CİHANNÜMA

Transkript

CİHANNÜMA
CİHANNÜMA
DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1
EYLÜL 2014
Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği
CİHANNÜMA
DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
Yıl:1 Sayı:1
Üç ayda bir elektronik olarak yayınlanmaktadır: http://www.cihannuma.org/
Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği Adına Sahibi:
Mustafa ŞEN
Editör Grubu
Hakan AYDIN, Doç. Dr.
Bilal EREN, Öğr. Gör.
Osman UTKAN, Öğr. Gör.
Grafik Tasarım
Recep TEZGEL
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni ülkemizde ve dünyada ağırlıklı
olarak dış politikaya ilişkin gelişmeleri yorumlamak, tartışma konuları hakkında kamuoyunu
bilgilendirmek, güncel gelişmeleri Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği üyelerine
aktarmak ve diğer araştırma ve uygulama birimleriyle paylaşmak amacıyla yayınlanmaktadır.
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni’nde yer alan yazılar ve görüşler
tamamen yazarlarına aittir. Cihannüma Dayanışma ve İşbirliği Platformu Derneği’nin resmi
görüşünü yansıtmamaktadır. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
İLETİŞİM
Mustafa Kemal Mah. 2133 Sk. No:11/10 Çankaya / Ankara
Tel: 0312 219 81 93
Faks: 0312 219 81 94
www.cihannuma.org
www.twitter.com/cihannumader
www.facebook.com/cihannumader
E-posta: [email protected]
CİHANNÜMA
DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
İÇİNDEKİLER
ÖZETLER...........................................................................................................................................................................4
TÜRKİYE KİMİN İÇİN NASIL BİR MODEL? TÜRK DIŞ POLİTİKASININ UFKU.....................................6
Yasin AKTAY, Prof. Dr.
KÜRESEL SİSTEMDE ÇÖZÜLME VE YENİ TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI...........................................10
Birol AKGÜN, Prof. Dr.
ERMENİLERİN 2015 YILINA YÖNELİK STRATEJİLERİ VE TÜRKİYE......................................................15
Mustafa Sıtkı BİLGİN, Prof. Dr.
DİPLOMASİNİN DİJİTAL HALİ.................................................................................................................................20
Bilal EREN, Öğr. Gör.
BALKANLAR’IN EVLAD-I FATİHAN YETİMLERİ YA DA BULGARİSTAN TÜRKLERİ-I......................23
Caner ARABACI, Doç. Dr.
YAZIM KURALLARI.......................................................................................................................................................34
DUYURU / TEŞEKKÜR
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
ÖZETLER
TÜRKİYE KİMİN İÇİN NASIL BİR MODEL?
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ UFKU
Türkiye’nin dış dünya ile kurduğu ekonomikticari bağlantıları ile de büyük ölçüde
örtüşmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin son
Yasin AKTAY, Prof. Dr.
yıllardaki dış politika tercihlerinin bu anlamda
rasyonel bir temele dayandığı ve siyasi kimlik
Türkiye’nin gerek içte gerçekleştirdiği ve kültürel değerlerle de uyumlu olduğu
reformlarla, ekonomik ve sosyal atılımlarıyla söylenebilir.
gerekse dış politika performansıyla son
zamanlarda bir hayli iddialı olduğu ortadadır. ERMENİLERİN 2015 YILINA YÖNELİK
İçerde gerçekleşen başarıların dışarıya STRATEJİLERİ VE TÜRKİYE
yansıması bütün dünyada “yükselen bir
Türkiye” olarak algılanıyor ve bu durum Mustafa Sıtkı BİLGİN, Prof. Dr.
birilerini heyecanlandırırken birilerini de
doğal olarak rahatsız ediyor. Türkiye’nin Türkiye 2000’li yıllardan itibaren gerek Ermeni
yükselişinden
rahatsız
olanları
bir meselesi ve gerekse de Türkiye-Ermenistan
kenara bırakırsak, dünya mazlumlarının, ilişkileri konularında ve ‘komşularla sıfır sorun
dünya Müslümanlarının bu yükselişten politikası’ çerçevesinde tedrici bir şekilde
heyecanlandığı çok açıktır. Türkiye’nin bu yeni stratejiler geliştirmeye koyulmuştur.
yükselişinde emperyal hevesler arayanlar Karşılıklı diplomasi trafiği Zürih’te 31 Ağustos
veya bulduklarını iddia edenler genellikle 2009’da imzalanan iki protokolle somut bir
İslam dünyasının yeniden canlanışını da bir sürece doğru evrilmiştir. Ancak, Ermenistan’ın
tehdit olarak görenlerdir.
tereddütlü ve ikircikli siyaseti yüzünden
beklenen gerçekleşmemiştir. Ermenistan ve
diyaspora Ermenilerinin olumsuz çabalarına
rağmen Türkiye olumlu adımlar atmaya devam
KÜRESEL SİSTEMDE ÇÖZÜLME VE YENİ
etmiştir. Belki de bu dönem içerisinde yapılan
TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
en etkili hamle Başbakan Erdoğan’ın 23
Nisan’da yaptığı tarihi açıklamayla gelmiştir.
Birol AKGÜN, Prof. Dr.
Bu gerek uluslararası konjonktür ve gerekse
de siyasi açılım ve Türk diplomasisi açısından
Türkiye 90 yıl aradan sonra kendi stratejik etkili bir adım olmuştur.
kimliğini yeniden tanımlıyor. Artık yalnızca Batı
medeniyetinin bir parçası olarak değil, Asyalı
kimliğini de İslam kimliğini de Türkiye’nin
milli-stratejik kimliğinin ayrılmaz bir parçası
olarak görüyor. Aslında böyle bir kimlik tanımı
4
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
DİPLOMASİNİN DİJİTAL HALİ
Bilal EREN, Öğr. Gör.
Dijital Diplomasi; uluslararası müzakerelerin
“internet” aracılığı ile yapılması anlamına
geliyor. Dijital kelimesini başına getirdiğiniz
diplomasi için yeni araç ve oyuncuların devreye
alınması söz konusu. Böylece örneğin iki ülke
arasında internetin “araç”, süreç yönetimi/
yöneticisinin ise “oyuncu” olduğu “elektronik
bir anlaşma” yapılabilir. Dijital Diplomasi
ile
devletlerarası
e-anlaşma
süreçleri
yönetilip imzalanacağı gibi bazı etkileşimli
internet araçları kullanılarak fikir alışverişi,
tecrübe, bilgi aktarımı, basın toplantısı gibi
iletişimler de yapılabilir. Sadece bürokrat veya
diplomatların değil ülke vatandaşlarının da
sınır tanımamaksızın “diplomasiye” katkısı
dijital platformlar ile mümkün oluyor. Ülke
çıkarlarının korunmasında ortak pozisyon
alırken veya kitlesel güçlü tepki gerektiren
konularda eşi görülmemiş faydaları olabiliyor.
eder. Kırım Harbi yıllarından itibaren adım
adım ilerleyen, Türk-Müslüman nüfusu
eritme faaliyeti, en acımasız şekilde Balkan
Harbi yıllarında uygulanır. Sadece 1913’te,
Balkan Savaşı’ndan sonra Hicret ve Muhacirîn
Müdüriyet-i
Umumiyesi’ne
başvurarak
iskânını isteyen insan sayısı, 115 bin 883
kişidir. Balkanlar’ın yemyeşil dağları, zümrüt
ovaları, dile gelse mazlum göçmen ağıtlarını
terennüm ederdi her halde.
BALKANLAR’IN EVLAD-I FATİHAN
YETİMLERİ YA DA BULGARİSTAN
TÜRKLERİ-I
Caner ARABACI, Doç. Dr.
Bulgaristan’ın Türkiye ile ilişkisi, kültürel
bağları çok köklü. Çünkü orada, iki ülkeye;
Bulgaristan’a da Türkiye’ye de “vatan” diyen
insanlar yaşıyor. Coğrafyaları, kültürel vatan
haline getiren insan unsuru burada öne çıkmalı
elbette. Bulgaristan İkinci Meşrutiyet’ten
sonra, 5 Ekim 1908’de bağımsızlığını ilan
5
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
TÜRKİYE KİMİN İÇİN NASIL BİR MODEL?
TÜRK DIŞ POLİTİKASININ UFKU
Yasin AKTAY, Prof. Dr.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı
Türkiye’nin Ak Parti iktidarı döneminde
yaşamakta olduğu değişim sadece Türkiye
içinde değil aslında hem bölgede hem de daha
geniş bir coğrafyada dolaylı veya dolaysız
etkileriyle kendine özgü bir denge algısı
yaratmış durumda. Bunu Arap devrimleri
süreçlerinden
de
görmek
mümkün,
Avrupa’dan da. Kendi devrimlerini yaşamakta
olan Arap dünyası için Türkiye’nin bir model
olup olamayacağı tartışması çokça yapıldı,
yapılmaya da devam edecek. Türkiye’nin
kendisi bile kendi modelini aramaktayken,
kendi demokratikleşmesini halen yeterli
hale getirmemişken kime nasıl model olacağı
elbette ki ciddi bir sorudur.
seçeneklerin
önünü
tıkayan
tabular,
performansı etkileyen kişisel zaaflar siyasal
etkinliğin önemli engelleri olarak görülebilir.
Arap ülkelerinde, iktidarda kalma kaygısından
başka hiç bir arayışı olmayan liderlerin
İsrail ve ABD gücü karşısında tam bir acziyet
gösteren, durumu kendileri ve toplumları
lehine değiştirme yönünde hiçbir irade
sergilemeyen tutumları bir tarz-ı siyasettir.
Bu tarz-ı siyasetin terkedilmesi muhtemelen
ülke için nasıl bir sistemin öngörüldüğünden
çok daha fazla önemseniyor. O yüzden ABD’ye
gerektiğinde “hayır”, İsrail’e “one minute”
diyen, Gazze’ye yardıma giden gemisinin
arkasında duran ve bunun savaşını sonuna
Belki Türkiye’den alınan veya alınması kadar veren bir tarz-ı siyaset Arap dünyasına
beklenen model mevcut siyasi sistemi değil, çok cazip gelmiştir. Bu liderliğin aynı zamanda
son 9 yıldır sergilemekte olduğu ulusal veya hem ekonomik programlarıyla hem de siyasal
uluslararası siyaset tarzıdır. Bu siyaset tarzını reformlarıyla başarılı olması Türkiye’ye olan
basitçe gücünün ve etkisinin farkında olma, akademik, entelektüel ve hatta popüler ilgiyi
bunu da kendi kaderini kendi lehine değiştirme artırıyor. Bu ilgi Türkiye’nin mevcut haliyle
hususunda sonuna kadar kullanmaktan sisteminin model alınması anlamına gelmiyor.
çekinmeme arayışı olarak niteleyebiliriz.
Üstelik bu ilgi sadece Arap dünyasında değil, şu
anda dünyanın birçok ülkesinde de görülüyor.
Aslında bu bir bakıma siyaset kavramının da
en iyi tanımlarından biridir. Siyaset, başka “İddialı Bir Türkiye”den Rahatsız Olmak
aktörlerin de tanındığı bir vasatta durumu
kabul edilmiş kurallar çerçevesinde kendi Türkiye’nin gerek içte gerçekleştirdiği
lehine çevirme performansı ve arayışıdır. reformlarla, ekonomik ve sosyal atılımlarıyla
Acziyet, aşağılık kompleksi, kadercilik, gerekse dış politika performansıyla son
esnemeyen inatçılık, dediğim dedikçilik, zamanlarda bir hayli iddialı olduğu ortadadır.
6
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
İçerde gerçekleşen başarıların dışarıya
yansıması bütün dünyada “yükselen bir
Türkiye” olarak algılanıyor ve bu durum
birilerini heyecanlandırırken birilerini de
doğal olarak rahatsız ediyor.
bahardır.
Esad’ın son zamanlarda Türkiye’yi ve
Başbakan Erdoğan’ı Osmanlıcılığı diriltmekle
suçlamaya sığınması da bu durumu yeterince
iyi açıklıyor. Esasen Esad’ın ve bu Arap
Türkiye’nin yükselişinden rahatsız olanları milliyetçisi
seçkincilerinin
Türkiye’nin
bir kenara bırakırsak, dünya mazlumlarının, yükselişinin aynı zamanda kendi halklarının da
dünya Müslümanlarının bu yükselişten uyanışına, dolayısıyla bütün İslam dünyasının
heyecanlandığı çok açıktır. Son yıllarda da yükselişine denk geldiğini görmemeleri
İslam ülkelerinde veya dünyanın her yerinde mümkün değil.
yaptığımız gezilerde bilhassa uğradığımız
sokaklarda yakinen şahit olduğumuz bir Türkiye’nin ise şimdiye kadar defalarca ifade
durumdur bu.
edildiği gibi neo-Osmanlı gibi bir hevesi,
kimseye hükmetmek, kimsenin milli iradesini
Türkiye’nin bu yükselişinde emperyal hevesler yönetmek gibi bir hedefi bulunmamaktadır.
arayanlar veya bulduklarını iddia edenler Aksine Türkiye’nin odaklandığı hedef
genellikle İslam dünyasının yeniden canlanışını bölgeyi kendi içinde barışını tesis etmiş ve
da bir tehdit olarak görenlerdir. Avrupa veya bütünleşmiş bir barış havzasına çevirmektir.
Amerika’da İslam’a veya Müslümanlara hiç Bu barış havzası, araya konulmuş ve ülkeleri
de iyi bakmayan kesimler Türkiye’nin bu birbirinden koparan, ilişkileri kesen kalın
yükselişinin İslam dünyasında da bir silkinme duvarları esnetmek, ticari ve kültürel alışheyecanı yarattığını çok iyi görüyor ve bundan verişleri artırmak ve böylece biryerde ulaşılan
büyük rahatsızlık duyuyorlar. Bu rahatsızlığı refah seviyesini de paylaşmaktır. Bunun iddialı
da ya kaba islamafobik söylemlerle ya da bir hedef olduğu çok açıktır ve buna ancak
daha ince “eksen kayması” veya “neo-Osmanlı her ülkenin kendi ulusalcı-seçkinci refleksleri
hevesleri” gibi ifadelerle dile getiriyorlar.
adına itiraz edilebilir. Esad’ın veya Türk ve
Arap ulusalcılarının bu hedefe itiraz etmeleri
Türkiye’nin
yükselişinden
neo-Osmanlı gayet normaldir; çünkü bütünleşmiş bir
hevesler çıkarımında bulunanlar arasında bölgenin yeni düzeninde kendilerine bir yer
bazı Arap milliyetçilerinin olması da doğaldır. olmadığını hissediyor, görüyorlar.
Arap milliyetçiliğinin Türkiye’nin yükselişiyle
ortaya çıkan yeni duruma hayırhah bakmasını Türk Dış Politikasının Gelecek Ufku
beklememek
gerekiyor.
Bu
milliyetçi
tutumların Türkiye’nin Arap dünyasına olan Dünya soğuk savaş döneminin bittiği yıllardan
ilgisini de bu minvalde yorumlayarak kendi beri tarihin kaydetmiş olduğu en hızlı değişim
kamuoylarını Türkiye’ye karşı kışkırtmaları süreçlerinden geçiyor. Bu süreçleri deprem
beklenmeyecek bir şey değil. Ama Arap- metaforuyla da ele almak mümkündür.
İslam dünyasında yükselen kamuoyunun Soğuk savaş yıllarının bitişini dünyanın ve
sömürge-sonrası dönemin bu Arap-Kemalisti bölgemizin geçirdiği ilk büyük siyasi deprem
seçkincilerine karşı zaten bir tepkisi var. olarak nitelersek, o büyük depremden sonra
Arap uyanışı veya baharı zaten bu kesimlerin bile, birincisi 11 Eylül’de, ikincisi de Arap
yaşatmış olduğu uzun kışa karşı bir uyanış, bir Baharı süreçlerinde karşılaştığımız ve dünya
7
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
düzeni üzerinde kaçınılmaz etkileri olan iki
büyük siyasi deprem daha yaşanmıştır.
yoksun olunca günübirlik olayların etkisi
altında bir sonraki gün yanlışlanacak ve yapanı
normalde mahcup duruma düşürebilecek çok
Bu depremlerin ilkine dünyanın büyük güçleri iddialı değerlendirmeler yapılabiliyor. Aslında
kendilerini uyarlamak ve sürece müdahil dış politika alanında son on yıl içinde bu tür
olmak üzere bir hayli çaba sarf ettiler. Değişen sahnelere sıkça şahit olduğumuz halde bu tür
dengelere karşı kendi ağırlıklarını belirleyici değerlendirmelerden halen geri durulmuyor.
bir unsur olarak konumlandırmaya çalıştılar.
