HF132 - Hayatım Futbol

Transkript

HF132 - Hayatım Futbol
1
3HAZİ
RAN2
01
4-SAYI
1
3
2
Bi
rZamanl
arBr i
l
y
PELE
ZAGALLO
NI
LTON SANTOS
1970TAKI
MI
1982TAKI
MI
Yayın Koordinatörü
Bir zamanlar Brezilya’da
İlker Yılmaz
1950’de Maracana’da Uruguay’a kaybedince bir daha hiç ayağa
kalkamayacak gibiydiler. Ama kısa sürede dünya futbolunu domine edip,
52 yılda Dünya Kupası’nı 5 kez kazanmayı başardılar. Bugün, dünyanın en
prestijli bu futbol organizasyonuna tam 64 yıl sonra ev sahipliği yapıyor
Brezilya… Ve hedefleri hem 6. defa bu zaferi yaşamak hem de 1950’de bir
ulusun yaşadığı travmanın üstünü güzel hatıralarla örtmek. Başarılarlar mı
bilinmez onu hep birlikte zaman içinde göreceğiz ama gelin hep beraber
zamanda bir yolculuk yapalım dedik ve Brezilya’nın futbol tarihine damga
vurmuş isimleri, kadroları mercek altına almak istedik. 1970’deki herkesi
sürklase eden Peleli, Rivelinolu, Jairzinholu takımı, 1982’de gönüllerin
şampiyonu olan salt hücum takımını, bir ülkenin kaderini değiştiren Pele’yi,
Brezilya’nın neredeyse her başarısında bir şekilde katkısı olan Zagallo’yu
ve Roberto Carlos’a, Dani Alves’e ilham veren adam Nilton Santos’u
sayfalarımıza taşıdık. Umarım Dünya Kupası’nın heyecanını yaşadığımız bu
günlerde bu Brezilya dosyası sizler için doyurucu olacaktır.
Editör
Cantürk Temelli
Yazarlar
Alper Öcal
Cihat Akbel
Emre Çelik
Fırat Topal
Güner Çalış
İsmail Şayan
Varol Döken
Keyifli okumalar,
Cantürk Temelli
[email protected]
[email protected]
#132 BU SAYIDA
BREZİLYA ÖZEL
Pele
Zagallo
Nilton Santos
1970 Takımı
1982 Takımı
1950’nin Mabedleri
Brezilya 1950’de oynanan maçlara ev sahipliği yapan stadyumlar
Ateş Sönmüyor
3 Temmuz’un üstünden çok sular aktı ama UEFA
her yaz başında kulüplerimize ceza yağdırıyor
Dünya Kupası Bahane
Varol Döken, size Dünya Kupası’nı bahane ederek İstanbul’da
gidebileceğiniz ve kendizi Londra’da hissedeceğiniz bir pub öneriyor
Varol Döken
Maç Bahane
HF132
DÜNYA KUPASI BAHANE
Tüm sezon Fenerbahçe maçlarını bahane eden Varol Döken şimdi kolları Dünya
Kupası için sıvadı
Yok o kadar uzun boylu değil. 1 ay boyunca
sürdürmeye çalışacağım bu özel yazı dizisinde
artık kupadaki maçları bahane ediyorum
demem, diyemem. Ellerim kilitlenir, tam
anlamıyla izleyip hatırladığım ilk Dünya Kupası
İtalya 90’ın Goygoecha, Milla, Schillaci gibi
hayaletleri dizlerimi titretir. Neticede Dünya
Kupası hiçbir bahaneye ihtiyacı olmayan
kendiliğinden şenlikli, içmeden sarhoş eden bir
organizasyon değil midir? Ama siz yine de bu
Dünya Kupası’nı birasız rakısız geçirmeyin diye
bu yazı dizisi boyunca maçları izleyebileceğiniz
mekân önerilerinde bulunacağım.
Şili gruptan çıkar mı? Brezilya şampiyon olur
mu? sorularına cevap arayanlar da bir zahmet
131. sayıyı hatmetsin. Adamlar kasa kasa yazmış,
kesin resimlerine bakıp geçtiniz değil mi? Lütfen
satır satır okuyun, insan yazıyor bunları! Ben insan
değilim, ben alkol sevdalısıyım, beni okumanıza
gerek yok benimle kadeh tokuşturun yeter.
Hazırsanız başlayalım…
Millwall mu West Ham mı?
Bu sorunun cevabını Green Street Holigans
versin, bizim pub’ımızın adı Millwall. Eğlence
dünyasına hızlı bir giriş yapmaktan (hakkımızda
kısmından) başka bir amaçları var mıydı bu ismi
alırken bilmiyorum. Menülerinde güzel bir Millwall
hikayesi var ama. Sanırım sahipleri bu derbiden
etkilenmiş olacak ki böyle bir isim seçmiş. Mekân
güzelse isterse ismi Şanzelize Cafe Bar olsun bana
fark etmez. Yine de Millwall daha güzel isim tabi.
Tam adı Millwall English Pub olan mekânın
Bomonti sponsorluğunda olması güzide ülkemizde
artık alıştığımız işlerden. İngiltere görmüş bir insan
evladı olarak en az 5 çeşit farklı fıçı birası olmayan
yere pub diyemesem de yine de mekân güzel
demem lazım. İki katlı geniş ferah, menüsü de
fena olmayan, tam maç izlemelik işletme. Zaten
kış boyunca burada Süper Lig maçları izlendi,
ben de bir kere gelmiştim, yazıyı da o günkü
tecrübelerden süzüp yazıyorum, eski tarihli bilgi
kalmışsa affola.
Nasıl gidilir?
Avrupa yakasından gelecek olanlar; Kadıköy
İskele’ye Karaköy, Kabataş, Eminönü Beşiktaş,
Bakırköy yollarından biriyle ulaştıktan sonra
Kadıköy Çarşı’yı bulsunlar. Çarşı’nın içinden
dümdüz Moda tarafına doğru yürüyüp Neşet Ömer
Sokak’ı da bulursanız Millwall’a ulaştınız demektir.
Bu sokak aynı zamanda Kahve Dünyası, Akmar
Pasajı’nın arka çıkışı, Migros, Büyülü Rüzgar’ın
olduğu sokak. Sokağın ortasında sağ tarafta
göreceksiniz Millwall English Pub’ı. Göremeyenler
için bknz. Kadıköy’de göz doktorları…
Mekan geniş, iki katlı ve ferah. İçkinizi
yudumlarken maç izlemek için ideal bir yer.
ediyorum. Maç günleri rezervasyon yaptırmakta
fayda var. Biralar 8-10 TL’den 15 TL’ye kadar
değişiyor. Yemekler de ortalama 25 TL falan.
Pahalı diyemeyiz yani. Pahalı olan benim bir
oturuşta 10 bira içmem. Ama o da sizin sorununuz
değil zaten.
Kitlesi genelde 20+ gençler. Benim gibi 35’lik
delikanlılara her zaman yer var. 50+ olup mekânda
Dünya Kupası kovalayan herkes zaten hem
mekânın hem benim başımızın tacı. Gürültülü
diyebiliriz biraz ama bu müzik anlayışından çok,
ortamın kalabalıklığından. İçerisi biraz karanlık,
pub ambiyansı verilmeye çalışılmış, ışıklar beni
biraz yordu ama iki biradan sonra alışıyorsun.
Alışamıyorsan da dışarıda otur, sonuçta çözüm
adamıyız.
Nasıl bir mekân?
Yukarıda da yazdığım gibi iki katlı geniş, ferah bir
mekân Millwall. Sigara içilebilen bir bahçesi var.
Toplamda 200 kişiden fazlasını alır diye tahmin
Yaklaşık 200 kişi kapasiteli Milwall English Pub’da
bira fiyatları da 8 ila 15 Tl arasında değişirken karnınızı
doyurmak için de 25 liranıza kıymanız gerekiyor.
Nasıl izlenir?
Dışarıda bir, içeride sanırım altı büyük LCD
ekran olmak üzere televizyon stokları yeterli.
İster içeride ister dışarıda maçları rahat rahat
izleyebilirsiniz. Ses sisteminden ise çok emin
değilim. Dediğim gibi bir Süper Lig maçında
sadece 1 kere test etme imkanım oldu. Ama sorun
yaşayacağınızı sanmıyorum. Zaten ne gibi bir
sorun yaşayabilirsiniz allah aşkına, golü duymadık
mı diyeceksiniz? Hiç…
Ne yenir ne içilir?
Menüsü tipik bar/pub menüsü. Sosis patates
tabakları, schnitzeller, köfteler falan üzmez
sizi. Atıştırmalık ve doymalık olarak birçok çeşit
mevcut. Biralar ise her gün çeşitleniyor. Şişe
birada fazla çeşit satan mekân pub olacak diye
bir kaide yok bunda bir anlaşalım; ama ne kadar
çok alkol çeşidi o kadar çok mutluluk. Bira dışında
elbette viski, şarap, rakı, votka bulunuyor. Bir
barın menüsünü ben bir süreden beri malt viski
bolluğundan anlıyorum, şimdi Millwall’un barını
hatırlıyorum dersem yalan söylerim, ama öyle çok
malt çeşitleri vardı gibi de gelmiyor. Yine de butekrar söylüyorum- benim sorunum, siz söyleyin
fıçı Efes’i keyfinize bakın.
Dışarıda da oturma bölümü olan pubda, bu
bölümdeki LCD TV sayesinde açık havada da maç
izlenebilir. Ancak içerideki TV sayısı daha fazla.
arkadaşlarımın (Serkan biraları buzluğa at, Levent
koltukları tam TV’nin karşısına çek geliyorum)
tuttuğu takım Şili. Sebebi de aşağıdaki link’te…
İzleyip de Şili’yi tutmayan kesin paralel Dünya
Kupacı’dır.
2010 yılında Şili’de yaşanan maden faciasında
kurtulan işçiler, Dünya Kupası için bir banka
tarafından hazırlanan reklamda oynadılar.
Herkese keyifli, alkolü ve keyfi bol bir Dünya Kupası
dileğiyle, bir sonraki hafta görüşmek üzere…
Şu yenir, bu içilir öbürü kaçmaz diyebileceğim
bir spesiyaliteleri yok. Ortalama bir kaliteyi
tutturmuş olmaları bana yetiyor, size de yetsin,
yetecek hatta! (yazar burada küçük çaplı bir
faşizm kayması geçirdi, tarayıcınızın ayarlarıyla
oynamayınız, şimdi düzelir)
Kupa bizim, buz bizim
Nerede izlerseniz izleyin, nasıl izlerseniz izleyin,
Dünya Kupası çok güzel şey. 1 ay boyunca adeta
oyuncakçıya bırakılmış çocuklar gibi hissedeceğiz.
Kendimize bir takım bulacak, onunla yenecek
onunla yenileceğiz. Bu kupada benim ve saz
Herkese keyifli, alkolü ve keyfi bol bir Dünya Kupası
dileğiyle, bir sonraki hafta görüşmek üzere…
Milwall Pub: Caferağa Mah. Neşet Ömer Sokak
No:16 Kadıköy www.millwallenglishpub.com
0216 450 36 61
Alper Öcal
Brezilya Özel
HF132
EN ZiRVEDEKi BREZiLYALI
Hayal ettiği futbol topunun peşinden koşarken bir ülkenin kaderini değiştirdi.
