PDF Oku - sence dergisi

Transkript

PDF Oku - sence dergisi
Başlarken…
Fahrettin YOKUŞ
Türk Büro-Sen Genel Başkanı
S
endikalar, çalışanların ortak ekonomik, sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için oluşturdukları
tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar olarak tarif edilirler.
Sendikal örgütlenmeler aynı zamanda, toplumsal gelişmelere duyarlı olmak zorundadırlar. Çünkü, ülkedeki her
türlü ekonomik ve sosyal gelişmeler, o toplumda yaşayan tüm insanları olumlu ve ya olumsuz olarak etkiler. Bu
manada sendika mensupları da, o toplumun bir parçası olması nedeniyle gelişmelerden etkilenirler.
Ülkemizde 21 yıl önce, ilk kurulan memur sendikaları konfederasyonu, Türkiye Kamu Çalışanları Sendikası Konfederasyonudur
(Türkiye Kamu-Sen).
Türkiye Kamu-Sen, aralarında sendikamız Türk Büro-Sen’inde bulunduğu 11 sendikanın bir araya gelmesiyle oluşturulmuştur.
Türkiye Kamu-Sen, kuruluşunda bir kısım ilkeleri yol haritası olarak kamuoyuna deklare etmiştir. Aradan 21 yıl geçmesine
rağmen, çizgisinden ve ilkelerinden taviz vermeden emek mücadalesini sürdürmektedir.
Türkiye Kamu-Sen’in temel felsefesi, daha çok çalışmak, daha çok üretmek ve ülkemizi Büyük Önder Atatürk’ün hedef
olarak gösterdiği “Muasır Medeniyet Seviyesine” ulaştırma yolunda çaba sarfetmektir.
Sınıf sendikacılığı yerine, ülke sendikacılığı dediğimiz anlayış, Türk Milleti’nin tüm fertleri için hak, hukuk ve adil paylaşım
talep etmektir. Memurlarımızın sorunlarının çözümü için, her platformda mücadale etmek ve hiçbir güç karşısında
eğilmeden hak aramaktır.
Türk Büro Sendikası olarak, kuruluşumuzdan bu güne kadar pek çok ilklere imza attık.
“Çalışan, üreten ve yol gösteren sendikacılık” anlayışımızın gereğini yapmanın gayreti içinde olduk. Çalışmalarımızı broşür,
bildiri ve kitapçık basarak üyelerimize ulaştırdık ve onları bilgilendirdik. Bütün bu çalışmalarımıza yenilerini eklemek ve
mensuplarımızın sosyal ve kültürel yönden bilgilerini artırmak için bir ilki daha gerçekleştirmek amacı ile elinizde bulunan
dergimizi yayınlıyoruz.
Türk Büro-Sen ailesine farklı bir dergi sunuyoruz.
Sendikal faaliyetlerin çok ötesinde, üyelerimizin bilgilerini artıracak, sağlıktan kültüre, milli değerlerden sosyal gelişmelere
kadar her konunun içinde olduğu bir memur ailesi dergisi sunuyoruz. İlk sayımızda elbbette eksikliklerimiz olacaktır.
Sizlerin önerileri ve eleştirileri ile daha da güzelleşeceğine inandığımız ve “SENCE” adını verdiğimiz dergimizin Türk
memur ailesi camiasına ve Ülkemize ışık tutması dileğiyle saygılar sunarım.
Selam ile…
S
elam sözden önce gelir.
Bu düstur icabı, söze başlamadan Sence’nin ilk sayısı ile siz sevgili
okurlarımızı selamların en güzeli ile, güzelliğin kaynağının adıyla
selamlıyorum.
Sence’nin elinizdeki ilk sayısını beğeninize sunarken, iklim bahara döndü.
Cemreler düştü havaya, suya, toprağa. Gönüllerimize Nevruz ışıltıları
yansıdı.
Arzumuz o ki, sizinle bu ışıltıyı büyük bir şavka döndürebilelim. Yoksa bir
başımıza etrafımızı saran karanlığı nasıl yırtabiliriz.
İstiyoruz ki, Sence sayfalarında gönüller şenlenirken, ümidin aydınlığını
çoğaltalım. Aksi halde ümitsizlik imansızlık kadar ağır bir yük haline
gelmeye hazır durumda.
Yasemin GÜNGÖR
Editör
Bekliyoruz ki, Sence okurlarının da içindeki sesi yansıtabilsin. Başka türlü
kendini yalanlamak kadar vahim bir hali yaşamış olmaz mıyız?
Sevgili okur; Sence, ancak seninle birlikte yayın hayatını devam ettirebilir.
Bundan dolayı sözün başında Sen’i bize davet ediyoruz.
Bu daveti yapabilmek, sesimizi birlikte dillendirebilmek ve nihayet şimdi elinizdeki dergiden seslenebilmek imkanı
Türk Büro-Sen Genel Merkezi tarafından sağlanmıştır. Sen ile Sence’nin buluşmasını sağlayan Sendikamıza da
teşekkür ediyorum.
Sence’nin planlanması karakış günlerinde başlasa da, fiili hazırlıkları cemreler eşliğinde gerçekleşti. Bu sebeple
cemreye adadık ilk sayımızı.
Sayfalarımızda çevrenin tahribatına dair duyarlılığınızı uyaracak HES’leri ve evsel atıkların geri dönüşümünü, her evde
huzurun artması dileğiyle aile içi iletişimi, kişisel verilerin mahremiyetine dikkat çekmek için ülkemizdeki durumu
ve çalışma hayatının büyük bir sorunu olan mobbingi işledik. Sizin için Yahya Kemal’in Kaybolan Şehir şiiri eşliğinde
Makedonya’yı gezdik. Bunlar sadece birkaç örnek. Siz derginin sayfalarını her çevirişinizde bir esinti hissedebilin
diye, sizin için dünya kadar geniş bir yelpaze açtık.
Unutmayın! Sence’nin içinde, sence esintilerin olması sadece sana bağlı.
Keyifli okumalar…
İÇİNDEKİLER
Türk Büro-Sen Adına Sahibi
Fahrettin YOKUŞ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Cafer SEÇER
6
2013 Piri Reis Yılı
8
Mobbing
Editör
Yasemin GÜNGÖR
Yayın Kurulu
Nejla ÖKSÜZ
Dr. Süleyman GÜNGÖR
Ebubekir KORKMAZ
Yunus Şevki KİBAR
Mustafa YILMAZ
6
Dünya coğrafyacılık tarihinin hiç şüphesiz ki en
önemli ismi Piri Reis, o ünlü dünya haritasını 9
Mart -7 Nisan 1513 tarihleri arasında çizmiştir.
Son zamanlarda çalışma hayatında sıkça
kullanılmaya başlayan mobbing sözcüğü ile
çalışma hayatının ne ilgisi vardır? Bazı çalışanlar
işyerinde mobbinge uğradığını söylemektedir.
Öyleyse nedir bu mobbing?
Fotoğraf Editörü
Sahibe Bahar ALBAN
Yönetim Yeri
12
Her Atık Çöp’müdür?
14
Paintball
Dr. Mediha Eldem Sk. No.
Kocatepe / ANKARA
Tel: 0.312 424 22 11
Reklam Rezervasyon
Tel: 0.312 434 04 12
Faks: 0.312 434 04 13
Yapım
Alban Tanıtım Ltd. Şti
Meşrutiyet Cad. No: 41/10
Çöp, işlevini yitirmiş ve kullanılamaz her türlü
materyale verilen genel addır.
8
“Boya topu” olarak da bilinen “Paintball”,
oyuncuların belli kurallar dahilinde rakip takım
oyuncularını içi boya ile doldurulmuş küçük plastik
toplardan oluşan mermiler atabilen silahlar
aracılığıyla boyayarak oyun dışı bırakmaya
çalıştıkları bir takım ve strateji sporudur.
Kızılay/ANKARA
Tel: 0.312 430 13 15
www.albantanitim.com.tr
Baskı
Ozyurt Matbaacılık Ltd. Şti.
Basım Tarihi
26 Nisan 2013
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
(Dört ayda bir yayımlanır.)
ISSN: 2147-7329
Bu dergi Türk Büro-Sen tarafından
ücretsiz dağıtılmaktadır.
14
18
Aile İçi İletişim
23
İstiridye Mantarı
26
Cemre
28
Fotoğraf Çekmenin
Püf Noktaları
Aile içi iletişimde de sözlü ve sözsüz
mesajlar etkilidir. İletişimin en sağlıklı şekli,
söylenmek isteneni imalarda bulunmadan,
karşıdakinin kişiliğine saldırmadan, kendini
doğru biçimde ifade ederek, duyguları
belirterek kurulan, doğrudan, net ve dürüst
iletişimdir.
26
İstiridye Mantarı (Pleurotus ostreatus),
kavak mantarı, yaprak mantarı, Lamelli
Soluk İstiridye Mantarı (pleurotus
pulmonarius) olarak çeşitleri ve isimleri
vardır...
28
O düştükçe insanlar neden seviniyorlardı?
Havaya düşüyordu ilkin Cemre, peki bunu
nasıl yapıyordu? Peki suya düştüğünde
boğulmuyor muydu? Sonra toprağa
düşüveriyordu.
Birinin fotoğrafını çekerken makineyi
kişinin göz seviyesinde tutun. Çocuklar
söz konusuysa, bu onların boyuna inmeniz
gerekiyor demektir.
34
Makedonya
Güneydoğu Avrupa’da, Balkan
Yarımadası’nın ortasında yer alan
Makedonya Bulgaristan, Sırbistan,
Arnavutluk ve Yunanistan arasındadır.
54
Çanakkale
Bu vatan toprağının üzerinde hür ve başı
dik olmanın bedeli, şehit kanlarıydı…
Anaların gözyaşları, yetimlerin baba hasreti
ve genç yaşında dul kalan kadınlarımızın
ağıtlarıydı…
34
54
SENCE
2013
Piri Reis Yılı
Dünya coğrafyacılık tarihinin hiç şüphesiz ki en önemli ismi
Piri Reis, o ünlü dünya haritasını 9 Mart -7 Nisan 1513 tarihleri
arasında çizmiştir.
P
iri Reis’in günümüze gelen üç eserinden birincisi1513 tarihli Dünya
Haritasıdır. Haritanın 1/6 parçası elde bulunmaktadır. Kalanı yani
asıl büyük parçası kayıptır, bulunamamıştır. Buna karşın eldeki parça bile Büyük Keşifler Çağına ilişkin çok önemli, bir belgedir
6
SENCE 2013 Sayı 1
Piri Reis’in günümüze gelen üçüncü
eseri ise İstanbul ile Amerika Kıtası arasındaki alanı içeren Bölgesel Haritasıdır. Ne yazık ki bu haritanın da tamamı
değil, Amerika Kıtası’nın orta ve Kuzey
Bölümünü içeren ¼ parçası günümüze
kadar gelmiştir. Buna rağmen elimizdeki
parça bile keşifler tarihi için olduğu kadar kartografya tarihi içinde önemli bir
eser olup, bilim çevrelerince “haritacılık
şaheseri’’ olarak değerlendirilmektedir.
2013 Pîrî Reis Dünya Haritası
(1513)’nın 500.Yılı
Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ,Kamu kurum ve kuruluşlarının, vakıf ve derneklerin Piri Reis
Haritası(1513)’nın 500.Yılı ile ilgili
çalışmalarındaki politikaların ve etkinliklerin belirlenmesi, hazırlanacak projelerin değerlendirilip, uygulamaya konulabilmesi ve Piri Reis
Haritası(1513)’nın 500.Yılına yakışır
evrensel nitelikte çalışmaların ortaya
konulmasının sağlanması amacıyla bir
“Üst Kurul” oluşturulmuştur.
Üst Kurul, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Araştırma ve Eğitim Genel Müdürü
UNESCO Fransa’nın Başkenti Paris’te gerçekleştirdiği 36. Genel
Konferansında, ülkemizin teklifi üzerine 2013 Yılını Piri Reis
Haritası Yılı ilan etmiştir.
Doç. Dr. Ahmet ARI’nın başkanlığında
konuya ilişkin önemli katkılar sağlayan
Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme
Bakanlığı Müsteşarlık Müşaviri Prof.
Dr. İdris BOSTAN ve Deniz ve İçsular
Düzenleme Genel Müdürü Cemalettin ŞEVLİ ile birlikte Piri Reis Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Kamil
SAĞ, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. İskender PALA, Milli Savunma Bakanlığı’nı temsilen İstanbul Deniz Müzesi Komutanı Kurmay Albay
Fatih ERBAŞ, İstanbul Üniversitesi
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fikret SARICAOĞLU, İstanbul Teknik Üniversitesi
Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Levent
KIRVAL ve Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Müjdat
ÖZBAHÇIVANOĞLU’ndan oluşmaktadır.
2013 yılı, Piri Reis Haritası (1513)’nın
500.Yılı Kutlamaları kapsamında Üst
Kurulca hazırlanan eylem planı 2 Ekim
2012 tarihinde Kültür ve Turizm, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme ve
Milli Savunma Bakanlarının katıldığı
bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyurulmuştur.
Başbakanlık Tanıtma Fonu Kurulu’na
sunulan ve kabul gören “2013 yılı Piri
Reis Haritası (1513)’nın 500.Yılı” adlı
proje kapsamında Ocak ayı itibari ile
çalışmalara başlanmıştır. 2013 yılı
boyunca gerçekleştirilecek etkinlikler
Kültür ve Turizm Bakanlığı sitesinden
duyurululmaktadır. Buna göre:
UZMAN GÖZÜ
Piri Reis’in günümüze gelen ikinci eseri; Dünyanın ve Akdeniz’in ilk Seyir
Hidrografi, ilk ekonomik ve sosyal kitabı, ilk deniz atlası gibi özellikleri olan,
daha çok Kitab-ı Bahriye olarak bilinen
Bahriye adlı eseridir. Eser, bu özellikleri ile XVI. Yüzyıl Akdeniz ve adalarının
Coğrafi durumlarını, buralardaki halkların yaşamlarını, ekonomik ve sosyal
yönleri ile de anlatan, XVI. Yüzyıl Akdeniz’ini günümüze getiren eşsiz bir
kültürel mirastır. Aynı yıllarda yazılmış
Akdeniz’e ilişkin benzeri eserlerden
üstün ve gerçekçi olduğu, Dünya Bilim
Çevrelerince de kabul edilmektedir.
1. Piri Reis’in 1513 ve 1528 tarihli iki
orijinal haritasını, Kitab-ı Bahriye’sini
ve Kitab-ı Bahriye’den yararlanılarak
yapılan eserlerini de içeren 20 günlük
bir sergi, Topkapı Sarayı Müzesinde
açılmıştır. (23.01.2013)
2. Piri Reis Anı Parası 25.01.2013 tarihinde satışa sunulmuştur.
3. Piri Reis hatıra pulu ve ilk gün zarfı
18.04.2013 tarihinde PTT Genel Müdürlüğü tarafından basılacaktır.
4. 09 Nisan 2013 tarihinde Milli Piyango İdaresi Genel Müdürlüğünce 2013
Piri Reis Dünya Haritası (1513)’nın
500.Yılı anısına piyango çekilişi yapılacaktır.
5. Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü ve Piri
Reis Denizcilik Derneği işbirliğinde
“Osmanlı Donanması Gemileri; Kalyon ve Kadırga” konulu ödüllü model
yarışması düzenlenecektir. Yarışma
sonucu 27 Eylül 2013 tarihinde yapılacak konferans ve tören esnasında ilan
edilecektir..
SENCE 2013 Sayı 1
7
SENCE
Mobbing
Av. Neşe BALCI
S
on zamanlarda çalışma hayatında sıkça kullanılmaya başlayan mobbing sözcüğü ile çalışma hayatının ne ilgisi vardır?
Bazı çalışanlar işyerinde mobbinge uğradığını söylemektedir. Öyleyse nedir
bu mobbing?
Yıldırma veya İş
Yerinde Psikolojik
Terör MOBBİNG!
8
SENCE 2013 Sayı 1
Mobbing, bir grup insanın bir kimseye
veya başka bir gruba sosyal kabadayılık yapması şeklinde tanımlanmaktır.
Leymann göre “mobbing ya da psikolojik terör”; çalışanlar arasında veya
üstler ile çalışanlar arasındaki çatışma
yüklü iletişim olarak tanımlanmaktadır.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunun Psikolojik Taciz (mobbing)
ile Mücadelede İşletme Rehberine
göre; bir davranışın mobbing olarak
adlandırılabilmesi için:
Çalışma Hayatı
1- İşyerinde gerçekleşmesi
2- Bir veya daha fazla kişi tarafından
gerçekleştirilmesi,
3- Bir veya daha fazla kişiye yönelik olması,
4- Sistemli bir şekilde yapılması,
5- Düşmanca ve ahlakdışı bir yaklaşımla gerçekleştirilmesi,
6- Süreklilik kazanmış bir sıklıkla tekrarlanması, Kişiyi sindirme, pasifize
etme ya da istifaya yöneltme maksadı taşıması gerekmektedir.
Bu açıdan baktığımızda münferit bazı
kötü davranışlar mobbing olarak değerlendirilmemektedir. Her işyerinde
olabilecek geçici, strese ve iş yoğunluğuna bağlanabilecek tartışma ve kavgalar, çekişmeler, olumsuz davranışlar,
süreklilik arz etmeyen davranış şekilleri münferit olmaları kaydıyla psikolojik taciz sayılmazlar.
Mobbing Kimlere ve Nasıl
Uygulanmaktadır
Genel anlamda baktığımızda psikolojik taciz, iş hayatında başarılı olmaya
aday kişilere karşı uygulanmaktadır.
Bu kişiler işlerini diğer çalışma arkadaşlarına göre çok iyi yapmakta, bu
nedenle çevrelerinden takdir görmekte ve olumlu mesajlar almaktadır. Bu
kişiler çevresinde sevilen, saygı gören,
çalışma ilkelerinden taviz vermeyen,
dürüst, güvenilir kişiler olarak karşımıza çıkmaktadırlar (Mobbing sonuç
bildirgesi).
Mobbinge uğrayanların gelecekte
yükselmeleri kaçınılmazdır. Çünkü başarılıdırlar. Başarıya ulaşmak için her
gayreti göstermektedirler. Bu durum,
kendi yerinden endişesi olan üst amirleri ve gerekse yükselmeyi hedefleyen
diğer çalışanları rahatsız etmektedir.
Öyleyse bu duruma bir son verilmeli
ve başarıya doğru giden çalışan engellenmelidir. Yöntem ise bellidir. Her
türlü psikolojik taciz denenecek ve çalışan bezdirilerek ya çalıştığı birimden/
kurumdan ayrılması sağlanacak, ya da
çalışma azmi ve heyecanı yok edilecek
ve kişiyi tehdit olarak algılayanlar için
tehdit nedeni ortadan kaldırılacaktır.
Mobbinge uğrayan bir çalışanın hayatı ve düşünceleri maalesef böyledir.
Hayat anlamsızlaşmıştır onun için.
Sonunda, kişi ya içine kapanmıştır ya
da kurumdan ayrılmıştır. Mutsuzdur,
kendisini ifade edememektedir, yakın
çevresi ona inanmamaktadır. Kendisine, bu kadar da kötülük yapılmaz denilmektedir. Neden sadece sen denilmektedir. Kusuru kendisinde araması
gerektiği söylenmektedir. Artık o da
kendisinden şüphe etmeye başlamıştır. Hayata olan bağlılığı azalmıştır. Dayanma gücü kırılmıştır.
İlk aşamada, kişinin yapmış olduğu
çalışma, gösterdiği performans yeterli görülmemektir. Hep daha fazlası
istenmekte, ortaya çıkardığı iş beğenilmemektedir. Her defasında çalışan
amirinin odasından azarlanmış, aşağılanmış, onuru zedelenmiş bir biçimde
çıkmaktadır. Kişiye onun mesleği ile
bağdaşmayacak işler de verilmelidir.
Kimsenin çalışmak istemediği yerlerde
çalıştırılmalıdır.
Mobbingi Kimler Uygularlar
Kişi kurumunda yapacağı bir işi kalmadığını ve acilen kurum değiştirmesi
gerektiğini düşünmektedir. Gittiği yeni
kurumdu kendisini ispat edeceğine
inanmaktadır ya da bu beceriksizlikle
artık hiçbir yerde iş bulamayacağı kanısındadır.
Mobbing konusunda araştırma yapan
Leyman, mobbing uygulayan kişinin
özelliklerini; aşırı kontrolcü, korkak,
nevrotik ve iktidar açlığı olan kişiler
olarak tanımlamaktadır. Ek olarak
mobbing uygulayanın, patron olması
Mobbingin, çoğunlukla üst düzey yönetim kademesindeki çalışanlar tarafından uygulanmakta olduğu ve üst
düzey yöneticilerde bir meslek hastalığı olarak sık görüldüğü bilinmektedir.
