne güvenliği
gerekçesiyle, seyircimizi, sahnede değil
de, alışık olduğu salonda ağırlayacağız.
Kimbilir, belki de böylesi biraz daha
ağırbaşlı olur?
Bu kez kostümlerimizi Türkan Kafadar,
ışık düzenini de Murat İşçi
gerçekleşitiriyor.
Bir başka açıdan da bu sahneleyiş,
öncekinin bir kopyası değildir. Bunun en
önemli nedenlerinden biri de,
oyuncuların rengi, dokusu, ışıltısı,
yaklaşımıdır. Oyuncu, sahneleyişi etkiler.
a
cy
pe
İstanbul Büyükşehir Belediye Tiyatroları'nda sahnelenen "Kafkas Tebeşir Dairesi'nden bir sahne.
Ben, bu sahneleyişimde yine, ortodoks
Brechtçiliğe çok yakın durmadığını
düşünüyorum. Tiyatroda ortodoksinin,
kraldan çok kralcılık etmenin; çok yararlı
olmadığını düşünüyorum. Böyle bir
tutumun nice büyük yazar küçük
düşürdüğüne tanık oluyoruz. Kimseyi
suçlamak amacıyla söylemiyor. Üzerinde
düşünelim diye söylüyorum.
Çünkü Brecht gibi marksist dünya
görüşü, öğrenilebildi, öğretilebildi,
irdelenebildi, edinilebildi mi? Hayata
geçirilebildi mi?
Bunun tiyatro alanındaki uzartısı olma
iddiasını taşıyan Brecht'in yapıtları,
kuramsal yazıları ne kadar çevrildi? Ne
kadar okundu? Ne kadar oynandı? Ne
kadar kavrandı?
Yanıt, ana hatlarıyla düş kırıcıdır. O
zaman, deyim yerindeyse, kimsenin
patrik rolüne soyunmasına gerek yok.
sözkonusu olunca, nasıl ağırlıyoruz, nasıl
uğurluyoruz; kısaca ondan da
sözedeyim:
Bu bağlamda ben, Brecht'e
aforizmalarla yaklaşamıyorum. Kendi
okuma biçimimi oyunu yaratan
sanatçıların okuma biçimleri ile
bağdaştırarak; bir sonuca varmaya
çalışıyorum. Bu arayışta, bütün
sahneleyişlerimde olduğu gibi,
genelgeçer kalıplara, şablonlara karşı
çıkıyor, ayıklıyorum.
Brecht'i objektifleştirmeye çalıştığımız bir
oyunculukla ağırlamak niyetindeyiz.
Önemli saydığımız momentler üzerinde
etüdler yapılmış ve önermeler
uygulanmaştır. Bunlar arasından,
ekibimizin toplu kabulünü yakalayanlar
seçilmiş; dolayısıyla objektifleştirilmiştir.
Öyküyü anlatış biçimimiz, bu kesitlerin
bileşkesidir.
Doğaldır ki, her sahneleyiş, seyircinin
karşısına çıktığı zaman değerlendirilir.
Orada, sahnede, seyirciyle birlikte yaşam
bulur. B ubakımdan, öncesinden uzun
boylu açıklamalar yapmak, rejisörün işi
değil. Ama Brecht gibi bir yazar
Ve Brecht'i yalın bir şiirsellikle uğurlamak
istiyoruz. Bütün bunlar için Çin'e
gitmeye gerek olmadığını, Brecht'in de
bundan hoşnut kalacağını düşünüyoruz©
(I.B.Ş.T. Program Dergisi'nden, kısaltılarak
alınmıştır.)
53
10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
KUVAYİ MİLLİYE
pe
cy
a
C e v a t Ç a p a n Edebiyat tarihinin başlangıcından beri
destanların (epik şiirin) en belirgin
özelliği, kahramanlık olaylarını, insanın
yiğitliğini dile getirmek olmuştur. Ancak
ilk dönemlerinde doğrudan doğruya
kaba kuvveti, kan dökücülüğü,
olağanüstü güçler karşısındaki hayranlık
yaratan insan direncini öven bu
destanlardaki kahramanlık kavramı da
insanın ve toplumların evrimiyle
değişmiş, toplumlarda başat olan insan
değerlerinin, ilkellikten uygarlığa
geçerken önem kazanan aklın,
sağduyunun, sevginin, adalet
duygusunun, eşitliğin, zorbalığa karşı
savaşımın sözcülüğünü etmek
destanların asal amacı olmuştur.
İşte Nâzım Hikmet, Simavne Kadısı oğlu
Şeyh Bedreddin Destanı'ndan Kuyavi
Milliye ve Memleketimden İnsan
Manzaralan'na böyle bir anlayışla
başlamış ve bu yapıtlarıyla epik şiir
türünün dilimizdeki en başarılı
örneklerini vermiştir. Bu yapıtların ilkinde
Türk şiir geleneğinin birçok özelliklerini
özümseyen şair, gerçekte bir bütünün
parçaları olarak tasarladığı son iki
yapıtında daha çok çağdaş anlatı ve
gösteri sanatlarından da yararlanarak
şiirsel anlatımını roman ve sinema
sanatının ayrıntı ve kurgu özellikleriyle de
zenginleştirmiştir. Bu özelliklerine
bakarak "Kuvayi Milliye"ye de,
"Memleketimden İnsan Manzaralarına
da birer senaryo gözüyle bakabilirsiniz.
Gene belki bu yüzden aslında birer
sahne oyunu olarak tasarlanmamış olan
bu yapıtların sahneye daha kolayca
uyarlanabileceğini düşünebiliriz.
Nâzım Hikmet'in yukarda adını andığım
yapıtlarından ve bazı başka şiirlerinden
daha önceki yıllarda da sahne gösterileri
düzenlenmişti. Yanılmıyorsam bunların
hemen hemen hepsi tek kişilik
gösterilerdi. Oysa Devlet Tiyatrosu'nun
Ergin Orbey yönetiminde sunduğu
"Kuvayi Milliye" bu destanın görkemine
yaraşır bir oyuncu kadrosuyla karşımıza
çıkıyor. Sahne üzerinde canlandırılmak
üzere tasarlanan bu oyunun içeriğini
destanın başında şairin kendisi özlü bir
biçimde dile getiriyor.
Nâzım Hikmet bu girişle destanın
54
kişilerini ve konusunu özetler. Böylece bu
destan-oyunun kişilerinin halk olduğunu
ve oyunun olay dizisinin bu halkın
başından geçenler olduğunu sezeriz.
Ancak yazar ele aldığı konuyu olanca
genişliği ve derinliğiyle yansıtmak için
destanı, anlatımının akışı içinde genelden
tikele, bireyden topluma, yerelden
evrensele gidip gelmelerle kurgular.
"Karayılan Hikâyesi", "Yıl Yine 1919" ve
"İstanbul'un Hali ve Erzurum" ve "Sivas
Kongreleri" ve "Kambur Kerim'in
Hikâyesi", "Yıl 1920" ve "Arhaveli
İsmail'in Hikâyesi", "Nurettin Eşfak'ın Bir
Mektubu ve Bir Şiir", "Manastırlı Hamdi
Efendi" ve "Ruşadiyeli Memet'in
Hikâyesi", "Muharebeler ve Düşman
Elinde Kalanlar ve Kartallı Kazım'ın
Hikâyesi, "922 Ağustos Ayı ve
Kadınlarımız" ve 6 Ağustos Emri ve Bir
Aletle Bir İnsanın Hikâyesi, "26 Ağustos
Gecesinde Saatler iki Otuzdan Beş Otuza
Kadar ve İzmir Rıhtımından Akdeniz'e
Bakan Nefer" bölümleriyle savaş içindeki
bir toplumun genel durumuyla birlikte o
toplumu oluşturan bireylerin kişisel
sorunları, iç dünyaları, onların yazgılarını
belirleyen İstanbul'un siyasal konumu
karmaşık bir gerçekliğin önemli ayrıntıları
olarak gözler önüne serilir.
Elbette bu destan yalnızca şairin çizdiği
manzaralarda görsel olarak canlandırdığı
bir olaylar dizisi değildir. Burada Nâzım
Hikmet şiirinin gücünü oluşturan htm
zenginliğinden de büyük ölçüde
yararlanılmıştır. "Kuvayi Milliye" bu
özellikleriyle senfonik bir şiire de
benzetilebilir. Bu nedenle sahneye
uyarlanan destanın müzik eşliğinde daha
da etkili olacağı tartışılamaz.
Kısaca, "Kuvayi Milliye"nin kendi halkını
büyük insanlıktan soyutlamadan seven,
inandığı insanlık değerlerini iyiyle
kötünün, haklıyla haksızın, güzelle
çirkinin, ezenle ezilenin çatışmaları
bağlamında dile getiren büyük bir şairin
yapıtı olduğunu korkusuzca
söyleyebiliriz. Böyle bir destanın sahnede
ona yaraşır bir coşkuyla canlandırmışını
görmeyi ben kendi adıma sabırsızlıkla ve
heyecanla bekliyorum©
(İstanbul Devlet Tiyatrosu oyun broşüründen alınmıştır.)
Deschamps et Deschamp'ın "Gülünç Kibarlar" adlı oyunundan bir sahne.
a
olmak üzere dönemin parlak
aristokratlarının kaleminden çıkmış
"değerli edebiyatı", her zamanki
kadınlara pek de iyi yaklaşmayan tavrıyla
karikatürize ediyor. Ancak "değerli
olma" özelliği, Moliere'in iddia ettiği gibi
birkaç kendini beğenmiş genç kadının
romantik ve gülünç kararsızlıklarını
yansıtan eserleriyle sınırlı değildi.