Kazandığı kupaların, attığı gollerin ve kırdığı rekorların yakınına dünya üzerine hiç
kimse yaklaşamadı. 2 günlüğüne bir savaşı bile durduran adam Pele, şüphesiz
Brezilya futbolunun hatta dünyanın da gelmiş geçmiş en iyisi olarak tarihin altın
sayfalarındaki yerini aldı ve uzun zaman daha orada oturacak gibi duruyor
Ghiggia maçın bitimine 11 dakika kala skoru
Uruguay lehine 2-1 yaptığında, Maracana
tribünlerinde bitsin diye tırnaklarını yiyerek
bekleyen Brezilya halkı, Jules Rimet’in söylediği
üzere artık “Katlanılması zor, korkunç bir sessizliğe
bürünmüştü.”
Aslında bütün ülke tükenmişliği yaşıyordu.
Maracanazo trajesidinden sonra canına kıyanlar,
işini bırakanlar, kramponlarını asanlar... Öte yandan
statta maçı izleyecek imkânı olmayan ama eski bir
Fluminense futbolcusu olan Dondinho ile birlikte
radyodan maçı dinleyen 9 yaşındaki Dico ise, bitiş
düdüğüyle yıkılan babasının kulağına eğilerek
“Endişelenme, bir gün kupayı kaldıracağım.”
demişti.
Bunu söylerken Bauru sokaklarında
“Ayakkabısızlar” ismini verdiği bir grup arkadaşıyla
çorap, gazete kağıtları ve greyfurttan yaptıkları
toplarla çamur içinde, çıplak ayakla futbol
oynamaktan ötesini yapamadığı düşünüldüğünde
kulağa lafugüzaf geliyor. Ama Dico yine de
marketlerde, kafelerde çırak olarak çalışarak;
yollarda bulduklarını satarak bir gün istediği topu
ve ayakkabıyı almak umuduyla ve ailesine yardım
etmek için çalışmaktan da geri kalmıyordu.
11 yaşına geldiğinde Canto do Rio adında
amatör bir takımda oynamak istediğinde 13
yaşından küçüklere yer verilmediği için amacına
ulaşamamıştı. Babası devreye girip oğlunu,
kendisinin de zamanında futbol oynadığı
Bauru’ya götürdü. Çocuk artık gerçek bir takımda
oynuyordu. 14 yaşına geldiğindeyse sadece
kendisinin ve bir ülkenin değil aynı zamanda
oyunun kaderini değiştirecek kişinin gözüne girdi.
Brezilya Milli Takımı ile 1934 Dünya Kupası’nda
ter döken Waldemar de Brito oyuncu izlemek için
geldiği Bauru gençlerinin maçında Dico’yu gördü ve
büyülendi. 1956 yılında henüz 15 yaşındaki çocuğu
şehrin en büyük kulüplerinden biri olan Santos’a
götürdü ve “Dünya’nın en iyisi olacak.” diye
takdim ederek profesyonel yapmalarını söyledi.
Günümüz süper yıldızlarının neredeyse tamamının
değişmez bir parçası olan reddedilme hikâyesi
Dico’nun yetenekleri karşısında öksüz kaldı. Çıktığı
ilk Santos antrenmanında 4 gol atınca göze giren
Dico, 1956 Haziran’ında profesyonel oldu. Ayda 10$
maaşa imza atmıştı.
3 ay sonra 7 Eylül 1956’da Corinthians karşısında
ilk resmi maçına çıkıp golünü attığındaysa yerel
basının süper yıldız yakıştırmaları artık ülke çapında
yankılanmaya başlamıştı. Ailesinin Dico dediği Edson
için yeni hayatı Pele markası üzerinde yükselecekti.
Portekizce’de hiçbir anlamı olmayan Pele lakabı, artık
futbolun ete kemiğe bürünmüş haliydi.
16 yaşında, Santos kulübündeki ilk sezonunda Pele
o zamanlar sadece yerel düzeyde oynanan Brezilya
liglerinde, Paulista ismiyle bilinen Sao Paulo
eyalet liginde 17 golle kral oldu. Haziran 1957’de,
daha profesyonellikte 1 yılını bile doldurmamışken
Sylvio Pirillo tarafından Arjantin ile oynanacak
Roca Kupası maçları için milli takıma davet edildi.
Maracana’da çıktığı ilk maçta golünü de attı.
Tarihin en genç yaşta gol atan milli futbolcusu
olmuştu. Bu aynı zamanda hâlâ kırılamayan 77
gollük rekorunun ilkiydi.
1958 sezonunda Santos ile ilk lig şampiyonluğunu
yaşadı ve attığı 58 golle kırılamayan bir başka
rekora daha imza attı. İsveç’te düzenlenecek
1958 Dünya Kupası’nda teknik direktör Vincent
Feola tarafından aday kadroya alındı ama
sakattı. İlk iki maçta oynatılmamıştı. Gruptan
çıkacak takımı belirleyecek Sovyetler maçı gelip
çattığındaysa yine yedekti ama Vava başta
olmak üzere diğer futbolcuların ısrarıyla Feola
turnuvanın en genç ismi olan Pele’yi as takımla
sahaya sürmek zorunda kaldı. Pele ağabeylerini
mahçup etmeyerek Vava’nın ikinci golüne de
asisti yaptı. Çeyrek finalde Galler karşısında turu
getiren tek golü attı. Turnuva tarihinin en genç
yaşta gol atan oyuncusu unvanına, bir sonraki
turda Fransa karşısında yaptığı hat trick ile bir
başka unvan daha ekledi. İsveç’e finalde attığı
iki gol Brezilya’nın tarihindeki ilk şampiyonluğu
yaşadığı an olarak hafızalara kazınırken, Pele’nin
takım arkadaşı Gilmar Neves’in omzunda döktüğü
gözyaşları belki de babasına 8 sene önce verdiği
sözü tutmanın mutluluğuyla birleşerek her saniye
daha da gür akıyordu.
Garrincha ile birlikte topa her dokunuşu, her bir
pası, şutu, driplingi futbolseverler için yepyeniydi.
Olağanüstü bir keşfin hazzından farksızdı. İkisi
Brezilya Milli Takımı’nda beraber oynadığında
takım hiç yenilmedi. Bauru’da bir yandan nizami
sahada futbol oynarken, diğer yandan salonda,
Radium isimli bir takımda Salao adı verilen
doğaçlama oyundan kazandıklarının etkisi
kuşkusuz bu seviyeye gelmesinde yadsınamazdı.
Daracık bir alanda, minicik bir topla kendinden
yaşça daha büyüklerle oynadığı bu oyun, tekniğini
ve karar verip uygulama hızını kusursuzlaştırmıştı.
Olağanüstü atletizmiyle birleştiğindeyse
ortaya her iki ayağını da aynı kalitede, sıradışı
kullanabilen, her şeyi yapabilen ve Bobby Moore’un
tabiriyle “1.73’lük boyuna rağmen sahada dev gibi
görünen” bir mükemmellik kopyası beliriyordu.
Pele, günümüzde hem bazı otoriteler hem de
futbolseverler tarafından dönemin futbolunun
karakteristiği yüzünden küçümsense de
oyundaki dominasyonu su götürmezdi. İlla
izlemek gerekmiyor. 9 sezon üst üste bırakın her
toprağında yeteneğin fışkırdığı Brezilya’yı herhangi
bir coğrafyada dahi gol kralı olabilmek mümkün
değil. Pele hariç. Sıkça karşılaştırıldığı, zaman
zaman ağız dalaşına girdiği Maradona, ya da
yeteneğiyle büyülese de gününü gün eden George
Best için böyle bir istikrardan bahsetmek mümkün
değil. Cristiano Ronaldo ve Messi’yi günümüzde
bu kadar eşsiz kılan da yeteneklerini devamlılıkla
birleştirmiş olmaları ama Dünya futbolunda hiç
kimse Pele kadar tek başına olmadı. Oynadığı
22 yıl boyunca var olduğu her turnuvayı kazanıp,
her sahada futbolu domine edemedi. 3 Dünya
Kupası kazanan bir futbolcu hâlâ yok. Medyanın
geçmişte o kadar güçlü olmaması belki şu an kötü
tahminciliğiyle birleşince kimilerine sadece imajını
değil futbolculuğunu da sorgulamaya yol açıyor
ama o zamanlar kulaktan kulağa Pele efsanesini
perçinlemişti.
Öyle ki; 1960 ve 61 yılında Santos okyanus ötesi
bir tura çıktığında Juventus, Inter, Benfica,
Barcelona demeden her takımı perişan ettikten
sonra Avrupa’nın tüm dev kulüpleri Pele için
yanıp tutuşunca Brezilya hükümeti çareyi
kendisini ulusal hazine ilan ederek koruma
altına almakta bulmuştu. Kuzey Kore’de adına
pul basılan, 1969’da iki günlüğüne Nijerya’da iç
savaşı durduran, İngiliz kraliyetinden şovalye,
Birleşmiş Milletler’den barış elçisi unvanı alan,
1975’te ABD’ye gittikten sonra tribünlerdeki seyirci
ortalmasını iki misli artıran, New York Cosmos’u
kendisiyle her maçın ardından forma değiştirmek
isteyen rakip takım oyuncularının her birine forma
verdirmek zorunda bırakan, hakkında 7 film, 1
dizi, sayısız belgesel ve şarkı yapılan karşılaştırma
götürmeyecek bir futbol abidesi.
92 kez hat trick, 31 kez 4 gol, 6 kez 5 gol ve bir kez
de 8 gol atmışlığı olan, kariyerindeki 1283 golle
Guinness rekorlar kitabına giren, sanki o meşhur
reklamdan çıkmış ama duyguları da olan, risk alan
bir yenilmez.
30 yaşında kupayı ilelebet Brezilya’ya getireceği
1970 finalinin ardından İtalya’da onu marke
etmekle görevli Burgnich şöyle diyordu: “Kendime
maçtan önce onun da herkes gibi etten kemikten
bir insan olduğunu söylemiştim. Yanılmışım.”
Övgü dizmekten pek hoşlanmadığı bilinen
Cruyff için “Mantık sınırlarının ötesine geçen
tek futbolcu”, Puskas için “Tarihin en iyisi
Di Stefano’nun üzerinde karşılaştırılamaz
bir mertebe.” , futbolun en kendi beğenmiş
figürlerinden Moruinho için “Futbolun ta kendisi,
gerçek special one.”
1970’te dikta tarafından sol sempatisi araştırılınca
muhafazakar söylemlerde bulunması, ticari
faaliyetleri, halihazırda kupayı protesto edenleri
kınayıp takımın desteklenmesini belirten tavrı,
absürd öngörüleri ne kadar itici ve saygınlığını
sarssa da sahada olduğu zamanlarda yaptıklarının
ihtişamını örtmüyor.
Andy Warhol’un dediği gibi; “Pele’nin şöhreti 15
dakika değil 15 asır sürecek.”
Cihat Akbel
Brezilya Özel HF132
PROFESÖR
Brezilya futbolunun mihenk
taşı, göz ardı edilmese de
asla değerini bulmayan ismi
Mario Zagallo, Sambacıların
elde ettiği tüm başarıların bir
yerinde imzasını attı
Brezilya ve Dünya futbol sahnesinin en büyük
isimlerinden; Halit Kıvanç’tan aşina olduğumuz
namı diğer profesör lakaplı Mario Jorge Lobo
Zagallo. Brezilya’nın kazandığı 5 Dünya Kupası
zaferinin 4’ünde birinci dereceden (1958-1962
oyuncu olarak, 1970 teknik direktör, 1994 yardımcı
antrenör) pay sahibi büyük taktisyen deha Mario
Zagallo. Bugün hasta olarak yattığı hastahane
odasında ülkesinde yapılacak olan Dünya Kupası’nı
bekliyor, arkasında bıraktığı kocaman bir canlı
tarihle...
