yds dıctıonary - Dr. Cahit Karakuş WEB PAGE
Transkript
yds dıctıonary - Dr. Cahit Karakuş WEB PAGE
YDS DICTIONARY Dr. Cahit Karakuş abide absence katlanmak, çekmek, beklemek yokluk, bulunmama, dalgınlık, gıyap v əˈbīd n absəns abundance abundant abundantly bolluk, bereket, zenginlik, bol bol, bereketli bol miktarda, bolca, bol bol n əˈbəndəns accelerate v akˈseləˌrāt account hızlandırmak, ivme kazandırmak, (accelerator: gaz pedalı) (speed up) hesap n əˈkount accuse birini bir şeyle suçlamak, itham etmek v ekuuz absence of an opinion: görüş yokluğu. absence of customs protection: gümrük korumasının yokluğu adj əˈbəndənt adv əˈbəndəntlē account being taken: tutulmakta olan hesap. accounting officer: sayman. clearance of accounts: hesapların ibrası. closure of accounts: hesapların kapanması. current account balance: cari işlemler dengesi. current accounts: cari işlemler. European Unit of Account: Avrupa Hesap Birimi. Farm Accounting Data Network (FADN): Çiftlik Muhasebe Veri Ağı. government accountant: sayman. operating accounts: işletme hesapları, faaliyet hesapları. profit and loss account: kar zarar hesabı. accounting: accuse sbd ofmuhasebe. doing sth: birşeyi yapmakla suçlanmak. accuse sbd of having done sth: birşeyi yapmış olmakla suçlanmak. carnet : karne. achieve acknowledge başarmak, yerine getirmek (accomplish ) kabul etmek, onaylamak; tanımak; v əˈCHēv - eaçiv v akˈnälij acquisition iktisap, kazanım, devralma n ˌakwəˈziSHən action eylem; davranış, tutum; dava n ˈakSHən adequate adequately yeterli (sayıda, miktarda), uygun, elverişli yeterli bir şekilde (sufficiently) adj ˈadikwit adherent adjacent admit taraftar, yandaş bitişik, komşu, yakın kabul etmek (accept), izin vermek, itiraf etmek, içeri almak önlem almak, tedbir almak; başkasına ait bir şeyi benimsemek, kabul etmek; evlat edinmek ( take up) n yetişkin ilerlemek, ilerletmek, genişletmek reklam yapımcısı, reklamcı estetik olay, mesele, sorun kabul etmek, katılmak, tanımak evlat edinme, üyelik, yakın ilişki eziyet etmek, acı vermek, üzmek, sarsmak ırmak ayağı, ırmağa dökülen akarsu; (adj): zengin, varlıklı, bol, gürül gürül akan (wealthy) akıbet, sonuç; hasattan sonra çıkan otlar adj əˈdəlt,ˈadˌəlt adopt adult advance advertiser aesthetic affair affiliate affiliation afflict affluent aftermath Acquis Communautaire : Topluluk Müktesebatı. acquisition of shares : hisselerin iktisabı. action for compensation: tazminat davası. action for failure to act: hareketsizlik/eylemsizlik davası. action programme: eylem programı. concerted action: uyumlu eylem. food safety action plan: gıda güvenliği eylem planı. improper action: aykırı davranış, uygunsuz davranış. joint action: ortak eylem. to bring an action (before the court): dava açmak. to bring an action for an infringement: ihlâl nedeniyle dava açmak. to proceed by common action: ortak eylemde bulunmak. adv ˈadikwitli adˈhi(ə)rənt adj əˈjāsənt v ədˈmit admit doing sth: Suçunu kabul etmek. admit having V3: Yapmış olduğunu kabul etmek. v əˈdäpt The goverment has adopted this regulation: Devlet bu tüzüğü kabul etmiştir. hereby adopts this resolution: işbu ilke kararını kabul etmiştir. when member states adopt these measures: üye devletler bu önlemleri kabul ettiğinde (kendi hukukunda). v ədˈvans n edvırtayzır adj esˈTHetik n əˈfe(ə)r v n əˌfilēˈāSHən v n əˈflikt ͞ ˈaflooənt n ˈaftərˌmaTH agree upon ahead üzerinde mutabık kalmak, kararlaştırmak önde, ileri, ileride, başta pv akin alienate allege allocate benzeyen, yakın, akraba yabancılaştırmak, soğutmak, aralarını açmak iddia etmek, kanıt olarak ileri sürmek tahsis etmek, dağıtmak, pay etmek adj əˈkin allowance alter amendment adj əˈhed ahead of me: önümde. The road ahead: Önümüzdeki yol v ālēəˌnāt v əˈlej v ˈaləˌkāt ödenek, istihkak, tahsis, aylık bağlama, indirim değiştirmek (change), başkalaştırmak değiş(tir)me, tadilat, düzeltme, yasa değişikliği, iyileştirme tarihsel olaylar n əˈlou-əns v ˈôltər n əˈmen(d)mənt amendment of a provision: bir hükümde değişiklik. amendment to a treaty: antlaşmada değişiklik yapılması. n ˈanl In the annals of the Cold War : soğuk savaşın tarihsel olaylarında. ilhak etmek, eklemek, ilave etmek, katmak yıllık anonim, isimsiz, yaratıcısı bilinmeyen ırkçılık, ırk ayrımı, ayrım korkutmak, dehşete düşürmek, şoka uğratmak, sarsmak açık, bariz, belli,net (clear, obvious ) görünüşe göre, anlaşılan, görünürde v eniks v əˈpēl appear appointment müracaat etmek, rica etmek; (n) başvuru, rica, çekicilik, cazibe görünmek, gözükmek, ortaya çıkmak tayin; görevlendirme; ata(n)ma v əˈpi(ə)r n əˈpointmənt appreciate approachable takdir etmek, değerini anlamak; farkına varmak cana yakın, yaklaşılabilir, ulaşılabilir v əˈprēSHēˌāt annal annex annum anonymous apartheid appall apparent apparently appeal allocated appropriation: tahsis edilen ödenek. allocation of funds: fon tahsisatı, fonların tahsisi. allocation: tahsisat, dağıtım. annual allowance : yıllık ödenek. n n əˈnänəməs n əˈpärtˌ(h)āt v əˈpôl - epoul adj əˈparənt adv əˈparəntlē adj əˈprōCHəbəl acceptance of appointment : görevin kabul edilmesi. appoint : tayin etmek, belirlemek, saptamak; determine or decide on (a time or a place).. appropriate ödenek ayırmak, tahsis etmek; (adj): uygun, biçilmiş kaftan, yerinde, özgü v əˈprōprē-it architect ardent argue arise planlamak, tasarlamak; (n): mimar ateşli, coşkun, gayretli, istekli tartışmak, iddia etmek, savunmak doğmak, ayağa kalkmak, yükselmek, ortaya çıkmak; (arose, arisen) v ˈärkiˌtekt around arouse arrangement etrafında, çevresinde uyandırmak, canlandırmak, harekete geçirmek düzenleme, tanzim adj əˈround aspect assert assertiveness assess assessment assign appropriate attitudes: uygun tutumlar. appropriate supervision: uygun denetim. where appropriate: uygun olduğu hallerde. appropriations: gider, sarf; tasarruf; ödenek. appropriation: ödenek. appropriations: ödeme emri verilen krediler. adj ˈärdnt v ˈärgyoo͞ iv əˈrīz - errayz, v əˈrouz n əˈrānjmənt görünüm, görüş, yön, hal, tavır ileri sürmek, iddia etmek, savunmak kendine güvenen değerlendirmek (evaluate) değerle(ndir)me; keşif ve takdir etme, vergilendirme n aspekt v əˈsərt ayırmak, tahsis/tayin etmek; devretmek; havale etmek; temlik etmek; terk etmek; ferağ etmek (mal); ciro etmek (senet) The technician checks everything carefully lest no problem arises during the operation. Lest + Clause: Olmaz ise, Olmaz diye. administrative arrangements: idari düzenlemeler. customs arrangement: gümrük düzenlemesi. duty relief arrangement: gümrük muafiyeti düzenlemesi. exchange arrangement: kambiyo rejimi. land arrangement: arazi düzenlemesi. legal arrangement: yasal düzenleme, hukuki düzenleme. n v əˈses n əˈsesmənt v əˈsīn conformity assesment procedure : uygunluk değerlendirme prosedürü. environmental impact assessment: çevresel etki değerlendirmesi. mode of assessment: değerlendirme usulleri. risk assessment systems: risk değerlendirme sistemleri. tasks assigned to it by the commission: komisyon tarafından kendisine verilen görevler. to assign tasks to the commission: komisyonu görevlendirmek. Each consideration is assigned a numerical value to reflect its relative importance. assume farz etmek, sanmak (conclude); üstlenmek, üzerine almak (take on) (sorumluluk, vebal vb); muhtemelen, galiba, herhalde (presumably, presume, imagine) v ͞ əˈsoom assumption assure farz etme, takınma, üstüne alınma birine teminat vermek, emin kılmak, garanti vermek n v əˈsəm(p)SHən ͝ əˈSHoor astonish attention attrack v əˈstäniSH n əˈtenCHən v əˈtrakt v etribuyut auditor avalanche avoid ban şaşırmak dikkat! ilgi, özen çekmek, cezbetmek (allure, appeal, attrack, tempt, attract, lure) nedene dayandırmak (base on, upon); (n): simge, sembol, öznitelik, sıfat. denetçi, murakıp çığ, heyelan önlemek, kaçınmak, iptal etmek, imtina etmek yasaklamak, men etmek, boykot etmek, aforoz etmek n ˈôditər n ˈavəˌlanCH v əˈvoid v bän barely zar zor, güçlükle (hardly, scarcely); kıtı kıtına adv ˈbe(ə)rlē barn barren bat n behalf ahır, ambar kurak, verimsiz (infertile, arid) yarasa, sopa, vuruş, raket; (v): vuruş yapmak, vurmak, kırpmak taşımak, çekmek, katlanmak; (bore, borne); (n): ayı, kaba adam adına, namına, yerine belated belief beneficiary bias gecikmiş inanç faydalanan, yararlanan, hak sahibi önyargı, eğilim, sapma (prejudice) adj biˈlātid attribute bear bärn adj ˈbarən n bat iv be(ə)r n biˈhaf n biˈlēf n ˌbenəˈfiSHēˌerē n ˈbīəs on its behalf : kendi adına, kendi namına. on behalf of the governments of the member states : üye devletlerin hükümetleri adına. bitterness bless blossom blush body acılık, sertlik, keskinlik kutsamak, kutsal saymak, şükretmek çiçek açmak, canlanmak, gelişmek yüzü kızarmak, utanmak birim, organ, kuruluş; kurum n ˈbitərnis v bles v ˈbläsəm v bləSH n ˈbädē bore canı sıkılmak, sıkmak, delmek, delik açmak; (n): sıkıntı, çap patlak vermek, başlamak, çıkmak (escape) esinti, meltem, rüzgar kısa, öz parlak, zeki, aydınlık, neşeli, görkemli ileri sürmek, yol açmak, orsa alabanda etmek genişletmek, genişlemek zalim, acımasız yük, külfet, sorumluluk gömü, gömme; cenaze töreni afet, musibet, felaket, bela, sefalet başvumak, istemek, uğramak, önünde söylemek iptal etmek (belge, organizasyon, politika, borç) (call off) tuval, kanaviçe, çadır bezi oy veya sipariş toplamak kapatmak, örtmek yatırım harcamaları uygulamak, yerine getirmek, icra etmek (fulfil, conduct), yürütmek (çalışma, deney, anket vb) v bôr break out breeze brief bright bring about broaden brutal burden burial calamity call upon cancel canvas canvass cap capex carry out competent body: yetkili organ, yetkili birim. notified body: onaylanmış kuruluş. pre-court settlement body (arbitration): duruşma/ yargılama öncesi çözüm organı (tahkim). to resign as a body: toplu olarak istifa etmek. pv n brēz adj brēf adj brīt pv n ˈbrôdn ͞ adj ˈbrootl brutal murder: vahşi cinayet. n ˈbərdn burden-sharing: külfet paylaşımı, masraf paylaşımı. n ˈberēəl n kəˈlamitē pv v ˈkansəl n ˈkanvəs v ˈkanvəs v kap n ˈkapeks pv unilateral cancellation: tek taraflı fesih. case durum, vaziyet, hal; mesele, vaka, hadise,olay; dava n kās cause neden olmak, sebebiyet vermek (bring about) v kôz cautiously dikkatlice adv ˈkôSHəslē cease celebrate celebrity chair challenge sona erdirmek, durdurmak (cease-fire: ateşkes) kutlamak, anmak ünlü başkanlık etmek meydan okuma, mücadele eteme, davet etmek; dürtü v siis v seləˌbrāt chase cherish churn circumstance cite as the case may be: duruma göre, halin icabına göre. case of infringement: ihlâl durumu, ihlâl hali, ihlâl olayı. case-law of the European court of justice : Avrupa toplulukları adalet divanı içtihadı. in case of urgency: acil durumda. to investigate a case: bir durumu soruşturmak, bir olayı tahkik etmek. to cause a disadvantage: bir zarara sebep olmak, olumsuz duruma sokmak, sorunlara neden olmak. to cause a damage: zarara neden olmak. cause of concern: endişe nedeni. adj səˈlebrətē v CHe(ə)r n ˈCHalənj kovalamak, takip etmek, peşinde olmak beslemek, yaşatmak, bağrına basmak, değer vermek v CHās v ˈCHeriSH v CHərn n ˈsərkəmˌstans v sīt claim çalkalamak, köpürmek durum, koşul, şart, detay, ayrıntı örneklemek, adından bahsetmek, değinmek (refer to, mention) iddia; talep; alacak hakkı; (v): iddia etmek (allege ) n klām coach cognitively eğitmek, antrenman yaptırmak mantıksal v kōCH cohabitation collapse collective birlikte yaşamak çökmek; bayılmak ortak; toplu; kolektif n claim for damages: tazminat talebi. to claim a compensation: tazminat istemek. to claim: iddia etmek; talep etmek, istemek. adv v kəˈlaps n kəˈlektiv collective bargaining : toplu sözleşme. collective defense : kolektif savunma. combat çarpışmak, dövüşmek, mücadele etmek, savaş açmak v come up with commit pv comparative comparatively üretmek, düşünerek bulmak önermek, söz vermek, vaat etmek; kalkışmak, yeltenmek; suç yada cürüm işlemek; adamak (devote) (kendini işine, ailesine vb) kıyaslamalı, orantılı nispeten, orantılı olarak, epeyce compare compel karşılaştırmak zorlamak, mecbur bırakmak (force, oblige) v kəmˈpe(ə)r v kəmˈpel comply (with) comprehensive compromise uymak, itaat etmek (abide by) kapsamlı, detaylı, anlayışlı uzlaşmak, anlaşmak, uzlaştırmak; (n): uzlaşma, ödün, taviz zorunlu, mecburi kabullenmek, ödün vermek tasarlamak, kurmak, düşünmek endişelendirmek; ilgilendirmek, ilişkisi olmak; (n): endişe, ilgi, merak sonuçlandırmak, bitirmek, sonuç çıkarmak(assume) pv conduct confidence confident compulsory concede conceive concern conclude v /kambet/ Come up = occur, happen. kəˈmit adj kəmˈparətiv adv kəmˈparətivlē His conscience compelled him to confess. confess: itiraf etmek. conscience: vicdan, inanç. adj kämpriˈhensiv v ˈkämprəˌmīz Luxemburg compromise (1966): Lüksemburg uzlaşması (1966). adj kəmˈpəlsərē v kənˈsēd v kənˈsēv v kənˈsərn v ͞ kənˈklood idare etmek, yönetmek, yönlendirmek; iletmek, geçirmek; (n): davranış (behaviour); hareket; yönetim, idare, gidiş v kindakt güven, itimat, sır kendinden emin, güvenilir n ˈkänfədəns adj ˈkänfədənt there are concerned about ..: … hakkında endişe var. in response to concern: kaygıya tepkili. code of conduct: davranış kuralları. serious misconduct suihal to conduct negotiations: müzakereleri yürütmek. powers which are conferred upon it by this treaty: işbu antlaşmayla verilen yetkiler. to confer powers: yetkiler vermek. to confer rights: haklar vermek. within the limits of the powers conferred by this treaty: işbu antlaşmanın verdiği yetkiler dahilinde. adj ˌkänfəˈdenCHəl confuse conquest conscious secret; gizli, sır; güvenilir hapsetmek, sınırlamak, tutmak uymak, uyumlu olmak, uydurmak uymak, uyuşmak (obey the rules) karşılaşmak,yüz yüze gelmek; confront about: yüzleştirmek karıştırmak, şaşırmak fetih, zapt, fethedilen topraklar bilinçli consequence sonuç, netice (result) n considerable büyük ölçüde, önemli miktarda, azımsanamaz X negligible (neglicıbıl) anayasa sürdürme, uzatma, devam etme adj kənˈsidər(ə)bəl confidential confine conform conform to confront constitution continuation v känfəyın v kənˈfôrm pv v kənˈfrənt v ͞ kənˈfyooz n ˈkänˌkwest adj ˈkänCHəs känsikwəns v ͞ känstəˈt(y)ooSHən n kənˌtinyəˈwāSHən conscious that (in protocol): bilincinde olarak; farkında olarak (protokollerde kullanılan deyim). As a consequence: Bunun sonucunda. He lacks self-confidence. As a consequence, he is unlikely to be successful. Regardless of the consequences: Sonuçlarına bakılmaksızın, sonuçları ne olursa olsun. negative consequences: olumsuz sonuçları. contract sözleşme yapmak; küçülmek, büzülmek (shrink); hastalık kapmak; (n): sözleşme, anlaşma v ˈkänˌtr /akt/ controversy convey convict convince tartışma, ihtilaf, anlaşmazlık, çekişme iletmek, taşımak, nakletmek mahkum etmek; suçlamak; (n): mahkum,tutuklu ikna etmek, inandırmak n ˈkäntrəˌvərsē v kənˈvā v /kanfikt/ v kənˈvins correlation counterfeit courage course creation crown ilişki, bağıntı sahtesini yapmak, taklidini yapmak; sahte, taklit cesaret, yiğitlik gidişat, ilerleme; akış yönü; öğrenim, kurs yaradılış, oluşum, eser taç giydirmek, süslemek, doruğa ulaştırmak; (n): taç, tepe, zirve zalim, acımasız, gaddar n kôrəˈlāSHən v ˈkountərˌfit n ˈkərij n kôrs n krēˈāSHən v kroun cruel ͞ adj ˈkrooəl contract governed by private law: özel hukuka tâbi sözleşme. contract governed by public law: kamu hukukuna tâbi sözleşme. contract of limited duration: sınırlı süreli sözleşme. contractor: yüklenici. contract product: sözleşme konusu ürün. contracting parties: âkit taraflar. contractual liability: sözleşmeden doğan sorumluluk, akdi sorumluluk. contractual licenses: sözleşmeye ait lisanslar, akitten doğan lisanslar. extra contractual: sözleşme dışı, akit dışı. high contracting parties: yüksek âkit taraflar. insurance contract: sigorta sözleşmesi, sigorta akdi. non-contractual liability: sözleşme dışı sorumluluk. relevant market for the contract products: sözleşme konusu ürünler pazarı. subcontracting alt: sözleşme, taşeronluk. supply contract: tedarik sözleşmesi. time-share holiday contract: devre mülk tatil sözleşmesi. unfair terms in consumer contracts: tüketici sözleşmelerindeki haksız koşullar. convinced that (in resolutions, in conventions) : ... inanarak (ilke kararlarında, uluslararası sözleşmelerde); kanısına vararak. to co-opt yanına almak, bünyesine almak (eklemek). in the course of: esnasında span open gaps between tree crowns: ağaç tepeleri arasındaki açık boşluklar yayılma. v ͞ krooəltē ͞ krooˈsād v kərb acımasızlık, zulüm savaşa katılmak, mücadele etmek frenlemek, gem vurmak; (n): fren, gem, kaldırım kenar taşı alışıldığı gibi, geleneklere göre n yaprak üstü zarı, üst deri, epiderm, tırnak çevresindeki ölü deri cesaret etmek, kalkışmak, riske girmek, meydan okumak son teslim tarihi, süre bitimi tartışmak, müzakere etmek; tartışma, müzakere borç, borçlu olma durumu n ͞ ˈkyootikəl v de(ə)r n ˈdedˌlīn v diˈbāt political debates: siyasi tartışmalar. n det external debt: dış borç. external debt monitoring report: dış borç izleme raporu. foreign indebtment: dış borçlanma. public debt accountant: kamu borçları saymanı. n diˈsepSHən deficiency deficit hile, kandırma, aldatma aldatıcı, yanıltıcı senetle devretmek; (n):tapu, belge, iş, eylem, cesaretli davranış derin bozguncu, yenilgiyi kabul eden döneklik etmek, ayrılmak, kaçmak, iltica etmek, sığınmak; (n): kusur, arıza, noksan, eksiklik, özür (shortcoming ) eksiklik, yetersizlik, yoksunluk hesap açığı; eksik; dezavantaj deforestation defy demand depend upon ağaçları yok etme meydan okumak, karşı gelmek, küçümsemek talep ,istek; talep etmek, istemek bağlı olmak n cruelty crusade curb customarily cuticle dare deadline debate debt deception deceptive deed deep defeatist defect adv ˌkəstəˈme(ə)rəlē adj diˈseptivlē v dēd adj dēp adj diˈfētist v dēˌfekt n diˈfiSHənsē nutritional deficiency: beslenme yetersizliği. n deficit deficit to triple : üçlü açığı. trade balance deficit : dış ticaret açığı. v diˈfī v diˈmand pv demands of society: toplumun talepleri. deplete tüketmek v diˈplēt deprive derive desegregation deserve desolate yoksun bırakmak, mahrum bırakmak elde etmek, türemek ırk ayırımına son verme hak etmek, layık olmak mutsuz, kederli (depressed); terkedilmiş (deserted) v diˈprīv v diˈrīv desperately umutsuzca, can havli ile, vahim adv ˈdespəritlē detain deteriorate devastate devastation devote diagnose dilemma disability disastrous discredit discriminate v diˈtān v diˈti(ə)rēəˌrāt v ˈdevəˌstāt n ˌdevəˈstāSHən v diˈvōt v ˌdīəgˈnōs n diˈlemə n ˌdisəˈbilitē disease disguise disinterest dismal dismay disorder alıkoymak, göz altında tutmak (take into custody) kötüleşmek, kötüye gitmek (aggravate, worsen) yıkmak, tahrip etmek (destroy) yıkım; destruction. tahsis etmek, adamak, ayırmak teşhis etmek, tanımlamak, hakkında bilgi vermek ikilem sakatlık, yetersizlik feci şekilde, korkunç gözden düşürmek, kötülemek ayırt etmek, fark gözetmek; ayrımcılık yapmak /uğramak hastalık, maraz (illness, ailment) saklamak, gizlemek, değiştirmek ilgisiz kasvetli, üzücü korkuya düşürmek, yıldırmak, dehşet karıştırmak, düzenini bozmak; (n): düzensizlik, kargaşa disposal disrupt disseminate yok etme, ortadan kaldırma, satış, kullanım dağıtmak, bozmak, bölmek yaymak (bilgi, fakir vb) , dağıtmak adj disˈpōzəl overfishing has depleted stocks around the world: aşırı avlanma dünyada stokları tükenmiş oldu. poor farming practices have depleted soils: kötü tarım uygulamaları toprağı tüketmiş. n v dəˈzərv adj də' /zoleyt/ adj diˈzastrəs v disˈkredit v disˈkriməˌnāt n diˈzēz v disˈgīz n disˈint(ə)rist adj ˈdizməl v disˈmā v disˈôrdər v disˈrəpt v diˈseməˌnāt devastating banking crises: yıkıcı bankacılık krizleri. Doctors diagnosed a rare and fatal liver disease. dissertation dissipate distinction distinctive distribute tez, bilimsel inceleme dağıtmak, çarçur etmek, boşa harcamak ayrım, fark, ayırma belirgin, kendine özgün, karakteristik, sıra dışı dağıtmak; bölüştürmek; paylaştırmak (deliver, handout) n v distribute diversity dominance donate doubt draw n diˈvərsitē n ˈdämənəns v dōnāt v dout iv drô embarrassment embody eminent emission emotion çeşitlilik, farklılık egemenlik, hakimiyet, üstünlük bağış yapmak (contribute) kuşkulanmak, şüphe etmek; (n): şüphe; kuşku resim çizmek; perde çekmek, kenara almak; sonuç çıkarmak (draw a conclusion); bir maçın berabere bitmesi; (drew, drawn) donuk, aptal, sıkıcı oturan, sakin keskinleştirmek, sokulmak, kenar yapmak; (n): kenar, üstünlük etki, tesir, yarar ayrıntılı, detaylı uygun, geçerli, nitelikli elemek, kurtulmak (getrid of); yok etmek, yıkmak (destroy) yakalanması zor, akla gelmeyen, anlaşılmaz; güvenilmez, kaypak utanma, mahcubiyet somutlaştırmak, cisimleştirmek, seçkin, ünlü, yüksek rütbeli, yüce yayma, yayınlama duygu, his, heyecan empower güçlendirmek, yetki vermek, izin vermek dull dweller edge efficacy elaborate eligible eliminate elusive ˌdisərˈtāSHən v n disˈtiNGkSHən adj disˈtiNGktiv adj dəl n /tıvelır/ v ej n ˈefikəsē exclusive distribution agreements: tek elden dağıtım anlaşmaları. local distribution company: yerel dağıtım şirketi. distributor: dağıtıcı. dull and flat: donuk ve tek düze adj ilebırıt adj ˈeləjəbəl v 1 iˈliməˌnāt /şın/ ͞ adj iˈloosiv n emˈbarəsmənt v emˈbädē (em:im) adj ˈemənənt n iˈmiSHən n iˈmōSHən v emˈpou(-ə)r eminent scholar: alim thought and emotions: düşünce ve duygular. emotional support to group members: grup üyelerine duygusal destek . v ˈemyəˌlāt v enˈakt v enˈkoun(t)ər engagement taklit etmek (imitate, copy) sahnelemek; yasa çıkarmak karşılaşmak (to face), rastlamak, yüz yüze gelmek sonuçlanmak, sona ermek; eventually, (reach, do, decide) tehlikeye atmak (jeopardize, imperil) gayret etmek, çabalamak, çaba sarf etmek; (n): çaba, gayret, uğraş katlanmak, dayanmak uygulamak, zorlamak, güçlendirmek meşgul olmak, meşgul etmek; tutmak, bağlanmak, bağlamak, söz vermek nişan, söz, yözleşme, yükümlülük, soumluluk, randevu enhance enlightenment ensure enterprise enthusiast entity envision emulate enact encounter end up endanger endeavor endure enforce engage pv v enˈdānjər v enˈdevər v ͝ enˈd(y)oor v enˈfôrs v enˈgāj n enˈgājmənt büyülemek aydınlatma, aydınlık, ilim irfan emin olmak, sağlama almak, garantiye almak teşebbüs, girişim, işletme v enˈhans n v enˈlītnmənt ͝ enˈSHoor n ˈentərˌprīz meraklı, hayran, istekli, ateşli taraftar varlık, var oluş, tüzellik göz önüne getirmek, düşünmek n ͞ enˈTHoozēˌast n ˈentitē v enˈviZHən (sen dur daha nelere katlanacaksın) In Italy so many town-dwelling aristocrats engaged in banking or mercantile enterprises. European Centre for Public Enterprise (CEEP): Avrupa Kamu İşletmeleri Merkezi. European Charter for Small Enterprises: Küçük İşletmelere Yönelik Avrupa Sözleşmesi. inter-enterprise agreement: işletmeler / firmalar arası anlaşma. Multi Annual Programme for Enterprise and Entrepreneurship: Işletmeler ve Girişimcilik Çok Yıllı Programı. notification of inter-enterprise agreement: işletmeler / firmalar arası anlaşmaya ilişkin bildirim. entrepreneur: girişimci, müteşebbis. entrepreneurship: girişimcilik. art: sanat, zanaat. artisan: küçük sanatkâr. v iˈkwip v iˈradiˌkāt v iˈrekt eventually donatmak, (equipment: donanım,teçhizat) yok etmek, kökünü kazımak dikmek, kaldırmak, dikleştirmek; (adj: dik, kalkık, kalkmış) kararsız, düzensiz, değişken ödev, girişim, deneme zorunlu, gerekli, elzem, şart kazmak, boşaltmak, tahliye etmek, vücuttan dışarı atmak sonunda, nihayetinde, en sonunda evidence evident exact exaggerate exceed except exception exceptionally kanıt, delil (proof) açık, ortada, aşikar kesin abartmak, büyütmek, şişirmek haddini aşmak, aşırıya gitmek, sınırı geçmek ayırmak, hariç tutmak, itiraz etmek istisna, hariç tutma son derece, fevkalede n exclusion exclusively hariç tutma, dışında bırakma, çıkarma, kovma sadece, yalnızca n excursion exert exhilarate existentialism keşif gezisi uygulamak, kullanmak, harcamak keyif vermek, canlandırmak varoluşculuk n ikˈskərZHən v igˈzərt v igˈziləˌrāt n ˌegziˈstenCHəˌlizəm expansive geniş, genişleyen, yayılan adj ikˈspansiv equip eradicate erect erratic essay essential evacuate adj iˈratik n /esey/ n iˈsenCHəl v iˈvakyəˌwāt ͞ adv iˈvenCHooəlē often eventual death: genellikle nihai ölüm. ˈevədəns adj ˈevədənt adj igˈzakt v igˈzajəˌrāt v ikˈsēd v ikˈsept n ikˈsepSHən adv ikˈsepSHənəlē ͞ ikˈsklooZHən ͞ adv ikˈskloosəvlē exactness (n): kesinlik, doğruluk expenditure gider; harcama; masraf n ikˈspendiCHər public expenditure: kamu harcamaları. assessment of expenditure : gider tahakkuku. classification of expenditures: harcamaların sınıflandırılması. commitment of expenditure : gider taahhüdü. compulsory expenditure : zorunlu harcama. expenditure order: harcama emri. non-compulsory expenditure : zorunlu olmayan harcama. payment of expenditures : giderlerin ödenmesi. tax expenditure : vergi gideri. compulsory : mecburi/zorunlu. compulsorily : zorunlu olarak. expense explicitly masraf, gider, harcama açıkça n ikˈspens basic expenses: temel giderler. expose gerçekleri açıklamak (reveal); (tehlikeye vb) maruz bırakmak büyük, derin, kapsamlı derece, uzunluk, genişlik, kapsam tükenmiş, yok olmuş, soyu tükenmiş sönme, yok olma, nesli tükenme elde etmek, çekip çıkarmak (üzümden sirke elde etmek gibi) görme yeteneği gerçek, gerçeklere dayalı, tam, eksiksiz, harfi harfine v yalan, sahtelik şöhret, ün kıtlık, yokluk, açlık ölümcül (yara vb), öldürücü, ciddi (lethal, mortal, terminal ) iyilik, lütuf, yardım, kayırma olumlu, yapıcı (positive, constructive); uğurlu (auspicious) n ͝ ˈfôlsˌhood n fām n famən extensive extent extinct extinction extract eyesight factual falsehood fame famine fatal favour favourable adv ikˈspōz adj ikˈstensiv n ikˈstent adj ikˈstiNG(k)t n ikˈstiNG(k)SHən v /ekstrakt/ n ˈīˌsīt ͞ adj ˈfakCHooəl adj ˈfātl n fāvər adj ˈfāv(ə)rəbəl fear korkmak, endişe etmek; (n): korku, endişe, kaygı v fearful fee adj ˈfi(ə)rfəl fluctuation fool foresee forgive fortunately korkunç, korkak, ürkek ödemek, ücretini vermek, ücretli olarak tutmak; (n): ücret, mirasla eld edilen mülk hissetmek, sezmek; (felt, felt) vahşi, yabani, vahşi hayata geri dönmüş husursuz etmek, huzursuzlanmak öğrenmek, bulup ortaya çıkarmak, keşfetmek (discover) kaçmak (escape), tüymek, terk etmek, firar etmek; (fled, fled) dalgalanma, oynama, değişip durma aldatmak, aptal yerine koymak, kandırmak öngörmek, geleceği görmek affetmek, bağışlamak; (forgave, forgiven) iyi ki, bereket versin ki foster foundation teşvik etmek, beslemek vakıf, kuruluş, temel, esas, asıl v ˈfôstər n founˈdāSHən frontier frugally sınır, hudut sade, basit, tutumlu bir şekilde n ˌfrənˈti(ə)r frustrate frustration fulfill futile gadget gene gesture bozmak, engellemek, hüsrana uğramak hüsran, düş kırıklığı yerine getirmek, karşılamak, yapmak beyhude, nafile, boş yere küçük aletler gen jest, iyi niyet gösterisi v frəsˌtrāt n frəˈstrāSHən ͝ foolˈfil feel feral fidget find out flee fi(ə)r v fē iv fēl adj ˈfi(ə)rəl v most of the fears: korkuların çoğu. fear of flying: uçuş korkusu. Fearless: not afraid of anything rats and feral cats: fareler ve vahşi kediler. ˈfijit pv iv flee n v ͞ ˌfləkCHooˈāSHən ͞ fool v fôrˈsē iv fərˈgiv adv ˈfôrCHənətlē adv v ͞ adj fyootl n ˈgajit n jēn n ˈjesCHər /cesçır/ European Foundation: Avrupa Vakfı. European Foundation for Science: Avrupa Bilim Vakfı. European Foundation for the Improvement of Life and Working Conditions: Avrupa Yaşam ve Çalışma Koşullarını İyileştirme Vakfı. get along with get around geçinmek; arası iyi olmak (like each other) have mobility; yolunu bulmak, yayılmak, gezinmek pv get rid of sbd/sth başından atmak, kurtulmak pv get through (to) pv give off gloomy go into go off graceful gradually geçmek, geçirmek, ulaşmak, iletişim kurmak; bitirmek; meclisten geçirmek dev X dwarf: cüce güzeleştirmek, süslemek, yaldızlamak; (n): dernek, loca, birlik boyun eğmek, razı gelmek (acquiesce, assent, consent, submit, yield to + to + N / Ving) göndermek, çıkarmak, neşretmek loş, az ışıklı; karanlık, üzüntülü, mahzun girmek, varmak, araştırmak patlamak, ateş almak; çalışmasını durdurmak zarif, narin, hassas yavaş yavaş, kademeli olarak grant vermek, bahşetmek; (v): hibe, imtiyaz v grant grasp grievance grocery guideline kavramak (bir nesneyi); anlamak (bir konuyu) şikayet, yakınma, sorun, kindarlık bakkal ilke, prensip, ana hatlar v grasp n ˈgrēvəns n ˈgrōs(ə)rē n ˈgīdˌlīn giant gild give in pv Get rid of sbd/sth: to throw away or destroy something you do not want any more adj ˈjīənt v Gilded Age: yaldızlı çağ pv give in (to): reluctantly stop fighting or arguing pv ͞ adj ˈgloomē pv pv adj ˈgrāsfəl ͞ adv ˈgrajooəlē The transformation of industry came more gradually. money in grants: hibe para. grant of licenses: lisans verilmesi. grant of licenses by arbitration: tahkim yolu ile lisans verilmesi. to grant a repayment: geri ödemeden yararlanma imkanı bahşetmek. to grant loans and to give guarantees: borç ve garantiler vermek. employment guidelines: istihdama ilişkin kılavuz ilkeler. in conformity with the guidelines: kılavuz ilkelerle uyumlu biçimde. introductory guidelines: başlangıç esasları, ön kılavuz ilkeler. sectorial guidelines: sektörel kılavuz ilkeler. habit habitat habitually alışkanlık, huy, kafa yapısı, kıyafet yetişme ortamı, doğal ortam, vatan alışkanlıkla n ˈhabit n ˈhabiˌtat hallmark hand down harass harsh hate karakterize etmek miras bırakmak, devretmek. saldırmak, taciz etmek sert, kaba, haşin nefret etmek, iğrenmek, kin beslemek, istememek v v hāt haunt v hänt,hônt hazy headquarter hence dadanmak, görünmek, aklından çıkmamak; (n):uğrak, sık sık gidilen yer, buluşma yeri puslu, dumanlı, sisli, bulanık merkez bu nedenle, bundan dolayı henceforth bundan böyle, bundan sonra adv ˈhensˌfôrTH herb hesitate hospitable hostility household humble humiliate illusion illustrate illustrious imitate immeasurable immediate impact ot, bitki çekinmek, duraksamak, terredüt etmek, teklemek konuksever düşmanlık, kin hane halkı mütevazı (modest) aşağılamak, rezil etmek, utandırmak (embarrass) hayal, hülya, kuruntu örneklemek, tanımlamak, resimlemek ünlü, meşhur, tanınmış taklit etmek, benzemek sınırsız, ölçülmez, sonsuz derhal, acele, çabuk; (akraba için) en yakın etkilemek; çarpmak; sıkıştırmak, pekiştirmek; (n): darbe, etki tarafsız n (h)ərb v ˈheziˌtāt impartially ͞ adv həˈbiCHooəllē He habitually orders people. O alışkanlıkla insanlara emreder. ˈhôlˌmärk pv v ˈharəs sexual harassment: cinsel taciz adj härSH hate crime: nefret suçu. adj ˈhāzē n ˈhedˌkwôrtər adv hens adj ˈhäspitəbəl n häˈstilitē n ˈhousˌ(h)ōld adj ˈhəmbəl (hə: ha) ͞ v (h)yooˈmilēˌāt n ͞ iˈlooZHən v ˈiləˌstrāt adj iˈləstrēəs v ˈimiˌtāt adj iˈmeZHərəbəl adj iˈmēdē-it v /empekt/ adj imˈpärSHəllē humble history textbook: mütevazı tarih ders kitabı n ˌimpərˈfekSHən n impləmənˈtāSHən imprecise improve incidence kusur, eksiklik uygulama üstü kapalı, ima edilen ima etmek, kastetmek zorla kabul ettirmek, uygulamaya koymak( vergi), yük olmak kesin olmayan, dikkatsiz, özensiz geliştirmek, iyileştirmek meydana gelme oranı, oluş sıklığı, rastlantı, etki alanı incidentally tesadüfen, bu arada, aklıma gelmişken adv ˌinsiˈdent(ə)lē incredible indefinitely inanılmaz (unbelievable) süresiz olarak adj inˈkredəbəl indestructible indicate indispensable indistinguishable yok edilemez, dayanıklı, yıkılmz göstermek, belirtisi olmak (point out, show) vazgeçilmez, gerekli, zorunlu, öncelikli ayırt edilemez, farksız, benzer adj ˌindiˈstrəktəbəl individual bireysel, kişisel; (n): birey, kişi, şahıs, fert inescapable inevitable inevitably kaçınılmaz kaçınılmaz (indispensable, inescapable kaçınılmaz infancy infant infer influence bebeklik, çocukluk, başlangıç bebek, çocuk sonuç çıkarmak, anlam çıkarmak etkilemek (impact, effect) n ˈinfənsē n ˈinfənt v inˈfər v ͝ ˈinflooəns influx infrequent inherit akın, içeriye akma, giriş, nehir ağzı seyrek, nadir, az bulunur mirasa konmak, miras olarak almak (comeinto) n ˈinˌfləks imperfection implementation implicit imply impose implementation strategy: uygulama stratejisi . adj imˈplisit v imˈplī v imˈpōz adj ˌimpriˈsīs ͞ v imˈproov n insidəns adv inˈdefənitlē v indiˌkāt adj ˌindiˈspensəbəl adj ˈindisˈtiNGgwiSHəbə l adj ˌindəˈvijəwəl individual earnings : bireysel kazanç. individual exemption: bireysel muafiyet. adj ˌiniˈskāpəbəl adj inˈevitəbəl adv inˈevitəblē adj inˈfrēkwənt v inˈherit rival groups vie for attention and influence: rakip gruplar ilgi ve nüfuz/etki için rekabet ederler. great political influence : büyük siyasi etki. inhibit engellemek, kısıtlamak, yasaklamak, gözdağı vermek v initial initiate initiative ilk, başlangıç başlatmak (start, commence) girişim adj iˈniSHəl injustice innate innocent innovation insecure inspiration inspire instance instructive insufficient intense intensify intensive intent intention intentional interdependence interest inˈhibit v /inişıeyt/ n iˈniSH(ē)ətiv eşitsizlik, adaletsizlik (inequality, unfairness) doğuştan, doğal masum, saf, suçsuz yenilik, yeni bir şey icad etmek güvensiz, güvenilmez, emniyetsiz ilham, esin esinlenmek, ilham vermek örnek öğretici, eğitici yetersiz yoğun, şiddetli, kuvvetli, istekli yoğunlaşmak, şiddetlenmek; (n): güçlülük, yoğunluk n inˈjəstis yoğun, şiddetli niyet, amaç, maksat, gaye; (adj): niyetli, istekli, hevesli, dikkatli niyet, kasıt, maksat kasıtlı, maksatlı, bilebile (deliberately) dayanışma, bağlılık ilgilendirmek; (n): faiz, menfaat, çıkar; yarar adj inˈtensiv Initial requirements: Ilk gereksinimleri. on its own initiative: kendiliğinden, re’sen. the initiative of ...(member state): .... (üye devlet) girişimi. to initiate the procedure: süreci başlatmak. adj iˈnāt - eneyt n inəsənt n ˌinəˈvāSHən innovation relay centers: yenilik aktarım merkezleri. ͝ adj ˌinsiˈkyoor n ˌinspəˈrāSHən v inˈspīr n ˈinstəns adj inˈstrəktiv adj ˈinsəˈfiSHənt adj inˈtens v inˈtensəˌfī n inˈtent n inˈtenCHən adj inˈtenCHənl n inˈtər, diˈpendəns v ˈint(ə)rist at the output of interest of a sensor array: bir algılayıcı dizisinin ilgili çıkışında. public interest: kamu yararı. European interest groups: Avrupa çıkar grupları. interest rate: faiz oranı. prejudiced interests: zarar gören çıkarlar. public interest: kamu yararı. safeguard the interests of the community: topluluk çıkarlarının korunması. yorumlamak, değerlendirmek müdahale, arada olma; interventionist: karışan kimse, müdahale eden kimse işgal etmek, istila etmek (attack, occupy) icat, buluş dahil olmak, ilgili olmak, ilişkili olmak, karışmak; sarmak, bulaştırmak v inˈtərprit interpretation in dispute : tartışmalı yorum. n ˌintərˈvenCHən derived intervention price : belirlenmiş/hesaplanmış müdahale fiyatı. intervention price : müdahale fiyatı. v inˈvād n inˈvenSHən v inˈvälv konu dışı, ilgisiz yeri doldurulamaz, eşsiz karşı konulmaz, dayanılmaz çıkarmak, çıkmak, ihraç etmek; (n): konu, mesele; yayım-baskı kıskançlık, haset değerlendirmek, yargılamak, hüküm vermek; (n): yargıç, hakim, uzman, expert haklı olarak adj iˈreləvənt lack yoksun olmak, ihtiyacı olmak; (n): eksiklik, yoksunluk, yokluk v lak lack of broadband services: geniş bant hizmetleri eksikliği. lack of imagination: hayal gücü eksikliği. lack of interest : ilgisizlik. lacking the right to vote : oy hakkı eksikliği. landscape manzara n ˈlan(d)ˌskāp The French Revolution transformed the political and diplomatic landscape of Europe suddenly and dramatically. last v last v länCH lavishly sürmek, devam etmek, dayanmak, yetmek; son, önceki, sonunda başlatmak, füze fırlatmak, yörüngeye oturtmak; yeni bir ürünü lanse etmek, piyasaya sürmek bolca laziness legacy tembellik, miskinlik miras n lāzēnis n ˈlegəsē interpret intervention invade invention involve irrelevant irreplaceable irresistible issue jealousy judge justifiably launch involve emotional issues: duygusal sorunları içerir. involved in public life as reformers: reformcular olarak kamusal yaşama dahil olmak. adj iriˈplāsəbəl adj ˌiriˈzistəbəl v ˈiSHoo͞ n ˈjeləsē v jəj adv ˈjəsti /fayibli/ adv legislation yasama,mevzuat, kanun yapma v lethal likely öldürücü (silah, gaz vb) muhtemelen, galiba, büyük bir ihtimalle adj ˈlēTHəl limbo line up lip literally belirsizlik sıralanmak, sıraya girmek, düzenlemek dudak, ağız harfi harfine n livestock long hayvancılık özlemek, arzu etmek; (adj): uzun n ˈlīvˌstäk v lôNG n ˈlimbō lip adv ˈlitərəlē maintain make out make over make up v mealtime mean nonlethal: öldürücü olmayan pv pv mark off mark out master approximation of legislation : mevzuatın yaklaştırılması. Community legislation: Topluluk mevzuatı. EC legislation: AT mevzuatı. harmonization of legislation: mevzuatın uyumlaştırılması. horizontal legislation: yatay mevzuat. adv ˈlīklē look down on sbd küçük görmek, değerini küçültmek korumak, sağlamak, sürdürmek anlamak, fark etmek, çıkarmak, geçinmek yenilemek oluşturmak, toparlamak, makyaj yapmak, barışmak, forgive each other sınırlarını çizmek sınırlarını çizmek, planlamak (plan), ayırmak usta, efendi, sahip; hakim olmak, bir şeyi detaylarıyla bilmek (govern) yemek zamanı anlamına gelmek, kastetmek (meant, meant); (adj): ortalama, cimri, huysuz,, cimri (parsimonious , stingy, miserly, tight-purse) ˌlejəˈslāSHən mānˈtān pv pv pv pv pv v mastər n ˈmēlˌtīm iv mēn power for even longer: daha uzun sure güç. long steel production : uzun çelik üretimi. long-term commitments : uzun vadeli taahhütler/yükümlülükler. no longer: artık, bundan böyle. think less of, consider inferior; meaningless merely anlamsız, boş, içeriksiz yalnızca, sadece ( only, solely , just, purely, exlusively) adj ˈmēniNGlis merge birleşmek, bir araya gelmek ( iki şirketin birleşmesi vb) v mərj merger merit meticulously birleşme, füzyon hak etmek; (n): değer, erdem, fazilet titizlikle, özenle n ˈmərjər v ˈmerit misinterpret mislead yanlış yorumlamak, yanlış anlamak yanlış yönlendirmek; (misled, misled) v ˌmisinˈtərprət iv misˈlēd misunderstanding yanlış anlaşılma (misconception) n ˌmisˌəndərˈstandiN G mock v mäk modest moorland mortal naked narrator natal nature dalga geçmek, alay etmek (tease, make fun of); (n): alay, taklit et. eğlenmek, sahte humble; alçakgönüllü, mütevazı bozkır, kır ölümlü, fani çıplak, yalın anlatan, hikayeci doğum doğa; nitelik n ˈnāCHər necessity neglect niece notorious obedient zorunluluk, gereklilik, ihtiyaç ihmal etmek (ignore) yeğen, kardeş kızı infamous; adı çıkmış, kötü şöhretli, kötü ünlü submissive, dutiful; itaatkâr, sadık, söz dinler n nəˈsesətē v niˈglekt n nēs adv ˈōnlē Merger Treaty: Birleşme Antlaşması adv as a means of legal identification: yasal tanımlama aracı olarak mockery adj ˈmädəst ͝ n ˈmoo(ə)rlənd adj ˈmôrtl adj ˈnākid n naked eye: çıplak göz ˈnarātər adj ˈnātl adj nəˈtôrēəs adj ōˈbēdēənt nature of the exception: istisnanın niteliği good-naturedly: sabırla. biological diversity and natural resources management : biyolojik çeşitlilik ve doğal kaynak yönetimi. exclusively fiscal nature : münhasıran malî nitelikli. nature monuments : doğal anıtlar. nature park : doğal park. nature protection zone: doğa koruma alanı. great or notorious leaders: büyük ve kötü şöhretli liderler obey object objection objectionable objective uymak, itaat etmek ( kurallara vb) itiraz etmek; (n): amaç, nesne, cisim, obje itiraz; sakınca sakıncalı amaç, gaye v ōˈbā v əbˈjek n əbˈjekSHən obligation adj əbˈjekSHənəbəl quite objectionable: oldukça sakıncalı n əbˈjektiv yükümlülük, zorunluluk, mecburiyet n ˌäbliˈgāSHən oblige oblivious obscurity obsession obviously mecbur etmek, zorlamak habersiz, ilgisiz, unutkan bilinmezlik, karanlık saplantı, takıntı, sabit fikir, sürekli endişe belli ki, doğal olarak v əˈblīj attainment of the objectives : amaçlara ulaşılması. essential objective: esas amaç. objectives laid down in article: x madde x’ de yer alan amaçlar. to attain its objectives : amaçlarına ulaşmak. obligations arising from their duties : görevlerinden kaynaklanan yükümlülükler. pecuniary obligation : parasal yükümlülük. supplementary obligations: ek yükümlülükler. to evade the obligations: yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmak. to fail to fulfill an obligation: bir yükümlülüğü yerine getirememek/ifa edememek. to impose a pecuniary obligation: parasal bir yükümlülük yüklemek. occasion occasional occultism occupy fırsat, durum, hal; özel olay, önemli gün arasıra, nadiren (infrequent) doğa üstü güçlere inanma işgal etmek; doldurmak, yerleşmek n occur occurrence ocean offer only olmak, meydana gelmek (happen, take place) vukuat, olay okyanus teklif etmek, sunmak, önermek; (n): öneri, teklif yalnızca, sadece ( merely, solely , just, purely, exlusively) adj əˈblivēəs ͝ n əbˈskyooritē n əbˈseSHən adv ˈäbvēəslē əˈkāZHən adj əˈkāZHənl n /oakaldızm/ v ˈäkyəˌpī v əˈkər n əˈkərəns n ˈōSHən v ˈôfər adv ˈōnlē Germany occupied Polland in 1939: Almanya Polonya'1939 yılında işgal etti. ostentatious outline overcome overdue overlap oversight overthrow overturn owl pace paltry partition pass on peasant peculiarly perceive percentage perception perform permanent persist persuade persuasion persuasive pertain pester pilgrimage pillage pioneer gösterişli, fiyakalı, havalı özetlemek, ana hatlarıyla belirtmek; (n): ana hat, taslak, özet üstesinden gelmek, başa çıkmak vadesi geçmiş, gecikmiş üstüste binmek gözetim, nezaret; gözden kaçırma, gaflet devirmek, yıkmak, düşürmek, çökertmek devirmek, tepe üstü getirmek, alt üst etmek, alabora olmak baykuş, bilge adımlamak, hızını ayarlamak; (n): adım, hız, yürüyüş adj ˌästənˈtāSHəs değersiz, önemsiz, saçma bölmek, parçalara ayırmak geçirmek, devretmek, aktarmak köylü alışılmışın dışında algılamak, hissetmek, sezmak yüzdesi, yüzde, oran; komisyon, kar payı algı, algılama yerine getirmek; icra etmek kalıcı,sürekli, daimi ısrar etmek, sürüp gitmek ikna etmek, inandırmak (convince) ikna, inandırma, kanı, inanç ikna edici ait olmak, dair olmak, ilgili olmak rahatsız etmek, musalat olmak, bela olmak haç yolculuğu, uzun ve zorlu yol yağma, talan, ganimet öncülük etmek; (n): öncü, yol açan, öncülük eden (forerunner) adj ˈpôltrē v ˈoutˌlīn v ˌōvərˈkəm adj ˌōvərˈd(y)oo͞ v ˈōvərlap n v ˈōvərTHrō v ˈōvərtərn n oul v ˈpāˌsē v pärˈtiSHən pv adj pezənt v pərˈsēv n pərˈsentij n pərˈsepSHən v pərˈfôrm adj ˈpərmənənt v pərˈsist v pərˈswād (pə:pö) n pərˈswāZHən adj pərˈswāsiv v pərˈtān v pestər n ˈpilgrəmij n ˈpilij v ˌpīəˈnir one way to overcome: üstesinden gelmenin bir yolu. piracy pitch plague plausible pledge plenty plummet poet polish pool populace portfolio pose possess post preacher predecessor predetermine predominate preeminent preference korsanlık saha, eğim, alan, tezgah musallat olmak, bela olmak; (n): veba; öldürücü salgın hastalık; makul, mantıklı, akla yakın ciddi bir söz vermek, ciddi bir vaat etmek; (n): rehin, taahüt, tutu, söz, vaat, teminat bolluk, bereket, çokluk dimdik düşmek, çakılmak şair, ozan, romantik, duygulu kimse parlatmak, cilalamak; (n): lehce, parlatma, cilalama n ˈpīrəsē n piCH v plāg fon oluşturmak, kar paylaşmak, para koymak; (n): havuz, bilardo halk portföy, evrak çantası, belgeler, tahviller; bakanlık v ͞ pool n ˈpäpyələs n pôrtˈfōlēˌō ortaya çıkarmak, pozvermek sahip olmak,etkilemek vazife, görev, iş; posta vaiz, hatip selef (cet, ata) önceden belirlemek, önceden saptamak, önceden kararlaştırmak üstün olmak, ağır basmak, hakim olmak üstün tercih, öncelik v pōz v pəˈzes n pōst n ˈprēCHər n ˈpredəˌsesər v ˌprēdiˈtərmən v priˈdäməˌnāt piracy and plunder: korsanlık ve yağma adj ˈplôzəbəl v plej n ˈplentē v ˈpləmit n ˈpōit,ˈpōət v ill-posed : k öt ü konumlanmı ş. post-war: savaş sonrası. adj prēˈemənənt n ˈpref(ə)rəns Generalized System of Preferences: Genelleştirilmiş Tercihler Sistemi. mutual preferential regime: karşılıklı tercihli rejim. preferential companies: ayrıcalıklı şirketler. preferential regime: tercihli rejim. preferential trade : tercihli ticaret. prejudice zarara uğramak; (n): önyargı (bias); zarar, peşin hüküm v ˈprejədəs premise preoccupation prerequisite presence presumably öncül kaygı, endişe ön koşul varlık, huzur, varoluş muhtemelen n ˈpremis n ˌprēˌäkyəˈpāSHən n prēˈrekwəzət presume prevail varsaymak, tahmin etmek yenmek, galip gelmek, hüküm sürmek, etkili olmak v ͞ priˈzoom v priˈvāl prevalent prevent prior (to) priority procedure yaygın, genel, mevcut önlemek, engellemek (avert) den önce, den evvel öncelik prosedür, yöntem, usul adj ˈprevələnt proceed devam etmek, ilerlemek n ˈprezəns ͞ adv priˈzooməblē v without prejudice to the provisions: hükümler saklı kalmak koşuluyla. prejudiced interests: zarara uğrayan çıkarlar. presence of air pollution: hava kirliliğinin varlığı. prevalent overall: yaygın etraflı. priˈvent adj ˈprīər n prīˈôrətē n prəˈsējər v prəˈsēd co-decision procedure : ortak karar usulü. acting in accordance with the procedure laid down in article 252 of the Treaty : Antlaşmanın 252. Maddesinde öngörülen usule uygun şekilde hareket ederek. application of procedures : usulün uygulanması. assent procedure : uygun bulma usulü. consultation procedure: danışma usulü. cooperation procedure: işbirliği usulü. inward processing procedure: dahilde işleme usülü. procedure for revising : gözden geçirme usülü. rules of civil procedure : medeni usul hukuku kuralları. rules of procedure: usul kuralları. screening procedure: tarama usulü. tendering procedure: ihale usulü, teklif verme usulü. to initiate the procedure : süreci başlatmak. to result a procedure in a decision: sürecin bir kararla sonuçlandırılması. process işlemek (bir malzemeyi); yönlendirmek; (n): süreç, işlem; ameliye v ˈpräsəs proclaim profound duyurmak, ilan etmek tam, eksiksiz, derin; bilgili; etkileyici v prəˈklām progressively adv prəˈgresivlē prohibit prolong giderek, git gide artarak, aşamalı olarak, düzenli bir şekilde yasaklamak, önlemek, engel olmak, menetmek uzatmak prominent promise önemli, belirgin, önde gelen söz vermek, umut vermek, vaat etmek, temin etmek adj ˈprämənənt v ˈpräməs property mal, mülk; özellik (characteristic, feature, trait); n ˈpräpərtē commercial property: ticarî mülkiyet. establishment of incorporeal rights on property: güçlendirilmiş aynî hak; mülkiyetin gayri aynî hak tesisi. industrial property: sınaî mülkiyet. moveable property : menkul/taşınır mallar. private property : özel mülkiyet. rules governing the system of property ownership : mülkiyet rejimi. to dispose of property : mal üzerinde tasarrufta bulunmak. proportion propose oran (inproportion to: oranla) önermek, niyet etmek, teklif etmek, tasarlamak n prəˈpôrSHən directly proportional to: doğru orantılı. v prəˈpōz proposed agreement: önerilen anlaşma. proposed measures: önerilen önlemler. proprietor prospect mal sahibi, mülk sahibi maden aramak; umut etmek; (n): umut, başarı şansı; görüntü refah zengin, başarılı gururlu, gurur verici, onurlu, mağrur kanıtlamak; ispat etmek; (proved, proved, proven) kaynak, köken, menşe sadece, yalnız, (merely) n p(r)əˈprīətər v ˈpräsˌpekt the prospect of owning: sahip olma umudu n präˈsperitē During the period of prosperity: Refah döneminde n ˈpräspərəs prosperity prosperous proud prove provenance purely adj prō-,prəˈfound v prəˈhibit v prəˈlôNG adj proud ͞ iv proov n ˈprävənəns ͝ adv ˈpyoorlē formal process of selection: seçimin resmi süreci. inward processing regime : dahilde işleme rejimi. outward processing regime: hariçte işleme rejimi. quite profound: oldukca derin. implications would be profound.: derin etkileri olacaktır. progressively more: giderek daha, gitgide artarak. prolonged droughts, insects, fungal: uzun süreli kuraklıklar, böcekler , mantar. n ͞ pərˈsoot n rās v rak v rāj ranch rarely takip, kovalamaca, uğraşı ırk; yarış rafa kaldırmak; (n): raf, askı sinirden kudurmak, şiddetli esmek; (n): öfke, hiddet, kudurma; hırs, tutku; çiftlik nadiren n ranCH ravage react readily tahrip, yıkım, zarar tepkimek, karşı etki yapmak easily: kolayca, seve seve; isteyerek, gönülden n ˈravij ravages of time: zamanın yıkımları. v rēˈakt unusual reaction: alışılmadık reaksiyon realm rear reason alan, alem, krallık, diyar yetiştirmek, kaldırmak, dikmek muhakeme etmek; (n): muhakeme, neden; gerekçe n relm v ri(ə)r v ˈrēzən recession reconcile recruitment gerileme, durgunluk, azalma uzlaştırmak güçlendirme, takviye, iyileştirme, iyileşme; askerlik, asker toplama iyleşme, sağlığına kavuşma tekrarlayan kırmızılaşmak, kırmızılaştırmak yeniden kurmak, yeniden düzenlemek, yeniden imzalamak değinmek, adlandırmak, atıfta bulunmak arıtmak; inceltmek para iadesi; (n): para iadesi ne olursa olsun, herşeye rağmen n riˈseSHən v n ˈrekənˌsīl ͞ riˈkrootmənt n ͞ riˌkoopəˈrāSHən üzülmek, hayıflanmak, özlemini çekmek; (n): pişmanlık; üzüntü prova yapmak (rehearsal: prova) v riˈgret v riˈhərs pursuit race rack rage recuperation recurrent redden redraw refer refine refund regardless regret rehearse adv ˈre(ə)rlē adv ˈredl-ē adj riˈkərənt b ˈredn v rēˈdrô v riˈfər v riˈfīn n rēˈfənd adv riˈgärdləs age of reason: aydınlama çağı, (enlightenment). reasoned decision: gerekçeli karar. reasoned submissions : gerekçeli maruzat. reign reimbursable relation relative relevant relinquish reluctant remain remittance replicate reputation resemble resent respect response rest restrict retain reveal revenue revolutionary revolve reward rhetorical ride ridicule roam ruin run out (of) saltanat sürmek, hüküm sürmek, egemen olmak geri ödenebilir ilişki göreceli, bağıl, nispeten uygun, konu ile ilgili, alakalı, amaca uygun vaz geçmek, bırakmak, feragat etmek çekingen , isteksiz, gönülsüz (unwilling) kalmak; (n): kalıntı havale, para gönderme kopyalamak, aynını yapmak, tekrar etmek saygınlık, ün, itibar benzemek kızmak, içerlemek, üzülmek saygı, hürmet karşılık, cevap dinlenmek, dinlendirmek; (n): dinlenme; kalan, gerisi, geri kalanı; bakiye kısıtlamak, sınırlamak tutmak, kaybetmemek, alıkoymak, unutmamak; muhafaza etmek gözler önüne sermek, ortaya çıkarmak, ifşa etmek (disclose, display) gelir devrimci dönmek; (döndürmek, çevirmek) ödül; ödüllendirmek; (rewarding: tatmin edici) hitabet, söz bilime ait binmek, sürüklenmek alay etmek, dalga geçmek dolaşmak, amaçsız gezinmek, gezinmek mahvetmek, bozmak, harap etmek; (n): kalıntı, harabe tükenmek, sona ermek, son bulmak, bitmek v rān adj n riˈlāSHən to promote relations: ilişkileri geliştirmek. adj ˈrelətiv adj /relivınt/ v riˈliNGkwiSH adj riˈləktənt v riˈmān to remain in office : görevde kalmak. n riˈmitns v ˈreplikˌāt n ˌrepyəˈtāSHən v riˈzembəl v riˈzent n riˈspekt In this respect: bu konuda. n riˈspäns response time: tepki süresi v rest the rest of…: geri kalanı. v riˈstrikt v riˈtān v riviıl ˈrevəˌn(y)oo͞ ͞ adj ˌrevəˈlooSHəˌnerē n v riˈvôlv v riˈwôrd revolving fund : döner sermaye. adj rəˈtôrikəl n rīd v ͞ ˈridiˌkyool v v rōm ͞ ˈrooin pv rən The ruins of ancient Troy: Antik Truva harabeleri v settlement aceleyle koşmak, hücum etmek kutsal bilge, akıllı, ağırbaşlı, ada çayı alaycı, hoş değil yeterlilik, tatminkarlılık tatmin edici, memnuniyet verici yara izi, sıyrık; kayalık korkunç, korkutucu manzara, dekor kuşku, şüphe bilgin, bilim adamı aramak, araştırmak, bulmaya çalışmak (pp:sought); (sought, sought) common sense: sağduyu, aklıselim indirmek, koymak, belirlemek ayrı tutmak, ayrı koymak dikmek, etkilemek, sergilemek, girişmek organize, düzenlemek, ayaralamak; kurmak; rekor kırmak (arrange) yerleşim; tanzim; çözüm; tasfiye n ˈsetlmənt shield significant kalkan olmak, korumak (protect); (n): kalkan önemli, kaydadeğer; manalı, anlamlı v SHēld simply basit birşekilde; sadece, yalnızca (only, solely, merely) adv ˈsimplē situational durumsal adv sizeable sketch büyükçe, oldukça büyük tarif etmek adj rush sacred sage sarcastically satisfactoriness satisfactory scar scary scenery sceptic scholar seek sense set down set off set out set up rəSH adj ˈsākrid n sāj adj särˈkastikəlē n adj ˌsatisˈfakt(ə)rē n skär adj ˈske(ə)rē n ˈsēn(ə)rē n ˈskeptik n ˈskälər humanist scholars: hümanist akedemisyenler iv sēk seeks to raise : yükseltmek istemek. pv pv pv pv set sbd up: trick, trap adj sigˈnifikənt v skeCH dispersed settlement : dağınık yerleşim. periodical settlement : dönemsel borç tasviyesi. pre-court settlement body (arbitration): duruşma/ yargılama öncesi çözüm organı (tahkim). settlement of payments : ödeme için onay verme. shanty settlements: kaçak yapılaşma. significant changes in trade: ticarette önemli değişiklikler. insignificant: ehemmiyetsiz, önemsiz; anlamsız, manasız slight slightly slim soap soar sole solidarity souvenir hafif, küçük, belirli belirsiz azıcık, hafiften ince, narin, zrif soap opera: pembe dizi, dizi film uçmak, yükselmek, süzülmek tek, biricik, yegane dayanışma, birlik, beraberlik hatıra, andaç, hediyelik eşya adj slīt spatial speak out specify spiritual spread stand against stand up to stare stature stem stem from step down step up stir stretch strict strictly strike adj slītlē n slim v sôr n sōl n n ˌsäləˈde(ə)ritē ͞ ˌsoovəˈni(ə)r uzaysal, mekansal n ˈspāSHəl açıkça söylemek, serbestçe söylemek açıkça belirtmek ruhsal, manevi, ruhani yayılmak; (spread, spread), yayılmak; (wide geniş çaplı, yaygın) karşı durmak karşı koymak dik dik bakmak, boşluğa bakmak boy-pos; önem; kişilik durdurmak, kesmek, engellemek, set çekmek; sapını koparmak; (n): kök, ağaç gövdesi, sap den ileri gelmek, den kaynaklanmak istifa etmek, inmek artmak, çıkmak, yükselmek karıştırmak (çorba vb), (Stir up: Kızıştırmak); (n): karışıklık, kargaşa uzamak, uzanmak; germek sert, katı kesinlikle, tam olarak (exactly, precisely ) pv vurmak, saldırmak; grev yapmak; (n): grev; (..on grevde; darbe,vuruş); (struck, struck, stricken) iv v Souvenir: an object that you buy or keep to remind yourself of a special occasion or a place you have visited spatial distribution of extreme precipitation: aşırı yağışın mekansal dağılımı. ˈspesəˌfī ͞ adj ˈspiriCHooəl iv spred spread of urbanization: kentleşmenin yayılması. pv pv v ste(ə)r n staCHər v stem pv pv pv v stər v streCH adj strikt adv ˈstrik(t)lē strīk on strike: grevde. float like a butterfly, sting like a bee: bir kelebek gibi süzülür, bir arı gibi sokar. soymak, çıkarmak çabalamak, uğraşmak, gayret etmek, didinmek; (strove or strived, striven or strived) devirmek, aciz bırakmak mecbur etmek, boyun eğdirmek, çektirmek; (n):konu, özne, husus, sebep; (adj): maruz, tabi, bağlı, bağımlı v strip (ri:re) iv strīv v subsequently teslim etmek, tevdi etmek, sunmak, önermek, öne sürmek sonradan, sonra, arkadan, daha sonra substantial substantially çok önemli, önemli ölçüde önemli ölçüde adj səbˈstanCHəl sufficient suppress supremely yeterli (adequate) , elverişli, nitelikli baskılamak (duygularını, bağışıklık sistemini vb) fevkalade, mükemmel biçimde adj səˈfiSHənt survey susceptible sustain sustainable take back v tendency tender incelemek, teftiş etmek vulnerable to; kolay etkilenen, hassas sürdürmek, devam ettirmek, desteklemek sürdürülebilir I take back what I've just said.Ne söylediysem geri alıyorum. havalanmak; taklit etmek yırtmak, koparmak, ayırmak, paralamak; (n): gözyaşı; (tore, torn) eğilim teklif vermek; (n): ihale, teklif; (adj): hassas, yumuşak tentatively deneme olarak adv term the long term: uzun süre strip strive struck down subject submit take off tear pv adj /sabcekt/ səbˈmit reasoned submissions : gerekçeli maruzat. adv ˈsəbsəkwəntlē adv səbˈstanCHəlē v self-sufficient: kendi kendine yeterli. səˈpres adv /sörvey/ adj səˈseptəbəl v səˈstān adj səˈstānəbəl pv pv iv teyr n tendənsē v ˈtendər call for tenders : ihale için teklif isteme. tendering procedure : ihale usulü, teklif verme usulü. territory bölge,arazi, alan n thoroughness thrill thrive titizlik, mükemmellik heyecanlanmak, etkilenmek gelişmek, büyümek; (thrived or throve, thrived or thriven) gel git, med cezir, eğilim, meyil, akış düzenlemek, toparlamak, çeki düzen vermek sıkı, dar, sızdırmaz, başa baş kişisel özellik iş görme, işlem n tycoon ultimate uyarlamak yürümek, basmak, dans figürü yapmak muamele etmek, tedavi etmek, (treatment: tedavi); davranmak; (n): zevk, ikram, muamele deneme; test; yargılama, duruşma çelmek takmak, tökezlemek, sekmek; (n): çelme, tökezleme, takılma refüze etmek, ret etmek; geri çevirmek, sesini kısmak (refuse) çevirmek, dönüştürmek, dönüşmek devretmek, transfer etmek; takla atmak, çevirmek, vermek zengin işadamı, kodoman en son unanimously unconsciously oybirliğiyle bilinçsizce, farkına varmadan underestimate küçümsemek, hafife almak; düşük olarak tahmin etmek tide tidy up tight trait transaction transcribe tread treat trial trip turn down turn into turn over terəˌtôrē v THril iv THrīv n tīd Community Territory : Topluluk Alanı. territory of the Member States of the European Union: Avrupa Birliği Üye Devletlerinin ülkeleri. pv adj tīt n trāt n tranˈsakSHən v tranˈskrīb v tred v trēt n ˈtrī(ə)l v trip pv pv pv n ͞ tīˈkoon adj ˈəltəmit ͞ adv yooˈnanəməslē adv ˌənˈkänSHəslē v ˈəndəremˈploimənt tighter: sıkı. purchasing transaction: satın alma işlemi. semi-fiscal transaction: yarı malî işlem. treasury transactions report: hazine işlemleri raporu. banking transactions: bankacılık işlemleri. field trip: kır gezisi, arazi gezisi. iv əndərˈgō underlie underline underly undermine deneyim kazanmak, başına gelmek, katlanmak, çekmek; (underwent, undergone) altında yatmak, temelini oluşturmak altını çizmek, vurgulamak altında yatan zayıflatmak, baltalamak, temelini çürütmek (weaken) v ˌəndərˈlī n ˌəndərˈlīn v ˌəndərˈmīn undertake underway üstlenmek, sorumluluğunu almak (take on) devam v ˌəndərˈtāk undoubt undoubted undoubtedly There are undoubted social benefits: Şüphesiz sosyal faydaları vardır kuşkusuz, şüphesiz, kesin şüphesiz olarak, kesin olarak unify birleştirmek, aynı yapmak v unpleasantness tatsızlık, hoş olmayan durum unsteady unusual unwise upheaval urge kararsız, düzensiz, değişken sıradışı, alışılmamış (extraordinary, exceptional) ahmak, aptal ayaklanma, karışıklık ileri sürmek, baskı yapmak, teşvik etmek, sevketmek n ˌənˈplezəntnəs adj ˌənˈstedē ͞ ͞ adj ˌənˈyooZHo oəl usher undergo n adv ˌəndərˈwā adj ˌənˈdoutid adv ənˈdoutidlē ͞ ˈyoonəˌfī adj ˌənˈwīz n ˌəpˈhēvəl v ərj v ˈəSHər utilize vague getirmek, götürmek, yer göstermek; mübaşir, teşrifatçı, yer gösterici yararlanmak, faydalanmak, faydalı hale getirmek belirsiz, üstü kapalı; net hatırlanamayan şey (X vivid) v ͞ ˈyootlˌīz vanish vary venture verge ortadan kaybolmak; yok olmak değiştirmek, değişmek girişim, risk; göze almak, cesaret etmek sınırında olmak, eşiğinde olmak; (n): kenar, sınır, eşik v ˈvaniSH v ˈve(ə)rē v ˈvenCHər v vərj adj vāg political upheaval: politik ayaklanma. utilize technology: teknolojiyi kullanan vagueness (n): belirsizlik all joint ventures : tüm ortak girişimler. verification tahkik, doğruluğunu araştırma, doğrulama n ˌverəfiˈkāSHən vertebrate violent virtually omurgalı şiddetli, şiddet içerikli hemen hemen, neredeyse (practically, nearly, almost) adj ˈvərtəbrət void hükümsüz, geçersiz adj void volatile vomit vulnerable adj ˈvälətl wallop way uçucu kusmak, püskürtmek yatkın, meyilli, eğilimli (inclined to, prone to, susceptible to, disposed to, apt to); savunmasız, kolay incinir, hassas dövmek, sert vurmak yol, yön, taraf whip kamçı; kamçılamak unit verification: birim doğrulaması. verification of licenses: ruhsatların tahkiki. adj ˈvī(ə)lənt adv ˈvərCHə(wə)lē v act declared void: hükümsüzlüğü hukuken beyan edilen işlem. automatically void: kendiliğinden hükümsüz. regulation declared void: iptal edilen tüzük. the license shall be deemed void: ruhsat geçersiz sayılır. continue to be volatile: uçmaya devam etmek. ˈvämət adj ˈvəln(ə)rəbəl v ˈwäləp n wā v n (h)wip widō pv n wīz iv wiT͟Hˈdrô widow kadın dul, (widower: erkek dul) wipe out tahrip etmek, yok etmek wise withdraw akıllı, akıllıca, mantıklı geri çek(il)mek; (withdrew, withdrawn) worsen kötüleşmek, kötüye gitmek (aggravate, deteriorate) v ˈwərsən wreckage yearn yield yıkıntı, enkaz, hasar can atmak, özlem duymak ürün vermek; teslim olmak, boyun eğmek, yenik düşmek; (n): ürün, kar, kazanç n ˈrekij v yərn v yēld by the way: bu arada. a long way to : uzun bir yol. in a different way: farklı bir şekilde. I find the way. Bir yol bulurum. under way: sürüyor, devam ediyor withdrawal of the marketed product : ürünün piyasadan toplatılması. yield these foods can be sparse: bu yiyeceklerdeki verim seyrek olabilir .