Ne yazık ki Türkiye bu sürece kendi içindeki Davutoğlu, her akademisyene nasip olmayacak
yapısal sorunlar dolayısıyla seyirci bile bir biçimde tezlerini, teorilerini hayata
kalmadı, sürecin kaybedenleri arasında yerini geçirebilmiş bir bilim ve fikir adamıdır. Aynı
aldı.
zamanda her dış politikacıya nasip olmayacak
bir teorik zenginliğe ve derinliğe de sahip bir
İkinci büyük depreme de, yani 11 Eylül’e de siyaset adamıdır. Türkiye dış politikasında
Türkiye bir hayli hazırlıksız yakalandı. Aynı ekol oluşturabilmiş, politikasını güçlü bir
yapısal nedenler Türkiye’nin elini kolunu entelektüel
birikimle
destekleyebilmiş
bağladı, ancak 2002’nin sonunda gerçekleşen başka bir dışişleri bakanı örneğimiz yok. Bu
seçimlerden sonra işbaşına gelen AK Parti açıdan sahasında bir ilk olarak dış politika
hükümet(ler)i bu depremden de Türkiye’nin alanında ürettiği söylemle uluslararası
daha az zararla, hatta toparlanarak çıkmasını ilişkiler literatürüne kendine özgü kavramlar
sağladı. O kadar ki, gerçekleşen üçüncü kazandırmış durumdadır. Katıldığımız birçok
büyük siyasi deprem olan Arap Devrimleri uluslararası toplantıda Davutoğlu’nun ‘sıfır
bütün dünya güçlerinin konumunu yeniden sorun politikası’, ‘yumuşak güç’, ‘stratejik,
belirlerken bu süreçte en hazırlıklı olan ve kültürel, coğrafi, tarihsel derinlik’ gibi
sonuçta oluşan yeni dengelerde eskisine kavramları, üzerinde durulan, tartışılan,
nazaran en avantajlı çıkan uluslararası aktör değerlendirilen kavramlar olarak göze
Türkiye oldu.
çarpıyor. Kuşkusuz bu kavramların literatürde
tartışılır hale gelme prosedürü büyük ölçüde
Üç siyasi deprem metaforuyla Soğuk Savaş Türkiye’nin genel başarıları, bilhassa dış
sonrası dönemin uluslararası siyaset sürecini politikadaki etkin konumuyla da ilgilidir.
özetleyen, bu süreçte Türkiye’nin yeni dış
politikasının hem teorisini yazan hem de Davutoğlu’nun her durumda yaşanan
pratiğini ortaya koyan, bugün de Başbakan gelişmeleri kavramsallaştırabilme kabiliyeti,
olarak Türkiye’ye hizmet etmeye devam eden güçlenmekte olan Türkiye’nin kendini ifade
Prof. Ahmet Davutoğlu oldu.
etmesi açısından en önemli imkanlardan
biridir. Güçlenen, büyüyen Türkiye’nin
Davutoğlu bizleri en kısa tarihsel vizyon ihtiyaç duyduğu veya layık olduğu söylemin
olarak son 23 yılın seyrinden bakmaya davet ve teorinin üretilmesinde bu kabiliyet apayrı
ediyor. Bu seyirden bakınca Türkiye’nin dış bir nimettir. Davutoğlu, Arap Baharı sürecini
politikasının nereden nerede gelmiş olduğu Soğuk Savaş düzeninin bu bölgeler için
net bir biçimde görünürken, nereye doğru gecikmiş sonlanışı olarak ele alıyor. 1989/91
gidiyor olduğu noktasında da en ufak bir yıllarında Balkanlarda sona eren Soğuk
kuşkuya yer kalmıyor. Böyle bir perspektiften Savaş düzeni Arap ülkelerinde 20 yıllık bir
8
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
gecikmeyle bugün yaşanmakta olan devrimler dönemlerinde bu tarihsel derinliği ülkenin dış
yoluyla sona ermiş oluyor. Dolayısıyla aslında politikasına yansıtmak mümkün olmazdı.
Arap ülkelerinde devrimden önceki bütün
rejimler bir bakıma soğuk savaş yıllarının
uzatmalı kalıntılarından ibaretti.
Davutoğlu’nun güçlü ve geniş bir teorik
söyleme sahip olması, onu kendisini
eleştirilere de daha açık kılıyor. Bu yüzden
dış politikadaki günübirlik gelişmeler
muvacehesinde çok sık eleştiri konusu olduğu
görülüyor. Eleştiriler genellikle yukarıda
değindiğimiz gibi tarihsel perspektiften
yoksun olduğu için gereğinden fazla acullük
sergiliyor. Suriye politikası dolayısıyla doğal
olarak anlaşmazlık yaşanan ülkelerle sorunlu
olmamız sıfır sorun politikasının iflasının
işareti olarak alınıyor hemen. Oysa Davutoğlu,
sıfır sorunun bir paradigma olduğunu ve
elbette ki pratiğinin yüzde yüz sorunsuz
olamayacağının farkında olduğunu her fırsatta
ifade ediyor. En iyi anlaşan aile ortamında bile
sorunlar çıkıyor. Ama sorunların çözülebilir
bir zeminde tartışılması ile sorunların müzmin
hale getirilip bir geçim yolu oluşturması
paradigmatik farkı ortaya koyuyor.
Suriye dolayısıyla Rusya ve İran’la sorunlar
yaşanıyor olsa da, bunlar eskisiyle
karşılaştırılabilir sorunlar değildir ve nitekim
bugünlerde bu alandaki gelişmelerin sadece
bir kaç hafta öncesinde Suriye ile ilgili
söylenenlerin birçoğunu geçersiz hale getirmiş
olduğu bir gerçektir. Ancak Türkiye’nin dış
politikası, daha geniş bir tarihsel süreç içinde
ele alınabildiğinde anlamlı hale geliyor.
Türkiye’nin bugün bu tarihsel perspektiften
bakabiliyor olması ve üçüncü büyük depreme
hazırlıklı yakalanmış olmasında 10 yıldır
devam etmekte olan istikrarlı bir hükümetin
asıl belirleyici unsurlardan biri olduğunu
da unutmamak gerekiyor. Kuşkusuz, kısa
süreli hükümetler veya dışişleri bakanları
9
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
KÜRESEL SİSTEMDE ÇÖZÜLME VE YENİ TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKASI
Birol AKGÜN, Prof. Dr.
SDE Başkanı ve
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
Küresel düzlemde jeopolitik fay hatlarının
hareketlendiği, büyük güçler arasındaki
rekabetin kızıştığı, bölgemizdeki şiddet ve
terör dalgasının yükseldiği, anarşi, belirsizlik
ve endişelerin giderek arttığı bir tarihsel
konjonktürden geçiyoruz. Dünyanın kritik
başkentlerinde ciddi bir kafa karışıklığı
yaşanıyor. Uluslararası toplumda derin bir
karamsarlık hakim. Buna karşın, Türkiye
ekonomik, siyasi, güvenlik ve kimlik krizleriyle
sarsılan pek çok ülke ile karşılaştırıldığında
ekonomi-politik olarak adeta bir istikrar
adası gibi duruyor. IanBremmer’in “J Curve
(J Eğrisi)” kitabındaki tanımlamayla, Türkiye
pek çok yönden dünyanın yükselen ve yıldızı
parlayan az sayıdaki uluslarından biri. Hemen
yanı başımızdaki Suriye, Irak ve Gazze’de
kan gövdeyi götürürken, ülkemiz bir yıl
içinde iki seçim birden yaşadı. Gezi olayları
gibi toplumsal provokasyonlar, 17 Aralık
gibi bürokratik vesayet girişimleri ve çözüm
sürecinin yarattığı gerilimlere rağmen Türkiye
siyasi ve ekonomik istikrarına devam ediyor.
İşte böyle bir ortamda Türkiye’de cumhuriyet
olmanın bir gereği olarak ve demokratik
süreçleri işleterek ülke yönetimindeki
iki en önemli ve en kritik siyasi makam
olan Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık el
değiştiriyor. Halkın oyuyla Cumhurbaşkanı
seçilen Erdoğan köşke çıkarken, Dışişleri
Bakanı Davutoğlu Başbakanlık koltuğuna
oturuyor. Doğal olarak Dışişleri koltuğunun
sahibi de değişiyor. Yeni Cumhurbaşkanı
10
ve yeni Başbakanın kongre konuşmaları
ve diğer mesajları Türkiye için yepyeni bir
gelecek kurgusunun işaretlerini veriyor.
Aslında Türkiye’nin siyasi elitlerini böyle
iddialı gelecek tasavvurlarına cesaretlendiren
gerçekler ülkemizin güçlenmesi kadar, kurulu
küresel sistemin ciddi bir yapı bozuma
uğramaya başlamasıdır.
ABD Merkezli Batı Sistemi Çözülüyor
Bizim
nesil
üniversite
yıllarındayken
Sovyetler Birliği’nin çöküşüne şahitlik etti.
Ardından 1990’lı yıllarda ABD merkezli tek
kutuplu dünyanın yükselişini gördü. 11 Eylül
olaylarını önce tekil bir terör olayı olarak
algıladık. Ancak ikiz kulelerin çökmesinin
yalnızca fiziki bir olay olmadığı, aynı zamanda
liberal değerler temelinde kurulan ABD’nin
küresel hegemonyasının da çözülmeye
başlamasının miladı olduğu bugünlerde daha
iyi anlaşılıyor. Bush dönemindeki ABD siyasi
elitleri, Amerikan imparatorluğunun elindeki
imkânları küresel terörle mücadele etme adına
çok kötü bir şekilde kullandılar. Afganistan
ve Irak savaşları siyasi amaçları net olmayan
yarı hayali savaşlardı. İkinci Dünya Savaşı’nda
teslim aldıkları Japonya ve Almanya gibi Irak
ve Afganistan’ı da dize getirip, yeni bir devlet
ve yeni bir ulus inşa edebilecekleri zehabına
kapıldılar. Ama bu proje başarısız oldu.
Obama iş başına geldiğinde de aslında onun
iyi niyetle imparatorluğu kurtarma çabalarına
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
rağmen, ABD hegemonyası kan kaybetmeye
devam etti. 2008’de başlayan ekonomik kriz
Washington’u da, Avrupalı müttefiklerini
de inanılmaz derecede ağır etkiledi. Bugün
yeniden toparlanmaya çalışsalar da Amerikan
halkının da Avrupalıların da kendi siyasi
partilerine, liderlerine ve aslında kendilerine
olan güvenleri derinden sarsılmış durumda.
Birkaç yüzyıldır dünyayı yönetme tekelini
elinde tutan batılı ülkeler, artık tarihin akışını
tek başlarına yönlendirme kapasitesini
kaybediyor.
ise, Türkiye’de son zamanlarda akademiadan
sivil toplum kuruluşlarına ve medyaya kadar
entelektüel kesimlerin dünyaya bakışında da
ciddi bir değişim yaşandığı gözleniyor.
Şunu söylemek mümkündür. Türkiye 90 yıl
aradan sonra kendi stratejik kimliğini yeniden
tanımlıyor. Artık yalnızca Batı medeniyetinin
bir parçası olarak değil, Asyalı kimliğini de
İslam kimliğini de Türkiye’nin milli-stratejik
kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak görüyor.
Aslında böyle bir kimlik tanımı Türkiye’nin
dış dünya ile kurduğu ekonomik-ticari
Birkaç yıldır Ortadoğu coğrafyasında yaşanan bağlantıları ile de büyük ölçüde örtüşmektedir.
köklü değişimler de bir anlamda Batı merkezli Dolayısıyla, Türkiye’nin son yıllardaki dış
bu siyasi çözülmenin dolaylı bir sonucu olarak politika tercihlerinin bu anlamda rasyonel bir
görülebilir. Burada tartışılması gereken temel temele dayandığı ve siyasi kimlik ve kültürel
konu, Türkiye’nin küresel sistemdeki değişimi değerlerle de uyumlu olduğu söylenebilir.
doğru okuyup okuyamadığı ve izlediği dış
politikanın değişim dinamikleriyle ne kadar Türkiye’nin Hareket Alanı: Üç Tarzı Siyaset
uyumlu olduğudur. Gerçekten de son yıllarda
Türk dış politikasını yakından izleyenler, soğuk Yukarıdaki analiz çerçevesinde Türkiye’nin dış
savaş dönemindeki ve hatta 1990’lardaki bir dünya ile entegrasyon imkanlarını ve siyasi,
Türkiye’den çok daha farklı bir Türkiye ile karşı ticari ve stratejik ittifaklarını üç başlık altında
karşıya olduklarını hemen fark ediyorlar. Peki, incelemek mümkündür. Bunlar sırasıyla, Batı
nedir yeni Türkiye’nin dünyayı okuma biçimi dünyasıyla bütünleşme; Avrasya ülkeleriyle
ve yeni Türk dış politikası Ankara’nın dünyayı çok yönlü ve derinleştirilmiş ilişkiler ve
okuma/anlama biçimini nasıl yansıtmaktadır? Türkiye merkezli yeni bir ittifaklar ağının
kurulmasıdır. Bir anlamda Türkiye’nin dış
Türkiye Küresel Değişimi Nasıl Okuyor?
politikadaki stratejik opsiyonlarını da gösteren
bu seçenekler, Osmanlı’nın son zamanlarındaki
Türk dış politikasının son on yılına damgasına aydınlar arasında sıkça tartışılan “üç tarzı
vuran Ahmet Davutoğlu, Türkiye’ye atfedilen siyaset” yaklaşımını da hatırlatmaktadır.
doğu batı arasında bir “köprü olma” niteliğini
reddediyor. Tersine Türkiye’yi doğuyu da Batı dünyası ile entegrasyon (Batıcılık):
Batıyı da iyi tanıyan, ama eklektik olmayan Türkiye’nin Tanzimat’tan bu yana en önemli
kendine has bir siyasi kültüre ve geleneğe stratejik hedeflerinden biri modernleşme
sahip olan “merkezi bir ülke” olarak tanımlıyor. yoluyla Batılılaşma ve bu sayede tarihteki
Coğrafyasının, tarihinin ve insani birikiminin eski gücüne, refahına ve güvenliğine yeniden
kendisine sağladığı avantajları doğru kullanan kavuşmaktır. Türkiye’nin bu tercihinin 20.
bir Türkiye’nin potansiyel olarak “küresel bir yüzyılın ortalarındaki somut hedefi güvenliği
güç” olabileceği Başbakan Erdoğan tarafından için NATO’ya girmek; ekonomik refahı ve siyasi
da sıklıkla vurgulanıyor. Daha da önemli olan şey istikrarı için de Avrupa Konseyi ve Avrupa
11
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
Birliği gibi yapılarda yer almak şeklinde
olmuştur. Bugün uğruna yarım asırlık bir siyasi
sermaye harcadığımız AB ile bütünleşme
çabaları, bir anlamda bizim için aynı zamanda
bir medeniyet tercihiydi. AB üyeliği projesi
bugün de hala Türkiye’nin dış politikasında
en önemli opsiyonlardan biridir ve yakın
gelecekte bir referandum olması durumunda
halkın yarıdan fazlasının bu projeyi hala
desteklemesi olasılığı hayli yüksektir.
Ancak son yıllarda halkımızın AB’ye olan
bakışında ciddi bir kırılma yaşandığı da
gözlenmektedir. En azından her şeyin
(medeniyetin, bilginin, teknolojinin ve hatta
erdemin) kaynağının Batı olduğu şeklindeki
algılamalar artık değişmiş, giderek daha
gerçekçi bir bakış açışı oluşmaya başlamıştır.
