Pdf - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği

Transkript

Pdf - İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği
İSTANBUL ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ YAYINIDIR
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014
İSTANBUL ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ YAYINIDIR
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014
İSTANBUL ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ YAYINIDIR
NİSAN-MAYIS-HAZİRAN 2014
ODTUMIST
İLETİŞİM REKLAM TARİFESİ
ODTUMIST
DERGİ
ODTUMIST
DUYURU
@odtumist
ODTUMIST
WEB
odtumist.org
İletişim için: [email protected]
İÇİNDEKİLER
SUNUŞ
4
DOSYA
Ne kadar yerel, neyin seçimi?............................................ 4
ODTÜ’DEN
ODTÜ’den haberler............................................................ 8
İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayın organı
Ocak-Şubat-Mart 2014
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın
Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul-Mart 2014
Dernek’ten
Dernek’ten haberler........................................................ 10
Dernek Adına İmtiyaz Sahibi
Mehmet Rasgelener (ECON-STAT’78)
Cumhuriyet Caddesi Platin Apartmanı 21/4
34437 Taksim Beyoğlu/İstanbul
SÖYLEŞİ
Ayşegül Gürerk:
Kalbi eğitmeden dönüşüm de olmuyor............................ 16
Gamze Cizreli:
ODTÜ hayalimdi............................................................... 20
Sorumlu Müdür:
Nevay Samer (CP ’79)
Tepecik Yolu Sokağı No:82
Dalmaz Konut Apt. D.3
34337 Etiler/İstanbul
GÜNDEM
Isınan ve kuraklaşan bir dünyada iklim
değişikliğini ciddiye almak............................................... 22
GEZİ
Kar ülkesinin prensi Kars.................................................. 24
Çevre
Kırsaldaki ODTÜ’lüler /2.................................................. 28
16
20
Dernek Telefonları
Tel: +90 0212 274 68 60 Fax: +90 212 274 67 87
www.istodtumd.org
[email protected]
SOSYAL SORUMLULUK
Hisar Anadolu Destekleme Derneği ve KİLİMWORKS...... 34
e-mailinizi bize bildirin, aylık etkinliklere ve duyurulara
daha çabuk erişin
24
GünCEL
Karanlıkta diyalog............................................................ 38
ODTÜ’lüler Runtalya’da................................................... 38
Adaleti beklerken yitirdiğimiz iki “Can”;
Onur Yaser Can ve Hatice Can…................................................ 39
02
Banka Hesap No:
Aidat Hesabı Denizbank Mecidiyeköy Şubesi
3260 – 1441947 – 351
TR330013400000144194700013
Yönetim Yeri Adresi
Cumhuriyet Caddesi Platin Apartmanı 21/4
34437 Taksim Beyoğlu/İstanbul
Çevre
Gelişmişlik mi, geleceğimizi ipotek altına almak mı?....... 32
Dernek’ten
Fotoğraf Çalışma Grubu................................................... 40
Edebiyat Kulübü.............................................................. 42
Burs Havuzu Çalışma Grubu............................................ 44
Yayın Çalışma Grubu
Uğur Ayken (ME ‘76)
Güzin Caner (CHEM ‘78)
Nevay Samer (CP ‘79)
Sefika Caculi (CE ‘85)
Özay Yaşar (SOC ’80)
Seçil Başkaya (SOC ‘03)
Feyzan Aliefendioğlu (CHE ‘78)
H. Belgin Ünal (SOC ’83)
Z. Asuman Dener (PSY ’88)
Güçlü Gözaydın (ECON’96)
Mehmet Rasgelener (ECON-STAT’78)
Burs Havuzu Hesabı Denizbank Mecidiyeköy Şubesi
3260 -1441947 – 599
TR110013400000144194700021
GÜNCEL
“İstanbul hepimizin”........................................................ 31
KÜLTÜR-SANAT
Cenk Emre:
“Dünyaya kafa tutmak için...”.......................................... 36
G
Yayın Hazırlık
Tetra İletişim Hizmetleri Ltd. Şti
Türkali Mah. Loşbahçe Sk. No:2 D:1
Beşiktaş/İstanbul
Tel: 0212 219 96 76
www.tetrailetisim.com
Genel Yayın Yönetmeni: Önder Kızılkaya
Editör: Umut Bavlı
Grafik uygulama: Kübra Şahin
Fotoğraf: Belkıs Dalkıranoğlu
Baskı
Şan Ofset Matbaacılık
Hamidiye Mah. Anadolu Cad. No:50
Kağıthane/İstanbul
Tel: 0212 289 24 24
32
Baraka dergisinde yayımlanan yazı ve fotoğrafları yayma hakkı
İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği’ne ait olup kaynak gösterilse dahi,
hak sahiplerinin yazılı izni olmaksızın ticari amaçla kullanılamazlar.
eçtiğimiz dönemde hepimizi en
çok etkileyen olay, kayıtlara Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin en fazla can kaybı
ile sonuçlanan iş ve madencilik kazası
olarak geçen Soma faciası oldu. Türkiye’de
yaşamın bir parçası olarak görülen
bu felaketlerin en acı yanı, önlenebilir
olmalarına rağmen olabilecek en kötü
şekilde sonuçlanmaları; Soma’da 301
canın yitirilmesinde olduğu gibi. Hükümetin,
özelleştirmeler ve diğer yollarla sermayeyi
sınırsız teşvik ederken, alınması gerekli
güvenlik önlemlerini ve işçilerin çalışma
koşullarını göz ardı etmesinin acı sonuçlarını
hep birlikte yaşıyoruz. En gelişmiş ülke olma
iddiası peşinde koşarken, iş kazalarında
liste başlarında yer alıyoruz. İnsan haklarına,
en başta da yaşam hakkına değer verilen
bir ülke olmanın yollarını aramak ve bunun
için mücadele etmek ise giderek artan bir
sorumluluğumuz olarak diğer her şeyin
önüne geçiyor.
Derneğimizin önemi böyle günlerde daha iyi
hissediliyor. Ortak noktalara sahip olduğumuz
kişilerle birlikte olmak sosyal etkinliklerden
daha çok keyif almamızı sağladığı gibi,
böyle isyan ettiğimiz günlerde de acıyı
paylaşmamıza neleri değiştirebileceğimizi
tartışmamıza yardımcı oluyor.
30 yılın üzerindeki çalışma hayatımı
sonlandırdıktan sonra dernek yönetiminde
çalışmamı sağlayan en önemli faktör,
hangi yaşta olursa olsun bir mezunumuz
ile karşılaşıp biraz sohbet ettikten sonra
duyduğum o paylaşma duygusuydu.
Yönetim kurulu üyeleri, dernek çalışanları,
gönüllüler, etkinliklere katılan üyelerle
birlikte işte bu paylaşımı devam ettirmeye ve
güçlendirmeye çalışıyoruz. Taksim’de olmak
İstanbul’da bir araya gelmenin zorluğunu
azaltıyor.
Fiziki olarak bir araya gelemediğimiz
arkadaşlarımıza da Baraka aracılığı ile
ulaşıyoruz. Dergimiz yayına hazırlanırken
henüz çok yeni olan Soma Faciası
ile ilgili ODTÜ’lü bilim insanlarımızın
değerlendirmeleri ayrıntılı olarak
gelecek sayımızda yer alacak. Ayrıca
bursiyerlerimizle ve üniversitemiz ile birlikte
geliştirmeye çalıştığımız Soma’ya destek
projelerini sizlerle paylaşacağız.
Geçtiğimiz ayın kuşkusuz en önemli etkinliği,
öğrenci, öğretim üyesi, mezun birçok
ODTÜ’lüyü bir araya getiren üniversitemizin
300.000 ağaç hedefli “Bir ağaç sizden, bir
orman bizden” kampanyası idi. Bu kapsamda
Yasemin Civelekoğlu
Yönetim Kurulu Genel Sekreteri
üçüncüsü düzenlenen ağaç dikme şenliği
renkli fotoğrafları ile sayfalarımızda yer alıyor.
Orada olmanın keyfini anlatmaya çalıştık ama
daha iyisi Ekim’de tekrarlanacak şenlikte hep
birlikte olmak.
Yerel seçim sonuçları ile ilgili hepimiz birçok
yorum yaptık, ama üyelerimizden Konda
Araştırma’nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır
ile yaptığımız söyleşi, bu yorumların bilimsel
yapılmasının nasıl farklı olduğunu bizlere
gösterdi. “Oy ve Ötesi” ile “Ankara’nın
Oyları” Gruplarının seçimlerle ilgili
değerlendirmeleri ise önümüzdeki seçimler
için hepimize yol gösterici nitelikte.
Endüstri Mezunlarının gıpta ile izlenen yıllık
olağan öğrenci-mezun buluşmalarından
Seminer 2014 notları; mezunlarımızın aktif
olarak yer aldıkları çevresel haberlerimiz
-TEMA Vakfı projeleri, KOS’un (Kuzey
Ormanları Savunması) etkinlikleri, Kırsaldaki
ODTÜ’lüler- yine dergimiz sayfalarında...
Geçtiğimiz dönemde kaybettiğimiz büyük
usta Marquez’i, kilometrelerce uzakta yaşayan
üyemiz Cem Savran’ın kalemi ile anıyoruz.
Doç. Dr. Selçuk Şirin ile “Demokrasi,
ekonomi ve eğitim” üzerine yaptığımız
söyleşide, Soma benzeri iş kazalarının,
cinayetlerinin olmayacağı bir Türkiye
hayalinin ipuçlarını görebiliyorsunuz...
Dergimizin bu sayısını da beğeni ile
okuyacağınızı umuyoruz. Bir arada olmanın
gücümüzü artırdığı inancıyla, sizleri derneğe,
etkinliklerimizde yer almaya davet ediyor,
katkılarınızı bekliyoruz.
03
HABER
HABER
Acımız büyük…
Fotoğraf: Cem Sarvan
Acımız büyük…
Soma’da bir maden ocağında 13 Mayıs 2014 Salı günü yaşanan facia hepimizi derinden üzmüştür.
Zor koşullarda görev yapan çok sayıda işçimizin bu faciada yaşamını kaybetmesinden duyduğumuz acı
büyüktür. Yaşamını yitiren işçilerimize rahmet, başta yakınları olmak üzere tüm ulusumuza başsağlığı
dileriz. Madende mahsur kalan işçilerimizin de en kısa sürede kurtarılmasını bekliyoruz.
Hepimizin yüreğini çok derinden yaralayan böylesi elim olayların bir daha yaşanmaması için ODTÜ
olarak bilgi birikimimiz ve akademik yetkinliklerimiz çerçevesinde her türlü desteği vermeye hazır
olduğumuzu belirtiriz. Akademik birimlerimizin konuyla ilgili araştırmaları ve değerlendirmeleri en kısa
sürede kamuoyu ile paylaşılacaktır.
