sayi 4 k - Sağlik Ve insan Dergisi

Transkript

sayi 4 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Sayı : 4 / Nisan 2012
YAŞATMAK İÇİN
bağışlayın!
Her Yönüyle Organ
Deniz Uğur:
> 46 Günümüz ve Geleceğimizin Tehlikesi:
Olan Gücün “Kendi İçinizde” İnternet Bağımlılığı > 58
> 14 İhtiyacınız
Nakli ve Bağışı
Olduğunu Aklınızdan Hiç Çıkarmayın
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ
AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ
Yıl: 1 Sayı: 4 • NİSAN 2012
İLTEK - İletişim Teknolojileri A.Ş. adına
Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Muhammet ÖZDEMİR
Yayın Editörü
Hande AYDEMİR
İletişim Direktörü
İ. Mediha İMAMOĞLU
Grafik Tasarım
Mustafa HALICI (İLTEK)
Yayın İdare Merkezi
İstanbul Caddesi
Devrez Sokak No: 1/7
İskitler-Altındağ/ANKARA
Tel: 0.312.286 50 50
[email protected]
www.saglikveinsandergisi.com
[email protected]
Yayın Türü
Yaygın Süreli
Basım Yeri
Kalkan Matbaacılık San ve Tic. Ltd. Şti.
Büyük Sanayi 1. Cd. Alibey İşhanı, 99/32
İskitler-Altındağ/ANKARA
Tel: 0.312.342 16 46
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Ankara Milletvekili
Prof. Dr. Elif DAĞLI
Sigara ve Sağlık Ulusal Komitesi
(SSUK) Başkanı
Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN
Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı
Prof. Dr. Hakan ŞATIROĞLU
Şatıroğlu Sürekli Eğitim Sağlık ve
Kültür Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı
Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. İskender PALA
Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Yönetim Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Metin DOĞAN
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Murat TUNCER
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi /
Adana Milletvekili
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
Osman GÜZELGÖZ
Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü
Öznur ÇALIK
TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı / Malatya Milletvekili
Prof. Dr. Sabahattin AYDIN
Medipol Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Sait EĞRİLMEZ
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları
ABD Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp
Fakültesi Öğretim Üyesi, KTÜ Hasta Hakları
Uygulama ve Araştırma Merkezi (HAHUM)
Müdürü, KTÜ Farabi Hastanesi Başhekimi,
Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği
(HAKSAY) Başkanı
Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI
Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Klinik Şefi / Uluslararası Sağlık Federasyonu
(USAF) Genel Başkanı
Prof. Dr. Yunus SÖYLET
İstanbul Üniversitesi Rektörü
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi
Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı
Basım Tarihi
Nisan 2012, ANKARA
Sağlık ve İnsan Dergisi, basın meslek
ilkelerine uymaya söz vermiştir. Dergimiz
bütün sağlık çalışanlarına ve sağlıkla
ilgilenen muhataplarına İltek A.Ş.’nin
hediyesidir. Kaynak gösterilmeden yazılar
iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar
yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına
iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir.
Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir.
ÜCRETSİZDİR.
© İLTEK A.Ş. - 2012
ISSN: 2146-829X
Destek ve katkıları için
SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz.
Dergimizin bütün sayılarına www.saglikveinsandergisi.com
adresinden ulaşabilir ve pdf formatında indirebilirsiniz.
İÇİNDEKİLER
> sayfa 8
Baymak ve Ethica Sağlık
Grubu Yönetim Kurulu
Başkanı Dr. Murat Akdoğan:
“Her şey,
önce düşlemekle başlar!”
> sayfa 26
Prof. Dr. Sezai Yılmaz:
“En Başarılı Karaciğer
Nakilleri Malatya’da
Gerçekleşecek!”
> sayfa 52
OHSAD Başkanı Dr. Reşat
Bahat:
Kamu ve Özeliyle Hepimiz
Aynı Ülkeye ve Halka Hizmet
Ediyoruz
sayfa
3
Editör’den...
sayfa 4
Tıp Bayramı’na Görkemli Kutlama
sayfa 14
Her Yönüyle Organ Nakli
sayfa 20
Organ Nakli: Elli Yıl Öncesine Kadar Bir Hayaldi
sayfa 22
Organ Nakli Operasyonlarının Gizli Kahramanları
sayfa 30
Organlarınızı Bağışlayın Hayat Kurtarın
sayfa 33
Türkiye, Kadavra Donör Sayısı Açısından
Dünya Ortalamasının Altında
sayfa 34
Bir Tedavi Yöntemi Olarak Organ Nakli
sayfa 38
“Hasta Sayısı Artıyor Verici Sayısı Artmıyor!”
sayfa 40
“Ne Yaptığımız Kadar, İşimizi Nasıl Yaptığımızın da
Önemli Olduğunun Farkındayız”
sayfa 43
Bir Taşra Doktorunun Gözünden
“Bir Zamanlar Anadolu’da”
sayfa 46
Deniz Uğur: İhtiyacınız Olan Gücün “Kendi İçinizde”
Olduğunu Aklınızdan Hiç Çıkarmayın
sayfa 58
Günümüz ve Geleceğimizin Tehlikesi:
İnternet Bağımlılığı
sayfa 69
Kadınlar Doğum Kontrol Konusunda Neleri Yanlış Yapıyor?
sayfa 70
Dr. Seyit Karaca: Hekim ve Kadro İlave Edememek
Özel Sağlık Kesiminin En Önemli Sıkıntısıdır
sayfa 74
Divan Şiirinde Sağlık ve Hastalıklar
sayfa 78
SAĞLIK&İNSAN Kitapları
sayfa 79
Bak Şu Dizilerin Beynimize Yaptıklarına!
İnsan İçin Sağlığın ve Sağlık İçin İnsanın
Prestij Dergisi Oluyoruz!
Sağlık&İnsan Dergisi elinizdeki 4. sayısı ile
büyüyüp gelişerek yoluna devam ediyor.
Bir yandan Yayın Danışma Kurulumuza yeni
ve güçlü isimler katılıyor. Diğer yandan Yazı
Ailemiz giderek zenginleşiyor. Bu gelişmelerle ilgili bilgileri sizlerle paylaşmadan
önce dergimizin yayın çizgisi ve konumunun altını yeniden çizmek istiyoruz:
Sağlık&İnsan, sağlık sektörünün dar bir
alan dergisi veya spesifik çerçevesi olan
bir sektör dergisi değil, insanın sağlığı ve
sağlığın insanı için yayınlanan, sağlığın
bütün alanlarının en prestijli dergisi olmak
istiyor. Dergimizi ulaştırdığımız yaklaşık 5
bin seçkin yönetici, bürokrat, sağlık çalışanı, işadamı, siyasetçi, sanatçı, gazeteci, yazar her ay yepyeni kapak dosyaları, sağlıkla
ilgili çeşitli konular, dosyalar, araştırmalar,
haberler ve özgün röportajlarla dolu dolu
bir dergi okumanın zevkini yaşıyor.
Sağlık Bakanlığı en üst düzeyde dergimizi
destekliyor ve bize katkı sunuyor. Çünkü
Sağlık Bakanlığı’nın dergisi olunmadan da
objektif, insan adına faydalı ve sektörün
bütün paydaşlarına açık bir yayıncılık yaptığımıza inanılıyor. Bize duyulan güveni suiistimal etmeyeceğimizi ilgili herkes görüyor
ve biliyor. Biz hem sağlığın ana muhatabı
olan insanın hem de insana bu hizmeti sunan bütün sağlık ilgililerinin, paydaşlarının,
çalışanlarının dergisiyiz. Bu anlamda bütün
unsurları ile sağlık sektörünün bir çatı dergisiyiz. Kuşatıcı konumumuzla herkesin sesi
olmak durumunda olduğumuzun bilinmesini arzu ediyoruz.
Elinizdeki 4. sayımız yenilik ve güzelliklerin
çoğaltıldığı güzel bir dergi oldu.
Bu sayıdaki kapak dosyamızda organ nakli ve
bağışı konusunu bütün yönleri ile ele aldık.
Bu kapsamlı, faydalı, etkili özel dosya çalışmasına emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz.
Sağlık&İnsan Portresi’nde Baymak ve Ethica Sağlık Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Murat Akdoğan’ın ilginç yönleri ve
yaşam öyküsünden kesitler var.
Yayın Danışma Kurulumuzdan Prof. Dr. Sait
Eğrilmez Hocamızın teklif ve katkıları ile
bu sayımızdan itibaren yeni bir bölümümüz ve yazarımız oldu. Op. Dr. Reis Avşar
Sağlık&İnsan Filmleri köşemizde her ay bize
insan ve sağlıkla ilgili bir filmi analiz edecek
ve tanıtacak. Dr. Avşar’ın Bir taşra doktorunun gözünden “Bir Zamanlar Anadolu’da”
filminin ele alındığı ilk yazısını ilgi ile okuyacaksınız.
Prof. Dr. Sezai Yılmaz, Yayın Editörümüz
Hande Aydemir’e başarılı karaciğer nakilleri
ile Malatya’nın adını dünyaya nasıl duyurduklarını anlattı. Engin Ayar, Dr. Seyit Karaca ile özel sağlık sektörünün sorunlarını
konuştu. OHSAD Başkanı Dr. Reşat Bahat
sektörün sorun ve önerilerini çok güzel ve
objektif bir bakış açısı ile dile getirdi.
Bloomberg HT’nin başarılı sunucusu Mine
Uzunyol Sağlık&İnsan için sımsıcak bir röportaja imza attı. Sinema ve televizyon dünyamızın ünlü ve başarılı isimlerinden Deniz
Uğur ile Mine Uzunyol’un gerçekleştirdiği
söyleşiyi zevkle okuyacağınızdan eminiz.
Yayın Danışma Kurulumuz artık daha güçlü!
İstanbul Üniversitesi Rektörü ve YÖK Üyesi
Prof. Dr. Yunus Söylet ve edebiyat dünyamızın en başarılı isimlerden birisi olan Prof.
Dr. İskender Pala Hocalarımızın katılımı ile
Yayın Danışma Kurulumuz ve dergimiz artık daha güçlü. Kendilerine şükranlarımızı
sunuyoruz.
3
Tıp Bayramı’na Görkemli Kutlama
Sağlık Bakanlığı tarafından
düzenlenen 14 Mart Tıp
Bayramı kutlamaları görkemli
geçti. Ankara ATO Kongre
ve Gösteri Merkezinde
düzenlenen törende başarılı
sağlık çalışanlarına, sağlığa
emek veren çeşitli kişi ve
kurumlarla “Yılın Hekimleri”ne
ödül plaketleri verildi.
Törende Sağlık Bakanlığı
personelinin görev yaptığı yurt
içi ve dışındaki merkezlerden
canlı bağlantılar da yapıldı. Van,
Antalya, Somali ve Berlin’den
sağlık ekipleri canlı bağlantılarla
duygularını ifade etti.
14 Mart Tıp Bayramı töreninde
Sağlık Bakanı Recep Akdağ,
doktor önlüğü ve steteskopla
yaptığı konuşmada sağlık
çalışanları, hasta ve hasta
yakınlarının yakın ilişki içinde
olmasının önemine işaret
ederek, ‘’Masanın bir tarafına
doktoru, öbür tarafına hastayı
ya da yakınlarını koyarak
bu işi olması gerektiği gibi
götüremediğimiz bir gerçek’’
dedi.
Ülkedeki sağlık çalışanlarıyla
gurur duyduğunu ifade
eden Akdağ, ‘’Bir taraftan
yankıları hâlâ devam eden
başarılı nakil ameliyatları, öte
yandan bu nakil ameliyatlarına
aileleri, organları ya da
dokuları vermeye hazırlayan
arkadaşlarımızın katkıları, öbür
taraftan o nakli yapan doktorlar
ya da ekiple bağışçıyı bir
araya getiren hava ambulans
sisteminin kullanıcıları... Bu
meselenin bir ekip çalışmasıyla
bizi bu başarılara götürdüğü
muhakkaktır’’ ifadesini kullandı.
Türkiye’de Sağlıkta
Dönüşüm Programı ile
yaşanan gelişmelere de
değinen Akdağ, son 10
yılda sağlığa erişimin 2,5 kat
arttığına işaret etti. Anne ve
bebek ölümlerinde büyük
düşüşler yaşandığını, OECD
ülkelerinin 10 yılda kat ettiği
yolu Türkiye’nin 8 yılda kat
ettiğini belirten Akdağ, sağlık
hizmetlerinden memnuniyet
oranının yüzde 76’ya çıktığını
bildirdi.
4
SAĞLIK&İNSAN
Sağlık personeli sayısındaki
yetersizliğe de işaret
eden Akdağ, bunların
sayısını artırmak için gayret
gösterdiklerini söyledi.
Sağlık çalışanlarına yönelik
şiddeti önlemek için
tedbirler geliştireceklerini
ifade eden Akdağ, ‘’Şiddete
sıfır tolerans göstermeye
devam edeceğiz’’ diye
konuştu.
Van depreminde sağlık
çalışanlarının gösterdiği
fedakârlığa da değinen Akdağ,
UMKE ekiplerinin burada
insanüstü gayret gösterdiğini
belirtti.
Steteskop Medya Ödülleri’’
sahiplerini buldu.
ekibi; kol, yüz, rahim, kalp ve
Törende ‘’Yılın Sağlık
Çalışanları’’ ödüllerine, organ
nakli yapan ve bu nakillerin
gerçekleşmesini sağlayan
ekiplere layık görüldü.
Malatya İnönü Üniversitesi
Tıp Fakültesi’nde yaptıkları
karaciğer nakillerindeki
başarılarından dolayı Prof. Dr.
Sezai Yılmaz ve organ nakli
gündeminde olan Akdeniz
diğer nakillerle Türkiye’nin
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden
Prof. Dr. Ömer Özkan ile nakil
ekibi; aileleri organ bağışına
ikna ettikleri için Uşak Devlet
Hastanesi’nden Uzm. Dr. Cenk
Şahin Güler ve Dr. Zafer Aydın
‘’Yılın Sağlık Çalışanları’’
ödülünü aldı.
Sağlık Bakanlığının yeni logosu
ve yenilenen internet sitesinin
tanıtıldığı toplantıda daha
sonra ödül törenine geçildi.
Tıp Bayramı dolayısıyla Sağlık
Bakanlığı’nca düzenlenen
törende, ‘’Yılın Doktorları’’,
‘’Yılın Sağlık Çalışanları’’, ‘’Üstün
Hizmet Ödülleri’’ ve ‘’Altın
5
SAĞLIK&İNSAN
Van depremi sırasında
yaptıkları çalışmalarla
Türkiye’nin takdirini kazanan
sağlık çalışanları arasından
seçilen 20 personele de ‘’Yılın
Sağlık Çalışanları’’ ödülü
verildi. Akdağ, bu ödülü UMKE
kıyafetiyle verdi.
İllerde yılın doktoru
seçilenlerin ödüllerini Sağlık
Bakanı Recep Akdağ’dan
aldığı törende, “Üstün Hizmet
Ödülü’’, tıp mesleğine uzun
yıllar hizmet eden halk sağlığı
uzmanı Prof. Dr. Çağatay Güler
ve genel cerrahi uzmanı Prof.
Dr. Hüsrev Hatemi’ye verildi.
Aynı ödülü alan ancak törene
katılamayan genel cerrah
Hüseyin Talha Demirağ’la ilgili
bir tanıtım filmi sunuldu.
Yayın Editörümüz
Hande Aydemir’e
Altın Steteskop Ödülü
Sağlık Bakanlığı 14 Mart Tıp
Bayramı ödülleri arasında yer
alan ‘’Altın Steteskop Medya
Ödülleri’’ kategorisinde Yayın
Editörümüz Hande Aydemir
de ödül aldı. Aydemir TRT
Anadolu’da yayınlanan
yapımcılığını ve sunuculuğunu
kendisinin yaptığı Sağlıklı
Yaşam ve Sağlıklı Yaşam
Anadolu’da programları ile
Altın Steteskop Ödülüne layık
görüldü.
6
Ayrıca organ ve doku
nakilleriyle ilgili doğru ve
etkili mesajlarından dolayı
Ömer Faruk Sorak’ın ‘’Aşk
Tesadüfleri Sever’’ filmine,
dizi dalında ‘’Dumansız Hava
Sahası Projesi’’ne katkıları
için Akasya Durağı’na, Pozitif
Yaşam Derneği’nin internet
sitesine, Alem FM’den Mansur
El Sabah programına, sağlık
yayıncılığına katkıları için
Medimagazin dergisine
ve sağlık haberlerine
gösterdiği önem ve objektif
haberciliğinden dolayı
Anadolu Ajansı (AA)’na Altın
Steteskop Ödülleri verildi.
Tören, sanatçı Ferhat Göçer’in
konseriyle sona erdi.
Türk Sinemasının Acı Kaybı
Meral Okay, birçok sinema
ve televizyon dizisinde rol
aldı, pek çok dizi ve filmin de
senaristliğini yaptı.
“İkinci Bahar”, “Beynelmilel”,
“Hiçbiryerde”, “Yeditepe
İstanbul”, “Koltuk Sevdası”
ve “Seni Seviyorum Rosa”
gibi yapımlarda oynadı.
Okay, özellikle “İkinci Bahar”
dizisindeki “Kasap Melahat”
rolüyle büyük beğeni topladı.
Tiyatro, sinema oyuncusu,
senarist Meral Okay
hayatını kaybetti. Okay bir
süredir kanser nedeniyle
tedavi görüyordu.
Meral Okay, 20 Eylül 1959
Kanser hastalığı sonucu 53
yaşında hayatını kaybeden
senarist ve oyuncu Meral Okay
sevenlerini, sanat, sinema
ve müzik dünyasını üzdü.
Okay’ın cenazesi, Zincirlikuyu
Mezarlığı’nda, 1993’te ölen
eşi Yaman Okay’ın yanında
toprağa verildi. Meral Okay’ın
cenaze törenine televizyon,
müzik, sinema ve sanat
dünyasından çok sayıda ünlü
katıldı.
Dünya Bankası projelerinde ve
tarihinde Ankara’da doğdu.
Beş yıl devlet memurluğu
yapan Okay, bu süreçte
Toprak Mahsülleri Ofisi’nin
TBMM’nin Atatürk’ün 100. yaşı
kutlamaları çerçevesinde kurulan
bir komisyonunda yer aldı.
İstanbul’a taşınarak Günaydın
Gazetesi’nde çalışmaya
Okay, “Asmalı Konak”, “Bir
Bulut Olsam” ve “Muhteşem
Yüzyıl”ın da aralarında
bulunduğu milyonlarca kişi
tarafından beğeniyle izlenen
çok sayıda dizinin senaristliğini
de üstlendi.
Meral Okay, Altın Koza Film
Festivali ile Siyad “En İyi
Yardımcı Kadın Oyuncu”
ödülü almıştı.
Meral Okay’ın kendisi gibi
oyuncu olan eşi Yaman
Okay, 1993 yılında henüz 41
yaşındayken pankreas kanseri
yüzünden yaşamını yitirmişti.
başlayan Meral Okay,
dergicilik, yayıncılık ve
yapımcılık yaptı.
Bir dönem sanatçı Sezen
Aksu’yla birlikte çalışan Meral
Okay, bazı şarkı sözlerine de
imza attı. “Adı Bende Saklı”,
“Şimal Yıldızı”, “Masum değiliz”,
“Helal Ettim Hakkımı” ve “Yine
mi Çiçek” gibi şarkılar Meral
Okay-Sezen Aksu ortaklığının
sonucu ortaya çıktı.
7
Baymak ve Ethica Sağlık Grubu
Yönetim Kurulu Başkanı
Dr. Murat Akdoğan:
“Her şey,
önce
düşlemekle
başlar!”
1963 yılında Urfa’ da doğdu. Lisans
öğrenimini Marmara Üniversitesi
Makine Mühendisliği bölümünde
tamamlayan Akdoğan, aynı
üniversitenin İşletme Fakültesi’nde
yüksek lisans ve doktora yaptı. 1988
yılında Baymak’ta mühendis olarak
çalışmaya başlayan ve 1990 yılında
fabrika müdürü olan Dr. Akdoğan,
Baymak’ın yeniden yaratılması
8
sürecinde şirketin tek Türk hissedarı
oldu. 2002 yılında, Wolf Group’a ait
% 85 hisseyi, ısıtma ve soğutma
firması olan İngiliz Baxi Group ile
birlikte satın aldı. Halen Baxi’nin de
içinde bulunduğu Hollanda merkezli,
Avrupa’nın en büyük 3 grubundan
biri olan BDR’nin tek Türk ortağıdır.
Ayrıca Marmara Üniversitesi’nde
öğretim görevlisi olarak Türkçe
İşletme lisans ve yüksek lisans
bölüm dersleri vermektedir.
Dr. Murat Akdoğan, İMSAD’ın yanı
sıra TÜGİAD ve TÜSİAD üyesidir.
Baymak ve Ethica İncirli Hastanesi,
Ethica Bakırköy Tıp Merkezi, Ethica
Levent Hastanesi Estethica Ataşehir
Tıp Merkezi’nden oluşan Ethica
Sağlık Grubu’nun Yönetim Kurulu
Başkanlığı’nı yapmaktadır.
SAĞLIK&İNSAN
Murat Akdoğan, çocukluğunu, düşlerini ve
hayat mücadelesini anlatıyor:
1963’te Urfa’da doğdum.
Bir ilkokul öğretmeninin 5
çocuğundan biriydim.
Haydarpaşa Teknik Lisesi’ni
bitirdim. Üniversite eğitimimi,
Marmara Üniversitesi’nde
Makine Mühendisliği
Bölümü’nde tamamladım.
23’ümde evlendim. 24
yaşımda baba oldum. 26
yaşımda Baymak’ın fabrika
müdürüydüm. Gerek lise gerek
üniversite döneminde çalışarak
okuduğum için 13 yaşımdan
beri iş hayatının içindeyim
diyebilirim.
Öğrencilik yıllarımda folklor
hocalığı, turizm rehberliği
yaptım. Bu işlerden hem keyif
aldım, hem de para kazandım.
Ama daha da önemlisi insanları
tanıdım.
Askere gittim. Bu süreyi
iyi değerlendirmeliydim.
Askerliğimi yedek subay
olarak sürdürürken yüksek
lisansımı tamamlayabilirdim.
Bu süreçte İstanbul’da kalmam
gerektiğinden sınava girmem,
yüksek puan tutturmam
gerekiyordu.
Zamanın karşılanamaz
değerine hep inandığım için
aynı zaman dilimine birçok
şeyi sığdırmaya çalıştım.
MAN’dan ayrıldıktan sonra
OTOSAN fabrikası ile Planlama
Müdür Yardımcılığı pozisyonu
için anlaşma noktasına
gelmiştim. 650 bin lira gibi, o
dönem için iyi sayılabilecek bir
ücret ve çalışma koşulları teklif
edilmişti.
Sınava girdim. 1.300 kişi
arasından dördüncü oldum.
Gölcük’te Deniz Kuvvetleri’nde
askerliğimi yapmaya başladım.
O sıralarda gazetede
Baymak’ın ilanını gördüm.
Baymak, bugünden çok farklı
olarak, küçük ölçekli, atölye
tarzı üretime sahip mütevazı bir
kuruluştu.
Aynı dönemde işletme master’ı
(MBA) programına başladım.
Yıllık iznimi hiç kullanmadım.
Bu nedenle askerliğimin son
bir ayı MAN Otomotiv’de işe
başlamış olabildim. Yine bu
dönemde evlendim.
Çalışma koşulları ve sunulan
imkânlar çok cazip sayılmazdı.
Ücret ise 400 bin lira idi. Buna
rağmen tercihimi Baymak’tan
yana kullandım. Evliydim,
çocuğum, sorumluluklarım
vardı.
Yani kolay kolay risk alabilecek
fiziki koşullara sahip değildim.
Baymak’ta belirleyici ve
etkileyici olabilirim, daha fazla
fırsat yakalayabilirim, kendimi
gösterebilirim diye düşündüm.
İşe başladıktan bir buçuk sene
sonra, 1990 yılı ocak ayında
fabrika müdürü oldum.
Mayıs ayı sonunda ise üst
yönetime bir rapor sundum. Bu
raporda Baymak için yaklaşan
tehlikeye dikkat çekmek
istedim.
26 yaşımda fabrika müdürlüğü
görevi verme noktasında
bana güven gösteren firma
yöneticilerimiz, Baymak’ın
doruklarda bir başarıyı yaşıyor
olduğu görüntüsünün etkisi
ve yaşımdan beklenmeyen
bir durum tespitine
duydukları tereddüt sebebiyle
konkordatonun kapımızı
çalmasını engelleyemediler.
9
SAĞLIK&İNSAN
On beş sene önce çalıştığım
kuruluşu bir dünya firması
haline getirmek ve sahibi
olmak istiyordum. Bugün,
ülke yönetimini düşlüyorum.
Çünkü her şey, önce
düşlemekle başlıyor...
15 sene önceki Murat
Akdoğan ile aynı inanca ve
azme sahibim. Hedef çıtam ise
sürekli yükseliyor.
Bundan sonra basit görünen,
aslında hayatımın geri kalan
kısmını tümden etkileyebilecek
bir yol ayrımı vardı; tüm üst
düzey yöneticiler gibi gitmek
veya gençliğin, kendine
güvenin, inancın, azmin
gözü pek bir eylemi olarak
kalmak ve bir Anka Kuşu gibi
küllerinden, eskisinden de
güçlü yeni Baymak’ı yaratmak...
Ben ve beş genç arkadaşım
ikinci yolu seçtik.
Birçoklarına göre mucizevî
görünen bu süreç, Türkiye
pazarına girmek isteyen çok
uluslu kuruluşların da dikkatini
çekti. 1998’de Almanlar
Baymak’ın hisselerine talip
oldular.
O zaman bu yol, bir tür Don
Kişot’luk gibi görünüyordu.
Firma sahiplerimiz için bile
umut, o gün için çok uzaktı.
Umut da, inanç da sadece
bizlerin yanındaydı. Baymak’ın
yeniden yaratılması sürecince
Sistem Pazarlama’yı kurduk.
Çalıştık. Sistem Pazarlama,
Baymak’ın yaklaşık 20
milyon dolar hacmindeki
borçlarını ödedi. Baymak,
kabul etmeliyim ki, çok büyük
emekle atılan temellerin
üzerinde ve büyük bedeller
ödenerek yeniden var oldu.
Baba gibi bağlı olduğum
Koray Bayraktaroğlu Baymak’ın
yüzde 20 hissesini bana verdi.
Artık güçlü ve gücünü hızla
artıran dinamik bir kuruluşun
sahiplerindendim.
Baymak, bu süreçte yabancı
kuruluşlar için cazibesini
artırarak sürdürdü. Wolf’un
bağlı bulunduğu holdingte,
dünya pazarlarındaki
stratejilerini ilgilendiren bir
değişim kararı ile Wolf satıldı.
10
Benim Genel Müdürlük
görevimde kalmamı şart
koşarak Baymak’ın yüzde 85
hissesini alarak Wolf Grup,
Türk ısı sektörüne kendi
organizasyonu ile girmiş oldu.
Bu durum, Baymak için
teklif veren kuruluşlardan
Baxi’yi harekete geçirdi.
Baxi, yıllardır çalıştığımız, bizi
yakından tanıyan bir kuruluştu.
Baymak’ın Almanların
elindeki yüzde 85 hissesini
beraber satın aldık. Tabii yine
Genel Müdürlük görevimi
sürdürmem, koşullardan
biriydi. Bugün, Baymak’ın
yüzde 50 sahip ortağı, Genel
Müdürü ve Yönetim Kurulu
Başkanı’yım.
2006 yılında Ethica İncirli ile
sağlık sektörüne girdikten
sonra başka bir alana da açılım
yapılabilir diye düşündük.
Hastanenin içinde gerçekten
hasta olanların yanında,
güzelleşmeye çalışanlar çok
garip geldi bana. Baktım ki bu çok güzel bir
tablo değil. O zaman onu ayrı
bir konsept olarak sunmamız
gerekir diye düşündük ve
bunun için estethica konsepti
ile ayrı bir cerrahi hastane
açtık. Bunun ilk küçük modelini
Bakırköy’de ‘Estethica Cerrahi
Tıp Merkezi’ olarak yaptık.
Bu modelin başarılı olduğunu
gördükten sonra Estethica
Ataşehir Cerrahi Tıp Merkezini
ve Levent Hastanesini de
kurduk.
Gençlere paranın ve
kariyerin değil başarının
peşinde koşmalarını
tavsiye ederim. Çünkü
başarının peşinden
koşarlarsa, başarı hem
parayı, hem kariyeri, hem
de özgürlüğü satın alır.
SAĞLIK&İNSAN
En zor günüm fabrikanın
kapısından giremediğim
gündü
Her şeyden fedakârlık ederek
çalıştığım Baymak’ın bir gün
kapısından giremedim. Çok
çalışıyordum. Kızım 1 yaşına
gelmişti ama daha onunla
uyanamamıştım. O kadar
özverili çalışırken bir anda
olanlar şoktu. Sonraki zorluklar
ise artık benim için aşılması
gereken engellerdi.
Çok uzun yıllardır tatil nedir
bilmedim
Hâlâ saat 08.30’da çalışanlarla
birlikte işe geliyorum. Bir
türlü daha fazla uyumayı
öğrenemedim. Böbreklerimden dolayı kilo
almamam lazım. Herkes
görüntüyü kurtarmaya
çalışıyorum sanıyor. Giyimime
özen gösteririm. Daha çok
İtalyan markalarını tercih
ediyorum.
Bayram tatilleri, tatil benim
için. Çok uzun yıllar tatil
yapmadım. Dünyanın değişik
yerlerini görmeyi istiyorum.
Uzakdoğu’dan çok etkilendim.
Yaşam biçimlerinden,
hizmet anlayışlarından
çalışkanlıklarından etkilendim.
Artık geziyorum tatillerde. Tüm Gelirini Kurduğu Vakfa Aktarıyor
13 yıl babasının görev
yaptığı yurtta kimsesiz
çocuklarla yaşayan Dr. Murat
Akdoğan, 2014‘te kuracağı
Tıp Üniversitesinde her
yıl 300 kimsesiz çocuğu
tam burslu okutacak. Tıp
Üniversitesi için çalışmalarına
hız veren Baymak ve Ethica
Sağlık Grubu’nun Yönetim
Kurulu Başkanı Murat
Akdoğan, kontenjanının
yüzde 10‘unu kimsesiz
çocuklara ayıracak ve yılda
300 çocuğun masraflarını
üstlenecek. Projeyi Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ve
Milli Eğitim Bakanı Ömer
Dinçer’e sunduğunu ve
büyük destek gördüğünü
anlatan Akdoğan, onay
aldıktan sonra gelecek yıl
çalışmalara başlayacaklarını
ve 2014’te dünya
standartlarında konsept bir
üniversiteyi eğitim hayatına
kazandıracaklarını söyledi.
Murat Akdoğan, projenin
kendisi için özel bir anlamı
olduğunu şu sözlerle
anlatıyor: “Hayatımın en
güzel dönemi; çocukluğum
kimsesiz çocuklarla geçti.
Kavga etmeyi, ayakta
kalmayı, gülmeyi, ağlamayı
onlardan öğrendim.”
Babası Saim Akdoğan’ın
Küçükyalı Çocuk Yuvası’nda
öğretmen olarak görev
yaptığını dile getiren
Akdoğan, “13 yıl oradaki
çocuklarla birlikte
büyüdüm. Benim için
muhteşem bir dönemdi.
Onlarla kavga ettiğim
de oldu, onlar için kavga
ettiğim de. Babamın
vasiyeti vardı ve onu
yapmam şart oldu”
dedi. Akdoğan, “Her türlü
ihtiyaçlarını karşılayacağız.
Hatta sinema biletlerini
bile biz üstleneceğiz.
Kurduğumuz vakfı, üniversite
ile hastanelerimizden
gelecek kârla fonlayacağız.
Sosyal hizmet uzmanlığı
dâhil 4 branşın olacağı
üniversitede ilk etapta 3 bin
öğrencinin eğitim görmesini
hedefliyoruz” diye konuştu.