Kadınların yazdıkları değerli bulununca
Fransa'da birçok alışkanlık değişti.
Fransa'da her şeyden çok önemsenen
konuşma sanatında yenilikler göze
çarptı, kadınların bilgiye ulaşmaları,
kültür ve yazı ile yakınlaşmaları sağlandı.
Jerome Deschamps ile Macha Makeieff
için kuşkusuz yazarın edebiyat
konusundaki haksız görüşlerinin bir
önemi yok. Onlar oyuna bir tür açlık ve
saygı hissiyle yaklaşıyorlar.
pe
cy
Deschamps Grubu'ndan Moliere'i
İzliyoruz
"Jerome Deschamps ile Macha
Makeieff'in kontrol altına alınması
imkânsızmış gibi görünen grubu ellerini
ilk kez çok önemli bir klasiğe uzatıyor.
Tuhaf ve heyecanlı davranışlarda
bulunan, kimi zaman mantıklı sözler
söyleyen, bu ilginç oyuncular, Moliere'in
ilk kez 1659'da Paris'te sahnelendiğinde
büyük başarı elde eden, çok iyi yazılmış,
güçlü diyalogları olan, politik
göndermelerde bulunan "Gülünç
Kibarlar" adlı oyununu repertuarlarına
alıyorlar.
"Gülünç Kibarlar", komedi sanatından
beslenen, gülünç sahnelerle dolu, ilginç
diyalogların hiç de beklenmedik bir
şekilde özgür ve neşeli doğaçlamalara
olanak verdiği bir fars. Oyunun ilk kez
sahnelendiği Paris'te kazandığı başarıda
düşgücü ve hicivle süslü, sofistike ve
neşeli ruhun payı büyük. Oyunlar ilk kez
sahneye konduklarında başarılı bulunup
bulunmamaları çok önemlidir. Bunun
belki de en canlı örneği Corneille'in "Le
Cid"inin başına gelenlerdir. Moliere bu
oyununda, "Tartuffe"den, "Don
Juan"dan ya da "Adamcıl"dan çok önce
insanların yüzyılın yaşama âdetlerine ve
ikiyüzlülüklerine olan yabancılaşmalarını
izleyicilerin gözlerinin önüne seriyor.
Moliere, Madeleine de Scudery başta
Moliere ve topluluk belki de birbirleri için
yaratılmışlardı. Zaten Jerome Deschamps
tiyatro kariyerinin ilk yıllarında Moliere
oyuncularının kurduğu Comedie
Française'de yer almamış mıydı?
Deschamps, "Gülünç Kibarlar"da
Gorgibus'u oynuyor. Gorgibus,
kendileriyle evlenmek isteyen kişileri
yeteri kadar şiirsel bir ruha sahip
olmayan sıradan birer burjuva olduklarını
ileri sürerek reddeden iki geveze kızın
babasıdır. Deschamps, Gorgibus'un
Moliere'in daha sonraları yazacağı
Harpagon, Amolphe, Argon
karakterlerinin habercisi olduğunu
söylüyor. Moliere'in bu çarçabuk
öfkelenen yaşlı adamları için yaşam,
yavaş yavaş tuhaflıkların kol gezdiği bir
çöle dönüşmektedir.
Bu oyunu izlemeye gittiğinizde bir
Moliere oyununu yeniden okumuş gibi
olacağınızı sakın düşünmeyin. Deschiens
ailesi ve Moliere'in çizdiği karakterler
arasında hoş bir evlenme törenine tanık
olacaksınız. Dekordaki ve kostümlerdeki
sadelik gözünüze çarpacak. Jerome
Deschamps ile Macha Makeieff'in
dünyasının, sık sık kullandıkları komik
jestlerin, saplantılı bir bağlılık duydukları
eşyaların bu oyunda da var olduğunu
göreceksiniz. Ancak ikilinin alışık
olduğumuz ritmi bu oyuna egemen
değil. Bazı tepkileri yaratmak için
zorlama hareketler ve gereğinden fazla
uzatılmış sahnelerle karşılaşabilirsiniz.
Ancak oyunun sonunda izleyiciler
yüzlerinde hoş bir gülümseme ile oyunu
sahneye koyanları ve oyuncuları
dakikalarca alkışlıyorlar. Böylesine büyük
bir başarı kazanan, izleyicilerin
beğenilerini dakikalarca alkışlayarak dile
getirdikleri bu oyunun yönetmeninin
zaferi karşısında hepimiz şapka
çıkartmalıyız"
(Telerama
14 Mayıs '97
Fabienne Pascaud)
39
a
pe
cy
pe
cy
a
10. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
YOSMA
oyunculaktan, anlatıcılığa,
yabancılaştırmaya kadar Epik
Tiyatro'nun birçok özelliğini görmek
mümkün.
Yosma Brecht'in 100. doğum yılı
kutlamaları çerçevesinde festivale
Türkiye'den katılan oyunlardan biri.
Genco Erkal'ın, Brecht'in şiir, şarkı, öykü
ve oyunlarından uyarlayıp, yönettiği
"Yosma"yı Zeliha Berksoy oynuyor. Otuz
yıla yaklaşan etkinlikleri içinde Brecht'in
Analık Davası, Kafkas Tebeşir Dairesi,
Anna'nm Yenid Ana Günahı, Bay Puntila
ve Uşağı Matti, Antigone adlı
oyunlarının çeşitli uyarlamaları ve
şarkılarının önemli yer tuttuğu Dostlar
Tiyatrosu Yosma'yla sanat severleri
Brecht'le bir kez daha buluştururken,
Zeliha Berksoy'un oyunda göstermeci
Brecht'in değişik dönemlerindeki
oyunlarından yola çıkan "Yosma"da
Jenny adlı bir hayat kadını var. Aynı
zamanda öyküleride yer alan Bay
Keuner de bu oyunda felsefi ve ironik
yanı ağır basan bir tip olarak Jenny'nin
yanında yer alıyor. Bay Keuner'le olan
dostluğu Jenny'nin yaşınılan karmaşık
ortamda doğru yargılara varmasını
sağlıyor. Jenny, hem kendisini hem de
ezen ve ezilenlerin olduğu düzeni
sorguluyor. Oyunda ayrıca Hitler'in
iktidara gelme sürecindeki baskıcı
ortamın koşulları da Jenny'i çevreleyen
fon olarak veriliyor©
pe
cy
a
Brecht'in dizelerini yıllardır birlikte
yorumlayan Genco Erkal ve Zeliha
Berksoy, "Dostlar Tiyatrosu"nun yapımı
"Yosma"da, yine buluşuyorlar.
56
a
pe
cy
YAPI KREDİ SANAT FESTİVALİ
YAPI KREDİ'DEN PERDESİ HİÇ
KAPANMAYAN BİR FESTİVAL
pe
cy
a
Yapı Kredi Sanat Festivali, değişen
çehresiyle bu yıl büyük yeniliklere imza
atmaya hazır. İlk kez tüm yıla yayılan
festival; klasik Batı müziğinden folklora,
cazdan baleye farklı müzik türlerinin en
yetkin örneklerini sunmakla kalmıyor,
sahne sanatlarının da çarpıcı örnekleriyle
buluşturmaya hazırlanıyor sanatseverleri.
Kısıtlı bir süreye sıkıştırılmış klasik festival
anlayışından sıyrılarak "bir yıllık festival"
çözümünü getiren Yapı Kredi Sanat
Festivali yıl boyunca perdesini hiç
kapatmayacak, Mayıs'ın 17'sinde start
alacak olan festival, temmuz ayının
sonuna dek aralıksız olarak sürecek,
Ağustos ayında "kısa bir ara"dan sonra
yoluna devam edecek olan festival, eylül
ayından 1998 yılının sonuna dek
sürüyor.
17 Mayıs akşamı Cemil Topuzlu
Açıkhava Tiyatrosu'nda; özgün
parçalarıyla popseverleri "mest eden",
her albümüyle sürpriz yapan Grup
Gündoğarken'in konseriyle açılacak
Yapı Kredi Sanat Festivali. 1993 yılından
bu yana üretken bir suskunluk içinde
olan grup, hayranlarını tedirgin eden bu
suskunluğu Mest of Gündoğarken ile
bozdu. İlhan Şeşen, Gökhan Şeşen ve
Burhan Şeşen'den oluşan grup bilgisayar
ve klavye kullanmadan hazırladıkları
capcanlı parçalarıyla dinleyiciler için
küçük sürprizler hazırlıyor.
Avrupa'nın yedi ülkesinde müzik
listelerinin zirvesine yerleşen ve
müzikleriyle dinleyenleri kıskıvrak
yakalayan "La Bouche", 18 Mayıs Salı
akşamı Türk seyircisiyle buluşacak.
Amerika'da çok yaygın olan pop, disko
ve Rhythm and Blues müziğine yepyeni
bir bakış açısı getiren ikili, konser
boyunca Açıkhava'yı sarsmaya aday.
Bach, Vivaldi ve Paganini gibi bu
ustalardan aldığı esinle yola çıkan ve
gitarda mükemmellik sınırlarını
zorlayan, heyecan verici tarzıyla
'rocker'ların hayranlığını kazanmış olan
Yngvvie Malmsteen, 19 Mayıs'ta Cemil
Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda.
