ziraat fakültesi dergisi - Gaziosmanpaşa Üniversitesi

Transkript

ziraat fakültesi dergisi - Gaziosmanpaşa Üniversitesi
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ
ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
Journal of the Agricultural Faculty
of Gaziosmanpasa University
ISSN: 1300 – 2910
CİLT: 22
SAYI: 2
YIL: 2005
Sahibi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Adına
Prof.Dr. Cevdet AKDAĞ
Dekan
Yayın Kurulu
Prof.Dr. Kemal ESENGÜN
Prof.Dr. Sabri GÖKMEN
Prof.Dr. Gazanfer ERGÜNEŞ
Doç.Dr. Zeliha YILDIRIM
Yrd.Doç.Dr. Metin SEZER
Yayına Hazırlayan
Yrd.Doç.Dr. Murat SAYILI
BU SAYIDA HAKEMLİK YAPAN BİLİM ADAMLARI
Prof.Dr. Ali ÜNAL
Prof.Dr. Serra HEPAKSOY
Prof.Dr. Aziz TEKİN
Prof.Dr. Sultan ÇOBANOĞLU
Prof.Dr. Bilal GÜRBÜZ
Prof.Dr. Şahin AKTEN
Prof.Dr. Celal TUNCER
Prof.Dr. Şerafettin AŞIK
Prof.Dr. Ekrem KURDAL
Prof.Dr. Turan KARADENİZ
Prof.Dr. Emine BAYRAM
Prof.Dr. Yusuf DEMİR
Prof.Dr. Erkal DEMİRCİ
Doç.Dr. Hüseyin EKİNCİ
Prof.Dr. Fazlı ÖZTÜRK
Doç.Dr. Mehmet GÜLDÜR
Prof.Dr. Güngör YILMAZ
Doç.Dr. Nuh UĞURLU
Prof.Dr. İbrahim ÖRÜNG
Doç.Dr. Resul GERÇEKÇİOĞLU
Prof.Dr. İzzet KADIOĞLU
Doç.Dr. Süleyman SOYLU
Prof.Dr. Mahmut YÜKSEL
Doç.Dr. Vedat CEYHAN
Prof.Dr. Mehmet KARA
Doç.Dr. Yakup ÖZKAN
Prof.Dr. Mesut AKGÜL
Doç.Dr. Yaşar AKÇAY
Prof.Dr. Mustafa OKUROĞLU
Yrd.Doç.Dr. Ahmet ERTEK
Prof.Dr. Sabri GÖKMEN
Yrd.Doç.Dr. Ekrem BUHAN
Prof.Dr. Sedef Nehir EL
Yrd.Doç.Dr. Halit ÇAM
Prof.Dr. Semiha KIZILOĞLU
Yrd.Doç.Dr. Murat SAYILI
Yazışma Adresi
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanlığı
(Yayın Kurulu Başkanlığı)
60240 Taşlıçiftlik Yerleşkesi – TOKAT
Dizgi ve Baskı: GOÜ Matbaası, 60240 Taşlıçiftlik Yerleşkesi - TOKAT
GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ
YAYIN VE YAZIM KURALLARI
A. YAYIN KURALLARI
1. GOÜ Ziraat Fakültesi Dergisinde, tarım bilimleri alanında öncelikle orijinal araştırmalar ile
özgün derlemeler, kısa bildiri ve editöre mektup türünde Türkçe ve İngilizce yazılar yayınlanır.
2. Yapılan çalışma bir kurum/kuruluş tarafından desteklenmiş ya da doktora/yüksek lisans tezinden
hazırlanmış ise, bu durum ilk sayfanın altında dipnot olarak verilmelidir.
3. İlk başvuruda eser, biri orijinal ve üçü yazar isimsiz olmak üzere toplam dört kopya halinde,
imzalanmış “Telif Hakkı Devri Formu’’ ile birlikte Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Yayın Kurulu Başkanlığı’na gönderilmelidir.
4. Hakemler tarafından yayınlanmaya değer bulunan ve son düzeltmeleri yapılarak basılmak üzere
yayın kuruluna teslim edilen makalelerin basım ücreti ve posta giderleri makale sahiplerinden
alınır. Bu ödeme yapılmadan makalelerin son şekli teslim alınmaz ve basım işlemlerine geçilmez.
5. Basımına karar verilen ve düzeltme için yazarına gönderilen eserde, ekleme veya çıkartma
yapılamaz.
6. Yayına kabul edilen makalelerin son şekli, bir disket ile birlikte bir nüsha halinde
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayın Kurulu Başkanlığına iletilir. Yayın süreci
tamamlanan eserler geliş tarihi esas alınarak yayınlanır.Yayınlanmayan yazılar iade edilmez.
7. Bir yazarın derginin aynı sayısında ilk isim olarak bir, ikinci ve diğer isim sırasında iki olmak
üzere en fazla üç eseri basılabilir.
8. Dergide yayınlanan eserin yazarına 10 (on) adet ücretsiz ayrı baskı verilir.
9. Yayınlanan makalelerdeki her türlü sorumluluk yazar(lar)ına aittir.
10. Hakemlere gönderilme aşamasından sonra iki defa makalesini geri çeken araştırıcıların
makaleleri bir daha dergide yayınlanmaz.
11. Yukarıda belirtilen kurallara uymayan eserler değerlendirmeye alınmaz.
12. Hazırlanan makaleler, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi Yayın Kurulu
Başkanlığı, 60250 TOKAT adresine gönderilmelidir.
B. YAZIM KURALLARI
1. Dergiye gönderilecek eser, A4 (210 x 297 mm) boyutundaki birinci hamur kağıda üst 3.5, alt 2.5,
sol 3.0, sağ 2.5 ve cilt payı 0 cm olacak şekilde, makale başlığı, yazar ad ve adresleri, özet, abstract,
anahtar kelimeler ve keywords bölümleri tek sütun halinde; metin ve kaynaklar bölümü ise ortada
0,5 cm boşluk bırakılarak 7,5 cm’lik iki sütun halinde hazırlanmalıdır. Makaleler, Word 7 kelime
işlemcide, Times New Roman yazı tipinde ve tek satır aralığı ile yazılmalı ve makale toplam 10
sayfayı geçmemelidir.
2. Makale başlığı (Türkçe ve İngilizce) kısa ve konuyu kapsayacak şekilde olmalı, kelimelerin baş
harfi büyük olmak üzere küçük harflerle, 13 punto ve bold olarak yazılmalıdır. Yazar adları makale
başlığından sonra bir satır boş bırakılarak 11 punto ile kelimelerin baş harfi büyük olacak şekilde
yazılmalıdır. Yazar adları ortalı yerleştirilmeli ve ünvan kullanılmamalıdır. Adresler kelimelerin ilk
harfi büyük olacak şekilde adların hemen altında ortalı olarak 10 punto olarak yazılmalıdır.
Makalelerin metin bölümlerindeki ana başlıklar ile alt başlıklar numaralandırılmalıdır (1. Giriş, 2.
Materyal ve Metot, 3. Bulgular ve Tartışma, 3.1. Tane Verimi vb.).
Başlıklar paragraf başından başlamalı, kelimelerin ilk harfi büyük olmak üzere küçük harfle
yazılmalıdır. Tüm başlıklar bold olmalıdır. Başlıklarda üstten bir satır boş bırakılmalıdır. Parağraf
girintisi 0.75 cm olmalıdır.
3. Dergiye gönderilecek eser özet, abstract, giriş, materyal ve metot, bulgular ve tartışma, sonuç,
teşekkür (gerekirse) ve kaynaklar bölümlerinden oluşmalıdır. Makalelerin metin bölümleri tek satır
aralığında ve 11 punto olarak yazılmalıdır.
4. Özet ve abstract 200 kelimeyi geçmeyecek şekilde 10 punto ve bir aralık ile yazılmalıdır. Türkçe
yazılan makalelerde İngilizce, İngilizce yazılan makalelerde de Türkçe özetin başına eserin başlığı
aynı dilden yazılmalıdır. Beş kelimeyi geçmeyecek şekilde Türkçe özetin altına anahtar
kelimeler, İngilizce özetin altına da keywords yazılmalıdır.
5. Eserde yararlanılan kaynaklar metin içinde yazar ve yıl esasına göre verilmelidir. Üç veya daha
fazla yazarlı kaynaklara yapılacak atıflarda makale Türkçe ise ‘ark.’, İngilizce ise ‘et al.’
kısaltması kullanılmalıdır. Aynı yerde birden fazla kaynağa atıf yapılacaksa, kaynaklar tarih
sırasına göre verilmelidir. Aynı yazarın aynı tarihli birden fazla eserine atıfta bulunulacaksa, yıla
bitişik biçimde ‘a, b’ şeklinde harflendirme yapılmalıdır. Yararlanılan eserlerin tümü ‘Kaynaklar’
başlığı altında alfabetik sıraya göre numarasız ve 9 punto olarak verilmelidir.
Yararlanılan kaynak makale ise;
Avcı, M., 1999. Arazi Toplulaştırmasında Blok Öncelik Metodunu Esas Alan Yeni
Dağıtım Modeline Yönelik Bir Yaklaşım. Türk Tarım ve Ormancılık Dergisi, 23, 451-457.
Yararlanılan kaynak kitap ise;
Düzgüneş, O., Kesici, T., Kavuncu, O., ve Gürbüz, F., 1987. Araştırma ve Deneme
Metotları (İstatistik Metotları II). Ankara Üniv. Zir. Fak. Yay. No. 1021, 381 s., Ankara.
Yararlanılan kaynak kitaptan bir bölüm ise;
Ziegler, K.E. and Ashman, B., 1994. Popcorn. in: Specialty Corns. Edited Arnel R.
Hallauer. Publ. By the CRS Press, 189-223.
Yararlanılan kaynak bildiri ise;
Uzun, G., 1992. Türkiye’de Süs Bitkileri Fidanlığı Üzerinde Bir Araştırma. Türkiye I.
Ulusal Bahçe Bitkileri Kongresi, 13-16 Ekim 1992, İzmir, Cilt 2: 623-628.
Anonim ise;
Anonim, 1993. Tarım istatistikleri Özeti. T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik
Enstitüsü,Yayın No:1579, Ankara.
İnternet ortamından alınmışsa;
http://www.newscientist.com/ns/980228/features.html
olarak verilmelidir.
6. Çizelge halinde olmayan tüm görüntüler (fotoğraf, çizim, diyagram, grafik, harita vb.) şekil
olarak adlandırılmalı ve ardışık biçimde numaralandırılmalıdır. Her bir çizelge ve şekil metin
içinde uygun yerlere yerleştirilmeli, açıklama yazılarıyla bir bütün sayılıp üst ve altlarında bir satır
boşluk bırakılmalıdır.
Şekil ve çizelgeler iki veya tek sütun halinde verilebilir. Ancak genişlikleri, tek sütun
kullanılması halinde 15 cm’den, iki sütun olması durumunda ise 7.5 cm’den fazla olmamalıdır.
Şekil ve çizelge adları şekillerin altına, çizelgelerin ise üstüne, ilk kelimelerin baş harfi büyük
olacak şekilde küçük harf ve 9 punto ile yazılmalıdır. Çizelge ve şekil içerikleri en fazla 9 punto,
varsa altlarındaki açıklamalar 8 punto olmalıdır.
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
Bahçe Bitkileri Bölümü
Tokat Şartlarında Yaz Periyodunda Aşılı Ceviz Fidanı Yetiştiriciliği İçin En Uygun Aşı Yöntemi
ve Aşılama Zamanın Belirlenmesi…………………………………………………………………….
C.CELEP
1
Açıkta ve Isıtmasız Örtüaltı Koşullarında Muir ve Tudla Yediveren Çilek Çeşitlerinin Erken ve
Geç Turfanda Dönemindeki Verimleri………………………………………………………………..
Ç.ÇEKİÇ, Y.EDİZER, M.GÜNEŞ
7
Bitki Koruma Bölümü
Samsun İli Fındık Bahçelerinde Bulunan Zararlı ve Yararlı Akarların Populasyon
Dalgalanmalarının Belirlenmesi………………………………………………………………………
F.AKYAZI, O.ECEVİT
13
Patates Çeşitlerinin Rhizoctonia solani Kühn’nin Neden Olduğu Siyah Kabukluluk Hastalığına
Karşı Reaksiyonlarının Belirlenmesi………………………………………………………………….
Y.YANAR, G.YILMAZ, Ş.COŞKUN, İ.ÇEŞMELİ
19
Gıda Mühendisliği Bölümü
Fonksiyonel Bir Gıda Olarak Keten Tohumu…………………………………………………………
H.İŞLEROĞLU, Z.YILDIRIM, M.YILDIRIM
23
Tarım Ekonomisi Bölümü
Tokat İlinde Gökkuşağı Alabalık İşletmelerinin Ekonomik Analizi………………………………….
F.ADIGÜZEL, M.AKAY
31
Orta Karadeniz Bölgesinde Üreticilerinin Ayçiçeği Yetiştiriciliğine Bakışları………………………
H.S.GÜLSE BAL, O.KARKACIER
41
Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü
Regional Analysis of Monthly Rainfalls over Amasya Province via L-Moments Method...................
K.YÜREKLİ
51
Tokat Yöresinde Hayvan Barınaklarından Kaynaklanan Çevre Kirliliği ve Çözüm Olanakları……...
S.KARAMAN
57
Tokat Yöresindeki Kafes Sistemli Kümeslerin Yapısal ve Çevre Koşulları Yönünden Durumu ve
Geliştirilme Olanakları………………………………………………………………………………..
S.KARAMAN, G.ERGÜNEŞ, S.TARHAN
67
Tarla Bitkileri Bölümü
Reyhan (Ocimum basilicum L.) Genotiplerinde Uygun Biçim Yüksekliklerinin Belirlenmesi………
İ.TELCİ
Orta Karadeniz Bölgesinde Ekmeklik Buğday (Triticum aestivum L.) Genotiplerinin Verim ve Bazı
Kalite Özelliklerinin Belirlenmesi…………………………………………………………………….
Z.MUT, N.AYDIN, H.ÖZCAN, H.O.BAYRAMOĞLU
77
85
Toprak Bölümü
Uğrak Havzası Arazisinin Toprak Etüd, Haritalama ve Sınıflandırılması……………………………
İ.OĞUZ, A.DURAK, T.SUSAM, H.GÜLEÇ
95
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 1-5
Tokat Şartlarında Yaz Periyodunda Aşılı Ceviz Fidanı Yetiştiriciliği İçin En
Uygun Aşı Yöntemi ve Aşılama Zamanın Belirlenmesi
Can Celep
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Bu çalışmada Tokat il merkezinde yaz aylarında aşılı ceviz fidanı yetiştiriciliği için en uygun aşı
yöntemi ve aşılama zamanını tespit etmek amaçlanmıştır. Çalışma Tokat Meyvecilik Üretme istasyonu
Müdürlüğü bahçesinde yapılmıştır. Ceviz tohumları 2002 Kasım ayında araziye ekilmiştir. 2003 yılı
vegetasyon periyodunda aşılanacak duruma gelen çöğürlere Temmuz- Eylül Ayları arasında Yama göz,
Yarma, T göz ve İngiliz dilcikli aşı yöntemleriyle aşılama yapılmıştır. Aşı yöntemi olarak en iyi sonucu %
72,08 ile yama göz aşısı vermiştir. Yama göz aşısının yanında T Göz aşı % 64,87 başarı göstermiştir.
Kalemlerin tam olgunlaşmamış olması ve sürme göstermesi nedeniyle yarma aşı % 48,50 ve İngiliz dilcikli
% 39,87 oranında tutma göstermiştir. Tokat merkez için durgun aşı zamanı olarak 20-30 Temmuz ve 1-10
Ağustos dönemi tespit edilmiştir. Aşılamadan bir hafta önce yapılan sulamanın çöğürlerin aşılanmasını
kolaylaştırdığı görülmüştür. Ortalama hava sıcaklığının Temmuz’da 20,6 ºC, Ağustos ayında 21,9 ºC olması
aşıların tutma oranıyla direkt ilgili bulunmuştur. Aşılı fidanları soğuktan korumada uygulanan yöntemlerden
en iyi sonucu izocam’la koruma yöntemi (% 63,75) vermiştir. En yüksek yaşama oranını Yama göz aşı
yöntemi (% 84,75) vermiştir. En düşük aşı yaşama oranı Yarma aşı da (% 33.5) tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Ceviz, aşılama yöntemi, soğuk zararı, koruma yöntemleri
Research on Determination of Best Grafting Method and Best Graftage Time
for Raising Grafted Young Walnut Trees During Summer Period in Tokat
City Center
Abstract: In this study, the purpose was the to determine best graft method and best graft time for grafted
young walnut trees during summer period in Tokat city center. Walnut seeds were planted to field in
november, 2002. At the vegetation period of year 2003, young walnuts trees, ready to graftage between july
and september were grafted. Using Patch budding, Cleft grafting, T budding and Whip grafting methods. The
best grafttage method was obtained by using Patch budding (%72,08). Beside Patch budding, T budding was
also found succesful (%64,87). Because of unmature of shoots and budding, the success of Cleft graftting
was (%48,50) and Whip grafting was %39,87. It s found that, the best time for late summer grafts was
between June 20 and 30, and between August 1 and 10. It is concluded that, irrigation, one week before the
graftage, made graftage easear. Avarege temperature 20,6 ºC in July and 21,9 ºC in August affected the ratio
of bud-take direckly. The best result of proteching grafted young walnut trees from cold was obtained using
izocam procetion method (%63,78). Highest survival ratio was found using Patch budding method (%84,78).
Lowest survival ratio was cacluded for , Cleft graftting (% 33,5).
Keywords: Walnut, graftage method, frost damage, protection methods
1. Giriş
Ceviz, dünyada yetiştiriciliği yaygın
olan meyve türlerinden birisidir. Deniz
kıyılarından başlayarak 2300 m. yüksekliğe
kadar olan değişik iklim şartlarında
rahatlıkla yetişmektedir. Anadolu’nun her
yerinde yetiştiriciliğinin yapıldığı ve 10-15
yıl öncesine kadar daha çok bahçe
kenarlarında yetiştirildiği görülmekteydi.
1990’lardan
sonra
kapama
ceviz
bahçelerinin kurulmaya başlaması ile
yaygın bir yetiştiriciliğinin başladığı
görülmüştür (Topak ve Bayrak, 1998).
Dünyada 1 446 000 ton ceviz üretimi
vardır. En fazla üretime sahip olan ülke
(360 000 ton) Çin’dir. Türkiye ise 125 000
ton üretim ile 4. sırada yer almaktadır. 2002
yılı istatistik verilerine göre Türkiye’nin
kabuklu ceviz ihracatı 1000 kg ve iç ceviz
ihracatı ise 131 000 kg (Anonymous,
2004a) dır.
Ekstrem yerler dışında ülkemizin
hemen her yerinde ceviz yetiştiriciliği
yapılmaktadır. Son yıllarda kapama ceviz
bahçeleri
hızla
artmaktadır.
Ancak
bölgelerimizin iklim özelliklerine göre
ceviz çeşitlerinin belirlenmiş olması
Tokat Şartlarında Yaz Periyodunda Aşılı Ceviz Fidanı Yetiştiriciliği İçin En Uygun Aşı Yöntemi ve Aşılama
Zamanın Belirlenmesi
yetiştiricilik açısından büyük önem arz eder
(Çelebioğlu ve Ferhatoğlu, 1981).
Diğer vegetatif çoğaltma yöntemlerindeki
başarının çok düşük olması nedeniyle cevizin
aşı ile çoğaltılması zorunludur. Aşının başarı
oranını cevizin anatomik yapısı, fizyolojik
durumu, sıcaklık ve nem, aşı zamanı, aşı
yöntemi ve cevizin bünyesinde bulunan juglon
gibi faktörler etkiler (Çelebioğlu, 1985, Şen,
1986, Tekintaş, 1988).
Meyve ağaçlarının çoğaltılmasında çeşitli
yöntemler kullanılır. Her meyve türünde olduğu
gibi aşılama ile fidan yetiştiriciliği ise en geçerli
yoldur. Aşılama ile fidan elde edilmesi en zor
olan meyve türlerinden biride cevizdir. Aşılama
sırasında yapılacak olan bazı teknik hatalar da
başarı oranın düşmesinde önemli etkenlerdir
(Şen, 1986).
Erken ve geç donlar ve kış aylarında
sıcaklığın çok düşmesi aşılama ve sonrasında
cevizlerde önemli zararlar meydana getirir.
Cevizde önemli olan aşıların tutması ve
sonrasında aşıların korunması, yetiştiricilik
açısından büyük önem arz eder. Aşı başarısını
yükseltmek amacıyla bir çok araştırmalar
yapılmış, yama göz aşısında % 4 ile % 92.9
arasında tutma tespit edilmiştir (Yaviç, 1992,
Asma, 1990, Kazankaya, 1996, Özkan, ark.
1999, Ünal, 1992).
Denizli’de yapılan bir çalışmada en uygun
aşı yöntemi olarak Yongalı göz aşısı (% 90-95
aşı tutma) tespit edilmiştir. Sürgün aşılarda 20
Nisan –10 Mayıs, Durgun aşılar için 21
Ağustos ile 10 Eylül arası aşı yapılma zamanı
olarak tespit edilmiştir (Gün, Ekiz, 2001).
Aşılama
sonrasında
koruyucu
materyallerin arasında alçak tünel ve yüksek
tünel arasında bir fark olmadığı ancak esnek
plastik kullanımının aşı başarı (yaşama) oranını
artırdığı tespit edilmiştir (Keskin, 1999).
Bu çalışma ile Tokat ekolojik koşullarında
ceviz yetiştiriciliğinin yaygınlaştırılmasına
destek olmak amacıyla, aşılı ceviz fidanının
eldesinde en uygun aşılama zamanını, aşı
yöntemini, aşının tutma ve uyanıp sürme
oranını tespit etmek amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
Bu çalışma Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı
Tokat Meyvecilik Üretme İstasyonu Müdürlüğü
bahçesinde
2002-2004
yılları
arasında
yürütülmüştür. Çalışmada anaç olarak Juglans
2
regia L. türüne ait ceviz anaçları kullanılmıştır.
Aşılamada kullanılacak olan gözler Yalova 2,
Şebin, Karabodur ve Bilecik çeşitlerinin yeni
sürgünlerden alınarak kullanılmıştır.
2002 yılı kasım ayı sonunda çöğür anaçları
elde etmek amacıyla ceviz tohumları araziye
ekilmiştir.
Bakım şartlarının çok iyi
gerçekleştirilmesi (sulama, gübreleme ve
yabancı ot mücadelesi) sonucu yeterli kalınlığa
ulaşmış olan çöğürlere 2003 yılı Temmuz,
Ağustos ve Eylül aylarında 1-10 ve 20-30.
günleri arasında aşılama işlemi yapılmıştır.
Aşılamanın yapıldığı tarihlerde her çeşit için 1
yaşlı çöğürler üzerine Yama göz, T göz, sürgün
aşılardan Yarma ve İngiliz dilcikli aşıları
kullanarak ayrı ayrı 100 adet olmak üzere her
dönem için toplam 1600 bitki aşılaması
yapılmıştır. Aşılama zamanlarındaki toplam
tutan aşı sayısı %’ si hesaplanmıştır. Gerek
yarma aşıda gerekse İngiliz dilcikli aşıda
kullanılan kalemler tam olgunlaşmamış yeni
sürgünlerden alınmıştır. Sıcaklığın en yüksek
olduğu saatlerde aşılama yapılmamıştır. Tutan
aşılar arasından yapılma zamanlarına göre ve
aşı yöntemine göre 100 adet olmak üzere
yapılan
aşılar
sayılmış
ve
%’deleri
hesaplanmıştır.
Yapılan aşılar ortalama 20 gün sonra, aşı
bantları çözüldükten sonra canlı olan gözler
sayılmış ve tutan aşı sayısı tespit edilmiştir.
Gözün düşmesi, aşı çevresindeki kararmalar ve
siyah renkte sıvı akıntısı gösteren aşılar
tutmamış olarak kayda alınmıştır.
Aşı bölgesi, Kasım ayından itibaren kış
Soğuklarına
karşı korumaya alınmıştır.
Soğuktan korumak için aşağıdaki yöntemler
kullanılmıştır.
1-Plastik pet şişe içerisine alarak yapılan
koruma,
2-Ağaç talaşı ile koruma,
3-Strofor ile koruma,
4-İzocam ile koruma.
Her bir aşı yöntemi için ayrı ayrı 100 adet
aşılı fidan kullanılmıştır. Fidanların aşı
bölgeleri öncelikle kullanılan materyallere
sarılmış ve üzerleri alçak plastik tünelle
kapatılmıştır.
2004 Şubat sonundan itibaren aşılar
kontrol edilmeye başlanmış ve ortaya çıkan
sürgünler haftalık ölçümleri (cm) yapılarak 1520 cm olduğunda tam uyanma olarak (%’de)
tespit edilmiştir.
C.CELEP
Çalışma sonunda, aşı yöntemleri, aşılama
zamanları ve aşılarda uyanma durumları
arasındaki ilişkiler rakamlarla ifade edilmiştir.
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Aşılama ve Tutma Oranları
2002 -2004 yılları arasında yürütülmüş
olan bu çalışmada 2003 Temmuz- Eylül ayları
arasında yapılmış olan aşılama sonuçlarını
gösteren Çizelge 2 incelendiğinde; 20-30
Temmuz da yapılan 1600 aşının 1062’sinin ve
1-10 Ağustos arasında yapılan aşılarında 1083
tanesinin tutmuş olduğu görülmektedir. En az
tutan aşı sayısı 20-30 Eylül arasında yapılan
aşılarda (655 adet) olmuştur. Yapılan aşılma
sonucunda tutan aşı sayısını %’de olarak
değerlendirecek olursak; 1-10 Ağustos arasında
en fazla bulunmuş (% 67,68), bunu sırasıyla ,
20-30 Temmuz (% 66,37), 1-10 Eylül (%
55,62), 20-30 Ağustos (% 55,18), 1-10
Temmuz (% 51,56) ve 20-30 Eylül (% 40,93)
izlemiştir (Çizelge 2). Aşılama yapılan aylarda
hava sıcaklığına bakacak olursak 2003 yılı
Temmuz ayında ortalama sıcaklık 21,7 ºC,
Ağustos ayında ise 21,2 ºC ve Eylül ayında
16,9 ºC olarak ölçülmüştür(Çizelge 4). 20 -30
Eylül arasında yapılan aşıların 655 tanesinin
tutmasında (Çizelge 2) en önemli faktör olarak
ortalama hava sıcaklığındaki düşüşün etkisi
olduğu sonucu çıkarılabilir. Yapılan bu aşılama
çalışması sonucunda Tokat merkez için en
uygun aşı yapma zamanı Temmuz ayının son
haftası ile Ağustos ayının ilk haftası denebilir.
Her çeşit için yapılan toplam aşı sayısı 2400
olup aşının çeşidine göre tutan aşı sayıları
Yama aşı da 1730, T göz aşısında 1557,
Yarma aşı da 1166 ve Dilcikli İng. Aşısında
957 adet
olmuştur. Uygulanan aşı çeşitleri
arasında her çeşit için yapılan 2400 aşıdan
1730 tanesinin tutması nedeniyle Yama aşı en
iyi sonucu vermiştir (Çizelge 1 ).
Çizelge1. Kullanılan Aşılama Yöntemine Göre Tutan Aşı %’si
Her Yöntem İçin Toplam 2400 Aşıdan Tutan Aşı Sayısı ve %’si
Kullanılan Aşı Yöntemi
Adet
%’de Oranı
Yama aşı
1730
72,08
T Göz Aşı
1557
64,87
Yarma Aşı
1166
48,58
Dilcikli İng. Aşı
957
39,87
Çizelge 2. Aşılama Zamanı ve Kullanılan Aşılama Yöntemine Göre Tutan Aşı Sayısı
Aşının Yapılma
Zamanı
Temmuz
1-10
Toplam
Aşı Sayısı
3200
20-30
Ağustos
1-10
Toplam
Aşı Sayısı
3200
20-30
Eylül
1-10
Toplam
Aşı Sayısı
3200
20-30
Aşılamada Kullanılan Çeşitler ve Tutan Aşı Sayısı
Uygulanan Aşı
Yöntemi
Yalova2
Şebin
Bilecik
Karabodur
Yapılan
Aşı Sayısı
Yama Göz Aşı
T Göz Aşı
Yarma Aşı
Dilcikli İng. Aşısı
Yama Göz Aşı
T Göz Aşı
Yarma Aşı
Dilcikli İng. Aşısı
Yama Göz Aşı
T Göz Aşı
Yarma Aşı
Dilcikli İng. Aşısı
Yama Göz Aşı
T Göz Aşı
Yarma Aşı
Dilcikli İng. Aşısı
Yama Göz Aşı
T Göz Aşı
Yarma Aşı
Dilcikli İng. Aşısı
Yama Göz Aşı
T Göz Aşı
Yarma Aşı
Dilcikli İng. Aşısı
68
59
42
34
86
77
55
37
79
74
60
51
69
64
45
41
62
59
42
39
44
38
32
25
71
55
38
37
88
79
57
41
82
76
63
49
64
66
44
38
70
64
50
42
46
41
34
30
75
61
41
26
87
81
56
39
84
73
55
52
72
67
46
42
69
63
49
47
58
44
43
32
78
67
44
29
92
84,75
58
44
87
80
61
57
71
68
49
49
71
69
54
40
57
47
48
36
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
400
Toplam
Tutan Aşı
Sayısı
292
242
165
126
353
322
226
161
332
303
239
209
276
265
184
170
272
255
195
168
205
170
157
123
Tutan Aşı
Sayısı ve
%’de Oranı
825
%
51,56
1062
%
66,37
1083
%
67,68
883
%
55,18
890
%
55,62
655
%
40,93
3
Tokat Şartlarında Yaz Periyodunda Aşılı Ceviz Fidanı Yetiştiriciliği İçin En Uygun Aşı Yöntemi ve Aşılama
Zamanın Belirlenmesi
3.2. Aşılarda Uyanma ve Sürme Durumu
2004 Mart ayının ilk haftasında gözler
kabarmaya başlamış ve Nisan ayı başlarından
itibaren, uyanan aşılardan süren sürgün boyları
ölçümü
sonucunda
uyanma
değerleri,
kullanılan materyale göre Plastik pet şişe de %
46,75, Talaş da % 53,75, Strofor da % 59,75 ve
İzocam da % 63,75 arasında tespit edilmiştir.
En iyi soğuktan koruma yöntemi olarak tüm aşı
yöntemleri
için
izocam
(%63,75)
uygulamasının olduğu tespit edilmiştir. En az
uyanma oranı ise pet şişe (%46,75)
uygulamasında ortaya çıkmıştır. Gözlerin
uyanması ve sürmesinde ortalama olarak en iyi
sonuç yama aşı yönteminde (% 84,75) tespit
edilirken, en az uyanma ise yarma aşıda
(% 33,5) tespit edilmiştir (Çizelge 3 ).
Çizelge 3. Soğuktan Koruma Yöntemlerine Göre Uyanma Oranları
Soğuktan Koruma Yöntemlerine Göre Uyanma Oranı ( Yaşama Oranı) (%)
Kullanılan Aşı
Yöntemi
PlastikPet Şişe
Talaş
Strofor
İzocam
Yama Göz Aşı
71
80
92
96
T Göz Aşısı
64
70
74
76
Yarma Aşı
25
32
35
42
Dilcikli İng. Aşısı
27
33
38
41
Ortalama
46,75
53,75
59,75
63,75
Çizelge 4. 2002-2004 Yılları Arası İklim Verileri (Anonymous, 2004 b)
2002-2004 Yılları arası iklim verileri
2002-2003
2003-2004
1
2
3
1
2
Ekim
29,4
29,4
-4,4
13,9
33,2
Kasım
6,9
23,6
-3,2
6,1
21,8
Aralık
-2,0
18,6
-28,0
3,2
17,1
Ocak
5,5
17,4
-7,3
2,4
14,4
Şubat
2,2
15,0
-9,0
3,5
23,3
Mart
3,0
15,6
-9,8
7,3
26,6
Nisan
11,0
27,2
-3,8
11,3
0,0
Mayıs
17,7
33,5
-0,2
14,9
20,1
Haziran
18,2
33,6
3,3
18,7
32,4
Temmuz
21,7
39,0
5,6
20,6
36,2
Ağutos
21,2
35,9
7,4
21,9
36,4
Eylül
16,9
36,9
4,7
0,0
0,0
Ortalama
84,75
71
33,5
34,75
3
0,2
-5,3
-7,5
-21,1
-11,4
-8,8
0,0
0,7
6,5
7,0
9,9
0,0
1 : Ortalama Hava Sıcaklığı , 2 : Ortalama Maximum Sıcaklık, 3 : Ortalama Minimum Sıcaklık
4. Sonuç
Ceviz bitkisinde aşı, diğer meyve
türlerinde olduğu gibi kolay tutmamaktadır. Bu
nedenle aşı yapma sırasında, kambiyumların
denk getirilmesine, kullanılacak materyallere ve
aşı yönteminin en doğru şekilde seçilmesine
dikkat etmek gerekir. Bu çalışma sonucuna
göre, Tokat ekolojik koşullarında yaz
periyodunda en uygun aşılama zamanının 20
Temmuz ile 10 Ağustos tarihleri arasında
olabileceği, en uygun aşı metodunun ise yama
göz aşısının olduğu belirlenmiştir. Çizelge 2-4
incelendiğinde sıcaklık ile aşı tutma arasında
doğrudan bir ilişki olması nedeniyle hava
sıcaklığı dikkate alınarak aşıların yapılması
gerekir. Yine aşı yapılmadan bir hafta önce
sulamanın aşı yapmayı kolaylaştıracağı
sonucuna
varılmıştır.
Aşılı
ceviz
yetiştiriciliğinde temel sorunlardan biriside aşı
4
tutmasından
ziyade
tutmuş
aşıların
korunmasıdır. Yarma ve Dilcikli İngiliz
aşısında kalemlerin tam olgunlaşmamış ve
soğuk zararına karşı dayanım gösteremedikleri
için tutma ve uyanıp sürme oranının düşük
olması nedeniyle bu iki aşı yöntemini yaz ayları
için tercih etmemek gerekir. Aşılanmış çöğürler
sonbahar aylarında ortaya çıkan düşük
sıcaklıklar, kış aylarındaki don olayları ve
ilkbahar aylarında meydana gelen düşük
sıcaklıklar nedeniyle
zararlanmalar ortaya
çıkmaktadır. Bu olumsuzluklar ortadan
kaldırmak için aşılı bitkilerin mutlaka
korunması gerektiği bunun içinde en uygun
koruma yönteminin aşı bölgesinin izocom’la
kapatılarak alçak plastik tünele alınması olduğu
çalışmamızda açıkça ortaya çıkmıştır.
C.CELEP
Kaynaklar
Anonymous, 2004 a. http:/www.fao.org
Anonymous 2004 b. Köy Hizmetleri Araştırma Enstitüsü
Müdürlüğü, Meteoroloji İstasyonu 2003-2004 Su
Yılı İklim Verileri, Tokat.
Asma, B.M., 1990. Ceviz (Juglans regia L.) Farklı Zaman
ve Aşı Yöntemleriyle Değişik Aşı Bağlarının Aşı
Başarılarına Etkileri Üzerine Bir Araştırma. (Yüksek
Lisans Tezi) E.Ü. Ziraat Fakültesi. İzmir.
Çelebioğlu, G., 1985,
Ceviz. Bursa Teknik Ziraat
Müdürlüğü. Y.No;1, Bursa, 63
Çelebioğlu, G., Ferhatoğlu., Y., 1981. Ceviz. Atatürk
Bahçe Kültürleri Merkez Araştırma Enstitüsü. Yayın
No:49, Yalova.
Gün, A., Ekiz, R., 2001. Denizli İl Merkezinde Aşılı Ceviz
Fidanı Yetiştiriciliği İçin En Uygun Aşı Yöntemi ve
Aşılama
Zamanın
Belirlenmesi
Üzerine
Araştırmalar. Türkiye 1. Ulusal Ceviz Sempozyumu.
159-167, GOÜ. Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri
Bölümü, Tokat.
Kazankaya, A., 1996. Cevizin Aşı İle Çoğaltılması ve
Aşılama Sonrası Biyokimyasal ve Histolojik
Değişiklikler Üzerine Araştırmalar. (Yayınlanmamış
Doktora Tezi ), Y.Y.Ü.FBE. Van .
Keskin, S., 1999. Tokat İli Ekolojik Şartlarında Ceviz
(Juglans regia L.) Aşılarında Aşı Başarı Oranı ve
Fidan Randımanını Yükselten Bazı Değişik
Uygulamaların Belirlenmesi Üzerine Bir Araştırma.
(Yüksek Lisans Tezi), Gaziosmanpaşa Üniversitesi,
Fen Bilimleri Enstitüsü., Tokat.
Ozkan, Y., Edizer, Y., Akça, Y., 1999. A Study On
Propagation With Patch Budding Of Some Walnut
Cultivars . Fourth İnternational Walnut Symposium .
Poster No: 47, Bordeaux. France.
Şen, S. M., 1986. Ceviz Yetiştiriciliği, Eser Matbaası.
Samsun.
Tekintaş, F.E., 1988. Cevizlerde (Juglans regia L. ) Aşı
Kaynaşması ve Aşı İle İlgili Sorunlar Üzerine
Araştırmalar. (Doktora Tezi ), E.Ü. Ziraat Fakültesi
Bahçe Bitkileri Bölümü, Bornova, İzmir.
Topak, R., Bayrak, S., 1998. Aşılı Ceviz Yetiştiriciliği.
Burak Ofset., Ankara
Ünal, A., 1992. Cevizlerde Yama Göz Aşılarında Aşılama
Zamanının Aşı Bağı ve Aşı Gözü Özelliğinin Aşı
Başarısına Etkileri Üzerine Araştırmalar. 1. Ulusal
Bahçe Bitkileri Sempozyumu. ( C.1. Meyve ), 1-4,
E.Ü. Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü,
Bornova. İzmir..
Yaviç, A., 1992. Ceviz (Juglans regia L.) Aşılamalarında
Antioksidan Madde Kullanımının Aşı Başarısına
Etkileri Üzerine Bir Araştırma. (Yüksek Lisans
Tezi) , Y.Y.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü. Van.
5
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 7-11
Açıkta ve Isıtmasız Örtüaltı Koşullarında Muir ve Tudla Yediveren Çilek
Çeşitlerinin Erken ve Geç Turfanda Dönemindeki Verimleri
Çetin Çekiç1
1
Yemliha Edizer1
Mehmet Güneş1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Araştırma, 2004 yılında Muir ve Tudla yediveren çilek çeşitleriyle yürütülmüştür. Isıtmasız sera
şartları erken ve geç turfanda ürün yetiştirmek açısından değerlendirilmiştir. Çalışmada çilek çeşitlerinin
ortalama meyve ağırlığı, bitki başına verim, pH değerleri, toplam suda çözünebilir kurumadde miktarı
(TSKM) ve toplam (TA) asitlik değerleri belirlenmiştir. Her iki çeşitte de, bitki başına verim bakımından
ısıtmasız sera ve sera içi tünel ortamları arasında önemli bir fark görülmezken her iki ortamın verim değerleri
açıkta yetiştiriciliğe oranla çok yüksek olmuştur. Yediveren çeşitler Tokat ekolojik şartlarında açıkta çift
ürünlük gösterirken, sera içindeki verim uygun sıcaklık ve güneş ışığı sağlandığı müddetçe kesintisiz
olmuştur.
Anahtar kelimeler: Çilek, yediveren, sera
Early and Late Season Yields of Two Everbearing Strawberry Cultivars, Muir
and Tudla, in Normal Ecology and in Non-heated Greenhouse Conditions
Abstract: The experiment was carried out with two everbearing strawberry cultivars (Muir and Tudla) in
2004. Non-heated greenhouse conditions were evaluated for early and late season yields. In the experiment,
average fruit weight, total yield per plant, pH, total soluble solid and total acidity contents were recorded.
Although there was no statistical difference for their total yield of greenhouse and high tunnel inside
greenhouse, the yield of both greenhouse conditions was significantly higher from the yield of plants grown
in normal ecology for both cultivars. While the everbearing cultivars show two yield character in normal
ecology, they give yield continuously in the greenhouse conditions in the Tokat ecology.
Key words: Strawberry, everbearing, greenhouse
1. Giriş
Ülkemizin çok farklı iklim şartlarına sahip
bölgelerden oluşması, birçok meyve türünde
olduğu gibi çilekte de modern yetiştirme
yöntemleriyle üretilmeyi mümkün kılmıştır
(Özbek 1987). Ancak ülkemizde çilek
yetiştiriciliği uzun yıllar, eski bir kaç çeşit ile
yapılmış, ıslah edilen yeni, kaliteli ve iri
meyvelere sahip çeşitlerin ülkeye girişi
gecikmiştir. Son yıllarda modern yetiştirme
yöntemleriyle birlikte yeni çeşitlerin kullanımı
artmaya başlamıştır. 2004 yılı FAO verilerine
göre yaklaşık 10 bin hektar alanda 150.000
ton’luk verim değeriyle Türkiye, dünya çilek
üretiminde 8. sırada, birim alandan alınan verim
bazında ise, ortalama 1,5 t/da ile dünya
sıralamasında 28. sıradadır (Anonim 2004a).
Ülkemizde Marmara, Ege ve Akdeniz kıyı
bölgelerinde yoğun olarak yetiştirilen çilek,
zaman içersinde iç bölgelerde de yetiştirilmeye
başlanmış ve iyi sonuçlar alınmıştır (Kara
1986 ; Konarlı 1986 ; Kaplan 1990). Hatay’dan
başlayarak Adana, Tarsus, Mersin, Silifke,
Alanya, Finike, Aydın, Sultanhisar, İstanbul,
Bursa, Kastamonu, Elazığ ve hatta Malatya’ya
kadar uzanan bir alanda çilek yetiştiriciliği
yapılmaktadır (Türemiş ve Kaşka 1995).
Tokat, çilek yetiştiriciliği için uygun bir
iklime sahip olmasına karşın yetiştiricilik
yaygınlaşamamıştır. Günümüzde Kelkit havzasının yüksek kısımlarında, Erbaa ilçesi Gökal
beldesinde yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bölgede
çilek yetiştiriciliğini yaygınlaştırmak amacıyla
Kazova’da değişik çeşitlerle adaptasyon
çalışmaları yürütülmüş ve olumlu sonuçlar
alınmıştır (Özkan 1999; Çekiç ve ark. 2003).
Ancak çileğin pazarda kalma süresini uzatmak
için erken ve geç dönemlerde çilek
yetiştiriciliğinin yapılması, arz talep dengesinin
korunması açısından önemlidir. Ülkemizin
değişik yörelerinde, çilek yetiştiriciliğinde
verim ve erkencilik sağlamak amacıyla
çalışmalar yapılmıştır. Kaplan ve ark. (1999)
Karadeniz bölgesinde tek ürünlü Tufts çilek
çeşidini kullanarak yaptıkları çalışmada açıkta
yetiştiriciliğe oranla alçak tünellerde 4 günlük,
yüksek tünelde ise 15 günlük erkencilik
sağlamışlardır. Yine aynı çalışmada hasat süresi
açıkta yetiştiriciliğe oranla alçak tünelde 3 gün,
yüksek tünelde ise 10 gün uzamıştır. Tokat ili
Kazova ekolojik koşullarında Aliso, Tufts ve
Yalova 416 çeşitleriyle yapılan çalışmada ise
toplam ürünün %46-52’sinin Mayıs ayında
Açıkta ve Isıtmasız Örtüaltı Koşullarında Muir ve Tudla Yediveren Çilek Çeşitlerinin Erken ve Geç Turfanda
Dönemindeki Verimleri
kalan diğer kısmının ise Haziran ayının ilk
yarısında alındığı belirtilmiştir (Özkan 1999).
Çekiç ve ark. (2003) tarafından Kazova’da
yapılan adaptasyon çalışmalarında çilekte
toplam hasat süresinin en fazla 30-40 gün
civarında olduğu belirlenmiştir. Çalışmada
kullanılan
yediveren
çeşitlerin
açıkta
yetiştiricilikte
bu
bölgede
yediverenlik
özelliğini göstermediği, ilkbahar ürününden
sonra dinlenmeye girdiği ve sonbahar
başlarında tekrar meyveye yattığı görülmüştür.
Ancak ikinci ürün olarak kabul edilen bu
dönemdeki meyveler erken dönemde başlayan
soğuklar dolayısıyla zararlanmıştır. Çileğin
ürün fiyatının yüksek, iş gücü yoğunluğunun az
olduğu bu dönemde elde edilen ürünün
soğuklara karşı korunması üreticilere ek bir
gelir sağlayacaktır.
Bu çalışmada, daha önceki çalışmalarda
ürün kalitesi ve verimi açısından üstün özellikte
olduğu tespit edilen ve bölgeye adaptasyonu iyi
olan Muir ve Tudla yediveren çilek çeşitleri
kullanılarak açıkta
ve ısıtmasız
sera
ortamındaki verim performansları belirlenmeye
çalışılmıştır. Çalışmada ayrıca bölgede üretilen
ilk yerli ürünün pazara çıkışının erkene
alınması ve sonbahar ürününün ise soğuklardan
korunarak pazara sunma şansının olup olmadığı
araştırılmıştır.
2. Materyal ve Metot
Araştırma,
2004
yılında
Tokat
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Bahçe Bitkileri Bölümü deneme bahçesi ve
seralarında
yürütülmüştür.
Çalışmada
Yediveren özellik gösteren Muir ve Tudla çilek
çeşitleri kullanılmıştır. Çilek fideleri 2003 yılı
bahar döneminde açıkta, ısıtmasız cam sera ve
ısıtmasız cam sera içerisinde yüksek tünel
olmak üzere üç farklı ortama, siyah polietilen
malçlı ve malçsız olarak ve fideler masura
üzerine sıra üzeri 40 cm, sıra arası 60 cm olacak
şekilde çift sıralı olarak dikilmiştir. Masura
genişliği 90 cm ve masuralar arası mesafe 60
cm olarak belirlenmiştir. Deneme çok faktörlü
faktöriyel deneme desenine göre üç tekerrürlü
olarak kurulmuş ve her tekerrürde 10 adet bitki
bulundurulmuştur.
Çalışmada, bitki ortalama erkenci ve son
turfanda verimin yanı sıra meyve ağırlığı, bitki
başına verim, pH, toplam suda çözünebilir
kurumadde ve titre edilebilir asitlik değerleri
belirlenmiştir.
3. Bulgular
Toplam Verim ve Bazı Meyve Kalite
Değerleri
Farklı ortamlara ait verim, meyve ağırlığı,
TA, pH ve SÇKM değerleri Tablo 1 ve Tablo
2’de verilmiştir. Çalışmada kullanılan her iki
çeşitte de, bitki başına verim bakımından
ısıtmasız sera ve sera içi tünel ortamlarında fark
görülmezken; her iki ortamın verim değerleri
açıkta yetiştiriciliğe oranla çok yüksek olmuş
ve farklılık istatistiki olarak % 1 seviyesinde
önemli bulunmuştur. Muir çeşidinin bitki
başına verimi, sera ile sera içi tünel ortamları
arasında Tudla çeşidine göre yüksek olmuştur.
Bitki başına verim Muir çeşidinde sera
ortamında 460.01 g ile en yüksek bulunmuştur.
Farklı ortamlarda yetiştirlen meyvelerin
meyve suyu pH değerleri arasında istatistiki
olarak fark görülmezken; SÇKM ve TA
değerleri
arasındaki
farklılıklar
%1
seviyesinde, ortalama meyve ağırlığındaki
farklılıklar ise %5 seviyesinde önemli olmuştur
(Tablo 1).
Tablo 1. Muir çeşidinin farklı ortamlardaki verim, meyve ağırlığı,Titre edilebilir asit miktarı (TA), pH ve
Toplam sudaerir kurumadde miktarı (SÇKM) değerleri
Bitki başına
Ortalama meyve
TA
SÇKM
pH
verim (g/bitki)
ağırlığı (g)
(g/100g)
(%)
Açık
121.47 b **
10.70 ab*
0.95 b**
3.06 ÖD
9.42 a**
Isıtmasız Cam Sera
460.01 a
10.18 b
1.09 a
3.04
6.68 c
Sera içi yüksek tünel 448.79 a
11.22 a
1.07 a
3.10
7.42 b
ORTALAMA
343.42
10.70
1.04
3.06
7.84
Malç
*
ÖD
ÖD
ÖD
ÖD
Farklı harflerle gösterilen ortalamalar arasındaki fark; ** : %1, * : %5 düzeyinde önemli, ÖD: Önemli değil
8
Ç.ÇEKİÇ, Y.EDİZER, M.GÜNEŞ
Tudla çeşidinde bitki başına verim, sera
ortamında 341.39 g ile en yüksek bulunmuştur.
Farklı ortamlardaki meyvelerin ortalama
ağırlıkları arasındaki fark istatistiki olarak
önemli olmaz iken; meyve suyu pH değerleri
ve SÇKM oranları arasındaki farklılıklar %1
seviyesinde önemli bulunmuştur (Tablo 2). TA
değerleri arasındaki farklılıklar ise %5
seviyesinde önemli bulunmuştur.
Siyah polietilen malç kullanımının
çeşitlerin verim ve diğer kalite özellikleri
üzerine
etkisi sınırlı
olmuştur.
Malç
kullanımının Muir çeşidinin meyve ağırlığı,
TA, pH ve SÇKM üzerine etkisi istatistiki
olarak önemli bulunmazken; bitki başına
toplam verim değerleri arasındaki fark %5
seviyesinde önemli olmuştur. Diğer taraftan
Tudla çeşidinde malç kullanımı sadece meyve
suyu SÇKM değerleri üzerinde % 5 seviyesinde
önemli olurken; diğer özellikler bakımından
önemli bulunmamıştır. Ancak malç kullanımı,
meyvelerin mantari hastalıklardan korunması
ve kaliteli ürün eldesi açısından yine de önemli
bir kültürel işlemdir.
Tablo 2. Tudla çeşidinin farklı ortamlardaki verim, meyve ağırlığı,Titre edilebilir asit miktarı (TA), pH ve
Toplam sudaerir kurumadde miktarı (SÇKM) değerleri
Bitki başına
Ortalama meyve
TA
SÇKM
pH
verim (g/bitki)
ağırlığı(g)
(g/100g)
(%)
Açık
137.43 b**
10.73 ÖD
1.00*
2.98 b** 9.58 a**
Isıtmasız Cam Sera
341.39 a
10.85
0.97
3.14 a
6.90 c
Sera içi yüksek tünel
339.23 a
11.18
0.98
3.15 a
7.29 b
ORTALAMA
272.68
10.92
0.98
3.09
7.92
Malç
ÖD
ÖD
ÖD
ÖD
*
Farklı harflerle gösterilen ortalamalar arasındaki fark; ** : %1, * : %5 düzeyinde önemli, ÖD: Önemli değil
Turfanda Verim
Sera ve sera içi tünel ortamlarında
yetiştirilen her iki çeşitte de Nisan ayı
ortasından başlayarak Kasım ayı başlarına
kadar kesintisiz ürün alınmıştır. Buna karşılık
açıkta yetiştirilen bitkilerdeki hasat 23 Mayısta
başlamış ve son hasat Haziran ortasında
yapılmıştır. Muir çeşidi sera ortamında
yetiştirildiğinde bitki başına ortalama ilk
turfanda ürün olarak 274,66 g meyve alınırken,
sera içi tünelde yetiştirildiğinde 199,05 g
alınmıştır. Açıktaki ürünün bitiminden sonra
elde edilen ürün ise her iki ortamda sırasıyla
109,07 ve 153,47 g/bitki olmuştur. Mayıs
dönemindeki asıl üründen sonra güz döneminde
açık alandan ise sadece 8,67 g/bitki ürün
alınmıştır (Şekil 1).
Bitki başına verim (g/bitki)
80,00
60,00
Sera
40,00
Sera içi Tünel
Açık
20,00
0,00
.1
is
N
3
N
9
.1
is
.2
is
N
2
N
3
1
1
5
3
0
7
2
4
5
9
7
02
.0
.2
.3
.2
.1
.2
.0
.1
.2
.0
.1
.1
s.
yl
is
m
az
ay
ay
ay
ay
ay
az
az
m
e
E
k
H
H
H
Ka
M
M
M
M
M
T
E
Hasat zamanı
Şekil 1. Muir çeşidinin farklı ortamlarda değişik dönemlerdeki hasatlarda bitki başına verim değerleri (g/bitki)
9
Açıkta ve Isıtmasız Örtüaltı Koşullarında Muir ve Tudla Yediveren Çilek Çeşitlerinin Erken ve Geç Turfanda
Dönemindeki Verimleri
Tudla çeşidinde ilk turfanda toplam ürün
sera ortamında ortalama olarak 201,73 g/bitki
ve sera içi tünelde 145,50 g/bitki olmuştur. Son
turfanda ürün ise her iki ortamda sırasıyla 81,80
ve 103,88 g/bitki olmuştur. Açık alandaki güz
ürünü ise sadece 8,13 g/bitki olmuştur (Şekil 2).
Bitki başına verim (g/bitki)
80,00
60,00
Sera
Sera içi Tünel
40,00
Açık
20,00
0,00
N
is
3
.1
N
9
.1
is
N
2
.2
is
N
is
7
.2
M
3
.0
ay
M
0
.1
ay
M
7
.1
ay
M
3
.2
ay
M
1
.3
ay
H
9
.0
az
H
5
.1
az
H
2
.2
az
m
Te
5
.0
l
Ey
.2
4
m
Ek
1
.1
s
Ka
2
.0
Hasat zamanı
Şekil 2. Tudla çeşidinin farklı ortamlarda değişik dönemlerdeki hasatlarda bitki başına verim değerleri (g/bitki)
karşılık ortalama iriliklerde aşırı değişkenlik
görülmemiştir. 23.5 g’a varan meyveler
görülmesine rağmen her iki çeşitte de meyve
ağırlığı çoğunlukla 9-13 g arasında olmuştur.
20,00
20,00
Ortalama meyve ağırlığı (gr/bitki)
Ortalama meyve ağırlığı (gr/meyve)
Çeşitlerden alınan meyvelerin hasat sezonu
boyunca gösterdiği ortalama meyve ağırlığı
değerleri Şekil 3’te verilmiştir. Hasat süresince
çok küçük yada çok büyük meyveler alınmasına
15,00
10,00
5,00
is.
22
is.
19
is.
27
M
ay
.0
3
M
ay
.1
0
M
ay
.1
7
M
ay
.2
3
M
ay
.3
1
H
az
.0
9
H
az
.1
5
H
az
.2
2
Te
m
.0
5
Ey
l.2
4
Ek
m
.1
1
Ka
s.
02
N
N
N
is.
13
10,00
5,00
0,00
0,00
N
15,00
N
13
is.
N
19
is.
N
22
is.
N
27
is.
1
5
3
3
7
1
0
4
5
9
2
02
.0
.0
.2
.1
.2
.1
.0
l.2
.1
.1
.3
m
s.
m
ay
ay
ay
az
az
az
ay
ay
Ey
M
M
M
M
M
H
H
H
Te
Ka
Ek
Hasat zamanı
Hasat zamanı
Sera
S era içi Tünel
A çık
Sera
S era içi Tünel
Açık
Muir
Tudla
Şekil 3. Muir ve Tudla çeşitlerinin farklı ortamlarda değişik dönemlerdeki hasatlarda ortalama meyve
ağırlığı değerleri
4. Tartışma ve Sonuç
Tokat ilinde yetiştiriciliği sadece belirli bir
bölgede yapılan çileğin daha önceki
çalışmalarda (Özkan 1999; Çekiç ve ark. 2003)’
da
belirtildiği
gibi
ekonomik
olarak
yetiştirilebileceği ve kârlı olabileceği ortaya
konmuştur. Tokat ekolojisinde açık alandan
10
elde edilen verim değerleri, farklı çeşitler
kullanılmakla birlikte, Doğu Anadolu’da
(Kaplan ve ark. 1999) ve Karadenizin kıyı
kesimlerinde (Yılmaz ve ark. 1999) elde edilen
verim değerlerine oranla daha yüksek; Güney
bölgelerindeki (Özgüven ve Yılmaz 2003)
verim değerlerinden daha düşüktür. Çilek
Ç.ÇEKİÇ, Y.EDİZER, M.GÜNEŞ
sezonu olarak kabul edilen Mayıs-Haziran
aylarında üretilen ürün bakımından kendine
yeterli olmayan Tokat ili, sezon dışında
tamamen diğer üretici illere bağımlıdır. Sezon
içinde pazar fiyatı düşük olmasına karşılık
sezon öncesi erken turfanda ürün, sezon
fiyatının 4 katı; sezon sonrası ürün ise sezon
fiyatının 6 katı civarında olmaktadır (Anonim
2004b). Mayıs dönemindeki esas ürün sezonu
boyunca her iki kapalı ortamdan da elde edilen
ürün, açığa oranla düşük olmuştur. Ancak bu
dönemde ürün fiyatının düşük olmasından
dolayı toplam kârlılığı fazla etkilememiştir.
Dolayısıyla sezon dışı elde edilebilecek az
miktardaki ürün bile üreticiye kâr sağlayacaktır.
Çalışmada sera ve sera içi tünel ortamlarından
elde edilen toplam ürün, açıktaki ürüne oranla
çok yüksektir. Ancak ‘kapalı ortamlar her
zaman açıktakilere oranla yüksek verim verir’
bağlantısı kurulamaz. Nitekim, Kaplan ve ark.
(1999)’nın Van ekolojisinde elde ettikleri
sonuçlara göre, yüksek tüneldeki verim
değerleri açık alandakinden düşük bulunmuştur.
Buna neden olarak o ekolojide erken uyanan
çiçeklerin geç donlardan zarar görmesi olarak
açıklanmıştır. Benzer şekilde, çalışmamızdaki
her iki çeşitte de sera içi tünel ortamındaki
erkenci ürün sera ortamına oranla daha düşük
bulunmuştur. Sera içindeki tünelde bitkiler
Şubat ayı sonunda sera içine oranla iki hafta
önce çiçeklenmeye başlamış ancak sonrasında
donlardan zarar görmüştür.
Sezon dışında elde edilen ürünün fiyatı
yüksek olmakla birlikte çok erken ve çok geç
dönemdeki ürünlerin TA ve pH değerleri
yüksek, SÇKM değerleri düşük olmuştur. Açık
alanda güz ürününde hasat başlangıcının hemen
sonrasında başlayan erken donlar, ürün tam
olgunlaşmadan zararlanmasına neden olmaktadır. Çalışma sonuçlarına göre, Tokat
koşullarında ısıtmasız sera ortamının yediveren
çeşitlerde ürünün yıl içine yayılması
bakımından uygun ortam olabileceği sonucuna
ulaşılmıştır.
Kaynaklar
Anonim,
2004a.
FAO
Statistical
database.
http://www.fao.org
Anonim, 2004b. Tokat Sebze ve Meyve Hali. (Sözlü
görüşmeler).
Çekiç, Ç. Çalış, Ö., Güneş, M., Gerçekçioğlu, R., 2003.
Çilek Yetiştiriciliğinde Kullanılan Bazı Malç
Materyallerinin Hasat Sonrası Ortaya Çıkabilecek
Mantari Hastalıkların Önlenmesi Üzerine Etkisi. I.
Ulusal Kivi ve Üzümsü Meyveler Sempozyumu, s.
246-248, 23-25 Ekim 2003, Ordu.
Çekiç, Ç., Gerçekçioğlu, R., Güneş, M., 2003. Bazı
Yabancı Çilek Çeşitlerinin Tokat
Ekolojisine
Adaptasyonu. I. Ulusal Kivi ve Üzümsü Meyveler
Sempozyumu, s. 221-225, 23-25 Ekim 2003, Ordu.
Kaplan N., 1999. Güneydoğu Anadolu Bölgesine Uygun
Çilek Çeşitlerinin Seçimi. III. Türkiye III. Bahçe
Bitkileri Kongresi, 14-17 Eylül 1999, Ankara
Kaplan N., Apaydın A., Özdemir C., 1999. Karadeniz
Bölgesi şartlarında Bazı Örtü Sistemlerinin Çileğin
Erkenci ve Toplam Verimi ile Kalite ve Karlılığı
Üzerine Etkileri. Türkiye III. Bahçe Bitkileri
Kongresi, 14-17 Eylül 1999, Ankara.
Kaplan, N. 1990. Ülkesel Üzümsü Meyveler Araştırma
Projesi Çilek Çeşit Adaptasyonu. Güneydoğu
Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Yayın No :
90-5. Diyarbakır.
Kara, B.,1986. Ülkesel Üzümsü Meyveler Araştırma
Projesi Çilek Çeşit Adaptasyonu. Güneydoğu
Anadolu Tarımsal Araştırma Enstitüsü Yayın No :
2097. Diyarbakır.
Konarlı, O. 1986. Ülkesel Üzümsü Meyveler Araştırma
Projesi 1985 Yılı Koordinatör Raporu. Atatürk
Bahçe Kültürleri Araştırma Enstitüsü, Yalova.
Özbek, S. 1987. Genel Meyvecilik. Çukurova Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Ders Kitabı No:31. Adana.
Özgüven, A. I., Yılmaz C., 2003. Adana Koşullarında
Bazı Kaliforniya Çilek Çeşitlerinin Adaptasyonu. I.
Ulusal Kivi ve Üzümsü Meyveler Sempozyumu, s.
