Liselilerin Sesi 73. sayı

Transkript

Liselilerin Sesi 73. sayı
Liselilerin Sesi
Liselilerin Sesi
Aylık Liseli Gençlik Dergisi * Sayı: 73 * Mayıs 2016* Fiyatı: 1 TL
1
Liselilerin Sesi
İçindekiler Liselilerin Sesi’nden
3
Geleceğiz ve değişecek
dünya!
4
Gericiliğin barbarlığına
karşı...
6
Taciz, tecavüz,
şiddet,gericilik= Kapitalizm
10
Çürümüş düzene karşı
mücadeleye!
12
Bir tarihsel birikimin
üstünde yükseliyoruz
14
Sevdaları uğruna ölümü
yiğitçe göğüsleyen 3 yiğit
16
Sabahın bir sahibi var!
19
Dünya haberleri
20
Meslek liseliler buluştu!
22
Baharın en güzel yanı henüz
yaşanmadı
Karanlığın en koyu anı şafağa en yakın zamandır derler. İçerisinden geçmekte olduğumuz dönem için de aynı
şey geçerli. Bizler ‘ışıklı geleceğin’ insanlarıyız.
Sınıfların, savaşların olmadığı, insanın insan tarafından sömürülmediği bir dünya için bugün yaşamı ellerimize alıyoruz. Bize hiçbir şeyi seçme şansı vermeyen bu
sistemin karşısına geleceğimizle çıkıyoruz.
‘Ancak bu böyle gitmez!’
1 Mayıs, iki sınıfın sürekli kavgasında işçi sınıfının
mücadelesinde bir eşik noktası. Dünün, bugünün ve yarının kavgası. Ekmeğin, aşın ve gülün kavgası. Yasakların, baskıların, sökmediği,
Zalime, zorbaya, yalancıya karşı duran iradenin çağrısıydı. 1 Mayıs, tacizcilere, tecavüzcülere karşı onurumuzu savunduğumuz gün! Sıralardan sokaklara çıkıp hürlüğün türküsünü söylediğimiz gün!
‘Denizler olduk geliyoruz!’
Kan emici emperyalistler pazardan daha fazla pay
alma pahasına ortalığı kan gölüne çeviriyor. Ortadoğu’da halklara km’lerce göç yollarını dayatıyorlar. Emperyalistler arasında rekabete konu olan mülteciler
müşteri krizine dönüşüyor.
Dışarıda ve içeride azgınca saldıran sermaye devleti Kürt halkına aylardır imha dayatıyor. Kürdistan’da taş
üstünde taş bırakmıyor.
Tutuklama terörüne maruz kalmayan kimse kalmadı.
Gazetecisinden akademisyenine, öğrencisinden işçisine
herkesi taş duvarlar arasına tutsak bırakan AKP Hükümeti tacizcileri ve tecavüzcüleri beslemeye devam ediyor.
‘Zorbalar kalmaz gider’
Deniz, Mahir, İbo sürüyor sürecek mücadele!
Bir hayal değil. Zorbalar kalmaz gider. Ancak karşılarında tek yumruk bir işçi sınıfı durursa köklü olarak
zorbaların gidişini görebiliriz. Yolumuz, kaderimiz, geleceğimiz işçi sınıfının yanında, yolundadır. Yolumuz Denizlerin, İboların, Mazlumların yoludur!
Tüm liselileri Liselilerin Sesi’ni yükseltmeye çağırıyoruz.
Özgür Bir Gelecek İçin Liselilerin Sesi * Mayıs 2016 * Sayı: 73* Fiyatı: 1 TL. (KDV dahil) * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.:
Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel, süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Meşrutiyet Mah.
Kodaman Sk. No: 111/15 Şişli / İstanbul Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat. Davutpaşa Cd. Güven Sanayi
Sitesi C Blok No: 242 Topkapı / İstanbul Tel: (212) 577 54 92
Liselilerin Sesi
Geleceğiz ve değişecek dünya!
Barbarlığın gericiliğine karşı
tek yol devrim!
Sermaye devleti ve onun sözcüsü AKP hükümeti;
işçilere, emekçilere ve gençliğe pervasızca saldırmaya
devam ediyor. Kürt illerinde yürüttüğü kirli savaşı, batıya taşımaya çabalıyor. Askerleri sermayenin çıkarları
için ölüme gönderen, sonra da cenazeleri üzerinden
demagoji yapan dinci-gerici parti; Maraş’ta Alevi köylerine cihatçıları yerleştirmeye, yeni katliamların önünü
açmaya çabalıyor. Bunu, Kürdistan’daki saldırıların batıya yansımalarının ilk belirtisi sayabiliriz.
Türkiye gündemi Ensar Vakfı’nda yaşanan taciz vakalarıyla sarsıldı. Ülkenin her yanında liseliler gerici
Ensar Vakfı’nın kapatılmasını talep etti, onu kollayan
iktidar partisine tepki gösterdi. Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu ise “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak
için gerekçe olamaz” diyerek, Ensar Vakfı’na sahip çıktı.
Biliyoruz ki bu olay ne Ensar Vakfı’nda yaşananların ilkidir ne de sonuncusu olacaktır. Ensar Vakfı malum kişiyi
uzaklaştırarak, hükümet ise yargılayarak bu zannın altından kurtulamaz. Sorunun kaynağı, dinci-gerici vakıflar, diyanet ve en başta da hükümet tarafından yayılan
hastalıklı fikirlerdir.
İran’da tutuklanan Babek Zencani’nin itirafları ve
birkaç gün önce yayınlanan Mossack-Fonseca belgele-
ri ise sermaye devletinin ne denli yolsuzluk, rüşvet ve
dolandırıcılık bataklığına sağlandığının göstergesi oldu.
Böylesine gayrimeşru bir hükümetin karşısında zayıf
bir kitle hareketinin bulunması, elbette güçlerimizi kısıtlıyor. Ama baharın ışıkları, kitleleri yavaş yavaş kış
uykusundan uyandırıyor. Liseliler cephesinden Ensar
Vakfı’na gösterilen tepkiler, üniversiteliler cephesinden
ÖGB’ye ve faşist saldırılara karşı verilen yaratıcı yanıtlar
ve sınıf cephesinden kıdem tazminatının gaspı ile kiralık işçi bürolarına karşı yükseltilen mücadele çağrıları
umut vericidir.
Biz ise meslek liseli buluşmalarımızdan aldığımız
güçle haykırıyoruz. Üniversite sınavlarında meslek liselilerin ek puanlarının kaldırılması birçok ilde eylemli
tepkilere yol açmıştı. Bunların dışında meslek liselilerin
geleneksel sorunları varlığını korumakla birlikte, onlara
yönelik yeni saldırılara her geçen gün bir yenisi ekleniyor.
Yolumuzun işçi sınıfının yolu olduğunu haykırdığımız
1 Mayıs meydanlarından geliyoruz. Biliyoruz ki barbarlığın karanlığı ancak işçi sınıfının devrimi ile yırtılacak.
Tüm liselileri karanlığa karşı örgütlenmeye, DLB’yi
güçlendirmeye çağırıyoruz.
Devrimci Liseliler Birliği
3
Liselilerin Sesi
Gericiliğin barbarlığına karşı...
“Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa?
(Nasıl da asıldı yüzü herkesin!)
Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar,
neden herkes dalgın dönüyor evine?
Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi.
ve sınır boyundan dönen habercilere göre,
barbarlar diye kimseler yokmuş artık.”
(Barbarları beklerken, Kavafis)
Patlayacak bombanın haberini bekledi toplum, barbarları bekler gibi. Yakınından gelecek tecavüz haberinin korkusuyla, bugün kim vurulacak diye bekledi.
Hangi arkadaşım işten atılacak diye bakındı etrafına.
Ev kirasının zamanının gelmesini, faturaların artan yükünü, ödeyemediği kısımların artışını ve sonunda kesilişini elektriğinin, suyunun, doğalgazının.. Çocuğunun
okulundan gelecek makbuzunu, diplomasını bekler
gibi bekledi. Sınırlardan gelen haberleri bekledi, hangi
sularda kim boğulmuş diyerek. Düşürülen uçakları izledi, insanların birbirlerini boğazlamalarını seyretti.
Tecavüzü örgütleyen sisteme karşı
Ekmek azaldı, sopa çoğaldı. Gelecek için kurulan
toz pembe hayaller vahşi kapitalizmin dişlileri arasında
parçalandı. Eğitim kurumlarından gelen haberler sistemin tüm pisliğini açığa çıkarıyor.
“Dindar ve kindar nesil” yetiştirme
projesini
uygularken sermaye
devleti
irinlerini toplayamıyor. Ahlaklarının bir karşılığı olarak eğitim
kurumları taciz-tecavüz kurumlarına dönmüş
durumda. Taciz
timlerinden
bahseden
sermaye
devleti
eğitim sistemini bir
4
taciz timi şeklinde işletiyor. İlkokullara kadar inen tacizlerin-tecavüzlerin gösterdiği tek bir şey var. Kapitalizm
ve eğitim sistemi bu tacizleri ve tecavüzleri örgütlüyor.
Ensar Vakfı’nın MEB ile olan protokolü bunun en
somut göstergesidir. Ensar Vakfı ile yapılan protokolde
“değerler eğitimi”nin bu vakıf tarafından verilmesi imzalanmıştır. Neyin değerlerini öğretecekleri çok açıktır.
45 öğrencinin cinsel istismar haberinin yanı sıra eski
vakıf başkanının cinsel istismar suçundan ceza almış olması da devlet erkanın neden bu vakfa sahip çıktığının
göstergesidir.
Eğitim sisteminin gericileştirilmesine yönelik adımların hızlandırıldığı bir süreçte cami ile okullar birleştiriliyor, “Cuma Genelgesi” ile saatler değiştiriliyor,
müfredatın içeriği tamamen sorgulamayan, biat eden
bir nesil yetiştirmeye uygun hale getiriliyor. Cihatçılık
övülüyor, tiyatro adı altında küçücük çocuklar sistemin
istediği bir nesil olarak yetiştiriliyor.
