ekimler - KIZIL BAYRAK

Transkript

ekimler - KIZIL BAYRAK
ekimler
Marksist-Leninist Teorik Siyasal Dergi
Geçmişi Aşamayan
Gelecegi Kazanamaz
Tek Ülkede Sosyalizm
Sosyalizmden
Restorasyona
Ekim Devrimi Üzerine
lllegalite-Legalite
ve Solda Tasfiyecilik
Avrupa'da
Güçlenen Faşizm
Kadın Sorunu,
Feminizm, Sosyalizm
Sosyalizmin Canlılıgı
2
ŞUBAT
'94
ekimler
MAJIKSIST • LENINIST lEORIX SIHSI DERGI
ekimler
Şubat 1 994
Birinci Baskı
Sahibi ve Yazıişleri Müdürü:
Seyit Nusret Öztürk
Kapak: EKSEN Yayıncılık
Baskı: YÖN Matbaacılık Ltd. Şti.
EKSEN Yayıncılık
EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.
Guraba Hüseyinağa Mah.
Şekcrci Sk., Emel Apt.
No: 25/2 Aksaray 1 İstanbul
Tel
-
Fax: 525 59 61
İÇİNDEKİLER
5
Kesinti, Yeniden Çıkış ve Sunuş
l l
Geç mişi Aşamayan Gclcccgi Kazanamaz (H. Fırat)
15
17
21
30
50
76
Tck Ülkede Sosyalizm/I. Bölüm (H. Fırat)
S unuş Yerine
Giriş
1- 20. Yüzyıl: Tck Ü lkede Sosyalizm Çağı
II- Rus Devriminin Sorunları Üzerinden Teorik Miras
III- Tarih İ çinde Tck Ü lkede Sosyalizm
87
Sosyalizmden Rcstorasyona (H. Fırat)
1 00
Ekim Devrimi Üzerine (V. İ. Lenin)
1 09
1 10
1 19
1 30
1 39
14 I
144
149
İ l lcgal ite-Legal itc Sorunu ve S olda Tasfiyecilik (Ergun Eralp)
1- İ llegalite-Lcgalite Sorunu ve Tasfiyecilik
II- Lcgal Parti İç in "Teorik" Gerekçe Arayı şları
III- Söl Hareket ve Tasfiyecilik
A- Devrimci Yol
B- K urtuluş
C- TDKP
Sonuç Yerine
154
Emperyalist Metropol lerde Güçlenen Faşizm (İlhan Gökdemir)
207
Kadın Sorunu, Feminizm, Sosyalizm (Pınar Çağla)
218
Sosyalizmin Canlıl ığı ve Sovyetler Birliği'nin Çöküşü
(Shigeru Kurasaki)
235
Yayın Dünyasından
3
Kesi n ti, yeniden ç ı k ış v e sunuş
Marksist-leninist bir devrimci parti ya da hareket için teorik çalışma ve
ideolojik mücadelenin taşıdıgı büyük önem hiçbir özel açıklama gerektirmez.
Marksizmin klasikleri teorik mücadeleyi proletaryanın devrimci sınıf mücadelesinin
üç temel biçiminden biri olarak tanımlamışlardır ve Lenin, "Devrimci teori
olmadan, devrimci hareket olamaz" sözüyle, bu büyük önemi en veciz şekilde
dile getirmiştir.
Kuşkusuz bu kadarı sorunun genel planda taşıdıgı önem üzerinedir. Oysa
komünistler bunu; ilkin, dünyada ve Türkiye'de geride ·bırakugımız tarihsel
dönemin bugüne bıraktığı sorunlar, dolayısıyla bugün teorik gelişmenin taşıdıgı
özel anlam; ve ikinci olarak, Türkiyeli komünistterin parti inşa görevi, bu
görevin temel bir boyutu olarak ideolojik şekillenme sorunu ile ilişkilendirmişler­
dir. Bu iki alandaki teorik sorunların kapsamı ve birbirleriyle olan kopmaz
bağı konusundaki açıklık ilc görevlerin bu çerçevede tanımlanması ve bunun
somut pratik bir çabaya dönüştürülmesi, komünistler için önemli bir üstünlüktü.
Ekimler'in yayın hayatına başlaması, bu çerçevede güçlü bir iddianın
ifadesiydi. Komünistler bunu böyle görüyor, tüm açıklığıyla da dile getiriyorlardı.
Ne var ki, ilk sayısının ardından Ekimler'in yayını durdu ve araya uzun bir
kesinti girdi.
·
Kesintinin nedenleri üzerinde durmayacagız. Zira bu duruma yolaçan neden­
ler teorik yayının kendi özel alanında değil, fakat hareketin genelinde yaşan­
mıştır. Buna ilişkin sorunlar, süreçler ve gelinen aşamanın sonuçları, artık
tümü ilc devrimci kamuoyunun bilgisi dahilindedir.
Bugün için önemli olan, komünistterin tasfiyeci tahribatı bütün alanlarda
geride bırakınakla k�lmayarak, hareketin hiçbir dönemiyle kıyaslanamaz bir
gelişme düzeyine ve dinamizmine kavuşmuş olmalarıdır.
Ekimler'in yeniden yayın hayatına başlaması, bu başarının yalnızca en
son göstergesi degil, fakat aynı zamanda eksik kalan halkanın da tamamlanmasıdır.
Bugün komünistterin önünde "dönemeç" olarak tanımlanan kritik bir yıl
uzanmaktadır. Hedef, "öncü" vasıfları geliştirmek ve çoğaltmak, böyleçe partiye
yakınlaşmaktır. Teorik gelişme ve ideolojik mücadele de bizim için asıl anlamını
burada bulmaktadır. Ekimler bunun bir aracı, somut
taşıyıcısı olacaktır.
Ekimler'in ilk sayısının gördügü yaygın ilgi bizim ön tahminlerimizi aştı.
Bugünün Türkiyesi'nde teorik bir dergi için önemli bir sayı olan 3.500 baskının
büyük bir bölümü hızla tükendi ve bugün ise tümü bitmiş bulunmaktadır.
Kesinti dönemi boyunca, bir çok alandan okurların, sürekli olarak ve uzayan
kesintiye rağmen, Ekim/er'i ısrarla tekrar tekrar sormaları, bu ilginin bir öteki
somut göstcrgesiydi.
Ciddiyetsiz bir iki sataşma dışında, devrimci yayınlarda bir tartışmaya
yolaçmadığını biliyoruz. Buna şaşırmıyoruz. Tartışabilmck için aynı konularda
5
kendi platformundan açık ve iddialı olabilmek gerekir. Solda ise teorik iddia
degil, teorik kargaşa ile elele giden bir teorik ilgisizlik hakim durumdur. Bizim
için önemli olan devrimci tabandan gösterilen ilgidir ve az yukarıda da ifade
ettigirniz gibi bunun düzeyi bizim en iyimser tahminlerimizi bile çok çok
aşmıştır.
*
*
*
Ekimler'in elinizdeki yeni sayısı da ilk sayısı gibi oldukça hacimli ve
önemli bir konu çeşitliligine sahip olarak çıkıyor.
H. Fırat'ın bu sayıda üç yazısı var. Bunlardan temel olanı, "Tek Ülkede
Sosyalizm" üzerine incelemenin ilk bölümüdür. Daha eski tarihlerde kaleme
alınan diger iki yazı ise bu temel incelerneyi tamamlamaktadır.
Bunlardan ilk sırada yayınladıgımız "Geçmişi Aşamayan Gelecegi Kazanamaz"
başlıklı yazı, Türkiye sol hareketinin sosyalizmin ve dünya komünist hareketinin
tarihsel deneyimlerine ilişkin olarak zaman içinde degişen ve kendi içinde
farklılaşan tutumunu, son yirmi yıllık dönem üzerinden özetliyor. Yazının ana
mesajı başlıgından zaten yansımaktadır. Bu aynı zamanda bir çagrıdır ve yazı,
geçmişi anlama ve aşma yetenegi gösteremeyenterin gelecegi kazanma şansını
peşinen kaybetmiş olacaklan saptamasıyla noktalanıyor. Bu saptamanın kendisi
olumlu anlamda bir sonraki uzun incelemenin asıl amacına da işaret etmiş
oluyor.
H. Fırat'ın ikinci yazısı, zor oldugu kadar geride kalan dönemde ayrıca
zora sokulmuş bir konu üzerine: Tek Ülkede Sosyalizm. Bunun gerçekten güç
ve kaygan zeminlere düşmeye fazlasıyla müsait bir konu olduguna kuşku yok.
Bu sorun genellikle Stalin'in 1920'1erde ortaya koydugu bakışaçısı üzerinden
savunulmuş, bu bakışa inancını kaybedenler ise basitçe çogu kere Stalin'i Trotski'yle
degiştirmişler, aynı konuda Trotski'nin 1920'1erdeki argümanlarını tekrarlamakla
yetinmişlerdir. Bu nedenle de tarihin ışıgında ve verimli bir biçimde taruşılabilecek
bu önemli sorunda, 1920'1erin bilincini bir santim aşabilecek bir ilerleme
sag 1 anamamıştır.
H. Fırat, sorunu, teorinin temel gerçekleri ile tarihin sonraki seyri ışıgında
ele almak iddiasında ve çabasındadır. Konunun inceleme planı da yine alışılmış,
neredeyse kalıplaşmış olandan tümüyle farklıdır. Amaç, kapsam ve yöntem
üzerine bir giriş'in ardından, yazı, 20. yüzyıl sosyalizmi üzerine genel bazı
gözlemler ve irdelemelerle başlamaktadır konuya. Yaygın kanı yalnızca iki
savaş arası dönemin bir "tek ülkede sosyaliz� çagı" oldugudur. H. Fırat ise,
bütün bir 20. yüzyılın böyle nitelenmesi gerektigi görüşündedir. Sovyetler
Birligi 'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yalnızlıktan kurtulmasının "tek ülkede
sosyalizm"in sonu olmak bir yana, tersine, "tam da bu yalnızlıktan kurtulmak
ölçüsünde ve sayesinde", buna ilişkin anlayış ve uygulamanın katı bir gerçeklik
olarak belirdigini vurgulamaktadır.
Aynı şekilde, tek ülkede sosyalizm sorunu genellikle Marks-Engels ile
Lenin'in devrim sorununa genel teorik bakışı üzerinden tartışılır. H. Fırat ise
aynı tartışmayı, "Rus Devriminin Sorunları Üzerinden Teorik Miras"tan giderek
6
y ürütüyor ve bunun sonra\ci sorunları ve tartışmayı anlamak için daha büyük
açıkl_ ı klar ve daha verimli sonuçlar yarattığ ı m savunuyor. Bu yazısının ikinci
ara bölü m ü oluyor. Bu bölüm, R us devriminin sorunları üzerinden, kesintisiz
devrim sorununun irdelenmesi bakım ından da dikkate değer bir m uhtcvaya
sahiptir.
Yazının üçüncü ve son ara bölümü ise, tek ülkede sosyalizm sorununun
tarih içinde ortaya çıkış sürecinin, demek ol uyor ki Ekim Devrimi'nin ilk dört
yılının konu yönünden özet bir değerlendirmesini kapsıyor. 192 1 dönemecinde,
yani tck ülkede sosyalizmin bir nesnel zorunluluk olarak tarih sahnesinde kendini
ortaya koydugu noktada, "Tek Ülkede Sosyalizm" incelemesinin bu sayıda yayınlanan
I . Bölüm'ü de biti yor.
Gelecek sayıda yayınlanacak İkinci Bölüm 'dc, bir tarihsel olgu olarak
ortaya çıkan bu soruna Lenin'in yaklaşımları, '20'1crin ünlü tartışma ve çatışmasının
tarihsel ortamı ve teorik içeriği, tck ülkede sosyalizm sorunu ve Komitcrn, ve
nihayet, sorunun gcn.cl teorik konutuşu ilc incelemeden ç ıkan genel tarihsel
sonuçlar yer alacaktır.
B elirtmeye gerek yok ki, H. Fıra t ın bu incelemesi, sosyal izmin tarihsel
deneyimi üzerine Ekimler' in 1. sayı sında yer alan yazıları ilc bir bütünlük
oluşturmaktadır. "S unuş" olarak konulan parçalara bakıldığında, bu sayıda incele­
nen konunun temel fikirlerinin önem li ölçüde önceki yazılarda zaten formüle
edilmiş olduğu görülecektir.
H. Fırat imzal ı son yazı, "Sosyalizmden Restorasyona" başlığı taşıyor ve
"Tek Ülkede Sosyalizm" yazısına bir "Ek" olarak yayınlanıyor. 199 1 Şubatı'nda
Arnavutluk'ta yaşanan olayların hemen ardından kaleme alınmış olan bu yazı,
belli no}(talarda 20. yüzyı l sosyalizm inin bazı önemli sorunlarına dcğinmektedir.
Yazı bu açıdan tck ülkede sosyalizm konusunu bütünlcmcktcdi r.
Yazıyı yayınlamamızın özel bir nedeni daha var. Bilindiği gibi Türkiye
devrimci hareketi bünyesinde çöküş öncesine kadar AEP yan l ısı güçlü bir
kanat mcvcuttu. Bu kanadı oluşturan gruplar yıl larca abartı l ı bir Arnav utluk
savunuculuğunda birbiriy le yarıştılar. Bu küçük ü lkeyi sosyalizmin ideal bir
örneği olarak sundular ve bu propagandadan politik g üç almaya çalıştılar.
Fakat ne tuhaftır ki, bu ülkedeki rejim kolayca, büyük bir gümbürtüyle ve
kuşkusuz utanç verici bir biçimde çöküncc, bu gruplar soruna ilişkin bir kaç
baştan savma yazıda i lkel bir "Ramiz Alia haini" sövüp-sayması d ışında bir
şey yap madılar. Sorunu anlamak için h içbir çaba harcamadılar. 20 y ı l l ı k
şckillcnmclcriyle kopmaz b i r biçimde bağ l ı olan A E P ve Arnavutluk sorununu,
neredeyse bir kaç ay içinde gündemlerinin dışına itivcrdiler. A rada, daha çok
da yıldönümlcrindc, Enver Hoca'yı haurlamak dışında bu "Amavullukçu" gruplar
için "Arnavutluk" d iye bir sorun kalmam ıştı artık!
Yazıy ı yayınlamakla bu ciddiyctsizliğe ve pol itik soruml uluk anlayışına
da bu vesileyle işaret etmiş oluyoruz.
B u yazıları Lenin'den""Ekim Devrimi Üzerine" baş l ı�lı bir çeviri izliyor.
Ekim Devrimi'nin dördüncü y ı ldönümü vcsilcsiylc kaleme a l ınm ış bu yazıda,
'
7
Lenin, Ekim Devrimi'nin tarih içindeki yeri ve özellikle demokratik devrim
ile sosyalist devrim ilişkisi baglamında pratik olarak: gösterdikleri üzerinde
duruyor.
Bu yazıyı. yalnızca devrim teorisini Ekim Devrimi deneyimi ışıgında irdeleyen
yönüyle degil, Rusya'da yalnız kalan devrimin ortaya çıkardıgı sorunlara
yaklaşımıyla da önemli buluyoruz. Bu açıdan· tek ülkede sosyalizm sorunuyla
bagl<;ıntıları içinde de okunabilir. Orijinal başlıgı "Ekim Devriminin Dördüncü
Ytlt" olan yazıya "Ekim Devrimi Üzerine" başlıgını biz koyduk.
ErgunEralp'in "İllegalite-Legalite Sorunu ve Solda Tasfiyecilik" başlıklı
yazısı, bu sayımızın ikinci temel konusunu oluşturuyor. Ekimler'in gerçekleşmeyen
yayın planı çerçevesinde, I992 Ekimi 'nde kesin biçimini almış olan bu yazı,
bir yılı aşkın bir süre sonra, fakat bu ilk biçimiyle yayınlanıyor. Bunun yazının
degerini herhangi bir biçimde azaiLması bir yana, tersine ona ek bir deger ve
özel bir önem kazandırdıgı inancındayız. Zira aradan geçen bu nispeten kısa
zaman dilimi, yazının temel fikirlerinin ı.aşıdıgı büyük önemi göstermekle kalmamış,
sol harekete ilişkin tahminlerini de pratik olarak dogrulamıştır.
Üç bölümden oluşan bu nispeten uzun inceleme, illegalite/lcgalite sorununun
teorik ele alınışıyla başlıyor. ErgunEralp, iliegalite kavramının örgütsel sorun
ve alanla sınırlandırılmasını, böylece daraltılıp çarpıtılmasını sergileyerek, bu
kavramın, "programatik hedefler açtsmdan ve d oğal olarak bu hedeflere ulaşmayt
temel alan bir politik faaliyet tarıt olar ak", taşıdıgı asıl anlama işaret ediyor.
Ve örgütsel gizlilik sorununun, burada yalnızca zorunlu ve bütünleyici bir yan
sonuç oldugunu gösteriyor. Bu kavrayış temelinde iliegalite ile lcgalite ilişkisini,
ilkinin temel ve stratejik önemini, ikincisinin ise ancak bu çerçevede ele alınabilccek
olan işlevini inceliyor. Sorunu bu çerçevede kavramak kaydıyla, iliegalite ile
legalitenin birbirlerini organik olarak tamamlaması gerektigine, proletaryanın
devrimci hareketi için bu iki faaliyet tarzının kopmaz bir bütünlük oluşturduguna
işaret ediyor.
Yazının ikinci ara bölümü, "Legal Parti İçin 'Teorik' Gerekçe Arayışları"
başlıgı taşıyor. Bu bölüm, somut olarak, 12 Eylül'den beri kesintisiz bir tasfiye
süreci içinde olan sol hareketin "legal parti" tartışmaları üzerinden ulaşııgı
yeni aşamayı ele alıyor. Legalizm bugüne kadar Türkiye sol hareketinin yaşadıgı
tasfiye sürecinin temel bir boyutu olageldi. Fakat bir iki yıl öncesine kadar
devrimci gruplar açısından bu bir "yasal parti" savunuculuguna varmış degildi.
"Yasal parti" düne kadar ve devrimci hareketin genelinde, revizyonist-reformisı
ideolojik platformun bir göstergesi sayılırdı. Oysa özellikle 20 Ekim erken
genel seçimlerinin ardından dünün devrimci gruplarında moda bir egitim halini
aldı. Bu, sözkonusu gruplarda ideolojik dagılmanın artık çürüme halini aldıgına
bir kanıttır.
Hızla liberalleşen, fakat buna ragmen hala marksist-leninist olmak iddiası
taşıyan bu gruplar, tam da bu nedenle yeni yönelimlerine tarihten ve teoriden
dayanak: bulma çabasını da ihmal etmediler. ErgunEralp, bu çabaların içyüzünü
ve dayanaktan yoksun oldugunu sergiliyor. Bu sergilemeyi, genel marksist8
leninist teorik bakışaçısı kadar yaşanmış tarihsel deneyimin gösterdigi sonuçlardan
hareketle de yapıyor. Tam bu noktada yazarın dikkate deger bir gözlemi var.
Ergun Eralp, "dogmalar"a ve "şablonlar"a pek karşı olan bu yeni dönem
libcrallerinin, iş tasfiyeci bir fikre sözde tarihsel bir dayanak bul maya gel ince,
nasıl da koşulların farkhlıgı kadar tarihsel deneyimlerin sonuçlarını da gözden
kaçırdıklarına, "Komintem partileri de legaldi" argümanına sıkı sıkıya sarıldıkiarına
işaret ediyor.
Ergun Eralp'in yazısının üçüncü ve son ara bölümü ise, "Sol Hareket ve
Tasfiyecilik" başlıgını taşıyor. Bu bölüm Türkiye sol hareketindeki tasfiyeci
çürümenin geçm işteki köklerini ve teorik-programatik temellerini inceliyor.
Sol hareketin geneline ve bu arada geleneksel reformist kanadına ilişkin
dcgerlendirmclerin ardından, dünün devrimci gruplarında bugün yaşanan tasfiyeci
dagılmayı d ünün üç büyük devrimci hareketi üzerinden ele alıyor. Bunlardan
Devrimci Yol i le Kurtuluş çoktandır solun reformİst kanadının yeni temsilcileri
durumundadırlar. Örgütsel bakımdan her zaman gevşek olmuş bu iki "hareket",
bugün artık her türlü örgütsel varoluştan kendilerini kurtarmış, amorf ve pelteleşmiş
yapılara dönüşmüşlcrdir. Üçüncü grubu oluşturan TDKP ise, reformeulaşma
ve tasfiyecilik sürecini ötekilere göre daha agır ve daha "ineclikli", fakat şaşmaz
bir biç imde aynı doğrultuda yaşıyor. Yazının yazıldığı dönemde yasal parti
için "olabilir" d iyen, tabandan gelen baskı karşısında bir süre için ricat eden
bu "parti", bugün anık lcgal parti "olmak zorunda" diyor. (İlginçtir, ilk basımı
piyasadan çekilen "TDKP Röportajı"nın yeni basımında en önemli rötuşlarından
biri tam da bu soruna i lişkindir). B u onun tasfiyecilik sürec inin hızı ve bugünkü
düzeyi konusunda bir fikir verebilir.
Ortalıgı tasfiyeci bir çamurun sardıgı, dünün devrimcilerinin "dürüst ve
namuslu sendikacılar"dan "yasal işçi sınıfı partisi" beklcdigi ve çoktan liberalleşmiş
olanların ise artık varacakları en doğal yere, 30 yıllık reformizmin bugüne
kalan temsilcisi olan Sadun Aren'in SBP'sinc toplandıkları bir dönemde, düne
kadar i l legalitcyi fetiş haline getiren bazı devrimci grupların bugün boylu
boyunca lcgalizme gömüldükleri bir s ırada, Ergun Eralp'in yazısı, gündemin
tam ortasına oturuyor. Bu yazı, tasfiyeci çürümenin tarihsel ve teori k kaynakları
ile ihtitalci bir sınıf partisi yamuna devrimci görevinin teorik-örgütsel pcrspcktiOerini
birarada veriyor.
İlhan Gökdemir'in yazısı, başlıgından anlaşılacagı gibi, Avrupa'da son
yıllarda önem l i bir güç kazanan neo-faşist hareketi inceliyor. Hayli hac imli
olan yazısında İlhan Gökdemir, önce dünya kapitalizminin krizi ilc faşist
hareketin güçlenmesi arasındaki organik baga işaret ediyor. Faşist gelişmeyi
olanaklı kılan tarihsel-toplumsal ortamı bazı klasik göstergeler açısından irdeliyor.
Tckelci burjuvazinin, kapitalist düzenin yaşadığı bunalım ve bunalımın yarattıgı
sorunlardan hareketle faşist harekete nasıl bizzat kol-kanat gerdigini, onu özel
olarak hazırladığını, el altından destekledigini ortaya koyuyor.
İlhan Gükdem ir, bunun daha iyi anlaşılabilmesi için de, Avrupa'nın belli
başlı kapitalist ülkelerindeki faşist akımları tarihsel geçm işleri ve gelişmeleri
9
içinde sunuyor. Yer yer fazla ayrıntılı olan bu somut inceleme, tckelci burjuvazioin,
faşist hareketle bagını hiçbir zaman koparmadıgını, bazı ülkelerde savaşın
hemen ardından faşist kadrolardan yeni koşull ara uygun bir biçimde ve bizzat
devlet bünyesinde nasıl yararlanıldıgını gösteriyor. Bugünün bunalım döneminde
ve özellikle sürekli güçlenen işsizlik koşull arında ise, faşist hareketin göçmen
işçileri hedefleyen yabancı düşmanlıgı üzerinden nasıl harekete gcçtigine işaret
ediyor.
İlhan G ökdemir
'
in incelemesi, Avrupa'da bugün için devrimci altematifin
zayıflıgı koşullarında, faşist hareketin kitlelerin hoşnutsuzlugunu istismar etmesinin
kolaylaştıgı ve anti-faşist mücadel enin ise güçsüz kaldıgı tespitl eriyle bitiyor.
Bu inceleme, öteki yararları yanında, Avrupa'daki faşist hareket hakkında
tarihsel ve güncel bilgi bakımından önemli bir kaynak nitcligindcdir.
Pınar Ç agla
'
nın
"Kadın Sorunu, Feminizm, Sosyalizm" başlıklı yazısı,
kadın sorununu tarihsel temel leri ve toplumsal boyutu içinde ele alıyor.
Bu marksist ele alış, burjuva demokratik bir kadın akımı olarak fcminizmin
kadın sorununu ele al ıştaki darlıgını ve onun kadını ezil en bir cins halinde
tutan toplumsal düzenin sınırlarını aşamayan muhal efetini ortaya koyma, fakat
aynı zamanda, bu dar perspektif içinde olsa bile, feminist akımın kadın sorununun
gündeme girmesinde oynadıgı tarihsel rolü yerli yerine oturıma olanagı saglıyor.
Pın a r Ç a g ı a
bunu
feminist hareketin
içindeki
farkl ıl aşmaya· il işkin
dcgerlcndirmclcrlc birleştiriyor.
"Kadın Sorunu ve Devrimci Hareket" başlıklı ara bölüm, kadın sorununu
genel planda tarihsel temelleri, toplumsal boyutları ve dol ayısıyl a sınıfsal anlamı
çerçevesinde ele alan marksist olmak iddiasındaki devrimci hareketl erin, sorunun
"özgül" yönünü tck taraflı abartarak düştüideri hataları saptayıp clcştiriyor.
Kadın sorununun taşıdıgı "özgül" yönün kendi içinde ayn ve bagımsız bir alan
haline getirilmesi yerine, aslolan sınıfsal tcmcl l c sıkısıkıya il işki içinde ele
alınması gcrcktigini belirtiyor. Bundan her sapmanın, devrimci sınıf hareketine
zarar vermekle kal mayacagını, bizzat proleter ve emekçi kadının ezilen bir
cins olarak çifte baskı ve sömürüye karşı mücadelesini de zayıflaıacagını vurguluyor.
Pınar Ç a gıa
yazısını, tarihsel bir birikimin ürünü olan cinsiyetçi önyargıların
devrimci siyasal yaşamdaki yansırnalarına işarctle bitiriyor.
Bu sayımızın son yazısı bir çeviri.
Shiegeru K urasaki, Japonya Komünist
"Sosyalizmin Canlılığı
Partisi (Sol) çizgisinde bir Modern Rusya Tarihi Profcsörü.
ve Sovyetler Birliği' nin Çöküşü" başl ıklı yazı, JKP (Sol)' un sosyalizmin
deneyimlerine yaklaşımı konusunda belli bir fikir veriyor. Bu parti anti-revizyonist
bir gelenekten geliyor. Japonya sol hareketi içinde belli bir yeri ve gücü olan
JKP (Sol), yakın zamana kadar AEP çizgisinde bir partiydi ve Türkiye'den
TDKP ile "kardeş parti" ilişkisi içindeydi. Metin incclcndigindc, partinin bu
konumunu artık dcgiştirdigi, yeni dcgcrlcndirmclcr ve arayışlar içinde oldugu
görülmektedir. Biz yazıyı yalnızca dünya devrimci hareketi içinde degişik gelenekten
gelen parti ve grupların bugünkü düşünsel konumları ve arayışları konusunda,
Türkiyeli devrimcileri bilgil endirmek amacıyl a yayınl:yoruz. İçeriginin bizi
hiçbir biçimde bagl amadıgını belirtmek bile gereksizdir.
Haziran'da yeni bir sayıda buluşmak dilcgiylc...
Ekimler
10
·
Sosyalizmin tarihsel deneyimleri
Geçmişi aşamayan geleceği
kazanamaz
H. Fl R AT
Sosyalizmin ve dünya komünist hareketinin tarihsel deneyimlerine ilişkin
tartışmalar Türkiye solunun gündemine hayli gecikmiş olarak girdi, bu bir. Bu
tartışma solun gündemine düşünülebilecek en olumsuz bir tarihsel ortamda ve
bununla baglantılı olarak son derece saglıksız itkilcrle girdi, bu iki. Sol hareket
bu tartışmalara tümüyle hazırlıksız olmak bir yana, politik-örgütsel tasfiye ile
birleşen bir ideolojik bunalım ve dagılma ortamında yakalandı, bu üç.
İlkinin, sosyalizmin tarihsel deneyimlerine ilişkin inceleme ve tartışmalar­
daki gecikmişligin, Türkiye'ye özgü bir yanı yok. İşin esasında bu gecikmişlik
dünya ölçüsünde genel bir olgudur. Zira Batı'da genellikle örgütlü politik yaşa­
mın dışında olan ya da dışına düşen aydın çcvrelerce '60'lı ve '70'1i yıllarda
sürdürülen ve o dönem için etkisiz kalan tartışmalar dışında tutulursa, dünya öl­
çüsünde sol parti ve örgütlerin sosyalizmin tarihsel deneyimlerine ilişkin yaraucı
ve eleştirel bir çabadan genel olarak uzak kaldıkları görülür.
Şüphe yok ki, özellikle 20. Kongre ile birlikte gündeme gelen köklü yön
degişimleri, onu izleyen dönemde sosyalist kampın ve dünya komünist hareketinin
uğradıgı iç bölünmeler ve çatışmalar, bu temel üzerinde farklılaşan evrimler,
bozulma ve yozlaşma süreçlerinin görmezlikten gelinemez boyutları, dikkatleri
hayli erken bir tarihte sosyalizmin ve dünya komünist hareketinin geçmi'Şine
kaçınılmaz olarak yöneltmiş bulunuyordu. Ne var ki, bölünmenin kendisi uluslar­
arası sol hareket içinde hızlı bir biçimde bir yeniden odaklaşmayla sonuçlandı
ll
ve, bu odakların sosyalizmin tarihine ilişkin kalıplaşmış yorumları, bu odaklar
etrafında saflaşan parti ve örgütlerce benimsendigi andan itibaren, her türlü yara­
tıcı ve ilerletici eleştirel teorik çabanın yolu da kendiliğinden kesilmiş oldu.
Genele egemen b u davranış biçimi ' 80 öncesi Türkiye solunda özellikle
belirgindi. Fakat genel bir eğilimi yansıtıyor olmasının ötesinde, Türkiye sol
hareketinin bu davranış biçimi, kendine özgü tarihsel şekiilenişi ve içinde etkinlik
gösterdiği topl umsal ortamla da yakından i lişkiliydi.
'60'lardaki toplumsal hareketliliğin dolaysız bir ürünü olan Türkiye sol
hareketi, '70' lerdeki yeni devrimci yükscliş içinde kendini yeniden bulunca ve
hem sürüklemeye çalıştığı, hem içinde sürüklendiği mücadeleninin stratejik ve
taktik sorunlarına i lişkin kendine özgü bir "teorik açıklığa" da kavuşunca, bundan
ötesine özel bir ilgi duymak için fazla bir neden görmedi. Kendinden fazlasıyla
hoşnuttu ve devrimci yüksel işin beslediği kolay devrim hayalleriyle fazlasıyla
sarhoştu. Görünüşe bakılırsa geçmişten çok geleceğe bakıyor, onun sorunlarıyla
i lgileni yordu.
12 Eylül ' ü izleyen kolay yenilgi ve dagılma gerçek bir hayal kırık lığı
oldu. Hayaller silinince gerçeklerin ezici agırlıgı solun omuzlarına çöktü. Kendinden
fazlasıyla memnun oluş zıddını doğurdu; inançsızlık ve g�vcnsizlik yaygın ve
kuvvetli bir ruh haline dönüştü. İşte tam böyle bir ortamda, devrimci lllirckct
içinde gözler gelecekten geçmişe dönmeye başladı. Hem Türkiye solunun yakın
geçmişine hem uluslararası komünist hareketin uzak geçmişi ne, özellikle de Sovyet
tarih ine...
Solda kolay yenilgi, politik-örgütsel tasfiye ilc birleşen bir ideolojik bunalım
demckti. Kendi yakın tarihinin bile ilcrlctici" bir dcgcrlcndirmc ve eleştirisini
yapacak ideolojik araçlardan yoksun olan sol hareket, Sovyet tarihine baktığı
ölçüde bunun altında yalnızca czilebilirdi. Bunu deneyenierin istisnasız akibcti
bu oldu. Solun bazı kesimleri Trotskizmin birikmiş hazır eleştirilerini basitçe
devralmayı soruna ilişkin bir kolaylık saydılar. Fakat bu kolaycı eğilim, Trotskizmc
bu tür geçişlerdeki evrensel eğilimc uygun olarak, yalnızca libcralizme kolay ve
hızlı bir geçiş işlevi görcbilirdi, öyle oldu.
Bu henüz sürecin ilk evresiydi ve '80 ' lerin ortalarına doğru dikkatierin içe
yönelmesiyle hız kcsiyordu ki, bu kez Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'da
yaşanmakta olan yeni süreçlerin nesnel baskısı etkisini gitgide kuvvetli bir biçimde
göstermeye başladı. Bilindiği gibi, bu süreçlere Sovyet tarih ine ilişkin olarak
bizzat Sovyetler Birliği 'nden esen güçlü bir gerici liberal ideolojik cercyan eşlik
ediyord u. Bunun Türkiye soluna etkisi 12 Eylül yenilgisini izleyen yeni bir kan
kaybı olarak yaşandı. Trotskizm bir süre için moda oldu ve liberal sol güç kazandı.
Olaylar Doğu Avrupa' nın çöküşü ve Sovyet sisteminin dağılışma varınca, artık
resmen gündeme alıp almamaktan bağımsız olanık, sosyalizmin ve dünya komünist
hareketinin bütün bir tarihsel geçmişine ilişkin sorunlar tüm dünyada olduğu gibi
Türkiye'de de fiilen ve tüm ağırlığı ile solun gündemine oturdu. Solun SBKP
revizyonizmine göbekten bağlı geleneksel rcform ist kanadı gelişmelerin altında
ezildi ve hızlı bir biçimde sahneden çekildi. Devrimci demokrasinin değişik
12
kesimlerinden oluşan ve
12 Eylül sonrasında reformizme doğru hayli kan kaybeden
geleneksel devrimci hareket ise, tam bu evrede, örgüLSel toparlanış çabası ilc
ideolojik bunalımı içiçe yaşamaktaydı. Temel sorunlardaki zayıflığın yaratUğı
bunalucı etkiyi gündelik politikaya ilişkin etkinliklerle bir ölçüde sınırlamaya
çalışıyordu. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'da yaşanan olayların ezici ağırlığı
altında örgüLSel topartanmaya ilişkin zaten çok cılız olan çabalar zaafa uğradı.
İdeolojik belirsizlik ve bunalım ise tam bir karmaşaya dönüştü. Tam da bu dönemde
geleneksel devrimci hareketi saran legalizm ve tasfiyecilik cereyanı bu açıdan
kesinlikle bir rastlantı değildi.
Doğu Avrupa'daki çöküş zincirinin nihayet Arnavutluk halkasıyla kapanma­
sının Türkiye solu için birbiriyle bağlantılı ikili bir anlamı vardı. ilkin bu sosyalizmin
tarihsel sorunlarına ilişkin olarak solun şu veya bu kesimince uzun yıllardır gözü
kapalı bir biçimde savunulagelmiş tüm eski kalıplaşmış kuru ve dogmatik düşünce­
lerin . yıkılışı demekti. İlkiyle bağlantılı ve ikinci olarak, bu aynı tarihle ilgili
gerçek sorunların ve bu sorunlara ilişkin sayısız soru işaretinin solun tüm kesimle­
rinin zihnine bütün bir ağırlığı ilc çökmesi demekti.
Bu tüm solu ister istemez sosyalizmin tarihine yöncllli. Bir çok kesimde
henüz açık tartışmalara dönüşmemiş olsa da gerçekte bugün durum tam da bu­
dur. Soru ise şudur: Sol bu ilgiyi ne ölçüde ilcrletici bir teorik çabaya dönüştüre­
bilccektir?
'89 çöküşüne kadar sosyalizmin tarihine ilişkin tartışmalar gene,likle 1 2
Eylül yenilgisinden en çok etkilenmiş ve dünya ölçüsündeki yeni liberal cereyana
kapılmış grup ve çevrelerce sürdürülmüştü. Tümüyle olumsuz itkilerle ve tümüyle
sağlıksız bir biçimde. Devrimcilikte tutunmaya çalışan grup ve çevrelerin bu
tartışmalara tepkisi ise, ya suskunlukla karşılamak olmuş ya da eski kalıpları
tekrarlama kısırlığının ötesine geçeınemişti. Bu tartışmalara erken bir tarihte ve
tümüyle olumsuz itkilerle başlayanlar bu tartışınalar içinde kendilerini tükelliler.
Ötekilerin ise artık ne soruna görünürde bir ilgisizliği sürdürmeleri olanaklıdır ve
ne de ona ilişkin eski kalıpları yincleıncleri. Böyle girişimler hala da olmakla
birlikte bu, ciddiyetsizlik örneği olmanın ötesinde bir anlam ifade etmemektedir.
Erken sayılabilecek bir t�ihte, ' 89 çökü�ünün henüz öncesinde, EKİM,
kendini değerlendircmeycn, kendi yakın geçmişinin ileriye dönük bir eleştirisini
yapamayan bir devriınci hareketin, dünya komünist hareketinin tarihsel geçmişine
ilişkin ilerletici bir değerlendirme ve eleştiri olanağından da tümüyle yoksun
kalacağını önemle vurguluyordu. Zira, Türkiye sol hareketinin yakın geçmişteki
ideolojik-politik ve örgütsel şekillenişini hareketin kendi tarihsel-toplumsal orta­
mıyla kopmaz bağ içinde değerlendirip eleştirerek bu geçmişi aşmak çabası,
bize, sosyalizmin tarihsel deneyimini ve dünya komünist hareketinin geçmişini
sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutacak teorik, politik ve moral güç ve olanakları
da sağlayacaktı. Zaman, bu uyarının arılamını şimdilerde daha açık ve anlaşılır
hale getirmiştir. Kendilerini şekillendiren iç tarihsel süreci bir ölçüde olsun anlama­
dan, dünya komünist hareketinin tarihini deştirıneye kalkanlar tümüyle geriye,
libcralizmin ideolojik platformuna düştüler.
13
B u işe henüz başlamamış bulunan fakat bu zorunluluktan da kaçamayacak
olanlar ise, halihazırda elleri bögürlerinde bekliyorlar. B una zorlandıkları ya da
kendilerini zorunl u h issettikleri ölçüde ise yalnızca eski kalıpları yineliyorlar.
Eski güveni yitirmiş olmalarının yolaçugı iç gerilim, bu yinclcmclcre alışılmadık
bir h ırçınlık ve k üfür tonu kazandırıyor. Ama boşuna! "Troçkizm sopası" artık
en geri ve i lkel öğeler üzerinde bile elkisini yitirmektedir.
B i limsel bir içerikten yoksun donmuş kalıpları parçalayarak, zengin­
deneyimlerle dolu tarihsel geçmişin hem ulusal hem evrensel planda eleştirici bir
tarihsel ve teorik degerlendirmesini yapamayan bi r hareketin, geleceği kazanma
şansı hiç bir biçimde yoktur.
Böyleleri aşılamayan geçm işin akİbetiyle yüzyüze kalacaklardır
Ağustos '92
14
..
Tek Ulkede Sosyalizm
(1. BÖLÜM)
H. FlRAT
SUNUŞ YERİNE
"Ekim Devrimi 'nin büyük tarihsel açmazı, yalnızca bir tek ülkede sıkışıp
kalması değil, yanısıra, sosyalist ilişkilerin gerçek bir temeli olarak, asgari
bir iktisadi ve kültürel gelişme düzeyini acımasız bir kapitalist kuşatma
altında kendi sınırlı iç imkanlarıyla yaratmak sorunuyla yüzyüze
kalmasıydı. Bu iki güçlük birarada, içte ve dışta girilen zorlama/arın, bu
zorlamaların bes/edigi yanlışların ve zaafların tarihsel temeli oldu. Bu
zorlamaların içteki bedeli, bürokratik deformasyon, öncünün ve iktidarın
sınıftan ve çalışan kitlelerden gitgide uzaklaşması, kitlelerin edilginleşmesi
ve gitgide sisteme yabancı/aşması; dıştaki bedeli, Sovyet devrimiyle dünya
devrimi arasındaki ilişkilerin doğru ele alınamaması, Sovyet devriminin
çıkarlarını ve ihtiyaçlarını eksen alan bir eğilim gösterildiği ölçüde
proleter enternasyonalizminden uzaklaşı/ması oldu.
( . . .)
"Proleter enternasyonalizmine her zaman sadık kalmış Bolşevikler
önderliğinde zafere ulaşan Ekim Devrimi 'ne büyük bir enternasyonalist ruh
hakimdi. Bolşevikler Ekim Devrimi 'ni dünya devriminin bir başlangıcı ·
saydılar, kendi iktidarlarını ise bir ilk dayanak. Beklenen A vrupa devrimi
gelmeyince ve çekilen devrim dalgası Sovyet iktidarını bir yalnızlığa
bırakınca, yeni devrimlerle tamamlanıncaya kadar tek ülkede dayanmayı,
sosyalist kuruluşu gerçekleştirmeyi yine enternasyonq/izmin, dünya devrimi
davasına en iyi hizmetin bir gereği saydılar. Bu arada Ekim Devrimi
heyecanı içindeki dünya komünistleri de, Sovyet iktidarının tek başına
dayanması için üzerlerine düşen azami çabayı sarfetmeyi kendi cephelerin­
den bir enternasyonalist görev olarak ele aldılar. İlk yıllarda tutarlı/ıkla
izlenen bu karşılıklı enternasyonalist çizgi, Sovyet iktidarının yalnızlığı
uzadığı ve sosyalist kuruluşu iç imkaniarta ilerietmek ihtiyacı arttığı
ölçüde, giderek zaafa uğradı. Sovyet iktidarında, bir zorunluluk olarak
ortaya çıkan tek ülkede sosyalist kuruluşu, gitgide kendi içinde bir amaç ve
dünya devrimci sürecinin tabi olmak durumunda olduğu bir eksen olarak
görme eğilimine yolaçtı. Öteki ülkelerin proletaryasına ve de vrimci
17
olanaklarına güvensizligi besledi. Dünya devriminin başarısında kilit sorun
Sovyetlerdeki sosyalist inşanın başarısı olarak görülünce, bunun Kornintan
politikalarında bozucu, tahrip edici sonuçları oldu. Bu politikalar bazı
devrimci olanakların geregince degerlendirilememesine, halla zaman zaman
Sovyet devletinin uluslararası ilişkilerinin çıkarları adına heba edilmesine
yolaçtı. Tek ülkede sosyalizmi kurmak zorunlu/ugu, sosyalizmin evrensel
dogasına aykırı bir düşünceyle, tek ülkede sosyalizmin nihai zafere
ulaşabilecegi ve tüm toplumsal sonuçlarına varabilecegi inancına, bu
temelde milliyetçi-ütopik bir sapmaya dönüştü. Bu sapma uluslararası
ilişkilerde güvenlik arayışının ve dünya komünist hareketinin sorunlarına
da çogu kere bu açıdan yak/aşma tutumunun ideolojik zemini oldu. Daha
sonra Kruşçev' in teorileştirdigi "barış içinde birarada yaşama" , "barı ş
içinde yarış" revizyonist tezleri kuşku yok ki bu egitim ve uygulamalardan
kök aldı.
Bu tutum ve politikaların kısa dönemli olarak Sovyetler Birligi' ne ve
sosyalist kuruluşa nefes aldırllıgı dogru olsa bile, soruna tarihsel ölçülerle
bakıldıgında, dünya devriminin çıkarlarını esas alan bir ilkesel tutumda
ısrar etmemek/e , Sovyet iktidarının, son tah/ilde, Sovyetler Birligi' nde
sosyalizmin inşasının çıkarlarına da aykırı davrandıgı, tarihsel olayların
sonraki seyri ışıgında, tartışmasızdır. "
EKİM 1. Genel Konferansı Bildirisi 'nden
"Genel olarak ele alındıgında, emperyalizm aşamasına geçişle birlikte
artık iktisadi bir bütün oluşturan kapitalist dünya sistemi, objektif temelleri
bakımından proleter devrim için bir bütün olarak olgunlaşmış bulunmaktaydı.
Ne var ki, deneyimin de ortaya koydugu gibi, eşitsiz gelişmenin bir sonucu
olarak, proleter devrime başlamanın siyasal olanakları ile, onu sosyalist kuruluş
halinde devam ellirmenin iktisadi-siyasal olanakları, kapitalist dünya zincirinin
farklı halkalarında büyük dengesizlik/er gösterebilmektedir. Eşitsiz gelişme
yasası kendini, sosyalist kuruluş için gerekli maddi ve kültürel olanakların
büyük ölçüde gelişmiş kapitalist ülkelerde birikmelerinde; emperyalist zincirin
parçalanarak iktidarın ele geçirilmesi olanaklarının ise, daha çok geri ya da
nispeten geri kapitalist ülkelerde oluşmasında ortaya koymaktadır. Bu ayrım
mutlak olmamakla birlikte, 20. yüzyıl deneyiminin yaygın olarak kanıtladıgı
bir egilimdir.
(. . .)
iktidarı ele geçirme koşulları ve olanakları ile sosyalist in·şa koşulları
ve olanakları arasındaki bu çelişki, özünde proleter devrimin enternasyonal
karakterinden dogmaktadır. Proleter devrimi, yalnızca iktidarın ele
geçirilmesini olanaklı kılacak koşulların oluşması ( 'zayıf halka') yönünden
degil, sosyalist inşa bakımından da belli bir ülkenin sınırları içine sığamaz.
Normalde bu çelişkinin saglıklı çözümü de enternasyonal planda
18
bulunabilir. Siyasal olanaklarının yogunluğu ile devrimlerini başanya
ulaştıran ülke ya da ülkeler, bu sayede, ekonomik olanakları yönünden
kuvvetli fakat siyasal olanakları yönünden nispeten zayif ülke ya da
ülkeleri devrime yöneitmeyi başarabilselerdi, bu çelişki önemli bir sorun
olmaktan çıkardı. Ekim De vrimi Avrupa devrimini başlatmış olsaydı, R usya
Almanya'yı ileriye, muzaffer bir proleter devrime çekmeyi başarabilseydi,
tarih çok başka türlü yaşanabilir, şimdi tartışılan 'sorunlar ' çok büyük bir
bölümüyle sorun olmaktan çıkmış olurdu, büyük bir ihtimalle.
Ne var ki tarih kendi seyrini izlemiştir. Bu seyir, genel devrimci
bunalımların nispeten uzun aralıklarla ge/ebi/diğini, zincirin ancak zayif
halkalardan kırılabildigim, fakat bu kırılışın zincirleme sonuçlara sanıldığı
kadar kolay ya/açmadığını, yerel bunalımlarla yaşanan kırılmaların ise
uzun aralıklarla gerçek/eşligini göstermiş bulunmaktadır. Sözkonusu
çelişkiye uluslararası planda çözüm bulamamak, gerçekleşmiş devrimierin
ve yaşanmış sosyalizm denemelerinin en büyük açmazı olageldi. Zayıf halka
olmak niteliği ile iktidarın ele geçirilmesi için gerekli toplumsal-siyasal
güçleri yaratabilen bir ülke, devrim uluslararası bir gelişme gösteremezse
eger, geri maddi koşullar temeli üzerinde sosyalist kuruluşu
gerçekleştirmede kaçınılmaz olarak ve olağanüstü ölçülerde zorlanacaktır.
Ekim Devrimi sonrasında Rusya' da olan budur. Zorlanmanın kendisi ile
onun kaçınılmaz bir biçimde beslediği zorlama/ar, birarada, bir kez daha
'sosyalizmin sorunları 'nın sökün euigi zemini oluşturmuşlardır.
' Sosyalizme geçiş sorununun öncelikle tek bir ülkede gündeme gelmesi
tarihin sergiiemiş bulunduğu objektif bir gerçekliktir. Bu, emperyalizm
koşulları içinde teorik bakımdan anlaşılır bir durumdur. Fakat bu objektif
gerçeğin, tek ülkede sosyalizmin nihai zafere ulaşabileceği, tüm toplumsal
ve siyasal sonuçlarına varabiieceği 'teori'siyle bir ilgisi yoktur. Bu ikincisi
teorik olarak gerici ve milliyetçi bir ütopyadır. Bugüne kadarki tarihsel
deneyimler de buna ilişkin inançları fazlasıyla boşa çıkarmıştır. Mevcut
tarihsel deneyim, daha şimdiden, sosyalizmin yerel düzeylerde gündeme
gelebileceğini, dahası, tarihin işleyiş diyalektiğinin de normalde böyle
seyreuigini, fakat öte yandan, onun ancak evrensel bir çerçeve içinde tüm
sonuçlarına ulaşabileceğini ve böylece kesin zafer kazanabileceğini
göstermiş bulunmaktadır. Deneyimin bu ikili yönü birarada gerçekte_
marksist-leninist teorinin bir doğrulanmas ıdır. Teori, Len;n' in şahsında
ulaştığı gelişme düzeyinde, hem sosyalizme geçişin öncelikle bir ya da bir
kaç ülkede g ündeme gelebileceğini, ve hem de, onun tam ve gelişmiş
biçimini ancak evrensel bir çerçeve içinde kazanabileceğini öngörmüştür.
Birinci öngörüyü olumlu yönden doğru/ayarak sosyalizme geçiş sürecini
başlatan ülkeler, bunu ulusal çerçevede yaşamayı bir zorunluluk olmakran
ç ıkarıp bir tercihe dönüştürme eğilimi gösterdikleri ölçüde, -ki kuşkusuz bu
tercihin bir toplumsal mantığı vardır- , karşı karşıya kaldıkları sorunlarla
ve yaşadıkları tarihsel akibetle, ikinci öngörüyü olumsuz yönden
19
dotrulamış oldular.
İlk gelişme aşamasında ulusal oluşuma ve ulusal devletlerin kuruluşuna
yolaçan kapitalizm, bu çerçevede sagladıgı gelişmeyle, bu kez tersinden, bu
çerçeveyi parçalayan bir egilim gösterir. Ulusal çitleri yıkar, uluslar
arasında sayısız ilişkileri her alanda geliştirir ve çogaltır. Sermayenin
ulus/ararasılaşması temelinde, genel olarak iktisadi yaşamın, siyasetin,
kültürün, bilimin vb. uluslararası birligi oluşur. Ulusal yalnızlıgın ve tecrit
edilmişiitin yerini, ulusların çok yönlü ilişkileri ve evrensel karşılıklı
bagımlılıkları alır. Lenin, kapitalizmin emperyalizm aşamasına egemen olan
bu eti/imi, 'olgunlaşmış olan ve sosyalist bir topluma dönüşmeye dogru
yolalan kapitalizmin niteliti ' olarak tanımlar.
Kapitalizmin yarattıgı temeller üzerinde ve ondan daha ileri ve yüksek
bir uygarlık olarak sosyalizm, asıl anlamını ve gerçek sonuçlarını ancak bu
e vrensel çerçeve içinde bulabilir. Kapitalizmin yaraıııgından daha dar
çerçeveler içine sıkışıp kalarak degil. Eşitsiz gelişmenin bir sonucu olarak
proleter devrimin ve dolayısıyla sosyalizme ge Ç işin öncelikle en zayıf
halkalardan gündeme gelmesi, bu gerçegi degiştirmez. Tarihin
tersliklerinden dogan bu zorunluluk, yalnızca, proleter devrimin kendi
gerçek çerçevesini (evrensel zemini) bulana kadar tek tek ülkelerdeki
sosyalist kuruluşun bir dizi sorunla karşılaşacagını gösterir. Teori bu
sorunları içermeli ve deneyimlerin de yardımıyla onlara uygun çözümler
bulabilmelidir. Ne var ki, bu sorunlara en uygun çözümler bulmak
zorunlulutu ile, bu sorunları ortaya çıkaran dar çerçeveyi kendi içinde
amaçlaşıırmak farklı şeylerdir. Bugüne kadarki deneyimlerle yaşanan
birincisi (sosyalizme geçişin yerel düzeyde gündeme gelmesi), gelecekte de
karşımıza çıkacaktır. Fakat ikincisi (bunu kendi içinde amaçlaştırmak ),
yalnızca birinci durumun yan ürünü olarak ortaya çıkan bir bozulmayı ve
sapmayı ifade eder. Bu sapmaya düşüldügü ölçüde, sosyalizmin yerel
olmaktan kurtulamadıgı sürece kaçınılmaz olarak yüzyüze kalacagı gerçek
sorunlarına, bu sorunlara uygun düşen isabetli çözümler getirmek de o
ölçüde g üçleşecektir. Geçmiş sosyalizm deneyimlerinin degerlendirilmesinde
bu nokta özellikle kritik bir önem taşır. Sosyalizme geçiş sorun uyla
öncelikle yüzyüze kalan ülke proletaryası, eger mevcut ve gelecekteki
kazanımlarını kalıcılaştırmak istiyorsa, kendi devriminin kaderini hiç bir
biçimde uluslararası devrimin kaderinden koparmamalı, dahası ona tabi
kı/malıdır. Geride kalan dönemin kavranması gereken temel derslerinden
biridir bu. Bunun gözden kaçırıldıgı yerde, proleter enternasyonalizmi
zaafa ugrar, 'ulusal sosyalizm 'in yolu açılır. Bu ise bozulma ve yozlaşma
süreçlerinden geçerek, sonunda kapitalizme varır. "
Sosyalizmin Tarihsel Sorunlarına Giriş'ten
(Ekim/er, sayı :] )
20
Tek ülkede s osya lizm
H. FlRAT
GİRİŞ
Tek ülkede sosyalizm den i lince genellikle iki tarihsel olay birarada akla
gelir. ilkin; birinci emperyalist dünya savaşını izleyen devrimci dalganın düşmesi
ve Ekim Devri m i ' n i n Sovyetler B irliği sınırları içine sıkıştığının gitgide daha
açık görülür bir olgu haline gelmesiyle birlikte, yeni bir dalgaya kadar bu
ülkede sosyalist kuruluş sürecini tek başına yaşama zorunl uluğu. Ve ikinci
olarak; bu çabanın anlamı ve sınırları, olanakları ve sorunları, tck kelimeyle,
perspektifleri üzerine, 1920'lerin ortasındaki büyük tartışma ve mücadele. Nesnel
bir durum ile bu duruma i lişkin perspektifler ve bunlar arasındaki çatışma
anlamında, bu iki tarihsel olay tarih i çinde birbirleriyle her yönüyle tam bir
bütünlük oluştururlar.
Tarih içinde yeni ve bi� ölçüde beklenmedik olan her durumda olduğu
gibi, burada da önce sorun kendini göstermiş, ardından da sorun kendine i lişkin
perspektifleri, bu çerçevede cereyan eden zorlu bir ideolojik çatışma ve politik
m ücadeleyi davet etmiştir. Ve doğal olarak, ortaya çıkan tarihsel sorunun beslediği
teori ve poli tikalardan üstün geleni , bizzat aynı sorunun sonraki seyrini kök l ü
bir biçi mde etki lcme olanağı d a elde etmiştir.
Öte yandan, bizzat tartışmanın ve çatışmanın taraflarının da o günden ve
her keresinde son derece net bir biçimde vurguladıkları gibi, yalnız kalan
Sovyetler B irliği'nde sosyalizmin kuruluşuna ilişkin pcrspcktiflcr, dünya devrimine
ve onun geli şme seyrinc i li şk in pcrspcktiflcrlc, buna en iyi nası l katkıda
21
bulunulabilecegi sorunu ile kopmaz biçimde baghydı. Bu bag nesneldi . B u
nesnel temel üzerinde sorun uluslararası komünist hareketi (dolayıs ıyla Komü­
nist Entemasyonal'i), onun gelişme seyrini ve gclcccgini de çok yakı ndan i lgi­
lendiriyordu. Ekim Devrimi ' n in sonraki seyrine egemen olacak teorik-politik
perspektifler, b un u n sorunları ve sonuçları, bu nesnel temel üzerinde, Komünist
Enternasyonal ' in politikalarını ve geleccgini de kendiliginden etkileyecekti.
Fakat o günün somut tarihsel koşullarında sorun bundan da ötcydi. Ekim Devrim i
dünya devrim i s üreci n in ilk aşaması ve elde kalan tck gerçek kazanımıydı.
S B KP de Komünist Enternasyonal içinde özel bir konuma, muazzam b ir güce
ve otoriteye sahipti. Bu olgu, ·ortaya çıkacak etkiyi olagan (nesnel) sınırların
çok çok ötesine, kaçınıl maz olarak vardıracaktı. B ugünden bakıldıgında, tüm
çıplaklıgı ile görüleb i lmektedir; tek ülkede sosyalizme i lişk in sorunlar ve bu
sorunlara ilişkin perspektif ve politikalar, dünya devrim inin dcgi lse bile, dünya
komünist ve işçi hareketini n gelişme seyrini önem li ölçüde etk i lemiştir.
Bu iki olgu birarada, gerek bir tarihsel pratik olarak, gerekse bununla
kopmaz biçimde baglı bir teorik perspektif ve pol itika olarak tck ülkede sosyalizm
sorununu i ncelerneyi gerektirmektedir. Bugün Sovyetler B irligi yıkıl ıp dagılmıştır.
Komintcrn çatısı altında şekillenen geleneksel dünya komünist hareketi ise
·yozlaş m ış, çürüm üş ve tasfiye olmuştur. B ugün, dünyan ı n dört bir yanında
komünizm m ücadelesini devam cttirmck çabasındaki insanlar, karmaşık neden­
lere dayalı bu ol umsuz tarihsel akibcti tahlil etmek, anlamak ve aşmak çabası
içindedirler. Sorunun çok degişik yönlerine uzanan ve bütünsel bir dcgcrlcndirmcye
u laşmayı amaçlayan bu çaba, sorunu bir de tck ü lkede sosyalizm anlayışı ve
pratigi üzerinden irdelemck, geçmişi degerlcndirmeyi ve hatalarıyla hesapiaşmayı
bir de b u açıdan gerçekleştirmek durum undadır.
Bunu gerektiren başkaca temel nedenler de var. Çagdaş kapitalizmin bugün­
kü gel işme düzeyi, üretici güçlerin kazandığı devasa boyut, sermayenin ul us­
lararasılaşmasının bugün artık üretim süreçlerin in uluslararasılaşmasına varan
yeni düzeyi , bu iktisadi gelişmenin uluslararası i l işkilerdeki pol itik ve küllürcl
sonuçları, bütün bunlar, devrim in sorunlarına, onun olanaklarına ve dinamiklerine,
güçlüklerine ve engellerine bakışta bugün hesaba katılmak zorundadır. Emperyalist
dünya iki dünya savaşı arası dönemde büyük bir parçalanm ı şlık yaşamıştı.
Oysa ikinci savaştan sonra ve yakın zamana kadar, A B D emperyal izminin
jandarmalıgında tek bir blok olarak yönetilebildi . B ugü!l yeniden dişe diş bir
rekabet dönemine girmiş olan emperyalistler, fakat buna rağmen devrimci gelişmelere
karşı hala bir blok halinde davranabiliyorlar. Doğal olarak, tck ülkede sosyalizmin
sorunları bu açıdan da tartışılmak durumundadır. Zira sosyalizm sorunu dünya
devrim sürecinin gelişme eşitsizligindcn dolayı, tarih sahnesine çok büy ük bir
ihtimalle yine tek tek ülkeler üzerinden girecektir. Fakat bu kez karşı laşacağı
sorunlar iki savaş arası döncmden farklı kapsam ve biçimlerde olacaktır. K üba'nın
bugün karşı karşıya kaldığı boğucu kuşatma ilc bunun yolaçtığı sorunlar bu
açıdan canlı bir deneyi m olarak önümüzde duruyor. O Küba ki, 30 küsur yıllık
gel işmenin, deneyimin ve kazanıml arın tüm avantajiarına ve Latin Amerika
22
halklarının çok özel bir destegine sahiptir.
Tüm bunlar birarada sorunun taşıdıgı özel önemi göstermektedir. Oysa
geride kalan tarihsel deneyimin bir çok yönü tartışıldıgı halde, bu yönüne, tek
ülkede sosyalizm sorununa pek az girilmektedir. Zira Trotskizmin süreklileşmiş
"tarihsel muhalefet"inin en temel, denebilir ki beylik alanı olan bu sorun, tam
da bu aynı nedenle en "hassas" sorunlardan biri, hatta birincisi olagelmiştir.
Sorundan sözetmek bile trotskist damgası yemeye yetebi lmiştir. Trotskizm
çokça ve sürekli olarak lanetlenmiş bir akım oldugu için, ve dahası, büyük
devrimci ve sosyalist tarihsel pratiklerio kusurları etrafında dönüp durmaktan
öte, hiçbir tarihsel başarının, başarı orda kalsın, sözü edilebilir herhangi bir
devrimci pratigin onurunu taşımadıgı için de, samimi devrimciler Trotskizmin
bu alarnet-i farikasını hep itici bulmuşlar ve bir "tabu" olarak göregelmişlerdir.
Bununla birlikte, bu sorunun "sorun" olarak gürülmemesinin gerisinde,
daha önemli başka nedenler vardır. Hiç degilse yakın zamana kadar, yaygın
olarak, tek ülkede sosyalizm sorununa tarihsel olarak aşılmış, artık geride
kalmış bir özel tarih olayı olarak bakılırdı. Bu iki anlamda böyleydi. ilkin,
Sovyetler Birligi' nde sosyalizmin 1 930' ların ortasında kuruldugu, bu kuruluşun
tarihsel olarak kanıtlandıgı, dolayısıyla soruna ilişkin tartışmanın da böylece
tarihsel pratik tarafından bitirildigi kabul edilirdi. Ve ikinci olarak, İkinci Dünya
Savaşı' nın ardından, Sovyetler Birl igi'nin yalnızl ıktan kurtuldugu, çok sayıda
ülkeden oluşan bir sosyalist kampın oluştugu olgusundan hareketle, "tek ülke"
sorununun bu yönüyle de anlamını yitirdigine, sorunun tümden tarihe karıştıgına
inanılırdı.
Tarihsel sürecin seyri ve sonuçları, bu kabulü ve inançları bugün boşa
çıkarmış, en tutucu kafalarda bile hiç degilse tartışmalı hale getirmiştir.
1 930' l arda Sovyetler Birligi 'nde sosyalizm kurulmuş muydu? Bu, ilgili
soruna ilişkin her tartışmada beylik sorudur. Ne var ki, sorunu böyle koymak
yalnızca onu basitleştiemek anlamına gelir. Ya da, sorun böyle konuldu mu,
yanıt hiç de basitçe "evet" ya da "hayır" biçiminde olamaz.
Fakat bilindigi gibi, tek ülkede sosyalizm tartışmasının geleneksel kutupları
sorunu hep böyle koymuşlardır ve tartışmalı ölçüt ve tanımlamalarla, evet ya
da hayır demişlerdir. Bir tarih olayını içinden yaşayanların yanılgılarını ve
saplantılarını belli sınırlar içinde anlamak mümkündür. Fakat olaya bugünden
bakmak ve tarihsel sürecin sonraki tüm seyrinin sagladıgı açıklıkların ışıgm­
da herşeyi yerli yerine oturtmak mümkünken, bugün kalkıp geçmiş yargıları
oldugu gibi tekrarlamak, en hafif deyimiyle, budalalıktır. Burada, bu tutumda,
olaylardan, tarihten, tarihsel devrimci pratigin kendisinden ögrenmek yoktur.
Lenin 1923 Martı'nda ve siyasal yaşamının en son yazısında, S ovyet
ülkesi sosyalist kuruluşun politik önkoşullarına sahip fakat sosyalizme dogru­
dan geçebilecek iktisadi ve kültürel önkoşullarından yoksundur, demişti. Dolayısıyla,
Sovyetler Birligi 'nde sosyalizmi inşa çabası, öncelikle "uygarlık koşulları"nı
elde etmek, sosyalizme dogrudan geçişi olanaklı kılacak koşulları yaratmak
mücad$!1esiydi. Bu problem gözden kaçınldı mı, ne Sovyetler Birligi'nde sosyaliz23
m i n inşasının kendine özgü sorunları dogru anlaşılır, ve ne de, 1 930' 1arın
ortasında ulaşılan düzey dogru bir biçimde tanım lanır.
Sosyalizmin Tarihsel Sorunlarına Giriş başlıklı yazının (H. Fırat, Ekim/er,
sayı: l ) temel amaçlarından biri, yukanda for m ü le edilen soruya, geleneksel
basitleştirmelerden k urtulmuş bir yanıt b ulabilmekti. Yazının kendi sınırları
içinde buldugu yanıt özetle şöyledir:
" 1 92 9 atılımını izleyen on yıllık zaman diliminde, Sovyetler Birliği' nin
iktisadi, sosyal ve kültürel cephelerde katettiğ� mesafe muazzam ölçülere ulaş­
mıştı...
"Bununla birlikte, ulaştıkları bu başarılar, Sovyet komünist/erine, en fazla,
sosyalist bir toplumun kuruluşuna nihayet geçebilecek/erini düşündürebi/irdi.
Rusya' nın yüzyıllık geriliğinin, yoksulluğunun, cehaletinin beli nihayet kırı/mıştı.
Geniş ölçekli bir sanayi, makina/aşmış bir tarım, safları oldukça kalaba/ıkiaşmış
ve kültürel düzeyi nispeten yükselmiş bir işçi sınıfı, sosyalizmin bu 'önkoşul/arı'
artık nihayet vardı. Bunların çoğu kapitalizmden devralınabilirdi, kendileri
yaratmak zorunda kalmışlardı; fakat artık yaratmış/ardı. Bunları Sovyet iktidarı
koşullarında ve sosyalist yöntemlerle yaratmış olmak, aynı zamanda bu sürect•
paralel bir biçimde sosya/i�! ilişkileri geliştirmek anlamına geliyordu. Fakat
yine de gerçekte sosyalizmin kuruluşu, elde edilen bu 'önkoşullar' temeli üzerin­
de asıl şimdi başlayacaktı. Ve buna herşeyden önce, 'yüzyılı onyıla sıkıştırmak'
zorunlu luğun un yarattığı sosyalizmi zedeleyen. bedelleri temizleyerek
başlayabilir/erdi. " (s.49-50)
Oysa S talin lidcrligindcki Sovyet komünistleri, aynı başarılarda, 1 930' ların
ortasında ulaşılan gel işme d üzeyinde, "sosyalizmin eksiksiz zafcri"ni ya da
"kesin zaferi"ni gördüler. O günden bu yana da, " tck ülkede sosyalizm" teorisinin
tüm geleneksel sav unucuları b u yargıları tekrarlaya geldiler. B un lardan bir
bölüm ü ' 30'larda kurulan ve böylece kesin bir zafer kazanan sosyalizmin,
' SO' Ierde içinden ihanete uğradığını ve Kruşçevci hain ler tarafından kapitalist
bir restorasyonun başlatıldığını sav undular. B ir öteki böl ümü ise, ' 89 çöküşüne
kadar, sosyalizmin hep yaşadığını ("yaşayan sosyalizm") ve olguntaştığını ("olgun
reel sosyal izm") sav undular. Bunda, sosyalist kurul uşun 1 930' larda u laştığ ı
düzeyin "geri dönülmcz" olduğunun kanıtını gördü ler.
B u ikinci görüşü, olay ların seyri kendiliğinden fakat h içbir tartışma
gerektirmeyecek biçimde bugün boşa çıkarmış bulunuyor. ' 30' larda kurul m uştu
fakat SO' lerde yıkıldı diyenler ise, kuruluşu da yıkılışı da aşırı basitleştirmcktcdirlcr.
Soruna yaklaşımları sığ, tck yanlı ve metafiziklir. Bu görüşün sahipleri, kurul uşun
öze l lik leri ve d inam ik leri ilc boz uluşun önkoşulları ve dinam ikleri arasındaki
kopmaz bağı kopartmaktadırlar. Bu bağı görmcmczliktcn gel iyorlar anlamında
değ i l, görme yeteneği nden yoksundurlar anlamında ...
Öteki inanış ya da kabul de en az görmüş bul unduğumuz kadar dayanıksızdır.
Zira İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler B irliği 'nin yalnızlıktan kurtulması,
hiç de " tck ü lkede sosyalizm"in sonu olmadı. Tersine, bu gel işme ölçüsünde,
onu daha net bir biçimde görülebilen katı bir gerçeklik haline getird i . İ l kc,
24
anlayış, zihniyet oldugu gibi kaldı. "Sosyalist kamp"a mensup ülkeler arası
i lişkiler de buna uygun şek i l lendi. Her yeni ülke kendi " tck ülke" sosyalizmini
kurma perspektifi ve k şygısı ile hareket etti. Tck ül kede sosyal izm zihniyeti,
yalnızca her bir ülkenin öteki kardeş cumhuriyetieric i l i şkilerinde dcgil, fakat
aynı zamanda dünya komün ist ve devrimci hareketiy le il işkilerde, genel olarak
dünya devrim süreciyle i lişkilerde de egemen ligini sürdürdü. "Sosyalist kamp"
bir tck ülkede sosyal izmler zinc iriydi ve bir süre sonra bölünmcyc ugrayınca,
büyük ölçüde şekli olan "kamp" birliği de son buldu. (20. yüzy ı lın bu tipik
olayını biraz sonra biraz daha genişçe ele ;ılacağız.)
Sosya l izmin tek ülke s ınırları içinde inşası dünya devrim inin gel işine
seyrinden doğdu. Ekim Devrimi dünya devriminin i lk büyük au l ı m ıydı. Rusya
sın ırları içinde yalnız kaldığı andan itibaren ve ne zaman gclcccgi bel li olmayan
bir dalgaya kadar yaşamak ve dayanmak zorundayd ı . B un u ise ancak kendi
"tek ülke" (düne kadar "tck ülke" olan Sovyetler Birl iği sını rları içinde bugün
artık bir düzincyi aşan ülke var ! ) güç ve olanaklarıyla sosyalizmin inşasına
girişerek başarabi l irdi. Bu girişimin kendisi m uazzam. ve kahramanca bir tarih
olayıdır. Peki o halde, tari bin gelişme seyrinden doğan, bu açıdan tarih içinde
tüm üyle olağan olan bir sürecin, insanlık tarihine ve halkların kurtu luş mücadele­
sine katkısı da tartışmasız olduğuna göre, dün ve bugün bir "sorun" olarak
tartış ılması n iye? B u çelişkinin an lam ı nedir'! B u çel işki, genel tarih açısından
olağan olan bir sürec in, kapitalizmden daha ileri ve üstün bir evrensel sistem·
olması gereken sosyalizm için aynı ölçüde olağan olmamasından kaynaklanmaktadır.
Aynı şeki lde, tarihsel kon umuyla kapitalizmden daha i leri ve üstün bir sistem
olmakla kalmayan, doğal olarak bu üstünlüğü evrensellik planı nda gösterınesi
gereken sosyalist toplumun inşasına, "tck" ve son dcreec geri bir ülkenin sınırları
içinde başlama zorun l u l uğunun kaçını lmaz olarak yaratacağı, nitekim yarattığı
sorunlardan ve sonuçlardan kaynaklanmaktadır.
Egcr bu sorun lara doğru perspektif ve pol i tikalarla yaklaşı labilscyd i , olay
nesnellik sın ırları içinde ve tari hin arzu edi l meyen bir "tcrsliği" olarak kalırdı.
Fakat ne yazık ki nesnel l iğin bask ısı, perspekti f ve pol i tikalarda kaymalara,
i lkesel ve politik c iddi hatalara yolaçabilm i�tir. Daha da kötüsü, başlangıçta
tarih in göğüslenıncsi ve om uzlanması gereken bir "tcrs liği" sayılan şey, kısmi
başanlara paralel olarak, kendi içinde idealize cd ilcbilmiş, "tck ülke"nin gerçek
i mkanlarıyla asla bağdaşmayacak hedeflere bağlanmış ve bu çerçevede yücelti­
len b ir "teori" haline getirilmiştir. Tari hin gelişme diyalektiğinden doğan bir
sürecin bir "sorun"a dönüşmesi bundandır. (Sözkonusu "tcori"nin anlam ına ve
sonuçlarına burada giremeyiz, bu zaten konum uzun kendisidir.)
,
Tck ülkede sosyalizm "teorisi", başlangıçta, hiç de "ulusal dargörüştülüğü n
teorik olarak hak l ı çıkarı lması" gibi öznel bir kaygıdan değ i l , objektif bir
tarihse l olgudan, sosyalizmi yalnız ve geri bir ülkede inşa etmek zoru n l u l uğ un­
dan ve k uşkusuz bu zorun l u l uğ u om uzlama devriınci azıninden doğdu . Fakat
zamanla u lusal dargörüşl ü l üğün haklı ç ıkarı l masına gidip vardı. "Tck başına"
yaşama olanağı bulabi ldiği ölçüde, kendisine bu olanağı veren ilk başarıları
elde euigi ölçüde ...
Sovyetler B irlig i ' nde (ve kuşkusuz ikinci savaş sonrasında bir dizi öteki
ü lkede) sosyalist inşa deneyimi, geri bir ülkede bile, iktidarın ele geçirilmesi
yoluyla, sosyalizmin varolmayan iktisadi ve kültürel koşullarının yaratılabilccegini
ve sosyalizme dogru öneml i adımlar atılabilecegini, tarihsel olarak kanıtlamış
bulunmaktadır. Bu, Lenin'in ll. Enternasyonal ' i n bilgiç l iderlerini yanıt ladıgı
ünlü notlarında (Devrimimiz), sadece Sovyet Rusya için degit, fakat tarih sahnesine
henüz yeni çıkm ış "Dogu" toplumları için öngördügü bir sonuçtu. Tarih Lenin' i
haklı çıkardı.
Fakat y ine tam da bu aynı tarihsel deney im, bu durumdaki ü lkelerde
saglanan başarının bir bedeli ve yan sonuçları oldugunu, eger bu bedeller
gözetil mez ve bu sonuçlar bilinçli olarak hesaba katılmaz ve m ücadele konusu
edilmezse, bunların, elde edilmiş sosyalist başarının kaybedilmesine zemin
olabilecegini de göstermiştir.
1 930' ların ortasında Sovyet komünistleri yalnız başarıları gördüler, bunu
bir "eksiksiz zafer" ilan ettiler. Böylece, hala önlerinde uzanan gerçek görevleri
ve sorunları büyük ölçüde gözden kaçırdılar. Sovyetler B irligi, 1930' ların ortasından
1 950' lerin ortası na yaklaşık 20 yıllık bir dönem boyunca, genel iktisadi ve
kültürel gelişme anlamında degiJ, fakat toplumun sosyalist dön üşümünün dinamik
bir süreç olarak sürdürülmesi anlam ında, aslında yerinde saydı. Demek oluyor
ki, 30' larda oluşan i l işki ve kurumları aşagı yukarı oldugu gibi muhafaza et ti.
B u tür bir "durgunluk" sosyal izm için bozucu ve çökerticidir. Sosyalizm bir
geçiş sürecidir ve gelişme dinam izm ini hep sürdürmek zorundadır. U laşıp da
çakılacagı ya da ayak süreyecegi bir aşaması olamaz. Gelişme hızını, ileriye
gitme dinamizm ini kaybeden geçiş sürecindeki 'bir toplum, bir süre durgunlugu
yaşasa bile, çok geçmeden kaçınılmaz olarak geriye dönük dinam ikler üretmeye
başlar. Hele de kapitalist dünya sistemi ayaktaysa, çok yönlü bir kuşatma
uyguluyor ve sözkonusu toplum u (ya da toplumları) yıkmayı, ona bir "cenaze
töreni" hazırlamayı degişmez bir politika olarak izliyorsa.
Gelişme dinamizmini kaybeden bir sosyalizm önce durgunluk içinde yozlaşır.
Sonra da varolan ya da kaç ınılmaz olarak dogan sorunlara ve çelişkilcre
"reformlar"la, yani geriye, kapita lizme dönük adımlarla çözüm bulmaya çalışır.
B öylece de, öznel niyetierin de ötesinde, gerçek bir restorasyon sürecine girmiş
olur. "Hainler" bu toprakta kolayca ve sayısız ölçüde ürerlcr. "Revizyonist
ihanet"in tarihsel-topl umsal diyalcktigi esasen budur.
* * *
20. yüzyılın sosyalizm uygulamaları hep geri ülkelerde gündeme geldiler.
Bu gerilik kuşkusuz bu ülke devrimlerinin özellikleri ve sosyal bileşimi üzerinden
de etkisin i ve sonuçlarını gösterdi. B unlar m il l i kurtuluş devrimleri, ya da
anti-faşist kurtuluş devrimleri olarak gel iştiler. Çok büyük ölçüde köyl ü-küçük
burjuva bir sosyal tabana sahip oldular. Kalk ınma, sanayileşme, m i l l i kimlik
26
edinme, ya da bu kimligi ge!iştirme, bu topl umların karşısına hep bir ı.arihsel
ihtiyaç, yaşanınası zorunlu bir gelişme süreci olarak çıktı.
20. y üzyılın bir "tek ülkede sosyal izm" yüzyılı olarak yaşanması, bu
nesnel gerçeklerden koparılarak, bunlar hesaba katılmadan nasıl anlaşı labilir
ki? Bir tarihsel olguyu, kendi nesnelligi içinde anlamadan eleştirmek, dolayısıyla
aşmak olanaklı mıdır? SosyaJizmin tarihsel deneyimlerine ilişkin birçok "iyiniyelli"
çabanın, amacından sapması, yozlaşması, inkarcılıga ve giderek en dogal sonucuna,
bu geçmişi sözde aşmaya çalışanları tüketmeye varması, öteki nedenler yanında,
aynı zamanda bu basit yöntemsel gerçeklerin gözelilmemesinden dolayıdır.
Tarihsel zemine, d ünya devrimi sürecinin hep geri, köyl ü ve ul usal ögeni n
güçlü oldugu toplum ları kapsayan kendine has "ters" seyrine b u vurgu, hiç
kuşkusuz, sosyalizm in ve proleter enternasyonalizminin öze ilişkin anlayış ve
i lkelerinden ayrılmayı i fade eden ve elbeue tarihin somut seyrini de etkilemiş
olan yanlış düşünce, tutum ve politikaların mazur görülmesine varamaz. Tersine
bu yanlışları ve sapmaları tahlil etmek, açıga çıkartmak ve mahkum etmek,
sosyalizmin ve dünya komünist hareketinin ı.arihscl deneyimlerinden ögrenmeye
yönelik her ciddi çaban ın asli ögelerinden biridir. Yen i bir topl umsal kuruluş
pratigi olarak 20. y üzyıl sosyalizm inin kazandıgı mevzi lcrin hemen tümüyle
y itirildigi ve kom ünistlerin yeni bir tarihsel yürüyüşün başında bulundukları
günüm üzde, bu özellikle gereklidir, acildir ve yaşamsaldır. Ne var ki bunun
başarı l ı ve saglıklı olabilmesi için, öncelikle, tarihsel olayların neden şu ya da
bu biçimde seyreuigini kendi gerçekt igi ve objektif manugı içinde kavramak
gerekir. Zaafların ve olumsuzlukların bu objektif tari hsel çerçevesi aniaşılmadan
yapılan bir eleştiri bilimsel bir deger taşımaz. Ne geride bırakılan ı.arihsel
dönemin deneyimlerinin özümsenmesinc olanak verir ve ne de aynı dönemin
hatalarıyla gerçek bir hesaplaşma anlamına gelir. Tarihsel olayların sözümona
açıklanması, tarih kişilerinin ve onların taşı yıcısı, sav un ucusu ve uygu layıcısı
oldukları fikirterin açıklanmasına indirgenir.
Konuya ilişkin o güne kadarki tartışmaların deney imlerini de gözönünde
bul unduran EKİM I. Genel Konferansı, tüm üyle haklı olarak, yöntem sorununu
sosyalizmin tarihsel sorunlarına ilişkin inceleme ve tartışmaların en canalıcı
ögesi olarak tanımlar ve başka şeyler yanırida şunları vurgular:
"Öte yandan, sözkonusu olan bir tarihsel deneyimi değerlendirmek olduğuna
göre, nesnel, dolayısıyla isabetli sonuçlara varabitmek için , bu deneyimi kendi
nesnel tarihsel ortamı ve süreçleri, olanakları ve olanaksızlıkları içinde ele
almak gerekir. Çözümlenmesi gereken kişiler ve onların fikirleri değil, nesnel
süreçler ve onları:ı unsur/andır. Tarihsel kişiler ve onların taşıyıcısı oldukları
görüş ve politikalar, ancak bu temel üzerinde ve bu temelle karşılıklı ilişkiler
içinde anlamlandırılabilinir. Daha genel bir ifadeyle, öznel etkenler, ancak
nesnel etkenler temelinde, onla rla diyalektik bağınıısı içinde doğru
değerlendirilebilinir, yerli yerine oturtulabilinir. Burjuva tarih anlayışı ve yönteminin
bir yansıması olarak, Sovyet tarihini ve bir bütün olarak bir kaç onyılın dünya
komünist ve devrimci hareketini Stalin' in tarihsel kişiliği ile açıklama çabası
27
marksist yönteme yabancıdır. Bu tür bir çabada herşey başaşağı konur. Sonuç
bir kez daha inkarcılık içinde tükeniştir. "
(EKİM /. Genel Konferansı/Değerlendirme ve Kararlar, Eksen Yayıncı lık,
s.53-54)
Bu yöntemsel uyarı tck ü lkede sosyalizm sorunu sözkonusu oldugunda
özellikle önem taşı maktadır. 1 92 0 ' 1crin bu fırunalı tartışma ve çatışma konusu,
o dönem için henüz yaln ızca o günden gcleccge bir perspektif ve politika
so.runuydu. O güne kadarki teori k birikimin şu veya bu doğrultudaki yorumu
ışıgında, Sovyet iktidarının önündeki olanaklar ve güçlükler ilc dünya devriminin
gelişme çizgisine ilişkin olasılık lar Lartışılıyordu. Tarihin gerçek seyri ve devrimci
uygulama, henüz o günden gclecegc uzanan bir sürecin kon usuydu. Oysa bugün
bu süreç bizim iç in bir 'tarihsel veridir artık. Teori ve politikalar tarih in bu
gerçek seyri içinde uygulanma ve sınanma olanağı buldular. Hu tarihin eleşti­
rici bir degeriendirmesi temeli üzerinde, ondan dogan ve ona yön vermeye
çalışan teori ve poti likaları dcgcrlcndi reccğim ize, bu işi tersinden yapar, 1 920'­
lcrin bilinc iyle, onu izleyen ve s ınayan bir tarihsel dönem i ve bunun içinde tck
ülkede sosyal izmin sorunlarını dcgcrlendirmcye ka lkarsak, sorunun anlaşılma­
sı nda ve çözümünde 1 920' 1cri bir santim aşamayız. B u , sorunu, taranarını
S talin i lc Trotsk i'nin temsil euikleri tarihsel tartışma ve çatışmanın bugün için
artık fazlasıyla dar ve kısır kalan çerçevesi içine s ıkıştırıp kalmak demektir.
Yöntemsel sorunlar üzerine bir kaç şey daha eklemek istiyoruz.
Sözkonusu olan sosyalizmin yaşanmış deneyim lerini dcgerlcndirmck olun­
ca, sosyalizme i l işkin genel 've ideal ölçütleri alıp da bu deneyi m lere uygulamak
ve buna göre sonuçlara varmak kendi başına çok fazla bir anlam taşımaz. Bu,
daha çok trotskist mezhepterin kendilerine kurdukları bir tuzaktır. Trotsk izmin
k ısırlığının, çok taruştıgı geçmişi bir ncbzc olsun aşamamasının asl i nedenlerin­
den biridir.
Sosyalist teori, ul uslararası işçi hareketinin genelleştirilmiş dcncyi midir.
Ul uslararası işçi hareketinin her yeni deneyimi ise onu yalnızca geliştirip
güçlendirmekle kalmaz, aynı zamanda zayıf ve yetersiz yönlerini açığa çıkarır.
Teori bu sonuçları da içcrmck zorundadı r. Bunu hesaba kalmayan, kendini bu
yönüyle de yen i leyip gel iştirmeyen bir teori, bu sını rlar içinde gerçeklerden
kopar, b ilimselliği ve geçerli l iğ i kalmaz, h iç değilse taruşmal ı hale gelir.
Sosyalizmin genel ve ideal ölçütlcrin i , büyük devrimci ler olan tarihsel
uygulayıc ı ların kendi leri de, üstelik çok ki m seden daha iyi ve derinlemesine
biliyorlardı. Dahası, bil imsel sosyal ist teori bugün hakl ı olarak Lenin ' in de
adını taşıyor ve Len in, yeni bir toplumu inşa tarihsel sürecinin baş yönetici siydi.
B il imsel sosyal izm in temel yapıtlarından olan De vlet v e İlıti la l i n yazarıydı;
fakat aynı zamanda, bürokrasiyle m uzdarip bir devletin o gün için bu hastalık
karş ısında önemli ölçüde çaresiz yönctic isiyd i .
B u anlaşılması güç b i r durum deği l . Teori insanlık tarihi için genel ve
"olağan " olan süreçler i ç ind i . Oysa Sovyet Rusya 'da gerçekleşen süreç
olağanüstüydü. Tari hsel gelişme diyalektiği içi nde olağan, ama sosyal izme
'
28
geçiş için olaganüstü. B u basit tarihsel gerçek gözetilmeden sosyalizmin yaşanmış
problemlerine bilimsel deger taşıyan hiçbir ciddi açıklama getirilemez.
Bu, kuşkusuz, ne teorinin tarihsel evrimin genel s ürec i içinde geçerli ve
isabetli olan öngörü ve degerlendirmelerinin önemini azaltır, ve ne de, yaşanan
uygulamaların eleştirici bir degerlendirmesini. gereksiz kı lar. Yalnızca, tarih
aktörleri olarak devrimcilerin, hangi güçlükler karşısında ne gib i çıkış yolları
bulduklarını ve bu arada ne gibi hata ve zaaflara d üştüklerini, ve elbette, bu
hata ve zaafların sonraki etkisin i ve sonraya m irasını, saglıkh bir biç imde
anlamayı olanaklı kılar. Benzer nesnel güçlükler karşısında zaafı en aza indirmek
olanagı saglar biz bugünün devrimcilerine. Zira biz tarihsel bir avantaja, demek
oluyor ki yaşanm ış bütün bir tarihsel süreci bütünlügü iç inde görme olanağına
sahibiz. Şu veya bu düşünce ve uygulamanın evrimini ve yarauıgı tarihsel
sonuçlan biliyoruz. Geçici ve olaganüstü olanın, öyle ele alınması gerekenin,
giderek sürekl i ve olagan hale getirilmesinin tarihsel sonuçlarını biliyoruz vb.
Sovyet iktidarı başından itibaren ve tümüyle sosyalizme geçiş için elverişli
olmayan olağanüstü koşullarla yüzyüzeydi. Herşey bir yana, top l umsal gerilik
ve uluslararası ilişkiler içinde yalnızlık, sosyalizm için olaganüstü bir durumun
ifadesiydi. Sovyet sosyalizm inin sorunları bunlarsız anlaşı lamaz.
Öte yandan ve tersinden, Sovyetler B irliği' nde sosyalist kuruluşun oıagan­
üstü koşullarından hep sözetmek, fakat sonra da tutup bu olağanüstü koşulların
ürünü anlayış ve uygulamaları teorik ve evrensel d üzeyde olaganlaştırmak, her
şey bir yana, kendi içinde bile bir çelişkidir ve tersinden bir zaafın göstergesidir.
Tck ülkede sosyal izm sözkonusu olunca, bu zaaftan kaçınmak özellikle önemlidir.
Olağan ve olağandışı kavramlarının göreceligi de bir başka önemli nokta­
dır. İçsavaş devrimi izleyen bir olay olarak tümüyle olağandı. Fakat Savaş
Komünizmi gibi o günün Sovyet Rusyası için olaganüstü bir uygulamayı beraberinde
getirdi. Ardından NEP bu olağandışılıgı gidermek ve "Sosyalist R usya"ya geçi şi
hazırlamak için olağan bir politikaydı. Fakat buna rağmen kendisi proletarya
d iktatörlüğü koşullarında bir başka olagandışılıktı.
Devrimin tek ülkede patlak vermesi, eşitsiz gelişme diyalcktiğine ve zayı f
halka espirisine uygundu. B u açıdan tarihsel gelişme s üreci bakımından olağan
bir durumdu. Fakat son derece geri bir ülkenin yalnızlık koşullarında sosyalizmi
inşaya girişmcsi, sosyalizmin tarihs.e l gelişme sü.rcci içindeki yeri ve kuşkusuz
bunda anlamı n ı bulan kendi özdogası gözönüne al ındığında olağanüstü bir
d urumdu.
Tarihten geleceğe yönelik olarak birşeyler öğrenmek ve elbette bu arada
geçmişin hatalarıyla sağlıklı ve ilcrletici bir hesaplaşma gerçekleştirmek iste­
yen her çaba, tüm bunları hesaba katmak zorundadır.
29
1 · 20. yüzyı l : Tek ü l kede sosya l i z m çağı
20. yüzyıl sosyalizminin temel özelliklerinden biri, bir- iki istisna d ışında
(Çckoslovakya ve Dogu Almanya), hep iktisadi ve kültürel açıdan son dcreec
geri ü lkelerde gündeme gelmesi oldu. Önem bak ım ından bundan aşagı kalmayan
bir ötekisi ise, gündeme gelen her uygulamanın, hep birer "tck ülkede sosyalizm"
örnegi olarak yaşanmasıydı. Oysa ilk özeı l igin anlam ı, önem i , tari hsel etkileri
ve sonuçları üzerinde iyi kötü duruldugu halde, bu ikinci özcl ligin teorik anlamı
ve tarihsel sonuçları, çogu durumda, ya tümüyle ihmal edil ir, ya da yeterince
dcgerlendirilmcz. "Tck ülkede sosyalizm" sorun una i l işkin dcgcrlcndi rme ve
tartışmalar, genellikle Sovyet tarihinin İ kinci Dünya Savaşı üneesi dönem iyle
sın ırlanır. Çok çok bu dönemin savaş sonrasına m iras b ı raktıgı şu ya da bu
düşünce, anlayış, davranış ve uygulamadan sözcdil ir.
Açıktır ki bu dar ele alışın gerisinde, İ kinc i Dünya Savaşı 'nı izleyen y ı l lar
içinde Dogu Avrupa'da yaşanan iktidar degişimlcri ve nihayet 1 949 büyük
Çin Devrimi 'nin zaferiyle birl ikte, iki emperyalist dünya savaşı arası döneme
damgasını vuran bir "tck ülkede sosyalizm çagı"nın artık son bulduğu yaygın
düşünce ve inancı yatar. Oysa bu düşünce ve inanç tarihsel gerçeklerle bağdaşmaz.
Savaş sonrası dönemde Sovyetler Birl igi'nin yalnızlıktan kurtulması , tck ülkede
sosyalizm anlayışı ve uygulamasını sona erdirmek bir yana, tersine, onu, tam
da bu yalnızlıktan kurtulmak ölç üsünde ve sayesinde, daha katı bi r gerçeklik
haline getirdi. Bir teorik tcmclc kavuşturmak dogrultusundaki zorlama çabalar
30
ne olursa olsun, savaş öncesi dönemde daha çok nesnell ikten kaynaklanan bir
zorunlu politika gibi görünen şeyin, savaş sonrası dönemde sosyalizme geçiş
iddiasındaki her yeni ülke için "ulusal sosyalizm" anlayışı çerçevesinde bir
temel perspektif, bir sürek l i politika ve uygulama halini aldıgı görüldü. Üstelik
de bu, sosyalizmin yeryüzünün dörtte birine ve insanlıgın üçte birine yayıldıgına
inanı lan bir dönemde, en açık ve rahatsız edici şekl iyle ortaya ç ıktı.
B u tarihsel sonuç i le Ekim Devrim i ' nin başlangıç döneminde (bizzat bu
büyük tarihsel pratigin ortaya koydugu deneyimlerin ışıgında) form üle edilen
devrim_c i ve enternasyonalist perspek tifler arasındaki büyük farklılık gerçekten
şaşırtıcıdır. Ekim Devrimi'ni izleyen uluslararası devrimci dalganın hala sürdügü
bir evrede toplanan Komünist Enternasyonal İ kinci Kongresi, yeni m uzaffer
devrimler beklentisi içinde, ortaya çıkmış bulunan ve ç ı kacak olan sosyalist
cumhuriyetler arası i l işkilere dair ilke ve çözümleri de tartışmı ştı. Sosyalist
cumhuriyellerin "tam birlibti"ni tarihsel bir hedef olarak sapıayan İ kinci Kongre,
o güne kadarki devrimci deneyimin ışıgında ve Lenin'in Kongre'ye sundubtu
tezler çerçevesinde, "federasyonu tam birlik dogrultusunda geçici bir biçim"
olarak tan ımlayıp benimsedi . "Tam birl ik" hedefi burada bir temenni degiı,
kapitalist gel işmenin ortaya ç ıkardıgı bir nesnel evrensel egilimin, sosyalizm in
dogası ve proletarya entemasyonalizmi bakış açısından ifadelcndirilişi idi. Nitekim
geçici bir i l k biçim olan federatif bagların gilgide güçlendirilmesi gerektiğini
savunan Kongre, bunu yalnızca a�keri bakımdan üstün emperyalist kuşatmaya
direnme ve (o gün için acil bir önem taşıyan) üretici güçlerin hız l ı onarı mı ve
rasyonal kullanımı ihtiyacı çerçevesinde gerekçelendirmekle sınırlamaz kendini.
Çok daha aslj bir amaca ve nesnel i h tiyaca işaret ederek, teorik ve tarihsel
bakımdan tçmellendirir. Konuya i lişkin kongre kararı, "bütün ülkelerin proJetar­
yası tarafından bir plan gerebtince yönetilen" bütünsel bir dünya ekonomisine
doğru bir eğilim bulunduğunu; "kapitalist düzende açıkça belirli bir hal almış
bulunan bu eğilimin sosyalist düzende gelişmesinin ve zafere ulaşmasının kaçınıl­
maz olduğunu"; tam da bu nedenle, tam birliğe ulaşmak üzere daha sıkı bir
federati f birlik için çaba harcanması gerektiğini vurgular.*
B irinci emperyalist savaşın bitiminde genel bir hal alın ış olan devrimci
dalganın kazanımları Ekim Devrimi ile sınırl ı kalı nca, Lenin ' in ve Kom ünist
Enternasyonal ' in zaten o güne kadarki Sovyet deneyiminden hareketle geliştir­
diği federal birl ik çözümü, yalnızca çok uluslu S ovyet ülkesinin kendi iç ikti­
sadi ve siyasi ilişkileri çerçevesinde uygulanabi ld i. (Ki bu, Mart 1 9 1 9'da toplanan
8 . Parti Kongresi' nde kabul edil m iş olan yeni programda da öngörülm üştü.)
Sosyalizmin inşa süreci de, bütün bir iki savaş arası dönemde, Sovyetler Birliği'nin
yalnızlığı anlamı nda, bir "tck ülkede sosyalizm" olarak yaşand ı .
B ununla birlikte, dünya komünist hareketi, ayn ı dönem içinde v e h i ç dc�ilsc
programatik belirlemeler plan ında, İ kinci Kongre' de saplana n ilkelere ve
*
lll. Enternasyonal (1919-1943)/Belgeler, Belge Yayınları, s. 45-46
Ulusların Kaderlerini Tayin 1/akkı, Sol Yayınları, 6. baskı, s. 2 1 4-2 1 5
31
perspekti fiere bagiıJıgını sürd ürd ü . Komünist Enternasyonal Programı'nın
"Kapitalizmden Sqsyalizme Geçiş Dönemi ve Proletarya Diktatörlüğü" başl ıgını
taşıyan 4. bölümü buna bir örnektir. Bu bölüm, "kapitalist dünya ekonomisinden
sosyalist dünya ekonomisine geçiş" tarihsel sorununu da ele alır. Dünya devriminin
eşilSiz gelişme seyrinden hareketle, proleter devrimin öncelikle tck tck ülkelerde
ya da ülke gruplarında zafere ulaşabilcccgini, "yeni oluşan proleter cumhuriyetierin
daha önceden varolanlarla birleşmesini, bu federasyonlar ağının -ki bu emperyalist
boyunduruğu parçalayan sömürgeleri de içine alır- sürekli .büyümesini ve bu
federasyonların nihayet" , Dünya Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birligi halinde
birleşmeleri gerekLigini vurgular. Kendini dünya devrimci işçi hareketinin gerçek
birl iginin somut ifadesi olarak tan ım layan, d ünya proletarya d iktatörlügü ve
dünya komünizmi nihai hedefleri için savaştığını söyleyen ve açıkça u luslararası
proletarya devriminin örgütlcyicisi olmak iddiasıyla ortaya çıkmış bjr örgüt
olan Komünist Enternasyonal, sorunu başka türlü de koyamazdı .
İ kinci Dünya Savaşı siyasal coğrafyada kök l ü bir değişimle son buldu.
Doğu Avrupa ü l keleri emperyalist sistemden koptular. Bunu Doğu 'da Çin,
Kore ve V ietnam devrimleri tamamladı. Sovyetler B irliği yalnızlıktan kurtuldu,
"sosyalist kamp" oluştu. "Sosyal ist kamp"ın oluşumu İ kinci Dünya Savaşı 'nı
izleyen dönem in en önem l i tarihsel olgusuydu. Bu, Ekim Devri m i ' n in ardından
dünya devrim i sürecinde yeni ·bi r aşama, dünya ölçüsünde devrim ve karşı­
devrim arasındaki güç i li şkilerinde temel l i bir dcğişmcydi. Dolayısıyla dünya
tarihi açı sından büyü k bir gelişmenin i fadcsiydi .
N e var k i b u gel işme, bir olgu olarak b u nesnel olanağ ı sunmuş olsa
bile, hiç de sosyalizmin inşa sürecinin daha gen iş bir uluslararası çerçeveye
oturması anlam ına gcl m i yord u. Yeni dönem in ve durumun kend i ne özgü
karaktcris tigi, sosyalizme geçiş sürecinin bir dizi yen i ülkenin kendi u l usal ya
da devlet sınırları içinde gündeme gel m iş olması idi. Daha geniş bir coğrafyada
fakat tek tck ü lkelerin kendi dar sınırları içinde, bir "tck ü lkede sosyal izm"lcı:
zinciri oluşmuştu. B u zinc iri oluşturan ülkeler arasında daha yak ı n il işkiler
olmakla birl ikte, bu, organik bir bütün ol uşturma ve gitgidc daha sıkı bir.
biçimde kaynaşma perspekti finden ve pratigindcn yoksun, bir dayan ışma i l işkisi
özelliklerini pek az aşıyordu. Sovyetler Birliği ilc Doğu Avrupa ülkeleri arasındaki
kendine özgü i lişkiler ve kurumlaşmalar ise (Comccon, Varşova Paktı), esası
i tibarıyla bu ü lkelerdeki iktidar değişimlerinde Sovyetler B irliği ' n in oynadığı
özel rolden temcllcniyordu ve i lkesel anlamda, emperyalist kampa karşı bir
devletler arası dayanışma ve karşılıklı yardım laşma sınırlarını pek az aşı yord u
başlangıçta. Her ü lke kendi "tck ü lkede sosyalizm"ini kurma amacı ve çabası
içindeydi.
Comccon bünyesinde daha sıkı bir bütünleşme çabalarının Sovyetler
Birliği tara �ından gündeme getiri ldiği özel likle 20. Kongre sonrasında ise, bu
süreç sosyalist ve proleter enternasyonalist içerikten gitgidc uzaklaştı . Sovyetler
B irliği 'nin büyük devlet şovcnizm i i lc Halk Demokrasisi ülkeleri arasındaki
açı k-gizli m i l l iyetçi çel işk i ve çatışmalarla çabucak yozlaştı.
32
Dogu ' da u l usal demokratik devrim lerden geçerek sosyal izme yönelen
ülkeler ise, kend i " u lusal sosyalizm"lerini kurmaya çalıştılar. Sovyetler B irligi
i le Çin Halk Cumhuriyeti 'nin ili şkileri. katcgorik olarak. bel l i koşullara baglı
teknik yardım, ticaret ve kredi i l işkilerini hiç bir zaman aşmadı. '60'1arın
başındaki çatışma ve bölünmeden sonra i se neredeyse bi.iti.in üyle son buldu.
B u gözlemleri sıralarken, amacımız h iç de "sosyalist kamp" ülkelerinin
kendi aralarındaki çok yön l ü i lişk i leri, bu i l işkilerin bu ülkelerin her b irinin
iktisadi ve kültürel gelişmelerine, genel olarak sosyalist inşa süreçlerine katkısını
küçümsemek deg ildir. Tersine, bunun özellikle dünya savaşını izleyen ilk 1 5
yıllık zaman d i l im i içinde oynadıgı önemli rol yeterince açıktır. Neredeyse 30
yıl boyunca emperyal ist kuşatmaya büyük fedakarl ıklar ve etkileri sonradan
görülecek büyük bedel ler pahasına tck başına d i renen Sovyetler Birliği için,
yalnızlıktan kurtulmanın, doğusunda ve batısında bir düzine yen i devrimci
i ktidarla çcvrelenmcnin i ktisad i , pol itik ve askeri bakımdan taşıdığı m uazzam
önem , h içbir özel açı klama gerektirmez.
Aynı şey sosyalist inşa sürecine yeni girmiş ülkeler açısından da yeterince
açıktır. Bu ülkeler, sosyal ist inşa sürecine yalnızlık koşullarında değil, kendileriyle
birl ikte aynı yol u tutan kardeş cumhuriyetierin yanısıra, ariık dev bir sanayi
ülkesi olan ve sosyal ist inşa sürecinde büyük bir deneyim kazanm ı ş bu l unan
Sovyetler B irligi 'nin varlığı koşul larında başladılar. B u ülkelerin tüinü ilk
kuru luş yıllarında Sovyetler B irligi ' nin iktisadi, teknik ve bilimsel yardım larından
bel l i sın ırlar içinde, fakat kendileri için önemli kolaylıklar sağlayacak ölçülerde
yararlandılar. İçlerinden bazıları son dcreec geri tarım toplum ları olan bu ülkeler,
Sovyetler B i rl iğ i 'nin bu yardı m ve desteği olmasaydı , emperyal ist kuşatmaya
dircnmcdc ve kendileri için bir ilk sınai temel yaratmada görülmemiş güçlüklcrlc
karşı karşıya kalacaklardı . Emperyal ist kuşatma ve tehdit karşısında Sovyetler
Birliği 'nin varlığının sağladığı siyasal ve askeri koruma ve güvencenin sözünü
bile etmiyoruz.
Tüm b unlar yeterince açıktır ve ı.artışma gerektirmez gerçeklcrdir. Fakat
biz "sosyalist kamp" ülkelerinin birbirleriyle i l işkilerinin şu ya da bu d üzeyiyle
değil, i lkesel çerçevesi ve tarihsel perspektil1eriyle i lgiliyiz burada. Aralarındaki
dostluk ve yardımlaşmanın biçimi ve düzeyi ne olursa olsun, bu i li�kilcr, i lkesel
anlamda ayrı ayrı ülkeler ya da ul us-devletler arasındaki iktisad i, ticari ve
kültürel il işkilcrd i . Belli ara aşamalardan ve biçim lerden geçerek orwk bir
sosyal ist ekonomik temel üzerinde ve buna u ygun düşen siyasal biçim ler içinde
birleşme ve bütünleşme tari hsel perspekti finden tümüyle yoksundu. "Tck ülkede
sosyalizm", şaşmaz biçimde egemen zihn iyctti. 1 949 başında kurulan ve üye
ü lkelerin iktisadi kalkınmalarını hızlandırmak ve birbirleriyle koordinasyon unu
saglamak amacında olan Comccon, Asya'daki halk cumhuriyeLlerini kapsamadığı
gibi, sosyal izmin kuruluşunu u l uslararası bir iktisadi çerçeveye otunmak gibi
Lernci bir amaç da gütmüyordu.
Bu perspekti ften ve amaçtan uzak l ı k , S ta l i n ' in soruna aynı dönemki
yaklaş ı m ından (daha doğrusu uzakl ığından) da iz lenebi l ir. 1 950' lcrin başında,
33
yani "sosyalist kamp"ın oluştugu bir dönemde, "Sosyalizmin Ekonomik Sorunları
Üzerine" temel bir teorik tartışmada, hala SSCB'nin kendi "tck ülke" koşulları
.esas alı.nmakta, tartışma kendini hemen tümüyle bununla sınırlamaktadır. Sta­
lin 'de bu sınırları aşan. tek .deginme, "dünya kapitalist Sisteminin bunalımını
agırlaştıran" bir etken olarak, "tek dünya pazarının çözülüşü" ·sorunu üzerinden
yapılır. Bu dotaylı deginmede ise, "sosyalist kamp" ülkelerinin kendi aralarında
kurdugu iktisadi işbirligi ve yardımlaşma ilişkilerinin yarauıgı "yeni dünya
pazarı"ndan sözetmekle yetinilir. Bunun kapitalist ablukaya direnmeyi ve "genel
ekonomik bir kalkınmayı" her ülke için kolaylaştırdıgı söylenir.
•
Stalin'in 1950-53 dönemini kapsayan yazılarında, yukandaki örnek dışın­
da, soruna tek satırlık bir deginme bile bulmak olanaksızdır. İkinci Dünya
Savaşı 'nı izleyen ilk ve Stal i n ' in katıldıgı son parti kongresi olan S B KP (B)
19. Kongre'sinin (Ekim 1 952) yaklaşımı da farkl ı de�ildir. Malenkov tarafından
sunulan ana raporun konuya ilişkin deginmelcri, S talin' in "tck dünya pazarı­
nın çözülüşü"ne il işkin olarak daha önce söylediklerinin çerçeves ini aş.ma z
.
"Uluslararası Durum" başlıklı bölüme egemen "barış ve demokrasi" rctorigine
uygun olarak, Rapor "sosyalist kamp" ifadesini bile kullanmaz: "Savaş sonrası
dönemi siyasi alanda karakterize eden şey, başını ABD' nin çektigi saldırgan,
anti-demokratik kamp/a, barışsever demokratik kamp olmak üzere iki kampın
oluşmasıdır". Daha ilerde, bu aynı "barışscvcr demokratik kamp" şöyle tanımlanır:
"Çin ve A vrupa' daki halk demokrasisi ülkeleri kapilalist sistemden koptu ve
Sovyetler Birligi ile birlikte emperyalist kampın karşısında duran birleşik ve
güçlü barış ve demokrasi kampını oluşturdu/ar. "
Rapor' un Sovyetler B irligi ilc kardeş halk cumhuriyetleri arasındaki
ilişkiye dcginen tck dikkate dcgcr pasajında söylenenler ise şundan ibarettir:
"SSCB' nin bu ülkelerle ilişkileri, tarihte daha önce eşi görülmemiş, tamamıyla
yeni türde devletlerarası ilişkilerin bir örnegidir. Bu ilişkiler eşitlik, iktisadi
işbir/igi ve ulusal bagımsızlıga saygı ilkelerine dayanmaktadır. Karşılıklı yar­
dım ant/aşmalarına sadık olarak SSCB bu ülkelerin daha saglamlaşmasına ve
gelişmesine yardım ve destek veriyor ve ileride de verecektir." Bunu, Partinin
dış politika alanındaki dört temel görevinden biri olarak, bu ülkelerle "sarsılmaz
dostluk ilişkilerini pekiştirrnek ve gel iştirmek" ** izliyor. Hepsi bu.
Sonuç olarak, Stalin yaşadıgı sürece, SSCB kendi "tck ülkede sosyalizm:•
çerçevesi ve ruhundan fazlasıyla hoşnuttur, onu kıskançlıkla korumaktadır.
Yeni kardeş cumhuriyetieric ilişkilerini, kendi "tck ülkede sosyalizm"lcrini
inşa çabalarında onlara olanaklı olan yardımlan yapmak ve emperyalist saldırganlıga
karşı ortak bir "barış ve demokrasi kampı" oluşlurmakla sınırlı bir çerçevede
tanımlamaktadır.
Aynı konuda ve 20. Kongre 'dc, revizyonistler görünürde daha atak bir
*
**
s . 1 2,
34
Son Yazılar, Sol Yayınları, üçtincti baskı, s.88-90
SBKP (B) XIX.
s. 1 7,
s.38
ve
XX. Parti Kongre Raporları, lntcr Yayınları, 1 989, İst.,
tutumla ortaya çıktılar. Genel bir ekonomik işbirligi ve yardımlaşmanın yeterli
olmadıgını, üretim ve hammadde kaynaklarından en iyi biçimde yararlanmak
için, "her ülkenin çıkarlarını tüm sosyalist kampın çıkarları ile başarıyla" birleştire­
cek bir "ihtisaslaşma" ve uluslararası işbölümünUn gerekli oldugunu savunı1ular
ve önerdiler.*
Kendi başına alındıgında kuşkusuz dogru olan ve sosyalizmin tarihsel
konumuna (uluslararası dogasına) uygun düşen bu öneri, bu Kongre'de ortaya
çıkan yeni revizyonist çizgi içinde degerlendirildiginde, enternasyonalist olmak
bir yana, "sosyalist kamp"ı denetim altına almanın ve yeni çizgi dogrultusunda
ona boyun egdirmenin araçlarından biri olarak rol oynayacaktı yalnızca. Kruşçevci
revizyonistler bu tutumu sayısız örnekle sergilernede fazla gecikmediler. Onlar
bir yandan kardeş cumhuriyetiere iktisadi ve teknik yardım konusunda oldukça
cömert göründüler. Fakat öte yandan ise bunu, kendi politika ve tercihlerini
dayatmak dogrultusunda bir baskı, tehdit ve şantaj olanagı olarak kullanmaktan
bir an bile geri durmadılar. Yardımı bir rüşvet ve saun alma aracı haline
getirdiler. izledikleri çizgiye dircndigi için, 19 60 Temmuzo'nda Çin ekonomisine
etkisi uzun yıllar sürecek yıkıcı bir darbe vurmaktan geri durmadılar. Ünlü
B ükreş Toplantısı'nda, küçük ve yoksul bir ülke olan Amavutluk'u önce yardım
karşılıgında satın almayı uman bu revizyonist k lik, istedikleri olmayınca, Arnavutluk
halkının ·aylarca açlık çekmesini bile sogukkan lıl ıkla izleyebildiler. * *
Sovyet yardımının birbirini izleyen olaylarla her an baskı v e şantaj
olanagına/aracma dönüşebi ldigini görmek, kardeş cumhuriyetler arasında var­
olan güveni öldürmüş, baskı ve şantaja direnme olanagı olan ülkeleri içe kapan­
maya, "kendine yeterli" bir ekonomi kurmaya ve sosyalizm adına bun u yücelt­
meye yöneltmiştir. İnsanlıgın üçte birinin sosyalizme yöncldigi bir dönemde,
"tek ülkede sosyalizm" anlayışı böylece yeni bir "meşru" dayanak bulmuştur
kendine.
Sosyalizme yönelen yeni halk cumhuriyetleri , "tck ülkede sosyalizm"
çizgisini, kendilerini buna zorlayan nesnel ulusal etkenierin yanısıra, Sovyetler
Birligi'nin bizzat kendisinden devral ınmış bir olağan yol olarak izlemeye başladılar.
Fakat gelişme s üreçlerinin belli bir aşamada daha yakın ve sıkı bir gönüllü
birligi zorlama olanağı vardıysa eğer, 20. Kongre'nin başlattığı yeni dönemin
ardından bu artık tümüyle yitirildi. Sovyetler Birliği ve dünya komünist hareketi
tarihinde bir dönüm noktasını işaretleyen bu Kongre, dünya komünist hareketi
saflarına bölünme tohumları ekti. Sosyalist kamp ülkeleri arasındaki güvene
* age., s . 1 26- 127
**
'SO'lerin ortasında, Arnavutluk komünistlerini, sosyalist ülkeler arası "işbölümü"
ve "uzmanlaşma" gere�ince, tahıl yerine narenciyeye yöneltmek için uğraşan Kruşçev,
Enver Hoca'ya şunları söylemişti: "Tahıl için üzülmeyin. Sizin bütün bir yılda tüketliğiniz
tahılın tümü kadarını bizim ülkemizde fareler yer." Aynı Kruşçev, y alnızca bir kaç yıl
sonra, tahılı Arnavutluk komünistlerine karşı bir şantaj aracı olarak kullanmakta tereddüt
etmedi.
35
dayalı i lişkileri tümden tahrip eden bir yeni dönem başlattı . 'Bundan böyle
güven ve bu temel üzerinde enternasyonalist birlik ve dayanışma dcgi l, tümden
boyu n egmc ya da i li şkilerde kopmaya varacak olan d irenme ve çatışma
sözkonusuydu. İ lki daha sonra Brcjncv ' in "sınırl ı egemenlik teoris i" ile birlikte
Dog u Avrupa rej i m lerinin tüm üyle Sovyetler B irligi'nin kişil iksiz bir uzantısına
dönüşm<:sinc yolaçtı. İ kincisi ise, Çin Halk Cumhuriyeti , Arnavutluk, Kore ve
daha sonraları Romanya gibi ülkelerde, sözde kendi kendine yeterli bir u l usal
ekonom iye dayalı bir "ul usal sosyalizm" düşüncesinin yüceltil mesine vardı.
20. Kongre'nin başlatmış bulundugu bölücü ve dagıtıcı sürece ragmen,
ünlü 1 957 Moskova Deklerasyonu yayın landıgında dogal olarak işler henüz bu
kertcye varmış dcgildi. 12 sosyalist ülke komünist parti lerinin yayınladıkları
uzlaşma ürünü bu eklektik ve oportünist ortak belgenin ikinci böl ümü, sosyalist
ü lkeler arası i l işkile_re ayrılm ıştır. B u bölüm ul us-devlet taban ına dayalı bir
sosyal i zm anlayışının ilke planında kuLsanmasıd ır
Deklcrasyon, sosyalist ülkeler arasındaki il işkilerin kaynağında, "Marksizm­
Leninizmin ve proletarya enternasyona lizminin yaşam içinde sınanmış i l keleri
yer almaktadır" demektedir. Fakat ardından bu i l işki leri öncelikle barış içinde
birarada yaşamanın ÇKP kaynakl ı ünlü "Beş İ lkc"si ilc tcmcllcndirmektcdir.
Özü, esası ve kaynağı bak ım ından kapi tal ist ü lkelerle ilişkileri tan ı mlayan
"Beş İ lkc"yi, Dcklcrasyon, sosyalist kampın iç il işki leri bakım ından da "cana lıcı
ilkeler" olarak dcğcrlcndirmcktcdir. Ancak bu temel üzerinde, "karşılıklı kardeşçe
yardımı" "cntcrnasyonalizm i n en çarpıcı görünümü" olarak tan ım layabil mektc
ve buna şunları cklemcktcdir:
"Sosyalist ülkeler kendi aralarında tam eşitlik, karşılıklı çıkar ve kardeşçe
yardımlaşma esasına dayalı yaygın bir ekonomik ve kültürel işbirlib'fi kurmuş/ardır.
Bu işbirliği, her sosyalist ülkenin ayrı ayrı ve bir tüm olarak sosyalist ülkeler
topluluğunun ekonomik ve siyasal bağımsızlığının gelişmesinde önemli bir rol
oynamaktadır. " *
Aktardığıın ız bu son pasaj konuya il işkin olarak Dcklcrasyon'da yeralan
en i leri düşüncedir. Fakat bu bile ul us-devlet tabanına dayalı sosyalizm anlayışının
sın ırlarını hiçbir biçi mde aşmaz.
Yakın bir dostluk ve işbirliği, bu temel üzerinde yaygın i lişkilere yapılan
v urgu k uşkusuz önem lidir. Ne var ki amaç her bir ülken in ekonom ik ve siyasal
bağımsızlığını kendi içinde geliştirmek olarak tanım lanıyor. "Tüm olarak sosyalist
ülke ler topluluğun un" güçlenınesi ise, ilkinin basi t bir toplamı, kend i l iğinden
bir sonucu olarak ele alınıyor. Bu pasajdaki yaklaşımı, Komünist Enternasyonal
İ kinci Kongresi ' nde ortaya konulan ve daha sonra Komünist Enternasyonal
Programı ' na geçirilen "tam birlik" hedefi, bunun ilkesel ve tarihsel anlamı i lc
ilgili söylenenieric karşılaştırınız. Aradaki fark ilkcscldir. Sosyal izmin ve proleter
enternasyonalizminin ilkelerinden ve tarihsel pcrspckti nerinden ayrı l ınanın bir
* Dünya Komünisı l/arek..e ıinin Orıak Belgeleri ( 1957- 1 976), a ilim
Yayınları, 1 977, Ank., s . 1 7
36
ve
Sosyalizm
i fadesidir. *
Neden sosyalist ulusların eşitliğine ve kardeşçe işbirliğine dayal ı olarak,
iktisadi gelişme süreçlerinin gitgide güç lenen ve zenginleşen ortak bir planlama
yoluyla uyum l ulaştırılması ve zaman içinde eşitlenmesi, böylece uluslararası
bütünsel bir sosyalist ekonom iye ulaşmak değ i l de, tck tck her bir ülkenin
ekonomik bağımsızlığının güçlendirilmesi? Kapitalizmin evrensel bir ekonomik
sistem yaratmayı başardığı bir tarihsel gelişme aşamasında, onu baskıdan,
eşitsizlikten, sömürüden, anarşiden ve tüm öteki çarpıklıklardan kurtaracak bir
evrensel ekonomik ve siyasal sistem yaratma perspektifiyle hareket etmeden,
kapitalist sisteme tarihsel bir alternatif olmak ve onu tarihe gömmek olanaksızdır.
20. y üzyıl ın gördüğü sosyalist inşa pratikleri yazık ki bu perspektiften yoksun
kaldılar. Bu peatikiere önderlik edenler ya da onları yönetenler, sosyalizm
davasını dünya ölçüsünde zafere ulaştırmak şa�maz perspektifi yerine, tarihsel
ömrünü doldurmuş dünya kapitalist sistemini tarihe gömecek bi r dünya sosyalisı
sistemi yaratmak asli ve nihai hedefi yerine, kendi tck ülke sosyalizm lerini
kurmak kaygısında oldular.
Buna çok büyük ölçüde kalkınmacı bir "sosyalizm" anlayışının yolgösterdiği
de bir başka gerçektir. . Kalkınma, bunun için sanayileşme, bu temel üzerinde
"kendine yeterli bir ekonomi", yani "ekonom ik ve si yasal bağımsızlık" -onlar
için sosyalist inşa, sosyalizmi kurmak bu dcmckıi. Bu anlayış, proleter sosyalizmi­
nin tarih sel konumuna yabancıdır. Onun, eşitlik ve gönüllülük temeli üzerinde
tüm sosyalist ulusların yakınlaşmasına, ortak bir iktisadi temel ve buna uygun
siyasal biçimler içinde kaynaşmasına ve giderek tam birleşmesine dayalı tarihsel
perspektifinden, tümüy le uzaktır.
S iyasal bakımdan sosyalizme yönelme olanağı kazanıp da iktisadi ve
kültürel yönden bunun koşul larından yoksun olan toplum larda, gcriliği gidermek
zorunluluğ u ve h ak l ı kaygısı, zaman içinde sosyal izmin bir "kal kınma" ve
"modern leşme" ideolojisi hali nde yozlaşması ve yozlaştırı lması sonucunu ya­
rattı . Bu eğilim Sovyetler B irliği' ndeki inşa süreçlerinde ortaya çıktı ve sonraki
döneme m iras kaldı . '50'li ve '60 ' l ı y ı llardaki milli kurtuluş devrimleri dalgası
içinde, küç ük-burj uva milliyetçi akımlar, sosyal izmi bir kalkınma ideolojisi ve
yöntemi olarak benimseyip yozlaştırdı lar.
1 957 Moskova Deklerasyonu 'ndan sonra, 8 1 komünist ve işç i partisi
1960 y ı l ında Moskova'da toplanarak, Moskova B ildirisi olarak bil inen tarihsel
belgeyi y ay ı nladılar. Konumuzu oluşturan soruna ilişkin olarak 20. Kongre 'nin
kendinden önceki 1 9. Kongre'yi lafızda aşması türünden, gerçekte dönüşü
olmayan bir bölünmeyi işarelleyen 1 960 Moskova Bildirisi de, aynı konuda
1 957 Moskova Deklerasyonu ' n u aşar.
küçücük devletlere bölünmesine ve
son vermek değildir. ;\maç yalnızca
ulusları birbirine yak/aştırmak da değildir, onları bütünleştirmekıir. "
Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin /lakkı, S o l Yay., s.l44
* "Sosyalizmin amacı yalnızca insanlığın
ulusların herhangi bir şekilde tecrit edilmesine
37
Moskova B ildirisi, sosyalist kampı, "uluslararası s osyalisı dayanışmayla
sımsıkı keneılenerek, ortak çıkarlar ve amaçlarla sosyalizm ve komünizm yolunu
izleyen özgür ve egemen halkların t oplumsal, ekon omik ve siyasal birliAi"
olarak tanımlamaktadır. "Sosyalist dünya ekonomik sistemi" kavramını kullanarı
B ildiri, bu sistemin "ortak sosyalist üretim i lişkileriyle bütünleştigi"ni ve sosyalizmin
ekonomik yasaları geregince gelişligini kaydeder ve şöyle devam eder:
"Bu gelişmenin sosyalizmin kuruluşunda başarılı olabilmesi için, planlanmış
dengeli kalkınma yasasının kararlılıkla uygulanışına; halkın yaratıcı gücünün
teşvik edilmesine; dünya s osyalis t sistemi i çindeki üretim ç alışmalarında gönüllü
katılma, karşılıklı çı kar ve bilim ve teknik düzeyinin canla başla geliştirilmesi
ilkesine bag/ı kalarak, ulusal ekonomik planlarm uyumlulaştırılması, ihtisas/aşma
ve işbirligi yoluyla uluslararası işbölümü sisteminin durmatjan yetkin/eştirilmesine
gerek vardır. Yine bu gelişme i çin, ortak deneyimlerin incelenmesine; işbirliAinin
ve karşılıklı kardeşçe yardımlaşmanın, ekonomik gelişmenin duraklarında ortaya
çı kacak tarihselfarklılıkların derece derece ortadan kaldırılmasına ve s osyalist
sisteme bag/ı bütün halkların hemen hemen aynı anda ve birlikte komünizme
geçebi/me/eri i çin maddi bir temelin s aglanmasma gerek vardır. " *
Sosyalist kampa mensup i leri ve geri ülkeler arasındaki ıarihscl farklıl ıkların
ve bunun bir ifadesi olarak gelişme düzeyi eşitsizl i k lerin in ortak bir çabayla
aşılmasından, sosyalist sisteme baglı tüm halkların "aynı anda ve birlikte komünizmc
geçcbilmelcri için maddi bir temel" yaratı lmasından sözeden bu görüşler, "tck
ülkede sosyalizm" ruhu ve anlayışının nihayet terkedildiğinin bir göstergesi
sayılab ilir ve her türlü övgüye dcgcr bulunabil irdir. Ne var ki, bu sözlerin
gerisinde insanı hayrete düşüren bir samimiyctsizlik, dahası ikiyüzlülük vardır.
B unu görmek için, tam da bu belgenin yayınlandığı günlerde, Sovyet yönetimi
i lc öteki bazı ülkelerin i lişkilerindeki bozulmanın aldığı yeni biçime, bunun
i lkesel ve politik anlamına bakmak yeterlidir.
Bu belge Kasım 1 960 tarihlidir. Kruşçev kliginin görüş ayrılıklarını
kaba ve çirkin baskı ve şantaj yöntemleriyle çözme politikasının daha önce
sözünü elliğimiz berbat ve yıkıcı örnekleri, hemen bu tarihi öneeleyen aylar
içinde yaşanmıştır. B ükrcş Toplantısı'ndaki (Haziran 1 960) koınplocu girişimle­
rinin hemen ardından, Kruşçev kliği, an i ve tck taraflı bir kararla, Çin Halk
· Cumhuriyeti 'ndcki tüm mühendis, uzman ve teknisyenlerini çekmiş, ellerindeki
tüm plan ve projeleri de i mha cttirın iştir. Bükrcş toplantısındaki komploya
tavır aldığı için Arnavutluk da "cezalandırılmış", açlıktan k ırılan hal kın tahı l
ihtiyacı aylar boyu karşı lanınaınış, ihtiyacın önemsiz b i r bölümü aylar sonra
nihayet karşılandığında ise geleneksel ınal takası yöntemi reddedilmiş, ödemenin
Arnavutluk'un son derece sınırlı altın rezervleriyle yapılınası zorunlu tutulm uştur.
B izzat B ildiri 'nin yayınlandığı toplantıda ise, ki yaln ızca bir kaç ay sonrası
oluyor, Sovyet-Çin ve Sovyet-Arnavutluk il işkileri artık onarılmaz ölç ülerde
tahribata ugram ış bulunmaktaydı.
* age., s.59, 57-58
38
Dolayısıyla, kagı t üzerinde "tek ülkede sosyalizm" ruhundan nihayet
kop�ldugunun i şaretlerini veren 1 960 Moskova Toplantısı, gerçekte, Sovyetler
B irligi şahsında büyük devlet şovenizmi ve hcgemonyac ıl ıgının şaha kalktıgı
ve buna direnen ülkelerin ise, karşı karşıya kaldıkları açmaz nedeniyle, u l usal
kendine yeterlilik fikrine gitgide daha sıkı sarıldıkları, onu yüceltip ilke düzeyine
çıkardı�ları bir dönemi i şaretler.
B ütün bunlardan çıkan sonuç şudur: Gerçekte ve sorunun özünde, yalnızca
iki savaş arası dönem degil, fakat Ekim Devrimi sonrası bütün bir 20. y üzyıl
sosyalizm tarihi bir "tek ülkede sosyalizm çagı" olarak · nitelcndirilmclidir.
SSCB'den Kore ' ye, Arnavutluk'tan Çin'e sosyalizme geçiş süreçleri, hep "tck
ülkede sosyalizm" ruhu ve perspektifi içinde gelişmiş, bunun yol aç ugı tüm
temel zaafları, çarpıklıkları ve yctersizliklcri , bu ülkeler benzer biçim lerde ve
degişik düzeylerde yaşamışlardır.
Bu sonuçlar yalnızca bu ülkelerin iç toplum yaşamlarında degil uluslarar­
aras ı politikalarında, dünya devrim sürec iyle ve dünya komünist ve işçi hareke­
tiyle i lişkilerinde de yansımıştır. Zaman içinde gitgidc güçlenerek, ul usal
dargörüşlülük ve s ınırlılık, ul usal kendine yeterlilik zihniyeti, "ul usal çı karlar"
temeline dayalı egoizm, bu ülkelerin politikalarında şu veya bu düzeyde etkisini
göstermiş, egemen hale gelmiştir. Proleter cntcrnasyonal izmi ise buna paralel
olarak içi boşaltılmış, tüm gerçek anlam ını yitirmiş ikiyüz lü bir scrcmonik laf
derekesine düşürülmüştür. Önce Sovyetler Birligi, daha sonraları ise, zamanında
bizzat buna karşı çıkm ı ş bir ülke olarak Çin Halk Cumhuriyeti şahsında, bu
milliyetçilik, bir büyük devlet şovcnizmi ve hcgcmonyacılıgı karakteri kazanmıştır.
Muzaffer devrimierin her biri dünya devrim sürecinde i lerlemenin birer
temel adımı oldular. Devrimci iktidarların, sosyalizme yönelen ülkelerin sayıların­
daki her artış, dünya ölçüsündcki devrimci sınıf mücadelesine yeni bir destck
ve uluslarararası güç ilişkilerinde devrim cephesi lehine önemli bir dcgişmc
demekti. Bununla birlikte, bunun esas olarak objekti f mantıgı bak ımı ndan böyle
oldugunu, aynı destck ve kalkının bu ülke iktidarlarının enternasyonalizm teme­
line oturması gereken uluslararası politikalarına gereğince yansımad ığını , zaman
içinde ise bundan tümden uzaklaşı ldıgını belirtmek zorunday ız.
Y üzyılın toplam bilançosu üzerinden bakı ldıgında bunu görmek hiç de
zor degil . İktidarların kazanılmasının ardından ve devrimin hızının henüz sürdügü
i l k y ı l larda, dünya devrimci süreciyle ilişkilerinde devrimci enternasyonalizmc
egilimli olan bu ülkeler, yeni iktidar oturduğu ve "ulusal" sosyal ist inşa
çalışmalarında mesafe katedildigi ölçüde, o kötü ün lü "barış içinde birarada
yaşama" politikasın ı d ış pol itikalarının genel çizgisi haline getirmek, dünya
devrimci süreciyle ilişkilerine de bunun üzerinden bakmak yolunu, ulusal egoizm
ve m i lliyetçilik yolunu tutmuşlardır.
Enternasyonalizm bu ülke iktidarlarının di linde, boş, scrcmon ik bir söz
kalıbı olarak kalm ıştır. Daha doğrusu iktidardakilerin kendi sorumluluk ları
sözkonusu oldugu sürece böyle olmuştur. İktidar için mücadele eden komünistler
ise, kendi cephclerinden "sosyal ist anavatan"ları sav unmak, on lara karşı
39
enternasyonalist sorumluluklarını yerine getirmek için özel bir çaba harcamışlardır.
Sosyalist iktidarlar enternasyonalizm adına bunu onlardan hep bcklcmişler,
aktif olarak talep etmişlerdir. Fakat ilişkideki bu tck yanlılık , kaçınılmaz olarak,
iktidar için mücadele eden komünistterin kendi enternasyonalist sorumluluklarını
ele alışlarında çarpıklıklara yolaçmış, sağ l ıksız bağımlıl ıkları beslemiş, ve çok
daha kötüsü, "sosyalist anavatan"ın dış politika ihtiyaçlarına tabi bir politika
çizgisi, kendi gerçek devrimci sorumluluklarını zaafa uğratabilmiştir. Bu gcncllikic,
sosyalist ülke ya da ülkeleri sav unma adına, kendi burj uvazileriyle uzlaşma,
devrimden yüz çevirme olarak yaşanm ı ştır .
. B unun üzerinde ayrıca duracağız. B uradaki sınırlı dcğinmc, 20. y üzyıla
egemen bu "ulusal" sosyalizm anlayışı ve uygulamasının, dünya komünist ve
devrimci hareketiyle i lişkilerde yolaçtığı tahribatları anırusatmak içindir.