SENCE 2013 Sayı 1
9
SENCE
mobbingin nedenleri şöyle anlatılmaktadır;
“İşletme yönetimindeki sorunlardan
kaynaklanan nedenler; İşletmelerdeki
katı hiyerarşik yapılanma, iletişim için
yeterli kanalların oluşturulmaması,
yetki ve görev süreçlerindeki belirsizlikler psikolojik tacizin gelişimine zemin hazırlamaktadır.
nedeniyle yaptıklarını hak olarak görmesi, şişirilmiş benmerkezcilik, narsist
kişilik, çocukluk travmaları da özellikleri arasında sayılmaktadır.
Bu kişilerin, güç konusunda hırslı, o
kurum ya da birim için vazgeçilmez
olduğunu düşünen, ayrıcalıklı olmak
isteyen, kendine güven ve benlik değerlerinde boşluklar olan, başkaları
üzerinde kontrol kurarak otoriter
hissetmeye ihtiyaç duyan, aile yaşantılarından memnun olmayan, mesleki
deneyimleri oldukça iyi ancak teorik
bilgi eksiklikleri olduğu da ilave edilmektedir. Kendi kurallarını işyerinin
kuralları haline getirmeye çalışan kişiler de baskı ve şiddet uygulayabilmektedirler.
Mobbing Çeşitleri
a- Düşey Psikoşiddet ( Mobbing) : Sadece üst yönetimden alt kademelere
yöneltilmiştir
b- Yatay (Fonksiyonel) Mobbing: Aralarında fonksiyonel ilişkilerin bulunduğu kişiler arasında söz konusudur.
10
SENCE 2013 Sayı 1
Genelde eşit koşullar içinde bulunan
çalışanların çekememezlik, rekabet,
kişisel hoşnutsuzluk gibi gerekçelerle birbirlerine uyguladıkları psikolojik
şiddettir.
c- Dikey Psikoşiddet: Çalışanın yöneticiye psikolojik şiddet uygulamasıdır.
Dikey mobbing çok yaygın değildir. En
çok rastlanılanı düşey ve yatay mobbingdir. Üst yönetimin ve çalışma arkadaşlarının uyguladığı psikolojik şiddet en yaygın olanıdır.
Kişisel ve kişilik sorunlarına bağlı nedenler; Psikolojik tacizi sistematik
biçimde uygulayanların genel profiline bakıldığında, bu kişilerde önemli
kişilik sorunlarının bulunduğu, benmerkezci, narsist, baskıcı vb. olarak tanımlanabilecek kişilik özelliklerinin ön
planda olduğu görülmektedir. Personel seçiminde, mesleki nitelikler kadar
kişisel nitelikler de dikkate alınmalıdır.
Bireysel ayrımlara bağlı nedenler; Psikolojik tacizin nedenleri arasında; yaş,
cinsiyet, siyasi görüş, din, etnik köken,
felsefi inanç vb. farklılıklara bağlı ayrımcı yaklaşımlar da yer alabilmektedir.”
Yine, bu konuya yapmış olduğu araştırmalara öncülük yapan Leyman ise
mobbingin nedenlerini;
Yükselmek arzusundaki çalışanlar
kendilerinden bir adım önde olduğuna inandıkları diğer çalışanın yolunu
kesmek için şiddet uygulamaktadır.
Kendisinin eksik yönlerini kapatmak
için diğerinin yeteneksiz olduğunu
göstermek zorundadır. Bunun için ne
gerekirse yapılmaktadır.
1.Birisini bir grup kuralını kabul
etmeye zorlamak,
Mobbingin Nedenleri
Bunlara ek olarak Mobbingcinin kötü
kişiliği, patron olması nedeniyle ilahi
hak olarak görmesi, şişirilmiş benmerkezcilik, narsist kişilik, çocukluk travmaları vs. de sayılabilir.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonunun Psikolojik Taciz (mobbing)
ile Mücadelede İşletme Rehberinde
2.Düşmanlıktan hoşlanmak
3.Can sıkıntısı içinde zevk arayışı
4.Önyargıları pekiştirmek
olarak sıralamaktadır.
Mobbingin Zararları Nelerdir
Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonunun
Mobbing Alt Komisyonu tarafından
hazırlanan Ocak 2011 tarihli “Mobbing Sorunu ve Çözüm Önerileri Raporunda” Psikolojik şiddetin kimlere
ne kadar zarar verdiği belirtilmektedir.
Raporda, Mobbingin kişiye, aileye, kuruluşa ve Devlete verdiği zararlardan
bahsedilmektedir. Anılan raporda
a. Kişiye verdiği zararlar; Bireyin psikolojik, fiziksel sağlığını ve fizyolojik
sağlığını ne denli olumsuz etkilediği,
kişinin ayrıca maddi yönden zarar gördüğü, çalışanın motivasyonunu düşürdüğü, çalışma verimliliğini düşürdüğü,
ekip olarak çalışma ruhunu yok ettiği,
kişiyi depresyona sokarak ilaç kullanımını körüklediği, kişinin sigara, alkol
ve uyuşturucuya yöneldiği,
b. Aileye verdiği zararlar; Aile bir bütün olduğu, ailenin bir üyesi üzüldüğünde ailenin tamamının üzüleceği,
Morali bozuk olan bir anne ya da babanın çocuklarının da bundan olumsuz etkileneceği ve İşyerinde psikolojik tacize uğrayan bir kişinin, yaşadığı
olumsuzluğu ister istemez aile ortamına taşıyacağı,
c. Kuruluşa verdiği zararlar; İşyerinde
psikolojik taciz sonucunda, çalışanın
veriminin düştüğü, güven duygusunun sarsıldığı, kuruluşa karşı aidiyet
duygusunu yok ettiği, personelin bu
durumdan kaçmak için başak işler
aradığı, hizmet verdiği insanlara kaliteli hizmet vermeyeceği, müşterileri
başka şirketlere yönelteceği, bir personelin gitmesiyle bir çok müşterinin
kaybedileceği,
d. Devlete verdiği zararlar; Günümüzde devletlerin kalkınmışlık düzeylerinin fiziksel sermayeye ilaveten beşeri
ve sosyal sermaye ile de ölçüldüğü,
beşeri sermayenin bireyin bilgisi ve
tecrübesinden oluştuğu, Ülkemizin
beşeri sermaye yönünden AB ortalamasının çok gerisinde ve herhangi
bir AB üyesi ülke ile arasında uçurum
olduğu, Ülkemizin beşeri sermaye potansiyeli yönünden çok güçlü olmasına
rağmen, bunu üretimde değerlendirmemesinin, ülkemizin gelişmiş ülkeler
ile arasındaki uçurumu daha da arttırdığı belirtilmektedir. Yine, Bir kişinin
tahsil hayatının yıllarca sürdüğü bu kişinin devletin imkânlarını kullanılarak
ortalama olarak 24 yaşında ancak işgücü piyasasına katılabildiği, tam tecrübe ile donanmasının ise ortalama
olarak 10 yıl aldığı, tahsil görmeden
iş hayatına atılanların da uzun bir çıraklık, kalfalık ve ustalık döneminden
sonra tecrübe kazandığı, akademik
personel ile mesleki olarak uzmanlaşmanın mutlak gerekli olduğu kariyer
mesleklerinde ise maliyetli, yorucu
bir sürecin sonucunda, kişinin bilgi
ve birikimi ile maksimum verimlilik
düzeyine ulaşabildiği, kısa olan insan
hayatında, uzun bir süreçte zorluklarla yetiştirilen insanlarımızın mobbing
gibi insan onuruna yakışmayan bir
davranışla bir anda pasifize edilmesiyle ülkemiz beşeri sermayesine çok
büyük zararlar verildiği, bir yandan
beşeri sermayeyi güçlendirmek zorunda iken, mevcut beşeri sermayenin
de mobbing yüzünden kaybedildiğini.
Mobbing’in insanlarımız arasında güven duygusuna zarar verdiğini, insanlarımızın kuruluşlara olan güven duygusunu sarstığını ve sonuçta karşılıklı
güven ilişkisinin sonucunda ekonomiye
yansıyacak artı değerin” oluşmadığını
belirtmektedirler.
UZMAN GÖZÜ
Sosyal nedenlerde mobbingin uygulanma sebepleri arasında sayılmaktadır. Bölgeler arası göç, yabancılaşma,
ortak çalışma kültürünün gelişmemiş
olması, dini ve etnik nedenlerde psikolojik taciz sebepleri arasında yerini
almaktadır.
Ayrıca, çalışılan kuruluşta da işgücü
kaybı oluşmakta, daha az üretim daha
fazla maddi kayıp meydana gelmekte
ve milli servet yok olmaktadır. Pek çok
emek ve sermaye sonucunda yetiştirebildiğimiz insan kaynağımız kaybedilmektedir. Aslında yitirdiğimiz şey
belki de geleceğimizdir.
Sonuç
Psikolojik taciz (mobbing) kavramı artık dilimize girmiş ve yerleşmiştir. Hiç
kimse işyerinde taciz olmadığını iddia edemez. Yıllardır farkında olarak
veya olmayarak mobbinge uğradığımız yadsınamaz bir gerçekliktir. Kendi
başımıza gelmiş veya bir arkadaşımız
psikolojik olarak tacize uğramıştır. Zaman zaman Çalışma hayatının doğal
akışı içinde değerlendirilmiş ve çoğu
zaman sineye çekilerek kişinin içine
kapanmasına sebep olmuştur. İşini
kaybetmek korkusuyla sessiz kalınmış,
kimseyle paylaşılamamıştır. Paylaşılsa
bile çogu kez diğerleri yapılanları görmezden gelmiş, sırtını dönmüştür.
Artık psikolojik tacizin bir yıldırma,
saldırı olduğu çalışanlarca bilinmeye
başlamıştır. Kişiler haklarını gerek kurumun yetkililerine iletmek ve gerekse
yargı yoluna başvurmak suretiyle aramaktadırlar. Bu hak aramaları olumlu
sonuçlanmaktadır.
Önemli olan çalışanların haklarını bilmesi ve onlara sahip çıkmasıdır.
SENCE 2013 Sayı 1
11
SENCE
Her Atık
ÇÖP ’müdür?
Hakan GÜLEY
En önemli soru en sondaki.. Farkında mıyız yoksa öylesine yaşayıp –hiç istemesek de- üzerinde
yaşadığımız bu eşsiz güzellikteki toprakların, bu toprakları çepeçevre saran denizlerin, hayat
damarlarımız olan nehirlerimizin, kılcal damarlarımız olan çayların, derelerin, su depolarımız
olan ve akarsularımızın dinlendiği göllerin, süratle kirlenmesine, yok olmasına sadece yaşam
tarzımızla sebep olduğumuzun… Farkında mıyız?
Y
azı dizimizin ilkinde kendimize birkaç soru yönelterek bir durum değerlendirmesi yapmayı öneriyorum.
Her atık çöp müdür?
• Kişisel ve hane halkı olarak ne kadar atık üretiyoruz?
• Ürettiğimiz bu atıklar nereye gidiyor?
• Ürettiğimiz atıkların hangisi veya ne kadarı gerçekten
çöp?
• Alışveriş yaparken, satın aldığımız ürünlerin ve ambalajlarının
çevreye olan etkilerini ne kadar düşünüyoruz?
KAYNAKTA
AYRIŞTIRMA
KAYNAKTA
AYRIŞTIRMA
GERİ KAZANILABİLİR GERİ KAZANILAMAYAN
GERİ
GERİ
DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR DÖNÜŞTÜRÜLEMEYEN
ATIKLAR
ATIKLAR
EVSEL ELEKTRONİK
VE TEHLİKELİ
ATIKLAR
12
SENCE 2013 Sayı 1
EVSEL SIVI ATIKLAR
• Yaşam tarzımız ne kadar çevreye uyumlu ?
• Farkında mıyız?
En önemli soru en sondaki.. Farkında mıyız yoksa öylesine yaşayıp hiç istemesek de üzerinde yaşadığımız bu eşsiz güzellikteki toprakların, bu toprakları çepeçevre saran
denizlerin, hayat damarlarımız olan nehirlerimizin, kılcal
damarlarımız olan çayların, derelerin, su depolarımız olan
ve akarsularımızın dinlendiği göllerin, süratle kirlenmesine,
yok olmasına sadece yaşam tarzımızla sebep olduğumuzun… Farkında mıyız?
Bu sorular bizi düşündüre dursun, biz yine birkaç yalın gerçeğin altını çizelim:
Çöp, işlevini yitirmiş ve kullanılamaz her türlü materyale verilen genel addır. Dolayısıyla ürettiğimiz ‘atık’ ların tamamının
çöp olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Çünkü çöp diyerek
attığımız birçok şeyin tamamı veya bir kısmı yeniden kullanılabilir, geri kazanılabilir veya geri dönüştürülebilir.
Tekrar kullanılabilen atıklar çöp değildir.
Birimizin çöp diye attığı bir şey bir diğerimizin işine yarayabilir, tekrar kullanılabilir.
Çevre
Geri dönüştürülebilen atıklar çöp değildir.
Kağıt, karton, plastik, metal ve cam ambalaj malzemeleri çöp
değildir. Yeniden kullanılamayanlar geri kazanılarak yeniden
ham madde haline dönüştürülmek için evlerde ve ofislerde
çöpten ayrı biriktirilmeli, belediye tarafından çöpten ayrı toplanmalı ve geri dönüşüm endüstrisine verilmelidir.
Geri dönüşüm, doğal kaynakların korunması demektir çünkü
geri dönüştürülmüş ham madde yenisine oranla çok daha az
elektrik ve su sarfiyatıyla üretilebilir. Sadece 1 metal içecek
kutusunun geri dönüşümünden elde edilen enerji ile 100
Watt’lık bir ampul 20 saat çalıştırılır. Geri dönüştürülen 1 ton
cam atık ile 100 litre petrol tasarrufu sağlanır. Geri dönüştürülen 1 ton kağıt/karton atık ile 17 ağacın hayatı kurtulur.
Plastik ambalaj ve atıklarının geri dönüşümünden, elyaf içeren tekstil ürünleri, atık su boruları ve marley gibi malzemeler üretilir. Kompozit (Süt ve meyve suyu kutuları) ambalaj
atıklarının geri dönüşümünden, karton koliler, yalıtım malzemeleri ve mobilya gibi ürünler üretilir.
Eğer yaşadığınız yerde belediye geri dönüştürülebilir atıkların ayrı toplanmasını sağlamıyor veya sağlayamıyor olsa
bile bu atıkları çöpten ayrı biriktirerek ve en yakın biriktirme
konteynerine atarak çevreye karşı vicdani sorumluluğumuzun, kanunlara karşı da vatandaşlık sorumluluğumuzun gereğini yapabiliriz.
3 ‘R’ Prensibi:
Dünyada bireylerin atıkla ilgili ilişkisini düzenleyen 3 ‘R’
prensibini (Reduce , Reuse, , Recycle) dilimize tercüme
edersek kendi atık desturumuzu üretebiliriz:
Azalt, Tekrar Kullan, Geri Dönüştür
Bunlara bir de yeni bir akım olan İleri Dönüşüm, yani geri
kazanılan bir veya birkaç malzeme ile yeni bir ürün üreterek
katkı sağlamak. Mesela kullanılmış diş macunu tüplerinden
çanta yapmak gibi.
Bundan sonraki yazımızda bu kavramların içine dalıp, her
birimizin uygulayabileceği pratik yöntemler ve alışveriş alışkanlıklarımızı gözden geçirerek nasıl çevreye daha az zarar
vererek, daha uyumlu yaşayabileceğimizi örneklerle anlatacağız.
Tekrar buluşmak ümidiyle
SENCE 2013 Sayı 1
13
SENCE
Paintball
14
SENCE 2013 Sayı 1
SPOR
Cem CEYLAN
G
ünümüzde takım halinde
gerçekleştirilen
sporlar
arasında bir tanesi hem
strateji önemi bakımından
hem de adrenalin açısından diğerlerinden ayrılmaktadır. Paintball’ın ta
kendisidir bu spor. “Boya topu” olarak
da bilinen “Paintball”, oyuncuların belli kurallar dahilinde rakip takım oyuncularını içi boya ile doldurulmuş küçük
plastik toplardan oluşan mermiler
atabilen silahlar aracılığıyla boyayarak
oyun dışı bırakmaya çalıştıkları bir takım ve strateji sporudur. Yakın zamana
kadar yalnızca hoş vakit geçirebilmek
amacıyla gerçekleştirilen bir aktivite
olarak düşünülmüş ise de, Paintball;
günümüzde spor olarak kabul edilmekte ve bu açıdan profesyonelleşme
adımları zaman içerisinde atılabilmektedir. Bu oyun genel hatları itibariyle,
fiziksel güçten daha çok takım ruhuna, yardımlaşma ve paylaşmaya, asıl
olarak ise stratejiye dayanmaktadır.
İşte bu özellikleri nedeniyle, stres atıp
eğlenilen ve hoşça vakit geçirebilmek
amacıyla düşünülen bir doğa sporu
olmanın da ötesinde, oyuncuların bireysellikten uzak, takım halinde çalış-
ma ve liderlik becerilerini geliştiren
bir spor olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu yüzden özel sektörde iş hayatında
insanları motive etmenin bir aracı olmuş ve insanların kişisel gelişim eğitimlerinde de sıkça ihtiyaç duyulan bir
konuma gelmiştir.
Oyunda kullanılan teçhizat olarak tabanca, boya mermileri, maske, oyun
için özel olarak tasarlanmış kostüm
kullanılmaktadır. Paintball için öncelikli güvenlik önlemi olarak her oyuncu için özel bir maske ya da kask gerekmektedir. Özel yapım paintball
silahları, mermi olarak içerisinde bir
miktar boya bulunan kapsüller atar.
Plastik benzeri bir malzeme ile kaplı
olan bu kapsüller, doğa dostudur ve
çevreyi kirletmeden kendiliğinden yok
olabilen bir özelliğe sahiptir. Kapsülün
içindeki boya ise gıda boyasıdır, yani
doğaya ve insanlara zarar verici bir
özelliğe sahip değildir. Paintball tabancaları; mermisini çok hızlı atar ve
çıplak vücuda geldiğinde çok can yakabilir. Bu sebeple gerekli önlemleri
almadan oynamak çoğu yerde tehlikeli ve yasaktır. Hatta bazen ciddi morluklara bile yol açabilir.
SENCE 2013 Sayı 1
15
SENCE
savaş ve strateji oyununda güvenli bir
şekilde kullanılabileceği düşünüldü,
ve böylece kısa sürede tüm dünyaya
yayılacak olan Paintball’ın yükselişi
başlamış oldu. Daha sonra ise düzenli sahalarda oyun organizasyonlarının
başlaması ve resmi turnuvaların düzenlenmesiyle bugünkü halini aldı.
Her geçen gün popülerliğini daha da
artırmakla birlikte artık spor organizasyonları arasında yerini almaya başlamıştır.
Amaç
Oyun; tamamen doğanın içinde yer
alan ağaç, çalı, kaya gibi doğal siperlerin kullanıldığı ve herhangi bir insan
müdahalesi bulunmayan alanlarda
oynanabildiği gibi, tahta, varil, lastik,
ağaç kütüğü, vb. cisimlerle barikat
kurularak tasarlanan bir alanda da oynanabilmektedir. Aynı zamanda eski
bir fabrika gibi kapalı alanlarda oynanması da mümkündür. Son yıllarda
ise özel bir saha yapılarak içerisinde
şişme geometrik şekillerin yer aldığı
(küp,koni,silindir,üçgen piramit, küre
vb.) bir alanda yapılan turnuvalar yaygınlaşmaya başlamıştır.
Tarihçe
Peki, Paintball nasıl ortaya çıktı, bu sorunun cevabına bakacak olursak eğer;
Paintball’ın 70’li yılların başlarında, bir
kaç Kuzey Amerikalı orman görevlisinin, ağaçları elle işaretlemek yerine
boya atan tabancaları kullanarak işlerini daha kolay ve keyifli bir hale getirmeye çalışmaları sonucu ortaya çıktığı
düşünülmektedir. Buna ek olarak kovboyların da ineklerini işaretleyebilmek
için bir yol bulmaya çalışmaları ve
böylece Paintball’ın ortaya çıktığı gibi
iddialar da bulunmaktadır. Bu başlangıç senaryoları sadece birer iddiadan
16
SENCE 2013 Sayı 1
ibaret olmakla birlikte, bu durum zaman içerisinde kovalamaca şeklinde
bir oyun halini almaya başladı. Oyun
olarak oynanmaya başlamasından
sonra herkesin kendi başına mücadele
ettiği bir kovalamaca sistemi olarak,
oyuncular birbirlerini kovalayıp “işaret tabancalarını” kullanarak boya
topu atıyorlardı. Tek kural kazanan
takımda yer almaktan geçiyordu. Son
üyesi kalan takım galip sayılmaktaydı.