208-213, 23-25 Ekim 2003, Ordu
Özkan, 1999. Bazı Çilek Çeşitlerinin Tokat Ekolojik
Koşullarındaki Verim ve Kalite Kriterleri Üzerinde
Araştırmalar. Türkiye III. Bahçe Bitkileri Kongresi,
14-17 Eylül 1999, Ankara
Türemiş, N., Kaşka, N. 1995. Çileklerde Kol Bitkisi
Üretimi Üzerine Ana Bitkilerin Üç Bölgede Farklı
Tarihlerde Dikilmesinin Etkileri. Türk Tarım ve
Ormancılık Dergisi 19(6): 457-463. Ankara
11
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 13-18
Samsun İli Fındık Bahçelerinde Bulunan Zararlı ve Yararlı Akarların
Populasyon Dalgalanmalarının Belirlenmesi
Faruk Akyazı1
Osman Ecevit2
1
2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü, 60240, Tokat
Ondokuzmayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü, 55139, Samsun
Özet: Bu araştırma 2001-2002 yıllarında fındık bahçelerinde bulunan zararlı ve faydalı akar türlerinin
popülasyon dalgalanmalarını belirlemek amacıyla Samsun’un Ondokuzmayıs ilçesinin Karagüney köyünde
yürütülmüştür. Araştırmada, çalışma süresince ilaçlama yapılmamış iki bahçede görülen zararlı ve faydalı
akar türlerinin popülasyon dalgalanmaları belirlenmiştir. Bu amaçla vejetasyon dönemi boyunca yedi günlük
aralıklarla yaprak örnekleri alınmıştır. Her iki bahçeden toplam 10 ocakta ve her bir ocaktan 100 yaprak
olacak şekilde örnekleme yapılmıştır. Çalışma sonuçları zararlı ve faydalı akar türlerinin popülasyon
yoğunluğunun genellikle nisan ayından itibaren artmaya başladığı, temmuz-ağustos aylarında en yüksek
seviyelere ulaştığı ve ekim ayından itibaren ise düştüğünü göstermiştir. Araştırmada, zararlı akar türlerinin
ilaçsız bu iki fındık bahçesinde yüksek yoğunluklar oluşturamadıkları ve predatör türlerin zararlı akar
popülasyonunu kontrol altında tutabildikleri belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Fındık, akar türleri, populasyon dalgalanması
Determination of Population Fluctuations of Harmful and Beneficial Mites in
Hazelnut Orchards of Samsun Province
Abstract: This study was conducted to the determinate of harmful and beneficial mite species in hazelnut
orchards during 2001-2002 at Karagüney village in the 19 Mayıs district, Samsun, Turkey. Seasonal
fluctuations of harmful and beneficial mite species were determined in two hazelnut orchards where
pesticides were not applied during the study. Leaf samples were collected weekly for monitoring populations
of these harmful and beneficial mite species during the vegetative period. Sampling was made by collecting
100 leaves from each ocak and totaly 10 ocak from both orchards. Results revealed that the populations of
harmful and beneficial mite species generally started to increase from april and reached their highest level in
July-August. Population levels started to decline in October. Population densities of harmful mites did not
reach high levels in both hazelnut orchards. Predatory mites could have suppressed the harmful mites.
Key Words: Hazelnut, mite species, population fluctuations
1. Giriş
Karadeniz Bölgesinde yaygın bir şekilde
yetiştirilen fındık (Işık ve ark.,1987) yöredeki
400.000 aile işletmesi ve 5 milyon insanın
geçim kaynağını oluşturur (Kılıç, 1994).
Fındıkta zararlı olan pek çok böcek (Işık
ve ark.,1987; Tuncer ve Ecevit, 1997) ve akar
türü vardır (Ecevit ve Özman, 1996; Aliniazee,
1998; Çobanoğlu, 1991). Akyazı ve Ecevit
(2003), Doğu Karadeniz bölgesinde fındık
üzerinde 14 familyadan 39 akar türü tespit
etmişlerdir.
Akarlar yaptıkları zarar sonucunda ürünün
kalite ve kantitesinin azalmasına neden olurken,
eriophyid akarlar hem vejetatif,
hem de
generatif
tomurcuklarda
zarar
oluşturduklarından, doğrudan ve dolaylı olmak
üzere iki yönlü olarak verimi etkilerler (Ecevit
ve Özman, 1996).
Türkiye genelinde fındık yetiştirilen
bölgelerde zararlı böcekler üzerine pek çok
çalışma
olmasına
rağmen,
fındık
ekosistemindeki akarlar üzerine yapılan
çalışmalar sınırlı sayıdadır. Çobanoğlu (1991),
fındık bahçelerinde 20 tür, Ecevit ve
ark.,(1992), Karadeniz’de 4 Eriophyid türü,
Ecevit ve ark.,(1996), Samsun’da Phytoseiidae
familyasına ait 9 predatör tür, Özman and
Çobanoğlu (2001), 23 predatör akar türü tespit
etmişlerdir.
Zararlıların baskı altında tutulmasında
önemli unsurlardan birisi de doğal dengenin ve
doğal mücadelenin bozulmadan korunmasıdır.
Dolayısıyla doğal düşman-zararlı ilişkilerinin
iyi bilinmesi gerekir (Ecevit ve ark., 1996).
Fındık bahçelerindeki zararlı ve yararlı akar
türlerinin ilişkilerinin tespit edildiği çalışmanın
bu açıdan da önemi büyüktür. Böylece
gelecekte uygulanabilecek biyolojik savaş
çalışmaları için de bir adım atılmış olacaktır.
Samsun İli Fındık Bahçelerinde Bulunan Zararlı ve Yararlı Akarların Populasyon Dalgalanmalarının Belirlenmesi
Akarlar çıplak gözle görülmediklerinden
çiftçimiz genellikle tam olarak akarlardan
kaynaklanan verim azalmasının nedenini
çözememiştir. İşte bu nedenlerle ele alınan bu
çalışmada Samsun ili fındık bahçelerindeki
gerek yararlı, gerekse zararlı akar türlerinin
mevsim boyunca populasyon dalgalanmalarının
tespit edilmesi amaçlanmıştır.
2.Materyal ve Yöntem
2.1. Arazi Çalışması
Bu çalışma 2001 ve 2002 yıllarında
Samsun ili Ondokuzmayıs ilçesi, Karagüney
köyünde yürütülmüştür. Araştırmada, Samsun
ili fındık bahçelerinde bulunan faydalı ve
zararlı
akar
türlerinin
populasyon
dalgalanmalarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Bunun için Karagüney köyünde ilaçlama
yapılmamış iki fındık bahçesi seçilmiştir. Bu
amaçla vejetasyon dönemi boyunca bu
bahçelerden yedi günlük aralıklarla yaprak
örnekleri alınmıştır. Her iki bahçeden toplam
10 ocakta ve her bir ocaktan 100 yaprak olacak
şekilde örnekleme yapılmıştır. Yaprak başına
düşen akar sayısını belirlemek için aşağıdaki
hesaplama kullanılmıştır:
Toplam Akar Sayısı
Yaprak Başına Akar =
Toplam Yaprak Sayısı
2.2. Laboratuar Çalışması
Yaprak
örneklerinin
sayımı
Stereomikroskop altında yapılmıştır. Akar
sayımları tüm yaprağın alt ve üst yüzeyi dikkate
alınarak yapılmıştır.
Akarlar
preparat
yapılmadan önce Ecevit (1976)’in uygun
bulduğu
lactofenol
ortamı
içersinde
berraklaştırma
işleminden
sonra
hoyer
ortamında preparatları yapılmıştır.
3. Araştırma Sonuçları ve Tartışma
Seçilen fındık bahçelerinde yapılan
sayımlar
sonucunda
zararlı
akarlardan
Tetranychidae
ve
Eriophyidae,
faydalı
akarlardan
Phytoseiidae, Tarsonemidae ve
Tydeidae familyalarına ait türler bulunmuştur.
Yapılan sayımlar sonucunda değerlendirmeler
Tetranychidae familyasına ait Tetranycopsis
horridus Can. Fan., Eotetranychus coryli Reck.
türlerinde
tür
düzeyinde,
Eriophyidae
familyasında ise sayım sırasında tür ayrımı
yapılamadığından tür düzeyine inilmeyip
familya düzeyinde yapılmıştır. Daha sonra
14
yapılan
teşhisler
sonucunda
Phytoptus
avellanae Nal., Cecidophyopsis vermiformis
Nal., Aculus comatus Nal., Tegonotus depressus
Nal., Anthocoptes loricatus Nal., Phyllocoptes
lamimani Kaifer, Phyllocoptes coryli Liro
türleri olduğu tespit edilmiştir.
Aynı
şekilde
faydalı
akarlardan
Phytoseiidae,
Tarsonemidae,
Tydeidae
familyalarının sayımları da familya düzeyinde
yapılmıştır.
Phytoseiidae
familyasından
Kampimodromus
aberrans
Oudemans,
Phytoseius echinus Winstein & Arutunian,
Phytoseius
finitumus,Euseius
finlandicus
Oudemans,
Amblyseius
andersoni,
Typhloctonus tiliarum Oudemans, Amblyseius
potentillae
Garman,
Tarsonemidae
familyasından Tarsonemus karli Sharanov et
Mitrofanov,1982,
Tarsonemus
lobosus
Suski,1982, Tydeidae familyasından Tydeus
californicus Banks; Tydeus caudatus Duges ve
Pronematus elongatus türleri teşhis edilmiştir.
3.1. Zararlı Akarların 2001 ve 2002 Yılına
Ait Populasyon Dalgalanmaları
Fındık zararlısı olan T. horridus 2001
yılında ilk kez Nisan ayında yapraklarda
görülmeye başlamıştır. Populasyon Mayıs
başında 0,44 akar/yaprak seviyesine ulaştıktan
sonra Eylül ayının 2. haftasından sonra
sıfırlanmıştır. 2002 yılında ise, gerek ilk ortaya
çıkış, gerekse populasyonun maksimum
seviyeye
ulaşması
gecikmiştir.
Türün
yoğunluğu
Temmuz
ayının
ortasında
maksimum seviye (0,128 akar/yaprak)’sine
ulaşmıştır (Şekil 1).
Şekil 1. Tetranycopsis horridus’un Fındık Yapraklarındaki
Hareketli Dönemlerinin 2001-2002 Yıllarına Ait Populasyon
Dalgalanması
F.AKYAZI, O.ECEVİT
E. coryli her iki yılda da Nisan ayından
itibaren yapraklarda görülmeye başlamıştır.
Türün maksimum yoğunluğa ulaşması ilk yıl
Eylül ayına (1,90 akar/yaprak), ikinci yıl ise
Temmuz ayına rastlamıştır (0,48 akar/yaprak)
(Şekil 2). Her iki yılda da Ekim ayından
itibaren yapraklar terk edilmiştir.
Şekil 2. Eotetranychus coryli’nin 2001-2002 Yıllarına Ait
Hareketli Dönemlerinin Populasyon Dalgalanması.
2001 yılında ilk kez Eriophyid’lerin fındık
yapraklarında görülmesi Temmuz’un 3.
haftasına rastlar. Aynı dönemde en yüksek
seviyesine (38,6 akar/yaprak) (Şekil 3) ulaşmış
olan Eriophyid yoğunluğu bu aydan sonra fazla
yükselmemiştir. Türlerin kışlaklarına çekilmesi
ise Ekim sonlarına rastlamaktadır.
Şekil 3. Eriophyidae Familyası Türlerinin 2001-2002 Yıllarına
Ait Fındık Yapraklarındaki Hareketli Dönemlerinin Populasyon
Dalgalanması
3.2. Yararlı Akarların 2001-2002 Yılına Ait
Populasyon Dalgalanmaları
2001 yılında ilk kez Nisan ayında
görülmüştür.Ekim ayında en yüksek yoğunluk
seviyeleri (0,26 akar/yaprak)’ne ulaşmışlardır.
2002’de haziran sonlarına doğru artışa geçen
populasyon, Eylül ayının ilk haftasında
maksimum değerine (0,32 akar/yaprak)
ulaşmıştır (Şekil 4).
Şekil 4. Tarsonemidae Familyası Türlerinin 2001 -2002 Yıllarına
Ait Fındık Yapraklarındaki Hareketli Dönemlerinin Populasyon
Dalgalanması
Çalışmanın başlatıldığı ilk yılda daha
yüksek yoğunluk oluşturmuş olan Phytoseiidae
familyası akarları, her iki yılda da nisan ayından
itibaren çıkış yapmışlardır. 2001’de maksimum
yoğunluk seviyesine (3,98 akar/yaprak)(Şekil 5)
Temmuz’da ulaşmış olan bu türler Ekim-Kasım
aylarından itibaren yaprakları terk etmişlerdir.
Şekil 5. Phytoseiidae Familyası Türlerinin 2001 -2002 Yıllarına
Ait Fındık Yapraklarındaki Hareketli Dönemlerinin Populasyon
Dalgalanması
Bir sonraki yıl yoğunlukları daha düşük
olan bu türler, en yüksek yoğunluk seviyelerine
Eylül’ün 3. haftasında ulaşmış ve Kasım
başlarından itibaren yaprakları terk etmişlerdir.
15
Samsun İli Fındık Bahçelerinde Bulunan Zararlı ve Yararlı Akarların Populasyon Dalgalanmalarının Belirlenmesi
Nisan ayından itibaren yapraklarda tespit
edilmeye başlanmış olan Tydeidae familyası
akarları, Temmuz-Ağustos döneminde en
yüksek yoğunluklarına ulaşmış ve Kasım
ayından itibaren yaprakların terk etmişlerdir
(Şekil 6).
Şekil 6. Tydeidae Familyası Türlerinin 2001 -2002 Yıllarına Ait
Fındık Yapraklarındaki Hareketli Dönemlerinin Populasyon
Dalgalanması
3.3. 2001 Yılına Ait Faydalı Zararlı Akarlar
Arasındaki İlişki
E. coryli populasyonu, Phytoseiid akar
yoğunluğu yüksek olduğu aylarda baskı altında
olduğu görülmüştür. Nicotina and Viggiani
(1985), Phytoseiid türlerin
Eotetranychus
populasyonları
üzerinde
oldukça
etkili
olduklarını tespit etmişlerdir. Düşük predatör
yoğunluğunda
E. coryli yıl içersinde
maksimum (1,9 akar/yaprak) (Şekil 7)
yoğunluğa ulaşmıştır.
Predatör akar yoğunluklarının düşük
olduğu Nisan ayı sonlarında T. horridus
populasyonu yıl içindeki 0,44 akar/yaprak
seviyesine ulaştığı belirlenmiştir (Şekil 8).
Villaronga et al.,(1992), T. horridus
yoğunluğunun
predatörlerden
fazla
etkilenmediğini belirtmişlerdir.
Şekil 8. Tetranycopsis horridus ile Faydalı Akarlar Arasındaki
İlişki.
Her iki predatör akar yoğunluğunun da
yüksek olduğu Nisan-Temmuz dönemi boyunca
Eriophyid
akar
populasyonu
fazla
yükselememiştir. Ancak Ağustos ayında
predatör Phytoseiid yoğunluğu düşmesiyle
Eriophyid akar populasyonu maksimum
seviyeye (38,6 akar/yaprak) (Şekil 9) yükseldiği
görülmüştür.
Şekil 9. Eriophyidae Familyası Akarları ile Faydalı Akarlar
Arsındaki İlişki
Şekil 7. Eotetranychus coryli ile Faydalı Akarlar Arasındaki İlişki
16
F.AKYAZI, O.ECEVİT
3.4. 2002 Yılına Ait Faydalı Zararlı Akarlar
Arasındaki İlişki
Phytoseiid’lerin ortaya çıkmasıyla E. coyli
faaliyetini Haziran’a kadar geciktirmiştir. E.
coryli populasyonu, Temmuz ayında bir artış
gösterse de yüksek seviyelere ulaşamamıştır
(Şekil 10).
Predatör akar yoğunluğunun yüksek
olduğu ekim ayına kadar ki dönemde
yükselemeyen Eriophyid akar populasyonu, bu
aydan sonra predatör yoğunluğunun düşmesi ile
birlikte artmış ve maksimum yoğunluğuna
(1,19 akar/yaprak) (Şekil 12) ulaşmıştır.
Ptenovic et al., (1989), Eriophid’lerde yoğun
üremenin yaz sonlarında olduğunu bildirmiştir.
Şekil 10. Eotetranychus coryli ile Faydalı Akarlar Arsındaki İlişki
Mitrofanov and Sharonov (1986) bu
zararlının gelişmesi için sıcaklık eşiğinin 11.4
0
C olduğunu bildirmiştir. Buna paralel olarak
zararlı Nisan’dan itibaren görülmeye başlamış
fakat Phytoseiid ve Tydeid’lerin yoğun olduğu
tüm yıl boyunca fazla yükselememiştir. Ekim
ayından sonra predatör yoğunluğundaki düşüşle
birlikte
populasyon
maksimum
(0,14
akar/yaprak) (Şekil 11) seviyeye ulaşmıştır.
Şekil 12. Eriophyidae Familyası Akarlar ile Faydalı Akarlar
Arsındaki İlişki
4. Sonuç
2001 ve 2002 yıllarında yapılan bu çalışma
ile Samsun ili fındık bahçelerinde görülen
faydalı ve zararlı akar türlerinin populasyon
dalgalanmaları ve bu türlere arasındaki
etkileşim belirlenmiştir. Yapılan çalışmada
faydalı
olarak
Phytoseiidae,
Tydeidae,
Tarsonemidae familyalarına ait türlerin, zararlı
olarak
Tetranychidae,
Eriophyidae
familyalarına
ait
türlerin
populasyon
dalgalanmalarına ait grafikleri çizilmiştir.
Ayrıca bu türler arasındaki ilişkilerin
belirlenmesi için aynı grafik üzerinde
karşılaştırma
yapılmış
ve buna
göre
değerlendirme
yapılmıştır.
Yapılan
değerlendirme sonucunda kimyasal ilaç
kullanılmayan bu bahçelerde zararlı türlerin
yüksek yoğunluklar oluşturamadıkları ve
predatör türlerin zararlı akar populasyonunu
baskı altına aldığı sonucuna varılmıştır.
Şekil 11. Tetranycopsis horridus ile Faydalı Akarlar Arasındaki
İlişki
17
Samsun İli Fındık Bahçelerinde Bulunan Zararlı ve Yararlı Akarların Populasyon Dalgalanmalarının Belirlenmesi
Kaynaklar
Akyazı,F. ve Ecevit, O., 2003. Ordu, Samsun ve Giresun
İlleri Fındık Bahçelerinde Görülen Akar Türlerinin
Belirlenmesi. OMÜ Ziraat Fakültesi Dergisi,
18(3):39-45.
AliNiazee, M.T.,1998. Ecology and Management Of
Hazelnut Pests. Annual Review of Entomology,
Vol:43, 395-419.
Çobanoğlu, S., 1991. An Annotated List of Mites on Hazel
of Turkey. Israel Journal of Entomology, 26: 35-40.
Ecevit, O., 1976. Akar (Acarina)’ların Toplanması,
Saklanması ve Preparatlarının Yapılması. At. Ün.
Yay., 480: 1-32.
Ecevit, O., Özman, S.,1996. Fındıklarda Tomurcuk
Dökümleri ile Fındık Kozalak Akarları (Phytoptus
avellanae Nal. Ve Cecidophyopsis vermiformis Nal.
(Acarina: Eriophyidae) Arasındaki İlişkiler. Türkiye
III. Entomoloji Kongresi, 24-28 Eylül, Ankara,337345.
Ecevit, O., Tuncer, C., Özman S., Mennan, S., Akça, İ.,
1996. Karadeniz Bölgesi Fındık Bahçelerindeki
Doğal Düşmanlar ve Biyolojik Savaşımda
Kullanılma Olanakları. Fındık ve Diğer Sert
Kabuklu Meyveler Sempozyumu, O.M.Ü., Zir. Fak.,
Samsun, s: 295-296.
Ecevit, O., Keçeci, S., Tuncer, C., Yanılmaz, A.F., Işık,
M., 1992. Doğu Karadeniz Bölgesi Fındık
Bahçelerinde Zararlı Eriophyoidea (Acarina:
Actinedida) Akarlar Üzerine Çalışmalar. Türkiye II.
Entomoloji Kongresi, 28-31 Ocak, Adana, s: 671681.
Işık, M., Ecevit, O., Kurt, M.A., Yücetin, T., 1987. Doğu
Karadeniz Bölgesi Fındık Bahçelerinde Entegre
Savaş Olanakları Üzerine Araştırmalar. O.M.Ü. Yay.
No: 20, Samsun, s: 48.
18
Kılıç, O., 1994. Fındıkta Dönüm Noktası. Tarım ve Köy
Bak. Der., Sayı: 97, 38-40.
Nicotina, M., Viggiani, G.,1985. Seasonal Distribution
and Densty of Populations of Phytoseiid Mites in
Hazel Groves of Campania. İstituto di Entomologia
Agraria, Universita di Napoli, 80055 Portici, İtaly.
729-732:1.
Özman, S.K. and Çobanoglu, S., 2001. Current status of
hazelnut mites in Turkey. Acta Horticulturae, 556:
479-487.
Petenovic, R., Dobrivojenic, K., Boskovic, R.,1989. Life
Cycle of The Hazenut Big Bud Mite Phytocoptella
avellanae (Nal.) and Results of Its Control.
Poljoprivredni
Fakultet,
Belgrade-Zemun,
Yugoslavia. Zastita Blja, 40:4, 433-444.
Mitrafanov, V.I. and Sharanov, A.A.,1986. Contribution to
The Ecology of The Hazelnut Mite (Tetranycoidae,
Bryobidae) in the Crime. Trudy-Gsudarstvennoga
Nikitskogo- Botanicheskogo-Sada.99, 110-119; 5
ref.
Tuncer, C. ve Ecevit,O., 1997. Current status of hazelnut
pests in Turkey. Acta Hort. 445. ISHS 1997, 545550.
Villaronga, P., Garcia-Mari, F., 1992. Relationship
Between Species of Tetranychid and Phytoseiid
Mites İn hazelnut Orchards in Tarragona.
Laboratorio de Diagnostigo del Servicio de
Proteccion de los Vegetales, Generalitat de
Catalunya, Carretera de Vilisar de Mar a Cabrils,
08348 Cabrils, Barcelona, Spain. Boletin de
SanidadVegetal, Plagas. 18(2): 441-454.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 19-22
Patates Çeşitlerinin Rhizoctonia solani Kühn’nin Neden Olduğu Siyah
Kabukluluk Hastalığına Karşı Reaksiyonlarının Belirlenmesi
Yusuf Yanar1
1
2
Güngör Yılmaz2
Şinasi Coşkun2
İbrahim Çeşmeli1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, 60240, Tokat
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Rhizoctonia solani Kühn (AG-3), patateste gövde kanseri ve siyah kabukluluk olarak adlandırılan
hastalığa neden olan önemli bir fungal patojendir. Patojen Tokat İlinde patates üretimini olumsuz yönde
etkilemektedir. Çalışma, patateste siyah kabukluluk olarak adlandırılan hastalığa neden olan R. solani’ye
karşı 12’si yerel, 16’sı tescilli olmak üzere toplam 28 adet patates çeşidinin reaksiyonlarını belirlemek
amacıyla 2003- 2004 yıllarında Tokat-Kazova koşullarında yürütülmüştür. Çalışma sonuçlarına göre, Jaerla,
Moreno ve Batum patates çeşitlerinde siyah kabukluluk oranı sırasıyla %37.9, 30.3 ve 29.7 ile diğer çeşitlere
göre önemli düzeyde yüksek bulunurken Aybasti Beyazı, Agria, Trabzon Yaylabaşı ve Gürgentepe Sarısı
çeşitlerinde sırasıyla %0.2, 1, 1.4 ve 1.5 olarak belirlenmiştir. Çalışmada kullanılan diğer çeşitlerde ise
hastalık oranı % 2.4 ile %16 arasında değişmektedir. Bu çalışmada elde edilen bulgular doğrultusunda
özellikle hastalığa dayanıklılık gösteren çeşitlerin hastalığın sorun olduğu yerlerde üretilmesi ve yapılacak
ıslah çalışmalarında R. solani’ye karşı dayanıklılık için gen kaynağı olarak kullanılmaları önerilebilir.
Anahtar kelimeler: Siyah kabukluluk, Patates, Rhizoctonia solani
Evaluation of Potato Cultivars for Resistance to Black Scurf Caused by
Rhizoctonia solani Kühn
Abstract: Rhizoctonia solani Kühn the causal agent of stem canker and black scurf diseases is an important
pathogen of potato. This study was conducted to determine the reaction of 28 local and commercial potato
cultivars against black scurf disease caused by Rhizoctonia solani Kühn under field conditions during 20032004. Based on the results; cultivars Jaerla, Moreno and Batum had significantly higher black scurf rate
(37.9, 30.3 and 29.7 %, respectively) compared to the other cultivars tested, while black scurf rate of the
cultivars Aybastı Beyazı, Agria, Trabzon Yaylabaşı, and Gürgentepe Sarısı were 0.2, 1.0, 1.4, and 1.5%
respectively. Blac scurf rates of the other cultivars were between 2.4 % and 16 %. Results of this study may
help build genetic resources to be used for breeding programs to obtain cultivars resistant to black scurf.
Key words: Black scurf, Potato, Rhizoctonia solani
1.Giriş
Tarımsal üretimde patates önemli bir yere
sahip olup, FAO’nun 2004 yılı verilerine göre
Türkiye’de 200 000 ha dikim alanından 4.8
milyon ton ürün alınmıştır (Anonim, 2004a).
Bu üretim miktarı içerisinde Tokat İlinin payı
küçümsenemeyecek düzeyde olup, 2004 yılında
9 310 ha alanda patates üretimi yapılarak,
198 000 ton ürün elde edilmiştir (Anonim,
2004b).
Dünya patates üretim alanlarında olduğu
gibi ülkemizde de patates üretimini sınırlayan
hastalıklardan birisi de Rhizoctonia solani’nin
neden olduğu gövde kanseri ve siyah
kabukluluk hastalığıdır (Banville, 1989; Carling
et al., 1989; Otrysko and Banville, 1992).
Hastalık etmeni fungus geniş bir konukçu
dizisine sahip olup, ülkemizde patates
üretiminin yoğun olarak yapıldığı İç ve Doğu
Anadolu bölgelerinde yaygınlık göstermektedir
(Demirci and Doken, 1993, Tuncer and Erdiler,
1990). Hastalıkğın Tokat İli patates üretim
alanlarında da sorun oluşturduğu bilinmektedir
(Çeşmeli, 2003).
Etmen olan fungus, patatesin verim ve
kalitesi üzerinde etkili olup, %5-34 arasında
değişen oranlarda verim kayıplarına neden
olmaktadır (Banville, 1989, Hide et al., 1989;
Hodgson et al., 1974, Turkesteen ve Eraslan,
1985). Etmenin yumru enfeksiyonu sonucu
oluşan siyah kabukluluk devresinde yumrularda
çatlamalar, renk ve şekil bozuklukları
görülmektedir (Baker, 1970; Banville, 1989).
Hastalığın kontrolünde sertifikalı tohumluk
kullanımı, dengeli sulama, gübreleme, ekim
nöbeti ve tohumluk ilaçlaması önemli bir yer
tutmaktadır (Errampalli et al. 1999; Erampalli
and Johnston, 2001).
R. solani’nin geniş bir konukçu çevresine
sahip olması patatesle ekim nöbetine
girebilecek
kültür
bitkisi
sayısını
sınırlamaktadır.
Tohumluk
ilaçlamasında
Patates Çeşitlerinin Rhizoctonia solani Kühn’nin Neden Olduğu Siyah Kabukluluk Hastalığına Karşı Reaksiyonlarının
Belirlenmesi
kullanılan kimyasalların çevre kirliliğine neden
olmaları, dayanıklı veya tolerant çeşitlerin
kullanılması
gibi
alternatiflerin
diğer
yöntemlerle entegrasyonuyla daha az kimyasal
kullanımını mümkün kılmaktadır.
Türkiye’de halen 25 kadarı üretim izinli,
50-55 kadarı tescilli olmak üzere yaklaşık 80
kadar patates çeşidi üretim alanlarında değişik
oranlarda yetiştirilmektedir (Anonim, 2005).
Buna ilaveten yine Türkiye’nin değişik
bölgelerinde çok sayıda yerel çeşitlerin de
patates üretiminde yer aldığı bildirilmektedir
(Yılmaz ve Yılmaz, 2003). Bu çeşitlerin büyük
çoğunluğunun R. solani’ye reaksiyonları
hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır.
Dünya’da da bu konuda sınırlı sayıda çalışma
bulunmaktadır (Leach and Webb, 1993;
Anonim, 2001; Kehoe et al. 2000).
Bu çalışma ile bazı yerel ve tescilli patates
çeşitlerinin tarla koşullarında siyah kabukluluk
hastalığına karşı reaksiyonları saptanmış ve
dayanıklılık gösteren çeşitler belirlenmiştir.
2. Materyal ve Yöntem
Bu araştırma Tokat-Kazova koşullarında
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi
deneme alanlarında 2003-2004 yıllarında
yapılmıştır. Araştırmada 12’si yerel, 16’sı
tescilli olmak üzere toplam 28 patates çeşidi
kullanılmıştır (Tablo 1).
2.1. İnokulum hazırlanması
Daha
önceki
çalışmada
yürütülen
patojenite testleri sonucu virülanslığı en yüksek
olan Rhizoctonia solani TP-2 (AG-3) izolatı
(Yanar et al., 2005) 2000-ml erlenmayerler
içerisinde 600 g steril yulaf tohumları üzerinde
üretilmiştir (Mazzola et al., 1996). Yulaf
tohumları sterilizasyondan önce bir gece suda
ıslatıldıktan sonra 48 saat aralıkla 121 oC’de 60
dk süreyle iki kez otoklav edilmiştir. Patates
Dekstroz Agar (PDA) besi ortamı içeren 9 cm
çapındaki petri kapları içerisinde geliştirilen
TP-2 izolatı kültürlerinden her bir erlenmayer
içerisine petri kabı içerisindeki kültürün yarısı
aktarılarak inokulasyon gerçekleştirilmiş ve 22
o
C’de 22 gün süreyle inkübasyona bırakılmıştır.
Yulaf tohumlarının etmen fungus tarafından
homojen bir
şekilde kolonizasyonunun
sağlanması
için
inkübasyon
süresince
erlenmayerler 3 günde bir elle çalkalanarak
karıştırılmışlardır.
20
2.2. Çeşit reaksiyonlarının belirlenmesi
Denemeler tesadüf blokları deneme
desenine
göre
üç
tekerrürlü
olarak
yürütülmüştür. Toprak hazırlığı yapıldıktan
sonra dikim işlemleri her iki yılda da Nisan
ayının ilk yarısında yapılmıştır. Yumrular
70x40 cm sıklıkla dikilmiş olup, bloklar
arasında 1.50 m mesafe bırakılmıştır. Dikim
esnasında 15 kg NPK/da olacak şekilde
kompoze gübre uygulanmış daha sonra yumru
oluşum başlangıcı döneminde de 5 kg/da azot
hesabıyla
amonyum
nitrat
verilmiştir.
Denemede sağlıklı ve sklerotium içermeyen
yumrular kullanılmış olup, dikim öncesi
yumrular 2 dk süreyle %2’lik sodyum
hipoklorid solusyonuna bandırılarak, yüzeysel
sterilizasyonuna tabi tutulmuşlardır. Yumrular
elle dikilmiş ve dikim sırasında 10 g R. solani
TP-2 izolatı ile kaplı yulaf tohumları yumrunun
bulunduğu bölgeye konularak inokulasyon
gerçekleştirilmiştir.
Bitkilerin
gelişmeleri
süresince, ihtiyaç duyulduğunda sulama
yapılmıştır.
Hasat 22 Ağustos tarihinde yapılmış olup,
her çeşide ait yumrular ayrı ayrı etiketlenerek
laboratuvara getirilmişlerdir. Yumrular çeşme
suyunda yıkanarak, üzerlerindeki toprak ve
diğer artıklar uzaklaştırıldıktan sonra James ve
Mc Kenzle (1972) tarafından belirtilen
diyagramatik skala (0-4 skalası) kullanılarak
siyah kabukluluk oranları belirlenmiştir.
Buradan
elde
edilen
skala
değerleri
kullanılarak, çeşitlerin % hastalık oranları
aşağıda verilen Tawsend-Heuberger formülü ile
hesaplanmıştır.
Tawsend-Heuberger formülü:
% hastalı oranı: (n.V)/Z.Nx100
n : Skalada farklı hastalık derecelerine
isabet eden örnek adedi
V: Skala değeri
Z: En yüksek skala değeri
N: Gözlem yapılan toplam örnek sayısı.
Elde edilen değerler SAS istatistik paket
programı kullanılarak tesadüf blokları deneme
desenine göre varyans analizine tabi tutulmuş
ve ortalamalar Duncan çoklu testine göre
karşılaştırılmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Bu çalışmada kullanılan patates çeşitlerinin
R. solani’nin neden olduğu siyah kabukluluk
hastalığına gösterdikleri reaksiyonlar, yumru
enfeksiyon oranlarına göre belirlenmiştir.
Y.YANAR, G.YILMAZ, Ş.COŞKUN, İ.ÇEŞMELİ
Hastalık
oranları
açısından
denemenin
yürütüldüğü her iki yılda elde edilen veriler
arasında istatistiki olarak önemli bir fark
olmadığından yıllar birleştirilerek ortalamaları
değerlendirilmiştir. Çeşitlerin R. solani’ye olan
reaksiyonları Tablo 1 de verilmiştir.
Tablo 1.Patates çeşitlerinin Rhizoctonia solani
nin neden olduğu siyah kabukluluk
hastalığına karşı gösterdikleri reaksiyon
Çeşitler
% Hastalık Oranı
Jaerla
37.9 a*
Moreno
30.3 a
Batum
29.7 a
Victoria
16.1 b
Aleddiyan Beyazı
14.9 bc
Tomensa
12.0 bc
Consul
11.0 bc
Başçiftlik Beyazı
10.4 bc
Aleddiyan Sarısı
7.9 bc
Hermes
7.3 bc
Provento
7.1 bc
Gürgentepe Beyazı
6.0 bc
Van Gogh
5.4 bc
Carlita
5.1 bc
Liseta
4.7 bc
Cosmos
4.4 bc
Sante
4.0 bc
Aybastı Sarısı
3.9 bc
Kadıoğlu
3.2 bc
Latona
3.2 bc
Maranka
2.6 bc
Gölköy
2.6 bc
Romanya Beyazı
2.5 bc
Arnova
2.4 bc
Gürgentepe Sarısı
1.5 bc
Trabzon Yaylabaşı
1.4 bc
Agria
1.0 bc
Aybastı Beyazı
0.2 c
*Aynı sütunda farklı harflerle gösterilen değerler
Duncan göre birbirin den istatistiki olarak önemli
derecede farklıdır (P=0.05)
Tablo 1’de de görüleceği üzere,
yumrulardaki siyah kabukluluk oranları %0.2
(Aybastı Beyazı) ile %37.9 (Jaerla) arasında
değişmiştir. En yüksek siyah kabukluluk oranı
gösteren Jaerla çeşidini, Moreno ve bir yerel
çeşit olan Batum izlemiştir. Bu üç çeşidin
hastalık oranları değerlendirmeye alınan diğer
25 çeşitten istatistiki olarak önemli düzeyde
farklı bulunmuştur (Tablo 1). Jaerla ve Batum
çeşitleri gövde kanserine de aşırı düzeyde
hassas olan çeşitlerdir (Yanar et al., 2005).
Diğer çeşitlerde siyah kabukluluk oranı %0.2
ile %16 arasında değişmektedir. Bunlar
arasında Gürgentepe Sarısı, Trabzon Yaylabaşı,
Agria ve Aybastı Beyazı hastalığa yüksek
düzeyde dayanıklılık gösteren genotipler
olmuştur (Tablo 1). Agria ve Jaerla çeşitleri ile
ilgili bulgular önceki çalışmaları destekler
niteliktedir (Anonim, 2001).
Bu çalışmada Aybastı Beyazı siyah
kabukluluğa yüksek düzeyde dayanıklılık
gösterirken, Yanar et al. (2005) tarafından aynı
patojen izolatı kullanılarak yapılan çalışmada
gövde kanserine aşırı hassas bulunmuştur.
Bunun yanında Victoria çeşidi gövde
kanserine
yüksek düzeyde dayanıklılık
gösterirken (Yanar et al. 2005), bu çalışmada
yumru enfeksiyonuna duyarlı bulunmuştur
(Tablo 1). Çeşitlerin R. solani’nin neden olduğu
sürgün (gövde kanseri) ve yumru (siyah
kabukluluk) enfeksiyonlarına karşı gösterdikleri
reaksiyonlar
farklı
olabilmektedir.
Bu
çalışmada olduğu gibi bir patates çeşidi gövde
enfeksiyonuna
duyarlı
iken,
yumru
enfeksiyonuna daha dayanıklı olabilmekte veya
bunun tersi de söz konusu olabilmektedir (
Simons and Gilligan,1997; Kehoe et al. 2000).
Nitekim Kehoe et al. (2000), 27 patates çeşidi
ile yürüttükleri benzer bir çalışmada kullanılan
çeşitlerden Slaney ve Orla çeşitleri yumru
enfeksiyonuna dayanıklılık gösterirken sürgün
enfeksiyonuna
hassas
olduklarını
bildirmişlerdir. Aynı çeşidin gövde kanseri ve
yumruda siyah kabukluluk hastalığına karşı
gösterdiği farklı reaksiyonlar göstermesinde
erkenci, geçci veya orta erkenci olmasıda etkili
olabilir (Demirci ve Eken, 1995).
Yanar et al. (2005), gövde kanserine
yüksek düzeyde dayanıklılık gösteren yerel
patates çeşitlerinden Kadıoğlu, Aybastı Sarısı,
Romanya Beyazı ve Gölköy aynı zamanda
yumru enfeksiyonuna da (siyah kabukluluk)
dayanıklılık göstermişlerdir. Bu çeşitler
Türkiye’de R. solani’nin sorun oluşturduğu
yerlerde
yetiştirilebileceği
gibi,
ileride
yapılacak ıslah çalışmalarında da R. solani’ye
dayanıklılık bakımından gen kaynağı olarak
kullanılabilirler.
R.
solani’ye
dayanıklı
oldukları belirlenen çeşitlerin bir başka
çalışmayla dayanıklılık mekanizmalarının da
araştırılması yararlı olacaktır.
21
Patates Çeşitlerinin Rhizoctonia solani Kühn’nin Neden Olduğu Siyah Kabukluluk Hastalığına Karşı Reaksiyonlarının
Belirlenmesi
Kaynaklar
Anonim , 2001. European Cultivated Potato Database.
(http://194.128.220.6/ web0/aweb/database.htm)
Anonim,
2004a.
FAO
İstatistik
verileri.
(http://apps.fao.org/faostat/collections?version=ext&
hasbulk=0&subset=agriculture)
Anonim, 2004b. Tokat Tarım İl Müdürlüğü İstatistik
Şubesi Verileri, Tokat-2004.
Anonim, 2005. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Tohumluk
Tescil ve Sertifikasyon Müdürlüğü verileri.
(www.kkgm.gov.tr/Genel/index.asp?Prm=/Kurumlar
/Kurum List. htm)
Baker, K. F. 1970. Types of Rhizoctoniadisease and their
occurence. In Rhizoctonia solani: biology and
pathology. Ed. By J. R. Parmeter Jr. University of
California Pres, Berkeley. Pp.125-148.
Banville, G. J. 1989. Yield losses anddamage to potato
plants caused by Rhizoctonia solani Kühn. Am.
Potato J. 66:821-834.
Carling, D. E., Leiner, R. H., andWestphale, P. C. 1989.
Simptom signs and yield reduction associated with
Rhizoctonia disease of potato induced by tuberborne
inoculum of Rhizoctonia solani AG-3. Am. Potato
J. 66:693-702.
Çeşmeli, İ. 2003. Tokat yöresi patatesüretim alanlarından
izole edilen Rhizoctonia solani Kühn.’nin yayılışı,
patojenizitesi
ve
anastomosis
gruplarının
belirlenmesi üzerinde çalışmalar. Yüksek lisans
tezi,Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi,
Tokat. s 48.
Demirci, E., and Doken, M. T. 1993. Anastomosis groups
and pathogenicity of Rhizoctonia solani Kühn
Isolates from patatoes in Erzurum-Turkey. J. Turk.
Phytopathol. 22:95-102.
Demirci, E., ve Eken, C. 1995. Patateste Rhizoctonia
solani
Kühn’nin topraktan
ve
yumrudan
kaynaklanan inokulumunun hastalık hastalık
şiddetine etkisi. VII. Türkiye Fitopatoloji Kongresi,
26-29 Eylül 1995; Adana, 39-43.
Errampalli, D., Arsenault, W., and MacIsaac, K. A. 1999.
Efficacy of seed piece treatment fungicide, Maxim
(fludioxonil)
and
Dividend/Maxim
(difenaconazole/fludioxonil)
and
Easout
(thiophanate-methyl) on black scurf, silver scurf,
and dry rot of potatoes, 1998-1999. Agric. AgriFood Can. 1999. Pest management Res. Rep. No:
113. pp.305-307.
Errampalli, D., and Johnston, H. W. 2001. Control of
tuber-borne black scurf (Rhizoctonia solani) and
common scab (Streptomyces scabies) of potatoes
with a combination of sodium hypochlorite and
thiophanate-methyl preplanting seed tuber treatment.
Can. J. Plant Pathol. 23:68-77.
22
Hide, G. A., Read, P. J., Firmager, J. P., and Hall, S. M.
1989. Stem canker (Rhizoctonia solani) on five early
and seven maincrop potato cultivars. II. Effects on
growth and yield. Ann. App. Biol. 114:267-277.
Hodgson, W. A., Pond, D. D., and Munro, J. 1974.
Diseases and pests of potatoes. Department of
Agriculture Publication, Canada, p 64 .
James, W. C., and McKenzie, A. R. 1972. The effect of
tuber-borne sclerotia of Rhizoctonia solani Kühn On
the potato crop. Am. Potato J. 49: 296-301.
Kehoe, H. W., Dowley, L. J. and Sullivan, E. O. 2000.
Breeding, disease resistance screening and seed
production of new potato varieties. Web site:
(http://www.teagasc.ie/research/reports/crops/0216/e
opr0216.htm)
Leach, S. S., and Webb, R. E. 1993. Evaluation of potato
cultivars, clones and a true seed population for
resistance to Rhizoctonia solani. Am. Potato J.
70:317-328.
Mazzola, M., Wong, O. T., and Cook, R. J. 1996.
Virulence of Rhizoctonia oryzae and Rhizoctonia
solani AG-8 on wheat and detection of R. oryzae in
plant tissue by PCR. Phytopathology 80:784-788.
Otrysko, B. E., and Banville, G. J. 1992. Effect of
infection by Rhizoctonia solani on the quality of
tubers for processing. Am. Potato J. 69:645-652.
Simons, S. A., and Gilligan, C. A. 1997. Relationships
between stem canker, black scurf (Rhizoctonia
solani) and yield of potato (Solanum tuberosum)
under different agronomic conditions. Plant
pathol.46:651-658.
Tuncer, G., and Erdiler, G. 1990. The identification of
Rhizoctonia solani Kuhn. Anastomosis groups
isolated from potato and some other crops in Central
Anatolia. J. Turk. Phytopathol. 19:89-93.
Turkesteen, L. J., ve Eraslan, F. 1985. Türkiye fungal ve
bakteriyel patates hastalıkları surveyi. Ege Bölge
Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü Yayını İzmir, 20
p.
Yanar, Y., Yılmaz, G., Çeşmeli, İ. and Coskun, S., 2005.
Characterisation of Rhizoctonia solani isolates
collected from potatoes in nort-east of Turkey and
screening potato cultivars for resistance to AG-3
isolate (TP-2). Phytoparasitica (In press).
Yılmaz,G., ve Yılmaz, K., 2003. Karadeniz Bölgesinde
Yetiştirilen Bazı Yerel Patates Genotiplerinin Çeşitli
Özellikler Bakımından Tanıtımı. Türkiye 5. Tarla
Bitkileri Kongresi Bildiri Kitabı ss.266-270 Sunulu
13-17 Ekim 2003, D.Ü. Ziraat Fakültesi, Diyarbakır.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 23-30
Fonksiyonel Bir Gıda Olarak Keten Tohumu
Hilal İşleroğlu
Zeliha Yıldırım
Metin Yıldırım
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Gıda Mühendisliği Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Son yıllarda tüketiciler gıdaları sadece temel beslenme aracı olarak değil, aynı zamanda sağlık
üzerinde faydalı etkileri bulunan maddeler olarak da görmeye başlamışlardır. Bu açıdan incelendiğinde
keten tohumu sağlığa yararlı bileşikler içeren önemli bir bitkisel kaynaktır. α-linolenik asit ve iyi kaliteli
protein açısından zengin olan keten tohumu flavonoid, lignan ve fenolik asitler gibi fitokimyasalların da
doğal kaynağıdır. Keten tohumu genellikle “fonksiyonel gıda”, “biyoaktif gıda” ve/veya “endokrin aktif
gıda” olarak gruplandırılır. Bu makalede keten tohumunun yapısında bulunan biyolojik olarak aktif
bileşikler ile bunların sağlık için yararları üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Fonksiyonel gıdalar, keten tohumu, α-linolenik asit, fitokimyasallar
Flaxseed As A Functional Food
Abstract: In recent years, consumers have begun to look at food not only for basic nutrition, but also for
health benefits. In this regard, flaxseed is an important plant source containing beneficial compounds for
health besides being rich in α-linolenic acid and good quality protein, flaxseed has potential as a natural
source of phytochemicals such as flavonoids, lignans and phenolic acids. Flaxseed is often grouped into
one of several categories: “functional food”, “bioactive food” and/or “endocrine active food”. In this
article, bioactive components of flaxseed and their health benefits were discussed.
Key words: Functional foods, flaxseed, α-linolenic acid, phytochemicals
1. Giriş
Son yıllarda hasta olma riskinin
azaltılması, sağlıklı bir yaşam sürdürme
isteğinin artması ve sağlıklı beslenme bilincinin
gelişmesi gibi nedenlerle tüketiciler gıdalardan
beslenmenin yanında sağlık açısından faydalar
sağlamayı da beklemektedirler. Bilim ve
teknolojideki gelişmeler doğrultusunda yeni
ingrediyentlerin keşfi, bunların sağlıkla
ilişkilendirilmeleri, ekonomik nedenler ve
tedavi masraflarının artması ile tüketicilerin
yeni ürünlere ve kaliteye gösterdikleri ilgiden
dolayı fonksiyonel gıdalar, gıda sanayinin en
hızlı gelişen sektörlerinden birisi olmuştur (1,2).
Fonksiyonel gıdalar, vücudun temel besin
öğeleri gereksinimini karşılamanın ötesinde
insan fizyolojisi ve metabolik fonksiyonları
üzerinde ilave faydalar sağlayan, böylelikle
hastalıklardan korunmada ve daha sağlıklı bir
yaşama ulaşmada katkı sağlayan gıdalar veya
gıda bileşenleridir (1).
Nutrasötik gıda tanımı, genel olarak
fonksiyonel gıdalar ile eş anlamlı olarak
kullanılabilmekte, izole edilmiş besin öğeleri,
besin destekleri,
“tasarlanmış”
gıdalar,
fonksiyonel gıdalar, bitkisel ürünler, tahıl,
çorba ve içecekler gibi işlenmiş ürünleri
içermektedir. Gıdalardaki vitamin olmayan,
yararlı
kimyasallar
olarak
tanımlanan
nutrasötiklerden bitkisel kaynaklı olanlarına
fitokimyasal adı verilmektedir. Gıdaların
bileşiminde 900’den fazla fitokimyasal
bulunmuştur.
Bitkisel
ürünlere
dayalı
beslenmenin kronik hastalık, özellikle kanser
riskini azaltabildiğine dair çok sayıda in vivo,
in vitro ve klinik deneme verileri vardır. Sağlık
otoriteleri tahıl, taze sebze ve meyveler
bakımından zengin, hayvansal et ve yağ
oranının azaltıldığı diyetleri önermektedir.
Keten tohumu bu açıdan incelendiğinde, αlinolenik asit ve iyi kaliteli protein bakımından
zengin olmasının yanı sıra, flavonoid, lignan
ve fenolik asitler gibi fitokimyasalların da
doğal kaynağı durumundadır (1, 2, 3).
Keten (Linum usitatissimum), 30-100 cm
boyunda, mavi çiçekli ve tek yıllık bir kültür
bitkisidir. Keten, Mısırlılardan beri tarımı
yapılan ve çok değişik amaçlarla kullanılan bir
bitkidir. Tohumları, 4-6 mm uzunlukta,
yumurta
biçiminde,
yassı,
parlak,
kırmızımtırak esmer renkli, kokusuz, yağlı ve
lezzetlidir. Amerika Ulusal Kanser Enstitüsü,
kanser önleyici gıdalar arasına aldığı ve
üzerinde çalışılmasını öngördüğü 6 bitkisel
materyalden birisi olarak keteni belirlemiştir.
Ayrıca ketenin oldukça küçük bir genoma
(yaklaşık eşit boyda 15 çift küçük
kromozomlu) sahip olması hastalıkların
önlenmesi ve tedavisini de kapsayan sağlığa
yararlı etkilere sahip gıda veya ingredientlerin
Fonksiyonel Bir Gıda Olarak Keten Tohumu
gen mühendisliği ile üretimini nispeten
kolaylaştırmaktadır (3, 4).
Keten tohumu genellikle “fonksiyonel
gıda”, “biyoaktif gıda” ve/veya “endokrin aktif
gıda” olarak gruplandırılır. Keten tohumunun
besin değeri ve koruyucu etkisi onun kompleks
doğasından kaynaklanmaktadır. Keten tohumu,
besin değeri olan ve olmayan bileşenler içerir.
Bu bileşenlerin, tüketilen doza, zamana ve
sıklığa bağlı olarak hem yararlı hem de zararlı
etkileri görülebilir (5). Keten tohumu genel
olarak öğütülmemiş (tüm) tohum, öğütülmüş
tohum ve keten tohumu yağı şeklinde bulunur.
Ketenin bu üç şeklinin besin değeri Tablo 1’de
verilmiştir (6).
2. Keten Tohumunda Bulunan Biyoaktif
Bileşikler ve Faydaları
2.1. Lipitler
Keten tohumu yağı, yağ asitlerinin
yaklaşık %55’ini oluşturan omega 3 (n-3) yağ
asitlerinden α-linolenik asidin (ALA) en zengin
kaynaklarından birisidir (6). Keten tohumuna
gösterilen ilgi soğuk presleme ile elde edilen
yağında %50 oranında omega-3 yağ asidi
bulunduğunun
anlaşılmasından
sonra
başlamıştır. Kanada’da yetiştirilen keten
tohumları %5 palmitik asit (16:0), %3 stearik
asit (18:0), %17 oleik asit (18:1n-9), %15
linoleik asit (18:2n-6) ve %59 α-linolenik asit
(ALA;
18:3n-3)
içermektedir.
Keten
tohumunun yağ içeriği ve kalitesi türe ve
kalıtsal özelliklere bağlı olarak değişmektedir.
Ayrıca çevresel faktörlerden sıcaklık, toprak
koşulları, kültürel uygulamalar ve bitki
hastalıkları da yağ içeriği ve kalitesini
etkilemektedir. Yağ asidi kompozisyonunda en
fazla değişkenlik oleik asit (%14-60), linoleik
asit (%3-21) ve linolenik asitte (%31-72)
gözlenmiştir (3).
Keten tohumu yağı yüzyıllardır Hindistan,
Çin ve Avrupa’da tüketilmesine karşın çoğu
batı ülkelerinde hızlı okside olabilmesi ve
polimerleşmesinden dolayı yenmeyen bir yağ
olarak değerlendirilmektedir ve GRAS (genel
olarak güvenilir kabul edilir) statüsüne sahip
değildir. Bu yüzden hem stabilitesini hem de
salata ve yemeklik yağlar arasındaki rekabet
gücünü artırmak üzere linolenik asit içeriğini
<%3 gibi düzeylere düşürmek amacıyla keten
tohumu yağında modifikasyonlar yapılmıştır.
Solin tipi varyetelerinde yapılan başarılı
modifikasyonlarla linolenik asit içeriğinde
(<%3) azalma, linoleik asit içeriğinde ise artma
sağlanmıştır (3, 6).
Tablo 2’de doğal olarak yüksek miktarda
ALA içeren gıdalar verilmiştir. ALA’nın keten
tohumundaki yüzde olarak miktarı kendinden
sonraki en iyi kaynaktan 5,5 kat daha fazladır
(6).
ALA ve linoleik asit (LA, n-6)’in her ikisi
de esansiyel yağ asitleridir ve diyetle
alınmaları gerekir. Bir kere alındıklarında, LA
ve ALA, iltihap oluşumu, platelet agregasyonu
ve vasokonstriksiyon üzerine farklı etkileri
olan,
eikosanoidlerin
farklı
sınıflarına
dönüşürler. LA bir seri desaturasyon (çift bağ
oluşumu) ve zincir uzama basamakları ile
araşidonik asite dönüşebilir (Şekil 1)(5, 6). Bu
zincir uzama ve desaturasyon işlemleri insan
lökositlerinde
ve
karaciğerinde
gerçekleşmektedir (3).
Araşidonik asitten oluşan eikosanoidlerin
tersine eikosapentaenoik asit
(EPA)
ve
dokosaheksaenoik asit (DHA)’den oluşan
eikosanoidler
platelet
agregasyonu,
vasokonstriksiyon ve thrombosis’i azaltmada
önemli rol oynamaktadırlar. Diyetle alınan
ALA, EPA ve DHA’nın artışı n-6/n-3 oranını
düşürmekte ve böylece daha az enflamatuar
olan
eikosanoidlerin
biyosentezini
artırmaktadır (6).
Tablo 1. Keten tohumu ürünlerinin kompozisyonu (100 g için)
Enerji
ALA
Toplam diyet
Ürün
(kcal)
(g)
lifi (g)
Öğütülmemiş (tüm) tohum
454,5
22,7
27,3
Öğütülmüş tohum
450,0
22,5
27,5
Keten tohumu yağı
885,7
57,1
ALA: α-linolenik asit, SDG: Sekoisolarikiresinol diglukosid
24
0,0
Çözünür lif
(g)
6,82
6,88
SDG
(mg)
8,8
6,4
0,00
0,0
H.İŞLEROĞLU, Z.YILDIRIM, M.YILDIRIM
Tablo 2. α-linolenik asit içeren temel gıda kaynakları
Gıda
α-linolenik asit içeriği (%)
Keten tohumu
55
Kanola yağı
10
Ceviz
10
Soya fasulyesi
7
Domuz yağı
1
Omega-3 yağ asidi
α-linolenik asit (ALA)
18:3n-3
↓
∆-6-desaturaz
Stearidonik asit
18:4n-3
↓
20:4n-3
↓
∆-5-desaturaz
Eikosapentaenoik asit (EPA)
20:5n-3
↓
22:5n-3
↓
∆-4-desaturaz
Dokosaheksaenoik asit (DHA)
22:6n-3
Omega-6 yağ asidi
Linoleik asit (LA)
18:2n-6
↓
Gamma linoleik asit (GLA)
18:3n-6
↓
20:3n-6
↓
Araşidonik asit (AA)
20:4n-6
↓
22:4n-6
↓
22:5n-6
Şekil 1. Omega-3 ve omega-6 serilerinin çoklu doymamış yağ asitleri ile ilişkileri
ALA, EPA ve DHA beyin ve retinanın ilk
gelişimlerinde elzemdirler. ALA’dan türeyen
DHA beyin gelişimi ve görsel fonksiyonlar
için elzem iken LA’dan türeyen araşidonik asit
(AA) neonatal büyüme ve ovulasyon için
esansiyeldir (5). Omega-3 yağ asitleri vücutta
nabız dahil kan basıncı, bağışıklık sistemi
tepkisi ve yağların yıkılması gibi çeşitli
düzenleyici fonksiyonları yerine getirir.
Eksikliğinde yavaş büyüme, görme zayıflığı,
öğrenme yeteneğinde zayıflık, kol ve
bacaklarda uyuşukluk hissi ve davranış
değişiklikleri görülür (2). ALA’dan oluşan
EPA, prostaglandinleri ve lökotrienleri
azaltmasıyla tümör inhibisyonunda önemli rol
oynamaktadır (3). ALA ve diğer omega-3 yağ
asitleri üzerine yapılan araştırmalarda,
eikosanoidlerin kardiyovaskuler hastalıklara
karşı koruma sağladıkları saptanmıştır.
ALA’nın kardiyovaskuler hastalığı önleme
mekanizmaları,
enflammatuar
yanıtı
düşürmeleri,
platelet
agregasyonu
ve
thrombosis’i inhibe etmeleri, kan basıncını
düşürmeleri, serum lipidlerini geliştirmeleri ve
kardiak
arrhythmias’ı
önlemelerini
içermektedir (6). Fareler üzerine yapılan bir
çalışmada, fareler %10-20 keten tohumu
içeren yüksek yağ-kolestrol diyetleri ile
beslenmiş ve sonuçta HDL ile trigliserid
miktarları değişmezken serum kolestrolünün
yükseldiği görülmüştür (5). Keten tohumu ve
ayçiçeği tohumları ile yapılan bir başka
çalışmada ise sadece keten tohumu ile yapılan
diyette (%14.7) LDL kolestrolünün belirgin
ölçüde düşürüldüğü, serum HDL kolestrolü ve
trigliserid konsantrasyonunun her iki tohumla
yapılan diyetten etkilenmediği görülmüştür
(7). Omega- 3 yağ asitleri, interleukin-1 (IL1), tümör nekrosis faktörü, leukotrin B4,
polimorfonukleer lökositler ve monositlerin
serbest oksijen radikallerinin oluşumunu
baskılamaktadır. Keten tohumu serbest oksijen
radikallerinin
miktarını
azaltarak
hiperkolesterolemik atherosiklerosis gelişimini
önlemektedir (8). Omega-3 yağ asitleriyle
zenginleştirilen dokuda eikosanoid sentezi,
glukoz sentezi için substrat kullanımı, insülin
reseptörüne karşı insulinin afinitesi veya
pankreatik islet fonksiyonu artabilmektedir.
Bu amaçla yapılan çalışmada günde 3 g keten
25
Fonksiyonel Bir Gıda Olarak Keten Tohumu
tohumu yağı ile beslenen yetişkinlerde kan
glukoz düzeyinin artmadığı görülmüştür (9).
ALA’nın kanser üzerine etkisi için diğer
bir alternatif mekanizma yağ asitlerinin sitokin
üretimi üzerindeki etkileri ve α-linolenik asidin
diğer
immunomodulator
etkilerine
dayanmaktadır (3).
Son zamanlarda çoklu doymamış yağ
asitlerinin
peroksidasyonunun
ikincil
ürünlerinin kanser hücrelerine zarar verdiği
gösterilmiştir. α-linolenik asit gibi yağ
asitlerinin bu inhibitör etkisinin meme tümörü
gelişimini önleyebildiği ve bunun kısmen lipit
peroksidazyonu
sonucu
oluşan
toksik
bileşiklerden kaynaklandığı belirtilmiştir (10,
11).
Keten tohumunun içerdiği yağ asitleri
(omega 3-6-9) vücut sıcaklığının korunması,
miyelin kılıflarının yapılması, dokuların
korunması ve enerji üretimi için hayati önem
taşımaktadır. Keten tohumu yağı, kronik
kabızlığa karşı da kullanılır. Çok etkili müshil
ilaçlarının sürekli kullanımının bağırsak
mukozasını tahriş etmesi neticesinde organizma
için gerekli olan özellikle potasyum gibi
minerallerin kaybına neden olurken keten
tohumu yağı kullanımında bu etkilerin söz
konusu olmadığı görülmüştür (1,3,6,10).
2.2. Gamlar: Çözünebilen Polisakkaritler
Keten tohumu 100 g’da yaklaşık 28 g diyet
lifi içerdiğinden iyi bir kaynak durumundadır.
Keten tohumu gamları, keten tohumunun sıcak
suyla muamele edilmesi ve bunu takiben alkol
presipitasyonu
ve
dondurarak
kurutma
işlemlerinin uygulanması ile ekstrakte edilebilir
(3, 10). Keten tohumunun fibröz kabuğu tohum
ağırlığının %30-39’unu oluşturur ve çok az
miktarlarda protein ve yağ içerirken
polisakkaritlerce zengindir. Kabuk dış yüzeyi
musilaj içeren epidermle sarılmıştır ve iç
kısımda ise endosperm bulunur. Musilaj
heterojenik bir polisakkarit olup keten
tohumunun çözünebilir lif fraksiyonunun büyük
bir kısmını oluşturur ve insanlarda hipoglisemik
etkiye sahiptir (12).
Keten tohumu lifinin yaklaşık %24’ünü
suda çözünebilir fraksiyon oluşturmaktadır
(10). Keten musilajı 2:1 oranında asidik ve nötr
karakterde iki polisakkarit bileşeninden oluşur.
Nötral fraksiyon dallanmış yapıda olup Larabinoz, D-ksiloz ve D-galaktozu 3,5:6,2:1
oranında içermektedir. Asidik fraksiyon L26
ramnoz, L-fruktoz, L-galaktoz ve Dgalakturonik asidi 2,6:1:1,4:1,7 oranlarında
içermektedir. Keten tohumunun çözünebilir
polisakkaritleri glukoz, ksiloz, galaktoz,
ramnoz, arabinoz ve fruktozu sırasıyla azalan
miktarlarda içermektedir. Musilaj koyulaştırıcı
ve stabilize edici madde olarak da
kullanılmaktadır (11).