Len in'in, Kom ünist Enternasyonal İkinci Kongresi 'ne sunduğu (daha
önce anı lan) Tezlcr ' inin 1 0. maddesinde yaptı ğı son dcreec anlam l ı bir
enternasyonalizm tanımı var. 20. yüzy ılın "tck ülkede sosyalizm" prati ğinin
ardından bugün çok daha özel ve hayati bir anlam kazanmış bui unun bu
enternasyonalizm tanımını burada hatırlatmak istiyoruz.
Enternasyonalizm ilkesinin sözde tanı ııınasının, fakat uygulamada bunun
yerine küçük-burjuva "ın i l l i yctçiliğinin ve pasifizmin in" konulmasının h iç de
İkinci Enternasyonal partilerine özgü olmadığını, buna kendilerine komünist
diyen bazı parti lerde de rastlandığını hatırlatarak söze başlayan Lenin, şöyle
devam ediyor:
"Bu kötülüğe karşı, en derin kökler salmış küçük-burjuva milliyetçi
önyarg ılara karşı savaşım, proleter iktidarının ulusal olmaktan çıkarılıp (yani
bir dünya politikası sapıama yeteneği olmayan tek bir ülkedeki iktidar olmaktan
çıkarıp) uluslararası nilelik kazanma yolunda (yani bütün dünya politikası
üzerinde belirleyici etkisi olabilen hiç değilse bir kaç ilerlemiş ülkedeki proleter
iktidan durumuna gelmesi yolunda) hergün gelişme kaydeuiği ölçüde, daha
önemli bir sorun haline gelmektedir. Küçük-burjuva milliyetçi/iği, yalnızca
ulusların eşitliğinin tanınmasını enternasyonalizm diye adlandırır ve (bu tanımanın
yalnızca sözde kalması bir yana) ulusal bencilliğe dokunmaz. Oysa proleter
enternasyonalizmi, (1) bir ülkedeki proleter savaşımın çıkarlarının, dünya
ölçüsündeki savaşımın ç ıkarlarına bağımlı kılınması; (2) burjuvaziyi yenmekle
olan ulusların, uluslararası sermayenin devrilmesi için ulusal planda en büyük
fedakarlık/ara katlanmaya hazır olmalarını gerektirir. " *
Yazık k i , 20. yüzyıl sosyalizminin cnLernasyonalizm sorunundaki davranış
çizgisi, Lenin'in daha işin başında taşıdığı temel kaygıl arı doğrular nitel iktc
olmuştur. Küçük-burjuva milliyetçi liği, kendini tam da pasifizm ve ul usal bencillik
biçiminde göstermiştir. Önce S ovyetler Birliği ve İkinci Dünya Savaşı 'nın
ardından ise, devrimin henüz dinamizmini sürdürdüğü ilk yıl lar dışında, istisnasız
tüm sosyalist ülkeler, Lenin'in proleter enternasyonalizminin iki temel koşulu
* Ulusların Kaderlerini Tayin llakkı, s .2 1 6
40
olarak sıraladığı davranış çizgisinin uzağında kalm ışlardır. Sosyalist iktidarlar
ne kendi ülkelerinde sosyalist inşanın çıkarlarını dünya devriınci sürecinin
genel çıkarlarına tabi k ılma isteği ya da yeteneği gösterm işlerd ir; ve ne de,
"uluslararası sermayenin devrilmesi için ul usal planda en büytik fedakarl ıklara
katlanmaya" yanaşmışlardır. Daha da vahimi ve tahrip edici olanı, enternasyonalizm
çizgisini tersyüz etmişler, iki koşul halinde sunulan ilişkiyi tersinden kurmuşlardır.
Dünya komünist ve devrimci işçi hareketinden kendileri için her türl ü fcdakarlıgı
istemişler ve entcrnasyonalizmi burada gerçek amacından saptı rılmış bir araç
olarak k u l lanmışlardır.
Kuşkusuz bu ü lkeler kendi topraklarında sosyalist inşayı i lerietmek için
büyük fedakarlıklam katlanmış lar, ve tam da bunda başarı sağlad ıkları ölçüde,
objektif olarak dünya devrim sürecine büyük katkıda bulun m uşlard ı r. Fakat
enternasyonalizmi buna indirgemek, onu tck yanlı ele almak, güdükleştirmek
ve sakatlamak, dahası onu m i l itan devrimci bir perspektif ve eylem olmaktan
çıkarıp edilgen, kendi l iğinden yaşanan bir d urum düzeyine düşürmektir. Gerçek
proleter enternasyonalizm i , kendi ü lkesinde devrimci süreci i lerietmek için en
azami çabayı sarfetmekle yetinmcmek, yanısıra, bunu tamamlayan öteki bir
temel boyut olarak, bu sürecin ç ı karlarını dünya devri minin çıkarlarına tabi
k ı lmak, dünya devri mi nin i lerlemesi için de uluslararası devrimci hareketi her
yolla ve militanca desteklemek, bizzat bu çabanın getireceği riskleri göze almak
ve gerektiğinde sonuç lara katlanmaktır.
Ekim Devrimi 'nin ilk y ı l ları dışında, hiçbir sosyalist iktidar, gerektiğinde
kendi "ulusal çıkarları"na aykırı düşecek durum lar bir yana, kendisi için potansiyel
risk ifade eden herhangi bir durumda bile, dünya devrimini ilerietmek politikası
izlcmemiştir. "Ul usal güvenlik" ve bunun için "barış içinde birarada yaşama"
hep temel pol itika olmuştur. İ ktidardaki 12 ü lke partisinin 1 957 tarihli Moskova
Deklerasyonu bunu bir ilke olarak ve en açık biçimiyle form üle de etm iştir:
"Bu toplantıya katılan Komünist ve İşçi Partileri, bugüne dek geliştirilmiş
ve Sovyetler Birliği Komünist Pariisi 20. Kongre kararlarıyla da kesinlik kazanmış
bulunan kapilalist ve sosyalist sistemlerin barış içinde birarada yaşayabileceklerine
ilişkin leninist ilke nin, sosyalisı ülkeler dış politikasının temeli ve halklar arasındaki
barışın ve kardeşliğin güvenilir dayanağı olduğunu belirtir/er. " *
ÇKP ve AEP'in sonradan ve bir süre için bu pasifıst ve statükocu revizyonist
anlayışı reddettikleri, bu politikanın bayraktarlığını yapan Kruşçev revizyonizmine
karşı belli bir tarihsel önemi olan bir ideolojik mücadele yürütLükleri bilinmektedir.
Fakat onların kendi gerçek politika pratikleri de bu anlay ışın d ışına fazlaca
çıkamamıştır. Kendi "ulusal çıkarlar" ının ve dış politika ihtiyaçlarının gerektirdiği
bir durumda, ÇKP "Üç Dünya Teorisi" türünden gerici karşı-devrimci bir uluslarardsı
politika stratejisini gündeme getirmekten geri durınamıştır. Daha Mao Zcdung 'un
sağl ığında ve ÇKP'nin kendi iddiasına göre bizzat onun katk ı larıyla.
Enver Hoca önderliğindeki AEP söz plan ında enternasyona lizm üzerine
* Dünya Komünist Hareketinin Ortak Belgeleri,
s.
16
41
en ateşli bir tutumun savunucusu olagelmiştir. Ne var ki, ömcgin, kendi paralelindeki
en az beş parti ve örgütün siyasal mücadele sürdürdügü 1 2 Eylül Türkiyesi ile
en sıcak ve güçlü dostluk bagları kurabilmiş, karşı tavır bir yana, 12 Eylül'ün
Türkiye devrimci ve halk hareketine uyguladıgı zulmü tck kelimeyle b i le olsun
kendi halkına ve öteki ülke halklarına duyurmak ihtiyacı duymamıştır.
Küba' nın entemasyonalizmi de bilindigi gibi pek övü lmcktc, emperyalist
kuşatmaya karşı bugün gösterdi!ti direnişten dolayı bir çok i nsan bunu yeniden
kcşfctmektedir. Küba'nın mayasında Che' nin şahsında simgclcncn g üçlü bir
enternasyonalizm olmakla birlikte, bugünün bu devrimci ülkesinin düne kadar
revizyonist Sovyet dış politikasının yörüngcsindc oldugunu bu kadar kolay
unutmak için bir neden yoktur. Küba birlik leri yalnızca devrimci Angola'da
karşı-devrimci UNİTA çetelerine karşı savaşmadılar. Fakat aynı zamanda, Etiyop­
yalı ve Eri trel i devrimci kurtuluş güçlerine karş ı "Sovyet yan lısı" gerici Mcn­
gistu Etiyapyası 'nı da desteklediler. Bunu öyle kolayca unutmamak gerekir.
Küba bu günahın agırlıgını öylesine taşımaktadır ki, Etiyopya 'da devrim zafer
kazandıgında Granma International bunu tck satırlık bir haber yapmak güc ünü
bile kendinde görememiştir.
:roparlarken şunu vurgulamak istiyoruz. U l us-devlet çerçevesiyle
sınırlandırılmış bir sosyalizm anlayışı i lc, dünya devrimci süreciyle i l işkilerde
"ulusal çıkarları" öne alan, ulusal bencillik çizgisi izleyen anlayış, aynı gcrçcgin
iki yansımasıdır. "Barış içinde birarada yaşama"yı bir sosyalist ülkenin uluslar­
arası politikasının genel çizgisi ve "temeli" haline getiren anlayış i lc, ayrı ayrı
sosyalist ülkeler arası il işkileri öncelikle "Beş ilke" ile temeliendiren anlayış,
aynı şekilde, aynı gerçeğin iki y üzüdür. İktisadi ve kültürel bakımdan i leri bir
sosyalist ülkenin, bu açıdan son dcreec geri ya da ni speten geri koşul lara sahip
bir yeni sosyalist ülke ile kendi arasındaki gelişme düzeyi farklı lıklarını zamanla
silmek için göstermesi gereken özel fedakarlıklardan kaçınması ilc, bu aynı
ülkenin, kendi "ulusal çıkartar"ının gerektirdiği bjr durumda, ya da hiç dcgi lse
bu çıkarlar için bir risk ifade eden durumlarda, dünya devrimci sürecinin genel
çıkarlarına (ya da daha özel planda, şu ya da bu ülke devrimci sürec inin özel
çıkarlarına) sırtını dönmesi de, bir kez daha, aynı gerçeğin değişik görünümleridir.
Bu "tck ülkede sosyalizm" zihniyetinden köklcncn bir "ulusal sosyalizm"
anlayışıdır. Proleter devrimin ve sosyalizmin uluslararası karakterini' ve bunun
gereklerini unutmak ilc, proleter cnternasyonalizmi çizgisinin yerine küçük­
burjuva mil liyctçiliğ i çizgisini, ulusal bencil lik çizgisini geçirmek, birbirini
mantıksal olarak tamamlar. Tarih içinde de tamamlamıştır. B ütün bir 20. y üzyıl
tarihinin tanıklık ettiği gibi ...
*
* *
Ekim Devrim i gibi son dcreec kapsamlı ve derin bir enternasyonalist
i �eriğc ve ruha sahip bir devrimin aç tığı tarihsel ç ığır içinde ortaya çıkan bu
sonuç, onun · bu nitelikleriyle büyük bir paradoks oluşturmaktadır. Ne var ki ,
42
özünde ve son tahlilde bu sonuç, yine de bizzat dünya devriminin kendi somut
gelişme seyrinden dogmuştur. Sonra da bu nesnel tarihsel temel üzerinde kendine
uygun düşen bir düşünce ve davranış tarzını, bir "ulusal sosyal izm" anlayışı
ve uygulamasını, besleyip geliştirmiş, egemen kılmıştır.
Ortaya çıkan bu tarihsel sonucun, öncelikle ve özellikle, Sovyet devriminin
geri bir ülkede yalnız kalması, önce bir zorunluluk olarak tuuugu yolu , g i tgide
bir tercihe, bir "teorik" anlayış ve stratejik politika düzeyine ç ıkarışıyla sıkı
bir i lişkisi var kuşkusuz. Zira bu pratigin yaratugı anlayı ş ve gelenek, savaş
sonrasında sosyalizme yönelen ülkeleri yakından ctkilemiş(i·r. "Tek ülke"de
sosyalizm, Sovyetler B irligi ' ni n kendi iradesi dışında karşı karşıya kaldıgı bir
yalnızl ık durumunun ortaya çıkardıgı bir zorunlu yönclimdi. Bu kendine özgü
geçici durumu, savaş sonrasının tümüyle yeni ·koşullarında; dünya devrim inin,
bir düzine ülkenin sosyal izm yolunu tulluğu bir tarihsel gelişme aşamasında,
artık geride bırakmak yerine, her bir ülke onu bir "model" olarak yineleme
yolunu tuttu .
B ununla birlikte sorunu buna indirgemek, onu son dcreec basitlcştirmcktir.
"Tek ülkede sosyalizm"in düşün ve inanç olarak Sovyetler B irlig i ' ndc idealize
edilmesinin, sonraki pratiklerc bel l i bir "tarihsel zemin" ve düşünsel kolaylık
sağladığı kesin olmakla birlikte, 20. yüzyılın bu büyük olgusunun, dünya devriminin
kendine özgü seyrinden değil de Sovyetler B irliği ' n in yarattığı "kötü örnek"tcn
köktendiğini iddia etmek, bir c iddiyetsizlik ve yüzeysellik örneği ol urdu.
Dünya devriminin kendine özgü gel işme seyri derken, hiç de yalnızca
onun i lk gelişme aşamasını, Ekim Devrimi'nin Rusya gibi geri tarımsal bir
ülkede yalnız kalmasını kastetm iyoruz. Eşitsiz gelişme diyal ektiginin ürünü
olan "tarihsel terslik", dünya devrim inin yüzyılın ortasına denk gelen ikinci
gelişme aşamasına da damgasını vurmuştur.
Dünya devrimi sürecinin genel seyrine 20. yüzyıl devrimlerinin toplam
bilançosu üzerinden bakıldığında, görülen şudur: Bu devrimler, sonucu etkilemcktcn
uzak bir-iki istisna dışında, kapilalist dünyanın iktisacten çok geri ya da oldukça
geri bölgelerinde, köyl ü ve küçük-burjuva topl umsal dokunun m uazzam bir
agırlık oluşturduğu ülkelerde meydana gelm işlerdir. Bu sosyo-ekonomik temel
ve sosyo-kültürel doku, doğal olarak, bu toplumların devrimci değişim süreçlerini
de belirlemiştir. B u devrimierin tümü de ulusal kurtuluş ya da anti-faşist kurtuluş
süreçleri üzerinden gelişmiş, bundan al ınan iti limle sosyal izm yolunu tutmuşlardır.
Daha somut ifade edecek olursak; Sovyetler B irliği 'nin batısındaki ülkelerin
Hitler Almanyası'nın faşist işgaline karşı anti -faşist y urtsever bir mücadeleden,
doğ u s unda k i ü lkelerin i se emperyal ist egemenl iğe karşı u l usal kurtuluş
devrimlerinden geçerek sosyalizme yöneldiklerini unutmamak gerekir. Sovyetler
Birliğ i 'nin batısındakiler Avrupa' nın en geri bölgelerini oluşturuyortardı.
Çekoslovakya ve Doğu Almanya dışında tutulursa, bu ülkeler sanayisi az gelişmiş
geri tarım toplumlarıydı. 6 yıllık emperyalist kıyım savaşının ve Nazi barbarlığının
en ac ımasız biçimde yaşandığı bu bölgede, üretici güçlerde meydana gelen
korkunç tahribat i le yaşanan sosyal-kültürel yıkımın etkilerine değinıniyoruz
43
bile.
Sovyetler B irligi 'nin dogusundakilcr ise fcodalizmin karanlıgına ve ulusal
kölelige henüz son vcrcbilmiş, son dcreec geri tarımsal köylü top l umlarıydı.
Fcodalizmin egcmcnl ig i ve emperyalist kölelik koşu llarında ul usal gelişmeleri
sın ırlanm ış ve çarpıtıl m ış bu topl umlar için ul usal devlet aşılm ış bir biç i m
değil, tersi ne ancak kazanılmış b i r yeni olanaklı henüz. B u son nokta h iç de
önemsiz degi ldir. B u ülkelerin hemen tümü yüzyı l lar boyunca bağımlıl ı k ve
kölelik ilişkileri içinde yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Bağımsız ulus kiml iklerini
ve u lus-devlet olarak varlık olanaklarını henüz yeni kazanmış bulunuyorlardı.
B u öneml i olgu burada mutlaka hesaba katılmalıdır.
Sonradan eklenen K üba d ışında tutul ursa, "sosyalist kamp"ı oluşturan
ülkeler Doğu Avrupa'da ve Uzak Asya'da kümelcnmişlerdi. 20. yüzyıla girildiğinde
Doğu Avrupa'nın büyük bölümüne henüz çok ulusl u i mparatorl u klar egemendi
ve bu bölgeni n bağımlı ul usları için ul usal sorun ancak çözüm gündemine
gircbilm işti. Bu toplumlar tarihsel olarak, ulusal sorunun da bir parçası bulundugu
burjuva-demokratik devri mler süreciyle yüzyüzcyd ilcr hala. Polonya, Çckoslo­
vakya, Yugoslavya gibi Doğu Avrupa ülkelerinde burj uva ul usal devletlerin
ortaya çıkışı ancak B irinci Dünya Savaşı 'nın ardı ndan ve çok uluslu imparatorluk­
ların çöküşüyle olana k l ı olab i l m i ştir. Romanya ve B u lgarista n , Osmanlı
İmparatorluğu'nun y üzyıllar süren egemenl iğinin ardından 19. y üzy ılın ikinci'
yarı sında, A rnavutluk ise B irinci Dünya Savaşı 'nın hemen öncesinde bağ ımsız
ul us-devlet olarak varolma olanağı kazanabi lm işti. Uzak Asya ise 20. yüzyıla
dönöl ürken henüz modern tarihin kenarında duruyord u . R us-Japon savaşı ve
1 905 Devrim i i lk sarsıntıyı yaratm ış, ardından B irinci Dünya Savaşı bu u lusları
çağdaş tarih i n girdabı içine çekm iştir. Nihayet Eki m Devrim i i l c birl ikte, onun
açtığı çığı r, yarattığı m uazzam sarsıntı ve hazırladığı som u t olanaklarla, bu
sömürge ve bağımlı u lusların ul usal k urtuluş özlemleri ve u m udu atcşlcnmiş,
k urtul uş süreci somut olarak başlamıştır. Ve bi lindiği gibi bu ancak yüzyılın
ortalarında bir gerçekl ik haline gelmeye başlam ıştır.
Bu nesnel-tari hsel temel , Sovyetler B irliği 'nin hem doğ usu hem batısı
için güç lü bir "ul usal" öğe demekti. G eri iktisadi temel, köy lü ve k üçük-bur­
j uva ağırl ıklı sosyal-kü'ıtürcl doku, yabancı egemenliği (doğuda emperyal ist
kölel ik, batıda Nazi işgal i), tüm bun lar "ulusal" fenomenin ön plana çıkışına
uygun bir tarihsel zcm indi. Devrimierin ve devrimci çalkantı ların yarattığı
pozitif imkanlar ne olursa olsun, i ktisadi geri lik ve bu temel üzerinde yükselen
köylü/küçük-burjuva sosyo-kül türel doku, mi lliyetç i önyargılara, ulusal kapalılığa
ve darkafalı lığa özel yatkınlık, tersinden olarak, evrensel liğe karşı bir direnç
ve enternasyonalizme uzaklık demektir.
B una bir de İkinci Dünya Savaşı ' n ın emperyalist n iteliğine halklar
cephesinden eklenen güçlü "kurtu luş" (kuşkusuz ulusal k urtuluş) temasını, buna
uygun düşen güçlü ideoloj ik-si yasal ve psikolojik havayı ekley iniz. Sovyetler
B irliği'nin kendisi de bu havadan çok ayrı değildi. B ir zorunluluk olarak yaşanan
tck ülkede sosyalizm pratiği ilc bunu teorik bakımdan rasyonal ize etme aşırı
44
çabası, ona zaten iki savaş arası dönemde kendine özgü bir "ul usal" hava ka­
zandırmış bulunuyordu. Sovyetler Birligi'nin savaşı el beue aynı zamanda tüm
halklar için de bir k urtul uş savaşıydı, onların kurtul uşuna belirleyici düzeyde
m uazzam bir katkıydı. Fakat y ine de bu sosyal ist içerigi çok tartışmalı bir
"yurtsever" savaştı. Bu ruh, bu tema güçlü bir biçimde ön plandaydı . Çarl ık
döneminin "ulusal" ruhundan beslenecek, Pan-S lav bir kongreden yarar umabile­
cek kadar. . . Bu atmosfer içinde dünya devrimi fikri tümden silinmiştir. Dünya
devrimi amacına bag l ı bir proleter enternasyonalizmi yerini, faşizmin ezdigi
halkların ve "özgürlügü seven ülkelerin" Hitler Almanyası ' na karşı "ortak
cephe"si düşüncesine ve pratiğine bırakmıştı. B unun bir uzantısı olarak. savaş
ortamında Komünist Enternasyonal yük say ı lmış. Enternasyonal marşı "ul usal"
m arşla değiştirilmi ş, " u l usal " değerler ve semboller görülmedik biçimde önplana
ç ı kartı lıp yüceltilmişti.
Bu arada kaydedeliın k i , birinci ve ikinci emperyalist d ünya savaşiarına
eşlik eden ya da onları ardından izleyen devrimci süreçlerin özellik leri arasındaki
bel irgin bir farklıl ıktır bu. Bil indiği gibi , birinci emperyalist savaş patlak verdiğin­
de, A vrupa'yı bir bütün olarak emperyalist burjuvazinin paylaşım savaşına
bağlanan gerici bir milliyetçilik dalgası sard ı . İkinci Enternasyonal ' i n ihaneti
sayesinde her ülkenin geniş işçi sın ıfı kitleleri de kendi burjuvazilerinin yağınacı
savaşına destck verdiler. Fakat savaşın yarattığı acı ları ve yıkımı yaşayan bu
kitleler, R usya'da patlak veren devrimin ve esas olarak da Ekim Devri mi 'nin
ardından, yeni bir yol tuuular. Emperyalist savaşın biti m i devriınci süreçlere
yeni ve görülmemiş boyutlar kazand ırdı.
İşte bu andan itibaren ve kuşkusuz Avrupa' da, Birinci Dünya Savaşı 'nı
izleyen devrimci süreçlerde sınıf savaşı ön plandadır. Çal ışan yığın ların katılımı
belki çok geniş boyutl u değildir; fakat olduğu kadarıyla "kendi" ülkelerinin
burjuvazisine karşı sosyalizm ve enternasyonalizm için savaşılınaktııdır. Macaristan
gibi A vrupa 'nın o gün için hay li geri olan bir ül kesinde bile, iktidar proleter
merkezlerde ele geçirilmiştir ve sosyalist Macar Sovyet Cumhuriyeti ilan edil miştir.
İkinci Dünya Savaşı 'na eşlik eden devriınci sureçlerdc ise (ki bu süreçleri
ateşleyen Sovyetler Birliği ' nin yurtsever savaşı , özel likle de Stal ingrad zaferi
olm u ştur), işçi sın ı fı ve emekçilerin katı l ıını çok geniştir; fakat bu kitle ler,
kendi burjuvazilerinin h iç değilse bir kesimiyle birl ikte, "demokrasi" ve " ul usal
kurtuluş" için m ücadele etmektedirler. Birinci Dünya Savaşı 'nı izleyen devrimci
süreçlerde ve Avrupa'da, proleter yığınların katılımı ve etkinlik bakım ından
ağırl;kları çok açıktır. İkinci D ünya Savaşı esnasında ise bu, " u l usal güçler"
ya da "anti-faşist halk güçleri"nin karmakarışık çeş itliliğini göstermektedir.
İlkinde işçi ve asker sovyetlcri, ikincisinde anti-faşist ya da ulusal halk konseyleri
hakim siyasal-örgütsel biçimlerdir vb.
Tüm bunları , tıırihscl 1<oşullardaki öteki farklıl ıklar kadar, devrimci süreç­
leri hı zlandıran ve sürükleyen temel tarihsel olayların kendine özgü niteliğinden,
perspektif ve poli tikalarından ve bunun bir yans ıması olan ruhundan ayrı ele
alamayız. Daha önce de belirtildiği gibi, Birinci Dünya Savaşı 'nı izleyen devrimci
45
süreçlerin esin kaynagı, muazzam proleter ve enternasyonalist ruhuyla Ekim
Devrimidir. İkinci Dünya Savaşı' na eşlik eden devrimci süreçlerin esin kaynagı
ise, Sovyetler Birligi'nin yurtsever savaşıdır. Bu savaş Batı'nın bir kısı m emperyalist
devletleriyle ittifak halinde sürdürülmektedir ve faşist m ihvcri yenilgiye ugratmak
gibi özel ve son derece dar bir hedefle sınırlıdır. Birinc i Dünya Savaşı'na eşlik
eden gerici m illiyetç i lik, savaşın bitiminde yerini sınıf savaşiarına b ı rakm ıştır.
İkinci Dünya Savaşı' na eşlik eden ilerici-halkçı yurtseverlik, kendi olum lu
rolünün hemen ötesinde, sinıf bilincini sınırlayan ve köreiten bir rol oynam ıştır.
Batılı komünist parLileri Şahsında ve savaşı izleyen sarsılmış düzenleri oturtma
döneminde ise kendine özgü b i r sosyal-yurtseverlik biçi m i n i a l mıştır.
B unlara bir de savaş sonrası dönemde Dogu Avrupa ülkelerindeki iktidar
degişim inin kendine özgü karakteri cklcnmclidir. Yugoslavya i le Arnavutluk'ta
(buna kısmen B ulgaristan 'ı da ekl cy cbi l i riz) komün istleri n önderliginde ve
derin bir halkçı muhtevada gerçekleşen u lusal k urtu l uş devrim leri i lc iktidar
ele geç irildi. Fakat tüm diger Dogu Avrupa ülkelerinde "halk demokrasileri"nin
ortaya çıkışı, devri m olarak nitclenebilccck kökl ü bir toplumsal altüst o luşa
dayanmaz. Kuşkusuz bu ülkelerin her birinde, gücü ve etkinl igi her ü l keye
göre degişmekle birlikte, genel olarak komünistlerin önderlik cttigi anti- faşist
halk harckcllcri vardı. Özel olarak Çckoslovakya'da işçi sınıfının ezici çogu n l ug u
k om ü nistl eri n önderl ig i nd e bir l eş m i ş bulunuyordu. B ununla birlikte bu ülkeler­
deki mücadeleler toplumsal bir m uhteva kazanan devrimler olarak degil, burjuva­
z ini n belirli ka tmanları yla ittifak hal inde sürdürülerek ve Kızı l Ordu'nun özel,
yer yer (ömegin Polonya'da) bel irleyici katkısı yla başanya ulaştı lar. Savaş
sonrasında ise, belli ara evrelerden geçerek ve kuşkusuz yine Sovyetler Birl igi 'nin
bu ülkelerdeki siyasal ve askeri agırlıgının yarattığı olanaklarla, komünistlerin
hakim kon um elde ettikleri bir siyasal dön üşü m ü yaşayabildilcr.
Toplumun kendi öz derinlik lerinden beslenen açık ve kesk in sınıf
m ücadeleleri ile bu m ücadelclerin dorugu ve top lu m sal bir allüst oluş olarak
gerçek bir devrimden geçmediler bu ülkeler. B u , bu to p lu m larda yaşayagelen
yüzyılların ürünü ve tor t us u geleneksel t u t u c u i l i ş k i ve kurum lara, anlayış ve
alışkanlıklara, ideolojik ve kültürel şekil lenmelere, güçlü bir varl ık ve direnç
alanı ve olanagı saglamıştır.* B u olgu, evrensell ige ve bu temel ü zerin de
e n terna s yo n ali z m e karşı bir ulusal sınırlıl ığın ve darkafalıl ıgın da zeminidir.
"
"
* Tarihsel deneyimlerin ışığında M arks ve Engels 'in daha !\ lman Ideolojisi'nde
vurguladıkları temel fikir, pugün çok daha derin bir anlama sahiptir: " Yığın içinde bu
komünist bilincin yaratılması için ve gene bu işin kendisinin de iyi bir sonuca götürü/ebilmesi
için insanların yığınsal bir değişikliğe uğraması zorunlu olarak kendini ortaya koyar,
böyle bir biçim değişikliği ise ancak pratikteki bir hareketle, bir devrimle yapılabilir;
bu devrim, demek ki, sadece egemen sınıfı devirmenin tek yolu olduğu için zorunlu
kılınmamıştır, ötekini deviren sınıfa, eski sistemin kendisine bulaşıırdığı pislikleri süpürrnek
ve toplumu yeni temeller üzerinde kurmaya elveriş/e bir hale gelmek olanağını ancak
bir devrim vereceği için de zorunlu olmuştur." (Seçme Yapıtlar /, Sol Yayınları, s .4 7)
4
Daha başlangıç döneminden itibaren, devrimci süreçlerin (dolayısıyla da
dinamiklerin) bu toplumlardaki zay ı flıgı Sovyetler B irlig i 'nin bu ülkelerdeki
askeri agırlıgı ile dengelenmeye çalışıldıgı ölçüde ise, burjuva geri c i l i k bunu
bu ülke halkları arasında gerici-m illiyetçi bir tepkiye dönüştürmeye çalıştı ve
bunda hayli başarılı da oldu. ( 1 956 Macar karşı -devrimi örneginde oldugu
gibi.) B unu revizyonist politikaların sonraki traji k sonuçları izled i . Böylece,
gerek Dogu Avrupa toplumlarının kendi aralarında ve gerekse bu ülkeler ile
Sovyetler B irligi arasında, sosyalizm ve enternasyonalizm temeli üzerinde,
daha sıkı bir yakınlaşma ve kaynaşma sü�ecine girme olanakları tümden yitirilmiŞ
oldu.
Bu yargı, Sovyetler B irligi ilc Dogu Avrupa ülkeleri arasında K ruşçev'le
birlikte artan ve özell ikle B rcjncv dönem inde iyice sıkı laşan, "sınırlı egemenlik
teorisi" ile neredeyse "kaynaşma" noktasına varan i l işkiler karşısında bir çelişki
g i bi görünür. Kuşkusuz böyle deg i l . B iz i m konumuz ve sorunumuz, özgür ve
egemen sosyalist ulusların eşitlik temeli üzerinde gönüllü birligi ve süreç içinde
artan kaynaşmasıdır. Gerçek ulusal eşitlik ve egemen l i k olmadıgı sürece,
enternasyonalizm boş bir laf olarak kalır. U l usların ve ülkelerin ortak ç ıkarlar
ve sosyalist amaçlar dogrultusunda yak ı n i aşması ve tar i h se l kaynaşması
gerçekleşemez. Sovyetler Birligi ilc Doğu Avrupa arasındaki il işkiler ise, Sovyetler
B irligi ' ni n özel agırlıgından ve tersinden Dogu Avrupa rej i mlerinin kendine
özgü özel zay ı flıgından dolayı, h içbir dönem gerçek eşitlik temeli üzerine
oturmamıştır. Başından itibaren önemli zaaflar içeren bu ilişk i ler, 20. Kongre'den
itibaren kaba dayatmalar ve m üdahaleler sonucu gitgidc dcjenere olmuş, sosyal ist
ve enternasyonalist içerigini kaybetmiştir. Brejnev döneminde ise büyük devlet
hegemonyac ılıgı çerçevesinde egemenl i k ve bag ı m l ı l ı k i l işkileri karakteri
kazanmışlardır. B unun böyle oldug u , ' 89 çöküşü ilc birlikte tartışmasız biç imde
ortaya ç ık m ıştır. Sovyetler Birl i ğ i bu ü l keler üzerindeki hükümran l ı k haklarını
birbiri peşisıra Batı l ı emperyal istlerc pazarlayabi l miştir. Sovyetler B irligi i lc
Doğu Avrupa ü l keleri arasındaki bu çarpık i l işk i ler, başından itibaren Doğu
A vrupa halklarında tepkiler dogurmuş, sosyalizm ve enternasyonalizm düşüncesi
ve davası gerek bu halklar, gerekse dünya işçi s ı n ı fı ve halk ları nezdinde
büyük yaralar alm ıştır.
20. Kongre ilc birlikte Sovyetler Birliği 'nde rcv izyonizm i n parti ve
iktidara egemen hale gelmesinin ve bunun sosyalist gelişme sürec ini tersine
çevirmesinin konumuz bak ı mından temel tarihsel sonuçlarından biri de, Sovyet
uluslarının sosyalist birliginin genel bozulma ve çürüme süreçlerine bağlı olarak
zaafa ugraması ve yaşanan dag ı lman ı n ardından bugünkü ul usal düşmaniıkiara
ve kanlı bogazlaşmalara varmasıdır.
Daha önce de hatırlatıldığı gibi, Çin, Kore, Arnavutluk ve Romanya
gibi ülkelerin u lusal kendine yeterliJik pol i ti kasına aşırı eği l i m i ve buna dayal ı
bir "ulusal sosyalizm"c b<ığlanmaları d<ı, aynı şekilde ve aynı zamanda, Sovyetler
B irligi i l c öteki Dogu Avrupa ü l keleri arasındaki çarpık ve onur k ı rıcı i lişki lere
bir tepki olarak gelişmiştir.
47
Son fakat temel önemde bir nokta daha var. Paralel bir sosyalist yönelime
g irmiş bulunsalar bi le, sosyalizmin inşa süreç lerini ortak bir iktisadi temele
dayandırmak, enternasyonal izmden kaynaklanan basit bir pol i tik tercih sorunu
değil, fakat en azından başlangıç evresinde, tam da bu ortak lığı olanakl ı kı lacak
ön iktisadi koşullara ve tarihsel bağlara sah ip olup olmamak sorunudur da. B u
nokta öneml idir, zira sorun, üretici güçlerin ge l işme düzeyi nden v e b u temel
üzerinde topluıniarın içiçe geçme ve bütünleşme tarihsel eğiliminden koparılarak,
salt soyu t ilkeler üzerinden konaınaz.
Sovyetler B irliği, Merkezi Rusya ve Ukrayna gibi kapital ist gelişmeyi
öneml i ölçüde yaşamış nispeten ileri bölgeler ilc Asya'nın hala ortaçağ karanlığını
yaşayan geri bölgelerini federal cumhuriyetler hal inde bütünlcştirmeyi başardı .
Fakat aradaki iktisadi gelişme uçurumuna v e derin kültürel fark l ı l ıklara rağmen,
tüm bu u l u sların y i ne de çarl ık rejimi çerçevesinden gelen ortak bir tarihi
vardı. Ve bu, zora dayalı da olsa , zaman iç inde bu halklar arasında i ktisad i,
siyasi v e k ültürel bağlar döşcm işti. Ekim Devrim i eski rejimi tarihe gömcrck
bu halk ları özgÜırlcştirdi . Uluslar arası nda zora, baskı ya ve eşitsizliklere dayalı
tarihsel ilişkileri tasfiye elli. Gelişmiş u l uslar i lc geri u l uslar arasında tarihsel
olarak oluşmuş fiili eşitsizlikleri de . h ızlı bir biç imde giderecek bir u lusal
sorun pol i tikası ben imse-di. Tam da bun un kend isi, Sovyet u luslarının federal
birliği için, çarlıktan m iras kalan, fakat anık baskı ve eşitsizl�klcrden arındı rılmış
bulunan güçlü bir tarihsel-iktisadi temelin varl ığı demckti. (Polonya, Finlandiya
ve o gün için küçük B9ltık ül keleri bun un dışında kaldıysa, bu aradaki bağ l arın
zayı flığından değil, fakat bu ülkelerin sömürücü s ı n ı fların ı n kend i u l usları
içindeki hakim konumların ı korumayı başarmalarından dolayı idi.)
Oysa aynı şeyi, Sovyetler B irliği ilc İkinci D ünya Savaşı sonras ında
onun doğusu ve batısında ortaya ç ı kan yen i halk cumhuriyetleri iç in söy lemek
olanak l ı değildi. Böyle bir ortak temel ya yoktu ya da Polonya örneğinde
olduğu gibi artık yoktu. Doğu Avrupa ilc Uzak Asya cumhuriyetleri arasında
ise hemen hemen h içbir tari hsel , iktisadi ve k ü l türel bağdan sözcdi lcınczdi . B u
bağlar yeni bir temel üzerinde ve ancak zamanla oluşturulabil irdi. K i yapılmayan,
daha doğrusu başlangıçta son dcreec cı lız kalan , daha sonra ise bazı ülkeler
arası il işkilerde gündemden çıkan, öteki bir kısım ülke arası i l işk ilerde ise
anlamı ve n i teliği değişen de zaten bu olm uştur.
Dolayısıyla, kon umuz açısından sorunun öt.ü, üretici güç lerin gelişme
düzeyinin, verili bir anda, sosyalist inşa sürecindeki ülke lerin bütü n lqmesini
olanakl ı k ı l ıp kılınadığı deği ldir. Sorunu i l k e lden üretici güçlerin gel işme
d üzeyine indirgemek gerekınediği gibi, dalı<� da önem li ol<�nı, wm da üretici
güçlerin gelişimini bu amaca ulaşmayı hcdcllcyecek tarzd<l, gitgidc kdpsamı
genişleyen ortak bir plan içinde gcrçcklcştirmcktir. Bu sosyalist ve enternasyonalist
t<lrihscl perspclcti flc hareket etmek sorunudur.
Öte yandan, yukarıda wnımlanan nesnel güçlüğün sın ırları n ı ve kapsamını
da doğru an lamak, ona olduğundan fazla bir anlam da yüklemernek gerekir.
Sovyetler Bi rliği ilc Doğusu ve Batısı için, aynı şeki lde, Doğu Avrupa ilc
48
Uzak Asya için y u karıda söylenenlerin bel l i sınırlar içinde bir anlam ı vardır.
Fakat aynı şeyler, örneğin birbirine çok yakın bir tarihe ve kültürel geçmişe
sahip Bal kan-Tuna ülkeleri için söylenemez. Hatta içiçe bir tari h leri olan Doğu
Avrupa ülkelerinin tüm ü için bile söylenemez. Kaldı ki bir Balkan-Tuna federasyo­
n u , yüzyılın başından itibaren sosyalistlercc taşınan vc . savunulan bir fikirdir.
Komünist Enternasyonal de k urulduğu andan itibaren bu ülkelerin m ücadelelerini
ve geleceğini bütünsel bir perspektif içinde ele alm ıştır. Ünlü "Balkanlaşma"
sorunundan dolayı bunun özellikle böy le olması için çal ışılm ıştır.*
B ütün bunlar bir yana Sovyetler B irliğ i ' n i n , Ekim Devri m i ' nin m irasçısı
ve tarihin i l k sosyalist cumh uriyeti olmasından kaynaklanan büyük bir i tibarı
vardı . İkinci Dünya Savaşı 'nda oynadığı m uazzam rol ve hal kların faşizmin
esaretinden kurtarılınasındaki bel irleyici katkısı, ona halklar nezdinde görülme­
miş bir ek saygınlık kazand ırmıştı. Bu politi k ve manevi imkan , savaşı iz leyen
yıllarda doğru bir biçimde kullanı labilseydi ve bu , Sovyetler B i rliği ' n i n i ktisadi,
k ültürel ve tek n i k açıdan sah ip olduğu üstünl üklerin emperyal ist sistemden
kopmu ş yeni hal kları n h izmetine doğru bir biçimde veril mesi y le birleştiri lebil­
seydi, sosyalizme geçişin eşiğindeki ulusların uluslararası bütünleşmesi doğ­
rultusunda i l k önemli mesafeler kolayca alınmış olacaku .
N e var k i , daha önce d e ifade ed ildiği gibi, Sovyet iktidarı nın, bu temel
üzerinde bir rol oynamaya ne n i yeti ne de bunu uygun bir tarihsel perspektifi
vardı. Yeni halk cumhuriyetleriyle i lişk ilerine de, tarihsel bütünleşme perspektifiyle
değil, devletlerarası il işkiler değişmez perspektifinden bakıyordu .. İ lkinin olmadığı
bir d urumda ise, bu ikinci türden i l işkiler, kaçınıl maz olarak eşitsiz l i k ler ve
çarpıklıklar içerecek ve zamanla tümden yozlaşacaktı.
K uşkusuz sözkonusu olan bir tarihsel deneyi m i değerlend i rme, anlama
ve ondan sonuçlar çıkarmaksa eğer, bu durumda sorunu gerçeklikler ya da
geçmi şe dönük temenni ler biçim inde ele almak bir yerde çok anlam l ı değil.
Tarih bel l i .bir biçimde, son tah l i ldc kendi objektif mantığı içinde , yaşanmıştır.
Dolayısıyla, önemli olan, gerçekleşmemiş bir durum ya da yöne l i m i n neden
gcrçekleşmediğini de objekti f koşu l lar ve toplumsal-s iyasal mantığı içinde
anlayabil mektir. Böyle ol unca, yukarıda özetle sunmaya çal ıştığımız bir dizi
objektif tarihsel etken ve öze l lik, savaşı izleyen dönemde şu veya bu yolla
sosyalizme yönelme olanağına kavuşan ülkelerin, bu ülkeler merkezinde Sovyetler
B irliği olmak üzere Doğu Avrupa'dan uzak Asya' ya uzanan tck bir coğrafik
şerit üzerinde diziimiş olduk ları halde, neden birer "ulusal devlet" olarak kalmak
*
Komünist Enternasyonal Başkanı sıfatıyla G. Zinovyev, Balkan ve Tuna ülkeleri
proletaryasına 5 Mart 1 920 tari hli mesaj ında şunları söylemektedir:
"Ancak proletarya diktatörlüğünün zaferi, tüm halk kitlelerini Federatif Sosyalisı
Balkanlar (ya da Balkanlar ve '/'una) Sovyetleri Cumhuriyeti 'nde birlcşıirebilir . . . .
Balkanlardaki komünist partileri, t ü m çabalarını, komünizmin Balkan yarımadasındaki
bu büyük tarihi rolünü gerçekleştirmeye yöneltmelidirlcr."
Komünist Enternasyonal Belgelerinde Türkiye Dizisi-4, Aydınlık Y ay . , 1 979, Isı.,
s.33
49
�
II- Rus devriminin sorunları ü z e ri n d en
teorik m i ras
Marx-Engels ' te Rus dev r i m i n i n sorun lan
Tck ü lkede sosyalizm sorunu, teorik çerçeve sözkonusu oldugunda, genel
bir egilim olarak : marksist devrim teorisi ve onun emperyalizm çagında Lenin'de
aldıgı biçimden hareketle tartışılır. Marx-EngclsJ in kendi dönemlerinde genel
olarak proleter devrim sorununu ele alışları i lc Lcn in' inki karşılaştırılır, buradan
'20'1crin ünlü tartışmasına geç i lir.
B u ara bölüm bu a l ışılmış tutumdan bir ayrılma anlam ına geliyor. Biz
sorunu Rus devrimi nin sorunları üzerinden oluşmuş teorik mirastan giderek
ele alacagız. B u ilkinin tümüyle gereksiz ya da yararsız oldugu anlamına gelmiyor.
Fakat bu kadarının kendi başına sorunun somut tarihsel �crçekligi içinde kavranma­
s ı için hiç de yeterli olmad ığı anlamına geliyor. Sorun kendini bel l i bir somut
tarih s üreci içinde ortaya koymuştur ve o güne kadarki ideoloj ik şekii lenmc­
ler ortaya çıkan soruna yaklaşımları dplaysız olarak bclirlcmiştir. Somut bir
inceleme bu konuda h iç bir tereddüt bırakmamaktadır.
Lenin, Sorge'ye Mektuplar' ı n Rusça çevirisine yazd ıgı Önsöz'dc, Marks
ve Engels'in mektuplarında, R usya'da bir devrimin "hemen hemen yirm i y ı l lı k
bir dönem boyunca" (yaklaşık olarak ı 875- ı 895 yıl ları arası) ateşli bir tutkuyla
beklendiğini belirtir. B una şu gözlemini ekler: "Marks ve Engels, doğal olarak
bir Rus devriminin ve onun dünya çapındaki öneminin en ateşli inancını uışıyorlardı."
Lenin'in Önsöz ' ü 1907 N isanı 'nda kaleme alınmıştır. Bu yukarıdaki gözlem
·
50
iç�n dikkate deger bir tarihtir. 1 905 başında patlak veren B irinci R us Devrimi,
yaklaşık olarak bu ayn ı tarihte hemen tüm üyle geride kal mış bulunuyordu.
Yaln ı zca iki ay sonra bu bitişi kesin bir biçimde işaretleyen ve R usya'da
karan lık bir karşı-devrim dönem i başlatan 3 Haziran (Stol ipin) Darbesi
gerçekleşecekti.
Engels'in ölüm üne kadar 20 yıl tutkuyia beklenen Ru.s Devrimi , i lk beklen­
tiden 30 yıl sonra, fakat Rus sosyalistleri için onları hazırlıksız yakalayacak
kadar erken bir tarih te, 1 905' te, n ihayet geldi. R us toplumunu tepeden tımaga
sarstı. Tüm toplumsal sınıf ve tabakaları, onların temsilcisi olan siyasal parti
ve akımları sınavdan geçirdi, olayların ateşi içinde herbirini yerli yerine oturttu,
programlarını ve taktiklerini s ınadı.
Yarattıg ı fırtınalı sarsın tıyla Rus toplum u için muazzam önemini apaçık
göstermişti 1905 Devrimi. Ne var ki, Marx-Engels'in beklentilerini hayli gecikmiş
olarak dogrulatnış olsa bile, Lenin ' i n yukarıdaki satırları yazdıgı sırada "dünya
çapındaki önemi" konusunda henüz çok az belirti sunuyordu. Oldugu kadarıy la
da bunlar B atı ' da degil, fakat yüzyı l ların derin uykusundan henüz uyanmakta
olan Doğu 'daydı. 1 905 Devrimi, kend ini öneeleyen ve Çarl ıgın yeni lgisiyle
sonuçlanan Rus-Japon savaşı ilc birlikte, uyuyan Asya'yı derinden sarstı. Özellikle
İran ve Çin 'de olmak üzere, bir dizi ü lkede güçlü bir burjuva demokratik
hareketin gelişimini h ızlandırd ı . B u başlangıçta yeterince farked i lm ediyse de,
Rus devrim inin yenilgisini izleyen yıllarda, gitgide daha açık görülebilir hale
geldi . Fakat Lenin ' in Önsöz'ünü yazdıgı dönemlerde bunlar (bir ölçüde İran'daki
olaylar dışında) henüz görülüp degerlendiri lemiyordu. Hiç değilse Leni n için
bu böy le görünüyor.
Bu etkinin asıl o larak beklendiği Batı'da ise, Avusturya'da genel oy hakkının
kazan ı lmasıyla sonuçlanan 1 905 sonbaharı olayları ("Viyana'da korkunç sokak
gösterileri, Prag'da barikatlar") dışında, görünürde yaprak kımıldamadı. Ya da
bu etk i , devri m in büyük bir zenginlikle ortaya çıkard ı ğ ı proleter m ücadele ve
örgütlenme araç ve yöntemleri üzerine (özel likle de siyasal k i tle grevi üzerine)
işçi sınıfı n ın en i leri kesimlerinde, sosyal-demokrat parti çevrelerinde yolaçtıgı
tartışmalar biçiminde oldu. Ki bu beklenenden bütünüyle farkl ı bir sonuçtu.
imparatorluk Avusturyası'na i li�kin olarak an ılan ör.n ck dı�ında, Avrupa
bir bütün olarak sükunetini koruyordu. Paris Kom ünü ' n ün yenilgisiyle giri len
sessizlik ve uyuklama dönem ini gölgeleyen herhangi bir k ıpırdanış, Doğu 'da
I 905 R us Devrimi sarsıntısına rağmen, ya�anıyor değildi. İşçi hareketi yasal
ve barışçıl politi k ve örgütsel gelişmesini, Il. Enternasyonal partileri ise buna
önderlik süreci içinde çürümelerihi sürdürüyorlard ı . Den i l cbi lir ki bu sakin
manzarayı bozan tck hareketlilik, emperyal i st devletler arasında gitgide kızı�an
rekabet, yaşanan siyasal-aşkeri grupla�ınalar ve bir d ünya savaşı hazırlığı için
günden güne artan silahlanmaydı. II. Enternasyonal'in 1 907 Ağustosu'nda toplanan
Stuttgart Kongresi'nde sava� tehlikesi ve militarizm sorunlarının hararetli tartışılması
da bunu göstermektedi r.
Tüm bunlara rağmen ve devrimin hemen tümüyle geride kaldığı bir dönemde,
·
51
Lenin'in, Marx ve Engels'in Rus Devriminin "dünya çapındaki önemine"
i lişkin düşüncelerinin altı n ı dikkatle çizmesi, dikkate değer bir olgudur.
Marx ve Engels'te Rus devriminin dünya çapındaki önem i, som ut olarak
ifadesini, Avrupa devrimiyle karşılıklı iliŞkilerinde buluyordu. Bunq_ göre, Rusya 'da
gündemde olan burjuva-demokratik devrim Avrupa' daki bir proleter devrimin
başlangıcı olur ve �nunla tamamlanırsa, tam da bu sayede, Rus Devrimi de
kendi demokratik aşamasıyla sınırlı kalmayacak, iktidarı e le geçirmiş sosyalist
Avrupa proletaryası11ın yardımıyla sosyal ist devrime yönclccekli.
Marx ve Engels ' in, i l k kez 1 87 5 ' te Engels tarafından formüle edilen,
Manifesto ' n un 1 882'deki Rusça çevirisine ünl ü Önsöz'de ise en özlü ve çok
b i l i nen form ülasyonuna kavuşan, ölüm ünden hemen önce 1 894 ' tc yine Engels
tarafından son bir kez yeniden tekrarlanan bu düşüncesi , Ş ubat Devri m i 'ne
kadar, daha da somut olara� Nisan Te zleri ne kadar, Len i n ' i n hep ve ı srarla
bağlı kald ığı bir temel düşünccydi.
Marx-Engels'in bu konudaki etkisi öylesine güçlü ve dolaysızd ı ki, Lenin
bu bağıntıdan sözederken çoğu kere şöyle derdi: "A vrupalı işçiler bize 'bunun
'
nasıl yapılacağını' gösterecektir ve sonra onlarla birlikte sosyalist devrimi
gerçekleşıireceğiz" . ' Bunun nasıl yapılacağın ı ' ! Bu Enge ls ' in Len in tarafından
hep tekrarlanagelen ü n l ü i fadesiydi. Daha sonra da göreceğimiz gibi, bu etk i
yalnızca Lenin ve Bolşeviklerle de sınırl ı değ i ld i . "Orij inal" tcorisiy'le Trotski
bir yana, devri m i ve kazanı mlarını l i beral burjuvaziyc a i t gören, ufku burj uva
devri m inden öteye geçemeyen kuyrukçu Mcnşcvikler bile, 1 905 May ısı 'ndaki
Konfcranslarında, "yalnızca bir durumda", "devrimin ... Batı Avrupa'nın gelişmiş
ülkelerine yayılması durum unda", lütfed ip iktidarın .ele geçirilmesi için çaba
göstereceklerini söyleycbi liyorlard ı. Bu açıklama elbette, her zaman olduğu
gibi Marx ve Engels ' in düşüncesini kuru, cansız, içeriksiz bir form ül biçim inde
y inclcmektcn öte bir anlam i fade etmi yord u. Devrim ve iktidar Mcnşcvizmin
ruhuna aykırıydı.
Ş imdilik kısaca yanıtlanması gereken bir soru var. 1 905 Devrimi'nin Avrupa
üzerinde son dcreec sınırlı, dolaylı ve yerel kalan etkisine rağmen, Lenin neden
hala, Marx-Engels'in sözkonusu düşüncesine bağlıl ığını sürdürüyordu? B u salt
bir "bağlıl ık" kaygısı m ıydı? Lenin'de böyle kaygılar bulunmadığına göre,
bunun aç ıklaması, 1 905 Devrim i 'nin yen ilgisinde ve Lenin'in bu yenilgiye
ilişkin değerlendirmesinde bulunabilir. Len in, devrimin yeterince olgunlaşmadan
patlak verdiğini ve tam da bu aynı nedenle, yeterli derinl iğe ve kuvvetc ulaşa­
madığını, yenilginin de esası itibarıyla onun bu objektif zaafından kaynaklandığını
düşünüyordu. R us Devrimi henüz bütün çapı ve derinliği i lc kend ini göstermiş,
tüm enerj isini ortaya koymuş değildi. Bunun gerçek leşeceği iki nci bir devrim
kaçınılmaz olarak gclecckti . Lenin, devrimin yeniden ve bu kez çok daha
derin, kapsamlı, etkin, yenilginin deneyimleriyle güçlenmiş ve hazırlıklı geleceğine,
proletarya önderl iğinde bir işçi-köylü iktidarı ilc taçlanacağına ve Marx-Engels'in
öngörd üğü uluslararası etkiyi de ancak bu durumda göstcrcbilcccğinc inanıyordu.
Bu nedenledir ki Marx ve Engels'in muzaffer bir Rus devriminin "dünya çapındaki
52
önemi"ne i l işkin düşüncesine baglıl ığını sürdürüyordu. Önsöz ' ünü de bir kez
daha bu bağlıl ığı yansıtan i fadelerle noktalıyordu.
Marx ve Engels'in R us devrim ine olan derin inançları ve onun Avrupa
üzerindeki muhtemel elkilerine i l işkin görüşleri, Rusya ' yı, özellikle Reform
( 1 �6 1 ) sonrası Rusyası'nı, çok yakından ve dolaysız olarak izlemelerinden
kaynaklanmakıaydı. Rusya'ya ilişkin olaylan orijinal kaynaklanndan izlemektcydiler.
Ünlü Mihayilovski' ye Mektup 'unda Marx, "Rusya' nın iktisadi gelişmesi hakkında
bilgiye dayanan bir yargıya varabitmek için, R usça'yı öğrendim, ve sonra
uzun yıllar bu konuyla ilgili resmi ve diğer yayınlan inceledim" demektedir.*
B unun salt "iktisadi gclişme"yc dcgit, kuşkusuz bu temel üzerinde fakat özellikle
R usya' daki topl umsal-siyasal gel işmeye b ir ilgi old uğunu, Marx ' ın R usça
öğrenmesine vcsilc olan kitabın ism inden (ve dolayisıyla konusundan) bile
çıkarabiliriz: Rusya' da İşçi Sınıfının D urumu. * * Muhtemelen (Rus köylül ügün ü
de i nceleyen) bu k itabın da etkisiyle, Marx daha 1 870'tc, "R usya' n ın içinde
volkanik toplumsal güçlerin, Olokrasinin en derin temellerini güçten düşürmekle
tehdit el liklerin dcn sözcdcbiliyordu. *** Engels ise, 1 875 'tc, "Rusya, kuşkusuz
ki, bir devrimin arifesindedir" , di ye yazıyordu, Rusya' da Toplumsal İlişkiler
başlıklı makalesinde. Temel fikirleri bakımından son dcreec önemli bu makalesinde
Engels, yaln ızca Rusya ' da hızlanan ve ideal ize edi len köy kom ününü karşı
konulmaz bir güçle çözüp dağıtan kapitalist gel işmeye işaret etmekle ve narodn ik
hayallerin sağlam bir bili msel eleşti risini yapmakla kal m ıyordu. Fakat Rus
devrimi i lc Avrupa devrimi arasındaki il işkiyi de (muhtemelen ilk kez olarak)
k uvvetle vurguluyordu . * * * *
Manifes to nun 1 882 tarihli R usça baskısına Önsöz ise, Marx v e Engel s ' i n
R usya' da olaylara v e devrimci etmeniere yakın i lgisinin ö z l ü v e ç o k bilinen
son ucunu içerir. " Ya Rusya! 1 848-49 De vrimi sırasında, yalnızca Avrupalı
prensler değil, A vrupa burjuvazisi de, henüz uyanmaya başlayan proletarya
karşısında tek kurtuluşlarını Rus müdahalesinde buldular. Çar, A vrupa gericiliği­
nin başı ilan edildi. Bugün ise Gaçina' da, devrimin savaş tutsağıdır, v.e R usya
ise, A vrupa' daki devrimci eylemin öncüsü durumundadır. "
Manifes to 'nun kaleme alındığı tarihte (Aralık 1 84 7) çağdaş hareket iç inde
adı bile anılmayan ve "Avrupa geric il iğinin son büyük ycdcğini" ol uşturan
R usya, 40 yıldan az bir zaman sonra, "Avrupa' daki devrimci eylemin öncüsü"!
E ş i tsiz gelişmenin diyalektiği bundan daha özl ü , daha vuruc u bir biçimde nasıl
i fade edi leb i l ir? "Tck ülkede sosyal izm" tartışınaları çcrçcvcsimlc Marx ve
Engels'in eşitsiz gel işmeyi kavrayamadı klarına dair geleneksel iddialar karşısın­
da bu örneğin altını çizmek konumuz bakım ından hiç de yararsız olmayacaktır.
"
'
* Kapitalizm Ö ncesi Ekonomi Biçimleri i ç inde, Sol Yay., I k inci (genişletilmiş)
baskı, s.272-273
** K i tabı ve yazarını ( Rus narodnik sosyalisli N . Flevorski) M arx bii y ü k bir
övgilyle anıyor. Bkz. Seçme Yapıtlar, C.2, Sol Yay., s. 208
*** a.g.e., s. 237
* * * * a . g . c . , s. 462-475
53
Kaldı ki bu, ·a ynı yerden verilebilecek tek örnek de degildir. 1 882 tarihli
bu çok bilinen kısacık Önsöz, R usya ilc Amerika'ya birarada dcginir. R usya
eşitsiz ve sıçramalı gel işmenin politik plandaki örnegi ise, Amerika da bunun
iktisadi plandaki bir örnegidir. 1 882 tarihl i Önsöz, Manifesto ' nun 1 84 7 yılında
yal n ı zca R usya' ya degil fakat B irleşik Devletlcr'e de deginmcdi'g ini hatırlatır.
1 840'larda Amerika, henüz yalnızca göç yoluyla Avrupa ' n ı n "proleter güç
fazlasını emen", ona hammadde saglayan ve onun "sınai ürünleri için bir pazar"
oluşturan bir ülke durumundaydı. "Ama durum bugün ne kadar fark l ı ! " diye
vurguluyor Önsöz. "Müthiş bir sermaye yogunlaşması" yaşamakta olan ABD,
"Balı Avrupa ' n ı n ve özellikle İngiltere'nin sınai tckelini k ısa zamanda kıracak"
bir enerj iy i aradan geçen 40 yıldan az bir süre içinde faz lası yla bulmuştur.
Açıkça görüldügü gibi, eşitsiz ve sıçramalı iktisadi gelişmeye ilişkin metinterin
bu klasikleşmiş AB D örncg ini, zamanında ve kuşkusuz herkesten önce, bizzat
Marx ve E ngels veriyorlar. Tam da eşitsiz ve sıçramal ı gelişme manugı içinde . . .
Konumuza dönelim. '82 tarihli Rusça Baskıya Önsöz, o gün Rus devrimcilerinin
en çok m erak ettigi soruna* , Rus köy korn Unünün ak ibeline değinmemezlik
edemezdi . İşte tam da bu sorun, Marx ve Engels ' i , Rus devriminin sosyalist
aşamaya geçişinin önkoşulu olarak, R us devrimi ilc Avrupa devrimi arasındaki
i lişkiyi Önsöz' de bir kez daha form üle etmeye yöneltti: "Eger Rus Devrimi,
Batıdaki bir proleter devriminin habercisi olur, ve bunlar, böylelikle, birbirlerini
tamamlar/arsa . . . " B u R us marksist devrimcilerinin döne döne tekrarlad ık ları
o ünl ü i fadedir.
,
Marx ' ın ölümünden sonra Engels, bir türlü gelmeyen R us devrimini her
an gelecekmiş gibi y ı ldan yı la bekledi. N ihayet ölüm ünden kısa bir süre önce,
1 894'te, 1 875 tarihli Rusya' daki Toplumsal İlişkiler'e uzun bir Sonsöz yazdı.
Bu Sonsöz tarihsel bir deger taşı maktadır. Ş undan dolayı ki, bu metin, Marx
ve Engels' in, Rusya'nın sosyo-ekonomik gelişmesi ve toplu�s.ıl-siyasal süreçlerine
ilişkin o güne kadarki temel düşüncelerinin gözden geç irilınesi, yeni gelişmelerin
ışıgında o günkü (1 894 'teki) durumun ne oldugu na i l işkin son yargıların Engels
tarafından ortaya konu lması anlam ında, gerçekten bir sons6zdür.
Sonsöz ' li nde Marx ilc kendisinin Rusya'da devri m i hep çok yak ı n görmüş
olduk ları olgusun u atlamayan Engel s, bu yan ıl g ı n ı n gerisinde, " terörist
komplocuların" Çar hükümetine karşı savaşan "ikinci hük ümetin"in gücünü
abartmalarının yauıgını bi raz üstü örtülü bir biçimde belirtir. Şöyle devam
eder: "R usya ' da devrim olmamıştır. Çarlık bütün 'düzen aşığı' mülk sahibi
sınıfları geçici olarak çarlığın kucağına atan terörizme karşı zafer kazanmıştır" .
Siyasal durumun bu tespitinden iktisadi duruma geçen Engels, Rusya'da kapitalist
gelişmenin öneml i boy utlar kazand ığın ı , "kapital ist üretim tarzının bütün
temclleri"nin R usya'da kuruldugunu belirtir ve ekler: "Ama bu durumda balıa,
*
V cra Zasuliç, bir yıldan kısa bir zaman önce, Şubat 1 88 1 'de konuyu M arx 'a bir
mektupla sormuş ve sorun Marx ' ı, dört ayn ccvııp taslıığı hıızırlamak durumunda bırakacak
kadar zorlamıştı. Bk7.. Kapitalizm Öncesi Ekonomi Biçimleri içinde, s.232-264
54
Rus köy �opluluğunun köklerine de indiri/miş oluyordu" . Bunu daha açı k bir
tanımlama izler: "Böylece Rusya' nın bir sınai kapitalisı devlet haline gelişi,
köylüsünün büyük bir kısmının proleterleşmesi ve eski komünist topluluğun
yokoluşu, artan bir hızla sürüp gitmektedir."
Sonsöz' ünde yirmi yıldır Rusya'da devrim beklemekten yorulmuş görünen
Engels, yine de yazısının sonunda, Rusya'nın bir devrime ihtiyacı oldugunu
yeniden v urgular. Nasıl bir devrim? Çarlıgı yıkacak ve Rus köylülügünü
özgürleştirecek bir devrim , diyor Engels. B ir burjuva demokraıik devrim . Engels
bu devrime burjuvazinin önderlik ederı;ıcyccegi görüşündedir. Zira bir paragraf
yukarıda, aynen şunları söylemektedir: "Bu koşullar altında, genç Rus burjuvazisi,
devlet üzerinde sağlam bir yere sahiptir . .Bütün önemli iktisadi sorunlarda
devlet onun arzusunu yerine getirmek zorundadır. " Rus burjuvazisi otokrasiye
katlanıyor; zira otokrasi ona "burjuva liberal anlamda da olsa, Rusya' nın
bugünkü durumunda sonuçlarını kimsenin önceden göremeyeceği değişiklikler­
den daha büyük güvenceler sağlıyor" . B u , Rus burjuvazisi devrimden korkuyor
ve devrime karşı çarl ıgı terc i h ediyor demektir. Engels'in bu saglam gözlcmi,
1 905 devrimiyle tamamen dogrulandı. (Daha 1 875 'te, Rus burjuvazisinin muhtemel
bir devrimi "ilk anayasal evrc"yle s ını rlamaya kalkacagını , oysa köy l ü lerin bu
devrimi sonuna kadar gölürmesi gerekligini yazmışll.)
Engels, Rusya'da gündemd� olan burjuva demokratik devrimin bazı canalıcı
sorunlarına bu denli açık yanıtlar verdigi halde, çok kri tik bir noktada, nedense
tüm üyle sessiı kalmıştır. R usya'daki hızlı kapital ist gelişmenin dolaysız ürünü
olan genç Rus proletaryasının, bu devrimdeki yeri ve rolü ne olacaktır? Sonsöz'de
bunun yanıli yoktur, soruna deginilmez bile.
Ve Engels, Sonsöz' ünü, R us devrimi i lc Avrupa devrimi arasındaki ilişkiy i
son bir kez tanımiayarak bitiriyor:
"Rus devrimi, aynı zamanda Batıdaki işçi hareketine de taze bir iti kazandıra­
cak ve mücadele için yeni ve daha iyi koşullar yaratacak ve böylelikle modern
sanayi proletaryasının zaferini çabuklaşt ıracaktır; o zafer ki, bugünkü Rusya,
ister topluluğa, ister kapitalizme dayanarak olsun, o olmaksızın sosyalist bir
dönüşümü sağlayamaz."
Bu, Marx ve Engels ' in savunageldikleri esk i görüşün yeni bir tekrarıdır.
Yine de yalnızca bir tekrardan i baret degildir. Zira daha önce daha çok ilkel
komünal köy toplulugunun akibeti çerçevesinde dile getirilen görüş, şimdi
artık, "ister topluluğa, ister kapitalizme dayanarak olsun" (siyahlar ben im),
"bugünkü R usya", Avrupa proletaryasının sosyalist zaferi olmaksızın, "sosyalist
bir dönüşümü sağlayamaz", yani Rus devrimi sosyalist aşamaya geçemez şeklinde
gen işletilmiştir. Engels' in 1 894 ' te form üle ettiği bu biçim iyle bu görüş, Rus
devrimi tarihi tarafından aşıldı. R usya Avrupa proletaryasının sosyalist zaferi
olmaksız ın, az gelişmiş kapi tal izm üzerinden sosyal ist devrimi gerçek leştirdi
ve sosyal ist dönüşüm yoluna girmeyi başardı.
Kuşkusuz Engels'in katı formül ünün gerisinde, başka şeyler yanında, bu
satırların yazıldıgı tarihte ( 1 894) m ücadele sahnesinde kendini henüz yen i yeni
55
hissettirmeye başlayan genç R us proletaryasının devrimci enerjisini ve onun
gelecekte, büyük bir devrimci potansiyel taşıyan toprak ve özgürlüğe susam ış
Rus köy l ülüğünü ardından sürükleme yeteneğini, proleter devrim bir yana,
henüz burjuva devrimi için bile yeterince dcğcrlendircmcmc yatmaktadır. Engels' i n
Rus proletaryasının yerini v e rolünü tümüyle suskunlukla geçmesi normal olmasa
b i le, bir burj uva devriminde oynayacağı hakim rolü o gün için dcğerlcndirememcsi
tarihsel bakımdan bir ölçüde anlaşılır bir durumdur.
Son bir nokta. Sonsöz ' ünde narodnik lerin topl umsal gelişmeye i lişkin öznel
idealist görüşlerini yeniden eleştİren Engels, kapitalizm-öncesi gelişme aşamasında
ya da kapita l ist gelişmenin henüz ancak i l k evrelerinde b u l unan topl u m ların ,
kapitalist aşamayı yaşamak zorunda kalmaksızın sosyal izme geçmelerini, Batı
Avrupa proletaryasın ın sosyalist za feri koş u l larında, "yalnızca olanakl ı değil,
kaçınılmaz" da görüyor. "Ancak kapitalizmin kendi yurdunda ve egemen olduğu
ülkelerde altedilmesiyle, ancak geri kalmış ülkelerin onların deneyiminden
'bunun nasıl yapıldığını' , modern sanayinin üretici güçlerinin bütün toplum
yararına toplumsal mülk olarak nasıl işletildiğini görme/eriyledir ki, geri kalmış
ülkeler bu kısallllm ı ş gelişme sürecine gitebiler.eklerdir. Ama o zaman da
/
başarmalan kesinleşecektir. Ve bu yalnızca R usya için değil, kapitalizm-öncesi
gelişme aşamasında olan bütün ülkeler için de g(�çerlidir. " (s.4 82)
B u , özü ve esası itibarıyla, 1 920 Tem m uzu 'nda, Komünist Enternasyonal
İ k inci Kongres i ' nde benimsenen görüşün hemen hemen ken d isid ir:
"Eğer utkun devrimci proletarya, bu halklar arasında sistemli bir propaganda
yürütürse, eğer .sovyet hükümetleri, ellerindeki bütün olanaklarla bu halkiara
yardımda bulunursa, kapitalist gelişme aşwna,sının geri kalmış halklar için
kaçınılmaz olduğuna inanmak yanılgı olur . . . . Komünist Enternasyonal, geri
ülkelerin , kapitalisı aşamayı geçmek zorunda kalmaksızın , ileri ülkeler
proletaryasının yardımıyla so vyet sistemine ve belli gelişme a şamalarından
sonra komünizme ulaşabileceJ}i önerisini, uygun teorik temelde öne sürmelidir."
(Lenin, Ulusların Kaderlerini Tayin Jlakkı, Sol Yay., 6. bask ı , s. 225)
1 905 De v r i m i ve R u s m a r k s i s t l e r i n d e ,
dev r i m i n sorun l a n
Marx ve Engels' in, R us burjuva demokratik devrimini hep başlangıcı olabileceği
bir Avrupa proleter - devri miyle birl ikte ele al mak şekl i ndek i ısrarl ı tutumu,
Rus marksistlerine belirgin biçimde bir miras olamk kaldı. O kadar ki. Bolşev iklerde
ve TroL'iki'de yeterince açık olan bu etki, Rus devrimini asıl olarak Rus burjuvazisinin
sorunu olarak gören kuyrukçu konuml arıyla Menşcviklerde bile bir parça yankı
bu lur. B ununla birli kte, görün ürdeki benzerl i ğe rağmen, iki devrimin il işkisini
ele alışta Marx-Engels i lc devri mci R us marksistleri arasında yine de teme l l i
bir fark l ı lı k vardır. B u fark l ı l ığın kaynağı teorik deği l fakat tari hseldir.
Marx ve Engel s ' i n R us devri m i n i hep bir Avrupa devri m i y le i l işki içinde
56
ele almalar ı n ın neden i , her seferinde ve son olarak Engels'in Sonsöz' ündc
açıkça i fade edildiğ i gibi, komünal R us topluluğunun tarihsel aki bcti, daha
doğrusu, kapilal ist gelişmeyle bir çözülme yaşamaksızın doğrudan doğruya
daha üst bir toplumsal ilişkiler sistem inin, komünist ortak mülkiyelin başlangıcı
olup olamayacağı sorunuydu. Marx-Engels bir yandan narodnik hayalleric mücadele
edi yorlar, fakat öte yandan onların taşıdıkları hayallerin tck olanakl ı yolunu
göstcriyorlard ı . Engels ' in J 875 ' dcki alay l ı deyişiyle, dünyası M i r ' i aşamayan
( M i r Rusça ' da hem "köy topluluğu" hem de "dünya" anlamına geli r) Rus
köylüsünde, kendi başına alındığında doğal olarak bir sosyal ist gelişme cıkeni
göremczdi Marx-Engels. Dolayısıyla onun bu olanağı ancak zafere u laşm ış bir
Avrupa proletaryasının önderliği ve aktif yardım ıyla bulabiieceği ni düşünüyorlardı.
1 894'dc bu olanağın artık iy iden iyiyc kaçırıld ığına olan inancını biraz örtülü
bir biçimde ifade eden Engels, "yine de bu topluluklan bir şey kalması isteniyorsa,
bunun ilk koşulu" diyerek sözü bir kez daha getirip Rus devrimine ve bu
devrimin Avrupa devrim iyle ilişkisine bağlıyord u. Bu hala kaynağı 1 870' 1crin
narodniklcri olan problcmin çerçevesinden soruna bakmak dcın ckti.
Rus marksistleri ise, bu tür bir problemc ilgi duymak bir yana , ortaya
çı kLikları andan i tibaren buna ilişkin tüm narodnik görüşlerle kıyasıya bir müca­
dele içinde oldular. Onlar Engels' i n sözlerini noktaladığı sıralarda ( 1 894),
yalnızca teoride değil fakat artık pratikte de, tüm d ikkatlerin i genç işçi sınıfına
yöncltm işlerdi b ile. Len in, aynı yıl iç inde kaleme aldığı kitabı n ı , Rus işçi
sınıfının "tüm demokratik öğelerin başını çekerek" mutlak iyeti dev i receği ve
"bütün ülkelerin proletaryas ıyla yanyana" kom ünist devri me yürüycceği
formülasyonu ilc noktalıyordu. Demek k i eski tanışına eski biçimiyle artık
tümüyle tarihsel geçmişin mal ıydı. Bundan böyle sorun yalnızca ve yalnızca
Rus proletaryasının Rus devrim ine i l işkin perspektifleri içinde bir anlam i fade
edebilirdi . Rus devriminin sorunları bundan böyle ancak proletarya ekseninde
ele alınabilirdi. Asl ında, Rusya ' da kapital i1.1ni n z.afcrini ve bununla bağlan tı l ı
olarak köy koın ününün kaçınılmaz çöküşünü zaten ilan etmiş olan v e bunu
Rus burj uvazisinin çarl ığa yamandığı ve kendi devriınci rol ünü oynayaınayacağı
tarihsel tespitiyle birleştirm iş bul unan Engels ' i n Sonsöz 'ünden ç ı kan biricik
mantıksal sonuç da, ancak bu olabi lirdi.
Rus marksi stleri arası nda ve özellikle Lenin ' i n şahsında buna ilişkin teorik­
pol iti k perspekti fler oldukça erken 'b ir tarihte oluştu. R us burjuvazisinin siyasal
yönden zay ı f, "aşağ ı l ı k ve korkak" k i m liğine işaret eden Rus Sosyal -Demokrat
İşçi Partisi Kuruluş Manifestosu'nda ( 1 898), "siyasal özgürlüğün elde edilmesinin
yükünü R us işçi sınıfı güçlü omuzlarında taşımak zorundadır ve taşıyacaktır
da" denil iyordu. Bu, işçi sın ıfının muazzam tarihi görevi olan sosyalizm uğruna
mücadele yolunda "atılacak önemli bir adım, ama yalnızca bir ilk adım"
olacaktır, diye de ckliyordu.
Gelgelelim, o güne dek, bcklcnmektc olan Rus devriminin toplumsal karakteri
ve dolaysız ilk görevleri üzerine aniaşmış bulunan Rus marksistlcri, 1 905 başında
devri min i l k olayları patlak verd iği andan itibaren , gel işmektc olan devrimin
57
temel sınıf dinami kleri ve öndcrligi ilc bununla bagı nıılı tüm öteki konularda,
derin bir ayrılık içinde buldular kendilerini. Parti içinde oluşmuş bulunan devrimci
ve oportünist kanatlar, Bolşevikler ve Mcnşcviklcr, Rus devriminin bu canalıcı
sorunları temeli üzerinde daha kesin bir kimlik ka:t.andılar ve aralarındaki bölünme
de dön ülmcz niteligini ası l bu aşamada kazandı. Yine konumuz bakımından
önemli olan tarihsel ve teorik konumuyla Trotski de, kendine özgü ara egitim ine,
bu sorunlara i l işkin görüşlerini oluştururken u laştı.
1 905 Devrimi'nin seyrinc paralel olarak şekillenen teorik-politik pcrspcktiflcr,
taşıyıcılarının bütün bir geleccginc damgasını vurdu. Gelişmektc olan dcvrimde
başlıca sınıfların (proletarya, köylülük ve liberal burjuvazi) yeri, rolü ve birbirleriyle
i lişkileri, devrime i l işkin perspekt i fierin ol uştuğu esas atandı. Bu sorun lara
verilccek yanıt yalnızca devrimin bu aşamadaki akibeti için dcgil, aynı zamanda
sonraki seyri, uluslararası etkisi bakımından da hayati öncmdcydi. 1 905 Devrimi 'nin
(bu "ilk prova"nın) scyrinc paralel olarak şekil lenen teorik-politik pcrspcktiflcr,
taşı y ıcıları nın devrimin gelecekteki olayları karşısında takınacakları tutum ve
davranışları aşagı yukarı daha o günden belirlem iş bul unmaktaydı.
Doğal olarak _kendimizi burada yalnızca yazımızın konusuna uzantıları
olan sorunlarla sınırlamak zorunday11..
1 905 Devrimi patlak verir vermez, burjuva demokratik devrim ilc sosyalist
devrim arasındaki yerinde teorik ayrım ı, pratikte ancak ony ıllarla <ışıl<ıbi lccek
bir Çin Scddi ' ne dön üştüren Mcnşcviklcrlc b<ışl<ıy<ılım. Menşcviklcrc göre,
burj uva dcmokmtik devrim, proletarya için kuşkusuz önem l i bazı yan sonuçlar
yaraısa bile, tam da burj uva toplumsal karakteri nedeniyle, esas olarak ancak
burjuva:t.inin işi olabili rdi . Proletarya ve bu amda bir değer t<ışıdıgı ölçüde
(zim onu tutarsız ve güvenilmez buluyorhırdı!) köylülük ise, tüm gücüyle burjuvaziyi
dcstck lcmeliydi. 1 905 'dc böyle düşünenler, 1 9 1 7'de de buna uygun davrand ılar.
Ş ubat Devrimi 'nden sonra, tüm güçleriyle iktidarı ele geçiren burj uv<ıziyi
destek lediler. Ekim Devrimi 'nden sonra, burj u v<ızinin safınd<ı ikt idardaki
proletaryaya k<ırşı savaştılar. 1 905 ' tc, Rusya gibi geri bir ül kede sosya lizme
geçi lemcycccğini; sosyalizme geçmek için gel işmiş bir k<ıpital izmc ve ileri bir
kül Lüre ihtiyaç olduğunu; belirsiz bir geleecktc bu sosyalizmi kurmak göreviyle
karşı k<ırşıya kal<ıc<ık güçlü ve egitimli bir proletaryanın ise, ancak bunların
bir yan ürünü olarak ol uş<ıbilccegini; tüm bu t<ırihsel önkoşull<ırın ise, <ıncak
burjuva devrimiyle iktidarı <ılac<ık olan burjuv<ızi tarafınd<ın ve onyıl larla ölçülen
uzun bir tarihsel dönem içinde yaratı labi lcccğ ini düşünüyorlardı . 1 9 1 7 ' de, tarihi
sürecin gerçek seyri bu bilgiççc şcınaya uymayınca, onu ll. Enternasyonal ' in
doktrincr kardi nallcriyle birlikte afaroz etmektc bir an bile tereddüt etmediler.
Mcnşcviklcrle ilgili bu kadarı yeterli. Zira onlar tam da tck ülkede sosyalizm
sorununun bir zorunluluk olarak bc lirdigi, ya da daha dogrusu, bu zorunlul ugun
olgunlaştıgı tarihte, k i bu yaklaş ı k olarak içsavaşın bitimine denk gelir, tarihin
dış ına atıl m ışlardı b i le. Dolayısıyla, konusu tck ül kede sosyalizm sorunu ve
tartışmaları olan bir yazıda, onlar, yalnızca düşüncelerinin sonraya kalan etkileri
ölçüsünde bir ilgi konusu olabili rler.
58
Rus devriminin gelecekteki tüm seyrinin baş siyasal aktörü ol ma onurunu
kazanacak olan Bolşev ikiere geçiyoruz. Kuşkusuz onlar da, geleceklerini belirleyen,
onları bu'geleceğe başarıyla ve m uzaffer bir biçimde taş ı yan perspektiflere,
m uhakkakki her yönüyle ve öğesiylc değ i l fakat en önem li ve kritik temel
öğeleriyle, temel d üşünce ve formülasyonlarının biçimsel yönleriyle değil fakat
d inamik özüyle, aslında daha 1 905 Devrim i ' n in sorun larını ele al ırken u laşmış
bulunmaktaydı lar.
Bu kendini somut olarak Lenin'in çalışmalarında gösterir.
B urjuva devri m inin sorunlarının devrimci çözüm yolunu savunmak, dolayı­
sıyla patlak vermiş bulunan 1905 Devrimi karşısında Rus l iberal burjuvazisinin
karşı-devrimci kon umunu açıklıkla tespi t etmek, başlıbaşına Bolşevizmi
Menşevizmden ayıran bir uçurumdu. Fakat bu kadarı, kökleri Engels'in Sonsöz'üne
uzatılabi lecek kadar eski bi r düşünceydi. Len in için yeni olmasa da, devrimin
sıcak olayları içinde çok daha kuvvetli, kapsam lı ve derinlikli bir anlam kazanmış
olan asıl düşünce ise, Rus proletaryasının yalnızca muazzam devrimci enerjisine
değ i l , fakat büyük önderlik kapasitesine olan inançLı. Burj uva demokrati k
devrime ancak proletarya ünderlik edebi lir, toprak ve özgürl üğe susamış geniş
köyl ü y ığ ı nlarını ancak o ardından sürüklcycb i l ir, demokratik devri m i olanaklı
tüm sonuçlarına ancak o vardırabilirdi. Devrimin sınıf önderliğine ve devrimc i
sınıf di nam iklerine bu bakış, beraberinde yalnı1.ca iktidar sorununun da bu
çerçevede ele al ınışını değil, fakat ayn ı zamanda, devrimin ilk aşamasından
ikinci aşamasına, demokratik devrimden sosya list devrime geçişin dinam i k bir
kavran ışını da gctirmektcydi.
Len i n ' in kon uya ilişkin temel eseri olan iki Taktik, hala m uzaffer bir
demokratik devrimin sonuçları üzerine geriye dönük, o güne kadarki geleneksel
bakışın izlerini taşıyan bazı düşünceler ve pasajlar içcriyordu kuşkusuz. Fakat
bu temel eserin bütününe egemen olan demokratik devrime ve onun bir sonraki
devrim aşamasıyla i l işki l erine sınıflar mevzi lenmesinin ve m ücadelesinin
d inamizminden bakma üstün lüğü, iki devrim arası ndaki yerinde teorik ayrı­
m ı n tarihsel pratik içinde bir Çin Scddi 'nc dönüştürülmesi olanağını dinam itl i­
yordu.
"Bugünkü devrimin kesin zaferi, demokratik devrimin sona erdigi ve sosyalisı
devrimin kararlı savaşımının başladıgı nokta olacakur" . Lenin "bugünkü devrimi"
ve onun yaratacağını öngördüğü iktidar biçimini, hep bu di namik bak ış i lc ele
al ır. Kendisi, y ı llar sonra Nisan Tezlcri ndc bazı sloganları dinamik içerikleriyle
ele almak yerine onları cansız formüllcrc indirgeycn "eski Bolşcvik lcr"e karşı,
İki Takıik ' tcn , proletaryan ı n ve ·köyl ülüğün demokratik dikwtörlüğünün "bir
geçmişi, ve bir de geleceği" olduğuna dair düşüncelerini akwrır. Devri min
sorunlarını ve sonraki tarihsel seyrini sınıflar mevzilenmesinden ve mücadelesinden
hareketle ele almak, beraberinde, demokratik devrimden sosya list devrime geçiş
sorununu, menşevi k bakışaçısında olduğu gibi iktisadi etkenlerden değ il, fakat
asıl belirleyic i olan etkenden, sınıfsal-s iyasal güç 'i l işkileri ve proletaryan ı n
hazırl ı k dcreecsinden hareketle ele alınayı getiriyordu. Len i n , iki Takti� ' te
·
'
,
59
1
egemen olan ve ondan yalnızca üç ay sonra kaleme alınan bir makalede* ise
açıkça form üle edilen bu bakışaçısın ı, y ıllar sonra, Kautsky i lc ün lü polcıniğinde
ve tam kendi geçmiş bak ışaç ısını oluınlaınak üzere yinel i yordu: Demokratik
devrim i lc sosyal ist devrim arasına "yapay olarak bir Çin Seddi çekmek, onları
proletaryanın hazırlık ve yoksul köylüler/e birlik derecesinden başka bir şeyle
ayırmak isıemek, Marksizmi şaşılacak derecede bozmak, alçalımak, onun yerine
liberalizmi geçirmek demektir." * *
Bolşevik devrim stratejisinin kurucusu Lenin 'de, Rus liberal burj uvazisinin
demokratik devrim karşı sındaki gerici konum unu, Rus proletaryasının ise aynı
devrim içindeki öncü devrimci rolünü saptamak, Rus köylülüğünün bu devrimdeki
muazzam devriınci rolünü gereğince değerlendirmek, onu yerl i yerine oturtınakla
bütünlcşiyordu. Bu son ctkcn,.�öylülük, gereği nce dcğcrlendiri leıncın iş olsaydı
eğer, B olşevik stratej i bir anda tüm anlamını yitirirdi. Az sonra kı saca değinece­
ğimiz Trotsk i, hiç de geleneksel olarak ve genel likle iddia cd ild·iği an lamda
değ i l , fakat kendine özgü bir biçimde Lam da bu alandak i zayıflığın larihscl bir
örneğidir.
Toplumsal karakteri ve dolaysız ilk görevleri bakım ından devrimin burjuva
demokratik niteliği konusunda aniaşmış görünen Rus marksistlcrinin, bu devrim­
de köylülüğün m uazzam toplumsal ağırlığı ve özel devri mci rol ü konusunda
yaşadı k l arı ayrılık, ilk bakışta an laşılmaz görünür. Bir kısım liberal yazarlar
ve tarihçiler bunu Menşev ik tcorisycnlcrin doktrincrliğine, daha aç ıkçası , Marx­
Engels ' in o güne kadark i bakışaçısına bağlıl ıkları na yararlar. Gerçekte i se bu
iddia, Menşcvik liderlerin kendi konumlarını böyle sunm uş o lmaları olgusu
dışında, hiç bir gerçeklik taşıma1.. Marx-Engel s ' i n Batıdaki scrflik il işkilerinden
kurtulmuş ve dolayısıyla tarihsel olarak kend i devri mci demokratik rol ün ü şu
ya da bu b içimde geride bırakmış bir "köylülük" hakk ında söylediklerini alıp
k ırsal yaşamında serilik il işki1crinin egemen olduğu Rusya 'ya uygulam<lk, Mcnşcvik
l i derler için doktrinerlik görünLüsünün ardına sak lanarak Marksizmi kaba bir
b iç i mde tahrif etmekten başka bir an lam taş ımaz. Ya da, yaln ızca, Narod izmin
köylül üğe i lişkin hayallerine karşı yerinde bir clqt iri dcn , Rus k ı rma egemen
serfl i k d üzen ini gözden kaç ı rmak ve köylül uğe karşı l i beral bir k üçümserneye
kapı l mak gibi saçma bir sonuca ulaştık ları anlamına gelir.
Rus devrimi, burj uva-demokratik toplumsal siyasal anlamını, tam da, Rusya'­
nın topl umsal yaşamında ezici bir ağ ırlığı ol u�turan serfl ik i l işkilerinin, bu
i l işkilerin temsilcisi feodal soyluların ve onların dayanağı çarlık rejiminin tasfiye­
si nde bul maktayd ı. B u , herşeyden önce , köylülüğün toprak kölel iğinden kurtul­
m ası, özgürleşmesi ve toprağa kavuşması demekti . Bu nesnel ihtiyaç Rus
köylül üğünün taşıdığı büyük devri mci enerj i nin ve Rus devrim inin seyrinde
oynayacağı özel rol ün de nesne l tari hsel-toplumsal temel iydi.
* Sosyal Demokrasinin Köylü H areketi Kar�ısındaki Tavrı, / 905 Devrimi Üzerine
Yazılar, Yöntem Yayınları, s. 1 82- 1 83
** Proleter Devrim ve Dönek Kauısky, B i l i m ve Sosyalit.m Yay ı n l arı, B eşinci
baskı (1 989), s. 87
60
B un u gözden kaçırmak, Rus burjuva devriminin asıl içeriğini gözden kaç ırmak,
pratikte ise devrimden kopmaktı. Menşeviklcrin anlayışında burj uva demokratik
devrim denilen şeyin gerçekte liberal bir anayasal reform un ötesine gcçememcsi,
bu açıdan şaşırtıcı d eğ i l dir. B u, devrimde önderl iği burj uvaz i y c b ı rakan
Menşeviklcrin .demokratik devrime i lişkin programlarının, gerçekte Rus liberal
burjuvazisinin anayasal reform program ıyla örtüşmesini de açıklar.
. Gecikmiş b i r burj uva devrim arifesindeki Çarlık Rusyası 'nda, "geri ve
cahil bir yığın" olarak gördükleri köylülüğe karşı liberal bir küçümseme d uymak,
Mcnşevizm 'de tipik bir eğilimdir. Ne var k i bunun gerisindeki asıl etken,
demek oluyor ki bu k üç ümsemenin gerçek hareket noktası, Rus proletaryasının
devrimci crıcrjisine ve önderl i k kapasi tesine, dolayısıyla bizzat kend isine
güvensizli ktir. B u güven boşl uğu, ya da R usya proletaryasına bu güvensizlik,
Rus burj uvazisine duyulan güvenle telafi edi l m iştir. Menşevii'. ınde asıl tipik
olan budur. Bolşevizmdc tipik olan ise, tersinden o larak, tam da bu açıdan,
Rus proletaryasına, onun, burjuvaziye rağmen ve köylülüğü ard ından sürükleyerek
Rus devrimine önderlik etme kapasitesine ve yeteneğine olan sarsılmaz güvendir.
B u güven sayesinde ve bu güvenden hareketledi r ki, Bolşevikler, l i derleri
Lenin' in şahsında, 1 90S ' tcn çok önce, daha en başından itibaren , burj uva devrim
arifesi ndeki Rusya'da köyl ülüğ ün bu devrimde sah i p olduğu çok özel toplumsal
ağırlığı ve taşıdığı büyük devrimci potansiyeli bütün kapsam ı ve derinliği ilc
görcbilmiş, devrim stratejisi içinde yerli yerine oturtabilmişlcrdir. Köylü sorununda
daha başlangıçta edi nilen bu üstünlüğü onlar, B olşevikler, Rus devriminin
bütün tarihsel seyri boyunca başarıyla dcğcrlcndirınişlcrdir: Bu onlara, emperyalist
savaşı i zleyen devriınci dalgan ı n geri çek ildiği ve proleter devri min Rusya' da
yal n ız kald ığı bir cvredc, köy lülüklc i l i şk ilerde yeni poli tikalar geliştirerek
iktidarı koruma ve giderek onu sosyalist inşa m ücadelesinin içine çekme olanağı
sağlam ıştır. B urada sorun, Trotski 'nin en son ( 1 939) yaz ı larının birinde ortaya
koyduğu gibi, hiç de kendi başına alındığında "köylül üktc bir sosyalist gel işme
etkeni" görüp görmemek değildir.* Sorun, devrimin her ayrı geli şme evresinde,
öncü devrimci sını f olarak proletaryan ın, köy lülüğün (onun fark lı tabakalarının)
d urumunu doğru değcrlcndirebilmcsi ve bu değerlend i rmeye dayalı bir pol i tika
i lc ona başarı yla ünderlik edcbilmcsidir. Dolayısı yla, bir kere daha sorunun
* Lenin'in hiçbir zaman "köy!Ulükte bir sosy alist gelişme etkeni görmediği"ni
yazan Trotski, yine d e şunları belirtmek ihtiyacı duyar: "Şüphesiz, köylülüğe ilişkin
klasik Marksist anlayışın hatalı çıkıp çıkmadığı sorusu sorulabilir . Bu konu bizi bu
makalenin sınırlarını aşmaya götürür. Şu kadarını söylemek yeter ki, Marksizm köylülüğü
mutlak ve durağan bir karaktere sahip sosyalist olmayan bir sınıf olarak asla
değerlendirmemiştir. Bizzat Marx, köylünün yalnızca boş inanç/ara sahip olmayıp düşünce
yeteneği de olduğunu söylemiştir. Değişen şartlarda bizzat köylülüğün de niteliği değişir.
Proletarya diklatör/üğü rejimi, köylülüğü etki/emek ve onu yeniden eğitmek için geniş
olanaklar açmıştır. Bu olanakların sınırı henüz tarih tarafindan tüketilmemiştir. " (L.
Troıskiy, Rus Devriminin Oç Kavranışı, Sonuçlar ve Olasılıklar içinde, Kardelen Yay.
s . 1 28)
61
özü, proletaryanın önderlik kapasitesi, başta köyl ülük tüm ez ilen sınıf ve
tabakaları ard ından sürükleme yctcncgidir.
Köylülük sorun u , Trotsk i 'nin değerlendirmede genellikle başarısız kaldıgı
temel sorunlardan biridir. Devrimin ve içsavaşın sınıf ilişkilerini ve tüm sınıfların
davranışlarını alabildiğine saydamlaşlırdıgı tarihsel dönemler dışında, köylü
sorunu , Trotski 'nin hep zayıf kaldığı bir sorun olmuştur. Bu zayıflık daha
1 905 Devrim iyle başlar. Rus liberal burjuvazisinin devrim karşısındaki gerici
konu m u i le R us proletaryasının devrim içindeki devrimci rol ü konularında, bu
iki temel sorunda, tartışmasız bir açıklıga ve devrimci tutuma sahip olan Trotski,
köylülüğü devrimci strateji içinde doğru bir yere oturtamaz. Doğal olarak bu
onu devrimin gelişme seyri ve demokratik devrimde� sosyalist devrime geçişin
sorunları konusunda da karışıklığa i ter.
Trotski 'nin köy lülük sorunundaki zayıflığı, en azından 1 905'te, hiç de
iddia edilegeldiği gibi burj uva devriminde köyJü sorununun taşıdığı özel önemi
gözden kaçırınasında degildir. B unu görmek için Sonuçlar ve Olasılıklar'a
bakmak bile yeterli . Fakat tam da bu temel eserin kendisidir ki, köylü sorununun
özel önem ini gözönünde bul unduran Trotski 'nin, bunu, köyl ül üğün bir sınıf
olarak burjuva devrim inde oynayacağı toplumsal-siyasal rol ün devrim s tratejisi
içindeki yerini gereğince değerlendirmekle birleştirerned iğini kanıtlamaktadır.
Bu eserde, köylülük bize, bağımsız bir sınıf olarak davranma yeteneğinden
yoksun olduğu şeklindeki doğru bir değerlendi rmeden hareketle fakat b undan
çıkarılan yanlış bir sonuçla, genell ikle edilgen bir güç olarak sunulur. Proletarya
kamrlılık!a savaşacak, iktidarı alacak, köylülügün istemlerini karşılayacak, böylece
onun destegini alacaktır. " iktidardaki proletarya, köylülüğün önünde, onu kurtar­
mış bir sınıf olarak duracaktır." Orijinal inde i talik olarak yeralan bu sözler,
Trotski 'nin bakışaçısıni özetler. Fakat wm · da bu ele alış devrime i l işkin bir
stratejik ç izgiden yoksuniuğu anlatır.
Köylü sorununun özel ağırlığı ilc, köylülüğün bu sorundan kaynaklanan
b üy ü k devrimci enerj isi ve bunun d evrim stratej isi içindeki yeri, ik,i farkl ı
şeydir. Trotski 'de b u ikincisi tüm üyle yok deği lse d e son dcreec belirsiz ve
bulanıktır. Lenin'in stratejik çizgisi köy lülüğün devrimci kapasitesini görmeyi
ve önden, devrim zafere ulaşmadan ve tam da devri m i zafere u laştırmak i ç in ,
değerlcndirmcyi öngörür. Trot.ski'dc ise sorun, savaşıp iktidarı alacak işçi sınıfının,
i ktidardaki bir s ı n ı f olarak, toplumda özel bir ağırlığı oluşturan kiiylülüğün
desteğini nasıl · a lacağı biçimine bürünür. Sorunu böyle koymak, mantıksal
sonuçlarına götürüldüğündc1 önderliği, itti fakları ve dolayısıyla devrimin zaferini
olanaksız kılmaktır. Zira devrimin yedekleri sorunu devrimin kaderi sorunudur.
Ö nderlik yalnızca önden gi tmek değ i l , fakat beraberinde devrimin zaferi ve
iktidarı garantilcyccck güçleri (müttefikleri) sürüklcycbilmektic S tratej ik ç izgi ,
buna i l işkin bir açıklığı anlatır. Trolski bundan yoksundur.
Fakat asıl önemli nokta şudur k i , müllefiki doğru dcğcrlendircmcmck,
aslında, öncünün iinderlik fonksiyonunu gereğince değcrlcnd ircmcmckle dolaysız
olarak bağlantılıdır. B u i k i zaaf birbirini tamamlar. İ şç i sın ı fının devrimci
62
rolüne ve kapasitesine yaptıgı tüm kuvvetli vurgulara ragmcn, Trotski 'nin kendine
özgü konumuna menşevik bir yön kazandıran da gerçekte budur. Başta Lenin
bolşeviklerin onu bir yarı-menşevik olarak nitelemeleri boşuna deği ldir. .
Trotski 'nin köyl ülüğe ilişkin zayı flıgı zaman içinde hafiflcmcdi, tersine
pek işti. 1 9 1 5 ' te, "son on y ı l boyunca köylülük içinde ltiç durmadan i lerleyen
sınıf ayrışması" gerekçesiyle ve Rusya'da proletaryanın burjuva ulusla başbaşa
kaldıgı, bir demokratik devrimin artık imkansız oldugu yeni argümanıyla birarada
iyice silikleşti. * Oysa y ı l lar sonra, Sürekli Devrim başlıklı kitabında, iki yıl
sonrasının ( 1 9 1 7'nin) tarihsel bilançosunu, temel bir yönüyle ve tüm üyle dogru
olarak, şöyle özetler: "Tarım sorununun bütün toplumun hayati açısından sahip
olduğu belirleyici önem ve köylü devriminin korkunç derinliği ve herşeyi silip
süpüren yaygın/ığı olmaksızın, Rusya' da proletarya diktatörlüğünün sözü bile
edilemezdi."
Kendisinin o güne kadar ki zayıflıgını bu kadar güçlü bir biçimde sergi leyen
tarihsel olguyu açıkça ifade ederken Trotski 'nin tck tcscllisi, köylülüğün bagımsız
bir rol oynayamadıftı, fakat amaçlarına ancak proletarya önderl iğinde ula�abildigi
idi. Fakat bu, köylülüğün bagımsız bir rol oynamadaki nesnel yctcncksizligi,
gerçekte Trotski'nin kendine kurdugu bir tuzakur. Zira Trotski bundan hareketle
her zaman köylülüğün devrimci önem ini küçümseme yaniışına düşm üştür.
-Köyl ülügün sınıfsal konumu ve karakteri gereği bağımsız bir güç olamadığı
bir gerçektir. Fakat bizzat Rus devrim inin tüm tarih i , onun basit bir eklenti de
olmadıgına, devrimci dönemlerde etkin bir devrimci güç olarak ortaya ç ıktıgına,
.olayların seyri içinde politik ağı rlığını ve etkisini kendi tarzında hep gösterdiğine,
kendi örgütlenmelerini yarattığına (asker ve köylü sovyetleri), yürütlüğü etkin
savaşımın küçük-burj uva partiler (sosyalist-devrimciler) şahsında etkin bi r' siyasal
i fade bulduguna, tan ıklık eder. Ekim Devrimi 'yle taçlanan tarihsel süreç, o
"kısa" Ş ubat-Ekim arası, tüm bunlara tanıklık eder. Bu ön süreci atlayar.ık
Ekim Devrimi 'ni anlamaya ve anlamiandırmaya çalı�mak ise bcyhude bir çabadır.
Trotski bunu atlayabi ldigi içindir k i , Ekim Devrimi 'nden on y ı l ı aşkın bir süre
sonra bile, hala 1905'te formüle edilen "sürekli devrim ıeorisinin ıarihsel
öngürüsünün olağanüstü bir kuvveıle doğrulanı şı ndan sözedebilmekted ir. * *
Tarih, Trotski.' n in, proletaryan ın iktidarı gelişmiş ülkelerden önce R usya
gibi geri bir ülkede ele geçircbi leceğ inc il i�kin öngörüsünü, gerçekten parlak
bir biçimde dogrulamıştır. Fakat aynı tarih, bunun tam da, proletaryanın, köylülüğün
devrimci enerjisini doğru değerlendirmesi ve ondan en iyi şekilde yararlanması
durum unda olabileceğini de "olaganüstü bir kuvvetle" doğrulamı ştır. B izzat
Trotski 'nin de yalnızca iki satır üstte belirLLiği gibi, "Rus prolctaryası, dev
köylü ayaklanması dalgası üzc�inde iktidara yükseldi". Fakat Trotski 'nin stratejik
"
* İktidar Mücadelesi, Sonuçlar ve 0/asılık/ar ' a e k (s. 1 07 - 1 08)
Trotski b u makaledeki açık zaafını, "epiwdik" b i r h ataya indirgcycrck, Sürekli
Devrim'inde kabul eder. (Köz Yayınları, 1 976, s .64)
** Sürekli Devrim, s . l 2
,
63
çizgisinin (eger böyle bir çizginin varlıgından sözed ilebilirse) hesaba katmadığı
tam da buydu. Rusya gibi, burjuva devrim süreci içindeki bir köy l ü ülkesinde . . .
1 905 Devri m i ve Avr u pa
Ş i m d i artık bu aynı dönemde, 1 905 olay iarına paralel olarak, devrimin
u luslararası cephesine i lişkin olarak ortaya konan perspekti fiere geçebiliriz.
B u alana i lişkin perspektiOer devri m i n iç cephesine göre çok daha sade bir
görünüm sunar. Z ira söylenenler M arx-Engels ' i n Rus siyasal burjuva devrimiyle
Avrupa sosyalist devrim i arasındaki i l işkiye dair klasik formülasyon larının
çerçevesini aşmaz: Avrupa'daki bir sosya l ist devrimin başlangıcı olabilmek,
Rus devriminin demokratik aşamasından sosyalist aşamaya geçebilmesinin
önkoşuludur.
Mcnşcviklcr, sah formüllcrc bağl ıl ıkL<ın olma l ı , dcvrimdc burj uvaziy i aşan
bir inisiyatif göstcrmeyi, tümüyle bu koşula bağlar: " Yalnızca bir durumda
sosyal-demokrasi kendi inisiyatifine dayanarak, gücünü, iktidarın ele geçiri/mesine
ve olabildiğince uzun süre elde tutmasına yalnızca bir durumda -yani, devrimin,
sosyalizmin gerçekleşmesi için koşulların daha şimdiden belli bir olgunluk
düzeyine ulaşmış olduğu Batı Avrupa' nın gelişmiş ülkelerine yayılması durumunda
-yöneltmelidir. " *
Trotski ise proletaryanın iktidarı ele geçirmesin i değil fakat elde tutmasını,
"geçi c i egemenliğini sürekli bir sosyal ist diktatörlüğe dönüştürınesi"ni, Rus
devriminin A vrupa ' da bir proleter devrimin başlangıcı olması k lasik formül üne
bağlar. "Kendi kaynakları ile başbaşa bırakıldığında R us işçi sınıfı, köylülük
kendisine sırtını döndüğü anda, karşı-devrim tarafından kaçınılmaz olarak
ezilecektir. " Dolayısıyla Trotski , proletaryan ın i ktidarı ele gcçirıncsini, "Rus
burjuva devrim i n in şartlarının _geç ici konjonktürü" i l c aç ıklar ve bunun kalıcı
hale dönüşmesin i i se tümüyle Avrupa devrim ine bağlar. * *
Trotski ' de b u tam bir kesinlcmcdir. İ l k planda "politik engcllcr"lc aniaşılsa
bile, hemen ardından, R usya'nın "teknik gcriliği" engeli ilc i l i şki lendirilir.
Trotski, "tek n i k gcri l iği" proletaryanın iktidarı ele geç irmes ine enge l görmeyi
materyalizm in kuru bir ekonom izmc indirgernesi sayar ve bu Menşcvik bakışı
redd eder. Fakat geri bir ülke olan Rusya'da iktidarı ele geçirmiş proletaryan ın,
kendi başına kaldıgı takdirde, yalnızca ilk elden ortaya ç ıkacak siyasal engellerden
değil, fakat bunun yanısıra, teknik gerili kten dolayı da sosyalist devri mde
i lcrlcyemeyeceğini ifade eder. 1 905 ' te bu dii�ünccnin ikinci kısmını savunmak
son dcreec doğaldır. Fakat bu dönemk i kcsiıılcınenin gücü Trotski 'nin bil incinde
öyle derin izler oluşturur ki, Rus devriminin gelecekteki seyrinin ortaya çıkaracağı
ve kuşkusuz Trotski'nin de görüp hesaba kaunazlık cdcmcycccği tarihsel olanaklara
·
*
Aktaran Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin lki Taktiği, Sol
Yayınları., 5. baskı, s.95
** Sonuçlar
64
ve
Olasılıklar, s.92, 1 02, 1 03
ragmcn, onda, yalnız kalan Ekim Devrimi'ne karşı bir güvcns iz ligin temelini
oluşturur. Trotski ' n in tck ü lkedeki sosyalizm çatışmasındaki platformu , onu
gerisin geri Mcnşevizmc yaklaştıran bu düşünsel m irasın dolaysız etkisi allında
şekil lenir. Fakat I 905 ' tcki kcsinlcmenin daha 1 905 ' teki ası l zay ıflıgı, bir kez
daha, Trotski'yc özgü olan alanda, devrimin öncüsü i şç i sın ıfının köylülük le
i ttifakının olanaklarını degcrlendirememekte yatmaktadır.
.
For m ülasyon planında ayn ı dönemde Lenin ' de de benzer kesinlerneler
vardır. Örnegin Len in, "Eger sosyalist A vrupa proJetaryası Rus proletaryasının
yardımına gelmezse, tek başına Rus proJetaryası için bu kavga, hemen hemen
umutsuz olacaktır ve Rus proletaryasının yenilgisi, Alman Devrimci Partisi 'nin
1849-50 yıllarındaki ya da Fransız proletaryasının 1871 yılındaki yenilgisi
gibi kaçınılmaz olacaktır" , diye yazabilmektedi r.* Bununla birlikte, Len i n ' i n
k onumu, y ine de temelden fark l ıdır. Trotski 'nin proletarya d iktatörlügünü
korumaktan, Lenin 'in ise zafere ulaşmış demokratik devrimden sosyalist devrime
(dolayısıyla proletarya diktatörlüğünc) geçişten sözetmesi bir yana. Daha öneml i
v e öze il işkin olanı, Lcnin'in, devrim in uluslararası cephesine i l işkin bu t ü r
k esinlernelere ragmen, gerçekte, h e m demokratik devri m in zaferine v e h e m d e
bu devrimden proleter devrime geçişe (dolayısıyla sosyalist devrim in zaferine)
ilişkin stratej ik ç izgisinde, toplumun iç sın ı fsal güç ilişkilerini esas almasıdır.
Marx-Engel s' in formülasyonunu 1 905 boyunca çok tekrarlayan ve onu
daha 1 9 1 7 ' ye kadar da koruyacak olan Lenin ' in, soyut genellemelerinde sorunu
böyle koyuyor olması tartı şmasız bir gerçek olsa bile, devrimin sorunlarını
sınıf ilişkilerinin ve mücadelesinin diyalektiğinden giderek ele aldığı her durumda,
bizi aslında farklı bir sonuçla yüzyüze bı�aktığı da bir gerçektir. Bu az önce
de ifade edildiği gibi, devrimin tüm gelişme aşarnalarına i l işkin sorunları,
toplumun temel sınıf i l işkileri üzerinde temel iendirmesi nden, stratej ik ç izgisini
bu çerçevede formüle etmesinden dolayıd ı r.
B u sözler, devri m in ilk aşaması içind ir, fakat yine de Len in ' i n sorunlara
bakışı yönünden tipik ve açıklayıcıdır:
"Elbette Rusya' da iktidarın elde tutulması olanağı, Rusya' nın kendi toplumsal
güçlerinin bileşimi ile, ülkemizde şimdi yeralmakta olan demokratik devrimin
koşullarıyla belirlenrnek durumundadır. . . . Eğer cumhuriyet ve demokrasi uğruna
savaşımımızda proJetaryaya olduğu kadar, köylülüğe de dayanmamış olsaydık,
iktidarı elde tutma umudumuz olmazdı" .
Lenin'in Ş ubat Devrimi 'nden sonra ortaya koyduğu, daha doğrusu gündeme
aldığı stratej ik çizgiye de, buradaki bakışaçısı hakimdir. Fakat sosyalist devrime
i lişkin bu stratej ik çizgi, daha tam da 1 905 ' te, en net biçi mde formüle ed ilmiş
bulunuyordu: Devrimin öncüsü proletarya, tüm köylülükle birlikte demokratik
devrimin, yoksul köylül ükle birlikte sosyalist devrimin za feri için mücadele
etmeliydi.
Lenin ' in soruna toplumun temel sınıf ilişkilerinden giderek bakmak üstünlüğü,
*
/ 905 Devrimi Üzerine Yazılar, Yöntem Yay . , s . 224
65
hiç de "kendine yeterlilik" biçimindeki dar bir ulusal bakışaçısından kaynaklanmaz.
Len i n'de bu bakışın zerresi yoktur. Sözkonusu olan yalnızca devrimin iç g üçleri
ile u l uslararası güçleri arasındaki i li şkiyi dogru bir temelde ele almaktır. B u
aynı zamanda, 1 9 1 7 v e sonras ın ı n tarihsel olaylarıyla da kanı t1andıgı gibi,
proleter enternasyonalizminin temel gereklerinden birinin dogru bir temel üzerinde
kavranmasının ifadesiydi. Işte daha Qlayların başında, 9 Ocak'tan kısa bir süre
sonra, 1 905 Martı'nda, Lenin' i n devrimin iç d i nam i1.mine ve onun uluslararası
devrimle ilişkilerine dair bakışaçısına bir başka örnek:
"Siyasal durgunlugun uyuşturucu ortamı ve barışla geçen onyıllara oranla,
proletarya ile köylülügün devrimci diktatoryası altında geçen aylar içinde ç ok
daha b aşarılı olacagız. Eger 9 Ocak'tan sonra Rus işçi sınıfı, siyasal kölelik
k oşulları alıında bir milyon proleıeri saglam, disiplinli ve t oplu bir eylem i çin
nasıl seferber edebilmişse, belirli bir devrimci dem o kratik diktatorya altında
da, milyonlarca kent ve kır yoksulunu harekete geçirerek, Rusya' daki siyasal
devrimi A vrupa' daki s osyalisı devrimin başlangıcı yapabilecektir . " •
"Proletarya i le köylülügün devri mc i demokratik d iktatörlügü"nün, tam da
Nisan Tez leri nde yine Lenin'in söyledigi gibi, "kendine özgü" bir biçimde
'
gerçekleşmiş olması dışında, Lenin ' in yukarıdaki sözleri , aşagı yukarı devrimin
Ş ubat-Ekim 1 9 1 7'dcki seyrini ve buna ilişkin o günkü perspektifi, daha 1 905'te
bildirmiş oluyor.
Fakat kuşku yok ki tüm bunlar, 1 905 ' teki Len i n ' i n berrak bilincini degil,
fakat sayısız biçimde ifade edilmiş, karmaşık ve yer yer çelişk ili düşünsel
çabasının, gelcccgc kalan dinam ik özünü göstermek bakımından bir anlam
i fade eder.
Leni n'de bununla çelişkili olan, dahası, daha önce de örneklcndigi gibi,
devrim Avrupa'da proletaryanın zaferine yolaçmadıkça, sosyalist devrimin zaferi
bir yana, Rus proletaryasının demokratik devriminin zaferiyle elde cuigi mevzileri
bile koruyamayacağına dair epeyce söz ve form ülasyon vardır. Lenin 'in düşünsel
konumunun yüzeydeki görünümü i lc dcrinindeki dinam ik öz arasında bel li bir
mesafeni n varlıgıdır ki, Ş ubat Devrim i ' nden sonra, S talin de içinde Bolşevik
öndcrligin bir bölümünü ciddi bocalamalar..ı itcbilmiştir. Rikov Nisan Konferansı 'nda
Lenin'in karşısına, tam bir mcnşcvik bakışaçısı ilc, Rusya'da sosyalizmin iktisadi­
kültürel koşulları yoktur, dolayısıyla sosyalist devrime geçiş sloganı yanlıştır,
diye çıkabilmi ştir.
Emperyal izm çag1 ve devrimin sorunları
Len in, Dünya Siyasetinde A lev A labilecek Maddeler başlığı ilc 1 908
Agustosu 'nda kaleme aldığı yazısına şu sözlerle başlar: "Çeşitli Asya vç A vrupa
ül kelerindeki devrimci hareketler son zamanlarda agır/ıgını öylesine duyurmaya
başladı ki, uluslararası proletaryanın savaşımında, yeni ve öneeye ba kışla
* 1 905 Devrimi Üzerine Yazılar, s.75-76
66
daha yüksek bir aşamanın oldukça belirgin çizgilerine tanık 'oluyoruz. "
Kautsky ise, ertesi yıl yayınlanan kitabında, yeni çagı, devrimler ve savaşlar
çagını ilan ediyordu.
Oysa kısa bir süre önce meydana gelm i ş 1 905-1 907 R us devrim i sırasında,
Dogusu ve Batısıyla dünya, henüz fazlasıyla sessiz bir görüntü sunuyordu.
1904 Rus-Japon savaşı ile onu izleyen 1 905 Devri m i 'nin, gerçekte, 1 870 Fransız­
Alman savaşı ile onu izleyen Paris Komünü'nden beri yaşanmakta olan sessizli�in
(kapitaliz m i n bu "barışçıl .. gelişme dönemi nin) artık geride kaldıgının kesin
bir işareti oldugu, ancak 1 905 Devrimi olayları yatıştıktan sonra, g itgide daha
açı k görülebildi. Böyle olunca, 1 905 Devrim i 'ne i l işkin sorunlar, emperyalizm
çagının içten içe keskinleşmektc olan temel çelişkileri çerçevesi içine yerleştiriterek
deg i l , fakat bel i rg in biçi mde Rusya toplumunun kendi ı.arihsel biriki m i ve
topl umsal i lişkileri çerçevesinde ele a l ı ndı. Hala daha çok Avrupa'yla sınırlı
görülen dünyaya da Rus devriminin sorun ları üzerinden bak ı l ıyordu. Hep
vurguladıgımız gibi, Avrupa devrim iyle kurulan ilişki, somut tah lilc oturan bir
beklentiden çok, Marx-Engels ' in görüşlerinin genel ve soyut bir tekrarıyd ı .
B un un bir yansıması olarak, sosyal ist devrime geçiş için Avrupa sosyalist
devrim i önkoşulu, ayn ı şekilde, soruna hala emperyalizm çag ı n ı n il işkileri ve
çelişkileri çerçevesinden bakılamadıgına bir göstergedir.
Yeni bir çaga, emperyalizm çagına giri ldigi, o güne dek kendini daha
çok, m uazzam iktisadi gelişmelerde ve dünyanı n (bir iki istisna olay dışında)
barışçıl paylaşımı demek olan sömürge yagmasında göstermişti. B irinci Rus
devriminin yen i lg isini izleyen dönemde dünya sahnesinde h ı zlanan olaylar ise,
emperyalizm çagının aynı zamanda savaşlar ve devrimler çagı demek oldugunun
i lk öneml i i şaretlerin i vermeye başlad ı . Asya'nın uyanışı , m i liı.a rizm, dünya
savaşı hazırlıkları, başlamış b ulunan bölgesel savaşlar (örnegi n Balkanlarda)
ve nihayet, birinci emperyalist dünya savaşı ... Artık şu veya bu ülkede devrimin
sorun larına bu yeni çagın temel gerçeklerinden gidilerek bakılabi l i rdi. Ve bunu ,
herkesten önce v e en i y i b i r biçimde, "devrim i n agırlık merkezi"ni oluşturan
bir ülkeni n , Rusya'nın devrimcileri, onların gerçek temsilcileri olan Bolşevikler,
Len in şahsında başard ılar.
Lenin'in emperyalizm üzerine bilimsel teorik çalışmaları, her zaman, devrimin
sorunlarına i l işkin politik sonuçlarıyla sıkı sıkıya baglantılı oldu . Ya da daha
dogru ve tam bir i fadeyle, Lenin, yeni çağın teorik incelenmesine, tam da,
pol itik sorun l arın aldığı yeni m uhteva ve biç i m i açıkl ığa kavuşturmak üzere
yöneldi. B i r çok sorun , savaş, barış, ulusal sorun, sömürgeler sorunu, demokrasi
ve n ihayet tüm bunları bir arada kapsayan proletarya devrimi sorunu, emperyalizm
tah l i l i temeli üzerinde, yeni çaga uygun bir biç i m ve içerik kazandı lar. Eskiden
daha çok Rusya üzerinden tartışılan sorunlar, bundan böy le değişmez bir biçimde
dünya sahnesi üzerinden, evrensel bir çerçeveden tartı şılıyordu. Rusya ise,
artık güçlü bir biçimde kavranmış bulunan emperyalist zincirin en zayı f halkası
olarak, kendine özgü yerini ve an lam ını buluyordu.
Emperyalist savaş ve onunla başlayan genel bunal ı m orta m ı , bu tür bir
67
teorik siyasal çabanın ortaya verimli sonuçlar çıkarmasına uygun bir tarihsel
ortamdı. Zira dünya savaşının yolaçtıgı bunalım, yeni çağın gerçek eğilim lerini ,
çelişkilerini, karakteristik görüngülerini açığa çıkardı . Onları örten perdeyi
yırtarak daha net görülebilir hale getirdi. B ununla birl ikte, hemen ekiemeliyiz
ki, b u tüm sorunlarda ve aynı düzeyde olmadı, olamazdı. Bir kısım sorunlarda,
özellikle de proletarya devriminin bazı sorunlarında, elde edi len ilk teorik
sonuçların netleşmesi , yerli yerine oturması, olgunlaşması , anca� Ekim Devrimi
ve onu izleyen dünya olaylarının, uluslararası devrimci dalganın ve sonuçlarının
yarattığı açıklıklarla olanakl ı olabi ldi . Nitekim tck ülkede sosyal izm sorunu
da, Lenin bunu daha 1 9 1 5 ' te genel planda öngörmüş olsa bile, gerçek ve
somut anlamını, ancak Ekim Devrimi 'nin Rusya 'da yalnız kalmasıyla bulabildi.
1 9 1 7' dcn 1 920 sonuna kadar, baş-ta Bolşevikler dünya kom ünist hareketi hiç
de tck ülkede sosyalizmi değil, fakat dünya dc�rim ini düşünüyor, konuşuyor,
bunu umuyor ve bunun için mücadele ediyorlardı. 1 9 1 5 Ağustosu 'ndaki öngörüsüne
rağmen (ki bunu 1 9 1 6 Eylülü 'nde yinclcm işti), Len in de, aynı döncmdeki
yazılarında, genel bir eğilim olarak , hep Avrupa devrim i sorunu üzerinde durdu.
Kendisinin de değişik vcsilclcrlc söylediği gibi (buna daha sonra değineceğiz),
dünya savaşı ve genel bunalı m koşullarında, olayların yolaçtığı genel devrimci
d urum ortamında, başka türlü düşüncmcz ve davranamazdı.
Dolayısıyla, Stalin, 1 924 Aralığı'nda, tck ülkede sosyal izm sorununu ortaya
attığı ve ona teorik bir temel kazandırmaya çal ıştığı ilk kapsamlı makalesinde
(Ekim Devrimi ve Rus Komünistlerinin Taktiği) şunu iddia ederken , soruna
atfcniği teorik içeriği şimd ilik bir yana koysak bi le, yine de, ı.arihsel gerçeklerin
hay l i uzağında kal ır:
"Daha savaş sırasında Lenin, emperyalist devletlerin eşitsiz gelişmesi
yasasına dayanarak, oportünistlerin karşısına, kendi proletarya devrimi teorisini,
tek ülkede -bu ülke kapitalist bakımdan daha az gelişmiş olsa bile- sosyalizmin
zaferi teorisini çıkarmıştır. " *
Gerçekte S talin, Ş ubat Devrim i sonrası tarihsel olay ların 1 9 2 1 başında
aldığı ve 1 923 yılı son!lnda kcsinleştirdiği (Lenin tarafından daha erken bir
tarihte, fakat Komintcm tarafından ancak 1 924 ortasında tüm öğeleriyle tanımlanan)
somut bir tarihsel durumun ışığında, Lenin' in savaş dönem i teorik çabasına
özel bir anlam atfcdcrck konuşuyor. (Bu atfın Stalin' de kazandığı kendine
özgü içeriği daha sonra ele alacağız.)
Genellikle bil indiği gibi, bu iddianın temel hareket noktası, Lenin ' in 1 9 1 5
Ağustosu ' nda kaleme aldığı ve tck ülkede sosyal izm tartışmaları çerçevesinde
büyük bir ün kazanan, A vrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine makalcsidir.
Lenin makalesinde, "Eşitsiz ekonomik ve siyasal gelişme, kapitalizmin mutlak
yasasıdır. Böylece, sosyalizmin zaferi önce birkaç, ya da hatta yalnızca bir tek
kapitalisı ülkede olanak/ıdır" , demektedir. Tck ülkede sosyalizmin teori leştirilmesi
çabası içinde ve buna Lenin'den teorik dayanaklar bulmak kaygısıyla, "sosyal izmin
*
68
Eser/er, C.6,
İntcr Yayınları,
s .334
zaferi" ifadesine sonradan yüklenilen özel anlama şimdilik yalnızca deginmekle
yetinebiliriz. Lenin'in ifadesi, iktidarın alınması, kapitalistlerin m ülksüzleşlirilmesi
ve üretimin bu yeni iktidar ve mülkiyel il işkileri temeli üzerinde bir ilk yeniden
örgütlenmesi s ı n ırlarını hiç b i r b i ç imde aşmaz. B u n u genelde düşünüp
düşünmediginden bag�msız olarak, bu makalenin kendi sınırları içinde, Lenin' in
sözleri asla, kendisine atfedilen anlamda "tam bir sosyalist toplum"un kuruluşu
anlamına gelmez.
Bununla birlikte, çarpıtılmış yorumu bir yana bırakılsa bile, Lenin'in makalesi,
yine tam da tek ülkede sosyal izm sorunu çerçevesinde taşıdıgı çok özel teorik
ve tarihsel önemi kaybetmez. Zira Lenin makalesinde, proleter dünya devrimi­
nin sonraki gelişme seyrini ("önce birkaç, ya da hatta yal nızca bir tck kapitalist
ülkede ...") isabelli bir biçimde öngörmekle kalmaz; kurulan ilk sosyalist cumhuri­
yetin (ya da cumhuriyetlerin), uluslararası devrimci sürecin yeni ve etkin bir
öğesi olarak rol oynayacagını, proleter sosyalizme bağlı kalacaksa oynaması
gerek tigini, kaldı ki (aynı konuya dcginen bir öteki makalesinde ifade euigi
gibi) kapitalist ülkelerle kaçınılmaz çatışmasının bunu zaten zorlayacağını bildirir.
Lenin'in birinci öngörüsü, yalnızca Ekim Devrimi'yle degil, dünya devri m
sürecinin sonraki bütün bi r gelişme seyriyle de, genel olarak dogrulandı . Dünya
devrim i süreci, her seferinde en zayıf halkasından ol mak üzere, emperyalist
zincirin zamana yayılan bell i aralıklarla kırılması biçiminde yaşand ı .
İkinci öngörüye, sosyalist cum huriyet y a da cumhuriyetierin b u gelişme
süreci içinde oynadıkları tarihsel role gelince. Bu, başlangıçta öngörülen biçimde
gerçekleşm iş, fakat gitgide zaman içinde çelişkili etki leri olan bir faktöre
dönüşmüştür. B ir noktadan sonra ise, nesnel bir etken olarak önemini bir yönüyle
ve sürekli azalan ölçülerde hep korumakla birlikte, öznel planda devrimci
sürecin önünde bir engele dönüşebilm iştir. Sosyalist cumhuriyetin ya da (ikinci
savaş sonrasından itibaren) cumh uriyetierin uluslararası politikası, proleter
enternasyonal izmi temel i lkesinden barış içinde birarada yaşama temel ilkesine
doğru yaklaştığı ölçüde, bu böyle olmuştur. Tarihsel bir geçmiş gibi görünen
tek ülkede sosyalizm sorununun bugün bizim için bu denli önem li bir sorun
niteliği taşıması, tam da bu tarihsel pratik ve onun geriye bıraktığı olum suz
mirastan kaynaklanmaktadır.
Lenin ' in makalesi, öte yandan, yayınlandığı dönemde Trotski'nin bu makaleyle
girdiği polem ikten dolayı ayrıca bir önem taşımaktadır. Trotski' nin Lenin'le
polemiğe girdiği makalenin tümünden yoksunuz. Fakat Stalin tck ülkede sosyalizm
üzerine değişik yazı ve konuşmalarında, Trotski 'nin polemiğindcn onun fikirlerinin
özünü ve esasını yansıtan uzun bir parçayı hep aktarır. B u parçada ilk göze
çarpan, Trotski ' nin, Marx-Engels' ten devral ınan ve 1 905'tc hep tekrarlanan
düşünceyi sürdürmekle kalmadıgı , fakat daha da önem lisi, bunu geri R usya i le
ilgili olmaktan çıkarıp tüm kapitalist ülkeler için gcncl lcştirdiğ idir.
Trotsk i , m ücadelen in önce l i k l e ş u veya bu ül kede başl a y ı p zafer
kazanabileceğini reddetmiyor. Fakat eğer bu anında öteki kapitalist ülkelerde
devrimin zaferi ilc birleşemezse, "devrimci bir Rusya' nın tutucu bir Avrupa
69
karşısında tutunabilecegini, ya da sosyalist bir Almanya'nın kapital ist dünyada
izole kalabilecegini düşünmek umutsuz bir şey olurdu", diyor.*
Trotski'nin "um utsuz" bakışında yeni bir·aşamadır bu. ilkin bunu, kapitalist
gelişme düzeyi bakınundan geri, işçi sınıfı bakımından görece zayıf bir ülke
olarak Rusya'yla sınırlı olmaktan çıkarıp, kapitalist ülkeler için genellcştiidiginden
dolayı. Ve ikinci olarak, Rusya sözkonusu oldugunda, aynı dönemde ( 1 9 1 5),
köylülügün devrimci potansiyeli konusunda iyice olumsuz bir görüşe kaymış
bulundugu için.
Lenin, birkaç ya da örnegin bir ülke sosyalizminden sözcdcrkcn, bunu hiç
de uzun bir tarihsel evre olarak düşünmüyor. Örncgin, aynı sorunu ele alalll
öteki makalesinde (Proletarya De vriminin Askeri Programı), bu konuda "bir
süre" için ifadesini kullanıyor. Trotski bunu bile düşünülemez saydıgına göre ,
durum onun bakışaçısından gerçekten "umutsuz" olmaktadır. Bu bakış Trotski'nin
gelecegini de belirlcmiştir. O kuşkusuz daha sonraları, Ekim Devrimi deneyimi
ışıgında, yani proletarya iktidarının Rusya gibi geri bir ülkede bile tutunabildigini
gördügü ölçüde, katı formüllerini adım ad ım yum uşatmıştır. Ne var ki, işin
özünde, Trotski "um utsuz"Jugunu hep korumuştur. S talin, onun bu konudaki
belirgin zayıflıgını sergiterken ve "sürekli devrim" teorisi i lc bagını kurarak
"Trotski'nin bu ' sürekl i ' karamsarl ığı" diye alaya al ırken, sorunun esasında
tümüyle haklıdır.
Trotski'nin Lenin'le girdiği polemikte, dikkat çeken ve tck ülkede sosyalizm
sorunu çerçevesinde önem taşıyan bir başka görüş daha var. Çeşitli ülkelerin
kapitalist gelişmesinin eşitsizligini "tamamen tartışma götürmez bir argüman"
olarak gören, "fakat bu eşitsizligin kendisi de son dcreec eşitsizdir" diyen
Trotski, sözlerinin devamında, bundan ne anladığını şöyle ortaya koyuyor:
" İngiltere, A vusturya, A lmanya ya da Fransa' n ın kapilalist düzeyi bir ve aynı
değildir. Ama Afrika ve Asya ile karşılaştırıldığında, bütün bu ülkeler, sosyal
devrim için olgunlaşmış olan kapitalist 'A vrupa'yı oluşturmaktadır." * *
B u sözlere tam anlamını verebi lmek için, Lenin'in makalesinde ileri sürülen
fikirlere karşı t olarak ileri sürüldükleri dikkate alınmalıdır. Konu ve tartışma
Avrupa Birleşik Devletleri sloganı üzerinedir. Lenin, kapitalizmin cşiL'iiz ekonomik
ve siyasal gelişme yasasından hareketle, bu slogana karşı çıkıyor; zira bunun,
"tek ülkede sosyalizmin zaferinin olanaksız oldugu anlamında yanlış yorumlara
yolaçabilecegi"ni söylüyor. Trotski, eşitsiz gelişmeyi "tartışma götürmez bir
argüman" olarak kabul etmekle birl ikte, karşıt bir tutumla bu sloganı savunuyor.
B unu, kendi aralarında gelişme düzeyi farkl ılıkları olmakla birlikte, geri kalmış
ülkeler karşısında ve onlarla kıyaslandıgında, kapitalist Avrupa ülkeleri "sosyal
devrim için olgunlaşmı ş olan k�ıpitalist ' Avrupa'yı oluşturmaktadır", görüşüyk
gerekçelendiriyor.
İkinci Entcmasyonal 'e h�: im bu düşünüş tarzı, aynı zamanda Trotski'nin
*
**
70
Aktaran Stalin, Eser/er,
a.g.e . • aynı yer.