Bu noktadan hareketle zaman içerisinde temel kurallar ve güvenlik önlemleri ortaya çıktı ve böylece Paintball
sistematik kuralları olan bir oyun halini almış oldu. Zamanla; “işaretleme
aletleri” (paintball silahlarının), bir tür
Oyundaki amaç; verilen görevi gerçekleştirmektir. Buna “senaryoyu uygulamak” da denir. Oyuncular senaryoyu
istedikleri gibi değiştirebilmenin yanında, mevcut senaryoya göre de oynayabilirler. Amaç belli bir süre içinde,
karşı takımın kalesindeki bayrağı ele
geçirmek ya da bir rehineyi kurtarmak
olabileceği gibi, başkanınızı güvenli
bir şekilde hedefe ulaştırmak, karşı
takımın tamamını elemek veya tek
başına vurulmadan kalan son kişi olmaya çalışmak, bir kaçağı yakalamak,
bir tepeyi savunmak veya ikili timlere
ayrılıp diğer timleri elemek gibi birçok
seçenekten de oluşabilir.
Oyunun temel kuralı çok basittir. Üzerine gelen mermi ile boyanan oyuncu
oyundan çıkar. Oyunun diğer kuralları
ise şöyle özetlenebilir;
• Rakibe ateş edilebilecek en yakın
mesafe 5 metredir, daha yakın mesafeden rakibe ateş etmek tehlikeli
olmakla birlikte kurallara da aykırıdır.
• Bir oyuncunun vurulmuş sayılması
için; oyuncunun vücudunun herhangi bir yerinden (el ve ayaklar
dahil) ve taşımakta olduğu ekipmanından (silah dahil) vurulması
gerekir.
• Oyunda başarılı isabet için; paintball mermisinin oyuncuya doğrudan temas etmesi gerekir, merminin bir maddeye çarpıp sıçraması
isabet sayılmaz.
• Oyuncular, oyun başlarken kendi
kalelerinin arkasındaki yerlerini almak zorundadır.
• Oyun; Başhakemin başlama düdüğü ile başlar. Düdük sesinden önce
ateş etmek tehlikeli ve kesinlikle
yasaktır.
• Oyunda belirli bir şekilde vurulan
oyuncunun da uyması gereken kurallar vardır, ellerini ve silahını başının üstüne kaldırır, belirlenmiş ceza
bölgesine gider veya paintball alanını hakem gözetiminde terk eder.
• Hakemin oyunu durduran düdük
sesinden sonra yapılacak her atış
oyuncunun ceza almasını gerektirir.
• Oyun içerisinde mermisi biten
oyuncu ellerini başının üstüne
kaldırarak hakemin de bulunduğu
belirlenmiş güvenli bölgeye gelerek mermi takviyesi yapar. Bu süre
zarfında oyuncuya ateş etmek kurallara aykırıdır. Mermisini aldıktan
sonra aynı şekilde terk ettiği sipere
dönerek oyuna devam eder.
• Eğer bir oyunda takımdaki bütün
oyuncular vurulmuş veya oyun dışı
kalmışsa oyun biter.
• Bir takıma ait tüm oyuncularda
mermiler biterse, mola alınır ve
mermi takviyesi yapılır, daha sonra
oyun kaldığı yerden devam eder.
• Oyun kurgulanmış bir senaryo
üzerinden oynanıyor ise, oyun senaryosunu başarıyla tamamlayan
takım oyunu kazanır ve oyun biter.
• Eğer belirtilen süre zarfında bir
takımın oyuncuları tamamen
elenmemişse veya oyun senaryosu başarıyla bitirilmemişse oyun,
hakemin saatine göre yani süreye
göre biter.
• Oyun; her set için 15 dakika olmak
üzere toplam 3 settir. Aralarda 5
dakikalık dinlenme süresi verilir.
• Herhangi bir sette vurulmuş bir
oyuncu ancak hakem gözetiminde
ve kendi kalesine en yakın bölgeden başlayarak oyuna devam edebilir.
• Bu belirtilen kurallara uymayıp
ceza alan oyuncular; ceza bölgesine gider, hakemin komutuyla bir
süre sonra tekrar oyuna katılır.
• Oyun için puanlama biçimi tarafların anlaşmaları ile şekillenebileceği
gibi standart bir puantaj yöntemi
de kullanılabilir.
Başlangıç amacı olarak “savaş”
kavramı üzerinde yoğunlaşmış bir
faaliyet olarak gözüken paintball,
insan içgüdüsündeki mücadele
olgusunu, stratejik düşünce ekseninde harmanlamış ve bu sayede
de hem bireyin ekip içerisindeki
konumunu olgunlaştıran hem de
takım çalışmasına ön ayak olan bir
spor dalı olarak karşımıza çıkmıştır.
Paintball ülkemizde, yeni yeni spor
faaliyeti olarak sayılmakta ve ayrı
bir federasyon kurma çabaları yer
alsa da, şu anda Türkiye Atıcılık ve
Avcılık Federasyonu bünyesinde
gerçekleştirilen ve düzenli olarak
da organizasyonların yer aldığı bir
spor branşı olarak karşımıza çıkmaktadır.
UZMAN GÖZÜ
Kurallar
Ayrıca bu federasyon bünyesinde düzenlenen bir de Profesyonel
Paintball Ligi mevcuttur. Bu spor,
ülkemizde diğer spor branşları ile
kıyaslandığında daha ufak bir yere
sahiptir. Ama her geçen gün daha
da gelişmekte ve yaygınlaşmaktadır.
Türkiye’de paintball olanağı sunan
birçok özel organizasyon da mevcuttur ve bu tür organizasyonlara
ulaşabilmek için gerekli bilgileri
internet ortamından kolaylıkla temin edebilirsiniz.
Oyun için gerekli olan tüm teknik
donanımı ise oyun esnasında temin edebilmektesiniz. Oyun başlamadan önce görevliler tarafından
size kuralları içeren bir bilgilendirme de yapılmaktadır. Böylece
adrenalin fırtınasına hazırsınız demektir. Keyifli vakit geçirebilmeniz
dileğiyle…
SENCE 2013 Sayı 1
17
SENCE
Aile İçi İletişim
Psikolog Rahime BEDER ŞEN
İ
letişim karşılıklı mesaj alışverişidir
ve her türlü karşılıklı ilişkinin en
önemli unsurudur. Aile içi iletişim,
aile bireylerinin birbirleriyle kurdukları ilişkileri içerir. Aile bireyleri
arasında olumlu, dengeli ve sağlıklı iletişim kurulması, aileyi sağlıklı ve güçlü
kılar. Sağlıklı ailede her bir birey diğeriyle daha açık, daha net, daha sık ve
doğrudan iletişime geçebilir. Birbirlerinin söylemeye çalıştıklarını dinlerler
ve birbirlerini doğru olarak anlarlar.
İmalarda bulunmaz, birbirlerine kötü
söz söylemezler. Birbirlerine saygılıdırlar. İyi iletişim kuran ailelerde bireyler
birbirleriyle duygularını, düşüncelerini, ümitlerini, acılarını, sevinçlerini,
deneyimlerini, ihtiyaçlarını ve sorunlarını paylaşır. Aile bireylerinin birbirleriyle kurduğu açık ve dürüst bir
iletişim çok değerlidir. Çünkü etkili ve
sağlıklı iletişim kurabilen bireyler daha
mutlu yaşarlar.
İletişimde, karşılıklı konuşma ve diyalogların yanında, ne söylendiği, nasıl
söylendiği, niçin söylendiği, hangi ortamda söylendiği, ne zaman söylendiği, hatta ne söylenmediği de önemlidir. İletişimde söylenenler yanında
yüzdeki ifade, el kol hareketleri ve yü-
18
SENCE 2013 Sayı 1
zün duruşu, bedenin duruşu, ses tonu
ve o andaki duygunun ne olduğunu da
belirleyicidir. Bedenin duruşu ya da
hareketleri, karşıdakilere beklenti, tavır ve tutumlar hakkında bir bilgi verir
veya mesaj gönderir. Yani karşımızdaki
ile kurduğumuz iletişim, sözlü mesajlar yanında sözsüz mesajları da içerir.
Aile içi iletişimde de sözlü ve sözsüz
mesajlar etkilidir. İletişimin en sağlıklı şekli, söylenmek isteneni imalarda
bulunmadan, karşıdakinin kişiliğine
saldırmadan, kendini doğru biçimde
ifade ederek, duyguları belirterek kurulan, doğrudan, net ve dürüst iletişimdir. Sağlıklı bir iletişimde sözlü ve
sözsüz mesajlar kullanılarak konuşma
becerilerine olduğu kadar dinleme
becerilerine de dikkat edilmesi gerekmektedir. Aile içinde ve toplumsal
ilişkilerde sözel mesajlar kadar sözel
olmayanları da tanımak, bireyin sağlıklı iletişim geliştirme başarısını arttırır, karşısındakini daha iyi anlamasını,
kendisini daha iyi ifade edebilmesini
kolaylaştırır ve yanlış anlaşmaları azaltır.
Bir ailenin üyelerinin birbirleriyle kurdukları iletişimin kalitesi, hem bireysel
sağlıkları hem de aile sağlığı açısından
büyük önem taşır. İletişim becerileri
konusunda bilgilenmek ve bunları uygulamak, ailedeki iletişimin kalitesini
arttırır.
İletişimde göz teması çok önemlidir.
Eşinizle ve çocuğunuzla konuşurken
ya da onları dinlerken mutlaka gözlerine bakmalısınız ve aynı hizada olmalısınız. Çocuğunuzla konuşurken ona
üsten bakarsanız etkili olamazsınız.
İletişimde dinleme becerisi en temel
unsurdur. Herkes dinleme becerisine
sahip olduğunu düşünür ama genellikle tam anlamıyla dinlemek çok zordur. Eleştirme, söz kesme, karşısındakinin sözü bitmeden cümleye girme,
karşısındaki kendini tam olarak ifade
edemeden yorum yapma, konuşulanı
dinlemek yerine kendi söyleyeceklerini hazırlamak gibi yanlış dinleme kalıpları sergiler. Eskilerin deyişiyle “Can
kulağıyla dinlemek” bir beceridir. Etkili
iletişim geliştirebilmek için aktif dinlemeyi öğrenmek gerekmektedir. Aktif
dinlerken karşımızdakini yargılamaktan ve eleştirmekten uzak durmalıyız.
Karşımızdakinin yaşadıklarını daha
iyi anlamaya ve ne hissettiğini onun
gibi hissetmeye çalışmalıyız. Karşı-
Psikoloji
mızdakinin rahat konuşabilmesi için
fırsat vermek ve sessiz kalmayı becerebilmek de önemlidir. Ancak bu
şekilde rahatlayabilir ve durumunu
değerlendirebilir. Sessizce dinlerken
baş sallayarak, “evet”, “hı hı” diyerek
“Seni dinliyorum.” mesajı verilebilir.
İletişimde karşınızdaki kişinin ne söylemeye çalıştığını anlamak ve doğru
anladığınızdan emin olabilmek için
söylediklerini netleştirmeniz gerekir.
Ona sorular sorarak açılabilmesini ve
konu üzerinde ayrıntılı düşünebilmesini sağlayın. Örneğin “Sen ona yardım ettiğin halde o sana kötü mü davrandı? Sen bu durumda ne yaptın?”
Söylediklerini ve ne söylemek istediğini düşünüp kendi cümlelerinizle
belirtin. Örneğin “Yani sen onunla
barışmak için uğraştın ama o istemedi.” Duygusunu anlamaya çalışın.
Duygularını anladığınızı belli etmek
için aldığınız mesajları ona yansıtın.
Örneğin “Kızgınsın çünkü yanlış anlaşıldığını düşünüyorsun.” Konuşmanızdan sonuç olarak çıkarttığınız ana
fikri özetleyin. Örneğin “Sonuçta arkadaşından bu tepkiyi görmüş olmak
seni üzmüş anlaşılan.” “Bunu benimle paylaştığın için teşekkür ederim.”
diyerek konuşmayı sonlandırmak
mümkündür.
Bu tekniği uyguladığınızda elde ettiğiniz sonuç sizi rahatlatacaktır. Birini
bu şekilde dinlediğinizde karşınızdakinin kendisini ifade edip rahatla-
masına yardımcı olmanın yanında,
sorununu dile getirebildiği için çözümü üzerinde düşünebilmesine ve de
daha kolay bulmasına destek sağlamış olursunuz.
İletişimde bazen çatışma yaşamak
mümkündür. Ancak sık sık çatışma
yaşamak, tartışmak ya da anlaşılmamak “Ben Dili” kullanılarak önlenebilir. Örneğin, kızınız ödevlerini geç saatlere bırakıyor. Siz de bu durumdan
rahatsız oluyorsunuz.
“Sen ne biçim çocuksun! Laftan anlamaz mısın? Bu saatte ders yapılır mı?
(Sen dili)
“Sen şöylesin.”, “Sen böylesin.”, “Sen
yaptın.”, “Böyle söyledin.”, “Böyle
SENCE 2013 Sayı 1
19
SENCE
babası ile olumlu ve sağlıklı bir etkileşim içinde gelişmesi gelecekte uyumlu
kişilik geliştirmesinde çok önemlidir.
Ailede iletişim, karşılıklı saygı ve işbirliği büyük önem taşımaktadır. Aile
içi iletişim ve ilişkilerin yapısı, ailenin
işlevlerini sağlıklı bir biçimde yerine
getirip getirememesinde önemli bir
etkendir. Aileye çocuk katıldığında ailenin yapısı ve ailenin üyeleri arasındaki ilişkiler de değişir. Aile içindeki
iletişimin sağlıklı olması durumunda
olumlu benlik algısına sahip, özgüveni
gelişmiş, iç dünyası zengin, bakış açısı
geniş ve hoşgörülü bireylerin yetişeceği bilinmelidir. Ayrıca ailenizde birbirinizin özel hayatına saygı göstermek,
özellikle ergenlik çağında bunun doğal
bir ihtiyaç olduğunu bilmek önemlidir.
konuşmayı bırak!”, “Kes şunu!” vb.
ifadeler kullanıldığında karşımızdaki
kendini suçlanmış hisseder, kendisine değer verilmediğini düşünebilir,
savunmaya geçebilir. Bu da konuşmanın karşılıklı suçlamalarla devam
etmesine sonuçta da karşılıklı öfke
uyanmasına sebep olur. Üstelik esas
konudan uzaklaşılır ve sorun çözülemediği için, bu konu ileride de sorun
olmaya devam eder.
“Ödevini geç saatte yaptığın zaman,
sabah erken kalkmakta zorlanıyorsun
ve okula geç kalacaksın diye endişeleniyorum. Üstelik uykunu alamadığın
için dersleri de anlamakta zorlanmana sinirleniyorum. Ödevlerini saat
21:00’de bitirmeni istiyorum.” (Ben
dili)
Bu cümlede “ben dili” kullanıldığı için,
kişi kendisini suçlanmış hissetmez.
20
SENCE 2013 Sayı 1
Böylece asıl konudan uzaklaşmadan
dinlemeye devam eder. Cümlenin
yükünü kendi üzerinize aldığınız için
(“Ben üzülüyorum.”, “Kendimi kötü
hissediyorum.” vb.) karşınızdaki kendinde bu durumu düzeltmek üzere bir
sorumluluk hissetmeye başlar. Üstelik
son cümlede ne istediğinizi net bir şekilde söylediğiniz için, çözüme doğru
bir adım atmış olursunuz.
Çocuk ilk bilgileri anneden öğrenir.
Özellikle iletişim yeteneğinin gelişmesinde anne birinci derecede etkilidir. Ailede kullanılan dil ve iletişim
sayesinde çocuk yeni kavramlar kazanarak sosyal ilişkileri öğrenmekte, diğer insanlarla etkileşime girmektedir.
Sağlıklı anne-baba-çocuk iletişimi, çocuğun sağlıklı bir kişilik geliştirmesini,
başkalarıyla olumlu ilişkiler kurmasını
sağlar. Çocuğun aile ortamında anne
Aile üyeleri anne-baba-çocuk, dedenine-torun,
hala-dayı-amca-teyzeyeğen birbirleriyle fikir alışverişinde
bulunarak, birbirlerinin bilgi ve tecrübelerinden faydalanarak, birbirlerini
anlamaya, destek olmaya gayret ederek sağlıklı bir iletişim ortamı oluşturabilirler.
Ailede sağlıklı iletişim kurmanın temel
unsurları arasında birbirini can kulağıyla dinlemek, birbirinin duygu, düşünce ve davranışlarına saygı duymak,
birbirlerinin söylediklerini duymanın
yanında sözsüz mesajları ile beden dillerini de anlamaya gayret etmek, küskünlükleri uzatmamak, birlikte zaman
geçirmeye önem vermek, iyi ve kötü
günleri paylaşmak, ihtiyaç ve isteklere saygı duymak, destekleyici tavırlar içinde olmak, yaşanan çatışmaları
olumlu bir şekilde çözmeye çalışmak
bulunmaktadır.
UZMAN GÖZÜ
Aile içinde herkesin birbirine sevgisini söylemesi ve göstermesi, sık sık
güzel sözler söylemek, takdir etmek
iletişimi ve ilişkiyi sıcak tutar. Ailede
çocukların model alarak öğrendikleri
bilinmektedir. Çocuklarınızın nasıl yetişmesini istiyorsanız onlarla öyle iletişim kurmalısınız. Örneğin onlardan
güzel sözler duymak istiyorsanız siz
de onlara güzel sözler söyleyin.
Aile içinde sürekli olumsuz ve sürtüşmeli bir iletişimin varlığı, bireyleri
yıpratır hatta çeşitli sağlık sorunlarına bile neden olabilir. Bu sebeple aile
üyeleri aralarındaki iletişimin olumlu
ve sağlıklı olmasına özen göstermelidir. Ailede herkes birbiri ile ilgilenmeli, hatır sormalı, dertleşmelidir. Birbirinin duygularını anlamaya çalışmalı
ve onun gibi hissetmeye çalışmalıdır.
“Onun yerinde ben olsaydım…” diye
düşünmelidir.
İletişimde sabırlı olmak da çok önemlidir. Acele yorum yapmak, acele kararlar vermek yanlıştır. Sürekli eleştiren, suçlayan, ters cevaplar veren,
kalp kıran birisi olmaktan kaçınmak,
anlayışlı ve olgun olmaya gayret etmek sağlıklı bir beraberlik için gerekli
görülmektedir.
İletişimi engelleyici birtakım unsurlar
da sağlıklı bir beraberliği olumsuz etkiler. İletişim engelleri iletişimi keser,
bozar veya tamamen bitirir. İletişim
engellerinden kaçınmak kişinin fikirlerini ve duygularını çevresindekilere net ve tam olarak aktardığından
emin olmasını sağlar. Emir vermek,
yönlendirmek, gözdağı vermek, ahlak
dersi vermek, onun yerine karar vermek, ahkâm kesmek, nutuk çekmek,
mantıklı düşünceler önermek yargılamak, eleştirmek, suçlamak, aynı dü-
şüncede olmamak, ad takmak, alay
etmek, olayı küçümsemek, sınamak,
sorgulamak, oyalamak, konuyu saptırmak, yorumlamak, analiz etmek
iletişim engelleridir. İletişim engelleri
kullanıldığında karşıdaki kişi duygularının önemsiz olduğunu düşünür, değersizlik hisseder, öfke duyar, kişinin
kendisine olan güveni sarsılır, benlik
algısı düşer, kendisini değersiz hissetmesine sebep olur. İletişim engelleri
kişiyi karşı koymaya zorlar ve duygularını ifade etmesini engeller.
“Sen en iyisi şimdi televizyon izlemeyi
bırak, git biraz çalış.”
“Yani
bu yaptığına inanamıyorum. Aklı başında bir insan asla senin gibi davranmaz.” “Karanlıktan korkacak ne var?
Bebek misin sen? Bak ben hiç korkuyor muyum?” “Hadi doğru söyle aslında okula gitmedin sinemaya gittin.
O yüzden tuhaf davranıyorsun.”
İletişimde açık, dürüst ve net olmak
gerekir. Empatik iletişim bir insanın,
kendisini karşısındaki insanın yerine
koyarak onun duygularını ve düşün-
celerini doğru olarak anlaması aracılığıyla kurulan iletişimdir. Aile içerisindeki çatışmaların sebeplerinden biri
aile üyelerinin birbirleriyle yeterince
empati kuramamalarıdır. Kişi kendini
karşısındakinin yerine koyduğunda,
onun duygularını ve neden böyle bir
tepki verdiğini anlamaya çalıştığında
sorunlar daha kolay çözülür. Birbirlerinin duygularına karşı duyarlı olan
ve diğerlerinin ne hissettiğini anlamaya çalışan aile üyeleri, birbirlerine
daha fazla destek olabilir. Özelikle
sıkıntısı olan bir aile bireyinin diğerleri tarafından anlaşılması ve hareketlerine anlayış gösterilmesi, kişinin
sıkıntısını hafifletir ve kişiye öz güven
kazandırır.
