İndirmek İçin Tıklayınız!

Transkript

İndirmek İçin Tıklayınız!
A N A L A R
Kıyısına gelip de
bakıyorlar bir uçuruma başları dönmeden;
soğumamış oysa açılan toprak, tabutun daha yeni
örtülmüş kapağı, yeni değmiş körpe vücudlara
kurşun,
dökülen kan dinmemiş daha,
duydukları acı, büründükleri yas,
yaktıkları daha yeni.
Ve nerdeyse doğacak olan güneşe benzer
bir dirim ışığı yüzlerinde;
yeniden doğurmaya hazır cömertçe
"yeni oğullar için mayalanmış yürekleri
Kemal ÖZER
Aralık 92'de
1
Merhaba
2
Hangi Şiddetin Sancağı / Selim Akdenizli
8
Çocuklar Umut Çocuklar Eylem,
Çocuklar Özgür / Hayati Azim
14
Guernica - Şırnak / Utku Deniz
20
Gürkaynak Notları / Tavır
22
Yaşamn Sonsuz Derinliğinde Yaşayacaklar /
Ertan Y ağmur
26
Gün Bizim / Grup Ekin
29
Sanatsal Yarışmalar / Tavır - Röportaj
35
Modern Edebiyatın Baş langıç Kıpırtıları II /
Çev iri
40
Nota / Grup Ekin
44
Haber-Yorum
Ön kapak resmi : Bernhard HEISING
Chile, 12. September
Ön kapak dizeleri : Nihat Behram'ın
şiirlerinden derlenmiştir.
Arka kapak fotoğrafı: Mehmet ÖZER
Arka iç kapak resmi:
Jewgeni JEWTUSCHENKO
T A V I R
1
Ariel Dorfman / ÖLÜM VE KIZ oynundan bir sahne
HANGİ ŞİDDETİN
SANCAĞI!
Selim AKDENİZLİ
izlerden birini öldür-sek ne
kay bederiz?"
Paulina soruyor tetikte...
Parmakları tetikte. Y ıllardır
beklediği f ırsatı kaçırmak
istemezce-sine iki eliyle
sıkıca
sarılmış
silahın
kabzasına. Halka paletle,
postalla saldıran, ardında her
köşebaşında bir inf az, onbinlerce kay ıp ve say ısız
işkence dosyası bırakan bir
cuntay la
hesaplaşıy or.
İşkencedeki "sa-
"S
2 T A V I R
nık"a sağlık kontrolü yapmakla
başlay ıp işi defalarca tecavüz
etmeye
vardıran
Doktor
Mengele'siyle
hesaplaşıy or.
Direncinin
karşılığı
olarak
gördüğü işkencenin, y aşadığı
tecav üzlerin hesabını soruyor.
İşkencenin bir kalıntısı olarak
içinde bir y umru gibi kalan,
y ıllarca
söküp
atamadığı
korkularıy la
hesaplaşıyor.
Bireysel bir öfke de var sıkılı
y umruğunda. Fakat 17 y ıl süren
cunta
dönemini
ölümleri,
kay ıpları tüm bunların üzerine
sünger
çekerek,
insanlık
suçlularını y argıla-
madan, cezalandırmadan kurulacak olan "demokrasi"y i daha
doğrusu
demokrasi
aldatmacasını sorgularken, tarihsel, toplumsal bir hesaplaşmaya
dönüşüy or
oy un.
Paulina, 15 y ıl hiç eksiltmeden
taşıdığı "bir gün gelecek biz
yargılay acağız"
umuduyla
beklemiş. Rastlantı, sonucu
ev ine gelen Dr. Miranda'y ı
sesinden tanıy ınca eline geçen
f ırsatı tereddütsüz kullanıy or.
Sıkı sıkı sarılıy or silahının
kabzasına,
kendisine
ve
ülkesine
y aşatılan
acıların
hesabını soruy or işkenceci-
sinden.
Paulina Salas, Şilili, Arjan-tin'li
de olabilir, Filipinler, Y u-nanistan
y a da belki Türkiye'li.
Dr. Roberto Miranda. Önce
idealist duygularla katılıyor işkenceye. Gözaltındaki "sa-nık"ın
sağlık durumunu kont-rol ediyor.
İşkenceye daha ne kadar
day anabilirler diye. Önceleri bir
sınırda
tutmay a
çalışıyor
işkenceyi. Hatta day anamaz diye
gözaltı ndakini korumaya çalışıyor.
Fakat zamanla o insanlık dışı
sistem Dr. Miranda'daki hayvani
duy guları
açığa
çıkartıp
geliştiriyor. Sonuçlarını merak
etme-ye başlıy or. Bir doktor
gözüy-le (!). Hangi tutuklu,
kaçıncı günde kaç volt elektriğe
nasıl bir tepki verecek diye
merak ediy or örneğin. Kadınlar
üzerindeki f iziksel ve psikolojik
etkileri gözlemlemey e başlıy or.
Zamanla
bu
bir
tutkuya
dönüşüyor. Y ol yöntem göstermey e başlıy or. "Devam edin.
Dev am edin!"
İşkenceye katılan hiç kimse
masum kalamaz... Kalamıyor.
İşley en çark onu da bir dişli haline
getiriyor. Paulina'ya def alarca
tecavüz ediy or... 15 y ıl sonra
kurbanının eline düştüğünde bu
kez sorgulan-ma sırası ondadır.
Bu kez onun elleri ay akları
bağlıdır. Tıkaç onun ağzındadır.
15
y ıl
önce
sorguda
konuşturama-dığı için acizlikle
itham
edi-y ordu:
"Delirmiş!
(Gerçekten Şili mi bu anlatılan
ülke. Tür-kiye'de de sorguda
direnenle-ri uyuşturucu müptelası
diy e suçluy or işkenceci şef ler)
Şimdi de onu y argılamay a
kalktığı için delirmiş diyor.
(Arjantin'de çocuklarını ara-y an
analara diktatörlük Per-şembe'nin
Delileri adını tak-mıştı.) Her yapı,
tüm
özellikle-rini,
içinde
barındırdığı
tüm
unsurlara
kazandırıyor. Dr. Miranda'nın,
onursuz, saldır-
gan f akat gerçekte özgüven-siz
ve zavallı özellikleri kişisel
özellikler
değil.
Cunta'nın
Amerikan sermayesi pay an-dalı
saldırganlığı, zorbalığı gerçekte
özgüv ensiz y apısı şekillendirmiş
onu. (Oy un bu temel özelliği
atlamasa
da
yeterince
vurgulamıyor.) Sonunda itiraf
ediy or.
Üste-lik
y ıllarca
gözaltındakilere
uyguladığı
işkence yöntemleri kendisine
uy gulanmadan.
Ancak,
karşısında, baskının, zulmün
yarattığı acının nasıl önüne
geçilemez
bir
öfkeye
dönüştüğünü görüyor. Tıpkı halk
gibi. Suskunluk y erini hesap
sormaya bırakıy or. 17 y ıl süren
zorbalık kendisini de tüketmiş,
y ıpratmış. Tıpkı cunta gibi. Sonu
gelmek üze-re... Karşısındakinin
kaybe-decek hiçbir şeyi y ok.
Biriken acı, korkuyu da yenen bir
öfkey e dönüşüyor. Arada tepki-yi
yumuşatacak,
yargılayanın
gönlünü alacak, sancısız bir
şekilde geçmişin üzerine sünger
çekecek,
uzlaştırmacı
biri
gerekiyor. Son çare olarak
Paulina'nın eşi Gerardo Escobar'a sığınıy or.
Roberto
Miranda,
Şili'li...
1973'te Şili'nin kapısında iş-tahla
el oğuşturan ITT sermay esi
v ardı. Çünkü ülkede zengin
bakır v e güherçile ya-takları Şili
sahillerinde 6. f ilo vardı. Darbeci
ordunun elin-de USA damgalı
silahlar, ülkede amansız bir
katliam. Roberto Miranda, böyle
bir düzeni temsil ediy or. Arjantin'li de olabilir. Filipinler, Y unanistan ya da belki Türki-ye'li...
Gerardo
Escobar,
avukat.
Paulina ile sınırdan darbeci-ler
taraf ından arananları ka-çırma
çalışmaları sırasında tanışıy or.
Nişanlanıy orlar. Kaypak, kararsız
yapısı ne-deniy le her küçük
burjuv a gibi baskılar karşısında
geri adım atıy or.
Paulina
işkence-
de, ülkede cunta var. İlişkisi-ne
ve duyarlılıklarına ihanet ediyor.
Daha sonra bir orta-yol buluyor.
Paulina
ile
evle-niyorlar.
"Demokratikleşme" programında
yer alan Cunta dönemindeki
ölümleri, kay ıp-ları araştırmakla,
suçluları bulmakla görev li bir
komisyona seçiliy or. Komisyonun
asıl misyonu, birikmiş tepkileri,
öfkey i bastırmak. Suçlular, ordunun izin v erdiği sınırlar içinde
araştırılıp
bulunacak
f akat
kamuoyuna açıklanma-
Pasifizm ve uzlaşmacılık bir tek yolla
burjuva şiddeti enge lleyebilir.
Zorbalığın karşısında direnilmiyorsa,
zorbalık daha fazla ezmek ve sömürmek
için daha fazla şiddet kullanmaya ihtiyaç
duymaz. Çünkü önünde hiç bir engel
yoktur.
yacak. Y argı önüne çıkarılmay abilirler
üstelik.
Çünkü,
Pinochet, hala silahlı kuvvet-lerin
başındadır v e ordu ülke-nin
tepesinde Demokles'in kı-lıcı gibi
sallanmaktadır.
Çünkü
eski
diktatörleri
kızdırıp
onların
hükümeti devirmesine neden
olmamak gerekmekte-dir. Çünkü
sancısız bir biçim-de ulusal barış
ve
uzlaşmay ı
sağlamak
gerekmektedir.
Çünkü
Demokrasinin
başına
dert
açılmamalıdır. Ama, so-kaklarda,
fabrikalarda, okul-larda hesap
sorulmasını bekTAVIR
3
ley en öfkeleri birikmiş bir halk
v ardır.
Her an taşkınlık yapabilirler v e
onları y atıştıracak uzlaş-macı
formüller bulmak gerek-mektedir.
İşte bu araştırma komisy onu
aranan f ormül, Gerardo Escobar
da aranan kişidir. Escobar,
Paulina'ya verdiği "Bir gün
gelecek
biz
yargılayacağız"
sözünü unut-muş, yeni hükümetin
yargı
or-ganlarından,
mahkemelerin-den
medet
ummaya başla-mıştır. Paulina
haykırır
"kim
y argılay acak?
Çocuklarını aray an analara, gidin
nerede kaybettiyseniz orada
aray ın diy en y argıçlar mı?"
Escobar
sancıy la
kıv ranmaktadır. Haklı da olsa Paulina'nın hesap sormasını engellemelidir. Ya büyü bozulur-sa,
askerler kızıp geri gelirler-se?
Böy le bir tehdit uslandırılma-sı
gereken bir toplum için düşünülüyor. İşte Gerardo gibi-leri
toplumsal rehabilitasyon için
biçilmiş kaftandır. Bir uz-laştırıcı,
bir aracıdır.
Gerardo
Escobar...
Şili'li.
Şiddete, sömürüy e day alı bir
iktidarın kılık değiştirerek hal-ka
day atılmasında, halkın he-sap
sormasını,
y argılamasını
engellemede
uzlaştırıcı
bir
misyon yükleniyor. Pasif izmi,
zorbalığın çözümü olarak görmekle kalmay ıp bunu zorbalığın
yeni politikalarıyla eklem-lenmiş
bir biçimde devrimci muhalefete
bir baskı aracı olarak da
gündeme
getiriyor.
Demokrasicilik oyununda "havuç"u temsil ediyor. Arjantin'li
olabilir. Filipinler, Y unanistan y a
da belki Türkiye'li.
Oy un, döktüğü kanların lekesini üzerinden sile-reky ıllarca
halka çektirdiği acıların hesabını
vermeden demokrasi görüntüsü
verilmiş y eni sürece "y umuşak
geçiş" yapmay a çalışan bir
iktidarı, yaşadıklarının
acısını
y ıllarca
4 T A V I R
içinde taşıyan f ırsat buldu-ğunda
bireysel
de
olsa
hesap
sormaktan kaçınmay acak denli,
öf ke dolu bir kadını v e bunların
arasında uzlaşmacı olarak rol
oy nayan "y eni" dü-zene bel
bağlayan bir "aydın"ı toplumsal
olgular
olarak
ele
alıp
sorguluy or.
Paulina'nın tavrı bireysel ve
özgütsüz bir biçimde de olsa
hesap sormaktaki kararlılığı,
insanlık düşmanı şiddetin karşısına çıkışı ayrıca dikkate
değer. Fakat, asıl tartışma
sonusu, bugün yeniden güncellik kazanan çeşitli biçim v e
ay gıtlarla şiddete dayalı bir
düzenin hangi y öntemlerle ortadan kaldırılacağıdır.
Çeşitli biçim ve aygıtlarla diyoruz çünkü kapitalist sömürünün v arlığı bile başlı başına
sömürülen sınıf ların
üzerine
yüklenen bir şiddeti içerir.
Burjuvazi bugünkü demogojilerinin aksine iktidara gelir-ken
de şiddete dayalı bir dev -rim
yapmış
ve
ilerici
olduğu
dönemlerde bile düzenini sürdürebilmek için azgınca bir
şiddete başv urmaktan kaçınmamıştır. Bunun için serbest
rekabet döneminde, küçük y aşta
çocukların kar hırsı ne-deniyle
sağlıksız koşullarda ve çok
düşük ücretlerle çalış-tırıldığını
ya da ilk sendikal örgütlenmelerin
nasıl kanlı şiddetle bastırıldığını
hatırla-mak y eterli.
Burjuv a sömürü, tarih boy unca şiddeti gündeminden hiç
çıkarmamış,
tam
tersine
emperyalizm v e siyasal geri-cilik
döneminde
bu
yöntemleri
zenginleştirerek iktidarının te-mel
day anağı haline
getirmiş-tir.
Üstelik uluslararası bir ni-telik
kazanarak şiddet ve te-rör
"ihraç" etmey e başlamış-tır.
Emperyalizm, askeri-silahlı bir
şiddetin yanısıra eğitim sistemi,
basın-yay ın ve
uluslararası
planda kurduğu yay -
gın medy a ağı ile entellektüel
şiddeti de temel hak v e özgürlüklerin bile kısıtlanmasın-da
ustaca
kullanabilmektedir.
Geriy e, yalnızca üretim araçlarına sahip olanların özgürlü-ğü
bırakılmaktadır.
Burjuvazi, aynı özgürlüğü(!)
emekçilere de sunmaktadır.
"Dilediğin metaya sahip olabilirsin. Çünkü bizim varolabilmemiz için senin tüketmen
gerekir". Ancak alım gücü sınırları içinde. Çünkü bundan
ötesi sermay e sınıf ının mülki-yet
ÖZGÜRLÜĞÜ'ne
müda-hale
olacaktır.
Kapitalizm, özel mülkiyet özgürlüğü dışındaki tüm özgürlükleri sınırlamıştır. Bunu düzeninin sürmesi için ve şiddet
araçları kullanarak y apar. Bu
şiddet eşitsizliği ve sömürüyü
sürdürmey e yarayan bir şiddet
olduğundan insanlık dışı-dır ve
iktidarın
elinden
gitme-sine
neden
olabilecek
çelişki-ler
yoğunlaştıkça
şiddet
de
y oğunlaşır.
Şili, Arjantin, Filipinler y a da
Türkiye... Gerardo Escobar ti-pi
uzlaşmacı v e pasifist ay-dınların
anlayamadığı y a da anlamak
istemediği de budur. Y eni
sömürge ülkelerde ege-men
sınıf ların çelişkisi ve krizi her
zaman bir yoğunluk taşır. Bu
yüzden de şiddeti sürekli-dir v e
krizi derinleştikçe buna bağlı
olarak ağırlaşır.
Toplumsal muhalefetin yükseldiği dönemlerde tüm demokratik
aygıtların
ortadan
kaldırılmasına (bir cuntaya) buna
tepkiler
geliştiğinde,
yıprandığında ise tepkileri y umuşatacak
"demokratikleşme"
gösterilerine ihtiy aç vardır.
Gerardo Escobar tipi, bu
noktada faşizmin ihtiyaç duyduğu önemli bir araçtır. Halkı
rehabilite edecek, zorbalıkla halk
arasında barışı sağlaya-cak bir
misyon yüklenir.
Pasifistler, bu özelliklerini bir
erdem gibi gösterirler. Öyle
ya şiddet gibi kötü duygular-dan
arınmışlardır. Tüm emek-çiler
sürüp giden bir şiddetin altında
ezilseler de, o bu tür işlere
bulaşıp ruhunu kirlet-memiştir.
Böy lesi bir bencillik v e subjektif y argıy la devrimci şiddeti de
zorbalıkla eş tutarak lanet-ler v e
karşısında y er alır.
Oysa kapitalizmin şiddeti çok
açıktır ki toplumsal dina-miklerin
önüne kan insanlı-ğın gelişimini
durdurmayı
he-defley en
sömürüy e dayalı bir şiddettir. Ve
sömürüy e dayalı bir düzen
oldukça bu şiddet süreğendir.
Y ani kapitalizm, şiddeti kendi
özünde barındı-rır.
Proletaryanın-emekçi sınıfla-rın
şiddeti
kendi
doğasından
kay naklanan değil hak ara-may la
birlikte zorunlu olarak gelişen v e
şiddeti-savaşları
düny a
ölçeğinde ortadan kal-dıracak
"tercih" edilmiş bir şiddettir.
Tercih
edilmiştir,
çünkü
emekçilerin en küçük hak talebinden, eşitlikçi ve özgür bir
iktidar 'kurma mücadelesine
kadar her yönelişi iktidar taraf ından şiddetle bastırılacaktır.
Pasifizm v e uzlaşmacılık bir tek
y olla
burjuva
şiddeti
engelley ebilir. Zorbalığın karşısında direnilmiyorsa, zorbalık
daha f azla ezmek v e sömür-mek
için daha f azla şiddet kullanmaya
ihtiyaç duymaz. Çünkü önünde
hiç bir engel y oktur. Ancak bu
bile özünde şiddete day alı bir
ilişkidir. Çünkü zorbalığın saldığı
kor-ku hükmedilenin üzerinde şiddeti temsil eden bir tehdit unsuru
olarak
durmaktadır.
(Gerçekte toplumun doğasın-da
zulmedene sonuna kadar boyun
eğiş hiç bir zaman yoktur.) Bu
mantık (-sız) zincirinin dışında
pasif istin teorilerinde hiç bir
meşruluk yoktur.
"Ölüm v e Kız" da Gerardo
Escobar işkence suçlusu Dr.
T A V I R
5
Miranda ile hesap soran Paulina
arasında arabuluculuk yapmaya,
Paulina'y ı
yatıştır-maya
çalışmaktadır. Açık bir tehditi koz
olarak kullanmak-tadır: "Kışkırtıp
bu adamları geri gelmelerini mi
istiy orsu-nuz?"
Peki direnmezsek v e geri
gelmezlerse? Emeğin, top-lumsal
kimliğin ve benliğin sö-mürüsü
tepkisizce sürüp gide-bilir ve
muhalif
unsurlar
tepki-sizce
ortadan kaldırılabilirler.
İşte pasifistin evrensel mis-yonu
burada belirginleşiyor. Toplumsal
muhalefetin bastı-rılmasında kılık
değiştiren
burjuvazinin
bir
uzantısı v e onun şiddetinin
gizlenmesin-de bir araçtır. Sonuç
apaçık
ortadadır:
Bırakılsa
sonsuza dek sürüp girecek bir
zorbalı-ğın bay raktarlığı. Burada,
ter-cih sorusunu Caudwell'den
alarak soralım: "Hangi şiddet
sancağının altında kabul ettirecektir
kendisini?
Burjuva
ilişkilerinin şiddeti mi yoksa
yalnızca
onlara
direnmekle
kalmay ıp onlara son verecek olan
şiddet mi? Burjuva toplumsal
ilişkileri giderek üstüne kurulu
oldukları
sömürü
ve
mülksüzleştirmenin şiddetini daha
fazla açığa vuruyorlar, giderek
daha açıkça insanı baskı v e
vahşetle bunaltıyor-lar. Eylemden
kaçan pasifist kendini bu sancağın
altına y azdırır, herşeyin olduğu
gibi kalması ve kötüye gidişin sancağı, sahip olanların olmay an-lara
uy guladıkları artan baskı v e
şiddetin sancıları (...) Y a da
kendini
devrimci
sancağın,
geleceğin
sancağının
altına
yazdırır." (!) Şiddete dayalı bir
egemenliği tüm kurum v e kuruluşlarıyla nihai olarak ortadan
kaldıracak
sancağın...
Bunu
yaparken şiddete baş-vuruyor
olması onu karşısına çıktığı
düzenle
ay nılaştırmaz
ve
kendisiy le ahlaki anlamda
6 T A V I R
da olsa çeliştirmez. Çünkü bu
şiddet grevler, mitingler, f abri-ka
işgalleri, üniversite boykot-ları,
gecekondu direnişleri ka-dar
meşrudur. Halkın
adaleti-ni,
öf kesini,
umudunu
özünde
barındırdığı için meşrudur.
Hayatın içinde olmaktan ge-len
bir cüretkarlığı v ardır. "Biz
görüşlerimizi zorla gerçekleştirme cesaretine sahip miyiz?
Onların doğruluğuna dair ne
garantimiz v ar? Tek gerçek
garanti eylemdir. Bizim inançlarımızı fiziksel madde üstün-de
zorlay acak, toplumun alt yapısını
ev lerde, yollarda, köprülerde v e
gemilerde
in-san
yaşamını
tehlikeye
atmak
pahasına
kuracak cesareti-miz var, çünkü
teorilerimiz ey-lemle çıkmıştır v e
ey lemle de-nenirler. Bırakınız
köprü y ıkıl-sın, gemi batsın, ev
çöksün eğer hatalıysak. Biz
doğanın nedenselliğini inceledik,
eğer y anlışsak bırakın üstümüzde
kanıtlansın."(2)
Paulina gibi bireysel v e inti-kam
duy gularına dayalı bir şiddet
değil hay atın içinde sı-nanan
doğrulara dayalı, ör-gütlü ve yeni
bir y apı kurmayı hedefleyen bir
mücadelenin ürünüdür. Y ine de
Paulina'nın sorusunu yenileyerek
sorabili-riz: Ne kay bederiz?
Daha dün y anıbaşımızda olan,
bugün; işkencecile-rin,direncine
tahammül ede-meyip kaybettiği
insanlarımız olsa, Y usuf ların,
Hüse-yin'lerin, Hüsamettin'lerin,
Tuğrul'ların mezarlarını arıy or
olsak,
işkencede
tecav üze
uğray an Paulina Salas değil de
Esma Polat olsa. Daha sonra
onu da katlettikleri on-larca
dev rimci gibi y argısız-sorgusuz
kurşuna dizmiş olsa karanlığın
bekçileri. Ve elle-rinde USA
patentli M-16'larıy la aramızda
dolaşıyor olsalar,
kapımıza
yanaşıyor
olsalar, ekmeğimize bulaşıy or
olsalar... Ve onların ef endile-ri,
topraklarımıza konuşlandı-rılmış
çekiç güçleriyle Ortado-ğu'da
y eni terör düzeni kur-mak için
Genel Kurma'ya ka-rarlar aldırıp,
Kürt halkını katlettiriyor olsalar...
"Demok-rasinin
direği"
parlementodaki
milletin
vekillerine
figüranlık
yapıp
görüntüyü kurtarmak düşüyor
olsa, bunun da adı demokrasi
olsa...