Keten tohumu lifi, guar gam, yulaf gamı ve
diğer viskoz liflere benzer şekilde serum
kolestrolünü düşürmekte ve kan glukoz
düzeyini artırmamaktadır. Çözünür lif, ince
bağırsak içeriğinin viskozitesini artırarak ve
karbonhidratların absorpsiyonu ile sindirimi
geciktirerek glisemik indeksi azaltmaktadır (4,
10). Diyet lifi olarak keten tohumu gamlarının,
koroner kalp hastalığı için risk faktörleri olan
serum kolestrolü ve lipit üzerine etkileri kısmen
fizikokimyasal
özelliklerinden
kaynaklanmaktadır. Ayrıca keten tohumunun
hipokolestrolemik
etkileri,
kolonda
fermantasyon sırasında yüksek miktarda oluşan
kısa
zincirli
yağ
asitlerinden
de
kaynaklanmaktadır (3). Liflerin etki yolları;
toplam kolestrol ve LDL kolestrolünü
düşürmelerinin yanında, gastrik boşalımını
geciktirmeleri, geçiş zamanını artırmaları,
yağların yığın faz difüzyonu ile karışmalarını ve
safra asidinin salgılanmasını artırmalarını da
içermektedir (6). Lif olarak keten tohumunun
kullanıldığı bir çalışmada günlük 50 g keten
tohumu alımı ile bağırsak hareketlerinin haftada
%30 oranında arttığı görülmüştür. Keten
tohumunun suda çözünebilir lifleri kan glukoz
düzeyini sabit tutmaya yardımcı olabilmektedir
(10).
2.3. Proteinler
Keten tohumunun protein içeriği genetiksel
ve
çevresel
faktörlere
bağlı
olarak
değişebilmektedir. Soğukta gelişme koşulları
düşük protein, sıcakta gelişme koşulları ise
yüksek protein içeriğine neden olmaktadır (3,
13). Yapılan çalışmalar keten tohumunun, tuzda
çözünen yüksek molekül ağırlıklı (11-12 S) ve
suda çözünen düşük molekül ağırlıklı (1,6-2 S)
olmak üzere iki ana depo protein grubunu
içerdiğini göstermektedir (14, 15). Protein
fraksiyonu uygun oranlarda amino asitler
içermesine karşın lisin, treonin ve tirozin
açısından fakirdir. İyi bir metionin ve sistein
kaynağıdır. Yağsız keten tohumunun esansiyel
amino asit indeksi 69’dur. Keten tohumu
H.İŞLEROĞLU, Z.YILDIRIM, M.YILDIRIM
protein konsantratı ve izolatı laboratuar
koşullarında üretilmekle birlikte henüz ticari
olarak mevcut değildir (3).
Tohum azotunun %25’i destile suda,
yaklaşık %30’u 1 M NaCl’de, %42’si 0,1 N
NaOH’de ve %4’ü ise etil alkolde
çözünmektedir. Keten tohumu proteinlerinin
%70-85’ini globulinler oluşturmaktadır (14,
16).
Keten tohumu protein ürünleri uygun su
absorpiyonu, emülsiyon aktivitesi ve emulsiyon
stabilitesi göstermektedirler. Bu belirtilen
nitelikler açısından soya fasülyesi ürünlerine
göre daha üstündürler. Alkali ekstraktı ve asit
presipitasyonu ile elde edilen keten tohumu
protein izolatı yüksek su ve yağ absorpsiyon
özelliği
göstermektedir.
Keten
tohumu
proteinlerinin emülsifiye etme özelliği pH’ya
bağlıdır ve NaCl ile olumsuz yönde
etkilenmektedir. Ayrıca yüksek köpürme
özelliğine sahiptirler. Soya proteinlerine göre
yapısal olarak daha fazla lipofilik ve daha
düşük tripsin inhibitör aktivitesine sahiptirler
(3, 16). Keten tohumu proteini ve soya
proteinin, plazma trigliserid ve ürik asit
miktarları üzerine etkilerinin belirlendiği bir
araştırmada, keten tohumunun soya proteinine
göre trigliserid konsantrasyonunda iki kat daha
fazla azalma sağladığı ve keten tohumunun
soya
proteininden
çok
daha
fazla
hipotrigliseridemik etkiye sahip olduğu
belirlenmiştir. Buna ilaveten keten tohumu
serum ürik asit miktarında belirgin bir düşüşe
sebep olurken soya proteinin ters etkiye sahip
olduğu görülmüştür (17).
Keten tohumu proteini kan glukozunu iki
farklı yolla etkileyebilmektedir; (i) insulin
salgısını teşvik ederek glisemik indekste
azalmaya neden olabilir, (ii) polisakkaritlerle
interaksiyona girerek gıdaların glisemik
indeksinde etkili olabilir. Keten tohumu
proteinlerinin antifungal
özelliğe sahip
oldukları da belirlenmiştir. Bu nedenle bazı
gıda sistemlerinde küf gelişimini engellemek
amacıyla kullanım olanağına sahiptirler (18).
2.4. Fitokimyasallar
2.4.1. Lignanlar
Bitkisel kökenli bir kimyasal madde grubu
olan lignanlarla ilgili ilk çalışma 1980’li
yıllarda yayınlanmıştır. Bu çalışma sonucunda,
araştırmacılar
vejeteryanlarda
vejeteryan
olmayanlara göre daha fazla lignan tespit
etmişlerdir. Keten tohumunun kabuklarında bol
miktarda lignan bulunmakta ve en yakın
rakibinden bile 100 kat daha fazla lignan
içermektedir (19, 20).
Lignanlar iki sinnamik asit kalıntısının
birleşmesi ile 2,3-dibenzilbutan çekirdeğinden
oluşan fenolik bileşiklerdir. Karbonhidratlarla
konjuge halde bulunan bitki lignanları,
bağırsakta bakteriler tarafından memeli
lignanları olan enterediol ve enterolaktona
dönüştürülür (6). Keten tohumu memeli lignan
ön maddesi olan sekoisolarikiresinol diglukosid
(SDG) açısından en zengin kaynaktır (0,2-3,7
mg/g tohum). Keten tohumunda bulunan SDG
vücuda alındığında bağırsaktaki fakültatif
aerobik bakteriler tarafından dehidroksilasyon
ve demetilizasyonla enterediole dönüştürülür.
Enterediol daha sonra enterolaktona okside olur
(3). Bu lignanlar, bağırsak bakterileri tarafından
sentezlendikten sonra
absorbe
edilerek
karaciğere taşınır ve buradan safra kesesine
gönderilir.
Keten
tohumu
ayrıca,
isolarikiresinol, pinoresinol ve matairesinol’ü
de kapsayan minor lignanları da içermektedir
(6, 19).
Keten tohumu ve bileşiminde bulunan
lignanların,
tümör
oluşumunu
önleme
mekanizmasının tam olarak belirlenememesine
karşın bu konuda birkaç mekanizma
önerilmektedir.
Lignanlar,
fito-estrojenler
olarak adlandırılan ve vücuttaki estrojen
hormonuna benzer yapıya sahip olan bitkisel
kökenli maddelerden biridir (19). İnsanlar
üzerinde yapılan çalışmalar, keten tohumunun
endokrin fonksiyonu üzerine etkilerinin
kısıtlandığını fakat ketenin, 17β-estradiol (insan
estrojeni)
ve
estrone
sulfatın
serum
konsantrasyonlarını azalttığı ve menapoz
sonrası dönemde prolaktin miktarını artırdığını
gösterirken menstural döngüdeki kadınlarda
böyle bir etkinin olmadığını ortaya koymuştur
(6). Fito-estrojenleri içeren çevresel endokrin
aktif bileşiklerin üreme ve verimlilik üzerine
etkilerini inceleyen araştırmalarda fazla
miktarda
fito-estrojen
tüketen
Japon
kadınlarının Amerikalı kadınlardan daha uzun
menstural
döngüye
sahip
oldukları
belirlenmiştir (21). Keten tohumunun toplam
testesteron miktarını ve prostat kanserinde
serbest androjen indeks değerlerini azalttığı
görülmüştür (6). Menapoz sonrası kadınlarda
estrojen lipoprotein (a) miktarını düşürürken
keten tohumunda bulunan lignanların da serum
27
Fonksiyonel Bir Gıda Olarak Keten Tohumu
lipoprotein (a) konsantrasyonunda benzer
etkiye
sahip
oldukları
görülmüştür.
Kardiyovaskuler hastalığın güçlü işaretçisi olan
lipoprotein (a) konsantrasyonu keten tohumu
uygulaması ile belirgin ölçüde azalmıştır (7).
Yapılan bir çalışmada, %10 keten tohumu
uygulaması ile insan meme tümörleri aktarılmış
farelerde tümör gelişiminin ve mastitisin
azaldığı görülmüştür. Keten tohumunun tümör
gelişimi ve mastitisi düşürücü etkisinin vaskular
endothelial gelişme faktörünün ekstraseluler
miktarlarını azaltmasından kaynaklanmaktadır
(11, 22). Diyetle %5 keten tohumu
uygulamasının memeli canlılarda tümör
oluşumuna neden olan dimetilbenzantirasin
miktarını azalttığı tespit edilmiştir. Bu biyolojik
etkilere sahip olması ile lignanlar hormona
dayalı kanserlerin önlenmesi ve tedavisinde
geleneksel estrojen terapilerine alternatif
oluşturmaktadırlar (6, 19). Lignanlar ayrıca,
membran ATPaz aktivitesini bastırabildiğinden
ve hücre çoğalması ile ilişkili enzimleri inhibe
edebildiğinden tümör hücrelerinin çoğalmasını
engellemektedir. Yüksek keten tohumu alımı ile
yapılan çalışmalarda SDG veya memeli tip
lignanların genotoksik etkisinin olup olmadığı
araştırılmış ve lignanların herhangi bir
genotoksik etkisinin bulunmadığı görülmüştür
(1, 3).
Lignanlar serum kolestrolünü, kolestrol
metabolizmasında yer alan 7α-hidroksilaz ve
açilCoA kolestrol transferaz enzimlerinin
aktivitesini
düzenleyerek
düşürebilirler.
Ketendeki lignanlar ayrıca oksidatif stresi de
azaltabilirler. SDG, enterediol ve enterolakton
in vivo koşullarda çoklu doymamış yağ
asitlerinin peroksidasyonunu inhibe ederek
antioksidan etki gösterirler (6).
Keten tohumunda bulunan SDG lignan
sadece anti-kanser ve anti-oksidan özelliğe
sahip değil, aynı zamanda anti-viral, antibakteriyal ve anti-fungal özelliklere de sahiptir.
Ayrıca güçlü bir antioksidan ve farklı
hastalıklara
karşı
bağışıklık
sistemini
güçlendirici bir maddedir. Keten tohumu
ekstrakları ve özellikle saflaştırılmış lignanlar,
cilt kanserine karşı koruyucu olma ve
promutajenler
ile
prokarsinojenlerin
aktivasyonunun
inhibisyonu
şeklinde
antioksidan etki gösterebilmektedirler. Bunlara
ilaveten
kolesterolden
safra
asidinin
oluşumunda
rol
oynayan
enzimin
inhibisyonunu
da
sağlayarak
kolestrol
28
homeostatis’ini etkilemekte ve bu sayede de
kolon kanseri riskini azaltabilmektedirler (3, 6,
21).
2.4.2. Fenolik Asitler
Yağlı tohum ürünlerinde fenolik asitler,
benzoik ve sinnamik asitlerin hidroksile edilmiş
türevleri olarak oluşurlar. Keten tohumunda 810 g/kg toplam fenolik asit, 5 g/kg esterleşmiş
fenolik asit ve 3-5 g/kg eterleşmiş fenolik asit
bulunmaktadır. Toplam ve esterleşmiş fenolik
asitlerin düzeyi kabuksuz ve yağsız keten
tohumunda ise 81 ve 73,9 mg/100 g’dır (23).
Bu ürünlerde bulunan başlıca fenolik asitler
trans-ferulik (%46), trans-sinapik (%36), pkumarik (%7,5) ve trans-kaffeik (%6,5) asittir.
Fenolik asit içeriğindeki varyasyon mevsimsel
etkilerden kaynaklanmaktadır (24). Yağsız
keten tohumu tozunda belirlenen fenolik asitler
ferulik asit (10.9 mg/kg), klorojenik asit (7,5
mg/g), gallik asit (2,8 mg/g) ve 4hidroksibenzoik asit (iz miktarda)’tir (3, 25).
Doğal olarak bulunan kaffeik ve gallik asit gibi
fenolik asit ve analogların karsinojenin
modülasyonu ile bağlantılı çok çeşitli biyolojik
fonksiyonlar
gösterdikleri
bilinmektedir.
Kaffeik asit fenetil ve benzil esterleri gibi
sinnamik asit esterleri kanser hücrelerinin bazı
tiplerine karşı çoğalmayı önleyici etki
göstermektedir. Gallik asit ve esterleri
hidroksibenzoik türevleri olup hem gıda hem
de ilaç endüstrisinde antioksidant olarak
kullanılmaktadırlar. Keten tohumunun biyoaktif
fonksiyonlardan antioksidant, antimikrobiyal ve
anti-kanser etkiler yapısında bulunan fenolik
asitlerden kaynaklanmaktadır. Bunlara ilaveten
fenolik ve fitik asitler hipokolestrolemik etkiye
sahip olduğu gibi meme ve kolon kanser
riskinde de azalmaya neden olmaktadırlar (3,
23, 28).
2.4.3. Flavonoidler
Flavonoidler,
doğal
benzo-γ-piran
türevlerinin bir grubudurlar ve fotosentez yapan
hücrelerde yer alırlar (27). Flavonoidler
alerjilere,
iltihaba,
serbest
radikallere,
hepatotoksinlere,
mikroplara,
virüslere,
ülserlere ve trombosit kümeleşmesine karşı
biyolojik
aktiviteye
sahiptir.
Ayrıca
flavonoidler lipit peroksidazyonu, kapilar
geçirgenliği ve kırılganlığı azaltmakta, siklooksigenaz ve lipoksigenaz da dahil olmak üzere
enzim sistemlerinin aktivitesini de inhibe
H.İŞLEROĞLU, Z.YILDIRIM, M.YILDIRIM
etmektedirler (1, 28). Bazı bitki flavonoidleri
gastrointestinal
sistemde
karsinojenlerle
interaksiyona girebilmekte ve böylece bunların
adsorpsiyonunu
azaltabilmektedirler
(27).
Bunlara ilave olarak, flavonoidler hücrelerden
belirli karsinojenlerin pompalanmasını artırarak
veya detoksifikasyon enzimlerini uyararak
hücreleri karsinojenlere karşı koruyabilmektedir
(3, 28). Yüksek miktarda flavonoid alımı
(yaklaşık 30 mg/gün) ile düşük miktarda alım
(<19 mg/gün) karşılaştırıldığında koroner kalp
hastalıklarında yaklaşık %50 oranında bir
azalma görülmüştür. Bu etkinin varsayılan
mekanizması ise LDL oksidasyonu ile platelet
agregasyonunun inhibisyonunu içermektedir
(20).
Keten tohumunda
bulunan başlıca
flavonoidler flavan C- ve O-glikositlerdir (3).
Keten tohumunda flavonoidlerin içeriği 35 ile
71 mg/100 g arasında değişmektedir. Bu düzeye
kültür çeşitliliği ve çevresel faktörler etki
etmektedir (28).
2.4.4. Tokoferoller
Tokoferoller, yağda çözünebilen en güçlü
doğal antioksidantlardır. Keten tohumu yağı α,
β, γ ve δ tokoferolleri içermekte ve toplam
tokoferol içeriği 40-50 mg/100 g arasında
değişmektedir (3). Keten tohumu yağında
bulunan γ-tokoferol (toplam tokoferolün
%80’den fazlasını oluşturur) in vitro koşullarda
α-tokoferolden çok daha fazla antioksidan
etkiye sahip olmasına karşın α-tokoferolün
biyolojik E vitamini etkisinin sadece %10-20
kadarını göstermektedir (30). Keten tohumunda
tokoferol düzeyi kültür spesifik ve çevresel
koşullardan
etkilenmektedir.
Toplam
tokoferolün
%26’sı
tohum
kabuğunda
bulunmaktadır.
Tokoferoller
hücre
membranındaki polidoymamış yağ asitlerini
oksidasyona karşı korumakta ve selenyumu
indirgen
formda
tutarak
antioksidan
kapasitesine katkıda bulunmaktadırlar. Ayrıca E
vitamininin, nitrosaminlerin oluşumunu da
azalttığı tespit edilmiştir (3). Keten tohumunun
A vitamini ve E vitamini içerikleri sırasıyla
5,85 IU/g ve 18,17 µg/g’dir (5).
3. Keten Tohumu İçeren Ürünlerin Olumsuz
Etkileri
FDA (Gıda ve İlaç İdaresi) gıdalarda
ağırlıkça %12’ye kadar keten tohumu
bulunmasına izin vermektedir. Fakat keten
tohumu tozu ve soğuk preslenmiş keten tohumu
yağı henüz GRAS statüsüne girememiştir (6).
Keten tohumundaki besinsel bileşenlerin
olası negatif etkisi yüksek miktardaki çoklu
doymamış yağ asidi miktarı ile ilgilidir. Çok
sayıdaki çift bağlar bu yağ asitlerini oksidasyon
ve serbest yağ asidi oluşumuna uygun hale
getirmektedir. Bu nedenle, uzun süre diyetle
alınan yüksek miktarda keten tohumu oksidatif
stresi artırabilir ve antioksidan bileşiklerin
azalmasına neden olabilir. Yapılan çalışmalarda
%20 keten tohumu içeren diyet ile beslenen
farelerde plazma ve karaciğerde E vitamininin
azaldığı kanıtlanmıştır (5, 31).
Keten tohumunda bulunan fitik asit çinko
ve kalsiyum gibi pozitif yüklü minerallere
bağlanarak bu minerallerin yetersizliğine neden
olabilmekte
ve
kemik
gelişimini
etkileyebilmektedir (5).
Keten
tohumunda
anti-besinsel
bileşiklerden biri olan ve B6 vitaminine
bağlandığı bilinen linatin’in sağlık üzerine
olumsuz etkileri vardır. Bu nedenle keten
tohumunun diyetle fazla miktarda alınması B6
vitamini eksikliğine ve sonuçta da homosistein
ve böbrek yetmezliğinin artmasına neden
olmaktadır. Keten tohumunun pişirilmeden
tüketimi, hayvan ve insanlar için fazla miktarda
alındığında toksik olabilecek bir bileşik olan
siyanojenik glukosidlerin (HCN) üretimine
neden olabilir. Yüksek miktarlarda pişirilmemiş
keten tohumu kullanımı (>10 yemek
kaşığı/gün) HCN miktarını 50-60 mg inorganik
siyanite kadar çıkarabilir ve bu değer de
yetişkinler için potansiyel olarak toksik kabul
edilir. Yapılan çalışmalar sonucunda günlük 50
g’a kadar pişmiş keten tohumu alımının idrar
tiyosiyonat miktarını artırmadığı bulunmuştur.
Keten tohumu tüketimi nedeniyle herhangi bir
akut ya da kronik siyanit toksisitesine
rastlanmamıştır. Ayrıca pişirme işlemi bu riski
ortadan kaldırmaktadır (5, 6).
29
Fonksiyonel Bir Gıda Olarak Keten Tohumu
Kaynaklar
Berner, L. A. and O’Donnell, J. A., 1998. Functional Foods
And Health Claims Legislation: Applications To Dairy
Foods. International Dairy Journal, 8, 355-362.
Korthals, M. 2002. The Struggle Over Functional Foods:
Justice And The Social Meaning Of Functional Foods.
Journal of Agricultural and Environmental Ethics, 15,
315-324.
Mazza, G. 1998. Flaxseed Products For Disease Prevention.
In: Functional Foods, Biochemical and Processing
Aspects,
Lancaster,
Pennsylvania:
Technomic
Publishing Company, 91-127.
Oomah, B. D. and Mazza, G. 1997. Effect Of Dehulling On
Chemical Composition And Physical Properties Of
Flaxseed. Lebensm.-Wiss.u-Techol., 30, 135-140.
Wiesenfeld, P. W., Babu, U. S., Collins, T. F. X., Sprando, R.,
O’Donnell, M. W., Flynn, T. J., Black, T., Olejnik, N.
2003.
Flaxseed
Increased
Α-Linolenic
And
Eicosapentaenoic Acid And Decreased Arachidonic
Acid İn Serum And Tissues Of Rat Dams And
Offspring. Food and Chemical Toxicology, 41, 841855.
Bloedon, L. T. and Szapary, O.P. 2004. Flaxseed and
Cardiovascular Risk. Nutrition Reviews, 62, 18-27.
Arjmandi, B. H., Khan, D. A., Juma, S., Drum, M. L.,
Venkatesh, S., Sohn, E., Wei, L., Derman, R. 1998.
Whole Flaxseed Consumption Lowers Serum LDLCholesterol And Lipoprotein (A) Concentrations In
Postmenopausal Women. Nutrition Research, 18, 12031214.
Prasad, K., 1997. Dietary Flaxseed In Prevention Of
Hypercholesterolemic Atherosclerosis. Atherosclerosis,
132, 69-76.
Curan, R., Hildebrandt, L., Schoemer, S., 2002. Influence Of
Flaxseed Oil Administration On Glycemic Responce In
Active, Healthy Adults. Topics in Clinical Nutrition,
Dec,
Klotzabach-Shimomura, K., 2001. Functional Foods: The
Role of Physiologically Active Compounds in Relation
to Disease. Topics in Chinical Nutrition, Mar,
de Lemos, M.L. and O’Brien, R.K., 2004. Effects of Flaxseed
on Breast Canser Growth. Journal of Oncology
Pharmacy Practice, 10, 145-147.
Wanasundara, P.K.J. P. D. and Shahidi, F., 1997. Removal of
Flaxseed Musilage By Chemical And Enzymatic
Treatments. Food Chemistry, 59, 47-55.
Chung, M.W.Y., Lei, B. and Li-Chan, E.C.Y., 2005. Isolation
and Structural Characterizaion of The major Protein
Frction From NorMan Flaxseed (Linum usitatissimum
L.). Food Chemistry, 90, 271-279.
Chung, M. W. Y., Lei, B., and Li-Chan, E.C.Y., 2005.
Isolation and Structural Characterization Of The Major
Protein Fraction From Norman Flaxseed (Linum
usitatissimum L.). Food Chemistry, 90, 271-279.
Oomah, B.D.,Der, T.J. and Godfrey, D.V., 2006. Themal
Characteristics of Flaxseed (Linum usitatissimum L.)
proteins. Food Chemistry (In press).
Madhusudhan, K. T. and Singh, N., 1983. Studies On Linseed
Proteins. Journal of Agricultural and Food Chemistry.
31, 959-963.
Bhathena, J. S., Ali, A., Mohamed, A. I., Hansen, C. T., and
Velasquez, M. T., 2002. Differential Effects Of Dietary
Flaxseed Protein And Soy Protein On Plasma
Triglyceride And Uric Acid Levels İn Animal Models”
Journal of Nutritional Biochemistry, 13, 684-689.
30
Borgmeyer, J. R., Smith, C. E. and Huynh. O. K., 1992.
Isolation and Characterization Of A 25 Kda Antifungal
Protein From Flaxseed. Biochemical and Biophysical
Research Com. 187, 480-487.
Orcheson, L., Rickard, S. E., Seidl, M. M., and Thompson
L.U., 1998. Flaxseed and Its Mammalian Lignan
Precursor Cause A Lengthening Or Cessation Of
Estrous Cycling In Rats. Cancer Letters, 125, 69-76.
Kris-Etherton, P. M., Hecker, K. D, Bonanome, A., Coval, M.
S., Binkoski, A. E., Hilpert, K. F., Griel, A.E., and
Etherton, T. D., 2002. Bioactive Compounds In Foods:
Their Role In The Prevention Of Cardiovascular
Disease And Cancer.
The American Journal of
Medicine, 113, 71-88.
Collins, T. F.X., Sprando, R. L., Black, T. N., Olejnik, N.,
Wiesenfeld, P. W., Babu, U. S., Bryant, M., Flynn, T.
J., and Ruggles, D. I., 2003. Effects of Flaxseed And
Defatted Flaxseed Meal On Reproduction And
Development In Rats. Food and Chemical Toxicology,
41, 819–834.
Dabrosin, C., Chen, J., Wang, L., and Thompson, L. U.,
2002. Flaxseed Inhibits Metastasis And Decreases
Extracellular Vascular Endothelial Growth Factor İn
Human Breast Cancer Xenografts. Cancer Letters
185,31–37.
Dabrowski, K. J. and Sosulski, F. W., 1984. Composition Of
Free And Hydrolizable Phenolic Acids In Defatted
Flours Of Ten Oilseeds. Journal of Agriculture and
Food Chemistry, 32, 128-130.
Oomah, B. D., Kenaschulk E. O., and Mazza, G., 1995.
Phenolic Acids In Flaxseed. Journal of Agricultural and
Food Chemistry, 43, 2016-2019.
Haris, R. K. and Haggerty, W. J., 1993. Assays For
Potentially Anticarcinogenic Phytochemicals In
Flaxseed. Cereal Foods World, 38, 147-151.
Fiuza, M. S., Gomes, C., Teixeira, L. J., Girao da Cruz, M. T.,
Cordeiro, M. N. D. S., Milhazes, N., Borges and
Marques, M. P.M., 2004. Phenolic Acid Derivatives
With Potential Anicanser Properties-A StructureActivity Relationship Study. Part 1: Methy, Propyl And
Octyl Esters Of Caffeic And Gallic Acids.
Bioorganic&Medicinal Chemistry, 12, 3581-3589.
Skerget, M., Kotnik, P., Hadolin, M., Hras, A. R., Simonic,
Marjana,
and
Knez,
Z.,
2004.
Phenols,
Proanthoyanidins, Flavones In Some Plant Materials
And Their Antioxidant Activities” Foods Chemistry,
Cook, N. C. and Saman, S., 1996. Flavonoids- Chemistry,
Metabolism, Cardioprotective Effects And Dietary
Sources. Journal of Nutrition Biochemistry, 7, 66-76.
Oomah, B. D., Mazza, G. and Kenaschuk, E. O., 1996.
Flavonoid Content Of Flaxseed. Influence Of Cultivar
And Environment. Euphytica, 90, 163-167.
Allen, D. P., Danforth, H. D., and Augustine, P. C., 1998.
Dietary
Modulation
Of
Avaian
Coccidiosis.
International Journal of Parasitology, 28, 1131-1140.
Javouhey-Donzel, A., Guenot, L., Maupoll, V., Rochette, L.,
and Rocquelin, G., 1993. Rat Vitamin E Status And
Heart Lipid Peroxidation: Effect Of Dietary ΑLinolenic Acid And Marine N-3 Fatty Acids. Lipids,
28, 651-655.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 31-40
Tokat İlinde Gökkuşağı Alabalık İşletmelerinin Ekonomik Analizi
Faruk Adıgüzel
1
Metin Akay
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Bu çalışma, Tokat İlinde Gökkuşağı Alabalığı üretimi yapan işletmeleri kapsamaktadır. Çalışmanın
amacı, Gökkuşağı Alabalık işletmelerinin sosyo-ekonomik özelliklerini, yıllık faaliyet sonuçlarını ve
sorunlarını tespit etmektir. Ayrıca, sorunlara çözüm önerileri sunulmuştur. Araştırmada kullanılan veriler tam
sayım yöntemi kullanılarak 19 işletmeden anket yöntemi ile elde edilmiştir. İşletmelerin %47,37’si dağ eteği,
%31,58’i açık arazi ve %21,05’i vadi arasında alabalık üretimi yapmaktadırlar. İşletmelerde işletme başına
düşen aktif sermaye 62 164 684 200 TL olup, aktif sermaye içerisinde en büyük payı %40,91’lik pay ile bina
ve havuz sermayesi oluşturmaktadır. İşletme masrafları 26 036 379 780 TL ve üretim masrafları
27 338 198 770 TL olarak hesaplanmıştır. İşletme masrafları içerisinde en büyük payı %27,98’lik pay ile
yem giderleri almaktadır. İşletmelerde rantabilite %13,03 olarak tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Tokat İli, Gökkuşağı Alabalık İşletmeleri, Yapısal Özellikler, Ekonomik Yapı
Economic Analysis of Rainbow Trout Farms in Tokat Province
Abstract: This study includes the farms producing rainbow trout in Tokat. The aims of the study were to
determine the socioeconomic characteristics, annual operation results and the problems of the rainbow trout
farms. In addition, solution recommendations were put forward to problems. The data used in this study were
obtained from 19 farms by using whole counting method via survey. The percentage of the farms on the
skirts of a mountain is 47.37%, the percentage of the farms in an open land is 31.58% and the percentage of
those in a valley is 21.05%. Active capital is TL 62 164 684 200 for each farms. The building and pool
capitals constitute the biggest proportion of the active capital by 40.91%. Managerial expenses and
production costs were calculated as TL 26 036 379 780 and TL 27 338 198 770, respectively. Fodder
expenses with 27.98% contitutes the biggest portion of the management expenses. The rantability was
determined as 13.03%.
Key words: Tokat Province, Rainbow Trout Farms, Structural Properties, Economic Structure
1. Giriş
Çağımızda artan nüfusa paralel olarak
giderek önem kazanan yeterli ve nitelikli
beslenmede gerekli olan hayvansal proteini
karşılayacak kaynaklardan birisi de kuşkusuz
balık üretimidir. Gelişmiş ülkeler çeşitli su
kaynaklarını
verimli
bir
düzeyde
değerlendirerek yaptıkları balık üretimi ile
tarımda yeni bir iş alanı ortaya koyarak bir
yandan iç tüketim için nitelikli besin
sağlamakta, diğer yandan dışsatım yoluyla
önemli bir döviz kaynağı da elde etmiş
bulunmaktadırlar (Elbek,1981).
Türkiye, ada kıyıları da dahil olmak üzere
8 333 km kıyı şeridine sahip, üç tarafı denizle
(Karadeniz, Akdeniz, Ege ve Marmara) çevrili,
177 714 km akarsu, irili ufaklı 200 doğal gölü
bulunan ve bu göllerden 100’ünde balıkçılık
faaliyeti mevcut olan bir ülkedir. 70 000 ha’lık
lagün gölü ve 1 000’in üzerinde yapay göleti
mevcuttur (Çelikkale ve ark., 1999).
Tokat ili, akarsu, göl, gölet, baraj gölleri
açısından büyük bir potansiyele sahiptir
(Anonim, 2002). Çalışmada, Tokat İlinde
38
Gökkuşağı Alabalığı üretimi yapan işletmelerin
sosyo-ekonomik
özelliklerinin
ortaya
konulması, yıllık faaliyet sonuçlarının analizi
ve sorunlarının belirlenmesi amaçlanmıştır.
Bununla birlikte, çalışmada Türkiye’nin değişik
yörelerinde yapılan benzer çalışmalar ile
karşılaştırmalar yapılmıştır. Ayrıca sorunlara
ilişkin
çözüm
önerileri
geliştirilmeye
çalışılmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
2.1. Materyal
Araştırmanın ana materyalini, tam sayım
yöntemi kullanılarak, Tokat İlinde Gökkuşağı
Alabalığı üretimi yapan 19 adet işletme ile
yapılan anket çalışmaları ve bu çalışmalar
sonucu elde edilen birincil nitelikli veriler
oluşturmaktadır. Bu materyalin yanı sıra, daha
önce değişik yörelerde yapılmış benzer bilimsel
çalışmalar araştırmanın ikincil materyalini
oluşturmaktadır.
Verilerin toplanmasında kullanılan anket
formları araştırmanın amacına uygun olarak
Tokat İlinde Gökkuşağı Alabalık İşletmelerinin Ekonomik Analizi
hazırlanmış olup, elde edilen veriler on iki aylık
bir üretim dönemini (Nisan 2003-Mart 2004)
kapsamaktadır.
2.2. Yöntem
Araştırma kapsamındaki işletmelerde (19
adet) düzenli bir kayıt sisteminin bulunmaması
anket yolu ile veri toplamayı zorunlu kılmıştır.
Araştırmada materyalin toplanması aşamasında
Direkt Mülakat Yöntemi (personal interview)
kullanılmıştır. Anket uygulaması 2004 yılının
Nisan ayı içerisinde, üretici mahallinde işletme
yöneticisi ile bizzat araştırıcı tarafından
yapılmıştır.
İşletmelerin sosyo-ekonomik özellikleri
olarak, işletmelerde işgücü kullanımı, işletme
yöneticileri
hakkında
bilgiler,
işletme
arazilerine ilişkin özellikler, işletmelerin
fiziksel unsurları olan binalar, su kullanım
durumları ve havuz-ağ kafesler ile üretim ve
pazarlama durumları incelenmiş ve son olarak,
sermaye
varlığı
fonksiyonlarına
göre
sınıflandırılmıştır (Aras, 1988; Çetin ve
Bilgüven,1991). İncelenen işletmelerde aktif
sermaye; arazi, arazi ıslahı, bina ve havuz,
balık, alet-makine, malzeme-mühimmat ve para
sermayesinden; pasif sermaye ise; borçlar ve öz
sermayeden oluşmaktadır. İşletmelerde mevcut
sermaye yıl başı değerleri ile gösterilmiştir.
Aktif sermaye değerinden işletme borçları
çıkarılarak öz sermaye bulunmuştur (Kıral,
1993).
İşletmelerde mevcut sermaye unsurlarının
kıymet takdirinde kullanılan yöntemler
aşağıdaki gibidir:
a) Arazi sermayesi için, araştırma
yöresinde geçerli olan alım-satım değeri esas
alınmıştır (Elbek, 1981; Soylu, 1995; Demir,
1997).
b) Arazi ıslahı sermayesi ile bina ve havuz
sermayesi için, yenilerde maliyet bedeli,
eskilerde ise yeniden inşa bedeline göre
yıpranma
durumu
dikkate
alınarak
değerlendirme yapılmıştır (Çetin ve Bilgüven,
1991; Korkmaz, 2000).
c) Alet-makine sermayesi için, yenilerde
satın alma bedeli, eskilerde ise yarayışlılık
durumuna göre alım-satım değeri üzerinden
kıymetlendirilmiştir (Çetin ve Bilgüven, 1991;
Aydın, 2000).
d) Balık sermayesi için, hali hazırda
fiyatlar esas alınmış, damızlık balıklar için
32
yıpranma payı dikkate alınmıştır (Soylu, 1988;
Çetin ve Bilgüven, 1991; Soylu, 1994).
e) Malzeme-mühimmat sermayesi, maliyet
bedelleri üzerinden değerlendirilmiştir (Yavuz
ve ark., 1995; Aydın, 2000).
f) Para mevcudu ve alacaklar ile borçların
belirlenmesinde, işletmecilerin beyanı esas
alınmıştır (Elbek, 1981; Çetin ve Bilgüven,
1991; Soylu, 1995; Sayılı ve ark., 1999).
İşletmelerin
sermaye
unsurlarının
amortisman payının hesabında, arazi ıslahı
varlığı için %5, bina ve havuz varlığı için %3,
damızlık balık sermayesi için %25, alet-makine
sermayesi için %10 kullanılmıştır (Çetin ve
Bilgüven, 1991). Küçük el aletlerinde
amortisman payı olarak %25 kullanılmıştır
(Esengün, 1990).
İşletmelerde incelenen faaliyet dönemine
ilişkin gayrisafi hasıla, işletme ve üretim
masrafları, saf hasıla, safi kâr, rantabilite oranı
ve yem dönüşüm oranı hesaplanmıştır.
Bina ve havuz ile alet-makinelerin yıllık
bakım onarım masrafları olarak, incelenen
dönemde işletmeci tarafından fiilen yapılmış
olan masraflar esas alınmıştır. Genel idare
giderlerinin
hesabında,
gayrisafi
hasıla
değerinin %3’ü alınmıştır. Döner sermaye faizi,
T.C. Ziraat Bankası’nın incelenen dönemde
tarımsal kredilere uyguladığı faiz oranının
yarısı (%22,25) ve aktif sermaye faizi olarak ise
%5 uygulanmıştır (Sayılı ve ark., 1999; Aydın,
2000).
3. Araştırma Bulguları
3.1. İşletmelerin Sosyo-Ekonomik Özellikleri
3.1.1. İşletmelerde İşgücü Durumu
İşletmelerde, yaş gruplarına göre işgücü
varlığı çizelge 1’de sunulmuştur. İşletmelerde,
işletme başına ortalama nüfus 3,32 kişi olarak
tespit edilmiştir. İşletme başına EİB cinsinden
3,04 EİB işgücü düşmektedir. En fazla işgücüne
sahip işletme 5,75 EİB, en düşük 1,00 EİB ile
faaliyette bulunmaktadır. Erkek İşgücü Birimi
cinsinden işletmelerdeki işgücünün %92,43’ünü
erkek işgücü, %7,57’sini kadın işgücü
oluşturmaktadır.
3.1.2. İşletme Yöneticilerinin Genel Özellikleri
Alabalık
işletmelerinde
işletme
yöneticilerinin yaş durumları incelendiğinde, en
büyük yaştaki işletme yöneticisi 57, en küçük
yaştaki işletme yöneticisi 28 yaşında olup,
ortalama işletme yöneticisi yaşı 45,3’tür.
F.ADIGÜZEL, M.AKAY
İşletme yöneticilerinin eğitim seviyeleri
düşüktür. Öyle ki, işletme yöneticilerinin
%36,84’ü ilkokul, %31,58’i ortaokul, %5,26’sı
lise ve %26,32’si yüksekokul düzeyinde
tahsillidir.
Sadece
biri
Su
Ürünleri
Mühendisidir. İşletme yöneticilerinin %47,37’si
alabalık üretimi dışında herhangi bir iş ile
uğraşmamaktadırlar.
İşletme yöneticilerinin %52,63’ü ise kamu
görevi, diğer tarımsal faaliyetler ve esnaflık gibi
diğer uğraşlarla birlikte bu işi yürütmektedirler.
İşletme yöneticilerinin alabalık üretimi ile
birlikte başka bir tarım uğraşısı bulunanların
oranı %21,05, alabalık üretimi ve tarım dışı
uğraşısı bulunanların oranı %31,58’dir.
İşletme yöneticileri işletmenin kuruluş
aşamasında %42,11 oranında bürokrasi, %21,05
oranında kredi + bürokrasi, %15,79 oranında
teknik konularda, %5,26’sı kredi, %5,26’sı
kredi + bürokrasi + eleman ihtiyacı konularında
sorun ile karşılaştıklarını, %10,53’si ise
herhangi bir sorun ile karşılaşmadıklarını
belirtmişlerdir.
İşletmelerde, üretim ile ilgili bir sorunla
karşılaşıldığında, işletmecilerin %26,32’si tarım
il/ilçe müdürlüklerine, %26,32’si kendi
tecrübesine, %15,79’u diğer işletmelere + tarım
il/ilçe müdürlüklerine, %15,79’u tarım il/ilçe
müdürlüklerine
+
üniversitenin
ilgili
bölümlerine, %10,52’si üniversitenin ilgili
bölümlerine ve %5,26’sı diğer işletmelere +
kendi
tecrübesine
başvurduklarını
belirtmişlerdir.
3.1.3. İşletme Arazilerine İlişkin Özellikler
İncelenen işletmelerin, %31,58’i köylerde,
%31,58’i beldelerde ve %36,84’ü ise ilçelerde
(merkez ve diğer ilçelerde) bulunmaktadır.
İşletmelerin en yakın ilçeye uzaklığı, en yakın
işletmede 1 km, en uzak işletmede 35 km ve
ortalama 11,5 km’dir. Kuruluş yeri bakımından
işletmelerin %47,37’si dağ eteği, %31,58’i açık
arazi ve %21,05’i vadi arasında alabalık üretimi
yapmaktadırlar. İşletmelerin kurulduğu arazinin
mülkiyet durumları incelendiğinde; işletmelerin
%52,63’ü kiralık arazi, %26,32’si öz mülk
arazi, %5,26’i kira+öz mülk arazi üzerinde
faaliyette
bulunmakta
olup,
%15,79’u
kullandıkları arazi orman veya hazine arazisi
üzerinde olmasına karşın, incelenen dönemde
herhangi bir kurum veya kişiye kira bedeli
ödemediklerini ifade etmişlerdir. İncelenen
işletmelerin %68,42’si şahıs, %21,06’sı adi
ortaklık, %5,26’sı limited ve %5,26’sı kamu
kuruluşudur.
İşletmelerin
arazi
varlığı
incelendiğinde; işletmeler, ortalama olarak
4,532 da’lık işletme alanına sahiptirler.
İşletmeler genellikle tarıma elverişli olmayan
arazilerde üretimi gerçekleştirmektedirler.
3.1.4. İşletmelerin Fiziksel Unsurları
3.1.4.1. Binalar
İşletmelerde bulunan fiziksel unsurların
başında
binalar
gelmektedir.
İncelenen
işletmelerde işletme başına bina alanı 138 m2
olup, işletmelerde bulunan en fazla bina alanı
355 m2, en az bina alanı 20 m2’dir. İşletmelerde
binalar
genellikle çok amaçlı
olarak
kullanılmaktadır. Yani idare binası, malzeme
deposu, bakıcı odası, mutfak aynı mekanı ifade
edebilmektedir. Bununla birlikte, işletmelerin
%36,84’ünde piknik alanının yanı sıra, lokanta
bulunmaktadır. Ayrı bir malzeme deposu
bulunan işletmelerin oranı %36,84’tür.
Kuluçka
binaları
incelendiğinde;
işletmelerin %63,16’sında ayrı bir kuluçka
binası bulunduğu, %10,53’ünde kuluçka binası
bulunmadığı fakat ikamet ettikleri binanın alt
katını kuluçka binası olarak kullandıkları,
geriye kalan %26,31’inde ise kuluçka binası
bulunmadığı tespit edilmiştir.
İşletmelerin
hiçbirinde
laboratuar
bulunmamaktadır. Sadece 2 işletmede 100 000
adet/yıl ve 80 000 adet/yıl kapasiteli kuluçka
dolabı olduğu belirlenmiştir.
Çizelge 1. İşletmelerde Yaş Gruplarına Göre İşgücü Varlığı (EİB)
İşgücü Varlığı
Yaş Grupları
Kadın
Erkek
Toplam
0-6
------7-14
------15-49
0,20
2,42
2,62
50-64
0,03
0,39
0,42
65-+
------GENEL TOPLAM
0,23
2,81
3,04
%
7,57
92,43
100,00
33
Tokat İlinde Gökkuşağı Alabalık İşletmelerinin Ekonomik Analizi
İşletmelerde alt yapı sorunu olarak,
işletmelerin
%5,26’sında
elektrik
bulunmamaktadır. Ayrıca ulaşım konusunda,
işletmelerde yolun belli bir kısmının stabilize
olması olumsuz hava şartlarında sorun
yaşanmasına neden olmaktadır.
3.1.4.2. Su Kullanım Durumu
İncelenen 19 işletmenin kullandığı suyun
kaynağı incelendiğinde; %47,37’si kaynak
suyu, %21,06’sı baraj gölü, %10,53’ü artezyen
kuyusu, %5,26’sı gölet, sulama kanalı ve
artezyen kuyusu, %5,26’sı akarsu ve kaynak
suyu, %5,26’sı gölet ve %5,26’sı ise artezyen
kuyusu ve akarsudan yararlanmaktadır.
Buradan da anlaşıldığı üzere, 3 işletme
(işletmelerin %15,78) birden fazla farklı su
kaynağından faydalanmaktadır. İşletme başına
ortalama su getirme mesafesi 214,69 m’dir. Su
kaynağına en yakın işletme 10 m, en uzağı ise
1000 m’dir. İşletmelerde suyun nakli %75,00
ile PVC borularla, %18,75 ile beton kanalet ve
%6,25 ile beton kanalet ve PVC borularla
sağlanmaktadır.
3.1.4.3. Havuzlar ve Ağ Kafesler
İşletmelerde havuz ve ağ kafes varlığı
çizelge 2’de verilmiştir. İşletme başına ortalama
havuz ve ağ kafes alanı 453 m2 ve ortalama
havuz ve ağ kafes sayısı ise 19,90 adettir.
Havuz sayısı itibariyle kuluçka havuzları
en fazla sayıda (8 adet/işletme) olmakla birlikte,
havuz alanı itibariyle yetiştirme havuzları en
fazla alana (240,10 m2) sahiptir.
Havuzların günlük bakımı olarak havuz
giriş ve çıkışlarının kontrolü ile ölü balıkların
toplanması gelmektedir. İşletmelerde genellikle
beton havuzlar dikdörtgen ve silindir şeklinde,
toprak havuzlar ise oval şekildedir.
Kapalı havuzlarda, işletmelerin %38,89’u
aylık, %27,78’i haftalık, %22,22’si altı ayda ve
%11,11’i 15 günde bir havuzlara genel bakım
ve temizlik yaptıklarını belirtmişler, ağ
kafeslere ise günlük fırça ile temizlik ve ağkafes kontrolü yaptıkları tespit edilmiştir.
İşletmeciler havuz temizliğinde sadece kireç ve
tuz kullandıklarını belirtmişlerdir.
3.1.5. İşletmelerde Üretim ve Pazarlama İle
İlgili Özellikler
3.1.5.1. Girdiler ve Girdi Temini
İşletmelerde alabalık üretiminde önemli
girdilerin başında gelen yumurta, yavru balık ve
büyük boy balık (100-150 gr) ile yem kullanım
durumu incelenmiştir. İşletmeler hazır (suni)
yem kullanmakta olup, yetişkin balıklarda pelet
yem, yavru balıklarda ise granül yem
kullanılmaktadır. Ayrıca 1 işletme (işletmelerin
%5,26’sı) yem rasyonu hazırladığını ifade
etmiştir. İşletmeler yavru büyütme döneminde
yaş yem (karaciğer, dalak, balık artıkları, mısır
vs.) kullanmadıklarını, ancak işletmelerin
%31,58’i
vitamin
kullandıklarını
bildirmişlerdir. İşletmelerin %52,64’ü Erzurum,
%31,58’i Samsun, %5,26’sı İzmir, %5,26’sı
İzmir ve Kayseri, %5,26’sı ise İzmir, Erzurum
ve Denizli’deki yem fabrikalarından yem
ihtiyaçlarını karşılamaktadırlar.
Çizelge 2. İşletmelerde Havuz ve Ağ Kafes Durumu
HAVUZ VE AĞ KAFESİN CİNSİ YAPILIŞ MALZEMESİ
Kuluçka
Beton
Beton
Yavru Bakım ve Geliştirme
Ağ Kafes
Beton
Yetiştirme
Ağ Kafes
Toprak
Beton
Pazarlama
Ağ kafes
Toprak
Beton
Damızlık
Ağ Kafes
Toprak
Beton
TOPLAM
Ağ Kafes
Toprak
GENEL TOPLAM
---
34
ALANI (m2)
14,64
60,34
6,47
128,53
29,10
82,47
20,21
8,63
40,66
19,26
2,16
40,53
242,98
46,36
163,66
453,00
SAYISI (adet)
8
5,11
0,32
1,95
0,79
1,42
0,84
0,32
0,32
0,42
0,11
0,32
16,31
1,54
2,06
19,90
F.ADIGÜZEL, M.AKAY
İncelenen işletmelerde yumurta, yavru
balık ya da yetişkin balık satın alan işletmelerin
oranı %52,63 ve almayanların oranı ise
%47,37’dir. Yavru balıklar, boy ve gramaja
göre farklı fiyatlardan satın alınmıştır. Sadece 1
işletme (%5,26) yumurta satın almıştır.
Yumurta, yavru balık ya da yetişkin balık satın
alan işletmelerin %30’u il dışındaki, %70’i ise
il içindeki diğer işletmelerden girdi ihtiyacını
karşıladıklarını ifade etmişlerdir.
3.1.5.2. Üretim ve Pazarlama Durumu
İşletmelerin %68,42’sinde damızlık balık
bulunmakta olup, işletme başına ortalama
187,47 adet damızlık balık düşmektedir.
Damızlıkların yaşı, genel olarak 1-5 yaş
arasında değişmektedir. İşletmeciler, damızlık
seçiminde balıkların morfolojik özelliklerini
(iri, parlak, hareketli vs.) dikkate aldıklarını
belirtmişlerdir. İşletmelerde sağım dönemi
Kasım-Mart ayları arasında gerçekleşmektedir.
Bununla birlikte, sağımın en yoğun olduğu
dönemin ise Ocak ayı olduğu tespit edilmiştir.
İşletmecilerin %46,15’i tek kişi ile, %53,85’i
ise iki kişi ile sağım yaptıklarını ifade
etmişlerdir. Bununla beraber; işletmelerin 1’i
(%5,26’sında) yaz yumurtası (ithal yumurta)
kullanmıştır. İşletmeciler, üretim süreci
içerisinde genellikle mantari hastalıklarla
karşılaştıklarını ifade etmişler, birkaç işletmede
parazit ve balık biti zararlılarının sorun yarattığı
belirlenmiştir.
İşletmelerde iki tip üretim şekli vardır:
a) Kendi damızlık balıklarından yumurta
alıp, yavrudan pazarlama boyuna kadar
besleyen işletmeler (%68,42). Bu işletmelerin
bazıları bunun yanında yavru satın almakta
(%30,77’si) ve üreme mevsimi dışında ithal
yumurta (%7,69) satın almaktadırlar.
b) Diğer işletmelerden yavru ya da yetişkin
balık alıp, satış boyuna kadar besleyen
işletmeler (% 31,58).
Balık yoğunluğunda kullanılan önemli
ölçütler, su alanı birimine ve su hacmi birimine
düşen adet balık ve ağırlık balık olarak
bilinmektedir. Ayrıca su akışkanlığı (debi)
dikkate alınarak kimi kaynaklarda debiye düşen
alabalık miktarı, adet ve kg cinsinden ifade
edilmektedir (Wiesner, 1968). Bu araştırmada,
benimsenen yoğunluk yıllık üretilen balık
miktarının havuz alanına bölünmesi ile kg/m2
cinsinden ifade edilmektedir.
İşletmeler ortalamasında balık yoğunluğu
12,19 kg/m2 olarak hesap edilmiştir. Benzer
konuda yapılan bir çalışmada bu oran 21,346
kg/m2 olarak hesaplanmıştır (Elbek, 1981).
İşletmeciler genel olarak pazarlama ile
ilgili sorunlarının olmadığını ifade etmişlerdir.
İşletmelerde ortalama balık satış ağırlığı 207,11
gr/adet ve ortalama balık satış fiyatı 1 250 000
TL/adet olarak hesaplanmıştır. İşletmelerde
ürün satış yeri incelendiğinde; işletmelerin
tamamı işletme avlusunda satış yapmakta olup,
bununla birlikte işletmelerin %21,05’i diğer
işletmelere, %10,53’ü marketlere, %10,53’ü
restoranlara, %15,79’u kamu kurumlarına
ürünlerini pazarlamaktadırlar. İşletmecilerin
%78,95’i ürünü peşin, %21,05’i ürünü karışık
(peşin+vadeli) sattığını ifade etmişlerdir. Vadeli
satış yapan işletmeler sattıkları ürünün bedelini
en fazla iki ay içerisinde almışlardır.
İşletmelerin
kredi
gereksinimleri
incelendiğinde; %42,11’i kredi gereksinimi
olmadığını, %57,89’u yem, yavru alımı,
işletmelere yeni bina ve tesis yapmak amaçları
ile kredi gereksinimleri olduklarını belirtmiştir.
İşletmeler
arasında
herhangi
bir
örgütlenme
(kooperatifleşme)
olmamakla
birlikte,
işletmelerin
%89,47’si
üretim
aşamasında karşılaşılan sorunların ortak
çözümü, ortak bir ürün fiyatının belirlenmesi,
girdi ihtiyacının karşılanması ve pazarlama
aşamasındaki
avantajları
ile
üretici
örgütlenmesinin
yararlı
olacağını
ve
örgütlenmeyi istediklerini, %10,53’ü ise,
işletmeler arasında güvenilir bir örgütlenme
olmayacağı endişesi ile örgütlenmeye sıcak
bakmadıklarını ifade etmişlerdir.
3.1.6. İşletmelerin Sermaye Yapısı
İşletmelerde aktif sermaye; arazi, arazi
ıslahı, bina ve havuz, alet-makine, damızlık
balık, malzeme-mühimmat, balık ve para
sermayesinden oluşurken, pasif sermaye;
borçlar ve öz sermayeden oluşmaktadır. Çizelge
3’de işletmelerdeki sermaye yapısı değer ve
oransal olarak verilmiştir. İşletmelerde aktif
sermaye yapısı içerisinde en büyük payı
%40,91’lik oranla bina ve havuz sermayesi
alırken, bunu %26,45 ile balık sermayesi,
%11,63 ile arazi ıslahı sermayesi, %11,10 ile
arazi sermayesi, %3,08 ile alet-makine
sermayesi, %3,02 ile damızlık balık sermayesi,
%2,27 ile para sermayesi ve %1,54 ile
malzeme-mühimmat sermayesi izlemektedir.
39
Tokat İlinde Gökkuşağı Alabalık İşletmelerinin Ekonomik Analizi
Çizelge 3. İşletmelerde Sermaye Yapısı
SERMAYE UNSURLARI
A) AKTİF SERMAYE
I) Çiftlik Sermayesi
1) Arazi Sermayesi
2) Arazi Islahı Sermayesi
3) Bina ve Havuz Sermayesi
II) İşletme Sermayesi
1) Sabit İşletme Sermayesi
a) Alet-Makine Sermayesi
b) Damızlık Balık Sermayesi
2) Döner İşletme Sermayesi
a) Malzeme-Mühimmat Sermayesi
b) Balık Sermayesi
c) Para Sermayesi
TOPLAM AKTİF SERMAYE
B) PASİF SERMAYE
1) Borçlar
2) Öz Sermaye
TOPLAM PASİF SERMAYE
Değeri (000 TL)
Oranı (%)
6 903 947,37
7 229 105,26
25 431 578,95
11,10
11,63
40,91
1 917 552,63
1 874 736,84
3,08
3,02
990 131,58
16 444 736,84
1 408 421,05
62 164 684,20
1,54
26,45
2,27
100,00
2 556 315,79
59 608 368,41
62 164 684,20
4,11
95,89
100,00
Pasif sermaye içerisindeki öz sermaye;
aktif sermayeden borçların çıkarılması ile
hesaplanmıştır. Pasif sermaye içerisinde öz
sermayenin payı %95,89’ken, borçlar pasif
sermayenin %4,11’ini oluşturmaktadır. Benzer
çalışmada pasif sermayenin dağılımı Aydın
(2000)’ın yaptığı çalışmada %96,10 öz
sermaye, %3,90 borçlar şeklinde hesap
edilmiştir.
m2) düşen gayrisafi hasıla 7 823 065 530 TL
olarak hesaplanmıştır.
Gayrisafi hasılanın aktif sermayeye oranı
0,57 olarak bulunmuştur. Bu işletmelerde
üretim için yatırılan 100 TL’lik sermayeye
karşılık 57 TL’lik gayrisafi hasıla elde
edildiğini veya yatırılan sermayeye karşılık
pozitif fakat tatminkâr olmayan bir gayrisafi
hasıla elde edildiği anlamına gelmektedir.
3.2. İşletmelerin Yıllık Faaliyet Sonuçları
3.2.1. Gayrisafi Hasıla
İşletmelerde, gayrisafi hasıla porsiyonluk
balık ve yavru balık satışı ile öz tüketimden
(aile ve işçilerin tüketimi) oluşmaktadır.
İşletmelerde gayrisafi hasıla unsurlarının değer
ve oransal durumları ile havuz alanı ve aktif
sermayeye gayrisafi hasıla oranları çizelge 4’de
verilmiştir. İşletmeler ortalamasında toplam
gayrisafi hasıla 35 438 486 840 TL’dir.
Gayrisafi hasıla içerisinde %80,25’lik payı ile
büyük boy balık satışı ilk sırayı alırken, bunu
%17,32 ile yavru balık satışı ve %2,43 ile öz
tüketim izlemektedir. Birim üretim alanına (100
3.2.2. İşletmelerde İşletme ve Üretim
Masrafları
İşletmelerde işletme ve üretim masraflarına
ilişkin değer ve oranlar çizelge 5’de verilmiştir.
Çizelge 5.’den anlaşıldığı üzere, işletmeler
ortalamasında işletme masrafları toplamı
26 036 379 780 TL, üretim masrafları toplamı
27 338 198 770 TL olarak bulunmuştur. İşletme
masrafları içerisinde en büyük payı %27,98 ile
yem bedeli almaktadır. İşletmelerde birim
üretim (100 m2) alanına düşen işletme
masrafları 5 747 545 210 TL ve üretim
masrafları ise 6 034 922 470 TL’dir.
Çizelge 4. İşletmelerde Gayrisafi Hasıla (GSH)
GSH UNSURU
DEĞERİ (000 TL)
Porsiyonluk Boy Balık Satışı
28 439 473,68
Yavru Balık Satışı
6 136 842,11
Öz Tüketim (Aile ve İşçilerin
862 171,05
Tüketimi)
TOPLAM GAYRİSAFİ HASILA
35 438 486,84
GSH/100 m2 Havuz Alanı
7 823 065,53
GSH/Aktif Sermaye
0,57
36
ORANI (%)
80,25
17,32
2,43
100,00
-----
F.ADIGÜZEL, M.AKAY
Çizelge 5. İşletmelerde İşletme ve Üretim Masrafları
MASRAF UNSURLARI
1) Yumurta ve Yavru-Büyük Boy Balık Bedeli
2) Yem Bedeli
3) İşçilik Masrafları
4) Kimyasal ve Dezenfektan Madde Bedeli
5) Isıtma-Aydınlatma-Haberleşme Masrafları
6) Bakım-Onarım Masrafları
7) Ulaşım-Pazarlama ve Diğer Cari Masraflar
MASRAFLAR TOPLAMI
8) Döner Sermaye Faizi (% 22,25)
9) Genel İdare Giderleri
10) Arazi Islahı Amortismanı
11) Bina ve Havuz Amortismanı
12) Alet-Makine Amortismanı
13) Damızlık Balık Amortismanı
İŞLETME MASRAFLARI
Aktif Sermaye Faizi (% 5)
ÜRETİM MASRAFLARI
İŞLETME MASRAFLARI/100m2
ÜRETİM MASRAFLARI/100m2
DEĞERİ (000 TL)
1 422 894,74
7 284 736,84
6 320 065,79
272 894,74
1 291 578,95
653 421,05
1 707 631,58
18 953 223,69
4 217 092,27
1 063 154,61
361 455,26
762 947,37
209 822,37
468 684,21
26 036 379,78
1 301 818,99
27 338 198,77
5 747 545,21
6 034 922,47
3.2.3. İşletmelerde Saf Hasıla, Safi Kâr ve
Rantabilite
İşletmelerde saf hasıla, safi kâr ve
rantabilite oranları çizelge 6’da verilmiştir. Saf
hasıla, gayrisafi hasıladan işletme masraflarının
çıkarılması ile bulunmuştur. İşletme başına
düşen saf hasıla 9 402 107 060 TL’dir. Safi kâr
ise, gayrisafi hasıla değerinden üretim
masraflarının çıkarılması ile bulunmuştur.
İncelenen işletmelerde safi kâr 8 100 288 070
ORANI (%)
5,47
27,98
24,27
1,05
4,96
2,51
6,56
72,80
16,20
4,08
1,39
2,93
0,80
1,80
100,00
TL’dir. Birim üretim alanı (100 m2) başına
düşen saf hasıla 2 075 520 320 TL ve safi kâr
ise 1 788 143 060 TL’dir.
Rantabilite; bir işletmenin belirli bir sürede
elde ettiği kârın, bu kârı elde etmek için
kullanılan aktif sermayeye oranı olarak
tanımlanmaktadır (Açıl ve Demirci, 1984).
İşletmelerde
rantabilite
%13,03
olarak
hesaplanmıştır.
Çizelge 6. İşletmelerde Saf Hasıla, Safi Kâr ve Rantabilite
FAALİYET SONUÇLARI
DEĞERİ (000 TL)
Gayrisafi Hasıla
35 438 486,84
İşletme Masrafları
26 036 379,78
Üretim Masrafları
27 338 198,77
Saf Hasıla
9 402 107,06
Safi Kâr
8 100 288,07
Rantabilite (%)
13,03
3.2.4. İşletmelerde Yem Dönüşüm Oranı
(Parasal Olarak)
Yem dönüşüm oranı, kullanılan yemin
etkinliğini ifade etmektedir. Kantitatif olarak
bir birimlik hayvansal ürün için tüketilen yem
miktarını, parasal olarak ise birim TL’lik yeme
karşılık elde edilen getiriyi
ifade eder.
Kantitatif olarak hesaplanan yem dönüşüm
oranı yemin teknik etkinliğini, parasal olarak
hesaplanan ise yemin ekonomik etkinliğini
gösterir. Parasal olarak hesaplanan ölçüt, yem
etkinliğini
belirtmede
daha
çok
kullanılmaktadır (Aras, 1988).
İşletmelerde yem dönüşüm oranı çizelge
7’de verilmiştir. Çizelgeden görüldüğü üzere,
işletmelerde ortalama yem dönüşüm oranı
486,48 olarak belirlenmiştir. Yani yapılan her
100 TL yem masrafına karşılık 486,48 TL
gayrisafi hasıla elde edildiği söylenebilir.
Buradan 100 TL yem gideri çıkarılırsa, 386,48
TL kazanç elde edildiği görülür. Bu 386,48 TL
ise üretim masrafları ve kârı içermektedir.
Çizelge 7. İşletmelerde Yem Dönüşüm Oranı (Parasal Olarak)
Yem Bedeli (1) (000 TL)
Gayrisafi Hasıla (2) (000 TL)
7 284 736,84
35 438 486,84
Yem Dönüşüm Oranı (2/1.100)
486,48
39
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 31-40
3.3. İşletmecilik Sorunları
3.3.1. Girdi Temini
Genel itibari ile hayvancılık işletmelerinde
yem en büyük masraf kalemini oluşturmaktadır.
