Gel Ey YA AŞK! - Burhan Dergisi

Transkript

Gel Ey YA AŞK! - Burhan Dergisi
Gel Ey YA AŞK!
Cumartesi, 28 Şubat 2015 07:00
Ey aşk nerdesin? Yanmıyorum, yüreğim kuru bir hazan yeri. Yürek yanmazsa tadı yok hayatın.
Arıyorum yıllar var ki ben onu. Biliyorum, sen geldiğinde her şey değişecek, her şey anlamını
yitirecek, hayat yeniden bir anlam kazanacak. Biliyorum, sen geldiğinde Mevlana gibi bütün
kitaplarımı suya atacağım. Yüreğim, Şems gibi bana seslenecek: “Yıllarca söylediğin ve
okuduklarını artık yaşama zamanın geldi.”
Gel ey aşk! Gel ki, kupkuru olan gönlümüz yeşersin. Gel ki, bayram yerine dönsün viranemiz.
Gel ki, hazan ağlayan bağlarımızda düğün dernekler kurulsun. Gel ki, bülbüller şakısın gönül
bahçemizde. Seni tadanlar diyor ki o baldır, şerbettir. Gerçi harcı acıdır, ıstıraptır ama ne gam.
Aşkın kahrı da hoş, lütfu da. “Âşıklık nedir? diye sormuştu birisi. Bende demiştim ki: “Sorma.”
“Ancak benim gibi olunca görürsün onu.”(Mevlana) Bugün aşktan bahsedeceğim. Aşıklık nedir
diye soracağım. Aşka dair sözler söyleyeceğim. Yani anlayacağınız haddimi aşacağım. Bugün
söyleyeceğim her söz eksik olacak. Çünkü ciğerimiz yanmış değil. Yanmayan ciğer ne
anlayabilir aşkı, ne de anlatabilir. Ey aşk gel önce ciğerlerimizi yak, yandır. İnsan aşk ile demeli
ya hu! Yan ya hu! Yan ya hu! Yan ya hu!
Âşık öyle bir yakmalı ki gönül bahçemde ne var ne yok, yakıp kavurmalı. Gönlüm başıboş bir
bahçedir. Bu bahçede çiçekler olduğu gibi çalı çırpıda var, dikende. Aşk öyle bir gelmeli ki
ateşiyle o bahçeyi yakıp kavurmalı. Sonra aşk ateşiyle öyle gözyaşı dökmeliyim ki o yaşlar bu
bahçeyi yeniden yeşertmeli. Ama bu sefer bu bahçe de çalı, çırpı, diken değil, en güzel çiçekler
çıkmalı.
Soruyorum kendime ey zavallı yürek. Bu kadar istiyorsun aşkı, peki kaldırabilecek misin? Çünkü
1/5
Gel Ey YA AŞK!
Cumartesi, 28 Şubat 2015 07:00
yükü ağırdır aşkın. Sevgilinin çevrini, cefasını çekmek kolay değildir. Mevlana’nın dediği gibi: Ey
oğul! Aşk nazik kişilerin değil, yürekli pehlivanların işidir.” Bende aşkı taşıyabilecek kadar yürekli
bir pehlivan mıyım? Bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa aşk gireceği gönlü bilir. Her gönle
girmez. Her gönle girip kendisini rezil etmez. Ey aşk! Sen öyle bir şeysin ki sen geldiğinde insan, Hz. İsmail(as) misali gözünü kırpmadan
boynunu keskin bıçakları uzatır. Hz. İbrahim(as) misali bıçağı en sevdiğine, can paresine çalar.
Nesimi olur, diri diri yüzdürtür derisini. Mecnun olur, çöllere düşer, boynuna zincirler vurdurtur.
Ferhat olur dağları deler, sonra da kendini, yıllarca nakış işleyen nazik ellerle açtığı derelere
atar.
Âşık olursak hakikatlerin sırrına ereceğimiz söyleniyor. Nedir hakikat Allah aşkına? Makam,
mevki, mal, evlat değil midir hakikat? Tadanlar, tanıyanlar diyorlar değil vallah. Nesin o zaman
ey hakikat? Seni nasıl anlar, nasıl ererim senin sırrına? Hakikatin sırrına erenler diyorlar cevap
basit. Aldanma cevabın basitliğine, cevap basit ama yol meşakkatlidir. Gideceğin yolun adı
aşktır. Aşk olmadan menzile varılmaz. Aşkın yolu öyle güllük gülistanlık değildir. Aşkın yolu dikenlidir.
Aşıkın başından bela eksik olmaz. Aşk ehli dert ehlidir. İnsan derdini sever mi, sever. Sevmeli,
sevmeli ki o dert seni yüceltsin. Biliriz ki dertler insanı yüceltir. Biliriz ki aşk derdi, dert değil,
aşığa ilaçtır. İlaçta ilaç olmalı. Bazı ilaçlar vardır derde deva, bazıları vardır zarardır bedene.
İnsan neye âşık olacağını bilecek. Ebedi olan âşıksan ne ala. Yok, beşerse eyvah. Çünkü bu
yolun sonunda rezil olmak var.
2/5
Gel Ey YA AŞK!
Cumartesi, 28 Şubat 2015 07:00
Bazı aşklar var insanı rezil eder, bazı aşklar da vezir. Mecnun Leyla’ya âşık oldu, oldu rezil.