Çünkü Ortadoğu'da bereket-li
petrol y atakları olsa, çünkü
memleketimizde demir, kö-mür,
liny it yatakları ve de bembeyaz
pamuk tarlaları olsa. Herşeyden
önemlisi "ucuz emek cenneti"
olsak.
Emek hakkını ararken hep
zorbalıkla karşılaşıy or olsa. İşçiler
grev e
gittiğinde
grevler
ertelenebiliyor olsa, memurlar
grev li-toplu sözleşmeli sendi-kal
hak için y ürüdüğünde coplanıy or
olsalar, öğrenci gençlik toplumsal
bir sorumlu-lukla, Y ÖK'e, ücretli
eğitim
sömürüsüne,
devlet
terörüne HAYIR diyerek boykota
gittiğinde "Panzerler üzerlerine
kalkıy or" olsa... Şiddete ve
zorbalığa day alı sömürü düzeni
böy lece sürüp gidiyor olsa.
Tüm bunlara dur demek için
halk kendi adaletini dikse düzenin karşısına. Zulme direnmenin ötesinde, onu zorla
y ıkmak için, biraz rahatımız-dan
vazgeçmey i, bedeller ödemey i
göze alsak, bunun karşılığında
kazanılacak kos-koca bir ülke v e
yeniden y a-ratılacak bir düny a
olsa ne kaybederiz?
Daha doğrusu kaybeder mi-yiz,
yoksa kazanır mıy ız?
Not:
1) Ölen Bir Kültür Üzerine
incelemeler / C. Caudwell/ C. 1
syf.127
2) A.g.e. syf. 125
BİR YAPRAKTA KAN DAMLASI
mor dağların ucunda
kızıllıklar çökmüş bir akşamdı
parmaklıklarla bölündü alnım
gözlerim ufuklarda kaldı
gökyüzünde bulutlar
gökyüzünde ay
gökyüzünü kanayan bir şevkat gibi kapladılar
ayakları prangalı baktım yıldızlara gülüm
sana orda gözlerimle sarıldım
ve avluya bir uzunbava gibi çöktü akşam
yağmurlardan topladım yüzünü de
gökkuşağında kaldı içerim
şimdi ölüm denmez canıma od basmaya
yaşam için
boynumu pey sürmeye ölüm denmez
madem ki özgürlüğe şifrelidir yenilgim
madem ki insandır arklarda hasat edilen
gözyaşıyla da bölüşülür ekmek
ölümle de bölüşülür
gel kardeş
adını sen koy bu akşamın
gel kardeş
birlikte sevelim dağlara diz vurmay ı
biliyorum boynumda halkalanacak bu gece
bu gece kara duvarları yırtarak susacagm
namuslu bir yemin gibi vereceğim başımı
bu gece gözlerimi kavuşmasz yumacağım
alnımda veda serinliği rüzgarın
bu gece ayın kardeş sessizliğine bakacağım
sonra ülkemin kızlarına
ve oğullarına
kanla yazılmış bir sevda bırakacağım
bu gece usul usul bitti gökyüzü usul usul
küçüldü göğsümde acının yürek çatlatan
büyüklüğü alın hayretinizi üzerimden
korkunuzu ve ihanetinizi alın inançla yendim
bu acıyı ben aç kızların aydınlık
gülücüğünden öptüm yeryüzünü ve rüzgara
yazıldım
Asım GÖNEN
Christo Neikov
T
T AV I R
7
ÇOCUKLAR UMUT,
ÇOCUKLAR EYLEM,
ÇOCUKLAR ÖZGÜR
Hayati AZİM
er y er kum v e mı-cır
dökülmüş ça-murlu
bir y olda y ürüyorum.
Tedir-ginlik rüzgarları
uçuşuyor
biry erlerden.
Bugüne
değin
gördüğüm
gecekondulardan
f arklı birşeyler arı-y or
gözlerim. Küçük bir meydandan
geçiy o-rum, öteberi sıralanmış
ev ler v e bir de f ırın. K. Armutlu
bu-rası mı diy orum. Az ilerisi, diy or arkadaşım. Y ürüy orum y ol
biraz daha çamurlu şim-di.Evler
biraz daha sey rek v e basık.
Daha
çok
köy
evlerini
çağrıştırıy or.Birden bir tablo-nun
karşısında buluy orum kendimi.
Çev resinde
ağaçla-rın,ev lerin
olduğu kocaman bir göl. Hemen
sağımda
ikin-ci
boğaz
köprüsünün ay akla-rı uzanıy or.
Boğaza
y akın
bir
y erde
olduğumu
bilmesem
gördüğümün bir göl olduğu-nu
düşünmeye devam edebi-lirim.
Sol
taraf ımda
tepedeki
panzerler,
polis
otobüsü
uzaklaştırıy or
beni
boğazın
mav iliğinden.
Tedirginliğimin
nedenini
soruyorum kendime. Bugüne
8 TA V I R
değin K.Armutlu, kim oturu-yor,
nasıl
bir y aşamları v ar,
sorunları neler gibi bir y aklaşımla basında görülmedi pek.
Seksensekizlerde
ga-zetede
gördüğüm bir f otoğ-raf gelip
oturuy or gözlerimin önüne.
Dozerler, yıkılan evler, bağırıp
çağıran ağlayan kadın v e
çocuk görüntüleri. İstanbul
alışıktı
bu
görüntü-lere.
Kamuoy unun
pek
alı-şık
olmadığı Gülsuy u'nu, Bir May ıs
Mahallesi'ni
anımsatan
görüntüler
geldi
bunun
ardından.
Beklenme-dik
direnişlerin
odağı
oldu
K.Armutlu. Birçok insan y aralandı. Bir de ölü.
Polislerin dikkatini çekmeden y ürüme çabasındayız.
Arkadaşımın fotoğraf maki-nası
ceket altında. Y az bo-yunca
K.Armutlu'yu ziy arete gelen,
genelde;
öğrenci,
av ukat,
öğretmen v e parla-menterden
oluşan
insan
hakları
hey etlerinin hemen hemen
tümü en az birkaç saat
polislerin
zorunlu
misa-firi
oldular.
Ev lerin çoğu briketten v e
basık. Fakat arsa sıkıntıs ı
çekilmediğinden büy ükçe. Y er
y er kulübe benzeri ev -
ler de v ar. Az da olsa beto-narme
yapılar da göze çarpı-yor.
Polislerin
olduğu
tepenin
uzağınday ız artık. Bir aile kö-mür
taşıyor. Arkadaşım bir iki kare
f otoğraf çekiyor uzak-tan. Onlara
yaklaştığımızda kömür taşıyan
kadın, kendile-rinin fotoğraf ını
çektiğimizi düşünerek neden
f otoğraf çektiğimizi soruy or.
Sesinde bir karşı çıkış v ar.
Konuşma-larından basına olumlu
bak-madıkları belli.
Bugüne
değin ne söylerlerse söylesinler
ga-zeteler kendi bildiklerini y azmış.
Gazeteci olmadığımızı,
f otoğraf sanatçısı olduğumu-zu
söy lüyoruz. "Çekin, istedi-ğinizi
de y azın, buradaki ger-çekleri
değiştiremezsiniz" di-yor.
TAY AD'lı bir ana camdan
bakıp çaya çağırıy or bizi. Tepeden gözetlediklerini söy ley erek ev e tek tek girmemiz için
uy arıy or. Önce arkadaşım giriy or
ev e. Ben kapıy ı bulana kadar
ev in çevresinde bir tur atıy orum.
Ananın kızı cezaev inden y eni
çıkmış. Eşi de y eni emekli
olmuş. Maaşı bağlan-mamış
daha. Ana'nın eşi ile
tanıştığımda bir eziklik duyu-yorum
içimde. Kıskanıyorum belki de. Tüm
devrimcilerin anasıyım diyen bir
Ana'nın ailesi de olabileceğini
düşün-memiştim hiç. Kömür alamamışlar daha. Ev buza kesil-miş. İyi
giyinmiş olsam da so-ğuğun içime
işlediğini
du-yumsuy orum.
insanlarsa
sıcak mı sıcak.
Gözünaydın diyorum Ana'ya. Kızı
yanında olduğu için sevinçli ama bu
sev inç y etmiy or ona. Ben tüm
devrimcilerin anasıy ım diyor. Son
dönemde verilen şehitler için üzgün.
Makbu-le'nin cenaze törenine katılmış kısa bir süre önce. Çe-vikler
saldırınca "Sizin ana-nız yok mu?
Vurmayın" de-mişler çeviklere. Yok,
yanıtı alınca."Ah oğlum sizi keraneden mi getirdiler buraya" diye sormuş
analardan biri. Kıp-kırmızı kesilmiş
yok diyen. Gülüşüyoruz. Ana da
gülü-yor. Cenazede insan dövülür
mü? Biz de polislerin cena-zesine
gidip onları dövelim diyor sonra.
Gülmemiz kahkahaya dönüşüyor bu
kez.Bir kez
de
gözaltına
alınmış.Onu eşi anlatıyor.Şube-y e
gitmiş Ana'yı sormaya. "Alışık değiliz
böyle şeye. Çekiniyorum da. Sarışın,
gençten bir polis kapıda nö-bette.
Ben yaklaşıp karıyı so-ruy orum.
Demesin mi sen yatağındaki karıya
söz geçi-remiyorsun da şubede
karı mı arıy orsun diye. Amanasıl ol-dum?
Beynime kaynar ka-zanlar..."
"Bildiri...
havaya
atıldığında
sav rulup uçuy or y a, onun için
kuşlama işte."
Gün kararmak üzere. Bir başka
eve geçiyoruz. Seve-cen, güleç
yüzlü bir kadın Hatice. Yirmidokuz
yaşında. Kocası simit fırınında çalışıyor. Evden yeni çıkmış. Az daha
önce
gelseydiniz
onu
da
görürdünüz, diyor. Aç mı-sınız diye
soruyor hemen. Aç değiliz, az önce
birşeyler atıştırdık. Ev öyle bir
yoksul-luk kokuyor ki insan aç olsa
da açım diyemeyecek. İki çekyat
var oturduğumuz odada. Birinin
ortası göç-müş. İyice aşınmış bir
halı var yerde. Kenarlarından betonun griliği sırıtıyor. Oturduğumuz
odanın dışındaki yer-ler sıv asız v e
kapıları yok. "Üç y ıl oldu daha
toparlaya-madık evi" diyor. Y oksul
utancını
seziyorum
Kız çayları getiriyor. Bizi ol-manın
gördüğüne sevinçli. Biz Ar-mutlu'yu sözlerinden. Yoksul olmak onun
soruyoruz o, hala içerdeymiş gibi bir kendi suçu değil oysa.
hisle "İs-tanbul'da ne var ne yok"
Tokat'ın köylerindenmişler. Yazın
diyor. "Pek birşey yok, Armut-lu'da ekinle biçimle uğraşır-larmış. Hep
geçenlerde kuşlama ya-pılmış" birlikmişler ka-yınlarıyla. Gelin,
derken anlamadığımı sezinliyor kaynana,
el-ti
tartışmaları
bakışlarımdan.
yaşanırmış
sık-lıkla.
Biçtikleri
buğday da ye-
melik kadarmış, satmaya kalmazmış. Bir kat yatakla ayrıl-mışlar
babaevinden. Kapıcı olmuşlar
Bahçelievler'de. Durumları iyiymiş o
zaman-lar. Kocası ciğerlerinden rahatsızlanıp kaloriferi yaka-maz
olunca
kapıcılıktan
ayrıl-mak
zorunda kalmışlar. Bu kez bir
fabrikada bekçi ol-muş. Bir odalı bir
gecekondu kiralamışlar. Yağmur
yağın-ca sular dolarmış içeri. O işten de atılınca fırında çalış-maya
başlamış. K. Armut-lu'ya gelmişler
sonra.
İlkin kömür taşıyan ailenin fotoğraf
çekmemize
gösterdi-ği
tepkiyi
anlatıyorum Hati-ce'ye. Sözümü
bitirmeden ağzımdan kapıyor ve
"Y anlış yazıyorlar. Birçoğunu kovduk
buradan. Sadece Özgür Gündem...
onun muhabirleri-ni de tanıyoruz
artık" diyor. Gülümsüyor o ara.
"Mücade-le'y i benimsiyoruz, Gündem'e sempatiyle bakıyoruz" diye
ekliyor. Armutlu insanı-nın yaşam
öyküleri birbirine benziyor çoğunca.
Genellikle toplumun en yoksul
kesimin-den. Birkaç kondunun
önün-de özel oto da var. Otolara
T AV I R
9
şaşmamak
olası değil.
Konuşmaları
otolu
kondulara
çekiyorum. Ha! O mu? Satın aldı,
diy or Hatice. Oranın esas sahibi
kovulmuş
Armut-lu'dan.
Kırkbeşmilyon
saymış
adam.
Kaybedecek hiçbirşe-yi olmayan
insanların gece-kondu yaparak orayı
ölümü-ne olsa bile savunmasın ı
kavrayabiliyorum ama tapu-su ve
güvencesi olmayan bir yere
kırkbeşmilyon
vermeyi
kavrayamıyorum. Basit bir kumara
benziyor daha çok. İki katlı bir
inşaat yapmış adam, aldığı evin
bahçesine.
Y ıkılırsa
kırkbeşmilyonu
gi-decek.
Yıkılmazsa boğazı kucaklayan iki
katlı bir ev. Camcıymış adam.
Yardım da etmiş konu komşuya!
Oda karanlığa bürünüyor Hatice
anlatırken. Bir ara
10 T A V I R
elektrikler yanıp sönüyor öl-günce.
Armutlu'nun elektrik şebekesi yok.
Evden eve ak-tararak yapılmış
elektrik sis-temi felç olmuş. Çoğu
odun kömür alamadığından elekt-rikli
ısıtıcılar kullanılıyor. Aşı-rı yüklenmeyi
kaldıramıyor tesisatlar. Karanlıkta
ders ça-lışma çabasındaki çocuklara
bakıyorum. Hatice'nin büyük kızı
Şengül orta ikiye gidiyor. Az önce
geldi, bir etamin ku-maş parçasıyla.
Elişi dersi için desen işliyor. İlkokul
dör-de giden Özgür'le Dilek kü-çük
bir sehbada yapıştırma resim
yapıyorlar. Renkli ka-ğıtları karanlıkta
nasıl kesip yapıştırıyorlar kimbilir?
Hatice büyük kızı Şengül'e sen-de
para var mı, diye soruyor."
Beşbinlirası var kızın. Etamin
alışverişinden artmış. Mum
alınıyor o beşbin lirayla. Ço-cukların
yaptkları çalışmala-ra bakıyorum.
Gecekonduya benzeyen evlerin her
iki ya-nına kavak ağaçları dikmiş-ler.
K. Armutlu'da en çok di-kilen ağaç
kavak. Biraz da erik ağacı...
Çocuklardan biri sarı bir kağıttan
güneş kesip yapıştırıyor resmin sol
üst köşesine. Diğerine bakıyorum o
da güneşi kesip yapış-tırmı
karanlıkta. Hatice'nin dört çocuğu
var, ikisi komşu-nunmuş. İsimlerini
soruyo-rum teker teker. Anaları; Ayşe, Fatma... Çocuklarsa Öz-gür,
Umut, Eylem...
Eylem dört yaşında. K. Armutlu'da doğmuş. Annesin-den
tabanca almasını istiyor-muş sürekli.
Yolda yürürken aynı istemini
tekrarlayınca polis de duymuş.
Tabancası-
nı vermiş Eylem'e. Eylem tabancayı
aldıktan sonra şapkasını da
istemiş polisten. Ne ana ne polis
anlayabilmiş
şapkay ı
neden
istediğini. Şapkayı ne yapacağın ı
sor-muş polis. "Seni vurucam"
demiş Eylem. Şapkayla bütünleştirmiş saldırganlığı küçücük
düny asında.
Hatice
kendilerine
terörist
denmesinden yakınıyor arada bir.
Kendi anası bile terörist diyormuş
ona. "Karakollara düşesin" diye de
beddua okur dururmuş. Anasının
du-aları, onyedi nisanın ardın-dan
Armutlu'da
gerçekleşen
operasyonu protesto için ya-pılan
açlık grevinde gerçek-leşmiş. Hatice
"Ben terör de-ğil, dört çocuk
anasıyım" diye açıklama yapmı
basına. Daha sonra da gözaltına
alın-mış. Götürülüşünü anlatıyor
gülerek." Ben iki polisin arasındayım. Anamı gördüm o ara.
Anam ellerini havaya kaldırıp kuş
gibi çırpıyor. Bir taraftan böyle
çırpınıyor, bir taraftan da "Oh
olsun! Ben sana karışma demedim
mi" diye söyleniyor. Oh olsun diye
diye düşüp bayıldı."
On gün sürmüş Hatice'nin gözaltı
süresi. Çocuklara anası bakmış o
günlerde. Hem bakmış hem de
terörist diye söylenmiş. Çocuklar da
sık sık anneanneye küsüp kendi
ev lerine gelmişler. Şengül, yemek
yapmayı bil-diğini,üç kardeşine
bakabile-ce ğ in i söylüyor. Fakat
onlar anneanneye küsüp kendi evlerine geldikçe anneanne de
toparlay ıp geri götürmüş onları.
Şengül'ün
gözaltısı
yok.
Mahalleye gelen yabancı hey etlere
yardım için postaneye kadar
götürmüş, polisler alıp otolarına
bindirmişler o zaman. Biraz nasihat
edip bı-
rakmışlar. Şengül o anı anlatırken
yanakları kızarıyor yine. "Çok
korktum, hani kayıp oluy or ya
insanlar".
Fadime Ana'nın evine gitmek için
dışarı çıkıyoruz. Boğazdan bir gem i
geçiyor. Her taraf tam bir ışık seli.
Kırmızı, sarı, mavi... Yeryüzünün
tüm ışıklarının ortasında olduğumu
düşünüyorum,
K.
Armutlu'nun karanlığında.
Fadime Ana'nın evi diğerle-rine
oranla daha özenli.
Kapısı,
çerçevesi üstünkörü değil. Beyaz
yağlıboya ile boyanmış. Yerler
marley. Ucuzundan da olsa koltuklar
var salonda. Evinin öteki evler-den
daha iyi olduğunu söylü-yorum.
"Ben de dışını sıvatamadım. Dışı
sıvalı evler daha sıcak" diyor.
Fadime Ana köydeki tarlalarını satıp
nesi varsa yatırmış bu eve. Çoğu
yıkıma uğrama korkusuyla fazla
masraf etmemiş evlerine. Fadime
Ana daha çok çocukları okusun diye
gelmiş İstanbul'a. Gelirken de "ben
apartmanlarda oturamam, ayağım
yere bassın ", diye tutturmuş.
Bayrampaşa'da
dört
tarafı
apartmanlarla çevrili bir gecekondu
kiralamışlar. Başını kaldırdığında
göky üzü görünüyormuş yine de. Üç
oğlu var Fadime Ana'nın. Biri şehit
düşmüş... Devrim şehidi. Ortanca
olan da hapiste. Büyük oğlu
Ankara'da okuyormuş. Bıraktırmış
okulu. Şimdi eve o bakıyor. 'Başın
sağolsun demek', kabuk tutmu
yarayı kanırtmak gibi gelir bana.
Gözlerinden
süzülüverecek
damlaları
bekleyerek,
başın
sağolsun diyorum istemeden.
Gözy aşı yok. Bir hüzün dalgası
gelip geçiyor mavi gözlerinden.
Oğlundan bir anı, bir fotoğraf arayan
gözlerim duvarlarda geziniyor.
Karakalem resim
çalışırmış, şiir yazarmış oğlu. Bir
arkadaşıyla birlikte günlük tuttukları
bir defterleri varmış. Che'yi ve
kendisini resimlemiş ölmeden önce.
Şu an eve bakan oğlunu gözaltına
almışlar
Bayrampaşa'daki
kondularında. Onu gözaltına alırken
resimleri de suç delili diye
götürmüşler. Bir daha geri
alamamışlar resimleri. Oğlunun
ölümünden sonra arkada da
gözaltına alınınca onların birlikte
kullandıkları şiir ve anı defterini de
yırtmak zorunda kalmışlar. Seksendokuz 1 Mayıs'ında Mehmet
Dalcı'yla beraberlermiş Şişhane'de.
Fadime Ana'nın büy ük oğlu, "bir tek
bu kaldı kardeşimden", diyor. Mehmet'le
anısını
şiirleştirmiş
ölümünden önce:
"Yürüyoruz Beyoğlu'nda
Bir Mayıs meydanına
Yumruklar havada
Sloganlarımız dalgalanıyor
Kulaktan kulağa
Yürüyoruz Beyoğlu'nda
İşgal altındaki meydanımı-za"
Armutlu' ya ne zaman geldiklerini soruyorum. Gülümsüyor
Fadime Ana. "Büyük oğlum
gözaltına alındıktan sonra geldik.
Burada bulamazlar belki bizi dedik
ama buldular" diyor. Armutlu'yu
sorduğumda şöyle bir düşünüyor.
Son operasyondan sonra insanlar
sinmiş biraz, kendi kabuklanma
çekilmişler. Anayı üzüyor bu. "Devrimciler bir kazık çaktı Armutlu'ya,
kimse söküp atamaz onu. Buranın
insanı da ne devrimci olur, ne
devrimcilikten vazgeçer, diyor. Oğlu
biraz daha iyimser. "Bakma sen
öyle göründüğüne çok devrimci
çıkar buradan" diyor. Ana atılıyor
hemen: "Sadece K. Armutlu'dan
değil heryerden yetişir devrimci.
T AV I R
1 1
Siz burda mı büyüdünüz san-ki.
Ama sizin dev rimci olaca-ğınız
daha çocukken belliy di"
Armutlu insanını kesin kalıplara koy up tanımlamak doğru
değil elbet. Şurası da bir gerçek
ki K. Armutlu'ya gelene değin
köy lüydü, işsizdi, v eya sosyal
güv encesi, çalışma güvencesi
olmay an
insanlardı
çoğu.
Suskundu-lar,
eziktiler,
bükülmüştü
boyunları.
Birlikteliğin gücünü kavradılar
y ıkımlarda.
Hak
aramay ı,
direnmey i öğrendiler. Sosyalist
kültürü soludular az da olsa.
Fadime Ana yatıya kalmamızı
istiy or.
Bir başkasına söz
v ermemiş olmay ı, orada biraz
daha
kalabilmeyi
ne
çok
isterdim.
Muzaff er otuzüç yaşında,
belediy e işçisi. Seksen önce-si
Gültepe'de
oturuy ormuş.
Bekarmış o zamanlar. Şimdi
onun da Özgür ad ında bir kı-zı
var. O günlerde faşistlerin
saldırısına uğramış. Önemli bir
anı onun için. Dev rimcili-ğin ne
olduğunu tam bilmez-miş o
zamanlar. En güzel düny aları
dev rimcilerin
kura-cağına
inanmış v e kendini devrimci diye
tanımlamış. Faşistlerin saldırısını
anlattık-tan
sonra
gözaltına
alınışını anlatmaya başlıy or.
Konuş-maları daha çok köy
delikan-lısı ağzında.
"Onyedi nisandan sonra... Biz
mahallece toplandık, ce-nazey e
gideceğiz.
Şimdi
po-lislerin
olduğu tepede. Dolan otobüs
kalkıy or. Birkaç oto-büs kalktı.
Ben daha binme-miştim. Sonra
bir molotof patladı. Hemen sonra
saldır-dılar. Ama bir göreceksin.
Y erde ne bulduysak kaldırıp
atıy oruz. Y üz metre kadar
püskürttük polisi. Bu kez ateş
açmaya başladılar. Önce ha-v ay a
atıy orlardı, sonra bel-
12 T A V I R
den aşağı atmaya başladılar. Bir
taraf tan kurşunları gözlü-y oruz,
bir taraf tan da taş atıyoruz.