İncelenen işletmelerde de yem bedeli % 27,98
pay ile işletme masrafları içerisinde en büyük
masraf unsuru durumundadır. İşletmeler
kullandıkları yemi şehir dışındaki yem
fabrikalarından temin etmekte olup, bu da
yemin maliyetini yükseltmektedir.
İşletmelerin %52,63’ü yumurta, yavru
balık, büyük boy (100-150gr) balığı şehir içi
veya şehir dışındaki işletmelerden satın
almaktadırlar. Hem temin edilmesi zor hem de
maliyeti yüksek olmaktadır.
3.3.2. Kredi ve Teşvik Durumu
İşletmelerin
sermaye
yapıları
ve
işletmecilerin görüşleri dikkate alındığında
işletmelerin krediye gereksinim duydukları
ifade edilebilir. Kredi faiz oranının yüksek
olması ve bürokratik engeller işletmelerin kredi
kullanmalarına olumsuz yönde etki etmektedir.
Ayrıca, işletmeciler devletin üretilen balığın
kilogramı başına teşvik verdiğini ancak bunu
sattıkları ürün bedelini faturalandırma şartıyla
olduğunu, bunun da kendilerine ağır bir vergi
yükü getireceği ve yarar sağlamayacağı
düşüncesinde olduklarını bildirmişlerdir.
3.3.3. Pazarlama Durumu
Üretilen balık miktarı ve il nüfusu
düşünüldüğünde işletmelerin pazarlama ile
ilgili sorunlarının olmadığı ifade edilebilir.
Yalnız işletme sayılarının artması durumunda
pazarlamanın bir sorun olarak ortaya çıkacağı
unutulmamalı
ve
işletmelerin
kuruluş
aşamasında
bu
durum
göz
önünde
bulundurulmalıdır. Ayrıca, üreticiler ürünlerini
taze olarak satışını gerçekleştirmektedirler.
Tokat İlinde balık ürünlerini işleyen veya
depolayan bir kuruluş olmadığı ve bunun da
işletme sayısının ve üretimin arttığı durumda
olumsuz bir etki oluşturacağı düşünülmelidir.
3.3.4. Örgütlenme Durumu
İşletmeler
arasında
herhangi
bir
örgütlenme olmadığı tespit edilmiştir. Girdi
temini ve pazarlama aşamasında sağlayacağı
avantajlar ile kooperatifleşme konusu önem arz
etmektedir. Kooperatifleşme ile işletmeler girdi
ihtiyacını toptan ve uygun fiyatla temin
38
edebileceği
gibi,
pazarlamada
rekabet
sorununun aşılmasına olanak sağlanacaktır.
3.3.5. Diğer Sorunlar
İşletmelerin %52,63’ü kiralık arazi
üzerinde faaliyette bulunmaktadırlar. Bu şekilde
üretim yapan işletmeciler kira bedelinin yüksek
olduğunu ifade etmişlerdir. İşletmeciler genel
olarak eğitim seviyeleri düşük insanlardır. Bu
da işletmenin yönetilmesinde çeşitli sorunlarla
karşılaşılmasına neden olabilmektedir.
Sadece bir işletmede elektrik bulunmadığı
tespit edilmiş olup, işletmeler alt yapı sorunu
yaşamamaktadır. Bununla birlikte, genelde
işletmelerde yolun belli bir kısmının stabilize
olması, elverişsiz hava şartlarında ulaşımı
zorlaştırmaktadır.
İşletmelerin
%21,05’i
kullanılan suyun yetersizliği nedeniyle, üretimi
gerçekleştirmede zorluk yaşadığını ve bu
nedenle kapasite artırımına gidemediklerini
ifade etmişlerdir. Ayrıca birkaç işletmede
havuzlardaki suyun oksijen seviyesini azaltıcı
yönde etki eden yosunlaşma gözlenmiştir.
İşletmelerde görülen bir takım hastalık ve
zararlılar, üretimi olumsuz etkilemektedir.
İşletmecilerin %47,37’si mantari hastalıklarla,
%10,53’ü solungaç paraziti, %5,26’sı mantari
hastalıklar ve bağırsak enfeksiyonu, %5,26’sı
mantari hastalıklar ve balık biti zararlıları ile
karşılaştıklarını, %31,58’i ise herhangi bir
hastalık ve zararlı ile karşılaşmadıklarını
belirtmişlerdir. Ayrıca, işletmecilerin %63,15’i
yağışlardan etkilenmediklerini,
%26,32’si
yağışlarla birlikte sudaki bulanma sonucu
üretimde olumsuzluklar yaşanabildiğini ve
kafeslerde
üretim
yapan
iki
işletme
(işletmelerin %10,53’ü) ise rüzgâr veya fırtına
ile
kafeslerin
sürüklendiğini,
tahribat
oluşabildiğini ifade etmişlerdir.
4. Tartışma ve Sonuç
İncelenen alabalık işletmelerinde işletme
başına EİB cinsinden 3,04 EİB işgücü
düşmektedir. Yavuz ve ark. (1995)’nın
yaptıkları çalışmada 3,67 EİB, Demir (1997)’in
yaptığı çalışmada 2,34 EİB ve Sayılı ve ark.
(1999)’nın yaptıkları çalışmada 4,14 EİB
işgücü düştüğü hesaplanmıştır. Bu durumda,
yapılan çalışmadaki kullanılan işgücü varlığının
diğer çalışmalara yakın olduğu söylenebilir.
İşletme kapasitelerine bağlı olarak alabalık
işletmelerinde işgücü ihtiyacının fazla olmadığı
ifade edilebilir.
F.ADIGÜZEL, M.AKAY
Çalışmada işletme yöneticilerinin alabalık
üretiminin yanı sıra, tarım ve diğer işlerle de
uğraştıkları tespit edilmiştir. Sadece alabalık
üretimi ile uğraşanların oranı %47,37, alabalık
üretimi ile başka bir tarım uğraşısı bulunanların
oranı %21,05 ve alabalık üretimi ile tarım dışı
uğraşısı bulunanların oranı %31,58’dir. Soylu
(1995)’nun çalışmasında, sadece alabalık
üretimi ile uğraşanlar %28,57; kültür balıkçılığı
yanısıra tarımsal uğraşısı bulunanlar %28,57 ve
tarımsal uğraşı dışında bir işi bulunanlar
%42,86 olarak hesaplanmıştır. Diğer çalışmaya
kıyasla bu yöredeki işletmeciler için alabalık
üretimi geçim kaynağı durumundadır.
Kuruluş yeri bakımından incelenen
işletmelerin %47,37’si dağ eteği, %31,58’i açık
arazi ve %21,05’i vadi arasında faaliyette
bulunmaktadırlar. Yavuz ve ark. (1995)’ı
çalışmalarında işletmelerin %85,70’inin vadiler
arasında ve dağ eteğinde, %14,30’unun açık
arazide; Aydın (2000) çalışmasında işletmelerin
%81,00’inin vadi arasında, %14,20’sinin dağ
eteğinde ve %4,80’inin açık arazide alabalık
üretimi yaptıklarını saptamışlardır. Buradan,
alabalık üretiminin su kaynağının yeterli
düzeyde bulunması koşulu ile tarıma elverişli
olmayan arazilerin kullanılmasına olanak
sağlayan bir üretim dalı olduğu sonucuna
varılabilir.
İşletmeler ortalama olarak 4,532 da’lık
işletme alanına sahip olup, işletme başına bina
alanı ise 138 m2 dir. Demir (1997)’e göre
işletme başına ortalama kuruluş alanı 2,494 da
ve işletme başına bina alanı ise 26,4 m2, Rad
(1999)’a göre ortalama işletme alanı 8,610 da
ve işletme başına bina alanı 199 m2’dir.
Alabalık üretimi fazla bir işletme arazisi ve bina
gerektirmeyen bir yapıdadır.
Çalışmada
incelenen
alabalık
işletmelerinde aktif sermaye içerisinde en
yüksek orandaki sermaye unsuru olarak
%40,91’lik pay ile bina ve havuz sermayesi
görülmektedir. Soylu (1998)’nun yaptığı
çalışmada en yüksek orandaki sermaye unsuru
%39,89’luk oranla bina ve havuz sermayesi,
Yavuz ve ark. (1995)’nın yaptığı çalışmada
%35,40’lık oranla bina ve havuz sermayesi ve
Korkmaz
(2000)’ın
yaptığı
çalışmada
%77,26’lık oranla bina ve havuz sermayesi
almaktadır. Bu bakımdan alabalık üretimi
kuruluş aşamasında yüksek düzeyde bir inşaat
yatırımı (özellikle havuz yapımı) gerektirdiği
ifade edilebilir.
İncelenen işletmelerde işletme masrafları
içerisinde en büyük payı %27,98 ile yem bedeli
almaktadır. Çetin ve Bilgüven (1991)’e göre,
%61,46 ile yem masrafı, Yavuz ve ark.
(1995)’na göre %63,40 ile yem masrafı ve
Aydın (2000)’a göre %50,90 ile yem masrafı
alabalık işletmelerinde en büyük masraf unsuru
olarak bulunmuştur. Bu durum kültür
balıkçılığının işletme masrafları açısından
bakıldığında diğer hayvancılık faaliyetlerine
benzer yapıda olduğunu göstermektedir.
Yapılan çalışmada rantabilite %13,03
olarak hesaplanmıştır. Rantabilite, Çetin ve
Bilgüven (1991)’in yaptıkları çalışmada
%64,24; Soylu (1994)’nun çalışmasında
%31,81 ve Yavuz ve ark. (1995)’nın
çalışmalarında %63,80 olarak hesaplanmıştır.
İşletmelerin sorunlarının çözümüne ilişkin
öneriler şöyle sıralanabilir:
1) Tokat Tarım İl Müdürlüğü’nün su
ürünleri birimi çalışanları işletmelere çeşitli
zaman aralıkları ile kontrol amaçlı gidildiğini
bildirmişlerdir. Bununla birlikte, işletmecilerin
alabalık üretimi ve işletmecilik konularında
bilgilerinin yükseltilmesi amacıyla Tarım İl/İlçe
Müdürlükleri ile ildeki üniversitenin ilgili
bölümlerince kurs ve seminerler düzenlenmesi
faydalı olacaktır.
2) İşletmelerin kredi gereksinimlerinin
giderilmesine
yönelik
kredi
sağlayan
kuruluşların işletmelerin mevcut durumlarını
dikkate alarak alternatif şartlar geliştirmesi
yarar sağlayacaktır.
3) Balık tüketimini özendirici çalışmalar
üretici ve ilgili kurumlarca birlikte yapılmalıdır.
4) Gerek işletmelerin kuruluş aşamasında,
gerekse üretim aşamasında ilgili kurumlarca
işletmelere
yeterli
düzeyde
teşvik
sağlanmalıdır.
5) Almus Baraj Gölü başta olmak üzere,
mevcut su kaynakları bakımından zengin Tokat
İli, potansiyel üretim düzeyi pazarlama
organizasyonu
da
dikkate
alınarak
belirlenmelidir.
6) İşletmelerde genel olarak karşılaşılan
sorunların
çözümünde
kooperatifleşmeye
gidilmesi şarttır. Kurulacak en uygun birliktelik
üretim ve satış kooperatifidir. Ancak bu
kooperatifin yalnızca üreticiler düzeyinde
kalmaması
Tarım
İl/İlçe
Müdürlükleri,
üniversite, mülki ve yerel mercilerin fiilen bu
organizasyon
içerisinde
bulunması
sağlanmalıdır. Böylelikle mevcut işletmelerin
39
Tokat İlinde Gökkuşağı Alabalık İşletmelerinin Ekonomik Analizi
daha verimli ve istekli çalışması sağlanabilir ve
yeni kurulacak işletmeler için bir güven ortamı
oluşturulabilir.
Kaynaklar
Açıl, F., Demirci, R., 1984. Tarım Ekonomisi Dersleri.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları,
No:880, Ders Kitabı No:245, Ankara.
Anonim, 2002. Tokat Tarım Master Planı. İl Tarım Kırsal
Kalkınma Master Planlarının Hazırlanmasına Destek
Projesi, T.C. Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı, Tokat
Tarım İl Müdürlüğü, Tokat.
Aras, A., 1988. Tarım Muhasebesi. Ege Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Yayınları, Ege Üniversitesi Basımevi,
No:486, İzmir.
Aydın, A., 2000. Erzurum İli Sınırları İçerisinde
Projelendirilmiş Olarak Faaliyet Gösteren Alabalık
İşletmelerinin (21 Adet) Yapısal ve Ekonomik
Analizi. Atatürk Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
Su Ürünleri Anabilim Dalı, (Yüksek Lisans Tezi),
Erzurum.
Çelikkale, M. S., Düzgüneş, E., Okumuş, İ., 1999. Türkiye
Su Ürünleri Sektörü ve Avrupa Birliği ile
Entegrasyonu. İstanbul Ticaret Odası, Yayın
No:1999-63, İstanbul.
Çetin, B., Bilgüven, M., 1991. Güney Marmara
Bölgesinde Alabalık Üretimi Yapan İşletmelerin
Yapısal ve Ekonomik Analizi. Su Ürünleri
Sempozyumu, İzmir.
Demir, O., 1997. Tortum-Uzundere Yöresinde Bulunan
Alabalık İşletmelerinin Maliyet Analizi. Atatürk
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarım
Ekonomisi Anabilim Dalı, (Yüksek Lisans Tezi),
Erzurum.
Elbek, A. G., 1981. Ege Bölgesinde Tatlısu Ürünleri
Üreten İşletmelerin Yapısal ve Ekonomik Analizi.
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ziraat Ekonomisi
ve İşletmeciliği Bölümü, (Doktora Tezi), Bornova,
İzmir.
Esengün, K., 1990. Tokat İlinde Meyve Yetiştiriciliği
Yapan İşletmelerin Ekonomik Durumu ve İşletme
Sonuçlarını Etkileyen Faktörlerin Değerlendirilmesi
Üzerine Bir Araştırma. Ege Üniversitesi Fen
Bilimleri Enstitüsü Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı,
(Doktora Tezi), İzmir.
40
Sonuç olarak; alabalık üretimi, ilgili kişi ve
kurumlarca, alternatif bir üretim dalı ve geçim
kaynağı olarak düşünülmelidir.
Kıral, T., 1993. Ankara İlinde Türkiye Şeker Fabrikaları
A.Ş. Besi Bölge Şefliği Tarafından Desteklenen
Sığır Besiciliği İşletmelerinin Ekonomik Analizi.
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayını
No:1289, Ankara.
Korkmaz, A., 2000. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Eskişehir Çifteler Su Ürünleri İşletmesindeki
Alabalık Yetiştiriciliğinin Ekonomik Analizi.
Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarım
Ekonomisi Anabilim Dalı, (Yüksek Lisans Tezi),
Ankara.
Sayılı, M., Karataş, M., Yücer, A., Akça, H., 1999. Tokat
İlinde Alabalık Yetiştiriciliği Yapan İşletmelerin
Yapısal ve Ekonomik Analizi. Ekin Dergisi, Yıl:3,
Sayı:7, Ankara.
Soylu, M., 1988. Sapanca İçsu Ürünleri Üretimi Araştırma
ve Uygulama Birimi Alabalık Üretiminin Ekonomik
Analizi. İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Dergisi,
Sayfa: 61-70, İstanbul.
Soylu, M., 1994. Marmara Bölgesinde Tatlısu Ürünleri
Üreten İşletmelerin Ekonomik Analizi. İ.Ü. Deniz
Bilimleri ve Coğrafyası Enstitüsü Bülteni, Sayı:9,
No:9, İstanbul.
Soylu, M., 1995. Trakya Bölgesi Alabalık İşletmelerinin
Ekonomik Analizi. Ege Üniversitesi Su Ürünleri
Dergisi, Cilt No:12, Sayı:3-4, Sayfa: 203-217,
Bornova, İzmir.
Wıesner, E. R., 1968. Die Betriebs Fuhrung In Der
Forcellenzucht, (Verlag Paul Parey), Hamburg.
Yavuz, O., Kocaman, M., Ayık, Ö., 1995. Erzurum’da
Alabalık Yetiştiriciliği Yapan İşletmelerin Yapısal
ve Ekonomik Analizi. Atatürk Üniversitesi Ziraat
Fakültesi Dergisi, Cilt:26, Sayı:1, Erzurum.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 41-50
Orta Karadeniz Bölgesinde Üreticilerinin Ayçiçeği Yetiştiriciliğine Bakışları
H. Sibel Gülse Bal
Osman Karkacıer
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Türkiye’de üretilen yağlı tohumlu bitkiler içerisinde ayçiçeği pamukla birlikte yağ sektörünün en
önemli hammaddesidir. Karadenizbirlik’in faaliyet gösterdiği illerde 1994-2000 yılları arasında ayçiçeği
ekim alanları %50,00, ayçiçeği üretimi ise % 33,61 azalmıştır. Bu azalma bölge ve Türkiye açısından
önemlidir. Çünkü, araştırma bölgesindeki bu durum Türkiye’deki tablonun bir yansımasıdır. Bu çalışmada
ayçiçeğindeki bu üretim azalışı dikkate alınarak Orta Karadeniz Bölgesi’ndeki ayçiçeği üreticilerinin bu
ürünün yetiştiriciliği ile ilgili düşünceleri değerlendirilmiştir. Araştırmanın ana materyalini Orta Karadeniz
Bölgesi’nde Karadeniz Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nin (KARADENİZBİRLİK)
çalışma sahasında yer alan 4 ilde, ayçiçeği yetiştiren çiftçiler arasından tesadüfi örnekleme metodu ile
seçilmiş 107 çiftçiden elde edilen birincil veriler oluşturmuştur.Araştırma sonucunda, incelenen işletmelerde
ayçiçeği yetiştiriciliğinin üreticiye kâr bırakmadığı, üreticilerin uygulanan politikalardan ve fiyattan memnun
olmadığı ve ayçiçeği tarımından soğuduğu belirlenmiştir. Çiftçilerin ayçiçeği tarımı ile ilgili düşüncelerine
dayanarak, ayçiçeği buğday fiyat paritesinin 2’nin üzerinde tutulmasının, prim sistemine devam edilmesinin
ve yağlı tohumlar ithalatının takvime bağlanmasının inceleme alanında ayçiçeği üretimini artırabileceği
saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Ayçiçeği, çiftçi eğilimleri, Karadenizbirlik
Viewpoint of Producers to Sunflower Farming in Mid-Blacksea Region
Abstract: Sunflower seed is most important raw material with cotton for oil industry of Turkey. In the
Karadenizbirlik operating area, during 1994-2000 period, sunflower acreage decreased by 50, 00 %, while
production decreased by 33, 61 %. This reduce is most important both this region and Turkey. Because, this
figure also reflect a nationwide trend in Turkey. In this study, we considered reduce in sunflower seed
produce and we evaluated reflection of sunflower producer deal with sunflower seed in Middle Blacksea
Region. The bulk of the data was gathered from randomly selected 107 farmers who cultivate sunflower in
four different provinces constituted the operating area of the Union of Black Sea Oilseed Agricultural
Cooperatives. Research results showed that sunflower farming was not profitable in the research area and
farmers were unsatisfied about policy measures and the sunflowers price. Based on the farmers’ point of
view, it was fixed that adjusting parity of price between sunflower and wheat at the level of more than two,
continuing premium system as a policy instruments and arrangement of timing in oilseeds import would
increase the sunflower production in the research area.
Keywords: Sunflower, farmers’ tendency, Karadenizbirlik
1. Giriş
Türkiye’de bitkisel yağ sanayi yetersiz
kalan yurtiçi ham yağ üretimini ithalat ile
dengelemektedir. Tüm kalkınma planlarında
bitkisel yağ ve mamulleri sanayinin
taleplerine cevap verebilmek amacıyla yağlı
tohum üretimi ve verimini arttırmak
öngörülmüştür. Bu yönde bir artış
sağlanmışsa da sanayinin açığını kapatacak
kadar ham yağ üretimi yapılamamıştır.
Nitekim sektörün gıda sanayi ithalatı içindeki
payı yaklaşık % 44'dür ve ithalat miktarının
yaklaşık % 66'sını ham sıvı yağ ithalatı
oluşturmaktadır. Bitkisel yağ sanayi bu
durumu ile gıda sanayi sektörleri içinde en
çok ithalat gerçekleştiren ve hammadde
yönüyle en çok dışa bağımlı olan sektördür
(Gülse, 1996). İthalat genellikle sanayinin
* Bu çalışma doktora tezinin bir bölümünün özetidir.
ihtiyacı olan ve rafine bitkisel yağların
hammaddesini oluşturan ham yağ şeklinde
yapılmakta ve bu durum bir katma değer
kaybı oluşturmaktadır. Türkiye’de bitkisel
yağ sanayinin hammaddesini üretebilecek
uygun ekoloji ve işleyebilecek yeterli
kapasiteye rağmen, böyle bir kısır döngü
yaşaması arzulanmayan bir durumdur.
Türkiye’nin toplam bitkisel ham yağ
arzında % 44,55 ile en önemli pay ayçiçeğine
aittir. Ayçiçeğini % 17,23’lük payı ile pamuk
izlemektedir. Rafine yağ kullanımında da
yine en önemli pay ayçiçeğinindir.
Türkiye 1358 bin ton olan toplam ham
yağ kullanımının % 50,37 sini ithal etmiştir.
Buna toplam yağlı tohumlar ithalatı da
eklendiğinde sektörün durumunu oldukça iyi
açıklamaktadır. Türkiye en çok palm ve soya
Orta Karadeniz Bölgesinde Üreticilerinin Ayçiçeği Yetiştiriciliğine Bakışları
yağlarını ithal etmekte ve bu yağlar ağırlıklı
olarak yem, boya, sabun ve margarin
sanayilerinde kullanılmaktadır. Ayçiçeği ham
yağının % 82,10’u sıvı yağ sanayinde
kullanılmaktadır. Türkiye’de toplam sıvı yağ
kullanımının
%71,70’ini
ayçiçeği
karşılamaktadır.
Ayçiçeğinin
ardından
tercihler mısırözü ve zeytinyağı şeklindedir
(Aksoy ve Şener, 1999; Dölekoğlu, 2001).
Yağ açığının kapatılabilmesi için yağlı
tohum
üretimine
önem
verilmesi
gerekmektedir. Sektörün hammaddesini
oluşturan yağlı tohumlardan pamuk çiğidinin
bir yan ürün olması, zeytinin ise peryodisite
özelliği ile yıllara göre üretiminin azalıp
çoğalması ayçiçeğinin önemini ve talebini
arttırmıştır. İki bin yılı verilerine göre
dünyada 21 081 016 ha ayçiçeği ekilmiş ve
26 168 523 ton ürün elde edilmiştir. Dünya
ortalama verimi ise 1 241 kg/ha olmuştur.
Türkiye’de ise 540 000 ha alana ayçiçeği
ekilmiş 825 000 ton ürün elde edilmiştir.
Ortalama verim 1 527 kg/ha olarak
gerçekleşmiştir (Anonim, 2002).
Karadenizbirlik’in faaliyet gösterdiği 9
ilde 1994 yılından 2000 yılına kadar olan 7
yıllık dönemde ayçiçeği ekim alanı ve
üretimleri önemli oranda azalmıştır. Bu 9 ilin
toplam ayçiçeği ekim alanı 1994 yılında
81866 dekar iken % 50,00 oranında azalarak
2000 yılında 41071 dekar olmuştur. 1994
yılında bu 9 ilin Türkiye’nin ayçiçeği ekim
alanı içindeki payı % 13,97 iken 2000 yılında
% 7,58’dir.
Sektörün
hammaddesi
olan
yağ
tohumlarının arttırılması yeni alanların
üretime açılması ile sağlanabilecektir.
Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ile yeni
alanların tarıma açılacak olması bir
olumluluktur. Aynı zamanda yağlı tohum
üretimi için diğer ürünlerden kısıtlama
yapılarak ya da ikinci ürün uygulaması ile
üretimin arttırılabileceği görüşleri vardır.
Birim alandan elde edilecek ürün miktarının
arttırılması ve fazla yağ oranına sahip
çeşitlerin geliştirilmesinin de üretimi
arttıracağı belirtilmektedir (Anonim 2001).
Türkiye’de bitkisel yağ sanayinin asıl
hammaddesini oluşturan, sektörü direk
etkileyen hammadde boyutunun bölgesel ve
makro
düzeyde
incelenmesi
önem
taşımaktadır. Bu konuda mevcut bilgi
boşluğunu
doldurmak
amacıyla
bu
araştırmada, ayçiçeği ve bitkisel yağ üretimi
konusunda Karadeniz Bölgesinde faaliyet
gösteren
ayçiçeği
üreticilerinin
örgütlenmesini sağlayan Karadeniz Yağlı
Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri
Birliği'nin (Karadenizbirlik) Orta Karadeniz
Bölgesinde faaliyet gösterdiği illerde
sanayiye hammadde vererek üretim sürecini
başlatan ayçiçeği üreticilerinin ayçiçeği
yetiştiriciliği konusundaki düşünceleri ,buna
yönelik değerlendirmeleri ve eğilimleri
incelenmiştir.
2. Materyal ve Yöntem
2.1. Materyal
Orta Karadeniz Bölgesi’nde yer alan
Samsun, Amasya, Tokat ve Çorum illerinde
ayçiçeği üreten işletmeler araştırmanın
populasyonunu
oluşturmaktadır.
Araştırmanın ana materyalini işletmelerden
anket
yoluyla
elde
edilen
veriler
oluşturmuştur. Bunun yanı sıra, söz konusu
illerin İl Tarım Müdürlükleri, İlçe Tarım
Müdürlükleri, DİE, DPT, Tarım Bakanlığı’na
ait konu ile ilgili veriler ile Türkiye'nin
değişik yörelerinde konu ile ilgili yapılmış
araştırma ve incelemelerin sonuçlarından da
yararlanılmıştır.
2.2. Yöntem
Bu araştırma
ayçiçeği
tarımının
yoğunluğu dikkate alınarak gayeli olarak
seçilen, Samsun’da Havza, Bafra, Çorum’da
Merkez, Sungurlu, Mecitözü, Amasya’da
Merkez,
Tokat’ta
Zile ilçelerinde
yürütülmüştür.
Daha sonra bu ilçelerde ayçiçeği
yetiştiren köyler ve bu köylerdeki ayçiçeği
yetiştiricileri tespit edilmiş, köy bazında ve
işletme bazında ayçiçeği ekim alanlarına
ulaşılmıştır.
Bu verilerle ilk önce köy örneklemesi
daha sonra da anket yapılacak işletmeler
sayısının tespiti için işletme örneklemesi
yapılmıştır.
Örneğe alınan 7 ilçede ayçiçeği
yetiştiren 118 köyden, basit tesadüfi
örnekleme yöntemi ile 21 köy seçilmiş ve
oransal
olarak
ilçelere
dağıtılmıştır.
Örnekleme çerçevesini oluşturan bu 21 köy
toplam köy sayıları ile doğru orantılı olarak
ilçelere dağıtılmıştır.
2
H.S.GÜLSE BAL, O.KARKACIER
Daha sonra 21 köydeki 869 ayçiçeği
üreticisinin 1999 yılındaki ayçiçeği ekim
alanları tespit edilerek örnekleme çerçevesi
oluşturulmuştur. Örnekleme çerçevesinde yer
alan işletmelerin ayçiçeği ekim alanı dikkate
alınarak varyasyon katsayısı hesaplanmıştır.
Varyasyon katsayısı %81,02 bulunmuştur.
Varyasyon katsayısının yüksek çıkması ya da
ayçiçeği ekim alanlarının dağılımının
heterojen
olması
tabakalı
örnekleme
yönteminin kullanılmasını gerektirmiştir
(Çiçek ve Erkan, 1996).
Bu amaçla %95 güven aralığında ve
ortalamadan %5 sapma ile yapılması gereken
anket sayısı belirlenmeye çalışılmıştır.
Örneklemede NEYMAN yöntemi kullanılmış
ve örnek hacmi aşağıdaki formül yardımı ile
tespit edilmiştir.
n
D
(  Nh * Sh) 2
(  Nh) 2 * D 2 
 Nh * (Sh) 
2
,
x * 0,05
t
Formülde;
n = Örnek işletme sayısını,
Nh = h’ıncı tabakaya ait örnekleme
çerçevesindeki işletme sayısını,
Sh = h’ıncı tabakadaki verilerin standart
sapmasını,
Sh2 = h’ ıncı tabakadaki verilerin varyansını
N = Toplam işletme sayısını
X = Ayçiçeği ekim alanlarının aritmetik
ortalamasını
t = güven aralığı için t tablo değerini
D = ortalamadan %5 sapmayı (izin verilen hata
payını) ifade etmektedir.
Belirlenen örnek hacminin tabakalara
dağılımında ise,
n
( Nh * Sh) * n
 Nh * Sh
formülünden
yararlanılmıştır (Çiçek ve Erkan, 1996).
Araştırmada ana kitleyi meydana getiren
işletmeler
ayçiçeği
ekim
alanlarının
gösterdiği dağılıma göre; 20 dekardan küçük
alanlar, 21-50 dekar ayçiçeği ekim alanına
sahip alanlar ve 51 dekardan daha fazla
ayçiçeği yetiştirenler olmak üzere üç gruba
ayrılmıştır. Araştırmada kabul edilen hata
payı %5 olup, %95 güven aralığında örnek
işletme sayısı birinci grupta 31, ikinci grupta
35 ve üçüncü grupta 41 olmak üzere toplam
107’dir.
Yapılan anket çalışmasında, üreticilerin
ayçiçeği yetiştiriciliğine ilişkin görüşleri
alınmış, bu veriler özetleyici istatistikler
yardımıyla çizelgelerde verilmiştir. Ayrıca
ayçiçeği üretim faaliyetinde maliyet analizi
yapılarak
kârlılık
durumu
ortaya
konulmuştur.
3. Bulgular ve Tartışma
Araştırmada görüşülen çiftçiler uzun
yıllardır ayçiçeği üreticisi olan çiftçilerdir.
Çiftçilerin ayçiçeği üreticiliğinde bu uzun
döneme yayılan tecrübelerine dayanan
cevaplarıyla bölgede ayçiçeği yetiştiriciliği
irdelenmeye çalışılmıştır.
Üreticilere neden ayçiçeği yetiştirdikleri
sorulduğunda Çizelge 1’deki sonuçlara
ulaşılmıştır. Çizelge 1 incelendiğinde her üç
grup
için
de
üreticilerin
ayçiçeği
yetiştirmelerinde
en
önemli
etkenin
münavebe olduğu görülmektedir. İşletme
geneli itibariyle üreticilerin % 69,16’sı
münavebeden dolayı ayçiçeği yetiştirdiklerini
belirtmişlerdir. Çiftçilerin % 57,94’lük kısmı
ise arazi ve iklime uygun olduğu için
ayçiçeği yetiştirdiklerini ifade etmişlerdir.
Kooperatife üye olduğu için ayçiçeği
üretenlerin oranı %9,35’tir. Bu ayçiçeği
üreticilerinin entegrasyona ve ortağı oldukları
kooperatife bakışlarını yansıtan önemli bir
sonuçtur.
Ayçiçeği üreticileri bölgede çoğunlukla
başka alıcı olmadığı ve kooperatif üyesi
oldukları için münavebeye uygun düşen arazi
kadar kooperatife taahhütte bulunmakta ve o
kadar alanda ayçiçeği yetiştirmektedirler.
1999 yılı için de üreticilerin hepsi taahhüt
ettikleri
kadar
alanda
ayçiçeği
yetiştirdiklerini belirtmişlerdir.
Ayçiçeği kuvvetli ve derine gidebilen
kök sistemi nedeniyle kurağa nispeten
dayanıklı bir bitki olarak bilinmektedir. Tabla
teşekkülü ve çiçeklenme devresi en kritik
dönem olup ihtiyacı olan suyun % 60’ını bu
dönemde kullanmaktadır. Topraktan fazla
miktarda besin maddesi kaldırdığı belirtilen
ayçiçeğinin üst üste ekimden kaçınılması
belirtilerek,
aşağıdaki
münavebe
sistemlerinden biri önerilmektedir (Anonim,
2001):
3
Orta Karadeniz Bölgesinde Üreticilerinin Ayçiçeği Yetiştiriciliğine Bakışları
Çizelge 1. İncelenen İşletmelerde Üreticilerin Ayçiçeği Yetiştirme Sebepleri
1. Grup (31) 2. Grup (35) 3. Grup (41) Toplam (107)
Üreticilerin Ayçiçeği Yetiştirme
Sebepleri
sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Münavebe için Zorunlu
19 61,29 24 68,57 31 75,61 74
69,16
Arazi ve iklim bu ürüne uygun
19 61,29 27 77,14 16 45,71 62
57,94
Alışkanlık
4
12,90
2
5,71
1
2,4
7
6,54
Kârlı
8
25,81
6
17,14
9
21,95 23
21,49
Kooperatife üyeyim
3
9,68
4
11,43
3
8,57
10
9,34
Diğer
4
12,90
2
5,71
5
16,13 11
10,28
Not: Üreticiler birden çok seçeneğe cevap verdikleri için toplamda sayılar normal anket sayılarını,
yüzdeler ise 100’ü aşmaktadır.
- Ayçiçeği-buğday-mısır (susam, soya)Arpa (buğday)
- Yem bitkileri – buğday – ayçiçeği buğday (arpa)
- Buğday-şeker pancarı-ayçiçeği-arpa
- Buğday - ayçiçeği - şeker pancarıkarpuz
- Şeker pancarı – buğday – baklagiller –
ayçiçeği
Araştırma bölgesinde ise üreticiler
buğday-ayçiçeği-buğday,
buğday-pancarbuğday-ayçiçeği,
buğday-arpa-ayçiçeğisoğan, buğday-ayçiçeği-arpa-nohut, ayçiçeğibuğday-arpa-ayçiçeği, buğday-ayçiçeği-arpa,
buğday-ayçiçeği-kavun
gibi
münavebe
sistemlerini uyguladıklarını belirtmişlerdir.
Günümüze kadar geçen dönem birkaç
yıl hariç ayçiçeği üreticileri açısından pek iç
açıcı olmamış ve daha öncede belirtildiği gibi
üreticilerin
ayçiçeği
üretiminden
caydırmıştır. 1999 yılında başlayan prim
ödemeleri üreticiler için bir umut olmuştur.
İlk kez 1999 yılında ayçiçeği fiyatı dünya
fiyatları baz alınarak 130 bin TL/kg olarak
açıklanmıştır. İlave olarak 5 cent/kg
destekleme primi verilmiştir. 5 cent’lik prim
ödemesiyle 1999 yılı ayçiçeği fiyatı 151 bin
TL/kg olmuştur (Anonim, 2001). Bu fiyat
düzeyi üreticiye kâr bırakmamış emeğinin
karşılığını
alamayan
üretici
ayçiçeği
tarımından soğumuştur. Üreticiler ancak 200
bin TL/kg düzeyinde karlı olabileceklerini
belirtmişlerdir.
Nitekim Çizelge 2’de verilen ayçiçeği
üretim maliyeti, brüt üretim değeri ve kârlılık
durumu üreticileri haklı çıkarmaktadır.
İncelenen
işletmelerde
brüt
üretim
değerinden toplam masrafların çıkarılmasıyla
bulunan net kâr tüm işletme gruplarında
işletmelerin zarar ettiklerini göstermektedir.
İşletmeler ortalamasında zarar -4,18 milyon
TL/da bulunmuştur. Harcanan 1 TL’ye
karşılık elde edilen geliri gösteren oransal kâr
tüm işletme gruplarında 1’den küçüktür ve
işletmelerin zarar ettiğini göstermektedir.
İşletmeler ortalaması için bu değer 0,88’dir.
Zarar işletmeler büyüdükçe azalmaktadır.
Araştırma bölgesinde üreticilerin
ileriki
yıllarda
ayçiçeği
yetiştirip
yetiştirmemek konusundaki düşünceleri
Çizelge 3’te verilmiştir. Buna göre bölgedeki
ayçiçeği üreticilerinin % 83,18’i ileri yıllarda
yine ayçiçeği yetiştireceklerini, % 16,82’si
ise ayçiçeği yetiştirmekten vazgeçeceklerini
belirtmişlerdir.
Ayçiçeği
yetiştireceğini
belirten
üreticilerin
çoğu
münavebe
zorunluluğundan, arazisi ve iklim bu ürünü
yetiştirmeye uygun olduğu için ayçiçeği
yetiştirmeye devam edeceklerini ifade
etmişlerdir. Ayçiçeği yetiştirecek üreticilerin
de %37,38’i 2000 yılı için yetiştirdikleri
miktarı azaltacaklarını ifade etmiştir.
Çizelgeye göre bir sonraki yıl hiç ayçiçeği
yetiştirmeyeceğini,
ya
da
daha
az
yetiştireceğini belirten üreticilerin toplam
oranı
%54,20’dir.
Üreticiler bu
davranışlarını emeklerini karşılamayan düşük
fiyata bağlamışlardır.
Üreticilerin ayçiçeği yetiştiriciliğine
olumsuz tepkilerinin işletme büyüklüğü ile
doğru orantılı olduğu saptanmıştır. Birinci
grup işletmelerde 2000 yılında ayçiçeği
ekmeyeceğim veya az ekeceğim diyen
üreticilerin oranı % 29,03 iken, bu oran ikinci
grupta % 54,29, üçüncü grupta ise %
73,17’dir. Bu durum orta büyüklükteki ve
büyük işletmelerin diğer ürünlere kayarak
tepkilerini gösterebilme avantajına sahip
olmasıyla açıklanabilir.
4
H.S.GÜLSE BAL, O.KARKACIER
Çizelge 2. İncelenen İşletmelerde Dekara Ayçiçeği Üretim Maliyeti, Üretim Değeri ve Kârlılık Durumu
(Milyon TL/da ve % olarak)
İŞLETME GRUPLARI
1. Grup (31)
2. Grup (35)
3. Grup (41)
İşlt. Ort. (107)
Maliyet Unsurları
Değeri
%
Değeri
%
Değeri
%
Değeri
1.1.ve 2.sürümler
3,55
8,60
3,44
10,21
3,31 10,09
3,36
9,95
2.Tırmık, kazayağı vb. (3. sürüm)
2,73
6,60
2,99
8,88
3,10
9,46
3,05
9,03
3.Ekim
3,06
7,41
3,03
9,01
3,27
9,96
3,19
9,47
4.Gübreleme
3,79
9,18
3,48
10,34
3,37 10,29
3,43 10,17
5.İlaçlama
1,71
4,13
0,86
2,55
1,01
3,06
1,02
3,03
6.Çapalama
6,66 16,12
6,19
18,37
5,62 17,15
5,84 17,31
7.Sulama
0,97
2,34
0,19
0,55
0,35
1,07
0,36
1,06
8.Hasat
3,81
9,22
2,26
6,70
2,01
6,15
2,21
6,55
9.Nakliye
0,83
2,02
0,49
1,47
0,34
1,04
0,42
1,24
10.Alet.Mak.Tam.Bak.
0,07
0,16
0,08
0,25
0,08
0,25
0,081
0,24
11.Döner Serm.Faizi *
7,33 17,76
6,22
18,45
6,06 18,48
6,20 18,37
12.Değişken Mas.Top.(1+. ..+10)
27,17 65,78 23,01
68,34
22,46 68,52
22,95 68,03
13.Yönetim Giderleri
0,82
1,97
0,69
2,05
0,67
2,06
0,69
2,04
14.Tarla Kirası
0,45
1,08
0,00
0,00
0,07
0,22
0,08
0,24
15.Bina Serm.Amort.
0,44
1,06
0,21
0,61
0,28
0,85
0,28
0,82
16.Alet Mak.Serm.Amort.
2,04
4,95
1,39
4,14
1,14
3,48
1,32
3,90
17.Bina Serm.Faizi **
0,77
1,86
0,41
1,22
0,59
1,81
0,56
1,67
18.Alet Mak.Serm.Faizi **
2,04
4,95
1,39
4,14
1,14
3,48
1,32
3,90
19.Bina Serm.Tam.Bak.Mas.
0,03
0,07
0,29
0,85
0,27
0,81
0,24
0,72
20.Vergi
0,21
0,52
0,07
0,20
0,09
0,29
0,10
0,30
21.Sabit Mas. Top. (13+..+20)
6,80 16,46
4,45
13,21
4,26 13,00
4,59 13,60
22.ÜretimMasTop.(11+12+21)
41,30 100,00 33,68 100,00
32,78 100,00
33,74 100,00
Brüt Üret.Değ. (Milyon TL/da)
31,80
28,14
29,82
29,56
Üretim Maliyeti (Milyon TL/da)
41,30
33,68
32,78
33,74
Net Kar (fark)( (Milyon TL/da)
-9,50
-5,54
-2,96
-4,18
Verim (kg/da)
210,57
186,34
197,47
195,76
Üretim Maliyeti (Milyon TL/kg)
0,196
0,181
0,166
0,172
Satış Fiyatı (Milyon TL/kg)
0,151
0,151
0,151
0,151
Net Kar (Milyon Tl/kg)
-0,045
-0,030
-0,015
-0,021
Oransal Kar
0,77
0,84
0,91
0,88
(*) Bu değer değişken masraf toplamına, TC Ziraat Bankası yıllık faiz oranının yarısının uygulanmasıyla bulunmuştur.
1999 Yılı için TC Ziraat Bankasının faiz oranı %54’tür.
(**) İlgili binalar ve ilgili alet makine için faiz hesaplanırken %5 esas alınmıştır, faiz hesaplamada ayçiçeğinin brüt
üretim değerine katkısı dikkate alınmıştır.
Çizelge 3. İncelenen İşletmelerde Araştırma Bölgesindeki Ayçiçeği Üreticilerinin 2000 Yılı İçin
Ayçiçeği Yetiştirmek Konusundaki Düşünceleri
1. Grup (31)
2. Grup (35)
3. Grup (41)
Toplam(107)
Sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Aynı
12
38,71
6
17,14
4
9,76
22
20,56
Çok
10
32,26
10
28,57
7
17,07
27
25,24
Az
3
9,68
16
45,72
21
51,22
40
37,38
Ayçiçeği Ekecek Üretici
25
80,65
32
91,43
32
78,05
89
83,18
Ayçiçeği Ekmeyecek Üretici
6
19,35
3
8,57
9
21,95
18
16,82
TOPLAM
31 100,00 35 100,00 41 100,00 107 100,00
Ayçiçeği üretimi aşamasında üreticilerin
karşılaştıkları
sorunlar
Çizelge
4’te
verilmiştir. Ayçiçeği üreticilerinin ayçiçeği %
69,16’sı ayçiçeği üretiminde emeklerinin
karşılığını alamadıklarını belirtmişlerdir.
Ayçiçeği üreticileri finansman sorunu ve
pazar alternatifleri olmamasını diğer önemli
sorunları olarak belirtmişlerdir. Üreticilerin
5
Orta Karadeniz Bölgesinde Üreticilerinin Ayçiçeği Yetiştiriciliğine Bakışları
üyesi oldukları kooperatifte etkinliklerinin
olmaması, ödemelerin geç ve vadeli olması
üreticileri bıktırmakta alternatif pazar yada
ürün arayışına yöneltmektedir. Bu sorunlar
özellikle küçük işletmelerde daha yoğun
yaşanmaktadır.
Çizelge 4. İncelenen İşletmelerde Ayçiçeği Üretimi Aşamasında Üreticilerin Karşılaştıkları Sorunlar
Ayçiçeği Üretimi Aşamasında
1. Grup (31) 2. Grup (35) 3. Grup (41) Toplam(107)
Üreticilerin Karşılaştıkları Sorunlar
sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Emeğimizin karşılığını alamıyoruz
20 64,52 25 80,65 29 70,73 74
69,16
Finansman sıkıntısı
22 70,97 19 54,27 24 58,54 65
60,75
Pazar alternatifimiz yok
17 54,84 15 42,86 17 41,46 49
45,79
Piyasa belirsizliği
11 35,48
9
25,71 12 29,27 32
29,91
Kooperatiften umduğumuzu bulamıyoruz 17 54,84 13 37,14 12 29,27 42
38,89
İstediğimiz kadar girdi temin edemiyoruz
1
3,23 ------3
7,32
4
3,74
Girdileri zamanında temin edemiyoruz
------1
2,86
1
2,44
2
1,87
Diğer
5
16,13
9
25,71
5
12,20 19
17,76
Not: Üreticiler birden çok seçeneğe cevap verdikleri için toplamda sayılar normal anket sayılarını, yüzdeler ise
100’ü aşmaktadır.
Ayçiçeği
üreticilerine
tohumlarını
seçerken neye dikkat ettikleri sorulduğunda
Çizelge 5’teki sonuçlara ulaşılmıştır.
Ayçiçeği yetiştiriciliği ve üretimde önemli
etkisi
olan
tohumluk
kullanımında
üreticilerin % 71,96’sı tohum seçerken
tohumun verim durumuna dikkat ettiklerini
belirtmişlerdir.
Bunu
destekleyen
ve
üreticilerin % 62,62’sinin de belirttiği 2.
seçenekte tohumluğun yöreye uygun
olmasıdır.
Tohumlukları aldıkları yer konusundaki
tercihleri incelendiğinde üreticilerin tamamı
sertifikalı tohumluk kullanmakta olup genel
olarak bunların %88,79’u tohumluğunu
kooperatifler,
%11,21’i
ise
tohum
firmasından aldıkları saptanmıştır.
Ayçiçeği üreticilerinin % 66,67’si
tohumluğa ilişkin en önemli sorunlarını
tohumun pahalılığı olarak ifade etmişlerdir.
Çizelge 5. İncelenen İşletmelerde Ayçiçeği Üreticilerinin Tohum Seçiminde Dikkat Ettikleri Hususlar
Üreticilerin tohum seçiminde
1 Grup (31) 2. Grup (35) 3. Grup (41) Toplam(107)
dikkat ettikleri hususlar
Sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Verim Durumuna
24 77,42 25 71,43 28 68,29 77
71,96
Yöreye Uygun Olmasına
17 54,84 21 60,00 29 70,73 67
62,62
Sertifikalı olmasına
10 32,26 20 57,14 19 46,34 49
45,79
Kooperatifin Verdiğini Ekerim
9
29,03
4
11,43
4
9,76
17
15,89
Tohum Çeşidine
1
3,23
4
11,43
3
7,32
8
7,48
Ucuz Olmasına
------------1
2,44
1
0,93
Pahalı Olmasına
------------1
2,44
1
0,93
Diğer
4
12,90
6
17,14
9
21,95 19
17,76
Not: Üreticiler birden çok seçeneğe cevap verdikleri için toplamda sayılar, normal anket sayılarını, yüzdeler ise
100’ü aşmaktadır.
Üreticilerin % 98,13’ü ayçiçeği ekimini
mibzerle yapmakta, nisan ayı sonu ile mayıs
ayı başı arasında ekim yapılırken, hasat
ağustos sonu ve eylülde olmaktadır. Ayçiçeği
üreticilerinin tamamı hasat ettikleri ürünü
kooperatife teslim etmişlerdir.
Üreticilerin
%100’ü
ürünlerini
zamanında satabildiklerini belirtmiştir. %
6,54’ünün ürününü hasattan sonra bekletecek
deposu vardır ama bu üreticiler de ürünlerini
bekletmeden sattıklarını ifade etmişlerdir.
Çiftçiler ürünlerine peşin para ödenmesi,
pazarlık şanslarının olması ve bir rekabet
ortamı olabilmesi için özel sektör satıcılarının
gerekli olduğunu düşünmektedirler. Ancak
bu alıcıların güvenilir olmaması ve ürüne
düşük fiyat vermesini özel sektörün
dezavantajları olarak belirtmişlerdir.
6
H.S.GÜLSE BAL, O.KARKACIER
Ayçiçeği üreticileri kooperatifin tüccara
göre daha iyi fiyat verdiğini, hazır alıcı
olduğunu
ve
güvenilir
olduğunu
belirtmişlerdir. Geç ve vadeli yapılan
ödemeler, beklenenden düşük fiyat ve tekel
konumunda olması ise kooperatifin aksayan
yönleridir.
Üreticilere ürünlerinin bedeli 3 taksitle
ödenmiştir, hiçbiri bu ödeme şeklinden
memnun olmadıklarını, ürün bedellerinin
peşin ödenmesini istediklerini belirtmişlerdir.
Ayrıca çok geç açıklanan fiyatların ekim
zamanı
açıklanması
gerektiğini
düşünmektedirler.
Türkiye’de
ayçiçeği
destekleme fiyatı 1986 yılında, diğer bazı
desteklenen
ürünlerle
birlikte
ekim
döneminden önce açıklanmıştır. Buna
ilaveten sezon boyunca kademeli fiyat artışı
uygulanmıştır. 1987 yılı ayçiçeği ekim alanı
1980-2000yıllarını kapsayan 20 yıllık
dönemin en yüksek değeri olan 775 bin ha
olmuştur. Bu sonucun desteklemenin
uygulama
şeklindeki
değişimden
kaynaklandığı
söylenebilir
ve
bu
uygulamayla ayçiçeği üretiminde artış
sağlanabilir (Anonim, 1999; Anonim 2002).
Ayçiçeği
üreticileri
belirtilen
avantajlarından dolayı ürünlerini kooperatife
satmakta ancak, kooperatifin dezavantajlarını
da önemle vurgulamaktadırlar. Üreticilere
ürünlerini daha iyi şartlarda satmaları için
neler yapılabileceği ile ilgili düşünceleri
sorulduğunda ise kendi kooperatifleri, üretici
birliği ve sendika şeklinde örgütlenme,
rekabet ortamı yaratılması, düzenli bir ürün
politikasının
uygulanması,
sözleşmeli
çalışılması
şeklinde
önerilerde
bulunmuşlardır.
Ayçiçeği üreticileri mevcut durumu ile
ayçiçeği üretiminin kârlı olmadığını önceden
daha kârlı olduğunu vurgulamışlardır. Destek
verilirse daha fazla ayçiçeği üretmeyi ister
misiniz ? denildiğinde ayçiçeği üreticilerinin
% 85,05’i destekleme şartları iyi
olursa
üretimlerini artıracaklarını belirtmişlerdir. Bu
sonuca göre uygulanacak iyi bir destekleme
politikası inceleme alanında ayçiçeği
üretiminin artırılmasına ve hammadde
darboğazının
giderilmesine
katkı
sağlayabilecektir.
Çizelge 6’daki sonuçlar çizelge 3’teki
bölge ayçiçeği üreticilerinin 2000 yılına
ilişkin ayçiçeği üretim planları ile
karşılaştırıldığında; önceki yıllardakiyle aynı
miktarda ya da daha az ayçiçeği
yetiştireceğini belirten %57,94 oranındaki
üreticinin destekleme ile ayçiçeği üretimini
artırması mümkündür. Böylelikle ayçiçeği
üretiminde son yıllarda görülen önemli
azalışın önlenmesi sağlanabilir.
Çizelge 6. İncelenen İşletmelerde Üreticilerin Verilecek Bir Destekle Bağlantılı Olarak
Üretecekleri Ayçiçeği Miktarı Konusundaki Düşünceleri
1 Grup (31)
2. Grup (35)
3. Grup (41)
Toplam(107)
Sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Evet Üretirim
29
93,55
27
77,14
35
85,37
91
85,05
Hayır Üretmem
2
6,45
8
22,86
6
14,63
16
14,95
TOPLAM
31 100,00 35 100,00 41 100,00 107 100,00
Araştırma
bölgesindeki
ayçiçeği
üreticilerin destek verilirse soya ve kanola gibi
diğer yağ bitkilerini yetiştirip yetiştirmeme
konusundaki
düşünceleri
Çizelge
7’de
yansıtılmıştır Buna göre üreticilerin %41,12’si
buna evet cevabını verirken, % 58,88’i hayır
demiştir. Ancak hayır diyen üreticilerin büyük
çoğunluğunun bu ürünleri tanımadığı tespit
edilmiştir. Bu ürünlerin deneme ve yayımları
yapıldığında
üreticiler
tarafından
benimseneceği ve üretilme olasılığının artacağı
söylenebilir.
Çizelge 7. İncelenen İşletmelerde Ayçiçeği Üreticilerinin Destek Verildiği Takdirde
Soya ve Kanola Yetiştirmek Konusundaki Düşünceleri
1 Grup (31)
2. Grup (35)
3. Grup (41)
Toplam (107)
Sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Evet yetiştiririm
13
41,94
18
51,43
13
31,71
44
41,12
Hayır yetiştirmem 18
58,06
17
48,57
28
68,29
63
58,88
TOPLAM
31 100,00 35 100,00 41 100,00 107 100,00
7
Orta Karadeniz Bölgesinde Üreticilerinin Ayçiçeği Yetiştiriciliğine Bakışları
Araştırma bölgesi ayçiçeği üreticilerinin
kredi kullanım durumlarına ilişkin veriler
Çizelge 8 ve 9’ da verilmiştir.
107 ayçiçeği üreticisinin 46’sı yani
%42,99’u
ayçiçeği
üretiminde
kredi
kullanmışlardır. Kredi kullanan üreticilerin
%89,13’ü
aldığı
kredinin
ihtiyacını
karşıladığını belirtmiştir. Aldığı kredinin
yetmediğini belirten üreticiler ihtiyacını
bankalar, akrabalar veya tefecilerden
karşılamış yada mallarını sattıklarını ifade
etmişlerdir.
Çizelge 8. İncelenen İşletmelerde Ayçiçeği Üreticilerinin Kredi Kullanım Durumu
1 Grup (31)
2. Grup (35)
3. Grup (41)
Toplam(107)
Sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Evet
17
54,84
14
40,00
15
35,59
46
42,99
Hayır
14
45,16
21
60,00
26
63,41
61
57,01
TOPLAM
31 100,00 35 100,00 41 100,00 107 100,00
Çizelge 9. İncelenen İşletmelerde Ayçiçeği Üreticilerinin Kullandıkları Kredinin
İhtiyaçlarını Karşılama Durumu
Sorunlar
1 Grup (31)
2. Grup (35)
3. Grup (41)
Toplam(107)
Sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Evet karşıladı
16
94,12
13
92,86
12
80,00
41
89,13
Hayır karşılamadı
1
5,88
1
7,14
3
20,00
5
10,87
TOPLAM
17 100,00 14 100,00 15 100,00 46 100,00
Araştırmada ayçiçeği üreticilerinin kredi
temininde karşılaştıkları sorunlar ise Çizelge
10’da verilmiştir. Üreticilerin % 70,67 gibi
önemli bir oranının kredi teminindeki en
önemli sorunu faizlerin yüksek oluşudur.
Ayrıca bunun devamı olan bir sorunda geri
ödemedeki zorluk olarak belirtilmiştir.
Çizelge 10. İncelenen İşletmelerde Ayçiçeği Üreticilerinin Kredi Kullanımında Karşılaştıkları Sorunlar
1 Grup (31)
2. Grup (35)
3. Grup (41)
Toplam(107)
sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Faizler yüksek
27
79,41
13
76,47
13
54,17
53
70,67
Geri ödemek zor
5
14,71
2
11,76
7
29,17
14
18,17
Kredi miktarı düşük
------2
11,76
4
16,67
6
8,00
Teminat göstermek zor
2
5,88
------------2
2,67
Not: Kredi kullanan üreticiler birden çok seçeneğe cevap verdikleri için toplamda sayılar normal anket sayılarını,
yüzdeler ise 100’ü tutmamaktadır.
Ayçiçeği üreticileri uzun yıllardır bu
ürünün üreticisi olmalarına rağmen eksiklik
duydukları bilgiler ve bu bilgileri edindiği
kaynaklar Çizelge 11 ve 12’de verilmiştir.
Üreticilerin % 44,86’sı bir eksikliklerinin
olmadığını, % 55,14’ü ise çeşitli sorunlar
yaşadıklarını belirtmişlerdir. Üreticiler ekim,
gübreleme ve ilaçlamada daha fazla sorun
yaşamaktadırlar. Ayçiçeği üreticilerinin
eksikliğini duydukları bilgileri edindikleri
bilgi kaynakları Çizelge 12’de görülmektedir.
Ayçiçeği üreticilerinin % 52,33’ü ihtiyaç
duydukları
bilgiyi
Karadenizbirlik’ten
almaktadırlar. Bunun yanı sıra üreticilerin
%24,30 diğer çiftçilerden bilgi edindiklerini
belirtmişlerdir. Geri kalan üreticiler tarım ilçe
müdürlüğü ve tarımla ilgili özel firmalar gibi
kaynaklardan yararlanmaktadır. Bu durum
İşletme grupları itibariyle incelendiğinde,
küçük işletmelerin Karadenizbirlik ’ten bilgi
alanlarının oranı % 41,94 iken büyük
işletmelerde bu oran % 63,42’dir. Buradan
büyük işletmelerin küçük işletmelere oranla
daha çok kurumsal bilgi kaynaklarını tercih
ettiği söylenebilir.
8
H.S.GÜLSE BAL, O.KARKACIER
Çizelge 11. İncelenen İşletmelerde Ayçiçeği Yetiştiricilerinin Eksiklik Duydukları Bilgiler
1 Grup (31)
2. Grup (35)
3. Grup (41)
Toplam(107)
Sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Ekimde
8
25,81
9
25,72
6
14,63
23
21,50
Gübrelemede
4
12,90
3
8,57
5
12,19
12
11,21
Hasatta
2
6,45
2
5,71
4
9,76
8
7,48
İlaçlamada
3
9,68
4
1143
3
7,32
10
9,35
Pazarlamada
1
3,23
2
5,71
3
7,32
6
5,61
Sorunu olan
18
58,07
20
57,14
21
51,22
59
55,14
Sorunu olmayan
13
41,93
15
42,86
20
48,78
48
44,86
TOPLAM
31 100,00 35 100,00 41 100,00 107 100,000
Çizelge 12. İncelenen İşletmelerde Ayçiçeği Üreticilerinin Bilgi Kaynakları
Üreticilerin Bilgi
1 Grup (31)
2. Grup (35)
3. Grup (41)
Toplam(107)
Kaynakları
Sayı
%
sayı
%
sayı
%
sayı
%
Karadenizbirlik
13
41,94
17
48,57
26
63,42
56
52,33
Diğer Çiftçiler
9
29,03
11
31,43
6
14,63
26
24,30
Tarım İlçe Müdürlüğü
5
16,13
5
14,28
5
12,19
15
14,02
Tarım Firmaları
1
3,23
1
2,86
2
4,88
4
3,74
Diğer
3
9,67
1
2,86
2
4,88
6
5,61
TOPLAM
31 100,00 35 100,00 41 100,00 107 100,00
4. Sonuç ve Öneriler
Ayçiçeği Türkiye’de üretilen yağlı
tohumlu bitkiler içindeki konumu ile pamukla
birlikte Türkiye genelinde yağ sektörünün en
önde gelen hammaddesidir. Türkiye’nin tüm
bölgelerinde ayçiçeği üretimi yapılmakta
birlikte, üretim alanları özellikle Trakya ve
Marmara Bölge’sinde yoğunlaşmaktadır.
Türkiye’de Bitkisel yağ ve mamulleri
sanayinin gıda sanayi dış ticaretindeki payı ,
ihracatta % 10,31, ithalatta % 34,90’dır.
Türkiye’nin yağlı tohumlar ithalatı son 20 yılda
reel olarak %602,76 artmıştır (Anonim, çeşitli
yıllar). Bu konumuyla sektör gıda sanayi içinde
en fazla ithalat gerçekleştiren sektördür.
Türkiye’de yıllardır yağ bitkileri üretimi ile
ilgili tutarlı ve istikrarlı bir politika ve
planlamanın olmayışı, mevcut potansiyelden
yeterince yararlanmayı olumsuz etkileyerek
bitkisel yağ açığının ve sanayinin dışa
bağımlılığının artmasına neden olmuştur.
Bu çalışmada temel olarak Orta Karadeniz
Bölgesinde ayçiçeği yetiştiren işletmelerin bu
ürünün yetiştiriciliği ile ilgili düşüncelerini
analiz edilmiştir. Çalışmanın yapıldığı 1999 yılı
itibariyle Karadenizbirlik bünyesindeki illerin
Türkiye ayçiçeği ekim alanlarındaki ve
üretimindeki payı sürekli azalma eğiliminde
olduğu görülmektedir. Nitekim bölgenin
Türkiye ayçiçeği ekim alanlarındaki ve
üretimindeki payı 1994 yılında sırasıyla %13,97
ve %12,43’tür. 1999 yılında %9,46 ve
%8,01’dir.
Araştırma sonucunda bölgede ayçiçeği
üreticilerinin %54,20’si bu ürünün üretimini
azaltacağını
veya
hiç
ayçiçeği
yetiştirmeyeceğini belirtmiştir. Bu eğilimin
kaynağı üreticiler fiyatları düşük bulması ve
emeklerinin
karşılığını
alamamalarıdır.
Kooperatifin garanti ve güvenilir bir pazar olsa
bile vadeli ve geç ödemeler yapması, fiyatların
geç açıklanması, çiftçileri bezdirdiği başka ürün
ve pazar arayışlarına yönelttiği saptanmıştır. Bu
durum ürünlerini tüccara satan ayçiçeği
üreticilerini düşük fiyat ve dolandırılma riski ile
karşı karşıya bırakmıştır.
Bu şartlar altında yağlı tohumlar üretimini
artırmak ve büyüyen ithalatı frenleyebilmek
için bazı çalışmalar yapılması bir zorunluluktur.
Türkiye’nin ayçiçeği üretimine önemli oranda
katkı sağlayabilecek bu potansiyel bölge için
ve ülke geneli için yağlı tohumlar üretimini
teşvik edici bazı politikalar uygulanırsa
ayçiçeği tarımı yaygınlaşabilecektir.