C.6, s.335-336
gelişme eş i tsizligi ile kapitalizmin şu ya da bu ülkedeki gelişme düzeyi eşitsizl i gi n i
hala birbirine karıştırdıgını g�steriyor. Dünya devriminin gelişme sey ri n i yani
,
olgun zincir ve zay ıf halka diyalcktigini, kavramak bakımından özel bir önem
taşıyan bu sorunun kavranışındaki karışıklıgın, tck ülkede sosyal izm tar tı ş mala n
esnasında hala sürdügü anlaşılıyor. Trotski, daha sonraları, kendis ine bu dogrul tuda
yöneltilen eleştirileri yanıtlarken, bu yasanın en iyi ve üstelik oldukça erken
bir tarihte kendisi tarafından anlaşıldıgını, Rusya gibi geri ve burjuva devrimi
için gecikmiş bir ülkede, proletaryanın iktidarı Avrupa prolctaryasından önce
ele geçirebilecegini daha 1 905 ' te savunmuş olmasını, tam da buna borçl u oldu­
gunu ileri s ürm üştür
Devrim stratejisine ilişkin ele almış bulundugumuz temel hatalarını bir
yana bırakırsak egcr, Trotski 'nin gerçekten de gelişme cşitsizligi bakışaçısından
hareketle cürclli öngörülcrdc bulundugunu, burjuva devriminin gelişme diyalcktiginin
R us proletaryasını Avrupa proletaryasından daha erken bir tarih te iktidara
gctirebilecegini, bunun kuvvetle m uhtemel oldugunu, daha 1 90S' te, somut olarak
Sonuç ve Olasılıklar' ında ortaya koydugu bir gerçektir. Ne var ki, bu noktaya
vardıgı andan itibaren ya da bu noktadan sonra, Trotski duruyor ve İkinci
Entcmasyonal 'e egemen klasik görüşe geri dönüyor. Sosyalizm için olgunlaşmış
Avrupa olmazsa cger, Rus proJetaryası "konjonktürel" bir sonuç olan iktidarın ı
hemen sonra kaybedecektir, diyor. S oruna s ı n ı f il işkileri v e m ücadelesinden
bakış, yerini çabucak İkinci Enternasyonal ' i n ckonomi!>1. bakışaçısına bırakıyor.
1 922'de Trotski hala Avrupa proletaryası n ın devlet yardunı ol madan "Rusya'­
da sosyal ist iktidarın gerçek bir ilerlemesi" olanagından sözcdilemeyecegi
görüşündedir. Sovyetler B irligi 'nde inşa süreci "bu 'sürekli ' karamsarlıgı" somut
başarılarıyla boşa çıkardıgı ölçüdedir ki, I 929'da, Trotski nihayet, dünya devriminin
gelişme ç izgisinin bel li aşamalardan geçerek i lcrlcyebilcccgini, somut olarak
da bunun ilk aşamasının geri R usya'daki Ekim Devrimi ve sosyalizm i kurma
süreci oldugunu kabul etmek durum unda kalm ıştır.
Lenin'c dönelim. Makalesinin bütün bu açı lardan taşıdıgı öneme ragmcn,
bu makalede tek ülkede sosyalizmin zaferi olanagı üzerine söylenenleri alıp
bütünsel bir "yeni teori" düzeyine yükscllmck, Lenin'in teorik gelişmesinin o
dönemki zenginligini ve çok.yönl ül ügünü, tck yönlü ve tck biçimi i yorumlamak
demektir. Sonraki somut tarihsel gelişme seyrinden hareketle, Leni n'in savaş
dönem i konumunun taşıdıgı çelişkileri görmcmczlilctcn gelmek, idcal izasyon
çabası içinde, gerçekte işi saçmalıga indirgcmcktir. Lcnin ' i , bütün bir savaş
döneminde, emperyalizm ve emperyalist savaş incclcmclcrinc paralel olarak
i lgilendiren ası l konu, h iç de tck ülkede sosyalizm "teorisi" dcgil, fakat tersine,
bunalımı genelleşmiş biçimde yaşayan ve devrimci bunal ımın olgunlaşmakta
oldugu Avrupa ' da, başlangıcın nereden yapılabilcccgindcn bagımsız olarak,
Avrupa devrimidir.
Öncel ikle şunu belirtelim ki, Leni n ' in tck ü lkede sosyal izm olanagına
degincn makalesinin esas konusu h iç de bu sorunun kendisi degildir. Bu sorun
Lenin ' i n ilgili makalelerinde hep bir yan sorun olarak ortaya ç ıkar, dcginil ir
.
71
ve geç ilir. Bu, Lenin ' in şu ya da bu sorunu tartışırken, tüm unsurlarını, tüm
gelişme ihtimallerini, bunların ortaya çıkaracagı olanakları ve yeni sorunları
da gözeten, saglam bütünsel diyalektik bakışının bir ifadcsidir. Uluslararası
olayların o günkü som ut seyrinden hareketle, savaşı iz i eyecek ve Avrupa' y ı
sarsacak b i r devrimler yangını düşünen Lenin, koşulların zorlad ıgı b u somut
bakışa ve beklen ti ye ragmcn, kapitalizmin genel ve emperyalizm aşamasında
daha da güçlenm iş ve önem kazanm ış gerçeklerinden hareketle, öteki ihtimaliere
işaret etmekten de geri durmuyor.
Lenin'in tek ülkede sosyalizm olanagı sorun':'na, hep de tck yanlı ve tck
biçi mli düşünenierin argümanlarını eleştirirken deginmek durum unda kalması
da bu açdan dikkate deger bir olgudur. O bunu, 1 9 1 5 Agustosu'ndaki ilk
makalesinde, si yasal sorunların "ekonomik an lam ve öncm i"ni gözden kaçırma
ve sorunları "ekonomi k koşullar''dan koparın a tekyan l ı l ıg ına düşenlere karşı
yapıyor 1 9 1 6'nın i kinc i yarısındaki yazı larında ise, ekonomik gerçekleri tck
yanlı m utlaklaş tırarak siyasal sorunları küçümscycn lcri, ya da "silahsızlanma"
sloganı savun ucularında görüldügü gibi, dar, yüzeysel ve çarpık ele alanları
eleştirirken yapıyor.
Kaldı ki, Lenin ' in savaş dönemindeki teorik gel işmesinin zcnginl igini ,
çok yön lülügünü ve bunun kaçı n ı lm az olarak içcrcccgi bel l i çel işk ili görüşleri
gözden kaç ı rm an ı n , ve dol ayıs ı y la, S ta l i n 'den daha önce aktard ı g ı m ı z
formülasyondaki Len in basitlcştirmcsi nin yarattıgı başka sorunlar da var. B u
formülasyonda, Lenin ' in savaş döneminde, geleneksel teorinin karşı sına yeni
proleter devrim teorisi olarak "tek ülkede -bu ülke kapitalist bakımdan daha
az gel işmiş olsa b i le- sosyalizmin zaferi teorisini" çıkardıgı iddia ed ilmcktcydi.
Oysa biz, Lcni n ' in , bu tcori)' i ortaya koyduğu iddia edi len "programatik
makalesi"nden bir yıl sonra (emperyalizm üzerine temel eserinin tamamlanmasının
hemen ardından, yeniden tck ülkede sosyalizm olanagından sözcttigi Proleter
Devriminin A skeri Programı ve 'Silahsızlanma' Sloganı Üzerine makaleleri
ilc de hemen hemen aynı zaman dilimi içerisinde), sorunu çok daha karmaşık,
bel l i bakımlardan belirgin biçimde farkl ı ve bu anlamda da klasik bakışa benzer
bir biçimde koyduğunu da bi liyoruz. Üstelik son dcreec önemli, teorik bak ımdan
alabildiğine zengin , emperyal izm üzerine temel eserin in hemen ardından oldugu
için de kuşkusuz onun saglad ıgı aç ıklıklar temelinde kaleme al ınan ve daha da
önemlisi, proleter devrimin sorunları çcrçc:vcsindc bir d izi temel siyasal sorunun
ele alındığı bir makalede (Marksizmin Bir Karikatürü ve Emperyalist Ekonomizm
Agustos-Ekim 1 9 1 6) :
"Sosyalist devrim, bütün ülkeler proletaryalarının birleşik eylemi olamaz.
Basit bir nedenle olamaz: ülkelerin çoğu ve dünya nüfusunun çoğunluğu kapita­
list gelişme aşamasına ulaşmamıştır ya da henüz ulaşmamıştır. Biz bunu, tezleri­
mizin altıncı bölümünde belirttik, . . . Sosyalizm için olgunlaşan ülkeler, yalnızca
Batı A vrupa' nın ve Kuzey Amerika' nın ileri ülke/eridir; Kievski Engels' in Kautsky' e
yazdığı mektupta, 'bütün ülkeler proletaryalarının birleşik eylemi' ni düşlemenin,
sosyalizmi çıkmaz ayın son çarşambasına, yani sonsuza doğru erte/emek demek
.
72
olduğunu ortaya koyan, vaad değil gerçek 'fikrin ' somut bir. açıklamasını
bulacaktır. "
"Sosyalizm, bütün ülkelerin değil, ama ülkeler azın/ığının, yani gelişmenin
ileri kapitalist aşamasına ulaşmış ülkelerin proletaryalarının birleşik eylemiyle
gerçekleştirilecektir. Kievski' nin hatasının nedeni, bunu aniomayışında yatıyor.
Bu ileri ülkelerde (İngiltere, Fransa, Almanya vb.).
"Gelişmemiş ülkeler ayrı bir konudur. Doğu A vrupa' nın tümü, bütün
sömürgeler ve ��arı sömürgeler bu gruba girerler. . .
"Sosyalist devrim, ancak ileri ülkelerde proletaryanın bu.rjuvaziye karşı
iç savaşıyla, gelişmemiş, geri ve ezilen uluslarda ulusal kurtuluş hareketi dahil,
bir dizi demokratik ve devrimci hareketi içinde birleştiren bir çağ biçiminde
sökün edebilir. "
"Neden? Çünkü kapitalizm eşit olarak gelişmez ve nesnel gerçeklik, üst
düzeyde gelişmiş kapitalist ulusların yanısıra ekonomik yönden bir parça gelişmiş
ya da tümden gelişmemiş uluslarla karşı karşıya olduğumuz gerçeğidir. P.
Kievski toplumsal devrimin nesnel koşullarını, değişik ülkelerin iktisadi ergenliği
açısından tahlil etmekte tümden başarısızlığa uğramıştır. " * (Tüm vurgular
Len i n ' e ait.)
Bazı ara açıklamaları ve pasajları atladığıın ız halde, uz unca bir aktarma
yapmak zorunda kaldık. Fakat ortaya konan düşünceni n akışını ve bütünt ügünü
bozmamak için bu gerekliydi. Bir yılı aşkın bir süre önce ve Lenin'in emperyalizm
çal ışmasını öneeleyen bir makaledeki bir paragrafın tck tck i fadeleri , hatta
kel i meleri üzerine bile sayısız yorum lar oturlulduğu halde, çok sonra kaleme
alınan bu makaledeki "klasik bak ı�"a i lişkin açık ifadeterin hep es geçitmiş
olması gerçeği , bil imsel ve tarihsel gerçeğe kaba b ir biçimde aykırı d üşen bu
tutum, buradaki aktarmay ı bu denl i uzun tutmamızı ayrıca gerektird i . Gerçek
olan şu ki, geleneksel leşm iş iddial ara rağmen, Lenin, teorik mantık olarak
dcg i t fakat söylem olarak Ş ubat Devrimi öncesine kadar klasik bak ışaçısını
bel l i vesilelcrle tekrarl amayı sürdürd ü. Y ukarıdaki i fadelerde bu yorum
gerektirmeyecek kadar açık. Engels' in Kautsky'e mektubu üzerinden yapılan
atı f bunu ayrıca pck iştiriyor. Engels ' i n 1 882 tarihli bu mektubu bütünüyle
aç ık bir biçimde, tıpkı Len i n ' i n yukarıdaki sınıflamasında olduğu gibi, sosyalist
devrimi öncel ikle ve i lk tarihsel aşamada "A vrupa ve K uzey Amerika"nın
sorunu olarak görüyor. Lenin'in söyledikleri Engels'i tekrarlamak oluyor. (Engels'in
mektubunun ilgili tam bölümü için bkz. Lenin, Ulusların Kendi Kaderini Tayin
1/akkı , Sol Yayınları, 6. Baskı, s. 1 94- 1 95)
S tal i n ' i n savaş döneminde Len i n ' i n hala sürdürdüğü bir fikri , bu dönem
için ve Len i n ' le karşı tl ık kurarak, yalnızca "bütün ülkelerin oportünistleri"ne
özgü görmesi h iç de tarihsel gerçek lerle bağda�maz.
Fakat ne Len in ne de ondan önce Marx-Engels, yukarıda bahsi geçen
. .
"
*
Marksizmin Bir Karikaıürü ve Emperya lis/ Ekonomizm, Sol Yayınları, B irinci
baskı, s.?0-71 -72
73
mektup da dahil, hiçbir zaman eş zamanlı bir devrim düşünmcmişlerd i . B una
tek ülkede sosyalizm tartışmaları çerçevesinde özel bir ün kazanan Komünizmin
İlkeleri de dahildir. Orada bile salt iktisadi gelişme düzeyi etkenlerine baglanarak
belli bir boyut içinde konmuş olmakla birlikte, eşitsizlik faktörünün ü lkeler
için yaratacagı sorunlara yer verilmiştir. "Aynı zamanda yeralan bir devrim "
i fadesini aynı anda b i r devrim olarak anlamak, tarihsel zamanı siyasal b i r an'a
indirgemek, ölçüsüz bir zorlama olur yalnızca.* Bu dogru olsaydı , aynı yöntemle
pekala, Len i n ' i n 1 9 1 6 sonunda kullandıgı sosyalist devrim gelişm i ş kapitalist
ülkeler proletaryalarının "birleşik eylemiyle gerçekleşecektir" ifadesinden de
aynı sonuca ulaşmak m ümkün olurdu. Bu ise, tüm teorik mantıgı ve sorunları
'
ele alış b iç i m i , tarihsel sürecin eşitsiz, karmaşık, çelişkili, çok yönlü gelişmesi
üzerine biçimlenm iş biri olarak Lenin hakkında varılabi lecek en saçma sonuç
olurdu kuşkusuz.
Devrimin ag ırlık merkezi kavramına sahip olan ve onun yer dcgiştirmcsini
her evrede izleyen, Paris Kom ünü'ne tanık olan, 1 840' larda gcric igin kalesi
olan Rusya ' yı 1 880' lcrde "Avrupa'daki devrimci eylemin öncüsü" i lan eden;
Amerika'nın eşitsiz ve sıçramalı gelişmesini tespit eden, her bir ülkenin i şç i
hareketinin v e devriminin son dcreec kendine özgü sorunları, iŞçi hareketinin
eşit olmayan gelişmesinin tümüyle bilincinde olan, "Fransa başlayacak, Almanya
ile İngiltere tamamlayacak" diyebilen Marx ve Engcls 'e, eşitsiz gelişmeyi
hesaba katmadıkları ve "eş zamanl ı" devrim bekledikleri düşüncesini atfctmek,
gcrçcgi tahrif etmektir. Yazık ki, bu tahrifat komünist hareketin tarih i ne ve
_
bilicinc çok uzun döne m l i olarak damgasını vurmuştur. Bu hala da bir tortu
olarak zihinlerde yaygın bir biçi mde yaşamaktadır.
Marx-Engels ' i n eşitsiz gelişmenin yansıması olan tüm b u tarihsel olguları
ya da sonuç ları görebilmesinde şaşı lacak bir yan yok. Zira eşitsiz gelişme
kapital izme özgüd�ir, h iç de yalnızca onun emperyalist aşamasına dcgil. Lenin,
tck ülkede sosyalizmden sözeden her · iki makalesinde, sorunu em peryal izmle
degil, fakat kapitalizmin dogasıyla ilişkilendirir. Proletarya Devriminin Askeri
P rogramı 'nda aynen şöyle dcr: "Kapitalizmin gelişmesi, farklı ülkelerde hiç
de düzenli olmayan bir biçimde yürümekıedir. Meta üretimi koşullarında başka
türlü de olamaz. Bundan da reddedilemez bir biçimde şu çıkıyor ki, sosyalizm
biitiin ülkelerde aynı anda zafere ulaşamaz. Önce bir ya da bir kaç ülkede
zafere ulaşacak, ötekiler bir süre burjuva ya da burjuva-öncesi dönemde
kalacak/ardır. " * *
* Lenin 1 9 1 8 Nisan' ındai bir vesileyle ş u gözlernde bulunuyor: "So.�yalizm konu­
sunda 'kitaplar okumuş' olmakla birlikıe, sorunu hiçbir zaman derinliğine incelemey­
en bu sözde sosyalistlerin çoğu, sosyalizm ustalarının 'sıçrama'dan dünya tarihi açısından
bir dönüm Mkıasını anladıklarını ve bu türlü sıçramaların on yıllık bazen daha da
uzun dönemlere yayıldıklarını düşünme yeteneğinden yoksundur." (Sovyet Yöneliminin
Örgütlenmesi, Ekim Yayınları, s . 1 63 )
* *Sosyalizm ve Savaş, Sol Yay., 5 . baskı, s . 6 1
74
Öte yandan Lenin, 19 19'da kaleme aldıgı Üçüncü Enternasyonal ve Tarihteki
Yeri başlıklı yazısında, kapitalizmde gelişme sürecinin her zaman eşitsiz oluştugunu
belirtirken, bunu 19. yüzyılın tarihsel olaylarının özet bir dökümüyle ömekliyor.
Leni n ' in yaptıgı döküm Marx ve Engels'in eserlerinde büyük bir zenginlikle
yeralmakLadır.
Eşitsiz gelişmenin emperyalizm çagında şiddetlenınesi ve bunun proleter
. devrim i n sorunlarını ele alışLa ortaya ç ıkardıgı yeni ufuklar -bu başka bir
sorundur. Fakat görmüş bulundugumuz gibi, bu konuda, tck ülkede sosyalizm
olanagı ve dünya devriminin gelişme seyrine ilişkin zaman zaman ortaya koydugu
son derece isabetli düşüncelere ragmen, Lenin bile Ş ubat Devri m i öncesinde
henüz yeterince açık degildir ve buna şaşırmamak gerekir. Zira teori ' ile pratik
ilişkisi diyalektiklir. Yeni olguların teorik anlamları ancak büyük tarihsel olaylarla
netleşebil m iştir. Lenin'e "savaş dönem i " iç in atfedilen düşüncenin netleşmesi,
yerli yerine oturması için de, gerçekte Ekim Devrim i ve savaşı izleyen olayların
yaşanınası gerekm iştir.
75
III- Tar i h i ç i n d e tek ü l ke d e s osya l i z m :
S o r u n u n o rtaya çıkı ş ı
Tck ülkede sosyal izm sorunu , teorik bir biçim almadan önce pratik bir
gerçekl ik ve bu çerçevede, bir zorunluluk olarak belirdi tarih sahnesinde. Sorun
üzerine hararetli bir tartışma ve çatışmanın, bu tartışma ve çatışma i çi nde
soruna teorik bir biçim verme çabasının, ı.am· da, bu zorunl uluğun net bir
biçimde görüldüğü andan i libarcn başlamış olması bile kendi başına bunu
göstermeye yeter. Fakat bunu bizzat tarihsel olayların som ut seyri üzerinden
de izlemek mümkündür.
Buna geçmeden önce, gereksiz tekrarlardan kaçınmak için hatırlata l � m ki,
bu sorunun genel çerçevesi ve hemen tüm temel öğeleri, Sosyalizmin Tarihsel
Sorunlarına Giriş yazısında ele alınm ış bul unmaktadır. (Ekim/er, sayı: I ) B u
yaz ının Rusya' da Devrim v e Proleter De vrimin Sorunları baş l ı k l ı ara bölümü
(s. 1 4-26) aynı zamanda "tck ülkede sosyalizm" sorununa bir ilk giriş niteliğindedir.
B u böl ümde yeralan proleter devrimin uluslararası niteliği fakat eşit olmayan
gel işme süreci üzerine tüm tartışma, kolayca anlaşı lacağı gibi, tamamen tck
ü l kede sosyal izm sorunuyla bağlantıl ıdır. Aynı şeki lde, bir önceki böl ümde
ele aldığımız "teorik m iras"ın Ekim Dev rimi pratiği üzerinden bir bi lançosu
niteliğindedir. Dolayısıyla okur sözkonusu yazıdaki dcğcrlcndirmclcri , özel likle
de E ki m Devrim i'ni öneeleyen ve ona eşlik eden perspcktillcr ilc olayların
nesnel seyri üzerine yazı lanları burada gözönünde bulundurmalıdı r. Bu bizi
bazı tekrarlardan kurtaracak ve söylenenleri izlemeyi kolaylaştıracaktır.
76
B irinci emperyalist d ünya savaşı kapitalizmin genel bunal ımının bir ürünü
ve ifadesiydi. Savaşın dcrinlcştircccgi bunalım beraberinde en azından Avrupa'da
bir devrimci buna l ı m ı kaçını lmaz olarak getirecek, besleyip olgunlaştıracaktı.
Tarihsel olayların sonraki seyri tarafından somut olarak kanıtianmadan çok
çok önce, dönemin marksistlcri, bunu muhtemel bir savaşın kesin bir sonucu
olarak, net bir biçimde öngörmüşlcrd i . Lenin, Kautsky ilc ünlü polemiğindc,
bu öngörünün en az Basel B ildirgesi ' nden itibaren "bütün marksistlerin ortak
kanısı" haline geldiğini söyler.
Henüz emperyalist savaşın sürmcktc olduğu bir sırada patlak veren Ş ubat
Devri m i , uluslararası devrimci bunal ımın olgun laşmakta olduğunun ilk öneml i
işareti oldu. Emperyalist d ünya zinciri en zay ı f halkasından ilk önem l i darbeyi
ycmişti. O andan itibaren Bol�cvik strateji, Rusya'da başlayan devri m i proleta­
ryanın zaferiyle taçlandırınak, zinciri bu en zay ı f halkasıodun parçalamuk biç i­
ınini aldı. Bu stratejik çizgi, başlayan devri m in ortaya çıkardığı yeni durumun,
yen i koşulların ve sınıf il işk il erin in som ut bir dcğcrlcndi rmcsinc, gelişmekte
olan devrimin kendi öz d inam izmine (ınantığınu ve gereklerine) dayandırıl mak­
taydı . Fakat Bolşeviklerin izlediği s tratejik çizgi bundan temeliense bile, o
gün ün u l us lararas ı koşullarında hareket noktası olarak ken d i n i bununla
sınırlandı rab i l i r miydi?
Lenin zorl u tartışmalııra konu olan ünlü Nisan Konferansı'nı k ısacı k fakaL
içerik olarak özenle d üşünüldügü anlaşı lan bir konuşmuyla açtı . Yukarıdaki
sorunun yan ıtı bu konuşmanın esası ve özünü oluşturur:
Rusya'da devrim başlaınıştı ve uluslararası devrim olgunlaşınaktaydı . Bil imsel
sosyalizmin kurucuların ın d üşünceleri i Ic Basel Kongresi' nde biraraya gelen
sosyalistlerin d ünya savaşının kaçınılmaz olarak devrime yolaçacağına dair
öngörüleri nin her yerde doğrulanacağı gün yaklaşınaktaydı. Murks ve Engels
uzun y ı llar çeşitl i ü lkelerdeki proleter hareketi izlemişler ve d üşüncelerini
k ısaca şöyle özctlcın işlcrdi: Fransız işç isi başlayacak , Alman onu tamamlaya­
cak.
Ne var k i başlama onuru Rus proletaryasına d üşmüştü. Fakat o kendi
hareketinin ve devriminin, örneğin Almanya'da günden güne gelişip güçlcnmckte
olan uluslararası devriınci polctcr hareketin bir parçası olduğunu asla unuunaınalıydı.
Ve bu dcğcrlcndirıneyi tamamlayan son ve asıl önemli cümle: "Görevlerimizi
ancak bu bakışaçısıyla tanımlayabiliriz . "
Avrupa'da olgunlaşınakta olan bir devrimci durum vardı ve Bolşevikler
görevlerini bu bukışuç ısıyla tanım lamal ı, taktiklerini saptarkcn bu temel olguyu
tümüyle hesaba katınalıydı lar. Tck devrimci ve tck enternasyonalist tutum ve
taktik bu olabil irdi. B u bakışaç ısı, Lenin ' in Ekim Devri m i ' ni öneeleyen yazıla­
rında döne döne tckrarlanın ış, görevlere yaklaşımda kend ini somut olarak hep
göstermiştir. Öyle ki, özellikle Eylül ve Ekim aylarında iktidarı almak zorunluluğu­
nu ısrarla vurgulayan ve önderlik içindeki kararsızl ığı k ı rınayı amaçlayan yazıla­
rında bu açıkça görül ür. Lenin iktidarı bir an önce e le geçirmek zorun luluğunu
yalnızca devrimin iç gel işme scyrinc ve gereklerine bağlamakla sın ırlamaz
77
kendini. Fakat aynı zamanda bunu olayların uluslararası seyrine ve Rusya
proletaryasının u l uslararası devrimci prolctaryaya karşı ihmal edi lemez
enternasyonalist sorumlulu�unun gereklerine ba�lar her seferinde. Bu bakışaçısının
gerisinde ve daha derininde, Rus devri m i ilc Avrupa devrimi arasında Marx­
Engels'ten beri geleneksel olarak kurulagelmiş ilişkinin, o günün somut tarihsel
ortamına ve koşullarına uygun yeni bir ele atmışı vardır k uşkusuz.
Lenin daha sonralan Kautsk.y ilc polemigindc, Ekim Devrimi'nin arifesindeki
tutum unun, devrim c i takti�in i l keleri ve önc üileri ilc devri m c i proleter
enternasyonal izminin gerekleri bakımından taşıdı�ı anlam üzerine parlak bir
savunmasını da yapmıştır. Bolşevikterin Avrupa'da "belirti bir tarihli" bir devrime
bel bagladıkları iddiası, Bolşev ikiere yüklenmeye çalışılan bu budalalık, Kautsky'­
nin ince bir "hile"sidir, dcr Lenin. Ne var ki "az çok yakın, ama belirli olmayan
bir
tarihteki bir Avrupa devrimine bel bagla"mak ise, Bolşevikterin devrimc i
·
v e enternasyonalist ilkelere baglılıklarının bir göstergesidir ya'lnızca. Bolşeviklerin
takti�i, "A vrupa' daki devrimci bir durumun görünümlerinin doğru ( . . . )
degtrlendirmesine dayandığına göre, tek enternasyonalisı ıakıiktir. Bütün ülkelerde
devrimin gelişmesi, desteklenmesi, uyanması için bir tek ülkede yapılabilecek
olanın en çoğunu yaptığına göre, bu taktik tek enternasyonalisı ıakıikıir. " *
B u olayların henüz i lk sallla sıdır. Bu ilk salllada Bolşevik taktik başarıyla
uygulandı ve Ekim Devri m i ' nin zaferinde ifadesini buldu. Ekim Devrim i , hem
u l uslararası devrime bir ilk mcvzi i yaratarak ve hem de yarattıgı m uazzam
sarsıntıyla uluslararası devrimci bunalımı dcrinlcştircrck , Rusya cephesinden
dünya devrimine yapılabilecek en iyi katkı olarak kendini gösterd i .
Kaydcdilmcye dcgcr ikinci önemli sallla Brcst Barış Antiaşmasında ifadesini
buldu. Zafere ulaşmış bulunan, fakat henüz güçleri ni toparlama, kendini yeni
bir temel üzerinde örgütleme olanagı bulamam ış olan devrim i yaşatmak, o gün
için en acil ve canalıcı sorundu. Bu bir zaman kazanma sorunuydu. Olgunlaşmakta
olan, fakat henüz somut bir olgu olmaktan da uzak bulunan, bu sallla ya ne
zaman geçeccgi de bell i olmayan uluslararası devrime kadar dayanmak olarak
kendi n i gösteriyordu. Ekim Devrim i , bu yeni aşamada, uluslararası devrime en
büyük ve en iyi kalk ı y ı , ayakta kalma gücü ve yctcnegi göstererek yapabil irdi.
Almanya ilc ayrı bir barış, toprak kayıpları pahasına iktidarı elde tutmak ve
kazan ılan "soluklanma" süresi içinde devrimin güçlerini topartamak olanagı
saglayacaktı. Aksi durumda, iktidar yitirilccck, bunun Avrupa prolct.aryası üzerinde
yarat.acagı moral bozucu elki uluslararası devrime yapılabilecek en büyük kötülük
olacaktı.
Len in'in B rcst Barışı siyaseti bu gerçekleri hesaba kauığı için, bir kez
daha, yalnızca Rusya'daki proleter devrimin kendi iç ihtiyaçları bak ı m ından
degil, fakat aynı zamanda, uluslararası devrimin gerçek çıkarları bak ımından
da tek dogru, dolayısıyla enternasyonalist t.aktigin i fadesiydi. Sol Komüni stler
*
Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky, B i l i m
s .75, 7 8 -79
78
ve
Sos y alizm Yayınları, 5. baskı,
bunu kavrayamadılar. Kautsky'nin Bolşeviklere yüklerneye çalıştıgı budalalıgın
somut bir örnelini sergilcycrek, Almanya'da "tarihli bir devrim"e bel bagladılar.
Sol taktik, genell ikle oldugu gibi, gerçekte umutsuzlukta i fadesi ni bulan sag
bir öz taşıyordu . Tck ülkede sosyalizmin gelecekteki teorisye ni, fakat o gün
için henüz Sol Komünistterin l ideri Buharin 'in düşüncesinde bu u mutsuzluk
şöyle yansımaktaydı: "Rus devrimi ya uluslararası proletarya tarafından
.kurtarılacak, ya da uluslararası sermayenin darbesiyle can verecektir. " •
B u sözler genel bir zaman d i l i m i , ya da uzun süre l i bir yalnızlık durumu
için degil , Ekim Devrimi'ni hemen izleyen aylar, som ut olarak Brest Barışı
tartışmasının sürdügü günler içindir. O günün somut ortam ında bir uluslararası
dc,vrim hemen görünmedigine göre, geriye gerçekte tck bir seçenek kalmaktaydı:
"Uluslararası sermayenin darbeleriyle can vermek"! Taktig in u mutsuzlugun
i fadesi sagcı özü de buradaydı.
Brest Barış Anttaşması kısa süreli bir soluklanma olanagı sagladı. Bu
andan itibaren Sovyet iktidarının izledigi taktik, Len in tarafından kaleme al ınan
ve Sovyet Hükümeti tanıfından onaylanan temel bir belgede (Sovyetler iktidarının
İvedi Görevleri Üzerine A ltı Tez), şöyle formüle edild i :
"Sovyetler cumhuriyetinin taktiği zorunlu olarak, bir yandan ülkenin iktisadi
gelişmesini, savunma yeteneğinin güçlendirilmesini ve güçlü bir sosyalist ordunun
kurulmasını en kısa sürede sağlamak amacıyla bütün g üçlerini seferber etmek;
öte yandan uluslararası siyaset alanında, bir dizi ileri ülkede eskisinden daha
hızlı bir şekilde olgunlaşmakta olan dünya proleter devrimi kesin olarak olgun­
laşıncaya kadar, bir oya/ama, gerileme ve bekleme taktiği olmalıdır. " * *
Sol Komünistler ondan budalaca sonuçlar çıkarıyor olsalar bile, uluslararası
devrime bagtanan u mutlar bu dönem ve daha bir kaç yıl için Bolşevikterin
tümüne hakimdir. Taktikler saptanırken hesaba kaLJim ası gereken temel bir
faktör durumundadır. (Lenin, bu yıllar boyunca döne döne, sorunlara hep· uluslar­
arası bakışaçısından yaktaştık ve bu tck doğru tutumdu, dcr.) Görmüş bulunduğu­
muz gibi bu tümüyle normaldi. Emperyalist kıyım sava�ı sürmcktc ve devrimci
bunalım olgunlaşmaktaydı. B un unla birlikte bir dizi nedenden dolayı Avrupa'da
devrim i n patlak vermesi ise gec ikmcktcyd i . Sovyet iktidarı B rest Barışı i lc
elde ettiği "soluklanma sürcsi"ni yalnızca· kend ini savunmak üzere güçlerini
derleyip topartamak için değil, fakat bizzat yukarıdaki temel belgede de belirtildiği
gibi, "sosyalizmin iktisadi kuruluşu"na geçmek üzere kullanmal ıydı.
Ekim Devrim i , proletaryan ın bir tck ülkede, R usya'da bir ilk zaferi idi.
Rusya proletaryası iktidarı aldıktan ve bir soluklanma süresi saglad ıktan sonra
elbette oturup her an gelebilecek olan , fakat ne zaman gelecegi yine de belli
olmayan bir Avrupa devrim i n i beklçyemczd i . Ya da dikkatini yalnızca ona
vercmczdi . . Daha ilk andan itibaren proleter iktidarı sağlam laştırmak çabası
kendini somutta, toplumun iktisad i, pol itik ve kültürel yaşamını yeniden ve
*
**
Aktaran Stephan F. Cohcn, Buharin ve Bolşevik Devrimi, C . l , Kavram Yay.,
Sovyet Yöneliminin Örgütlenmesi, Ekim Yayınları, s. l 66- 1 67
s.102
79
yeni temeller üzerinde şcki l lcndirmektc göstcrmcliydi. Gecikmektc olan uluslar­
arası devrime yapı labi lecek en i y i katkı da o günün som ut tarihsel koşullarında
ancak bu olabi lird i . B ütün dünya işç i lerinin ve emekç i lerinin gözü Rusya
i şçilcrindcydi ve onların yen i bir kuruluş doğrultusunda atacakları her som ut
adım, yeni toplumu örgütlernede sağlayacakları her ciddi başarı, d ünya devrimi
sürecine som ut bir katkı olacak, öteki ülkelerin işç ilerine büyük moral ve
cesaret kazandıracaktı.
Bu somut olarak sosyalist kuruluşa geç iştir ve Lenin şahs ında Sovyet
i ktidarına bu perspekti f egemend ir. Savaşın yarattığı yıkım, Rusya ' nın i ktisadi
ve k ü ltürel gcriliği, küçük-burjuva toplumsal-kültürel öğenin ezici ağırlığı,
"son dcreec güç ve teh l ikeli bir n itelik taş ıyan" uluslararası d urum -tüm bu
m uazzam güçlükler, sos yalist kurul uşa (bu temel tarihsel göreve) geçiş için bir
engel oluşturamazdı. Olsa olsa, bu geç işin, Rusya'da sosyalist kuruluş sürecinin,
kendine özgü somut sorunları n ı ve özel li klerini ortaya çıkarırd ı .
B u e l e al ışta Rusya proletaryasının tüm b u güçl ükleri h e r hal ükarda kendi
özgücünc dayanarak altcdebileccğinc dair kaba bir iyimserliğin zerresi yoktur.
Tersine Lenin son dcreec gcrçckç idir. Fakat o her zaman, Napolyon 'dan aktardığı
özdeyişe göre hareket etmiştir: Önce c iddi bir kavgaya gir, sonra ne olduğunu
gör! Rus prolctaryası iktidarı alm ıştır ve uluslararası devrim gccikmcktcdir.
O halde m uzaffer proletaryanın görevi iktidarı aldığı ülkede toplumu yönetmek,
yeni düzenin temellerini kurmaya girişmektir. En kötü durumda bile bu, geleceğin
uluslararası devri mine bir i lk hareket noktası oluşturacuk önemli bir deneyim
olarak kalacaktır.
Tck ülkede sosyalizm tartışmalarında, (gerek 1 920' lcrdcki i l k tartışmalar
sırasında, gerekse sonrak i tüm dönemde ve dolayısıyla bugün) gösterilen anlamsız,
saçma ve saçma olduğu kadar da gülünç bir tutum vard ır. Lenin ' in bu dönemk i
sayısız konuşma v e yazısından, Rusya'da sosyalizmin kuruluşuna ilişkin ifadeler
i lc d ünya devrim ine ve sosya lizmin u l uslararası n itel i ğine i l işkin i fadeler
bağlamlarından ve birbirlerinden koparılarak çarpıtılır, biri ötekiyle karşı karşıya
konulur. Tck ülkede sosyalizm sorununa i lişkin tartışınaların arap saçına dönmesinin
temel bir neden idir bu. Bu aynı zamanda tarihsel deneyimi doğru bir biçimde
gencl lemenin de bugün hala en önem li engellerinden biridi r.
B atı'da devrimci bunalım devam ettiği sürece, Rusya'da yeni bir toplumsal
yaşamın temellerini atmak çabası ilc uluslararası devrime güvenmek, onu um mak,
bu anlamda ona umut bağlamak, tak tik lerini buna göre ayarlamak, görev lerini
buna göre saptamak, kopmuz bir bütün lük oluşturm uştur. B urada bir öncelik
ya da terci h olmadığı gibi, bunu gerektiren bir durum da yoktur.
K uşku yok k i , Batı 'da devrim çok gccik irsc, ya da gcrçcklcşmczsc, ya da
gerçckleşip de yen i lgiye uğrarsa, dolayısıyla emperyalist burjuvazi ul uslararası
planda egemenliğini yeniden kurarsa, bunun gerek Sovyet iktidarın ın güvenliği,
gerekse yaln ız, kuşatı lm ış, son dcreec geri bir ülkede sosyalist inşa süreci için
yaratacağı sorunlardan, 1 92 1 başına kadar genel olamk büyük bir kaygı duyulmuştur.
Fakat Bolşevikler en olumsuz ihtimale bile devrimci bir iyimserlikle yaklaşmasını
80
bil m işlerdir. Lenin bunu daha Ekim Devrimi ' n i izleyen aylar içinde, "Rus
devriminin ve uluslararası sosyalist devrimin beklenmedik olayları ne kadar
üzücü olursa olsun", yeni toplumu örgütlernek dogrultusunda girişiimiş bu
som ut deneyim unutulmayacaktır, sözleriyle ifade etmiştir. "Tarihe sosyalizm
bir kazanım olarak girmiştir bu deneyim ve gelecekteki uluslararası devrim,
kendi sosyalist yapısını bu deneyim üzerinden kuracaktır." * Bu sözler söylendiginde
devrim henüz ilk altı ayını doldurmuştur ve yeni bir toplumun örgütlenmesi
görevine ancak başlayabilmiştir.
Fakat bu en olumsuz ihtimale i lişkin bir deginmcdir. Genel planda hakim
düşünce, durum ne kadar ümitsiz görünümler sunuyor olursa olsun, Rusya
proletaryasının sosyalist bir toplumun inşası dogrultusunda kendi yolunu yürüme­
sini bilmesi gerektigidir. Bu nedenledir ki, Lenin'in bu yılları kaplayan yazılarında,
yeni bir toplumu inşa etmenin sorunları, toplumsal yaşamın tüm temel alanları
ele alınarak tartışılmış, çözüm ve çıkış yolları gösterilmiştir. Dahası, bu yapılırken,
bu dönem uluslararası devrime bagtanan ve sürmekte olan tüm um utlara ragmcn,
bu çözümler ve çıkış yolları hiçbir biçimde uluslararası devrimin zaferi koşuluna
bagtanmamış, onunla dogrudan il işkilendirilmemiştir. Ya da daha dogrusu bu
i lişki yaln ızca negatif yönden kurulm uştur. Yani, Batı 'da sosyal ist devrim
henüz başarı kazanamadıgına, dolayısıyla Rusya gibi kültürel ve iktisadi bakım­
dan son dcreec geri bir küçük burjuva-köylü ülkesinde, yen i bir topl umu bugün
için kendi başım ıza inşa etmek zorunda oldugumuza göre, den ilmiştir. Burada
bir kez daha, Lenin' in proletaryanın önderlik kapasitesine ve bu çerçevede,
iktidar koşullarında köylülügü kendine bağlama ve gerekli ara aşamalardan
geçerek sosyalizme yönehınc yctenegine olan özel güveni, bu temcle oturan
politika ve taktikleri sözkonusudur.
Elbette bunda ul usal kendine yeterl ilik fi krinin de zerresi yoktur. Sorun
bu degildir. Sorun yalnızca bell i bir andaki somut tarihsel durumu, bir nesncll igi
ve zorun l u l ugu, hesaba katmaku r: Bunun için koşu lları en iyi biçi mde
değerlend irmek, somut gerçektigi en doğru biçi mde gözönünde bulund urmak,
olanakları en iyi biçimde kul lanmak, çelişkilerden ve fırsatlardan en iyi biçimde
yararlanmaktır. B unun ötesinde, yeni bir topl umu her bakımdan kurmak, sınıfsız
ve devletsiz bir toplum yaratmak, Lenin için asla bir ülke ya da ulus proletaryasının
kendi sorunu degildir, olamaz. Lenin için, bu "güç ve önem li sorun", d ünya
çapında bir güçlüktür, dünya çapında bir önem taşımaktadır ve ancak dünya
çapında bir çözüme baglanabil ir. Sosyalist devri mi baştan sona kendi özgücüylc
sona erdirmcnin, toplumsal devrimi tamamlama anlamında onu tüm sonuçlarına
vardırmanın "tck bir ülke için olanaksız olduğu olgusu"nu, Lenin tartışmasız
bir marksist görüş saymaktadır. Ye bu olanaksızl ığın, Rusya' nın yıkıcı bir
savaş içinde yanıp yıkılmışlığından, ya da onun az gel işmişliğ inden bagımsız
olarak böyle olduğunu, özell ikle vurgulamaktad ır. Lenin'in soruna bakışı Marx
ve Engels'tan aktardıg ı özdeyişte . özlü i fadesini bulmaktadır: "Fransız işçisi
*
age, s . 1 77
81
başlayacak, Alman tamamlayacak"! Olayların seyrinin ortaya çıkardıgı fark
ise öze degil fakat yalnızca biçime, olayların, dünya devrim sürec inin somut
gelişme seyrine il işkindir. Fransız işçisinin başlayacagı umuluyordu; oysa tarih
başlama onurunu Rusya işçisine vermiştir. Rusya işçisi buzu kırmış, yolu açmıştır;
Alman, Fransız, İngiliz işçileri, "bu eseri sonuna kadar götürecek ve sosyalizm
zafer kazanacaktır." Bu tek marksist ve enternasyonalist düşünce tarzıdır ve
Len i n bunu sayısız vesileyle yinelemiştir.
Brest Barışı 'nın ardından olayların üçüncü safhası gelmekte gecikmedi.
Brest Barışı ile elde edilen kıs� sürek l i soluklanma içsavaş ve dış müdahale
ile çabucak son buldu. Sosyalist kuruluş süreci daha başlamadan yeri n i Sovyet
iktidarının ayakta kalma savaşına bıraktı . · Sovyet ülkesi bir kaç y ı l için . bir
savaş alanına döndü.
A y n ı dönemde emperyalist savaşın olgunlaştırdıgı devrim c i bunalım
Al manya 'da ve öteki bazı orta Avrupa ülkelerinde n ihayet devrimler halinde
patlak verdi. R usya'da iç savaş ve dış m üdahale, uluslararası çapta ise genel
devrimci bunalım, devrimler ve devrimci hareketler, bu dönemin tarihsel çehresine
kendine özgü bir biçim vermekteydi.
Genel olarak sözkonusu olan; karmaşık çalkantılar halinde seyreden, devrimci
iniş ve çıkıştarla ilerleyen, zafer ve yenilgilerin birbirini izledigi bir u l uslararası
devrim dalgasıydı. Sovyet Rusya' nın bu çerçevede ayırdedici özclligi, sürmekte
olan devrimci dalganın başlangıcın ı ol uştQrması ve onun ortaya çıkardıgı bir
ilk iktidar kazanımı olmasıydı. Bu tarihsel olaylar ortamında, Rusya'daki muzaffer
devrim , henüz yalnızca sürmcktc oian genel devrimci çalkantının bir ögesi
sayılmaktaydı. Içsavaş ve dış m üdahaleye ragmcn ayakta kalması, proleter
iktidarı koruma gücü göstermesi , Sovyet R usya'yı genel devrimci bunalı mın
bir agırlık merkezi hal inde tiıtmaktaydı.
Avrupa'da emperyalist savaşı izleyen devrimci çallCantılar ortamında, özel­
likle orta Avrupa'da kısa süreli de olsa Sovyet iktidarları nın kurulabildigi
koşullarda ve yaklaşık iki yıl boyunca (19 18 sonu- 1 920 sonu), n ispeten yakın
bir dünya devrim i güçlü bir um uttu. Dünya gerici l iginin Ekim Devrim i ' n i
bogmak üzere b i r haç l ı seferi de yürütmektc oldugu böyle bir tarihsel ortamda,
dogaı olarak, .Sovyet iktidarı devrimin sorunlarına ve kaderine u l uslararası
devrim üzerinden bakıyordu. Ve bu dönemde Sovyet prolctaryası, kendi cephesinden
uluslararası devrime en büyük katkıyı, emperyal ist m üdahaleyi boşa çıkararak
·
ve içsavaşı kazanarak göslcrebilird i .
B unda büyük bir başarı kazanıldı. Ne var ki bu başarının dünya gericiligine
nihayet kabul ettirildiği safha, aynı zamanda u l uslararası devrimci dalganın
hız kesmekte oldugu sallıa ilc örtüşlü. Ekim Devrimi'nin varolma hakkı kazanmasıyla
belirsiz bir süre için yalnız kalacagının anlaşı lınaya başlaması hemen hemen
üs.tüste d üştü.
Bu açıdan 1921 y ı l ı bir dönüm noktasıdır. Her dönü m noktasında oldugu
gibi, yeni degcrlendirmclcrc ve bu çerçevede izlenecek taktik ç izgi konusunda
yeni yaklaş ı rnlara vesile oldu. Gerek Bolşevik Partisi , gerekse Komün ist
82
Enternasyonal bünyesinde ...
1921 yazında toplanan Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongresi tarihteki
yeri ve anlamını bu yeni degerlendirmelere ve yaklaşırnlara sahne olmasında
bulur. B u kongre dünya devrimine, onun gelişme çizgisine i lişkin iyimser
beklentilerin öneml i ölçüde terkedildigi, gelişmelerin belirginleştirdigi bir dizi
gerçegin n ihayet hesaba katıldıgı' bir platform oldu.
Emperyalist dünya savaşında i fadesini bulan genel bunalım ve onun olgun­
laştırdıgı devrimci durum, zincirleme gelişecek bir dünya devrim i beklentisine
yolaç m ıştı. Bu iyimser beklentide, uluslararası devrimin olanaklarını abartmak,
tersinden olarak uluslararası b,urjuvazinin gücünü ve dayanma olanaklarını
oldugundan az degerlendirmek, sosyal-demokrasinin proleter yıgınlar üzerindeki
etkisini ve devrimin boşa çıkarılmasında oynayabilecegi hain rolü yeterince
degerlendirememek, aynı şekilde proleter öncünün zayınıgının olayların seyrindeki
temel olumsuz etkisini gözden kaçırmak aibi , bir dizi etkenin rol ü vardır.
Lenin kendi payına ve üstelik zamanında, bu faktörlerin hiç degilse bazı larına
(proleter öncünün muazzam önemi ve onun açık bir gerçek olan zayıllıgının
muhtemel sonuçları, ya da proleter öncü kendi rolünü geregince oynayamadıgı
takdirde bunalımdan çıkış konusunda burjuvazinin hiç de tümüyle çaresiz olmadıgı
vb.) işaret etmiş olmakla birlikte, bir dünya devrimi beklentisi kendisi de dahil
bir kaç yıl kuvvetli bir umut olarak taşınm ıştır.
S ıralanan etkenierin bu beklentideki rolünün ötesinde, birinci emperyalist
dünya savaşı ve Ekim Devrimi'ni izleyen olayların açıga ç ıkardıgı bir temel
gerçek var. Tarihsel deneyim göstermiştir ki, uluslararası çapta bir genel bunalım
ve devrimci durum ortamında bile, eşitsiz gelişme yasası hükm ünü etkin bir
biçimde sürdürmektedir. B u kendini, bunal ımın degişik ülkeler üzerinde eşit
olmayan etkisinde, devrimci durumun ve olanakların eşit olmayan dagılımında,
her bir topl umda çelişkilcrin çeşitliligi ve zenginligindeki fark l ıl ıkta, k urulu
düzenin degişik toplumlardaki eşit olmayan dayanma gücü ve olanaklarında,
ve kuşkusuz, devrimci proleter öncünün her bir ülkedeki eşit olmayan gücü,
yetenegi ve hazırlıklarında göstermektedir. Bunun dogaı bir sonucu olarak,
bunalım devrimci sarsıntı yı emperyalist dünya zincirinin tümünde yaraısa bile,
kopma en zayıf halkada olmaktadır. Ve eğer, bunalımın olgunlaşması, eski
düzenin çöküntüsil ve devrimci öncünün hazırlığı bakımından, farklı halkalar
arasındaki eşitsizlik büyükse, bir halkadaki kopma zincirin türnündeki sarsın­
tıyı şiddetlendirse bi le, bunun etkisi geçici olabilmektedir. Devrim i muzaffer
bir sona baglayacak kuvvetin ortaya konamadıgı her ülkede, karşı-devrim gücünü
toplayabilmekte ve burj uvazi geçici olarak sarsılmış egemenligini çok geçmeden
yeniden tesis edebilmektedir. U luslararası devrimci dalganın geride Ekim
Devrimi' nden başka bir kazanım bırakmaması, gelişmenin bu eşit olmayan
karakteri ışıgında kavranabil!r. Üçüncü Kongre'de buna esasen işaret edilm iştir.
Dönüm noktasını işaretleyen 1 92 1 y ılında uluslararası bunal ım etkinliğini
hala sürdürmekteydi. Ne var ki, sınıflar mücadelesi cephesinde durumda belirgin
bir degişim gerçekleşmişti. Avrupa'da devrimci dalga çekilmeye ve burj uvazi
83
durum üzerindeki kontrolünü önemli ölçüde yeniden kurmaya başlamıştı. Bu
Ekim Devrimi'nin genel devrimci dalganın tck kazanımı oldugu ve Sovyet
Rusya'nın belirsiz bir süre için yalnız kalac;ıgı anlamına geliyordu. Şüphe yok
ki, bu olgunun tespiti, Sovyet devrim inin sonraki seyrini ve sorunlarını ele
atışta temel önemde bir yeniligin başlangıcı dcmckti.
Sovyet R'!sya için bir dönüm noktası oluştura� ve zaman olarak olayların
uluslararası seyrindeki degişime paralel düşen gelişme ise, içsavaş ve dış
müdahalenin sona ermesiydi. Sovyet iktidarı kendi cephesinde üç yıllık bir
savaştan tam bir zaferle çıkmıştı. İşçi sınıfının devrimi savunma v.c iktidarı
elde tutma kararlılıgı ile köylülükle kurulan saglam itti fak, bu zaferin temel iç
koşulları olmuşlardı. Devrimci çalkanLıların yanıuıgı elverişli uluslararası ortamda
Avrupa proletaryasının sundugu enternasyonal ist destck ilc Sovyet iktidarının
emperyalistler arası çelişkilerden dikkatli ve sistemli bir biçimde yararlanmayı
başarması ise, zaferin temel ulusljtrarası koşullarını oluşturmuşlardı.
Dış müdahalenin boşa çıkarılmasının Sovyet ülkesinin uluslararası durumu
için yarattıgı sonuç "istikrarsız denge"dir. Lenin dönüm noktasında bu i fadeyi
sık sık kullandı. Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongresi'ne sundugu Tezler'de
"istikrarsız dengc"yi şöyle tanımladı: "Bu son derece temelsiz ve zayıf bir
dengedir" . Bununla birlikte, "uzun bir dönem için olmasa bile, kapitalist bir
çember içinde Sosyalist Cumhuriyete yaşama olanagı vermiştir" .
Kapitalist bir çembcr içinde sosyal ist bir cumhuriyetin yaşama olanagı
elde etmesi -bu, dönüm noktasında çıkarılan temel bir sonuçtur. Lenin'in 1 9 1 5
tarihli makalesi düşünüldügünde, b u sonuca teorik olarak erken bir tarihte
varıldıgı düşünülebilir. Daha önceki bölümde de dcginildigi gibi , bir bakıma
öyledir de. Ne var ki 1 9 1 5 'tc bu yalnızca teorik bir öngörüydü ve Ekim Devrimi'ni
izleyen emperyalist müdahale ortam ında tümüyle tartışmal ı hale gelmişti.*
Zira uluslararası burjuvazi Sovyet ülkesine yaptıgı geniş çaplı m üdahale ile
kapitalist çcmbcr iç inde bir sosyalist cumhuriycte tahammülsüz oldugunu ortaya
koymuştu. Emperyalist dünya yıllarca süren bir müdahale yoluyla onu bogmaya,
eski düzeni yeniden kurmaya çalıştı. Fakat tüm çabalarına ragmen bunda başarılı
olamadı. Yenilgiye ugradı ve Sovyet Cumhuriyeti nin varlıgına bel irsiz bir
süre için katlanmaya mecbur oldu. Daha da ötesi, onu h ukuken ya da fiilen
tanımak, ticari il işkilere girmek zorunda kald ı .
B u yeni bir durumdur ve Sovyet Cumhuriyeti için yeni bir döneme geçiştir.
* Lenin
ı 92 ı sonunda durumu değerlendirirken şunları söylemekteydi:
"Ama kapitalist bir çevre içinde, sosyalisı bir cumhuriyelin varolması mümkün
müdür? Po/ilik ve askeri bakımdan mümkün görünmüyordu . Bunun hem po/ilik hem de
askeri bakımdan mümkün olduğu artık ispaıtanmışıır. B u bir gerçekıir." (Barış Içinde
Birarada Yaşama. Ekim Yay., s. t 20- ı 21 )
Aynı günlerdeki bir başka konuşmada:
"Bize dört yıl önce yabancı işçinin dünya devrimine bu kadar yakın olmadığı ve
sert bir iç savaşı üç yıl yürütmek zorunda olduğumuz söylenseydi, o zaman hiç kimse
bu savaşa dayanabileceğimize inanmazdı. " (Ekim Devrimi Üzerine, Teori Yay., s.t ı 5)
84
Uluslararası devrim dalgasının çekilmekle oldugu koşullarda önemi ve anlamı
her zamankinden daha büyüktür.
Dönüm noktasım işaretleyen üçüncü temel gelişme ise, Sovyet Rusya'nın
iç durumunda kendini gösterdi. Emperyalist müdahale ile içsavaşm sona ermesinin
yarauıgı yeni koşullar, işçi sınıfı ve köylülük ilişkilerine yeni bir biçim ve�me,
Sovyet iktidarının temeli ve yaşama koşulu olan işçi-köylü ittifakını yeni temellere
oturtma zorunlulugunu ortaya çıkardı. Bu, Savaş Komünizmi 'nin "ölçüsüz
hayaller"inden kurtulma ve geri, çekilme olarak tanımlandı . NEP'te ifadesini
buldu.
Lenin 1921 dönernceinde toplanan Komünist Enternasyonal Üçüncü
Kongre' sine sundugu Tezler hakkında yaptıgı konuşmada, geride kalan dört
.yılın ışıgında uluslararası durumun özet bir tahlilini sunduktan sonra, şu sonucu
formüle eder:
"Bu durumda ne yapmamız gerekir şimdi? Devrim için en iyi şekilde
hazırlanmail ve ileri kapila/isı ülkelerdeki somuı gelişimin derin bir araş/ırmasını
yapmalıyız. Uluslararası durumdan alınması gereken ilk ders budur."
Bu sonuç uluslararası komünist hareket içindir. İzlene·c ek yeni taktik çizgi
bu çerçevede saptandı. Bunun esası, geri çekilme ve yeni bir devrimci yükscliş
için güç toplayarak hazırlanma, bu çerçevede "Kitlelere ! " sloganı ve birleşik
işçi cephesi taktigidir.
Lenin sözlerini şöyle sürdürür: "Kendi Rus Cumhuriyetimize gelince bu
kısa aradan yararlanmalı ve rakıiklerimizi ıarihin bu zigzaglı çizgisine uydurma­
lıyız."
"Tarihin bu zigzaglı çizgisi" -erken bir dünya devrimi beklemisinin ardından,
dünya devriminin gelişme çizgisine ilişkin netleşmiş bir yeni görüştü bu. Dün,
Ekim Devrimi 'nin ari fesinde ve sonrasında, izlenecek taklik çizgi uluslararası
devrimci durum temel bir etken olaf'ak ·hcsaba kaLılarak saptanmıştı. Ş imdi bu
durum geride kalmıştır. Bunalım hala sürıneklc birJikte, uluslararası devrim
dalgası çekilmektedir ve onu bir yenisinin ne zaman izleyeceği de bel li degildir.
Dolayısıyla Sovyet Rusya'nın önünde , izlcycccği taktikleri "tarihin bu zigzaglı
çizgisine uydurma" sorunu durmaktadır.
Bu belirsiz bir süre için yalnızlığın kabulü, somuua tck ülkede s.o syalizm
sorunudur; onun iç ve uluslararası sorunlarıdı.r; emperyal ist kuşatma alunda ve
toplumun ezici agırlığını oluşturan köylülük.le ilişkilerin hassas zemininde,
yeni bir toplumun kuruluşuna geçiştir.
Daha önce de ifade edildiği gibi, yeni bir toplumun kuruluşuna ilişkin
sorunlar, daha iktidarın alınışından itibaren Sovyet ülkesinin gündemine girmiş
bulunmaktaydı. Ne var ki bu i lk safhada durum yine de temelden farklıydı.
Uluslararası koşullara devrimci durum egemendi ve erken bir uluslararası devrim
beklentisi vardı. Bu koşullarda sözkonusu olan gelmektc olan devrime kadar
dayanmaktı .
Oysa şimdi devrimci dalga geride kalmı.şu. Bir yenisi ise belirsiz bir
geleceğin sorunuydu. Bu yeni durumda artık sözkonusu olan, bu belirsiz süre
85
iç inde emperyalist kuşatmaya karşı daya nma k ve yeni toplumun inşasına geri,
-
yoksul, yanmış yıkılmış bir köylüler ve küçük-burjuvalar ülkesi olan Sovyet
Rusya'nın kendi güçleriyle girişmektir. Rusya proletaryasının zayıf omuzlarına
binen agır görev, sosyal iz min inşasına kendi başına girişrnektir. *
*
"Zayıflamış ve bir noklaya lcadar, hayati tetnl!li olan büyük tnl!kanik endüstrinin
yılu/ışından sım/sıziaşmış olan proletaryamn zor ama aynı z amanda çok yill:e bir
tarihi misyomı vardır: b" yalpalafMiara rağtnl!n sağlam kalmak ve etnl!ğin kapitalisı
tahakkümden lulrt"l"'şıt görevini başarıya "laştırmak" .
(lll. Enternasyonal Kon,şmaları,
Pencere Yayınları, s.99-IOO)
(1. BÖLÜMÜN SONU)
86
S osyalizmden restora syona
H.FIRAT
Dilnkü iddialar, bugünkü gerçekler
" Şimdi degit, onyıllarca önce, revizyonistler Sovyetler B ir/igi ve diger bazı
ülkelerde, kendi roüılarını kabul ettirdik/erinden bu yana,' A rnavutluk Emek
Partjsi ve Enver Hoca yoldaş, bu yolun sosyalist ilişkileri parçalayacagını ve
kapitalizmin restorasyonuna, krize, ciddi hezimetlere ve hayal kınk/ıkiarına
yol açacagını net bir biçimde ortaya koymuşıu.
"Partimizin bu çözümlemelerine kuşkucu yaklaşanlar dahi, şimdi Arnavutluk
Emek Partisinin tümüyle haklı oldugunu kabul etmek zorunda kaldılar. Ramiz
Alia yoldaşın Parti Merkez Komitesi 8. Plenumu' nda vurguladıgı gibi, bu
ülkelerde başarısızlıga uğrayan komünizm degildi, Karl Marks' ın öğretisi degildi;
aksine, sosyalist ideolojiden ayrılma ve proleter ideolojinin yerine burjuva
ideolojisinin geçirilmesi çok yönlü parçalanmaya neden oldu.
"Partimiz revizyonizme karşı mücadeleyi yalnızca teorik bir polemik olarak
degil, sosyalist toplumun kaderini tümüyle ilgilendiren pratik bir sorun olarak
da ele aldı. Bu yüzden, bu mücadeleyi revizyonizmin eleŞiirisiyle asla sınırlmnadı;
revizyonist/erin iktidara geldikleri ülkelerde yaşananlardan dersler çıkardı;
deney kazandı ve böyle bir trajedinin olmaması için önlemler aldı. Bu, partimizin
önemli bir meziyetidir ve bugiln de bu şekilde davranıyoruz. Dogu A vrupa
ülkelerindeki güncel olaylar, bu tavrın dogrulugu ve hayati önemi hakkındaki
inancımızı güçlendirmemize yol açtı." (Orak-Çekiç, sayı: 67, s.4)
Bu degerlendirme Arpavutluk Sosyalist Halk. Cumhuriyeti Bakanlar Konseyi
Başkanı Adil Çarçani'nin Arnavutluk devriminin 45. y ıldönümü vesilesiyle
yaptıgı Kasım 1 989 tarih l i konuşmasında yeralıyor. Arnavutluk'ta bugün ortaya
çıkan gerçekler ve yaşanmakta olan gelişmelerle ne büyük ve ne acı bir tezat
oluşturuyor!
Arnavutluk Sosyalist Halk Cumhuriyeti'nde son bir y ıldır yaşanmakta olan
ve bu küçük Balkan ülkesinin yeni yönelimini netleştiren gelişmeler ve olaylar,
son bir kaç aydır dramatik görünümler kazanmış bul unuyor. Arnavutluk'un
küçük nüfusu ve küçük nüfuslu kentleri için hayli büyük sayılabilecek kalabalıklar
rej i m aleyhtarı gösteriler yapıyorlar. Ülkesine ve halkına tartışmasız büyük
hizmetleri olmuş u lusal lider Enver Hoca'nın heykclleri peş pcşe dcvriliyor,
çirkin hakaretlerc konu ol uyor. Binlerce onbinlerce Arnavut vatandaşı ülkesinden
kaçıyor, ya da kaçmak istiyor. Ve başlangıç evresinde olayları çaresizlik i çinde
izleyen "bilge" AEP, bir süredir ülke yaşam ını "demokratikleştirmek" adı allında
burj uva parlamenter sisteme geçişin, ekonom iyi "rasyonelleŞtirmck" adına özel
mülkiyete ve piyasa ekonomisine geçişin, dış poli tikada "yeni açı lımlar" adı
altında uluslararası kapitalist sisteme entegrasyonun "öncü"lügünü yapıyor.
Düne kadar revizyonizme karşı 30 yıllık mücadelesiyle övünen AEP, reviz­
yonistterin on yıllara sıgdırdıkları gelişmeleri nerdeyse ayiara sıgdıracak bir
tempoyla kendi geçmişinden, yolundan ve ideallerinden utanç verici bir biçim­
de kopuyor. Tüm bunlar, Dogu Avrupa'daki yozl<�şmış bürokratik rejimierin
zincirleme çöküşü sırasında, gözlerini merakla ve um utla Dogu Avrupa'nın bu
son 30 yıldır farklı bir yol tutmuş ülkesine çevirmiş komünistler ve devrimciler
için elbette acı bir hayal kırıklıgını ifade ediyor.
Türkiye sol unun uzun yıl lar revizyonizme avukatlık etmiş, Brejnev savu­
nuculuğunu erdem saymış bir kesimi, şimdilerde bu hayal kırıklığı üzerine
ucuz sp�külasyonlar yapıyor. Nedir ki gözlerin merakla ve umutla Arnavutluk'a
çevrilmesi hiç de nedensiz deg ildi . Bu yalnızca Dogu Avrupa'daki çöküşün
hemen ardından dünya geric iliginin "komünizmin son kalesi" i lan eniği bu
ülkeye yönelik olarak giriştigi bir dizi kışkırtma ve provokasyondan dolayı da
değildi. Konjonktürel deg i l tarihsel nedenleri vardı bunun. O tarihsel nedenler
ki Arnavutluk'u Dogu Avrupa 'nın farklı ve özgün bir ülkesi olarak görmeyi
olanaklı kılıyordu.
Bir kez, Arnavutluk 'ta sosyalist iktidar (kısmen Yugoslavya dışında) öteki
Dogu Avrupa ülkelerinden farkl ı olarak, Kızıl Ordu'nun dolaysız yardı mıyla
ya da onun sayesinde değil, Arnavutluk halkını n kendi öz gücü ve mücadele­
siyle, demek oluyor ki gerçek bir halk devriminin ürünü olarak kurulmuştu.
Bu, Doğu Avrupa rej i m lerinin kendilerini kolay yozlaşmaya ve kolay tasfiyeye
götüren i k i l i zaafından yoksu n olmak anlamına gel i yord u: Emek Partisi
önderl iğindeki devrimci iktidar kuruluş döneminde emekçi kitlelerin tam ve
aktif destcğine sahipti; ve bu emekç iler kitlesi, eski egemen siyasal toplumsal
sistemin tasfiyesini gerçekleştiren devrim süreci içerisinde devrimcileşmek,
eski düzenin geleneksel baglarından ve pisliklerinden kurtulmak ve böylece
"toplumu yeni temeller üzerinde kurmaya elverişli hale gelmek olanagı" (Marks)
88
bulmuşlard ı . Arnavutluk'u ayrı bir i lgi ve merak konusu haline getiren temel
tarihsel fark l ı l ıklardan biri buydu. Acaba bu etken, Arnavutl uk ' taki sosyalist
iktidar ve düzen için Dogu Avrupa'daki sarsıntının dışında kalabilme olanagı
anlamına geliyor muydu?
Arnavutluk ' u farklı kılan bir ikinci tarihsel olgu, rcvizyonizm yolunu tutmayarak
marksist-leninist i l ke lere ve sosyalist ideallere baglıtıgını sürdürmüş olmasıydı.
Sovyetler B ir l i g i ' ndeki b ü rokratik deformasyon 20. Kongre ' de modern
revizyonizmi dogurm uş, bu gelişme Dogu Avrupa ülkelerini ve dünya komünist
hareketinin büyük bir bölümünü hızlı bir ideoloj ik-pol itik yozlaşma süreci
içine sok m uştu. Arnavutluk Emek Partisi buna dircnm i ş, bu yozlaşma sürecinin
Sovyetler Birligi ve Dogu Avrupa ülkelerini kapital ist rcstorasyona, komünist
partilcrini ise sosyal-dcmokratlaşarak çürümeye götüreccgini iddia etmiş, '60'1 ı
y ı lların başında yolunu onlardan ayırm ıştı. Restorasyon sürecinin Gorbaçov ' la
birlikte ulaştıgı sonuçlar ve Dogu Avrupa'nın çöküşü, bu iddianın tarihsel
haklılıgını kanıtlamıştı. B unu önden gören, bu yol u tutmayı reddeden, dahası
Sovyetler B irligi 'ni ve Dogu Avrupa ülkelerini bu yola sokan ön süreçlerden
gerekli dersleri ç ı kararak kendi parti, iktidar ve toplum yaşamını bu derslerin
ışıgında yeniledigini iddia eden sosyalist Arnavutluk, Dogu Avrupa'daki sarsınudan
eıki lenmeyerek bu iddiasını bu en kritik Larihsel dönemeçte kanıtiayabilecek
m iydi?
Doğu Avrupa ülkelerinde kapitalist restorasyon süreçleri, Batı 'nın kapitalist .
ülkeleriyle yakınlaşma, iktisadi ve mal i yönden kaynaşma ve bagım l ı hale
gelme, giderek bu temel üzerinde Batı kapitalizminin ideoloj ik-pol itik ve kül­
türel elkisine aç ık toplurnlara dönüşme eş ligindc yürü m üş, bu yolla kale içten
fethedildigi ölçüde Dogu Avrupa'daki iktidarların yıkılışı ve tasfiyesi son dereec
kolay olm uştu. Arnavutluk bu açıdan da farklı bir ülkcyd i . Küçük, geri ve
yalnız bir sosyalist ülke olmanın tüm dezavantaj larına ragmcn, kap i talist dünya
karşısında bagımsız kalmaya özen gösterm iş, borç ve kredi kabul etmek bir
yana bunu Anayasa h ükmüyle yasaklamış, dünya burjuvaz isinin kendisini içten
fethetmesine olanak tan ımamaya çalışmıştı. B u , bu kritik dönemde Arnavutluk
için bir güvence olabilir m iydi ? Arnavutluk emekç ileri, özel likle genç liği, yoz
kap i talist yaşam biçim ine, burj uva ideoloj isine ve kül türel degerierine karşı
gerçekten bagışık m ıydı? Arnavutluk dünya gerici liğinin şiddetlenen ideolo­
jik, siyasal ve iktisadi haskılarına direnebilecek m i yd i? Cevabı ilgi ve merak
konusu üçüncü temel soru buydu.
Bir y ıldan az bir zamana sığan son olaylar, tüm bu
soruların cevabını
yazık k i olumsuz yönde netleştirmiştir. Olayın tarihsel anlamı özetle şudur:
Arnavutluk farklı olmak istem iş, bunun için gerçekten ciddi çabalar sarfetm iş,
fakat, nedenleri ne olursa olsun, sonuçta bunu başaramamış, Doğu Avrupa
ülkeleriyle aynı aki bete ugramaktan kurtulamamıştır.
Gelişmelerin netleştirdiği zincirleme gerçekler nelerdir?
ilkin, i ktidar ve düzen, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin akti f ve m i litan
desteginden yoksundur. K i tlelerin bir bölü m ü gerici bir temelde reji me karşı
89
aktif bir m uhalefet içindeyken, öteki bir böl üm ü
rej i m i destekliyor olsalar
bile olayları edi lgenlik ve sesizlik içinde izlemektedirler. Sosyalist bir iktidar
i ç i n ölüm demek olan bu durum, Arnavutl uk emekçilerinin geniş kesimlerini
kucaklayarak iktidar olan AEP i ç inse traj i ktir.
Sosyalist inşa süreci aynı zamanda, iktidar olmanın da avantaj ı y la , daha
geniş kitlelerle ve daha sıkı bir biç imde kaynaşma süreci demektir. Sosyalist
kuruluş bir yönüyle de budur. Sosyalist kuruluş bir bütün olarak işç i sınıfını
ve onun önderliginde çalışan yıgınları toplum yaşamının tüm alanlarında, ama
özellikle de siyasal alanda etkin k ı labilmektir. Bu çaba ve süreç, parti y i ve
iktidarı daha geni ş kitlelerle bütünleştirip kaynaştırır.
AEP'in de bunu başaramadıgı anlaşılıyor. B u başarısızlıktan elbetteki kolaycı
sonuçlara varılamaz. AEP'_in kendi ülkesine ve halkına h izmetleri tarihsel de­
�erdedir ve tartışmasızdır.
Devrim önces iyle kıyaslanırsa ülkenin ve u l usun 45
y ılda kateuigi iktisadi, top lumsal ve kültürel mesafe muazzamdır. Fakat buna
ragmcn AEP kendi halkının hiç dcgilsc bir bölümünün dcstegini kaybetmiş,
dahası , Enver Hoca gibi bir devrimci ulusal liderin heykcl lerini devirip parça­
layacak düzeyde düşmanlıgı ilc yüzyüze kalm ıştır. B u , gerçekten traji k bir
sonuçtur.
"Tek ü l ke"de, kuşatma altında ve belki de en önem l is i , son derece geri bir
iktisadi ve kültürel m i ras temeli üzerinde girişi len bir sosyal ist inşa çabası
i çinde kitlelerle birleşmenin kolay olmad ıgı Arnavutluk örncgi i lc bir kez daha
kanıtlanıyor. Zira bunun kitleler için bedel i , bel li bir tarihsel dönemde büyük
yoksunluklara ve fedakarlıklaia katlanmak oluyor. Ayrıca i rdclenmesi gereken
bu sorun, geri ülkelerde gündeme gelen ve gelecek tüm sosyalizm denemelerinin
aşıl m ası kolay olmayan ortak bir tari hsel güç l ügüdür. İşçi sınıfının ve emekçi
k itlelerin ideolojik, siyasal ve kül türel düzeyindeki gelişmeyle, işçi sınıfının
pol i tik etkinl igi ve yıgınların siyasal katı lımıyla dcngclcnemedigi ölçüde, ki
bunlar da ancak ncsnelligin clverdigi belli sınırlar içinde başarılabilir, bürokratik
deformasyonun ve kitlelerden kopmanın yolu açı l ıyor demektir. Arnavutluk'un
da bu tarihsel güçlügc ycnildigi bugün kesinleşmiş b.ulunuyor.
B uradan ve bunun b i r uzantısı olarak , son olaylarla iyice netleşen ikinci bir
temel gerçek ç ıkıyor; Arnavutluk' ta parti ve devlet örgütleri zamanla kitlelerden
kopmuş, devriJ11 C İ dinamizmlerini yitirmiş, cansız bürokratik aygıtiara dönüşmüş­
lerdir. Sosyalizm işçi sınıfı n ın toplumsal düzcnidir; onun damgasını taşır, onun
önderliginde ve yönetiminde kurulabil ir. Proletarya diktatörlügü kendini egemen
sınıf olarak örgütlemiş i şç i sınıfının iktidar ve egemenlik biç i midir; yalnızca
eski düzeni geri getirme çabalarına karşı bir mücadele aracı deg i l , bunu da en
etki l i ve güvencel i bir biçimde yapabilmenin bir yolu ve yöntemi olarak, çal ışan
kitlelerin işçi sınıfı yönetiminde siyasal yaşama bilinçli, aktif ve sürekli katı l ımı,
bunun araç, olanak ve yöntemleri anlamına gelir.
İşçi sınıfının devrimci öncüsü ve organik bir parçası olarak partin in tarihsel
m isyonu tüm bunları olanaklı ve gerçek kılmaktır, yoksa kendini onların yerine
geçirmek ya da işçi sın ı fının tarihsel rolünü sözümona "onun adına" oynamak
90
degil. Olaylar ve gerçekler, bu alanda Sovyetler B irligi ve Dogu Avrupa'nın
ugradıgı tarihsel akibetten dersler çıkartıldigı iddiasını dogrulamamıştır. Olay­
lar ve gerçekler, Arnavutluk ' ta da işçi sınıfı ve çalışan kitlelerin "yönetilenler"
olarak kaldıkların ı , daha dogru bir i fadeyle sü.reç içinde yeniden bu duruma
düşürüldüklerini, onlar adına onlara hükmedildigini göstermektedir. Bunun do­
gaı ve kaçınılmaz son�cu, işçi sınıfının ve çalışan k itlelerin iktisadi ve siyasi
süreçlere, bir bütün olarak toplumsal yaşama yabancılaşması, edilgenlige ve
kayıtsızlıga düşmesi, kuşatma altında, geri ve yoksunl uklar içindeki bir ülkenin
insanları olarak, tüm "kapanma" çabalarına ragmen, burjuva ideoloj isine, kapitalist
dünyanın ideolojik ve kültürel etkisine açık hale gelmesi olm uştur.
B u, gerçekler zincirinin üçüncü halkasını veriyor. Arnavutluk'un "yeni insan"ı
yoktur, yaratılamamıştır. Son olaylar bu acı gerçegi dogrulamıştır. Ortadogu 'da
kapitalist-emperyalist haydutl uguri şaha kalktıgı bir dönemde, bir kısım Arnavut
insanı gerçekte çok şeyi borçlu oldugu kendi ulusal l iderinin heykcl lerini de­
virmekle ugraşmış, öteki bir kes i m i ise bunu sessizlik içinde seyredebilm iştir.
B i li nçsizligin, geriligin, ilkel ligin, düşkünlUgün i fadesi bir durumdur bu. Ram iz
Alia, 25 Ekim 1 989 tarihli 8. M K Plcnumu konuşmasında, "nüfusun ezici
çogunlugunun sosya l izm çagında dogdugu ve beşikten itibaren partin i n ög­
retileriyle büyütülüp egitildigi" şeklindeki kaba gerçekten gururla sözediyordu.
(Özgürlük Dünyası, sayı: 16, s. 1 2)
Ama yazık ki sonuç gurur degil , utanç verici olmuştur. Ş imdiki gerçekler
ve dramatik olaylar bu halka ve gençliğe verilen eğiti m ve bilincin nitcligini
ve derinligini de gösteriyor. Sosyalist bir toplumun gençliği asıl egitimini
cansız ve klişeleşmiş "resmi" m ü fredat programlarından deg i l de can l ı ve çok
yönlü bir siyasal ve kültürel yaşamın içinden, toplumsal yaşam ı n tüm alanları n ı
sürekli devrimcileştirmek ve dönüştürmek aktif Çabası v e süreci içinden al ınazsa
eger, gün gelir sözde "beşikten itibaren" sevgisi ve "ögreti"lcriyle cgitildigi
bir l iderin anısına karşı bu denli hoyratça davranacak kadar alçalabil ir. M i l l i
k urtuluşunu kendi g ücüyle elde eden, b u n u halk devrim iyle birleştiren, büyük
fedakarlıklar pahasına bugünkü modern Arnavutluk'u kendi eliyle kuran, "beşikten
itibaren partinin ögretileriyle büyütülen" bir halkın içinden bugün, dün ülkesinden
süpürüp attıgı emperyalist İtalyan burj uvazisinin insafına ve sadakasına sıgınmak
isteyen binlerce, onbin lerce insan ç ıkabil iyorsa, bunun tarihsel soruml ulugu
dolaysız olarak AEP' indir.
Sosyalist bir toplumun insanı çagının ve yaşadığı dünyanın gerçek leri n i ve
sorunlarını çok yönlü ve dolaysız olarak bilebilmeli, izleyebilmeli, irdeleyebilmeli,
kendi bağımsız yargılarıyla degerlendirebi l meli, kendi bağımsız inisiyatifiyle
olumlu ya da olumsuz eyleml i tepki lere konu edebi lmelidir. Bunun olanaklarına,
araçlarına, bunu gerçekleştirebileceği özgür bir siyasal ortama sahip olabilmelidir.
Akden i z ' i n karşı sahillerinde Libya haydutça bombalamrken kendi halkının
sesizliğine katlanan, daha da kötüsü enternasyonalizm üzerine edilen klişe
sözlere ragmen kendi halkını bu tür tepkisizliklere, sessiz . kalışiara genel olarak
al ıştıran bir parti, şimdiki durumun tarihsel soruml uluğunu da taşıyor demektir.
91
Oysa dünyanın öte yüzünde Panama işgal edildi diye Mollalar İ ran 'ında bile
yüzbinlerce insan Amerikan haydullugunu protesto etmek için Tahran sokaklarına
dök ü lebiliyor. Yaln ızca Arnavutluk deg i l genel olarak geç m i ş sosya l i zm
uygulamaları, işçi sınıfına ve çal ışan yıgınlara yazık ki bu kadarcık bir politik
duyarlı l ı k ve aktivite kazandıramamışlardır. Demek oluyor ki, "yeni sosyalist
insan"ı yaratamamak u lu slararası sosyalizm için Arnavutl uk ' u aşan genel bir
sorun. Arnavutluk' un kendine özgü sorum lulugu olsa olsa ders çıkardıgını
iddia euigi tarihsel deneyimlere ragmcn aynı akibetten kurtulamamış olmasıdır.
Emperyalizm çagında tarihsel sürecin işleyiş diyalektigi, sosyalizmi genellikle
geri ya da nispeten geri ülkelerde gündeme getirdi. Gelişmiş ülkelerdeki devrimler­
le tamamlanıncaya kadar dünya kapita l izminin agı r kuşatmasına dayanabi l mek
b i r zorunluluk olarak ortaya ç ıktı. Bu ülkeler, Batı l ı kapitalist ülkelerin yüzyıl­
lardır ve üstelik dünya ölçüsünde süren . bir sömürü ve birik i m süreci içinde
ulaştıkları iktisadi gelişme düzeyiyle kolay kolay yarışamazlard ı . Asıl yarışa­
bilcceklcri, sosyalizmin ileri bir toplumsal sistem oldugunu asıl kanıtlayabilecekleri
alan, göreli olarak sınırlı zenginliklere dayanıyor olsa bile eşitlik temeli üzerinde
yükselen bir özgür toplum yaratmak dogrul l usunda mesafe a labil mekti.
B un un son tahti lde iktisadi gelişmişlik ve zenginlik düzeyiyle baglamı l ı
oldugu, b u maddi toplumsal temelden koparılamayacagı elbette tartışma götürmez.
Ama y ine de sözde deltil gerçekten işçi sınıfına ve bu devrimci sınıfın ön­
dcrliginde çalışan yıgınlara dayanan bir topl umsal sistem, insan ' ı ideolojik,
siyasal, kültürel ve ahlaki alanlarda geliştirmek ve yüceltmek bakı m ından
kapitalizme göre kesin bir üstünlüge sahiptir
.
Proleter demokrasi i lc maddi
zenginiikierin çalışan sınıfların h izmetine verilmesi, bunun ortamı ve temclidir.
Bu temel üzerinde yeni sosyalist insan yaratılabilir. Y üzyı lların ol u msuz kül­
türel m i rasına ragmcn ve kapitalist kuşatmanın güçl ükleri ne olursa olsun, bu
olanaklıdır. Ve tarihsel deneyim gösteriyor � i . sosyalizm in gerçek güvencesi
_
buradadır, bu başanya bağlıdır. B u başarı lamadıgı sürece sosyalist iktidar bir
bürokratik ayg ı ta dönüşür ve bu aygıt sosyalizmin güvencesi olmak bir yana,
tarihsel ve güncel deneyimlerin de göstc rdigi gibi, belli koşullarda bizzat kapitalist
restorasyonun aracı haline gelebilir.
Bu sorunla s ık ı sıkıya baglantılı bir başka gerçek daha var. Sosyalizm "yeni
insan"ı öncelikle işçi sınıfı içinden yaratabilir. Sosyalizm kuşkusuz tüm emekçilerin
çıkarınadır. Fakat o toplumsal karakter bakın ından herhangi bir emekçi tabakanın
dcg i l ,
kesin bir b içimde ve yaln ızca işçi sın ı fının, sanayi proletaryasının
toplumsal düzenidir. Sosyalist uyg u lamaların olum suz tarihsel deneyimleri
karşısında Lenin ' in dile getirdigi şu marksist düşünce bugün çok daha anlamlıdır:
"Tüm 'çalışan halk 'm bu işi (sosyalizmin inşasını -bn.) yapmakıa eşit ölçüde
yetenekli oldugu varsayımı boş bir laf ya da nuh nebiden kalma, marksiı.m­
öncesi bir sosyalistin hayali olacaktır; çünkü bu yetenek kendiliginden dogmaı.,
tarihsel olarak büyür ve yalnızca geniş-ölçekli kapitalist üretimin maddi
koşullarından çıkar. Kapitalizmden sosyalizme giden yolun başlangıcında, bu
yetenege, yalnızca proletarya sahiptir. "(Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları ,
92
s.472)
Sosyalizmin bugüneı kadarki tarihsel pratiklerde genellikle geri ü l kelerde
gündeme gelmesi, sosyalist iktidarın topl umsal tabanını geniş tutmak ihtiyacını
zorladıgı ölçüde, bu bilimsel gerçek karardı, giderek karartıl d ı . İşçi sınıfı top­
lumsal konumunun ürünü olan özel tarihsel-siyasal misyonundan fiilen uzaklaştı.
"Çalışan halkın" bir parçası haline geldi, getirildi. Bu açıdan bakıldıgında,
sosyalizm süreçlerinin tersine çevrilmesine karşı, son Arnavutluk örneginde
de görüldügü gibi, işçi sınıfının düştügü kayıtsızl ı k , herhangi bir özel, farklı
tavır ya da tepki gösteremernesi şaşırtıcı da degildir.
Bürokratik deformasyon süreci, aynı zamanda işçi sını fından kopma, organik
bir parçası olmaktan ç ıkma ve onu "çal ışan halkın" s ıradan bir bileşeni duru­
muna düşürme sürecidir de. Bürokratizm in popü l izınlc birarada gitmesinin,
proletarya diktatörl ügünden "halkın devleti"ne geç işin bu açıdan bir mantıgı
vardır. Bu mantık, çalışan halka yabancı l aşan, onun üstünde ayrıca l ık l ı bir
tabakaya dönüşen bürokratik kastın top l um sa l - s i yasa l m a n t ığ ıd ı r.
Bugünü dünkü
süreçler h azırladı
Revizyonist çeviri dergisi Dünyaya B akış' ı n Eylül 1 989 tarihli sa y ı s ınd a ,
Arnavutluk Yeni Yaklaşımlar Arıyor baş l.ı kl ı bir yazı yeraldı . A urelio G ialobazzı
imzası taşıyan yazı şu di kkate değer sunuşla veri lm i ş ti : "Arnavutluk Sosyalist
Ila/k Cumhuriyetinin yıllardır izlediği rota şimdi değişiyor. Tiran ' dan gelen
haberlerden bu ülkenin yalnız ekonomiyle de sınırlı kalmayan bir yenilenme
arayışı içine girdiği anlaşılıyor. Aşağıda, yapılan ileriemelere ilişkin, Arnavutluk
basınında çıkan haberlerin bir yorumunu veriyoruz . " ( S a y ı : 1 7 , s.24)
Yazısında, "Gelişmelere baktığımızda , ekonomik araçların kullanılması gibi
Arnavutluk için tümüyle yeni bir eğilim hemen dikkati çekiyor" , gözleminde
b ulunan yazarın bilgi, gözlem ve değerlendirmeleri çok geçmeden tümüyle
dogrulandı. Yazar bilgi ve kan ı L i ar ını Arnavutl uk resmi basın ından derlediğinc
göre bu normaldir de.
B urada önem l i olan nokta, bu yazının Doğu Avrupa 'da olayların hızlandığ ı
fakat çöküşün henüz fiilen yaşanmadığı bir tarihte yayınla nmı ş olmasıdır. Bundan
da önem l i olan, kullandığı bir kısım resmi Arnavut kaynaklarının 1 988 ta ri hin i
taşıyor olmasıdır.
Ş imdi daha iyi anlaşılıyor; şimdiki boyutlara ve sonuçlara varacağını kes ­
tiremeseler bile, Arnavutluk yöneticileri karşı karşıya bul undukları sorunların
ag ırlı ğın ı Doğu Avrupa rej imle r i n i n çöküşünden çok önce fark ediyorlar ve
Doğu Avrupa'daki gelişmelerin bu sorunları daha da ağırlaştıracağını h i ssedi yo rlar.
B i r yandan, "ekonomiyi canlandırmak" ve "hulkın refahını yükseltmek" için
sözde "bürokrasiye karşı" ve "kitleler lehine" bir dizi yanın yamulak tedbirlerle
o la yları n önünü alınayı umuyorlar; öte yandan ise, tam da bu yolla ve bir
bakıma G o rbaçov ' u n Doğu Avrupa ' yı saran reform rüzgarından da ya rar la n arak ,
devrimci sosyalist ideallere ve değerlere gitgide yabancılaşan v e belli ayrıcalıklar
93
üzerine oturan bir bürokrallar kastının bu yeni konumuna uygun düşecek ve
onu saglamlaştıracak bazı yeni iktisadi ve politik ilişkiler elde etmek istiyorlar.
(Ekonomiyi canlandırmak için aldıkları ve uyguladıkları kararların ilk dönem
Gorbaçov reformları ile belli bir benzerl ik gösteriyor olması dikkate deger bir
olgudur.) Dogu Avrupa'daki çöküş hem kaygılarını ve telaşlarını artırıyor ve
hem de bu "uygun" dış atmosferin yardımıyla arzuladıkları "yeni açılımlar"ı
yapabilmek cesaretlerini... "Ekonomiyi,canlandırma" çabalarına, bu kez "toplum
yaşamını demokratikleştirmek" çabaları ve buna ilişkin siyasal reform uygu­
lamaları eşlik ediyor. '89 sonbaharında gerçekleşen 8. MK Plenumu ve sonrası
f
bu gelişmeyi işaretliyoı. Dogu Avrupa'daki çöküşle birlikte dünyada ve Avrupa'da
güç dengelerinde meydana gelen kökl ü degişimin ardından ise, bu kez dış
politikada "diyaloga girmek ve açık diplomatik savaşı m ı kabul etmek" şeklinde
formüle edilen yeni yönelim gündeme geliyor. ( 1 0. M K Plenumu, Nisan 1 990)
Şöyle özetlenebilir: Arnavutl uk'un karşı karşıya, kaldıgı iktisadi, toplumsal
ve siyasal soruntar (ekonomide ve siyasal yaşa_mda durgunluk, bürokratik
kemikleşme, parli ve iktidar ile kitleler arasında derinleşen kopukl uk, kitlelerin
sosyalist idealtere ve iktidara yabancılaşması vb.) son yıllarda iyice şiddetlenmekle
birlikte hiç de yeni degit, uzun yılların ürünüdür. Dogu Avrupa'daki gelişmelerin
de yardımıyla bunların vehamctini kavrayan ve gelişmelerin bu sorunları daha
da agırlaştıracagını farkeden parti ve devlet yöneticileri, "çözüm" için "yeni
arayışlara" girmişlerdir. Gündeme getird ikleri reform ların kapsamı ve niteligi
esasen kötü "niyetleri" ya da "ihanet"e yatkın kişilikleri tarafından degil, objektif
konumları tarafından belirlenmiştir. Bu, canlı sosyalist degerierden ve ideallerden
uzaklaşmış, devrimci dinamizmini, işçi sın ıfı ve çal ışan kitleleri� devrimci bir
tarzda birleşme ve onları devrimci bir çizgide seferber etme gücünu, yetenegini,
yürekliligini yitirmiş, giderek kendine özgü ç ı karlarıyla da işçi sınıfına, onun
tarihsel ve güncel çıkarlarına yabancılaşmış, bir ruhsuz, hantal ve kemi kleşmi ş
b ürokrasinin objektif konumudur.
Aslında başlangıçta açıkça tam bu kapsamda bir politikayla hareket etmedikleri
halde* , olayların girdabında sürükl?nerek burjuva parlamentarizmine, açık pazar
* İşte Doğu Avrupa 'nın çökıüğü günlerde (25 Ekim 1 989) toplanan 8. Plenum ' ­
da Ramiz A l i a'nın söyledikleri: "Bizim için temel görev, sosyalizmin ilerleyişini
başarıyla gerçekleştirmek ve onu herhangi bir sapmaya uğratabilecek bütün yolları
kapatmak/ır. . . Sosyalist mülkiyelin zayıf/atılmasına asla izin · vermeyeceğiz. Özel
mülkiyete ve kapitalist sömürüye geri dönüş yollarına kesinlikle izin vermeyeceğimiz
g ibi, iktidarı halk aleyhtarı herhangi bir güçle paylaşmadık ve asla paylaşmayacağız;
bundan sonra da halk iktidarının ve proletarya diktatörlüğünün z ayıf/atılmasına
kesinlikle izin vermeyeceğiz; burjuvazinin önümüze sunduğu sözümona plüralizm
uğruna marksist-leninist Partimizin önder rolünden asla vazgeçmeyecek ve
zayıf/atılmasına asla izin vermeyeceğiz. Bu temel sorunlar bizim için kutsaldır.
Partimiz, bunlar için savaştı ve bundan sonra da sürekli bunlar için savaşacak;
halkımız bunlar için kan ve ter döktü, ve bunlar için her öz veride bulunduk ve bundan
sonra da bulunmaya hazır olmamız gerekiyor. " (Özgürlük D ünyası, sa y ı : l 6 , s. 1 0)
94
ekonomisine, özel m ülkiyete bu kadar çabuk ve kolay onay vermeleri, ona
kendi elleriyle yasal temel hazırlamaları da bu objektif konumlarının bir sonucudur.
Elbette ki bürokratik dejenerasyon ayrıcalıkl ı bir küçük-burjuva tabakanın ortaya
çıkışı demektir; "zayı flık ve teslimiyet" g i bi görünen davranışın gerçekte bunda
i fadesini bulan açık bir toplumsal manugı
vardır.
Sol hareketin düne kadar Arnavutluk'u ve AEP'i biraz da gözükapalı savunmuş
olan kesiminden bazıları, şimdilerde "burj uva revizyonist Ramiz Alia kl igi"nin
}
yönetimi "gasp"ı, "revizyonist" icraatı ve bu cratın yaratacagı sonuçlar üzerine
öfkeli yazılar yayınlıyorlar. Ram iz A l ia yöneti minin icraatı ve bunun Amavut­
luk 'u sürükleyecegi batale yeterince açıktır ve onu mahkum etmek pek bir
güçlük taşım ı yor. Asıl önem l i , anlamlı, gerek l i ve elbette hayl i de zor olan, bu
akibeti yaratan temeldeki nedenleri anlayabilmektir. Üstelik bu akibcte ugrayan,
revizyonizme karşı tarihsel m ücadelesiyle hep övünen ve ondan dersler çıkardıgını
hep yineleyen bir ülke ve partiyse egcr, bunun önem i iki kat artar. B ugün artık
bunu anlayamamak, tarihsel erdem ine haklı olarak sahip ç ıkı lan Enver Hoca ·
ve AEP ' i n , kendi lerine bugünkü akibcti hazırlayan temel tarihsel hatasını bu
kez daha vahim bir biçimde tekrarlamak olur.
Solun bu kesiminin aruk kavraması gerekiyor; önce rcvizyonizm ve revizyonistler
çıkm ıyor, önce bunları yeşertcn toprak oluşuyor. Demek oluyor k i , buna uygun
kurumlar, i lişkiler, al ışkan lıklar, gelenekler, düşünsel e g i t i m ler oluşuyor; reviz­
yonizm bu zeminde mayalanıyor; revizyonistler bu toprakta ç im lenip yeşeriyorlar.
Hiç de parti ve devlet yönetimini "ele geçir"miyorlar, basbayagı "ellerinde"
buluyorlar. Onların �rihsel m i syonu bu araçları bir başka rolaya yöneltmek
oluyor. Tarihsel bir olgu olarak i lginç ve öne m l i olan, bu araçların bu yeni
roıaya uyumda çok da zorlanmamalarıdır. " Ramiz Alia kligi"ndcn önce işler
iyi g i tm i ş olsayd ı , şimdiki rotanın AEP' i çoktan böl m üş, Arnavutluk ' ta kanlı
bir içsavaşın başlamış olması gerekirdi. Zira bugün Arnavutluk 'ta herşey başaşagı
çevri l iyor, ülke dol u dizgin kapita lizme gidi yor ve parti ve iktidar, hiç dcgilse
yönetim iyle, bu gidişin içinde yeralıyor. Oysa yazık ki tck tük olaylar ve
tepkiler dışında hal ihazırda bunun pek bir bel i rtisi yok.
B ugünkü AEP yönetimi yalnızca bir üründür; siyasal toplumsal bir ürün.
B ürokratik kastı hiç de bu yönetim yaratmad ı , yaln ızca kendini bu kastın te­
pesinde buldu ve kuşkusuz kend i manııg ının gercgi oldugu kadar, belli bir
topl umsal-siyasal terc ihlc de onu g itgidc güçlendirdi . Kendini aşan nedenlerin
ve süreçlerin ürünü bir "oluşum"un yönetici çekirdcgi olarak, yaln ızca kendi
bu konumunun zorladıgı ihtiyaçların baskısı altında deg i l , içten ve dıştan gelen
güçlüklerio ve baskıların da birleşik etkisi al tında, şi mdiki "değişim"in başını
çekiyor. Dogrusu bu "degişim"in hızı ve kapsam ı gelinen aşamada onları da
aşmış bulunuyor. Kruşçev "kligi" hiç dcgilse tuttugu yolun i y i kötü b i l incin­
deydi ve inisiyatifi elde bulunduruyordu. Ram iz Alia "kl iği"nde bu bile yok.
G üç l ükler ve baskı lar altında bunal mış bir vaziyette, olayların girdabında biraz
şaşkın, biraz çaresiz, yarı b i l inçsiz sürükleniyorlar büyük ölçüde. Ad i l Çarçani ,
i lc Ramiz Alia'nın birbuçuk y ı l kadar önce aynı günlerde söylenmiş ve bu
95
yazıda aktarılmış sözleri, hiç de basitçe ve yaln ızca bir ikiyüzlül ü k kanıtı
olarak görülmcmclidirlcr. O günlerde bu sözleri edenlerin bugün lerde düştükleri
durumda kesinlikle acı ve trajik olan bir yan da var. Enver Hoca'nın heykcllerini
onlar dclt i l , onlara da karşı olan ç ılgın kalabal ıklar dcviriyorsa cgcr, b u , soru­
nun onları çok aştıgını gösterir.
AEP: Tarihsel erdem ve tarihsel kusur
EKİM, ortaya çıktıltı andan itibaren, rcvizyonizmc karşı tutum ve m ücadele­
sinin olu m l u m irasına sahip ç ıkmakta tereddüt etmemekle birlikte * , kendini
"AEP ç izgisi"nde görmedi , ters ine bu ç izgiye ve tarihsel m i rasına eleştirici
yak laşt ı
.
Kruşçevci lerin Sovyetler B irligi ' n i , Dogu Avrupa 'yı ve dünya komünist
hareketini yozlaşmaya ve yıkıma götüren yoluna karşı çıkmak ve yolunu onlar­
dan ayırmak, Enver Hoca önderl i�indcki AEP ' in tarihsel bir crdem idir. B u
tutum ve m ücadele h e m Arnavutluk ' u bugüne kadar sosyalizm yolunda tut­
muş, ve hem de, devrim ve sosyalizm ideallerinin can l ı kalmasında dünya
devrimci hareketine önemli bir katkı olmuştur. Arnavutluk ' ta bugün yaşanan
gelişmeler, geçm işi revizyonizmlc malül sol kesim lerde bu tarihsel olgu üzerine
kolay ve spek ülatif tartışmalar başlatm ış bulunuyor.
Nedir ki tarihsel gerçekler ortadadır ve bugünün toz dumanıyla onları karartmak
öyle sanıldıgı kadar kolay degildir. Öteki şeyler bir yana, Türkiye sol hareketinin
Kruşçevcilerin tarihsel mirasından beslenen kesimi bugün çok büyük bir bölümüyle
bir s iyasal mczarl ıkkcn, Kruşçevkrc karşı tarihsel tutum ve m ücadeleden i l ham
alan kesiminin tüm kosurlarına rağmen devrimci siyasal m ücadelede dikkate
delter ısrarı, dahası
1 5 yıllık geçmişiyle sergilediği devrimci siyasal pratik
bile, bu konuda yeterince anlam lı ve açıklayıcıdır.
"Teorik" olmay ı pek seven ama teori yi sık sık spekülasyonla karıştırma
cgil i minde olan bazıları , AEP'in, S B KP'nin başını çektiği revizyonist akıma
karşı tutum ve m ücadeles ini bir "dış pol itika i h tiyacı" olarak sunabi l iyorlar.
,
Oysa tam tersine, bu tutum ve mücadelenin Arnavutluk için "d ış pol itika"da
bedel i hay l i agır olm uştur. Dayatınalara ve şantajtura boyun eğmediği için,
Arnavutluk 'a her türlü iktisadi ve teknik yard ı m durdurulmuş, bununla da
kal ınmamış diplomatik il işkiler bile tck yanlı olarak kesileb i l ın iş, bu geri ve
ICüçük ülke "yalnızl ığa", yalnızlık iç inde muhtemel bir çöküşe itilın iştir.
Devriminin daha ilk y ı l larında olan, yarı - feodal geri bir topl umsal -kültürel
* " Başta A rnavutluk komünistleri olmak üzere, dünyanın gerçek komünist/eri,
başından itibaren Kruşçevci ihanet yolunun karşısına dikildi/er; Marksizm-Leninizmi,
p ro letarya devrimi ve sosyalizm davasını savundu/ar. Yetersizlikleri ne o lursa o lsun,
30 yıllık bir tecrübe ve birikimin ifadesidir bu. Olayların akışı bu mücadelenin
haklılığını ve doğruluğunu gitgide daha çok kanıtlıyor bugün . " (Ekim, sayı: 2, Kasım
1 9 87; Modern Re vizyonizmin Çöküşü, Eksen Yayıncıl ık, s . 1 5)
96
mirasla yüzyüze bulunan .bir i ktidar ve ülke için bunun ne ağ ır bir bedel olduğu
tartışma bile gerektirmez. Sovyetler B irliği ve Doğu Avrupa tarafından geri
bir iktisadi-kültürel m iras la başbaşa ve yalnız bırak ı lmak, Arnavutluk ' a bugünkü
akibeti haz ırlayan temel tarihsel nedenlerden biridir. Küçük Arııavutl u k ' un
bugünkü acı sonunu, bir bakıma büyük Sovyetler B irliği ' ndeki tarihsel gelişmc­
l er koşu llandırmıştır. A E P bu bedeli rcvizyonizmc karşı ç ı kışının, sosyalizm
yolunda ısrarının karşılığı olarak ödemiştir. Kruşçevcilerin 1 96 1 ' deki ağır darbc­
sine Enver Hoca ' nın verd iği cevap inançlı bir komünistin kararlı devrimci
tutumun i fadesidir: "Arna vutluk halkı ve Emek Partisi gerektiğinde o l yiyerek
yaşayacak, ama kendilerini hiç bir zaman otuz gümüş akçaya salmayacaklardır.
Onlar diz çöküp utanç içinde yaşamaklansa ayakta onurluca ölmeyi yeğlerler."
B ugünkü gelişmeler bu tutum un tarihsel ve s i yasal önem ini ve anlamını
gölgcleycmez. Yaln ızca şunu gösterir: Devrimci iradenin ctkinlil\ alanı ve başa­
rı olanağı, içinde bulunulan tarihsel-topl umsal ncsncllik lcrlc belirlen ir, sın ırlanır.
Öznel zaafları bir yana, ama Arnavutl uk ' un nesnel toplumsal olanak ları gerçek­
ten çok sınırlıydı.
R usya proletaryasının yeni bir çağı başlatan büyük bir tarihsel girişimi ve
zaferi olarak Sosyalist Ekim Devrimi Avrupa devrimiyle tamamlanamay ınca,
son dcreec geri toplumsal ve kültürel koşullara sahip bir "tck ü lkc"dc sosya­
l izıni n inşası, bir tarihsel zorunluluk olarak gündeme geld i . İ l k, tc k ve üstelik
son dcreec geri bir ülkede, dünya kapita l izm i n i n a ğ ı r ve acımasız kuşatması
a ltında, tarih içinde bütünüyle yeni bir i leri toplumsal düzeni inşa etmek ç aba­
sının ağır bedel leri olabi leceğ ini tarih göstermiş. b u lunuyor. Tarihsel dencyimc
somu t olarak bakı ld ığında, bu bedelin içte bürokratik deformasyon, dışta dünya
devrim perspektifinde zaafa d üşme ve enternasyonalizmden sapma olarak or­
taya ç ı kuğı görülüyor. Düşüncede ve pol itikada olduğu 'kadar, parti, iktidar ve
toplum yaşa m ı nd a da bozucu, tah rip ed i c i sonuçları oldu bunun. Rcv izyonizm
ve revizyoni stler bu tarihsel zemin üzerinde ortaya çıkabild i lcr.
Kruşçev'in tarihsel kişiliğinde si mgclcncn revizyonizm yolunu tutmayı rcddcunc
tarihsel erdem ine sah i p AEP' in, tarihsel kusuru ya da açmazı , bu tutum u ,
K ruşçcvizmi ve K ru şçevleri hazırlayan koşulları anlamak ve aşmak çabasıyla
b irlcştircmcmck oldu. AEP, tarihsel deneyimden de rsler ç ıkarmayı Kruşçev ' le
başl ayan yeni dönenı le sın ırlad ı , öncesine elqtirici b i r tutumla yak l aşamadı.
B u , Kruşçev öncesinden devraldığı kusurlu düşünce ve pratikleri sürdürmedc
bir ısrar anlamına geldiği gibi, bürokrati zm i , ayrı c a l ıklı küçük-burj uva aris­
tokrat tabakayı ve onun kendini düşünsel ortaya koyuş hiçimi olarak rcvizyonizmi
yaratan ilişkiler ve etkenler konusunda donan ımsız kalmak anlamına da geliyordu.
Rcvi zyon izmc karşı m ücadeleye özel bir önem verm iş Enver Hoca, yazık
ki, S B K P ve Sovyet toplumunda rcvizyon izmi de yaratan bozulınalardan , ancak,
1 980 'de yay ınladığı Kruşçevciler ba şlıklı "anı lar" kitabının bazı paragratlarında,
yaln ızca bazı olgular_ı sıra l ıyarak ve son dcreec ürkekçc sözedebi ldi : "Sa vaştan
ön ce de, ama özellikle sava ştan sonra So vyetler Birliği Komünist Partisi' nde
hoş olmayan ilgisizlik belirtilerinin ortaya ı_; tkiiğı görüşündeyim . "
97
Partinin "devrimci ruhunu kaybeuneye başladı"gını , "bürokrasi ve alışkanlık
m ikrobu kapu"ginı, leninist normların "aparatçikler tarafından işlevsel degerden
yoksun, hayat sloganlara, formüllcre dönüştürüldü"ğ Ü n ü , partinin, "önderligin
kendi başına çalışıp herşeyi çözdügünü düşünerek, kalın bir pas tabakasıyla,
siyasal duyarsızlıkla kaplandı"ğını çeşitli örneklerle sıralayan Enver Hoca, şu
sonuçlara varıyor:
"Kuşku yok ki Bolşevik Parti eski canltlıgım böyle kaybetti... Böylesi ko$ullarda
bürokratik idari önlemler devrimci önlemlere agır basmaya başladı . Uyanıklık
artık işlemiyordu . . . Parti ve kitlelerin uyanıklıgından, bürokratik aygıtların
uyanıklıgına dönüştürülüyordu; gerçekten de, biçim açısından bütünüyle olmasa
da devlet güvenlik organlarının ve mahkemelerinin uyanıklığına dönüştürüldü.
"Böylesi koşullarda proleter olmayan, işçi sınıfına ait olmayan duygu ve
düşüncelerin Sovyetler Birligi Komünist Partisi' nde, komünistler arasında, bir
çok komünistin bilincinde köksalması ve yeşermesi anlaşılır bir şeydir. Kariyer­
izm, uşak/ık, şarlatanlık, eş dost kayırıcılıgı, an ti pro leter ahlak yaygınlaşmaya
başladı . Bu kötülükler partiyi içinden çürütüyor, sın ıf mücadelesi ve fedakarlık
duygularını boguyordu; rahat, ayrıcalıklı, kişisel kazanç getiren ve olabil­
digince az çalışma ve çaba gerektiren 'iyi yaşam ' aramayı cesaretlendirdi .
Böylece burjuva ve küçük-burjuva düşünüş biçimi yaratıldı . . . Böylece So vyetler
Birliği Komünist Partisi 'nde bürokratik kadrolardan oluşan bir işçi aristokrasisi
yaratılıyordu. " (Kruşçevciler, Yurt K itap-Yayın, s. 25 ve sonrası)
-
Kuşkusuz Kruşçevizmi ve Kruşçevleri yeşerten ortamın öğcleriydi bunlar.
Ama birer sonuç olan bu olguları dile getirm ektc çok geç kalmış olmak bir
yana (198Ö 'de ve bir anı kitabında!), bu sonuçları yaratan ilişkilerin ve dinamiklerin,
bunu besleyen ya da kolaylaştıran teorik ve politik yaklaşımların genel bir
çözümlemesini ve eleştirisini bulmak olanak l ı değ i ld i r Enver Hoca 'da.*
* Enver Hoca 'nın ardılları şu basit gerçeği ancak '89 Ekim'indedile gelirebildiklerinde
ise, bilincinde olsunlar olmasınlar, Arnavutluk ' tak i gelişmeler, yapılmasını önerdi kleri
şeyin artık konu olarak kend ilerini de kapsar bir şekilde yapılmasını gerektirir
düzeye ulaşmıştı bile: "So vyetler Birliği ve diğer A vrupa ülkeler-inde o rtaya çıkan
yeni olguları teşhir ederken revizyonizmin daha ileri bir eleştirisini yapmak ve onu
derinleştirerek yeni argümanlarla zeng inleştirmekgörevimizidir. Özellikle revizyoniz­
min işini kolay- laştıran çelişmelerin ne o lduğu sorununu ve onun hangi ekonomik,
ideolojik ve sosyal etkenleri kullanarak sosyalizmi yıklığını daha da derinlemesine
incelemek gereklidir. Revizyonizm olgusunun ortaya çıkışını, bazen söylendiği gibi
yalnızca bir Kruşçev, Brejnev veya Gorbaçov' un o rtaya çıkışı veya bir yönetimin
hainleşmesiyle işçi sınıfı ve halkı aldatması gibi subjektiffak törler/e izah edileme­
yeceğinin anlaşılması için bu sOrunlar üzerinde durmak asli bir önem taşır.
"Öze llikle bir ülke yönetiminden sözettiğimizde elbette ki subjektiffaktör çok
büyük bir önem taşır. Fakat
40
veya
45 yıllık
bir sosyalizmden sonra pir lider veya
liderliğin sosyalist gelişme sürecini tersine çevirmesi, daha ileri bir düzenin yerine
eski birdüzeni yerleştirmesi, ertazından yeni top lumun inşa sürecinde . onun ekonomik
ve sosyal gelişiminde bir şeylerin yanlış o lduğunu gösterir." (R anı iz Alia, 8. Plcnum
konuşması , Özgürlük D ünyası, sayı: 1 6, s. 9)
98
Sonuç olarak, Sovyetler B irligi ' nde sosyal izm in i n şasının teorik ve pratik
m i rasının eleştirici bir degerlendirmesini yapamamak, bunun sonuçları temel i
üzerinde parti, iktidar ve toplum yaşamında 'kend ini yeni l eyememek, son derece
geri ve küçük b i r ü l kenin yalnız ve kuşatma altında o l uşuyla da birleşince,
Sovyetler B irligi ve Dogu Avrupa'da '50' 1er sonrasında yaşananlar, b i rikmi ş
v e agırlaşmış olarak, Arnavutl u k ' ta bugün yaşanıyor. B irikmişl igin baskısı ve
bugünkü tarihsel konjonktürün son derece agır elverişsiz etkisi ise, bu gelişmelerin
hızını ve kapsamını belirliyor.
B i r dönem, h iç dcgilse d ünya devrimcilerinin bir bölümü i ç i n , tarihsel
deneyimlerden çıkardıgı dersler temelinde kendini yeni lcmi ş bir örnek sayılarak
ilgi ve sempatiye konu olan Arnavutl uk'un, sonuçta Sovyetler B irligi ve Dogu
Avrupa ü l keleri y le benzer bir akibcti paylaşmasının, öze l l ikle bugünkü tarihsel
konjonktürde, siyasal ve manevi bakımdan olum suz bir etkiye yolaçugı kuşku­
suzdur. Arnavutluk gibi küçük ve yalnız bir ülkede sosyalizmin yıkılışı olgusundan
çok, bunun biçimi komünistler ve devrimcilerde bir hayal kırıkl ıg:na yolaçmak­
tadır. Ne yazık ki Enver Hoca'nın ardılları da, "ayakta onurl uca ölmek" yerine
"diz çöküp utanç içinde yaşamak" yol unu seçtiler. İ ç ten içe çürümüş, işçi
sınıfı n dan ve k itlelerden kopmuş bir bürokrallar kastı, işin özünde kendi doga­
sına ve ç ıkarlarına uygun bir tutum, tercih ve davranış koymuştur ortaya.
Acı d uymak için nedenler o lmakla birl ikte umutsuz ol mak için bir neden
görmüyoruz. U l uslararası proletaryanın d ünya kap i talizm ine yüzyılın ilk yarı­
sında ve Ekim Devr im i 'yle başlayan ilk saldırı dalgasının kazan ım ları bugün
pratik olarak kaybcdilmiştir. B u elbeuc acı kaynağıdır. Fakat kapitalizm tarihsel
olarak onu kaç ınılmaz bir çöküşe götürecek tüm çelişk i leriyle birlikte duruyor
orta yerde. Emperyalist zinci r daha şimdiden yeni hal kalardan zorlanıyor. Yeni
yüzyıl uluslararası proletaryanın yen i bir saldırı dalgasına sahne o l acaktır,
bundan kuşku duymuyoruz.
Kritik sorun ve görev, dünya sosyalizm i n i n ve komünist hareketinin tarihsel
deneyimlerini kapsamlı olarak ve özenli bir çabayla incelemek, olumlu deneyimler
kadar, bize bu y üzyılın maddi-siyasal kazanımlarını kaybettiren olumsuz dene­
y i m lerinden de, özell ikle bu ikinci lerden cesaretle ögrcnebil mektir. S üreç lerin
ve sonuçların bugün ortaya ç ıkardıgı zengin veriler, tarihsel deneyimi degcrlen­
dirmeyi düne göre çok daha kolaylaştırmıştır.
Bu çerçevede bir teorik yenilenme ve atı l ım dünya komünistlerinin gündemine
g i tgide daha yakıcı olarak oturuyor. Devrime ve yeni bir sosyalizm denemesine
aday bir ü l keni n kom ü n istleri olarak, tarihsel deneyimi kavramanın biz Türki­
yeli komünistler için ayrı ve özel bir önemi var. Sorun hareketimizin gündemindedir
ve hareketimiz sorunun taşıdıgı teorik ve tarihsel önemin tümüy le bi l incindedir.
Kapital izm yenilecek, sosyalizm kesinl ikle m uzaffer olacaktır.
Mart '91
99
• •
•
E k i m D e vr i m i uzerı n e
V.İ. Len in
25 Eki m ' i n (7 Kasım) dördüncü y ı ldön ümü yaklaşıyor. Bu büyük gün
geride kaldıkça R usya'da proleter devrimin önemi daha çok ortaya çıkıyor ve
biz de bir bütün olarak çal ışmalarımızı n pratik anlamını daha iyi kavrıyoruz.
B u önem ve tecrübeler k ısaca ve doğal olarak çok eksik ve kaba bir
biç i mde şöyle özetlenebil ir:
R usya'da devri min ilk ve kaçını lmaz görevi , ortaçağ kal ı n tı ların ı bertaraf
etmek, bunları son k ı rıntısına kadar tem izlemek, R usya ' y ı bu barbarlıktan, b u
u tançtan, kültürün ve ilerlemenin önüne diki len bu e n büyük frenleyici engelden
k urtarmak şeklindeki burjuva-demokratik bir görevd i.
Ve bu temizliği, 1 25 yıl önceki Büyük Fransız Devrimin'in yapliğından
çok daha büyük bir kararlı l ıkla, hızla, cesaretle, başarıyla ve hulk yığınları
üzerindeki etkisi açısı ndan çok duhu geniş ve köklü bir şeki lde yaptığı mız için
hak l ı bir gurur duyab i l iriz.
Gerek anarşistler, gerekse de küçük-burjuva demokratlar (yani bu enternasyonal
sosyal tipin Rus temsilci leri olan M enşevi kler ve Sosyalist- Devrimci ler) olsun ,
burjuva-demokratik devrimin sosyalist (proleter) devri mle olun il işk isi üzerine
inanıtmayacuk kudar çok suçmu sapan şey söylediler ve söy lemekteler. Geride
bıraktığımız dört yıl, bu konuda Marksizmi doğru kavradığımızı, geçmiş devrimierin
tecrübelerini bütünüyle doğru değerlendirdiğimizi göstermiştir. Biz, hiç kimsenin
yapmadığı bir şey i yaptık, burjuva-demokratik devrim i son u n a kadar götürdük.
1 00
B iz , bilinç l i , kendim izden emin, şaşmadan i leriye dogru, sosyalist devrime
dogru y ürüyoruz. B iz , sosyalist devri m in burjuva-demokratik devrimden Çin
seddi ile aynlmadığı bilinciyle, (sonuçta) ne kadar ikrleyebileceğimiz, bu m uazzam
görevlerin ne kadarını başarabileceğimiz ve başarılarımızın ne kadarın ı sürek l i
hale getirebileceğimiz konusunda yaln ızca m ücadelen i n belirleyici olacağı
bilinciyle hareket ediyoruz. B u n u zaman gösterecektir. Ama daha şimdiden çöle dönüştürülm üş, harap edi lm iş, geri bir ü lkede- toplumun sosyal ist dönüşümü
alanında ne denl i m üthiş başarıların elde ed i ldiğini görüyoruz.
Devrim imizin b urjuva-demokratik içeriği hakkındaki düşüncelerimizi sonuna
kadar götüreli m. Marksistler için bunun ne anlama geldiği net olmalıdır. Açıklamak
için örnekler verelim.
Devrimin burjuva-demokratik içeriği, ülkenin toplumsal ilişki lerini (yapısını,
kurum larını) ortaçağdan , serOikten, feodal izmden tem izlemek demektir.
1 9 1 7 ' de R usya ' da scrfl iğin başlıca bel irti leri, ka lıntıları, yaşayan unsurları
nelerdi? Monarşi, onaçağ kalıntıları , büyük toprak sahipl iği ve toprağ ın tasarruf
hakkı , k adının durum u, din ve u l usların ezi lmesi. Ş u " A ugias ah ı rları"ndan
herhangi· birini ele alalım -ve şurasını da be lirtel i m k i , bunlar 1 25 y ı l , 230 y ı l
ve hatta daha önce (İng.jJtcre ' de 1 649'da) gel işmiş devletlerin gerçek leştirdiği
k e n d i b u rj u v a-demokra t i k d e v r i m leri s ı ra s ı n d a çok b ü y ü k ö l ç üd e
tem izlcnmemişlcrdir- görülecektir k i , biz bu ahırları köklü bir şekilde temizledik.
Sadece on h.a f'ta içinde, yani 25 Ekim (7 Kasım} 1 9 1 7 ' den Kuruc u Mecl is'in
dağ ı tı l ın asına (5 Ocak 191 X) kadar geçen zaman iç inde, burj uva demokratların
.
ve libcrallerin (Kadetler) ve k üçük-burjuva demokratların (Mcnşeviklcr ve Sosyalist­
Devrimciler) bu alanda yaptı klarından bin kat fazlasını yaptık.
B u korkaklar, palavrac ı lar, k i birl i nars isller ve Ham ietler kağı tLan k ı l ıç
salladılar ama kral lığı bile y ıkamadıları B iz şimdiye kadar hiç kimsenin yapmadığı
bir şeyi yaptık, krallık pisliğini olduğu gibi tem iz ledik. Yüzyıllık kast sisteminden
geri ye taş üstüne taş, tuğla üstüne tuğla bırakmadık. (İngiltere, f'ransa, Almanya
gibi en i leri ülkeler bile bugün hala bu kast sistem inin izlerini üt.erlerinden
atama m ı şl ardır!) Kast sisteminin de rin köklerini, yani feodalizmi ve toprağa
bağlı serfliğin kal ıntılarını radikal bi( şekilde koparıp auık. B üy ük Ekim Devrimi'n in
tarımda giriştiği dönüşümden eninde sonunda ne çıkacağı üzerinde tartışılabilinir.
( Yurtdışında bu gibi tartışmalara girebilecek yeterince kalcmşör, Kadet, Mcnşcvik
ve Sosyal i st-Devri mci var). Biz şimdi l i k böyle tartışmalarla zaman kaybeunck
i stem i yoruz, çünkü bu tartışmay ı ve onun geti receği bir yığın soruyu m ücadele
içinde çözüme bağlayacağız. Fakat tartı � ı lınayacak bir şey varsa, o da k üçük­
burjuva demokratların sekiz ay boyunca büyük toprak sahipleriyle, yani serf
geleneğinin koruyucularıyla "uzla�ın ı{' o lduk larıd ır. Oysa biz bir kaç hafta
'
içinde R us toprakların ı hem toprak sahiplerinden, hem de bun ların geleneğinden
geriye çn ufak bir şey kalmaksızın tem i z ledik.
Dini, ya da kad ının hak y oksıı n l uğun u , Rus olmayan u l usların eşitsizliğini
ve ezihşini ele alal ım. Bunlar bütünüyle burj uva-demokratik devrimin sorunlarıdır.
Aşağ ı l ı k küçük-bu rj uva demokratları sek i;'. ay boy unca bu kon uda lal'lad ı lar.
101
Oysa bugün dünyanın en i leri ü lkeleri arasında dahi bu sorunları burjuva­
demokratik do�rultuda tamamen çözmüş olan tek bir �lke dahi yoktur. Bizde
bunlar Ekim Devri m i Yasaması ile tamamen çözüme bağlanm ıştır. Biz dine
karşı gerçekten savaştık, ve hala da savaşıyoruz. R us olmayan
kendi
bütün uluslara
öz cumhuriyetlerini ya da otonam bölgelerini tan ıdık. B izde, Rusya ' da
artık kadın hakların ı n ya da kadın-erkek eşitliğinin tam olmayışı gibi b i r alçaklık,
adil ik, rez i l l ik ; dünyanın istisnasız bütün ülkelerinde ç ıkarcı burj uvazi ve odun
kafalı, korkak küç ük-burjuvazi tarafından sürekl i tazelenen bu scrfligin ve
ortaçağın
rezi l kalıntısı kalmamıştır.
B ütün bunlar b urjuva-demokratik devrimin içeriğine girer. B undan yüzc l l i ,
iki yüzelli y ı l önce, bu devri m in (eğer bir genel devrim t i p i n i n kendine özgü
ulusal şeklinden söz edilcceksc) i l erici önderleri halkiara insan lığ ı ortaçağın
ayrıcal ıklarından, kadın-erkek eşitsizliğindcn, şu ya da bu dinc devletin tanıdığı
i m tiyaz lardan (ya da tamamen
"din fikri "ndcn, "dindarlıktan") , u l usal
eşitsizliklerden kurtaracakları sözünü verdiler. Ama onlar sadeec söz verd i ler,
sözlerinde durmadılar. Sözlerinde duramazlardı , çünkü "kutsal özel mülk iyet"
için duydukları "saygı" buna engel oluyordu. Bizim proleter devri m i m izde
kahrolası ortaçağa ve "kutsal özel mülkiyct"c karşı duyulan bir "saygı" sözkonusu
değ i ldir.
.
Fakat burj uva-demokratik devrim i n kazan ımlarını R usya halklarına geri
dönülemez bir tarzda mal etmek iç in daha da ileriye gitmel iyd i k ve g i ttik de.
Bu yolda i lerlerken burjuva-demokratik devr i m i n sorunların ı kendi temel ve
gerçek proleter-devrimci sorunlarımızın, sosyalist eylemlerim izin bir "yan ürünü"
olarak çözdük. Her zaman söylediğimiz ve cylcmlcrimizlc kanı tladığımız gibi,
burjuva-demokratik reformlar, devrimci sınıf mücadelesinin yani sosyal ist devrimin
yan ürünüdür. Bu arada, Kautsky, H i l fcrding, Martav, Çcrnov, Hillquit, Longuct,
Mac Donald, Turali ve "ikibuçukuncu" Marksizmin diğer kahramanlarının burjuva­
demokratik devrim i le proleter-sosyal ist devrim arasında böyle bir karş ı l ık l ı
ilişki olduğunu b i r türlü anlamak istemediklerini de bclirtelim. Birincisi ikincisinin
içine girer. İkincisi geçerken birincisinin sorunlarını da çözer. İkincisi birincisinin
eserini kökleştirir. Mücadele ve sadece mücadele i kincinin birinciyi ne dcreec
aşıp aşmayacağını belirler.
İşte Sovyet düzeni böyle bir devri m i n bir diğerinin içinde ycşcri şinin en
açık kanıtlarından, görüntülerinden biridir. Sovyet düzeni işçi ve köylüler için
demokratizmin en üst ölçeğidir ve aynı zamanda da
bir kopuş, dünya tarihinde
b u rj u va demokratizminden
yen i bir tip demokrasinin, yani proleter dcmokratizmin
diğer bir deyimle proleterya diktatörlüğünün de doğuşudur.
B ırakın can çekişen burjuvazinin ve on un ardından yalpalayan küçük­
burjuva demokratizminin köpekleri ve domuzları Sovyet düzen inin kuruluşundaki
yan ı lgı ve hatalar yüzünden üstümüzc küfür, beddua ve alay yagd ırsınlar. B i r
a n i ç i n b i le gerçekten bir çok başarısızlıgım ızın olduğunu v e hatalar yaptığımızı
unutuyor değ i l iz. Sanki böylesine, tüm dünya için yeni bir tip devlet düzeninin
102
yaratıl ması gibi bir eser yanı lgısız ve haıasız ortaya konulabi l irm iş gibi ! Hiç
şaşmadan yanılgılarımızı ve hatalarımızı, henüz m ükemmel olmaktan son dcreec
uzak olan Sovyet i l kelerini hayata uygu layış tarzımızı düzcltmck için mücadele
edecegiz. Fakat Sovyet devletinin inşasına başlamak ve böylelikle dünya
tarihinde yeni bir çagın, bütün kapitalist ülkelerde ezilen ve her yerde yeni
hayata, burj uvaziyi yenmeye, proletarya d iktatörlügünc, insanl ıgın sermayen in
ve emperyalist savaşların boyundurugundan kurtuluşuna dogru i lerleyen yen i
sınıfın egemenlik çagının yolunu açmak m ullulugu bize nasip oldugu iç in
gurur duymakta hak l ıy ız. Emperyalist savaş sorunu, yani finans kapitalin önde
gelen uluslararası poli tikası, bugün k aç ı n ıl m az bir şekilde yeni emperyalist
savaşlara yol açınakla ve kaçınılmaz bir tarzda zayı f, geri ve küçük halkların
bir avuç " ileri" güç tarafından yağmalanmasını, soyulmasını ve ulusal baskıyı
artırmaktadır.
İşte bu sorun 1 9 14'dcn bcr� tüm ülkelerin politikasında köşe taşıdır. Bu,
m i lyonlarca insan için ölüm kalım sorunudur. Sorun, burj uvazin in gözlerin izin
önünde hazırlad ığ ı , göz göre göre kapitalizmin ürünü olan gelecek savaşta
( 1 9 14- 1 9 1 8 savaşında ölen 10 m i lyon insan ve bugün hal a sürüp giden "küçük"
,Savaşlarda ölen insanlar yerine) 20 mi lyon insanın yok edilip edilmemesi,
(kapitalizmin sürüp gitmesi halinde) kaç ınılmaz bir şeki lde yaklaşan savaşta
( 1 9 1 4- 1 9 1 8 yıllarında sakatianan 30 m ilyon insan yerine) bu kez 60 m i lyon
insanın sakatlanıp sakatlanmaması sorunudur. B u sorunda da Ekim devrimimiz
dünya tarihinde yen i bir çag açm ıştır. B urjuvazinin yaltakçıları ve bun ların
işbirl i kçileri olan Sosyal-devrimc i ler ve Menşcviklcr şahsında dünyanın tüm
sözde "sosyalist" küçük-burj uva demokrasisi "emperyalist savaşın iç savaşa
dönüştürül mesi" sloganıyla alay ettiler. Fakat tck gerçek -kuşkusuz hoş olmayan,
kaba; çıplak, i nsafsız ama gene de gerçek- sloganın bu olduğu ispallandı.
Uydurufan yalanlar yıkıldı. Brcstcr barışının ne oldugu ortaya çıktı . Ve her
gün daha pervasız bir tarzda, Brcstcr'c göre çok daha kötü olan Vcrsai l lc
barışının anlam ı ve sonuçları teşhir ol maktadır. Dünkü savaşın ve yaklaşan
savaşın nedenleri üzerine kafa yoran mi lyonlarca insanın önünde daha açık,
daha belirgin, daha su götürmez bir şekilde şu acı gerçek aydınlanıyor: Bolşevik
m ücadele ol madan, bolşevi k devri m olmadan emperyalist savaştan ve bunun
kaçınılmaz yaratıcısı emperyalist dünyadan (emperyal ist barıŞtan -Rusça sözcügün
bu anlamını da cklcyclim), bu cehennemden k urtul unamaz.
Bırakın burjuvalar ve pasifistlcr, gencraller ve küçük-burj uvaları kapitalistler
ve filistcnler, tüm imanı tam hıristiyanlar ve l l . ve İkibuçukuncu Entemasyonalin
bütün şovalyelcri bu devri me k ızgınlıklarını k ussunlar. Dünya tarihinin bu
gcrçcgini: yüzlerce, binlerce yıldır kölelerin ilk kez, efendileriyle kendi aralarında
süren savaşı "efend i lerin ganimetierini paylaşmak için sürdürdükleri bu savaşı,
tüm ulusların kölelerinin tüm ulusların efendilerine karşı bir savaşa dönüştürclim!"
sloganlarıyla yanıtladıklarını, işte bu gerçeği kızgınlık, inkar ve yalan hücumlarıyla
103
da dcğiştircmcycccklcr.
Yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez bu slogan pasif ve cansız bir bcklcnlidcnçıkıp,
ncı bir tamla biçimlcncn politik bir progmm halini alarak, proletaryanın öncülüğünde
ezi len m i l yonlarca insanı n etk i l i bir mücadelesine, proletaryanın i l k zafcrinc,
savaşların yok edilmesi yolundaki ilk zafere, sermaye kölelerinin, ücretli işçilerin,
köy l ülerin ve emekçilerin zararına barış imzalayıp savaş yapan değişik u l usların.
burjuvazisinin i ttifakına karşı bütün ülkelerin işç ilerinin i llifak ı n ı n zaferine
dön üştü.
Bu ilk zafer, n ihai zafer degit hen üz. Ekim devri mimiz sadece b izim
cephemizde ve emsalsiz ccfalar ve güçl ükler, işitil mcmiş acılar içinde ve büyük
yanılgılar ve hatalarta gerçekleştirildi. Sanki yanılgı lar olmaksızın, hata yapılmaksızın
tck başına, geri bir halk, dünyanın en güçlü ve en i leri ü l kelerin emperyalist
savaşının üstesinden gelebi lirmiş gibi! Hatalarımızı söylemekten korkmuyoruz
ve on ları düzcltcbi lmcsini öğrenmek için bu hatalarım ızı dcğcrlendircccğiz.
Ama gerçek gerçek olarak kalacaktır. Yüz lerce, biplcrce yıldır ilk kez, efend iler
arasındaki savaşa, kölelerin bütün cfend i lcrinc karşı yapacağı savaş ilc "cevap
vermek" doğru ltusunda veri len söz eksiksiz yerine getiri ldi ve tüm güçlüklerc
rağmen yerine getiri lecek.
B iz bu eserin yapım ına başlad ık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi
u lusun proleterleri bu eseri sonuna vardımlar bunun öze i lişkin bir önemi yok.
Öneml i olan buzun kırı l m ı ş, yol un gösterilmiş ve aç ı l m ı ş olmasıdır.