Kurulacak üniversitedeki
yüzde 10 kontenjanın
Türkiye’de şu ana kadar
ayrılan en büyük oran
olduğunu söyleyen
Akdoğan‘a göre özel
firmaların da benzer projeler
yapması gerek.
Başarı zorluklardan
beslenerek geliyor. Zorlukla
karşılaşmayanlar başarılı
olamıyor. Benim çocuğum
Baymak’ın sahibinin çocuğu
olarak büyüdü benim kadar
başarılı olmasını onlardan
bekleyemem.
11
SAĞLIK&İNSAN
18 yaşından sonra yurtlarda
yetişen öğrencilerin
genelde kamu kurumlarına
yönlendirildiğini anlatan
Akdoğan, şöyle devam etti:
“Sağlık sektörü en fazla ihtiyaç
olan alan şu anda. Çalışanların
geliri de oldukça yüksek. Biz
de geliri yüksek bu alana
çocuklarımızı yönlendirerek
geri dönüşlerini de yine
yurtlara yönlendireceğiz.”
Asla pes etmeyin!
Dr. Murat Akdoğan;
”Gençlere paranın ve
kariyerin değil başarının
peşinde koşmalarını tavsiye
ederim. Çünkü başarının
peşinden koşarlarsa, başarı
hem parayı, hem kariyeri,
hem de özgürlüğü satın alır.”
dedi.
Gençlerin kendilerine
güçlü hedefler koymaları
gerektiğini, herkesin
ulaşabileceği değil,
ulaşılması zor ama mümkün
olan hedefler koymalarını
söyleyen Murat Akdoğan, bu
hedeflere ulaşabilmek için de,
mutlaka çok istekli olunması
gerektiğini vurguladı. 12
Murat Akdoğan “Bence akıllı
insan için mutluluk; hedeflere
varma noktasında elde edilen
duygudur. Ama hemen
arkasından yeni hedefler
konulması lazım ki; o mutluluk
zinciri devam edebilsin” dedi.
İnsanın kendisini sürekli
meşgul etmesi gerektiğini
hatırlatan Akdoğan, bunu
yaparken de boşa değil;
toplum yararına, aile yararına
çalışmalar yapılmasını,
çalışmaktan zarar gelmediğini
söyledi. Akdoğan, “Biz bir
bakıma devlete yardım
ediyoruz. Çünkü Ethica Sağlık
Grubu’nun tüm geliri vakfa
aktarılmaktadır. Bizim burada
servet edinme amacımız yok.
Bir iş adamının eğitim ve
sağlıktan para kazanmasını
doğru bulmuyorum’’ dedi.
Babası yetiştirme
yurdunda öğretmenlik
yapmış olan ve 13 yaşında
kendi kendine verdiği
bir sözden yola çıkarak
sağlık sektöründen
kazandığı parayı eğitime
bağışladığını söyleyen
Akdoğan “Yurtlarda
yaşayan çocuklar 18
yaşını doldurduktan
sonra onların her türlü
ihtiyacını karşılamak,
yetiştirmek amacıyla
sağlık ve sosyal hizmetler
vakfını kurduk. Bu
kazanç vakfa gitsin,
vakıf okulu kursun, okul
da kimsesiz çocukları
okutsun, yetiştirsin,
yedirsin, içirsin” dedi.
SAĞLIK&İNSAN
13
Her Yönüyle
Organ Nakli
Dr. Bahri KEMALOĞLU
Sağlık Bakanlığı Organ Nakli Hizmetleri Şubesi
Vücutta görevini yapamayacak derecede hasar gören bir organın yerine canlı bir vericiden veya
ölüden alınan sağlam ve aynı görevi üstlenecek bir organın nakledilmesi işlemine organ nakli denir.
Hangi Organ ve Dokuların
Nakli Yapılmaktadır?
• Böbrek, Karaciğer, Kalp,
Akciğer, Pankreas, İnce
Bağırsak, Kalp Kapağı,
Kornea, Kemik, Kemik
İliği, Deri, Kompozit
Dokular (Extremiteler,
yüz ve saçlı deri vb.)
Organ Nakli Kimlerden
Yapılır?
• Kadavra vericiden
• Canlı vericiden organ
nakli yapılabilir.
Kadavra verici; beyin ölümü
gerçekleşmiş hastaların
organları bağışlandığı takdirde
bunlar kadavra verici olarak
tanımlanmaktadır.
14
Canlı verici ise; organ
nakli gereken hastanın eşi,
dördüncü dereceye kadar
kan ve kayın hısımları ile İl
Etik Kurulu kararı ile uygun
bulunan gönüllü vericisi, tıbbi
uygunluk olması halinde organ
bağışında bulunabilmektedir.
Sadece böbrek ve karaciğer
nakli ile belli koşullarda
akciğer nakli canlıdan
yapılabilmektedir.
Bağışlanan Organlar Kimlere
Nakledilir?
Organ alacak hastalar
öncelikle kan grubu ve doku
grubu uyumuna, yaş, boy,
kilo gibi ölçütlere, ayrıca
tıbbi aciliyet durumuna göre
belirlenmektedir.
Beyin Ölümü Nedir?
Beyin ölümü, beyin
fonksiyonlarının geri
dönüşümsüz olarak
kaybolmasıdır. Beyin ölümü
gelişen kişide soluk alıp verme
olmadığından, yoğun bakım
koşullarında, solunum cihazı
ve tıbbi desteklerle solunum
ve dolaşım kısa bir süre
sürdürülebilmektedir. Yoğun
bakım ünitelerinde verilen tüm
tıbbi desteğe rağmen ortalama
24-36 saat sonra diğer
organlar da fonksiyonlarını
kaybetmektedir. Beyin ölümü
teşhisi konmuş kişinin yeniden
canlanması veya cihazlara bağlı
olarak yıllarca koma halinde
kalması söz konusu değildir.
SAĞLIK&İNSAN
Beyin Ölümü İle Bitkisel
Hayat Arasındaki Fark Nedir?
Beyin ölümü ile bitkisel hayat
kavramları birbirinden farklıdır.
Halk tarafından genellikle
beyin ölümü ile bitkisel
hayat karıştırılmaktadır. En
önemli fark, bitkisel hayattaki
hastaların solunumlarının
devam etmesidir. Bu hastalar
aylarca ya da yıllarca yaşamaya
devam etmekte ve bazı
durumlarda iyileşerek normale
dönebilmektedir. Beyin
ölümünde ise geriye dönüş
olmamaktadır. Tıbben ölüm
halidir.
Beyin Ölümü Kararı Nasıl
Veriliyor?
2238 sayılı “Organ ve Doku
Alınması, Saklanması ve Nakli
Hakkında Kanun”a göre beyin
ölümü;
• Bir kardiyoloji (kalp
hastalıkları) uzmanı
• Bir nöroloji (beyin ve
sinir hastalıkları) uzmanı
• Bir nöroşirürji (beyin ve
sinir cerrahisi) uzmanı
• Bir anesteziyoloji ve
reanimasyon (yoğun
bakım) uzmanından
oluşan 4 kişilik hekimler
kurulunca oy birliği ile
saptanır.
Organ Bağışı Nedir?
Kişinin hayatta iken, serbest
iradesi ile tıbben yaşamı
sona erdikten sonra doku ve
organlarının organ nakline
ihtiyaç duyulan hastaların
tedavisi için kullanılmasına
izin vermesidir. Sadece yoğun
bakım ünitesinde beyin ölümü
gerçekleşmiş ve kendisi veya
ailesi tarafından organları
bağışlanan kişilerin organları
nakledilmek üzere alınabilir.
Diğer ölüm hallerinde organlar
hayatiyetini kaybettiği için nakil
amacıyla kullanılamaz.
Kimler Organ Bağışında
Bulunabilir?
18 yaş veya üstünde olup akli
dengesi yerinde olan herkes;
• Sağlık Müdürlüklerine,
• Hastanelere,
• Organ nakliyle ilgili
dernek, vakıf ve
kuruluşlara başvurarak,
doku ve organ bağış
belgesi alabilir.
Türkiye Organ ve Doku Nakli
Bilgi Sistemi’ne (Tods)
Müracaat
Organ nakli olması gereken
hastalar Sağlık Bakanlığı
tarafından ruhsatlandırılmış
olan bir Organ Nakli Merkezine
müracaat etmelidirler.
Organ nakli bekleyen hastalara
adil, sağlıklı ve hızlı bir şekilde
uygun organ temini amacıyla
hazırlanan programa bilgi girişi
nakil merkezleri tarafından
yapılmaktadır.
Ülkemizdeki Organ Naklinin
Tarihçesi
1968 Dr. Kemal Beyazıt ve
ekibinin Türkiye Yüksek
İhtisas Hastanesi’nde
gerçekleştirdiği kalp
nakli, Türkiye’de yapılan
ilk organ nakli olarak
tarihe geçti.
1975 Dr. Mehmet
Haberal ve ekibi
Hacette Üniversitesi
Hastanesi’nde bir
anneden oğluna
ilk böbrek naklini
gerçekleştirdi.
1978 Dr. Mehmet Haberal
ve ekibi ülkemizde,
kadavradan ilk böbrek
naklini gerçekleştirdi.
1979 2238 sayılı “Organ
ve Doku Alınması,
Saklanması ve Nakli
Hakkında Kanun”
yürürlüğe girdi.
1988 Dr. Mehmet Haberal ve
ekibi Türkiye tarihinde
ilk karaciğer naklini
gerçekleştirdi.
1994 Organ Nakli Kuruluşları
Koordinasyon Derneği
(ONKKD) kuruldu.
ONKKD merkezler arası
ilişkinin geliştirilmesi
için yoğun çaba
harcadı. Dernek
böbrek, karaciğer, kalp,
immünoloji danışma
kurulları kurarak organ
temin ve dağıtımındaki
esasları belirledi.
2000 Sağlık Bakanlığı
tarafından Ulusal
Organ ve Doku Nakli
Koordinasyon Sistemi
kuruldu.
15
SAĞLIK&İNSAN
1994 Organ Nakli Kuruluşları
Koordinasyon Derneği
(ONKKD) kuruldu. ONKKD
merkezler arası ilişkinin
geliştirilmesi için yoğun çaba
harcadı. Böbrek, karaciğer,
kalp, immünoloji danışma
kurulları kurarak organ temin
ve dağıtımındaki esaslarını
belirledi. 2000 Sağlık Bakanlığı
tarafından Ulusal Organ ve
Doku Nakli Koordinasyon
Sistemi kuruldu.
Mevzuat
2238 Sayılı Organ ve Doku
Alınması, Saklanması ve Nakli
Hakkında Kanun 1979 yılında
yürürlüğe girdi. Tedavi, teşhis
ve bilimsel amaçlarla organ
ve doku alınması, saklanması,
aşılanması ve nakli bu kanun
hükümlerine tabidir. Organ
ve Doku Nakli Hizmetleri
Yönetmeliği 2000 yılında
yürürlüğe girdi. Yönetmelik,
organ ve doku nakillerini
gerçekleştirecek merkezlerin,
organ ve doku kaynağı
merkezlerinin ve doku tipleme
ünitelerinin açılması, çalışması
ve denetimi ile bunların
bağlı olduğu kamu kurum ve
kuruluşları ile özel kuruluşların
uymak zorunda oldukları usul
ve esasları düzenlemekte,
organ ve doku nakli
hizmetlerinin yürütülmesinde
uyulması gereken esasları
belirlemektedir. Ulusal Organ
ve Doku Nakli Koordinasyon
Sistemi Yönergesi 2001
yılında yürürlüğe girdi.
Yönetmelik organ ve doku
dağıtımına ilişkin usul ve
esasları belirlemekte, organ ve
doku nakli hizmetleri ile ilgili
merkezlerin ve bu merkezlerde
görevli personelin görev
ve sorumlulukları ile eğitim
16
ve sertifikalandırılmasına
ilişkin usul ve esasları
düzenlemektedir. Organ ve
Doku Nakli Koordinatörlüğü
Eğitim Yönergesi,
Organ ve Doku Nakli
Koordinatörlerinin eğitimi ile
sertifikalandırılmasına ilişkin
usul ve esasları belirlemektedir.
Ayrıca, söz konusu eğitimi
verecek merkezlerin
özelliklerini kapsar. Organ
Nakli Merkezleri Yönergesi
organ nakli yapan merkezlerin
açılmasına, çalışmasına ve
denetlenmesine dair usul
ve esasları belirlemekte ve
organ nakli hizmetlerinin
yürütülmesi ile ilgili hususları
düzenlemektedir.
Ulusal Organ ve Doku Nakli
Koordinasyon Sistemi
Organ nakli, yerine koyma
tedavileri içinde en yararlısı ve
bazı organlar için tek tedavi
biçimidir. Bazı kronik karaciğer
ve kalp rahatsızlıklarında ise
durum üzücü olup, diyaliz
gibi yardımcı tedavileri
olmadığı için bu hastalar
organ bulamadıkları takdirde
hayatlarını kısa sürede
kaybetmektedirler.
Bu durum organ ve doku nakli
hizmetlerinin sunumunda
organ bağışının ve kadavra
organ temininin artırılmasının
önemini ortaya koymaktadır.
Organ naklinde bekleme
süresini kısaltmak için en
etkin yollardan biri beyin
ölümü bildirimlerinin ve
kadavra organ bağışı sayısının
artırılmasıdır.
Ülkemizde organ nakli
çalışmalarının verimliliğini
artırmak, adaletli organ
ve doku dağıtımını
sağlamak amacıyla 2001
yılında Bakanlığımız
koordinasyonunda ve
denetiminde “Ulusal Organ
ve Doku Nakli Koordinasyon
Sistemi” kurulmuştur. Bu
sistemin amacı; ülke genelinde
organ ve doku nakli hizmetleri
alanında çalışan kurum ve
kuruluşlar arasında gerekli
koordinasyonu sağlamak, kısıtlı
imkânlarla temin edilebilen
bağış organ ve dokuları,
bilimsel kurallara ve tıbbi
etik anlayışına uygun olarak,
adaletli bir dağıtımla, en
uygun hastalara, en kısa süre
içerisinde naklini sağlamaktır.
SAĞLIK&İNSAN
Ulusal Koordinasyon Sisteminin
yürütülmesi amacıyla
Bakanlığımız Sağlık Hizmetleri
Genel Müdürlüğü’ne bağlı;
Ankara’da Ulusal Organ ve
Doku Nakli Koordinasyon
Merkezi (UKM) ile Adana,
Ankara, Antalya, Bursa,
Diyarbakır, Erzurum, İstanbul,
İzmir ve Samsun olmak üzere
dokuz ilde Organ ve Doku
Nakli Bölge Koordinasyon
Merkezleri (BKM) kurulmuş ve
her bir BKM’ne bağlanan iller
belirlenmiştir.
Ülke genelinde herhangi bir
hastanede beyin ölümü ve
organ bağışı gerçekleştiğinde
hastanede görevli organ
nakli koordinatörleri Bölge
Koordinasyon Merkezine
bildirmektedir. Organ ve Doku
Nakli Bölge Koordinasyon
Merkezleri ise organları
bağışlanan donöre (verici) ait
bilgileri Ulusal Koordinasyon
Merkezine hızlı bir şekilde
ulaştırmaktadır. Bu merkez,
donörün organ ve dokularının
ülke genelinde nakil
beklemekte olan hastalardan
aciliyet ve organ uyumu
kriterlerine göre en uygun
hastanın bulunduğu organ
nakli merkezine gönderilmesini
sağlamaktadır.
BKM ise başlıca şu görevleri
yapar: Bölgesine bağlı
bütün illerin organ ve doku
nakli hizmetleriyle ilgili
koordinasyonu sağlar, organ ve
doku alımı ekiplerinin, çıkarılan
organların ve nakil yapılacak
hastaların nakil merkezlerine
ulaşımlarını 112 İlk Yardım
ve Acil Hizmetleri aracılığıyla
sağlar, organ ve doku naklinin
gerçekleşmesiyle ilgili verici
adayı ve alıcı ile ilgili yapılması
gereken tıbbi, idari ve hukuki
işlemlerin yürütülmesini sağlar.
Türkiye’de organ nakli bekleyen ve bekleme listesine kayıtlı hasta sayıları.
Kadavradan organ nakli beyin
ölümü gelişen kişilerden
yapılabilmektedir. Ülkemizdeki
mevzuat gereği beyin ölümü
teşhisi konulan kişinin
yakınlarından bu konuda
eğitim almış organ nakli
koordinatörleri tarafından
organ bağışı talebinde
bulunulmaktadır. Tüm bu
prosedür ve organizasyon
Bakanlığımız denetiminde
ve koordinasyonu ile
yapılmaktadır.
Organ Nakli Koordinatörlüğü,
beyin ölümü tanısının
konulması ve yoğun bakım
uzmanları ile beyin ölümü
tanısı koyacak hekimler
arasında koordinasyonun
sağlanmasında en önemli
mihenk taşlarından biridir.
Son 2 yıl içerisinde organ nakli
koordinatörlüğü eğitimlerine
hız verilmiştir.
2008 yılı öncesinde Organ
Nakli Ulusal Koordinasyon
Merkezi (UKM) tarafından
tutulan kayıtlar esas alınarak
organ nakli bekleyen
hasta işlemleri ve kadavra
donör dağıtım işlemleri
gerçekleştirilmekteydi. 2008
yılı Mayıs ayında Ulusal Böbrek
Bekleme Listesi Programı
devreye girmiş ve hakkaniyet
ilkeleri doğrultusunda elde
edilen kadavra böbreklerin
dağıtımı tıbbi kriterlere uygun,
elektronik ortamda ve en
adaletli biçimde yapılmaya
başlanmıştır. 2010 yılı Şubat
ayından itibaren program
revize edilerek ülke genelinde
elde edilen sırasıyla karaciğer,
kalp, kalp kapağı, pankreas,
ince bağırsak ve kornea
dağıtımı da sistem üzerinden
yapılmaya başlanmıştır.
Ülkemizdeki organ nakli merkezlerinin Bölge Koordinasyon Merkezlerine (BKM) göre dağılımı.
17
SAĞLIK&İNSAN
Ayrıca canlı ve kadavradan
gerçekleşen tüm (böbrek,
karaciğer, kalp, akciğer,
pankreas ve ince bağırsak)
organ nakilleri ile organ
bekleyen hasta bilgilerinin
programa girilmesi
zorunlu hale getirilerek
istatistiksel bilgilerin de elde
edilebildiği Türkiye Organ
ve Doku Nakli Bilgi Sistemi
(TODS) oluşturulmuştur.
Bu sistemi öncelikle organ
nakil merkezleri, bölge
koordinasyon merkezleri (BKM)
ve UKM takip etmektedir.
18
Bugün itibarıyla, 62 hastanede
Böbrek Nakli Merkezi, 40
hastanede Karaciğer Nakli
Merkezi, 14 hastanede Kalp,
Kalp-Akciğer, Homogreft
Nakli Merkezi ve 3 hastanede
Akciğer Nakli Merkezi
ruhsatlandırılmış olup faal
olarak hizmet vermektedir.
kuruluşlarının temin edeceği
diğer araçlar v.s.) transfer
edilmesi tercih edilmektedir.
Ancak, çıkan organların iskemi
süresi içerisinde coğrafi
koşullar, uzaklık, aciliyet
v.b. sebeplerle ilgili nakil
merkezine ulaşımı mümkün
değil ise, havayolu araçları
kullanılmaktadır.
Organ Dağıtımında ve
Naklinde Ulaşım
2002 yılında Sağlık Bakanlığı,
İçişleri Bakanlığı (Emniyet
Genel Müdürlüğü), Ulaştırma
Bakanlığı (Sivil Havacılık ve
Devlet Hava Meydanları
İşletmesi Genel Müdürlükleri)
ve Türk Hava Yolları A.O.
Genel Müdürlüğü arasında
“Organ ve Dokuların Havayolu
İle Sevk Edilmesi Hakkında
Protokol yürürlüğe girmiştir. Bu
protokolle organ ve dokular
THY tarifeli seferleri ile ücretsiz
olarak sevk edilmektedir.
Ancak organların ilgili yerlere
istenilen zamanda ulaşması
konusunda THY tarifeli
seferleri yetersiz kalmaktadır.
Bu nedenle Sağlık Bakanlığı
ile Türk Hava Kurumu Genel
Başkanlığı arasında, Türk
Hava Kurumu’na ait uçakların
kiralanması ile ilgili Protokol
ve yine aynı şekilde Sağlık
Bakanlığı ile Devlet Hava
Meydanları İşletmesi Genel
Müdürlüğü arasında Devlet
Hava Meydanları İşletmesi
Genel Müdürlüğü’ne ait
helikopterlerin kiralanması
amacıyla yine 2002 yılında
bir protokol imzalanmıştır.
Bu protokollerle 24 saat
hazır bulundurulan uçak ve
helikopterler uygun bir bedelle
nakledilecek organların
taşınmasında kullanılmaktadır.
Ayrıca, Başbakanlık Afet
İşleri Genel Müdürlüğü
uçak ve helikopterleri de
kullanılmaktadır.
Ülkemizde kadavradan elde
edilen organların iskemi süresi
içerisinde ilgili nakil merkezine
ulaşımı mümkün ise, öncelikle
karayolu ile (ambulans, sağlık
SAĞLIK&İNSAN
Bunun yanı sıra, Bakanlığımız
Acil Sağlık Hizmetleri Genel
Müdürlüğü’ne bağlı Afet
ve Acil Durum Yönetimi
Daire Başkanlığı ve Hava
Ambulans Şubesinin
“Hava Operasyon Merkezi”
bünyesindeki ambulans uçak
ve helikopterleri de kadavra
organların taşınmasında
kullanılmaktadır. Bakanlığımızın
hava araçlarının kullanılmasına
ilişkin mevzuatında; organların,
organ nakli olacak hasta
ve organ çıkarım ekibinin
taşınması da yer almaktadır.
Eğitim-Bilgilendirme
Çalışmaları
2001-2002 öğretim yılı
ilköğretim ve ortaöğretim
okullarında Organ Bağışı
Konulu Resim-Afiş ve Slogan
Yarışması düzenlenmiştir.
Bu yarışma ile ülkemizdeki
50bin okula ulaşılmıştır.
Bu öğrencilerin anne ve
babalarına “Siz organlarınızı
bağışladınız mı?” diye
sormaları ve böylece
konunun evlerimize girmesi
hedeflenmiştir.
kadavra donör sayısının azlığı
organ nakli hizmetlerinde
karşılaşılan en önemli sorunlar
olarak saptanmıştır. Ankette,
yine sırayla, halk ve sağlık
personeline yönelik eğitim
yapılması, iletişim araçları
vasıtasıyla reklam ve tanıtım
yapılması, mevzuat ile ilgili
sorunların giderilmesi ve organ
bağışının özendirilmesi de en
çok önerilen çözümler olarak
belirtilmiştir.
2003-2011 Organ Nakli
Haftası (3-9 Kasım) kutlamaları
çerçevesinde 81 ilde panel,
yerel televizyon kanallarında
konu ile ilgili programların
yayınlanması, halktan organ
bağışı alınması, halk ve
personel eğitimi vb. faaliyetler
gerçekleştirilmiştir.
2005-2011 yılları arasında 555
sağlık personeli organ ve doku
nakli koordinatörlüğü eğitimi
almıştır.
2008-2012 yılı Mart ayı
arasında yaklaşık 4bin
sağlık personeli ve hekime
(anesteziyoloji ve reanimasyon,
beyin cerrahisi, nöroloji uzmanı
ve organ nakli koordinatörü ile
hastane başhekimleri) beyin
ölümü bildirimi ve kadavra
donör bakımı konularında birer
günlük eğitimler verilmiştir.
Projeler
2009-2012 “Organ Bağışında
Uyum” konulu AB IPA
projesi hazırlanmıştır. Proje
kapsamında ülkemizdeki
Yoğun Bakım Birimlerinde
çalışmakta olan anesteziyoloji
ve reanimasyon, nöroloji ve
beyin cerrahisi uzmanları ve
organ nakli koordinatörlerine
eğitim verilmesi; ayrıca,
organ bağışının medyada yer
almasına yönelik çalışmalar
yapılması planlanmaktadır.
Proje ile ilgili süreç devam
etmektedir.
2004 Organ ve Doku Nakli
Hizmetleri ve Diyaliz Hizmetleri
ile ilgili problemler ve
çözüm önerilerini belirlemek
amacıyla 81 ildeki sağlık
kuruluşlarını kapsayan bir
anket çalışması yapılmıştır. 75
ilden toplam 420 kurumdan
1.427 kişi anket doldurarak
çalışmaya katılmıştır. Anketin
değerlendirilmesinde,
sırasıyla, halkın ve sağlık
personelinin konu ile ilgili
eğitim eksikliği, mevzuat ile
ilgili sorunlar, organ naklinde
görevli personelin özlük
hakları (maaş, kadro vb.) ve
19
Organ Nakli:
Elli Yıl Öncesine Kadar
Bir Hayaldi
Son 50 yılda organ nakli hızla gelişti ve Türkiye’de 2011’de 3bin 836 nakil yapıldı.
Türkiye’de yılda 20 bin, Çin’de 2 milyon kişi organ bekliyor.
Cerrahinin Atası Sushruta
Organ nakli yapma fikri 2 bin
yıl öncesine uzanır. Bir Çin
efsanesinde, Bian Que’nin
MÖ 700’lerde iki kişinin
kalplerini karşılıklı naklettiği
anlatılır. Katoliklerin dini
belgelerinde, iki azizin MS
300’de bir misyonerin kangren
olan bacağının yerine ölen
bir Etiyopyalı’nın bacağını
naklettiği anlatılır.
20
Hindistan’da MÖ
600-800’lerde yaşayan
doktor Sushruta, kitabında bir
hastanın burnuna hastanın
kendi derisini naklettiğini yazar.
Sushruta, kitapta 300 ameliyat
tekniği ve 120 ameliyat aletini
anlatır. O eser Abbasiler
döneminde Arapça’ya tercüme
edildi.
Avrupalılar cerrahiyi o
tercümeden öğrendi ve
Sushruta cerrahinin atası
sayıldı. İtalyan G. Tagliacozzi,
Abbasiler’in kitabından
yararlanarak doku nakilleri
yaptı. Doku nakil tekniklerini
1596’da yazdığı kitapta
açıkladı. Başkasından
alınan derileri vücudun
reddettiğini, kendi derisini ise
reddetmediğini yazdı.
Gasparo Tagliacozzi (1596)
İlk Kornea Nakli Çek
Cumhuriyeti’nde Yapıldı
Çek Doktor E.K. Zirm, 1905’te
bir çocuğun, metal battığı
için kör olan gözlerini almak
zorunda kalmıştı. Çocuğun
kornealarını, gözüne kireç
kaçtığı için kör olan bir işçiye
nakletti.
SAĞLIK&İNSAN
İşçinin bir gözü açılmadı ama
diğer gözü görmeye başladı.
Organ naklinde damarların
dikilmesi ile ilgili sorunları
Fransız Doktor A. Carrel çözdü.
Fransız Devlet Başkanı Sadi
Carnot 1894’te bıçaklı saldırı
sonunda ölmüştü. A. Carrel,
atar damar dikilebilseydi
Devlet Başkanının
ölmeyeceğini anlamıştı.
Köpeklerle böbrek ve kalp
nakil çalışmaları yaptı. Her
çapta kan damarını dikecek
teknikler geliştirip organ
naklinin önünü açtı ve 1912 yılı
Nobel Tıp Ödülü’nü kazandı.
Carrel, Fransız Faşist Partisi’ne
yakın olduğu gerekçesiyle
suçlandı ve yargı süreci
başlarken 1944’te öldü.
Boston’da ilk kez beyin ölümü
gerçekleşen vericiden bir
hastaya başarılı böbrek nakli
gerçekleşti.
İlk başarılı akciğer nakli 1963’te
Mississippi Üniversitesi’nde
yapıldı.
Minnesota Üniversitesi’nde
1966’da ilk pankreas/böbrek
nakli başarıyla gerçekleştirildi.
İlk başarılı karaciğer nakli
ABD’de 1967’de Colorado
Üniversitesi’nde yapıldı.
Kol, Bacak ve Yüz Nakilleri
Ukraynalı Doktor Y. Voronoy
1930’larda kadavradan aldığı
böbreği hastasına nakletti
ancak başarısız oldu.
İlk Başarılı Böbrek Nakli
1954’te
ABD Boston’da böbrek
yetmezliği olan bir hastaya,
1954’te tek yumurta ikizi
olan kardeşinin bir böbreği
nakledildi. Hasta 8 yıl yaşadı
ama tekrarlayan böbrek
yetmezliğinden öldü. Daha
sonra çok sayıda ikizde böbrek
nakli yapıldı ve nakil tekniği
olgunlaştı. İkiz olmayanlar
arasındaki böbrek nakillerinde
vücudun organı reddetmesi,
hastaya radyasyon uygulanarak
önlenmeye çalışıldı. Radyasyon
hastalara zarar verdiği için
1960’ta 6-merkaptoürin
ve azotiyoprin adlı ilaçlarla
böbrek reddi önlenmeye
başlandı.
Araba çarpması nedeniyle
beyin ölümü gerçekleşen
bir kadının kalbi bu hastaya
nakledildi. Ameliyattan sonra
hasta 18 gün yaşayabildi.
Barnard bazı eleştirilere karşın
kalp nakline devam etti ve
1968’de yaptığı ikinci kalp
naklinde hastası 19 ay yaşadı.
Barnard’ın 1971’de kalp
nakli yaptığı hasta ise 23 yıl
yaşayarak rekor kırdı. Dünyada
bugüne kadar yaklaşık 4
bin kalp nakli yapıldı ve bir
milyon kişi kalp nakli bekliyor.
Barnard sayesinde hızlanan
bağış kampanyalarıyla akciğer,
pankreas ve karaciğer nakilleri
gerçekleşti.
Dr. Christiaan Barnard İlk
Kalp Naklini Yaptı
Dr. Barnard, Güney Afrika’da 3
Aralık 1967’de ilk kalp naklini
başarıyla yapınca meşhur
oldu. Gazeteler kalp naklini
günlerce yazdı ve Barnard’ın
her hareketi bir film yıldızı
gibi izlendi. Barnard, daha
önce kalp nakli denemelerini
50 köpek üzerinde yapmıştı.
İnsanlarda organ nakline
1967’de yaptığı başarılı böbrek
nakli ile başladı. Manavlık
yapan 54 yaşındaki bir kalp
hastası Barnard’a başvurup
kalp nakli istedi.
İlk başarılı el nakli 1998’de
Fransa’da yapıldı. Ancak
psikolojik sorunları nedeniyle
ilaç almayı aksatan hastanın
talebi üzerine 2001’de el
ameliyatla alındı. Daha
sonra tek ve çift el nakilleri
de başarıyla gerçekleşti. İlk
başarılı çift kol nakli 2008’de
Munich Teknik Üniversitesi’nde
yapıldı. İspanyol Doktor P.
Cavadas, dünyanın ilk başarılı
çift bacak naklini 2011’de
gerçekleştirdi. Hasta birkaç
ay sonra havuz içinde adım
atmaya başladı. İlk başarılı yüz
nakli Fransa’da 2005’te yapıldı.
Çift kol ve bir bacak
nakli 2012’de Akdeniz
Üniversitesi’nde başarıyla
yapıldı. Komplikasyon
nedeniyle bacak aynı gün
alındı. Ameliyat sırasında bir
başka hastaya tam yüz nakli de
başarıyla gerçekleşti.
Hacettepe Üniversitesi’ndeki
çift bacak ve çift kol nakli
sonunda ise hasta yaşamını
kaybetti.
21
Organ Nakli
Operasyonlarının Gizli
Kahramanları
“Ameliyattan önce hastanın psikolojik ve fizyolojik olarak nakile hazır olmasını sağlamak
en zor iştir. Aile kaygı, telaş, korku ve panik içinde olduğu için onları da teselli etmek,
onların yaşadığı duyguları, acılarını paylaşmak, bizlerden çok şey götürmesine rağmen,
bambaşka ve tarifsiz bir duygudur.“
Türkiye’de organ bağışı,
son aylarda, Uğur Acar ve
geçtiğimiz günlerde Gazi
Üniversitesi’nde başarıyla
yapılan yüz nakliyle daha çok
konuşulur hale geldi. Her ne
kadar nakli gerçekleştiren
doktorların başarısından
öncelikli olarak bahsedilse de
bu vakanın mimarları arasında
adlarını çok sık duymadığımız
organ nakil koordinatörleri ve
çok hassas bakım gerektiren
transplantasyon vakalarının
hemşireleri de yer alıyor.