Zira son krizler Batının liberal ekonomi-politik
söylemlerinin meşruiyetini de sorgulanır hale
getirmiştir. Üstelik Çin, Rusya ve Hindistan gibi
farklı siyasi-ekonomik gelişme modeli izleyen
ülkelerin sergiledikleri yüksek performans
da, sadece Türkiye’de değil dünyanın dört
bir yanındaki halkların kafasındaki batı
imajını kökten sarsmıştır. Batı artık gelişme,
kalkınma ve siyasal istikrarı sağlamanın
tek modeli olmaktan çıkmış; dünyada çoklu
modernite tartışmaları başlamıştır. Son
yıllarda Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde
ciddi
bir
durgunluk
gözlenmektedir.
Müzakere başlıkları ya açılamamakta ya da
ilerlememektedir. Türkiye siyasi istikrarını ve
ekonomik büyümesini sürdürdüğü müddetçe
AB’nin Türkiye’nin dış politikasındaki
etkisinin giderek azalması beklenebilir. Ancak
her iki taraf da gelecek on yılda bu ilişkiyi
kolayca kesemeyecektir.
olarak tanımlayabileceğimiz bu yaklaşım,
düne kadar Türkiye’de yalnızca bazı marjinal
kesimlerce savunulmaktaydı ve toplumsal
desteği de yüzde beşler düzeyindeydi. Ancak
bugün Türkiye’nin Rusya ile $40 milyar, Çin
ile $20 milyar ve İran ile $15 milyarı bulan
ticaret hacimleri dikkate alındığında bu tercih
yavaş yavaş daha ciddi olarak tartışılmaya
başlanmıştır. Türkiye’nin Şangay İşbirliği
Örgütü ile ilişkilerini geliştirme çabaları
ve Kazakistan gibi bazı Avrasya ülkelerinin
Türkiye’yi Rusya öncülüğünde kurulan
“Avrasya Gümrük Birliğine” davet etmeleri, bu
çerçevede tarafların birbirlerine yönelik artan
ilgilerini göstermektedir. Ancak Kırım krizinin
yarattığı gerginlikler Türkiye’nin Avrasya
bölgesine yönelik güvenini sarsmıştır. AB ile
ilişkiler bu kadar derinleşmişken, Türkiye’nin
Avrasya Birliğini ön plana çıkartması zaten
mümkün değilse de, en azından bölge ülkeleri
ile yürütülen ekonomik-ticari ilişkilerin en az
düzeyde etkilenmesi için Türkiye gelişmeleri
yakından izlemeli ve ciddi bazı tedbirler
almalıdır.
Türkiye merkezli bölgesel işbirliği ağı:
Üçüncü opsiyon Türkiye’nin Ak Parti
Hükümeti döneminde özellikle ErdoğanDavutoğlu ikilisi tarafından geliştirilmeye
çalışılan Türkiye odaklı yeni bir ekonomipolitik güç merkezi inşa etme projesidir. Bu
model Erbakan İslamcılığından farklı olarak,
Ortadoğu’yu, Kafkasları ve Orta Asya’yı
içine alan ve hatta Afrika’nın iç bölgelerine
kadar uzanacak geniş bir işbirliği, siyasi
dayanışma, ekonomik gelişme ve ortak
refah alanı yaratma düşüncesidir. Düne
kadar zayıf (ve hatta hayali) bir tercih olarak
görülen bu son seçenek bugün Türkiye’de
Avrasya
bölgesi
ile
entegrasyon farklı toplum kesimlerinde daha çok kabul
(Avrasyacılık): Türkiye için ikinci opsiyon görmeye başlamıştır. Bölgesel reel politikte
yükselen doğu ülkeleri ile stratejik işbirliği de uygulama alanı özellikle Arap Baharı’nın
modelleri geliştirmektir. Avrasyacılık projesi yarattığı yeni açılım imkânları sayesinde
12
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
giderek genişlemektedir. Türkiye’nin sahip
olduğu endüstriyel üretim çeşitliliği, çoğulcu
ve kapsayıcı siyasi kültürü, artan insani
duyarlılığı gibi özellikler ülkemizi bölgede
inanılmaz bir ilgi odağı haline getirmektedir.
Türkiye ekonomik olarak büyüyüp geliştikçe,
demokratik istikrarını sürdürdükçe artan
ilginin giderek siyasi bir işbirliğine dönüşmesi
olasılığı da artacaktır. Türkiye açısından önemli
olan, içeride siyasi istikrarını ve ekonomik
gelişmesini korumak; demokratik açılımlarına
devam etmek ve küresel güç merkezlerinin her
biriyle potansiyel işbirliği imkânlarını sonuna
kadar zorlamaktır.
ruh, hem iç politikada hem de dış politikada
izlediği vesayetçi hâkim güçlerle mücadele
stratejisiydi. Gerçekten de Ak Parti geçtiğimiz
on yılda Türkiye’de başta darbeciler olmak
üzere içerideki eski bürokratik vesayet
sistemini önemli ölçüde geriletti. Deyim
yerimdeyse eğer, eski Türkiye’nin siyasi
rejimini tüm kurum ve kurallarıyla yapıbozuma
(deconstrction) uğrattı ve demokrasinin
hukuki temellerini ve zihinsel zeminini tahkim
etti. Demokrasinin güçlenmesi ile özellikle
ulus devlet mantığının sonucu olan “etnik
olarak Türk”, siyasi olarak “katı laik” bir devlet
yaratma projesinin yarattığı sosyal ve siyasi
gerilimler azalmaya başladı. Siyasi rejimin
Davutoğlu ve Yeni Türkiye’nin Yol Haritası vatandaşla olan ilişkisini belirleyen güvenlikçi
paradigma, yerini özgürlükçü yaklaşıma terk
Yukarıdaki
tartışmalar
göz
önünde ettikçe aslında kazanan tüm Türkiye oldu.
bulundurulduğunda yeni dönemde Ak Zira sisteme yabancılaş(tırıla)n İslamcılar ve
Parti’nin başına Davutoğlu gibi tarih, siyaset, gayri Türk vatandaşların devlete olan aidiyet
dış politika ve siyaset felsefesi çalışan bir duyguları güçlendi.
akademisyenin seçilmesi hiç sürpriz değildir.
Zira Erdoğan sonrasında Ak Parti için iki yol Yeni Strateji ve Yeni Uluslararası Rol
vardı. Birinci yol, partinin başına uzlaşmacı,
mülayim-yumuşak bir isim getirilerek, parti Aslına bakarsanız Ak Parti Kongresinde
içindeki geçiş sürecini en az zayiatla atlatma hem Erdoğan’ın hem de Davutoğlu’nun
ve son on yıldaki kazanımları pekiştirme konuşmalarının ana teması, Türkiye’deki ulus
stratejisiydi. Böyle bir liderin aynı zamanda, devlet kimliğinin yeniden tanımlanması ve
son on yılda Ak Parti Hükümetinin izlediği bununla uyumlu olarak içeride kapsayıcı ve
yeni dış politikanın Batılı ülkelerde yarattığı çoğulcu bir demokratik sistem yaratılmasıdır.
eleştirileri bertaraf edeceği ve dünya Bu yaklaşım dış politika alanında ise
sisteminde artan belirsizlikler anaforunu Türkiye’nin işgal ettiği jeopolitik konumunu
hâkim güçlerle işbirliği ve dayanışmayla doğru okuyarak, kendisine tarihin, kültürün
aşabileceği savunuluyordu. Bu yaklaşımın ve medeniyetinin biçtiği rolü üstenmesini
parti içinde ve parti dışında olup da ideolojik öngörmektedir. Davutoğlu’nun konuşmasının
olarak partiye uzak olmayan bazı muhafazakâr hemen başında vurguladığı “insan, zaman
çevrelerde de alıcısı olduğu açık. Ancak ve mekan” ilişkisi, hem Türkiye’de ve aslında
böyle bir liderlik Ak Parti’nin sürekli olarak tüm bölgemizde yaşayan insanlar için ortak
vurguladığı öncü, reformcu ve dönüştürücü bir bir varoluş temeli tanımlamakta, hem de ülke
aktör olma kimliğini kaybettirir, onu giderek olarak Türkiye’nin dış dünya ile ilişkilerinin
statükoculuğa mahkûm ederdi.
temelini oluşturan jeopolitik ve jeo-kültürel
bir konumlama yapan bir siyasi çerçeve
Oysa Ak Parti’yi on iki yıldır iktidarda tutan sunmaktadır.
13
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
Aslında bu yaklaşım, dış politikada Ahmet
Davutoğlu’nun geliştirdiği “Stratejik Derinlik”
perspektifinin esasını oluşturduğu gibi,
bugünlerde çok konuşulan “Yeni Türkiye”
tasarımının da temelini teşkil eden düşünsel/
zihinsel haritayı temsil etmektedir. Yeni
bir tarih okuması, yeni bir mekan yorumu
ve dolayısıyla Ak Parti kadrolarına ve tüm
Türkiye’yi yönetecek olanlara yeni bir misyon
yüklenmesi yapılmaktadır. Alparslan gibi
öncü liderlere, İstanbul’un fethi gibi kritik ve
anlamlı olaylara ve Ahmet Yesevi ve Ahmedi
Hani gibi hikmetli şahsiyetlere yapılan vurgu,
Anadolu insanının son yüz yılda unutmaya
yüz tuttuğu ortak değerlere atıfla yeni
Türkiye’nin kimliğinin hangi değerler kümesi
üzerine inşa edildiği anlatılmaktadır. Ağrı
Dağı’ndan Hira’ya; Nil’den Tuna’ya kadar
zikredilen mekân isimleri ise yeni Türkiye’nin
gönül coğrafyasını ve öncelikli ilgi alanını
çizmektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’deki yönetici
elitin jeopolitik tahayyülünün ve stratejik
kültürünün değiştiğinin apaçık göstergesidir
ve hiç bu kadar güçlü ve açık biçimde ifade
edilmemiştir.
Aşağıdaki
sözleri Davutoğlu’nun zihin
haritasını ve bundan sonraki izleyeceği
dış politikanın ana hatlarını özetler
mahiyettedir: “Bundan sonra biz hiçbir
zaman şu veya bu tavrı alırsak, şu veya bu
ülke ne diyor diye düşünmeyeceğiz. Başka
ülkeler Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne
düşünüyor diye düşünecekler. İşte bir
milletin ayağa kalkmasının simgesi budur…
Kim ne derse desin, kim hangi ithamda
bulunursa bulunsun. Eksen kayması dediler
yıllarca. Sonra yalnızlaştık dediler. Temel
hedefleri bizim özgüvenimizdir, bizim
vicdani diplomasimizdir. İddialarımızdan
vazgeçmeyeceğiz.
Hiç
heveslenmesinler.
Al
bayrağı
dalgalandırdığımız
hiçbir
mevziden ve mevkiden geri çekilmeyeceğiz.
14
Ümitlerini bize bağlamış hiçbir kardeş
halkı yalnız bırakmayacağız. Filistinlileri
yalnız bırakmayacağız, Suriyelileri yalnız
bırakmayacağız, Balkanlar’daki dostlarımızı,
kardeşlerimizi
yalnız
bırakmayacağız,
Kafkasya’yı, Orta Asya’yı yalnız bırakmayacağız
ve bu kutsal yürüyüş Anadolu’ya nasıl girmişse,
İstanbul önlerine nasıl yürümüşse aynı ideal
için yürümeye devam edeceğiz.”
Özetle, küresel sistem ciddi şekilde
çatırdarken Türkiye tarih sahnesine yeniden
özne olarak çıkmaya hazırlanıyor. Ak Parti’nin
Erdoğan sonrasında başka birini değil de,
özellikle Davutoğlu gibi iddia ve özgüven
sahibi birini genel başkanı olarak seçmesi
tesadüf değildir. Halkın 30 Mart ve 10 Ağustos
seçimlerinde yaptığı siyasi tercihlerinin ifade
ettiği beklentileri karşılayan bir gelişmedir.
Bu sonuç, halkımızın zor, zahmetli ama
aynı zamanda heyecanlı ve getirisi yüksek
olan bir tarih yolculuğuna hazır olduğunu
göstermektedir.
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
ERMENİLERİN 2015 YILINA YÖNELİK STRATEJİLERİ VE TÜRKİYE
Mustafa Sıtkı BİLGİN, Prof. Dr.
YBU-SBF Öğretim Üyesi ve Ortadoğu ve Kafkasya Uzmanı
Gerek Ermenistan Devleti ve gerekse de
dünyaya özellikle de Avrupa ve ABD’ye
yayılmış bulunan Ermeni Diyaspora grupları
2015 yılında uluslararası baskı yoluyla
Türkiye’ye ‘sözde soykırım’ yalanını kabul
ettirmeyi birinci temel hedef olarak belirlemiş
bulunmaktadırlar. Zira siyasi ve ekonomik
saiklerle hareket eden Ermeni grupları,
1915 yılında meydana gelen Ermeni Tehciri
hadisesinin 100’üncü yıldönümü olması
dolayısıyla Türkiye aleyhinde önceki senelere
nazaran çok daha yoğun bir propaganda
kampanyasını başlatma kararını almışlardır.
Hatta Ermenistan Devlet Başkanı Serj
Sarkisyan’ın talimat ve onayıyla 1 Nisan 2011’de
‘Ermeni Soykırımının 100. Yıldönümüne
İlişkin Etkinliklerin Koordinasyonu için Devlet
Komisyonu’ kurulmuştur.
Bu propaganda kampanyalarının temelinde
Türkiye’ye uluslararası dayatma yoluyla sözde
soykırım olayını kabul ettirmek ve sonra da
Türkiye’den tazminat ve toprak talep etme
amaçları (3-T formülü) yatmaktadır. Nitekim
Başbakan Erdoğan’ın 23 Nisan’da tarihi
bir adım atarak Ermenilere taziye mesajı
yayınlamasının
ardından
Ermenistan’da
gösteri düzenleyen binlerce kalabalık gruplar
bahse konu bu talepleri dile getirerek
Türk Bayrağını yakmışlardır. Ayrıca, gerek
Ermenistan ve gerekse de diyaspora
ülkelerinde yapılan resmi ve gayri resmi
açıklamalar da Ermenilerin bu irrasyonel ve
irredentist taleplerini açık ya da kapalı bir
şekilde destekler nitelikte olmuştur.1
Türkiye,
son
dönemlere
kadar
bu
propagandalara karşı geniş kapsamlı bir
eylem stratejisi geliştirememiş ancak Osmanlı
Arşivlerini araştırmacıların kullanımına açarak
bunlara cevap vermeye çalışmıştır. Tabiatıyla
Türkiye’nin tek taraflı yaptığı bu hamle gerek
Ermeni ve gerekse de Batılı entelektüel ve
siyasi mahfillerini ve kamuoylarını Ermeni
Meselesinin içyüzü konusunda aydınlatmaya
ve ikna etmeye yetmemiştir. Bu sebepten
dolayıdır ki Türkiye, 2005 yılından sonra
strateji değişikliğine gitmiş ve 1915 yılının
gerçeklerini ortaya çıkarmak amacına
matuf olarak uluslararası tarafsız bir tarih
komisyonunun kurulmasını önermiştir.
Ancak böyle bir hamleyi hiç beklemeyen ve de
Türkiye’nin tarih komisyonu kurma önerisiyle
önce büyük bir şaşkınlığa uğrayan Ermenistan
ve diyaspora Ermeni grupları bu öneriyi çok ta
fazla düşünmeden hemen reddetmişlerdi. Zira
böyle bir durum Ermenileri oldukça ürkütmüş
olmalı ki Kaliforniya Üniversitesi’nin tanınmış
Ermeni tarihçisi Prof. Dr. Richard Hovanissian
2009 yılında Ermenistan Hükümetini uyararak
‘Ermenistan’ın kurulacak Uluslararası Tarih
komisyonuna katılmamasını, zira Ermenilerin
bu davayı masada kaybedeceklerini’ ifade
etmişti.