DOSYA
“Bazen
acımızı
anlatmaya
hiç bir söz
yetmez.”
04
Rektörlük
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde insan hakları ve bu hakların başında gelen yaşam hakkı hiçbir
zaman son yıllarda olduğu kadar değersizleşmemişti. Ülkemiz ölümlü iş kazalarında rekor üstüne
rekor kırmaktadır. Gösterilerde gözleri çıkan, yaralanan ve öldürülen insanların yakınları miting
meydanlarında yuhalatılmaktadır. Özelleştirmeler ve diğer yollarla sermayenin sınırsız teşviki, bir
hükümet politikasıdır ve bunun acı sonuçlarını halkımız yaşamaktadır. Dün Soma’da meydana gelen
facia, kaza diye geçiştirilemez. Gerekli önlemlerin alınmış veya alınmamış olması, idarenin denetim
sorumluluğundadır. Sayıları yüzlere varan kayıplarımızın acılı ailelerinin acılarını paylaşır, yaralıların
acilen iyileşmesi ve mahsur kalanların sağ olarak kurtarılmasını umut eder, ülkemiz üzerindeki bu
kabusun artık sona ermesini dileriz.
05
HABER
HABER
ODTÜ’de Ağaç Şenliği
O
rtadoğu Teknik Üniversitesince
(ODTÜ) düzenlenen Ağaçlandırma
Şenliği’ne katılan vatandaşlar, 12 bin adet
ağaç fidanı dikti. Gölbaşı ilçesine bağlı
İncek Mahallesi’ndeki ODTÜ arazisinde,
“Bir ağaç sizden, bir orman bizden”
sloganıyla düzenlenen etkinlik kapsamında
Capoeira gösterisinden halk oyunlarına
kadar farklı gösteriler düzenlendi.
Etkinlikte konuşan ODTÜ Rektörü Prof.
Dr. Ahmet Acar, doğaya ve insana karşı
saygının, demokratik modern toplumlarda
yaşayan iyi vatandaşların paylaşması
gereken temel değerler olduğunu söyledi.
Acar, genç nesillere öncelikle bu değerlerin
öğretilmesi gerektiğini ifade etti. Bu konuyu,
topluma karşı sorumluluk olarak gördüklerini
aktaran Acar, doğanın tahrip edilmesiyle
elde edilen zenginliğin sürdürülebilir
olmadığını savundu.
ağaç diktik. 3 Kasım’de Eymür Gölü’ndeki
etkinlikte de 7 bin 500 ağaç diktik, bugün
yapılan şenlikte de 12 bin ağaç dikiyoruz. 18
Ekim’den bu yana diktiğimiz ağaç sayısı 62
bine ulaşacak” dedi.
Üniversitelerin, bu konuda duyarlı olması
gerektiğini kaydeden Acar, doğaya ve
insana saygının, toplumda temel değer
olarak benimsenmesinin ve yeni nesillere
aktarılmasının ülke geleceği için önemli
olduğunu belirtti. Bir Ağaç Sizden, Bir
Orman Bizden kampanyası kapsamında
300 bin ağaç dikileceğini belirten Rektör
Acar, “Ağaç dikim çalışmalarını Ekim
ayında başlattık. İlk etapta 7 binden fazla
Acar etkinlikte ayrıca, “Bu tür alanlara hep
birlikte ağaç dikeceğiz. Sizlerin katılımı,
bizlere büyük bir güç veriyor. Kampanya,
bir ay önce başladı ve hızla yayılıyor. Ümit
ediyorum, kampanya süresi içinde 300 bin
ağaç hedefini kolaylıkla geçeceğiz” şeklinde
konuştu. Acar’ın konuşmasının ardından,
belirlenen alanlarda öğrenciler, mezunlar,
öğretim üyeleri ve vatandaşlar tarafından 12
bin ağaç fidanı dikildi.
58.ODTÜ Günü- 2014
Üstün Hizmet ve
Takdir Ödülleri belirlendi
Orta Doğu Teknik Üniversitesi Senatosu tarafından Üstün
Hizmet ve Takdir Ödüllerine hak kazananlar 30 Mayıs 2014
günü açıklandı.
K
KM’de yapılan törende, ödül alanların özgeçmişleri ve ödül
gerekçeleri okundu. Üyelerimizden ve kurulduğu günden beri
derneğimize desteği hiç azalmadan devam eden Anadolu Hayat Emeklilik
A.Ş.’nin Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu üyesi Mete Uğurlu, ODTÜ
Takdir ödüllerinden birisinin de sahibi oldu.
Diğer takdir ödülü sahibi Orhan Behiç Alankuş olurken; emekli büyükelçi
Ertuğrul Apakan ile Dr.Hıfzı Topuz ise, ODTÜ Üstün Hizmet ödüllerine
hak kazanan isimler olmuştur. Kendilerini kutluyor, ülkemiz, halkımız ve
ODTÜ için değer katmaya devam etmelerini bekliyoruz.
Mete Uğurlu
(ODTÜ Takdir Ödülü)
ODTÜ Mezunlar Günü
Değerli Mezunlarımız,
ODTÜ’DEN HABERLER
Geleneksel ODTÜ Mezunlar Günü bu yıl 28 Haziran 2014 Cumartesi tarihinde gerçekleşecektir. Tüm
mezunlarımızın davetli olduğu bu günde mezuniyetlerinin 10, 20, 30, 40, 45 ve 50. yıllarını doldurmaları sebebiyle
1964, 1969, 1974, 1984, 1994 ve 2004 yılı mezunlarımıza madalya takdim edilecektir. Diplomadaki isimlere göre
düzenlenecek madalyaların takdim edileceği mezunlarımızın listesine http://mezun.metu.edu.tr/duyurular/mezunlargunu-2014/ adresinden ulaşabilirsiniz. Bir dönem geç mezun oldukları için listede adı bulunmayan mezunlarımız
talep ettikleri takdirde listeye ekleneceklerdir.
Listedeki eksik ve hataları 25 Nisan 2014 Cuma saat 17.00’ye kadar
[email protected] adresine bildirebilirsiniz.
Programla ilgili ayrıntılar ilerleyen tarihlerde duyurulacaktır.
Saygılarımızla,
Mezunlarla İletişim Müdürlüğü
06
1955 yılında Ankara’da doğdu. 1972
yılında Ankara Atatürk Lisesi’ni bitirdi.
ODTÜ İdari İlimler Fakültesi İşletme
Bölümü’nden 1978 yılında mezun oldu.
Türkiye İş Bankası’nda uzman yardımcısı
olarak bankacılık kariyerine başladı.
Bankanın Organizasyon Müdürlüğü ve
Bilgi İşlem Müdürlüğü’nde uzman ve
yönetici olarak çeşitli görevlerde bulundu.
Uğurlu, İngiltere’de Manchester Business
School ve Amerika’da University of Virginia
Darden School’da üst düzey yönetici
eğitim programlarına da katıldı.
Türkiye İş Bankası’ndaki görevleri
sırasında Bankanın Londra Şubesinin
açılması, Almanya’dan Türkiye’ye online
havale sisteminin kurulması, bankanın
reorganizasyonu gibi çok sayıda ve farklı
alanlarda projelerde yer alan Uğurlu, Türk
bankacılığının elektronik bankacılığa geçiş
sürecinde; Bankamatik, POS, İnternet
ve Telefon Bankacılığı gibi çok önemli
teknolojik dönüşüm projelerinde aktif görev
aldı. İş Bankası Genel Müdürlüğü’nün
Ankara’dan İstanbul’a fiili taşınma sürecinin
yönetimini de ekibi ile birlikte başarı ile
tamamladı.
2002-2006 yılları arasında da Bankanın
bireysel bankacılık, halkla ilişkiler,
organizasyon ve merkezi operasyon
birimlerinden sorumlu Genel Müdür
Yardımcısı olarak görev yaptı. Türkiye İş
Bankasının çeşitli iştiraklerinde denetçi ve
yönetim kurulu üyesi görevlerinde bulunan
Uğurlu, İş Kültür Yayınları A.Ş. ve İş Girişim
Sermayesi A.Ş. şirketlerinde Yönetim
Kurulu Başkanı olarak da görev yaptı.
Mete Uğurlu, 31 Ocak 2006 tarihinden
bu yana Türkiye İş Bankası’nın iştiraki olan
Anadolu Hayat Emeklilik A.Ş.’nin Genel
Müdürü ve Yönetim Kurulu üyesi olarak
görev yapmaktadır. Uğurlu, emeklilik
şirketlerinin ortağı olduğu “Emeklilik
Gözetim Merkezi A.Ş.”de Yönetim Kurulu
üyesidir. Ayrıca, Türkiye Sigorta Birliği’nde
Yönetim Kurulu üyesi, Başkan Yardımcısı
ve Hayat ve Emeklilik Yönetim Komitesi
Başkanı görevlerini sürdürmektedir.
Mete Uğurlu yönetiminde, Anadolu
Hayat Emeklilik, ülkemizin geleceği olan
kadınlara yönelik sosyal sorumluluk
projeleri kurgulamakta ve kesintisiz
olarak sürdürmektedir. Bu kapsamda
yapılan bazı çalışmalar şunlardır: T.C. Milli
Eğitim Bakanlığı ve ÇYDD ile ortaklaşa
yürütülen “Geleceğin Sigortası Kızlarımız”
projesi ile yüksekokul ve üniversitelerin
sigortacılık bölümlerinde okuyan başarılı kız
öğrencilere burs desteği sağlanması; bu
yıl sekizincisi yapılan ve sadece kadınların
katılabildiği “Kadın Gözüyle Hayattan
Kareler Fotoğraf Yarışması”; kadınlara özel
“Ev Hanımları Emeklilik Planı”.
Görevleri gereği birçok etkinliğe konuşmacı
ve panelist olarak davet edilen Uğurlu,
ülkemizde sigorta bilincinin artırılması,
finansal okuryazarlık ve bireysel emeklilik
sisteminin gelişimine önemli katkılarda
bulunmuş ve bu amaçla çalışmalarına devam
etmektedir. Mete Uğurlu evli ve bir kız
çocuk babasıdır; ayrıca iki torunu vardır.