Futbolculuk yılları
Zagallo, profesyonel futbola 17 yaşında America
Futbol Kulübü’nde başladı. Bir sene top
koşturduktan sonra asıl zıplamasını yapacağı
Flamengo’ya transferi gerçekleşti. 200’den fazla
maça 30’a yakın gol ve kaydı tutulmamış onlarca
asist sığdırdı. Kısa boyunu muhteşem bir şekilde
taçlandıran patlama hızı ve top tekniği onu
rakipleri arasında vazgeçilmez yapıyordu. Son
durağı efsaneleşeceği ve defalarca kez kupalar
kazanacağı Botafogo oldu. Flamengo’da geçen 8
senenin ardından 7 sene de siyah beyazlı kulübün
formasını terletti. 1958’de milli takıma seçilen
kısa boylu bu mütevazı adam kariyerini aynı yıl
Dünya Kupası’nı kazanarak devam ettirirken, adını
tüm futbolseverlere ezberletiyordu. 4 sene sonra
da Şili’deki Dünya Kupası’nı da kazanan takımın
değişmez oyuncularından olan Zagallo için tarih
sahnesi oynamaya devam edecekti. 35 yaşında
futbola veda etti.
Antrenörlük yılları
Botafogo’da futbolu bıraktığı yıl takımı devraldı.
Kısa süre sonra Brezilya Milli Takımı’nın başına
geçti. İşler yolunda gitmeyince tekrar Botafogo’ya
döndü. Federasyon 1 sene sonra tekrar kapısını
çaldı. 1970 yılında Brezilya Milli Takımı’nın başında
Mario Zagallo vardı. Dünya Kupasını sürklase eden
Pele’li, Carlos Alberto’lu, Rivelino’lu, Jairzinho’lu
futbol tarihine damgasını vurmuş o kusursuz
takımın yaratıcısı oldu. 39 yaşında Dünya Kupası’nı
kazanan en genç ikinci teknik direktör olmasının
yanında hem futbolcu hem de antrenörken bu
kupayı kazanan ilk futbol adamı oldu.
Samba futbolunun modern dönem mucidi olan
Zagallo, muazzam bek oyunlarına hızlı paslaşmayı
ekleyip dünyada yeni bir ekole imza atıyordu.
Yıllarca dünya futboluna çift tarafı da oynayabilen
muazzam bekler yetiştiren Brezilya’nın kader
dönüşümü oluyordu.
1974’te takımın başından ayrıldı. Ara ara
Botafogo’ya dönse de 2 sene sonra kendini
Kuveyt Milli Takımı’nın başında buldu. Oradaki
macerası da uzun sürmedi. Sırasıyla Botafogo,
Al-Hilal ve Vasco da Gama’yı çalıştırdı. 1981 yılına
gelindiğinde yine uzaklara Suudi Arabistan’ın
başına geçti. Birçok futbol projesine imza attıktan
sonra 3 yıl kaldığı Suudi Arabistan’dan ülkesine
döndü. 1989 yılında Birleşik Arap Emirlikleri’nin
dolgun maaşlı teklifini kabul etti. Takımı tarihinde
ilk kez Dünya Kupası’na çıkardı fakat çeşitli
sebeplerden dolayı turnuvada görevinin başında
olamadı. 1991 senesinde Brezilya Milli Takımı’nın
başına getirilen Carlos Alberto Parreira’nın
yardımcılık teklifini büyük bir alçak gönüllükle
kabul etti. Yaratıkları takım 3 sene sonra 1994
Amerika’da Dünya Kupası’nı kaldırdı. Zagallo
futbol sahnesindeki gösterisine devam ediyordu.
1995 yılında sambacıların başına tek adam
olarak tekrar geçti. 1998 Dünya Kupası finalinde
Fransa’ya kaybettikten sonra görevden alındı.
Herkes bunun Zagallo’nun son macerası olduğunu
düşünse de 2003’te tekrar Parreira’nın yardımcısı
oldu. 2006’da antrenörlük kariyerine noktayı
koydu. Fahri ya da görevli olarak Brezilya Futbol
Federasyonu’nda çeşitli hizmetlerde bulundu ve
bulunmaya devam ediyor.
Kazandığı ve kazandırdığı kupaların yanında
dünya futboluna kattıklarının haddi hesabı yok
hocaların hocasının. Pele gibi bir figürün yanında
daha arka planda kalmasının tek sebebi tevazusu
ve karakterli kişiliği. Pele’nin de hocasıydı Zagallo.
Tıpkı diğer tüm Brezilyalı dünya yıldızlarının olduğu
gibi. Bugün Rio sokaklarındaki çocukların ismini
haykırdığı o büyük oyuncuların direkt ya da dolaylı
etkisidir Mario Zagallo. 82 yaşında ve sağlığı iyiye
gitmiyor. Son isteği Maracana’da kupayı kaldıranın
Brezilya ruhu olması.
Tam ismi:Mário Jorge Lobo Zagallo
Doğum tarihi: 9 Ağustos 1931
Futbolculuk kariyeri:
1948-1949
America
1950-1958
Flamengo
1958-1965
Botafogo
Milli takım:
1958-1964
Brazil
Teknik adamlık kariyeri:
1966Botafogo
1967-1968
Brazil
1969Botafogo
1970-1974
Brezilya
1971-1972 Fluminense
1972-1973
Flamengo
1975Botafogo
1976Kuveyt
1977-1978
Botafogo
1979Al-Hilal
1980-1981
Vasco da Gama
1981-1984
Suudi Arabistan
1984-1985
Flamengo
1986-1987
Botafogo
1988-1989
Bangu
1989-1990
Birleşik Arap Emirlikleri
1990-1991
Vasco da Gama
1991-1994
Brezilya (yardımcı)
1994–1998
Brezilya
1999–2000Portuguesa
2001Flamengo
2003–2006
Brezilya (yardımcı)
İsmail Şayan
Brezilya Özel
HF132
FUTBOL ANSiKLOPEDiSi
Etkili hücum edebilen kanat bekleri futbolda en büyük silahlardan biri. Özellikle
Brezilyalılar Roberto Carlos, Cafu, Dani Alves gibi özel örneklerle bu konuda bayrağı
taşıyanlar. Pek çok Brezilyalıya göreyse tüm yapılan, dünyanın gelmiş geçmiş en iyi
kanat bekinin, hatta kanat beki kavramını yaratan ‘Ansiklopedi’nin oyun anlayışını
taklit etmek
İsveç’teki 1958 Dünya Kupası’nda Brezilya’nın
ilk maçının 50’nci dakikasında yaşanan, futbol
tarihinin dönüm noktalarından biriydi. Nilton
Santos, savunmada kazandığı topla birden
hızlandı, orta çizgiye geldiğinde topu, o ana
kadarki tek golü atan Jose Altafini’ye gönderdi. Ve
sonra o dönemde hiç kimsenin beklemediği bir şey
yaptı: İleriye doğru deparına devam etti.
Kulübedeki arkadaşlarının maçtan sonra
anlattığına göre teknik direktörleriVicente Feola
da kulübeden depara kalkmış, “Geri gel, deli herif,
geri gel” diye bağırıyordu. Durmadı. Koşusuna ve
top istemeye devam etti. Gördüğü boşluğa doğru
daldı ve topla buluştu. Yaptığı harika vuruşla
takımını 2-0 öne geçiriyordu Avusturya karşısında.
Ne bir bekin orta sahayı geçtiği ilk andı ne de bir
bekin ülkesi için ilk golü. Dünya için özel bir andı
çünkü ilk kez bir Dünya Kupası maçında birisi
oyun akarken ‘bek’ kavramının tanımını ‘yalnızca
savunma yapar’ sınırının ötesine taşıyordu.
“Futbol bugün çok büyük bir sektör, sizin gibi
beklerin bugün kazandığı paralara gıpta ediyor
musunuz” diye soran muhabire “Hayır” diyordu.
“Gıpta ettiğim tek şey hücuma çıkma özgürlükleri!
Benim kaç katım para kazandıklarının hiç bir
önemi yok”.
Profesyonel futbola çok geç başlamıştı. Rio’nun
Governador Adası’nda doğan 7 çocuğun en
büyüğü, mahallesinin amatör takımı Flexeria’ta
santrfor ve sağ açık olarak oynadı. 1948’de,
23 yaşında Botafogo’ya transfer olarak
profesyonelliğe geçti. Ama kulüp başkanı Carlito
Rocha, savunmacı olmasını istiyordu. Sol bek
oynamayı kabul etti.
İlk sezonunda milli takıma seçildi. Oyunu okuyuşu
ve görüşü, tek kelimeyle ‘olağanüstü’ydü. Hem
futbolcu hem teknik direktör olarak Dünya
Kupası’nı kazanan ilk kişi olan takım arkadaşı
Mario Zagallo “Sahada oluşan bir pozisyonun
onu şaşırtması neredeyse imkansızdı. Yalnızca 5
dakika bile seyrettiğinizde onun futbol hakkında
bilinebilecek her şeyi bildiğine emin oluyordunuz”
diye anlatıyor Nilton Santos’u... Zaten bu yüzden
ona hemen’A Enciclopédia de Futebol’(Futbol
Ansiklopedisi) lakabı takıldı ve sonraki yıllarda
onu seyredebilen hiç kimse bu lakabın sebebini
sorgulamadı.
İşte bu ayaklı ansiklopedi ‘bek’ kavramına
sonsuza kadar kalacak bir imza attı. Dünyanın
üçlü savunmadan dörtlü savunmaya evrildiği ilk
yıllarda ‘hücumcu bek’ kavramını yarattı ve oyunu
kökünden değiştirdi. “O günlerde biz beklerin, orta
saha çizgisini geçmesi yasaktı. Ben o golü atmaya
giderken Feola da arkamdan bağırıyormuş”.
Sonrasını ise hem 1958’de hem 1962’de Dünya
Kupası’nı beraber kazandıkları Zito anlatıyor:
“Topla o kadar çok ve o kadar iyi oynayabiliyorsanız
pozisyonunuzun bir önemi yoktur. Nilton Santos
bir defans ya da bek değildi, o bir yıldızdı, bu kadar
basit”
Santos Reis!
Futbolu böylesine iyi bilen bir adam, elbette bir
yeteneği gördüğünde anlayacaktı. 1953’te bir
O, bek kavramını değiştiren ve gelmiş geçmiş en
iyi kanat bekiydi. Hatta birçoklarına göre ondan
sonrakilerin yaptığı onu taklit etmekti.
gün, o zamanlar adet olduğu üzere Botafogo
antrenmanının son dakikalarına bir kaç genç
oyuncu da denenmek için katılır. Sağ açıkta
topla buluşan çocuk Nilton’u, herkesi şaşırtan bir
hareketle geçer. Sonrasını Nilton dos Reis Santos
anlatıyor:
“Antrenman biter bitmez soluğu Gentil
Cardoso’nun (Botafogo teknik direktörü) yanında
aldım. Dinleyin dedim, dünyada bu sağ açığı
durdurabilecek bir bek var mı bilmiyorum ama
varsa da ben değilim, ben onunla aynı takımda
olmak isterim. Lütfen bir an önce harekete geçin
ve başka bir kulüple anlaşmadan önce ona imzayı
attırın”.
Kulübü, Nilton Santos’u dinledi ve dünyadaki tüm
savunmalara on yıldan daha uzun bir süre işkence
çektirecek olan bu gencecik çocuğa imzayı attırdı.
Nilton Santos, adı Garrincha olan bu genci hemen
kanatları altına aldı. Efsane sağ açık, küçük kardeşi
gibiydi. Tüm kamplarda aynı odada kaldılar.
Zagallo “Çok yakındılar. Garrincha’nın ona duyduğu
saygı ve hayranlık müthişti” diyor.
Bu saygı öyle büyüktü ki Garrincha gibi bir
bağımlıyı alkolden uzak tutabilen tek şey olmayı
başarıyordu. Saha içinde ve dışında hayran olduğu
akıl hocasının varlığında Garrincha, içkiden uzak
durmayı başarabiliyordu.