Çünkü Mecnun çocuk aklıyla sevdi Leyla’yı, çocukça şeyler yaptı. Dillere düştü, görenler acıdı
haline, zavallı dediler. Ama aynı Mecnun erdi hakikate, geçti Leyla’dan yani beşerden oldu
vezir. Ayağı ile gelen Leyla’ya dönüp bakmadı bile. “Sen kimsin?” dedi. “Ben Leyla’yım.” dedi.
Leyla. Mecnun: “Hangi Leyla?” dedi “ Sen yoksun artık, ben geçtim senden.” İşte o zaman
büyüdü Mecnun. Hakikatin sırrına erdi çünkü. Hakikat sırrına eremeyenler hep çocuktur, çocuk
kalacaktır. Bu anlamda ben de bir çocuğum, korkum da hep çocuk kalmak.
Çocuk kalmak istemiyorsan, büyümek istiyorsan ebedi olanı isteyeceksin. Ebedi olana âşık
olacaksın. Ebedi olana âşıksan kulsun, kölesin artık. Aşk boynu bükük razı olmaktır. Aşk teslim
olmaktır; ama tam teslimiyet. Kendinden geçmek, yok olmak varlığından. Sevdiğinin gözüne
girebilmek için kendini ona adamaktır. Kul Rabbine âşık olursa onun rızasını kazanmak için her
an onu anar, ona yalvarır. Seven sevdiği karşısında küçüldükçe büyür. Kul, Rabbi karşısında
küçüldükçe değeri artar, kıymetlenir.
Aşk hürriyettir. Adanmışlıktır. Gerçek hür kişi kendisini Rabbine sunandır. Benlikten sıyrılan kişi
bütün yüklerinden sıyrılmış demektir. Bu dünya namına hiçbir bela onun için önemli değildir. Her
şey ama her şey önemini yitirmiş, bir hiç olmuştur. Geride sadece aşk kalmıştır. Oda öyle
cefalıdır ki yakar ama yakışta hoştur. Âşıklar o ateşin müptelasıdır. Ateş olmazsa mum yanmaz.
Ateş yanar mum ağlar, mum ağlar ateş yanar. Yani mumu yakan, hem ateşidir, hem de gözyaşı.
Mumu eriten hem ateştir hem de yaş. Mum yanmazsa etrafına ışık saçmaz. Yan ey âşık mum
gibi, sen yan ki âlem ışık görsün. Aşk imtihandır, sınamak ister. Âşık sınanmadan aşkını ispat edemez. İyi zamanda herkes
sevdiğini söyler. Önemli olan belalara bile tereddüt etmeden katlanabilmektir. Bırakın belalara
3/5
Gel Ey YA AŞK!
Cumartesi, 28 Şubat 2015 07:00
katlanmayı, gerekirse tereddüt etmeden can bile verebilmektir.
Şibli, Hallac-ı Mansur’un öğrencisidir. Rivayet edilir ki Şibli, Hallac-ı Mansur’u idam edilmeden
bir önceki gün kör karanlık bir zindanda ziyaret eder ve sorar:
- Ey, Pirim! Ey Hallac-ı Mansur aşk nedir?
Hallac-ı Mansur öğrencisi olan Şibli’ye bakar bakar ve der ki:
- Yarın göreceksin.
Yarın olur. Hallac-ı Mansur idam edileceği meydana getirilir. Duymaya ve görmeye meraklı olan
insanların hepsi oradadır. Şibli de oradadır. Hallac-ı Mansur kalabalıklar içindeki öğrencisi
Şibli’yi görür ona gülümser ve yürür.
4/5
Gel Ey YA AŞK!
Cumartesi, 28 Şubat 2015 07:00
Hallac-ı Mansur önce idam edilir, başı gövdesinden koparılır. Sonra derisi yüzülür. Derisi
yüzülen bedeni yakılır. Yakılan bedeninin küllerini, Dicle Nehri’ne doğru savururlar. Tüm bu
olup bitenleri gören Şibli anlar ki “aşk adanmışlıktır...” Ve anlar ki bir şeyi ancak onun için
kendini adayan bilir.
Dedim: “Ağız tadı bal ile olmaz, bana sultan gerektir.”
Dediler: “Hal iledir, kal ile olmaz, seven sevdiğine kurban gerektir.”
Ey dostlar, aşk üzerine bunca söz söyledim ama bilin ki, bildiğimden değil. Tahminimden. Ben
de herkes gibi bir hayalin peşindeyim. Çoğumuz aşkı tatmadık, sadece âşık olduğumuzu
sandık. Hepimiz bir hayalin peşinden koşuyoruz. Bir serabın, hülyanın peşindeyiz. Olsun, ebedi olana âşık olmanın isteği bile tatlı bir hülya. Bu tatlı hülya gerçekleşir mi bilmem.
Olur, da gerçekleşirse, işte o gün susarım. Çünkü “aşkın sırlarını kime öğrettilerse ağzını diktiler
onun hiç söz söyletmediler.” Yanılıp yakılıp açıklayanlar oldu elbet. Onlar da aşkı açıklamanın
cezasını çok ağır ödediler. Onun için seveceksek gizli sevmeliyiz. Bakın Peygamber Efendimize
(sav) Yüce yaratanımız Allah’ımızı (cc) dünya gözüyle görmüş, o güzelliği dünya gözüyle seyre
dalmışken bile aşkını açıkça anlatmamıştır. Oysa bizler neciyiz ki böyle kendi kendimize perişan
oluyoruz. Yazımı Mevla’nın şu sözleri ile bitiriyorum. “Artık sus! Aşk bir yere geldiğinde sözün
anlamı kalmaz.”
5/5