Pdf - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
Transkript
Pdf - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
İSTANBUL ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ YAYINIDIR NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014 İSTANBUL ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ YAYINIDIR NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014 İSTANBUL ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ YAYINIDIR NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014 ODTUMIST İLETİŞİM REKLAM TARİFESİ ODTUMIST DERGİ ODTUMIST DUYURU @odtumist ODTUMIST WEB odtumist.org İletişim için: [email protected] İÇİNDEKİLER SUNUŞ 4 DOSYA Ne kadar yerel, neyin seçimi?............................................ 4 ODTÜ’DEN ODTÜ’den haberler............................................................ 8 İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayın organı Ocak-Şubat-Mart 2014 Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul-Mart 2014 Dernek’ten Dernek’ten haberler........................................................ 10 Dernek Adına İmtiyaz Sahibi Mehmet Rasgelener (ECON-STAT’78) Cumhuriyet Caddesi Platin Apartmanı 21/4 34437 Taksim Beyoğlu/İstanbul SÖYLEŞİ Ayşegül Gürerk: Kalbi eğitmeden dönüşüm de olmuyor............................ 16 Gamze Cizreli: ODTÜ hayalimdi............................................................... 20 Sorumlu Müdür: Nevay Samer (CP ’79) Tepecik Yolu Sokağı No:82 Dalmaz Konut Apt. D.3 34337 Etiler/İstanbul GÜNDEM Isınan ve kuraklaşan bir dünyada iklim değişikliğini ciddiye almak............................................... 22 GEZİ Kar ülkesinin prensi Kars.................................................. 24 Çevre Kırsaldaki ODTÜ’lüler /2.................................................. 28 16 20 Dernek Telefonları Tel: +90 0212 274 68 60 Fax: +90 212 274 67 87 www.istodtumd.org [email protected] SOSYAL SORUMLULUK Hisar Anadolu Destekleme Derneği ve KİLİMWORKS...... 34 e-mailinizi bize bildirin, aylık etkinliklere ve duyurulara daha çabuk erişin 24 GünCEL Karanlıkta diyalog............................................................ 38 ODTÜ’lüler Runtalya’da................................................... 38 Adaleti beklerken yitirdiğimiz iki “Can”; Onur Yaser Can ve Hatice Can…................................................ 39 02 Banka Hesap No: Aidat Hesabı Denizbank Mecidiyeköy Şubesi 3260 – 1441947 – 351 TR330013400000144194700013 Yönetim Yeri Adresi Cumhuriyet Caddesi Platin Apartmanı 21/4 34437 Taksim Beyoğlu/İstanbul Çevre Gelişmişlik mi, geleceğimizi ipotek altına almak mı?....... 32 Dernek’ten Fotoğraf Çalışma Grubu................................................... 40 Edebiyat Kulübü.............................................................. 42 Burs Havuzu Çalışma Grubu............................................ 44 Yayın Çalışma Grubu Uğur Ayken (ME ‘76) Güzin Caner (CHEM ‘78) Nevay Samer (CP ‘79) Sefika Caculi (CE ‘85) Özay Yaşar (SOC ’80) Seçil Başkaya (SOC ‘03) Feyzan Aliefendioğlu (CHE ‘78) H. Belgin Ünal (SOC ’83) Z. Asuman Dener (PSY ’88) Güçlü Gözaydın (ECON’96) Mehmet Rasgelener (ECON-STAT’78) Burs Havuzu Hesabı Denizbank Mecidiyeköy Şubesi 3260 -1441947 – 599 TR110013400000144194700021 GÜNCEL “İstanbul hepimizin”........................................................ 31 KÜLTÜR-SANAT Cenk Emre: “Dünyaya kafa tutmak için...”.......................................... 36 G Yayın Hazırlık Tetra İletişim Hizmetleri Ltd. Şti Türkali Mah. Loşbahçe Sk. No:2 D:1 Beşiktaş/İstanbul Tel: 0212 219 96 76 www.tetrailetisim.com Genel Yayın Yönetmeni: Önder Kızılkaya Editör: Umut Bavlı Grafik uygulama: Kübra Şahin Fotoğraf: Belkıs Dalkıranoğlu Baskı Şan Ofset Matbaacılık Hamidiye Mah. Anadolu Cad. No:50 Kağıthane/İstanbul Tel: 0212 289 24 24 32 Baraka dergisinde yayımlanan yazı ve fotoğrafları yayma hakkı İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği’ne ait olup kaynak gösterilse dahi, hak sahiplerinin yazılı izni olmaksızın ticari amaçla kullanılamazlar. eçtiğimiz dönemde hepimizi en çok etkileyen olay, kayıtlara Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en fazla can kaybı ile sonuçlanan iş ve madencilik kazası olarak geçen Soma faciası oldu. Türkiye’de yaşamın bir parçası olarak görülen bu felaketlerin en acı yanı, önlenebilir olmalarına rağmen olabilecek en kötü şekilde sonuçlanmaları; Soma’da 301 canın yitirilmesinde olduğu gibi. Hükümetin, özelleştirmeler ve diğer yollarla sermayeyi sınırsız teşvik ederken, alınması gerekli güvenlik önlemlerini ve işçilerin çalışma koşullarını göz ardı etmesinin acı sonuçlarını hep birlikte yaşıyoruz. En gelişmiş ülke olma iddiası peşinde koşarken, iş kazalarında liste başlarında yer alıyoruz. İnsan haklarına, en başta da yaşam hakkına değer verilen bir ülke olmanın yollarını aramak ve bunun için mücadele etmek ise giderek artan bir sorumluluğumuz olarak diğer her şeyin önüne geçiyor. Derneğimizin önemi böyle günlerde daha iyi hissediliyor. Ortak noktalara sahip olduğumuz kişilerle birlikte olmak sosyal etkinliklerden daha çok keyif almamızı sağladığı gibi, böyle isyan ettiğimiz günlerde de acıyı paylaşmamıza neleri değiştirebileceğimizi tartışmamıza yardımcı oluyor. 30 yılın üzerindeki çalışma hayatımı sonlandırdıktan sonra dernek yönetiminde çalışmamı sağlayan en önemli faktör, hangi yaşta olursa olsun bir mezunumuz ile karşılaşıp biraz sohbet ettikten sonra duyduğum o paylaşma duygusuydu. Yönetim kurulu üyeleri, dernek çalışanları, gönüllüler, etkinliklere katılan üyelerle birlikte işte bu paylaşımı devam ettirmeye ve güçlendirmeye çalışıyoruz. Taksim’de olmak İstanbul’da bir araya gelmenin zorluğunu azaltıyor. Fiziki olarak bir araya gelemediğimiz arkadaşlarımıza da Baraka aracılığı ile ulaşıyoruz. Dergimiz yayına hazırlanırken henüz çok yeni olan Soma Faciası ile ilgili ODTÜ’lü bilim insanlarımızın değerlendirmeleri ayrıntılı olarak gelecek sayımızda yer alacak. Ayrıca bursiyerlerimizle ve üniversitemiz ile birlikte geliştirmeye çalıştığımız Soma’ya destek projelerini sizlerle paylaşacağız. Geçtiğimiz ayın kuşkusuz en önemli etkinliği, öğrenci, öğretim üyesi, mezun birçok ODTÜ’lüyü bir araya getiren üniversitemizin 300.000 ağaç hedefli “Bir ağaç sizden, bir orman bizden” kampanyası idi. Bu kapsamda Yasemin Civelekoğlu Yönetim Kurulu Genel Sekreteri üçüncüsü düzenlenen ağaç dikme şenliği renkli fotoğrafları ile sayfalarımızda yer alıyor. Orada olmanın keyfini anlatmaya çalıştık ama daha iyisi Ekim’de tekrarlanacak şenlikte hep birlikte olmak. Yerel seçim sonuçları ile ilgili hepimiz birçok yorum yaptık, ama üyelerimizden Konda Araştırma’nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır ile yaptığımız söyleşi, bu yorumların bilimsel yapılmasının nasıl farklı olduğunu bizlere gösterdi. “Oy ve Ötesi” ile “Ankara’nın Oyları” Gruplarının seçimlerle ilgili değerlendirmeleri ise önümüzdeki seçimler için hepimize yol gösterici nitelikte. Endüstri Mezunlarının gıpta ile izlenen yıllık olağan öğrenci-mezun buluşmalarından Seminer 2014 notları; mezunlarımızın aktif olarak yer aldıkları çevresel haberlerimiz -TEMA Vakfı projeleri, KOS’un (Kuzey Ormanları Savunması) etkinlikleri, Kırsaldaki ODTÜ’lüler- yine dergimiz sayfalarında... Geçtiğimiz dönemde kaybettiğimiz büyük usta Marquez’i, kilometrelerce uzakta yaşayan üyemiz Cem Savran’ın kalemi ile anıyoruz. Doç. Dr. Selçuk Şirin ile “Demokrasi, ekonomi ve eğitim” üzerine yaptığımız söyleşide, Soma benzeri iş kazalarının, cinayetlerinin olmayacağı bir Türkiye hayalinin ipuçlarını görebiliyorsunuz... Dergimizin bu sayısını da beğeni ile okuyacağınızı umuyoruz. Bir arada olmanın gücümüzü artırdığı inancıyla, sizleri derneğe, etkinliklerimizde yer almaya davet ediyor, katkılarınızı bekliyoruz. 03 HABER HABER Acımız büyük… Fotoğraf: Cem Sarvan Acımız büyük… Soma’da bir maden ocağında 13 Mayıs 2014 Salı günü yaşanan facia hepimizi derinden üzmüştür. Zor koşullarda görev yapan çok sayıda işçimizin bu faciada yaşamını kaybetmesinden duyduğumuz acı büyüktür. Yaşamını yitiren işçilerimize rahmet, başta yakınları olmak üzere tüm ulusumuza başsağlığı dileriz. Madende mahsur kalan işçilerimizin de en kısa sürede kurtarılmasını bekliyoruz. Hepimizin yüreğini çok derinden yaralayan böylesi elim olayların bir daha yaşanmaması için ODTÜ olarak bilgi birikimimiz ve akademik yetkinliklerimiz çerçevesinde her türlü desteği vermeye hazır olduğumuzu belirtiriz. Akademik birimlerimizin konuyla ilgili araştırmaları ve değerlendirmeleri en kısa sürede kamuoyu ile paylaşılacaktır. DOSYA “Bazen acımızı anlatmaya hiç bir söz yetmez.” 04 Rektörlük Türkiye Cumhuriyeti tarihinde insan hakları ve bu hakların başında gelen yaşam hakkı hiçbir zaman son yıllarda olduğu kadar değersizleşmemişti. Ülkemiz ölümlü iş kazalarında rekor üstüne rekor kırmaktadır. Gösterilerde gözleri çıkan, yaralanan ve öldürülen insanların yakınları miting meydanlarında yuhalatılmaktadır. Özelleştirmeler ve diğer yollarla sermayenin sınırsız teşviki, bir hükümet politikasıdır ve bunun acı sonuçlarını halkımız yaşamaktadır. Dün Soma’da meydana gelen facia, kaza diye geçiştirilemez. Gerekli önlemlerin alınmış veya alınmamış olması, idarenin denetim sorumluluğundadır. Sayıları yüzlere varan kayıplarımızın acılı ailelerinin acılarını paylaşır, yaralıların acilen iyileşmesi ve mahsur kalanların sağ olarak kurtarılmasını umut eder, ülkemiz üzerindeki bu kabusun artık sona ermesini dileriz. 05 HABER HABER ODTÜ’de Ağaç Şenliği O rtadoğu Teknik Üniversitesince (ODTÜ) düzenlenen Ağaçlandırma Şenliği’ne katılan vatandaşlar, 12 bin adet ağaç fidanı dikti. Gölbaşı ilçesine bağlı İncek Mahallesi’ndeki ODTÜ arazisinde, “Bir ağaç sizden, bir orman bizden” sloganıyla düzenlenen etkinlik kapsamında Capoeira gösterisinden halk oyunlarına kadar farklı gösteriler düzenlendi. Etkinlikte konuşan ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, doğaya ve insana karşı saygının, demokratik modern toplumlarda yaşayan iyi vatandaşların paylaşması gereken temel değerler olduğunu söyledi. Acar, genç nesillere öncelikle bu değerlerin öğretilmesi gerektiğini ifade etti. Bu konuyu, topluma karşı sorumluluk olarak gördüklerini aktaran Acar, doğanın tahrip edilmesiyle elde edilen zenginliğin sürdürülebilir olmadığını savundu. ağaç diktik. 3 Kasım’de Eymür Gölü’ndeki etkinlikte de 7 bin 500 ağaç diktik, bugün yapılan şenlikte de 12 bin ağaç dikiyoruz. 18 Ekim’den bu yana diktiğimiz ağaç sayısı 62 bine ulaşacak” dedi. Üniversitelerin, bu konuda duyarlı olması gerektiğini kaydeden Acar, doğaya ve insana saygının, toplumda temel değer olarak benimsenmesinin ve yeni nesillere aktarılmasının ülke geleceği için önemli olduğunu belirtti. Bir Ağaç Sizden, Bir Orman Bizden kampanyası kapsamında 300 bin ağaç dikileceğini belirten Rektör Acar, “Ağaç dikim çalışmalarını Ekim ayında başlattık. İlk etapta 7 binden fazla Acar etkinlikte ayrıca, “Bu tür alanlara hep birlikte ağaç dikeceğiz. Sizlerin katılımı, bizlere büyük bir güç veriyor. Kampanya, bir ay önce başladı ve hızla yayılıyor. Ümit ediyorum, kampanya süresi içinde 300 bin ağaç hedefini kolaylıkla geçeceğiz” şeklinde konuştu. Acar’ın konuşmasının ardından, belirlenen alanlarda öğrenciler, mezunlar, öğretim üyeleri ve vatandaşlar tarafından 12 bin ağaç fidanı dikildi. 58.ODTÜ Günü- 2014 Üstün Hizmet ve Takdir Ödülleri belirlendi Orta Doğu Teknik Üniversitesi Senatosu tarafından Üstün Hizmet ve Takdir Ödüllerine hak kazananlar 30 Mayıs 2014 günü açıklandı. K KM’de yapılan törende, ödül alanların özgeçmişleri ve ödül gerekçeleri okundu. Üyelerimizden ve kurulduğu günden beri derneğimize desteği hiç azalmadan devam eden Anadolu Hayat Emeklilik A.Ş.’nin Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu üyesi Mete Uğurlu, ODTÜ Takdir ödüllerinden birisinin de sahibi oldu. Diğer takdir ödülü sahibi Orhan Behiç Alankuş olurken; emekli büyükelçi Ertuğrul Apakan ile Dr.Hıfzı Topuz ise, ODTÜ Üstün Hizmet ödüllerine hak kazanan isimler olmuştur. Kendilerini kutluyor, ülkemiz, halkımız ve ODTÜ için değer katmaya devam etmelerini bekliyoruz. Mete Uğurlu (ODTÜ Takdir Ödülü) ODTÜ Mezunlar Günü Değerli Mezunlarımız, ODTÜ’DEN HABERLER Geleneksel ODTÜ Mezunlar Günü bu yıl 28 Haziran 2014 Cumartesi tarihinde gerçekleşecektir. Tüm mezunlarımızın davetli olduğu bu günde mezuniyetlerinin 10, 20, 30, 40, 45 ve 50. yıllarını doldurmaları sebebiyle 1964, 1969, 1974, 1984, 1994 ve 2004 yılı mezunlarımıza madalya takdim edilecektir. Diplomadaki isimlere göre düzenlenecek madalyaların takdim edileceği mezunlarımızın listesine http://mezun.metu.edu.tr/duyurular/mezunlargunu-2014/ adresinden ulaşabilirsiniz. Bir dönem geç mezun oldukları için listede adı bulunmayan mezunlarımız talep ettikleri takdirde listeye ekleneceklerdir. Listedeki eksik ve hataları 25 Nisan 2014 Cuma saat 17.00’ye kadar [email protected] adresine bildirebilirsiniz. Programla ilgili ayrıntılar ilerleyen tarihlerde duyurulacaktır. Saygılarımızla, Mezunlarla İletişim Müdürlüğü 06 1955 yılında Ankara’da doğdu. 1972 yılında Ankara Atatürk Lisesi’ni bitirdi. ODTÜ İdari İlimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden 1978 yılında mezun oldu. Türkiye İş Bankası’nda uzman yardımcısı olarak bankacılık kariyerine başladı. Bankanın Organizasyon Müdürlüğü ve Bilgi İşlem Müdürlüğü’nde uzman ve yönetici olarak çeşitli görevlerde bulundu. Uğurlu, İngiltere’de Manchester Business School ve Amerika’da University of Virginia Darden School’da üst düzey yönetici eğitim programlarına da katıldı. Türkiye İş Bankası’ndaki görevleri sırasında Bankanın Londra Şubesinin açılması, Almanya’dan Türkiye’ye online havale sisteminin kurulması, bankanın reorganizasyonu gibi çok sayıda ve farklı alanlarda projelerde yer alan Uğurlu, Türk bankacılığının elektronik bankacılığa geçiş sürecinde; Bankamatik, POS, İnternet ve Telefon Bankacılığı gibi çok önemli teknolojik dönüşüm projelerinde aktif görev aldı. İş Bankası Genel Müdürlüğü’nün Ankara’dan İstanbul’a fiili taşınma sürecinin yönetimini de ekibi ile birlikte başarı ile tamamladı. 2002-2006 yılları arasında da Bankanın bireysel bankacılık, halkla ilişkiler, organizasyon ve merkezi operasyon birimlerinden sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı. Türkiye İş Bankasının çeşitli iştiraklerinde denetçi ve yönetim kurulu üyesi görevlerinde bulunan Uğurlu, İş Kültür Yayınları A.Ş. ve İş Girişim Sermayesi A.Ş. şirketlerinde Yönetim Kurulu Başkanı olarak da görev yaptı. Mete Uğurlu, 31 Ocak 2006 tarihinden bu yana Türkiye İş Bankası’nın iştiraki olan Anadolu Hayat Emeklilik A.Ş.’nin Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu üyesi olarak görev yapmaktadır. Uğurlu, emeklilik şirketlerinin ortağı olduğu “Emeklilik Gözetim Merkezi A.Ş.”de Yönetim Kurulu üyesidir. Ayrıca, Türkiye Sigorta Birliği’nde Yönetim Kurulu üyesi, Başkan Yardımcısı ve Hayat ve Emeklilik Yönetim Komitesi Başkanı görevlerini sürdürmektedir. Mete Uğurlu yönetiminde, Anadolu Hayat Emeklilik, ülkemizin geleceği olan kadınlara yönelik sosyal sorumluluk projeleri kurgulamakta ve kesintisiz olarak sürdürmektedir. Bu kapsamda yapılan bazı çalışmalar şunlardır: T.C. Milli Eğitim Bakanlığı ve ÇYDD ile ortaklaşa yürütülen “Geleceğin Sigortası Kızlarımız” projesi ile yüksekokul ve üniversitelerin sigortacılık bölümlerinde okuyan başarılı kız öğrencilere burs desteği sağlanması; bu yıl sekizincisi yapılan ve sadece kadınların katılabildiği “Kadın Gözüyle Hayattan Kareler Fotoğraf Yarışması”; kadınlara özel “Ev Hanımları Emeklilik Planı”. Görevleri gereği birçok etkinliğe konuşmacı ve panelist olarak davet edilen Uğurlu, ülkemizde sigorta bilincinin artırılması, finansal okuryazarlık ve bireysel emeklilik sisteminin gelişimine önemli katkılarda bulunmuş ve bu amaçla çalışmalarına devam etmektedir. Mete Uğurlu evli ve bir kız çocuk babasıdır; ayrıca iki torunu vardır. 07 HABER HABER Gelenekselleşen bir ODTÜ etkinliği: Tiyatro Şenliği A nkara’da baharın gelişini karşılayan şenliklerden biri olan ve bu yıl 25 Nisan-5 Mayıs tarihleri arasında Tiyatro Topluluğu’nca düzenlen “Şenlik’14”, 1966’dan bu yana yapılıyor… Türkiye üniversite tiyatroları buluşması niteliği taşıyan şenlikte bu yıl ODTÜ Oyuncuları, Bertolt Brecht’in “Mezbahaların Kutsal Johanna’sı” oyununu sundular. 