Nilton dos Reis Santos’un tek etkilediği
Garrincha değildi. Ansiklopedi, kariyeri boyunca
hem hocalarından hem takım arkadaşlarından
büyük saygı gördü. İsveç’te 17 yaşındaki Pele’yi
ve Garrincha’yı gruptaki son maçta oynatması
için Feola’yı ikna etmeyi başarabilmiş ve
sonucunda kupa gelmişti. 37 yaşındayken 1962
kadrosuna alındı ve büyük tartışmaya sebep oldu.
“Olanlardan sonra kupaya gitmeyi istememeye
başlamıştım”.
Ama takımın en büyük gücü Pele, ikinci maçta
Çekoslovakya karşısında sakatlanıp turnuvayı
kapattıktan sonra onun varlığının değeri daha da
arttı. Bozulan moralleri tecrübesiyle düzeltmeyi
bildi. Her maçtan önce hem Garrincha hem de
Pele’nin yerini doldurma görevi verilen genç
Amarildo ile özel olarak görüşüyordu. 1962 finalinin
ardından 82 maça çıkıp iki Dünya Şampiyonluğu
yaşadığı milli takım kariyerine noktayı koydu.
Hayatım Botafogo
Sade, basit bir yaşam sürmeyi tercih eden
bir oyuncuydu Nilton Santos “Maaşlarımızı
aldığımızda bunun inanılmaz bir şey olduğunu
düşünürdüm. En sevdiğim şeyi yapmam,
futbol oynamam için bana para ödüyorlardı,
inanamıyordum!”.
Garrincha’nın yeteneğini fark eden Santos, onu bir
ağabey gibi kanatları altına aldı.
de bıraktı. Ülkeyi Dünya Kupası’yla tanıştıran
kadrodan Djalma Santos Temmuz’da, Gilmar ve
De Sordi Ağustos’ta terk-i diyar eylediler. 27 Kasım
2013 günü ciğerleri iflas eden Ansiklopedi de
onlara katılacaktı.
Nilton Santos, belki bizim için pek tanıdık değil
ama onu gelmiş geçmiş en iyi bek olarak görenler
bir hayli fazla. Bek anlayışını kökünden değiştiren
bu adam, kariyeri boyunca tam 34 final oynadı
ve hepsini kazandı. Elbette ki Pele’nin meşhur
listesinde o da vardı. Ayrıca, 250 futbol yazarının
oylarıyla belirlenen “20. Yüzyılın En İyi Takımı”nda
sol bek mevkisi ona verildi. Sağ açıkta “küçük
kardeşi” Garrincha ile beraber. Belki bu kupayı da
beraber izleyecekler.
39 yaşında futbolu bıraktı. Tek kulüp adamıydı.
16 yıl boyunca tüm görkemli tekliflere karşın
canı gibi sevdiği Botafogo formasını terletti ve
743 maça çıkarak rekor kırdı. 2007’de Alzheimer
teşhisiyle Rio’da bir kliniğe yatırıldı. Karısı Maria
Celia, hastalığı boyunca onu, tek bir şeyin gerçek
dünyaya döndürebildiğini söylüyor: “Ona usulca
Botafogo’dan bahsetmem gerekiyor. Önce yüzünde
bir gülümseme ardından gözlerinde bir ışıltı beliriyor.
Sonra anlattığım her şeyi anlamaya başlıyor.”
2013, Konfederasyonlar Kupası’nı kazanmalarına
rağmen Brezilyalı futbolseverlerde üzücü izler
2013 yılında hayata gözlerini yuman efsane hayati
boyunca giydiği tek forma olan siyah-beyaz Botafogo
formasına olan tutkusunu son nefesine kadar gösterdi.
Güner Çalış
Brezilya Özel HF132
BREZiLYA 1970
“Brezilyalılar, yalnız onlara bahşedilmiş olan yeteneklerinden gurur duyuyorlardı; ama
sanki bir o kadar da, oyun hakkında bir şeyler söylemek istiyor gibiydiler. Bir oyunu
sevmeden o oyunda dünyanın en iyisi olamazdınız; ve hepimiz, o gün Azteca’da,
büyük bir hayranlık ve coşkuyla maçı izleyen herkes, sanki bir tür ‘oyuna hürmet’
gösterisine tanıklık ettiğimizi hissetiyorduk.”
İskoç spor yazarı Hugh McIlvanney,
Brezilya’nın 4-1 kazandığı final maçı sonrası
1970 finalinde İtalya ile karşılaşan Brezilya Milli Takımı
rakibini sürklase ederek sahadan 4-1 galip ayrılır ve
tarihinde üçüncü kez bu turnuvada zafere ulaşır.
1970 Dünya Kupası, pek çok açıdan, bugünkü
şekliyle bildiğimiz Dünya Kupalarının ilkiydi. İlk
kez, tüm dünyada canlı ve renkli televizyon yayını
yapılıyor; Meksikalı gazetecilerin ortaya attığı
grupo de la muerte, ölüm grubu tabiri, bundan
böyle ölümsüzleşiyor; Adidas Telstar, siyahbeyaz çokgenli Dünya Kupası futbol toplarının
ilki oluyordu. 1961’de İtalya’da başlayan Panini
serüveninin ilk Dünya Kupası baskıları, 1970
Meksika’da yapılmıştı. Oyuncu değişikliği hakkı
ve sarı-kırmızı kart uygulamaları, ilk kez bu
kupada ortaya çıkıyordu. 1970, tüm dünyada takip
edilebilirliğin önemli bir boyut atladığı ve getirdiği
yeniliklerle, modern Dünya Kupası izleyicisinin
hayal gücünü meşgul eden pek çok konunun
temellerini atan unutulmaz bir turnuva olarak
tarihe geçmişti. Lakin, bu kupanın hayal ile gerçek
arasında gidip gelen efsanevi betimlemelerinin en
değerli öğesi, kuşkusuz ki, John Motson’ın deyişiyle
‘tüm futbol fantezilerimizi gerçekleştirmeyi
başaran’ sihirli Brezilya takımı idi.
Belki de tarihin gördüğü en iyi takım oldukları
algısı doğru değildi. Belki, İspanya 2012 onları
çoktan sürklase etti bile; veya belki, böylesine
bir futbol takımının ortaya çıkması, ancak taktik
ve fiziksel gelişimin atıl kaldığı bir dönem içinde
mümkündü ve tekrarı imkansızdı. Fakat onların
niçin özel olduğunu ararken baktığımız yerler
de, Güney Amerika elemeleri dahil olmak üzere,
tüm maçlarını kazanarak kupaya ulaşmaları gibi
hayranlık uyandıran istatistikler; veya maçı ne
kadar domine ettikleri, turnuvayı ne kadar golle
tamamladıkları gibi kıyaslamalar üzerinden sonuca
varmaya çalışan değerlendirmeler olmamalıydı.
McIlvanney, bu ayrımı en iyi yapanlardan biri
olmuştu. Başka takımlar da sizi heyecanlandırmayı
başarabiliyor ve onlara saygı duyuyorsunuz,
diyordu. “Fakat Brezilyaları izlemek, derin ve doğal
bir haz veriyor; sanki saf bir fiziksel deneyimden
geçiyordunuz.” Renkli televizyonların karşısında,
altın sarısı formalı adamların tiyatrosunu
büyüleyerek izleyen yüz binlerce insanın
hissettikleri, kuşkusuz bundan farklı değildi.
Brezilya 1970, artık tarihin en iyisi olmuştu.
Saldanha’nın sürgünü
Brezilya; dünya şampiyonu İngiltere ve Avrupa
şampiyonu İtalya ile beraber turnuvanın önemli
üç favorisinden biri olarak gösteriliyordu. Yine
de, 1966’ta gruptan çıkamadıkları akıllardaydı ve
dengesiz savunma hatları, hiç de Dünya Kupası
kazanabilecek bir takımınkini andırmıyordu.
Turnuvanın başlamasına üç aydan az bir zaman
kala, João Saldanha kovulacak ve yerine, dünya
şampiyonu oldukları iki kupada da ilk 11 oyuncusu
olan Mario Zagallo getirilecekti. Ama bu görev
değişimi, saha içi nedenlerle açıklanabilir değildi.
1964’ten bu yana dikta rejimiyle yönetilen
Brezilya’nın yeni lideri, bir sene önce, general
Emilio Garrastazu Medici olmuştu. Medici, aynı
zamanda fanatik bir Flamengo taraftarıydı ve
hatta, favori oyuncusu Dario’nun, Flamengo’ya
transferinde doğrudan etkili olduğu söyleniyordu.
Eski bir gazeteci ve Komünist Parti üyesi olan
Saldanha, Dario’yu milli takım kadrosuna
almadığı Arjantin maçında beklenmedik bir
yenilgi aldığında, hükümet kanadından tepkilerle
karşılaşacaktı. Bunun üzerine, sonunu hazırlayan
o meşhur karşı cevap ortaya çıktı: “Ben kabinenin
nasıl kurulduğuna karışmıyorum; başkan da benim
tercihlerime karışmamalı.”
Saldanha; Tostao ve Pele’nin benzer oyuncular
olduğunu savunuyor ve savunma yönünden
memnun olmadığı Pele’yi takıma almamayı
düşünüyordu. Bu durumda, efsaneler arasına
yazdığımız Brezilya takımının ortaya çıkması asla
mümkün olmayacak ve aynı turnuvada, en yaratıcı
iki oyuncusu Mazzola ve Rivera’yı değişmeli
kullanan İtalya gibi, sadece ‘saygı uyandıracak’
bir takım olmakla yetinmek zorunda kalacaklardı.
1958 ve 1962 şampiyonluklarında kullanılan 4-2-4
dizilimini geri getiren Zagallo, halkın da isteğine
uyarak, elindeki yaratıcı oyuncuların tamamına ilk
11’de bir rol bulmayı başarıyor ve savunması dahi
ofansif oyuncularından kurulu fantastik bir takım
ortaya çıkıyordu.
Brezilya’nın ‘beş 10 numaralar’ olarak bilinen
hücum oyuncularından hiçbiri, gerçek anlamda bir
merkez forvet değildi. Ortaya çıkan doğaçlama,
akışkan futbolun -joga bonito’nun- en can
alıcı noktası aslında buydu: öncelikle yaratıcı
özellikleriyle öne çıkan beş oyuncuyla ve gerçek bir
forvet kullanmadan oynuyorlardı. Takımın kağıt
üzerindeki merkez forveti Tostão, gol becerileri
kadar, ve belki bu becerilerinden de önce, oyun
zekası -eski bir doktordu- ve paslarıyla bilinen
bir futbolcuydu. Sürekli hareket halindeki 9
numara, sol iç oynayan Pelé’yle muazzam bir
Zagallo elindeki tüm yetenekli oyuncuları 11’de
kullanınca 70 Brezilya’sı savunması da dahil olmak
üzere ofansif oyuncularından kurulu fantastik bir
takıma dönüşüyordu.
uyum yakalayacaktı. Sağ kanatta rakiplerin başını
döndürme misyonu Garrincha’dan Jairzinho’ya
geçmiş; ‘altın sol ayak’ Gerson, Didi’nin orta
saha organizatörü görevini üstlenmiş ve merkezi
oynayan sol kanat, yani bizzat Zagallo’nun
oynadığı rol ise, ‘Bay Bıyık’ Rivelino’ya teslim
edilmişti. Böylece, iki kez Dünya Kupası’nı kazanan
kadronun dinamikleri bir nevi tekrardan vücut
bulmuş oluyordu. Turnuva başlamadan 1-2 ay
önce ortaya çıkan, oyuncuların pek çoğunun kulüp
takımlarındaki esas rollerinde sahne almadığı
bu takım, gelmiş geçmiş en iyilerden biri olarak
anılacaktı.
Kupada oynadığı 6 maçta 7 gol yiyen ve bir
o kadar net pozisyonu da kalesinde gören
Brezilya, muhtemelen, Dünya Kupası’nı kazanan
takımlar arasında en kötü savunma hattına
sahip olanlardan biriydi. Gollerin hemen hemen
tamamı, kaleci Felix’in bireysel hatası veya
savunma hattının, çoğu zaman gereksizce,
kendi yarı alanında yaptığı paslar esnasında
topu kaybetmesi sonucunda gerçekleşmişti.
Yetmezmiş gibi, sağ bek Carlos Alberto’nun sonu
gelmez bindirmeleriyle, takımın şekli 3-1-6 gibi
daha da içinden çıkılmaz bir hâl alabiliyordu.
Transitiondan en az hasarla çıkma ve ayak işleri
göreviyse, yalnızca 1 sene önce ilk milli maçına
çıkmış olan 19 yaşındaki Clodoaldo’nun omuzlarına
yüklenmişti. Tarihin en iyi takımı, final maçının
son golünü tarihin en iyi golü olarak hafızalara
kazırken, Carlos Alberto’nun deyişiyle ‘karnavalı
başlatan’ oyuncu, kendi yarı alanında dört İtalyan’ı
birden çalımlayarak topu sola açan, takımda
teknik özellikleriyle belki de en son akla gelecek
Clodoaldo oluyordu.
Emre Çelik
Brezilya Özel
HF132
GÖNÜLLERiN ŞAMPiYONU - 1982 BREZiLYA
5 kere Dünya Kupası’nı kazanmayı başaran Brezilya’da bu başarıyı elde edemeyen
14 takım arasında öyle bir ekip var ki diğerlerinden çok farklı; işte 82 model Brezilya
Socrates kaptanlığını yaptığı 1982 Dünya
Kupası’na giden Brezilya Milli Takımı için “Bu
takım, hayal gücü, idealizm ve şiirin birleşimi.
İnsanlar onların hayallerini yansıttığımız için bizi
izlemeye geliyorlar. Futbol sahasında güzellik,
zaferlerden daha güzeldir” diyordu. Aslında
haksız da sayılmazdı. Tele Santana’nın Zico,
Socrates, Eder, Falcao, Junior, Paulo Isidoro gibi
özel ayaklardan oluşan ekibi, sihirli dokunuşları
ve akıcı hücumları ile joga bonito kavramını diriltti
ama Brezilya’nın sergilediği keyif verici futbol
şampiyonluğa yetmeyecekti.
1982 Brezilya’sı için yapılan çoğu analizde
takımın formasyonu 4-2-2-2 olarak gösterilse de
özellikle takımın topu ayağına aldığında dönemin
ekiplerinin aksine herhangi bir sisteme bağlı
kalmadığını söylemek mümkün. Tele Santana’nın
ekibi, topu ayağına aldığında savunmada zaman
zaman 3 zaman zamansa 2 oyuncu kalıyor genellikle Oscar ve Luizinho – herkes ok gibi
hücuma fırlıyor, topu hiç oyalamadan genellikle
en fazla 2’şer 3’er dokunuşla doğrudan rakip
kaleye gitmeye çalışıyor. Bu hızlı pas trafiğinde
ileri uçta görev alan Serginho ve topa sahip olan
isim hariç her oyuncu ise birbirlerinden bağımsız
bir şekilde boş alanlara ok gibi fırlıyor. Hatta öyle
ki 82 model Brezilya’da topun dolaşım hızına
sahada sürekli hareket halindeki oyuncuların
eklenmesi konusunda sadece izleyicilerin değil
rakiplerin de başını döndürdüğünü söylemek
mümkün. Bu trafikte Zico’nun harika dönüşleri,
tek dokunuşlarla attığı çalımlar ve muazzam ara
pasları; Socrates’in topukları, Eder’in tekniği,
Falcao’nun neredeyse %100 verimlilikle attığı
uzun toplar, Serginho’nun top kontrolü, neredeyse
her oyuncunun adrese teslim pasları ve atılan
birbirinden güzel goller - Brezilya’nın turnuvada
attığı gollerden neredeyse takdire şayan olmayanı
yok - de pastanın üzerindeki kremayı oluşturuyor.
Gerçekten de Socrates’in ifade ettiği şekilde
şiir gibi hücuma çıkan takım, dönemin şartları
düşünüldüğünde - hatta şimdi de - son derece
estetik bir futbolla görsel bir şölen sunuyor.
1982 model Brezilya için ayrıca asimetri kavramını
da atlamamak gerekiyor. Tele Santana turnuvada
oynanan 5 maç boyunca Brezilya 11’inde sol kanat
kullanıp sağ kanat kullanmıyor. Her ne kadar birçok
yerde Eder santrfor olarak gösterilip merkezden
sola açıldığı ifade edilse de Brezilya’nın 1982 Dünya
Kupası’nda oynadığı tüm maçlarda asıl mevki
olarak sol kanatta görev alıp kanat forvet misali
içeri kat eden bir oyuncu tanımlaması yapmak çok
daha doğru olacaktır. Buna rağmen Brezilya’nın
sağı, göbekteki dört isimden birinin inisiyatif
alarak yapacağı koşulara endeksli. Bir tek İtalya
maçını bu noktada istisna olarak gösterebiliriz
ama o maçta da istikrarlı biçimde sağ çizgiye daha
yakın oynayan isim aslen bir kanat oyuncusu değil,
takımın kaptanı Socrates idi.
Ayrıca joga bonito meselesine değinmişken
Brezilya’nın oyununu daha bir sevdiren
faktörlerden en kuvvetlisi hiç şüphesiz atılan
jeneriklik goller. Brezilya, turnuva boyunca 5 maçta
15 gol kaydederken bunlardan 6’sı - Zico’nun
Arjantin’e attığı golü Eder’e yazmamak ayıp olur ceza sahası dışından son derece bilinçli ve düzgün
şutlar. Ayrıca Yeni Zelanda maçında gol perdesinin
açıldığı Zico’nun muhteşem volesi, İskoçya
karşısında farkı 3’e çıkaran Eder’in inanılmaz
aşırtması da cabası. Geri kalan gollerde de hücum
organizasyonunun kalitesi son derece üst düzey.
Zico’nun milimetrik ara pasları, alan boşaltan
koşular, harika bitiricilikte vuruşlar...
3 yıldız Malatya’dan geçti
1982 Dünya Kupası’nda Brezilya forması giyen
Eder, Serginho ve yedek kaleci Carlos Roberto
üçlüsünün yolu Türkiye’den de geçti. 1988’in
yaz aylarında kulübün başkanlığını devralan
Nurettin Güven kongrede “Maradona’yı
getirebiliriz” dediğinde herkes tarafından
küçümsenmişti. Malatyaspor, Maradona’yı
kadrosuna katamadı belki ama o sene Eder,
Serginho ve Carlos’u transfer etti. Yönetim,
2 yabancı kuralına rağmen 5 gün arayla önce
Eder-Serginho, ardından da Carlos’u İstanbul’a
getirip 100’lerce araçlık konvoylarla Malatya’ya
kadar götürse de Eder konusundaki pürüzleri
gideremedi. Eder Malatyaspor formasıyla
tek maça çıkmadan yaklaşık 2 ay sonra
Türkiye’yi terk ederken ardından başkan
Güven de uyuşturucu kaçakçılığı iddiası üzerine
hakkında açılan davalardan dolayı istifa
edip yurt dışına kaçtı. Serginho ilk sezonun
tamamlanmasının ardından serbest kalırken
1989/90’da takımın küme düşmesinin ardından
Carlos’un da Malatyaspor macerası noktalandı.
Başkan Nurettin Güven ise bir süre yasalarla
boğuştuktan sonra yurt dışına kaçtı, İngiltere
ve Fransa’da 4 kez tutuklanıp uzun süre
hapishanelerde yattıktan sonra 2012 başında
Türkiye’ye getirilip 2013 sonunda da tahliye oldu.
fakat bunun çok da doğru olmadığını söylemek
gerek. Brezilya topu ayağına alıp rakip takımı
Hücum takımı?
1982 Dünya Kupası’nda boy gösteren Brezilya için
genellikle saf hücum takımı tanımlaması yapılır
Brezilya 82 kadrosunun güzel oyununa Zico’nun tek
dokunuşları, harika golleri ve muazzam ara pasları
da eşlik ediyordu.
kendi yarı sahasına hapseden bir ekip kesinlikle
değil. Özellikle dişli rakiplerle oynanan - Sovyetler,
Arjantin, İtalya -maçlarda kısa dönemlerde rakip
yarı sahaya tamamen yerleşseler de daha çok
kontra atağa benzer bir sistem benimsedikleri
gerçek; bir an önce rakip kaleye gitmenin yollarını
- hem de sihirli ve spekülatif şekilde - arıyorlar.
Fakat hücum takımı algısı oluşmasının güzel
oyundan başka çok daha önemli bir sebebi
var. 82 model Brezilya adeta savunma özürlü!
Takımın özellikle orta sahanın ortasında yaptığı
yığılmaya, kanat beklerinin ileri çıkışları ve
savunma oyuncuları ile kaleci Waldir Perez’in
yeteneksizliklerinin eklenmesinden dolayı 1982
model Brezilya savunmada son derece zorlanan ve
kanatlardan oldukça kırılgan bir takım.
Brezilya’nın turnuvada oynadığı 5 maçta
sadece Yeni Zelanda’dan gol yememesi bir
yana bu durumu maçları izlerken zorlanmadan
gözlemlemek mümkün. İlk grup aşamasının en
zorlu maçında Sovyetler Birliği karşısında sürekli
kanat değiştiren Blokhin, Shengelia ve Gavrilov
üçlüsü’nün Brezilya savunmasını hallaç pamuğuna
çevirdiğini söylemekte beis yok.
Sovyetler’in skoru bulduğu golde Oscar’ın uzun
topu sektirmesi, 44’te Blokhin’in ortasıyla buluşan
Bessanov’un 2 metreden topu dışarı atması (skor
1-0 Sovyetler lehine iken), 69’da yine Sovyetler
öndeyken Gavrilov’un umarsızca harcadığı kontra
atak gibi hücumlardan biri golle sonuçlansa
Brezilya adına turnuva bambaşka şekilde de
başlayabilirdi. 16’ncı dakikada Luizinho’nun ceza
sahasında Gavrilov’a yaptığı çok açık penaltı ve
skorun 1-1’e gelmesinin ardından 81’de Blokhin’e
yapılan ortaya Luizinho’nun ceza sahası içerisinde
açık bir şekilde yaptığı elle müdahale de cabası...
Ve son 30 dakikalık periyot hariç Brezilya’nın
rakibine mutlak bir oyun üstünlüğü kurduğunu
söylemek zor. Brezilya bunun yerine kaptığı
toplarla geliştirdiği hızlı hücumlar ve dönem
dönem yapılan 5 dakikalık baskılarla skora gitmeye
çalışıyor.
Daha da önemlisi Sovyetler karşısında
Brezilya’nın çektiği sıkıntılar sadece bu maçla
Maradonalı Arjantin karşısında belki Brezilya topa
fazla sahip olan taraf değildi ama öldürücü vuruşu
yine yapmış ve sahadan galip ayrılmıştı.
da sınırlı kalmıyor. Örneğin İskoçya maçında
David Narey’in takımını 1-0 öne geçirdiği harika
golü de sağa atılan uzun bir top ve akabinde
John Wark’ın kafasıyla indirdiği topun ardından
geliyor. Brezilya’nın 1982’de ‘geliyorum’ dediği
3-1’lik Arjantin maçı için de savunma yapamayan
Brezilya’nın özellikle ikinci devredeki ‘ultra
ekstra şansının’ fazlasıyla sambacıları aldattığını
söylemek mümkün.