B ütün ülkclcrin kapitalist efendileri -Japonya Amcrika'ya, Amerika Japonya'ya
karş ı , Fransız ingil ize karşı vb.- "anavatanı koruyoruz" diye palavraya devam
edin! B ütün dünyanın pasifisı küçük-burjuvaları ve filistcrnler, ll. ve İkibuçukuncu
En ternasyonal ' in kahramanları yeni " Basel Manifesto"l arı ilc ( 1 9 1 2 Basel
Manifesto'sunu örnek alarak) emperya list savaşa karşı m ücadele sorunundan
"yakanızı sıyırmaya" devam ed in! İlk Bolşevik devrimi dünyanın ilk yüz milyon
insanını emperyal ist dünyanın el inden kurtardı. B undan sonraki devri m ler bütün
i nsan l ığ ı bu savaşlardan ve bu dünyanın el inden çek ip k urtaracak .
En son eserimiz, a y n ı zamanda e n önem l i , e n g ü ç ve e n a z tamamlanmış
olan cscrimiz, harap feodal ve yarı harap kapital ist yapı nın yerine yeni sosyalist
yapının ekonom i k temelinin döşenmesi ve iktisadi in�ad ır. En fazla ba�arısızlığı
ve en çok hatayı bu en önem l i ve güç işte kaydetti k. Sanki, d ünya çapında
böylesine yeni olan bir işe başarısızlı klar ve hatalar ol maks ızın girişilcbilirmiş
gibi! Ama biz ' b u işe giriştik. Bu işi daha da ilerisine götürüyoruz. Tam da
şimdi lcrdc "Yeni Ekonom i Pol i tik" i lc bir dizi hatayı düzeltmekle meşguluz,
bir küçük ç i rtç iler ü lkesinde b u hatalara d üşmeden sosyalist yapının i nşasın ı
nas ı l ilerlctebileceğ i m izi öğren iyoruz .
Karşılaştığımız güçlükler ölçü lemeyecek derecede büyük. Biz ölçülcmc­
yecck derecede büyük güç l ük lerle mücadeleye alışığız. Diişman ları mız bizi
boşuna "kaya gibi sağ lam", ve "kemik gibi s e n pol i tikaları n" temsilcileri olarak
/
104
.
adlandırmadı lar. Fakat, dcvrimdc hiç dcgilsc bel irli bir ölçüye kadar kaç ınılmaz
olan bir başka sanall ögrcndik: esnek lik, taktigi m izi çabuk ve ani degiştirebilmck,
değişen objektif şartları göz önünde bulundurmak, eğer daha önce tuuuguınuz
yolun bugün için yan lış, imkansız oldugu ortaya ç ıkm ışsa hcdcfiın ize giden·
başka bir yol seçmek.
Coşkunluk dalgasına kapılınış olan ve halkın önce genel politik , sonra
askeri coşkusunu aleviendiren bizler, bu coşkunluk dalgasıyla, genel politik ve
askeri sorunlar kadar büyük olan iktisadi sorunları da dolayısız bir tarzda
çözcb i l iriz sandık. Önce V<? yeterince üzerinde d üşünmeden , bir küçük ç i ftçiler
ülkesinde devlet üreti mini ve malların devlet tarafından dağ ıtımını proleter
devletin d irekt emi rleri i lc komünistçc yürütchileceği m izi sand ık. Yaşam hatalı
olduğumuzu gösterdi. Koınünizıne geç işi yıllar sürecek bir çal ışmayla hazırlamak
için bir dizi geçiş düzenleri gerek iyordu: devlet kapita l izmi ve sosyalizm.
Duyulan coşkunluk ilc dolays ız değil, ama kişisel ç ıkarınız, kişisel ilginiz ve
ekonomik planlaman ın temeli üzerinde b ü y ü k devri m i n yarauığı coşkunluğun
yardımı i lc , ilk önce bir k üç ü k köy l ü ülkesini de;vlet kapital izm inden sos ya lizme
g ö t ü ren küçük köprüleri kurmaya gayre t edin. Aksi tak tirde koın ün izme
varama z s ı n ı z , ve m i l yon larca insanı koın ün izıne götüreınezsiniz. Bize b u n u
hayat ve devri m i n objekti f g e l i ş i mi böyle öğretti.
Ve bu üç, dört y ı l iç inde eğer gere k i yors a keskin dönüşler yapınayı biraz
o l sun öğren m i ş olan b izler; gayretl e , d i k katle, sabırla (hala d a yeterince gayretl i,
d i k ka tl i ve sabırl ı olaın a ınakla beraber) y e n i b i r dön ü m noktası olan " Yeni
E k o n om i Po l i t i k " i öğrenmeye baş lad ı k . Proleter devlet g en i ş bakmasını bilen,
titiz ve nesnel b i r işada m ı , ça l ı ş kan bir b ü)' ük t ü cc a r o l m a l ı d ı r , yoksa bu
devlet, bu k üç ük k öy l ü ü l ke s i n i i k t i sa d i bak ı mdan ayağa k a l d ıramaz. B ug ün k ü
,
koş u l l a r iç inde ve kapita l i s t ( h e n ü z kapita l i st) Batın ı n y a n ı baş ında koın ü n i z ın e
geç i ş i sağ l a tn a k i ç i n başka h i ç b i r yol yoktur. B ü y ü k tüccar, göğün yere uzak
olduğu kadar k o ın ü n i zın e
uzak
b i r i k t i s<idi tip g i b i görüneb i l i r. Fakat can � ı
hayatın iç inde k i bu çel i ş k i , küçük köy l ü i ş lctmcci l iğ i n i devlet kapita l i z m i ne
ve onun
üzeri nden sosyal izme götürecek çel i ş k i lerden bi r i d i r . K i � i se l ç ı ka r
üret i m i arttırır; ve b i t. i ın h e r şeyden önce ve ne paha s ı n a o l ursa o l s u n ihtiyaç
duyduğumuz şey ü ret i m i artırmaktır. B üy ü k çapta k i ticaret m i l yo n l ar ca k ü ç ü k
il g i l end i rdiği ekonom i k o l arak biraraya getird iği v e bir sonra k i hasanıağa
u l aştırdığı i ç i n (tam da üret i m i n ç q i t l i i l i ş k i ve b i r l eşme b i ç i m l eri n i n kendi
i ç i n de), ç i ftç i leri ekonom i k olarak birleştirmektedir. Bu alandu y e ni bir "bi l i ın " i n
haz ı rl ı k s ı n ı fı n ı b i t i r i yoruz artı k . Hede fl i b i r ş e k i l de usan m adan ç a l ı ş ı rsak, her
,
ç i ftç i y i
a d ı ın ı ın ız ı pratikteki deney i m l e ri m izle kontrol edersek, başlad ı ğ ı m ı z ı yen iden
ve yen i den değ i ş t i rın e k tcn , hata l a r ı m ı z ı d ü ze l tm e k ten ve b u n u n a n l a m ı n ı
k a v ra m a k ta n çek i nmezsek d iğer s ı n ı fl arı d a geçeb i l i r i z . D ü nya ekono m i s i ve
pol itikası bu işi isted iğim izden çok daha uzun süre l i ve güç bir duruma sokınasına
rağ men , bütün
bu
"öğren i m aşaın a ları ndan" geçeceğ iz.
Ne pahasına
o l u rs a
1 05
olsun, geçiş döneminin acıları, ızdırabı, açl ıgı ve yıkımısı ne denli büyük
olursa olsun cesaretemizi kırmayacagız ve eserimizi zafcrle sonuçlandıracagız.
(14 Ekim 1 92 1 , Werke Bd.33, s.3 1 -39)
Çeviren: Derya HAZAR
106
İllegalite-Legalite S orun u ve
S olda Tas fiyec i l i k
Ergun ERALP
İllegalite - legalite sorunu ve
solda tasfiyecilik
Ergun E R A L P
Türki ye sol hareketi, ' 8 0 ' 1 i y ıl larda, her ikisi d e önem l i ideoloj ik-pol itik
savrulmalara yol açan iki ayrı olum suz gelişmeyle karşı karşıya kaldı. Biri
u l uslararası digeri ul usa l planda yaşanan bu iki sars ıcı olaydan ilki 1 2 Eylül
yen ilgisi ve ikincisi Dogu Avrupa rej i m lerinde yaşanan çök üştü.
Sol hareket, uzun bir tasfiye dönemi olarak yaşanan, örgütsel, politik ve
ideolojik alanlarda dağılma ve yozlaşmaya yolaçmış olan bir yenilgi döneminden,
k itle tabanını kaybederek ve önemli bir kadrosal kan kaybı na ugrayarak ç ıktı.
'
B u , savaşı lmadan ve büyük ölçüde işk �nceha rielcrde alınmış b ir yen i lgiydi.
B u nedenle de sol harekette kendisine karşı büyük bir güvensizlik mirası yarattı.
O b u psikozdan henüz yeni yeni kurtulmaya başlam ışken, bu kez , sonuçları
çok daha y ıkıcı ve dağı tıcı nlan, u l uslararası pla ndaki gel işmelerle y üzy üze
kal d ı .
Ardarda gelen b u olumsuz geli şmelerin bizim konumuz açısından taş ıdığı
önem nedir? Bu ikili yenilginin ikincisi, ul uslararası olanı , ul usal plandaki
yeni l.g inin kend i ne özgü nedenleri n i sorgulama görevinin arka plana itilmesine
zemin hazırladı . 12 Eylül yenilgisini evrensel plandaki yenilgiden giderek açıklama
kolaycıl ıgına yolaçtı. Böylece geleneksel sol hareket, 1 2 Eylül 'de a l ı nan kolay
yenilginin s ı n ı fsal ve ideolojik neden leri ni sorgulama görevinden kaçındı ve
109
tam da bu sayede i leri sıçrama imkanlarını kendi eliyle boşa ç ıkarmı ş oldu.
Sol hareketin yenilgisini evrensel planda "harekete musaHat olmuş ekonomizm,
dogmatizm , şablonculuk, popülizm" vb. argümanlarla açıklamak eğil i m i "ileri
sıçramayı" engellediği gibi, aynı zamanda, ulusal ve evrensel planda tüm geçmişin
kolaycı bir inkarını doğurmuştur. B u inkarcı yaklaşım ise, sorunları açıklamak
ve aşmak bir yana, bu hareketlerin ideolojik-politik plandaki krizi ilc birleşince,
h ızla bir özgüvcn yilimine ve inanç erozyonuna neden olmuştur.
Her yenilgi döneminin dozajiarı farklı olmak üzere benzer sonuçlar yarattığı
bil inir. Devrimcilik
ve reformculuk arasındaki ayrım ç izgisinin incelmcsi,
reformist akımların bir bölümünün daha açıktan düzene entegrasyon u, bu akımlardan
boşalan alanı ise eskinin devrimci gruplarından bazı larının reformizme cvrilcrck
doldurması , örgütscl-ideqloj ik tasfiyecilik, mültcci lcşme vb. sonuçlar, temel
kaynakları ideolojik-sınıfsal olan yen ilgi ertesi hastal ıklardır.
Mar�sist-lcninist bakışaçısından bu yenilgi ürünü hasta l ıkların tümünü
tasfiyeci lik genel başlığı altında toplamak mümkündür. Tasfiyecilik ne yalnızca
geçmişe inkarcı bir temelde savaş açmak, ne de kendi başına mevcut örgütsel
varlığı sona erdirmektir. Tasfiyec i l iğ i n çok daha genel bir temeli vardı r ve
tüm diğerleri bu temel üzerinde şekillenir. B u , işçi sın ıfının bağımsız devrimci
sınıf p latform undan, onun ihtilalci ideolojik-politik şekillenmesinden uzaklıktır.
Türkiye sol hareketinin yaşadığı tasfiyecilik sürec i , ulaş ı l m ı ş bir devrimci
sınıf p latformundan kopmanın ya da uzaklaşmanın bir ürünü değildir. Zira o
bu platforma her zaman uzaktı. Onun kendine özgü tasfiyeciliği, mevcut küçük­
burjuva ideoloj ik-sın ı fsal şeki i lenişin yenilgi dönemlerindeki doğal bir sonucu
olarak ortaya çıkm ı ştır. B ugünkü tasfiyeciliğin temelinde, burjuva ya da küçük­
burjuva sosyalizminin, düzeni tüm temel alanları kapsayacak düzeyde aşan bir
program ve perspektiften uzaklığı vardır. S iyasal stratej isinin, şu ya da bu
biçimde ve düzeyde, burj uva demokrasisinin sınırları içerisinde kalıyor olması
vardır. İşçi sınıfının ihtilalci ideolojik-politik platformundan uzaklık, aynı zamanda,
kaçınılmaz olarak burj u va düzene şu ya da bu düzeyde bir yakınlık demektir.
Devrimci örgütsel varlığa tümüyle son vermek, ya da eski dcvrimci-il lcgal
örgtitlcnmeyi dağıtarak, ya da dağ ı lm ışl ığı kabullenerek lcgal bir örgütlenme
anlayışı savunmak da, temelde bu ideolojik-sınıfsal konum la doğrudan bağlantılıdır.
I-
lllegalite-legalite sorunu ve tasfiyecilik
İliegalite v e legalite kavramları yakın zamana kadar sol litcratürde genellikle
açıklık ve gizlilik kavramlarıyla eş anlamlı olarak kullanıldı. B u tartışma salt
örgütlenme biçimlerine, hangi örgütlenme biçi minin temel alı nacağı sorununa
indirgendi . Bu kavramlario marksist-leninist hareketin ideolojik-programatik
karaktcriyle olan zorunlu bağlantı s ı karartı ldı. Kuşkusuz legalitc ve il iegal ite
kavram ları, proletaryanın öncü siyasal hareketinin örgütlenme tarzıyla da
bağlantılıdır. Ne var ki, il lcgal ya da lcgal örgütlenme, burada aynı anlama
gelmek üzere açık ya da gizli örgütlenme, yalnızca birer sonuçtur. Proletaryanın
JJO
siyasal hareketinin muhtevası yla, onun tarihsel rolü ve hedefleriyle doğrudan
bağlantılı olan, bu biri ncisine ba�lı olarak ortaya ç ıkan bir sonuç . . .
İliegali te kavramı, ideolojik-programatik hedefler açısından ve doğal o larak
b u hedeflere u laşmayı temel alan bir politik faaliyet tarzı olarak, mevcut h ukuki­
s i yasi çerçeveye sığamamayı anlatır. İ l iegalite her açıdan burjuva yasall ığının
d ı şıdır.
Marksist-len i n ist hareket i k i açıdan burj uva yasallığı karşısında i l legaldir.
İlkin hedefleri açısından. Proletaryanın devrimci siyasal hareketi kendi
önüne mevcu t burjuva sınıf iktidarın ı y ı k ma, proletarya diktatörlüğü ve sınıfsız
toplum hedeflerini koyar. B u programatik hedef tüm ü y le burj uva yasal lığının
dışındadır. Çünkü doğrudan doğruya o yasall ığın kendisini hedef al makta, onun
yerine bir başka yasallık yerleştirmeye çal ışmaktad ır.
İkincisi, i lkiyle bağlant ı l ı olarak, bu hedefe u laşma yönte m i de burjuva
yasal lığının .dışı ndadır. B urjuva yasal�ığı içindeki politik mücadelenin sınırı
parlamentarizmle çizilir. B urjuva yasallığı h içbir zaman, en geniş halinde
dahi , kendini yıkacak bir fikre, örgüte ve eyleme izin vermez. Özel l ikle b u
ikincisi, devrimin zor yoluyla gerçekleştirilmesi zoru n l u l uğu i lc doğrudan
bağlan tılıdır. Proletarya devrim i , mevc u t devlet mekan izması yerine bir başka
devleti, sönümlcnmeye yatkın bir devleti, sovyet iktidarını geçirrncyi hedeflediği
için, mevcut devlet mekanizmasını parçalamayı öngörür.
B u rjuva devletin m ilitarist ve bürokratik karakteri nedeniyle sosyalizme
barışçıl geçiş im kanlarının ortadan kal kması ve devrimci zor un, sosyalizme
giden yolda biricik yüntem olması, işte b u tem el gerçek, p roletaryanın
siyasal örgüt ü n ü de bu zoru örgütl ey i p k u l la n m a kta y e t k i n leşrnek
zorunlu luğuyla karşı karşıya bırakır.
Geniş ve kökleşmiş bir militarİst ve b ürokratik yapıya sahip olan burj uva
devlet, aynı zamanda sınıf m ücadelesi gerçeği temelinde örgütlenmiş bir içsavaş
aygıtıdır. Tüm sınıf mücadeleleri ve devrimler tarih i devletin bu temel özel liğini
ortaya çıkarmış, karşısında bir başka içsavaş örgütünün, devrimci örgütlü zorun
olmadığı her durumda, sınıf m ücadelesinin proletaryanın aleyhine sonuçlandığını
gösterm iştir. İşte tarihsel olay ve olgular tarafından da defalarca kanı tlanmış
bu "basit" gerçek, proletarya partisinin yetkin bir içsavaş örgütü olarak inşa
edilmesi zorunluluğunu doğurur. Proletarya partisi bir "barış" örgütü değil,
aksine bir "savaş" örgütü olmalıdır.
İ liegalite sorununun örgütsel alanda taş ıdığı önem in bir diğer nedeni de,
proletaryanın ideolojik bağımsızlığının korunması açısından, bunun bir güvencesi
olarak, örgütsel bağımsızlığının korun masıdır. Örgütü ilc burj uva yasallığının
içi nde bulunan proletarya, bu yasallığın kuralları tarafından da sürekl i olarak
kuşatılacalc., baskı allında tutulacaktır. Gerek kadroların kend isini ve örgütsel
varlığı korumak, gerekse de kazanımları "yersiz" ve "tehl ikeli adımlarla" riske
etmemek eğilimi, proletaryanın ideoloj isi ilc uyum içinde olan bir politik faaliyetin
önüne engel olarak çıkacak, onun üzerinde daima bozucu ve yozlaştıncı bir
tehdit olarak varolacaktır.
lll
İşçi sını fının burjuva düzene yönelen bağımsız devrimci siyasal eylem i ,
tam da proletaryanın sınıf savaşımının baş hedefi olan burj uvazinin kendi
yasallığına ipotek ed ilen bir örgütlülüklc sağlanamaz. Burj uvazi kendi yasattığı
aracılığıyla proletarya hareketini denetimde lUtmak ve onun devrimci özünü
boşaltmak i ster.
Sonuç oJarak, burjuva legal itesi, burjuvazinin düzen dışı akımları ehlileştirmek
için kul lanacağı bir alankcn, proletarya için yalnızca i stismar edi len bir mevzi
olmal ı, olabilmelid i r.
Böylesi bir savaşımın ancak pol itik faal iyetin sürek l i l i ğ i i lc başanya
ulaşabileceği açıktır. Burj uvazi, önüne burj uva d üzeni yıkmak hedefini koymuş,
tüm faal iyetlerini (burjuva yasa l l ığına sığabi lenler de dahi l) bu temel amaç
doğrultusunda düzenlemiş ve yönlcndirmiş bir örgütscı' yapının varl ığından,
kuşkusuz ki her dönem rahaLsızlık d uyacaktır. Özellikle de kritik dönem lerde,
en acı masız yöntemleri de devreye sokarak, böylesi bir örgütl ülüğün l ider
kadroları n ı fiziken yoketmek ve örgütü tümden dağıtmak istcyeccktir.
Bu nedenle proletaryanın politik örgütlülüğünün burjuvazinin zoru karşısında
kendini koruyabi lmesi ve faal i yetinin sürekli liğini sağlayabi l mesi son dcreec
önem l i d ir. 12 Eylül her' i k i aç ıdan da önemli dersler taş ı maktad ır. Mevcut
örgütler sağlam bir illcgal temelc sahip olamadıkları için dağıtılmış ve faal iyetlerinde
uzun bir kesinti dönemi yaşanm ıştır. B u durum ise, 1 2 Ey lül'e karşı d i renç
göstcrcmcmcnin ötesinde sonuçlar doğurmuştur. Sınıf ve taraftar ki tlesi i ç i nde
sözkonusu örgütlcrc karşı önem l i bir güvensizlik unsuru olmuştur:
Sorunun bir başka kritik noktası da, kadro sorununda d üğüm lenmekted ir.
Eğer proletarya partisi fikirleriyle ve eylemleriyle düzen içine sığamıyorsa,
eğer .Proletarya ancak bir içsavaş ara'cılığıyla mevcut devlet mekan izması nı
parçalayarak i ktidar savaşımını başan ya ulaştırabilcceksc, tüm bunlar, ancak
bu fikir ve pcrspcktiflcre uygulama gücünü kazand ıracak kadrolarla m üm kün
olabilir. Bir içsavaş örgütünün kurmayı olacak kadrolar ise, ancak bel irl i bir
örgüt ve Ç<.ılışına tarzı anlayışı ve pratiği içinde ortaya çıkarılabil irler.
Neticede i l iegalite ilc gizli örgütlenme birbirine eşit değildir ama, iliegalite
aynı zamanda gizli örgütlülüğü de kapsayan bir kavram dır. Buna bağlı olarak
i l iegalite ilc açık çalışına da birbirlerini dışlaınaz. Gizli örgütlenme, açık siyasal
savaş ıının sürekliliğini güvence altına al mak ve bu savaşıını h içbir şek ilde
burjuvazin in denetim ine tabi olmadan, onun denetiminin getireceği engel lere
takılınadan yürütebitmek demektir. Proleter ve emekçi k itleler içinde propaganda
ve ajitasyon faaliyeti, kuşkusuz yasal alanlar da dahil her yolla ve her platformda
yürütül ür. Politika ve taktikler yığınların - önünde, demek oluyor k i "açıkta"
savunulur. Bu anlamda elbette faaliyetin kendisi gizli değildir, yaln ızca yasadışı,
izinsiz bir faaliyellir. Burada örgütün kendisi yasadışı, gizli, polis �cnctiınindcn
uzaktır. Bu ise, yaln ı zca ve yalnızca örgütsel i l işki ve kon um lar i lc siyasal
faa liyetin yürütüldüğü mekanizmaların "aç ık" olmaması anlamına gelir.
Nasıl i l i egal i te gizl i l i k lc cşitlcncın i yor ve açık faa liyete ters d üşınüyorsa,
bunun tersi de doğrudur. Lcgalitc de aç ıklığa cşitlcncıncz ve gizl i l iğe ters
·
J l2
düşmez. Legal örgütlenme ve faaliyet mevcut hukuksal-siyasal çerçeveye sıgmak
demektir. Burjuva yasallıgının içindeki örgütlenme ve faal iyettir burada sözkonusu
olan.
Fakat legal çalışmada da bazı iç i lişki ve kararlar gizlidir. G iz l i l ik bu
kadarıyla legal örgütlenmede de sözkonusudur. S iyasal faal iyet ise e lbetteki
"açık"tır. Taktik, program ve temel perspektiflerio kitlelerden "gizlenmesi"
diye bir tutum sözkonusu olamayacagına göre, kapalı ya da gizli siyasal çalışma
sözkonusu olamaz. Fakat buradaki en temel nokta, legal örgütlenmenin yürütecegi
siyasal faaliyetin bir biçimde burjuva yasallıgı ile sınırlanmasıdır. Eninde sonunda
b u faaliyetin sınırını belirleyen, süreklil igini saglayan temel unsurlardan birisi
de, onun yasal imkanları kullanabilmesidir. Yasal sın ırların dışına çıkıldıgında
katlan ılmas ı gereken "hukuki ve cezai" m üeyyidclcr vardır. Dolayısıy la iddia
edi ldiginin aksine, legal örgütlenmenin açık siyasal faaliyet imkanını saglaması
yalnızca belli sınırlar içinde mümkündür. Oysa i llegal örgütlenmenin açık siyasal
faaliyeti önünde, kendi yetersizl i kleri dışında hiçbir sınır yoktur.
İ l legal çalışmadan sözedildiginde yasadışı ajitasyon ve propaganda ile
gizli örgütlenmenin toplamını anlamak gerekl idir. Legal çalışmadan da legal
(yasal) ajitasyon ve propaganda ve yasal örgütl ü l ük an laşılmalıdır. Dolayısıyla,
legal örgütlenme, esasen açı k siyasal faa liyetin önüne m ücadelenin n i teıigine
ilişkin sınırlamalar getirir. Bu yüzden Lenin'in deyişiyle, kom ünistlerin en
açık örgütsel çekirdegi olan parlamento grupları dahi , faa l iyetin içerigi ve
n itel igi bakım ından tam anlamıyla açık degillerdi r. Zira sosyal ist siyasal
faaliyet, dogası geregi, amaç ve yöntemleri i tibariyle kend ini en "açık" biçimde
ancak burj uva yasall ıgının dışında ifade edebilir.
* *
*
İ liegalite kavramı, programatik hedefler açısından ve doğal olarak bu hedeflere
u laşmayı temel alan bir politik faaliyet tarL.ı olamk, mevcut hukuki-siyasi çerçeveye
sıgmamayı anlatır. İ liegalite yalnızca örgütsel açıdan deği l , bundan da önemli
olarak, programatik açıdan burjuva yasall ıg ının dışını tanımlar.
Komünistler hiç kuşku yok yasal alanı da kullanırlar. Ne var ki, bu herşeyden
önce bu alanın "istismarı" demektir. Yasal alan herşeyden önce burj uva yasallıgı­
nın teşhiri için k u llan ı lır. Parlamento, m uhafazakarından reformc usunu tüm
b urjuva akımlar için hedefe ulaşmanın temel siyasal platformu iken, komün ist­
ler açısından, kendisi de dahi l tüm burj uva k urum ve ilişkilerin teşhir edileceği ,
e l e geçirilmiş b i r mevzi ve imkandır.
Komünistler, örgütlenme ve siyasal faal iyetin temel alanları olarak, seçim
sisteminin zorunlu kıldığı yerel bölgeleri değil, fabrika zeminini alırlar. Fabrika
zemini üzerinde örgütlenmek, herşeyden önce sınıf perspektifiyle, b ugünün
parlamenter yasallıgını değil, yarının işçi iktidarını hedeniyor olmakla doğrudan
baglantılıdır.
Fabrika zemininde örgütlenmenin illegal iteyle i lgisi , yalnızca daha kalıcı,
1 13
gizli çalışmaya m üsait alanlar olmasından kaynaklanmaz. Sorun basit biçimde
sınıfın fiziki varlıgını örgütlernek sorununa da indirgenemez. Komünistterin
fabrika zemininde (örnegin sendika zemininde degil) örgütlenmesi, birbirine
baglı üç nedenden kaynaklanır. B irincisi, sınıf kendi kollektif varlıgını kitlesel
olarak fabrika zemininde üretir. İkincisi, fabrikalarda sınıf, düzenin idelolojik/
örgütsel hegemonyasından daha uzaktır. Üçüncüsü ise, gelecegin işçi iktidarı
ancak bu bagımsız alanda, sınıfın üretimle/yönetim vasfını birleştirebilecegi
alanda yeşerebilir.
Demek oluyor ki, fabrika zemininde örgütlenme i l legalitenin ayrılmaz
unsurlarından biridir. Hem örgütsel sürekli ligi saglamak açısından ve hem de,
sınıfın devrimci siyasal örgütlenmesini inşa için en uygun zemin olması açısından...
Dolayısıyla, illegalitenin örgütsel alana uzanımı, yalnızca gizl ilikle sınırlı
degildir. Seçim çevreleri, sendikalar, mahalleler vb. yerine, örgütsel omurgayı
fabrika zemini üzerinde inşa etme perspektifiyle de ilgilidir. B u ise yukanda
da belirttigirniz gibi, gizlilik açısından da uygun bir zemin olmtıkla birlikte,
yalnızca gizlilik kaygusuyla baglantılı bir terc i h degildir.
Buradan çıkacak önemli sonuçlardan biri şu olmalıdır. Kendisi "gizli"
olmakla beraber, programı düzen içine sıgan ya da örgütsel temellerini sendikalarda,
mahallelerde bulan siyasal yapılar, i l legal degildirler ve olamazlar.
Demokratizm ile ekonomizm-sendikal izm arasında, bu ikisiyle de lcgal izm­
tasfiyecilik egilimi arasında, zorunlu bir iç bagıantı vard ır. Perspektifi bu olan
bir örgütün gizliligi "kaza"dır, tesadüfidir ya da konjonktürcldir.
Lenin, Struve'nin Kadet partisinin legale ç ıkması gerekLigini savunarak
aslında bu partinin programıyla örgütlenme şekl i arasındaki çelişkiyi gidermeye
çal ışugını belirtir. Zira, l iberal burj uvazinin u fku Duma vasıtasıyla "anayasa!
reformlar" peşinde koşmakla sınırlıdır. Otokrasi D uma'nın kuruluşu i le liberal
burjuvazi ye bir taviz verdigi andan itibaren Kadet Partisi 'nin "gizli" olması
için tüm nedenler de ortadan kalkacaktır. Nitekim öyle olm uştur.
Ya da örnegin, Duma'nın kurulması, Menşevikler içinde legalist-tasfiyeci
bir egilimin dogması için yeterli olabilmektedir. Çünkü Menşevikler, burjuva
düzene dogru atılmış bu i lk adımın arkasından , proleıarya hareketine bugün
için devrim deg i l fakat burj uva gelişmeyi destek lemek görevi düştügünü
düşünmektedirler. Perspektif b u olunca, illcgal/gizli örgütlülük için hiçbir neden
de kalmamaktadır.
Bu tarihsel örneklerin de ortaya koydugu gibi, legalizm ya da tasfiyecilik
akımı, ideolojik planda ekonom izm ve demokratizm i aşamayan bir siyasal
perspektifin örgütsel plana dek uzanmış şeklidir. Burada ne programatik anlamda
bir illegal , yani düzenin içine sıgamama konumu, ne de örgütsel planda fabrika
zemini üzerinde yükselen bir ihti lalci sınıf örgütlenmesi. anlayışı vardır. Dolayısıyla
buradaki gizlilikle illegalite arasında bir il işki kurmak m ümkün degildir.
Demek oluyor ki, nasıl gizli örgütlenme sosyal ist amaç ve hedeflerin dü­
zen dışılıgının kaçınılmaz bir sonucu ve gerekli ligi ise; gizlisi olmayan ın da,
ya da gizlisini tasfiye etme pahasına açık-lcgal örgütlenme yoluna girenin de,
114
düzeni aşan bir pcrspektife sahip olarnamakla dogrudan baglamısı vardır.
Bugün Türkiye sol hareketi bünyesinde yaşanan legalizm-tasfiyecilik cereyanını
da ancak bu çerçeve içerisinde kavrayabiliriz. Sol hareketin dcmokrasici ve
sendikalist perspektifi, bugünkü konjonktürel zorluklarla da birleşince, tasfiyeci
egilime kaynaklık etmektedir.
Dcmokratizm ve sendikalizm arsındaki iç baglantı gibi , bu ikisiyle legalizm
arasında da bir iç baglantı oldugundan sözetm iştik. Nedir bu iç baglantı? Özetle,
ekonomizm iktisadi, demokratizm ise siyasi planda bir "iyileştirme" demektir.
Perspektif her ikisinde de hakların genişletilmesiyle sınırlıdır.
Ekonomist bir bakış, kendi perspektifi bölüşümün iyileştirilmesi oldugu
için, bu iyileştirmenin aracı olan sendikaları da temel çalışma alanı ve aracı
olarak görür. Bölüşüm mücadelesi, dogası geregi burjuva düzen sın ırları içinde
kalan bir mücadele oldugu için, ufku sendikalizmi aşamayan (ya da devrimcileşmeyi
sendikalar üzerinden gerçekleştirmek isteyen) bir perspektif, zorunl u olarak
!ega! alana cgilim gösterecektir.
Demokratizm ise, siyasal hakların elde edilmesi ve genişletilmesiy le sınırlı
bir perspektifi anlatır. Devrimci demokratlarda oldugu gibi, bu düzen kurumlarını
hedefleyen bir siyasal perspektifi dışlamaz. Ne var ki, burjuva demokrasisini
kendi içinde "bir müddet" için de olsa amaçlaştıran bir bakış açısı, zor dönemde
kaçınılmaz olarak reformizm üretir. ( 1 2 Eylül dönemi deneyimi bu açıdan
ögreticidir).
Dolayısıyla, tüm bunlar eninde sonunda düzen içi bir muhtevayı aşamadıkları
için, bu ideolojik ç izgi lcgalizme ve tasfiyeci ligc de yataklık eder.
Demek k i ; bir siyasal faaliyetin lcgalist olup olmaması, örgütlenmesinin
gizli ya da açık olmasından ziyade, nasıl bir muhtcvada ve hangi amaç dogruhusunda
yürüdügü ilc baglantılıdır. Kadctlcr ya da TKP örncgindc oldugu gibi, bu
örgütlenmeler bir dönem siyasal koşullar. nedeniyle ve kendi programiarına
ters düşen bir tarzda gizli örgütlcnmck zorunda kalabilirlcr. Ne var ki tck
başına bu ne bu siyasal akımların il lcgal oldugu anlamına gelir, ne de giz l i
yapıları onların legalist karaktcrini degiştirir. Zira, b u örgütler gizli oldukları
dönemde de siyasal amaçlaoyla baglantılı olarak örgütlenme çalışmaları yürütürler.
Bir kez daha ve önemle belirtmek gerekir k i , proletarya partisi açısından,
legalist örgütlenme yalnızca yasal örgütlenme demek degildir. B ununla beraber
seçim bölgelerine göre, ya da sendikalar ve kitle örgütleri temelinde örgütlenen,
bunu temel alan yapılar da, proletaryanın bakış açısından legalist yapılardır.
Fabrika zemininde örgütlenme, proletaryanın siyasal hareketi açısından i lkesel
ve strateji k bir önem taşır. Bu proletarya hareketinin illcgalitesinin programatik
ve örgütsel alandaki en önemli unsurlarından biridir.
*
* *
Buraya kadar proletaryanın ihtilalci parti örgütlenmesi neden dogası gcregi
illegaldir sorusuna yanıt vermeye çalıştık. Bu konuyla paralel olarak da, iliegalite
115
ve gizl i l ik arasındaki farklılıklara ve zorunlu bagıantılara degindik.
Ne var ki bu, leninist parti teorisinin (burada giz�ilikle eş anlamlı söylersck)
bir i l legal parti teorisi oldugu anlamına gelmez. Leninist parti teorişi i l iegalite
i le legalite ilişkisini açıklıga kavuşturur. Bu ikisinin hangi temelde, hangi
yöntem ve perspektifle birleştirilebileccgini, uyumlu kılınabilecegini gösterir.
Bu nedenledir ki, Lenin, yalnızca illegal biçim lerin temel oldugunu reddeden
akımlan degil, bu temel üzerinde legal b iç i m leri en etkin biçimde kul lanmayı
yadsıyan akımları da "ters yüz edi lm iş Mcnşcvizm", "sol tasfiyecilik" vb. ola­
rak degerlendirir. Leninist parti teorisinin bu soruna yaklaşımının özü; i l legalite,
illegal örgütlenme temel ve stratejik olmak kaydıyla, illegal ve lcgal biçim lerin
·
koşullara uygun olarak, her alanda ve her d üzeyde b irleştirilmesidir.
.
Bu görev nas ı l başarılacak, i l l egal örgüt ve çal ışma ilc legal örgüt ve
çalışma hangi temelde birbiriyle uyumlu hale getirilecektir?
"Güçlü bir il/ega/ parti merkezleri örgütü, sistemli olarak çıkan il/ega/
yayınlar ve en önemlisi yerel hücreler, özellikle de dogrudan dogruya işçilerin
arasından gelen ve kitlelerle sıkı temas içinde yaşayan öncü üyelerin yöneuigi
fabrika hücreleri. Devrimci ve sosyal demokrat işçi hareketinin her türlü zorlugu
gögüsleyebilecek saglamlıktaki çekirdegini işte bu temel üzerinde yarattık. Bu
il/ega/ çekirdek, gerek Duma aracılıgıyla, gerekse sendikalar, kooperatifler
egitim ve kültür kuruluşları içinde kendi duyargolarını ve etkisini eskisiyle
kıyaslanamayacak 'ölçüde yayacaktır. "
"Legal örgütler, illegal çekirdek/erin fikirlerini kitleler arasında yaymak
için dayanak noktalarıdır."
"Parti, i/lega/ sosyal demokrat çekirdeklerden meydana gelir. Bu il/ega/
sosyal-demokrat çekirdekler de, kendilerine çeşitli /ega/ işçi örgütlerinden
oluşan mümkün oldugu kadar geniş ve dal budak salmış bir ag şeklinde 'kitle
içinde çalışmak için dayanak noktaları ' yaratmak zorundadır."
" Ö rgütlerin biçimi açısından bakıldıgında, illegal olan kendisini legal
olana 'uydurur' . Ama partimizin çalışmasının özü açısından bakıldıgında, /ega/
faaliyet kendisini illegal fikirlere 'uydurur' . " (Lenin, Ö rgütlenme Üzerine,
Aydınlık Yay., 1977, s. l 34 , 1 75 , 1 68, 1 75)
A ltalta sıralanmış bu alıntılar, illegalite/lcgalite il işkisinin dogru kavranışı
açısından önem li ipuçları sunmaktadır. Buradan ç ıkarılabilecek temel sonuçlar
şunlardır:
Herşeyden önce, il lcgal örgütlenmenin temel olması, yalnızca i lkesel ve
teorik bir sorun degildir. Bu, aynı zamanda, !ega! faal i yetlerin ancak illegal
örgütlenm e temeli üzerinde ve onun saglamlaştırı lmas ı , pekiştirilmesi şaşmaz
amacına tabi bir biçimde. kullanılacagı anlamına gelir. Legal faaliyetin temel
işlevlerinden biri de i llcgal örgütlülügün pckiştiri lmesi, saglam laştırılmasıdır. *
*
"Ana amacımız, Ru.� Sosyal-Demokrat Işçi Partisi'ni kurmak, pekiştirmekı ir.
Onun dışırulo herşey bu amaçtan sonia gelir. Yasal olanakları parıi yararına kullanabilmemiz,
ancak partinin sağlam/aştırı /masından sonra sözkonusu olabilir." (Tasfiyecilik Üzerine,
Sol Yay., s.43)
116
İ llegal örgütlülügün oturtutması ve saglamlaştırılması görevini, bu temel
ve stratejik görevi öne almadan ve gereklerini etkin bir biçimde yerine getinneden,
Iegal imkanları keyfi ve ölçüsüz bir biçimde kullanmaya çalışan bir siyasal
hareket, kolay güç olma adına ya da konjonktürel zorluklardan yıldıgı için,
partinin ihtilalci varoluşunu daha baştan sakatlayacaktır. Bu aynı zamanda,
ihtilalci bir örgüt yaratma sorun unu, buna uygun kadroların yaratılması ihtiyacı
açısından da sakallayacaktır. Marks'ın bir vesileyle i fade euigi gibi, "Genel
olarak söylemek gerekirse, fikirler hiçbir şeyi iyi bir sonuca vardıramazlar.
Fikirleri iyi bir sonuca vardırmak için (bu fikirler dogrullusunda E.E.), pratik
bir gücü kullanan insanlar gerekir" (Kutsal Aile, Sol Yay., s. 1 82- 1 83) B u
"pratik gücü kullanan insanlar", yani kadrolar ise, yalnızca ihtilalci fikirler
temelinde değil, fakat ihtilalci bir varoluş temelinde proletaryanın hareketini
yönetmek, kitleleri bu dogrulluda seferber ed ip örgütlernek çabası içinde
yaratılabi t irler.
·
Legal imkanlardan etkin bir biçi mde yararlanabilmek, dönüp yine, fabrika
hücreleri temelinde i l legal bir ihtilalci örgüt yaratma konusunda alınan mesafe
ile baglantılı olmaktadır. Fabrika hücreleri temelinde yükselen bir illcgal ihtilalci
örgüt yaratma çabasında mesafe katcdilmcdigi sürece, komünist siyasal faaliyetin
legal planda "kendi duyargaları"nı etkin ve amaca uygun bir biçimde hissellirme
olanağı da bulunamaz. Kuşkusuz bu, mükemmel bir il legal örgütsel inşa ve
siyasal faaliyet olmadan legal imkan ların kullanı lamayacagı, kullan ı l ma ması
gerektiği anlamına gelmez. Aksine legal imkanlardan yararlanmadan illcgal
faaliyeti oturtmak ve "mükemmellcştirmek" çabası da başanya ulaşamaz. B urada
gözetilmesi gereken temel ve kritik nokta şudur; sağlam bir illegalitcsi olmayanın,
etkin ve amaca uygun bir legalitcsi de olmaz, olamaz. Dolayısıyla, böylesine
bir i llegal siyasal faaliyet ve örgütsel inşa sürecinde belirleyici adımları henüz
daha atmamışken legalitcyi "etkin" bir biçimde kullanma çabasına yönelmek,
yalnızca örgütsel tasfiye sürecine kulaç atmak anlamına gelecektir.
*
* *
Legal ite-illegalite ilişkisi bahsinde, lcgal örgüt- i l legal örgüt arasındaki
ilişkinin doğru tanımlanabilmesi açısından da gözetilmesi gereken öneml i noktalar
vardır.
Legal örgütlenme, illegal örgüuen ayrı, bagımsız, kendi içinde bir yapı
degildir. Hem ideoloj ik ve hem de organik i l işki açısından . . . Legal örgüt; hem
illegal hücrelerin i llegal fikirleri yaymak için bir çal ışma alanıdır. Ve hem de,
partinin ideoloj i k denetimindeki legal örgütlerin en asli görevi, partinin öz
itibariyle i llegal olan fikirlerini legal biçimlerden yararlanarak yaymak, bu
arada kitlelerde burjuva yasall ığına ya da yasal örgütlenmeye olan güveni
pekiştirrnek degil, tersine k ırmakur.
Komünistler için legal örgütlerde de illcgal örgütlenme esastır. Onlar için
legal örgütlenmelerin temel önemi , "il legal hücrelerin" kitle içinde çalışmak
117
için dayanak noktaları olmalarıdır.
İkincisi; legal örgütlenmeler bir "savaş örgütlenmesi" degildir. Yalnızca
"savaş örgütlenmesi"nin ideoloj i k denetim indeki propaganda ve aji tasyon
örgütlenmeleridir. Dolayısıyla, bu örgütlerin bir "devrim partisi", bir "savaş
partisi" olarak degerlendiri lmeleri , i l legal örgütlenmenin vasıf ve görevlerinin
legal örgütlenmelere yüklenişi, yalnızca tasfiyeci t igin degişik biç i m lerinden
biri olarak degerlendirilmelidir.
Üçüncüsü; i llegal yapı ile legal örgütlenme arasındaki organik ilişki, partinin
o legal örgütlenmedeki illegal çekirdekleri sayesinde kurulur. Partinin bu örgütlerdeki
en açı k hücreleri dahi kelimenin gerçek anlamıyla legal/yasal degildir. İ tlegal/
gizli faaliyetin n ispeten açık uzantılarından biridir ve aradaki i lişki yalnızca
ideoloj i k deg i l , aynı zamanda organiktir. Legal örgütlenme ve çalışmaların
i l l egal örgütlenme ve çalışmadan bagımsız olarak algılanmamasının, ideolojik
(fikirlerin özü) ve organik (il legal h ücreler tarafından yürütülen) bakımdan
i llegal çalışmanın bir uzantısı olarak degerlendirilmesinin nedeni budur.
Legalite/il legalite ilişkisi açısından gözeti lmesi gereken bir diger önemli
konu da, yasal çalışma alanının ancak il legal m ücadele aracılıgıyla güçlendirilip
pekiştirilebilecegidir. Ancak iliegalite temelinde yürütülen bir çalışma, yasal
alanı gi ttikçe "yasal mevzuat"la sınırlı bir alan olmaktan ç ı karabilir ve onu
sosyalist hareketin toplumsal meşruiyetini arttırarak fethettigi bir "açık" alan
haline dönüştürebil ir. İllegal örgüı.Jenme açık siyasal savaşımı yönlendirip önderlik
edebildigi ölçüde, yasallık hukuki yasallık sınırını aşarak fii l i bir yasall ıga
dönüşme imkanlarına sahip olabilecektir. Bu alan burjuvaziyc ragmcn komünist
mücadele için "istismar" edilen bir mevzi haline getirilecektir.
Zira yasal alanın kullanımı, doguracagı siyasal sonuçlar açısından, iki
uçtu bir karakter taşır. Ya yasal alan düzendışı akım ları fetheder ve bu akımlar
yasallıgı kullanmak ya da korumak adına düzendışı fikir ve örgütsel temeli
gittikçe törpülerlcr. Ya da kom ünistler, düzendışı siyasal faal iyetleri yle açık
siyasal savaşımı y ürütme ve genişletme becerisi göstererek, yasal alanı da
"fethedi l m iş" bir mcvziye dönüştürürler.
Böylece yasal alan , bu durumda sınıf savaşımını yaygınlaştırmanın hem
bir sonucu, hem de gittikçe bir aracı haline dönüşebilir. Ne var ki, sınıf mücadelesinin
tarihsel deneyimleri son dereec ö[trctici olan derslerle gösterm iştir ki, yasal
alan n ihayetinde her zaman düzeniçi bir alandır. Ne denli sınıf m ücadeleleri
aracılıgıyla fethedilmiş olursa olsun, buna güveni lerek il legal örgüt ve faaliyet
askıya alındıgında, sonuçta ya giderek düzeniçilcşmek, ya da sınıf dengelerindeki
aleyhte degişmelere paralel olarak yasal mevziterin kaybedilmesi halinde, örgütsel
tasfiye i le yüzyüze gelmek kaçınılmazlaşmaktadır.
Demek oluyor ki, yasal çalışmanın illegal çalışmaya bagımlı kıl ınması,
yasal olanakları kazanmak ve bu kazanımları ihtilalci bir temelde koruyup
geliştirmek açısından da zorunludur.
Elbette ki, bir kom ünist parti lcgal ve illcgal çalışma ve örgütlenmenin
birleştirilmesinde, biçimsel planda degişen koşullara göre biri ya da diğerine
l l8
daha agırlık verebileccktir.
Ne var ki, degişen sınıf dengeleri bu taktiksel esnekligi göstermek açısındaıı
elverişl i imkanlar sundugunda bunu kul lanmak nasıl bir politik esnekligi
gerektiriyorsa; aynı şekilde,degişen sınıf dengelerine ragmen bu politik esnekligi
gösterıney i imkantı k ılacak en önemli faktör de, özü , yani temel ve stratejik
olanı unutmamaktır. Legal alanı istismar etmeyi kolaylaştıracak, bu alanı ihtilalci
tarzda kullanmayı saglayacak i llegal bir örgütsel temelin var mı? B u temeli
yarattın m ı? Her dönem için gözetilmesi gereken temel soru ve sorun budur!
Sosyalist politika, ilkelerde saglamlık ve stratej ik olana tabilik temelinde,
müthiş bir t:aJ<tiksel esneklik sanatıdır da... Nedir ki burada gözden kaçınlmaması
gereken kritik bir nokta vardır. İ l legal örgütlülügü saglam ve sınıf temeline
oturmuş bir örgütün taktik csnektigi i le , bu i lkesel ve stratejik görevleri henüz
yerine getirmemiş bir örgütün taktik csnckligi aynı olamaz. Birinci durumda
taktik esneklik yetcncgi ne den li öne çıkıyor ve önem kazanıyorsa, ikinci
durumda da i lkesel ve stratejik konularda kararlı bir konumda ısrar etmek o
dcreec önemli ve belirleyicidir.
I I-
Legal parti için "teorik" gerekçe a rayışları
H i ç kuşku yok, lcgalizm-tasfiyccilik eğilimi Leninizmin yanlış kavranışı
nedeniyle ortaya ç ıkan bir eğilim değildir. Belirli bir sınıfsal-toplumsal temeli
ve mantığı vardır. Ne var ki, Marksizm ve sosyalizm iddiası taşıyan tasfiyeci
akımlar, her zaman tasfiyeci eğilimlerine teoriden icazct arayışlarına da yönetirler.
B u icazct arayışı teorinin ve tarihin tahriratıyla elele y ürür. Tasfi yeciliğin
örgütsel planla sınırlı kalmayıp ideolojik planda da kendini ortaya koymasının
i fade ettiği anlamlardan biri de bud ur.
B ug ün Türkiye'de yaşanan lcgal izm -tasriyeeilik eğilimi açısından da aynı
gerçek sözkonusudur. Kimileri artık "Lenin korkusu"nu aşacak denli pcrvasızlaşsalar
da, çoğu akımlar hala lcgal parti için kendilerine teoriden dayanak arayışlarını
sürdürüyorlar.
Sözkonusu teorik ve tarihset iddiaları ne tck tck iddialar, ne de akımlar
nezdinde incelemeyeceğiz. Bununla birlikte hemen tümünün "ortak" argümanlarına
dön üşmüş bulunan bazı örnekler üzerinde duracağız.
*
* *
" . . . Yeraltındaki faaliyetin daha iyi olduğu gibi bir gerçek olmuş olsa idi,
burjuvazi böyle bir yasaklama yoluna gitmez, komünist/erin yerüstünde olmalarının
olanakların ı yaratırdı. " (Kurtuluş)
" ... Sosyalizmi savunan milyonlarca bildiriyi biz mi dağumasaydık ? Onlarca
büyük mitingi mi yapmasaydık, yoksa televizyona mı çıkmasaydık . . . Kendilerinin
"yasadışı" dedikleri yollardan söyleyip de SP ' nin söylemediği tek bir cümle
gösterirlerse iddialarında ciddiyet olduğunu kabul edelim. " (Teori)
ll9
"Bir parlinin reformisı ya da devrimci o/duguna nasıl karar verecegiz?
Onun /ega/ ya da il/ega/ olduğuna bakarak mı, yoksa programını ve eylemini
ölçü alarak mı?" (Toplumsal Kurtuluş)
Yukarıda üç ayrı dergiden ahntıladıgımız "teorik" gerekçeler, birazdan
deginecegimi-z bazı tarihsel örneklerle de desteklenerek, aslında tüm "legal
parti" savunucularının ortak argümanlarıdır. Sözkonusu tarihsel örnekler hakkında
yine neredeyse tüm legal particilerin "ortak yorumu" olan iddiaları ise ş u
şekilde özetlemek m ümkün:
"Kautsky' nin SPD' si açık-/ega/ bir partiydi. 1 900' lü yıllarda bu partiyi
kimse /ega/ olduğu için eleştirmedi. Onun programına ve eyleminin içeriğine
bakılarak, bu parti marksist bir parti olarak değerlendirildi. 1914'e, savaş
başlangıcı olan yıllara gelindiğinde bu. parti açık bir ihanet içine girdiğinde
de, yine bu parti açık-/ega/ bir parti oldugu için değil, eyleminin devrimci­
sosyalist içeriğini yokettiği için eleştiri/di.
"Nitekim, bu partinin temelde /ega/ olduğu için değil, program ve eylemine
bakılarak revizyonist ilan edildiğini kanıtlayan çok somut bir örnek daha vardır.
Üstelik bu örneğin kendisi, Leninizmin '/ega/ parti' konusuna da yaklaşımını
daha somut olarak ortaya koymaktadır. III. Enternasyonal, ll. Enternasyonal
ihanetinin arkasından ve bu revizyonist Enternasyonal' dan tam bir kopuş ger­
çekleştirmek amacıyla oluşturuldu. Buna karşın lll. Enter�asyona/' e katılmanın
21 Koşul' u dikkatle izlendiğinde, bu Enternasyonal' e katılmak için partilerin
il/ega/ olması zorunluluğuna rastlanamayacaktır. Nitekim gerçek hayatta da
böyle olmuş, Komintern illegal-legal ayrımı olmaksızın -ayrımın gerçek ölçütü
program ve eylemdi- bir dizi devrimci partinin ortak platformu olarak toplanmıştır" ,
vb . . . (Özet bize ait)
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız "teorik" gerekçelere bir ölçüde bir önceki
bölümde, illegalite/legalite ilişkisinin tanımlanması içerisinde yanıt vermiş olduk.
Ne var ki, a.ç ık çalışma, gizli örgüt ve legal örgütlenme ilişkisini daha da
netleştirebilmek açısından burada da ekleyeceklerimiz var.
*
*
*
Önce soruna, "kitlelere ulaşmak için legal mi yoksa illegal örgütlenme m i
iyid ir" sorusu etrafında b i r yanıt aramanın, sorunun özünü karartacak b i r uğraş
olduğunu bclirtel im. Bu soru ve buna bağlı olarak verilen her cevap, illegalite/
legalite ilişkisini, en baştan teknik bir soruna indirgemekted ir. Arkasında amorf
bir ki tleselleşme mantığı vardır.
Sorun legal çalışmanın m ı , illegal çalışmanın mı "kitlelere" ulaşmakta
daha büyük kolaylıklar sağlayacağı sorunu değildir. S iz hangi fikirler ve amaçlar
doğrultusunda sınıfa ve kitlelere ulaşacaksınız ve sizin fikirlerinizin siyaseue
karşılığını bulması, mevcut düzeni değiştirip, yerine yenisini koyma arnacınızın
başanya ulaşması hangi yol , yöntem ve araçlarla m ümkün olacaktır? Sorunun
kritik özü, bu soruların yanıtında saklıdır.
120
B i r önceki böl ü mde, i l ieg a l i te kavram ının " sa l t fikirlerio özü" i l e
sınırlandırılmak istendigini, m ücadele araç ve yöntemleri sorunu ilc i liegalite
kavramı arasındaki zorunlu i lişkinin karartılmaya çalışıldıgını belirtmiştik. Böylece
"fikirlerden taviz vermemek" kaydıyla lcgal partide sakınca olmadıgı sonucuna
u !aşı lmak isıcnmcktcd ir.
B izim iddiamız ise şudur; i liegalite kavramı salt "fikirlcrin özü" ilc ilgili
bir sorunla sınırlanamaz. Fikirlerinin "özü"ndc düzene sıgamayan ve zor yoluyla
devrim perspektifine sahip bir hareket için, bu "fikirlcrin özü" i lc örgütlenme
ve çalışma tarzı arasında son derece dogrudan bir il işki vardır. Dolay ısıyla
i liega l i te kavramı "fikirlerin özü" i lc ilgili oldugu ölçüde, bu fikirleri hayata
geçirmenin yol ve yöntcmlcriylc, araçlarıyla ilgili bir kavram da olmak zorundadır.
Dahası bu kavramlar arasındaki baglanııyı koparman ın, m ücadelenin yol ve
yöntemleri sorununu kararımanın arkasında, bazen açık bazen örtülü, ama kesin
bir biçimde, "fikirlcrin özü" ilc ilgili temel sorunlar yatmaktadır.
Leninizmin II. Enternasyonal gelenegindcn fark l ı lıgı ve kopuşu. tam da
bu sorun üzerinde dügümlenir. Lcn inizm, fikirlerio kendini gerçekleştirecek
araç, yol , yöntem, kadro vb. anlayışından koparıldığı zaman, önce ölü sözler
olarak kalacagını ve giderek de tersine dönme cgilimi göstcrcccğini iddia eden,
devrim ve sosyalizm mücadelesini de bu iddia üzerinde şeki l lendiren bir akımdır.
Bu bağlantını n koptuğu ya da koparı ldığı durum larda nasıl bir akibetle karşı
karşıya kalınacağını, birazd� daha ayrıntıl ı olarak değineceğimiz II. Enternasyonal
ve bir ölçüde de Kom intern partiler deneyimi yeterli aç ıklıkta göstermektedir.
Parti bir propaganda örgütü değil fakat bir savaşım örgütüdür. Faaliyet
bir propaganda-aji tasyon faali yeti düzeyinde kaldığı ölçüde, lcgal parti ile
"fikirlcrin özü" bel irl i kayıtlar bir yana, birbiriyle örtüşüyor olabi l ir. Ne ki
Marksizm-Lcninizm mevcut iktidar mekan izmasını parçalamayı öngören bir
eylem, bir savaş kılavuzudur. Dolayısıy la, bu görevi layıkıyla yerine getirebilecek
bir örgütsel mekanizma olmadığı, örgütsel birimlerin, kadroların, alışkanlıkların
bu savaşıma göre şckillcnmcdiği her durumda, bu yapıya içsavaşın görevlerini
yerine getirebilecek yeteneği kazandırmak, imkansız deği lse dahi çok zordur.
Komünist bir propaganda ve eylemin lcgale sığacağını düşünmek, nihayetinde
burjuva yasallıgına duyulan güvenden öte bir anlam taşımaz. Ve bu açıdan da
"fikirlerin özü" ilc ilgili bir sorundur. Burjuva yasallığı, k ural olarak, bırakalım
açıkia bir savaşım örgütünü, düzene karşı, düzend ışı bir savaşımın propagandasına
dahi tümüyle aç ık olamaz. Bu olanakların kısmen genişleyip darald ığı dönem ler
olur. Ama neticede bu, "güçler dengesine" bağl ı olarak şeki l lenen bir denge
durumudur. Bugünden yarına bir legal örgütlenmeyi yeterli saymak, yalnızca
bu "istikrar"ın kalıcılığına duyulan bir güvenle açıklanabi lir ki, zaten bu "güvenin"
kendisi, sözkonusu akım ın "düzeniçi" karakter kazanmaya başladığının göstergesi
olur yaln ızca.
Dolayısıyla, sorunu "hangi örgütlenme kitleselleşme açısından daha iyi"
gibi bir soru etrafında ortaya koymanın kendisi dahi , odagında sınıfı n ihti lalci
perspektifinin olduğu bir yaklaşımın değil, amorf bir "killeselleşmc" güdüsünün
12 1
bir sonucu olabilir ancak.
Sorunun ilkesel açıdan anlamı üzerine bu söylenenlerin ardından şunu da
bclirtebiliriz ki, sorunun bu tarz konoluşunda dah i , !ega! i mkanlar lehine kesin
bir yanıt vermek m ümkün değildir.
Kuşkusuz yasal _ im kanların kitlelere dönük politika yapmak açısından büyük
önemi reddcdilemez. Buradaki temel sorun, daha önce de ısrarla vurguladığımız
gibi, bu çalışmayı i llegaliteye bağl ı ve onunla uyumlu bir tarzda yürütcbilmektir.
Ne var k i , eğer iddia edilen, i llegal çalışma ile geniş kitlelere u laşılamayacağı
(geniş kitlelerin örgütlenemeyeceği değil elbette ! ) , "mi lyonlarca bildirinin
dağıtılamayacağı" vb. ise, bu iddianın gerçeklerle herhangi bir uygunluğu sözkonusu
değildir. Eğer bu gcrçckleştirilemiyorsa, bunun başlıca iki nedeni olabilir. B ir;
i llcgal örgütsel mekanizmanın amatörlüğü, iki; henüz böyle bir faaliyeti örgütlcyip,
yönetecek nicelik ve nitelikte bir "kadro tipi"nin yaratılamamış olması. Tüm
bunlar ise, yalnızca bizim temel ve stratejik görcvimizi, bir illcgal örgüt yaratma
görevimizi, gerçek manada henüz yerine getirmem iş olduğumuzu gösterir. Ve
o zaman, tck başına bu gerçeğin kendisi dahi -iddialar ne den l i tersi yönde
olursa olsun- temel ve stratejik görevin bir yana itilınesinc neden olduğu için,
bugünkü legal parti çabalarının taşıdığı tasfiyeci mahiyct hakkında i kna edici
bir veriyi ol uşturur.
Bu stratej i k görevi yerine getirmiş, bunu başarm ış bir akım ı n niç in geniş
kitlelere ulaşamayacağına ("milyonlarca bildiriyi dağıtaniayacağı "na!) i lişkin
hiçbir mantıksal izah gctirilcmcz. Tersine, böyle bir başarının niçin geniş yığınlara
ulaşmanın güvencesi olacağı konusunda ise gündelik yaşam son dcreec ikna
edic i örneklerle doludur.*
Burada yeniden, aç ık çalışma ilc gizli örgütlenme ve lcgal örgütlenme
i l işkisinde yapılan tahrifatlar üzerinde durmaya gerek yok. Yalnızca şu gerçeğin
altını ı srarla çizmek gerekl idir. Gizli örgütlenme açık çalı şmanın zıdd ı değil,
tersine güvencesidir. Açık çalışmanın
siyasal içeriği açısından da, bu olanağın
her koşul altında sürdürülebi lmesinin tck yoludur. Lenin, iki tip "açık çalışma"
m ü mkündür, dcr; birisi, temelinde düzendışı bir perspektifin bulunduğu ve
illegal örgütlcnmcyi pckiştirmeyi hedefleyen bir aç ık çalışma, diğeri ise düzen
içi bir perspektifle yürütülen ve il legal örgütl ülüğü tasfiyeye yönelen bir açık
çal ışma . . .
B irinci ti p açık çalışma kend ini hiçbir koşulda yasalara bağ l ı h issetmez.
O yasal sınırların dışında, fiilen yaratılan bir alanda, tüm üyle "özgür" olarak
yürütülen bir çalışmadır. Bu faal iyet ki tlelerin önünde ve içinde y ürütülür ve
* Bugün illegal faaliyet gösterenlcre infaz, !ega! faaliyet göstereniere ise
daha "yumuşak" bir terörün uygul anıyor olması, pek ç_o k akım için legaliteyi daha
risks i z, o ölçüde de cazip kı lıyor. Oysa, komünistler aç ısından ç ıkarılan sonuç;
düzenin bu denli terörize olduğu koşul l arda, burjuva legal itesinin daha da "riskli"
olduğu ve illegal örgütü güçlendirme görevinin her zamankinden daha fazla önem
kazandığıdır.
122
onları parti ç izgisi dogrultusunda seferber edip örgütlemeyi hedefler. Dogası
geregi böyle bir çalışma zaten "aç ık"tır. Üstelik böylesi bir faaliyet, ne içerik
ne de araçlan aç ısından burj uvazinin hukuki ve h ukuk dışı engellemeleriyle
kendi n i sınırlı h issetmedigi için de, hem "içerik" olarak en açı k çalışmadır ve
hem de, kullandıgı araçların k itlelere ulaşması burj uvazinin denetimi dışında
oldugu için en etkin açık çalışmadır.
Legal çal ı şma ise, neticede burj uva sınırlar içinde kalan, burjuvazinin
denetimine bagl ı olan araçlarla yürütülen bir çalışmadır. Dolayısıyla !ega! çalışma
açık çalışmanın ne tek ne de temel bir yoludur. Legal ça lışma d üzendışı bir
siyasal hareket açısından sın ı rları en geniş ve en güvenceli olan aç ık çal ışma
imkan ı da degi ldir. Zira, burada söylenecek sözün kendisi kadar, b u sözün
k itlelere u laşmasını saglayan araçlar da, başkasının, bizzat proletaryanın tari hten
silmek için ugraşugı s·ı nıf düşmanının, yani burjuvazinin izninde ve denetimindedir.
Öyleyse legal örgütlenme, aç ık çalışma imkanı n ı sağlayan bir sih irli anahtar
deg ildir, yalnızca aç ık siyasal mücadeleyi daha etkin bir hale getirir. Bu sözler,
parlamento, dernekler, sendikalar, yasal basın vb. araçların kullanımının taşıdıgı
önemin reddedilmesi ya da küçümscnmesi anlam ı na gelmez. Yalnızca sın ırlarının
net olarak çizilmesi n i i fade eder. Lcgal imkanları etkin bir şekilde kullanabilmek
ve bu i m kanların kapandıgı konjonktürdc de faaliyetleri sürdürebilmek için,
i l lcgal i tcnin taş ıdıgı kritik ve belirleyici önemi v urgulamaktır.
B u noktada, b u konuyla bağlantılı olarak belirtilmesi gereken bir önemli
nokta daha var. San ı ldığının aksine, il lcgal örgütlülük, legal örgütlenmeden
çok daha yaygın bir örgütlenme olanağı sağlar. Zira burjuvazi hiçbir zaman
her alanda örgütlenme serbestisi tanımaz. Kendi bekası aç ısı ndan kritik önem
taşıyan, tam da ayn ı nedenle, düzendışı örgütlenmeler aç ısı ndan kritik önemi
olan bir dizi alanı , siyaset ve siyasal örgütlenme yasakları ilc kuşatır.
Bu alanl ardan en önem lisi h iç kuşkusuz ki fabrikalardır. Bugün yalnızca
Türk iye'de değil, en "gelişmiş", en "özgür", en "demokratik" burjuva demok­
rasilerinde dahi fabrikalarda siyasal çalışma ve örgütlenme yasaktır. Burjuvazinin
bu tercihi, hiç kuşku yok ki, fabrikalarda örgüılenmek ilc sendikalarda örgüllcnmck
arasındaki fark ın stratejik önemini tari hsel tecrübe arac ı l ığıyla bil ince ç ı karmış
olmasından da kaynaklanı yor. Tersinden beli rtecek olursak, bugüne kadarki
deneyim aynı zamanda illegal tcmcle sah ip olmayan hiçbir legal partinin, fabrika
h ücreleri temel inde örgütlenme perspektifi n i hayata gcçircmcdigini ve giderek
de bu perspektifi yitirdiğini göstermektedir. Lcgal partiler seçim bölgeleri temelinde
örgütlenme egili m i göstermcktedirlcr. İ şçi sınıfı ilc bağları ise olduğu kadarıyla
sendikalar üzerinden gerçekleşmektedir. Yine hiçbir legal partinin ordu içerisinde
bir siyasal örgütlenme yaratamadığı tarihsel tecrübelerin ışığında söylenebilir.
Oysa illcgal örgütlenme, tüm lcgal örgütlenmelere kol larını uzattığı gibi , legal
örgütlenmenin olmadığı ya da uzanamadığı her alanda da kendi örgütsel yapısını
i nşa edebilme yeteneğine sahiptir. Tüm bun ların ise ihtilal davası açısından
taşıdığı m uazzam önem tartışmasızd ır. Özetlersek; i llcgal örgütlenme, bazı
stratej i k alanlar başta olmak üzere, legal örgütlenmenin olmadığı, olamadığı
123
her yerde varolabitdigi, ama aynı zamanda tüm lcgal mevziler içine de ycrleşebitdigi
için, sanıldıgının aksine, legal örgütlenmeden daha yaygın bir örgütlenme i mkanı
sunar.
*
* *
Yukarıdaki açıklamalar, legalist tasfiyecilerin bir diğer "teorik" gerekçcsini,
yani "devrimciliği bel irleyen iliegalite deği l, program ve eylemdir" savı n ı
değerlendirebilmek i ç i n de yeterli köşe taşlarını döşemiş bulunuyor. Yine de
bu konuya ve şu ünlü SPD ve Komintem partileri örneklerine açıklık getirebilmek
·
açısından söylenınesi gerekenler de var:
Ö nce bir doğruyu yineteyerek başlayalım. Kuşkusuz ki bir partinin/örgütün
n iteliğini belirleyen onun program ve eylemidir. Önüne hangi hedefleri koyduğu
ve bununla kopmaz bir biçimde bağlantılı olarak, bu hedeflere ulaşmayı sağlayacak
nasıl bir eylem çizgisi üzerinde bul unduğudur. Ne var k i , bu kadarıyla temel
bir doğruyu an latan bu formülasyon, program ve eylem i lc legalite-il lcgalite
i lişkisinin (ikincisi birinc isinin zorun lu sonucu olan bir ilişkinin) karartılması
ve kopartılmasıyla birleştiği ölçüde, tümüyle yanlış bir fonnülasyona dönüşmektedir.
B ir parti nin eylem i, burada aynı anlama gelmek üzere çalışına tarz ı , onun
programıyla kopmaz bir şekilde bağlantıl ıdır. Bu i l işki koparı ldığı, örneğin
programın kendine uygun bir çalışma tarzı ilc bütünleşcınediği bir durumda,
sözkonusu hareketin s ı n ı fın ihtilalci davasını örgütleyip önderlik ederneyeceği
açıktır. Bu çelişkili durum giderek "programatik" alanlarda da sonuçlarını kaçınılmaz
bir biçimde yaratacakur. Aydın oportünizın inin rad ikalizıni bu nedenlerdir k i
bir türlü pasif radikalizm çizgisini aşamaz. G iderek d e sın ı f, devrim, sınıf
iktidarı gibi kritik alanlar başta olmak üzere, bir dizi temel teorik-programatik
alanda Marksizın-Leninizmin özünü bozucu "teorik" sonuçlarla da birlcşir.
Tüm bun lar program ve eylem arasındaki bağlantının kurulamamasınm yarauığı
kaç ı n ı l maz sonuçlardır.
Ö yleyse nedir komünist bir partinin eyleminin, çal ışına tarzının özünü
belirleyen unsurlar?
B ir kom ünist parti açısından çalışına tarzı , kendi sini işçi sınıfı içinde ve
fabrika zemini temelinde ilkeli, planlı bir çalışına ilc inşa ctıncsidir. Bu çalışmayı,
k itleleri bir "içsavaş" ordusu olarak seferber edebi lecek ve iktidarı zor yoluyla
alına m ücadelesinin gerektirdiği yetkinl iğe sahip bir sınıf örgütü
yaratma
perspektifiyle gcrçekleştirıncktir. Bu amaca ulaşınanın yol, yöntem ve biçimlerinin
top lam ıdır, vb.
Eylem çizgisi, çalışma tarzı , siyasetinin özü böyle olan bir partin in, bu
görevleri yerine getirecek, yalnızca mücadelenin nispeten kolay olduğu dönemlerde
deği l , fakat ayn ı zamanda zor olduğu döneınierde de varl ığını ve faali yetini
sürdürebilccek, içsavaşı örgütlcyip yönetecek tarzda örgütlenmesi zorunlud ur.
B u temel gerçekler ise; yukarıdan beri anlauığımız gibi, eylemle örgütlenme
tarzı arasında da karartı lamaz ve koparı lamaz bir i l işki olduğunu ortaya koyar.
124
*
* *
Bu noktada artık bu "teorik" gerekçelere dayanak yapılan SPD ve Komintern
partileri örnekleri ne geçebil ir, bu örneklerin komünistler açısından ifade etmesi
gereken siyasal anlamlar üzerinde durabiliriz.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, sözkonusu iddialar maddi planda dogrudur.
SPD legaldi ve Komintern partileri içinde de bir dizi legal parti mevcullu. Ne
var ki, ilkin bu maddi "dogrular" teorik tahrifallarla birleştiri lmckte; ve ikinci
olarak da, bu iddialar tarihin geriye bırakugı tecrübeler tümüyle gözardı edilerek
ortaya atılmaktadır.
�nce SPD ömeginden başlayalım. Gerek SPD gerekse pek çok II. Enternasyonal
partisi, !ega! partilcrdi. Uzun bir süre ( 1 9 1 4 y ı l ının sonlarına kadar), gerçekten
de (R.Lux.cmburg ve S PD sol kanad ın ın eleştirileri bir yana) bu partinin eylem
çizgisi, Lenin dah i l pek çok marksist açısından eleştiri konusu edilmedi. Dahası
yer yer kitlcselligiyle, etkin l igiyle ve teorik performansıyla bu parti, "sosyal
demokrasinin örnek bir partisi" olarak gösterildi . Lenin, bırakalım bu partinin
legal örgütleniyor olmasını bir "zaar· olarak degerlend irmey i, tersine, aşagıda
aktaracagımız ve üstelik de 1 91 4 tarihi taşıyan sözlerinde oldugu gibi, Rusya'daki
gizli-illegal örgütl ülüg ü "ayrık ve özgün" bir durum olarak degcrlcnd i riyordu.
Lenin' i n bu konuyla ilgili 1 9 1 4 Haziran tari hini taşıyan sözleri şöyle:
"Aşırı ölçüde ılımit olan liberal/erin partisinin bile yasal olmadığı bugünkü
Rusya' da, bizim partimiz sadece yasadışı olarak varolabilir. Bizim durumumuz
istisnadir ve daha önce eşi görülmemişıir. Bu durum bir parça, Sosya/isilere
Karşı Yasa yıllarında Alman sosyal demokratlarının karşılaştığı duruma benzer
(gerçi o zaman bile Almanların yasal olanakları, bugün bizim Rusya' da sahip
olduklarımızdan yüz kat fazlaydı.)" (Tasfiyecilik Üzerine, s.379, vurg ular ben im.)
Ne var ki bu görüş 1 9 1 4 yılının sonlarından itibaren degi şmeye başlar. B u
degişimde temel unsur kuşkusuz, S PD ba�ta olmak üzere II. Enternasyonal
partilerinin zor bir dönemde kararsızlık göstermeleri ve giderek kendi u l usal
burjuvazilerinin peşinden sürüklcnmelcriydi. Lenin, l l . Enternasyonal partilerinin
düzenden kopmak ve bir içsavaş örgütlernek konusundaki teslimiyetçi ve kendi
burjuvazileriyle uzlaşıcı tavrını sorgulama temeli üzerinde, önemli teorik sonuçlara
ulaştı. Kapsam ı, etk i leri ve siyasal sonuçları bak ımı ndan çok geniş ve önem li
olan , nihayetinde I l . Enternasyonal çizgisi nden kesin bir kopuşu ifade eden bu
"teorik" sonuçların, parti sorunuyla ilgili oldukça önemli uzantıları vardı. Lenin ' in
II. Enternasyonal ihanetini degerlcndirirkcn çıkardıgı ya da nctle�tirdiği düşünceleri
şu şekilde özetlemek m ümkün:
a) B u partiler, temel taktiklerini iç savaş ve zora dayalı devrime göre
değil, parlamenter çoğunluğu elde etmeye göre kurmuşlardır. Bu ise bu partileri
fabrika temeline dayal ı bir örgütlenme yerine, seçim bölgelerini esas alan bir
örgütlenmeye götürmüştür. İ şç i sınıfı ilc baglar ise sendikalar üzerinden ve
sendika bürokrasisi aracılığıyla gerçek leşm iştir.
125
b) Sendika bürokrasisi, emperyalist sömürü sayesinde sınıf içinde oluşan
işçi aristokrasisi ve küçük burj uva aydınlar, bu lcgalist-reformist siyasal eğilimin
topl umsal tabanı olmuşlardır.
c) Parti, legalitenin imkanlarına, legal çalışma tanının esnekliğine fazlasıyla
alışmış, ve bu durum, illegal iteye geçmekte yeteneksizlik bir yana, bu konuda
deri n bir isteksizliğe yolaçmıştır.
.
d) Legali teni n rahat koşullarında parti içine devrimci karakteri zayıf küçük­
burjuva aydın ve oportünist öğeler doluşmuş, parti parlamentarist yapısı nedeniyle
bunlardan kopamarnıştır. Kopamadığı ölçüde de giderek bu ögeter partiye egemen
hale gel m işlerdir.
Bu dcğcrlendirmclcr, partinin eylem ve çalışma tarzıyla örgütlenme biçimi
arasındaki bağiantıyı tüm unsurlarıyla birlikte açığa çıkarıyor, daha net tanımlama­
l ara kavuşturuyordu.
Örgütlenme alanında II. Enternasyonal deneyiminden çıkarılan sonuç lar,
hiç kuşku yok ki, III. Enternasyonal ' i n oluşumunda Lenin tarafından özellikle
gözctilccckti. III. Enternasyonal'in ilk kuruluş dönemine damgasını vuran örgütlenme
sorununda da II. Enternasyonal'den tam bir kopuş çabası olacaklı. III. Enternasyonal,
Avrupa kom ünist partilcrini II. Enternasyonal kahbından çıkararak, yaygın
deyimle, bir "bolşcvizasyon" s ürecine sokmayı amaçlıyordu. Ne var ki, bu ne
Len i n ' i n iradesinin m ut!ak olarak I I I . Enternasyonal ' in iradesi olduğu gibi bir
sonuca ulaştırır bizi, ve ne de, "bolşevizasyon"un bir çırpıda gerçekleştirilmes i
m ümkün b i r süreç olduğuna. . .
Yine d e tüm bu karmaşık süreç içerisinde, bir olgu son dereec nettir. III.
Enternasyonal "yeni tipte partilerin" bir koal i syonu olmayı hedcflcmiştir. Bu
�·yeni tip parti" anlayışının temel unsurları ise şöyle özetlenebilir:
a) Bu partiler lcgalist yapıları parçalam alıdırlar. İ l legal örgütlenme ve
çalışmayla legal örgütlenme ve çalışma arasındaki i l işkiyi doğru kurmalıdırlar,
b) Bu partiler seçim çevreleri temelinde değ i l fabrika hücreleri temel inde
örgütlenmelidirlcr,
c) Bu partilere üyelik kriterleri bir "savaş örgütü"nün sahip olması gereken
kriteriere uyumlu hale getirilmeli, oportünist unsurları partide barı ndırmamak
temel bir ilke olarak kabul edilmelidir.
Lenin, daha henüz 1 9 1 5 yılında Zimmerwald Konferansı' nda bu eği l i mini ,
kon feransta tüm delcgelere dağıtılan "Sosyalizm v e Savaş" isimli broşüründe
ortaya koymuş, daha sonra da çeşitli vesi lclerle Avrupa komünist partilerine,
"illegal çalışma ile legal çalışmanın" birleştirilmesinin önemi üzerine telkinlerde
bulunm uştur. * Lenin'in Kom intern ' in örgütlenme i l kelerine i l işkin perspektifi ,
* " Sosyal demokrat partiler her zaman her koşulda, yığınların örgütlenmesi
ve sosyalizmin yayılması için en küçük /ega/ olanaklardan yararlanmayı ihmal
etmemekle birlikte, /ega/ çalışman ın kiUesi olmaktan kurlulmalıdırlar. " (Sosyalizm
Sol Yay., s. 28, vurgular benim)
İkinci Enternasyonal 'in utanç verici çökiişünü, aynı zamanda, burjuva legaliıcsinin
ve Savaş,
126
en açık bir biçimde, Komimem'e giriş koşullarına dayanak olan "Komünisı
Enternasyonal' in 2. Kongresi' nin Temel Görevleri Üzerine Tezler"de görülebilir.
B u tezlerin, illegalite/legali te ilişkisini ele alan 1 2. maddesinde sorun, bütün
unsurları i çerecek kapsamda ve netlikte ifade edilmiştir.
"Bütün ülkelerde, hatta sınif mücadelesinin en az keskin olması anlamında
en özgür, en '/ega/' ve en 'sakin' olan ülkelerde bile /ega/ ve il/ega/ çalışmayı,
/ega/ ve il/ega/ örgütleri sistemli bir şekilde birleştirmek, artık her komünist
parti için kesinlikle zorunlu olmuştur."
" . . . bütün /ega/ komünist partilerin il/ega/ çalışmayı sistemli bir şekilde
yürütmek ve burjuvazinin sert baskı/ara başvuracağı dakikaya tam hazırlıklı
olmak için derhal illegal örgütler kurmaları gerektiğini, isıediği kadar 'demokratik'
ve pasifisı sözlere bürünsün, ancak en gerici bir dar kafalı inkar edecektir . . .
" Öte yandan istisnasız her durumda, partilerin kendilerini il/ega/ çalışmayla
sınırlamamaları, her engeli aşarak legal çalışmayı da aynı şekilde yürütmeleri,
legal yayınlar yapmaları ve gerekirse sık sık değiştirilecek çok çeşitli adlar
altında legal örgütler kurmaları da gereklidir� . .
" İllegal ve legal çalışmanın birleştirilmesi . . . herşeyden önce, burjuva
demokratik /ega/liğine inanmaya devam eden ve mutlak surelle gözlerini açmamız
gereken, geniş proleter tabakaların ve proleter olmayan emekçi ve sömürülen
kitlelerin daha da geniş tabakalarının hala her yerde varolduğu gerçeğinin
emrettiği bir ilkedir. " (Lenin, Kitle İçinde Parti Çalışması, Ek i m Y a y . , s. l 261 27)
İ llega li te- legal ite il işkisi, illegalitenin ilkesel ve stratejik önemi, lcgal imkanlan
rcddetmemek, tersine her koşul ve fırsatta kullanmak, ama bunu burjuva yasall ıgına
güveni kumak temel perspektifiyle yapmak-işte tüm bu unsurlar biramda, Komintem
kölesi olmak ve onun tarafından fethedilmekle açıklayan Lenin, 19 1 5 Mayıs 'ında
şö y l e bir genel tarihsel-teorik gözlernde bulunur:
"Katıksız yasal/ık, 'A vrupa' partilerinin arı yasallığı gününü doldurmuş ve,
ön-emperyalist aşama kapitalizminin gelişmesi sonucu, burjuva işçi siyasasının
temeli durumuna ge lmiştir. Bir tek yasal konumu gene de bırakmaksızı n , onu yasa­
dışı bir temelin, yasa-dışı bir örgütün, yasa-dışı bir sosyal-demokrat çalışmanın
yaratı lmasıyla tamamlamak zorunludur. " ( l l . Enternasyonal ' in Çöküşü, Proleter
Devrimi ve Dönek Kautsky içinde, Bilim ve Sosyalizm Y ayınl arı, 5. baskı, s . 1 80-
181)
Aynı konuda ve bu kez 1 9 1 9 'da, Enternasyon a l ' in yayın organında yayınlanan
" İtalyan , A lman ve Fransız Komünistlerine Selam" başlıklı makalesinde, Avrupalı
KP'lere şöyle sesleniyor:
" Legal ve illegal çalışma her ne pahasına o lursa olsun, birleştirilmeli,
illegal
parti, kendi işçi örgütleri yoluyla, legal faaliyet üzerinde sistemli, sürekli ve sıkı
kontrol uygulamalıdır. Bu kolay iş değildir. /akat, genel o larak söylersek, proleter
devrimi kolay 'görevler' ya da 'ko lay ' mücadele vasıtaları diye birşey bilmez ve
bilemez . " (Kitle Içinde Parti Çalışması, Ekim Y ay . , s. l l 1 , vurgular benim)
127
partilerine ç izilen örgütsel çerçeven in mahiyetini oluşturmaktadır.
Kuşkusuz ortada · bir soru y i ne durmaktadır. Komintern partileri tüm bu
kıstasları yerine getirmişler midir? Hayır. Öyleyse nasıl oluyor da bu partiler
Komi n tern 'e üye olarak alınmışlar ve daha sonraki süreçte de üyel i klerini
koru yabi Im işlerdir?
Bu sorulara dogru yanıtlar verebilmek , herşeyden önce, Komintern i le bu
partiler arasındaki ilişkinin gcçirdigi evrimin özelliklerini kavrayabilmckle olasıdır.
Bu ilişki mekanik düz bir çizgi izleyen bir ilişki degil, tersine hayli dalgalanmalan
içeren bir i lişkidir. B urada hiç unutulmaması gereken, ancak anlaşıldıgı takdirde
Komintern ve Avrupa komünist partileri arasındaki i lişkiyi de kavrayabi lecegimiz,
bir tarihsel arka plan var.
Komi ntern 'e katılan parti lerin öneml i bir bölümü
II. Enternasyonal ' den
devralınan partilcrdi. Örgütsel yapı, gelenek ve alışkan lıkları da Il. Enternasyonal'in
"barışçıl" örgütJcnme anlayışı içinde şekillcnmişti. Bu nedenle II. Enternasyonal'den
"kopuş" ve bir "savaş örgütlen mesi" olan III. Enternasyona l ' i n inşası da ancak
bir "süreç" olarak yaşanabilirdi. III. Enternasyona l ' i inşa m ücadelesi Avrupa'nın
yozlaşmış eski sosyal ist parti lerin i n sol unsurlarını sag ve merkez unsurlardan
koparmayı amaçlıyordu. Ne var ki, bu "sol" unsurlar Rus devrimine ve Bolşeviklerc
büyük bir yakınlık, g iderek bagl ılık duymakla birlikte, Bolşevik anlayıştan
henüz uzaktılar. Şcki llcndirilmelcri gerekiyordu. Dolayısıyla
III. Enternasyonal
şek illenmiş yapıların bir üst örgütü olmaktan ziyade, bu örgütlerin kendi içlerinde
bolşe-..: i klcşme süreci n i yaşayacakları bir u l uslararası platformu andırı yordu.
Örneğin, tam da bu nedenledir k i , Lenin ' i n Entcrnasyonal ' a yönelik tez ve
önerilerinde daha kesin çizgiler mevcutken, üyeli k şartlarında nispeten daha
esnek tanım lamalar ycralabi l i yordu.
Ne var ki bu süreç, bolşcviklcştirmc sürec i, bütün sonuçlarına ulaşamadı.
Kuşkusuz bunda Avrupa komünist parti lerinin kendi yapı ve al ışkanlıklarından
kaynaklanan " iç direnç" de dizg inleyici bir rol oynad ı . Yine de sürecin tüm
sonuçlarına ulaşamaması, temelde, "tck ülkede sosyalizm" olgusuyla baglantılıdır.
SSCB bu nesnel dayatma ilc boguşmayı ön plana çı karmaya başladıgı ölçüde,
Komintern partilcriyle S B KP arası ndaki i l işki ler de bu gcrçege bagl ı olarak
şeki llenmeye başlad ı .
Daha henüz I l . Kongre'de Kom intcrn soluna karşı m ücadele b u nedenle
ön plana geçmeye başlad ı . Daha sonra, Avrupa'daki sınıf m ücadelesindeki
nispi durgunluk, SSCB'nin iç zorlukhırla mücadeleye gömülmesi ve bunu başarmak
için emperyalist kuşatmanın zay ı flatıl masına ihtiyaç duymas ı , tüm bu koşullar
·
bir arada, Avrupa komünist parti lerinin m ücadelesine daha farklı bir boyut
kazand ırdı. Kendi burjuvazi lerini S SC B i lc "iyi i l işkilere" kanalize etmek ve
bunu başarmak için de kendi mücadelelerini demokrasinin gen işletilmesiyle
sın ırlamak . . .
İşte Kom intcrn parti lerinin legal örgütlenmelerinin arkasındaki tarihsel­
toplumsal ve siyasal süreç budur. Bu partilerin fiilen demokrasi mücadelesi
vermeleri i le lcgal örgütlenmeleri arasında kanıksanan, dogal karşılanan bir
1 28
"iç uyum" oluşmaya başlamıştı. Ne var ki, m ücadele kapıya dayandıgında bu
partilerin uğradığı akibet, kimilerinde utanç verici uzlaşmalar, kimilerinde ise
soylu yenilgiler olabildi ... Sonuçta bu partiler, yukarıda saydığımız sürecin
ürünü olarak, zor dönemde iktidar atılımını yapabilecek bir yetenekten yoksun­
laştılar. Bunların içerisinden devrimci damarı hep güçlü olmuş KPD g ibileri
iselegal örgütleniyor olmanın faturasını yığınsal bir kadro kıyımıyla ödemişler­
dir.*
Bu partilerin legal örgütlenmesi, illegal bir temele sahip olmaması, fiiliyatta
m ücadelenin "demokrasinin genişletilmesi" amacına sahip olmasıyla da birleşince,
onları parlamenter mücadelenin gerekleri doğrultusunda bir örgütsel yapı i nşa
etmeye yöneltmiştir. Komünist partiler açısından temel olması gereken fabrika
h ücreleri üzerinde bir örgütsel inşa sorunu gözardı edilmiş, bu partiler seçim
sistemi doğrultusunda "semt ve cadde hücreleri" temelinde örgütlenmişlerdir.
1 932 yılına gelindiğinde KPD'nin "işletme hücreleri" yaratma konusunda hemen
hiçbir somut mesafe kaledememiş olması, hiç kuşku yok ki, onun legal yapısıyla
doğrudan i lişkiliydi .
İşte, "KominLern partileri legaldi, demek ki legal olmak komünist olmaya
helal getirmez" anlayışının, teorik ve tarihsel arka planı budur!
B iz burada, bu partilerin legal yapılar olmasının tarihsel neden ve sonuçlarını
sergilerneye çalışırken, aynı zamanda Lenin 'in "teorik" planda dahi "illegalitesi
olmayan bir legaliteye" karşı bir konumda olduğunu göstermeye çalıştık.
Görülen o ki, illegal bir örgütlenmeyi savunanları, "Lcnin'in Rusya koşullarına
özgü sözlerini Türkiye koşullarına şabloncu tarzda taşımakla, doktrinerlikle,
fetişistlikle" suçlayanlar, bu parlak fakat içi boş sözlerden hoşiananlar, "Kominıern
partileri legaldi" iddiasını Türkiye'de bir legal partiye teorik-tarihsel bir dayanak
olarak kullanırken, tam da o başkalarına yönelttikleri ithama, "dogmatik ve
şabloncu" bir tutuma düştüklerini düşünemiyorlar dah i .
N e o dönemdeki dünyanın siyasal ortam ı, n e Avrupa ülkelerindeki sınıfsal
siyasal iç dengelerde işçi sınıfı ve sosyalizm lehine olan değ işikl ik, ve ne de,
tüm bu avantajiara karşın bu legal partilerin uğrad ığı akibetler, hiçbiri ama
hiçbiri önem l i değildir. Önemli olan "lcgal parti"yi meşrulaştıracak "teorik ve
tarihsel" dayanakları ne pahasına olursa olsun yaratmak, kendi "tasfiyeci" eğilimini
perdeleyebilmektir.
* K.PD Politbüro ü yesi Franz Dahlem 'in, 1 935 'de yapılan KPD Brüksel Kongresi 'ne
sundugu raporundaki şu gözlemler, karşılaşılan sorunun büyüklüğü hakkında yete­
rince fikir vericidir: "Eski kadrolarımızın, yani legallik döneminde partinin ön
saflarında bulunan fonksiyonerierin faşizmin en vahşi saldırılarına karşı durmaları
gerekmiştir. Faşist diktatörlüğün daha ilk zamanlarında ortaya çıkmış, kendilerini
kızıl işyeri temsilcileri o larak listeye yazdırmış, açıkça seçim çalışmaları yapmış,
açık toplantılarda konuşmuş olan bu kadro ların
nedeniy le ,
çoğu iliegailik eğitiminin yetersizliği
kısmen de kaçınılmaz o larak . . . yığınsal teröre kurban gitmişlerdir." (F.
D ahlem, Parti Yapısı ve Yığın Çalışması, s.39)
129
III-
Sol ha reket ve tasfiyecilik
Her zaman i ç i n legalizm egi l i m i , tasfiyeci dönemlerin ayrılmaz bir
görünümüdür.
'80'li yılların 1 985-87 arasındaki kesiti, daha henüz devrimci hareketin
toparlanma sürecine giremedigi ya da başlarında oldugu bir dönemdi. Bu dönemde
legalizm kampanyası, burjuva sosyalizminin temsilcileri tarafından yürütülüyordu.
S iyasal yaşamları boyunca legal alanın dışına hemen h iç çıkmam ış olan, bu
noktada oldukça "kararlı" bir çizgi izleyen bu akımın temsilcileri tarafından
yürütülen "kampanya", devrimciler açısından çok da şaşırtıcı bir durum degildi.
Ne var ki, sonraki sürecin açık bir biçimde göstcrdigi gibi, D. Perinçek, M.Aii
Aybar, M. Belge vb. gibi tescilli burjuva sosyalistleri tarafından yürütülen
"legal sosyalist parti" tartışmaları, giderek neredeyse tüm devrimci akımları
içine çekecek olan legalizm döneminin yalnızca bir başlangıç noktasıydı. Ardından
TBKP tarafından devralınan bayrak, bir süre sonra, bir grup aydının yanısıra
bir kaç "örgüt"ün de muhatabı oldugu Kuruçeşme toplantılarına taşındı . Zaten
"güçleri yeniden toparlamak" amacıyla, siyasal hayata yeni dönemde legal
yayın organları · ve dergi büroları etrafında başlayan bir dizi eski devrimci
örgüt de, toparlanma gcciktigi ölçüde, lcgalizm rüzgarının etkisine daha açık
hale gelmeye başladılar.
12 Eylül yenilgisinin ardından belirginleşmeyc başlayan devrimci hareketteki
reformistleşme süreci, eski sosyalist ülkelerdeki yıkılışın ardından daha da
güçlendi ve bugün , dünün devrimeisi pek çok akım ı da içine alan bir dalgaya
dönüştü. Dün "ortayolcu" olarak nitelenen Dev-Yol ve Kurtuluş; I 978' 1erde
reformisı hareketten belli bir devrimci bir kopuş yaşayan İşçinin Scsi ve TKP­
B; siyasi hayatı boyunca reformisı harekete hep çok yakın bir pozi syona sahip
olan TKEP vb., bu reformeulaşma rüzgarına h ızla kapılan akımlar oldular. Bu
reformeulaşma süreci bugün gelinen yerde bu akı m lardan bazılarının siyasal
ömürlerini noktalam ış, örgütsel varlıkları hemen tümüyle dagılm ıştır.
Bu süreç, başka bazı grupları da kapsayıp genişleyerek sürdü. Kurtuluş,
trotskist akımlar, Dev-Yol, Gelenek, Toplumsal Kurtuluş, TKP- K ı v ılcı m , TKEP
gibi gruplar yanlarına TDKP, TKP-ML Hareketi gibi şu ana dek bu sürece az
çok direnç gösterm iş diger akımları da alarak, lcgal parti projesinin etki alanını
genişletti ler.
Legal parti projesi yaygınlık kazandıgı ölçüde, uzun süredir tartışma plat­
formlarını meşgul eden "leninist parti modeli" de yeniden tartışma gündemine
giriyor. Dünün lcgal parti savunucuları leninist parti anlayışını açıkça reddedenlerden
oluşmaktaydı. Bugünün lcgal particileri ise, kendilerine leninist parti anlayışından
dayanaklar bulmaya çalışıyor.
Legal parti tartışmaları , berabcr\ndc kaçınılmaz olarak lcgalite-illegalite
ilişkisi üzerine tartışmaları gündeme getirdi. Bu tartışmalar da beraberinde bir
dizi karışıklıgı ve bulanıklıgı ...
Bugün lcgal partiyi savunan bazı gruplar, sözde lcgalitcyi dcgil illcgaliteyi
130
temel aldıklarını iddia ettikleri için, bu karışık ve bulanıklık daha da artıyor.
Ne v� k�. illegaliteyi temel almak fikri Leninizme ve bugünün Türkiye gerçegine
ne denli uygunsa, bu akımların pratik tutumlarına, yönelim ve tercihlerine o
denl i ters düşmektedir. Sürecin kendi nesnel mantıgı ister istemez bu akımiann
legal parti için ortaya attıkları "teorik" argümanlara da sızıyor ve kaçınılmaz
olarak bu akımların temel "teorik" arayışları, illegal-legal çalışma/örgütlenme
arasındaki ilkesel ve stratejik il işk iyi karartmaya, Lenin'den legal parti için
sözde "teorik icazet" arayışlarına dönüşüyor.
B i z bu yazıda i l legalite/legalitc i lişkisini teorik/ideolojik arka planıyla
birlikte ele almaya, bu çerçevede lcgal partilerin "teorik gerekçelerine" de
deginmeye çalıştık.
Ne var ki, daha önce de ifade enigirniz gibi, sorun basit bir biçimde teorik
kavrayışsızlıkla ilgili bir sorun degildir. Köklü toplumsal-ideolojik nedenlere
dayanmaktadır. B u nedenle yalnızca teorik çarpıtmaları d üzeltmek, sorunun
i lkesel-stratejik önemini açıklıga kavuşturmakla sınırlı bir tartışma, sorunun
özünü ortaya koyab ilmek açısından eksikli bir tartışma olacaktır. Bugünkü
tasfiye sürecinin özün ü kavrayabilmek, ancak tasfiye sürecini doguran sınıfsal­
ideoloj ik nedenlere, tarihsel ve konjonktürel etmeniere ulaşabilmekle mümkündür.
* • •
" R usya' daki işçi hareketinin ve sosyal demokrat partinin içine düştülü
bunalım sürüyor. Parti örgütlerinin parçalanması, aydınların o örgütlerden
neredeyse evrensel ölçüye varan göçü, baglılıgını sürdüren sosyal demokratlar
arasındaki karışıklık ve yalpalanma, ileri proletaryanın oldukça geniş bir bölümünde
görülen gevşeklik ve işi oluruna bırakma- işte bugünkü durumun belirgin özellikleri
bunlar" (Tasfiyecilik Ü zerine, Sol Yay., s. 1 26)
Lenin 1 905 yenilgisini izleyen döncmdeki R usya' nın siyasal tablosunu
1 9 1 0 yıl ında bu şekilde resmediyor. Kuşkusuz amaç sorunun tarihsel analoj i
vasıtasıyla açıklanması degildir. N e var ki , bu manzaranın Türkiye'nin 80
sonrası sürüp gelen s iyasal tablosuyla bu denli büyük bir benzerlige sahip
olmasını da saglayan, gözetilmesi ve ders çıkarılması gereken önem li ortak
etmenler mevcut.
Tasfiyecilik, marksist literatüre, 1905 yenilgisini izleyen dönemde ve y ukarıdaki
siyasal manzaranın koşulladıgı bir siyasal egil i m i tanımlamak amacıyla giriyor.
Tasfiyeci lik, siyasal özü i tibariyle şu ya da bu biçimde b urjuva düzeni n "en
i leri b iç i m i"ni siyasal bir hedef olarak degeriendiren bir perspektifin ürünüdür.
Devrimci program, taktik ve örgüt bütünlügünü reddederek, onun yerine burjuva
demokrasisini kendi içinde genişletmeyi hedeneycn b ir program , taktik ve
örgüt anlayışı yerleştirmektir.
B u siyasal perspektif, burjuva demokrasisini kend i içinde genişletme hedefi,
bel irli toplumsal sınıf ve katmanların siyasal-programatik yönelimleriy le örtü­
şür. İktisadi ve siyasi açıdan dagılan bir yapıya sahip olan sınıf ve tabakalar,
131
tasfiyeci egiliminde hayat buldugu toplumsal tabanı oluştururlar. B u toplumsal
taban ise, orta ve küçük-burj uvazidir. Marksist-leninist bir hareket açısından
ise, partiye ve devrim davasına "yakın bir zafer" beklentisi içinde girmiş bulunan
aydın ve küçük-burj uva ögeler, sınıf hareketi içine tasfiyeci egilimin taşıyıcısı
rolünü üstlenirler.
Devrimci rüzgarın geriledigi, karşı devrimin saldırılarının şiddetlendigi
dönemler ise, tasfiyeci egilimin yeşerecegi genel siyasal ortam ı oluştururlar.
S iyasal programlarında daima bir "uzlaşma" hamuru bulunan küçük-burjuvazinin
siyasal temsilcileri, siyasal "hedefleri"ni daraltarak, yakın hedeflerinin demokrasinin
genişletilmesi oldugunu i lan ederler.
Bu siyasal hedefleri daraltma, idd iaları küçültme, görevleri daha "gerçekçi"
ve m akul sınırlara çekme anlayışı, tasfıyeciligin en önem li görünümlerinden
biri olarak, sözkonusu siyasal konjonktürde gittikçe daha belirgin bir hal alır.
"Yakın bir devrim beklentisi" hayaldir, kitleler "apolitiktir", işçi sını fı ve öncü
i şç iler "aşılması hiç de kolay olmayan derin zaaflar" taşımaktadır vb ... B u
klasik "kitlelerin geriligi" anlayışı ve "güçlerin yetersizligi" gerekçesi, görevlerin
de daha esnek ve geri bir platformda tanımlanmasına dayanak oluşturur.
ideoloj iye derin bir güvensizlik, politikada takat yoksunlugu, kaçınılmaz
olarak örgütsel planda da tasfiyeci bir platformla birleşir. İ l legal örgütl ülügün
güçlendirilmesi ve yetkinleştirilmesi görevlerini fiilen askıya alan , onun yerine
legal biç imlerin öne geçirilmesini öneren anlayış, tüm bu neden lerle, siyasal
planda önemli bir iddiasızlaşmanın ve inanç erozyonunun sonucu olarak gündeme
gelir.
Sorunun kritik noktası şudur: Program ınız, taktik ve örgüt anlayışınız bir
devrime mi, yoksa demokrasiye, durgunluga ve istikrara göre mi şckillenmcktedir?
·
*
* *
Reformist bir programatik çerçeveye sahip örgütlenmeler açısından yukandaki
sorunun karmaşık bir boyutu yoktur. Bu siyasal örgütlenmelerde program­
örgüt-taktik bütünlügü son dereec aç ık bir iç tutarlılıga sahiptir.
Bu akımlar siyasal varlıklarını ancak burj uva demokrasisi koşullarında
idame ettirebilirler. İktisadi ve siyasi alandaki "iyileştirmeler" bu akımların
temel amaçlarıdır. Bu amacı gerçekleştirebilmek ise, iktisadi alanda azçok
dcng'eli , istikrarlı bir iktisadi yapı; siyasal planda ise nispeten geniş bir burjuva
parlamenter yapının varlıgıyla mümkündür. Dolayısıyla böylesi bir iktisadisiyasal ortam, reform İst akımların ana amacıdır aynı zamanda.
.
Nasıl ki Kadctler açısından gerekli olan "Anayasa) çalışma" oldugu için,
il iegalite düzeltilmesi gereken bir "anormall ik", legal örgütlenme ise program ın
dogasına uygun bir örgütlenme tarzıysa, bizim burjuva sosyalistlerimiz açısından
da sorunun özü aynıdır. Bu akımların, özellikle de kendilerinin daha fazla
"ilgi" odagı olma şansı elde ettikleri yenilgi dönemlerinde daha yogun bir
"yasal parti" kampanyaları örgütlemelcri, bu açıdan son derece anlaşılırdır.
132
B u genel çerçeve içerisinde örnegi n eskinin Tİ KP' i, bugünün SP'sinin
yasal bir partide gösterdigi ısrar, son derece anlaşı lır nedenlere sahiptir. Zira,
bu akımın politik amacı (kendi deyimleriyle "ilk aşama" hedefleri) n ihayetinde
burjuva demokrasisinin kendi içinde ilerletilmesine daya l ıdır. Dün, 12 Eylül
öncesi "Milli Birlik" hükümetini savunan, demokrasiye zarar veriyor gerekçesiyle
"her türlü terör"ü kraldan kralcı tutumla "mahkum" eden bu anlayışın sahipleri ,
yasal parti önerisiyle ortaya çıktıkları dönemde de aynı yaklaşımın degişik
varyasyonlarını savunuyorlardı . Örnegin, B irleşik Sosyal ist Parti adıyla yasal
parti kunna tartışmalannın yogunlaşugı 1987 yıllannda, Saçak dergisi "sosyalistlere"
şu hedefleri saptıyordu:
". . . bu Anayasa ( 1982 Anayasası-E.E.) milli bir uzla şmanın ürünü değildir
ve bu nedenle iç barış açısından da sağlam bir zemin olarak görülemez. Ayrıca
danyanın bu karışık ortamında TOrkiye dış çalkantılara bir milli uzlaşma ile
göğüs gerebilir. Bu nede_nle D YP, DSP ve Türk-iş' in yeni bir Anayasa taleplerini
yerinde buluyoruz. " (Saçak, Başyazı , s.24, vurgular benim.)
Sözkonusu parti, kitle hareketindeki yükseliş ve arayışa paralel olarak
bugün, geçmişe nazaran daha "radikal" bir görüntü sergilerneye çalışıyor. Ne
var ki, bu dönemde dahi işçi ve Kürt emekçi hareketinin önüne düzeniçi hedefler
koyan, bu dogrultuda umut yayan bir propaganda ve eylem çizgisinin sınırlarını
zorlamamaya özel bir dikkat gösteriyor. Sözkonusu partinin Kürt ulusal kurtuluş
_
savaşına desteg inin sınırı, "PKK-dev let uzlaşması", "Misak-ı m il l i s ı n ırları
içinde kardeşlik" önerilerini aşmı yor. İ şç i hareketinin önüne ç ıkardıgı taktik
ve şiarlar ise, "demokratik erken seçim", "anayasa degişikligi", "Özal' ı devirmek"
vb. sınırlarda takı l ı p kalıyor. Kuşkusuz, işte en "radikal" hal inde dah i ancak
yukarıdaki perspektifleri ortaya kayab i len bir parti aç ısından, legal partiyi
savunmak, onu tek ya da temel yöntem olarak görmek son derece normaldir.
Digerleri, TBKP, Birikim vb. açısından da durum özde aynıdır. B u akımlar
açı s ı ndan da burjuva demokrasisine ulaşmak zorunludur. Zor yoluyla devrim
fikri eskimiştir v b ...
B ugün artık tümüyle çözülmüş bir akım olan TBKP'nin temsilcilerinin
m ülteci yaşamını Türkiye'de sürdürmek için ülkeye ayak bastıklarında ilk yaptıkları
iş, düzene her anlamda devrimci çözüm lere kapalı oldukları yönünde teminat
vermek olmuştu. TBKP temsilcileri "Türkiye'nin sorunlarını hiçbir politik akım
tek başına çözemez", "bu sorunların çözümü için tüm u lusal demokratik güçlerin
işbirligi gerekiyor" d iyerek sözde buburjuva yasa l l ıgına sıgabilenler de dahil ,
"tüm ul usal demokratik güçleri" sıralıyorlardı: "Kemalistler, akılcı dinc i ler ve
muhafazakar sagcılar." Böylece sicil l i faşistler dışında tüm düzeniçi güçlerle
geniş bir uzlaşma platformu ç izil iyor ve bu platform içinde "demokrati kleşme"
için m ücadele temel sorun olarak tanımlanıyordu. Bu akım açısından "sosyalizm"
artık tümüyle uzak bir gelcccgin işi olarak görüldügü ve asiolan ın "demokrasi"
oldugu sonucuna ulaş ıldıgı için, son dcreec dogaı olarak, il iegali te gibi bjr
sorun da tümüyle ortadan kalkıyordu.
Bir başka örnek olan B iriki m çevresi açısından da, lcgal örgütlenme ve
133
çalışma kendi ideolojik çizg i sinin dogal bir uzamısı olarak degerlendirilebilir.
Zira bu akım da, "sosyalizme" ancak ve ancak "demokrasiyi geni şleterek",
"sivil toplumu i nşa ederek", "sivil toplum içinde ideolojik hegemonyayı" tesis
ederek ulaşılabilecegini iddia etmektedir. Politik mücadelenin belirleyici öne­
mini reddeden, bunun yerine barışçı l ideolojik m ücadelenin iktidar savaşımında
temel oldugunu kabul eden bir akım için, zor yoluyla burjuva devlet mekanizmasını
parçalamak hedefi ve bu hedefe uygun bir örgütlenme anlayışı da kendi perspekti­
finin dışındadır. Dolayısıyla da illegal örgütlenme gibi bir problem , bu akımın
bakışaçısının tüm üyle dışındadır.
Reformist akımların, program ve politika düzeyinde burjuva demokrasisine
olan kopmaz baglıl ıkları, onları örgütlenme açısından da burjuva yasal lıgını
esas alan bir çizgiye zorunl u kılmaktadır. Burjuva demokrasisine ve yasallığına
duyulan büyük güven, bu akım ların tümünün sşhip olduğu ortak özelliktir.
TBKP ve Birikim açıkça burjuva demokratik normların "sosyalizme" de taşınacagı
görüşündedirler. SP ise dejcnere edilmiş bir popülizmle, her adı mda burjuva
yasallıgına karşı k itlclelere "güven" telkin eden bir propagandacıdır. B unun
üzerinde biraz durmak istiyoruz.
"Yasal mevzinin ne kadar önemli oldugunu, Türkiye sosyalizmi bu tecrübesiyle
öğrenmiş/ir. Bu hayati bir sorundur, çünkü Türkiye' nin orijinalitesidir. . . Türkiye
solu . . . Türkiye' nin öncü bir üçüncü dünya ülkesi olduğunu, İ11ihat Terakki' den,
Kemalist devrim' den gelen özgürlük kazançları olduğunu anlayamadı . . . Niye
Cumhuriyet tarihi boyunca komünistler, ufacık bir delik buldukları anda çıkıp
yasal bir parti kurmuştur ?" (Teori, sayı:24 , s.3-7)
Halkı n , "İttihat Terakki' den ve Kemal izmden kaynaklanan özgürlük
kazançlarından" sözetmenin, SP açısından taşıdığı anlam üzerinde bugün artık
uzun uzadıya durmanın bir gereği yok. Yalnız burada vurgulanması gereken
bir nokta da var. "Niye Cumhuriyet tarihi boyunca komünistler, ufacık bir
delik buldukları anda çıkıp yasal bir parti kurmuşlardır?" Evet bu soru gerçekten
önemli. Zira, tam da bu tarihsel örneğin kendisi, Türkiye sol unun iktidar
perspektifinden ne denli uzak ve kendi burjuvazisine karşı ne denli büyük bir
güvene sahip oldugunu gösterir. Türkiye soluna yönelik olarak sık sık ama
yanlı ş bir biçimde kullanılmış olan bir kavram vardır: "İi lcgalite fetişizmi"!
Bu kavram , lcgal partic ilcr tarafından, Türkiye solunda sağlıksız bir i liegalite
tutkunluğu olduğunu anlatmak için kullanılu. Oysa Türkiye solu, tersine, başından
beri legalitcye oldukça egilimlidir, bir "lcgalite fetişizmi" ilc malül dür. Yeter
k i "ufacık b ir delik" bulsunlar ! . .
TKP "Icgal olanaklar" adına kendi varl ığını feshedebilm iştir. Bu, partinin
tümüyle tasfiye olmasında önemli bir rol oynamıştır. 1 960-70 dönemi Türkiye
solunda kimsenin aklında "illegalite fikri"nin dahi sözkon usu ol madığı bir
dönemdi. '7 1 ç ıkışı bu yönde bir vurguyu nihayet doğurdu. Ne var ki, ' 74-80
arası yalnızca politik faaliyetin içeriği açısından değil örgütlenme biçimi olarak
da, sözde i liegali te vurgolarına karşın, esasen legal ve yarı lcgal örgütlenmeler
aracılığıyla legal planda yürütülen bir faaliyet olmuştur. Türkiye solunda iliegalite
134
vurgusu "sol" bir görüntü saglamaktan öte bir işlev görememiştir.
İşte Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan legalizm egitiminin arkasında,
yenilik, tecrübesizlik gibi tali faktörleri saymazsak, en temel faktör "Kemalizme
g üven", "demokrasi ufkunu aşamamak" gibi, Lam da faaliyetin içeriğine i lişkin
sorunlar vardır. Yoksa bu egitim, Türkiye'nin "orijinal demokrasisi"nin yaratugı
bir olanak degildir. Her on yılda bir "darbe", "darbe" arası dönemlerde ise son
derece sınırlı bir "demokrasi" yaşayabitmiş Cumhuriyet Türkiyesi 'nde, ne
burjuvazinin ne de "halk"ın önemli bir "demokrasi birikimi"nden sözedilebilir.
Tüm bunlar olsa olsa, iflah olmaz bir Kemalizmin, popülizmin kendi kendine
ürettigi hallüsinasyonlar olabil ir, o kadar.
Reformist akımları geçiyoruz. Peki ya devrimci bir eylem ve çalışma tarzı
anlayışına sahip olan, nihayetinde alt sınıfların radikal dinamikleri üzerinde
y ükselen devrimci-demokrasi açısından bugünkü legal izm cereyanının nedenleri
nelerdir? Legalizm cereyanının bugün devrimci-demokrat akımların hemen tümü­
n ü nasıl içine çekebildigini anlayabilmek, ancak bu akımların ideolojik-sınıf­
sal konumlarının ve uzun süredir içine düştükleri bunalımın nedenlerinin kav­
ranabilmesiyle m ümkündür.
*
* *
Son onbeş yıllık süreç devrimci hareket açısından etkileri ve sonuçları
hay l i agır yaşanan, çok boyutlu bir yenilgi ye dağı lma sürecini i fade ediyor.
1 970' 1i yılların ortalarından 1 980' 1i yılların başlarına dek uzanan süreç,
sınıf savaşım ının kızgınlaşıp yer yer şiddetli biçim ler de alabildiği bir dönemdi.
Ne var ki, sınıf savaşımının düzen güçlerini rahatsız eden bu yükselişine karşın,
sözkonusu dönem, devrimci hareketle sınıf hareketinin, devrimeilikle sınıfın
farkl ı kulvarlarda ileriediği bir tarihsel kesit olarak yaşandı. Devrimci hareket,
öğrenci gençliğe, şehrin marjinal nüfusuna ve nispeten de kırın küçük-burj uva
yoksul katmaniarına dayanan, ama sınıf hareketinden de bir o denli uzak bir
yapıya sahipti. S ınıf içerisinde ise, sınıf mücadelesinin dinamiklerini devrime
yöneltmeyen, tersine bu dinamikleri törpülemeye çal ışan revizyonist-reformist
akımlar etkindi.
Karşı devrimin saldanlan karşısında işçi hareketinin kolay geriye çekilmesinde,
özellikle 1 978'lerden sonra kendisini daha yoğun bir biçimde hissettiren siyasal
önderlik boşlogunun doldurulamaması, çok önemli bir faktördü. Toplumun en
dağılgan kesimleri üzerinde yükselen ve siyasal faaliyetinin çerçevesini de
buna göre şekillendiren devrimci-demokrat hareket ise, tam da bu nedenle 1 2
Eylül ertesinde h ızlı bir çözülme sürecine y uvarlandı.
Devrimci hareket, zaten 1978-80 arasında etkileri bclirginleşmeye başlayan
bir kan kaybı yaşıyordu. Ara akımı görüntüsünü aşamamak bu kan kaybının en
temel faktörüydü. Ne öğrenci gençlik ve marjinal nüfusun gençl ik kesiminin
ötesine ulaşılabilmiş, dolayısıyla küçük-burjuva katmanların gerçek anlamda
dolaysız temsilcisi olunabilmiş; ne de küçük-burjuva popülist siyasal pratik
135
aşılarak sınıf hareketiy le birleşme kanalları yaratılabilm işti. "Sınıf hareketine
yönetim" bu dönemin sıkça sözü edilmeye başlanan bir argümanı olmakla
birlikte, pratikte sınıf hareketini bölücü, dar rekabetçi, devrimci sendikalist bir
çizgi, devrimci hareketin sözde "sınıf yönelimi"nin temelini oluşturmuştur.
B u tarz bir yönelim ise, sınıf içinde devrimci harekete güç olma imkanlarını
saglamak bir yana, tersine işçi sınıfında sonuçları bugüne dek uzanan bir karşı
tepkinin oluşmasına neden olmuştur.
12 Eylül bu koşullarda gerçekleşti. Siyasal planda zaten bir tıkanma ve
bunalımın eşiginde olan devrimçi hareket, gevşek bir örgütsel yapıya sahip
olmasının da kotaylaştırıcı etkisiyle, karşı devrim tarafından kısa sürede ezildi.
Önderlik düzeyinde al ınan bu "darbeler", toplumsal tabanın dayanıksız ve dagılgan
y apısıyla da birleşince, 12 Eylül öncesi dönem in "görkemli" hareketleri , çok
degit neredeyse 3-5 ay içerisinde bu "görkem lerini" kaybedip etkisizleştiler.
Bu "kolay yenilgi", 12 Eylül rejiminin ideolojik-moral otoritesini yaygın­
laştırıp güçlendirmesinin koşullarını yarallı. Devrimci hareketin kitleler nezdin­
deki "meşruiyetini" tartışmalı hale getirdi. Bu ideolojik-moral erozyonun etkileri
devlet terörünün şiddetiyle birleştigi ölçüde, yeni lginin etki leri çok daha güçlü
ve kalıcı olabildi. 1 2 Eylül diktatörlügünün devrimci harekete verdigi en büyük
zarar, devlet terörüyle ezmekten degil, işte bu ideoloj ik-moral erozyon ve kit­
leler nezdinde devrimci hareketin meşrulugunun tartışmalı hale gelmesinden
kaynaklandı. Sol hareket, ' 80 çıkışına bu koşullarda girdi.
Yaratılmak istenen görümünün aksine, ideolojik planda etkileri agırlaşan
bir bunal ımla yüzyüzeydi. Önünde 12 Eylül yenilgisinin izahı gibi, aslında
hayli kapsamlı ve kendi geçmiş sürecini temel noktalarda "inkar"a götürebilecek:
bir görev duruyordu. B u "iç sorgulama" sürecinin saglıklı bir tarzda yapılabilmesi,
12 Eylül yenilgisinin ideolojik:, politik, sınıfsal tüm boyutlarıyla birl ikte
kavranabilmesi, devrimci hareketin genel halkçı zemininden proleter sosyalizme
dogru bir kopuşun i m kanlarını da yaratabil irdi.
Ne var ki, "geçmişin muhasebesi" sorunu ya bir biçimde devreden çıkarıldı,
ya da "geçmişin muhasebesi" adı altında önemli ölçüde inkarcı-tasfiyeci yaklaşım­
lar uç verd i . Demokrasi perspekti finden kopuşa uzanamayan g eç m i ş
degerlendirmeleri, gillikçe geçmiş evrensel ve ulusal siyasal pratikterin devrimci
kazanımlarının reddiyle birleşti. Anti-feodal eksenli devrim anlayışından, temelinde
"siyasal demokrasi" problematigi olan "devrim" anlayışına dogru bir iç evrim
yaşandı. Ne den l i "radikal" gerekçelerle birleşirse birleşsin, siyasal demokrasi
sorunu, nesnel olarak sınıf i lişkilerinde köklü bir degişikligi zorunlu kılmadıgın­
dan, bu iç evrim yalnızca devrimci harekeneki reform ist damarın g üçlenmesi
anlamına geliyordu.
Devrimci hareket ideolojik-programatik alandaki bu açmazını ve bu açmazın
yaranıgı bunalımı, giLLikçe gelişen işçi hareketi ve bir sıçrama gerçekleştiren
Kürt ulusal m ücadelesinin yaranıgı cereyan içerisinde, bir dönem için gizleyebildi.
Hem bunalımı arttıran ama hem de bunal ımın temel nedenini perdeleyen
bir diger gelişme ise, ilk önce Gorbaçovcu'Iugun estirdiği demokratizm- liberalizm
136
cereyanı ve ardından da eski sosyalist ülkelerde yaşanan çöküş sürecidir.
Gorbaçovculuk ve ardından yaşanan gelişmeler, sol hareketin dikkatini iç
sorunlardan ve iç süreçlerden, dış sorun ve süreçlere yöneltti. Bu cereyan
devrimci hareketteki demokrasici eği limi güçlendirdi. A ynı zamanda pek çok
devrimci-demokrat akımın "geçm işin muhasebesi" ad ına inkarcı tasfiyeci bir
sürece girmesini kolaylaştırdı. Sosyalizmin yaşadığı yenilgi i lc sol hareketin
kendi yenilgisi arasında kurulan kolaycı paralelliklcrle, 12 Eylül yenilgisinin
nedenlerini kavrama sorum luluğu hertaraf edil meye çalışıldı. Kimi devrimci­
demokrat örgütler ise, aynı süreci devrimci bir zeminde Gorbaçovcu rüzgara
karşı koyarak yaşadılar. Politik planda devrimci bir tutumu i fade etse de, bunalımın
temel nedenlerini kavrama soruml uluğunun üstünü örtlüğü ölçüde, bu süreç,
sözkonusu örgütler içinde yalnızca bunalımı erteleyen bir rol oynadı. İ leri
sıçrama olanaklarının harekete geçmesini ise engelledi.
Sonuç olarak devrimci hareket, toparlanma sürecine; geçmiş idclolojik­
sınıfsal platform u köklü bir biç imde eleştirip aşamadan, yal nızca kendi i çinde
kısmi "düzeltmelcr", geleneksel ç izgisinde ufak tefek rötuşlar yaparak ve hiç
kuşku yok ki, yeniden ve kolayından güç olunacağı beklentisiyle girdi. B u
beklentiyi pekiştiren gelişmeler i se, gelişen işçi hareketi, canlanan öğrenci
gençlik ve Kürt emekçi lerinin boyutlanan ul usal m ücadelcsiydi . Yeni dönemde
geçmişin bir başka temel zaafla yineleneceğini gösteren bir diğer olgu ise,
devrimci hareketlerin toparlanma sürecine legal dergiler vasıtasıyla, bu yayınlar
etrafında bir örgütlenme çalışmasıyla giriyor olmalarıydı.
Ne var ki, önce Gorbaçovcu'luğun ve eski sosyalist ülkelerdeki yıkımın
yarattığı sarsıcı etki bu "iyi mser" beklenti lere darbe vurdu. Daha sonra ise dün
bunal ı m ı örtüp gizleycn işçi ve Kürt hareketi, harekete müdahale edilip
örgütlenemed iği ölçüde bunalımı derinleştiren bir öğeye dönüştü. Kürt ul usal
hareketinin batıdaki m ücadeleye göre eşitsiz bir ilerleme göstermesi, idelolojik­
politik planda bunalı m ı daha da derinlcşen devrimci hareket üzerinde dağıtıcı
b ir etki yaratmaya başladı.
Kolay güç olunacağı beklenLisi gitti kçe yıkıld ı . Devrimci harekete giderek
derinleşen bir'"güçsüzlük" duygusu hakim olmaya başladı. Nesnel olarak devrime
son derece yakın bir coğrafyada, paradoksal bir biçimde devrimci hareket
saflarındaki devrim i nancında önemli bir zayı flama oluştu. Taktikler devrime
göre değil, durgunluğa ve istikrara göre saptanmaya başlandı. Tarihinin en
hareketl i dönemini yaşayan işçi sınıfı c iddi bir önderlik boşluğu yaşarken,
sınıf hareketindeki kısmi mevzi kaybı, devrimci hareketin politika ve taktiklerini
"sınıfın geriliğ i " tezleri üzerine inşa etmesine yelebiidi vb . . .
H i ç kuşku yok k i , devrimci hareket sınıfın önderlik ihtiyacına yanıt veremczdi .
Zira ideolojik planda düştüğü boşluk, onu politika ve taktik alanında da önemli
ölç üde kısı rlaştırıyor, sınıf yönel iminin arkasındaki "kolay güç olma" kaygısı
bu hareketlerin sınıf politikası adına s ı n ı f içine dar grupçu rekabet anlayı şını,
sekterliği ve böl ünmüşlüğü taş ı malarına yolaçıyordu . İşçi sınıfında, geçmişten
bu yana bölücü-sekter ve rekabetçi tutumlarıyla s ın ı f hareketini ilerlctmek,
137
ona önderlik etmek bir yana, tersine bu tutum larıyla harekete zarar veren
"sekı" politikalarına karşı önemli bir karşı tepki oluşmuştur.
Bu güvensizligi pekiştiren en önemli etkenlerden biri de, devrimci hareketin
sınıf hareketinin gündeminden uzak, kapalı devre bir politik faaliyet içerisinde
bulun masıdır. Y ukarıda belirttiğimiz nedenden dolayı, devrimci hareketin kitle
ve sınıf hareketini ilerletmeyc, örgütlerneye ve yönetmeye yönelik kayda değer
bir pol i ti k performansı olmadıgı açıktır. Dikkatle izlendiğinde görülecektir ki,
tüm devrimci-demokrat yayın organları, sınıf politikası denilince sendikal politikaları;
devrimc i hareketin bunalımını aşmak denilince birlik ve legal parti projesine
bağlı ve s ürekli olarak kendini tekrarlayan bir "politika üretim"i içerisinde
gözüküyorlar. S ı n ı f hareketini besleyen dinam iklerin nispeten g üç l ü ve kalıcı
olduğu bir devrim ülkesinde ve sınıf hareketini dar sendikalizm çeperioden
ç ıkararak ona politik bir muhteva kazandırmanın acil bir göreve dönüşıügü bir
konjonktürde, devrimci hareket, sendikalist platform ların aşılması perspektifi
yerine bu platformlara dayalı bir politikayı öne çıkarmaktadır vb ...
Devrimci hareketteki bu "iddiasızlaşma"nın ve "güçsüzlük" ruh halinin
temelini, onun idcı:>lojik-sınıfsal planda yaşadığı buhrandan soyutlayarak kavramak
m üm kün değ ildir.
Devrimci hareket, dağılan küçük-burjuva topl umsal tabanın ı yeniden
örgütlemeyi başaramadığı gibi, bir güç yaratma umuduyla yöneldiği işç i sınıfı
içerisinde de kayda değer kalıcı bir mevzi yaratamadı. ' 80 öncesinde kendi
varlığını sürdürmede bütünsel bir ideolojik temelden çok direniş ve örgüt
geleneklerine dayanmış, pratik m ücadeledeki performansıyla güç olabilmiş devrimci
.
hareket, bu alanlarda artık bir boşluğa düşünce, kendi varlık hakkını korumakta
dahi zorlanır hale geldi.
Devrimci hareket ideolojik planda da temel küç ük-burj uva yaklaşımları
aşmayı başaramadı. "Siyasal demokrasi" gibi son tahlilde düzeniçi bir programatik
hedcfin savunuluyor olması, "(burjuva) demokrasisi yaşanmadan sosyalizm
olmaz" türünden demokrasici paradigmalara saplan ılıp kalınması, kolay güç
olma beklentilerinin boşa çıktığı bir dönemde, devrimci hareketteki reformi sı
darnan daha bir bclirginleştirmekıe, onun siyasal yönelimlerine rengini vermektedir.
Devrimci hareketin reformizme evrilişi, 1 2 Eylül sürecinin arkas ından
başladı. Bu evrim aynı zamanda ideoloj ik ve örgütsel planda yaşanan bir tasfiye
süreciyle elele yürüdü. Bazı devrimci demokrat akımlar, belirli yalpalamalara
karşın bu sürece karşı koymaya, kendi devrimci pozisyonlarını korumaya çalıştılar.
Ne var ki, ideolojik-sını fsal planda yaşanan açmazlar aşılamadığı ölçüde ve bu
açmazların pratik faali yetle ve örgüt değerleriyle örtülmesinin iy ice zorlaştığı
bir dönemde, bu ak ım lar aç ıs ından da yolun sonu ve dolayısıyla "yol ayrımı"
giderek belirginleşmektedir.
*
* *
Gerçekten de, bugün yoğunlaşarak ve etk i alan ını genişleterek süren lcgal
1 38
parti tartışmaları taktik planda bir sorun olarak ele alınabi lir m i ? Yoksa bu,
devrimci harekette giderek dcrinleşcn ideolojik-siyasal erozyonun örgütsel plandaki
bir uzantısı m ıdır? Bu soruya yanıt verebilmek açısından elim izde yeterli bir
malzeme birikm iş olmasına karş ın, devrimci hareketin yaşadıgı iç erozyonu
daha da netleştirmek açısından sorunu bazı siyasi hareketler düzeyinde ele
almakta yarar var. B urada geçmiş ( ' 80 öncesi) devrimci hareketin öne çıkmış
üç siyasal egilimi, Dev-Yol, Kurtuluş ve TDKP incelenecektir.
A- Devrimci Yol
Devrimci Yol , 1 980 öncesinde, canlı bir sosyal dinamik üzerine oturmuş,
politikaya, sınıf m ücadelesine ve örgütlenme sorunlarına bakışı, bu toplumsal
dinamigin etkisi altında şekillenmiş bir hareketli. G enel küçük-burjuva i lerici
harekctliligi karşısında faşist terörün yogunlaşması, kitlesel bir anti - faşist
mücadelenin de nesnel zeminini oluşturmuş, faşist teröre tepki duyan kitlesel
bir taban oluşmuştu. İşte Dev-Yol bu anti- faşist demokratik küçük-burjuva
tepkinin siyasal plandaki en dolaysız temsi lci ligini üstlcndi.
Kendi liğinden gelişen bu m ücadelenin siyasal tcmsicil iğini üstlcnmesi,
Dev-Yol ' un parti , sosyal izm, s ınıf mücadelesi vb. anlay ı şlarında da dogrudan
yansımaların ı buldu. Dev- Yol süreç içerisinde, TH KP-C ç izgi sini bu "yeni
ihtiyaçlar" dogrullusunda yorumladı. Silahlı öncü mücadelesi ilc kitle m ücadelesi
arasında, THKP-C çizgisindeki birincisi lehine ağırlık, Dev-Yol çizgisi tarafından
kitle m ücadelesi lehine değiştirildi. Öncü savaş, PAS S gibi tezler, iç savaş
görüşünün devreye sokulmasıyla zımni olarak tcrkcdildi.
Küçük-burjuvazinin dağ ınık, yerel, kendiliğinden anti-faşist demokratik
m ücadelesi, Dev-Yol ' un örgütlenme anlayışına da, yerel lik ve kendil iğindencilik
doğrultusunda etkilerde bul undu . Tam da bu özellikleri nedeniyle Dev-Yol,
Türkiye solunda haklı olarak partileşınc sürec ini kron ik bir sürece dönüştüren
bir yapı olarak değerlend irilir. Aşağıda, Dev- Yol çizgisini değerlendiren iki
ayrı pasaj bu "kronik" anlayışı yeterli açıklıkta rcsmctmcktcdir .
" ... (Dcv-Yol ' un-E.E) kendi örgütlenmesi, parti haline dönüşmesi bir sürece
yayılmış, halkın kendi örgütlenmesinin ele alındığı, halk örgütlenmelerinin
yaratıldığı bir sürece bağlı kılınmı ştır . " (T. Akçam, Sosyalisı Birlik dergisi,
.
Ekim 1 989, s. 7)
" . . . Dedik ki, bizim amaçladığımız parti, bugünkü SBKP gibi revizyonist
bir parti haline gelmesin. B unun ideolojik , teorik, pratik düzeyde önlemlerini
biz şimdiden ele alalım ki, biz devrimi başanya ulaştırdıktan sonra fasiı bir
daire içinde aynı noktaya gelmeyelim. Bizim parti anlayışımız ın yanı başında,
kitleleri örgüt/emekıeki temel yaklaşımlarımızırı somut ifadesi oları direniş komiteleri
tezlerimiz yatmaktadır." ( İşte Röporıaj, M. Pckdcmir, s .44 )
Genel planda örgütsüzlüğün ve kend iliğindenciliğin teorisi olan bu sözler,
Devrimci Yol 'un dcmokrasic i karaktcriyle doğrudan bağlantılıydı. Devrimci
Yol için demokrasi sorunu son dcreec kri tik bir öneme sah i pti. Zira geleceğin
739
"demokratik sosyalizmi" ancak bu sürec in içinden, onun bir ürünü olarak ortaya
çıkabil irdi . Dolayısıyla;
" Türkiye' de faşizme karşı mücadelenin esası ( ... .) A vrupa' daki gibi mevcut
demokrasi/erin faşist karşı devrime karşı korunması değil, A vrupa' daki gibi
demokrasi/erin gerçekleştirilmesi için toplumdaki demokratikleşmenin üst yapıda
böyle bir politik düzen gerçekleştirebilecek düzeye yükseltilmesi hedefine yönelmiş
bir demokratik devrim sürecini tamamlamayı esas alan bir mücadeleye bağlı
kılınması gerektiği ortaya çıkmaktadır." (DY savunması, Faşizm/e Mücadelede
İkili Görev, dil bozuktugu savunmaya ait- E.E.)