Ayçiçeği için önerilebilecek politika
seçeneklerinden ilki öncelikle ayçiçeği buğday
paritesinin ayarlanmasıdır. Ayçiçeği-buğday
taban fiyat paritesinin 2’nin altına düşmesinin
ayçiçeği ekim alanlarının daralmasına yol
açmaktadır. Fiyatlar açıklanırken bu orana
dikkat edilmelidir. Ayçiçeği lehine olması
gereken fiyat farkı azaldıkça üretici, üretimi
9
Orta Karadeniz Bölgesinde Üreticilerinin Ayçiçeği Yetiştiriciliğine Bakışları
risksiz ve kolay olan buğdayı tercih etmekte ve
yağlık ayçiçeği üretimini ülke ihtiyacına
yönelik artırmayı amaçlayan destekleme
alımları amacına ulaşmamaktadır. Aşırı
kuraklığın yaşandığı, yetersiz fiyat uygulandığı
ve
ayçiçeği-buğday
paritesinin
düzgün
ayarlanmadığı yıllarda üretim oldukça düşüktür.
Türkiye’nin
net
ithalatçısı
olduğu
ayçiçeğine yönelik bir üretim politikası yoktur.
Yağlı tohumlar ilk defa 1969 yılında
destekleme kapsamına alınmıştır. Ayçiçeği
1980-1994 yılları arasında bazı yıllar hariç
sürekli
desteklenmiştir.
1994
yılında
kooperatiflerin destekleme dışında bırakılmaları
ve birliklerin destekleme alımı yapmayıp
yalnızca kendi tesislerinin ihtiyacı kadar ürün
alması sonucu yağ fabrikaları ayçiçeği alım
fiyatlarını düşürmüş üreticiler mağdur olmuştur.
İlk defa 1999 yılında ayçiçeği fiyatları
dünya fiyatları baz alınarak açıklanmış ve ilave
5 cent/kg destekleme primi verilmiştir. Prim
sistemi üretimi teşvik ettiği, desteklemenin
doğrudan üreticiye yapılmasıyla üreticilerin
gelirini
yükselttiği,
sanayicinin
dünya
fiyatlarından hammadde elde etmesini sağladığı
için inceleme alanında ayçiçeği üretimini
artırmada kullanılabilecek diğer bir politikadır.
Yağlı tohumların ve ayçiçeği üretiminin
arttırılması için yeni alanların üretime açılması
(GAP ile yeni alanların tarıma açılacak olması
bir olumluluktur), birim alandan elde edilecek
Kaynaklar
Aksoy, Ş. ve A. Şener, 1999. TEAE, Yağlı Tohumlar
ve Bitkisel Yağlar Durum ve Tahmin Raporu:
1997/1998, Yayın No: 18, Ankara
Anonim, Çeşitli Yıllar (1982-2002), DPT Yıllık
Programları, Ankara.
Anonim, 2001. DPT, Bitkisel Üretim Özel İhtisas
Komisyon Raporu Sanayi Bitkileri Alt
Komisyon Raporu TC Başbakanlık Devlet
Planlama Teşkilatı Yayınları No: DPT: 2648 ÖİK:656, Ankara.
Anonim, 2002. DİE. Tarım İstatistikleri Özeti 19812000, DİE Yayınları Yayın No: 2430, ISBN 97519-2697-1, Ankara.
Çiçek, A. ve O. Erkan, 1996. Tarım Ekonomisinde
Araştırma
ve
Örnekleme
Yöntemleri,
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Yayınları No:12, Ders Notları Serisi No:6, Tokat.
ürün miktarının arttırılması ve fazla yağ oranına
sahip çeşitlerin geliştirilmesi, yağlı tohum
üretimi için diğer ürünlerden kısıtlama
yapılması önerileri yapılmaktadır.
Türkiye’de üretim uygun alanlarda
ayçiçeği ve kanola gibi yağ bitkileri üretimine
ağırlık verilebilir. Bu ürünlere yönelik iyi
hazırlanmış yayım ve eğitim programları ile
verim ve üretim artışı sağlanabilir.
Yağlı tohumlu bitkilerin üretiminde
kullanılan
girdilere
uygulanan
vergiler
azaltılarak ürün maliyetleri düşürülüp dış
pazarlarla rekabet şansı yaratılabilir.
Dünya ayçiçeği üretiminde söz sahibi olan
Rusya ve Ukrayna’nın düşük fiyatlı ayçiçeği
ihracatı, gelecekte de Türkiye’nin ayçiçeği
üretimine ciddi rakip olarak görünmektedir.
Ayçiçeği tohumuna %29 yağına ise %39 üst
sınır
olmak
üzere
gümrük
vergisi
uygulanabilmektedir. Üreticilerin bu oranda
vergilerle
korunduğu
dönemlerde
bile
Karadeniz ülkeleri ihracatçıları buna fiyatları
düşürerek karşılık vermişler ve bu ülkelerin
ürünleri tükenene kadar bu uygulamalardan
beklenen fayda elde edilememiştir. Yağlı
tohumlar ithalatı bir takvime bağlanarak, üretim
dönemindeki
kısıtlamalarla
ayçiçeği
üreticilerinin, diğer dönemlerde de sanayicinin
korunması ayçiçeği üretiminin artırılmasına
katkı sağlayabilir.
Dölekoğlu, T., 2001. TEAE, Yağlı Tohumlar ve Bitkisel
Yağlar Durum ve Tahmin Raporu: 2001/2002,Yayın
No: 73, Ankara.
Gülse, H.S., 1996. “Türkiye’nin Tarıma Dayalı Sanayi
Sektöründe Yapısal Değişmeler Ve İzlenen Politikalar”,
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü
Tarım Ekonomisi Ana Bilim Dalı (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), Tokat
Koç, A. ve Diğerleri, 1999. Yağlı Tohumlar Pazarı: Uluslar
arası fiyatlar ve alternatif Politikaların Arz, Talep ve
İkame Ürünler Üzerine Etkileri, TEAE Yayınları No
31, ISBN: 975-407-047-4, Ankara.
10
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 51-56
Regional Analysis of Monthly Rainfalls over Amasya Province via L-Moments
Method
Kadri Yürekli
Gaziosmanpasa University, Faculty of Agriculture, Department of Farm Structure and Irrigation, 60240, Tokat
Abstract: The study aims to perform regional frequency analysis of monthly rainfalls measured over
Amasya province by using L-moment approach. Initially, Amasya province was formed two groups (as first
and second) of rain gauge stations (sites) in the province to satisfy the homogeneity condition by using
discordancy measure. Thereafter, heterogeneity (H) test was applied to assess whether the regions proposed
as homogeneous according to discordancy measure of site characteristics are reasonably treated as a
homogeneous region. This test confirmed the delineated regions as homogeneous. Choosing the best fit
frequency distribution for the data from the sites of the selected regions was based on the Z-statistic.
According to this statistic, the best fit distributions were estimated, generalized extreme value type I (GEV)
for the first region, and Pearson type three (P3) or generalized extreme value type I for the second region.
Key Words: Monthly rainfall, L-moment, homogeneous region, heterogeneity measure, Z-statistic
L-Moment Yöntemi ile Amasya İlindeki Aylık Yağmurların Bölgesel Analizi
Özet: Bu çalışma, Amasya ilinde ölçülen aylık yağmurların bölgesel frekans analizini yapmayı
amaçlamaktadır. Öncelikle, Amasya ili, homojenlik (discordancy) ölçüsü kullanılarak, homojenlik koşulunu
yerine getirmek amacıyla ildeki yağmur istasyonları iki gruba (birinci ve ikinci olarak) ayrılmıştır. Daha
sonra, homojenlik ölçüsüne göre homojen olarak önerilen bölgelerin, gerçekten homojen olup olmadığını
değerlendirmek için heterojenlik testi uygulanmıştır. Bu test seçilen bölgelerin homojen olduğunu
göstermiştir. Seçilen bölgelerin istasyonlarından elde edilen veriler için en uygun frekans dağılımının seçimi
Z-istatistiğine göre belirlenmiştir. Bu istatistiğe göre, birinci bölge için genelleştirilmiş ekstrem tip I (GEV) ,
ikinci bölge için ise Person tip 3 (P3) yada genelleştirilmiş ekstrem tip I frekans dağılımları en uygun
dağılımlar olarak belirlenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Aylık yağmur, L-moment, homojen bölge, heterojenlik ölçüsü, Z-istatistiği
1. Introduction
Having information about distributions of
precipitation depths is very important for the
design of water-related structure, which
protects agricultural land and downstream cities
from flood and drought and supply agricultural
water demand. But, a reliable design quantile
estimate is commonly impossible. The selected
quantile of under-or over design criterion
concerning with hydraulic structures is exposed
to risk as the return period is determined
according to cost and economic-strategic
significance of the structure. Selecting a reliable
design quantile, which affect on design,
operation, management and maintain of a
hydraulic structure, considerably depends on
statistical methods used in parameter estimation
belonging to probability distribution (Hosking
and Wallis, 1993). Therefore, defining a true
distribution concerning with hydrological and
meteorological events keeps on being major
problem for researchers. Additionally, both the
identification
of
appropriate
statistical
distribution for describing the observations and
the estimation of the parameters of a selected
distribution are complicated as many
hydrologic and meteorological time series are
too short for a reliable design quantile
estimation (Hosking, 1990).
In the recent, researchers interested in
hydrology and meteorology fields have focused
on L-moment approach introduced Hosking
(1990) and increasingly used in regional
frequency analysis. The advantages of this
method over conventional moments are that
they are relatively insensitive to outliers and do
not have sample size related bounds. Moreover,
the parameter estimations are more reliable than
the conventional method of moment estimates,
particularly from small samples, and are usually
computationally more tractable than maximum
likelihood estimates. On the other hand,
estimators of L-moments are virtually unbiased
(Hosking, 1990; Park et al., 2001).
The overall objective of this study is to
establish a monthly rainfall magnitude with any
return period of occurrence. In order to achieve
Regional Analysis of Monthly Rainfalls over Amasya Province via L-Moments Method
this by using monthly rainfalls over
Amasya Province, delineating homogeneous
regions based on discordancy measure of site
characteristics and identification of suitable
regional frequency distribution were included in
the study.
2. Material and Method
Amasya region, selected as the study
region, is bounded by latitudes 40º N and 41º
15' N, and longitudes 35º E and 36º 15' E,
covering 551993 ha. Cropland, grassland and
forest occupy about 57.2%, 12.6% and 40%, of
the region, respectively. Due to abundance of
dry farming in the region, Wheat is the major
food crop. The major sources of irrigation are
rainfall, canals and groundwater (Anonymous,
1991). Monthly rainfall amounts over Amasya
province were used as a material in the study.
There are ten rainfall gauge stations, which
belong to Turkish State Meteorological Service
(Figure 1). The activity of some stations on
rainfall measurement has been stopped. The
record lengths and elevations of the stations
over the study area vary, from 67 to 16 years,
and from 200 to 800m, respectively.
2.1 The Method of L-Moments
L-moments, as defined by Hosking (1990),
are linear combinations of probability weighted
moments (PWM). Greenwood et al. (1979)
summarizes the theory of PWM and defined as
Figure 1. Rainfall Gauge Stations over Amasya Province
52


β r  E XFX (x)
(1)
th
Where β r is the r order PWM and
FX (x) is the cumulative distribution function
r
(cdf) of X. Hosking and Wallis (1997) defined
unbiased sample estimators of PWMs as (bi)
and, obtained unbiased sample estimators of the
first four L-moments by PWM sample
estimators. Unbiased sample estimates of the
PWM for any distribution can be computed
from;
n r
b r  n 1 
j1
 x
 
n j
r
n 1
r
j
(2)
Where xj is an ordered set of observations
x1  x2  x3  …xn. For any distribution the first
four L-moments are easily computed from
PWM using;
1 = b1,
2 = 2b2 - b1,
3= 6b3 - 6b2 + b1,
4= 20b4 - 30b3 + 12b2 - b1 (3)
Sankarasubramanian
and
Srinivasan
(1999) define the L-moment ratios (Lcoefficient of variation, L-skewness and Lkurtosis, respectively)
2 = 2/1,
3 = 3/2,
4 = 4/2
(4)
K.YÜREKLİ
Rainfall amounts vary spatially within the
region covered by a given storm. Therefore, the
study region should be partitioned into
hydrologically homogeneous regions in which
rainfall amounts recorded at the rainfall gauge
stations are assumed to be identical to obtain
reliable results in hydrologic studies related to
rainfall (Okman, 1994).
2.2 Screening of Data
The aim of this stage is to form groups of
stations that satisfy the homogeneity condition,
that stations with frequency distributions that
are identical apart from a station–specific scale
factors. This is usually carried out by dividing
the sites into disjoint groups. Hosking and
Wallis (1997) present a discordancy measure.
In this approach, the L-moments ratio (Lcoefficient of variation, L-skewness and Lkurtosis) of a site is used to describe that site as
a point in three-dimensional space. A group of
homogeneous sites will form a cluster of such
points. If any point does not appear to belong to
the cluster of such points on the L-moment
diagram, that is, is far from the center of the
cluster, the site related to that point should be
removed from the region due to nonhomogeneity condition. Discordancy measure
(Di) of a site can be calculated by
N
u  N 1  u i
(5)
i 1
N
S  (N  1)
1
 (u
T
i
 u)(u i  u) (6)
i 1
1
D i  (u i  u) T S 1 (u i  u)
3

i
i
(7)

i T
Let u i   2 ,  3 ,  4 be a vector related to
L-moment ratios of site i. Where N is the
number of sites. Generally, any site with Di > 3
is considered as discordant. In such a case, the
site may properly belong to another region.
For this reason, the method fit the fourparameter Kappa distribution to the regional
average L-moment ratios to generate 500
homogeneous
regions
with
population
parameters equal to the regional average sample
L-moment ratios. The properties of the actual
region are compared to the simulated
homogeneous region. The heterogeneity (H)
statistic and V statistic for the sample and
simulated regions take the form, respectively:
H  (Vobs  μ V )/σ V
(8)
 N
i
R 2 
  n i ( 2   2 ) 
V   i 1 N



ni


i 1

1/2
(9)
ni is record length at site i,  2i is the sample Lcoefficient of variation (L-Cv),  2R is the
regional average sample L-Cv, V is the mean
of simulated V values, V is the standard
deviation of simulated V values.
The value of H-statistic indicate that the
region under consideration is acceptably
homogeneous
when
H<1,
possibly
heterogeneous when 1 H <2, and definitely
heterogeneous when H 2 (Hosking and Wallis,
1997).
2.4 Choosing the Best Fit Frequency
Distribution
In regional frequency analysis, a single
frequency distribution is fit to the data from
several sites in a homogeneous region. Hosking
and Wallis (1997) proposed an appropriate
method for goodness of fit criterion based on Lkurtosis. This statistic is termed as the Zstatistic:
Z DIST  (τ DIST
 τ 4  β 4 )/ σ 4 (10)
4
N sim
1
β 4  N sim
 (τ 4 m  τ 4 )
(11)
m 1
2.3 Heterogeneity Test for Regions
Heterogeneity (H) test by Hosking and
Wallis (1993), which compares the inter-site
variation (dispersion) in sample L-moments for
the group of sites, is used to assess whether the
regions proposed as homogeneous according to
discordancy measure of site characteristics are
reasonably treated as a homogeneous region.
1/2
N sim


σ 4  (N sim  1) -1  (τ 4 m  τ 4 ) 2  N sim β 24 
m 1


(12)
Where DIST refers to a candidate
statistical distribution, τ DIST
is the population
4
53
Regional Analysis of Monthly Rainfalls over Amasya Province via L-Moments Method
L-kurtosis of selected distribution, τ 4 is the
regional average sample L-kurtosis, β 4 is the
bias of regional average sample L-kurtosis,
 4 is the standard deviation of regional average
sample L-kurtosis, and Nsim is realizations of a
region with N sites. The four parameter Kappa
distribution is used to simulate 500 regions
similar to the actual region to estimate β 4 and
 4 . The Z DIST
 1.64 should be for an
appropriate regional distribution. But, the
distribution giving the minimum
Z DIST is
considered as the best-fit distribution for the
region.
2.5 Regional Estimates Based on Growth
Curves
Data from different sites should be
combined to appraise the parameters of the
related distribution.
Although alternative
approaches exit for this reason, the index-flood
method supported by Hosking and Wallis
(1997) was used in the study. The method may
be written as following
Qi ( F )   i q ( F )
(13)
i, is the at-site mean, q(F) is regional
growth curve.
The regional frequency analysis of
monthly rainfall depths over Amasya province
was achieved by using the FORTRAN routines
developed by Hosking (1996).
3. Results and Discussion
In order to achieve regional frequency
analysis of monthly rainfall from different
rainfall gauge stations over Amasya province,
some basic L-moment statistics, which are Lmean (1), L-coefficient of variation (2), Lskevness (3) and L-kurtosis (4), belonging to
that stations were estimated (Table 1). Hosking
(1990) imply that L-moment ratios of a series
are bounded, L-coefficient of variation (L-CV),
L-skewness and L-kurtosis satisfy 0 < 2 <1, 1<
3
<
1,
and
1
(5 32  1)   4  1 ,
4
respectively. As it can be seen in Table 1, these
conditions have been fulfilled.
The results of discordancy measure (Di)
recommended to form groups of homogeneous
stations were given in Table 1. The values of
that measure were estimated between 0.27 and
2.06 for the stations in the first region. The
value was 1.0 for the stations in the second
region. The selected regions may be accepted as
homogeneous, owing to the Di values for the
stations in the first and second regions < 3.
Table 1. Discordancy Analysis Results of Rainfall Gauge Stations over Amasya Province
Region
I
II
Rainfall Gauge Station
AMASYA,
Merzifon,
Gümüshaciköy,
Gümüş,
Suluova,
Doğantepe,
Göynücek
Aydınca,
Alıcık,
Taşova
1
35.640
32.890
37.560
41.770
31.360
33.670
36.160
92.310
68.480
32.660
The results related to assessment of
dispersion of the at-site L-moment ratios for the
entire study area and for two delineated regions
based on discordancy measure were in Table 2.
These values of heterogeneity indicate that the
entire study area is definitely heterogeneous
since H-statistic is greater than 2. But, the
estimates belonging to the H-statistic for two
delineated regions indicate that the regions are
54
2
0.1017
0.1096
0.1217
0.0811
0.1193
0.1120
0.0920
0.1180
0.1351
0.1699
3
0.1068
0.0947
0.0297
-0.1823
0.0840
0.1473
0.0872
0.1682
0.2527
-0.0294
4
0.1139
0.1278
0.1461
0.2173
-0.0202
0.0939
0.1090
0.0392
0.1394
0.0539
Di
0.33
0.27
1.64
2.06
2.06
0.32
0.94
0.38
1.00
1.00
acceptably homogeneous due to H-statistic < 1.
The parameter estimations of regional kappa
distribution from which homogeneous regions
with sites having records lengths the same as
those of the observed data are generated and
group average L-moments required for
calculation of H-statistic are also presented in
Table 2.
K.YÜREKLİ
The identification of an appropriate
regional distribution for each of the two regions
was based on the Z-statistic. The Z-statistics
concerning with some statistical distributions
for the delineated regions were shown in Table
3. According to the analysis of results of
goodness of fit test (Z-statistic), generalized
extreme value type I (GEV) for the first region,
and Pearson type three (P3) or generalized
extreme value type I for the second region
should be considered as the best-fit
distributions, respectively as these distributions
give the minimum Z-statistic. But, except these
distributions, the values of Z-statistic related to
GNO (generalized normal) and P3 distributions
for the first region, and GNO and GPA
distributions for the second region were less
than the critical Z-statistic value (1.64).
Therefore, these distributions may be used in
regional frequency analysis for the regions.
The regional growth curve estimations
related to some nonexceedence probability
levels based on the distributions selected for the
two regions as the best-fit distributions were
given in Table 4. As can be seen the table, the
regional growth curve estimations based on P3
and GEV statistical distributions belonging to
second region were almost identical. This
advocates the Z-statistics related to statistical
distributions (P3 and GEV) selected for second
region. Table 5 shows the quantiles of some
probability
levels
from
the
selected
distributions for the regions.
Table 2. The Results Related to Heterogeneity of The Selected Regions
Group Average L-Moments
Parameters of Regional Kappa Distribution
Region
R
R
R
3
k
h
2
4


All Sites 0.1148 0.0852
0.1029
0.8894
0.2190
0.2221
0.2129
I
0.1085 0.0835
0.1046
0.8986
0.2036
0.2155
0.1903
II
0.1544 0.0960
0.0919
0.8209
0.3285
0.2660
0.3558
, location parameter
, scale parameter
k and h, shape parameters
HStatistic
2.59*
-0.05
0.62
Table 3. The Simulation Results for The Z-statistic
Statistical
Region
Z-value
Distribution
GLO
3.87
GEV
1.04**
I
GNO
1.38
P3
1.17
GPA
-4.50
GLO
1.70
GEV
0.73
II
GNO
0.82
P3
0.72**
GPA
-1.22
Table 4. Estimations of Growth Curve for The Regions According to Some Probability Level
Probability Level
Region
0.01
0.02
0.05
0.1
0.2
0.5
I-GEV
0.622
0.657
0.712
0.765
0.834
0.983
0.473
0.520
0.596
0.669
0.764
0.972
II-GEV
II-P3
0.477
0.522
0.595
0.667
0.763
0.973
55
Regional Analysis of Monthly Rainfalls over Amasya Province via L-Moments Method
Table5.Quantile Estimations from The Selected Distribution for The Regions
Probability Level
Region
0.01
0.02
0.05
0.1
0.2
0.5
I-GEV
25.14
26.55
28.77
30.91
33.70
39.72
22.96
25.25
28.94
32.48
37.09
47.19
II-GEV
II-P3
23.16
25.34
28.89
32.38
37.04
47.24
4. Conclusion
Many studies reported in the literature
indicate that there are the advantages of using a
regional frequency analysis. Therefore, the
regional L-moment algorithm was applied to
monthly rainfall data sequences over Amasya
province in the study. With the reason, Amasya
province was divided in two sub-regions as first
References
Anonymous, 1991. Amasya İli Arazi Varlığı. Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğü Yayinları, 101p,
Ankara.
Greenwood, J.A., J.M. Landwehr, N.C. Matalas and J.R.
Wallis, 1979. Probability Weighted Moments:
Definition and Relation to Parameters of Several
Distributions Expressable in Inverse Form. Water
Resources Research, 15, 1049-1054.
Hosking, J.R.M., 1990. L-Moments: Analysis and
Estimation of Distributions Using Linear
Combinations of Order Statistics. Journal of The
Royal Statistical Society Series B, 52, 105-124.
Hosking, J.R.M. and Wallis, J.R. 1993. Some Statistics
Useful in Regional Frequency Analysis. Water
Resources Research, 29, 271-281.
Hosking, J.R.M., 1996. Fortran Routines for Use with the
method of L-Moments, Version 3, Research Report
RC 20525, 33p, New York-USA.
56
and second regions according to L-moment
ratios belonging to rainfall gauge stations over
the province. The generalized extreme value
type I (GEV), and Pearson type three (P3) and
GEV statistical distributions for the first and
second sub-regions were selected as best fit
regional distributions, respectively.
Hosking, J.R.M. and Wallis, J.R., 1997. Regional
Frequency Analysis: An Approach Based on LMoments. Cambridge University Press, 224 p.,
USA.
Okman, C., 1994. Hydrology. University of Ankara
Faculty of Agriculture, Publication No, 1388, 359p,
Ankara. (in Turkish).
Park, J.S., Jung, H.S., Kim, R.S. and Oh, J.H., 2001.
Modelling Summer Extreme Rainfall over the
Korean Penissula Using Wakeby Distribution.
International Journal of Climatology, 21, 1371-1384.
Sankarasubramanian, A. and Sirinivasan, K., 1999.
Investigation and Comparison of Sampling
Properties of L-Moments and Conventional
Moments. Journal of Hydrology, 218, 13-34.
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 57-65
Tokat Yöresinde Hayvan Barınaklarından Kaynaklanan Çevre Kirliliği ve
Çözüm Olanakları
Sedat Karaman
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Hızla gelişen hayvancılık işletmelerindeki modernleşme ve yoğun işletmecilik, bir takım sorunları da
beraberinde getirmiştir. Aynı zamanda önemli bir ekonomik potansiyel olan atıklar, hayvan sayısı ile birlikte çevre
için büyük sorun olmaktadır. Gerekli önlemler alınmadığı taktirde hayvancılık işletmelerinde ortaya çıkan atıklar,
potansiyel kirletici olarak yer altı ve yer üstü su kaynaklarını kirletebilir. Bu amaçla özellikle hayvancılık
işletmelerinde oluşan atıkların olumsuz çevre koşulları yaratmaması için alınması gerekli depolama ve projeleme
kriterlerinin incelenmesi gerekmektedir. Bu araştırmada Tokat yöresindeki hayvan barınaklarından kaynaklanan
çevresel etkiler değerlendirilerek, hayvansal atıkların yaratmış olduğu olumsuzluklar ve bu atıkların çevre kirliliği
yaratmadan ortamdan uzaklaştırılma yöntemleri incelenmiştir.
Anahtar kelimeler: Hayvan barınakları, çevre kirliliği
Environmental Pollutions Caused by Animal Barns in Tokat Province and
Solution Possibilities
Abstract: The modernization and intensive management in fast developing animal enterprises come up with some
problems. The number of animal with the wastes while being an important economical potential is one of the big
problem for environment. The waste water from animal enterprises as a potential pollutant investigations can
pollute the surface and underground water resources without taking required precautions. For this purpose,
investigation of needed technical and legal precautions with criteries for storing and designing is needed because of
especially the wasted from animal enterprise not causing negative environment condition. In this article, negative
effects of harmful wastes from animal enterprise were indicated in Tokat Province. In addition, the needed
precautions for the purpose waste materials not causing environmental pollution.
Keywords: Animal house, environmental pollution
1. Giriş
Çevre kirliliği; hava, su, toprak gibi
ortamlardaki doğal dengelerin insan faaliyetleri
sonucunda ortaya çıkan madde ve enerji
artıklarıyla olumsuz yönde bozulması olarak
tanımlanır. Gittikçe artan çevre kirliliğinin
önlenebilmesi için bir çok bilim dalının
katkılarıyla yerel ve dünya çapında çalışmalar
yapılmaktadır. Bu çalışmalar çevre kirlenmesini
farklı boyutlarda ele almakta ve çözüm yolları
önermektedir (Özek, 1994).
Gün geçtikçe artan nüfusun hayvansal
kaynaklı protein gereksinimini yeterli düzeyde
karşılayabilmek amacıyla, hayvancılığın yoğun
şekilde yapılması zorunlu hale gelmiştir. Ancak
bu durum yerleşim merkezlerine yakın
işletmelerde çevre kirliliği açısından bir takım
sorunları da beraberinde getirmiştir (Ergül,
1989). Barınak dışında ortaya çıkan zararlı
atıklar; gübrenin uygun depoda toplanmaması,
ölen hayvanların çukurlarda gömülerek üzerine
kireç dökülmemesi, işletmede yeterli kapasitede
projelenmiş kesimhane ve yem depolarının
olmaması gibi nedenler ve bu olumsuz
koşulların yarattığı koku ve görüntü kirliliğini
kapsayan çevre kirliliği şeklinde oluşmaktadır.
Bu amaçla hayvancılık işletmelerinde oluşan
atıkların olumsuz çevre koşulları yaratmaması
için alınması gerekli yasal ve teknik önlemler
ile depolama ve projeleme kriterlerinin
incelenmesi gerekmektedir (Mutlu, 1999).
Hayvansal üretim yapan işletmelerden
çıkan atıklar ile slaj gibi tarımsal ürünlerin
depolanması sonucu oluşan sızıntılar su
kirliliğine
neden
olur.
Hayvancılık
işletmelerinin
ortaya
çıkardığı
kirlilik
kaynaklarının endüstriyel ve kentsel kirlilik
kaynaklarından farklı olarak noktasal kirlilik
kaynakları olmayıp daha geniş alanlara
yayılmış olması, bu kaynakların neden olduğu
su kirliliğinin boyutlarının bilinmesini daha da
güç kılmaktadır. Dağınık kirlilik kaynakları
olarak nitelendirilen hayvansal atıklar, yüzey
sularına veya infiltrasyonla toprakların alt
katmanlarına ve yer altı sularına ulaşarak su
kaynaklarının kalitesini bozmakta, kullanılamaz
duruma getirmektedir (Özek,1994; Ongley,
1996). Organik atıklar yüksek biyokimyasal
oksijen gereksiniminden dolayı su kirliliği
oluştururlar. Ayrıca hayvansal atıklar patojen
kirlenmenin olası bir kaynağı olabildiği gibi,
Tokat Yöresinde Hayvan Barınaklarından Kaynaklanan Çevre Kirliliği ve Çözüm Olanakları
suda potansiyel azot ve fosfor kaynaklarıdır
(Özek, 1994).
Hayvansal üretimin çevre üzerine yaptığı
en olumsuz etki, bulaşıcı hastalık etkenlerinin
kaynağını oluşturmasıdır. Bu etkenlerin çevreye
yayılma yolları doğrudan atım ve dolaylı atım
şeklinde olmaktadır. Ahırlardan uzaklaştırılan
atıkların depolandıkları çukurlar, insan ve
hayvanlar için hastalık kaynağı olarak büyük
tehlike oluştururlar. Hayvanlardan kaynaklanan
bazı hastalık etkenlerinin doğada yaklaşık 1
hafta ile 3 yıl canlı kalabilmeleri, çevrede
oluşacak kirliliğin çok uzun zaman etkin
olabileceğini göstermesi bakımından önemlidir
(Ergül, 1989).
Hayvan barınaklarından kaynaklanan
kirlilikte, miktarı ve etkileri açısından ilk
incelenmesi gereken etmenin gübre olduğu
görülmektedir. Bir hayvansal atık materyali
olarak tanımlanabilen gübre, barınaklarda iç ve
dış ortamda büyük oranda çevre kirliliği
yaratmaktadır. Gübre taşıma sistemi, iç
ortamdaki kokunun ve kirliliğin yayılımı ile
doğrudan ilgilidir. Dış ortamda gübrenin yanlış
taşınması, uygun şekilde depolanmamasından
kaynaklanan etkiler de kirliliği birinci
dereceden etkileyen ve artıran nedenlerdir.
Gübrenin olumsuz çevre koşulları ve sağlıksız
bir yaşam ortamı yaratmaması için uygulanması
gereken işlemler, alınması gereken önlemler,
yasal ve teknik standartlar, depolama ve
projeleme kriterleri bilinmelidir. Hayvan
barınaklarda üretilen gübre çeşitli formlarda ve
zarar düzeyindedir. Bunların zararları çevreye,
hayvana ve insana olan etkileri bilinmeli,
gereken uygun projeleme ve uygulamalarla
etkileri en az düzeye indirilmelidir. Aksi halde
barınaklar birer kirletici kaynağı olarak faaliyet
gösterir (Anonymous, 1996a; Mutlu, 1999).
Barınak içi çevre; sıcaklık, nem
havalandırma ile çeşitli gaz ve tozlardan
oluşurken, kesim ve ölü hayvanlara uygulanan
işlemler nedeniyle ortaya çıkan mezbaha
ürünleri ise dış çevreyi oluşturmaktadır.
Barınak dışında işletme avlusunda bulunan
diğer yardımcı yapılar (gübrelik, yem deposu,
kesimhane vb.) hayvan barınağı ile birlikte
tarımsal işletmeyi oluşturduğundan, yardımcı
yapılarda uygulanan işlemler sonucunda çevre
kirliliği ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle tarımsal
yapı içerisinde ve dışında insan ve hayvan
sağlığını olumsuz etkileyen zararlı atıkların
uzaklaştırılması, bu sağlanamıyorsa çevreye
58
zarar vermeyecek tolerans değerlerinin altında
tutulması gereklidir (Okuroğlu,1987a; Alagöz
ve ark., 1996).
Besi ve süt sığırcılığı bakımından büyük
önem taşıyan Tokat ilinde sığır sayısı 246 222
adet olup 2 817 ton et, 98 944 ton süt üretimi
gerçekleştirilmektedir (Anonim, 2002). Yoğun
şekilde besi ve süt sığırcılığı yapılan Tokat ili,
doğal kaynakları yönünden çok yönlü tarım
faaliyetlerine uygun ve bu durumuyla yüksek
tarımsal potansiyele sahiptir. Yörede hayvan
yetiştiriciliği içinde besi ve süt sığırcılığının
gelecekte de büyük önem taşıyacağı açıktır.
Diğer yandan hızla gelişen hayvancılık
işletmelerindeki modernleşme ve yoğun
işletmecilik, bir takım sorunları da beraberinde
getirmiştir. Bu araştırmada Tokat yöresindeki
hayvan barınaklarından kaynaklanan çevresel
etkiler ve ilgili yapıların mevcut durumları
yerleşim planlaması ilkeleri de göz önüne
alınarak değerlendirilmiş, hayvansal atıkların
çevre
kirliliği
yaratmadan
ortamdan
uzaklaştırılması için alınması gereken önlemler
tartışılmıştır.
2. Materyal ve Yöntem
2.1. Materyal
Tokat
yöresinde
hayvancılık
işletmelerindeki barınaklardan kaynaklanan
çevresel etkiler ve ilgili yapıların özelliklerini
incelemek, yeterliklerini ve geliştirilebilme
olanaklarını saptamak amacı ile farklı yapı ve
teknik özelliklere sahip değişik kapasiteli
ahırlara sahip 76 işletme araştırma materyalini
oluşturmaktadır. Bu işletmelerden anket ve
arazi çalışmaları şeklinde sağlanan bilgiler ise
analiz edilen materyali oluşturmuştur.
2.2. Yöntem
Araştırma
yöresindeki
hayvancılık
işletmelerinin arazi büyüklükleri, sermaye
değerleri ve tarımsal gelirlerine ilişkin önceden
yapılmış istatistiksel bilgilerin olmayışı ve
yerleşim yerlerinin farklı topoğrafik yapıya
sahip
olmaları
nedeniyle
hayvancılık
işletmelerinin seçiminde olasılıklı örnekleme
yöntemi
uygulanamamıştır.
İşletmelerin
seçiminde
özellikle
büyükbaş
hayvan
barınaklarının çevreye etkisinin daha fazla
olacağı düşüncesi ve yörede ahır sayısının fazla
olması nedeniyle kümesler ve ağıllar dahil
edilmemiştir.
Araştırmanın yürütülmesine
olanak sağlayacak verilerin elde edilmesi amacı
S.KARAMAN
ile işletmeler ile ilgili gerekli bilgiler toplanmış,
anket çalışması yapılarak çekilen fotoğraflar,
çizilen kroki, kesit, görünüşler ve gözlemlerle
gerekli veriler sağlanmıştır. Elde edilen veriler,
literatür
bilgileri
ışığı
altında
değerlendirilmiştir.
3.Araştırma Sonuçları, Tartışma ve Öneriler
İncelenen
hayvancılık
işletmelerinde
işletme avlusunun büyüklüğü 310-2400 m2
arasında olup, ortalama 1450 m2’dir.
İşletmelerin % 77’si düz, % 9’u engebeli, %
14’ü eğimli arazilerde kurulmuştur. Barınaklar
ve yardımcı tesisler işletmelerin % 14’ünde
kendi deneyimlerine göre, % 32’sinde
çevredeki işletmelerden etkilenerek, % 54’ünde
kamu kuruluşları tarafından desteklenerek
yapılmıştır. İncelenen barınakların tamamı
kapalı tip ahırlardır. İşletmelerin % 84’ü,
yerleşim birimleri içerisinde bulunmakta olup,
çevresindeki yerleşim alanlarıyla çevresel
sorunlar yaratmaktadır. İşletmelerin % 16’sı ise
toplu yerleşim merkezlerinden 1-6 km
uzaklıklarda
kurulmuştur.
Yörede
yeni
yapılacak
hayvan
barınakları
yerleşim
yerlerinden, göl ve benzeri su kaynaklarından,
işletmedeki su şebekelerinden yeterli uzakta
olmalıdır. Hayvancılık işletmeleri yerleşim
bölgelerinden en az 500 m, göl ve benzeri su
kaynaklarından en az 300 m, sulama ve drenaj
kanallarından en az 100 m, su sağlayan sıhhi
tesisatlardan ise en az 30 m uzakta olmalıdır
(Anonymous, 1996b; Mutlu, 1999).
Çevre kirliliğine etkisinin önem kazandığı
günümüzde hayvancılık işletmelerinde gübrenin
nasıl değerlendirileceği ve ortadan kaldırılacağı
önemli bir konu olmuştur. Gübrenin neden
olduğu kirlilik sorunu önemli olduğundan,
gübre yönetimi hayvancılık işletmelerinin
önemli bir kısmı olmuştur. Bu durum gübrenin
toplanması,
nakliyesi,
depolanması
ve
kullanımının sağlık koruma ve kirlilik kontrol
programları ile birlikte düşünülmesi gerektiğini
göstermiştir (Erensayın, 1992).
Gübrelikler hayvan gübrelerinin işletmenin
çalışma koşullarına göre bir süre muhafaza ve
olgunlaşmasını sağlamak üzere yapılan
yapılardır (Anonim, 1987). Hayvancılık
işletmelerinde yer altı ve yüzey su
kaynaklarının korunması, istenmeyen koku ve
kirlilik kontrolünün sağlanmasında gübre
depoları büyük önem taşımaktadır. İşletmelerde
gübreden gelir sağlanmak isteniyorsa, sağlık
sorunu oluşturmayacağı uygun ortamda
depolanması gerekir. İncelenen işletmelerin
çoğunun
kuruluşunda
yalnızca
hayvan
barınaklarının
planlanması
ve
inşası
düşünülmüş olup yardımcı bölmeler, özellikle
katı ve sıvı gübreliklerin depolandığı yapılar
ihmal
edilmiştir.
Gübrelik,
incelenen
işletmelerde en çok ihmale uğrayan ve üzerinde
en az durulan konudur. İşletmelerin % 35’inde
gübreliğin olmadığı belirlenmiş olup, bu
işletmelerde gübre boş araziye dökülerek,
açıkta ve yığınlar halinde biriktirilmektedir.
Gübrenin gelişigüzel depolanması hayvan ve
insan sağlığını olumsuz yönde etkilediği gibi,
gübre temizliğinde mekanizasyona geçilmemesi
nedeni ile işgücü gereksinimini artırmakta,
istenilen nitelikte gübre elde edilemediğinden
gübre satışından elde edilen geliri de
düşürmektedir.
Bütün
bunlar
ahırlarda
istenmeyen sağlık sorunları yaratmakla birlikte,
işletmelerin rantabilitesini de düşürmektedir.
Rasgele üstü açık depolanan atıklar çevreye
kötü kokular yayarak hava kirliliğine neden
olmakta, başta sinek olmak üzere haşerelerin
çoğalmasını kolaylaştırarak çevre sağlığının
bozulması ve çeşitli bulaşıcı hastalıkların
yayılmasına zemin hazırlamaktadır.
İşletmelerin % 65’inde üç tarafı
kapatılarak ahır yanına yapılmış idrar ve
gübrenin birlikte toplandığı gübre biriktirme
tesisi bulunmakta olup duvarları % 98’inde taş,
% 2’sinde brikettir. Gübreliklerin ortalama eni
5,1 m, boyu 8,3 m, yüksekliği 1,5 m’dir. Taban
% 34’ünde beton, % 27’sinde taş, % 39’unda
toprak olup hiç birisinde eğim verilmemiştir.
Araştırma yöresindeki işletmelerde gübreye
uygulanan işlemler ve gübre deposu uygun
şekilde
yapılmalı,
gübre
ileride
değerlendirilmek üzere kapalı depo içerisinde
tutulmalıdır. Bu nedenle her işletmede ahırın
günlük temizliği sırasında dışarıya çıkartılan
gübrenin değerini azaltmadan belirli sürelerde
uygun şekilde depolayabilecek gübrelik
planlanmalıdır.
Ahır
yapı
unsurları,
mekanizasyon göz önüne alınarak planlandıktan
sonra gübrenin depolanması için gerekli
tesislerin yapılması gerekir. Gübreliklerin
yapısal özelliklerinin belirlenmesinde yer altı ve
yer üstü su kaynaklarının kalitelerinin
korunumu ile koku etkisinin azaltılması
amaçlanmalı, zemini sızdırmaz olmalı, sızma
oluşursa sıvı atıklar potansiyel kirlilik etkisi
yaratmadan boşaltılmalıdır. Gübre depolama
59
Tokat Yöresinde Hayvan Barınaklarından Kaynaklanan Çevre Kirliliği ve Çözüm Olanakları
tesislerinin kapasitesi yüzeysel akıntı ve toprağa
karışma yoluyla su kirlenmesini önleyecek
şekilde olmalı, temiz yüzey sularının
karışmasını engellemek için çevirme kanalları
yapılmalı, taban suyun yüksek olduğu yerlerde
yer altı suyunun kirlenmesini önlemek amacıyla
toprak üstü depoları tercih edilmeli, doldurma
ve boşaltmada topoğrafyadan yararlanılmalı,
inşaat tekniğine uygun ve en az 3 aylık hacmin
depolanacağı şekilde yapılmalıdır (Alagöz ve
ark.,1996; Anonymous 1996b; Mutlu, 1999;
Öztürk, 2003). Katı atıklar yanında barınaklarda
oluşan sıvı atıklar da hijyenik ortamın
bozulmasına ve dolayısıyla hastalık, koku vb.
çevre kirliliğine neden olduğundan, sıvı
atıkların barınak içerisinde birikmeden barınak
dışına atılması ve şerbet çukurlarında
toplanması
gerekmektedir.
Ortamdan
uzaklaştırılacak sıvı atıkların yüzey sularına
veya yer altı sularına karışmamasına dikkat
edilmeli, yer altı tanklarına drene edilerek
biriktirilmelidir (Harner et al., 1997).
Hayvancılık işletmelerinde katı atıkların
depolanması olumsuz çevre koşullarının
önlenmesinde önemli bir etmen olduğundan,
gübre depolarının yerleşim alanlarına, komşu
işletmelere ve konutlara olan uzaklıkları da
önemlidir. Günümüzde çevre korumaya karşı
ilginin artması, üreticilerin bu etmenleri göz
önüne alacak düzenlemeleri yapmalarını ve
gerekli teknik bilgileri kullanmalarını zorunlu
kılmaktadır (Anonymous, 1996a). Ancak
işletmelerin çoğunda ahır yerinin seçiminde göz
önüne alınması gereken temel prensiplere
uyulmamakta, yer seçimi ve barınak
konumlandırılmasında hatalar yapılmaktadır.
İşletmelerde yapılar belirli düzene göre
yerleştirilmemiştir. Ahırların büyük kısmı
işletme avlusu içinde yer almış olup, konutlarla
bütünleşmiş durumdadır. Ayrı konuta sahip
işletmelerde ahırla konut arasındaki uzaklık 234 m arasında değişmekte olup ortalama 14
m’dir. Katı ve sıvı atık birikimlerinin yapıldığı
yerlerin
genelde
ahırlarla
sırt
sırta
konumlandırıldığı belirlenmiştir. İşletmelerde
atık yığınları komşu işletmelere oldukça yakın
olup, çevresel sorunlara neden olmaktadır.
Hayvancılık işletmelerinde oluşan katı ve sıvı
atıkların iyi bir şekilde depolanmasının yanında
göl, nehir, dere, sulama ve drenaj kanalı gibi
yapılara olan uzaklıkları da önemlidir.
İşletmelerde
atık yığınlarının söz konusu
yapılara olan uzaklıkları 2-600 m arasında
60
değişmekte ve ortalama 210 m olmaktadır.
Gübre yığınlarının mevcut su şebekesine
uzaklığı 8-600 m arasında değişmekte olup
ortalama 37 m’dir. Gübre depolarının süt sağım
ünitelerine olan ortalama uzaklığı ise 27 m
olarak belirlenmiştir. Yeni yapılacak gübre
depoları kokuyu en aza indirecek, iş gücü
gereksinimini en alt düzeyde tutacak bir
konuma yerleştirilmeli, göl ve benzeri su
kaynaklarına, akarsulara ve yer altı sularına
karşı potansiyel kirliliği en aza indirecek
şekilde konumlandırılmalı, güneşte ve su
basacak yerlerde bulunmamalı, kuyu ve benzeri
yerlerden en az 30 m, süt sağım ünitelerinden
en az 15 m uzaklıkta yapılmalıdır (Anonim,
1988; Anonymous, 1996a; Anonymous, 1996b;
Gür,1993; Mutlu, 1999).
İşletmelerde ortaya çıkan hayvansal
atıkların depolama süresi, 3-8 ay arasında
değişmekte olup ortalama 5 aydır. Barınaklarda
oluşan hayvansal atıkların miktarı, hayvanların
barınaklarda kalma süreleri ile doğrudan
ilgilidir. Hayvanların barınaklarda kalma
süreleri arttıkça, barınak içi çevre koşullarının
denetimi ve çevre koşullarının optimum
düzeylerde kalması zorlaşmaktadır.
Yörede küçük hayvancılık işletmelerinde
atık sorunu olmayıp ortaya çıkan gübre toprak
ıslah edici bir materyal olarak kabul edilmesine
karşın hayvancılığın hızla gelişmesi ile
hayvansal gübrenin dağılımı sorun olmuştur.
Bağ, bahçe ve tarla verimliliği için aranan bir
madde olan gübrenin, işletmenin kendi
arazisinde kullanılması uygun olur. İncelenen
işletmelerde gübre genellikle tarım alanlarında
organik madde içeriğini artırma amacı ile
değerlendirilmekte, ancak gübreyi depolarken
gübrenin olgunlaşıp tarım alanları için yararlı
hale
gelmesini
sağlayacak
önlemler
alınmamaktadır. Bu durum gübre kalitesini
düşürmekle birlikte, koku ve görüntü kirliliği
gibi çevre sorunlarını da beraberinde
getirmektedir. İşletmelerin % 87’sinde katı
atıklar tarım alanlarına serilerek, % 5’inde
komşu çiftliklere verilerek, % 7’inde satılarak
değerlendirilmektedir. Gübreliği bulunmayan
işletmelerin % 98’inde gübre araziye
yığılmaktadır. Gübre bu işletmelerin % 3’ünde
taş döşeme üzerine, diğerlerinde toprak zemine
yığılmakta, iki işletmede ise doğrudan nehre
boşaltılmaktadır. Yörede atık suların direk
araziye boşaltılması son derece yanlış bir
uygulamadır. Atık sular düşük killi toprağa
S.KARAMAN
sahip işletme arazilerinde bir yerüstü su
kaynağına ulaşıp onu kirletinceye kadar toprak
yüzeyinde akışına devam etmekte, geçirgen
toprağa sahip arazilerde ise su toprak boyunca
aşağılara doğru sızarak yer altı suyunu
kirletmektedir (Bonner et al., 1995; Barker,
1996). Ayrıca gübrenin direk toprağa verildiği
durumlarda kokma, bitkilerde kuruma ve
yanıklar görülmektedir. Gübrenin üzerinin
plastikle örtülerek kapatılıp bekletildikten sonra
araziye atılması durumunda ise toprak ve bitki
daha az zarar görmektedir. Bu nedenle gübrenin
gübreliklerde
olgunlaştırıldıktan
sonra
kullanılması gerekmektedir.
Gübre ve idrar tarım işletmelerinde birlikte
ve belirli ölçülerde kullandıklarında bir atık
değil, bitkisel üretimi artırma amacıyla
değerlendirilen bir ticari madde olarak önem
kazanırlar. Bu şekildeki kullanımda organik
maddeler açısından toprağın dengesi korunur.
Toprağın fiziksel yapısını düzeltmek ve bitkisel
üretime destek amacıyla gübre ve idrar
kullanımı belirli ölçüleri aştığında üretim
miktarı, ürün niteliği, toprak yapısı, yer altı ve
yer üstü suları olumsuz yönde etkilenmeye
başlar. Önceleri çayır-mera ya da tarla gibi
arazilerde kullanılan gübrelerin oluşturduğu
sorunlar üzerinde fazla durulmamıştır. Ancak
günümüzde hızlı bir şekilde gelişme
göstermesi, hayvansal atıkların bir sorun olarak
karşımıza
çıkmasına
neden
olmuştur.
Hayvancılık işletmelerinde her türlü atığın,
gübre ile idrardan kaynaklanan kirli suların
geçirgen topraklardan sızarak taban suyuna
ulaşması önemlidir. Bu karışma eğimli
arazilerde ve yağışlı havalarda yüzey suları için
de söz konusu olur ve akarsu başka bölgeye
taşıdığı kirliliği o bölgedeki taban suyuna da
geçirebilir. Kirlenen taban suları özellikle nitrat
bakımından zenginleşirken, yüzey suları fosfor
ve nitrojen içerikleri bakımından yüksek
değerlere ulaşmaya başlar. Balık ölümlerinin en
önemli nedenlerinden biri, suya gübre ile gelen
organik maddelerin çürümeleri sırasında
kullanılan oksijenin su içi oksijen miktarlarını
azaltmasıdır. Diğer yandan yüzey sularına
karışan gübre ve idrar sızıntıları ortamdaki
alglerin ve otların çoğalmasını hızlandırmakta,
daha sonra bunlar çürüyerek ve çürürken de
oksijen kullanarak ek bir kirlenmeye neden
olmaktadır (Ergül, 1989; Alagöz ve ark., 1996).
Araştırma yöresindeki işletmelerde dikkatli
ve bilinçli olmak koşuluyla, atık sular özellikle
çayır ve yem bitkileri gibi yüksek miktarlarda
bitki besin maddelerine gereksinim duyan
ürünlerin yetiştirilmesinde de kullanılabilir.
Hayvancılık işletmelerinde atık suların
depolama ve yönetimi, basit bir şekilde
yapılmış
havuzlarda
biriktirilmesi
ile
sağlanabilir. Yapılan araştırmalar, hayvancılık
işletmelerinde ortaya çıkan atık suların
havuzlarda uygun şekilde depolanması ve
yönetimi sayesinde, çayır ve yem bitkilerinin
sulama suyu ve bitki besin maddesi
gereksiniminin
karşılanması
için
kullanılmasının bitki kalitesinde ve üretimde
olumsuz etkiye neden olmadığını, hatta içerdiği
bitki besin maddeleri nedeniyle elde edilen ürün
miktarının doğal su kaynakları kullanarak
yapılan sulamalarla elde edilenden daha fazla
olduğunu göstermiştir. Uygulamada dikkat
edilmesi gereken en önemli nokta, bitkinin
gereksinim duyduğu ve aynı zamanda çevre
kirliliğine neden olmayacak miktarda atık
suyun tarımsal üretimde kullanılmasıdır. Azot
ve fosfor, atık suyun uygulama miktarını
etkileyen en önemli iki elementtir. Yüksek
konsantrasyonlarda azot ve fosfor içeren atık
sular diğer kullanılabilir su kaynaklarıyla
karıştırılarak kullanılmalıdır. Ayrıca havuzlarda
biriktirilen atık sular, besin maddesi
konsantrasyonu
yönünden
farklılık
gösterdiğinden, sulama suyu ve besin maddeleri
gereksinimini karşılamak için kullanılmadan
önce analiz edilerek uygulama oranının
belirlenmesi gerekir (Hermanson ve Thomason,
1992; Bonner et al. 1995; Barker, 1996; Kurunç
ve Karaman, 2004).
İşletmelerde bir diğer önemli konu ise
koku kirliliğidir. Karaman (1996), Tokat
yöresindeki besi sığırı ahırlarında farklı
zamanlarda yaptığı ölçüm sonuçlarına göre
karbondioksit, amonyak ve hidrojen sülfür
gazlarının hayvan sağlık ve verimi olumsuz
yönde
etkileyecek
düzeyde
olduğunu
belirlemiştir. Barınaklarda oluşan kokular
bakıcıların ve hayvanların sağlığı için son
derece önemlidir. Yörede yoğunlaşan hayvan
yetiştiriciliğinin yerleşim alanları çevresinde
yaydığı koku nedeni ile bir takım sorunlar
yaratmaktadır. Bu olumsuz çevre faktörünün
etkisi, hakim rüzgar yönü ile birlikte işletme
yapıları ve diğer komşu işletmelere ait yapılar
arasında mevcut yükseklik farkının olup
olmaması ile yakından ilgilidir. Yörede incelen
işletmelerin çoğunda yer seçimine ve barınak
61
Tokat Yöresinde Hayvan Barınaklarından Kaynaklanan Çevre Kirliliği ve Çözüm Olanakları
konumlandırılmasına özen gösterilmemiştir.
Barınaklar genellikle konutlara bitişik olarak
yapılmış olup
işletme yapıları ile komşu
işletme yapıları arasında yükseklik farkı
bulunmamaktadır. İşletmelerin % 46’sında
konut ahır kokusundan etkilenmektedir. Yörede
evlerin zemin katları genellikle hayvan barınağı
olarak kullanıldığından, barınaktan çevreye
yayılan kötü kokulu yüksek oranda amonyak ve
karbondioksit içeren kirli hava, üst kattaki
konutun iç atmosferinin de kirlenmesine yol
açmaktadır.
Ayrıca
kokunun
oluştuğu
barınakların yerleşim yerlerine yakın olması,
burada yaşayanları da rahatsız etmektedir.
Özellikle hidrojen sülfür ve amonyak gazının
daha belirgin bir etkisi vardır. Koku daha çok
gübre ve idrardan olmak üzere hayvanlardan,
bozulmuş
yem
yığınlarından,
yemin
hazırlanması, depolanması,
işlenmesi vb.
kaynaklanmaktadır. Bu kaynaklar üzerinde
oluşan koku, rüzgarın etkisi ile daha uzak
yerlere taşınabilmektedir. Açık gübreliklerde
gübre boşaltma ve doldurmalarda, kompostun
tarlaya serilmesi sırasında daha yoğun koku
oluşmaktadır. Gübre kokusunun yayılma
fazlalığı, kötü bakım teknikleri ve gübredeki
işletim işleri ile yakından ilgilidir. Yığılan
gübrede yüksek ısı ve nem etkisi ile
bakteriyolojik parçalanma oluşarak amonyak
çıkışı artmakta, çevreye rahatsız edici kesif bir
koku yayılmakta, yayılan bu kötü koku
sonucunda sinek, böcek vb. haşereler
çoğalmaktadır.
Rüzgar yönü, hızı, nem, topoğrafya,
sıcaklık ve diğer meteorolojik olaylar koku
yayılmasına, görüntü ve çevre kirliliğinin
oluşmasına neden olmaktadır. Yöredeki
işletmelerin çoğunda kuzey doğu şeklinde olan
hakim rüzgar yönü, barınaklardaki kokuyu
yerleşim
yerlerine
taşıyacak
şekilde
olmamalıdır. Barınaklar ve gübreliklerin
yerleşim birimi ve işletme yapılarından daha
yüksek yerlerde yapılmaması ve yaklaşık 2-4 m
uzaklık bırakılması ile istenmeyen koku sorunu
çözümlenebilir. Konutların zemin katları
hayvan barınağı olarak kullanılmamalı, konutlar
ayrı bir yerde ve barınaklarda oluşacak
atıklardan
etkilenmeyecek
şekilde
konumlandırılmalıdır. Gübreliklerin yapılacağı
yerlerdeki hakim rüzgarlar göz önüne alınarak,
altlık ve gübre çevreye pis koku yaymayacak
şekilde konutlardan uzak ve üstü kapalı
62
yerlerde depolanmalı, bu olanaksız ise açıkta
depolanan gübrenin üzeri örtülmelidir.
Karaman (1996) yaptığı araştırmada, Tokat
yöresindeki besi sığırı ahırlarında çevre
koşularının hayvanların sağlık ve verimlerini
olumsuz yönde etkileyecek derecede kötü
olduğunu belirlemiştir. İşletmelerin barınak içi
çevre koşulları ve çevre yerleşim planlaması
yönünden yetersiz olması hayvan ölümlerinin
artmasına neden olmakta, barınak içinde oluşan
hayvansal katı ve sıvı atıkların uygun şekilde iç
ortamdan uzaklaştırılmaması, barınak içi
mevcut boşaltım sistemlerin yetersiz olması ve
uygun depolanmaması, insan ve hayvan
sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir.
İşletmelerde yetiştirme periyodu döneminde
ölüm oranı % 1-10 arasında değişmekte olup
ortalama % 4,7’dir. Hayvanların sağlık
kontrollerinin yapılmaması, iç ve dış
parazitlerden temizlenmemesi, hastalıklara
karşı aşılatılmaması sonucu verim düşmekte ve
ölüm oranı artmaktadır. Ölen hayvanların
işletmelerden uzaklaştırılması, uygun yerlere
gömülmesi ve kesilerek etinin tüketilmesi
şeklindedir. İşletmelerde ölü hayvanlar koku,
sinek ve sağlık riskleri taşıdıklarından, sağlık
koruma ve hastalık kontrolü amacı ile hızla
barınaklardan çıkarılması, yakılarak, çürütme
çukurlarına atılarak veya derine gömülerek
imha edilmeleri gerekir. Sağlık önlemlerini
yerine getirmek için işletmelerde hasta
hayvanların imha edildiği imha çukurları veya
yakma fırınları bulunmalıdır. İncelenen
işletmelerde hayvan ve çalışanların sağlığını
koruma
amacı
ile
barınak
tabanının
kireçlenmesi,
periyodik
olarak
yapılan
ilaçlamalar ve temizlikler şeklinde önlem
alınmaktadır. İşletmelerin % 26’sında bu
konuda herhangi bir önlem alınmamıştır.
İşletmelerdeki
barınaklarda
yemden,
altlıktan, yapı malzemelerinden, hayvanların
dışkı, tüy, kıl ve deri döküntüleri ile vücut
salgılarından oluşan tozlar da önemli oranda
çevre kirliliği yaratmaktadır. Araştırma
yöresindeki işletmelerde barınaklarda yemden
kaynaklanan tozun önlenmesi için otomatik ve
yarı
otomatik
yemlikler
kullanılmalı,
hayvanlara pelet yemler verilmeli, bağıl nemin
% 50’den aşağı düşmesi önlenmeli, bu amaçla
barınak içine nemlendiriciler yerleştirilmelidir.
Barınaklarda toz üretiminde hayvanların cinsi,
yaşı, yemleme şekli, barındırma şekli, hayvan
yoğunluğu, kullanılan altlığın çeşidi ve tazelik
S.KARAMAN
durumu, hayvanların ve bakıcıların aktiviteleri,
ışıklandırma periyodu, sıcaklık, bağıl nem,
havalandırma miktarı ve hızı etkili olmaktadır.
Toz hastalık etkeni mikroorganizmaların bir
yerden diğer bir yere taşınmalarında aracı
durumdadır. Bu nedenle iri toz parçacıkları
fazla sayıda mikroorganizma taşıdıklarından
önemlidir. Tozlar sıvı moleküllerini tutabilme
yeteneğine sahip olup, bazı virüs ve bakterileri
taşıyabilmektedirler.
Çevrenin
toz
ile
kirlenmesinin hayvan barınaklarında çalışanlar
üzerinde alerjiler oluşturması söz konusudur.
Alerjik etkenler; allergen bakteri, mantar,
organik toz gibi maddelerdir ve hayvancılık
yapılan her yerde havada uçuşur durumda bol
miktarda bulunurlar. Bunlar dokunma ve
solunum yoluyla insan ve hayvana geçerek etki
gösterirler (Owen,1982;
Okuroğlu, 1987a;
Okuroğlu, 1987b; Ergül, 1989).
Yörede önemi henüz yaygınlaşan slaj
kullanımı hızla gelişmekte olup, 2003 yılı
verilerine göre 6622 işletme tarafından 115 342
ton mısır slajı üretilmiştir. İşletmelerin %
85’inde slaj açıkta yığınlar halinde üzeri
örülerek biriktirilmekte, diğerlerinde ise toprak
üzerine üç tarafı kapatılarak ahır yanına
yapılmış yapılarda depolanmaktadır (Anonim,
2004). Yemlerin silo edilerek saklanmasında
atık madde olarak oluşan silo suyu, siloya
doldurulan yeşil yemin hücre suyu ile yeme
bağlı sudan oluşur. Miktarı silo yeminin kuru
maddesine bağlı olup, silonun yağmur alması
bu miktarın artmasına neden olur. Silo suyu
oluşumu silolanan yeme göre farklılık gösterir.
Silo suyu bozulmuş organik maddelerce yoğun
olduğundan, aerob mikrobiyal parçalanma için
önemli miktarda oksijene gereksinim duyulur.
100 m3 silo sızıntı suyu, kirlilik açısından 250
000 m3 ev atık suyu karşılığı bir etkiyi sahiptir.
Genelde silo sızıntı suyu insan ve hayvan
sağlığı için zararlı olmakla birlikte, akarsu veya
göllere karışması durumunda önemli ölçülerde
balık ölümlerine yol açar. Silo sızıntı suyu
taban suyuna ulaştığında içme suyu için de
büyük tehlike oluşturur. Taban suyunun
bozulması geniş oranda toprak yapısına ve
toprağın yüklendiği silo suyuna bağlıdır. Bu
nedenle tabanı iyi yalıtılmamış toprak siloların
etkisi daha büyüktür. Yörede yeni yapılacak
yeşil yem siloları kaynak ve kuyulara en az 100
m uzaklıkta yapılmalıdır. Silo suyunun bir
yerde toplandıktan sonra tarlaya organik madde
kaynağı olarak serpilmesi düşünülebilir. Sığır
gübresine oranla yarı yarıya nitrojen içeren silo
suyundaki fosfat ve potasyum miktarı, sığır
gübresindeki ile eşit düzeyde olmasına karşın,
toprak reaksiyonlarını bitkiler tarafından
değerlendirilen besin maddelerini ve toprak
strüktürünü olumsuz yönde etkilemesi olasıdır.