15
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
Meselenin tarihi boyutu bir yana, Ermenilerin
yüz yıllık bir uğraşları neticesinde ‘Ermeni
meselesi’ artık sadece tarihi bir mesele
olmaktan çıkmış ve fakat uluslararası
siyasetin, ticaretin, çıkar ve rekabetin konusu
haline dönmüştür, tıpkı 19’uncu asrın ikinci
yarısında olduğu gibi. Aradaki fark zaman,
mekân ve taktiklerin değişmesidir, ancak,
Ermeni stratejisinin özü değişmemiştir.
Makalenin takip eden bölümlerinde yukarıda
ana çerçevesini çizmiş olduğum Ermeni
Meselesi’nin detaylarına kısaca değinerek
bundan sonra neler yapılması gerektiğine dair
kanaatlerimi ifade etmeye çalışacağım.
Rusların işgal harekâtı iki yıl boyunca devam
etmiş ve tüm doğu bölgesini kapsamıştı. 3
Yukarıda bahsi geçen Tehcir uygulaması
esnasında açlık, salgın hastalıklar, eşkıya
baskınları vs. gibi sebepler yüzünden 200
bin civarında Ermeni yollarda hayatlarını
kaybetmiştir.
Dolayısıyla
emperyalist
kışkırtmaların ve Ermeni terörist örgütlerin
isyanlarının faturasını yine sivil Müslümanlar
ve Ermeniler ödemişlerdir. Ancak, Ermeniler I.
Dünya Savaşı sırasında gerçekleştiremedikleri
hedeflerini bu sefer Kurtuluş Savaşı sırasında
Anadolu’yu işgal eden Fransızların yardımıyla
elde etmeye kalkmışlar fakat doğu Anadolu
Ermeniler, 11’inci asırdan 19’uncu asrın ikinci bölgesi Müslüman nüfus çoğunluğuna sahip
yarısına kadar olan dönemde Türklerin idaresi olduğundan burada bir devlet kurmaya
altında geniş bir dini tolerans, sosyo-kültürel ve muvaffak olamamışlardır. Nihayet 1923
ekonomik hak ve hürriyetlere sahip olmuşlar Lozan Antlaşmasıyla Türkiye’deki Ermenilere
ve Türkler tarafından ‘Millet-i Sadıka’ sıfatıyla azınlık statüsü tanınarak uluslararası hukuk
taltif ve tavsif edilmişlerdir. Ancak, özellikle bakımından Türkiye için Ermeni sorunu
19’uncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren defteri kapanmıştı. 4
Ermeniler, Osmanlı’yı parçalamak isteyen
Avrupalı müstevli güçlerin kışkırtmalarıyla Ne var ki Avrupa ve ABD’deki Ermeni
ve bir devlet kurma bahanesiyle Osmanlı diyasporası huylarından vaz geçmeyerek ve
Devleti’ne karşı baş kaldırmışlardır. 50’nin intikam alma duygusuyla hareket ederek
üzerinde büyük-küçük Ermeni isyanından Türklerden isyan, cebir ve şiddet yöntemleriyle
sonra nihayet I. Dünya Savaşı sırasında bu gerçekleştiremedikleri hedeflerini bu sefer
isyanlar bir iç savaşa (civil war) dönüşmüştür. uluslararası siyasi ve diplomatik kanallar
Neticede de Osmanlı Devleti iç savaşın ve propaganda kampanyalarıyla elde etme
büyümesini ve derinleşmesini önlemek ve sevdasına düşmüşlerdir. Yaklaşık 50 yıl
Anadolu’yu işgale başlayan Rus ordularına süren bir hazırlık devresinden sonra 1965’te
karşı vatan müdafaasını yapabilmek amacıyla Ermenistan hükümeti sözde soykırım
birtakım zorunlu idari ve siyasi tedbirler kurbanlarını anmak için 24 Nisan’da törenler
almış ve bunları 27 Mayıs 1915 yılında Tehcir düzenlemeye başlamış ve Tsitsernabert
(zorunlu ikamet) uygulamasıyla icraata kentinde ‘soykırım anıtı’ inşa etmiştir. Bu
koymuştur. 2
tarihten sonra Ermenistan hükümeti yurt
dışında yaşayan Ermenilerin soykırım
Zira Tehcir kararının alınmasından 10 gün propaganda faaliyetlerini idare etmeye
önce 17 Mayıs 1915 tarihinde Van, Ermeni başlamıştır. Diyaspora Ermenileri amaçlarını
asker ve komitacıların da yardımlarıyla Rus gerçekleştirmek için önce şiddet yöntemini
ordusunun eline geçmiş ve şehir birkaç gün denemişler ve bu çerçevede 1970’li yıllardan
içinde Müslüman nüfustan arındırılmıştı. itibaren ASALA terör örgütü marifetiyle
16
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
Türk diplomatlarına karşı suikastler tertip
etmeye başlamışlardır. Ancak bu terör
faaliyetleri uluslararası kamuoyundan tepki
görünce 1980’li yılların ortalarında yeni
bir strateji değişikliğine giderek hedeflerini
gerçekleştirmek için Avrupa ve özellikle de
ABD’de lobi faaliyetlerine girişmişlerdir. Bu
çerçevede Ermenistan, 21 Eylül 1991’de
bağımsızlığını kazandıktan sonra soykırım
propagandası konusunda faaliyet alanını
oldukça genişleterek değişik yöntem ve
araçları kullanmaya başlamıştır. 5
Ermeni propagandaları Avrupa ve ABD’de
makes bulmuş ve Ermenistan bağımsızlığını
ilan edene kadar bu ülkelerin parlamentoları
ve yerel meclisleri Türkiye’yi sözde soykırımla
suçlayan kararlar almış ve sözde Ermeni
‘soykırım kurbanları’ adına anıtlar dikmiştir.
Bu kararlardan en önemlisi ise Haziran
1987’de Avrupa Birliği Parlamentosu
tarafından sözde Ermeni soykırımı hakkında
alınan karar olmuştur. Daha sonra Fransa
Parlamentosu sözde Ermeni soykırımını
tanıyan bir kararı kabul etmiştir. Hatta Fransa
ve İsviçre gibi ülkeler demokratik teamül ve
2 Şubat 2007 tarihli Ermenistan Milli Strateji anlayışları yerle yeksan ederek soykırımın
belgesinde Ermenistan ve Diyaspora lobileri inkârını suç sayan yasaları dahi kabul
Türkiye’ye yönelik aşağıda belirtilen stratejiyi etmekten çekinmemişlerdir. Bugün dünyada
uygulama kararı almışlardır: 1- Anadolu 30 civarında ülke, ABD’de ise 30 civarında
şehirlerindeki Ermeni varlığı kültürel ve eyalet sözde Ermeni soykırımını tanımıştır.
antropolojik olarak yeniden oluşturulacak. 2Ermeni genç kuşakların eskiden ecdatlarının Türkiye ise 2000’li yıllardan itibaren gerek
oturdukları topraklarla ilgili hasret duyguları Ermeni meselesi ve gerekse de Türkiyecanlandırılacak ve gayrimenkul almaları Ermenistan ilişkileri konularında gerek
özendirilecek. 3- Aile tarihi araştırmaları ile Kafkasya’da etkinliğini arttırmak ve gerekse de
Türk kimliğine yönelik bir saldırı stratejisi ‘komşularla sıfır sorun politikası’ çerçevesinde
oluşturulacak.
tedrici bir şekilde yeni stratejiler geliştirmeye
koyulmuştur. 2005 yılında Ermenistan’a
Son zamanlarda Türkiye’de hiç arşiv tozu yapılan ‘ortak tarih komisyonu’ kurulması
yutmamış bazı masa başı aydın ve yazarların önerisinden sonra taraflar arasında ilk ciddi
‘tarihle yüzleşme’ adına yürüttükleri sözde temas, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2008
soykırım tartışmaları ve propagandaları yılında Türkiye-Ermenistan maçını izlemek
dikkate alınacak olunursa, Ermeni stratejisinin üzere Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın
Türkiye’de kısmen başarılı olduğunu ifade davetiyle Erivan’a düzenlediği ziyaret
etmek mümkündür. Hiç kuşkusuz Ermenistan oldu. Gül’ün ziyaretinin ardından iki taraf
ve Ermeni lobilerinin 2015 yılına kadar temel arasında pek çok görüşme yapıldı. Örneğin
amacı Türk kamuoyunu soykırımı kabul etmeye Ekonomi Bakanı Ali Babacan mevkidaşı
ısındırmaktır. Bir diğer temel hedef 1915 Edvard Nalbantyan ile pek çok toplantıda
yılının 100’üncü yıldönümünde başta ABD bir araya gelerek, diplomatik ilişkileri kurma
olmak üzere 100 tane ülkeye sahte soykırım konusunda görüşmelerde bulundu. 2009
suçlamasını kabul ettirmek ve 50 ila 500 yılında ise, Sarkisyan Cumhurbaşkanı Gül’ün
milyar dolar arası (artık ne tutturabilirlerse) daveti üzerine Türkiye’ye gelmiştir.
tazminat almak ve nihayetinde de toprak talep
etmektir.
Karşılıklı diplomasi trafiği hızlı bir süreçle
devam ettirilmiş ve Zürih’te 31 Ağustos
17
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
2009’da imzalanan iki protokolle (Diplomatik
ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesine dair
protokoller) somut bir sürece doğru evrilmiştir.
Ankara’nın protokollerde talep ettiği iki esas
nokta mevcuttu: 1) Ermenistan’ın, Türkiye’nin
toprak bütünlüğüne saygı göstermesi, 2)
Tarafsız bilimsel bir tarih komisyonunun
kurulması. Karabağ konusunda ise Türkiye
daha esnek davranarak, bunu ilişkilerin
başlaması için şart olarak ortaya koymamıştır.
Ancak, Ermenistan’ın tereddütlü ve ikircikli
siyaseti yüzünden beklenen gerçekleşmemiştir.
Protokollerin her iki ülkenin dışişleri
bakanları tarafından Zürih’te imzalanmasına
rağmen, Ermenistan Anayasa Mahkemesi
12 Ocak 2010 tarihinde açıkladığı kararında
protokollerin bazı maddelerinin Ermeni
anayasası ve bağımsızlık bildirgesi ile çelişkili
olamayacağına hükmetmiştir. Bunu fırsat
bilen Ermenistan Parlamentosu anlaşmayı
onaylamamıştır. Ermenistan’ın bu tavrının
arkasındaki gerçek niyeti ise Erivan’ın Türkiye
sınırını tanımak istememesi ve Türkiye ile
sınırların açılmasının Karabağ sorununa
bağlanmasını kabul etmeme düşüncesine
dayanmaktaydı. Haliyle Türkiye’nin karara
tepkisi sert olmuştur. Ankara, bu kararın,
protokollerin ruhu ile bağdaşmadığını ifade
ederek ilişkilerin kurulması için Karabağ
sorununun çözülmesinin şart olduğunu belirtti.
Böylece iki ülke arasındaki normalleşme
süreci sekteye uğramış oldu.
Ancak, Ermenistan ve diyaspora Ermenilerinin
tüm bu olumsuz çabalarına rağmen Türkiye
olumlu adımlar atmaya devam etmiştir. Belki
de bu dönem içerisinde yapılan en etkili
hamle Başbakan Erdoğan’ın 23 Nisan’da
yaptığı tarihi açıklamayla gelmiştir. Bu
gerek uluslararası konjonktür ve gerekse de
siyasi açılım ve Türk diplomasisi açısından
yerinde ve etkili bir adım olmuştur. Bu
18
durum yarattığı uluslararası dalga boyu ve
siyasi etki boyutundan da anlaşılmaktadır.
Her ne kadar ulusal ve uluslararası çevreler
Başbakan’ın açıklamalarını farklı açılardan
yorumlamışlarsa da dikkatle ve doğru bir
şekilde okunduğunda iki temel unsurun ön
plana çıktığı görülecektir. Bu temel noktaları
kısaca belirtmek gerekirse:
Bunlardan birincisi, I. Dünya Savaşı
döneminde Osmanlı vatandaşları içerisinde
sadece Ermeniler değil, birçok farklı din ve
milletten halklar da kayıplar vermiş ve acılar
çekmiştir. Üstelik bu kayıpların bir kısmı
Ermeni tedhiş örgütlerinin marifetleriyle
olmuştur. Ölen Müslüman ya da diğer halkların
acıları hatırlanmayacak mı ya da yasları
tutulmayacak mı? Burada Sayın Başbakan pek
haklı olarak tarihi olayları bir bütün olarak ele
alıp manipüle ve istismar etmeden, yas ta acı
da ortak olarak hatırlanmalıdır demektedir.
İkinci temel nokta ise Başbakan Erdoğan’ın
bir tarih komisyonu kurulması konusunda
yaptığı vurgudur. Eğer Türkiye ile Ermenistan
arasında yeni bir sayfa açılacaksa bunun yolu
tarihi gerçeklerin ortaya çıkarılmasından
geçer. Bu da ancak tarihçilerin yapacakları
objektif çalışmalarla ortaya çıkarılacak
bir durumdur. Yoksa bu parlamentoların,
hukukçuların ya da siyasilerin karar vereceği
bir konu değildir. Bu mesele artık uluslararası
soykırım sermayesinin, siyaset ve ideolojisinin
esaretinden kurtarılmalıdır.
Not: Bu yazı SDE Dergisinde yayınlanan
değerlendirmenin özet bir şeklidir.
SONNOTLAR
(1) Akşam, 24.04.2014; Milli Gazete, 25.04.2014;
Milliyet, 24.04.2014; Vatan, 24.04.2014;Hürriyet,
24.04.2014
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
(2) Dolayısıyla, Ermenilerin, sözde soykırım iddialarına
temel olarak 24 Nisan tarihini seçmeleri aslında tarihi
gerçeklerle bağdaşmamakta ve daha başından bu
mesnetsiz iddianın sakatlığını ortaya koymaktadır.
Zira 24 Nisan tarihinde olan hadise, isyan hazırlığı
içinde olan 2345 Ermeni liderlerin tutuklanmasından
ibaret bir hadiseydi. İlgili araştırma için bkz., Mustafa
Sıtkı Bilgin, “Türk ve İngiliz Belgelerine Göre Osmanlı
Devleti’nin I. Dünya savaşı Sırasında Ermenilere Karşı
Takip Ettiği Siyaset” Ermeni Araştırmaları, 10, (2003).
(3) Taşnak, Hınçak ve Ramkavar ve diğer Ermeni tedhiş
örgütlerinin Van’da Müslüman ahaliye yaptığı zulümler
için bakınız, Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslar’da ve
Anadolu’da Ermeni Mezalimi, I-IV, (Ankara 1995); Faiz
Demiroğlu, Van’da Ermeni Mezalimi, (Ankara 1995);
Ergünöz Akçora, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları,
1896-1916, (İstanbul 1994); Hüseyin Çelik, Görenlerin
Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi, (Van, 1996).
(4) Hikmet Özdemir ve diğerleri, Ermeniler: Sürgün
ve Göç, (TTK,. Ankara, 2004); Bilgin, M. S., “Lozan
Konferansında Ermeni Meselesi: İtilaf Devletlerinin
Diplomatik Manevraları ve Türkiye’nin Karşı Siyaseti”
Belleten, LXIX, 254, (2005); Mustafa Sıtkı Bilgin “Arşiv
Belgelerine Göre Fransız işgali Altındaki Maraş’ta
Ermeni Faaliyetleri” içinde Maraş Tarihi ve Sanatı
Üzerine (Ed.) M Özkarcı ve diğerleri Kahramanmaraş
(2008).
(5) Mustafa Sıtkı Bilgin, “Amerika’da Ermeni Lobi
Faaliyetleri” 2023 Dergisi, (2002).
19
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
DİPLOMASİNİN DİJİTAL HALİ
Bilal EREN, Öğr. Gör.
M.Sc. Bilgisayar Mühendisi, Marmara Üniversitesi
twitter.com/erenbilal
Diplomasi, dış politikada sorunların müzakereler yoluyla ve barışçıl yöntemler ile çözülmesi olarak tanımlanıyor. Diplomat ya da bürokrat ise bu süreçleri uygulayan ve yöneten
kişiler olarak biliniyor.