Örgüt sorununa yaklaşımı "örgütsüzlük" olan, demokrasi sorununa yaklaşımı
ise " Avrupa'daki gibi dcmokrasilerin" Türki ye' ye yerleştiril mesi olan bir akım
için, "zor dönemde" yönelinecek tck bir yol vardı. Tasfiyec i l ik! Nitekim öyle
de oldu. Bu akımda tasfiyecil ik, daha 1 2 Eylül ' ü izleyen ilk yıllarda hakim bir
ç izgiye dönüşmüş bulunuyordu.
Dev-Yol, dagınık, yerel bir anti-faşist m ücadele üzerine y ükseldiği ve bu
zem in üzerinde kendiliğindenci bir örgüt anlayışına sahip olduğu için, tüm
"gözkamaşlırıcı" yığınsallığına karşın, 12 Eyl ül'de en kolay darbe yiyen ve
bir kaç ay iç inde dağılan yapılanma oldu. Anti-faşist m ücadeleni n , kitle
hareketliliğinin gerilcdiği 12 Eylül'ün hemen ardından, cidd i bir s i yasal ve
ideolojik bunal ımla yüzyüze geldi. Artık uzun bir tasfiye dönem i başlam ıştı ...
1 982'de i lan edilen toparlanma süreci, 1 983'dc bizzat ilan edenler tarafından
tasfiye edi ldi. Bu süreci örgütlenme görevlerine yan çiz ildiği , dahası "örgüt"
fikrine karşı savaşımın açıldığı uzun bir dönem izledi . Halk hareketliliği üzerine
yükselmeyen bir örgütlenmenin "bürokratik" olacağı iddiasıyla, örgüttenrnek
halk hareketinin yükseleceği döneme dek ertelendi. Ne var k i , "demokrasi
mücadelesi" taşıdığı kritik önemden dolayı ertelenemezdi; örgüt olmadığına
göre demokrasi mücadelesi kitle örgütlerinde ve sosyal-demoknıt partiler içerisinde
verilecekti. Böylece örgütsözlüğün teorisi yapı ldığı gibi, pek çok kadronun
sosyal-demokratlaşmasınm yolu aç ıldı.
S ın ıf ve kitle hareketinde başlayan nispi can lanma döneminde, Dev-Yo l ' da
yeniden kısmi de olsa toparlanma çabaları görüldü. Ne var ki bu toparlanma
çabaları yaşanan yenilginin ideolojik-sınıfsal temellerini kavramak çabası üzerin­
de y ükselmedi. B u alanda bir değerlendirmeden uzun dönem ısrarla kaçınıldı.
Daha sonraki süreçte Dev-Yol yenilginin neden ini keşfetti ! Yenilginin nedeni
ideolojikti ve bu Marksizmin yaşadığı evrensel krizle doğrudan bağlantılıydı.
Dolayısıyla, Dev-Yol, yenilginin ardından kend ini değerlendirmekten ziyade,
Marksizmi "değerlendirme" çabalarıyla uğraşu. Bu yaklaşımın kendisi ise Dev­
Yol ' un kendi geçmiş m ücadelesini temelde aklamaya, ama sosyalizm in sorunlarına
inkarcı bir bakışla yaklaşmaya götürdü. Dev-Yol nezdinde liberal bir demokratizm,
sosyalizm eğilimi karşısında kesin bir otorite sağ ladı.
Bu sürecin ardından, TB KP'yi andıran argümanlarla, solun kendisini yenilernesi
gerek tiğinden, eski tarzla kitlelere seslen i lemeyeccğinden sözedi l meye ve
"marjinalliktcn kurtulma"nın yolu olarak saf bir demoknıtizm platformu önerilmeye
140
başlandı.*
B ugün Dev-Yol, parti sorununun "nasıl bir sosyalizm?" sorusuna verilen
yanı ta baglı olarak çözülecegini;** demokratik bir sosyalizm i inşa edebilecek
bir "parti modeli"nin gerekli oldugunu savunmaktadır. Parti daha bugünden
"sosyalizm"in nüveleri olacak, kitlelerin yönetme alışkanlıkların ı geliştirecek
halk örgütlülük leri üzerinde yükselebilir. Kitlelerin yönetme alışkanlıkları ise
ancak "gizlilik ve zorlukların sınırlarına takılınayan" örgütlenmelerde ve demokrasi
şartlarında m ümkün olabilir vb ...
Dev-Yol dün de sivil toplurucu B irikim çevresinin önemli ölçüde ideolojik
etkisi altındaydı. Ne var ki bir kitle dinarn izınİ üzerinde yükseliyor olmak, fiili
bir anti-faşist m ücadelenin varlıgı, bu ideolojik argümanların arkasındaki reformİst
damarı tali plana bırakabiliyordu. Oysa anti-faşist mücadele koşullarının ortadan
kalktıgı, küçük-burjuva hareketl iliginde genel planda bir durgunlugun yaşandıgı
bugün, bu d�mokrasici bakışın reformİst karakteri daha da belirginleşmektedir.
Dev-Yol kitle tabanını yitirdiği gibi, kadroları açısından da ciddi bir ideolojik­
siyasi erozyonla y üzyüze kalmış durumdadır. Geçmiş k üçük-burjuva pratiğin
şekillendirdiği, uzun bir tasfiye döneminin derin bir manevi erozyona sürüklediği
bu kadrolar, bugünkü ideolojik-politik bunalımı köklü bir şekilde üzerlerinde
taşıyorlar. İşçilerin Sesi'ne göre " . . . öncü/erin önündeki engel de demoralizasyondur,
öncü kadrolar açısından sorun yalnızca politik değil, psiko politiktir. " (26.
sayıya ek)
Dev-Yol ' u n kendini ideolojik-sınıfsal planda aşamamasının, daha da ötesi,
demokrasici yaklaşımı derinleşti rmesinin bugün onu getirdiği nokta, daha derin
bir ideolojik-siyasal krizin ötesinde, tümden bir yokoluştur. Demokrasi, sosyalizm
ve örgüt sorununa yaklaş ımı l iberal küçük-burjuva bir bakışaçısını aşamayan
Dev-Yol açısı ndan; öncü kadroların "psiko-politik" bir sorunla karşılaşması
ne denli kaçınılmazsa, bugün kendi kadrolarına yönelik olarak düzenlediği
ankette " Marksizm geçerl i midir?" sorusun u sorması da o denli kaç ın ılmazdır.
B- K u rtulu ş
K urtuluş, 1 2 Eylül öncesinde, TH KP-C kökenli gruplardan klasik THKP­
C mirasını en köklü biçimde inkar eden, bu mirasın küçük-burjuva maceracı
özelliklerinden kopuşarak "kitle çizgisi" anlayışı doğrultusunda bir siyasal faaliyet
öngören bir yapıydı. K urtuluş ' un "kitle çizgisi" anlayışı, diğer devrimci-demokrat
akımlara göre, işçi sınıfı vurgusuyla çok daha belirgin bir içiçel iğe sahipti. '70
sonrası dönemde, siyasal- teorik yeniden inşa dönem ini revizyonist-reformİst
akım lara çok yakın bir pozisyonda yaşayan K urtuluş, temel tezlerini oluştururken
* Bkz: "Muhafazakar" So l ve "Modcrnist" Sağ, Demokrat derg i si , B aşyazı,
** " ... ne tür bir örgütlenmenin amaçlandığının belirlenmesi, ne tür bir parti
yine
ne
tür bir iktidar (devrim) ve ne tür bir sosyalizmin amaçlandığının belirlenmesiyle
birlikte yapılmalıdır." ( İşçilerin Sesi, 26.
sayıya ek.)
141
modern revizyonist tezlerden kuvvetli bir biçimde etkilendi. Bu özellikleriyle
Kurtuluş, ' 80 öncesi devrimci-demokrat akımın sözde işçi sınıfına gerçekte ise
reformizme en yakın tem silcisi oldu.
Kurtuluş'un sözde sınıf vurgusu, ·genel siyasal faaliyetinin sınıf eksenli
bir faaliyet olduğu anlam ına gelmez. Tersine o da, ' 70 sonrası tüm devrimci
demokrat akımlar gibi, küçük-burjuvazinin en dağılgan kesimlerinin hareketliliği
üzerinde şekillendi. Sınıf içerisinde güç olmaya çal ıştığı ölçüde, bu siyasal
çaba ekonomizm-sendikalizm çerçevesin i aşamadı. Kurtuluş, TKP' ye karşı her
zaman duyduğu üstü örtülü hayranlıkla, onun yöntemiyle DİSK içerisinde belirli
sendikaların yönetimini ele geçirmeye dayalı faaliyeti etkin bir sınıf siyaseti
saydı ve uyguladı.
Kurtuluş, aynı zamanda, 12 Eylül öncesinin genel siyasal tablosuna uygun
bir. biçimde, gevşck-lcgal ist bir örgütlenme platformuna sahipti. Lcgal bir yayın
ve demekler üzerindeki çalışma siyasal faal iyelle son dcreec merkezi bir yere
sahipti. Örgütün faaliyetini sürükleyen kadroların hemen tümü aynı zamanda
legal faali yetlerde de merkezi konumdaydılar.
Kurtuluş da tüm diğer devrimci-demokrat akımlar gibi, programatik düzeyde
demokratizm sınırların ı aşamıyordu. Türkiye'nin sosyalizme geçiş için bir ön
si yasal demokrasi dönemine ihtiyacı olduğu paradigması, Kurtuluş'u yer yer
faşizme karşı mücadele adı altı nda CHP rcform izmiylc ortak platformlara
sürilklcyebiliyordu. Demokrasi perspektifinin bir sonucu olarak, faşist teröre
karşı sık sık CHP parlamento grubunu göreve çağı rınakLa "sosyalizm" adına
herhangi bir çelişki görmüyordu .
Sınıf dışı bir çalışma, öğrenci ve marjinal kesimler üzerinde yükselen bir
siyasal faaliyet, gevşck- legalist bir örgütsel platform ve daha da öneml isi,
demokrasici bir ideoloj ik-programatik çerçeve-Kurtu luş 1 2 Eylül sürecine
girildiğinde işte böyle bir siyasal platformun tcın silcilcrindcn biriydi.
Kolay yenilgi ve örgütsel-ideolojik tasfiye süreci, Kurtuluş hareketin in de
kurtulamadığı bir "yazgı" oldu. Dahası Kurtuluş önderl iği , bir dönem gündeme
getirdiği "ricat" taktiğ.i ve ardından örgütü sürüklediği "sosyal ist demokrasi"
tartışmalarıyla, bu tasfiye sürecini yönlendirdi de. Kurtuluş 1 987-8 8 ' l i yıl lara
kadar az-çok kendini topartamaya çalışan, zayıf da olsa bir illegal rnekanizmaya
sahip olan bir hareketli. Gerek legalite olanaklarının ortaya çıkmasıyla, gerekse
"sosyalist demokrasi" tartışmaları adı altında bir ideolojik tasfiye süreci yaşamasıyla,
örgütsel planda da tümüyle tasfiye edildi. Bizzat "öndcrlcr"i tarafından ...
Toparlanma döneminin nesnel bir ihtiyaç olar-dk dayattığı geçmişi değerlendirme
görevinden uzun süre ısrarla kaçınıldı. Bunun yerine "sosyalizmin geç mişini"
tartışmayı yeğleycn Kurtuluş; Gorbaçovcu rüzgarın da etkisiyle liberal demokrat
karaktcrini bu dönem iç inde iyice derinleştirdi. Mevcut sosyalizm deneyiminin
"demokrasi" alanındaki zaatları, burjuva demokratik normlara tutkunluğa ve
bunların sosyalizm için de geçerli "kutsal kurallar" olarak değerlendirilmesine
dayanak yapıldı.
Ve çok daha önemlisi, Kurtuluş, sosyalizm in deneyim ine ilişkin tartışına
142
arac ıl ı�ıyla, kendi geçmişine yönelik de�crlcndirme ve özeleştiri ihtiyacının
üstünü örttü. O ' na göre, sol hareketin 12 Eyl ü l ' deki yenilgisini anlamak ancak
iki unsurun bil ince çıkanlmasıyla m ümkün olabilirdi. B i rincisi; sosyalizmin
evrensel plandaki sorunlarının temelinde yatan "ekonomizm" ve "dogmatizm"
sapması, Türkiye sol hareketinin de yenilgisinde temel bir faktördü . İ kincisi;
sol hareketin u l uslararası komünist hareketin parçalanmış yapısının bir izdüşümü
olarak böl ürımüşlü�üydü. Bu böl ünmüşlük hem sol hareketin kitleselleşmesini,
hem de 1 2 Eylül rejim ine karşı birleşik ve kararlı bir direncin geliştiri tmesini
olumsuz yönde etkilemişti.
Tüm di�er devrimci-demokrat akı m larda oldu�u gibi Kurtul uş' un geç m i ş
dc�erlend irmelerinde d e , oturulan toplumsal taban ın analizi, bunun ideoloj i k
v e programatik şekiilenişi i l e temel taktikler üzerindeki etkisi, i llcgal b i r ihtilalci
örgütlenme inşa edcmemiş olmak ve demokrasi perspektifini aşamamak gibi
son derece temel nedenlerin özenle atlandıgı görülmektedir. Soldaki parçalanmış­
lı�ın da temel nedeni olan bu olgular, son dcreec kolaycı ve açıklayıcı degeri
hay l i zay ı f bir gerckçcylc, "uluslararası komünist hareketin etkisiyle" ikame
edilmekte, ikincisi b�incisinin üstünü örtrnek için k ul lanıl maktadır.
Kurtuluş, kolay yenilginin bir başka nedeni olan gcvşck-legalist örgütlenme
ve çalışma tarz ı n ın aşı lması konusunda da herhangi bir ileri adım atamam ışıır.
Tersine yeniden toparlanma sürecine legal yayınlar arac ı l ıgıyla girmiş, daha
sonraki süreçte dagınık ve oldukça yetersiz de olsa varlı�ını koruyan il legal
yap ı y ı tasfiyeye yönelm iştir. *
Neticede Kurtuluş, geçmiş evrensel ve ul usal süreci onun en kritik noktasın­
dan, sosyalizmin demokrasi perspekti fine heba edilmesi noktasından eleştirip
aşamamış, tersine onu derinleştirmiştir.
Devrimci hareketin hemen tüm unsurları gibi Kurtuluş da yeni döneme
önemli ölç üde kaldıgı yerden� temel küçük-burjuva yaklaşımları koruyarak
devam etmeye çalıştı . Eski yaklaşım ları kendi içinde restore ederek kısa zaman­
da eski güçlerine kavuşacağını umdu. Ne var ki, ideoloj ik dagılma süreci Kurtuluş­
' ta, örneğin TDKP g i bi hareketlerden daha önce belirginleşti. Her atılan adım,
her yapılan iç tartışma, sürekli "kan kaybıyla" sonuçlandı. İ deolojik dagııma
siyasal ataleti kaçınılmazlaştırdı ve Kurtuluş neredeyse "iç tartışma" yapmaktan
m ücadele etmeyi tüm üyle unuttu.
B ug ün Kurtu l u ş ' u tasfiyeci konuma sürükleyen temel etmenlerden biri
de, yukarıdaki temel etmenieric baglantıl ı olarak, pol i tika alanında büyük bir
kısırtaşmaya sürüklcnmesidir. Çıkarılan yayınlara şöyle bir gözatmak dahi
Kurtuluş'un bu alanda tam bir k ısırlaşma yaşadığını ortaya serıneye fazlasıyla
* Örneği n yeni
Kurtuluş gazetesi de çıkış anından iti baren legal yayın ve
bürolar etrafında bir siyasal çalışma perspektifini ortaya allı. 5 . sayıdan itibaren
ters yönde vurgulara rastlanmaya başlasa da, anlaşılan o ki, bu "vurgu sah ipl eri
de" sonuçta leg alist kervana katılmaya karar verdiler ve hir süre sonra l egalizm
sorunsuz biçimde bu dergiye hakim oldt.L.
1 43
yeter.
ögrenci hareketine yönelik "dernek politi kaları", sınıf hareketini kazanmak
için gündeme getirilen DİSK, sol hareketi birleştirmek için gündeme getirilen
"açık parti" projeleri, Kurtuluş'un '87-92 yılları arasındaki politik açılımlarının
tablosunu oluşturmaktadır.* Bu politikaların ekonomist ve liberal demokrat
karakteri bir yana. B i z burada asıl bu politikaların, aynı zamanda sın ıf ve sol
hareket gerçegine müth iş bir yabancılaşmanın göstergeleri olduguna dikkat
çekmek istiyoruz.
Tüm devrimci-demokrat yayın organlarında, harekete m üdahalenin sorunları,
yol ve yöntemleri üzerine ciddi bir politik açıl ım çabasına rastlamak olası
degildir. İdeolojik kriz politikada da bir krize dönüşmüştür. Ne var ki tüm
bunlar dergi sayfalarında yokken, sol hareketin marjinalligi ve meşrulugunu
yitirmesi üzerine tartışmalar ve bu tartışmalar üzerine oturan birlik ve açı k
parti "politikaları" sayfalar boyu sürüp gelmektedir.
* * *
İdeoloj ik-programatik alanda sosyalizm yerine demokrasiciligi; örgütsel
planda fabrika hücreleri temeline dayalı bir sınıf örgütü yerine, sını f temelinden
bagımsız devrimciler örgütü perspektifine saplanıp kalmak, bu temel küçük­
burj uva yaklaşımları aşamamak, sosyalizmin prestij kaybı ve işçi hareketindeki
konjonktürel durgunlukla birleşince, Kurtuluş, tasfiyeci bir sürece sürüklenmiş,
bu süreç içinde bugün artık hemen tamamen tasfiye olm uştur.
Bu ideolojik dagılmanın, politik atalet ve iddiasızlaşmanın legal parti
projelerinin ortaya atılmasında son derece belirleyici bir rol ü vardır. Kurtuluş
sayfaları bu dagılma ve iddiasızlaşmanın açık örnekleriyle doludur. Yalnızca
bir örnek;
" . . . B unun yanında, bir çok proletarya sosyalisli politik mücadelenin dışında
durmakta, günlük yaşam kaygılarının burgacında bogulmaktadır. Apolitik
konumumuz kiile gösterilerine katılan proletarya sosyalistlerinin sayıca azlığında,
dagınıklıgında, şevksizliginde kendini göstermekte; sosyalizm anlayışımızia
örtüşmeyen sloganların saflarımııda yankı bulmasına yolaçmaktadır." (Kurtuluş,
sayı: S, s. 7)
·
C- TDKP
TDKP, yakın dönemde Icgal parti projelerine yeşil ışık yakan yeni örgütlerden
biri oldu. TDKP açısından bu yeni yöneliş hayli i lginç ve önemli. Zira TDKP,
legal parti kurmanın bugünle kıyaslanmayacak derecede daha "makul" kabul
* Kuşkusuz bunlara, seçim dönemlerinin klişelcşmiş "taktik"lerini ve burjuva
siyasilerinin yasaklarının kalkması için yürütülen "demokrasi kampanyası"nı da
eklemek gereklidir !
d
edilcbilecegi konjonktürlerde dahi, bu tip girişimleri reformizm, legalizm, tasfiyeci­
lik vb. i le eleştirmiş ve teşhir etmeye çalışmıştır.
Özgürlük Dünyası dergisi, çok dcgil bir yıl önce, Sosyalist Parti'yi şöyle
elcştiriyordu:
" ... yazımızın gelişmesi içinde ortaya koyacağımız gerici, düzen savunucu
yaklaşımlarınız bir yana, örgüt olarak siz bu düzenin bir gemisi değil misiniz ?
Yasal olarak bu düzene bağlı değil misiniz? Diktatörlüğün rejiminin yasal
partisi değil misiniz? . . . siz parlinizi Anayasa Mahkemesi'ne beğendirmeye
çalışmadınız mı? Siz izinle kurulu değil misiniz?" (Özgürlük Dünyası, sayı:28,
s.44-45)
B ir dönem önce "izinli" yasal parti fikrine bu denl i hırçın bir üslupla
saldıran bu çevrenin, çok degil bir yıl sonra yasal parti tartışmalarının odagına
yerleşmesindeki çelişki, yalnızca görüntüded ir. Nitekim, TDKP'nin yaşadıgı
i lk "soldan saga dogru" hızlı yol alış da degildir bu. Bu liberal savrul uşun en
uç, bu nedenle de en çok bi linen örnekleri, T D K P teorisycnleri tarafından
"Yeni bir Arayış m ı?" yazısı ilc " DSP Broşürü"nde dile getirilmiş olan sosyal­
demokrasiyle ittifak arayışlarıdır. *
B u ittifak politikasının arkasında da, "demokrasinin yaşanınası zorunlu
olan bir aşama" oldugu aforizması vardır. Devrimci-demokrat hareket, fiili
planda düzene karşı ne denli bir m ücadele içinde olursa olsun, temelinde siyasal
demokrasi i stemi olan bir devrim stratejisini aşamadı gı , siyasal demokrasiyi
sosyalizme ulaşmak için yaşanınası zorunlu bir süreç, bir aşama olarak formüle
ettigi ve kavrad ıgı sürece, onun özellikle de "zor" dönemlerde, sosyalizm
perspektifini tümüyle bir yana bırakarak saf bir dcmokratizm platformuna düşmesi
kaçınılmazdır. Zira, emek-sermaye çelişkisinin temel oldugu, burjuvazinin siyasal
iktidarda bulundugu bir tarihsel-siyasal cvrcdc, si yasal demokrasi programı
teorik özü itibariyle bir düzen sorunu dcgil, fakat düzeniçi bir sorun, yani bir
. rejim sorunudur. B urjuva düzen içinde ve onun temel sınıf ilişkilerine dokunmadan
elde edilebilecek bir siyasal istemdir. Devrimci hareketin reform izme cvrilmesinin
temel teorik mantıgı budur.
* Gerek bu süreç, gerekse TDK P'nin '80 öncesi cvrırnı ıçın, bkz. Küçük­
B urjuva Popülizmi ve Proleter Sosyalizmi
(H. Fırat) ilc
Devrimci Demokrasi ve
Sosyalizm (H. Fırat) kitapları. Biz burada yalnızca TDKP'nin "toparlanma" süre­
cine ve "geçmiş değerlendirmesine" özcı ol arak değineceğiz.
* * TDKP'nin, henüz daha 1 9 8 1 yılında düştüğü liberal platformu, şu satırlar
net bir şekilde ortaya koyuyor:
" Bu nedenle demokrasiye ihtiyacımız var. Ve sınıf karakteri olmayan demokrasi
olmaz. Bu karakter itibariyle A vrupa' daki gibi bir burju va demokrasisi olacaktır.
. . . Burjuvazi/i ya da burjuvazisiz, ama burjuva karakteriyle bir demokrasiye ülkemiz
mutlaka ulaşacaktı r. " (Devrimin Sesi, sayı : 1 2, s. 1 6) Bu satırlardaki fikri n daha
önce aktardığırnız Devrimci Yol Savunması 'ndaki fikirle tam bir ayniyct oluşturma­
sına dikkat edilsin.
145
TDKP, 12 Eylül yenilgisinin ardından böylesi bir liberal plalforma sürüklendi.**
Onun 1 983-87 dönemindeki evrim ine ideolojik ve örgütsel planda tasfiyecilik,
politik planda reformeulaşma damgasını vurdu.
'86 ve izleyen yıllar TDKP içerisinde bir iç arayış ve ayrışma dönemi
olarak yaşandı. Uzun tasfiye sürecinin ardından ilk TDKP konferansı, bu ayrışmaların
ilerletici ve tutuculaştıncı etkilerinin basıncı altında toplandı. Konferans son
derece eklektik ve temel de geç m iş zaafları rasyonalize etmeye dönük
degerlendirmeler yaptı.
TDKP'nin "geç m iş degerlendirilmesi" kendi içinde iki öneml i noktada
ileri degerlendirme ve tanımlamalar yapıyordu. Konferans, parti-sınıf ilişkileri
alanında, partinin sınıfın yalnızca ideolojik değil aynı zamanda organik temsilcisi
olması zorunl u lugunu vurgulayarak, örgüt ve kadro politikasında sınıf eksenli
bir bakışın öneminin altını çizerek, TD KP'nin geçmiş ç izgisine göre daha i leri
tan ı mlamalar getiriyordu. Ayrıca, TDKP, örgütün 1 976-80 yılları arasında legal
bir merkezi yayın etrafında şekiilendirilmiş olmasını da bir "yanılgı" olarak
niteliyor, böyle bir yayın organının "kollektif bir ajitatör, propagandacı ve
örgütleyici" işlevini üstlenemeyecegini belirtiyordu.
Ne var ki, "yanılgı"lar konusundaki bu saptamalar, yanılgıların nedenlerinin
sınıfsal-ideolojik analiziyle birleştirilmcdi. TDKP, bu temel yanılgılardan kalkarak
bu yanıtgıtara yolaçan temel küçük-burjuva perspektiflerini eleştirip aşmak
yerine, bu kritik sorunı.ın üstünü örtmeye özen gösteren bi r yaklaşıma sahip
oldu. Zaten "geçmiş değerlendirmesi"ni eklektik kılan tam da bu gerçek, TDKP'nin
kendi küçük-burj uva yaklaşımlarını rasyonalize etme gayretiydi.
Bu tutumu konferans degerlendirmesinin şu satırlarında açıkça görmek
m ü mkündür:
" 6rgütümüzün 1 975' ten sonraki yönetiminde, süreç içinde şekillenen
örgütlenme · çizgisinde ve bugün de süren inşa faaliyetinde, 'marksist partinin
işçi sınıfı hareketiyle sosyalizmin birleşmesi olduğunu söyleyen temel marksist
ilke' giderek derinleşen ve güçlenen şekilde hep yön verici ilke oldu.
" Tasfiyeci gruplar partimize ve Marksizm-Leninizm' e savaş açarken,
'TDKP' nin sosyalizm ve işçi sınıfı perspektifi' olmadığı, 'işçi sınıfı içindeki
çalışmaya gereken önemi vermediği' suçlamalarından yola çıktılar.
" Oysa durumun onların iddia ettiği gibi olmadığı son derece aç ıktır.
Partimizin belgeleri, pratiği ve bütün inşa sürecindeki gelişme doğrultusu, bu
suçlamanın (özü itibariyle) inkarcı-tasfiyeci saldırılardan ibaret olduğunu fazlasıyla
kanıtlamaktadır." (Konferans Kararları, Evrensel Yay., s.44-45)
Hiç kuşku yok, bu yaklaşım, TDKP'nin, ni speten gelişkin bir işçi sınıfı
ve sınıf hareketliliginin mevcut olduğu ' 75-80 arası dönemde, niçin çal ışmanın
odağına sınıf eksenli bir faaliyeti değil de küçük-burjuva katmanlar iç inde
şekillenen bir siyasal faaliyeti aldığı, örgütlenmesini bu tabakalar içinde inşa
etme yoluna gittiği sorusunu devreden çıkarmakta, bu pratiğin nesnel-bilimsel
analizini imkansız hale getirmektedir.
Yine bu yaklaşımla, partinin ' 83-87 dönemine hakim olan tasfiyeci-liberal
146
egilimle partinin temel programatik yaklaşımları arasındaki baglantıyı görüp
kavramak ve aşmak imkansızdır. TDKP konferansı tarafından bu sorun, partinin
içindeki "teslimiyetçi reformizmle devrimci komünist egitim arasındaki çelişki
ve çatışma" ile açıklandı. Dolayısıyla teslim iyetçi-reformİst egilimin partiden
tasfiyesi i le bu sorun da beriaraf edilmiş oldu.*
Sonuçta TDKP, tüm diger politik zaaflarının temel kaynagı olan küçük­
burjuva siyasal demokrasi perspektifini eleştirmeme maharetini göstererek, geçmiş
degerlendirmesini, bu temel zaafın ürünü olan bazı "politik zaafların" eleştirisiyle
sınır tadı.
Bu temel zaaf aşılamadıgı ölçüde, TDKP'nin "toparlanma dönemi"ndeki
pratik-siyasal yönelişi , geçmişin hatalarını tekrarlayan bir ınceraya kaçınıl maz
bir biçimde yeniden dönecek, ilk karşılaşılan zorlukta ise, parti içindeki "teslimiyetçi­
reformist" egitim yeniden dirilecekli. Nitekim, TDKP "sınıf ve illegalite" vurgularını
yogunlaştırarak girdigi toparlanma sürecinde, canlılık belirtileri gösteren gençlige
özel bir egitim gösterdi ; toparlanma çabasını GKB ' n i n omuzları üzerinden ve
gençligin sansasyonal eylemlerine dayanarak ("bombalı pankartlar" dönemi)
gerçekleştirmeye çalıştı. Yine tüm "il legalite" vurguianna karşın, legal yayın
eksenl i bir yeniden inşa çabasına girişti. (MYO olan Devrimin Sesi ' n i ise
üçüncü dereceden göstermelik bir yayma çevirdi.)
Demokrasi perspektifi aşılmadan, "sınıf vurgusunu" arttırmak yalnızca
sendikalist bakışın derinleştirilmesi anlamına gelebilirdi. Tüm diger devrimci
örgütler gibi TDKP de gençlik eylemliliginin geriledigi, işçi hareketl iliginin
belirgin şekilde öne çıktıgı bir dönemde işçi sınıfına yöneldi. "İş, Ekmek,
Özgürlük" temel şiarı etrafında gerçekleştirilen bu yöneliş, sendikalist çerçeveyi
aşamadı. TDKP' nin illegal ve legal yayınları iocelcndiginde, ortaya konulan
"sınıf politika"larının sendikal çeperi hemen hiç aşmadığı görülecektir. "Sendikalara
Karşı Tutum", "Sendikalarda Dev·rimci Egitim", "Sendikal Politikamız Ne
Olmalıdır?" -sınıfla birleşme sorunlarını işleyen yazıların hemen tümünün başlıkları
bu m invaldedir.
Demokrasi perspektifi aşılmadan, "illegalite" vurgusunu arttırmak da i lkesel
bir kavrayış ilerlemesini göstermez, göstermedi. Bu yargımız, TDKP'nin toparlanma
sürecine legal araçlar yörüngesinde girmesinden dolayı degildir yalnızca. Çok
daha önemlisi, i liegalite açısından sözde ileri vurg ular taşıyan konferans, bizzat
bu konuda bugünkü liberalleşmenin, legal particiligin ideolojik arka planını da
açıga çıkaran ilginç tanımlamatarla doludur.
" Fa şist diktatörlük altında ve komünizmin polis ve jandarma terörüyle
bastırı/dığı bir ülkede proletarya partisi il/ega/ örgüt/enrnek zorundadır." (Konferans
Kararları, s. I 08)
* Oysa teslimiyetçi-reformisı e�ilim, başka bir şeyi değil, tam da partinin
sözümona "devrimci-komünist" e�ilimi tarafından yayınlanan ve yukarıda al ıntı l adı­
ğımız "Yeni Bir Arayış mı?" y azıs ı nda ki perspektifi sav un mak ta y d ı ! Bu u tanç
verici reformisı belgen in y azarları hala TDKP'nin içinde, dahası başındadırlar.
147
Bu kadarında henüz bir şey yok; asıl önemli olan bu sapıamanın arkasın­
daki temel yaklaşımdır:
"Siyasi özgürlügün olmadıgı bir ülkede komünist çalışma ancak iliegailik
ve gizlilik sayesinde istikrar ve süreklilik kazanabilir." (Konferans Kararları,
s. 1 29)
İliegalite ve gizlilik sorununa bu yaklaşımın özünde sosyalizm degil, demokrasi
perspektifi vardır. B u yaklaşım iliegalite ve gizlilik sorununu bir bütün olarak
burjuva düzenin kendisine karşı dcgil, farklı burjuva rejimiere göre ıanımlamakıa,
burjuva rejim demokratikleştigi ölçüde, komünist çalışmanın istikrar ve sü.rektiligi
için i l iegalite ve gizliligin gerekl i olmadıgı savunulmaktadır.
Dolayısıyla bu bakışaçısından bak ıldıgında "demokratikleşme"nin azçok
hissedildigi bir ortamda, legal partiye dogru adı m atmak da son derece dogaldır.
*
* *
Tüm diger devrimci-demokrat akımlar gibi, TDKP'nin de legal parti rüzganna
kapılmasını koşunandıran temel etken, demokrasi ufkunun aşılamamasıdır. Ne
var ki, bu aynı perspektifle dün fi ilen düzen karşısında devrimci bir konumda
olan bu akımların, bugün reformeulaşma sürecine girmesinde, evrensel p landaki
gelişmelerin mevcut i deolojik bunalımı derinlcştirmesinin, sını f hareketindeki
konjonktürel durguntugun, düzenin "demokratikleşme" manevrasının vb. de
önemli etkileri vardır.
TDKP de tüm diger benzerleri gibi ideolojik-siyasi platformunda kısmi
düzeltmelere giderek, gelecek dönemde önemli bir maddi güce ulaşabilecegi
beklentisiyle toparlanma sürecine girdi. Dogu Avrupa ve SSCB ' deki çöküşe
"çökenin sosyalizm olmadıgı, sosyal izmin kalesi Arnavutluk'un sarsılmaz biçimde
ayakıa oldugu" propagandasıyla karşı koymaya çalıştı. Arnavutl uk' la yaşanan
ani ve h ızlı çöküş sürecine kadar bu çabasında azçok başarı lı da oldu. Ne var
ki, Arnavutluk da aynı süreçte ve benzer biçimde bir çöküşle karşı karşıya
kalınca, TDKP'nin ideolojik-siyasi platformu iyice tartışmalı hale geldi ve
ideolojik bunalımı derinleşti.
Kendisini ne geçmiş dönemde oldugu gibi pratik-siyasi bir performansla
ayakıa tutabilen, ne ideolojik alanda bunalımdan çıkabilen, ne de sınıf ya da
emekçi kesimler iç inde k itlesel mevziler edinebiten TDKP açısından, siyasal
plandaki "varolma hakkı"nı korumak kendi içinde belirleyici bir amaca dönüşmüş
bulunuyor.
TDKP açısından bunalımdan kurtulabilmek, bir yenilenme yaşayabilmek,
kendisini ve evrensel dayanaklarını köklü bir biçimde eleştiriye ıabi tuıabilmekle
mümkündü. Bu yapılamadıgı ölçüde TDKP'nin geriye düşmesi kaçınılmazdı.
TDKP bugün bu kaçınılmazl ıgın tasfiyeci sonuçlarını yaşıyor.
Gelinen yerde, TDKP'de köklü bir yenilenme çabası yerine, kerıdi varlıgını
reformist yönetimlerle koruma kaygısı daha öne çıkmaya başlamıştır. Yogun
biçimde gündeme getirilen Deniz Gezmiş kampanyaları, vakıflar aracılıgıyla
148
geçmiş devrimci degerierin libcralcc bir istisman ve legal alana dogru bir
evrim, tüm bunlar TDKP'nin "yeni yönetiminin" ilk göstergeleridir. TDKP
liberalleşmede şimdiden büyük mesafeler almış bulunmaktadır.
Sonuç yerine
Sol hareket toplumsal tabanı açısından bunalıma girdigi gibi aynı zamanda
ideolojik planda da uzun süredir aşamadıgı bir bunalım içcrisindedir. İdeolojik
planda gelişmeleri açıklayamama.k, eklektik ideolojik sistemi daha ileri ve
bütünsel bir ideolojik yapılanmaya dönüştürcmcmck, politika alanında da sonuçlarını
kaçınılmaz olarak göstermiş, ideolojik plandaki belirsizlik politikada da atalcti
bcslcmiştir.
Geleneksel ideolojik eklcktizmin ideolojik bunalıma dönüşmesi ve dün
sol hareketin zaaflarını örtebiten pratik mücadeledeki ilcriligin bugün artık
ortadan kalkmış olması, bunalımı bu kez çözüm ü ertelenemez bir biçimde
yeniden bu hareketlerin gündemine getirmiştir.
B ugünkü tasfiyecilik rüzgarının arka plan ında, siyasal demokrasi perspektifinin
aşılamamış olmasının yanısıra bu ideolojik bunalımın kendisi vardır. Kurtuluş
ve Dev-Yol 'un "nasıl bir sosyalizm?" Lanışmasını parti tartışmasıyla paralel
yürütmcsi; Emek dergisinin yasal paniyi tüm sol u birleştirecek yeni "ortak
ideoloji"nin üretilmesi için bir araç olarak dcgcrlcndirmcsi, tüm bu olgular
ideolojik temelini yitiren bu akımların yeni ideolojik arayışlar içinde olduklarını
gösteriyor.*
Legal parti tartışmalarının bir tasfiyeci ccrcyana dönüşmesinde 20 Ekim
seçimlerinin, "dcmokmtikleşmc" ccrcyanının, PKK'nın lcgal ortak parti arayışlarının
ve sınıf hareketindeki nispi durgunlugun, aynı süreçte ortaya çıkaı:ı tüm bu
konjonktürel etmenlerin de özel bir rolü oldu.
20 Ekim seçimlerinde, SP'nin kullandığı propaganda imkanları ve scçimdc
sınırlı da olsa bir başarı elde etmesi, HEP' in SHP ilc ittifak temelinde parlamcn­
toya lO' u aşkın milletvekili göndercbilmesi, uzun süredir bunatırnda olan, içten
içe derin bir "güçsüzlük" duygusu yaşayan devrimci harekette derin etkiler ·
yarattı.
DYP-S HP koalisyon hükümetinin, burjuva basının manşetiyle "devrim
gibi" bir "demokratikleşme paketi" vaadetmesi ise, bu etkileri pekiştirdi ve
devrimci hareketteki lcgalist cgilimleri kuvvctlcndirdi. Yaşanan süreç açık bir
biçimde ortaya çıkardı ki, burjuva koalisyonun demokrasi havariligini sol hareket
oldukça ciddiye almıştır ve rejimin yumuşayacağı beklentisine girmiştir. Örncgin
*
"Bu süreçte o luşturulacak ideolojik-teorik-politik üretimler bizim olana
varmak amacıyla üretilme/i ve bizim temelinde bir ideolojik birliğin sağlanması
·
hedeflenme /idir. Parti, eylem içerisinde oluşacak temel organtarla bu süreçte
şekillenmeye başlayacak ortak ideolojik temel üzerine oturma/ı , program ve çatı
bu temel üzerine inşa edilmelidir. " (Emek, say ı : 24, s. l 3)
149
Kurtuluş "bu vaatler bir aldatmacadır demek sorunu hafife almaktır" mealinde
yorumlarda bulunurken, Demokrat kendi programatik temelinin elinden alındıgı
telaşına dahi kapıtabildL TDKP ise " legal parti için koşulların olguntaşmaya
başladıgı" saplamasını aynı beklenti üzerinde temellendirdi.
H iç k uşku yok, düzenin uzun süredir yog un bir biçi mde uyguladıgı
"öncüsüzleştirme" politikasının da bu tasfiyeci rüzgarın oluşmasında önemli
katkıları oldu. Düzen, kitl e hareketliliginin önüne geçme imkanlarının sınırlı
oldugu bir dönemde, son derece bilinçli bir tercihle, kitle hareketliligini devrimci
bir mecraya sürükleyebilecek örgütlülükterin üzerindeki terörü yogunlaştırmaya
başladı. Bu politikanın bir amacı devrimci örgütleri fiilen tasfiye etmekse,
digeri de onları legaliteye zorlayarak tasfiye etmektir.
Tasfiyeci rüzgarı kuvvetlendiren bir diger olgu, yukarıda da ifade ettigirniz
gibi, bu dönemde sınıf hareketinin nispi bir durgunluk yaşamasıdır. Tarihi
boyunca sınıfa karşı sürekli bir güvensizlik beslemiş olan devrimci hareket,
kısa süreli sınıf yöneliminde de kalıcı bir mevzi elde etmeyi başaramayınca,
"sınıfın nitel zayınıgı", "kuşatılmışlıgı" üzerine "teorik" vaazlar yeniden ortalıgı
kaplamaya başladı.
B u durum sol hareketi sınıf içi nde bulamadıgı "gücü" başka alanlardan ve
buna uygun araçlarla bulmaya yönelui. Zaten K urtuluş gibileri çoktandır "sınıfa
gitmek" ve "politika yapmak" için önce güç olunması gerektigi gerekçesiyle,
kendine sol hareketi ve "örgütsüz sosyalistler"i birleştirme m isyon u biçmişti.
Ş imdi bu "projeye" Kurtuluş, Dev-Yol, PKK 'gibi akımlarla kurulacak bir "legal
parti" önerisiyle TDKP gibileri de katılmış bulunuyor.
B u aynı dönem içerisinde K ürt ul usal hareketinin tüm siyasal gruplara
yönel ik bir "cephe" çagrısı oldu. B u çagrı sonraları HEP içerisinde birlik
önerisine dönüştü. B u sol harekette (Kürt dinamigine de yaslanı larak) etkin bir
yasal parti oluşturulabilecegi düşüncesini dogurdu. Nitekim HEP'de birlik savunulsun
ya da savunulmasın, hemen tüm legal parti projeleri K ürt dinamigine yaslanmak
ihtiyacı duymaktadırlar. TDKP "Dev-Yol, Kurtuluş, PKK"nın katıldıgı bir yasal
partiyi savunurken; Kurtuluş seçim partisinin "Kürt dinamigin de iÇerildigi
takdirde. . . iki m ilyonun üzerinde bir oy dcsLCgi sağlayabrlcccgi" hesapları
yapmaktadır. Toplumsal Kurtuluş, Direniş, Hedef gibi dergi çevreleri ise, gelinen
yerde siyasal geleceklerini açıktan açıga "Kürt dinam iğine" ipotek etm işlerdir.
*
* *
B ugün devrimci akı mları da içine çeken lcgal partic iligin arkasında, amorf
bir "ki tleselleşme" güdüsü vardır. Bu güdünün arkasında ise tam bir güçsüzlük
ruh hali ... "Örgütsüz sosyalistlere", "gündelik yaşam ın burgacındaki proletarya
sosyalistlerine", Dev- Yol ve Kurtuluş tabanına dayalı güç olma kaygı ları, başka
türlü açıklanamaz.
Kuşku yok ki, politika aynı zamanda güç edi nme ve güçleri sınıfsal­
programatik hedefler dogrultusunda iktidar m ücadelesine seferber edebilme
150
işidir. Ne var k i "güç" edinme, komünistler açısından, her ne pahasına olursa
olsun güçleri arttırmak degildir. B u güç hangi sınıfsal zeminde ve nasıl bir
çalışma tarzı ile elde edi lecektir? Gözeti l mesi gereken , devrimci hareketin ise
m uglaklaştırıp kararltlgı, temel sorun işte budur.
Sol hareketin kendi güçsüzlügünü, bunal ımını ve atalctini, yaygın deyi m le
"marjinalligini", "birleşik bir yasal parti" aracılıgıyla aşabilccegini düşünebilmesi
için, "marjinalliginin" temel nedenlerine gözlerini tümüyle kapıyor olması gerekir.
Zira daha önce de vurguladıgımız gibi, sol hareketin "marjinallcşmesi" birbirine
baglı iki temel nedene dayanmaktadır. B irincisi, sol hareket kendi geleneksel
toplumsal dinamigini kaybetmiş ve yenisini de bulamam ıştır. İ kincisi, toplumsal
gündemi belirleyebilmesine hizmet edecek ideolojik ve politik açılım ları yapma
kudretinden yoksundur. Legal parti, tarihte her dönem görüldügü üzere, bunların
yaratıcısı degil yalnızca birer sonucu olarak işlevsel olabilir. Dolayısıyla "marji­
nallige" yolaçan bu temel etkenler aşılarnadıgı ölçüde, marjinallcrin yasal alandaki
birligindcn bir siyasal odak dcg i l, kaç ınılmaz olarak bir başka "marjinal" çevre
ç ıkar.
"Marjinallik"ten kurtulabilmek ancak sınıf zeminine oturabilmckle, ideolojik
alanda dogan boş l uğ u doldurabilmckle ve buna bağlı olarak politika ürctebilen
bir yapıya dönüşcbil mckle m ü mkündür. Sizin eğer idcolojiniz, politikanız ve
yöneliminiz devrimci bir top lumsal dinamiğe dayanm ıyorsa, böyle bir d ina­
miğin temsilcisi olam ıyorsanız, tüm bu sorunları legal parti aracılığıyla çözme
d üşüncesi yalnızca çaresizliğinizin ve tasfiyeciliğinizin bir dışavurumu olabilir.
Legal parti, kitlesel devrimci hareketin yaratıcısı olmaktan çok bir sonucudur.
I. TİP ile II. TİP deneyiminin, II. TİP ilc TKP, Dev- Yol , TDKP vb. örneklerinin
karşı laştırı lması, l egal partinin kitleselleşme açısı ndan fetişleştirildiği den l i
etkili b i r araç olamayacağını d a net olarak göstermektedir.
iddia edi ldiğinin aksine, legal parti, solun marjinal konumunu aşmak,
sosyalizme "meşruluk" sağlamak vb. alan larda* tck başına ciddi bir kazanım
sağlayamaz. Aksine ve tüm tarihsel deneyi mlerin de kanuladığı gibi, ancak bu
sayılan faktörlerin bir sonucu olarak etkili olabilirler. En başta Bolşevik Devrimi
ve en son yaşanan örnek olarak da PKK deneyimi, bu gerçeğin somut kamtlarıdır.
Yalnızca bunlar değil K üba, N ikaragua, B ulgaristan vb. tüm başarı l ı devrimci
çıkışlar bu gerçeği teyid etmektedir. Kendi sınıfsal-ul usal dinamikleriyle dev­
rimci bir tarzda birleşen bu örgüt ya da hareketler, ancak bu temelde legal iteyi
* Ne var ki, sözde "sosyalizme meşruluk" kazandırmak iddiasını taşıyan legal
parti girişimlerinin hemen tümü de "demokrasi" platformunu aşamamaktadırlar.
Kurtuluş, "ilerde bir legal sosyalisı partinin ve birliğin dayanağı olabilecek bir
seçim partisi", TDKP "anti-emperyalist demokratik kitle partisi", Komün, Direniş,
Hedef ve Top lumsal Kurtuluş ise
"HEP çatısı altında birleşmeyi" savunmakıadırlar.
Demokrasi platformu tüm bu siyasal hareketlerin kesiştiği nokta olmaktadır. Kuşkusuz
böyle bir partinin· sosyalist mücadeleyi "meşrulaştırmak" bir yana, onu yozlaştırmaktan
başka bir sonucu olamaz.
151
de devrimci bir tarzda fethedebilmişler ve "meşruluklarını" ancak b u gelişim
i le saglayıp kalıcılaştırabilmişlerdir.
*
*
*
Gerçekten sol hareket gerek yasal alana, gerekse birl ik sorununa gereken
önemi vermedigi için mi bunalımdan çıkamıyor? Bu soruya. evet yanıtı verebilmek
için sol hareketin tarihinden, tarihsel şckillenişinden bihaber olmak, onun bugünkü
ideolojik ve örgütsel bunalımına i lişkin bir tahli lden yoksun olmak gerekir.
Eger sorun birlik ve yasal alanla i lgili olsaydı , çoktan çözülmüştü bile. Zira
sol hareket, son on y ıldır, politika üretme, "proje" üretme adı altında yasal
parti ve birlik projeleri üretmek dışında hemen hiçbir ugraşa sahip degildir.
Bu projeler i se bırakalım kan tazclcmcy i , son on yıldır yaln ızca tartışma ve
tasfiye üretebilmiştir.
Yasal çalışma alanına gelince, yukarıda belirttik, sol hareket tarihi boyunca
yasal alana sürekli olarak geregi nden fazla önem vermiştir. Son on yı lda ise
legalizmin bir egi t i m olmaktan çıkıp bir ccreyaoa dönüştüıtü açıktır. B ugün
hemen tüm sol yapılanmaların varlıgı ancak yasal alandan ve legal yay ınlar
üzerinden hisscdilmektedir. Hiçbir yapılanmanın il legalitcdc herhangi bir ciddi
çabası, örgütlenmesi yoktur. K urtuluş, Dev-Yol, TKP-B, TKEP, İşçinin Scsi
vb. oluşumların varolan yapıları t ü m ü y le tasfiye olm uş durumdadır. TDKP,
TKP-ML, TK İ H gibi yapıların örgütlülükleri ve çalışmaları son derece sınırlıdır.
Dahası Tİ KB gibi bu soruna daha yakın zamana kadar hep fcti ş d üzeyinde
yaklaşan yapıların i se son bir yı ldır illegal çal ışması durma n?ktasına gelmiş,
hemen tüm faaliyeti lcgal cksene kaymıştır. Bu kayışın nerede duracağı da
henüz bel l i degildir. Tüm çalışmalarını legal alana kaydıran bu akı m lar acaba
n i ç i n "güç" devşirmek bir yana, gün geç tikçe daha fazla kan kaybına
ugramaktadırlar? B u soruyu kendilerine sormak durumundadırlar.
Sorun gerçekten bu güç lerin tck bir çatı altında birleşememesindcn m i
kaynaklanıyor? İ y i ama, içlerinden pek çoğu son yıllarda s ürekl i birlik proje
ve girişimleri peşinde koşturmuş, çok parçalı bir yasal parti fikrini u ygulamak
için "Leninizm korkusunu" dahi yenebilecek cürcti gösterm iş bu yapılar, n için
birleşmemektedirlcr? Ya da bazı sınırlı örneklerde görüldüıtü gibi birlcşseler
dahi neden bunalımdan kurtulamamaktadırlar?
Çünkü n icelik s ınırlılıgı bunaiım ın nedeni değil sonucudur. Sorunu bu
n iteliksel boyutuyla, demek ol uyor ki ideolojik-sını fsal nedenleriyle değil de
niceliksel boyutuyla değerlendiren sol hareket, bunalımı kökl ü bir şekilde aşma
imkanlarını yaratamamakta, nicelik sorununu da rcfonnist yönelişlerle çöt.ümlemcye
çalışmaktadır.
Artık yolun sonuna gelinmiştir. İdeolojik-sınıfsal bunalım ve bu bunalımın
bir son ucu olan belirsizlik ve politikasızlık aşılamadığı ölçüde sol hareket
kaçınılmaz olarak bugünkü tasfiyeci yönclişi derinleştirecek, artık "marjinal"
bir devrimci çevre olma i mkanını da tüm üyle kaybedecektir.
152
Böylesi dönemlerde, gruplar ve tck tck bireyler bunalımdan çıkış için
"sihirli formül ve projeler" beklentisine girerler. Doğruların tckran geniş bir
kesim için bıktırıcı ve işlevsiz görünür. Onların size sorduğu tek soru vardır:
"İyi, güzel de sizin bunalımdan ç ıkıp, kısa zamanda kitleselleşmek için bir
somut projeniz, önerdiğiniz somut araçlar var mı?" Siz, hiçbir sihirli formül ün üzün
olmadığını, böylesi zor dönemlerdeki tck çıkış yolunun konjonktürel zorluklar
karşısında gerilemernek ve kendi ihtilalci sınıf örgütünü yaratma perspektifiniz
doğrultusunda ısrarlı bir çalışma yapmak olduğunu söylediğinizde ise, size
gerçekte kendi ruh hallerinin ve içine yuvarlandıkları boşluğun (yoksa batağı n
mı?) iyi b i r göstergesi olan ş u küçümseyici karşı lığı verirler. "Böyle k lasik
doğruların bugün artık fazla bir anlamı yok!"
Zira tasfiyecilik irade ve inanç yoksunluğuyla beslenir. Böylesi dönemlerde
yapılacak ilk ilkesel ve doğru davranış irade ve inançsızlıktan kopuşmak ve o
"klasik" yolda ısrarla ve kararlılıkla yürümektir.
Unutmamak gerekir ki, o "klasik" yol, tarih onu böylesi deneyimlerde
doğruladığı içindir ki "klasik" olmaya, böyle nitelenmeyc hak kazanm ıştır.
Ekim 1992
D üzeltme:
E. Eralp 'in Ekimler sayı: l 'dc yayınlanan Türkiye Sol llareketi başl ıklı
yazısında bazı dizgi hataları yeralm ıştır. B unların anlam bakım ından öneml i
olan ikisini düzeltiyoruz.
Sayfa 1 39 'daki "çağın tipik" ifadesi "çağın atipik" biçim inde, yine aynı
sayfadaki " Kaypakkaya Türkiye 'deki başçelişmey i" ifadesi "dünyadaki
başçel işmeyi'' biçi minde olacaktır.
153
Empe ryalist metrop ollerde
güçlenen faşizm
İlhan G ÖK DEMİR
Faşist akı mların güçle,nmesi son bir kaç yıldır emperyalist metropollerde
politik yaşamın abartmasız başlıca konularından biri hali ne gelmiştir. B una
1 993 yılı sonunda nihayet Rus örneginin de eklenmesi faşist akım ların y ükseli­
şine yeni boyutlar kazandırdı. B u nedenle, yarım asrı aşkın bir aradan sonra,
yeniden örgütlü bir tarzda uç veren ve güçlenen faşizm , kuşkusuz dönem i n en
belirgin siyasi gelişmelerinden birisi sayılmal ıdır.
Avrupa' nın bir çok ü lkesinin günlük yaşamında tanık olunan gelişmelerin
yanısıra, klasik politik göstergeler de faşizmin güçleome seyrini sürekli kanıtlıyor­
lar. Örnegin 1 992 yılında Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere ve Avusturya gibi
Avrupa'nın bir çok ülkesinde m i l letvekili, senato, eyalet, bölge, belediye vb.
türden seç imler yapıldı. ABD başkan lık seçim leri de aynı yıl içinde sonuçlandı.
Bu seçim ler öteki yönleriyle nasıl yorumlanırsa yorumlansınlar, ortaya çıkardık­
ları tartışmasız sonuç var. Bu, ortak ve genel bir egilim olarak burjuva gericiliginin
güçlenmesi ve faşizmin yeniden hortlamasıdır.
O dönemden bu yana Avrupa'nın degişik ülkelerinde şahit olunan ve faşiz­
m in giderek güçlendiğini kanıtlayan gelişmelerin yanısıra, Rusya 'da Jirinovski 'nin
başını çektiği hareket ile '93 Aralık ayında İtalyan faşistlerinin belediye seçimleri
vesilesiylc elde ettikleri başarı , faşizmin yükselişinin yeni som ut göstergeleri
oldular.
Tckelci burjuva medyanın olayı geniş kitleler nezdinde yal ın ve dolayı msız
154
bir biçimde ortaya koyması ve irdelemesi elbette �cklencmcz.Ne de olsa sözko­
nusu ülkelerde, kitlelere evrensel bir model olarak dayatılan o sözde alternatifsiz
burj uva demokrasisi yürürlüktedir. Onun gücüne gölge düşürmek olacak şey
değil!
Kapitalizm in hem anavatanı ve hem de vitrini sayılan Avrupa'da faşizmin
ç ıplak iktidarı yakın geçmişte yaşandı, faturası ödendi. Aradan geçen zaman
pek fazla sayı lm az. Her ne kadar insanlığın kollektif hafızası önem li ölçüde
erozyona uğratıldıysa da, asrın ortasında yaşanılanlar tamamen unutulm uş değil­
dir. İnsanlık tarihi bir çok açıdan rcvizyondan geçirilmiş, olayın ideolojik
boyutu öneml i ölçüde iğdiş edilmiştir. Ancak buna rağmen faşizmin açtığı
yaraların anısı hafızalarda hala canlılığını korumaya devam ediyor.
Başka bir ifade ile burj uva düzenin bağrında filizlenip çıkan ve iktidar
olan faşist ideoloji ve hareket, kurulu kapital ist düzenin alnına chediyen kazın­
m ıştır. Tüm çabalara rağmen bunu unuttmmak kolay değildir. Dolayısıyla tckelci
burj uva medya kurumlarının burjuva düzenin bir türevi olan faşist akıma genel
olarak yaklaşımları, onu tanıtma biçimleri, burjuva düzenin genel gereksinimle­
rini karşılamak ve onu her fırsatta aklamak durum undadır.
Faşizm in yarım asır aradan sonra yine aynı mekanda, yani dünyanın her
bakımdan en gelişmiş, en i leri, en zengin ve "kültürl ü" kapitalist ü lkelerinde
yeniden türcmcsi bir tesadüf m üdür?
Bu ülkelerde toplumun siyasal nabzı, periyodik seçimlerden önce son yıllarda
neredeyse günübirlik hazırlanan ve egemen g üçlerin elinde etki l i bir yönlendir­
me aracı işlevi gören kam uoyu araştırmalarıyla ölçülüyor. Son yıllarda gerçek­
leşen seçimler, söz konusu kamuoyu araştırmalarının sonuçlarını doğrulamanın
yanısıra, bu toplumların genel siyasi ruh hal lerini de ana hatlarıyla ve görece
berrak bir biç imde gün ışığına çıkarm ış oluyorlar.
Kuşkusuz seçim sonuçları, kamuoyu araştırmaları ve siyasal tahm inler
toplumsal yaşama i lişkin olarak bir çok açıdan irdelemeyi gerektiren yığınla
faktör içeriyorlar. Fakat her konuda oldugu gibi faşist tırmanış konusunda da,
burjuva medya kurumunun yorumları genellikle esas olanı tali olana bogduruyor,
gerçeği karartıyor.
Konumuz olan faşist hareketin gelişmesi de bu örneklerden birisidir. ABD
dahil, Bali Avrupa toplumlarında son bir kaç yıldır gözlemlcnen , yaşanan, yer
yer ş iddet aracılıgıyla kendisini i fade eden, dolayısıyla genel bir seyir kazanan
ve burj uva gözlemcilerinin çogu kez "po/ilik radikalleşme" olarak degerlendirdiklcri
faşist tırmanışı bu açıdan incelemek önemlidir.
Her ne kadar burjuvazi iletişim araçları aracılıgıyla "faşist tırmanışı" k itleler
nezdinde olagan göstermeye, çoğulcu liberal demokrasinin dogaı bir i fadesi ya
da c i lvesi olarak kabul ettirmeye çalı şıyorsa da, bazı gözlemcilcr, olayın kazan­
dıgı boyutlar ve yaptıgı tarihsel çağrışım karşısında, yer yer 1 930'1u yıllardaki
faşist dalga i lc paraUellik k urmak zorunda kalıyorlar.
Zira, 1 930'1u yılların başında İtalya, Almanya ve İspanya'da başlayarak,
önce Avrupa' y ı saran ve g iderek dünyayı ikinci emperyalist savaşla yüzyüze
155
bırakan, insanlıga tarihinin en büyük vahşetini yaşatan faşizm, o dönem, konjonk­
türel ve özel bazı toplumsal nedenlerden dolayı yaşanış biçimi önemli ölçüde
farkl ı da olsa, özünde aynı mekanda ve benzer koşullarda, görece benzer bir
gel işim sürecinden geçerek hedefine ulaşmış, iktidar olmuştu.
1 930' lu yıllarda oldugu gibi, yarım yüzyılı aşkın bir aradan sonra bugün
de, faşist ideolojinin ç ıkış kaynakları, dayanak noktaları, istismar cuigi sorunlar
ve ona objekti f olarak güçlcnme olanakları sunan faktörler aşagı yukarı aynıdır.
Yanısıra, faşist partiler bugün de kapital izmin yıkımına ugramış ve ugrama
endişesiyle yaşayan benzer bir topl umsal tabana dayanarak gelişiyor.
Kapitalizmin 20 yıldır sürmekte olan ve bugün giderek agırlaşan son iktisadi
bunalımı, faşizmin yeniden güçlenişinin temel ve objektif nedenini oluşturuyor.
ABD ve Avrupa ülkelerinde beliren ve tüm ekonomik sektörleri kapsayan,
giderek dcrinleşen kapitalist iktisadi buhran uzun yıllardır tüm d ünya ekonomi­
sini kapsamış bulun uyor. Faşizm sistemin bunalımını aşmak için bir karşı
devrimci alternatif olarak güçlendiriliyor ve bizzat tckelci emperyalist burj uvazi
tarafından hazırlanıyor. Çünkü bunal ımın önüne oıagan yöntemlerle bir türlü
geç ilemiyor ve düzen içi hiçbir reçete onun pozitif anlamda dizginlcnmesine
yetmiyor.
Ne var ki ve ne yazık ki, bu bunalımın neden oldugu sosyal hoşnutsuzluk
bugün henüz düzen karşıtı devrimci bir alternatife de dönüşmüyor, dönüştürüle­
m iyor. Toplumsal hoşnutsuzluk kendisini ancak periyodik olarak Paris 'tc, Bcrlin '­
de, L ivcrpool 'da ortaya koyan ve en son olarak da, daha geniş ölçekle Los
Angeles ' te gösteren, biçimsiz, ufuksuz, perspektifsiz bir kendiliğinden patlama
aracılıgıyla i fade ediyor.
Kapital ist si stem in üreuigi ve dolay ısıyla dogrudan sorumlu oldugu bu
sosyal hoşnutsuzl uk, gerçek m uhatabı burjuva düzene yöncleceginc, zaman
zaman sonuçta ona hizmet eden bir araca, ona dönem dönem nefes ald ırtan bir
emniyet sübabına bile dönüşebil iyor. Böylelikle elkisini ters yönden daha somut
bir biçi mde kanıtlayan bunalım , faş izmin ilk basamağı ve can damarı olan
ırkçılık, şovenizm ve yabancı düşmanlığı duygularını besleyip geliştiriyor. Karşı
devrimci bir dinam iğin zem inini, koşullarını hazırlı yor.
Almanya'da dünün abahları Yahudilcrdi. Kapital izmin krizinin sorumluları
olarak suçlanıyorlardı. H itler faş izmi 6 m ilyonunu toplama kamplarında, gaz
odalarında, sabun fırınlarında imha etti. B ugün ise, tüm zindel igine ragmcn
yine bunalımda olan Alman ekonomisi, burjuvaziyi yeni "Yahudiler" keşfetmeye
zorluyor. Alman burj uvazisi - bu kez de mültec ilere, göçmen işçi lere sarı Yahudi
y ıldızını yapıştırmak istiyor.
İktisad i durgunl uğun sorum lusu dıştan gelen ticari rekabettir; işsizligin
kaynagı göçmen işçilerdir; h ızla artan adi suç i�lemenin, uy uşturucu tüketiminin
fai l ieri "ikinci nesil" denen ve entegre olmamakla suçlanan genç yabaneılardır,
deniliyor. Yani bunalımdaki kapitalist düzenin yarattığı her ol umsuz sorunun
sorumluluğunu yıkacak biri leri , bu aşamada tercihen yabancılar aranı yor ve
m utlaka bulunuyor. Kısacası Almanya da tüm kapitalist metropoller gibi düzenin
156
bunal ı m ına düzen dışında "sorum lu" arıyor.
Burjuvazi iktisadi bunalımın toplumdan d ıştaladıgı veya dıştalamakla tehdit
edip telaşlandırdıgı toplumsal katmanları, sistemin krizine, ç ıkmazına, yarauıgı
iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel sorunlara, düzenin kendi dışında sorumlu
aramaya teşvik ediyor, onların hedefin i şaşırtıyor. Böylece ekonomik bunalımın
yarauıgı sonuçlara karşı duyulan tepki dini, etnik, ırkçı, m i l l iyetçi vb. faktörlerle
yogrularak, radikal ama irrasyonel politik bir cereyanın dinamigine dönüştürülüyor.
B urjuva düzeni şiddet yol uyla savunmayı öngören kanallara akı tılıyor.
B u karşı devrimci dinamigin besleyip gelişlirdigi ccrcyan, faşizm, iktisadi
çıkınaza geç m işte oldugu gibi şimdi de düzeniçi otoriter bir alternatif öneriyor.
B u nedenle bunal ı m ı aşmakta burj uva demokratik mekanizma yclencksizlikle,
laçkalıkla suçlanı yor, horgörülüyor. Düzen, aile ve ulus kavramları yüceitici
temelde ama ikiyüzlücc işlenerek geri kitlelerin duygularına hitabedi liyor, onların
kaba önyarg ıları okşanı yor.
Benzer nedenler genell ikle benzer sonuçları dogurur. Balı Avrupa'da faşizmi
bünyesinde besleyip doguran ve geçm işte ona iktidar yolunu açan ekonomik
yapının, yani kapitalisı sistemin, ayakta kalması ihtiyacı, aynı ıchdidin yenilenmesinin
temel kaynagıdır.Kapitalizmin çıkınaza girip sıkışugı her durumda, burjuvazi
kendi düzeniçi alternati fin i koşul ların ol uşmasına baglı olarak hazırlamak
durumundadır. B u neden le kapitalisı sistem potansiyel olarak her zaman faşizme
gebe konumdadır. Bu potansiyel tehlike, iktisadi bunalımın derinlcşmcsine,
kökleşmesine ve sosyal sonuçlarının kronikleşmcsinc paralel olarak, son bir
kaç yıldır bir çok mekanda ve aynı anda, karşılıklı birbirini etkileyerek ve
destekleyerek , iyiden iyiye kabarıyor, güçleniyor, kök salıyor. İkinci emperyalist
savaşın ardından bürünmck zorunda kaldığı uysal , suskun görünümü tcrkediyor.
Bazı büyük sermaye çev�clcrinin cömert mali desteğiyle ve ultra-libcralizmin
ekonomik ve sosyal yaşamdan dışladığı toplumsal kesimlerin oylarıyla seçim
sandıklarında boy gösteren , klasik burj uva parti lerinin birbirlerini karş ılıklı
y ıpraımada demagoj ik bir seçim malzemesi olarak kullandıkları kahverengi
akım, neo-faşizm , eger mevcut gelişim seyrini korumaya devam ederse, tıpkı
1930 ' 1 u yıllarda oldugu gibi , büyük sermaye çevrelerinin aç ıktan dcsıcgini
alarak, yeniden kara bir dalgaya dönüşmenin olanakların ı bagrında taşıyor.
B urjuvazinin faşist gruplara vcrdigi destck ve sagladıgı olanaklar hakkında
çok şeyler söylenebi lir. B unlardan en etkili olanı i letişim araç larıdı r. Örncgin,
burjuva medya kurum ları periyodik olarak gerek televizyon, gerekse yazılı
basın arac ılıgıyla, faşist akım ların gelişip güçlenmesine il i şkin dcgerlcndirme­
lcrde bulunuyorlar. Bu değerlendirmeler genellikle sözkonusu neo-faşist grupların
bir saldırıda bulunduklar ı , bir seçim başarısı elde euik lcri veya herhangi bir
vesileyle adlarını duyurdukları bir zamana denk gelmektedir.
Eger faşistler bir yahudi mezarlığına saldırm ışlarsa, sokakta bir yabancıyı
öldürmüşlerse, yüzkarası bir avuç serseri ya da marji nal bir şebeke olarak
nitelendirilir, ama uzun uzadıya tanılll ır, bir türlü rek lamı yapılır ve olay sonuçta
y ine de bir adi pol isiye vakaya indirgenerck geç işliri lir. Eger herhangi bir
157
faşist grup politik bir etkinlik gösterir, bir toplantı veya bir yürüyüş düzenler,
nazi sembolleriyle süslü bir gövde gösterisinde bulunursa, tekelci medya bu
kez sözkonusu faşist mihrakı tarihsel kökeninden soyutlayarak sıradan bir politik
güçmüş gibi sunar. Yarım yamalak negatif terimlerle inatçı m ücadelesini, kararlı­
l ığını ön plana çıkarır.
Fakat sözkonusu vesile eğer bir seçim başarısı ise, tcrminoloj i hemen
degişir. Kesinlikle faşist, ırkçı veya şovenist gibi sıfatlar kullanılmaz; "aşırı
sağ" diye n itelendirilir, başarının bir m ucize olduğu, hareketin marj inallıktan
kurtulup nihayet "halkoyu" ilc meşrutaşma sürecine girdiği ve aruk "dcmokrasi"nin
de bir gereği olarak oıagan bir politik güç m uamelesi yapılması zorunluluğu
doğduğu vaaz edi lir.
B urjuvazinin medya aracılığıyla faşist akımlara karşı tak ındığı ve özetle
i fade etmeye çalıştığımız bu tavır, ilk bakışta pek fazla bir anlam ifade etmiyor
olabilir. İ leride burjuvazinin faşist gruplarla olan dolaysız ilişkileri hakkında
başka somut örnekler verilecektir. Ancak burada di kkatleri çekmek istediğimiz
nokta şudur: Eğer, örneğin Berl in'de bir dazlak grubun bir Türk' c saldırısı so­
nucu olay basında enine boyuna tanılilıyor ve teşhir ediliyorsa, bu tavrın burj uva
basının demokratl ığından veya objektifliğinden kaynaklanmadığı açıktır.
B urjuva basının yaydığı her imaj , sarfettiği her söz bilinçli bir hesabın
ürünüdür. Önceden saptanmış bir amaca hizmet için kul lanılır. Her ne kadar
bu yöntemle faşistler toplumun bir kesiminin nefretini alıyorlarsa da, zaten bu
asıl faşist şefler tarafından göze alınmaktadır. Nitekim toplumun öteki bir
bölümünün de sempatisini kazanıyorlar. Onları i lgilendiren bu toplumsal kcsimdir.
B unlara hitabedebilmek, kazanabilmek ve örgütlcycbilmcktir.
B urjuvazi ve faşist gruplar arasında, medya kuru m u aracılığıyla, deyim
yerinde ise bir eylem birliği sözkonusudur. B urjuva basın faşist partilerle o
partilere potansiyel taban olabilecek toplumsal katmanlar arasında bir tür aracı
rolünü oynamaktadır. B urj uvazi tarafsız ve masum pozlara bürünerek, basın
ve yayın kurum larını faşistlere bir propaganda kürsüsü olarak sunuyor, bilinçli
olarak kullandırıyor. Ve onlar da bu olanaktan bol bol yararlanıyorlar. Zaten
amaçlanan da budur. Nitekim bu yöntemle, yani manip u lation mediatique
sayesinde, kısa sürede önem li başarılar elde ettiler.
*
* *
Konunun bir başka yö.nüne geçiyoruz. Kapitalist dünyanın politik panorama­
sını son bir kaç yılın kamuoyu araştırmaları ve onları her defasında doğrulayan
seçim sonuçlarının ışıgında değcrlendirdiğim izde, faşizmin yeniden toparlanıp
gelişmesinin objekti f ortam ını ve koşullarını oluşturan genel bağiarn ı üç ana
noktada toparlayabi liriz.
1- B u rj u va d ü ze n i n bunal ı m ı
Parlamenter s istem in krizi deniliyor. Klasik siyasi partil ere rağbetin
azalmasından, sandıktan kalıcı siyasi iktidarların çıkmamasından, hükümetlerin
158
ortalama ömürlerinin kısalmasından, insanların politikaya soguk bakmalarından
ve dolayısıyla radikal yaklaşırnlara daha fazla ilgi göstermelerinden bahsediliyor.
Burjuva politik yaşarnın krizde oldugu kuşkusuz dogtudur. Egcr öyle olmasaydı,
geçen seçim lerde ABD başkanlıgına soyunan Texas 'lı milyarder Ross Perot,
yaşamlarından hoşnut olmayan Amerikalı seçmenierin nabzına şerbet vermek
için talip oldugu mevkiyi , dünya burjuvazisinin rnekkesini kastcderek, , elime
bir kürek alıp Washington ahırını temizleyecegim" türünden kaba, popülist,
dcmagojik iddialarda bulunabilir m iydi?
Eger öyle olmasaydı, bir çok Avrupa ülkesinde yapılan geniş kapsamlı
"kamuoyu araştırmaları"nın sonuçlarına göre, politikacılara en fazla layık görülen
sıfatlar hırsız, rüşvetçi, sahtekar vb. olur m uydu? İ talya'da Andreotti, Craxi;
Fransa'da Miucrand ' m yakın çevresi, hırsızlıkla suçlanmaz, cezaevlerine atılmak
zorunda kalmaz, mahkeme kapılarını aşmdırmazlardı. ABD ve İngiltere günübirlik
politik yönetic ilerin karıştıkları yüzkızartıcı skandallara şahit ol mazdı vb.
Ne var ki, burjuva düzenin çürümüşlügü hiç de bu d üzeyle sınırlı degildir.
B urjuva parlamenter sistemin giderek gcnclleşmeye yüz tutan bunal ı m ı veya
k itleler nezdinde açıktan itibarsızlaşması, burjuva d üzenin genel bunalım ının
sadece ortak kabul gören ve itiraf edilen en y üzeydeki görünümü ve boyutlıdur.
Dolayısıyla tali yönüdür, buz dagının görünen ucudur.
S iyasi kurumlar düzeyinde göz temlcncn ve muhatapları tarafından da açıkça
itiraf edilen bu yozlaşma, sistemin, kapital izmin özünden süzülüp geliyor. Esas
çürüyen, yozlaşan, ayar tutmayan ve burjuva politikacılarının çaresizlik içinde
seyretmek dışında h ükmedemediklcri asıl alan, sistemin temelidir, iktisadi­
toplumsal altyapısıdır.
D ünyanın en zengin bölgesi olan AET ülkelerinde işsiz insan sayısı
on m ilyontarla (neredeyse 30 milyon) ifade ediliyor. AET dünya nüfusunun
% 6 ' sını barındırırken, toplam d ünya zenginliklerin in ve gel irinin % 1 8' ine cl
koyuyor. Dünyada refahı n anavatanı sayı lan aynı kıtada, ı 975 ' te, yoksul insan
sayısı 38 m ilyondu. 1 985 'de 44 milyona çıkan bu rakam , 1 992'de 53 m ilyonu
geçmiş bulunuyor. Yani sorun burjuva parlamenter sistemin politik ku�um­
larıyla birlikte yaşadıgı aksaklıklardan degi l, o politik ve kurumsal yapıyı
işlevsiz bırakan temel dayanaktan, iktisadi yapıdan kaynaklanıyor.
Ve iktisadi krizin dogrudan uzantısı olarak, burjuva politik yaşamda da
.
benzer ve gittikçe karmaşıklaşan, burjuvazinin çözmekte çaresiz kaldıgı bir
ç ıkmaz gelişiyor. Kapital izmin iktisadi ç ıkmazını aşmak için devreye sokulan
düzen içi çözümler giderek tükeniyor. Aynı reçeteler döne döne uygulanıyor.
Bu çaresizl ik burj uva düzen partilcrini ve politikalarını diskalifiye euigi gibi ,
düzen içi radikal bir alternatifin nesnel koşullarını olgunlaştırıyor.
Kapitalizme alternatif devrimci bir fiili seçencgin henüz günrlemde olmadıgı
u l uslararası koşullarda, sah te ve demagoj ik bir "radikal alternatif' düzenin
kendi ürünü olan faşizmde ifadesini bul uyor. Kapitalizmin bunalımın ı n burjuva
politik yapıyı tüm aktörleriyle birlikte işlevsiz bırakması, faşizmin gelişim
sürecini kolaylaştırıyor.
159
II- Klasik d ü zen partilerinin i şlevsiz l i gi
Kapitalist düzenin bunalımı klasik siyasi partilerin hareket alanını daral­
tıyor. Sınıflar arası çclişkilcrin kcskinlcşmcsine paralel olarak, bu partilerin
toplumsal sorunlara ilişkin söylemlerinden üstlendikleri roBerin gerçek niteligi
açıga çıkıyor. Toplum sal sorunlar karşısında işlevsiz kalmış partilere neden
insanlar i lg i göstersin ki?
Tekellerin, çok uluslu şirketlerin karları astronomik rakamlarla ifade edilirken,
sefaJet de alabildigine çogalıyor ve yayılıyor. Örncgin, 340 milyon n ü fuslu
AET ülkelerinin ekonomik politikas ını, en büyük 45 tckel in yöneticileri AET
komisyonu başkanı Jacques Dclors'la birlikte yönlendiriyor ve biçimlcndiriyorlar.
Elbette tümüyle tekellerin çıkarları ve i htiyaçları dogrultusunda. Bu nedenle
sözkonusu partilerin eskiden oldugu gibi yogun kitle dcstcgini alamamaları,
geleneksel oy potansiyellerini korumada epeyce zorlanmaları, hiç de şaşırtıcı
degil.
Düzenin çivisinin çıktığının bir başka göstergesi ise, periyodik olarak ya­
pılan scçimlerdir. Katılımın ve ilginin düzen l i olarak azalması fenomenin sadeec
bir boyutu. Buna rağmen seçimden hemen sonra bir erken seçim havasına
giriliyor. işbaşma getirilen her yeni ekip popülaritesini ancak birkaç ay muhafaza
edcbiliyor. Fakat geri kalmış ülkelerin tersine, Avrupa'da düzenin m uhalefette
kalan partileri, iktidar partilcrini fazla yıpratmak ve sandık başına gitmeye
zorlamak tutumu izlcmiyorlar. Danışıklı dögüşlcrdcki g ibi, ölçülü davranıyor,
işin dozunu kaçırınamaya, yani düzeni yıpratmamaya özel bir özen gösteriyorlar.
Örncgin, Almanya'da Koh l ' un CDU 'su ilc müttefikleri, Dogu Almanya'yı
resmen satın alarak elde ettikleri zaferin ürününü sandıkta bulamadılar. Tersine
geriledi ler. Buna ragmcn ayakta kalmalarını SPD'nın bir alternatif oluştur.ımamasına
borçludurlar. İngi ltere'de Major yeni olmasının verdiği bir kaç aylık krediden
ve bayan Thatchcr'dcn kurtulmanın toplumda yarauıgı rchavcttcn yararlanarak,
iş işten geçmeden seçmeniere muhafazakarlara g üveni yeniden onaylattı.
Kimi ülkelerde, örneğin İtalya'da Andreotti 'nin Hıristiyan Demokratları' nın
son m i lletvekili seçimlerinde, eşine rastlanmam ış d ikey bir düşüş yaşadıkları
.
görüldü. Son belediye seçimlerinde ise tamamen si lindi ler. İtalya' n ı n pol itik
yaşamı , bir bakıma Avrupa'da en iğrenç skandallarla süslü, en dcjcncrc oluşumdur.
S iyasi partilerin kirli çamaşırlarının sokaklarda sürekli scrgi lendiği ülkelerin
başında geliyor. Bu ülkede ikinci emperyalist savaştan bu yana ortalama h ükümet
ömrü altı ayı bulmamaktadır.
ABD başkanlık seçimlerinde Bush 'un, Körfez savaşı, Dogu Bloku 'nun
çöküşü, Nikarag ua' daki devrimci Sandin ista iktidarının yıkı lınası gibi bir çok
faktörün sağladıgı kred iyle normal olarak zorlanmaması, rahatl ıkla yeniden
seçilmesi gerekiyordu. Ancak , önscç im lcrde Cumhuriyetçiler kampında ırkçı
faşist çıkışlarda bulunan Patrick Buhanan tarafından zorlandı ve Demokrat
B ill Clinton karşısında hezimete ugrad ı.
Sosyal demokratlar' ın Avrupa 'daki durgunlugu son yıl larda genel bir çöküşe
160
dönüştü. Kaleleri ve övünç kaynagı referansları sayılan İ skandinav ülkelerinde,
geleneksel konumlarını ve özgünlükleri n i çoktan kaybcniler. S osyal adaletin
ve toplumsal paylaşımın sözde ömeg i , refah devletinin sembolü sayılan İ skandinav
ülkelerini de ulıra-libcralizm silindir gibi ezdi geçti. Sosyal demokratJarın hanesine
yazılmış toplumsal kazanımlar günbcgün u rpanlanıyor. Ve bu partilerin kendileri
de g ittikçe ç ıkınaza gömülüyorlar.
İ ngillere ' de İ şçi Partisi m uhalefelle kalma rekoru k ı rmaya devam ediyor.
İ ngiliz burjuvazisi nezdinde ilibar kazanmak, uluslararası düzeyde esen gericileşme
rüzgarına ayak uydurmak, yani handikaplarından kurtulmak için "trotskisl''
d i ye tanıLılan radikal kanadını tasfiye euikten sonra da, bckled igi ve umut
euigi m ükafata bir türlü kavuşamadı. Bu kez de yeni şetleri S m ith işbaşına
gelir gelmez İ şçi Panisi 'n i sendikaların etkinliginden kurtaracagını vaadelli.
.
Parti tüzügünde yapılan değişikliklerle, işçi aristokrasisinin parti yönetimindeki
i mtiyazları budandı. Şu an İ ngiliz burjuvazisinin yedek Iastiği olarak hükümet
olma s ı rasın ı bcklcmeye devam ediyor.
A lmanya 'da, FDP'nin i ll i fak aynaklığından b ıkan SPD, bir dönem yeni
bir u m u t kapısının açı ldıgı n ı san m ıştı. Bu umudu çevreci Yeşil ler Hareketi
oluşturuyordu. Son i k i on y ı l ın saman alevini andı ran bu yeni politik gücüyle
ittifak yaparak güç dengesini kendi lehine çevirmeyi düşünen SPD'nin bu
hayalleri de boşa ç ıktı. Kaldı k i , SPD bu illi fak taktiğini uç noktaya kadar
götürdü. Yeşi llerin taleplerin i öne m l i ölçüde kendi program ı na ald ı . Böylece
sözde çağın gereksinim lerine cevap verebi leceği n i ve dolayısıyla daha geniş
bir toplumsal kesimin dcstcgini alabileccğin i umdu. Sonuç çok fazla dcğişmedi.
Koh l hükümetinin bunalımın girdabında ç ırpınmasına karşı n, SPD'nin k itleler
nczdindcki ctkinligi artmıyor. Bu, kronikleş m i ş ilibarsızlık bir yana, SPD'nin
Brandt ve Schmidl'den sonra partide otorite sağlayabilecek kalıcı bir şef dahi
çıkaramayı ş ı , buna l ı m ın sadeec uç noktadaki göstergesid ir.
Ekonom ik, politik ve sosyal yaşamı tamamen mafyanın vesaycti altında
bulunan İ talya'da, Crax i 'nin önderlik euiği Sosyalist Partin in, İ talyan Komünist
Parti si 'nin bölünerek yarı yarıya oy kaybetmesinden sonra, normal olarak daha
rahat nefes alması, etkinlik alanını gcnişleunesi ve oy omnını arturması beklcnirken,
i lkin geriledi ve ard ından da dikey bi� d üşüş, bir çöküş yaşad ı .
İ spanya 'da Gonzalcs ' in sosyal istleri Franco rejiminin b ı raktığı vahşi ve
şaibeli m i rasın sonucu iktidar oldular ve bu sayede iktidarı korumaya devam
çdiyorlar. Sosyal ist etiket altı nda l iberal izm i, başka ül kelerdeki benzerleri gibi,
l i beral lerden daha yetkin bir tarzda ve kitle m uha lefeti yle karş ı laşmadan
uyguluyorlar. Neredeyse yarım asır süren Franko diktatörl üğünün İ spanya sağını
derinlemesine itibarsızlaşllrması, Gonzales'in işini epeyce kolaylaştırıyor, liberalizm i
uygulamada onu objektif olarak alternatifsiz bırakıyor. Tüm yıpranmışlığına
ragmen PSOE 'nin son seç imlerde elde eniği sonuç, bu al ternati fsizligin en
som ut gösterges idir.
Sosyal demokrasinin en deneyiml i önderi, adeı.a idcologu sayılan F. M iuerand,
uzun süredir tcknede kullanılacak barut bımkmadı. Dcmoknıtik yoldan "sosyalizm"i
161
etmek adına toplumsal bir dinami�e öndcr\ik ederek devlet başkanı scçilmişti.
Bir kaç aylıgına bir takım popüler önlemler aldıktan sonra, 13 yıldır liberalizmin
pcdagojisini yapmaya, Fransızlara işlctmccitigin, pazar ekonomisinin, özel teşebüsün
meziyetlcrini anlatmaya devam ediyor. Fakat kitelerc yönel ik söyleşilerinde
istisnasız mutlaka bir fırsatını bulup, "biliyorsunuz ki ben sosyalistim , diye
hatıriatmada bulunması dışında, selefi Giscard' ı hiç aratmı yor.
Fransa'da, Mitterrand'ın Sosyalist Parti'si , Mart 1 993 seçimlerinde, Fransa
tarihinde hiçbir iktidar partisini n bugüne kadar alrnadıgı bir yenilgi i lc
.
müfakatlandırıldı. B urjuvazi onu on yıl kullandıktan sonra k i rli bir çorap gibi
kenara attı. Pol itik sahnede adı artık nadiren duyuluyor. Kuşkusuz bu onun
sonunun gcldigi anlamına gelmiyor. Çok geçmeden burjuvazi ona ihtiyaç duyacak,
şaibcli skandalları unuuurulacak, silik imajı yeniden restore edilecek ve piyasaya
alternatif bir güç olarak sürülcccklir.
ABD'de ise burjuva siyasetin yozlaşmışlıgının sonuçlanm ış, artık katılaşmış
bir biçimi yaşanıyor. Cumhuriyetçi Parti ilc Demokrat Parti arasında amblemleri
dışında hiçbir fark yoktur. Adına parti denen bu kuruluşlar reklam şirketlerine
adayının tan ıtım ka.mpanyasını sipariş veren bir acenta bürosundan başka bir
i şlev görmüyorlar. ABD, depolitizasyonun uç noktalara vardıgı , başkanl ıga
aday gösterilen kişinin ai lesi ve özel yaşamı ilc birlikte, televizyon ekranlarında
m i lyonlarca seyircinin huzurunda çarşıda pazarda alınıp satılan sıradan bir
metaya özgü kriterlerle tanıtıldıgı bir ülke. Bu nedenle tckelci aşamada burjuvazinin
en ideal "demokrasi" modelini ol uşturuyor.
Hükümet veya siyasi iktidarın geleneksel nöbet devir-tesl i m denklemi,
ABD'de oldugu gibi, artık Avrupa ülkelerinde de politize olmuş coşkun bir
seçmen destcginc dayanarak gerçcklcşmiyor. İ nsanlar teri min en kaba ve en
ilkel anlamıyla resmen kandırılıyorlar. Seçmeniere garip oldu bitliler, sahte
seçenekler kolayca onayiatılıp meşrulaştırılıyor. Bu nedenle politik yaşama
karşı giderek artan bir kaygısızlık, ilgisizlik ve bezg inlik, özünde düzene karşı
duyulan kendiligindenci bir nefretin pasif bir ifadesidir.
III-
Devrimci alternatifin olu şmamasi
Kapitalizmin derinleşen çok boyutlu bunalımı karşısında işçi sınıfı hareke­
tinin Avrupa'da halihazırdaki ideolojik etkinl igine ve politik varlıgına gelince,
malesef gerçc�i teslim etmek ve dolayısıyla olumsuz bir tablo çizmek zorundayız.
Karşı devrimci güçlerin şahlanmaya başlad ıkları , sermayenin saldırılarına her
gün bir yenisini cklcdigi bir ortamda, Avrupa'da işçi sınıfı hareketi bugün
halen dagınık, örgütsüz ve devrimci bi r önderlikten yoksundur. İ deolojik bir
ccreyan eslirmek, politik bir agırlık oluşturmak, sermayenin doludizgin saldırılarına
gögüs germek, politik bir çekim merkezi olmak bir yana, işçi sınıfı, ekonomik
talepleri dogrultusunda veya tarihsel kazanım larını korumak için bile henüz
topyekün harekete geçemiyor.
B urjuvazi işçi sın ıfının bu durumuyla aç ıklan ve hiç çekinmeden alay
1 2
etmektedir. Onun on yıllar boyunca çetin m ücadelelerle, kan dökerek elde
euigi ekonomik ve demokratik kazanım larını bakanlık teknokratları, i şveren
danışmanları h içbir kaygıya kapılmadan, çogu kez sendika bürokratlarıyla i şbirli gi
ve suç ortaklıgı içinde , tek tck makaslamaktadırlar. Buna itiraz edilebilir. Denebilir
ki, Avrupa'nın tüm ülkelerinde bir çok işkolunda günübirlik grcvlcr yaşanıyor,
sosyal çalkantılar sürüp gidiyor, hatta genel grevlcr patlak veriyor vs. B ütün
bunlar elbette dogru.
Fakat i şçi sınıfı toplumsal bir güç olarak sermayen in saldırıları karşısında
kendisini yalnızca savunmaya çalışıyor, dahası pasif savunmadan aktif savunmaya
bir türlü geçemiyor. Oysa yaşanan saldırılar parça parça yürütülen eylem lerle,
kısmi genel grevieric bcrteraf ed i lebi lecek tü rden deg i ldi r. Ortam ve koşullar
başka cevaplar gerektiriyor.
Sorunun ul uslararası boyutunu saklı tutmak kaydıyla, bu durumun esas
sorumlulugu kuşkusuz işç i s ın ı fını Fra nsa' da İ tal ya d a, İspanya'da, Portekiz'de
"resmen" temsil eden, tamamen sosyal dcmokr.ıtlaşmış, ruhsuzlaşmış eski komünist
partilerinin omuzlarındadır. Bu partilerin yürüuügü politik çalışma, sınıfa ideolojik
bir iktidar perspektifi kazandırmak, onu d üzen karşıtı bir alternatif program
ekseninde örgü tlern ek yerine, sadeec kendi kurumsal varlıklarını kor um aya
yöne l ik bir endişeden öte gitmiyor.
Avrupa'da yaygın işçi eylem leri yaşanıyor. Toplumsal hoşnutsuzluk enine
boyuna yayıl ıyor, hatta bazı o rta sınıf katmanlarını da e tk i s i altına alıyor.
Fakat önderlik boşlugu her adımda kendisini ortaya koyuyor.
Avrupa'da bu rol ü oynadıklarını iddia eden partiler mevcuttur. Egcr somut
bir örnek vermek gerekirse, ilk akla gelen kuşkusuz Fransız Kom ünist Partisi
(FKP)'dir. Görkemli bir tarihsel m i ras sayesinde bugün halen ayakta durabilcn
FKP'nin 70 bin üyesi, ikinci emperyalist savaş s ı ra s ı n d a Nazilcr ve onların
Fransız işbirl ikçileri tarafından ka tledilm i ş ti. 1 947 'dc bir milyonu aşkın üyesi
olan FKP, o dön em h er scç i m dc geçerli oylarıo % 25' ini aşkın bir kesim ini
alab i l i yord u. Ş imdi ise % 5 c ivarına kadar d ü ş m üş riu r um da
Proletarya diktatö rl üg ü n ü reddeden, lafızda da olsa devrimci literatürün
tck kel i m esin i dahi kullanmayan, devrim yerine seçimle işbaşma gelme yi hedefle­
yen FKP, devrim kavramı yeri ne dcgişim, işçi sınıfı yerine i nsa nl ar teri m ini
kullanıyor. Üretim araçlarının toplumsallaştırı l mas ı ve sosyalist inşa program ı
yerine tckelci devlet kapital izmini savunuyor. Tck kelime ilc sosyal izmi teorik
ve pratik açıdan kökten reddeden F KP'nin adı ve amblemi d ışında, kom ünizmi
veya dcvrimcil igi çagrıştıran hiç bir yanı kalmamıştır.
Fransız işçi s ını fı on u on yıl lard ı r omuzlarında taşıdı ve halen önem li
ölçüde destekliyor. FKP bu destck ve fcdakarlıgı 1 98 1 'de M iLLerra nd için bir
basamaga dönüştürdü, sonucu biliniyor. FKP için işçi sınıfı kendisine seç imlerde
oy verec ek bir topl umsal tabandan, bir insan kitlesinden ibare tt ir.
Avrupa'daki diger komünist p art i leri de i şç i sınıfının seçi m se l dcstcgini,
burjuva düzenin po l i t ik ye lpazesinde tutunabilmek ve sonuçta va r olmak için
bir mani vclaya dönüştü rmüş bulunuyorlar. Denebilir ki tck cndişclcri, işçi sınıfından
,
'
.
163
aldıkları, daha dogrusu almaya halen devam ettikleri destck karşılıgında, düzen
tarafından muhatap olarak kabul edilmek ve öyle muamele görmektir.
Tek kel i m e i l e özetlemek gerek i rse, bu parti ler burjuva d üzenle
bütünleşmişlerdir ve ona ayak uydurabilmenin ugraşısı içindedirler. K lasik
burjuva politik yaşamının reformİst kanadı durumundadırlar. Dolayısıyla, Avrupa'­
da gittikçe yaygınlaşan toplumsal m uhalefeti örgütlcmcnin, yönlendirm enin ve
harekete geçirmenin halihazırda mevcut potansiyel olanaklarını tckellerinde
tutan eski komünist partilerin durumu budur. Onlar bugün için aynı zamanda
yeni bir devrimci dinamiğin doğmasının önünü tıkayan başlıca engel lerden
biridirter.
A l m anya : Fa ş i z m i n be ş i ği
İkinci emperyal ist savaşı hazırlayan ve başlatan gücün Hitler Almanyası
olması, doğal olarak anti-faşist zaferin de bu ülke üzerinde yoğunlaşmasına
neden oldu. Yeni lginin ardından I I I . Rcich artıkları nın bu ü lkede politik bir
varlık göstermeleri, örgütl ülüklerini k ısa zaman içinde yeniden o luşturmalan
zaten beklenemezdi. Fakat bu olanaksızlık elbette Nazi rej im inin yıkılınası ve
önde gelen bir avuç simasının tasfiyesinin sonucu olarak açıklanamaz.
1
Zira, Mart 1 932'dc Hitlcr 'c 1 1 mi lyonu aşkın Alman oy vermiş, Nazizme
iktidar yolunu açm ıştı. Anti-faşist zafer sonrası dönemde, faşist ideolojinin
teorik savunucu l uğunu yapm ış, pratik uygulayıcısı olmuş ve savaştan sonra
hayatta kalmış Nazi kadrosunun sayısı resmi rakamlara göre 1 20 bindir. B u
rakam Nazi rejiminin kitle gücü dikkate alınd ığında çok cüzi kalsa bile Führer'in
m irasını deviatabilir ve gclcncgi rahatlıkla sürdürebi tir kapasitede idi. Dolayısıyla
bunların sin rnek zorunda kal ışlarının esas nedeni, Kızıl Ord u 'nun o dönem
Avrupa'da estirdiği ve halk kitlelerinin de desteğini alan güçlü anti-faşist cercyanın
clkisidir.
Ancak savaş artığı Nazi kadrolarının akibct ve uğraşı larına, önce anti­
faşist zaferin rchavcti, ardısıra Doğu-Batı kutuptaşması ve nihayet soguk savaş
ortamı ol umlu bir zemin hazırlam ıştır. Al manya 'nın bölünmesiyle de örtüşerek
ağırlaşan savaş sonrasının bu özgün koş ulları, eski Nazi kadrolarının "normal"
yaşama dönmelerini kolaylaştırdı.
Sözkonusu Nazi kadrolarının akibcti konusunda, geniş kitlclcrcc olmasa
da, kısmen bi linen bir gerçek var. Yalnız bu gerçek, fenomenin sadeec bir
boyutunu temsil ediyor. Nazi m irasının en i leri teknik ve uzman kadrosunun
önem li bir bölümü ilk aşamada Almanya 'nın dışına transfer edi lmişti.
Her ne kadar bu transferi Otto Skorzcny 'nin (Skorzcny 25 Temm uz 1 943 'tc
tutuklanan Mussolini 'yi 1 2 Eylül 1 943 günü düzenlediği bir komando operasyonu
sonucu kurtaran ünlü SS şcfidir) savaşı n bitiminden çok önce, m uhtemelen
1 944 yazında o luşturduğu Odcssa Şebekesi'nin gerçekleştirdiği iddia edil iyorsa
da, ABD istih barat kurum larının, Vatikan 'ın ve papazlar aracılığıyla K ızılhaç
kurumunun küçüınscnmcyccck loj istik dcstc!ti rol oynamıştır bunda.
164
Nazi kadrosu�un kalburüstü kesim inin pratik deneyimlerinden ve teknik
bilgi birikimlerinden yararlanan devletlerin başında ABD geliyor. ABD, istihbarat
kurum ları arac ı l ığıyla on ları vesayeti altına almış, b i lgi birikimlerinden
yararlanmıştır.
D iğer taraftan , savaşı n sona ermesiyle soluğu Madrid ve L izbon 'da alan
Nazi kadrolarının dağıtımı, Franko 'nun ve Salazar'ın himayesinde gerçekleşm iştir.
Doktor Mengele 'den Lyon kasabı Klaus Barbie 'ye varan ve 7500 k işi olduğu
ileri sürülen ileri Nazi kadrosu, G üney Amerika'daki diktatörlüklerin h izmetine
girm iş lerdir. Bu ülkelerde ya en üst düzeydeki pol itik yöneticilere danışmanlık
yapm ış ya da ordu, polis ve param iliter milis kurul uşlarında örgütleyici , eğiLirnci
sıfauyla görev üstlcnmişlerdir. Kimi leri de silah ve uyuş turucu kaçakç ı lığı
dal ında ticarete atılmışlar, mafya ve faşist di ktatört ük ler arasında m eki k
dokumuşlard ır.
N azizmin şaibeli mirasından aslan payını alan devletlerden birisi de G üney
Afrika 'dır. Kitle hali nde gel ip bu ülkeye yerleşen Nazi kal ın ularıyla, 1 948
yılında Aparthcid 'ın resmi devlet ideoloj isine dönü�türülıncsi arasında dolayımsız
bir ilişki mevc uuur.
Diğer taraftan , Belçikalı Lcon Dcgrellc, Fransız De Pellepoix gibi kendilerini
iyi pazarlayamayan veya daha değişik politik/pratik nedenlerden ötürü kıtayı
terk etmek istemeyen bazı Nazi kadrolar ise, Madrid'de üs kurmayı ve Franco'nun
h izmetine girmeyi seçm işlerdir.
Bu kısmen bilinen gerçekler Nazi mirasının savaş sonrası akibelin i n v �
kullanım ının sadeec mlilcvazi bir boyutunu oluşturuyor. Fakat, bu mirasın
Almanyı.t'da kalan kesimi üzerine; geçmişin sahtekarca lanetlenmesi, Nazi dönem inin
iki yüzlü mahkumiyeti, özellikle de soğuk savaş döneminin histerik anti-komünizmi
eşliğ inde, kolayca sünger çeki l ıniştir.
Batı l ı müucfiklerin ama öze l l ikle de A B D 'n i n vesayeti altı nda buluna n
B o n n hükümeti, elde kalan v e o dönem sinrnekten başka seçeneği olmayan
sayısı hayli kabarık Nazi kadrosunun yeni sisteme entegrasyonunu gerçekleştirmektc
herhangi bir rahatsızlık duyınamış, Lam tersine onlardan en iyi biçimde faydalanmak
yolu n u seçm iştir.
Eski Nazi kadrosunun yeni düzenin ekonomik ve sosyal yaşamına e.n Lcgrc
edi lerek sözde denetim allında tutul ınaları, sorunun pek de önemli bir boyutunu
oluşturmuyor. Fakat bu kadronun doğrudan devlet aygıtının en üst kademelerinde
görev alması farklı bir anlama sahiptir. Federal Alınanya 'nın yönetimini üstlenen
kadroların ezici bir çoğunluğu, ya sivil elbise giymiş eski bir Nazi , ya da ş u
veya b u ölçüde Nazilcrin hizmetinde v e onlarla işbirliği içinde bul unmuş cle­
manlardır. Savaş sonrası dönemde İ ta lya'da da benzer bir d urum sözkonusudur.
Basit bir örnek: Alman Cumhurbaşkanı Wcizs�icker kitleler nezdinde Başba­
kan Kohl 'dan daha ı l ı m l ı , daha "demokrat" bilin ir. Faşistlcrin katiettiği her
yabancının cenaze törenine Al man burj uvazisini temsilen gitmektedir. Son olarak
Solingcn 'dc yak ı lan Türklerin cenaze töreninde faşistleri lanetledi. " B u katil ler
gökten d üşmcdi lcr, aşırı sağ bu yabancı dü�manı atmosferi yaratıyor", türünden
165
laflar ederek timsah gözyaşları döktü. Fakat onun lanetledikleri kendisine pek
yabancı olmayan kişiler. Çünkü babası Ernst Vpn Wcizsacker, Hitler'in ünlü
Dışişleri Bakanı Ribbentrop'un sag koluydu.
Eski Nazi kadrolarının CDU ve CSU gibi iktidar partilerine, merkezi ve
yerel idari kurumları, adalet, polis ve ordunun en üst kademelerine yerlcştirilmeleri,
hiç de hesapsız ve sıradan bir yatırım degildi. Hiç abartmasız denebilir ki,
Alman adalet mekanizması Nazi m irasını toptan devralan ve aynı kadrolarla
· işleyen bir kurumdur. Alman burjuvazisinin "demokrat" kadro eksigini Nazi
artıkları kapatmışlardır.
A lman burj uvazisinin histerik bir anti-komünizmlc örtüşen eski Nazileri
koruma politikası, WiiJy B randt'ın '70'1crin başında başlatugı ve özünde hiçbir
şeyi dcgiştirmeyen üstpolitik sapmasına kadar resm i ideolojinin öneml i bir
boyutu olarak süregelmiştir. Dolayısıyla son yıl larda bu ü lkede yeniden uç
veren, düzenli bir gelişme ve güçleome seyri gösteren faşist dalganın kökcninde,
bir dönem ABD'n in vcsayctinde bul unan Alman tckelci burjuvazisinin koruma
altına aldıgı, sincn ama ideallerinden hiçbir şekilde vazgeçmeyen eski Nazi
kadroları bulunuyor.
Resmi ideolojinin, konformist tari hçi lerio ve burjuva medyanın yinclcnmcsi
imkansız bir tarihsel geçm iş olarak tan ı ttıgı Nazi dönem i, kapitalist bunal ımın
bagrıodan çıkan sözde bir anti-kriz altcrnatifiydi. Bu sistem in üst yapısı, önde
gelen bazı aktörleriyle birlikte, bilinen koşul larda ve hiçbir zaman unututmayacak
insani , manevi ve maddi bedel ler karşılığında , tasfiye ed ildi.
Ama o sistemi , Nazizm'i yaratan sosyo-ekonomik altyapı, kapitalist sistem,
Hitler'c önce iktidar yolunu aralayan ve ardından da sosyal ist Sovyet iktidarını
yıkmak için şartsız destck sunan kapitalist tekeller; Krupps, S iemens, Tysscn,
Mercedes-Daimler vb., bugün geçmişe göre çok daha zinde bir konumda varlıklarını
sürdürüyorlar. Yalnızca Alman ekonomisine değil, artık dünya ekonom isine
de hükmcdiyorlar.
*
* *
Al man faşistleri 8 Mayıs 1 945 'i izleyen bir kaç yıl boyunca doğal olarak
sinrnek zorunda kalmışlardı. Fakat, bu suskunluk, san ıldığının tersine, pek
uzun ömürlü olmamıştır. Değişik gruplar ve dağınık örgütlenmeler halinde
yeniden taparlanmaya çal ışmakta hiç de gccikmcmişlcrdir. Nazi dönemini ve
Hitlcr'i kısmen günün koşullarına uyarlanmış esnek bir lafızla anmaya, yaşatmaya
ve etrafında bir örgütlü l ük yaratmaya başlam ışlardır.
Burada, 1 945 sonrası Almanyası 'nda faşist parti, örgüt ve grupların toplu
ve detayl ı bir dökümünü yapmak olanaksız, üstelik gcrcksizdir. Amacımız
daha ziyade onun soyağacı n ın ana dal larını en kaba hatlarıyla özctlcmcktir.
Görülecektir ki, bugün tren istasyonlarında dehşet saçan, sokaklarda resmen
göçmen işçi avına çıkan, Rostock 'ta; Möln 'dc, Soli ngcn 'dc masum insan ları
diri diri yakanlar yeni yetme Nazilcr dcgil, çoğunlukla eski Nazi kal ıntılarıdırlar.
1 66
Dogup ayrışan, ayrışıp dagılan, birleşip g üçlenen ve nadiren de olsa kimi
zaman yasaklanan, önemli-önemsiz, küçük-büyük faşist Alman gruplarının sayıları
oldukça kabarıktır. Belki bu yazının yazalışı ve yayınlanması arasında geçen
süre zarfında bazıları dagılmış ve yenileri türemiş olacaklardır. Bazı gözlemciler .
Alman faşistlerinin 70 degişik grup etrafında k ümclcndiklerini iddia ediyorlar.
* 1 949'da kurulan SRP'nin (SozialistiSGhe Rcichpartci-Sosyalist imparatorluk
Partisi) kurucusu ve önderi General Remcr, Nazi döneminin "ayak layfası"
kadrosundan dcgildi. 20 Iemmuz 1 944 'tc Hitler'c karşı düzenlenen başarısız
suikast girişimini izleyen kanlı terör dalgasının baş sorumlusuydu.
1 9 5 1 Aşagı Saksonya bölge seçimlerinde % 1 I oranında oy alan SRP,
1952'dc Karlsruhe Anayasa Mahkemesi tarafından III. Reich lqılıntılarını örgütlernek
ve yeni bir Nazi panisi oluşLUrmak gerekçesiyle yasaklanmıştır. B u partinin
savaşın bitiminden yalnızca 7 yıl sonra elde euigi oy oranı, süreklilik faktörünü
yeterince açıklayıcı niteliktedir.
B u faşist diriliş karşısında Bonn hükümeti sözde yeni bir faşist dinamigin
oluşmasını engellemek için 1 953 'tc seçim yasasını dcgiştirmiş ve ulusal ortalaması
%5 olarak saptanan baraj sistemini getirmiştir. Fakat, zamanında adı konmamasına
ragmcn, bu sınır aslında esas olarak
devrimci güçleri hedefliyor ve aynı zamanda
'
uluslararası kamuoyu nezdinde faşist dirilişe karşı uluslararası önlem alındıgı
görüntüsü yaratılmak istcniyordu.
* 1 950 yılında Ouo Hcss ve Wilhelm Mcinbcrg tarafından DRP (Dcutsche
Rcichpartci - Alman İmparatorlugu Panisi) kurulmuştur. B unlar da sımdan
faşistler degil, Nazi eşrafının ayakta kalmış kalburüstü önderlerindcndirlcr.
Savaş öncesi dönemde W. Mcinbcrg bir SS gcncnıliyd.i ve aynı zamanda Gocring'in
sag kolu konumundaydı.
Ouo Hcss ise, 1 987'dc Berlin 'in Spandaou cezaevinde ölen ve Hitler'in
resmi halefi sayılan Rudolf Hess 'in kardeşidir. 1 957 seçimlerinde ancak % 1
oranında oy alan DRP, bckledigi gelişme dİnamigini oluşturamadıgından dagılma
sürecine girdi. Önce kadroları, ardısıra tabanı, başka arayışlara yöneldikten
sonra 1 964 'tc lagvedildi.
* Diger taraftan sadeec politik düzlemde kalmayan aynı Nazi artıkları,
1 95 1 'de HAIG 'i (Hilfsgcmcinschafl auf Gcgenseitigkeit dcr Waffcn SS-Waffen
SS Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği) oluşturarak eski SS '!ere ve ailelerine
savaş Lazminatı ödenmesi için m ücadele etmeyi de ihmal etmediler. Kaldı k i
b u sözkonusu demek aslında, faşistlerin politik faaliyetlerine lcgal bir paravan
işlevini görmek için kurulmuştu. Alman burjuvazisi eski Nazi askerlerinin
istcmlerini, bir kaç yıl süren klasik kamuoyu alışurma manevralarından sonra,
1 959 yılında kabul etmiştir.
DRP'nin, üstlendigi misyonun hakkından gclcmcycrck dagılmasının hemen
ardından, 1 964 yılında Hannaver'de toplanan bir kongre sonucunda Adolf Von
Thaddcn önderliginde NDP (Nalionaldemokralischc PaiLci DcuL<>chland - Almanya
Milli Demokratik Partisi) kuruldu. NDP, 1952 yılında açık neo-faşist egiliminden
dolayı yasaklanan SRP ve 1 964 'tc dağılan DRP'nin mirasçısı olarak eski nazi
167
kitlelerin in katılımıyla ol uşt uru l m u ştu.
NDP, I 970'1erin başına kadar değişik faşist gruplar arasında görece bir
birlik sa'gladı, toparlayıcı bir rol oynadı. 1 968 bölge seçimlerinde Bremen 'de
%9, Hessen 'de %7, B avycra ve Aşağı Saksonya'da %8 oranında oy alan N D P
B adcn-Würtembcrg'de % I O 'a yaklaşmış bulunuyord u . Fakat, 1 969 m i lletvekili
seçimlerinde %4,3 ' l ük oy oranıyla ulusal barajı aşamayınca B undestag'a (Federal
Parlamento) giremedi. Bu başarısızlık NDP'yi marj inalleşme ve bölünüp dökülme
sürecine soktu.
* Fakat, NDP 'nin m irasından, onun bozgununu en erken se1.en ve fırsatı
iyi değerlendiren ve geçenlerde Jirinovski ' y i m isafir eden, basın kralı Dr.
Gerha rd Frey önderliğinde 1 97 1 y ı l ında kurulan DVU (Deutsche Yolksunion
- A l man Halk B irliği) yararianın ı ştı r. 1 989 Avrupa Parlamentosu seçim
kampanyasında, rakiplerini sol layıp Alman faşistlerinin tck temsilcisi ve önderi
olmak uğruna 1 8 m i l yon mark harcayan OY U 'nun şefi Frcy, ay n ı zamanda,
tiraj ı 1 00 bini aşan Deutsche National Zcitung ve Deutschc Wochen Zeitung
gazeteleri arac ı l ığıyla geniş kitlelere h itap etme olanaklarına da sa h iptir.
"İmdat! Göçmenler geliyor!" veya ""Göçmen değil lojman istiyoruz!" şiarları
etrafında yoğunlaşan demagoj ik bir kampanya yürüten DVU, 1 988 de Sch leswig­
Hol stein eyaletinde %0, 1 oranında oy a l ırk en bu oranı 1 99 1 y ı l ı Bremen bölge
seçim lerinde %6,2 'ye ç ı karm ıştır. 5 Nisan 1 992 Schlcswig-Holstcin eyalet
seçim lerinde ise 1 988 'de %0, 1 olan oy oran ını %6,3 'c ç ıkarm ıştır.
* Dcutschc Alternative (Alman A lternati fi ) uzun dönem işçilere k arşı şiddet
saldırılarıyla faşist çevrelerde etkili ve itibarlı m i l itan bir güç olma sürecine
giren bir gruptu. Fakat sözde karizmatik şefi Michael Kühnen 'in 1 99 1 Nisan'ında
AİDS hastalığından ölmesi ve dolayısıyla homoscksüelliğinin açığa çıkmasıyla
kadroları ve tabanı hayal kırıklığıyla örtüşen derin bir kimlik bunal ı m ıyla
y üzyüze kaldılar.
*Alman faşizminin şu anda rc v aç ta olan kolu, 1 983 'tc Franz Schönhubcrin
önderliğinde oluşturulan Die Republikancr- Cumh uriyctçi ler'dir. Bu parti CSU
(Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi Bavycra K anadı) safında yaşanan bir bölünmeden
sonra bağımsız örgütlenmeye gitm iş ve başı boş kal mış naz i lcri çaLısı altında
topariamaya başlam ı şt ı r .
Eski bir Waffen SS olan ve tclevizyonda gazetec ilik yapan F. Schönhubcrin
partisi, Fransız Le Pc n 'in ani yükselişinden de güç alarak, yüksel me sürecine
girm iştir. 1 989 Avrupa Parlamentosu seç im lerinde %7. 1 omnında oy a larak
S trasbourg 'a 6 m i ll etvekili göndcrmcyi başarmıştır.
Cumh uriyetç ilcr, B aden-W ü rt tcm berg eyaletinde dört yıl önceki seç imlerde
% 1 oranında oy alırlarken, 5 Nisan 1 992 yerel ara seçimlerinde bu oranı % l0.9'a
ç ı kartrn ışlard ır. 24 Mayıs Berlin be lediye seçim lerinde ise %8.2 oranında seçmen in
desteğini a l m ışl a rd ı r
C u mhu riyetç iler' in elde ettiği bu oy oranına diğer ne o faş i st gru p ları n
oylarını ekieyecek olursak Almanya ' n ın 10 milyon nüfusl u en zengin eya le ti nde
(Baden- Württcm bcrg) faşistler % 1 3 oranında oy almış oluyorlar.
,
'
.
-
ff8
* Al manya'da örgütl ü faşist hareketin bu genel tasvirinden sonra fenomenin
başka bir boyutuna d ikkat çekmek gerekiyor. Almanya 'da faşist rönesansın
esas başlangıç noktası '80 'l i yı l ların sonuna tekabül ediyor. Bu bir tesadüf
deği ldir. Faşi stlerin iradi olarak bu dönemde atağa geçtik leri de düşünülemez.
İngiltere 'de aynı d urum '70 'li y ı lların sonuna doğru ortaya çıktı ve '80' l i
y ı lların başında ö n ü geçici ol<�rak kesi ldi. Fransa 'da i s e Le Pen ' in adı '83 'ten
i tibaren duyulmaya başladı.
Aslında gel i şmelerin mantığı oldukça aç ık. Sözkonusu üç ülkede faşist
canlanış farkl ı dönemlere tekabül ediyor. İngiltere'de '70'lcrin son u, Fransa'da
'80'1i yılların ilk yarısı, Almanya'da ise '80'1i yıl ların sonu. Bu ülkeleri, ekonomik
bunal ım ın boyutlarını k ıstas alarak zaman iç inde sıra lad ığım ızda, tıpkı faşist
diril işin tekabü l euiği sıralamaya benzer bir tablo ortaya ç ık ıyor. Dolayısıyla
A lmanya'nın en son sırada yer alması, bu ülkenin yakın zamana kadar ikti sacten
diğer ikisine göre daha zinde bir konuında olmasından k<ıynaklan ıyor.
, Sorunu Alınanya somutunda değerlendirecek ol ursak, '80'li y ı lları n son una
doğru sık sık adını duyuran , seçimlerde başarı sağlamaya başlayan faşist akım ların,
1 989'da Berlin d uvarının yıkılmasıyla iplerini koparm ış g ibi i leri fırlad ık ları
görülür. Resmi rakamlar 1 99 1 yılında yabanc ı lara yönelik 800'ü aşkın sayıda
faşist saldırının olduğunu gösteri yorlar. Bu rakam 1 992 'de Sol i ngen olay ına
kadar 25 cinayet ve 7680 saldırıya ulaşını şur.
S ıradan k itleler Alınan dev letinin neden bu tür olayların önüne geçmediğini
anlayamıyorlar. Oysa bunun anlaşılamayacak., gizemli hiçbir yanı yoktur. Almanya,
polis teşkilall ve isıihbaralı en m ükemmel işleyen gelişmiş ül kelerden bi ris idir.
İ letişim tekniği, haberleşme ve ulaşım sistem i modernliğin doruğundadır. İ talya
gibi, bir çok açıdan laçka bir devletin K ız ı l Tugaylar g i b i bir örgütü nasıl
çökeruiği dikkate alınırsa, Alınan devleti nin faşist gel işme karşı sındaki tutumu
daha iyi anlaşılır.
B atı Avrupa 'yı kasıp kavuran iktisadi buna lımdan en az ve en geç etki lenen
Almanya oldu. '80 ' l i y ı l l arın yarısı ndan itibaren bu ül kede k i faşist olu şuınlar,
özel l ik le Fransa'daki Le Pen hareketi nin güçlenmesinden cesar�t ve ınanevi
destck alarak konum lanmaya başladılar. Nitekim, İngiltere ve Fransa'da faşi stlcrin
güçlenmesine olanak Lanıyan koşul lar, aynı d üzeyde olmasa bile, A l ınanya 'da
da etk i sini göstermeye başladı ve giderek daha elveriş li bir kon uma geldi ler.
Klasik bir tarzda başlayan ve devam eden bu sürece Almanya ' da öznel bir
faktör eklendi: Berlin Duvarı 'nın yıkılınası ve iki Alınanya 'nın b i rleşmes i !
İşte bu aşamada Alman burjuvazisi devlet aracılığıyla sürece açıktan müdahale
eLLi ve hızlandırdı. Şöyle ki; Al man burjuvazisi genel iktisadi bunalımın dayalLiğı
faturalar dışında, Doğu A l ınanya 'nın sindiri l mesi nin mali ve sosyal yükünün
karş ı lanması sorunu ilc yüzy üze kaldı. B u 'tuzlu faturaları ödeyecek olanın ve
halen ödeyenin tekeller değil, A l ınan işç i ve emekç ileri olduğu açıktır.
Ücretierin dondurulmas ı , sosyal nitel ikli bütçe lcrin makas lanınası. devlet
harcamalarının kısı lması, faiz oranlarının yüksek tutulması, üretkenl iği arttırmak
için istihdam pol itikasının yeniden gözden geç i ri l mesi, enrıasyonun serbest
7 69
bırakılması vs. türünden önlemler içeren bir·ekonomik pol itikanın yürürlüge
sokulması gerekiyord u . Kohl bu politikayı B undestag' ın kürsüsünde damdan
düşer gibi açıklasaydı, konfora, rahata ve kolay tüketime alışkın Alman i şç i
sınıfının v e halkının tepkisi başka olurdu.
Alman burjuvazisi bu politikayı uygulamak için toplumsal tepkiyi mümkünse
dogmadan sindirmek, bogmak veya onun kısmen akabilccegi ve rahat denetlenebilir
kanallar hazırlamak durumunda kaldı. Kohl hükümetinin seçtig i yöntem b u iki
seçenegi n b i leşkesidir.
Her Avrupa ülkesinde oldugu gibi Almanya'da da faşist çeteler burjuvazinin
kendilerine iş çıkarmasını beklerler . . Berlin Duvarı ' nın yıkılmasının Alman
halkı üzerinde yaraLLı!l;ı karmaşık duygusal ortamda, Kohl h ükümeti hazırladıgı
ekonomi k önlemler paketini açabilmek için, faşist çeteleri resmen polisin himayesi
altında m ülteci kamplarına saldırttı.
İlk saldırının Rostock 'ta ve bu kentin de Doğu Almanya sın ırları içinde
olması b i r rastlantı degi ldir. Alman burj uvazisinin faşist çetelere atugı bu ilk
kemiği az kalsın onlardan önce bazı aydın m üsvetteleri kapacaklard ı . " A i manya
post-kom ünizmin sorunlarıyla karşı karşıya ! " türünden· yorumlarla entellektüel
namussuzluğun zirvesine tırmanan burj uvazinin bu kiralık kalemleri , sorunu
k itleler nezdinde tamamen bulanıklaştırıp çarpıttılar.
Rostock olayından bu yana Alman burj uvazisi isted iği ekonomik önlem leri
alıyor ve kayda değer bir muhalefetle de karşı laşmıyor. Çünkü muhalefette
bulunabilecek güçler televizyon ekranlarında faşist çetclerin dehşetini izl iyor
ve izlcdikçe de siniyor, kabuğuna çekil iyorlar. Ve demokrat, anti-faşist kitlelerden
ses çıkmayınca da devlet/faşist elele terör estirmcye ve bu terörün gölgesinde
ul(ra-liberal reçeteleri dayatmaya devam ediyor.
Rostock 'ta faşistler günlerce polis çemberi altında "yabancılar dışarı ! "
şiarını atarak saldırdılar. Kohl hükümeti de hemen yabancılar yasasında degişikliğe
g iderek bu faşist çeleye onay ve desteğini d i le getird i . Faşistler " yabanc ılar
dışarı ! " d iye nara attıkça, hükümet yabancı işçi m iktarını kasdederek "bardak
taşmak üzeredir! " diye yanı tl ıyor, böylece faşist çetenin taleplerine katıld ıgını
açıkLan ifade ediyordu.
A l man burjuvazisi bu igrenç scnaryoyu sergilerken basını çok iyi kullanıyor
ve ondan en üst düzeyde yararlan ıyor. Bir iki y ıldır sayıları epeyce artm ış olsa'
da aslında bir avuç olan bu çeteyi , Alman polisi istese bir kaç günde darmadağın
edebilir. Tam tersinin yapılması bir tesadü f m üdür?
Faşist çetenin peşinde polis yerine elinde kamera ve mikrofonlarıyla gazeteciler
koşuşturuyorlar. Onlara neredeyse "haydi, l ütfen ! birine saldırın, ötekini öldürün
ki akşam televizyonda sizi göstcrcl iın , yarın gazetelerde yazalım" diye talepte
bulunuyorlar. Bu işin mantığını iyi kavrayan faşist güruh ise insanları diri diri
yakmanın daha büyük rağbet gördüğünü, tclevizyonda canlı yayın kon.usu olduğunu
görüyor ve bu yöntemi terc ih ediyor. Bu durum sadeec basının kendi mesleki
mantıgının işlerl iginden kaynaklanmıyor. Devlet pol i tikasının bir boyutunu
oluşturduğundan bu sonuç ç ı kıyor.
1 70
B u baglarnda faşist saldırılara karşı Almanya'da gösterilen tcpkilcre de
biraz deginmek gerekir. Her faşist saldırının veya c inayetin ardından ülkeni n
degişik kentlerinde, bazen b i r çok kentinde aynı · anda protesto ve kınama
gösterileri düzenlendi. Yer yer görkemli kitlesel bir katı lımın oldugu da görüldü.
Fakat kınanmak istenen olayların mahiyeti dikkate alındığında, bu protesto
gösterilerinin Alman burjuvazisinin değirmenine su taşımaktan başka bir anlam
olmadığını da söylemek zorundayız.
B ir kıyaslama yapmak gerekirse, İngiltere'de örneğin, kitlelerin faşistlere
karşı gösterdiği tepki normal koşullarda ideal protesto biçimidir. Faşistler bir
gövdc gösterisi yapmaya çalıştıklarında, işçiler ve halk kitleleri çoğu kez
kendiliğinden sokağa dökülüyor, faşistlere adamakıllı bir meydan dayağı çekiliyor.
Devletin güvence verdiği m i hrak girecek delik arıyor. Sonuçta devlet az da
olsa teşhir edilmiş oluyor ve mcscle uzun bir dönem kapanıyor.
Almanya 'da sokağa dökülen kitleler, bazı Alman ve yabancı sol grupların
cılız kalan çabası dışında, hep faşist çeten in kendisini kınıyor, onu lanctlemckten
öteye gitmi yorlar. Burjuvazi ve onun devleti bu tür bir protestodan hiç de
rahatsız olmaz, olmuyor da. Demokratik düzenimizde demokratik anayasamızın
öngördüğü gösteri ve yürüyüş hakkının bir kullanımıdır diyor ve düzenine pay
ç ıkarıyor. I?ahası bununla Almanya ' nın faşist harckcucn dolayı ulus lararası
planda (dünya pazarında!) bo.zulan imajını onarıyor. Cumh urbaşkanı Wcizsackcr
ve k i liseler bu iş için özel bir görev üstlenmiş olarak çal ışıyorlar.
Karanlık çöktükten sonra meşalcli yürüyüşler yapılıyor, mumlar yakılıyar
vs. Bu tepkiyi bir papaz ayininc benzetmernek elde değil. Diri diri çocuk
yakan bir çete böyle mülayim, tanrıya yakarış ayinleri gibi masum göstcrilcrle
teşhir edilmez ve edilemez. Şiddete mi başvurmak gerekiyor denebilir? Gelişmelerin
öyle bir aşamaya geldiği elbette söylenemez. Fakat bu aşamada olayların gerçek
sorumlularının, muhataplarını n parmakla gösteri lmesinin yaratacağı etki bir
merrniden de tesirlidir.
Eğer Alman i şç i sınıfı ve halkı, faşist saldırıları kınamak için sokağa
döküldügünde, "kahrolsun kapitalizm!", "kahrolsun burjuvazi !", "kahrolsun dev Jet!",
"kahrolsun hükümet ! " , " kahrolsun polis ! " türünden, olayların gerçek failierini
doğrudan hcdcOcycn şiarlarla faşist tr-rör şebekesini kınarnaya ve teşhir etmeye
çal ışsaydı, protestolarının etkisi ancak o zaman görü l ürdü. Faşist hareketin cl
altından destekç isi olan tckeller ilc tcke lci devlet işte o zaman kendine bir
parça çeki düzen vermek yoluna gidcbilird i . Faşist tırmanışı protesto etmek ve
onu teşvik eden devlet pol itikasını kınamak için, bir genel grcv çağrısının
kimin cteğini tutuşturacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.
Ne yazık ki böyle olmuyor. Tepki ler bu düzeyi aşmadığı sürece, faşist
çeteler işi azıtmaya, çocuk yakmaya devam edecek. Alman burj uvazisi de hiç
kaygı duymadan işçi sınıfının kemerlerinde yeni delikler açınakla meşgul olacakltr.
Ve A lman tckelleri böylece elde ettikleri karları başka halkları sömürmck için
kullanmaya devam edeceklerd ir.
* A lman faşizminin geleceğ i üzerine sonuç itibarıy la şu söylenebil ir:
1 71
Belediyelerde ve eyatel yönetimlerinde bugüne kadar kazandıgı mevziler, ulusal
d üzeyde gi ttikçe oturan örgütlülük agı , düzen l i artış kaydeden ve Bundestag'ın
kapısını aralayan oy potansiyeli, Avrupa Parlamentosu aracı l ıgıyla gel iştirdigi
uluslararası itibar ve ilişkiler bakımından, Cumhuriyctçiler'ler, mevcut aşamada,
şeneri Schönhubcr 'in sınırl ı yetkinl igine ragmcn , Alman faşizm inin ideoloj ik,
pol itik ve örgütsel birligini saglamak için rakiplerine kı yasla en el verişli
konumdadırlar.
Ancak bu denge henüz saglam temellere oturmuş olmaktan uzaktır. Faşist
grupların gelecekte yararlanacakları olanaklar, yaratacakları dinamikler ve
faydalanacakları u l uslararası destekler, bu dengeyi şu veya bu grubun lehine
bozabil ir.
Fakat yöntem ve biç i m i nas ıl olursa olsun, A lınan burj uvazis.i n i n yedek
kozu faşizm in, gelecekteki misyonuna hazır olabilmesi için her hal ükarda b u
birlik sürec in yaşayacagı kesindir.
Eger kitlelerden süreci tersyüz edebilecek c iddi bir tepki gclmczsc, gittikçe
genelleşen ve derinleşen i ktisadi bunal ım ve ona bağlı olarak yaygınlaşan
sosyal ta hri bat ve yozlaşma, bu s ürec i hem kolay laştıracak ve hem de
h ızlandı racaktır.
·
F R A N S A : Le Pen ' in yüksel i şi
Front National ilc şefi Le Pcn 'in adı 1 98 3 Drcux kenti belediye ara
seçimlerine kadar hiç ciddiye alınmaz ve çok nadiren duyulurdu. O tarihten bu
yana Front National ve Le Pcn, ülkenin pol itik gündemine önemli ölçüde
oturan biricik pol i tik güç konumuna geldiler. Ünleri kısa sürede ülke dışına
taştı.
Aktüaliteyc Le Pen olayı diye adlandırı larak dar bir biçimde yansılı lan
faş ist akı m ın ge lişim d üzeyi ve sürec i , Hi tler'in ilk dönemiyle benzerli kler
taşıyor. Pol itik açıdan hızlı bir geli�me performansı gösteriyor. Olay ülke özelinde
somuta indirgencrck ve bütünsel bir pcrspcktifc oturlularak irdelend iği nde,
bunun hiç de "muc ize" bir gelişme olmadığı görülecektir.
Fransız faşist geleneği geç mişe göre ilk kez örgütlü bir i fade kazanmış,
diger Avrupa ülkelerindeki benzerlerine nazaran daha atak bir politi k güce
dönüşmüştür. Z ira Fransız faşizmi her şeyden önce, diğer Avrupa topl uın iarına
göre daha kapsaml ı ve güçl ü bir entellektüel birikimin üzerinde y ükselmektedir.
Louis Fcrdinand Cclinc, Charles Maurassc, Picrre Dricu La Rochcllc, Robert
Bras il lach, Mareel Dcat, Maurice Bardcchc, François Duprat, Picrrc Boutang,
Alain De Bcnoist, Robert Faurisson vb. gibi say ı ları bir hayli kabarık roınanc ı,
yazar, tarihçi ve filozof, bu m i ras ve geleneği nesilden ncsilc devrederek
sürdürüyorlar.
.İdeolojik açıdan Fransız faşizmi, kendisini farklı dönemlerde değişik biçimler
al tında, dönemin politik gündem ine uyumlu bir tarzda i fade cuniş, sürek liliğini
1 72
korumuştur. Boulanjizm, anti-Drcyfusçuluk, Aktion Francaisc, Pctainizm , Nazi
işbirl ikçiligi, Poujadizm, Fransız Cczayiri yanl ı ları, O.A.S 'c i lcr (Cezayi r 'in
bagımsızlıgından sonra oluşturulan faşist terör örgütü), Ocuvrc Francaisc vb.,
günümüz Le Pcn 'ciliginin öneeli bell i başlı faşist akım lardır.
İk inci emperyalist savaşın faşizmin czilmcsiylc son bulması ve Fransa'daki
Nazi işbirlikçisi Petai n-Laval iktidarının y ıkılmasıyla birlikte, Fransız faşistlcri,
diger Avrupa ü lkelerindeki benzerlerinin tersine, kendilerine bir ugraşı bulmakta
pek zorlanmadılar. Çünkü Fransız söm ürgcci burjuvazisi onlara Cezayir'de ve
V ietnam 'da sürdürdügü kirl i savaşlar için ihti yaç duyuyordu. N i tekim onları
oralarda k u l landı.
Ama Fransız burjuvazisi, Cezayir'in bağımsızlıgını kazanmasıyla son bulan
söm ürge savaşları sonrası nda, faşistlere aci l bir ihtiyaç duymadıgından, açık
desteğini y inclcmcd i . '60 'J ı yılların başından '80 '1i y ı lların başına kadar, faşist
gelenek, entellektüel ve poli tik örgütlülüğü ilc birlikte ortada bırakı ldı ve bu
onu marj inalliğc itti. Bir süre g izli m ilis örgütleri oluşturarak şiddet aracılığ ıyla
varl ıklarını s ürdürmcyc çalıştılarsa da, herhangi bir başarı elde cdcmcdilcr.