Kurşunlar sıy ırıp geçi-yor. Y ere
bakamıy orum as-lında. Taş,
çamur ne geldiy -se... Dağılma
başladı kitlede. Bir siv il beni
gözüne kestir-di... Yukarıdan bir
helikopter kameray a alıy or..."
Muzaff er çabuk
davranıp
ellerini y ıkamış y ağmur birikintisinde. Genelde elleri çamurlu olanları almışlar ama
Muzaffer
de
kurtulamamış
gözaltından. Üç ay kadar kal-mış
içerde, "İstinye.... kara-kolu çok
kötü. Çok kötü dö-vüyorlar
orda." diy or sık sık. Daha
otobüste
başlamış
so-pa.
Dudaklarını sıkıca birleş-tirip
gözlerini biraz daha aça-rak "Kaç
cop kırıldı üstümüz-de bir bilsen"
diy e soruy or. Dirensek bu kadar
sopa y e-mezdik diye de ekliy or
he-men. Karakolda suskun kalmış önce. Kızlar slogan atıyormuş. Slogan atan kızlar-dan
birinin üstüne upuzun uzanmış
bir polis görünce dayanamamış
atlamış polisin üstüne. Bunu
anlatırken kü-fürler dökülüyor
dilinden. "Cinsel tacizlerin de bir
iş-kence y öntemi olarak algılanması gerekmez mi" diy e
soruy orum."Biliy orum"
diye
yanıtlıyor kafasını sallayarak.
Operasy ona dönüyor y ine. "Kitle
dağıldıktan
sonra
in-sanlar
ev lere kaçıştı. Day ak ama ne
day ak...
Camdan
ka-pıdan
giriy orlar içeri. Gözleri hiçbirşey
görmüy or, çoluk çocuk dinleyen
y ok Çocukla-rı da komünisttir
bunların di-y orlar."
Muzaff erin karısı pek konuşmuyor. Ara sıra katılıy or
söze. Operasyon anında K.
Armutlu'da değilmiş. Otobüs-le
Karacaahmet'e
gitmiş.
Mezarlığa giremeden de geri
gelmişler. "Orada da saldır-dılar"
diy or. Konuşmalara az katılıy or
olmasının,
kocası-nın
çok
konuşuy or
olmasın-dan
kay naklandığını düşünü-yorum.
Y aşamı
eşiyle
birlikte
omuzlamış, cin gibi bir kadın
aslında. Temizliğe gidiy or-muş.
Muzaff er'in
tutuklu
olduğu
günlerde iş arkadaşları biraz
y ardım toplay ıp gön-dermişler
ama y ük daha çok onun
omuzlarına binmiş.
Sabah, sis çökmüş Armutlu'y la uyanıy oruz. Muzaff er işe,
eşi temizliğe, Özgür oku-la
gidiy or.
Bir
sessizlik
var
Armutlu'da. Tanımlaması zor.
Insansızlaşmış bir köy sanki.
Birkaç köpek koşuy or ordan
oray a. Evin önündeki taşlara
y aşlıca bir adam ge-lip oturuy or.
Polis mi diy e ba-kıy oruz. K.
Armutlu'dan
biri
olmalı.
Sessizliği bozmaktan kaçınıy or
sanki. Düşünüy or.
Sessizliğe karışıy oruz biz
de. Az sonra ayrılacağız Ar
mutlu'dan.
Armutlu'luyu, insanlarını, y eterince tanıy amadığımı
düşünüyorum.
Orada daha çok kalmak, daha
çok insanla konuşma iste-ğimi
bastırmaya çalışarak yürüy orum
çamurlu yollarda. Daha önce
mahalle
birimle-rinde
görev
almış biri geçiy or y anımızdan.
Selam v eriy o-ruz. Kafasını öbür
yana dön-dürüy or. Bir başkasıy la
karşı-laşıy oruz
az
sonra.
Ay aküstü laflarken iki kişi daha
geliy or. Çay içmeye çağırıy orlar.
Birkaç kişiy le daha konuşabilmenin sevinciyle giriyorum içeri.
Gülsüm v e Nihat Armutlu'da
tanışıp
ev lenmişler.
Pazarlamacılık y apıy orlar şimdi.
Gülsüm'ün kulübe türü bir ev i
v armış Armutlu'da. Daha çok
oranın insanına y ardımcı olmak
için gelmiş. Kulübekondu, örgüt
ev i olarak bellenince boşaltmış
ora-
yı. Oturdukları ev orada gör-düğüm
evlerin en iyilerinden biri. Y ıkım
olayının artık aşıl-dığına inanıyorlar.
Ahmet be-lediye işçisi. Mustafa
lokanta-da çalışıyor. Onlar da bu görüşte. Mustafa'nın eşi cezaevindeymiş
daha.
Son
operasyonda alınmış. Bunu çok
doğal bir olaymış gibi söylemesi
şaşırtıyor insanı. Çocuklar?... "Alıştı
artık onlar da" diyor. Tarn onüç kez
yı-kılmış evi. Ondördüncüsünü
kendisi yıkıp betonarme yapıy ormuş.
Ahmet
gecekondulaşmada
deneyimli. Bir Mays mahal-lesinin
kurulmasında da var-mış. Fakat
orada evi yok. Gönüllüymüş o
zaman. Bir Mays mahallesiyle
Armut-lu'yu karşılaştırarak "Bir Mayıs'ta daha sağlam bir örgüt-lenme
vardı, orada yiyeceği olmayan bir
aile aç kalmazdı, burada kalabilir"
diyor. Nihat Tokat'tan iki köyü
boşaltıp
gelenlerin
Armutlu'ya
alınma-sını hata olarak yorumlay ınca, Gülsüm kocasına uyarıda
bulunarak bunları süreçle bir-likte
degerlendirmek
gerekti-ğini
söylüyor.
Seksensekiz-lerde,
Ey lül'ün baskılarının yeni yeni
kırılmaya başladığı günlerde birçok
insan Armut-lu'ya yerleşmekten
çekinmiş Gülsüm'ün düşüncesine
gö-re.
Tokat'tan gelenler için beş
konduluk
kontenjan
ayrılmış
olmasına karşın geri dönüşü
düşünmeyen bu insanlar da kabul
edilmiş
Armutlu'ya.
Sosyalist
kültürün özümsen-mesi bir süreci
gerektiri-yor... Köylüler hemşehrilik
ilişkilerini de taşımışlar Armutlu'ya.
Kendi aralarında hiç uyum
sağlayamayan
bu
insanlar
başkalarına
karşı
Tokat'lılık
day anışmasıyla birlik oluv ermişler
sürekli.
Hemşehrilik
ili-kileri,
birbirlerini kayırmalar veya
birbirlerine
ça-mur
atmalarla mücadele ediliyor mahalleler-de.
Sosyalist kültü-re göre
yapılan-maya
çalışan
mahalli
birimle-rin,
kadının
dö-vülmesini
yasak-layan tavrına ve
kadın
erkek
eşit-liği
kavramlarfna sığınan bazı
ka-dınların
gereksiz
çıkışları da hoş anlar
olarak ha-tırlanıyor. Gülsüm bazı olum-suzluklara
karşın sosyalist kültü-rün
Armutlu'da kalıcı olacağını
düşünüyor.
Sözü çev ik kuvvete
getiriy o-rum
yine.
"Onla-rın neden bura da
oldukları belli", diy or.
Geçenlerde bir kavga
olmuş
birkaç kişinin
arasın-da.
Kav gay ı
çev iklere
haber
vermişler fakat onlar "bu
bi-zim
işimiz
değil"
demişler.
Armutlu
insanının
kapıların ı
devrimcilere kapadığında
po-lisin
mahallede
kalmasının gereğinin de ortadan
kalka-cağını söylüy or.
Gülsüm, Nihat, Ahmet ve
Mustafa yıkımların olmaya-cağı
kanısında olsalar da her olasılığı
tartıp biçiyorlar birer birer. "Burayı
tankla topla yı-kabilirler de" diyorlar.
Fakat bunun Armutlu insanını bir
araya toplayacağını ve geç-mişte
yaşanan
direnişlerin
yeniden
yaşanması demek olacağını ileri
sürüyorlar.
Önemli bir olasılık da Armut-lu'nun
parça parça yıkılma-sı.Bir bebek
ağlaması duyu-yorum. Gülsüm
"Sinan uyan-dı" diy erek koşuyor.
Grup Özgürlük Türküsü'nün ezgileri dolaşıyor düşlerimde.
Ağlar aç bir çocuk çamurlu bir
sokakta Şimdi Sinan uyanacak
Sinan'ın gülücükleriyle ay-rılıyoruz
oradan. Armutlu çı-kışında bir
duvar. Kırmızı bo-y alarla iri iri
yazılmış ve son-radan karalanmış
bir duvar yazısı. Dikkatlice bakılırsa
okunabiliyor yine de.
POLİSLE İŞBİRLİĞİ
YAPANLARDAN HESAP
SORDUK,SORACAĞIZ.
T A V I R 13
GUERNICA - ŞIRNAK
i
nsanlık tarihi sömürenlerin çıkmazlarının verdiği telaşla- yaptığı katliamlarla doludur. Bunlar, sonlarını yaşadığımız
şu
yüzyılda
sürmekte. Bu katliamlardan, benzer özelliklerinden dolayı ikisi;
Guernic a ve Şırnak'tır.
Ortak
yanları
ise
halklarının, ülkelerindeki etnik kökenleri ve bunlardan dolayı verdikleri mücadeledir. Guernic a İspanya
Bask ülkesinde, Şırnak Türkiye Kürdis tan'ındadır.
İspanya iç savaşı yıllarında General Franco, Almanya ve İtalya'nın desteğiy le
İkinci Paylaşım Savaşı'nın
ön hazırlıklarını İspanya'da
ve Bask Ülkesinde denemiştir.
ABD'nin Ortadoğu halklarının sahibolduğu petrol bölgesini denetimi altında tutmas ına yardımc ı olan TC
ise ileri karakol işlevi görüyor; katliamcı geleneğini sınıyor Şırnak'ta.
1937 yılında bir bahar günü Guernic a halkı gökyüzünün uçaklarla dolu olduğunu
görmüştü. "Kutsal Meşe" adlı ağaçtan dolayı Bask'ın kutsal zehir i kabul edilen Guer-
14 T A V I R
nica acımasızca bombalanmıştı. Olaya tanık olan bir kişi şöyle anlatmaktadır: "26
Nisan ikindi üstü... Harikulade açık bir gün. Hava yumuşak ve bulutsuzdu. Guernica'nın varoşlarına saat 5 ' e
doğru vardık. Yollar çok iş lekti. Çünkü alışveriş günüydü. Aniden sirenler ötmeye
başladı. Bizi bir korkudur aldı. Halk köşeye bucağa kaçıştı. Kendilerine korunacak
yer aramak için herşeyi olduğu gibi bıraktılar. Hatta bazıları dağlara doğru koştu. Kısa bir süre sonra Guernica
üzerinde yabancı bir uçak
göründü... Ve kentin merkezine üç bomba attı. Bunun
üzerinden çok geçmeden yedi uçak gördüm. Bunları altı
tane daha izliy ordu ve sonra
beş uçak daha geldi. Hepsi
de Junkers uçaklarıydılar.
Bu arada tüm Guernica panik içindeydi... Uçaklar çok
alçaktan uçuyorlardı. Olsa
olsa ikiy üz metre yüksekteydiler. Bu arada kadınlar, çocuklar ve yaşlı adamlar isabet alıp sinekler gibi yerlere
dökülüyorlardı. Her yanda
büyük kan birikintileri görüyorduk. Tarlada tek başına
duran bir yaşlı çif tçi gördüm.
Bir makineli tüfek yağmuru
öldürdü onu. Onsekiz uçak
bir saatten çok Guernica
üzerinde kaldılar ve bomba
üzerine bomba yağdırdılar.
Patlamaların ve yıkılan evlerin çıkard ığı sesler akıl almaz bir şeydi. Uçaklar caddeler üzerinde uçtular. Görülebilen her yere bomba yağdırdılar.
Daha
sonra
kraterleri gördük, bunların
onaltı metrelik çapları vardı.
Uçaklar saat yediy e doğru
gittiler. Bu sefer çok daha
fazla yüksekten uçan yeni
bir uçak dalgası geldi. İkinci
filo, kentimizin üstüne yangın bombaları attı. Bu bombardıman otuzbeş dakika
sürdü. Ama tüm bölgeyi yanan bir fırına benzetmeye
yetti. Yangın bombaları ile
yapılan bu saldırının hangi
amacı güttüğünü hemen anlamıştım. Bunlar yangın
bombaları kullanarak tüm
dünyayı, Basklıların kenti
kendilerinin yakmış olduğuna inandırmak istiyorlardı...
"(1)
1992 yılı Ağustos ayında
aynı faşis t oyun Şırnaklılara
oynanıyordu. Bir Şırnaklı
olayı şöyle yorumluyordu;
"18 Ağustos akşamı 22.30
sıralarında silah sesleri duymaya başladık. Daha sonra
havan topları ve mermiler patlamaya
başladı. Bu arada bizim eve bir
roketatar mer-misi isabet etti.
Sabah olun-ca şehri terk etmeye
karar verdik, terketmeye çalışırken
hala bombalar yağıyordu. Açılan
ateş sonucu bir kadın öldü, yaşlılar
ve çocuklar ya-ralandı. Bir mezraya
geldik ve ölümüzü gömmeye çalıştık. Buradan geçerken bizi gören bir
helikopter hemen
bombaladı.
Burada da bir kadın öldü ve bir
çocuk yara-landı. 20 Agustos günü
geri dönmeye çalıştık. Askerler
ev leri yakıyorlardı. Askerle-rin
bombardımanı
sonucu
bütün
eşyalarımız yandı. Mahsullerimiz
telef oldu. Bü-yükbaş hayvanlarımız
öldü-rüldü. Daha sonra televizyoncular çekim yapıp, tüm dünyayı,
şehri
bizim
yaktığı-mıza
inandırmaya ça l ışt ı- lar..." (2)
hazır bir yumruk olarak göz-ler
önüne serildi.
Resmin ilk sergisi sırasın-da bir
kadın yanında kızıyla gelip,
Guernica'nın
önünde
durur.
Yanındaki kızına şöy-le der; "İşte
bu hepsinden korkun. Sırtımda bir
örüm-ceğin gezindiğini duyar gibi
oluyorum. Kuşkusuz burada ne
yapılmak istendiğini anla-mıyorum.
Fakat gerçekten çok ilginç,
bedenimin
parça-landığını
hissediyorum."
Guernica resminin yaratı-mını,
İspanyol Cumhuriyeti Hükümeti
tarafından
görev-lendirilen,
Picasso'nun yakın arkadaşı Doris
Maar aşama aşama kaydetmiştir.
Pablo Picasso 28 Nisan 1937'de
Guernica'nm
bom-balandıgını
gazetelerden okumuştu. Kısa bir
süre önce de 1937 yılı Paris
Guernica'da bu katliam re-simle Ulusla-rarası Sergisi'nde gösterilanlatıldı. Faşizmin
bu kara mek üzere İspanyol Cumhuriyeti
ona
bir
resim
sayfalarından biri sa-natla,
her Hükümeti
ısmarlamıştı.
Böylece
Picasso,
zaman atılmaya
yapacağı resmin konu-sunu bulmu
oldu. 1 Ma-
yıs'da da resmin ilk ön çalışmalarına başladı. Hemen temel
figür olan At, Boğa ve Kadın'ı çizdi.
Bu bir anda oluşmuş bir şey
değildi. 1934'de yaptığı Y aralı Boğa, At ve Kadın adlı sürrealist
çalışmasından ana im-geleri aldı.
1937'de yaptığı Franco'nun Düşleri
ve Ya-lanları serisinde ise Guernica'da kullanılan olguları ka-fasında
pişirdi. Uzun süredir kafasında olan
bu imgeleri Guernica olayının
patlama-sıyla doruğa ulaştırdı.
Dene-me yanılma yöntemiyle yoğurarak, resmi oluşturdu.
Bu ilk çalışmada, sol üst
köşede, üstünde kuş duru-yormu
izlenimini veren bir boğa, ortada
boynu gerilmiş bir at başı, sağ
köşede ise elinde bir şey tutan bir
kadın vardır. Ön çalışmada sınırları belirfeyen çizgilerde bulunmaktadır. Bunlarsa, sağ köşede
evin duvarı konu-mundaki çizgi ve
resmin ka-rışıklığını odaklayan bir
yarı çember v ardır.
Artık her yer Guernica
Şırnak
İstedikleri yeşermesin
bir tek başak
Sevdiğim;
Sen dağında döğüşürken
bugün
Bebemize sarılıp öldüm.
Yok, biliyorum ayrısı
Hem kırın hem şehrin.
T A V I R 15
•-*&âm
Resmin ileride sürekli değişimine karşın boğa, at başı ve
kadın hiç değişmemiş, re-sim bu
imgelerin üzerine ge-liştirilmiştir.
2 Mayıs günü bir çalışma-da
boğa sol üst köşede, boy-nu
tamamen gerilmiş ve baş yukarıda,
kadın köşesinde ve kolu uzayarak
sof üstteki atın yanına geliyor. Işıkta
ye-rini çatalımsı bir şekile bıra-kıyor.
Kadının hemen altında karnı
olmayan bir hayvan es-kizi v ar.
Ancak aynı gün resim yine ilk
çalışmaya dönüp gelişiyor. Kadın
yine ışık tu-tuyor. Boğa ve at
yerlerinde. Resimdeki yenilik ise
atın altında; elinde bir mızrak tutan
ve başından kanlar akmış bir erkeğin
ölüsü... Ayaklarının altındaysa bir
çocuk ölüsü olması.
9 May ıs günü Picasso son ön
çalışmayı yapıyor. Bu ça-lışmada
boğa
ve
kadının
ko-numu
ortalanıyor.
Atla
bir
üç-gen
oluşturuluyor. Çalışma-da Guernica
pazar yerinin o günkü durumunu
anlatan olaylar gelişiyor. En sağda
yanan bir ev, onun yanında sıkılmış
bir y umruk. Atla yumruk arasında
gerilmiş bir insan. Atın solunda
onunla bütünleşmiş bir tekerlek. En
solda da parçalanmış insan-lar ve
ev görülüy or.
11 Mayıs'ta resim tual aşamasına geliyor. Tualde ilk il-giyi
çekenler;
yumruğun
or-taya
alınması, kucağında ölmu bebeğini
tutan annenin gökyüzüne haykırışı.
Ve sağ taraftaki büyük karmaşa. Ortaya en belirgin yere alınan
yumruk, ölmüş savaşçının sağ eli,
sol eliyse kırılmış bir kılıç tutuyor.
İkinci tual çalışması sıra-sında ise
yumruğun görünü-mü değişmiş
başak tutan bir
16 T A V I R
el olmuş. Onun arkasında, güneş
ilk defa resime girmiş-tir. Bu
resimdeki ikinci ışıktır.
Üçüncü aşama ise artık resmin
oturdugu aşamadır. Üçüncü tual
çalışmasında Picasso yumruğu,
gerilmiş at boynuna çevirmiş,
güneşi de göz gibi betimlemiştir.
Savaşçı ise kılıcı sağ eline almış,
sol elini uzatmıştır.
Bundan sonra ufak tefek
değişiklikler olmuş ve resim ortaya
çıkmıştır. Resim ha-vasız ve
mekansızdır. Elekt-rik ışığı gaz
lambası ve yan-gın, resme hemen
hemen hiç ışık vermez gibidir. (3)
Resmin üst yarısında içerik için en
önemli olan şeyi, özellikle büyük ve
göze çar-pıcı resmetmiştir. Alt
kısım-da ise, insani acının küçük
bölümler olarak resmedildi-ğini
görürüz. (4)
Guernica çok karışıkmış izlenimi
uyandırmakta ise de bakanlara
hemen kendini ta-nıtmakta ve
anlatımını sun-maktadır. Reng i
gümüş cıva rengidir. Bu da Bask
maden-lerinden gelmektedir. Belki
de resmin karışık görünme-sini
sağlayan bu renklerdir.
Tablonun
değerlendirmesi-ni
yapan Peter Weiss boğa-nın halkı,
atın ise faşizmi simgelediğini
söyler. Picasso ise bir soruya
verdiği ya-nıtta boğanın doğrudan
faşizmi değil fakat karanlık ve tehdit
eden bir gücü simgelediğini
söy ler.
Gözlerden kaçan bir nokta ise
atın ağızının içindeki uçaktır.
Picasso'nun yanıtı-na dayanarak,
bunun halkın sesini kesmek için
gönderil-miş bir uçak olduğunu
söyle-y ebiliriz. Ayrıca iki Mayıs'taki
aşamasında erkeğin elinde tuttuğu
mızrak, resimde atın sırtından
girmiş, karnından
çıkmış olarak görülebilir.
Guernica'ya bakanlar resimdek i
karmaşadan dehşe-te düşmekte
ama sebebi be-lirsiz bir umuda
kapılmakta-dırlar. Korku teslim
olmakta kendini yok etmektedir.
Picasso, insanın bütün ya-rattığı
değerleri resminde toplamakta,
faşizme karşılı-ğın, en görkemli
örneklerin-den birini vermektedir.
Ki Guernica tartışmasız politik bir
resimdir. Büyüklüğü de politik
olduğu, y an tuttuğu kadar v e
sanatla görkemli bir anlatımla
yapılmasından gelmektedir.
"Guernica'y ı diğer anma ve anıt
resimlerinden f arklı kılan şey, bu
resimden açı-ğa çıkan ve bugüne
kadarki toplumsal eleştirel egilimli
sanatçılar üzerinde görülen şaşırtıcı
etkisidir.
Böylece
Guernica,
uluslararası anti-faşist sanat dilinin
yaratılma-sına bir katkı olmuştur.
Bir resmin ancak sanatsal açı-dan
etkili olabileceği v e onun siyasal
ajitasyonun hizmetinde olması gibi
bir paradoks Guernica'yı sanat
tarihinin bir miti haline getir-miştir.
Başka hiç bir yapıtta görülmez bu."
diyor Wılfried Wiegand.
Picasso'nun İspanya iç sa-v aşı ile
kazandığı sosyalist
duyarlılık,
Guernica'ya yan-sımıştır. Onu
örgütlülüğe gö-türen y olu açmıştır.
Ancak hiç bir zaman için örgütle
(FKP) çok sıkı ilişkileri olma-mış,
daha sonra da kendi kendine yok
olmuştur.
O dö-nemden sonra y aptığı Kore'de Soykırım- tablosu da aynı
konuyu işlemesine karşın hiç etki li
olmamıştır.
Sanat kitlelere ulaşmada en
etkin görevlerden birini üstlenmiştir.
Bir insana an-
'
latmak istediğimiz duy gularımız, resimle, müzikle, dansla güçlendirildiğinde daha iy i
sonuç alınmakta, anlatım daha etkili olmaktadır. Küba'y ı
görmediğimiz
halde,
Nazım'ın "Sen mutluluğun resmini y apabilir misin Abidin"
dizelerinde o günü y aşar gibi
oluruz.
Brecht'in
Mezbahalar ın Jan Dark'ı-adlı
oy ununda bozuk düzen-de karşı
şiddetin
kullanımı-nın
zorunluluğunu
çoğumuz,
insanlara o kadar güzel anlatamaz. Sanatla anlatım bir
silahtır. Bunu bir yana bırakmaksa büy ük bir eksikliktir.
Guernica yüzy ılımızın resmidir. 1987 y ılında Halepçe
katliamını gösteren bir fotoğ-raf
da y üzy ılın f otoğraf ı ola-rak
değerlendirildi. Bunlar düny anın
gözü
önüne
ger-çekleri
serebiliy or ve insanla-ra artık
birşey lerin
y apılma-ması
gerekliliğini
hissettiri-yorsa,
bugün Şırnak için de aynı şey
gereklidir. Burada da sanatın
etkisini,
gücünü göstermesi
gerekir. Resim, şiir, öykü, şarkı
yapılmalıdır. Önümüzde onlarca
örnek
dururken
bizler
susamay ız.