Tüm bu saldırıların sonrasında yetiştirilen dindar
nesil IŞİD olarak karşımıza çıkıyor. Tacizi de tecavüzü
de gericiliği de üreten bu sistemdir. Ne tek başına bir
kişi ne de vakıflardır. Ancak tüm bu gerici vakıfların kapatılması için mücadele etmek gerekiyor. Bu gerici örgütlenmeleri durduracak tek güç, karşısındaki kesimin
örgütlü olmasıdır. Ülkücüsünden dincisine kadar tüm
kesim ler bu tecavüzcüleri barındırıyor, besliyor ve yeri
geldiğinde Cansel için eylem yapacak liselilerin karşısına çıkarabiliyorlar.
Toplumda ve eğitim sisteminde açığa çıkan kokuşmuşluğun tek bir çözümü var: Devrim! Bu Tecavüzcüler yetiştiren bu iğrenç, aşağılık sistemi yıkmak
için Devrimci Liseliler Birliği olarak örgütlülüğümüzü
güçlendirmeliyiz. Barbarlığı bize yaşatan bu sisteme
birliğimizin gücüyle karşı durabiliriz.
Devrimci Liseliler Birliği
Liselilerin Sesi
“Ortadoğu kan gölü, Avrupa sessiz, Türkiye ise karanlık”
Dünya nereye,
biz nereye gidiyoruz?
Bugün ülkemizde ve dünyada faşizm etkisini artırıyor. Emperyalist kan emici devletler dün küçücük bir
oluşum olan IŞİD’i besleyip dünyanın ve Avrupa’nın
başına bela diye sardı. Avrupa’nın dört bir yanında bombalar patlar oldu. Ortadoğu kan
gölü, Avrupa sessiz, Türkiye ise
karanlık durumda.
Dünyanın her bir
yanı tüketim çağına iyiden iyiye
giriyor.
Hitler
Avrupası’nı
aratmayacak
derecede
bir
duyarsızlık
hakim
Avrupa
d e v l e t-lerind e .
Ayrıca
Ortadoğu,
Osmanlı’dan
bu
yana
kargaşadan,
kaostan başka
bir şey bilmiyor.
Amerika kıtası her
gün yolsuzluk, şiddet ve çatışmalarla çalkalanıyor. Afrika’da dinci örgütler
devletlere kafa tutacak düzeye geldi.
Fakat bugün ABD’deki seçimlerde faşist
Trump hala oy alıp belirli bölgelerde kazanıyorsa, bu,
kitlelerin yeni bir faşizm tehdidi altında olduğunu gösterir. Kapitalizm ise hala yüksek oranda etkisini göstear
riyor. Fransa’daki son çalışma yasası değişikliğinin ardından milyonlar ayağa kalktı. Çünkü kendi
kazandıkları hakları bugün devlet
alı
yeni bir tasarıyla ellerinden alıyor. Azami 10 saat olan
çalışma saatini 12
Faz
saate çıkarıyor. Fazla mesailerde beş
öde
kat daha az ödeme yapılacak.
18 yaşından
küçük çıraklık
eğitimi alan
çocukların
günlük 10
saate kadar
ça l ı ş a b i leceğini
öngörüyor ve yine
insanlık suçu
işliyor.
İşte
bu
kan
emici
emperyalist-kapitalist düzene
karşı,
işçilerin
ve
emekçilerin mücadelesi
kazanacak
diye
yol
haykırıyoruz. Yalnızca inanın yoldaşlar!
Ankara Kampüs Temel Lisesi’nden bir DLB’li
5
Liselilerin Sesi
Çürümenin resmi eğitim kurumlarında
İntihar değil, cinayet!
Cansel geçtiğimiz aylarda matematik öğretmeni Bayram
Özcan tarafından tecavüze uğradı. Okul yönetimi Cansel’in tecavüzü şikâyet etmesi üzerine olayın üstünü kapatmayı tercih
etti.
Genç kadın tecavüzcüsünü görmek istemediği için 17 Şubat
Çarşamba günü intihar etti. Tecavüzcü öğretmen okuldan kaçtı, Yozgat’ta yakalanıp gözaltına alınsa da okul yönetimi hala
olayın üstünü kapatmanın peşinde.
Cansel’in arkadaşı sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı
paylaşımda yaşananları açıkladı:
“Kayseri’de henüz 18 yaşındaki arkadaşım Cansel Buse Kınalı’ya matematik öğretmenimiz Bayram Özcan’ın tecavüz
etmesi ve okul yönetiminin Cansel’in şikâyetlerinin üzerinde
durmaması üzerine Cansel 4 gün önce Çarşamba gecesi polis
babasının silahıyla kafasına sıkarak intihar etti. İntiharından 2
gün önce kucağıma bayılıp ‘Ben kendimi öldürücem, kaldıramıyorum.’ diyerek ağlamasını ben de kaldıramıyorum. Bu zamana kadar saklamış olması, bu vicdan kaldırmayan olayı yeni
öğrenmemizi hiçbirimiz kaldıramıyoruz. Okul yönetimimiz işin
üzerini kapatmaya çalışıyor. Sizlerden tek ricam duyurabildiğiniz kadar duyurmanız, destek çıkmanız.”
Kocaeli Çayırova’da 3 yaşındaki çocuğa tecavüz
Kocaeli Çayırova’da yaşayan G.K, 19 Mart’ta 3 yaşındaki oğlunu “merdivenden düştüğü “ gerekçesiyle
hastaneye getirdi. Gebze Devlet Hastanesi’nde tedavi
edilen çocuğun vücudundaki morluklar ve bağırsaklarındaki yırtılma nedeniyle doktorlar tecavüzden şüphelendi.
Doktorların haber vermesi üzerine polis, G.K ve
birlikte yaşadığı M.Ç’yi gözaltına aldı. İkili çıkarıldıkları mahkeme tarafından, Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek
sonuçlara göre adli kontrol şartıyla serbest bırakıldılar.
3 yaşındaki çocuk ise 11 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra hastanede hayatını kaybetti.
“Çığlık atmadı tahrik vardı”
İstanbul’da Down Sendromlu kızına tecavüz edip
hamile kalmasına neden olan babaya 15 yıllık ceza veren mahkeme kararının, Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin
“bekaretin bozulmadığı” yönündeki raporuyla “basit
cinsel istismar” denilerek bozulduğu ve ceza indirimi
istendiği davada, tecavüze uğrarken “çığlık atmadı,
tahrik vardı” gibi gerekçelerle cezada indirime gidildi.
6
Karaman’da lise öğrencisine taciz
11’inci sınıf öğrencisi Ş.B., ailesine, müdür yardımcısı M.Ç.’nin kendisine tacizde bulunduğunu iddia
etti. Ailesi de durumu polise bildirdi. Ailenin şikayeti
üzerine M.Ç. aynı gün ifadesi alınmak üzere Emniyet
Müdürlüğü’ne götürüldü. Kız öğrencinin “Ergenlik
dönemindesin, cinsel ihtiyaçlarını karşılayabilirim”
şeklindeki iddiasını kabul etmeyen M.Ç.’nin, ifadesinde; Ş.B.’yi kızıyla birlikte okuduğu için tanıdığını, daha
önce odasına gelip ailevi sıkıntılarından bahsettiğini,
yine olay günü de öğrencinin odasına gelip rahat tavırlar sergilediğini, kendisine küs olup olmadığını sorması üzerine de cinsel içerikli konuşmalar olduğu sürece
küs olmayacağını söylediğini, bunun üzerine de kendisinden etkilendiğini söylediğini ve tacizde bulunmadığını ileri sürdüğü öğrenildi.
Öğrenci Ş.B.’nin ses kaydına aldığı aralarında geçen
konuşmanın dinletilmesi üzerine M.Ç.’nin suçunu itiraf
ettiği iddia edildi. M.Ç., polisteki ifadesinin ardından
serbest bırakılırken, Cumhuriyet Savcılığı tarafından
yürütülen soruşturmanın da devam ettiği belirtildi.
Liselilerin Sesi
an yansmaları...
4. sınıf öğretmeni, 15 kız öğrenciyi taciz etti
Bizim Kocaeli gazetesinden Uğur Enç’in haberine göre, Barbaros İlkokulu’nda eğitim vermek üzere 2. dönem kente gelen sınıf öğretmeni T.Ö., 4.
sınıf öğrencilerinin derslerine girmeye başladı. Kısa süre sonra kız öğrencilere
aşırı yakın ilgi gösteren T.Ö., erkek öğrencilere ise şiddet uygulamaya başladı.
Erkek öğrencilere kalem fırlatan T.Ö., kimi öğrencileri de tekmeliyordu.
Geçtiğimiz gün ise bir öğrenci yaşadıklarını kuzenine anlattı. Öğrencinin
anlatımları sonrasında olay ortaya çıktı. Konuyla ilgili diğer velilerle irtibata
geçen öğrencinin ailesi herkesi hareketi geçirdi. Bütün sınıf velileri çocuklarıyla konuştu ve olayın detaylarını öğrendi. Veliler önceki gün okula giderek sınıf
öğretmeni T.Ö.’den şikayetçi oldu. Öğlen saatlerinde hem okul idaresine hem
de karakola şikayet dilekçelerini sunan veliler öğretmenin görevden alınmasını ve hakkında cezai işlem uygulanmasını talep etti. Bu sırada kimi veliler öğrencilerinin taciz edilmesini içine sindiremedi ve T.Ö.’yü darp etti. Darp edilen
öğretmen hakkında soruşturma başlatıldığı öğrenildi.
Ensar Vakfı’nda 45 çocuğa tecavüz
Karaman merkezde bir okulda görev yapan ve bunun yanı sıra Ensar Vakfı
ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’ne (KAİMDER) yakın kişilerin kiraladığı evlerde de ders veren
M.B., bir öğrencinin şikayeti üzerine gözaltına alındı.