50 yıla yaklaşan birikimiyle Sportif başarılarla gurur duyuyoruz “ODTÜ Tiyatro Şenliği” için ODTÜ Oyuncuları şunları söylüyorlar: “ODTÜ Tiyatro Şenliği’nin geniş kitleleri oyalamak, yanlızca eğlendirmek, vakit geçirmek, haz pazarlamaya katkıda bulunmak yerine, tüm tiyatro dostlarını özgürce düşünmek, tartışmak, araştırmak ve üretmek için bir araya getirmesini diliyoruz.” Şenlik’e nice nice yıllar diliyoruz! “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözünü doğrulayan odtü’lüler Briç Üniversitemizde 24-25 Nisan 2014 tarihlerinde yapılan Türkiye Üniversiteler Briç Şampiyonasında erkek ve kadın takımlarımız 24 üniversite arasında birinci oldu. 2014 tarihleri arasında İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen Üniversitelerarası Bilardo Türkiye Birinciliği müsabakalarında Üniversitemiz Kadın ve Erkek Bilardo Takımları 2. oldu. (Her iki takımımız da!) Kürek 26 – 27 Nisan 2014 tarihlerinde Sapanca’da yapılan Üniversite Kulüpleri arası Büyükler Türkiye Şampiyonası Final Kürek Yarışları’nda kadın takımımız 1., erkek takımımız 2. oldu. Dans Türkiye Üniversitelerarası Dans Yarışması 19 Nisan 2014 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirildi. Takımımız Türkiye ikincisi oldu ve ayrıca Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Frizbi Üniversitemizde 18 Nisan 2014 tarihinde yapılan Üniversitelerarası Türkiye Frizbi Birinciliğinde takımımız şampiyon oldu. Ragbi Üniversitemiz Erkek Ragbi Takımı, 4 – 6 Mayıs 2014 tarihlerinde Konya’da Üniversite Sporları Federasyonu tarafından düzenlenen Ragbi Ünilig Final müsabakalarına katıldı ve 2. oldu. Bilkent Üniversitesi’nde 19 – 20 Nisan 2014 tarihlerinde gerçekleştirilen Bilkent Üniversitesi Ultimate Frizbi Şampiyonası katılan takımımız şampiyon oldu. Hentbol Üniversitemiz Erkek Hentbol Takımı, 14 – 19 Nisan 2014 tarihlerinde Sivas’ta Üniversite Sporları Federasyonu’nca düzenlenen 1. Lig Hentbol müsabakalarına katıldı. Grup birincisi olarak süper lige terfi müsabakalarına katılmaya hak kazandı. ODTÜ’DEN HABERLER Satranç Üniversitemiz Kadın ve Erkek Satranç Takımları, 25-29 Nisan 2014 tarihlerinde Antalya’da Üniversite Sporları Federasyonu’nca düzenlenen Üniversiteler Satranç Türkiye Şampiyonası’nda Kadın Takımımız birinci, erkek takımımız dördüncü oldu. Ayrıca sporcumuz Ayça Fatma Durmaz kadınlar şampiyonu oldu. ODTÜ’ye iki ödül 208 ülkeden 12.000’in üzerinde bir katılımın gerçekleştiği, İtalya’nın Milano kentinde 2010 yılından itibaren düzenlenen “dünyanın en kapsamlı tasarım yarışmaları arasında yer alan” A’Design Award Tasarım Ödülleri Yarışması’nda bu yıl üniversitemizin Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı 08 Bölümü öğretim elemanı Dr. Hakan Gürsu 15 ödül kazanarak “En çok ödül alan tasarımcı” ünvanını korumuştur. Kendisini kutluyoruz. Fizik Bölümü öğretim üyelerimizden Doç.Dr. Hakan Altan, Kocaeli Üniversitesi tarafından Fen Bilimleri alanında verilen Prof.Dr. Baki Komşuoğlu Bilim Teşvik Ödülü’ne layık görülmüştür. Sualtı hokeyi takımı 4-5 Nisan 2014 tarihleri arasında Çekoslovakya Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilen özel BUD PIG CUP Kulüplerarası Sualtı Hokeyi Şampiyonasında ODTÜ SAS Erkek takımı yaptıkları tüm karşılaşmalarda galip geldi ve 1. oldular. Bilardo Üniversite Sporları Federasyonu tarafından 27 Nisan – 1 Mayıs Amerikan Futbolu Takımı Üniversitemiz Amerikan Futbolu Takımı, 3 – 4 Mayıs 2014 tarihlerinde Konya’da düzenlenen Korumalı Futbol Ünilig Final müsabakasında 2. oldu. Voleybol Üniversitemiz Kadın Voleybol Takımı, Üniversite Sporları Federasyonu tarafından 1 – 6 Mayıs 2014 tarihleri arasında Bülent Ecevit Üniversitesi’nde düzenlenen Üniversitelerarası Voleybol 1. Lig müsabakasında 3. oldu. Hentbol Üniversitemiz Erkek Hentbol Takımı, 4-6 Mayıs 2014 tarihlerinde Konya’da Hentbol Federasyonu’nca düzenlenen Ünilig Hentbol Play-Off müsabakalarında 3. oldu. Yelken 4-6 Nisan 2014 tarihleri arasında Muğla/Marmaris’te düzenlenen MIYC Campus Camp Yarışı’na Üniversitemiz Yelken Takımı 3. oldu. 26 – 27 Nisan 2014 tarihleri arasında İzmir/Urla’da düzenlenen Jimmy Key Cup ve Universail Cup Yelken Yarışına katılan üniversitemiz Yelken Takımı üniversiteler kategorisinde 1., kulüpler kategorisinde 3. oldu. 09 HABER HABER Bekir Ağırdır Xxxxxxx sEMiner İstanbul 2014 O O XXX İ stanbul’daki endüstri mühendisi mezunların girişimiyle, ODTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü “IE422 Seminar in Industrial Engineering” derslerinden birini İstanbul’da yapıyor. Bunu mezunlarla yemekli bir buluşma izliyor. Ertesi gün de İstanbul Gezisinde; birkaç ay sonra aramıza katılacak (ÇıtırEM) endüstri mühendisleri ile mezunların etkileşimi sürüyor. Bu yılın sEMiner İstanbul’u 22-23 Nisan 2014’te yapıldı.43 öğrencinin katıldığı Seminer, Tuzla’da Sabancı Üniversitesi’nde Sinema Salonunda yapıldı. Ev sahipliğini Güvenç Şahin ‘00 ve Adnan İnce ‘86 yaptığı Seminer’de Fatma Onat ‘93, Adnan İnce ‘86, Şule Aktaş ‘98, Zeynep Yılmaz ‘86, Mehmet Göçmen ‘81, Selma Ergin Özmeriç ‘86, Işık Uman ‘96, Selman Çoban ‘01 ve Güvenç Şahin ‘00 konuşmacı olarak yer aldılar. Akşamki yemeğin evsahipliği ise Gülgün Dönmez ‘86 ve Metin Uzunoğulları ‘84 idi. Yemekte öğrencilerle birlikte 100’den fazla katılımcı vardı.Koşuyolu’ndaki öğretmenevinde geceleyen öğrencilerin 23 Nisan’daki İstanbul Gezisinde rehberliği Cem Tüzün ‘88 yaptı. Öğrenciler, masraflarının çok büyük bir bölümünü mezunların karşıladığı iki günlük etkinlikleri tamamlayarak 23 Nisan Akşamı Akaraya geri dönmüş oldular. ODTÜMİST Buluşma gerçekleştirldi İ Beyoğlu’nu keşfettik stanbul’daki ODTÜ’lüler ve ODTÜ dostları, 16 Nisan’da geleneksel ODTÜMİST Buluşması’nda bir araya geldiler. DTÜ İstaanbul Mezunlar Derneği olarak düzenlediğimiz kültür ve lezzet turları büyük ilgi görmye devam ediyor. 5 Nisan günü yoğun katlımla Beyoğlu ve çevresinde gerçekleştirlilen tura, profesyonel rehber Egemen Demircioğlu eşlik etti. Etkinliğe katılanlar, tur sonunda duydukları memnuniyeti bizlerle paylaştılar. “Uzun bir süreden beri önünden geçerken fark etmediğimiz şeyleri fark ettik. Ayrıca ODTÜ’lü büyüklerimizle buluşmak bize büyük mutluluk verdi.” Fatma Karakaş ve Esra Yıldırım “Çok keyif aldım. Benim için çok yeni şeyler duydum.” Gül İlbeyli “Rehberi çok beğeniyorum, dinlemesi keyifli.” Eda Kurtoğlu “Rehber konusuna çok hâkimdi, Fransızca diline hâkim olması Beyoğlu turu için önemli bir artı oldu.” Gökhan Gümüştaş ODTÜMİST Caz Gecesi’nde Brezilya esintileri N Edebiyat Klubü söyleşileri devam ediyor DENREK’TEN ardis Jazz Club’ta gerçekleştirilen ODTÜMİST Caz Gecesi’nde konuklar, Asena Akan Band ile Brezilya Caz müziğinden eşsiz yorumları dinleme fırsatı yakaladılar. 10 11 ANMA ANMA Sualtının öncülerinden Gökhan Türe’nin ardından… Kemal Gökhan Türe’yi 11 Mayıs 2014 günü kaybettik. ODTÜ’lü bu değerli insanın en yakın arkadaşlarından birisi olarak Gökhan’ın sualtına ve denizlerin korunmasına katkılarını sizlerle paylaşmak benim için çok anlamlı. Amansız hastalığını geçen sene Haziran ayında öğrenmiştik. Vefatına kadar geçen o 11 aylık süre her zaman iyileşeceğini umduk. Ancak çok sevdiğimiz Gökhan Türe hastalığına yenildi. Yazı ve fotoğraflar: Cem Orkun Kıraç (METE’87) G SOSYAL SORUMLULUK ökhan Türe Ocak 1962 Tekirdağ doğumlu. Çocukluğun geçirdiği baba evi hemen denizin önündeydi. Ve dolayısı ile denizi daha çocukluğundan bilen ve yakından tanıyan birisi oldu. Lise çağlarında artık Marmara Denizinde kayıkla açılıyor, balık avlıyor ve nefesle dalıyordu. Yakın arkadaşlarıyla Marmara Adalarına gidiyor, adaların etrafında tekneyle dolaşıyordu. ODTÜ-SAT’ı kuranlardan ve öncü üyelerinden birçoğumuz gibi 1970 li yıllarda nefesle zıpkınla balık avlıyordu. Bu deneyimler ve deniz canlıları ile karşılaşmalar daha sonra yazdığı şiirlerine de yansıyacaktı. Gerçekten duygu ve anlam yüklü güzel şiirler. Denizci insanların yanısıra denizi tanımayan insanları bile duygulandıracak nitelikte şiirler. K. Gökhan Türe ODTÜ Metalurji ve Malzeme Mühendisliği 1987 mezunu. Ancak Gökhan’ın bir mühendis olmasının yanısıra çok farklı ve önemli özellikleri vardı. Bunu daha öğrenciyken, onunla aynı bölümde okurken görmüştüm. 1984 senesinde ODTÜ bünyesinde “Sualtı Topluluğu” kurulması yönündeki girişimleri ve bizleri bir araya getirmesi bunlardan ilkiydi. Türkiye’de tüm üniversiteler arasında sualtı 12 ve dalıcılık konusunda ilk öğrenci topluluğu idi. 1984 Aralık ayında ODTÜ Rektörlüğüne verilen dilekçemize 1985’de olumlu yanıt geldi ve gayrı resmi 1984 resmi 1985 senesinde kurulmuş olduk. Ama ODTÜ-SAT’ın ve sevgili Gökhan’ın hikayesi asıl bundan sonra başladı. O her daim öncü fikirleriyle Türkiye’de ve hatta bazıları dünyada ilklere imza attı. ODTÜ-SAT bünyesindeki dalış eğitimleri ile tek bir dalış eğitimi standardına bağlı kalmadan sürekli kendini geliştiren ve kendi eğitim formasyonunu oluşturan bir müfredat hazırladı. Bu, sonraki SAT üyeleri ve dalış eğitmenlerine kuşaktan kuşağa aktarıldı. Birçok ODTÜ’lü temel ve ileri dalış eğitimini SAT bünyesinde aldı. SAT’ın 800 den fazla dalıcı üyesi var ve adlarını burada sayamayacağım kadar çok ODTÜ-SAT’lı dalıcı denizlerde, kıyılarda ve sualtında; kültürel, tarihi ve doğal değerlerimizi araştıran önemli kişilerin arasında yer aldılar. ODTÜ-SAT ekolünden birçok insan şu anda Türkiye’de ve dünyada farklı eğitim kurumlarında akademisyen veya ATLAS ve NG gibi dergilere yazarlık ve fotoğrafçılık yapan insanlar, SAD, WWF, BM gibi kurumlarda görev yapan araştırmacı veya yöneticiler ve kamu kurumlarında uzman oldular. Bu insanlar gerek ODTÜ’de öğrenciyken SAT bünyesinde, gerekse sonraki meslek hayatlarında sualtında ve kıyılarda deniz canlıları, ekosistemleri, batıkları, sualtı arkeolojik eserleri ve deniz mağaralarını araştırmaya ve korumaya devam ediyor. Bunların temelini atan ise o Tekirdağ’lı genç Gökhan Türe idi. Temel ve ileri dalış eğitimleri yanısıra, ODTÜ-SAT’ın şiarı dalışı bir araç olarak kullanarak asıl gaye olan deniz ve sualtı araştırmalarını yapmak, araştırması zor olan konularda veriler toplamak, bunu bilim dünyasına kazandırmak, korunması gereken doğal, tarihi ve kültürel değerleri gelecek kuşaklara aktarmak oldu. Bu ise, ihtisas çalışma kümeleri oluşturmaktan geçiyordu. İşte Gökhan Türe ODTÜ-SAT bünyesinde 1984 ile mezun olduğu 1987 seneleri arasında bunları tasarladı ve önerdi. Kısaca “Araştırma Grupları” dediğimiz bu ihtisas birimlerini önerdi. Ekolojik araştırmalar için Ekolojik Araştırmalar Grubu (EKOG), yunuslar ve balinalar için Deniz Memelileri Araştırma Grubu (DEMAG), nesli kritik derecede tehlike altında Akdeniz foku için Akdeniz Foku Araştırma grubu (AFAG), batık araştırmaları için Batık Araştırma Grubu (BAG; buhar çağı sonrası sac gemileri araştırmak ve belgelemek üzere), antik çağdan kalma batık gemi ve şehirleri araştırmak için Sualtı Arkeolojisi Araştırma Grubu (SAAG), içinde su bulunan deniz ve kara mağaralarını araştırmak ve belgelemek için Deniz Mağaraları Araştırma Grubu (DEMAG) kuruldu. Bu gruplar hala yaşıyor ve Türkiye’de önemli bilgi boşluklarını dolduruyor. Bu araştırma gruplarının elde ettiği görüntüler -gerek fotoğraf gerek video olarak- birçok belgesel filmde kullanıldı ve aynı zamanda akademik çalışmalarda makale ve yayınları destekledi. Deniz kaplumbağaları için kurulan DEKAG’ı ise ilk üç saha çalışması sonucunda amacına ulaştığını düşünülerek pasif hale getirdik. Bu nesli azalan deniz canlısının Türkiye kıyılarında en önemli üreme sahalarından biri Dalyan kumsalı idi. Öncü araştırmalarla önce bu tespit edildi ve Dalyan hedeflenerek 1985 ve 1986’da öncü ve Mayıs 1987’de oldukça kapsamlı ve çok katılımlı bir ODTÜ-SAT saha çalışması planlandı. Gökhan elbette bu fikri geliştiren ve planlayan kişi olarak öncü rol üstlendi. Bu çalışmanın önemi, daha sonra Türkiye’de tedricen gelişen ancak 1990 ların ortalarında artan kitlesel çevre hareketinin başlangıcı olmasıydı. Elbette çok değerli bilim adamları ülkemizin doğasını, biyolojik çeşitliliğini ve nesli azalan canlılarını araştırmak ve korumak için çalışmalarda bulunmuşlardı, ancak bunlar o zamanki koşullarda medyada yerini bulamayan halka yansımayan çalışmalar oldu. ODTÜSAT’ın Caretta caretta Dalyan Kumsalı Üreme Çalışması hepimizin bildiği üzere ülkemizdeki çevre hareketinin simgesi olan Caretta caretta ları Türkiye’de kamuoyuna tanıttı. Ardından 1988’de Doğal hayatı Koruma Derneği bu alana girdi ve koruma çalışmalarını devam ettirdi. İşte sevgili Gökhan Türer’nin ilk yıllarımızda bizlere aktardığı “mahmuz etkisi” (spur action) kavramı yerine oturmuştu. ODTÜ-SAT ve SAD daha sonra deniz kaplumbağaları araştırmalarına sadece destek olan bir kurum oldu. Deniz kaplumbağaları fark edildiği için koruma proje ve çalışmaları önce yavaş sonra büyük bir ivme ile hızlandı. Dolayısı ile DEKAG kapandı. AFAG (Akdeniz Foku Araştırma Grubu) ise çok aktif olarak hala devam eden bir ihtisas araştırma birimi. Türkiye’de Ulusal Fok Komitesi’nin kurucu üyelerinden ve birçok ulusal ve uluslararası başarılara imza attı. Henry Ford Avrupa Çevre Koruma Ödüllerinde 1998 yılında Avrupa 1.cisi olarak Grand Prix ödülüne layık görüldü. Akdeniz Fokunun Türkiye’de Korunması; Foça Pilot Projesi konusunda örnek ve uzun soluklu bir proje oldu. Daha birçok ulusal ve uluslararası ödüllere layık görüldü. SAAG (Sualtı Arkeolojisi Grubu) birçok önemli sualtı arkeolojik eserlerini ortaya çıkardı, bazılarının yüzey incelemelerini yaptı. Bu bulguları başta Kültür Bakanlığı olmak üzere kamuoyuna tanıttı ve sualtı kültürel mirasımızın korunmasına çok önemli katkılar yaptı. SAD-SAAG son iki senedir UNESCO Türk Milli Komitesi Sualtı Kültürel Mirası İhtisas Komisyonu asal üyesi. Gökhan Türe 1994 senesinde ise Sualtı Araştırmaları Derneği kurulmasını önerdi ve 15 kurucudan biri olarak, SAD’ın ilk başkanı oldu. SAD da sualtı, deniz ve kıyılarımızın araştırma ve korunmasında ülkemizdeki öncü bir sivil toplum kuruluşu. Gökhan’ın öncülük yaptığı dernek tüzüğünün hazırlanmasındaki çabaları ve katkıları unutulacak gibi değil. Son derece titiz ve idealist bir çalışma sergileyerek kurucu ekibi koordine etti. ODTÜ Mezunları Derneği’nin Şerefli Sokaktaki lokali çalışma karargâhımız oldu ve birçok kurucusu olduğu dernek ve oluşumlar gibi SAD da Gökhan’ın fikir tohumları arasından filizlendi. Ocak 2014 de 20. Senesini kutlarken Gökhan Türe aramızda idi ve bizleri son genel kurulumuzda da yalnız bırakmadı. Gökhan Türe’nin yaratıcılığı bunlarla sınırlı değil; sadece ODTÜ-SAT ve SAD kurucuları arasında olmayıp, Doğa Sporları ve Araştırmaları Derneği (DASK) ın, ayrıca Likya Kuş Gözlem Topluluğu (LİKKUŞ) un da kurucuları arasında. Gökhan Türe’nin en önemli özelliklerinden biri de öz Türkçeye oldukça önem vermesi ve bunda lafla kalmayıp sualtı, deniz ve kıyı araştırmalarında ilgili tüm teknik terimlerin Türkçelerini bulması veya unutulmuşları ortaya çıkarması ve bunları yayınları ve sözleriyle kullanıma sokması olmuştur. Önemli fikirlerin ve eserlerin sahibi sevgili Gökhan Türe seni unutmayacağız ve hep anılarını yaşatacağız. Buna söz veriyoruz. 13 HABER HABER Prof.Dr. Haldun Gülalp (Econ-Stat ’72) Ayasoftanın Işıkları “Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.” Murat Uyurkulak, Tol, İstanbul: Metis Yayınları, 2002. Yusuf Aslan ile “O Gün Ölmek Yasak” Y aklaşık olarak 1968 ile 1978 yılları arasındaki on yıl boyunca “devrim” sadece bir hayal değil, neredeyse gerçekçi bir olasılık olarak belli bir heyecanla bekleniyordu. Kısmen bu beklentinin gücünden olsa gerek, sonuçta uğranılan 12 Eylül hüsranı, sadece askeri rejimin sürdüğü üç yıl ile sınırlı kalmadı, bir 30 küsur yıl daha güzel ülkemizin zavallı halkına yaşamı zehir etmeyi sürdürdü. 12 Eylül’ün otuz üçüncü yılında, yani 2013 yazında ise, hiç beklenmedik bir anda, bırakınız yakın bir olasılık olmayı, hiç kimsenin aklına bile gelmeyecek bir şekilde ve adeta hiç yoktan bir kıvılcımın parlaması sonucunda, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kapsamlı ayaklanması kendiliğinden patlak verdi. Devrim tabii ki gerçekleşmedi, ama yine de, o sırada yaygın bir şekilde kullanılan deyimle, “göz kırptı.” Özlenen yaşam tarzının mümkün olabileceği, çok kısa bir süre ve çok sınırlı bir alan için geçerli olsa da, yaşanarak görüldü. DENREK’TEN Fotoğrafın ABC’si 14 Orta Seviye Excel Egitimi Yani, devrim, beklendiği sırada gelmedi, ama hiç bir olasılığın olmadığı bir anda, iktidarı da şaşkına çeviren bir şekilde, en azından göz attı. Bu durumu toplum bilimi nasıl açıklayabilir? Devrimler, kapsamlı, önemli ve büyük ölçekli olaylar oldukları için, bir devrimin hangi toplumda, hangi koşullarda, ne zaman ve nasıl geleceği önceden bilinebilir diye düşünülebilir. Oysa, çok basit bir nedenle, öyle olmaz. Bilimsel tespitlerin temelinde bir olgunun veya olayın gözlenmesi, düzenli bir şekilde tekrar ettiğinin kanıtlanması ve ona dayanarak bir daha ne zaman gerçekleşeceğinin önceden kestirilmesi yatar. Oysa devrimler, tanım gereği, istisnai olaylardır. Üstelik hiçbir devrimin veya ayaklanmanın koşulları ve oluş biçimi bir diğerine benzemez. Bazı yüzeysel benzerlikler bulunabilir – kalabalıkların sokak gösterilerine çıkmaları, iktidar aygıtlarının baskı uygulaması, vb. Ancak, olayların nasıl gelişeceği önceden kestirilemez. Anlık kararlar, tesadüfler, kişilikler bile önemli roller oynayabilirler. Kaldı ki, bu gibi kitlesel katılım yoluyla gerçekleşen toplumsal olaylarda, katılan kişilerin kendileri de bu olaylara katılacaklarını önceden bilemezler. Örneğin, bir anket yaparak (“bilimsel yöntemlerle”) bu gibi bir olayı önceden kestirmeye çalışınız: olaylar başlamadan önce alacağınız yanıtlarla olaylar sırasında veya sonrasında alacağınız yanıtlar ve yapacağınız gözlemler birbirlerinden çok farklı olacaktır. 2013 yazından sadece bir kaç ay öncesinde iktidar sadece sağlam durmuyor, üstelik Kürt siyasal hareketini pasifize etme yolunda önemli bir adım atmış gibi görünüyordu. Üstelik, Öcalan ile doğrudan barış görüşmelerinin yapıldığının açıklanmasından bir iki hafta önce, Başbakan Erdoğan, kuvvetler ayrımının kendi projeleri önünde bir engel oluşturduğunu ifade ediyor, yargı bağımsızlığına son verecek düzenlemelerin özlemini çektiğini ifşa ediyor, bunu kapsamlı bir başkanlık rejimi kurarak gerçekleştirmeyi umduklarını her fırsatta açıklıyordu. Bu güçlü görünümün aslında ciddi bir zafiyeti örttüğü o sırada çok net anlaşılmıyordu. Kürt siyasal hareketiyle barış görüşmelerine başlama kararı kolay alınmamıştı. Her ne kadar daha sonra ortaya çıktığı kadarıyla bu sürecin belli bir öncesi var idiyse de, iktidar açısından bunu kamuoyuna açıklama yönünde beklenmedik adımın atılmasında 2012 sonbaharında yapılan açlık grevlerinin etkisi yadsınamaz. Başbakan önceleri bunu “kuzu kebap yiyorlar” gibi ifadelerle yok saymaya çalışsa da, BDP milletvekillerinin de greve katılma tehdidi, işin küçümsenemeyeceğini ortaya koymuştu. Her ne kadar hükümet çeşitli taktiklerle “barış süreci” diye adlandırılan olayı zamana yayıp eritmeye çalıştıysa da, insiyatifi bir kez elden kaçırmış oldu. Öcalan’ın ve onun önderliğinde mücadeleyi sürdüren hareketin meşruiyeti bu süreç sırasında pekişti ve Kürt hareketi açısından en büyük kazanım böylece elde edildi. Hükümet açısından ise, konuyu çözmüş olma görüntüsü, yeterli bir seçim malzemesi olarak kullanılabilecekti. Ne kadar paradoksal gözükse de, Gezi ayaklanması bu ortamda (ve dolaylı olarak bu sayede) ortaya çıktı. Kürt siyasal hareketinin Gezi direnişine yeteri kadar destek vermediği eleştirisi haklı veya haksız olarak çok yapıldı, ama “barış süreci” diye adlandırılan olayın toplumun diğer demokratik muhalefet kesiminin hareketlenmesine dolaylı yoldan ve hiç beklenmedik şekilde bir kapı açmış olduğu üzerinde çok durulmadı. Oysa, örneğin, 12 Eylül döneminde de sol hareketlerin bastırılması, yine beklenmedik bir şekilde, ülkedeki feminist hareketin ortaya çıkmasına dolaylı bir katkıda bulunmuştu. O dönemdeki sol-sağ çatışmasının siyasal alanı ipotek altına almış olmasının feminizme hareket sahası vermemesi gibi, PKK ile bu son döneme kadar süregelen çatışma, ülke siyasetini ipotek altına almıştı. Bu çatışmaya hiç değilse bir ara verilmiş olması, başka seslerin de duyulmasına olanak sağladı. Aniden ve kendiliğinden patlak veren bu ayaklanma bir devrim değildi, ama Türkiye siyaseti üzerinde kalıcı ve geri dönülmez bir etki bıraktı. Birkaç unsura dikkat çekelim: Birincisi, 2013 başında çok güçlü bir konumda gözüken iktidarın özgüvenini geri alınamaz bir şekilde sarstı. İkincisi, bu sarsıntı, iktidar blokunu çatlattı ve böldü. Üçüncüsü, projelerini emin adımlarla yürürlüğe koyma yolundaki hükümeti telaşa sevkederek uzun vadede gerçekleştirmek istediklerini bu kez ardı ardına ve hızla yürürlüğe koyma çabasına soktu. Dördüncüsü, dağınıklığını halen sürdürmekte olan muhalefeti bütünleşme arayışına itti. Son olarak, telaş içerisine giren iktidarı hatalar yapmaya zorladı. Bu durum iktidarın ülke dışındaki itibarını yok etti; ülke içinde ise iktidarı toplumsal çatışmayı körükleyen bir konuma soktu. Kısa vadede kaybediyor gibi gözükse de, 2013 yazında gerçekleşen bu hareketlenmenin uzun vadede hedefine yaklaşacağı görülmektedir. Devrimler veya ayaklanmalar sonu bilinemez süreçlerdir. Her an her şey olabilir! 