Ayrıca bu ül kede faşizmin küçümsenemeyecek bir kadrosu ve potansiye l
bir toplumsal tabanı olmasına karşın, De Gaulle'un Bonapartvari iktidarı, faşistlcrin
hareket alanları nı daraharak ve söylem lerini itibarsız kı larak; onları dağınık,
şeki lsiz küçük grupçuklar hali nde, politik yaşamdan uzak kalmaya mahkum
etti. Faşistterin h isterik biçim ler kazanan, su ikast girişimlerine dahi yol açan
De Gaulle düşmanlığının kaynağı, ancak bu bağlamda düşünüldügünde anlaşılabilir.
Faşistlcrin bu dağınıklığı I 960 'lı yılların başından 1 983 'c, Drcux belediye
seçimlerine kadar kesintisiz sürcgcldi.
Bu grupçuklardan sadeec biri olan Front Nation a l , 1 97 l 'de, her politik
oluşum gibi, degişik faşist grupları tck çatı altında toplamayı kendine m isyon
edindi. Eski Poujadist milletvekil lerinden Jean Maric Le Pcn önderliğinde kuruldu
ve zamanla elverişli ortamın ol uşmasıyla, Fransız faşist geleneğinin başlıca
mirasçısı konumunu kazandı.
Front Nationa l in geri kitlelere yönel ik pol itik program ı, denebilir ki
yabanc ı düşman l ığını temel eksen alan asılsız verilerin demagoj i k olarak
abartılmasından ve buna dayanan ırkçı -şovenist bir aj itasyondan başka hiçbir
şey içermiyor. Front Nationa l 'in ilk seçim başarısı, bu pol itika sayesinde 4
Eylül ı 983 'tc, yabancı işçi oranının yüksek olduğu 30 000 n ü fusl u Drcux
kentinin belediye seç imlerinin ilk turunda elde edildi . Genel Sekreter Jean
Maric Stirbois'in geçerli oyların % 1 6,7 'si n i alarak ikinci tur için klasik sağ
partilerle ittifak k urması, Front National 'in gelişim sürecini başlatan ilk adım
oldu.
Çok geçmeden ı 984 'dc Avrupa Parlamentosu seçim lerinde Front National
ulusal d üzeyde % ı ı ,2 oran ında oy alarak ul uslararası sahneye fırladı . Avrupa
Parlamentosu'nu kürsü olarak kullanma ve sağladığı olanaklardan faydalanma
fırsatına kavuştu. Avrupa faşizminin en atak kolu konu m una geldi.
Örgütlenmesini tamam layamad ığından aday bulmak için gazetelere ilan
'
1 73
vermek zorunda kaldıgı Mart 1 985 İ l İdare Mec li si seçi mlerinde %8,8 oy
alırken, Mart 1986 m i lletvekil i seçimlerinde %9,9 oyl� 35 m i l letvekili ç ıkardı.
B u başarı Jean Maric Le Pcn 'in ı 988 cumhurbaşkanl ıg ı seçi mlerinde elde
ettigi % ı 4 ,4 'lük oy oranıyla pekiştirildi.
Front National Fransa'da dördüncü
siyasi güç konumuna yükseldi. 22 Mart 1 992 yerel seçimlerinde % 1 3 ,9, Mart
ı 993 m i lletvekil i seçi mlerinde % ı 2,5 oranında aldıgı oy ile bu konumunun
kalıcı oldugunu kanıtladı.
B u partinin yakın geçmişine kısaca bir göz atacak olursak, kaydeuig i
geli şmenin nedenleri v e boyutları daha kolay anlaşılır. '70 'li y ı lların marjinal
grubu
Front National'in şefi, ı974 cumhurbaşkanlıgı seçimlerinde ancak %0,62
oranında oy alabilmişti. ı 98 1 'de cumhurbaşkanlıgı seçimlerine aday dahi olarnazken,
aynı y ı l ın m illetvekili seç imlerinde Le Pcnci adaylar ancak %0,35 oranında oy
toplayabilm işlerdi.
Fakat, 1 986'da M i l let Meclisi 'ne 3 5 , 1 989 'da Avrupa Parlamentosu 'na ı o
m i l letvekili gönderebilmiş olan
Front National, bugün ise, aldıgı kitle destegi
ile Fransa 'nın 22 eyaletinin 8 'indc Sosyalist Parti 'yi geride bırakmış bulun uyor.
UDF ve RPR koal isyonu i lc Sosyalist Parti 'den sonra, ülkenin üçüncü politik
gücü konum una ulaştı.
Yıllardır bu partin i n güçlenmesinin nedenlerine il işkin dcgcrlcndirme ve
yorumlar yapı lıyor ve bunlar Avrupa düzeyinde gcncllcştiri liyorlar. Sözde yetki n
burj uva sosyal bilimcilerin araştırmalarına dayanılarak, burjuva medya aracılıgıyla
kamuoyuna şırınga edilen açıklama özetle şöyledir:
Front Nation a l 'in aldıgı
oylar bir protestonun, umutsuzlugun ve klasik siyasi partilerden bıkkınlıgın
göstergesidir ler:
B u sebepler tck tck ele alındıklarında kuşkusuz bel l i bir gcrçege tekabü l
ediyor. Ancak, sorun tüm boyutlarıyla bir ar.ıda düşünüldüğünde, bunlar, tanımlamayı
hedefledikleri olayı aydınlatmaktan ziyade onu karartan, anlaşılmaz kılan bir
işlev görüyorlar. Bu "yetkin uzmanlar" Le Pcn olayını gerçek ideolojik kimligiyle
anmaktan dahi kaçınıyorlar.
Oysa,
Front National 'in politik programı faşist bir iktidar öngörüyor.
Yöneticilerinin ve kadrolarının bir bölümü, 1939-44 'l ü yıl larda işgalci Nazilcrle
aktif işbirliğinde bulunmuş, Waffcn SS saflarında gönüllü Jcjyoner olarak savaş­
mıştır. Yani bunlar kıdem l i ve yıllanmış faşistlcrdir. Başta Le Pcn 'in kendisi
olmak üzere,
Front National 'in bir çok yöneticisi, Cezayir ve Vietnam halklan­
na işkence yaptıklarından gururla söz eden insanlardır. Le Pcn açıkça, öneeli
Hitler'in '30'lu yıllarda Almanya'da uyguladığı politikanın bir benzerini Fransa'da
denemeyi öneriyor. Hitler o dönem kapitalizmin girdiği bunalımdan ç ı kış yol u
olarak u ltra-l i beral bir ekonomik politikanın şiddete dayanan uygulamasını
önerm iş ve uygulamayı başarm ıştı . Sonucu n u n neye mal oldugu özen le
unutturulmaya çal ışthyorsa da, halen tamamen unutulmamıştır, biliniyor.
Le Pcn i se benzer bir ekono m i k pol itikanın "enerj i k " bir yöntem le
uygulanmasını kapital izmin bunalımına alternatif olarak sunuyor. Daha <lün
A lmanya 'da uygulanan, ikinci emperyalist savaşa yol açan ve 40 m i lyondan
1 74
fazla insanın hayatına mal olan faşizm in, bu yeni versiyon unu, sadece sıradan
bir protesto, umutsuzluk ve bıkkınlık göstergesi otarak algı lamak ve k itlelere
böyle kabul ettinneye çalışmak; ı.chlikcnin boyutunu küçümsemek, bayagılaştırmak,
sonuçta Front National şahsında, faşizmi siyasi yaşamın iti barlı ve olagan bir
ögesi saymaktan öte bir degcr taşı mıyor.
Diger taraftan aynı sosyolojik incelemeler Front Na t iona l in seçmen tabanına
uygulanarak, onlara toplumun kaşarlanmış tortusu, dcniliyor. Bu yönü ön plana
ç ıkarılıyor. Topl umun marjinal bir kesiminin faşizme potansiyel kitle tabanı
oluşturdugu kuşku götürmez bir gerçektir. B u tür tespitlerden hareket eden ve
sözde faşist tırmanışa karşı barikat oluşturmak isteyen Bemard Tapie gibi
"sosyal ist" işveren politikacılar; "Le Pcn bir alçaktır, ona oy verenleri de öyle
nitclcndirme cesaretinde bulunmak gerekir" türünden çıkışlar yapıyorlar. Ancak
bu, Le Pen 'in tabanı n ı onun etrafında daha sıkı kcnetlemckten· başka bir etkide
bulunm uyor.
Front Na tional 'in politikasını saplayan, lümpcn ve marjinal kesimin çoguntugu
oluşturdugu taban degiı, yöneticileri ve kadrolarıdır. Onların sosyal kökenine
gelince; hepsi de kalborüstü burjuvaziden dcvşirilmiş, düzenin en gözde okullarında,
E.N.A., Polytcchniçuc, S iyasal B ilgiler Enstitüsü, ASAS Hukuk Fakültesi ' nde
egitim görmüş, politikaya ilk adımlarını bakanlık kabinclerindc, merkezi idarenin
en üst kademelerinde görev yaparak atmış ve C lub De Horloge, Grccc vb. gibi
geric i cl i t kadroların k u l üplerinden geçerek Fro n t National 'in saflarına
katılmışlardır.
Diger taraftan, Front National 'e cömertçe mali destck sunan anti-komünislligi
i lc ünlü A B D kökenl i milyardcr Moon' un tarikatından, ona cl uzatmakta tez
canlılık gösteren bazı kalburüsLü Fransız sanayicilerindcn, şampanya üreticilerinden
h iç bahscdilmiyor. Faşist ideoloj i ilc büyük sermayenin henüz büyük ölçüde
g izli tu tu lmaya çalışılan organik ilişkileri gözardı ediliyor. Üstel ik Le Pcn 'in
kendisi de bu kalburüslü zenginler kategorisine giriyor. Oldukça karanlık ve
şaibeli koşullarda sahip oldugu (kimi leri cinayet ihtimali üzerinde duruyorlar)
ünlü Fransız çimento ve inşaat sanayicisi Lambert'in görkemli mirası sayesinde,
ülkenin önde gelen büyük zenginleri arasında yer al ıyor.
Sorunun özünü tanım lamayı kolaylaştıncı bir rol oynaması açısından
sıraladıgımız bu tali denebilecek degerlendirmelerden sonm, Le Pen' in güçlenmesinin
gerçek nedenlerine geçebiliriz.
Fransa 'nın '70'1i yılların ortalarına dogru maruz kaldıgı iktisadi bunal ımın
1 9 8 1 Mayısı'nda bir iktidar degişiklig;.O e yolaçtıgı biliniyor. B unal ımın yarauıgı
toplumsal hoşnutsuzluk, 30 y ıldJr aralıksız yönetirnde bul unan sag partiler
koalisyonunun iktidarına son verm iş, Fransa tarihinde ilk kez "sosyalist" bir
aday, yani Mitterand dogrudan halkoyuyla devlet başkan lıgına seçilm işti.
O dönem faşistlcrin adı ancak ırkçı cinayetler ve Yahudi dükkaniarına
karşı arasıra düzenlenen saldırılar vesilesiyle duyuluyordu. Fransız halkı "sosyalist"
adayın 1 1 0 madde halinde önerdigi popüler iktidar program ına iyi gözle bakmış,
yıllardır uygulanan sagcı politikaların cidoi bir alternatifi" saym ı� ve onaylamıştı.
'
175
M itterand iktidar kolıuguna yerieşLikten sonra seçim vaadlerine ancak altı
ay kadar bir süre sadık kalabildi . Ardından, ekonom ik dengeler bozuluyor,
ABD ve Avrupa 'nın diger ülkelerinde uygulanan politikalarla çelişen bir politika
izlcycmcyiz diyerek, 1 80 dcreeclik bir ters dönüşlc, seçmen ierin kısa süre
önce sandıkta mahkum cuikleri klasik sağın ultra-libcral politikası önünde
sccdcye kapandı . 1 9 8 1 dcgişimine büyük umutlar bagıam ış Fransız işçi sınıfı
ve d iger katmanlar için bu bir i hanet oldugu gibi, ülkede bir umutsuzl uğa,
karamsarlıga kapı lmanın , halen etkisini sürdüren tcslim iyctç i bir ruh halinin
dogması n ın başlangıcı oldu.
Bu dcgişimden ç ıkan tck sonuç, yalın bir biçimde şunu kanıtlıyor: Yönetime
getirilen ekibin politik etiketi ne olursa olsun , burjuvazinin, özünde uygu layacağı
politika tektir. Mevcut düzen içinde bu politikayı uygulamaktan başka herhangi
başka bir seçeneği yoktur.
B u ndan sonra yapılacak tck şey yeni politik alternatifler aramak değil,
1981 'de sağ iktidarı deviren topl umsal hoşnutsuzl ugu düzen in bu gerçeğine
uyarlamaya çalışmaktı. Onun düzeni hedefleyebilecek başka bir alternatif arayışına
girmesine engel olmak, bilincini çarpıtmak, serscın lcştirrnck, muhalefetini bastırmak
ve sonuç olarak etkisiz kılmaktı. İşte Fransız halkı 1 98 1 'den bu yana böyle bir
süreçten geçiyor.
Ekonomi k krizin etkilerini pratik yaşam larında gün geç tikçe daha fazla
h issetıneye başlayan ki tlelere, önüne bir türl ü geç ilcmcycn bunalımın esas
soruml uları olarak yabancı lar hedef gösterilmeye başlandı . Örneğin Fransa'da
2 m ilyon işsiz ve 4 m i lyon yabancı var. Yabanc ıları n hepsi deği l yarısı kendi
ülkelerine dönederse işsizlik sorunu kendil iğinden çözülür, türünden basi t
deınagoj ilerle ülkede gi ttikçe gelişen bir yabancı düşmanlığı başlatıldı . B urjuva
düzeni n tüm çirkefl iginin sorumluluğunun göçmen işçilere yüklenınesi moda
haline geldi.
Temel felsefesi ve başlıca pol itik programı yabancı düşmanlığı üzerinde
şek illenen Le Pcn hareketinin 1 983 'tc Drcux belediye seçimlerinde ilk başarısını
elde etmesi, bu açıdan hiç de tesadüfi bir çakışma değ i ldir. Ve o döncmden
i tibaren de bu faşist mihrak ülkenin politik yaşamında özel bir yer tutmaya
başlam ıştır.
Burjuvazinin saptadığı ve doğrudan devlet eliyle yürürlüğe koyduğu gerçekleri
çarpıtma, kitleleri dezenformasyona tabi tutma politikasına, çok geçmeden,
burjuva parti lerinin seç im kazanma manevralarının klasik boyutu da eklendi.
Düzen partileri, Le Pen 'i birbirlerine karşı koz olarak kul lanmakta kıran
kırana bir m ücadele başlauı lar. Sosyal ist Parti 'nin hükümet ol maya devam
edebilmesi , M itterand 'ın devlet başkanı kalınası klasik sağ partilerin güç süz
kal malarıyla mümkündü. Le Pen ilk aşamada sağ partilerin taban ını aşındırdığ ı
için "sosyal istler" hayli iştah lı bir biçimde Le Pcn 'in güçlenınesini seyrediyorlardı.
Eski "sosyalist" başbakan Pierre Beregovoy bunu; "Le Pen bizim için bir
şanstır, sağ partiler onun güçlenmesinden kork tukları için fazla aptallık yapınaktan
çekiniyorlar", diyerek itiraf ediyordu.
1 76
Sa� partiler ise Le Pen hareketinin güçlenmesini, Mitterand ve onun izledigi
politikalarla açıklamaya çaba sarfettiler. B iz hükümet iken Fransız top l um unun
imajına leke d üşüren böyle bir m ihrak yoktu; bu, "sosyalist" hükümetin icraatının
bir ürünüdür diyerek, kendilerini aklamaya çalıştılar. Fakat fazla etkili olamadılar.
Sag partiler bir yandan bunu iddia eder·lerken, diger taraftan tabanlarını
Le Pen saldırısına karşı korumak amacıyla, yabancı düşmanlıgında onunla
açıktan bir yarışa girdiler. Eski Cumhurbaşkanı G iscard, göçmen işçileri "yeni
işgal güçleri" olarak tanımlarken, Chirac ondan daha sert görünmek için,
"yabancıların pis pis koktuklarını ve Fransızların bu kokudan rahatsız olmakta
haklı olduklarını", açıkladı. Yanısıra, Thatcher'in İngiltere'de yaptıgı gibi, Fransız
klasik sag partiler de, Le Pen 'in yabancı lara i lişkin ırkçı önerilerini kendi
programiarına ekledilcr.
B öylece yabancı düşmanlıgı temel kıstas alınarak yürütülen kampanya,
tüm politik güçleri etkisi altına aldı. igrenç bir yarış başlatıldı. Sosyal ist Parti
hükümette oldugundan, yabancı d üşmanlıgını resmen devlet eliyle uygulamak
durumundayd ı . Göçmen işçilerin ülkelerine dönüşünün teşvi k i , s iyasi i ltica
taleplerinin reddi , kaçak duruma düşmüş yabancıların sınırdışı edilmesi, ülkeye
girişlerde denetimin arttırılması, vize vermenin· zorlaşurılması gibi uygulamalar,
sözde Le Pen 'in propagandasını boşa çıkarmak amacıyla hayata geçirildi ler.
Demokrat ve i lerici kitlelere bu uygulamaların zorunlu oldugunu i spatlamak,
deyim yerindeyse modaya uymak ve aynı zamanda Le Pen 'in tabanını etki lemek
için, eski "sosyalist" başbakanlardan Rocard, "dünyan ın seraletini biz m i
üstlenecegiz! çıkışında bulundu.
Revizyonist Fransız Komünist Partisi bu koroya katı lmadıgını döne döne
vurgulamaya çalıştıysa da, onun tavrında da şovenist ögeler agı r basmaya
başladı. Üretim biri m lerinin işgücünün ucuz olduğu ülkelere aktarılmasına karşı
çıkan ve yerli istihdam yaratma mantığından hareket ederek yerli malı üretilmesine
öncelik tanınmasını öneren FKP, yıllardır bu konuda bir kampanya y ürütüyor.
B u kampanyada k u llandıgı slogan Fransa'da esen şovenist atmosferin izlerin i
taşıyor. "Produisons Français ! " , yani "Fransız malı üretel i m ! "
Yabancı d üşmanlığı yarışında kimse L e Pen 'le başa çıkarnadı ve çıkamazdı.
Çünkü politik kimligi her zaman en radikal tavrı almasını olanaklı kılıyordu.
G ü ndem ini ve kurallarını faşist m ihrakın saptadıgı bir alanda ve konuda oyun
oynanmaya çalışılıyordu. Digerleri " işgal gücü", "pis koku" ve "sefalet"ten
bahsederlerken, Le Pen, sanki pazarda açık arttırmaya girişmiş gibi, her defasında
hedefi en uç noktalara çıkartıyordu. Örnegin, Front Nationa l i n taban ında;
"bütün Arapları bir gemiye doldurup Akdeniz açıklarında ateşe vermek gerekir! "
veya " ya valiz ya tabut! " diye Cezayi r Kurtu l uş Savaşı döneminin sloganları
türünden söylemlerin yaygınlık kazandıgı görülmüştür. Deyi m yerindeyse, klasik
parti ler yabancılar sorununda faşist demagoj iye ayak uydurmak, ona göre tavır
belirlemek durumuna geldiler.
B u bağlamda denebilir ki "sosyalist" Mittcrand'ın devlet başkanı sıfatıyla
iç politikada oynadığı başlıca rol , yabancı düşmanlığı etrafında y ürütülen bu
n
'
1 77
çılgınca yarışı Sosyalist Parti lehine kızıştırmak olmuştur. Mitterand yabancı
düşmanlıgını, upkı matadariann bogaları kızdırmak ve tahrik etmek için kullandıklan
kırmızı şal gibi kullanmıştır.
örnegln, uzun muhalefet döneminin demagojik çıkışlannı saymazsak, Mitterand,
1 98 1 'den bu yana istisnasız her seçimin arifesinde, yabancılara oy hakkının
tanınmasından yana oldugunu mutlaka bir fırsatını bulup söylemeye özen gösterdi.
Maksat yabancılara seçme ve seçilme hakkının tanınması degildi. Zaten bu
alanda göstermelik de olsa en u fak bir adım atılmadı. B unda amaç , sagın
saflarında bulanıklık yaratmak, Le Pen , Chirac ve Giscard ' ın birbirlerine atıp
tutmalannı, kimin en fazla yabancı düşmanı oldugunu kanıtlamaya çalışmalarını
saglamaktı.
Le Pen 'in gözde ve tek politika teması olan yabancı düşmanlıgının enine
boyuna işlenmesi, klasik sag partilerin tabanını aşındırabiliyor. Bu durum Sosyalist
Parti 'nin direk muhatapları olan UDF ve RPR 'i zayınauıgı gibi , ki Mitterand'ın
da istedigi budur, Le Pen 'in etki alan ını genişletiyor, dogrudan güçlenmesine
katkıda bulunuyor.
1986 'da, genel seçimlerin arifesinde, Sosyalist Parti 'nin başarı umudu
kalmayınca, seçim lere bir-iki hafta kala seçim yasası dcgiştirildi ve nispi temsil
usulü yürürlüge konuldu. Her ne kadar bu manevra seçim yasasını demokra­
tikleştirme olarak tanıtıldıysa da, ası l amaç sag partilerin tck başına ezici ço­
gunlugu almalarını engellemekti . Sonuç ancak kısmen başarılı oldu. Klasik
sag partiler salt çogunlugu saglayamadılar, fakat azınlık hükümeti kurmaları
da engellenemedi . Fakat aynı zamanda Le Pen 'in 35 milletvekili ile meclise
girmesine olanak tanınmış ve .e n ideal propaganda kürsüsü sunulmuş oldu.
Chirac hükümeti, faşist mihrakın söylem ini itibarsız kılıyoruz maskesi
altında, Sosyalist Parti -�in başlattıgı politikayı daha da agırlaştırarak sürdürdü.
Hükümet salt çogunluga dayanmadıgından, Le Pcn, meclis grubu destegini ya
da çekimserligini açıktan pazariayacak konuma sahipti.
B urjuvazi, faşist bir destege sahip sag bir iktidar aracıl ıgıyla bir çok alanda
istedigi en öneml i yasal degişiklikleri gerçekleştirdikten sonra, Le Pen 'in misyonuna
son verildi. Seçim yasası degiştirildi ve 1988 erken seçimlerinde Front National
oy oranını korumuş olmasına karşın ancak bir milletvekili çıkarabildL O da
çok geçmeden satın alındı ve Front National ' i terketti.
Aynı senaryo 1 993 Mart ayında tekrar sahnclcndi. Milletvekili seçimlerinde
Front National % 1 2,5 oranında oy almış ol masına karşın, eskiden elde cuigi
tek milletvekili koltugunu da kaybetti. Kuşkusuz burada Le Pen 'in ugradıgı
"haksızlıga" degil, esas olarak burjuvazinin ikiyüzlülüğüne dikkaL çekmek istiyoruz.
Burjuvazi bir eliyle bu faşist rnihrakı destekleyip güçlü olarak gündemde tutmaya
çalışırken, diger taraftan dizginleri kaçırmamaya dikkat ediyor. Fransa'nın üçüncü
partisi konumundaki Front National'e bugün için tck milletvekili dahi çıkaruırmıyor.
B u garip görünen durum burj uvazi açısından düşünüldügünde aslında çok
mantıklı. Le Pen ve avanesine belli bir misyon verilmiştir ve bu m isyonun
dışına çıkmaları bugün için yasaktır. Çünkü şimdilik ihtiyaç yok. Burjuvazinin
1 78
Le Pen çetesiyle olan dolayımsız, ancak gizli tutulmaya çalışılan i lişkisi, Mart
1 99 3 ' ten bu yana, geniş halk k itleleri farkında olmasalar bile, tamamen açıga
çıkmışur. Yıllar boyunca Le Pen 'c politik arenada oynatılan rolü ve ona kazandırılan
gücü k ısaca anlatmaya çalıştık.
Mart 1 993 seçi mlerinde UDF 1 RPR koalisyonu ezici çogunıugu- saglayıp,
büyük finans çevrelerin i n g üveni l ir adam ı Balladur başbakanlık makam ına
oturlulduktan bu yana, Fransa'da Le Pen ' i n ve Front Natıonal'in adı artık
fazla duyulmuyor. B urj uva basın bu faşist şebekeye şimdilik en u fak bir ilgi
gösterm iyor. Dünün gözbebegine bugün adeta askeri bir sansür uygulanıyor.
Burjuvazi, bir zamanlar Le Pen 'in oynadıgı rolü, bu kez İçişleri Bakanı Pasqua'ya
emanet etti. Ne var ki, bu, yarın Le Pen'e ve Front Nation a l ' c yeniden ve
yeni roller için i htiyaç duymayacagı anlamına gelm iyor.
İTA LYA : Devlet ve mafya ile içiçe
Avrupa'da, ikinci emperyalist savaşta faşist diktatörlüklerin yıkılmasından
sonra faşizmin örgütsel anlamda varl ıgını, etki nligini ve faal iyetleri n i kes in tiye
ugramadan sürdürdügil ülkelerin başında İ lalya gel i yor.
Mussolini 26 Nisan 1 945 'tc Alman ilniformasıyla kaçmaya çalışırken komünist
partizanlarca yakalanm ıştı. İki gün sonra da metrcsi Clara i lc birlikte k urşuna
diziimiş ve cesetleri M i lano meydanında bir sürq ayaklarından bir direge ası lı
olarak bırakılmı ştı. İ talya'da faşist diktatörlüge son verilişin sem bolik jcsti sa­
yılan M ussolini ' ni n bu son u , faşist örgütlülügün sürekl iligine gölge d üşürebi­
lecek bir tarzda yorumlanmış ve k ul lan ılm ıştı.
Oysa savaş sonrası dönemde bir çok Avrupa ü l kesinde yaşanan d urum,
faşizmin ikinci cephesini ol uşturmuş olan İ lalya'da, biraz daha çarpıcı bir
n itel i k kazanarak yaşanmıştır.
İtalyan ege�cn sınınarı henüz homojen bir yapı kazanm ış durumda dcgillerdi.
B u rjuvazinin, toprak sahipleri nin ve monarşistlerin ç ıkarları arasında ahenk
saglamak, onları güçlü bir İtalyan Komün ist Partisi karşısında, onu e tkisiz
k ılabilecek bir pol iti k güce dönüştürmek hemen kolay degildi . Yani denge
hassastı ve buna İ talya'nın jeopol itik konum undan ötürü, bir de u l uslararası
denge faktörü eklcniyordu.
Dolay ısıyla geçmişin sorgu lanmasına i l işkin olarak başlayan tartışma ve
polemiklcr, iki görüş etrafında yogunlaştı. Egemen sınıflar ve liberal aydın lar,
faşizmin, ülkeni n pol itik tarihinde sadeec tal i hs iz ama sonuçta basit bir paran­
tez teşkil ettigini, M ussol i n i 'nin harcanmasıyla bu parantezin artık kapandı­
gını ve geç m iş i n sorg u lanması n ı n an cak o n u n tamamen u n utulmasıyla
saglanabilecegini ileri sürüyor ve savunuyorlardı.
İkinc i görüş ise, İ talyan Komünist Partisi 'nin soruna yaklaşım tarzı ilc
kendisin i i fade ediyordu. İ KP 'ye göre faşizm düzenin ürünü idi ve sorgu lanması
1 79
düzenin kendisinin ıslah edilmesiyle m ümkündü. İ KP iktidarı ele geçirip köklü
degişim önermek yerine, geçmişi sorgulamanın, faşistlerin idare kurumlarından
ayıklanması , kraUyetin lagvedilmesi, cumhuriyetin ilanı ve tarım i le sanayi
sektöründe bazı radikal reformlara gidilmesiyle mümkün oldugunu savunuyordu.
Tamamen reformİst de olsa İ KP 'nin bu talebinin uygulanması egemen
sınıfların ve onlara destek veren emperyalist m üttefiklerin çıkarlarıyla çelişiyordu.
Ayrıca bu partinin kurtuluşla oynadıgı belirleyici rol ve aldıgı toplumsal destek
hesaba katılınca, ülke yaşamında etkin bir rol oynayacagı, konumunu daha da
pckiştirecegi anlamına geliyordu.
Dolayısıyla İtalya'daki komünist potansiyel ve bu potans i yelin özünde
reformİst de olsa ülkede açabilecegi pcrspcktiften, burj u vazi, toprak sahipleri
ve mQnarşistlerden oluşan egemen sınıf blogu tedirgin oluyordu.
Ayrıca İtalya ve Yunanistan, emperyalizmin Akdeniz'deki önemli üslerinden
ikisiydi. Bu stratejik konumun muhafazası için Yunanistan 'da çevrilen emrikalara
ayrıca deginecegiz. Aynı stratejik endişeden dolayıdır ki, emperyaiist m üttcfikler,
İtalya'nın reformist de olsa İ KP 'nin eline düşmemesi için tüm agırlıklarını
koydular, ne gerekiyorsa yaptılar. İlk yapılacak iş 2,5 m ilyona yakın üyesi
olan İKP 'nin gücüne karşı bir denge oluşturmaktı.
Bu perspektifle, önce " ulusal barışı" saglama adı altında 1 946 'da Hıristiyan
Demokratlar tarafından ç ıkarılan af yasasıyla faşistler affcdildi ve aklandılar.
Ardından, kurtuluştan sonra ü lkede idareyi üstlenen direniş komitelerinin ve
onların atadıkları sorumluların görevlerine son verildi. Ve nihayet medeni hakları
genel af sonucu iade edilmiş olan Mussolini 'nin faşist kadrolarının %90'ı
tekrar eski mevkilerine yer leştirildiler. Böy lece tıpkı Al manya ömeginde oldugu
_
gibi, komünizme karşı mücadele için tüm faşist güçler yeniden devreye sokulmuş
old u . Zira İ KP 'nin karşısına örgütlü politik- bir mihrak çıkarmak olanaksız
oldugundan, onun gücü ancak faşist kadrolar ve devlet aygı tı kullanılarak
dengelenebi l irdi.
Faşist kadroları tamamen aklayan bu aftan sonra Mussolini 'nin takipçiterinin
sessiz kalmaları için herhangi bir neden kalmamışu. Ve onlar da zaman kaybetmeden
Duçe'nin mirasını oldugu gibi ve kaldıgı yerden devraldılaL
l 945 'te
Uomo Q ua l unque, finans çevrelerinin mali destegini alarak ilk
faaliyetlerine açıktan başladı . K ısa sürede Mussolini döneminin i leri kadrolarını
saflarına çeken bu m ihrak, özellikle orta sınıf oylarıyla, 1 946 y ı l ı yasama
meclisi seçim lerinde % 5 ,3 oranında bir destck gördü.
Duçe'nin diger bazı m irasçıları ise küçük gruplar halinde i l legal olarak
varlıklarını sürdürüyorlardı. Eski partizanlara karşı suikastlar düzenlemektc
uzmanlaşan bu gruplardan birisi, Far kökenli Pino Romualdi , Giorgio Almirante,
Giorgio Pino, Augusto De Mars.anich, Arturo Michelini gibi yöneticilerin Aralık
1 946'da kurdukları Movimento Sociale ltaliano ( İtalyan Sosyal Hareketi)' dur .
Bu oluşumun (MSI) Mussolini'nin son politik teşebbüsünUn adını çagrışurması,
faşist gelenegin bu ü lkede kesintiye ugramadan devam euigine i l işkin sembolik
bir anlama sahiptir. Zira, Mussolini, Naziler tarafından kurları ldıktan sonra
180
giderayak Hitler'in teşvikiyle Eylül 1 943 'te Salo'da İtalyan Sosyal Cumhuriyeti 'ni
kurd ugunu i lan etmişti.
Önderligini Mussolini 'nin Joscph Goebbels 'i sayılan Almirante'nin Ustlendigi
MSI kurulur kuru lmaz, İtalyan faşistleri için politik bir çekim merkezine dönüştü.
Musso l i ni 'nin yakın s ilah arkadaşl arının yanısıra Mareşal Grazinia, Veliaht
Valcrio Borghesc M S I 'nın sanarına toplandı lar.
Fakat Avrupa düzleminde faşizmin uğrad ıgı genel hcz i mcti ve bunun fark­
lı faşist grupların sanarında yarattığı sonuçları gidermek kolay deği ldi. Kendi­
sini bölünmelerle i fade eden bu etki lere İ talyan faşizm inin sanarında da tanık
olundu . Ömcgin M S I , meşru zem inde mi yoksa şiddet aracı lığıyla mı faaliyet
yürütmesi gerektiği ikilemi ilc karşı karşıya kal mış, bazı ayrılık ve bölünmeler
yaşam ıştır.
Komünist ve eski partizanlara karşı yürütülen suikast eylem leri M S I 'ya
militan bir m ihrak ruhu kazandırırken, seçmen dcstcgi açısından gücünü olumsuz
yönde etkilemiştir. Daha lcgal bir zemi nde faaliyet yürütmek yan l ı sı olan
Mcşruiyctçilcr b u çckişmcdc baskın ç ıkmış, Almirante 'nin yerine De Marsanich'i
getirerek, 1 95 3 seçi m lerinde aldı k ları % 5 ,8 oranında oyla 29 m illetvek i l i
ç ıkartm ışlardır.
Diğer taraftan monarşinin sürdürülmesinden yana olan İ talyan gericil iğinin
diğer bir kesimi de 1 948 y ı l ı nda Achillc Lauro önderliğinde kurulan Milli
Mona rşist Parti 'nin çatısı altında toplanma y ı ycğlcm işlcrdi . Her i k i partinin
1 950 yılı sonunda imzaladıkları seçim ittifakı 1953 mil letveki l i seçimlerinde,
güney bölgesinde, Mczzogiorno'da, %8 ilc %20 arasında değişen rekor düzeyde
oy almalarını sağladı. Faşist örgütlerin aldıkları oyları n ul usal ortalaması % 1 2,65 'i
buldu. Böylece 1 . 579.000 seçmenin desteğini alan MSI, burj uvazinin yedektc
tuttuğu anti-komünist ve meşru bir pol itik güç kon umu elde etmiş oldu.
M S I ' n ı n seçimlerde elde ettiği başarıdan ve artan lcgal konu m undan sonra,
H ıristiyan Demokrat Partisi 'nin, geçmişte faşistlcrlc kısmen de olsa kapalı
kapılar arkasında sürdürdüğü il işkileri, artık resmi protokol ler çerçevesinde
devam ettirmesinin ortamı doğmuş oldu.
B öylece, 1 953 'tc Pella ve 1 957 'de Zoli hükümetleri , faşi stterin desteği i lc
ayakta kalmayı başardılar. 1 95 5 yılında Giovanni Gronchi faş istlcrin desteği
sayesinde cumhurbaşkanlığına seçildi. Yerel seçimler vcsilesiyle, özellikle MS I'nın
güçlü olduğu güneyde, klasik sağ partiler faşistlcrle aç ıktan seçim ittifakiarına
girmeye başladılar.
Ancak bu ittifaklar, değişik eği limlerin çalıştığı MSI 'nın saflarında bulanıklık
ve ayrışmalara neden oldular. MSI kurulu düzene uyum sağlamak ve mücadelesini
onun bir parçası olma düzeyine ind irgemeklc suçlandı . 1 956 yıl ında ise bir
bölünme yaşadı . Ayrı lan kesim Pino Rauti, Clcmente G raziani önderliğinde
Ordine N uovo (Yeni Düzen)'yu oluşturdu .
'60 '1ı y ı lların son unda sayıları onbin olarak tahmin edilen Ordine Nuovo
militanları, Nazi m odeline uygun param il iter eğitimden geçiri lm iş, sabotaj ,
k ondaklama ve suikast örgütlernede kullanı lan unsurlardan oluşuyordu.
/81
1 960 yılında, mecliste geleceği tehlikeye giren hükümetini desteklemek
için Hıristiyan Demokrat Tarnboni, MSI ve yandaşların ı resmen imdada çağırmak
zorunda kaldı. İtalyan solunun k itleleri bu açık provokasyona karşı anti-faşist
mücadeleye çağırmaları ülke çapında geniş destck gördü.
B u gergin ortamda anti - faşist kitlelerin mücadeledeki kararl ılık düzeyini
ölçmek n iyetiyle, M S I anti - faşist direnişin kalesi Ccnova'da kongre toplama
kararı aldı. Şeref konuğu olarak da bu kentin eski valisi ve savaş suçlusu
Emmanuel Basile'yi davet etti. Faşistlerin gövde gösterisini protesto etmek ve
engellemek için sokaklara dökülen insaniarın geride 1 2 ölü ve yüzlerce yaralı
bırakmasının ardından, Tarnboni h ükümeti devrildi. M S I 'n ı n gerçek k imliği
ve i ktidarla olan dolayımsız ilişkileri geniş kitleler nezdinde teşh ir edildi.
1 960'ta MS I yine gevşekl ikle suçlanarak bölündü. Ayrılan grup, S tefano
Delle Ch iaie önderliğinde Avanguardia Nazionale (Ulusal Öncü)'yü ol uşturarak,
İ talya'nın uzun dönem tanık olacağı kanlı suikast ve sabotaj olayları seri sini
başlattı. Kısa sürede faşist terör h areketini.n ülkedeki başlıca mihrak ı durumuna
geldi. 5 Haziran 1 969 'da M ichel ini 'nin ölüm ünden sonra yeniden MS I 'nın
başına getirilen Almirante, eski yandaşlarından Pino Rauti ve Ordine N uovo 'nun
bir kesimini tekrar M S I 'nın saflarına çekmeyi başardı. Yeni önderl ik, MS I ' dan
ayrı lan militan kesimi tekrar kazanmak, partiye yöneltilen laçkalık, düzene
ayak uydurma, legalist türünden eleştirilerin etkisini kırmak amac ı yla, bazı
yeni düzenlemelerde bulundu. Çok geçmeden de 1 2 Aralık ' ta faşist bombalar
M i lano ve Roma 'da 16 kişinin ölüm üne neden oldu lar.
İ talya bir yandan sürekli canl ı tutulan bir faşist terör ve aj itasyona sahne
olurken, diğer taraftan periyodik olarak askeri darbe ihtimalleriyle karşı karşıya
kal m ıştır. istihbarat örgütü S i far'ın şefi General De Lerenzo 'nun Temmuz
1 964, MSI 'nın eski onur başkanı Veliaht Borghese 'nin Aral ık 1 970, i sti hbarat
örgütünün üst düzeydeki soruml ularından General Mice l i 'nin '73 i lkbaharı
için sivil faşist örgütlerin desteği ilc gerçek lcştirmeyi d üşündükleri askeri darbe
planları bilinmeyen nedenlerden ötürü açığa ç ıkanıldı lar.
Diğer taraftan monarşistler, İtalya 'da monarşist bir restorasyon un imkansızlığını
kavramak ve kabul etmek zorunda kaldı lar. Böylece I 972'de, Milli Monarşist
Partisi'nin uzantısı DN 'nin (Milli Sağ) MS I 'ya katı lmasıyla monarşist/faşist
işbirl iği örgütsel anlamda sağland ı . Yeni birleşim M S İ-DN adını a ld ı .
İ talyan burj uvazisinin ikinci emperyal ist savaş sonrası başlauığı v e soğuk
savaş teorisinin iç poli tikadaki bir türevi olan "geri lim stratejisi", 1 974 y ı l ına
kadar aralıksız devam etmiştir. ABD emperyalizminin NATO aracılığıyla İtalya'da
uyguladığı taktik, devrimci ve i leric i potansiyele karşı faşist tehdidi gerek
sivil gerekse resmi oluşum lar arac ı l ığıyla sürekli can l ı tutmak olmuştur. Ya­
ni soğuk savaşın minyatürleştirilmiş bir biçimi bu ülke sın ırları içinde u ygulan­
m ı ştır.
Y ı llardır uygulandığı resmen 1 973 'te itiraf edilen "gerilim stratcjisinin"
tck amacı İ KP'yi dize getirmekti. İKP adım adım egemen sınıfların istediği
konuma geldikten, istenen teminatları verdikten yan i tamamen burju vaziye
1 82
teslim olduktan sonra, "gerilim stratejisi" yerini 1 976'da resmilik kazanan
Berlinguer'in ünlü "tarihsel uzlaşmaya" bıraktı.
1 974 y ı lındaki genel seçim lerde %33 oranında oy alan İKP ile Hıristiyan
Demokrat Partisi arasında 1 976 y ı l ı nda varı lan sözkonusu "tarihsel uzlaşma",
dönemin Dışişleri Bakan ı , daha isabetli bir tanıin la CIA'nın Roma temsilcisi
G i ulio Andrcotti tarafından şöyle tanımlanır: "Tehlike d urumunda İ KP, sagın
bir bölümü ve işverenler gibi düzen savunucuları arasında yer alıyor. İKP bu
tavrını İşç i Otonamisi ve Kızıl Tugaylar'a karşı m ücadelede kanıtlamıştır."
.
·
İtalyan burjuvazisi "tarihsel uzlaşma" kadar degişik yöntemlerle destekledigi
faşist gruplara artık ihti yaç duymuyorrlu ve yardı m ını da pekala kısıtlayabilirdi.
Fakat yine de cömert davranmıştır. İ KP 'nin diz çöküşünü selamlamak için
olsa gerek ; ordu; istihbarat ve faşist örgütlerdeki bazı unsurları harcamı ştır.
Hatta daha da i leri g i derek
Ord i ne N uovo ve A vang uardia Nazionale
yasaklanmıştır. Ancak b u örgütlerin en öneml i sorumluları zaten tehlikeyi erken
sezdikleri için çoktan ülkeyi terketmişlerd i .
Böylece "tarihsel uzlaşma" ın faşistterin m i syonunu sekteye ugratması,
kendilerine saglanan açık destcgin kesilmesi ve MSI-ON'in meşruluk ve legalizm
arayışına öncelik tanıması, İtalyan faşizmi nin iç inden bazı merkezkaç grupların
vesayetten kurtularak dogrudan şiddete başvurmalarına yolaçmıştır.
Bu nedenle '70 '1i y ı l ların ortalarından '80 'Ii yıl ların başlarına kadar İtalya,
sivil faşist çetclerin terörüne sahne olmuştur. Bu faşist grupların en öne m l i
eylemlerinden bazıları şunlardır: 28 Mayıs ı 974 'tc Brcscia kentinde anti-faşist
bir gösteriye karşı düzenlenen suikast sonucu 7 kişinin ölmesi 90 kişinin yaralanması.
Aynı y ı l ı n 4 Agustos günü İtalicus trenine yapılan suikasua 1 2 kişini n ölmes i
4 8 kişinin yaralanması. 2 Agustos 1 980'de Bolanya Tren İstasyon u ' na yapılan
saldırıda 85 kişinin ö l mesi, y üzlerce kişinin yaralanması. 23 Ara l ı k 1 984 'te
Roma-Milana trenine karşı düzenlenen suikasua 1 5 kişinin ölmesi, 1 60 kişinin
yaralanması. B u son suikastın sorumlusu olarak suçlanan Massimo Abbatangelo
aynı zamanda MSI-ON 'in m i llctvckilidir.
Dikkat çekilmesi gereken konulardan birisi, klasi k düzen partileri nin meşru
zeminin dışına fazla çıkmamaya özen gösteriyor diye, MSI 'ya karşı " tarihsel
uzlaşmadan" sonra takındıkları tavırdır; ona verdikleri dcger ve i ti bardır.
B u açıdan '80 ' J i y ı llar İtalyan faşistleri için oldukça verim l i bir dönemin
başlangıcını ol uşturuyor. Faşizme i tibar kazandıran, onun kitleler nezdinde
olagan bir politik akım imajı kazanmasını saglayan bu sembol i k jestlerden bir
kaçını şöyle sıralayabil iriz:
ı 984 'ten i tibaren i lkin H ıristiyan Demokrat ve sırası ile, Liberal Parti,
Sosyal Demokrat Parti ve Sosyalist Parti MSI 'nın kongrelerine heyet göndermeye
başladılar. 1 985 y ı l ında MSI 'ya bazı parlamento komisyon başkanlıkları ve
İtalyan Radyo Televizyon Kurumu RAİ 'nin idare kurulu üyelikleri verildi.
"Sosyalist" Bettino Craxi ilk hükümetini kurarken MSI yöneticilerine nezaket
ziyaretinde bulunarak, k uracagı h ükümetin bileşimi ve oluşturulacak pol itik
programı hakkında onların fikirlerini almayı ihmal etmedi
183
İ KP, 1 987 yılında, merkez yayın organı Uniıa' dan bir gazcteciyi, MSI'nın
kongresine hem gazeteci, hem de politik temsilci sıfauyla gönderdi. İKP ile
MSI arasındaki bu ilk resmi temastan sonra i lişkiler düzenli bir seyir izlemeye
başladı.
İ KP Genel Sekreteri Enrico Bcrlingucr'in cenaze törenine MS I 'nın şefi
Almirante'nin bizzat kaulmasıyla sürdürülen bu ilişki ler, iki partinin birbirlerine
sık sık nezaket jestleri çekmeleriyle devam etti.
1 98 8 'de Almirante 'nin ölümüyle boşalan MSI-ON önderligine G ianfranco
Fini getirildi. Mussolini 'nin torun u Alexandra 'nın da sanarında etkin ve birinci
derecede faal iyette bulunduğu MSI-ON, Avrupa Parlemantosu 'nda 4 mi lletvekili
ile temsil ediliyor. Son m i l letvekili seçim lerinde ise % 5 ,3 oranında oy aldı .
İtalya'nın politik yaşamında sürekli bir yapı kazanmış olan M S I- ON , son
belediye seçimlerinde elde cuigi başanya böyle bir süreçten geçerek ulaştı.
İkinci turunda %45 ' i geçen MSI-ON ' in performansı, her ne kadar Hıristi yan
Demokrat Partisi'nin dagılması, Giulio Andrcolli gibi tarihi önderlerinin hırsızl ıktan,
mafya i lc işbirl igindcn mahkeme kapı ları nda sürünmclcriylc açık lanmaya
çalışılıyorsa da, bu ülkede faşizmin büyük bir güç kazandıgı nı kabul etmek
gerekiyor.
Diğer taraftan MSI-ON 'in yanısıra yakın geçmişte İtalya'da bölgcci gruplar
türemcyc başlad ı . 1 9 SO'Ierin yarısına doğru Fransa'da tanık olunan ve h ızlı
sanayileşmenin tehdit ettiği küçük esnaf ve zunalkarların korporati f çı karlarına
dayalı bulunan Poujadist akımın bir benzeri olan ve politikasını İtalya'nın
bölgesel farklılıklarına göre oluşturan bölgeci liglcri, gözlemciler politik olarak
faşist akım larla bir arada, onların bir varyantı olarak degcrlcndiri yorlar.
Bunlardan en güçlüsü Umbcrto Bossi 'nin önderlik cuigi Lombardiya Ligi'­
dir. Sözkonusu grup 1987 seç i m lerinde %0,5 oranında oy alı rken, 7 nisan
1 992 günkü seç imlerde %8,8 oranında oy almıştır. M iluno kentinde oy oranları
%20 'ye dahi çıkabilen bölgeci ligleri n toplam oylarının ul usal oranı % I 7
civarındadır.
.
Legal planda faaliyet yürüten bu oluşumların yanısıra, onlarla dotaylı ya
da organik ilişkiler içinde olan MPON, AN, ORDINE NERO, NOUV A DESTRA
veya NATO ve CIA 'nın güdümündeki gizli anti-kom ünist şebeke G LADIO'nun
İtalya'da mafyanın değişik kollarıyla işbirl igi halinde oldugu ve çoğu kez
devletin en üst kademelerinin, gizli istihbarat kurumlarının suç ortaklıgı ilc
hareket elliklerini belirtel im.
İ talyan sivil faşist mi lislcrinin, '60 '1ı yıl ların başından '70 '1i yılların başına
kadar Sardinya 'da, GLADIO elemanlarının egitim görd ükleri Aghcro askeri
üssünde cgitildikleri ve suikastlarda faşist çctelcrin kul land ığı patlayıcı maddenin
GLADIO 'nun ku llandıgının aynısı olduğu, " tari hsel uzlaşmadan" yıl lar sonra
ortaya çıkarıldı.
Ve böylece, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi İtalya'da da faşist grupların,
terimin en geniş anlamı nda devletle işbirl igi içinde onunla iç içe çalıştıkianna
ilişkin bir kanıt daha gün ışığına çıktı .
184
İngi ltere : Zayıf ve denetim a lt ı n d a
Avrupa'da faşizm in tarihi geçmişi v e örgütsel varlığı sözkonusu olunca,
lngillere bir çok nedenden ötürü kenarda tutul ur. B u ülkede faşist gelenegin
tarihse l zay ı fl ıg ı , örgütsel anlamda c iddiye alınır kalıcı bir pol i tik g üce
dönüşememesi, ikinci emperyalist savaş döneminde İngil iz faşisllerinin Nazilerle
aktif işbirligi yapmalarının pratik koşullarının oluşamaması, İngi l tere 'nin b u
bağlamda istisna statüsüne girmesini , kenarda tutu t masını bir bakıma anlaşılır
k ı lı yor.
Fakat," bu fak törlerin yan ı sıra İ ngiltere'de faşist gel işmeyi dizg in leyen bazı
başka öznel fak törlerin de dikkate alınması gereki yor. Muhafazakar Parti 'nin
faşist oluşumlarla sürdürdüğü örgütsel ilişkiler, faşist eğilimli pol itik argümanları
kendi programına almada gösterdiği tezcan l ı l ı k ve taktiksel maharet, çoğunluk
sistemine dayanan tck dereceli seçim sistemi , bu faktörlerin bir kaçı olarak
sıralanabil ir.
Ayrıca, kendini pratikte, yani sokakta i fade etmektc duraksamayan k itlelerin
anti-faşist d uyarlılığı, İ ngillerc 'de faşist potansiyelin dizgi nlcnmesinc, periyodik
darbeler almasına ve dolayısıyla zayı f kalmasına neden olan poziti f öznel
faktörler olarak dikkate alınabilirlcr.
B una rağmen, İ ngiliz faşizmi zay ı f da olsa tarihsel bir geçmişe ve m irasa
sahiptir. Ingiliz İmparatorluğu'nun varlığını korumayı ve İngiliz ırkının üstünlüğünü
savunmayı hedefleyen, faşist ideolojiden öneml i ölçüde ctkilcn m iş k lasik aşırı
sağcı grupların dağınık varlığı dışında, terimin esas anlam ına tekabül eden
kayda değer faşist bir partiye İngiltere'de 1 930'lu yılların başına kadar rastlanmaz .
Ancak, boyutları sınırlı da olsa, İngiltere'de faşist bir gelenek ve bu gclcncgi
sürdürme uğraşısını büyük bir i nat ve scbatlc y ürüten güçlerin varl ığı da bir
gerçek tir. G özlemciler İ ngiliz faşizm in i n doğuşunun 1 9 1 9 'da yayın hayalina
başlayan Britons Publishing S oc ie ty 'nin kuruluşuna dayandığını ileri sürüyorlar.
Henry Harn i l ton Bcamish 'in kurduğu sözkon usu yay ı nevi ülkede faşist
ideoloji nin yerleşmesi iç i n cntcllcktücl birikim ve pol i tik atmosfer yaralicı bir
işlev görmüştür. Sözkonusu kurum İngiliz lmparatorluğu 'nu yüccltmiş, yurtseverlik
adına m i l l iyetç i , ı rkçı, anti-seın itist propagandanın temel taşıyıcıs ı olmuş,
sendi kacı l ı ğa karşı· kitap ve broşürler yayınlam ıştır.
B u ilk girişimden dört yıl sonra, 1 923 'tc, bayan Rotha Lintoro Orman
önderl iğinde, "kızıl" tehlikeye karşı savaşı m vermek için ve M ussol ini 'nin
faşist partisi örneğinden csinlcnilerck, ilk İ ngiliz faşist oluşumu llritish Fascisti
k urulm uştur. Britis h Fa scisti 'nin politik program ı , kral l ığı ve parlamentoyu
sosyalizme, komünizınc, scndikacı lığa, atcizmc ve cinsel özgürlüğe karşı korumak
olarak saptanm ıştır. Fakat program ve hedefleri bu şeki lde saptanmış olmasına
karş ın, Bri t ish Fa sc isti nin pratikteki faaliyeti , Muhafazakar Parti 'nin toplantı
ve miti nglerinde güvenliği sağlamaktan, grev kırıcıl ığ ında paramiliter güç olarak
kullanılınaktan ve muhalefetin toplantılarına saldırılar düzenlemekten öte gitmeıniştir.
'
185
B r i t is h Fascisti gene l l ikle emekl i subaylardan, orta ölçekli işletme
patron larından, din görev l i lerinden ve Muha fazakar Parti li ler'den oluşan birkaç
binlik üyesi i lc gücünün zirvesinde oldugu bir _dönemde, 8 gün süren ünlü
1 926 Genel Grev' i gerçekleşti. Ülkede hayatı fc lcc ugratan bu genel grev
esnasında, B ritish Fascisti en temel m isyonunda, grcv k ır ıc ı l ıgında başarıl ı
olamamışur. Böylece İ ngil iz burjuvazisi faşist milisieri boşuna bcslcdigi kanısına
varm ış ve mali dcstegini kcsmi ştir. Bunun yan ısıra R .L . Orman 'ın annesinden
dcvraldıgı ve örgüt için kullandıgı miras da erimeye yüz tutmuş, şirketi 1 934'te
iflas etmiştir. Bu duruma partinin önderi konumunda olan R . L.Orman 'ın alko l
düşkünlüg ü d e eklenince, örgüt dagı lma ve bölünme sürecine g irmiştir.
* Nordic League: M uhafazakar m illetvek ili Arcibald Maulc Ramsay 'ın
önderliginde oluşturulan bu grup, Amerikan faşist örgütü K lu K l ux K lan 'ın
İngiliz kol u olan W hite K nights of B rilain ilc yak ı n i li şk iler içinde faaliyet
yürütmeye çaba sarfclli. Nordic League saflarında Arnold Lccsc, Henry Harnilton
Beamish, W i l l iam Joyce, Scrocold S kccl gibi İngiliz faşizminin önde gelen
i simlerin i barındırıyordu. 1 937-39 yıl ları arası faaliyet yürüten bu grup, ikinc i
emperyalist savaşı n patlak vermesiyle birlikte yasaklandı v e üyelerini n çogu
tutuklandı.
* B r i tons Society: Henry Harn ilton Bcamish'in 1 9 1 9 'da kurdugu Britons
Publishing Society'c benzer bir oluşum olan B ritons Society, sözde salt yayı n
faaliyeti aracı l ığıyla İngiliz yaşam tarzını yabancı etkilerden korumayı amaçlayan
bir m isyon üstlcncrck ortaya ç ıktı.
Yahudi düşmanı yapıtlar yayın lamaktan öte bir örgütsel varlıgı olmayan
B ritons Society, savaş öncesi döncmden '70 '1i yıllara kadar varl ığını sürdüren
. tck İngiliz faşist oluşumudur. Etki alan ı dar da olsa U r itons Society yayın ladıgı
anti-scm itİst yapıtlar arac ı l ığıyla, İngi liz anti-scmitist, ırkçı ve faşist geleneğine
hatırı sayı l ır entellektüel bir h izmette bulunmuştur.
* Imperial Fascist League: 1 928 yılında oluşturulan Im perial Fascist
League ın başına 1 930 'da Arnold Spencer getirildi. U ritons Publishing Society
kökenli, yahudi düşmanlıgı ve Hitler'c sın ırsız hayranlığı ilc ünlü olan A.Spcnccr
sonradan yahudilerin gaz odalarına kapatılmasını öneren ilk kişi olmakla övünmüştür.
Ortalama m i l itan say ı s ı ı SO'yi geçmeyen l m perial Fascist League,
M uhafazakar Parti 'den bağımsız ilk İngiliz faşist örgütü say ı l ır. Tirajı 3000
c ivarında olan The Fascisı adlı yayın organının öneml i bir böl ümünü G üney
Afrika 'ya postalayarak dağıtım sorununu çözümleyen grubun esas mali kaynagı
Arnold Lecsc tarafı ndan karşılanıyordu. Ancak , S ir Oswald Moslcy grubunun
yüksel i şi ilc birlikte Im perial Fascist League tamamen unutuldu ve devre
dışı kalarak dağıld ı .
İngiliz faşizminin adeta kilometre taşı olan S ir Oswald Mostey, pol itikaya
Muhafazakar Pani 'ni n saflarında, bu partinin en genç m i lletvek ili olarak başladı .
Daha sonra İşçi Partisi 'ne geçen Moslcy hemen parti önderl igine oynad ı ve
k ılpayı kaçırdı . İşçi Partisi 'nin önderfiğini ele gcçiremcyincc partiden ayrıl ı p
1 930 y ı l ı nda kendi partisi ni, New Pa r ty 'y i kurdu.
'
186
İki y ı l sonra New Party y i British Union of Fasc ist'c dönüştürmcklc, S i r
Mostey İngiliz faşizm inifı tarihe damgasını vuracagı süreci başlatm ış oldu.
Moslcy 'in partisi İngil iz İmparatorluğu 'nun dışa kapalı, kend i yağıyla kavrulur
konumda kalmasını, u l usal karakterl i yatırımlara öncelik tan ımasın ı , yaşlı bir
"çete"den oluşan parlamentonun yerini korporatist ve otoriter bir devlete bımkmasını
ve bu tezleri anti-komünizm, ırkçılık ve ıınti-semi tizm i temel kıstas alan bir
politika eşliğinde uygulamasını öneriyordu.
B r itsh U nion of Fascists 'in mali kaynaklarının bir bölümünü Oswald
Mostey 'in kişisel serveti , diğer bir bölümün ü Mussolini karşılıyordu. Fakat en
büyük destcğj Daily Mail günlük gazetesinin patronu Lord Rothermcrc sağlıyordu.
Dai/y Mail 'in iki yıl boyunca British U n ion of Fascists'e sağlad ığı destck ilc
dönem in Avrupası'nın özgün koşul larının sunduğu m addi ve manevi olanaklar
sayesinde, İngiliz faşizm i büyük bir gelişme göstermiştir. 1 935 ' l i y ı l larda 1 00
bini aşkın ingilizi saflarına çek m iştir.
Londra sokaklarında polisin gözetim i altında terör estiren Moslcy çetesine
İngiliz işçi sını fı 4 Eki m 1 9 36 günü Cable Street'te ağır bir tokat atmış, bozguna
uğrattığı gi bi gelişimine de son verm iştir. Adı geçen tarihte, S ir Mosley 'in
B lacksh irts'leri (karagömlekl i lcr) Londra'nın bir işçi semti olan East End'e
doğru, gövde gösterisi nitel iğinde bir y ürüyüş düzenlemek istediler. İngiliz
h ükümeti, gösteri özgürl üğü, demokrasi vb. gibi bilinen gerekçelerle fa�istlerin
y ürüyüşünü yasaklamayı reddetti. Sayı ları 3000 'i geçmeyen faşistterin bu
provokasyonunu korumak amacıyla 30(X) polis görevlendirdi. Fakat bu provokasyonu
engel lemek, faşistlere hadlerini b i ld irmek için 1 00 bini aşkın işçi, kom ünist ve
anti-faşist "Faşizme Geçit Yok ! " şiarıyla sokağa döküldülcr. Eylemcileri korumakla
görevl i pol isin tüm çabas ına rağmen faşistler Londra sokaklarında kovalandı,
meydan dayağından geç i rildiler. İşç i sınıfı başta olmak üzere kitlelerin bu
doğrudan militan müdahalesi İngiltere'de faşist cereyanın gel işim sürec ini tamamen
sekteye uğrattı. Faşistleri doğrudan destekleyen devlet biraz daha temkinli
davranmak zorunda kaldı. Daily Mail de kam uoyunun baskısı sonucu mali ve
loj istik yardımını kesti.
Bu d urum British U n ion of Fascists'e ölümcül bir darbe etk isi yaptı ve
onu geriye sayma sürecine soktu. Ye çok geçmeden faşistleri her zaman cl
altından destekiemiş olan İngi l iz egemen sın ı fları, savaşın arifesi nde bunlara
karşı " u l usal güvenlik" gerekçesi y le cezai kovuşturma açmak zorunda kaldılar.
23 Mayıs 1 940 'La 900 yandaşı ilc birlikte göza ltına alı nan S i r Moslcy,
polisin gözetim inde tutul ması kaydıyla 1 943 'te serbest bırakıldı. Avrupa'da
anti-faşist zaferi i zleyen tem izlikten İ ngi liz faşistlcri, ülkenin işgale uğramadıgı
ve örneğin Fransa 'daki gibi fii l i bir işbirl iğinin yaşanmaması nedeni y le, fazla
etkilcnmediler. Yine de süreç bu faşist mihrakın tamamen dağı lmasıyla sonuçlandı.
* İk inc i emperyalist savaş sonrası yeniden ortaya ç ı kan i l k İngi l i z faşisti
Arnold Leese olm uştur. 8 Mayıs 1 945 günü Jcwish War of Survival başlıklı
bir kitap yayınlayarak "Yahud i ler ve francmasonların savaşı kazandıkların ı"
açıklayan Arnold Leese, Goıhic Ripples adlı bir ayl ı k dergi arac ı l ığıyla yahudi
'
187
düşmanlıgı k usmaya yeniden başladı.
Çok geçmeden 1 94 8 'de Sir Oswald Mosley U n io n Movement'i kurarak
devreye girdi ve politik yaşama yeniden dönmeye çalıştı . Fakat tüm ugraşılarına
ragmen İngiliz halkı nezdinde ilgi görmeyen Sir Mostey'in adı Hi tler 'inki ile
birl ikte anıl maya ve birlikte lanetlenmeye devam etmiştir.
S i r Mo-,ky 'in g i rişim i yle degişik İngiliz faşist grupları arasında u m u lan
birligin saglanamamasından dolayı British Union of Fascists 'in eski militanlarından
olan Arthur K.ChesLerLon, 1 954 'Le League of Empire Loyalists' i kurdu. Aynı
şekilde J960'ta kurulan British National Party bu dağınıkhgm bir başka ifadcsidir.
İngiliz egemen sınıfları ülkenin savaş sonrası yeniden i nşası i ç i n binlerce
göçmen işçiye çagrıda bulunmak gereksinimi d uydular. Bu girişim Sir Mosley 'e
bir u m ut ışıgı gibi göründü. Yahudi düşmanı klasik Nazi lafzını tali plana
iterek, göçmen işçilere özellikle de zencilere yönel ik ırkçı bir saldırı kampanyası
sayesinde yeniden dirilebi lecegini sandı. Bekledigi ilgiyi görmeyen S ir Mostey,
aktif pol itikaya ara vermek, kendisini biraz un unurmak ihti yacı duydu.
1 952 yıl ında İrlanda'ya göçen ve sonradan gidip Paris 'e yerleşen Sir Moslcy,
1 959 yılında bu m olan ın arlık yelerli olduğuna kanaat getirerek tekrar Londra 'ya
dönüp m il letvek ili adayı oldu. Fakal bu son girişi m i de başarısız old u ve
gerileme sürecine bir Lürlü son veremedi.
* 1 960 '1ı y ı lların ortalarına kadar İ ngi l i z faşi stleri bir türlü bel lerini
doğrultamadı, kurmaya çalıştıkları örgütler hep minyalür kaldı, kısa sürede
bölündüler ve yok oldu lar. Ö rneğin, Celin Jordan ve John Tyndall 'ın birlikte
k urdukları British National Party iki y ı l geçmeden dört ayrı gruba böl ündü:
League of Empire Loy a lists, Patriotic Party, G reater B ritain M ovement,
National Sodal ist Movement.
1 960'1ı yıl ların on,ılarından itibaren ingil iz faşist şefler tüm m üriLlerini
aynı çatı altında toplamak için kendi aralarında görüşme ve pazarl ıklar başlatmak
zorunda kaldılar. Aylar süren pazarlık lardan sonra, 1 967'dc "asgari müşlerekler"
den ilen yabancı düşmanlığı etrafında birl ik leri ni sağladılar.
Böylece League of Empire Loyal ists, Racial Preservation Society, British
National Party, G reater U ri tain M ovemeııt, National Social ist M ovement
gibi faşist grupçukların biraraya gelmesiyle, İngiltere 'n in savaş sonrası dönemin
başl ıca faşist örgüLü olan National Front kuruld u .
Fakal John Tyndal l v e G reater U r itain Movemen t ' ı n hempaları katıksız
Nazi eği lim leri y le, yeni oluşumun kazanınaya çal ıştığı itibara ve ciddiyete
gölge düşürcbilirler . diye dıştaland ı lar. Yal nız aradan bir y ı l bile geçmeden
John Tyndall kendi örgütünü lağvederek üyeleri ni National Fron t 'a katı lmaya
çağırdı ve çok geçmeden paniye şef oldu.
National Front, John Tyndal l önderl iğinde, 1 979 yıl ı na kadar oldukça
parlak bir dönem yaşamıştır. Yah udi düşman lığının yerine, oy almak ta daha
· verimli oluyor diye, göçmen işçi düşman lıgı konm uştur. '70 '1i y ı l ların başında
bel iren iktisadi krizin yaranığı tahribatiarta da birleşen göçmen işçi d üşmanl ıgı,
faşistterin el inde yank ısı ve etkisi büsbütün artan tck propaganda malzemesi
188
olarak kal m ıştır.
1 972 yılında İdi Amin Dada 'nın Uganda 'dan sınırdışı euigi ve İngiltere'ye
yerleştirilen 30 000 uzak Asyalı m ül teci n in gelişini büyük bir iştahla istismara
katkışan National Front 'un i mdadına çok geçmeden, I 976 y ıl ında, İşç i Partisi
hükümeti yetişti. Ekonomik krizi dizginleyip aşmaya çal ışıyoruz diye , saglık,
egitim, sosyal sigorta b ü tçelerinde b üyük ölçekli kesintilere giden İşçi Partisi
hükümeti k itleler nezdinde itibarını kısa sürede kaybetti. Geri k itleleri ı rkçı,
demagojik propagan danın etki alanına, yani National Front 'un kucag ı na iui.
İşçi Partisi h ü kümetinin kemer sıkma pol itikası na karşı gelişen topl umsal
tepkiyi İngi l iz burjuvazisi klasikleşmiş bir tarzda sahte hedeflere, göçmen işçilere,
yabancılara yönclterek, d üzen karşıtı bir sosyal karışıkhgm çıkmasını cngcl­
lcyebilmiştir. B urjuva basın karın tokluguna çalışan insanlan, zencilcri, Pakistaniılan
vb. kapitalizmin bunalımının sözde sorumluları ilan etmiştir. B urjuvazinin basın
aracı l ıg ıyla yabancı işç ilere karşı başlauıgı karalama kampanyasının National
Front 'a verilen objektif bir destck olduğu somut bir gerçektir.
Halktan alınan vergilerle yabancı işçiler l üks otellerde misafir edi liyor,
devlet ve işverenler İngilizlere deği l yabancılara iş vermeyi tercih ediyor, konut
dağıtımında göçmen işçilere öncelik tanınıyor vb. gibi soyut propaganda argümanlan,
burj uva basının o dönem döne döne vurguladığı temel kon ulard ı .
Ayrıca kampanyaya daha etk i li b i r boyut katmak v e sansasyonellcştirmck
için, "zenciterin işi gücü beyaz İ ngiliz k ıziarına tecavüz etmektir, zenciler
saldırıyor, zenciler silahlı çeteler oluşturm uşlar" vb. uydurulmuş h ikayelcr,
basın aracılığ ıyla som u t olgularm ış gibi kitlelere şırınga edildiler.
B urj uvazi bası n aracılığıyla yabancıları bir yandan persona non grata i lan
ederken , diğer yandan da sokaklarda bu insan lara saldıran faşist çeteleri n şefleri
hak kında övücü röportaj lar yay ınlatarak, bu çeteterin İngiliz halkının istek ve
tcmcnnisi doğrultusunda hareket ettikleri imajını veriyor, onlara kitleler nezdinde
i tibar kazandırıyordu.
lrkçı zem inden hareket ederek gelişmeyi amaçlayan faşist bir partiye, National
Fro n t 'a bundan daha iyi ve uygun destck vermek mümkün değildi. Böyle bir
ortamı kendi lehine kullanmak için, National Front gibi onyılların birikim ve
deneyimi içinden süzü lcrek gelen kaşarlaşmış profesyonel bir şebekeye öğüt
vermek gcreksizdir. Onlar neyi nasıl yapacakların ı çok iyi biliyorlar. Yeter ki
burjuvazi onlara yeşil ışık yaksın.
National Front burjuva basın ı n oluşturduğu ortamı büyük bir rahatl ıkla
k ul lanm ış, İ ngiliz halk ını "göçmen işgal i ne" karşı korumak için pol isin suç
ortaklığıyla sokak saldırılarına başlamış, kapital izmin cvsiz, işsiz, sağlık, eğiti m ,
sosyal güvenlik hizmetlerinden yoksun bıraktığı geri k itlelerin desteğini önemli
ölçüde almayı başarm ıştır.
1 977 yılında National Fro n t İngiltere 'nin ulusal d üzeyde 4 . politik gücü
olmuş, yerel d üzeyde ise 3. konuma yükselmiştir. Kamuoyu araştırmaları 1979
genel seç imlerinin ari fesinde National Fron t 'un iktidara gel mesi dah i l , her
i htimali olanakl ı kılan bir güçlcnme süreci yaşadığını gösteriyordu.
189
İşte bu aşamadan sonra İngiliz burjuvazisi yen i bir dönem başlatabi l i rdi.
Çünkü isteni len hedefe erişilmiş, faşist mi hrakın döneme i l işkin m isyonu
tamam lanmıştı. Yani kapitalist bunalımın yarauıgı toplumsal hoşnutsuzluk faşist
örgütler şahsında düzen içinde denetim altında tutulabilmiş, ü l kede herhangi
bir sosyal karışıklıga meydan verilmemiş, potansiyel tehlike hertaraf edilmişti.
Diger taraftan faşist bir partinin i ktidar olmasına veya politik yaşamda
yerleşik ve kal ıcı bir m ihrak olarak kalmasına burj uvazinin ne ihtiyacı , ne de
n i yeti vard ı. Dönem böy le bir gücün sürek l i önplanda tututmasını henüz
gerektirmiyordu ve ayrıca onun denetimden çıkma tehlikesi de olabil irdi.
Dolayısıyla Muhafazakar Parti 'nin zararına h ızla g üçlenen, on un tabanını
erozyona ugratan National F r ont 'un gelişmesini fren lemeni n zamanı gelm işti.
Onu frenieyebilmek için faşistlerin göçmen işçi düşman ı tezleri önce m uhafazakar
milletvekili Enoch Powell ve ardından bizzat Başbakan Thatcher tarafı ndan
dogrudan ve açıktan işlenıneye başlandı. M uhafazakar Parti 'n in programına
eklendi . Dolayısıyla resmi devlet pol itikasının bir varyantma dönüştürüldü.
M uhafazakarların bu taktikle başlattıkları süreç dogal olarak National
Front 'un '80'1i yılların başından itibaren gerileme ve bölünme sürecine girmesine
neden oldu, zaten amaç da buyd u .
'70'1i y ılların faşist partisi National Front etkinligini kaybed i nce, 1 982 'de
John Tyndall öndert igindeki British National Party 'e dönüştürüldü. British
National Party, Liverpool, Heyzel ( Brüksel) vb. stadlarında terör estirmekle
ü n l ü alkolik S kinheads 'lerden düşün d ü nyas ı nda otorite sahibi ü n ivers ite
profesörlerine, gaz odalarının varl ıgını inkar eden ünlü revizyonist romancı
David Irw ing 'e kadar degişcn heterojen fakat dar bir kitle tabanına sahiptir.
B urjuvazinin dizginleme operasyonunun yan ısıra British National Party
1 990 yıl ında East End (Londra)' deki yerel bir scçimdc % 12 oran ında oy al mayı
başarabildi . Fakat henüz tamamlan m ış bir ulusal örgütlülüğü olmadığından ve
çogunluk sistemine dayanan tck dereceli seçim sisteminin kendilerine parlamentonun
yolun u kapatmasından dolayı , sağladıgı başarıyı bugün için düzenli bir gelişim
ve güçlcnmc dinamiğinc dönüştürcmiyor.
ISPANYA : Fran k o ' n u n m i rasçrlan
Daha önceden d e belirttiğ imiz gibi b u ülkenin önemli özelliklerinden birisi,
8 Mayıs 1945 'tcn i tibaren Avrupa ' n ı n her ulustan faşistinin, b u arada da en
ünlülerinin; S korzen y , Dcgrcllc, Darquicr de Pcllcpoi x ' lerin sığınağı olmuş
olmasıdır. III. Rcich 'in çöküşündcn Franco'nun ölümüne kadar İspanya, Avrupa'nın
degişik ü l kelerinde yasal veya yasadışı faaliyet yürüten faşist örgütlerin cephe
gerisi, üssü rolünü görmüş, onların madd i ve ınanevi destck kaynağ ı olmuştur.
İ spanya ' da onlarca yıl hüküm süren Franco i ktidarı boy unca faşistlcrin
bağımsız örgütlenınesine ihtiyaç duyulmadığı açıktır. Faşizmin İspanyol versiyonu
Frankizm, egemen sınıfların bu alandaki taleplerini faz lasıyla yerine getirmektc
1 90
k usur etmemiştir. Ancak diktatörlüklerin yıktidıkları ülkelerdeki faşist artıkların
buluşma merkezi olan İspanya' da, bazı etkinliklerde bulunma i htiyacı duyulmuş
ve bu yönde örgütlenme girişimleri olmuştur.
Bu bağlamda kayda değer girişim CEDADE'ın (Circulo Espagnol de Amigos
de Europa - Avrupa Dostları İspanya K u l übü) faaliyetleridir. CEDADE ' 60'1ı
yılların ortalarında Batı Almanya'da, İspanyol, İtalyan ve Alman faşistlerinin
ortaklaşa k urdukları bir örgüttür. Bu örgütün m isyon u , Avrupa ' nın değişik
faşist grupları arasında işbirliğini sağlamak, faaliyetlerin i tck merkezden yönetmektir.
K ı tada 40 civarında seksiyon oluşturan CEDA DE ' m merkezi ve esas faaliyet
alanı İspanya olmuştur.
Avrupa faşizminin buluşma merkezi konumuna rağmen, İspanya faşistlerinin
örgütl ülüğü, günümüzde diğer A vrupa ülkelerindeki örneklere nazaran, henüz
c ı l ız d üzeyde seyrediyor. B unun bir nedeni , Franco rejimi doğal öl üm sürecini
yaşayarak çökme ve dağılma aşamasına geldiğinde, burj uvazinin, Franko rejiminin
devamına aday unsurlara desteğini yinclemcmcsi, İspanyol faşi stlerini n g üçl ü
örgütlülükler yaratarak pol itik varlıklarını sürdürme şansını ortadan kaldırmışur.
Diğer taraftan , İspanya burj uvazisinin Frankizm ' in en önde gelen sirnalarına
nankörlük etmemesi , Caud illo ' un 1 97 5 ' te ölüm ünden sonra, "iç barış, u l usal
b üt ü n l ü k " arg ümanl arı arkası n a gizlcnilcrck onların yeni rej ime entegre
edil melerinde herhangi bir güçl ük ilc karşı laşmaması da, sorunun bir başka
boyutudur. Örneğin, bunlar içinde en ünl üsü, sonradan M u hafazakar Parti'nin
başına getirilen Manuel Fraga İribarnc' dir.
İspanya burj uvazisinin Franco' n un ölümünü fırsat bilerek uluslararası planda
itibar edinme kaygısıyla at değiştirmesi, faşistlcrin yıllarca ordu/polis işbirl iğine
dayanan bir askeri darbeye umut bağlamalarına yolaçmıştır. Bir türl ü gelmeyen,
gelip de başanya ulaşamayan bir darbe beklentisi içi nde yaşam ışlard ı r.
"Golpis te" (darbec i ) gelenek d i ye adland ı r ı lan bu bck lcnLi n i n son
çırpınışlarından birisi, Fuerza Nucva ve El Aleazar' ın çağrısı üzerine, üst d üzeydeki
bir grup subay adına hareket eden Albay Tejcro ' n un 23 Şubat 1 98 1 günü
Cortes'e ( M i l let Mec lisi) d üzenlediği başarısız silahlı baskındır. Darben in
başarısızlığı anlaşılır anlaşılmaz sözkon usu s ubaylar maceralarından vazgeçmiş
ve Tejero yalnız bırakılmıştır.
Franco'nun ölümüyle yıllanmış ittifakların bozulması , İspanyol burj uvazisinin
farklı tercihler yapması, rejimi sürdürmekten yana olan unsurların ansızın sahipsiz
kalmalarına yolaçmıştır. Bu nedenle İspanyol faşistleri bir ara kendileri n i , en
uç noktalarda ifade eden çıkışlarla ispatlamaya çal ışmı şlardır. Örneği n, ' 70'1i
yıllarda İspanya 'da yaşanan kan l ı sui kastlar serisinin aktörü Gueril leros D u
C h r ist Roi-Kral İ sa ' n ın Geril laları adında ne olduğu bel irsiz b i r gruptur.
Buna karşılık İspanya'da daha kapsam lı bir perspektif içinde faaliyet y ürüten,
kalıcı bir m isyon üstlenen inisiyati nere de rastlanıyor. En çarpıcı örneğ i , Iegal
alanda faal iyet yürüten değişik İspanya faşist grupları arasında i letişim rol ünü
oynayan El Aleazar adındaki yayın organıdır.
Burada post-frankizmin gözden kaçınlmaması gereken bir boyutu da Gonzalesci
191
sözde sosyalistlerin rejimle yürüttükleri pazarlıklar ve yaptıkları antlaşmalardır.
1 978, 1 98 1 ve 1 982'de milletvekili seçimlerinin arifesinde yaşanan darbe girişimleri,
aynı zamanda seçimleri kazanma şansları y üksek olan "sosyalistler"e bir uyarı
özelligine sahipti. Bu darbe girişimlerinden sonra, PSOE'nin hükümet olmasından
önce sosyalistlerin ordu, polis, adalet k urumları ve işverenieric y ürüttükleri
gizli pazarlıklardan ve varılan antlaşmalardan sonra Felipe Gonzales'e hükümet
olma fırsatı tanındı.
Gonzales' i n verdigi teminatların bazıları özetle şunlardır: İ şverenlcre sosyal
barış , sendikaların dizg i n lenmes i , işçi s ı n ı fı n ı n talep leri n i n hudanarak
etkisizleştirilmesi ve AET ' ye üye olma. Orduya i lişkin verilen söz NATO ' ya
üye olma, yaş l ı subayların emekliye sevk edi lmesi ve genç olanlara hızlı terfi
etme olanaklarının tanı nması ve herhangi bir ayıklamaya gid i lmemes i. Felipe
Gonzales orduya verdigi teminatın aynısını polise ve adalet kurumlarına vermiştir.
Poliste en ufak bir tasfiyeye gidilmemiştir. Tam tersine Franko polisinin, ordusunun
ve yargıçlarının "tecrübcsinden yararlanıyoruz" denilerck rejimin en sivril miş
elemanları Bask bölgesinde ETA ' ya karış k irl i savaşta kullanılm ışlardır.
Franko' nun ölümünden birkaç ay sonra 1976'da İspanya faşizminin tari h i
figuranı B las Pinar, FN ' i (Fuezza Nueva-Yeni G üç) kurdu. 1 979 'da Pha lange
Espangol'la seçim ittifakına g irdi. Ancak % 2 oranında oy alarak sadece B las
Pinar ' ı Cortes' c (Parlamento) göndcrcbildi. Blas Pinar daha sonradan, Avrupa'da
uç göstermeye başlayan faşizm in güçlenme dİnamigini İspanya' ya yansıtmak
amacıyla, Fransız Le Pen ve İtalya ' l ı MSI'nın önderi Alm irante'nm şeref konugu
olarak 1 986'da kuruluş kongresine katıldıkları Fronte Nacional ' i (Milli Cephe)
oluşturma girişiminde bulundu.
Ama bu girişim de ilk aşamada, 1 989 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde,
umulan sonucu vermedi, alınan 60 000 kadar oyla istenilen dinam ik yaratılamadı.
Ama, buna rağmen, İspanya'da geçen yıl gerçekleştirilen kapsam lı bir kamuoyu
araştırması, toplumdaki faşist sempatinin % 10 civarında seyreuigini ve dolayısıyla
Avrupa'daki genel eği ti me tekabül euigini gösteriyor.
PORT E K İZ : Salazar rej i m i n i n kal ıntıları
Porteki z'de faşizmin evrim i, b i r çok nedenden ötürü , İspanya örneğine
paralel ve benzer bir seyir izlemiştir. 25 Nisan 1 974 ' te MFA (Silah l ı K uvvetler
Hareketi) adlı bir kom ite önderl iğinde, radikal subaylar " Karanfilli Devrim"
diye bilinen darbeyi gerçekleştirerek, iktisat profesörü Salazar' ın diktatörlüğüne
son verdiler.
İ spanya örneğinde olduğu gibi Salazar'ın öksüz kalan evlatları umutlarını
bir askeri darbeye bağ lam ışlard ı . ABD'nin kuşkuyla baktığı Karanfil l i Devrim
dönem inde, Portekiz faşistleri Liberal Parti, ilerici Parti ve paramili ter güçleri
örgütleyen Portekiz K urt u luş Ordusu türünden oluşumların çatı ları altı nda
bir araya gelmeye başladı lar.
·
192
Portekiz'de i lerici potansiyeli harekete geçiren Karanfi l l i Devrim'in açtıgı
süreci n başında, ABD, ilerici güçlerin yönetimi ele geç irmeterini engellemek
için, bu ülkedeki faşist grupları yakından izlemeye ve dogrudanttl esteklemeye
başladı. Degişik faşist gruplar general S pinola önderliginde bir araya getirilmeye
. çalışıldı. 28 Eylül 1 974 ve l l Mart 1 975'deki başarısız askeri darbe girişimlerinin
ardından 1 975 milletveki l i seçimlerinde sosyal demokratların h ükümet olmalan
ve aynı yıl sagın adayı Ramalho Eanes'in devlet başkan tıgına seçilmesi, Portekiz
egemen sınıflarından önce A B D ' y i ra�atlatm ış, endi şeleri gidcrilmiştir.
Washington bundan sonra faşist gruplara ihtiyacı kalmadıgını i lan etmiş
ve yardımını kesmiştir. Portekiz egemen sınıfları da benzer bir tavırla Soares­
Eanes iktidarına güven duyduklarını ve faşist gruplara ihtiyaçlarının kalmadıgını
. açıklamışlardır. O döncmden bu yana Portekiz faşistleri u fak tefek örgütler
kurmaya çalıştılarsa da her biri kal ıcı uzun ömürlü olamamış, kısa s ürede
dagılmak zorunda ka.lmışlard ır.
' 80 ' 1i yıl ların başlarına kadar yaşanan bu dagınıklıktan sonra, ı 982'dc
Portekiz faşistleri asker/polis köken l i kadroların ve orta sınıf temsilc ilerinin
oluşturdukları Front National Ca rdoso'nun Partido Pop u lar Monarqu ico­
Halkçı Monarşist Parti saflarına katılmasıyla Front National bölündü .
Aralık 1 983 'de L u i s Filippc Barao önderliğinde CEDADA 'nin Portek iz
şubesi açıldı. Faaliyetleri Rudolf Hcss' le dayanışma mitingleri örgütlcmek,
Adolf Hitler' i anma toplantıları düzenlemek olan CEDADE'nin Portekiz kolunun,
ciddiye alınır bir gelişme kaydettigi söylenemez. Diger taraftan, daha radikal
bir egi l im in temsilc isi olarak tanılılan ve sosyal tabanını genel likle l üm pcnlcrin,
skinheads' lcrin oluşturdugu kes i m ise, 25 Haziran 1 985 tari h i nde MAN ' ı
(Movimento D ' Acçao Na cion ai Mil li Eylem Hareketi) oluşturdular. Luis Henriquc
-
önderl iginde k urulan MAN, Y urtsever Genç lik ve M i l l i yetçi Hareket' i n
birleşmelerinin ürünüdür. MAN özellikle İngiliz National Front ' la yakın i lişkiler
içindedir.
YUNAN ISTAN: Faşistler devlet b ü ny esinde
Albaylar C untası aracılığıyla 1 974 yıl ına kadar Avrupa faşistlerine maddi,
manevi ve lojistik destek saglayan ve aynı zamanda onların güneydoğu kolunu
oluşturan Yunan faşistlcri, Portekiz ve İspanya örncginc benzer bir biçimde ve
yaklaşık aynı zaman d i l i m i içinde i ktidardaki mevzilerini kaybettiler.
Yunan faşizminin tarihsel geçmişi ' 30 ' 1 u y ı l lara dayanıyor. 4 Ağustos
l 936'da kralın kararıyla parlamento dagıtıldı ve son seçim lerde ayların ancak
% 2'sini almış olan M il l i yetçi Parti Başkanı Jean Mctaxas başbakan olarak
atandı. B u gelişme ülkenin tarihil_le damgasını vuracak uzun ve sancılı bir
sürecin başlangıcı oldu.
Faşist ideoloj i Yunan toplumunda yer edi nemedi, topl umsal bir taban
oluşturamadı. Metaxas' ın takipçileri ancak resmi devlet kurumlarında yuvalanarak
1 93
ordu ve polis aracılıg ıyla hüküm sürdüler. Örnegin 1 94 1 -44 arası faşist işgal
altında kalan Yunan istan'da, jandarma ve pol is d ışı nda Nazilerle i şbirligi
yapan Yunan ç ıkmamıştır. Alman üniforması altında çatışan Yunan sayısı birkaç
yüzü zor bulur.
Yunanistan·'da iç savaş, askeri darbeler ve bu arada faaliyet yürüten k üçük
ama say ısız faşist örgütün tarih i , emperyalizmin b u ülkeye ilişkin komplo ve
planlarıyla dogrudan ilişkil idir. Y unanistan' ı n stratej ik kon u m u ve b u ülkede
bir devrimi olası kılan komünist ve devrimci potansiyel , emperyalizmin doğrudan
müdahalesini gündeme getirmiştir. i l ki n İngilizler ve ardından ABD, devrimci
güçlere iktidar yol u n u tıkamak için bu ülkede iç savaşı körüklemişlcrdir.
1 974 'tc Albaylar Cuntası'nm i flas etmesiyle birlikte Yunan faşistleri örgütsel
dayanaklarını kaybcuilcr. Cuntanın yıkıl ışından hemen sonra EDE ( U lusal
Demokratik B irlik) adı altında bir monarşist-faşist i llifak oluşturarak ayakta
kaimaya çalıştılar. 1 974 seçimlerinde % 1 8 oran ında oy alan EDE kendisini
daha sonra lağvctmck zorunda kaldı .
70 ' 1 ı yıl ların sonuna doğru M i lli Cep h e (EP) veya iler ici Parti ( KTP)
etiketleri altında ve eczaev indeki darbcci albayların serbest bırak ıl ması şiarı
etrafında kümelcncn Yunan faşistleri, 1 977 mi lletvekili seçimlerinde % 7 civarında
oy almalarına rağmen bir türlü kalıcı, taparlayıcı ve birliktelik vasıfları taşıyan
bir örgüt çatısı al tında toparlanamadılar.
Genellikle ordu, pol is gibi devlet kurumları içinde yuva lanan , subaylara
dayanan ve toplumsal desteğini esas olarak köylü kesiminden alan Yunan faşistlerinin
etkinlik düzeyi , inişl i çıkışlı bir rota izlese de, Avrupa'dakinc paralel bir gelişme
seyri gösteriyor. Örneğ in 1 9 8 1 seçimlerinde ancak % 2 oy alabi len 80' I i yılların
ortalarında 1 5 c ivarında �eğişik küçük örgüt arasında gidip gelen, söy lem leri
ırkç ı , şovenist, i lkel komünizm düşmanlığını aşmayan Yu nan faşistlerinin
bugünkü en etki n örgütü EPEN (M i lli Politik Hirlik) 'dir.
Din i/manevi/topl umsal değerlerin Ortodoks Kil isesi 'nin vcsayeti al tında
korunup yaygın laştırı lması, anti-komünizmin ü l kenin politik yaşamında temel
ki lometre taşı rol ü görmesi , Yunan istan 'ın NATO üyesi olarak kalması ve
darbed subayların serbest bırakılması, EPEN ' in politik program ının ana hatlarını
ol uşturuyor. EPEN ' in önderi Dimitriadis 1 984 ' tc Avrupa Parlamentosu'na
m i l letvekili seçildi ve beş yıl Fransız Le Pen ' i n m üritliğini yaptıktan sonra
1 989'da seçim leri kaybcui.
HOLLANDA : "Ho l landa Hollanda h l ar m d a r ! "
İ k inci emperyali• . savaştan sonra Hol landa'da 100 bin kişi hakkında işgalc i
Nazi ord usu ilc işbirliği yapmaktan dava aç ıldı. Bunlardan 85 bin i Hol landa
U l usal Sosyalist Partisi (NS B ) ' nin üycsiyd iler. işgalci Nazi ordularıyla iğrenç
bir işbirligi geliştiren Başbuğ Anton Mussert'in mirasçıları, yasaklanmış olmasına
rağmen 1 953 'de yeni bir Nazi partisi, U l usa l ve Sosyal Avrupa Hareketi'ni
194
(NESB) k urdular.
N E S B 1 9 5 5 y ı l ı n da m il letvekili seç im lerine katılacağ ı n ı açıklamaya
hazırlanırken yasaklanarak dağıLı ldı. NESB 'nin eski üyeleri Hol landa M uhalefet
B irligi (NOU)' n i kurarak 1 956 m i lletvek ı l i seç im leri ne katı ldı lar. "Saf ırk bir
Avrupa" için m ücadele etme iddiasında olan NOU ' n un şefi Paul Van Ticnncn'in
S S geçm işi ortaya çıkarılıp teşhir edi l i nce, seçi mlerde ancak 20 bin oy alabildi
ve örgüt dağ ı lma sürecine girdi.
Ancak 1 95 8 y ı l ı nda faşistlcr, NOU ' n u n artıkları önderliğinde, devlet
bürokrasisinin artan etk i nliği, verg i lerin ağırlığı ve yabancıların fazla lığı gibi
temaların etrafı nda birleşerek, köy l ü partisi Boeren Partij ' i kurd u lar. Bu parti
neo-Nazi taklidi olmaktan çok , küçük meslek sahiplerinden, esnaflardan,
zanaatkarlardan ve kal i fiye olmayan işçilerden oluşuyordu. I 967 mil letveki l i
seçimlerinde % 5 civarında o y alarak 7 milletvekili çıkardıktan sonra, önderlerinin
geçmişinin teşhiri i lc başlayan bir bölünme süreci yaşadı ve sonunda tamamen
dağıld ı .
1 9 7 1 ' d e Belç i ka' n ı n Flamand faşistleri i lc yakı n işbirliği içinde Flandre,
Hollanda ve Güney Afrika'daki Bocrs' lcri kapsayan "Büyük Hollanda" davasını
savunmak için G. Looy ve Y. Vanderwal önderliğinde N V U (Neder landse
Volksunie -H ollanda Halk B irliği) k uru ldu. Jöp Glimmervee n ' i n önderl iğinde
sınırlı say ıda, özell ikle gençlerden oluşan m i l itanları seferber edebilen N V U ,
açıktan ırkçı faşist ideoloj in in bayraktarl ığını yapmaya, "Beyaz Hollanda "
şiarı etrafında marj i nal gençliği örgütlerneye başlad ı .
NVU'yu 1 980'de terkeden bir grup ırkçı, faşist niyetlerini ve politik geçmişlerini
apol itik bir etiketle gizleyerek "Ne sag ne sol, merkez tek yol! " sloganı etrafında
Centru m partij-Merkez Pa rti 'sini oluşturdular. Hedefleri meşruluk kazanıp
marjinall ikten kurtul maktı . 1 982 genel seçim lerinde önderleri Hans Janmaat 'ın
milletvek ili scçilınesiyle sürpriz yapan Centrum partij, Hollanda'da % 4 oran ındaki
yabancı işçi varlığının bu ülkede " kan davası , poligam i, etnik savaşlar ve
A İ DS hastal ığı "nın yaygınlık kazanmas ının temel nedeni olduğunu savunuyor.
1 982 başarısından k ısa süre sonra dağılmak zorunda kalan CP, 1 989 Avrupa
Parlamentosu seçimleri vesilcsiylc Centrum Demokraten (Merkez Demokratlar)
adı altında yeniden oluşturuldu. Ama bu kez ancak % 0,8 oran ında oy alabildi.
Fakat aynı yıl yapılan erken milletvekili seçimlerinde Hans Janmaat, "Hollanda
Ho/landalılarındır! " şiarında özetlcnen ırkçı, şoven ist bir seç i m kampanyası
y ürüterek yeniden milletvekili seçildi.
BELÇ İKA: % l O ' a v a ran oy potan s iyel i
B elç ika faşistleri savaştan sonra ilk kez 1 94 6'da, Kral Üçüncü Leopold ' un
tahtına geri dönmesi için G uening grubunun önderl iğinde seferber oldu lar.
Sorunun rcfcrandumla çözümlenerek Üç üncü Leopold 'un yeri n i 1 950'de oğl u
Baudouin'a terk etmesi sonucu faşistler, politik a ..�nadan silinip bir dönem
195
örgütlenme sorunuyla meşgul olmak zorunda kaldılar.
Tüm Avrupa ülkelerinde oldugu gibi Belçi ka'da da so�uk savaş gerg inligi
ve burj uvazinin her alanda istismar ederek kullandıgı h isterik anti-kom ün izm
modası faşi stlerin işine yaradı. Komünist teh like artıyor bahanesiyle Nazilerle
işbirliginden dolayı cezaevine atılmış faşistler erken tah l iye edildiler.
Taht sorunu vesilesiyle eski işbirlikçi Walter Bouchery önderl iginde Flandre
yöresinde oluşturulan Vlaamse Concentratie, Belçika faşistlerinin savaş sonrası
ilk örgütüdür. Varlıgı uzun ömürlü olmayan bu grubun içinden iki kalıcı po litik
örgüt çıkm ıştır. Flamand milliyetçiliğinin ' bayraktarlıgını· yapan Volsunie ile
1949'da oluşturulan Vlaamse Militantenorganisatie-1-'lamand Militan lar ı Örgütü.
Belçika faşisterine nefes aldırll!n, onların seferber olmalarını kolaylaş\ımn
olay sömürgcciligin sonu olmuştur. 1 960'da Kongo'da sömürgcciliğin son bulmasına
karşı çıkan faşistler, heterojen bir bileşim olan Afrika'daki Belçikalıları Savunma
Kom itesi Cabda'yı oluşturdular. Bu kom i te kısa sürede söm ürgeci subayların,
karşı devrimcilerin ve VMO "n u n faşistlerinin bir araya gcldigi terör örgütü
Mouvemet d' Action Civiq ue ( MAC) adını aldı. Yasadışı ilan edilen paramiliter
MAC, 1 962' de Jeune Europe (Genç Avrupa 'nın) Walon kol una dönüştü.
Bu dagınıklıga son vermek amacıyla son bir kaç yıldır bir birleşme süreci
yaşıyan Belçika faşizmi henüz kayda deger bir aşamaya gelmiş değildir. B ugün ,
1 977'de Kare! Dillen önderl iginde kurulan Flaman faş ist partisi Vlaams B lok
(Halk Cephesi) en güçlü kol u temsil ediyor. Avrupalı olmayan göçmen işçilerin
sınır dışı edilmesi, yabancı lara il işkin entegrasyon projelerinin durdurulması,
Flandre'nin bagımsızlığı, "çıkarcı Wallon ' lara karşı". m uhalefetin güçlendirilmesi,
B rükse l ' i n b i r Flamand kentine dönüştürül mesi , send ika faa l iyetlerinin
sın ırlandırılması vb., Vlaams B lok 'un siyasi program ının esasını ol uşturuyor.
24 Kas ım 1 99 1 'de yapılan m il letvekili seçi mlerinde Vlaams B lok Flandre
bölgesinde % 10 oranında oy alarak mecl ise 17 milletvekili göndermiştir. Ayrıca
Wallon bölgesinde 1 98 5 ' te kurulan Front National ( M i l l i Cephe) ve AG İR
adındaki diğer faşist Belçi ka gruplarının etkinl ikleri de dikkate al ındığında bu
ülkede faşistlerin toplam oylarının oranı % 10 civanndadı r.
AVUSTURYA : G üçlenen faşist hareket
İkinci emperyalist savaş sırasında H i tler' i n anavatanı Avusturya, Nazi
Almanyası 'n m sadece kurbanı değ i l aynı zamanda aktif işbirl ikçisi olmuştur.
Bu ülkede savaş sonmsı yürütülen sözde Nazi temizlik harekatı, tam bir maskar..ı lık
ömeğ idir. Nazi m i litaniarına ve i şbirl i kç i lerine karşı açılan I 30 bin davanın
ezici bir çogunluğu beraatla sonuçlanmış, mahkum olanlar ise aradan iki yıl
dahi geçmeden 1 949 y ı lında çıkarılan genel af sonucu salıveri lmişlcrdir. Ayrıca,
500 bin faşiste "küçük Nazi" oldukları gerekçesiyle medeni hakları iade edilmiştir.
B u burj uva i k iyüzlülügünü n en tipik örneğini l l l . Reich ' in son günlerinde.
oluşturulan Lougaro hareketinin önderi ve Avusturya Nazizmi 'nin önde gelen
1 96
siması Thcodor Soucek olayı oluşturuyor. ı 947'de idama mahkum edilen Soocek'in
cezası iki y ı l sonra hapis cezasına çevrildi ve k ısa sürede serbest bırakıldı.
A vusturya ' da faş i s t potansi yelin d üzey i , Nazizmin enkazının henüz
tem izlenmedigi, Ekim ı 949 m i lletvekili seçimleri vesilesiyle ortaya ç ıktı. Nazi
kal ıntı ları bu seçi m lere Verband der Unabhaen gigen (Bagımsızlar B i rligi)
etiketi altında katılarak, % ı2 ci varında oy aldılar. Nazizm in açtığı yaraların
henüz kapanmadıgı bir dönemde, H i tler'in temel tezlerini açıkça savunan bu
oluşumu, burj uvazi fazla beklemeden yasaklamak zorunda kaldı.
Yasaklama kararından sonra Avusturya faşistlerinin önem li bir bölümü
1 956'da FPÖ (Frcihc itliche Partei Östcrrcichs-Avusturya Liberal Partisi) çausı
altında tekrar bir araya geldiler. FPÖ başkan l ığını 20 y ı l boyunca Fricdrich
Peter yaptı. F. Peter Doğu Cephesi'nde görevli en azgın bir SS seksiyonunun
üyesi sıfatıyla tanınıyor.
Daha sonradan, "III. Reich'ın istihdam politikasını çok isabetli gören "
genç Jörg Haidcr' in FPÖ'n �n başına geçmesiyle, bu parti, önce ı988 ' dc Aşağı
Avusturya eyaJet meclisine girmeyi başardı. Jörg Haidcr çok geçmeden, Mart
ı 989'da Carinthic ey alet seç imlerinin ilk turunda toplam oy ların % 29 ' unu
alarak, ikinci turda muhafazakarların desteği ilc bu cyalctin başkanl ığına seçildi.
FPÖ 'nun düzenli bir gel işim seyri kazanan bu başarısı, Ekim 1 990 milletvekili
seçimlerindeki ulusal onalaması % ı 7'yi bulan oy oranıyla pckişmiş bulun uyor.
Avusturya faşizm inin diğer bir kol unu da ı 967 'dc Avusturya ve İlalya
mahkemelerince G üney Tyrol 'da terör eylemlerine katıldığı için mahkum ed ilen
İ nnsbruck Üni versitesi profesörlerinden Norbert Burger önderliğinde k urulan
NDP (Nationaldemokratische Partci-Milli Demokratik Parti) temsil ediyor. N.
B urger NDP'nin adayı sıfatıyla katı ldığı ı 980 Cumhurbaşkan l ığ ı seç im lerinde ·
% 3'ü aşkın oranda oy aldı.
Ayrıca, 1 973 yılında NDP' den ayrılan, terör eylemlerine daha yatkın bir
grup tarafından Alman modeline göre ol uşturulan ANR (Ak tion Neuc Rcchte
-Yeni Sağ Ey lem), bu ülkede faaliyet y ürüten bir başka faşist örgüttür. Hitler'in
doğu m yeri B raunau ' da % 30, V iyana ' n ın işç i lerin yoğ un olduğu kenar
mahallelerinde ise % 35 oranında oy alan J örg H aidcr' in FPO'su, bu ülkenin
politik yaşamında ciddi bir m ihraka dönüşmüş bulunuyor.
Avusturya'da faşizm kendisini sadeec yukarıda bahsettiğimiz örgüt ve partiler
aracılığıyla ifade etmiyor. Devlet k urumlarının en üst kademelerinde dahi açıkça
taraftar buluyor. Örneğin, Krumpcndorf her y ı l Ekim ayı nın ilk c umartesi , her
ul ustan A vrupalı faşist için bul uşma ycridi r. Bu tarihte H i tler ' i n S S veya
Charlcmagne birliklerinin , şan/ı" kahramanları için anma töreni düzenleniyor.
Bu törende davetliler bölümü sadeec kaşarlanmış eski Nazi artıklarından oluşmuyor.
Ülken in M i l l i S avunma B akanı ' ndan, Cari nth icn eyaJet başkanına, ordunun
üniformalı generallerinden Avrupa'nın ve ü lken in faşist önderlerine kadar tüm
şaibc li şahsiyetler gövde gösterisinde bulunuyorlar.
1 97
İSKANDIN AV Ü L KELER I: Genel egi l i me uygun
Savaş sonrası faşist cmcrnasyonallcrinin oluşturulmasında c v sahipligi yapm ış
Kuzey Avrupa ülkelerindeki faşist tırmanışs her ne kadar u luslararası akWalitcnin
ilk say falarında yansıtılm ıyorsa da, bu ü lkelerdeki faşist parti lerin güç lenmc
d üzey i yaş l ı k ıtanın diger ol uşumlarıyla eşdeğer düzeydedir. Degişik seçim ler
vcs ilesiylc ortaya ç ıkan ve her oylamanın kan ı tlayarak kök lcştigini gösterdigi
faşist seçmen potansiyeli bu ülkelerde % 1 0 oran ını aşm ı ş d urumdadır.
Norveç ' te Nazi işbirlikçi Quisling' in Ekim 1 94 S ' tc idam edi lmesi, faşist
diktatörl üğün sembolik son uydu. Quisl ing' in takipçisi bir avuç fanatik, uzun
dönem Norsk Front sanarında etkinli klerini sürdürdüklcn sonra, '70'1i y ı lların
başında, önce kurucusu Anders Langc'nin adı ilc anılan ve daha sonra da
Danimarka' daki gibi ilerici Parti adı n ı alan partiyi kurdu lar. ı 973 seçimlerinde
4 m i l letvek ili ç ıkaran faşist ilerici Parti'nin önderl iğ ine ı 978'dc Cari Hagcn
geti rildi. '80'1i y ı l ların ikinci yarısında ülkenin üçüncü pol itik gücü kon um una
yükselen bu parti, 1 989 seçimlerinde % ı 3 oranında oy elde etti.
1 972 y ı lında avukat Morgcns G l istrup önderl iğinde kurulan Dan i marka'nın
,İleric i Partb", vergi lerin hafi11cti lmcsi ve memurların % 90'ının işine son
veri lmesi kampanyasını y ürüterek, 1 973 seç i m lerinde % 1 6 oranı nda oy aldı.
K i tlelere dürüstlük n utukları çeken, vergilerden şikayet eden G l i strup k ısa
süre sonra vergi kaç ırmaktan cezaev ine atı lınca, i lerici Pa rti'nin gel işmesi
scktcyc uğrad ı . Ama yine de 1 988 y ı l ı nda Danimarkah seçmenierin % 9 ' u
o n u n için o y k u llandı lar.
İS VIÇ R E : Yabanci d ü şmanh g1 teme li n de
İ sviçre'de k i faş ist örgütler, daha dogrusu grupçuklar arasında, her ü lkede
görüldüğü gibi, çok sıkı bir i l işki vard ır. Bir kaç grup etrafında kümefenmiş
İsviçre faşistlerinin varlıkları ve etkinlikleri, yabancılara karşı toplancı ve köktcnci
bir düşmanl ı k tem el inde gelişi yor. B u düşman lık şu veya bu köken l i yabancıyı
ayrıcalıklı bir b içimde hcdcllcmektcn z iyade, servet sah ipleri dışında, hepsine
toptan karşı ç ı k ı l masıyla kcndis:ni i fade ediyor.
Bu grupların en önemlisi 1 96 1 yılında Zürihli reklamcı James Schwarz.cnbach
tarafından ol uşturulan Action National (Ulusal Eylcm)'d ir. ı 970 y ı lında göçmen
işçi sayısının sınırlandırılmasını öngören rcfcrandumdan beklediği sonucu alamayan
AN bölündü.Bu bölünmeden sonra, W. Schwarzenbach bu kez taraftarlarının
bir böl ümüyle C u m h ur iyetçi Parti adı alunda yeni bir örgütlenme ol uşturmaya
g itti. Geri kalan kes im i ise Actio n N ationa l ' i n varlığını s ürdürmcdc diren·
dilcr.Ayrıca, C u m h u riyetçi Parti ve Action National dışında, Cenevre yöresi nde
faa l iyet yürüten ve politik programı, başta m ü ltec iler olmak üzere uluslararası
kurul uşların İsviçre'de görevl i memurlarını da hedclleyen Les Vigilants (Dikkatliler
veya Uyanıklar) adında başka bir grup da mevcut. V c son olarak Ağustos ı 988'dc
·
1 98
kurulmuş, 350 aktif üyesi ve 3 bin sempatizanının oldugunu iddia eden, İsviçre'nin
ırk ve küllürünü korumayı hedef olarak saptamış, bu ugurda gerekirse mültecilere
karşı silaha sarılmayı göze alan, Front Patriotique (Yurtsever Cephe) adında
başka b i r faşist grubun varlıgını da ekleyclim.
Faşist enternasyonal
H itler Alman yası ' n ı n yen ilip Avrupa'oa faşizmin bel kem iginin k ırıl ması ,
savaşın kazanı lmasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler B irligi 'nin, komünist
partilerin, devrimc i lerin ve i lericilerin başl ıca yükü taşımış olması ve bunun
sonucu olarak dünya sulhında esen güç l ü anti-faşist cereyan, faşizmin ve gericiligin
aldığı tarihsel darbe, bu akımların m irasçılarının bir suskunluk dönemi yaşarnalarını
kaçını lmaz kıldı.
Ancak, Batı A vrupa 'da kapitalizmin ayakta kalması , burj uva düzenierin
sadece yara almakla kurtulmaları, faşizmin maddi ortam ının sürmesi demektir.
Dolayısıyla, bir kaç yıllık aradan sonra, faşist gruplar elde kalan kadro ve
güçleri yle yen iden bir toparlanma s ürec i başiatmakta gecikmediler. Yaşanan
hez i met sonucu epeyce zay ı flam ış bu gruplar, faal iyetlerini enternasyonal bir
işbirligi ve dayanışma çerçevesinde yürütmek amacıyla örgütlenme girişiminde
bulundular. Böylece, Mart 1 950'de Roma'da herhangi somut bir karar alınmadan
gerçekleştiri len ilk uluslararası toplantı, faşistlerin yeniden toparlanma girişiminin
Avrupa ölçeğindeki i lk adımıdır.
B u ilk girişimle başlatılan süreç periyodik toplantılarla, yeni örgütlenme
girişimleriyle, degişik proje hazırlıklarıyla devam etmiştir. Aşagıda sıralayacagımız
örnekler, Avrupa faşi stlerinin faşi st enternasyonal çerçevesinde gösterd ikleri
etkinliklerin sınırlı ama başlıca dökümünü yansıtmaktadı r.
* MSE (Mouvement Social Europeen-A v r u pa Sosyal H areketi): Savaş
sonrasında Avrupa faşistlerinin ilk som ut g irişimi Mayıs 1 9 5 1 'de Malmö 'de
(İsveç) 1 00 kadar değişik grup ve parti lerin katı lımıyla gerçekleşti ri len ilk
u luslararası faşist kongre olmuştur. İ ngilizleri Moslcy' in, İ talyanları Mass i 'nin,
Fransızları Bardeche ' n in temsil ettiği kongrede MSEol uşluruldu . Fakat gerek
değişik şefler arasındaki anlaşmazlık ve çekişmeler, gerekse de faşizm in yerel
d üzeyde herhangi bir gelişme gösterememesi, MSE 'yi işlevsiz bırakarak 1 960
y ı l ı nda dağılmasıyla sonuçlandı .
* N O E (Nouvel Ordre E u ropeen-Yeni Avrupa D ü zeni): Malmö 'de
oluşturulan M S E ' ye m uhalif grup ve kişiler, Eylül 1 95 1 'de Z ürih 'de, Fransız
Renc B ine ve İsviçre ' l i Amaudruz önderliğinde bir araya gelerek, MSE 'ye
rakip olarak NOE' y i kurdular.
* Jeune Europe (Genç Avrupa): Avrupa faşistleri arasında ayrı bir baş
çeken ve m utlaka kendi emrinde bir m ilis oluşturma arayışı içinde olan sayısız
küçük şeften biri Belçikalı Jean Thi riat' tır. Jeune Europe onun önderl iğinde ve
onun şeflik i h tiraslarını tatm in elmek için oluşturu lmuştur. Kısa süre sonra bir
bölünme yaşayan bu g rup 1 968 'de dağı lm ışlır.
199
* Europafront (Avrupa Cephe): 1963 yılında Jeune Europe'un bölünmesi
sonucu ayrılan faşizmin en radikal kanadı tarafından, Avusturyalı Fred Borth
önderliginde, Jeune Europe'a daha atak ve daha mil itan alternati f oluşturmak
amacı y la kurulmuş ve 1 956 sonunda dag ı lm ıştır.
* Parti National Europeen (Milli A vrupa Partisi): Bu parti ı 962 yılında
Venedik' te İngiliz Oswald Mosley 'in inisiyatifiyle ve önderliginde toplanan
kongrede kuruldu. Sözkonusu oturuma İ talyan MSI, Alman Reichpartei ve
Belçika'dan faşist enternasyonalist m isyon! u Jeune Europe katıldılar. Bu ortak
kongrede alman kararlar geregince Avrupa faşistlerini tck çatı altında topariama
amacıy la Parti National Europeen kuruldu.
* World U n ion of National Sodalist (Dünya U lusal Sosyalist Bir­
ligi): Mosley'in g irişimiyle rekabet etmek için 1 962 yıl ında İngiliz Col in Jordan
önderliginde oluşturuldu. ı 963 ' te Amerika nco-Nazi partisi önderi Lincoln
Rockwell ' in aracılıgıyla faşizmin Atiantik ötesi kolunun kontrolüne g i rdi .
Faşist parti v e gruplar Avrupa düzeyinde ortak bir platform ol uşturmak
için yıllardır çaba sarfetti ler, somut adımlar attılar. Ancak bu güne kadar girişimleri
hep kısa ömürlü oldu ve başarısızlıkla sonuçlandı. B unun en son örncgi Avrupa
Parlamentos u ' nda yaşanan dcncyi mdir.
ı 984 ' tc Avrupa Parlamentosu üyesi Fransız, A lman, İtalyan, Belçika ve
Yunan faşist m i l letvekil leri tarafından Avr upa Sagcıları parlamento grubu
oluşturu l d u .. Bu grup her ne kadar ul uslararası bir resmi kurumun üyesi ise de,
pratikte bir dönem Frans ız faşistleri nin enternasyonalist anteni m isyonunu
yürütmüştür. Avrupa parlamentosunda bir kaç yıl ortak hareket eden bir gruplaşma
sonradan dagı ldı. Aralarındaki tekke savaşı , şef rekabeti, nüans düzeyindeki
ideolojik farklılıklarına rağmen, Avrupa ' n ın degişik faşist partileri i şbirl igi
içinde çalışma koşulları yaratmaya çalışıyorlar. Y ıliard ır sürdürülen bu girişimler
ve atılmaya çalışılan somut adımlar bugüne kadar hep başarısızlıkla sonuçlandılar.
B u bağlamda, harcanan tüm çabalara rağmen, faşist partiler arası ndaki
bazen önemli çogu kez tali bazı anlaşmazlıklar gidcrilmekten uzak görünüyorlar.
B unun nedeni aslında açıktır; en temel gıdalarından birisi ırkçılık olan bir
ideolojinin .cntcrnasyonalizmi yoktur ve olamaz.
Avusturyalıtarla İtalyanlar arasında G üney Tyrol'un ç ıbanbaşı olduğu topmk
ve sınır çekişınesi var. Alman lar, sanki kendileri fark lıymış gibi, Fransızları
ırkçılığın dozunu kaçırınakla suçluyorlar. İtalyan MSI faşist etiketi esas anlamıyla
kendisinin hak cuigini iddia ediyor. Belçikalı lar kendi aralarında Wallon-Fiaman
çek işmesini yaşıyorlar vb.
Yabancalara bak a şa n d ü n ü
ve
bugünü
Faşist dirilişin e n güçlü bir biç imde ilkin Fransa'da yaşandığını, faşizmin
ideoloj ik ve örgütsel birliğinin en erken bu ülkede gerçekleştirildiğ ini belirttik.
Aynı şekilde, faşizmin A vrupa ' nın bütün' ülkelerinde olduğu gibi Fransa ' da da
ırkçılık, yabancı düşmanlığı temelinde gcliştiğini ve onu büyük bir maharetlc
200
basamak edinerek gel işip güçlendigini belirtmiştik. B u bağlamda, Fransız
burjuvazisinin yabancıtarla olan i l işkileri hakkında kısa tarihsel bir hatırlatma
yapmanın gerekl i , isabetl i ve yararl ı olacagını düşünüyoruz. Kaldı ki, son
y ı llarda, yabancılar sorunu ve yabancı düşmanlıgı, faşistleri n truva atı olmasının
yanı sıra, bu ülkeni n iç politikasının ana eksenini oluşturuyor ve gündemini
belirliyor. Dolayısıyla faşizmin gelişme koşullarının temel vcktörü rol ünü görüyor.
İ ktisadi krizin " Yahudileri" olarak gösteri len, Front Nation a l ' in politik
programının temel maddesi n i oluşLUran, eski Cumhurbaşkanı Giscard ' ın "yeni
işgal gaçleri " olarak nitclcndirdigi, eski Başbakan Chirac' ın "pis koktuklannı "
iddia ettiği, k ısacası Fransız burjuvazisinin irili ufaklı tüm silahşörlcri için bir
n işan tahtası olan, eski "sosyalist" Başbakan M ic hel Rocard'ın "danyamn
sefa/etini barındıracak değiliz " diyerek koroya katı l ıp suçlad ığı yabancı işçiler
i lc; "demokrasinin beşiği" diye anılan, "sığınma toprağı" diye övülen bu ülkenin
burjuvazisi aras ındaki i l i�kiler nelerdir ve neye dayan ıyorlar?
Kuşkusuz bu sorunu burada, ayrıntılı bir biçimde ele alıp irdelemeni n
olanagı yoktur. Emperyalizm geri kalmış ülkelerin maddi/manevi tüm zenginliklerini
gaspettiğ i gibi , bu ülkelerdeki emek gücünü ihtiyac ı oran ı nda metropollere
taşıyıp ayrıca söm ürmektedir.İkinci emperyalist savaş sonmsı dönemde, İngi ltere'de
Hitler'in tahrip ettiklerini onarmak için gerekli olan emek gücü eski sömürgelerden
getirilmiştir. Fransa Araplara ve zencilcre, Paris metrosunun inşası ve temizliğinden
çok daha fazla şey borçludur. Türkiyeli işçilerin Alman ekonomisine katk ılarının
yıl lık tutarın ı n 50. m ilyar markı aşkın olduğunu devletin resmi kurum ları itiraf
ediyorlar.
Yabancı düşman lığı, emperyalist burj uvazinin sömürmek için Avrupa'ya
gelirttigi emek gücünü, işçileri hedefl iyor. Nice, Monaco ve Dcauville gaziıwlarına
valizlerlc dolar taşıyıp bir gecede tüketen petrol zengini Araplar var. Afrika'da
her devrilcn diktatör Fransa' ya i ltica talebinde bulunuyor ve görkeml i şatolarda
yaşam sürdürüyorlar. B u kesimler burjuvazi nin başlatıp kışkırttığı yabancı
düşmanlığı na hedef değiller. Dahası yabancı bile say ı l mıyorlar. B u nedenle
sorunun sadeec bir yönünü seçerek, oldukça sınırlı örneklerle kabataslak bir
tasvir yapmaya çal ışacağız. Seçtiğimiz boyut sorunun i lginç, ama aynı zamanda
en trajik boyutudur; Fransız tarihinin, üzerine sünger çekilmiş, Fransız halkından
özen le gizlenen en kara sayfalarından biridir.
Çünkü aşagıda sıralayacağımız bir dizi gerçek ve tarihi olgu, yabancı
düşmanlığı konusunda toplurnun önemli bir kesiminin hafızasında kökleşmiş
ikiyüzlü geleneğin perde arkasına ışık tutacak, "sırtımızdan geçiniyorlar, kambur
gibi taşıyoruz, dert babası mıyız? !" vb. türünden vulger teranelere değişik bir
açıdan bakı lınasını kolaylaştıracak, dahası zorun l u kı l acaktır.
XVII. yüzyı lda Fransız ordusunun çoğu kez yarısını, bazen de 2/3 ' ün ü o
dönem in yabanc ıları sayılan İsv içre köylüleri ol uşturuyorlardı. 1 83 1 ' de kötü
ünlü yabancı Lejyonu, 1 84 1 'de Cezayirli Avcı lar B i rliği, 1 84 5 ' te Sipahi lcr
Alayı yabancı askerlerin devşirilmesi sonucu, Fransız sömürgeci liğinin v urucu
gücü, talan ordusu olarak oluşturulınuşlardı . O dönem Fransa-Prusya dalaşmasında
201
Fransa'nın nüfus farkı ndan dogan asker aç ığı, sömü rgelerden zorla s ilah altına
alınan kölelerle karşılanıyordu. Bu pratik sonucu 1 9 1 4 Agustosu'nda Senegall ılar,
Araplar, Malgaşl ılar, Antiyl iler, Somal il iler, Kanaklar, K reollar "ana vatan
savunması " için bölük bölük Marsil ya, S ete ve Bordeau l imaniarına aktan ldılar.
"Pis kokan bu yeni işgal güçleri! " gem ilerden indikten bir kaç hafta
sonra, Eylül ayında, Marne Nehri kıyılarında Prusya askerleriyle boğazlaştırıldılar.
Ama 1 9 1 5 ' te ihtiyaç daha da arttı. Afrika ' nın değişik sömürgelerinde, teorik
olarak gön üllük temelinde ama pratikte dipçik kuvveti yle ve kelle başına her ·
köy ağasına verilen 1 O frank rüşvet karşılığında "ana vatan " için seferberl ik
ilan edildi. Zencilerin somut olarak nasıl kandırıldıkları, devşirılip askere alındıkları
ve Avrupa' da kılıçtan geçirildikleri konusunda yapılmış epey araştırma mevcut.
Konu bazı yapımcılar tarafından ekrana dahi taşındı. Konuya il işkin verilen
somut b i lgiler tarihsel bağlarn ından soyutlandığı ve bir o kadar kaba oldukları
için insana gerçeküstü ve gülünç gelebi lirler. Dünyadan haberi• olmayan bu
masum ve zavallı insanlara Avrupa 'daki savaşlar öyle tan ıtılm ıştı ki, sank i bir
panayırdak i şenlikte figuranlık yapmak iç in getiriliyorlard ı .
B u d a yetmedi. Fransız h ükümeti Afrika köylerine val i leri arac ı l ığıyla
sürekli ultimatom yağd ırdı, haraç istedi: "Ya adam, ya ' ürün gönderin! " Bu
son u gelmez talepleri karşılamakla zorlanan Afrika'da görev li bir Fransiz
Vali ' n in cevabı, talan ın boyutların ı yeterince açıklayıcı n itel ikted i r: "Köylerde
insan blrakmayınca tarım üretimini nasıl yogunlaştırıp Fransa 'ya 40 bin
ton yer jıstıgı göndere/im ! ".
Metropol g ücünün ancak % 8 ' i cepheye sürülürken , Clcmenceau daha
fazla "kara kuvvet" isteyerek, Senegallı milletvekili Blai se Diagne' y i Afrika'dan
bu gücü temin etmekle görevlendird i . Amaç uğruna zor, tehdit, şantaj, rüşvet
vb. gibi tüm araçların kullan ı m ı m übahtır anlayışı yla, sömü rgelerden 600 bin
masum insan zorla Avrupa'daki insan mezbahanelerine taşındı. Bunlardan birisi,
Kojo Tovalou, savaş an ılarında, "A vrupa 'ya gelince medeniyelin çamurda ve
kanda son uçlanan kocaman bir maskaralık oldugunu anladım " d iyor. Ve
resmi rakam lara göre 30 bin Senegallı, 26 bin Cezayirli "ana vatan " topraklarında
göm ü l ü kaldı lar.
Aynı vahşet ikinci emperyalist savaş sırasında bir kez daha yaşanm ıştır.
1 940'ta çil yavrusu gibi dağı lan Fransız burj uvazisinin bir böl ümü soluğu
İ ngiltere'de ve K uzey Afrika'da ald ı . Öbür kesimi ise i şbirlikçi Petain ve
Laval hükümeti ilc birl ikte N az i ak ınını sollamak için güneye, V ichy ' ye doğru
doludizgin kaçtı . Bu sırada cephede Naz i ord usuyla burun buruna çarpışan
1 00 bin civarında yabancı kökenli asker bulunuyordu. Tarihçiler bunların sadece
bir kaç yüz tanes inin gönüllü olduğunu söyl üyorlar.
O dönem Tunus'ta mill iyetçi g üçlerin yayın ladığı ve Fransız burj uvaz isinin
Nazi Al manyası karşı sında diz çöküşüne işaret eden bir bildiri bu gerçeği
şöyle tanımlar: "Tarihinin en utanç verici yenilgisini yaşayan Fransa 'nın
artık varlıgını (Tunus'taki) haklı göstermeye yetkisi yoktur. "
Olayların seyri bozulmadı , sömürgeler "anavatan" savunmasına katı lmaya
202
devam ettiler. De Gaulle 'ün Haziran I 943 'tc Cezayir' de kurdugu Frans ız Ulusal
K urtuluş Kom i tesi 230 bin Araptan, 1 l O bin Zenci , Malgaşlı, Antiy l i ' dcn, ya­
ni De Gaulle'ün politik m isruscısı Chirac' ı n bir kaç on yıl sonra "pis kokusundan"
rahatsız olacagı yabancılardan oluşuyordu. General De Luttre ve Lcclcrc birliklerinin
yarısını, Giscard ' ı n "yeni işgal güçleri " diye nitelediği yabancılar ol uşturuyord u.
B u yabancılar Fransa ' y ı N az i işgal indcn kurtarmak iç in savaşıp öld üler.
8 Mayıs 1 94 5 ' dc Kızıl Ordu Berlin'c girip H i tler faşizmine son darbeyi
v urduğunda, faşizmden kurtulan tüm Avrupa halkları gibi Cczayirl ilcr de kend i
ülkelerinde, Şctif şehrinde, malları, kanları ve canları pahasına katkıda bulundukları
anti-faşist zaferi kutlamak iç in şenl i k d üzen lemek isted i ler. Söm ürgcc i Fransız
ord usuna ve kolonlara "Sizinle eşitiz! " dediler, daha doğrusu demeye ycltcndi lcr.
B u istemin bedeli Cezayir halkına çok pah<il ıya mal oldu. Fransız ordusu
özellikle Yabancılaı; Lcjyonu'nu, Cczayirli ve Senegaili Avcı B irlik lerini kitlelerin
üzerine sürerek 50 bin civarında masum insanı Cezayir'in Şcıi f dağlarında
katlctti . Cezayir u l usal kurtuluş mücadelesinde bir dönüm noktası teşk il eden
Şcti f katliam ını, Fransız burj uvazisi resmi tarih sayfalarında, " 1 0· yıl süren
sükunctin bede l i olarak" değerlendiriyor . . .
Söm ürgeleri tck tck elden ç ıkan Fransız emperyalizmi, Şcti f katliam ından
5 ay sonra büyük çoğunluğunu yabanc ıları n oluşturduğu sömürgcci ordusunu ,
, komünist kırmaya gidiyoruz!" diyen faşist gencra ller komutasında, koınün izmc
karşı m ücadele için Victna m 'a sevkcui.
Böylece Marshall planı gereğince aldığı A B D yardımıyla finanse edeceği
ve hepsini tck tck kaybedeceğ i , yeni sömürge savaşları serisini başlatm ış oldu.
Fransız emperyalizmi Vietnam 'da, utanç veric i bir yen ilgi tattıktan ve ord usunu
Dien-bicn-phcu pirinç tarlaianna gömdükten sonra, yeniden K uzey Afrika'ya
"sükuneti" bozan Cezayir halkının başına musallat olmaya döndü.
Cezayir halkından da adamakıllı bir şamar yedi Fransız emperyalizmi. De
Gaul le' ün Cezayir'de Cezayir halk ına hitaben, "S izi anladım ! " i lirafından sonra,
artık kudreti kalmadığından, muhteşem söm ürge savaşları serüven ine n ihayet
son vermek zorunda kaldı.
Elbette bu Fransız burjuvazisin in iddialarından vazgeçtiği anlamına gelm iyordu.
N itekim b un u n faturasını Fransız sömürgec il iğinin el inden halen k urtulamayan,
Okyanuslar'daki Yeni Kalcdonya, Polinczya vb. gibi ada halkları ödemeye
devam edi yorlar.
1 7 Mart 1 992 seçim lerinde, yabancı birikiminin ve özel l ikle de Arapların
yaygın oldugu, dolayısıyla ırkç ılığı, Arap düşman lığını enine boy una istismar
etmeye, "Fransa Fransızlarındır! " narasını atmaya ortamın müsait oldugu,
b u sayede Le Pcn ' in % 25 ' i aşkın oranda oy aldığı ve Mart 1 993 'tc Front
Nation a l ' in diğer tüm partileri sol ladığı Marsilya, Fransa' nın bu ünlü kenti,
I 944 ' tc tam da "pis kokan A rapla r ca, yani Fas ı.aburları ı.arafından kurı.arılınıştı.
Bazı ı.a rihscl verilerin bu old ukça sınırlı sıralamasını, Marr 1 927 tarihli ve
Zencilerin Sesi başlıklı bir gazetedeki bir makalede yer alan ve Fransız burjuvazisinin
yabancılar i lc olan ilişkilerinin özünü oldukça isabetl i bir biçimde özetleyen
"
203
bir alınp ilc bitirclim: "öldürtülmek veya çalıştırı/mak için bize ihtiyaç duyulunca
biz Fransızız, ama bize bazı haklar tanıma söz konusu olunca, artık Fransız
degil Zenciyiz! ".
Sonuç
Avrupa'nın belli başlı ülkelerinde ş u veya b u şeki lde faaliyet gösteren
degişik faşist örgütlernelerin geçmişlerini, bugünkü d urumlarını ve politik birer
oluşum olarak temsil cuiklcri gücü, genel düzeyde ve özetle tasvir etmeye
çal ıştık. Faşist ideoloj inin bu ü lkelerde yeniden diri l mcyc, örgüllü bir yapı
kazanmaya, d üzenli bir pol itik güçlcnmc süreci yaşamaya başladıgını, degişik
tarihsel olgulara ve som ut gel işmelere dayanarak vurgulamaya çalıştık.
Faşist ideolojinin burjuva düzenin marj inal bir ürünü olmadığını, onun
sonuçta düzenin krizine, ç ıkmazımı karşı-devrimci bir alternatif oluşturduğunu
ve tam da bu nedenle, burjuvazin in olağan durumlarda faşist örgütleri cl allından
desteklediğini, bunalım dönemlerinde açıktan piyasaya sürdüğünü, güçlenmesinin
maddi ve manevi olanakların ı yarattığını, sırası gel ince de iktidar kapısını
araladıgını , yer yer örnekler vererek aç ıklamaya çaiıştık.
Gelişmelere bir yönüyle bak ı ldığında, kapitali'Zmin i çinde bul unduğu ve
giderek ağı rlaşan derin bunalı m ı faşizme iktidar kapısının açı lmasını olanaklı
kıl ıyor. Geçen yıl sonunda İtalya'da M S I ve m üLLcfiklcrin in beled i ye seçi mle­
rinde elde ettikleri kitle desteği, bu açıdan en som ut ve en yen i göstergeyi
oluşturmaktadır.
Diğer taraftan , R usya ' da Jirinovski'nin partisinin seçi m performansı, bu
ülkeyi Wei mar Cumh uriyeti'ni hatırlatan bir kon uma getirdi. Rusya'da ansızın
kabaran faşist dalga, Batı Avrupa'daki akıma ivme katıcı, cesaret verici, yeni
bir perspektif kazandırıcı bir işlev görecek nitel iktedir.
Burjuvazinin gün l ük politikasını uygu lamada kitleler üzerinde bir baskı
aracı olarak kullanmak için teşvik euiği, desteklediği ve güçlend irdiğ i faşist
gruplar, Batı Avrupa'da bugün artık rüştlcrini ispatlama sürec ini yaşıyorlar.
Burjuvazinin devlet eliyle desteklediği, ileri i LLiği, şimd ilik Fransa' da yaptığı
gibi gerektiğinde öteki eliyle dizgiıılcdiği veya geriye çekmeye çalıştığı faşist
partiler, artık düzenin zinde ve atak bir politik gücü kon umunu kazanmış
bulunuyorlar.
B urjuvazin in geliştirip yedektc tulluğu bu m ih raklar atağa geçmek için
yeş i l ışık bekliyorlar. Ortam henüz böyle bir alternatifi gerektirecek, faşizmi
devreye sokacak kadar gerginleşmiş ve tüm öteki alternati fleri tüketmiş değildir.
Ancak süreç böyle bir ortama dogru h ızla ilcrliyor. En azından iktisadi göstergeler
bu nitc liktcdi rlcr.