Grup Gündoğarken
58
Bir parçasıyla dünya çapında'tanınan ve
Rai müziğinin en önemli temsilcilerinden
sayılan şair-şarkıcı Rachid Taha 20
Mayıs Çarşamba akşamı Türk
hayranlarıyla buluşacak. Cezayir'den
Fransa'ya, oradan tüm dünyaya yayılan
"Ya Rah" adlı parçasıyla tartışılmaz bir
başarıya ulaşan Rachid Taha'yı yakından
tanımak isteyenler için, bu konserler
kaçırılmaması gereken bir fırsat!
büyük ustayı canlı dinleme ayrıcalığını
kaçırmak istemeyenler 11 Haziran
Perşembe akşamı Cemil Topuzlu
Açıkhava Tiyatrosu'nu dolduracaklar.
"Tutkulu ve düşsel bir çığlık" olarak
nitelendirilen ve kendi adlarını taşıyan
son albümleri ile dikkat çeken Emer
Kenny, İrlanda kültürüyle modern
teknolojiyi ustalıkla buluşturuyor.
"Zerafeti ve gücüyle dinleyenleri esir
alacak büyülü bir sese" sahip olan Emer,
aynı zamanda bir arp virtüözü. 21 Mayıs
Perşembe akşamı Cemil Topuzlu
Açıkhava Tiyatrosu'nda.
Anadolu pop müziğinin
kurucularından olan Moğollar, 20 yıl
aradan sonra yeniden bir araya
geldiklerinde gençliklerinden hiçbir
şey yitirmediklerini kanıtlamışlardı. Peş
peşe çıkardıkları albümleriyle hem
bugün artık biraz yaş almış eski
hayranlarına hem de onları yeni
tanıyan genç hayranlarına seslendiler.
Cahit Berkay, Taner Öngün, Engin
Yörükoğlu ve grubun en genç üyesi
olan Serhat Ersöz; 12 Haziran Cuma
Akşamı son albümleri 30. 'Yıl'dan
parçalarında yer alacağı bir konserle
Açıkhava'yı sarsmaya hazır.
Gitar, davul ve bastan oluşan klasik
rock formasyonuna saksofon,
trompet ve trombonu içeren
nefeslileri katarak caz ve blues öğeleri
ile rockın yeni bir sentezini oluşturmak
amacıyla kurulan ve bu alanda başarılı
örnekler veren The Blood, Svveat and
Tears David Clayton Thomas
önderliğinde 13 Haziran akşamı Cemil
Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda. Beş
dalda Grammy ödülü alan ve "Spinnig
VVheel" adlı parçaları Yılın Şarkısı ilân
edilen grup, kendi alanındaki iddiasını
hep koruyor.
cy
a
23 Mayıs'ta Atatürk Kültür Merkezi
Konser Salonu, "Ünlü Müzikaller ve Film
Müziklerinin tınılarıyla dolacak.
Geçmişten günümüze, pırıltılarını hiç
kaybetmeden ulaşan bu müzikleri Mimar
Sinan Üniversitesi'nin genç sanatçıları
yorumlayacak. Zengin bir repertuvar
eşliğinde eski filmlerden ve
müzikallerden kareler anımsamak, o
günlerin büyülü atmosferine yolculuk
yapmak isteyenler için...
pe
Yapı Kredi Sanat Festivali, müziğe yıllarını
vermiş, çalışmalarıyla çağdaş Türk
müziğinin öncüsü olmayı başarmış İlhan
Usmanbaş için bir saygı gecesi
düzenliyor. 6 Haziran günü AKM Konser
Salonu'nda gerçekleşecek olan etkinlik
"İlhan Usmanbaş ve Şairleri" adını
taşıyor.
10 Haziran akşamı "dahi çocuk" olarak
tanımlanan genç bir keman ustası Cemil
Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda
unutulmaz bir konser verecek. Üç
yaşından bu yana elinden bırakmadığı
kemanıyla dikkatleri üzerine çeken
Vanessa Mae Klasik Batı müziğine
yenilikçi bakışıyla sivrildi. Sanatçı
"tekno-akustik fusion" sözleriyle
açıkladığı müziği için şu ipucunu veriyor:
"klasikten daha yeni, poptan daha
güçlü".
Pan flüt denince akla ilk gelen isim
tartışmasız Zamfir'dir. Bu çalgının
sonsuz olanaklarını tüm dünyaya
kanıtlayan Zamfir, topluluğuyla birlikte
14 Haziran akşamı Cemil Topuzlu
Açıkhava Tiyatrosu'nda sahne alacak.
Dini şarkıları, ninnileri ve cenazelerde
söylenen, parçaları, hatta insan sesini
bile müziğiyle karşılayabilen Gheorghe
Zamfir Romen halk müziğinin en
mükemmel biçimde yorumlayan sanatçı
olarak kabul ediliyor ve albümleri tüm
dünyada satış rekorları kırıyor.
Kırk yıla yakın bir süredir dehasıyla hep
bir numarada olan, Afrika'nın zengin
ritmik mirasını başarıyla işleyen Randy
VVeston, tartışmasız yaşayan en güçlü
caz piyanist ve bestecilerinden.
i 1990'larda bir anlamda yeniden doğan
sanatçı, 1995 yılında çıkardığı The
Splendid Master Gnavva Musician of
Morocco ile Dünya Müziği dalında
Grammy ödülü'ne aday gösterilmişti. Bu
Yapı Kredi Sanat Festivali dünya çapında
büyük ustalara yer verdiği gibi kendi
ustalarını anmayı ve yakından tanıtmayı
da sürdürüyor. İlhan Usmanbaş'ın yanı
sıra büyük besteci, eğitmen ve yönetici
Necil Kazım Akses'in 90. yaşı onuruna
için de özel bir saygı gecesi yer alıyor
programda. 20 Haziran Cumartesi
akşamı AKM Konser Salonu'nda
Atatürk'ün başlattığı kültür devriminin
Gheorghe Zamfir
önde gelen isimlerinden biri olan Necil
Kâzım Akses'in yapıtları seslendirilecek.
Yapı Kredi Sanat Festivali, zengin haziran
programının ardından Temmuz ayına da
zıpkın gibi bir konserle giriyor. 1
Temmuz akşamı soul müziğin en seçkin
örneklerini vermiş, yıllardan bu yana
başarısını sürdürmüş bir grup, The
Temptations dolduracak Cemil Topuzlu
Açıkhava Tiyatrosu'nu. Farklı altyapılara
sahip vokalistlerden oluşan The
Temptations bu özelliğiyle diğer vokal
gruplarından farklı olarak hem yumuşak
baladlarda hem de progressivefunk ve
rock tarzında kendini kanıtlıyor. 1972'de
Amerika'yı sarsan "Papa VVas a Rolling
Stone'la bir numara olan grup, bugün
de bir numara olmayı sürdürüyor.
Çalışmalarında reggae'den diğer Karayip
ritmlerine, bossa nova'dan funk'a ve
diğer Afro Bahian ifadelerine, pek çok
farklı müzik dilini birleştiren Gilberto Gil,
2 Temmuz Perşembe akşamı Cemil
Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda.
Brezilya'nın sıcak yüzüyle zenginleşen
müziğiyle dinleyenleri kıskıvrak yakalayan
Gilberte Gil, müziğiyle olduğu kadar
kişiliğiyle de Brezilya kültür dünyasının
vazgeçilmez isimlerinden.
Yedi yaşından bu yana gitar çalan ve son
yirmi yılın en önemli gitaristlerinden biri
sayılan George Benson gitaristliğinden
59
örneklerini veren Gary Burton
ve Astor Piazzola Quintet,
büyük usta Piazzola'nın
mirasını başarıyla devraldıklarını
kanıtlıyor.
Yapı Kredi Sanat Festivali
İstanbul'un pek çok mekânına
yayılmış bir programla çıkıyor
sanatseverlerin karşısına. 5
Temmuz Pazar günü saat
16:00'da St. Antoine
Kilisesi'nde gerçekleşecek olan
"Şan ve Org Konseri" mekân
ve müzik ilişkisinin en güzel
örneklerini verecek kuşkusuz.
G. Gonfoldo'nun org ile eşlik
edeceği konserde, soprano
Hande Soner ile
mezzo-soprano Aydın Ateş,
ünlü ustaların "Haleluyah'larını
seslendirecek.
Rachid Taha
pe
cy
a
23 Temmuz Perşembe akşamı
Cemil Topuzlu Açıkhava
Tiyatrosu herkesin yakından
tanıdığı, eşlik ettiği ezgilerle
dolacak. Çünkü o gece Yeni
Türkü grubu sahne alacak.
1960'lardan bu yana yenilikçi
yapısını hep koruyarak
çalışmalarını sürdüren grup Klasik Türk
Müziği'nin teksesliliği ile Batı Müziği'nin
çoksesliliği arasında doğal bir akış ve
denge kurmakla kalmamış şarkı sözleri
ile pek çok gencin şiirle tanışmasına ön
ayak olmuştur. 1979 yılında Buğdayın
Türküsü ile dinleyicisine ulaşan topluluk.
çok şarkıcılığıyla tanındı ve sevildi.
Türünün tartışılmasız en başarılı
örneklerini veren Benson Başkan
Carter'ın daveti üzerine Beyaz Saray'da
da sahne almıştı. The Greatest ve AH
That Jazz filmlerinde rol alan sanatçının
başarı grafiği, 70'lerden bu yana hiç
düşmüyor. Sanatçı, 3 Temmuz Cuma
akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava
Tiyatrosu'nda, anılarda yer edecek bir
konser verecek.