07
HABER
HABER
Gelenekselleşen bir ODTÜ etkinliği: Tiyatro Şenliği
A
nkara’da baharın gelişini karşılayan şenliklerden biri olan
ve bu yıl 25 Nisan-5 Mayıs tarihleri arasında Tiyatro
Topluluğu’nca düzenlen “Şenlik’14”, 1966’dan bu yana
yapılıyor… Türkiye üniversite tiyatroları buluşması niteliği taşıyan
şenlikte bu yıl ODTÜ Oyuncuları, Bertolt Brecht’in “Mezbahaların
Kutsal Johanna’sı” oyununu sundular. 50 yıla yaklaşan birikimiyle
Sportif başarılarla gurur duyuyoruz
“ODTÜ Tiyatro Şenliği” için ODTÜ Oyuncuları şunları
söylüyorlar: “ODTÜ Tiyatro Şenliği’nin geniş kitleleri oyalamak,
yanlızca eğlendirmek, vakit geçirmek, haz pazarlamaya katkıda
bulunmak yerine, tüm tiyatro dostlarını özgürce düşünmek,
tartışmak, araştırmak ve üretmek için bir araya getirmesini
diliyoruz.” Şenlik’e nice nice yıllar diliyoruz!
“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözünü doğrulayan odtü’lüler
Briç
Üniversitemizde 24-25 Nisan 2014 tarihlerinde yapılan Türkiye
Üniversiteler Briç Şampiyonasında erkek ve kadın takımlarımız 24
üniversite arasında birinci oldu.
2014 tarihleri arasında İnönü Üniversitesi’nde düzenlenen
Üniversitelerarası Bilardo Türkiye Birinciliği müsabakalarında
Üniversitemiz Kadın ve Erkek Bilardo Takımları 2. oldu. (Her iki
takımımız da!)
Kürek
26 – 27 Nisan 2014 tarihlerinde Sapanca’da yapılan Üniversite
Kulüpleri arası Büyükler Türkiye Şampiyonası Final Kürek
Yarışları’nda kadın takımımız 1., erkek takımımız 2. oldu.
Dans
Türkiye Üniversitelerarası Dans Yarışması 19 Nisan 2014 tarihinde
İstanbul’da gerçekleştirildi. Takımımız Türkiye ikincisi oldu ve ayrıca
Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü.
Frizbi
Üniversitemizde 18 Nisan 2014 tarihinde yapılan Üniversitelerarası
Türkiye Frizbi Birinciliğinde takımımız şampiyon oldu.
Ragbi
Üniversitemiz Erkek Ragbi Takımı, 4 – 6 Mayıs 2014 tarihlerinde
Konya’da Üniversite Sporları Federasyonu tarafından düzenlenen
Ragbi Ünilig Final müsabakalarına katıldı ve 2. oldu.
Bilkent Üniversitesi’nde 19 – 20 Nisan 2014 tarihlerinde
gerçekleştirilen Bilkent Üniversitesi Ultimate Frizbi Şampiyonası
katılan takımımız şampiyon oldu.
Hentbol
Üniversitemiz Erkek Hentbol Takımı, 14 – 19 Nisan 2014
tarihlerinde Sivas’ta Üniversite Sporları Federasyonu’nca
düzenlenen 1. Lig Hentbol müsabakalarına katıldı. Grup birincisi
olarak süper lige terfi müsabakalarına katılmaya hak kazandı.
ODTÜ’DEN HABERLER
Satranç
Üniversitemiz Kadın ve Erkek Satranç Takımları, 25-29 Nisan
2014 tarihlerinde Antalya’da Üniversite Sporları Federasyonu’nca
düzenlenen Üniversiteler Satranç Türkiye Şampiyonası’nda Kadın
Takımımız birinci, erkek takımımız dördüncü oldu. Ayrıca sporcumuz
Ayça Fatma Durmaz kadınlar şampiyonu oldu.
ODTÜ’ye iki ödül
208 ülkeden 12.000’in üzerinde bir katılımın gerçekleştiği,
İtalya’nın Milano kentinde 2010 yılından itibaren düzenlenen
“dünyanın en kapsamlı tasarım yarışmaları arasında yer
alan” A’Design Award Tasarım Ödülleri Yarışması’nda bu yıl
üniversitemizin Mimarlık Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı
08
Bölümü öğretim elemanı Dr. Hakan Gürsu 15 ödül kazanarak
“En çok ödül alan tasarımcı” ünvanını korumuştur. Kendisini
kutluyoruz. Fizik Bölümü öğretim üyelerimizden Doç.Dr. Hakan
Altan, Kocaeli Üniversitesi tarafından Fen Bilimleri alanında verilen
Prof.Dr. Baki Komşuoğlu Bilim Teşvik Ödülü’ne layık görülmüştür.
Sualtı hokeyi takımı
4-5 Nisan 2014 tarihleri arasında Çekoslovakya Cumhuriyeti’nde
gerçekleştirilen özel BUD PIG CUP Kulüplerarası Sualtı Hokeyi
Şampiyonasında ODTÜ SAS Erkek takımı yaptıkları tüm
karşılaşmalarda galip geldi ve 1. oldular.
Bilardo
Üniversite Sporları Federasyonu tarafından 27 Nisan – 1 Mayıs
Amerikan Futbolu Takımı
Üniversitemiz Amerikan Futbolu Takımı, 3 – 4 Mayıs 2014
tarihlerinde Konya’da düzenlenen Korumalı Futbol Ünilig Final
müsabakasında 2. oldu.
Voleybol
Üniversitemiz Kadın Voleybol Takımı, Üniversite Sporları
Federasyonu tarafından 1 – 6 Mayıs 2014 tarihleri arasında Bülent
Ecevit Üniversitesi’nde düzenlenen Üniversitelerarası Voleybol 1.
Lig müsabakasında 3. oldu.
Hentbol
Üniversitemiz Erkek Hentbol Takımı, 4-6 Mayıs 2014 tarihlerinde
Konya’da Hentbol Federasyonu’nca düzenlenen Ünilig Hentbol
Play-Off müsabakalarında 3. oldu.
Yelken
4-6 Nisan 2014 tarihleri arasında Muğla/Marmaris’te düzenlenen
MIYC Campus Camp Yarışı’na Üniversitemiz Yelken Takımı 3. oldu.
26 – 27 Nisan 2014 tarihleri arasında İzmir/Urla’da düzenlenen
Jimmy Key Cup ve Universail Cup Yelken Yarışına katılan
üniversitemiz Yelken Takımı üniversiteler kategorisinde 1., kulüpler
kategorisinde 3. oldu.
09
HABER
HABER
Bekir Ağırdır Xxxxxxx
sEMiner İstanbul 2014
O
O
XXX
İ
stanbul’daki endüstri mühendisi mezunların girişimiyle, ODTÜ Endüstri
Mühendisliği Bölümü “IE422 Seminar in Industrial Engineering”
derslerinden birini İstanbul’da yapıyor. Bunu mezunlarla yemekli bir
buluşma izliyor. Ertesi gün de İstanbul Gezisinde; birkaç ay sonra
aramıza katılacak (ÇıtırEM) endüstri mühendisleri ile mezunların etkileşimi
sürüyor. Bu yılın sEMiner İstanbul’u 22-23 Nisan 2014’te yapıldı.43
öğrencinin katıldığı Seminer, Tuzla’da Sabancı Üniversitesi’nde Sinema
Salonunda yapıldı. Ev sahipliğini Güvenç Şahin ‘00 ve Adnan İnce ‘86
yaptığı Seminer’de Fatma Onat ‘93, Adnan İnce ‘86, Şule Aktaş ‘98,
Zeynep Yılmaz ‘86, Mehmet Göçmen ‘81, Selma Ergin Özmeriç ‘86,
Işık Uman ‘96, Selman Çoban ‘01 ve Güvenç Şahin ‘00 konuşmacı
olarak yer aldılar. Akşamki yemeğin evsahipliği ise Gülgün Dönmez ‘86
ve Metin Uzunoğulları ‘84 idi. Yemekte öğrencilerle birlikte 100’den fazla
katılımcı vardı.Koşuyolu’ndaki öğretmenevinde geceleyen öğrencilerin
23 Nisan’daki İstanbul Gezisinde rehberliği Cem Tüzün ‘88 yaptı.
Öğrenciler, masraflarının çok büyük bir bölümünü mezunların karşıladığı
iki günlük etkinlikleri tamamlayarak 23 Nisan Akşamı Akaraya geri
dönmüş oldular.
ODTÜMİST Buluşma gerçekleştirldi
İ
Beyoğlu’nu keşfettik
stanbul’daki ODTÜ’lüler ve ODTÜ dostları, 16 Nisan’da geleneksel ODTÜMİST
Buluşması’nda bir araya geldiler.
DTÜ İstaanbul Mezunlar Derneği
olarak düzenlediğimiz kültür ve lezzet
turları büyük ilgi görmye devam ediyor.
5 Nisan günü yoğun katlımla Beyoğlu
ve çevresinde gerçekleştirlilen tura,
profesyonel rehber Egemen Demircioğlu
eşlik etti. Etkinliğe katılanlar, tur sonunda
duydukları memnuniyeti bizlerle paylaştılar.
“Uzun bir süreden beri önünden geçerken
fark etmediğimiz şeyleri fark ettik. Ayrıca
ODTÜ’lü büyüklerimizle buluşmak bize
büyük mutluluk verdi.” Fatma Karakaş ve Esra Yıldırım
“Çok keyif aldım. Benim için çok yeni
şeyler duydum.” Gül İlbeyli
“Rehberi çok beğeniyorum, dinlemesi
keyifli.” Eda Kurtoğlu
“Rehber konusuna çok hâkimdi, Fransızca
diline hâkim olması Beyoğlu turu için
önemli bir artı oldu.” Gökhan Gümüştaş
ODTÜMİST
Caz Gecesi’nde
Brezilya
esintileri
N
Edebiyat Klubü söyleşileri devam ediyor
DENREK’TEN
ardis Jazz Club’ta gerçekleştirilen
ODTÜMİST Caz Gecesi’nde
konuklar, Asena Akan Band ile Brezilya
Caz müziğinden eşsiz yorumları dinleme
fırsatı yakaladılar.
10
11
ANMA
ANMA
Sualtının öncülerinden
Gökhan Türe’nin ardından…
Kemal Gökhan Türe’yi 11 Mayıs 2014 günü kaybettik. ODTÜ’lü bu değerli insanın en yakın arkadaşlarından
birisi olarak Gökhan’ın sualtına ve denizlerin korunmasına katkılarını sizlerle paylaşmak benim için çok
anlamlı. Amansız hastalığını geçen sene Haziran ayında öğrenmiştik. Vefatına kadar geçen o 11 aylık süre
her zaman iyileşeceğini umduk. Ancak çok sevdiğimiz Gökhan Türe hastalığına yenildi.