Başarılı bir iletişimin temelinde sevgi
ve saygı vardır. Sevgi ve saygı ile kurulan iletişim insanı huzur ve mutluluğa
götürür. Ailenizle birlikte geçirdiğiniz zamanı olumlu ve sağlıklı iletişim
kurarak değerlendirmek önemlidir.
Çünkü aile yaşantısında huzur dolu bir
beraberlik her şeye bedeldir.
SENCE 2013 Sayı 1
21
SENCE
Sağlık
İstiridye Mantarı
Ümran ALINAK
“Doğal ürün için TADEF markalı
İstiridye Mantarını tercih ediniz”
İstiridye Mantarı Nedir?
İstiridye Mantarı (Pleurotus ostreatus), kavak mantarı, yaprak mantarı,
Lamelli Soluk İstiridye Mantarı (pleurotus pulmonarius) olarak çeşitleri ve
isimleri vardır...
İstiridye şeklinde olması nedeniyle ‘İstiridye Mantarı’ ismi verilen
bu mantar türü,
dünyanın pek çok yerinde yaprağını
döken ağaçlar üzerinde kat kat salkımlar şeklinde büyür. Sıklıkla talaş ya da
saman ortamında oldukça kolay büyüyebilen popüler mantarlardan biridir.
Hoş bir koku ve damak tadına sahiptir.
Kültür mantarı olarak da yetiştirilebilen çok az sayıdaki mantarlardan biridir. Sapı şapkasına göre eksantriktir.
Yani sap ile şapka bir merkezli değildir.
Bu tür mantarlar genelde doğada çok
az sayıdadır.
Çürümemiş ağaç artıkları, talaş, her
çeşit selüloz kaynağı (nemlendirilmiş
kağıt mendil bile olur), istiridye mantarı için uygundur. Reçineli ağaç artıklarında gelişmesi ve verimi daha azdır.
Kütükte yetiştiricilik yapacaksanız,
kütük üzerine matkapla delikler açıp,
bu deliklere mantarın miselyumundan
ekmeniz gerekir. Kütüğün alt kısmını
su dolu bir kabın içerisine günde 3-5
saat daldırmanız nem ihtiyacını karşılayabilir.
SENCE
İstiridye Mantarları (pleurotus) yaşamlarını çürükçül yada parazit olarak ağaçlarda yada ağaç kütükleri üzerinde sürdürürler.
İSTİRİDYE MANTARI yorgunluğu giderir, düşünme ve öğrenme
yeteneğini geliştirir ve bedenin gelişmesinde yardımcı olur.
Pleurotus ostreatus : Şapka gri den siyaha kadar ışık yoğunluğuna bağlı olarak değişmekte, kış şartlarına uygundur.
YAPRAK Mantarı barsakların çalışmasını sağlar.
Mantarın lezzet açısından farklıdır.Pazarda adına istiridye
mantarı da denilmektedir. Farklı yemeklere farklı tatlar katmaktadır. Soba üzerinde veya mangalda közlenerek yenilebilir. Meze yapımında da kullanılmaktadır. Çorbası harika olur...
Üretimi diğer mantarda olduğu gibi zahmetli olmasına karşın ekonomik olarak biraz daha karlıdır iyi bakıldığında verimde ciddi kilolar elde etmek mümkün.
İstiridye Mantarı’nın Faydaları
İstiridye Mantarının içindeki yağ oranının düşük olması nedeniyle kalbe iyi geldiği, kolesterolü düşürdüğü ve bu nedenle de bitkisel protein deposu olduğu ifade edildi.
Yapılan araştırmalarda iltihaplanmayı engelleyici aktivitesi
antibiyotik, antiviral, bağışıklığa etkisi ve kanseri engelleyici
aktivitesiyle çok sayıda hastalıkların tedavisinde rol aldığı
ifade ediliyor. Kavak mantarı, kolesterolü düşürücü özelliğiyle yemeğinin her çeşidinin önemli olduğu kaydediliyor.
Mantardaki ”Lentinian” adı verilen maddenin tümörleri
azalttığı bilinmektedir.
İSTİRİDYE MANTARI, beyin kanamaları, damar sertliği ve enfeksiyonlara karşı koruyucudur.
Cinsel gücü artırıcı özelliği vardır.
İstiridye Mantarı’nın Rda Değerleri
100 gr. İstiridye Mantarı yenildiğinde vücut için gereken
günlük, C vitamininin % 13’ünü, B1 vitamininin % 12’sini,
B2 vitamininin % 15’ini , (En yüksek B1 ve B2 vitaminine
sahip olan mantar türüdür.), Niacin’in % 40’ını (Kandaki iyi
kolesterol miktarını yükseltir.), Folik Asidin % 25’ini (Anemiyi durdurur ve tedavi eder.), Pantothen Asidin % 25’ini (Cildi
güzelleştirici etkisi vardır.) Karşılanmaktadır.
Yaprak Mantarının Faydaları
Kalsiyum, fosfor, potasyum, demir ve bakır yönünden zengin olan mantar şeker, kalp, damar hastalıkları ve aneminin
düşmanıdır.
Vitamin deposu olan İSTİRİDYE MANTARI, insan sağlığını
koruyucu B vitaminleri (B1, B2, B3, B5, B7) C ve D vitamini
yönünden zengin bir besindir.
Bağışıklık sistemini güçlendiren mantar, bünyeyi hastalıklara karşı korur.
YAPRAK Mantarın bilinen en iyi bitkisel protein kaynağı olduğunu belirten uzmanlar, “Vücut hayvansal gıdalarla protein kadar da yağ alıyor ancak mantarda yağ oranı neredeyse sıfır. Mantarla vücut saf protein alır” demektedirler. Etin
yerini tutan mantarın, protein değeri etten fazladır.
İSTİRİDYE MANTARI’nın kolesterolü düşürücü özelliği vardır. Yağ oranı yok denecek kadar düşük olan ve kesinlikle
kolesterol içermeyen mantarlar, sağlıklı diyet listelerinde
kullanılır.
24
SENCE 2013 Sayı 1
Soya Soslu İstiridye Mantarı
Malzemeler:
250 gr istiridye mantarı,
2 yemek kaşığı soya sosu,
2 yemek kaşığı zeytinyağ,
2 diş sarımsak.
Hazırlanışı:
Mantarları yıkayıp saplarını kesip atın, Soya sosu,
ezilmiş sarımsak ve zeytinyağını bir kapta karıştırın,
Mantarları bir tavaya dizip sosu üzerine gezdirin, Ateşe alıp kapağını kapatın ve kısık ateşte suyunu çekene
kadar pişirin. Afiyet olsun…
Sembol
Hayat Ağacı
Dr. Süleyman GÜNGÖR
Hayat Ağacı
İnsan oğlu başlangıçtan bu yana semboller üretmiştir. Bu onu diğer omurgalı organizmalardan ayıran özelliklerden birisi
olarak sayıla gelmektedir.
Semboller, bir düşüncenin taşındığı ve
temsil edildiği soyutlamalar olarak ortaya çıkmaktadır. Bir de işaretler vardır ki,
sembollere benzemekle birlikte, gösterdiği şeyle daha doğrudan bir ilişki içerisindedir. En basitinden trafik ışıkları buradaki
işaretlerin örneğini oluşturmaktadır.
İşaretler ile sembollerin temel ortaklıkları,
toplumsal uzlaşmanın ürünü olmalarıdır.
Neyi gösterdiği konusunda yaygın bir mutabakat, hem sembolleri hem de işaretleri
anlamlı kılmaktadır.
Sembolleri işaretlere kıyasla daha derinlikli kılan özellikler ise, onun bir dizi çağrışım, yan anlam, metafor ve sistematik bir
bütüne ait olmak gibi sıralanabilir. Örneğin halı ve kilim motifi olarak da kullanılan
hayat ağacı, sadece bir desen ve görsel
tasarım değildir. O esatiri bir birikimi taşımaktadır. Dünyanın birbirinden uzak bölgelerinde de görülen bu desen, Türk halı
ve kilimlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Selçuklu seramiklerinde de bu desene yer verildiği bilinmektedir. Bunların en
güzel örnekleri Kasımiye Medresesi ve Yakutiye Medresesi duvarlarında görülebilir.
Sonsuzluk düşüncesini taşıyan ve dile
getiren hayat ağacı, kamın cezbelenmesi (trans) sürecindeki yükselişine aracılık
eden kutlu ağaca da gönderme yapmaktadır.
Hayat ağacı, Anadolu Türk’ünün dokumalarında eski hatıraları taşırken, günümüzde Rusya Federasyonu içerisinde yer alan
Çuvaşistan bayrağında ve Çuvaş milli armasında taşınmaktadır.
Hayat ağacı örneğinden de görüldüğü
gibi sembollerin dili, zaman ve sınır aşırı
bir nitelik taşımaktadır. Dünya ile uyum
sağlamak yanılgısının hamalları olarak
folklorik deyip geçtiğimiz desenlerle, milli
bir bütünün varlığına silinemez damgalar
vurulmuştur. Mardin’de bir Selçuklu mimari abidesinden, Balkanlar ya da Ege’de
bir halıdan Çuvaş bayrağına uzanan bir
bütünlük kör gözlerimize uzanan bir ikaz
parmağı gibi durmaktadır.
SENCE 2013 Sayı 1
25
SENCE
Cemre
Yasemin GÜNGÖR
Kar eriyivermiş, buz kırılmış;
Kuşlar gibi azad olmuş sular,
Toprağa düşer düşmez ilk cemre.
Arzın bağrında bin yol açılmış,
Aktıkça akmış, şad olmuş sular;
Dağ başlarından ta denizlere
Cahit Sıtkı Tarancı
26
SENCE 2013 Sayı 1
Sonraları öğrendim ki baharın müjdecisiymiş CEMRE. Kabuslarım da bu bilgi ile bahara dönüşüvermişti. Cemre
için artık üzülmez olmuş, hatta üstüne
üstelik bir de mutluluk kaplayıvermişti
küçük yüreğimi. Cemre düştükçe bir
sonraki düşüşünü bekler olmuştum.
En son toprağa düşmesiyle birlikte ve
işte BAHAR. Şimdi artık Cemre, soğuk
günlerin geride kaldığını, sıcak günlerin başladığı haberini getiren müjdecim.”
Eskiler yılı kasım ve Hızır günleri olarak
ikiye ayırır; Kasım günlerine kış, Hızır
günlerine ise yaz derlermiş. Kasım
179 gün sürer ve 8 Kasım’da başlar.
Hızır ise 186 gün sürer ve 6 Mayıs’ ta
Hıdrellez ile birlikte başlar.
İlkbahara doğru, yedişer gün arayla önce havada, sonra suda, nihayet
toprakta meydana gelen sıcaklık yükselişine cemre denir. Cemreler kışın
soğuk günlerini geride bıraktığımızın
müjdecisidir.
İşte cemrelerin düşüşü de Kasım günlerinde olur. Birinci Cemre Kasımın
105 inci gününde havaya, ikinci cemre 112’sinde suya ve üçüncü cemre
119’unda toprağa düşer.
Arapça olan cemre sözcüğü “kor halindeki ateş” anlamına gelmektedir. Şubatın 20’sinde havaya, 27’sinde suya
ve Mart’ın 6’sında toprağa söylenir.
Böylece, düştüğü yerleri ısıttığı kabul
edilir.
Hayat
“E
n büyük korkum olmuştu çocukluğumda
Cemre’nin düşmesi.
Kimdi bu Cemre? Neden hep düşüyordu? O düştükçe insanlar neden seviniyorlardı? Havaya
düşüyordu ilkin Cemre, peki bunu nasıl yapıyordu? Peki suya düştüğünde
boğulmuyor muydu? Sonra toprağa
düşüveriyordu. Acaba dizleri acımış
mıydı? Rüyalarımda hep bir Cemre
kabusu görüyor, O’nu kurtarmak için
çeşit çeşit mücadeleler veriyordum.
En sonunda yorgun, bitkin bir şekilde
uyanıyordum. Sevmiyordum o yüzden
Şubat ayını Mart’a bağlayan mevsim
geçişini. Oysa bahar geliyordu…
Yılın Kasım ayının bugünleri 20 Şubat,
27 Şubat ve 6 Marta rastlar. (Şubatın
29 çektiği 4 senede bir 5 Mart’ a rastlar.)
SENCE 2013 Sayı 1
27
SENCE
Fotoğraf Çekmenin
Püf Noktaları
28
SENCE 2013 Sayı 1
Sanat
Sahibe Bahar ALBAN
Fotoğrafını Çektiğiniz Kişinin
Gözünün İçine Bakın
açısı sizi resmin içine çeken kişisel ve
davetkar bir duygu yaratır.
Gerçek yaşamda olduğu gibi, fotoğraf
çekerken kişinin gözünün içine bakmak arada bir bağ oluşturur. Birinin
fotoğrafını çekerken makineyi kişinin
göz seviyesinde tutun. Çocuklar söz
konusuysa, bu onların boyuna inmeniz gerekiyor demektir. Çektiğiniz
kişinin her zaman makineye bakması gerekmez. Tek başına göz seviyesi
Sade Bir Arka Plan Kullanın
Sade bir arka plan fotoğrafını çektiğiniz objenin daha iyi görüntülenmesini
sağlar. Makinenizin vizöründen bakarken çektiğiniz objenin çevresini inceleyin. En sevdiğiniz yeğeninizin kafasından çıkan antenler, kulaklarından
sarkan arabalar olmaması için özen
gösterin.
Dış Mekanda Flaş Kullanın
Parlak gün ışığı yüzde istenmeyen
derin gölgeler oluşturabilir. Yüzü aydınlatmak için flaş kullanarak gölgeleri yok edin. Güneşli havalarda insan
resmi çekerken flaşınızı açmayı unutmayın. Dolgu flaşı (fill-flash) modunu
ya da tam flaş (full-flash) modunu seçebilirsiniz. Fotoğrafını çektiğiniz kişi
en fazla 1,5 metre uzaklıktaysa dolgu
flaşı, daha uzaktaysa tam flaş modu
SENCE 2013 Sayı 1
29
SENCE
gerekebilir. Dijital bir fotoğraf makinesiyle sonuçları incelemek için fotoğraf
görüntüleme panelini (LCD ekran) kullanın.
Bulutlu günlerde varsa sürekli flaş
modunu seçin. Flaş insanların yüzünü
aydınlatır ve yüz hatlarının öne çıkmasını sağlar. Bulutlu günlerin hafif ışığı
bazen hoş sonuçlar verebildiğinden,
flaşsız olarak da fotoğraf çekmeyi deneyin.
Daha Yakına Gidin
Fotoğrafını çektiğiniz nesne arabadan
daha küçük bir objeyse, deklanşöre
basmadan bir, iki adım yaklaşıp zoom
kullanın. Amacınız fotoğraf karesini fotoğrafını çektiğiniz objeyle doldurmak
olmalı. Yakın çekimle, kalkmış bir kaş
ya da serpiştirilmiş çiller gibi anlam katacak ifadeler yakalayabilirsiniz.
Ancak fazla yakına giderseniz fotoğrafınız bulanıklaşır. Çoğu fotoğraf
makinesinin en yakın odak mesafesi
yaklaşık 90 cm ya da makinenizden bir
adım uzaklıktadır. Fotoğraf makinenizin en yakın odak mesafesinden (emin
olmak için makinenizin kullanım kılavuzuna bakın) daha yakına giderseniz
fotoğraf bulanık çıkar.
Fotoğrafını Çektiğiniz Objeyi Tam
Ortalamayın
Sahnenin tam ortası, gösteri yapan
kişi için bulunmaz bir yerdir. Ancak,
fotoğraf karenizin tam ortası için aynı
şeyi söylemek doğru değil. Çektiğiniz
nesneyi fotoğraf karesinin tam ortasından hafif yana kaydırarak, fotoğrafınıza hayat verin. Vizörünüzde
karelerden oluşan bir oyun tahtası
olduğunu varsayın. Şimdi fotoğrafını
30
SENCE 2013 Sayı 1
Otomatik odaklı bir fotoğraf makineniz varsa, bu tür makinelerin çoğu
vizörün ortasında bulunan nesneye
odaklanacağından, odağı kilitlemeniz
gerekir.
Odağı Kilitleyin
Çektiğiniz obje, fotoğrafın tam ortasında değilse net bir fotoğraf elde
edebilmek için odağı kilitlemeniz gerekir. Otomatik odaklı fotoğraf
makinelerinin çoğu fotoğrafın
merkezinde ne varsa ona
odaklanır. Ancak fotoğraf
kalitesini artırmak için
çoğu zaman çektiğiniz
nesneyi tam ortadan
hafif yana kaydırmanız gerekir. Bulanık
bir fotoğraf çekmek
istemiyorsanız, önce
çektiğiniz nesne tam
ortadayken odağı kilitlemeli, ardından da
nesne ortadan yana kayacak şekilde kompozisyonu değiştirmelisiniz.
Odağı genellikle üç adımda kilitleyebilirsiniz. Önce, nesneyi tam
ortaya yerleştirin ve deklanşörü yarım basılı halde tutun. İkinci olarak,
deklanşör hala yarım basılı halde makinenizi oynatarak nesneyi ortadan
yana kaydırın. Üçüncü ve son olarak,
fotoğrafı çekmek için deklanşöre tam
olarak basın.
Flaşınızın Etki Mesafesini Öğrenin
Flaş kullanılırken yapılan en yaygın
hata flaşın etki mesafesi dışındaki
nesneleri çekmektir. Bu neden yanlış?
Flaş etki mesafesinin uzağından çekilen fotoğraflar karanlık olacağı için bu
yanlıştır. Birçok fotoğraf makinesinde
maksimum flaş etki mesafesi 4,5 metreden (yaklaşık 5 adım) daha kısadır.
Sizin makinenizin flaş etki mesafesi nedir? Makinenizin kullanım kılavuzuna
bakın. Bulamadınız mı? O zaman işi şansa bırakmayın. Çekeceğiniz nesneden 3
metreden daha fazla uzaklaşmayın.
Çektiğiniz nesne üzerine fazla ışık düşmesini istemiyor musunuz? O halde
ya kendiniz yer değiştirin ya da çektiğiniz nesnenin yerini değiştirin. Manzara fotoğrafı çekerken, ışığın kavuniçine
çaldığı ve tüm arazi boyunca uzanıp
gittiği sabahın erken ya da akşamın
geç saatlerini deneyin.
Sanat
çektiğiniz nesneyi tahtadaki karelerden birine yerleştirin.
Birkaç Dikey Resim Çekin
Fotoğraf makineniz dikey duramıyor
mu? Dikey fotoğraf çekmek için yana
doğru hiç yatırmadıysanız elbette duramaz. Dikey bir fotoğrafta her
tür nesne daha iyi görünür.
Sarp kayalar üzerindeki bir
fenerden Eiffel Kulesine,
bebek havuzunda zıplayıp duran 4 yaşındaki
yeğeninize kadar her
şey. O halde bundan
sonraki denemenizde fotoğraf makinenizi yana yatırıp dikey
bir iki resim çekmeye
özen gösterin.
Yönetmen Gibi Düşünün
Işığa Dikkat Edin
Fotoğrafını çektiğiniz nesneden
sonra fotoğrafın en önemli öğesi
ışıktır. Işık çektiğiniz fotoğraftaki
her şeyin görünümünü etkiler. Anneannenizi çekerken, yandan vuran
parlak gün ışığı kırışıklıkları belirginleştirir. Oysa bulutlu bir günün
loş ışığı aynı kırışıklıkları gizler.
Fotoğraf çekerken denetim
sizde olsun; fotoğrafların kalitesinin ne kadar arttığını siz de görün.
Yalnızca bir fotoğrafçı gibi değil bir film
yönetmeni gibi hareket edin. Film yönetmeni her şeyi kontrolünde tutan
kişidir. Yer seçimini yönetmen yapar:
“Herkes arka bahçeye çıksın.” Aksesuarları yönetmen seçer: “Kızlar, pembe
gözlüklerinizi takın.” İnsanları yönetmen organize eder: “Şimdi biraz daha
yaklaş ve kameraya doğru eğil.”
Kaynak: kodak.