Diplomatların yönettikleri ve uyguladıkları;
ikili, çoklu, konferans, parlamenter gibi birkaç diplomasi türü var. Ve bu türlerin başarısı
veya başarısızlığı belagat, beden dili, mekân ve
zaman gibi faktörlere bağlı. Tam da bugünlerde 21. yüzyılın getirdiği teknolojik gelişmeler
sayesinde bu faktörlere bağımlılığın “hiç veya
kısmen hiç” olabileceği bir fırsat ortaya çıkıyor.
Bu yeni fırsata diplomasinin dijital hali yani
“Dijital Diplomasi” diyoruz. Bu yeni bir diplomasi türü değil yeni bir müzakere metodu.
Dijital Diplomasi; tüm bu uluslararası müzakerelerin (siyasi, kültürel, askeri, hukuki,
ekonomik vb.) “internet” aracılığı ile yapılması
anlamına geliyor. Yani diplomasin dijital halini; klasik diplomasi müzakerelerini yeni araç/
araçlar ile yürütme, dinleme, yayınlama, etkileşime geçme ve değerlendirme yapmak olarak ta düşünebiliriz.
ise “oyuncu” olduğu “elektronik bir anlaşma”
yapılabilir. Nitekim Aralık 2013’te Finlandiya ile Estonya arasında imzalanan e-anlaşma
dijital ortamda imzalanan ilk anlaşma sayılıyor. Birbirlerinden kilometrelerce uzaktayken
elektronik kimlik kartlarını kullanarak yönettikleri süreç ve sonrasında yapılan e-anlaşma;
dijital ortamda hizmetlerin ortak gelişimi konusunu içeriyor. Şimdiye kadar devlet adamları ve bürokratların sık sık dış gezilere çıkmak
zorunda kaldığını düşünürsek, teknolojinin
devlet işlerini ne kadar kolaylaştırdığını bu
örnekle daha iyi anlayabiliyoruz. Uluslararası
e-anlaşmaların global anlamda geçerli olmasıyla devletler arasındaki bürokratik işlemler
de çok daha hızlanacak, önemli kararlar daha
çabuk hayata geçecek ve belki de hemen hemen her devletin bir süredir aktif şekilde
kullandığı e-imza, e-bildirge gibi elektronik
servisler böylece ilk defa uluslararası boyuta
entegre olmuş olacak.
Dijital Diplomasi ile devletlerarası e-anlaşma
süreçleri yönetilip imzalanacağı gibi bazı etkileşimli internet araçları kullanılarak fikir alışverişi, tecrübe, bilgi aktarımı, basın toplantısı
gibi iletişimler de yapılabilir. İlgili kurumların
Dijital Diplomasiye Giriş
Twitter, Facebook, Youtube gibi sosyal medya
hesapları açması, içerik üretip yayınlaması
Dijital kelimesini başına getirdiğiniz diplomasi yukarıda saydığımız iletişim metotları için fayiçin yeni araç ve oyuncuların devreye alınması dalı olacaktır. Bu konuda iki örnek proje bizler
söz konusu. Böylece örneğin iki ülke arasında için yol gösterici olabilir.
internetin “araç”, süreç yönetimi/yöneticisinin
20
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
İlki; ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2003 yılında
kurduğu e-diplomasi kurulu. Bu kurulun misyonu; “bilgi teknolojileri” aracılığıyla etkili bilgi paylaşarak diplomasi yürütmek olarak ifade
ediliyor. Kurul; iletişim teknolojileri ile tüm
dünyada işbirliği için stratejiler üretip, insan
kaynağını yönetmeyi amaçlıyor.
İkincisi ise; Fransa Dışişleri Bakanlığı’nın kurduğu “Twitter Board” projesi. “Erişilebilir dış
politika” parolasıyla tüm konsolosluklarına
yerel dillerde yayın yapacak Twitter hesabı
açan bakanlık, bu hesapların koordinasyonu
için bir site açtı. Buna göre uluslararası konularda hem ulusal hem de yerel olarak takınılacak duruşu ve tavrı tek elden organize eden
koordinasyon sitesi; girilecek içeriği etiketler
aracılığı ile belirliyor. Böylece etikete olan ilgi
birbirini tetikleyerek artıyor. Ayrıca bakanlıkta
kimin hangi konuda ne söylediği, kimler tarafından retweet edildiği, toplam tweet&retweet
sayıları gibi istatistikî bilgiler çevrimiçi olarak
görülüyor.
yakında sosyal medyaya özgürlük tanıyacaklarını belirterek, Dorsey’e şu tweeti attı: “İyi
akşamlar, Jack. Christiane Amanpour’a belirttiğim gibi, vatandaşlarımın en temel hakkı
olan küresel bilgiye rahatlıkla ulaşmalarını
sağlamak için çaba sarfediyoruz.” Bu paylaşım
sosyal medyanın “yumuşak bir güç” tanımına
uygun olarak çok ses getirmişti.
Dijital Diplomasi Farkı: Vatandaş Katılımı
Dijital Diplomasi klasik diplomasinin zor olanak verdiği olağandışı bir şey veriyor bizlere:
“vatandaşların katılımı”. Sadece bürokrat veya
diplomatların değil ülke vatandaşlarının da
sınır tanımamaksızın “diplomasiye” katkısı dijital platformlar ile mümkün oluyor. Böylece
katılımın interaktif bir iletişime dönmesine
olanak sağlıyor. Ülke çıkarlarının korunmasında ortak pozisyon alırken veya kitlesel güçlü
tepki gerektiren konularda eşi görülmemiş
faydaları olabiliyor.
Örnek olarak Kosova’nın “dijital diplomatlarıAyrıca Dijital Diplomasi yumuşak güç (soft nın” hikayesini verebiliriz.
power) olarak kullanılabilecek metot. Bir dev- Kosova, 2008 yılında bağımsızlığını ilan etmiş
let başkanının veya dışişleri bakanının sosyal ve bazı Avrupa Birliği ülkeleri ile ABD tarafınmedya hesabından yapacağı paylaşım, sorun- dan bağımsız bir devlet olarak tanınmıştı. Falar yumağına dönüşmüş problemlerin gidişa- kat resmi olarak tanınmasına rağmen yaklaşık
tını değiştirebilen bir etki oluşturabiliyor.
20 bin Kosovalı Facebook kullanıcısı sosyal
arkadaşlık sitesine ‘Sırbistan vatandaşı’ olarak
İran’da eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahme- kayıt yaptırmak zorunda kalıyordu.
dinejad’ın koltuğuna oturduktan sonra açıklamaları ve icraatlarıyla ülkesini uluslararası Nüfusun yaklaşık % 75’inin faal olarak interyaptırımlardan kurtarmaya çalışan İran’ın net kullandığı Kosova’da, tanınma stratejisiyle
yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani bunun iyi toplanan 20 bin gönüllü “dijital diplomat”; Fabir örneği. Jack Dorsey, kurucusu olduğu Twit- cebook ve diğer internet sitelerine bu konuda
ter’dan İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye sıkça taleplerde bulundu. Bu talepler sonuç
bir mesaj göndermiş ve “İyi akşamlar, Başkan, verdi ve Facebook Kosova’yı “ülkeler listesine”
İran halkı tweetlerinizi okuyabiliyor mu?” de- dâhil etti.
mişti.
Kendisi de sıkı bir Twitter ve Facebook kullaİran Cumhurbaşkanı Ruhani ise ülkesinde çok nıcısı olan Kosova’nın Dışişleri Bakan Yardım21
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
cısı Petrit Selimi, Facebook’un ülkeler listesine
Kosova’yı da almasını “mutluluk verici” olarak
yorumladı ve bu adımın “genç cumhuriyetin
diplomatik çabalarının vardığı nokta” olduğunu ifade etti.
Sonuç olarak; “Dijital” her alanda olduğu gibi
diplomaside de iletişimin önemli bir aracı haline geliyor.
KAYNAKÇA
Böyle bir tanınma başka türlü nasıl başarılabi- http://www.digitalkosovo.org
lirdi sizce?
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.
aspx?id=25217875&tarih=2013-11-27
Ne Yapmalıyız?
http://www.ntvmsnbc.com/id/25469923/
http://www.state.gov/m/irm/ediplomacy/
Sosyal ağları ve ekosistemini dolayısıyla internetin gücünü anlamamız gerekiyor öncelikle.
Bu anlamayı sadece birey veya kamu olarak
değil ülke olarak yapmak ortak hareket etmeyi
ve katılımı başarmamıza neden olacak.
Sırasıyla yapılabilecekler;
1. Var olan diplomasi stratejilerimize eşgüdümlü bir “dijital strateji” yol haritası hazırlanmalı ve bu yol haritası bir rehber şeklinde
yayınlanarak hem diplomat hem vatandaşların bilgisine sunulmalıdır. Bu rehberde; angajman kurallarından iletişim tonuna kadar birçok detay yer almalıdır.
2. Bu rehber eşliğinde Dışişleri Bakanlığı’nın
tüm birimlerinin ve ülke temsilciliklerinin
sosyal ağlarda yer alması, hesaplar açması iyi
olacaktır.
3. İletişimin Türkçenin yanında belli başlı dillerde hatta yerel dillerde yapılması etkiyi güçlü kılacaktır.
4. Hesapların interaktif iletişimi için uygun
“içerik” hazırlamalı ve paylaşımlar düzenli olmalıdır.
5. İçerik paylaşımları ile oluşacak tepkileri izlemek, ölçmek, değerlendirmek ve kontrol altında tutmak gerekmektedir.
22
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
BALKANLAR’IN EVLAD-I FATİHAN YETİMLERİ YA DA BULGARİSTAN TÜRKLERİ-I
Caner ARABACI, Doç. Dr.
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Aralık
başı
2012’de
Bulgaristan’daki
Mestanlı’ya yapılan bir ziyaretin ürünü bu
yazı. Mestanlı’ya gidişin sebebi, Akif Atakan
adında bir emekli edebiyat öğretmeni. O yaşlı
öğretmenin, canını dişine takarak korumaya
çalıştığı kitaplar, Türkiye’den bir grup insanın
çekicisi olur. Kitapların ve insanların çektikleri,
aslında genel tarihi seyrin bir parçasıdır. Onun
için önceliği, genel anlamda tarihi sürece
ayırmakta yarar var.
Ortodoksluğu benimseyip, dil-kültür itibariyle
Slavlaşırlar. Ortodoksluk, yüreklerinde öyle
yer eder ki, Macarların, 1365’te zorla iki yüz
bin Bulgarı Katolik yaparak mezhep değiştirme
çabası sonuç vermez. Osmanlıların Balkanlar’a
yürüdüğü dönem de işte o sıralardır. Bulgar
Kralı, Türkçe bir adı taşıyan Şişman’dır. Kader,
farklı inançları benimsemiş aynı kökenden iki
toplumu karşı karşıya getirir. Bizans’a yakın
Bulgar’la, karşı Osmanlı çatışır. Birinin elinde,
İlayıkelimetullah idealinin tevhid bayrağı,
Tarih Yolculuğunda Bulgaristan
diğerinde teslisin simgesi haç vardır. 1393’te
Bulgar başşehri Tırnova alınır. Kral Şişman
Bulgaristan’ın Türkiye ile ilişkisi, kültürel ve Bulgar Patriği esir edilerek, krallığa son
bağları çok köklü. Çünkü orada, iki ülkeye; verilir. Kralın oğlu Aleksandr, diğerlerine göre
Bulgaristan’a da Türkiye’ye de “vatan” diyen daha nasiplidir. Müslümanlığı kabul ettiği
insanlar yaşıyor. Coğrafyaları, kültürel vatan için, Samsun sancak beyliğine tayin edilir.
haline getiren insan unsuru burada öne Bu tarihten itibaren, kökendeki birlikteliğe
çıkmalı elbette.
rağmen, din ve kültür olarak faklılaşmış olan
Bulgarlar ile Osmanlılar, beş asrı aşkın bir süre
Temelde,
İkinci
yüzyıldan
itibaren, aynı çatı altında yaşarlar.
Türkistan’dan Avrupa’ya doğru göçen Türk
boyları bulunmaktadır. Avarlarla birlikte gelen Osmanlı Devleti’nin zayıflama sürecine girdiği
Bulgarlar, Avar hakanının ölmesinden sonra dönemde, Rusya’nın müstakil Bulgaristan
630’larda siyasi bir varlık olarak öne çıkarlar. tasarısı ile ayrılıkçılık hareketleri başlar.
Bilinen ilk hanları, Han Kubrat (Kurt)’tır. Tanzimat Fermanı’ndan faydalanılarak önce
Bizans’la uzun süre mücadeleler veren bir Bulgar papaz evi, 1870’te de müstakil
Bulgarlar, önce kültürel savaşı ardından da Bulgar kilisesi kurulur. Osmanlı Rus Harbi’nden
kimliği, siyasi hâkimiyeti kaybederler. 971’den sonra Berlin Antlaşması ile Tuna-Balkanlar
itibaren Bizans yönetimine giren Bulgarlar, arasında muhtar bir Bulgaristan Prensliği
İncil’i kabul eden ama kilise hâkimiyetini kurulur. Prensliğe Sofya, Niğbolu, Rusçuk,
benimsemeyen
Bogomil
mezhebine Silistre, Varna, Şumnu, Tırnova girmektedir.
girerler. Sonra, kilise ve yönetimin etkisiyle Doğusu yani Eski Zağra, Tatarpazarcığı,
23
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
Burgaz, Filibe, Hasköy, Doğu Rumeli Vilayeti
olur. Yalnız prenslik adım adım büyüyüp,
istiklale doğru yürümektedir. 1885’te Doğu
Rumeli Vilayeti’ni de toprakları arasına katar.
Alman kökenli, Viyana sarayından gelen
Ferdinant’a, “Çar” unvanı verilir. Ortodoks
Bulgarlar, kral yapacak adam bulamayınca
ikinci sınıf kabul edilen bir Alman çarları
olmuştur. İkinci Meşrutiyet’ten sonra, 5 Ekim
1908’de Bulgaristan bağımsızlığını ilan eder.
Yeni çarın, hedefleri büyüktür.
Kırım Harbi yıllarından itibaren adım adım
ilerleyen, Türk-Müslüman nüfusu eritme
faaliyeti, en acımasız şekilde Balkan Harbi
yıllarında uygulanır. Rehberleri kontrolünde,
komşularını öldürmeyi, kaçırmayı öğrenmeye,
Kırım Harbi yıllarında başlamışlardır. 1877–
78 Osmanlı-Rus Harbi sırasında, sivil halktan
öldürülen ve göçe zorlanan Türk nüfus, 600
bin civarındadır. 1875’te Filibe’de 300 bin
olan Türk miktarı, 1878’de bir çırpıda 15 bine
düşürülmüştür. 1880’lerde Osmanlı Devleti
tarafından, yerleştirilmeleri için resmen
emir çıkartılan göçmen miktarı, 150 bindir.
Güvensiz ortamda kalan Müslümanların, nüfus
kaybı harpten sonra da devam etmiştir. Bulgar
istatistiklerine göre, 1893–1902 arasında
Türkiye’ye göç eden Müslüman Türk miktarı
72 bin 524 kişidir. Göç dalgası, bağımsızlığın
ilanından sonra 1908–1909 arasında devam
eder.
Ama en fecisi, Balkan Harbi’nden sonra olan
göçlerdir. Sadece 1913’te, Balkan Savaşı’ndan
sonra Hicret ve Muhacirîn Müdüriyet-i
Umumiyesi’ne başvurarak iskânını isteyen
insan sayısı, 115 bin 883 kişidir. Katliama
uğrayan, resmi kayıtlara girmeyen, göç
yollarında değişik yerlere savrulanların
sayısı bir buçuk milyon civarında tahmin
edilmektedir. Balkanlar’ın yemyeşil dağları,
zümrüt ovaları, dile gelse mazlum göçmen
24
ağıtlarını terennüm ederdi her halde. Yalnız
bütün bu felaketlerden sonra, 1916’ta Bulgar
resmi bilgilerine göre, sadece Bulgaristan’ın
Batı Trakya bölümünde yaşayan Türk nüfus
209 bin 618’dir (Yusuf Halaçoğlu, 1992,
Bulgaristan-Osmanlı Dönemi, DİA, 6/396398).