Yazı ve fotoğraflar: Cem Orkun Kıraç (METE’87)
G
SOSYAL SORUMLULUK
ökhan Türe Ocak 1962 Tekirdağ doğumlu. Çocukluğun
geçirdiği baba evi hemen denizin önündeydi. Ve dolayısı ile
denizi daha çocukluğundan bilen ve yakından tanıyan birisi oldu. Lise
çağlarında artık Marmara Denizinde kayıkla açılıyor, balık avlıyor ve
nefesle dalıyordu. Yakın arkadaşlarıyla Marmara Adalarına gidiyor,
adaların etrafında tekneyle dolaşıyordu. ODTÜ-SAT’ı kuranlardan ve
öncü üyelerinden birçoğumuz gibi 1970 li yıllarda nefesle zıpkınla
balık avlıyordu. Bu deneyimler ve deniz canlıları ile karşılaşmalar
daha sonra yazdığı şiirlerine de yansıyacaktı. Gerçekten duygu ve
anlam yüklü güzel şiirler. Denizci insanların yanısıra denizi tanımayan
insanları bile duygulandıracak nitelikte şiirler.
K. Gökhan Türe ODTÜ Metalurji ve Malzeme Mühendisliği 1987
mezunu. Ancak Gökhan’ın bir mühendis olmasının yanısıra çok
farklı ve önemli özellikleri vardı. Bunu daha öğrenciyken, onunla aynı
bölümde okurken görmüştüm. 1984 senesinde ODTÜ bünyesinde
“Sualtı Topluluğu” kurulması yönündeki girişimleri ve bizleri bir araya
getirmesi bunlardan ilkiydi. Türkiye’de tüm üniversiteler arasında sualtı
12
ve dalıcılık konusunda ilk öğrenci topluluğu idi. 1984 Aralık ayında
ODTÜ Rektörlüğüne verilen dilekçemize 1985’de olumlu yanıt geldi
ve gayrı resmi 1984 resmi 1985 senesinde kurulmuş olduk. Ama
ODTÜ-SAT’ın ve sevgili Gökhan’ın hikayesi asıl bundan sonra başladı.
O her daim öncü fikirleriyle Türkiye’de ve hatta bazıları dünyada ilklere
imza attı. ODTÜ-SAT bünyesindeki dalış eğitimleri ile tek bir dalış
eğitimi standardına bağlı kalmadan sürekli kendini geliştiren ve kendi
eğitim formasyonunu oluşturan bir müfredat hazırladı. Bu, sonraki
SAT üyeleri ve dalış eğitmenlerine kuşaktan kuşağa aktarıldı. Birçok
ODTÜ’lü temel ve ileri dalış eğitimini SAT bünyesinde aldı. SAT’ın
800 den fazla dalıcı üyesi var ve adlarını burada sayamayacağım
kadar çok ODTÜ-SAT’lı dalıcı denizlerde, kıyılarda ve sualtında;
kültürel, tarihi ve doğal değerlerimizi araştıran önemli kişilerin arasında
yer aldılar. ODTÜ-SAT ekolünden birçok insan şu anda Türkiye’de
ve dünyada farklı eğitim kurumlarında akademisyen veya ATLAS ve
NG gibi dergilere yazarlık ve fotoğrafçılık yapan insanlar, SAD, WWF,
BM gibi kurumlarda görev yapan araştırmacı veya yöneticiler ve kamu
kurumlarında uzman oldular.
Bu insanlar gerek ODTÜ’de öğrenciyken
SAT bünyesinde, gerekse sonraki meslek
hayatlarında sualtında ve kıyılarda deniz
canlıları, ekosistemleri, batıkları, sualtı
arkeolojik eserleri ve deniz mağaralarını
araştırmaya ve korumaya devam ediyor.
Bunların temelini atan ise o Tekirdağ’lı
genç Gökhan Türe idi. Temel ve ileri dalış
eğitimleri yanısıra, ODTÜ-SAT’ın şiarı dalışı
bir araç olarak kullanarak asıl gaye olan deniz
ve sualtı araştırmalarını yapmak, araştırması
zor olan konularda veriler toplamak, bunu
bilim dünyasına kazandırmak, korunması
gereken doğal, tarihi ve kültürel değerleri
gelecek kuşaklara aktarmak oldu. Bu ise,
ihtisas çalışma kümeleri oluşturmaktan
geçiyordu. İşte Gökhan Türe ODTÜ-SAT
bünyesinde 1984 ile mezun olduğu 1987
seneleri arasında bunları tasarladı ve önerdi.
Kısaca “Araştırma Grupları” dediğimiz bu
ihtisas birimlerini önerdi. Ekolojik araştırmalar
için Ekolojik Araştırmalar Grubu (EKOG),
yunuslar ve balinalar için Deniz Memelileri
Araştırma Grubu (DEMAG), nesli kritik
derecede tehlike altında Akdeniz foku için
Akdeniz Foku Araştırma grubu (AFAG),
batık araştırmaları için Batık Araştırma
Grubu (BAG; buhar çağı sonrası sac
gemileri araştırmak ve belgelemek üzere),
antik çağdan kalma batık gemi ve şehirleri
araştırmak için Sualtı Arkeolojisi Araştırma
Grubu (SAAG), içinde su bulunan deniz ve
kara mağaralarını araştırmak ve belgelemek
için Deniz Mağaraları Araştırma Grubu
(DEMAG) kuruldu. Bu gruplar hala yaşıyor
ve Türkiye’de önemli bilgi boşluklarını
dolduruyor. Bu araştırma gruplarının elde
ettiği görüntüler -gerek fotoğraf gerek video
olarak- birçok belgesel filmde kullanıldı ve
aynı zamanda akademik çalışmalarda makale
ve yayınları destekledi.
Deniz kaplumbağaları için kurulan DEKAG’ı
ise ilk üç saha çalışması sonucunda amacına
ulaştığını düşünülerek pasif hale getirdik.
Bu nesli azalan deniz canlısının Türkiye
kıyılarında en önemli üreme sahalarından biri
Dalyan kumsalı idi. Öncü araştırmalarla önce
bu tespit edildi ve Dalyan hedeflenerek 1985
ve 1986’da öncü ve Mayıs 1987’de oldukça
kapsamlı ve çok katılımlı bir ODTÜ-SAT
saha çalışması planlandı. Gökhan elbette bu
fikri geliştiren ve planlayan kişi olarak öncü
rol üstlendi. Bu çalışmanın önemi, daha
sonra Türkiye’de tedricen gelişen ancak
1990 ların ortalarında artan kitlesel çevre
hareketinin başlangıcı olmasıydı. Elbette çok
değerli bilim adamları ülkemizin doğasını,
biyolojik çeşitliliğini ve nesli azalan canlılarını
araştırmak ve korumak için çalışmalarda
bulunmuşlardı, ancak bunlar o zamanki
koşullarda medyada yerini bulamayan
halka yansımayan çalışmalar oldu. ODTÜSAT’ın Caretta caretta Dalyan Kumsalı
Üreme Çalışması hepimizin bildiği üzere
ülkemizdeki çevre hareketinin simgesi olan
Caretta caretta ları Türkiye’de kamuoyuna
tanıttı. Ardından 1988’de Doğal hayatı
Koruma Derneği bu alana girdi ve koruma
çalışmalarını devam ettirdi. İşte sevgili
Gökhan Türer’nin ilk yıllarımızda bizlere
aktardığı “mahmuz etkisi” (spur action)
kavramı yerine oturmuştu. ODTÜ-SAT ve
SAD daha sonra deniz kaplumbağaları
araştırmalarına sadece destek olan bir kurum
oldu. Deniz kaplumbağaları fark edildiği
için koruma proje ve çalışmaları önce yavaş
sonra büyük bir ivme ile hızlandı. Dolayısı
ile DEKAG kapandı. AFAG (Akdeniz Foku
Araştırma Grubu) ise çok aktif olarak hala
devam eden bir ihtisas araştırma birimi.
Türkiye’de Ulusal Fok Komitesi’nin kurucu
üyelerinden ve birçok ulusal ve uluslararası
başarılara imza attı. Henry Ford Avrupa
Çevre Koruma Ödüllerinde 1998 yılında
Avrupa 1.cisi olarak Grand Prix ödülüne
layık görüldü. Akdeniz Fokunun Türkiye’de
Korunması; Foça Pilot Projesi konusunda
örnek ve uzun soluklu bir proje oldu. Daha
birçok ulusal ve uluslararası ödüllere layık
görüldü. SAAG (Sualtı Arkeolojisi Grubu)
birçok önemli sualtı arkeolojik eserlerini
ortaya çıkardı, bazılarının yüzey incelemelerini
yaptı. Bu bulguları başta Kültür Bakanlığı
olmak üzere kamuoyuna tanıttı ve sualtı
kültürel mirasımızın korunmasına çok önemli
katkılar yaptı. SAD-SAAG son iki senedir
UNESCO Türk Milli Komitesi Sualtı Kültürel
Mirası İhtisas Komisyonu asal üyesi.
Gökhan Türe 1994 senesinde ise Sualtı
Araştırmaları Derneği kurulmasını önerdi ve
15 kurucudan biri olarak, SAD’ın ilk başkanı
oldu. SAD da sualtı, deniz ve kıyılarımızın
araştırma ve korunmasında ülkemizdeki öncü
bir sivil toplum kuruluşu. Gökhan’ın öncülük
yaptığı dernek tüzüğünün hazırlanmasındaki
çabaları ve katkıları unutulacak gibi değil.
Son derece titiz ve idealist bir çalışma
sergileyerek kurucu ekibi koordine etti. ODTÜ
Mezunları Derneği’nin Şerefli Sokaktaki lokali
çalışma karargâhımız oldu ve birçok kurucusu
olduğu dernek ve oluşumlar gibi SAD da
Gökhan’ın fikir tohumları arasından filizlendi.
Ocak 2014 de 20. Senesini kutlarken
Gökhan Türe aramızda idi ve bizleri son genel
kurulumuzda da yalnız bırakmadı.
Gökhan Türe’nin yaratıcılığı bunlarla
sınırlı değil; sadece ODTÜ-SAT ve SAD
kurucuları arasında olmayıp, Doğa Sporları
ve Araştırmaları Derneği (DASK) ın, ayrıca
Likya Kuş Gözlem Topluluğu (LİKKUŞ) un
da kurucuları arasında. Gökhan Türe’nin en
önemli özelliklerinden biri de öz Türkçeye
oldukça önem vermesi ve bunda lafla
kalmayıp sualtı, deniz ve kıyı araştırmalarında
ilgili tüm teknik terimlerin Türkçelerini
bulması veya unutulmuşları ortaya çıkarması
ve bunları yayınları ve sözleriyle kullanıma
sokması olmuştur.
Önemli fikirlerin ve eserlerin sahibi sevgili
Gökhan Türe seni unutmayacağız ve hep
anılarını yaşatacağız. Buna söz veriyoruz.