SENCE 2013 Sayı 1
31
SENCE
Çevrecilik
Yunus Şevki KİBAR
32
SENCE 2013 Sayı 1
Elbette hemen hemen her şeyde olduğu gibi sloganlaşmış kalıplar yansımıyordu günlük pratiğimize. Yıllarca
çöpler alınmadığı için birçok kentte
çöp yığınları arasında yaşamak zorunda kalmıştı insanımız. Hala insanlar
buldukları her şeyi, özellikle arabalarının camından atmaktan vazgeçemediler, memur şehri denen başkent
Ankara’da bile. Tabi, yeni yerleşim
bölgelerinde dahi insanların yürümesi için kaldırım yapmayan bir zihniyetin yaklaşık 20 yıldır seçim kazanarak
hüküm sürdüğü bir şehrin ahalisinden
çok şey beklediğimin de farkındayım.
Bu zihniyetin bir yansıması ülke geneline de hâkim yıllardır. Bunun en
iyi örneklerinden biri hidroelektrik
santralleri, nam-ı diğer HES’ler. Son
yıllarda enerji üretimine katkılarından
çok verilen çok sayıda izinle, yürütmeyi durdurmalarla, sonuç olarak çevre
katliamı ve köylülerin yaptığı protesto
gösterileri ile gündemdeki yerini koruyan HES’ler. Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulu’nun verilerine göre 2011 yılında verilen 150 HES lisansı ile birlikte
2011 yılsonu itibariyle 760 HES lisansı
verilmiş durumda.
HES lisanslarıyla derelerin kullanım
hakkı 49 yıllığına özel şirketlere veriliyor. Bu kullanım hakkı ile sadece
enerji elde edilmeyeceği, dere yatağından maden çıkarmak, paketlenmiş
su pazarlamak dâhil birçok farklı ticari
alanda gelir elde etmenin mümkün
olacağı ifade ediliyor. Hatta derelerin
etrafında yaşayan köylülerin çiftçilik
için kullanacağı dere suyunu da lisans
verilen bu özel şirketlerden parayla satın almak zorunda kalacağı belirtiliyor.
teliğinde olduğunu, dünya nüfusunun
oldukça önemli bir kısmının susuzluk
çektiğini düşündüğümüzde, suyun,
enerji kaynağının kendisinden daha
önemli bir hale gelebileceğini öngörmenin müneccim olmayı gerektirmediği aşikâr.
Kendi doğal kaynakları, zenginlikleri
ve ülke geleceği için bu kadar önemli konuların hiç gündeme gelemediği
bir başka ülke örneği bulmak sanırım
oldukça zordur. Su savaşları senaryolarının konuşulduğu bir dönemde
ülkemizdeki derelerin kullanım hakkının bu kadar “gönül rahatlığıyla” özel
şirketlere verilmesi gerçekten insanı
hayrete düşürecek ölçüde ilgi çekici.
Özellikle içme suyunun “paketlenmiş
bir ticari meta” olarak tüketilmek zorunda kalındığı bir dönemde…
Üzerinde durulması gereken bir diğer
husus da yabancılara toprak satışının bu kadar gündemde olduğu bir
dönemde, hidroelektrik santralleri
aracılığıyla derelerin, ırmakların ve
dolayısıyla suyun ve dere yatağında
bulunan madenlerin de özel şirketler
üzerinden yabancıların tekeline geçmesi tehlikesinin kamuoyunda hiç tartışılmıyor olması.
Karadeniz’in cennet köşelerinden Fırtına Deresi, Senoz Deresi vb. bir derenin üzerine 17 adet HES yapılması için
lisans verilmesi, o bölgelerin doğal
yapısının talan edilmesi, oradaki canlı
türlerinin soyunun tükenmesi, çiftçiliğin bitirilmesi ve bunun sonucu olarak
köylerin tamamen boşalması anlamına gelecektir. Zaten HES’lerin bu kadar
tartışılması ve tepki çekmesinin bir
nedeni de genel olarak doğal güzelliği
ile insanları hayran bırakan noktalarda
kurulması.
Çevre
U
zun yıllar önce bir siyasi
partinin pankartını görmüştüm. Sanıyorum Çevre Haftası idi. Pankartta
“Çevrecilik milliyetçiliktir.” deniyordu.
Milliyetçiliğin vatanseverlik olarak algılandığı ve yaşandığı bir ülke için çok
anlamlı bir pankarttı ki aradan 20 yıldan fazla zaman geçmesine rağmen
hala hatırımda kalabilmiş.
Burada şunu özellikle belirtmekte fayda görüyorum. Ülkemizin kalkınması
için enerji kaynaklarına ihtiyacı olduğu
ve bu ihtiyacın her geçen gün arttığı,
enerjide dışa bağımlılığın kırılması için
uygun stratejilerin ve bu stratejilere
uygun programların yürürlüğe konması gerektiği ortadadır. Ancak bunu
yaparken, ülkenin doğal güzellikleri,
canlı yaşamı, yöre halkının menfaatleri korunabilmeli ve tekelleşmenin
önüne geçilebilmelidir.
Toplam enerji üretimine %2-%5 arasında bir katkı yapacağı belirtilen
HES’ler için bütün canlı yaşamı, ülkenin doğal güzellikleri, tatlı su kaynakları ve dere yatağındaki madenlerin
yabancıların tekeline bırakılması tehlikesi ile karşı karşıya kalınmakta.
Bir Kızılderili atasözünde dendiği gibi
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç
yok olduğunda, son balık öldüğünde,
beyaz adam paranın yenmeyen bir
şey olduğunu anlayacaktır.” Birçok doğal güzelliğimizi yanlış politika, kentleşme ve yapılaşma ile kaybetmiş bir
ülke olarak, ülke için en önemli akciğer
vazifesi gören son noktaların kıymetini çok daha geç olmadan anlayabiliriz
umarım.
Bununla birlikte; dünyadaki suyun oldukça küçük bir bölümünün tatlı su
olduğunu ve yine tatlı suyun ise çok
küçük bir kısmının içilebilir kaynak ni-
Yine bir başka Kızılderili atasözünün
dediği gibi “Bize bu dünya atalarımızdan miras kalmadı, çocuklarımızdan
ödünç aldık.”
SENCE 2013 Sayı 1
33
SENCE
Makedonya
Devletin Adı: Makedonya Cumhuriyeti
Başşehri
: Üsküp
Yüzölçümü : 25.713 km²
Nüfusu
: 2.050.000
Resmi Dili : Makedonca
34
SENCE 2013 Sayı 1
Gezi
Mavrova
Para Birimi: Makedonya Dinarı (MKD
Bağımsızlık Günü: 17 Eylül 1991 (Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlığına kavuşmuştur)
Milli Bayram: Devrim Günü, 2 Ağustos (1903)
Anayasa: 17 Kasım 1991’de kabul edilen anayasa, devletin
yasal temelini oluşturmuştur.
Konum: Güneydoğu Avrupa’da, Balkan Yarımadası’nın ortasında yer alan Makedonya Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk
ve Yunanistan arasındadır.
Coğrafi Konumu: 41 50 N, 22 00 E
Haritadaki Konumu: Avrupa
Yüzölçümü: 25,333 km²
Sınırları: toplam: 766 km
Sınır Komşuları: Arnavutluk 151 km, Bulgaristan 148 km, Yunanistan 246 km, Sırbistan 221 km
Sahil Şeridi: 0 km (kara ile çevrili)
Denizleri: yok (kara ile çevrili)
İklim: Yazları ılıman ve kuru, sonbahar ayları oldukça soğuk
rüzgarlı ve kar yağışlı geçer.
Arazi Yapısı: Dağlık arazi derin havzalar ve vadilerle çevrilidir,
ülke üç büyük göle sahiptir ve Vardar Nehri ile iki parçaya bölünmüştür.
Deniz Seviyesinden Yüksekliği: en alçak noktası: Vardar Nehri 50 m; en yüksek noktası: Golem Korab (Maja e Korabit)
2,753 m
Doğal Kaynakları: Krom, kurşun, çinko, manganez, tungsten,
nikel, demir, asbest, kükürt, kereste, işlenebilir topraklar
Toprakları: Tarıma elverişli: %22.01
Sürekli Ekilen: %1.79
Diğer: %76.2 (2005 verileri)
Sulanan Arazi: 550 km² (2003 verileri)
Doğal Afetler: Yüksek deprem riski
Bağımsızlık Günü: 17 Eylül 1991 (Yugoslavya’dan ayrılarak
bağımsızlığına kavuşmuştur)
Milli Bayram: Devrim Günü, 2 Ağustos (1903)
SENCE 2013 Sayı 1
35
SENCE
Üsküp Taşköprü
Kaybolan Şehir
Anayasa: 17 Kasım 1991’de kabul edilen anayasa, devletin yasal temelini oluşturmuştur.
Ekonomiye genel bakış: Makedonya bir tarım ülkesidir. Halkın %40’ı tarımla uğraşmaktadır. İthalatın%95’i sanayi ürünlerinden oluşmaktadır. Tarım ürünleri ithalatı yüksek koruma
altındadır. İç piyasada darlık görülen tarım ürünlerinin kota
sistemi ile ithaline mevsimlere göre izin verilmektedir. Eski
Yugoslavya Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin dağılmasıyla
Makedonya’nın bulunduğu bölge henüz siyasi istikrara kavuşmadığı için yabancı yatırımcılar bu ülkede yatırım yapma
yönünde ilgi göstermemektedir. Yabancı sermayeyi çekecek
teşvik tedbirleri yeterli ve cazip görülmemekte, dolayısıyla
mevzuattan kaynaklanan sebepler bulunmaktadır.
Üsküp ki Yıldırım Bayazıd Han diyârıdır
Evlâd-ı Fâtihân’a onun yâdigârıdır.
Firûze kubbelerle bizim şehrimizdi o;
Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle biz’di o.
Üsküp ki Şar-dağ’ında devâmıydı Bursa’nın
Bir lâle bahçesiydi dökülmüş temiz kanın.
Üç şanlı harbin arş’a asılmış silâhları
Parlardı yaşlı gözlere bayram sabahları.
Ben girmeden hayatı şafaklandıran çağa,
Bir sonbaharda annemi gömdük o toprağa.
İsâ Bey’in fetihte açılmış mezarlığı
Hulyâma âhiret gibi nakşetti varlığı.
Vaktiyle öz vatanda bizimken, bugün niçin
Üsküp bizim değil? Bunu duydum için için.
Kalbimde bir hayâli kalıp kaybolan şehir!
Ayrılmanın bıraktığı hicran derindedir!
Çok sürse ayrılık, aradan geçse çok sene,
Biz sende olmasak bile, sen bizdesin gene.
Yahya Kemal BEYATLI
Ohri Gölü kenarında Samoil Kalesi
36
SENCE 2013 Sayı 1
Shangay Beşlisi
Çin Halk Cumhuriyeti
Rusya
Kazakistan
Kırgızistan
Tacikistan
örgütün amaç, prensip, yapı ve işleyişini belirleyen Şhangay İşbirliği Örgütü
Beyannamesini imzalamışlardır. Ayrıca zirvede bir “anti-terör ajansı”nın
kurulmasını öngören bir anlaşma da
imzalamışlardır.
1
996’da yılında oluşturdukları yapılanma Şhangay Beşlisi olarak anılıyordu. 2001 yılında Özbekistan’ın katılımıyla üye sayısını altıya çıkmıştır.
Şhangay’da 26 Nisan 1996 yılında toplanan beş ülke, “Sınır Bölgelerinde Askeri Güvenin Derinleştirilmesi Anlaşması”nı imzalayarak Şhangay
Beşlisini kurmuşlardır.
Şhangay Beşlisi yıllık görüşmeleri 1998’de Almatı, 1999’da Bişkek ve 2000 yılında ise Duşanbe’de yapmıştır. 2001 yılındaki Saint Petersburg Zirvesindeki
görüşmeler Şhangay İşbirliği Örgütü’nün kuruluşu ile sonuçlanmıştır. Üyeler
Dünya petrol üretim ve kullanım pazarının yarısından fazlasını elinde
bulunduran örgütte, Hindistan, İran,
Moğolistan ve Pakistan’da gözlemci
olarak bulunmaktadır. Sözkonusu örgüt ABD’ye karşı etkili bir kutup oluşturmaktadır. ABD karşıtı ilk ciddi adım,
2005’te atılmıştır. Şhangay İşbirliği Örgütü zirve toplantısında, ABD’ye Orta
Asya’daki askeri varlığına son verme
çağrısı yapılmıştır. Bunun üzerine, Özbekistan’daki ABD askerleri ülkeyi terk
etmişlerdir. Türkiye 2012’de, Şhangay
İşbirliği Örgütüne Diyalog ortağı olarak katılmıştır.
SENCE 2013 Sayı 1
37
Gizliliği
SENCE
Özel Hayatın
Ülkü DAVUTOĞLU
T
oplum içinde bireylere bağımsızlık ve itibar sağlamakta olan özel
hayatın gizliliği başka bir ifade ile
mahremiyet, bir hak olarak yasal
güvence altına alınması gereken temel insan ihtiyaçlarından biridir. Günümüzde gelişmiş ülkelerde sıkı bir şekilde korunmaya
çalışılan mahremiyet ve kişisel veri kavra-
38
SENCE 2013 Sayı 1
Güncel
mının önemini, kavramların birbrileri
ile ilişkisini, teknolojinin konu üzerindeki etkilerini incelemeden önce konunun tarihçesine kısaca baktığımızda
mahremiyet kavramının makro açıdan 19. yüzyılda yeşermeye ve önem
kazanmaya başladığını görmekteyiz.
Mahremiyet kavramı, dünya literatürüne ilk olarak Samuel Warren ve Louis Brandeis tarafından “yalnız bırakılma hakkı” olarak tanıtılmıştır. Warren
ve Brandeis’e göre “bireylerin kendilerine ait fikir ve duyguların hangilerinin
toplumdaki diğer bireylere aktarılıp
aktarılmayacağı konusunda karar verme ve istediğinde yalnız kalma hakları” vardır ve bireylerin rızası olmadan
onlara ait olan bilgiler kamu ile paylaşılamaz. Warren ve Brandeis’ten sonra mahremiyet üzerine bir çok tanım
daha yapılmış, dünya genelinde mahremiyetin bir hak olduğu konusunda
genel bir kanı oluşmuştur. 20. yüzyılda
ise mahremiyete yönelik saldırılar artmış; özellikle, pazarlama, kredi, sigorta faaliyetlerinin artması kişilere ait
hassas bilgilerin toplanmasına hatta
pazarlanmasına yol açmış daha sonra
bu veri toplama yöntemi devlet tarafından güvenlik ve kamu yararı gibi
nedenler için kullanılmıştır. Bireyler
hakkında veri toplanması bu yüzyılda
bazı aydınların dikkatini çekmiş, mahremiyet ve mahremiyetin korunması
üzerine yoğunlaşılmış ve 20. yüzyılın
sonlarına doğru uluslarası anlamda
çalışmalar başlamış, anlaşmalar imzalanmış ve yasal düzenlemler yapılmıştır.
Peki mahremiyet neden önemlidir
ve bir hak olarak görülmektedir? Bu
sorunun oldukça basit bir cevabı bulunmaktadır: bireysel özgürlük ve
saygınlık. İzlendiğini kendisi hakkında
bilginin kamu ile paylaşılacağını bilen
bireyler, gerek tehdit algısıyla gerekse toplumun istediği gibi davranma
konusunda baskı hissetmeleri nedeni
ile davranış ve düşünceleri üzerinde
söz hakkı sahibi olamamaktadır. Özel
hayatın gizliliğinin korunmadığı yerde,
ifade özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü gibi kavramlardan bahsetmek de
mümkün olmayacaktır.
Günümüzde mahremiyete ilişkin yasal
düzenlemelerin bir çoğu kişisel verilerin korunmasını içermekte, özel hayatın gizliliğinin korunması ilk olarak
kişisel verilerin korunmasından geçmektedir. Kişisel veri, bir kişiyi tanımlayabilecek herhangi veri ya da veriler
topluluğunu ifade etmektedir. Bireylerin sağlık biligileri; finansal bilgileri;
nerede olduklarına, ne yaptıklarına,
hobilerine, alışkanlıklarına ilişkin bilgiler; kimlik bilgileri (TC Kimlik No vb);
yaptıkları haberleşmelere ilişkin ayrıntılar, telefon numaraları, adresleri, aile
bilgileri, hatta görüntüleri kişisel veriler kapsamında ele alınmalıdır.
Teknolojinin gelişmesi kişisel verilerin
tehlikelere daha açık hale gelmesini
sağlayarak mahremiyetin korunmasının önünde büyük engel teşkil etmektedir. Teknoloji hayatmızı bir yandan
kolaylaştırırken bir yandan da bazı
olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Kişisel verilerin daha kolay ulaşılabilir
hale gelmesi bu olumsuz sonuçların
en önemlilerindendir. Gelişen teknoloji sayesinde kişisel veriler rahatlıkla
ele geçirilebilmekte, saklanabilmekte
ya da paylaşılabilmektedir. Bilhassa
telekomünikasyon teknolojileri başlı
başına bir tehdit unsurudur. Zira, her
bir telekomünikasyon işlemi (arama,
aranma, internete bağlanma, mesaj
atma mesaj alma) kişinin kendi hakkında kişisel veri oluşturmasına neden
olmaktadır. Trafik verisi, telekomünikasyon hizmetinden yararlanan her
kullanıcının kiminle, ne zaman, ne kadar süre irtibata geçtiği, konum verisi
ise kullanıcıların nerede olduğu hakkında bilgi vermektedir. Bu durumda
yaptığımız her görüşme, attığımız her
mesaj bizim hakkımızda başkalarına
veri üretmektedir. İnternet bankacılığı, e-ticaret, bulut bilişim, MOBESE
ve sosyal medya gibi uygulamalar
mahremiyet konusunda tehdit oluşturmaktadır. Buraya kadar saydıklarımız teknolojinin doğası gereği ortaya
çıkan kişisel veriler olmakla birlikte,
ne yazk ki, haberleşmenin içeriğinin
yasadışı dinlenmesi, gizli kameralar,
ortam dinleyiciler, siber saldırılar gibi
yollarla da kişilerin en hassas verileri
kanun dışı elde edilebilmektedir. Ayrıca, bankaların, hastanelerin, sigorta
şirketleri ya da diğer sektörlerde iş
yapan firmaların müşterilerinin kişisel
verilerini diğer firmalar ile paylaşması
da kişisel veri korunması ihlalidir ve
yasal değildir. Bu noktada; özel haya-
SENCE 2013 Sayı 1
39
SENCE
tın korunması açısından kişisel verilerin korunması büyük önem arz etmektedir. Koruma ancak ve ancak yerinde
ve yasal düzenlemelerin yapılması ile
gerçekleşebilir.
Ülkemizde mahremiyetin korunmasına yönelik yasal düzenlemelere bakıldığında konuya ilişkin yasal çerçevenin
eksikliği göze çapmaktadır. Normlar
hiyerarişine göre, ülkemizde en üst
düzey hukuk normu Türkiye Cumhuriyeti Anayasıdır. Eylül 2010 tarihinde yapılan değişiklik ile Anayasa’ya
özel hayatın korunması hakkı ile ilgili
hüküm eklenerek söz konusu hak
anayasal güvence altına alınmıştır.
Bununla birlikte Türkiye, 1981 yılında
OECD’nin “108 nolu Kişisel Verilerin
Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Şahısların Korunması Hakkında Sözleşme”sini imzalamıştır. Ayrıca
Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde
olan Ülkemiz, ulusal mevzuatını Birliğin direktifleri ile uyumlulaştırma çalışmalarını yürütmektedir. Avrupa Birliği uyumlaştırma çalışmalarına ve 108
nolu sözleşmenin imzalanmış olmansa rağmen halen yürürlükte kişisel
verilerin korunmasına yönelik çerçeve
40
SENCE 2013 Sayı 1
kanun bulunmamaktadır. Söz konusu
Kanun tasarı halindedir. Telekomünikasyon işlemleri sonucunda ortaya
çıkan kişisel verilerin korunması için,
sektörde düzenleme ve denetleme
yapma görev ve yetkisini haiz Bilgi
Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK)
üstüne düşen görevi yerine getirmiş;
konuya ilişkin Yönetmelik yayımlamış, hatta kişisel verilerin gizliliğine
aykırılık nedeni ile yaptırımlar uygulamıştır. Ayrıca, Kanunlar bazında; Türk
Ceza Kanunu, Türk Medeni Kanunu,
Borçlar Kanunu, Elektronik İmza Kanunu ve Bilgi Edinme Kanunu kişisel
verilerin korunmasına ilişkin hükümler içermektedir. Ancak tüm bunlar
Türkiye’de mahremiyetin dolayısıyla
kişisel verilerin yeterince korunduğu
anlamına kesinlikle gelmemektedir.