Yöntem Hep Aynı
Bulgaristan devletinin kurulabilmesi için
öncelikle, Haçlılar, Panislavizm tarafından,
‘Haçın bir defa girdiği yer Haça aittir’ zihniyeti
doğrultusunda Bulgar milliyetçiliği, Osmanlı
düşmanlığı geliştirilmiştir. Yetiştirilen çeteler
silahlandırılır. Müslüman nüfus, yaşadıkları
yerlerde öldürülüp, ev, çiftlik, köy, kasaba ve
şehirlerde katledilir. Sağ kalanlar, güvensiz
ortamda yaşayamaz hale getirilerek göçe
zorlanır. Osmanlı-Rus harpleri, Kırım, 93 Harbi
Müslüman nüfusun eritilmesi için dehşet
verici fırsatlar olarak değerlendirilir. Balkan
Harpleri, felaketin zirvesi olur. 1856’dan
bu yana göçe zorlama, anlaşmalar, göç
ettirme, zorunlu sürgün gibi yollarla, sadece
Bulgaristan dâhilindeki Müslüman Türkler
içinden nüfus kaybı altı milyon civarındadır.
Katliam, perakende öldürmeler bundan
ayrıdır. Böylece yeni kurulacak Bulgaristan
devletine yer açılmış, nüfus olarak da birçok
şehir, kasaba ve köyde çoğunluk durumunda
olan Müslüman Türk varlığı, kendilerince
tehlike olamayacak derecede azaltılmıştır.
İslâm varlığını Balkanlar’dan temizlenme
çalışması, aynı zamanda bilinçli bir kültürmedeniyet katliamına dönüştürülmüştür.
Camiler yıkılmış, minareler, medreseler,
mezarlıklar ve mezar taşları tahrip edilmiş,
Osmanlıca yazılı kitaplar, Kur’an’lar toplanıp
imha edilmiştir. Altı asra yaklaşan kültür
birikiminin izlerini silmek kolay olmamıştır.
Osmanlı, vakıf medeniyeti durumunda olduğu
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
için, gönüllülük esasına dayalı olarak dikilen
eserler, çekilip uzaklaşan Türk Ordusu veya
devletinin değil, daha çok halkın sahiplendiği
eserler durumundadır. Ordu ve devletin
çekilmesi, en önemli dayanağın yıkılması
olur. Fakat insan unsurunun onca kıyım, göçe
rağmen geri kalanları, varlıklarının esası
olarak gördükleri eserlere sahip çıkmışlardır.
Kitaplar toprak altında, kömürlüklerde,
izbelerde, kuyu derinliklerinde; sağlıksız, deri,
naylon, teneke kutu vb. kaplar içinde gizlenerek
korunmaya çalışılır. Eserlerin yıkılmayan,
Kırcaali Medresesi gibi ihtişamlı olanları;
müze, depo vb. amaçlarla kullanılmaya devam
etmektedir. Dört katlı ihtişamlı binasıyla
Kırcaali Medresesi, şu an bir Bulgar müzesidir.
Kırcaali Medresesi, 1922’lerde Mestanlı
Milletvekili Bekir Sıtkı’nın öncülüğünde halk
desteğini de alarak yaptırılmıştır. Bulgarlar,
devlet malı yapınca, Kırcaali Müftülüğü, 1947
senesinde, bakanlara mektup yazar: “Biz,
koyun, keçi, kurban derileri ile yaptırdık. O
bizim malımızdır” diye. Hakka-hukuka dikkat
eden kim? Biz dar vakitte gezdiğimizde, kat kat
Bulgaristan adına kültür ve tabiat varlıklarının
sergilendiği müze olarak kullanılmaya devam
ediyordu.
Alanya’sından. 1370 yılında Alanya’dan
Ahmet adında bir Yörük buralara geliyor.
Konyalı Şehide adında bir kızla evleniyorlar.
Bir oğlan çocukları dünyaya geliyor ve adını
Ali koyuyorlar. Ali okuyor, büyüyor. Saçları
ağarmaya başlayınca, Kır Ali, Kırca Ali diyorlar.
Sarıca arı, morca çiçek dendiği gibi.. Kırca Ali,
gönüllü akıncı asker, komutan oluyor. Selanik’i,
Drama’yı, Kavala’yı, Dedeağaç’ı, Mestanlı’yı
alıyor.. O zamanlar, buralarda yerleşim yeri,
yaşayan yok. Bugünkü Kırcaali Camisi’nin
karşısındaki meydana subay ve askerleri
çadırlarını kuruyor. Üç-beş bin asker, orada
talim-terbiye görüyorlar. Evlenip, üç oğlu ile
bir kızı dünyaya gelen Kırca Ali, kasabasının
bulunduğu yere ilk kulübeyi kuruyor. Zamanla,
yeni yerleşim yeri Antalya’nın Alanya
köyünden Kır Ali/Kırca Ali’nin adıyla anılır
oluyor. Çevre köylerden mesela Emirler’den,
Cebel’den askerlere yiyecek, yumurta, kuzu,
horoz götürüp para kazanan insanlar, sonra
birer ev yaptırarak oraya yerleşiyorlar. Böylece
Rodoplar’da bir mahalle kurulmuş oluyor.
Sonra Kırca Ali Köyü, Kırcaali kasabası derken,
vilayet merkezi oluyor. Kırca Ali, 1434 yılında
vefat eder. Tanınmış bir asker, bir kahraman
olarak, o ilk çadırların kurulduğu yere, mezarı
kazılır. Etrafına bir-iki metre duvar yapılıp
Kırcaali
üstü örtülür. Bölge insanı, 1434’ten 1939
yılına kadar her sene bu türbede Mevlüt
Kırcaali,
Balkanlar’a
1353’te çıkmağa okutur, keşkek, aş, şerbet verir. 1934 yılında
başladıktan sonra ilk kurulan yerleşim Bulgaristan’da Çiftçi Birliği idaresi yıkılır.
yerlerinden. Şimdilerde il merkezi olan bu şehir, Irkçı yönetim yerine daha koyusu gelir. İcraat
Anadolu’dan gelen insanların buralarda ilk olarak, Türklerin bütün mezar taşlarını kırıp,
kulübeleri, evleri yapıp, yaşamaya başlamaları köylerin, kasabaların adlarını değiştirmeye
ile çekirdeğini oluşturmuş. O zamanlar, bölge başlarlar. Yıkımdan Kırcaali’nin bina içindeki
ulu ağaçlarla kaplıdır. Ataların “Balkanlar” türbesi de nasibini alır. Yıkılıp, park-bahçe
demesi boşuna değil. Ormanlık, dağlık yapılır. Kırcaali’nin adı, mezarı silinmek ister.
alanlara Balkan, Balganda, balkanlık diyorlar Tahribat sırasında öğretmenler, müftüyü,
ya.. Otu bol, ağacı gür, yaşamak için suyu çok aydınları alıp, ‘Kırca Ali’nin kemiklerini
yerler.. Boşuna gelip, yurt yuva kurmamışlar. bari kurtaralım’, diye saat on ikiden sonra
İlk gelenler Akif Atakan’ın anlattığına göre, alana girerek, mezardan, kafatası, kol, bacak
Konya bölgesinden.. Alâiyeli.. Yani Antalya’nın kemiklerini bir çarşafın içine doldurup
25
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
caminin avlusuna yeni bir mezar kazarak
gömerler.. 1939 senesinde, Kırca Ali’nin gizlice
aktarılan yeni mezarına, 2001 senesinde
mezar taşı yazılabilir: “Gazi Kırca Ali, doğumu:
1371, Ölümü 1434. Ruhun şad olsun” diye.
Konya’dan, Antalya’dan, Saruhan Beyliği’nden,
İzmir’den, Edirne’den, Tokat’tan, Tarsus’tan
gelenler köyleri kurarlar. 1375-80 senelerinde
Kosova’ya kadar uzanırlar. Kosova, kısa süre
sonra bir hesaplaşma alanı olur. O kanlı ovada
çok şehit verilir. Başta Murat Hüdavendigâr
şehit edilir. Sağ kalanlar, aldıkları yerlere
gelirler. Mestanlı boştur. Orada, bir kulübe
kurulur, insanlar yaşamaya başlar. Ahad adında
bir gazi, Mestanlı’ya on kilometre uzaklıkta bir
yere kurar. Oraya Ahad Köyü denir. O da ünlü
bir kişidir. Kurduğu köyüne, Ahad Baba Türbesi
yapılır. Kosova’dan sağ dönenlerin kurduğu
köyler ilk nüveleri oluşturur. Yöre insanına
evlad-ı fatihan denmesi boşuna değil..
tarafı, Bulgar yöneticilerindeki kan-kültür
kıyıcılığını azdıran, medeni dünyanın tavrıdır.
Kıyım Müslümanlara, Türklere yapılıyorsa,
medeni dünya, “tek dişi kalmış canavar”lığına
bürünüvermektedir. Üç maymunları oynama,
canavarlığın yumuşatılmış görüntüsüdür. Geri
plandaki teşvik, yönlendirme insanlık dramını
artırmıştır. Avrupa’nın doğu kolu olarak Bulgar
denemesi, yeterli görülür ki, 1990’dan sonra
tavır yumuşar.
1990’dan itibaren isteyen şahıslar, mahkemeye
dava açarak adını alabilir. Zor bir işlemdir.
Ardından Belediyelere müracaat edene,
kendi öz adını kullanma izni verilir. Arada
kaynayanlar kâr hanesine yazılmıştır. Avrupa
Birliğine giriş süreci, yumuşamayı biraz daha
sağlar. Din ve vicdan özgürlüğü ile ilgili temel
insan haklarının yaşanmasına fırsat tanınmaya
başlanılır. Fakat şehir, yer, köy adlarına devlet
politikası olarak dokunulmaz. 2012’de yer
Kırcaali’deki kültürel kıyım, 1934’ten itibaren adları konusundaki devlet katılığı devam
devlet politikası olarak yaygınlaştırılır. Bütün ediyordu..
şehir, kasaba, köy ve yer adları Bulgarca yapılır..
Asırlarca kullanılan, uluslararası belgelere Tahribatın bilançosu büyüktür. Bulgaristan
geçen yer adları, kültür tahripçiliğinin acımasız coğrafyasında Osmanlı devrinden tespit
örnekleri olarak değiştirilir. Bu politika, yer edilen 3339 vakıf eserden günümüze çok
adlarından insan adlarını Bulgarlaştırmaya azı kalabilmiştir. Sofya’da sadece bir cami,
yönelerek zıvanadan çıkar. İnciten, aşağılayan Mestanlı’da sadece iki cami bulunmaktadır.
bir uygulamadır. Özellikle 1983-84’ten itibaren Yaşayan insan unsurunu, entegrasyon adı
şahıs adlarını değiştirme işlemi, acımasızca altında kültürel eritmeye tabii tutma çabası,
sürdürülür. Paranoya o kadar ilerlemiştir etkili olmuştur. Uzun süre, kültürünü, örfki, isim değiştirmede, sadece yaşayanlarla âdetlerini, inancını yaşayamayan, bütün
yetinilmez. Çok önceden ölmüş bulunan okullarda Bulgarca eğitime tabi tutulan
ataların adları da resmi evraklar üzerinde, insanların, kültürel kodlarında önemli oranda
Bulgar adıyla kayda geçirilir. Bu, kültürel aşınma gerçekleştirilmiştir.
soykırımdır. Din ve vicdan özgürlüğünün
kaldırılması, ibadet, bayram, sünnet olmanın Bir şekilde varlığını sürdüren kültürel kalıntılar,
yasaklanması ile görünen, pratik hayatta zor durumdadır. Mestanlılı emekli bir öğretmen,
yaşayan bütün İslâm Dinini hatırlatan unsurlar ömrünü vakfederek, köy ve kasabaları dolaşıp,
silinmek istenir. Paranoya, süpürülme yıkıntılar içinde kalan, yasaklı dönemlerde
operasyonuyla devam eder. Türkiye’nin elverişsiz şartlarda saklanan yazma, basma
değil, hür dünyanın tavrı nedir? İşin garip kitapları, belgeleri toplar. Bir gönüllü şahsın
26
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
fedakârlığı ile toplanan binlerce kitap, belge
ve etnoğrafik malzeme, evinin odalarında bir
çeşit depolanmış vaziyettedir. Mevcut halleri
ile devam ederse, onların da tahrip olması
mukadder görünmektedir. Çünkü tasnif
edilmeden, yığın halinde, odalarda tutma
da sağlıklı gözükmemektedir. Öncelikle var
olan eserlerin korumaya alınması, korumaya
alınanların kurumlar eliyle sağlıklı bir
ortamda faydalanılabilir hale getirilmesi
gerekmektedir. Bu yolda çok amaçlı bir
müze-kütüphane yapılıp, eserlerin yerinde
korunması gerekmektedir.
Müze-kütüphane inşasının vakıf kültürü ile
irtibatlı olması, insan unsuru ile bütünleşmesi
zorunludur.
Değilse,
Bulgar
kültürel
unsurlarının sergilendiği Kırcaali Medresesi
binası durumuna düşülebilir.
Onun için öncelik, insan unsurunun kimlikli
korunmasına verilmelidir. İnsan korunmadan
kültür ve medeniyet değerlerinin korunması
zordur. Değilse eski medeniyet/kültür
kalıntılarının müzelik malzeme olması gibi
bir durum ortaya çıkar. Osmanlı kültürünün,
Balkanlar’da onca tahribe rağmen izlerinin
silinememesinin altında, insana dönük
çabalar vardır. Kolonizatör Türk dervişlerinin
götürdükleri kültür ve değerlerden kalanlar,
altı asırlık hasbiliğin himmetleri sanki. Askeri
ve resmî çatı, insan unsurunun üzerine o
ihlâsın harcıyla inşa edilmiştir. İnsan olmadan
coğrafya üzerine serpiştirilen kültürel varlık,
ancak Maya, İnka kalıntısı gibi birer bakiye
olacaktır.
gerekmektedir.
Bulgaristan’daki Türk köy ve kasabalarının
önemli bir kısmı, günümüzde insansız hale
gelmiştir. Yakın köyler, il, ilçe merkezlerinde
toplanmaya
başlamıştır.
Merkezlerde
toplananlar da kültür ve medeniyet
değerlerinden uzaklaştırılmış, geçim kaygısı
içinde, geçmişe nostalji ile bakan, Bulgar
zulmüne karşı bilenmiş olsa da kültürel
etkileşmenin zebunu kitleler durumundadır.
Mestanlı’dan Momçilgrad’a
Mestanlı, Kırcaali’ye bağlı bir ilçe. Nüfusu,
2012 itibariyle 17 bin. Toplam beş yüz kadar
Bulgar dışında insan unsurunun tamamı
Türk’tür. Durumu yolda, sokakta, otelde fark
ediyorsunuz. Türkiye’den farksız bir diyar.
1934’lerden bu yana süren yer adlarının
değiştirilmesinde Mestanlı da etkilenmiştir.
İçinde yaşarken, doğup büyüdüğü yerlere
yabancılaştırma eylemi Mestanlı’da da
gerçekleştirilir. Artık Mestanlı, bahadırlar
yetiştiren, dünya çapında ünlü sporcular
çıkaran diyar değildir. Türklere karşı savaşan bir
Bulgar voyvodasının adını bir leke gibi alnında
taşır: Momçilgrad. Eski Cuma: Tırgovişte,
İslimye: Sliven, Doğancılar: Sokolartsi; Güvece:
Zvanartsi, Hamzalar: Filaretovo, Topuzlar:
Topuzovo, Alvanlar: Yablanovo, Sarıyer: Jılt
Bryag, Uluhanlar: Ruen yapılıvermiştir (Gürel,
2012, 54–56, 73). Bunları yapanlar, Balkanlar,
Koca Balkanlar, Bulgar, Bulgaristan adlarını
değiştirememişlerdir. Öyle ya, Türkçe olduğu
için Bulgar adının da değiştirilmesi gerekmez
Bu yüzden Balkanlar’da öncelikli yatırım, miydi? Plevne: Pleven, Niğbolu: Никопол/
Evlad-ı
Fatihan
bakiyesine,
onların Nikopol, Varna: Варна (20 Aralık 1949’dan 20
kimlikli insan olarak yaşamasına yapılmak Ekim 1956’ya kadar: Stalin), Kozluca: Suvorovo,
durumundadır. Onun için kültür ve Kurtdere: Vilçidol, Yasatepe: Vetrino, Yeniköy:
medeniyet değerlerini benimsemiş insan Dılgopol, Tokmaklıdere: Çuko, Akdere: Byala,
unsurunun yetişmesine katkıda bulunulması İpdere: Yango yapılmıştır.