TC telev izy on kameraları-
na Şırnak'ı görüntüleme Ünlü Fransız Sair Paul E L U A R D 1937 yılında
Guernica tablosu için GUERNlCA'N l'N U T K U S U
izni v erirken, "minareyi şiirini yazmıştır.
çalan,
kılıf ını hazırlar"
mantığını gütmüştür. Oysa GU E R N İ C A ' N I N UTKUSU
izlediğimiz
görün-tüler Tarlalarla maden ocaklarının
yoksul ev lerindeki insanlar
sadece
bir
belge Sıcaktaki güzel yüzler, soğuktaki güzel yüzler
olmasına, sanatsal bir yanı gecenin, karanlığın, darbenin reddi için,
olmamasına
karışır her şey için güzel yüzler,
y üzy ılın görüntüleri ol- Uzaya atılınca,
Ölümün üz örnek olacak onlara.
may a aday dır. Eh ne de Ölüm, dehşete d üşmüş bir yürekle
olsa aralarına girmek için Ekmek, toprak, su, uyku v e masmav i gökyüzünün mu tluluğ u
çırpındığımız Av ru-palılar v e kapkara yoksulluk
Yaşamımızla ödetilecek
"Dağlar asla sak-lanmaz" Ekmeğimizi elimizden alanlar,
demiştir.
Her
şey Bizi yargılayan çılgınlar
Meteliği b ölüşürüz de
ortadadır.
Gereksinim du yma yız sadakanıza
Ve nasıl Guernica bir Saygımız v ar
resim, Halepçe bir f o- Ölülerimizi selamlayacak kadar
toğraf la anılıy orsa, türr Onlar bizim dün yanın insanları değildir
sanatçılara, örgütlü y a da Kadınların, çocukların hep aynı hazinesi
İlk yazın yeşil yapraklarından, saf ana sütü nden
duy arlı
olsun,
"İşte v e pırıl pırıl gözlerindeki sürekliliğin
Mey dan" diy oruz. Y eni Kadınların, çocukların hep aynı hazinesi
Guernica'lara, yeni Şır- Gözlerde
İnsanlar onu sav unuyor, elinden geldiğince
nak'lara izin vermeye-lim.
Kadınların, çocukların gülü hep a ynı
KAYNAKLAR
1) Picasso, Wilfried Wiegand,
Alan Yayıncılık, sf. 110
2) Mücadele Gazetesi, Sayı. 9,
6.sf.
3) Modern Sanatın Öyküsü,
Norbert Lynton, Remzi Kitabevi,
sf. 191
4) Picasso, Wilfried Wiegand,
Alan Yayıncılık, sf. 112
5) Picasso'nun doğruları ve
Yanlışları, John Berger (Referans)
kızıl gül:
Gözlerinde yansı yan kanın
Korkuyla yüreklilik, yaşamla ölüm gibi
İnsanlar için bir türkü gibi sö ylenen,
İnsanlar için gizlenen bu hazine
Gerçek insanlar gelin
Umutsuzluğu sö ndürü p umu t ateşlerini yakmak için
Beraber açalım bir tomurcuk gibi geleceğin kapısını
Paryalar, ölüm, toprak v e o iğrenç çirkinlik
Düşmanlarımızın rengi gibi hep a ynı
Gecemiz gibi karanlık
Ama kuşku yok utku bizim artık.
Çeviri: Aydın KARAHASAN
Bu şiir 1937 yılı ParisUluslararası Sergisinde
Guernica tablosunun yanında sergilenmiştir.
T AV I R
17
ŞIRNAK D ER İN Y ARA
I
Kurşuna tutuldu, ne varsa göğün altında
Ekmeğim toprağım aşkım adına
Evler sokaklar ölü hepsi
Ekmeğim toprağım aşkım adına
Şırnak derin yara Kan szar
gözlerime Göçe vurmuş canlar
Toprağında sürgün Bağında
yabancı olmuş Gözlerde kan irin
Gözlerde öfke suyu
Yahu bu fermana
El basmadık
dolanır durur baş ımızda
Vuruldular bir solukta kardeş dediklerim Aldılar bebelerin
yaşanmamış ömrünü Ve dolu vurur gibi gecenin bir vaktinde
bahçeme Y ıldızlar kovuldu bombalar yağdı Şırnak üstüne
Yayıldı boşluğa sınır tanımadan havan sesi Ve dumanlar sildi,
doğadan güneşin rengini
II
Bir değ il Şırnak
İki deil üç değil
Dersimler yanar içimde
Kanı kurumadı Halepçe'de çocukların
Tazedir daha Cizre'de toprağı ölülerin
18 T A V I R
Ve Kasaplar Deresi
Ve Ağrı
Ve Cudi
Ve Zilan
Ya otuzüç yaram
Ya seni Dicle
Nereme koyam
Ete kemiğe doymadı Top tüf ek
İcadından bu yana
Yanar yüreğim yanar
Acı sevdadlr Şırnak
Her şeyim düşman şimdi
Ahdim v ar
Tarlada ekinim
Döle durmuş bebem düşman
Dalda narım Bahçemde gülüm
Ayvam armudum Baharım
yazım kışım Yolunmuş
bostanım Bağ ım Y a zulüm
Neyliyem sana
Kenan SENCER
K A R İ K A T Ü
R
T A V I R
19
GÜRKAYNAK
NOTLARI
TAVIR
992 Mart'ı. Mart'ın 17'si,
günlerden Sa lı. Kanadı
Gürkay nak Dağları; beş karanfil daha özgürlük tohumu
olarak düş tü toprağa. Emekçi
lerin yağmalanmış emeğini,
talan edil miş geleceğini sa
vunarak düştüler Düştüler,
eşitliğin hamurunu yoğururken
cesaretin ve bil geliğin suyuyla;
sarp yamaç larda çarpışarak
düştüler
Yerlerini
yeni
yüreklerin
dol
duracağını
biliyorlardı. Bire bin verecek
tohumları. Yola koyuluyoruz
Gürkay-
20 T A V I R
nak'a doğru, içimizde kucaklaşma duygusu, gözlerimizde
hüznü bastıran sevinç. Şehitlerimizin yeni yaptırılan mezarlarını ziyaret edip, köyde
verilen yemeğe katılacağız.
Baskı Kürdistan'da günlük
yaşamın parçası. Köye on kilometre kala kurulan bariyerlerde durdurulmayı ve kimlik
kontrolü yapılmasını yadırgamıyor hiçkimse.
Gürkaynak
tabelasının
önünde, yüzlerimizi dağlara
dönerek iniyoruz otobüsten.
Başı sevdalı dağlar hey! Eliyle
işaret ederek yiğitler durağını
gösteriyor bir arkadaş ve
anlatıyor Şerafettin'i, Sabit'i,
Tuncay'ı, Hasan'ı, Mustafa'yıYüreğinde umut saklı dağlar
hey!
Gürkaynak dört dağ arasında
bir köy. Ankara yolu geçiyor
ortasından köyü ikiye bölerek.
Kaysı,
elma
ve
armut
ağaçlarının çevrelediği patika bir
yolda yürümeye koyuluyoruz. İçi
sıcak yüreklerle dolu evler ve
kıpkızıl
renkler
arasında
parlayan elma ağaçları. Evler
birbirine uzak. Her ev kendi
bahçesinin içinde kurulu. Bazı
bahçelerin ortasına elmalar
yığılmış.
"Hava buz gibi. Ayaza kesmiş
her yan. Karın boyu iki metre.
Beş el, silahın soğuk teninde.
Silah sesleri ve köpek ulumaları
geliyor köyün orta yerinden.
Telsizler sonuna kadar açık..."
Enstrümanlarımız ve elimizde
karanfillerimizle varacağımız eve
yaklaşıyoruz. İki katlı ahşap evde
can dostlarımız karşılıyor bizi.
Kucaklaşıyo-ruz bir bir. Yılların
özlemlisi insanların duygularını
yaşıyoruz. Analarımız bağrına
basıyor "yiğitlerim" diye. O
toprak evde boy ölçülemeyecek
bir sıcaklık ortasında diz çöküp
sohbete başlıyoruz.
Köy halkı da orada. Komşu
köylerden de gelenler var. Biraz
oturduktan sonra mezarlara
gitmek
için
kalkıyoruz.
Mustafa'nın mezarına varıyoruz
ilkin. O, toprağın altında
aramadığımız. O, ülkenin dört
bir
yanında
dalgalanan
bayraklarımızda parlayan. Yine
de eline sağlık mezarcı ustası,
özenerek yapmışsın. Sana belki
daha çok iş düşecek. Kolay
olmayacak çünkü bu, zalimler
saltanatını yıkmak, yaşanır
kılmak bu acılı memleketi.
"Bitmez burda bitmez. Yürüyünce ölüme karşı yaşamak
sonsuz." Türküler söylü-
yoruz mezar başında, kırmızı bantlar
takıyoruz taşına.
Suya zehir mi kattın
Güle diken
Açlığa parmak mı bastın
Ekmeğ eküf
Hay oğul
Nettin Gürkaynak'a
Gözlerin düşmüş yola
Yüreğim beş parça.
Hasan'ın mezarı ayrı yer-de.
Ailesi kendi bahçelerinde yatsın
istemiş. Oysa ne ka-dar isterlerdi
tarlada çalışır gibi yürür gibi kol
kola, aynı mevzide omuz omuza
düş-mana kurşun atar gibi, yan
y ana olmay ı.
Anmadan sonra eve dönü-y oruz.
Y emek hazırlıy oruz hep beraber,
türküler söylü-yoruz hep beraber.
Kavgamı-zı,
değerlerimizi,
düşenlerimi-zi anlatan türkülerimizi
payla-şıy oruz coşkuyla.
Telsizler sonuna kadar açık.
Sesler geliyor. "Kaybet-tik" diyorlar.
"Kaçırdık" diyor-lar. On yaşında bir
çocuğu karlara yatırıyorlar. Evleri
kurşunluyorlar. Deli gibi ora-
dan oraya saldırıyorlar. Hava çok
soğuk..."
Küçük dinletimizden sonra
yemeğe oturuyoruz. Aynı kaptan
yiyip aynı tastan içi-yoruz.
Yemekten
sonra
Hasan' ın
mezarına gidilecek.
"Silah sesleri yükseliyor tekrar.
Telsizlerden bağırtılar duyuluyor:
Gidemiyoruz,
di-ğer
taraftan
kuşatın..." Koca dağların arasında
küçük bir tepede kuşatılıyorlar.
Namlular
kusarken
zehrini
üstünüze
İhanete geçit yok dedi yürekleriniz
Hay oğul
Akmalı son damla kan da
Şu güzelim baharda
Toprağına Gürkaynak'ın...
Bir çığlık kopuyor yüreğimi-zin
derinliklerinden. Onlar ise zaf er
kutlamada.
Varsın yürüsün
su da zehir olsun
Varsın yürüsün
Gülde diken olsun
Varsın yürüsün
Açlık da bizim
Küflü ekmek de
Vurulmuş beş yürek
Milyonlara gebe
Gürkaynak da bizim.
Hasan, ağaçlı bir bahçelikte
uyuyor. Aşk olsun o teslim ol-maz
yüreğe, aşk olsun.
Malatya'ya dönüyoruz o ge-ce.
Onca yorgunluğa rağmen dost
sohbetleriyle yarılanıyor gecemiz.
Gecenin ikisinde ancak farkına
varabiliyoruz zamanın. Bir arkadaş
esprile-riyle güldürüyor yorgun yüzlerimizi. "Bir akrabam vardı" di-yor.
"Çok yalancıydı. Köyde bir tek
insanı söylediği bir tek şeye bile
inandıramazdı. Bir seferinde köye
gelirken "Do-muz leşi" gibi yolun
kenarın-da öylece yatan bir insan
ölü-sü görüyor. Herkese anlatı-yor.
Ama yine kimseyi inandı-ramıy or.
Ancak o sabah köylüler, ihbarcılık
ve işbirlikçilik suçlusu Kemal Kaplan'ın
cezalandırıldığını
öğreniyor-lar.
Yaşar'ın gördüğü onun ölüsü..."
T A V I R 21
uğrul. Özbek'in
de
gözaltında
katledildiğini
öğreniyorum.
Soğuk bir kış
günü
aralıksız
yağan kara inat
en hoş kokuları
en
güzel
renkleriyle harmanlayıp, baharı savunan bir yediverenin
çağıltısını duyumsuyorum.
Gözüm güneşin karşı tepelerden ır maklaş ıp akarak
oyunlar oynadığı bir noktaya kenetleniyor. Yusuf
Erişti'yi düşünüyorum, Hüseyin Toraman'ı... gözaltında katledilen dostlarımın
seslerini duyuyorum. Gülen, yiğit yüzleri canlanıyor
gözlerimde.
Birden iç Anadolu'nun
uçsuz bucaksız bozkırlarında buluyorum kendimi. Yaz
güneşinin altında damar
damar kavrulan tarlalarda alev
olup göğe yükselmek
istercesine başlarını havaya
dikmiş ekini alel acele
toplayan ırgatlar ı ayrımsıyoru m. Nas ırlı elleriy le
nasıl da titiz ayır ıyorlar taneyi
saptan. Bir başka yerinde
yurdumun ekin bir hafta
öncesinden kaldırılmış
tarladan. Sırtlarında
yüzyılların yüküyle bir likte ağır
buğday çuvallarını taşıyor
ırgatlar. Oflayıp pufla-yarak
girdikleri değir menden una
bulanmış yüzlerinde acı bir
gülümsemeyle çıkıyorlar.
Getirip un çuvallarını üç katlı,
kalın duvarlarla çevrili bir evin
önüne yığıyorlar. Çuvallar üst
üste bir tepe gibi yığıldıktan
sonra ağır ağır açılıyor oymalı
tahta kapıs ı evin. Köyün ağası
olduğu giysile-
T
YAŞAMIN
SONSUZ
DERİNLİĞİNDE
YAŞAYACAKLAR
Ertan YAĞMUR
22 T A V I R
rinden belli olan uf ak tefek bir
adamla birlikte yedi kişi beliriyor
kapının önünde. Ve çuvalların
üçte ikisi içe-riye taşınıy or birkaç
saat içerisinde. Oysa yabani otları
temizlemek, tohumu toprağa
serpmek, sulama için kanallar
açmak ve kız-gın güneşin altında
ekini kaldırmak tarladan... aylarını almıştı ırgatların ama şimdi de
her haneye düşen birkaç çuval
buğdayla kışı nasıl geçireceklerini
düşün-mek zorundaydılar. Sabanın, orağın sapında onların teri
vardı. Kızgın güneşin altında
kanayan, çatlayan elleriy le onların
kanı vardı tarlada. Ama işledikleri
tar-la, ürettikleri ekin ve üretim
araçları, orak, saban... onların
değil.
Mahrumlar
elle-rinde
tuttuklarından
ve
elleriyle
ürettiklerinden.
ha keskin bakıyorum. Şehitlerimiz geçiy or önüm-den.
Selamlıy orum
onları. Ayhan
Ef eoğlu bir koluma giriyor, Tuğrul
Özbek diğer koluma. Y urdumun
bir baş-ka yerine götürüy orlar beni. Madenlerden gelen tok kazma
seslerini duyuy o-ruz. Alınlarında
ırmaklaşıp akan tere her kazma
dar-besiyle havalanan toz karışıy or
madencilerin.
Ama
kirlenmiy or
y üzleri.
Emeğin
ateşiyle, temiz ateşiyle pa-rıl parıl
parlıy or yüzleri. Şa-fakla birlikte
yerin yüzlerce metre altına inen
madenci-ler
güneş
dağların
ardına çekilirken ay ak basıy orlar
yeryüzüne.
Y üzleri
güneş
görmeyen
bu
emekçilerin
ciğerleri de y ıllardır kara tozu
eme eme bitirmişler kendilerini,
ışıktan mahrum gözler iyi görmez
olur bir süre içinde. Kulaklarda
Hasan
Gülünay'ı,
Hüsatok kazma sesleri çınlar durur tek
mettin
Y aman'ı,
Soner
gözlü odalarda.
Gül'ü
görüy orum
ırgatların
arasında,
gülümseyen
gözAy han
anlatmaya
başlılerinde
kurtuluş
gününün yor
Tuğrul
katılıy or
ona.
emekçilerikıv ılcımı parlıy or Onlar to- "Madenciler,
humun, toprağın, suyun v e miz... insanlar ısınsın diye,
di
güneşin
bereketi
müjdele- koca f abrikalar ısınsın
diğini bilen toprak köleleri- ye,
sallıy orlar
kazmalarını.
maden
santrallerde
ne sapına ter ve kan karı- Kara
şan
orağın
kızıl
bayrağı- elektrik
olsun,
aydınlansın
yuv alar
sallıy orlar.
mızda çekiçe nasıl da y a- diy e
kıştığını
göstermek
Ama
madencilerimiz,
mücadelesinde şehit düştü-ler. emekçilerimiz değil midir ki koca
Onlar, şehitlerimiz... iş-kenceli fabrikalarda
üretilen-lerden
sorgulardan sağ çıkmamışlarsa mahrum olanlar, ya-kacak odun
yüreklerin-de ve bilinçlerinde parası
bulama-yanlar,
toprak köleliğinin son bulması v e ödey emedikleri
fa-turalarla
orağın çekiçle yan y ana durması ışıktan mahrum olanlar." Tuğrul
özlemi v ardır.
atılıy or
"bizler katledildiysek
Y ediv erenin çağıltısını daha işken-celi sorgularda bu düzenin
yakından
duyuyorum
şimdi. çaresizliğindendir
ve
yüreUf uktaki noktaya dağimizde kurtuluş mücade-
lesinin ateşinin işkencede bile
alev ini
y itirmemesin-dendir.
Halkımız ki köylü-süyle, işçisiyle,
memuruyla çelik bir yay gibi
gerilen ve karanlıktan y ıldızlar
doğurt-maya gebe. Bizki körükledikçe y üreğimizdeki ateşi ve
saklamasını bildikçe ısı-mızı dosta
güven düşmana savaş için
yeryüzü cenneti ellerimizdedir."
Şehitlerimiz hep bir ağız-dan
"Biz dönüp yönümüzü emeğin
haklı ateşine, yü-zümüzü terle
ay dınlattık. Ve karanlıktan doğan
y ıl-dızlarca çoğalmaya and iç-tik.
Çünkü namlu gölgesin-de bir
daha
hain
tel
örgü-lerle
parçalıy orlardı sev da-larımızı.
Onlardı tohumu toprak-tan,
sudan ve güneşten mahrum
etmek istey enler ve dünya
hepimizin derken bile kanlı,
saly alı dişlerini gizleyemeyenler.
Onlardı zaman sonsuz diyenler ve
kök salıp toprağa, serpil-meye
gebe körpecik f idan-ları kırıp dar
ağaçlarında, sallandıranlar.
Parçalanmasın
diye
sevdalar,
sevdalımızı
bırakıp
ardımız sıra, vedasız, tuttuk dağların yolunu. Kırmasınlar diye körpecik fidanları, dallarda bahar konaklasın
diye yaşamı
haykırmasını
bildik
dar
ağaçlarında.
Başımızı
dik
tutmalıy ız, yürümeliyiz üs-tüne
faşizmin. Y erle bir edeceğiz
sömürüyü, yerle bir edeceğiz
zulmü.
Kura-cağız
gülen
gözleriyle ay-dınlıklar içinde bir
düny a-y ı... dünyamızı.
T A V I R 23
Jiri Mikula, Milada Mikulova
24 T A V I R
GÖÇMEN
-Gözaltında kaybolanlaraAdını v erdim Durgun göllere
Düşmeyesin diy e oğul Uzak
y ollara
Geceler oturunca Y eşil dallara
Canalıcı iner oğul Serin yellere
Sesini v erdim Akarsulara
Dalmayasın diye oğul Kan
uykulara
Sabahlar oturunca
Karanlıklara
Göçmen kuşlar iner oğul
Fidanlıklara
Silinip de gitmiyor Y ürek acısı
Kaybolan canların oğul Bu
kaçıncısı -Bilinmezlere oğul
Yazılan canların Bu kaçıncısıSevdanı verdim Dağlar başına
Üfleyesin diye oğul Aşk ateşine
Kuzgunlar dolanınca Turna peşine
Çoban türküleri oğul Akar düşüne
Silinip de gitmiyor Y ürek
acısı
Kaybolan canların oğul Bu
kaçıncısı -Bilinmezlere oğul
Yazılan canların Bu kaçıncısıİbrahim KARACA
T A V I R 25
lkenin her kar ış
toprağında
zulüm
hükmünü sürerken
"sözcüklerin
kan
pıhtıs ı"
olduğu
zindanlarda
bedenlerini ölüme yatırarak
karanlığı y ırtan bir şimşek
gibi çaktılar. Tutuştu kavga,
alevlendi yeniden. Gün
kavgayı seçme günüydü...
"Kavgayı
Seç-tim"le
türküledik...
Anaların
yüreklerinden koparılan parçaların acısıyla, bin yıllık cehalet, kölelik uykusundan
uyanışları türkülendi. Pir
Sultan'ın kavgasıyla, Serdari'nin "kısa çöp uzundan
hakkını alacak" deyiş iy le bütünleşti.
Kavganın haklı soluğu sardıkça gün gün sokak sokak
emekçiyi, gecekonduluyu,
öğrenciyi, Kürt halkını... zulmün hükmü kırılmaya yüz
tuttu. Bedeller ödenmişti,
ödenecekti. Zulüm ölümü
dayattı, sorgusuz suals iz.
Ölüm aşılacaktı, aşıldı destanlarda dir enişlerde. Toprağa karışan her beden, kavgada çoğalan soluk oldu,
düştü yollara. Onlara ölüm
yoktu. "Biz e Ölüm Yok" diye
seslendik, ikinci kasetimiz-
Ü
de... İşkencede direniş i, gecekondulu çocukları, Baba
İshak'ın tarihsel haklılığıyla
buluşturarak.
Karanlığın bekçileri çaresiz, soyundular "İnsan" elbiselerini, inançsızdılar, ahlaksızdılar,
halksızdılar...
Çirkeflik, namussuzluk batağında çırpınarak daha
çok battılar. Ne yaslanacak
bir duvar, ne tutunacak bir
dal vardı... sıktıklar ı el değil, içtikleri su, yedikleri ekmek değildi art ık. "Onlar
İçin Herşey Bitti".
Gün Malatya dağlarından
yankılanan gerillanın sesiy
le sarmalandı, kopup geldi
Çiftehavuzlar'a,
Sabahat'lere, Eda'lara, "Varsa
Cesaretiniz Gelin" ile marş
oldu dillere.
Gün halaylandı, halaybaşı çekenlerin coşkusuyla.
"Gün Bizim, Çekilecek Halayımız Var" adını verdiğimiz yeni kasetimizle yürüyen işçiyi, direnen gecekonduluyu, sokakları sahiplenen memuru, uyanan Kürt
Halkını... halaybaşını çekenlerin seslenişiy le halaya
güç katan tüm ezilenleri türkülemek istedik.
Türkülemek istedik, çünkü Çağdaş Halk Müziği,
halkın herşeye rağmen yaşattığı özgürlükçü demokratik kültürel değerlerini bugünkü mücadeleye taşımalıydı. Halk Müziğini temel
almalıydık. Çünkü halkların
en güzel, en dirençli, en
onurlu, en acılı gerçeğini
anlattığı, yüzyıllar içinde şekillenerek bugüne gelen
müzik buydu ve bu topraklarda yaşayan insanlara
gerçeği en iyi, en güzel anlatmak, bir de bu insanları
dünya halklarına anlatmak
ancak böyle mümkündü.