13
HABER
HABER
Prof.Dr. Haldun Gülalp (Econ-Stat ’72)
Ayasoftanın Işıkları
“Devrim, vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.”
Murat Uyurkulak, Tol, İstanbul: Metis Yayınları, 2002.
Yusuf Aslan ile “O Gün Ölmek Yasak”
Y
aklaşık olarak 1968 ile 1978 yılları arasındaki
on yıl boyunca “devrim” sadece bir hayal
değil, neredeyse gerçekçi bir olasılık olarak
belli bir heyecanla bekleniyordu. Kısmen bu
beklentinin gücünden olsa gerek, sonuçta
uğranılan 12 Eylül hüsranı, sadece askeri rejimin
sürdüğü üç yıl ile sınırlı kalmadı, bir 30 küsur yıl
daha güzel ülkemizin zavallı halkına yaşamı zehir
etmeyi sürdürdü.
12 Eylül’ün otuz üçüncü yılında, yani 2013
yazında ise, hiç beklenmedik bir anda, bırakınız
yakın bir olasılık olmayı, hiç kimsenin aklına bile
gelmeyecek bir şekilde ve adeta hiç yoktan
bir kıvılcımın parlaması sonucunda, Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin en kapsamlı ayaklanması
kendiliğinden patlak verdi. Devrim tabii ki
gerçekleşmedi, ama yine de, o sırada yaygın bir
şekilde kullanılan deyimle, “göz kırptı.” Özlenen
yaşam tarzının mümkün olabileceği, çok kısa bir
süre ve çok sınırlı bir alan için geçerli olsa da,
yaşanarak görüldü.
DENREK’TEN
Fotoğrafın ABC’si
14
Orta Seviye
Excel Egitimi
Yani, devrim, beklendiği sırada gelmedi, ama hiç
bir olasılığın olmadığı bir anda, iktidarı da şaşkına
çeviren bir şekilde, en azından göz attı. Bu
durumu toplum bilimi nasıl açıklayabilir?
Devrimler, kapsamlı, önemli ve büyük ölçekli
olaylar oldukları için, bir devrimin hangi toplumda,
hangi koşullarda, ne zaman ve nasıl geleceği
önceden bilinebilir diye düşünülebilir. Oysa,
çok basit bir nedenle, öyle olmaz. Bilimsel
tespitlerin temelinde bir olgunun veya olayın
gözlenmesi, düzenli bir şekilde tekrar ettiğinin
kanıtlanması ve ona dayanarak bir daha ne zaman
gerçekleşeceğinin önceden kestirilmesi yatar.
Oysa devrimler, tanım gereği, istisnai olaylardır.
Üstelik hiçbir devrimin veya ayaklanmanın
koşulları ve oluş biçimi bir diğerine benzemez.
Bazı yüzeysel benzerlikler bulunabilir –
kalabalıkların sokak gösterilerine çıkmaları, iktidar
aygıtlarının baskı uygulaması, vb. Ancak, olayların
nasıl gelişeceği önceden kestirilemez. Anlık
kararlar, tesadüfler, kişilikler bile önemli roller
oynayabilirler.
Kaldı ki, bu gibi kitlesel katılım yoluyla
gerçekleşen toplumsal olaylarda, katılan
kişilerin kendileri de bu olaylara katılacaklarını
önceden bilemezler. Örneğin, bir anket
yaparak (“bilimsel yöntemlerle”) bu gibi bir
olayı önceden kestirmeye çalışınız: olaylar
başlamadan önce alacağınız yanıtlarla olaylar
sırasında veya sonrasında alacağınız yanıtlar ve
yapacağınız gözlemler birbirlerinden çok farklı
olacaktır.
2013 yazından sadece bir kaç ay öncesinde
iktidar sadece sağlam durmuyor, üstelik Kürt
siyasal hareketini pasifize etme yolunda önemli
bir adım atmış gibi görünüyordu. Üstelik, Öcalan
ile doğrudan barış görüşmelerinin yapıldığının
açıklanmasından bir iki hafta önce, Başbakan
Erdoğan, kuvvetler ayrımının kendi projeleri
önünde bir engel oluşturduğunu ifade ediyor,
yargı bağımsızlığına son verecek düzenlemelerin
özlemini çektiğini ifşa ediyor, bunu kapsamlı
bir başkanlık rejimi kurarak gerçekleştirmeyi
umduklarını her fırsatta açıklıyordu. Bu güçlü
görünümün aslında ciddi bir zafiyeti örttüğü o
sırada çok net anlaşılmıyordu.
Kürt siyasal hareketiyle barış görüşmelerine
başlama kararı kolay alınmamıştı. Her ne kadar
daha sonra ortaya çıktığı kadarıyla bu sürecin
belli bir öncesi var idiyse de, iktidar açısından
bunu kamuoyuna açıklama yönünde beklenmedik
adımın atılmasında 2012 sonbaharında yapılan
açlık grevlerinin etkisi yadsınamaz. Başbakan
önceleri bunu “kuzu kebap yiyorlar” gibi ifadelerle
yok saymaya çalışsa da, BDP milletvekillerinin de
greve katılma tehdidi, işin küçümsenemeyeceğini
ortaya koymuştu. Her ne kadar hükümet çeşitli
taktiklerle “barış süreci” diye adlandırılan olayı
zamana yayıp eritmeye çalıştıysa da, insiyatifi
bir kez elden kaçırmış oldu. Öcalan’ın ve onun
önderliğinde mücadeleyi sürdüren hareketin
meşruiyeti bu süreç sırasında pekişti ve Kürt
hareketi açısından en büyük kazanım böylece
elde edildi. Hükümet açısından ise, konuyu
çözmüş olma görüntüsü, yeterli bir seçim
malzemesi olarak kullanılabilecekti.
Ne kadar paradoksal gözükse de, Gezi
ayaklanması bu ortamda (ve dolaylı olarak bu
sayede) ortaya çıktı. Kürt siyasal hareketinin
Gezi direnişine yeteri kadar destek vermediği
eleştirisi haklı veya haksız olarak çok yapıldı,
ama “barış süreci” diye adlandırılan olayın
toplumun diğer demokratik muhalefet kesiminin
hareketlenmesine dolaylı yoldan ve hiç
beklenmedik şekilde bir kapı açmış olduğu
üzerinde çok durulmadı. Oysa, örneğin, 12 Eylül
döneminde de sol hareketlerin bastırılması,
yine beklenmedik bir şekilde, ülkedeki feminist
hareketin ortaya çıkmasına dolaylı bir katkıda
bulunmuştu. O dönemdeki sol-sağ çatışmasının
siyasal alanı ipotek altına almış olmasının
feminizme hareket sahası vermemesi gibi, PKK
ile bu son döneme kadar süregelen çatışma,
ülke siyasetini ipotek altına almıştı. Bu çatışmaya
hiç değilse bir ara verilmiş olması, başka
seslerin de duyulmasına olanak sağladı.
Aniden ve kendiliğinden patlak veren bu
ayaklanma bir devrim değildi, ama Türkiye
siyaseti üzerinde kalıcı ve geri dönülmez bir
etki bıraktı. Birkaç unsura dikkat çekelim:
Birincisi, 2013 başında çok güçlü bir konumda
gözüken iktidarın özgüvenini geri alınamaz
bir şekilde sarstı. İkincisi, bu sarsıntı, iktidar
blokunu çatlattı ve böldü. Üçüncüsü, projelerini
emin adımlarla yürürlüğe koyma yolundaki
hükümeti telaşa sevkederek uzun vadede
gerçekleştirmek istediklerini bu kez ardı ardına
ve hızla yürürlüğe koyma çabasına soktu.
Dördüncüsü, dağınıklığını halen sürdürmekte
olan muhalefeti bütünleşme arayışına itti.
Son olarak, telaş içerisine giren iktidarı
hatalar yapmaya zorladı. Bu durum iktidarın
ülke dışındaki itibarını yok etti; ülke içinde
ise iktidarı toplumsal çatışmayı körükleyen
bir konuma soktu. Kısa vadede kaybediyor
gibi gözükse de, 2013 yazında gerçekleşen
bu hareketlenmenin uzun vadede hedefine
yaklaşacağı görülmektedir. Devrimler veya
ayaklanmalar sonu bilinemez süreçlerdir. Her
an her şey olabilir!
15
HABER
HABER
TEMA Vakfı, İstanbul Projeleri
Raporu’nu açıkladı
İstanbul’un geleceğini etkileyecek üç proje olan 3. Köprü, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul’un hayata
geçirilmesi halinde meydana gelebilecek etkiler TEMA Vakfı önderliğinde bilimsel bir raporda bir araya
getirildi. İstanbul Projeleri Raporu’nun sonuçları 25 Mart Salı günü düzenlenen basın toplantısı ile paylaşıldı.
O
n altı bilim insanının katkısıyla yedi aylık
bir çalışma sonucunda oluşturulan
çıktıların aktarıldığı toplantıda, projelerin;
İstanbul’un yaşam destek sistemleri olan
kuzey ormanları, su havzaları, tarım ve mera
alanları, yer altı suları ile biyolojik çeşitlilik
üzerinde oluşturacağı tehditler paylaşıldı.
DOSYA
Toplantı Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy
(İTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge
Planlaması Bölümü) Prof. Dr. Doğanay
Tolunay (İÜ Orman Fakültesi Orman
Mühendisliği Bölümü), Prof. Dr. Emin
Özsoy (ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü)
ve Prof. Dr Haluk Gerçek’in (İTÜ İnşaat
Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü) yanı
sıra TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı
Deniz Ataç’ın katılımıyla gerçekleşti.
16
Mevcut durum tespit ve
değerlendirmesi:
• Doğal varlıklara erişim ve kullanım insani
ve toplumsal haktır.
• İstanbul ormanları dünya çapında önemli
200 ekolojik bölgeden, Avrupa’da ise acil
korunması gereken 100 ormandan biri
olarak kabul edilmektedir.
• Kentin kuzeyinde yer alan ormanlar,
su havzalarının korunması ve kuzey
rüzgarlarının kente temiz hava getirmesi
açısından büyük öneme sahiptir.
• 1973’te inşa edilen Boğaziçi Köprüsü ve
yapılan çevre yolları ile kentin gerek nüfus,
gerekse arazi kullanım yapısı yoğunlaşarak
daha kuzeye doğru yönelmeye başlamıştır.
• 1988’de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ve
TEM bağlantı yollarının yapılmasıyla kentin
kuzeyindeki kırsal yerleşimlerin ve tarım
alanlarının yanı sıra içme suyu kaynaklarının,
su havzalarının ve orman alanlarının tahribi
hızlanmıştır.