Brezilya-Arjantin maçı hakkında biraz daha ayrıntı
vermek gerekirse ilk 45 dakika boyunca maçın
başından itibaren topla bariz bir şekilde daha
fazla oynayan takım Menotti’nin ekibi. Hatta
öyle ki oyunun neredeyse %60’tan fazlalık kısmı
Brezilya yarı sahasında geçiyor. Fakat Arjantin son
paslarda başarısız olurken zaten rakibini üzerine
çekmiş Brezilya topu kapar kapmaz şimşek
gibi çakarak rakibini maç boyunca gafil avlıyor.
İlk yarıda Zico’nun, 11’inci dakikada Eder’in üst
direkte patlayan harika frikiğini tamamlayarak
attığı golde Serginho’ya yapılan faul de dahil
olmak üzere 22’de Serginho, 33’te Falcao, 36’da
Zico, 41’de Falcao ile Brezilya kontra ataklarla
daha ilk yarıdan farkı 3-4’e getirebilirdi ki bu
pozisyonlar Brezilya’nın saf hücum takımından
ziyade gösterişli bir kontra atak takımı olduğunu
destekler nitelikte. İkinci devrede ise Brezilya’nın
gol yemeden üstünlüğünü korumasının tek
sebebi Ramon Diaz. 50’de Maradona’nın atak
yönüne göre sol kanatta 2 kişiyi dizip verdiği
harika ara pası ile girdiği ve 62’de sağ kanattan
alıp yaydan vurduğu isabetsiz şutların son derece
net pozisyonlar olduğunu, hatta Ramon Diaz’ın
pozisyona girebilmek için ekstra bir çaba bile
sarf etmediğini söylemek mümkün. Bir de bu
iki pozisyon arasında sağdan yılan gibi kıvrılıp
ceza sahasına giren ama Junior tarafından ceza
sahasında düşürülen Maradona’nın pozisyonu var
ki çok net penaltı olmasına rağmen karşılaşmanın
kaderini değiştiren faktörlerin en başında geliyor.
Kısacası Brezilya ikinci devre şansla skoru koruyor,
kenarlardan pozisyonlar veriyor, rakip kalede
en ufak bir tehlike bile yaratamıyor ama 66’da
Pasarella’nın kaybettiği topta gelişen kontra
sonrası 2’yi bulup fişi çekiyor; fark 3’e çıkana kadar
- Zico’nun inanılmaz ara pası ile Junior’a al da at
demesiyle - Ramon Diaz kaçırmaya devam ediyor...
Kısacası Brezilya 1982 hücum futbolu oynamıyor;
göze hitap eden bir şekilde çok güzel hücum
ediyor.
Gol atmaktan başka her işe yarayan
adam: Serginho
1982 Dünya Kupası’nda Brezilya’nın oynadığı
herhangi bir karşılaşmayı 15-20 dakika izleyen
birinin dikkatini çekecek ilk şeylerden biri de
hiç şüphesiz Brezilya’nın en ucunda görev alan
dev adam Serginho olacaktır. Deyim yerindeyse
Serginho
topu ayağına alır almaz fişek gibi ileriye fırlayan
Brezilya orta sahasına yaklaşıp rakip kaleye sırtı
dönük duvar görevi gören, kendine atılan hemen
hemen her topu indirip servis etmeyi ya da bir
şekilde saklamayı başaran, Brezilya adına oyunun
akışı için önemli bir göreve sahip olan Serginho...
Fakat işin bir de bitiricilik boyutu var ki Brezilya’nın
belki de turnuvaya El Sarria’da İtalya karşısında
veda etmesinin en büyük sebeplerinden biri. Tıpkı
11’inci dakikada Dino Zoff ile karşı karşıya kaldığı
%100’lük pozisyonda yaptığı, daha doğrusu
yapamadığı, final vuruşu gibi...
Altını çizmekte fayda var; Serginho, doğrudan
rakip kaleyi düşünen Brezilya’nın ofansif anlamda
en yeteneksiz oyuncusu olabilir ama sistemin
işlemesi adına da son derece önemli bir parçaydı.
Kaleye sırtı dönük oynamaya yatkın olmayan, kısa,
topu aldığında tıpkı Brezilya orta sahasının yaptığı
gibi doğrudan rakip kaleye giden bir santrfor
takımın sistemini ciddi anlamda etkileyebilir ve
böylelikle Zico, Eder, Falcao, Socrates, Cerezo,
hatta Junior’un 1982’deki hücumdaki sınırsız
serbestliklerini ortaya koymalarını engelleyebilirdi.
Serginho ise aksine sürekli orta sahaya yaklaşarak
orta saha oyuncularına alan açan, rakibe pres
yapan, top dağıtan ve çok da yavaş olmayan
tarzıyla Santana’nın orta saha oyuncularının rakip
kaleye bu kadar fazla gidebilme imkanını tanıyan
önemli yapı taşlarındandı. Fakat şurası gerçek ki
Serginho’nun bitiriciliği düşünüldüğünde de Hugh
McIlvanney’in 1985’te The Observer’a yazdığı
“[Serginho] muhtemelen turnuvayı kazanma ve
kazanamama arasındaki farkı belirledi.” sözlerine
katılmamak da elde değil.
İtalyanlar kalpleri kırdı
Dünya Kupası tarihinin görüp görebileceği ‘ölüm
grubu’ tanımını en fazla hak eden grubun son
maçında 5 Temmuz 1982’de El Sarria’da Brezilya ile
İtalya karşı karşıya gelirken beraberlik ve galibiyet
alması halinde Brezilya yarı finale yükselecekti.
Enzo Bearzot’un öğrencilerine ise mutlak galibiyet
gerekiyordu. Ve İtalyanlar tarafsız gözle turnuvayı
izleyen hemen hemen herkesin şampiyon olmasını
istediği Brezilya karşısında istediğini alarak
milyonlarca kalp kırdı.
Karşılaşma, yıllar sonra Brezilya’nın İtalya’yı yarı
sahasına hapsedip bunalttığı bir maç olarak
anılsa da açıkçası son bolüm hariç bunun böyle
olmadığını söylemekte fayda var. Hatta İtalya
maça daha etkili başlayan taraf tı ve neredeyse ilk
pozisyonda da golü buluyorlar. 5’te sol kanattaki
Cabrini’ye pasını veren Rossi ceza sahasına
koşusunu yapıyor, Brezilya’nın en zayıf karnı olan
çizgiden ortasını yapan Cabrini de arka direkteki
bomboş Rossi’yi adrese teslim bir muz orta ile
bulunca da İtalyanlar öne geçmeyi başarıyor.
Brezilya, Rossi’nin golünün ardından biri golle
sonuçlanan iki çok net pozisyon bulsa da oyuna
girmekte pek başarılı olamıyor. 11’de Serginho,
Dünya Kupası tarihinin belki de gelmiş geçmiş
en net karşı karşıya pozisyonunu kaçırırken;
13’te Zico’nun önce dönüşüyle gölgesi Gentile’yi
bakkala gönderip ardından da ölümcül ara
pasıyla Socrates’in düzgün vuruşu birleşince
skor dengeleniyor. Fakat dedik ya Brezilya skoru
eşitlese de bir türlü istediklerini yansıtamıyor;
şutlar kaleyi bulmuyor, tehlike yaratabilecek
alana topu sokmakta zorlanıyor, paslar yerini
Brezilya’ya yarı final için İtalya
maçında 1 puan yetiyordu.
tutmuyor.... Elbette bunda İtalya’nın başta Gentile
ile Zico’ya uygulattığı adam adama markajlar,
fauller, Brezilya’nın bu sefer yanında olmayan
şansı da etkin. Nitekim 25’te Cerezo’nun atağı
başlatırken yaptığı pas hatası ile karşı karşıya
kalan Rossi kendisinin ve takımının ikinci golünü
atarak skoru 2-1’e getiriyor.
25’inci ile Brezilya’nın skoru tekrar eşitlediği
68’inci dakikalar arası için şu benzetmeyi yapmak
mümkün; Brezilya, 3-1 kazandığı Arjantin maçında
Arjantin’in oynadığı gibi - topa sahip, rakip yarı
alanda fakat verimlilikten uzak ve üretemeyen
bir şekilde - oynarken İtalya ise o maçta hızlı
ataklarla rakibini yıkan Brezilya’nın görüntüsüne
bürünüyor. 53’te Conti, 60’ta ise Rossi karşı
karşıya pozisyonlarda yaptıkları kötü vuruşlarla
skoru 3-1’e getirme fırsatlarını tepiyorlar. Tabii iki
pozisyonun da kontra-atak olduğunu söylemeye
pek de lüzum yok... Dahası Brezilya turnuvadaki
en büyük silahlarından biri olan kaleyi cepheden
gören duran top fırsatlarını bulmasına rağmen
o gün Eder ve Zico’nun şutları bir türlü 3 direğin
arasını bulamıyor.
Bu kadar olumsuzluğa rağmen Brezilya, El
Sarria’da takımın beğenilmesine yol açan
karakteristiğini ikinci ve son kez sahaya
yansıtmayı bir şekilde başarıyor. 68’de Junior
sağ kanattaki Falcao’yu gördükten sonra
Luizinho’nun sağ kanattaki boş alana yaptığı
koşu İtalyan savunmasını adeta sarhoş ediyor,
3 İtalyan’ı adeta bir dev, stadyumun solundan
tutup kaldırmışçasına ters tarafa dökülmesini ve
bu sayede Falcao’nun önünün açılmasını sağlıyor.
Falcao’nun düzgün vuruşuyla da gol geliyor.
Sevinci yine kısa sürecek bir gol...
İtalya her zaman olduğu gibi 2-2’nin ardından da
gole ihtiyacı olduğu için kontrolü eline alıyor. Hatta
Brezilya belki de ilk defa 2-2’nin ardından istediği
alanları buluyor, hızlı ve direkt çıkmaya başlıyor
ama bu 6 dakikalık süreç sambacılara yetmiyor.
İnsan, “72’deki kontrada Eder’in lakayıt ve boş
vermiş davranışları olmasa” demeden edemiyor.
Sovyetler maçında 89’da attığı efsanevi golle
takımına galibiyeti getiren ve maçın ardından
Socrates’ten “Bu vuruşu Dünya Kupası’nda
yapmaya cesaret bile etmiş olması, bir yerden
sonra sonucu boş vererek oynadığımız oyundan
ne kadar büyük zevk aldığımızın canlı timsali. Eder
sadece Dünya Kupası’nın değil belki de futbol
tarihinin en seksi golünü attı.” övgüsünü alan
Eder... 73’te ise ‘beceriksiz’ Brezilya savunmasının
yiyeceği golün altyapısını hazırlıyor. Soldan
gelen ortada kaleciye geri pasla topu vermek
isteyen Cerezo isabet kaydedemeyip Peres de
topu alamayınca İtalyanlar korner kazanıyor.
Korner atışı sonrası ise önce Tardelli ardından da
Brezilya’yı geçen İtalya yoluna devam
etti ve 1982’de kupayı kazandı.
Rossi’nin şutları ile de İtalya istediğini alıyor. Son
15 dakika ise tekrar filmi; 25-68’inci dakikalar
arasının karbon kopyası. Topa sahip olan,
çaresizce pozisyon bulmayı deneyen ama bir türlü
beceremeyen Brezilya ile kontra ataklarla fırsat
tepen İtalya. Son olarak da uzatma saniyelerinde
Socrates’in kafa vuruşunu çizgiden çıkaran Zoff.