Yaşam temel oiarak iki tarafın savaşımından ibarettir
ama bu savaş öyle çok
yönlü ve öyle karmaşık sürüyor ki, artık ülkenin en ücra köşesinde bile on kanaldan beyinlerine saldırılan
insanlarımız bir yanda elleriyle tarlada çalışırken öte
yandan bilimkurgu filmlerini
izliyorlar. Saldırı çok boyutlu direniş de çok boyutlu.
Öyleyse müzik de çok sesli.
Ama yine de nasıl?
"İstanbul Şafakları" silah
sesleriyle kızıllandı bir sabah. Halkının en yiğit evlatları zulme direncin doruklarını yaşattılar silah elde çarpışarak. Halklarına seslenirken huzur dolu, özlem
GÜN BİZİM
Grup EKİN
26 T A V I R
dolu, kaygısız, tertemiz v e
duy guluydular.
Gümbürdeyen silah ve bomba sesleri
arasında bir kemanın, bir viyolanın, bir viyolonselin süzülüp
giden
ezgisi
gibi...
Düşmana
karşı
kanatlanmış
zey bek hey betli öfkeleri, o
en
coşkun
kararlılıklarıyla
kucakladılar
ölümü.
Zeybek
türküsü gibi dirençli, inatçı
ve
duygulu...Ve
Sabahat'ler,
Eda'lardı
tarihi
yazanlar.
Yepyeni bir değer kazıdılar
kavganın mihenk taşına. Artık yalnızca korunmak değildi dert. Y alnızca susmak da
de n ildi işkenceye acıya karşın. Artk
haykırmak zamanıdır zulme. "Silahınız bombanızla gelin. Varsa cesaretiniz gelin." diyebilmek zamanıdır.
Umudu
perçinlediler,
zaferi,
inancı...
Şahlanan kızıl yeleli kavga atlarına
binerek
süzüldüler
düşman
mevzilerine
kurşun
kurşun.
Böylece marş olma-lıy dı yaşanan
tarih. Senfoni gibiy diler bükülmez
kararlı-lıkta sav aşırlarken.
ler vardı. Ve milyonların ortaklaşa ezgisiy di marşla-şan.
Analar o çok sevdikleri evlatlarına
seslendiler.
"Zulüm
sarmış dört yanını. Durma-sana
bre oğul." dediler ana şefkatiyle
glen bir halk ez-gisiyle. Ayrılığa
karşı duvar germiş, zulme karşı
biley -lenmiş yürekleriy le sevdalı.
Anadolu anasıy dı, Latin ül-kesinin
anasıydı, aynı acıla-rın, aynı
özlemlerin insanı. Kurulacak yeni
bir dünya özleminin insanı
çağırdı
kav gay a
dostları.
Önümüz kış ise, bahara v armak
için gidilecek y ollar, yapılacak
işler, yorulacak insanlar vardı.
Gerçek
dostluğu
kavga
dostluğunu, sıcak bir türkü gibi
yaşamak geldi coşkuyla içimizden.
Davul çalarak ça-ğırdık kavgaya,
dostluğa.
Hemen yanıbaşımızda, içimizde,
kardeş kardeş y ü-rek atışlarımız
olan bir halk ve onun ezilmişliğine
baş-kaldıran yiğit kadınları, Berivanlar... Kawa'nın yaktığı özgürlük
ateşini
bugüne
ta-şıyarak
Newroz'ları yaratan gerillaları...
Öy le sıcak öyle bizden ki, öylece
Savaşırlarken ülkenin kır-larında, yetti türkü-lemeye yüreklerimizi
çiçek olup açanlar, Malatya ortak coşkuyla, ortak kavga sıcadağlarında
düşen
gerillalar ğıy la.
Ve en yerel olandan en
muştuladılar
gün-dönümünü
gecekondulu-dan,
emekçiden, ev rensele uzanır bu kaygı-lar, bu
ezilen halklardan yana. Halayladı- özlemler, bu coşkulu günler.
lar günü "Gün Bizim" diye, mendil İtaly a'da sanayi işçi-lerinin kavga
salladılar,
halaybaşı
oldular. türküsü, Kürt halkının diline uzanıp
Halkının halayıyla coşkulamalıy dı gelir, işçiy e İstanbul'da, Adana'da... "İleri işçiler" zaf ere doğru
onları. Ha-lay oldu "Gün Bizim".
adım adım, umut umut... Geldi
Yani, değil mi ki kırdılar bu
Anadolu'ya İtalya'dan bağlama
fidanları, değil mi ki ağlattı-lar bu
oldu gi-tar, daha bir bizim kıldık.
anaları, onlar için her-şey bitti.
Yargılandı düşünceler ve onun
Kaşlar indi öfkeyle, kuşandı kini,
ey
lemleri. Ölümhaykırdı insan-lık dışı olanların
iğrençliğini,
halklarına,
dostlarına... bu seste analar vardı,
gençler vardı, milyon ayaklı
emekçi-
darağacı
dediler.
Y avuklular
beklemede... Çünkü geline-cek
bazen,
bakılacak
yüzle-re,
doyasıya sarmalanacak kollar
kavga
gerçeğinde
hasretle.
Ölümler
bizi
ayıra-mıyor,
ay ıramayacak.
En olanaksız koşullarda, en
kuşatılmış
yerlerde
ya-şamı
devrim gibi seven in-sanların
üretkenliğini,
azmi-ni
ve
coşkusunu kişileştir-mişti Nazım.
Mapusluk
yılla-rı
y aşamı
sev menin sınandığı y ıllardı.
Kendisini
anlattı.
Devrime
inanmışlığı-nı yaşatanlara miras
oldu, gelenekler yaratıldı cezaevlerinde.
Bursa
Kalesi'nde
yüreğinde coşku ve hasret-le
hergün yeniden kök
saldı
memleket toprağına. Cen-netini
kaybetmeden yaşadı.
Analar sarıldı bebeklerine, kav ga
için emzirdi onları. Gün gelecek
bebek
dillene-cek
kavgalara
yollanacaktı. Kavganın ortasında
doğma-ya başladı bebekler, kavgayla dillenmeye o küçücük
ellerini yumruk yapıp haykırmay a başladılar.
Bu bir tarihtir, kanla yazı-lan bir
tarih. Bu toprakların insanlarının
yarattığı tüm bir insanlık tarihine
katkıdır.
Salt y erel olanla
anlatıla-maz.
Batı
müziğinin
geliştir-diği, teknolojinin ürettiklerini
ellerimizde ezilen halklar için
kullanmak zorunlu. Kendi sesini
kaybetmeden
tüm
ezilen
insanların
sesine
katılmanın
zorunluluğu.
Böyle d ü n d ü k "Gün Bizim"de, böylece ürettik, türkülerimizi, marşlarımızı. Kollektif
üretime eleştiri ve önerileriyle
katılanlarla
ve
katılacaklarla
sevincimizi, sevdamızı, coşkumuzu
pay-laşıy oruz.
T A V I R 27
YAŞAM İLE ÖLÜM ARASINDAKİ
Metin YILMAZ
Fi tarihinden beri
Hep başlangıçlardı gerye dönüşlerimiz
Böy le düşülmüştür kitabına yüreğimizin
O y ürek ki
Dürülmedi daha
2
Kav ga yangınıdır y ürüyor zaman
Y ürüyor düş
Acıların hasetmişliği bundandır yalnızlığımıza
O y alnızlık ki
Can damıtımı oldu
En çocuksu gülüşümüze
3
Ve
Her kavgada
Gece çığırtkanı oldu masalcı
Çoğaldı Kerbela'lar hay atımızda
Unuttu Kaf, kendi adını
Anka'larca parçaladı tenimizi
4
Y ürürken zaman
Gecede emzirdi öyküsünü, öykücü
Bulanık sular akıttı, küçük bir kızın göğsüne
Tezgahlar kurdu can damarımız üstüne
5
Ve
Ley lak kokularını unuttuk gün atımlarında
May ınlar döşendi kanadına martıların
uzay arak büyüdü yol
Büy üdü kavga
Dalgalı gözlerine coğrafyamın
Leş kargaları üşüştü her durakta
Karabasan girdi sevdamıza
Bundandır sırdaşlığı acıların
En hırçın sözlerimize
7
Ve
Dostlarımız düşerken boy lu boyunca
Ölmey i görendik varoşlarında kentlerin
Güneşin göv desinde filizlendi onur
Y ürüdü umudun bir adım ötesine
Y ürüdü kav ga
8
Şimdi
Sancılarla gelmektedir beklenen çocuk
İmgelerinde şaşkınlık
Y aşamak kadar çoğul
Coşkulu mürekkebi ile yüreğimiz
Y azılmak üzeredir
BEKLENEN GÜN
9
Ve işte
Düşlemleyemediğimiz kadar
İçimizde y ankılanan
Kendi sesimizdir "O", tarihleri y azan
Faşizmin kudurmuşluğu bundan
10
Şimdi kav ga
Demir atıy or
Che'nin emeği suda
Y aşam ile ölüm arasında
KAVGA Y ANGINIDIR ZAFER
MUŞTULARIY LA Y ÜRÜY OR
ZAMAN
28 T A V I R
SANATSAL YARIŞMALAR
TAVIR
Kitap Fuarı nedeniyle sanatın, edebiyatın öne çıktığı bir ayı geride bıraktık. Sanata ve
sanatçıya uygulanan baskılar devam ediyor. Tüyap kitap fuarını basan polis kitaplara
el koymak isterken okuyucuların yayınevi sahiplerinin, yazarların çeşitli protestolarıyla geri çekilmek
zorunda kaldı. Bir önceki sayımızda y er alan sanatsal yarışmalara ilişkin sorularımızı
bu kez fotoğraf sanatçılarına yöneltiyoruz: Sorularımızı yanıtlayan
sanatçılar İbrahim Akyürek, Sevil Üzrek, Mehmet Özer, Hüseyin Elçi,
Aynur Köymen ve Karay Olşen.
"ÖDÜLLER YÖNLENDİRMENİN
AR ACIDIR"
"Günümüzde ödüller tüketim ve gösteri toplumunun
sıkça kullandığı yönlendirme araçlarından biridir.
Yaratıcılığı kaynağında koşullandırmakla yetinmeyip
sanat yapıtının tüketim aşamasında "Çok satan
listeleri" düzenleyip koşullandırmayı bu aşamada da
sürdürmektedir.
Eğer ödül; sıkça yinelendiği gibi onurlan-dırma,
yüreklendirme, sanatçıy ı tanıtma aracı ise, sistemin
sanatçıy ı onurlandırma-sında, yüreklendirmesinde,
tanıtmasında açıklar var demektir.
Y aratıcılar, seçicilerden ödüller bekleye-rek bu
açıkları kapatmak yerine daha çok kişiye ulaşmanın
yollarını açmaya, eleştiri ortamı yaratmaya, kime v e
niçin ürettiklerini sorgulamay a ağırlık v ermeli.
Ödüllerin önemsendiği topluluklarda yarış-malar v e
ödülleri saptayacak seçicilerde vardır. En tehlikelisi
kendi değerlerine ve ideolojilerine göre seçicileri
(jürileri) sapta-yan grupların, kurumların varlığının
onay-lanmasıdır. Öyle ki, koşullandırma ve yönlendirme daha başından ödülleri seçecek seçicileri
seçmekle başlamaktadır.
Uğraş alanımız olan sanat fotoğrafında yarışmalar
başlangıçta iyi niyetlerle düzen-lenmiş (Fotoğrafın
tanıtılmasına, yaygınlaş-
tırılmasına yönelik) sonraları çıkar ilişkileri-nin
belirginleştiği ortamlara dönüşmüştür." diyen İbrahim
Akyürek, yarışmalara alter-natif öneriler getiriy or;
"Y amalı bohça görünüşlü yarışma sergileri/gösterileri yerine bir fotoğraf projesini gerçekleştirecek çalışma gruplarının özendiril-mesidir.
"Demiryolu ve İnsan", "Madenci", "Suya Özlem",
"Atlar", "Dökümcüler", "Pa-şabahçe Türküsü",
"Maga'da 24 Saat" baş-lıklı çalışmalar örnek
sayılabilecek grup ya da kişisel etkinliklerdir.
Örneğin, günümüzün moda konusu "çev-re
kirlenmesi"ni yarışmalarla geçiştirmek yerine bir
fotoğraf grubunun, sistemin yarat-tığı bu sorunu
yakından yaşayan insanlarla ve uzmanlarla yapacağı
ortak çalışma daha kalıcı olacaktır. Çalışılan konuda
ayrıca albüm, afiş ve kartlar hazırlanabilirse herhan-gi
bir ödülün günübirlik sevinci, yerini gele-ceğe yayılmış
ortak sevinçlere bırakacaktır. Daha da güzeli
ödüllendirmelere ve ceza-landırmalara gereksinim
duyulmayan bir y aşam tarzının ön denemeleri
yaşanacak-tır."
"S AN AT HİÇBİRŞEYLE
SINIRLANDIRILAMAZ"
"Günümüz toplumunda pek çok alanda artık
önüne geçilemeyen bir yozlaşma çeT AV I R
29
şitlilik ve karmaşıklık yaşanmaktadır. Ülke-miz insanı
da bu çeşitlilik ve yozlaşmadan farklı yollarla pay ını
almaktadır. Geçmişte yapılan sanat ve sanatçı
tanımları belki ar-tık günümüz ve ülkemiz insanını
tanımla-may a y etmemektedir."
Sanatsal yarışmalar yapılmalı mı sorumu-za "Eğer
sanatçılık, sanatını toplumsal ya-pıda olup bitenleri
aktarmak için aracı ola-rak kullanmaksa sanat
yarıştırılmamalıdır. Yarışmalar uyulması gereken
normları olan yapılardır. Oysa sanat hiçbirşeyle
sınırlan-dırılamaz. Sanatçı, yaratıcı olabilmesi için
normlarla yönlendirilmemelidir." diye yanıt veren Sevil
Üzrek sanatsal yarışmaların yaratıcılığı engellediğini
düşünüyor.
"Birşeyleri 'doğru aktarabilen' olunabilir. Ama ne
yazık ki artık ülkemizde yarışmalar-la 'doğru
aktarabilen' olmak değil, hastalık haline gelen 'en
büyük' olmak isteyen in-sanlar yaratılmaktadır.
Yarışmalarda jüri üyelerinin bilinen yaklaşımlarına ve
seçilen konuya göre üreten sanatçıların (!) çoğal-
ması tehlikesi bulunmaktadır. Bu tehlikelerj dikkate
alarak kendi özgün yapısını bozma-dan üreten sanatç ı
olmayı ve bu doğrultuda yarışmayı başarabilmek
gerekli."
"BİNLERCE İNSANIN ORTAK
DUYGUSUNUN BEDELİ NEDİR?"
Bugüne kadar hiçbir yarışmaya katılmadı-ğını
söyleyen Mehmet Özer, fotoğraflarına da bir fiyat
koyarak satmamış." Fotoğrafımı satmak istemeyişim
mülkiyet duygusundan kaynaklanmıyor. Ne de
yarışmalardan
kork-tuğum
için
yarışmaları
reddediyorum. Çekti-ğim her kare fotoğraf ımda
düşüncelerim-den, duygularımdan kısaca dünyayı
algıla-yış biçimimden bir parça var..Ayrıca çoğun-lukla
işçileri v e emekçileri çekiy orum. Filmimin her
karesinde onların öfkeleri, se-vinçleri, dirençleri v ar.
Yaşamlarından bir anı f otoğraf olarak üretip
sunduğumda o fo-toğraf artık benim olmaktan çıkıp
binlerce insanın ortak duygusu ve düşüncesinin görüntüsü haline geliyor. Şimdi nasıl olur da bir sanatçı
tüm bunların toplamına 'şu kadar eder' diye bir fiyat
koyar? Ya da bir ödül için o eserini yarışmaya sokar.
Aynı heyecanı paylaşmadığı insanların yargılayacağı
bir yarışmaya katılır. Buna şiddetle karşıyım.
Bizim alanımızda yarışmalara büyük para ödülünü
kazanmak için katılırlar. Gerekçesi
GAP 1. ULUSAL FOTOĞRAF
YARIŞMASI SORUNLARI Ü ZERİNE
30 T A V I R
de 'yeniden üretmek için kazanmak gerek',
'yaşamı devam ettirmek için kapitalizmin
kurallarıyla oynamak gerek' gibi yanlış düşüncedir. Bir sanatçının kaynağı eserine biçeceği bedel değildir. İnsan nasıl inançlarını
paralaştırır. Bunu yapması için ruhunu şeytana
satması gerekir ki onlar da kapitalizmin yarattığı
para denilen tanrıya satmışlardır. Sonsuz
özveride bulunmaktan kaçınmayan işçiler ve
emekçi halktır. Bunun tek yolu sanatçının
eserlerinin işçilerin bilincinde, eyleminde maddi
bir güç haline gelmesidir."
Mehmet Özer ürünlerinin bir mal gibi piyasaya
sunulmasından rahatsız olan, kapitalizmin
medya dünyasından
kurtulmak isteyen
sanatçıların, kendilerinin ve sanatlarının özgür
olacağı geleceğin toplumunun yaratılması için
özgürlük ve sosyalizm kavgasına katılmalarını
savunuyor. "Bunun başka yolu yok." diyor.
"Sanatçı ya küçük, mutlu bir azınlığın sahte
alkışları arasında kaybolacak, eserlerinin ve
kendisinin fiyatını bu ücretli kölelik düzeninin
belirleyeceği bir mal olacak, ya da bu kavgada
yerini alacaktır.
"Bakanlıkların, valiliklerin, özel şirketlerin
gazetelerden duyurularda bulunarak fotoğraf
yarışması açtıklarını, bunu da fotoğraf sanatını
özendirmek, geliştirmek adına yap-
tıklarını söylerler. Büyük bir yalan. Yarışmalar
sanatçı yaratıcılığının cellatlarıdır." derken
sanatsal yarışmaların düzenlenmesine kesinlikle
karşı olduğunu vurguluyor.
"Yarışmalardaki yaratıcılık, bedeli önceden
saptanmış bir malın üretilmesidir. Koydukları
kurallarla sanatçının neyi çizeceğinin sınırlarını
çiziyorlar. Sonra da buna ne kadar
ödeyeceklerini söylüyorlar. Yarışmaya katılacak
ödül avcıları öncelikle yarışmanın büyük ödülü
olan para miktarı kadar edecek fotoğrafı nasıl
çekeceklerini düşünüyorlar ya da arşivlerinde
varsa temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp yarışmalara
katıyorlar. Dahası seçici kurulda evlere şenlik
kimler yok ki. Müdürler, şirket temsilcileri,
seçici kurulda birer sanat uzmanı kesiliyorlar.
Yarışmalara katılanlar da, birkaç yeni fotoğrafçının dışında hepsi abone hep aynı isimler.
Yarışma sonuçları da şaşırtmıyor bizi. Hemen
hemen aynı isimler. Böylelikle yarışma sonunda
sanatımız biraz daha gelişiyor".
değerlendirme s o n u c u 73 kişinin toplam 95 siy
a h - b e y a z ve 2 0 8 renkli b a skı ile katıldığı y a r ı şm a d a çeşitli ödüller verildi.
Böylesine seçici bir kurulun yaptığı değerlendirmeye gelince değerlendirmede fotoğraflara
objektifd e ğ e rl e n d i r m e n i n yapılmadığını g ö z l e m e k mümkündü, sergilenen yapıtlarda kendi
ke n d i m i ze kimbilir e l e n e n y a p ıt l a r d a n e fotoğraflar varmış diye d ü ş ü n d ü k .
Değerlendirme sonuçlarını iki açıdan eleştirme gereğini duyuyoruz. İlki yarışmaların amacı,
ikincisi konulu yarışmaların içeriğine ilişkin.
Yarışmalar niçin yapılır? G e n e l d e kültür ve s a nat dünyamıza, özelde ise fotoğraf s a n a t ı n a kan
t a ş ı m a kamacıyla değil mi? Bu a l a n d a yeni yetiş
e n g e n ç sanatçıları teşvik etmek, onların ürünlerine d e ğ e rb i çm e könceliğini ta n ım a kg e re km i yor m u ? O y sa s i y a h - b e y a z (sb) dalda ikincilik
a l a n Tuğrul Ç a k a r ' ı n "Anı" isimli yapıtı geçtiğimiz yıllarda Abdi İpekçi fotoğraf y a r ı ş m a s ı n d a
birincilikö d ü l ü n ü almıştı. Hadi y a n şm a n ın şa r t n a m e si n d e " d a h a ö n c e herhangi bir yarışmaya
ka t ı l m a m ı şo l m a k" şartı y o kdiyelim. Hadi Tuğ-
rul Ç a ka r fotoğrafına g ü v e n e r e kbu şartın olmayışından da yararlanarak y a n ş m a y a katıldı. H e m
yarışmanın konusuyla ilgisi olmayan h e m de d a ha ö n c e ödül a l m ı ş bir fotoğrafın konulu bir y a -r
ı ş m a d a ö d ü l e layıkgörülmesinin a n l a m ı n e ki?
Hadi, Ş a h i n Bey Belediyesi'nden Coşkun Özdil
ve GAFSAD başkanı Özalp D ü n d a r böyle bir
yarışmayı ilk kez düzenlediklerinden bazı a m a törlükleri olur diye d ü ş ü n e l i m . Bunu, yıllarını
fotoğrafa vermiş bir Mehmet Bayhan'ın, Aclan
Uraz'ın, Dursun Ali Sarıkoç 'un ve Sefa Ulu-kan'ın
bilmemeleri mümkün m ü ?
ikincisine gelince: Konu bellidir. "GAP'ın g e tirdikleri ve götürdüklerinin sorgulanması " a m a -cıyla d
ü z e n l e n e n (Bu a n l a m d a bizce ö n e m taşıyan bir
yarışmadır) yarışmanın içeriğine uygun yapıtlar
ödüllendirilmemiştir. Tuğrul Ç a k a r ' ı n "Anı"
isimli fotoğrafı bu içeriğe d e n k d ü ş m e d i ğ i gibi
birinciliği a l a n Aynur Köymen'in " B e k l e -yiş"
isimli fotoğrafı da d e n kd ü ş m e m e k t e d i r . S ö
z k o n u s u fotoğrafta " h a y a t t a e n hakiki mürşit
ilimdir" ne a n l a tı y o r ? G A P ' ı n getirdikleri, g ö t ü r düklerini mi? Bizce hiç ilgisi yok. Kaldı ki bu
"FOTOĞRAF EZİLEN SINIFI HİZMETİNE
SUNULMALIDIR" Öğretmen ve fotoğraf
sanatçısı Hüseyin Elçi yarışmaların gerekli ve
yararlı olduğunu düşünüyor. "Ancak kim ve ne
adına" diyerek devam ediyor. "Yarışmaların
mantığı günümüzde birçok sınava birden
hazırla-
T A V I R 31
32 T A V I R
nan öğrencinin koşturduğu sınav maratonuna dönüştürülüyorsa burada yarışmanın
ödülüne yani para miktarına bakarak yarışmaya katılan veya fotoğraf çekmeye başlayan 'fotoğraf sanatçılarını' görmek olası.
Çokça da böyle. Ülkemizde son yıllarda fotoğraf yarışmalarında bir düşüş olmasına
karşın özellikle 1985-90 yılları arasında büyük bir yarışma furyası gözlendi. Y arışmalara ilişkin tartışmalar da '80'li yılların sonlarına doğru yoğunlaştı. Kimileri de yarışma
kurallarının farklılıkları üzerinde tartıştı.