Bu nedenle silo suyunu fazla miktarda ve
bitkilerin gelişme dönemlerinde gübre olarak
tarlaya serpmemelidir. Silo suyu çeşitli besin
maddeleri içermesine karşın yemlemede
kullanılması önerilmez. Silo suyunun dinlenme
havuzlarına alınarak saklanması ise pahalı bir
yöntem olduğundan akarsu, toprak ve bitkilere
en az zarar verecek şekilde değerlendirilmesine
çalışılır (Kılıç, 1986; Ergül, 1989).
İşletmelerin % 94’ünde samanlık, %
71’inde yaş şeker pancarı posasını muhafaza
edebilmek için posa havuzu bulunmaktadır. Bu
durum işletme ekonomisi, yem kalitesi ve
çevresel yönünden olumlu etki yapmaktadır.
Samanlıkların duvarları çoğunluğunda taş olup
tabanları % 28’sinde taş, % 49’unda beton, %
23’ünde topraktır. Samanlığı bulunmayan
işletmelerde saman avluda veya servis
yapılarına yakın bir arsa üzerinde yığınlar
halinde üzeri plastik, ot veya çamur örtülerek
saklanmalıdır. Hayvan barınaklarında yem
depoları, barınağa yakın fakat konuta uzak
olmalı, yeterli boyutta ve uygun konstrüksiyona
sahip, doldurma boşaltılması kolay, çevre
kirliliği yaratmayacak şekilde ve yemi
depolayabilecek özellikte olmalıdır (Alagöz ve
ark., 1996).
İşletmelerin
hiçbirisinde
kesimhane
ünitesine rastlanmamıştır. Kesim işleri genelde
şehir
merkezlerindeki
mezbahalarda
yapılmaktadır.
Hayvanların
kesimleri
işletmelerde yapılacaksa, ayrı bir kesim binası
projelenmeli, kesimhane içerisinde kesim yeri,
bekleme odası, duş, tuvalet, soğuk hava deposu
bulunmalı, duvarları fayans yapılmalı, drenajı
iyi olmalı, kesimden sonra malzeme uygun
şekilde ortamdan uzaklaştırılarak çevre kirliliği
yaratılmamalıdır (Alagöz ve ark., 1996).
Kesimhanelerin
planlanmasında
yapı
özellikleri,
maliyet,
temizlik
koşulları
ekipmanların çalışanlar için uygunluğu, bakım
kolaylığı, yerel ve merkezi yönetimlerin
koyduğu kurallar gibi etmenler göz önünde
bulundurulmalıdır (Özen,1986).
Kesimhanelerin projelenmesinde yapısal
özellikler yanında çevre kirliliği bakımından
yer seçimi de önemlidir. Doğal hayatın
63
Tokat Yöresinde Hayvan Barınaklarından Kaynaklanan Çevre Kirliliği ve Çözüm Olanakları
etkilenmemesi için yeşil alanlar ile kesimhane
arasında 20 m’lik uzaklık bulunmalıdır (Öztürk,
2003).
4. Sonuç
Yapılan tahminlere göre 10 000 adet
büyükbaş hayvan bir günde yaklaşık 300 ton
gübre üretmektedir (Anonim, 1992). Bu
atıkların giderilmesi ve hatta bitkisel üretim için
yararlı olarak kullanılmasında en etkili yol,
gübrenin tarımsal alanlarda ve tekniğine uygun
olarak
tarımsal
amaçlı
kullanımıdır.
Hayvancılık işletmelerinde çevre sorunlarına
neden olan atıklar, aynı zamanda önemli bir
ekonomik potansiyeldir. Hayvansal kaynaklı
atıkların çoğunun gübre ve yem üretimi gibi
alanlarda kullanımı olasıdır. Bu nedenle
hayvansal atıkların değerlendirilmesi yoluna
gidilmesi ile çevre baskısı azaltıldığı gibi, atıl
durumda
bulunan
ekonomik
kaynak
değerlendirilmiş olacaktır. Son yıllarda hayvan
gübresine uygulanan işlemlerle (havalandırma,
biogaz üretimi, kompost yapma ve kurutma)
çevreye daha az zarar vermesi ve tarlada
organik gübre olarak daha etkin olması
olanakları yaratılmaktadır. Nitekim belirtilen
işlemlerle
çevreye
yayılan
pis
koku
azaltılmakta, hastalık etkenleri öldürülmekte,
atık madde, hidrojen içeriği belirli düzeyde
tutulmakta veya düşürülmekte, gübre ağırlığı ve
hacmi bakımından önemli ölçülerde bir azalma
sağlanmaktadır (Ergül, 1989). İşletmelerde atık
gazlardaki toz emisyonlar ve kokulu salgılar,
işletme koşullarında gösterilecek özenle
azaltılmaya çalışmalı, atık gazlar baca
üzerinden atmosfere atılmalı, kullanıma uygun
olanlar
depolanmalı,
biogaz
olanakları
araştırılmalı, sıvı
dışkılar uygun şekilde
toplanmalı ve depolanmalı, gübre depolama
alanları üç aylık atıkların depolanabileceği
boyutlarda projelendirilmelidir. Bu şekilde
yerleşim yerinde veya yakınlarında olan
yerlerde bulunan hayvan barınaklarının çevre
kirliliği yaratması önlenebilir (Anonim, 1988;
Alagöz ve ark., 1996; Mutlu, 1999). Yöredeki
İşletmelerin çoğunda işletme yapısı içerisinde
mevcut yapıları kapsayacak yerleşim planının
olmaması sonucu oluşan çevresel etmenler,
tesisler arasının ağaçlandırılması, işletmelerin
çitlerle çevrilmesi, işletmelerde oluşan yem,
çöp ve hayvansal atıkların kapalı yapılar
içerisinde depolanarak görüntü kirliliğinin
önlenmesi, konutlardan boşaltılan atık suların
64
kuyu, çeşme vb. karışmadan tahliye edilmesi
için kapalı borulu sistemin kullanılması
gerekmektedir (Mutlu, 1999). Uygun şekilde
tasarlanarak yapılmış atık su havuzları, yıl
boyunca biriktirilen atık suyun doğru yerde ve
doğru zamanda kullanılmasını olanaklı kılarak
yalnızca
çevre kirliliğinin önlenmesine
yardımcı olmakla kalmaz, aynı zamanda
hayvanlar ve çevredeki diğer canlılar için de
daha sağlıklı bir ortamın oluşmasını sağlarlar.
Bu tür bir sistem işletmeye ek bir maliyet
getirse de, atık suyun sulama mevsiminde planlı
ve uygun bir şekilde kullanılması, işletmenin
sulama suyu ve gübre masraflarını düşürerek bu
ek maliyeti fazlasıyla karşılayabilmektedir
(Hermanson ve Thomason, 1992).
Geçmişte atık suların depolama ve
yönetimi ile ilgili yasal düzenlemeler
olmamakla birlikte çevre korumanın öncelikli
yere sahip olduğu günümüz toplumlarında ve
hayvancılık
işletmelerinden
kaynaklanan
atıkların
depolama,
yönetim
ve
değerlendirilmesiyle ilgili birtakım yasal
düzenlemeler ortaya konulmuştur. Bugün
birçok ülke, sahip olduğu yeraltı ve yerüstü su
kaynaklarının kirletilmesini yönetmeliklerle
yasaklamıştır (Bonner et al., 1995; Barker,
1996). 6.05.1930 tarih ve 1489 sayılı Resmi
Gazetede yayınlanan 1593 sayılı Umumi
Hıfzıssıha Kanunu’nun 246. maddesinde yirmi
binden fazla nüfusu olan şehirlerde, caddelerde
veya belediyelerce belirlenecek alanlar içinde
hayvan
barınağı
bulundurulması
yasaklanmaktadır. 11.08.1993 tarih ve 18132
sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 2872 sayılı
Çevre Kanunu’nun zararlı kimyasal maddelerle
ilgili 13. maddesine göre havada, suda veya
toprakta kalıcı özellik gösteren ve ekolojik
dengeyi bozan kimyasal maddelerin üretim,
ithal, taşıma, depolama ve kullanımında çevre
korunması esasları göz önüne alınmalıdır. Bu
tür maddelerin üretimi, ithal, taşıma depolama
ve
kullanımına
ilişkin
sınırlamaların,
yönetmelikle belirleneceğini ifade edilmektedir.
Yasa, yönetmelik ve tüzüklerin bu konuda
yeterliliği değerlendirme konusu yapılırsa,
hayvan barınaklarının çevre üzerine yapacağı
olumsuz etkilerin ortadan kaldırılması olasıdır.
Ancak sorun yasa, yönetmelik ve tüzüklerde
belirtilen önlemlerin uygulamaya konulmasında
ortaya çıkmaktadır. Bu konuda yapılabilecek
pek çok işlemler ve alınması gerekli önlemler
bulunmaktadır (Alagöz ve ark., 1996).
S.KARAMAN
Kaynaklar
Alagöz, T., Kumova, Y., Atılgan, A. ve Akyüz, A., 1996.
Hayvancılık Tesislerinde Ortaya Çıkan Zararlı
Atıklar ve Yarattığı Çevre Kirliliği Üzerine Bir
Araştırma. Tarım-Çevre İlişkileri Sempozyumu
Mersin Üniv. Müh. Fak., Mersin.
Anonim,1987,Hayvan Barınakları-Havalandırma Kuralları
TS 5016. Türk Standartları Enstitüsü, Ankara.
Anonim, 1988. Türk Çevre Mevzuatı. Türkiye Çevre
Sorunları Vakfı Yayını, Ankara.
Anonim, 1992, Agro-Chemicals News in Brief. Vol:15, 48 p October-December.
Anonim, 2002, Tarımsal Yapı. T.C. Başkanlık Devlet
İstatistik Enstitüsü, Ankara.
Anonymous, 1996a. Manure Stroge Safety. Standart of
ASAE, 466, p:640-642
Anonymous, 1996b. Design of Anaerobic Lagoons For
Animal Waste Management. Standart of ASAE,
EP470, p:642-647
Anonymous, 2004, Tokat Tarım İl Müdürlüğü, Proje
İstatistik Şube Müdürlüğü, İstatistik Bilgileri.Tokat.
Barker, J.C. 1996. Lagoon Design and Management For
Livestock Waste Treatment and Storage. North
Carolina State Univ. Coop. Ext. Serv. EBAE 10383. Raleigh, North Carolina. 8 P.
Bonner, J., Thomas, J., Crenshaw, M., McKinley, B. and
Burcham. T.N. 1995. Managing Animal Waste
Nutrients. Mississippi State Univ. Coop. Ext. Serv.,
Mississippi. No: 1937. 12 p
Erensayın, C., 1992. Tavukçuluk;Bilimsel-Teknik-Pratik.
72 DTFO matbaası, Ankara
Ergül, M., 1989. Hayvansal Üretim ve Çevre Kirliliği.
Yem Sanayi Derg., Sayı, 64, Ankara.
Gür, K., 1993. Tarımda Çevre Sağlığı Problemleri ve
Çözüm Yolları. Ziraat Müh. Derg., 265, Ankara.
Harner, J.P., Murphy, J.P., David, V., 1997. Manure
Stroge Structures for Kansas Dairies. Proceeding of
the 5. International Symposium (May 29-31).
Bloomington, Minnesota.
Hermanson, R.E. and Thomason, E.L. 1992. Managing
Livestock Manure To Protect Groundwater.
Washington State Univ.Coop. Ext. Serv. Extension
Bulletin No:1717. Pullman, Washington. 6 p.
Karaman, S., 1996, Tokat ilinde Kamu Kuruluşları
desteğiyle yapılan Besi Sığırı Ahırlarının Yapısal ve
Çevre Koşulları Yönünden Durumu ve Geliştirme
olanakları Üzerine bir Araştırma. Atatürk Üniv. Fen
Bilimleri Enstitüsü, Tarımsal Yapılar ve Sulama
ABD, Doktora Tezi, Erzurum.
Kılıç, A., 1986.Silo Yemi Bilgehan Yayınevi, İzmir.
Kurunç, A. ve Karaman, S., 2004. Hayvancılık
İşletmelerinde
Atık
Suların
Havuzlarda
Depolanması. Tarım Sanayi Çevre, 3.Ulusal Gübre
Kongresi Bildiri Kitabı, 11-13 Ekim 2004, Tokat.
Mutlu, A., 1999. Adana İli Çevresindeki Hayvancılık
Tesislerinde Ortaya Çıkan Atıkların Yarattığı Çevre
Kirliliği Üzerinde Bir Araştırma. Çukurova Üniv.
Fen Bilimleri Enstitüsü, Tarımsal Yapılar ve Sulama
ABD, Yüksek Lisans Tezi, 99s, Adana,
Okuroğlu, M.,1987a. Hayvan Barınaklarında Zararlı
Gazlar, Toz ve Etkileri. Et ve Balık Endüstrisi
Derg.,8 (49), Ankara.
Okuroğlu, M.,1987b. Kümeslerde Toz ve Tozun Zararları.
Yem Sanayi Derg., 55, Ankara.
Ongley, E.D., 1996. Control of Water Pollution From
Agriculture. FAO Irrigation and Drainage 55, Roma.
Owen, J.E., 1982. Dust-The Problem and Possibilities,
Farm Building Progress, 67, p:3-6.
Özek, E., 1994. Tarımdan Kaynaklanan Çevre Kirlenmesi
ve Simülasyon Çalışmaları. Ankara Üniv. Fen
Bilimleri Enstitüsü, Zootekni ABD, Yüksek Lisans
Tezi, 79 s, Ankara.
Özen, N., 1980. Tavukçuluk. Ondokuz Mayıs Üniv Ziraat
Fak., No: 11, Samsun.
Öztürk, T., 2003. Tarımsal Yapılar. Ondokuz Mayıs, Üniv.
Ziraat Fak. Ders Kitabı, No: 49, Samsun.
65
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 67-76
Tokat Yöresindeki Kafes Sistemli Kümeslerin Yapısal ve Çevre Koşulları
Yönünden Durumu ve Geliştirilme Olanakları*
Sedat Karaman1
1
Gazanfer Ergüneş2
Sefa Tarhan2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü, 60240, Tokat
2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Makineleri Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Günümüz tarım sektörü içinde tavukçuluk, gerek sermaye kullanımı ve gerekse ekonomiye katkısı
bakımından önemli bir yere sahiptir. Özellikle ülkemizdeki tarımsal faaliyetler içinde teknolojik gelişmeleri
yakından takip edebilen tavukçuluk sektörü dünyada önemli bir yer tutmaktadır. Tavukçulukta verimliliğin
artırılmasında üzerinde durulması gereken konulardan birisi de, barınma koşullarının iyileştirilmesi ve
geliştirilmesine yönelik çalışmaların devam ettirilmesidir. Tokat yöresindeki tavuk kümeslerinin mevcut
durumu, özellikleri, yeterlilikleri ve iyileştirme olanaklarını sağlamak amacı ile yapılmış olan bu çalışmada
faaliyet gösteren ve tamamı kafes sistemli olan 9 kümes incelenmiştir. Kümeslerin bir kısmında tavuklar için
uygun çevre koşullarının sağlanamadığı ve kümes planlamasında gerekli ilkelerin yeterince göz önüne
alınamadığı saptanmıştır. Araştırma yöresi hakkında genel bilgiler ve araştırmadan elde edilen verilerin ışığı
altında kümeslerin geliştirilme olanakları açıklanarak önerilerde bulunulmuş ve bölge için uygun görülen
kümes tiplerine ilişkin planlar hazırlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Yumurta tavuğu kümesleri, çevre koşulları, yapı elemanları, mekanizasyon
The Status and Development Possibilities of Structural and Environmental
Conditions of Caged Houses in Tokat Area
Abstract: Poultry production has an important place in current agricultural sector in terms of both capital
use and contribution to economy. Poultry production is one of the agricultural activities closely following
and quickly adapting to technological developments in Turkey. Housing conditions of poultry is a very
important factor that can affect the productivity in poultry production. Therefore, the technological
developments and scientific researches on structural configuration and indoor environment of poultry houses
are still continuing and attracting the attentions of researchers and producers. This research considered 9
poultry houses having cage system used for laying hens to analyze the current conditions, specifications,
adequately and improvement possibilities of egg production facilities in Tokat Province. It was determined
that some poultry houses did not have appropriate indoor environmental conditions and did not adequately
follow fundamental structural planning basics. Improvement possibilities and appropriate poultry housing
plans for laying hens for Tokat area were presented based on the research findings and regional facts.
Keywords: Laying hen houses, environmental conditions, building structures, mechanization
1.Giriş
Tavukçuluğun ülke ekonomisi bakımından
önemli bir üretim kolu olduğu kabul edilen
önemli bir gerçektir. Kısa sürede üretime
geçebilme
niteliğinde olan tavukçuluk,
hayvansal protein üretiminin artırılmasında
önemli bir yer tutmaktadır.
Tavuk yetiştiriciliğinde başlıca amaç, diğer
hayvancılık dallarında olduğu gibi belli bir
gidere karşılık en yüksek ve en ekonomik
verimi elde etmektir. Bu da ancak üstün verim
yeteneğine sahip hayvanların uygun çevre
koşullarına sahip barınaklarda yeterli düzeyde
beslenmesi ve bakımı ile sağlanabilir
(Karaman, 1991).
Çevre koşullarının hayvan barınaklarının
yapım şekillerine olan etkileri önemlidir.
Hayvan barınaklarının yapımında amaç;
hayvanları uygun olmayan çevre koşullarından
koruyarak yüksek verim elde etmek için uygun
bir yaşama ortamı sağlamak ve rasyonel bir
yemleme ile gerekli işgücünü en az düzeye
indirmektir. Yapıların bu iki özelliği birlikte
karşılayacak ve hayvanlar için en uygun çevre
koşullarını sağlayacak şekilde projelenmesi,
üzerinde önemle durulması gereken bir konudur
(Okuroğlu,
1981).
Ülkemizde
hayvan
barınaklarının projelenmesinde boyutlandırma
ve iç ayrıntı konularına gereği gibi önem
verilmemesi
sonucu
olarak,
hayvan
barınaklarında uygulanan teknikler çoğunlukla
bu konuda
ileri teknoloji
uygulayan
ülkelerdeki
yöntemlerin
aynen
*Gaziosmanpaşa Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonunca desteklenmiştir.
Tokat Yöresindeki Kafes Sistemli Kümeslerin Yapısal ve Çevre Koşulları Yönünden Durumu ve Geliştirilme Olanakları
aktarılması şeklinde olmuştur. Bölge ve işletme
koşullarına en uygun barınak tiplerini saptayıp
bunları geliştirmeye yönelik özgün araştırmalar
yetersizdir. Tavukçuluğun çoğunluğunun bilim
ve teknikten uzak bir şekilde yapıldığı
ülkemizde, hayvan barınaklarının uygun çevre
koşullarını sağlayacak şekilde planlanması,
projelenmesi veya
mevcut
barınakların
iyileştirilmesi zorunludur. Böylece hayvanlar
elverişsiz çevre koşullarından korunarak
hayvanlar için uygun üretim ortamı sağlanır ve
çevre koşullarının zararlı etkileri önlenmiş olur.
İklim koşullarının yöreden yöreye farklılık
gösterdiği ülkemizde uygun barınak içi çevre
koşullarının sağlanabilmesi için, çeşitli iklime
sahip yörelerin özel koşullara uygun barınak
planlarının hazırlanması ve mevcutlarının
iyileştiril mesi zorunludur. Çevre koşullarının
hayvanlar üzerindeki etkilerini ekonomik
sınırlar içerisinde düzenleyebilecek uygun
barınak tipleri, değişik iklim bölgelerinde
yapılacak araştırmalar sonucunda belirlenebilir
(Öneş ve ark., 1991; Özdemir, 1991).
Tokat ilinde kümesler konusunda bugüne
kadar yapılmış herhangi bir araştırmaya
rastlanmamıştır. Bölgede tavuk yetiştiriciliği
gün geçtikçe gelişmekte, yeni kümesler
yapılmakta, ancak istenilen verim düzeyine
ulaşılamamaktadır. 2000 yılında Tokat ilinde
yumurta tavuğu sayısı 425 915 adet olup 3 871
ton yumurta üretimi gerçekleştirilmiştir
(Anonim, 2002). Yörede hayvan yetiştiriciliği
içinde yeni gelişmekte olan tavukçuluğun
gelecekte büyük önem taşıyacağı açık bir
gerçektir. Bölge ve ülke kalkınmasında
gelecekte
büyük
katkıları
olabilecek
tavukçuluğun bilimsel düzeyde ve gereği gibi
yapılmasını sağlayacak olanakların araştırılması
gerekmektedir. Bu araştırmada Tokat ilinde
bulunan ve tamamı kafes sistemli olan yumurta
tavuğu kümeslerinin yapı ve ekipman tasarımı
ile kullanılan sistemlerin (yemleme, gübre
idaresi, sulama vb.) tavuk yetiştiriciliğine
uygunluğu, karşılaşılan sorunlar ile çözüm
yollarının belirlenmesi ve elde edilen veriler
ışığı altında yörede gelecekte yapılacak
kümeslerin planlanmasında genel ilkeleri
belirleyerek, yörenin iklim koşullarına uygun
kümes planları hazırlanması amaçlanmıştır.
68
2.Materyal ve Yöntem
2.1.Materyal
Tokat yöresi tavukçuluk işletmelerindeki
kümeslerin çeşitli özelliklerini incelemek,
yeterliklerini ve geliştirilebilme olanaklarının
saptamak amacı ile farklı yapı ve teknik
özelliklere sahip değişik kapasiteli 9 adet kafes
sistemli
kümes
araştırma
materyalini
oluşturmaktadır. Bu işletmelerden anket ve
arazi çalışmaları şeklinde sağlanan bilgiler ise
analiz edilen materyali oluşturmuştur.
2.2.Yöntem
Araştırmanın
yürütülmesine
olanak
sağlayacak verilerin elde edilmesi amacı ile
yöredeki tavuk işletmeleri ile ilgili gerekli
bilgiler toplanmış, bilgilerin değerlendirilmesi
sonucunda yörede ticari amaçlı tavukçuluk
işletmelerinin sayısının az olduğu ve aralarında
farklılıklar bulunduğu saptandığından, tüm
kümeslerin
araştırma
materyali
olarak
alınmasına karar verilmiştir. Araştırmanın arazi
çalışmalarında işletmelere gidilerek kümesler
yapı ve ekipman tasarımı ile malzeme
yönünden incelenmiş, gerekli veriler ve
kümeslerin teknik özellikleri işletmelerde
çekilen fotoğraflarla, çizilen kroki, kesit ve
görünüşlerle, yapılan anket ve gözlemlerle
sağlanmıştır. Arazi çalışmaları sonucunda elde
edilen veriler, büroda literatür bilgileri ışığı
altında değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler
sonucunda yöre koşullarına uygun kafesli tip
kümes planları geliştirilmiştir.
Barınak içi çevre koşulları konusunda fikir
edinmek amacıyla kümeslerin tamamında kış
mevsimi boyunca datalogerler ile sıcaklık, bağıl
nem ve lüksmetre ile aydınlatma şiddeti
ölçümleri yapılmıştır.
Kümesler için ısı ve nem dengesi
hesaplamaları ile ısı iletim katsayısının
hesaplanması Esmay (1974), Anonymous
(1976), Mutaf ve Sönmez (1984), Maton et al.
(1985), Öneş ve Olgun (1986), Anonymous
(1987a), Anonymous (1987b) ve Ekmekyapar
(1981), Ekmekyapar (1981) da verilen ilkelere
göre yapılmıştır. Havalandırma sistemlerinin
planlanması
ve aydınlatma
durumunun
değerlendirilmesinde, Anonymous (1976),
Anonymous (1980), Anonymous (1981),
Anonymous (1987a) ve Ekmekyapar (1993)’da
verilen esaslar göz önünde tutulmuştur.
Kümeslerde taban alanı, yapı elemanları,
kümes ekipmanlarının mevcut durumlarının
S.KARAMAN, G.ERGÜNEŞ, S.TARHAN
değerlendirilmesi ve yöre koşullarına uygun
kümes planlarının hazırlanmasında Anonymous
(1987a), Noton (1982), Balaban ve Şen (1988)
ve Ekmekyapar (1993)’ da verilen esaslar göz
önüne alınmıştır.
3. Bulgular ve Tartışma
Araştırma Tokat yöresinde yumurta
tavukçuluğu yapan toplam 5 işletmeye ait 9
kümeste yürütülmüştür. İşletmelerden 2’si
Merkez İlçe, 1’i Yeşilyurt ve 2’si Turhal
ilçesindedir. İşletmelerden biri dışında tamamı
toplu yerleşim merkezlerine 3-15 km arasında
değişen uzaklıklarda kurulmuştur. Kümeslerin
2’si 1992, 3’ü 1997, 4’ü 1998 yılında inşa
edilmiştir.
İncelenen
işletmelerde
avlu
düzenlemesi sırasında, avlu yerinin seçimine
etki eden topoğrafik koşullar, su kaynağına
yakınlık, avlunun konumu ve rüzgar gibi
etmenler göz önüne alınmıştır. İşletmelerin
tamamında işletme avlusunun topoğrafik yapısı
düz olup avlu alanı 1500-6000 m2 arasında
değişmektedir. Bölgede en fazla yetiştirilen
tavuk cinsi Lohman ve ISA-Brown’dur.
Kümeslerdeki tavuk sayısı 6 500-15 000 adet
arasında olup ortalama 8 400’dür. Tamamı katlı
kafes tipinde olan kümeslerin 2’si doğu-batı,
7’si
kuzey-güney
doğrultusunda
yönlendirilmiştir. Kümes yerinin seçiminde göz
önünde
bulundurulması
gereken
temel
prensiplere olanaklar ölçüsünde uyulmuştur.
İncelenen kümeslerin 2’si ileriki yıllarda
kolaylıkla gelişmeye olanak vermeyecek
şekilde diğer işletme yapıları ile çevrilmiştir.
Yörede yeni yapılacak kümesler, işletmenin
gelecekteki gelişme olanakları göz önünde
bulundurularak ve büyük bir yıkıma neden
olmadan büyümesini sağlayacak şekilde
yapılmalıdır.
3.1. Yapı Malzemesi ve Yapı Elemanları
Kümeslerin yapımında kullanılan başlıca
yapı malzemeleri tuğla, taş, toprak, beton ve
kiremittir. Malzemenin kolay sağlanabilme
kolaylığı, fiyatı, bölgede yapı konusundaki
teknik bilgi ve alışkanlıklar bu malzemenin
kullanılma oranlarını etkilemektedir.
Kümeslerin tamamı, kapasitelerinin büyük
olmaları nedeniyle karkas yapı sisteminde ve
tek katlı yapılmış olup, taban malzemesi olarak
toprak üzeri taş blokaj, grobeton ve tesviye
betonu uygulanmıştır. Yetiştirme periyodu
sonunda kümeslerin ilaçlı su ile yıkanarak
dezenfekte edilebilmesi ve günlük temizlik için
beton zemin önemlidir (Uğurlu ve Kara, 1999).
Yöredeki kümeslerin tamamında duvar
yapı malzemesi olarak tuğla kullanılmış olup
yalıtım malzemesi uygulanmamıştır. Bununla
birlikte kümeslerin iç ve dış duvarları sıvalı ve
badanalıdır. Kümeslerde tuğla kullanılmasının
nedeni yörede tuğla yapımına uygun toprakların
bol olması ve bu malzemenin kolay ve ucuz
bunabilmesidir. Kümeslerin duvar genişlikleri
sıva ile birlikte ortalama 23 cm’dir. Yan duvar
yükseklikleri 2,7-3,3 m arasında değişmekte
olup ortalama 3,15 m’dir.
Kümeslerin 2’sinde çelik konstrüksiyonlu
çatı, diğerlerinde ahşap konstrüksiyonlu çatı
sistemi kullanılmıştır. Çelik konstrüksiyonlu
çatı sistemi yapı genişliklerinin fazla olması,
yapım kolaylığı ve dayanıklı olduğu için tercih
edilmiştir. Kümeslerin 5’inde çatıda yalıtım
amacı ile hiçbir önlem alınmamıştır. Bu
kümeslerde örtü altında tahta döşemenin
bulunması ve yalıtım malzemeleriyle takviyesi
önerilir. Kümeslerin 1’inde çatıda yalıtım
malzemesi olarak 5 cm kalınlığında cam yünü,
3’ünde 5 cm kalınlığında strafor kullanılmıştır.
Kümeslerin 4’ünde buhar perdesi olarak ziftli
kağıt kullanılmıştır. Ilıman iklime sahip olan
bölgelerdeki kümeslerde tavan yapılmasına
gerek yoktur. Ancak kışın soğuk geçen
yörelerde ve çatı yalıtımının yeterli olmadığı
kümeslerde ısı kaynaklarından ekonomik bir
şekilde yararlanılması düşünülebilir. Örtü
malzemesi olarak kümeslerin 3’ünde eternit,
7’sinde Marsilya kiremit kullanılmıştır. Çatı
örtü malzemesi, işletmenin mali gücüne ve
çevrede yaygın olarak bulunan malzeme
çeşidine bağlı olarak kiremit, oluklu veya düz
sac veya eternit olabilir. İşçiliğinin kolay olması
ve ucuzluğu nedeniyle eternit ve sac son
yıllarda daha çok tercih edilmektedir. Ancak bu
malzemelerden özellikle sac çevre koşulları
yönünden yetersiz olup, yağışlı havalarda
yüksek oranda ses yapmakta ve çok fazla ısı
iletmektedir.
Beşik çatı tipinde yapılmış olan çatıların
ortalama eğimi 210 olarak saptanmıştır.
Ekmekyapar (1981) ülkemiz hayvan barınakları
için uygun çatı eğimini 170-230 olarak
önermekte olup, çatı eğim açıları uygun sınırlar
içerisindedir.
Kümeslerde pencere genişlikleri 100-160
cm, yükseklikleri 50-60 cm arasında
değişmekte olup demir profil ve tek camlıdır.
69
Tokat Yöresindeki Kafes Sistemli Kümeslerin Yapısal ve Çevre Koşulları Yönünden Durumu ve Geliştirilme Olanakları
Kapılar demir profilden yapılmış olup yeri,
boyutları ve açılış yönleri tekniğe uygun
değildir.
Pencereler
soğuk
havalarda
havalandırma sırasında kümese giren temiz
havanın önce tavana yönelmesini ısındıktan
sonra tavukların üzerine gelmesini sağlayacak
şekilde planlanmalıdır (Alagöz, 1983). Kümes
işinin elle yapıldığı işletmelerde kapı genişliği
75-110 cm, yüksekliği 200 cm olmadır. İşlerin
makine ile yapıldığı kümeslerde kapı boyutları
240 cm genişliğinde ve 200 cm yüksekliğinde
olabilir (Ekmekyapar, 1981).
3.2. Kümes Taban Alanının Düzenlenmesi ve
Kümes Ekipmanları
Kümes planlamasında en önemli özellik
kümes taban alanının planlanmasıdır. Taban
alanının planlanması, tavukların üretimleri ve
özel bölmelerin planlanması üzerine etkilidir.
Kümeslerin mekanizasyon durumuna göre
genişlik 10-13 m, uzunluk 40-52 m arasında
değişmekte olup ortalama genişlik 12 m,
ortalama uzunluk 48 m’dir. İncelenen
kümeslerde servis yollarının genişliği 90-130
cm arasında değişmekte ve ortalama 105 cm
olmaktadır. Servis yolu genişliklerini Maton et
al.(1985) 80-120 cm, Sainsbury ve Sainsbury
(1988) 100 cm, Ekmekyapar (1981) 90-125 cm
olarak önermektedirler. Bu nedenle servis yolu
genişliklerinin uygun sınırlar içerisinde olduğu
söylenebilir. Servis yolu genişliğinin büyük
tutulması
yumurta
toplama
işlemini
kolaylaştıracağı gibi, aynı zamanda kümes
içerisinde hava akımının da yeterli oranda
sağlanmasına yardım edecektir.
Tüm kümeslerde galvanizli telden yapılmış
iki taraflı ve katlı tip kafes bulunmakta olup
birim alanda daha fazla tavuk barındırılmakta,
böylece ısı dengesi daha kolay sağlanabilmekte
ve tavuk başına bina yapım gideri azalmaktadır.
Araştırma yapılan kümeslerin 4’ünde 3 adet
kafes bloğu, 5’inde 4 adet kafes bloğu
yerleştirilmiş olup tamamı 4 kattan oluşmuştur.
Kafes blok sayısının belirlenmesinde kümes
kapasitesi etkili olmaktadır. Büyük kapasiteli
kümeslerde kafes blok sayısının az olması yapı
uzunluğunun artmasına neden olmakta, kafes
blok sayısının fazla olması ise kümes içerisinde
uygun
iklim
koşullarının
sağlanmasını
zorlaştırması ve yapı genişliğini artırması
nedeni ile maliyeti yükseltmektedir. Genellikle
20 000- 40 000 tavuk kapasiteli kümeslerin
yapımında, 5-6 bloklu yapı tasarımı kümes
70
boyutları açısından daha uygun olmaktadır
(Uğurlu ve Kara, 1999).
Kullanılan kafesler, kafes yapımı ile
uğraşan
firmalardan
getirtilerek
monte
edildiğinden yapı malzemeleri, yapım şekli ve
boyutları ile yemlik ve sulukların özellikleri
literatürlerde verilen değerlere uygunluk
göstermektedir. Kümeslerde kafeslerin ortalama
genişlik, derinlik, ön yükseklik ve arka
yükseklikleri sırası ile 45, 46, 38, 33 cm’dir.
Kafeslere 4-6 tavuk konulmaktadır. Ortalama
kafes taban eğimi % 8 arasında olup
Ekmekyapar (1993) tarafından önerilen
değerlere uygundur. Kafesler kümes tabanında
25-40 cm derinliğindeki gübre çukurları
üzerine, en alttaki kafesin yerden yüksekliği 2045 cm olacak şekilde yerleştirilmiştir.
Kümeslerde kış aylarında yerleşim
sıklığının ısı dengesinin sağlamasında önemi
büyüktür. Kümeslerde kafes yerleşim sıklığı
455-642 cm2 arasında değişmekte olup her bir
tavuk için ortalama 424 cm2’dir. Kafes yerleşim
sıklığını her bir tavuk için Maton et al. (1985)
450-500 cm2, Ekmekyapar (1981) 400-600 cm2
olarak önermektedirler. Elde edilen sonuçlara
göre kümeslerin 4’ünde yerleşim yeri sıklığının
fazla olduğu söylenebilir. Kümeslerde yapılan
gözlemlerden ve uygulama sonuçlarından elde
edilen bilgiler sonucunda, yerleşim yeri
sıklığının fazla olması sonucunda tavuklarda
kanibalizm hastalığı görüldüğü, hayvanların
yem yemek için birbirlerini ezdiği ve bu yüzden
fazla sayıda ölümler görüldüğü saptanmıştır. Bu
nedenle söz konusu kümeslerde yerleşim yeri
sıklığının azaltılması gerekmektedir.
Kümeslerde birim tavuğa düşen yapı
hacmi 0,16-0,27 m3’tür. Hartung (1994) kafes
tavukçuluğunda tavuk başına barınak hacminin
en az 0,15 m3 olması gerektiğini bildirmiştir.
Buna göre kümeslerin 8’inde barınak
hacimlerinin yeterli olduğu söylenebilir. Bazı
kümeslerde yerleşim yeri sıklığının fazla
olması, tavuk başına düşen kümes hacminin
azalmasına yol açmaktadır.
Kümeslerde yemleme otomatik yem
arabaları ile, tavukların sulaması iki kafes
sırasının arasına yerleştirilen damla suluklar ile
yapılmaktadır. Otomatik yem arabalar ile
yapılan yemlemenin gürültülü çalışması ve yem
dağıtımının homojen yapmaması gibi sorunları
vardır. Yumurtalar ise günde 2-3 defa elle
toplanmaktadır. Gübre kümeslerin 2’sinde kafes
altında
biriktirilerek
belirli
aralıklarla
S.KARAMAN, G.ERGÜNEŞ, S.TARHAN
temizlenmekte, 4’ünde kazıyıcı sistemle,
3’ünde
hareketli
bant
sistemi
ile
temizlenmektedir. Kazıyıcı bant sistemi
temizlik ve gürültüye neden olduğundan, yeni
yapılacak kümeslerde hareketli bant sisteminin
kullanılması önerilir.
Kümes başına düşen işçi sayısı kümeslerin
6’sında 1, 3’ünde 2 adettir. Kümeslerin
tamamında kümese bir antreden veya yumurta
odasından geçildikten sonra girilebilmektedir.
Kümeslerin 7’sinde yardımcı tesisler kümes
kısımlarına eklenmiştir. İşletmelerin tamamında
yumurta odası ve idare binası bulunmaktadır.
Kümeslerin 4’ünde gübrenin kümes dışına
gelişigüzel bırakılması kümeslerin çevresinde
kirlilik ve koku sorununu oluşturmaktadır.
Bunun yerine gübrenin kapalı alanlarda
depolanması etkili bir çözüm şekli olacaktır.
İşletmelerin tamamında yeterli büyüklükte yem
depolama alanı bulunmasına karşın, ikisi
hijyenik koşullardan uzaktır.
3.3. Kümes İçi Çevre Koşullarının
Düzenlenmesi
Kümes içi çevre sıcaklığının durumunu
belirlemek amacıyla incelenen kümeslerde kış
ayları boyunca ölçülen sıcaklıklar ortalaması
10,5-20,9 oC, kümes içi ortalama günlük
sıcaklıklar da 9,3-21,4 oC arasında bulunmuştur.
Kümeslerde ölçülen en düşük ve en yüksek
sıcaklıklar ise 6,3 oC ve 27,5 oC’dur. Elde edilen
sonuçlardan iç sıcaklıkların uygun sınırlar
içerisinde kaldığı söylenebilir. Nitekim
Okuroğlu ve Delibaş (1986), yumurta tavukları
için optimum sıcaklık aralığının hafif ırklarda
12,8-21,1 oC, ağır ırklarda 12,8-18,3 oC
olabileceğini, Spratt (1993) ise kafeste
barındırılan tavuklar için uygun sıcaklığı 21 oC
olarak önermektedir. Kümeslerde sıcaklığın
uygun sınırlar içerisinde olması, kümeslerdeki
sıcaklığı düşürmemek amacı ile havalandırma
açıklıklarının tamamen veya kısmen iptal
edilmesi veya pencere ve kapıların kışın
havalandırma amacı ile hiç kullanılmaması
sonucudur. Yapılan regresyon ve korelasyon
analizleri sonucunda ahır içi sıcaklığının dış
sıcaklıktan önemli derecede etkilendiği
belirlenmiştir (P<0,01).
Kümeslerde ortalama bağıl nem değerleri
% 56,91-78,86, günlük ortalama bağıl nem
değerleri de % 56,81-82,90 arasında belirlenmiş
olup ölçülen en düşük ve en yüksek bağıl nem
değerleri % 38,6 ve % 99’ dur. Elde edilen
sonuçlardan kümeslerin bir kısmında bağıl
nemin yüksek olduğu söylenebilir. Nitekim
Ekmekyapar
(1993)
optimum
sıcaklık
koşullarında yumurta tavuğu kümeslerinde %
65-75 arasında bağıl nem sağlanması ve %
80’in
üzerine
çıkmaması
gerektiğini
belirtmektedir. Kümeslerde saptanan bağıl nem
düzeyinin yüksek olmasının nedeni kış
aylarında
havalandırmanın
kısılmasından
kaynaklanmaktadır. Yüksek bağıl nemden
tavukların zarar görmemesi için bağıl nemin
optimum düzeyde tutulması gereklidir. Bu
amaçla barınaklarda yeterli havalandırma ve
nem yalıtımı sağlanmalıdır.
Kümeslerde yapı elemanlarının ısı
geçirgenlikleri doğrudan barınak içi sıcaklığını
etkileyen bir etmendir. Araştırma yapılan
kümeslerde ısı dengesinin sağlanmasında etkili
olan yapı elemanlarının yalıtım durumunu
ortaya koymak amacı ile hesaplanan ısı geçirme
katsayıları, kullanılan malzemeye bağlı olarak
duvarlarda 1,715-1,741 Kcal/m2oCh, çatıda
0,58-4.87 Kcal/m2oCh, kapılarda 2,74-5,18
Kcal/m2oCh olup, tek camlı pencerelerin ısı
geçirme katsayıları ise 5,06 Kcal/m2oCh olarak
belirlenmiştir. Okuroğlu (1981) duvarların
toplam
ısı
geçirgenliğinin
0,488-0,813
Kcal/m2oCh, çatı ve tavanının toplam ısı
geçirgenliğinin 0,326-0,488 Kcal/m2oCh olacak
şekilde yalıtılmaları gerektiğini, Noton (1982)
kümeslerde ek ısı kullanılmadan ısı dengesinin
sağlanabilmesi için çatıların yalıtım değerini
0,43 Kcal/m2oCh olarak önermektedirler. Elde
edilen sonuçlardan görüldüğü gibi yöredeki
kümeslerde çatılarda genellikle yalıtıma dikkat
edilirken duvar ve pencerelerin yalıtımı ihmal
edilmekte, bu da ortalama ısı geçirme
katsayısının yükselmesine neden olmaktadır.
Elde edilen sonuçlara göre incelenen
kümeslerin bir kısmında yapı elemanlarının ısı
geçirme katsayılarının çeşitli araştırıcılar
tarafından önerilen ve yapı elemanlarından
kaybolan ısı miktarının en az düzeyde
kalmasını sağlayabilecek değerlerden büyük
olduğu, dolayısı ile ısı ve nem dengesinin
sağlanamadığı görülmektedir. Kümeslerin
5’inde yapı elemanları ve havalandırmayla
kaybolan ısı miktarı, hayvanlar tarafından
yayılan duyulur ısı miktarından fazladır. Ayrıca
hayvanlar tarafından yayılan duyulur ısının yapı
elemanlarından kaybolma miktarı da yüksektir.
Kümeslerin 2’sinde bu nedenle çok soğuk
günlerde soba yakılmaktadır. Diğer kümeslerde
71
Tokat Yöresindeki Kafes Sistemli Kümeslerin Yapısal ve Çevre Koşulları Yönünden Durumu ve Geliştirilme Olanakları
ısı dengesinin sağlanması kafesli kümeslerde
diğer sistemlere göre birim alanda daha fazla
tavuk barındırılması nedeniyle kümes içerisinde
biriken ısının daha fazla olmasından ileri
gelmektedir. Söz konusu kümeslerde uygun
sıcaklık ve bağıl nemi sağlamak için ısı kaybını
azaltacak önlemlerin alınmasının zorunlu
olduğu açıktır. Kümeslerde tavuklar tarafından
kümes içine verilen ısı, havalandırma ve yapı
elemanları
yoluyla
kaybolan
ısıyı
karşılayamamakta ve ısı açığı 8765-26537
Kcal/h arasında olmaktadır. Isı açığı olan
kümeslerde yapay ısı kaynağı kullanmak,
hayvan sıklığını artırmak, kümes içi bağıl
neminin belirli bir sınıra kadar yükselmesine
izin vermek, kümes içi sıcaklığını optimum
sıcaklığın alt sınırına kadar düşürmek veya yapı
elemanlarını
yalıtım
değeri
yüksek
malzemelerle destekleyerek yapı elemanları
yolu ile olan ısı kaybını azaltmak gibi önlemler
alınabilir (Okuroğlu, 1981).
Kışın kümeslere alınan soğuk hava,
barınak içi ısı kaybında önemli bir etkendir.
Havalandırmayla olan ısı kaybını azaltmak için
kışın kümeslere alınan soğuk havanın çatı
boşluğundan
dolaştırılarak
ısınmasının
sağlanması ve barınak içi bağıl neminin belirli
bir sınıra kadar yükselmesine izin verilerek
havalandırmanın kısılması ile ısı kaybının
azaltılması düşünülebilir. Kümes yalıtımının en
önemli amacı yaz aylarında yüksek sıcaklığın
etkisini azaltmak, kış aylarında ise ekstrem
düşük sıcaklıklardan korunmaktır. Kümeslerin
iç sıcaklığını istenilen sınırlar içerisinde tutmak
ve havalandırma sisteminin yeterli bir şekilde
çalışmasını sağlamak amacı ile yapılacak
yalıtımın çatıda yapılması yeterli olacaktır.
Kafes sistemli kümes planları üzerinde
yapılan ısı dengesi hesaplarında çatıdan
kaybolmasına izin verilecek minimum ısı
miktarının Şubat ayında olduğu saptanmıştır.
Hesaplamalar sonucunda soğuk iklime sahip
Artova, Sulusaray, Yeşilyurt gibi ilçelerin
dışındaki tüm ilçelerde genellikle yalıtım
malzemesine gerek duyulmadığı, yalnızca çatı
örtü malzemesinin bu iş için yeterli olduğu
ortaya çıkmıştır. Bu durum kafesli kümeslerde
diğer sistemlere göre birim alanda daha fazla
tavuk barındırılması nedeniyle birim kümes
içerisinde biriken ısının daha fazla olmasından
ileri gelmektedir. Tokat yöresinde kurulacak
kümeslerin uzun eksenlerinin doğu-batı
yönünde yapılması, özellikle yaz aylarında
72
kümeslerin daha
iyi havalandırılmasını
sağlayacağı gibi barınak içerisinin güneş
enerjisinden yeteri kadar yararlanabilmesini,
dolayısı ile kış aylarında ısı kaybını da
azaltacaktır.
Kümeslerde optimum çevre koşullarını
sağlamak,
sıcak mevsimlerde tavukları
serinletmek veya diğer mevsimlerde sıcaklık
veya bağıl nemin tavuklar üzerindeki olumsuz
etkisini azaltmak, tavuklar tarafından barınak
içine verilen zararlı gazları dışarı atmak için
havalandırma yapılmalıdır (Ekmekyapar, 1993,
Anonymous,
1980).
Kümeslerde
doğal
havalandırma uygulanmakta olup hava giriş
açıklığı
olarak
karşılıklı
yerleştirilen
pencerelerden yararlanılmaktadır. Çıkış açıklığı
olarak 6 kümeste, çatıda mahya çevresine belirli
aralıklarla yerleştirilmiş sac veya tahtadan
yapılan ve kesit alanları 0,35-1,25 m2, toplam
kesit alanı ise 3,8-9,75 m2 olan bacalardan,
3’ünde ise mahya boyunca yerleştirilmiş 50-60
cm genişliğinde sürekli açıklık şeklindeki
havalandırma fenerinden yararlanılmaktadır.
Kümeslerin 6’sında kışın havalandırma
açıklıklarının yarıya kadar ve soğuk günlerde
tamamının
kapatılması
sonucu
oluşan
havalandırma yetersizliği nedeniyle nem
yoğunlaşması görülmüştür.
Nem dengesine ilişkin hesaplamalar
sonucunda kış mevsimine uygun bir
havalandırma sağlamak için gerekli minimum
havalandırma miktarı 7615-18674 m3/h
olmaktadır. Minimum havalandırma için
havalandırma bacası toplam kesit alanları
kümeslerde barındırılan tavuk sayısına bağlı
olarak 4-11 m2 arasında hesaplanmıştır.
Araştırma yöresinde geçiş mevsimlerinde
uygun çevre koşullarının sağlanabilmesi için
gerekli havalandırma miktarı, barındırılması
gereken tavuk sayıları göz önüne alındığında
11715-29809 m3/h arasında değişmektedir. Isı
dengesine göre yapılan hesaplamalarda
kümeslerde geçiş mevsimleri için gerekli
havalandırma bacası kesit alanları da 8-18 m2
arasındadır. Havalandırma bacası toplam kesit
alanları
olması
gereken
değerlerlerle
karşılaştırıldığında,
genellikle
yetersiz
büyüklükte olduğu görülmektedir. Mevcut
durumda kümeslerde yeterli havalandırma
olanağının
bulunmadığı
söylenebilir.
Kümeslerde pencerelerin ve hava çıkış
açıklıklarının yetersizliği ya da tavukların
soğuktan zarar göreceği endişesiyle kapatılması
S.KARAMAN, G.ERGÜNEŞ, S.TARHAN
sonucu havalandırma yetersizdir. Bu nedenle
kümes içinde koku, yüksek nem ve sıcaklıklar
ortaya
çıkmakta,
yapı
elemanlarının
sağlamlığının ve stabilitesinin bozulmasına
neden olmaktadır. Kümes içinde biriken fazla
nemin kümes dışına atılabilmesi ve kümes
içinde temiz havanın girmesine olanak sağlayan
uygun büyüklükte hava giriş açıklıkları ve
havalandırma bacalarının yapılması gerekir.
Soğuk
havalarda
kapı
ve
pencere
açıklıklarından giren havanın ayarlanması ve
kontrolü zordur. Aynı zamanda içeri giren
soğuk hava, kümes içerisindeki fazla nemin
kapı ve pencerelerde yoğunlaşmasına ve
donmasına neden olur. Bu nedenle yeni
yapılacak kümeslerde havalandırma amacı ile
hava giriş açıklıklarının yapılması gerekir.
Yörede
yeni
yapılacak
kümeslerin
havalandırılmasında kirli havanın kümes dışına
atılmasında fener çatı sistemi inşa edilmelidir
(Noton, 1982; Öztürk, 1992). Kümeslerde etkili
yükseklik
ve
havalandırma
bacalarının
mahyadan olan yüksekliği Ekmekyapar (1993)
tarafından önerilen değerler uygundur.
İncelenen kümeslerde emici tip mekanik
havalandırma sisteminin uygulanması göz
önüne
alınarak,
toplam
maksimum
havalandırma kapasitesi 18712-56872 m3 ve
hava giriş açıklıklarının toplam alanı ise 1,7-5,8
m2 olarak hesaplanmıştır.
Kümes
içi
hava
akım
hızının
ölçülmesinden
elde
edilen
verilerin
değerlendirilme
sonucunda,
tavukların
düzeyindeki hava akım hızları 0,13-0,24
arasında ortalama 0,16 m/s olarak saptanmıştır.
Elde edilen sonuçlara göre kümeslerde hava
akım hızlarının hayvan sağlık ve verimi
yönünden
zararlı
düzeyde
olmadığı
söylenebilir.
Nitekim
uygun
sıcaklık
koşullarında hava akım hızını Ekmekyapar
(1993) 0,12-0,5 m/s olarak bildirmektedir.
Kümeslerde doğal ve yapay aydınlatma
birlikte uygulanmaktadır. Doğal aydınlatmada
iyi bir ölçüt olan pencere alanının barınak taban
alanına oranı % 2-4 arasında değişmekte olup
önerilen değerlerinin altındadır. Kümeslerde
pencere açıklıkları toplam alanının çok az
olması nedeniyle doğal aydınlatma yetersizdir.
Ekmekyapar (1993) pencere alanı toplamının
barınak taban alanına oranının, soğuk
bölgelerdeki kümeslerde % 5, ılık bölgelerdeki
kümeslerde %10-15 ve sıcak bölgelerdeki
kümeslerde % 20-30 arasında olması
gerektiğini belirtmektedir. Yapılan ölçümler
sonucu kümeslerde içeri yayılan ışık şiddeti 921 lüks arasında olup ortalama 15 lüks’tür.
Kümeslerde doğal ve yapay aydınlatma
birlikte
yürütülmekte,
yapay
yolla
aydınlatılmada 2,6-3 m yüksekliğe asılan 40-60
W’lık normal ampuller ve kullanılmaktadır.
İncelenen kümeslerde yapay aydınlatmanın
gücü 2’sinde yeterli diğerlerinde yetersizdir.
Kümeslerinde kümes taban alanının her 20
m2’si için en az 40 Watt’lık lambalar
kullanılmalıdır
(Ekmekyapar,
1993).
Kümeslerde doğal ve yapay aydınlatma süresi
14-17 saattir.
4. Sonuç
Ülkemizde hayvansal protein üretimindeki
yetersizlikler ve aynı zamanda tavuk
ürünlerinin bölge ülkelerine ihraç olanaklarının
artması nedeniyle ülkemizde birim alanda daha
fazla üretim yapmaya olanak sağlayan kafesli
sistemler inşa edilmelidir (Öztürk, 1992). Kafes
tavukçuluğunda diğer yetiştiricilik şekillerine
oranla birim alanda daha fazla tavuk
barındırılmakta, tavuklar daha az yem
tüketmekte ve daha fazla yumurta üretmekte,
hastalık ve zararlılar daha iyi kontrol
edilebilmekte, yumurtlamayan tavuklar daha iyi
seçilebilmekte, bakım için gerekli iş gücü daha
az olmaktadır. Kafes tavukçuluğunun bu
üstünlükleri göz önüne alınarak yörede kafes
tavukçuluğu özendirilmelidir. Yörede kafes
tavukçuluğunun
artması
için
tavuk
yetiştiricileri, yetiştiricilik yönü ve tekniği
konusunda
ilgili
kuruluşlar
tarafından
aydınlatılmalı, tavuk yetiştiricilerine özellikle
kafes tavukçuluğu yapacak olanlara düşük
faizli, yeteri miktarda kredi olanakları
sağlanmalıdır (Okuroğlu, 1981). Yörede
yumurta tavuğu kümeslerinin ekonomik
işletmeciliğe olanak sağlaması için kapasitenin
5000 veya daha fazla olması uygun olmaktadır.
Araştırmada elde edilen sonuçlar ve Tokat
yöresindeki tavukçuluk işletmelerinin mevcut
koşullarıyla literatürlerde verilen ilkeler göz
önünde tutularak tasarlanan kümes planları
Şekil 1 ve 2’de verilmiştir.
73
Tokat Yöresindeki Kafes Sistemli Kümeslerin Yapısal ve Çevre Koşulları Yönünden Durumu ve Geliştirilme Olanakları
Kaynaklar
Alagöz, T.,1983, Çukurova Tavukçuluk İşletmelerinde
Kümeslerin Durumu, özellikleri ve Bölge İklim
Koşullarına Uygun Kümes Planlarının Geliştirilmesi
Üzerine Bir araştırma (Doktora Tezi). Ç.Ü. Fen
Bilimleri Enst., Adana.
Anonim, 2002, Tarımsal Yapı. T.C. Başkanlık Devlet
İstatistik Enstitüsü, Ankara.
Anonymous, 1976, Structures and Environment
Handbook. Midwest Plan Service, Iowa State
University, Ames. Iowa.
Anonymous, 1980, Agricultural Engineers Yearbook.
American Society of Agricultural Engineers,
St.Joseph, Michigan.
Anonymous, 1981, Design of Buildings Structures for
Agriculture(Livestock Buildings). British Standard
Institution, BS 5502, Section 2.22, London.
Anonymous, 1984, Handbook of Building Plans. Midwest
Plan Service, MWPS-20, Ames, Iowa.
Anonymous, 1987a, Structures and Environment
Handbook. Midwest Plan Service, MWPS-1, Ames,
Iowa.
Anonymous, 1987b, Hayvan barınakları-Isı tecridi ve
ısıtma kuralları. Türk Standartları Enstitüsü, TS
5081, Ankara.
Balaban, A. ve Şen, E., 1988, Tarımsal Yapılar. Ankara
Üniv. Ziraat Fak. Yayınları, 845, Ankara.
Ekmekyapar, T., 1981, Tarımsal İnşaat Ders Notları.
Atatürk Üniv. Ziraat Fak. Ders Notları, Erzurum.
Ekmekyapar, T., 1993, Hayvan Barınaklarında Çevre
Koşullarının Düzenlenmesi. Atatürk Üniv., Ziraat
Fak., Yay., No: 306, Erzurum.
Esmay, M.L., 1974, Principals of Animal Environment.
The Avi Publishing, Company Inc., West port,
Connecticut.
Esmay, M.L and Dixon, J.E.,1986, Environmental Control
for Agricultural Buildings. The Avi Publishing
Company Inc., Westport, Connecticut.
Hartung, J., 1994, Environment and animal health in
Livestock Housing. E. C.M. Wathes, D.R. Charles,
University Press, Cambridge.
Karaman, S., 1991, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi
Ziraat
İşletmesindeki Yumurta Tavukçuluğu
Yapılan Kümeste Kış Mevsimine İlişkin Çevre
Koşulları Üzerine Bir Araştırma. 4.Ulusal Tarımsal
Yapılar ve Sulama Kongresi Bildirileri, Erzurum.
74
Maton, G., Daelemans, J., Lambrect, D., 1985, Housing of
Animals, Construction and Equipment Animal
Houses. Elsevier Publ., Amsterdam.
Mutaf, S. ve Sönmez, R., 1984, Hayvan barınaklarında
iklimsel çevre ve denetimi. Ege Üniv., Ziraat Fak.,
Yay., 438 s 10-131, İzmir.
Noton, H.N., 1982, Farm building. The Collage of Estate
Management, Publ. London.
Okuroğlu, M.,1981. Doğu Anadolu Bölgesi Ticari
Tavukçuluk İşletmelerinde Kümeslerin Durumu,
Özellikleri ve Geliştirme Olanakları Üzerine Bir
Araştırma (Doktora tezi). Atatürk Üniv. Fen
Bilimleri Enst. Kültürteknik Anabilim Dalı,
Erzurum.
Okuroğlu, M. ve Delibaş, L., 1986, Hayvan
Barınaklarında uygun çevre koşulları. Hayvancılık
Sempozyumu, 5-8 Mayıs, Tokat, s. 43-53.
Öneş, A. ve Olgun, M., 1986, Tokat yöresinde kurulacak
hayvan barınaklarında uygun çevre koşullarının
sağlanmasına
ilişkin
planlama
kriterlerinin
saptanması, Hayvancılık Sempozyumu, 5-8 Mayıs,
1986, Cumhuriyet Üni Tokat Ziraat Fak. Tokat.
Öneş, A., Mutaf, S., Olgun, M. ve Çilingir, İ., 1991,
Ülkemizde hayvan barınaklarının durumu ve
geliştirme olanakları. II.Hayvancılık Kongresi, 1719 Haziran, TMMOB Ziraat Müh. Odası, Ankara.
Özdemir, N., 1991, Türkiye’de hayvancılığın bugünkü
durumu, gelişmesi için önerilen acil tedbirler. Tigem
Derg., (35).
Öztürk, T., 1992, Samsun ilindeki yumurta tavuğu
kümeslerinin yapısal ve fonksiyonel özellikleri
(Doktora tezi). Ankara Üniv. Fen Bilimleri
Enstitüsü, Tarımsal Yapılar ve Sulama Anabilim
Dalı, Ankara.
Sainsbury, D., Sainsbury, P., 1988, Livestock Health and
Housing. Alden Pres, Oxford.
Spratt D., 1993, Basic Husbandry for Layers Ministry of
Agriculture and Food Factsheet, AGDEX, Ontorino.
Uğurlu, N ve Kara, M., 1999, Konya ili yumurta tavuğu
kümeslerinde yapı ve ekipman tasarımı, karşılaşılan
sorunlar ve çözüm olanakları. S.Ü. Ziraat Fak.
Derg., 3(19):47-63.
S.KARAMAN, G.ERGÜNEŞ, S.TARHAN
75
Tokat Yöresindeki Kafes Sistemli Kümeslerin Yapısal ve Çevre Koşulları Yönünden Durumu ve Geliştirilme Olanakları
76
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 77-83
Reyhan (Ocimum basilicum L.) Genotiplerinde Uygun Biçim Yüksekliklerinin
Belirlenmesi
İsa Telci
Gaziosmanpaşa üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, 60240, Tokat
Özet: Vejetasyon boyunca birden fazla hasat edilen bitkilerde, biçim yüksekliği bitkilerin sonraki gelişimini
ve verimi etkileyen önemli bir faktördür. Denemede, üç Reyhan (Ocimum basilicum L.) genotipinde
(Zonguldak, Antalya ve Mersin), üç farklı biçim yüksekliğinin (5 cm, 10 cm ve 15 cm) etkileri araştırılmıştır.
Araştırma, 2001 ve 2002 vejetasyon dönemlerinde Tokat Kazova ekolojik koşullarında yürütülmüştür.
Deneme sonuçlarına göre, biçim yüksekliklerinin incelenen özelliklere etkisi önemli olmuş ve 10 ve 15 cm
yüksekteki biçimlerin toplam kuru herba ve kuru yaprak verimleri için uygun olduğu belirlenmiştir. 5 cm
yükseklikte yapılan biçimler, verim ve uçucu yağ oranlarını düşürmüştür. Ayrıca, Zonguldak orijinli 1 nolu
genotip ile Mersin orijinli 3 nolu genotipin, Tokat ekolojik koşulları için uygun genotipler olduğu
belirlenmiştir.
Anahtar kelimeler: Reyhan, Ocimum basilicum L., biçim yüksekliği, genotip
Determination of suitable harvesting height in basil (Ocimum basilicum L.)
genotypes
Abstract: In the crops harvested twice or more in one vegetation, harvesting height is an important factor
effecting subsequent growing and herbage yields of plants. It was aimed in the research to determine suitable
harvesting height and adaptation capability of three local basil (Ocimum basilicum L.) genotypes (Zonguldak,
Antalya ve Mersin) in Tokat ecological conditions. Three different harvesting heights (5 cm, 10 cm and 15
cm) were evaluated in the research. The research was conducted in 2001 and 2002 vegetation periods.