Aileleriyle birlikte Karaman Devlet Hastanesi’ne giden sekiz öğrencinin uğradığı istismar, doktor raporuyla belgelendi.
Öğretmenin toplamda 45 erkek öğrenciye cinsel istismarda bulunduğu öne
sürüldü.
Savcılıkta ifadesi alınan M.B., çıkarıldığı mahkemede tutuklanarak cezaevine gönderildi. Savcılık, dava dosyası hakkında gizlilik kararı alırken, Karaman
İl Milli Eğitim Müdürü Asım Sultanoğlu, öğretmen hakkında idari soruşturma
başlatıldığını açıkladı. Olayın hemen ardından yayın yasağı getirildi.
Erzurum’da lise öğrencisine taciz
Pasinler Anadolu Lisesi’nde Müdür Yardımcısı olarak görev yapan
35 yaşındaki E.T., iddiaya göre geçen Mart ayında arkadaşının kızı
da olan öğrencisi G.K.’ya WhatsApp üzerinden mesajlar göndermeye başladı. Bu yıl Erzurum’dan
nakille ailesinin yaşadığı Pasinler
İlçesi’ne gelen G.K. ile sohbet
etmeye çalışan E.T., “Çok güzelleşmişsin, iyi olmuşsun. Okulun
önünden erkekleri gönderemeyiz
artık. Kız fotoğraf ne güzel öyle,
nazar değer demedi deme. Sana
bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalacak, söz mü? Aramızdaki
mesafeyi
kaldıralım.
Ancak
tepkiden korkuyorum. Arabaya
binmiş olsaydın, o zaman cesaretim gelmişti söylemeye” diye
yazışma yaptı. Öğretmenin yazdıkları karşısında tepki veren öğrenci, 15- 20 gün boyunca süren
bu yazışmalardan rahatsız oldu
ve ailesine “Beni okuldan alın. Artık gitmek istemiyorum” dedi.
Yaşadıklarını ve yazışmaları annesine anlatan genç kız, kayıtlı
yazışmalarla 31 Mart günü Pasinler İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne
giderek Müdür yardımcısı E.T.’den
şikayetçi oldu. Yapılan başvuru
üzerine E.T., 1 Nisan günü gözaltına alınarak savcılığa çıkarıldı.
Yazışmaların cinsel taciz veya
sarkıntılık amacıyla olmadığını
öne süren E.T. suçlamaları kabul
etmedi. Müdür yardımcısı E.T.
savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı. Ancak müdür yardımcısı, aynı anda başlatılan idari
soruşturma kapsamında Pasinler
Kaymakamlığı tarafından açığa
alındı.
7
Liselilerin Sesi
Bu pisliği devrim temizler!
Taciz, tecavüz, şiddet, geleceksizlik= Kapitalizm
Okullarımızda taciz timleri kuran, kız öğrencilerin etek boylarına karışan, kızlı-erkekli oturulmaz
deyip ahlak bekçisi (!) kesilen sistem, okullarda yaşanan taciz-tecavüz olaylarının üstünü kapatmak için
elinden geleni yapıyor. Ensar Vakfı’nda yaşanan olayların ardından, basına birçok
çocuk tacizi-tecavüzü
haberi yansıdı. AKP
hükümeti
dört
bir koldan Ensar
Vakfı’nı koruma altına almaya çalıştı.
Çocukların, gençlerin yaşadığı travmaları düşünmek
yerine vakfı düşünmeye başladılar. Bu da
yetmedi okullarda çocuk
gelişimci yerine din görevlisinin bulunması gerektiğine dair açıklama yaptılar.
Çocuklar,
gençler
evde,
okulda,
yatılı
kaldıkları
yurtlarda
savunmasız bir durumda
saldırıya
uğruyor.
Dini vakıfların çocuk
istismarını meşrulaştıran
açıklamaları, “bir kereden bir şey olmaz!”
söylemleri
olayların yaşanmasını
8
neredeyse olağanlaştırıyor. Bir babanın kendi çocuğundan şehvet duymasını meşru gören ve bunun için
fetvalar yayınlayan bu sistemde yaşanan olaylar sıradan gibi görünüyor. Yargının “saygın tutum, haksız tahrik, iyi hal indirimi” gibi tecavüzcüleri koruyan tutumları, çürümüşlüğü her geçen dönem artırıyor. Yapılan
açıklamalar ve yayınlanan haberlerden de görüyoruz ki
çocuk istismarı, okullardaki taciz-tecavüz olayları tahminlerimizin çok daha ötesinde bir durumu gösteriyor.
Dinci gericiliğin etkisi, insanların duygularını baskı
altına almaya çalışması yozlaşmayı beraberinde getiriyor. Bu yozlaşmayla birlikte kültürel ve ahlaki tükenmişlik gün geçtikçe artıyor. Bu da yaşanan olayların sıklaşmasını bir parça açıklıyor.
Çocuk istismarı bu ülkede çok boyutlu yaşanıyor!
Çocuk istismarı dendiğinde tek başına cinsel saldırı
ve sapkınlıkları düşünüyoruz. Bunun yanı sıra çocukların erken yaşlarda ve fiziksel yapılarına uygun olmayan
koşullarda çalıştırılmaları, eğitim hakkından yoksun olmaları, şiddete maruz kalmaları ve her şeyden önemlisi onların da birer birey olduklarının, düşünüp, kendi
haklarında karar vermelerinin hiçe sayılması en büyük
istismarı oluşturuyor. Ayrıca küçük yaşta evliliğe zorlanan çocukların da istismara uğradığını düşünmek ve
bunun için çocuk evliliklerini de bu kapsamda almak
gerekiyor. Bu istismar çeşitlerinden en ahlaksız ve iğrenç olanını ise cinsel saldırı oluşturuyor.
Bu pisliği devrim temizler!
Dibine kadar pisliğe batmış, çürümüş bu düzenden
ancak toplumsal ve köklü bir değişimle kurtulabiliriz.
Tacizi-tecavüzü-istismarı meşru gören, sömürü çarkları arasında alınterimizi çalan, bizleri bilimsel eğitimden uzaklaştıran, düşünmeyen, sorgulamayan, itaat
ettirmeye çalışan, bedenimizi ve emeğimizi
birer metaya dönüştüren bu sisteme karşı
mücadeleyi büyütmeliyiz. Yaşamın her alanında yozlaşmaya ve çürümeye karşı birliğimizi güçlendirmeli ve örgütlülüğümüzü
arttırmalıyız.
Liselilerin Sesi
Gece dışarda, minibüste, sokakta...
Peki Okulda ne işi vardı?
Öylesine kirli bir dönemden geçiyoruz ki her
sabah gözümüzü açtığımızda acaba bugün hangi
okuldan taciz-tecavüz haberi gelecek diye düşünebiliyoruz.
İlk önce öğretmeni tarafından tecavüze
uğramasının ardından intihar eden Cansel ile
gündeme oturdu tecavüz haberleri. Çok geçmeden
Karaman’dan geldi düzen pisliğinin haberi. Ensar
Vakfı hocasının onlarca çocuğa tecavüz ettiğinin
duyulmasının ardından bakanlardan, milletvekillerinden ardı ardına Ensar Vakfı’nı sahiplenen şuursuzca açıklamalar duyduk. Öyle ki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, Ensar
Vakfı için “bir kere rastlanmış olması hizmetleri
ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak
için gerekçe olamaz” diyebildi. Böylece düzenin
kirli kurumlarından biri olan Ensar Vakfı’nı koruyup kollamanın, çocukların psikolojisinden daha
önemli olduğunu göstermiş oldu bizlere.
Elbette ki bu bakanların, milletvekillerinin Ensar Vakfı’nı bu denli desteklemeleri şaşırılacak bir
durum değildir esasında. Zira geleceğin işçisini-emekçisini yetiştiren
bu kurumlar düzenin
gelecekte istediği insan modelini yaratmaktadır.
Düzen,
istediği
insan modelini sadece dış kurumlarıyla değil, eğitimi
de kendi çıkarları
doğrultusunda
kullanarak
bunu
gerçekleştirmektedir.
Okullarımızda kimya,
fizik, matematik gibi
derslerden
ziyade
dolusuyla dini dersler
görmemiz, imam hatiplerin bu denli yaygınlaşması
da aynı kaygının ürünüdür. Çalıştığı fabrikada kolu
kopsa “kader” deyip geçecek insanların yaratıcısı
işte bu kurulu düzendir. Korudukları bu çürümüş
düzenden başka bir şey değildir!
Artık 3 yaşındaki çocukların dahi düzenin yarattığı sapıklardan pay aldığı bir dönemden geçmekte, ülkenin diyanet bakanının “bir babanın öz
kızına şehvet duyması haram değildir” dediği bir
ülkede yaşamaktayız.
Dün Ensar Vakfı bugün okullarımız; düzenin
yarattığı sapıklar yaşam alanlarımızda, her yerdeler.
Sistemin çürümüşlüğünden herkes kendisine bir
pay alabiliyor artık!
Bu düzen içerisinde bizler için onurlu bir gelecek söz konusu bile olamaz. Sessiz kalmak, yaşanılan bu olaylara destek vermenin bir biçiminden
başka bir şey değildir. Taciz-tecavüz bizlerin sözde “2. yuvası” olarak nitelenen okullarımıza kadar
geldiyse, bu mücadelenin en ön saflarında da biz
liseliler olmak zorundayız!
Küçükçekmece’den bir DLB’li
9
Liselilerin Sesi
Çürümüş düzene karşı mücadeleye!
Okullarda taciz-tecavüz olayları yaygınlaşıyor!
Gün geçmiyor ki bir cinsel istismar haberiyle daha
karşılaşmayalım. Karaman’da Ensar Vakfı’nda çalışan
bir öğretmenin onlarca çocuğa taciz ve tecavüz ettiğinin ortaya çıkmasının ardından taciz-tecavüz haberlerinin arkası kesilmiyor.