Bunlardan bazıları 'fotoğrafın çekilmesi bile
başlı başına bir ödüldür.' görüşünü savunarak yarışmaların sıkça düzenlenmesine karşı çıktı."
fin yanında olmak demek değildir. Dün madencileri çalışanlar bugün İzmir-Ankara
'ölüm yürüyüşünü' ve Cizre-Newroz gösterilerini de çalışabilmedirler. Ay nı fotogeziyi Newroz'da da yapabilmelidirler." diyerek sorularımızı yanıtlamaya! devam
eden sanatçı "Toplumsal, ekonomik, siyasal gelişme ve değişmelerin paralelinde bu
gelişme ve değişmelere olumlu katkıda bulunuy orsa yarışmaların yararlı olacagına
inanıyorum. Ancak toplumsal ve siyasal çelişkilerin uzağında, yalnızca 'ülkenin güzelliklerini' yansıtan fotoğraflar ile ilgili yarışmaların bir fonksiyonu olmadığı gibi kitlelere fotoğraf sanatının ulaştırılmasını da güçleştiriyorlar." diyor.
Hüsey in Elçi genelde sanatın özelde fo
toğrafın da metalaştırıldığı günümüz kapitalist ekonomik ilişkileri içinde fotoğraf ın ezilen sınıfın hizmetine sunulmasında yetersiz
kalındıgın ı söy lerken FOSEM ve AFOG'u
olumlu örnekler olarak değerlendiriyor.
"Günümüzde hala fotoğraf piyasasını deneysel fotoğraf denilen akım çokça meşgul
etmektedir. Son y ıllarda madencileri çalışan gruplar bite ezilen sınıf ların her zaman
yanında olamamaktadırlar. Sık sık Doğu ve
Güneydoğu'yafoto-gezi turları düzenlemek,
bir halkın kültürel değerlerini fotoğraf yarışmaları piyasasında pazarlamak ezilen sını-
"SEÇİCİ KURUL BELLİ,
AMAÇLAR BELLİ, ÖDÜLLER BELLİ"
Bu kez sorularımızı Aynur Köymen'e yö-'
neltiy oruz;
"Ülkemiz insanı uzun süren bir baskı dönemiyle günlük yaşam biçiminde olsun, çeşitli sanat dallarına bakışında olsun belirsizliklerle değerlerini kaybetmiş veya kaybettirilmiş bir toplum görüntüsünü veriyor.
İçimizden birileri toplumu bu belirsizlikten
kurtarmanın y olunu insanları her konuda
yarıştırarak ödüllendirmeyi uygun görmüşler. Y arışma-yarıştırma furyasının ardında
saklı kalan gerçek olarak uzun süren baskı
döneminin politikalarını görüy orum. Sanat-çıy a
sahip
çıkılması v e
toplumdaki
yerinin
belirlenmesini toplumun görev i olarak görü-y or,
y anlış değerlendirmelerin gerçek sa-natçının
kimliğini zedelediğini düşünüy o-rum.
"Y arışma şartnamesindeki koşulların sa-natçıy ı
belli konuy a bağlaması, şartlı olarak istedikleri
doğrultuda
eserler
üretmesi
sa-natçının
ekonomik çıkmazı ile y aratım gücü arasında gelgitler y aşamasına neden ol-maktadır. Sanatçının
eserinin güv encesi eser başına konan para ödülü
olmay ıp y a-salarla belirlenmelidir.
Bilindiği gibi seçici kurullar yarışmaya açı-lan
sanat dalının uzman kişilerinden oluşturulmaktadır. Şartnamede s e ç i c i kurul belli,
amaçlar belli, ödüller belli. Ergin sanatçı
'şartnamey i' eline alıp okuduğunda seçici
kuruldaki isimler kendine uy gunsa, amaçlar
kişiliğine ters düşmemişse ödüllerde yeşil ışık
yanıy orsa vallahi kendi bileceği iş. Ge-lelim
y arışma-y arıştırma gününe. Seçici kurul v e 'şartlı'
eserler kapalı kapılar ardına kapanırlar. Amaçlar,
ödüller şartlı olursa geriy e kalan 'ti'ler sanatçıy ı
belirler."
Ay nur Köymen, toplumun, sanatçısına sahip
çıkacağı günleri selamlayarak sözlerini
bitirdi.
"AMAÇ ÖDÜL KAZANMAK DEĞİL EN
İYİYİ YAP ABİLMEKTİR"
"Bir sergi çağrısına çok fazla ilgi gösterilmezken yarışmalar ilgi çekebilmektedir. Y arışmaya bakış açısı ödül kazanmak vs. şek-linde
değil de sanatçının kendini geliştirme-si, en iyisini
y apabilmesi doğrultusunda ol-malıdır. Sanatçı
kolay kolay sergi açıp eserlerini sergileyemiyor."
diy en Koray 0l-şen y arışmaları, ürünlerin
sergilenmesi için bir olanak olarak görüy or. Y ine
y arışmala-rın teşv ik görev i gördüğünü de
ekley erek sanatsal y arışmaların düzenlenmesine
olumlu y aklaşıy or.
"Seçici kurulun kıstası oldukça önemlidir. İlk
önce seçici kuruldakiler birbirlerinden hiç
etkilenmemelidir. Oysa çoğu kez böyle olu-y or.
Bir kişi seçiyor, diğerleri de bakıp onay -lıy or. Biri
diğerinin seçtiğinden çok etkileni-y or. Bence
y arışmay a
gelen
tüm
fotoğraf la-rı
değerlendirmeli, herbirine puan v ermeli. İlkeler,
kurallar iy i saptanmalı."
Koray Olşen, sanatsal duy arlılıklar y arıştırılabilir mi sorumuzu " Fotoğraf ın da kıstas-ları
v ardır. Estetik kay gılar, kompozisy on vs.
önemlidir. Anlatmak istediği düşüncey i, biçimi iyi
v erebiliyorsa daha iyi anlatabilir." diyerek
y anıtlıy or.
Fotoğraflar
Hüseyin Elçi
T A V I R 33
Okyanus gözlü kardeşim
kabarınca dalgalarca
dövmedi ğin kaya
erişmediğin doruk
bereket dağıtmadığın toprak var mı?
Bir çift zeytin karası
inançlı, cüretkar gözlerin
korlanırlar
cıv ıl cıvıl, özlem özlem
ok da sensin
yay da.
yüzyıllardır dehlizlerde yol bulan da
içimizi saracak
ormanlar f ırtınası
serin yeli gözlerinin
ekmeğime katık edeceğim ezgilerini
türkü türkü akacak dillerde
ela gözlerinin balı
Hasreti yüreğinin Kararlı, atak
yüreğinin süslesin karadenizi
namlularla karadenizi dalga
dalga hırçın hırçın güneşsin
Dersim'de y ankılansın sesin
ZEYNEP BAŞAR
34 T A V I R
MODERN EDEBİYATIN
BAŞLANGIÇ KIPIRTILARI II
Vietnam Demokratik Halk Cephesi'nden
Yazarlarla konuşmalar
Çeviri: Melek ULAGAY
anoi'deki
yazarlar
birliği binası çoğu kez
boş
oluy or
bu
günlerde. Y azarlar y a
y aşamak üzere uzak
köy lere gitmiş-ler y a
da cephede göreve.
Fabrikalarda
ve
kooperatiflerde
işçilere,
mev zilerde
askerlere ve sav unma birliklerine, bombardımana uğramış bölgelerdeki sığınaklarda, halka okuyorlar
şiirlerini. Bombalanmış yollarda
ve barajlarda çalışan gençlik tugay ları, silah taşıy an kadınlar v e
askeri sıhhiye birlikleri nasıl
kendilerine düşen görev leri yerine getiriyor, levazım kamyonları
nasıl sürekli mal taşıyorlarsa,
yazarlar da bu ortak savunma
çabasına aynı şekilde katkıda
bulunuy orlar. Bazıları bugünkü
konuşmaya katılabilmek için çok
uzak mesafelerden gelmişler; ve
bu gece konuşmalarımız bittikten sonra şehri y ine hemen
terk edecekler
Deneylerinden, özellikle kendi
gelişmelerini etkilemiş deneylerden söz ederlerken,her zaman
çoğul konuşuy orlar. Kendi çalışmalarını birey sel başarıları açısından değil, kolektif katkıları
açısından ele alıyorlar. Başlarından geçenleri anlatırken kendi
özelliklerini y a da üstün yeteneklerini ön plana çıkarıp, kendilerini diğer y oldaşlarından soyutlayacak yerde, herkesin pay laştığı ortak tav ırları v e tutumları
ortay a koymay a çalışıyorlar.
XUAN DIEU:
Ben şimdi burada bulunma-
gularımızın anlatılması yeterli
olmuyordu artık. Geniş halk y ığınlarını görüy orduk. Askerlere
yiy ecek ve silah taşıy orlardı. Bir
yandan hasadı kaldırıyorlar, bir
yandan da düşmanın sürekli
saldırılarına uğruy orlardı. Düşman, halkın devrimle elde ettiklerini geri almak istiyordu. Köylüleri özgür insanlar olmaktan
çıkarıp, tutsak y apmay ı amaçlıyordu. Bir kara bulut gibi üzerlerinde dolaşan ve onları tehdit
eden bu tehlikey i nasıl anlatabilirdik halkımıza? Onların her
gün her gece yarattıklarını nasıl
dile getirecektik?
O güne değin bütün yazdıklarım çok iddialı görünmeye başladı bana. Köy lülerle yanyana,
omuz omuza çarpışıy ordum,
ama onları gerçekten tanıy ıp tanımadığımı, küçük burjuv a kökenimin beni onlardan ay ırıp
ay ırmadığını soruyordum kendime. Y azı y azma çabalarım bir
y ere geldi durdu ve y ıllarca da
öy le kaldı.
1953 y ılında, askerlerle v e işçilerle v ahşi ormanlarda uzun
1945 y ılında direniş savaşının süre birlikte kaldıktan sonra, yeilk aşamasına girdik. Bir y ıl son- ni birşey ler y azabilmenin umura y eniden, bu kez de Fransızla- du belirmişti içimde. Arkadaşım
ra karşı sav aşıy orduk. Bu dö- şöy le diyordu bana; «Bireyin sınemde, dev rimi izley en y eniden nırlarından kurtulup, çoğulun
doğuşu ve özgürlük savaşımızın uf uklarına doğru yürüyelim».
amaçlarını anlatan şiirler y azBizim içimizde bu gelişmeler
may a zaman ve olanak bulabili- olurken, şiirlerimizi okuyan v e
y ordum. Böyle olmasına rağ- dinley enlerde de değişmeler
men, birkaç y ıl sonra y azı y az- oluy ordu. Daha önceleri kim için
makta gittikçe daha fazla zorluk yazıyorduk? Köylerde oturan ve
çekmeye başladım. Savaş ilerle- okuma yazma bile bilmey enler
dikçe, y azmam da güçleşiy ordu. için mi? Hay ır. Oysa şimdi onlar
Ulusal kurtuluş mücadelesiyle için yazıy orduk; onlar da okuma
day anışma içinde olduğumuzu y azma öğrenmişlerdi.
söy lememiz v e y urtseverlik duy Ülkemizde yepy eni bir okuyu-
y an en y akın arkadaşım Huy
Can'ın adına da konuşuyorum.
Biz, otuz y ılı aşkın bir süredir
birbirimizi tanıy or ve birlikte çalışıy oruz. Arkadaşımın edebiyatçı
olarak gelişmesiyle kendi gelişmem, birbirine ok benziy or.
Dev rimden önce, ikimiz de şiir
yazıy orduk. Alışılagelmiş konuları işley en şiirlerdi bunlar; hayat, ölüm, aşk v e umut üzerine.
Halkta meydana gelen büyük
değişmeler ancak ay aklanmalardan sonra belirginleşmey e
başladı. Bütün gücümüzle atıldık devrime. May akovski nasıl
kendi dev riminden söz ediy orsa,
biz de kendi dev rimimizi anlatıyorduk. Köylüler v e işçiler gibi,
y azarlar da tutsaklıktan kurtulup, özgürlüğe kavuştular, ölü
değil, canlı insanlar haline geldiler. Devrim v e kurulmakta olan
y eni toplumdu artık şiirlerimizin
konuları. Kızıl bay rak üzerine bir
öv gü, ulusal meclisin seçimiy le
ilgili bir şiir yazdım. Oysa daha
önceleri siy asal sorunları konu
alan şiirler y azılamayacağına
inanıy orduk.
T A V I R 35
cu kitlesi doğmuştu. Müzikli tiyatronun klasik şiirleri ve şarkıları hiç bir zaman okulu olmamış
köy lerde bile biliniy ordu artık.
Y aşlı köy lüler uy aklı destanları
ezbere okuy orlardı. Şimdi bizim
şiirlerimizi v e hikay elerimizi de
öğreniy orlar. Her ay köylere gidiy oruz; y aptığımız toplantılarda
en azından 200-300 dinley icimiz
bulunur her zaman.
Edebiyatımızın amaçları v e
özellikleri nedir? Partiye bağlılık
herşey den önemlidir. Edebiyatımız, çoğunluğun günlük mücadelelerini, istek ve çabalarını
y ansıtmay ı başarabilmelidir.
Bu y eni okuy ucu kitlesi bizden
yeni şeyler istemektedir. Özellikle gençler; doy umsuz bir öğrenme isteği var onlarda. Halk, kendi deney lerini tezelden değerlendirmemizi diliy or. Bütün yanlışları ay ıklayarak okumay ı bilen
okurlarımız v ar. Kahramanlık
gündelik bir olay dır onlar için.
Çoğu bunun bilincinde olmasalar bile; her biri bir kahramandır.
Herkes kavganın içinde olduğu
için gerek y oktur büyük sözlere.
Mutluy uz diyebiliriz
Eski bireyciliğimizi y ıkma çabalarından sonra
Y eni baştan y arattık kendimizi
Y alnız iy i olanı tuttuk
Ve kullanamayacağımız herşey i attık
Mutluyuz diyebiliriz
Işığı görüyoruz
Karanlığı da
Geçmişte olanları görüy oruz
Ve de geleceği
Bütün geleneklerden kopmay ı
amaçlıy orduk; bizim için şiir, yaşama karşı yeni bir tavrı ortaya
koy abilmek için bir araçtı. O
günlerde ben bu okulun en genç
olanlarından biriy dim. Kendimizi
öncü olarak görüy orduk. Ama
kısa bir süre sonra y aşadığımız
sürecin gerisine düştüğümüzü
gördük. Bizim y eni dediğimiz,
çoktan eskimiş, devrini doldurmuştu. Edebiy atımızın kendi
ay akları üzerinde durabilmesi
için uzun bir zamana gerek v ardı; tıpkı sömürgeciliğin pençesi
altında olan toplumumuzun feodalizmin kalıtımından kopabilmesi gibi. Büyük değişmeler oldu. Ama şimdi geriy e dönüp
baktığımızda Eluard'dan öteye
geçemediğimizi görüyoruz.
Biçim sorununu bir y ana bırakıp, y eni bir öz aramay a giriştik.
Şimdiy e dek şiirlerimiz çoğunlukla lirik olmuştu, duy gusal y aşantıyla uğraşmıştık. Şimdi düşünce süreci ile ilgileniy orduk ve
düşünsellik duygusallığı aşıy ordu. Brechtten öğrendik. Ayakta
durmamızı sağlay acak bir temel
olmadan, sadece öykünmeciliğin y eterli olamayacağını kabul
etmek zorunday dık.
Klasik şiirimiz aşırı sürekliliği
içeren bir biçim yaratmıştı. Şiirsel ses uy umu bir sözcükten diğerine, bir satırdan ötekine geçiyordu. Benzetmeler ve zıtlaşmalar her zaman belli bir ölçü ve
uy ak içinde, dilin müzikselliğinden y ararlanılarak birbirlerine
karşı kullanılıyordu. Bu şiirler
yapılarına uygun olarak ezbere
okunurdu. Biz bunlarla, «köpek
TE HANH:
Klasik şiir 18'inci yüzy ılın son- geldi-kedi gitti» şiirleri diy e alay
larında doruğuna erişmişti. Y a- ediy orduk. Söy levler yazmıy orsalar v e yöntemlerle (!) sınırlan- duk; olağan konuşmalar ve gündırılmış bir şiirdi bu. Y önetici lük y aşamdı konumuz. Oysa
aday ları (mandarin) sınav larını yaşlı kişiler hala uyaklı ve mübaşarabilmek için değişik şiir bi- ziksel şiirleri y eğliy or, genç kuçimlerini bilmek zorunday dılar. şak ise serbest v e esnek bir biŞiirimiz Fransız edebiy atının et- çim arıy ordu.
kisiyle bilgelikten ve biçimsellikten kurtuldu. 20'nci y üzy ılın ilk
BUI HIEN:
y arısına kadar şiirimiz LamartiY
azı y azmaya f azla zamanıne, Alf red de Musset, Baudelaire v e Mallarme'nin etkisi altın- mız olmuy or. Devrimden önce
day dı. II. Dünya Savasindan ön- birkaç hikay em yay ınlanmıştı.
ceki y ıllarda biz kendi şiir okulu- Fransa'ya karşı sav aşırken romana y er y oktu y aşamımızda.
muza «y eni şiir» adını vermiştik.
O zaman da şimdi olduğu gibi
36 T A V I R
çoğunlukla cephedey dim. Ancak not tutabiliy ordum. Bu notlar
100 sayfay ı bulabilirse ne ala.
Ben şair değilim. Kısa düz y azılar yazıy orum. Her zaman gerçekçi bir şekilde y azarım. Arkadaşlarım eleştirici gerçekçilik diy orlar buna. Ülkemizi kendimiz
yönetmiy orken, yazarlar sürgün
ediliy or, işkencelere uğruy or ve
y azı y azdıkları için ipe gidiy orlardı. Biz nefret v e sevgiyle yazdık. Ezilen insanları anlatıy orduk. Başlangıçta sınıfsal tav rımız çok belirginleşmemişti. Biz
yazarların büy ük çoğunluğu küçük-burjuvaziden
geliy orduk.
Eğitimimiz azdı. Sömürge ülkelerde küçük-burjuv azi y oksullara
y akındır; hem y oksulluklarına
hem de dirençlerine. Böy le olmasına rağmen y oksulluğun temel nedenlerini anlayabilmiş değildik. Ülkemizde uy gulanan
vahşetin gerçek boy utlarını ancak devrimden sonra anlayabildik. Haklarını elde etme mücadelesini sürdüren kitlelerin içinde
yaşıy orduk. Hepimiz için or-tak
olan bir y an v ardı: konularımızı
köy lülerin, işçilerin, balıkçıların
ve
askerlerin
günlük
yaşantılarından alıyorduk. Önceleri olayları y alın v e sistemsiz
bir şekilde anlatıy orduk. Herşey
yüzeyseldi. Birlikte yaşadığımız
insanların düşüncelerini y eterince bilmiy orduk henüz. Bizim çocukluk hastalığımızdı bu; dev rimin alev leri köreltmişti gözlerimizi. Bir gece yanımdaki insanların gerçek yüzlerini gördüm.
Düşman işgali altında olan bir
bölgedey dik. Düşmanın sürekli
top ateşi altınday dık. Y ollar v e
bombardımandan delik deşik olmuş tarlalar topların ateşinden
çıkan beyaz bir ışıkla aydınlanmıştı. O zaman gördüm y üzlerini. Asker, kadın, kız, çocuk y üzleri... Sırtlarında ağır y ükler, iki
büklüm, silah, cephane ve yiy ecek taşıy orlardı. Başları dimdikti. Onların y üzleri bir daha hiç
çıkmamacasına girmişti belleğime. Önceleri izlenimlerimizi küçük, kısa yazılarla anlatırdık.
Şimdi olay ların ötesine geçebiliy oruz. Ana hatlarıy la mücadeleyi anlatıy oruz. Dik v e mağrur
y üzlerin ardında y atanı, sav aşın
amacını görüy oruz.
CAM THAN:
Biz kadın y azarlar için savaş
iki y önlü bir kurtuluşu if ade ediyordu. Bizim için devrim sadece
genel toplumsal koşulların bir
değişimi değildi; eski ataerkil düzenin y ıkılışı ile birlikte kendi
kurtuluşumuzu da görüyorduk.
Kadına ana olarak say gı duy ulsa bile, yine de erkeğin boyunduruğu altınday dı; erkekler bir
aray a gelip konuştuklarında kadınlar kapının ucundan bile bakamazlardı. Ben bir kadın yazar
olarak iki yönlü ezildim; bir kadın
yazar, yani y ıkıcı bir unsur olduğum gerekçesiy le polisin baskısı
altınday dım; kendi köyümde ise,
köy lüler benim okumuş kişilerle
ilişkili olduğumu sandıkları için
kuşku ve nef retle bakıy orlardı
bana. Bir kadın olarak ikinci sınıf
insan işlemi görüyordum. Bütün
öny argılarla mücadele ederek
gizli çalışmak
zorunday dım.
Y azdıklarımızı saklıy orduk; yay ınlamak ise söz konusu bile değildi. Eski toplumda kadınlara
verilen ikincil rolle edebiyat eserlerinde y aratılan kadınlar arasında bir çelişki v ardı. Edebiy atta
kadın her zaman ana konuydu.
Sev ilen kişi olarak yüceltiliyordu
kadın, sempati ve acıma duygularının karışımıy dı bu duy gu.
Klasik yapıtların en önemlilerinden biri olan v e Nguy en Du taraf ından y azılan Kien'de kadın akla gelebilecek her türlü küçük
düşürücü dav ranışla karşılaşıyordu. Kadınların kuşaklar boy unca çektikleri bütün acılar dile
getiriliy ordu bu kitapta. Edebiyat,
kadınların kaderine y as tut-maya
hazırdı; ama bizim tutsak-lıktan
kurtulmamız
için
dev rim
gerekliy di.
Eski Vietnam edebiy atında
önemli şiirler v e destanlar yazmış olan kadın yazarların yapıtlarında y arattıkları kadın tiplerinin bile temel özellikleri kocay a
karşı sonsuz bağlılık ve o olmadığı anda çaresizlik olarak tanımlanabilir.
Prenses
Ngoc
Han'ın kocasının ölümü üzerine
yazdığı ağıt v e Doan Thi Diem'in
SAVAŞÇILARIN TÜRKÜSÜ
THANH HAI
Aldılar topraklarımızı, sürüy orlar bizi topraklarımızdan.
Kuruy orlar y ıkılmış ev lerimizin üstüne karakollarını.
Ağlamak, öfkemizi dindirmey e y etmez, y akarmak, açmaz
kurtuluşun y olunu.
Direnelim, elde tüf ek, koruyalım topraklarımızı,
ırmaklarımızı, çarşılarımızı. Düşman zalim v e
y ırtıcı. Başlarımızı koparırlar, kopacak başları.
Hindistancev izi ağaçları altında
dinliy oruz geceden geceye
uğultulu y urdumuzun toprağını, saldırıy a hazırlanan.
Parladı savaşçıların gözleri gecede,
göky üzünü, y ıldızları kucaklıy oruz.
Y ürüy elim, y ürüyelim, çınlasın y erle gök şarkımızla,
dökelim kanımızı, kurtulsun toprağımız v e ocağımız.
kan olabilmekte, Ulusal Mecliste
görev almaktadırlar. Eğitim v e
halk sağlığı ile ilgili görev lerde,
şehir v e köylerin y önetiminde
önde gelen y erleri kadınlar tutuyor. Y aşlı kadınlar bir ordu kurmuşlar. «Asker Anneler» diy orlar
kendilerine v e say ıları da 400 bini buluy or bugün. Bu kadınlar,
doktorlar v e hemşirelerle birlikte
yaralıları tedavi ediyorlar. Şehit
ailelerine, bombardımana uğramış ailelere yardım ediy orlar;
ölülerimizi y ıkay ıp gömüyorlar.