15 HABER HABER TEMA Vakfı, İstanbul Projeleri Raporu’nu açıkladı İstanbul’un geleceğini etkileyecek üç proje olan 3. Köprü, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul’un hayata geçirilmesi halinde meydana gelebilecek etkiler TEMA Vakfı önderliğinde bilimsel bir raporda bir araya getirildi. İstanbul Projeleri Raporu’nun sonuçları 25 Mart Salı günü düzenlenen basın toplantısı ile paylaşıldı. O n altı bilim insanının katkısıyla yedi aylık bir çalışma sonucunda oluşturulan çıktıların aktarıldığı toplantıda, projelerin; İstanbul’un yaşam destek sistemleri olan kuzey ormanları, su havzaları, tarım ve mera alanları, yer altı suları ile biyolojik çeşitlilik üzerinde oluşturacağı tehditler paylaşıldı. DOSYA Toplantı Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy (İTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü) Prof. Dr. Doğanay Tolunay (İÜ Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümü), Prof. Dr. Emin Özsoy (ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü) ve Prof. Dr Haluk Gerçek’in (İTÜ İnşaat Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü) yanı sıra TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç’ın katılımıyla gerçekleşti. 16 Mevcut durum tespit ve değerlendirmesi: • Doğal varlıklara erişim ve kullanım insani ve toplumsal haktır. • İstanbul ormanları dünya çapında önemli 200 ekolojik bölgeden, Avrupa’da ise acil korunması gereken 100 ormandan biri olarak kabul edilmektedir. • Kentin kuzeyinde yer alan ormanlar, su havzalarının korunması ve kuzey rüzgarlarının kente temiz hava getirmesi açısından büyük öneme sahiptir. • 1973’te inşa edilen Boğaziçi Köprüsü ve yapılan çevre yolları ile kentin gerek nüfus, gerekse arazi kullanım yapısı yoğunlaşarak daha kuzeye doğru yönelmeye başlamıştır. • 1988’de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve TEM bağlantı yollarının yapılmasıyla kentin kuzeyindeki kırsal yerleşimlerin ve tarım alanlarının yanı sıra içme suyu kaynaklarının, su havzalarının ve orman alanlarının tahribi hızlanmıştır. • 1/25.000 ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu Nazım İmar Planı’nda, 3. Köprü ve bağlantı yolları kapsamında, Kınalı-Gebze arasında yaklaşık 26 adet kavşak planlanmaktadır. Bu kavşaklar su havzaları, orman ve tarım alanları ile meraların bulunduğu İstanbul’un kuzeyine bağlantı sağlayarak, bu bölgelerde yeni yerleşme alanlarının oluşmasının önünü açacaktır. Böylelikle 1. ve 2. Köprülerde olduğu gibi İstanbul kuzeye doğru genişleyecektir. • İstanbul’un %25’i tarım arazisidir. Avrupa yakasında, ağırlıklı olarak Silivri ve Çatalca ilçelerinde yer alan tarım arazilerinin %90’nında sulama gerekmeden kuru tarım ya da yağışa bağlı tarım yapılmaktadır. • Kent ormanlarının insan çevresine ve sağlığına yararlı etkileri; biyolojik çeşitliliği desteklemek, atmosferik karbon düzeyini azaltmak, su ve hava kalitesini geliştirmek, gürültü kirliliğini önlemek, sıcak-soğuğu dengelemek, toprak erozyonunu azaltmak, kentte yaşayanların ekoloji bilincini geliştirmek ve duyarlılığını artırmak ve insan sağlığını desteklemek şeklinde sıralanmaktadır. Projelerin hayata geçmesi halinde meydana gelecek etkiler • Projeler ile yok edilecek değerlerin maliyetleri, yaratılan değerlerden daha yüksek olacak. • 3. Havalimanı ve 3. Köprü için doğrudan kesilecek orman alanı 8.715 hektar alan olacak. Bu da yaklaşık 8 bin futbol sahası kadar alana karşılık geliyor. • Köprüler insan değil, araç taşımaya devam edecek. Projeksiyonlara göre 2023’de zirve saatte her 3 köprü de tıkanacak. • 3. Havalimanı kapsamında planlanan pist, apron, üst yapılar vb. ünitelerin hafriyat çalışmaları ile doğal orman alanları, canlı yaşamı barındıran yaklaşık 70 adet büyüklü küçüklü göl, gölcükler ve özellikle Terkos Gölü’nü besleyen dereler, tarım alanları ve mera alanları zarar görecek. • Ormanların insanlara sağlamış olduğu ekosistem hizmetlerinde (su üretimi, iklim düzenleme, karbon bağlama ve oksijen üretme, hava kirliliğini azaltma, canlılara yaşam ortamı sağlama, odun üretimi vb.) azalma meydana gelecek. Habitat parçalanmaları oluşacak. • İstanbul önemli kuş göç yollarından biri üzerinde bulunmakta olup, kuş göçü Terkos Gölü ve Belgrad Ormanı üzerinden geçmektedir. Bu bölgede yaşayan yerli ve göçmen kuşlar, Bern Sözleşmesi ile de koruma altındadır. Kuş göç yolları üzerine kurulan projeler sonucunda kuşların yaşam alanları tahrip olurken, uçak kazalarının yaşanma riski artacaktır. • Projelerin hava ve iklim olay ve düzeneklerinde oluşturacakları değişiklikler önce yöredeki küçük ölçekli iklimi, sonra da bölgesel iklimi etkileyecek. Projeler, yakın çevrelerindeki ısı ve nem akıları, sıcaklık, nemlilik, buharlaşma, bulutluluk ve rüzgar rejimleri ile alansal dağılış desenlerini etkileyerek, bu alanların birer kentsel ısı adasına dönüşmesine neden olacak. • Kanal İstanbul projesi ile ilgili kamuoyuyla paylaşılan güzergah alternatifleri arasından yapılması en olası gözüken alternatif güzergahın Sazlıdere havzasından geçmesi durumunda, su varlıkları açısından sınırlı imkanlara sahip olan İstanbul ciddi bir tehditle karşı karşıya kalacak. • Türkiye’nin 122 önemli bitki alanından biri olan Terkos-Kasatura kıyıları Kanal İstanbul projesinden olumsuz etkilenecek. • İstanbul projelerinin yapılmasının planlandığı alanlar ekolojik açıdan hassas ve sürdürülebilir yaşam adına korunması gereken alanlardır. Bu alanlar çok çeşitli ve endemik bitki ve hayvan türlerinin de yaşam alanıdır. Projeler, İstanbul’un flora ve faunasında tahribata sebep olacaktır. • Tarım arazileri hızla yapılaşmaya açılarak, tarım arazisi kaybı sadece kanalın geçtiği güzergahtaki tarım arazileri ile sınırlı kalmayacak. Aynı zamanda kanal çevresinde oluşacak denetlenemez yapılaşmalar nedeniyle çok daha vahim boyutlara ulaşacak. • Kanal İstanbul önemli miktarda tarım arazisini sulayabilecek bir potansiyele sahip Silivri, Çatalca ve Büyükçekmece ilçeleri altında yoğunlaşmış yeraltı suyu havzalarına zarar verecek. • Kanal İstanbul’un geçme olasılığı olan yerlerde bulunan İstanbul Trakya Demiryolu, TEM Otoyolu, E5 Otoyolu, onlarca önemli karayolu, Terkos-Alibey tarihi su galerisi, onlarca önemli içme suyu isale hattı, Ataköy atık su kolektörü gibi büyük yapıların yer değiştirmesi ayrı bir sorun oluşturacak. • Projeler Türkiye’nin taraf olduğu birçok uluslararası sözleşme ihlal edilerek hayata geçirilecek. Türkiye’nin taraf olduğu çevrenin korunması ile ilgili uluslararası sözleşmeler esas alınması ve uygulanması gereken kanun hükmündedir. Köprü ve bağlantı yolları projesi ile Türkiye’nin taraf olduğu birçok uluslararası sözleşme ihlal edilmektedir. • Taraf olunan İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü gereği herhangi bir sera gazı indirimi vaadinde bulunulmasa da, önemli karbon yutak alanları olan orman alanlarının tahrip edilmesi açıkça bu sözleşmelere de aykırıdır. • Her türlü yatırım için üstün kamu yararı ve üstün ekosistem yararı analizi yapılması yatırımların sağlayacağı fayda ile neden olacağı tahribatın karşılaştırılması açısından önemlidir. • Uluslararası sözleşmelerle koruma altına İstanbul’un Geleceğini Etkileyecek Üç Proje: 3. Köprü – 3. Havalimanı – Kanal İstanbul” başlıklı TEMA Vakfı Uzman Görüşleri kitabının tamamına www.tema. org.tr adresinden ulaşabilirsiniz. alınan alanlarda yapılacak projeler ile Büyükçekmece Gölü, Küçükçekmece Gölü, Terkos Gölü, Ömerli havzası ve Batı İstanbul meraları zarar görecek. • Karadeniz sahilindeki Kilyos kumulları, Ağaçlı kumulları, Alibeyköy Barajı çevresindeki Batı İstanbul meraları, Terkos havzası, İstanbul Boğazı, Şile kıyıları, Ömerli havzası ve Pendik vadisi gibi önemli doğa alanlarındaki ekosistemler de zarar görecek. • Doğrudan ekonomik getirisi olan tarım ve orman arazilerine ilişkin kısa dönemli ekonomik değerler dikkate alınırken, diğer ekosistem fonksiyonları doğrudan bir ekonomik değer taşımadığı için dikkate alınmamaktadır. “İstanbul’un Geleceğini Etkileyecek Üç Proje: 3. Köprü – 3. Havalimanı – Kanal İstanbul” başlıklı TEMA Vakfı Uzman Görüşleri kitabının tamamına www.tema. org.tr adresinden ulaşabilirsiniz. 17 EDEBİYAT KULÜBÜ EDEBİYAT KULÜBÜ Marquez’in Dokunduğu Hayatlar SPOT XXX Cem Sarvan S DERNEK’TEN eksenli yıllar. Evde oturuyoruz, laf nereden nasıl açıldı bilmiyorum ama konu edebiyata ve daha sonra da babamla annemin önerdiği Latin Amerikalı bir yazara geldi. Gabriel Garcia Marquez. Yüzyıllık Yalnızlık. İlk basımın kitap kapağı bile halen gözlerimin önündedir, insanı tropikal bir iklimde sonsuzluğa götüren bir görüntü. Sanırım okuduğum ilk Latin Amerika yazarıydı, sonrasında Türkçede çıkan kitaplarını sabırsızlıkla beklediğim Gabo. Beni edebiyata yakınlaştıran kişi, okudukça kullandığı öğelerden etkilendiğim, her kitabında Latin Amerika’ya bir adım daha attığımı hissettiğim insan. Hep sanatçıların ve yazarların ölümsüz olduğuna inanmışımdır ama yazarların biraz daha fazla. Hani müzik, sinema, heykel de ölümsüzdür ama kitap bir başka. Çoğu izleyeniyle arasına bir mesafe koyarken kitap okuyucusunun dünyasına girer. Ellerde eskir, sayfaları karıştırılır, üstüne notlar alınır, arasına ayraçlar bırakılır. Artık yaşıyordur o kitap, işte bu yüzden kitabı hep biraz daha fazla ölümsüz görmüşümdür ve yazarı da tabii ki. Ve bazı yazarlar vardır ki, onlar kuşaklar boyunca bir sonrakine aktarılır, kitapları eskise de kenarlarından bantlarla tutulsa da raflardaki yerleri hep daimdir. Otuz sene önce okuduğum Yüzyıllık Yalnızlık benimle beraber hayatına başladığından bu yana neler yaşadı diye düşündüm. Her kitabında hayatıma dokunan bir 18 Marquez oldu. Kırmızı Pazartesi her anıyla gözlerimin önünde yer aldı, o nedenle de filmi bu kadar kitabına uyan bir roman oldu benim için. Kolera Günlerinde Aşk ile aşkın kitabını okuduğumu düşündüm. Yaprak Fırtınası’nın birbirinden gerçeküstü öyküleriyle gerçek büyülü Latin Amerika dünyasıyla tanıştığımı anlamıştım. Mavi Bir Köpeğin Gözleri unutamayacağım yeni figürler kattı edebiyat dünyama. Çocukluğunun teyzelerinin, babaanne ve dedesinin yanında geçmesi ile bakışlarındaki bir hüznü hep birleştirdim ve hatta bu hüznü eserlerinin çarpıcı Latin Amerika gerçekçiliğinin uzandığı gerçeküstücülüğünde de buldum. Gabo kitaplığımda durdukça, kitaplarıyla zaman zaman rafları karıştırırken buluştukça yeniden yeniden sayfalarını çevirdiğim çok olmuştur. Marquez ile tanıştığım o seksenli yılların üstünden otuz yıl sonra hayatımın yeni bir devresiyle buluştuğumda aklıma ilk gelen kişilerden biri oldu Marquez. Bu kez sene 2012’ydi. Latin Amerika’da yaşayacaktım, keşke hayatta olsalardı da annemle babamla bu gelişmeyi konuşabilseydim diye düşünürken öte yandan Marquez’in kitaplarının geçtiği büyülü topraklar gözlerimin önündeydi. Bir yaz akşamı İstanbul’dan eşyaları Panama’ya taşıma hazırlığında çalışırken sıra kitaplığa geldi. En zor işlerden biriydi, hangi kitabı alacağız hangisini bırakacağız? Depoya mı yoksa bir yere mi bırakacağız soruları arasında birçok ikilemin yanısıra yavaş yavaş götürülecek kitaplar bir tarafta yükselmeye başladı. Elim Marquezleri bir türlü depo tarafına koyamıyordu, sonunda bütün kitapları gidecekler arasındaydı. İçim rahatlamıştı, Kimse al ya da alma diye zorlamasa da, böyle bir taşınmayı yaşayanlar bilir, bir noktadan sonra insanın birşeyleri bırakması gerekmektedir. Hele hele okunmuş kitaplar neden gitsin ki sorusu çok dolaşır evlerin içinde. 2012 Ekim ve bu kez Panama’da kitaplığımızı düzenlerken Marquez’in kitaplarının yanyana sıralanışıyla yine keyiflenmiştim. Birkaç ay sonrasında İspanyolca hocamızı bulup da ilk derse başlamadan önce hemen Kırmızı Pazartesi’nin İspanyolcasını almış ve ilk üç saat sadece onu okumuştuk. İstanbul’dayken aldığım İspanyolca bu kitaba yetmese de, ilk amacım bu kitapları okumak dercesine çocuksu bir hevesle çıkarmıştım kitabı hocamız Alpina’nın önüne. Meğer onun da en sevdiği yazarmış ve bu nedenle de son iki yıldır Marquez’in hayatındaki hastalık etkilerini çok yakından takip eder olmuştuk. Böylesine büyük bir yazarın artık yazamıyor veya yazamayacak kadar hastalığın etkisinde oluşu ikimizi de etkiliyor ve yazılarından alıntılarla sürüyordu derslerimiz. Kırmızı Pazartesi’yi hepsini tam olarak anlayamasam da, İspanyolca okumuş olmak bile bende ayrı bir mutluluk yaratmıştı. Ama Gabo hayatıma dokunmaya devam ediyordu. Kolombiya’ya gidişlerimin birinde Barranquilla’da sıcak bir Pazar gününün öğleden sonrasında meyve sebze pazarının, insanların arasından rüzgara kapılmış dolaşırken bir meydana çıkmış ve karşımdaki büyük yapıyla bakışır bulmuştum kendimi. Bu yapının orada öyle bir yerde ne işi var diye düşünürken bir taraftan da binanın üstündeki Karayip Müzesi yazısını okuyordum. Yine plansız programsız bir bilinmez gezinin içindeydim. Müzeden içeriye girişim, etnik gösterileri izleyişim, katları dolaşırken Kolombiya Edebiyatçıları Barranquilla Grubu yazısıyla karşılaşışım bir rüya gibiydi. Ve Marquez’in hayatının anlatıldığı, bir süre yazılarını yazdığı oda ve daktiloyla başbaşaydım. Barranquilla Grubu’nun bir üyesi olan Marquez’in orada geçirdiği yılların içine girmiştim sanki. Müzeye bilinçli bir şekilde gelmediğim için kendime kızmıştım, neredeyse kaçıracakmışım diye düşünmeden edememiştim. Gabo, Barranquilla’da yaşamış, buradaki kitaplıkta bir odası olmuş, hergün gelmiş yazmış sonra evine gitmiş bazı geceler daktilosunun başında uyumuş ve ben o odadaydım. Sadece soluğumun kesildiğini, o anın donduğunu ve uzun süre gerçeküstü bir hayatın içinde dolaştığımı hatırlıyorum. Yanılmıyorsam o odada bir saatten fazla kaldım. Marquez’le buluşmuşcasına bir mutluluktu benimkisi. Belki de hep Kolombiya’yı farklı sevişimin en önemli nedeniydi Gabo. 17 Nisan 2014. Sabah uyandığımda kafamın içinden geçen bir çok anı benimle. Çocukluğumdan bugüne kadar bir hayat. Küçük oğlumuza bakıp, keşke babam da görseydi dediğim birgün bugün. Yirmi üç sene olmuş, hayatın ilk donduğu an. Orada kalmıştı hayat, ölüm haberini aldığımda. Sonra da babamla olan hayat bir daha hiç ilerlemedi, hep orada kaldı. 17 Nisanlarda hep o gün yaptığım her işte benimle olurdu babam, tıpkı doğumgünlerinde olduğu gibi. Pek kimse de bilmez bunu, içimde yaşamak daha bir farklıdır. Bu sene de böyle oldu ve gece yarısından önce internetten haberlere bakarken haberi gördüm. Gabo gidivermiş sakin mütevazi ve gerçeküstü büyülü hayatından. Önce son yıllarda yazamayacak kadar kötü oluşunu düşündüm, içimden birşeyler koptu ama son haftalarda okuduğum haberlerden beklediğim bir haberdi diye de düşünmeden edemedim ve ardından tarihler arasında gidip geldim. Şu an buradaki gün Türkiye’dekiyle aynı mı, burada saat 8 saat farklı orada olsaydım hangi gün olacaktı derken kabaca evet bugün 17 Nisan ve şu an Türkiye’de 18 Nisan’a geçmiş olunsa bile bugün Latin Amerika’da hala 17si dedim. Marquez hayatıma yeniden dokunuyordu ölürken. Seksenli yıllarda bir gün evde otururken babamın Yüzyıllık Yalnızlık’tan bahsedişi ve otuz sene sonra babamla Marquez’in yeniden buluşuşu. Dedim ya Marquez hayatıma hep dokunuyor ve bundan sonra da dokunacak diye.... Bu yazıyı Edebiyat Kulübüyle paylaştığım günlerde birçok anı da kalem alınıyordu. Ne değişik bir durum. Hiçbirimiz Marquez’i tanımıyorduk ya da hepimiz taniyorduk arasındaki garip ikilimdeydik. Bir yakınımızı kaybetmiştik. Zeynep’in Eskişehir’de kitapçıda tanıştığı, Erdal’ın Yüzyıllık Yalnızlık’ı ilk yayımlandığında aldığı ama kendisinden önce çocuğunun okuduğu ve okudukça gülümsemeye başladığı ya da Dilek’in yine Yüzyıllık Yalnızlık’ı henüz orta 2’de iken okuyup büyülenerek arka arkaya diğer kitaplarını okuması... Daha yazılamayan birçok anın içinde Marquez. Kolombiya’dan bütün ülkelere yayılan bir edebiyat dünyasında okuyan milyonlarca kişinin hayatında, düş dünyasında yer aldı ama bir şekilde yazdıklarıyla ve bu tesadüfleriyle benim hayatımı kendi dünyam içinde biraz daha ayrıcalıklı hale getirdi. Eminim ki o sıcacık gülüşüyle ve muhteşem eserleriyle birçoğumuzun evinde var olmaya devam edecek. Latin Amerika gerçeğini gerçeküstü bir şekilde aktarabilme sanatını gösterebilen büyük ustaya saygıyla… 19 İÇİMİZDEN BİRİ İÇİMİZDEN BİRİ Turizmin duayeni ODTÜ’lüler… Os Osman Ayık ve Selçuk Akıltopu, Türkiye’nin turizm başkenti Antalya’da turizm sektöründe etkin rol oynayan sektörün duayenleri… ODTÜ mezunu girişimciler, Ayık ve Akıltopu, Türkiye’de turizm sektörünün mevcut durmunu ve geleceğini bizler için değerlendirdiler. k Ayı an m opu Akılt uk ç l Se Değerli ODTÜ mezunları, Yeni bir Turizm sezonuna, her zaman olduğu gibi “Nasıl bir sezon yaşayacağız” düşünceleriyle başlamış bulunmaktayız. Bir inşaat mühendisi olarak, Otelcilik sektörüne girdiğim 24 yıl önce, bu sektörün statik bir sektör olduğunu düşünmüştüm. Bizler her yeni yapıda farklı çözümler üretmek durumundayızdır. Bizim için her yeni iş, yeni bir heyecan demektir. Oysa Otelcilikte hep boşalan odaları temizler ve bir sonraki misafire hazır hale getirirsiniz, hep belli programa göre yemekler hazırlarsınız ve yemek sonu sadece çöp kalır. Resepsiyonda hep müşteriler deniz manzaralı oda ister siz de ihtiyacı karşılamak için çaba sarfedersiniz ☺ Her şey rutin.. Üstelik bu kadar hizmetin ardından yarattığınız esere bakmak isterseniz, sadece hatıraları görmek mümkündür. Oysa inşaatçılık öyle mi? İş bitince karşınızda guru duyacağınız bir yapı olur. Ve yola daha iyisini yapmak üzere devam edersiniz. İlk yıllarda tam da böyle düşünmekteyken, sektörün hiç de bu kadar rutin olmadığını, eğer okuyabilirseniz, gelen misafirlerden, geldikleri ülkenin sosyolojik yapısından, geleneklerine ne kadar farklılıklar gösterdiğini, hatta bu farklılıkların aynı kültürler için bile zamana bağlı nasıl değişim gösterdiğini fark ettim. ŞÖYLEŞİ Bunun ne önemi var diyebilirsiniz. Ama şeytan ayrıntıda gizlidir. Bunları okuyabilmek, trend yakalayabilmek ya da trend oluşturabilmek için ön şart. Her şey dahil sistem, muhtemelen bir çok kişinin hoşuna gitmeyen bir sistemdir. Ancak Türkiye’nin bir “trend okuma ve uygulama” sürecidir. Türkiye bu konuda o kadar başarılı olmuştur ki, İspanyol ve Yunan meslektaşlarımız bu sistemi nasıl bu kadar ustaca kullandığımızı anlayamamışlardır. Hatta uzunca bir süre yapmaya çalışıp bir türlü oturtamamışlardır. Aslında bu tamamen misafirlerin nasıl bir tatil istediklerini doğru okumayla ilgilidir. Ancak gelinen noktada, trend oluşturmanın bu kadar basite indirgenmesine imkan kalmamıştır. 