Sağlık Bakanlığı’nın üzerinde
durduğu ve faaliyetlerini
artırdığı organ nakli konusunda
yapılan çalışmalar sonucu
Türkiye çapında yaklaşık 250
koordinatör istihdam edildi.
Gönüllü olarak gece gündüz
demeden çalışan organ
nakil koordinatörleri, beyin
ölümü gerçekleşen hastaların
organlarının bağışlanması
için yakınlarıyla görüşüyorlar.
Aileleri ikna etmek kimi zaman
günlerce sürebiliyor.
22
Organ bağışı denince artık
hepimizin aklına yüz ve kol
nakli geliyor. Bu çalışmalar
ve başarılarla ilgili olarak
medyaya pek yansımayan
gizli kahramanlar var: Organ
Nakil Koordinatörleri ve
Transplantasyon Yoğun Bakım
Hemşireleri.
Her şey yoğun bakımda yatan
bazı hastalara beyin ölümü
tanısı konmasıyla başlıyor…
Beyin ölümünün onaylanması
için anestezist, nörolog,
nöroşirürji uzmanı ve
kardiyologdan oluşan dört
hekimin imzası gerekiyor. Her
gün yoğun bakım hastaları
takip edilerek beyin ölümü
gerçekleşen hastalar ile ilgili
süreci başlatıp onay, imza
gibi prosedürleri hallettikten
sonra aileyle görüşme başlıyor.
Bağışa onay alınınca ölen
kişinin kanı alınır, doku tespiti
yapılır ve Ankara’ya gönderilir.
Organ nakil koordinatörleri
işte tam bu noktada ailelere
beyin ölümünü anlatmakta
zorlanıyorlar. Çoğu zaman ani
bir kaza veya vakayla başlayan
üzücü şok durumunda ailelerle
görüşmek gerçekten zor.
Dört gün aileyle konuştu
Uşak Devlet Hastanesi nakil
koordinatörü Dr. Zafer Aydın
ilk yüz nakli için yoğun
bakımdaki Kaya’nın ailesiyle
onay alabilmek için dört gün
boyunca uğraşmış. Milyonda
bir ihtimal bile olsa iyileşme
düşüncesi, dinen günah
olduğu inancı yine karşılarına
dikilen en büyük engel olmuş.
Hemşireler, sağlık memurları
ile doktorlar, organ nakil
koordinatörü olarak görev
yapabiliyor. Ferhat Baş da
onlardan biri. 8 yıldır organ
nakil koordinatörlüğü yapan
Baş, bu görevi Ankara
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Tıp Fakültesi Hastanesi’nde
sürdürüyor.
SAĞLIK&İNSAN
Hastanenin organ ve doku
nakli koordinatörlüğünün
kurulduğu ilk yılda 8 beyin
ölümü ve 2 donör bildirimi
yapmış. 2007’de 12 beyin
ölümü tespitinden 7 donör,
2008’de 6 beyin ölümü
tespitinden 2 donör, 2009’da
21 beyin ölümü tespitinden
8 donör, 2010’da 17 beyin
ölümü tespitinden 4 donör,
2011’de 25 beyin ölümü
tespitinden 9 donör olarak
bildirmiş. Ferhat Baş’ın yapmış
olduğu gayretli çalışmalar
neticesinde hastane organ
nakil merkezi ülkenin en fazla
donör bildiren merkezlerinden
birisi olmuş.
Baş, “Ailelerden en acılı
oldukları anda başka insanlara
umut olmalarını istemek
görevimizin en zor anlarıdır.”
diyerek şöyle devam ediyor:
“2007 yılında 14 yaşındaki İ.S.
kafasına sopa ile vurulması
neticesinde hastanemiz
Yoğun Bakım Ünitesi’nde
tedavi altına alınmıştı.
Yapılan tedaviye rağmen
beyin ölümü gerçekleşen
İ.S.’nin ailesi ile organ bağışı
konusunda görüşmeler yaptık.
İ.S.’nin ablası ve ailesi yetim
büyüyen çocuklarının acısına
dayanamıyor adeta her şeye
isyan ediyorlardı. Organ ve
Doku Nakli Koordinatörümüz
Dr. Murat Allıoğlu’nun yoğun
ikna ve bilgilendirme çabaları
sonucunda derin üzüntü
ve isyan içinde olan İ.S.’nin
ailesi organ bağışına rıza
göstermişti.”
Vefat edenlerin sağlığında fikir
beyanı olmamışsa, ailelerin
genellikle olumsuz tavır
sergilediğini belirten Baş,
organ bağışında bulunmak
isteyenlerin en azından
sağlığında ailelerine bu
konudaki fikirlerini ifade etmiş
olmalarının, ülkemizdeki organ
bağışının artmasına vesile
olacağını belirterek, yaşadığı
bir diğer olayı bizimle şöyle
paylaştı:
“2010 yılında yaşadığımız
olayda beyin ölümü
gerçekleşmiş bir bayanın eşi
ile organ bağışı konusunda
yaptığımız görüşmede,
eşiyle bu konuda herhangi
bir konuşma yapmadıklarını,
rahmetlinin fikrini bilmediğin
ifade etti. Eşinin organlarını
bağışlayamayacağını belirtti.
Biz de bu konuda, diğer
aile fertleriyle görüşmesi
gerektiğini ifade ederek,
aileden başka birisine
bu konuda vasiyetinin
olabileceğini hatırlattık.
Ertesi gün rahmetlinin şehir
dışında okuyan kızı geldi ve
televizyondaki bir programda
organ nakli konusu işlenirken
annesinin de organlarını
bağışlamak istediğini
söylediğini beyan etti.”
Sağlık Bakanlığı
sertifika veriyor
Organ nakil koordinatörü
olmak isteyen hemşire
veya doktorların, Sağlık
Bakanlığı’nın Organ Nakil
Merkezlerinde düzenlediği bir
haftalık sertifika programlarına
katılmaları şart. Ayrıca her yıl
düzenlenen seminerlerde
de psikologlar ve kişisel
gelişim uzmanları, ailelere
nasıl yaklaşılması gerektiğini
anlatıyor.
Bağış yapacak aileler karaciğer,
böbrek gibi organların nakline
çoğunlukla daha kolay izin
veriyor. Ancak sıra göz, kol,
bacak, yüz gibi uzuvlara
gelince tepki gösterebiliyorlar.
Bir kişinin beyin ölümü
gerçekleştikten sonra her an
kalbi durabilir. Kısa sürede
ailenin onayının alınması
gerekiyor. Bir yanda bağış
yapanlar diğer yanda can
bulan hastalar var. Aslında tatlı
bir hüzün yaşanıyor.
23
SAĞLIK&İNSAN
Bu şekilde hastanın
beklentileri ile gerçekleşen
durum arasında farklar
ortaya çıktığında bilinmeyen
bir şok durumunun
oluşması engellenmektedir.
Transplantasyon sonrasında
yaşam standartlarını
yükseltmeye çalışıyoruz.
Yorulsak da çoğu zaman
görevimizi en iyi ve layıkıyla
yapmanın verdiği huzur oluyor
içimizde…”
Organ nakli yapıldıktan
sonra da her şey bitmiyor. İyi
bir hasta bakımı sunulması
gerekiyor. Zaten organ ret
durumu yaşanmaması için
bağışıklık sistemi baskılanan
hastalara çok steril ortamda iyi
bakım yapılması gerekiyor. İşte
bu noktada devreye vefakâr ve
fedakâr hemşireler giriyor.
Hayat Hemşire
“Transplantasyon Hemşiresi
olarak, takılacak organın
(kadavra ya da canlıdan)
bağışı sonrası en uygun
nakil için uygun hastanın
tespitini ve naklini sağlayacak
düzenlemeleri oluştururuz”
diyerek başlıyor heyecanlı bir
koşunun anlatımına:
Transplantasyon hemşireleri
çoğu kez önceden
planlanmamış ancak
ani gelişen organ nakli
vakalarında gece veya gündüz
yataklarından kalkarak
görevlerine geliyorlar. Bir
yanda verici ailenin yakınları
diğer yanda ümitle bekleyen
hasta yakınlarını çoğu kez
sakinleştirmek onlara düşüyor.
Bazen 1 yaşında bebek
bazen de anne ve babaları
yaşında yaşlı insanlar! Hepsi
de hayatın içinden vakalar…
Soğukkanlılığın yanında her an
hayat kurtarma ekibinin içinde
görev yapma heyecanı…
“Bu tür durumlarda her şeyin
yerini panik, heyecan, korku,
telaş gibi duygular almaya
başlar. Çoğu zaman gece yarısı
hemen organize olmamız
gerekir. Hızlı ve eksiksiz olarak
hareket etmek zorundayız.
Ameliyattan önce hastanın
psikolojik ve fizyolojik olarak
nakile hazır olmasını sağlamak
en zor iştir. Aile kaygı, telaş,
korku ve panik içinde olduğu
için onları da teselli etmek,
onların yaşadığı duyguları,
acılarını paylaşmak, bizlerden
çok şey götürmesine rağmen,
bambaşka ve tarifsiz bir
duygudur. Soğukkanlı olmak
neredeyse mümkün değildir.
Titiz ve dikkatli davranmak
zorunda olmakla beraber
hastayı ve hasta yakınlarını
sahipleniyoruz. Hastanın korku
ve endişelerinin tamamını
gideremiyoruz belki ama en
aza indirmeye çalışıyoruz.
12 senedir büyük
bir üniversitemizin
Transplantasyon Yoğun Bakım
servisinde görev yapan
hemşirelerimizle görüştük.
Gerçekten hepsinde haklı
bir gurur var, ancak biraz
yorgunlar…
24
Sorularımıza içtenlikle cevap
veren Hayat Hemşire, tatlı
yorgunluklarını ve aldıkları
sorumluluğu belirterek,
“Yapılan organ nakli
operasyonunun başarıya
ulaşması biz hemşirelerin
omuzlarındadır. Operasyonu
gerçekleştirmek kadar
yapılan operasyonu başarıya
ulaştırmak bizlere düşmektedir.
Hastalarımızın tedavisi
kapsamında ilaçlarının dikkatli
ve titiz şekilde verilmesi,
egzersizleri, bakımları çok
önemlidir. Nakil sonrası
hastanın evde bakım işleri
hastanın yakınına ve hastaya
düşer. Çok önem arz eden
transplantasyon sonrası
taburculuk eğitimini en
ayrıntılı ve en etkin şekilde
hasta ve yakınına vermek
durumundayız. Bu tür
hastaların tedavisi genelde çok
farklı oluyor. Diğer hastalardan
ayrılan farkı immunosupresif
tedavi almaları ve bu nedenle
bağışıklık sistemlerinin
baskılanmasıdır. Enfeksiyona
karşı açık durumdadırlar. Bu
riski yine en aza indirgemek ve
hijyen eğitimi vermek bizlere
düşüyor.” diyerek heyecanla
ve gururla anlatıyor bu özel
hizmeti ve özel hemşireleri.
SAĞLIK&İNSAN
İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi
Karaciğer Nakli Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Sezai YILMAZ:
“En Başarılı
Karaciğer Nakilleri
Malatya’da Gerçekleşecek!”
Hande AYDEMİR
26
SAĞLIK&İNSAN
1962 doğumluyum. Malatya’nın
Arguvan ilçesi Karahöyük köyünde
doğdum. Çocukluğum, ilk, orta
ve lise yıllarım Malatya’da geçti.
On yedi yaşında Malatya’dan
ayrıldım ve “Tıp Fakültesi” eğitimimi
Diyarbakır’da tamamladım.
İhtisaslarımı Ankara’da yaptım.
“Genel Cerrahi” ihtisasımı
Ankara Numune Hastanesi,
“Gastroenteroloji Cerrahisi” yandal
ihtisasımı Türkiye Yüksek İhtisas
Hastanesi’nde yaptım. “Karaciğer
Nakli” eğitimimi 1999 yılında
Amerika Pittsburgh Üniversitesi’nde
aldım. 2002 yılından itibaren
de Malatya’daki karaciğer nakli
serüvenimiz başladı.
Sezai Hocam, siz bu mücadeleye
başladığınızda Türkiye’de karaciğer
nakli ve bağışı konusunda durum
nasıldı?
Karaciğer Nakli Enstitüsü’nün
kurulma sürecini, karaciğer
naklinde Enstitü’nün geldiği
noktayı bizimle paylaşır mısınız?
Bu serüvene 2002 yılında
başladık ve 2006 yılına
kadar 22 nakil yaptık. Bu
sayı son derece yetersizdi.
Ülkemizde karaciğer
nakline yıllık gereksinim
2bin 500 civarındadır.
Geçen yıl ülkemizde toplam
880 kişiye karaciğer nakli
yapıldı. İnsanların büyük
kısmı karaciğer nakli
yapılamadığı için ölüyor.
Bunun önünü açmak lazım,
bu da ancak organ bağışı ile
yapılabilir. Maalesef toplumda
organ bağışı bilinci çok iyi
yerleşmemiştir. İnsanlar
ailesinden birisinin beyin
ölümü gerçekleştiğinde
annemi, babamı ya da
kardeşimi parçalatmam
diye organ bağışı yapmıyor,
ama ailesinden birisi hasta
olduğunda kendisi organının
yarısını veriyor. Ölümüzün
organını bağışlamıyoruz
ama dirimizin organını
veriyoruz. Organ bağışında
toplumun bilinçlenmesi zaman
alacaktır. Sonuçta bizim gibi
organ bağışı sorunu yaşayan
Uzak Doğu ülkeleri bunu nasıl
aşmıştır; canlı vericili organ
nakli ile bu durumu aşmış,
insanlara bunu sunmuştur.
2007 yılında canlı vericili
karaciğer nakli ile ilgili
çalışmalara başladık. O yıl
50’nin üzerinde karaciğer nakli
yaptık. 2008 yılından itibaren
de Turgut Özal Tıp Merkezi
Türkiye’de bir marka oldu.
Dört yıldır ülkemizde hem
canlı vericili hem de toplam
karaciğer nakli ile ilgili bir
numaralı merkez Turgut Özal
Tıp Merkezi’dir.
Bu yıl yine bir rekor kırdık
ve 222 karaciğer nakli
gerçekleştirdik. Yılda 300’ün
üzerinde karaciğer nakli
gerçekleştiren dünyada bir
merkez var, ikinci merkez biziz.
Bunun üzerine biz buranın
enstitüleşmesi gerektiğini
düşündük.
Enstitüden ziyade her şeyi
ile karaciğere yoğunlaşan
bir bilimsel yapı, yani başka
bir deyişle “Karaciğer
Fakültesi” açtık. Bunu tıp
fakültemiz yönetim kuruluna,
üniversitemiz senatosuna,
rektörümüz Cemil Çelik’e,
YÖK eski başkanımıza,
Milletvekillerimize,
Hükümetimize ve
Cumhurbaşkanımıza borçluyuz.
Yaklaşık 6 ay önce Malatya’da
Karaciğer Enstitüsü kuruldu.
İnönü Üniversitesi Karaciğer
Nakli Enstitüsü ülkemizin
uluslararası bir projesidir.
Bu enstitüde neler yapmayı
planlıyorsunuz?
Bu yapı dünyada bir ilktir.
Bu enstitüde neler yapılacak
sıralayalım. Birincisi,
ülkemizdeki ve yurtdışındaki
doktorlara karaciğer nakli ile
ilgili 2-3 yıllık eğitim veren
bir yer olacak. Şu anda bile
Türkiye’nin birçok yerinden ve
dünyanın birçok ülkesinden
20’nin üzerinde doktor, 6 aylık
bir eğitim almaktadır. İkincisi,
dünyadaki en fazla, en başarılı
karaciğer nakilleri burada
gerçekleşecektir. Canlı vericili
karaciğer nakli en zor yapılan
ameliyattır. Bir ameliyat nerede
çok yapılıyorsa orada en iyi
yapılıyordur.
Doğu ve Güneydoğu’dan
gelen insanlara
devletimizin bir
üniversite hastanesinde
bu olanakları sunmak,
bu insanlarda devlete
karşı güven ve
bağlılık duygusunu
güçlendirecektir. Kısacası
Malatya Karaciğer Nakli
Enstitüsü projesinin
milli birliğimize katkı
sağlayacak önemli
bir proje olduğunu
düşünüyorum.
27
SAĞLIK&İNSAN
Elde ettiğiniz başarı bölgede
ve Türkiye’de umut oldu.
Mücadelenizin bu yönünü nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Dünyada en fazla sayıda
karaciğer nakli, yılda 300’ün
üzerinde karaciğer nakli ile
Güney Kore’nin başkenti
Seul’de bulunan bir merkezde
yapılmaktadır. Bizim amacımız
bu sayının üzerine çıkmaktır.
Karaciğer naklinin dünyadaki
gelişiminden de kısaca bahseder
misiniz?
Karaciğer nakli ilk kez
Amerika’da 1963 yılında
yapıldı. Şimdiye kadar 1 yılda
en fazla sayıda karaciğer
nakli yapan merkez, 620 nakil
ile Amerika’da Pittsburgh
Üniversitesi olup, bu sayıyı
1990’lı yıllarda gerçekleştirdi,
ayrıca ben de karaciğer nakli
eğitimimi bu merkezde aldım.
Siz bu rekoru kırabilecek misiniz?
Bu rekoru kırmak diğer
amacımızdır. Yani Malatya’nın
ismini karaciğer nakli ile tarihe
altın harflerle yazdıracağız.
Üçüncüsü her tür zorluklarla
karşı karşıya geliyoruz.
28
Bu yüzden de bu zorlukları
çözen, bütün bilimsel teknikler,
buluşlar bu merkezden
çıkacak. Şimdiden Malatya ismi
ile anılan ve bu ameliyatın son
derece zor bir kısmını çözmek
için “Malatya Yaklaşımı” diye
bir ameliyat tekniği tanımladık.
Bu terim literatüre de girdi. Bu
son derece güzel bir şeydir.
Bu ameliyattan sonra
planladığımız bir ameliyat
daha var ona da “İnönü
Yaklaşımı” diyeceğiz. Bir
başka ameliyata da “Turgut
Özal Yaklaşımı” diyeceğiz.
Şehrimizin kıymetlerini tek
tek ameliyat ismi ile literatüre
geçireceğiz. Dördüncüsü,
Malatya ekonomisine çok
büyük gelir getirecektir.
Hedefimiz yılda 200 milyon
dolar gelir getirmektir.
Karaciğer nakli Malatya’ya
kayısıdan daha fazla gelir
getirecektir. Ayrıca Karaciğer
Nakli Enstitüsü ile sanayi
de gelişecektir. Ameliyatta
kullanılan malzemelerin
Malatya’da üretilip
pazarlanacağını düşünüyorum.
Yani Malatya karaciğer nakli ile
anılan bir şehir olacaktır.
Malatya’daki karaciğer nakli
ile ilgili başarılardan sonra
son yıllarda Türkiye’nin her
yanından olduğu gibi Doğu
ve Güneydoğu Anadolu’dan
akut karaciğer yetmezliğine
sahip çocuk ve erişkin
hastalar Sağlık Bakanlığımızın
hava ambulansı vasıtasıyla
kısa sürede Malatya’ya
getirilmektedir. Bu hastalara
1-2 saat içerisinde canlı donör
hazırlanmakta, tahminen
2 saat içinde karaciğer
nakline alınabilmektedir.
Güneydoğu’dan bir
hastanın büyük şehirlerde
böyle komplike ve zor bir
ameliyata bu kadar kısa
sürede ulaşabileceğini pek
sanmıyorum.
Sonuç olarak, Doğu ve
Güneydoğu’dan gelen
insanlara devletimizin bir
üniversite hastanesinde
bu olanakları sunmak, bu
insanlarda devlete karşı
güven ve bağlılık duygusunu
güçlendirecektir. Kısacası
Malatya Karaciğer Nakli
Enstitüsü projesinin milli
birliğimize katkı sağlayacak
önemli bir proje olduğunu
düşünüyorum.
Ülkemizde organ nakillerinde
başarı oranı nasıl?
Genellikle dünyada kabul
edilen oran hastalığın
ağırlığına da bağlı değişmek
kaydıyla %70’in üzerinde
başarıdır. Bizim merkezimiz çok
ciddi, çok ağır hastaları kabul
etmektedir.
SAĞLIK&İNSAN
Bu hastalar ülkemizin hiçbir
merkezinde karaciğer nakli
yapılmayan yandaş hastalıkları
olan ve son nokta olarak
bize başvuran hastalardır.
Bu hastaların çoğuna başarı
oranımız düşecek diye bilimsel
kuralların dışına çıkmamak
kaydıyla karaciğer nakli şansını
sunmak istiyoruz. Dolayısıyla
ağır hasta gurubundan
dolayı başarı oranları düşük
görünebilir. Ancak bu hasta
gurubunu çıkaracak olursak
bizim merkezimizin başarısı
%85 civarındadır, biz bu
başarıyı %90’ın üzerine
çekmeye çalışıyoruz.
Karaciğer nakli ile ilgili gereken
desteği aldınız mı, alabiliyor
musunuz?
Bundan önceki rektörümüz
zamanında da şimdiki
rektörümüz zamanında
da üniversite yönetimi,
başhekimlik, dekanlık bazında
da tam destek aldım. Hiçbir
şekilde bu destek azalmadı,
artarak devam etti. Bundan
son derece mutluyum. Şehir,
kamuoyu destek oldu. Bu
başarı sadece organ nakli
ekibinin değil Malatya şehrinin
başarısıdır.
Malatya’dan kısaca bahsetmek
gerekirse, kayısı üretiminde
dünya piyasalarının
% 85’ini elinde tutuyor.
Cumhurbaşkanları çıkarmış
iddialı bir Anadolu şehridir.
Son yıllarda bu şehir başarıya
aç idi. Karaciğer nakli ile
gelinen noktada Malatya
halkının, basınının, vali,
belediye başkanı, milletvekilleri
ve üniversite yönetiminin
büyük katkısı vardır. Bu başarı
Malatya şehrinin başarısıdır.
Ülkemizde en sık hangi karaciğer
hastalığı için nakil yapılıyor?
Karaciğer hastalığına
sebebiyet veren bir çok etken,
patoloji son dönem karaciğer
hastalığına sebebiyet vererek
hastaları ölüme götürebilir. İşte
bu durumda elimizdeki tek
silah karaciğer naklidir.
Karaciğer nakli yapılan
hastalarda görülen en sık
neden (% 50 kadarı) Hepatit
B virüsüne bağlı karaciğer
sirozudur.
Bunun dışında Hepatit C
virüsü, karaciğer kanserleri,
alkolik hepatit ve doğuştan
karaciğer hastalıkları da son
dönem karaciğer hastalıkları
veya siroza sebebiyet verebilir.
Karaciğer nakli ekibinin çalışma
temposundan bahseder misiniz?
Tüm arkadaşlarımız gece
veya hafta sonu demeden,
çok yoğun çalışmaktadırlar.
Geçen yıl yaptığımız 222
karaciğer nakli ve bunların
erken dönemde oluşan
komplikasyonlarına bağlı
reoperasyonlarla yılın
% 75’ini karaciğer nakli
yaparak geçirdiğimiz
söylenebilir.
Bir karaciğer naklinin en az
10-12 saat sürdüğünü ve bu
naklin sonunda her gün 2-3
saat hastaların radyolojik
tetkiklerini incelemekle
geçirdiğimizi düşünürsek
sanıyorum ortadaki özverinin
büyüklüğünü anlatmış olurum.
Özet olarak buradaki başarı
karaciğer nakil ekibinin vatan,
millet ve memleket sevgisinin
bir göstergesi, bir sonucudur.
Malatya gibi orta ölçekli büyüklükte
ve kayısı ile özdeşleşmiş bir
Anadolu şehrinde karaciğer nakli ile
ilgili bu başarı nasıl sağlandı.
Kısacası, bu tablo karaciğer
naklinde çalışan tüm ekip
arkadaşlarımızın idealist
duygularla, sınırsız bir çalışma
sonrası ortaya çıkan bir başarı
öyküsüdür. Bu başarının büyük
şehirlerin dışında kalan diğer
üniversite hastanelerine de
örnek oluşturması ayrı bir
gurur kaynağımızdır.
29
ORGANLARINIZI BAĞIŞLAYIN
HAYAT KURTARIN
Türkiye’de organ nakli
bekleyen hastaların sayısı gün
geçtikçe artıyor. Organ nakli
ile ilgili en önemli sorun ise
bağış sayısındaki yetersizlik.
Ancak dünya standartlarındaki
organ nakil merkezlerimiz ve
Türk doktorların deneyimi
sayesinde nakil olmak için yurt
dışına gitme dönemi sona
erdi. Aksine yabancı hastalar
ülkemize gelerek organ nakli
oluyor. Organ naklindeki bu
gelişmeler yüz güldürüyor...
Fakat konunun toplumsal bir
bilinçle ve bir devlet politikası
olarak ele alınması gerekiyor.
Sağlık Bakanlığı Böbrek Nakli
Bilim Kurulu Üyesi ve Türkiye
Organ Nakli Kuruluşları
Koordinasyon Derneği Yönetim
Kurulu Üyesi olan Memorial
Ataşehir Hastanesi Organ
Nakli ve Genel Cerrahi Merkezi
Başkanı Prof. Dr. Kamil Yalçın
Polat, Türkiye’de organ nakli
ve bağışının durumu hakkında
bilgi verdi.
Organ bağışı 10 kat artmalı
Organ nakli için Türkiye ve
dünyadaki en önemli engel,
hastalara yeterli sayıda organ
bulunamamasıdır. Bunun
için de ülkemizde canlıdan
canlıya nakiller daha çok
yapılmaktadır.
Organ bağışının az olması da
buna etkendir. Türkiye’de bir
30
yılda bağışlanması gereken
organ sayısının milyon nüfus
başına göre düşünüldüğünde
2.000-3.000 arasında olması
gerekmektedir.
Bu rakam maalesef 300-400
ile sınırlıdır. Yani günümüz
şartlarında 10 kat daha
fazla bağışa ihtiyaç olduğu
görülmektedir.
Türkiye’de canlıdan nakiller
Avrupa’dan daha fazla
Ülkemizde Avrupa ülkelerinde
organ vericilerinin yüzde 80’i
kadavra, yüzde 20’si canlı
kaynaklıyken, Türkiye’de tam
tersine organ vericilerinin
yüzde 75‘i canlı, yüzde
25’si kadavra kaynaklıdır.
Son yıllarda yapılan
organizasyonlar ile ülkemizde
kadavra verici bulma oranı az
da olsa artmış görünmektedir.
Ancak kadavradan nakillerin
artması için hastaların beyin
ölümünün gerçekleştiği
merkezlere önemli görevler
düşmekte, halkımızın da bu
konuda duyarlı davranması
gerekmektedir.
Karaciğer yetmezliğinin en
etkin tedavisi nakildir
Karaciğer tümörü ve
yetmezliğinde Hepatit B,
Hepatit C ve bunlara bağlı
gelişebilen siroz önemli
nedenler arasında sıralanır.
Hepatit B’li hastaların %15’inde
ileri evrelerde tümör ya da
yetmezlik olabilir. Karaciğer
yetmezliği ülkemizde de en
çok Hepatit B’ye bağlı olarak
gelişir. Batı toplumlarında
ise alkole bağlı gelişen
karaciğer yetmezlikleri daha
çok görülmektedir. Karaciğer
yetmezliğinin son evresinde
olan hastalar için nakil
sayesinde uzun ve kaliteli bir
yaşam sağlanır.
Kansız karaciğer nakli riskleri
azaltıyor
Nakillerde hastanın
fizyolojisine çok dikkat
edilmelidir. Çünkü ne kadar
çok yan ürün kullanılırsa
hastanın metabolizması o
kadar bozulur.
SAĞLIK&İNSAN
Ne kadar çok kan kullanılırsa
hastanın ameliyat sonrası
iyileşme süreci gecikir. Her
kan alımı kişi için bir travmadır.
Nakillerde az kan kullanmak
hastaların yoğun bakımda
1-2 gün kalmasını ve en kısa
sürede taburcu olmasını
sağlamaktadır. Tabiî karaciğer
naklinde çok kan kullanılması
gereken operasyonlar da
olabilmektedir.
Nakil sonrası enfeksiyonların
önlenmesi çok önemli
Organ nakillerinde
genellikle hastalar, en çok
organ reddi durumunda
ve enfeksiyon oluştuğunda
kaybedilebilmektedir.
Doktorların ve hemşirelerin
yer aldığı özel bir enfeksiyon
komitesinin denetimi ile
hastalar enfeksiyon riskine
karşı korunmalıdır.
Nakil sonrası sağlıklı bir yaşam
sizi bekliyor
Bir nakil hastası için ilk
bir yıl oldukça önemlidir.
Nakil sonrası çoğu insan
yapmakta olduğu işe geri
dönerek günlük yaşantısına
devam edebilmektedir.
Ancak ameliyat sonrası
dönemde dikkat edilmesi
gereken bazı durumlar vardır.
Hastalar naklin gerçekleştiği
merkez ile bağlantılarını asla
kesmemelidir. Ameliyat sonrası
enfeksiyon riskini önlemek
için doktorlarının talimatlarına
kesinlikle uymalıdır. Organ
nakli hastanın iş ve sosyal
yaşamına sağlıklı bir şekilde
dönebilmesini sağlamaktadır.
Örneğin; organ nakli olan
kadınlar 2. yıldan sonra doğum
yapabilmektedir. Ancak nakil
olmuş hastaların çevrelerindeki
insanları nakil olduklarına dair
bilgilendirmeleri de faydalı
olacaktır.
Yoğun bakım desteği hayat
kurtarır
Sağlık Bakanlığı hasta takibini
büyük bir titizlikle yapıyor
Nakil operasyonlarında
anestezi ve yoğun bakım
destekleri çok önemlidir.
Örneğin; acil karaciğer
yetmezliğine giren bir
hastamız tam olarak 20 gün
yoğun bakımda başarılı bir
şekilde takip edildi ve daha
sonra kadavradan nakli
gerçekleştirdik. Bu hastanın
hayatta kalmasında yoğun
bakımın çok önemli payı
vardı. Bu, organ naklinde
başarıyı etkileyen önemli
faktörlerden biridir. Hastalar
taburcu edildikten sonra takibi
de önemlidir. Hasta il dışında
da olsa kontrolleri ve ilaç
kullanımını düzenlemek için
iletişim halinde olunmalıdır.
Ülkemizde insanların Türk
hekimlerine güvenmesi
gerekiyor; çünkü Türkiye’de
organ nakli deneyimi olan
hekim sayısı oldukça yüksektir.
Herhangi bir doktorumuzun
artık yurtdışında eğitim
almasına gerek kalmamaktadır.
Zaman geçtikçe görüyoruz
ki; yurtdışına hasta
göndermiyoruz hatta
yurtdışından hasta alıyoruz.
Sağlık Bakanlığı Ulusal
Koordinasyon Merkezi ve Bilim
Kurulu, gerek kamuda gerek
özel hastanelerde yapılan
tüm organ nakillerini ve daha
sonrasında tüm hastaları
bilgisayar sistemi ile bire bir
takip ediyor.
Bilinmelidir ki; organ bağışı
bir kişinin hayatta iken ya
da hayatını kaybetmiş ise
ailesinin serbest iradesi ile
tıbben yaşamı sona erdikten
sonra doku ve organlarının
başka hastaların tedavisi için
kullanılmasına izin vermesi
ve bunu belgelendirmesiyle
olabilmektedir.
Organ nakli yapabilmek her
alanda üst düzeyde hizmet
vermek demektir
Bir hastanede organ nakli
yapılabilmesi için o merkezin
üst düzeyde hizmet veriyor
olması gerekmektedir. Çünkü
organ nakli sadece ameliyatla
ilgili bir işlem değildir.
Organ naklinin öncesi ve
sonrası süreci için o merkezin
poliklinikleri, laboratuvarları,
görüntüleme üniteleri, yatan
hasta katları ve birçok kliniğinin
ortak çalışması çok önemlidir.