İtalya'da son belediye seçi mleri vcsilcsiylc saflaşmanın ilk belirtilerine
tanık olundu. Faşist partileri olağan koşullarda cl altından, dotaylı olardk destekleyen
tekellerin demokratlık maskcleri tck tck düşmcye başladı. B unlardan birisi,
sadece en tanınmış olanı , "sosyalist" Craxi 'nin sadık dostu olan ve aynı zamanda
Mi ucrrand ilc yakınlığı ilc tanınan S il vio Bcrl uscon i , reform isı sol güçlere
karşı aç ıktan MSI'ya oy vermeye ve onlara karşı bir blok oluşturmaya çağırdı .
204
B u tavır bir istisna teşkil etmiyor. Alman tckellerinin Hitler' le sürdürdükleri
ilişkilerin nitcligi ve tarihi biliniyor. A vrupa ' nın degişik ü lkelerindeki faşist
partiler devletin teşvikinin yanı sıra, bazı kapi ta listlerin gizli mali ve loj istik
desteği sayesinde ayakta d uruyorlar. Berl uscon i dcstcgini aç ıkça i fade etmekle
bir çok meslektaşına göre sadece biraz erken davranmı ştır.
Avrupa' da mevcut faşist tırman ış irdelenirken ister istemez geç miş benzer
tarihsel kesitleri gözönünde bulundurmak gerekiyor. B unu yaparken, yeni faşist
dalganı n bir çok açıdan 3 0 ' 1 u y ı l larda yaşanan süreci ,andırdığını bel irttik .
Devrimci güçler üzerinde estirilen terörden sonra Jirinovski 'ye kapının aralanma­
sının, R usya ' y ı Weimar Cumhuriyeti 'ne benzelliğine d ikkat çcktik.
Bu bağlamda, mevcu t tarihsel süreç geçmiş örnekleriy le k ıyaslandığında
dikkati çeken başl ıca farkl ılık lardan birisi, k uşkusuz en önem lisi, komünist ve
devrimci güçlerin içinde bul undukları dağınıklık ve zayıO ı kLır. Bu olgunun
yalnız Avrupa ilc sınırlı olmayışı, dünya genelinde yaşanır olması, d urumu
daha da vah imlcştirmek ted ir.
Avrupa ilc sınırlı kalarak d urum u değerlendirecek olursak , y ukarıda da
belirttiğimiz gibi, potansiyel devrimci güçler ideolojik açıdan reform izmin etkisi
altında bulun uyorlar. Bu neden le kapital ist bunal ım ve ç ı kmaz m ücadeleye
objektif olanaklar sunmasına karşın devrimci politik bir alternatif ol uşturulam ıyor
ve harekete gcçiri lem iyor. Kendisini adeta zorla dayatan m ücadeleye perspektif
kazand ırılamıyor. Cılız kalan girişimler düzen içi kanallarda bağdurul arak
etkisizleştiri li yorlar.
B urjuvazi devriınci güçler cephesinden gelebi lecek bir teh l ikeyle henüz
yüzyüze gelmediği içindir ki, rahat davranıyor. Her saldırısına zaman kaybetmeden
yenisini ekliyor. Toplumun en temel ekonomik ve demokratik taleplerinin ifade
platformu olan örgütlülüklerden rahatsız oluyor. Düzen karşıtı dinamikleri harekete
geç irebi lecek demokratik k i tle örgütlerini tasfiye ediyor, toplumu örgütsüz ve
paralize durumda tutmaya, yan i savunınasız bırakınaya çalışıyor.
Belki de potansiyel konumdaki devriınci güçlerin bu dağınıkiiğ ı nedeniyledir
ki, burj uvazi doğrudan destekleyerek güç lendirdiği faşist partileri yeri gelince
dizginlcmek ihtiyacı duyabiliyor. Faşist dalganın gelişimi karşısnda, tepki temelinde,
devrimci dinamiklerin doğma koşullarının oluşacağından kaygılanıyor ve dolayısıyla
süreci n denetimden çıkmamasına özel dikkat gösteriyor.
Dökümünü yaptığ ım ız verilere salt düzen cephesinden bakıldığ ında, faşizmin
yeniden insanl ığın ensesinde dem9klesin k ı l ıcı gibi sal lanmaya başladığı, faşist
m i lisierin sürü hal inde harekete geçmeleri nin bir an meselesi olmasa da olası
bir teh l ikeye dönüşLüğü izlcnim i veriyor. Bu ihtimalin abanınalı olduğu söylene­
mez, ancak gel işmelerin tck tarafl ı bir değerlendirmesinin son ucu olduğu da
unutu l maınalıd ır. Dolayısıyla bu gerçek kabu l ed il irken , diğer taraftan henüz
pasi f bir kon uında da olsa, on u d izgi nleyebi lccek topl umsal güç potansiyelini
hesaba katmak, bir de olasılıkları bu cepheden değerlendirmek gereki yor.
Anti-faşist devrimci güçlerin ideolojik, politik ve örgütsel an lamda dağınık
olduklarının, faşist urman ış karşısında pas if kaldıklarının alLını bir kaç kez
çizerek tckrarlıyoruz. Bu durumun nedenleri geride bıraktığımız tarihsel dönemin
temel özellik lerinde aranmalıdır. İkinci emperyalist savaştan sonra yaşanan
205
sürece damgasını v uran bir kaç bel li başlı faktör mevcuttur. B unlardan birincisi,
savaş sonrası Avrupa'da iktisadi koşullarda görülen hızlı canlanma ve düzelmenin
toplumda yarattığı rehavettir. B unun yanısıra Avrupa'da bir nispi refah ortamının
uzun bir dönem hüküm sürmesidir.
Ki tlelerin pol i ti k duyarl ı l ığ ını olum suz yönden etkileyen, onları tükelimle
sersem ieLip oyalayan bu refah ve rehavet orta mına, sosyalist kampta yaşanan
sorunla r ve yozlaşma eşl ik etmiştir. S ovyetler B i rl iği 'nin dağı lma sürecine
girmesiyle doru k noktasına erişen sosyalizmin prestij kaybı, mevcut duyarsızlığın
kökleşmesine ve genclleşmcsine neden olmuştur.
B un lara yakın dönemde yen i bir faktör daha eklenmiştir. B u '80 ' 1 i y ı lların
başından itibaren kapitalizmin bunalımının eşliğinde ultra-l iberal izınin yarallığı
tahriballır. Bu faktörlerin ardarda birbirlerini izlemeleri, gcl}iş kitleler ve özellikle
de işç i sınıfı üzerinde serseın letici etkiler yaratm ıştır. Avrupa toplumu halen
bu faktörlerin yarattığı karışıkl ıkların ve çel işki lcrin etkisi altında yaşıyor.
Geli şmelere bu açıdan, geçmiş tarihsel sürecin temel özell iklerini de hesa­
ba katarak bakıldığında, son bir kaç yıldır tari hsel bir dönemeçten gcçildiği
anlaşılır. İşç i sınıfı hareketinde son dönemde bel iren canl ı l ı k konjonktüre l ol­
maktan z iyade geleceğin önbelirtileri niteliğini taşıyor. Kesikli dalgalar hal inde
kendini ifade eden işçi eylem l i l iği büyük ölçek li bir sıçraman ın haberc isi olarak
değerlend irilebilir. Faşist tırmanışa karşı kitlelerin bugüne kadar gösterdikleri
uyuşukluk, d uyarsızlık ve pasi Oik bu bağlamda irdelendiğinde, bunda geç miş
tarihsel sürecin etkisini ve izlerini görmek mümkün.
Önderlik boşluğu sorunu ilc de örtüşen bu yorgun ruh hal i , idealsizlik ve
edi lgen lik, görünüşte ıncydan ın gericil iğe ve faşizme bırakı ldığı i ntibası yara­
tıyor. Ancak Avrupa'da işçi hareketinde görülen sürek l i canlanış, öte yandan,
kitlelerde yeniden bir mücadele istek ve azın inin yer etmeye başladığını gösteri­
yor. Bu mücadele şu anda parça parça ve dağ ınık bir seyir izlemektedir. Henüz
bilince çıkmış bel i rgin bir pol itik boyutu yoktur.
Düzen cephesindeki gelişmelerin izlediği seyir, işçi sınıfı hareketinin m ü­
cadelesini yoğunlaştırınaktan ve genel leştirmekten başka bir seçenek olmadı­
ğını gösteriyor. Belçika'da ve İspanya 'da ardarda yaşanan genel grevler, böyle
bir gelişmenin işarctlcridirler. Kapital izmin iç çel işkileri si stemin dengelerini
zay ı natıyor. S us payı nitel iğinde tav izler vererek mücadelenin önünü kesme
olanaklarını sın ırlıyor. Herhangi bir sektörde verilccek taviz, hemen d üzenin
dengesini sarsıcı etk iler yaratabilecek gedi kleri gündeme getirebiliyor.
Ekonomik temelde gelişen ve giderek yoğun laşacağına ilişkin somut belirti­
lerin sık sık gözlcm lcndiği bu mücadele, ister istemez, pol itik bir boyut kaza­
nmak durum undadır. Bu mücadeleyi om uziayacak kitleler '30'1u yıl ların işçilerin­
den daha zengin bir tarihsel mirasın sahi bid irler. Bu m irasa Avrupa 'daki yakın
geçmişin faşist diktatörl ükleri ve bunların toplu icrautı da dah ildir.
Avrupa'da faşist harekete karşı m ücadele, sınıfın ve çalışan kitlelerin mev­
cut düzenin kendisine, kapi talizme karşı verecekleri m ücadelenin yalnızca bir
boyutunu oluşturmak d urumundad ır. B u mücadele, ancak düzen karşıtı güçlerin,
işçi sınıfının ve emekçi halk kiLJelerin in devreye girmeleriyle gerçek anlamını
bulacak ve esas etkisin i gösterecektir.
206
Kadı n s o r u n u , fem i n i z m , sosy a l i zm
Pınar
ÇAGLA
Kimdir çağlar boyu tartışılan kadın?
O doğurma yelisiyle üstün bereket tanrıçası mıdır?
Yoksa sezgisel yetilerle donatılmış büyücü mü?
Sekaretini yitirmemiş Meryem A na' da mı buluşuyor uz
onunla?
Yoksa ruhunu şeylana satan fahişe mi götürüyor bizi
ona?
O penis kıskançlığı çeken bir histerik midir?
Yoksa cinsiyetinin kurtuluşunu "gelecek topluma"
erteleyen "hacı " mıdır?
Yan ı lg ıya düşmeden hiçbiri "kadın " değil
diyebileceğimiz gibi,
herbiri bir parça "kadın" içeriyor da diyebiliriz.
Tümden reddettiğimizde
yerine birşey koyamayacağımız bir hiçlikle
karşılaşacağız;
oysa parçalardan oluşturulmaya çalışılan mozaik,
bu mirası sırt ında taşıyan,
yanımızda, içimizde , bizimle yaşayan "reel kadın" la,
onun oluşturduğu toplumsal sorunla bir türlü
hağdaşmayacakıır.
Kad ın sorunu etrafında sürdürülen tartışma uzun bir geçmişe sahiptir ve
hala netlige kavuşmuş, kavuşturulabilmiş degildir. Tarihsel , toplumsal ve güncel
boyutlarıyla karmaşık bir görünüme sahip olan sorun, birbirinden çok farklı
kapsamlarda ele alınmakta, bütünsel bir bakış ise genellikle yakalanamamaktadır.
Kadının ezi len cins kimligi, tarihsel olarak kaynağ ını özel mülk iyelin
şekil lcndirdigi sınıfl ı toplumda ve onun m ikroskobik yansıması olan ataerkil
ailcdc bulur. Özel m ülkiyet, sınıfl ı toplum ve ataerkil aile düzeni (modern
aile) diyalektik bir bütündür. Kadın problem inin tahlil inde, içiçe geçmiş halkaların
bütünl ügü kadar, özel m ülk iyetİn ve onu doguran üretim tarzının belirleyici
rolünün kavranması da özel bir önem taşır.
Olguları tck tck ele alan, özel mülkiyelin rol ün ü yadsıyan bir yöntem,
eninde sonunda tarihsel çelişkiyi tersyüz etmeye mahkumdur. Bir yandan, atacrkil
aile olgusunu diger halkalarından kopartan ve onu bağımsız bir problem olarak
207
inceleyen bir yaklaşım , ister istemez kad ının ezil işinde bel irleyici rol ü "ata
crki "nc, d iğer deyimiyle "erkek cgcmcnliği"nc yüklcycccktir. Öte yandan,
kad ı n ın ç i flc sömürüsünü, özel mülkiyet i lc birl ikte ortadan kalkacak yalın bir
çclişk iyc indirgcycn mantık ise, kadın sorununun tüm zenginliği ve karmaşıklıgı
ilc kavranmasını cngcllcycccktir.
Kadamn esaret ta rihi-özel mülkiyetin ta ri h i
Tarihte, ilkel komünal toplumdan sınını toplumlara geçiş, anacrkil döncmden
aLacrki l döneme geçiş olarak yaşandı. Üretim araçları üzerinde özel m ü lkiyelin
ortaya ç ıkmasıyla, akrabal ık il işkilerinin, aile düzeninin ve miras hakkının
erkeğe göre belirlenmesi aynı tarihsel aşamaya denk d üşer. B ir geç iş süreci
şekl inde gelişen bu dönemde, anacrkil yapı ilc atacrkil yapı arasında çeşitli
çatışmalar yaşanmıştır. Mitoloji (amazonlar efsanesi vb. gibi) dışında, bu döneme
ışık tutan b ulgular çok s ın ırlıdır.
Ancak kesin olarak bilinen ş u ki, tarih kendi diyalektik yolunu izlem iştir.
Özel mülkiyeLin doğuşuyla anacrkil düzen ve onunla birlikte kad ın yenilmiş,
sını n ı toplum düzeninde, egemen sınıfın ailedeki yansıması olan erkek h ükümdarlık
koltuğuna oturmuştur. Kadının tarihsel yenilgisi , hiç bir zaman sa hip olmadığı
cins egemen liğinin (anacrki l dönemde h iç bir toplumsal katmanın, sınıfın veya
cinsin egemen olmadığı, toplumsal eşitlik üzerine kurulan i lkel kom ünist cv
ekonomisi hakimdi) yitmcsi olarak değ i l , erkekle eşitliğini kaybctmcs i , ikincil
ve ezilen cins kon um una düşürülmesi şekl inde yaşanm ıştır. Ancak bunda ası l
canalıcı olan nokta, kadının topl umsal üretimdeki yerini kaybctmcsi v e gillikçc
üretim sürec inin dışına düşen eve hapsolmasıdır.
Tarıms�l ekonom iye geçişi sağlayan gelişmiş üretim araçlarının ilk sahibinin
erkek olması, diğer bir deyimle özel mülkiyeLin ilk olarak erkeğin elinde birikmesi
sorun u, üzerine fırtınaların kopartı ldığı bir problcmdir. Ekonom ik-toplumsal
faktörleri yadsıyan bir araştırma, ister istemez kad ının tarihsel yen ilgisini erkeğin
iradi çabası, diğer bir deyim le erkeğin iktidar hırsıyla açıklamaya mahkumdur.
Oysa, kadın ilc erkek arasındaki işlev farklılaşmasının, bell i bir tarihsel aşamadan
sonra, cinsler arasında dengesiz bir güç il işkisine yolaçmasının temelinde ekonomik
faktörler yatmaktad ır.
Tüm tarihsel aşamalarda yaşanan c inslere özgü işbölümü, i lkel komünal
topl umda kadın ilc erkek arasında var olan fiziksel-biyolojik farkl ıl ıklara dayanır.
Ne var ki, özel mülkiyctin doğuşuyla birlikte cinslere özgü işbölümü "doğallığını"
kaybederek, kad ının czi l işindc önemli bir rol üstlendi. "llamile/ik, dogum,
çocuk emzirme gibi biyolojik özellikler kadını yerleşik hayata baglayarak,
onun -insanlıgın ilk önemli buluşu olan ateşin korunmasından çanak çömlekçiligin
geliştirilmesine, bitkiler üzerinde elde ettiJ:,'fi bitgiler/e tarihte ilk doktor olmasına
kadar- üretim ve toplumun yeniden üretiminde son derece önemli bir yer kaplamasına
neden olmuştu. Ne var ki, gelişmiş üretim araçlarının ortaya çıkmasıyla birlikie
yaşanan tarımsal ekonomiye geçiş, ev üretimini önemsizleştirmiştir. Kadın evle,
208
bağla. uğraşırken, erkek yerleşim alanının dışında bulduğu madenieri işledi,
madenier/e yapılan gelişmiş üretim araçlarını sahip/endi, yaptığı silahlarla
savaşa çıkarak ganimet aldı, köle tuttu. Kısacası üretim araçları, özel mülkiyet
ve onunla birlikte başkaları üzerinde egemenlik kurma gücü ve olanağı ilk
olarak erkeğin elinde toplandı." (Bugünün Toplumunda Kadın- Ekim/er, sayı: 1 ,
s.237)
Babalıgın keşfedilmesi de aynı tarihsel aşamaya denk d üşer. Toplumun
yeniden üretilmesinde kadına y üklenen mistik güç ve on unla birl ikte kadının
saygınlıgı derin yara aldı. Herşeyden önem lisi, babal ıgın bil inebilir olması,
özel mülkiyelin babadan ogula geçmesini olanaklı kılmıştır. Toplum yeniden,
bu kez özel mülkiyet ve onun sahibi olan erkege göre düzenlendi. Özel mülkiyelin
m iras yoluyla babadan ogula geçmesini saglamak için akrabal ı k sistemi erkeği
temel aldı . Babanın saptanması, kadının tck erkekle evlenınesini zorun l u kıldı.
Tck eşl ilik dediğimiz monogam i , kad ın ama sadece kadın için, tarih sahnesine
ç ıktı. Ai ledc, topl umda söz ve yetkinin tck sahibi erkek oldu. Kadın mirasçı
yetiştiren, erkeğin cinsell iğini tatmin eden cv hizmctçisi konumuna düşürüldüğü
gibi, babasına, kocasına bağım l ı kılındı, bütün özgürlükleri, hakla�ı gaspcd ildi ...
Kadın sorununun toplumsal boyutlar•
Kadının cins olarak cz ilmcsi, o n u ekonom i k olarak erkeğe bağımlı kılan
sınıflı toplumun tarih sahnesine çıkması yla başlar. Ataerkil yapılanma, özel
mülkiyeti korumaya ve y ücchmcyc uygunluğundan dolayı, köklerini devlet
bünyesine ve on un uzantısı olarak kurum laşan aile, din, yarg ı , siyaset, eği tim,
vb. gibi oluşurnlara salarak, topluma sosyal/psikolojik motincrini dayatmaktadır.
Böylece ekonomik faktörlerde temel bulan , kad ının erkeğe olan bağ ı mlılığını
boyutlandırarak, kadını manevi olarak da geri konumuna zinc irlcmcktcdir.
Üç boyutlu ve içine kapalı bir çcmbcr görünüm ünde işleyen topl umsal
mekanizma kad ı nı aşama aşama, d üzen tarafından kendis ine dayatılan imaja
dönüştürmckted ir. Bir yandan erkege (erkek burada devletin uzantısıdır, topl umun
en küçük birimi olan ailcde, özel mülkiyeLin bekçisi olarak işlev görür) olan
ekonomi k bağımlılık, öte yandan h ukuksal/sosyal hak ve koşulların cinslere
göre eşitsiz, göreec erkek lehine düzenlenmesi, nihayet de kadının meşru çerçevesini
denetleyen önyargıların topluma din, ahlak, eğ itim vb. üst kurumlar aracıgıyla
empozc edilmesi -tüm bunlar birarada, kad ının kend isini gcr�cklcştirme yol unu
tıkamaktad ır. Kadın ana çelişki olan ekonomik bağımlılığını (yalnızca erkeğe
olan bağımlıl ığı dcgiı , ondan önemlisi kapital ist sistemin ekonomik sömürüsünü
de) yıkmak, bir yandan da toplumun içselleştirdiği, kendisinin ise dön üşLüğü
"kadın imaj ın ı " kırıp-aşmak zorundadır.
Kapitalist toplumda kadının, sistemin ürettiği hak, koşul, gelenek ve değerler
çerçevesinde bclirlenmişliği erkeğin de bclirlenmişliğini beraberinde getirdiğinden
(ve tersi); bir cinsin konumunda meydana gelecek bir değişiklik, otomatikman
karşı cinsin de konum unda farklıl ıklar yaratarak tüm toplumun ctkilcnmcsinc
209
yol açacaktır. Bazı davranı ş biçimlerin i n toplumsal önyargılar dogrultusunda
y
bir cinse özgü sayılması , aynı davranış biçimlerinin öteki cinse aykırı olması la
(ve tersi) koşullandırılmıştır. Kısacası kadın ve erkek imajı, karşılıklı birbirini
gerektirecek şekilde inşa edilmiştir. Dolayısıyla kadının geri konumundan kurtuluşu
ancak tüm toplum yapısını kapsayan köklü bir dönüşüm/degişim ilc mümkündür.
Kadının ekonomik, hukuksal ve sosyal konumunun erkegi n konumuna
göre geri olması, erlcegin konumunun genellikle "ideal" olarak dcgerlcndirilmesinc
ve "ölçü" kabul edilmesine yol açmaktadır. Çelişki, erkek ve kadın cinslerinin,
toplumsal platformda (özel aile hayatından en kompleks devlet i l işkisine kadar)
erkek lehine işleyen dengesiz güç ilişkisine indirgcnı:nektcdir.
"Kadının geri konumu" cinsiyctç iligin en bariz yanı n ı oluşturuyorsa da,
onun özünü degil, ama öncelik tanınması gereken boyutunu teşkil etmektedir.
Çeli şkinin gerçek karakteri, erkek ve kadın cinslerinin, birbirine karşıtmış gibi
görünen ama özünde bir bütünlük oluşturan toplumsal belirlen mişliginde ve
kapitalist düzenin bundan sagladıgı kazançta yatmaktadır.
Kadın k!Jrtuluş sürecin i erkekten izole yaşayamaz. Fakat erkek de, salt
kadının kendisini gerçckleştircbilmcsi iç in "üstün" konumund_an vazgeçmek
dcgil; kendi de hür iradesi dışında tutsak cdildigi "cins klişcsini" kınp, insanlaşma
yolunu açmak zorundad ır. Erkek, görece "üstün" konumuna ragmen, kad ı n la
aynı derecede olumsuz bir cins i majına zincirlcnmiştir. Bu olgudan hareketle,
cinsi yetçi sömürünün işlevselligini , erkegi n kadin üzerinde kurdugu baskıda
ve ondan sagladıgı kazançta gören feminist yaklaşımı kırmak gerekir. Kadın
sorununu gerçek içerigine kavuşturmak için, sorunu salt kadının özgül konum
ve koşullarıyla tanı mlayan feminist akımla ve feminizmden etkilenen d iger
kuramlarla mücadele kaçınılmaz ve zorunludur.
Kadın sorunu ve femi n izm
Sorunun kilit noktasını, mevcut aile düzeninde k,ökleşmiş ataerki l yapılanınada
gören yeni feminist hareket, batılı ülkelerde "çıban"ı deşen tutumuyla, kamuoyunun
dikkatin i bu yöne çekmektc etk i l i olmuştur. İlk fem inist akım, burjuva sınıf
içinde yeşerme olanagını bulmuş ve tarihsel gelişimine sosyalist kadın hareketinin
aksine, liberalizme yakın bir ç izgi izleyerek başlam ıştır. Feminist hareketin o
dönemki istemlerini, "kadına egitim hakkı", "seçme ve scç�lme hakkı", "boşanma
hakkı", "miras hakkı" gibi, !ibcralizmin "bireye gelişme hakkı tan,ı ma", "bireysel
eşitlik" vb. talepleriyle bagdaştırmak mümkündür.
Zaman içinde sanayileşen/sanayileşmiş ülkelerde yerleşen/yerleşmiş burjuva
demokrasisi kısmen ve biç imsel de olsa hukuksal eşitligi ve bireylere kendilerini
geliştirme/gerçekleştirme haklarını tanımıştır. Burjuva demokrasilerinde kadın
ile erkegi n hukuksal düzeydeki (birçok açıdan eksik ve görece de olsa) eşitligi,
fem inistterin m ücadele alanını, "resmi eşitlik"e karşın birçok feodal geiCnegin,
önyargının ve topl umsal dogmanın hüküm sürdügü aile� egitim, d in/ahlak gibi
kurumlara dogru kaydırd ı .
210
Radikal fem in izm , araştırmaya ve bilim sel çalışmaya yönclcrek, "k:ıdın
problcmatigi"ni meydana getiren olguları "erkek egemen ideoloji", "c inslere
özgü işbölümü" vb. gibi ilk defa duyu lan ifadeler altında toplayarak, etrafında.
hararetli ve geniş bir tartışma ortamı yarallı. Kapitalizmin kad ı nları ezmedeki
rolünü ve ekonomik ç ıkarlarını kabul eden feministlcr, düzenle olan çelişkilerini
de vurgulamaktalar. Ancak kadının ezilmişliginde kapitalizme, sadeec cinsiyetçi
sömürüyü keskinleştirdiginden, bir "erkek düzeni" oldug u ndan dolayı pay
biç i lmektedir. B ir yandan araşurma ve bilimsel verilere dayanma i htiyacının
dogması, öte yandan "ezeli ezilm işlik" bilincinin tepkisel bir öfkeye bürünmesi,
içiçe yaşandı . Mevcut kadın imajını dogrulayan/yaraian psikolojiden sosyolojiye,
oradan da biyolojiyc dek tüm "bi limsel" olgular sorg ulanırkcn, bazı radikal
kadın grupları, bili m i "erkek tekelinde" oldugu gerekçesiyle tümden reddetti.
1 970'1i yı llardan bu yana var olan yeni feminist kadın gruplaşmaları, çeşitli
siyasal dayanak noktalarına göre temellendirilerck, fcminist-antiotori tcr, ortodoks­
feminist, radikal-feminist, sosyalist-fem inist vb. gibi ayraç deyim ler türetilm iştir.
Feminizmi sadece iki büyük gruba, sol fcminizmc ve "feminist" fcminiimc
bölen anlayışlar da vard ır. Yine sol feministleri kendi aralarında "sosyalist
fem i n i stlcr"e ve " feminist marksistler"c bölmek mümk ündür. Bu deg işik
adiand ırmalar bir yandan "sosyal ist", "marksist" ve " fcminisl'' fikirterin degişik
dozlarda kombine edilişini somutlaştırırkcn, öte yandan "yeni kadın hareketinin"
bulundugu duru m u da az çok ayd ın latmaktadır.
B ütünsel bir bakışa sahip olmayan fcıninistlcr, scçmcci bir tutumdan hareketle,
iç inde birçok çelişkiyi barındıran "kuram"larmı oluşturma çabasında görünseler
de, genel ve kapsam lı bir teorik tcmclc olan gcrpksinmclerini yadsımaktadırlar.
Tek tck kadınların bil inçlcnınc sürecinde yaşadıgı bireysel tecrübelerin, karşı­
lıklı paylaşımın/etki leşirnin yarauıgı "çeşitlilik" ve "zenginlik", teorik ve ilkesel
"dogma"lara tercih edilmektedir. Tüm fem inist gruplar, günümüz kapitalist
toplumunda küçük ailcdc süren ve orada sürekli yeniden üretilen atacrkil
yapılanınanın yıkıl ınası doğrultusunda m ücadele ediyorlar. Ancak değişik feminist
grupların ortak bir çizgiye ve belirlenm iş bir politikaya sah ip oldugunu
söylemek güç. Atacrkil düzenin yıkılınası daha çok tck tck kadınların "aydınlanışı"
ve "kadın bilinci"ne erişenlerin, kendi özel ai le birimi içerisinde verecekleri
m ücadele sonucu meydana gelen dcgişimlerin tck tck toplan ışı i l c mümkün
görülmektedir.
Fem i n istle'r , kad ı n ı n ezi lmişl igine ili şkin tari hsel tczleri nde, kadının
söm ürülüşünün atacrkil aile yapısının doguşuyla meydana geld iği sonucuna
varmaktalar. Hedef olarak erkek egemen liğini bel irleyen fem inizm, m ücadele
biç i m i olarak aktif propaganda, teşhir, bil inçlend irme ve eğitim faal iyetlerini
bcnimsemiştir. Daha çok modern psikolojinin geliştirdiği "grup tedavisi toplulukları"
örneginc benzer irili-ufakl ı gruplarda dağınık bir şekilde örgütlcnenmektcdirler.
Burada cinslerine i lişkin kişisel sorunların ı , onları çözerken kullandıkları yöntem
ve kazandıkları tecrübelerini d ile getirmekte, böylece tartışına ve karş ılıklı
dayanışma ortam ını yaratmaktadırlar. Grup in isyatifinde ai leye al lernatif kadın
·
2ll
komünleri kurulabilmekte, anti-otoriter ve cins klişclcrindcn arınd ırılmış bir
egitim anlayışını oluşturma çabası içinde, deneysel anaokul , y uva ve okul
girişim1crinde bulunulmaktadır. "Kürtaj ı n serbest b ı rak ı lması", "dayaga karşı
m ücadele'1, "özgür cinsel yaşam", "boşanmanın kolaylaştırılması" gibi demokratik
talepler etrafında birieşebilen feministler, "kadın bilinci"ni yaratma faaliyetlerini,
değişik anlayışlar kapsamında meydana getirdikleri özerk örgütlenmelerinde
sürdürmektedirler.
Feminizm "erkek egemen ideoloj i " kavramı n ı ortaya atarak, bu sayede
çektigi i lgi ve gördügü tepkilerin yarattığı tartışma ortamı ölçüsünde "etkili"
olduysa da, demokratik ve yer yer düzenle çelişen talepleri ölçüsünde dahi
i lerici bir ni teliğc sahip olamam ış, kitleleri kucaklayan alternatif bir mücadele
g ücüne crişcmcmiştir.
Kad ın sorununda, ana çelişki ilc yan çelişkiyi tersyüz eden fenünizm, kilit
noktanın sınını toplu m u n son aşaması olan kapital ist düzende değ i l , atacrkil
kurumlaşmada olduğunu beyan etmektedir. Aynı şekilde, kadının kurtuluş m ücade­
lesi sınıf savaşım ı n b i leşcni olarak değil, aksine s ı n ı f m ücadelesi , tüm ataerkil
d ünya düzenini hedef alan fem inist savaşımda, ancak bir ah unsur şeklinde
görülmekted i r. Fem inizm ortaya attı!Jı "cinsiyetçi sömürü", "erkek egemen
ideoloj i" gibi olguların ve topyekün "kadın sorununun" çözümünü (talepleriy­
le yer yer düzenle çclişse de) ne kuramsal ne de pratik kapsamda barındırmamak­
tadır.
Kadın sorunu ve devrimci hareket
" Kadın tartışması"nın odak noktasında yerlerine şöyle veya böyle sahip
ç ıkan marksistler, feministlere cevaplarını, k uramsal düzeyde; Engels, Bebcl,
Zetkin kaynakl ı , soruna ilişkin tarihsel ve bilimsel analizler do!Jrultusunda
verdiler. Ancak fcm inizmi bir burjuva ideoloj isi olduğu gerekçesiyle yads ıyan
ve reddeden devrimci haf.cket, yer yer onu n demokratik ve k ısmen düzenle
çelişk i l i taleplerini gözardı etme hatasına düşmektedir.
Öte yandan ise, devrimci hareketin kadın ve kadının örgütlenmesi problemine
ilişkin geniş bir yelpazeye yayılan yaklaşımları göz önüne alındığında, feminizm­
den derinden dcrine etkilendiği de görülecektir. Bu öylesine bir ctkilcnmedir
ki, kadın sorunu genellikle özgül boyutlarıyla s ı n ı rl ı bir tarzda ele alınmakla·
d ır. S istem ile kadın arasındaki çel işkiye yapılan vurgu kaba bir genellemenin
ötesine geçemcmektedir. Oysa k i , kadına tüm çelişkilerini n beslendiği zemin­
den yaklaşılmadı!Jı sürece onu politikleştirmek ve harekete geçirmek m üm k ün
değildir.
Yakalanması gereken temel halka, kadın sorunun sal t kadına ait olan ,
sadece kadı n ı ilgilendiren "özgül" bir sorun olmadığ ıdır. Kad ı nın kurtuluşu
toplumsal kurtuluşun vazgeçi lmez bir öğesidir. Devrimci hareketin en fazla
ilgi gösterdiği kadın kitlesi olan işçi-emekçi kad ını ise, proletaryan ı n dolaysız
ve organik bir parçasıdır. Soruna bu ikili boyutuyla yaklaşıld ığında, hem işçi-
212
emekçi kadının sorun ları üyesi oldugu proletaryanı n dolaysız sorunları olarak
kavranacak, hem de bir bütün olarak kadının k urtuluşu, proletaryanın tarihsel
olarak yükümlü oldugu toplumsal k urtuluşun dolaysız bileşim i olanık algılanacaktır.
Sınıf bil inci sadece kendisi için sınıf olmayı dcgil, toplumsal k urtu l uşun bütünü
için sınıf olmayı da kapsamaktadır. Ancak bu bilinç gerçek sınıf bilinci olacaktır.
Proletarya bu bilince kavuşamadıgı ve ulusal sorun, çevre sorunu gibi toplumsal
bir sorun olan kadın sorununa i lgisiz kald ıgı sürece, ne işç i-emekçi kad ınını
sınıf örgütlenmelerine çekmek, ne de onu sosyalizme kazanmak m üm kündür.
Öte yandan gelişebilecek kitlesel bir demokratik kadın hareketini fcm i nizmin
etkisinden kurtarmak veyahut da sosyalistikomünist bir kadı n hareketini yaratmak
da olanaklı deg i ldir.
Kadının csarct zinci rlerinden kurtulması, kapitalist sistemin yıkılınası ve
sosyal ist devrim i lc m ümkün olacaktır. Ancak kad ı n ın katılmadıgı bir devrim
m ücadelesinin zafere ulaşması düşünülemez. Karmaşık ve çctrcfilli bir problem
olan kadının örgütlenme sorununun en yalın anlatım ı budur. Tam da burada,
kadının örgütlenmesi sorununda, kadının özgüllügü aşı lması gereken bir olgu
olarak önümüze çıkıyor. Zira kadın erkeğe nazaran daha cğitimsiz, mücadele
geleneği daha zayıf, cv köleliği zincirinden dolayı toplumsal yaşama ve dolayısıy­
la pol itikaya daha kapal ıdır. Kadını dört bir yandan geri konumuna bağlayan
ekonomik-toplumsal z incirlerin kırılması, işle proletaryanın önünde duran gö­
rev budur.
Kadını geriliğe ve çifte sömürüye mahkum eden topl umsal cenderenin
parçalanabilmcs i , kadının topl umsal hayatın tüm alanlarına katılabilmesi ve
kurtu l uş/özgürlük mücadelesinde aktif yer alabil mesi, yal nızca cv köleliğinin
bilincine varmasıyla değ i l , aynı zamanda ona evin kölesi olma yazgısını layık
gören şoven erkeğin "eğ i ti lmesiylc" olanakl ıdır. Böylesi ikili bir çaba, yaln ızca
erkeği kadının "özgül" sorunlarına karşı duyarlı kıl makla kalmaz. Fakat aynı
zamanda kapital izmin kadının cv köleliğinden sağladığı devasa kazancı teşhir
etmey i ve bu kazancın, nasıl da erkek-kad ın tüm proletaryanı n çıkadarıyla
çeliştiğini gösterıneyi sağlar. Her fabrikada kreş, emzirmc odaları aç ılması, cv
işine devlet tarafından ücret ödenmesi, cv kad ının sigortalanması, boşanmanın
kolaylaştırı lması, hak eşitliği, eşit işe eşit ücret vb. gibi talepler etrafında, işçi
sınıfıı�ın önünde som ut politika için geniş ve verim l i bir alan açar. İ şç i-emekçi
kadınını sın ı f m ücadelesine yaklaştıracak/çekecek talepler, sınıfın önüne salt
kadının özgül istemleri olarak değil, tüm sınıfın uğruna mücadele edi lmes i
gereken demokratik haklar olarak konmal ıdır. İ � ç i sın ıfının v e onun üyesi işçi­
e�ekçi kadının demokratik haklar uğruna mücadelesi, nihai hedef olan sosyalizm­
den koparılmad ığı sürece an lamlıdır:
"( . . . ) Marksist/er, demokrasinin sını[l"al baskıyı ortadan kaldırmadığını,
fakat sadece sınıf mücadelesini daha doğrudan , daha geniş, daha açık, daha
keskin kıldığını bilirler; ve bize gereken tam da budur. Boşanma özgürlüğü ne
kadar tamsa, kadın için "cv köleliğinin" kaynağının hak yoksuniuğu değil,
fakat kapitalizm o ldugu
o
kadar açıktır. De vlet düzeni ne kadar demokratikse,
,
213
· işçiler için, kötülüğün kaynağının hakyoksun/uğu değil, kapitalizm olduğu o
denli açıktır. Ulusal eşitlik (bu eşitlik ayrılma özgürlüğü olmaksızın tam değildir)
ne kadar tamsa, ezilmiş ulusların işçileri için, temel sorunun hakiann yok/uğu
değil, fakat kapitalizm olduğu o denli açık olur." (Len in, Wcrkc, Cilt: 23, s .
68) Komünistlerin görevi , demokratik taleplerden (kadının "özgül sorunları"ndan.
oldugu gibi diger demokratik hak istemlerinden de) hareketle, sınıfa ve kadına
si yasal-sosyalist bilinç taşımaktır.
Komünistler açısından önem taşıyan diger bir nokta, kadın sorununa sınıf­
sal bakışaçısıyla yaklaşabilmektir. E lbetteki "kadının czi lmesi", yalnızca ezi ­
l e n sınıfiara a i t kadını i lg ilendiren b i r sorun deg i ld ir. Sorun genel karakteriyle
tah l i l edilmeli, 'p roletaryan ı n önüne "tüm kad ınların kurtul uşu" problemi
kon ulmal ıdır. Propaganda ve aj i tasyon çal ışması, kadının s istemle olan genel
ve özgül çelişkilerini vurgularken, örgütsel faaliyetin y üz ü emekçi -işçi kadına
dönüktür. Temel hedef işçi-emekçi kadını i htilalci sınıf partisi saflarında ve
diger sınıf örgütlerinde örgütlcmektir. Bunun yanısıra, degişik sınıf ve katmanlara
ait kad ının demokratik talepleri etrafında kitlesel olarak harekete geçirilmesi
ve kendiliğinden gelişebi lecek demokratik bir "bağ ımsız" kadın hareketinin
ihtilalci sınıf partisinin ideolojik gücü ve yönlendiricilig iylc d üzenin karşısı­
na çe�ilcrck sosyalist/kom ünist bir kadın hareketine dönüştürül mesi önem
taşımaktadır.
İşçi-emekçi kadının proletaryanın mücadelesine katılması ve bu mücadeleye
önderlik eden sınıf örgütlerinde örgüdenmesi komünistler için ilkesel bir doğrudur.
Ki bu, hem kadının csaret zinc irlerini parçalamasının tck yolu ve hem de
organik bir parçası olduğu sınıfın kurtu l uşu için olmazsa olmaz bir koşuldur.
Komünistler, bağımsız demokratik veya bağımsız anti- faşist bir emekçi kadın
hareketini yaratmak amacıyla kurulan demokratik kadın kitle örgütleri vb. gibi
oluşum larla, bu temelde bir ideolojik m ücadele y ürütür. Ancak bu, bu örgüt­
lerin demokratik taleplerini desteklemekten geri durmak anlamına gel meyece­
ği gibi, i lkeli eylem birliklerinin de önüne geçmez.
Fakat unutulmamalıd ır; sını narüstü bir kadın olamayacagı gibi , sını flar­
üstü bir kad ı n m ücadelesi de olamaz. B urjuva kadını özel mülki ycti tckelinde
bulunduran kapitalist sınıfı n bir üyesi olarak, doğası gcrcg i , sınıfının ve onu
ayakta tutan sistem in yanındadır. O çıkarını kad ın olarak kurtulmaktan çok,
özel mülkiyet düzenini korumakta görmektedir. Kaldı ki, burjuva kadını egemen
sınıfın pasif bir üyesi değil, tam tersine onun en asalak ve yırtıcı unsurlarındandır.
Birçok yönden geri kal m ış, toplumun feodal gelenek ve yargı ları tarafından
cendere içine alınmış emekçi kadını toplumsal m ücadeleye kazanmak, kendi
içinde bell i zorluklar taşımaktadır. Toplumun ve onun içinde yeralan kad ının
nesnel bel irlcnm işliği i lc doğru orantı l ı olan bu zorlukları aşmak, komünist
hareke tin bell i ölçülerde göstereceği esnekl iklcre ve yaratıcıl ığa bağlıdır. Örne­
ğin, sendikaya kocasının baskısı veyahut kendi feodal şekiilenişi nedeniyle
gelmeyen kadını, mahallesinde veya fabrikasında düzenlenen bir kadın toplamısına
çekmek olanakltd ır. B u tür toplantılar, kadını topl umsal-siyasal sorunlara duyarlı
2 14
kılmak açısından anlamlıdır. Sözgelimi, sendikal mücadelenin önemini işleyen
böylesi bir toplantı, kadını sendikal mücadeleye çekmek için kaldıraç işlevini
,görebilir. Kadının verili nesnel durumundan hareket eden bu ve benzeri yön­
tcm/araç/örgütlenme biçimlerini mutlaklaştırmak, kcrıdi içinde amaçlaştırmak
i lkesel planda ne kadar yanlışsa, kadına ulaşma olanaklarını sunan böylesi
köprüleri tümden reddetmek de taktiksel olarak o denli hatalıdır.
Yine gözönünde tutulması gereken önemli bir nokta şudur; bugün işçi­
emekçi kadını duyarlı ve eylemli k ılan, onu birçok örneklerde yaşandıgı gibi
sokaklara döken olgular, hiç de, işçi sınıfının ve emekçi kesimlerin kendi ligin­
den m ücadelesinin ekseninde yatan (işten atılmalar, pahalılık, özelleştirme,
konut sorunu, sendikalaşma ve grev hakkı vb. gibi) sorunlardan farkl ı degildir.
Kadını ilgilendiren sorunlara bir de koca/baba baskısı, dayak, cinsel tac iz, ev­
çocuk bakımı yükümlülüg ü vb. gibi olguların eklenmesi, kadı n sömürüsüne
"çifte" karaktcrini vermektedir. Ancak kadın sorunu tüm özgü l boyutlarıyla,
sosyalizmin çözecegr�gcncl sorunların (ulusal sorun, çevre sorunu, vb.) yanında
yeralır ve o anlamda hiç de özgül degildir.
Kadının çifte sömürülüşünü karakterize· eden sorunlar "özgü l " olarak
tanım landıklan sürece, proletaryanın m ücadelesinin önüne dikilen birçok engel, .
kadına ve sadece kadına has görülcccgi için, işçi sınıfı hareketi tarafından
sahiplenilmcyccektir. Dahası, devrimci hareket de, işçi kadının örgütlenmesi
sorununu ya sınıf partisinden tamamen başka bir örgüL�el yapıya (kadın örgütlerine)
havale edecektir, ya da partinin önüne/içine bir hazırlık örgütü (özerk kadın
örgütü, kadın komisyonu) koyacaktır. Bu ve benzeri kadın örgütlenmeleri,
kadının özgül sorunları konusunda bilinçlendiği, bu sorunların çözümüne yönelik
mücadelcci bir kimlik kazandığı yerler olarak ele alınmaktadırlar. Ancak "kadın
bilinci"ni kazanan kadının, bu duyarlı lığını sendikaya/partiye taşımasıyla nihai
örgütünde (ihtilalci sınıf partisinde) kadın kimliğiyle, kişiliğiyle yer alabilecektir
düşüncesi, sınıf bilinci kapsamına girmeyen, ondan öte olan bir "kadın bilinci"nin
varlığından hareket etmektedir. Açıkur ki, sınıf bilincinden öte ve ayrı bir
bilinç, sınıf kimligindcn ayrı bir kimlik, fcministlcrin yaratmak istcdigi "kadın
bilinci"ndcn, "kadın kimliği"nden farklı bir şey değildir. Oysa ihtilalci partide
yer alan kadroların tümü (sadece bir kadın komisyonu değil) kadı n sorununa
duyarlı, bu alanda bilinçli ve net olmak durumundadır. Bilinçte, çalışmada,
kadına yaklaşımda, örgüt içinde kadının kapsadıgı (nicel/nitcl) yerde bir zaaf,
eksiklik mcvcutsa, bunun aşılması bir bütün olarak partinin görevidir. ihtilalci
komünist partisi, kadın sorunu, gençlik sorunu, ulusal sorun vb. komisyonların
bileşi ır 'ııe indirgenemez. Teorisi, politikaları da buralarda üretilip, partinin
bütününe propaganda edilemez.
Devrimci hareket, kadının örgütlenmesi sorunu ilc ezilen ulus arasında
yer yer yanlış bir paralellik kurmaktadır. Bu bağlamda, ulusların "kendi kade­
rini tayin h akkı" ilkesi kadın sorunu için de geçerli sayılabilmektedir. Oysa ki,
kadın sorunu ilc ulusal sorun tarihsel süreçte çok farkl ı aşamaların ürünü olan
ve çok farklı tarihsel nesnelliklerden doğan iki olgudur. Ezilen ulusların tari215
hsel olarak ulusal devrim yapma nesnellikleri ve özgürlükleri olmasına karşın,
söm ürülen kadının "kadınsal" bir devrim yapma olanagı ve dolayısıyla da
böyle bir özgürlügü olmadığı açıktır. Kapitalist d üzende, kadının sosyalist
devrim dışında ideolojik ve örgütsel açıdan seçebi leceği tck .bir yol vardır:
fem inizm. Feminizm ise yol değil, bir çıkmaz sokaktır.
Devrimci siyasal yaşam ve ci nsiyetçi l i k
Emekçi-işçi kadının kom ünist harekete kazanı lm ası, kadının örgütlenmesi
sorununun en önemli yanını teşkil etmektedir. Ancak mevcut cinsiyetçi anlayış,
varlıgını sadece ataerkil aile, egiti m , din vb. düzen kurum larında sürd ürmekle
kalmaz. Bu k urumları ve d üzeni hedef alan devrimci örgütlerde de dolay l ı/
dolaysız etkili olabilmektedir. Devrimci yapıların iç i şley işinde olduğu kadar,
iç örgütlülüklerinde yeralan bireylerin kişisel tutumlarında da cinsiyetçi tavır­
ların sorgulanması önem taşımaktadır. Kad ının devrimci örgütlerde genel ve
ileri pozisyonlarda sayı sal yetersizligi sorunun en çok dikkat çeken yanını
'
oluşturmaktadır. Ancak, kadının örgüt bünyesindeki niccl mcvcud i yctinin erke­
ğe oranla daha az olması, sadece erkeğin eşit düzey ve kapasitedeki kadına
terc ih edi lmesiyle açık lanamaz. Bunun yan ısıra, daha ayrıntılı olarak i rdelen­
mcsi gereken nokta, kadının temsil ettiği bilinç ve pratik potansiyelin düşük l üğü­
d ür. Devrimci örgütlerde kad ının (nicel ve nitel) olması gereken yerde olmama­
sı, ihtiyaç d uyduğu özel ilgi, destck ve eğitim koşullarının yeterli oranda hazır­
lanmamasından kaynaklanmaktadır. Kadının gelişiminin önüne ç ıkan engel ve
zorl ukların m ümkün olan en az düzeye indirilmesi, kadı nın özellikle teşvik
edil mesi , yetenekleri doğrultusunda motive ed ilmesi, buna uygun koş ulların
hazırlanması, erkekle arasında olan açığı (bilinç/birikim/inisiyatif) kapatmasına
imkan tanınması ve bu gelişimin yönlendirilmesi vb . . uygulamalar, kadına,
pam uk prenses m isali bin yıllık uykudan uyandırılacak olan gerçek potansiye··
l ini hayata geç irme ve bu yolda mevcut düzey ve nitelik sınırını zorlayıp aşma
olanağını hazırlayacaktır.
Dışa doğru, geniş kapsamda kadın sorununa, dar kapsamda kadının "özgül"
sorunlarına yönelik etkili ve inandırıcı bir politika sürdürebi lmek için, öncelikle
komün ist örgüt kapsamında bul unan kadın-erkek tüm ileri unsurları iç ine alan
bir eğiti m çalışmasının gerçekleştirilmesine ihtiyaç vardır. Çoğu kez etkisini
örtülü ve gizli sürdüren cinsiyetçiliğin tespit edilmesi, mevcut tutum ve anlayışların
sıkı bir sorgulanmasını öngörür.
Örneğin, devrimci harekette yaygın olan bir kan ı, kadı nlar arasındaki faali­
yetin y i ne kadı n devri mc i le r tarafından yürütülmesi gerektiğidir. Bu görüş
kadınların kadın sorununa karşı daha duyarl ı olduğu sav ıyla desteklen ir. Kadın
sorununa gereken d uyarl ılığı özünde göstermeyen devri mci hareket, kılıfını
içinde bulunduğu duruma göre hazırlamıştır. Kadın sorunu kadın kadronun
görev alanına, onun soruml uluğuna vqilmiştir. Oysa bu, sonuç i tibariyle görev
savmadır. Kadın sorunu, komünist hareketin ve yaratılmak istenen ihtilalci
216
sınıf partisinin dolaysız sorumluluguna girmektedir. "(Erkek yoldaş/ar) kadınlar
için propagandayı ve onları teşvik edip, devrimciliğe yönlendirmey,i ikincil bir
görev olarak görüyor, bunu yalnızca kadının işi kabul ediyorlar. Komünist
maske/erinizi çıkarınca, altında kalan tek şey kadını hor görmek, küçümsemek.
( .. .) Komünist çalışmalarımız ve genel politik amaçlanmız için erkeğin eğilirnci
ve sistemli faaliyeti şarwr. Eski, 'köle-efendiliği' zihniyetini, hem partimiz,
hem de insan kitleleri içinde, artık kökünden söküp almalıyız." (Lenin).
*
* *
İşçi-emekçi kadının kendi sınıf örgütlerine çekilcbilmesi ve bllrada kadın
sorununa çözüm kanal larının aç ılması, herşeyden önce kadı n sorununun dogru
tahl il edilip, kavranmasına bağlıdır. Bu kavrayışın teminatı h içbir şekilde "ka­
dın sorunu sosyalizmlc çözülür" savılldan ibaret olamaz/degi ldir. K adın soru­
nunu, kadının özgül sorunlarından i baret görmek, onu tarihsel bağıntısı içeri­
sinde çok boyutlu topl um sal bir sorun olarak ele alınamak, dahası işçi sınıfının
dolaysız sorunu olarak görmemek; işte devriınci �arckctin içine düştüğü en
önem li yanılgı budur. Kom ünistler aynı yanılgıya d üşmeden, ikili bir görevin
üstesinden gelmek zorundadırlar. B i rincisi, emekçi kad ın ki tleleri ni pol itik leş­
tirrnek ve işçi-emekçi kesimleri kadın sorununa karşı duyarlı ve eylemli kılmakur.
İkincisi ise, sınıfa, işç i-emekç i kadının çifte sömürülüşünü karaktcrize eden
özgül sorunlarını kendi sorunu olarak, genelde kadın sorununu ise , çözmek
zorunda olduğu topl umsal bir sorun olarak bcnimscttirmck.
Öte yandan kadın sorunu, yalnızca pratik-politik-örgütsel boy uttarla sınırlı
değildir. Kapitalist toplumun tüm alanlarında etk ili olan "erkek-egemen!' burjuva
ideoloj isine karşı ideolojik m ücadele de özel bir önem taşımaktadır. Bu ise
egemen sınıfın ve devletin kolları olarak di � , ahlak , hukuk, medya vb. gibi
k urumların ürettiği, kadına ikincil cins çerçevesinden bakan, kimi zaman kadını
cinsel bir meta, kimi zaman ise geri bir varlık olarak zihinlere em poze eden
resmi ideolojiyle her alanda boy ölçüşen ve onu mahkum eden bir teorik etkin­
l ikle mümkündür.
Tüm bunların başarı lması, proletaryanın topl umsal kurtuluş m ücadelesine,
sosyalist devrim yürüyüşüne ve onunla birlikte kadının esaret zincirlerinden
kurtul masına h ız katacaktır.
217
Sosyalizmin canlılığı ve
Sovyetler Birl iği' "nin çöküşü
Shiı!eru Kurasaki
(Modern Rusya Tarihi Profesörü, Kyushu U luslararası Ün i versitesi)
Sovyetler B irligi 'nde ve Dogu Avrupa'da sosyalist sistem çökmüştür.
B u gelişim karşısında yaygın olarak piyasada sJolaşan görüşler aşagıdaki
gibi i leri sürülmektedi r:
Sosyalizm sona ermiştir; kapitalist sistemin, sosyalist sisteme üstünlüğü
kanıtlanmıştır, tarihsel gelişimin bir yasası olarak kapital izmden sosyal izme
geçişi iddia eden Marksiz m ' in i flası kanıtlanm ıştır; "demokrasi , özgürlük ve
i nsan hakları" evrensel insani değerlerdir vb... B u argümanlar bir dereceye
kadar halk tabakalarının geniş yıgınlarını ve toplumsal ilerleme arzulayanları
etkilemektedir. Bu arada, bu ülkelerde, çöküşe, stalinist sosyalizme, yani
Marksizm 'den sap m ı ş tek parti d iktatörl ügüne dayanan, anti-demokrati k
bürokratizmin, buyrukçuluğun, büyük kuvvet pol itikalarının ve hegemonyacı lığın
neden olduğunu söyleyerek, sosyalist sistem in çöküşünü ve hatta Sovyetler
Birliği Komünist Partisi (SBKP)'nin dağılışını sevinçle karşılayan gruplar mevçuuur.
Bugün, Sovyetler B irligi ve Dogu Avrupa ülkelerinde sosyalizmin terkedilmesi
ve kapitalizmin restorasyonu sürecinin yaşanmakta olduğu açıktır. Ekonomileri
toplumsal mülkiyetten, sermayen in, topragın ve diger üretim araç larının özel
mülkiyetine dönüşüm içcrisindedir. Rekabet ilkeleri ve orman yasasına dayanan
pazar benimsenmiştir. Bu süreçte, kızışan kanlı etnik çatışmalara, işletmelerin
ve şirketlerin "rasyonalizasyonu" çabalarınıli veya başarısızlıklarının bir sonucu
olarak sokakları işsiz halkın doldurmasına, sosyal güvence ya da refah sisteminin
218
çöküşüne, göge fırlayan mal fiyatlarına, halkın yoksullaşmasına ve yaşamlarının
yıkımına katlanmaktadırlar. Bu olgular şu yakıcı soruları ortaya çıkarmaktadır.
Sovyetler B irligi ve Dogu Avrupa'da "özgürlük, demokrasi ve insan hakları"
sloganı altında, bu bir dizi dcgişimin sürdürülmesi hangi amaç ve kimin içindir?
Aynı zamanda bize de bir soru yönelmektedir: Bizler bugünün ve yarının
Japonyası'yla ne yapacagız?
Bu yazıda, tarihe dalarak, sosy_alist Sovyetler Birligi'nin çöküşünün nedenlerini
açıklamaya ve karşı saldırılara, kara çalmalara, sona crişi hakkındaki iddialara
karşı n sosyalizmin sürdügünü, canlı lıgını gösterdigini ve böylelikle insanların
kendi parlak geleceklerini yalnızca sosyalizmde bulabileccklcrini kanıtlamaya
çalışacagım.
1 . Tek ü lkede sosyal ist devri m ve d ünya devrimi
Kapitalist toplumdaki en temel çelişki üretimin toplumsal karakteri (toplumsal
işbölüm üne dayanan kol lektif çal ışma) ilc kapitalist özel kazanç (bir avuç
kapitalist üretim araç larını ve sermayeyi mcrkezileştirir; bireysel kapitalistler
sermayeyi artırmak için azami karı hedeflerler ve elde ederler, bunun için
ücret s istemini korurlar) arasındaki çelişkidir. Bu çel işki kaçınılmaz bir şekilde
halkın yaşamının yıkımına ve yoksullaşmasına, aşırı üretim krizine, pazar üzerinde
rekabet ve savaşlara yolaçar. B urjuvaziden iktidarı ele geçiren proletarya, üretim
araçlarının mülkiyetini toplumsallaştırarak ve kazancın kapital ist özel mülk iyetini
devrimci yoldan yokedcrek, sosyalist devrim yoluyla bu çelişkiyi çözcr. Bu
dcvrimde proletaryanın kaybedecek hiçbir şeyi yok tur. Ücretli kölcl igin
boyundurugundan k urtulur ve toplumun efendisi hal ine gelir.
B u arada, kapitalizm bir dünya sistemi haline geldiğ inden beri, her ülke
ya da ulus kapitalist dünya pazarına bağlanmıştır ve dünya pazarı sayesinde
proletaryanın varl ıgı da dünya çapına u l aşmı ştır. Burada bir kaçınılmazlık ve
gerekli l ik yatmaktadır: Proletaryanın uluslararası birl iği ya da "Tüm ülkelerin
proleterleri birleşin!" sloganı .
N e var ki kapitalizm değişik ülkelerde eşitsiz bir şekilde gelişmektedir.
B u nedenle çclişkilcrin gelişimi de eşitsiz olmaktadır. Bu sosyalist devrimierin
ayn ı anda ortaya çıkmasını ve tüm dünyada zafer kazanmasını olanaksız kı lma­
ktadır. Devrim öncelikle bir ya da bir kaç ülkede zafer kazanab i lir.
Herhangi bir ülkedeki sosyalist devrim dünya sosyalist devriminin tamamlayıcı
bir parçasıdır ve bir ülkede sosyalizmin zaferi dünya kapitalist zinc irinden bir
halka koparır. Her ne kadar emperyalist güçler pazarlar için birbirleriyle mücadele
ederlerse de proletaryanın sosyal ist devrim hareketi karşısında ortak davranırlar.
Bu nedenle herhangi bir ülkedeki �osyalist devrim dünya proletaryasının mücade­
lesi i le bağlantılıdır ve yalnızca tüm dünya prolcwryasının dalayl ı ve dolaysız
desteğiyle zafere u laşabilir. Sadeec proleter enternasyonalizmine tutu·narak çeşitli
ülkelerin prolctaryası emperyalizmin dünya çapındaki karşı-devrimci manevra­
larıyla başedebilir ve onu alaşağı edebilir.
219
Ne var ki proletarya enLernasyonalizmi, kapitalizm in degişik ülke ve uluslar
hal inde böldügü proleLerlcrin arasında kendilig inden ortaya ç ıkmaz. Egemen
sınıflar her türden araçla m i l liyeLçiliği körükler. Proletaryanın önc üsü proletarya
enternasyonalizmini proletaryanın saflarına deyim yerindeyse dışarıdan Laşımalı ,
cğiLmeli , k ılavuzlu k eLme_li v e onlarda bu ru hu yaygın laşurmalıdır. B u, sosyalist
devrim için temel bir sorundur.
R usya'da Sosyal ist Ekim Devrimi'ni ve Sosyal ist Sovyetler B irligi 'nin
çöküşüne götüren tarih i Lüm bu görüş açılarından dcğerlendiriyoruz.
2. R usya ' d a Sosyal ist E k i m Devr i m i ve dünya
tar i h indeki önemi
Sosyal ist Ekim Devrimi, R us Sosy<ıi-Demokral işçi Partisi'nin (bolşevik)
stratejisi ve taktikleri doğrultusunda, 1 9 1 7 Kasım ı 'nda zafer kazandı: S trateji
·
yarı-feodal otokratik çarlık rejimini altedecek burj uva demokraLik devrimi h ızla
gel iştirip, proleter sosyalist devrime dönüştürmel i ydi ve takti kler, emperyalist
savaşı iç savaşa çevirmeliydi. B urj uvazinin ve toprak ağalarının iktida rinın
devril mesinden sonra kuru lan işçi ve köy lü sovyetleri hükümeti ilk iş olarak
B arış Kararnamesi 'ni i lan eLLi , R us birliklerine aci l ateşkes emri verdi . Savaşan
tüm ülkeleri ithaksız ve tazminatsız demokratik bir barışa çağırdı, emperyalist
y ırtıc ı bir savaş olan I. Dünya Savaşı 'nın he"men sona ermesi doğrultusunda
çaba sarfeui. Böylel ikle dünyadaki yüzmilyonhırca i nsanı savaşı n dolayl ı ve
dolaysız felaketlerinden k urtarm ış oldu. Aynı zamanda Toprak Karamamesi 'ni
ç ıkararak, büyük toprak sahipl iğini ortadan kaldırdı, çal ışan köylülere toprağı n
serbestçe v e sürekl i k u l lanı mının güvencesini verdi. Ayrıca h ükümet fabrikalar
ve şirkeLicrle birl ikte u laşımı," dağ ıtımı ve mali k urumları da kam u laştırdı,
işçilerin denetimine verdi.
.
B u şek i lde, sosyalist devrim üretici güçleri kapitalizmin qoy und uruğundan
çıkarttı, çalışan halkı söm ürüden, talandan ve yoksulluktan k urtardı. Proletarya
diktatörlüğü alunda üretim araç larının toplumsal laştırılınası sosyalizmd ir.
Asla unututmaması gereken bir şey varsa, o da Sovyet h ük ümelinin Çarlık
baskısından ayrıl m a ve bağımsızl ığı elde etme hakkı da dah i l olmak üzere,
ulusların koşulsuz bir şekilde ve tam olarak kendi kaderini tayin hakkını tanımasıdır.
Böylece 1 922'dc Sovyet Sosyalist C um huriyetler B irliği kurulm uştur. Sovyetler
B irliği tarihte kendi sine ait herhangi bir bölge ya da ulus üzerinde hak iddia
etmeyen ilk devlet oldu. Dünya devriminin bir_ dayanağı olarak, global Sosyal ist
Fcdcrasyon'a doğru bir ad ım attı .
Rus devrimi çalışan halkı ülkenin efendisi haline getirdi, burjuva demokmsisinin
(bu salt biçi msel eşitl ik, özde cşitsizli kLir) yerine proletarya demokrasi sini
gerçek leştirdi ve bütün ul usların eşitl iğini ve qit hakların ı güvence altına aldı.
Tüm d ünya proJetaryası derin bir sempati ilc, kendi ül kelerindek i hükümetlerin
Rus devrim ine m üdahalcci tutumianna karşı m Qcadcle etti , m üm k ün olan tüm
220
moral ve maddi destegi sundu. Japon prolctaryası da ölüme meydan okudu ve
"Sovyetler B irligi 'nden elini çek!", "İşçi-köylü Sovyetleri 'ni destck le!" sloganlarını
y ükselterek m üdahalcci savaşlara ve ambargoya karşı dövüştü.
Rus devrimi, u luslararası emperyalist düzenin bir parçasının yıkılmasıyla
bu düzenin bir halkasını oluşturan bir ül kede başarı ldı. Rus devrim inin zaferi
emperyalistler arası çelişkileri Şiddctlendirdi. Rus devriminin etkisi altında ve
Sovyet hükümetinin desteğiyle, A l manya'da ve Macaristan'da sosyalist devrimler
gerçekleştirildi, ancak bunlar sonradan sonuca ulaşmadı. Ek olarak tüm dünyada
sosyalist devrim hareketlerinde bir yüksel iş oldu. Sömürge ve bağımlı ülkelerde,
Kore'de 1 Mart Hareketi ve Çin 'de 4 Mayıs Hareketi' nde görüldüğü gibi,
u lusal k urtuluş hareketleri gelişti.
Bu süreçte dünyanın değişik ülkelerinde, oportünist, ulusal-şovenist ve
sosyal-demokrat partilerden kopuşun ardından , proletaryan ın öncüleri ve devrimin
araçları ola�ak katı demokratik merkeziyctç i l iğe da yanan bolşevik tipte partiler
kuruldu. Bolşevik Partisi 'n i n desteği ilc 1 9 1 9 'da 21 ül keden kom ünist örgütler,
dünya devriminin yönlendiricisi Komünist Enternasyonal 'i (Komintcrn) kurdular.
Komlntcm her bir ülkedeki devrimi, ortak bir program temelinde, dünya devriminin
bir unsuru şeklinde · değerlendirdi ve dünya kom ünist partisi olarak komünist
par ti lcrini kendi otor i tesi al tında şu beleri g i b i örgütlcdi.
1 920'de 4 1 ülkeden komünist örgütterin temsilcilerinin katıl ı m ıyla toplanan
Komintern 'in II. Kongresi Lenin tarafından öne sürülen Ulusal Sorun ve Sömürgeler
Sorunu 'nda Ön Taslak Tezleri'ni kabul etti ve anti-emperyalist u lusal kurtu l uş
hareketini proletaryanın dünya devrimci hareketinin bir müucfiği olarak tanımladı.
Bu çizginin sıkı bir biç i mde izlenmesi yle, u l usal demokratik devrim Çin 'de
zafer kazandı.
Tüm b u gerçekler, Rus devriminin zaferinin ve sosyalist Sovyet iktidarının
sürdürülmcsinin, dünya proletaryasının ortak mücadelesinin bir sonucu olduğunu
ve ayrıca Sovyet iktidarının dünya devrimci hareketinin ilerlemesini teşvik
ettiğ ini kanı tlamaktadır.
Sovyetler B irliği 'nde ekonom i, I. Dünya S avaşı ve içsavaş ' ı n bir sonucu
olarak harabiyelin en son noktasındaydı . S ınai üretim savaş öncesi düzeyin
% 1 5 'ine, tarımsal üretim %60 'ına düşm üştü. Proletarya diktatörl üğü ya da
sosyalist devrim yoluyla kurulan proleter demokrasisi altında ülke, emperyalizmin
ambargosunun ve ambargo i lc uyum içerisindeki yerel karşı-devriınci güçlerin
bozguncu eğilimlerinin üstesinden gelerek 1 927- 1 928 'dc üretimini savaş öncesi
düzeye yeniden kavuşturdu.
1 929 'dak i büyük b unalı mdan dolayı dünya kapitalist sistemi büyük bir
çalkanlı içerisindcykcn bile, planlı sosyalist ekonomi 1 928 'dcn itibaren sürekli
bir şekilde Sovyetler Birliği 'ndeki üreti m i geli ştirdi. ( 1 929 'da üretim düzeyi
100 kabul edildiğinde Sovyetler B irliği 'nde üretim düzeyi 1 932'dc 1 84,7, 1 933 'te
1 99,2 'ye ulaşmıştı. Kapitalist ül kelerde ise sırasıyla 63,0 ve 7 1 ,3 idi.)
Sovyetler B irl iğ i en fazla II. Dünya Savaşı 'nda zarara uğradı . Savaş sırasında
toplam 30 mi lyon ölüden 20 milyonu Sovyetler B irliği halk mdand ı . 32 bin
221
iŞletme, 1 0 3 bin sovhoz ve kolhoz, 65 bin km 'lik tren yolunu y iti rmişti, fakat
bunları tamir etti ve l 948- 1 949'da sav.aş ön.c esi düzeyine ulaştı. B u baglarnda
Japonya 'daki sınai üretimin onarım ı 1 950'de başarıldı.
Söylemeye gerek yok k i , Sovyetler B i rligi 'nde işçiler ve diger çalışan
halk enerj i ve kahramant ı klarını göstermeseyd i , böylesi b i r onarım imkanşız
olurdu. Bu sosyalizmin, kapitalizme üstünlügünü kanıtlamakı.adır. Tarihi i lerletcn
halk kitleleridir. Sosyalizm in temel i , halk ı n enerji ve inisiyatifini artırmak ve
toplumsal i lerleme için onları örgütlemcktir. Kapitalizm altında halkın bu nitelikleri
hastırılır ve zayıflatılır.
Ne var ki 1 970'1erin i k inci yarısında Sovyet ekonom isinin durguntaşmaya
ve hatta '70'1crin sonunda gerilerneye başlamış oldugu açıkça ortaya çıktı. B u
sınıf çelişkilerini şiddetlendirdi, etnik düşmanhgı v e çatışmaları kışkıruı. Sonunda
Sovyetler B irligi 1 99 1 'de parçalandı .
Niçin? Parçalanmanın dolaysız nedeni Gorbaçov'un perestroyikasıdır. Fakat
kökenindcki neden 1 930 '1arın ortalarında ortaya çıkan ve uzun süredir tilkedeki
sosyalizmi aşınd ı ran, bozan modern revizyonizmdir.
3. M odern revi zyon izmin doguşu
Hem Sovyet sosyal izminin bozulmasının, hem d e federal devletin çökmesi
ve dagılmasının temelinde yatan m i ll iyetç i l i k ya da Sovyet şoven izm idir.
Milliyetçilik, emperyalizm tarafı ndan dünya proletaryasının saflarını bozmak
ve sosyal izme karşı savaşmak için k u llanılan en güçlü si lahtır.
Sovyet şovenizmi, I I. Dünya Savaşı tehlikesi yakınlaştıgı dönemde, I 930'1u
'
yıl ların ortalarında açıga çıktı.
Bu ilişkide önemli olan II. Dünya Savaşı'nın kanıktcrini açıkhga kavuşturmaktır.
Şu dört savaşın birleşimiydi: ( l ) Etki alanlarının yeniden paylaşımı için emperyalist
savaş, (2) Sosyalist Sovyetler Birligi 'nin imhası için emperya l ist saldırgan l ı k
savaşı ve sosyalizmin savunulması i ç i n savaş, ( 3 ) ezilen halkların ulusal kurtuluş
savaşı ve (4) kendi burjuva hükümetlerini devirmek için proletaryan ın devrimci
savaşı.
1 935 'te Komintcrn 'in ?.Kongresi -bu son kongredir- bir tarafta Japonya,
Almanya ve İtalya'yı saldırgan faşist emperyalizm, diger tarafta A B D, İngiltere,
Fransa ve digerlerini saldırgan olmayan, dcmokmtik emperyalizm olarak sınıl1andırdı
ve sonra, sonrakilerin emperyalist burj uvaz isini de içine alan dünya çapında
anti -faşist birleşik cephenin kurul uşunu savundu. Böylesi bir s ı n ı flandırma, şu
ya da bu emperyalist gücün Sovyetler B irliği 'ne hemen bir askeri girişimde
bulunup bulunmayacağına bağlı oldukça pragmatik bir kritcre dayanmaktaydı .
B u birleşik cephe bakışı Sovyetler B irliği 'nin savunulmasına en büyük önceliği
verd i .
Anti-faşist birleşik cephe taktikleri, ABD, İngiltere, Fransa v e diğer emperyalist
güçleri şirin gösterdi, barışçıl bir ortam için emperyalist barışı, özellikle Sovyetler
B irligi'nin çıkarlarını dünya devrimininkine üstün tuttu ve bu taktikleri uluslararası
222
·
komünist hareketin resmi stratejisine dönüştürdü. Taktikler, Sovyet halkı da
dahil olmak üzere dünya hal klarının dikkatini yalnızca emperyalist askeri saldırılar
olgusunda odaklandırdı. Daha sonra emperyalizmin d iger cephclerine · karşı
toplam uyanıklıgını zayıflauı. Böylece onun vahşi dogasının gözden kaçmasını
saglamış oldu. Sovyetler Birligi 'nde, bu taktikler burjuva fikirleri n, kültürün.
ülkede dogmasına ve canlanmasına neden oldu.
Ek olarak, emperyalist kuvvetlerin sınıflandırılmasında y ukarıda bahsedilen
kriterler nedeniyle, uluslararası komünist hareket li. Dünya Savaşının karakterinin
tanımlanmasını üç kez degiştirdi. Komintcrn 'in 7. Kongresi yaklaşmakta olan
dünya savaşını barışçı l ve demokratik devletlerle saldırgan faşist dev !ctler
arasındaki bir savaş olaı-dk degerleridirdi. Ancak 1939 'da Sovyet-Alman Saldırrnazlık
Paktı 'nın sonuçlanmasından sonra, Komintern onu her iki taraf açısından etki
alanları üzerindeki rekabete dayanan bir emperyalist savaş olarak tanımladı.
1 94 1 'de Sovyet-Alman savaşının patlflmasından sonra ise, sosyalist anavatanı n
sa·v unulması için anti-faşist b i r savaş olarak adlandırdı.
ABD, İngiltere ve Fmnsa'nın başını çektigi emperyalist ülkelerde bu çizgi,
komünist partilerin kendi burjuva hükümetleriyle akti f olarak birlikte hareket
etmesini sagladı. ABD Komünist Partisi 'nin tasfiyesine yolaçtı ve bu güçlerin
sömürgeterindeki ezilen halkların ulusal kurtuluş m ücadelesini askıya almasını
gereklirdi. Japonya-Almanya- İtalya ekseninde müttefik kuvvetieric ve degişik
nedenlerden ötürü faşistler!n savaş politikasını desteklemeyen burjuvalarla birlikte
davranmak, faşist h ükümetlerin devrilmesi çabası içerisindeki komünistlerin
temel görevi olarak kabul edildi. Sonuçta Japonya Komünist Partisi, ABD
işgal kuvvetlerini özgürlük kuvvetleri olarak tanımladı.
1920'lerin sonunda, ıck ülkede sosyalizmi kurma teorisi Sovyetler Birtigi 'nde
etkili olmaya başladı. Lenin tck ülkede sosyalist devrimin zaferinin olası oldugunu
kanıtlamışu. Bu olasılık, proletaryanın iktidarı ele geçirmesinden sonra üretim
araçlarının toplumsallaştırılmasıyla, sosyalist inşaya girişilcbilmesi dcmckti.
Ancak, bu teori tck ülkede bile sosyalist inşanın ıamamlanabileccgini ileri
sürerek Lenin'in görüşünü çarpıttı.
1936'da Sovyet Anayasası ilc tck ülkede sosyalizm teorisi yasallaştı. Ekonomik
inşadaki geçmiş sonuçlara dayanarak, Anayasa sömürücil sınıfların yok oldugunu,
kapitalist restorasyonun imkansıztıgını ve sosyalizmin zaferini ilan etti. Tck
başına Sovyetler B irligi 'nde sosyalizmden komünizmc geçiş görevini belirledi.
İşçi, köylü ve asker sovyetleri vekilierini çalışan hal kın sovyetleri içerisinde
yeniden örgütlcdi . Eski burjuva sınıfın 1 924 'tc onaylanan Anayasa tarafından
ortaya konmuş seçim hakkının ve diger siyasi haklarının üzerindeki k ısıtlamaları
yürürlükten kaldırdı. Eski burjuva sınıf özgür kılınmış oldu. Sonradan açıklandıgı
gibi, bu, Kruşçcvci rcvizyonizmin savundugu '·' tüm halkın devleti" teorisinin
bir embriyonu idi.
Sorun, kapitalist restorasyon olasılıgının varoldugu, çünkü "herkesten yctcne­
. gine göre ve herkese çalışugı kadar" sosyal ist paylaşımının burjuva hakları ve
fikirleri yeniden ürcuigi ve l,cöylülcrin, tümü kolhoz üyeleri bile olsa, halen
223
daha küçük mülk sahipleri olar.ık kaldıkları gerçeg inin savsaklanmasında yauyordu.
B öy le bir olasılık, sevk ve idarede zengin deneyim i olan burj u vaz inin
rchabilitasyonuyla m uhtemelen iki katına çıktı.
I 930 '1ann ortalarından sonra, ülkenin o döncmdeki d urum un un yukarıda
bahsedilen tanımlaması üzerine sorular soran ve m uhalefet y ükscltenlerin, kapita­
l ist artıklar, yabancı ülkelerin ajanları ya da "halkın düşman ları" oldukları
gerekçesiyle fiziksel tasfiyesiyle birlikte geniş bir temizlik hareketi zor yoluyla
uygulandı. Sonuç olarak ideolojik mücadele geriledi.
Komintcrn 'deki büyük otoritesi i lc S B K P, Sovyetler'de sosyalizmden
komünizmc geçiş içi n barışç ıl koşulların sağlanmasına ve her şeyi buna bağlamaya
en bilyük önceliği verdi. B u ç izgi uluslarar�sı komünist harel<ctin genel bir
ç izgisi olarak kabul edildi. Bu ç izgi, Sovyetler B i rliği 'ne askeri bir tehdit
yöneiten faşist kuvvetiere karşı savaşmak, fakat emperyalizmin kendisini devrimci
yoldan ortadan kaldırmak için savaşmamak anlamına geliyordu.
I l . Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, emperyalizmden kaynaklanan
çclişkilcrin son dcreec keskinleşmiş olmasına karşın bu çizgi, ne galip emperyalist
kuvvetlerde ne de yenilmiş olaniurda herhangi bir sosyalist devrime yolaçmadı.
I I . Dünya Savaşı sonrasında sLratejik bir amaç olarak sınıflarüstü barış ve
demokrasinin savunulmasını dikkate alan yaygın "barış ve demokrasi" ç izgisi
tamamen gcl iştiri ldi.
Rcvizyonizm emperyalizme milliyetçi teslim iyelin bir sonucudur. Bernstein
ve Kautsky 'nin önderl iğindeki rev izyonistler, I. Dünya Savaşı karşısında kendi
burj uva hükümetlerini desteklediler ve I I . Entcrnayonal 'in utanç verici çöküşüne
yolaçtılar. S osyal demokrasiye karşı mücadele sürecinde proletaryaya bağ l ı
marksistler K om intcrn ' i dünya devriminin b i r merkezi olarak kurdular.
Modern revizyonizm Sosyalist Sovyetler B irliği 'nde, yaklaşan I I . Dünya
Savaşı tehlikesi ilc yüzyüze gelindiğinde ortaya çıku. Komünist partilerin gcliştiklcri,
Komintcrn 'in kılavuzluğuna ve yardımına gereksinim duymadıkları gerekçesiyle,
Komimern'i dağıtlı. B u , tam da Sovyet kuvvetleri ve halkının Alman askerlerine
karşı kıran kırana muharcbcsini yalnızca seyreden ABD ve İngil tere önderliğindeki
müttefik kuvvetlerin, bile bile gcciktirdiklcri ikinci cepheyi açtıkları (Normandiya
Çıkartması) zamanda gerçekleşti. Komintern 'in dağıtılması çoğu komünist partinin
bugün m i l li yetçi çizgin i n bir sembolü olarak iyi bili nen " bağımsız ve kendi
kendine yetme" ç izgisini izlemelerine ve kendilerini "yurtsever" ya da "ulusal"
partiler şeklinde adlandırmaya başlaınalarına yolaçan bir eği l im i ortaya çıkarttı.
4. Sovyetler nirliği 'nde sosyalizmin dejenerasyonu
Sovyetler Birliği 'nin savaş sonmsı durum dcğcrlcndinnesi, II. Dünya Savaşı 'nda
demokratik ve barışsever güçlerin faşist ve savaşçı güçlere karşı gal ibiyeti
şekl indcydi. Böylesi bir değerlendirme i lc ve Sovyetler B irliği için barışçıl
ortamın korunması amac ıyla, S BKP, genel dış politika olarak farkl ı toplumsal
sistem lere sah ip ülkelerle barış içinde bir arada yaşamayı benimsedi ve dünya
224
çalışan halklarını sosyalizm için devrimci m ücadeleyi barış hareketinden ayınnaya
çagırdı, bu sonrakini, acil, öncelikli görev olarak kabul eui.
1950'1erin ortalarından, 1 960'1arın ortalarına dek Kruşçev dönemi süresince,
barış içinde birarada yaşama ç izgisi S B KP'nin 1 956 'daki S talin eleştirisiyle
bilinen 20. Kongre'sinde açıga çıku. Son olarak da 1 961 'de 22. Kongre tarafından
onaylanan program içerisinde dış politikanın genel bir çizgisi olarak benimsenecckti.
B u kongre Dogu Avrupa, Çin ve digerlerinde demokratik halk devletlerinin
kuruluşu, emperyalizm in söınürge sisteminin çöküşü, Asya ve Afrika uluslarının
bagımsızlıgı, kapita l ist ü lkelerde barışsever k uvvetlerin gelişim inin emperyalist
savaşçı güçlerin e llerini bagladıgı ve barış içinde birarada yaşamayı kabule
zorladıgı şeklindeki tahli llerini öne sürdü. Ek olarak, ekonomik yapılanmada
sosyalizmin kapitalizme üstünlügünü kanıtlamak üzere barışçıl rekabeti ve kapitalist
ülkelerde barışç ı l geçiş yoluyla bir devrimi savundu .
Program , Dogu Avrupa v e Ç i n devri m lerin in zaferinin dünya sosyalist
sisteminin kurulmasına, sosyalizmin nihai ve kesin zaferine yolaçugını vurguladı.
Ayrıca Sovyetler B irl ig i 'nin sosyalizm aşamasını tamam lamı ş oldugunu ve
komünist inşanın eşiginc dayandıgını ileri sürdü. Öyle ki, ülke içerisinde hiç
düşman s ınıf kalmamıştı, proletarya diktatörlügü devleti, işçiler, kolhoz köylülerini
ve ayd ı n ları da içine alan "tüm halk ın dcvlcti"nc dönüştürül müştü, ü l kenin
yalnızca kapitalist güçlerin yıkıcı faaliyetlerini baskı alunda tutmaya ve kendisini
askeri saldırıdan korumaya ihti yacı vardı ve bu nedenle S B KP proletaryanın
öncül ügünden, "tüm halkın partisi"ne dönüşmüştü. Böylece program , parti ve
devlet için yeni bir nitel ik belirledi. Barış içinde bi rarada yaşama, barışç ıl
rekabet ve banşçıl geçiş 1 957 Moskova Dcklarasyonu ve 1 960 Moskova Bildirisi 'nde
uluslararası komünist hareketin genel bir çizgisi olarak benimsendi. B u çizgiyle
birlikte Japonya Komünist Panisi de 1 96 1 'de yeni bir program hazırladı.
Burada önem l i olan 1) 1 930 '1arın ortalarında ortaya çıkan ya da özel l ikle,
şovenizm yani tck ülkede sosyalizm teorisine dayanan Sovyet milliyctçiligi,
olan SB KP'nin bu çizgisi savaş sonrası modern rcvizyonizm i sistem lcştirdi ve
geliştirdi; ve 2) bu çizgi, tipik bir şekilde Kruşçev 'in "tck bir kıvılcım tüm
insanl ıgı yıkıma ugratacak topyekün bir nükleer savaşa yolaçacaktır" iddiasında
ileri sürdügü gibi, ABD emperyal izminin nükleer şantaj ına boyun egme sonucu
ortaya çıku.
Böylece, programda modern rev izyon izmin çizgisi maddeler hal inde
belirtil irken, Kruşçev önderl igindeki revizyonistler S BKP önderl igini ve devleti
ele geçirdiler.
Bu u l uslararası kom ünist hareket içerisinde şiddetli bir polcm igin tetiğini
çekti ve ayrılıga neden oldu. Bizim burada dikkat etmemiz gereken, polemiğin
Moskova Dcklarasyonu ve B ildirisi çerçeves i içerisinde yürütülmüş olmasıdır.
Diger bir deyişle, emperyal izm in devrimci yoldan yıkılınası bakış açısından
degil, emperyalist saldırılara karşı "barış ve demokrasinin" savunulmasından
kalk ılarak Sovyet çizgisinin sınanması poJemik yapıldı.
20 yıl içerisinde, ya da 1 980 '1crin ilk yıl larında kom ünist topluma geçmeyi
225
ileri süren Kruşçevci revizyonizm Amerika Birleşik Devletleri 'nin toplam ve
kişi başına düşen üretim düzeylerine ulaşmak ve onu geçmek i ç i n bir plan
yaptı. Eski üretici güçler teorisi kabul edildi, bu maddi teşvikleri artırarak ve
özel girişim düzeyinde harcama - kazanç muhasebe sistemini geliştirerek üretim i
kamçılamak anlamına geliyordu. "Herkese çalıştığı kadar" sloganına rağmen,
teori k i ş i başına düşen gelir düzeyleri arasındaki farkı genişletti, kafa ve kol
emeği arasındaki ayrımı artırdı. Ayrıca daha geniş bir çerçevede burjuva hakları
ve fikirleri yeniden üretti, ekonomik l iberalleşme anusunu teşvik etti, sosyalist
pla n l ı ekonomik yapının altı n ı oydu.
Burada karın benimsenmesine değinmek önem kazanıyor.
Stal i n döneminde de maddi teşviktcrc, harcama-kar muhasebe sistemine
önem verilmişti. Ancak bun l arın, üretim maliyetlerinin düşürülmesi yoluyla
Sovyet ekonomik gücünün gel işmesi, tck Ulkedc sosyalizm fikri doğrultusunda
sosyalist inşanın i lcrletilmcsi, halkın maddi ve kliltürcl yaşantısının geliştirilmesi
ve savunma gliclinlin pckiştirilmesiylc doğrudarı bağlantısı vardı. Oysa Kruşçev
döneminde maddi teşvikler, harcama-kar muhasebe sistemi karın elde edilmesi
kapsamında genişletildi. Karın bir kısmı özel şirketler tarafından liretimi artırmak
için fonlarda tutuldu. Ve böylece araç-gereç, fabrikaların yenilenmesi , kurulması
için yatırım amacıyla tahsis cdilcbilccckti. Bu, her şirketin yönetiminin, araç­
gereç ve fabrikaların inşasıyla i lişkili olarak işletmelerle kontrat yapmasını
gerektird i . Ş irketlerin yöneticiteri karar yetkilerini genişlcttiler. Onlara Japon
kapitalizminde olduğu gibi kapitalizmle bütünleşmiş i�lctmclcrin yöneticilerine
benzer yetkiler verildi. Böylelikle kapitalizmin restorasyonu için hazırlıklar
yapılmış oldu.
"Barış içinde birarada yaşama" ve "barışçıl rekabet" çizgisi altında, Sovyetler
B irl iği kapitalist ülkelerle ticari-kültürel değişim, teknolojik işbirl iği vb. için
antlaşmalar yaptı. Yukarıda belirtilcnlc birl ikte, bu oldukça h ızlandırılmış araç-·
gereç ve personel değişi m i , kazanç güdücü bir politika idi. Bu politika Sovyet
toplumunda burjuva kültürün, l ibcral izmin ve bireyciliğin ideolojisinin sızmasına
ve yayılmasına yolaçtı. Bürokratik burjuvazi ve liberal küçük-burjuvazi bu
süreçte ortaya çıkan 20. Kongre'deki Stalin eleştirisini fırsat bilerek sosyalist
sisteme ve Marksizm-Lcn inizm'e karşı saldırılarını yükseltti.
Sovyetler Birliği 'ndcki sosyalist inşa aşamasının gerçekle bağlantısı olmayan
subjektif tanımı ve üretici güçler teorisine dayanan ekonomik inşa süreci ayncalıklı
teknokratları (nomenklature) ortaya çıkardı. Sovyet demokrasisini bir iskeletc
indirgedi ve bürokratizmi, buyrukçuluğu yaydı.
Nitekim şimdiki d urum , işçilerin sosyalizmin inşası içerisindeki enerjisini
revizyonizmin yok ettiği gerçeğinden kaynaklanmaktadır.
5. G orbaçov 'un perestroykas1
Kruşçev çizgisi anahatlarıyla Brejncv tarJfından izlendi. Yukarıda da belirtildiği
gibi, B rejncv döneminin son yarısı, Sovyet ekonomisinde bel irgin bir yavaşlamayı
226
açıga vurdu. 1 970 '1erin sonlarında gayri safi milli hasıla negatif bir gelişme
bile kaydetti.
Andropov ve Çernenko'nun k ısa dönemlerini takiben Gorbaçov 1 985'te
SBKP'nin genel sekreteri olarak i ktidara geldi . Meta pazarının serbestleşmesini
benimsetmeye, Sovyet ekonom isinin durgunlugunu bürokratizme, buyrukçul uga
ve planlı ekonominin aşırı kontrolüne maletmeye çalıştı. Degcr yasası operasyonu
i le meta pazarının . serbestleşmesi kaçını lmaz olarak emegin serbestleşmesini
ve mali pazarı gerektirdi . Ekonomik alanın l iberal izasyonu kaçınılmaz olarak
politik ve ideolojik alanda l ibcral leşmcye yolaçtı. Sosyalist ekonominin gelişimini
hıziandırma bahanesiyle Gorbaçov hükümeti , ekonom ik, politik ve ideolojik
alanlarda l iberal lcşmeyi içeien perestroyka pol itikasını i leri sürdü. Ekonomik
alanda hükümet öncelikle lokanta, tamirhane gibi hizmet sektörü içerisindeki
küçük ölçekli bireysel işletmelere izin verdi ve bunları teşvik etti . Sonra kamu
kuruluşlarını devlet tekel inden ç ıkarttı ve ortaklıklar kurdu. Dış ticaretteki
devlet tckelinin kaldırılması , yabanc ı sermayen in serbcstleşmesi , IMF'ye üyelik
için görüşmeler vb.nin de gösterdigi gibi, dış ekonomik i l işkilerde de kapitalist
l iberalleşmcyi kolaylaştırdı . Kolhoz köylülerinin aile tarımı yürütmelerini teşvik
ederken, hükümet dogal ve cografi koşullardan dolayı zor durumdaki kurul uşların
ödeneklerini kesti ve pazar rekabeti ilkesinin benimsenmesine haz ı r l ı k yaptı.
Tüm bunların sosyalist ekonomik sistem in reddinden ya da kapitalist restorasyondan
başka bir anlamı yoktu.
Politika alanında, Gorbaçov h ükümeti glastnost i lc burj uva medyasının
özgürlügünü tanıdı ve kuvvetler ayrı lıgı (burj uva demokratik sistemdeki devlet
başkanı, yasama, yargı) denilen sistemi benimsemeye, çoğulcul uga dönmeye
(anayasa Mart 1 990 'da değiştiri ldi), güçlü bir başkanl ık ilc ABD tipi başkanlık
sistem ini k urmaya karar verdi. Böylelikle S B KP'nin politik ve toplumsal öncü
rolünü ve görevlerini reddetmiş oluyordu. Kapitalist rcstorasyonun ilerlemesinin
bir sonucu olarak mcmlekcttc milliyetçilik ortaya çıkınca, hükümet de sosyalizm
altında ulusların biraraya gelmesiyle oluşan birlik yerine, bağ ı msız devletler
topluluğuna dönüşümü ı.asarladı . Bu, burjuva ideolojisini ve milliyeıçiliği serbest
bırak u .
D ı ş pol itikada, Gorbaçov hükümeti, "yeni düşünce" diplomasisini uyguladı.
Bu bağlamda, çevre tahribatının en büyük suçl usu kapitalist sistem i , "küresel
çevren in korunması tüm insan l ık için aci l ve genel bir görevdir" savunusuyla
akladı. Ayrıca emperyal izm le ortaklık içerisinde, barış içinde birarada yaşama
fikrini gel iştirdi ve emperyalist politikayı esastan kabul etmeye dek vardırdı.
Bu tür bir politika, Gorbaçov 'un A B D B aşkanı R cagan ve sonra B u sh 'la
görüşmelerinde somutlaştı. Aralık 1 98Tde Orta Menzilli Silahların Sınırlandırı lması
ve Temmuz 1991 'de Stratejik Silahların Azaltılması üzerine yapılan görüşmelerde
anlaşmaya vardılar. Bu antlaşmalar karşılıklı nükleer denetimin, str..ıtejik silahlarda
A B D 'nin üstünlüğünün ve dünya polisi olarak ABD emperyalizminin relünün
kabul ününüstü kapalı bir şekilde tanınması anlam ına gel iyordu. SoğuJ.- savaşın
sona erdiginin duyumlduğu Aralık 1 989 'da Malta'da Reagan 'ıa olan tc 1>1antısında
22 7
Gorbaçov, Varşova Paktı Örgütü 'nün kuvvetlerin i mobilize etmcyecegine ve
orada ne olursa olsun Dogu Avrupa 'nın sorunlarına müdahalede bulunmayacagına
söz verdi. Bu toplantının hemen ardından Romanya'da gerçekleşen s iyasal
degişimin kaza eseri bir rastlantı olmaması muhtemeldir.
1990 baharından yazma dek olan süreçte, üç Baltık cumhuriyeti bagımsızlıklannı
ilan ederken, Rusya, Moldova, Ukrayna ve Beyaz Rusya egemenl iklerini duyurdular.
Açık bir şekilde sosyalist sistemden vazgeçtiklerini bildirdiler ve böylece Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler B irtig i 'nin tümü çökmüş oldu. Yukarıda belirtildigi
gibi, sosyalizm altında b i rl ik içerisinde biraraya getirilmiş ü lkelerdeki halklar
birleşmenin dayana�ını yitirdiler ve kapitalizmin restorasyonu aitında aralarındaki
milliyetçi karşıtlıkları artırdılar. Sonuç olarak bugün, yayılan kanlı etnik çatışmaların
tanıgı olmaktayız .
6. Sovyetler B i rl i gi 'nin çök ü şü
Gorbaçov 'un pcrestroykası dolaysız olarak Sovyetler B irligi 'nin d ü şüşünü
hızlandırdı. Gorbaçov, marksist fikirleri ve sözcükleri hala agzına alan bir
revizyonistse, Yeltsin açık bir anti-sosyalist ve pm-kapitalist unsurdur. Haziran
1 990'da emperyalizm ve yerel burjuva unsurların mancvralarıyla ve kamuoyu
görüşünün ustaca manüplasyonuyla R usya Devlet Başkanı olarak seçildi. Geniş
başkanlık yetkileriyle Yeltsin, Rusya Kom ünist Partisi 'n i yasakladıgını ilan
etti. Bazı malların dışında fiyatları serbest bıraktı, üretim araç larını ve topragın
kendisini, toprak mülkiyetinin kullanım hakkının devrine izin verdikten sonra,
özelleştirdi . Kolhozları dagutı ve menkul dcgcrlcr borsasını kurdu. Böylece
sosyalist ekonomik sistemin tasfiyesini ve tüm cepheleriyle kapitalizmi canlandırma
politikasını ileri sürdü. B üyük Rusya görüşünden hareketle, Sovyet Cumhuriyetleri
Federasyonu 'nun çözülüşüne arka çıktı.
Sovyet Başkan Yardımcısı Yanayev ve partisi, 1 9-20 Agustos 1 99 1 'de
B irlik'in dagılmasının karşısında bir darbe girişimi başlattı, fakat kolay bir
şekilde yeni lgiye ugradı. Hemen bunun ardından, Gorbaçov S B KP Merkez
Komitesi 'nin dagılışını ilan etti ve Genel Sekreterl i k ' ten istifa etti. Aralık
I 99 1 'de Rusya, Ukrayna ve Beyaz Rusya'nın zirve toplantısı, Sovyetler B irligi 'nin
dagılması ve Bagımsız Devletler Toplulugu 'nun kurulması dogrultusunda görüş
birligine vardı. Bu antlaşma içsavaş ilc kasıp kavrulan Tacikistan Cumhuriyeti
dışında, 1 1 cumhuriyet tarafından imzalandı. Sovyetler B i rl igi 'nin 74 yıllık
tarihi sona erd i .
Sovyetler B irligi 'nin yıkı m ı , revizyonistlerce beslenmiş ve partinin v e
devletin önderligini ele geçirmiş burjuva, küçük-burjuva unsurların manevralannın,
ayrıca bu manevralarla uyum içerisindeki emperyalizmin uzun vadeli anti­
sosyalist oyunlarının sonucudur.
Emperyalist kuvvetler Sosyalist Sovyetler Birligi 'nin zayıflaması ve çöküşUnU
stratejilerinin en önem l i hedefi kabul ettiler ve taktiklerini konumdaki degişmelere
göre degiştirdiler. Eki m Devrim i ilc kurulan Sovyet iktidarını askeri yoldan
228
devirmek amacıyla v� onu izleyen karşı-devrimci kuvvetler tarafından kışkırtılmış
içsavaşa karşılık vererek, emperyalist güçler I. Dünya Savaşı koşullarından
işgalci bir savaş başlatmak için yararlandılar. Bu başarısızlıktan sonra, ekonomik
ambargoyu gerçekleştirdiler ve ülkedeki gerici unsurların yıkıcı faal iyetlerine
yardım e l i uzattılar. Sovyetler B irligi Milletler Cemiyeti 'ne üye oldugu zaman,
Nazi A lmanyası ve militarisı Japonya'nın olası saldırı tehlikesi karşısında,
emperyalist k uvvetler ülke içerisine kültürel ve ideolojik bir sızma oluşturmak
amacıyla diplomatik ilişkilerin avantaj larını kullandılar. II. Dünya Savaşı 'nın
öngününde, İngiliz ve Fransız emperyalizmi, Alman ve Japon emperyalizminin
Sovyetler B irligi'ne karşı savaşa girmesini provoke ettiler. Savaş sırasında,
İngiltere ve Fransa hem Sovyetler Birligi 'nin hem de A lmanya 'nın tükenişini
ve düşüşünü hedefledi. Savaş sonrasında, ABD emperyalizmi ekonomik ve
askeri güç baglamında ezici bir üstünlükle ortaya çıktı . Nükleer antlaşmalar
yoluyla, Sovyetler Birligi 'ne emperyalist bir barışı zorunlu kıldı ve böylelikle
barış içinde birarada yaşama politikasının geliştirilmesinin koşullarını yaratmş
oldu. Bu baglamda, ABD sosyalizmin yetersizligi hakkındaki fikirleri yaymak
amacıyla tüm bilgi lendirme medyasını kullanarak k ültürel ve ideolojik saldırıyı
yogunlaştırdı.
Çin 'de dış dünyaya açılma politikası küçük-burjuvaziyi cesaretlendiri rken,
revizyonistler Sovyetler Birligi ve Dogu Avrupa 'da komünist " partilerin ve
devletlerin önderligini ele geçirdiler. Böylesi bir gelişim karşısında, ABD
önderligindeki emperyalist güçler, sosyalizmi devirmek için en önemli taktilderi
olarak "özgürlük, demokrasi ve insan hakları" sloganıyla ideolojik saldırıya
girişti. Bu slogan, burjuva demokrasisinin restorasyonu sloganından başka bir
şey degildi. Sovyetler B irligi ve Dogu Avrupa "devrim"lerinde, Çin 'deki Tiananmen
olayında taraftar buldu. "Devrim" sonrasında eski Sovyetler B irligi ve Dogu
Avrupa'da varolan durum, sloganın sosyalizmin inkarının ve kapitalist restorasyon
arzusunun bir vesilesi oldugunu açıga vurmaktadır.
Burjuva ideologlar ve re.vizyonistlerin savundukları anti-komünist teorilerdeki
degişik renklcre ragmen, düşledikleri gelccegin dünyasının bir ortak noktası
vardır. Bugün genel ekonomik bunal ımın hakim oldugu kapitalist dünya için
'
parlak bir gelecek tasarlayamazlar. Olası gelecegin kapitalist ve sosyalist sistemin
bir karması olması ve eski Sovyetler Birligi ve Dogu Avrupa ülkelerinin de bu
dogrultuyu izlemeleri gerekligini vurgulamaktadırlar. Oysa kapitalizm ile sosyalizm
arasındaki çelişki yaşam-ölüm çelişkisidir. Kapitalist özel mülkiyet allında
karma ekonomi ne sömürü, talan ve çalışan halkın sefaleti gibi sorunları ne de
savaş sorununu çözecektir. Öneri yalnızca emperyalizm le sosyalizm arasındaki
çelişkilerin keski n leşmesini hafinetme arzusundan kaynaklanmaktadır.
Tek ülkede sosyalizm ve bunun yolaçugı bürokratik denetime dayanan
üretici güçler teorisinin etkisi altındaki eski Sovyetler Birlig i 'nde geniş halk
yıgınlarının ideolojik mücadele deneyimleri çok azdı ve özellikle yaklaşık 20
yıldır halkın geçiminin durgun ekonomi altında kötüleşmesi durumunda, burjuva
kitle iletişim araçları tarafından geniş bir biçimde propaganda edilen "zengin
229
ve özgür kapitalist toplum" i lluzyonuyla kolayca gözleri kamaştı. Böylece
bugüne dek herhangi önemli bir karşı saldı rı örg üLlerneye m u ktcdir olamadılar.
Yukarıda bel irtildigi gibi, S ovyetler B irligi 'nin çöküşü, dünya devriminden
vazgeçen tck ü lkede sosyalizm revizyonist ç izgisinin i nasını göstermektedir.
Bu nedenle sosyalist teori, fikir ve hareketin başarısızl ıgını temsil etmez.
SovyeLİcr B irlig(nin çökÜşünü yalnızca hegemonyacılık, bürokratizm ve
buyrukçul ukla açıklayan farklı bir tez bulunmaktadır. Bu, sosyalizm e yönelik
bir başka modern revizyonist saldırıdır.
7. Ç in sorunu
Sovyetler B i rligi v e Dogu Avrupa'da, burj uva demokrasisi adına siyasal
degişimler başarılı bir biçimde uygulandı ve sosyalist sistemin yıkım ının ardından
kapi tal ist i lişkiler açıktan yeniden canlandırıldı. B ununla birli kte, halen daha
sosyalist sistem i sürdüren, fakat bir dizi sorunla karşı karşıya bul unan bir ülke
olarak Çin 'de, bu türden siyasal degişim girişimleri henüz başarı ya ulaşamadı.
Bu fark nereden gelmektedir?
1 989 Haziran ı ' nda, Gorbaçov, Sovyetler B i rliği 'nde demokratikleşmenin
simgesel hamili ve d ünya barış şampiyonu olarak kendisine övgüler d üzüldügü
sırada, Çin'i ziyaret etti. Ziyaretinin hemen ardından, orada "özgürlük, demokrasi
ve insan hakları" sloganıyla bir isyan gerçek l eşti. B u , Tiananmen olayıydı.
Genel olarak ögrencilcr ve aydın lar tarafından y ürütüldü. Fakat işçiler ve köylüler
de katı ld ı . Oysa Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) sert bir tutum almışu .
Bau kitle iletişim araçhrı Hong Kong 'u üs alarak, sansasyonal sahte söylentiler
yayd ılar: " H ükümet barışçıl gösteri ve y ürüyüşlcre katılan binlerce ögrcnci ve
vatandaşı öldürdü" ve " Halk Kurtuluş Ordusu kuvvetleri birbirleriyle çarpıştılar".
(Sonradan, aynı kitle iletişim araçları Romanya'da Aralık 1 989 'da siyasal dcgişim
sırasında "Tcmcşvar katliam ı" olarak bildirdiler. Oysa bugün bunun yapay bir
düzmcce oldugu açıga ç ıkm ıştır.) Batı l ı kapital ist h ükümetler, Dogu Almanya
ve Romanya dışındaki Dogu Avrupa hük ümetleri, Sovyetler B irliği, hep birlikte
i nsan haklarına baskıdan dolayı Çin h ükümetini suçladı lar. Ancak bu ülkenin
pazarına yönelik hesapları fark lı fark lı olduğ undan, Çin 'c karşı tavırları da
aynı deg i ld i . Modern rcv ızyonizmin deği�ik eg i l i mlcri Çin Kom ünist Partisi
(ÇKP) ' n i ve Çin hükümetini demokrasi davası adına cleştirmcktelcr. Japonya 'da,
Japon hükümetinin bu ül keye ekonomik yard ı m ı dondurması i lc Çin 'deki insan
hakları ihlal lerini d�stck lcdigini bile ileri sürmcktclcr. N i tekim, A B D yardım ı
dondurmayı sürdürmektedir.
Geçm işte, ÇKP ideolojik in şayı yaşamsal olarak degcrl cndirmiş ve ona
önem verm işti. " Halka hizmet ct" ve "ki tlelerden k itlelere" çal ışma biçimini
katı bir şekilde izledi. Sovyetler B irtigi 'nde sözde anti-stalinisL unsurlar "yabancı
ülkelerin caSL!lS ya da sızmaları", "halkın düşmanları" olarak fiziken ortadan
kaldırıldılar. Sonuç olarak çizgi ve i deoloji üzerindek i m ücadele, 1 9 30 '1ar
sonrası k i tlesel m ücadeleler olanı k yürütü! med i. Oysa Çin 'de, örnegi n anti230
sagcı m ücadelede ve Proleter Kültür Devrim i 'nde oldugu gibi, sürdürüldü. B u
kitlesel mücadelclerin bir çok sorunu oldugu dogrudur,fakat Ç in komünistleri
bu mücadeleler sürecinde "halka hizmet" düşüncesinde oldular. S adeec Çin
Devrim i 'nin birinci kuşağı olarak adlandırılan daha yaş l ı önderter '6cğ i l , fakat
aynı zamanda, Proleter Kültür Devrim i 'nin deneyi mlerine sahip bugünkü orta
yaş l ı önderler de, Hak Kurtuluş Ordusu ile birlikte bu fikirle cğitildilcr. İşçi
ve köylü yığınların ÇKP ve HKO'ya duyduklan güvenin temel i burada yalmaktadır.
1 97 8 'de, Dcng Xiaoping rehabilite edi lip reform ve dış dünyaya aç ı lm a
politikası başlatıldığında, sosyalist sistem altında burjuva haklar v e duygular,
anti-sosyalist küçük-burjuvazinin teşvik edilmesiyle geniş oranda yeniden üretildi.
Tiananmcn olayında, işçilerin ve H KO askerlerinin düşüncesizce davranan
öğrenc ilere karşı ikna edici olmaya çal ıştık ları bildirildi. Önceden değ i n i ldiği
gibi, Ç K P ve H K O halk yığınlarının desteğinde, kesin önlemler alarak sosyalisı
sistemi savundular.
Ancak dört modcrnizasyon için reform ve d�ş dünyaya açılma pol itikası
Marksizm-Leninizm, Mao Zedung Düşüncesi ve demokratik halk diktatörlüğünc
defalarca sadık kalan tüm sloganlam karşın kaçınılmaz olarak burjuva libcrallcşmeyi
üreui. B u olgunun bütünlüklü bir i fadesi 1 992 Ağustos ortasında h isse senedi
satın a l ı m ı üzerindeki kargaşa idi. Emperyal i zme karşı doğrudan savaşmadan,
fareleri yakaladığı sürece (ya da üretic i güçleri arurdıkça) "kedinin siyah ya
da beyaz olması farketmez" tezi revizyonist bir tczdir. Emperyal i zme doğrudan
cephe a lmadan, fareleri yakaladığı sürece (üretici güçler teorisi) "kedinin siyah
ya da beyaz olması farkctmez" tezi rcvizyonisuir.
ÇKP, sosyalizm in kapiı.alizme barışçıl geçişi emperyalist stratejisine dayanan
N ixon doktrininin tuzağına düşmüştür ve geleneksel anti-emperyal ist, anti­
revizyonist çizgisini anti-Sovyet ve pro-ABD çizgiye dönüşLürmüşLür. 1 970'1erdc
m i l l i yetçi eği l im i "Üç dünya teorisi"ylc gün ışığına çıktı . B u , Ç in 'deki sosyalist
inşanın bugünkü yönel iminin allını çizmcktcdir. Emperyalizm ilc sosyalizm
arasındaki çelişki kaçın ılmaz olarak kcskinlcşcccklir, nitekim kcskinlcşmcktcdir
de.
Çin 'in hangi yolu izlemekte olduğunu yakından gözlernek zorundayız .
8. S osya l izmin can h h gr
Bulunduğumuz çağda dört temel çelişki mevcullur: Emperyalizmle sosyalizm
arasındaki çelişki; burj uvazi ilc proletarya arasındaki çelişki; em peryalizm ilc
ezilen halklar arasındaki çelişki ve emperyal ist güçler arasındaki çelişki. B u
çelişkiler şiddetlenmcktc v e birbirleriyle içiçe geçmektedirler. ABD-Sovyet
iki kutuplu yapısının çöküşünden bu yana A B D emperyalizminin "yeni dünya
düzeni" politikası ilc çelişkiler daha da keskinlcşmiştir. Çelişkiler yalnızca
sosyal i st dünya devri m i i lc temelden çözümlencbil ir.
Emperyalist ambargodan kaynaklanan zorluklara rağmen, sosyalist Sovyetler
B irliği bir dönem 8 saatlik işgününü (sonradan 7 saat), işsizliğin onadan
231
kaldırılmasını, yaşlılar için pansiyonu, saglık güvencesi ve ücretsiz zorunlu
egitimi de kapsayan sosyal güvenlik sistemini gerçekleştirmişti. Aynı zamanda
kadını ev işlerinden kurtararak konumunu iyileştirdi ve erkeklerle kadınlar
arasında eşitligi kurdu. Kapitalist ülkeler bu kazanımların bir kısmını uygulamak
zorunda kaldılar. Sömürücü sistemi süpürüp attıktan sonra, Sovyetler Birligi 'ndeki
sosyalist sistem çalışan halk için neler yapabilecegini gösterdi. Bununla sosyalizmin
kapitalizme üstünlügünü kanıtladı: Sosyalizmin gelişimi kapitalizmin tersine,
pazar için rekabet savaşlarını gerektirmedi.
Burjuvazinin sosyalizme saldırmak ve onları ideolojik olarak baskı altında
tutmak\ kandırmak için gösterdigi tüm çabalarına karşın, .kapitalist sömürü,
baskı ve aynı zamanda savaş tehlikesi işçi sınıfı ve diger çalışan halkı, sömürüsüz,
baskısız, yoksullugun olmadıgı yeni bir toplumu arzulamaya ilmcktedir. Bu
yeni toplum s.osyalist toplumdan başka bir şey olamaz. Sosyalizmin canlılıgı
işçi sınıfı ve çalışan halkın böylesi özlemlerinde cisimleşmekte ve onların
saflarında canlı tutulmaktadır.
Bulundugumuz çag, emperyalizm ve proleter devrimler çagıdır. Kapitalizmin
yükselişiyle birlikte burjuvazinin feodal izm karşısında geliştigi ve burjuva
ulusalcılıgının, demokrasinin ilerici bir rol oynadıgı dönem geride kalmıştır.
Emperyalizm çağı tckelci sermayenin zorbaca hegemonyasının kapitalizmin
serbest rekabetinin yerine geçtiği; üretici güçlerin ulusal çatının ötesinde geliştigi;
mali sermayenin dünyanın her köşesine egemenlik kollarıyla uzandığı; burjuvazi
ve kapitalizmin çürüme ve çöküş içerisinde olduğu bir dönemdir. Aynı zamanda,
proletaryanın insanlık tarihinin gel işmesi adına yönlendicici bir güç olarak
ortaya çıktığı; proletarya demokrasisinin ve enternasyonalizm in ilerici bir .rol
oynadığı; burjuva milliyetçiliğinin ve demokrasinin tarihsel gerifiğe dönüşlüğü
bir dönemdir.
Modern revizyonizm emperyalizme teslimiyet, burjuva milliyetçiliğine ve
demokrasiye bağlılıktır. Emperyal izm çagını geriye, burjuva ulusalcı harekete
ve kapitalist serbest rekabete çekme niyetini gütmesiyle tarihsel olarak gerici
bir eğitimdir.
Uluslararası komünist hareket yeniden örgütlenmeye girişirken, modern
revizyonizmin tarihsel olarak tasfiyesi için marksist-leninist partiler biraraya
gelmektedirler. Emperyalizme karşı mücad�l?, onun özel parçasına, yani modem
revizyonizme karşı savaşmayı gerektirir ..
Tarih zigzaglardan sakınamaz. Sözde sosyalist kampın yok olduğu şu koşulda
Çin, Kuzey Kore, V ietnam, Küba hala demokratik halk diktatörlüğü altında
temel üretim araçlarının toplumsal mülkiyetini korumaya devam etmektedirler.
Bazı ülkelerde, revizyonist unsurların devlet iktidarını ele geçirdiğinde
bile sosyalist sistemin halkın direnciyle korunabileceğini belirtmek gerekir.
Biz böylesi ülkeleri değersiz görmemeli, toptan revizyonist olamk kabul etmemeliyiz.
Bu, bu ülkelerde bugünkü dünyayı bc\irlcyen emperyalizmle sosyalizm arasındaki
çelişkiyi tanımamak anlamına gelecektir.
Uluslararası komünist hareketin yeniden örgütlenmesi ve sosyalist ülkelerin
232
varlıgı sosyalizmin canlı lıgını korudugunu kanıtlamaktadır.
Filipinler Komünist Partisi 'nin kurucusu ve başkanı Jose Maria Sison
tarafından yönetilen Sosyal Araştırmalar Merkezi Uluslararası Barosu
tarafından Japonya KomUnist Partisi (Sol)'un dökümanlarıyla birlikte
yayınlanmıştır.
(İngilizce yayın tari hi: Mart '93)
Çeviren: Ayşe ÖZDAMAR
'
Yayın D ü nyası n d a n
S ı n ıf hareket i n i n e ngelleri
Kom ünistler degişik vesilelcrlc,
sınıf hareketinin politik ve örgütsel ge­
lişmesini saglamanın, ona bagımsız bir
pol i tik sını f kim l igi kazandırmanın
önündeki engeller üzerinde durdular.
Burada gericilik cephesinden dosdogru
gelen engelleri bir yana koyuyoruz.
Fakat soruna bizzat işçi sını fı harc­
ketinin içinden gelen engeller olarak
bakı ldıgında, bunlardan üçü üzerinde
özel l ikle durulmuştu.
İ lki sınıf içerisinde geleneksel
olarak büyük bir kuvvet olan rcformist
ideolojik ctkidir. Rcformist ideolojinin
sınıfı düzene baglayan temel işlevi bir
yana, o sınıfın mücadeleye akan potan­
siyelini de belli dar biçimler içinde
bogmaktadır. Sınıf hareketinin son 30
yıllık canlılıgı içinde, 1 5- 1 6 Haziran
gibi bazı önemli istisnaiara ragmcn
genellikle barışçıl m ücadele sınırları
içinde kalmış olması, bu ideolojinin
sınıf hareketine sinmiş kuvvetli etkisiyle
baglantılıdır.
Politik bir akım olarak geleneksel
burjuva rcform izmi bugün işçi hareketi
üzerindeki politik etkisini önemli ölçüde
kaybetm iştir. Politik bakımdan onun
için bir umut ya da çekim merkezi
oluşturmuyor artık. Bu yeni dönem işçi
hareketindeki en önemli ilerlemelerden
biridir. Ne var ki, bir ideoloji ve düşü­
nüş tarzı olarak reform izm işçi sınıfı
hareketi içinde halen de büyük bir kuv­
vettir ve sınıf kitlelerinin davranış bi­
çim inde etkilerini sürekli göstermek­
ted ir. Yeni dönemde, bir cendere oluş­
turacak kadar dar ve bogucu olan yasal
çerçeveyi aşmayı başarab ilen işç i
hareketinin, buna ragmen özenle "ba­
rışçıl" davranış çizgisinde durması, ser­
mayenin ve devletin isyan etlirici hak­
sızlık ve uygulamaları karşısında ortaya
m ilitan ihtilalci bir eylem çizgisi koya­
ma ması, bununla baglantılıdır. Bel li
sınırlar içinde (örnegin "yasal çerçeve­
ye bagl ıl ık" planında) aşı lan reform ist
etkinin, bunun ötesinde sınıf hareketini
hala düzen içinde tuuugu bir gerçektir.
Yasaları aşan, fakat buna ragmen banş­
çıl bir çerçeve içinde kalan sını f hare­
keti, bu çerçevenin sını rlarına dayan­
dığında zorlanmakta, tıkanınakla ve
genellikle geri çckil mcktcdir. İ şçi ha­
reketi, hergün karşı karşı ya oldugu
halde polis ve jandarmayla, genel ola­
rak düzen kurumlarıyla henüz bir
çatışma ortamına girebiimiş dcgil. Tür­
kiye i şçi hareketinin ihtilalci gele­
neklerinin zayıflıgıyla bağlantı lı bu
zaafı, kuşkusuz re form izmin güçlü et­
kisinin bir yansımasıdır.
Bu, sını f hareketi içindeki çalış­
mada, işçi hareketini dumura ugratan
barışçıl geleneğe ve rcform ist etkiye
karşı sistemli bir ideolojik-politik mü­
cadele görevinin önemini ortaya koy­
maktadır. Fakat kom ünistler şu basit
gerçcgi asla unutmamalıdırlar ki, refor­
mizmin panzehiri kitle eylemlerindeki
gel işme ve bunun daha ileri biçim lere
sıçramak için kendi içinde taşıdıgı
potansiycldir. Kitlelerin geleneksel
duyuş ve düşünüş tarzları , m ücadele
içinde, gündelik eylem içinde, bunun
vcrdigi deneyimle dcgişcccktir. İ şçi
237
eylemlerinin ortaya çıktıgı her durumda,
bu potansiyeli daha ileri biçimlere
yöneltmek, sınıf kitlesini devlet v e dü­
zen kuruml arıyla karşı karşıya getirmek,
sınıf hareketin in derinliklerine sinm iş
rcform ist düşünüş tarzını parçalaya­
caktır. Rcformizm i ve barışçıl gelencgi
a ltetmenin başkac a bir yol u yoktur.
Sınıf hareketini dizginlcycn ikinci
büyük engel ise sendika bürokrasisidir.
Reformizmin sınıf hareketi içindeki
genel etkisi ve gücü, genel planda sen­
dika bürokrasisinin sınıf hareketi üze­
rinde kurdugu egcmcnl igin en temel
dayanaklarından biridir. Zira eylem
ç izgisinde barışçıiiıgı besleyen refor­
m izm, daha da önemli olarak, hareketin
perspektiflerini ve istemlerini de eko­
nomik ve kısmi demokratik bir hak
arayışıyla sınırlar. Bu ise düzen scndi­
kacılıgının icraat alanıdır. K uşkusuz,
Türkiye kapital izminin bugünkü açmaz­
ları ortam ında düzen scndikacılıgı bunu
bile başaramamakta', bu nedenle sınıf
kitlelerinin öfkesine hedef olmaktadır.
Fakat tüm bunlara rağmen yine de bu
dar çerçeve içinde işçi kitlelerini her
seferinde bir biçimde oyalamayı ba­
şarabilmcktcdir.
B ununla birl ikte, sendika bürok­
ras İ s i n i n s ı n ı f h areketi üzeri ndeki
kontrolü, yalnızca rcform ist ideoloj i ­
n in genel gücünden v e sınıf hareketi ­
n i n bugün için hala geri biçimler içinde
seyreden nitcl igindcn gelm iyor. B i r
başka temel faktör, bizzat sendikal
örgütlenmenin bugün hala sınıf örgüt­
lenmesinin tck biç i m i olması, sınıf kit­
lelerin i n bu örgütlenme biçimine bu­
günkü m uazzam bağımlıl ığıdır. S ınıf
hareketin in sendikal çcrçcveyi aşama­
ması ilc bizzat sendikaları devri mci­
leştirerek send ika bürokrasisini altcdc-
238
memesi , aynı gerçegin iki yüzüdür.
Özetle bu, s ı n ı f hareketin in politik
geri l ig i ni n ve zay ı flıgının en belirgin
göstergesidir. Hala yalnızca sendika­
lara bagımlı bir örgüt ve eylem düzeyi,
beraberinde bu sendikalara hakim olan
ayrıcalıklı bürokrasinin sınıf hareketini
dizgi nleme başarısını get iriyor.
S ınıf hareketinin yeni bir gelişme
dönemine girdigi şu son altı yılda, sen­
dika bürokrasisi m ücadeleyi ve eylemi
oyalama, sınırlama ve n i hayet bogma
dogrultusunda muazzam bir başarı gös­
term iş, sermaye ve devlete paha biçil­
mez bir h izmet sunm uştur.
Sendika bürokrasisinin sınıf hare­
keti üzerinde k urdugu örgütsel tckel i
parçalamanın , onun proleter k i tle ha­
reketinin gel işimini ooğan çabalarını
boşa ç ı karmanın yol u, sınıf hareketi­
nin politizasyonu için olağanüstü bir
çaba harcamak, bu yolla send ikalizmin
dar ve kısır çerçevesini k ırmaktır. Sen­
dikaları dcvrimc i lcştirmcnin, gerçek
m ücadele araçları haline getirmenin de
bundan başka bir yol u yoktur.
Reform izme karşı m ücadele i lc
sendika bürokrasisine karşı m ücade­
lenin birbirleriyle kopmaz bir bütünlük
oluşturduklarını hatırlatmak bile gc­
rcks izdir. Reform izmin genel etkisi ,
tabanı üzerinde hüküm süren sendika
bürokrasisi bizzat kendi hain rol ünü
başarıyla oynadığı ölçüde, gerisin geri
reform i zme yaşam gücü kazand ır­
maktadır.
Ve şimdi geliyoruz bugün artık
günccllcştiğinc dair işaretler vermeye
başlayan üç üncü öneml i engele. B u
küçük-burjuva dcmokratizmidir. Ön­
cc 26 Eylül 'de İstanbul ' da yapılan Ş u­
beler Platform u toplantısından bir
yoldaşın izien imlerini aktaralım:
"Toplantının bu bölümü bir yol­
daşın ifadesiyle, sınıf hareketinin pers­
pektiflerine yaklaşımda iki farklı çiz­
ginin mücadelesi şeklinde gerçekleşti.
'İş, ekmek, özgürlük 'le başlayan ya da
biten slogan çeşit/emesinde ifadesini
bulan demokratizm çizgisi bir yanda,
demokratik siyasal talepleri sınıfın
iktidar mücadelesine, proleter devrim
perspektifine bag/ayan sosyalizm çizgisi
ote yanda . " Y oldaş devam la, bu
demokratizm çizgisinin "namuslu ve
dürüst sendikacılar" söylemine ve bu
ahlaki kategoriye giren sendika bürok­
rasisi kesiminin "omuzlarına" yüklenen
"tarihi sorum luluklar"a da deginiyor.
Dikkate deger ve ortaya çıkış biçi­
mi bizim için hiç de şaşırtıcı olmayan
n ispeten yeni bir olgu ve sorunla karşı
karşıyayız. Küçük-burj uva demokrasi­
si, sınıf hareketini geriye çekme ve
düzen kanallarında bogulmaya mah­
k u m perspektiflcrle sın ırlama şeklin­
deki olumsuz rolünün ilk örneklerini
n i hayet sergi lerneye başlam ışur artık.
.
B unun tam da rcformist partilerin sınıf
hareketi nezdinde hay l i yıprandıgı ve
send i ka bürokrasisinin iy ice teşh ir
oldugu bir gelişme aşamas ına denk
gelmesi ise, gelişme sürecinin dogasına
uygundur.
Ortaya ç ıkan bu yen i d urum un
komünistler için şaşırtıcı olmad ıgını
söyledik. Buna daha en başından nasıl
işaret edildigini görmek için Ek im in
I . sayısında yeralan llerkes Kendi
Bayragı Altına! başlıklı yazının son
böl ümüne bakılabil ir.
EKİM I. Genel Konferansı 'nda da,
bu sorun enine boyuna tartışılmış, ye­
ni dönemde bir "sınıf yönelimi" içine
giren küçük-burj uva demokrasisinin
oynayacagı ikili rol üzerinde durul.
.
'
muştu. Bu rollerden ilki, smıf hareketine
bell i sınırlar içerisinde taşınabilecek
olan bir devrimci politizasyondu. Bu­
nun kuşkusuz hareketin gelişimine belli
b ir katkı sı olacaktı. Fakat öte yandan
ise, kendi ufku son tahtilde demok­
ratizm ilc sınırl ı olan bu ak ımın, hele
de onun yen i dönemde l i bcralleşme
sürec ine g i rmiş kesimleri n i n , sınıf
hareketinin gelişimini bel li bir noktadan
öteye olumsuz etkilcyecekleri , sınır­
layacakları da, bu ayn ı çabanın öteki
boyutu olarak degerlendirilmişti.
Hal ihaz ırda bu olumsuz rol ün
aktörl ügüne soyunmuş olan grubun
halkçı demokratizmde i fadesi n i bulan
ideolojik çizgisini , komün istler yıllar
öncesinden y ıktılar. Öylesine k i , bu
"parti" bugün aruk ne Kuruluş Kongresi
Belgeleri n i , ne de "parti programı"nı
yeniden yay ınlayacak, onu bir bayrak
gibi el inde taşıyacak gücü bulabil iyor
kendisinde. Yerine "resmen" yeni bir
şey koyacak gücü bir türlü bulamadıgı
için de, l 3 yıldır kongresini bile top­
layamıyor.
İşç i hareketinin önündek i ilk iki
engeli yıkınanın yolunun devrimci kit­
le pratigindcn geçtiğini söylem iştik.
Bu üç üncü engeli aşman ın yolu ise
yen i duruma uygun sıkı bir ideolojik­
pol itik mücadeleden geçmektedir. Bu­
nun sorunları n ı ve muhtevas ını ayrıca
ele al mak istiyoruz.
Ekim
1 5 Ekim '93
239
Mücadele
Fa ş izme karşı mücadele
S o l , geçmişte s i v i l faşistlere karşı
o larak, pratikte faşist teröre karşı
m ücadelede, özell ikle hedefi n belirlen­
kendi l ig i n den d e o l sa y a yg ı n bir
mesinde i k i büyük y a n l ı ş ı n sahibi
m ücadele içinde olunmasına karşın, bu
olmuştur.
mücadelenin anti-MHP n i te l iginde bir
Ülkemizdeki faşizm, faşist terörü,
m ücadele olarak biç i m lenmesi, anti­
sivil faşistlere indirgemekte somutlaşan
devlet bilincinin yadsınmasıdır. Ki, anti­
birinci yanlış, esas olarak refonnist solun
faş ist m ücadelenin hedcfindeki bu
m ücadele çizgisini de bclirlcmiştir. Bu
bulanıkhgm asıl olumsuz sonucu cunta
anlayış faşizmi sivil faşistlere indir­
sonrası yaşanmış, MHP'nin oligarşi
gemenin ötesinde sivil faşistleri de dogru
tarafından siyasi arenadan dıştalanma­
çöz ü m l eyemem i ş , onun devletle iç
s ı yla, anti-faşist mücadelede yer alan
içeligini göremem iştir.
ama tepk ileri anti-MHP bir bilinçte
Faşizmi sivil faşist harekete indir­
sınırianan kitleler bir anda m ücadelenin
geyen, faşizmin iktidar olmas ı n ı da
dışında kalm ış, "izleyici " konumuna
ancak A lmanya, İtalya örnekleri gibi,
çekilm işlerdir.
sivil faşistlcrin iktidara gelmesi olarak
Doğru bir anti-faşist mücadele pers­
gören reform i z m i n faşi z m e k ar ş ı
pek t i fine ve hedefine sah i p o l up ­
mücadele anlayışı d a pratikte buna göre
olmamayla belirlenen b u süreç, bugün
biçimlenm iştir.
pek çok grup tarafından, özü atianarak
Esas olarak TKP ve ona yak ı n
anlayışlarda ifadesini bulan b u bakış
açısı, faşizme karşı m ücadeleyi "MHP,
tam bir "sagc ı l ı k l a " delterlend i ri l ­
mektedir.
1 2 Eylül öncesi süreçte anti-faşist
ÜGD kapatılsın" slogan ıyla sıradan bir
mücadeleyi gereksiz ya da ikincil görüp
reform
de bugün " M H P ' yc karşı savaşı l d ı ,
talebine
dön ü ştürm ü ş t ü r.
Dolayısıyla da reform izm , bir yandan
yanlış yapıldı" , " iktidar perspektifi yok
rejimin nitcligi konusunda kitlelerin
o l d u " , " işçi s ı n ı fı na g id i l me l i y d i "
bil incinde çarpıklık yaratırken, diğer
türünden "özcleştiriler" yapanlar kuşku­
yandan "verdigi" anti-faşist m ücadelenin
suz sürece yeniden ve yeniden bakmak
de faşist terör karşısında hiçbir önem i ,
zorundad ırlar.
etkisi olmamıştır.
Teoride ya da pratikte faşizme karşı
Reformizm, faşist terör hayatın her
alanında
k i t leleri
tes l i m
mücadeleyi MHP'ye karşı m ücadeleye
almaya
indirgeycnler, bugün "devletle savaşıl­
çal ışırken klasik aj itasyon-propaganda
madı", "oyuna geldik" vs. diycnlerdir.
faaliyetinin d ışına ç ıkmamış mahal­
Gerçekten de faşizmi M H P zannettiler.
lclerin, fabrikaların, okulların faşist işgal
Ama şunu ekleyel i m , onlar M H P' ye
al una alınmasına seyirci kalmış ve zaten
karşı da savaşınadılar ki, "devlete karşı
bir süre sonra da faşist terör karşısında
savaşılmad ı " deme hakları olsun. O
geri leyerek klasik faal iyetini de yürü­
günler şöyle bir anımsand ığında, ya
temez hale gelmiştir.
da o gün yazılanlara açıp bak ıldığında;
İkinci yanlış ise refonnizmdcn farklı
240
devrimcilerin sivil faşist terörün devletle
baglantısını açıkça ortaya koyarak
silahiannı aynı zamanda devlet terörüne
yönelttikleri ve " faşizm eşittir MHP"
teorisini şiddetle eleştirerek onlan dogru
çizgiye çekmeye çalıştıkları, sivil faşist
terörü ve devlet terörünü birlikte hedefe
oturtan kam panyalar örg üt ledikleri
görülecektir.
Diger yandan kendi perspektifsiz­
liginden hareketle tüm devrimcileri
ik tidar perspektifinden yoksunlukla
degerlendirenler, mahkeme kürsülerinde
" faşistler saldırdı biz de zorunlu dircn­
dik" diyerek M-L' Icrin y ı llar önce yö­
nelttikleri eleştirileri dogrulayanlar bu­
gün bunu da yapmaktan uzaktırlar.
Kendilerine bak ıp, iktidar hedefiyle
m ücadeleyi sürdüren devrimciler de
dah il herkesi geneHeyerek "iktidar
perspektifi yoktu" diyenlerle, "işçi sını­
fına gidilmeliydi " diyenler bugün geli­
nen noktada öz itibariyle aynı şeyleri
söylüyorlar . . . .