Tasarı halinde bulunan ‘Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun yürürlüğe
konmaması, koruma ve yaptırım konusunda çerçevenin eksik olmasına
sebebiyet vermektedir. Avrupa Birliği
de söz konusu tasarının yasalaşmamış
olmasını bir eksiklik olarak değerlendirmekte, bu hususu 2011 ve 2012
yılları İlerleme Raporlarında değinmektedir.
Bugün her birimiz neredeyse her gün
bilmediğimiz numaralardan aranmakta ve bir takım pazarlama stratejilerine maruz kalmaktayız. Kişisel verimiz
olan adımızı, numaramızı bize hiçbir
şekilde sormadan kim, ne hakla, kime,
ne şekilde veriyor? Benim verilerim
neden ortak veri havuzlarında yer alıyor? Ben neden “yalnız bırakılma hakkımı” kullanamıyorum ve bilmediğim
firmalar tarafından aranıyorum? Kapıya gelen kargocu bile ne hakla benim
TC kimlik numaramı istiyor? Toplum
kişisel verileri konusunda neden bu
kadar bu kadar bilinçsiz? Neden benim verilerim korunmuyor? Ortak veri
havuzu örneğinde olduğu gibi yasadışı
uygulamalar nasıl oluyor da yasalmış
gibi yansıtılıyor ve kimsenin sesi çıkmıyor? Kim bilir bugün hangi banka
benim hangi bilgimi benden izinsiz kiminle paylaştı neden kendimle ilgili bu
sürece müdahil olamıyorum? İşte tüm
bu sorular “gerekli yasal düzenlemenin ve yaptırımın olmayışı” şeklinde
cevaplanabilecektir.
Sonuç olarak; özellikle teknolojinin gelişmesi ile daha da kırılgan hale gelen
mahremiyet, ülkemizde; kişisel verilerin korunması ile ilgili eksikliklerin olması nedeniyle tam olarak korunamamaktadır. Oysa ki özel hayatın gizliliği
de diğer temel haklar gibi korunması
zorunlu haklardandır. Bu hakkın korunması adalet kavramı ile yakından
ilgilidir ve geciken adalet, adalet değildir. Bu konuda en büyük eksiklik
ise çerçeve Kanun’un olmayışıdır. Bu
nedenle Tasarı bir an evvel yasalaştırılmalıdır.
UZMAN GÖZÜ
23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı
2
3 Nisan 1920 günü. Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanarak ulusun egemenliğini ilan etmişti. O heyecanlı günü yaşamış olan bir büyüğümüz şunları
anlatıyor :
O gün, şimdiki Ulus Meydanında bir tabur piyade sıralanmıştı. Askerlerin arkasında
da Ankaralılar toplanmıştı.
Saat on dörtte, birkaç yüz kişilik bir kafile, başlarında Mustafa Kemal olduğu halde
Taşhan’a iniyordu. Bu bir avuç insan, yok edilmek istenen bir ulusu kurtarmak için
birleşmişlerdi. Hepsinin ümidi de Mustafa Kemal’de idi.
Ata’yı sevmek,
Vatanı bilmek,
Al bayrağımızla övünmek.
İşte bunun içindir ki!
23 Nisan her şey demek,
Keşke hiç büyümesek.
Büyük Millet Meclisi olarak kullanılacak taş binanın pencerelerine ufak bayraklar
asılmıştı. Binada başka bir olağanüstü durum göze çarpmıyordu. Sağdaki küçük kapıdan, önce Mustafa Kemal, mebuslar içeriye girdiler. Bir koridoru geçtikten sonra
sağdaki salona girdiler. Salonda tahta bir kürsü tam kapının karşısına konmuştu.
Oturmak için de okul sıraları dizilmişti. Salonu ısıtmak için bir soba kurulmuştu. Sobada eğri büğrü bir kaç boru yükseliyordu. Tavanda da bir gaz lambası sallanıyordu.
Herkes yerine oturunca, Sinop mebusu olan yaşlı bir zat başkanlık kürsüsüne geldi.
Meclisi açtı. Onun bu sırada yaptığı konuşma heyecanla dinlendi.
Meclisin ertesi günkü toplantısında, Mustafa Kemal, Mondros Mütarekesinden
beri geçen olayları açıkladı. Bundan sonra Büyük Millet Meclisi’nin hak ve yetkilerini belirten bir teklifi Meclise sundu. Bunun kabul edilmesiyle Büyük Millet Meclisi
yasama ve yürütme yetkilerini kazandı. O günkü toplantıda Mustafa Kemal Birinci
Başkan seçildi. Böylece Büyük Millet Meclisi Başkanı oldu.
DOĞAN KARDEŞ Dergisi’nden Alıntıdır
SENCE 2013 Sayı 1
41
SENCE
Dr. Süleyman GÜNGÖR
“Türk Övün,
Çalış, Güven”
İ
nsanın hayvanlardan farklı olduğu ve sayılacak olursa bu farkların
hayli uzun bir liste oluşturacağı
hepimizin bildiği bir şeydir. Düşü-
nürler, konuya yaklaşırken kendi ilgi
alanlarına göre öncelikler içeren ve
bu farkı vurgulayan ifadeler kullanmışlardır. Bunların başında da insana
“siyasal hayvan” diye filozof Aristo gelmektedir. Bu sözüyle anlatmak istediği
asıl nokta, insanın siyasal kavramlar ve
siyaset ilişkileri olmadan tanımlanamayacağı gerçeği olmalıdır.
Toplum dışında yaşayan insan olmadığı, bunun yalnızca hayal ürünü bir
Robinson Crusoe olabileceği ve hatta
onun da Cuma ile buluşması ile başlayan bir toplumsallığı yaşadığı düşünülürse, insan kaçınılmaz bir şekilde
iktidar ilişkileri içerisindedir. Siyaset
buradan itibaren görünürlük kazanmaktadır.
42
SENCE 2013 Sayı 1
Dolayısıyla bu alanı görmezden gelmek kolay ve doğru bir iş olmayacaktır. Görmezden gelinmesi bir yana
dünyayı, memleketi ve kendimizi hakkıyla kavrayabilmek için önemsenmesi
gereken bir alandır, siyaset.
Kanaatimce; siyaseti önemli bulmak,
vatandaş olarak siyasete dair soru ve
sorunları bilerek, kavrayarak ve farkında olarak cevaplandırmak şeklinde anlaşılmalıdır. Bunun birinci şartı,
kendini bilmek ve tanımlayabilmektir.
Bu tanım illaki genel geçer bir yafta olmak zorunda değildir, hatta olmaması
daha da iyi olabilir. Ancak birey olarak
durduğumuz bir yer ve duruşumuz olmalıdır. Aksi halde, alkışları ile gökleri
inleten kalabalıklar içinde savrulup aldatılma ihtimali çok yüksektir.
Yaşadığı ülkenin sınırları tırmalanan,
vatandaşı olduğu devletin adı tartışılan, medeniyet tarihine bıraktığı
kıymetli hatıralar ve insanlığın geleceğine engin ufuklar çizme kudretine
sahip Türk’ün adı bile örselenen bir
dönemde, siyaset bir kere daha önem
kazanmaktadır. Vurdumduymazlık sınır tanımaz bir salgın hastalık gibi çevreyi kuşatmış ve buna direnenlerde
de yılgınlık ve çaresizlik hissiyatı genel
hal almıştır. Bu şartlar, bireyi kendisine, topluma, devlete ve dünyaya dair
tezler içeren bir duruşa yani felsefi ve
siyasi bir tercihe zorlamaktadır.
Taşıdığı bütün hastalıklarına rağmen
Türkiye, partilerin yarıştığı bir demokrasiye sahiptir. Partilerin dışında (mevcutların birçoğu ucu belirsiz yerlere
uzanan emir-komuta zincirine bağlı
olsa da) vatandaş girişimlerinin varlık
gösterebildiği bir sosyo-politik zemin
bulunmaktadır.
Bu şartlar altında ve bu zeminde, insanların bireysel ve birlikte yapabilecekleri şeyler vardır. Atatürk’ün 1925
yılında yaptığı bir ihtar vardır ki, bu-
Öncelikle bu hitabı kendi üstüne alınan bir kişi
için, yılgınlık ve çaresizlik hissine yer yoktur.
Zira bu sözün ilk ihtarı, senin övünçlerle dolu,
tarihin seyrini defalarca değiştirebilmiş destan kahramanlarını gıpta ettirecek bir ecdadın
ve onların sana emanet bıraktığı mesuliyetlerin vardır. Ardından bu ecdada layık olmak
ve omuzlarındaki sorumluluğu hakkıyla ifa
edebilmek için gayret göstermen gerekmektedir. Çünkü sen bir mirasyedi olarak kalamaz
ve atadan, dededen kalanları satıp günü kurtaramazsın. Bu sebeple sen, yorulmak bilmez
bir çalışma ve seferberlik haliyle çabalamak
zorundasın. Bu sözün sonunda da, Türk’ü
içine düştüğü son Ergenekon’dan çıkartan
Bozkurt’un bir muştusu yer almaktadır: Güven! Yüklendiğin ilahi ve tarihi vazifenin şuuruyla çalışırsan, semeresini toplayacağından
endişen olmasın. Güven, öncelikle kendine ve
yapabilme kudretine yöneliktir. Aynı zamanda
güven, giriştiği bir işi başaracağından şüphesi
olmayanların duygu durumunun resmidir.
“Türk övün, çalış, güven” badireler atlatmış
bir milletin fertlerine hitaben söylenmiş ne
kadar da yerinde bir uyarı ve çağrıdır. Düşününce bu uyarı, Necm suresinin 39. Ayetindeki “Doğrusu insana çalışmasından başka
bir şey yoktur.” ilahi fermanı ile ne kadar da
örtüşmektedir.
Kısacası, insan olmak hasebiyle toplum halinde ve siyasetin etkisi altında yaşadığımızın
farkında olarak içinde bulunulan şartları anlamak, kavramak ve tanımlamak yükümlüğü
taşıdığımızın bilinci ile yapılması gerekenleri
tespit edip yola çıkmak gerekmektedir. Bu
yolculuk emin olun ki, yanız başlansa bile
Türk’ün ufkunu saran demir dağları eritecek
milli bir hararet üretecektir.
Duruş
gün Ankara’nın orta yerinde bir parkta taşa
kazınmış olarak gözlerimizin önündedir: Türk
övün, çalış, güven!
İstiklal Marşı
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar,
“Medeniyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın!
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
Doğacaktır sana vaadettiği günler Hakk’ın;
Kim bilir? Belki yarın? Belki yarından da yakın!
Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı!
Düşün, altındaki binlerce kefensiz yatanı!
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Rûhumun senden, ilâhi, şudur ancak emeli;
Değmesin mabedimin göğsüne na-mahrem eli!
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım;
Her cerihamdan, ilâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerret gibi yerden nâşım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl!
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl.
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklâl!
SENCE 2013 Sayı 1
43
SENCE
Kimler
Geldi
Kimler
Geçti
2012 ve 2013 ün başında
sanat dünyamızdan deyim
yerindeyse bir çok değerli
(1938-2012)
ismi ebedi istirahatgahlarına
uğurladık. Bu sayımızda
sanat dünyasının iki
duayenini yad etmek istedik.
Neşet Ertaş
44
SENCE 2013 Sayı 1
Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş Sempozyumu
Ahi Evran Üniversitesi de, bu toprakların yetiştirdiği Büyük
Ozan Merhum Neşet Ertaş’a vefa örneği olarak “Bozkırın
Tezenesi; Neşet Ertaş” konulu ulusal bir sempozyum düzenliyor. Büyük Ozan’ın tüm yönleriyle ele alınacağı Sempozyum; 13–14 Mayıs 2013 tarihlerinde gerçekleştirilecek.
Sempozyumda; Neşet Ertaş’ın sanat geleneği, felsefesi, sanatçı kişiliği gibi birçok konu ele alınarak isminin bilim dünyasında da yaşatılmasına katkı sağlanması hedefleniyor.
Değer
B
irleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı
(UNESCO) Türkiye Millî Komitesi tarafından “Yaşayan İnsan Hazinesi” olarak 2010 yılında “Abdallık
Geleneği” dalında ödüle layık görülen; Anadolu
kültürüne yaptığı katkılardan dolayı İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Konservatuarı tarafından “Fahri Doktora” unvanı ile taltif edilen (25 Nisan 2011); “Bozkırın Tezenesi”, “Türkü Baba”, “Son Abdal”, “Son Şaman”, “Bağlama
Virtiözü” gibi unvanlarla anılan Neşet ERTAŞ, Türkiye’nin
yetiştirdiği en önemli “bozlak” ustalarındandır. 70’li yıllarda Ankara Radyosunda “Mahalli Sanatçı” olarak anonsu
yapılan Neşet ERTAŞ, 2000’li yıllara gelindiğinde şöhreti
Türkiye sınırlarını da aşan bir sanatçı olmuştur
GÖNÜL DAĞI
Gönül Dağı yağmur yağmur boran olunca
Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca
Sinemi yaralar dil gizli gizli
Dost elinden gel olmazsa varılmaz
Rızasız bahçanın gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Gönülden gönüle yol gizli gizli
Seher vakti garip garip bülbül öterken
Kirpiklerin oku cana batarken
Cümle alem uykusunda uyurken
Kimseler görmeden gel gizli gizli
NEYLEDİN DÜNYA
Aydost deyince yeri göğü inleten
muharrem usta’ydı bunu dinleten
gönül kırmazdı bilerekten,bilmeden
insan velisini neyledin dünya
NEREDESİN SEN
sazını çalarken kendinden geçen
Şu garip halimden bilen işveli nazlı
aşkın dolusunu nefessiz içen
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
gönül delisini neyledin dünya
Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm
gönülden gönüle kapılar açan
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
garibim babamdı muharrem usta
Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen
“sazımın emaneti..” diyen en son nefeste
Bütün dertlerim anlayıp gönlümü bilen
sazın ulusunu neyledin dünya
bilirim aşıktı sevdiği dosta
Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyo
Hiç bir tabip bu yarama melhem olmuyo
Boynu bükük bir Garibim yüzüm gülmüyo
Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen
SENCE 2013 Sayı 1
45
SENCE
Kimler
Geldi
Kimler
Geçti
(1932–2012) Şair/Bestekar
Abdurrahim
Karakoç
46
SENCE 2013 Sayı 1
MİHRİBAN
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar,deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor…
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Önce naz sonra söz ve sonra hile..
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler, asırlar değişse bile.
Eski töre bozulmuyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama;
Aşk değince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama,
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Boşa bağlanmış bülbül, gülüne;
Kar koysan köz olur aşkın külüne…
Şaştım karabahtım tahammülüne;
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı;
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı..
Çözemedim, çözülmüyor Mihriban
ÖLÜLERE İHTAR
Ey eski ölüler kalkın mezardan
Değer
E
bedi kudretin tek sahibinden alınan
emir üzerine 1932 yılında dünyaya
gelmişim. Çocukluğum/Şöyle-böyle/
geçti. Kıt imkanlara, kıtlık yıllarına
rağmen hala o günleri özlerim. Birçok kimseye o yılları anlatsam “Özlenecek neresi var?”
diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı
sevdim.
CAN KURBAN
Bizim kapı dost kapısı
Girene canımız kurban.
Selâm: muhabbet tapusu
Verene canımız kurban
Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten
bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku
başka bir meşgalenin veya işin olmayışından
kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım.
Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler.
Nefisten soyunduk tül tül
Bana gelince
Sürene canımız kurban
Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, “bilimsel” cüppeliler, entelektüel züppeler, milli
soyguncular, sosyete parazetleri, sermaye
sülükleri, zulüm-işkence makinaları, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, pezevenkler, üçkağıtçılar v.s. hep bana yardımcı
oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi
bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkar etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum.
Hayat kilim, çile nakış
Dinsizlerin değil, din düşmanlarının/ yani İslam düşmanlarının/da az yardımı olmadı. Bir
bakıma dini duygularımın kuvvetlenmesine
vesile oldular. En uygun zamanda yaşadığıma
inanıyorum. Yardımcılarım (!) var oldukları
sürece yazmaya devam edeceğim.
Allah (c.c.) kısmet ederse…”
Gitti beden, kaldı gönül
Özümüz bağ, sözümüz gül
Derene canımız kurban
Uzadıkça hasret demi
Şefkat atı çiğner gem’i
Yaramıza sabır em’i
Dokuyoruz iniş, yokuş
Marifet mânâya bakış
Görene canımız kurban
Kin marazdır, sevgi sanat
Yürekte kaynar her saat
Kimsesizlere kol, kanat
Gerene canımız kurban.
HİSSE
Kimimiz her saat, her gün yaşarız
Kimimiz senede birgün yaşarız..
Kimimiz ipotek koyar zamana
Kimimiz zamandan sürgün yaşarız.
Dünyayı bir daha görün de gidin.
O günler mi berbat, yoksa bugün mü?
Biz değil.. siz karar verin de gidin.
SEVDAM VE BEN
Ey SEVDAM! Nerede kucaklaştık seninle,
Ne zaman dolduk, ne zaman taştık seninle?
Beklediğimiz sabahları görmeden
Bak..bak işte mezara yaklaştık seninle.
SENCE 2013 Sayı 1
47
SENCE
Dilek KAPDAĞ
LezzetSırrı
M
erhaba Sevgili Dostlar,
Yemeklerimiz; vazgeçemediğimiz, hayatı onlarsız yaşayamadığımız o güzel lezzetler. Biz hep onlarla var olduk. En
önemli kutlamalarımız da, dostlarımızla bir araya geldi-
ğimizde, yapılan en güzel sohbetlerde, iftarlarda, bayramlarda, davetlerde,
verdiğimiz birçok önemli kararlarda, iş yemeklerinde, tanışma yemeklerinde,
yıldönümlerinde, tadı hala damaklarımızda saklı olan o unutulmaz anlarda
hep o güzel lezzetler bize eşlik etti. En önemlisi de ailemizi her gün yemek
saatlerinde üç öğün aynı masada bir araya getiren onlar değil mi? Ben de
dergimizin her yeni sayısında bu eşsiz lezzetlerin tariflerini kendimize ve sevdiklerimize sunmak için sizlerle paylaşacağım.
Her daim ağız tadında kalmanız dileğiyle…
48
SENCE 2013 Sayı 1
LEZZET
Milföylü Tavuk Baget
Malzemeler:
6 adet milföy hamuru
6 adet haşlanmış tavuk baget
1 adet yumurta sarısı
Yapılışı:
Önce tavuk bagetleri haşlayarak pişirin. Pişirdiğiniz
bagetin etli kısmının tamamını milföy hamuru ile şapka
gibi örtün ve etin bittiği kemikli kısımda birleştirin. Fırın
tepsisine dizin. Milföy hamurunun üzerine yumurta sarısını
sürün ve fırına koyun. Milföyler kızarınca fırından alın. Sıcak
iken servis yapın. Pilav ile birlikte de servise sunabilirsiniz.
orsanız,
asını istiy
m
l
o
e
n
ta
ın tane
ıkın.
la limon s
* Pilavınız
m
a
d
-2
1
suyuna
kaynayan
* Pilav
ı pişirir
ken kaş
pirinçle
ığın üze
ri silke
rindeki
lemek iç
vurmayın
in
tenceren
. Pirinç
in kenar
lerin bir
kabarm
ına
birine y
amasına
apışıp
sebep o
lursunuz
.
n kesmek
kullanırke
u
n
ru
u
m
a
h
ıçak ile
* Milföy
skin bir b
e
k
k
o
ç
n
zama
rmaz.
istediğiniz
ında kaba
ığ
d
n
a
l
ın
ır
iz f
kesmezsen
SENCE 2013 Sayı 1
49
SENCE
Tavuklu Keseler
Malzemeler:
3 adet yufka
1 parça haşlanmış tavuk göğsü
ında hem
buzdolab
m
e
h
,
rü
m
dır.
tinin ö
daha kısa
re
ö
* Tavuk e
g
te
e
da kırmızı
dondurucu
derin
1 adet kıyılmış orta boy soğan
1 kase haşlanmış garnitür (bezelye, havuç, patates)
Yeteri kadar tuz, karabiber, yumuşak margarin
Yapılışı:
Önce böreğin içini hazırlayın. Bunun için uygun bir tavaya
kıyılmış soğanı, haşlanıp kuşbaşı kesilmiş tavuk etlerini koyun.
Üzerine yeteri kadar sıvı yağ, tuz, karabiber serperek soğanlar
yumuşayana kadar pişirin. Son olarak içine garnitürleri ekleyin.
Birkaç defa çevirip ocağın altını kapatın.
Bir yemek tabağı yardımı ile yufkadan üç büyük daire kesin.
Yumuşak olan margarini fırça yardımı ile yufkalara sürün.