Kadınlarımızın hiç biri; tutsaklıktan kurtulup bağımsız meslekler
seçmiş olanlar, okullarda kadınların bağımsızlığı üzerine tartışanlar, devrimle kazanmış oldukları hakları elden çıkarmay a niy etli değiller. Hiç kuşkusuz, bugün de eski aile düzeninin geri
gelmesini istey en bir çok erkek
vardır, ama o günler artık çoktan
geride kaldı. Biz nasıl kendimizi
Çocuk yuv alarının kuruluşu yeniden eğitiyorsak, onlar da y ebüy ük bir yükü almıştı omuzları- ni baştan eğitmelidirler. Y eni dümızdan. Biz de erkeklerle birlikte zen geliştikçe kadınların sanatdoktor, öğretmen ya da tek- sal çabalarını ailesel nedenlernisy en olmak için eğitim görü- den ötürü geri bırakmaları gibi
y orduk. Bugün erkeklerin çoğu bir durum da ortadan kalkacakcephede sav aşırken, fabrikalar- tır.
da v e atölyelerde üretimi kadınlar y ürütüy or. Bilim v e siyaset
PHAM HO:
de sadece erkeklere özgü bir
Biz hepimiz çocuklar için yazaşey değildir artık. Kadınlar ba-
bir askerin karısının y asını anlatan şiiri hep bu anlay ışın birer
if adesidir. Kadınların şiirlerinde
ele alınan konular, beklemek,
umut, umutsuzluk, özveriydi. Hikay elerde kadınlar v ardı, çektikleri acılardan taşlaşmışlardı.
Ezik v e y ılgındılar. Eski düzenin
1000 y ıllık alışkanlıkları 20 y ıl
gibi bir zaman süreci içinde sökülüp atıldı. Kolay olmadı bu.
Direnmeler oldu, biz de ödünler
v erdik. Erkeklerin birden fazla
kadın almalarını y asaklayan yasa ancak 1960'larda yürürlüğe
girdi. Sav aş, kadınların mücadelesini hızlandırıy ordu. Erkeklerle omuz omuza çarpışıy orduk. Eski toplumda emeğin bölünü kadınları ev işlerinin tutsağı yapmıştı. Amerika'ya karşı
sav aş ve sosyalizmin kuruluş
y ıllarında bu iş bölümü ortadan
kalktı.
T A V I R 37
rız. Ta eski günlerden bu y ana,
Vietnam'da çocuklar, mutluluğun
ve zenginliğin kaynağı olmuşlardır. Ekonomik nedenleri de v ardır bu olgunun; her çocuk çalışabilecek bir çift el daha demektir. Çocuklar çok küçük yaşta çalışmaya başlarlar. Köy halkının
gücünü v e day anışmay ı sağlayan her zaman büy ük aileler olmuştur. Bugün köylüler her türlü
eğitim olanağından y ararlanabilmektedirler. Bundan sonraki
araştırıcı mühendis, teknisyen
v e sanatkarlarımız köy lü çocukları arasından çıkacaktır.
dize: önce gri bir gövde gelir
Sonra iki kalın ön ayak Sonra
iki kalın arka ayak En sonda
da kuyruk gelir «Bu nedir»
sorusunu yanıtlamak için şiir ters çevrilir ve dev am eder: Önce kuy ruk gelir
Sonra iki kalın arka bacak
Sonra iki kalın ön ayak Peki
göv de nerede? Devrimden
sonra böyle söyleniy ordu bu şarkı. Büy ük fil paramparça olmuştu. Eski toplum
y ıkılmış, herşey y eniden kuruluy ordu.
En iy i okurlarımız çocuklardır.
Öny argıları y oktur onların. Büy ük bir iştahla okurlar. Gençler
için bir edebiy at doğabilir. Herhangi bir konu üstüne konuşabiliriz onlarla. Bütün sorunlarla ilgilidirler. Niy e mücadele ettiğimizi
çok iyi bilirler. 7-8 y aşlarında
olanlar şimdiden öncü müfrezelerine y ardım ediy orlar. İki kolunu y itirmiş, ayaklarıy la y azı y azan çocuklar v ar. Ayaklarından
aldıkları y aralardan dolay ı kötürüm kalmış arkadaşlarını y ıllarca
sırtlarında taşımış çocuklar bilirim ben. Y üreklidir çocuklar.
Korku nedir bilmezler. Küçük oğlum soruyordu bana; «Bu Amerikalılar çok mu kalabalık?»
«Y arım milyondan fazla burada
v ar» dedim. O zaman niye burada olduklarını ö ğrenmek istedi
v e sordu «Nerede gizleniy orlar?» Anlattım ona. «Onlar ne
kadar çok olurlarsa olsunlar biz
daha çoğuz. Ve nerede gizlenirlerse gizlensinler biz bulacağız
onları» dedi.
NGUY EN DINH THI:
Okuma y azmay ı y etişkin insanlar olduktan sonra öğrenen
ve yabancı sözcüklere tanıdık
olmay an
pek
çok
kimse
«bireyci» sözcüğünü duyduklarında bunun «y amyam» anlamına geldiğini sanıy orlardı, için*
den çıkamadıkları 'birey cilik'
kav ramını tehlikeli bir şey le,
y amy amlıkla özdeşleştiriyorlardı, birlikte oturuyor ve kendilerini bildiklerinden bu yana doğa'y a v e düşmana karşı ortak
bir mücadeley i sürdürüyorlardı.
Mutluluğun, acının y a da zorlukların tek başına y aşanması alışılagelmiş bir olay değildi onlar
için. Herkes pay laşırdı y aşamı;
pay laşmay ı herkes çok iy i bilirdi
v e f azla söz konusu edilmezdi
bu aralarında. Bitmek tükenmek
bilmey en çalışma, bir sevilenin
ölümü, özv eri, her biri yaşamıştı
bütün bunları. Ay rılıklar v e beklemek; y aşay abilmek için birbirimizi beklemey e alışmalıy ız.
Küçüklerin bir kısmı şimdiden
şiir, hikay e v e tiyatro y apıtları
y azıy orlar. On y aşındaki Tran
Dang Khoa, köyünü, okulunu,
pirincin ay ıklandığı sahanlığı, nilüf erlerin açtığı hav uzu, bambu
tarlalarını, ilk y ardım çantasını
anlatıy or şiirlerinde.
Bizim çok zengin bir çocuk şiirleri geleneğimiz v ar.Ninniler,
uy aklı şiirler, halk masalları. Bu
geleneksel yapıtlar çoğunlukla lirik, büy ük bir hay al gücünü y ansıtan, toplumsal ve f elsef i içerikleri olan y apıtlardır.
Kahkaha Ormanı'ndan bir kaç
38 T A V I R
Y alnızlık, çıkmazlar içinde
oluş, yitmişlik, kişisel düş kırıklıkları, bütün bunların bir anlamı
yoktur. Sorun, «güç bir durumda
olan şu insana nasıl y ardımcı
olabiliriz?» ya da «korkuyu nasıl
yendik, bu çalışmay ı nasıl başarabildik» diy e konabilir. Y a da
insan sorabilir, «Tehlikeler karşısında dayanabildi mi». Bir kişinin durumu ele alınırken sorulacak soru, "Örnek olabildi mi" y a
da «kendisinden beklenileni y erine getirebildi mi» olabilir. Başarısızlık olmuşsa, «Bu başarı-
sızlığ ın nedenleri ney di v e ileride ay nı hatanın tekrarını nasıl
önley ebiliriz» diyebiliriz. Tehlike
üstümüzde dolaşıy or hala. Düşmanın korkunç bir teknik üstünlüğü v ar.
Atılan bombaların tonu her ay
yükseliy or. Son kalan iki şehrin,
Hanoi ve Haiphong'un da y ıkılması her an beklenebilir. Bu y ıkıcı v e mahv edici araçlara karşı
onlardan daha güçlü değerler
v ar elimizde. Askeri mücadelenin y anısıra -ki düşmanın tek
anladığı y ol budur v e bunda y enilgiy e uğratılmalıdır- diğer bir
mücadele y ürütülmektedir; gerçekler uğruna, eğitim v e toplumsal ref ormlar için mücadele.
Eğer biz hiç y orgunluk duymuyorsak ve morallerimiz bozulmuy orsa, bu, ay nı y ükü taşıy an
bunca insan oluşumuzdandır.
Düşmanın inançsızlığına karşı
yanıtımız; kendimize güv enmektir. Onlar yıkıyorlar, biz ise kuruy oruz.
Kendi çalışmalarıma gelince,
bir süre önce bir köyde karşılaştığım bir kadının y aptıklarıy la
boy ölçüşemez hiç bir zaman.
Japon işgali sırasındaki büy ük
kıtlıkta iki çocuğunu y itirmişti.
Dev rim başladığında sadece
haf ifçe içini geçirdi. Geriy e kalan
çocukları
Fransızlara
karşı
sav aştılar, bir oğlu daha öldü.
Güney'de v e Kuzey de çocukları
var. Şimdi en büyük torunu cephede sav aşıy or. Çocuklar v e torunlar y etiştirmiş. Artık pirinç tarlalarında çalışamayacak kadar
y aşlı. Y ine de evinde çalışıy or;
torunlarına bakıyor, yemek y apıyor. Çalışmadığı bir tek gün bile
olmamış y aşamında. İşte bizim
okuy ucularımız. Biz ne verebiliriz ki onlara? Bize güç v erenler
onlardır. Bu y aşlı kadınlara
«Ana» y a da «Nine» deriz biz,
onlar da bize «oğul» y a da
«kardeş». Bölge başkanı, hatta
Hanoi'den gelen bir bakan da
köy leri gezerken «Ana» ya da
«Nine» derler onlara. Bizde yaşlılara karşı say gılı olmay an herkes nef retle karşılanır. Güney'de
düşmanın
en korkunç
silahlarından biri aileleri parçalamaktır; çocukları analarından,
kadınları kocalarından zorla koparıp almak. Bu y ollarla kültürümüzü y ok etmey e çabalıy orlar.
Mesleklerimiz üzerine konuşuruz birbirimizle. Ay larca y ıllarca
vahşi ormanlarda y aşadık; her
patatesi, her meyvay ı pay laşarak. Edebiy atı da ay nı şekilde
pay laşıy oruz. Kişisel anlatım y olları, y eni biçimler aramak vs. bütün bunlar en y alın ve en kısa
yoldan anlatmanın gerekliliğine
bağımlı kılınmalıdır. Kuvvet kitlelerdedir. Köylüler ve endüstri işçileri yazdıklarımızı yargılıy orlar.
Sözcüklerimizi nasıl seçtiğimiz
üzerinde dikkatle duruyorlar. Yapıtlarımız gerçekse, olay ları
doğru anlatıy orsa, köydeki yaşama koşullarını dile getiriyorsa,
ortak çabamızı iy i örnekliyorsa,
direnmey i ifade etmenin y ollarını
buluy orsa, gelecek için herkesin
içinde y atan umutları, kaygıları
ve tasarımları ortay a koyuyarsa;
o zaman halk hiç bir okurun yapmadığı gibi bizi okuyacak v e dinley ecektir. Ve eğer biz böy le bir
dil bulamıy orsak; dilsiz olmamız
çok daha y eğdir.
1954 antlaşmasından sonra
askerlere sav aşla ilgili anılarını
yazmaları için çağrıda bulunduk.
Anlatım yeteneklerinin gelişmesini istiyorduk. 10.000'den f azla
y anıt aldık. Y azanların bir çoğu
o kadar yetenekliydi ki bu çalışmalarını sürdürebilmeleri için
yardımcı olduk onlara. O zaman
yazmaya başlay anların bir kısmı
bugün tanınmış yazarlardır.
Bugün, herzamankinden f azla
kısa hikayeler yazılıy or. Dev rim
sürecini çok y önlü bir bakış açısıy la yansıtacak büyük roman
henüz sahneye çıkmadı. Düny a
edebiy atıy la kıy aslayabileceğimiz cesaretli y apıtlarımız y ok
henüz. Kendi kendilerini eğiten
halkımız, köy lüler ve askerler dil
üzerinde y eni denemelere girişerek edebiy atı değiştirme çabası içinde değiller. Onlar kendi
düny alarını v e okurlarını değiştirmeyi amaçlıy orlar.
Bizim için kitap bir silahtır.
Okurlarımız bıçak kullanmay ı bilirler, el bombasını da. Silahlarına karşı duy dukları güv eni, bir
kitabın y azdıklarına karşı da
duy mak isterler. Y azılanlar onları desteklemeli v e güçlendirmelidir; onlara bir bakış açısı önermeli ve açıklamalar y apabilmelidir. Biz bir edebiyat okulu kurmadık.
Biçimsel
deneylere
girecek bir ortamda y aşamıy oruz. Edebiy atı kolay anlaşılır
yapma çabamız v e çalışmalarımızı gündelik sorunlar ve alışılagelenle sınırlandırmamız y aratıcılığı ortadan kaldırıy or mu diye
sorduk kendi kendimize? Y aratıcılığı sınırlandırmanın bilinçlenmey i
geriletebileceğim
göz
önünde tutuyorduk.
Bugün için elimizde sadece
sav aş alanları v ar. Bizim için
herşey gerçeklerden doğar. Şu
anda herşey den önce, durumu
olduğu gibi anlatacak insanlara
gerek v ar. Olay ları incelemeye
çalışıy oruz. İnsanların içinde
olanları açıklığa kav uşturup, onların dirençlerini ve başarılarını
anlatabilirsek, halkın direnme
gücüne hizmet etmiş olacağız.
Sürekli çaba, y ıkıntının doğurduğu baskı, bir sevilenin ölümü
bazı anlarda umuttan daha ağır
basabilir. Y ıllarca süren y okluğun insanlar üzerinde hiç bir iz
bırakmaması düşünülemez. Şu
anda halk savaşının amaçlarını
anlatmak yetiyor bize. Sömürgecilerin aşağılay ıcı davranışlarını,
dev rimi başlatmak için gösterilen çabaları, sosyalizmin kuruluş y ıllarında elde ettiğimiz başarıları anımsatıy oruz halka.
Sağlam ve açıklay ıcıdır edebiyatımız. Bombardımanlar başladıktan sonra elde ettiğimiz deney leri özümlüyoruz. Halkın düşünce gücüy le v e kendi kendini
denetley erek elde ettiklerini.
Halkımız çağdaş sanatın değişik sorunlarını öğrenmek olanağından y oksun olduğu için, biz
herkesin anlayabileceği bir anlatım tarzı kullanıy oruz. Özenli bir
y apının önemini ya da sanatsal
y aratıcılığı bir kıy ıy a itmiş değiliz. Çünkü bunlar her zaman beğenilebilir. Y ne de biçimi salt biçim olarak ele almıy oruz. Estetik, konulara açıklık getirmeye
hizmet ettiği sürece y ararlıdır bizim için. Edebiy atımız siy asaldır, pratiğe uygulanabilmelidir.
Nerede olursak olalım, cephenin neresindeysek orada yazarız. Küçük kağıt parçaları halin-
de olan metinlerimiz, üniformalarımızın ceplerinde durur. Karıncalar, köstebekler gibiy iz.
Kitaplarımız çok çabuk satılıyor. Okurlarımızın gereksinimlerini karşılayamıyoruz. Kitaplarımızın 10.000, 20.000 kopy esi
bir haftada satılıy or. Kağıt darlığı y üzünden daha f azla say ıda
basmamız olanaksız. Ancak bazı
kitapları, örneğin Nguyen Van
Troi'nin hay at hikay esini v ey a
To Hui'nin şiirlerini 50.000 adet
basabildik.
Biz y azarlar, çeşitli sanatsal
yapıtların ulusalcı içeriğinin ne
olması üzerinde çok düşündük.
Ulusal Kurtuluş savaşına egemen olan Ulusalcılığın proleter
enternasy onalizmini
ortadan
kaldırıp kaldırmayacağını tartışıy orduk.
Ben bu soruyu şöyle yanıtlamak istiyorum: Vietnam büy ük
kuvvetlerin arasında küçük bir
ülkedir. Bizim ulusal kurtuluş hareketimiz binlerce y ıllık geçmişiy le tanıtlamıştır kendini. Y urtsev erlik olmadan tutsaklıktan
kurtaramazdık kendimizi. Ülkemizin y arısı halen düşmanın
elindedir. Sosyalist
ülkelerin
say gısına v e yardımlarına sahibiz. Bugün sosyalist blok içinde
ideolojik ayrılıklar var. Dünya
dev riminin nasıl sürdürüleceği
konusunda değişik düşünceler
ileri sürülüyor. Av rupa, Latin
Amerika, Af rika, Asy a ve
ABD'deki sınıf mücadelesinin
nasıl y apılacağı konusunda değişik teoriler v e pratikler geliştiriliy or. Tarihin bu döneminde ortak bir stratejiden söz edilemez.
Biz kendi ülkemizdeki deney imleri özümleyerek buluy oruz y olumuzu. Devrim hareketimizi dışarıdan hi bir y ardım almadan
kendimiz başlattık. Y rmibeş y ıllık dev rimci mücadelenin zaferlerinden sonra, sosyalist dev letimizin temellerini y ıkmay a çalışanlara karşı halk koruyor devrimi.
Not Bu yazı Militan
Dergisi' nin 2. sayısından
alın mıştır.
T AV I R
39
HERŞEY BİTTİ
ONLAR İÇİN
SÖZ: HASAN HÜSEYİN
MÜZ İ K ; DÜZENLEME : GRUP EKİN
40 T A V I R
Onlar için herşey bitti Herşey bitti
onlar için Su değil içtikleri El değil
sıktıkları Ekmek değil yedikleri
Onlar için herşey bitti herşey Anaları
yok onların Aşkları özlemleri
Bekledikleri yoktur yoktur Kime
diyecekler güzelim diye Kime diyecekler
gözümün nuru Kime diyecekler bir
tanem diye Kime diyecekler ömrümün
varı Bitti bitti artık herşey bitti Onlar
için artık herşey bitti Bu törenler bu
cayırtı Bu altınlar , bu yaldız Bu koşum
saltanatı yalan Yalan, yalan, yalan,
hepsi yalan Korkudur bayrakları korku
Ne y aslanacak duvar Ne tutunacak
bir dal var Değil mi ki kırdılar bu
fidanları Değil mi ki ağlattılar bu
anaları Bitti bitti artık herşey bitti
Onlar için artık herşey bitti
T A V I R
41
42 T A V I R
KAR ADENİZ KIZI
Rüzgarla savrulan polenlerin Toprakta hayat
bulması gibi Şafak düşer gözlerine Hasretin
bağrımda ağılaşırken Açtım ardına kadar sabah
kapılarını
Gönlüm bir dostluk çemberi
Kulak verdim seslenişine martı kanadının
Çılgınca titreşir saçların
Başucumda masmavi bakışların
Bir sevda ışığı yayıldı Dayadı
köknü adın Birbirini yadsıyan
günlere Binbir çeşit açtı bahçelerde
Dört mevsim aynasında
Damarları fındık, tütün, çay kokan
Bir yaprak ol, gel
Ağaçların yeşili açsın gözlerinde
Kurtaralım katışıksız gülüşlerimizi
Makina dişlerinden
Dalarak kavgalı anaforlara
Haksızlıklara karşı ölümü kucaklayanlarla
Olcay Yarayıcı
T A V I R 43
H A B E R
YORUM
DEVLETİN
KÜLTÜR POLİTİKASINDA BİR
ARAÇ:
"İÇERDEKİLER"
İÇERDEKİLER
ev let
Tiy atroları
1992-93 mevsimine
doksan oyunla başladı. Bu oy unlardan
otuzu geçen sezon
sergilenen oyunlar
olurken diğerleri bu sezon uy arlanan y erli ve yabancı oyunlar.
Y erli oyunlar arasında dikkatimizi çeken oyunlar, Nazım'ın
"Ferhat ile Şirin", M.Cev det Anday'ın "İçerdekiler", Aziz Ne-sin'in
"Hadi Öldürsene Cani-kom",
Haşmet Zeybek'in "Dü-ğün y a da
Dav ul",
Necati
Cu-malı'nın
"Susuz
Y az".
Y abancı
oy unlardan ise John Steinbeck'in "Fareler ve İnsanlar",
Tolstoy 'un "Sav aş v e Barış",
H.İbsen'in "Bir Halk Düşmanı" v b.
Bu oy unların da dahil olduğu
bir listey le perdelerini açan
Dev let Tiy atroları'nın kültürel
anlamda olduğu gibi siy asal
düzlemde de incelenmesi gerekiy or. Öz olarak tartışılması gereken nokta oynanan oy unların
nasıl ele alındığ ı, bu oy unları
oy namalarının nedenselliğidir. Bu
y azıda ise ilk olarak inceley eceğimiz oy un M.Cev det Anday'ın 'İçerdekiler'i.
Öncelikle Ankara Devlet Tiy atroları Müdürü Tansu Ay tar'ın
düşüncelerini aktaralım: "İkibinli
y ıllara girerken düny a ile toplululuğumuzda değişiklikler y aşanıy or. Hızla değişen şartlar içerisinde belirsizlikler, uy umsuzluklar v e yerleşik değerlerin
sorgulanması gündemi işgal etmektedir. Böy le bir ortamda tiy atro sanatı toplumun v e çağın
44 T A V I R
ay nası konumundadır.
Dev let Tiy atroları'nın ilk tur
bölümüne aldığı 'İçerdekiler'
oy ununda siy asi nedenlerden
dolay ı gözaltına alınan bir öğretmenin "365 gün sorgulandığı" halde komserin istediği if adey i vermemesi ve çeşitli "baskılara maruz kalması" anlatılıy or. 365 günlük süre içinde
tutuklu öğretmen dayanılmaz biçimde cinsel rahatsızlıklar çekiy or. Bundan yararlanmak istey en komiser hemen tutuklu
öğretmenin karısıy la
buluşmasını sağlıy or. Elbette istediği
cev abı almak şartıy la. So-nuçta
komiser
amacına
rahat-ça
kav uşuyor. Fakat bir aksilik
oluy or. Karısının rahatsızlanmasından dolay ı o gün görüşe
baldızı geliy or. İşte bundan
sonrası,
tutuklu öğretmenin
baldızına kendisiy le y atması-nın
gerekliliğini
anlatmasıy la
geçiy or.
Tutuklu
öğretmen
"acılar
içinde kıv randığı cinsel arzularının" önüne bir türlü geçemediği için gözü hiçbirşey görmüy ordu. Bunun için ideallerin-den,
düşüncelerinden, ahlaki değer
y argılarından
bile
v azgeçebilirdi. Onun için de karısı
y a da bir başka kadın, önemli
değil. Önemli olan 'ihtiyacının'
karşılanmasıy dı.
Herhalde Devlet Tiy atroları
Müdürü Ay tar "değişiklik" derken, cinselliğin, cinsel arzula-rın
tüm ahlaksal v e toplumsal değer
y argılarını alt üst edebil-diğini v e
her şey i belirlediğini anlatmak
istiy ordu.
Çünkü
oy undan çıkan sonuçlar bun-lar.
Oy unda özellikle öğretmenin
cinsel
'ihtiy acından'
dolay ı
çektiği acılar, 'sıkıntılar' öy lesine üst boy utlara çıkıy or ki, öğretmen artık yaşam karşısında
day anamaz y aşay amaz hale
geliy ordu.
Düşüncelerinden
dolay ı gözaltına alınan öğretmen bundan böy le komiserin
karşısında bir dediğini iki ettirmey en askerdi. "Otur" diy or
oturuy ordu, "sus" diy or susuy ordu. Ay dın kimliği hi umurunda değil, tek derdi v ar bir
kadın. Kim olursa olsun bir kadın. Komiserin "bak if ade vermezsen imzalamazsan, söylediklerimi y apmazsan seni karınla görüştürmem." tehditleri-ne
de asla ses çıkarmıy ordu ve
buluşturulması
için
bütün
gücüy le komisere yalv arıy or-du,
elini ay ağını öpüy ordu. Sonunda karısıy la buluşma saati
geldi. Fakat baldızı gelmişti.
Olsun... Farketmez. O da kadın.
Baldızına derdini anlatabilirdi.
Baldızı kesinlikle kabul etmeliy di. Bunun için baldızına "ihtiy acının " karşılanmasının bir
teorisini yapmalıy dı. Onu da
y aptı. Baldızı cinsel açlık çeken
bu teorisy enle başede-mezdi v e
durumu kabullendi.