20 Turizm sektöründe; *Sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için çevre bilincinden, eğitimli insan kaynağa kadar planlama yapabilmek, *Diğer ülkelerle rekabet şartlarını doğru okuyup uygulayabilmek, yeni pazarlar yaratabilmek, *İletişim Teknolojilerini doğru kullanarak misafire ulaşabilmek, duygularını, alışkanlıklarını anlamak ve her daim temas halinde olabilmek. Kısaca, devamlı dinamik ve yaratıcı olmak durumundayız. Sn. Feyzan Aliefendioğlu Baraka dergisine bir yazı yazmamızı isteyince, Turizm sektöründe ODTÜ mezunlarının çok fazla olmadığı hissine kapıldım. Oysa ODTÜ ekolünün özellikle içinde olması gereken bir dinamik sektördeyiz. Sn. Osman Ayık Türkiye Otelciler Federasyonunun başkanı. Bir ODTÜ’lü. Belki de bu sektörde ODTÜ’lülerin olmasının ne kadar gerekli olduğunu sembolize edecek bir görevde. Önümüzde, Turizm sektörünü daha fazla çeşitlendirmek, kitle turizmi oranını daha aşağıya çekecek çözümler bulmak ve mümkün olduğu kadar sezonları uzatacak çareler üretmek gibi çok önemli ve zor bir süreç beklemekte. Sektörün İlk şekillendiği günlerde bölgede Kemer Tanıtım Vakfı ve diğer STK’ların kurulmasında gelişmesinde ve bizlerin yetişmesinde katkısı olan Sefa Gürman ağabeyimizi de unutmamak gerekir. Bu çalışmalar sırasında Kemer bölgesinde “Turistik İşletmeciler ve Otelciler Derneği” KETOB’un kurulma görevi de bana nasip oldu. Öyle görünüyor ki, bu piyasada yaşayabilmek, dahası öncü trendler yakalayıp öne çıkabilmek için çok fazla yaratıcı zekaya ihtiyaç var. Bütün bunlar bana, ODTÜ’yü de farklı kılan, biraz sıra dışı, biraz farklı bakmayı öğrenmiş insan profiline Turizm sektöründe giderek daha çok ihtiyaç duyulacağını düşündürüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde başta Mimarlık bölümü olmak üzere bir çok ODTÜ’lü arkadaşımız görev yapmakta. Onlar da Yeşil Yıldız uygulaması gibi çevreci çözümlerin üretilmesinde öncü olmakta. Ülkemizde turizm sektörüne üst düzey eleman yetiştiren başta Bilkent Üniversitesi olmak üzere değerli okullar var. Gene de meslek öğreten eğitim kurumlarının yanı sıra, vizyon veren eğitim kurumlarının gerekliliği giderek artıyor diye düşünüyorum. Turizm sektöründe muhakkak ODTÜ tedrisatından geçmiş çeşitli kademelerde çalışan bir çok kardeşimiz de vardır. Ancak en azından ben daha fazla kardeşimi sayamıyorum. Belki bu yazı bizlerin onlarla buluşmasına tanışmasın da vesile olur. Saygı ve Sevgilerimle Değerli dostlar, Turizm, ülkemizin en dinamik aynı zamanda ekonomisine önemli katkılar yapan sektörlerden bir tanesidir. Yaklaşık 50 yıllık sürecin sonunda gelinen nokta tam bir başarı öyküsü olarak nitelendirilebilir. Geçen 50 yıllık süreci iki dönemde inceleyerek bugünlere geldiğimiz takdirde bu öyküyü daha iyi kavrayabiliriz. Turizm, ülkemizin gündemine 1963 yılında yapılan kalkınma planında stratejik sektör olarak yer aldıktan sonra oturmuştur. İlk 20 yıllık dönem ciddi bir hazırlık sürecidir. Kamu (Turban A.Ş. ve Emekli Sandığı) eli ile yapılan örnek konaklama tesisleri, seyahat acentaları ve turizm eğitimine yapılan yatırımlar; doğru bir başlangıç olmuştur. Hemen bunların arkasından gelen alan planlamaları bugünlerin alt yapısını oluşturmuştur. USD gelir ile dünyada ilk on içerisinde yer almaktayız. Son otuz yılda dünyada ve ülkemizde yaşanan birçok olumsuzluğa rağmen sektör büyümeye devam etmiş ve her krizden büyüyerek çıkmayı başarmıştır. Geçmiş yıllarda gıpta ile baktığımız Yunanistan’ın sayılarını ikiye katmış durumdayız. Rekabet ettiğimiz ve yarıştığımız ülkeler bugün İtalya ve İspanyadır. Bu noktaya gelmemizde yukarıda bahsettiğim modelin tamamlayıcısı konaklama ayağının önemi büyüktür. Geçen otuz yılda dünya standartlarında nitelikli yaklaşık bir milyon civarında turistik yatak yarattık. Bu yatakları üstün hizmet kalitesi ve bize özgü misafirperverliğimiz ile birleştirerek işlettik. Tüm bu özellikler bizi vazgeçilmez bir destinasyon yapmıştır. Ama bütün bu gelişme temposunun, gerçek bir başarı öyküsüne dönüşmesi 1982 yılında çıkarılan 2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu ile olmuştur. Antalya ağırlıklı olmak üzere yapılan arazi tahsisleri ve Turizm Bankası destekli krediler ile hızlı bir yatırım dönemi başlamıştır. Ülkemizin bu ikinci dönemdeki hedefleri: çok yatak-çok misafir ve çok istihdam yaratmaktır. Bu kurgunun diğer açıklaması kitle turizminde büyümektir. Kitle turizminde büyümenin gereği olan kaynak pazarlardaki tour-operatörlüğü ve hava taşımacılığıdır ( charter firmalarının varlığı). Ülkemiz turizmcileri bu modeli çok doğru bir şekilde kurgulayarak kaynak pazarlarda sahibi Türk olan yalnızca ülkemizi pazarlayan Türkiye Spesiyalisti tour-operatörlerini yarattılar. Başta Almanya olmak üzere, Fransa, Hollanda, Belçika ve İskandinav ülkelerinde ilk örnekler ortaya çıkmıştır. 1990 yılından sonra Sovyetler Birliğinin dağılması ile başta Rusya Federasyonu olmak üzer tüm bağımsız devletler topluluğu ülkelerinde de benzer yapı oluşturulmuştur. Özel sektörün kurduğu charter firmaları ciddi bir koltuk kapasitesine ulaşmıştır ve ülkemizi ziyaret eden yabancı misafirlerimizin büyük bir bölümünü ülkemize taşımaktadırlar. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında 50 milyon yabancı uyruklu ziyaretçi ve 50 milyar USD gelir hedeflenmektedir. Bu rakamsal büyüklükler umulan tarihten çok önce ulaşılabilecek hedeflerdir. Ülkemiz sahip olduğu coğrafi konum, doğal güzellikleri, tarihi ve kültürel zenginliklerinden dolayı klasik bir destinasyon olmuştur. Son yıllarda yakalanan pazar çeşitliliği bu özelliğimizi pekiştirmiştir. Anadolu’nun her yerine yayılan yerli ve yabancı otel zincirleri ve ulaşım alt yapısındaki gelişmeler her bölgemizi turizm ürününe dönüştürmüştür. Barış süreci unutulmaya başlanan Anadolu turlarının ve bölgesel destinasyonların canlanmasına neden olmuştur. Turizm bir yaşam tarzı olmaya başlamıştır. Bu yıllardır özlemini çektiğimiz gerçek bir toplumsal ve sosyal dönüşümü sağlayacaktır. Geçen 30 yılın sonunda ikinci evreyi tamamladık sayılır. Bu süreçte çok önemli deneyimler kazandık. Zaman bu kazanımları geleceğin inşasında kullanma zamanıdır. Kitle turizmine olan bağımlılığımız her geçen gün biraz daha azalmaktadır. Ülkemizi ziyaret eden yaklaşık 35 milyon ziyaretçi sayısının %40 dan fazlası kıyıların dışındaki bölgelerimizi ziyaret etmektedir. Türk Hava Yollarının son zamanlardaki atağı İstanbul’u dolayısıyla ülkemizi dünyanın en önemli atlama noktası yapmasının bu rakamlar üzerinde çok önemli katkıları vardır. En önemli nokta bu başarının devamlılığı ve sürdürülebilirliğidir. Olgunluk döneminde sürdürülebilir büyümeyi Bugün ülkemiz dünyanın en önemli turizm destinasyonlarından biri olmuştur. Ağırladığı 35 milyondan fazla yabancı misafir sayısı ile dünya sıralamasında 6.olmuştur. Yaklaşık 30 milyar devam ettirmektir. Bunun için gereken bir takım düzenlemelere ve planlamalara ihtiyaç vardır: • Hukuksal alt yapı eksikliği:2634 sayılı yasanın bugünün bakış açısıyla ve yeni bir felsefeyle sektörü geleceğe taşıyacak şekilde ve Kültür ve Turizm Bakanlığını koordinatör haline getirecek düzenlenmenin acilen yapılması; • Fiziki alt yapı eksiklikleri giderilmelidir. Değişen eğilimleri dikkate alarak doğal ve kültürel değerlerimizi koruma ve kullanma dengesi içerisinde planlayarak turizm ürününe dönüştürmeliyiz; • Turizm emek yoğun bir sektördür. Bu nedenle kalifiye eleman sorunu hızlı büyümeye cevap verememektedir. Turizm eğitimi yeni baştan kurgulanmalıdır. • Konaklama sektöründe var olan çifte standartları ortadan kaldıracak hukuki düzenlemelerin acilen yapılması; • Ülke imajını dünya kamuoyunda pekiştirecek tanıtım stratejileri oluşturulmalıdır. Ayrıca ülke içinde turizm bilincini ve turizmi hareketini artıracak çalışmaların yapılması; • Sürdürülebilirliğin temelini doğal ve kültürel değerlerimiz oluşturmaktadır. Sektör mensuplarının ve tüm ülkenin bilinçlendirilmesi ve bu prensipler üzerinde buluşması sağlanmalıdır. 28 yıldır turizm sektörünün içinde yatırımcı ve işletmeci olarak yer almaktayım. Yukarıda sizlere anlatmaya çalıştığım ikinci evrenin tamamına şahitlik ettim diyebilirim. 20 yıldır turizm ile bağlantılı çeşitli sivil toplum örgütlerinde yer aldım ve görev yapmaya devam ediyorum. Son iki yıldır TÜROFED (Türkiye Otelciler Federasyonu) başkanlığını yapmaktayım. TÜROFED, Ege, Marmara, Akdeniz, İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerinden on üç tane bölgesel derneğin oluşturduğu yaklaşık 2500 civarında turistik işletme belge sahibi otel üyesi olan bir federasyondur. Turizm sivil bir sektördür. Bu ülkenin insanları çok önemli bir değer yarattılar bizim gibi sivil örgütlerin görevi bu değeri korumak ve sürdürülebilirliğini sağlayarak gelecek nesillere devir etmektir. Güzel yarınlara dileği ile sağlıcakla kalın. 21 HABER HABER düşüncelerimizi sormasını talep etmeye başladığımız bir gerçek. 3. Sandığına sahip çıkacak gönüllüler bulmak ve eğitmek: Sonuncu madde, ama belki de bu projenin en somut çıktısı. Pilot proje olarak İstanbul’a odaklandık; ki pek de pilot proje gibi değildi büyüklük açısından. 33.000 sandık vardı İstanbul’da. Herhangi bir sivil hareketin bu kadar kısa zamanda bu sayıya ulaşması başta imkansız görülebilir. Ama yapılamayacak bir şey olmadığını gördük. Sandıklarda siyasi partiler veya o seçimde aday olmuş bir bağımsız aday adına gönüllü gözetmenlik yapılabiliyor. Bu yıllardır olan, yasal bir hak. Ama bunu gene yıllardır yapmamamızın büyük sebebi, hem bilmememiz, hem de uzun bir prosedür gibi görünmesi. Biz bu konuda aracı olduk insanlara. Siyasi partilerden, ve gene aynı hedeflerle yola çıkmış Sandık Başındayız’la beraber hareket etme kararımızdan sonra onların gösterdiği bağımsız adaydan müşahit (gözlemci) kartları aldık. Eğitim videoları hazırladık, yüzyüze toplantılarda sandık gönüllülerini elimizden geldiğince eğittik. r e l y e ş ı r l i B ma p a y O HABER y ve Ötesi, ‘bir şeyler yapmalı’ diyen gençlerden aldığı güçle doğmuş bir sivil proje. Haklarımızı ve özgürlüklerimizi ilgilendiren pek çok konuda söz sahibi olmak yerine izleyici rolünde zaman geçirmeyi artık istemediğinin farkında olan geniş bir kesim var. Ne mutlu ki, bu kesim ‘klavye silahşörlüğü’ dışında da inisiyatif almaya hazır. İşte bu değişimi fark eden bir arkadaş grubunun başlattığı bu proje, kısa zamanda 30.000 kişi olmayı başardı. ‘İstanbul için sandıklarının başında duracak 33.000 kişi arıyoruz’ diyerek yola çıktığımızda, yerel seçimlere kadar 4 ay bile zamanımız yoktu. 8 kişiydik, henüz sadece kendi arkadaş çevremize ulaşabilmiştik. Ancak, projenin başarıya ulaşması için gerekli olan motivasyona sahiptik: Yıllardır dinlediğimiz ‘seçim hilesi’ hikayelerinden bıkmıştık, hedefimiz ve zamanlaması çok netti, ve birilerinden bize ‘liderlik’ yapmasını beklemek yerine elimizi taşın altına koymaya hazırdık. Bu 8 kişi kimdi diye sorarsanız, hepimiz kendi işinde gücünde sade vatandaşlarız. 22 Siyasi fikirlerimiz ve duruşumuz aynı değil, olmamalıydı da zaten. Çünkü ortak noktamız, bu projenin kesinlikle bağımsız olması gerektiği konusunda hemfikir olmamızdı. Gönüllülerle her konuşmamızda bunu vurguladık: Gönüllüler olarak birimizin söylediği bir yargılayıcı, yaftalayıcı, taraflı cümle; bizim dışımızda 30.000 kişiyi etkileyebilir. Bu yüzden hem söylemlerimize, hem de siyasi partilere karşı mesafemize gönüllülerin farklı siyasi görüşleri olduğunu bilerek dikkat ettik. Tabii Türkiye’de sivil bir hareketin bu kadar başarılı olmasına inanamayan, ve arkasında mutlaka bu günlerde popüler hale gelmiş bir ‘güç’ arayan insanlar da oldu. Bu insanların iyi niyetli olanları gönüllülerle tanıştıkça samimiyetimizi anladı, gözleri parlayan bu insanların potansiyelini görüp takdir etti. Ama bir kısmı, ne yazık ki umudunu öyle kesmiş olmalı ki, mutlaka ama mutlaka bir güç aradı bu kendine inanışın arkasında. Ben bu kişilere kızmıyorum, üzülüyorum. Çünkü öyle bir noktaya gelinmiş ki, bu ülkede hayal kurabilen insanların bir araya gelip bir başarı sağlayabileceğine inançları sıfıra inmiş. Oysaki bu kısır anlayış yüzünden senelerdir ortaya çıkamadı gencecik insanların potansiyelleri... Peki projenin amaçları neydi ve sonunda ne oldu? 3 ana amaçla ortaya çıktı proje: 1. Oy kullanma oranını artırmak: ‘Bir oy çok önemli’ diyerek, ‘oy veriyorum da ne oluyor, hiçbir şeyi değiştiremiyorum ki’ diye düşünen özellikle genç kesime yönelik bilinçlendirme çalışmalarının yapılması hedeflendi. 2. Oy bilincini artırmak: Yerel seçimlerde adayların projelerini ve geçmişlerini bilmek önemli. Seçmen adayları tanısın diye, adaylara iki soru soruldu, ‘eğer seçilirlerse yapmayı planladıkları projeler ne olur’ ve ‘halkın katılımcılığını nasıl sağlayacaklar’ diye. Özellikle bu ikinci sorunun önemine inanıyorum. Çünkü geçtiğimiz bir yılda ülkece katılımcılığı daha çok sorgulamaya; çevremizi ve haklarımızı ilgilendiren konularda otoritelerin bizim de Bu şekilde yola çıkmış bir sivil insiyatif Oy ve Ötesi. İlk toplantı çağrımıza sadece 3 kişi cevap verdi. Cesaretimizi kırmadan ilerledik, çünkü biliyorduk ki, ‘bir şey’ yapmak isteyen çok insan var artık. O gün bu gündür gönüllü sayısı 30.000 kişiye ulaştı. Bu kişilerden 25.000’i sandıklara yerleştirildi ve bu kişilerin de %92’si sandıklarının başındaydı! Seçim günü yaşanan deneyimler inanılmazdı. Gönüllüler sonuçlar hakkında ne düşünürlerse düşünsünler, vicdanları rahat bir şekilde döndüler evlerine o gece. O günle ilgili her gönüllünün ayrı ayrı söyleyeceği çok şey var. Ayrıca Oy ve Ötesi olarak seçim süreçleriyle ilgili bir rapor da yayınlandı. Ama naçizane, kendi adıma en önemli noktalar şöyleydi: • Süreçteki eksikleri fark ettik: O gün tutanaklara hangi partiye kaç oy verildiği yazıldı. Ama bunların ne kadar havada kalmış bir süreçten geçip o tutanağa kadar geldiğini gördük. Gün içinde, oyların sayımında ve tutanağın yazılmasında o kadar eksik veya yanlış bilgi var ki, sandıkta neden durmamız gerektiğini çok iyi anladık. Tutanağın nasıl doldurulacağını bilemeyen, fotoğrafını çekip bize gönderen sandık kurulları mı ararsınız, hangi oyların geçersiz sayılacağını soran mı, gün bitince bütün oyları seçim kuruluna kendi götürmek isteyen polisler mi istersiniz. Veya şikayet dilekçelerimizi imzalamayan kurul başkanları mı dediniz… Matematik hatalarıyla dolu olan tutanaklardan bahsetmiyorum bile... Biz ‘bir oy çok önemli’ derken, onlarca oyun o sonuçlara nasıl yanlış yansıtıldığını gördük. Neyseki yasal haklarını bilen gönüllüler bu tür yanlışlıkları ellerinden geldiğince engelledi. Ama bilinçlenmenin ne kadar önemli olduğunu çok net görmüş olduk. • Kadınların cesaretine hayran kaldık: Gönüllüler arasında daha çok kadınlar vardı. Ve en etkileyici olan, gecenin 3’ünde okulunda tek başına kalan, başka siyasi partilerce üzerlerine yürünen, ama o sandığın sayıldığını, tutanağın imzalandığını görmeden dışarı çıkmayacağını söyleyen kadınlarımızdı… • ‘Siyasi partiler zaten orada değil mi?’ sorusuna cevabımızı aldık: Siyasi partilerin, iktidar partisi hariç ne yazık ki iyi organize olamadıklarını, özellikle bazı bölgelerde sandıkta tek başına kalan gönüllülerimizden anladık. Bir de tabii, gönüllülerimizin üzerine yürüyen, almaya haklarının olduğu tutanakları ellerinden almaya çalışan, okuldan atmaya kalkışan siyasi parti üyeleriyle mücadele ettik. Yanlış anlamayın lütfen, tek bir siyasi partiden bahsetmiyorum… Bu manzaraları görünce, hepimiz şunu dedik: İş gerçekten başa düşmüş. • Halkı daha yakından tanıdık: Bu dergiyi okuyan biriyseniz, muhtemelen çevrenizde belli görüşten insanlarla birliktesinizdir ve sandıktan çıkan sonuca hayret ederek bakıyorsunuzdur. Sonra klasik inkar etme süreci gelir: ‘Yok aslında, kesin usulsüzlükler var, yoksa sonuç böyle olmazdı’. İşte çoğu Oy ve Ötesi gönüllüsü bu süreci yaşamıyor şimdi. Çünkü o sandığın başında halkın kim olduğunu kendi gözleriyle gördüler. Halk birbirini tanıdı bir anlamda ve çoğu gönüllü şunu dedi: ‘Ben ilk kez orada tanımadığım ve görmezden geldiğim insanlarla saatlerimi geçirdim, çok kızdıklarım da oldu, ama çoğunun iyi niyetli insanlar olduğunu gördüm... Ben artık bilmediğim kesimlerle daha çok vakit geçirmek, onları tanımak, kendimi de tanıtmak istiyorum...’ Artık daha iyi anlıyorlar, neden böyle olduğunu… Bundan sonra neler olacak kısmına gelirsek: 1. Sandık gözetmenliği organizasyonuna devam etmek: Önümüzde daha çok seçim var, Ankara’daki Ankara’nın Oyları ve İstanbul’daki Oy ve Ötesi, Sandık Başındayız dışında başka şehirlerde de organize olunması gerektiği anlaşılmış durumda. İlk olarak Yalova’da 1 Haziran’da tekrarlanacak seçimlerde gönüllülerimizle sandıkların başında olacağız. Ama bundan sonra da Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde bu organizasyonu yapacağız. 2. Seçim süreçlerindeki aksaklıklara karşı savunuculuk: Zihinsel engellilerin seçmen listelerinde yer alması, sandık kurulu üyelerinin yasal ve pratik konularda eğitimi gibi seçim sürecini direkt etkileyen konularda siyasi partiler ve YSK bazında çalışmalar yürütmek, halkı bilinçlendirmek istiyoruz. 3. Yerel yönetimlerde söz sahibi olan ve farklı kesimleri birleştiren projeler: Hiç girmediğimiz mahallelere girip, oraların yerel insanlarının sorunlarını konuşmak, yeni seçtikleri yerel yönetimlerden ne bekliyorlar anlamak istiyoruz. Bu hem o yıllardır birbirine yabancılaşan kesimleri birbirine yaklaştıracak, hem de yerel yönetimlere ‘halk sizden bunu istiyor’ deme şansı verecek. Belli mi olur, yerel yönetimlere daha fazla dahil olan bir kitle, belki ileriki dönemlerde bu yönetimlerde daha çok söz sahibi olmak ister... Ve en önemlisi, yıllardır birbirinin ihtiyaçlarını küçümseyen bu iki kesimin birbiriyle buluşması kimbilir neler doğurabilir... Oy kısmında güzel tecrübeler yaşadık, bunun devamı ‘Ötesi’ndeki projelerle gelecek. Oy’ların Ötesi’nde ‘bir şey’ yapmak isteyen herkesi harekete geçmeye davet ediyoruz. 23 HABER HABER Ankara’nın Oyları Seçim günü sonunda ortaya çıkan tablo, Ankara’daki yerel seçimlerde ciddi şekilde usulsüzlükler gerçekleştiğini ve bu usulsüzlüklerin seçim sürecinin adil ve demokratik yapısını etkileyebilecek nitelikte olduğunu gösterdi. A nkara’nın Oyları, Ortak Nokta Derneği ve Ankara Kent Forumu Derneği’nin önderliğinde, sivil toplum kuruluşlarının desteği ve gönüllülerin katılımıyla, farklı siyasi görüşlere sahip sekiz kişiden oluşan koordinasyon ekibinin gönül vermesiyle kuruldu. Siyasi partilerden tamamen bağımsız olan Ankara’nın Oyları olarak, demokratik, adil ve temiz siyaset için sandıklara sahip çıkmak amacıyla yola çıktık. HABER Seçimlere 1 ay kala başladığımız çalışmada, öncelikle internet sitesinin kurulması ve sosyal medya hesaplarını oluşturulması ile birlikte 3000 gönüllü sandık müşahidi ve 100 gezici araçla Evren ve Çamlıdere dahil olmak üzere Ankara’nın tüm ilçelerinde görev almayı başardık. 24 etkileyebilecek nitelikte olduğunu gösterdi. Yaşanan problemlerden en sık görülen bir tanesi, gönüllü müşahitlerin sınıflara alınmaması olarak gözlemlendi. Saat 6:00 itibariyle farklı siyasi partilerin müşahitlik kartlarıyla sandık başına giden gönüllülerin pek çoğuna, sandık başkanları tarafından orada bulunmalarına gerek olmadığı ve saat 17:00’den sonra gelebilecekleri söylendi. Seçim kanunlarına göre seçimi izleme hakkı bulunduğunu söyleyen gönüllülerin bazıları, polis eşliğinde okul dışına çıkartıldı. Yapılan tartışmalar ve avukatların müdahaleleri sonucunda saatler sonra tekrar sınıfa girebildiler. Bir diğer sorunsa, muhtar ve diğer oy pusulalarının aynı zarfa konulması oldu. Müşahitler sayım süresince muhtar oyu ile birlikte atılan belediye meclisi, ilçe ve büyükşehir belediye başkanlığı pusulalarını içeren zarfların geçerli sayılmasına ilgili kanun maddesi gereğince itirazda bulundular. Bu oylar bazı sandıklarda uyarılara rağmen geçerli sayıldı, bazı sandıklarda muhtar oyu geçersiz sayılarak geri kalan oylar geçerli sayıldı, bazı sandıklarda ise tamamen geçersiz sayıldı. Gönüllü avukatlar ve merkez ekip yetkililere ulaşıp ortak bir talimat verilmesi, tümünün geçerli ya da tümünün geçersiz sayılması konusunda bilgilendirme yapılması ve belirsizliğin giderilmesi için talepte bulunuldu. Ancak, bu talepler cevapsız bırakıldı ve oyların geçerli veya geçersiz sayılması sandık başkanının inisiyatifine bırakıldı. Koordinasyon ekibi olarak, seçim öncesinde gönüllüler için ilçe ve okul bazında mümkün olduğunca çok sandık ve seçmen sayısı kapsayacak şekilde gönüllülerin okullara atanmasını gerçekleştirdik. Bunlara ek olarak, gezici ekiplerimizle ilçeler içerisinde aktif destek ağları kurduk. Seçim günü boyunca koordinasyon ekibi olarak merkezi bir yerde toplanarak gönüllülerle gerek telefon gerekse sosyal medya araçları aracılığıyla iletişimde kalarak yaşanan problemleri kaydettik ve ihtiyaç duyulan yerlere gezici ekipler ile gönüllü avukatları göndererek destek olduk. Karşılaşılan bir diğer problem ise sandık başkanlarının pek çok yerde seçmenlerle birlikte kabine girmesi olarak kaydedildi. Bunlara ek olarak para karşılığı mühürlü oy pusulası dağıtılması, müşahitlerin oyların sayım sürecine alınmaması, başkasının yerine imza atılması gibi diğer birçok sorun gönüllerin gün boyunca karşılaştıkları problemler arasına girdi. Seçim günü yaşananların olası sonuçlarını göz önünde bulunduran Ankara’nın Oyları koordinasyon ekibi, gönüllülere çağrı yaparak ellerindeki ıslak imzalı ve mühürlü tutanakları incelemek üzere teslim aldı. Ayrıca, seçim günü yaşanan usulsüzlüklere dair gönüllüler tarafından tutulan tutanaklar da teslim alındı. Seçim günü sonunda ortaya çıkan tablo, Ankara’daki yerel seçimlerde ciddi şekilde usulsüzlükler gerçekleştiğini ve bu usulsüzlüklerin seçim sürecinin adil ve demokratik yapısını Eldeki veriler doğrultusunda, gece-gündüz ara verilmeksizin tasnifler yapıldı. Eksik tutanaklar çeşitli partilerle irtibata geçilerek tamamlandı. ODTÜ öğrencilerinden oluşan bir grup gönüllünün oluşturduğu analiz tablosu, diğer üniversite öğrencileri ve gönüllülerce tutanaklardaki bilgiler doğrultusuna dolduruldu. YSK verileri ile yapılan karşılaştırma sonucunda tablonun ortaya koyduğu farklılık sebebiyle toplamı 11600 adet tutanağın tek incelenmesine karar verildi ve çok sayıda usulsüz tutanak tespit edildi. Yapılan tespitlere göre tutanaklarda belirlenen sorunlar şu şekilde oldu: • Seçim kanunları gereğince, her tutanağın ve müşahitlere teslim edilen nüshanın sandık • başkanına teslim edilmiş olan mührü taşıması gerekirken, 2000’den fazla mühürlenmemiş tutanak bulundu. • 3500 civarında tutanakta, geçeriz oylara ayrılan bölümde geçersiz oy sayısı belirtilmişken, gerekçe belirtilmediği gözlemlendi. Seçim kanunlarına göre geçersiz oy kaydedilmesi halinde gerekçenin kanun metninde yer alan hükümler doğrultusunda açıkça belirtilmesi gerekiyor. • 1300 civarında tutanakta kaydırma ve toplama hataları yapıldığı ve tutanakta yer alan oy toplamının, sandıkta oy kullanacak seçmen sayısını aştığı kaydedildi. • 68 tutanakta seçim sonuçlarını etkileyecek oy dağılımı ve toplama hataları tespit edildi. • 11600 adet tutanak üzerinde yapılan ve sonuçları bir milyondan fazla oy ile toplamda 6500’den fazla sandığı ilgilendiren bu çalışma, seçimlere yönelik itiraz ve iptal istemlerine delil teşkil etti. Bağımsız bir platform olan Ankara’nın Oyları tarafından “demokratik, adil ve temiz siyaset” hedefi doğrultusunda ilgili yerlere teslim edildi. 2014 Yerel Seçimlerinde yaptığımız analizler doğrultusunda Ankara ile ilgili halen YSK’nın resmi olarak yayınlamadığı 500’den fazla tutanak mevcuttur. Bu nedenle tutanağı eksik sandıklar için, YSK’nın sisteme giriş yaptığı veriler analize dahil edilmek zorunda kalınmıştır. Yayınlanmış tutanakların yarıdan fazlasında, yukarıda belirttiğimiz sorunlar tespit edilmiş ve kamuoyu ile paylaşılmıştır. Mevcut koşullarda bu şekilde yapılan bir veri analizi ile sağlıklı bir seçim sonucunda ulaşılamamaktadır ve yapılmış olan tespitler, kanunlara göre seçimlerin iptaline gerekçe teşkil edecek niteliktedir. Bu durumda, ya seçimin iptal edilmesi, ya da usulsüzlük içeren tutanakların geçersiz sayılması gerekmektedir. Ancak, geçersiz tutanak sayısı çok fazla olduğundan bu tutanakların yok sayılması, halkın iradesini yok saymak anlamına gelecektir. Yerel seçimlerden aldığımız ders ve tecrübeler ışığında, yeni rotamızı 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için çizdik. Yerel seçimlerdeki eksikliklerimizi tamamlamak ve daha iyi bir organizasyon için gönüllülerimizin desteğiyle yeni çalışmalar içerisine girdik. Her sandıkta iki gönüllü olmak üzere, toplamda 26000 gönüllü hedefiyle yola çıktık. Ayrıca, her birinde 4 kişinin bulunacağı 200 araçlık gezici ekip oluşturuyoruz. Toplamda 1000 kişi olacak bu gezici ekibin her aracında bir avukat bulunmasını sağlamaya gayret edeceğiz. Halihazırda bu yapının sağlıklı işlemesi için en önemli konulardan biri olan teknik altyapı çalışmalarına da eğildik. Gerekli yazılım tamamlandığında, Ankara için başvuruları almaya başlayacağız. Ne kadar çok gönüllü bir araya gelirse, o kadar çok etkili ve kuvvetli olabileceğimizi yerel seçimlerde tecrübe ettik. Bu seçimler bize sadece oy vermenin değil, verdiğimiz oyun da arkasında durmanın bir görev olduğunu hatırlattı. Biz tüm Ankara’yı kendi oyunu kendisi sayması için davet ediyoruz ve demokratik, adil ve temiz seçim için sandıklarına ve oylarına sahip çıkmak isteyen tüm gönüllüleri Ankara’nın Oyları’na bekliyoruz. Başvurular ve diğer çalışmalar ile ilgili duyurular Facebook sayfamızdan, Twitter hesabımızdan (@ankaraninoylari) ve www. ankaraninoylari.com web sitemizden takip edilebilir. 25 BİR ODTÜ’LÜ BİR ODTÜ’LÜ “ODTÜ, dönüştürücü bir güce sahip” “ODTÜ’nün hakikaten bize sunduğu şey nedir, bulduğunla yetinme, itiraz et. Sadece itiraz etme, nasıl olacağını da göster ve bunu tek başına yapmak zorunda değilsin, yalnız değilsin. Dolayısıyla etrafta, yanında, yörende senin gibi düşünen, ortak hayal kuran insanları bulup onlarla birlikte hayatı nasıl dönüştürebilirimi ben ODTÜ’de öğrendim.” Önce biraz Selçuk Şirin’i tanımak istersek? 1991 ODTÜ mezunuyum. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık yada bizim o zaman dediğimiz tabirle eğitim bilimlerinden mezun oldum. Daha sonra kendi alanımda iş bulamayınca 90larda pek çok ODTÜlünün yaptığı gibi bankacılık sektörüne girdim. Ziraat Bankası Bankacılık Okulu ve ardından 5 yıl uzman olarak çalıştıktan sonra ODTÜ’de yüksek lisans yaparak kopmadığım akademik hayata Amerika’da devam etme kararı aldım. Şu anda New York Üniversitesi’nde doçent olarak dersler verip araştırmalar yapıyorum. Uzmanlık alanınız değişti mi? Sayılır. Davranışbilimciyim ama uzmanlığım araştırma yöntemleri ve istatistik. Bir yöntemci olunca da geniş bir alanda farklı sahalarda araştırmalar yapma olanağım oldu. Ellinin üzerinde akademik yayınım Muslim American Youth adlı bir kitabım var. Genelde azınlıklar ve marjinalleştirilmiş grupları çalıştığımı söyleyebilirim. SÖYLEŞİ Türkiye’ye geliş süreciniz nasıl oldu? Onsekiz yıl oldu Amerika’dayım. İlk on yıl doğrusu Türkiye ile pek ilgilenemedim fakat son yıllarda New Yok Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi ile bir anlaşma yaptı benim aracılığımla. O anlaşma çerçevesinde BAYO’yu (Bahçeşehir Araştırma Yöntemleri Okulu) kurduk. Ağırlıklı olarak eğitim, gençler ve çocuklar üzerine araştırmalar yapıyoruz. Ayrıca açtığımız araştırma ve istatistik odaklı atelye çalışmalarıyla araştırmacı kapasitesini artırıyoruz. Amacımız Türkiye’de veriye dayalı karar verme kültürünü çoğaltmak. BAYO’da şimdiye kadar 1000’i aşkın akademisyen, araştırmacıya uzmanlık eğitimi verdik hafta sonu programlarıyla. Aynı süreçte, İksara Veri Araştırma adlı araştırma şirketini kurduk. Buradaki amacımız da Türkiye’deki veri kapasitesini arttırmak; yani hızlı bir şekilde güvenli verinin toplanması ve bu verinin en pratik şekilde karar vericilere ulaştırılması.Yani bir başka ifadeyle ülkemizde gördüğüm iki ihtiyacı, araştırmacı ve veri ihtiyaçlarını, karşılama uğraşı içindeyim. 26 Bu sene, 2012 Pisa sonuçlarını değerlendirdiğiniz “Türkiye için Veriye Dayalı Eğitim Reformu Önerileri “ başlıklı çalışmanızı kamuoyu ile paylaştınız. Bu kapsamda Türkiye’nin gelecekteki eğitim politikalarının nasıl olması gerektiği konusunda bize neler söyleyebilirsiniz? PİSA, OECD’nin 3 yılda bir yaptığı uluslar arası bir öğrenci değerlendirme programı.. Bu 65 ülkenin katıldığı, dünya ekonomisinin %90’ını temsil eden bir araştırma. Güzel tarafı ise muhakeme, tahayyül, sentez gibi ileri derecede becerileri de ölçmesi. Maalesef bu ölçümlere baktığımız zaman son dört ölçümde yani son 12 yılda biz çok iyi durumda değiliz. 2012 PISA sınavına katılan 65 ülke arasından Türkiye matematik alanında 44, okuma becerisi alanında 41 ve fen alanında 43. sırada yer aldı. PISA’da başarılı sonuçlar alan ülkeler ise Singapur, Güney Kore, Polonya, Finlandiya’nın yanı sıra Çin’in iki önmeli bölgesi. Türkiye’nin PISA verilerinden yola çıkarak en az politika üreten ülkelerden biri olduğu da belirlendi..Yani on yıldır eğitime ne kadar yatırım yaptığımıza baktığınızda bir artış var,. Türkiye ekonomisi büyüyor dolayısıyla pasta büyüyor, pastadan pay artıyor ama buna rağmen çocuklarımızı daha iyi eğitemiyoruz. Yani büyümemiz eğitime aynı oranda yansımıyor? Türkiye ekonomik olarak son on yılda dört kat büyüdü, çok duyuyoruz bunu. Bu doğru ama aynı zamanda kişi başına milli gelire baktığımızda 10 yılda toplam büyüme reel bazda yanlızca %45, %400 değil yani. Daha önceki elli yıl boyunca her on yıllık aralıklarla aşağı yukarı ne kadar büyüdüysek son on yılda da o kadar büyüdük. Zaten aynı dönemde Türkiye ortalaması ile Dünya ortalamasına baktığınızda bizim fark yaratacak bir sıçrama yapmadığımızı görürsünüz. Buradan bir noktaya varmaya çalışıyorum. Kişi başı milli gelir hakikaten 3 bin küsur Dolar’dan 10 bin küsur Dolar’a geldi son on yılda ama nominal bir artış, reel değil. Bu iki rakamı kabul etsek bile bu aralık ekonomistlerin orta gelir tuzağı dediği bir aralık. Bu da şu demek, ülkeler bu aralıkta hızlı yükseliyor hızlı düşüyorlar; yani bizim dışımızda pek çok ülke var bu aralığı çıkıp inen. Asıl zorluk ise 15 bin Dolar eşiğini aşıp 20 bin Dolar’ı geçmek. Orayı aşınca da geri inmiyorsunuz, zengin bir daha kolay kolay fakir olmuyor. Bu eşiği aşan ülkelerin sayısı çok az. En son Güney Kore başardı bunu. Biz mesela Yunanistan çöktü battı diyoruz ya, Yunanistan 27 binden 25 bin’e, hadi olmadı 22bin’e iniyor yani iflasa varan buhrana rağmen gelirleri hala bizim iki katımız! Dolayısıyla burada söz konusu olan Türkiye’nin orta gelir tuzağından nasıl kurtulacağı. EKONOMİ ve EĞİTİM Ekonomiyle eğitim maalesef Türkiye’de birbirinzden bağımsız olarak ele alınır. Bu belki eskiden olabilirdi ancak artık bilgiye dayalı yeni küresel ekonomide eğitimi düşünmeyen fakirleşmeye mahkum. Yani eğitimciler bir yerde ekonomistler bir yerde kaldığı zaman ülke kaybeder. Hem medya hem karar vericiler anlamında bu böyle. Mesela eğitim sayfaları ya yok gazetelerde, varsa da ekonomi kadar gözde değil. Ama New York Times’a baktığınız zaman her gün eğitim özel bölümlerle yer alır. Manşetler ayrılır. Her sene en çok paylaşılan on tane makaleyi yayınlar gazete. 2013’ün on makalesine baktım bunun dört beş tanesi ya çocuklar ya gençler ya da eğitimle ilgili. Eğitim sayfaları çok geniş ve ekonomi sayfalarının önemli bir kısmı da eğitimle ilgili. Eskiden doğal kaynaklara ya da ağır sanayiye dayalı ekonomide eğitimle ekonomi arasındaki bağ bu kadar güçlü değildi. Şimdi artık bilgi ekonomisi dediğimiz zaman bilfiil eğitime dayalı bir ekonomiden sözeiyoruz. OECD’nin, bir ekonomik iş birliği örgütünün en çok sözü edilen markasının PİSA olması, bunun da eğitim ölçme ve değerlendirme sistemi olması ekonomiyle eğitim arasındaki yeni bağa güzel bir örnek ve veri teşkil ediyor. Şu an ekonomi de entegre olduğu için artık ben kapalı ekonomide şurada doğal kaynaklarımı değerlendirip burada zengin olacağım deme lüksünüz yok. Çünkü doğal kaynak sizde olabilir ama teknoloji yoksa o kaynağı çıkartmak da işlemek de pazarlamak da başkasına kalıyor. O nedenle 3 bin Dolar’dan 10 bin Dolar’a rantla, doğal kaynaklarla gelebilirsiniz ama 10 bin Dolar’dan 20 bin 27 BİR ODTÜ’LÜ BİR ODTÜ’LÜ “OECD’nin, bir ekonomik iş birliği örgütünün piyasada en çok sözü edilen markasının Pisa olması, bunun da eğitim ölçme ve değerlendirme sistemi olması ekonomiyle eğitim arasındaki bağa güzel bir örnek ve veri teşkil ediyor.” Dolar’a gelmek için yeni Whatsapplar yeni Samsunglar tahayyül edecek bir eğitim sistemi kurmamız gerekiyor. Watsapp biliyorsunuz 19 Milyar Dolar’a satıldı. 19 Milyar Dolar’ı anlamak için Türkiye’deki en büyük 4 şirketi- Türk Telekom, Tüpraş, Türk Hava Yolları, ve Petrol Ofisi-alın, yan yana koyun. Bunların her biri bir dönem tekeldi, uzunca bir süre devlet himayesinde geliştirildi. Her bir şirkette binlerce insan çalışıyor, binlerce gayrımenkul var vs. Ama acı gerçek şu ki hepsini toplasanız bir tane Watsapp etmiyor. 54 kişinin geliştirdiği Watsapp cumhuriyet tarihi boyunca oluşturduğunuz tekel şirketlere ve hatta daha fazlasına denk geliyor. SÖYLEŞİ Bu eğitim sistemiyle bu mümkün mü? PİSA sonuçları mümkün değil diyor. PİSA Yaratıcı Problem Çözme testinden bir sonuç paylaşayım. Orada 6 seviyede ölçüm yapılıyor. Altıncı ve beşinci derece en ileri derece yani Watsapp gibi ürünleri tasarlayamak için becerileri içeriyor. O seviyede olan öğrencilerimizin oranı %2.2 ki bu oran OECD ortalamasının çok altında. Samsung’un çıktığı Güney Kore’de bu oran %28. 