27
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
Altı asırdır yaşanan Edirne Vilayeti Gümülcine
Sancağı Sultanyeri Kazası’na bağlı Mestanlı’da
kıyım daha şiddetli olur. 26-27 Aralık 1984,
tarihe kara bir leke olarak geçer.. Yasakları,
Türkçe konuşmayı, selam vermeyi Mestanlı’da
nasıl uygulayacaksınız? Herkes birbirini
bilir-tanır, Türk ve Müslüman.. Emir, “Türkçe
konuşma, selam verme” komutu ile bitmez.
Dilini değiştireceksin, radyo dinlemeyeceksin,
türkü söylemeyeceksin.. “Yeşilim yeşilim
amaan. Yeşil yaprak altında üşüdüm aman..”
demek suç. “Zeleno zelono zelono amaan!.
Polzene nitsa umiram amman” diyeceksiniz.
Düğünlerde bayramlarda, Türkçe türkü
söylemek yasak edilir.. Halk, sevdiği türküleri
aynı beste ile Bulgarcaya tercüme eder. “Zelono
zelono aman. Polzene nitsa umiram amman..”
Zelono, “Yeşilim”in yerini alır. Düğünlerde,
bayramlarda mecburen böyle söylenir. Halkın
sevdiği Osman Paşa türküsü vardır: “Tuna
Nehri akmam diyor, etrafımı yıkmam diyor”
diye.. Bir düğünde, törende söyledi mi hemen
adamı, sürgüne gönderiyor, hapsediyorlar.
“Ruhun gıdası”, Bulgar eliyle, ruhun katili
yapılmak istenir. Üç kıta, yedi denize hâkim
olmuş bir milletin çocukları, hakaret büyüktür..
Devler, cücelerin oyuncağı yapılır. Sırp’ın,
Bulgar’ın ayakları altında çiğnenir.. Dayanılmaz
bir durum vardır. Mestanlılar, yörenin Bulgar
zulmüne tepkili insanları her şeyi göze alarak,
26 Aralık 1984’te, Kirli’de toplanırlar. Kirli,
meydan Türkiye’ye yakındır. Ama Bulgaristan
sınırları içindedir. Bulgarlar, halka ateş açar. Bir
buçuk yaşında Türkân adında bir kız çocuğunu
anasının kucağında vurup öldürürler.. Bir
buçuk yaşında çocuktan ne istenmiştir?
Sonra yapılan bir çeşme ile Türkân’ın ve
zulmün hatırası yaşatılmak istenir.. Öfke
büyümüştür. Ertesi gün yürüyüş Mestanlı’da
yapılır.. 27’sinde de Mestanlı meydanında
toplanılır. Gayet medeni, insani bir istek ve
protesto birikintisidir. Belediye ve polise,
zamanın belediye başkanına, “Bizim adımız
28
var, değiştirmeyin bizim adımızı. Yalvarıyoruz
size.. Bizim elimizde ne silah var, ne bıçak..”
denir. Bulgar makamları ve basını, toplantıyı,
isyan olarak verir. Türkler, Mestanlı’da bütün
Bulgarları kestiler, öldürdüler, diye yazıp
yaygara yaparlar. İçişleri bakanı, Kırcaali’de
subaylara:
Mestanlı’da/Momçilgrad’da
Türkler, yeni devlet kurmuşlar, bayrak
dikmişler, hükümet konaklarına diye bilgi
verir.. “Kahraman” bir Bulgar subayı, içişleri
bakanına; bana beş araba, yirmi-otuz asker
verin, ben o devleti ortadan kaldıracağım, der..
Araba, tabanca, otomatik silahlar “kahraman”
Bulgar subayına verilir.. 20–30 Bulgar askeri,
Kırcaali’den gelir. Mestanlı’ya girmeden önce,
Cebel denen köprüde bütün Türkler, ateş
açılarak öldürülür. Kasaba sınırında başlayan
katliam şehir içine uzanır. Bulgar askeri
hınçlıdır. Çünkü Türkler, belediye başkanını
öldürmüş, emniyet müdürünü kollarından
bacaklarından çarmıha germiş, parti başkanını
öldürmüştür. Durulacak zaman değildir. Gelip,
çarmıha gerili emniyet müdürünü kurtarırlar,
ölüleri gömerler. Hâlbuki Bulgar basınının
1984’te öldürüldüğünü yazdığı Bulgar ileri
gelenleri 2012’de hayattadır. Türkler, kimsenin
burnunu kanatmamıştır. Üstelik okumuş
zümreden Türklerin en yakın dostları Bulgar
okumuşlardır. Öğretmenlerin arkadaşlıkları,
okul arkadaşlıkları devam etmektedir. Evlerde
akşam sohbetleri yapılmaktadır.. Mestanlı’da,
öldürülenler içinde16 yaşında çocuk da vardır.
Suçu, parkta yürüyüşe katılmaktır. Mestanlı
şehitleri için günümüzde, aynı meydana
Mestanlı Şehitleri anıtı dikilip adları yazılmış
bulunmaktadır. Yağmurlu havada ziyaret
edip fotoğraflarını çektiğimiz anıt, eritilmek
istenen millî kimliği dirilten bir acının işareti
olarak tarihe şahitlik etmektedir. Ölerek hayat
bulma diye, belki buna denmektedir. Kirli’de,
Belene’de, Mestanlı’da, Kırcaali’de bir ölerek
binlerce dirilme..
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
Bir Kültür Delisi: Akif Atakan
Mestanlı katliamının dirilttiklerinden birisi
de Akif Atakan’dır. Mustafa ve Ümmügül oğlu
Akif, Mestanlı’ya beş kilometre mesafedeki
Emirler
Köyü’nde
doğmuştur.
Büyük
babası, Çanakkale’de yatmaktadır. 1915’te
Çanakkale Savaşına katılan beş kardeşten,
üçü şehit oluyor. Arta kalan ikisi yedi sene
sonra dönüyor. Babası, altı yaşında babasız
kaldığı için ona dedesinin gazi kardeşi,
bakıp büyütüyor. Sonra da everiyor. O kendi
doğumunu şöyle anlatır: “1936 yılında Edirne
Vilayeti Gümülcine Sancağı Sultanyeri Kazası
Mestanlı Belediyesi
-Momçilgrad diyorlar
şimdi- Emirler Köyü’nde dünyaya gelmişim.”
Tabi, şimdilerde Atakün’ın köyünün yerinde,
yeller esmektedir. Yakın çevredeki 67 köy
gibi, Kosova’nın hatırası Emirler de ölmüştür.
Üstelik orada doğanlar hayatta iken.. Küçük
Akif, köyden gelerek eğitimini tamamlamak
ister. Mestanlı Özel Türk Okulunda 1946’da
başladığı ilköğrenimini, 1949’da bitirir. Dört
yıllık okulu dört senede tamamlamıştır.
Yarım asır geriye giderek, buğulu gözlerle
anlattıkları bizi de hüzünlendirdi. İlkokul
macerasını, en iyisi onun ağzından dinlemek:
“1944–45 senelerinde Türk köylerinde okul
yoktu. Bu yeni gelen idare, köylere okul
açmağa başladı. Emirler Köyü’nün dört
kilometre uzağında Hacıbekçitaşları Köyü var.
Hacıbekçitaşları Köyü’ne Bulgar devleti bir
okul açtı. Ve üç-beş mahallenin çocuklarını
buraya topladılar. Ayvalı, Muhacirler, Emirler,
Şerifoğulları, Patlakoğullar, Velibeyoğulları
vesaire..Üç-beş mahalle, köyün çocuklarını
topladılar ve bir öğretmen tayin ettiler. Bu da
benim ilk öğretmenim: Mustafa Sani Efendi
(Turan). Balıkesir’de misafirliğe vardım ona..
1950 senesinde göç etti. Bu Mustafa Sani
Efendi, Şumnu’da okumuş, Mestanlı’dan göç
etmiş. Eğridere’nin Efendiler Mahallesi’nden
1928’den beri burada yaşamış. Bu adam
geldikten sonra, 100–200 öğrenci topladı.
Ağabeylerimiz, 13 yaşında. Okul görmemişler.
Biz on yaşında. Biz de okul görmedik. Yaşlı
olanları, doğrudan ikinci sınıfa yazdı. Dokuzon yaşında olanları, birinci sınıfa yazdı.
Türkiye’ye göç edenlere ait boş bir evi, okul
yaptı. Bu boş evde bir odaya doldurdular bizi.
Birinci, ikinci olmak üzere, dört sene bu odada
okuduk. Birleşik diyorlar, böyle birinci, ikinci,
sınıflar gibi ayrı sınıflar yok zaten. Böyle,
birinci sınıflar da, ikinci-üçüncü, dördüncü
sınıflar da.. Diyelim ki sınıfın birine veriyor,
bu şiiri yazın diyor, ötekine hesap verip,
çözdürüyor. Daha ötekini coğrafyadan imtihan
ediyor, yahut din bilgisi veriyor. Hepsi bir
odada.. Dört sene okuduk biz bu odada. Ben
çalışkan öğrencilerdenim. Her sene kapanış
törenleri oluyor. Öğretmenler, anamızıbabamızı çağırıyorlar bu törenlere. Bize şiir
söyletiyorlar. Bu öğretmen, biraz milliyetçi bir
öğretmendi. Millî duyguları aşılamaya çalıştığı
için bize millî şiirler ezberletirdi: “Ak Destan.
Dinleyin arkadaşlar bu Ak Destanı. Rahman,
fiske ile ezdi şeytanı. Kurtardı düşmandan
esir vatanı. Bundan sonra sulh yakındır,
Sulhu yapan bil ki akındır.” Ziya Gökalp’in
şiirlerini ezberletiyor. Ben, birinci ikinci sınıf
çocuğuyum. Ne anlarım Ziya Gökalp’ten,
yahutta şiirden.. “Türklük. Sorun bize tarihte
neler geldi. Yeryüzünde ne büyük millet derler.
Uğradıkça savaşta zaman zaman yer, İnlemişti
şu gökler, titremişti şu yerler. Bize demir bilekli,
tunç yürekli Türk derler. Bilen bilir, biz kimiz,
altı bin yıllık bir milletiz. Adımız yıldırım,
kaya, dağ, deniz, Hind’e, Çin’e, İran’a at salan
biz. Doğudan işaret alıp batıya geçmişiz. Bize
günün yoldaşı ayın eşi Türk derler, Mızrağımız
düşmanın ta bağrına dikildi. Bayrağımız en
yüce kalelere çekildi. Mağrur başlı krallar
önümüzde eğildi. Yenilmeyen kuvvetler
kolumuzla yenildi. Bize dağlardan akan, setler
yıkan Türk derler..” On kıtalık bir şiir bu. Ben,
kimindir, nedir bilmiyorum da.. Ezberimde
29
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
kalmış.. Mehmet Âkif Ersoy’un şiiriymiş. Sonra
buldum, bu eski Türkçe kitaplarda aynı şiirleri.
Demek bize öğretmen, okulda okuduğu şiirleri
ezberlettirirdi. Böyle: “Akşam. İndi güneş
göklerden alçalıyor batıyor etrafa keder veren
bir duman kapatıyor. Bulutlar pembe pembe
saçılmış pamuk gibi. Yıldızlar gökyüzünde
parlıyor gizli gizli. Sana yok dünyada eş,
nuruna olmaz bedel ey güneş, kuzum güneş,
sen yarın gene gel..” Güneş için şiirler.. “Kedim.
Kedim henüz bir yaşında. Uyuyor soba başında.
Hem cesurdur hem de kurnaz. Bir tıkırtı duyar
duymaz gözleri volkan kesilir. O geldiği günden
beri, bizim evin fareleri, evden, tavandan
indiler birer birer sindiler. Koşup yakalıyor
hemen çıkanları diri diri artık bunlardan
hiç biri dolaplarıma girmiyor kitaplarımı
kemirmiyor..” İşte, birinci, ikinci, üçüncü
sınıfta okuduğumuz Türklük şiiri, Ak Destan,
Yetim Çocuk: “Anneciğim öldü bense kaldım bir
yetim. Bu ölümü görmektense ölüp gitmektir
niyetim. Dün sabah girdim yanına solgun
çehresine baktım. Dedi, oğlum, vatanıma
seni emanet bıraktım. Bundan sonra odur
anan, geldi hayatımın sonu. Benim yerime
onu an, bütün kalbinle sev onu. Vatan öksüzler
anası, yaşatırsak bir o yaşar, yaşasın ebede
kadar..” Anamız ölüyor, babamız ölüyor. Fakat
yurt yuva ölmesin. Bize onu yetimler yuvası
yapıyor. Toprağını işliyoruz, evinde yatıyoruz,
ağacının gölgesinde oturuyoruz.. Bir de
Orhan Seyfi Orhon yazmıştı galiba.. Memleket
Hasreti.. Çok acıklı bir şiir: “Memleketten
uzak düştüm. Bilmem ki hangi vakit bana
nasip olacak, Onu gördüğüm o doğduğum
köyde gönlüm rahat olacak..” Yani Selanik’ten,
Drama’dan, Koşukavak’tan gelmişler, buralara
yerleşmişler. Ve alıp başlarını gitmişler.. Bazı
kişiler ne yaptılar biliyor musunuz? Bizim
çocuğumuz, komşumuz göç etti Türkiye’ye.
Sen İstanbul’un milyarderi olacaksın, sen
Ankara’nın en ünlü profesörü olacaksın..
Fakat insanın doğduğu, büyüdüğü, Karaçalı
30
en hasret çekilen yurt-yuvadır. Ankara’dan,
İstanbul’dan
mektup
yazıyorlar..
O
Tokmaklıdere’nin, o Emirler’in karaçalı
dikenlerini özledim.. Yani orada çocukluk
yılları geçmiş. Koyun-kuzu arkasında gezmiş,
çilek toplamış, ağacından ceviz toplamış
kırmış, yemiş.. Ankara’da da olsa İzmir’de de
olsa, vatan hasreti çekiyor. Yurt-yuva hasreti
çekiyor..”
Atakan’ın, ilkokul sonrası eğitimi, öncekinden
çok farklı değil. Bir ekmeği bir hafta yiyerek,
hasır üstünde yatarak güç şartlar altında okur.
İlkokul sonrası, Mestanlı Rüştiye Okuluna
gelir. Bu ortaokulu bitirince, Mestanlı Türk
Lisesinde dört yıl tahsil görür. Lisenin
adı, Mustafa Suphi’dir. 1957–1959 yılları
arasında okuyarak Hasköy Türk Öğretmen
Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyat Bölümünden
mezun olur. Ardından Sofya’da askerlik
görevini yapar. İki yıllık askerliği sırasında,
ne tabanca ne de silah verilir.. Türklere ve
Çingenelere silah verilmemektedir. Bulgarlar,
tahsil olarak geri, birinci sınıfı da bitirmiş
olsa, onlara silah kullanımı, tanka binme
öğretilmektedir. Yüksek, yarı yüksek tahsilli
beş yüz kişi vardır.. Türk-Müslüman olanlara
talim terbiye gösterilmez. Sadece ön eğitim
denen, sağa, sola dönme, yürüyüş, yahut şarkı
söyleme gösterilir.. Sonra ellerine kürekle,
kazma verilerek çalıştırılır. Türk soyundan
gelenlerin askeri talim-terbiye görmemesi,
silah tutmasını bilmemesi gerekmektedir.