Bu seferki taciz skandalı İstanbul’un en büyük meslek liselerinden biri olan İMMİB Erkan Avcı Mesleki ve
Teknik Anadolu Lisesi’nde yaşandı. Ocak ayında, 20152016 eğitim öğretim döneminin son günlerinde yaşanan olay şöyle gerçekleşmiş: Müdür yardımcısı M.Y. bir
sınıfta yaşanan hırsızlık olayının savunmasını almak için
bir kadın öğrenciyi yanına çağırıyor. Bu sırada öğrenciye
cinsel içerikli hikayeler anlatmaya ve videolar izletmeye başlıyor. Müdür yardımcısının tacizi sürdürmesi ve
öğrenciye dokunmaya çalışmasının ardından kadın öğ-
10
renci odayı terk ediyor. Uğradığı tacizi bir süre kimseye
anlatamayan öğrenci, Cansel Buse Kınalı olayının ortaya çıkmasıyla başlayan tepkiden cesaret alarak ilk önce
okuldan bir öğretmenine, ardından annesine anlatıyor.
Öğrencinin annesinin okula gelip şikayette bulunmasıyla konu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne taşınıyor.
Olayın İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, ardından savcılığa kadar gitmesine ve okuldaki sendikalı öğretmenler müdür yardımcısının okuldaki görevine son verilmesine dair talepte bulunmasına rağmen tacizci müdür
yardımcısı okuldaki görevine devam ediyor. Daha sonra
gelen tepkiler üzerine tacizci öğretmen zihinsel engelli
öğrencilerin eğitim gördüğü Kazım Beyaz Özel Eğitim
Mesleki Eğitim Merkezi (Okulu)’ne atanıyor. Yani karşı
karşıya kaldıkları taciz-tecavüz olayları karşısında tepki
ortaya koyamayacak öğrencilerin olduğu bir okula!
Yaşanan bu olay günlerdir arkası kesilmeyen taciztecavüz haberlerinden sadece bir tanesi. Biliyoruz
ki böyle olayların yaşanmadığı okul sayısı çok azdır.
Bunun sebebi apaçık karşımızda durmaktadır. Düzen
mahkemelerinde tacizciye-tecavüzcüye göstermelik
cezalar veren, mahkemeye takım elbiseyle ya da sarıkla gelmesinin ardından ceza indirimlerinde bulunan,
devletin diyanet bakanlığının “Bir baba kızına şehvet
duyabilir” açıklamalarını yapabilecek kadar sapık zihniyetlerini ortaya döken, bu düzenden başkası değildir.
Cezasızlık cesaret verirken, Cansellerin ardı arkası kesilmemektedir.
Devrimci Liseliler Birliği olarak biliyoruz ki bu çürümüş düzen alaşağı edilmediği sürece okullarımızda
yaşadığımız taciz-tecavüz olaylarının ardı arkası kesilmeyecektir. Tüm liselilere çağrımızdır: Bugün yaşanan
tüm bu olaylara karşı sessiz kalmamız demek yeni
Cansellerin, Özgecanların katline davetiye çıkarmak
demektir. Canseller artık son bulsun diyorsak, bunun
tek yolu devrim ve sosyalizm mücadelesindedir. Okullarımızda, sokaklarda, kısacası yaşam alanlarımızda yaşanan taciz-tecavüz olaylarına karşı, cinsiyetçi eğitime
karşı mücadele edelim, sessizliğe çığlık, karanlığa ışık
olalım!
Devrimci Liseliler Birliği
Liselilerin Sesi
Bizden bize...
Ankara DLB, ODTÜ’nün düzenlediği bir bilim yarışmasına katılıyor
DLB’liler çevreye zarar vermeyen, yenilenebilir su, yenilenebilir elektrik teması adı altında 25 Mayıs’ta projelerini sunacaklar. Kapitalizm gerek su gerek enerji kaynakları üzerinden insanları sömürüyor. İhtiyaçtan daha fazla
doğalgaz, su, elektrik tüketiyor.
Zaten aylık bir asgari ücret ile hesaplandığında uygun bir miktar çıkmaması da cabası. İnsanların hemen her
yerde her türlü sorununa çözüm arayan liseliler, insan enerjisi ile elektrik ve su elde etmenin ön projesini ve alt
yapısını oluşturdular bile!
Ankara Öğretmen Necla Kızılbağ Anadolu Lisesi’nden bir DLB’li
Çünkü apolitik bir vicdan
hiçbir şeye yaramaz!
Ne yapmalı?
Merhaba, ben Taşdelen İMKB Teknik ve Endüstri Anadolu Lisesi’nde okuyorum. Okulumuz teknik
lise olduğu için ders saatlerimiz oldukça uzun ve
bu yüzden okuldan hep çok geç saatte çıkıyoruz.
Sabah ders başlama saatleri ise düzensiz. Okulumuz kalabalık olduğundan ders yapılması için sınıf
bulunamıyor. Okuldan çıktıktan sonra sosyal faaliyetler vb. için hiç zamanımız kalmıyor. Derslerin
geç bitmesi üzerine bir de adına seçmeli dedikleri
zorunlu dersleri görüyoruz ve bu derslerin ödevleri için çok vakit harcıyoruz.
Bu kadar ders görmemize rağmen üniversitede
istediğimiz bölüme giremiyoruz. Bu eğitim sisteminin değişmesi için hep birlikte mücadele etmeli,
bu düzene son vermeliyiz.
Sarıgazi’den LS okuru
14 yaşındaki arkadaşımız Berkin’in ölümüyle
birlikte bir farkındalık oluştu bende. Daha öncesinde Gezi olayları ve katledilen insanlar bir uyanış
süreci başlatmış, beni düşünmeye sevk etmişti.
Berkin’in ölümünden sonra bir şeyler yapmam gerektiğini, sesimi çıkarmadığım sürece devamının
geleceğini biliyordum artık. Başlarda duygusal bir
yaklaşımdı bu. İnsanlık dışı şeyler yaşanıyor, biliyorsun ama ne yapman gerektiğini bilemiyor ve
üzülmekten başka bir şey yapamıyorsun.
Berkin’i anmaya gittiğimiz 11 Mart günü örgütlenmek gerektiğini düşündüm. Kafamdaki soruları sorabilmek, bir arada mücadele etmemiz,
manifesto gibi kitapları okumamız insanlığa olan
inancımı güçlendirdi. Bireysel olarak elden bir şey
gelmeyeceğini kavradım. Duygusal olarak başladığım mücadeleyle bağımı ideolojik olarak da kurdum. İdeolojik olarak güçlenmek önemli, çünkü
örgütlenmenin önünde birçok engel var. Bu bilince sahip olunca engellerin eski zorluğu kalmıyor,
inancımız kuvvetleniyor. Örgütlenmek, ideolojik
bilince sahip olmak gerekli, çünkü apolitik bir vicdan hiçbir şeye yaramaz.
Örgütlenmek nasıl bir şey diye soruyorum kendime? İnsanlık adına bir şeyler yapmak ve hiçbir
şey yapmadığın zaman kendini sorumlu ve suçlu
hissetmek… Örgütlendiğin zaman kendinde olan
değişimin toplumda da olacağını öğreniyorsun,
görüyorsun. Yalnız olmadığını biliyor ve hissediyorsun.
Üsküdar’dan bir DLB’li
11
Liselilerin Sesi
Bir tarihsel birikimin üzerinde
Türkiye’nin ‘60’lı yıllarına baktığımız zaman, net
bir biçimde bir burjuva sosyalist hareket görüyoruz.
Aslında görkemli bir dönemdir, ‘60’lı yıllar. Türkiye’de
bir sol uyanış dönemidir. Sosyalizmin büyük heyecanlar yarattığı, sosyalist olmak iddiasındaki politik akımların toplumla yüzyüze, düzenin resmi güçleriyle karşı
karşıya geldiği, kendini bir kuvvet olarak hissettirebildiği bir dönemdir. Solun ilk kez olarak kitleselleştiği bir
dönemdir. Bu gerçek bir heyecan ve coşku dönemidir.
Bence Türkiye’nin sol ve sosyalizm konusunda samimi
heyecanları ve coşkuları yaşadığı bir dönemdir, ‘60’lı
yıllar. Ama bu aynı zamanda, marksist bilincin ışığında
devrimci açıdan bakıldığında, çok da yüzeysel bir dönemdir. Çünkü bu dönemin soluna çok büyük ölçüde
orta sınıf aydınları damgasını vurmaktadır. Mücadele
edenler alt sınıflar oldukları halde, o dönemin bilinci
çok büyük ölçüde YÖN, MDD ve TİP’de ifadesini bulan
orta sınıf aydınları tarafından oluşturulmaktadır. Bu dönemin ideolojik görüşlerine, programlarına, mücadele
platformlarına baktığımız zaman, düzenin ve düzen
kurumlarının aşılamadığını görmekteyiz. Biz burjuva
sosyalizmi derken de bunu kastetmekteyiz. İşin özünde
düzeni kendi temelleri üzerinde reforme etme programlarıdır bunlar.
‘60’lı yıllar burjuva sosyalizminin damgasını vurduğu bir dönem oldu ve bu dönem ‘71 Devrimci Hareketi’nin çıkışıyla kapandı. ‘71 Devrimci Hareketi yeni
dönemin, devrimci küçük-burjuva radikalizminin, aynı
anlama gelmek üzere küçük-burjuva sosyalizminin doğuşunu işaretler. Bilindiği gibi biz, ‘71 Devrimci Hareketi’ni Türkiye’nin reformist geleneğinden devrimci bir
kopuş olarak değerlendiriyoruz. Buradaki devrimci kopuş, ‘71’in devrimci akımlarında/örgütlerinde ifadesini
bulan küçük insan gruplarının silahlanarak dağa çıkması ya da şehir gerillacılığı yapması değildir hiç de. Kopuşun kendisi asıl anlamını bu akımların ideolojik-politik
12
bilincinde bulmaktadır. Bu akımlara baktığımızda, bunların devlet konusunda, devlet yıkıcılığı konusunda, düzenin daha temel noktalardan reddi konusunda, düzen
kurumlarının karşıya alınması konusunda radikal bir
ideolojik-politik tutum içerisinde olduğunu görüyoruz.