Yanlış inanışlar organ bağışını
engelliyor
Bağışlanan her organ,
yapılan her nakil aslında
kurtarılan bir hayatı ifade
eder. Ancak Türkiye’de
organ bağışının istenilen
düzeye ulaşmamasında ve
toplumda yeterli duyarlılığın
oluşmamasında bilgi eksikliği,
önyargılar ve yanlış inanışlar
önemli rol oynamaktadır.
Organ bağışı ve naklinde
doğru zannedilip inanılan
yanlışlar ile yıllarca diyalize
bağlı kalan ya da organ
bağışında bulunmayan birçok
insan bulunmaktadır. Gerçek
olmasa da kamuya yansıtılan
organ mafyası kelimesi organ
bağışını olumsuz etkiliyor.
31
SAĞLIK&İNSAN
İnsanlar bu konuda bilinçli
olmadıkları için bu tür
haberlere kulak asarak
bağışlardan kaçınıyorlar.
İnanıyoruz ki; gün geçtikçe
bağış sayıları daha iyi
rakamlara ulaşacaktır.
Türkiye’deki ilk yüz nakli
ve beraberindeki el, kol
nakil ameliyatları ile birlikte
meslektaşlarım ve bilim
dünyası adına çok mutlu olduk.
Bu tür sevindirici gelişmeler
sayesinde vatandaşlarımızdaki
sosyal sorumluluk bilincinin
artacağına, organlarını
bağışlayacaklarına
inanıyorum. Kadavradan
gerçekleştirilebilecek
nakiller ile ilgili halkımızı
bilinçlendirmemiz gerekiyor.
Organ bağışı konusunda
yeterli ve doğru bilginin
aktarılması çok önemlidir.
Sağlık Bakanlığı son yıllarda
bu konu üzerinde başarılı
çalışmalara imza attı; ancak
daha çok gidilecek yolumuz
olduğu da bir gerçek. Toplum
bilinçlendikçe organ bağışına
yaklaşım da daha pozitif hale
gelebilecektir.
Kalite güveni artırır
Sağlık sisteminin her
kademesinde çok iyi
hizmet vermemiz gerekiyor.
Kaliteli hizmet ile güven de
kazanılacaktır. Diyanet İşleri
Başkanlığı’nın da bu konuya
açıklık getirmesi ile “Organ
nakli dinen caiz midir?”
sorusu da artık sorulmuyor.
Kimi zaman da aileler bazen
sosyal baskı hissedebiliyor.
Hayatını kaybeden kişinin
“organlarını sattınız” gibi
bir yaklaşım nedeni ile
insanlar çevrelerinden
çekinip bağış yapmıyorlar.
32
Bunlar yanlış ve dayanağı
olmayan düşüncelerdir.
Bağışlar ile birçok insanın
hayatının kurtulabileceğinin
unutulmaması gerekir.
İnsanların nakil konusunda
bilinçlenmesi ve bağışların
artması ile yapılan karaciğer
ya da böbrek nakilleri ile
sağlıklarına kavuşan insanların
sayılarının da artacağına
inanıyoruz. Örneğin; Memorial
Ataşehir Hastanesi Organ
Nakli Merkezi olarak son
5 ayda 29 karaciğer, 28
böbrek nakli gerçekleştirdik.
Karaciğer nakillerinin 5’i
kadavradan 24’ü canlıdan,
böbrek nakillerinin ise 3’ü
kadavradan 25’i canlı vericiden
idi. İstanbul Anadolu yakasının
ilk canlı vericili karaciğer
naklini Memorial Ataşehir
Hastanesi’nde gerçekleştirmiş
durumdayız. Bu önemli bir
başarı; ancak rakamların
halen yetersiz olduğu
görüşündeyiz. Kadavradan
nakillerin toplumdaki organ
nakli bilinci yerleştikçe artacağı
görüşündeyiz.
Yakınlarını kaybeden aileler
bilinçlendirilmelidir
Aileler konusunda vereceğimiz
sağlık hizmetinin birinci
kalitede olması gerekiyor.
Örneğin; yaralı bir hasta acile
giriş yaptığında hastaya en
doğru şekilde müdahale
edilmelidir. Tüm çabalara
rağmen hasta kaybedilmiş ise;
ailesine gerekli tüm tedavi
uygulamalarının yapıldığı
ama hastanın kaybedildiği
bildirilerek organ bağışı
hakkında bilgilendirilmelidir.
Ailelerin aklında ihmale
dayalı olarak hasta kaybedildi
düşüncesi olmamalıdır.
Türkiye, Kadavra Donör Sayısı Açısından
Dünya Ortalamasının Altında
Sağlık Bakanlığı Sağlık
Hizmetleri Genel Müdür
Yardımcısı Uzm. Dr. Arif
Kapuağası, Türkiye’nin canlıdan
organ naklinde kadavra
donör sayısı açısından dünya
ortalamasının altında olduğunu
söyledi.
Sağlık Bakanlığı Sağlık
Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Organ Doku Hücre ve Diyaliz
Hizmetleri Daire Başkanlığı ve
Bursa İl Sağlık Müdürlüğü’nün
organize ettiği ‘Organ
Temininde Yeni Adımlar,
Yoğun Bakım Eğitimi’ konulu
toplantıya katılan Sağlık
Bakanlığı Sağlık Hizmetleri
Genel Müdür Yardımcısı Uzm.
Dr. Arif Kapuağası organ
naklinde Türkiye’nin yerini
anlattı.
Amaç Kadavra Donör
Sayısını Üç Binlere Çıkarmak
Uzm. Dr. Arif Kapuağası,
“Şu anda biz beyin ölümü
sayılarını artırabilmek için
Türkiye çapında bölgelerde
eğitimler yapıyoruz. Yani
beyin ölümü teşhisi koyan
hekimleri eğitmeyi planlıyoruz.
3 bin-3 bin 500 kişi bu yılki
hedefimiz. Bundan sonra lokal
eğitimlerimiz de olacak.” dedi.
Türkiye’nin dünyada Amerika
ve Hollanda’nın ardından en
çok nakil yapan ülkeler içinde
ilk dörtte olduğunu anlatan
Uzm. Dr. Arif Kapuağası, şunları
söyledi: “Geçen sene 3 bin
500’e yakın nakil yapıldı. 2 bin
900’e yakın sadece böbrek
nakli yapıldı. Burada bizde
bir sıkıntı var. Bizde canlıdan
yapılan nakiller çok fazla.
Ancak biz kadavra donör
sayısını artırmak için çaba
gösteriyoruz.
Burada eğitimlerde beyin
ölümü gerçekleşmiş kadavra
donör sayısını artırmaya
yönelik eğitim veriyoruz. Bunu
da artırırsak 2 yıl içinde nakil
sayımızı sadece böbrekte 3
binlerin üzerine çıkarabiliriz
diye düşünüyorum.”
Türkiye’de Milyon Nüfus
Başına Donör Sayısı 4,6
Türkiye’nin canlıdan organ
naklindeki durumun aksine
kadavra donör sayısı açısından
dünya ortalamasının altında
olduğunu anlatan Kapuağası,
sözlerine şöyle devam etti:
“Yaklaşık bizim milyon nüfus
başına donör sayımız geçen
yıla göre yüzde 30 artışla 4,6’ya
yükseldi. Geçen yıl 3,2 idi. Bu
yıl artış var. Hedefimiz bunu en
azından milyon nüfus başına
10’lara çıkarmak; uzun vadede
de bunu 14’lere çıkarmayı
amaçlıyoruz.”
En Sıkıntılı Alan Böbrek Nakli
Türkiye’de en fazla böbrek
nakli olduğunu belirten Uzm.
Dr. Kapuağası, şu bilgileri
aktardı: “Türkiye’de sadece
böbrek bekleyen 17 bin 500
hasta var. Bin 700 civarında da
karaciğer nakli bekleyen hasta
var. Dolayısıyla en çok böbrek
nakli yapılıyor. Bundan sonra
kalp nakli geliyor. Geçen sene
Türkiye’de 93 tane kalp nakli
yapıldı. Bu nakiller de dünya
standartlarına göre yapılıyor.
Böbrekte başarımız yüzde
97’lerde; dünyada ise bu oran
92’lerde. Ayrıca ince bağırsak,
karaciğer, pankreas, kemik
iliği nakli gibi nakiller var.
Son dönemde ise kompozit
doku ile ilgili nakiller var.
Şu anda Türkiye’de hemen
hemen yapılmayan nakil yok.
Ancak en sıkıntılı olduğumuz
alan böbrek nakli, çünkü
bekleyenimiz çok.”
Uluslararası camianın
Türkiye’nin yakında organ
naklinde en çok sözü geçen
ülke olacağını söylediğine
dikkat çeken Sağlık Bakanlığı
Sağlık Hizmetleri Genel
Müdür Yardımcısı Uzm. Dr.
Arif Kapuağası, geçen seneye
göre, yüzde 30 kadavra donör
sayısında artış olmasına
rağmen bunun yetersiz
olduğunu, vatandaşlardan
organ bağışında daha duyarlı
olmalarını istedi.
33
SAĞLIK&İNSAN
“Organ nakli son tahlilde
bir tedavi yöntemi
olduğuna göre, insan
bedenini ve sağlığını
koruma yönündeki ısrarlı
tavsiyelerin burada da
peşinen geçerli olduğu
hatırlanmalıdır. İnsanı
yaşatma ve hayatı koruma
esas olunca, bunu temin
eden son çare olarak organ
nakli de düşünülecektir.
Nitekim bunun tarihsel
izlerine ve benzerlerine
fıkıh literatürümüzde
rastlamak mümkündür.”
Bir Tedavi Yöntemi Olarak
Organ Nakli
Prof. Dr. Ahmet YAMAN
Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı
Tıp ilmi ile teknolojisi ve
genetik mühendisliğinin süratli
gelişiminin sağladığı imkânlar
ve organ bağışı yönündeki
kamusal yönlendirmeler
sayesinde organ nakli,
neredeyse günlük hayatın aslî
fenomenlerinden biri haline
gelmiş bulunmaktadır.
Organ naklinin her iki tarafında
da insan olması, insanın ise
yaratıklar evreninin en saygın
varlığı niteliğini taşıması
ve ebedî âhiret hayatı için
tekrar dirilmeye dair iman,
gelişmelerin sadece tıp ve
hukuk değil, belki daha anlamlı
bir boyutta din ve ahlâk
çerçevesinde tartışılmasını
gerekli kılmıştır.
34
İnsan Hayatının Önemi ve
Beden Üzerindeki Haklar
İnsan, kendisinin veya
başkasının yaratılışı üzerinde
herhangi bir iradeye ve
beceriye sahip olmadığı için,
ne kendi ne de bir başkasının
bedeni üzerinde dilediği gibi
tasarrufta bulunma hakkına,
hele hele ceza hukukuyla ilgili
bazı kamusal düzenlemeler
dışında1, sonlandırma yetkisine
sahip değildir. Onun içindir ki,
cana kıyma ve intihar en büyük
suç ve günahlar arasında
sayılmıştır. “…Cinayetin ve
yeryüzünde fesadı yaymanın
cezası olarak işlenmesi dışında,
eğer bir kimse bir insanı
öldürürse bütün insanları
öldürmüş gibi olur.
SAĞLIK&İNSAN
Her kim de bir hayatı kurtarırsa
bütün insanları kurtarmış gibi
olur.”2 ayeti ile farklı yorumları
olmakla birlikte“… Kendinizi
öldürüp mahvetmeyin!...”3 ayeti
buna işaret etmektedir. Hatta
öldükten sonra bile insanın ve
onun bedenine ait parçaların
aynı saygınlığı taşıyacağını
“Ölünün kemiğini kırmak, tıpkı
hayattayken kırmak gibidir”4
sözleriyle Hz. Peygamber
(s.a.s.) beyan buyurmuştur.
Bu ölçüde değeri olan
insan hayatının sağlıklı
sürdürülebilmesi de dinimizin
teşvik edip önem verdiği
bir husustur. Onun içindir
ki Yüce Allah “…Kendi
ellerinizle kendinizi tehlikeye
atmayın!”5 buyururken, Hz.
Peygamber: “Ey Allah’ın kulları
tedavi olun! Zira Allah Teâlâ,
yaşlılık hariç, takdir ettiği her
hastalığın mutlaka şifasını da
vermiştir.”6; “Allah hem derdi
hem de devayı göndermiş, her
hastalığa bir çare yaratmıştır.
Tedavi olun, fakat tedavide
haramı kullanmayın!”7
irşadında bulunmuştur.
İnsan hayatını koruyabilmek
için artık vazgeçilmez bir
zorunluluk halini aldığında,
bir başka ifadeyle alternatif
kalmayınca haramların bile
devreye girebileceği yine
Kur’an ve sünnetin açıkça
ortaya koyduğu8 bir hükümdür.
Burada asıl konuyu teşkil eden
organ nakli, insan hayatının,
işte bu bedeli takdir edilemez
değeri ile onu sağlıklı bir
yapıda devam ettirme
duyarlılığı arasında kalan bir
sorundur.
Fıkıh ve Ahlâk İlkeleri
Açısından Organ Nakli
Organ nakli son tahlilde bir
tedavi yöntemi olduğuna göre,
insan bedenini ve sağlığını
koruma yönündeki ısrarlı
tavsiyelerin burada da peşinen
geçerli olduğu hatırlanmalıdır.
İnsanı yaşatma ve hayatı
koruma esas olunca, bunu
temin eden son çare olarak
organ nakli de düşünülecektir.
Nitekim bunun tarihsel
izlerine ve benzerlerine fıkıh
literatürümüzde rastlamak
mümkündür.
İmam Şâfî (ö. 204/819)
ve Ahmed b. Hanbel
(ö.241/855) sökülmüş
dişin yerine, eti yenen
boğazlanmış bir hayvanın
dişinin, bu da bulunamazsa
başka insana ait bir dişin
yerleştirilmesinin (implant)
caiz olduğunu söylerken9,
fıkıh ve hadis alanlarının önde
gelen âlimlerinden Nevevî
(ö.676/1277), kırılmış bir
kemiğin başka bir madde ile
kaynaştırılması gerekli olur
ve bunun için insan kemiği
dışında, necis bile olsa başka
bir madde de bulunamazsa,
kaynaştırma işleminde insan
kemiğinin kullanılmasının
mümkün olduğunu
yazmaktadır. 10
Organ nakline olumsuz
bakmayı sonuçlayan bu
gerekçeler, belli izafilikler
taşıyor olması ile günümüzün
gelişen ve kesin ya da kesine
yakın sonuçlar alınmasını
sağlayan bilimsel ve teknolojik
donanım düzeyi göz önüne
alındığında, vurgusunu
yitirmektedir.
Zira verenden alınan
organ, zaten ölümle
birlikte ona ihtiyacı
kalmadığı ya da yaşıyor
ise eksikliği hayatî
fonksiyonların kaybına
yol açmadığı için
kendisinin saygınlığını
zedelememekte; aksine
“Her kim bir hayatı
kurtarırsa bütün insanları
kurtarmış gibi olur.” ilâhî
hükmü gereğince daha da
artırmaktadır.
Klâsik dönem fakihleri
arasında bu tür işlemleri
doğru bulmayanlar, bu
yollarla insanın saygınlığının
zedeleneceği, naklin/tedavinin
çözüm sağlamasının kesin
olmayışı, organ alımının
bir tür işkence (müsle)
sayılacağı gerekçelerine
tutunmaktadırlar.11
35
SAĞLIK&İNSAN
Zira verenden alınan organ,
zaten ölümle birlikte ona
ihtiyacı kalmadığı ya da
yaşıyor ise eksikliği hayatî
fonksiyonların kaybına yol
açmadığı için kendisinin
saygınlığını zedelememekte;
aksine “Her kim bir hayatı
kurtarırsa bütün insanları
kurtarmış gibi olur.”12 ilâhî
hükmü gereğince daha da
artırmaktadır.
“Ölüden canlı birine,
hayatî önem taşıyan veya
temel bir fonksiyonun
selâmeti kendisine bağlı
olan bir organın nakli,
ölmeden önce ölenin
veya ölümünden sonra
vârislerinin izin vermiş
olması şartıyla caizdir.
Eğer kimliği meçhul
ise veya vârisleri yoksa
bu durumda da yetkili
makamın muvafakat
etmiş olması şarttır.”
36
Diğer taraftan organ nakli
ile tedavi artık bazı alanlarda
kesin, bazılarında kesine yakın
bir şifa imkânı sunar hale
gelmiştir. Konunun işkence
boyutunda ele alınması ise,
günümüzün anestezi şartları
itibariyle önemini yitirmiştir.
Binaenaleyh olumsuz bakmayı
sağlayan gerekçelerin, bir
kısmı sübjektif ve soyut bakış
açılarına dayandığı
—dolayısıyla aksini iddia
etmek de her zaman mümkün
olduğu—; bir kısmı da bilimin
elinde sakıncalarından
arındırıldığı için bugün
itibariyle anlamlarını kaybetmiş
görünmektedir.
Dinin aslî metinleri ve
kaynakları yanında,
yapılan işlemin din ve
ahlâk bakımından sakınca
taşımadığını gösteren
bir başka dayanak da,
kanaatimizce, o işlemin toplum
vicdanında doğurduğu akis
olmalıdır. Yani söz konusu
olay ya da işlemin maşeri
vicdanda aldığı not/onay
düzeyi, onun din ve ahlâk
açısından da oturduğu zemine
ışık tutacaktır. Çünkü insan,
fıtrat (Yüce Allah’ın buyurduğu
biçimde dinin özüne sadık
kalma niteliği) üzere yaratılmış,
ortak akıl sayesinde yanlış ve
yalan üzerinde birleşmeleri
zorlaştırılmış bir varlıktır.13
Böyle olunca insanlığın, hele
Müslümanların genelinin
olumlu yargısının oluştuğu
bir konunun caiz ve meşru
olduğu söylenebilir. Kaldı ki,
ölmüş bir yakınının organları
ile hayata dönenlerin
akrabalarının ve sevenlerinin
tarif edilemez mutluluğundan
pay alan ve dolayısıyla acısı
azalan insanların varlığı; nakil
işlemlerinde neredeyse hep
bu manzarayla karşılaşılması,
olayın vicdan boyutunda
çözüldüğünü göstermektedir.
Organ nakli konusunu bu
ve benzeri veriler ışığında
tartışan günümüz âlimleri
ve fetva kurulları, geneli
itibariyle fakat belli şartlar ve
tedbirler çerçevesinde tedavi
amaçlı nakil işlemlerine onay
vermektedirler.
Bu cümleden olarak ülkemizin
dinî görüş açıklama yetkisini
taşıyan en üst kurumu olan
Diyanet İşleri Başkanlığı Din
İşleri Yüksek Kurulu 03.03.1980
tarih ve 396/13 sayılı kararı,
Suudi Arabistan’da bulunan
Büyük Âlimler Kurulu,
06.11.1982 tarih ve 99 sayılı
kararı ile bazı şartlara uyularak
ölüden diriye ve diriden diriye
organ nakli ve bağışlamasının
şer’an caiz olduğuna fetva
vermişlerdir.
İslâm Konferansı Örgütü’ne
bağlı İslâm Fıkıh Akademisi de
konuyu değişik açılardan ele
almış ve 11.02.1988 tarih ve
4/1 sayılı kararı ile şu sonuçlara
ulaşmıştır.14
SAĞLIK&İNSAN
1) Operasyondan beklenen
yararın, doğuracağı
zarardan üstün olduğundan
emin olunması ve bunun
kişiyi kaybettiği bir organa
kavuşturmak, organın eski
şekline dönmesini veya
normal fonksiyonunu
görmesini sağlamak yahut
kişiye psikolojik veya
fonksiyonel bir sıkıntı veren
bir sakatlığı veya çirkinliği
gidermek maksadıyla
yapılması şartıyla insan
vücudunun bir yerindeki
organın, aynı insanın başka
bir yerine nakli caizdir.
2) Dinen aranan şartların
gerçekleşmiş ve bağışta
bulunanın tam ehliyetli
olması kaydıyla, kan ve
deri gibi kendiliğinden
yenilenen organın, bir
insandan diğerine nakli
caizdir.
3) Başkasının vücudundan
hastalık sebebiyle ayrılmış
organın bir parçasından
yararlanmak caizdir. Bir
şahsın hastalık sebebiyle
gözünün çıkarılması
sırasında korneasının
alınması gibi.
4) Kalp gibi hayatın kendisine
bağlı bulunduğu bir organın
canlı bir insandan diğer
birine nakli haramdır.
5) Canlı bir insandan, hayatın
devamı kendisine bağlı
bulunmasa bile her iki
göz korneasının birlikte
alınmasında olduğu
gibi temel bir hayatî
fonksiyonunu devre
dışı bırakan organ nakli
haramdır. Fakat nakil temel
bir fonksiyonun bir parçasını
devre dışı bırakıyorsa,
bu, sekizinci maddede
geleceği üzere, araştırma ve
inceleme konusudur.
6) Ölüden canlı birine,
hayatî önem taşıyan veya
temel bir fonksiyonun
selâmeti kendisine bağlı
olan bir organın nakli,
ölmeden önce ölenin
veya ölümünden sonra
vârislerinin izin vermiş
olması şartıyla caizdir. Eğer
kimliği meçhul ise veya
vârisleri yoksa bu durumda
da yetkili makamın
muvafakat etmiş olması
şarttır.
7) Unutulmamalıdır ki,
açıklanan durumlarda
organ naklinin ittifakla
caiz görülmesi, organın
satım konusu yapılmaması
şartına bağlıdır. Çünkü
insan organlarının satışa
sunulması kesinlikle caiz
değildir.
Sonuç
Buraya kadar sunulan gerek
teorik çerçeve gerek alınan
karar ve verilen fetvalar dikkate
alındığında kanaatimizce şu
yargının yanlış olmadığı ortaya
çıkmış bulunuyor:
Kök hücrelerden laboratuvar
şartlarında üretilen alternatif
organ ve doku kullanımı da
dahil olmak üzere bütün tedavi
yolları tüketildikten sonra, bir
şifa ümidi olarak organ nakli
ihtimali alternatifsiz bir çare
olarak belirmişse, organ nakli
yapılabilecektir.
Bunun için öngörülen şartlar
ve alınması gereken dinî, tıbbî,
hukukî ve ahlâkî tedbirlerin
alınması, tabiatıyla, üzerinde
ayrıca konuşulmayacak kadar
açık bir gerekliliktir.
İnsan hayatını
koruyabilmek için
artık vazgeçilmez bir
zorunluluk halini
aldığında, bir başka
ifadeyle alternatif
kalmayınca haramların
bile devreye girebileceği
yine Kur’an ve sünnetin
açıkça ortaya koyduğu
bir hükümdür.
DİPNOTLAR:
1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. 11. 12. 13. 14. İsrâ, 33.
Mâide, 33
Nisâ, 29.
Muvaatta, “Cenâiz”, 45; Ebu Davud,
“Cenâiz”, 60; İbn Mâce, “Cenâiz”, 63.
Bakara, 195.
Ebû Dâvûd, “Tıb”, 1; Tirmizî, “Tıb”, 2;
İbn Mâce, “Tıb”, 1.
Ebû Dâvûd, “Tıb”, 11.
Bakara, 173; Mâide, 3; En’âm, 119;
Ebû Dâvûd, “Et’ime”, 36; Müsned,
5/96, 218.
Şâfiî, el-Üm, Beyrut 1993, 6/165;
İbn Kudâme, el-Muğnî, Beyrut
1984, 8/356.
Nevevî, el-Mecmû’, yy., ty., (Dâru’lFikr), 3/138.
Kâsânî, Beda-i’u’s-sanâi’, Kahire
1910, 5/132-133.
Mâide, 33.
Bkz. Rûm, 30; Buhârî, “Cenâiz”, 79.
Kararlar ve Tavsiyeler 1985-1989
(İslâm Konferansı Teşkilâtı İslâm Fıkıh Akademisi), Çev. B. Aybakan-H.
Hacak, İstanbul 1995, s. 59-62.
Kaynak: Diyanet Dergisi
Nisan 2008 / 24-26. sayfalar.
37
“HASTA SAYISI ARTIYOR
VERİCİ SAYISI ARTMIYOR!”
2011 yılı rakamlarına göre,
toplam 2 bin 881 böbrek nakli
operasyonu gerçekleşmiş.
Bunların sadece 501’i
beyin ölümü gerçekleşmiş
kişilerden böbrek alınmasıyla
yapılabilmiş” diyor.
Organ Nakli Neden Önemli?
Acıbadem Üniversitesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Başkanı ve International
Hospital Organ Nakli Bölüm
Başkanı Prof. Dr. Alihan
Gürkan, Türkiye’de 2011 yılı
sonu itibarıyla kronik böbrek
yetmezliği hasta sayısının 70
bine çıktığını, hasta sayısında
ise her yıl yüzde 10 oranında
bir artış olduğunu belirterek,
“Bu da her yıl bu 70 binlik
hasta sayısına, 6-7 bin kişinin
eklenmesi anlamına geliyor.
Beyin ölümü gerçekleşmiş
kişilerden aileleri tarafından
yeterli bağış yapılmaması, canlı
vericilerden nakil yapılmasını
zorunlu kılıyor.
38
Böbrek nakli ameliyatlarının
kronik böbrek yetmezliği
nedeniyle böbrekleri işlevsiz
kalan hastaları sağlıklı bir
yaşama kavuşturma amacını
taşıdığını ifade eden Prof. Dr.
Alihan Gürkan, organ naklinin
önemi hakkında şunları
söylüyor:
- Türkiye’de bu nakilleri
yapan toplam 57 merkez
olduğu bildiriliyor. Ama
bu nakillerin üçte biri,
dört merkez tarafından
yapılmış. Bu dört merkezde
200’ün üzerinde nakil
gerçekleştiriliyor.
- Organ nakli merkezlerinden
altı tanesinde ise 100’ün
üzerinde nakil yapılmış.
- Nakil yapılan bir merkezin
başarılı kabul edilebilmesi
için, bir yıllık hasta ve takılan
organın çalışma oranının
yüzde 90’ın üzerinde olması
gerekiyor.
- Türkiye’de böbrek nakli belli
sayıya ulaştığı için kalite çok
önemli ve ön plana çıkan bir
konu. Hastalar da gittikleri
nakil merkezlerinin başarı ve
kalitesini sorgulamalı.
Kimlere Nakil Yapılamaz?
Diyalize giren ve nakil
umuduyla bekleyen binlerce
hasta var ancak her hastaya
nakil ameliyatı yapılamıyor.
Bunun da tıbbi gerekçeleri
var. Prof. Dr. Alihan Gürkan, bu
gerekçeleri şöyle sıralıyor:
- Kanser hastalarına nakil
yapılamaz.
- Şeker hastaları, böbrek
hastaları, uzun zamandır
yüksek tansiyon hastası
olanlar, zaten böbrek hastası
olanlar böbrek vericisi
olmaya uygun değildir.
- Yasalar 18 yaşın üzerindeki
kişilerden organ
alınabileceğini söylüyor.
Ancak çok uzun dönemli
tek böbrekli kalmanın riskli
olabileceğini, birtakım
hastalıkların belli yaşlarda
ortaya çıkabileceğini
düşünerek tercihen 30 yaşın
üzerindeki kişilerden almaya
özen gösteriyoruz.
SAĞLIK&İNSAN
Yaşlı Vericiler Hayat
Kurtarabiliyor
Son günlerde 70-85 yaş
arasındaki kişilerden organ
alınıp nakil yapılması gündeme
geliyor.
Yaşları ileri olmasına karşın
sağlıklı oldukları için
organlarını sevdikleri için
bağışlayıp fedakarlıkta bulunan
birçok insan bulunuyor.
Burada kriterin kişinin yaşı
değil, organın fonksiyonu
olduğuna değinen Prof.
Dr. Alihan Gürkan, çok iyi
anlaşılamayan bazı noktalara
açıklık getiriyor:
- Yaşlı kişilerin organları
gerekli testler yapılıp
sağlıklı ve işlev görebilir
bulunduysa nakil
ameliyatıyla alınıp, kronik
böbrek yetmezliği çeken,
yaşamı buna bağlı bir
hastaya nakledilebilir.
- Benim 40’lı yaşlarının
başında genç bir
hastam vardı, karaciğer
tümörü nedeniyle altı ay
yaşayabilecekti.
Kendisine 87 yaşında birinin
karaciğerini taktık, hayatı
kurtuldu. Bazı insanların
yaşlı organlardan başka
şansı olmayabilir. Yaşlı
diye reddetmek tıbbi
olarak hatadır. En önemlisi
alınacak organın patolojik
incelemesi yapılır eğer
sorun yoksa alınabilir. Sırf
hastanın yaşı ileriymiş diye
genç bir insanı ölüme
mahkum etmek olmaz. Bu sayede 40 yaşlarındaki
genç bir hastaya 30-40 yıl
daha yaşama şansı tanımış
olursunuz.
Sağlığına dikkat eder,
böbrek nakli sonrası
uyulması gereken bazı
kurallara da uyarsa bu
kişinin diğer sağlıklı
insanlardan farkı
kalmayacaktır.
Diyaliz Köprü Ama Keşke
Tüm Hastalar Diyalizsiz Nakil
Olabilse…
Kronik böbrek yetmezliği
çeken hastaların böbrekleri
işlevini kaybediyor. Her yıl
70 bin hasta diyalize giriyor,
elbette ki bunların hepsine
organ nakli yapılması mümkün
değil. Bunların içinde tıbbi
olarak nakil yapılamayacak
hastalar olabiliyor. Dolayısıyla
nakil yapılamayacak durumda
olan hastaları yaşatmanın tek
yolu diyalizdir, kaliteli diyalize
elbette ihtiyaç var.
Prof. Dr. Alihan Gürkan, diyaliz
ve böbrek nakli ameliyatlarının
tamamlayıcı tedaviler
olduğunu ve diyalizin uygun
böbrek bulunana kadar hastayı
yaşatan bir köprü tedavisi
olduğunu ifade ederek
şunları söylüyor: “Diyaliz nakil
ile kıyaslanamaz, böbrek
bulunamayan hastayı yaşatmak
için belli bir süre diyalizde
tedavi görmesinden başka
çare yoktur. Ancak kalıcı tedavi
organ nakli yapılmasıdır.
Diyalizde hastanın kanında
biriken üre ve benzeri toksik
maddeler atılıyor, bu görevi
böbrek yerine diyaliz makinesi
yapıyor. Ancak diyalizde de
sağlık açısından bazı önemli
riskler var. Bu konuda diyaliz
merkezlerinin kalitesi ve
duyarlılığı çok büyük önem
taşıyor.
Organ naklinin artması için
bağışçılarının sayısının artması
büyük önem taşıyor. Böylece
hastalar diyalize girmek
zorunda kalmadan ve bu
risklerle karşı karşıya kalmadan
yaşama imkanına sahip
olabilir.”
Kapalı Yöntem Canlı Vericiler
İçin Lüks Değil, Gereklilik
Canlı vericiler hiçbir sağlık
problemleri olmayan sadece
sevdiklerini kurtarmak isteyen
kişiler. Bu kişilere en az
zararlı ve hatta sıfır zararı
olan bir operasyon yapılması
gerektiğinin altını çizen
Prof. Dr. Alihan Gürkan, “Bu
bakımdan, çirkin ve görünen
bir kesi izi olmaması, hastanın
çabuk ayağa kalkması ve
normal yaşamına dönmesi
ve fıtık oluşturmaması adına
kapalı (laparaskopik) yolla
böbrek çıkarılması tercih
edilmelidir. Çünkü bu yöntem
açık yöntemle böbrek
çıkarmayla karşılaştırılmayacak
kadar modern bir cerrahi
türüdür ve organ nakli
hekimleri bu konforu canlı
vericilere sunmalıdırlar” diyor.
Nakil yapılan bir
merkezin başarılı kabul
edilebilmesi için, bir yıllık
hasta ve takılan organın
çalışma oranının
yüzde 90’ın üzerinde
olması gerekiyor.
39
“Ne Yaptığımız Kadar, İşimizi
Nasıl Yaptığımızın da Önemli
Olduğunun Farkındayız”
Hervé Dussart
AstraZeneca Türkiye Genel Müdürü
AstraZeneca, 6 Nisan 1999’da
İsveçli Zeneca Group PLC ve
İngiliz Astra AB şirketlerinin
birleşmesi ile kurulmuştur. Bu
tarihten sonra Türkiye’de de
faaliyet göstermeye başlayan
AstraZeneca, araştırma,
geliştirme, reçeteli ilaçların
üretimi, pazarlaması ve bu
hizmetlerinin sunulması
alanında faaliyet gösteren,
en önemli uluslararası biyofarmasötik firmalardan birisidir.
Güvene dayalı işbirliği
çerçevesinde tüm enerjisini
insan sağlığı için kullanan
AstraZeneca, sağlığın
birleştirici rolü üzerindeki
sorumluluğunun bilinci
ile tüm dünyada istihdam
yaratmaktadır. AstraZeneca,
küresel çapta uygulanan ve
kabul gören tüm kurallar
çerçevesinde, etik, bilimsel
ve eğitsel çalışmalar
yürütmektedir.
Türkiye’de Araştırmacı İlaç
Firmaları Derneği’nin (AİFD)
üyeleri arasında yer alan
AstraZeneca, dünyanın birçok
ülkesinde yaşama değer katma
vizyonuyla, her yıl milyonlarca
insanın yaşam kalitesini
olumsuz yönde etkileyen
hastalıkların tedavisi için öncü
çalışmalar yapmaktadır.
AstraZeneca olarak
insan sağlığına olan
sorumluluğumuz uyum içinde
tüm şeffaflığı ile farklılaşmayı
da beraberinde getirmektedir.
Farklı görüşlere açık olma ve
sadece bilimsel değerlere
paralel olarak iş geliştirme,
AstraZeneca’yı kendi alanında
farklılaştırmaktadır.
40
Bu farklılık, her gün yaptığımız
yeni buluşlarımızla ve ArGe’ye yaptığımız yıllık 5
milyar Amerikan doları
yatırımla daha net olarak ifade
edilmektedir. Ar-Ge konusuna
verdiğimiz bu önem, hastaların
sağlıklarında anlamlı ve önemli
farklar yaratmaktadır. Ar-Ge
yatırımlarını, kalp-damar, midebağırsak, onkoloji, nörobilim,
solunum, enfeksiyon
hastalıkları ve diyabet olmak
üzere 7 terapötik alanda
yoğunlaştıran AstraZeneca,
küresel çapta biyolojik ürün
hattını zenginleştirerek
biyoteknoloji alanında liderliği
hedeflemektedir.
Bu bağlamda sağlık
sektörünün tüm aktörleri ile
ilişkilerimiz her zaman bilimsel
ve eğitsel odaklı olmaktadır.
SAĞLIK&İNSAN
AstraZeneca olarak amacımız;
hastaların yararı için, ilaçlarımız
ve hizmetlerimiz hakkında
sağlık çalışanlarının bilgi sahibi
olmasını sağlamak üzere,
onlarla güçlü, dürüst ve şeffaf
ilişkiler kurmak ve bu ilişkileri
sürdürmektir. Sağlık mesleği
çalışanlarına, hastalarına doğru
tedavi seçeneklerini sunmaları
konusunda, ürünlerimizle
ilgili ihtiyaç duydukları
bilgileri iletmektir. Bu bilgileri
kendilerine iletirken, ilişkimizi
de güven artıracak ve hastalara
daha faydalı olacak şekilde
kurmak bizler için son derece
önemlidir.
Çünkü, “Ne yaptığımız?” kadar,
“İşimizi nasıl yaptığımız?”ın
da önemli olduğunun
farkındayız. AstraZeneca’nın
sağlık çalışanları ve
paydaşlarıyla olan ilişkileri,
bu açıdan bakıldığında
büyük önem taşımaktadır.
Bu nedenle paydaşlarımızla
olan etkileşimlerimizde, en
yüksek standartları belirlemek
istiyoruz.
AstraZeneca ayrıca, Türkiye’de
sosyal sorumluluk anlayışı
çerçevesinde önemli projelere
de imza atmaktadır. İlk
yardım bilincinin küçük yaşta
kazandırılmasına yönelik,
5 yıldır kesintisiz olarak
yürütmekte olduğumuz “İlk
Yardıma İlk Adım” programı,
ulusal ve uluslararası alanda
çok sayıda ödül alarak takdir
gördü. T.C. Milli Eğitim
Bakanlığı ve TOÇEV işbirliği ile
yürütülen ve 5’inci yılına giren
“İlk Yardıma İlk Adım” programı
bugüne kadar Türkiye’nin
dört bir yanında 229 Yatılı
İlköğretim Bölge Okulu’na
(YİBO) ulaşarak, 40 binin
üzerinde öğrenciye “hayat
kurtaran eğitim” vermiştir.
Programın bugüne kadarki
başarısının arkasında kuvvetli
bir işbirliği bulunmaktadır.
Sağlık ve eğitim alanındaki
Türkiye’nin en uzun dönemli
kurumsal sosyal sorumluluk
projelerinden biri olan “İlk
Yardıma İlk Adım” programının
bugüne kadarki toplam bütçesi
yaklaşık 1,5 milyon TL’ye
ulaşmıştır. Büyük bir başarı
ile yürüttüğümüz “İlk Yardıma
İlk Adım” programını daha
da geliştirip bu tabloya farklı
yaş gruplarını da dâhil etmeyi
hedefliyoruz.
Yaşamın her alanında küresel
anlamda değişen şartlar,
sağlık konusunda insan odaklı
bir yaklaşımı beraberinde
getirmektedir. İnsan
hayatına verilen bu değerin
çalışanlarımız tarafından da
benimsendiğini görmek bizleri
mutlu etmektedir.
41
SAĞLIK&İNSAN
42
Bir taşra doktorunun gözünden
“Bir Zamanlar Anadolu’da”
Op. Dr. Reis Avşar
İzmir Selçuk Devlet Hastanesi, Göz Hastalıkları Uzmanı
Ülkemizi yıllardır uluslararası
arenada başarıyla temsil eden
Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi
“Bir Zamanlar Anadolu’da”
sinemamızın yüz aklarından
biri olarak parladı ve Cannes
Film Festivali’nde Büyük Jüri
ödülünü kazandı. Yönetmen
aynı ödülü daha önce “Uzak”
filmi ile de almıştı. Nuri Bilge
Ceylan şüphesiz ki yönetmen
olarak sinemamızın en
önemli temsilcilerinden ve
aynı zamanda bu toprakların
yetiştirdiği en büyük
sanatçılardan biri. Ancak ne
yazık ki ülkemizde sinema
bir sanat dalı olmaktan çok
bir eğlence aracı olarak
görüldüğünden filmleri hak
ettikleri ilgiyi göremiyor. Öyle
ki Cannes Film Festivali’nde
Büyük Jüri Ödülü alan bir
film kendi ülkesinde sadece
60 kopya ile gösterime
sokulabiliyor.
Nuri Bilge Ceylan, senaryoda
“Bir zamanlar Anadolu’da
böyle bir gece yaşadım
dersin” repliğini gördüğünde
filmin adını Bir Zamanlar
Anadolu’da koymaya karar
vermiş. Böylece çok sevdiği
Sergio Leone’nin iki filmine ve
Leone’ye bir selam yollamak
istemiş besbelli. Anadolu’da
herhangi bir şekilde görev
yapan herkese filmin adı daha
bir anlamlı gelecektir şüphesiz.
Kendi adıma bir sinemasever
ve hekim olarak Bir Zamanlar
Anadolu’da filmini büyük bir
keyif ve gururla izledim. Film
Kırıkkale’nin Keskin ilçesinde
pratisyen hekim olarak çalışmış
olan Dr. Ercan Kesal’ın kendi
anılarından esinlenerek kaleme
aldığı senaryodan uyarlanmış.
Kesal filmde ayrıca oyuncu
olarak da rol alıyor.
Canlandırdığı muhtar rolü
çok büyük bir beğeni kazandı
ve SİYAD (Sinema Yazarları
Derneği) en iyi yardımcı erkek
oyuncu ödülünü bileğinin
hakkıyla kazandı.
Kesal’ın kendi deyişiyle
film, gece boyunca bir
cesedi arayan bürokratların
birbirleriyle ve daha önemlisi
kendileri ile verdiği mücadele
hakkında… Bir komiser, bir
polis, bir astsubay, birkaç
asker, iki zanlı, bir doktor, iki
şoför, bir savcılık görevlisi ve
bir savcı Keskin bozkırının
gecesinde gömülü bir cesedi
arıyorlar. Gün batarken
çıktıkları kasabaya sabahleyin
başka biçimde dönüyorlar.
Filmin başından itibaren
kendimizi kasvetli ve karanlık
bir taşra kırında buluyoruz.
Bu karanlık sadece geceden
kaynaklanmıyor.
43
SAĞLIK&İNSAN
Hayatın kendi karanlığı, filmin
her anına sinmiş durumda.
Gerek senarist gerekse filmin
yönetmeni birer Çehov hayranı
olunca filmde bunun etkileri
çokça görülüyor.
Çehov kendisi de bir doktor
ve eserlerinde hekimliğinin
izleri bolca mevcut. Pek çok
kimse onun Çarlık Rusyası’nı
anlatışını, bir doktorun hastalığı
teşhis edişine benzetir.
olarak bu sefer görece daha
fazla diyaloğa ve mizaha sahip
bir senaryo mevcut. Oyuncu
performansları da gerçekten
parmak ısırtan cinsten...
Filmde seyircinin kendisini
özdeşleştireceği karakter olan
Dr. Cemal tıpkı seyirci gibi,
olayları adeta dışarıdan bir
gözlemci gibi izliyor.
insanın bedeni ile ruhunun
nasıl aynı anda farklı yerlerde
olabileceğini bize hatırlatıyor.
Biz hekimler mesleki alışkanlık
gereği, değişik sosyoekonomik
tabakalardan pek çok insanın
derdini dinlemeye alışığız.
Doktor filmde rasyonel aklı
temsil ediyor.
Üstelik bunu sadece
mesleğimizi icra ettiğimiz
işyerimizde değil,
bulunduğumuz her ortamda
yaşamaktayız.
Zaten filmin belki de en
büyük artısı, izlerken adeta bir
edebi eser okumanın zevkini
vermesinde.
Katil zanlısı dahil herkese
mümkün olabildiğince
önyargısız ama mesafeli
yaklaşıyor.
Belki bu yüzden bulunulan
yerleşim yerinin gerçeklerini
daha çabuk ve doğru bir
şekilde tespit etme şansımız var.
Fırat Tanış’ın çok az replikle
sadece bakışlarla bile nasıl bir
oyunculuk yapılabileceğini
gösterdiği katil zanlısı karakteri
zaman zaman adeta bir
Dostoyevski romanından
çıkmış gibi geliyor.
Doktor Cemal’in odası,
kendisini ait olmadığını
düşündüğü bir ortamda
bulan fakat bir şekilde oradan
ayrılamayan biri olduğunun
ipuçlarını veriyor.
Bu şansını, bahsi geçen
filmimizin senaristi gibi edebi
bir yetenekle değerlendirenler
ilk bakışta çok yüzeysel
görünen olaylardan bile
bir toplum tahliline ulaşan
yorumlar çıkarabilmekteler.
Yorucu ve üzüntü verici
uykusuz bir gecenin sabahında
Doktor Cemal’in elinde
tutup uzunca baktığı deniz
kıyısındaki çocukluk fotoğrafı,
Biz izleyicilere de filmimizi
seyretmek ve bir sahnede
Doktor Cemal’in yaptığı gibi
aynada kendimizi gerçekten
görebilmek kalıyor.
Yönetmenimizin bizi alıştırdığı
üzere yine müthiş ışık ve ses
kullanımına sahip bir film var
ortada. Diğer filmlerinden farklı
44
SAĞLIK&İNSAN
45
SAĞLIK&İNSAN
Samimi… Güçlü… Biraz dominant… Güzel…
Anne… Kesinlikle savaşçı… Her şeye rağmen
mutlu ve umutlu bir kadın Deniz UĞUR:
İhtiyacınız Olan Gücün
“Kendi İçinizde” Olduğunu
Aklınızdan Hiç Çıkarmayın
Mine UZUNYOL
46
SAĞLIK&İNSAN
Kendinizi “şanslı“ biri olarak
tanımlamışsınız bir röportajınızda.
Nedir sizin şansınız?
Biz tanıyoruz Deniz Uğur’u... Ama
dizilerden ama sinemadan... Bazı
röportajlardan... Gazetelerden
dergilerden... Sizi sizin ağzınızdan
tanımak isteriz öncelikle...
Ben biriyle yeni tanıştığımda
önce gözlerine bakarım;
gözleriyle dinliyorsa sizi,
güldüğünde gözlerinin içi de
gülüyorsa işte tamam derim...
Benim için samimiyetin kanıtı
gibidir gözler…
Deniz Uğur da öyle…
Sadece bir bakışıyla
anlatabiliyor aslında kendini.
Samimi… Güçlü… Biraz
dominant… Güzel… Anne…
Kesinlikle savaşçı…
Her şeye rağmen mutlu ve
umutlu bir kadın…
Sorular… Cevaplar…
Güzel bir kahve…
Hoş bir sohbet…
Harika bir öğleden sonra…
Bir kaç fotoğraf…
Biraz çocukluk…
Buyurun size engin bir DENİZ,
umudu müjdeleyen bir
UĞUR…
Deniz Uğur: Ben bir tek
çocuğum. Herhalde kendimi
doğru tanıtmak için söylenecek
ilk cümle bu olmalı. Sanatçı
bir ailenin tek çocuğu olarak
dünyaya geldim, sanatçıların,
akademisyenlerin arasında
büyüdüm. Çocukluğumu,
yaşıtlarımla oyun oynamaktan
çok kendi meslek alanında
öne çıkmış başarılı kişileri
gözlemleyerek, evde yalnızken
babamın kitaplığını ve klasik
müzik arşivini karıştırarak
geçirdim. Hayal gücü geniş,
yaratıcı bir çocuktum.
Oyunculuğa ve edebiyata
yönelimim küçük yaşta başladı.
Konservatuarda önce bale
sonra drama eğitimi aldım.
Okul hayatımı hep özlemle
hatırlıyorum çünkü çok mutlu
bir eğitim süreci geçirdim.
Sonrasında da, tiyatro, sinema,
TV dizileri, senaryo yazarlığı,
roman ve köşe yazılarıyla
dolu bir kariyerim oldu.
Kadere inanan biriyim. Aynı
zamanda pozitif düşüncenin
hayatı yönlendirebildiğine de
inanırım. Moralimi her koşulda
yüksek tutmaya çalışır ve
çoğu zaman bunu başarırım.
Mucizevî armağanlar olarak
gördüğüm üç güzel çocuğum
var. Gülmeyi seven, mutlu bir
kadınım. Özetle kendimi böyle
tanıtabilirim size.
Deniz Uğur: Bir insanın
ömrüne kolay kolay
sığmayacak acı tatlı birçok
deneyimim oldu hayatta.
Keskin virajlardan geçtim,
büyük değişimler yaşadım.
Ama her şeye rağmen
ayakta kalıp yoluma devam
edebildim. İnançlı oluşum
bana hep güç verdi. Hayatımda
çok sevdiğim ve beni çok
seven insanlar var. Bunun
için çok şanslı hissediyorum
kendimi.
Öyle görülüyor ki yazmak da
sizin vazgeçilmezlerinizden biri...
Web sayfanızda paylaşıyorsunuz
içinizden gelenleri, geçenleri...
Deniz Uğur: Evet şu anda
denizugur.com’da yazılarım
yayınlanıyor ve sadık bir okur
kitlem var.
Öykü ve senaryo çalışmalarınız da
var. Devamı gelecek mi? Yakında
bir öykü kitabı ya da yine yeni bir
senaryo var mı ufukta?
Deniz Uğur: Benim her zaman
yazıyla ilgili üzerinde çalıştığım,
düşünüp planladığım
projelerim vardır. Doğru
zamanı hissettiğimde bir
tanesinin üzerine yoğunlaşırım.
Bu yıl “Bu Son Olsun” adlı
sinema filminin vizyona girişi
ve “Adını Feriha Koydum”
dizisinin çekimleriyle fazlasıyla
doluydu. Çocuklarımla
geçirdiğim saatler de onların
gelişimi açısından çok önemli.
Şimdi küçük bir ekiple birlikte
tatil döneminde internet ve
yazılarla ilgili yeni bir projeyi
olgunlaştırıp gerçekleştirmeyi
planlıyoruz. Bakalım…
47
SAĞLIK&İNSAN
Kendi deyiminize savaşçı bir
kadınsınız. Tıpkı bir amazon
kadını gibi... Çok zor bir süreç
geçirdiniz. Ve o kadar dik ve güçlü
bir duruşunuz vardı ki bu süreçte
pek çoklarına model oldunuz. Biraz
sanki o tatsız günleri anımsatmak
gibi olacak ama okuyucularımızla,
bu güçlü kadının; adını bile
ağzımıza alırken korktuğumuz,
obsesifçe tahtalara vurduğumuz
o hastalığı nasıl öğrendi, nasıl
atlattı, neler yaşadı?.. Paylaşmak
istiyorum. Tedavi sürecinde erken
tanının ne kadar önemli olduğunu
biliyoruz. Siz hastalığınızı nasıl
fark ettiniz? Sizi doktora ilk hangi
şikâyet götürdü?
Deniz Uğur: Meme kanseri
günümüzde son derece
yaygın. Öncelikle bunun
bilincinde olmamız gerekiyor.
Kadınlara düzenli olarak
mamografi yaptırmayı ve
duştan sonra göğüslerini elle
muayene etmeyi öneriyorum.
48
Ben meme kanserini bu
şekilde erken aşamada fark
ettim. Elime gelen minik bir
sertlik hissettim ve doktora
gittim. Bir dizi tarama sonucu
kesin teşhis kondu, başarılı
bir operasyonla kitleler alındı,
ardından koruyucu amaçlı
kemoterapi süreci geldi. Erken
teşhis ve kanserli hücrelerin
başka hiçbir yere sıçramamış
olması bir şanstı.
Moralimi her koşulda
yüksek tutmaya çalışır
ve çoğu zaman bunu
başarırım. Mucizevî
armağanlar olarak
gördüğüm üç güzel
çocuğum var.
Gülmeyi seven,
mutlu bir kadınım.
Nilüfer’in; Vahide Gördüm’ün
meme kanserine yakalandığı
haberinin ardından bir şok da
sizin hastalığınız yarattı. Nilüfer
de, Vahide hanım da, siz de—tabii
dışarıdan görüldüğü kadarıyla—çok
sakin/güçlü karşıladınız haberi.
İçeriden nasıl görünüyordu? Neler
yaşadınız?
Deniz Uğur: İçeriden
görünenle dışarıdan görünen
arasında bir fark yoktu bence.
Modern insanlarız, hastalıklar
konusunda da bilinçliyiz.
Dünyada kanserin bu çağda
böylesine yaygın bir hale
geleceği yıllar öncesinden
biliniyor ve bekleniyordu
diye düşünüyorum. Ama
kitlelerin bu konuda uyarılması
ve eğitilmesi gerekirdi, bu
yeterince yapılmadı.
Bunların ne kadar pahalı
tedaviler olduğunu, ilaç
sektöründe büyük rantlar elde
edildiğini biliyoruz.
SAĞLIK&İNSAN
Dünyadaki çeşitli güç
odaklarını kontrol
edemeyebiliriz ama en
azından çevremizdeki her
şeyin kanserojen olabileceği
ve herkesin her an tetikte
olması gerektiği gerçeğiyle
yüzleşebiliriz.
Psikolojik bir destek aldınız mı?
Deniz Uğur: Algıları açık bir
insanım ve farkındalık yönüm
gelişmiştir. Bu olayı soğukkanlı
karşıladım, yani bende travma
yarattığını söyleyemem. Bu
yüzden psikolojik desteğe
ihtiyacım olmadı. Tabii ki
bu hırpalayıcı bir süreç
ve zaman zaman kırılgan,
hassas olabiliyorsunuz. Ama
sevdiklerime sarılmak bana
ihtiyacım olan morali fazlasıyla
verdi bu süreçte.
Ameliyat, ardından kemoterapi...
Ve yaptığınız iş bir yanıyla görsel
bir iş... Hiç estetik kaygılarınız
oldu mu? (Gerçi büyük hala
Türkiye’nin ilk tescilli güzeli
Keriman Halis, anne dillere destan
Suna Uğur... Genetik aktarım
ilk bakışta da kendini hemen
hissettiriyor.) Göğsüm alınacak,
saçarım, kirpiklerim dökülecek diye
düşündünüz mü?
Deniz Uğur: Düşünmeye
gerek yoktu, çünkü bunların
olacağı biliniyordu. Sonradan
yeniden çıkacak olan birkaç
tutam saçın dökülmesi, dert
edilecek son şey bence.
Kadınlar için sayısız kozmetik
çözüm varken, kaşı kirpiği
dert etmeye de gerek yok.
Göğüsleriniz için de estetik
operasyon çözümü var. Yani bu
süreç bir “kâbus” değil.
Sağlık Bakanımız Recep Akdağ,
hem geçmiş olsun demek, hem de
toplumsal farkındalık noktasında
gösterdiğiniz duyarlılıktan
dolayı teşekkür etmek için hem
mektupla hem de telefonla size ve
meme kanserine yakalanan diğer
sanatçılara ulaşacağını açıklamıştı.
”Meme kanseri konusunda
toplumda daha fazla farkındalık
oluşturmak için bir kampanya
yapılabileceğinden bu konuda
iletişim uzmanları ile çalışmalar
yapıldığından” bahsetmişti. Sürekli
Göz önünde olan birisiniz ve birçok
kanser hastasının umudu, morali
oldunuz. Yani bir rol modelsiniz.
Bu konuda size ulaşan ya da sizin
yürüttüğünüz bir çalışma var mı?
Deniz Uğur: Ben sadece
meme kanseri
konusunda değil,
kadınların toplum içinde
baş etmek zorunda
olduğu her sorunla ilgili
düşünüp fikir üreten
biriyim.
Hemen hemen her hastalık,
beraberinde bir alternatif tedavi
arama isteği geliştiriyor sanırım.
Yedikleriniz, içtikleriniz, sağdan
soldan tavsiyeler... (Hani zakkum
yemeler...) Size de böyle öneriler
geldi mi? Siz ne yiyip içtiniz,
hayatınızda hastalıkla birlikte neler
değişti?
Deniz Uğur: Ben doktorlarıma
güvendim, onları dinledim ve
kararlı hareket ettim. Yani hiç
kafam karışmadı. Ama iyi niyetli
önerilere de kulak verdim.
Mesela Hülya Avşar’ın basına
hiç görünmeden sessiz sedasız
hastaneye ziyaretime gelişi ve
bana hediye edip okumamı
istediği “Meleklerle Yaşamak”
kitabı...
Yaptığım röportajlarla
ve denizugur.com’daki
yazılarımla kitlelere
ulaşıyorum. Kendi
deneyimlerimden yola
çıkarak başkalarına ışık
tutmaya, güç vermeye
çalışıyorum.
Şöhret tek başına bir şey
ifade etmez ama kendi
üzerinizden bir takım
toplumsal konulara
dikkat çekebiliyorsanız
faydalıdır.
Yani üzerime düşeni
yaptığıma inanıyorum.
Fotoğraf: Elele Dergisi - Mart 2012 - Sayı: 3
49
SAĞLIK&İNSAN
Bu konuda mümkün
olduğunca başarılı olduğuma
inanıyorum. Aklıma estiği
gibi hareket etme lüksüm
yok çünkü. Organize olmak
ve zamanı doğru kullanmak
zorundayım.
Çalışmadığınız zamanlarda neler
yapıyorsunuz? Vaktinizi nasıl
geçiriyorsunuz?
“Bu Son Olsun” filminin
Ankara galasında bir araya
geldiğimiz Melih Gökçek’in
bana, balı çörekotu ve
zerdeçalla karıştırıp her
gün yememi öğütlemesi...
Basın camiasından, sanat
çevresinden, yakından
tanıdığım ya da hiç
tanımadığım insanların sahici,
içten duygularla yaklaşıp
kendi yöntemleriyle bana
güç vermeye çalışmalarını hiç
unutmayacağım. Bu pozitif
enerji aktarımı bile başlı başına
bir tedavi aslında.
Hastalığı bir tarafa bırakalım ve
biraz da iş hayatı, sosyal hayat
diyelim... Yoğun bir çalışma
hayatınız var. Saatleri belli değil,
dur yok, durak yok... Sıcak yok,
soğuk yok... Her hafta bir film
çekiyorsunuz resmen. Nasıl gidiyor
çalışmalar? (Adını Feriha Koydum
dizisinde neler olacak diye sorsam
cevap alamam herhalde değil mi?)
Deniz Uğur: Diziyle ilgili
tüyo veremiyoruz, evet
ama öykünün heyecanlı bir
şekilde devam edeceğini
söyleyebilirim.
50
Adını Feriha Koydum
iki sezondur zirvede. Bu
dizi Medyapım’ın önemli
başarılarından biri oldu. Biz,
yoğun çalışsak da iyi organize
olan, uyumlu bir ekibiz. Bu da
insanın hayatını kolaylaştırıyor.
Çok yoğun çalışıyorsunuz? Çoğu
zaman gece yarılarına kadar. Ve 3
çocuk... Nasıl baş ediyorsunuz her
şeyle?
Deniz Uğur: Çocuklarıma,
işime, kendime ayıracağım
saatleri doğru programlamaya
çabalıyorum.
Deniz Uğur: Beni yakından
tanıyanların çok iyi bildiği
gibi, dopdolu bir hayatım
var. Nasıl vakit geçireceğimi
düşünmüyorum, çünkü
zaten vaktin nasıl geçtiğini
anlayamadan gün bitiyor.
En büyük kaçamağım kitap
okumak. Bulduğum beş
dakikalık boşlukta bile
yanımda taşıdığım kitaba
sarılıyorum hemen.
Spor ile aranız nasıl? Deniz Uğur: Düzenli olarak
tempolu yürüyüş yaparım.
Havalar ısındığı için basket
sahasına da uğruyorum bu
aralar. Ter atmak çok zevkli.
SAĞLIK&İNSAN
İzleyici olarak sporla aranız nasıl
peki? İyi bir taraftar mısınız
mesela?
Deniz Uğur: Beşiktaş’ı
destekliyorum ve Çarşı
Grubu’nun hayranıyım. Futbolu
iyi bilirim, maçları da zevkle
takip ederim.
Şöyle bir 5 madde sıralasak en çok
keyif aldıklarınız neler olur?
Deniz Uğur: Keyif aldığım
şeyleri öyle bir sıralamaya
sokamam çünkü ruh halime
göre öncelikleri değişir. Açık
havada ve özellikle doğanın
içinde yapılan her türlü
aktiviteyi seviyorum.
Medya ile aranız nasıl? Sosyal
medya ile aranız nasıl?
Deniz Uğur: Medya ile
aramda hoş bir mesafe var.
Sosyal medyanın hayatımdaki
yeriyse oldukça önemli, çünkü
kendimi doğru ifade etmeme,
üretimlerimi kitlelere direkt
ulaştırmama yarıyor.
Ve son olarak; tavsiyeler…
Deniz Uğur: Herkese
tavsiyem: Ömrünüzün bir
başı ve bir sonu olduğunu
unutmadan, bu dünyada
geçirdiğiniz zamanı iyi
değerlendirin. Çalışarak
ve üreterek, kendinizi ve
çevrenizdekileri mutlu ederek,
bu hayatı güzel yaşayın.
Bardağa hep dolu tarafından
bakmayı seçin, sorunlara değil
çözümlere odaklanın.
İhtiyacınız olan gücün “kendi
içinizde” olduğunu da hiç
aklınızdan çıkarmayın.
Ben derim ki; bu röportajı
okuduktan sonra; kendinize güzel
bir kahve koyun, bilgisayarın
başına geçin ve
denizugur.com’u tıklayın.
Deniz Hanımın yazılarını okurken
kendinizi bir sonraki tarihlere
tıklayıp bir çırpıda tüm yazılarını
okumaktan alamayacaksınız…
51
Kamu ve Özeliyle
Hepimiz Aynı Ülkeye ve
Halka Hizmet Ediyoruz
Dr. Reşat BAHAT
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği
(OHSAD) Başkanı
Elbette SGK açıklarının ve dünyadaki krizin farkındayız. Ancak sağlığın finansmanının
biçimine hızla karar vermek zorundayız. Bugün hizmet alan vatandaşı mutlu eden sistem
korkarız sürdürülemez.
52
SAĞLIK&İNSAN
Gittiğimiz her yerde
vatandaşın sağlık hizmetinden
ve sisteminden memnun
olduğunu görmek, yine
uluslararası kuruluşların
Türkiye’mizi sağlıkta örnek ülke
gösteriyor olması göğsümüzü
kabartmaktadır.
- 2008 15 Şubattan bu yana
çok katı uygulanan planlama
daha önce içeriden bilgi
aldığı şüphe oluşturan
kuruluşlar dışındaki diğer
eski kurumları hedefsiz,
ekonominin gerçeklerinden
uzak ve çapsız bırakmıştır.
Bu gelişim ve dönüşümde
hükümetimizin iradesinin ve
Sn. Sağlık Bakanımız Prof.
Dr. Recep AKDAĞ’ın ciddi
emeğinin ve liderliğinin
olduğunu biliyoruz.
- Vatandaşların katkı ve
katılım ödemek istemediği
için acil servisleri normal
muayene yeri gibi
kullanması, kötü kaynak
kullanımı boyutlarına
ulaşmıştır. Herhalde hasta
müracaatlarının % 30’dan
fazlasının acil olduğu başka
bir ülke veya sistem yoktur.
Bir çok yenilik için de teşekkür
ederiz. Yine bu değişime
ciddi katkısı olan özel sektör
yatırımcısı ve çalışanları olarak
kendimize de pay çıkarıyoruz.
Sağlık sisteminin övgüye en
layık başlıkları:
- Kamu hastanelerinin tek
çatıda toplanması
- SGK’nın özel kurum, kuruluş
ve eczanelerle anlaşıp
vatandaşın hastane ve
doktor seçme serbestisinin
sağlanması
- Acil hallerde sigortalılığı
sorgulanmadan herkese
hizmet verilmesi
- Ve tabiî ki hızlı ve kaliteli
olması gereken sağlık
hizmetinin (rekabet ve
yoğun teknoloji kullanımı
gibi mecburiyetlerle)
maliyeti günbegün
artmaktadır. SUT fiyatlarıyla
bedeli ödenen sağlık
hizmetlerine bazı küçük
değişimler dışında 6
yıldır yapılmayan fiyat
güncellemeleri sağlığı
kurallarıyla sürdürülemez
hale getirmiştir.
Kapısını çaldığımız herkes,
ülkemiz kaynaklarının kısıtlı
olduğunu ifade ederken
vatandaşın sağlıktan
memnuniyetinin % 70’lerde
olduğunu, vatandaşın
yılda 8 defa muayene
olarak, doktora en kolay
ve çabuk ulaştığı bir
ülkede yaşadığını göz ardı
etmektedir.
Yine Türkiye’de sağlık sektörü
bütün bu hizmetleri OECD
ülkelerinin hemen yarısı
oranındaki doktor ve hemşire
ile gerçekleştirmektedir.
Yoğun çalışan doktor ve
hemşirelerin mutsuzluğu
ve yorgunluğu da ayrı bir
sıkıntıdır. Onların hayatlarını
daha kolaylaştırabilmemiz
hastalarımıza daha kaliteli
hizmet olarak dönecektir.
Dikkat ederseniz bahsettiğimiz
sorunların hepsi kamu,
üniversite ve özel sektör sağlık
işletmelerinin ve çalışanlarının
ortak sorunudur. Bu bütünlük
içinde düşünülmeden
sorunların düzeltilmesi
imkansızdır.
- Vatandaşın sağlığa ulaşımını
zorlaştıran her türlü
engelin azaltılması olarak
sıralanabilir.
Ancak geldiğimiz noktada
öngörülebilen ve/veya
öngörülmeyen birçok problem
bu başarının sürdürülebilirliği
konusunda endişelere yol
açmaktadır.
Bunlar da başlıca;
- Sağlıkta doktor, hemşire
ve nitelikli eleman sıkıntısı
artık hastaların sağlıklarını
tehdit edebilecek boyutlara
ulaşmak üzeredir.
53
SAĞLIK&İNSAN
Herkesin bilmediği planlar;
tahminle büyümeye, asimetrik
büyümeye; haksızlığa ve haksız
küçülmeye sebep olmaktadır.
İfade ettiklerimizin hemen
hepsi tüm sağlık sektörünü ve
çalışanlarını ilgilendirmektedir.
Kamu ve özeliyle hepimiz
aynı ülkeye ve halka hizmet
etmekteyiz. İnsanı en özel
yere yerleştirmeyen almayan
sağlık sistemlerinin başarı
şansı yoktur.Zaten dinimizde
ve kültürümüzde insana hizmet
en mühim ibadetlerden ve
hazlardan biridir.
Elbette ki, SGK açıklarının ve
dünyadaki krizin farkındayız.
Ancak sağlığın finansmanının
biçimine hızla karar vermek
zorundayız. Bugün hizmet alan
vatandaşı mutlu eden sistem
korkarız sürdürülemez.
Vatandaşın hastalık halinde
cepten ödemesini azaltacak
olan “Tamamlayıcı Sağlık
Sigortası” gibi modellerin
ülkemizde hızla uygulanıp
yaygınlaşmasının teşvik
edilmesi gerekir.
Şöyle ki; SGK prim
gelirleri emeklilik ve sağlık
harcamalarının %55’ini
karşılamaktadır.Her ne kadar
sağlığın bu açıktaki payı azsa
da yaşlanan nüfusuyla giderek
bu pay artacaktır.
Sağlık sektörünün
maliyetlerinin belirlendiği ve
kurallarının oluşturulduğu
masalarda”kamu-özelüniversite” tümüyle temsil
edilmemiz gerekmektedir.
Bu primle fonlanma
sağlık hizmeti açıklarını
kapatmadığına göre prim +
vergi (bütçe) + vatandaşın
da (acil ve kronik hastalıklar
dışında) katılacağı şekilde
fonlanmalıdır kanaatindeyiz.
Yoksa sürekli SGK açıkları
yüzünden eleştirilen kurum
kendini suçlu gibi görüp
ödemelerini artırmamak için
hizmet bedellerini daha da
aşağılara çekmek isteyecektir.
54
Bizi ilgilendiren hayati öneme
sahip yasaların son dakika bize
gösterilmesi; itirazlarımızın ve
katkılarımızın yeterince dikkate
alınmamasına yol açmaktadır.
Sektörün geleceği
planlanırken orta ve uzun
vadeli planlar yapılması çok
önemlidir.Geleceği 5 yıldır hiç
göremeyen mevcut yatırımlar
krizin içine itilmiştir.Olumluysa
olumlu, olumsuzsa olumsuz
uygulanacak politikalar
eşit ve adil olmak kaydıyla
belirlenmeli ve açıklanmalıdır.
Biz vatandaşımızı mutlu etmek
için tüm sağlık çalışanlarımızla
gecemizi gündüzümüze
katıp, sermayelerimizi de
riske ederken halkımızdan
da anlayış ve saygı beklemek
hakkımız diye düşünüyoruz.
Son zamanlarda sağlık
çalışanlarımıza anlamız
şiddetin artmış olması
biraz bizi endişelendirse
de; çoğunluğun sevgisi ve
farkındalığı bizi hep motive
etmiştir.
Sorunlarının azaltılması halinde
dünyaya model olabilecek
sağlık sistemimizin tüm
katkı sağlayanlarına, başta
Başbakanımız Sn.Recep Tayip
ERDOĞAN, Sağlık Bakanımız
Sn.Prof.Dr.Recep AKDAĞ ve
Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanımız Sn.Faruk ÇELİK
olmak üzere teşekkür eder,
saygılar sunarız.
SAĞLIK&İNSAN
55
Türk Erkeğinin Saç Haritası Belli Oldu:
Batılı Erkeğin Saçtan Yana Umudu
Doğuya Göre Seyrek Çıktı
Türk erkeğinin saç dökülme
haritası çıktı. Haritaya göre; batı
illerindeki erkekler, doğudaki
erkeklere göre daha fazla saç
dökülmesi sorunu yaşıyor. Saç
dökülmesi sorunu yaşayan
erkeklerin Türkiye ortalaması
ise yüzde 37. Araştırmanın
en çarpıcı sonucu, saçlarını
kaybetmek istemeyen ve
bunun için herhangi bir ürün
kullanan kişilerin aylık gelir
düzeyinin 2 bin TL olması oldu.
Bioxcin’in, Türk erkeğinin
saç dökülmesi hassasiyetini
ortaya çıkarmaya yönelik
gerçekleştirdiği araştırmanın
2011 sonuçları açıklandı.
‘Bioxcin Saç Dökülmesi
Araştırması 2011’ sonuçlarına
göre saç dökülmesi sorunu
yaşayan erkeklerin oranı
giderek artıyor. Bioxcin’in 2008
yılından bu yana düzenli olarak
gerçekleştirdiği araştırma
aynı zamanda saç bakım
ürünleri pazarının 2011 yılında
yüzde 82’lik artış ile rekor bir
büyüme gerçekleştirdiğini
ortaya koydu. Son araştırmaya
göre; saç bakım ürünleri
kullanımında reklamların etkisi
giderek azalırken, tüketicinin
artık uzman tavsiyesine daha
çok önem verdiği de ortaya
çıktı.
56
Batılı erkeğin saç hassasiyeti
daha fazla
Akademetre’nin Bioxcin için,
Türkiye’yi temsilen Adana,
Ankara, Antalya, Bursa,
Eskişehir, Gaziantep, İstanbul,
İzmir, Kayseri, Malatya,
Samsun ve Trabzon’da olmak
üzere 20-49 yaş arası saç
dökülmesi yaşayan 1.270
erkekle gerçekleştirdiği
araştırma çarpıcı sonuçları da
ortaya çıkardı. ‘Bioxcin Saç
Dökülmesi Araştırması 2011’e
göre doğudan batıya doğru
ilerledikçe saç dökülmesi
problemi yaşayan erkeklerin
oranı artıyor. Doğuya doğru
ilerledikçe ise saç dökülmesini
problem edenlerin oranı
azalıyor. Saç dökülmesi
konusunda çözüm olarak
herhangi bir ürün kullananların
yaş aralığı ise 20-49 arasında
yoğunlaşıyor.
2011 yılında, saç dökülmesine
çözüm olarak herhangi bir
ürün kullananların sayısındaki
artış ise özellikle 20-39 yaş
gruplarında gerçekleşti.
2 bin liran varsa
çözümün de var
Saç dökülmesi hassasiyeti
yaşayan ve sorunun çözümü
için herhangi bir saç bakım
ürünü kullananların gelir
düzeyinin de incelendiği
araştırma, bu ürünleri
kullananların aylık gelirinin
ortalama 2 bin TL olduğunu
ortaya koydu. Saç bakım
ürünü pazarı ise 2011 yılında
bir önceki yıla göre yüzde
82’lik bir artış gösterdi.
B’IOTA LABORATUVARLARI
Genel Müdürü Cihat
Dündar “2008’den bu
yana gerçekleştirdiğimiz
bu araştırma, erkeklerin
saç dökülme probleminde
artış grafiğinin yükseldiğini
gösterdi. Bu, pazarın büyüme
potansiyelinin devam
edeceğini gösteriyor.” diye
konuştu. Saç dökülmesini
önlemeye yönelik ürünlerin
pazar payı 2009’da yüzde 4,6
artarken, 2010 yılında yüzde
4,8 oranında azalarak yüzde
29,5’e geriledi. 2011 yılında
ise bu oran yüzde 24’lük
büyük bir artış gösterdi. Buna
göre; “Pazar” 2010 yılında
yüzde 14 daralmışken, 2011
yılında, 2010 yılına göre yüzde
82’lik bir büyüme göstermiş
oldu.
SAĞLIK&İNSAN
57
Günümüz ve Geleceğimizin Tehlikesi:
İNTERNET
BAĞIMLILIĞI
Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ
Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi
58
SAĞLIK&İNSAN
İnternet, ilk dizayn edildiğinde
askeri ve akademik birimler
arası iletişimi kolaylaştırması
amaçlanan bir araçtı. Ancak
her nasılsa bugün, mental
sağlık topuluğu tarafından
kullanımının insanlarda
bağımlılığa yol açtığı tartışılır
oldu. Yol açtığı bağımlılık ise
pek çok hekim tarafından
saptanması ve tedavisi zor bir
sorun olarak ortaya çıktı.
İnternet bağımlılığının kimyasal
madde bağımlılığından farklı
olduğunu savunanlar internet
kullanımının bir teknolojik
avantaj olarak pek çok fayda
sağladığını söylüyorlar. İnternet
kullanıcılara iş hayatında,
araştırma alanında ve bilgiye
ulaşmada veya tatil planlarında
kolaylıklar ve imkanlar
sunmaktadır. Ayrıca pek çok
kitap internet kullanımının
günlük hayatımızdaki
faydalarından bahsetmektedir.
Madde bağımlılığı veya
kullanımında ise herhangi bir
fayda görülmemektedir.
Genel olarak internet, ileri
teknoloji ürünü ve faydalı
bir araçtır ve bağımlılığını
saptamak güçtür. Bu sebeple,
klinisyen normal ve patolojik
internet kullanımını ayıracak
karakteristik farklar konusunda
bilgili olmalıdır.
Patolojik kumar model
alındığında, patolojik internet
kullanımı da bir tür dürtü
kontrol bozukluğu olarak
düşünülmektedir.
Bu sebeple Young, patolojik
kumar kriterlerini model alarak
patolojik internet kullanımı ile
ilgili kriterler oluşturmuştur.
1. İnternet ile ilgili yoğun
zihinsel meşguliyet
2. Doyum sağlamak için
internet başında geçirilen
sürenin giderek artması
3. İnternet kullanımını kontrol
altına almak için başarısız
çabalar
4. İnternete ulaşamadığında
yorgun, depresif veya
irritabl hissetmek
5. İnternet başında
planladığından çok fazla
zaman geçirmek
6. Önemli bir ilişkiyi, mesleki,
eğitimsel veya kariyeri
ilgilendiren durumu riske
atacak derecede internete
zaman ayırmak
7. İnternet kullanımı hakkında
çevresine veya terapistine
yalan söylemek
8. Gündelik sorunlardan
veya istenmeyen
duygudurumdan kaçmak
için internette zaman
geçirmek
Bu kriterlerden 5 veya fazlasına
olumlu yanıt veren ve bu
durum bir manik epizoda
bağlı olmayan kişilerde
patolojik internet kullanımı
düşünülmekte, geçerlilik
ve güvenilirliği, mesleki ve
akademik amaçları olan
kullanıcılarda net olmayan
bu kriterler en azından
ölçülebilir bir şekilde patolojik
internet kullanımını normal
kullanımdan ayırmaktadır.
Fakat 8 kriteri birden olumlu
yanıtlayan kullanıcılar bile ‘işim
gereği’ veya ‘herkes kullanıyor’
şeklinde semptomlarını
maskeleme çabası
gösterebilmektedir.
Madde bağımlılığı ile
ilgili olumsuz sonuçlara
bakıldığında, alkol bağımlılığı
sonucunda karaciğer sirozu
gelişimi veya kokain kullanımı
sonucunda artmış kafa içi olay
riskinden bahsedilebilir. Ancak
konu internet bağımlılığı
olduğunda, sonuçlar bu
kadar net değildir. İnternette
geçirilen zaman tek başına
bir kriter olmasa da, bağımlı
kullanıcılar haftada 40-80
saat arası, bir oturumda ise
20 saatin üzerinde internette
zaman harcayabilmektedirler.
Bu sebeple hem uykuya
gereken zamanı ayıramamakta,
hem de ertesi sabah iş/okul
ile ilgili sorun yaşamaktadırlar.
Uç vakalar kafein tabletleri
alarak uyku saatlerini internette
geçirmektedirler.
Bu durum ise immün sistem
sorunlarına yol açarak hastalık
riskini artırmaktadır. Ek olarak
bilgisayar ekranı başında
hareketsiz geçirilen uzun
saatler, göz sorunları, bel
ağrısı, karpal tünel sendromu
gibi bedensel sorunlara da
sebep olmaktadır. İnternet
bağımlılığı, madde bağımlılığı
ile karşılaştırıldığında ise
benzer mesleki, ailevi ve
akademik sorunlara yol açtığı
görülmektedir.
Ailevi Sorunlar
İnternet bağımlılığı insan
ilişkilerinde sinsi bir
tahribata yol açmaktadır.
Young’un araştırmasına
göre, internet bağımlılarının
% 53’ü ilişkilerinde sorun
yaşamaktadır. Evlilikleri,
flörtleri, ebeveyn ilişkileri veya
arkadaşlıklarına ayıracakları
zaman, yalnız başına ekran
karşısında harcanmaktadır.
59
SAĞLIK&İNSAN
güvensizlik yaratır ve zamanla
,önceki stabil ilişkilerin
kalitesini zedeler.
Akademik Problemler
Bu durumdan en fazla
etkilenen evlilik ilişkisidir.
İnternet bağımlısının eşi ile
iletişimine ve evlilik ile ilgili
sorumluluklarına (alışveriş,
temizlik, yemek ve çocukların
bakımı) ayırdığı zaman ve ilgisi
öyle azalır ki, diğer eş adeta bir
cyber-dul haline gelir.
İlk zamanlarda bu durumun
geçici olduğunu düşünen ve
ve bekleyen eş, daha kötüye
gittiğini fark ettiğinde eşine
uyarılarda bulunmaya başlar.
Ancak bağımlı buna öfke ile
yanıt verir ve aralarında ciddi
tartışmalar yaşanır. Ve bağımlı
hâlâ bir sorunu olduğunu
reddeder, sadece eğlendiğini
ve yalnız bırakılmasını ister.
Evlilik ile ilgilenen avukatlar,
konu ile ilgili boşanma
davalarında artış olduğunu
söylemektedirler. Bağımlı
artık sanal ilişkilerine gerçek
ilişkilerinden daha fazla zaman
ayırmaktadır.
60
Bu da sosyal olarak izole
olmasına, yemeğe çıkmak,
spor yapmak, seyahate çıkmak
gibi faaliyetlerin yerine sanal
faaliyetleri tercih etmektedir.
Hasta, yeni keşfettiği on-line
aşklarını devam ettirmeye
çabalarken, evliliğinde sosyal
ve duygusal olarak yoksunluk
yaşayamaya devam edecektir.
İnternet kullanımı; gerçek
hayattaki kişilerarası ilişkilere
de müdahale eder. İnternet
kullanımı, internet bağımlısına
yakın olan ya da onunla
yaşayanların şaşkınlık, hayal
kırıklığı ve kıskançlık şeklinde
tepki vermelerine neden olur.
Bağımlılıklarını gizlemeye
çalışan alkoliklere benzer
şekilde; internet bağımlıları
da internet oturumlarının
uzunluğuyla ilgili yalan
söylerler, internet servisi için
ödedikleri faturaları gizlerler.
Buna benzer nitelikler,
İnternet; internet servis
sağlayıcıları tarafından
primer bir eğitim aracı olarak
gösterilerek, sınıflara entegre
edilmeye çalışılmaktadır.
Bununla birlikte , bir
araştırma; öğretmenlerin,
kütüphanecilerin ve bilgisayar
koordinatörlerinin % 86
sının “çocukların internet
kullanımının performanslarını
artırmadığına” inandıklarını
ortaya çıkardı (Barber,1997).
Ankete cevap verenler,
internetteki enformasyonun
çok düzensiz olduğunu, okul
müfredatıyla ve standardize
edilmiş testlerde daha iyi
sonuçlar alınmasını sağlayan,
öğrencilere yardımcı olan
textbooklarla ilişkisiz olduğunu
iddia etmişlerdir. İlave sorularla
bu durumun eğitimle ilgili
yönüne bakacak olursak;
Young (1996); “öğrencilerin
% 58’inin ders çalışma
alışkanlıklarında bozulmadan,
ders notlarında önemli bir
düşüşten, sınıfta kalmalardan
veya aşırı internet kullanımına
bağlı olarak göz hapsinde
olduklarından bahsettiğini “
bulmuştur.
İnternetin iyi tarafları onu
ideal bir araştırma aracı yapsa
da, öğrenciler, ilgisiz web
sayfalarında gezinebilmekte,
chat odalarında dedikodu
yapmakta, internetteki
arkadaşlarıyla sohbet
edebilmekte ve kazançlı
aktiviteler pahasına interaktif
oyunlar oynayabilmekteler.
SAĞLIK&İNSAN
Öğrencilerdeki internet kötüye
kullanımının izlenmesinin
yanında, kolejdeki rehberlik
öğretmenleri, kullanıcıların
primer problemlerinin internet
kullanımlarını kontrol etmede
yetersizlik olduğunu görmeye
başladılar.
Mesleki Problemler
Çalışanlardaki internet kötüye
kullanımı, yöneticiler için
ciddi bir meseledir. 1.000
şirkette yapılan bir çalışma;
yöneticilerin
% 55’ini; iş dışı amaçlar
için internet kullanımına
ayrılan zamanın çalışanların
işlerindeki verimliliğini
baltaladığına inandıklarını
ortaya çıkarmıştır (Robert
Half International,1996). Yeni
izleme cihazları; patronların
internet kullanımını izlemelerini
sağlamış ve ilk bulgular onların
şüphelerini haklı çıkarmıştır.
Bir firma, kendi internet
bağlantılarındaki bütün trafiği
izlemiş ve internet kullanımının
sadece % 23’ünün işle ilişkili
olduğunu ortaya çıkarmıştır
(Machlis,1997).
Piyasa araştırmasından şirket
iletişimine kadar birçok
konuda çalışanlara yardım
eden internet kullanımının
şirket için negatif yönleri
faydalarından daha ağır
basmakta. Yine de su götürmez
bir gerçek var ki internet,çoğu
çalışanın dikkatini dağıtmakta.
İşyerindeki zamanın bir şekilde
kötüye kullanımı, özellikle
de çalışanlarına kolaylıkla
kötüye kullanılabilecek bir
araç sağlayabilen şirketlerin
yöneticileri için problem
yaratmakta.
Patolojik İnternet
Kullanımının
Değerlendirilmesi
İnternet bağımlılığın
semptomları, yapılan ilk
görüşmede her zaman açığa
çıkmayabilir. Bu nedenle
klinisyenin bağımlılık yapıcı
internet kullanımını rutin olarak
değerlendirmesi önemlidir.
Patolojik internet kullanımını
uygun olarak değerlendirmek
için, öncelikle kontrollü
içme modellerini ve yeme
bozukluklarında kullanılan
moderasyon eğitimlerini
araştırmak gerekmektedir. Bu
modeller, geçmiş alkol, ilaç
veya yiyecek kullanımının ilişkili
olduğu belirli bir tetikleyicinin
“binge” davranışı başlattığını
kabul eder. “Binge“ davranışı
başlatan tetikleyiciler;
belirli insanlar, yerler,
aktiviteler veya yiyecekler
şeklinde formlara girebilir
(Fanning&O’Neill,1996).
Örneğin çok sevdiğin bir
bar, aşırı içme davranışı
için tetikleyici olabilir, parti
alışkanlığı olan hapçıların
ahbapları, hastanın hap
almasını tetikleyebilir,
veya belirli bir gıda çeşidi
tıkınırcasına yeme davranışını
başlatabilir.
Tetikleyiciler; belirli durumlar
ve insanların daha ötesine
geçerek negatif düşünceleri
ve hisleri içerebilir (Fanning
&O’Neill, 1996). Bir alkolik
kederli, umutsuz ve kötümser
hissedince, içkiye sığınabilir.
Çok yiyen bir insan , kendini
yalnız, gösterişsiz ve bezgin
hissedince buzdolabında ne
varsa kendini onlara verebilir
ve tıkınırcasına yemeye
başlayabilir.
Depresyon veya benlik
saygısında azalma, negatif
düşüncelerden ve hislerden
kaçmak amacıyla “binge”
tarzı davranışları başlatan
tetikleyiciler gibi davranabilir.
Sonuç olarak; bağımlılık
yaratan davranışlar; nahoş
bir duruma verilen tepkiyle
tetiklenebilir (Fanning &
O’Neill,1996; Peele). Yani,
kötü bir evlilik, kötü biten
bir iş, işsiz kalma gibi önemli
yaşam olayları; alkol, hap veya
yiyeceklerle ilişkili “binge” tarzı
davranışları tetikleyebilir. Çoğu
zaman işsizlikle başa çıkmak
için çıkıp iş aramaktansa, içmek
alkoliğin, daha kolayına gelir.
Bir insanın hayatındaki nahoş
olay ve durumlardan doğan
karşılanmamış ihtiyaçların
üstesinden gelmek için,
bağımlılık yapıcı davranışlar,
sıklıkla kayganlaştırıcı
(lubrikan) gibi davranır. Yani,
davranışın kendisi, kişiye
geçici olarak problemlerini
unutmasını sağlar. Kısa
vadede, bu zor bir durumun
stresiyle başa çıkabilmek için
kullanışlı bir yol olabilir, fakat
bağımlılık yapan davranışlar,
nahoş durumlardan kaçmayı
alışkanlık haline getirir ve
uzun vadede problemi daha
kötü bir hale getirir. Örneğin
evliliğindeki problemlerle
ilgilenmektense içmeye devam
eden bir alkolik, eşiyle iletişim
kurmayarak sadece onunla
arasındaki duygusal uzaklığı
artırır.
Bağımlılar, kendi
bağımlılıklarının tedavi edici
etkilerini anımsamaya ve kendi
kaçıngan davranışlarının,
problemi nasıl daha kötü
hale getirdiğini unutmaya
eğilimlilerdir.
61
SAĞLIK&İNSAN
Nahoş durum, sonrasında,
devamlı ve aşırı kullanım için
daha önemli bir tetikleyici
haline gelir. Örneğin; bir
alkoliğin evliliği kötüye
gittikçe; alkolik, azarlayan
eşinden kaçmak için daha
çok içer ve eşinin azarlamaları
arttıkça alkolik daha da çok
içmeye başlar.
Bağımlılığın psikolojik
yönü şöyle açıklanmıştır:
“O; size başka hiçbir yolla
elde edemeyeceğiniz hisler
ve tatmin edici duyumları
verir. Acı duyumunu,
rahatsızlık hislerini zihinden
uzaklaştırabilir. Üstesinden
gelinemeyen problemleri
umursamamayı veya onları
unutmayı sağlayabilir.
Yapay ve geçici nitelikte olan
güvenlik hissi, özsaygı, başarı,
güç ve kontrol hisleri veya
mahremiyet sağlayabilir.
“Bunlar, kişinin neden
bağımlılık deneyimlerine
geri döndüğünü açıklayan,
görünen yararlarıdır.
Bağımlılıklar, kişiye bir şeyleri
başarmasını sağlayabilir.
Fakat bu yararları aldatıcı
veya geçicidir. İnsanlar, kendi
bağımlılıklarında buldukları
ruhsal memnuniyet hali
yüzünden, bu bağımlılıkları ile
ilgili daha şiddetli davranmaya
başlıyorlar.
Çoşku, öfori ve canlılık
hisleri tipik olarak, internet
kullanımının bağımlılık
paternini kuvvetlendiriyor.
Bağımlılar, off-line ken
hissetiklerine zıt olarak, on-line
iken hoş, memnuniyet verici
hisler yaşarlar.
62
Bir hasta, ne kadar uzun,
internetten uzak kalırsa, o
derece yoğun, nahoş hisler
yaşar. Çoğu hasta için itici
güç, internet kullanırken
kazandıkları rahatlama hissidir.
internetsiz olmaya zorlandıkları
vakit, bir çeşit yoksunluk
hissine kapılırlar.
üzüntü, hüsrana uğrama veya
tedirginlik gibi hoş olmayan
sürekli duygular” şeklinde ise
bunları tespit etmesi gerekir.
Bu yoksunluk durumunda
“internete ihtiyacım var”,
“onsuz yapamam”, “internete
girmeliyim” şeklinde birbiriyle
yarışan düşünceleri oluşur.
Çünkü bağımlılıklar, bağımlıya
yararlı bir amaç sunar ve
bağlanma veya tutku, kişinin
hayatını alt üst edecek
dereceye kadar ulaşabilir. Bu
hisler; internet ilişkili öforinin
beslendiği işaretlere dönüşür.
Klinisyenin sonrasında,
hastaya, “internet kullanırken
kendini nasıl hissediyorsun“
şeklinde sorması gerekir.
“Çoşkulu, mutlu, heyecanlı,
serbest, alımlı, desteklenmiş,
çekici“ gibi cevaplar, internet
kullanımının hastanın
duygudurumu düzeyini
nasıl değiştirdiğini gösterir.
Hastanın bu tip duygularını
belirlemek zorsa, hastaya bir
“hisler günlüğü” tutması, hem
off-line hem de on-line olmakla
ilişkili duygularını yazmak
üzere bir defter ya da bir kart
taşıması önerilebilir.
Emosyonel tetikleyicilere
odaklanabilmek amacıyla,
klinisyenin, hastaya “offline olduğun zaman neler
hissediyorsun“ şeklinde
sorması gerekmektedir.
Sonrasında klinisyenin,
cevapları değerlendirmesi
ve cevaplar “yalnızlık,
tatminsizlik, engellenmişlik,
Bağımlı kişiler mantıklı bir
sebebi olmadan, felaket
öngörüldüğünde kaygılı
hissedeceklerdir (Twersky,
1990). Bağımlılar kaygılanan
ve negatif olaylar öngören
yegane kişiler olmamakla
birlikte, bunu diğer
insanlardan daha sık yapmaya
eğilimlilerdir.
SAĞLIK&İNSAN
Young (1996), bu tür yıkıcı
düşünce şeklinin, gerçek ya
da algılanan problemlerden
kaçınmak için psikolojik
bir kaçınma mekanizması
sağlayacak bağımlı internet
kullanımına yol açabileceğini
öne sürmüştür.
Yaşamında tatminsizlik
hisseden, diğer insanlarla
yakınlğı ya da güçlü bağları
olmayan, özgüveni eksik, ilgi
alanları kısıtlı ve umudunu
kaybetmiş olan kişiler
bağımlılığa daha yatkındır
(Peele, 1991, pg 42).
Benzer bir şekilde, hayatlarının
bir ya da birden fazla
alanlarında tatminsizlik ya
da hayalkırıklığı yaşayan
bireylerde internet bağımlılığı
gelişmesi daha olasıdır, çünkü
başka baş etme yolu bilmezler
(Young 1997a, Young 1997b).
Örneğin alkolikler,
gerçekleştirmek için gayret
gösterecekleri pozitif seçimler
yapmak yerine, tipik olarak
içmeyi tercih ederek acılarını
dindirir, problemlerinden
kaçar ve kendilerini statükoda
tutarlar.
Bununla birlikte, ayık
olduklarında sorunların
değişmediğini fark
ederler. İçmekle hiçbir şey
değiştirilmez, bununla birlikte
içmek çarpışılması gereken
problemlerle ilgilenmekten
daha kolay gelir.
Alkoliklerin davranışlarına
paralel olarak patolojik
internet kullanımı olan
hastalar, acıyı dindirmek,
gerçek problemden kaçmak
ve olayları statükoda tutmak
için internet kullanırlar. Fakat
çevrimdışı olduklarında hiçbir
şeyin değişmediğini fark
ederler.
Bu tür zorunluluklarını
atlayarak yer değiştirme,
çoğunlukla bağımlının geçici
olarak problemden kaçmasına
izin verir, ancak yer değiştirilen
davranışlar hiçbir problemin
çözülmesine imkan vermez.
Bu nedenle, hastanın interneti;
evliliği ya da işindeki bir
tatminsizlik, medikal hastalık,
işsizlik ya da akademik
başarısızlık gibi mutsuz bir
durumdan kaçınmak için bir
“güvenlik örtüsü” olarak
kullanıp kullanmadığını
beirlemek için klinisyenin
hastanın mevcut durumunu
değerlendirmesi önemlidir.
Patolojik İnternet Kullanımı
İçin Tedavi Stratejileri
İnternet kullanımı; elektronik
yazışma, elektronik
bankacılık vs. gibi ev ya da iş
uygulamalarında meşrudur. Bu
nedenle internet kullanımının
yasaklanması gibi geleneksel
abstinens modelleri pek pratik
müdahaleler değildir.
Tedavinin temeli ölçülü ve
kontrollü kullanım olmalıdır.
Oldukça yeni olan bu alanda,
çalışma sonuçları henüz yeterli
değildir. Bununla birlikte,
internet bağımlılığı olan
hastalarla görüşen kişilerin
bireysel pratiklerine ve diğer
bağımlılıklarla ilgili araştırma
bulgularına dayanarak internet
bağımlılığı tedavisinde
kullanılan çeşitli teknikler
şunlardır:
(a) internet kullanımı için karşıt
zamanı uygulama,
(b) dış durdurucular kullanma,
(c) hedefler oluşturma,
(d) belirli bir uygulamadan
kaçınma (abstinens),
(e) hatırlatma kartları kullanma,
(f) kişisel bir döküman tutma,
(g) destekleyici bir gruba
katılma,
(h) aile terapisi.
Bahsedilen ilk üç müdahale
basit, zamanı yönetme
teknikleridir. Bununla birlikte
zaman yönetimi tek başına
patolojik internet kullanımını
düzeltmediğinde daha agresif
müdahale gerekmektedir.
Böyle durumlarda tedavinin
odağı, kişisel gelişim ve uygun
destek sistemleriyle, bağımlı
tipi davranışı değiştirmek
için etkili baş etme stratejileri
geliştirmede hastaya yardım
etmek olmalıdır.
Eğer hasta başetmek için
olumlu yollar bulursa, sorunları
geçiştirmek için internete
güvenmesine artı gerek
kalmayacaktır. Bununla birlikte,
iyileşmenin ilk günlerinde
hastanın en fazla kayıp hissini
yaşayacağı ve günün birçok
zamanında internette olmayı
özleyeceği akılda tutulmalıdır.
Bu normaldir ve beklenmelidir.
Unutulmamalıdır ki, internetten
derin bir haz alan hastaların
çoğu için, yaşamının
merkezinde olan şey olmadan,
yaşamak çok zor bir süreç
olabilir.
Karşıtını Uygulama
Zaman yönetiminin yeniden
organize edilmesi, internet
bağımlılığı tedavisinin temel
ilkesidir. Bu nedenle, klinisyen
hastayla görüşmesinin birkaç
dakikasını internet kullanımıyla
ilgili çeşitli alışkanlıkları
belirlemeye ayırmalıdır.
63
SAĞLIK&İNSAN
Hastaya şunlar sorulmalıdır;
(a) Genellikle haftanın hangi
günleri internete girersiniz?
(b) Genellikle günün hangi
zamanı başlarsınız?
(c) Genellikle bir oturumda ne
kadar süre kalırsınız?
(d) Bilgisayarı genellikle
nerede kullanırsınız?
Hastanın internet kullanımının
niteliğini belirledikten
sonra hasta ile birlikte yeni
bir program oluşturmak
gereklidir. Ben buna “karşıtını
uygulama” diyorum.
Bu uygulamanın amacı
hastaların normal rutinini
bozmak ve on-line alışkanlığını
kırmak için çaba sarfederek
yeni bir zaman düzenlemesi
oluşturmaktır.
Örneğin, hastanın internet
alışkanlığında sabah ilk iş
olarak e-postasını kontrol
etme bulunuyor diyelim.
Hastaya internete girmek
yerine önce duş alması ya da
kahvaltı yapması önerilebilir.
Hasta interneti sadece
akşam kullanıyor ve eve
geldikten sonra bütün akşamı
bilgisayarın önünde oturarak
geçiriyor olabilir.
Klinisyen hastaya, akşam
yemeği ve haberlerden sonra
internete girmesini önerebilir.
Eğer haftaiçi akşamları
kullanıyorsa haftasonunu
beklemesi, bütün haftasonu
kullanıyorsa haftaiçi günlere
geçmesi şeklinde düzenleme
yapılabilir. Eğer hiç ara
vermiyorsa her yarım saatte
bir ara verdirilebilir. Eğer hasta
bilgisayarı sadece çalışma
odasında kullanıyorsa, yatak
odasına geçmesi önerilebilir.
64
Dış Durdurucular
Diğer basit bir teknik,
hastanın internetten çıkmasını
sağlayacak şekilde gideceği
yerler ya da yapması gereken
somut şeyler kullanmaktır.
Eğer hasta iş için 7.30’da
çıkmak zorundaysa internete
6.30’da girmesine izin vererek
çıkma saatine kadar 1 saat
bırakılabilir. Ancak hasta bu tür
doğal alarmları reddedebilir.
Bu durumda gerçek bir alarmlı
saat ya da yumurta saati
yardımcı olabilir. Hastanın
internet seansını sona
erdireceği bir saat belirlenir
ve hastaya alarmı kurarak
bilgisayarın yakınına koyması
söylenir.
Alarm çaldığında internetten
çıkma zamanıdır.
Hedefler Belirleme
İnternet kullanımını sınırlamaya
yönelik birçok girişim başarısız
olur. Çünkü kullanıcı internete
girme saatlerini belirlemeden,
saatleri yenmek için belirsiz
(ambiguous) bir plana güvenir.
Relapsı önlemek için, hasta
için makul hedefler (örneğin
mevcut 40 saatlik kullanım
yerine 20 saat) oluşturarak,
yapılandırılmış seanslar
programlanmalıdır.
Daha sonra bu yirmi saat belirli
saat dilimlerine bölünerek
bir takvime ya da haftalık
programa yazılır. Hasta internet
seanslarını kısa ama sık
tutmalıdır.
Bu craving ve çekilmeyi
önlemeye yardımcı olacaktır.
20 saatlik bir takvime
örnek olarak, hasta internet
kullanımını haftaiçi akşamları
20-22 arası ve Cumartesi
ve Pazar günleri 13-18 arası
olacak şekilde planlayabilir. Ya
da yeni 10 saatlik bir program
haftaiçi 2 gün 20-23 arası ve
cumartesi 8.30-12.30 arası
saatleri içerebilir.
İnternet kullanımı için anlaşılır
bir takvim oluşturmak,
internetin kontrolü ele
almasına izin vermek yerine
hastaya kontrolde olduğu
hissini verecektir.
Abstinens
Daha önce, belirli
bir uygulamanın
internet bağımlılığını
tetikleyebileceğinden
bahsetmiştim. Klinisyenin
değerlendirmesinde, chat
odaları, interaktif oyunlar,
haber grupları ya da “World
Wide Web” gibi belirli
uygulamalar hasta için en
problemlisi olabilir.
Eğer belirli bir
uygulama belirlendi ve
sınırlandırılmasında başarısız
olunduysa, o uygulamadan
tamamen kaçınmak sonraki
uygun müdahaledir. Hasta
bu uygulama ile ilgili tüm
aktivitelerini durdurmalıdır.
Bu, hastaların kendilerine
daha az çekici gelen ya da
meşru kullanılabilen diğer
uygulamalarla meşgul
olamayacakları anlamına
gelmez.
Chat odalarını bağımlılık
yapıcı bulan bir hasta onlardan
kaçınabilir. Bununla birlikte
aynı hasta e-postayı kullanabilir
veya uçak rezervasyonu
yapmak ya da yeni arabası için
alışveriş yapmak için World
Wide Web’de sörf yapabilir.
SAĞLIK&İNSAN
Diğer bir örnek, World Wide
Web’i bağımlılık yapıcı bulan
ve ondan kaçınması gereken
bir hasta olabilir. Ancak aynı
hasta politika, din ya da güncel
olaylarla ilgili başlıkların
olduğu haber gruplarını tarıyor
olabilir.
Kaçınmanın en iyi
uygulanabileceği hastalar daha
önceden alkol ya da madde
bağımlılığı öyküsü olanlardır.
Alkol ya da madde
bağımlılığı öyküsü olan
hastalar çoğunlukla interneti
diğerlerinin yerine geçen ve
fiziksel olarak “güvenli” bir
bağımlılık olarak bulurlar.
Bu nedenle içmek ya da
madde kullanmaktan
kaçınmanın bir yolu olarak
internet kullanımına takılır.
Bununla birlikte hasta
internetin “güvenli” bir
bağımlılık olduğunu makul
gördükçe, kompulsif kişilikle ya
da bağımlılık yapıcı davranışı
tetikleyen nahoş durumla
ilgilenmekten kaçınmaya
devam eder.
Böyle durumlarda, önceki
iyileşme dönemleri de
göz önüne alındığında
hastalar bir abstinens hedefi
doğrultusunda çalışarak daha
rahat hissedebilirler.
Daha önce bu hastalar için
başarılı olmuş stratejileri
dahil etmek interneti etkili
şekilde kullanmalarına olanak
verir; böylece altta yatan
problemlerine odaklanabilirler.
Hatırlatma Kartları
Hastalar kendilerini
düşüncelerindeki yanlışlık
nedeniyle sıkıntılarını
abartarak ve doğru hareket
ihtimalini minimalize etmek
yoluyla bunalmış hissederler.
Başvurudan sonra internet
kullanımını azaltmak ya
da durdurmak amacına
odaklanmak için hastaya
yardım edilir, bunun için
hastaya
A) İnternet bağımlılığına neden
olan 5 major problem,
B) Bunu bırakınca ya da
azaltınca elde edebileceği
5 büyük yarar listesi yaptırın.
Problemler listesinde çok
fazla zaman harcama, evdeki
tartışmalar, eşle az zaman
geçirme, işteki problemler ya
da akedemik başarı düşüklüğü
olabilir. Yarar listesinde eşle
birlikte fazla zaman geçirme,
arkadaşlarla daha fazla
zaman geçirme, evde daha
az tartışma, işteki verimliliğin
artması ya da akademik
derecenin artması olabilir.
Daha sonra hastalar bunları
3x5 büyüklüğündeki kartlara
geçirmeli ve onu cebinde,
cüzdanında, sırt çantasında
taşımalı. Hastalara daha verimli
ya da sağlıklı bazı şeylerin
yerine internet kullanımına
özendiklerinde bu kartları
kullanması önerilir.
65
SAĞLIK&İNSAN
Bu, hastaların internetteyken
yaşadıkları öförinin, yaşam
aktivitelerinden kaynaklanan
hoş duyguların yerine
geçmesini sağlayacak ve
onların internetteyken aldıkları
bu hazzın azalmasına yardımcı
olacaktır.
Destek Grupları
Bazı aileler gerçek
yaşamın sosyal
desteğinin yetersizliğinden
dolayı internet kullanımının
bağımlısı olmak
mecburiyetinde kalabilirler.
Hastalar kartları internet
kullanım isteği sırasında
kullanımı kontrol etmek ,
motivasyonu artırmak için
haftada birkaç kez kullanırlar.
Hastayı karar listelerinin
olabildiğince geniş ve dürüst
olmasının mümkün olduğu
konusunda cesaretlendirin.
Bu şekilde yapılan net
değerlendirmeler öğrenme
becerileri açısından değerlidir.
Bu durum daha sonra
hastaların internete girmeyi
kestiği zaman ya da relapsı
önlemede işine yarayacaktır.
Kişisel Günlük
Hastanın internet kullanımını
azaltmak ya da bırakmak için
başvurması, bir alternatif
aktiviteyi işlemeye yardımcı
olmak için iyi bir fırsattır.
Klinisyen hastalara ne zaman
interneti bıraktığı, azalttığı ile
ilgili kişisel günlük tutmalarını
önermeli. Belki de hastalar
gezmeyle, golfle, balık
tutmayla, kamp kurmayla ya da
dansla daha az vakit geçiriyor.
66
Belki de top oynamaya gidişi
ya da hayvanat bahçesi
ziyareti ya da kilise ziyaretini
durdurmuştur. Belki de
internet kullanımı bir eski
arkadaşı arayıp öğle yemeğine
gitmeyi ertelemek ya da fitness
merkezine katılmayı ertelemek
için bir aktivitedir.
Klinisyen hastaya bu internet
bağımlılığından beri ihmal
ettiği ya da azalttığı bütün
aktivite ve çalışmalarını not
etmesini söylemeli.
Bunların her biri için (1-Çok
iyi, 2-Önemli, 3-Çok iyi değil
şeklinde) puanlandırma
yapmalı.
Bu kaybedilmiş aktivitelerin
derecesi internetten önceki
hayatının nasıl olduğunu
yansıtmalı. Bilhassa çok
önemliler sırasındaki
aktiviteleri incelenmeli.
Hastaya bu aktivitelerin onun
yaşam kalitesini ne kadar
artırdığı sorulmalı. Bu çalışma
hastaya internet konusunda
yaptığı bu seçimin ne kadar
farkında olduğu konusunda
yardımcı olacaktır.
Gençler on-line sosyal
desteğin ev kadınları, bekarlar,
engelliler ya da emekliler
gibi yalnız yaşam tarzı süren
kişilerde büyük oranda
bağımlılık davranışlarına neden
olduğunu keşfetmişlerdir.
Bu çalışma bu kişilerin gerçek
yaşamın sosyal desteğinin
yetersizliği içn chat odalarını
bir telafi olarak gördükleri
için interaktif on-line basvuru
yerlerinde vakit geçirerek
evde yanız başlarına uzun bir
zaman harcadıklarını ortaya
çıkarmıştır.
Son zamanlarda sevilen birinin
kaybı, bir boşanma ya da iş
kaybı gibi durumları tecrübe
etmiş kişiler, internete gerçek
yaşam sorunlarınlarından
zihinsel bir kaçış olarak
başvurabilirler (Young, 1997).
Onların internete dalmaları o
sorunların geçici olarak arka
planda etkisini azaltmasını
sağlar. Eğer olayların
değerlendirmesi hastalık ya
da olumsuz gibi durumların
varlığını tespit ederse,
tedavi hastanın gerçek
yaşamının sosyal destek ağını
geliştirmeye yoğunlaşmalıdır.
SAĞLIK&İNSAN
Klinisyenler hastalarına onların
durumunu en iyi şekilde
tanımlayan uygun bir destek
grubu bulmada yardımcı
olmalıdırlar. Hastaların özel
yaşam durumlarına uygun
destek grupları aynı durumda
olan kişilerle arkadaşlık kurma
yeteneklerini geliştirebilir ve
on-line olma bağımlılığını
azaltabilir.
Eğer hasta yukarıda belirtilen
yalnız yaşam tarzlarından birini
sürdürürse, o zaman hasta
yeni insanlarla tanışmaya
yardımcı olması için bir yerel
insan ilişkileri gelişim grubu,
tek gruplar, seramik sınıfları,
bowling ligleri, veya bir klise
grubuna katılabilir.
Eğer hasta yakın dönemde dul
kaldıysa kaybı için destekleme
grupları daha iyi olabilir. Hasta
yakın dönemde boşanmışsa
boşananlara destek grubu
daha iyi olabilir. Bu katılımcılar
gerçek yaşama ait ilişkiler
bulacaklardır.
Rahatlık ve gerçek hayattaki
kayıplarının anlaşılmasında
internete daha az
inanacaklardır.
Rutin olarak destek
gruplarında internet
bağımlılığını sorguluyorum.
Günümüzde Belmont’taki
Mclean Hastanesi ve
Ilinois’deki Massachusetts and
Proctor Hastanesi bilgisayar/
internet bağımlılığından
kurtulma servisi olan sayılı
tedavi merkezlerinden iki
tanesidir.
Klinisyenlere lokal/yerel
ilaç alkol rehabilitasyon
merkezlerini, 12 adımda
kurtulma programlarını veya
klinisyenlerin özel uyguladığı
internet bağımlılarının olduğu
kurtulma destek gruplarının
geliştirilmesini öneririm.
Bu çıkış/yol/yaklaşım özellikle
yetersizlik ve düşük öz güven
nedeniyle tekrar internete
dönen internet bağımlıları için
faydalı olabilir.
Bağımlı, bağlılıktan kurtarma
gruplarında uyumsuz kavrama
gösterebilir. Bu da sosyal
inhibisyonu artıran, gerçek
yaşamdaki ilişkilerin oluşmasını
ve internet arkadaşlığına
ihtiyaç duymasını sağlar.
Son olarak bu gruplar internet
bağımlılarına güçlüklerin
üstesinden gelmek için gerçek
yaşamdan destek bulmalarına
yardımcı olur.
Aile Terapisi
Aile terapisi internet
bağımlılığı nedeniyle negatif
etkilenmiş evlilikler ve aile
ilişkileri bozulmuş kişilerde
bağımlılıkta gerekli olabilir.
Aile ile birlikte birkaç alana
odaklanılabilir:
A)İnternet bağımlılığının nasıl
olduğu konusunda aile
eğitimi
B) Davranışları için bağımlının
suçluluk duygularını
azaltmak
C)Ailede internet bağımlılığı
öncesi problemlerle ilgili
bağlantıları iyileştirmek,
internette karşıladığı
duygusal ihtiyaçlarını
azaltmak
D)Bağımlının destekle
düzeleceği konusunda
aileyi yüreklendirmek; yeni
hobiler bulmak, uzun tatile
çıkmak, bağımlının neler
hissettiğini dinlemek gibi...
İnternet bağımlısının iyileşmesi
güçlü bir aile desteği ile
mümkündür.
Patolojik İnternet
Kullanımının Gelecekteki
Sonuçları
Son birkaç yılda internet
kullanımının psikolojik
sonuçları ile ilgili çalışmalar
artmıştır. 1997’de
Amerikan Psikiyatri
Birliği’nin toplantısında, iki
sempozyumda internetteki
davranış paternlerinin
etkilerini inceleyen teorileri
ve araştırmaları önceki
yıldaki tek bir poster sunumu
ile karşılaştırılmıştır. Yeni
psikolojik gündem internet
kullanımının ve bağımlılığının
görünümüne odaklanmıştır.
Bu erken çabaların sonuçlarını
tahmin etmek zordur. Bununla
beraber yıllar boyunca
biriken bu çabalar ile internet
bağımlılığının dsm’de
gelecekte dürtü kontrol
bozuklukları sınıflamasında yer
alması mümkündür. O zamana
kadar internet bağımlılığını ve
hızlı yayılımının tehlikelerini
tanımak ve yaklaşmak için
profesyonel bir topluluğa
ihtiyaç vardır.
67
SAĞLIK&İNSAN
Araştırmalar 47 milyon kişininin
çevrimiçi olduğunu ve 11,7
milyon kişinin de gelecek yılda
çevrimiçi olmayı planladığını
göstermektedir (Snider, 1997).
İnternetin büyüyen
popülaritesi ile ruh sağlığı
çalışanları, internet bağımlısı
hastalar için özel olarak
planlanmış tedaviler ile artmış
başvurulara hazır olmalıdırlar.
İnternet bağımlılığı sıklıkla yeni
ve sıklıkla alaycı karşılandığı
için bireyler ciddi şikayetlerinin
klinisyen tarafından ciddiye
alınamıyacağı korkusuyla
tedaviye isteksizdirler. Madde
ve alkol bağımlılık merkezleri,
halk sağlığı klinikleri ve özel tıp
merkezlerindeki klinisyenler
internet bağımlılığından
şikayet eden ve etkili bir
iyileşme programı isteyen
hastaları önemsemelidirler.
68
Çevrim içi reklam programları
ile ihtiyaçları olan tedaviyi
arayan çekingen bireyler
cesaretlendirilmelidir.
Üniversiteler ve şirketler,
öğrenci ve çalışanlarının, bizzat
kendilerinin sağladıkları bir
araçla bağımlı olabilecekleri
konusunda tedbirli olmalılar.
Bu yüzden okullardaki danışma
merkezleri kampüsteki
öğrenciler, yöneticiler,
personel arasında internet
kullanımının sonuçları
hakkında farkındalık yaratmak
için seminerler düzenleyip
çaba sarfetmeliler.
Son olarak insan kaynakları
yöneticileri iş yerinde internet
yanlış kullanımının tehlikeleri
ve bu durumla karşılaşıldığında
işten çıkarmak yerine
tedavi edilecek bir merkeze
yönlendirilmeleri konusunda
motive edilmelidirler.
Etkili iyileşme programlarını
sürdürmek için internet
bağımlılığının altında
yatan nedenlerin daha iyi
anlaşılmasına ihtiyaç vardır.
Gelecekte araştırmalar
patolojik internet kullanımının
gelişiminde depresyon
veya okb gibi psikiyatrik
hastalıkların oynadığı
rollerin araştırılmasına
odaklanılmalıdır.
İnternet bağımlılığı ile ilgili
devam eden çalışmalar kişisel
özellikler, aile dinamileri ve
ilişki becerilerinin internet
kullanımına etkilerini ortaya
çıkarabilir.
Son olarak çeşitli tedavi
modellerinin etkilerini ortaya
çıracak ve geleneksel tedavi
modelleriyle karşılaştıracak
çalışmalara ihtiyaç vardır.
Kadınlar Doğum Kontrol Konusunda
Neleri Yanlış Yapıyor?
Nisan ayından itibaren
eczanelerde yer alacak
“Kontrol Noktası” projesi basın
toplantısıyla tanıtıldı. Bayer
Kadın Sağlığı’nın Pharmetic
Girişimci Eczacılar Derneği ile
birlikte geliştirdiği projenin
lansmanında “Kadın Sağlığı”
araştırmasının sonuçları
da açıklandı. Araştırma
sonuçlarına göre araştırmaya
katılan kadınların yüzde
71’inin doğum kontrolü seçim
kararında partnerleri etkili
oluyor.
“Doğum Kontrol Hapları
Konusunda Bilgiyi
Arkadaşlardan Alıyoruz”
“Kontrol Noktası” basın
toplantısında Cerrahpaşa
Tıp Fakültesi Kadın Sağlığı
Ana Bilim Dalı Üyesi Prof.
Dr. Sezai Şahmay, Girişimci
Eczacılar Derneği Başkanı
Neylan Zırhlıoğlu, Bayer Kadın
Sağlığı ve Genel Tedaviler
Bölümü İş Birimi Direktörü
Dr. Oğuz Mülazımoğlu,
Pharmetic Girişimci Eczacılar
Derneği Eğitim Komisyonu
Başkanı Adile Özdağ ve
Proje Koordinatörü Fulya
Urgancıoğlu çeşitli bilgiler
verdi.
son yıllarda bu alandaki bilinci
artırmaya yönelik çalışmalar
yaptıklarını belirtti. Dr.
Mülazımoğlu, “Kontrol Noktası”
projesi ile kadınların sıklıkla
uğrayabildikleri eczanelerden
kadın sağlığı ve doğum kontrol
yöntemleri hakkında doğru
bilgi alacaklarını, bu bilgi
ve eczane danışmanlığında
doktora başvuracaklarını
söyledi.
Proje ile ilgili bilgi veren
Ecz. Neylan Zırhlıoğlu;
“Kontrol Noktası” projesi ile
doğum kontrol yöntemleri
hakkında kamuoyunda
bir bilinç oluşturmayı ve
kadınlara konuyla ilgili bilgi
alabilecekleri, onları doktora
yönlendirebilecekleri bir
referans noktası olmayı
amaçladıklarını vurguladı.
“Kontrol Noktası” standlarının
Nisan ayından itibaren
Pharmetic Derneği üyesi
eczanelerde yer alacağını
sözlerine ekleyen Zırhlıoğlu, bu
proje ile kadınların kimi zaman
çekindikleri için eczacılara
soramadıkları doğum kontrol
konusundaki sorular hakkında
kendi ihtiyaçlarına yönelik bilgi
alabileceklerini kaydetti.
Tezgah üzeri standlarda
kadınların en çok merak ettiği
6 soru ve yanıtının olduğunu
belirten Zırhlıoğlu, derneğin
sitesinde de doğum kontrol
hapları konusunda on-line
bilgi veren bir doktor olacağını
sözlerine ekledi.
Ecz. Fulya Urgancıoğlu ise
projenin Türkiye genelinde
yaklaşık 300 eczanede
başlayacağını belirterek;
“Türkiye’de doğum kontrol
hapları gibi güvenilir
yöntemlerin kullanımı, doğru
bilinen yanlışlar sebebi
ile çok düşük; ‘Kontrol
Noktaları’ ile bu konularda
kadınların bilincini arttırmayı
hedefliyoruz” dedi.
Dr. Oğuz Mülazımoğlu,
Türkiye’de kadınların doğum
kontrol konusundaki bilgi
kaynakları arasında büyük bir
oranı arkadaşlar ve internetin
oluşturduğunu söyleyerek
69
TOBB Türkiye Sağlık Kurumları Meclis Başkanı
Dr. Seyit Karaca:
Hekim ve Kadro İlave Edememek
Özel Sağlık Kesiminin
En Önemli Sıkıntısıdır
Engin Ayar
Türkiye’de doktor açığı var mı? Özel
Sağlık kurumlarında bu konuda
yaşanan sıkıntılar nelerdir? Neler
yapılmalı?
Dr. Seyit Karaca, 1965 yılı
Haziran ayında Konya’nın
Kayadibi Köyü’nde doğdu. İlk,
orta, lise ve yüksek öğrenimini
Konya’da tamamladı. Mecburi
hizmetini Batman’da, askerliğini
Kıbrıs Güzelyurt’ta yaptı. 16 yıl
kamuda hem hekimlik hem de
çeşitli kademelerde idarecilik
görevlerinde bulundu. Yaklaşık
20 yıldır özel sağlık sektöründe
çalışıyor. 13 yıldır Konya Ticaret
Odası’nda Meclis Üyeliği ve
yöneticilik yanı sıra 2008 yılında
seçildiği TOBB Türkiye Sağlık
Kurumları Meclis Başkanlığı
görevini sürdürüyor. Karaca,
17 Mayıs 2010 tarihinde yapılan
yeni genel kurulda, oy birliği ile
yeniden başkanlığa seçildi.
70
Türkiye’de doktor açığı
her düzeyde var. Özellikle
kendileri ile yaşam standartları
konusunda yarıştığımız
ülkelerle kıyas ettiğimiz
zaman bu net olarak ortaya
çıkmaktadır. Aile hekimi
sayımız yeterli olmadığı için
hekim başına düşen nüfus bazı
bölgelerde 4 binlere kadar
çıkmaktadır. Uzman hekim
açısından da durum hiç farklı
değil. Sağlık sektörünü kamu
ve özel kesim olarak iki ana
bölümde incelersek, her iki
bölümde de bu anlamda ciddi
yetersizlik vardır. Bu nedenledir
ki, başlangıçta son derece
liberal bir şekilde dizayn edilen
sağlık politikalarında yapılan
ciddi değişikliklerle çok kısa
süre içerisinde son derece katı
ve sıkı bir sürece gidilmiştir.
Özel kesim bu değişiklikten en
fazla etkilenen kesim olmuştur.
Halen de aynı sıkı politika
devam etmektedir. 15 Şubat
2008 kararları hâlâ kararlılıkla
uygulandığı için hekim ve
kadro ilave edememek özel
sağlık kesiminin en önemli
sıkıntısıdır. Biraz gevşemeler
olmaya başladı ama yeterli
değildir. Sadece doktor açığı
değil, diğer sağlık personeli
açığı da var. Gittikçe de
derinleşmektedir. Kamunun
personel alımları bu konuda
bizi çok fazla zorlamaktadır.
Hükümetin Seçim Beyannamesi’nde
de yer alan Hastane Kentler 2023
hedefi özel sağlık kesimini nasıl
etkiler, uygulamanın benzeri
özel sağlık kurumları yatırımları
gelebilir mi?
Konuya iki açıdan bakarak
cevap vereyim. Bu ülkenin
bir ferdi olarak bu yatırımlar
gurur veriyor. İnsanımıza
hak ettiği hizmeti, olması
gereken standartta verecek bu
tesisler önemli yatırımlardır.
SAĞLIK&İNSAN
İnsan kaynağı dağılımında yaşanan
sıkıntılar ortada. Yabancı doktor ve
hemşire uygulaması hayata geçiyor,
özel sağlık kesimi olarak konuya
yaklaşımınız nasıldır?
Eski ve hizmet ömrünü
tamamlamış hastanelerin
devreden çıkarıldığını da
düşünürsek özel kesimi çok
olumsuz etkilemeyeceğini
düşünüyorum.
PPP tarzı yatırımlar belki
olabilir. Ama orada da
işletmeci kamu olduğu için
hizmet sunma anlamında
özel kesim yatırımı olarak
değerlendiremeyiz.
Gelecekte özel kesimden
de bu tarz yatırımların
olup olmayacağı sorusuna
ise cevabım, kamunun
bugünlerdeki yaklaşım tarzı ile
mümkün olmaz gibi geliyor.
Sağlık Turizmi konusunda
çalışmalarınız nelerdir?
Stratejinizde yurt dışından hasta
almak var mı?
Aslında bizim özel kesim
olarak arzumuz, bir yerdeki
yatırım ihtiyacı ile ilgili olarak
önce özel sektörden talep
toplanması, yeterli talep varsa
kamu kaynaklarının etkin
kullanımı açısından yarışmalı
bir ortamda özel kesime
yatırım imkânı verilmesi,
yoksa sosyal devlet olmanın
gereği burada devreye girerek
yatırımı kamunun yapmasıdır.
Bu belki ezber bozmaya ihtiyaç
duyan bir alandır.
Özel kesimin risk iştahı
denilen ve yatırım yapmada
belirleyici etken olan maliyet
ve gelir dengesi açısından bazı
düzenlemeler yapmadan bu
tarz büyük yatırımlara girme
hususunda çekingenliğinin
olacağını düşünüyorum.
Özellikle içeride gittikçe
daralan finansman
modellemesi nedeniyle
özel kesim açısından sağlık
turizmi büyük önem arz
etmektedir. Fiyat ve kalite
rekabeti ile de ülkemiz önemli
alternatifler arasına girmiştir.
Kamunun yaptığı mevzuat
düzenlemeleri de uzun vadede
bize ışık olacaktır, diye ümit
ediyoruz. Her hastanenin
yaptığı bireysel çalışmalar
yanında TOBB olarak ilk
sektörel iş konseylerinden
olan Sağlık Turizmi İş
Konseyi (SAİK)’ni kurarak
kurumsal kimlikle de bu
konuda çalışmalar yapıyoruz.
Hazine’nin de bu hususta
sağladığı destek ve teşvikler
var. Sayın Bakanlarımıza
ve hükümetimize teşekkür
ediyorum.
İnsan kaynağı sıkıntımıza
çözüm arama açısından
gündeme getirilen bir
husustu. Bu kararlardan en
fazla etkilenen kesim olan
özel sağlık kesimi olarak, bu
sıkıntımıza çare olacak her
çözümü destekliyoruz. Türkiye
fakültelerinden mezun olup,
Türkçe bilen hekimlerin dahi
çalışamadığı bir mevzuatın
mutlaka revize edilmesi
gerekirdi. Ayrıca, sağlık
turizmi kapsamında gerekli
insan kaynağı açısından da
bir formül olarak görüyoruz.
Dil bilme şartı bu sahada,
sadece yabancılara hizmet
edecek şekilde işletme
dizaynı sağlayabilecek
yapılarda gerekmeyebilir,
diye düşünüyorum. Yardımcı
sağlık personeli, özellikle
hemşire açısından da bu karar
katkılar sağlayacaktır. Ancak dil
problemi uygulamada sıkıntılar
çıkarabilir.
TOBB Türkiye Sağlık Kurumları
Meclisi kuruluşundan bu yana ne
gibi çalışmalar yapmaktadır?
Özellikle kuruluş zamanını
göz önüne alırsak, GSS
kanununa son şeklinin verildiği
ve yasalaşmasının TBMM
Genel Kurulu’nda yapıldığı
dönemlerdi. Kanun maddeleri
içerisinde de sektörü daha da
sıkıntıya sokabilecek maddeler
vardı. Diğer paydaşlarla
beraber, bu maddelerin
değiştirilmesine yönelik
çalışmalar yaptık.
71
SAĞLIK&İNSAN
Tam arzu ettiğimiz neticeyi
alamasak da, eskisine
göre daha iyi bir noktaya
getirdiğimizi düşünüyorum.
Yine kamusal alanda sektörün
özel kesiminin temsili
hususunda tek temsilci
kurum olarak hizmet vermeye
çalışıyoruz. Sağlık Bakanlığı
ve ÇSGB bünyesinde
kurulan ve bizleri ilgilendiren
komisyonlarda temsilci
bulundurmaktayız. Sağlık
turizmi konusunda SAİK
bünyesinde Meclis olarak da
üyeyiz.
Sağlık Bakanlığı ile ilişkileriniz
ne düzeyde? Sayın Bakan’la
sektörün meselelerini görüşebiliyor
musunuz?
İlişki kurmada sıkıntı
yaşamıyoruz. Sayın Bakanımız,
arzu ettiğimiz zamanlarda en
kısa sürede randevu vererek
sektör ve özel kesim sorunlarını
dinleyip meselelere çözüm
üretme noktasında yardımcı
olmaya çalışıyor. Ancak, özel
kesim için milat olan 15 Şubat
2008 kararları sonrasında
yaşanan kriz yönetiminde
hâlâ arzu ettiğimiz noktaya
gelemedik.
72
Hem insan kaynağı ilavesi, hem
de yeni yatırım noktasında hâlâ
özel kesimin sıkıntıları devam
etmektedir.
Planlamanın tek yönlü ve
sadece özel kesim için
uygulanıyor olması başka bir
sıkıntımızdır.
Özellikle hemşire başta olmak
üzere, lise düzeyi yetiştirme
programlarının bir müddet
daha devam etmesi gerektiğini
düşünüyorum.
Finansman sıkıntılarımızın
çözümü ile ilgili olarak da
Sayın Bakanımızdan katkı
beklediğimizi ifade etmek
istiyorum.
Sıkıntılarımızın Sayın
Başbakanımız ve kabine
üyelerine aktarılmasında
önemli bir köprü görevi
göreceklerine inanıyorum.
Vatandaşımıza en iyi hizmeti
sunarken gelecek kaygısı da
çekmek istemiyoruz.
Kısacası, görüşme sıkıntımız
yok ama özel kesim açısından
alınan mesafeyi yeterli
bulmuyoruz.
Aslında bizim özel
kesim olarak arzumuz,
bir yerdeki yatırım
ihtiyacı ile ilgili olarak
önce özel sektörden
talep toplanması,
yeterli talep varsa kamu
kaynaklarının etkin
kullanımı açısından
yarışmalı bir ortamda
özel kesime yatırım
imkânı verilmesi,
yoksa sosyal devlet
olmanın gereği burada
devreye girerek yatırımı
kamunun yapmasıdır.
Bu belki ezber bozmaya
ihtiyaç duyan bir alandır.
Doktorlar Akupunktur Öğreniyor
Halk arasında ‘kuru iğne’
olarak bilinen akupunktur,
günümüzde modern tıp eğitimi
alan uzmanlar tarafından
uygulanmaya başlandı. Gazi
Üniversitesi’nden Prof. Dr.
Cemal Çevik, doktorlara
bu tedavi yöntemi ile ilgili
eğitim veriyor. Akupunktur
özellikle depresyon, migren,
göz hastalıkları, sigara
bırakma, kilo verme ve kadın
rahatsızlıklarında etkili.
Uzakdoğu ve Çin’den tüm
dünyaya yayılan alternatif
tedavi yöntemi olan
akupunktur, Türkiye’de de
yaygınlaşmaya başladı.
2000’li yılların başında Gazi
Üniversitesi ve Sağlık Bakanlığı
işbirliği ile kurulan akupunktur
polikliniği, Prof. Dr. Cemal
Çevik başkanlığında uzman
doktorları eğitiyor.
10 yılda 550 doktor akupunktur
konusunda eğitim alırken,
Gazi Üniversitesi’nin her yıl
iki dönem halinde açtığı
kurslarda hastalar da bu
tedaviden ücretsiz faydalanıyor.
Akupunktur eğitimi alan
doktorlar arasında nöroloji,
dâhiliye, ortopedi, kadın
doğum, kalp, anestezi,
biyokimya, genel cerrahi, göz,
KBB, gastroentroloji uzmanları
ile pratisyen hekimler yer alıyor.
Türkiye’de ilk kez özel sektörde
1960 yılında kadın hastalıkları
ve doğum uzmanı ve fizik
tedavi uzmanlarının Çin’de
eğitim alması ile başlayan
akupunktur tedavisi İbn-i
Sina, Fatih Sultan Mehmet
dönemlerinde ve yakın tarihe
kadar etkin bir tedavi metodu
olarak kullanıldı. Halk arasında
‘kuru iğne’ olarak tabir edilen
bu tedavi yöntemi günümüzde
modern tıp eğitimi alan
uzmanlar tarafından
uygulanmaya başlayınca
hastalar üzerinde daha etkili
sonuçlar görüldü.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre
300 hastalık akupunkturla
tedavi edilebiliyor.
Gönüllü Hizmet
Vermek İsteyen
Doktor, Uganda’ya
Taşınıyor
Ürolog Dr. Necdet Kızılkaya,
Ceyhan Nehri’nin doğduğu
topraklardan Nil Nehri’ne
kaynaklık eden ülkeye gidiyor.
Elbistan Özel Yaşam
Hastanesi’nde üroloji doktoru
olarak görev yapan Kızılkaya,
Kimse Yok mu Derneği ve
Güneydoğu Uluslararası
Sağlık Federasyonu (GUSAF)
tarafından Uganda’nın Jinja
kentine açılan hastaneye
gönüllü olarak hizmet vermeye
gidiyor. Ailesini de götürecek
olan Kızılkaya, imkânlar
doğrultusunda orada kalmayı
planlıyor.
Adana’da görev yaparken
geçici olarak Demokratik
Kongo Cumhuriyeti’ne
gittiklerini ve buradaki
ortamdan çok etkilendiğini
anlatan Kızılkaya, “Oradaki
yaşam ve imkânsızlıklar beni
çok etkiledi. Afrika’nın o zor
durumu ve imkânsızlıklarına
bir parça olsun derman
olmak arzusundaydım. Allah
önümüze böyle bir fırsat
çıkardı.” diye konuştu.
Kimse Yok mu Derneği ve
GUSAF’ın Jinja kentinde bir
hastane açtığını ve orada
görev yapacağını anlatan
Kızılkaya, “Uganda’da çok ciddi
sağlık sorunları var. Devletimiz
bu türlü çalışmaları teşvik
ediyor” dedi.
73
Divan Şiirinde
Sağlık ve Hastalıklar
Bireysel ve
toplumsal
bir fenomen
olan sağlık
meselesi, çeşitli
veçheleriyle
mazmûn dünyasını
zenginleştirmiştir.
Divan şiiri, öyle sanıldığı
gibi, gündelik hayattan,
yaşanan olaylardan ve
müşahede edilen dünyadan
yararlanmayan bir şiir değildir.
Bununla birlikte, tümüyle
geçici hayatın, hal ve durumun
tasvirinden ibaret bir şiir de
değildir. Aksine bu şiirin söz ve
mânâ sanatlarıyla incelmiş ve
gelişmiş özel bir dili vardır.
Divan şiiri, bu dilin imkânları
ölçüsünde hayata ve geçici
güzelliklere yer verir.
Osmanlı tıp literatürünün
oluşturulmasında, Divan
geleneğinin imkânlarından
yararlanılmıştır.
74
Böylece
bireysel ve
toplumsal bir
fenomen olan
sağlık meselesi,
çeşitli veçheleriyle
mazmûn dünyasını
zenginleştirmiştir.
Tıp kökenli pek çok
yazar, kasîde ve mesnevî
formlarından yararlanarak
öğretici mahiyetteki kitaplarını
manzum olarak kaleme
almıştır. Bu türden bir eseri
telif eden tabibin, içinde
bulunduğu geleneğin estetik
yapısına vâkıf olduğu âşikârdır.
Bu bilimsel ve estetik zemin,
zaman içerisinde şairin
tabâbete dair mefhumlardan
yararlanmasını sağlamıştır.
Divan şiirinin konularından
birisi, eskilerin tabâbet
dedikleri, tıp ilmi, hekimlik
ve sağlıktır. Sağlık ve sağlığa
ilişkin mefhumlar, meslekten
tabip olsun olmasın bütün
şairleri etkilemiştir. Şair, bu
mazmûnların yanında hasta
ve hastanın yakınlarında
gözlemlediği psiko-sosyal
durumları, hastane ortamı,
hekim, hekimin hastasına
yaklaşımı, yetişkin hekim
(hekim-i hâzık) ve mütetabip,
hastalık çeşitleri, tedâvi
yolları, kullanılan ilaçlar ve
mânevî tedâvi yöntemleri gibi
konuları da şiirde kullanmıştır.
SAĞLIK&İNSAN
Böylece hasta ve hastalıkla
ilgili unsurlar etrafında bir halk
muhayyilesinin oluşumu da
sağlanmıştır.
Divan Şiiri ve Sağlık
Divan şairi, insanı doğrudan
doğruya etkileyen sağlık
sorununa karşı duyarsız
kalmamıştır. Hayatının belirli
bir döneminde hastalığı bizzat
tecrübe etmesi kaçınılmaz
olan şairin, yaşadığı bu
tecrübeyi görmezden gelmesi
beklenemez. Her ne kadar bu
şiir, şairin beninden çok öte
mutlak bir sübjektif evrene
sahip olsa da içinde yaşanılan
hâl, sanat eserinde kendisine
yer bulacaktır.
Öte yandan sağlık, bireyi
ve toplumu alâkadar eden
bir sorundur. Bu sorunu
çözümlemeye matuf gelişen
tıp, sadece bir ilmî aktivite
değil, aynı zamanda bir
sanattır. Tabip, tababeti tedris
ederek, bilimsel metotlarla
hastaları tedavi edecek
yetkinliğe gelirken, bu
sanatçı yönünü de geliştirir.
Onun bu özelliği hasta ve
hasta yakınlarıyla kurduğu
iletişimden başlayarak, teşhis
ve tedavi süreci içerisinde
varlığını hissettirir. Doktorların
diğer sanat dallarında temayüz
etmesinde bu fikrî ve zihnî alt
yapının payı büyüktür. Mamafih
şiir sanatının tababetle, şairin
de tabiple buluşmasında
temelde ontolojik bir yakınlık
bulunmaktadır.
Divan Edebiyatı’nın tarihsel
birikimi tıp açısından tahlil
edildiğinde, şairlerin iki
sınıfa ayrıldığı görülecektir.
Bunlardan ilki; tabâbeti bilen
ve hekimliği meslek olarak icrâ
eden şairlerdir.
İkinci grupta bulunan şairler
ise; tababet konusunda
uzmanlaşmamış olmakla
beraber, okudukları
kitaplardan ve birinci
gruba giren şair-hekimlerin
eserlerinden yararlanarak
eserlerinde tıbba ilişkin
değerlendirmeler yapan ve
mazmûnlar kullanan şairlerdir.
Ünlü şair Fuzûlî, hekimlik
mesleğine müntesip
olmamakla birlikte, gerek
Türkçe Divanı’ndaki
sıhhatle ilgili mazmunları
kullanmasındaki mahareti
ve gerekse Farsça kaleme
aldığı Sıhhat u Maraz
isimli mesnevîsinde
geleneksel tıbba dâir yaptığı
değerlendirmeleriyle dikkati
çeker. Sıhhat u Maraz, bazı
kaynaklarda Hüsn ü Aşk, Rûhnâme ve Sefâret nâme-i Rûh
isimleriyle de anılmaktadır.
600 yıl boyunca hayatiyetini
sürdüren divan şiirimizden bazı
şairlerin divanından seçilen
örnekleriyle sağlığa ilişkin
âdet, inanç, hastalıklar ve
tedavi metotlarına yazımızda
yer vereceğiz.
Hastalığa sebep olan unsurlar,
Hasta-hekim ilişkileri,
hastalıklarla ilgili hususlar,
çeşitli hastalıklar ve tedavi
usulleri konularına divan
şiirimizde sıkça rastlarız…
Divan Şiirinde Hastalık
Geleneksel tıp, insan
vücudunda safra, sevda, dem
ve balgamdan ibaret ahlât-ı
erbaa denilen dört sıvının
olduğu esasına dayanır.
Hastalık ve sağlık bu sıvıların
dengesiyle ilişkilendirilerek
izah edilir.
Herhangi bir kişide, ahlât-ı
erbaa belirli oranda var ise, o
kişi sağlıklı; eğer denge birinin
lehine bozulmuş ise, hastalıklı
olarak kabul edilirdi.
Hekim, hastasındaki ahlât-ı
erbaayı dengeli seviyede
tutmaya çalışan kişidir. Ahlât-ı
erbaanın dengeli hâli, insanın
psikolojik yapısıyla alakalıdır.
Bu sebepten hekim, öncelikle
hastanın mizacını düzeltmeye
gayret eder. Diğer bir ifadeyle,
geleneksel tıpta, hastalık
sadece belirli bir organın
işlevselliğinde meydana gelen
arıza olarak anlaşılmamıştır.
İnsan ruhî ve bedenî yapısı
itibariyle bir bütün olarak
algılanmış, ortaya çıkan bedenî
bir arızanın hastanın psikolojik
yapısıyla da ilgili olacağı
düşünülmüştür. Bu bakış
dolayısıyladır ki, “Duvarı nem,
insanı gam yıkar” denilmiştir.
Mamafih,insanın sosyal ve
ruhi yapısını etkileyen amiller,
aynı zamanda insanın ahlât-ı
erbaasındaki mizacına tesir
ederek onun beden yapısını
tahrip eder.
Şairlere göre, insanın ruhî
yapısını etkileyerek mizacını
bozan en temel olgu aşktır.
Bunun dışında aile, okul ve iş
ortamındaki sorunlar, sosyal ve
ekonomik sıkıntılar, boşa çıkan
umutlar ve hayal kırıklıkları da
insanın kimyasını etkileyen
hususlardır. Ancak dîvan şairi,
hayata karşı biraz kaderci
(fideist) olması dolayısıyla,
karşılaştığı menfi hâdiseleri
makul çerçevelerde izah
yolunu tercih etmiştir.
Ehl-i ışka küfr ü îmân bir olur
Vasl u hicrân derd ü dermân bir
olur (Hayretî, 49/1)
75
SAĞLIK&İNSAN
Hastalık Sebepleri
Hasta, mizacı bozulmuş
kişidir. Onun vücut dengesini
sağlayan dört hılttan birisi ya
azalmış ya da artmıştır; bu
eksilme ve çoğalma hâli, mizacı
bozarak kişiyi hasta eder. Divan
şairi bu durumun farkında
olarak dört unsurun dengeli
olmasına dönük vurgular
yaparken, bu dengeyi bozan
hastalık sebepleri üzerinde de
durmaktadır.
İnsanın dengesini, içinde
bulunduğu fizikî, sosyal ve ruhî
şartlar etkiler. Buna göre; kışın
soğuk hava nezle ve grip gibi
solunum yollarındaki dengeyi
bozar (Nevî, 38/2), rüzgâr ve
cereyan hılta etki ederek insanı
hasta eder (Mesîhî, 165/2), çok
yürümek veya daima ayakta
kalmak zorunda kalmak ayakta
çıbanlar çıkmasına sebep
olur (Mesîhî, 241/4), sosyal
ilişkilerde muhatabın gerekli
gereksiz yere çok konuşması
baş ağrısına sebep olur
(Mesîhî,114/7).
Ayrıca geceleri mehtaba karşı
yatmak da hastalık sebebidir
(Nev’î, 111/3).
Bu gibi fizikî şartların yanında
kem gözlerin tesiriyle oluşan
nazar, dudakta uçukların
çıkmasına sebep olur. Nitekim
Zâtî’nin anlatışıyla, sabâ
rüzgârının aheste aheste
esmesi, kem gözlü nergisin
nazarı dolayısıyladır. Şair
saba rüzgârının esintisini hoş
bir sebebe bağlı olarak izah
etmektedir.
Meger kim nergisün degmiş
gözi olmış sabâ hasta
Gülistânda sabâlanmış yürür
âheste âheste (Zâtî, 1288/1)
76
Çok fazla güneşte kalmak,
güneş çarpmasına ve baş
ağrısına sebep olur. Divan
şairinin hayal dünyasında
sevgili de bir güneştir; âşığı
çarpar. Bu güneş, ahlât-ı
erbaadan olan sevdayı artırarak
aşk hastalığına sebep olur.
Ey güneş yüzlü gönül
hastalanur kûyunda
Ki başı hoşdur anun sâye-i
dîvârun ile (Mesîhî, 212/2).
Bazı hastalıklar bulaşıcıdır. Bu
sebepten böylesi hastalıklara
müptela olmuş kimseleri
bir arada toplayarak diğer
insanlarla ilişkisini büyük
oranda kesmeye dönük
faaliyetlere rastlamak
mümkündür.
Nitekim bu kabil bir
düşüncenin ürünü olarak,
cüzamlı hastaların hem
tedavisi hem de topluma
kazanılmasına dönük bir
proje olarak telakki edilmesi
mümkün olan Miskinler Tekkesi
(Miskinhâne)’ni zikredebiliriz.
Şairler de bulaşıcı hastalık
fikrine vurgu yapmışlardır (Zâti,
452/1713-2).
Bilhassa göz ve akıl hastalıkları
üzerinde durulur. Geleneksel
tıpta, cerrahî müdahale ve
ilaçla tedavinin yanında,
koruyucu hekimlik ve manevî
tedaviye de ehemmiyet
verilir. Koruyucu hekimlik,
tıbb-ı nebevî kavramıyla
ifadesini bulan uygulamaların
münderecatı olup, bilhassa
beslenme, temizlik ve sosyal
hayatta ölçülülük esasına matuf
olup başlı başına bir çalışma
konusudur. Ancak şu kadarını
söylemek gerekir ki, şairler
sağlık ve beslenme arasında
ilişki kurmaktadırlar. “Sağlığın
başı perhizdir” atasözüyle
ifadesini bulan beslenme
kültürü, koruyucu hekimlik
açısından önemli malzemeler
içerir. Dengeli beslenmeye
ilişkin en önemli açılımı
Fuzûlî’nin aşağıdaki beytinde
görmekteyiz.
Şair diyor ki; insanlar noksanlık
arızasının hastalarıdır;
bazılarına perhiz, bazılarına da
iyi beslenme şifa verir.
Hastalıklar ve Uygulanan
Tedâvi
Divan şiirine sağlık
sorunları muvacehesinde
yaklaştığımızda, şairin
toplumdan kopuk olmadığını,
hayatın içinden estetik
çıkarımlar yaptığını ve
muhayyilesini oluşturan bu
verili ortamdan yeterince
yararlandığını görmekteyiz.
Divan şiirinde baş ağrısı,
yaralar, üşütme, sıtma,
sarılık ve zehirlenme gibi
hastalıklardan ve bunların
tedavisinden bahsedilir.
Fuzûlî (1483-1556).
SAĞLIK&İNSAN
Buna göre, psikolojik bunalıma
düşmüş olan hastanın yeniden
mizânına kavuşması için açık
havada gezintiye çıkması,
bahçelerde gezinmesi veya
subaşlarında oturması önerilir.
Marîz-i ârıza-i naksdur nüfûs-ı
tamâm
Kimine fâide perhîz ider kimine
gıdâ (Fuzûlî, K1/69)
Günümüzde uzman doktorların
tercih edildiği gibi geçmişte
de “tabib-i hazik”ten medet
umulurdu.
Hurrem olsa gam değül eşk-i
revânum görse yâr
‘Âdeti tefrîh-i rûh etmekdür
akar sularuñ (Bâkî, 253/4)
Marizun olsa min derdi bu derd
anlardan efzundur
Ki-teşhisine olmaya tabib-i
hazik u kamil (Fuzuli, s. 95)
1. Tiryâk
Divan şiirinde ilaçlı tedavi
açısından geçen en önemli
mazmûn tiryâktır. Tiryâk,
zehirlenmeye ve bazı
hastalıklara karşı kullanılan
mâcun, panzehir ve afyon
anlamlarında kullanılmaktadır.
Görün bu derdli ki tiryâk-ı
erbaayla tabîb
Bâki (1526-1600).
4. Sürme
Divan şairlerinin üzerinde
durdukları sağlıkla ilgili
hususlardan birisi de göz
hastalığıdır. Göz sağlığını
korumanın en eski yöntemi
sürmedir.
Ola kim bir pâre yaşın
dindürüp kanın kese
Diler ki zahm-ı çehâr-ebruvâna
çâre göre (Nedîm, G XXIV/6)
Hâk-i pâyuñ tûtiyâsın dîde-i
huñ-bâre çek (Bâkî, 254/2)
2. Kan Aldırmak
5. Baş Ağrısı
Zehirlenme ve yaranın enfekte
olmasını önlemek, vücuttaki
ağrıları dindirmek ve sarılığı
tedâvi etmek için kan aldırılır.
Zerd oldı yüzüm derd ile san
kim yerekândur
Divan şiirinde en çok üzerinde
durulan hastalıklardan biri
baş ağrısıdır. Ünlü hekim
Celâleddin Hızır’ın naklettiğine
göre; baş ağrısı şikâyeti olan
hastalar, gül suyu kullanılarak
tedavi edilir.
Lutf eyle begüm dökme benüm
yok yire kanum (Bâkî, 3119/2)
Kâse-i nergisde itdi gözleri
yaşın gül-âb
3. Tımar
Tımar, yaranın üzerini
temizleyerek merhem sürmektir.
Sîne-i pür-zahma kim sarmağa
cân virmez seni
Benzer ol nâzüg-beden kâfûrî
hoşter merheme (Zâtî, III, s. 70)
Ancak bir hastalık vardır
ki, onun tedavisi mümkün
değildir. Bu hastalık aşk,
hasta da âşıktır.
Gördi bülbül goncanun başın
ağurdur nâleler (Hayâlî, s. 148)
6. Yâkût-ı Müferrih ve Mûsikî
Divan şairleri psikolojik
hastalıklara da eğilmişler,
bu alanda ortaya konulan
tedavi yöntemlerini şiirde
kullanmışlardır.
Dîvân şairi genel olarak
hayata iyimser baktığından
bütün dertlerin bir devasının
olduğuna inanır (Usûlî, G 47/7).
Ancak bir hastalık vardır
ki, onun tedavisi mümkün
değildir. Bu hastalık aşk, hasta
da âşıktır. O artık hem ruhen,
hem de bedenen hastadır.
Fakat onun derdinin dermanını
verecek tabip değildir.
Olmadığının ve onun sunacağı
şifânın da hiçbir zamân
ağrılarını dindiremeyeceğinin
farkındadır (Zâtî, 96/1).
*Bu yazı aşağıdaki kaynaklardan
istifade edilerek hazırlanmıştır:
U. Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi
(Bilal Kemikli Doç. Dr., U.Ü. İlahiyat
Fakültesi) Cilt: 16, Sayı: 1, 2007 s.
19-36
Emine Yeniterzi, Selçuk
Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü Öğretim Üyesi,1990,
4. Milli Türk Halk Edebiyatı ve
Folklor Kongresi Tebliği.
77
Cinsel Sağlıktan Mutlu Aileye
Prof. Dr. M. İhsan Karaman
Nesil Yayınları / Mart 2012
Kansere Karşı Savunmasız Değilsin!
Uzm. Dr. Elif GÜVELOĞLU
Postiga Yayınları / Şubat 2012
Huzurlu bir toplum mutlu ailelerden, mutlu aile
ise mutlu bireylerden oluşur. Cinsellik ise, fıtrî
bir ihtiyaç ve eşler arasında sevgi ve bağlılığı
artıran bir unsur olarak, bu mutluluğun en önemli
motivasyon unsurları arasında. Dolayısıyla, mutlu
aile, mutlu insanlar ve mutlu bir toplum için, bu
fıtrî ihtiyacın meşru yoldan karşılanması, bunun
önündeki engellerin de aşılması gerekiyor.
Her dört insandan biri, yaşamının bir döneminde
kansere yakalanıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün
elindeki verilere göre, bu gidişatla, yalnızca 2020
yılında dünyada 15 milyon yeni kanser vakası tanısı
konulacak. Amerikan Kanser Araştırma Enstitüsü’ne
göre bu artışın en önemli sebebi; yediklerimiz,
içtiklerimiz…
Kanser vakalarının neredeyse yarısı, beslenmeye
bağlı nedenlerle oluşuyor. Neyse ki gıdalar
arasında bizi kanserden koruyanlar da var, bilimsel
veriler böyle diyor. Ve yine, neyse ki, vücudumuz,
yaratılış itibariyle kansere karşı savunmasız değil,
bedenimizde kansere karşı oldukça güçlü doğal
savunma sistemleri var. Bu sistemlerin çalışmasını
artırmak, yani kamçılamak mümkün ve dolayısıyla
kendi ‘İç Gücümüzle’ bu hastalıktan korunmak, hatta
yenmek de…
Aslında daha doğarken kansere karşı korunaklı
geliyoruz dünyaya. Adeta Kanser Olmamaya
Programlı Olarak Yaratılmışız! Kanserle savaş,
bağışıklık sistemimizin bazı ‘özel’ hücreleri ile
kanser hücreleri arasındaki bir maç gibidir. Her gün
vücudumuzda ‘Yoldan Çıkıp’ anormalleşen hücreler
oluşur, bağışıklık sistemimiz bunları tanır ve yok
eder, yani ‘GÜNLÜK KANSER TEMİZLİĞİMİZ’ yapılır.
Tanımı tarih boyunca değişse de güzellik arayışı her
zaman vardı: Eski Mısır’da kadınlar güzelleşmek
için şapı kaynatarak elde ettikleri kırmızı boyayla
dudaklarını boyuyorlardı. Antik Yunan’da bütün
kadınlar uzun saçlıydı. Avrupa’da 18. yüzyılda ince
bel modaydı ve kadınlar bellerini inceltmek için
demir korseler giyiyorlardı. Çin’de kız çocuklarının
ayakları küçük kalsın diye kalıplara konuluyordu.
Ve değişmeyen bir şey daha vardı: İyiler güzel,
kötüler çirkindi. Günümüzde de bu güzellik anlayışı
sürüyor; kadınlar ve erkekler daha güzel olmak için
estetik doktorlarına koşuyorlar.
Türküler Kalır
Bayram Bilge Tokel
Kapı Yayınları / Ocak 2012
İşte bu kitapta yer alan yazılar, bu ve benzeri
sorulara dürüst ve samimi cevaplar bulma
gayretiyle kaleme alındı. Yarısı akademik çerçeveye
sahip, diğer yarısı ‘deneme’ üslubunda olan bu
yazılardan bir kısmı çeşitli gazete ve dergilerde
önceden yayımlanmış olmakla beraber, çoğu
ilk defa okuyucuyla buluşmaktadır. Doğrusunu
söylemek gerekirse, geleneksel müzik kültürümüz
ve sanatımız üzerine düşünce ürünü yazılar yazan
az sayıdaki insanın da daha ziyade ‘Klasik Türk
Musikisi’ üzerine kalem oynattığı düşünülürse,
ağırlık merkezini ‘Türk Halk Musikisi’nin ve
‘türkü’nün oluşturduğu yazıların yer aldığı bu
kitabın önemli bir boşluğu dolduracağı ümit edilir.”
Cinsel Sağlıktan Mutlu Aileye, işte bu düşüncelerle
ortaya çıktı. Kitap, okuyucuya hem cinsellikle ilgili
doğru bilgiler vermeyi, hem de yanlış bilgilerden
ve onların beslediği korkulardan arındırmayı
hedefliyor. Ayrıca, alanında uzman isimlerin
görüşleri eşliğinde, cinselliği etkileyen hastalıklar
ve uzuv problemleri üzerine de bilgi verip çözüm ve
tedavi yollarını gösteriyor.
Cinsel Sağlıktan Mutlu Aileye cinsellikle ilgili bütün
soru ve sorunları karşılayacak bir içerik sunuyor.
Meşru çizgide ve herkesin kolaylıkla anlayabileceği
bir üslupla, belki kimseyle paylaşamadığınız en
mahrem konularda hekiminiz oluyor.
“Cumhuriyet dönemi öncesinde ‘avama has
kaba nağmeler’ olarak nitelendirilip ‘ilm-i
şerif statüsündeki‘ musikinin dışında tutulan;
Cumhuriyet sonrasında ise, ancak “Batının son
musiki kurallarına göre” çok seslendirilmek kayıt ve
şartıyla ‘yeni medeniyet’imize ayak uydurabileceği
söylenen ‘türkü’; nasıl olmuş da hiçbir zaman
arkasında sermaye gücü, medya kayırması,
devlet desteği ve akademik katkı olmadığı halde
ülke müzik gündemindeki yerini ve ağırlığını
koruyabilmiştir?
78
İki Yüzlü Estetik-Ziya ŞAYLAN
Doğan Kitapçılık / Kasım 2011
Operatör Doktor Ziya Şaylan da hem güzellik
anlayışını hem de bu amaçla yapılan uygulamaları
mercek altına alıyor. En basitinden en karmaşığına
pek çok estetik uygulamayı her yönüyle anlatan
Şaylan, okurları hiçbir uygulamanın tehlikesiz
olmadığı konusunda uyarırken doktor hataları,
yanlış uygulamalar gibi önemli konulara da dikkat
çekiyor.
Siz de estetik bir müdahale yaptırmak istiyorsanız
bu kitabı okumadan karar vermeyin.
Bak Şu Dizilerin
Beynimize Yaptıklarına!
İzleyicinin dizilere verdiği
tepkiler, beyin dalgalarının
incelendiği özel bir
araştırmayla belirlendi. Sonuca
göre; ‘Muhteşem Yüzyıl’da
‘Hürrem’ karakteri seyircinin
ilgisini çekiyor, ‘Adını Feriha
Koydum’ dizisi ise geriyor.
Türk halkının hayatında
diziler çok önemli bir yer
tutuyor. Hatta çoğu kişi
dizilerle yatıp kalkıyor;
‘Fatmagül’ün davasının
sonucunun ne olacağı,
‘Hürrem’in yeni entrikaları,
‘Feriha’nın mutluluğu yakalayıp
yakalamayacağı sohbetlerin
başlıca konularını oluşturuyor.
Esas oğlana ne oldu?
32 gönüllünün karakterlere
verdiği tepkiler incelendiğinde
ortaya beklenmedik sonuçlar
çıkıyor.
Dizilerin lokomotifi
olduğu düşünülen yıldız
başrol oyuncuları zaman
zaman kitleleri peşinden
sürükleyemeyebiliyor.
Bunun bir örneği ‘Kuzey Güney’
dizisinde görülüyor.
Dizide Buğra Gülsoy’un
canlandırdığı ‘Güney’, hemen
her sahnede Kıvanç Tatlıtuğ’un
oynadığı ‘Kuzey’den daha çok
ilgi çekiyor.
Hatta ‘Kuzey’in ‘Güney’e
yumruk attığı sahnede,
duygusal ilgi eğrisinde sert ve
ani bir düşüş yaşanıyor.
11 dizi ele alındı
Milyonları ekran başına
kilitleyen popüler diziler ve bu
dizilerde oynayan karakterler,
bir araştırmaya konu oldu.
Hangi karakterlerin daha çok
duygusal ilgi yarattığı ve stres
seviyesinin hangi sahnelerde
arttığı özel bir çalışmayla
belirlendi.
Ortaya çıkan çarpıcı sonuçlar;
reklamların ne zaman girmesi,
ürün yerleştirmelerin hangi
oyuncunun görüldüğü
sahnede olması gerektiği gibi
konularda ipuçları sunuyor.
Ekranlarda boy gösteren
en popüler 11 dizinin
nöromarketing ölçümleri, beyin
EEG’si tekniğiyle Türkiye’de
ilk defa Thinkneuro tarafından
MediaCat için gerçekleştirildi.
Nöroskorlar; gönüllü
deneklerin beyin
aktivasyonlarının ölçülmesiyle
elde edildi.
79
Sinemada da kullanılıyor
Sinema sektörü dünya çapında
her yıl daha da büyüyor.
Milyonlarca dolar bütçelerle
çekilen filmlerin ‘gişe’ rakamları
ise elbette çok stratejik bir
değer taşıyor.
Sarılmayı seviyoruz
Aynı şekilde ‘Muhteşem
Yüzyıl’da ‘Hürrem’in göründüğü
sahnelerde dikkat artmasına
rağmen duygusal ilgi ya yatay
seyrediyor ya da düşüyor.
Buna karşın ‘Şehzade Mustafa’
ve ‘Kanuni’nin olduğu
sahnelerde duygusal ilgi daha
yüksek. Yani; türlü entrikalarla
padişahın nikahına nail olan
‘Hürrem Sultan’, haksız yere
öldürüldüğü düşünülen
Şehzade Mustafa kadar dikkat
çekse de, o kadar duygusal ilgi
çekmiyor.
Thinkneuro’nun yönetici
ortağı Dr. Yener Girişken,
“Türkiye’nin bilinçaltı kodlarını
çıkardığımız reklam, film ve
dizi ölçümlerinde görüyoruz ki;
samimi ve içten bir sarılmanın
ve tensel temasın olduğu
sahneler izleyicilerin dikkat
seviyesini daha da yukarı
çekiyor” diyor.
Şiddetten rahatsız oluyorlar
Dr. Girişken’e göre; silah, bıçak
ve herhangi bir saldırının
olduğu ve izleyicilerde korku
algısı yaratan sahnelerde
duygusal ilgi artıyor.
80
Ancak etki gerçekleştiğinde;
yani yumruk/kılıç indiğinde,
silah patladığında bu duygusal
ilgi dip yapıyor.
Duygusal ilgi ve dikkatin bu
sahnelerde dibe vuruyor
olması; aile içi ya da toplumsal
şiddetten muzdarip Türk
izleyicisi hakkında sosyolojik
ipuçları da veriyor.
Çocukluğundan itibaren
ebeveyninden, abi/abladan,
belki okulda öğretmenden,
patrondan şiddet gören ve
bu rollerden biri olarak şiddet
uygulayan Türk toplumu, çıkan
sonuçlara göre şiddetten
rahatsız oluyor, hatta korkuyor.
32 gönüllü denek çalıştı
Araştırma kapsamında; 1-8 Mart
günleri arasında yayınlanan
fragmanlar; yaşları 18-60
arasında değişen, 17’si kadın
15’i erkek toplam 32 gönüllü
deneğin katılımıyla test edildi.
Ölçümler, bir evin misafir
odası olarak tasarlanmış
laboratuvarda yapıldı ve
ölçümler sırasında beyin
dalgalarını içeren toplam 40
milyon veri elde edildi.
Bugüne dek izleyicilerin
neyi komik ya da korkunç
bulacaklarını, çekilen filmlerin
izleyiciyi memnun edip
etmeyeceğini senaristler,
yönetmenler ve yapımcılar
kendi deneyimleriyle ve
içgüdüleriyle tahmin etmeye
çalıştılar ancak artık oyunun
kuralları değişiyor.
Nörobilim; psikoloji, sosyal
bilimler, reklam ve pazarlama
alanlarında olduğu gibi
sinema sektöründe de üretim
sürecinin daha etkin olmasını
sağlıyor. Örneğin gişe
rekorları kıran ‘Avatar’ filminin
çekimi sırasında kullanıldığı
açıklanan nöropazarlama
ölçümleri, Hollywood’da sıklıkla
başvurulan bir yöntem haline
geldi.
Oyuncunun özel hayatı
etkiliyor
Araştırma, Türk izleyicisinin
ekrana körü körüne bağlı
olmadığını da ortaya koyuyor.
İzleyici kendisine sunulan
kurguya huşu içinde dalmıyor.
Bunu da şu gerçek ortaya
koyuyor: Araştırmaya dahil
edilen 11 dizi içinde stres
skoru en yüksek çıkan yapım;
‘Adını Feriha Koydum’ olmuş.
Bunun da en büyük sebebi,
dizinin başrol oyuncularından
Vahide Gördüm’ün kansere
yakalanarak diziden ayrılmak
zorunda kalması.
SAĞLIK ve İNSAN
3

Benzer belgeler

sayi 35 k - Sağlik Ve insan Dergisi

sayi 35 k - Sağlik Ve insan Dergisi Müdürü, KTÜ Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı

Detaylı

dergiyi indir - farmaNED NEDİR

dergiyi indir - farmaNED NEDİR Şubat 2014’ten beri şirketin genel müdürü olan, ilaç sektörünün deneyimli ismi Sayın Uğur Bingöl ile İE Ulagay, Türk ilaç sanayii ve hedefleri üzerine keyifli bir söyleşi yaptık. Sayın Uğur Bey, bi...

Detaylı