Toprak kazma, inşaat işleri yaptırılır. Sofya’nın
kenar mahallelerinde, Vitoş Dağı’nın altında
Tank sığınağı inşa ederler. O fırsat buldukça,
tankların içine girerek gizlice romanlar okur.
Okudukları içinde Yaşar Kemal, Çalıkuşu
vardır. Okuduğunu iki gün sonra bir başkasına
verir.
Askerliği bitirdikten sonra Tokmaklıdere’ye
öğretmen olarak tayin edilir. Mestanlı Türk
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
Okulu’ndaki Türkçe öğretmeni ayrılınca oraya
atanır. Mestanlı’da üç sene Türkçe derslerini
okutur. Sonra Tokmaklıdere’ye gönderilir.
Orada yirmi yedi sene bir ay öğretmen olarak
çalışır. Atakan, Mestanlılı bir öğretmen olan
Ayşe Hanım’la evlenmiştir. Ayşe Mehmet
İsmail (ö. 2010) ile Akif Atakan’ın, iki kızları
olur.
Saat sekiz sırası Civan da Yusuf’umu Arda’lar
aldı yoktur çaresi”, bunlardandır. Yusuf,
kardeşleri, Kırcaali’de kayışçılık yapıyordur..
Köprü yoktur. Osmanlar yöresinden, Arda
Nehri’nden Kırcaali’ye insan taşırlarken
yukarıdan bir sel gelir. Kayık devriliyor. Yusuf
ölür. Feride sevgilisiz kalır. Onun Yusuf’u için
1928’de yazılan bir türküdür bu. Eğridere’nin
Arda Nehri vardır. Orda da 1926 yıllarında,
Bütün Müslüman Türk ailelerinin yaşadığı bir kız Recep’e âşık olur. Fakir bir çoban,
kültürel dramı, Atakan Ailesi de yaşar. köylü. Kızın, anası-babası bu fakir çocuğa
Dil, kitap, radyo elden alınmıştır. İstanbul vermek istemezler. Kız, bunun üzerine kendini
Radyosu’nu dinlemek cürümdür. Onlar Arda sularına atar. Onun türküsü söylenir.
gizli olarak dinlerler.. Geceleri, tavanlara Selime’nin, Ömerlerin, her dağ ve derenin,
gizli antenler yapıp Türkiye’den televizyon sevdalıların dizelerine sinmiş türküleri var bu
seyrederler.. Köylere maçlara bakmaya, coğrafyada. Balkan Harpleri’nden, Plevne’den
konserleri dinlemeye giderler. Bilirlerse, kalmış şiirler gibi: “Bu Vidin’in bacaları/Ezan
yakaladıklarını hemen Kuzey Bulgaristan’a okur hocaları/Vidin’de şehit düştü/Genç
sürgüne gönderirler. Yalnızca Bulgarca gelinlerin kocaları..”
konuşacaksın, denmiştir. Sokakta gördüğü
çocukluk arkadaşına, “Merhaba” demek Bulgar Devleti Türkiye’de yaşayanlarla,
yasaktır. Selam yerine, elini kaldırma Bulgaristan’da yaşayan Türk arasında anlaşma
hüznünü yaşar. Merhaba, derse hemen on olmasın, onlar anlaşamasın, harflerinden
lira ceza yazılmaktadır. Dilini konuşamaz, anlamasın, gazeteyi okumasın, kitabı okumasın
adını söyleyemez, merhaba diyemez, kitabını diye yasakları sıkı tutmaktadır. Bulgaristan’da
koruyamazsın. Başka ülkeden gazete, kitap birçok öğrenci, öğretmen, gizli olarak Latin
alıp okumak da yasak. Din zaten yasak. Atakan Alfabesini okur.
cüzdanın içinde, bir Türk Bayrağı ve gazeteden
kestiği Atatürk resmini saklar. Bunu anlatırken, 1984’te, ailenin babası Akif Atakan, Akif
“bunların bende olduğunu bileylerdi, benim yerine, Andre ismini alır. Fransız adını
kemiklerimden un yapacaklardı, un” der..
tercihine, karşı çıkmazlar. Babasının adı
Mustafa iken, Milano olur. Bir İtalyan şehrinin
Atakan, Rumeli türkülerini çok sevmektedir. adını tercih etmiştir. Büyük dedesinin, İsmail
Kırcaali türküsü, Mestanlı türküsü, Cebelli olan adı da değiştirilir. Onun için, İvanof
Kız’ı, Aliş’in Türküsünü.. Aliş, Tuna boyunda kelimesini seçer. Bu da Rus adıdır. Böylece Akif
Rusçuk’ta yaşamış bir gençtir. “Sorma Atakan, kendi adı, baba ve dede adıyla, Andre
buralarda ne işin var. Tuna boylarında Milano İvanof olarak kayda girer. Hâlbuki
Aliş’im var. Deliorman’da Yusuf’um, babası Mustafa İsmail, 1960’ta vefat etmiştir.
güreşim var/Kırcaali’de Feride’m, Yusuf’um Öldükten 24 yıl sonra babasının, vefatından
var, Eğridere’de Receb’im var, Cebel’de yaklaşık doksan yıl sonra da İsmail dedesinin
ince belli kızım..” O müzik, edebiyat aşığıdır. adları değiştirilmiştir. Bulgaristan’da, kendi
1945-50 senelerinde duyduğum türküyü, öz adı ile kabirde yatmak da suçtur. Böylece
defterine kaydeder. “Kırcaali ile Arda arası, küçük akıl sahipleri, soyadı yerine baba-dede
31
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
adıyla yazılan Balkan Türklerinin, atalarını
da Bulgarlaştırmış olmaktadırlar. Onların
kafasıyla, bu topraklarda bir Osmanlı, bir evlad-ı
fatihan yaşamamıştır. Atakan’ın, iki kızından
biri, zorla kimlik değiştirme işkencesini
yaşamadan önce ölüp kurtulmuştur. Fakat
büyük kız Nesrin, Neli Andreeva Belyanova
ismini alır. Nesrin’in adı, babasının kurduğu
Balkanlar Vakfı’nın kayıtlarına Neli Andreeva
Belyanova olarak, Bulgar adıyla girmiştir.
İsim, dil işkencesi, beş altı yıl sürer. Beş
sene sonra, kim, kendi adını almak isterse,
mahkeme açarak alabilir, denir. Bunun üzerine
Atakan, beş yüz lira vererek, avukat tutar. İki
şahit bulup götürür. Ve mahkeme kararıyla
adını geri alır. Yalnız evli olan büyük kızı,
Bulgar adıyla yaşamaya devam eder.
Todor Jivkov yönetimi, Hıristiyan Medeniyetinin
bir piyonu olarak, dünyada kimselere reva
görülmeyen bir zulmü, Türklere uygulamıştır.
Piyondur çünkü 1962 yılında Todor Jivkov,
Razgrad toplantısında, Bulgaristan Türk halkı,
o güzelim ana dilini öğrenecek, o güzelim şarkı
ve türkülerini, mani ve masallarını okuyacaklar,
diyen birisidir. Yüzde yüz düşüncesinin tersini
uygulaması, Rus, İngiliz taşeronluğundan
kaynaklanmaktadır.
Atakan, 1964 yılından 1990 yılı Ekim ayına
kadar öğretmenlik yaptıktan sonra, bu
tarihte emekli olur. Türkiye’ye göç eder.
Bursa nüfusuna kaydedilir. Amacı, Türkiye’ye
gidip, zengin olmak, araba alıp, ev yaptırmak
değildir. Kitap, kültür hazinesi hakkındaki
bilgileri, Türk makamlarına, kütüphane
yetkililerine, üniversitelere anlatmaktır. Sesini
duyan olmaz. Geri döner. 2001 senesinde
Mestanlı Akif Atakan Müzesini resmi olarak
Kırcaali Mahkeme kararı ile meydana getirir.
O yıldan itibaren Amerika, İngiltere, Türkiye,
Yunanistan’dan insanlar gelip burada,
32
tezlerini hazırlarlar. Onlara yardımcı olur. Akif
Atakan’ın, kültür adamı, kendi tabiri ile “çılgın
Türk olmasının sebebi”, 1956 yılında lise
onuncu sınıf öğrencisi iken okuduğu bir yazıdır.
1937 senesinde çıkarılan Ülkü dergisindeki
yazı, Balkan Türklerinin Faciası başlığını
taşımaktadır. Yazarı, İstanbul Üniversitesi
Tarih Bölümü Başkanı Profesör Doktor
Ömer Lütfi Barkan’dır. Barkan’ın cümlelerini
okuyunca deli-divane olur. Barkan, Balkan
Türklerinin hayatını, ölümden yüz kat daha
beter bulmaktadır: “Asırlardan beri hep böyle
ürkünç bir kahramanlık tabutunu merhale
merhale omuzlarında taşıyarak gelen muhacir
kardeşlerimiz için eğer bir besteci olsaydım bir
muhacir şarkısı bestelerdim. İçinde o kadar
hüzün, ıstırap, acı, keder kaynaşırdı ki, ölüm
şarkıları bunun yanında bahar çiçekleri gibi
kalırdı.” Balkan Savaşlarında, 1935 yılında
çok insan kaçar Balkanlar’dan.. Vidin’den,
Plevne’den,
Şumnu’dan,
Razgrad’dan,
Kırcaali’den, Mestanlı’dan.. Balkanlar’dan
Türkiye’ye gelenler için Atakan, “25 milyon
dört yüz bin kişiyiz biz Balkan Türk’ü,
Türkiye’de. 25 milyon 400 bin kişinin malı
mülkü bu ortada bulunuyor şimdi” der. Onun
hesabı ile 25 milyon 400 bin kişinin yükü,
ıstırabı, geride bıraktığı kültürel bakiyesini
koruma görevi, yetmiş sekizlik ihtiyar olarak
Akif Atakan’ın omuzlarına binmiş durumdadır.
Zaten
Atakan’da,
Balkanlar’daki
Türk
kültürüne ait kitaplar, kültürel eserlerle
ilgilenme, onları koruma düşüncesi, Ömer
Lütfi Barkan’ın yazısını, okuduktan sonra
gelişmiştir. Barkan, Balkanlar’daki müthiş
faciaya dikkat çekmiştir. Fakat asıl yandığı
konu, facianın, büyüklüğü oranında şiir,
roman ve müziğimize yansımamış olmasıdır:
“Balkan ülkelerine ait Türk Şiiri, Türk romanı,
Türk toplumu ilimleri ve etnografya ilimleri de
Türk tarihi kadar millî vicdanda derin akisler
bırakmaya namzet mevzularını bulamamış
CİHANNÜMA DIŞ İLİŞKİLER KOORDİNATÖRLÜĞÜ
ARAŞTIRMA BÜLTENİ
SAYI 1 - EYLÜL 2014
ve şaheserlerini yaratamamıştır. Tuna kitaplarını, samanlıklar, kömürlüklerden
boylarından, Rodoplar’dan kopup gelen göçmen Atakan toplar getirir.. Devamı Gelecek Sayıda…
kafilelerinin, asırlardan beri alınlarının teri ve
ellerinin emeğiyle imar edip şenlendirdikleri
ana-baba yurtlarını bırakıp, kaçmaya mecbur
edilen Türk halkının felâket destanı, trajedik
dramı dünyanın hiçbir yerinde oynanmamış
olan bu korkunç facianın büyüklüğüyle oranlı
bir şekilde yazılıp bestelenmemiştir.”
Atakan, 4 Aralık 2012 Salı gününden itibaren
günler boyu, bize kitapları, nerelerden, nasıl
bir araya getirdiğini hikâye etti. Onun, kitapları
arasında dolaşırken anlatış tarzı, ölümden
kurtardığı evlatlarının özelliklerini sayan bir
baba duyguları içinde idi.
Bulgarlar, evleri basıp tavandan, kömürlükten
kitapları alıp yakmaktadır. Böylesine bir polis
takibinden mucize olarak Atakan’ın gayreti
ile elli bin kitap kurtarılır. Bunlardan bazıları,
İpdereli Cemal Ali el-Celâl Mehmet Çelebi’nin
yazmalarıdır. Yunan sınırına yakın, Akpınarlı,
Kâmil bin Hasan Efendi’dedir. Akpınarlı,
1957 senesinde Türkiye’ye kaçar, kitapları
köyde kalır. İbrahim, Muhammed adlı iki
oğlundan, İbrahim ölmüş, Muhammed, Bursa
Büyükşehir Belediyesi’nde çalışmaktadır.
Atakan, Çelebi’nin kitaplarına sahip çıkarak
korumaya alır.
Kitapların en eskileri, 1352, 1377, 1412’lerden
Kur’an’larla, Mevlid’lerdir. Yazmalar kadar,
kitapların üstündeki notlar da önemlidir. Biri,
el yazması Mevlid’in üstüne yazmış: “Ecel
bir gün benim ömrüm heba kıla/ Toprak içre
azalarım ceza kıla/Allah’ım koru o kişinin
imanını/Kim benim bu kitabımı okursa dua
kıla.”
Filibe Türk Okulu, Okuma Yurdu’nun, Hasköy
Türk Gençler Birliği Okuma Yurdu’nun, Kırcaali
Okuma Yurdu’nun, Peştere’nin, Pazarcık’ın
33
YAZIM
KURALLARI
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma
Bülteni’ne gönderilecek yayınların yazım ve yayınlanma
kuralları aşağıda belirtilmiştir.
1. Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni
ülkemizde ve dünyada ağırlıklı olarak dış politikaya ilişkin
gelişmeler ve tartışma konularıyla ilgili araştırma-inceleme,
kısa bilimsel çalışma ve derleme tarzında hazırlanmış özgün
yazıları yayınlar.
2. Bülten, yılda 4 kez yayınlanır.
3. Bir yazının bültende yayınlanabilmesi için daha önce başka
bir dergide yayınlanmamış veya başka bir dergiye yayınlanmak
üzere gönderilmemiş olması gerekir. Bu şartları taşımayan
yazıların yayınlanması Bülten yönetimi tarafından yayına uygun
görülmesiyle mümkün olabilmektedir.
4. Bültenin dili Türkçedir.
5. Yayınlanmak üzere gönderilen çalışmalar kaynaklar dâhil
5000 kelimeyi geçmemelidir.
6. Yazılar, MS Word, “Times New Roman” yazı tarzında, 12
pt kullanılarak, 1.5 satır aralıklı yazılmalıdır.
7.Yazılarda giriş, materyal ve metot, bulgular, tartışma ve sonuç
bölümlemesi aranmaz ancak yazılar uygun bölümlere ayrılmalı
başlıklar büyük harflerle yazılmalıdır.
8. Her bir yazıya 100 kelimeyi aşmayacak ve metni
yansıtacak şekilde özet bir paragraf eklenmelidir.
9. Yazarlar kaynak gösterimi konusunda kendi çalışmalarında
kullandıkları gösterim metodunu kullanabilirler.
10. Yazarların unvanı ve görev yeri dipnotta gösterilmelidir.
11. Yazılar e-posta ile [email protected]
adresine e-posta mesajına eklenerek gönderilmelidir.
34
DUYURU / TEŞEKKÜR
Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni’nin
ilk sayısına katkı sunan tüm araştırmacılarımıza teşekkür ederiz.
Araştırma Bültenimizin muhtemel katkılarla zenginleşmesi ve yayın
hayatına güçlenerek devam etmesi platform üyelerimizin özellikle de
akademisyenlerimizin makale ve yazılarını göndermelerine, güncel
araştırmalarından edindikleri bilgileri paylaşmalarına bağlıdır.
Lütfen tüm yorumlarınızı ve katkılarınızı aşağıdaki e-posta adresine
gönderiniz: [email protected]

Benzer belgeler

CİHANNÜMA

CİHANNÜMA Cihannüma Dış İlişkiler Koordinatörlüğü Araştırma Bülteni ülkemizde ve dünyada ağırlıklı olarak dış politikaya ilişkin gelişmeleri yorumlamak, tartışma konuları hakkında kamuoyunu bilgilendirmek, g...

Detaylı