Kopuşa asıl anlamını veren de bu zaten. Yoksa küçük
insan gruplarının silahlanarak dağa çıkmış olması ya da
kentlerde bir takım silahlı eylemler yapmış olması değil. Bunların sembolik politik-pratik anlamı var yalnızca.
‘71 Hareketi, kendinden birkaç yıl sonra görkemli bir
büyüme yaşayacak büyük devrimci akımlara kaynaklık
etti. Ve kalıcı olan yan hiç de küçük insan gruplarının
Liselilerin Sesi
yükseliyoruz
silahlı eylemi olmadı. İşin bu bireysel şiddete dayalı eylem çizgisi yanı daha ‘74 yılında geride kalmış, aşılmıştı.
Bu ancak o dönem Türkiye’sinde, ‘70’li yıllarda fazla bir
ciddiyeti olmayan bir takım küçük grup ve çevreler tarafından sürdürülmek isteniyordu. Oysa ‘71 Hareketi’nden köklenen asıl akımlar büyük kitlesel mücadelelerin
içerisinde kendilerini buldular. Kitle çizgisine oturdular.
Büyük kitle eylemlerinin bir parçası, yer yer öncüsü
haline geldiler. Demek ki kalıcı olan, küçük insan gruplarının silahlı eylemleri değil. Devrimcilik orada hiç de
devlete silah çekmekten ibaret değil. Devlet ve düzen
kurumlarını karşıya alan, şiddete dayalı devrim fikri-
ne bağlılık gösteren bir ideolojik ilerleme sözkonusu.
Devlet ve devrim konusunda bir ilerleme var, kopuşun
ideolojik-politik özü, ifadesini asıl olarak burada bulmaktadır. ‘60’lı yılların sol akımlarına, burjuva sosyalizminin temsilcisi bu akımlara baktığımızda, olmayan da
bu zaten.
‘70 yıllar, bu temel üzerinde ortaya çıkan ve ‘70’li
yıllara egemen yaygın küçük-burjuva hareketliliği içinde
kendini bulan küçük-burjuva sosyalizmi dönemi oldu.
Küçük-burjuva sosyalizmi de kendi çapında görkemli
bir dönem yaşadı, gelişip serpildi. Fakat sonuçta o da
gelişmesinin sınırlarına vardı. Belli bir noktadan sonra
da karşı-devrimin sert karşı saldırısıyla yüzyüze kalarak
yenilgi ve yıkımla sonuçlandı. Ve ‘80’lerin ortası, bu yenilginin, bu yıkımın çok da rastlantı olmadığını, sözkonusu olanın basit bir karşı-devrim yenilgisi olmadığını,
bu hareketlerin yapısal zaafiyetleri, açmazları temeli
üzerinde bu denli yıkıcı ve tasfiyeci etkisini gösterdiğini
ortaya koydu. Yine ‘80’lerin ikinci yarısı, küçük-burjuva
hareketliliğinin artık geçmişteki biçimiyle tekrarlanamayacağına da tanıklık etti.
Dolayısıyla, ‘60’lı yıllar orta sınıf sosyalizminin, bu
anlamda burjuva sosyalizminin gelişip serpilmesi dönemi olduysa, ‘70’li yıllar da küçük-burjuva sosyalizminin
gelişip serpilmesi dönemi oldu. Ve ‘80’li yıllar, bu her iki
sosyalizm türünün ürünü olan akımların yenilgiyi yaşadıkları ve dağılma süreçleriyle yüzyüze kaldıkları bir evreye tanıklık etti. Biz işte tam da bu dönemde, ‘80’lerin
ikinci yarısında, siyasal mücadele sahnesine doğduk.
Ve bir dönemin, burjuva ve küçük-burjuva sosyalizmlerinin birbirlerini izleyerek sırayla damgasını vurdukları
bir dönemin kapandığını ve artık proletarya sosyalizminin damgasını vuracağı dönemin başladığını ilan ettik.
***
(TKİP Kuruluş Kongresi Açılış Konuşması’ndan...
Partinin Adı ve Amblemi, Eksen Yayıncılık, s.32-38)
31
Liselilerin Sesi
Sevdaları uğruna ölümü yiğitçe göğü
Türkiye topraklarında hep var olmuştur barbarlığa
karşı direnen, ölüme yürüyen yiğitler. Demirci Kawa’dan
Şeyh Bedrettin’e, Mazlum’lara, Mahir’lere, İbolara ve
sevdaları uğruna darağaçlarında sehpaları tekmeleyen
Denizler’e kadar. Ve var olmaya devam edeceklerdir, o
büyük zafer kazanılana kadar.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan… Bu üç
yiğit devrimcinin ölümsüzleşmelerinin ardından tam
44 yıl geçti. Fakat bugün hala onların inandıkları devrim
ve sosyalizm davası, bıraktıkları devrimci mirası sahiplenen biz devrimciler tarafından sürdürülüyor.
Şimdi tarihin hiç tozlanmamış sayfalarını bir
aralayalım...
60’lı yıllar dünyada işçi sınıfının ayağa kalktığı, ezilen
halkların kurtuluş mücadelelerine giriştiği ve dünyanın
Sovyetler Birliği’nden aldığı güçle sosyalizm alternatifinin arttığı bir dönemdir. Türkiye’de aynı dönemler sosyal uyanışın yaygınlaştığı, toplumsal muhalefetin hızla
gelişip kabardığı bir dönemdi. İşçi sınıfı ve emekçiler
Türkiye tarihinde ilk defa bu dönemde bu kadar kitlesel
14
bir şekilde eylem alanlarında, grevlerde, direnişlerde,
toprak işgallerinde sözünü söylemeye, sola ve sosyalizme yakınlaşmaya başlamıştı.
Bu dönemde aynı hareketlilik içinde olan devrimci
gençlik Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) içinde örgütlenmişti. 1965 Aralık ayında kurulan FKF, daha sonrasında 1968’li yıllarda adını Dev-Genç olarak değiştirdi.
Aynı yıllar içerisinde gençliğin mücadelesinin çekim
merkezlerinden biri olarak ortaya çıkan Türkiye İşçi Partisi (TİP) gençliğin devrim ve sosyalizm özlemini karşılayacak nitelikte değildi. Düzenin sınırlarına hapsolan bu
parti, gençliğe dar geliyordu ve gençlik önderleri birer
birer bu partiden ayrıldı. İleriye doğru atılan bu adım,
genç devrimcileri kendi örgütlenmelerini kurmaya
yöneltti.
Bu çürümüş düzenden köklü bir kopuşun ifadesi
olan ‘71 devrimci çıkışının ardından THKO, THKP-C ve
TKP-ML/TİKKO gibi illegal hareketler dönemin devrimci
gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın öncülüğünde kuruldu. Düzenin sı-
Liselilerin Sesi
üsleyen 3 yiğit!
nırlarını hepten aşan bu hareketler, düzenin temellerini
sarsan devrimci eylemler gerçekleştirerek ,sosyalizm
korkusuyla titreyen sermaye devletini kendi düzenini
koruması için önlem almaya zorladı. ‘71’de 12 Mart askeri-faşist darbe gerçekleşti. Darbenin ardından adeta
devrimci avına çıkıldı. Toplumsal hareketliliği, devrimci
fikirleri, kitlelerin sosyalizm isteğini bastırmak için önce
devrimcileri yok etme isteği ile işe başlayan sermaye
devleti zindanları devrimcilerle doldurdu.
Sadece gözaltına almak, tutuklamak yetmiyordu.
Toplumu susturmak için devrimcileri-ilericileri katletmesi geriyordu. Bugüne kadar en hünerli olduğu işe
girişti; hunharca saldırmaya-katletmeye başladı.
İşçi sınıfının grevlerine, köylülerin toprak işgallerine
bulundukları üniversitelerden destek olan gençlik
önderleri Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan Nurhak yolunda, Şarkışla’da yakalandılar ve tutsak edildiler. Hüseyin
İnan aynı günlerde bir evde yakalandı. Haklarında çıkarılan idam kararına karşı, siper yoldaşlığının en güzel destanını yazan Mahirler ve Cihanlar ise 30 Mart
1972’de Denizler’i kurtarmak için giriştikleri eylemin
ardından Kızıldere’deki bir evde çembere alındılar.
Devletin kolluk güçlerinin teslim olun çağrılarına “Biz
buraya dönmeye değil ölmeye geldik” yanıtını verdiler
ve hunharca katledildiler. Ancak devrimci önderlerin
evlerinde, sokak ortalarında katledilmesi kâr etmiyordu. Hareket dalga dalga yayılıyor, üstelik güç kazanıyordu.
Ve 1972 yılının 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecesinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan... Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Hapishanesi’nde devrim
için çarpan üç yiğit yürek susturulmak istendi ve idam
edildi. Ama düzenin sahipleri toplumu susturmayı başaramadılar. Denizler soluk oldular devrim mücadelesine ve kendilerinden sonra gelen nice yiğit devrimcilere.
Denizlerin Yolu Devrime Çıkar!
Denizler Yaşıyor DLB Savaşıyor!
G. İmran
15
Liselilerin Sesi
“Mayıs mayıs kanlı mayıs”
“Sabahın bir
sahibi var!”
Mayıs ayı baharın yakınlığını müjdeliyor. Kıyımların,
katliamların içerisinden direnişe bir davet yükseliyor.
Geleceği görenler, kuşların gelişini bilenler bu karanlığın çok uzun gitmeyeceğini seziyor. Bir halay tutturuyor halklar el ele verip.