1980’e kadar Türkiye ile milli geliri benzer olan bu ülke sonra atağa geçti ama asıl sıçramayı 90’larda yaptı. Yine mesela Brezilya. Brezilya bütçesinden eğitime en fazla para ayıran OECD ülkesi. Şu anda yeni bir petrol kaynağı bulundu orada ve o petrol gelir doğrudan eğitime aktarılacak. Buradan şuraya geliyorum. Önce ekonomi sonra eğitim mantığı artık yetmiyor. İlla bir sıra olacaksa o da önce eğitim sonra ekonomik kalkınma. Yani biraz daha gelişelim ondan sonra öğretmenlere daha çok para verelim, ondan sonra okul öncesi eğitimin kalitesini arttıralım devri geçti. Pastayı bundan sonra büyütmenin yolu eğitimden geçiyor yani eğitim ve tabii daha da önemlsi her alanda ortak aklı işletecek hukuki ve demokratik reformlardan geçiyor. Bu iki unsuru oluşturmadan 21. Yüzyılda ekonomik pastayı büyütemezsiniz. Orta gelir tuzağını da o yüzden anlattım. DEMOKRASİ ve EĞİTİM Orta gelir tuzağından nasıl kurtulacağız derken eğitim tek başına yetmiyor. Ortak aklın işlemesi yani demokrasi de şart. Türkiye’de demokrasi denince aydınlanmadan gelen bir yaklaşımla biz demokrasiyi bireysel hak ve hukuk çerçevesinde ele alırız hep. Özgürlüğü de öyle, bireysel bir erdem olarak değerlendiririz. Benim iddiam özgürlük ve demokrasi kavramlarının ekonomik boyutunun pek üstünde durulmamış olmasıdır. Oysa biliyoruz ki özgürlük olmasa inovasyon inovasyon olmasa ekonomik kalınma olmuyor bu devirde. Türkiye’den niye bir Watsapp çıkmıyor diye sorarken bunu hatırlamamız lazım. Çıkabilir mi yani gazeteciliğin durumu ortada, sosyal medyayı yasaklıyorsunuz, youtube kapalı böyle bir özgürlük ortamında insanların sınırlarını çiziyorsunuz ondan sonra hadi sen tahayyül et diyorsunuz. Eğer sofradaki pastanın büyümesini istiyorsanız, daha çok insan daha iyi işe kavuşsun, daha iyi yaşama standardına kavuşsun istiyorsanız o zaman toplumun dinamızmine set çekmemeniz lazım. Bireylerin önünü açtığınız zaman yeni fikirler ortaya çıkıyor onların özgürce yarıştığı bir ortamda ortaya çıkan projeler de hukukü teminatlarla artı değer yaratıyor. Ancak o zaman dünyanın şu an içinde bulunduğu ekonomik ortamda rekabet şansınız olabilir. Başka türlü büyüme devri geçti artık. Bir ülke gençlerinin sadece %2.2’sine ileri derecede problem çözme becerileri 28 öğretebiliyorsa ve bundan sonraki ekonomi daha ziyade bu tarz beceriler talep ediyorsa orada da ciddi bir kriz var demektir. Türkiye’nin bir an önce siyasal çalkantılar içerisinde eğitimin önemini kavraması lazım. geri dönüşü yüksek, katma değeri yüksek eğitim. Sadece çoktan seçmeli var olanı tekrar eden değil ileri derecede becerileri açık uçlu testlerle değerlendiren bir sınav sistemine ihtiyacımız var. Vizyon diyoruz mesela hakikaten çok önemli, ben onu Türkçe’ye tahayyül diye çeviriyorum. Türkiye eğer çocuklarına, gençlerine yeni küresel ekonomide yarışabilecek becerileri kazandırmazsa korkarımki bu yüzyılı da gelişmekte olan bir ülke olarak heba edeceğiz. Tablet dağıtımının eğitimin kalitesindeki etkileri neler olabilir sizce? TİMSS diye başka bir uluslararası değerlendirme sistem var. PİSA gibi ancak matematik ve fen bilgisi alanında ülkeleri karşılaştırıyor. Biz orada da maalesef OECD ülkeleri arasında sonlardayız. En son yapılan TİMSS sınavında sınıftaki bilgisayar kullanımı artarsa ne oluyor diye bir soru vardı ve o raporda çok net olarak söylenen çok az şey var ama bir tanesi bu soru üzerineydi. Diyor ki, sınıfta bilgisayar kullanımı artınca başarı artmıyor. Türkiye verilerinde de derslerde daha fazla bilgisayar kullanılan okullar diğerlerinden görece daha düşük puan almış. Yani tek başına bilgisayar dağıtmakla çözülecek bir durum yok ortada. Zaten bu tablet dağıtarak sorunu çözme mantığı bana inşaat metaforuna takıldığımızı hatırlatıyor. Sihirli bir teknolojiyle anında çözülecek bir sorunumuz yok bizim. Dolayısıyla bu tablet projesi ile iki koşul yerine gelmezse dünyanın en büyük teknoloji çöplüğünü en hızlı sürede en pahalı üretmiş ülkelerden biri olacağız. O iki şey ne, birincisi içeriğin özgürce ve devlet desteğiyle zenginleştirilmesi, ikincisi bu tabletleri kullanacak aileler ve öğretmenlerin çok hızlı bir şekilde bilgisayarlaştırılması, okulllara ve dargelilrilere ücretsiz ve hızlı internet servisinin ulaştırılması. İçeriğin zenginleştirilmesi için dinamik bir rekabet ortamı gerekiyor ki buradan yine demokrasiye dönüyoruz. Yazılım sektörü bu anlamda donanım sektöründen daha çok özgürlüğe ihtiyaç duyan bir sektör. Siz bunu yapmadan herkese tablet verirseniz o tabletlerin eğitimde başarıyı etkileyeceğini ummak hayalcilik olur. Açıkçası bizim tabletle çözecek bir sorunumuz olduğunu düşünmüyorum. ODTÜ’deki eğitime geri dönüp tekrar baktığınızda okulunuz için ne söyleyebilirsiniz? ODTÜ gündeme geldiğinde ben hep diyorum ki ODTÜ’de iki tane diploma aldıb biz; bir tanesi herkesin bölümünden aldığı, ama ondan daha önemlisi pek çoğumuzun kampüsten aldığımız diploma. Bu ikinci diplomayı her mezun olana vermiyorlar. ODTÜ tarihi olan dokusu olan iklimi olan bir kampüs. O tarihe o dokuya karışmak için emek harcayınca ODTÜ size öyle bir dünya bakışı armağan ediyor ki okuldan çıkınca dünyayı değişen, dönüşen ve değiştirilebilir bir olgu olarak görüyorsunuz. O nedenle bu ikinci diplomayı alan ÖDTÜlüler gittiği her yerde bulduğunu kabullenen insanlar olmuyor. Yani eleştirmeyi seviyoruz ama aynı zamanda tahayyül etmesini seviyoruz. Daha da önemlisi değiştirme gücümüzün de bizde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ben nereye gitsem bu ikinci diplomahyı başarımın önemli bir girdisi olarak görüyorum. Ama bu sadece bana has bir şey değil, güzel tarafı da o. Bu sadece bana has bir şey olsaydı ben çok çalıştım ettim derdim. Hayır, ODTÜ bunu bize öğretiyor yani deneyimlerle öğretiyor. Bu her üniversitenin, her kurumun söyleyeceği bir şey değil. ODTÜ kültürü dediğimiz şeyin, hakikaten bu anlamda dönüştürücü bir gücü var. O yüzdendir ki orada edinilen dostluklar hayat boyu kalıyor. Aradan neredeyse çeyrek asır geçmiş bankacılık, Amerika yılları ki doktora eğitim de var arada ama benim için ODTÜ’de edindiğim dostluk hala apayrı bir yerde. O dostluk zenginleştirici bir dostluk, yıllarla çoğalan bir dostluk çünkü... Sadece sizin değişip dönüştüğünüz, dostlarınızın olduğu yerde kaldığı bir ilişki olsa zaten dost olarak da kalamıyorsunuz. 29 HABER HABER THBT AĞA Gezisi Evet, evet.. En güzeli, Vişnelik’te toplanalım, servis bizi havaalanına götürsün… Uzuuun süren organizasyon çalışmalarından sonra Orkun’dan (Orkun Alparslan, EE’99) bu iletiyi alınca fena halde içim rahat etti.. “Okulumuz”la başlayan yolculuklar iyi gidiyor ne de olsa:) Ayşegül Neftçi / PSY’79 A slında telaş günler önce başlamıştı. Hava nasıl olacak, yağmur yağacak mı? Ne götürelim!!! Yani kalın mı, ince mi.. Hava durumu haberleri yağmur diyor ama biz THBT şansına güveniyoruz. Evren bizi şaşırtmadı ve pırıl pırıl bir havada Van’a gittik..(Ve tüm gezi boyunca güzel hava bizi bırakmadı. Van’ın en yüksek güneş enerjisi potansiyeline sahip illerimizden birisi olmasının da payı var mı acaba?) Adını aldığı Hoşap suyunun yanında yükseliyor.. İsim de hoş ab (tatlı su) anlamındaymış. Yaşar Ateşoğlu’nun (ECON80) mükemmel organizasyonu, Van havaalanına inmemizle birlikte başladı.. Otobüslere bindik, çok da uzun olmayan bir yolculuktan sonra otelimize vardık ki… İçimizi ısıtan bir sürpriz!!! Otele pankartımızı asmışlar!!! Sonraki ziyaret, Çavuştepe Kalesi.. Çavuştepe, Van-Hakkari karayolu’nda, Urartu’ların yerleşim bölgesi. Dünyanın en eski tuvalet ve kanalizasyon sistemine sahip olduğu söyleniyor. Kale bekçisi Mehmet amca ilginç bir kişi.. Sabahtan akşama kadar dağ bayır, gelenleri gezdiriyor, kazılarda bulunanları anlatıyor. Yıllar önce kazı yapılırken çıkan yazıtları merak edip sormuş, ancak arkeologlar pek ciddiye almayıp cevap vermemişler, Mehmet amca da onlara kızıp “Urartuca” okumayı öğrenmiş☺. Alfabeyi biliyor, yazıtları okuyabiliyor, hatta kendisi yazıyor☺. Dünyada bu dili konuşan 36 kişiden biri o... Mehmet Kuşman’ı New York Times iki kez haber yapmış, ABD’de, Avrupa’da sempozyumlara davet edilmiş. Hızla işlemlerimizi yaptılar, odalarımıza yerleştik… Gezilerin en özlemle beklenen aktivitesi, “eee? Ne yiyeceğiz” in ilk cevabı, “hadi Van kahvaltısına” oldu… Otelimiz çarşı içindeydi, beş dakikalık yürüyüşle kahvaltıcıya vardık. Giderken yol boyu, hemen tüm vitrinlere Soma’ya destek mesajları, “acınızı paylaşıyoruz” mesajları asılmış, genellikle siyah bir Van gölü siluetinin yanında… (Otelimizde de tüm eğlence programlarının iptal edildiği duyurulmuştu) Masaları donatıp çay servisine başlamışlardı ki elinde tartısıyla yanımıza bir evlatçık geldi.. GEZİ “Abla tartayım mı?” Memo 6. sınıfa giden bir öğrenci, mühendis olmak istiyor ve çok güzel türkü söylüyor.. Masada oturanların hemen hepsinin mühendis olduğunu duyunca yüzü ışıldadı.. Bize bir de türkü söyledi güler yüzünü katık ederek.. Bilsek katılacaktık ama bilmediğimiz konu çıktı, sadece dinleyip alkışladık. Gezi programının ilk ziyareti, yörenin genç kızlarına ekmek kapısı açan 30 Dönemin insanları ya çok atletikmiş ya da çok uzun bacakları varmış diye düşündük☺ Basamaklar doğal kayalardan oluştuğu için yer yer diz boyuna yakın yükseklikte her biri.. Yukarıya çıkabilenler harika manzarayla ödüllendiler.. kilim atölyesini de bünyesinde barındıran Hisar Anadolu Destek Derneği (HADD)ne oldu. Kar amacı gütmeyen HADD’nde yörenin genç kızları bir yandan kilim dokumayı öğrenirken bir yandan da okuma/yazma, ana-çocuk sağlığı bilgileriyle donanıyorlar. Derneğin kuruluşunda, kilime gönül vermiş Enver Özkahraman ve THBTli ağabeylerimiz, İsmail Sefa İnanç (FAS’70) ve Ateş Güneş’in (MM’69) büyük emekleri olmuş. Atölyelerden birisi, yine THBTli ağabeyimiz Sefa Gürman’ın(CP’70) kız kardeşi Canan Gürman Murthy (FAS’75) anısına yapılmış. Her kilim, dokuyanın dünyasını yansıtıyor... Renklerin ve motiflerin arasında kaldık, çıkamadık. İkinci gün oldukça yoğun bir program vardı. Önce Hoşap kalesine gittik.. Bu kalenin tarihinin Urartu’lara kadar gittiğini söyledi rehberimiz. Genellikle olduğu gibi, sarp kayalıklar üzerine kurulmuş, Ada yemyeşil, her yer badem ağacı.. Van’da neden yok ki☹ Kısa bir tırmanışla tepeye çıktık, kilise bütün ihtişamıyla zaten denizden bile kendini tanıtıyordu.. Surp Haç kilisesi, Kudüs’ten İran’a kaçırıldıktan sonra 7. yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç’ın bir parçasını barındırmak amacıyla 915-921 yıllarında inşa edilmiş. 2005-2007 yılları arasında restore edilip 2010 da ibadete açılmış ve ilk ayin yapılmış. O gün bu gündür her yıl Eylül ayında bütün dünyadan ibadet için gelenlerle ayin yapılıyor. Dönüşte hedef Van kalesi… Dimdik, dümdüz kayalıkların üzerine kurulmuş bir kartal yuvası.. M.Ö.IX. yüzyılın ortalarında, Urartu’ların ilk başkenti olarak kurulmuş. O zamanki adı, Tuşpa. Eteklerinde geniş bir düzlük ve çay bahçesi var. Kale gece aydınlatılsa, bu çay bahçesi ehil ellerde bir kültür merkezine dönüşse diye içimizden geçmedi değil. Üçüncü günümüz Muradiye şelalesini ziyaretle başladı. Doğubeyazıt yolu üzerindeki Muradiye, Van’ın en eski ilçelerinden biri. Şelalenin doğuş yeri, sönmüş bir volkan olan Tendürek dağı. Sonraki durak Gevaş.. Artos dağının eteğine kurulmuş ilçe merkezi, yine Urartular döneminden beri yoğun yerleşime sahne olmuş. Halime Hatun Kümbetini çok beğenip hemen yanı başındaki betonarme okul binasına fena halde hayıflandıktan sonra göle doğru yola çıktık.. Hedef, Akdamar adası… Doğubeyazıt ve Çaldıran arasındaki Tendürek dağının eteklerinden geçerken yol boyu, kilometrelerce kare, simsiyah lav artıkları, yeni patlamış gibi hala çok etkileyici.. Tendürek, Türkiye’nin en aktif volkanik dağı olarak biliniyor ve bacasından hala duman tütüyor.. En son, 1855de patlamış.. Akdamar adasına tekneyle gittik.. Tamara’nın aşkından sulara kurban olan sevgilisi nasıl yüzüyormuş bilmem artık… Van gölü, bildiğimiz deniz.. Ah bir de okyanuslara bağlantısı olaydı… Van’da dağlara doyacaksınız demişti rehberimiz, haklı çıktı. Ağrı Dağı!!! Ah Ağrı Dağı!!! Ne muhteşem, ne etkileyici.. Şansımıza hava açıktı ve otobüste giderken bile doya doya izleme 31 HABER HABER restorasyonu konusunda soru işaretleri olan bir tarihi değerimiz burası. İshak Paşa Sarayı, saraydan öte bir külliye... Topkapı Sarayı’ndan sonra, son devirde yapılmış sarayların en ünlüsü.. Kubbeleri Türkistan kubbelerini andırıyor, kapıları ise Selçuklu tarzı... Aşağıda zindanlar/kilerler, giriş katında harem, selamlık, cami ve avluda Selçuklu mimari tarzı kümbet bulunmakta. Gelgelelim Üniversitesi için ODTÜ’nün çok özel bir yeri olduğunu anlatırken hepimiz çok duygulandık... “…Depremi bütün Türkiye ve sizler de bizimle birlikte yaşadınız, teşekkür ediyoruz. Şu anda hepimizin kalbi Soma’da attığı gibi, o zaman da, bütün Türkiye’nin kalbi Van’da atıyordu. Hep GEZİ şansımız oldu.. Gerçek değilmiş gibi.. Fotoğrafları çeken biz olmasak, resim üzerinde oynanmış diyeceğiz.. İnsana fena halde gelgel yapıyor, dağcıların bu kadar riski neden göze aldıklarını anlamak hiç de zor değil.. Yol bizi İshak Paşa Sarayı’na götürdü.. Yapımını Doğubeyazıt Sancak beyi Çolak Abdi Bey başlatmış, oğlu Çıldır Valisi İshak Paşa ve torunu Mehmet Paşa tarafından tamamlanmış.. Yapılırken olmazsa olmaz bir şart konmuş. “Bu sarayın hiçbir yerinden Ağrı Dağı görünmeyecek, o kadar!” Aynen öyle olmuş. Konumlandırılması, duvarları öyle yapılmış ki, gerçekten de sarayın hiçbir yerinden Ağrı dağı görünmüyor… 32 İki katta 336 oda var ve her odada taştan yapılmış ocaklar var. Taş duvarlardaki boşluklar, yapının merkezi ısıtma sistemine sahip olduğunu gösteriyor.. Yani dünyanın ilk kalorifer tesisatı döşenen sarayı… Son gün, Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı… Otelimize bayrak asılmış, ne güzel☺ Bayramlaşıp Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ne doğru yola çıkıyoruz.. Vardığımızda Rektör Prof. Dr. Peyami Battal tek tek elimizi sıkarak karşılıyor.. düşünüyorduk ki, Van’ın ayağa kalkması için Üniversite’nin ayağa kalkması lazım, bunun için de o dönemde bize derslik ve yurt gerekiyordu, şu anda gördüğünüz bütün binaların desteklenmesi, güçlendirilmesi gerekiyordu. Gece 23.30 civarında tv kanalları bizi canlı yayına almıştı. Yıkılan otelin önünde bize sordular, ne istersiniz, ihtiyacınız nedir.. Eğitimi sürdürebilmek için yurt ve derslik ihtiyacımız var dedik. O gece yayını İsmail Işık (CE 76) bey ve Vasfiye İpekçi (FAS70) hanım da izliyormuş, hemen aradılar… “biz geliyoruz”.. Hemen geldiler… Burayı planladık.. Öğrencileri güvenli yerlere taşıdık hem yurtları, hem derslikleri. ODTÜ geldi, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği geldi, İş Bankası geldi, (İş Bankasındaki arkadaşlar da ODTÜ kökenli zaten) bunu görünce dedik ki kalpler burada atıyor ama kendileri de burada, bu bize cesaret verdi, o günden itibaren, 24 saat esaslı çalıştık. Gece -20 derecelerde binaları gezip kontrolleri yaptık. 23 Ekim ve 9 Kasımda tekrar deprem oldu, bizi asıl 9 Kasım depremi sarstı. Üniversite artık ayağa kalkmaz dediler ama bizler biliyorduk ki kalkacak, çünkü sizler bizimle berabersiniz. Şubata kadar eğitimi erteleriz dedik. Ama 24 saat esaslı çalışınca, 26 Aralıkta öğrencileri geri çağırabildik. Öğrencileri parti parti çağırdık, 3000-4000 kişi gelir sandık, Martta bir pazar günü, 6000 öğrenci birden geldi… Hava 23 senedir görmediğim kadar soğuk ama hepsi okulda… Öğrenciler panikte.. “Donup ölünecekse ben de buradayım, hep beraber donarız” dedim çocuklara… O günlerden bu günlere geldik. 300.000 metrekare alanı yeniden güçlendirdik. Her gece her binayı, her katı tek tek dolaşıp sabah müteahhitlere “şurayı tekrar gözden geçirin” diyorduk.. Şu anda kampüsteki tüm binalar, alt yapı, üst yapı, hepsi elden geçti.. Artık çevre düzeni aşamasına geldik… Işıklandırma, yeşillendirme de bitmek üzere.. Sahilin 2 km lik kısmını da düzenleyip kullanıma sunacağız…” Sırada, Üniversite içinde Veteriner Fakültesi denetimindeki kedi evi vardı.. Van’da kediler çok seviliyor ve değer veriliyor. Hemen her evin bir kedisi olur ve kedi o evi sahiplenirmiş. Hatta yazın dağlara gider, kışın eve geri dönermiş eskiden... Zamane kedileri hep evlerde, bahçelerde.. Van kedisi için çok duygusal diyorlar. Kötü muameleyle karşılaşırsa evden uzaklaşır, hatta yemeyip içmeyip ölmeye yatarmış.. O yüzden özellikle korunur kollanırmış.. Bir de bu kediler su severmiş! İnanılır gibi değil, bayağı yüzüyorlar. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Turizm Otelcilik Y.O. mezunu rehberimiz bir yandan anlatırken bir yandan da güzel sesiyle pişikler(kediler) için yazılmış bir türkü söyledi. Dün gece arayıp sözlerini istediğimde de yazıp gönderdi. (Evin kedisi mutfağa dalıp ne var ne yok yalayıp yutmuş, evin hanımı öfkelenmiş, komşusu da onu sakinleştirmeye kediyi korumaya, uğraşıyor) pişiğin gözleri ela açtı başıma bela ev harabım pişigi(evimi mahvettin) mal harabım pişiği(malımı mahvettin) pişiğe göster eşiği pişte pişte zıkkım yemiş vay niye niye niye vay niye niye niye men seni sevdim diye sen de beni sev diye pişigin gözleri sari etti gavurmayi yari e sucuğa doğunma bari ev harabım pişigi mal harabım pişigi pişige göster eşigi vay niye niye niye vay niye niye niye men seni sevdim diye sende beni sev diye pişige vurdum daş ile gözi doldi yaş ile kebabi yutti şiş ile ev harabım pişigi mal harabım pişigi pişige göster eşigi pişte pişte zıkkım yemiş vay niye niye niye(zıkkım yemiş:zakkum yemiş) vay niye niye niye niye men seni sevdim diye sende beni sev diye.. Her zamanki gibi bir gezi olmadı. Türkülerimiz ağırdandı. Davul zurnamız çalmadı. Halaylarımız, Horonlarımız, Barlarımız, Zeybeklerimiz oynanmadı. Varlığımız Van’da olsa da kafamız, yüreğimiz Soma’da yaşanan iş kazası namlı katliamda ölen madencilerin yasında ve isyanındaydı Van’dan kocaman selamlar.... E bana da düşen, bu selamı sizlere iletmek. 