B ugün sivil faşist teröre ve devlet
terörüne karşı m ücadele her dönem
oldugundan daha fazla içiçe geçmiş
durumdadır. Bir yandan sivil faşistlere
res m i ü n i forma giydirilmesi, diger
yandan özellikle okullarda açıga çıktıgı
gibi sivil faşistlerlc polis işbirliginin
çok açık bir politikaya dönüşmesi bu
içiçcligin maddi zem inidir. Elbette her
alanın kendi özgülünde, bu içiçcligin
düzeyine, faşistlcrin kullandı�ı yöntem­
lere göre anti-faşist m ücadelede farklı
şckillcrımclcr olacaktır.
Sorun bu yanıyla da tartışı labilir.
Ama bugün aslolan her şeyden önce
faşist terörün karşısına dikilmc kararı
almak, gelişmelerin izleyicisi olmaktan
çıkmaktır. Çünkü ülke mizdeki sınıflar
m ücadelesinin gcldigi nokta kimseye
bu hakkı verm iyor. Kontrgerillanın
ülkeyi doğrudan yönetir hale gelmesi,
sivil faşistlerden oluşan resm i infaz
mangalarının oluşturulması, sivil faşist­
lerio karşı-devrimin tabanını genişletmek
üzere yeniden siyasi arenaya sokulması
ve doğrudan devri mcilerin karşısına
çıkar ılması, devrimci-dem okrat hiç
k imsenin kayıtsız kalamayacagı gcliş­
mclerdir. Sivil faşistterin terörünün
yayg ıntaşmadan önünün kesil mesi,
onların gerekligince teşhir edil mesi,
şovenizm dalgasına barikat oluşturul­
ması, bugünün atlanamayacak, crtclenc­
meyecek görcvlcridir.
,
(Faşizme Karşı Mücadele Tarihi­
mizden Öğrenme/iyiz, Sayı: 75)
Eme�in B avra�r
Hedef ve n i ha i hedef
Hedef işçi-mem ur birligi v e genel grev.
İşçi sın ı fının ve kam u eıriekç isi memurların sorunları ve talepleri; temelde
birdir: İş-Ekmek-Özgürlük ... İşçilerin ve memurların bu taleplerinin gcrçekleşrı'lcsi
için de, geçerl i bir tck formül vardır: B irlik-Mücadele-Zafer . .
İşçi-memur birl iğinin hem tabanda v e hem d e sendikal anlamda gerçekleşmesi;
memur hareketinin, işçi sını fının " İş-Ekmek-Özgürlük" m ücadelesi ilc (ve nihai
olarak devrim m ücadelesi ilc) bagtaşması ve bu temelde bir m ücadelenin
sürd ürülmesi, emekçilerin sorunlarının çözüm ü için tck yoldur.
(İşçi-Memur Birliğine Adım Adım yazısından, Sayı: 1 0 1 , 2 5 Ekim '93)
241
Orak Cekjç
Devrimci send i kal yayın y a da ü ç a d 1 m geri
B u açıdan, işçi sınıfı v e emekçi
hareketinin genel düze y i , tarihsel
birikimi, egitimleri ve alışkan lıkları,
öncü işçi kavramının Türkiye gerçek­
ligindeki şekiilenişi üzerine dogru deger­
lendirmelerden yola ç ı k ı lma l ı , salt
teoriden gelme yaklaşımlardan uzak
durulmalıdır. ...
Bu özell igiyle sayıca çok küçük
bir azınlıgı oluşturan komünist ve dev­
rimci işçiyi bir kenara ayıracak olursak,
işçi sınıfının ileri kesimleri ile orta
düzey işçiler arasında kategorik bir
ayrım yapabi l mek old ukça güçtür.
Belirsizlik geriye dogrudur. Bu durum
orta d üzey işçi kategorisini genişlet­
m ektcdir. Yatay denilebi lecek bir
birikime sahip, olagan koşullar içerisin­
de devrimci yöntemıere uzak duran bu
kesim, kriz dönemlerinde ve özel bir
kesitte çel işki kcsk inleştigindc çogu
kere nesnel bir itil imlc politik eylem
zeminine sıçramakta, çatışma ortamına
gircbilmektedir. Sınıf hareketinin tek­
düzc dcnilebilecck, fakat sıçramalara
gebe dönemsel seyri içerisinde müca­
deleye atılmakla olan taze güçlerle
birlikte, işçi sınıfı çalışmasının zemini,
gazeten i n içer i s i ne dogacagı alan
burasıdır. Geniş bir potansiyel, zaaflarla
dolu bir alan . . . Gazete, bu alanı bir
bütün olarak k ucak:lamal ıdır. S ınıfsal
konumunun bi linc ine varmasında, işçi
sınıfı hareketinin politikleşmesinde ve
devri m c i send ikal hareketin geliş­
tirilmesinde sınıfın önünü açan bir araç,
sosyal izmlc işçi sın ı fı hareketinin kay­
naştırılmasında kaldıraç olmalıdır.
Gazete n i n te mel faa l iyet
242
alanlarından birisi ekonomik, sendikal
m ücadele alanıdır. B u yöne daralul­
maması koşuluyla devrimci sendikal
bir yayındır. Yayın politikasında bunun
belirgin bir yeri olacaktır. ( ... ) Politik
öncüsünün sınıf hareketiyle birleşmemiş
oluşu, m ücadele içerisinde dogan işyeri
komiteleri türü örgüt biçimlerinin kök­
lcşmcmcsi sonucu, sın ıfın i leri unsur­
larının geniş kesimini kapsayan sen­
dikalar merkezi örgütlenme yeri duru­
mundadırlar. K uşkusuz bu durum, işçi
sınıfı hareketinin güç l ülügünün dcgil,
zayıflıgının belirtisidir. İşçilerin ekono­
mik hatta kısmi demokratik istem l i
mücadelclcrinde, sendikalarda örgütlen­
mcleri ve bunun kazandırdıgı al ışkanlık
ve egilimlcrc sahip oldukları göz önüne
al ınmalıdır.
Yasallıgı, kasası ve geniş işçi kille­
lerini bagrında toplamasıyla tüm güve­
nilmeıliklerine karşın işçilerin gözünde
sendika meşruiyetini korumaktadır. En
· geri biçimiyle de olsa işçi sınıfının
ekonomik m ücadele alanında birlik ve
dayanışma amaçıyla bir araya geldigi
sendikaları dıştatayan bir sınıf politikası
olamaz. Buralarda olunmadan sınıfı ve
ileri unsurlarını örgütlernek olanak­
sızdır. ... Bu alandaki çalışmamızı sınıf
scndikacılıgı perspektifi ilc yürütcccgiz.
B izzat bu m ücadele, sendikal alandaki
çalışma, işçilere sosyalist bilincin kazan­
dırılması, sendikaların parti önderlig i
altında birleştirilmesi v e sosyalizm için
m ücadelen i n etkin araç ları haline
getirilmesini amaçlamal ıdır ...
( işçi Gazetesi başlıklı yazıdan,
Sayı: 83, Agustos'93)
Ahnterj
Galatasara.Y maçmdan proletaryanm smıf
m ü cadelesi içm dersler ya da dagatman ı n b u
kadarı ! . .
Türk takımlarının işi bugün görün­
dügü kadar kolay o lmayacaktır.
Ayrıca, hangi alanda ve konuda
olursa olsun, başarıyı baştan çantada
keklik görmek, zararl ı bir yaklaşımdır.
Bu bir insanı, bir takımı veya bir sınıfı
rehavete sürükler. Önündeki güçlükleri,
tehl ikeleri ve rakibini küçümserneye
götürür ki, bu�un sonu genellikle büsran
ol ur. Uzaga gitmeye de gerek yok.
Manchester ve Ajax, rakiplerini küçüm­
sediler, fark atacaklarını düşünerek
sahaya çıktıkları için i l k maçlarda
ummadıkları sonuçlarla karşılaşmadılar
mı? ( . . . )
G.Saray' ın başarısında, sınıf müca­
delesi alanında da akıldan çıkarılmaması
gereken bir ders yatıyor aslında. Duru­
mun ümitsiz göründügü anlarda bile,
ellerini kaldırıp hemen tesl im olmaya­
caksın. Korku ve panige kapılmayacak,
kendi taktigini yaşama geçirmek için
canını d işine takacaksın. Herkesin
hezimet bekledigi bir sırada erken pes
etme hatasını işlemedikleri için, Gala­
tasarayl ı futbolcular, bozguna dogru
gidişi tersine çev irebildiler. Zaten
rakibini küçümseyerek sahaya çıkma
hatasını işleyen İngilizler, bir de erken
iki gol atınca iyice rehavete kapıldılar.
Arif'in şık gol ü, maçın dönüm noktası
oldu. B u gol, bu kez İngil i zleri panige
sürüklerken, moral bozuklugu içindeki
G.Saraylı futbolcuları da ateşleyen bir
fünye işlevini gördü. Özellikl e özel­
leştirme saldırısına karşı tepki dolu fakat
tutuk bir bekleyiş iç inde olan işçi
hareketinin de böyle sarsıcı öncü bir
çıkışa ihtiyacı yok m u bugün?
(Zafer Sarhoşlugu başlıklı yazıdan,
Sayı: 1 , 3 ı Ekim '93)
Azadj
Ç ekiç G ü ç şakşakçıhgı
1 993'ün e n hararetl i tartışmalarından biri d e Aralık ayında Çekiç G üç ' ün
görev süresinin uzatılıp uzatılınaması konusunda yaşandı .
B u konuda e n net olmaları gereken K ürtler olması gerekirken, program ında
Kürt halkının sorunlarına özellikle yer veren DEP'in şimdiki yöneti mi, Çekiç
G üç 'ün görev süresinin uzatılınaması dogrultusunda görüş belirledi ve bu yönde
karar aldı. Başkalarının Çekiç Güç'e karşı olmalarını ve düzen parti lerinin bu
konudaki kafa karışıklıgını anlamak mümkün.
Ama, Kürt halkının özgürlük, hak ve hukuk davasını savunanların ise,
Ç...:k iç G üç olmazsa Saddam 'dan gelccegi kesin olan saldırılarla, yine onbinlerce
Kürt ' ün katledilcbilccegini ve yine Kürdistan'ın yakılıp yıkılacagını anlamam ış
olmalarını, anlamak mümkün m ü?
B u dostlar, neyin hesabını yapıyorlar, bilemiyoruz!
(Azadi' nin Gündemi köşesinden, 2-8 Ocak 1 994)
243
İşçjnjn Yolu
Eleştiri m i , özeleşt i r i m i ?
Eylül sayısında başyazı:
Faşist I 2 Eylül darbesiyle birlikte girdigi toplumsal, siyasal ve ahlak i
gerileme ve çürüme sürecinden Türk toplum u hala çıkamadı. B ugünkü topl um,
darbeyi karşılayan toplumdan her bakımdan daha geridir. Halk olaganüstü biçimde
artan faşist cinayet, işkence ve katliamlar karşısında sessiz kalmaktadır. Halkın
demokratik bir cumhuri yet arayışı yoktur. Seçmen kitlesinin ezic i çoğunluğu
gerici, faşist, ırkçı ve şeriatçı parti lere oy vermektedir. ( ... )
İç savaş gerçeğini batıda karanan şey, devri mci güçlerin zayınıgıdır. Ciddi
bir pol itik güç olamayan devrimcileri imha etmek devlet için zor ol mamaktadı r
v e hal kın demokrasi v e insan hakları bilincinden yoksun oluşu söz konusu
savaşın anlamını çarpumakla ve onu sıradanlaştırmaktadı r. Hal k, yani işç iler,
gençlik, memurlar, gecekondu yoksulları, aydınlar, sendikacılar vs. devrimcilerin
i m hasını yalnı zca seyretmekted ir. ( ... )
Dolayısıyla bu koşullarda örgüte ve devrimeiye d üşen özel görevler vardır.
Örgüt ve devrimc i , 1 920' 1erde yıltı nların bir ad ım önündeyse, şimdi 2-3 adım
önünde olmak zorundadır. Devrimci iradi vuruş olmadan devrim hazırlanamaz.
Devrimci örgütün, büyük kalabal ıkların doğrudan devrime katılmasını beklemeden
silah l ı m ücadeleye atılması bir gereklilik hal i ne gel m i ştir.
'
(Kontrgerilla cumhuriyetinde De vrimciliğin Anlamı, Sayı: 1 5, Eyl ü l '93)
Aralık sayısında basyazı:
Komünist ve devrimci hareket tüm bunları gözeten bir çizgi izlemelidir.
En başta devrimci örgütlerin zay ı flıgı veya kitlelerin suskuntugu üzerine yapılan
ve artık neye hizmet ettiği meçhul hale gelen vurgu tarzı bir yana bırak ı lmalıdır.
Zay ı fl ı k söz konusuysa güçlendir, suskunluk varsa boz; devri mci m i l itanın
sorunu ele alış tarzı bu çizgide olmalıdır. B u kendini aldatma mıdır? M i stisizm
midir? Açıktır ki hayır. Dünyada karşı devrim dalgasının en üst boyuta ç ı kugı
ve tasfi yeciliğin devrimci hareketi ahtapot gibi sardığı koşul larda Türkiye 'de
devrimci mücadelede kararlıl ıkla ve her tür bedeli ödemeyi göze alarak/ödeyerek
faaliyet sürdüren devrimci örgütlerin varlığı en başta övgüye değer bir gerçektir.
Üstelik onların gerek 1 2 Eylül teslim iyel ve yenilgisin in gerekse de tüm dünyayı
etki leyen gericilik dalgasının tahribatı , ağır baskısı ve ülkedeki dizginsiz faşist
teröre ragmen nitel ve n icel olarak gelişme yol unda olma ları vurgulanmaya
değer bir konudur. İkincisi tüm iniş ve çıkışiarına rağmen batıda kitle hareketinin
vartıgı da bir gerçektir. 1 993'ten başlayarak yeniden yükselen bu hareket iktisadi
ve reformcu siyasal taleplerle gelişmesine rağmen komünist ve devrimci etkiye
açıktır. Pek çok direniş, m iting ve gösteride olduğu gibi bunları rej i m i protesto
eden bir kalıba dökmek olanakl ıdır. Tüm bun lardan ayrı olarak söm ürgeci l iğc
244
tes l i m olmuş ve on y ı llarca en doğal ulusal talepleri uğruna bile mücadeleye
girişmeycn bir ulusun, Kürt u lusunun tüm dünyada yankı bulan bir m ücadeleye
atıldığı topraklarda yaşıyoruz. B ütün bu olgular i lc sömürü düzeninin içinde
bulunduğu ekonom ik-politik kriz ve çaresizlik her zamankinden daha fazl a
gözler önüne serilmelidir.
( Yaşanılan Sürecin Özellikleri ve Görevler başl ıkl ı başyazıdan, Sayı: 1 8)
Özgürlük Dünyasi
Hani "Bize gerekl i olan Avr u pa ' daki t ü rden b i r
b u rj uva d emok rasisi"ydi?
Yıllar önce:
B u nedenle dcmokr.ısiye ihtiyacımız var. Ve sınıf karakteri olmayan demokrasi
olmaz. B u karakter itibarıyla Avrupa'daki gibi burj uva demokrasisi olacakur. .. .
B u , komünizm değildir, proleter demokrasisi de olmayacakur. A vrupa'daki
burjuva demokrasisi çağını doldurdu , orada Arayış' ın tespit euiği sancılar,
sosyalizm sancılarıdır. Ama Türkiye'de hala gerekli olan burjuva dcmokrasisidir.
B urj uvazil i ya da burj uvazisiz, ama burjuva karakterli bir demokrasiye ülkemiz
mutlak ulaşacaktır. (Arayışın Arayışı yazısından)
Yıllar sonra:
B urjuva demokrasisi, burjuvazinin sınıf egemenliğinin bir biçimidir. S ı n ı flı
toplumlarda devlet bir egemenlik crk i , egemenlik aracıdır .... Burj uvazinin
sınıf egemen l iğinin arac ı olan burjuva devleti özel bir iktidar aygı tıdır, "bel irl i
bir sınıfın sırtını yere getirmeye yönelik bir zor brgütü"dür. İster burjuva demokratik,
isterse faşist biçimler a lsın, bu öze l l iği sını fsal karakteri , sınıfın siyasal -en
üst, en modern- örgütü olma özelliği değişmez ...
B urjuva devletin ve onun kurumlarının proletarya ve emekçiler karşısındaki
konumu tüm açıklığıyla gözler önündcykcn, "en demokratik" kapitalist ülkelerde
de bu kurum lar en sıradan işçi grevi ve "masum" hak istekleri karşısında
şiddet araçları olarak i şlev görmckteyken, burjuva demokrasisi n i , burjuva
diktatörlüğünden soyuthıyarak, onu proletarya ve burjuvazinin "ortak kazanımı"
olarak sunmak proJetaryayı bu "ortak kazan ım"a zarar verici cylcmlcrdcn,
burjuva egemen liğine karşı mücadeleden alıkoymak demektir. Revizyonist
öncellerinin izinde yürüyen yazarın yapuğı da budur.
... Kapital ist rej imde, kapitalizm koşul ları içinde "en iyi devlet biçimi"nin
demokratik cumhuriyet olması , hiçbir biçimde, prolctaryayı, burjuva demokratik
biç i m l i burjuva devlete karş ı , onu alaşağı edecek mücadeleden geri durmaya
çağıran ları , "ortak kazanım" demagoj isiylc burjuva demok rasisini k utsayanları
haklı çıkarmaz. Çünkü "en demokratik burj uva cumh uri yetinde bile, halkin
nasibi ücretl i kölelikten başka birşey deği ldir." ( .. . )
245
Proletaryayı egiunek, devrimci eyleme hazırlamak için burjuva demokrasisinde�
olanaklı en geniş biçimde yararlanmak başkadır, onun proletarya ve emekçiler
üzerinde burjuvazinin bir d iktatörlük biçimi oldugunu yadsımak başka. O, " en
demokratik" biçimiyle bile zenginler (kapitalistler) için demokrasidir ve baskının
oldugu yerde eşillikten, "ortak tercih"ten, "ortak kazanı m"dan sözedilemez.
Ve bir marksistİn görevi burjuva de mokrasisi ne övgü düzrnek degil, onun
ikiyüzlü ve sahte özelliklerini göz ler önüne serme, proJetaryaya devrim zorun­
l ul ugunu gösterme, yıgınlar içinde devrimci propaganda yapma v� yıgınları
devrime hazırlamaktır. B urkay gibi revizyonistler i se, proJetaryayı devrim
mücadelesinden alıkoyma gayreti içindedirler. Onlar, demokrasi ve diktatörlügü
"karşıt" şeyler gibi göstermeye çalışırken, Kautsky 'nin ony ıllar önce yaptıgını
çok daha i lkel düzeyde tekrarlamaktadırlar. Lenin'in deyi şiyle " bir liberalin
genel olarak ' demokrasi ' den sözetmesi dogaldı r, bir marksist ise (hangi sınıf
için?) diye sormaktan h içbir zaman geri kalmayacaktır."
(Devrim ve Demokrasi Sorununda Anıi-Marksizm ve Kemal Burkay başlıklı
yazıdan, Sayı: 50, Aralık '92)
Özı:ü rl ü k Dün vası
Reklamcahgm eleşt i risi
Komünist, devrimci politik çalışma açısından ise sansasyon, abartı ve bunlara
dayalı reklam ve reklamcı bir propaganda-aj itasyon çizgisi ve anlayışı hiç de
gerekli ve başvurulur bir yöntem , bir tarz degildir, olmamal ıdır. Komünist
devrimci ajitasyon : ekonomik ve pol itik gerçeklerin açıklanmasına, gerçeklere,
abartısız gerçek olay ve olgulara dayanmak, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin her
gün, her saat yaşadıkları ve karşılaştıkları gerçek sorunlara, baskı ve sömürünün
her günkü som ut tezahürüne ve görünüm lerine dayanmak, k itlelerin önüne en
güçlü silah olan gerçekle ç ıkmak durum undadır.
Propaganda-ajitasyon çalışmasıada, anlayışı böylece belirledikten sonra,
devrimci yayın organlarında sıkça rastlanan ve giderek egemen olma potansiyeli
taşıyan anlayış ve egilime, sansasyon, abaru ve reklamcı anlayış ve egilimlere
bakuğım ızda, örneklerini vermeye çalışacagımız durumla karşılaşıyoruz.
(Propaganda-Ajitasyon ve Yayın Organlarında Reklam ve Reklamcılık Üzerine
başlıklı yazıdan, Sayı: 58, Ağus�os '93)
Reklamcıhgm pratigi
Onbinlerce işçi v e emekçinin devrimci komünist partinin sloganlarını coşkuyla
haykırmasından devrimci sonuçlar çıkarmanın her kesim açısından gerekli oldugu
açıkur. (Yüzbinlerin Yürüyüşü ve Bazı Sonuçları başlıklı yazıdan, aynı sayı)
246
Türkiye işçi sınıfının 1 993 1 Mayıs eylemi , devrimci bir sınıf partisinin
varlıgını, sınıfı n yaşantısında bütün öteki " işçi partileri "ndcn ve Türk-İş
yönetici lerinin "partisi"nden tamamen farklı bir yere sahip oldugunu sadece
kanıtlamamış, çarpıcı bir olgu olarak da i lan etmiştir. İ şç i sınıfı, bütün bir
sın ıf olarak, bütün öteki partilerden ayrı, bagımsız bir parti olarak örgütlenme
egilimi içinde bulundugunu, kendi devrimci partisinin var oldugunu ve bu
parti saflarında örgütleornek yolunda yürüdügünü ortaya koymuştur. ( . . .) Bu I
Mayıs eyleminde, işçi sınıfının harekete geçen, politik egilimini açıkça ortaya
koyan kesimleri, sadece İstanbu l ' da degil, bütün ülkede, Türk-İş bürokrasisi
başta olmak üzere, sınıf dışı reformİst ve "sosyalist" grupları bir kenara itmiş,
büyük ölçüde partimizin sloganları, pankartları ve örgütleri etrafında toplanm ıştır.
Görülm üştür ki, işç i sınıfı içinde partimizden ve örgütlerinden başka herhang i
kayda degcr bir devrimci pol itik akım ve örgüt yoktur. İşçi sınıfı, partimize,
kendi sınıf partisine olan politik ve örgütsel eğilimini bclirginleştirmiş ve i lan
etmiştir.
(TDKP-MK'dan Açıklama ve Çagrı!İşçi Sınıfının 1 Mayıs Eylemi ve Sınıf
Partisinin Politik ve Örgütsel Sorumlulukları yazısından, say ı : 56, Hazi ran '93)
Mücadele
Türk-İş: S 1 ra "san particilik"te !
Düzenden ve düzen parti lerinden
giderek kopan emekçiler için Türk-İş
aracılıgıyla yeni bir barikat hazırlanıyor.
Ve bu barikat "sınıfın kendi partisini
kurma" gibi işçilerin taleplerini, özlem­
lerini istismar eden bir dcmagoj iylc
örülüyor.
Evet, sarı sendikac ılık, egemen
sınıflar adına bir görev daha üstleniyor;
Türk-İş parti kurma hazırlıgında . . .
Kuşkusuz böyle bir projeye kamu­
oyunun hazırlanmaya çalışılması, tck
başına Türk-İş yönetici lerinin "kişisel"
bir kar.ın ya da istemi olarak görülemez.
Bu, san sendikacılığın, düzenin bugünkü
açmazları ve tıkan ıklıkları karşısında
biraz daha fazla devreye soku lmasıdır.
Bir sendika olark emekçi lerin hak­
kını ne kadar savunduğu bilinen Türk­
İş'in, parti olarak da ne yapacağı bellidir.
Haber-İş Teşki latiandırma Sekreteri Ali
Çelik 'in böyle bir parti için ileri sürdüğü
"Mil letvek ili seçi len sendikac ı ların
çalışanların sorunlarını unuuugu" gerek­
çesi de, aslında bunun bir göstergesidir.
Bu kez SHP'den , DYP' den değ i l de,
Türk-İ ş ' in kuracağı partiden Mcc l is'e
girecek olan profesyonel sendikacıların
tavrı farkl ı mı olacak? Elbette hayır.
Zaten sorun ya da gerekçe de bu degil .
Onlar i y i biliyorlar ki, işçilerin
düzenden, düzen partilerinden kopuşu,
özünde sarı scndikacılıktan, Türk-İş'ten
de kopmalarıdır. Önlemeye çalıştıkları
budur.
Parti kurup iktidara ortak olan bir
Türk-İş'in ne yapacağını tahm in etmek
için kahin olmak gerekmiyor bu ülkede.
S arı sendikacıl ı ğ ı tan ımak ve biraz
geriye dönüp bakmak yctiyor.
Cunta döneminin hükümetine hiçbir
sıkıntı duymadan Genel Sekreteri Sadık
247
Ş ide 'yi bakan olarak veren Türk-İş,
aynı rahatlıkla cuntanın tüm uygulama­
larının altına imza atabilm iştir. Sarı
sendikacılıgın partisinin bir an için
bugünkü iktidarda yer aldıgını varsaya­
lım. Türk-İş infazlara, Kürdistan'da
yürütülen kirli savaşa, yeni terör yasa­
larına karşı m ı ç ıkacaktır? Sorunun
yanıtı bugünden bellidir.
İşçi sınıfının kendi partisini kurma
gibi bir ihtiyacı vardır bu ülkede. Ancak
bu parti Türk-İş ' in salonlarında degil,
emekçilerin, halkın devrimci mücadelesi
iç inde kurulacaktır ve k urul maktadır
da. B ugün i şç i sınıfının, tüm emekçi
halkın çıkarlarını savunmak açısından
düzen parti leri işçi lerden ne kadar
'
uzaksa, Türk-İş de o kadar uzaktır.
Bugüne kadar işçilere, halka yönelik
tüm saldırılar karşısında bol bol " uyarı"
yaparak işçi sınıfının m uhalefetinin
önünü tıkama rolünü üstlenen Türk­
İş'in parti kurma manevrası da aynı
işlevi taşımaktadır: Tepkileri ve ara­
yışları düzenin kanalları içinde bogmak.
Ancak eklemek gerekir ki, aynı
işlevi gören onlarca düzen partis i
yanında bir d e Türk-İş'in partisi sisteme
hiçbir şey eklemeyecek, işçi sın ıfının
arayışlarının ve devrimci bir rotada
yürümesinin n i ha i anlamda engeli
olamayacaktır.
( İşçi Sınıfının Düzenden Kopuşuna
Yeni Barikat başlıklı yazıdan, Sayı: 79,
8 Ocak '94)
Özı:ürlük Dünyasi
"Na m uslu ve d ü rüst" sen dika b ü ro k ratlarıyla
i şçi sınıfı partisine ...
Elbclle ki kitlesel bir işçi partisinin,
her koşulda, 7.amanla, devrimci komünist
partinin ki tleleri çatısı altına toplama­
sıyla gerçek l eşece g i söy l e nemez.
Yükselen i şç i sınıfı m ücadelesi öyle
bir gel işmeye yol açar k i ; aralarında
partili olmayan işçi önderleri ve partisiz
ama dürüst, sınıftan yana sendikacıların
yer aldıgı kesimlerin sınıf partisiyle
ortak bir girişim içinde kitlesel bir i şçi
partisi kurulabilir ve öncü partiyle belirli
bir paralellik ve uyum içinde sınıfın
ç ı karları dogrultus unda pol i tikalar
geliştirebilir; ve böyle bir işç i partisi,
elbette işçi sınıfı m ücadelesi içinde güç
ve m ü cadele m e rkezi olarak rol
oynayab i l ir. Böyle bir parti, s ı n ı f
partisinin kendisine tam tekabül etmese
de ondan ayrı, onun dışında, ya da
248
ona karşı bir parti de değildir. Tersine,
sınıf partisinin o koşullarda kendisini,
kendi faaliyetini ortaya koyuş biçim­
lerinden birisidir....
B ugünkü yaşanan koşullarda, Türk­
İş' in kuracağı partinin işçi partisi olması
için hiçbir şans yoktur. Çünkü Türk­
İş üst yönetim inin bileşimi, sınıf partisi
platform una gel inmesinin ön ündeki
başlıca engeldir. Eleelle her kadernede
dürüst, nam u s l u send i kac ı lar, son
yıllardaki mücadelelerin yetiştirdigi ileri
işçi ler, doğal işçi önderleri vardır. Ama
üst yöneti min başını çekecegi bir işçi
partisi girişiminin özellikle ileri işçilere
i m kan tan ıma, d ürüst send i kac ı lar
doğrultusunda bir platformda pol itikalar
üretmesi , sınıfın partisiyle birleşmesi
beklenir bir şey deg ildir. Türk- İş' in
asıl handikapı da budur. Çünkü bugün
büyük ölçüde sendikaların üst yöneti­
mini tutmuş olan sendika bürokrasisi,
her şeyden önce Türk- İş'in ve işçi
sını fının sendikal hareketini n içine
düştüğü açmazların başlıca müsebbi­
bidir. B unların kuracağı parti de, aynı
yanlışları yapmaya adaydır. Ç ünkü;
Türk-İş'de sağlam ve geleceğe açık
yön, geleneksel sendika bürokrasisi
değil , gerçekten bugünkü sorunları
çözmeye niyetl i , dürüst, ilerici scndi-
öz�:ür
kacılar ve sınıf hareketi iç inde bugüne
kadar yetişip öne çıkmış ileri işçi lerdir.
B ir işçi partisi de ancak bu dürüst
sendikacılar ve i leri işçilerin omuzları
üstünde ve onların tarafından belirlenmiş
bir platformda hareket cdcbilirse, ileriye
atılmış bir adım olma şansını yakalamış
olacaktır.
(?artilerüstü Politikadan " İşçi
Partisi "ne başlıklı yazıdan, Sayı: 56,
Haziran '93)
Gelecek
Neden M L/MZD değil de. M L M ?
N iyet ne ol ursa olsun, ML/MZD formülasyonunu kullanmak, Maa'nun
katkılarına yeterince agırlık verıncıneyi beraberinde getirmektedir. Maa' nun
katkılarını Marks ' ın, Lenin'in katkılarından daha az önem li görmektir. Ancak
gelinen aşamada Maa'nun katkılarının Marks'ın, Lenin ' in katkıları ilc eş dcgcrde
oldugu, aynı önemde oldugu, aynı seviyede olduğu açıktır. İ şte esas olarak bu
nedenden dolayı devrim bilimi ML/MZD olarak adlandırılmama l ıdır.
Ü lkemizde Mao Zcdung ' un en tutarlı savunucuları olarak bizler, proletarya
panisinin aynı zamanda BPKD'nin ürünü oldugumuzu da açık bir şekilde
bclirtmckteyiz. O halde biz dünyamızın ve ülkemizin büyük bir a l t üst oluşa
tan ık oldugu, Ul usal Kom ünist Hareket' in önderlik sorunu yaşadıgı günümüz
koşullarında, Maa'ya gereken agırlıgı vermek, onun önemini kendimizden başlayanık
kavramak , k avratmak, onu hakettiği düzeye yerleştirmek gibi son dcreec tayin
edici göred.�rlc karşı karşıya olduğumuzu gözden yitirmcmcliyiz .
. . . B i r hütün olarak bakarsak Maoizm, Marksizm-Lcn inizm ' in nitcl bir
g d i şmcsin i ıcmsil eder. Demek ki Marksizm- Lcninizm- Manizm, "Bütünsel bir
fcbcfe ve siyasi teorı. aynı zamanda yaşayan, eleştirel v,· sürekli gelişen bir
bilimdir. Marks, Len in ve M aa'nun düşüncelerinin niccl bır toplamı değildir,
(ne de onlar tarafından benimsenen ve savunulan tck tck özgül görüş veya
politika ya da taktik, hatasız olmuştur)." Marksizm-Lcninizm-Maoizm " Marks'ın
kurduğu günden bugüne komünist teorinin erişıigi gel işmen in, özel likle de
kaydcttigi ileri dogru nitel kopuş hamlelerinin bir sentezidir." İşte bu sebepten
dolayı ve bu anlamda Lenin'in Marksizm hakkında söylemiş olduğu gibi Marksizm­
·
Lcninizm-Maoizm herşeye kadirdir, çünkü dogrudur.
(TKP-ML'nin, Enterruısyonal Proletaryanın Devrim Bilimi Neden ML!MZD Olarak
Adlandtrtlmamalıdır? başlıklı açıklamasından, Sayı: 1 8, 1 6-31 Aralık '93)
249
Barjkat:
Kompleks Degil G örev B il i n ci
' SO' lerin ortasından sonra kendini dogrudan s il ah l ı savaş tarzında ortaya
koyan Kürt dinam igi kuşkusuz bir çok şeyden daha az etk ilenmiştir. Istim
üzerinde bir mekanizma olarak olumsuz dalgaya karşı bagışık olabilmiş, u l usal
boyutun -çok abartı lmaması gereken- avantajlarını da h issctmiştir.
Sonuçta, büyük ölçüde kendi günahlarının kefaretini ödeyerek daralan Türkiye
Devrimci Harcketi 'yle, yükselen Kürt dinamigi ar.ısında çok net bir fark oluşmuştur.
Ş üphesiz bu farktan rahatsız olmak son dcreec saçmaciır. B u , gerçegin
kendisinden rahatsı z olmaktır.
Ve dogaldır, bu durum Türkiye boyutundaki birçok devrimci i nsana da
"gıpta etme" sözcügüylc i fade edilebilecek olan ve kendi durumuna yöne l i k
bir hoşnutsuzluga denk düşen duygular yaratmışur. S o n derece s ag l ı k l ıd ır:
olumsuz bir durumdan ötürü hoşnutsuzluk duymak hem dogaldır, hem de
i lerieyebilmek için gerek l idir.
Ama saglıksız bir yanı da var, daha dogrusu saglıksız noktaya varan bir
ucu var; onu yakalamak gerekiyor. Devrimci insanın garip şekilde kendi devrim
sürecine yabancılaşması, kendi görevlerinin b i l i ncinden uzaklaşması ve g iderek
-iktidar perspektifi anlam ında· devrimcilikten uzaklaşıp "dayanışmacı" bir konuma
kaymasİ bu durumun özet bir aniaLımı olabil ir.
( . . . ) Gerçekte, ezen-sömürgcci ülkenin nüfus kagıdını taşımak ayrıdır, ezen
ulus savunucusu ve bu anlamda "teba"sı olmak ayrıdır. S iz, devrimci mücadelenin
içinde yer al ıyor ve kendinizi fiilen resmi kalıp ların, daha dogrusu bütün sistem­
içi kalıpların dışında konumlandırıyorsaııız, ve bunu söylem düzey inin ötesinde
pratik olarak gerçekleştiriyorsanız, sömürgeci mekanizmayla i lişkiniz salt b i r
k i m l i k kartından ibarettir.
( ... ) Eğer bir "ezi l me" yaşanacaksa, bu kendi görev lerin i yapamayan bir
devrimcinin ezilmesi olab i l ir ve böylesi saglık l ıdır. Oysa çogu kez, devrimci
insanda gözlenen Türkiye devrimci hareketinin mevcut zayınıgının yoğun etkisiyle
bir savrulmadır. Kendi devrimci perspektifini zay ıflatarak, bir "dayanışmacı"
konumuna inen, ezen ulus üyesi olarak Kürdistan ' a karşı görevlerini fazlasıyla
hatırlarkcn, yeni-söm ürge Türkiye' nin görevlerinden kısmen uzaklaşan, bütün
bunların bir bütün oldugunu kavrayamayan insan tipi bugün mevcuttur. Ve
işin kötüsü durum her zaman bu kadar da saf degildir, kimi zaman devrimci
görevlerden kaçış cgi hmi kendisini böyle bir boyutta i fade cdcbilmcktcd ir.
Bu, gerçekte Türkiye'de yaşadıgını unutmak an lamına gel iyor. Çünkü,
Türkiye'de Kürdistan ul usal kurtuluş mücadelesine destek, (cgcr salt "dcstckçi "
olmak istem iyorsanız) b i r devrim i örgütlernek yoluyla mümkündür.
B izler, Türkiyeli dcvrimcilcriz. UKM ' nc her güncel durumda destck sunmak,
oligarşinin Kürdistan'a yönelik her saldırısına " içerden" de karşı ç ı kmak,
250
enternasyonalist görevimizdir. Bu ayn bir konu. Ama gerçek bir desteğin Türkiye
devrim i n i yükseltmek anlam ına geldiğini de unutmamak zorundayız.
Çünkü bizler küçük-burjuva aydınları gibi Kürdistan'a karşı salt ahlaki bir
sorumluluk taşı m ıyoruz. Yani bizim açım ızdan sözkonusu olan şey, Vietnam­
Amerika olayında olduğu gibi değildir. Türkiyeli devrimci, herhangi bir iktidar
perspektifi olmayan, ülkesinin V ietnam 'daki canavarlıklarına karşı sall vicdani
protestosunu haykıran Amerikalı öğrenciden farklı bir olgudur. Türkiyeli devrimci
açısından sözkonusu olan sall protesto ve dayanışma değ i ldir; ya da daha
doğrusu Türkiye l i devrimci. için "dayanışma" esas olarak oligarşiyi yıkmak
gibi bir noktaya denk düşüyor.
B ugün, batıdaki devrimci hareketin kendine özg ü güçlüklerlc y ürüdügü ,
büyük b i r toplumsal deformasyonu aşmaya çal ıştığı v e zorlandığı açıktır. Bütü n
bunlar bizim gerçekl iğimizdir. H içbirini yadsımıyoruz.
Ama bu yalnızca işimizin zor olduğu an lamına gelir, bu zor işi terkedip
daha geri konumlara d üşmemiz gerektiği anlamına değil.
Kürdistan her yönüyle TC işgali altındadır. Türkiye de, ekonom isinden
politikasına, sanatından kültürüne emperyalist işgal allındadır. Bu işgali bir
devrimle kırmak, ama bu süreçte de her gün darbeler vurmak görevim izd ir.
Türk halkının ve işçi sınıfının yeni kü ltürünü inşa etmek görevim izd ir. Bu
gerçekten yen i bir kültür, devrimci-sosyalist bir kültür olacaktır ve ezen ulus
k ültürü ancak böyle çöplüğe atıl acaktır.
Bu görev ise, sağlıksız-komplcksli bir hayranlıkla değil, gerçekten doğru
temel lere oturtulmuş bir devrimci m ücadelcyle, bu m ücadelen in yaşamın her
düzeyinde organize edilmesiyle mümkündür.
(Türkiye' de De'vrimci Olmak: Kompleks Değil, Görev Bilin ci , Say ı : l 2,
Tem m uz-Ağustos '93)
. . .
Yen i Demokrat Genelik
Kemal izm ile komünizm (MLM) arasm da
salinan u l usal burj uvazi
Sonsöz; ulusal burj uvazi çağımızda zayıf bir sınıftır, devrimle karşı devrim,
egemenieric işçi sınıfı ve halk arasında yalpalayıp durur. Bunun nedeni hem
emperyalizm tarafından gelişmesinin engellenmesi hem de işçi sınıfı önderliğindeki
bir halk devriminden korkmasıdır. Ekonomik zay ıflığı ve sınıf m ücadelesindeki
çelişkili yeri ideoloj isinde de kendisini açığa vurur. O, bağımsız bir ideoloj i
ilc ortaya çıkmaz, kendi özlem lerini, çıkarlarını açıkça ortaya scrmez. Toplumdaki
etkili ideoloj ileri kendisine uyarlamaya çalışır. Bizim toplumumuzda bunlar
komprador burjuvazi ve büyük toprak ağalarının ideolojisi olan Kemalizm ilc
işçi sınıfının ideolojisi olan komünizm (MLM)'dir. Ulusal burjuvazi kah bunlardan
birine kah diğerine "sarı lır" ama bunu yaparken de diğerini de elden çıkarmak
istemez. Çünkü zayıfl ığını örtmek, iki kesime de şi rin görünmek için böyle
davranması gerek ir.
(Doğu Perinçek' e Yan ıt: ' istemez Sizin Olsun." , Sayı: 1 5 , Aralık '93)
25 1
Solda b i r a k ı l l ı i l e b i r b u d al a
Akıllman "ölçü"sü
Marks 'ı en çok birkaç cümlelik aksiyomlardan ibaret sayıp Len in'e geçmek
ve bir daha geriye dönme ihtiyacı hissetmemek, Türkiye'deki devrimci-demokrat
kökenl i leni nisLierin belirgin özell iklerindendir. Örnek olsun diye söy lüyorum;
yukarıdaki tanıma uyan bir grubun yaklaş ık bir buçuk yıl önce yayınladıgı ve
kapağında Marks' ın resmi olan bir dergide, Marks'a, alıntı bile sayılmayacak
3 referans var. Oturup Lenin'den yapılan alıntı lara baktım. B irkaç eksik ya da
fazla olabil ir; ama 49 tane Lenin al ıntısı saydım. Bun lardan önemli bir bölümü
uzunca paragrafiardan oluşuyordu.
(Metin Çulhaoğlu, İktidar'ın ak ıllı yazarı, Nerede (ne kadar) Marks, Nerede
(ne kadar) Lenin başlıklı yazıdan, Kasım '93)
B u dalanan "cetvel"i
Her şeyden önce kendine sosyalist diyen onlarca grubun olması, am_a hemen
hepsinin de kendinden başka kimseyi sosyalist görmemesi, sorunun ele alınışında
ortak bir dilin, ortak bir cetvelin bulunması nı engelliyor ...
Şimdi bu u l uslararası merkezler de çöktüğüne ve ona umut bağlayanları
hayal kı rıkl ığına uğrattığına göre, bugün kimin ve bunların ne kadar sosyalist
olduğuna kim karar verecektir? Açık ki, bugünün koşullarında hiç kimse buna
karar veremez, verse de kendinden başka kimseye di nletemez. R ugün kendi
otoritem izi, ortak cetvelimizi kendimiz yaratmak zorundayız. Bu konuda belki
de herkesin an laşuğı , bugün ölçmese de bir ortak cetvel var: Sosyal pratik! . . .
Peki hangi sorunun çözülmesi gerek iyor y a da herkesin anlaşacağı bir
ortak cetvel bulmak zorunlu mu sorusu sorulabi lir. Herkesin bir yerden tutup
gilliği ortamda bu sorgulamayı bir çoğunun gereksiz bir beyin jimnastiği göreceği
kesindir. . .
Böyle düşünenler devrimci sosyalist bir al ternati f yaratmak, bu al ternatifi
yaratmanın teorik ve politik sorunlarını tartı şmak, karşı lıklı bir diyalog ortamı
yaratmak için ortak bir dil, şu an için herkesin ol masa da, önemli bir kesimin
itiraz etmeyeceği ortak bir cetvel ol uşturulması gerekiyor.
(Ertan Gök su, De vrim' in budala yazarı, Partileşme ve Görevlerimiz Üzerine
Notlar başlıklı yazıda, Sayı: 20, Ekim '93)
252
EJilln
Yerel seçi mler yaklaşı rke n . . .
B ütün belirtiler Mart ayının hayli
"sıcak" geçcccgini gösteriyor. B unun
bir nedeni Ncwroz ve yerel seçimlerin
üstüste düşmesi. Ama çok daha önem­
li bir neden daha var. B u da yerel se­
çimlerin taşıdıgı "olaganüstü" öncmdir.
Mart yerel seçimleri, gerek düzen ge­
rekse devrim açısından, sonraki geliş­
mcleri yakından etk i l eyecek den l i
önem li b i r siyasal olay.
Türk burjuvazisi, uzunca bir sü­
redir bir "yönctcmcmc" krizi içcrisin­
dcdir. Sık sık yapılan seçimler, sık sık
değiştirilen yüzler, düzene yalnızca
kısa süreli bir soluklanma imkanı sag­
layabilmcktcdir.
Gürültülü bir kampanya cşligindc
k urulan DYP-S HP burj uva koali syon
hükümeti henüz ancak iki y ı lını dol­
d urmuş bulunuyor. Ne var ki, büyük
vaatlcrlc kurulan ve son y ı l ların en
büyük kitle dcstcğinc sahip olan bu
hükümet de, kısa süre içinde, daha
henüz birinci yıl ını dahi dolduramadan
y ıprandı, eskiye ç ıktı. Kendi imajını
tazelemek için, başta başbakan ve yar­
dımcısı olmak üzere, aşagı yukarı tüm
bakanlar kurulunu değiştirmek zorunda
kald ı .
Bugün yeni bir seçim dönem inin
öngünündcyiz. Düzen açısından deği­
şen tck şey, bu açmazın çok daha de­
rin leşm iş olmasıdır. Tck bir program
etrafıoda k ümclcncn burj uva partiler
bugün düne göre çok daha yıpranmış
d u rumdalar. DYP bayan başbakan
imajıyla bu yıpranmışlığı telafi etmeye
çal ışmaktadır. E l l erinde "gençl ik",
"güzellik", "kadın lık" vb. pazariamuk
dışında hiçbir olanak kalmamıştJr. Dün
sözümona muhalefet temaları o lan
demokrasi, Çekiç Güç, sendikalaşma
hakkı vb. üzerine dcmagojilcr de artık
eskimiş, inand ırı c ı l ık ları n ı tümüyle
yitirmiştir.
Bütün bunların düzen açısından
öneml i bir açmazı işaret ettiği kesin.
Bir süredir fiilen başlamış olan seçim
kampanyası göstermektcdir ki, onların,
şovenist kan lı çıglıkları dışında, Tür­
kiye'nin bölünmcz bütün lügü üzerine
hamasi n utuklar dışında, kitlelerden
destck talep etmeye dönük hiçbir ciddi
vaatleri kalmam ıştır.
*
Mart yerel seçimlerinin en büyük
siyasal önem inin K ürt u lusal soru­
n unda yattığ ı aç ı k . Düzeni n seç im
kampanyasını tümüyle şoven bir kam ­
panyaya dönüştürmesi bu yüzden. Ne
var ki, şoven izm hi stcri s indck i bu
yükselişin tck amacı , düzenin Kür­
d istan' daki seç imleri kaybetme telaşı
degildir. Düzen bu kumpanyayı yogun­
laştırarak, işçi/emekçi yoğunluklu met­
ropollerde kendi lehine bir k itle des­
teği yaratabi lmcyi amaçl ıyor. Dikkat
e d i l ecek o l u rsa, seç i m kam panya­
larında, eskiden olduğu türden "şaşaalı
vaatler" pek duyul muyor. Dcmokra- .
sidcn, insan haklarından, yoksulluktan,
örgü tlen m e hakk ı nd a n , d cmagoj i k
olarak da olsa , hemen hiç sözedi l ­
miyor. Tck bir tema vardır: "Ülke bö­
lünme tehd idiyle karşı karşıyad ır" ve
253
"ülkenin bölünmesini yalnız biz ön­
leriz"!
Zira düzen, yalnızca Kürt emekçi
halkı için de�il . Türkiye işçi sınıfı ve
emekçi halkı için de c iddi herhangi
bir "umut" yaratamıyor. Gelinen yer­
de, işçi ve emekçiler, mevcut düzen
partilerinin kendilerine özelleştirme,
işsizlik, örgütsüzlük vb. dışında vere­
bilecegi bir şey oldu�una hemen hiç
inanmamaktadırlar. Düzen, yeni alter­
natifler yaratamadıgı ölç üde, bu an­
lamda, işçi ve emekçilerin dcstcgini
de her geçen gün yitirmektcdir. Do­
layısı y la, düzen açısından, yalnı zca
Kürdistan 'da dcgil , tüm seçim bölgc­
lerfndc destck saglamak açıs ından
k üçümscnmeyecck problemler vardır.
Bu yüzden "batı"nın (Türk halkının)
dcstegini sagıamaya özel bir önem
veriyorlar. Bunun tck yolunun ise şo­
venizm histerisini yaygınlaştırmaktan
geçtigini düşünüyorlar. Özel leştirme
vb. saldırı larını da bu nedenle Mart
yerel seçimlerini izleyen döneme er­
teliyorlar.
*
Düzenin bu şoven çıglıkları, yal­
n ı zca bir aldatm aca deg i l el bette.
Düzen, Kürdistan'daki askeri ve siyasi
otoritesini yitirmek korkusu içindedir.
Onun yönetememe krizinin ardındaki
en önem li neden, Kürt ulusal m üca­
delesinin aldıgı bu önemli mesafedir.
Kürtlerin vasiliği üzerine hayallerin
yıkıldıgı bug ün, düzenin bu krizi ,
"PKK'yı ezmek" dışında aLlatma şansı
•da yok denecek kadar sınırlıdır. B ir
yandan, K ürt sorununu asgari bir za­
rarla çözüme kavuşturma olanaklarının
sınırlılığı, diger yandan da Kürt ulusal
m ücadelesinin ikili iktidarı zorlamaya
başlayan gel i şme d üzeyi . . . Düzen ,
Mart yerel seç imlerine bu sıkıntı ve
254
korkularla girmektedir. Seçimlerin tüm
Kürdistan coğrafyasını kapsaması ise,
bu sıkıntı ve korkuyu katbekat artır­
maktadır. Zira bu seçim lerde, Kürt
hal kının, sömürgeci burj uva devletin
otoritesini reddetLigini gösterecek her
sonuç, sömürgeci savaşın kaybedilmiş
oldugunu da tescil edecektir. PKK'nın
da Mart seçimlerine bu bilinçle özel
bir önem verdiği bilinmektedir.
Mart yerel seçimlerinin gerek
devrim ve gerekse düzen güçleri açı­
sından taşıdığı en büyük siyasal önem
de buradadır. Yerel seçimler, sömür­
gcci sermaye egemen l i ğ i n i n , Kürt
emekçi halkı üzerindeki otoritesini
tüm üyle kaybettiğinin bir ilanma dö­
nüştürülcbitir. Egcr böyle olabi lirse,
bu, Kürt ulusal mücadelesi aç ısından
olduğu kadar, Türkiye devrimi açısın­
dan da m uazzam önemde bir gelişme
olacaktır.
D üzen , Mart yerel seçi m lerine
bunun bil inciyle ve özel bir önemle
hazırlanıyor. Bu hazırlıgın temelinde
ise şiddet ve hile vardır. B ir yandan
Kürt emekçi halkına yönelik şiddet
yoğunlaştırı l ı yor, DEP kapatı l m ak
isteniyor, milletvekili ve yöneticilerine
baskı uygulanıyor. Diğer yandan da
Kürt halkının iradesini yansıtmasını
engelleyecek seçim h ileleri üzerinde
düşünülüyor. Askerlere oy hakkı geti­
rilmek isteniyor, seçim sisteminde de­
ğişiklik yapı l ması planlanıyor vb.
*
Mart yerel seçimlerinin en büyük
önem inin K ürt u l usal sor un unda
yattığını belirttik. Dolayısıyla bu temel
gerçeği gözcuncksizin seçimlere ilişkin
bir tutum belirlemek de sözkon usu
olamaz. Kom ünistler de seç im lere
dönük hazırlık ve politikalarında bu
gerçeği gözetcceklerdir. Kürt ulusal
sorunu d üzen açısından oldu�u kadar,
devrim cephesi açısından da, bu seçim
kampanyasının odak sorunu olmak
durumundadır.
B u noktada Kürt u lusuna veri­
lecek her destek, düzenin şovenizm
cereyanına, soykırım hesaplarına indi­
rilecek her darbe, hem enternasyonalist
görevleri yerine getirmek, hem de
Türkiye devriminin i leriye sıçrama
dinamiklerini hazırlamak açısından çok
büyük bir önem taşıyacaktır.
Komünistler kuşkusuz ki bu gö­
revi, kendi temel görevleri ekseninde,
kapitalist düzenin tcşhiri, sosyalizm ve
ihtilalci s ınıf partisi propagandasının
ana ekseninde yerine getireceklerdir.
işçi ve cmekçilcrc dönük saldırılar ilc
K ürt halkına dönük saldırıların te­
mcldcki ortak karaktcrini sergilemcyc
çalışacak , işçi ve cmckçilerle K ürt
halkının çıkarlarının ve savaşımlarının
ortaklıgı perspektifini, başta işçi sınıfı
olmak üzere tüm emekç i kesi mler
içinde yayg ın laştırm ay ı hedcflcyc­
ceklerdir.
Seç i m dönem ini, işçi sınıfı ve
emekç i ler üzerindeki düzen saldırı­
ların ı teşhir için, bu saldırılara karşı
örgütlü m ücadele i stegini uyarmak
amacıyla etkin bir biçimde kullana­
bilmck, yine kom ünistterin başl ıca
görevleri arasında olacaktır. Özelleş­
tirme, işsizlik, taşeronlaştırma, örgüt­
süzleştirmc, kamu çalışanlannın grevli­
toplusözlcşmcli sendikal örgütlenme
hakkı vb., tüm bunların birlcştigi "Ge­
nel Grev-Gcnel Direniş ! " çagrısı, se­
çim döneminde yapılacak çalışmanın
ana propaganda ve aji tasyon konu­
larıdır.
Mart yerel seçi mlerinde d üzen
güçleri aleyhine sayılacak her sonuç,
böyle bir sonucun Kürdistan sınırlarını
aşan bir kapsamda ortaya ç ık ması,
düzenin Kürt emekçi halkı na dönük
soykırım politik�larını, işçi ve emck­
çilcrc dönük iktisadi/siyasal tüm saldı­
rılarını sınırlayacak, gcri lctccck , dev­
rim güçleri açısından ise daha ileri
mcvzi lcrin kza n ı l ması olanaklarını
gcnişlctcccklir.
Bu yüzden Mart yerel seçimleri­
ne her açıdan haz ırlık yapmak, b u
seçi m leri d üzen in etkin bir tcşhiri ,
devrim ve sosyalizmin, ihtilalci sınıf
partisinin etkin bir propagandası için
kullanabilmek, Kürt emekçi halk ı ilc
enternasyonalist dayanışmanın yükscl­
tildiği bir sürece dönüştürmek, biz ko­
münistler açısından ertelenemez (_)nem­
l i bir görcvdir.
Ekim
15 Oca k '94
255
..
Uç B elge
Devrimci Demokratik Güç
Birliği üzerine
PKK'nın Mayıs ayı içerisinde ERNK Avrupa Örgütü aracılıgıyla Türkiyeli
sol örgütlere yaptıgı güçbirligi çagnsıyla başlayan girişimler, Haziran ayı içinde
Devrimci Demokratik Güç Birligi'nin (DDGB) kuruluşuyla sonuçlandı. DDGB'nin
kuruluşunda yeralan PKK, TKP-Kıvılcım, MLSPB, TKP-ML Hareketi, TDP,
TKEP ve Devrimci Partizan, oluşturulan güçbirliginin amaç ve hedeflerini 1 5
Haziran 1 993 tarihli bir bildiriyle kamuoyuna duyurdular. Kuruluşunun hemen
ardından, "Kürdistan ve Türkiye' de yaşanan vahşet ve zulme karşı üç aylık bir
kampanya başlatma kararı" alan DDGB, bu dogrultuda Avrupa'da bazı etkinlikler
gösterdi. Ne var ki, aradan geçen üç aylık süreye ragmen güçbirliğinin sonuçlan
henüz Türkiye'ye hissedilir biçimde yansımış değil. Bu
arada
kuruculardan MLSPB,
bazı pratik nedenler ileri sürerek Agustos ayı içinde güçbirliğinden çekildi.
B üyük bir parçalanmışlık ve dağınıklık içinde bulunan Türkiye devrimci
hareketinin siyasal mücadele içinde güçlerini birlcştirmcsi, devrimci bir temel
üzerinde eylem birliğini geliştirmesi ve bunu belli biçimler içinde kurumlaşurması,
devrimci sınıf mücadelesinin temel bir ihtiyacıdır. Sermayenin işçi sınıfına, tüm
çalışan kesimlere ve ulusal özgürlügü için savaşan Kürt halkına karşı "topyekün"
bir saldın sürdürdüğü şu günlerde, böyle bir güç ve eylem birliği her zamankinden
ayrı bir önem taşımaktadır.
Oysa belli özel vesilelerle zaman 7.aman "dergiler platformu" üzerinden oluşan
cılız ve şekilsiz işbirliği çabalan ile belli kitle eylemlerinde kendiliğinden buluşmalar
dışta tutulursa, devrimci örgütlerin faaliyetleri ve eylemleri arasında sürüp giden
rahatsız edici bir kopukluk var. Kürt devrimci hareketiyle (somutta PKK ile)
ilişkilerde ise çok daha belirgin yaşanan bir zaaftır bu.
Devrim ci örgüflcr arasında güç ve eylem birliği pratiği, geleneksel ol arak
hep zayıf olagelmiştir. Bunun temelde hareketin küçük-burjuva ideoloj ik-sını fsal
yapısından kaynaklanan çeşitli nedenleri vardır. Bugünkü kopukluk
12
Eylül
sonrasındaki genel zayıflama ve i ddiasızlaşma ilc de sıkı sıkıya bağlantıl ıdır.
Uzun zaman siyasal mücadelenin kenarında kalış, bemberinde devrimci mücadelenin
acil ihtiyaçl arı doğrultusunda bir güç ve eylem birliğinin önem ini gereğince
dcğcrl endircmcmcyi de getircbilmcktcdir.
Bu gerçeklerin ışıgında bakıldığında güçbirl iği doğrultusundaki çabalar anlaml ı
ve önemlidir. Bazı devrimci örgütlerin DDGB adı altında oluşturmuş bulunduğu
güçbirliği de kuşkusuz bu doğrultuda atılmış iyiniyetli bir adımın ifadcsidir.
EKİM, PKK'nın çağrısıyla başlayan girişimi bu yönüyle destekledi ve ön çalışmalara
katıldı. Ne var ki Devrimci Demokratik Güç Birliği'nin kuruluşu içinde ycralmadı.
Zira bu birlik bugünkü biçimiyle EKİM'in politik sorumluluğunu üstlcncmcycccği
esasa ilişkin zaaflar taşım aktadır.
D evrim ci Demokratik Güç Birliği'nin en temel zaafı, onun kendisi için
259
tanımladıgı mücadele platfonnundan kaynaklanmaktadır. Bu platform, Devrimci
Demokratik Güç Birligi'nin Kuruluş Bildirisi'nde ifadesini bulmaktadır. K uruluş
Bildirisi, ön taruşmaların ve eleştiriterin ardından ortaya çıkan en ileri metindir.
Ne var ki bu metin bu son şekliyle bile devrim hcdefmden ve iktidar perspektifinden
yoksun refonncu bir belgedir.
Devrimci bir siyasal mücadele platfonnu, öncelikle kendini kurulu toplumsal ve
siyasal düzen ve iktidar karşısında açık bir devrim hedefi ve devrimci iktidar perspek­
tifiyle tanımlamak zorundadır. Devrimci bir güçbirliginin, bu birlik eger gerçekten
devrimci olacaksa, gözetilmesi gereken asgari devrimci bir temel önkoşuludur bu.
Kuruluş Bildirisi, ön tartışmalarda EKİM tarafından yöneltilen tüm uyarı ve eleştirilere
ragmen, bu temel önkoşulda açık bir tutum almaklan ısrarla kaçınmışur. Bugünkü
-------------------- ------
" B u TKP-TİP-TSİP'in '70'1erdeki platformudur"
"Size ekte A vrupa' daki eylem birliğinin gerçek mahiyetini veren üç belge
gönderiyorum. İçlerinde görüşmelere katılan yoldaşın MK'ya yazdıgı bilgi
mektubu da var. B unlar size yeterli bir fikir verecektir. Özgür Gündem' in
kısacık haberlerinde biz hep "destekçi" olarak geçiyoruz. B u ifade bizim
konumumuzu ve tutumumuzu dogru vermiyor. İşin aslı şu: Devrimci demokrasi,
fikir birliği halinde bir "demokrasi platformu" kurmaya çalışıyor. İçlerinden
bazıları bunu /ega/ bir parti için bir çıkış noktası olarak kullanmaya çalışıyor.
PKK, Türkiye solunu zaten "demokrasi mücadelesi"nin bir yedek gücü olarak
degerlendirdigi için buna onay veriyor. işte biz bu platformu reddediyo;uz.
Reddeuiğimiz platforma "destek" vermemiz mantık dışı olur. Fakat biz acil
demokratik siyasal istemiere dayalı bir güç ve eylem birligini de hem çok
önemli ve hem de çok acil bir ihtiyaç olarak degerlendiriyoruz. Bu nedenle
görüşmelere katılıyoruz. (Zaten olay hala da genel olarak görüşmeler süreci
olarak seyrediyor). Böylece hem devrimci demokrasinin geri demokratik
platformuyla ideolojik-politik bir mücadele yürütüyoruz ve hem de eylem birligi
süreci içinde yer alıyoruz.
Türkiye devrimci hareketi eskiden de "demokrasi mücadelesi" sevdalısıydı.
Fakat hiç değilse bunu hep bir iktidar vurgusu içinde ifade ederdi. "Demokratik
halk devrimi", "Demokratik halk iktidarı" derdi. Oysa şimdilerde iktidar
mücadelesi vurgusundan koparı/mış bir "demokrasi mücadelesi" derekesine
düşmüş bulunuyor birçok grup. Bu TKP-TİP-TSİP' in 70' lerdeki platformudur.
Yazıklar olsun! Taşji.yeci çürümenin ideolojik yönü işte budur. Yoldaşlar aldıkları
izienimlerde abartıya düşmüyor/arsa eger, PKK bile herşeye ragmen bizim
bu geri/ige iktidar perspektifine dayalı olarak yöne/uigimiz eleştiriye bir parça
sempatiyle bakabiliyor. Devrimci 1/arekelle Reformisi Eı,'filim kitabında "toplumun
demokratikleşmesi" liberal tasfiyeci platformu ele alınıyor; kendi başına ya
da kendi içinde bir "demokrasi mücadelesi" "iktidar perspektifinin yilirildiği
alan" olarak tanımlanıyor. A vrupa' da oluşturulan "demokrasi platformu " na
bunun ışıgında bakı/abi/ir."
28
ziran '93 tarih me·lrtllntnn
��
�� �1
_
260
-
güçbirligini oluşturan grupların istisnasız tümü, tali noktalara yöneltilen tek tük
itirazlar ötesinde, Bildiri' nin son derece geri ilk taslagını bile esas perspektifi
yönünden onaylayabilmişlerdir.
B ildiri'de Türkiye kapitalizmi ve sermaye iktidan üzerine tck kelime bulmak
olanaksızdır. Gündelik propaganda ve teşhir faaliyetlerinde döne döne Türkiye
kapitalizminin açmazlarından, tıkanmışlıgmdan, sermaye iktidarının çözümsüz­
l ügündcn sözedcnlcrin, ortak bir devrime[ m ücadele platformu oluştururlarkcn,
bu tıkanmış düzen ve çürümüş iktidar karşısında açık bir devrimci siyasal tutum
alarnamalan anlaşılır bir durum degildir.
Kendilerini "devrimci parti ve örgüı/er olarak" tanımlayan DDGB kuruculan,
"emperyalizme, faşizme, sömürgecilige, şovenizme, cins ayrımcı/ıgına ve doganın
tahribine karşı olmak ilkeleri" dogrultusunda birleştiklerini ilan ediyorlar. Fa­
kat şunu u nutuyorlar ki, eger bunlar soyut dcgil de somut içcrigi olan "ilkeler"
ise, tüm bu "karşı olma"lar içinde m ücadele edilen topluma hakim bulunan sı­
nıf egemenligine karşı açık bir tutumla birlcşmcdiği sürece, kendi başına devrimci
bir platformun göstergesi olamazlar. Kişi emperyalizme karşı olur da ilerici yurtsever
olur, faşizme karşı olur da burjuva demokratı olur, sömürgeciligc ve şovenizme
karşı olur da burjuva demokratı ya da ulusal demokrat olur, cins ayrımcılıgı­
na . karşı olur da feminist olur, doğanın tahribine karşı olur da yeşilci/çevreci
olur. Dolayısıyla bunlar.ı tck tck, hatta hepsine birarada karşı olmak kendi başına
kimseyi devrimci yapmaz. Devrimcilik kurulu düzen ve sınıf egemenliğine karşıtlık
çizgisinden başlar.
Eğer "Türkiye ve Kürdistan devrimini ileri taşımak hedefiyle" hareket ct­
rnek iddiasındaki "devrimci parti ve örgütler"se sözkonusu olan, bu takdirde,
tüm bu "karşı olma"ların kurulu toplumsal ve siyasal düzenin tcmcllerine, mev­
cut gerici sınıf egemenliğine karşıtlıkla birleşmesi, böyle ifade edilmesi gerekir.
Daha doğrusu bu temel pcrspcktife bağlanarak, onun içinde ele alınması, ona
göre tanımlanması gerekir. Bu, devrimci kimlik ve konum için basit, asgari, fakat
kesin bir zorunluluktur. Bildiri bu açık devrimci tutumdan özenle kaçınıyor.
Bu rastlantı değil. Zira yalnızca DDGB k urucuları değil, bir bütün olarak
"devrimci-demokratik harckcl''lcr, bir m ücadele platformu olarak kapitalist sınıf
egemenl iğine karşlllık sorununa , toplumun bugünkü objekti f i l işki lerinden,
Türkiye'nin yaşayan sosyo-ekonomik ve sosyo-politik gerçeklerinden değil, ken­
di 30 yıllık donmuş burj uva-demokratik önyargılarından bakıyorlar. Kendilerini
topluma egemen burjuva sınıf egemenliğine karşıtlık üzerine oturan bir mücad�le
platformundan tanım larlarsa, bunun onları "sosyalist devrim" perspektifi düzc­
yine çıkaracağından korkuyorlar. Oysa kendine "devrimci" diyenierin bugün aruk
ası l korkması gereken, bunun gerisindeki her tutumun gerçekte reformizme kapı
aralad ığı, son tah lildc düzen kanallarına çıktığıdır.
Nitekim Bildiri'nin düştüğü durum da budur. Bunu görmek için, onun ken­
disi için tanım ladığı temel siyasal hedeflere bakmak bile yeter. Şöyle deniyor
Bildiri'dc: "Devrimci Demokratik Güç Birlib'fi Türkiye'de demokrasinin, Kürdistan' da
ulusal demokratik çözümün kitlelerin devrimci mücadelesinin yükseltilerek
261
kazanılmasını hedefler."
Kürdistan için ileri sürülen tümüyle mugtak ve belirsiz "ulusal demokratik
çözüm" hedefini bir yana bırakalım. DIXJB'nin Türkiye için temel siyasal hedefi,
kitlelerin devrimci m ücadelesi yükseltilerek kazanılacak bir "demokrasi"dir. Bu
nasıl bir "demokrasi"dir?
Mevcut sınıf ve iktidar ilişki­
lerinde köklü bir degişime,
S iyasal hedefler
dolayısıyla sermayenin sınıf
ve "devrimci eylemler"
egemenligini altedecek bir
devrime m i dayanacakur?
"Devrimci savaşım ve devrimci eylemler,
Yoksa kurulu düzenin deva­
ulusal sorunu çözmenin önkoşulu olarak egemen
mı temeli üzerinde bir dizi
sınıfın alaşağı edilmesi ile, iktidarın alınması
demokratik hak ve özgür­
ile, devrimin zaferi ile özdeşleştirilebilir mi?
tügün kazan ılmasında m ı
Elbette hayır. Ulusal sorunu çözmenin temel
koşulu olarak devrimin zaferinden sözetmek ile,
ifadesini bulacaktır? İlkiysc
ulusal sorunun çözümünün önkoşulu olarak
neden bu konuda açık ifa­
"devrimci eylemler" ve "devrimci savaşım" ı
delerden kaçınılıyor? İkin­
göstermek
birbirinden farklı şeylerdir. Reformlar
cisiyse "devrimci"lik bu si­
yolunun,
anayasal
yolun, "devrimci eylemler" i
yasal hedefin neresinde?
ve
"devrimci
savaşım"
ı kesinlikle dışıalamadığını
DDG B 'ciler bir siyasal re­
belirtmek
gerekir.
Şu
ya
da bu partinin devrimci
form isteminin (burada siya­
ya
da
ref
ormcu
karakterinin
belirlenmesinde tayin
sal demokrasinin) "killelerin
edici
olan,
tek
başına
"devrimci
eylemler" değil,
devrim c i m ücadelesiyle"
ama parti tarafından girişileh ve yararlanılan
kazanılmasının onun reform
bu eylemlerin siyasal hedef ve görev/eridir.
nitcligini hiçbir biçimde de­
Birinci Duma' nın dağıtılmasından sonra, Rus
ğiştirmeyeceğini bilmiyorlar
Menşevik/eri, bilindiği gibi 1 906 yılında, "ge­
m ı yoksa?
nel grev" , hatta "silahlı ayaklanma" örgütlemeyi
DDGB ' y i oluşturan
öneriyorlardı. Ama bu onların Menşevik kalma­
"devrimci parti ve örgütler"
larına hiç de engel olmadı. Çünkü bütün bunları
kusura bakmasınlar ama, ka­
o zaman ne için öneriyorlardı? Elbette Çarlığı
pitalist bir ülkede kendi başı­
paramparça etmek ve devrimin tam zaferini
na konulmuş bir "demok­ . örgüt/emek için değil. Ama reformlar kopar­
rasiyi · kazanma" platformu,
mak, "anayasa" yı geniş/etmek, "iyileştirilmiş''
devrimci demokrat bile değil,
bir Duma toplamak amacıyla Çarlık hükümeti
apaçık bir liberal demokrat
üzerinde "bir baskıda bulunmak" için iktidar
programdır. Aynı anlama
egemen sınıfın elinde kalırken, eski düzenin
gelmek üzere, bu '80 önce­
reformdan geçirilmesi için "devrimci eylemler"­
sinde az çok tutarlılıkla sa­
bu bir şeydir, bu anayasal yoldur. Eski düzeni
y ıkmak için, egemen sınıfı de virmek için
vunulan türden bir devrimci
"devrimci eylemler" -bu başka bir şeydir, dev­
demokrasi p latform u bile
rimci
yoldur. Devrimin tam zaferi yoludur.
değil, bir burjuva demok­
Burada
temel bir fark vardır."
rasisi platformudur. Temel
J. V. Stalin, Eserler, C ilt. 7
sınıf ilişkilerinde bir deği------- ··-----
262
--·-· -·--
şiklige yolaçmaksızın mevcut burjuva toplumunun demokratikleştirilmesi arzusu
ve hedefini dile getirir. Bu, d ün TKP'nin, bugün ise İnsan Hakları Demekleri
ilc bir kısım ilerici sendikanın platformudur.
Bu platforma düşmek, '80 öncesinin "devrimci-demokratları" için gerçek
bir gerilcmcdir. O zamanlar "demokrasiyi kazan­
mak" hedefi revizyonist­
Demokrasi mücadelesi ve
reformİst partilerin ala­
sosyalizm perspektifi
ıneti farikasıydı. Devrim­
·
"Konferansımız, siyasal gericiliğin hüküm
ciler ise hakim sınıf iktidarının devrilmesine da- sürdüğü bir ülke olan Türkiye' de, temel demokratik
yal ı bir "halk devrimi" siyasal haklar uğruna mücadelenin taşıdığı özel
hedefiyle hareket eder, önemin bilincindedir. Dolayısıyla, komünistler, işçi
ve emekçi kitleleri demokratik siyasal istemler ugruna
"halk iktidarı"nın kurultutarlı bir mücadeleye yöneltmek/en, bu mücadele
masına dayalı bir "deiçinde işçi sınıfı ve emekçi kitleleri siyasal bakımdan
mokrasi m ücadelesi" yüegitmekten bir an bile geri duramaz/ar. Ama bu,
rütürlerdi.
sermaye iktidarının devrilmesini kolaylaştırmak, bu
Oysa bugün TKPtemel amaç için mücadele olanaklarını arttırmak,
ML Hareketi ve TK İ H'bütün demokratik öğeleri, kurumları v e özlemleri
den TDKP'ye, TKP-Kıbu temel amaç uğruna seferber etmek içindir.
vılcım 'dan TDP'ye tüm
Kapitalist bir ülke olan Türkiye' de, siyasal
parti ve gruplar, kendi
gericiğiliğin temel toplumwl tabanı egemen sınıf 1
içi nde tanım lanan bir olan burjuvazidir. Bir öteki ifadeyle, demokratik
"demokrasi mücadelesi"
siyasal hakları elde etmenin ve kullanmanın önündeki
ekseninde dönüp duruasıl engel, burjuvazi ve onun siyasal sınıf
yorlar. K üçük-burj uva egemenliğidir. Bu, burjuvazinin devrilmesi ve siyasal
sınıf karaktcriyle sıkı
iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi
sıkıya baglantılı bu bur- mücadelesi içinde ele alınmayan bir "demokrasi
juva demokratik pcrspck- mücadelesi" nin, reformcu bir perspektife düşmeye
ve dolayısıyla düzen içinde boğulmaya mahkum
tifin devrimcilere na<;ıl bir
olduğu
anlamına gelir.
akibcl hazırladıgını göreKapilalist
bir toplumda, demokrasi mücadelesi
bilmek için, Latin Amcile
sosyalist
devrim
ilişkisi, reform-devrim ilişkisininf
rika devrimci hareketini
diyalektlginin
kendini
gösterdiği temel alandır.
biraz daha yakından inBurjuvaziyi
devirme
stratejisinden
koparılmış, kendi
cclemcnin, bu arada Nibaşına
bağımçız
�
ir
sırat
j
�
,
b
�
r
s
�
zde
devrim ��sı
�
karagua ve E l Sal vave
programı
halıne
getırılmış
bır
demokrası
muca­
dor'daki gelişmeleri ledelesi, gerçekte burjuva toplumun tam derrıokraorik bir pcrspcktil1c irdc.
likleşmesi amacından öte bir anlam taşımaz. Bu ise
l ernenın zamanıd ır.
proletaryanın dünya görüşü ve sınıf konumundan
.. 8. ' X' ' . . .
G uç ırl ıgı nın ıçın' konumu ıifi·�
�.ı.. eder. "
,r.ormıst /ı'bera1 bır
bakıIdıgın.ı�
uu re1
dc ..ateşkes..ten ve PKKEKIM I. Genel Konferansı 1 Değerlendırme
PSK .Protokolü'nden d0
ve Kararlar, Eksen Yayıncılık, s.37-38
layı PKK ' y ı eleştirenter
------ · ------- --·-··�-----�__..,
_
l
·
·
·
263
de yeralıyor. Peki ama burjuva
sınıf egemenligini yıkmaktan
kopanlmış bir "demokrasi müca­
"Demokrasi mücadelesi":
İktidar perspektifinin
delesi"ni n PKK-PSK Proto­
yitirildiği alan
kolü'nden özde farkı ne?
Kuru l u toplumsal düzene
ve siyasal sınıf iktidarına karşıt­
l ı k , dev r i m c i olmanın asgari
koşuludur. Devrimci, kendini
devrim hedefi ve iktidar pe rs­
pektifiyle tanımlar. Bunlar ger­
çekten devrimci olacak bir güç­
birliginin asgari koşulları, B II­
diri'nin ifadesiyle "ortak pay­
da"sıdır. Ancak böyle bir onak
payda üzerinde yükselen bir
devrimci güçbirligi, Türkiye ve
Kürdistan devrimini ileriye gö­
türebilir, Kürt ve Türk emekçi­
lerine devrimci bir çıkış yolu,
bir iktidar alternatifi ve hedefi
hazır layabi l ir. Ve ancak b u
perspektif içinde yürütülen bir
demokrasi m ücadelesi, hem
yıgınların bir dizi demokratik
"Demokrasi sorununu ve mücadelesini ele
alış, Türkiye devrimci hareketinin iç tartış­
malarında oldugu kadar iç ayrışma/arında
da temel bir öneme sahiptir. Programa, devrim
stratejisine ve po/ilik ıakıige ilişkin tartış­
malarda özel bir yer tutmaktadır. Demokrasi
mücadelesi geçmişten beri, fakat özellikle de
bugün, "devrimci demokratlar" ın bir bütün
olarak tökezlediJ;"fi , burjuva-demokratik görüşün
tuzagına ve burjuva reformizminin yedegine
düşmekten kurtulamadık/arı bir sorundur.
Abartmaya düşmeksizin söylenebilir; Türkiye
devrimci hareketinde devrimci komünistler/e
devrimci demokratların, proleter sosyalizmi
ile k üçük-burjuva sosyalizminin (demok­
rasisinin) temel ayrım ve saflaşma noktala­
rından biri alacakır bu sorunu ele alış. "
Devrimci Harekette Reformist Egilim,
�ksen Yayıncılık, s . l 08
hak ve talebinin elde edilmesine ve hem de, bu mücadelenin bugün bir çözümsüzlük ve çürüme içinde olan
sermaye iktidarının temellerine yönelmesine hizmet edebilir.
DDGB ' n in şimdiki platformu ise, niyetlerden bagımsız olarak, "kitlelerin
devrimci mücadelesinin" düzeniçi "siyasal çözüm"lcrc kanalize olmasına, düzen
. kanalları içinde eriyip kaybolmasına yolaçar.
DDGB'nin en temel zaafı bu olmakla birlikte tck zaafı platformunun reformist
özü degildir. Bunun yanısıra, güçbirligi içinde yeralan grupların birligc bakışları
ve ondan beklentilerinde ciddi farklıl ıklar var. PKK bu birligi, Türkiye devrimci
hareketinin sınırlı potansiyelini "demokrasi mücadclcsi"nc kanalize ederek özel
savaş yükünü bir parça hafificlecek bir taktik girişim olarak degerlcndiriyor.
TKP-ML Hareketi güç birligini demokratik talepler ugruna mücadeleyi güçlen­
direcek, yani "demokrasi mücadclesi"ni
bir parça ilerietecek bir basit eylem
birligi olanağı olarak dcgerlcndiriyor. TKP-Kıvılcım bundan bir "cephe" çıkarmayı
umuyor. İçlerinde, bunu yeterl i açıklıkta ifade etmeseler de, bu güçbirliğinden
bir legal parti çıkarmayı umanlar bile var.
Mevcut Güç Birligi'nin bir başka zaafı , bunun halihazırda bir yurtdışı birliği
olarak kalmasıdır. (Bu aşılabilir bir zaaflır.)
264
Mevcut durumda bir öteki zaafı ise katılımın sınırlılıgıdır. B u şekliyle bu
güçbirligi Türkiye devrimci hareketinin oldukça önemsiz bir bölümünü kucaklıyor.
Fakat bu güçbirligini oluşturanları aşan bir durumdur. Devrimci grupların önemli
bir kısmı, çagrılı oldukları halde güçbirligi çalışmalarına katılmamışlardır. Bir
kısmının neden katılmadıgı hala da anlaşılmış degildir. B ir kısmı, "öncü parti"
iddiasındaki bazı gruplar, aylardır hala sorunu "inceliyor"lar!
Tüm bu zaafları ve zayıflıkları, mevcut güçbirliginin iyiniyetli bir adım
oldugu gerçegini ortadan kaldırmıyor. Ne var ki, bu iyiniyetli adımı gerçekten
devrimci nitelik taşıyacak bir zemine oturtmak ve bunu Türkiye devrimci hareketinin
hiç degilse büyük bölümünü kucaklayacak bir kaulımla birleşlinnek, ve son olarak,
birligi bir yurtdışı birligi olmaktan çıkartıp Türkiye ve Kürdistan topragında
bir etkinlik kapasitesine kavuşturmak, hala temel ve acil bir sorumluluk olarak
. duruyor orta yerde. Tüm devrimci örgütler bu soruınlulu�a sahip çıkmalı, DDGB'yi
oluşturanlar ise mevcut yapıya ve çerçeveye takılınadan, bu doğrultuda üzerlerine
düşeni yapabilmel idirler.
·
f
----- ----- --
---,
Demokrasi sorununa marksist bakış
"Kapitalizme karşı devrimci savaşımı, bütün demokratik istekler/e . . . ilgili
devrimci bir program ve taktiklerle birleştirme/iyiz. Kapitalizm varoldukça
bu istekler -hepsi- yalnızca bir istisna olarak elde edilebilir. Üstelik tam olarak
değil, çarpıtılmış olarak . . . Şimdiye dek başarılmış demokrasiye dayanarak
ve bu demokrasinin kapitalizmde tam olamayacağını gözler önüne sererek,
yığınların içinde bulunduğu yoksulluğun ortadan kaldırılmasının ve bütün
demokratik reformların tam ve her yönüyle gerçekleştirilmesinin gerekli temeli
olarak kapitalizmin devrilmesini ve burjuvazinin mülküne el konulmasını istiyoruz.
B u reformların bir bölümü burjuvazinin devrilmesinden önce, bir bölümü
burjuvazinin devrilmesi sırasmda, bir bölümü de devri/dikten sonra yapılacaktır.
Toplumsal devrim tek bir çarpışmadan ibaret değildir, ama ekonomik ve
demokratik refo rmun bütün sorunları üzerinde, ancak burju vazinin
mülksüzleştiri/mesiyle tamamlanan bir dizi çarpışmayı kapsayan bir dönemdir.
Demokratik isteklerimizin herbirini, bu sona! amaç için a' dan ı' ye kadar
tutarlı devrimci bir yolda formüle etmeliyiz. Bazı ülkelerde, tek bir temel
demokratik reform bile yapılmadan önce, işçilerin burjuvaziyi devirmelerinde
akla aykırı hiçbir yan yoktur. Ne var ki, tarihsel bir Stn!f olarak proletaryanın,
en tutarlı ve kararlı devrimci bir demokrasi ruhu ile e1,'fitilerek lıazır/anmadıkça
burjuvaziyi yenehilmesi aklın alabileceği bir şey değildir"
V. i. Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal K urtuluş Savaşları, Sol Yayınları,
s.230-3 1
"Demokrasi sorun unun marksist çözümü, proletaryanın, burjuvazinin
devrilmesini ve kendi zaferini hazırlamak üzere, bütün demokratik kurumları
ve bütün özlemleri, kendi sınıf savaşımında seferber etmesidir."
V. İ. Lenin, Marksizmin Bir Karikatürü ve Em peryalist Ekonomizm,
Sol Yayınları, s.24
Ekim, 1 5 Eyl ü l '93
265
Bir yıldönümü değerlendirmesi
Altı mücadele yılını geride bırakmış bulunuyoruz. Bu altı yıl içinde yeryüzü
büyük sarsıntılara sahne oldu .
'80 '1erin sonunda uluslararası gericilik dalgası
1 987 yılı, E K İ M ' in siyasal yaşama doğdugu bu kritik yıl, Türkiye'de yeni
bir siyasal canlanman ın, uluslararası planda ise siyasal yapı ve il işkilerde kökl ü
b i r altüst oluşun başlangıcını işaretler. Gorbaçov ' u n 70. yıl konuşması, bu
konuşmada temel öğeleri ortaya konulan "yeni düşünce", hızlı bir biçimde
büyüyen bir uluslararası gericilik dalgasının startını oluşturdu. B il indiği gibi
bu, Doğu Avrupa'daki rejimierin yıkılışına, Sovyetler Birl i ğ i ' nin dağılmasına
gidip vardı.
Ul uslararası i l işkilerde büyük sarsıntılar ve temelli değişmeler yaratan bu
gelişmeler, dünya gericiliğine görülmemiş bir kuvvet kazandırdı . Devrim ve
sosyalizm fikrine ve ideallerine karşı ideolojik bir haçlı seferi yürütüldü. Devrimci
m ücadele odaklarını boğmak, elkisizleştirmek, ehl ileştirip denetim altına almak
için dünya gericiliği elbirliği hal inde seferber oldu. G erici burjuva düşünce ve
değerler kutsandı , kapitalist düzen in ebediliği, dolayısıyla "tarihin sonu" ilan
edildi. ' 80 ' 1 i yılların sonunda yoğunlaşan ve 1 990 yıl ında doruguna varan
sersemletici bir propaganda sald ırısıyla, yeryüzünün dörtbir yanında insanların
beynine bir evrensel işbirl iği, barış ve istikrar döneminin başladığı yalanı
şırınga edildi.
Sağlanan başarı bir an için gerçekten baş döndürücüydü. Ekim Devrimi'yle
başlayan ilk büyük devrimci dalganın yarattığı hemen tüm mevzi leri yokeden
kapitalist gericilik dünyası, 20. yüzy ılın son on yı lına poli tik ve moral gücünün
doruğunda giriyor görünüyordu.
266
B ugün herşey ne kadar farkl ı !
Aradan henüz yalnızca ü ç y ı l geçti. Bugün herşey n e kadar farkl ı ! Fark
dünya gerici l iginin poli ti k gücünde dcgil; bu güç hala korunuyor. Fakat moral
üstünlük tuzla buz olmuş d urumda.
1 99 1 yılına Körfez savaşıyla girildi ve bu olay bir ilk örnek olprak sarsıcı
bir biçimde gösterdi k i , d ünya gerçekte tam bir istikrarsızlık ve düzensizlikler
dönemine girmiştir. Bir m üdahaleler, savaşlar, emperyalist haydutluklar dönemine,
tck kelimeyle bir barbarl ık dönemine girilmiştir. Şu son bir kaç y ı l içinde
yaşanan ve halkiara büyük yıkımlar ve acılar yaşatan sayısız olay ise bu konuda
hiçbir kuşku ve tartışmaya yer bırakmadı. Evrensel bir işbirligi, barış, istikrar
ve refah dönemi üzerine kurulu m uazzam yalan propaganda çöktü. Kendisini
sınırlayan tüm engellerden kurtulan emperyal ist gcriciligin insan l ıgı barbartıga
sürüklcdigi bugün, hızlanan olaylar sayesinde gitgidc daha çok insan tara­
fından kavranıyor. Bugünün kapitalist dünyası çok yönlü bunal ımlar, gerici
rekabet ve çatışmalar, savaşlar ve u lusal bogazlaşmalar, emperyalist haydutluk
ve klasik sömürgccilige dönüş ve daha sayısız kötülük ilc karaktcrize olmaktadır.
Kapital izmin nimetlerine yeniden kav uştuk ları yalanlarıyla bir ölçüde
serscmlctilcn Dogu Avrupa halk larının "eskiye özlem" d uymaları için dört
yıldan az bir zaman yctti. D üşünün k i , bu Polonya'da bile böyle! O Polonya
ki, gerici l ik geleneksel olarak güçlüdür, katolik k i lisesinin manevi koruması
altı ndadır ve "model ülke" olarak u l us lararası finans merkezlerinin mal i
kayırmasına mazhardır.
"Refah devleti" tarih old u
Kapital ist "refahın kalesi" Batı Avrupa 'da "refah dev leti" çoktan tarih
oldu. M uazzam zenginiikierin biriktigi bu ülkelerde, gündelik geçimini sağla­
yan işini kaybctmck milyonlarca işçinin korkulu rüyası haline gelmiştir. "Sosyal
devlct"in onlarca y ı llık m ücadeleyle yaratılmış "sosyal" yönü, istisnasız tüm
ülkelerde sistematik bir saldırıyla günbcgün budanıyor. Bu ülkelerin yaşam ında
işsiz liğin ve yoksu l l uğun yaygınlaşmasına m i litarizm ve neo-faşist akı m ın
güçlenmesi eşlik ediyor. Siyasal yaşam sürekli bir bunal ım ve kok uşmuşluk
içinde. R üşvet, yolsuzluk, skandallar, dev letle mafyanın içiçel igi, bütün bunlar
artık yalnızca İtalya'nın değil fakat istisnasız tüm Avrupa'nın bugünkü siyasal
yaşamına damgasını vuruyor. ABD ve Japonya'da d urum daha da beter.
Tekel lerin kapsamlı i ktisadi ve pol itik saldırısına karşı , başta A l manya ve
İtalya olmak üzere, bazı Avrupa ülkelerinde son zaman larda gel işen ve yer yer
pol itik biçimler kazanan geniş katı l ım l ı bir işçi hareketi var. Hali hazırda politik
bir önderlikten yoksun bu hareketin kendi gel işmesi içinde nereye vuracağı,
hangi yeni biçimleri kal".anacağı ve hangi ınceralara akacağı henüz bel li olmamakla
birlikte, uzun durgunluk yıllarının ard ından Avrupa işçi hareketindeki bu gelişme,
son dönemin en dikkate deger yeni olaylarından biridir. Bunun Avrupa'daki
267
küçük devrimci çevreler için hangi olanakları yaratacagını da aynı şekilde
zaman gösterecektir.
"Sömürgeciligin rönesansı"!
Kendi iç çelişki ve çatışmaları günbegün keskinleşen ve kendi içinde
·
kutuplaşan emperyalist dünyanın, yine de halihazırda elbirliği halinde ve belli
bir başarıyla izledikleri iki önemli politika var. İ lki üçüncü dünya ülkelerinin
içişlerine kaba askeri m üdahalelerdir. Emperyalizmin borazanı New York Times
açık açık bunu "sömürgeciliğin rönesansı" olarak selam lıyor. Kendini yönetmede
başarısızlığı açığa ç ıkmış ülkelerin yöneti minin 5 - 1 0 y ı l için, hatta gerekirse
40-50 y ı l için doğrudan üstlcnilmesini savunabiliyor. Emperyalist devletler
koalisyonu "insani yardım", "barış", "istikrarı yeniden kurma", "iç savaşı
engelleme" adı altında klasik sömürgccil iği hortlatm ış bulunmaktadırlar. So­
mali işgal edilmiştir ve halkı sürekli katlcdilmcktcdir. Haiti'dc B irleşmiş Milletler
örtüsü altında yönetime fiilen cl konulmak istenmektedir. Kamboçya ve Bos­
na-Hersek' de fiili durum sürmektedir. Sudan ve Angola ise m üdahalenin sıradaki
adaylandır. Gerçekten de, ezilen ulusların savaş sonrasını izleyen muazzam
devrimci başkaldırılarıyla tarihe göm ülen klasik söm ürgeciliğin, en arsız
argümanlar eşliğinde bir "yeniden doğuşu"dur bu.
Emperyalist gericiliğin elbirl iği ilc uyguladığı öteki ortak politika ise,
yeryüzündeki tüm mücadcl.c odaklarını ezmek ya da etkisizleştirerek denetim
·
altına almak, sorunlara sistem içi çözümler dayatmaktır. 1987 y ılından beri
emperyalist dünyanın bu doğrultuda önemli bir mesafe katettiği bir gerçektir.
G üney A frika, N ikaragua, El Salvador, Kamboçya ve son olarak da Filistin,
bu operasyonların başarıyla gerçekleştirildiklcri başlıca alanlar oldular. Küba,
Peru, Fil ipinler ve Kürdistan ise bugün kuşatmanın sürdüğü başlıca devrimci
m ücadele odakları durumundadırlar. Küba kuşatmayla yıld ırılarak tcslimiyete
zorlanmak, Peru 'daki silahlı d ireniş czil mck, Filipinler'deki ise chl ilcştirilcrck
düzen içine alınmak isteniyor. Kürdistan'da tüm bu politikalar bir arada izle­
niyor. B i r yandan PKK önderl iğindeki direnişin czilmesi için Türk devletine
her türlü destck sunul uyor, öte yandan buna paralel olarak K ürt sorununu
denetim altına almak , Kürt hareketini sistem içi bir çözüme zorlamak, olanaklıysa
bu doğrultuda PKK'yı ehl ileştirmek slr.llejisi izleniyor. Filistin sorununda yaşa­
nan son gelişmeler emperyalizm için gerçekten önem li bir başarı oldu. B u
başarı nın o n u Kürt sorununun sistem içi çözümü için her zamankinden çok
daha fazla um utlandırdığı kesindir.
Dünya devrimc i hareketi
Sovyetler B irl iği ve Doğu Avrupa'daki gelişmelerin yaranığı sarsıntıyı
derinden yaşayan dünya devrimci hareketi, bugün halen bel l i bir kargaşa ve
büyük bir dağ ınıklık içindedir. Gerçi olayların sarsıntısı bir ölçüde atiatılmış
268
bulunu l uyor. B ir çok ülkede partiler ve örgütler kendilerini yeniden m ücadele
görevlerine yoğunlaştırmış durumdalar. Fakat yaşanan sarsıntının bazı parti ve
örgüdere büyük kan kaybettirdiği, daha da kötüsü, halen içinden çıkılamayan
bir ideolojik kargaşanı n içine ittiği de bir gerçektir. İ l işkilerdeki zayıflık, diya­
logsuzl uk, geçmiş gruplaşmalardan gelen ve tam aşılamayan koşullanmaların
yolaçtığı sı�ırlanmalar, bu kargaşanın içinden çıkışı iyice güçleştiriyor.
Son 30 yılın değişik sol akımları içinde yer alan bir çok parti ve grup, i leriye
doğru devrimci bir yenilenme dinamizminden yoksun görünüyor. Dünya gerici­
liğinin ideolojik-politik basıncı, uluslararası sol hareketteki sağcı eğilime büyük
bir kuvvet kazandırmış bulunuyor. Sağ reformist bir içerik taş ıyan Pyongyang
B i ldirisi' nin neredeyse 200 sol parti ve örgüt tarafından imzalan m ış olması
bunun bir kanı tıdır. Dün revizyonizmc karşı dogmatik-doktriner bir ç izg ide
d uruyor görünen bir kısım parti ve örgütler, şimdilerde modern revizyonist
partilerin boşalttı ğı rcformist kanala gitgidc daha belirgin bir biçimde ycrlcşiyorlar.
Latin Amerika gerilla hareketlerinin bir kısm ı , El Salvador örneğinde
olduğu gibi, düzen içinde chlileşmcnin en utanç verici örneklerini scrgi liyorlar.
Devrimci si lahl ı direnişi sürdürmektc ısrarlı görünen hareketler ise, Filipinler
örneğinde olduğu gibi, çok yönlü bir kuşatmayla uzlaşmaya ve chlileşmcye
zorlanıyorlar. S ilah l ı direnişte ısrar eden devrimci partileri ezmek içinse, Peru
örneğinde olduğu gibi, bizzat C IA ve Pentagon merkezlerinde hazırlanan planlar
uygulanıyor ve en iğrenç yöntemler kul lan ı l ıyor.
Dünya geric il iğinin devrimci m ücadele odaklarını etkisizleştirmek için
stratejik bir perspektif ve geni ş çaplı bir plan çerçevesinde izlediği saldırı çizgisi,
dünya devrimci hareketinin uluslararası il işkilerindeki zayı fl ık nedeniyle, hedef­
lenen sonuçlara daha kolay ulaşabil iyor. Bugün bu il işkiler henüz çok sınırlıdır
ve Latin Amerika örneğinde görüldüğü gibi henüz daha çok bölgesel düzeydedir
ve kurumsallaşmış da değ ildir.
Oysa devrimci parti ve örgütler arasında enternasyonal i l işkiler ve devrimci
enternasyonal dayanışma bugün her zamankinden daha önemli, acil ve yaşam­
saldır. B irleştirici bir odağın olmadığı bugünkü koşullarda, bu alanda m esafe
almak, ancak her devrimci parti ve örgütün bu tür ilişkiler için kendi cephesinden
geniş bir inisiyati f ve çaba göstermesiyle olanaklıdır.
" Orta Asya 'ya dair hayallerden Ön Asya'nın katı gerçeklerine"
1ürk burj uvazisi devrimci gelişmeye karşı topyekün saldırısını ' 80 ' 1erin
sonunda değil daha başında, 12 Eylül darbesi yle başlattı. Devrimci örgütlü
harekete tahribatı ölçülemez bir darbe vurmayı başarınakla birlikte, yığınların
devrimci mücadelesi ni besleyen hiçbir temel sorunu çözemcdi. ' 80 ' l i yılların
sonuna gelindiğinde sermaye düzeni, kendi kronikleşmiş çözümsüz sorunlarının
yanısıra, sürekli güçlenen bir Kürt özgürlük hareketi ve politik bir kimlik
kazanmayı henüz başaramamış olsa da yaygın bir işçi hareketi ilc yüzy üzeydi.
Doğu Avrupa 'daki gelişmelerin dünya gericiliğinin ideolojik saldırı cepha-
269
nesinc kattıgı tüm olanaklardan Türk burj uvazisi de kendi payına en iyi biçimde
yararlanmaya çalıştı. Ne var ki, bu çaba kitle hareketinin kapsamını, hızını ve
etk isini bir ölçüde sınırlasa da, varlığını ve gelişme eğilimini ortadan kaldıra­
madı .
Körfez savaşının Ortadoğ u ' n un yerleşik statükosunda yarattığ ı sarsıntının
yanısıra Sovyetler B irliği ve Yugoslavya'nın dağılışının ortaya ç ıkardığı yeni
"Türk-İslam dünyası", Türk burj uvazisinin emperyalist heveslerin i görülmemiş
düzeyde kam çıladı. Burjuvazi bunu ülke içinde bir ideolojik saldırıya çevirdi.
Y ığınlara kendini "Adriyatik ' ten Çin Seddi ' ne Türkl ük dünyası "nın lideri olarak
sundu. İ lginç olan, "emperyalist Türkiye" tahlilleri modası i lc, bu propagandaya
devrimci olmak iddiasındaki bazı sol çevrelerden verilen objektif destekli.
Komünistler bu modanın ölçüyü kaçırdığı bir cvrcdc devrimci hareketi
uyardılar. Görüntü ve Gerçek başlıklı başyazıda, Türk burj uvazisinin bu çabası,
"Dikkatleri iç sorunlardan dış sorunlara, Türkiye'nin katı gerçeklerinden Orta
Asya' ya ilişkin hayallere " kaydırmak, "iç sorunları geniş uluslararası olanaklarla
çözmek fırsatı doğduğu havası" yaratmak olarak nitelendi ve devrimcilere şu
çağrı yapıldı: "Bu durumda devrimcilerin görevi, 'Emperyalist Türkiye' üzerinde
sözde teorik açılımlarla burjuvazinin tüm propaganda olanaklarıyla özel bir
çaba göstererek şişirdiği balona hava üflemek değil, onun gerçek çapını, tarihsel
güçsüzlüğünü, güncel açmaz/arın�, çaresizligini yığınlar nezdinde açığa çıkarmak
olmalıdır. Dikkatleri dışsorunlardan iç sorunlara, Orta Asya' ya dair hayallerden
Ön Asya' nın katı gerçeklerine çekmek olmalidır. " (Solda Tasfiyeciliğin Yeni
Dönemi, s. 1 34 - 1 3 5 , Eksen Yayınc ılık).
B ugün, dünkü "emperyalist Türkiye" modasının izleyicileri de içinde, artık
herkes Türk burj uvazisinin dış politika çizgisinin Balkanlar' da, Kafkaslar'da ve
Orta Asya' da uğradığı utanç verici hczimcti tartışıp yazıyor. Ne var ki bu, bugün
artık devletin bile en yetkili ağızlardan iti raf etmek zorunda kaldığı ç ıplak bir
gerçek halini almı ştır.
Ulusal özgürlük mücadelesi ve sınıf ha reketi
Türk burjuvazisi dışarıdaki hczimctini itiraf etm iş ve şimdi artık "Ön
Asya 'nın katı gcrçcklcri" ylc başbaşa kalmış bulunmaktadır. Bu katı gerçek­
lerin altyapısını ol uşturan ve birkaç on yılın çözümsüz mirası olan iktisadi ve
sosyal sorunları geçiyoruz. S iyasal p landa ise, Türk burjuvazisi bugün, artık
gerçek bir k uvvet olan Kürt özgürlük mücadelesi ve poli tikleşme sancısı çe­
ken bir i şç i sınıfı hareketi ilc yüzyüzcdir. İ l kinde sosyal kuvvetler pol itik
kuvvetieric birleşmiş, hareket politik öndediğini bulmuştur. İ kincisinde bu
hala sürmcktc olan temel bir zaaftır. İ şç i sınıfı hareketi henüz pol itikleşerne­
miştir ve politik sınıf önderl iğine kavuşamamıştır. Bu d uru m , çözümsüzlük
içinde dcbclcncn Türk burj uvazis inin halihazırdaki en büyük şansı ve avanta­
j ıdır. il iklerine kadar çürümüş, kokuşmuş ve gcncrallr.r ilc polis şeflerinin
yönettiği bir kontrgeri lla cumhuriyetine dönüşmüş devlet ve düzen, yazı k ki
2 70
bu sayede ayakta duruyor.
S i vas katliamına gösterilen pol itik kitle tepkisi ile kamu çalışanlarının
yaz eylemleri, işçi sınıfı önderl igine bugünden hazır önemli bir m ücadele po­
tansiyelinin göstergeleri oldular. K üç ük-burjuvaz inin alt katmanlarından ve
yarı proleter kitlelerden oluşan bu potansiyel, sermaye düzeni ne ve devletine
karşı m ücadelenin aktif bir kuvveti olabi lecegini bir kez daha gösterm iş bulu­
nuyor. Fakat aynı yaz döneminde kendi de yeni bir evreye geçişin önemli
işaretlerini vermiş bulunmakla birl ikte, işçi sınıfı hareketi henüz m i l i tan politik
m ücadele alanına sıçrayamamıştır. Bu, Türkiye'deki devrimci siyasal mücade­
lenin en temel zaafı durumundadır. Devrimci öncü partinin yaratılması ile
birlikte çözücü halka bu zaafın aşılmasıd ır.
Tüm dikkatler, tüm devrimci çaba, bu halkada yogunlaştırılmalı, sınıf
hareketinin politik mecraya sıçraması için ne gerekiyorsa o yapılmalıdır. Devrim
mücadelesinde mesafe katetmenin ve Kürt özgürlük m ücadelesinin devrimci
bir ıncerada kalmasını güvencelemenin bundan başka yolu yoktur. Komünistler
olarak sayısız kez y ineledi.k: Türkiye işçi sın ı fı ve emekçi hareketinden ihtiyaç
duydugu destegi bulamayacak bir Kürt özgürlük hareketi, eninde sonunda bunu
kendi mülk sah ibi sınıflarından almaya çalışacaktır. Bu ise onu uzun vadede
sistem içi bir çözüme sürükleyecekti r. Koşullarda ve kon umlanışlardaki tüm
temel farkl ı l ıklara ragmen, Fil istin Hareketi nin bügünkü akibeti bu konuda en
1aze bir uyarıcı örnek durum undad ır.
Sendikal hareket bugün işçi sınıfının içinde hapsedi ldiği bir cenderedir.
B u parçalanmadan sınıf hareketinin bağımsız bir pol i tik kuvvet kazanabilccegini
ummak bir ham hayaldir. Şu günlerde Ş ubeler Platformu üzerinden güç kazanan
hayallere bu açıdan dikkat çekilmclid ir. Şubeler Platform u sınıf hareketine
devrimci bir politik m üdahale yapabilme yeteneğ inde olmak bir yana, bizzat
böyle bir m üdahalenin önünde yeni bir engeldir. Son yıl ların tüm deneyimi de
bunu kanıtlamaktad ır. Bu müdahale bir poli tik önderlik ve faal iyet sorunudur.
Müdahale alanı sendikal platformlar değil, doğrudan işçi kitleleridir, fabrikalardır.
Her zaman işin kolayına kaçan, kolaydan güç olmaya ve yol al maya fazla­
sıyla egilimli olan devrimci-demokrat hareketin Ş ubeler Platformu üzerinden
yaydıgı hayal leric m ücadele, bugün sın ı f hareketi n i n politik ve örgütsel
gelişmesinde mesafe alma mücadel esinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Türkiye sol hareketi : Perspektif yoksunlugu
B ugün büyük bir böl ümüyle artık "demokrat"Jaşmış bulunan devrimci­
demokrat hareket üzerine çok fazla bir şey söylemek ihtiyacı duymuyoruz.
1 May ı s ' ı izleyen kitle hareketliliğinin bazı devrimci gruplara bel l i bir pratik
can l ılık kazandırdığı bir gerçektir. Fakat bu pratik faa liyeLLe stratej ik bir pers­
pektif yoktur. Vaziyeti kurtarmak, günübirl ik politika ve başarı egemen yöndür.
Çalışmada perspektifsizl iğe en i y i kanıt sola bugün bir bütün olarak egemen
durumda olan teorik ilgisizlik, "teoriye karşı tam bir umursamazlık" tutumudur.
271
Devrimci saflarda iç ideoloj ik mücadelenin y oklugu, her grubun bir ötekini
rahatsız etmekten özenle kaçınması, bu "umursamazlığın" bir başka yan sı ması dır
Ne var ki bu tür bir i lgisizlik ve umursamazl ık, her zaman, politik çalışmada
kendi ligindenciligin ve dar p ra ti k çiliğ in, örgü tse l alanda şc ki l siz l ig in klasik
göstergeleri olagelmişlerdir.
B ug ün Türkiye devrimci h areketinde gitgidc daha belirgin hale gelen bir
başka davranış çizgisi ile yüzyüzeyiz. Bazı eski devrimci gruplar, bir zamandır
Marksizm-Leninizm'in temel ilkeleri ve "basit teorik gerçck l cr ini kabul ile en
pespaye bir reformist politika pratiğini birarada götürüyorlar. K lasik oportünizmin
Kautsky'dcn m iras bu davranış çizgisinin iç yüzünü sergilemektc geç bile
kalınmıştır.
.
"
" E KİM' in Yeni Dönemi"
"EK İ M bir dönem i geride bırakmış bul unmaktadır". Olağanüstü Konferansı
izleyen günlerde yayınlanan EKiM' in Yeni Dönemi baş l ı k l ı başyazı bu cümleyle
başlamaktaydı . EK İ M, bir d öne m i geride bı rak m ı ştır, aradan geçen 9 aylık
dönem bunu fazlas ıyl a doğrulamı ştır. E K İ M , önüne yaln ızca önünde uzanan
yolu kazanmak deği l, geride bıraktığı kay ı p iki y ı l ı da telafi etme görevi
koymuştu. Mayıs ayı ortalarında gelişen ve örgüte genel bir darbe v urmayı
amaçlayan kapsam lı polis saldırısını boşa çıkarma başarısının bedeli olan birkaç
aylık zaman kaybına rağmen, örgüt beş y ı lda atılamayan bir takım adım ları bu
"
"
kısa zamana sığdırmayı başarabilm iştir. İ l örgütlenmeleri yeniden yapıland ı rıl­
mış, teknik altyapı sorunu çözülm üş, Ekim in periyodu 15 güne indirilmiş, 9
ay içerisinde dağıtım sayısı dörde katlanmış ve politik faal iyet kapasitesinde
bel irgin bir gelişme kayded ilmiştir.
Bu süreç içinde hareketin ideoloj ik birl iği daha ileri bir düzeyde yeniden
kurulm uş ve pckiştiri lm iştir. Bu hiç de yctcrsizl iklcrimizi ve kusurlarımızı
artık esas olarak geride bıraktığımız anlamına gel miyor. Bunlar bir d izi alanda
hala sürmcktc, varlığını korumaktadır. Fakat Ekim' i n hemen her sayısında
döne döne bunlar iş lenmektc, tartışılmakla ve clcştiri lmek tedir. Bu neden l e
onları yeniden bu 9ar alana sıkışllrmaya kalkmak gereksizdir.
Bununla b irlikte EKİM ' in asıl yetersizl iğine burada işaret etmek duru­
m undayız. Politik ve örgütsel gelişme süreçlerinde katedilen mesafenin kendi
içinde ele alındığında taşıdığı önem ne olursa olsun, EKİM ' in partileşmc süreci
hali hazırda son dcreec yavaş seyretmektedir.
"EKİM, Türkiye devrimci hareketinin yeni bir mezhebi değil, parti öncesi
bir örgüt ve bir parti inşa hareketidir. Bu konum ve nitelik, onun görev ve
sorumluluklarının kapsamını da vermektedir. " (EK İM' in Yeni Dönemi)
Komünistlerin şaşmadan hep vurguladıları gibi , partileşme herşeyden önce,
sağlam bir marksist-len inist teorik temel, bu temel üzerinde belirecek net bir
ideolojik kimlik ve bunların süzülmüş özlü bir iladesinden başka bir şey ol mayacak
olan program demektir. Bu, "partileşme sürecinin esas ve tayin edici halkasıdır."
'
2 72
Kaybedilen iki yılın örgütsel cephede yarattıgı sorunlann ve tahribatın üstesin­
den gelmek çabası, bu tayin edici alandaki gelişmeyi bir hayli kesintiye ugratmış
bulunuyor. Şimdi hareketimiz Olaganüstü Konferans sonrasına sıgdırdıgı po­
litik ve örgütsel gelişme atılımını, eksikligi gitgide daha çok hissedilen bu
temel alanda bundan böyle kesintiye ugramaması gereken adı mlarla tamamla­
mak sorumluluguyla yüzyüzedir.
" Komünistterin kavanca" ve yeni adımlara hazı rlık
Ekim elinizdeki 82. sayısıyla birlikte altı yıllık düzenli illegal yayın yaşamını
geride bırakmış oluyor. 63. sayıya kadar aylık periyodlarla çıkan Ekim, E KİM
Oiaganüstü Konferansı 'nı izleyen 1 Ocak 1 993 tarihli 64. sayısı ndan itibaren
ise 1 5 günlük düzenli periyodlar halinde yayın yaşamını sürdürdü.
Polis rejimi koşullarında ve tasfiyeci lcgal izmin genel bir egilim olarak
sola hakim oldugu bir dönemde, illegal bir yayın organını a lt ı y ı l boyunca tck
sayı bile aksatmadan çıkarma başarısının önemi ortadad ır. Ekim, yayın yaşamına
başlarken, ihtilalci bir ideolojik perspektifin ürünü olarak verdigi söze tüm iç
ve dış güçlükleri yenerek, yaratılan engelleri çigneyip aşarak sadık kalmıştır.
"lhıilalci bir proletarya hareketinin ve sınıf örgütünün gelişim ekseni olmak
hedefiyle" , illcgal yayın yaşamını ısrarla sürdürmüştür. Zor olanı seçmiş, zoru
başarmıştır.
Komünistler olarak kaynagı tümüyle ideolojik olan bu başarıdan k ı vanç
duyuyoruz.
Ş imdi yen i bir sınavla karşı karşıyayız. Ekim şimdi yen i bir s ınava
hazırlanıyor. Türkiye devrimci hareketinin şimdiye kadarki pratiginde dcgişme­
yen bir kural var. Her lcgal siyasal yayın girişim i, varsa egcr illcgal olanın
tasfiye edilmesiyle sonuçlanmıştır. En iyi durumda, illegal olan işlevini yitirmiş,
göstermelik hale gelmiş, yasak savma kabilinden ç ıkartılmıştır. Kom ünistler
bugün artık "il/ega/ bir siyasal yayın organını h içbir biçimde zayıflatmaksıun
ya da ikinci plana düşürmeksizin /ega/ bir yayının nasıl çıkarılabilecegini"
(MK iç yazışmaları , Agustos '93) göstermek sorumlulugu i le yüzyüzedirler.
Bir Merkez Yayın Organı olarak Ekim, zayıflamak bir yana, gerek içerik gerekse
de biçim olarak daha kaliteli bir yayın çizgisine oturmak, yeri doldurulamaz
olan işlevini güçlenerek sürdürmek sorumluluguyla yüzyüzcdir.
İ deolojik-politik perspektiflerine tutarl ıl ıkla ba�lı kaldıkları sürece, önle­
rine çıkacak güçl ükler ve omuzlarına binecek yeni yükler ne olursa olsun,
komünistler bu sınavdan da başarıyla çıkacaklardır. Bundan kuşku duyulma­
malıdır.
Ekim
ı Ekim '93
273
"94 Dönemeci
'93 yıl ını hareketimiz için bir yeni dönemin başlangıcı ilan etmiştik. Ara­
dan geçen bir y ı l, tasfiyeci tahribaLla gelişme süreçlerimizin zaafa ugratıldıgı
bir dönemin gerçekten geride bırakıldıgını, EKİ M 'i n yeni bir d inam ik geliş­
me dönemine g i rdi gi n i dost-düşman herkese yeterl i açı k l ıkta göstermiş
bulunmaktadır.
Şimdi yeni bir y ı l ın �aşındayız. Önümüzde '94 y ı l ı uzanıyor ve biz onu
buradan hareketimiz için bir dönemeç yılı ilan ediyoruz. Ne an lamda? Yanıtı
bir yıl önceki "Ek i m 'in Yeni Dönemi"nden akt.arıyoruz:
"EK iM 'in çıkışı· gerçek bir iddia ve özgü vene dayalı idi. O kendisini I.
Genel Konferansa ulaştırar. ilk büyük gelişme atılımını buna borç/uydu. Cüret
etmiş ve başarmışıı. B una gücü yetmeyenleri geride bırakarak ve dönüp bir
an bile geriye bakmayarak... Şimdi EKiM yeniden, bu kez bizi partiye ulaştıra­
cak bir perspektif ve ruhla, cüret edecek ve başaracqktır. "
'93 yılının somut adımlan ve gelişme birikim i gösteriyor ki '94 yılı partiye
ulaşınada bizim için gerçek bir dönemeç olacaktır. Gelişme süreçlerimizin
bug ünk ü d üzeyi gözetild iginde, olanakları m ız ve güçlükle ri m i z birarada
dcgcrlendirildigindc, '94 yılını bir parti y ı l ı haline getirmek kuşkusuz kolay
dcltil, bunu beklcmiyoruz. Ne var ki, bu bir yıla sıgdıracagımız çalışma, bu
çalışmanın ürünü olacak gelişme düzeyi, bizi partiye bir hayli yak ın laştıra­
cak, '94 y ılını geride bıraktıltımızda parti ilc aramızda işin esasının halledilmiş
olması anlam ında, çok fazla bir mesafe kal m ı ş ol mayacaktır.
Girmekte oldugumuz yılın dönemeç yılı ilan edilmesinin anlamı budur.
Bu bir iddia kuşkusuz. Fakat kom ünistler, '93 y ıl ın ı "Ekim 'in Yeni Dönemi"
ilan cderlcrkcn de, iddialı olmanın soyut deltil fakat tümüyle somut bir nitelik
oldugunu, iddianın kendini soyut sözlerde deltil fakat "saltlam pcrspektiner­
de ve onlara dayalı somut gelişme süreçlerinde ortaya koymak zorunda"
oldugunu ak ılda LutLukları nı önemle hatırlatm ışlardı. Bu baglamda, '94 yı­
l ını bizi partiye ulaşuracak bir aönemcç haline getirebilmek, partiyle aram azdaki
mesafeyi dogru dcgcrlcndirmck ve hareketin tüm güçlerini ve olanaklarını
bu mesafeyi tüketecek bir biçimde planlamak ve harekete geçinneklc olanaklıdır.
Bu bir dogru degerlendirme, öncelikleri isabetle sapLama ve eldeki güçleri
planl ı bir biçimde yogunlaşurma sorun udur.
Parti, proletaryanın gerçek öncüsü rolünü oynayacak, ey lem iyle bu sıfata
hak kazanacak devrimci sınıf partisi, komünistlcrin öznel bir zorlaması degil,
fakat sınıf hareketinin gerçek ve bugün için s,on dcreec aci l bir ihtiyacıdır.
S ın ıf hareketi m ücadele istegini ve potansiyel ini y ı llard ı r göstermekte, fakat
içine sıkışıp kald ıgı dar zem ini parçalama, devrimci politik kanal lara akma
gücünü bir türlü gösterememektedir. Onun her çıkışı, her özel diren işi ya
da her genel eylem dalgası, devrimci önderlik boşl ugunun açmazlarıyla yüz-
2 74
y üze kalmaktadır. Ya sonuçsuz, ya da daha da kötüsü, mevzi direnişlerde
o.l dugu gibi, yıkıcı m oral sonuçlar yaratacak biçimde yen ilgil crle yüzyüze
kalmaktadır.
Her zaman böyle olmayabilir, fakat bugünün Türki ye sin de sınıf hareketi­
n i n ileriye sıçrayamaması i l e yaşadıgı devrimci önderl ik boşlugu arasında
kopmaz bir ilişki vardır. Sınıfın kendiliginden h areketi yıl lardır ortaya önemli
olanaklar ç ıkar m ı ş , fakat bu olanak ları degerle ndire b ilec c k işçi lerin
hoşnutsuzluguna ve öfkesine yeni kanallar açacak bir devrimci si yasa l çaba,
bir önderlik yetenegi ve kapasitesi ortaya konamamıştır. S ınıf hareketinin temel
sorunu tam da budur.
Fakat komünistlerin bir çok kere tekrarladıkları gibi, bugünün Türkiyesi 'nin
"sorun"u da yine burada odaklanmaktadır. Türkiye işçi sın ı fı nesnel toplumsal
varlıgı ile toplumda özel bir agırlıga sah ipti r. Fakat bu bir politik ağı r lığa
dönüşemedigi ölçüde, sonuç, siyasa l s üreçlerde bir tıkanma ve yozlaşma olmak­
tadır. Açmaziarına ve sonu gelmez çok yön l ü bunalımına rağmen düzenin
bugünkü gücü, işçi sınıfının güçsüzlüğünden, onun bağımsız politik bir kuvvet
olamamasından kayna k lan maktadı r. Kürdistan'daki devrimci s ürec i zorlayan,
gel işimini zora sokan ve onu belli riskieric yüzy üze bırakan da y ine bu aynı
zaaftır.
Devrimci siyasal mücadelenin temel sorunu sınıf hareketinin politik kuvve­
tini ortaya koyamamasıdır. Sınıf hareketinin temel sorunu ise, devrimci bir
önderlikten, politik ve örgütsel gelişimini kolaylaştıracak ve hızlandı racak ger­
çek bir öncü �üdahalcden yoksunluğudur. Bugünkü koşul larda parti sorununun
hayati önemi bu ihtiyaçta odaklanmaktadır. Bu, devrimci siyasal m ücadelede
gerçek bir mesafe katetmenin çözücü, dolay ısıyla kavranacak halkasıdır.
Komünistler olarak, geleneksel devrimci harekete egemen halkçı demokratik
'
,
kiml ikle hesapiaşarak ve sınıfın sosyalist önderlik ihtiyacını karşılamak iddiasıy­
la siyasal mücadele sahnesine çıktık. Doğal olarak başından itibaren en aci l
sorun part i kimliği kazanmaktı. B ugün 6 yılı geride bırakmış bulunuyoruz.
Yazık ki, henüz bu ilk temel adımı atabilmiş değiliz. Bunun ortaya çıkış
koşullarımııla ve kuşkusuz bizi çevreleyen iç ve uluslararası koşullarla yakın
bir i l i şkisi var. Fakat aynı ölçüde kendi öz zaaf ve yetersizliklcrimizle de
yakın bir il işk i si var.
Hareketimizin gelişme süreçlerini bir çok kere değerlendirdik ve bunların
neler olduğunu her seferinde irdelcdik. Kuşku yok ki, bunlar içinde en büyük
önem i taşıyanlardan biri, hareketimizin yaşadığı önderlik zaafiyeti olm uştur.
Dünyada ve Türk iye'de geride kalan tarihsel dönem ilc içinden geçmekte
oldugumuz tarihsel evrenin özell iklerini ve sorunlarını doğru değerlendiren,
görev ve sorum l uluklarımızı bunun içinde kavrayan, ve bunu, bir eylem, bir
yaratma ve varetme iradesi olarak ortaya koyabilcn, bu çerçevede dönemin
tüm güçlüklerini göğüslcyebilcn bir önderlik ekibine sahip olamamak olmuştur.
Geride kalan yıllar içinde hareketimiz bir dizi "yönetici" çıkarmış, fakat yazık
ki, hareketin gelişme ihtiyaçlarına yanıt verebilen birleşmiş ve kenetlen m iş
gerçek bir önderlik ekibi çıkaramamıştır. Yönetici olma hakkı ("hukuk " u)
kazanıp da hareketin önderlik ihtiyacına yanıt verebilen bir kişilik ve kapasite
ortaya koyamayanlar, her zaman gelişme süreçlerini tıkayan bürokratik engellere,
275
giderek bunalım ögelerine dönüşürler. Son derece elverişsiz koşullarda ortaya
çıkan ve ilerlemeyi kotaylaşuracak olumlu bir geçmiş birikim d,malamayan
EKİM, bu önderlik zaafiyetinin olumsuz etkilerini ve tasfiyeci sonuçlarını
yaşamak durumunda kaldı. Olaganüstü Konferansımızın gündemini çok büyük
ölçüde "EKİM'de Önderlik Sorunları" tartışmasının oluşturması bu açıdan
şaşırtıcı degildir.
Fakat eger bugün EKİM'in bir dönemi gerçekten geride bırakabildigini
söylüyorsak, bu, i fadesini her şeyden önce, hareketim izin nihayet aniaşmış
ve k enetlenmi ş bir önderlik ekibine sahip olma olanagını yakalamış olmasında
bul m aktad ı r .
Tam da bu sayede, EKİ M, I. Genel Konferansını izleyen dönemde sarsıntı
geçirmiş olan iç ideolojik birligini daha ileri bir düzeyde yeniden kurmuştur.
Moral gücünü, iddialı kimligin i , m isyon bilincini yenilemekle kalmamış, onu
geçmişle kıyaslanmayacak ölçüde güçlendirmiştir de. B ugün safianınıza son
derece i y i m ser, g üçl ü , başarma azmi dolu bir ruh hal i egemendir. B u ,
sorunlarımızın bittigi deg i l (sorunlar kolay kolay bitmez), fakat onla(ın
üstesinden gelme iradesinin varlıgı anlamına gelmektedir.
Tasfiyeci tahribat dönem ini izleyen son bir yıl lık pratik gelişme bilançosu
bu olguyu somut olarak da kanıtlamaktadır. Şu son bir yılda EKİ M adeta
yeniden yapılanmıştır. Örgütsel oluşum ve gelişme, alt yapı, iç yaşam, çalışma
tarzı, siyasal faaliyet kapasitesi vb., tüm alanlarda bu böyledir. Bir i l hariç
(Zonguldak) tasfiye edilmiş çalışma bölgeleri yeniden örgütlenmiş , dahası
bugüne dek ulaşamadıkları bir faal iyet kapasitesine kavuşturulmuşlardır.
H�eketimizin gelişme sürecinde hep özel bir yer tutmuş olan MYO ilc örgüt
atasındaki bütünleşmede öneml i mesafeler katcd i lmiştir. Yayın periyodu 1 5
güne · indicilmiş ve bir yıllık süre içinde bu tam bir düzeniilikle sürdürülmüştür.
Daha da öneml isi dagıtımı beş yıl boyunca hiçbir zaman bini aşmamış olan
Ekim, bugün yundışı satışı hariç 4 bini bulan bir tiraja ulaşmıştır. Bu bir
yıl içinde altıya katianan bir gelişme demektir ve gerçek bir ilerleme i fadesidir.
EK İ M artık devrimcilere ve i leri işçilere yaygın olarak ulaştırılmaktadır. (Orta
vadede bunun olum l u sonuçları görülecektir.) Dikkatler sınıf çalışmasında
yogunlaşmış, fabrika çal!şmasında mesafe almak il örgütlerimiz için özel bir
kaygı ve ısrarlı bir çaba halini almıştır. Örgütsel gelişmedeki mesafe ve i llegal
temelin güçlendirilmesi, legalitenin de etkin kullanılmasını kolaylaştırmış,
hareketimiz özellikle İstanbul 'da legal araçlarla seçilmiş birimler üzerinden
işçi kitlelerine seslenme olanagı elde etmiştir. Buna safianınıza artan sayıda
yeni insanın katı lması, gençlik çalışmasına sonuç alıcı bir m üdahalenin ilk
adımları ve başka bazı somut gelişme adımları eklenebilir.
Bununla birlikte tüm bunlar yeni gelişme sürecinin sadece bir ilk basamagı
sayılmalıdır. B u adımların kendi içindek i önem inden çok, bunların hazırladıgı,
koşulladıgı ve kolaylaştırdıgı yeni gelişme sürecidir asıl önemli olan. Bu· ise
henüz -önümüzde uzanan dönemin sorunudur. '94 yılını iyi degerlend irmenin,
onu gerçekten kazanmanın, hareketimizin gelişmesinde ve öncü parti niteligine
ulaşmasında gerçek bir dönüm noktası haline getirmenin önemi de, burada
i fade bulm aktadır.
Önderlik sorununun belirleyici rolünü ve önemini saklı tutarsak, başarımızın
2 76
temel koşul u , ideolojik kavrayışı derinleştirmek, örgülle bir ·bütün o larak
ideolojik düzeyi yükseltmek, ideolojik birligi pekiştirmektir. İdeolojik zayıflı­
ğın ve bunun kaçınılmaz ürünü olan ideolojik dagılmanın hareketimizin gelişme
süreçlerini hangi sorunlarla karşı karşıya bırakugını, tasfiyecilik olayı yeterli
açıklıkta göstermiştir. Bu olumsuz deneyimi hep gözönünde bulundurmalıyız.
Tüm olumlu grafige ve somut gelişme göstergelerine ragmen , bugün halen
bir toparlanma süreci içindeyiz. Bu hala ugraşmamız ve altct�emiz gereken
çok sayıda sorunun varlıgı demektir. Kısmi başarılar her zaman bir kendinden
memnuniyet ruh hali ve bunun ürünü bir rehavet yaratır. Bu en büyük tehlikedir.
Hiçbir biçimde gevşememeli, tersine işi her zamankinden daha sıkı tutmalıyız.
Örgütsel gelişme ve yetkinleşmeye her türlü özeni gösterıneyi sürdürmeliyiz.
Sınıf çal ışması ile örgütsel gelişmemiz organik bir süreç olarak kaynaşmalıdır.
Örgütsel gelişmeyi, bu gelişme içinde kadrolaşmayı, sınıf içinde siyasal ça­
l ışmadan ayrı ele alamayız. Sınıfın hiç dcgilsc en ileri kesimleriyle kaynaşmada
mesafe alamadıgımız sürece, gerçek manada bir devrimci sınıf öncüsü olmaya
hak kazanamayız. Bize gerekli olan, sosyalizm ile sınıf hareketinin cisimleşmiş
birliginin bir ifadesi, bu tarihsel sürecin bir i lk ad ımı olacak olan bir partidir.
Geleneksel devrimci harekete egemen küçük-burjuva parti anlayışını ve prati­
gini gerçek manada aşmak da ancak böyle bir parti yaratmakla sonuçlanmış
ve kesinleşmiş olacaktır.
Yeni dönemde özel önem taşıyan bir öteki sorun , illcgal çal ışmayı artık
yeni bir düzeyde, daha etkili araçlar ve daha zengin biçim lerle sürdürülcbi len
bir legal çalışma i lc birlcştirebilmektir. Bunda çok geç kaldıgım ızı biliyoruz.
Fakat bu gecikmişligin gerisinde tam da illcgal bir örgütsel temel yaratmadaki
gecikmişlik vardır. Zira bu ikincisindc, illcgalitcdc az çok bir mesafe almak,
i lkini (legal çalışmayı) dogru ve etkin bir biçimde sürdürebilmenin zorunlu
önkoşuludur. B u gözden kaçırıldımı, sonuç (sol harekette hep görüldügü gibi)
legalizm ve tasfiyec ilik olmaktadır.
S on bir yılda örgütü oturtmak, M Y O ' y u g ü çlendirmek ve örgütle
bütünleştiemek dogrultusunda atılan adımlar, lcgal çal ışmayı daha etkin bir
biçimde gündeme almayı da olanaklı kılmıştır. B ugün bu alanda etkin bir
faaliyet ortaya koymak, artık hareketimizin gelişmesinin olmazsa olmaz
koşullarından biri haline gelmiştir.
Devrimci hareket tasfiye s ürecini yaşamaya devam ediyor. Tasfiyec iliğe
karşı mücadele önümüzdeki dönemde yeni bir içerik kazanacaktır. Zira küçük­
burjuva dcmokratizmi sınıf hareketinin gelişimini bozup sınırlayan rolü ile
sahnededir. Tasfiycciligc karşı mücadele bugün artık bu kanaldan sınıf hareketine
yaratılan engelleri de parçalama mücadelesidir bizim için. Tasfiyeci egi lime
karşı m ücadele, öte yandan, dünün ve bugünün birikimi olan ve bugün çeşitli
devrimci grupların saflarında bulunmakla birlikte ileriye ç ıkma potansiyeli
taşıyan devrimci ögeleri kazanma m ücadelesidir bizim için.
Ekim
1 Ocak '94
2 77
Bir dizgi hatası nedeniyle yerinde ç ıkmayan sayfa 49'un devamı:
... ve sosyalist kuru l uşu da bu her anlarnda dar zemine sıMırmak e�il i rn i
gösterdiklerinin nesnel-tarihsel ortarnını bir parça açıklar.
"Hareketlmlzın gerçek durumayla az çok
tanışıklıgı olanlar, Marksizmin geniş bir biçimde
yaygınlaşmasının yanında, teorik düzeyin belli
ölçüde düşmekte oldugunu görmemez/ik edemezler.
Pek çok insan, çok az bir teorik egıtımle, hatta
hiç egitilmeden, hareketin pratik öneml ve pratik
başarıları yüzünden, harekete katılmışlardır.
Bundan
Raboçeye Dyelo' nun.
bır zafer hava.ııy la
Marx · ın şu sözlerını aktarırken nasıl paravats ız
oldugunu de!Jerlendirebiliriz: "İleriye dogru atılan
her adım, her gerçek ılerleme. b ı r dılıine
programdan daha önemlidir. " Teorık kargaşalık
döneminde bu sözcükleri yinelernek tıpkı bir
cenazede yas/ılara
benzer
"gözünüz aydın!" demeye
Vs te/ik Marx' ın bu stJzleri, içensinde
ılkelerin jormülas) orıundakı se\ meC" i lıgı şiddetle
mahkum ettigi, Gotha Programı konusunda yazdıtp
mektuptan alınmıştır. E!Jer birleşrnek zorundaysanız,
dıye yazı) ordu partı lıderlerıne Mart, hareketın
pratik amaçlarını karşıla�acak anlaşmalara girın,
ama ilkeler konusurıda herhangı bır pazarlıga
ızi n vermeyın. teorık "ödtinler" vermeyın Mart
bu duşline ede ıdı. >e hala aramızda -onun adına­
teorinın onemini küçümseme yolunu arayan kımseler
var!
Devri mı ı ıeorı olmadan, de"rimcı hareket
olamaz
Moda halinde oporıunızm övgusunun,
praıık e} lemın en dar biçimlerıne dt'llcesınt bir
kapılmayla elele giuigı bır zamanda, bu duşunu
Uzerınde pek gUçltl olarak dıreni/emez ... "
"··-
Bu dönemın karakterıs/lk iJzellı!Jı, bazı
mutlak hayranlarının praıık çalışmaya kuç umseme
ile bakmaları degildir, tam tersine, küçük çapta
matikçılıklt'
l<''"ll"t' kar rı tam bır
umunammlıgın
bıleşim i dır "
!lt e
70.000 TL < K DV DAl l l L ı
Lenin
Yapmalı