Tarihimizin devrimci önderleri bir bir yolumuzu
aydınlatıyor. Denizler yağlı urganların, tekmelenen
sehpaların cüretini aşılıyor. İbo işkencecilerin suratına tükürüyor, Haki Karer’den Dörtler’e bir kıvılcım
çakıyorlar zindanlarda teslimiyet karşısında. Nurhak
şehitleri Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga
bayraklaştılar. Denizler idam sehpasında, İbo işkence
tezgahında, Haki Karer Antep sokaklarında, Dörtler Diyarbakır zindanlarında, Nurhak şehitleri dağlarda kavganın kızıl çiçeğini kanlarıyla suladılar.
Nurhak sana güneş doğmaz!
‘68 Gençlik Hareketi’yle başlayan süreci devrimci
kopuş halkasına taşıyan, devlete karşı direniş geleneğini yaratan, yurtsever kimliğini sosyalizm bilinciyle
taşıyanların anlaşılmasıyla Mayıs ayı anlaşılabilir.
Türkiye topraklarında emperyalizme karşı biriken öfkenin taşıyıcıları Malatya Kürecik’teki Amerikan
Radar üssüne eylem için yola çıkmışlardı. 31 Mayıs
1971’de Nurhak’ta karşılaştılar düşmanla son mermilerine kadar çatışmadan geri durmadılar. Devlet onları
ancak katlederek alabildi. Bugün Amerikan emperyalizmi yine Malatya’da. Füze kalkanıyla Ortadoğu halklarına karşı saldırıları için yeni üsler kuruyor.
Antep sokaklarında bir Karadenizli Haki Karer
Haki Karer ise diğer hedefler gibi katledilmesiyle tek
bir insanı yok etmek değil tüm devrim mücadelesine
zarar vermek güdüsüyle özel olarak seçilmiş bir hedefti. Haki Karer Karadeniz kökenli PKK’nin önder kadrolarından biriydi. Kendi kurtuluş kavgasını Kürt halkının
özgürlüğünden gayrı düşünmediği için hiç tereddütsüz
mücadele görevlerini omuzladı. İşçi ve emekçileri bölmek için kullanılan her argümana cevaptı Haki
Karer. Ne Kürt’tü ne de Alevi. Ama Antep’in emekçi
sokaklarında ezilen halkların, işçi sınıfının mücadelesi
için adım atmadık sokağı bırakmazdı. MİT tarafından
kontra-gerilla yöntemler devreye sokularak 18 Mayıs
1977’de katledildi. Ama Haki Karer unutulmadı.
Yurtsever hareketin her yeni kadrosu onun adına
16
duyduğu saygıyla kavgada
yerini aldı. 12 Eylül darbesinden sonra Diyarbakır
zindanı devletin tecrit
ve işkenceyle sistematik
saldırı altında tuttuğu bir
merkezdi. Direnişi, iradeyi
kırmak için her yol ve yöntemin
hayata geçirildiği bu zindanlarda Dörtler kendilerini yakarak
düşmana yanıt verdi. Diz çöktürmek için ölümle tehdit edilenlerin kendilerini yakarak karşı duruşu
göstermesi devletin yenildiği yerdi. Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin feda eylemi
için Haki Karer’in ölüm yıldönümünü seçmişlerdi. Tek
başına direnişi değil geçmişi de temsil ettiklerini söylemek için, Haki Karer’in yok edilemediğini, birken dört
olduğu göstermek için 18 Mayıs 1981 sabahında dört
anka kuşu küllerinden yeniden doğdu. Diyarbakır zindanlarında Dörtler, karanlığa yakılan meşale oldular.
Tarihimiz yürünecek yolu gösteriyor. ‘68 gençlik
hareketinin düzenden kopuşunu temsil eden Mayıs şehitleri yolumuzu aydınlatıyor. Bugün devrim şehitlerini
tek başına geçmişten yadetmek için hatırlayanlar türedi. Mayıs şehitlerinin yarattığı değerleri gölgelere iten,
nostaljiyle geçmişte yaşayanlara rağmen bu kavga hep
ileri yürüyor. Düzen bir yandan suç ve suçluyu övmek
yasasıyla devrimci önderlerin anılmasını engellemek,
engelleyemediği yerdeyse içi boş anmalarla geçmesi için çabalıyor. Burjuva medya düne kadar isimlerini
dahi yok saydığı devrimcilerin şimdi hayat hikayelerine yer veriyor. Ülkelerini sevmelerinden dem vuruyor.
Onları devrim savaşçıları olarak değil de birer idealist
olarak lanse ediyor.
Olması gerekense devrimci kimlikleriyle militan ve
direnişçi şehitlerimizin yaşamını gelecek kuşaklara aktarabilmektir. Düzenin sol maskeli partilerinden reformistlere kadar resimleriyle yürüyüp Onların yürüdükleri
devrim yolundan yürümeyenlere bayrağı devralanlar
olarak alternatif olmalıyız. Şehitlerimiz devrime ait
değerlerdir. Darağacında, zindanda, işkence tezgahında
bedel ödeyerek bugün kavgayı var eden koşulları yarattılar. Devrimci olmak tarihinden öğrenerek, geçmişin
dersleriyle hep ileriye yürümek savaşı sürdürmektir.
Onlara borcumuz devrim için mücadeleyi yükseltmektir.
(Liselilerin Sesi’nden kısaltılarak alınmıştır)
Liselilerin Sesi
“Şimdi bir
rüzgardır o,
dağlardan
eser İbrahim
yoldaş”
İbo olduk, geliyoruz!
“Seni anlamak, yaşamaktır.
Seni yaşamak, amansızlığa; kavga ve postal sesleri altında direngenliğe durmaktır.
Seni bilmek, yaşamı bilmek, silah omuzda toprağa
düşmektir.
Seni anlatmak, EYLÜL’lü günleri geçmişe yollamaktır.”
İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden
tam 41 yıl geçti. Diyarbakır’da vahşi işkencelerden
geçirilip katledilen İbrahim Kaypakkaya ser verdi, sır
vermedi. Dönemin reformist partisi olan TİP’in Deniz’ler Mahir’ler gibi İbrahim de amansız düşmanı oldu.
Parlamentarizme karşı şiddete dayalı devrim anlayışını savundu. Aynı zamanda pratikte de bu anlayışını savunmak için elde silah dağları mesken tuttu.
60’lı 70’li yıllarda toplumsal hareketlilik gelişmektedir.
Üniversite işgalleri, fabrika grevleri ve toprak işgalleri
gibi toplumun birçok kesimi devrime sosyalizme
yakınlaşmış ve mücadele etmeye başlamıştır. Hareketlilik kendi önderlerini de yaratmaktadır. Denizler
Mahirler gibi İbrahim Kaypakkaya ‘da bu hareketliliğin içinden çıkmıştır. O dönem işçilerin, emekçilerin,
gençlerin devrim ve sosyalizm umudunu boş hayallere
bağlayan, parlamentoyu tek seçenek olarak gösteren
TİP’i devrimci eleştiriye mahkum eden İbrahim Kaypakkaya, bu düzeni yıkmak için illegal silahlı mücadeleyi seçti. Bulunduğu her alanda devrimci mücadeleyi
sosyalizmi savunan İbrahim Kaykapaya fabrikalarda,
grevlerde, toprak işgallerinde işçilerin emekçilerin,
köylülerin yanında onlardan biri ve bir komünist önder
olarak her zaman yerini almıştır.
Toplumsal gelişmeyi boğmak için 12 Mart askeri
faşist darbesi gerçekleştirildi. 12 Mart faşist darbesi
topluma bir mesaj vermek için devrimci önderleri yok
etmek anlayışıyla hareket etti. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ve yoldaşları, Deniz, Yusuf ve
Hüseyin 6 Mayıs 1972’de darağacında, THKO önderlerinden Sinan Cemgil ve yoldaşları Nurhak dağlarında
katledildiler. Tüm bu gelişmeleri büyük bir devrimci duyarlılıkla izleyen İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil ve
yoldaşlarını ihbar eden muhtarı cezalandırdı. Bu eylem
İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci dayanışmadan ne
anladığını, siper yoldaşlığını nedenli önemsediğinin en
açık göstergesiydi.
O dönemde burjuva basınında yer alan haberlerde
İbrahim Kaypakkaya’nın bir grup yoldaşıyla TKP/ML’yi
kurduğu ifade ediliyordu. 24 Ocak 1973’te sermaye
devletinin kolluk güçleri bir köyü sardılar. Yiyecek almaktan dönenler arasında bulunan Ali Haydar Yıldız
baskını fark edip yoldaşlarını uyarmaya çalıştı. Girilen
çatışmada Ali Haydar katledildi.
İbrahim Kaypakkaya çatışmadan yaralı olarak
kurtuldu. Yaralı olarak gittiği bir köyde, gerici bir öğretmen tarafından ihbar edildi. Bunun üzerine Fehmi
Altınbilek katilinin komutasındaki güçler İbrahim Kaypakkaya’yı esir aldılar. İbrahim Kaypakkaya karlar ve
buzlar üzerinde yürütülerek ağır işkencelere uğradı.
Bu işkenceler nedeniyle on ayak parmağından dokuzu donan İbrahim Kaypakkaya’nın parmakları Diyarbakır’da kesildi.
18 Mayıs 1973… İbrahim Kaypakkaya’nın ölümüne
direnişine tanıklık eden işkenceci katiller, onu
katlettiler. Katledilmesini intihar etti yalanıyla gizlemeye çalıştılar. İbrahim Kaypakkaya vahşi işkenceler
karşısında bir an olsun sendelememiş, devrim davasına
duyduğu inançla düşmanın yüreğine korku salmıştı. O,
bu nedenle, faşist cellatlar tarafından katledilmişti.
Katillerin yaptıkları işkenceler karşısında söylediği
tek bir söz vardı: İbrahim Kaypakkaya; “Biz komünistler örgütsel çalışmamız ve yoldaşlarımız hakkında bilgi
vermeyiz. Size anlatmayı gerekli görmüyorum” diyerek
devrimci direniş geleneğinde önemli bir çığır açtı. Bu
tutum düşmanın yüreğindeki korkuyu büyüttü. Bu nedenle ölüsünden bile korktukları için otopsi bile yaptırmadılar.