33 HABER HABER ODTÜ Van’da Projesi İstanbul’daki ODTÜ Mezunları tarafından kurulmuş olan EYMİR KÜLTÜR VAKFI öncülüğünde Van depremlerinin hemen ardından 2011 Kasım ayında başlatılan “ODTÜ VAN’DA“ projesi ile o tarihte 11.000’i Van dışından olmak üzere 18.000 öğrenciye eğitim veren, öğrenim gördükleri binaları, kaldıkları ev ve yurtları büyük hasar gören, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi ( YYÜ ) ve öğrencilerine kalıcı destek verilmesi ve adeta bir hayalet şehre dönen Van’a tekrar hayat verilmesi amaçlanmıştır. www.odtuvanda.org Vasfiye İpekçi / FAS’ 1970 2012 Mart’ında ODTÜ’den getirip diktiğimiz fidanlar artık boy atmış -Mayıs 2014 Çevre düzenlemeleri devam eden yurt binamız Mayıs 2014 Açılış sırasında Eğitim Fakültesi olan bina şu anda Güzel Sanatlar Fakültesi ve Dekanlık olarak hizmet veriyor. V DOSYA an Yüzüncü Yıl Üniversitesi kampüsünde bize tahsis edilen arazide, ODTÜ’ lü mimar ve mühendislerimizle işbirliği yapılarak projeler oluşturulmuş, 29 Aralık 2011 de temeli atılan, 7 derslik, 1 amfi, Öğrenim görevlileri dinlenme odası, kantin ünitelerini içeren 500 öğrenci kapasiteli öğrenim binası sert hava koşullarına rağmen kısa zamanda tamamlanarak 24 Mart 2012 de üniversiteye teslim edilmiştir. T.B.M.M’ ndeki ODTÜ’ lü Milletvekilleri harekete geçirilerek afet bölgelerindeki okul, yurt gibi prefabrik binalar için uygulanmakta olan % 18 KDV oranının süreli de olsa %1‘e düşürülmesi sağlanmıştır. Böylece sadece bizim projemizde değil, Van merkez, 34 Yurt binamızdaki etüd odası öğrencilerimize hizmet vermeye devam ediyor Mayıs 2014 ilçe ve köylerinde okul/ yurt gibi büyük ölçekli bina yaptırmak isteyen tüm STK ların üstünden büyük bir yük kaldırılmıştır. Önder Focan ve arkadaşları 20 Şubat 2012 akşamı İstanbul’da, 9 Mayıs 2012 akşamı Ankara’da konser salonlarını tüm donanımıyla ücretsiz olarak tahsis eden Babylon ve IF Performance Hall konser salonlarında tüm geliri bu projeye aktarılan “ Dayanışma için Caz” konserleriyle projemize anlamlı bir destek sağlanmıştır. Her biri banyo ve WC donanımlı 48 yurt odası, 1 büyük etüd salonu ,çamaşırhane, dinlenme ve yemek salonundan oluşan Kız Yurdu Binamızın 9 Kasım 2012 törenle açılmıştır. Eymir Kültür Vakfı öncülüğünde, ODTÜ camiasının ve ODTÜ dostlarının katkılarıyla toplam 1.345.874 TL bedelle tamamlanan “ODTÜ VAN’DA Projesi, fiziksel hasarların yanı sıra morallerin sıfırlandığı Van için bir umut ışığı olmuştur. Van Merkezi hükümet ve yerel yönetimi,YYÜ üniversite yö netimi,akademisyenleri,öğrencileri, çalışanları yaptıkları her görüşme ve konuşmada depremi takiben onları ilk arayan ve büyük bir sevgiyle yardımlarına koşan tüm ODTÜ’lülere sevgi ve şükranlarını iletmektedirler. 35 HABER KIRSALDAKİ ODTÜ’LÜLER KIRSALDAN KIRSALA… KOS, çalışmalarına devam ediyor Yaklaşık 12 kişiyle başlayan “Ekokomün” çiftlik fikri, nihayete erip gerçeğe dönüştüğünde, eko yaşama geçebileb sadece iki kişi oldu. Bu çabayı ve hikayeyi Süheylla Doğan’ndan dinledik. DOSYA uzey Ormanları Savunması ( KOS ) hakkında geçtiğimiz sayılarda bilgi vermiştim. Kısaca, Türkiye’ nin ekonomi çarklarını döndüren inşaat faaliyetlerine yönelik proje yaratmak, buna bağlı olarak gelişmişlik söylemi ile artan enerji ihtiyacını karşılamak adına etik değerlere önem vermeden, yeri geldiğinde kanunları değiştiren, yeri geldiğinde hukuk kurallarını hiçe sayan bir anlayışa karşı ormanı, suyu, yaban hayatanı, kentini ve ülkesini korumaya çalışan insanların oluşturduğu bir grup olarak aktarmıştım. Bu sayıda, Baraka Dergisi’ nin son sayısından itibaren geçen kısa sürede KOS’ un altna imza attığı bazı faliyetlere, organizasyonlara kısaca değinmek istiyorum. Bunlardan en önemlisi 27 Nisan’ da düzenlenen Marmara Formu oldu. KOS bu organizasyonu, bir süredir temasta bulunduğu Marmara Bölgesi’ndeki yerel çevre mücadelesi yürüten sivil toplum kuruluşlarını, akademisyenleri ve çevre aktivistlerini bir araya getirmek amacıyla düzenledi. Forumda; Marmara Bölgesi’nde İğneada’dan Yalova’ya, enerji ve inşaat projelerinin doğa üzerinde gerçekleştirdiği talan, bu projelere karşı yürütülen mücadeleler ve bu mücadelelere karşı birlikte hareket etme olanağı sağlayacak bir koordinasyonun kurulması hakkında sunumlar yapıldı, fikirler tartışıldı. İlk oturum, Ziraat Mühendisleri Odası 36 İstanbul Şube Başkanı Dr. Ahmet Atalık’ ın yaptığı sunumla başladı, Atalık, içinde iki milyon insanın yaşadığı İstanbul’ un kalan son su havzalarının korunması gerekirken aksine, işgal edildiğine, sanayi tesisleri tarafından tahrip edildiğine dikkat çekti. Orman Mühendisi Dr. Cihan Erdönmez’ in yaptığı konuşmada ‘ Ormancılık mesleğinin genetiğinin bozulmasına ‘ yaptığı vurgu önemliydi. Avukat Can Atalay ise konuşmasını “Hukuksal olarak elimizden gelen bütün haklarımızı kullanacağız fakat hukukun yetmediği yerde ağaçlara sarılarak direnmemiz gerekecek.” diyerek tamamladı. İkinci oturumda Yalova Platformu, Saray Doğayı Koruma Derneği, DAYKO, İğneadağa Doğa Elçileri, BallıkayalarDağcılar Direniyor, Ağva Sürdürülebilir Çevre ve Turizm Platformu, Şile Turizm Derneği, Çekmeköy Halk Meclisi, Kent Hareketleri, Zekeriyaköy ve Büyükdere Forumları temsilcileri ve bağımsız çevre aktivisti Nihat Güre söz aldı. Günün sonunda, yereldeki ve bölgedeki tehlikelerin görünür kılınması ve inisiyatifler arasında istikrarlı bir bilgi akışı için “Marmara Bölge Koordinasyonu” adı altında bir iletişim ağı oluşturulmasına karar verildi. KOS’ un bu dönemdeki ikinci etkinliği ‘ farkındalık Yaratma’ eylemiydi. Amaç Kuzey Ormanları’ nda yaşanan ağaç kesimlerine ve adaların imara açılmasına dikkat çekmekti. 5 Mayıs Pazar günü Büyükdere’ den başlayıp Bebek’ te sonlanan uluslararası yelkenli yarışında 18 yelkenli ‘ Diren Kuzey Ormanları ‘ , ‘ Ormanı Savun ‘, ‘ Adalar’ a Dokunma’ vb sloganlar taşıdılar. Yarışı tamamladıktan sonra birbirlerini takip ederek bu eylemi Heybeliada ve çevre adalarda devam ettirdiler. KOS, 9-11 Mayıs tarihleri arasında yapılan ‘Türkiye Kuş Konferansı’ nın destekçilerinden birisiydi. 16. Konferans ‘ Göç Yolları ve Tehditler ‘ adı altında düzenlendi. KOS, bu konferansın organizasyonuna verdiği destek yanında Kuzey Ormanları’ nın yok olmasına sebep olacak, aynı zamanda kuş göç yollarını tehdit eden 3. Köprü, 3. Havaalanı, Kanal istanbul, Yeni İstanbul projeleri hakkında bilgilendirmelerde bulundu, 3.havaalanı yapılması planlanan bu amaçla istimlak edilmeye ve tahrip edilmeye başlanan bölgelere yönelik bilgilendirme gezisi düzenledi. KIRSALDAN KIRSALA… Liseyi İstanbul’da, üniversiteyi Ankara’da okuyup yıllarca Antalya’da yaşadıktan sonra daha önce hiç bilmediğiniz bir yörede bir köye yerleşmek, toprakla, tarımla, ekolojiyle uğraşmak nereden aklınıza geldi? Var mıydı daha önce böyle fikirleriniz? -90’ların sonuydu, Antalya’da kamu görevlisi olarak çalıştığım yıllar… Ekolojik yaşamla ilgilenen bir grup arkadaştık. Birlikte bir şeyler yapma isteğindeydik. Aramızdaki “kırsala özlem” sohbetlerini ciddi, ilkeli tartışmalara dönüştürmeye karar verdik; Ekolojik yaşamdan her birimiz ne anlıyorduk, böyle bir ortak yaşamı nasıl, nerede kurulabilirdik, ilkelerimiz ne olmalıydı? Ononiki kişiyle başladığımız toplantılar çok hararetli geçiyordu. “Ekokomün Çiftlik” olarak adlandırdığımız projemiz için saatlerce kafa yorduk, çok güzel ilkeler belirledik, ortaklık koşullarını yazılı hale getirdik. Komünün zamanla el değiştirmesini önlemek amacıyla yaşama veda ettiğimizde ortak arazimizin kanbağı mirasçılarımıza kalmaması için gerekli tedbirleri bile düşünüyorduk. Sıra projeyi gerçekleştirmek için somut adım atmaya, arazi için para bulma ve zaman ve emek harcamaya gelince, herkesin bir bahanesi çıkmaya başladı; Maddi olarak biraz daha şehirde çalışmaya ihtiyaçları vardı, henüz ruhen hazır değiller, arada bir gelebilirlerdi falan filan… Son toplantı bizim evde olmuştu. Soğanlı bulgur pilavı, çoban salata ve bisküvi-gül lokumu hazırlamış, espri olsun diye yer sofralarına ortaya koymuştum. En hararetlilerimizden biri “Ben böyle kabuğu soyulmamış domates salatası yemem, pilavı da ortadan yemem.” deyip kendine yeniden salata yapmış ve tabağını da ayırmıştı. O günden sonra “ekokomün çiftlik” projesinde üç kişi kaldık. Sonuçlandıran ise Mecit (eşim) ve ben olduk. “TAMAM, İŞTE BURASI” Çiftlik yeri için hedefimiz Çanakkale’ydi. 2002 ilkbaharında yöreyi köy köy dolaşıp arazi aradık. Dümrek köyünde bir zeytinlik bulduk. Güneye bakan, on iki dönüm bir araziydi. “Tamam, işte burası.” dedik. Birkaç ay sonra emekli oldum. Kızımız Zeynep o arada ODTÜ’yü kazandı. Onu Ankara’ya uğurlayacak, biz de zeytinliğe ev yapacaktık. Bir sürü proje çizdik. Bütün odalar güneye bakacaktı, geniş bir kileri olacaktı, vb… Köyde evimizi yapana kadar kalacağımız kiralık ev aradık, bulamadık. Canımız sıkıldı, köyden de soğuduk. Mayıs’ta gördüğümüz zamandaki gibi güzel ÇEVRE K 37 KIRSALDAKİ ODTÜ’LÜLER KIRSALDAKİ ODTÜ’LÜLER Yabancı bir köyde önce kendini kabulettirmek, güven sağlamak gerekiyor. Köylüler haklı olarak yabancılara güven duymuyor, onlar için “yabancı” sın! Bir şehirli neden herkesin kaçmaya çalıştığı bir köye yerleşir ki?! değildi, çiçekler yok olmuş, otlar kurumuştu. Elektrik ve su getirmek maliyetliydi… Derken kendimizi Çanakkale’nin başka bir köyünde, Nusratlı’da bir arkadaşımızın satın alıp ancak ciddi onarım gerektirdiği için yaptıramadığı bir taş evde bulduk. Evimizin onarımını doğal mimariyi korumaya ve doğal malzeme kullanmaya özen göstererek Mecit’le birlikte esas olarak kendimiz yaptık. Köy yaşamımız 2002 sonunda böylece başlamış oldu. çok güzel işler yaptık. O yıllarda da her fırsatta doğaya, dağlara giderdim. Sade, yalın, kendi kendine yetebilecek bir yaşam özlemim vardı. Emekli olunca bir köye yerleşmeliydim. Sonuçta amacımıza ulaştık. Bu süreçte anne ve babamızla da çekişmelerimiz oldu. Madem köye yerleşecektik, neden kendi köyümüze yerleşmiyorduk da Çanakkale’yi seçmiştik. Haklılarmış aslında… Şimdiki aklım olsa kendi köyümüze yerleşirdim. ANKARA’NIN KİRLİ HAVASINDAN ANTALYA’YA Peki köy yaşamı zor gelmedi mi hiç, büyük bir şehirden, büyük şehrin olanaklarından sonra? Şehrin alışkanlıkları da var üstelik.. Köy yaşamına alışkındım ben… Erbaa’nın Zilhor Köyü’nde doğmuşum. Babamın da doğduğu köy. Köy Enstitüsü mezunu olan babam okulunu bitirince önce annemin köyüne, sonra da kendi köyüne öğretmen olarak atanmış. Gazi Eğitim Fakültesini dışarıdan bitirip ortaokul öğretmeni olunca da önce Niksar, sonra da Erbaa’da öğretmenlik yaptı. Benim de ilkokul ve ortaokul eğitimlerim bu kasabalarda geçti. Annem ve babam köy kökenli olduğu için tatillerimiz ve hafta sonlarımız köylerimizde ve yaylalarımızda geçerdi. “CASUS MU, TARİHİ ESER KAÇAKÇISI MI?” Epeyce bir zorluk yaşamış olmalısınız… Nelerle karşılaşıyor bilmediği bir köye yerleşen insan? Siz nelerle karşılaştınız? Yabancı bir köyde önce kendini kabul ettirmek, güven sağlamak gerekiyor. Köylüler haklı olarak yabancılara güven duymuyor, onlar için “yabancı” sın! Bir şehirli neden herkesin kaçmaya çalıştığı bir köye yerleşir ki?! Ne çıkarı var?! Sırt çantamla yürüyüş yapmaya çıktığımda “çantasında ne var acaba, yoksa tarihi eser kaçakçısı mı?” lafların bile dolandığını duydum sonradan. ÇEVRE Liseyi İstanbul’da Robert Kolej’de burslu okudum, sonra da Ankara-ODTÜ İnşaat Mühendisliği. Bir süre Ankara’da mühendis olarak çalıştıktan sonra Ankara’nın kirli havasından Antalya’ya kaçtım. Antalya’nın çok güzel yıllarıydı. ODTÜ mezunları Derneği, Antalya Çağdaş Eğitim ve Kültür Vakfı, Kent Konseyi Kadın Meclisi, Toroslar Doğa Sporları Klübü gibi sivil toplum örgütlerinde yoğun bir şekilde çalıştım. Arkadaşlarımla birlikte Antalya’da 38 Bu arada ev, zeytinlik, ekoloji...? Evimizin inşaatını tamamlayıp kendi evimize taşınmamız bir buçuk sene sürdü. Bir yandan da zeytinliğimizle ilgilenmeye başladık. İlk zeytin toplama denememizde zeytinciliğin pek de kolay olmadığını görünce yarıya verelim dedik. Mesafe uzaktı, yakından ilgilenemiyorduk. Ancak, bakımını bizim yapmamıza karşın payımız her sene daha da azalınca hasatı da kendimiz yapmaya karar verdik. Hiç de az yağımız yokmuş! Ekolojiye gelince… baştan beri hep organik üretim yaptık. Ziraat mühendisi bir arkadaşımızın önerilerini dinledik. Bir yandan da ekolojik tarımla ilgili araştırma ve okumalar yapıyor, öğrendiklerimizi uyguluyorduk. Ürün miktarımız ihtiyacımızın üstüne çıkıp da fazlasını satmaya karar verince kendimizi kısa adı “DBB” olan Ankara Doğal Besin ve Bilinçli Beslenme grubunun içinde bulduk. 2010’dan bu yana aracısız bir doğal ürün ağı olan bu gıda topluluğunun içindeyiz. Grubun kurucu ve kolaylaştırıcıları arasında ODTÜ’lüler var. Katılımcı onay sistemi ile yürüyen ve Türkiye’ye örnek olan, sistemin dayattığı “organik sertifikası” gibi belgelerin aranmadığı, beyan ve güvene dayalı bu grup içinde kendimize çok iyi hissediyoruz. Bu vesile ile bir sürü dostumuz oldu. Karşılıklı çok şey öğrendik, öğreniyoruz. Sebzemizi kendimiz yetiştiriyoruz. Fidelerimizi de mümkün olduğunca kendimiz yerel tohumlardan üretiyoruz. Evimizin bahçesi geniş, meyva ağaçlarımız var. Ürettiklerimizi ziyaretçilerimizle de paylaşıyoruz. Bazen de fazlası ile reçel, turşu, konserve, salça yapıyoruz. Köylülerle tohum ve fide paylaşıyoruz. Atalık tohumları bulmaya, yaşatmaya çalışıyoruz. ODTÜ’LÜ OLUNUR DA BOŞ DURULUR MU? Köyle, köyün sorunlarıyla da yakından ilgilendiğinizi biliyorum, bir köy derneğiniz var, gerçekleştirdiğiniz projeler var… ODTÜ’lü olunur, köyde yaşanır da köyün sorunlarına sahip çıkılmaz mı? Köyün ekonomik ve sosyal yaşamına katkıda bulunmak, doğal ve kültürel değerlerini korumak amacıyla bir dernek kurmaya karar verdik. Kararımızı Köyde yaşayan öğretmen arkadaşımız, muhtar, imam ve köyün ileri gelenleri ile paylaşıp olumlu ışık alınca derneği kurduk. İlk genel kurulumuzda erkeklerle kadınları aynı mekânda toplamak gibi ciddi sıkıntılarla karşılaştıysak da artık bir sürü sorunu aştık ve çok iyi bir noktaya geldik. Nusratlı Köyü Kültür, Turizm ve Dayanışma Derneği olarak civar köylere model olacak bir sürü güzel projeyi hayata geçirdik. Şimdi artık köyümüzde 11 üretici kadının satış yaptığı “Doğal Köy Ürünleri Satış Merkezi” var. 18 Mart Üniversitesi Ayvacık Meslek Yüksek Okulu ve muhtarlığımızın desteklediği proje kapsamında eski okulu tadil ettik, doğal ürünler satış merkezini açtık, eğitim odası, mutfak, kafeterya oluşturduk ve 25 kadına ev pansiyonculuğu eğitimi verdik. “ATIK YOK” PROJESİ Şu anda “Atık Yok” başlıklı bir uluslar arası projemiz yürüyor. Bu proje kapsamında köyümüzden 41 kişi yurtdışına, İtalya, Yunanistan, Romanya, İngiltere’ye gitme şansı buldu. Köyümüzdeki eski insanların, yaşlıların atık üretmeme, her şeyi değerlendirme konusundaki bilgilerini kayıt altına aldık, bu bilgileri çocuklar ve gençlerle onların anlayacakları ortamlarda paylaştık. Diğer ülkelerdeki benzer bilgilerle de ortaklaştırarak bir e-kitapta toplayıp çeşitli ortamlarda paylaşıma sunacağız. Köyümüzde yürüyen kırsal kalkınma projesi civar köylere örnek oldu. Bir sürü köy gelip ziyaret edip bilgi alıyor. Bazı köyler benzer modeller kurmaya başladı. Şimdiye kadar tüm muhtarlarla uyum içinde çalıştık, projelerimizde destek oldular, maddi manevi katkıda bulundular. Dernek olarak son etkinliğimizi 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “Kazdağı Köyleri Kadın Buluşması” başlığı altında gerçekleştirdik. Komşu köyümüz Adatepe Derneği ve Kazdağı Doğal ve Kültürel varlıkları koruma derneği ile ortaklaşa düzenlediğimiz etkinliğe civar köy ve kasabalardan en az 300 kadın katıldı. “Kazdağı Köyleri Kadın Buluşması”nın teması, “Kırsal Kalkınma ve Kadın” idi. Nusratlı Köyü kadınlarının üretim ve satış modeli tanıtıldı. AYLAKLIĞA ZAMAN YOK Kadın hareketlerinden Kazdağları’ndaki doğa talanına ve altın madenciliğine karşı mücadelelere kadar içinde yer aldığınız bir çok mücadele var… Biraz da bunlardan söz eder misiniz? 2007’de yakınımızdaki Bahçedere köyünde altın madeni arama faaliyetinin sürdüğünü öğrenince bölgedeki doğa korumacılarla bir araya geldik ve Türkiye çapında ses getiren ciddi bir mücadele yürüttük. Kazdağı Koruma Girişimi Grubu olarak sürdürdüğümüz mücadele dernekleşerek devam etti ve tüm bölgedeki örgütler güçlerini birleştirerek doğa koruma konusunda ciddi bir duyarlılık yarattı. Bu mücadele sırasında da yeni insanlarla tanıştık, onlarca dostumuz, destekçimiz oldu. Son yıllarda bölgemize yerleşen, ekolojik yaşam kurmaya çalışan çoğunluğu genç olan bir kuşak var. Onlarla bir araya geliyoruz, dayanışıyor, ortak iş yapıyoruz. Bu gençlerin erken yaşta büyük şehirlerden vazgeçip doğaya, doğal yaşama sarılmaları çok güzel. Buğday Derneğinin atalık tohumları koruma ve yaygınlaştırma amaçlı “Tohum Ağı” projesi çalışmalarına katıldık ve kısa adı ÇAYEK olan “Çanakkale Ekolojik Yaşam İnsiyatifi” projesine de destek verdik. Ankara DBB modeline benzer bir aracısız, katılımcı onay sistemli gıda topluluğu olan ÇAYEK’in üreticileri arasında yer aldık. Nusratder’li kadın üreticilerinin de bu ağ içerisine katılmalarını sağladık. Günlerinizin çok yoğun, dolu dolu geçtiği anlaşılıyor. Oysa insanların genel kanısı köy hayatının sıkıcı olduğudur… Evet, gerçekten de, bizi yeni tanımaya başlayanlar “köyde sıkılmıyor musunuz?” diyorlar. Oysa günlük yaşamımız bütün bu faaliyetlerin dışında da dopdolu. Hiç boş zamanımız yok desem yanlış olmaz. Aylaklığa zaman yok! Ziyaretçilerimiz de çok, sağ olsunlar. Bahçemizde bir konuk evi yapıyoruz şimdi. Üç ayrı aile gelip kalabilecek şekilde, mutfağı falan da olacak. Kırsal yaşamı merak edenler, denemek isteyenler gelip gönül rahatlığı ile kalabilecekler. Bu kadar işin içerisinde eğitimimize de devam ettik. Ben iki yıllık Anadolu Üniversitesi “Tıbbi ve Aromatik Bitkiler” Bölümünü bitirdim. Mecit de dört yıllık “Türk Dili ve Edebiyatı” Bölümünü bitirmek üzere. Ben yeni eğitimim sayesinde doğal merhemler yapmaya başladım. Aynısafa merhemi, sinirliot merhemi gibi. Üretmek çok zevkli. Bu arada anneanne ve dede de olduk. ODTÜ’LÜ DAYANIŞMASI 90’lı yılların başından beri kadın hareketinin içerisindeyim. Ekoloji hareketini de çok önemsiyorum. Dünyayı kadınların ve ekolojistlerin kurtaracağına inanıyorum Kendimi kategorize etmem gerekirse, “ekofeminist” olarak adlandırabilirim. Emek ve demokrasi mücadelesine de elimden geldiğince katılmaya çalışıyorum ancak bu noktada gelinen bölünmüşlük canımı çok sıkıyor. Bu arada söylemem gereken önemli bir husus var: Hem kadın hareketi, hem Nusratlı, hem de Kazdağı için verdiğimiz mücadelede ODTÜ’lü arkadaşlarımın çok büyük katkıları oldu. Ne zaman başım sıkışsa yardım istesem maddi ve manevi destek oldular. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Yaşasın ODTÜ’lü dayanışması! Süheyla Doğan ODTÜ- İnşaat 1980 mezunu [email protected] Nusratlı Köyü-Ayvacık, Çanakkale 39 FOTOĞRAF ÇALIŞMA GRUBU FOTOĞRAF ÇALIŞMA GRUBU u b u r G a m ş ı l a f Ç a f r a ğ r o ğ t Fo Foto i devam r e l k i l etkin r o y i ed DERNEK’TEN ve ştirdiğimiz e gerçekle d n ri ye i n ye erneğimizin aylarında d rt a unlardı; M ş iz ve m t a inlikleri tk e n Ocak, Şub le ri te s n ğun ilgi gö n Nurdoğa oldukça yo ini FÇG’de s ri te s ö g f nulu fotoğra 16 Gün” ko e ’d in “Ç ta 21 Ocak kleştirdi. Arkış gerçe 40 n D’dan gele rine KUFSA ze ü raf ğ iz to m ti fo ı iki Dave Mart akşam 7 2 , n la s rd A rile en Yusuf tı. Bu göste p ya n e d ir b i, hüznü gösterisi ki çaresizliğ e d in m re p ilki Van de nsıtan “Bir biçimde ya i c yi ile tk e eri ise Gezi çok Tutulur”, diğ ı s a Y n fı ra mbol Fotoğ n süreci, se ya la ş a b le ek direnişiy “O Gün Ölm n ta la n a a rl ikinci fotoğrafla ner Kupası ü G i m a S Yasak” idi. e Yusuf gösterilerd u b , n e ç e yazıları ve turu g aleminden k i d n e k ın raflar Hoca’n en az fotoğ e d r le k zi ü i. seçtiği m etkileyiciyd landırıcı ve u yg kşam u a d o r a u d ka ın olduğ lım tı a k n u ğ Oldukça yo r tutuk. aşlarımızı zo zy ö g iz hepim lper Baysal’ın G’den A izden birinin FÇ im iç ne yi a tt 13 Mar nuşu vardı. lama/tanıtım su tekniğinin uygu Go-Pro a m ş ı l a Ç lduğunu una uygun o h ru ın n a m biraz da za fotoğraf 27 Şubatta yları” konulu la O zi e “G z ü ekleştirdi. düşündüğüm i Kurun gerç m h a R z u m u nuğ gösterisini ko u b u r G a m ş Çalı 41 EDEBİYAT KULÜBÜ EDEBİYAT KULÜBÜ (Asuman Büke) Muriel Spark ve Bayan Jean Brodie’nin Baharı Kabil Jose Saramago M P uriel Spark 1918 yılında Edinburg’da doğdu. James Gillespie’s High School for Girls’de (1923 – 1935) burslu olarak okudu, sonra ticaret okuluna gitti. Kısa bir süre İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonra büyük bir mağazada sekreter olarak çalıştı. Eylül 1937 de kendinden 14 yaş büyük Sidney Oswald Spark ile evlendi ve öğretmen olan eşi ile Rhodesia’ya gitti. Kısa sürede kocasının manik depresif olduğu anlaşıldı. Spark hamile kaldığında kocası büyük bir panik yaşadı ve çocuğu aldırmasında israr etti. Spark bunu red etti Temmuz 1938 de de oğlu Robin doğdu. Kocasının kendine ve Spark’a yönelik şiddet uygulamaları nedeniyle 1940 da kocası ve oğlunu terk ederek Londra’ya döndü. Spark adı ile önce şiir ve edebiyat eleştirileri yazmaya başladı. Şiir camiasında herkesle olan ters ilişkileri, sevgililerden ayrılması, sosyal ilişkilerinin kötü olması etrafındakileri olumsuz etkiledi işini kaybetti. DERNEK’TEN Daha sonra Katolikliğe geçişle birlikte erkeklerle olan seks yaşamına son vererek kadın ağırlıklı bir çevre edinmeye başladı. Bu ise parçası olmak istediği “erkek ağırlıklı” yayın dünyasının onu ciddiye almasında sorunlar yaratıyordu Atılım kitabı olan “The prime of miss Jean Brodie” yi ailesinin Edinburg’daki dairesinde 1 ay gibi çok kısa bir sürede yazdı . 1961 de yayınlanan kitap çok başarılı oldu Spark 42 bu romanda zamanda sıçramalar ve hayali konuşmaları geniş olarak kullanmış ve konu ve tonlamada büyük özgünlük yakalamıştır. Maddi durumunun düzelmesi ruh halini değiştirdi istediği lüks yaşam tarzına kavuşunca New York da yeni bir yaşama başladı. Halk “The prime of miss Jean Brodie”yi çok beğense de bazı eleştirmenler beğenmedi. Anthony Burgess ince ve ruhsuz buldu, Bamber Gascoigne Karakterleri inandırıcı bulmadı.1965 yılında “Mandelbaum gate” romanını yazdı. 1968 de artist ve heykeltıraş ve kendisinden 15 yaş küçük Penelope Jardine ile tanıştı. Spark giderek Jardine’ye bağımlı olmaya başladı . Kendisi ve yakınlarının reddetmesine rağmen lezbiyen ilişkilerinin olduğu hep söylendi. Oğlunun mirastan bir şey almamasından emin olmak için tüm servetini yaşarken Jardine bıraktı Prime of Miss Jean Brodie “Roman, Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Edinburgh’ta bir kız okuluna geçiyor. Muriel Spark kahramanlarını geleceğe yaptığı (prolepsis) sıçramalarla uzun bir zaman dilimine yayarak anlatıyor. Zamanda ileri– geri sıçramalar yaparak, zaman ötesi bir anlatı içinde hayatları algılamayı sağlayan prolepsis tekniği, kitabı yazdığı yıllarda pek bilinmezdi, daha sonra postmodern yazarları tarafından geliştirilmiş ve kullanılmıştı.” ortekiz’in en tanınmış yazarlarından olan Jose Saramago (1922-2010), 1947 yılında ilk romanını yazmış; ilerleyen yıllarda şiir, roman, deneme ve oyunları ile tanınmış; çeşitli dergi ve yayınevlerinde yayıncı ve edebiyat eleştirmeni olarak çalışmıştır. Bir komünist olan Saramago, Antonio Salazar’ın diktatörlüğüne karşı mücadele etmiş ve edebiyatçı kimliğinin yanısıra yazdığı siyasi makaleleri ile ön plana çıkmıştır. Büyülü gerçekçilik akımının önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Saramago, 1991 yılında yazdığı “İsa’ya Göre İncil” isimli eseri ile Portekiz’de Katolik çevrelerde büyük tepki toplamış ve romanın Katolik topluma hakaret içermekte olduğu gerekçesiyle yazarın European Literary Prize için adaylığı dönemin başbakanı tarafından engellenmiştir. Çağımızın en önemli edebiyatçıları arasında görülen Saramago, 1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü almıştır. Eserlerinde politik ve dini taşlamanın en güzel örneklerini veren Saramago, büyülü gerçekçiliğin en etkili silahlarından olan fantastik unsurlardan yararlanmıştır. Öte yandan Saramago, kaçış edebiyatı olarak da adlandırılan fantastiğin gerçeklikle bağını en iyi kuran ve gerçekliği hem katlanılabilir, hem de anlaşılabilir kılan en önemli yazarlardan biridir. Saramago’nun yazım tekniği sıkça başvurduğu ironinin yanısıra; virgüllerle bölümüş cümlelere yaslanan, metni tırnak işaretleri ile kesintiye uğratmadan akıcılığı sağlayan, okuyucu ile sohbet havasındaki anlatım tarzıyla dikkat çeker. Eserlerinde gerçekçi ve gerçeküstü öğeleri bir arada kullanmanın yanısıra metinlerarası göndermelere de büyük ölçüde yer veren Saramago; Kabil isimli romanında da, alegorik bir yöntemle Tevrat’ta anlatılan hikayeleri kinayeli bir dille yeniden ele almaktadır. Tevrat’ta bulunan; Adem ile Havva, Habil ile Kabil, İshak ve İbrahim, Babil Kulesi, Sodom ve Gomora, Eyüp’ün Sabrı, Nuh Tufanı gibi anlatıları, ironik bir dille, alternatif bir kurmaca şeklinde aktaran Saramago; savaş ve ekonomik çıkar ilişkilerini dini söylenceler çerçevesinde yeniden ele alarak derin bir sistem eleştirisi yapmaktadır. Roman boyunca sıklıkla araya girerek ve okuyucuya doğrudan seslenerek, bir yazar olarak varlığını sürekli hissettiren Saramago; modern çağa ait teknik terim ve kavramları sürekli olarak anlatının içerisinde kullanmak yolu ile bir yabancılaştırma etkisi yaratmakta ve okuyucuyu eleştirel bir gözle düşünmeye, tartışmaya davet etmektedir. Bu çerçevede; “aile içi emek”, “ücret”, “patron”, “işçi”, “mülk”, “toplumsal sınıflar”, “tanrısal diyalektik”, “işçi melekler birliği” gibi ifadeleri alaycı bir tarzda kullanarak insanlığı kapitalizmin hizmetindeki bir sürü olarak tarif etmekte ve çağımızın en derin meselelerini fantastik bir alternatif tarih kurmacası ile yeniden ele almaktadır. 43 BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU Geleceğe bir Köprü... KÖPRÜ grubu üyeleri olarak “Geleceğe bir Köprü” kurmak için 20 Nisan’da biz de “Ağaç Dikme Şenliği”ndeydik.. O gün, o boş kurak arazi 7’den 70’e herkesin bir arada olduğu tam bir şenlik yeriydi adeta... Şimdi ise minik fidanların yeşertmeye başladığı bir sevgi ormanı olmaya çoktan başlamış olmalı… Gelemeyenler ve göremeyenler hiç üzülmesin, çünkü biz sizlerin yerine, sizin çocuklarınızın, torunlarınızın ve hepimizin geleceği için onlarca fidan diktik. Umarım yıllar sonra hepsinin büyüyüp ODTÜ’ye nefes verdiği günleri de görürüz. Emeği geçen herkese teşekkür ederim. Rukiye Duru BA-4 ODTÜ’ye gelmeden önce ismini hiç duymadığım bir topluluktu KÖPRÜ. Gelip duyduğumda da benim için bu kadar önemli olacağını hiç düşünmemiştim. Onlarsa hem enerjilerini hem sıcacık arkadaşlıklarını gösterdiler bana. Daha ilk yılımda bir suru güzel insanla tanışmamı sağladılar. Öğrencileri bir yana mezunları da aynı yakınlığı gösterdi. Çok güzel etkinlikler yaptık. Ağaç Dikme Senliğiyse belki de en sıcak, en birleştirici olanıydı şimdiye dek olanların; hem birbirimizle hem de doğayla. Umarım birlikte çok daha güzellerini yaşarız. BHÇG-Köprü Buluşması,Yemek MART-NİSAN-MAYIS 2014 SEVDİKLERİNİZİN ANISINA 20 Nisan 2014 Ağaç Dikme Şenliği öncesinde buluşan BHÇG ve Köprü Odtü çarşı bölgesinde keyifli bir akşam yemeği yedi, sohbet etti… Sabriye Pamukçu PSY-Hazırlık Van Giysi Yardımı Doğa ile insanın arasında dünyanın oluşumundan bu yana duygusal bir bağ vardır. Özellikle ağaçla insan ilişkisi sürekli gündeme gelir ve duygusal bir bağ kurulmaya çalışılır. Son yıllarda insanların doğaya verdiği zararlardan dolayı doğa yok olmak üzeredir. Ben bir doğasever olarak yıllar sonra çocuğuma gösterebileceğim ve gurur duyacağım bir projenin mimarları arasında olmak istedim ve en büyük hayalim yıllar sonra çocuklarımla birlikte ODTÜ ormanlarında yürüyüş yaparken, çocuklarıma binlerce ağacın arasında seneler önce ODTÜ Köprü topluluğuyla birlikte dikmiş olduğum küçücük bir fidanı, büyümüş olarak görmek ve onlara bunun hikayesini anlatmak dünyanın en mutlu anlarından biri olmalı bence. Çocuklarımıza yaşanabilir bir dünya ve doğa bırakmak için herkesi duyarlı olmaya davet ediyorum. Bazıları sundukları güzellikler, faydalar için agaç dikerler bazıları çocuğunun doğum anısına ya da doğadan aldıklarını geri vermek adına yükümlülüklerini yerine getirmek için, insanlıkça sömürülmüş doğaya çare olmak için sebebi her ne olursa olsun ağaç dikmek vatanı yeşertmektir. Cengiz Öztürkmen EE-3 Romio Alsaher PETE-0 It was an amazing feeling to be a person who helps to save the environment. As KÖPRÜ group, we felt so proud of ourselves with very fantastic cooperation between our group members to plant a lot of trees. In fact, planting trees is the bridge that can help us to save our life and save our earth. DERNEK’TEN Sevgili okuyucularımız, Kısaca hatırlatma yapmakta yarar gördük. Maraton kayıtları 1 Ocak 2014 ile 30 Eylül 2014 tarihleri arasında olup kayıtlar sadece http://www.istanbulmarathon.org/tr adresindeki Maraton WEB sitesinden yapılabilmektedir. 42 ve 15 km için indirimli kayıt süresi 31 Temmuz, 10 km için 31 Ağustosta dolmakta, sonraki her ay kayıt ücreti artmaktadır. ODTÜ takımı ile koşmak istiyorsanız lütfen kaydınızı yaptırdıktan sonra İsim , Soyisim, Cinsiyet, Göğüs Numarası, Bölüm, Mezuniyet yılı , E-mail Adresi, Telefon Numarası, T-shirt bedeni bilgilerinizi Aşağıdaki e-mail adresine bildirmenizi rica ediyoruz. [email protected] [email protected] 44 Bursiyerlerimizin düzenlemiş olduğu giysi ve kırtasiye yardımı projelerinden Van, Erciş Yoldere Köyü okulundaki miniklerin projeye destek olanlara ilettikleri gönülden teşekkürü sizlerle paylaşıyoruz… İrem Gön IR-2 BU YILDA İSTANBUL MARATONU’NA KATILIYORUZ MART-NİSAN-MAYIS 2014 - BURS VERENLER Kütüphane Projesi Kütüphane kurmak üzere bursiyerlerimizle birlikte 16 Mayıs Cuma günü yola çıkıyoruz… SEMİH ERBEK ANISINA BURSU 4,980.00 “RSY” ANISINA BURSU 2,000.00 F.NECLA KOLOĞLU ANISINA BURSU 1,500.00 AYDIN MERTDOĞAN ANISINA BURSU 1,000.00 CANAN GÜRMAN MURTHY ANISINA BURSU 500.00 SERTAÇ KENDİRCİ ANISINA BURSU 475.00 ALİ-FERİHA GÜLEN ANISINA BURSU 380.00 BÜLENT FİDAN ANISINA BURSU 360.00 ÖNER ESKİL ANISINA BURSU 250.00 SERDAR ÖZGERÇİN ANISINA BURSU 160.00 AYSEN ALTANLAR ANISINA BURSU 150.00 İLKER VE GÖKÇEN UTKUN ANISINA BURSU 150.00 YURTKAN KÖKÜÖZ ANISINA BURSU 135.00 ERTUĞRUL KARAKAYA ANISINA BURSU 130.00 VECDİ ÇELİK ANISINA BURSU 125.00 EMİNE-FEVZİ ORAY ANISINA BURSU 120.00 MART-NİSAN-MAYIS 2014 KURUMSAL BURSLAR TUTAR/TL GENEL ENERGY 1,860.00 TREK TURİZM (FİKRET GÜRBÜZ (ME’78) 1,000.00 KÖPRÜ(M) BURSU* 970.00 KONE ASANSÖR SANAYİİ VE TİCARET A.Ş. 920.00 EVRE GIDA LTD.ŞTİ.(BÜNYAMİN ÖZDALYAN FDE’87) 750.00 BEREKET ENERJİ ÜRETİM A.Ş. 740.00 TEKNOTHERM KİMYA VE MAKİNA SAN. LTD. ŞTİ. 540.00 ÖZEL DENİZATI İLKÖĞRETİM OKULU 500.00 ÖZGÜN ŞİRKETLER GRUBU 500.00 PROTEM ELEKTRONİK MAKİNA SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ. 500.00 TESTO ELEKTRONİK VE TEST ÖLÇÜM CİH. DIŞ TİC. LTD.ŞTİ. (SELMAN ÖLMEZ EE’82) 500.00 FOTOĞRAF KULÜBÜ BURSU 480.00 DATA MARKET BİLGİ HİZMETLERİ LTD.ŞTİ. (MURAT BOYLA) 300.00 ENSER ENDÜSTRİYEL SERVİSLER 250.00 FAS’76 SINIFI BURSU 185.00 MM’76 SINIFI BURSU 150.00 REMEKS LTD.ŞTİ.(REMZİ SOLAK CHE’85) 150.00 UFUK YAPI SAN VE TİC LTD. ŞTİ. (ÖMER DEMİRBİLEK ME’78) 150.00 FİNANSBANK TEFTİŞ KURULU ÇALIŞANLARI 120.00 SGS TASARIM TAAHHÜT İNŞAAT SANAYİİ TİC. LTD. ŞTİ. 100.00 45 BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU CEMAL OĞUZ BEKAR (MAN’82) 150,00 CEMAL ERDOĞAN GÜNAY 100,00 SEMA TURGUT (MAN’89) 100,00 TUTAR/ TL CENK ALTUN-ÖZGÜR TOKGÖZ ALTUN (MAN’94-MAN’97) 150,00 CENGİZ ERDOĞAN (ECON-STAT’79) 100,00 SERAP TELCİ (FDE’86) 100,00 AKIN ÖNGÖR (MAN’67) 1.000,00 ÇAĞLA KURTULUŞ (MAN’69) 150,00 CÜNEYTHAN MERTDOĞAN (ECON’86) 100,00 SEVGİ GÜRBÜZ (IE’83) 100,00 FİGEN KORUN (ECON’68) 1.000,00 ELİF İZGİ TOPBAŞ (ARCH’93) 150,00 ÇAĞLAR SÜRÜCÜ (CE’95) 100,00 SEYHUN ŞİRİN (GEOE’79) 100,00 SELMA YURTSEVER (IE’81) 1.000,00 ERCÜMENT YILDIZ (PHYS’83) 150,00 ÇETİN DOĞAN (ME’92) 100,00 TAMER SOYULMAZ (ME’89) 100,00 DEMET ÖZDEMİR ÖZ (MAN’91) 100,00 TEVFİK CEM BAYKARA (EE’90) 100,00 DEVRİM ÇANKAYA (ME’93) 100,00 TUFAN TUNÇYÜZ (ME’74) 100,00 DİLNİŞİN BAYEL (MAN’96) 100,00 VEYSEL BATMAZ (ADM’79) 100,00 EGEMEN LERZAN ÖRMECİ (IE’90) 100,00 YAVUZ BAYRAKTAROĞLU (METE’76) 100,00 ELİF GÜRSEL USLUER (MAN’00) 100,00 YEŞİM KANGAL (ENVE’86) 100,00 ERSOY KAYA (IE’97) 100,00 ZELİHA İLKE SELVİ (CENG’85) 100,00 ESRA BASKIN 100,00 ZEYNEP ASALI (MAN’04) 100,00 ETEM CEM UÇAR (EE’97) 100,00 ZİYA DOMANİÇ (MAN’78) 100,00 FADEN MÜGE MERSİN (CE’06) 100,00 FATMA ŞEBNEM ABAYOĞLU (EE’79) 100,00 FERYAL BEKDİK (CE’79) 100,00 FEYZULLAH ARDA (CHE’72) 100,00 İSMAİL ÖZERDİNÇ (EE’72) 500,00 FÜSUN ERİŞ (MATH’94) 100,00 ONUR GÜNGÖR (IE’03) 500,00 GÜLİS KORAL (ECON’01) 100,00 MEHMET SELMAN BENKER (EE’70) 300,00 GÜLTEKİN GÜNAL (MATH’79) 100,00 CEM SARVAN (MINE’89) 200,00 GÜLYÜZ YOLGA (ADM’76) 100,00 ÖZLEM KUCUR (CRP’92) 200,00 GÜNGÖR TUNA (ADM’79) 100,00 CİHAN ÜRTİŞ (MAN’99) 150,00 H. SİNAN TEREK (IE’80) 100,00 MELİKE HEMMAMİ HAKAN ÖZİŞ (ECON’91) 100,00 HALİM BULUTOĞLU (MATH’79) 100,00 HAMİT AYDOĞAN (ADM’80) 100,00 HASAN KILIÇ (MAN’88) 100,00 AYDIN SALUR (GEOE’92) HİLKAT ERKALFA (CHE’70) 100,00 ECE DÖKER (CHE’98) HÜLYA ARAS-FUAT OBUROĞLU (ENVE’90-ARCH’78) 100,00 GİZEM ATEŞ (PSY’09) İ.ENGİN ÖZGÜL (MAN’83) 100,00 MURAT SANCAR (ECON’90) İBRAHİM ŞENYAY (CHE’70) 100,00 NURAY KUYUBAŞI İPEK ARCAN (MAN’94) 100,00 İSMİNİ AÇIKLAMAK İSTEMEYEN (MAN’80) 100,00 TESTO ELEKTRONİK VE TEST ÖLÇÜM CİH. DIŞ TİC. LTD.ŞTİ. (SELMAN ÖLMEZ EE’82) KURTULUŞ BERKAY GEZEN (EE’95) 100,00 LAMİ YAĞCILARLIOĞLU (MAN’74) 100,00 MEHMET KOCASAKAL (CHEM’78) 100,00 MEHMET ÖZDEŞLİK (EE’78) 100,00 MELİH KIRLIDOĞ (CE’83) 100,00 DERNEK’TEN MART-NİSAN-MAYIS 2014 BİREYSEL BURSLAR 46 OSMAN CENGİZ BİRGİLİ (CE’78) 750,00 ERSİN ÖZİNCE (MAN’75) 150,00 TUNCAY ÖZYÜREK (ADM’68) 750,00 ERTAN MESTCİ (ARCH’63) 150,00 MEHMET-MUTENA SEZGİN (MAN’84) 700,00 HALUK ERBEN (CHE’76) 150,00 TURGUT ONUR (ECON-STAT’79) 700,00 HALUK NACİ TUĞCU (METE’90) 150,00 ABDULLAH AYDIN (ME’69) 500,00 HÜLYA SİREL 150,00 F.MİNE-DENİZ ÖZGENTAŞ (MAN’82) 500,00 MEHMET MURAT ÖZKARAKAŞ (METE’79) 150,00 İSMAİL IŞIK (CE’76) 500,00 MEHMET UMUR COŞKUN (IE’74) 150,00 ALİ ARİF ERİÇ (ME’82) 400,00 MEHMET YENER (MAN’67) 150,00 ARSLAN SALMAN (EE’68) 330,00 MERAL ÇİMENBİÇER 150,00 BÜLENT OLTU (CE’73) 300,00 METE HAKAN GÜNER (MAN’95) 150,00 İRFAN ÇETİN (MAN’00) 300,00 NESRİN-EROL TUNÇMAN (CHE’79) 150,00 NURAN-İSA ÜLKER (CHED’91-ECON’83) 300,00 NURDAN TARTANOĞLU (ARCH’79) 150,00 NUR-SERHAT KURAK (CENG’87-ME’87) 300,00 OSMAN ERK (MAN’74) 150,00 FERİDE DEMİRTAŞ (ECON-STAT’79) 280,00 ÖMER VARGI (PHYS’76) 150,00 OSMAN ARI (ME’85) 270,00 ÖZEN ALTIPARMAK (MAN’76) 150,00 SEÇKİN NUZUMLALI (ME’78) 270,00 PINAR İLKİ (ARCH’93) 150,00 TAYFUR CİNEMRE (ME’78) 270,00 SERPİL-ARIL SEREN (ECON-STAT’64) 150,00 İRFAN ÇELİMLİ (ME’80) 250,00 TÜRKÜ KARAN (MAN’91) 150,00 MEHMET ALİ ACARTÜRK (MAN’78) 250,00 VELDA SAVAŞ GÜNDOĞAR (ADM’92) 150,00 NECMETTİN ATEŞ (EE’87) 250,00 YUSUF BORA IŞIK (ME’74) 150,00 NURAY AYAROĞLU (ECON’84) 250,00 AHMET GÖKHAN KORALTAN 135,00 TOLGA EGEMEN (ME’92) 250,00 EMİNE BURÇİN ALTINSAY ÖZGÜNER 135,00 ÜSTÜN SANVER (MAN’72) 250,00 FATMA MEHTAP MERTDOĞAN (MATH’89) 135,00 YUSUF KÖSE (ECON-STAT’79) 250,00 NEZİH GEÇERGİL 135,00 ZEYNEP-BÜLENT FIRAT (MAN’97-MAN’97) 250,00 NİLÜFER AĞIRDIR (MAN’79) 135,00 SAVAŞ DERİNGÖL (MAN’76) 240,00 SEMRA CENGİZ (PHYS’95) 135,00 M.ALİ ACAR (MAN’78) 225,00 ALEV KAHRAMAN (MAN’94) 130,00 ALPARSLAN TANSUĞ (MAN’75) 200,00 UĞUR AYKEN (ME’76) 130,00 BETÜL YÜCEL (PSY’06) 200,00 SERKAN TAPO (BA’04) 125,00 CEM SARVAN (MINE’89) 200,00 GÜNHAN ÖZOĞUZ (CHE’75) 120,00 DENİZ FEVZİYE KUTLUSOY (ECON’84) 200,00 H. SEÇİL SIRGÜVEN 120,00 FEVZİ TURKAY OKTAY (EE’88) 200,00 NURAY-HAKAN AKMERİÇ (CENG’82) 120,00 GÖKHAN GÜNVER (FDE’95) 200,00 SELÇUK ÖZDİL (ME’78) 120,00 KAYA ÖZGÜL (MAN’80) 200,00 MELİS TOSUN ARSLAN (EE’00) 100,00 AHMET LÜTFÜ BİLGEN (IE’80) 100,00 MEHMET MÜRŞİT ÇELİKKOL (ME’79) 200,00 MURAT DARYAL (CHEM’78) 100,00 AKIN TELATAR (MAN’90) 100,00 MELİH KARAKAŞ (CHE’72) 200,00 MURAT SANCAR (ECON’90) 100,00 ALPER BAYSAL (ENVE’93) 100,00 NAFİS YURDAL YALMAN (MAN’87) 200,00 MUSTAFA GÜÇLÜ GÖZAYDIN (ECON’96) 100,00 AYSUN ARIBAŞ ŞİŞMAN (IE’80) 100,00 OSMAN SARI (CE’70) 200,00 MUZAFFER HACIBEKİROĞLU 100,00 AYSUN MERCAN (MAN’82) 100,00 ÖZKUL KORAY (MAN’69) 200,00 NERMİN FENMEN 100,00 AYŞE AKDAŞ (MAN’93) 100,00 RUŞEN ÇETİN (EE’81) 200,00 NURAY KUYUBAŞI 100,00 AYŞE GÜLİN GÜNAL (PHIL’99) 100,00 SEÇİL ÇELİK 200,00 NURSEN TÜZÜN (MAN’86) 100,00 BAHAR AKAY (CHE’69) 100,00 ZEYNEP-ERCÜMENT GÜMRÜK (CP’81-ARCH’72) 200,00 OĞUZ ÖZDEMİR (MAN’74) 100,00 BANU BÖREKÇİ (MAN’74) 100,00 FERİDE LEYLA SERDAROĞLU 160,00 SAİME ÖZBAY (ECON’73) 100,00 BEHZAT YILDIRIMER (MAN’79) 100,00 BERK VURAL (ME’65) 150,00 SEDEF DURU ÖZKAZANÇ (MAN’91) 100,00 CAFER FINDIKOĞLU (MAN’74) 100,00 BİRİM-CEM KARAKAŞ (MAN’97) 150,00 SELDA ARKAN (CHEM’80) 100,00 CANAN-ÇAĞATAY PİŞKİN (ECON’94) 100,00 MART-NİSAN-MAYIS 2014 TEK SEFERLİK BURSLAR TUTAR/TL 40,00 MART-NİSAN-MAYIS 2014 ARTIRIM VELDA SAVAŞ GÜNDOĞAR (ADM’92) MART-NİSAN-MAYIS 2014 YENİ KATILIM İRFAN ÇELİMLİ (ME’80) İRFAN ÇETİN (MAN’00) NESRİN İLKER PEKER (MATH’91) MART-NİSAN-MAYIS 2014 ADINA BURSLAR TUTAR/TL GÜLTEKİN KARAŞİN SCIENCE ACHIEVEMENT AWARD 300,00 *KÖPRÜ: Bursiyerlerimizin oluşturduğu grubun adı, KÖPRÜ(M): Mezun bursiyerlerimizin oluşturduğu grubun adı. 47 ARKA KAPAK İÇİ İLAN ALARKO BEKLENİYOR