Yuvarlak yufkaların ortasına bir kase büyüklüğünde ikinci bir
yufka parçası kesip koyun ve onu da yağlayın. Hazırladığınız
iç malzemelerini küçük yuvaların içine bölüştürün. Yukarıya
doğru bir kese gibi kapatarak maydanoz ile bağlayın. Üzerini ve
yanlarını yumuşak margarin ile yağlayın. 15-20 dakika fırında
230 derece de pişirin. Sevdiklerinize kese kese lezzet sunun.
50
SENCE 2013 Sayı 1
* Patatesleri haşlarken daha
yumuşak ve lezzetli
olması için suyuna bir çay kaş
ığı margarin koyun.
Havuçtaki
ol yer verin.
b
ca
vu
ha
a
a sofranızd
yağ ile
in bir miktar
* Kış aylarınd
iç
k
a
nm
la
a
inden fayd
zünür.
bol A vitamin
dece yağda çö
sa
i
in
m
ta
vi
ekir. A
tüketilmesi ger
* Bezelye haşlarke
n tuz eklemeyin.
Tuzdaki kalsiyum se
rtleşmesine yol açar
.
LEZZET
Islak Kurabiye
Malzemeler:
1 paket margarin
2 adet yumurta
2-3 fincan toz şeker
1 paket kakao
rası
errelerin a
z
,
e
s
ir
n
e
l
ur.
lmadan e
gevrek ol
a
emeye katı
h
z
l
a
a
d
m
k
n
e
c
U
*
an yiye
r ve yapıl
hava dola
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
Bir miktar pudra şekeri
Un
Şerbet için;
3,5 kahve fincanı şeker, 4 kahve fincanı ılık su
* Yumurta
larınızın g
eç bayatla
yumurtanın
masını istiy
sivri kısmın
orsanız,
ı aşağıya
saklayın.
bakacak ş
Bu sebepte
ekilde
n dolayı,
kutularına
yumurtalar
bu şekilde
k
arton
yerleştirilir
.
Yapılışı:
Uygun bir kapta yumurta, toz şeker ve kakaoyu güzelce karıştırın. Daha
sonra küçük parçalara kestiğiniz margarini, vanilya ve kabartma tozunu
ilave edin. Son olarak yavaş yavaş unu koyarak yumuşak bir hamur yapın.
Elde ettiğiniz hamurdan ceviz büyüklüğünde parçalar kopararak yuvarlak
kurabiyeler hazırlayın. Yağlanmış tepsiye dizin. Fırında 180 derecede 1520 dakika pişirin. Fırından çıkan kurabiyeleri, verilen ölçülerde ılık su ile
hazırlanan şerbete atın. Şerbetin içinde alt üst edin. Kurabiyeleri servis
tabağına dizin. Üzerine çay süzgeci ile pudra şekeri eleyerek servise sunun.
* Taze yu
murta ağ
yumurta
ır, bayat
r.
hafif olu
SENCE 2013 Sayı 1
51
SENCE
Kitap Tanıtımı
KÜÇÜK MUCİZELER DÜKKANI
DEBBİE MACOMBER
Martı Yayınları Çeviren: Ozan AYDIN
“A
rtık o eski tasasız kız değilim. Yaşadığım her günün değerini biliyorum. Çünkü hayatın ne kadar değerli olduğunu öğrendim… Hiçbir
şeyi, özellikle de hayatı hafife almaz oldum. Artık
hiçbir günümü boşa geçirmiyorum. Çektiğim acıların karşılıklarının olduğunu öğrendim”
Küçük Mucizeler Dükkanı, Lydia Hoffman, Jacquelıne Donovan, Carol Gırard ve Alıx Townsend
adlarında 4 kadının hayat hikayesini konu alıyor. Lydia Hoffman’ın “Bir Yumak Mutluluk”
adlı örgü dükkanında yolları kesişen 4 kadın.
Kansere iki kez yakalanan Lydia, hasta olduğu
yıllarda öğrendiği örgü ile uğraşmayı çok sevmektedir. Hayata yeniden başlamak üzere
küçük bir dükkan kiralar ve örgü kursu açar…
Zengin ama gülmeyi unutmuş bir kadın Jacqueline. Oğlunun istemediği bir evlilik yapması ve bu evlilikten bir de torunu olacağını
öğrenen Jacqueline gelinini hiç sevmez fakat iyi bir babaanne olabilirim düşüncesiyle torunu için bir battaniye örmeye karar
verir. Bu sebeple örgü kursuna kaydolur…
Carol her türlü denemeye rağmen çocuğu
olmayan, çocuk özlemiyle yanıp tutuşan
biridir. Dükkanı ziyaretinde örgü kursun-
52
SENCE 2013 Sayı 1
İşte bu 4 kadının yollarının kesiştiği KÜÇÜK MUCİZELER
DÜKKANINDA sevginin, umudun ve dostluğun yaşandığı ba-
zen gülümseten bazen ağlatan sımsıcak bir hikaye bulacaksınız. Bütün dünyada 140 milyondan fazla satan ve birçok
dile çevrilen Debbie Macomber’ın Küçük Mucizeler Dükkanı, kitabı okurlara hayatın değerini bilmeleri gerektiğini çok
güzel bir şekilde öğretiyor. Küçük Mucizeler Dükkanı, New
York Times Bestseller’a girmiş Debbie Macomber’ın ilk kitabı. Serinin diğer kitapları ise; Bir Yumak Mutluluk, Bahçemde Yeşeren Umutlar, Mucizeler Dükkanına Dönüş ve Bir
Dilekle Başladı Her Şey.
KÜLTÜR SANAT
dan haberdar olur ve ilk yapacakları işin de bebek battaniyesi olduğunu öğrenince bunun bir işaret olduğuna karar
vererek kursa kaydını yaptırır…Alix ise zorluklar içinde yetişmiş maddi sıkıntıları olan farklı bir kişidir. Aldığı ceza sonucu
topluma faydalı bir şeyler yapmak zorundadır. Bunun için
Lydia’nın dükkanına gelir ve örgü örmeye karar verir…
1923 CUMHURİYETİN İLK YÜZYILI 2023
İLBER ORTAYLI - İSMAİL KÜÇÜKKAYA
Timaş Yayınları
“T
ürklerin son iki asrı bütün Doğu
dünyasında ve Balkanlar’da dikkatle gözden geçirilmesi gereken büyük bir tarihi yolculuktur.
Bu nedenle de Dünya Tarihi’nin önemli bir parçasıdır ve dikkatle üzerinde durulmalıdır.”
İLBER ORTAYLI
İsmail KÜÇÜKKAYA’nın “29 Ekim 1923’te Cumhuriyetimiz kurulunca tarihte ilk defa kendi adımızla
andığımız, “Türkler” dediğimiz bir devlet kuruluyor: Türkiye Cumhuriyeti. Türk kimdir?” sorusuyla
başlıyor kitap. Soru cevap şeklinde kaleme alınan
“1923 Cumhuriyetin İlk Yüzyılı 2023”, Osmanlı
İmparatorluğu’nun modernleşme döneminden
başlayıp günümüz Türkiye’sine uzanmaktadır.
Kitap 7 bölümden oluşmaktadır. Bölüm başlıkları
sırasıyla: 1923’e Giden Yol, Mustafa Kemal ATATÜRK, İsmet İNÖNÜ Devri, Adnan MENDERES
Devri, Cumhuriyet Tarihinin Altın Yılları Mı?, Karışıklıklar Devri, 1960’lardan 1980’lere, ÖZAL’dan
ERDOĞAN’a, 2023’e Doğru TÜRKİYE/Yüzüncü Yılında Cumhuriyet başlıklarını taşımaktadır. İkili tarihsel dinamikler üzerine güzel bir nehir röportaj.
SENCE 2013 Sayı 1
53
Ç anakkale
SENCE
54
SENCE 2013 Sayı 1
Bu vatan toprağının üzerinde hür ve başı
dik olmanın bedeli, şehit kanlarıydı…
Anaların gözyaşları, yetimlerin baba
hasreti ve genç yaşında dul kalan
kadınlarımızın ağıtlarıydı…
UZMAN GÖZÜ
Seyit Ahmet SILAY
S
avaşlar… İnsanoğlunun var olduğu
günden beri ölümleri, gözyaşlarını,
yok olan hayalleri beraberinde getiren, tarihin kanla boyanmış say-
faları...
Savaşlar, tarih sahnesine çıktığı günden beri
hayatta tutunma ve var olma mücadelesi
veren biz Türklerin alın yazısı, kaderimizin
ayrılmaz bir parçası... Asya bozkırlarından
nihâî vatan toprağımız Anadolu’ya taşıdığımız bu alın yazısıdır ki; bizi bu topraklarda
var kıldı. Gelecek nesillerin üstünde hür
yaşayacağı, eşsiz bir vatan toprağı bıraktı.
Bu vatan toprağının üzerinde hür ve başı
dik olmanın bedeli, şehit kanlarıydı… Anaların gözyaşları, yetimlerin baba hasreti ve
genç yaşında dul kalan kadınlarımızın ağıtlarıydı…
Âh Çanakkale!.. Vatanın hürriyeti, din-i
mübin-i İslâm’ın izzeti uğruna, toprağında
binlerce şühedanın ebediyet uykusunda yattığı Çanakkale!..
Ne canlar emanet ettik senin bağrına…
Yolu hasretle beklenen babalar, evlatlar,
ağabeyler, kocalar…
Koynunda, sadece şehit bedenlerini değil;
aynı gayeye koşar adım giden binlerce vatan evladından her birinin ayrı ayrı hayat
hikâyelerini, sevdalarını, hüzünlerini ve hayallerini de saklıyorsun…
Ve siz, o kutsal topraklarda yatan aziz şehitlerimiz!..
Gün geldi, yağmurlar ıslattı... Güneş kuruttu... Bazen bir pulluk çıkardı gün yüzüne...
Tarlasını süren bir çiftçinin ayaklarında ezildi kemikleriniz. Yitik bedenlerinizin adı bile
yoktu. Sadece “Mehmet” kaldı isminiz tozlu arşivlerde. Günü birlik turlarda sadece
bir hatırasınız şimdi. Bir günlük konuşmalarda anılıyor isminiz yabancı dillerle. Başka toprakların insanları gibiydiniz…
Uzunca bir zaman “yok” yazıldınız, resmî
yoklama defterinde. Tarih derslerinde, 1.
Dünya Savaşı’nın küçük bir cephesindeydiniz akıllara kazınan. Ziyarete kapalı kaldı
yıllarca, kanlarınızla yoğrulan topraklar. Hatıralarınızın adına “hurda” dediler... Hoyratça, yok edercesine taşıdılar kamyonlarla...
1995, bu topraklara ilk gelişim, “Gönül Bahçem” burası dediğim gün...
Bir mermi çekirdeğine dokunuşumdu
zamanda yolculuğumun başlangıcı.
Kayıtsız kalamayacağımı anladığım gündü, mezar taşlarındaki şehit yaşlarını
gördüğüm an. Sık rastladığım kemiklerin
ne olduğunu sorduğumda, anladım Âkif’’
in Çanakkale şiirini. Dar ve soğuk siperlerin, nefreti ve sevgiyi nasıl bir arada kucakladığını hissettiğimde, anladım sıladaki
SENCE 2013 Sayı 1
55
SENCE
yüreklerin acısını. Babalarını bu topraklarda bırakmış çocukların hüznünü
görürüm, her akşam yatmadan öptüğüm çocuklarımın gözlerinde. (“Allahaısmarladık” kitabımda ki takdim
yazımdan bir bölüm)
Ben, ne bir yazar ne de araştırmacıyım. Tarihçiyim demeyecek kadar da haddimi bilirim. Çanakkale
Muharebeleri’nin bitmesiyle benim
işim başlar.
Savaş sonrası neler olmuş veya neler
olmamış, kısaca bir bakalım…
da, seyyar satıcıların bulunduğu yere
araçlar için otopark yapıldı. Altında da
ziyaretçilerin ihtiyaçları için tuvaletler
konuldu. Bu alan, 25. Nisan ilk çıkarma günü düşmanı karşılayan, tarihe
kahramanlığı ile ün salmış 27. Alay’ın
konuşlandığı gerçek yerdir.
Bugün değişen bir şey yok. Dozer
operatörünün inisiyatifinde yol açma
çalışmaları devam ediyor. Çıkan kemiklerin hesabını soracak bir kurumda
yok maalesef. Yok, çünkü; dünyanın
Savaş sonrası 1918-1923 yılları arasında, arazide açıkta kalmış ölülerini
gömmeye gelen İngilizler, Şehitlerimizin gömülmediğini gördüklerinde; “ Sizin ölülerinizi de gömelim” teklifinde
bulundular. Ancak bu teklif gururumuzu kırdı ve ‘evet’ diyemedik. Diyemediğimiz gibi, açıkta kalan şehitlerimizin defin işlemini dâhi yapamadık. O
nedenle muharebelerin geçtiği alanda
şehitlik sayımız bir elin parmaklarını
dahi geçmez. Bir şeyler yapmak adına
yapılmış şehitliklerde maalesef yanlıştır.
Muharebe alanlarını gezmeye gidenler bilir... En belirgin Şehitliğimiz, 57.
Alay’dır. 57. Alay şehitliğinin bulunduğu o sembolik mezarlar da bir tek
şehidimiz gömülü değildir. Asıl şehitlik, 150 metre sağda aşağıda “Kesik
Dere”dedir. ‘Neden buraya yaptınız?’
dediğimizde; “Düz alan ve gezilmesi kolay vb…” cevaplar veriyorlardı.
Senelerce yaptığımız eleştiriler neticesinde, 5-6 sene evvel “Kesik Dere”
ye sırf “yaptık” demek için bir şeyler
koydular.
57. Alay Şehitliğine girmeden sol-
56
SENCE 2013 Sayı 1
gördüğü en kanlı savaşlardan birinin
yaşandığı bu alan, tarihi Milli Park Müdürlüğüne bağlı... Kanunları ve yönetmelikleri ağacı korumak için yapılmış…
Ellerinden gelen bu...
Biraz daha geriye gidelim…
Savaşın bitimiyle muharebelerin geçtiği o 7-8 köye, Balkan Savaşı’ndan
sonra gelen aileler başta olmak üzere, birçok kişi yerleştirildi. Ve o bölge, ziyarete yasak askerî alan olarak
1970’lere kadar kapatıldı. İşte o 7-8
köyün en büyük geçimi, 1970’lerin sonuna kadar HURDA satışı oldu. Yanlış
duymadınız; hurda!.. Muharebe alanında ne bulunduysa satıldı. Satanları
suçlamıyorum. O dönemin yetkililerine soruyorum; neden ve niçin sattırdınız?
Çanakkale Savaşı’na katılıp, Kurtuluş Savaşı’na herhangi bir sebepten
ötürü ( yaralanmış, aileden birçok insanını Balkan Savaşı’nda, Plevne’de
şehit vermiş, Çanakkale Savaşı’ndan
sonra Kurtuluş Savaşı’na gidememiş)
katılamamış asker ve şehit yakınlarına
hiçbir şey verilmedi, maaş bağlanmadığını kaçımız biliyor? Bu gazilerimizin
birçoğu muhtaç, yokluk ve sefalet içinde, aranıp sorulmadan sessizce göçüp
gittiler. Eş-dost, tanıdık araya sokarak
maaş bağlatanların sayısı da çok azdır.
Bir dönemin zihniyeti, Çanakkale’de
savaşan askeri ötekileştirdi. Osmanlının askeri olarak görüp “yok” saydı.
Bunlarında bilinip anlatılması lazım
gelir. En azından, aziz hatıraları adına
bunu yapmalıyız.
2000’li yıllardan sonra muhafazakâr
kesim Çanakkale’ye sahip çıktı. Akabinde buna karşı bir grup oluştu. Bir
kısmı menkıbeler üzerine bir Çanakkale, diğer grupsa maneviyattan tamamen arındırılmış bir Çanakkale
oluşturdu. Bir insanın dünya görüşü
elbette önemlidir, ama mevzuu bahis
Çanakkale ise, benim için belge önemlidir. Belge yoksa kim ne anlatmış, ne
demiş önemi yok. Aksi halde karşınıza
çok değişik bir Çanakkale çıkar.
Çanakkale Muhaberelerini küçümseyenlerde oldu… “Biz 1915’te oraya şu
kadar asker yığdık. 253 bin kaybımız
var. 3 sene sonra yine aynı İngiliz ge-
UZMAN GÖZÜ
mileri, bir tek kurşun atmadan geçtiler
boğazdan ve İstanbul’a geldiler. Yazık
değil mi? Çanakkale’de boşuna öldüler. Çanakkale savaşının hiçbir anlam
yok!” mahiyetinde açıklamalarda duyduk İşin en acı tarafı da, bu açıklamayı
yapanların arasında akademisyen unvan taşıyanların olması… Bende diyorum ki, Çanakkale savaşının olduğu
dönem, 1. Dünya Savaşı’nın devam ettiği yıllar... O gün bizi yok etmeye geldiler. Bizi değil sadece, İslam âlemini
yok etmeye geldiler. 1918’de ise
Mondros Ateşkes Antlaşması hükmü
gereğince gemiler İstanbul’a geldi…
Savaş bitmişti, çok farklı bir durum
bu. Neden sadece İngilizler geldi? 1.
Dünya Savaşı devam ederken Fransa,
İngiltere, Avustralya bunların sömürgesi... Kısaca dünya geldi, biz dünyayla
savaştık. Dünyanın en büyük donanmasıydı boğaza gelen. En modern silahlarla donatılmış askerlerini karaya
çıkardılar. Denizaltılarından, uçaklara
ve balon gemilerine kadar dönemin
en modern ordusuydu.
Baştanda ifade ettiğim gibi, belge her
şeyin aynasıdır. Niçin bizi yok etmeye
geldiklerinin belgesi nedir biliyor musunuz?
Paralarını bastırıp getiriyorlar. 10
Şilin. Üzerinde de Osmanlıca 60 Gümüş Kuruş yazıyor. O kadar eminler
ki 18 Mart’ tan. Askerlere de dağıtıyorlar, hatta İngiltere’ye telgraf çekiyorlar “Büyük bir ihtimalle 17.30,
gibi Dolmabahçe’de çayımızı içiyor
olacağız.” diye. Bu bir işgal değil, sen
bir ülkenin parasını değiştirmeye kalktığın an, o ülkeyi yok etmeye geliyorsun demektir. Geçemeyince paraları
yok ediyorlar. Bu paralardan birini
Amerika’da bir müzayededen satın
aldım. Orijinali bende. Neden Şilin
biliyor musunuz, İngilizler I. Dünya
savaşında sömürge ülkelerinde Şilin
kullanırlar.
Çanakkale düzenli ordunun savaşı, çapulcukların savaşı değil. İnternette çok
SENCE 2013 Sayı 1
57
SENCE
ri var. Suriye cephesinde açlık vardı.
Kontrolü uzak bir yer. Çanakkale’de
de münferit olarak açlık söz konusu
olmuş olabilir. Çünkü aralıksız 3-4 gün
süren muharebeler oldu… Öğün atlamış olabilir asker. Oradaki en büyük
sıkıntı, yemeklerin soğuk oluşuydu.
Gemilerden atılan topun menzili 10
km’yi buluyordu. O nedenle mutfaklar
top menzili dışına kurulur ve katırlarla,
atlarla yemek taşınırdı. Dolayısıyla yemeklerde o kadar yol kat ettikten sonra haliyle soğuyordu.
gezinen şu meşhur ( üstü başı yırtık,
iki kafadar) resim doğru değil, 1933’te
Çiğli Havaalanı yakınlarında çalışan yol
işçileri bunlar. Alman bir pilot bu resmi çekiyor, Allah rahmet etsin onların
suçu yok. Aileleri bulundu. İşin ilginci
o resmin telif hakları Alman Mönch
Yayınları’nda. Her aldığınız resmin bedeli onlara gidiyor. Çanakkale’de üst
düğmesi iliksiz olduğu için ceza alan
asker var. Böyle bir Çanakkale’de kılıksız asker olabilir mi?
Bir yemek listesi dolaşır, meşhurdur.
Üzüm hoşafı, birkaç öğün yok, kuru
ekmek filan. Devlet dairelerinde, üniversite koridorlarında, okullarda asılıydı. Çocuğumun okulunda asılıydı
indirttim. Orada geçen 1917 tarihinde
Çanakkale’de savaş yok. Zira Çanakkale Cephesi’ndeki savaş, 1916 yılının
ilk günlerinde İtilaf ordularının topraklarımızdan tamamen çekilmesi ile
son bulmuştur. Ayrıca listenin ait olduğu 43. Alay, o tarihte Irak ve Suriye
Cephesinde… Dolayısıyla Çanakkale
Cephesi’ne ait olduğu söylenen lis-
58
SENCE 2013 Sayı 1
te, aslında o tarihlerde Suriye-Filistin
Cephesi’nde çarpışan askerlerimize
ait bir liste.