According to the results, harvesting height affected significantly all studied characters, and it was determined
to be suitable 10 and 15 cm harvesting heights for total dried herbage yields and total drog leaf yields. Plants
harvested in 5 cm height gave lower herbage yield and essential oil contents. It was concluded that two local
genotypes (Zonguldak and Mersin) could be sucessfully grown Tokat ecological conditions
Key word: Basil (Ocimum basilicum L.), harvesting height, genotype
1. Giriş
Lamiaceae familyasına ait Ocimum türleri
Türkiye’de reyhan veya fesleğen olarak
bilinmektedir (Baytop, 1994). Dünyada 65’in
üzerinde türe sahip olan (Paton et al., 1999),
Ocimum cinsi, Asya, Afrika ve Orta
Amerika’da doğal yayılış göstermektedir
(Darrah., 1998). Bunlardan O. bacilium L. türü
morfolojik özellikleri (Simon et al. 1999; Labra
et al., 2004) ve kimyasal içerikleri (Marotti et
al., 1996, Vieira and Simon, 2000) bakımından
geniş varyasyon göstermektedir. Bu varyeteler
değerli
uçucu
yağlarından
ve
güzel
kokularından dolayı baharat, ilaç, gıda,
parfümeri
sanayilerinde
yaygın
olarak
kullanılmaktadır. Reyhan uçucu yağları,
antifungal (Zallo et al, 1998), insektisit
(Deshpande and Tipnis, 1997) antioksidant
(Bassiouny et al. 1990) gibi biyolojik
etkilerinden dolayı, giderek artan bir öneme
sahiptir. Ayrıca reyhanın mor renkli çeşitleri
gıda sanayisi için önemli bir antosiyan
kaynağıdır (Simon et al., 1999). Bu nedenlerden
dolayı reyhan ıslahı (Khosla et al. 1989) ve
yetiştiriciliği üzerindeki çalışmalar artarak
devam etmektedir. Türkiye’de bu konuda
yapılan sınırlı çalışmalarda; Vömel ve Ceylan
(1977)
reyhanın
Ege
koşullarındaki
adaptasyonunu araştırmış ve 360 kg/da kuru
herba verimi elde etmiştir. Nacar (1997) 2
yabancı ve 4 yerli orijinli reyhan genotiplerinin
Çukurova koşulları için bitki sıklıklarını
incelediği çalışmada, 2.5-3 ton/da yeşil herba,
500-750 kg/da kuru herba ve 120-200 kg/da
kuru yaprak verimi elde etmiştir.
Baharat bitkileri üretiminde amaç kaliteli
ve yüksek verim almaktır. Bu amaca, istenen
özelliklere uygun çeşitlerin geliştirilmesi,
uygun iklim koşullarının ve yetiştirme
tekniklerinin belirlenmesiyle ulaşılabilir. Çok
yıllık ya da bir vejetasyon döneminde birden
fazla ürün alınan bitkilerde, biçim yüksekliğinin
ayarlanması sonraki gelişme dönemleri için
önemlidir (Tosun 1967). Yüksek biçimler
Reyhan (Ocimum basilicum L.) Genotiplerinde Uygun Biçim Yüksekliklerinin Belirlenmesi
gereksiz verim kayıplarına neden olurken,
aşırı kısa yapılan biçimlerde, yeni oluşan
tomurcuklar zarar göreceğinden biçim sonrası
gelişmeyi olumsuz etkiler. Bu çalışmada, üç
farklı reyhan genotipinin Tokat koşullarına
adaptasyonu ve uygun biçim yüksekliklerinin
belirlenmesi amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Metot
Deneme 2001 ve 2002 yılı vejetasyon
dönemlerinde
Tokat-Kazova
ekolojik
koşullarında yürütülmüştür. 35.3-37.9 kuzey
enlemleri ile 39.5º-40.5º doğu boylamlarında ve
Tokat Merkez ilçe sınırlarında yer alan Kazova,
iklim özellikleri bakımından Karadeniz
iklimiyle karasal iklim arasındaki geçit bölgede
yer almaktadır (Tuğay ve Akdağ, 1989).
Deneme yıllarına ve uzun yıllar ortalamasına ait
bazı önemli iklim özellikleri Çizelge 1’de,
deneme alanına ait toprak özellikleri Çizelge 2’
de verilmiştir.
Denemede Türkiye’de sınırlı alanlarda
yetiştirilen yerel genotipler kullanılmıştır.
Tohumlar bitkilerin yetiştirildiği yörelerdeki
çiftçilerden alınmıştır. Genotiplere ait ön
çalışmalarla berlilenen bazı özellikler aşağıda
özetlenmiştir.
Genotip I: Morfolojik olarak, yabancı
literatürde “sweet basil” olarak bilinen çeşitlere
çok benzemektedir. Fakat metil kavikolca
zengindir ve kaliks koyu renklidir. Verimli ve
uçucu yağ oranı yüksektir. Bu genotip
Zonguldak kökenlidir.
Genotip II: Kısa boylu, etli ve büyük
yapraklı olup, gövde ve dallar iyi gelişmiştir.
Yapraklar alt kısımda yoğundur. Yabancı
literatürde “lettuce” grubunda yer alır. Antalya
orijinlidir.
Genotip III: Yüksek boylu, büyük
habitüslü bir genotiptir. Melissa kokuludur.
Büyük habitüslü uzun boylu ve dallanma oranı
diğerlerine göre daha düşüktür. Kalix ve brakte
yapraklar üzerinde belirgin ve yoğun tüyler
mevcuttur. Baharat olarak kullanımdan ziyade
uçucu yağ sanayii için daha önemlidir. Mersin
ilinden temin edilmiştir.
Çizelge 1. Deneme yerine ait iklim özellikleri
Aylar
Yağış (mm)
2001
2002
Uzun yıllar
Mayıs
92.2
16.8
39.7
Haziran
5.6
57.6
62.0
Temmuz
1.0
37.6
61.1
Ağustos
1.2
11.2
40.5
Eylul
20.4
11.4
10.8
Top./ort.
120.4
133.8
214.1
Ortalama aylık sıcaklık (C)
2001
2002
Uzun yıllar
14.4
15.6
6.9
20.2
18.8
12.5
22.7
23.2
16.4
23.3
21.4
19.6
19.6
18.8
22.0
20.0
19.7
15.5
Köy Hizmetleri Araştırma Enstitüsü iklim verileri, Tokat
Çizelge 2. Deneme alanının toprak özellikleri
Bünye
Topam tuz (%)
pH
Kireç
Killi-tınlı
0.023
7.7
7.8
Sera koşullarında tohumlardan fideler
yetiştirilmiş
ve
daha
sonra
tarlaya
şaşırtılmışlardır. Tohumlar her iki yılda da Mart
ayının son haftasında, torf, çiftlik gübresi, tarla
toprağı ve perlitten (1:1:1:1) hazırlanan fide
ortamlarına ekilmiştir. Fideler 10-15 cm
büyüklüğe geldiğinde, önceden hazırlanmış, 5
kg/da N ve 5 kg/da P2O5 ile gübrelenmiş, 40x30
cm aralıklarda (15 Mayıs)
tarlaya
dikilmişlerdir. Gerekli bakım, sulama ve
çapalama işlemleri yapılmıştır. Bitkiler
çiçeklenme dönemine geldiğinde üç farklı
yükseklikte (5, 10 ve 15 cm) biçilmişlerdir.
78
P2O5 (kg/da) K2O(kg/da) Organik madde (%)
1.18
27.9
1.8
Biçimler 3 Temmuz, 5 Ağustos ve 12 Eylül
tarihlerinde yapılmıştır. Her biçimde aşağıdaki
özellikler incelenmiştir.
1. Bitki boyu (cm): Biçimden önce her
parselden rastgele seçilen 10 bitkinin boyu
ölçülerek ortalaması alınmıştır.
2. Yeşil herba verimi (kg/da): Parsellerin
kenar tesirleri alındıktan sonra kalan
alanlardaki bitkilerin farklı yükseklerde biçilip
hemen tartılmasıyla elde edilmiştir.
3. Kuru herba verimleri (kg/da): Yeşil
herba için tartım yapıldıktan sonra, 500 g örnek
35 ºC’de sabit ağırlığa gelinceye kadar
İ.TELCİ
kurutularak % nem ve kuru herba oranı
belirlenmiştir. Bu oranlardan faydalanılarak
kuru herba verimleri hesaplanmıştır.
4. Kuru yaprak verimleri (kg/da): Kuru
herba verimi için alınan ve 35 ºC kurutulup
nem oranı belirlenen örnekte, yaprak ve saplar
ayıklanarak yaprak oranları (%) belirlenmiştir.
Bu oranlardan faydalanılarak, kuru yaprak
verimleri hesaplanmıştır.
5. Uçucu yağ oranı (ml/100 g): Uçucu yağ
oranları, 35 ºC’de kurutulmuş yapraklarda
Schilcher aparatı ile volümetrik olarak belirlenmiştir (Schilcher, 1964).
Reyhan gibi bir vejetasyon döneminde
birden fazla hasat edilen bitkilerde, biçim
dönemlerinin etkilerini de belirlemek amacıyla,
denemeden elde edilen veriler “tesadüf
bloklarında bölünen bölünmüş parseller
deneme deseni”ne göre analiz edilmiştir.
Toplam yeşil herba, kuru herba ve kuru yaprak
verimleri, biçim dönemlerinden elde edilen
verilerin
birleştirilmesiyle
belirlenmiştir.
Toplam verimler ise “tesadüf bloklarında
bölünmüş parseller deneme deseni”ne göre
analiz edilmiştir. Varyans analizleri sonucu
önemli çıkan özellikler LSD değerlerine göre
gruplandırılmıştır (Düzgüneş ve ark. 1987).
Analizler
MSTATC
programından
yararlanılarak gerçekleştirilmiştir.
3. Bulgular ve Tartışma
İncelenen özelliklerde ortalama değerler
ile varyans analiz sonucu, önemli çıkan
interaksiyonlar Çizelge 3 ve 4’te verilerek
sonuçlar tartışılmıştır.
3.1. Bitki boyu
Bitki boyları biçim dönemlerine göre
önemli farklılıklar göstermiş ve her iki yılda da
birinci biçim dönemlerindeki bitki boyları (1.
yıl 55.1 cm, 2. yıl 44.9 cm) ikinci (1. yıl 34.6
cm, 2. yıl 33.2 cm) ve üçüncü (1. yıl 29.9 cm,
2. yıl 29.4 cm) biçimlerde, elde edilen bitki
boylarından yüksek olmuştur (Çizelge 3).
Denemede, ilk biçim için gelişme periyodu
Mayıs ve Haziran aylarına rastlamıştır. Bu
dönemdeki yağışlar (Çizelge 1) ve gün uzunluğu (Clark and Menary, 1979; Karaguzel et. al.
2005) bitki boylarının yüksek olmasına neden
olmuştur.
Her iki yılda da 3 nolu genotip diğer iki
genotipten önemli derecede (p<0.01) yüksek
bitki boyuna sahip olmuştur. Bu genotip,
morfolojik ve kimyasal olarak “lemon basil”
olarak bilinen limon kokulu genotiplere
benzemektedir. Literatür kayıtlarından limon
kokulu (citralca zengin) çeşitlerin yüksek boylu
varyeteler olduğu bilinmektedir (Simon et al.,
1999).
Deneme süresince, 10 cm (1. yıl 41.5 cm,
2. yıl 38.1 cm) ve 15 cm (1. yıl 45.7 cm, 2. yıl
40.6 cm)
yüksekliklerden
hasat edilen
bitkilerde bitki boyları, 5 cm de hasat
edilenlerden (1. yıl 32.3 cm, 2 yıl 28.7 cm)
önemli (p<0.01) oranda yüksek olmuştur
(Çizelge 3). Bir vejetasyon döneminde birden
fazla hasat yapılabilen bitkilerde biçim
yüksekliğinin, bitkilerin sonraki gelişimini
etkilediği bilinmektedir (Tosun, 1967).
Reyhanda alt yaprak koltuklarındaki
tomurcuklar seyrek ve az gelişmişken, üst
kısımlarda daha yoğun ve iyi gelişmiştir. 5
cm biçim yüksekliğinde, üst boğumlardaki
yoğun ve iyi gelişmiş tomurcuklar hasat
edildiğinden ve alt tomurcukların gelişimi
yavaş olduğundan dolayı bitki gelişimi ve
buna bağlı olarak bitki boylarının kısaldığı
söylenebilir. Yüksek biçimlerde, hasat
edilmeyen alt yaprakların genç sürgünlere
sağladığı fotosentez ürünleri, 10 ve 15 cm
yükseklikteki bitki boyunun yüksek
olmasının diğer bir nedeni olabilir.
Araştırmada bitki boyu bakımından 2001
ve 2002 yıllarında biçim dönemi x genotip ve
biçim
dönemi
x
biçim
yüksekliği
interaksiyonları önemli (1. yıl, p<0.01, 2. yıl p<
0.05) bulunmuştur (Çizelge 3). 3 nolu genotip
özellikle ilk yıl, birinci biçim gelişme
dönemlerindeki iklim koşullarına diğer
genotiplerden daha olumlu tepki vermiş ve bu
dönemde bitki boyu daha yüksek (1 yıl 72.4
cm, 2. yıl 63.1 cm) bulunmuştur. Fakat bu
genotip yaz sıcaklıkları ve ışık yoğunluğundan
daha fazla etkilenmiş ve bitki boyları ikinci ve
üçüncü biçimde, birinci biçimlere nispeten kısa
olmuştur (Çizelge 3). Biçim dönemi biçim
yüksekliği interak-siyonlarında, 1 biçimde
bitkiler eşit muameleye tabi tutulduğundan,
biçim yüksekliğinin asıl etkileri
sonraki
biçimlerde (2 ve 3. biçimlerde) ortaya çıkmıştır.
Çizelge 3. Bitki boyu (cm), yeşil herba (kg/da) ve kuru herba (kg/da) verimlerinin değişimi
79
Reyhan (Ocimum basilicum L.) Genotiplerinde Uygun Biçim Yüksekliklerinin Belirlenmesi
Bitki boyu
2001
2002
Yeşil herba verimi
2001
2002
Kuru herba verimi
2001
2002
1
2
3
55.1 a
34.6 b
29.9 b
44.9 a
33.2 b
29.4 b
340.0 b
739.0 a
345.5 b
329.7 b
751.3 a
356.9 b
51.3 b
113.4a
58.5 b
53.0 b
115.0 a
64.6 b
Lsd
16.8**
10.5**
174.4*
158.2**
31.2**
30.3**
1
2
3
37.5 b
33.2 b
48.8 a
30.6 b
29.5 b
47.2 a
514.5 a
345.3 b
558.8 a
472.1
432.0
533.7
79.8 ab
56.2 b
87.1 a
76.4
69.8
84.4
Lsd
10.3**
8.1**
165.7*
ns
24.3*
ns
32.3 c
41.5 b
45.7 a
28.7 b
38.1 a
40.6 a
342.0 c
472.0 b
606.1 a
394.0 b
484.0 a
536.0 a
55.3 c
77.2 b
90.7 a
64.6 b
81.6 a
84.5 a
2.9**
2.6**
75.8**
79.4**
8.6**
9.5**
38.6
32.9
63.1
402.0
215.5
401.3
335.1
254.6
399.3
56.6
30.8
66.5
51.2
36.3
65.8
Biçim dönemi
Genotip
Biçim yüksekliği
5
10
15
Lsd
Biçim dönemi x genotip
1x1 52.1
1x2 40.5
1x3 72.4
2x1
2x2
2x3
34.8
30.6
38.5
30.5
28.0
41.0
780.0
523.0
913.0
729.0
671.3
853.6
125.6
81.6
133.0
117.8
102.8
124.3
3x1
3x2
3x3
25.7
38.5
35.4
22.9
27.6
37.6
361.4
296.0
362.0
352.3
370.1
348.3
57.3
56.3
62.0
60.3
70.5
63.1
Lsd
10.2**
7.82*
ns
121.6
26.4**
13.1**
Biçim dönemi x biçim yük.
1x1 54.6
1x2 56.6
1x3 53.8
41.9
43.6
49.1
384.0
347.0
288.2
353.6
345.0
292.0
63.0
51.0
40.0
59.1
52.3
41.8
2x1
2x2
2x3
22.6
37.5
43.7
23.4
37.9
38.2
436.3
733.1
1047.0
570.0
738.6
945.1
65.8
117.0
157.5
85.3
119.5
140.2
3x1
3x2
3x3
19.6
30.5
39.6
20.9
32.8
34.4
200.0
335.8
483.6
258.8
368.3
443.6
37.1
63.6
74.8
49.3
73.0
71.7
131.3**
137.6**
14.9**
16.5**
Lsd 5.1**
4.7*
* p<0.05; **p<0.01; ns: önemli değil
3.2. Yeşil herba, kuru herba ve kuru yaprak
verimleri
Yeşil herba, kuru herba ve kuru yaprak
verimleri biçim dönemlerine göre önemli bir
şekilde değişmiş (p<0.01) ve deneme boyunca
ikinci biçimlerden elde edilen verimler birinci
ve üçüncü biçimlerden elde edilen verimlerden
daha yüksek olmuştur. İkinci biçimlerde yıllara
göre yeşil herba, kuru herba ve kuru yaprak
verimleri sırayla birinci yıl 739, 113.4 ve 85.3
kg/da, ikinci yıl 751.3, 115.0 ve 85.6 kg/da
olarak belirlenmiştir (Çizelge 3ve Çizelge4)
Birinci ve üçüncü biçim dönemlerindeki
80
verimler, ikinci biçim değerlerinin yaklaşık
yarısı kadardır. Birinci biçim döneminde
bitkilerin tarlaya şaşırtılması sonucu genelde bir
ana gövde gelişmiş ve dallanma az olmuştur.
Biçimler reyhanda yaprak koltuklarındaki
tomurcukların gelişimini yani dallanmayı
teşvik etmektedir. Birinci biçimden sonra, alt
yaprak koltuklarındaki tomurcukların gelişmesi
sonucu bitkilerde çok sayıda gövde oluşmuş ve
ikinci biçim verimlerinin yüksek olmasına
neden olmuştur. Ayrıca ikinci gelişme
dönemindeki hava sıcaklığı bu dönemdeki
verim yüksekliklerinin diğer bir nedeni olabilir
İ.TELCİ
(Nacar, 1997). İkinci
biçimden sonra
sonbahara doğru sıcaklıkların düşmesi, gece
gündüz sıcaklığının artması düşük sıcaklığa
oldukça duyarlı olan reyhanda (Lachowicz et.
al.
1997)
üçüncü
biçim
verimlerini
düşürmüştür.
Çizelge 4. Kuru yaprak verimi (kg/da) ve uçucu yağ
oranlarının değişimi
Kuru yaprak verimi
2001
2002
Biçim dönemi
1 28.0 b
27.8 c
2 85.3 a
85.6 a
3 47.8 b
51.8 b
Uçucu yağ oranı
2001
2002
0.59 b
0.83 a
0.95 a
0.62 b
0.88 a
0.89 a
Lsd 33.0**
Genotip
1 58.4 a
2 43.0 b
3 59.2 a
12.4**
0.18**
0.16**
57.5
55.8
52.0
1.31 a
0.63 b
0.45 b
1.32 a
0.64 b
0.45 c
Lsd
ns
0.30**
0.13**
Biçim yüksekliği (cm)
5 37.6 c
44.1 b
10 56.8 b
59.9 a
15 66.2 a
61.3 a
Lsd 7.0**
0.7**
0.70 b
0.83 a
0.84 a
0.06**
0.74 b
0.82 a
0.83 a
0.07**
Biçim dönemi x genotip
1x1 32.8
29.3
1x2 20.0
23.0
1x3 31.1
30.8
0.88
0.52
0.39
0.98
0.50
0.38
2x1
2x2
2x3
92.8
94.3
98.8
86.9
77.3
102.0
1.32
0.68
0.49
1.46
0.70
0.50
3x1
3x2
3x3
49.6
44.6
47.3
51.0
55.6
49.0
1.71
0.67
0.46
1.32
0.69
0.48
Lsd
20.9**
ns
0.10**
0.20**
11.4*
Biçim dönemi x biçim yük.
1x1 32.8
31.1
1x2 28.5
28.3
1x3 22.6
24.1
2x1
2x2
2x3
49.8
89.6
116.5
61.6
91.5
103.6
3x1
3x2
3x3
30.3
52.3
59.5
29.5
60.0
56.1
Lsd
12.1**
12.0**
* p<0.05; **p<0.01; ns: önemli değil
Verim değerleri bakımından (yeşil herba,
kuru herba ve kuru yaprak) 2001 yılında,
genotipler arasındaki fark önemli olurken
(p<0.05), 2002 yılında önemsiz bulunmuştur.
Deneme boyunca, en yüksek verimler, yüksek
verimli Lemon basil grubunda yer alan 3 nolu
Mersin’den temin edilen genotipten alınmıştır.
Ancak diğer verimli Anise grubunda (Simon et
al. 1999, Marotti et al. 1996) yer alan 1 nolu
genotip ile aynı grubu oluşturmuştur. İkinci yıl
2 nolu genotip ilk yıla göre daha yüksek verim
vermiş ve verimler bakımından üç genotip
arasındaki fark önemsiz olmuştur. Bu genotip
verim bakımından yıllara göre önemli değişim
göstermiştir.
Verimlerin biçim yüksekliğine göre
değişimi her iki yılda da önemli bulunmuştur. 5
cm yükseklikte biçilen bitkilerden düşük verim
alınırken, yüksek verimler 15 cm yükseklikteki
biçimlerden alınmıştır. Ancak, ikinci yılda 10
ve 15 cm yükseklerdeki biçimlerden elde edilen
verimler istatistiksel olarak aynı grupta yer
almıştır.
Vejetasyon dönemi boyunca birden fazla
biçim yapılan bitkilerde biçim yükseklikleri,
bitkilerin daha sonraki gelişme durumlarını ve
verimleri etkilemektedir (Tosun, 1967). Toprak
yüzeyine yakın (5 cm) biçimlerde; 1) yeni bitki
oluşturacak tomurcukların çoğunun zarar
görmesi, 2) hasattan kalan alt sürgünlerin daha
yavaş gelişmesi ve 3) daha az dal ve sürgün
oluşturması, verimlerin düşük olmasına neden
olmuştur. Reyhan genotiplerinde 5 cm’nin üzeri
bölgelerde tomurcuklar daha yoğun ve daha iyi
gelişmiştir. 10 ve 15 cm yüksekliklerde yapılan
biçimlerde, tomurcukların daha hızlı gelişmesi
ve daha fazla dal oluşturması, verimlerin
yüksek olmasına neden olmuştur.
Deneme boyunca genotipler, yeşil herba
verimi ve kuru yaprak verimi bakımından
birinci yıl biçimlere göre düzenli bir değişim
gösterirken, ikinci yıl farklı olmuş ve genotip x
biçim
dönemi
interaksiyonları
önemli
bulunmuştur. Kuru herba verimi bakımından,
her iki yılda da biçim dönemi x genotip
interaksiyonları önemli olmuştur (Çizelge 3 ve
Çizelge 4). Bazı reyhan genotiplerinin gelişme
dönemindeki değişen iklim koşullarına hassas
olduğu bilinmektedir (Marotti et al., 1996).
Dolayısıyla incelenen genotipler vejetasyon
boyunca, biçim dönemlerindeki değişen iklim
koşullarına farklı tepki göstermiştir.
İncelenen tüm verimlerde biçim dönemi
biçim
yüksekliği
interaksiyonu
önemli
çıkmıştır. Bitkiler 1. biçim döneminde eşit
koşullarda yetiştirilip hasat edilmiştir. Bu
81
Reyhan (Ocimum basilicum L.) Genotiplerinde Uygun Biçim Yüksekliklerinin Belirlenmesi
nedenle birinci biçimdeki verim farklılıkları,
yüksekliğe bağlı olarak bitkilerin hasat
edilmeyen kısımlardan kaynaklanırken, biçim
yüksekliklerinin asıl etkileri ikinci ve üçüncü
biçimlerde gözlenmiştir.
3.3. Uçucu yağ oranları
Uçucu yağ oranları bakımından her iki
yılda da biçim dönemleri, genotip ve biçim
yüksekliklerinin uçucu yağ oranlarına etkileri
önemli bulunmuştur. Deneme yıllarında birinci
biçim uçucu yağ oranları (1. yıl % 0.59; 2. yıl
% 0.62), ikinci (1. yıl % 0.83, 2. yıl 0.88) ve
üçüncü (1. yıl % 0.95, 2. yıl 0.89) biçim uçucu
yağ oranlarından önemli seviyede düşük
bulunmuştur (Çizelge 4). Genotipler arasındaki
farklılıklar her iki yılda da önemli olup, en
yüksek uçucu yağ oranları 1 nolu genotipten
elde edilmiştir. Bitkilerde uçucu yağ sentezi
iklim ve bitkinin genetik (Simon et al. 1999,
Marotti et al. 1996) yapısına göre değiştiği
bilinmektedir. Denemede, biçim dönemlerindeki farklı iklim koşulları, biçim dönemleri
arasındaki farklılığa neden olmuştur. Birinci
biçimden sonraki periyotta sıcaklığın ve ışık
yoğunluğunun yüksek olması (Clark and
Menary 1982), ikinci ve üçüncü biçimlerde
uçucu yağ oranını artırmıştır. Genotipler
arasındaki farklılık ise, bitkilerin genetik
yapılarından kaynaklanmıştır.
Biçim
yüksekliklerinin
uçucu
yağ
oranlarına etkisi önemli olup, deneme boyunca
5 cm yükseklikten biçilen örneklerde uçucu yağ
oranları (1. yıl % 0.70, 2. yıl % 0.74), 10 cm
(1. yıl % 0.83, 2. yıl % 0.82) ve 15 cm (1. yıl %
0.84 ve 2. yıl % 0.83) yükseklikte biçilen
örneklerden elde edilen uçucu yağ oranlarından
düşük olmuştur (Çizelge 4). İlk oluşan alt
yaprakların hasat edilmesi ve yaşlı yapraklarda
uçucu yağ oranının düşük olması (Stangele and
Biskup 1993), 5 cm yükseklikteki biçimlerde
uçucu yağ oranlarının düşük olmasına neden
olmuştur.
Her iki yılda da, uçucu yağ oranı
bakımından genotipler biçim dönemlerine farklı
tepki göstermiş ve biçim dönemi x genotip
interaksiyonu önemli bulunmuştur. Deneme
boyunca üç genotipte de birinci biçimden sonra
uçucu yağ oranları artmıştır. Ancak bu artış, 1
nolu genotipte 1 yıl üçüncü biçimde (%1.71), 2.
yıl ikinci biçimde (% 1.46) diğer genotiplere
82
nispeten daha belirgin olmuştur (Çizelge 4).
Yukarıda açıklandığı gibi, bitkilerde uçucu yağ
sentezi bitkilerin genetik yapılarına ve bu
genetik yapıların müsaadesi sınırında iklim
koşullarına bağlıdır. Uçucu yağ oranları
bakımından bazı aromatik bitkiler çevre
koşullarına daha hassas iken, bazıları iklim
koşullarından daha az etkilendiği bilinmektedir
(Marotti et al. 1996).
Çizelge 5. Toplam herba verimleri (kg/da)
Toplam yeşil
herba verimi
2001
2002
Genotipler
1
2
3
Lsd
5
1
15
Lsd
1543a
1037b
1673a
228**
1206c
1415b
1817a
204**
1415ab
1296b
1600a
191**
1181c
1451b
1680a
212**
Toplam kuru
herba verimi
2001
2002
Toplam kuru
yaprak verimi
2001
2002
239ab
188b
261a
57**
166b
231a
272a
48**
175a
129b
177a
36**
113b
169a
198a
47**
229ab
211b
253a
43*
195b
244a
254a
51**
165
156
172
ns
132b
176a
183a
39**
3.4. Toplam herba verimleri
Birden fazla biçim yapılan bitkilerde
toplam verimler önemli olduğundan biçimlerin
birleştirilmesi sonucu elde edilen sonuçlar
Çizelge 5’te verilmiştir. Buna göre en yüksek
verimler 3 nolu genotiplerden elde edilmesine
rağmen yeşil herba ve kuru herba verimleri
bakımından her iki yılda da, 1 ve 3 nolu
genotipler aynı istatistiki grupta yer almıştır.
Farklı biçim yüksekliklerine göre; en yüksek
toplam verimler 15 cm yükseklikte biçilen
bitkilerden elde edilmiştir. Bu sonuçlar Ege
bölgesi (Vömel and Ceylan, 1977) ve Çukurova
(Nacar, 1997) gibi sıcak ve 3 ten fazla biçim
alınan bölgelerde elde edilen verimlerden düşük
olurken, Avrupa’da yapılan çalışmada elde
edilen verimlerden (460-910 kg/da taze herba)
yüksek bulunmuştur (Havla ve Pukka, 1987).
Sonuç olarak, iki yıl süreyle farklı biçim
yüksekliklerinin belirlenmesine çalışıl-dığı bu
araştırmada incelenen genotipler vejetasyon
dönemlerindeki
biçim
ve
biçim
yüksekliklerinden
etkilenmiştir.
15
cm
yüksekliklerde yapılan biçimlerden yüksek
toplam kuru herba ve kuru yaprak verimi
alınmış, ancak 10 cm yükseklikteki biçimlerle
aynı
gurupta
yer
almıstır.
İncelenen
genotiplerden 1 ve 3 nolu genotiplerin Tokat
ekolojik koşulları için uygun genotipler olduğu
belirlenmiştir.
İ.TELCİ
Kaynaklar
Bassiouny, S.S., Hassanien F. R., Ali, F.R. and Kayati, S.
M. E. 1990. Efficiency of antioxidants from natural
sources in bakery products, Food Chemistry, 37,
297-305
Baytop, T., 1994. Türkçe Bitki Adları Sözlüğü T.D.K.
Yay. No: 578, 508s., Ankara, 1994.
Clark, R. J. and Menary, R. C., 1979, Effects of
photoperiod on the yield and composition of
peppermint oil. J. Amer. Soc. Hor. Sci. 104, 5, 699702.
Clark, R. J. and Menary, R. C., 1982. Environmental and
cultural factors affecting the yield and composition
of peppermint. VII. International Congress of
Essential oil. Fedarum, 14: 74-79.
Darrah H.H. 1998. The cultivated Basil. Buckeye Printing.
Independence.
Deshpande, R.S. and Tipnis, H.P. 1997. Insecticidal
activity of Ocimum basilicum L. Pesticides 11: 1–
12.
Düzgüneş, O., Kesici,T., Kavuncu, O. ve Gündüz, F.,
1987. Araştırma Deneme Metotları (İstatistik
Metotlar II). Ankara U. Zir. Fak. Yay. No: 1021,
381s., Ankara.
Havla, S. and Pukka, L., 1987. Studies on fertilization of
dill (Anethum graveolens L.) and basil (Ocimum
basilicum L.). Journal of Agricultural Sciences in
Finland, 59, 11-17.
Karaguzel, O., Baktir, I. Cakmakci, S., Ortacesme, V.,
Aydinoglu, B. and Atik, M.2005. Responses of
Native Lupinus Varius (L.) to Culture Conditions:
Effects of Photoperiod and Sowing Time on Growth
and
Flowering
Characteristics
Scientia
Horticulturae, 103-339-349.
Khosla, M., K., Bradu, B. L. and Gupta, S. C., 1989.
Polyploidy Breeding in Ocimum For Evolving High
Yielding, Better Quality Strains of Essential Oil
Importance. 11. th international congress of essential
oils, fragrances and flovours (12-16 November
1989). Vol: 3 (Biosciences), Oxfort &IBH pub. Co.
Labra, M.; Miele, M. Ledda, B. Grassi, F. Mazzei, M. and
Sala, M. 2004. Morphological characterization,
essential oil composition and DNA genotyping of
Ocimum basilicum L. cultivars Plant Science, 167:
725-731.
Lachowicz, K.J., Jones, G.P., Briggs, D.R., Bienvenu,
F.E., Palmer, M.V., Mishra, V., Hunter, M.M., 1997.
Characteristics of plants and plant extracts from five
varieties of basil (Ocimum basilicum L.) grown in
Australia.
Journal-of-Agricultural-and-FoodChemistry. 1997, 45: 7, 2660-2665.
Marotti M., Piccaglia R., Giovanelli E., 1996. Differences
in essential oil composition of basil (Ocimum
basilicum L.) Italian cultivars related to
morphological characteristic. Journal of Agricultural
and Food Chemistry. 44, 3926-3929.
Nacar, Ş. 1997. Farklı Yörelerden Sağlanan Fesleğen
(Ocimum basilicum L.) Bitkilerinde Değişik Dikim
sıklıklarının verim ve Kaliteye Etkisi. C.U. Fen
Bilimleri Enst. (Doktora Tezi), 159 sy. Adana.
Paton, A., Harley, R.M. and Harley, M.M., 1999.
Ocimum—an overview of relationships and
classification. In: Holm, Y. and Hiltunen, R.,
Editors, 1999. Ocimum. Medicinal and Aromatic
Plants—Industrial Profiles, Harwood Academic,
Amsterdam.
Simon, J. E., Morales, M. R., Phippen, W.B., Vieira R. F.
and Hao, Z., 1999 Basil: A Source of Aroma
Compounds and a Popular Culinary and Ornamental
Herb. Prespecctives on new crops and new uses (Ed:
J. Janick ASHS press, alexandria, V.A.
Schilcher, H., 1964. .Zur Wertbestimmung von Flores
Chamomillae
im
Apothekenund
ndustrielaboratorium. Deutsche Apotheker-Zeitung
104 (30), 1019–1023
Stangele, M. and Biskup, E., 1993. Sesonal Variation of
Essential Oil of European Pennyroyal (Mentha
pulegium L.). Acta Horticulture 344, 41-51.
Tosun, F. 1967. Bazı Çok Yıllık Buğdaygil Ve Baklagil
Yem Bitkilerinde Biçme Aralık Ve Yüksekliğinin
Gövde Ve Kök Gelişmesine etkisi. A.Ü. Z. F. Ziraai
Araş. Ens Araştırma Bülteni No: 23.
Tuğay, M. E. ve Akdağ, C., 1989. Türkiye’nin iklim ve
Tarım Bölgeleri. Sivas Yöresinde Tarımı Geliştirme
Sempozyumu (30 Mayıs-1 Haziran 1988) Bildiri
Kitabı, sayfa: 37-47, Sivas Hizmet Vakfı Yayınları
No: 1 Sivas.
Vieira, R. F. and Simon, J. E. 2000. Chemical
characterization of basil (Ocimum spp.) found in the
markets and used in traditional medicine in Brazil,
Economic-Botany. 54, 207-216
Vömel, A. Ceylan, A. 1977. Ege bölgesinde Bazı tıbbi
Bitkilerin Yetiştirme Denemeleri. Doğa, 1, 79-83.
Zollo, P.H.A., Biyiti, L., Tchoumbougnang, F., Menut, C.,
Lamaty, G. and Bouchet, P., 1998. Aromatic plants
of tropical Central Africa. Part XXXII. Chemical
composition and antifungal activity of thirteen
essential oils from aromatic plants of Cameroon.
Flavour and Fragrance Journal 13, pp. 107–114
83
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 85-93
Orta Karadeniz Bölgesinde Ekmeklik Buğday (Triticum aestivum L.)
Genotiplerinin Verim ve Bazı Kalite Özelliklerinin Belirlenmesi
Zeki Mut1
1
Nevzat Aydın2
Hasan Özcan2
H. Orhan Bayramoğlu2
Ondkuzmayıs Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Samsun
2
Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü, Samsun
Özet: Bu araştırma, 2003-2004 yetiştirme sezonunda 25 ekmeklik buğday genotipi (20 ileri hat ve 5 çeşit) ile
Samsun ve Gökhöyük (Amasya) lokasyonlarında Tesadüf Blokları Deneme Desenine göre 4 tekrarlamalı
olarak yürütülmüştür. Araştırmada çeşitlerin tane verimi, bitki boyu, bin tane ağırlığı, hektolitre ağırlığı,
protein oranı ve Zeleny sedimantasyon değeri incelenmiştir. Elde edilen sonuçlara göre, iki lokasyonun
ortalaması olarak genotiplerin tane verimleri 284.4 - 490.6 kg/da, bitki boyları 66.9 – 98.8 cm, bin tane
ağırlıkları 28.4 – 38.9 g, hektolitre ağırlıkları 68.4 – 74.9 kg, protein oranları %10.4 – 13.6 ve Zeleny
sedimantasyon değerleri 25.0 – 50.6 ml arasında değişmiştir. En yüksek tane verimi Samsun lokasyonunda
16, 22 ve 23 nolu genotiplerden, Gökhöyük lokasyonunda ise 1, 6, 7, 9, 10, 12 ve 16 nolu genotiplerden elde
edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Ekmeklik buğday, tane verimi, kalite
Determination of Yield and some Quality Traits of Bread Wheat (Triticum
Aestivum L.) Genotypes in the Middle Black Sea Region
Abstract: This research was carried out on 25 bread wheat genotypes in a Randomized Complete Block
Design with four replications in 2003-2004 growing season in Samsun and Amasya locations. In trial, data
on seed yield, plant height, 1000 kernel weight, test weight, protein content and Zeleny sedimentation were
recorded. According to the results including two location averages; grain yields, plant height, 1000 kernel
weight, test weight, crude protein content and Zeleny sedimentation value of genotypes, were between 284.4490.6 kg/da, 66.9 – 98.8 cm, 28.4 – 38.9 g, 68.4 – 74.9 kg, 10.4 – 13.6% and 25.0 – 50.6 ml, respectively.
The highest seed yield was obtained from 16, 22 and 23 numbered genotyped in Samsun location, while 1, 6,
7, 9, 10, 12 and 16 numbered genotypes gave the highest grain yield in Gökhöyük location.
Key words: Bread wheat, grain yield, quality
1. Giriş
Türkiye, yıllık 9.4 milyon hektarlık alanda
buğday tarımı ve yaklaşık 19 milyon ton
buğday üretimi ile Dünya’da 7. sırada yer
almaktadır (Anonymous, 2004). Buna rağmen,
bazı yıllar değişik tüketici kesimlerinin amacına
uygun standartları sağlayamamasından dolayı
kaliteli ekmeklik buğday ithal etmektedir.
Türkiye coğrafi konumu ve topoğrafik yapısı
nedeniyle çok değişik iklim kuşaklarına
sahiptir. Bu iklim kuşaklarında çok sayıda agroekolojik bölgeler ve bu bölgelere göre tarım
sistemleri oluşmuştur (Mızrak, 1983). Bu
nedenle yetiştirilen çeşitlerin tane verim ve
kalite karakterlerinde değişimler meydana
gelmektedir.
Islah çalışmalarında temel amaç verim ve
kalite özelliklerinin iyileştirilmesidir. Dünyada,
son 30 – 35 yılda buğday veriminde sağlanmış
olan % 100’lük bir artışın, % 60’ının yüksek
verim potansiyeline sahip yeni ıslah çeşitlerinin,
% 40’ının ise kültürel uygulamalardaki
gelişmelerin bir yansıması olduğu kabul
edilmektedir (Roth ve ark., 1984; Balla ve ark.,
1987).
Ülkemizde buğday ekiliş alanları son
sınırlarına ulaşmış hatta buğday yetiştirilmesine
elverişli olmayan marjinal alanlarda bile
buğday yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bu nedenle
buğday üretimimizin artırılması birim alandan
alınan verimin yükseltilmesine bağlıdır. Birim
alandan alınan verimin artırılması yüksek
verimli, üstün kaliteli, biyotik ve abiyotik stres
şartlarına dayanıklı çeşitlerin ıslahı ve uygun
kültürel teknikler kullanılarak yetiştirilmeleri
ile mümkündür. Buğdayda yüksek verim elde
etmek
için,
genotipin
yüksek
verim
potansiyeline sahip olması yanında sulanan
veya yeterli yağış düşen alanlarda yetiştirilmesi
gerekmektedir (Cook ve Veseth, 1991). Sulanan
veya nemli bölgelerde yüksek verim için
önemli
özelliklerin
başında
yatmaya
dayanıklılık gelirken, kurak alanlarda kuraklığa
dayanıklılık gelmektedir (Poehlman, 1987).
Buğdayın ekmek olma kalitesinin kalıtımını
inceleyen Zanetti ve ark., (2001) Zeleny
sedimantasyon değerini, protein oranını ve bin
Orta Karadeniz Bölgesinde Ekmeklik Buğday (Triticum aestivum L.) Genotiplerinin Verim ve Bazı Kalite Özelliklerinin
Belirlenmesi
tane ağırlığını önemli kalite kriterleri olarak ele
almışlardır. Buğdayda yüksek protein oranı
yanında proteinin kalitesi de önemlidir. Buğday
proteinin kalitesinin belirlenmesinde kullanılan
önemli yöntemlerden biri de sedimantasyon
değeridir (Zeleny, 1947).
Farklı ekmeklik buğday genotiplerinde
yapılan bazı fiziksel ve kimyasal kalite
analizleri sonucunda, Orta Karadeniz Bölgesi
iklim koşullarına ve farklı tüketici gruplarının
isteklerine uygun, yüksek verimli genotiplerin
belirlenmesi
bu
çalışmanın
amacını
oluşturmaktadır.
3. Materyal ve Metot
3.1. Araştırma Yerlerinin Toprak Özellikleri
Çalışma, 2003-2004 yetiştirme döneminde
Samsun’da
Karadeniz Tarımsal Araştırma
Enstitüsü’nün arazisinde ve Amasya’da
Gökhöyük
Tarım
İşletmesi
arazisinde
yürütülmüştür. Samsun’da yürütülen denemenin
arazisinin toprak bünyesi killidir. Fosfor içeriği
yüksek olan toprakların (19.30 kg/da), organik
madde miktarı orta (% 2.69),
potasyum
yönünden ise zengin (95.01 kg/da) olduğu
belirlenmiştir. Gökhöyük lokasyonun toprak
bünyesi ise killi-tın bir yapıya sahiptir. Fosfor
içeriği (7.80 kg/da) ve organik madde miktarı
orta seviyede (% 2.09), potasyum yönünden ise
zengindir (255.80 kg/da).
3.2. Araştırma Yerlerinin İklim Özellikleri
Samsun ilinin uzun yıllar ortalaması ile
2003-2004
yetiştirme
dönemi
karşılaştırıldığında, uzun yıllar ortalama
sıcaklık değeri 12.7 °C iken, denemenin
yürütüldüğü dönemde ortalama sıcaklık 13.3 °C
olarak saptanmıştır. Uzun yıllar ortalamasına
göre toplam yağış miktarı 587 mm iken,
denemenin yürütüldüğü yetiştirme döneminde
düşen yağış miktarı 829 mm olarak
gerçekleşmiştir (Çizelge 1).
Amasya ilinin uzun yıllara ait ortalama
sıcaklık değeri 11.9 °C iken, denemenin
yürütüldüğü yılda ortalama sıcaklık değeri 11.7
°C olarak saptanmıştır.
86
3.3. Materyal
Denemede 20 adet ekmeklik buğday hattı
ve 5 adet tescilli çeşit kontrol olarak
kullanılmıştır (Çizelge 2). Verim denemesi
seviyesindeki
ekmeklik
buğday
hatları
Karadeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü
Buğday Islah projesinden temin edilmiştir.
Tescilli çeşitler, bölgede yaygın olarak
ekilmeleri (Kate A-1 ve Pandas), yüksek verim
potansiyeline sahip olmaları (Sakin ve Canik
2003) ve kalite özellikleri (Bezostaja 1) dikkate
alınarak seçilmiştir.
3.4. Metot
Ekim sıklığı m2’de 500 tohum olacak
şekilde ayarlanmış ve ekimler parsel ekim
mibzeri ile 6 m uzunluğundaki parsellere 20 cm
sıra arası mesafe olacak şekilde 6 sıra olarak
yapılmıştır. Ekim, Samsun lokasyonunda 3
Aralık 2003, Gökhöyük lokasyonunda 21 Ekim
2003 tarihinde yapılmıştır. Denemeler Tesadüf
Blokları Deneme Deseninde 4 tekerrürlü olarak
kurulmuştur. Dekara 12 kg saf N hesabıyla
gübre kullanılmış ve azotun yarısı ekimle diğer
yarısı ise sapa kalkma dönemi öncesinde
verilmiştir. Dekara 6 kg P2O5 ekimden önce
taban gübresi Diamanyum fosfat (DAP) olarak
verilmiştir.
Samsun’daki
deneme
alanı
toprakları fosfor bakımından zengin olduğu için
fosforlu gübre uygulanmamıştır. Lokasyonlarda
sulama işlemi yapılmamıştır. Yabancı otları
kontrol etmek için herbisit kullanılmıştır. Hasat,
parsel biçerdöveri ile yapılmıştır. Araştırmada
başta tane verimi olmak üzere bitki boyu, bin
tane ağırlığı, hektolitre ağırlığı, protein oranı ve
Zeleny sedimantasyon değeri belirlenmiştir.
Protein oranı Kjeldahl yöntemine (Pelshenke,
1964), sedimantasyon değeri ise Zeleny
yöntemine göre saptanmıştır (Zeleny, 1947).
İstatistiki
analizlerde
SAS
istatistik
programında Proc GLM analiz yöntemine göre
yapılmıştır
(SAS,
1998).
Lokayonların
birleştirilmesinde homojenlik testi yapılmış ve
ortalamalar, Duncan çoklu karşılaştırma testine
göre karşılaştırılmıştır.
Z.MUT, N.AYDIN, H.ÖZCAN, H.O.BAYRAMOĞLU
Çizelge 1. Uzun Yıllar ve 2003-2004 Yetişme Dönemine İlişkin İklim Verileri
İklim
Fak.
Yıllar ve
Lokasyon
Samsun
Yağış
Amasya
(mm)
Uzun Y. Samsun
Uzun Y. Amasya
Samsun
Ort.
Amasya
Sıcaklık Uzun Y. Samsun
(°C)
Uzun Y. Amasya
Samsun
Ort. Nis. Amasya
Nem
Uzun Y. Samsun
(%)
Uzun Y. Amasya
Ekim
194.7
67.3
87.4
30.0
17.5
15.6
15.9
14.5
69.3
58,3
75.8
62.9
2003
Kasım Aralık
64.0
104.0
24.0
66.6
78.6
73.3
40.0
48.8
11.5
9.3
8.0
3.9
11.9
8.9
8.6
4.7
79.7
64.6
64,9
64,7
70.4
66.8
67.4
69.9
Ocak
84.2
65.0
58.4
48.9
8.1
2.1
6.9
2.5
61.3
61.6
68.0
68.5
Şubat
43.9
20.0
48.8
38.0
7.5
4.6
6.6
4.4
66.3
54.3
70.4
63.3
2004
Nisan Mayıs
101.0
56.2
60.0
10.0
58.3
50.6
49.0
51.7
11.4
15.0
13.3
16.9
11.1
15.3
13.5
17.8
77.5
83.1
49.2
50.9
79.5
80.6
57.8
56.9
Mart
66.2
27.0
52.7
43.7
8.5
8.3
7.8
8.3
75.4
53.0
75.8
59.1
Haziran
77.6
35.0
47.9
35.1
20.0
20.6
20.0
21.5
81.4
52.8
76.3
54.5
Temmuz
37.2
4.0
31.3
15.8
23.7
23.2
23.1
23.9
72.5
47.1
73.4
53.6
10 aylık
Top/Ort.
829
379
587
401
13.3
11.7
12.7
11.9
73.1
55.7
73.4
61.4
Çizelge 2. Denemede Kullanılan Çeşit ve Hatların Melez Bilgileri
Genotip
No
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
Melez
KALYOZ-9
8023.16.1.1/KAUZ
SHARK/F4105W2.1
SPN/NAC//ATTILA
BEZOSTAJA 1 (Anadolu TAE)
TAM200*2/MO88
TAM200*2/RABE
ID800994.W/FALKE
AGRI/NAC//KAUZ
KATE A-1 (Trakya TAE)
SKAUZ//HATUSHA (TOP SIEVE)
VORONA/KAUZ//1D13.1/MLT
Cor71-11460/3/Pkg/Lov13//Jsw3/4/Jing411
Genotip
No
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
Melez
IRENA/WEAVER
PANDAS (Çukurova TAE)
HATUSHA/MTG//TX81V6614
Bul3129.65/Sdv1.
Bul3129.65/Sdv1.
KAUZ/3/SAPI/TEAL//HUI
SAKİN (Karadeniz TAE)
ID80.628//ALUCAN/YAV
Bez/Agd//Pbd
Bez/Agd//Pbd
Lov29/3/Ftg/spwx//Afgh H996/Mex
120/4/Lov29/3/jsw6/Lov13//Jsw3
CANİK 2003 (Karadeniz TAE)
Çizelge 3. Samsun ve Amasya (Gökhöyük) Lokasyonlarında Yetiştirilen Ekmeklik Buğday Genotiplerinin
İncelenen Özelliklerine Ait Varyans Analiz Sonuçları
Samsun lokasyonu
Özellik
Tane
Bitki
Bin tane
Hektolitre Protein
Sedimantasyon
verimi
boyu
ağırlığı
ağırlığı
oranı
değeri
Varyasyon
SD Kareler
Kareler
Kareler
Kareler
Kareler
Kareler
Kaynakları
ort.
ort.
ort.
ort.
ort.
ort.
Blok
3
4816
215.3**
50.4**
55.5**
0.33
15.8*
Çeşit
24
15607**
264.0**
53.3**
28.3**
2.27**
179.6**
Hata
72
3446
16.0
5.7
5.1
0.17
1.79
Amasya lokasyonu
Blok
3
25249*
160.9** 24.6**
24.6**
4.93*
5.22
Çeşit
24
22440**
157.2** 39.8**
39.8**
10.9**
246.7**
Hata
72
6569
22.2
3.1
3.1
1.66
2.85
Birleştirilmiş
Loaksyon (L) 1
686401**
15225** 1061.1** 10993**
25.30
4.8
Blok
6
15033**
188.1** 40.5**
25.3**
0.30
5.2*
Çeşit (Ç)
24
15701**
356.2** 60.7
23.9**
3.65**
389.2**
LxÇ
24
22344**
64.9**
22.5
14.68**
0.86**
37.2**
Hata
144 4996
19.1
4.4
3.40
0.14
2.3
* işaretli değerler P<0.05, ** işaretli değerler P<0.01 olasılıkla önemlidir
3. Bulgular ve Tartışma
3.1. Tane Verimi
Araştırmada elde edilen tane verimine ait
ortalama değerler Çizelge 4’de verilmiştir. Her
iki lokasyonda da tane verimi bakımından
genotipler arasında istatistiki olarak çok önemli
farklar belirlenmiştir (Çizelge 3). Çeşit ve
hatların tane verimleri Samsun lokasyonunda
237.0-480.3 kg/da, Gökhöyük lokasyonunda
327.3-605.3 kg/da arasında değişmiştir. Samsun
lokasyonunda ortalama tane verimi 338.3 kg/da
olurken, Gökhöyük lokasyonunda 456.4 kg/da
87
Orta Karadeniz Bölgesinde Ekmeklik Buğday (Triticum aestivum L.) Genotiplerinin Verim ve Bazı Kalite Özelliklerinin
Belirlenmesi
olarak gerçekleşmiştir. Denemede kullanılan
Bezostaja 1 (5), Kate A-1 (10), Pandas (15),
Sakin (20) ve Canik 2003 (25) çeşitlerinin iki
lokasyonun ortalaması olarak ortalama tane
verimleri sırasıyla 284.4, 427.4, 374.4, 401.0 ve
366.8 kg/da’dır. Samsun lokasyonu, Amasya
lokasyonuna göre daha fazla yağış almasına
rağmen tane verimi daha düşük olmuştur.
Yetişme
sezonu
boyunca
Samsun
lokasyonundaki yüksek yağış yanında (Çizelge
2), yatma ve hastalık epidemisi tane veriminin
önemli seviyede düşük olmasına ne olmuştur.
Samsun lokasyonunda 1 (80S), 2 (60S), 11
(60S), 12 (60S), 13 (60) ve 15 (100S) numaralı
hatlar kahverengi pasa hassas genotipler olarak
belirlenmiştir. Ayrıca bu lokasyonda yüksek
yağıştan dolayı genotiplerin çoğunda belli
oranda külleme hastalığı (1, 2, 3, 4, 6, 7, 9, 11,
17, 18, 19 ve 24 nolu hatların skoru 7, 8 nolu
hattın skoru 9) görülmüştür. Poehlman (1987),
yatma ve hastalığın verimi önemli seviyede
düşürdüğünü bildirmiştir. Samsun’da tane
verimi bakımından 16, 21, 22 ve 23
nolu
genotipler
ilk
sıralarda
yer
alırken,
Gökhöyük’de 1, 6, 7, 9 ve 12 nolu genotipler
ilk sırada yer almıştır. Lokasyonların
ortalamasına göre en yüksek tane verimi 6, 7,
10, 12, 16, 21, 22 ve 23 nolu genotiplerden elde
edilmiştir. Verim bakımından ilk 5’e giren çeşit
her iki lokasyonda da farklı olmuştur. Bu
durum çeşit x lokasyon interaksiyonunun
önemli olduğunu göstermektedir. Verim
bitkinin genetik potansiyeli, çevre faktörleri ve
yetiştirme tekniklerinin birlikte etkileri sonucu
ortaya
çıkmaktadır.
Tane
verimindeki
farklılıklar büyük oranda çeşitlerin genetik
özelliklerinden kaynaklanmaktadır (Kırtok ve
ark., 1988; Sharma, 1992; Öztürk ve Akkaya,
1996; Ağdağ ve ark., 1997; Dokuyucu ve ark.,
1997; Anıl, 2000).
Çizelge 4. Ekmeklik buğday genotiplerinin tane verimi ve bitki boyuna ilişkin ortalama değerler *
Genotip
Tane Verimi (kg/da)
Bitki Boyu (cm)
No
Samsun
Amasya
Ortalama
Samsun
Amasya
Ortalama
1
237.0 h
551.5 a-c
394.3 b-d
88.8 e-h
77.6 b-d
83.2 c-f
2
372.8 b-d
371.5 fg
372.1 b-d
87.5 f-ı
70.0 d-f
78.8 f-h
3
352.0 c-e
452.5 b-g
402.3 b-d
92.5 d-g 77.5 b-d
85.0 b-e
4
350.8 c-e
461.8 b-g
406.3 b-d
86.3 g-j
68.8 ef
77.5 g-ı
5
241.5 gh
327.3 g
284.4 e
106.3 a
91.3 a
98.8 a
6
277.0 d-h
605.3 a
441.1 a-c
81.3 I-k
66.3 fg
73.8 ı
7
342.0 c-f
548.0 a-c
445.0 a-c
93.8 c-f
72.5 c-f
83.1 c-f
8
245.3 f-h
499.5 a-f
372.4 b-d
78.8 kl
67.5 ef
73.1 ı
9
269.8 e-h
562.0 ab
415.9 a-d
87.5 f-ı
77.5 b-d
82.5 d-f
10
340.8 c-f
514.0 a-e
427.4 a-c
97.5 b-d 81.3 b
89.4 b
11
335.0 c-g
473.5 a-f
404.3 b-d
87.5 f-ı
70.0 d-f
78.8 f-h
12
350.0 c-e
549.8 a-c
449.9 ab
93.7 c-f
81.3 b
87.5 b-d
13
305.0 c-h
363.0 fg
334.0 de
85.0 h-k 67.5 ef
76.3 g-ı
14
317.3 c-h
414.3 c-g
365.8 b-d
83.8 h-k 68.8 ef
76.3 g-ı
15
355.8 c-e
393.0 d-g
374.4 b-d
80.0 jk
68.8 ef
74.4 hı
16
453.3 ab
528.0 a-d
490.6 a
87.5 f-ı
72.5 c-f
80.0 e-g
17
276.5 d-h
395.3 d-g
335.9 de
95.0 c-e
75.0 b-e
85.0 b-e
18
361.8 b-e
363.5 fg
362.6 cd
98.8 b-d 73.8 b-f
86.3 b-d
19
349.8 c-e
391.8 d-g
370.8 b-d
73.8 l
60.0 g
66.9 j
20
348.8 c-e
453.3 b-f
401.0 b-d 103.8 ab
75.0 b-e
89.4 b
21
382.5 bc
491.3 a-f
436.9 a-c
92.5 d-g 75.0 b-e
83.8 c-e
22
480.3 a
387.8 e-g
434.0 a-c 100.0 bc
68.8 ef
84.4 b-e
23
449.5 ab
404.5 d-g
427.0 a-c 102.5 ab
73.8 b-f
88.1 bc
24
353.3 c-e
470.0 a-f
411.6 a-d
92.5 d-g 78.8 bc
85.6 b-d
25
309.5 c-h
433.3 b-g
362.6 cd
93.8 c-f
75.0 b-e
84.4 b-e
Ortalama
338.3
456.4
397.1
90.8
73.4
82.1
D.K. (%)
17.4
17.7
17.8
4.41
6.42
5.33
* Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasında 0.01 önem düzeyine göre fark yoktur
88
Z.MUT, N.AYDIN, H.ÖZCAN, H.O.BAYRAMOĞLU
3.2. Bitki Boyu
Denemeye alınan genotiplerin bitki boyuna
ilişkin ortalama değerler Çizelge 4’de
verilmiştir. Çizelge 4’de görüleceği üzere,
lokasyonların ortalamasına göre bitki boyu
66.9–98.8 cm arasında değişmiştir ve genotipler
arasındaki fark istatistiki olarak çok önemli
bulunmuştur (Çizelge 3). Yağışın daha yüksek
olduğu Samsun lokasyonundaki bitki boyu
ortalaması 90.8 cm olurken, Amasya
lokasyonunda bu değerin 73.4 cm olduğu tespit
edilmiştir. Her iki lokasyonda da en yüksek
bitki boyu 5 nolu genotipte, en düşük bitki boyu
ise 19 nolu genotipte ölçülmüştür.
Bitki boyu, tahıllarda verim, verim
unsurları ve kalite özellikleri yanında üzerinde
en fazla durulan morfolojik özelliklerden
birisidir (Kırtok ve ark., 1987; Genç ve ark.,
1993; Kün, 1996). Buğdayda bitki boyu çeşidin
genetik yapısı, ekim sıklığı, ekim zamanı,
gübreleme,
yağış
durumu
ve
toprak
özelliklerine bağlı olarak değişmektedir
(Gençtan ve Sağlam, 1987; Doğan ve Yürür,
1992; Çölkesen ve ark., 1993; Kün, 1996).
Samsun lokasyonunda 4 (4), 6 (7), 7 (8), 9
(4), 14 (6), 15 (4), 16 (6), 17 (4), 18 (5) ve 19
(4) nolu genotipler, Amasya lokasyonunda ise 3
(5), 15 (4) ve 23 (4) nolu genotipler yatmıştır.
Özellikle fazla yağış alan bölgelerde ve verimli
topraklarda uzun boylu çeşitler kolayca
yatmakta, bunun sonucunda verim ve kalite
düşmektedir (Kün, 1996). Bununla birlikte,
buğdayda bitki boyu kadar sap sağlamlığı da
yatmayı etkileyen önemli bir faktördür (Kün,
1988). Nitekim, Samsun lokasyonunda 22 nolu
hat uzun boylu olduğu halde yatmamış ve en
yüksek tane verimine sahip olmuştur. Tosun
(1987), kaliteli ve tane verimi yüksek buğday
çeşitlerinde bitki boyunun ortalama 80-90 cm
olduğunu bildirmiştir. Diğer taraftan Demir ve
ark. (1987), yatmadığı taktirde uzun boylu
çeşitlerden yüksek verim alınabileceğini, ancak
kısa boylu çeşitlerin yatmaya dayanıklı olması
nedeniyle yüksek azot dozunun uygulandığı
durumlarda veya verimli topraklarda daha
kararlı
bir
durum
gösterdiklerini
bildirmektedirler.
3.3. Bin Tane Ağırlığı
Genotiplerin bin tane ağırlığına ait
ortalama değerler Çizelge 5’de verilmiştir. Bin
tane ağırlığı bakımından genotipler arasındaki
fark her iki lokasyonda da % 1 düzeyinde
önemli bulunmuştur (Çizelge 3). Bin tane
ağırlıkları Samsun lokasyonunda ortalama 30.2
g, Amasya lokasyonunda ise ortalama 34.8 g
olarak saptanmıştır. Lokasyonların ortalamasına
göre genotiplerin bin tane ağırlıkları 28.4-38.9
g arasında değişmiştir (Çizelge 5). En yüksek
bin tane ağırlığı Samsun lokasyonunda 38.1 g
ile 22 nolu genotipten, Amasya lokasyonunda
ise 43.9 g ile 24 nolu genotipten elde edilmiştir.
Lokasyonların ortalamasına göre 22 , 23 ve 24
numaralı hatların denemede yer alan çeşitlerden
daha yüksek bin tane ağırlığına sahip oldukları
belirlenmiştir. Genetik yapı ve ekolojik
faktörler bin tane ağırlığı üzerine etkili iki
önemli faktördür. Başaklanma sonrası çevre
koşullarını daha iyi değerlendiren çeşitlerin bin
tane ağırlığının daha
yüksek olduğu
bildirilmektedir (Korkut ve Ünay, 1987).
Bin tane ağırlığı tahıllarda tane verimini
etkileyen önemli özelliklerden biridir (Tosun ve
Yurtman, 1973; Gençtan ve Sağlam, 1987;
Korkut ve ark., 1993). Bin tane ağırlığında
görülen farklılığa genotiplerin genetik yapısı
kadar çevre koşulları da etkili olmuştur.
Samsun lokasyonundaki yüksek yağış, yatma
ve hastalık epidemisi nedeniyle tane verimi
yanında bin tane ağırlığını da önemli seviyede
düşük olmuştur.
3.4. Hektolitre Ağırlığı
Ekmeklik buğday genotiplerine ilişkin
ortalama hektolitre ağırlıkları Çizelge 5’de
verilmiştir. Her iki lokasyonda hektolitre
ağırlığı bakımından genotipler arasında %1
seviyesinde önemli farklılıklar saptanmıştır
(Çizelge 3).
Lokasyonların ortalamasına göre hektolitre
ağırlıkları 68.4 ile 74.9 kg arasında değişmiştir.