Ve Zico’nun “Futbol o gün öldü.” sözleri...
Akıllara şu soru gelmiyor değil. Beraberliğe ihtiyacı
olan Brezilya neden daha savunma ağırlıklı bir
kadroyla sahada yer almadı. Bu sorunun cevabını
muhtemelen Tele Santana’dan başkası bilmiyor.
Ama şurası da gerçek; Brezilya, 1982’deki
yapısıyla - hele ki o kadroyla - geriye yaslanıp
skoru koruyamazdı. Seçilen 11’e - İtalya maçına
özel değildi; Santana, 5 maç boyunca istikrarlı bir
11 kullandı - savunma zaaflarının, kanatlardaki
kırılganlığın ve bireysel hataların o gün can
yakması, 82 model Brezilya’nın beğenilmesindeki
en önemli faktörlerden biri olan uzaktan şutların
kaleyi bulmaması gibi faktörler de eklenince İtalya
ile oynanan maç literatürdeki yerini ‘Saria Trajedisi’
olarak aldı, 1982 model Brezilya da Hollanda 74 ve
Macaristan 54 ile birlikte kupayı kazanamayan en
güzel ve göze hitap eden takımlar arasındaki
yerini aldı.
Fırat Topal
Dünya Kupası
HF132
BiR ZAMANLAR BREZiLYA SAHiLLERiNDEYDiK #5
1950’NiN MABEDLERi
Geride bıraktığımız perşembe günü başlayan 2014 Dünya Kupası’yla
beraber biz de Brezilya’da bundan önce oynanan son kupa olan
1950’den anlattığımız hikayeleri, serinin son halkasıyla sonlandırıyoruz
2014 Dünya Kupası stadyumlarının inşaatları,
hem harcanan paralar, hem hayatını kaybeden
işçiler başta olmak üzere çalışanların hakları, hem
de gecikmeler sebebiyle bir hayli konuşuldu. Bazı
stadyumların yapımı, turnuvaya bir aydan kısa
bir süre kalmışken dahi hala devam ediyordu.
Bir ara bazı şehirlerin ev sahipliği hakkını
kaybetmesi bile gündeme geldi ama sonunda,
ilk planda karar verilen şehirlerin tümünde
stadyumlar tamamlandı. Tam 12 stat maçlara
ev sahipliği yapacak. 1950 yılında ise 16 takım
olarak düşünülen turnuva için 6 stadyum
seçilmişti. Serinin üçüncü yazısında anlattığımız,
turnuvadan çekilen takımlar sebebiyle kupa 13
takımla oynandı ancak stadyum sayısında bir
değişiklik olmadı ve 6 şehrin tümü ev sahipliğini
sürdürdü. Serinin son yazısını bu stadyuımların
hikayelerine ayırdık.
Estádio do Maracanã
Hakkında kitap yazılacak stadyumlardan birisi.
1950 Dünya Kupası finalinde oynanan efsane
Brezilya-Uruguay mücadelesini tam 199.854
biletli seyirci izlemişti ve bu hala futbol tarihinde
kırılmayan bir seyirci rekoru olarak yerini koruyor.
O Dünya Kupası için inşa edilmişti Maracana.
Brezilyalılar şampiyonluğa o kadar şartlanmıştı
ki daha 1948’de inşaat başladığında, 2 yıl sonra
çimlerin üzerinde kupa kaldırmaktan başka
bir şey düşünmüyorlardı. Turnuvanın açılış
maçı olan Brezilya-Meksika karşılaşması 24
Haziran’da oynanacaktı ve stadyum sadece 8
gün önce 16 Haziran’da açıldı. Çünkü planlanan
inşaat süresinin çok gerisinde kalınmıştı. Hem
de normalde görev yapan 1500 işçiye son
aylarda eklenen ilave 2000 kişiye rağmen. 16
Haziran’daki açılış maçı, Rio Karması-São Paulo
mücadelesinde, efsane Didi, stadyumun ilk
golünü atan futbolcu oldu ve ev sahibi 3-1 kazandı.
Tabii inşaat tamamlanmamıştı. Hatta ilk planda
olan tüm ayrıntıların tamamlanması 1965 yılını
buldu. 1950’de ise tuvaletler dahi tamamlanmış
değildi, stadyum içinde birçok eksik vardı, ama
FIFA maçların oynanmasına onay verdi. Brezilya
kupadaki 6 maçının 5’ini burada oynadı. Ayrıca
İngiltere-Şili (2-0), İspanya-Şili (2-0) ve, İspanyaİngiltere (1-0) maçlarına da ev sahipliği yapan
devasa stat böylece 8 maçla turnuvada en çok
mücadelenin oynandığı yer oldu. Zamanla,
koltukların eklenmesi, güvenlik tedbirleri ve
restorasyon çalışmaları sonucu kapasitesi 80 bin
civarına düşürüldü. 2014 Dünya Kupası’nda da final
maçı bu stadyumda oynanacak.
Aslında bu dev mabedin resmi adı Estádio
Jornalista Mário Filho. Mário Filho o yıllarda,
stadyumun inşaatı için büyük çaba harcayan
ve kampanyalar düzenleyen bir gazeteciydi.
Zaten resmi adın tam çevirisi de Gazeteci Mario
Filho Stadyumu. Ancak bu isim 1966’da, Filho
hayatını kaybedince, anısına saygı göstermek için
kullanılmaya başlandı, tabii hiç kimse Maracanã
ismini kullanmaktan vazgeçmedi. “Maracanã”
Estádio do Maracanã
sözcüğü ise aynı bölgede yaşayan mavi kuyruklu
papağanın zoolojideki adı. Primolius maracana.
Estádio Independência
1950 Dünya Kupası için inşa edilen bir başka
stadyum. Belo Horizonte’deki inşaatı 1947
yılında başlayan Estádio Independência, Sete de
Setembro kulübüne aitti. Kulübün adı Brezilya’nın
bağımsızlık günü olan 7 Eylül olduğundan
stadyuma da “Bağımsızlık Stadyumu” adı verildi.
Açılış maçı, kupadaki Yugoslavya-İsviçre maçıydı
(3-0). Ayrıca serinin ilk yazısında incelediğimiz
efsane A.B.D-İngiltere (1-0) maçı da bu stadyumda
oynanmıştı. 30 bin kişilik kapasitesi sebebiyle,
şehrin takımı Atletico Mineiro’ya yeni bir stadyum
gerekti ve bu sebeple, 2014 Dünya Kupası’nda
Estádio Independência
kullanılmak için restorasyondan geçen Mineirão
inşa edildi. Mineirão, 62 bin kapasiteye sahip,
Estádio Independência ise sadece 23 bin. 1950
Dünya Kupası’nda, yukarıda bahsettiğimiz 2 maçın
yanı sıra, Uruguay’ın Bolivya’yı 8-0 mağlup ettiği
mücadele de bu stadyumda oynandı. Bugün
América Mineiro da maçlarını bu stadyumda
oynuyor.
Estádio do Pacaembu
Estádio do Pacaembu
2014 Dünya Kupası’nda São Paulo bir stadyumla
temsil edilecek. O da yeni inşa edilen Arena
Corinthians. 1950’de ise bu şeref Estádio do
Pacaembu’nundu. Stadyum kupa için inşa
edilmemişti. Nitekim 1940’da hizmete girdi,
Palmeiras ve Coritiba arasında oynanan maçla.
1942’de oynanan derbi, Corinthians-São Paulo
mücadelesinde stadyuma 71.281 bin kişi geldi
ve bu hala seyirci rekoru. Turnuva için kapasitesi
60 bine düşürülmüştü, bugün ise, 2007’deki
restorasyonun ardından kapasite 40 bin.
Brezilya’nın Rio dışında oynadığı tek maç buydu
ve Sambacılar İsviçre ile 2-2 berabere kalmıştı.
Yani şehrin sakinleri, bu stadyumda Brezilya’nın
Dünya Kupası galibiyetini hala görmüş değiller. Hoş
tesadüf, 2014’ün açılış maçı aynı şehirde Brezilya ve
Hırvatistan arasında oynanacak ve
belki de halk mutlu sona kavuşacak.
64 yıl önce İsveç-İtalya (3-2), İtalyaParaguay (2-0), Uruguay-İspanya
(2-2) ve Uruguay-İsveç (3-2) maçları
da Pacaembu’da oynanmıştı. Ayrıca
Iron Maiden, Rolling Stones, Red
Hot Chili Peppers gibi gruplar da bu
stadyuma uğradılar tarih boyunca.
Estádio Durival
Britto e Silva
1950 Dünya Kupası için Curitiba’da
inşa edilen stadyumun adı, Brezilya
Demiryolları’nın Genel Müdürü Albay
Durival Britto e Silva’dan geliyordu.
1947 yılında açıldı ve sadece 10
bin kişilik bir kapasitesi vardı. Zaten toplamda
oynanan maç sayısı da ikiydi. İspanya’nın A.B.D.’yi
3-1 mağlup ettiği, İsveç ve Paraguay’ın 2-2
berabere kaldığı mücadeleler. 2006 yılında, Serie
B’de mücadele eden Paraná Clube stadyumun
restorasyon çalışmalarını başlattı ve kapasite
20.083’e yükseltildi. Curitiba, 2014’ün de ev sahibi
şehirlerinden birisi, ancak maçlar, 1999’da açılan
ve Coritiba FC’nin da evi olan Arena da Baixada’da
oynanacak. Aslında Orijinal Arena da Baixada,
1930’larda açılmıştı ama 1999’da, yıkılıp yepyeni bir
stadyum inşa edildi. 2014 Dünya Kupası sebebiyle
de elden geçirilip kapasite artırıldı.
Estádio Ilha do Retiro
Estádio Ilha do Retiro
Recife’deki stadyum, 1950 Dünya Kupası’nın
en ıssız stadyumuydu. Sadece, Şili’nin A.B.D.’yi
5-2 mağlup ettiği mücadeleye ev sahipliği yaptı
o kadar. 1937’de açıldığında kapasitesi 10 bin
civarındaydı. Yıllar içinde 30 bine yükseltildi.
1998’de Sport Recife ile Atlético do Porto
arasındaki maça 56.875 kişi geldi ve seyirci rekoru
kırıldı. Recife de 2014’ün ev sahiplerinden. Ama
maçlar burada değil, yeni inşa edilen 46 bin kişilik
Arena Pernambuco’da oynanacak. Yeni stadyum,
planlar açısından en az sorun yaşananlardandı.
Mayıs 2013’te açıldı ve o tarihten bu yana şehrin
diğer takımı Náutico maçlarını burada oynuyor.
Estádio dos Eucaliptos
Son olarak Okaliptüs Stadyumu. Kupanın en
eski stadyumuydu ve 1931’de Porto Alegre’de
açılmıştı. İsmi okaliptüs
bitkisinden geliyor tahmin
edebileceğiniz gibi. Sebebi
de stadyumun arsasını
Internacional kulübüne
satan çiftliğin sahibinin
bu bitkiyi yetiştirmesi.
Inter açılışından itibaren
maçlarını burada
oynuyordu. 1950 Dünya
Kupası’nda YugoslavyaMeksika (4-1) ve İsviçreMeksika (2-1) maçları için
kapılarını açtı. 1969’da
ise Internacional’in, Rio
Grande’yi 4-1 mağlup
ettiği maçla kapılarını
kapadı, zira takım
kendisine yepyeni Estádio
Beira-Rio’yu dikmişti.
Stadyum 100 bin kişiyi alabiliyordu.Estádio dos
Eucaliptos 2012’de yıkıldı, böylece o günden bu yana
varlığını sürdüremeyen tek stadyum oldu. Estádio
Beira-Rio, 2014 Dünya Kupası için bakımdan geçti
ve ev sahibi stadyumlardan birisi olacak. Kapasitesi
51 bine düşürüldü.
Cantürk Temelli
Spor Hukuku
HF132
ATEŞ SÖNMÜYOR
Girişte belirtmek lazım, bu yazı
bir spor hukukçusu gözüyle ya
da bir hukukçu yaklaşımıyla
kaleme alınmadı. 3 yıldır
yaşanan süreçteki kararlar,
raporlar, TFF’nin tutumu,
mahkemelerin ve UEFA’nın
verdiği kararlar neticesinde
duruma ‘eleştirel’ bir bakış
getirilmeye çalışıldı.
Futbolumuzun her
yaza UEFA’dan cezayla
merhaba deme ritüeli
bu sene de sekmedi. Öyle ki UEFA, 3 Temmuz
sürecinde dosyada adları geçen Eskişehirspor
ve Sivasspor hakkında Avrupa kupalarına
katılım hakkı kazanmalarının ardından hemen
soruşturma başlattı. Ve işleyen sürecin sonunda
iki kulüp de UEFA Temyiz Kurulu tarafından 1
yıl Avrupa kupalarına katılımdan men edildi.
Açıkcası Sivasspor’un ceza alması bu işlerle az
çok ilgilenenler için beklenen sonuçtu. Ancak
Eskişehirspor için aynı cümleleri söylemek pek
mümkün değil. Çünkü Sivasspor’un yönetim kurulu
üyesi Ahmet Çelebi ve Mecnun Otyakmaz şike
suçundan mahkum olurken Eskişehirspor’da ise
olaylara doğrudan ya da dolaylı olarak karışan bir
yönetici mevcut değildi. Şike ve teşvik suçlamaları
bir futbolcu (Ümit Karan) ve teknik direktöre
(Bülent Uygun) yöneltilmişti. Ancak UEFA kırmızısiyahlılar için de olumsuzdu. Eskişehirspor da Ziraat
Türkiye Kupası finalisti olmasıyla
kazandığı Avrupa biletini iade
etmek zorunda kaldı.
UEFA, her iki kulübe de Avrupa
Ligi 2014/15 sezonu tüzüğünün 2.
Maddesi 7, 8 ve 9. fıkralarına göre
cezalar verdi. (Bu maddelerde
özetle, takımların Nisan 2007’den
bu yana dolaylı ya da doğrudan
şike ve teşvik fiilerine iştirak
etmediklerini gösteren bir
belgeyi kendilerine göndermeleri
gerektiği, yapılacak soruşturmada
iştirak edildiğine kanaat getirilirse de takımların
Avrupa Ligi’nde yer alamayacağı belirtiliyor.) Yani
sanıldığının aksine cezalar Disiplin Talimatnamesi
uyarınca verilmedi. Tabii ki bu kararlara CAS yolu
açık. Kulüpler 10 gün içinde gereken itirazlarını
yapabilirler. Kişisel görüşüm de Eskişehirspor’un
cezasının CAS’tan dönebileceği ancak bu olmasa
bile gelecek yıl açılabilecek yeni bir soruşturmada
ekstra ceza alması düşük bir ihtimal. Ancak
Sivasspor için aynı pozitif cümleleri kurmak pek
mümkün gözükmüyor. Çünkü Sivasspor için ‘yalan
beyan’ söz konusu. Öyle ki UEFA’ya Nisan 2007’den
bu yana temiz olduğuna dair bir kağıt gönderen
Sivasspor buna rağmen ceza aldı, yani beyanı doğru
çıkmadı. Bu da kırmızı-siyahlı camiayı gelecek
zamanlarda UEFA’nın yargılamasında mevcut
durumdan daha olumsuz bir tabloyla karşı karşıya
bıraktırabilir.
Karabükspor tehlikede
Peki şimdi ne olacak? Türkiye’nin elindeki 5
Avrupa kupası biletinden 2 tanesi hangi takımlara
devredilecek? En çok merak edilen konuların
başında bu geliyor. 2013/14 sezonu sıralamasına
baktığımızda Sivasspor’un hakkı Kasımpaşa’ya
geçse de bu kulüp UEFA lisansı alamadığı için
Avrupa kupalarına katılamayacak. Bir sonraki
takım ise Kardemir Karabükspor. Herkesin
burada aklına mutlaka Emenike geliyordur.
Nijeryalının Fenerbahçe maçında oynamamak
için sakat olduğunu söylediği ve bunun da daha
önceden biten transferinden dolayı olduğu iddia
ediliyordu. Ancak futbolcu ve şike faaliyetinin
üstünden yürütüldüğü iddia edilen menajeri
yöneltilen suçlamalardan beraat etti. Bu yüzden
Karabükspor’un Avrupa’ya katılım elde etmesi
halinde herhangi bir sorunla karşılaşmayacağını
söyleyebiliriz. Ancak bu konuda bir makale de
kaleme alan Avukat Mert Yaşar tam tersi bir
yorum getiriyor. Yaşar, Karabüksporlu yetkililerin,
Fenerbahçe maçında oynanamak için sakatlığını
öne süren Emenike’nin Fenerbahçe yöneticileriyle
görüştüğünü öğrendikten sonra şike faaliyetinde
bulunmasından ve buna menajerinin aracılık
ettiğinden şüphelendikleri için oyuncunun
menajeriyle görüşmesine sınırlama getirmelerinin
Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında yer aldığını
belirtiyor. Yaşar bu durum için de, Karabüksporlu
yöneticilerin şike yapmadıkları gibi şikeyi de
önlemeye çalıştıklarını ancak UEFA nezdinde
bu durumun bağlayıcı olamayacağını dile
getirerek UEFA Disiplin Talimatnamesi’ne göre
müsabakanın gidişatına veya sonucuna etki
edilmeye çalışıldığını öğrenen hakem, futbolcu
ve yöneticinin ilgili durumu yetkili makamlara
bildirmesi gerekliliği savını öne sürerek,
Karabüksporlu yöneticilerin gerekeni yapmadığını
ve bu yüzden onlar için de muhtemel bir cezanın
çıkabileceğini ifade ediyor.
Katılım hakkı Akhisar ve Bursa’ya
Bu durumun gerçekleşmesi halinde ise Avrupa
Ligi’ne katılım hakkı Bursaspor’a geçecek. Diğer
takım için sıralamada gözümüze Gençlerbirliği
çarpıyor ancak orada da karşımıza Zafer İpek
çıkıyor. Dönemin Gençlerbirliği Kulüp Müdürü
İpek’in Gençlerbirliği-Fenerbahçe maçında şikeye
aracılık, Trabzonspor-Gençlerbirliği maçında ise
teşvik primine aracılık ettiği iddia edilmiş ancak
bu suçların işlendiği tarih 6222 sayılı kanunun
çıkmasından önce olduğu için herhangi bir
cezai yaptırım uygulanmamıştı. Ancak bu da
Gençlerbirliği’ni kurtarmayacaktır. Çünkü UEFA’nın
şikenin iç hukukta suç olup olmadığına bakmadan
olayın olup olmadığına kanaat getirerek direkt
olarak Gençlerbirliği’ne ceza vermesi muhtemel.
Bu gerçekleşirse de Bursaspor ile Akhisar
Belediyespor Avrupa Ligi’ne gidebilir.
Tabii bunlar ihtimaller, çünkü Eskişehirspor ve
Sivasspor CAS’a başvurursa ve olası bir yürütmeyi
durdurma kararı çıkarsa (bunun için UEFA ve
kulüplerin anlaşması ve CAS’a başvurması lazım
aksi halde yürütme durdurulması olmaz) bu iki
takım da Avrupa’da maça çıkacak, elemelerde
oynayabilecek. Ancak daha sonra CAS’tan
gelebilecek olumsuz bir kararda (Fenerbahçe’ye
geçen sene olduğu gibi) yani UEFA Temyiz
Kurulu’nun kararının aynen devam etmesi halinde
katılım hakkı Türk takımlarına devredilmeyecek
ve kimlerin şampiyonada yer alacağına UEFA
karar verecek. Bu da ülke puanımıza direkt olarak
olumsuz etki anlamına geliyor. Öyle ki turnuvada
3 Türk takımı devam edecek ve toplanan puanlar
başlangıçtaki takım sayısına yani 5’e bölünecek.
“Biz şikeyi kimle yaptık?”
3 Temmuz’dan sonra verilen cezaların neticesinde
özellikle Fenerbahçe kanadından, “Biz şike yaptıysak
kimle yaptık” sesi yükseliyordu. Ancak Sivasspor
yöneticilerinin 6222’den hüküm yediği sanırım
es geçildi. Spor yargılamasında ise UEFA, kendi
organizasyonuna katılıma hak kazanan kulüpler
için soruşturma açtı ve sırasıyla Fenerbahçe ile
Beşiktaş’tan sonra 3 Temmuz sürecinde adı geçen
ve bu sene Avrupa bileti alan Eskişehirspor ile
Sivasspor’a da ceza verdi. Yani kimin kimle ne yaptığı
da az çok netleşti. Bu da TFF Tahkim Kurulu’nun
verdiği kararların tartışmalı olduğunu gösterir.
Özellikle bu sene Eskişehirspor ve Sivasspor’un
Avrupa’ya gidecek takımlar listesine koyulması
da TFF açısından felaket bir karardır. Neticesinde
UEFA, şikeye ve teşvik primine karışan takımlara
verilmeyen cezaları ve bu takımların nasıl Avrupa’ya
gönderildiğini de muhakkak sorgulayacaktır.
Çünkü UEFA’nın şikeyle ilgili tanımı ve yaptırımı
net. Disiplin Talimatnamesi’nin 12. Maddesinde de
bu eylemi yapan ya da teşebbüs edenler arasında
bir fark yok. Maçların gidişatını değiştirecek
her türlü harekete de yaptırım uygulamaktadır.
2012’de değişmeden önce TFF’nin Disiplin
Talimatnamesi’nde şike yapmak ve teşvik
primi vermek ile teşebbüste bulunmaya karşı
yaptırımlar tıpkı UEFA’nınki gibiydi. Ancak bugün
gelinen noktada yeni adıyla 55. Maddede şike
yapmak, teşvik vermek ile bunlara teşebbüs
etmek arasında cezai yaptırım farkı koyulmuş,
hatta teşebbüste ağır ihlal şartı eklenmiştir. Yani
TFF’nin maçın gidişatını etkilemekle ilgili disiplin
yaptırımıyla UEFA’nın bu konudaki yaptırımları
birbirinden farklı bir hal aldı.
İşte bu yüzden de 3 Temmuz 2011 sabahı
yanmaya başlayan bu ateş kısa zamanda pek
sönecek gibi durmuyor. Özellikle TFF’nin süreçteki
tutumu (58. Maddenin değişimi), sürecin politize
edilmesi ve bazı takımların bu sayede kendilerini
bu işten kurtarıp “mağduru” oynaması yeteri
kadar rahatsızlık yaratırken, bir de her an UEFA’dan
gelecek cezaları bekler halde olmamız bu oyunun
doğasındaki tutkuyu, tutkumuzu da azaltıyor. Ne
diyelim... Futbolumuzun sonu hayrolsun.
Antalyaspor boşa kürek çekiyor
Eskişehirspor’un ceza almasıyla Avrupa’ya
gitmek için TFF’ye başvuran Medical Park
Antalyaspor’un bu talebi ise olumsuz yanıt
bulacaktır. Kupada Eskişehirspor’a yarı
finalde elenen kulüp bu hakkın kendilerine
devredilmesini istese de bu mümkün değil.
Bunun olabilmesi için Eskişehirspor’un Ziraat
Türkiye Kupası’nı kazanması gerekiyordu.