• 1/25.000 ölçekli Kuzey Marmara Otoyolu
Nazım İmar Planı’nda, 3. Köprü ve bağlantı
yolları kapsamında, Kınalı-Gebze arasında
yaklaşık 26 adet kavşak planlanmaktadır.
Bu kavşaklar su havzaları, orman ve tarım
alanları ile meraların bulunduğu İstanbul’un
kuzeyine bağlantı sağlayarak, bu bölgelerde
yeni yerleşme alanlarının oluşmasının önünü
açacaktır. Böylelikle 1. ve 2. Köprülerde
olduğu gibi İstanbul kuzeye doğru
genişleyecektir.
• İstanbul’un %25’i tarım arazisidir. Avrupa
yakasında, ağırlıklı olarak Silivri ve Çatalca
ilçelerinde yer alan tarım arazilerinin
%90’nında sulama gerekmeden kuru tarım
ya da yağışa bağlı tarım yapılmaktadır.
• Kent ormanlarının insan çevresine ve
sağlığına yararlı etkileri; biyolojik çeşitliliği
desteklemek, atmosferik karbon düzeyini
azaltmak, su ve hava kalitesini geliştirmek,
gürültü kirliliğini önlemek, sıcak-soğuğu
dengelemek, toprak erozyonunu azaltmak,
kentte yaşayanların ekoloji bilincini geliştirmek
ve duyarlılığını artırmak ve insan sağlığını
desteklemek şeklinde sıralanmaktadır.
Projelerin hayata geçmesi halinde
meydana gelecek etkiler
• Projeler ile yok edilecek değerlerin
maliyetleri, yaratılan değerlerden daha
yüksek olacak.
• 3. Havalimanı ve 3. Köprü için doğrudan
kesilecek orman alanı 8.715 hektar alan
olacak. Bu da yaklaşık 8 bin futbol sahası
kadar alana karşılık geliyor.
• Köprüler insan değil, araç taşımaya devam
edecek. Projeksiyonlara göre 2023’de zirve
saatte her 3 köprü de tıkanacak.
• 3. Havalimanı kapsamında planlanan pist,
apron, üst yapılar vb. ünitelerin hafriyat
çalışmaları ile doğal orman alanları, canlı
yaşamı barındıran yaklaşık 70 adet büyüklü
küçüklü göl, gölcükler ve özellikle Terkos
Gölü’nü besleyen dereler, tarım alanları ve
mera alanları zarar görecek.
• Ormanların insanlara sağlamış olduğu
ekosistem hizmetlerinde (su üretimi, iklim
düzenleme, karbon bağlama ve oksijen
üretme, hava kirliliğini azaltma, canlılara
yaşam ortamı sağlama, odun üretimi
vb.) azalma meydana gelecek. Habitat
parçalanmaları oluşacak.
• İstanbul önemli kuş göç yollarından
biri üzerinde bulunmakta olup, kuş göçü
Terkos Gölü ve Belgrad Ormanı üzerinden
geçmektedir. Bu bölgede yaşayan yerli ve
göçmen kuşlar, Bern Sözleşmesi ile de
koruma altındadır. Kuş göç yolları üzerine
kurulan projeler sonucunda kuşların yaşam
alanları tahrip olurken, uçak kazalarının
yaşanma riski artacaktır.
• Projelerin hava ve iklim olay ve
düzeneklerinde oluşturacakları değişiklikler
önce yöredeki küçük ölçekli iklimi, sonra da
bölgesel iklimi etkileyecek. Projeler, yakın
çevrelerindeki ısı ve nem akıları, sıcaklık,
nemlilik, buharlaşma, bulutluluk ve rüzgar
rejimleri ile alansal dağılış desenlerini
etkileyerek, bu alanların birer kentsel ısı
adasına dönüşmesine neden olacak.
• Kanal İstanbul projesi ile ilgili kamuoyuyla
paylaşılan güzergah alternatifleri arasından
yapılması en olası gözüken alternatif
güzergahın Sazlıdere havzasından geçmesi
durumunda, su varlıkları açısından sınırlı
imkanlara sahip olan İstanbul ciddi bir
tehditle karşı karşıya kalacak.
• Türkiye’nin 122 önemli bitki alanından biri
olan Terkos-Kasatura kıyıları Kanal İstanbul
projesinden olumsuz etkilenecek.
• İstanbul projelerinin yapılmasının
planlandığı alanlar ekolojik açıdan hassas
ve sürdürülebilir yaşam adına korunması
gereken alanlardır. Bu alanlar çok çeşitli
ve endemik bitki ve hayvan türlerinin de
yaşam alanıdır. Projeler, İstanbul’un flora ve
faunasında tahribata sebep olacaktır.
• Tarım arazileri hızla yapılaşmaya açılarak,
tarım arazisi kaybı sadece kanalın geçtiği
güzergahtaki tarım arazileri ile sınırlı
kalmayacak. Aynı zamanda kanal çevresinde
oluşacak denetlenemez yapılaşmalar
nedeniyle çok daha vahim boyutlara ulaşacak.
• Kanal İstanbul önemli miktarda tarım
arazisini sulayabilecek bir potansiyele sahip
Silivri, Çatalca ve Büyükçekmece ilçeleri
altında yoğunlaşmış yeraltı suyu havzalarına
zarar verecek.
• Kanal İstanbul’un geçme olasılığı olan
yerlerde bulunan İstanbul Trakya Demiryolu,
TEM Otoyolu, E5 Otoyolu, onlarca önemli
karayolu, Terkos-Alibey tarihi su galerisi,
onlarca önemli içme suyu isale hattı, Ataköy
atık su kolektörü gibi büyük yapıların yer
değiştirmesi ayrı bir sorun oluşturacak.
• Projeler Türkiye’nin taraf olduğu birçok
uluslararası sözleşme ihlal edilerek hayata
geçirilecek. Türkiye’nin taraf olduğu
çevrenin korunması ile ilgili uluslararası
sözleşmeler esas alınması ve uygulanması
gereken kanun hükmündedir. Köprü ve
bağlantı yolları projesi ile Türkiye’nin taraf
olduğu birçok uluslararası sözleşme ihlal
edilmektedir.
• Taraf olunan İklim Değişikliği Çerçeve
Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü gereği
herhangi bir sera gazı indirimi vaadinde
bulunulmasa da, önemli karbon yutak alanları
olan orman alanlarının tahrip edilmesi açıkça
bu sözleşmelere de aykırıdır.
• Her türlü yatırım için üstün kamu yararı
ve üstün ekosistem yararı analizi yapılması
yatırımların sağlayacağı fayda ile neden
olacağı tahribatın karşılaştırılması açısından
önemlidir.
• Uluslararası sözleşmelerle koruma altına
İstanbul’un Geleceğini
Etkileyecek Üç Proje: 3.
Köprü – 3. Havalimanı – Kanal
İstanbul” başlıklı TEMA Vakfı
Uzman Görüşleri kitabının
tamamına www.tema.
org.tr adresinden ulaşabilirsiniz.
alınan alanlarda yapılacak projeler ile
Büyükçekmece Gölü, Küçükçekmece
Gölü, Terkos Gölü, Ömerli havzası ve Batı
İstanbul meraları zarar görecek.
• Karadeniz sahilindeki Kilyos kumulları,
Ağaçlı kumulları, Alibeyköy Barajı
çevresindeki Batı İstanbul meraları, Terkos
havzası, İstanbul Boğazı, Şile kıyıları, Ömerli
havzası ve Pendik vadisi gibi önemli doğa
alanlarındaki ekosistemler de zarar görecek.
• Doğrudan ekonomik getirisi olan tarım
ve orman arazilerine ilişkin kısa dönemli
ekonomik değerler dikkate alınırken, diğer
ekosistem fonksiyonları doğrudan bir
ekonomik değer taşımadığı için dikkate
alınmamaktadır.
“İstanbul’un Geleceğini Etkileyecek Üç
Proje: 3. Köprü – 3. Havalimanı – Kanal
İstanbul” başlıklı TEMA Vakfı Uzman
Görüşleri kitabının tamamına www.tema.
org.tr adresinden ulaşabilirsiniz.
17
EDEBİYAT KULÜBÜ
EDEBİYAT KULÜBÜ
Marquez’in
Dokunduğu Hayatlar
SPOT XXX
Cem Sarvan
S
DERNEK’TEN
eksenli yıllar. Evde oturuyoruz, laf
nereden nasıl açıldı bilmiyorum ama
konu edebiyata ve daha sonra da babamla
annemin önerdiği Latin Amerikalı bir yazara
geldi. Gabriel Garcia Marquez. Yüzyıllık
Yalnızlık. İlk basımın kitap kapağı bile halen
gözlerimin önündedir, insanı tropikal bir
iklimde sonsuzluğa götüren bir görüntü.
Sanırım okuduğum ilk Latin Amerika
yazarıydı, sonrasında Türkçede çıkan
kitaplarını sabırsızlıkla beklediğim Gabo.
Beni edebiyata yakınlaştıran kişi, okudukça
kullandığı öğelerden etkilendiğim, her
kitabında Latin Amerika’ya bir adım daha
attığımı hissettiğim insan.
Hep sanatçıların ve yazarların ölümsüz
olduğuna inanmışımdır ama yazarların
biraz daha fazla. Hani müzik, sinema,
heykel de ölümsüzdür ama kitap bir
başka. Çoğu izleyeniyle arasına bir
mesafe koyarken kitap okuyucusunun
dünyasına girer. Ellerde eskir, sayfaları
karıştırılır, üstüne notlar alınır, arasına
ayraçlar bırakılır. Artık yaşıyordur o kitap,
işte bu yüzden kitabı hep biraz daha fazla
ölümsüz görmüşümdür ve yazarı da tabii
ki. Ve bazı yazarlar vardır ki, onlar kuşaklar
boyunca bir sonrakine aktarılır, kitapları
eskise de kenarlarından bantlarla tutulsa
da raflardaki yerleri hep daimdir. Otuz
sene önce okuduğum Yüzyıllık Yalnızlık
benimle beraber hayatına başladığından
bu yana neler yaşadı diye düşündüm.
Her kitabında hayatıma dokunan bir
18
Marquez oldu. Kırmızı Pazartesi her anıyla
gözlerimin önünde yer aldı, o nedenle
de filmi bu kadar kitabına uyan bir roman
oldu benim için. Kolera Günlerinde Aşk
ile aşkın kitabını okuduğumu düşündüm.
Yaprak Fırtınası’nın birbirinden gerçeküstü
öyküleriyle gerçek büyülü Latin Amerika
dünyasıyla tanıştığımı anlamıştım. Mavi Bir
Köpeğin Gözleri unutamayacağım yeni
figürler kattı edebiyat dünyama.