Tansu Aytar v e bu oy unuy la
M.Cev det
Anday
yaşamın,
toplumun, çağın ay nası gördüğü tiy atroy u "İçerdekiler" ile nasıl
bütünleştiriyor?
Böy lesi
bir
ahlaki dejenerasyonun sa-nat
olarak biçimlendiği, bencil-liğin
meşrulaştırıldığı
"İçerdekiler"
oy unu hangi toplumsal, kültürel,
sanatsal
gelişmeyi
sağlay acaktır? Aytar ay nı zamanda şunu söy lemektedir:
"Sanatçı y aratıcı gücü v e dünya
g ö r ü n de n
hareketle gerçekliğin yorumunu ve eleştirisi-ni
y apar ki bu eleştiri antik bir
tragedy anın bile doğru y orumlanmasıy la günümüzün sorgulanmasını y a da olumlanmasını
sağlay abilir". Samimi ve gerçekçi değilsiniz Ay tar. Cinsel
bunalım çeken birinin kırk dereden su getirip teori üretmesi-
HABE R
ni, bu işin doğru olduğunu anlatmasını, üstelik -asıl önemli olanDevlet Tiyatrolarında oy-nanmasını
sağlamanızı, sözü-nü ettiğiniz
gerekliğin yorumu ve eleştirisi ile
bağdaştıramaz-sınız.
Normal,
doğalmış gibi cinselliğin bu
derece
ahlaksız-lık
boyutuna
getirilmesini toplu-mu geliştirmek
adına yapa-mazsınız. Gerçeklik
diy orsu-nuz.
Bugün
hangi
karakola gi-derseniz gidin her
türlü ahlaksızlığın namussuzluğun
yaşam biçimi haline geldiğini
görebilirsiniz. İşkencenin, iş-kence
yapmanın doğal bir şey olduğunu
bunun için kadınlara, hatta
çocuklara bile tecavüz edildiğini
görebilirsiniz.
Gerçekliğin
alabildiğine çarpıtıldığı, yozluğun
sergilendiği "İçerdeki-ler" oyununun
yazarı ve aynı bakış açısıyla sanat
yapanlar, seçtiğiniz tip olan
öğretmen gibi onursuz kişilikleri
değil,
onu-runa,
namusuna,
inançlarına
ihanet
etmeyen
direnen
insan-ları
da
görebilirsiniz.
Gelelim cinselliği, cinsel ihtiyacın gerekliliğini onun tüm ihtiy açların üstünde y er alabileceğini gösteren v e Devlet Tiyatrolarında oynatan anlayışa. Bu
anlayışın ortaya çıkışını as-la
dev letin
kültür
politikasından
bağımsız tutamayız. Bu oyunu
oynamak, oynatmak kültür politikasıdır. Seyreden insanı düşünsel
anlamda silikleştiren,
etkisizleştiren bir sonucu olma-sı,
bugün geliştirilmeye çalışı-lan
"tutti furitti, lahmacun, Mc Donalds"
kültürünün bir uzantı-
sıdır. Bu burjuvazinin elinin altında olan her sanat dalında
farklı şekilleniyor. Asıl konumuz olan cinselliğin bugün dejenere edilmesinin özünü koymak gerekirse şunları söyleyebiliriz.Üretim
araçlarına
egemen olanlar ve bu ege-menliği
sürdürmek isteyenler, ezilen sınıf ı
ideolojik, politik, kültürel anlamda
da
baskı
al-tında
tutarlar.Toplumsal bir gerileme,
toplumsal bir sus-kunluk ve
tepkisizlik asıl amaçtır. Kültür
politikalarını
bu
düzlemde
görebilmek gere-kiy or. Cinselliğin
bu derece ahlaksızlık boyutuna
gelmesi bilinçli olarak uygulanan
siste-matik
bir
politikadır.
M.Cevdet
Anday
ise
bu
politikaların
gö-nüllü
uy gulayıcısıdır. Bu veya buna
benzer
oyunlarıy la
Anday,
devletin
kültür
politikaları-na
hizmet etmiştir. Bu anlamda
devlet Anday gibilere her zaman
kucak
açmıştır.
Anday,
"İçerdekiler" oy ununda toplumsal
olayları çarpıtmasının yanında
dolaylı olarak devrim-ci, ilerici
insanları karalamıştır. Bu gibi
çalışmalarla kendisini tatmin
etmeye çalışması bo-şunadır.
Çünkü Anday gibileri hergün
halkın gözünde biraz daha
silinmişlerdir. Anday ve Anday'ın
oy unlarına
kucak
açanlar
karalamalarla,
çarpıt-malarla
hiçbir
yere
varamaz-lar.
Karşılarında halkı ile elele yarınları
aralayan devrimci sa-natçılar v ar.
Y O R UM
MKM' DE KARMA
RESİM SERGİSİ
Mezapotamya Kültür Merkezi'nin
düzenlediği 'Kültür Haftası'
kapsamında Avni Memedoğlu,
Fevzi Bilge, Süleyman Danışman
ve Mahmut Nayır'ın katıldığı
karma resim sergisinin açılışı
14/11/92 tarihinde MKM sergi
salonunda yapıldı. Bir hafta
boyunca devam edecek olan
resim sergisinde Kürdistan'daki
mücadelenin Kürt motifleriyle
ifade edildiği 21 tablo
sergilenecek.
TÜYAP KİTAP
FUARI BASILDI
Bu yıl 11.si yapılan TÜYAP Kitap
Fuarı yine okuyucuların yoğun
ilgisini çekti. 11. TÜYAP Kitap
Fuarı'nda yazarlar okurlarıyla
söyleşilerde bulundular, kitaplarını
imzaladılar. Emekçilerin
aydınlanmasını, gerçekleri
gör mesini istemeyenler,
aralarında Dr. İsmail Beşikçi'nin
de bulunduğu birçok yazarın
kitaplarına el koydular, stand
görevlilerini gözaltına almaya
çalıştılar. Ancak yayınevlerinin ve
sergiyi izleyen kitapseverlerin
alkışlı ve sloganlı protestosuyla
YUSUFDOĞAR RESİM
karşılaşan polis geri adım atmak
zorunda kaldı ve kimseyi gözaltına
alamadan geri çekildi.
SERGİSİ
30 KASIM - 11 ARALIK 1992 Boğaziçi Üniversitesi
Merkez Kütüphanesi HİSARÜSTÜ - İSTANBUL
T A V I R 45
HA BE R
Y O RUM
BRECHT'İN OYUNLARI
DİYARBAKIR'DA...
iyarbakır
Belediye-si
Orhan
Asena
Şehir
Tiy atrosu 10 Ekim 1992
tarihin-de y eni sezonu açtı. Bertolt Brecht'in
iki
oy unu
"Kuralla
Kuraldışı"
v e "Carrar
Ana'nın Silahlan" ile başlayan
sezon y eni oyun-larla dev am
edecek.
Brecht'in yaşadığı dönem-de
oy unlaştırdığı
olay larla
günümüzde
de
karşılaşıy oruz.
Çev remizde olup bitenleri olağan
karşılamamak gerekti-ği ortaya
konuy or
"Kuralla
Kuraldışı"
oy ununda. Top-lumdaki sınıf
f arkını, bir ha-mal ile satıcı
arasındaki ilişki-de somutluy or.
Day anışma,
pay laşım
gibi
insansal
değer-lere
yabancılaşmış satıcının y olculuk
sırasında
kendisiy le
suyunu
pay laşmak için elinde matara ile
gelen hamalın elin-deki mataray ı
taş
zannedip,
kendisini
öldürmey e geldiğini düşünerek
silahını çekip vur-ması, bu ay rılığı
daha
net
ortay a
koyuy or.
Satıcının
bu
ruh
hali,
günümüzdeki ege-men sınıf ların
ruh halini yan-sıtıy or: Korkak,
kendine gü-v ensiz...
Mahkeme sahnesi de, günümüzle ördeşleşen bir sah-ne.
Kural, gerçeği y utar ve satıcı
aklanır.
"Kuralla
Kuraldışı"
oy unu,
Türkiy e'de ikinci kez sahnele-nen
bir oy un. Amatör koşul-larda ve
olanaksızlıklar içinde var olan bu
çaba, kuşkusuz bir takım teknik
eksiklikleri de
46 T A V I R
taşıyor.
Ülkenin içinde bulunduğu
sürece denk düşen bir çalışma...
"Carrar Ananın "Silahları" ise,
İspanya İç Savaş'ında, kocası
sav aşta
öldükten
sonra
oğullarını cephey e göndermek
istemeyen
bir
ananın
dönüşümünü anlatı-y or. Sav aş
sırasında taraf -sız olana bir
zarar gelmey e-ceğini düşünen
ananın balık tutmay a giden
oğlunun, savaş gemilerince
taranarak
öldürülmesinin
ardından
sa-v aşa
katılışını
anlatıy or. Oy unda "tarafsızlığın"
güç-lüden y ana taraf olmak
anla-mına geldiği işleniy or. İç
sa-v aşın y aşandığı, ülkede eli
silah tutan herkesin savaşa
katıldığı bir dönemde, oğulların ı
cephey e göndermek istemeyen
ananın
y aklaşımı
mahkum
ediliy or. Oyunda göze çarpan
en belirgin ek-siklik ananın,
oğlunun ölüsü geldikten sonraki
dönüşüm sürecinin y üzeysel
işlenmiş olmasıy dı. Oğullarına o
de-rece kanat geren ananın,
oğlunun ölüsü geldikten sonraki
dav ranışları
alabildi-ğine
y üzeysel ve dönüşümü seyirciye
y ansıtmayan dav-ranışlardı.
Bu arada, oy unların y önetmeni Vey sel Öngören ile
oy unlar hakkında görüştük:
TAVIR: Bu y ıl sezonu Brecht
ile açtınız. Neden
Brecht?
ÖNGÖREN: Geçen y ıl, 27
Mart tiy atro günlerinde bü-yük
tiy atro adamı Brecht'in "Carrar
Ananın Tüf ekleri" adlı oy ununu
gösterime
çı-karmıştık.
O
dönemden eli-mizde olan bir
oy undu.
"Kuralla
Kuraldışı"
oy unu ise, Türkiye'de ikinci kez
oy na-nan bir oy un. Sahne
tav ırla-rını
bilmediğimizden
ötürü
oy unları
sahney e
koy arken
biraz
zorlandık.
Ay rıca,
"Carrar
Ana'nın
Tüf ekleri" oy ununun adını, y erel
olma-sı anlamında "Carrar Ananın Silahları" olarak değiştir-dik.
Oy unda
olmadığı
halde
"Anlatıcı" kısmını ekley erek
oy unu zenginleştirdik.
TAVIR: İlgi nasıl?
ÖNGÖREN: Cumartesi-Pazar
günleri dışında pek iy i olduğu
söy lenemez.
Neden-lerini
bilmiy oruz. Ama, gelen seyirci
az
olmasına
rağmen,
oy unlardan apay rı bir tat alı-y or.
İnsanları tartıştırabiliy o-ruz.
TAVIR: Brecht tiy atrosu-nun
en belirgin özelliği ne-dir?
ÖNGÖREN:
Sey reden,
oy unda kendisini
göremez.
Kendisini, sahnedeki kişiler gibi
hissetmez. Olgu olarak görür ve
öy le sey reder. Sah-nede olup
bitenin
f arkına
v a-rır.
Etkilenmez.
TAVIR: Gündemde başka
oy unlarınız v ar mı?
ÖNGÖREN: Var... "Ölüm,
Y aşamak İçin" adlı Orhan
Asena'nın
oy unu.
Curzio
Malaparte'nin
"Kadınlar
da
Sav aşı Y itirdi" adlı oy unu,
gündemdeki
oy unlarımızdan. Y ine komedi oy unları
v ar gündemde. Çocuk oy unlarından ise "Ay ının Fendi
Avcıy ı
Y endi" v e
"Gülen
Torba"
düşündüğümüz
oy unlar arasında.
HABER
GECELERDE GEZİLERDE SEN VARSIN
AMA...
endinden
müstakil
Kültür Bakanımız Fikri
Bey , 1 . İstanbul Kitap
Fuarı'nın onur yazarı
Y aşar Kemal için
AKM'de
düzenlenen bir gecey e
katıl-mış. Y azarın sağ y anına
kuru-luvermiş. Baskılara karşı bir
bakan olarak bilindiğinden ol-sa
gerek, "dönemin çilesini çekmiş"
bu y azarın heykelini istediği yere
dikeceğini söy le-miş.
Biz de senin heykelini dikme
karar verdik sayın bakan. "Dönemin çilesini sineye çekmiş" bir
bakan olarak mutlaka hey-kelinin
dikilerek
ibret-i
alem
ölümsüzleştirilmen
gerektiğini
düşünüy oruz. Senin gibisini bir
daha bulmak zor. Y erini sen
seçeceksin.
En
mutena
semtlerden biri olabilir. Biçimi-ni
biz bulduk bile. Hani şu demokrasiy i
simgeleyen
kadın
hey keli var y a. Gözleri bağlı, bir
elinde kılıç, bir elinde tera-zi olan.
İşte öyle. Elindeki te-razinin bir
kefesinde y akılan,
toplatılan
y üzlerce kitap, ka-set; baskıy a
uğray an,
kapatı-lan
kültür
merkezleri;
soruştu-rulan,
tutuklanan, katledilen sanatçılar
olacak. Terazinin diğer kefesinde
senin ünv anı-nın y azılı olduğu bir
plaket olacak: "Kültür Bakanı".
Pla-ketin olduğu kefe hay li ağır
basıy or olacak. Diğer elinde, bir
kılıç yerine, pırıltılı bir "altın
makas"
olacak.
Sansür
için.Senin de gözlerin bağlı
olacak. Ama demokrasi sembolündeki gibi tarafsızlığı değil
olan biteni görmezlikten gelişi-ni
simgeleyecek. Eh bu kadar f ark
da bizim kattığımız y o-rum. Ne
de olsa bu "SİZİN
DEMOKRASİNİZ"in
olacak.
Y O R UM
MADENCİ
FOTOĞRAFLARI
ZONGULDAKTA
sembolü
Heykelinin altındaki kaideye bir plaket çakacağız. En
başa emin olamayanlara inat
büy ük
harflerle
yazacağız:
"GOEBELS
DEĞİL
FİKRİ"
Ve
ekleyeceğiz:"Kendisi,
Grup Y orum'un konser verdi-ği
bir geceden dolay ı hakkın-da
tutuklama kararı çıkartıldı-ğı
günlerde büy ük bir görev
bilinciyle
'Bakanlığımızı ilgilindirmez' demişti. İsmail Beşikçi'nin kitaplarının üst üste
toplatıldığı bir dönemde ola-ya
sessiz kalıp daha tarihsel bir
sorumlulukla tarihi kitapla-rın
korunması ve bakımı için özel bir
kütüphanenin
açılışı-nı
y apmıştı. Sultanahmet Kültür
Merkezi'nin polisler ta-raf ından
basılıp kapatıldığ ı bir zamanda
kültür merkezi-nin y anından
geçerken "cık, cık, cık," diy erek
tepkilerini
dile
getirerek
İstanbul'un tari-hi türbelerini
gezmişti.
"TÜY AP
Kitap
Fuarı'na
baskın
düzenlenerek
kimi
yay ınevlerinin kitaplarının v e
çalışanlarının gözaltına alın-dığı
günlerin ertesinde artık bu
kadarına tahammül ede-meyip
ay nı kitap f uarının dü-zenlediği
bir gecede aynı kitap f uarının
onur y azarı-na"dönemin çilesini
çekmiş" payesini v ererek olay a
atıf ta bulunmuş v e temsilen
yazarın heykelini dikmey e karar
v ermiştir."
30 Kasım 1990'da, ülkemizin
toplumsal y aşamını etkiley en
büy ük greve çıkan maden
işçilerinin çalışma koşullarını
v e Zonguldak-Ankara
y ürüyüşü ile süren grevlerini
konu alan fotoğraflar
Zonguldak'ta izlenime
sunulacak.
Zonguldak Fotoğraf
Grubu'nun katkısı ile Tekel
Dev let Güzel Sanatlar
Galerisi'nde düzenlenecek
e tki nl ikl e r içinde 50 renkli
baskı f otoğraf ın yer aldığı bir
f otoğraf sergisi de açılacak.
Ay nı gün "Madenci" ve
"Zonguldak Grevi" başlıklı iki
ay rı say dam (dia) gösterisi
y apılacak.
Daha önce Zonguldak,
Ankara, Dev rek, Antalya,
İzmit, Adana ve Bursa'da
izlenen sergi v e gösterilerde
şu f otoğrafçıların y apıtları y er
alıy or:
Emine Kart, Aynur Köymen,
Ersin Güngör, Birol Üzme z,
İsmail Ofluoğlu, Mustafa
Eğriboyun, Faruk Akbaş,
İbrahim Akyürek, Yusuf
Darıyerli,Gül
Derbent,
Celal Deniz, Şirin
Küçüktabak, Hatice Tuncer,
Sevil Üzrek ve Günsel
Yıldır ım.
Senin
heykelini
görenler
hay retten gözleri büy ümüş bir
şekilde bakacaklar bir y er-lerde
yanlış aray acaklar. Bu-lacaklar:
Y anlış, elindeki tera-zidedir.
T AV I R
47
H A BE R
Y OR UM
"KİTAP OKUMAYI SEVMİYORUZ"
G
ündem gazetesi-nin
11.
TÜY AP
Uluslararası
Kitap
Fuarı
nedeniy le
yay ınev leriy le
yaptığı dizi röportajlar-da,
y ay ınevlerinin
halkın
kitap
okuma alışkanlığı v e ki-taba
talepleri
konusuna
y aklaşımlarında
bir
özgüv ensizlik ve sorunun temellerine inmeme gözleniy or. Ata
y ay ınları adına konu-şan Atıl
Ant, "Devletin kuru-luşları on
günlük bir okuma bay ramı
y apsın.
Kitapla
okuru
y akınlatırırsak,
okuma
alışkanlığı
kazandırabili-riz"
diy or.
Kitap
okuma
alışkanlığının olmaması kimin suçu
acaba? "Türk halkı kitap
okumay ı
sevmiyor"
saptaması y apmak yetmiy or. Bir
olguy u ortay a koymak sorunu çözmek için yeterli değil.
Ay nı zamanda o sorunun
kökenlerine
inmek
v arlık
nedenlerini
de
saptamak
gerekiy or. Ancak Ant'ın sığ
v e icazetçi y aklaşımı sanki
halkın kitap okuma alışkanlığın ın asıl sorumlusu Devlet v e onun dejenerasyon
ve
kimliksizleştirmey e
dönük politikaları değilmiş gibi
umut devletin ilan edeceği
bay ramlara,
sey ranlara
bağlanıy or. Oysa bir y an-dan
eğitim
politikalarındaki
tekdüzelik v e araştırmacılık-tan
uzak ezberci içerik ta ilk
48 T A V I R
öğretim
y ıllarından
itibaren
insanların
kitap
okumay a
gereksinim duymasını, kitap
okumay a
y önelmesini
engellediği gibi; öte y andan da
kitabın sürekli suç unsuru olarak
gösterilmesi,
toplat-malarla,
y asaklamalarla, para cezalarıy la
kitabın okura y a da okurun
kitaba ulaş-masında cay dırıcı
bir rol oy -nuyor. Ant'a 12 Mart
v e 12 Eylül dönemlerinde
toplatı-lan, yakılan, depolarda
çü-rümeye bırakılan y a da SEKA'y a
hamur
y apılmay a
gönderilen y üzbinlerce kita-bı
anımsatmak istiy oruz. Bu devlet
mi bay ramlarla sey -ranlarla y a
da para y ardım-larıy la okura
kitabı sev dire-cek? Önce kitap
okuma
alışkanlığını
kıran
koşulları ortadan kaldırmak,
eğitim, y ay ıncılık v e benzeri
konu-larda
halktan
y ana
kurumlar y aratmak gerekmiy or
mu?
Armoni Y ay ıncılık'tan Ad-nan
Özer ise halkın kitap okuma
alışkanlığı ile ilgili benzer
saptamaları yaptık-tan sonra
olay ın bir başka boy utuna
değiniy or. Av rupa planında
y ay ıncılık alanın-daki edilgen
konumumuzu v urguluyor. "Y erli
y azarlar" uluslararası bir fuarda
başa-rılı olamay acaklar, diy e
kay -gılarını dile getiriy or. Peki
neden edilgen? Bu edilgen-liği
kitap
okuma
oranlarına
bağlıy or. Oysa gerçek ne-
denin ipuçlarını kendi gö zleminde y akalıy or. "Misyoner-lik
y apıy oruz.
Batı
pazarı
oluşturuy oruz." Evet, ülkesi-nin
halklarına v e onun so-runlarına
sırtını dönen ay -dınlarımız(!)
yüzünü v e tüm duy argalarını
batıy a,
gerici-lemiş,
biçime
indirgemiş burjuv a sanatına
çev iriy or. Taklitçiliği de y üzüne
gözü-ne
bulaştırınca
batı
y ay ıncı-lığı karşısında edilgenlik
gündeme
geliy or.
Çünkü
empery alist burjuv a sanatı-nın
y anında
taklitçilikten
tekrarcılıktan ötey e gidilemiyor.
Özgün, güçlü v e içerikte de
y enilikler
yaratacak
sanat
dev rimin sanatı olacaktır. Tıpkı
Ekim Dev rimi, Küba Dev rimi v e
Vietnam
Halk
Sav aşı
süreçlerinde y aratı-lan y eni
sanat gibi, ülkemiz-de de
kendini tekrara düş-meden,
sürekli y enilenecek sanatçı,
ay dın tipi de y üzü Türkiy e
halklarının mücade-lesine dönük
hay atın içinde öğrenip halkın
kay gılarını, sev inçlerini, öfkesini,
umu-dunu içinde y aşayanların
arasından çıkacaktır.
Ve bu y eni kültür yaratma
mücadelesi, halkın kitaplarla
arasındaki mesafey i ortadan
kaldıracak aygıtları da şimdiden y aratacaktır. Y oksa tüm
bu sorunların asıl kay -nağı olan
düzen v e onun ku-rumları değil.
ÖYKÜ,
DE NEME,
D U Y D U N U Z
Ş İ İR
MU?
İnsanlar katlediliyor sokaklarda
İnsanlar kaybediliyor işkencelerde
ANALAR BİR ŞİŞE KAN FIRLATMIŞLAR
KATİLLERİN SURATINA
"ALIN ÇOCUKLARIMIZIN KANI Y ERİNE
BU KANI
İÇİN !"
Şişenin içine yüreklerinden
parçalar koydular belki de
Sz ne zaman kafeslerinden
Çıkarıp yüreklerinizi
Koyacaksınız
Anaların yüreklerinin
Yanına ?
"SUSMAK ONAY LAMAKTIR. ONAY LAMIY ORUM !"
Diyorsanız öykülerinizi, denemelerinizi, şiirlerinizi, halk
muhalefetinin bir parçası haline getirin. Sarılın
kalemlerini ze, ürünlerimizi bir belge gibi fırlatıp atalım
katillerin suratına.
Kültür ve Sanatta Tavır dergisi katılan ürünleri değerlendirerek
kitap haline getirip yayınlayacak. Katılımcılar ürünlerini isim ve
açık adresle ,
K ü ltü r ve Sanatta T avır
Dereboyu cad. No:110 Ortaköy/ İstanbul adresine
gönderebilirler. Tel: 258 69 87
K A M P A N Y A S I

Benzer belgeler

İndirmek İçin Tıklayınız!

İndirmek İçin Tıklayınız! verilmiş y eni sürece "y umuşak geçiş" yapmay a çalışan bir iktidarı, yaşadıklarının acısını y ıllarca 4 T A V I R

Detaylı