4 Temmuz Cumartesi günü festival iki
etkinlikle çıkacak sanatseverlerin
karşısına. Mimar Sinan Üniversitesi'nin
genç sanatçıları "Ünlü Müzikallerden ve
Film Müziklerinden Seçmeler"
programını, kaçıranlar için AKM Konser
Salonu'nda tekrarlayacak. Saat 21:15'te
ise Gary Burton ve grubu Astor
Piazzolla Quintet nostaljik tango
ezgileriyle dolduracak Cemil Topuzlu
Açıkhava Tiyatrosu'nu. Caz ve tangoyu
birleştiren ünlü vibrafon ustası Gary
Burton Piazzola'nın caz ve tango gibi
birbirinden ayrı iki kalıbı başarıyla
birleştiren grubunu, ustanın 1992
yılındaki ölümünün ardından bir araya
getirildi. Ritm ve doğaçlama üzerine
kurulu olan bu müziğin başarılı
60
her biri büyük başarı kazanmış
albümlerinden seçme parçalarla çıkacak
seyircinin karşısına.
Billie Holiday'in bıraktığı yerden devam
ederek caz ve pop arasındaki ayrımı
tamamen kaldıran ve Time Dergisi
tarafından "Kendi kuşağının en yetenekli
caz vokalisti" olarak tanımlanan,
Dovvnbeat Dergisi tarafından ise 1994
ve 1995 yıllarında En iyi Kadın Şarkıcı
seçilen Cassandra Wilson, 24 Temmuz
akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava
Tiyatrosu'nda Türk seyircisiyle bulaşacak.
"Caz'ın kuralı yoksa, yapılacak
yeniliklerin de sınırı yoktur" diyen ve
sınırları zorlayan sanatçı, eski parçaları
tekrar ele alıp; caz, hip-hop, funk ve
ryhthm and blues tarzlarıyla
zenginleştirerek yeniden yaratıyor.
Yapı Kredi Sanat Festivali bu konserle
sona ermiyor. Ağustos ayındaki kısa bir
aradan sonra yeni sürprizlerle yoluna
devam edecek ikinci Perde de Iron
Maiden'dan; Soul II Soul'e, Montreal
Caz Balesi'ne Leipzig Quaertet'ten
Fazıl Say'a, Müzeyyen Senar'dan
Gürcistan Devlet Senofni
Orkestrası'na, geniş bir yelpazedeki
programıyla sanatseverlere sesleniyor.
Kendi alanında başarısını kanıtlamış
seçkin sanatçılar ve seçkin seyircisiyle
Yapı Kredi Sanat Festivali, İstanbul'un
kültür yaşamını zenginleştiren ve
güzelleştiren bir program sunmak
amacıyla yenilikleri takip etmeye ve
perdeyi hiç kapatmamaya kararlı©
La Bouche
İNCELEME
Haluk Şevket Ataseven
...VE
EVEREST MY LORD
bütünlüğünü sağlamaya çalışır. Oyun, konuşmaların bir çok
yerinde, görüldüğü gibi, ansızın tema değişmeleri, ve
sıçramalarla atonal değer kazanır.
Doktor Nago oyununun son beşinci perdesi bir parkta geçer.
Hasta bunu şöyle anlatır: Sahne - (Bir park, mevsim düşünceli
ve silik, yerde yapraklar, bir sırada ve sırada Nago oturuyor.
Etraftan bir iki kişi geçer. Nago önüne bakar. Düşüncelidir. Bir
simitçi gelir- genç-)
a
Ve Everest My Lord, elbette (Soyut insan - soyut tiyatro)
kapsamında ele alınıp incelenmesi gereken bir olgu... Bu
olgunun bir üst boyutta, insanın duygu ve düşünce varlığı
olmasından kaynaklandığını sanıyorum. Çünkü insanlık tarihi
boyunca, duygu ve düşünce kavramları, insana özgü (Ortak
bilinç altı) nı her zaman sorun yaratacak bir bunalıma
sürüklemiştir. Bunun sonucu yabancılaşma ve parçalanmadır...
cy
Yine çünkü, yaşayan bir canlı varlık olarak temel isteği mikro
ve makro alanlarda bütünleşmek olan insan varlığı,
olumsuzluk etkenleri nedeniyle real alanda bütünlüğü, ya da
çoclukta birliği gerçekleştiremez. Çünkü stresten ölüme dek
uzanan olumsuzluk etkenleri, temel isteğe bağlı varoluşu
engeller.
pe
Real alanda olumsuzluk etkenlerine ve ölüme yenik düşen
insan varlığı, bütünselliği ancak (Yaratma eylemi) ile irreal
alanda gerçekleştirerek ölümü kompanse edebilir. Bu bir
bütünlenme ve parçalanma görünümüdür ve insanın ölüme
karşı onurlu direnişidir.
İnsan varlığı bu soyut evrende, kendisini ancak Düşün-Sanat
ve Bilim disiplinleriyle ifade edebilmektedir. Sanatçıyı
yönlendiren düşüncenin kökeninde ise ölüme ya da yokluğa
karşı direniş kavramı yer aldığında, onun başlıca kaygısı, real
alanda oluşturamadığı armonik bütünlüğü yapıtında
gerçekleştirme çabası olacaktır.
Bu kısa tanımlamamızın odak noktasında Sevim Burak ve onun
ilginç yapıtı (Everest My Lord) var...
1960'lı yıllarda, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri
Kliniğinin (Bir Şizofren Hastanın Sanat Ürünleri) adlı kitabını,
Prof. Dr. Kâzım Dağyolu ve Dr. Süleyman Velioğlu
hazırlamışlar... Kitap, bir şizofren hastanın resim, şiir, fıkra ve
(Doktor Nago) adlı bir tiyatro oyununu kapsıyor.
Hastanın resimlerinde olduğu gibi. Doktor Nago) oyununda
da bütüne yönelmiş bir parçalılık karekteri vardır. Her parça
oyunun bütünü içinde basıl başına bağımsız gibi görünür.
Yalnız kişiler oyun boyunca ince bir damar halinde, oyununun
Simitçi - Bir simit almazmısınız
Nago - İstemem.
Simitçi - Bir tane alın.
Nago - Hayır istemiyorum.
Simitçi - Çok tazedir.
Sevim Burak'ın Everest My Lord oyununda Simitçinin yerini,
sucu, simitin yerini ise Taşdeler Suyu almıştır.
Belli ki Sevim Burak, hastanın Doktor Nago oyunundan
yarralanmış, bu oyunla kendi ruhsal durumu arasında
paralellikler kurarak Evereset My Lord oyununu yazmıştır.
Öyle sanıyorum ki Sevim Burak, kendi Sizoit eğilimi yapısıyla
şizofren hastanın yapısı arasında paralellikle kurarak
oyununun yazmıştır. Çünkü yazar, (yanık Saraylar/ adlı ilk
kitabını yayımladıktan sonra, onbeş yıl süren sustunluğunun
sonunda kaleme aldığı (Sahibinin Sesi) oyununda, yer yer
Doktor Nago oyunundan yararlanmıştır...
Çağımız bilgi çağıdır, insan kendi varlığının gizlerini, kendisinin
kuracağı yeni dünyalarda görmek ve tanımak istemektedir.
Bana göre bu soyut alan, tiyatro sanatının alanıdır ve artık
tiyatro, oyuncunun uzantısında bir göstergeler sanatı olmanın
başlangıcını yaşamaktadır...
Soruna bu açıdan yaklaşırsak, günümüzde yaratıcı dramanın
nasıl yaşamsal bir önem kazandığını görürüz. Çünkü insan
varlığı, yirminci yüzyılda olduğu kadar bu derecede bir trajik
yalnızlığın içinde olmamıştır...
61
a
Harbiye Muhsin Ertuğrul tiyatrosunun kapalı salonunda
yapılan gösteride, olay hikâye dinlemeye alışık olan
kemikleşmiş seyircilerden bir çoğunun salonu tertekmelerinin
temelinde yatan neden, varlıksal görümden, oluşan düşünceye
geçememenin ezikliğinin ve duyarlığının söz konusu olmasıdır.
Ne var ki, bu olağan durumdan doğan etki-tepkinin
sonucunda aynı yerde yapılan diğer gösterilerin seyircisi
giderek artmıştır.
cy
Bu nedenle çağımız dramatik bir kaosu yaşamaktadır, yine bu
nedenle insanlık yaşamsal bir denge çağına gereksinim
duymaktadır. Bütün bunların, yaratıcı dramanm her geçen gün
önemi artan bir görüş ve yaklaşımın içinde ele alınması
kaçınılmazdır...
pe
Günümüzde dramatik tedavinin hedefi ise, benliğin kaybettiği
öğeleri temamlamak ve yaşamsal bütünlüğü sağlamak
olmalıdır...
Bunlar çağımızın sorumluluk taşıyan yaklaşımlardın.
Çözümlenebilmesi ancak akılla - akıldışının, bilinçle bilinçdışının belli bir nirengi noktasında buluşmalarını
sağlayabilmektedir... Bu da tarih boyunca insan düşüncesinin
evriminde rol oynayan (Varlık) ve (Oluş) felsefelirinin
tanımlanabilmesinde gerçekleşebilir.
Her iki düşünce sistemi, iki ayrı tiyatro görüşünü sanat alanına
getirmiştir. Bunlardan ilki, Varlık felsefesinden kaynaklanan
konstüriktif ya da psikolojik tiyatro. Diğeri ise Oluş
felsefesinden kaynaklanan Dinamik tiyatro...
Bu her iki tiyatro görüşünü - aslında bu bir yaşam görüşüdür
de - meydana getiren kavramları sıralayacak olursak şöylesine
bir değerlendirmeyle karşılaşırız:
Konstrüktif ya da psikolojik tiyatronun temel işlevi, öğretmek,
eğitmek ve mesaj vermektir... Dinamik tiyatronun temel işlevi
ise, yoğunlaşma, anlamlandırma ve çağrışımlar getirmektir.
İşte Naz Erayda ve Bülent Erkmen'in uğraşları, yönlendirmeleri
ve yaratıları sonucu ortaya çıkan Evrest My Lord gösterisi
bence başarılı bir (Dinamik Tiyatro) örneğidir...
62
Aslında Everset My Lord gösterisi Harbiye Muhsin Ertuğrul
tiyatrosunda gösterilmeden önce, iki ayrı açık mekânda
sergilenmiştir.
Gösteri ilk kez 1996 yılında Assos feltivalinde ve 1997 İstanbul
tiyatro festivali bünyesinde Cihangir parkında yorumlanmıştır.
Bu deneylerin getirmiş olduğu anlam ve onunla birlikte gelen
çağrışımlar sanırım Naz Erayda ve Bülent Erkmen'in gösteriye
kattıkları özgün estetik bilinç, yeni ve çağdaş bir algılama
bilincini de beraberinde getirmiştir.
Sorunu genellersek, günümüz insanının günlük yaşamı, bütün
bir gün boyunca, görsel olarak dünyayı kavrayıcı bir hıza ve
onun getirmiş olduğu yeni bir algılama bilincine dönüşmüştür.
Böylesine bir bilinç anlayışıyla gösteriye yaklaşırsak, gösterinin
kotarıldığı açık mekânların, yaratıcı bir yorumu besleyen,
katılımcı öğelerle donanımlı olduğunu görürüz.
Gösterinin ilkinin gerçekleştirildiği Assos mekânının gösteriye
ruh ve anlam katan öğelerini şöyle sıralayabiliriz; Deniz, mavi
bir gök, Atena tapınağı, Büyük Iskenderin hocası olan
Aristoteles, Behramkale, antik tiyatro kalıntısı, dalgakıran,
lokanta, oteller vb...
İstanbul tiyatro festivali kapsamında, Cihangir parkında yapılan
ikinci açık mekân gösterisinin öğelerini ise şöyle sıralayabiliriz;
Festival, park, gece, ağıçlar, iki bina, pencelereler, pencerede
insan figürleri, ışıklama vb...
Harbiye Muhsin Ertuğrul tiyatrosunda sergilenen gösteride ise,
diğer iki açık mekân gösterisinin tersine, kapalı bir mekân
kullanılmıştır. Bu da kendine özgü bir dahil olmak üzere
seyirciyle yaratıcı arasındaki çoklukta birliğin henüz
kurulamamış olmasıdır. Ne var ki buna karşın diyalektiğin
temel kuralları işlemiş ve sergilenen gösteri üzerinde doğal
olan etki-tepki gerçekleşmiştir.
Sanırım bu ilginç gösteri üzerine asıl uğraşları eleştiri olan
kalem sahiplerinden olumlu, olumsuz herhangi bir
değerlendirme yapılmamıştır... Yahnızca bir kaç gazetemizin
köşe yazarları gösteri hakkında olumlu şeyler yazmalarına
karşın, bunlar yüzeysel yaklaşımlardan öteye geçememiştir...
"... Sahnenin kıpırtısızlığındaki zerafet ve koral etkinin
-kaydedilmiş sesin üzerine konuşan gerçek ses, yarattığı
retorik gözellik, seyirciyi adeta hipnotize eder. Prodüksiyon,
geçtiğimiz yılki festivalde Persefone'si ile ilgi toplayan Robert
VVİlson burcundaymış gibi görünüyordu, fakat VVİlson'un ve
Jeniffer Tiptozın işlerinde bile nadiren bu kadar zarif bir
ışıklandırma gördüm. Son olarak, tabi bir de sesler. Tek tek
her bir vurgunun hakkı verilerek konuşulan -bu yüzden de bir
yabancı için bir bakışta anlaşılması güç olan -Türkçe, konuşma
dili olarak, belki de duyduğum en güzel dillerden biri. Bu koral
konuşmayı dinlemek müzik dinlemek gibiydi."
Her iki tiyatro yazarının da, bu denli derinlere inen görüş ve
yaklaşımlarına sanatta bütünlüğü ya da çoklukta birliği nasıl
yakalayıp, onu evrensel ölçüde bir yoruma dönüştürdüklerine
tanık oluyoruz...
a
Oysa gösteriyi, 1997 yılı İstanbul tiyatro festivalinde izlemiş
olan batılı yazarlar bu konuda alışmadığımız ilginç yaklaşımlar
getirmişlerdir...
American Theater dergisinin aralık sayısında ise Elinor Fuchs
şunları yazar: "son derece sıradışı bir oyun olan Everest My
Lord'da olduğu gibi çarpıcı bir özelliği yansıtan multumedya
çalışmalara dayalı gösterileriyle Türk tiyatrosuna yeni bir soluk
getiriyorlar. Yönetmen bütün bu malzemeden (bir tiyatro
yapıtına uymayan dilsel malzemeden) renkli ve unutulmaz bir
yapıt çıkarmayı başarmış."
Ünlü film yönetmeni Tarkovski'nin dediği gibi, "Alışılmamış
şiirsel bağlantılar ve şiirselliğin mantığı..." Bu mantık günlük
konuşmanın çok ötesinde, bir üst dil olan şiirselliğin
mantığıdar ve bu mantığı başarıyla vurgulayan Everest My Lord
gösterisinde açık biçimde belirlenen mantıktır...
cy
Almanya yayımlanan Thater Heute'nin Eylül 1997 sayısında
Hermann Heissen, iki tam sayfa gösteri fotoğrafının yer aldığı
yazısında "Everest My Lord, müzik, görüntü projeksiyonları ve
gündelik yaşamın algılanmasını sorgulayan psiko-gramer bir
dilin kullanıldığı multimedya bir gösteri."
pe
"Dil giderek temel öğlerine, hatta yer yer sözcüklere indirgenir
ve izleyici kendini giderek lonesco'nun (Ders) adlı oyununda
profesörün anlamsız konuşmaları karşısında çaresiz kalan
onkesiz yaşındaki kız öğrencinin durumunda hisseder.
Gösterinin sonunda parçalanan algılama yenedin kurgulanır.
İzleyiciler oyuncuların peşinde, iki evin içinde düşsel bir
gezintiye çıkarak gördükleri her nesneyi adlandırmaya çalışırlar
ve böylece kendi gerçeklerini keşfederler."
Naz Erayda, Bülent Erkmen ve çağcıl tiyatroya ilginç
çalışmalarıyla önemli katkılarda bulunan Kerem Kurdoğlu'nun
kurucusu olduğu (Kumpanya)sına başarılar dileyelim...
Ve onların çalışmalarındaki temel özü deyimimler belirleyelim:
(Moleküler tiyatronun hareket analizi)
63
SÖYLEŞİ
AFİFE JALE ÖLÜMSÜZLEŞTİ
M u s t a f a D e m i r k a n l ı Sayın Orhan Kurtuldu, Afife Jale
Sahnesi'ni açma maceranız nasıl
başladı?
pe
cy
a
Bu macera 3 yıldır sürüyor. 1993
senesinde İstanbul TOBAV Şubesi'ni
kurduktan sonra, bizim için önemli olan
altyapı çalışmalarıydı. Öncelikle TOBAV
lokalini hayata geçirdik, daha sonra
ENKA'dan değerli abimiz, sanatçı Eşref
Denizhan'ın önermesiyle, Beşiktaş
Belediyesi'nin sahip olduğu bu binanın
sahneye dönüştürülmesi söz konusu
oldu. Biz paramızın olup olmadığına
bakmadan "Tabii, bu işi yaparız" dedik
ve o dönem 9 milyar 100 milyonluk
yatırımla, 10 yıllığına Beşiktaş
Belediyesinden 'Yap-Işlet-Devret"
diyebileceğimiz bir modelle buranın
ihalesine girdik ve aldık. Paramız
olmadığı için yapım, restorasyon
çalışmaları uzadı. Biz inşaatla ilk kez
karşı karşılaşıyoruz, işimiz sanat iken,
inşaatla uğraşmaya başladık.
Ummadığımız zorluklarla karşılaştık. En
başta gelen, parasızlıktı. Öncelikle para
arama işine giriştik. Birçok kişi para,
malzeme yardımı yaptı. Afife Jale
Sahnesi'nin %50-55 oranındaki işlerinin
bittiği sırada görevi yeni arkadaşlara
devrettim. Yeni yönetimdeki
arkadaşlarım da 2 yıl boyunca yoğun bir
şekilde çalıştılar. 2 yıl sonra yeniden
İstanbul Şubesi'nin yönetimine gelince,
olayı kaldığı noktadan devralarak,
Denizbank'la görüşmelerimiz başladı.
Denizbank'la bu buluşmamızda sanatsal
anlayışımızda, heyecanımızda hem fikir
olduk. Beklentileri asla reklâm değildi. İlk
defa bir sponsor kuruluşun sanata kalıcı
yatırım yapmasının heyecanını ve zevkini
yaşamak istediğini orada fark ettik ve
sahnenin bitmesi için gerekli olan ses,
ışık sistemlerini gerçekleştirdiler, ki
bunlar çok büyük paralar tutuyordu.
Ardından benim onlardan bir ricam
daha oldu; sahnenin iç dekorasyonunun
değiştirilmesi gerekiyordu. Bu isteklerim
doğrultusunda onu da yapacaklarını
taahhüt ettiler ve ikinci defa göreve
başladığım İstanbul Şubesi'nde, dört ay
önce 27 Mart Dünya Tiyatrolar
Günü'nde bu sahneyi açacağımızı
söyledim. Dört ayın nasıl geçeceğini
bilmediğim bir sürece girdik, fakat 27
Mart Dünya Tiyatrolar Günü'nde Afife
Jale Sahnesi'nde seyirciyle buluştuk ve
perde deme mutluluğuna eriştik.
Sahne açıldı da Denizbank'ın karşılıksız
denebilecek boyutlarda destek
göstermesinde Genel Müdür Sayın
Hakan Ateş'in de bir çocuk tiyatrosu
geçmişinin olması, sanata yatkın birinin
olmasının da rolü oldu herhalde.
Afife Jale Sahnesi'nin açılış kurdelasını; CHP Milletvekili Fikri Sağlar, TOBAV Genel
Başkanı Tamer Levent, Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer Atay, Denizbank Genel
Müdürü Hakan Ateş ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin birlikte kestiler.
64
Kesinlikle rolü olmuştur. Şunu açıkça
a
Çok güzel bir soru. Afife Jale Sahnesi
her şeyden önceTOBAV'ın ilkeleri ve
tüzüğündeki sanatı geliştirmek amacı
çerçevesinde kullanılacaktır ve birkaç
aşamalı projeyle hayat bulacaktır. Bir
tanesi Genel başkanımız Tamer Levent'in
de dile getirdiği gibi 21. yüzyıla miras
kalacak projeleri hayata geçirecek
insanların başvuruları sonucunda ortaya
çıkacak, ikinci aşaması, tüm TOBAV
örgütlerinin bölgelerde hazırladığı
projelerin buralarda sergilenmesiyle
olacak. Üçüncüsü bu felsefeler
çerçevesinde projeler üreten tiyatrolara
tahsis edilebilecek. Bu konularda
projeleri olan tüm kurum, kişi,
kuruluşlara çağrımız söz konusu olabilir.
Düşüncelerini projelendirerek, Ankara
TOBAV Genel Merkezi'ne ve TOBAV
İstanbul Şubesi'ne başvurarabilirler.
Ayrıca tüm bölgelerdeki TOBAV
temsilcilikleri ve şubelere de yapabilirler
başvuruyu. Opera, bale, orkestra ve
tiyatro gösteri sanatlarının buluştuğu bir
vakıfız biz. Burada tiyatronun dışında çok
özel, çok seçkin konserler gerçekleşecek.
Modern dans gösterileri olacak. Opera
aryalarından oluşan konserler, opera
sanatının sevdirilmesi konusunda ilginç
arayışlar ortaya çıkacaktır. Tabii hiç
unutmayacağımız; çocuk tiyatrosu.
Yarının seyircisinin yetişmesi açısından
çocuk tiyatrosu önemli bir yer alacaktır.
Afife Jale Sahnesi'nde yine gösteri
sanatları alanlarında kurslar da
gerçekleşecek. Tiyatro eğitim kursları,
bale kursları, doğru - güzel - etkili
konuşma kursları gibi kurslar
gerçekleşecek.
pe
cy
söylemek istiyorum. Zaten sanatçıyı,
sanata bulaşmış, sanatın tozunu yutmuş
insanlar anlayabilir. Bu bizim için,
Denizbank için, Zorlu Holding kuruluşu
için gerçekten bir şanstır. Hangi kuruluş
olursa olsun, eğer bünyesindeki
yöneticiler hayatlarının bir döneminde
sanatla uğraşmışlar ise, bulundukları
işlerde daha başarılı, daha aktif, daha
dinamik, daha başarılı olmaları söz
konusu. Zorlu Holding için de, Hakan
Ateş bence kesinlikle bir avantajdır, hem
de çok önemli bir avantajdır. Onun bu
sanatçı heyecanın,bu katkının böylesine
güzel bir şekilde yapılmasında büyük rolü
olmuştur. Tabii Zorlu Holding
yöneticilerinin de böylesine bir katkıya
sıcak bakmalarının da rolü olmuştur.
Bugün sanatı sadece sevmek de,
tüketmek de yetmiyor. Sanatı acaba her
birimiz ne kadar destekliyoruz? Yani
sadece almak değil, biraz da sanata
vermek lâzım, sanatın yaşaması için. Bu
karşılıklı bir iş. Sadece sanattan almaya
çalışırsanız, günün birinde sanat
yaşadığı zorlukların içinden çıkamayabilir.
O zaman sanatın da, sanatçının da
elinden tutmak lazım. Sadece devlet
yatırımları artık sanatı desteklemeye
yetmiyor. Gerçi sosyal devlet olmanın
görevi ve gereği nedeniyle, mutlaka ama
mutlaka sanata destek yapılmalı. Bu
tartışılmaz. Atatürk'ün, Anayasa'nın 64.
maddesinde belirttiği gibi devlet sanatı
destekler, sanatçıyı korur.
Denizbank'la birlikte, İstanbul'a bir sahne
daha kazandırdınız. Fakat sorun bitmedi,
sahnenin işletilmesi ve yaşaması gibi bir
sorun daha var. Bunu nasıl
yapacaksınız?
Yani kısaca, Afife Jale Sahnesi'ni
kullanmak için oranın kirasını vermek
yetmiyor.
Tabii, sadece buranın kirası bu kadardır,
ben buranın kirasını verdim demek
yeterli değil. 2 1 . yüzyıla miras projeler
olmalı. Yani yeni arayışlara yönelmiş,
araştırmacı, nitelikleri olan gösterilerin
sergilenmesi söz konusu. Yoksa diğer
tiyatrolardan pek bir farkımız kalmaz,
her gelene tahsis edilen bir yer olmaktan
öteye gitmeyecektir. Oysa burası bir
misyon sahibidir. Onun için adını Afife
Jale Sahnesi koyduk.
Sahne'nin, sadece masraflarını çıkarması
bizim için yeterli olacaktır. Bir de burası
uluslararası çeşitli festivallere, tiyatro
şenliklerine tahsis edilebilecektir. Ayrıca
sanatsal konularda açıkoturumlar,
paneller gibi sanatla, kültürle, edebiyatla,
resimle ilgili konularda da etkinlikler
olabilecek.
Sahnenin kapasitesiyle ilgili de bilgi
vermek isterim. Ses ve ışık konusunda
son teknolojilerin yer aldığı sistemler
mevcut. Bilgisayarlı bir ışık sistemi var.
Koltuk kapasitemiz 210 kişilik . Sahne
ölçüleri ise sekize sekiz oranındadır.
Temel nitelikleri böyle.
Başvurular için İstanbul Şube
telefonlarımız: 249 40 84 - 293 90 64.
Ankara Genel Merkez: (0312) 427 85 80
Ellerinize sağlık Orhan Kurtuldu,
gerçekten çok önemli bir iş başardınız.
Size ve Denizbank'a, Denizbank'ın
Genel Müdürü Hakan Ateş'e teşekkür
ederiz
65
ELEŞTİRİ
" FAŞİZİM İNSANLARIN DEĞERİNİ
SÜREKLİ AŞAĞILAMAYA ÇALIŞIR"
ÖYLEYSE, DİKDÖRTGENLERE HAYIR!
Öztekin
a
Dilek
Maria Callas çalıyor yan odada, "dirence eşit" demişti Devrim, özenle hazırlanmış bir
pe
cy
broşür var elimde: Sayfalardan birinde; "Tarih 1941, 2. Dünya Savaşı. VVİlna
Getto'su. İlk yakılanın üzerinden 56 yıl geçmiş, "dünya" hâlâ yanıyor... Tarih 1997.
Yeni oyun Getto. Türkiye hâlâ yanıyor..." diyor Hakan Pişkin
Devrim Nas ve Hakan Pişkin 1994 yılında
'Tiyatro Ti'yi kuruyorlar. Hem özel olup,
hem de popülist olmayan bu tiyatro ile
'direnmeye devam ediyorlar. İlk yıl,
Bülent Yarar'ın rejisiyle, Athol Fugart'ın
'Ada' sı, İkinci yıl Mahir Günşıray ile
Brecht'ten "Adam Adamdır" ve 1997'de
Murat Karasu'nun yorumu ile, Joshua
Sobol'ün "Getto"sunu sahneye
getiriyorlar.
Türkiye premiyeri Tiyatro Ti tarafından
yapılan "Getto", 19 dile çevrilmiş,
ödüllü, 'sağlam' bir oyun. Sobol'ün
felsefeyle ilgilenmiş olması, oyunun
'sağlamlığında etken elbette. Sobol'ün,
5 Mart 1997 tarihli Şalom gazetesinde,
kendisiyle "Getto" üzerine yapılan bir
söyleşide değindikleri; Tiyatro Ti'nin
neden bu oyunun seçtiğinin bir yanıtı
olabilir: "Her insan, bir diğerine karşı
korku duyar. Bu korku değişik
niteliklerde olabilir. Bazen merak, bazen
tanıma arzusu ki bu olumlu bir
korkudur, bazen de şüphe, iticilik vb. bu
korku uç boyutlara ulaştığında, diğerini
dışlama eğilimine dönüşebilir. 'Öteki'ni
itme arzusu; onu bir gettoya kapatma,
66
kovma, yok etme, öldürme dürtüsüyle
çözümlenebilir. Faşizmin ve ırkçılığın en
büyük sakıncası; her insanda var olan bu
tür dürtülerden kaynaklanan bir ideoloji
olmasıdır. Kadın ile erkeğin var
olmasından bu yana süregelen
şovenizm, erkeğin kadına karşı duyduğu
korkudan kaynaklanır."
Sobol'ün VVİlna Getto'su ile ilgili
belgelerden yola çıkıp yazdığı oyunu,
şair ve çevirmen kimliği ile tanıdığımız
Ahmet Necdet dilimize kazandırmış.
Necdet'in akıcı ve sahne diline uygun
çevirisinin, oyunun gücene katkısı
büyük.
15 Mart 1996 sayılı Milliyet Sanat
Dergisi'nde "Getto'nun metni ile ilgili
inceleme yazısında; bu oyunun
yönetmen ve taşırım ekibinin
yarıtıcılığına geniş olanaklar tanıdığını
belirtmiştim. Bu da, metnin kendinden
emin, 'sağlam' bir metin olmasından
kaynaklanıyor kuşkusuz.
Çağdaş sanatın baş koşullarından birinin
de, yeniden yaratanın sınırlanmaması
olduğunu, hâlâ atgözlüklerini
çıkartmayanlara hatırlatalım. Ve yeniden
Getto'ya dönelim: Metin özelliklerine
değindiğimiz 'Getto'da iş sahnelemeye
gelince karşılaştığımız sonuç nedir?
a
pe
cy
Öncelikle şunu belirtmek gerek; Tiyatro
Ti, tiyatro kollektivizmini yaşayan bir
oluşum. Devrimin, Cafer ile Ümit'in,
Murat'ın yorgunluktan bitkin olması
gereken bedenlerindeki ışıltılı gözler,
işbölümü, ayrıntıların atlanmadığı titiz
hazırlıklar bu görüşü pekiştiriyor. Tüm
ekibin 'inanarak' oluşturduğu projedeki
bu bütünlük oyuna da yansıyor: Organik
bağın yakalandığı bir oyun izliyorsunuz.
'Adam Adamdır'da altı çizilen 'kaliteli
tiyatro yapma seçimi'nin 'Getto'da
geliştirilerek korunduğunu
görüyorsunuz. Yapılan bir 'seçim'se
bedeli ödenir. Tiyatro Ti'de, Türkiye'de
kaliteli ve çağdaş tiyatro yapma
seçimininbedelini olanaksızlıklara, zor
koşullara direnerek ödüyor. Ancak
ortaya çıkan ürün, tüm bu zor anları
telefi edecek gibi görünüyor.
Murat Karasu'nun rejisinde, Sobol'ün
'öteki' tanımlaması; önoyunda 'birileri'
kimliğinden sıyrılıp onların karşısına
geçen 'ötekilerle var edilmiş. Oyunun en
çarpıcı noktaları ise, kişilerin içindeki
'Biri' ve 'Öteki' olma arasındaki çatışma
anlarının ortaya çıkarıldığı sahnelerde
veriliyor.
-Kadıncıklar'ın final/selam sahnesinde
olduğu gibi-izleyenin dağarında yer
eder. Getto'nun çarpıcı ayrıntılarla
bezendiğini vurgulayalım.
Gensin iç hesaplaşması, Kittel'in isterik
gel-gitleri, oyunun sahnelenişinde
ustaca kullanılmış. VVeisskopf ve Kruk
arasındaki karşıtlık da kaypaklık ve
mertlik kavramlarında odaklanarak
oyunun iç dengesine yerleştirilmiş.
Özellikle, oyundaki kişilik
çözümlemelerinin isabetli olduğunu
belirtmiştim. Kittel'de Bülent Yarar,
Gens'te Mehmet Ali Kaptanlar, Srulik'te
Devrim Nas, VVeisskopf'ta Yavuz
Pekman, Kruk'ta Mürsel Yaylalı ve
Chassit'te Emine Şans Umar'ı izlemenin
haz verdiğini söylemeden
geçemeyeceğim.
Karasu'nun rejisi, Teoman
Kumbaracıbaşı'nın dramaturjisiyle
birleşince, ortaya güçlü bir yorum çıkmış.
Oyuncuların, duygu-ses ve bedenlerini
bu yorumu en etkili verecek biçimde
kullanmaları, ışık, dekor-giysi
tasarımlarının bu bütünlükle örtüşmesi,
oyunun 'kalitesi'nin göstergeleri.
Müzikte, viyola ve akordiyon kullanılmış.
Müziğin, oyun anında gerçekleştirilmesi,
yönetmenin bu oyundaki sahneleme
anlayışına katkıda bulunuyor.
Karasu'nun rejilerindeki çarpıcı ayrıntılar
Oyundan çıktığımda düşünüyordum:
Gerçek kahraman kim; Gens mi, Kruk
mu? Ya da, sadece biri mi kahramanlık
eylemini gerçekleştiriyor, yoksa
sistemsiz, bilinmeden sürdürülen bir
ortak kahramanlık mı bu? İlle de
Dikdörtgen mi olmalı hayat? Hayır!.0
67
İZLENİM
pe
cy
a
ANKARA ÇOCUK
OYUNLARI ŞENLİĞİ
Nihal Kuyumcu
27 Mart ile 3 Nisan tarihleri arasında
Devlet Tiyatroları, çocuk oyunlarıyla
Ankaralı çocuklarla buluştu. Ankara
Devlet Tiyatrosu'nun üç, diğer grupların
birer oyunla katıldığı şenlikte toplam 15
oyun Ankara'nın çeşitli bölgelerindeki
10 sahnede çocukların karşısına çıktı.
"Burnunu Kaybeden Palyaço" Diyarbakır
Devlet Tiyatrosu'nun sergilediği, kralın
tacıyla, palyaçonun da burnuyla ancak
kral ve palyaço olabileceklerini onlarsız
hiçbir işe yaramayacaklarını anlatan bir
oyun. Gerçekten bir kral tacıyla, bir
palyaço burnuyla mı vardır, yoksa
kişilikleriyle, yaptıklarıyla mı vardır? Van
Devlet Tiyatrosu'nun sunduğu Aziz
Nesinin "Pırtlatan Bal" adlı oyunu
yöneticilerin yeterince pırtlamamaları ve
Şakşak'ın kendini çocuklara beğendirme
gayreti salona eğlenceli anlar
yaşatmakla birlikte ustanın vermek
istediği iletiyi biraz yok etmişti. Sahnenin
yanında yer alan, bazen müziği, bazen
de efektleriyle katılan keman, flüt ve
gitardan oluşan küçük topluluğun oyuna
getirdiği sıcaklığı özellikle dile
getirmeliyiz. "Yaşasın Barış", Hasan
Erkek'in yazdığı Bursa Devlet
Tiyatrosu'nun sahneye koyduğu adından
da anlaşılacağı gibi savaş karşıtı bir
oyun. İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun
oyunu "Ayının Fendi Avcıyı Yendi" ise
kostümleri yönünden oldukça ilginçti.
Öyle bir kostüm hazırlanmış ki, oyun
68
başladıktan uzun süre sonra, hangisinin
hangi hayvan olduğu ancak
konuşmalardan anlaşıldı. Kostümlerin
böylesine belirsiz biçimde
oluşturulmasının mutlaka bizlerin
anlayamadığı mantıklı bir açıklaması
olmalı. İyi bir metin olarak
değerlendirebileceğimiz İzmir Devlet
Tiyatrosu'nun oyunu "Savaş Düşlerimi
Çaldı" belli ki farklı bir oyunculukla
iletisini daha iyi salona ulaştırabilirdi.
Oyunda bir palyaçonun yer alması,
oyunun baştan sona bir palyaço
gösterisine dönüşmesini gerektirmez.
Palyaçonun yoğun salonu eğlendirme
çabası savaşın düşleri yok ettiği iletisini
yok etti... Savaşın düşleri çalması,
savaşanların savaşa eleştiri getirmeleri,
kamptan kaçan çocuk ve sergiledikleri,
yaratılan hem duygusal ortamla hem de
kısa palyaço eğlenceleriyle
düşündürebilirdi. Elbette bir çocuk
oyununda sirk gösterisi yer alabilir, ama
oyunun kendisi sirk gösterisi olmamalı.
Konya Devlet Tiyatrosu'nun "Kırık
Boynuzun Hikâyesi" bilinen bir inatçı
keçi hikâyesi... Dedeleri dargın iki keçi
ailesinin bu dargınlığı sürdürmeleri,
buna karşılık yavru keçilerin o güne
kadar uyulan kurallara karşı çıkmaları,
derenin karşı kıyısına geçmelerini olumlu
yaklaşım olarak değerlendirmekle
birlikte yapılan hareketler (başına tabak
ile vurma v.s.) son derece rahatsız edici
verebileceğimiz bir oyun. Dünyada
insanların birbirleriyle savaşmalarının,
kavga etmelerinin nedenlerini arayan
dört çocuk, eksik olan şeyi, sevgiyi,
bulmak için yola çıkarlar. Önce
büyücünün yanına, daha sonra da Mucit
Amca'nın yanına giderler. Mucit
Amca'nın yanında sevginin, mutluluğun
kendi içlerinde olduğunu öğrenirler.
Einstayn'a benzetilen Mucit Amca,
çocuklara mutluluğa bilimle
ulaşılabileceğini gösteriyordu. Dekor
olarak çok az şeye yer verilen, uzun bez
parçalarının oluşturduğu deniz, tekne,
cadı kazanı, dere çok yaratıcı idi.
Oyunda var olan sorunlardan biri
çocukların kazana düşen büyücüyü
kendilerine lâzım olduğu için
kurtarmaları, bu durum oyunun içeriği
ile çelişmekte. Diğer sorun ise özellikle
çocuklardan birinin (iki örgülü kızın)
güya bir çocuk gibi konuşan abartılı tavrı
ve hareketleri bize göre oyunun mutlaka
düzeltilmesi gereken yerleri. Antalya
Devlet Tiyatrosu'nun sergilediği "Sihirli
Giysi"de, bilinen öyküden farklı olarak
oyunda kral yerine, yeni giysilere sahip
olmaya meraklı kraliçe yer alıyordu.
Ancak bu değişim yeni bir boyut yeni bir
anlam yüklememişti oyuna. Erdinç
Dinçer'in mim gösterisi ilginç, verdiği
haberler de sevindiriciydi. Devlet
konservatuarında "Pantomim"
bölümünün açılarak önümüzdeki yıl
öğrenci alınması, Erdinç Dinçer'in
inancını yitirmeden bu alanda yıllardır
gösterdiği çabaların bir sonucu neden
olmasın?
pe
cy
a
idi. Ayrıca oyundaki anne ve ninenin
beceriksiz, cırtlak sesli olarak çizilme
nedeni anlaşılır gibi değil. "Harikalar
Mutfağı" sevgi emek harcanmadan
yapılan hiçbir şeyin güzel olmayacağı iki
aşçının yaşadıklarıyla anlatılan bir oyun.
Ancak Adana Devlet Tiyatrosu nedense
bu oyunda mutfağa giren fareye kötü
ahçının yemeklerine biber koydurarak bu
iletiyi yok itmiş. Oyunda kötü aşçının
yemekleri sevgisiz, emeksiz, özensiz
pişirildiği için değil, içine bolca biber
konduğu için kötü olmuştu. Çok fazla
çizgi film efektlerinin yer alması,
çocuklara tiyatroyu tiyatro olarak değil
de çizgi filmi çağrıştıran yaklaşımlarla
sevdirme çabaları olarak açıklanabilir mi?
"Keloğlan'ın Eşeği", bilinen "Sihirli
Sofra" hikâyesinin bir çeşit Keloğlan
uyarlaması. Sivas Devlet Tiyatrosu
sahnelemiş. "Kunduracının Türküleri" ise
Ankara Devlet Tiyatrosu'nun sömürü
düzenine eleştiri getirmeye çalışan,
ağalar, köylüler, sömürülen ve
sömürenlerin birbirine karıştığı, zaman
zaman kimin ne olduğu anlaşılmayan bir
oyun. Devlet eliyle sömürü düzeni ancak
bu şekilde eleştirilir herhalde. Erzurum
Devlet Tiyatrosu'nun sahnelediği "Küçük
Nasrettin" ise geleneksel Türk
Tiyatrosu'ndan örneklerle süslenmiş,
Nasrettin Hoca öykülerinden oluşan bir
oyun.
"Masal İçinde Masal", Trabzon Devlet
Tiyatrosu'nun hazırladığı bir iki sorunun
dışında olumlu örnek olarak
Oyunları bir bütün olarak
değerlendirdiğimizde, Devlet
Tiyatrosu'nun olanaklarının ve
oyuncuların iyi niyetli çabalarının iyi bir
oyun ortaya çıkarmak için yeterli
olmadığı ortaya çıkıyor. Çok iyi
metinlerin olmadığı, olan birkaçının da
yanlış oyunculukla, gerektiği gibi
çocuklarla buluşmadığını gördük.
Çocuklara oyun sergilemek mutlaka
komiklik.yapmayı, garip konuşma
biçimleriyle, şekilden şekle girmeyi
gerektirmez. Nedense her oyuncu
kendini beğendirme çabasıyla çocukların
karşısına çıkıyor. Belki de çocukları çok
iyi tanımadıkları için böyle davranmaları
gerektiğini düşünüyorlar. Çocuklar o an
için gülüyorlar, o oyuncuyla ilgileniyorlar
ama bir araştırma yapılsa, çocuğun
oyundan çıktığı an birçok şeyi
unuttuğunu, verilmek istenenlerin
yarısını bile alamadıklarını göreceklerdir.
Örneğin geçen yıl İBŞT, oyun sonrasında
isteyen çocuklara boya, kâğıt vererek
resim yapabilecekleri bir köşe hazırladı.
Çocukların yaptıkları resimlerin hiçbirinde
az önce gördükleri oyundan herhangi bir
iz yoktu. Seyrettikleri oyun onlarda kalıcı
bir etki yapsaydı mutlaka kâğıda
yansıtırlardı.
Öte yandan oyunlar konu olarak küçük
çocuklara seslenirken sunuluş biçimiyle
büyüklere yönelik hazırlanmıştı. Çocuk
bağırıyor, sahneye laf atıyor bir şeyleri
değiştirmek istiyor ama sahnedekiler
zorunlu olarak önceden planlandığı gibi
69
salonu duymazdan gelerek oyunu
sürdürüyorlardı. Küçükler gerçek ile
kurmacayı birbirine karıştırırken, okul
çağı çocukları sahnede olanların bir
kurmaca olduğunun bilincinde olarak
salonda yer alırlar. Bu nedenle özellikle
davet edilen gruplar ile oyunun hedef
kitlesinin mutlaka örtüşmesi gerekir. Bu
şenlik sırasında oyunlarda anaokulu
öğrencisinden, ortaokul son sınıf
öğrencilerine kadar çocuklar aynı
salonda bir araya gelmişlerdi.
seyircilere yılda bir hafta olsun sabır
göstermeleri, biraz daha nazik
davranmaları tiyatroyu sevdirme adına
kendilerinden üstlerine düşen görevi
yerine getirmeleri beklenir.
Okulların çocukları tiyatroya getirirken
temelde iki amacı vardır. Birincisi
çocuklara tiyatro yoluyla bir şeyler
göstermek, birtakım deneyimler
yaşatmak diğeri ise bir tiyatro salonuna
nasıl girilir, nasıl oturulur, ne şekilde
davranılır bunları çocuklara yaşatarak
göstermek. Ancak görülen o ki öncelikle
öğretmenlere bu konuda ön bilgi
vermek bazı uyarılarda bulunmak
gerekiyor. Avaz avaz çocukları
azarlamaları, çocuğun salonda çekirdek,
sandviç v.s. yemesine ses çıkarmamaları,
çocukların bir okul bahçesindeymişçesine
gibi koşturmasını doğal karşılamaları,
öğretmenlere böyle bir uyarının
yapılması gerektiğini gösteriyor. Ayrıca
görevlilerin alışık olmadıkları bu hareketli
İzlediğimiz oyunlar; yağ var, un var,
şeker var ama bir türlü helvayı
yapamadığımızı gösteriyordu. Herkesin,
özellikle oyuncuların iyi niyetli
çabalarından hiç kuşkumuz yok. Ancak
her oyunun çeşitli sorunlar barındırması,
kimisi çelişkileriyle, kimisi yanlış
oyunculuğu ile kimisi de yetersiz
metinleriyle bu alanda iyi niyetin yeterli
olmadığını, çocuk tiyatrosu yapabilmek
için mutlaka belli bir uzmanlığa sahip
olmak gerektirdiğini de kanıtlıyordu.
Son olarak dileğimiz. Devlet
Tiyatroları'nın böylesi bir çalışmayı tüm
yıla yayarak her sahnesinde bir çocuk
oyunuyla çocukların karşısına çıkmaları©
pe
cy
a
Çoğunlukla okulların davet edildiği şenlik
özellikle Altındağ Bölge Tiyatrosu'nda
bölgenin çocukları tarafından büyük
ilgiyle karşılandı. Çocukların kapıdaki
görevlilere yalvarmaları, içeri girebilmek
için her yola başvurmaları (içlerinden biri
benim kızım olmak istediğini, böylelikle
içeri girebileceğini söyledi ve bir oyun
izleme uğruna onunla birlikte görevlileri
kandırdık) demirlere tırmanmaları
gerçekten görmeye değer. Görevliler
sadece bu bölgeye mahsus olmak üzere
salonun tümüne okulları davet etmek
yerine belki bundan sonraki yıllarda en
azından bir bölümünü çevre çocuklarına
tahsis etmeyi düşünürler.
KRYOLAN
Profesyonel Makyaj Malzemeleri
ACADEMIE
Profesyonel Cilt Bakım Ürünleri
FREED
Dans ve Bale Malzemeleri
DANSKIN
Dans, Bale ve Spor Kıyafetleri
SHOW & KARNAVAL
Malzemeleri ve Aksesuarları
PROFESYONEL SİHİRBAZLIK
Malzemeleri
KOSTÜM ve MASKOTLAR
Sakal, Bıyık, Peruk Yapım Malzemeleri
VİRA KOZMETİK SAN. veTIC. A.Ş. Merkez: Fener Kalamış Cad. No: 26/13 Kat: 3 81030 Kızıltoprak-lstanbul Tel: (0-216) 347 30 70-347 7160 Fax: (0-216) 337 05 25
Şube: Kastel iş Merkezi No: 36 Beyoğlu-istanbul (Atlas Sineması Pasajı Kuyumcular ve Antikacılar Çarşısı) Tel: (0-212) 293 36 37
cy
pe
a
a
cy
pe

Benzer belgeler