Bugün İbrahim Kaypakkaya’yı anmak devrim ve
sosyalizm mücadelesini büyütmekten ,liselerimizde
sokaklarda İbo olup düzene karşı amansız bir kavgaya
girmekten geçmektedir.
17
Liselilerin Sesi
Kastaş’ta iki kadın işçi direnişe başladı!
Direnen Kastaş İşçilerini selamlıyoruz. Yolumuz işçi sınıfının yoludur!
Çiğli Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Kastaş Kauçuk fabrikasında sayı sistemi, kesintiler gibi sömürüyü yoğunlaştıran uygulamaların yanı sıra, kadın işçilere dönük cinsel kimliği aşağılayarak onursuzlaştırma
ve taciz gibi baskı koşullarına karşı örgütlenme çalışması yürüten iki kadın işçi 25 Mart günü işten atıldı. İşten
atılmanın ardından kapı önünde direniş başladı.
Başlattıkları imza metnini paylaşıyoruz.
T.C.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI’NA,
İşçi sınıfı ve emekçilere dönük saldırılara her geçen gün yenisinin eklendiği bir dönemden
geçiyoruz. Siyasal iktidar uyguladığı politikalarla bir yandan ülkeyi kan gölüne çevirirken öte
yandan bizi kölece çalışma ve yaşam koşullarına mahkum etmektedir. Azgın sömürü, ağır ve
yıpratıcı çalışma koşulları, güvencesizlik yetmezmiş gibi kıdem tazminatı hakkımız gasp edilmeye çalışılmakta, kiralık işçilik adı altında biz işçileri modern köleler haline getirecek uygulamaların önü açılmaktadır.
Bu politikalar önce biz işçi kadınları vurmakta, mobbing, taciz, ucuz ve yedek iş gücü olarak
görülmek, aynı işi yaptığı halde daha az ücret almak, aşağılanmak vb. gibi cinsel ezilmişliğin
getirdiği sorunlara bunlar da eklenmektedir.
İzmir Çiğli AOSB’de direnişe geçen Kardelen Yoğungan ve Sonay Tezcan tam da bu saldırı ve
sorunlara karşı direnişe geçmiş, böylece işçi kadınların yaşadığı sorunlara bir kez daha dikkat
çekilmesini sağlamışlardır. Bizler bu iki kadın direnişçinin yanında olduğumuzu ilan ederken
öte yandan aşağıdaki taleplerinin yerine getirilmesi için tüm ilgilileri göreve çağırıyoruz.
-Eşit işe eşit ücret!
-Her fabrikaya kreş!
-Fabrikalardaki işçilere dönük baskılara son verilsin!
-Mobbing ve taciz uygulamalarının failleri ve sorumluları cezalandırılsın!
-Bu tür uygulamaların açığa çıkarılması için bütün fabrikalar, işçi örgütleri tarafından oluşturulacak bağımsız bir heyetin denetime açılsın!
-Sömürüye, baskıya, mobbinge ve tacize karşı mücadele eden, bu yüzden işten atılan Kastaş işçileri Sonay Tezcan ve Kardelen Yoğungan’ın iş hakları iade edilsin, talepleri karşılansın,
baskı ve mobbing politikalarının uygulayıcısı olan formen ve genel müdürün işine son verilsin!
-Sendikal örgütlenmenin önündeki bütün engeller kaldırılsın!
-Kıdem tazminatının gaspı, kiralık işçi bürosu, yarı zamanlı çalışma vb. uygulamalara, bunu
sağlayan bütün hukuksal zeminleriyle birlikte son verilsin.
-İşyerinde, okulda, sokakta toplumsal yaşamın her alanında kadın erkek eşitliği.
AD-SOYAD
18
MESLEK
İMZA
Liselilerin Sesi
Dünyadan haberler…
Hükümet saldırganlıkta, emekçilerle gençler direnişte kararlılar
Görünen o ki, Fransa’da sokaklar hareketli olmaya devam
edecek. Zira hükümet tüm tepkilere rağmen, bazı değişiklikler
yaparak yasayı meclisten geçirdi. Kolluk kuvvetlerini sokaklara
salarak kararlık gösterisi yapan hükümet, sermayenin çıkarlarını
korumak için pervasızlıktan çekinmeyeceği mesajını verdi. Hem
OHAL’in uzatılmasına, hem de çalışma yasasındaki değişikliğe öfkelenen emekçilerle gençlik güçleri ise, saldırıyı püskürtmek için
kararlılıkla mücadeleye devam edeceklerini ilan ettiler.
Sosyal hakların gaspına
ve polis devletine karşı; Fransa’da grev ve eylemler
Fransa’da egemenlerin sınıf çatışmalarını yumuşatacak
etkili araçları kalmadı. Emekçilerle gençliğin de hak gasplarına ve dayatılan geleceksizliğe
boyun eğmeleri beklenmiyor.
Pakistan’da üniversiteye
saldırı
Pakistan’da en az 4 saldırgan, Baça Han Üniversitesi’nde saldırı düzenledi. Saldırının düzenlendiği üniversite
yerleşkesinden patlama ve
silah sesleri yükseldi. En az
4 saldırganın bulunduğu belirtilen olayda ölü ve yaralı
sayısına dair çelişkili bilgilen
yansıdı.
Saldırıyı Pakistan Talibanı
üstlendi.
Almanya’da gençlik ırkçılığa karşı!
Almanya’nın Berlin, Bremen, Bon,
Münih, Frankfurt, Kiel, Potsdam kentleri başta gelmek üzere toplam 16
kenti, 27 Nisan’da 7 bin üniversite
öğrencisi ve stajyerin, ırkçılık karşıtı
gösterilerine sahne oldu. Sadece Berlin’deki gösterilere 4 bin kişi katıldı.
Hindistan’da öğrenciler eylemde!
24.02.2016 - 20:04 Dünya
Hindistan’da öğrenciler Kanhaiya Kumar’ın özgürlüğü ve üniversitelerin demokratikleşmesi için eylemlerini kararlılıkla sürdürüyorlar.
‘Üniversiteler özgür düşünce alanları,
bunu kimse elimizden alamaz, bu yüzden
eylemlerimiz devam edecek!’ diyorlar.
1 Mayıs işçinin emekçinin
bayramı
İşçi sınıfının uluslararası
birlik, mücadele ve dayanışma
günü olan 1 Mayıs Avrupa’nın
dört bir yanında yapılan eylemlerle kutlandı.
İşgal güçleri Kadoori Üniversitesi’nde saldırdı
İşgal güçleri Kadoori Üniversitesi’nde öğrencilerin üzerine mermi ve gaz bombası
yağdırdı. Tulkerem kentindeki
Filistin Teknik Üniversitesi-Kadoori’de, kampüs içindeki atış
alanında işgal güçlerinin toplanmasının ardından çatışmalar çıktı. Ateş açarak üniversite binalarına doğru ilerleyen
işgal güçleriyle öğrenciler arasında yaşanan çatışmalarda
onlarca genç mermilerle ve
bombalardan çıkan dumanla
yaralandı.
İşgal güçleri Kadoori Üniversitesi’nde saldırdı
İşgal güçleri Kadoori Üniversitesi’nde öğrencilerin üzerine mermi ve gaz bombası yağdırdı. Tulkerem kentindeki
Filistin Teknik Üniversitesi-Kadoori’de, kampüs içindeki atış
alanında işgal güçlerinin toplanmasının ardından çatışmalar
çıktı. Ateş açarak üniversite binalarına doğru ilerleyen işgal
güçleriyle öğrenciler arasında yaşanan çatışmalarda onlarca
genç mermilerle ve bombalardan çıkan dumanla yaralandı.
19
Liselilerin Sesi
“Meslek liseli DLB’lilerin uzun bir süredir hazırlıklarını sürdürdükleri “Anlatılan senin hikayen” şiarıyla
gerçekleştirilen meslek liseli buluşması 23 Nisan
günü gerçekleştirildi.
İstanbul’un birçok bölgesinden ve Gebze’den liselilerin katılımıyla gerçekleşen buluşma meslek liselilerin irade beyanına dönüştü. 23 Nisan vesilesiyle,
katledilen, stajlarda sömürü düzenine kurban edilen, tacizlerle-tecavüzlerle karşı karşıya bırakılan
çocukların varlığına vurgu yapılan buluşmadan izlenimleri yayınlıyoruz”
Meslek lisesi bulumasında beraber bir şeyler
yapma çabası çok güzeldi. 23 Nisan’da buluştuk ve
çocuk bayramında bile ülkemizde çocukların sokak
ortasında, stajda öldürüldüğü bir kez daha güçlü bir
şeklide vurgulandı. Oynanan tiyatro ile yaşadıklarımız
ve sistemin, medyanın yalancılığı çarpıcı bir şeklide
anlatıldı.
Ben de bir meslek liseliyim. Karşılaştığımız
sorunları anlattık ve çözümünü tartıştık. En basitinden
kendi bastığımız staj defterlerine bile ücret ödemek
zorunda kalıyoruz. Bu tam bir saçmalık ve başka
türlü bir sömürü. Ve bunun gibi pekçok örnek
daha var. Bunları konuştuk, tartıştık. Ve sorunlara
karşı örgütlenme gerekliliğini vurguladık. Herkesi
örgütlenmeye çağırıyorum.
Taşdelen’den bir meslek liseli DLB’li
20
Meslek
liselilerin
sesi
yükseliyor!
23 Nisan’da gerçekleştirilen “Meslek Liseliler
Buluşuyor!” etkinliğine dair izlenimler...
Buluşma bana göre çok anlamlıydı. Meslek
liselilerin bugünü ve geleceği ile ilgili konuşmalar
yapıldı. Ben de bir meslek liseli olduğum için bu
konuşmalar beni ve benim gibi meslek liselileri
ilgilendiriyordu. İleride yaşayacağımız sorunlar ve
bu sorunlara karşı nasıl bir çözüm getireceğimizi
konuştuk. Ve çözümün de aslında hepimizin bildiği
örgütlenme yoluyla olabileceğini bir kez daha
vurguladık.