Hektolitre ağırlığı Samsun lokasyonunda (63.9
kg), Gökhöyük lokasyonuna (78.9 kg) oranla
daha düşük gerçekleşmiştir (Çizelge 5). En
yüksek hektolitre ağırlığı Samsun lokasyonunda
69.3 kg ile 22 nolu genotipte, Amasya
lokasyonunda ise 82.3 kg ile 7 nolu genotipten
elde edilmiştir. Lokasyonların ortalamasına
göre denemede yer alan Bezostaja 1 (5), Kate
A-1 (10), Pandas (15), Sakin (20) ve Canik
2003 (25) çeşitlerinin hektolitre ağırlıkları
sırasıyla 71.1, 72.5, 69.5, 70.2 ve 70.0 kg’dır. 6,
7, 16, 22, 23 ve 24 numaralı hatların, kontrol
çeşitlerden daha yüksek hektolitre ağırlığına
sahip oldukları tespit edilmiştir. Tanenin şekli,
yoğunluğu, büyüklüğü ve homojenliği çeşidin
89
Orta Karadeniz Bölgesinde Ekmeklik Buğday (Triticum aestivum L.) Genotiplerinin Verim ve Bazı Kalite Özelliklerinin
Belirlenmesi
hektolitre ağırlığını belirleyen en önemli
özelliklerdir (Özkaya ve Kahveci, 1990).
Ekmeklik buğdaylarda un randımanını etkileyen
hektolitre ağırlığı çeşit, çevre şartları, kültürel
uygulamalar, yatma, hastalık ve zararlı gibi
faktörlere bağlı olarak değişmektedir (Şener ve
ark., 1997; Atlı ve ark., 1999; Sade ve ark.,
1999). Ekmeklik buğdayda yapılan bir
çalışmada hektolitre ağırlığının 74.7 - 79.8 kg
arasında değiştiği belirtilmiştir (Ercan ve ark.,
1988). Samsun lokasyonunda hektolitre ağırlığı
beklenen değerin çok altında olmuştur. Samsun
lokasyonundaki hektolitre ağırlığı değerlerinin
düşük olmasına olumsuz çevre şartlarının,
özellikle de fazla miktarda düşen yağışın etkisi
büyük olmuştur. Schular ve ark. (1994)
tanelerin buruşmasına neden olan hastalık ve
yatma gibi çevresel etmenlerin hektolitre
ağırlığını etkilediğini bildirmiştir.
Çizelge 5. Ekmeklik buğday genotiplerinin bin tane ağırlığı ve hektolitre ağırlığına ilişkin ortalama değerler*
Genotip
Bin Tane Ağırlığı (g)
Hektolitre Ağırlığı (kg)
No
Samsun
Amasya
Ortalama
Samsun
Amasya
Ortalama
1
26.2 jk
36.4 c-e
31.3 f-h
60.2 g
80.7 a-d
70.5 g-l
2
35.0 a-c
36.8 cd
35.9 b-d
65.0 b-e
79.0 c-g
71.9 c-h
3
33.2 b-e
36.8 cd
35.0 cd
63.3 d-g
78.5 d-h
70.9 f-k
4
29.7 e-k
35.7 c-g
32.7 ef
64.2 c-f
79.0 c-g
71.6 d-j
5
30.5 d-ı
41.3 b
35.9 b-d
61.5 e-g
80.7 a-d
71.1 e-j
6
28.9 f-k
34.5 d-h
31.7 e-g
64.8 b-e
80.8 a-c
72.8 a-f
7
27.4 h-k
33.5 e-k
30.5 f-ı
67.5 a-c
82.3 a
74.9 a
8
26.2 jk
34.5 d-h
30.4 f-ı
60.1 g
77.8 f-h
69.0 kl
9
26.3 jk
32.0 h-k
29.2 hı
59.5 fg
79.1 c-g
69.3 j-l
10
27.1 I-k
36.0 c-f
31.6 f-h
64.8 b-e
80.2 b-e
72.5 b-f
11
27.3 h-k
31.2 I-k
29.3 g-ı
60.2 g
76.6 hı
68.4 l
12
30.0 d-j
33.3 f-k
31.7 f-h
63.3 d-g
78.8 c-g
71.1 f-k
13
30.6 d-ı
32.0 h-k
31.3 f-h
62.8 d-g
79.2 c-g
71.0 f-k
14
25.7 k
31.1 jk
28.4 ı
62.7 d-g
80.2 b-e
71.5 d-j
15
31.5 c-g
32.8 g-k
32.2 ef
63.8 c-g
75.3 ı
69.5 j-l
16
29.9 e-j
30.6 k
30.3 f-ı
68.4 ab
79.6 b-f
74.0 a-c
17
30.6 d-ı
32.1 h-k
31.4 f-h
62.6 d-g
74.4 f-h
70.0 h-l
18
32.5 c-f
32.4 h-k
32.5 ef
65.6 b-d
76.6 hı
71.1 f-k
19
27.7 g-k
33.9 d-j
30.8 f-h
63.1 d-g
78.3 e-h
70.7 f-k
20
31.3 c-h
36.8 cd
34.1 de
63.1 d-g
77.3 gh
70.2 h-l
21
30.1 d-j
34.3 d-h
32.2 ef
64.3 c-f
79.5 b-g
71.9 d-ı
22
38.1 a
36.3 c-e
37.2 a-c
69.3 a
79.1 c-g
74.2 a-b
23
36.5 ab
38.2 c
37.4 ab
68.4 ab
78.2 e-h
73.3 a-e
24
34.0 b-d
43.9 a
38.9 a
67.2 a-c
81.6 ab
74.4 ab
25
29.0 f-k
34.1 d-ı
31.3 f-h
62.2 d-g
77.4 f-h
70.0 h-l
Ortalama
30.2
34.8
32.5
63.9
78.9
71.3
D.K. (%)
7.90
5.06
6.47
3.52
1.63
2.58
* Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasında 0.01 önem düzeyine göre fark yoktur
3.5. Protein Oranı
Buğdayda
kalitenin belirlenmesinde
kullanılan en önemli özelliklerden biri de
protein oranıdır. Denemelerde kullanılan
genotiplerin ortalama protein oranlarına ilişkin
değerler Çizelge 6’da verilmiştir. Protein oranı
bakımından çeşit ve hatların ortalama değerleri
arasındaki farklar her iki lokasyonda ve
lokasyon ortalamasına göre istatistiki olarak %
1 seviyesinde önemli bulunmuştur (Çizelge 3).
Lokasyonların ortalamasına göre ortalama
protein oranı % 11.3 iken, Samsun
lokasyonununda bu değer % 11.0, Amasya
90
lokasyonunda % 11.7 olarak gerçekleşmiştir.
Denemede yer alan çeşitlerin protein ortalaması
% 10.4 (Kate A-1) ile % 12.3 (Bezostaja 1)
arasında değişmiştir. Samsun ve Gökhöyük
lokasyonunda en yüksek protein oranı sırasıyla
% 13.6 ve % 13.7 ile 18 nolu genotipten elde
edilirken, en düşük protein oranı ise Samsun
lokasyonunda % 10.1 ile 16 nolu genotipten,
Amasya lokasyonunda ise % 10.6 ile 7 nolu
genotipten elde edilmiştir. 17 ve 18 nolu
genotipler kontrol çeşitlerden daha yüksek
protein oranına sahip olmuşlardır.
Z.MUT, N.AYDIN, H.ÖZCAN, H.O.BAYRAMOĞLU
Protein
oranı,
buğday
kalitesini
belirlemede kullanılan kriterlerin başında
gelmektedir (Atlı ve ark., 1999). Ünal (1979),
buğdayda protein oranının çeşide ve daha çok
çevre koşullarına bağlı olarak % 6 - 22 arasında
değiştiğini
bildirmiştir.
Protein
oranı
bakımından genotipler arasında önemli farkların
olduğu birçok araştırıcı tarafından da
bildirilmiştir (Gökmen ve Sencar, 1989; Budak
ve ark., 1997; Atlı, 1999). Çeşidin dışında yağış
miktarı, yağışın aylara göre dağılımı, sıcaklık,
toprak özellikleri, kültürel uygulamalar ve
süne-kımıl gibi zararlılar da protein oranı ve
kalitesini etkilemektedir (Bushuk, 1982; Atlı,
1999; Çağlayan ve Elgün, 1999). Tane verimi
bakımından ilk sıralarda yer alan genotipler
protein oranı bakımından son sıralarda yer
almıştır. Tane verimi ve protein oranı
arasındaki benzer ilişki birçok araştırıcı
tarafından da bildirilmiştir (Tuğay, 1978;
McClung ve ark., 1986; Cook ve Veseth, 1991;
Costa ve Kronstad, 1994).
Çizelge 6. Ekmeklik buğday genotiplerinin protein oranı ve sedimantasyon değerlerine ilişkin ortalama
değerler *
Genotip
Protein Oranı (%)
Sedimantasyon Değeri (ml)
No
Samsun
Amasya
Ortalama
Samsun
Amasya
Ortalama
1
10.3 ıj
11.4 g-j
10.8 h-k
33.0 h
36.5 fı
34.8 hı
2
10.4 g-j
12.5 b
11.4 c-f
34.0 h
38.0 eg
36.0 gh
3
10.4 g-j
11.5 f-j
11.0 g-k
43.0 cd
45.0 c
44.0 b
4
10.3 h-j
11.8 d-h
11.0 f-k
36.0 g
36.5 fı
36.3 gh
5
10.9 d-ı
12.3 bc
11.6 cd
44.0 bc
56.3 a
50.1 a
6
10.9 e-ı
11.1 j-m
11.0 g-k
39.5 f
36.8 fh
38.1 f
7
11.1 d-g
10.6 m
10.8 h-k
41.8 de
41.0 d
41.4 cd
8
10.7 f-j
10.7 l-m
10.7 j-l
41.8 de
44.8 c
43.3 b
9
10.4 g-j
11.6 e-j
11.0 f-k
27.5 ıj
35.3 hj
31.4 j
10
10.1 j
10.7 m
10.4 l
29.5 ı
34.0 ıj
31.8 j
11
10.9 e-ı
11.6 e-j
11.3 d-h
32.8 h
28.0 k-n
30.4 jk
12
10.6 g-j
11.1 j-m
10.8 h-k
29.5 ı
27.0 mn
28.3 l-n
13
10.8 e-j
12.0 b-f
11.4 c-f
29.5 ı
27.5 l-n
28.5 lm
14
11.3 c-f
11.7 e-ı
11.5 c-e
34.8 gh
33.8 j
34.3 ı
15
11.0 d-g
12.1 b-e
11.5 cd
45.3 b
40.0 de
42.6 bc
16
10.1 j
11.2 ı-l
10.7 k-l
26.0 jk
24.0 o
25.0 o
17
12.1 b
13.4 a
12.7 b
40.3 ef
34.8 hj
37.5 fg
18
13.6 a
13.7 a
13.6 a
38.8 f
35.5 gj
37.1 fg
19
11.4 c-e
12.1 b-e
11.8 c
32.8 h
30.3 k
31.5 j
20
10.5 g-j
11.6 e-ı
11.1 e-j
25.5 k
30.0 kl
27.8 mn
21
11.3 c-f
10.9 k-m
11.1 e-j
28.0 ı
25.5 no
26.8 n
22
11.0 d-h
12.3 b-d
11.6 cd
42.5 cd
38.3 ef
40.4 de
23
10.9 d-ı
11.5 f-j
11.2 d-ı
39.8 ef
39.8 de
39.8 e
24
11.9 bc
11.3 h-j
11.6 cd
49.0 a
52.3 b
50.6 a
25
11.6 b-d
11.9 c-g
11.7 c
29.5 ı
29.5 k-m
29.5 kl
Ortalama
11.00
11.7
11.3
35.8
36.1
35.9
D.K. (%)
3.77
2.70
3.25
3.74
4.7
4.24
* Aynı harfle gösterilen ortalamalar arasında 0.01 önem düzeyine göre fark yoktur
3.6. Sedimantasyon Değeri
Buğday genotiplerine ait
ortalama
sedimantasyon
değerleri
Çizelge
6’da
verilmiştir. Sedimantasyon değeri bakımından
her iki lokasyonda da genotipler arasındaki
farklılık istatistiki olarak önemli bulunmuştur
(Çizelge
3).
Sedimantasyon
değerleri
lokasyonlar ortalamasına göre 25.0 ml ile 50.6
ml arasında değişmiştir (Çizelge 6). En yüksek
sedimantasyon değeri Samsun lokasyonunda
24 nolu genotipten (49.0 ml), Amasya
lokasyonunda ise 5 nolu genotipten (56.3 ml)
elde edilmiştir. En düşük sedimantasyon
değerleri Samsun lokasyonunda 25.5 ml iken,
Amasya lokasyonunda 24.0 ml
olarak
saptanmıştır. Denemede yer alan genotiplerin
ortalama sedimantasyon değerleri Samsun’da
35.8 ml, Gökhöyük’de ise 36.1 ml olarak tespit
edilmiştir. Ayrıca 3, 5, 7, 8, 15, 22 ve 24
numaralı hatlar her iki lokasyonda da
sedimantasyon değeri bakımından ilk sıralarda
bulunmaktadırlar.
91
Orta Karadeniz Bölgesinde Ekmeklik Buğday (Triticum aestivum L.) Genotiplerinin Verim ve Bazı Kalite Özelliklerinin
Belirlenmesi
İki lokasyonun ortalaması olarak tane
verimi bakımından ilk sıralarda yer alan 16, 12
ve 21 nolu genotipler sedimantasyon değeri
bakımından son sıralarda
yer almıştır.
Bezostaja 1 (5) çeşidi tane verimi bakımından
son grupta yer almasına karşılık sedimantasyon
değeri bakımından ilk grupta yer almıştır. Bu
durum tane verimi ile kalitenin birlikte
artırılmasının zor olduğunu göstermektedir.
Denemede kullanılan Bezostaja 1 (5), Kate
A-1 (10), Pandas (15), Sakin (20) ve Canik
2003 (25) çeşitlerinin sedimantasyon değerleri
sırasıyla 50.1, 31.8, 42.6, 27.8 ve 29.5 ml
olmuştur. Tane verimi bakımından üst sıralarda
yer alan 3, 7, 22 ve 24 numaralı hatlar Zeleny
sedimantasyon değeri bakımından 40 ml’nin
üzerinde değerlere sahip olmuşlardır. Bu sonuç
oldukça ümitvardır ve yüksek verim ile kaliteyi
belirli bir oranda kombine etmek isteyen
ıslahçılar açısından da oldukça önemlidir.
Sedimantasyon değeri bakımından farklılıklar
genotipe bağlı olmakla birlikte bu özellik
üzerinde iklim faktörlerinin de etkisi
bulunmaktadır (Atlı, 1999). Ayrıca Çağlayan ve
Elgün (1999) sedimantasyon değerinin çeşit,
çevre ve yetiştirme tekniği yanında süne ve
kımıl zararına bağlı olarak da değişebileceğini
bildirmişlerdir.
4. Sonuç
2003-2004 yetiştirme döneminde Samsun
ve Amasya lokasyonlarında denemeye alınan
Kaynaklar
Ağdağ, M., Dok, M., Doğan H.M., Torun M. ve Çebi, H.,
1997. Orta Karadeniz Geçit Bölgesi İçin Uygun
Buğday Çeşitlerinin Belirlenmesi Üzerine Bir
Araştırma. Türkiye II. Tarla Bitkileri Kongresi. 2225 Eylül, 21-25, Samsun.
Anıl, H., 2000. Samsun Ekolojik Şartlarında Yetiştirilen
Bazı Ekmeklik Buğday Çeşitlerinde Verim, Verim
Unsurları ve Kalite Kriterlerinin Belirlenmesi
Üzerine Bir Araştırma. Yüksek Lisans Tezi,
Ondokuz Mayıs Üniv. FBE, Samsun.
Anonim, 2004. http://www.fao.org
Atlı, A., 1999. Buğday ve Ürünleri Kalitesi. Orta
Anadolu’da Hububat Tarımının Sorunları ve Çözüm
Yolları Semp., 8-11 Haziran, 498-506, Konya.
Atlı, A., Koçak, N. ve Aktan, M., 1999. Ülkemiz Çevre
Koşullarının
Kaliteli
Makarnalık
Buğday
Yetiştirmeye
Uygunluk
Yönünden
Değerlendirilmesi. Orta Anadolu’da
Hububat
Tarımının
Sorunları
ve
Çözüm
Yolları
Sempozyumu, 8-11 Haziran, 345-351, Konya.
Balla, L., Szunics, L. ve Bedo, Z., 1987. Hızlandırılmış
Buğday Islah Yöntemleri . TÜBİTAK Türkiye Tahıl
Sempozyumu, 6-9 Ekim, 415-428, Bursa.
92
25 ekmeklik buğday genotipinden, Samsun’da
16, 22 ve 23 nolu, Gökhöyük’de ise 1, 6, 7, 9,
10, 12, 16 nolu genotipler tane verimi
bakımından ilk sıralarda yer almıştır. İki
lokasyonun ortalamasına göre tane verimi
bakımından en yüksek değerler 6, 7, 9, 12, 16,
21, 22 ve 24 nolu genotiplerden elde edilmiştir.
Bezostaja 1 (5), Kate A-1 (10), Pandas (15),
Sakin (20) ve Canik 2003 (25) çeşitlerinin tane
verimleri sırasıyla 284.4, 427.4, 374.4, 401.0 ve
362.6 kg/da olmuştur. 16 nolu genotip tane
verimi bakımından her iki lokasyonda da ilk
sıralarda yer almasına rağmen, kalite özellikleri
bakımından son sıralarda yer almıştır. 22 nolu
hat tane verimi bakımından Amasya
lokasyonunda son sıralarda yer almasına
karşılık, Samsun lokasyonunda ilk sırada yer
almıştır. Bu genotipin tane verimi yanında bin
tane ağırlığı, hektolitre ağırlığı, protein oranı ve
Zeleny
sedimantasyon
değerlerinin
de
ortalamanın üzerinde olduğu tespit edilmiştir.
Tane verimi bakımından Gökhöyük’de üst
sıralarda yer alan 24 nolu hat ise Zeleny
sedimantasyon değeri bakımından ilk grupta yer
almıştır. Diğer kalite unsurları bakımından da
iyi durumda olan bu hat oldukça ümitvar
görülmektedir.
Yüksek verim ve kaliteye sahip hatların
geliştirilmesi için öne çıkan hatların farklı
çevrelerde denenmesinde fayda vardır. Bu
yöndeki çalışmalar devam edecektir.
Budak, H., Karaltın, S. ve Budak, F., 1997. Bazı Ekmeklik
Buğday Çeşitlerinin (Triticum aestivum L. Em
Thell) Fiziksel Ve Kimyasal Yöntemlerle Kalite
Özelliklerinin Belirlenmesi. Türkiye 2. Tarla
Bitkileri Kongresi, 22-25 Eylül, 534-536, Samsun.
Bushuk, W., 1982. Grains and Oilseeds. 3. Edition.
Canadian International Grains Institute, Winnipeg,
Manitoba.
Cook, R.J. ve Veseth, R.J., 1991. Wheat Health
Management. The American Phytopathological
Society, St. Paul, Minnesota 55121, USA.
Costa, J.M. ve Kronstad, W.E. 1994. Association of Grain
Protein Concentration and Selected Traits in Hard
Red Winter Wheat Populations in The Pacific
Northwest. Crop Sci. 34: 1234-1239.
Çağlayan, M. ve Elgün, A., 1999. Değişik Çevre
Şartlarında Yetiştirilen Ekmeklik Buğday Hat ve
Çeşitlerinin Bazı Teknolojik Özellikleri Üzerinde
Araştırmalar. Orta Anadolu’da Hububat Tarımının
Sorunları ve Çözüm Yolları Sempozyumu, 8-11
Haziran, 513-518, Konya.
Z.MUT, N.AYDIN, H.ÖZCAN, H.O.BAYRAMOĞLU
Çölkesen, M., Arslan, S., Eren, N. ve Öktem, A., 1993.
Şanlıurfa’da Sulu ve Kuru Koşullarda Farklı
Dozlarda Uygulanan Azotun Diyarbakır 81
Makarnalık Buğday Çeşidinin Verim ve Verim
Unsurlarına Etkisi Üzerine Bir Araştırma.
Makarnalık Buğday ve Mamülleri Sempozyumu, 30
Kasım – 3 Aralık, 486-495, Ankara.
Demir, İ., Bilgen, G., Altınbaş, M., Çelik, N. ve Abdel,
S.M., 1987. İleri Buğday Varyetelerinin Agronomik
ve Kalite Karakterleri. TÜBİTAK Türkiye Tahıl
Sempozyumu, 6-9 Ekim, TOAG, 49-58, Bursa.
Doğan, R. ve Yürür, N., 1992. Bursa Yöresinde
Yetiştirilen
Buğday
Çeşitlerinin
Verim
Komponentleri
Yönünden
Değerlendirilmesi.
Uludağ Üniv. Ziraat Fak. Dergisi, 9:37-46, Bursa.
Dokuyucu, T., Akkaya A., Nacar, A ve İspir, B. 1997.
Kahramanmaraş Koşullarında Bazı Ekmeklik
Buğdayların Verim, Verim Unsurları ve Fenolojik
Özelliklerinin İncelenmesi. Türkiye II. Tarla
Bitkileri Kongesi, 22-25 Eylül, 16-20, Samsun.
Ercan, R., Seçkin, R. ve Velioğlu, S., 1988. Ülkemizde
Yetiştirilen Bazı Buğday Çeşitlerinin Ekmeklik
Kalitesi. Gıda Dergisi, 13(5):107-114.
Genç, İ., Yağbasanlar T. ve Özkan, H., 1993. Akdeniz
İklim Kuşağına Uygun Makarnalık Buğday
Çeşitlerinin Belirlenmesi Üzerinde Araştırmalar.
Makarnalık Buğday Mamülleri Sempozyumu, 30
Kasım – 3 Aralık, 127 – 141, Ankara.
Gençtan, T. ve Sağlam, N., 1987. Ekim Zamanı Ve Ekim
Sıklığının Üç Ekmeklik Buğday Çeşidinde Verim ve
Verim Unsurlarına
Etkisi.
Türkiye
Tahıl
Sempozyumu, 6-9 Ekim, 171-183, Bursa.
Gökmen, S. ve Sencar, Ö., 1989. Tokat Yöresinde
Sonbaharda Ekilen 28 Buğday Çeşit Ve Hattında
Verim ve Verim Öğeleri Üzerinde Araştırmalar.
C.Ü. Üniv. Tokat Ziraat Fak. Dergisi, 1: 357-368.
Kırtok, Y., Genç, İ. ve Çölkesen, M., 1987. ICARDA
Kökenli Bazı Arpa Çeşitlerinin Çukurova
Koşullarında Başlıca Tarımsal Karakterleri Üzerinde
Araştırmalar.
TÜBİTAK
Türkiye
Tahıl
Sempozyumu, 6-9 Ekim, TOAG, 83-90, Bursa.
Kırtok, Y., Genç, İ., Yağbasanlar T., Çölkesen, M. ve
Kılınç, M., 1988. Tescilli Bazı Ekmeklik (T.
aestivum L. em Thell) ve Makarnalık (T. durum
Desf.) Buğday Çeşitlerinin Çukurova Koşullarında
Başlıca Tarımsal Karakterleri Üzerinde Çalışmalar.
Çukurova Üniv. Ziraat. Fak. 3 (3):96-105.
Korkut, K.Z. ve Ünay, A., 1987. Tahıllarda Başak Taslağı
Gelişimi İle Verim Öğeleri Arasındaki İlişkiler
Üzerine Araştırmalar. TÜBİTAK Türkiye Tahıl
Sempozyumu, 6-9 Ekim, TOAG, 329-336, Bursa.
Korkut, K.Z., Sağlam, N. ve Başer, İ., 1993. Ekmeklik ve
Makarnalık Buğdaylarda Verimi Etkileyen Bazı
Özellikler Üzerine Araştırmalar. Trakya Üniv.
Tekirdağ Ziraat Fakültesi Dergisi, 2 (2): 111-118.
Kün, E., 1988. Serin İklim Tahılları, Ank. Üniv. Ziraat
Fak. Yay. No: 1032, Ders Kitabı No: 299, Ankara.
Kün, E., 1996. Tahıllar-I (Serin İklim Tahılları). Ankara
Üniv. Ziraat Fak. Yay., Yayın No:1451, Ankara.
McClung, A.N., Cantrell, R.G., Quick, J.S. ve Gregory,
R.S., 1986. Influence of Rht1 Semidwarf Gene on
Yield, Yield Components and Grain Protein in
Durum Wheat. Crop Sci. 26: 1095-1099.
Mızrak, G., 1983. Türkiye İklim Bölgeleri ve Haritası.
Orta Anadolu Bölge Zirai Araştırma Enstitüsü Yayın
No:52, Ankara.
Özkaya, H., ve Kahveci, B., 1990. Tahıl ve Ürünleri
Analiz Yöntemleri. Gıda Teknolojisi Derneği
Yayınları No: 14, Ankara.
Öztürk, A. ve Akkaya, A., 1996. Kışlık Buğday
Genotiplerinde (Triticum aestivum L.) Tane Verim
Unsurları ve Fenolojik Dönemler Üzerine Bir
Araştırma Atatürk Üniv. Ziraat Fakültesi Dergisi, 27
(2):187-202.
Pelshenke, P. 1964. Standard-Methoden für Getreide,
Mehl und Brot. Im Verlag Moritz Schaefer,
Detmold.
Poehlman, J.M., 1987. Breeding Field Crops, Van
Nostrand Reinhold Company Inc. 115 Fifth Avenue
New York.
Roth, G.V., Marshall, H.G., Hatley, O.E. ve Hill, R.R.,
1984. Effect of Management Practices on Grain
Yield, Test Weight and Lodging of Soft Red Winter
Wheat. Agron. J., 76:379- 383.
Sade, B., Topal, A. ve Soylu, S., 1999. Konya Sulu
Koşullarında Yetiştirilebilecek Makarnalık Buğday
Çeşitlerinin Belirlenmesi. Orta Anadolu’da Hububat
Tarımının
Sorunları
ve
Çözüm
Yolları
Sempozyumu, 8-11 Haziran, 91-96, Konya.
SAS Institute. 1998. INC SAS/STAT users’ guide
release 7.0, Cary, NC, USA.
Schular, S.F., Bacon, R.K. ve Gbur, E.E. 1994. Kernel and
Spike Character İnfluence on Test Weight of Soft
Red Winter Wheat. Crop Sci. 34: 1309-1313.
Sharma, R.C., 1992. Analysis of Phytomass Yield in
Wheat. Agonomy Journal. 84(6): 926-929.
Şener, O., Kılınç, M., Yağbasanlar, T., Gözübenli, H. ve
Karadavut, U., 1997. Hatay Koşullarında Bazı
Ekmeklik (Triticum aestivum L. Em Thell) ve
Makarnalık Buğday (Triticum durum Desf) Çeşit ve
Hatlarının Saptanması. Türkiye II. Tarla Bitkileri
Kongresi, 22 – 25 Eylül, 1-5, Samsun.
Tosun, O. ve Yurtman, N., 1973. Ekmeklik Buğdaylarda
(Triticum aestivum L. em Thell) Verime Etkili
Morfolojik ve Fizyolojik Özellikler. Ankara Üniv.
Ziraat Fakültesi Yıllığı, 23: 418-434.
Tosun, O., 1987. Türkiye’nin Tahıl Yetiştirme Sorunları
ve Bunların Çözüm Yolları. TÜBİTAK Türkiye
Tahıl Sempozyumu, 6-9 Ekim, TOAG, 3-8, Bursa.
Tuğay, M.E., 1978. Dört Ekmeklik Buğday Çeşidinde
Ekim Sıklığı ve Azotun Verim, Verim
Komponentleri ve Diğer Bazı Özellikler Üzerine
Etkileri. Ege Üniv. Ziraat Fak. Yayınları No: 316.
Ünal, S., 1979. Buğdaylarda Kaliteyi Etkileyen Faktörler
ve Birbirleri Arasındaki İlişkiler. Gıda Dergisi, 4(2):
72-79.
Zanetti, S., Winzeler, M., Feuillet, C., Keller, B. ve
Messmer, M., 2001. Genetic Analysis of BreadMaking Quality in Wheat and Spelt. Plant Breeding
120, 13-19.
Zeleny, L. 1947. A Simple Sedimentation Test for
Estimating the Bread-Baking and Gluten Qualities
of Wheat Flour. Cereal Chem., 24, 465-475.
93
GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 22 (2), 95-103
Uğrak Havzası Arazisinin Toprak Etüd, Haritalama ve Sınıflandırılması
İrfan Oğuz1
1
Alper Durak2
Tekin Susam3
Hikmet Güleç 4
Köy Hizmetleri Araştırma Enstitüsü, 60250, Tokat
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Toprak Bölümü, 60240, Tokat
3
Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Meslek Yüksekokulu, 60240, Tokat
4
KH Genel Müdürlüğü, Etüt Proje Daire Başkanlığı, Toprak Etüt Şübe Müdürlüğü, Ankara
2
Özet : Bu çalışmada Tokat – Uğrak Havzası Topraklarının önemli fiziksel, kimyasal ve morfolojik özellikleri
incelenmiş, CBS ortamında CBS ve uzaktan algılama olanakları da kullanılarak, detaylı toprak haritası
oluşturulmuştur. Toprak etüt el kitabında belirtilen tanımlayıcı kriterlerin yardımı ile yapılan arazi
çalışmalarında üç fizyografik ünitede, seri kategorisinde ayırt edilen Tekneli, Semertaş, Tavşandere ve Uğrak
serileri Entisol, Acıkiraz Serisi ise İnceptisol ordosunda sınıflandırılmış ve sorunları rapor halinde
hazırlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Uğrak Havzası, Tokat, Toprak Etüt, Toprak Haritalama, Toprak Sınıflama, CBS, UA
Soil Survey, Mapping and Classification of the Uğrak Basin Soils
Abstract: In this study, physical, chemical and morphological properties of Uğrak Basin soils were
determined and detailed soil map was prepared, by used GIS and remote sensing possibilities. Five soil series
have been, described and mapped, on three different physiographic units. Field work was based on the
criteria of Soil Survey Manual. Tekneli, Semertaş, Tavşandere ve Uğrak Series were defined and classified as
Entisol, Acıkiraz Series was classified as Inceptisol.
Key Words: Uğrak Basin, Tokat, Soil Survey, Soil Mapping, Soil Classification, GIS, RS
1. Giriş
Gittikçe
artan
nufusu
beslemede
darboğazlara girmemek için tarımsal tekniklerin
geliştirilmesi
gerekmektedir.
Geliştirilen
tarımsal tekniklerin uygulanması ise iyi bir
tarımsal planlamayla mümkün olabilmektedir.
Önemli bir doğal kaynak olan toprağın
sürdürülebilir kullanımında modeller ortaya
koyabilmek için öncelikle onu iyi tanımlamak
ve sahip olduğu özellikleri iyi bilmek
gerekmektedir. Bir taraftan nufus artışı ve bağlı
olarak artan gıda ihtiyacı baskısı ve diğer
taraftan toprağın sürdürülebilir kullanımı için
yönetimi gereği, planlamaya ve bu planlamalar
ise toprak haritalarına duyulan ihtiyacın her
geçen gün artmasına neden olmaktadır.
Bu çalışmada, önceden yapılmış olan
havza haritalarının (Anonim, 1970) günümüz
ihtiyaçlarına tam olarak cevap verememesi
nedeniyle Dünyada yaygın olarak kullanılan
toprak
taksonomisinin
bir
uygulaması
amaçlanmıştır.
2. Materyal ve Metot
Çalışma, Uğrak ve Tekneli köyleri
yerleşim alanında yer alan toplam 7 km2 alan
kaplayan Uğrak Havzasında yürütülmüştür. Bu
alanda serbest tarama yöntemiyle açılan
sondalarla tespit edilen her farklı toprak serisine
ait tipik profillerden horizon esasına göre alınan
toprak örnekleri araştırma materyali olarak
kullanılmıştır.
Çalışmada geometrik düzeltmesi yapılmış
olan, 5.8 metre çözünürlüklü IRS-1C uydu
görüntüsü ile 30 m çözünürlükteki LANDSATTM uydu görüntülerinin birleşiminden oluşan
kompozit uydu görüntüsünden yararlanılmıştır
(Anonimous, 1996).
Çalışma üç aşamada gerçekleştirilmiştir.
Birinci aşamada araştırma sahasının 1:25 000
ölçekli topoğrafik haritası sayısallaştırılmış ve
bu haritadan yararlarak fizyografik üniteler
tespit edilmistir.
İkinci
aşamada
topoğrafik
haritadan
yararlanılarak seçilen fizyografik ünitelerde ön
arazi çalışmalarıyla farklı toprak çeşitleri seri
düzeyinde
tanımlanarak
isimlendirilmiş,
serilerin var olan ve olabilecek fazlarını da
içeren “arazi haritalama lejantı” geliştirilmiştir.
Belirlenen
serileri
simgeleyecek
tipik
profillerden horizon esasına göre alınan toprak
örneklerinde gerekli analizler laboratuvarda
yapılmıştır. Daha sonra toprak sınırları uydu
görüntüsünden
ve topoğrafik haritadan
yararlanılarak haritaya işlenmiştir. Üçüncü
aşamada topoğrafik harita üzerine çizilen toprak
sınırları arazide kontrol edilerek sınırlar
kesinleştirilmiştir.
Uğrak Havzası Arazisinin Toprak Etüd, Haritalama ve Sınıflandırılması
Etüt ve haritalamada temel haritalama
ünitesi olarak toprak serileri ve bunların önemli
fazları kullanılmıştır.
Çalışma alanında belirlenen farklı toprak
serilerinin morfolojik özelliklerinin tanımı ve
sınıflandırılması amacıyla her toprak serisini en
iyi şekilde karakterize edebilecek örnek toprak
profilleri tanımlanmıştır. Arazide topraklar
morfolojik
olarak
incelenirken,
renk
belirlenmesinde Munsell renk skalası, CaCO3
kontrolünde % 10’luk HCl kullanılmıştır.
Toprak serilerinin tanımlanması ise, Toprak
Etüd El Kitabı (Soil Survey Staff, 1999)
esasları dikkate alınarak yapılmıştır. Toprak
serilerinin fiziksel ve kimyasal özelliklerinin
belirlenmesi ve arazide tespit edilen değerlerin
doğrulanması amacıyla her tipik toprak
profilinden alınan toprak örneklerinde aşağıdaki
analizler yapılmıştır;
Tekstür tayini; Bouyoucos hidrometre
metodu ile, % kireç; Scheibler kalsimetresi
metodu ile, pH; doygunluk çamurundan
Beckman Zerometrik pH metresi ile, organik
madde; Walkley-Black metodu ile, KDK
amonyum asetat ve Na-asetat ekstraksiyon
yöntemi ile, değişebilir Na ve K amonyum
asetat ekstraksiyonu ile ve değişebilir Ca ve Mg
sodyum asetat ekstraksiyonu yöntemi ile
belirlenmiştir (Tüzüner, 1990).
2.1. Coğrafi Konum
Uğrak Havzası Tokat – Sivas karayolu
üzerinde yer almakta olup Tokat il merkezine
16 km mesafededir (Şekil 1).
Türkiye
4451414 N koordinatları arasında yer
almaktadır. Havzanın genişliği 1.6 km,
uzunluğu ise 4.5 km dir. Havza en düşük
yükseltisi 1100 m, en fazla yükseltisi ise 1485
m dir. Etüt sahası içerisinde Tekneli ve Uğrak
köylerine ait araziler bulunmaktadır.
2.2. Fizyografya
Uğrak Havzası arazisi, havzadan geçen
Hakan Deresinin taşıdığı alüvyonlarla oluşmuş
taban arazi, havzayı dört taraftan kuşatmış
dağların oluşturduğu dik eğimli arazi ve dik
eğimli ve taban arazi arasında yer alan etek
arazi olarak üç fizyografik üniteden oluşmuştur.
2.3. İklim
Uğrak Havzasında yarı kurak iklim
koşulları hakim olup yazları sıcak ve kurak,
kışları ise soğuk ve yağışlıdır. Ortalama yıllık
yağış 492.1 mm, ortalama sıcaklık 8.1 Cº, en
yüksek kar derinliği 86 cm olup karla örtülü
gün sayısı en fazla 124 gündür (Oğuz ve Balçın,
2004).
Tokat bölgesi iklim verileri dikkate
alındığında çalışma bölgesi nem rejimi ustic,
toprak sıcaklık rejimi ise mesic’ tir.
2.4. Jeoloji
Havza jeolojik birimleri mağmatik,
metamorfik ve sedimenter
kayaçlardan
oluşmaktdır. Metamorfik kayaçlar üst ve alt
kretase yaşlı şist, gnays ve kalkerlerden
oluşmaktadır. Sedimenter birimler ise, oligosen
ve miosen yaşlı jips, kalker, kumtaşı, şeyl gibi
minerallerle temsil edilirler. Volkanik birimler
ise, andezit, bazalt ve diyabaz kayaçları
şeklinde görülmektedir (Oğuz ve Balçın, 2004).
Tokat
Uğrak
Şekil 1. Araştırma alanı yer buldur haritası
Yeşilırmak Havzası içerisinde yer alan
Uğrak Havzası 7 km2 alan kaplamakta olup,
285043 E – 4453929 N, 287122 E – 4455137
N, 286529 E – 4451635 N ve 288166 N –
96
3. Bulgular ve Tartışma
3.1 Uğrak Havzası Topraklarının Morfolojik
Özellikleri, Fiziksel ve Kimyasal Analiz
Sonuçları
Toprakların morfolojik özellikleri, her bir
seriyi temsil eden tipik profillerin açıklama ve
tanımlamalarını kapsamaktadır. Bu bölümde
arazide tespit edilen her farklı toprak serisi
bulunduğu fizyografik ünitenin başlığı altında
açıklanıp tanımlanmış, önemli bazı fiziksel ve
kimyasal analiz sonuçları verilmiştir.
İ.OĞUZ, A.DURAK, T.SUSAM, H.GÜLEÇ
3.1.1 Çok Dik Eğimli Araziler Üzerinde griye kadar değişmektedir. Kireç profilde
derinlere gidildikçe artmaktadır. Baskın katyon
Oluşmuş Topraklar
Bu ünitedeki topraklar çalışma havzasını Ca ve Mg olup pH 7.70 – 7.86 arasında
çeviren
dağların
eğimli
bölgelerinde değişmektedir. KDK 29.63 – 34.99 cmolkg-1
oluşmuşlardır. Eğim % 20 – 25’ e kadar arasındadır. Kil miktarı derine inildikçe
çıkmaktadır.
azalmaktadır. Tekstür A ve C horizonlarında
Bu fizyografik ünite üzerinde Tekneli ve killitındır.
Semertaş Serileri tespit edilerek tanımlanmış ve
Seriyi tanımlamak için örnek profil çukuru
haritalanmıştır.
Tekneli Köyünün kuzeybatısında Çamlı Tepe
yamaçlarında mera arazisinde açılmıştır. Ana
Tekneli Serisi (T)
Bu seri toprakları % 10 – 12 eğimli, materyal kireçtaşıdır. Tekneli Serisi örnek
kireçtaşı üzerinde oluşmuş A ve C horizonlu, toprak profilinin fiziksel ve kimyasal analiz
sığ topraklardır. Renk profil boyunca donuk sonuçları Çizelge 1’ de verilmiştir.
sarımsıkahverenginden parlak kahverengimsi
Konum: Oldukça dik eğimli arazi
Profil Tanımlaması
1 Nolu Profil:
Eğim: % 10 – 12
Koordinat: 287630 E, 4451368 N
Bitki örtüsü: Mer’a
Yükseklik: 1330 m
Ana kaya: Kireç taşı
Horizon
Derinlik, cm Tanımı
A
0 – 20
Donuk sarımsıkahverengi (10 YR 4/3) nemli, kahverengi (7,5 YR
4/4) yaş, killitın, zayıf çok küçük granüler, kıvam nemli iken
gevşek, yaş iken az yapışkan, çok plastik, dalgalı sınır
C
20 – 45
Parlak kahverengimsigri (5 YR 7/1) nemli, grikahverengi (7,5 YR
6/2) yaş, killitın, zayıf çok küçük granüler, kıvam nemli iken
gevşek, yaş iken az yapışkan, çok plastik, geçişli dalgalı sınır
R
45 +
Kireç taşı
Çizelge 1. Tekneli Serisi Örnek Toprak Profilinin Fiziksel ve Kimyasal Analiz Sonuçları
Değişebilir Katyonlar, cmolkg-1
Organik
Madde, %
0-20
20-45
45+
Kireç, %
Derinlik
cm
A
C
R
Kum
pH
Horizon
Bünye, %
7.70
7.86
32.4
42.8
1.24
0.92
39.01
41.00
Kil
Silt
37.10
35.89
Semertaş Serisi (S)
Bu seri toprakları % 20 – 25 eğimli,
kireçtaşı üzerinde oluşmuş A ve C horizonlu,
sığ topraklardır. Renk profil boyunca donuk
sarıportakal renginden donuk sarıkahverengine
kadar değişmektedir. Kireç profilde derinlere
gidildikçe artmaktadır. Baskın katyonlar Ca ve
Mg olup pH 7.73 – 8.07 arasında
değişmektedir. KDK 19.93 – 23.58 cmolkg-1
arasındadır. Tekstür A ve C horizonlarında
kumlu killi tındır.
Seriyi tanımlamak için örnek profil çukuru
Uğrak Köyünün güney yamaçlarında mer’a
23.89
23.11
Ca +
Mg
31.53
24.86
K
0.71
0.32
Na
0.35
0.36
KDK
34.99
29.63
arazisinde açılmıştır. Ana materyal kireçtaşıdır.
Semertaş Serisi örnek toprak profilinin fiziksel
ve kimyasal analiz sonuçları Çizelge 2’ de
verilmiştir.
Profil Tanımlaması
2 Nolu Profil:
Koordinat: 285729 E, 4454748 N
Yükseklik: 1168 m
Konum: Oldukça dik eğimli arazi
Eğim: % 25 – 30
Bitki örtüsü: Mer’a
Ana kaya: Kireç taşı
97
Uğrak Havzası Arazisinin Toprak Etüd, Haritalama ve Sınıflandırılması
Horizon
A
C
Derinlik, cm
0 – 10
10 – 30
Tanımı
Soluk kahverengi (10 YR 6/3) nemli, kahverengi (7,5 YR 4/4)
yaş, kumlukillitın, zayıf küçük yarı köşeli blok, kıvam kuru iken
sert, yaş iken az yapışkan, plastik, kesin dalgalı sınır
Donuk sarıkahverengi (10 YR 5/4) nemli, donuk
kırmızıkahverengi (5 YR 5/4) yaş, kumlukillitın, zayıf küçük
granüler, kıvam kuru iken yumuşak, yaş iken az yapışkan, plastik
Kireç, %
0-10
10 +
7.73
8.07
38.0
50.8
Organik
Madde, %
pH
A
C
3.92
1.28
Kum
Derinlik, cm
0 – 15
Bw
15 – 40
C
40 +
98
Kil
Silt
Ca +
Mg
49.54
49.53
3.1.2 Etek Araziler Üzerinde Oluşmuş
Topraklar
Bu ünitedeki topraklar Uğrak Havzasının
orta kesimlerinde yer almaktadır. Havzayı
çeviren tepelik kısmın iç tarafında kalan daha
düşük eğimli ve orta derin topraklardır.
Bu fizyografik ünite üzerinde Acıkiraz
Serisi ile Tavşandere Serisi yer almaktadır.
Acıkiraz Serisi (A)
Bu seri toprakları % 4 - 6 eğimli, kireçtaşı
üzerinde oluşmuş A, B ve C horizonlu,
ortaderin topraklardır. Renk profil boyunca
kahverengi ve donuk kırmızıkahverengi olarak
değişmektedir.
Profil Tanımlaması
3 Nolu Profil:
Koordinat: 286853 E, 4452770 N
Yükseklik: 1250 m
Konum: Etek arazi
Horizon
Ap
Değişebilir Katyonlar, cmolkg-1
Bünye, %
Derinlik cm
Horizon
Çizelge 2. Semertaş Serisi Örnek Toprak Profilinin Fiziksel ve Kimyasal Analiz Sonuçları
23.22
23.22
27.24
27.55
21.02
16.97
K
Na
KDK
1.23
0.81
0.57
0.35
23.58
19.93
Kireç profilde derinlere gidildikçe
azalmaktadır. Baskın katyonlar Ca ve Mg olup
pH 7.79 – 8.15 arasında değişmektedir. KDK
41.61 – 62.09 cmolkg-1 arasındadır. Kil miktarı
Bw horizonunda artmakta A ve C horizonlarında
derine inildikçe değişmemektedir. Tekstür A ve
B horizonlarında kil, C horizonlarında ise killi
tındır.
Seriyi tanımlamak için örnek profil çukuru
Tekneli ile Uğrak Köylerinin orta kesiminde
anız tarla üzerinde açılmıştır. Acıkiraz Serisi
örnek toprak profilinin fiziksel ve kimyasal
analiz sonuçları Çizelge 3’ te verilmiştir.
Eğim: % 4 – 6
Bitki örtüsü: Anız tarla
Ana kaya: Kireç taşı
Tanımı
Kahverengi (7.5 YR 4/2) nemli, donuk kırmızıkahverengi (5 YR
4/3) yaş, kil, orta orta yarı köşeli blok, kıvam nemli iken çok sıkı,
yaş iken az yapışkan, plastik, kesin dalgalı horizon sınırı
Donuk kırmızıkahverengi (5 YR 4/3) nemli, donuk
kırmızıkahverengi (5 YR 4/3) yaş, kil, orta küçük yarı köşeli blok,
kıvam nemli iken gevşek, yaş iken az yapışkan, plastik, kesin düz
horizon sınırı
Kahverengi (10 YR 4/5) nemli, donuk kırmızıkahverengi (5 YR
4/3) yaş, killitın, zayıf çok küçük yarı köşeli blok, kıvam nemli
iken çok gevşek, yaş iken az yapışkan, az plastik, kesin düz
horizon sınırı
İ.OĞUZ, A.DURAK, T.SUSAM, H.GÜLEÇ
Çizelge 3. Acıkiraz Serisi Örnek Toprak Profilinin Fiziksel ve Kimyasal Analiz Sonuçları
Kireç, %
Organik Madde,
%
Ap
0-15
7.79
8.6
1.05
37.45
40.28
22.28
Ca +
Mg
55.64
Bw
C
15-40
40+
7.74
8.15
1.3
33.6
0.52
0.55
33.30
34.99
42.47
33.71
24.23
31.30
55.83
40.12
Horizon
Derinlik, cm
pH
Değişebilir Katyonlar, cmolkg-1
Bünye, %
Kum
Kil
Derinlik, cm
0 – 29
C
29 – 85
K
Na
KDK
0.43
0.41
62.09
0.33
0.15
0.42
0.36
58.45
41.61
miktarı derine inildikçe anlamlı olarak
değişmemektedir. Tekstür yüzey horizonunda
kumlu killitın, alt toprakta ise tındır.
Seriyi tanımlamak için örnek profil çukuru
Tokat – Sivas karayolunun havzayı kesen
noktasının 50 m sol tarafında anız tarla üzerinde
açılmıştır.
Ana
materyal
kireçtaşıdır.
Tavşandere Serisi örnek toprak profilinin
fiziksel ve kimyasal analiz sonuçları Çizelge 4’
te verilmiştir.
Tavşandere Serisi (T)
Bu seri toprakları % 4 - 6 eğimli, kireçtaşı
üzerinde oluşmuş A ve C horizonlu, orta derin
topraklardır. Renk profil boyunca donuk
kırmızıkahverengi ile donuk sarıkahverengi
olarak değişmektedir.
Kireç profilde derinlere gidildikçe
artmaktadır. Baskın katyonlar Ca ve Mg olup
pH 7.84 – 8.02 arasında değişmektedir. KDK
43.12 – 58.38 cmolkg-1 arasındadır. Kil
Profil Tanımlaması
4 Nolu Profil:
Koordinat: 286428 E, 4453538 N
Yükseklik: 1176 m
Konum: Etek arazi
Horizon
A
Silt
Eğim: % 4 – 6
Bitki örtüsü: Anız tarla
Ana kaya: Kireç taşı
Tanımı
Donuk kırmızımsıkahverengi (5 YR 4/3) nemli, kahverengi (7,5
YR 4/3) yaş, kumlukillitın, orta küçük granüler, kıvam nemli iken
gevşek, yaş iken az yapışkan, plastik, kesin dalgalı horizon sınırı
Donuk sarıkahverengi (10 YR 5/3) nemli, donuk kahverengi (7,5
YR 5/3) yaş, tın, orta orta yarıköşeli blok, kıvam nemli iken çok
gevşek, yaş iken yapışkan, plastik
A
C
0-29
29 +
7.84
8.02
6.8
22.5
Organik
Madde,%
Kireç, %
pH
Derinlik.
cm
Horizon
Çizelge 4. Tavşandere Serisi Örnek Toprak Profilinin Fiziksel ve Kimyasal Analiz Sonuçları
Bünye, %
Değişebilir Katyonlar, cmolkg-1
1.15
0.65
kum
52.55
32.01
3.1.3 Hafif Eğimli Araziler Üzerinde
Oluşmuş Topraklar
Uğrak Havzasında yer alan düze yakın
araziler Hakan Deresinin taşıdığı alüvyonların,
erozyonla
gelen
kolüvyal
materyalle
beslenmesinden oluşmuştur. Uğrak Köy
merkezi ve civarında yer alan düz ve düze
yakın arazilerde Uğrak Serisi tanımlanmış ve
haritalanmıştır.
Kil
Silt
27.19
26.43
20.26
41.57
Ca + Mg
52.03
40.15
K
0.44
0.15
Na
0.33
0.46
KDK
58.38
43.12
Uğrak Serisi (U)
Bu seri toprakları % 3 - 4 eğimli, Hakan
Deresinin taşımış olduğu alüvyonlar üzerinde
oluşmuş A ve C horizonlu, derin topraklardır.
Renk profil boyunca kahverengi ve donuk
kahverengi olarak değişmektedir.
Kireç profilde derinlere gidildikçe
artmaktadır. Baskın katyonlar Ca ve Mg olup
pH 7.89 – 8.11 arasında değişmektedir. KDK
27.43 – 36.56 cmolkg-1 arasındadır. Kil miktarı
99
Uğrak Havzası Arazisinin Toprak Etüd, Haritalama ve Sınıflandırılması
derine inildikçe azalmaktadır. Tekstür A
horizonunda kil, C horizonunda kumlu killi
tındır.
Seriyi tanımlamak için örnek profil çukuru
Uğrak köy merkezinin yakınlarında, Hakan
Profil Tanımlaması
5 Nolu Profil:
Koordinat: 285364 E, 4453922 N
Yükseklik: 1118 m
Konum: Hafif eğimli taban arazi
Horizon
Ap
Derinlik, cm
0 – 15
C
15 – 105
Deresinin 20 m güneyinde anız tarla üzerinde
açılmıştır. Ana materyal alüvyon malzemedir.
Uğrak Serisi örnek toprak profilinin fiziksel ve
kimyasal analiz sonuçları Çizelge 5’ te
verilmiştir.
Eğim: % 3 – 4
Bitki örtüsü: Mer’a
Ana kaya: Alüvyon
Tanımı
Kahverengi (7.5 YR 4/4) nemli, kahverengi (7,5 YR 4/3) yaş, kil,
orta orta yarıköşeli blok, kıvam nemli iken çok sıkı, yaş iken az
yapışkan, plastik, kesin dalgalı horizon sınırı
Donuk kahverengi (7.5 YR 5/3) nemli, donuk kahverengi (7,5 YR
5/3) yaş, kumlukillitın, zayıf küçük granüler, kıvam nemli iken
çok gevşek, yaş iken az yapışkan, plastik
Çizelge 5. Uğrak Serisi Örnek Toprak Profilinin Fiziksel ve Kimyasal Analiz Sonuçları
Değişebilir Katyonlar, cmolkg-1
Derinlik,
cm
pH
Kireç, %
A
C
0-15
15+
7.89
8.11
11.3
13.5
Organik
Madde, %
Horizon
Bünye, %
1.12
0.58
Kum
35.98
54.80
3.2
Uğrak
Havzası
Topraklarının
Sınıflandırılması
Uğrak Havzasında belirlenen 5 toprak
serisi Soil Survey Staff (1999)’a göre ordo, alt
ordo, büyük grup, alt grup düzeyinde
sınıflandırılmıştır (Şekil 2 ve Çizelge 6).
Çalışma alanının toprak sıcaklık rejimi
mesic, toprak nem rejimi ise ustic olarak
belirlenmiştir.
Uğrak Havzasında yer alan toprak
serilerinden Acıkiraz Serisi B horizonu
içermekte olup diğer toprak serileri ise gerek
erozyon ve gerek birikme süreçlerinin etkisiyle
zayıf profil gelişimi göstermektedir.
Tekneli, Semertaş, Tavşandere ve Uğrak
serileri Ochric epipedon dışında hiçbir
pedojenik gelişme göstermeyen genç topraklar
olmaları nedeniyle Entisol ordosunda, alüvyal
kaynaklı olan Uğrak Serisi Fluvent, genç
erozyon yüzeylerinde oluşan Tekneli, Semertaş
ve Tavşandere Orthent alt ordolarında
sınıflandırılmışlardır. Uğrak Havzası ustic nem
rejimine sahip olması nedeniyle Tekneli,
Semertaş ve Tavşandere serileri Ustorthent,
100
Kil
46.41
28.04
Silt
17.61
17.15
Ca +
Mg
31.98
25.58
K
0.86
0.39
Na
0.43
0.35
KDK
36.56
27.43
Uğrak Serisi ise, Ustifluvent büyük grubunda
yer almaktadır.
B horizonu gelişimi görülen Acıkiraz
Serisi İnceptisol ordosunda, ustept alt
ordosunda ve haplustept büyük grubunda yer
almaktadır.
Havzada yer alan tüm toprak serileri farklı
özellik içermemelerinden dolayı Typic olarak
alt grup içerisinde sınıflandırılmıştır (Çizelge
6).
Uğrak Havzası arazi kullanım türleri
haritası Şekil 3’ de verilmiştir. Şekil 3’ ye göre
havzada funda, kuru tarım ve mera arazi
kullanım türleri olduğu görülmektedir. Havzada
kuru tarım tüm toprak serilerinde yapılmakta
olup, serinin sahip olduğu özelliklere göre
değişen miktarlarda ürün verimi elde
edilmektedir. Mer’a bitki örtüsü ise, Tekneli ve
Semertaş serilerinde yer almaktadır. Havzada
yer alan Funda arazi, orman degredasyonundan
geri kalan zayıf vejetasyondan meydana
gelmiştir. Havzada funda arazi Tavşandere ve
Tekneli serileri üzerinde yer almaktadır.
İ.OĞUZ, A.DURAK, T.SUSAM, H.GÜLEÇ
Uğrak Havzası toprak derinlik haritası
Şekil 4’ te verilmiştir. Havza toprakları çok sığ,
sığ, orta derin ve derin topraklardan meydana
gelmiştir. Uğrak Havzası arazi kabiliyet
sınıfları haritası Şekil 5’ te verilmiştir. Havzada
II, III, IV, VI ve VII. Sınıf araziler yer
almaktadır. Havzada I. Sınıf tarım arazisi
bulunmamaktadır.
Uğrak Havzası temel toprak haritası Şekil
6’ da verilmiştir.
Çizelge 6. Uğrak Havzası Toprak Serilerinin Toprak Taksonomisine Göre Sınıflandırılması
Toprak Serisi
Ordo
Alt Ordo
Büyük Grup
Alt Grup
Tekneli
Entisol
Orthent
Ustorthent
Typic Ustorthent
Semertaş
Entisol
Orthent
Ustorthent
Typic Ustorthent
Tavşandere
Entisol
Orthent
Ustorthent
Typic Ustorthent
Uğrak
Entisol
Fluvent
Ustifluvent
Typic Ustifluvent
Acıkiraz
İnceptisol
Ustept
Haplustept
Typic Haplustept
Şekil 2. Uğrak Havzası Toprak Seri Haritası
Şekil 3. Uğrak Havzası Arazi Kullanım Türleri Haritası
Şekil 4. Uğrak Havzası Toprak Derinlik Haritası
Şekil 5. Uğrak Havzası Arazi Kabiliyet Sınıfları Haritası
101
Uğrak Havzası Arazisinin Toprak Etüd, Haritalama ve Sınıflandırılması
Şekil 6. Uğrak Havzası Temel Toprak Haritası
4. Sonuç
Uğrak Havzası toprakları yerinde oluşmuş,
derin, sığ ve çok sığ derinlikte ve Hakan
Deresinin taşımış olduğu alüvyonların kısmen
koluvyal malzemeyle beslenmesinden oluşmuş,
derin taşınmış topraklardan meydana gelmiştir.
Yüksek arazi fizyografik ünitesi, havzanın
kuzey ve güney kesiminde yer almakta olup
Tekneli ve Semertaş Serileri olarak ayırt
edilmişlerdir.
Tekneli Serisine ait topraklar, havzanın
kuzeyinde kireçtaşı üzerinde oluşmuş, sığ
topraklardır. Profildeki kireç ana materyalden
gelmektedir. Profil gelişiminin tam olarak
gerçekleşmemesinin
nedeni,
erozyon
yüzeylerinde
bulunmalarından
kaynaklanmaktadır. Bünye tüm profil boyunca
killi tındır.
Semertaş Serisine ait topraklar havzanın
güneyinde yer almakta olup, kireçtaşı üzerinde
oluşmuş, sığ, topraklardır. Uzun zaman
geçmesine karşın, iyi bir profil gelişimi
göstermeyişlerinin temel nedeni, erozyon
102
yüzeylerinde yer almalarıdır. Bünye tüm profil
boyunca kumlukillitındır.
Etek arazi fizyografik ünitesinde, Acıkiraz
ve Tavşandere Serileri belirlenmiştir. Her iki
seri de havzanın orta kesimlerinde oluşmuş
olup Tavşandere Serisi Uğrak Köyü, Acıkiraz
Serisi ise Tekneli Köyü yakınlarında yer
almaktadır.
Acıkiraz
Serisi
havzanın
orta
kesimlerindedir. Bu seriye ait topraklar orta
derin olup, B horizonuna sahiptirler. Kireçli ana
materyalden gelişen C horizonunun kireç içeriği
yüksek olup A ve B horizonunda kireç içeriği
düşüktür. Bünye A ve Bw horizonlarında kil, C
horizonunda kumlukillitındır.
Tavşandere
Serisi
havzanın
orta
kesimlerinde yer almakta olup, kireçtaşı
üzerinde oluşmuş A ve C horizonlu, orta derin
topraklardır. Tavşandere Serisinin kireç içeriği
profilde derinlere gidildikçe artmaktadır. Bünye
A horizonunda kumlukillitın, C horizonunda
tındır.
İ.OĞUZ, A.DURAK, T.SUSAM, H.GÜLEÇ
Taban arazi fizyografik ünitesinde, Uğrak
Serisi belirlenmiştir. Uğrak Serisi Uğrak köyü
yerleşim alanı içerisinde yer almaktadır.
Uğrak Serisi, Hakan Deresinin taşımış
olduğu alüvyonlar üzerinde oluşmuş A ve C
horizonlu, derin topraklardır. Kireç profilde
derinlere gidildikçe artmaktadır. Bünye A
horizonunda
kil,
C
horizonunda
kumlukillitındır.
Uğrak Havzası topraklarının hatalı tarımsal
uygulamalardan kaynaklanan erozyon sorunu
bulunmakta, özellikle eğimli alanlarda yer alan
Tekneli ve Semertaş serilerinde olmak üzere
toprak işleme ve aşırı hayvan otlatma
uygulamalarına bağlı olarak kuru tarım ve mera
alanlarında toprak kalınlığı oldukça azalmıştır.
Kaynaklar
Anonim, 1970. Yeşilırmak Havzası Toprakları. Köy İşleri
Bakanlığı Yayınları; 151. Genel Müdürlük
Yayınları; 241, Ankara.
Anonimous, 1996. ArcView Spatial Analyst, USA
Oğuz İ., Balçın M., 2004. Tokat Uğrak Havzası Yağış ve
Akım karakteristikleri. Toprak ve Su Kaynakları
Araştırma Yıllığı 2003. Köy Hizmetleri Genel
Müdürlüğü, APK Daire Başkanlığı, Toprak ve Su
kaynakları Araştırma Şübe Müdürlüğü, Ankara.
Havzada mer’a ve kuru tarım alanlarında
bitki besin elementleri ve özellikle organik
madde miktarı oldukça yetersizdir.
Acıkiraz Serisinde yüksek kil içeriği
toprak işleme ve bitki kök gelişimi bakımından
ciddi sınırlamalara neden olmaktadır.
Tekneli ve Semertaş serilerinin yüksek
kireç içeriği özellikle meyvecilik amaçlı
kullanımda demir eksikliğine bağlı belirtilerin
görülmesine neden olmaktadır.
Tekneli ve semertaş serileri başta olmak
üzere yetersiz toprak derinliği önemli bir toprak
sorunu olarak söz konusudur.
Uğrak Havzasında I. Sınıf arazi
bulunmamakta olup, II, III, IV, VI ve VII. Sınıf
araziler bulunmaktadır.
Soil Survey Staff., 1999. Soil Taxonomy. A basic System
of Soil classification for Making Interpreting Soil
Surveys. 2nd (Ed) USDA-SCS Agric. Handb. 436.
Tüzüner, A., 1990. Toprak ve Su Analiz Laboratuvarları
El Kitabı. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Yayınları, Ankara.
103

Benzer belgeler