Çanakkale’de bizim askerimiz açlık
çekmedi. Bizim kadar şehit sayısıyla
övünen bir başka millet var mı? Açlıkla, sefaletle, savaşın büyüklüğü anlatılmaya çalışılıyor. Orada gazi olan, yaralanan, şehit düşen askere hakarettir
bu. Hem biz o kadar aşağılık bir millet
miyiz ki, burnumuzun dibinde -benim
evden Anafartalar köyü 384 km- askeri
aç bırakacağız öyle mi? Bugün bir insanın yediğinden farklı değildi Çanakkale’deki askerin beslenmesi. Ben böyle
dediğim zaman da, sağ cenah bana
itiraz ediyor “yok biz açtık” diye. Açın
İbrahim Naci’nin günlüğünü okuyun,
bakın en son yemeğine... En son ciğer
yahniyi ne zaman yediniz? Semizotu ve ciğer yahni… Biz bunu Mehmet
Fasih’i Beyin “Kanlı Sırt Günlüğünde”
de görüyoruz. “Bugün sucuk yedim”
diyor, “Çay demlettirip nargile içtim”
diyor. Biz Çanakkale’de askerimize çok
iyi baktık. Bende alınan gıda listele-
Çanakkale Savaşı ile ilgili bu hususların
altını çizdikten sonra, yakın bir zamanda koleksiyonuma dâhil ettiğim Şehit
Teğmen İbrahim Naci’nin günlüğünden kısaca bahsetmek istiyorum…
İbrahim Naci’nin günlüğü, Çanakkale Savaşı’nda şehit olan bir askerin
günlüğü olması ve hikâyesi sebebiyle
başka bir benzeri olmayan önemli bir
belge niteliğinde...
İbrahim Naci, 71. Alayın 10. Bölüğünde 21 yaşında genç bir teğmendir. Şehit teğmenimiz, Alayının Çanakkale’ye
ihtiyat birliği olarak sevk edildiği 24
Mayıs 1915 tarihinden, şehit olduğu
21 Haziran 1915 tarihine kadar geçen
sürede bütün yaşadıklarını günlüğüne kaydediyor. Kaydediyor derken,
alelâde bir şekilde değil. Usta bir edebiyatçının tasvir yeteneği ve üslubuyla yapıyor bunu. İbrahim Naci sadece
gördüklerini değil, kendi iç dünyasında
yaşadıklarını da günlüğe bütün çıplaklığı ile yazıyor. Karşınıza özlemleri, hatıraları, korkuları, cesareti, inanmışlığı,
zaafları ile genç bir subay çıkıyor. Samimiyet ve içtenlikle kaleme alınan
satırlarda abartıdan uzak bütün sadeliği ile kendi yüreğini günlüğün sayfalarına döken İbrahim Naci’yi yakından
UZMAN GÖZÜ
tanıma fırsatı buluyorsunuz. Sadece
İbrahim Naci’yi değil, onun satırları
vasıtasıyla cephe hatlarında ateşlere
atılan bütün askerlerimizi ve subaylarımızı tanıyorsunuz.
İbrahim Naci günlüğün bir yerinde,
şehit subaylarımıza ait birkaç mezara
tesadüf eder ve gördüğü mezarlardan
etkilenerek şu satırları günlüğüne yazar:
“Şimdi düşünüyorum. Şehit olursam
ben de mi böyle solgun yapraklı birkaç
kel ağacın dibine gömülüp terk edileceğim. Fakat bu ne kadar merhametsiz ve ne kadar feciydi.
Issız dağlarda şöyle birkaç kazma darbesiyle açılmış bir çukura atılarak,
sonra başucuna bir kırık tahta veya
ağaç, belki de hiçbir şey koyulmayarak
ve hatta hayvanların ayağı altında ezilmeye mahkûm kalmak… Nihayete kadar her şeyden, bütün sevdiklerinden
uzak ve terk edilmiş kalmak…”
Unutulmak İbrahim Naci’nin en büyük
endişesidir. Kerevizdere’de şehit olduğu 21 Haziran günü günlüğünün son
satırlarını kaleme alan İbrahim Naci, o
gün âdeta şehit olacağını biliyormuşçasına günlüğünü “Allah’a ısmarladık”
diye noktalar.
İbrahim Naci’nin şahadetinden sonra günlük Bölük komutanı Yüzbaşı
Bedri’nin eline geçer ve Yüzbaşı Bedri
İbrahim Naci’nin bıraktığı yerden günlüğe devam eder ve şu satırları yazar:
“Hayatın baharı sayılan 21 seneyi henüz tamamlamış. Bu müddet zarfında
bir Türk gencinin vefatı pek erkendi.
Bu kaybı telafi etmek için ise yirmi bir
sene beklemek pek uzun bir bekleyiş
değil mi idi?
Türk gençliğinin akıttığı, sel gibi döktüğü kanı, şüphesiz vatanın kuru topraklarını sulayacak ve büyük bir feyz
ve bereketle bu muazzez vücutların
yerine daha faydalı, daha intikam alıcı, daha gayretli, daha bilgili… Hâsılı
Türklüğü, Türk vatanını, Turanı, eski
haşmet ve azametinden daha yüksek
ikballere, şevketlere çıkaracak, filizler
fışkıracak.
İşte o zaman o şevket ve azametin
ortaya çıkardığı bu kahraman, mütefekkir gençlerin, büyük atalarının
namıyla kutsanıp yüceltilecek kahramanlık hikâyeleri destan olacak ve
kendi gelecek ve saadetlerini bu şehit
ve fedâilere borçlu olduklarını iftiharla
itiraf edecek.
Naci, sen ve emsalin ölmediniz, bir iki
kazma darbesiyle oyulmuş bir çukura
gömülmediniz; siz büyük Türklüğün,
Müslümanlığın sinesinde hürmet ve
saygıyla yaşayacaksınız!”
Bu satırları kaleme alan Yüzbaşı
Bedri’de 11 gün sonra Zığındere mu-
harebelerinde şehit olacaktır ve biz bu
bilgiyi de günlüğe son olarak Yüzbaşı
Bedri’nin şehit olduğu bilgisini tarihi
ile beraber not düşen tabur imamı
Mustafa Memduh satırlarından öğreniyoruz.
Çanakkale Cephesi, millet olarak bu
topraklarda var olma irademizi büyük
bir kararlılıkla sonuna kadar gösterdiğimiz, Türk tarihine altın harflerle
yazılacak büyük bir destandır. Büyük
bedeller ödenerek yazılan bu destan
aynı zamanda her birimize çok büyük
mesuliyetler yüklüyor. Her karışı şühedanın kanlarıyla sulanarak maddi bir
halden manevi bir kıymete bürünerek
vatanlaşan bu toprakların üstünde
yaşamanın ne anlama geldiğini bir an
olsun bile aklımızdan çıkartmamak,
şehitlerimizin hatırasına yapacağımız
en büyük ihtiramdır.
Bu vesile ile vatan ve din-i mübin-i İslam yolunda şahadete kanat çırpmış
bütün şehitlerimizin aziz ruhlarına
Fatihalar gönderiyor, aziz hatıraları
önünde saygı ile eğiliyorum…
SENCE 2013 Sayı 1
59
SENCE
“Muhteşem
Kadın Kurultayı”
60
SENCE 2013 Sayı 1
Bu çalıştaylara sadece kurumlarda sorunlarla hemhal olan
çalışanlar iştirak etmiş, kendi sorunlarına kendileri çözümler
üretmişlerdir.
Tüm kamu kurumlarını gruplandırarak gerçekleştirilen, 6 ayrı
çalıştaydan sonra, son olarak da Kadın Kurultayı gerçekleştirilmiştir. Kurultayda, çalışan kadının sorunları tartışılmış ve çözüm yolları aranmıştır.
Çalıştaylarımıza, toplamda 1100 civarında Türk Büro-Sen üyesi
memur katılmıştır. Her bir çalıştayın sonunda elde edilen sonuçlar kitapçık şeklinde basılı yayın haline getirilmiş, Cumhurbaşkanımızdan, Başbakana, Bakanlara, Siyasi Parti Liderlerine,
ilgili kurum bürokratlarına, çalıştaya iştirak edenlere ve kurumun diğer çalışanlarına gönderilmiştir.
Yapılan bu çalışmalar, kamu kurumlarında Bürokratlarca sempatiyle karşılanmış, bir çok kurumun yapmak isteyip de yapamadıkları çalışmaları, Türk Büro-Sen’in gerçekleştirmiş olması
sendikal farkındalık yaratmıştır.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle Ankara’da gerçekleştirdiğimiz Kadın Kurultayımızda açılış konuşmalarından
sonra, katılımcılara Psikolog Hülya Korkmaz tarafından “Aile İçi
İletişim” konulu bir eğitim verilmiştir. Kurultayın ikinci bölümünde ise çalışan kadınların sorunları 25 konu başlığı altında
çalıştay formatında değerlendirilmiştir. Yoğun bir çalışma temposunda geçen çalıştayda konu başlıkları, sayıları 270’i bulan
Türk Büro-Sen’li hanımlar tarafından tartışılmış ve çözüm önerileri ortaya konulmuştur.
KURULTAY
T
ürk Büro-Sen Genel Merkezi çalışmalarıyla farkındalık
yaratmaya devam ediyor. Sendikamız, gerçekleştirdiği
çalıştaylarda hizmet kolumuzda yer alan 43 farklı Kamu
Kurumunun sorunlarını, bir bir masaya yatırarak bir ilke imza
atmıştır.
Bizlerin de bizzat şahit olduğu çalışmalarda, çalışan kadınlarımızın sorunlara yaklaşım tarzları ve çözüm yolları ile ilgili önerileri bizi de oldukça mutlu etmiştir. Özellikle çalışma sonrası
hanımların gözlerindeki parıltı görülmeye değerdi. Türk kadınlarına gerekli değer ve sorumluluk verildiği zaman her şeyin
üstesinden gelebileceklerini görmüş olmak bizleri gelecek için
oldukça ümitlendirmiştir.
Veda günü geldiğinde ise, tüm hanımlarımız görev ve sorumluluklarını, eksiksiz ve tam yapmanın verdiği huzurla, memnuniyet duygularını sendika yöneticilerine ifade ederek, illerine
dönmüşlerdir.
Herhalde; herkesin mutlu olduğu ve hiç kimsenin herhangi bir
eksiklikten dolayı eleştiride bulunmadan ayrıldığı ender organizasyonlardan birini gerçekleştirmiş olmakta Türk Büro-Sen’in
kurumsal kimliğinin ve yöneticilerinin becerisinin bir tezahürü
olarak yansımıştır.
Muhteşem bir kadın kurultayının gerçekleştirilmesine, katılarak büyük emek harcayan kadınlarımıza şükranlarımızı sunuyor, emeği geçen tüm mesai arkadaşlarımı kutluyorum. Böylesi güzide ve böylesine sorumluluk sahibi kadroların olduğu bir
memur sendikasının Genel Başkanı olmak bana büyük gurur
veriyor. Bana ve Yönetim Kurulu Üyelerimize bu hazzı yaşatanlara şükranlarımı sunuyorum. Sağ olsunlar, var olsunlar, yolları,
bahtları açık olsun…
SENCE 2013 Sayı 1
61
SENCE
Hakan KURUCU
Ülkemize Ait
Nüfus İstatistikleri
Söz konusu çalışma çağındaki 15-64
yaş grubu kişilerin nüfusu 2011 yılına
(%67,4) göre 0,2 puan artarak %67,6
(51.088.202 kişi) olarak gerçekleşmiştir. 0-14 yaş grubundaki nüfusun oranı
ise %24,9’a (18.857.179 kişi) gerilerken, 65 ve daha yukarı yaştaki nüfusun oranı da %7,5’e (5.682.003 kişi)
yükselmiştir.
T
ürkiye’de ikamet eden nüfus 2012 yılında, bir önceki
yıla göre 903.115 kişi artmış
olup, 31 Aralık 2012 tarihi
itibarıyla 75. 627. 384 kişidir. Erkek
nüfusun oranı %50,2 (37 956 168 kişi),
kadın nüfusun oranı ise %49,8 (37
671 216 kişi) olarak gerçekleşmiştir.
Nüfus artış hızına baktığımızda düşüş
yaşandığı tespit edilmiş olup, 2011
yılında ‰13,5 olan yıllık nüfus artış
hızının 2012 yılında ‰12’ye düştüğü
görülmektedir. İl ve ilçe merkezlerinde
ikamet edenlerin oranında ise yükseliş
olmuş, 2011 yılında söz konusu oran
%76,8 iken 2012 yılında %77,3 olarak
gerçekleşmiştir.
62
SENCE 2013 Sayı 1
Demografik yaşlanma göstergelerinden olan ortanca yaş nüfusu sayısal
olarak iki parçaya bölmekte olup o yaşın altındaki nüfus sayısı ile üstündeki
nüfus sayısı birbirine eşit olmaktadır.
Yani bir yerin ortanca yaşı ne kadar
büyükse,orada yaşlı nüfus o kadar
fazladır. Ülkemizdeki ortanca yaşı incelediğimizde bir miktar artış olduğu
görülmektedir, 2011 yılında 29,7 olan
ortanca yaş, 2012 yılında önceki yıla
göre artış göstererek 30,1 olmuştur..
Ortanca yaş erkeklerde 29,5 iken, kadınlarda 30,6 olarak gerçekleşmiştir.
Ülkemizde çalışma çağındaki nüfus bir
önceki yıla kıyasla artış göstermiştir.
Bir kilometrekareye düşen kişi sayısı
olarak tanımlanan , Nüfus yoğunluğu
Türkiye genelinde 2011 yılına göre 1
kişi artarak 98 kişi olmuştur. İstanbul
kilometrekareye düşen 2.666 kişi ile
nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu ilimizdir. İstanbul’u sırasıyla 453 kişi
ile Kocaeli, 333 kişi ile İzmir, 264 kişi ile
Gaziantep ve 258 kişi ile Bursa illeri takip etmektedir. Nüfus yoğunluğu en az
olan il ise kilometrekareye düşen 12
kişi ile Tunceli’dir. İller arasında yüzölçümü en büyük olan Konya’nın nüfus
yoğunluğu 53, en küçük yüzölçümüne
sahip olan Yalova’nın nüfus yoğunluğu
ise 250 olarak gerçekleşmiştir.
NÜFUS
İL
NÜFUS
İL
NÜFUS
Adana
2.125.635
Giresun
419.555
Samsun
1.251.722
Adıyaman
595.261
Gümüşhane
135.216
Siirt
310.879
Afyonkarahisar
703.948
Hakkari
279.982
Sinop
201.311
Ağrı
552.404
Hatay
1.483.674
Sivas
623.535
Amasya
322.283
Isparta
416.663
Tekirdağ
852.321
Ankara
4.965.542
Mersin
1.682.848
Tokat
613.990
Antalya
2.092.537
İstanbul
13.854.740
Trabzon
757.898
Artvin
167.082
İzmir
4.005.459
Tunceli
86.276
Aydın
1.006.541
Kars
304.821
Şanlıurfa
1.762.075
Balıkesir
1.160.731
Kastamonu
359.808
Uşak
342.269
Bilecik
204.116
Kayseri
1.274.968
Van
1.051.975
Bingöl
262.507
Kırklareli
341.218
Yozgat
453.211
Bitlis
337.253
Kırşehir
221.209
Zonguldak
606.527
Bolu
281.080
Kocaeli
1.634.691
Aksaray
379.915
Burdur
254.341
Konya
2.052.281
Bayburt
75.797
Bursa
2.688.171
Kütahya
573.421
Karaman
235.424
Çanakkale
493.691
Malatya
762.366
Kırıkkale
274.727
Çankırı
184.406
Manisa
1.346.162
Batman
534.205
Çorum
529.975
Kahramanmaraş
1.063.174
Şırnak
466.982
Denizli
950.557
Mardin
773.026
Bartın
188.436
Diyarbakır
1.592.167
Muğla
851.145
Ardahan
106.643
Edirne
399.708
Muş
413.260
Iğdır
190.409
Elazığ
562.703
Nevşehir
285.190
Yalova
211.799
Erzincan
217.886
Niğde
340.270
Karabük
225.145
Erzurum
778.195
Ordu
741.371
Kilis
124.320
Eskişehir
789.750
Rize
324.152
Osmaniye
492.135
Gaziantep
1.799.558
Sakarya
902.267
Düzce
346.493
UZMAN GÖZÜ
İL
Nüfus Artış Hızı
Ülkemiz nüfusunda 1927-2011 arasında 5,5 kat artış görülmektedir.
II. Dünya Savaşı (1939-45) sırasında
nüfus artış hızları gerek doğumların
azalması, gerekse ölümlerin artması dolayısıyla düşmüştür. 1945’ten
sonra nüfus artışı hızlanarak 195560 arasında en yüksek düzeye çıkmış olup; 1965’ten sonra Türkiye’nin
nüfus artış hızında düzenli bir düşüş
yaşandığı görülmektedir.
SENCE 2013 Sayı 1
63
Yayım ve Yazım İlkeleri
1. Sence Dergisi Türk Büro Sen’in dört aylık süreli yayın organıdır.
2. Derginin yazı dili Türkçe’dir.
3. Dergiye gönderilen makale ve diğer çalışmalar, daha önce başka hiç bir yerde yayımlanmamış veya yayımlanmak
üzere gönderilmemiş olması tercih sebebidir. Makale ve diğer çalışmalar başka bir yayın organında daha önceden
yayımlanmış ise sözkonusu makalenin Sence dergisinde yayınlanabilmesi için izin yazısının noter onaylı olmalıdır.
4. Yayın Kurulu tarafından şekil, içerik, yayım ve yazım kuralları yönünden değerlendirilen çalışmalar için: Yayım,
düzeltme veya iade kararı verilir. Bu karar yazara bildirilir, düzeltme için yazara en az 3 takvim günü süre tanınır.
5. Makale ve diğer çalışmalarda, makalenin ve diğer çalışmaların özünü bozmayacak şekilde yapılacak değişiklikler yazara
bildirilmeksizin yayın kurulunca yapılır.
6. Dergide yayımlanan makale ve diğer çalışmaların yazılı ve elektronik ortamda tüm yayın hakları Dergiye aittir.
7. Dergide yayımlanan yazıların her hakkı saklı olup, kaynak gösterilmeksizin, alıntı yapılamaz ve çoğaltılamaz.
8. Dergide yayımlanan çalışmalardaki fikirler ve görüşler tamamıyla yazara ait olup, Dergiyi bağlamaz.
9. Her makale ve çalışma için en az sayfa bazlı iki adet spot metin hazırlanmalıdır.
10. Dergide yayımlanacak eserlerde, belli bir kurum, kuruluş veya şahısa olumlu ya da olumsuz bir şekilde işaret
edilmemesine özen gösterilmelidir.
11. Makaleler ve diğer çalışmalara ilişkin fotoğraf, şekil, tablo vb. dokümanlarını ve yazara ait fotoğrafın yüksek
çözünürlükte jpg formatında [email protected] adresine veya Mediha Eldem Sokak No:85 Kocatepe Ankara
adresine CD ile gönderilmelidir.
12. Yazarın adı, soyadı, unvanı, görevi, e-posta adresi, çalıştığı kurum/kuruluş bilgisi yazının ilk sayfasında, başlığın altında
yer alacak biçimde gönderilmelidir.
13. Yazılar; Microsoft Windows Word ortamında; A4 boyutunda, kenar boşlukları iki buçuk (2,5) cm. ve satır aralığı bir
buçuk (1,5) cm, Times New Roman karakterinde, 12 punto ve toplam 6 sayfayı geçmeyecek şekilde kaleme alınmalıdır.
Sence Dergisi www.sencedergisi.com Adresinde Ziyaretinizi Bekliyor.
Kalitemiz ve standartlarımızı yükselmek için sizlerin fikirleri bizim için çok önemli.
“Sence” dergimizde ……………………………………………yer almalıdır.
Anket formumuz www.sencedergisi.com adresinde sizlerin görüslerinizi beklemektedir.
Bizi Takip Edin
Reklam Rezervasyon
0312 434 04 12

Benzer belgeler

PDF Oku - sence dergisi

PDF Oku - sence dergisi Dilek Kapdağ, bu sayımızda ağız tadınız daimi olsun dilekleri ile “Brüksel lahanalı top köfte”yi tarif etti. Keyifli okumalar dileyerek yeni sayımıza kadar sağlıkla kalın.

Detaylı

PDF Oku - sence dergisi

PDF Oku - sence dergisi Türk Büro-Sen Adına Sahibi Fahrettin YOKUŞ Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Nejla ÖKSÜZ

Detaylı