Bunun dışında halaylar çekildi, şarkılar, marşlar
söylendi. Sıcak, samimi ve doğal bir ortam vardı.
Tekrar içinde bulunmak istediğim bir ortam burası.
Bu kurultay bana çok şey kattı. Staja gideceğim
sırada ve daha ileride yaşayabileceğim sorunları nasıl
çözeceğimi öğrenmiş oldum. Bireysel kurtuluşun
değil örgtülenmenin tek çözüm olduğunu hatırladık.
Tekrardan böyle buluşmalar yapmak ve devrim
bayrağını yükseltmek umuduyla.
Ümraniye’den bir meslek liseli DLB’Li
İlk defa böylesi bir ortamda bulundum. Oldukça
kalabalık ve güzeldi. Kendimi yabancı hissetmedim.
Sosyalleşmeyii ve paylaşmayı öğrendim. Bizi
bekleyen geleceksizliğin daha fazla farkına vardım.
Bundan sonra daha fazla bir arada olacağız. Tekrar
görüşmek üzere.
Sarıgazi’den bir DLB’Li
Liselilerin Sesi
Baharın
en güzel
ayı henüz
yaşanmadı...
Abim Deniz kitabı, Deniz Gezmiş’in hayatını, daha
önce görülmemiş fotoğrafları, mektupları ve Deniz’in
kardeşi Hamdi Gezmiş’in anlatımıyla Can Dündar’ın
oluşturduğu bir biyografi kitabıdır. Kitap Hamdi Gezmiş’in abisi ile ilgili anlatısı ve Can Dündar’ın dönemi
anlatması şeklinde ikili yürüyor.a
Kitabın hazırlanışında bir başka kitap olan Gülünün Solduğu Akşam’dan da yardım alınmış. Can Dündar’ın kitap için çeşitli belgelere ulaşmaya çalıştığı
ilk zamanlarda Deniz’in Almanya’dan bir mektup
arkadaşını bulması ve Almanya’ya giderek Deniz’in
mektup arkadaşına ulaşması gerçekten bu kitap için
ne denli uğraşıldığının ve geniş kapsamlı çalışıldığının
göstergelerinden biri.
Kitap Hamdi Gezmiş’in şu sözleriyle başlıyor: “Baharın en güzel ayı benim için de Mayıs olabilirdi, eğer
abim Deniz ve iki yiğit arkadaşı 72’nin 6 Mayıs’ında
kin ve intikam duygularıyla idam edilmeseydi...”
Kitapta Deniz’in ilkokul yıllarında çektirdiği bir fotoğrafta dahi zafer işareti yapması, ayrıca daha lise
yıllarında, okuduğu Haydarpaşa Lisesi’nde öğretmenine atılan bir iftiraya karşı arkadaşlarını örgütleyerek
yaptığı eylem ve yıllar sonra öğretmeninin Deniz’in
babasına “ben senin oğlun sayesinde temize çıktım,
hakkını ödeyemem” demesi beni gerçekten etkiledi.
Deniz Gezmiş bu ülkede bizlere devrimci bir miras
bırakan bir isimdir. Bizlere devrimciliğin tatlı sulardan
geçmediğini, devrimciliğin günün belli saatlerinde
ve boş zamanlarda yapılan bir şey değil, bir kişilik olduğunu anlatan isimdir. Bu düzene karşı dik duruşu
miras bırakanlardandır. Kitapta onun özel yaşamını,
devrimciliğini ve o dönemin mücadelesini, koşullarını, gençlik hareketinin gidişatını anlamak mümkün.
Küçükçekmece’den bir DLB’li
21
Liselilerin Sesi
Koyun Masalı / SABAHATTİN ALİ
Bir zamanlar iri ağaçlı, uçsuz bucaksız bir ormanın
kenarındakiçayırlıkta, başında çobanı ve köpekleriyle,
bir koyun sürüsü yaşıyordu.
Çayırın otu her zaman bol ve taze, kenardan
akan derenin suyu bol ve temizdi; yazın gölgesine
yatacak birkaç gür yapraklı ağaç, kışın soğuktan
kaçıp barınacak kuytu bir mağara, sürünün rahatını
tamamlıyordu. Ama koyunların keyfi yolunda değildi.
Çobandan şikayetleri vardı. Sakalına kır düşmeye
başlayan bu adam, sabahtan akşama kadar bayırda
uzanıp uyuklar, arada bir kavalını üfler, köpeklere
bağırır, yine uykusuna dalardı. Koyunların sütünü sağıp
içebildiğini içer, içemediğini satar, canı istedikçe bir
kuzu kesip kebap eder, yahut bir koyun boğazlayıp
kışa kavurma hazırlar; iki üç haftada bir gelen celebe
en yağlı koyunları, kuzuları satar, sonra yine yatıp
uykusuna bakardı. Hepsi bir tarafa, bu celebin eline
düşenlerin eninde sonunda kasaba varacaklarını bilen
koyunlar, kanlı gözlü herif her göründükte korkudan
titreşirler, birbirlerine sokuluşurlar, karşı koymayı
akıl edemezlerdi. Ne yapsınlar? Bu dünyanın düzeni
böyleydi. Ama koyunların arasında bu işe bir türlü aklı
ermeyenler, günün birinde bıçak altına yatmak korkusuyla yaşamaktansa, bu işi bir kökünden halletmek
isteyenler türemişti, günden günede bunların sayısı çoğalıyordu. Mesela, bütün sürü kendi halinde otlar görünürken aralarından gözü kızmış bir koç fırlıyor, çobanın
kaba etine bir boynuz yapıştırıyordu. Çoban onun peşini kovalayıp köpeklerin yardımı ile yakalasa, bir ağaca sımsıkı bağlayıp ilk gelen celebe bu hayvanı teslim
etse bile, bu hal öbürlerini yıldırmaya yetmiyor, -Sonu
kasaba gitmek olduktan sonra, bugün de bir, yarın da
bir!- deyip boynuz savuran koyunların sayısı günden
güne artıyordu.
Eh, koyun deyip geçmeyelim. Onların içinde de ne
koçlar, ne yiğitler vardır. Dünya kuruldu kurulalı bütün
22
koyunlar çobanla, köpekle yaşamadılar ya! Onlar da bir
zamanlar kasaptan, celepten, çobandan, köpekten habersiz, yiyeceklerini kendileri arayıp bulurlar, düşmanlarını kendi sert boynuzları ile yıldırıp kaçırırlardı. Ama
onların yağlı etlerine göz dikenler, sütünden yağ ile
peynir, derisinden kürk ile çarık yapanlar, her şeyden
önce koyunları, çobansız kalırlarsa kurdun kuşun şikarı
(av) olacaklarına, kendi başlarına açlıktan öleceklerine
inandırdılar. Bu böyle sürüp gittikçe koyunlar da kendilerine inanamaz, kuvvetlerine güvenemez oldular. Sandılar ki, çobanın onları canavardan koruması, önlerine
bir tutam ot atması, yumuşak etleri için değil, kara gözleri içindir. Ama dediğimiz gibi, yavaş yavaş koyunların
aklı başına gelmeye başladı. Çobanlar da günden güne
kötüleşmişlerdi. Hele bu sonuncusu iyice dalgacıydı.
Keyfinden, rahatından başka bir şey düşünmez, sürüye
canavarlar saldırınca, eski çobanlar gibi sopasını kapıp
köpekleri peşine katarak onlara karşı koyacağı yerde,
birkaç koyun, kuzu atıp başından savmaya bakardı.
Günün birinde bitişik ormandaki yabani hayvanlar, canavarlar birbirine girdiler. Çünkü o sene kış sert
olmuş, kurtlar, ayılar yiyecek bulamayınca azmışlardı.
Onların ulumaları, kükremeleri sürünün bulunduğu
çayıra kadar gelince koyunlarla beraber çoban da tir
tir titriyordu. Bu aralık, ormandaki kavgadan yaralanıp
kaçan, yahut açlıktan pek zebun düştükleri için kavgaya katılamayan birkaç sıska kurt, ormanın kenarına
sığınmışlardı. Korkudan şaşırmış koyunları görünce:
-İşte dişimize göre düşman!- diyerek ileriye atıldılar.
Ama canavarların kıpkırmızı açılan ağızlarıyla iri dişlerini görünce koyunlar işin şakaya gelmeyeceğini anladılar. Köpekler de, koyunlar elden gidince kendilerinin
aç kalacaklarını düşünüp gayrete geldiler; hep beraber
bu sıska kurtlara saldırdılar. Koçlar başlarını öne eğip iri
boynuzlarıyla canavarların üstüne yürürlerken, köpekler de bir hayli havlayıp gürültü ettiler. Zaten dermansızlıktan dört ayakları üzerinde zor duran aç kurtların
birkaçı gerisin geriye ormana kaçtı, öbürleri cansız yere
serildi.
Bu sırada saklandığı yerden çıkan çoban, sopasını
savura savura tekrar sürünün başına geçmek isteyince,
koyunlar akıllarını başlarına topladılar. Kasabı, celebi
hatırladılar. Köpekler de onun sopasından kurtulmanın
ve koyunlarla baş başa kalmanın sırası geldiğine hükmettiler. Hep birlikte çobanın üstüne yürüdüler. Ödlek
çoban kaçıp canını zor kurtardı, bir daha da ortada görünmedi.
***
Devamı bir sonraki sayıda...
Gençlik
tek
yumruk!
Çelik aldığı suyu
unutmayacak...
Halkım ben, parmakla sayılmayan
Sesimde pırıl pırıl bir güç var
Karanlıkta boy atmaya
Sessizliği aşmaya yarayan
Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa
Tohuma dururlar yeniden
Ve halk, toprağa gömülü
Tohuma durur bir yerde
Buğday nasıl filizini sürer de
Çıkarsa toprağın üstüne
Güzelim kırmızı elleriyle
Sessizliği burgu gibi deler de
Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerle.