yds dıctıonary - Dr. Cahit Karakuş WEB PAGE

Transkript

yds dıctıonary - Dr. Cahit Karakuş WEB PAGE
YDS DICTIONARY
Dr. Cahit Karakuş
abide
absence
katlanmak, çekmek, beklemek
yokluk, bulunmama, dalgınlık, gıyap
v
əˈbīd
n
absəns
abundance
abundant
abundantly
bolluk, bereket, zenginlik, bol
bol, bereketli
bol miktarda, bolca, bol bol
n
əˈbəndəns
accelerate
v
akˈseləˌrāt
account
hızlandırmak, ivme kazandırmak, (accelerator: gaz
pedalı) (speed up)
hesap
n
əˈkount
accuse
birini bir şeyle suçlamak, itham etmek
v
ekuuz
absence of an opinion: görüş yokluğu.
absence of customs protection: gümrük korumasının yokluğu
adj əˈbəndənt
adv əˈbəndəntlē
account being taken: tutulmakta olan hesap.
accounting officer: sayman.
clearance of accounts: hesapların ibrası.
closure of accounts: hesapların kapanması.
current account balance: cari işlemler dengesi.
current accounts: cari işlemler.
European Unit of Account: Avrupa Hesap Birimi.
Farm Accounting Data Network (FADN): Çiftlik Muhasebe Veri
Ağı.
government accountant: sayman.
operating accounts: işletme hesapları, faaliyet hesapları.
profit and loss account: kar zarar hesabı.
accounting:
accuse sbd ofmuhasebe.
doing sth: birşeyi yapmakla suçlanmak.
accuse sbd of having done sth: birşeyi yapmış olmakla
suçlanmak.
carnet : karne.
achieve
acknowledge
başarmak, yerine getirmek (accomplish )
kabul etmek, onaylamak; tanımak;
v
əˈCHēv - eaçiv
v
akˈnälij
acquisition
iktisap, kazanım, devralma
n
ˌakwəˈziSHən
action
eylem; davranış, tutum; dava
n
ˈakSHən
adequate
adequately
yeterli (sayıda, miktarda), uygun, elverişli
yeterli bir şekilde (sufficiently)
adj ˈadikwit
adherent
adjacent
admit
taraftar, yandaş
bitişik, komşu, yakın
kabul etmek (accept), izin vermek, itiraf etmek, içeri
almak
önlem almak, tedbir almak; başkasına ait bir şeyi
benimsemek, kabul etmek; evlat edinmek ( take up)
n
yetişkin
ilerlemek, ilerletmek, genişletmek
reklam yapımcısı, reklamcı
estetik
olay, mesele, sorun
kabul etmek, katılmak, tanımak
evlat edinme, üyelik, yakın ilişki
eziyet etmek, acı vermek, üzmek, sarsmak
ırmak ayağı, ırmağa dökülen akarsu; (adj): zengin,
varlıklı, bol, gürül gürül akan (wealthy)
akıbet, sonuç; hasattan sonra çıkan otlar
adj əˈdəlt,ˈadˌəlt
adopt
adult
advance
advertiser
aesthetic
affair
affiliate
affiliation
afflict
affluent
aftermath
Acquis Communautaire : Topluluk Müktesebatı.
acquisition of shares : hisselerin iktisabı.
action for compensation: tazminat davası.
action for failure to act: hareketsizlik/eylemsizlik davası.
action programme: eylem programı.
concerted action: uyumlu eylem.
food safety action plan: gıda güvenliği eylem planı.
improper action: aykırı davranış, uygunsuz davranış.
joint action: ortak eylem.
to bring an action (before the court): dava açmak.
to bring an action for an infringement: ihlâl nedeniyle dava
açmak.
to proceed by common action: ortak eylemde bulunmak.
adv ˈadikwitli
adˈhi(ə)rənt
adj əˈjāsənt
v
ədˈmit
admit doing sth: Suçunu kabul etmek.
admit having V3: Yapmış olduğunu kabul etmek.
v
əˈdäpt
The goverment has adopted this regulation: Devlet bu tüzüğü
kabul etmiştir.
hereby adopts this resolution: işbu ilke kararını kabul etmiştir.
when member states adopt these measures: üye devletler bu
önlemleri kabul ettiğinde (kendi hukukunda).
v
ədˈvans
n
edvırtayzır
adj esˈTHetik
n
əˈfe(ə)r
v
n
əˌfilēˈāSHən
v
n
əˈflikt
͞
ˈaflooənt
n
ˈaftərˌmaTH
agree upon
ahead
üzerinde mutabık kalmak, kararlaştırmak
önde, ileri, ileride, başta
pv
akin
alienate
allege
allocate
benzeyen, yakın, akraba
yabancılaştırmak, soğutmak, aralarını açmak
iddia etmek, kanıt olarak ileri sürmek
tahsis etmek, dağıtmak, pay etmek
adj əˈkin
allowance
alter
amendment
adj əˈhed
ahead of me: önümde.
The road ahead: Önümüzdeki yol
v
ālēəˌnāt
v
əˈlej
v
ˈaləˌkāt
ödenek, istihkak, tahsis, aylık bağlama, indirim
değiştirmek (change), başkalaştırmak
değiş(tir)me, tadilat, düzeltme, yasa değişikliği,
iyileştirme
tarihsel olaylar
n
əˈlou-əns
v
ˈôltər
n
əˈmen(d)mənt
amendment of a provision: bir hükümde değişiklik.
amendment to a treaty: antlaşmada değişiklik yapılması.
n
ˈanl
In the annals of the Cold War : soğuk savaşın tarihsel
olaylarında.
ilhak etmek, eklemek, ilave etmek, katmak
yıllık
anonim, isimsiz, yaratıcısı bilinmeyen
ırkçılık, ırk ayrımı, ayrım
korkutmak, dehşete düşürmek, şoka uğratmak,
sarsmak
açık, bariz, belli,net (clear, obvious )
görünüşe göre, anlaşılan, görünürde
v
eniks
v
əˈpēl
appear
appointment
müracaat etmek, rica etmek; (n) başvuru, rica,
çekicilik, cazibe
görünmek, gözükmek, ortaya çıkmak
tayin; görevlendirme; ata(n)ma
v
əˈpi(ə)r
n
əˈpointmənt
appreciate
approachable
takdir etmek, değerini anlamak; farkına varmak
cana yakın, yaklaşılabilir, ulaşılabilir
v
əˈprēSHēˌāt
annal
annex
annum
anonymous
apartheid
appall
apparent
apparently
appeal
allocated appropriation: tahsis edilen ödenek.
allocation of funds: fon tahsisatı, fonların tahsisi.
allocation: tahsisat, dağıtım.
annual allowance : yıllık ödenek.
n
n
əˈnänəməs
n
əˈpärtˌ(h)āt
v
əˈpôl - epoul
adj əˈparənt
adv əˈparəntlē
adj əˈprōCHəbəl
acceptance of appointment : görevin kabul edilmesi.
appoint : tayin etmek, belirlemek, saptamak; determine or
decide on (a time or a place)..
appropriate
ödenek ayırmak, tahsis etmek; (adj): uygun, biçilmiş
kaftan, yerinde, özgü
v
əˈprōprē-it
architect
ardent
argue
arise
planlamak, tasarlamak; (n): mimar
ateşli, coşkun, gayretli, istekli
tartışmak, iddia etmek, savunmak
doğmak, ayağa kalkmak, yükselmek, ortaya çıkmak;
(arose, arisen)
v
ˈärkiˌtekt
around
arouse
arrangement
etrafında, çevresinde
uyandırmak, canlandırmak, harekete geçirmek
düzenleme, tanzim
adj əˈround
aspect
assert
assertiveness
assess
assessment
assign
appropriate attitudes: uygun tutumlar.
appropriate supervision: uygun denetim.
where appropriate: uygun olduğu hallerde.
appropriations: gider, sarf; tasarruf; ödenek.
appropriation: ödenek.
appropriations: ödeme emri verilen krediler.
adj ˈärdnt
v
ˈärgyoo͞
iv
əˈrīz - errayz,
v
əˈrouz
n
əˈrānjmənt
görünüm, görüş, yön, hal, tavır
ileri sürmek, iddia etmek, savunmak
kendine güvenen
değerlendirmek (evaluate)
değerle(ndir)me; keşif ve takdir etme, vergilendirme
n
aspekt
v
əˈsərt
ayırmak, tahsis/tayin etmek; devretmek; havale
etmek; temlik etmek; terk etmek; ferağ etmek (mal);
ciro etmek (senet)
The technician checks everything carefully lest no problem
arises during the operation.
Lest + Clause: Olmaz ise, Olmaz diye.
administrative arrangements: idari düzenlemeler.
customs arrangement: gümrük düzenlemesi.
duty relief arrangement: gümrük muafiyeti düzenlemesi.
exchange arrangement: kambiyo rejimi.
land arrangement: arazi düzenlemesi.
legal arrangement: yasal düzenleme, hukuki düzenleme.
n
v
əˈses
n
əˈsesmənt
v
əˈsīn
conformity assesment procedure : uygunluk değerlendirme
prosedürü.
environmental impact assessment: çevresel etki
değerlendirmesi.
mode of assessment: değerlendirme usulleri.
risk assessment systems: risk değerlendirme sistemleri.
tasks assigned to it by the commission: komisyon tarafından
kendisine verilen görevler.
to assign tasks to the commission: komisyonu
görevlendirmek.
Each consideration is assigned a numerical value to reflect its
relative importance.
assume
farz etmek, sanmak (conclude); üstlenmek, üzerine
almak (take on) (sorumluluk, vebal vb); muhtemelen,
galiba, herhalde (presumably, presume, imagine)
v
͞
əˈsoom
assumption
assure
farz etme, takınma, üstüne alınma
birine teminat vermek, emin kılmak, garanti vermek
n
v
əˈsəm(p)SHən
͝
əˈSHoor
astonish
attention
attrack
v
əˈstäniSH
n
əˈtenCHən
v
əˈtrakt
v
etribuyut
auditor
avalanche
avoid
ban
şaşırmak
dikkat! ilgi, özen
çekmek, cezbetmek (allure, appeal, attrack, tempt,
attract, lure)
nedene dayandırmak (base on, upon); (n): simge,
sembol, öznitelik, sıfat.
denetçi, murakıp
çığ, heyelan
önlemek, kaçınmak, iptal etmek, imtina etmek
yasaklamak, men etmek, boykot etmek, aforoz etmek
n
ˈôditər
n
ˈavəˌlanCH
v
əˈvoid
v
bän
barely
zar zor, güçlükle (hardly, scarcely); kıtı kıtına
adv ˈbe(ə)rlē
barn
barren
bat
n
behalf
ahır, ambar
kurak, verimsiz (infertile, arid)
yarasa, sopa, vuruş, raket; (v): vuruş yapmak, vurmak,
kırpmak
taşımak, çekmek, katlanmak; (bore, borne); (n): ayı,
kaba adam
adına, namına, yerine
belated
belief
beneficiary
bias
gecikmiş
inanç
faydalanan, yararlanan, hak sahibi
önyargı, eğilim, sapma (prejudice)
adj biˈlātid
attribute
bear
bärn
adj ˈbarən
n
bat
iv
be(ə)r
n
biˈhaf
n
biˈlēf
n
ˌbenəˈfiSHēˌerē
n
ˈbīəs
on its behalf : kendi adına, kendi namına.
on behalf of the governments of the member states : üye
devletlerin hükümetleri adına.
bitterness
bless
blossom
blush
body
acılık, sertlik, keskinlik
kutsamak, kutsal saymak, şükretmek
çiçek açmak, canlanmak, gelişmek
yüzü kızarmak, utanmak
birim, organ, kuruluş; kurum
n
ˈbitərnis
v
bles
v
ˈbläsəm
v
bləSH
n
ˈbädē
bore
canı sıkılmak, sıkmak, delmek, delik açmak; (n): sıkıntı,
çap
patlak vermek, başlamak, çıkmak (escape)
esinti, meltem, rüzgar
kısa, öz
parlak, zeki, aydınlık, neşeli, görkemli
ileri sürmek, yol açmak, orsa alabanda etmek
genişletmek, genişlemek
zalim, acımasız
yük, külfet, sorumluluk
gömü, gömme; cenaze töreni
afet, musibet, felaket, bela, sefalet
başvumak, istemek, uğramak, önünde söylemek
iptal etmek (belge, organizasyon, politika, borç) (call
off)
tuval, kanaviçe, çadır bezi
oy veya sipariş toplamak
kapatmak, örtmek
yatırım harcamaları
uygulamak, yerine getirmek, icra etmek (fulfil,
conduct), yürütmek (çalışma, deney, anket vb)
v
bôr
break out
breeze
brief
bright
bring about
broaden
brutal
burden
burial
calamity
call upon
cancel
canvas
canvass
cap
capex
carry out
competent body: yetkili organ, yetkili birim.
notified body: onaylanmış kuruluş.
pre-court settlement body (arbitration): duruşma/ yargılama
öncesi çözüm organı (tahkim).
to resign as a body: toplu olarak istifa etmek.
pv
n
brēz
adj brēf
adj brīt
pv
n
ˈbrôdn
͞
adj ˈbrootl
brutal murder: vahşi cinayet.
n
ˈbərdn
burden-sharing: külfet paylaşımı, masraf paylaşımı.
n
ˈberēəl
n
kəˈlamitē
pv
v
ˈkansəl
n
ˈkanvəs
v
ˈkanvəs
v
kap
n
ˈkapeks
pv
unilateral cancellation: tek taraflı fesih.
case
durum, vaziyet, hal; mesele, vaka, hadise,olay; dava
n
kās
cause
neden olmak, sebebiyet vermek (bring about)
v
kôz
cautiously
dikkatlice
adv ˈkôSHəslē
cease
celebrate
celebrity
chair
challenge
sona erdirmek, durdurmak (cease-fire: ateşkes)
kutlamak, anmak
ünlü
başkanlık etmek
meydan okuma, mücadele eteme, davet etmek; dürtü
v
siis
v
seləˌbrāt
chase
cherish
churn
circumstance
cite
as the case may be: duruma göre, halin icabına göre.
case of infringement: ihlâl durumu, ihlâl hali, ihlâl olayı.
case-law of the European court of justice : Avrupa
toplulukları adalet divanı içtihadı. in case of urgency: acil
durumda.
to investigate a case: bir durumu soruşturmak, bir olayı tahkik
etmek.
to cause a disadvantage: bir zarara sebep olmak, olumsuz
duruma sokmak, sorunlara neden olmak.
to cause a damage: zarara neden olmak.
cause of concern: endişe nedeni.
adj səˈlebrətē
v
CHe(ə)r
n
ˈCHalənj
kovalamak, takip etmek, peşinde olmak
beslemek, yaşatmak, bağrına basmak, değer vermek
v
CHās
v
ˈCHeriSH
v
CHərn
n
ˈsərkəmˌstans
v
sīt
claim
çalkalamak, köpürmek
durum, koşul, şart, detay, ayrıntı
örneklemek, adından bahsetmek, değinmek (refer to,
mention)
iddia; talep; alacak hakkı; (v): iddia etmek (allege )
n
klām
coach
cognitively
eğitmek, antrenman yaptırmak
mantıksal
v
kōCH
cohabitation
collapse
collective
birlikte yaşamak
çökmek; bayılmak
ortak; toplu; kolektif
n
claim for damages: tazminat talebi.
to claim a compensation: tazminat istemek.
to claim: iddia etmek; talep etmek, istemek.
adv
v
kəˈlaps
n
kəˈlektiv
collective bargaining : toplu sözleşme.
collective defense : kolektif savunma.
combat
çarpışmak, dövüşmek, mücadele etmek, savaş açmak
v
come up with
commit
pv
comparative
comparatively
üretmek, düşünerek bulmak
önermek, söz vermek, vaat etmek; kalkışmak,
yeltenmek; suç yada cürüm işlemek; adamak (devote)
(kendini işine, ailesine vb)
kıyaslamalı, orantılı
nispeten, orantılı olarak, epeyce
compare
compel
karşılaştırmak
zorlamak, mecbur bırakmak (force, oblige)
v
kəmˈpe(ə)r
v
kəmˈpel
comply (with)
comprehensive
compromise
uymak, itaat etmek (abide by)
kapsamlı, detaylı, anlayışlı
uzlaşmak, anlaşmak, uzlaştırmak; (n): uzlaşma, ödün,
taviz
zorunlu, mecburi
kabullenmek, ödün vermek
tasarlamak, kurmak, düşünmek
endişelendirmek; ilgilendirmek, ilişkisi olmak; (n):
endişe, ilgi, merak
sonuçlandırmak, bitirmek, sonuç çıkarmak(assume)
pv
conduct
confidence
confident
compulsory
concede
conceive
concern
conclude
v
/kambet/
Come up = occur, happen.
kəˈmit
adj kəmˈparətiv
adv kəmˈparətivlē
His conscience compelled him to confess.
confess: itiraf etmek.
conscience: vicdan, inanç.
adj kämpriˈhensiv
v
ˈkämprəˌmīz
Luxemburg compromise (1966): Lüksemburg uzlaşması (1966).
adj kəmˈpəlsərē
v
kənˈsēd
v
kənˈsēv
v
kənˈsərn
v
͞
kənˈklood
idare etmek, yönetmek, yönlendirmek; iletmek,
geçirmek; (n): davranış (behaviour); hareket; yönetim,
idare, gidiş
v
kindakt
güven, itimat, sır
kendinden emin, güvenilir
n
ˈkänfədəns
adj ˈkänfədənt
there are concerned about ..: … hakkında endişe var. in
response to concern: kaygıya tepkili.
code of conduct: davranış kuralları.
serious misconduct suihal to conduct negotiations:
müzakereleri yürütmek.
powers which are conferred upon it by this treaty: işbu
antlaşmayla verilen yetkiler.
to confer powers: yetkiler vermek.
to confer rights: haklar vermek.
within the limits of the powers conferred by this treaty: işbu
antlaşmanın verdiği yetkiler dahilinde.
adj ˌkänfəˈdenCHəl
confuse
conquest
conscious
secret; gizli, sır; güvenilir
hapsetmek, sınırlamak, tutmak
uymak, uyumlu olmak, uydurmak
uymak, uyuşmak (obey the rules)
karşılaşmak,yüz yüze gelmek; confront about:
yüzleştirmek
karıştırmak, şaşırmak
fetih, zapt, fethedilen topraklar
bilinçli
consequence
sonuç, netice (result)
n
considerable
büyük ölçüde, önemli miktarda, azımsanamaz X
negligible (neglicıbıl)
anayasa
sürdürme, uzatma, devam etme
adj kənˈsidər(ə)bəl
confidential
confine
conform
conform to
confront
constitution
continuation
v
känfəyın
v
kənˈfôrm
pv
v
kənˈfrənt
v
͞
kənˈfyooz
n
ˈkänˌkwest
adj ˈkänCHəs
känsikwəns
v
͞
känstəˈt(y)ooSHən
n
kənˌtinyəˈwāSHən
conscious that (in protocol): bilincinde olarak; farkında olarak
(protokollerde kullanılan deyim).
As a consequence: Bunun sonucunda.
He lacks self-confidence.
As a consequence, he is unlikely to be successful.
Regardless of the consequences: Sonuçlarına bakılmaksızın,
sonuçları ne olursa olsun.
negative consequences: olumsuz sonuçları.
contract
sözleşme yapmak; küçülmek, büzülmek (shrink);
hastalık kapmak; (n): sözleşme, anlaşma
v
ˈkänˌtr /akt/
controversy
convey
convict
convince
tartışma, ihtilaf, anlaşmazlık, çekişme
iletmek, taşımak, nakletmek
mahkum etmek; suçlamak; (n): mahkum,tutuklu
ikna etmek, inandırmak
n
ˈkäntrəˌvərsē
v
kənˈvā
v
/kanfikt/
v
kənˈvins
correlation
counterfeit
courage
course
creation
crown
ilişki, bağıntı
sahtesini yapmak, taklidini yapmak; sahte, taklit
cesaret, yiğitlik
gidişat, ilerleme; akış yönü; öğrenim, kurs
yaradılış, oluşum, eser
taç giydirmek, süslemek, doruğa ulaştırmak; (n): taç,
tepe, zirve
zalim, acımasız, gaddar
n
kôrəˈlāSHən
v
ˈkountərˌfit
n
ˈkərij
n
kôrs
n
krēˈāSHən
v
kroun
cruel
͞
adj ˈkrooəl
contract governed by private law: özel hukuka tâbi sözleşme.
contract governed by public law: kamu hukukuna tâbi
sözleşme.
contract of limited duration: sınırlı süreli sözleşme.
contractor: yüklenici.
contract product: sözleşme konusu ürün.
contracting parties: âkit taraflar.
contractual liability: sözleşmeden doğan sorumluluk, akdi
sorumluluk.
contractual licenses: sözleşmeye ait lisanslar, akitten doğan
lisanslar.
extra contractual: sözleşme dışı, akit dışı.
high contracting parties: yüksek âkit taraflar.
insurance contract: sigorta sözleşmesi, sigorta akdi.
non-contractual liability: sözleşme dışı sorumluluk.
relevant market for the contract products: sözleşme konusu
ürünler pazarı.
subcontracting alt: sözleşme, taşeronluk.
supply contract: tedarik sözleşmesi.
time-share holiday contract: devre mülk tatil sözleşmesi.
unfair terms in consumer contracts: tüketici sözleşmelerindeki
haksız koşullar.
convinced that (in resolutions, in conventions) : ... inanarak
(ilke kararlarında, uluslararası sözleşmelerde); kanısına
vararak.
to co-opt yanına almak, bünyesine almak (eklemek).
in the course of: esnasında
span open gaps between tree crowns: ağaç tepeleri
arasındaki açık boşluklar yayılma.
v
͞
krooəltē
͞
krooˈsād
v
kərb
acımasızlık, zulüm
savaşa katılmak, mücadele etmek
frenlemek, gem vurmak; (n): fren, gem, kaldırım kenar
taşı
alışıldığı gibi, geleneklere göre
n
yaprak üstü zarı, üst deri, epiderm, tırnak çevresindeki
ölü deri
cesaret etmek, kalkışmak, riske girmek, meydan
okumak
son teslim tarihi, süre bitimi
tartışmak, müzakere etmek; tartışma, müzakere
borç, borçlu olma durumu
n
͞
ˈkyootikəl
v
de(ə)r
n
ˈdedˌlīn
v
diˈbāt
political debates: siyasi tartışmalar.
n
det
external debt: dış borç.
external debt monitoring report: dış borç izleme raporu.
foreign indebtment: dış borçlanma.
public debt accountant: kamu borçları saymanı.
n
diˈsepSHən
deficiency
deficit
hile, kandırma, aldatma
aldatıcı, yanıltıcı
senetle devretmek; (n):tapu, belge, iş, eylem, cesaretli
davranış
derin
bozguncu, yenilgiyi kabul eden
döneklik etmek, ayrılmak, kaçmak, iltica etmek,
sığınmak; (n): kusur, arıza, noksan, eksiklik, özür
(shortcoming )
eksiklik, yetersizlik, yoksunluk
hesap açığı; eksik; dezavantaj
deforestation
defy
demand
depend upon
ağaçları yok etme
meydan okumak, karşı gelmek, küçümsemek
talep ,istek; talep etmek, istemek
bağlı olmak
n
cruelty
crusade
curb
customarily
cuticle
dare
deadline
debate
debt
deception
deceptive
deed
deep
defeatist
defect
adv ˌkəstəˈme(ə)rəlē
adj diˈseptivlē
v
dēd
adj dēp
adj diˈfētist
v
dēˌfekt
n
diˈfiSHənsē
nutritional deficiency: beslenme yetersizliği.
n
deficit
deficit to triple : üçlü açığı. trade balance deficit : dış ticaret
açığı.
v
diˈfī
v
diˈmand
pv
demands of society: toplumun talepleri.
deplete
tüketmek
v
diˈplēt
deprive
derive
desegregation
deserve
desolate
yoksun bırakmak, mahrum bırakmak
elde etmek, türemek
ırk ayırımına son verme
hak etmek, layık olmak
mutsuz, kederli (depressed); terkedilmiş (deserted)
v
diˈprīv
v
diˈrīv
desperately
umutsuzca, can havli ile, vahim
adv ˈdespəritlē
detain
deteriorate
devastate
devastation
devote
diagnose
dilemma
disability
disastrous
discredit
discriminate
v
diˈtān
v
diˈti(ə)rēəˌrāt
v
ˈdevəˌstāt
n
ˌdevəˈstāSHən
v
diˈvōt
v
ˌdīəgˈnōs
n
diˈlemə
n
ˌdisəˈbilitē
disease
disguise
disinterest
dismal
dismay
disorder
alıkoymak, göz altında tutmak (take into custody)
kötüleşmek, kötüye gitmek (aggravate, worsen)
yıkmak, tahrip etmek (destroy)
yıkım; destruction.
tahsis etmek, adamak, ayırmak
teşhis etmek, tanımlamak, hakkında bilgi vermek
ikilem
sakatlık, yetersizlik
feci şekilde, korkunç
gözden düşürmek, kötülemek
ayırt etmek, fark gözetmek; ayrımcılık yapmak
/uğramak
hastalık, maraz (illness, ailment)
saklamak, gizlemek, değiştirmek
ilgisiz
kasvetli, üzücü
korkuya düşürmek, yıldırmak, dehşet
karıştırmak, düzenini bozmak; (n): düzensizlik, kargaşa
disposal
disrupt
disseminate
yok etme, ortadan kaldırma, satış, kullanım
dağıtmak, bozmak, bölmek
yaymak (bilgi, fakir vb) , dağıtmak
adj disˈpōzəl
overfishing has depleted stocks around the world: aşırı
avlanma dünyada stokları tükenmiş oldu.
poor farming practices have depleted soils: kötü tarım
uygulamaları toprağı tüketmiş.
n
v
dəˈzərv
adj də' /zoleyt/
adj diˈzastrəs
v
disˈkredit
v
disˈkriməˌnāt
n
diˈzēz
v
disˈgīz
n
disˈint(ə)rist
adj ˈdizməl
v
disˈmā
v
disˈôrdər
v
disˈrəpt
v
diˈseməˌnāt
devastating banking crises: yıkıcı bankacılık krizleri.
Doctors diagnosed a rare and fatal liver disease.
dissertation
dissipate
distinction
distinctive
distribute
tez, bilimsel inceleme
dağıtmak, çarçur etmek, boşa harcamak
ayrım, fark, ayırma
belirgin, kendine özgün, karakteristik, sıra dışı
dağıtmak; bölüştürmek; paylaştırmak (deliver,
handout)
n
v
distribute
diversity
dominance
donate
doubt
draw
n
diˈvərsitē
n
ˈdämənəns
v
dōnāt
v
dout
iv
drô
embarrassment
embody
eminent
emission
emotion
çeşitlilik, farklılık
egemenlik, hakimiyet, üstünlük
bağış yapmak (contribute)
kuşkulanmak, şüphe etmek; (n): şüphe; kuşku
resim çizmek; perde çekmek, kenara almak; sonuç
çıkarmak (draw a conclusion); bir maçın berabere
bitmesi; (drew, drawn)
donuk, aptal, sıkıcı
oturan, sakin
keskinleştirmek, sokulmak, kenar yapmak; (n): kenar,
üstünlük
etki, tesir, yarar
ayrıntılı, detaylı
uygun, geçerli, nitelikli
elemek, kurtulmak (getrid of); yok etmek, yıkmak
(destroy)
yakalanması zor, akla gelmeyen, anlaşılmaz;
güvenilmez, kaypak
utanma, mahcubiyet
somutlaştırmak, cisimleştirmek,
seçkin, ünlü, yüksek rütbeli, yüce
yayma, yayınlama
duygu, his, heyecan
empower
güçlendirmek, yetki vermek, izin vermek
dull
dweller
edge
efficacy
elaborate
eligible
eliminate
elusive
ˌdisərˈtāSHən
v
n
disˈtiNGkSHən
adj disˈtiNGktiv
adj dəl
n
/tıvelır/
v
ej
n
ˈefikəsē
exclusive distribution agreements: tek elden dağıtım
anlaşmaları.
local distribution company: yerel dağıtım şirketi.
distributor: dağıtıcı.
dull and flat: donuk ve tek düze
adj ilebırıt
adj ˈeləjəbəl
v
1 iˈliməˌnāt /şın/
͞
adj iˈloosiv
n
emˈbarəsmənt
v
emˈbädē (em:im)
adj ˈemənənt
n
iˈmiSHən
n
iˈmōSHən
v
emˈpou(-ə)r
eminent scholar: alim
thought and emotions: düşünce ve duygular.
emotional support to group members: grup üyelerine
duygusal destek .
v
ˈemyəˌlāt
v
enˈakt
v
enˈkoun(t)ər
engagement
taklit etmek (imitate, copy)
sahnelemek; yasa çıkarmak
karşılaşmak (to face), rastlamak, yüz yüze gelmek
sonuçlanmak, sona ermek; eventually, (reach, do,
decide)
tehlikeye atmak (jeopardize, imperil)
gayret etmek, çabalamak, çaba sarf etmek;
(n): çaba, gayret, uğraş
katlanmak, dayanmak
uygulamak, zorlamak, güçlendirmek
meşgul olmak, meşgul etmek; tutmak, bağlanmak,
bağlamak, söz vermek
nişan, söz, yözleşme, yükümlülük, soumluluk, randevu
enhance
enlightenment
ensure
enterprise
enthusiast
entity
envision
emulate
enact
encounter
end up
endanger
endeavor
endure
enforce
engage
pv
v
enˈdānjər
v
enˈdevər
v
͝
enˈd(y)oor
v
enˈfôrs
v
enˈgāj
n
enˈgājmənt
büyülemek
aydınlatma, aydınlık, ilim irfan
emin olmak, sağlama almak, garantiye almak
teşebbüs, girişim, işletme
v
enˈhans
n
v
enˈlītnmənt
͝
enˈSHoor
n
ˈentərˌprīz
meraklı, hayran, istekli, ateşli taraftar
varlık, var oluş, tüzellik
göz önüne getirmek, düşünmek
n
͞
enˈTHoozēˌast
n
ˈentitē
v
enˈviZHən
(sen dur daha nelere katlanacaksın)
In Italy so many town-dwelling aristocrats engaged in
banking or mercantile enterprises.
European Centre for Public Enterprise (CEEP): Avrupa Kamu
İşletmeleri Merkezi.
European Charter for Small Enterprises: Küçük İşletmelere
Yönelik Avrupa Sözleşmesi.
inter-enterprise agreement: işletmeler / firmalar arası
anlaşma.
Multi Annual Programme for Enterprise and
Entrepreneurship: Işletmeler ve Girişimcilik Çok Yıllı Programı.
notification of inter-enterprise agreement: işletmeler /
firmalar arası anlaşmaya ilişkin bildirim.
entrepreneur: girişimci, müteşebbis.
entrepreneurship: girişimcilik.
art: sanat, zanaat.
artisan: küçük sanatkâr.
v
iˈkwip
v
iˈradiˌkāt
v
iˈrekt
eventually
donatmak, (equipment: donanım,teçhizat)
yok etmek, kökünü kazımak
dikmek, kaldırmak, dikleştirmek; (adj: dik, kalkık,
kalkmış)
kararsız, düzensiz, değişken
ödev, girişim, deneme
zorunlu, gerekli, elzem, şart
kazmak, boşaltmak, tahliye etmek, vücuttan dışarı
atmak
sonunda, nihayetinde, en sonunda
evidence
evident
exact
exaggerate
exceed
except
exception
exceptionally
kanıt, delil (proof)
açık, ortada, aşikar
kesin
abartmak, büyütmek, şişirmek
haddini aşmak, aşırıya gitmek, sınırı geçmek
ayırmak, hariç tutmak, itiraz etmek
istisna, hariç tutma
son derece, fevkalede
n
exclusion
exclusively
hariç tutma, dışında bırakma, çıkarma, kovma
sadece, yalnızca
n
excursion
exert
exhilarate
existentialism
keşif gezisi
uygulamak, kullanmak, harcamak
keyif vermek, canlandırmak
varoluşculuk
n
ikˈskərZHən
v
igˈzərt
v
igˈziləˌrāt
n
ˌegziˈstenCHəˌlizəm
expansive
geniş, genişleyen, yayılan
adj ikˈspansiv
equip
eradicate
erect
erratic
essay
essential
evacuate
adj iˈratik
n
/esey/
n
iˈsenCHəl
v
iˈvakyəˌwāt
͞
adv iˈvenCHooəlē
often eventual death: genellikle nihai ölüm.
ˈevədəns
adj ˈevədənt
adj igˈzakt
v
igˈzajəˌrāt
v
ikˈsēd
v
ikˈsept
n
ikˈsepSHən
adv ikˈsepSHənəlē
͞
ikˈsklooZHən
͞
adv ikˈskloosəvlē
exactness (n): kesinlik, doğruluk
expenditure
gider; harcama; masraf
n
ikˈspendiCHər
public expenditure: kamu harcamaları.
assessment of expenditure : gider tahakkuku.
classification of expenditures: harcamaların sınıflandırılması.
commitment of expenditure : gider taahhüdü.
compulsory expenditure : zorunlu harcama.
expenditure order: harcama emri.
non-compulsory expenditure : zorunlu olmayan harcama.
payment of expenditures : giderlerin ödenmesi.
tax expenditure : vergi gideri.
compulsory : mecburi/zorunlu.
compulsorily : zorunlu olarak.
expense
explicitly
masraf, gider, harcama
açıkça
n
ikˈspens
basic expenses: temel giderler.
expose
gerçekleri açıklamak (reveal); (tehlikeye vb) maruz
bırakmak
büyük, derin, kapsamlı
derece, uzunluk, genişlik, kapsam
tükenmiş, yok olmuş, soyu tükenmiş
sönme, yok olma, nesli tükenme
elde etmek, çekip çıkarmak (üzümden sirke elde etmek
gibi)
görme yeteneği
gerçek, gerçeklere dayalı, tam, eksiksiz, harfi harfine
v
yalan, sahtelik
şöhret, ün
kıtlık, yokluk, açlık
ölümcül (yara vb), öldürücü, ciddi (lethal, mortal,
terminal )
iyilik, lütuf, yardım, kayırma
olumlu, yapıcı (positive, constructive); uğurlu
(auspicious)
n
͝
ˈfôlsˌhood
n
fām
n
famən
extensive
extent
extinct
extinction
extract
eyesight
factual
falsehood
fame
famine
fatal
favour
favourable
adv
ikˈspōz
adj ikˈstensiv
n
ikˈstent
adj ikˈstiNG(k)t
n
ikˈstiNG(k)SHən
v
/ekstrakt/
n
ˈīˌsīt
͞
adj ˈfakCHooəl
adj ˈfātl
n
fāvər
adj ˈfāv(ə)rəbəl
fear
korkmak, endişe etmek; (n): korku, endişe, kaygı
v
fearful
fee
adj ˈfi(ə)rfəl
fluctuation
fool
foresee
forgive
fortunately
korkunç, korkak, ürkek
ödemek, ücretini vermek, ücretli olarak tutmak; (n):
ücret, mirasla eld edilen mülk
hissetmek, sezmek; (felt, felt)
vahşi, yabani, vahşi hayata geri dönmüş
husursuz etmek, huzursuzlanmak
öğrenmek, bulup ortaya çıkarmak, keşfetmek
(discover)
kaçmak (escape), tüymek, terk etmek, firar etmek;
(fled, fled)
dalgalanma, oynama, değişip durma
aldatmak, aptal yerine koymak, kandırmak
öngörmek, geleceği görmek
affetmek, bağışlamak; (forgave, forgiven)
iyi ki, bereket versin ki
foster
foundation
teşvik etmek, beslemek
vakıf, kuruluş, temel, esas, asıl
v
ˈfôstər
n
founˈdāSHən
frontier
frugally
sınır, hudut
sade, basit, tutumlu bir şekilde
n
ˌfrənˈti(ə)r
frustrate
frustration
fulfill
futile
gadget
gene
gesture
bozmak, engellemek, hüsrana uğramak
hüsran, düş kırıklığı
yerine getirmek, karşılamak, yapmak
beyhude, nafile, boş yere
küçük aletler
gen
jest, iyi niyet gösterisi
v
frəsˌtrāt
n
frəˈstrāSHən
͝
foolˈfil
feel
feral
fidget
find out
flee
fi(ə)r
v
fē
iv
fēl
adj ˈfi(ə)rəl
v
most of the fears: korkuların çoğu.
fear of flying: uçuş korkusu.
Fearless: not afraid of anything
rats and feral cats: fareler ve vahşi kediler.
ˈfijit
pv
iv
flee
n
v
͞
ˌfləkCHooˈāSHən
͞
fool
v
fôrˈsē
iv
fərˈgiv
adv ˈfôrCHənətlē
adv
v
͞
adj fyootl
n
ˈgajit
n
jēn
n
ˈjesCHər /cesçır/
European Foundation: Avrupa Vakfı.
European Foundation for Science: Avrupa Bilim Vakfı.
European Foundation for the Improvement of Life and
Working Conditions: Avrupa Yaşam ve Çalışma Koşullarını
İyileştirme Vakfı.
get along with
get around
geçinmek; arası iyi olmak (like each other)
have mobility; yolunu bulmak, yayılmak, gezinmek
pv
get rid of sbd/sth
başından atmak, kurtulmak
pv
get through (to)
pv
give off
gloomy
go into
go off
graceful
gradually
geçmek, geçirmek, ulaşmak, iletişim kurmak;
bitirmek; meclisten geçirmek
dev X dwarf: cüce
güzeleştirmek, süslemek, yaldızlamak; (n): dernek,
loca, birlik
boyun eğmek, razı gelmek (acquiesce, assent, consent,
submit, yield to + to + N / Ving)
göndermek, çıkarmak, neşretmek
loş, az ışıklı; karanlık, üzüntülü, mahzun
girmek, varmak, araştırmak
patlamak, ateş almak; çalışmasını durdurmak
zarif, narin, hassas
yavaş yavaş, kademeli olarak
grant
vermek, bahşetmek; (v): hibe, imtiyaz
v
grant
grasp
grievance
grocery
guideline
kavramak (bir nesneyi); anlamak (bir konuyu)
şikayet, yakınma, sorun, kindarlık
bakkal
ilke, prensip, ana hatlar
v
grasp
n
ˈgrēvəns
n
ˈgrōs(ə)rē
n
ˈgīdˌlīn
giant
gild
give in
pv
Get rid of sbd/sth: to throw away or destroy something you
do not want any more
adj ˈjīənt
v
Gilded Age: yaldızlı çağ
pv
give in (to): reluctantly stop fighting or arguing
pv
͞
adj ˈgloomē
pv
pv
adj ˈgrāsfəl
͞
adv ˈgrajooəlē
The transformation of industry came more gradually.
money in grants: hibe para.
grant of licenses: lisans verilmesi.
grant of licenses by arbitration: tahkim yolu ile lisans
verilmesi.
to grant a repayment: geri ödemeden yararlanma imkanı
bahşetmek.
to grant loans and to give guarantees: borç ve garantiler
vermek.
employment guidelines: istihdama ilişkin kılavuz ilkeler.
in conformity with the guidelines: kılavuz ilkelerle uyumlu
biçimde.
introductory guidelines: başlangıç esasları, ön kılavuz ilkeler.
sectorial guidelines: sektörel kılavuz ilkeler.
habit
habitat
habitually
alışkanlık, huy, kafa yapısı, kıyafet
yetişme ortamı, doğal ortam, vatan
alışkanlıkla
n
ˈhabit
n
ˈhabiˌtat
hallmark
hand down
harass
harsh
hate
karakterize etmek
miras bırakmak, devretmek.
saldırmak, taciz etmek
sert, kaba, haşin
nefret etmek, iğrenmek, kin beslemek, istememek
v
v
hāt
haunt
v
hänt,hônt
hazy
headquarter
hence
dadanmak, görünmek, aklından çıkmamak; (n):uğrak,
sık sık gidilen yer, buluşma yeri
puslu, dumanlı, sisli, bulanık
merkez
bu nedenle, bundan dolayı
henceforth
bundan böyle, bundan sonra
adv ˈhensˌfôrTH
herb
hesitate
hospitable
hostility
household
humble
humiliate
illusion
illustrate
illustrious
imitate
immeasurable
immediate
impact
ot, bitki
çekinmek, duraksamak, terredüt etmek, teklemek
konuksever
düşmanlık, kin
hane halkı
mütevazı (modest)
aşağılamak, rezil etmek, utandırmak (embarrass)
hayal, hülya, kuruntu
örneklemek, tanımlamak, resimlemek
ünlü, meşhur, tanınmış
taklit etmek, benzemek
sınırsız, ölçülmez, sonsuz
derhal, acele, çabuk; (akraba için) en yakın
etkilemek; çarpmak; sıkıştırmak, pekiştirmek; (n):
darbe, etki
tarafsız
n
(h)ərb
v
ˈheziˌtāt
impartially
͞
adv həˈbiCHooəllē
He habitually orders people. O alışkanlıkla insanlara emreder.
ˈhôlˌmärk
pv
v
ˈharəs
sexual harassment: cinsel taciz
adj härSH
hate crime: nefret suçu.
adj ˈhāzē
n
ˈhedˌkwôrtər
adv hens
adj ˈhäspitəbəl
n
häˈstilitē
n
ˈhousˌ(h)ōld
adj ˈhəmbəl (hə: ha)
͞
v
(h)yooˈmilēˌāt
n
͞
iˈlooZHən
v
ˈiləˌstrāt
adj iˈləstrēəs
v
ˈimiˌtāt
adj iˈmeZHərəbəl
adj iˈmēdē-it
v
/empekt/
adj imˈpärSHəllē
humble history textbook: mütevazı tarih ders kitabı
n
ˌimpərˈfekSHən
n
impləmənˈtāSHən
imprecise
improve
incidence
kusur, eksiklik
uygulama
üstü kapalı, ima edilen
ima etmek, kastetmek
zorla kabul ettirmek, uygulamaya koymak( vergi), yük
olmak
kesin olmayan, dikkatsiz, özensiz
geliştirmek, iyileştirmek
meydana gelme oranı, oluş sıklığı, rastlantı, etki alanı
incidentally
tesadüfen, bu arada, aklıma gelmişken
adv ˌinsiˈdent(ə)lē
incredible
indefinitely
inanılmaz (unbelievable)
süresiz olarak
adj inˈkredəbəl
indestructible
indicate
indispensable
indistinguishable
yok edilemez, dayanıklı, yıkılmz
göstermek, belirtisi olmak (point out, show)
vazgeçilmez, gerekli, zorunlu, öncelikli
ayırt edilemez, farksız, benzer
adj ˌindiˈstrəktəbəl
individual
bireysel, kişisel; (n): birey, kişi, şahıs, fert
inescapable
inevitable
inevitably
kaçınılmaz
kaçınılmaz (indispensable, inescapable
kaçınılmaz
infancy
infant
infer
influence
bebeklik, çocukluk, başlangıç
bebek, çocuk
sonuç çıkarmak, anlam çıkarmak
etkilemek (impact, effect)
n
ˈinfənsē
n
ˈinfənt
v
inˈfər
v
͝
ˈinflooəns
influx
infrequent
inherit
akın, içeriye akma, giriş, nehir ağzı
seyrek, nadir, az bulunur
mirasa konmak, miras olarak almak (comeinto)
n
ˈinˌfləks
imperfection
implementation
implicit
imply
impose
implementation strategy: uygulama stratejisi .
adj imˈplisit
v
imˈplī
v
imˈpōz
adj ˌimpriˈsīs
͞
v
imˈproov
n
insidəns
adv inˈdefənitlē
v
indiˌkāt
adj ˌindiˈspensəbəl
adj ˈindisˈtiNGgwiSHəbə
l
adj ˌindəˈvijəwəl
individual earnings : bireysel kazanç.
individual exemption: bireysel muafiyet.
adj ˌiniˈskāpəbəl
adj inˈevitəbəl
adv inˈevitəblē
adj inˈfrēkwənt
v
inˈherit
rival groups vie for attention and influence: rakip gruplar ilgi
ve nüfuz/etki için rekabet ederler.
great political influence : büyük siyasi etki.
inhibit
engellemek, kısıtlamak, yasaklamak, gözdağı vermek
v
initial
initiate
initiative
ilk, başlangıç
başlatmak (start, commence)
girişim
adj iˈniSHəl
injustice
innate
innocent
innovation
insecure
inspiration
inspire
instance
instructive
insufficient
intense
intensify
intensive
intent
intention
intentional
interdependence
interest
inˈhibit
v
/inişıeyt/
n
iˈniSH(ē)ətiv
eşitsizlik, adaletsizlik (inequality, unfairness)
doğuştan, doğal
masum, saf, suçsuz
yenilik, yeni bir şey icad etmek
güvensiz, güvenilmez, emniyetsiz
ilham, esin
esinlenmek, ilham vermek
örnek
öğretici, eğitici
yetersiz
yoğun, şiddetli, kuvvetli, istekli
yoğunlaşmak, şiddetlenmek; (n): güçlülük, yoğunluk
n
inˈjəstis
yoğun, şiddetli
niyet, amaç, maksat, gaye; (adj): niyetli, istekli,
hevesli, dikkatli
niyet, kasıt, maksat
kasıtlı, maksatlı, bilebile (deliberately)
dayanışma, bağlılık
ilgilendirmek; (n): faiz, menfaat, çıkar; yarar
adj inˈtensiv
Initial requirements: Ilk gereksinimleri.
on its own initiative: kendiliğinden, re’sen.
the initiative of ...(member state): .... (üye devlet) girişimi.
to initiate the procedure: süreci başlatmak.
adj iˈnāt - eneyt
n
inəsənt
n
ˌinəˈvāSHən
innovation relay centers: yenilik aktarım merkezleri.
͝
adj ˌinsiˈkyoor
n
ˌinspəˈrāSHən
v
inˈspīr
n
ˈinstəns
adj inˈstrəktiv
adj ˈinsəˈfiSHənt
adj inˈtens
v
inˈtensəˌfī
n
inˈtent
n
inˈtenCHən
adj inˈtenCHənl
n
inˈtər, diˈpendəns
v
ˈint(ə)rist
at the output of interest of a sensor array: bir algılayıcı
dizisinin ilgili çıkışında.
public interest: kamu yararı.
European interest groups: Avrupa çıkar grupları.
interest rate: faiz oranı. prejudiced interests: zarar gören
çıkarlar.
public interest: kamu yararı.
safeguard the interests of the community: topluluk
çıkarlarının korunması.
yorumlamak, değerlendirmek
müdahale, arada olma; interventionist: karışan kimse,
müdahale eden kimse
işgal etmek, istila etmek (attack, occupy)
icat, buluş
dahil olmak, ilgili olmak, ilişkili olmak, karışmak;
sarmak, bulaştırmak
v
inˈtərprit
interpretation in dispute : tartışmalı yorum.
n
ˌintərˈvenCHən
derived intervention price : belirlenmiş/hesaplanmış
müdahale fiyatı. intervention price : müdahale fiyatı.
v
inˈvād
n
inˈvenSHən
v
inˈvälv
konu dışı, ilgisiz
yeri doldurulamaz, eşsiz
karşı konulmaz, dayanılmaz
çıkarmak, çıkmak, ihraç etmek; (n): konu, mesele;
yayım-baskı
kıskançlık, haset
değerlendirmek, yargılamak, hüküm vermek; (n):
yargıç, hakim, uzman, expert
haklı olarak
adj iˈreləvənt
lack
yoksun olmak, ihtiyacı olmak; (n): eksiklik, yoksunluk,
yokluk
v
lak
lack of broadband services: geniş bant hizmetleri eksikliği.
lack of imagination: hayal gücü eksikliği.
lack of interest : ilgisizlik.
lacking the right to vote : oy hakkı eksikliği.
landscape
manzara
n
ˈlan(d)ˌskāp
The French Revolution transformed the political and
diplomatic landscape of Europe suddenly and dramatically.
last
v
last
v
länCH
lavishly
sürmek, devam etmek, dayanmak, yetmek; son,
önceki, sonunda
başlatmak, füze fırlatmak, yörüngeye oturtmak; yeni
bir ürünü lanse etmek, piyasaya sürmek
bolca
laziness
legacy
tembellik, miskinlik
miras
n
lāzēnis
n
ˈlegəsē
interpret
intervention
invade
invention
involve
irrelevant
irreplaceable
irresistible
issue
jealousy
judge
justifiably
launch
involve emotional issues: duygusal sorunları içerir. involved in
public life as reformers: reformcular olarak kamusal yaşama
dahil olmak.
adj iriˈplāsəbəl
adj ˌiriˈzistəbəl
v
ˈiSHoo͞
n
ˈjeləsē
v
jəj
adv ˈjəsti /fayibli/
adv
legislation
yasama,mevzuat, kanun yapma
v
lethal
likely
öldürücü (silah, gaz vb)
muhtemelen, galiba, büyük bir ihtimalle
adj ˈlēTHəl
limbo
line up
lip
literally
belirsizlik
sıralanmak, sıraya girmek, düzenlemek
dudak, ağız
harfi harfine
n
livestock
long
hayvancılık
özlemek, arzu etmek; (adj): uzun
n
ˈlīvˌstäk
v
lôNG
n
ˈlimbō
lip
adv ˈlitərəlē
maintain
make out
make over
make up
v
mealtime
mean
nonlethal: öldürücü olmayan
pv
pv
mark off
mark out
master
approximation of legislation : mevzuatın yaklaştırılması.
Community legislation: Topluluk mevzuatı.
EC legislation: AT mevzuatı.
harmonization of legislation: mevzuatın uyumlaştırılması.
horizontal legislation: yatay mevzuat.
adv ˈlīklē
look down on sbd küçük görmek, değerini küçültmek
korumak, sağlamak, sürdürmek
anlamak, fark etmek, çıkarmak, geçinmek
yenilemek
oluşturmak, toparlamak, makyaj yapmak, barışmak,
forgive each other
sınırlarını çizmek
sınırlarını çizmek, planlamak (plan), ayırmak
usta, efendi, sahip; hakim olmak, bir şeyi detaylarıyla
bilmek (govern)
yemek zamanı
anlamına gelmek, kastetmek (meant, meant); (adj):
ortalama, cimri, huysuz,, cimri (parsimonious , stingy,
miserly, tight-purse)
ˌlejəˈslāSHən
mānˈtān
pv
pv
pv
pv
pv
v
mastər
n
ˈmēlˌtīm
iv
mēn
power for even longer: daha uzun sure güç.
long steel production : uzun çelik üretimi.
long-term commitments : uzun vadeli
taahhütler/yükümlülükler.
no longer: artık, bundan böyle.
think less of, consider inferior;
meaningless
merely
anlamsız, boş, içeriksiz
yalnızca, sadece ( only, solely , just, purely, exlusively)
adj ˈmēniNGlis
merge
birleşmek, bir araya gelmek ( iki şirketin birleşmesi vb)
v
mərj
merger
merit
meticulously
birleşme, füzyon
hak etmek; (n): değer, erdem, fazilet
titizlikle, özenle
n
ˈmərjər
v
ˈmerit
misinterpret
mislead
yanlış yorumlamak, yanlış anlamak
yanlış yönlendirmek; (misled, misled)
v
ˌmisinˈtərprət
iv
misˈlēd
misunderstanding yanlış anlaşılma (misconception)
n
ˌmisˌəndərˈstandiN
G
mock
v
mäk
modest
moorland
mortal
naked
narrator
natal
nature
dalga geçmek, alay etmek (tease, make fun of); (n):
alay, taklit et. eğlenmek, sahte
humble; alçakgönüllü, mütevazı
bozkır, kır
ölümlü, fani
çıplak, yalın
anlatan, hikayeci
doğum
doğa; nitelik
n
ˈnāCHər
necessity
neglect
niece
notorious
obedient
zorunluluk, gereklilik, ihtiyaç
ihmal etmek (ignore)
yeğen, kardeş kızı
infamous; adı çıkmış, kötü şöhretli, kötü ünlü
submissive, dutiful; itaatkâr, sadık, söz dinler
n
nəˈsesətē
v
niˈglekt
n
nēs
adv ˈōnlē
Merger Treaty: Birleşme Antlaşması
adv
as a means of legal identification: yasal tanımlama aracı
olarak
mockery
adj ˈmädəst
͝
n
ˈmoo(ə)rlənd
adj ˈmôrtl
adj ˈnākid
n
naked eye: çıplak göz
ˈnarātər
adj ˈnātl
adj nəˈtôrēəs
adj ōˈbēdēənt
nature of the exception: istisnanın niteliği
good-naturedly: sabırla.
biological diversity and natural resources management :
biyolojik çeşitlilik ve doğal kaynak yönetimi.
exclusively fiscal nature : münhasıran malî nitelikli.
nature monuments : doğal anıtlar.
nature park : doğal park.
nature protection zone: doğa koruma alanı.
great or notorious leaders: büyük ve kötü şöhretli liderler
obey
object
objection
objectionable
objective
uymak, itaat etmek ( kurallara vb)
itiraz etmek; (n): amaç, nesne, cisim, obje
itiraz; sakınca
sakıncalı
amaç, gaye
v
ōˈbā
v
əbˈjek
n
əbˈjekSHən
obligation
adj əbˈjekSHənəbəl
quite objectionable: oldukça sakıncalı
n
əbˈjektiv
yükümlülük, zorunluluk, mecburiyet
n
ˌäbliˈgāSHən
oblige
oblivious
obscurity
obsession
obviously
mecbur etmek, zorlamak
habersiz, ilgisiz, unutkan
bilinmezlik, karanlık
saplantı, takıntı, sabit fikir, sürekli endişe
belli ki, doğal olarak
v
əˈblīj
attainment of the objectives : amaçlara ulaşılması.
essential objective: esas amaç.
objectives laid down in article: x madde x’ de yer alan
amaçlar.
to attain its objectives : amaçlarına ulaşmak.
obligations arising from their duties : görevlerinden
kaynaklanan yükümlülükler.
pecuniary obligation : parasal yükümlülük.
supplementary obligations: ek yükümlülükler.
to evade the obligations: yükümlülüklerini yerine getirmekten
kaçınmak.
to fail to fulfill an obligation: bir yükümlülüğü yerine
getirememek/ifa edememek.
to impose a pecuniary obligation: parasal bir yükümlülük
yüklemek.
occasion
occasional
occultism
occupy
fırsat, durum, hal; özel olay, önemli gün
arasıra, nadiren (infrequent)
doğa üstü güçlere inanma
işgal etmek; doldurmak, yerleşmek
n
occur
occurrence
ocean
offer
only
olmak, meydana gelmek (happen, take place)
vukuat, olay
okyanus
teklif etmek, sunmak, önermek; (n): öneri, teklif
yalnızca, sadece ( merely, solely , just, purely,
exlusively)
adj əˈblivēəs
͝
n
əbˈskyooritē
n
əbˈseSHən
adv ˈäbvēəslē
əˈkāZHən
adj əˈkāZHənl
n
/oakaldızm/
v
ˈäkyəˌpī
v
əˈkər
n
əˈkərəns
n
ˈōSHən
v
ˈôfər
adv ˈōnlē
Germany occupied Polland in 1939: Almanya Polonya'1939
yılında işgal etti.
ostentatious
outline
overcome
overdue
overlap
oversight
overthrow
overturn
owl
pace
paltry
partition
pass on
peasant
peculiarly
perceive
percentage
perception
perform
permanent
persist
persuade
persuasion
persuasive
pertain
pester
pilgrimage
pillage
pioneer
gösterişli, fiyakalı, havalı
özetlemek, ana hatlarıyla belirtmek;
(n): ana hat, taslak, özet
üstesinden gelmek, başa çıkmak
vadesi geçmiş, gecikmiş
üstüste binmek
gözetim, nezaret; gözden kaçırma, gaflet
devirmek, yıkmak, düşürmek, çökertmek
devirmek, tepe üstü getirmek, alt üst etmek, alabora
olmak
baykuş, bilge
adımlamak, hızını ayarlamak; (n): adım, hız, yürüyüş
adj ˌästənˈtāSHəs
değersiz, önemsiz, saçma
bölmek, parçalara ayırmak
geçirmek, devretmek, aktarmak
köylü
alışılmışın dışında
algılamak, hissetmek, sezmak
yüzdesi, yüzde, oran; komisyon, kar payı
algı, algılama
yerine getirmek; icra etmek
kalıcı,sürekli, daimi
ısrar etmek, sürüp gitmek
ikna etmek, inandırmak (convince)
ikna, inandırma, kanı, inanç
ikna edici
ait olmak, dair olmak, ilgili olmak
rahatsız etmek, musalat olmak, bela olmak
haç yolculuğu, uzun ve zorlu yol
yağma, talan, ganimet
öncülük etmek; (n): öncü, yol açan, öncülük eden
(forerunner)
adj ˈpôltrē
v
ˈoutˌlīn
v
ˌōvərˈkəm
adj ˌōvərˈd(y)oo͞
v
ˈōvərlap
n
v
ˈōvərTHrō
v
ˈōvərtərn
n
oul
v
ˈpāˌsē
v
pärˈtiSHən
pv
adj pezənt
v
pərˈsēv
n
pərˈsentij
n
pərˈsepSHən
v
pərˈfôrm
adj ˈpərmənənt
v
pərˈsist
v
pərˈswād (pə:pö)
n
pərˈswāZHən
adj pərˈswāsiv
v
pərˈtān
v
pestər
n
ˈpilgrəmij
n
ˈpilij
v
ˌpīəˈnir
one way to overcome: üstesinden gelmenin bir yolu.
piracy
pitch
plague
plausible
pledge
plenty
plummet
poet
polish
pool
populace
portfolio
pose
possess
post
preacher
predecessor
predetermine
predominate
preeminent
preference
korsanlık
saha, eğim, alan, tezgah
musallat olmak, bela olmak; (n): veba; öldürücü salgın
hastalık;
makul, mantıklı, akla yakın
ciddi bir söz vermek, ciddi bir vaat etmek; (n): rehin,
taahüt, tutu, söz, vaat, teminat
bolluk, bereket, çokluk
dimdik düşmek, çakılmak
şair, ozan, romantik, duygulu kimse
parlatmak, cilalamak; (n): lehce, parlatma, cilalama
n
ˈpīrəsē
n
piCH
v
plāg
fon oluşturmak, kar paylaşmak, para koymak; (n):
havuz, bilardo
halk
portföy, evrak çantası, belgeler, tahviller; bakanlık
v
͞
pool
n
ˈpäpyələs
n
pôrtˈfōlēˌō
ortaya çıkarmak, pozvermek
sahip olmak,etkilemek
vazife, görev, iş; posta
vaiz, hatip
selef (cet, ata)
önceden belirlemek, önceden saptamak, önceden
kararlaştırmak
üstün olmak, ağır basmak, hakim olmak
üstün
tercih, öncelik
v
pōz
v
pəˈzes
n
pōst
n
ˈprēCHər
n
ˈpredəˌsesər
v
ˌprēdiˈtərmən
v
priˈdäməˌnāt
piracy and plunder: korsanlık ve yağma
adj ˈplôzəbəl
v
plej
n
ˈplentē
v
ˈpləmit
n
ˈpōit,ˈpōət
v
ill-posed : k
öt
ü konumlanmı
ş.
post-war: savaş sonrası.
adj prēˈemənənt
n
ˈpref(ə)rəns
Generalized System of Preferences: Genelleştirilmiş Tercihler
Sistemi.
mutual preferential regime: karşılıklı tercihli rejim.
preferential companies: ayrıcalıklı şirketler.
preferential regime: tercihli rejim.
preferential trade : tercihli ticaret.
prejudice
zarara uğramak; (n): önyargı (bias); zarar, peşin hüküm v
ˈprejədəs
premise
preoccupation
prerequisite
presence
presumably
öncül
kaygı, endişe
ön koşul
varlık, huzur, varoluş
muhtemelen
n
ˈpremis
n
ˌprēˌäkyəˈpāSHən
n
prēˈrekwəzət
presume
prevail
varsaymak, tahmin etmek
yenmek, galip gelmek, hüküm sürmek, etkili olmak
v
͞
priˈzoom
v
priˈvāl
prevalent
prevent
prior (to)
priority
procedure
yaygın, genel, mevcut
önlemek, engellemek (avert)
den önce, den evvel
öncelik
prosedür, yöntem, usul
adj ˈprevələnt
proceed
devam etmek, ilerlemek
n
ˈprezəns
͞
adv priˈzooməblē
v
without prejudice to the provisions: hükümler saklı kalmak
koşuluyla.
prejudiced interests: zarara uğrayan çıkarlar.
presence of air pollution: hava kirliliğinin varlığı.
prevalent overall: yaygın etraflı.
priˈvent
adj ˈprīər
n
prīˈôrətē
n
prəˈsējər
v
prəˈsēd
co-decision procedure : ortak karar usulü.
acting in accordance with the procedure laid down in article
252 of the Treaty : Antlaşmanın 252. Maddesinde öngörülen
usule uygun şekilde hareket ederek.
application of procedures : usulün uygulanması.
assent procedure : uygun bulma usulü.
consultation procedure: danışma usulü.
cooperation procedure: işbirliği usulü.
inward processing procedure: dahilde işleme usülü.
procedure for revising : gözden geçirme usülü.
rules of civil procedure : medeni usul hukuku kuralları.
rules of procedure: usul kuralları.
screening procedure: tarama usulü.
tendering procedure: ihale usulü, teklif verme usulü.
to initiate the procedure : süreci başlatmak.
to result a procedure in a decision: sürecin bir kararla
sonuçlandırılması.
process
işlemek (bir malzemeyi); yönlendirmek; (n): süreç,
işlem; ameliye
v
ˈpräsəs
proclaim
profound
duyurmak, ilan etmek
tam, eksiksiz, derin; bilgili; etkileyici
v
prəˈklām
progressively
adv prəˈgresivlē
prohibit
prolong
giderek, git gide artarak, aşamalı olarak, düzenli bir
şekilde
yasaklamak, önlemek, engel olmak, menetmek
uzatmak
prominent
promise
önemli, belirgin, önde gelen
söz vermek, umut vermek, vaat etmek, temin etmek
adj ˈprämənənt
v
ˈpräməs
property
mal, mülk; özellik (characteristic, feature, trait);
n
ˈpräpərtē
commercial property: ticarî mülkiyet.
establishment of incorporeal rights on property:
güçlendirilmiş aynî hak; mülkiyetin gayri aynî hak tesisi.
industrial property: sınaî mülkiyet.
moveable property : menkul/taşınır mallar.
private property : özel mülkiyet.
rules governing the system of property ownership : mülkiyet
rejimi.
to dispose of property : mal üzerinde tasarrufta bulunmak.
proportion
propose
oran (inproportion to: oranla)
önermek, niyet etmek, teklif etmek, tasarlamak
n
prəˈpôrSHən
directly proportional to: doğru orantılı.
v
prəˈpōz
proposed agreement: önerilen anlaşma.
proposed measures: önerilen önlemler.
proprietor
prospect
mal sahibi, mülk sahibi
maden aramak; umut etmek; (n): umut, başarı şansı;
görüntü
refah
zengin, başarılı
gururlu, gurur verici, onurlu, mağrur
kanıtlamak; ispat etmek; (proved, proved, proven)
kaynak, köken, menşe
sadece, yalnız, (merely)
n
p(r)əˈprīətər
v
ˈpräsˌpekt
the prospect of owning: sahip olma umudu
n
präˈsperitē
During the period of prosperity: Refah döneminde
n
ˈpräspərəs
prosperity
prosperous
proud
prove
provenance
purely
adj prō-,prəˈfound
v
prəˈhibit
v
prəˈlôNG
adj proud
͞
iv
proov
n
ˈprävənəns
͝
adv ˈpyoorlē
formal process of selection: seçimin resmi süreci.
inward processing regime : dahilde işleme rejimi.
outward processing regime: hariçte işleme rejimi.
quite profound: oldukca derin.
implications would be profound.: derin etkileri olacaktır.
progressively more: giderek daha, gitgide artarak.
prolonged droughts, insects, fungal: uzun süreli kuraklıklar,
böcekler , mantar.
n
͞
pərˈsoot
n
rās
v
rak
v
rāj
ranch
rarely
takip, kovalamaca, uğraşı
ırk; yarış
rafa kaldırmak; (n): raf, askı
sinirden kudurmak, şiddetli esmek;
(n): öfke, hiddet, kudurma; hırs, tutku;
çiftlik
nadiren
n
ranCH
ravage
react
readily
tahrip, yıkım, zarar
tepkimek, karşı etki yapmak
easily: kolayca, seve seve; isteyerek, gönülden
n
ˈravij
ravages of time: zamanın yıkımları.
v
rēˈakt
unusual reaction: alışılmadık reaksiyon
realm
rear
reason
alan, alem, krallık, diyar
yetiştirmek, kaldırmak, dikmek
muhakeme etmek; (n): muhakeme, neden; gerekçe
n
relm
v
ri(ə)r
v
ˈrēzən
recession
reconcile
recruitment
gerileme, durgunluk, azalma
uzlaştırmak
güçlendirme, takviye, iyileştirme, iyileşme; askerlik,
asker toplama
iyleşme, sağlığına kavuşma
tekrarlayan
kırmızılaşmak, kırmızılaştırmak
yeniden kurmak, yeniden düzenlemek, yeniden
imzalamak
değinmek, adlandırmak, atıfta bulunmak
arıtmak; inceltmek
para iadesi; (n): para iadesi
ne olursa olsun, herşeye rağmen
n
riˈseSHən
v
n
ˈrekənˌsīl
͞
riˈkrootmənt
n
͞
riˌkoopəˈrāSHən
üzülmek, hayıflanmak, özlemini çekmek; (n):
pişmanlık; üzüntü
prova yapmak (rehearsal: prova)
v
riˈgret
v
riˈhərs
pursuit
race
rack
rage
recuperation
recurrent
redden
redraw
refer
refine
refund
regardless
regret
rehearse
adv ˈre(ə)rlē
adv ˈredl-ē
adj riˈkərənt
b
ˈredn
v
rēˈdrô
v
riˈfər
v
riˈfīn
n
rēˈfənd
adv riˈgärdləs
age of reason: aydınlama çağı, (enlightenment).
reasoned decision: gerekçeli karar.
reasoned submissions : gerekçeli maruzat.
reign
reimbursable
relation
relative
relevant
relinquish
reluctant
remain
remittance
replicate
reputation
resemble
resent
respect
response
rest
restrict
retain
reveal
revenue
revolutionary
revolve
reward
rhetorical
ride
ridicule
roam
ruin
run out (of)
saltanat sürmek, hüküm sürmek, egemen olmak
geri ödenebilir
ilişki
göreceli, bağıl, nispeten
uygun, konu ile ilgili, alakalı, amaca uygun
vaz geçmek, bırakmak, feragat etmek
çekingen , isteksiz, gönülsüz (unwilling)
kalmak; (n): kalıntı
havale, para gönderme
kopyalamak, aynını yapmak, tekrar etmek
saygınlık, ün, itibar
benzemek
kızmak, içerlemek, üzülmek
saygı, hürmet
karşılık, cevap
dinlenmek, dinlendirmek; (n): dinlenme; kalan, gerisi,
geri kalanı; bakiye
kısıtlamak, sınırlamak
tutmak, kaybetmemek, alıkoymak, unutmamak;
muhafaza etmek
gözler önüne sermek, ortaya çıkarmak, ifşa etmek
(disclose, display)
gelir
devrimci
dönmek; (döndürmek, çevirmek)
ödül; ödüllendirmek; (rewarding: tatmin edici)
hitabet, söz bilime ait
binmek, sürüklenmek
alay etmek, dalga geçmek
dolaşmak, amaçsız gezinmek, gezinmek
mahvetmek, bozmak, harap etmek;
(n): kalıntı, harabe
tükenmek, sona ermek, son bulmak, bitmek
v
rān
adj
n
riˈlāSHən
to promote relations: ilişkileri geliştirmek.
adj ˈrelətiv
adj /relivınt/
v
riˈliNGkwiSH
adj riˈləktənt
v
riˈmān
to remain in office : görevde kalmak.
n
riˈmitns
v
ˈreplikˌāt
n
ˌrepyəˈtāSHən
v
riˈzembəl
v
riˈzent
n
riˈspekt
In this respect: bu konuda.
n
riˈspäns
response time: tepki süresi
v
rest
the rest of…: geri kalanı.
v
riˈstrikt
v
riˈtān
v
riviıl
ˈrevəˌn(y)oo͞
͞
adj ˌrevəˈlooSHəˌnerē
n
v
riˈvôlv
v
riˈwôrd
revolving fund : döner sermaye.
adj rəˈtôrikəl
n
rīd
v
͞
ˈridiˌkyool
v
v
rōm
͞
ˈrooin
pv
rən
The ruins of ancient Troy: Antik Truva harabeleri
v
settlement
aceleyle koşmak, hücum etmek
kutsal
bilge, akıllı, ağırbaşlı, ada çayı
alaycı, hoş değil
yeterlilik, tatminkarlılık
tatmin edici, memnuniyet verici
yara izi, sıyrık; kayalık
korkunç, korkutucu
manzara, dekor
kuşku, şüphe
bilgin, bilim adamı
aramak, araştırmak, bulmaya çalışmak (pp:sought);
(sought, sought)
common sense: sağduyu, aklıselim
indirmek, koymak, belirlemek
ayrı tutmak, ayrı koymak
dikmek, etkilemek, sergilemek, girişmek
organize, düzenlemek, ayaralamak; kurmak; rekor
kırmak (arrange)
yerleşim; tanzim; çözüm; tasfiye
n
ˈsetlmənt
shield
significant
kalkan olmak, korumak (protect); (n): kalkan
önemli, kaydadeğer; manalı, anlamlı
v
SHēld
simply
basit birşekilde; sadece, yalnızca (only, solely, merely)
adv ˈsimplē
situational
durumsal
adv
sizeable
sketch
büyükçe, oldukça büyük
tarif etmek
adj
rush
sacred
sage
sarcastically
satisfactoriness
satisfactory
scar
scary
scenery
sceptic
scholar
seek
sense
set down
set off
set out
set up
rəSH
adj ˈsākrid
n
sāj
adj särˈkastikəlē
n
adj ˌsatisˈfakt(ə)rē
n
skär
adj ˈske(ə)rē
n
ˈsēn(ə)rē
n
ˈskeptik
n
ˈskälər
humanist scholars: hümanist akedemisyenler
iv
sēk
seeks to raise : yükseltmek istemek.
pv
pv
pv
pv
set sbd up: trick, trap
adj sigˈnifikənt
v
skeCH
dispersed settlement : dağınık yerleşim.
periodical settlement : dönemsel borç tasviyesi.
pre-court settlement body (arbitration): duruşma/ yargılama
öncesi çözüm organı (tahkim).
settlement of payments : ödeme için onay verme.
shanty settlements: kaçak yapılaşma.
significant changes in trade: ticarette önemli değişiklikler.
insignificant: ehemmiyetsiz, önemsiz; anlamsız, manasız
slight
slightly
slim
soap
soar
sole
solidarity
souvenir
hafif, küçük, belirli belirsiz
azıcık, hafiften
ince, narin, zrif
soap opera: pembe dizi, dizi film
uçmak, yükselmek, süzülmek
tek, biricik, yegane
dayanışma, birlik, beraberlik
hatıra, andaç, hediyelik eşya
adj slīt
spatial
speak out
specify
spiritual
spread
stand against
stand up to
stare
stature
stem
stem from
step down
step up
stir
stretch
strict
strictly
strike
adj slītlē
n
slim
v
sôr
n
sōl
n
n
ˌsäləˈde(ə)ritē
͞
ˌsoovəˈni(ə)r
uzaysal, mekansal
n
ˈspāSHəl
açıkça söylemek, serbestçe söylemek
açıkça belirtmek
ruhsal, manevi, ruhani
yayılmak; (spread, spread), yayılmak; (wide geniş
çaplı, yaygın)
karşı durmak
karşı koymak
dik dik bakmak, boşluğa bakmak
boy-pos; önem; kişilik
durdurmak, kesmek, engellemek, set çekmek; sapını
koparmak; (n): kök, ağaç gövdesi, sap
den ileri gelmek, den kaynaklanmak
istifa etmek, inmek
artmak, çıkmak, yükselmek
karıştırmak (çorba vb), (Stir up: Kızıştırmak);
(n): karışıklık, kargaşa
uzamak, uzanmak; germek
sert, katı
kesinlikle, tam olarak (exactly, precisely )
pv
vurmak, saldırmak; grev yapmak; (n): grev; (..on
grevde; darbe,vuruş); (struck, struck, stricken)
iv
v
Souvenir: an object that you buy or keep to remind yourself of
a special occasion or a place you have visited
spatial distribution of extreme precipitation: aşırı yağışın
mekansal dağılımı.
ˈspesəˌfī
͞
adj ˈspiriCHooəl
iv
spred
spread of urbanization: kentleşmenin yayılması.
pv
pv
v
ste(ə)r
n
staCHər
v
stem
pv
pv
pv
v
stər
v
streCH
adj strikt
adv ˈstrik(t)lē
strīk
on strike: grevde.
float like a butterfly, sting like a bee: bir kelebek gibi süzülür,
bir arı gibi sokar.
soymak, çıkarmak
çabalamak, uğraşmak, gayret etmek, didinmek;
(strove or strived, striven or strived)
devirmek, aciz bırakmak
mecbur etmek, boyun eğdirmek, çektirmek; (n):konu,
özne, husus, sebep; (adj): maruz, tabi, bağlı, bağımlı
v
strip (ri:re)
iv
strīv
v
subsequently
teslim etmek, tevdi etmek, sunmak, önermek, öne
sürmek
sonradan, sonra, arkadan, daha sonra
substantial
substantially
çok önemli, önemli ölçüde
önemli ölçüde
adj səbˈstanCHəl
sufficient
suppress
supremely
yeterli (adequate) , elverişli, nitelikli
baskılamak (duygularını, bağışıklık sistemini vb)
fevkalade, mükemmel biçimde
adj səˈfiSHənt
survey
susceptible
sustain
sustainable
take back
v
tendency
tender
incelemek, teftiş etmek
vulnerable to; kolay etkilenen, hassas
sürdürmek, devam ettirmek, desteklemek
sürdürülebilir
I take back what I've just said.Ne söylediysem geri
alıyorum.
havalanmak; taklit etmek
yırtmak, koparmak, ayırmak, paralamak; (n): gözyaşı;
(tore, torn)
eğilim
teklif vermek; (n): ihale, teklif; (adj): hassas, yumuşak
tentatively
deneme olarak
adv
term
the long term: uzun süre
strip
strive
struck down
subject
submit
take off
tear
pv
adj /sabcekt/
səbˈmit
reasoned submissions : gerekçeli maruzat.
adv ˈsəbsəkwəntlē
adv səbˈstanCHəlē
v
self-sufficient: kendi kendine yeterli.
səˈpres
adv
/sörvey/
adj səˈseptəbəl
v
səˈstān
adj səˈstānəbəl
pv
pv
iv
teyr
n
tendənsē
v
ˈtendər
call for tenders : ihale için teklif isteme.
tendering procedure : ihale usulü, teklif verme usulü.
territory
bölge,arazi, alan
n
thoroughness
thrill
thrive
titizlik, mükemmellik
heyecanlanmak, etkilenmek
gelişmek, büyümek; (thrived or throve, thrived or
thriven)
gel git, med cezir, eğilim, meyil, akış
düzenlemek, toparlamak, çeki düzen vermek
sıkı, dar, sızdırmaz, başa baş
kişisel özellik
iş görme, işlem
n
tycoon
ultimate
uyarlamak
yürümek, basmak, dans figürü yapmak
muamele etmek, tedavi etmek, (treatment: tedavi);
davranmak; (n): zevk, ikram, muamele
deneme; test; yargılama, duruşma
çelmek takmak, tökezlemek, sekmek; (n): çelme,
tökezleme, takılma
refüze etmek, ret etmek; geri çevirmek, sesini kısmak
(refuse)
çevirmek, dönüştürmek, dönüşmek
devretmek, transfer etmek; takla atmak, çevirmek,
vermek
zengin işadamı, kodoman
en son
unanimously
unconsciously
oybirliğiyle
bilinçsizce, farkına varmadan
underestimate
küçümsemek, hafife almak; düşük olarak tahmin etmek
tide
tidy up
tight
trait
transaction
transcribe
tread
treat
trial
trip
turn down
turn into
turn over
terəˌtôrē
v
THril
iv
THrīv
n
tīd
Community Territory : Topluluk Alanı.
territory of the Member States of the European Union:
Avrupa Birliği Üye Devletlerinin ülkeleri.
pv
adj tīt
n
trāt
n
tranˈsakSHən
v
tranˈskrīb
v
tred
v
trēt
n
ˈtrī(ə)l
v
trip
pv
pv
pv
n
͞
tīˈkoon
adj ˈəltəmit
͞
adv yooˈnanəməslē
adv ˌənˈkänSHəslē
v
ˈəndəremˈploimənt
tighter: sıkı.
purchasing transaction: satın alma işlemi.
semi-fiscal transaction: yarı malî işlem.
treasury transactions report: hazine işlemleri raporu.
banking transactions: bankacılık işlemleri.
field trip: kır gezisi, arazi gezisi.
iv
əndərˈgō
underlie
underline
underly
undermine
deneyim kazanmak, başına gelmek, katlanmak,
çekmek; (underwent, undergone)
altında yatmak, temelini oluşturmak
altını çizmek, vurgulamak
altında yatan
zayıflatmak, baltalamak, temelini çürütmek (weaken)
v
ˌəndərˈlī
n
ˌəndərˈlīn
v
ˌəndərˈmīn
undertake
underway
üstlenmek, sorumluluğunu almak (take on)
devam
v
ˌəndərˈtāk
undoubt
undoubted
undoubtedly
There are undoubted social benefits: Şüphesiz sosyal
faydaları vardır
kuşkusuz, şüphesiz, kesin
şüphesiz olarak, kesin olarak
unify
birleştirmek, aynı yapmak
v
unpleasantness
tatsızlık, hoş olmayan durum
unsteady
unusual
unwise
upheaval
urge
kararsız, düzensiz, değişken
sıradışı, alışılmamış (extraordinary, exceptional)
ahmak, aptal
ayaklanma, karışıklık
ileri sürmek, baskı yapmak, teşvik etmek, sevketmek
n
ˌənˈplezəntnəs
adj ˌənˈstedē
͞
͞
adj ˌənˈyooZHo
oəl
usher
undergo
n
adv ˌəndərˈwā
adj ˌənˈdoutid
adv ənˈdoutidlē
͞
ˈyoonəˌfī
adj ˌənˈwīz
n
ˌəpˈhēvəl
v
ərj
v
ˈəSHər
utilize
vague
getirmek, götürmek, yer göstermek; mübaşir,
teşrifatçı, yer gösterici
yararlanmak, faydalanmak, faydalı hale getirmek
belirsiz, üstü kapalı; net hatırlanamayan şey (X vivid)
v
͞
ˈyootlˌīz
vanish
vary
venture
verge
ortadan kaybolmak; yok olmak
değiştirmek, değişmek
girişim, risk; göze almak, cesaret etmek
sınırında olmak, eşiğinde olmak; (n): kenar, sınır, eşik
v
ˈvaniSH
v
ˈve(ə)rē
v
ˈvenCHər
v
vərj
adj vāg
political upheaval: politik ayaklanma.
utilize technology: teknolojiyi kullanan
vagueness (n): belirsizlik
all joint ventures : tüm ortak girişimler.
verification
tahkik, doğruluğunu araştırma, doğrulama
n
ˌverəfiˈkāSHən
vertebrate
violent
virtually
omurgalı
şiddetli, şiddet içerikli
hemen hemen, neredeyse (practically, nearly, almost)
adj ˈvərtəbrət
void
hükümsüz, geçersiz
adj void
volatile
vomit
vulnerable
adj ˈvälətl
wallop
way
uçucu
kusmak, püskürtmek
yatkın, meyilli, eğilimli (inclined to, prone to,
susceptible to, disposed to, apt to); savunmasız, kolay
incinir, hassas
dövmek, sert vurmak
yol, yön, taraf
whip
kamçı; kamçılamak
unit verification: birim doğrulaması.
verification of licenses: ruhsatların tahkiki.
adj ˈvī(ə)lənt
adv ˈvərCHə(wə)lē
v
act declared void: hükümsüzlüğü hukuken beyan edilen işlem.
automatically void: kendiliğinden hükümsüz. regulation
declared void: iptal edilen tüzük. the license shall be deemed
void: ruhsat geçersiz sayılır.
continue to be volatile: uçmaya devam etmek.
ˈvämət
adj ˈvəln(ə)rəbəl
v
ˈwäləp
n
wā
v
n
(h)wip
widō
pv
n
wīz
iv
wiT͟Hˈdrô
widow
kadın dul, (widower: erkek dul)
wipe out
tahrip etmek, yok etmek
wise
withdraw
akıllı, akıllıca, mantıklı
geri çek(il)mek; (withdrew, withdrawn)
worsen
kötüleşmek, kötüye gitmek (aggravate, deteriorate)
v
ˈwərsən
wreckage
yearn
yield
yıkıntı, enkaz, hasar
can atmak, özlem duymak
ürün vermek; teslim olmak, boyun eğmek, yenik
düşmek; (n): ürün, kar, kazanç
n
ˈrekij
v
yərn
v
yēld
by the way: bu arada.
a long way to : uzun bir yol.
in a different way: farklı bir şekilde. I find the way. Bir yol
bulurum. under way: sürüyor, devam ediyor
withdrawal of the marketed product : ürünün piyasadan
toplatılması.
yield these foods can be sparse: bu yiyeceklerdeki verim
seyrek olabilir .

Benzer belgeler