Çocukluğunun teyzelerinin, babaanne
ve dedesinin yanında geçmesi ile
bakışlarındaki bir hüznü hep birleştirdim
ve hatta bu hüznü eserlerinin çarpıcı
Latin Amerika gerçekçiliğinin uzandığı
gerçeküstücülüğünde de buldum. Gabo
kitaplığımda durdukça, kitaplarıyla zaman
zaman rafları karıştırırken buluştukça
yeniden yeniden sayfalarını çevirdiğim çok
olmuştur. Marquez ile tanıştığım o seksenli
yılların üstünden otuz yıl sonra hayatımın
yeni bir devresiyle buluştuğumda aklıma
ilk gelen kişilerden biri oldu Marquez.
Bu kez sene 2012’ydi. Latin Amerika’da
yaşayacaktım, keşke hayatta olsalardı
da annemle babamla bu gelişmeyi
konuşabilseydim diye düşünürken öte
yandan Marquez’in kitaplarının geçtiği
büyülü topraklar gözlerimin önündeydi.
Bir yaz akşamı İstanbul’dan eşyaları
Panama’ya taşıma hazırlığında çalışırken
sıra kitaplığa geldi. En zor işlerden biriydi,
hangi kitabı alacağız hangisini bırakacağız?
Depoya mı yoksa bir yere mi bırakacağız
soruları arasında birçok ikilemin yanısıra
yavaş yavaş götürülecek kitaplar bir tarafta
yükselmeye başladı. Elim Marquezleri bir
türlü depo tarafına koyamıyordu, sonunda
bütün kitapları gidecekler arasındaydı.
İçim rahatlamıştı, Kimse al ya da alma
diye zorlamasa da, böyle bir taşınmayı
yaşayanlar bilir, bir noktadan sonra insanın
birşeyleri bırakması gerekmektedir. Hele
hele okunmuş kitaplar neden gitsin ki
sorusu çok dolaşır evlerin içinde.
2012 Ekim ve bu kez Panama’da
kitaplığımızı düzenlerken Marquez’in
kitaplarının yanyana sıralanışıyla yine
keyiflenmiştim. Birkaç ay sonrasında
İspanyolca hocamızı bulup da ilk derse
başlamadan önce hemen Kırmızı
Pazartesi’nin İspanyolcasını almış ve
ilk üç saat sadece onu okumuştuk.
İstanbul’dayken aldığım İspanyolca bu
kitaba yetmese de, ilk amacım bu kitapları
okumak dercesine çocuksu bir hevesle
çıkarmıştım kitabı hocamız Alpina’nın
önüne. Meğer onun da en sevdiği yazarmış
ve bu nedenle de son iki yıldır Marquez’in
hayatındaki hastalık etkilerini çok yakından
takip eder olmuştuk. Böylesine büyük bir
yazarın artık yazamıyor veya yazamayacak
kadar hastalığın etkisinde oluşu ikimizi de
etkiliyor ve yazılarından alıntılarla sürüyordu
derslerimiz. Kırmızı Pazartesi’yi hepsini
tam olarak anlayamasam da, İspanyolca
okumuş olmak bile bende ayrı bir mutluluk
yaratmıştı.
Ama Gabo hayatıma dokunmaya devam
ediyordu. Kolombiya’ya gidişlerimin
birinde Barranquilla’da sıcak bir Pazar
gününün öğleden sonrasında meyve
sebze pazarının, insanların arasından
rüzgara kapılmış dolaşırken bir meydana
çıkmış ve karşımdaki büyük yapıyla bakışır
bulmuştum kendimi. Bu yapının orada
öyle bir yerde ne işi var diye düşünürken
bir taraftan da binanın üstündeki Karayip
Müzesi yazısını okuyordum. Yine plansız
programsız bir bilinmez gezinin içindeydim.
Müzeden içeriye girişim, etnik gösterileri
izleyişim, katları dolaşırken Kolombiya
Edebiyatçıları Barranquilla Grubu
yazısıyla karşılaşışım bir rüya gibiydi.
Ve Marquez’in hayatının anlatıldığı, bir
süre yazılarını yazdığı oda ve daktiloyla
başbaşaydım. Barranquilla Grubu’nun
bir üyesi olan Marquez’in orada geçirdiği
yılların içine girmiştim sanki. Müzeye
bilinçli bir şekilde gelmediğim için kendime
kızmıştım, neredeyse kaçıracakmışım
diye düşünmeden edememiştim. Gabo,
Barranquilla’da yaşamış, buradaki
kitaplıkta bir odası olmuş, hergün gelmiş
yazmış sonra evine gitmiş bazı geceler
daktilosunun başında uyumuş ve ben
o odadaydım. Sadece soluğumun
kesildiğini, o anın donduğunu ve uzun süre
gerçeküstü bir hayatın içinde dolaştığımı
hatırlıyorum. Yanılmıyorsam o odada
bir saatten fazla kaldım. Marquez’le
buluşmuşcasına bir mutluluktu benimkisi.
Belki de hep Kolombiya’yı farklı sevişimin
en önemli nedeniydi Gabo.
17 Nisan 2014. Sabah uyandığımda
kafamın içinden geçen bir çok anı benimle.
Çocukluğumdan bugüne kadar bir hayat.
Küçük oğlumuza bakıp, keşke babam da
görseydi dediğim birgün bugün. Yirmi üç
sene olmuş, hayatın ilk donduğu an. Orada
kalmıştı hayat, ölüm haberini aldığımda.
Sonra da babamla olan hayat bir daha hiç
ilerlemedi, hep orada kaldı. 17 Nisanlarda
hep o gün yaptığım her işte benimle
olurdu babam, tıpkı doğumgünlerinde
olduğu gibi. Pek kimse de bilmez bunu,
içimde yaşamak daha bir farklıdır. Bu sene
de böyle oldu ve gece yarısından önce
internetten haberlere bakarken haberi
gördüm.
Gabo gidivermiş sakin mütevazi ve
gerçeküstü büyülü hayatından. Önce
son yıllarda yazamayacak kadar kötü
oluşunu düşündüm, içimden birşeyler
koptu ama son haftalarda okuduğum
haberlerden beklediğim bir haberdi diye
de düşünmeden edemedim ve ardından
tarihler arasında gidip geldim. Şu an
buradaki gün Türkiye’dekiyle aynı mı,
burada saat 8 saat farklı orada olsaydım
hangi gün olacaktı derken kabaca evet
bugün 17 Nisan ve şu an Türkiye’de 18
Nisan’a geçmiş olunsa bile bugün Latin
Amerika’da hala 17si dedim. Marquez
hayatıma yeniden dokunuyordu ölürken.
Seksenli yıllarda bir gün evde otururken
babamın Yüzyıllık Yalnızlık’tan bahsedişi
ve otuz sene sonra babamla Marquez’in
yeniden buluşuşu. Dedim ya Marquez
hayatıma hep dokunuyor ve bundan sonra
da dokunacak diye....
Bu yazıyı Edebiyat Kulübüyle paylaştığım
günlerde birçok anı da kalem alınıyordu.
Ne değişik bir durum. Hiçbirimiz
Marquez’i tanımıyorduk ya da hepimiz
taniyorduk arasındaki garip ikilimdeydik.
Bir yakınımızı kaybetmiştik. Zeynep’in
Eskişehir’de kitapçıda tanıştığı, Erdal’ın
Yüzyıllık Yalnızlık’ı ilk yayımlandığında
aldığı ama kendisinden önce çocuğunun
okuduğu ve okudukça gülümsemeye
başladığı ya da Dilek’in yine Yüzyıllık
Yalnızlık’ı henüz orta 2’de iken okuyup
büyülenerek arka arkaya diğer kitaplarını
okuması... Daha yazılamayan birçok anın
içinde Marquez.
Kolombiya’dan bütün ülkelere yayılan bir
edebiyat dünyasında okuyan milyonlarca
kişinin hayatında, düş dünyasında yer
aldı ama bir şekilde yazdıklarıyla ve bu
tesadüfleriyle benim hayatımı kendi
dünyam içinde biraz daha ayrıcalıklı hale
getirdi. Eminim ki o sıcacık gülüşüyle
ve muhteşem eserleriyle birçoğumuzun
evinde var olmaya devam edecek. Latin
Amerika gerçeğini gerçeküstü bir şekilde
aktarabilme sanatını gösterebilen büyük
ustaya saygıyla…
19
İÇİMİZDEN BİRİ
İÇİMİZDEN BİRİ
Turizmin duayeni ODTÜ’lüler…
Os
Osman Ayık ve Selçuk Akıltopu, Türkiye’nin turizm başkenti Antalya’da turizm sektöründe etkin
rol oynayan sektörün duayenleri… ODTÜ mezunu girişimciler, Ayık ve Akıltopu, Türkiye’de
turizm sektörünün mevcut durmunu ve geleceğini bizler için değerlendirdiler.
k
Ayı
an
m
opu
Akılt
uk
ç
l
Se
Değerli ODTÜ mezunları,
Yeni bir Turizm sezonuna, her zaman olduğu gibi
“Nasıl bir sezon yaşayacağız” düşünceleriyle
başlamış bulunmaktayız.
Bir inşaat mühendisi olarak, Otelcilik sektörüne
girdiğim 24 yıl önce, bu sektörün statik bir sektör
olduğunu düşünmüştüm. Bizler her yeni yapıda
farklı çözümler üretmek durumundayızdır. Bizim
için her yeni iş, yeni bir heyecan demektir.
Oysa Otelcilikte hep boşalan odaları temizler
ve bir sonraki misafire hazır hale getirirsiniz, hep
belli programa göre yemekler hazırlarsınız ve
yemek sonu sadece çöp kalır. Resepsiyonda
hep müşteriler deniz manzaralı oda ister siz de
ihtiyacı karşılamak için çaba sarfedersiniz ☺ Her
şey rutin..
Üstelik bu kadar hizmetin ardından yarattığınız
esere bakmak isterseniz, sadece hatıraları
görmek mümkündür. Oysa inşaatçılık öyle mi?
İş bitince karşınızda guru duyacağınız bir yapı
olur. Ve yola daha iyisini yapmak üzere devam
edersiniz.
İlk yıllarda tam da böyle düşünmekteyken,
sektörün hiç de bu kadar rutin olmadığını, eğer
okuyabilirseniz, gelen misafirlerden, geldikleri
ülkenin sosyolojik yapısından, geleneklerine ne
kadar farklılıklar gösterdiğini, hatta bu farklılıkların
aynı kültürler için bile zamana bağlı nasıl değişim
gösterdiğini fark ettim.
ŞÖYLEŞİ
Bunun ne önemi var diyebilirsiniz. Ama şeytan
ayrıntıda gizlidir. Bunları okuyabilmek, trend
yakalayabilmek ya da trend oluşturabilmek için
ön şart. Her şey dahil sistem, muhtemelen bir
çok kişinin hoşuna gitmeyen bir sistemdir. Ancak
Türkiye’nin bir “trend okuma ve uygulama”
sürecidir. Türkiye bu konuda o kadar başarılı
olmuştur ki, İspanyol ve Yunan meslektaşlarımız
bu sistemi nasıl bu kadar ustaca kullandığımızı
anlayamamışlardır. Hatta uzunca bir süre
yapmaya çalışıp bir türlü oturtamamışlardır.
Aslında bu tamamen misafirlerin nasıl bir tatil
istediklerini doğru okumayla ilgilidir. Ancak
gelinen noktada, trend oluşturmanın bu kadar
basite indirgenmesine imkan kalmamıştır.
20
Turizm sektöründe;
*Sürdürülebilirliğin
sağlanabilmesi için çevre
bilincinden, eğitimli insan
kaynağa kadar planlama
yapabilmek,
*Diğer ülkelerle rekabet
şartlarını doğru okuyup
uygulayabilmek, yeni pazarlar
yaratabilmek, *İletişim Teknolojilerini
doğru kullanarak misafire ulaşabilmek,
duygularını, alışkanlıklarını anlamak ve her daim
temas halinde olabilmek. Kısaca, devamlı dinamik
ve yaratıcı olmak durumundayız.
Sn. Feyzan Aliefendioğlu
Baraka dergisine bir yazı
yazmamızı isteyince,
Turizm sektöründe ODTÜ
mezunlarının çok fazla
olmadığı hissine kapıldım.
Oysa ODTÜ ekolünün
özellikle içinde olması gereken
bir dinamik sektördeyiz.
Sn. Osman Ayık Türkiye
Otelciler Federasyonunun başkanı.
Bir ODTÜ’lü. Belki de bu sektörde
ODTÜ’lülerin olmasının ne kadar gerekli
olduğunu sembolize edecek bir görevde.
Önümüzde, Turizm sektörünü daha fazla
çeşitlendirmek, kitle turizmi oranını daha aşağıya
çekecek çözümler bulmak ve mümkün olduğu
kadar sezonları uzatacak çareler üretmek gibi çok
önemli ve zor bir süreç beklemekte.
Sektörün İlk şekillendiği günlerde bölgede Kemer
Tanıtım Vakfı ve diğer STK’ların kurulmasında
gelişmesinde ve bizlerin yetişmesinde katkısı olan
Sefa Gürman ağabeyimizi de unutmamak gerekir.
Bu çalışmalar sırasında Kemer bölgesinde
“Turistik İşletmeciler ve Otelciler Derneği”
KETOB’un kurulma görevi de bana nasip oldu.
Öyle görünüyor ki, bu piyasada yaşayabilmek,
dahası öncü trendler yakalayıp öne çıkabilmek
için çok fazla yaratıcı zekaya ihtiyaç var.
Bütün bunlar bana, ODTÜ’yü de farklı kılan, biraz
sıra dışı, biraz farklı bakmayı öğrenmiş insan
profiline Turizm sektöründe giderek daha çok
ihtiyaç duyulacağını düşündürüyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde başta
Mimarlık bölümü olmak üzere bir çok ODTÜ’lü
arkadaşımız görev yapmakta. Onlar da Yeşil
Yıldız uygulaması gibi çevreci çözümlerin
üretilmesinde öncü olmakta.
Ülkemizde turizm sektörüne üst düzey eleman
yetiştiren başta Bilkent Üniversitesi olmak üzere
değerli okullar var. Gene de meslek öğreten
eğitim kurumlarının yanı sıra, vizyon veren eğitim
kurumlarının gerekliliği giderek artıyor diye
düşünüyorum.
Turizm sektöründe muhakkak ODTÜ tedrisatından
geçmiş çeşitli kademelerde çalışan bir çok
kardeşimiz de vardır. Ancak en azından ben daha
fazla kardeşimi sayamıyorum. Belki bu yazı bizlerin
onlarla buluşmasına tanışmasın da vesile olur.
Saygı ve Sevgilerimle
Değerli dostlar,
Turizm, ülkemizin en dinamik aynı zamanda
ekonomisine önemli katkılar yapan sektörlerden
bir tanesidir. Yaklaşık 50 yıllık sürecin sonunda
gelinen nokta tam bir başarı öyküsü olarak
nitelendirilebilir. Geçen 50 yıllık süreci iki dönemde
inceleyerek bugünlere geldiğimiz takdirde bu
öyküyü daha iyi kavrayabiliriz. Turizm, ülkemizin
gündemine 1963 yılında yapılan kalkınma
planında stratejik sektör olarak yer aldıktan sonra
oturmuştur. İlk 20 yıllık dönem ciddi bir hazırlık
sürecidir. Kamu (Turban A.Ş. ve Emekli Sandığı)
eli ile yapılan örnek konaklama tesisleri, seyahat
acentaları ve turizm eğitimine yapılan yatırımlar;
doğru bir başlangıç olmuştur. Hemen bunların
arkasından gelen alan planlamaları bugünlerin alt
yapısını oluşturmuştur.
USD gelir ile dünyada ilk on
içerisinde yer almaktayız. Son
otuz yılda dünyada ve ülkemizde
yaşanan birçok olumsuzluğa
rağmen sektör büyümeye devam etmiş
ve her krizden büyüyerek çıkmayı başarmıştır.
Geçmiş yıllarda gıpta ile baktığımız Yunanistan’ın
sayılarını ikiye katmış durumdayız. Rekabet
ettiğimiz ve yarıştığımız ülkeler bugün İtalya ve
İspanyadır. Bu noktaya gelmemizde yukarıda
bahsettiğim modelin tamamlayıcısı konaklama
ayağının önemi büyüktür. Geçen otuz yılda
dünya standartlarında nitelikli yaklaşık bir milyon
civarında turistik yatak yarattık. Bu yatakları üstün
hizmet kalitesi ve bize özgü misafirperverliğimiz
ile birleştirerek işlettik. Tüm bu özellikler bizi
vazgeçilmez bir destinasyon yapmıştır.
Ama bütün bu gelişme temposunun, gerçek bir
başarı öyküsüne dönüşmesi 1982 yılında çıkarılan
2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu ile olmuştur.
Antalya ağırlıklı olmak üzere yapılan arazi tahsisleri
ve Turizm Bankası destekli krediler ile hızlı bir
yatırım dönemi başlamıştır. Ülkemizin bu ikinci
dönemdeki hedefleri: çok yatak-çok misafir ve çok
istihdam yaratmaktır. Bu kurgunun diğer açıklaması
kitle turizminde büyümektir. Kitle turizminde
büyümenin gereği olan kaynak pazarlardaki
tour-operatörlüğü ve hava taşımacılığıdır ( charter
firmalarının varlığı). Ülkemiz turizmcileri bu modeli
çok doğru bir şekilde kurgulayarak kaynak
pazarlarda sahibi Türk olan yalnızca ülkemizi
pazarlayan Türkiye Spesiyalisti tour-operatörlerini
yarattılar. Başta Almanya olmak üzere, Fransa,
Hollanda, Belçika ve İskandinav ülkelerinde
ilk örnekler ortaya çıkmıştır. 1990 yılından
sonra Sovyetler Birliğinin dağılması ile başta
Rusya Federasyonu olmak üzer tüm bağımsız
devletler topluluğu ülkelerinde de benzer yapı
oluşturulmuştur. Özel sektörün kurduğu charter
firmaları ciddi bir koltuk kapasitesine ulaşmıştır ve
ülkemizi ziyaret eden yabancı misafirlerimizin büyük
bir bölümünü ülkemize taşımaktadırlar.
Cumhuriyetimizin yüzüncü yılında 50 milyon
yabancı uyruklu ziyaretçi ve 50 milyar USD gelir
hedeflenmektedir. Bu rakamsal büyüklükler
umulan tarihten çok önce ulaşılabilecek
hedeflerdir. Ülkemiz sahip olduğu coğrafi konum,
doğal güzellikleri, tarihi ve kültürel zenginliklerinden
dolayı klasik bir destinasyon olmuştur. Son
yıllarda yakalanan pazar çeşitliliği bu özelliğimizi
pekiştirmiştir. Anadolu’nun her yerine yayılan yerli
ve yabancı otel zincirleri ve ulaşım alt yapısındaki
gelişmeler her bölgemizi turizm ürününe
dönüştürmüştür. Barış süreci unutulmaya başlanan
Anadolu turlarının ve bölgesel destinasyonların
canlanmasına neden olmuştur. Turizm bir yaşam
tarzı olmaya başlamıştır. Bu yıllardır özlemini
çektiğimiz gerçek bir toplumsal ve sosyal
dönüşümü sağlayacaktır. Geçen 30 yılın sonunda
ikinci evreyi tamamladık sayılır. Bu süreçte çok
önemli deneyimler kazandık. Zaman bu kazanımları
geleceğin inşasında kullanma zamanıdır. Kitle
turizmine olan bağımlılığımız her geçen gün biraz
daha azalmaktadır. Ülkemizi ziyaret eden yaklaşık
35 milyon ziyaretçi sayısının %40 dan fazlası
kıyıların dışındaki bölgelerimizi ziyaret etmektedir.
Türk Hava Yollarının son zamanlardaki atağı
İstanbul’u dolayısıyla ülkemizi dünyanın en önemli
atlama noktası yapmasının bu rakamlar üzerinde
çok önemli katkıları vardır. En önemli nokta bu
başarının devamlılığı ve sürdürülebilirliğidir.
Olgunluk döneminde sürdürülebilir büyümeyi
Bugün ülkemiz dünyanın en önemli turizm
destinasyonlarından biri olmuştur. Ağırladığı 35
milyondan fazla yabancı misafir sayısı ile dünya
sıralamasında 6.olmuştur. Yaklaşık 30 milyar
devam ettirmektir. Bunun için
gereken bir takım düzenlemelere
ve planlamalara ihtiyaç vardır:
• Hukuksal alt yapı eksikliği:2634 sayılı
yasanın bugünün bakış açısıyla ve yeni bir
felsefeyle sektörü geleceğe taşıyacak şekilde ve
Kültür ve Turizm Bakanlığını koordinatör haline
getirecek düzenlenmenin acilen yapılması;
• Fiziki alt yapı eksiklikleri giderilmelidir.
Değişen eğilimleri dikkate alarak doğal ve
kültürel değerlerimizi koruma ve kullanma
dengesi içerisinde planlayarak turizm ürününe
dönüştürmeliyiz;
• Turizm emek yoğun bir sektördür. Bu nedenle
kalifiye eleman sorunu hızlı büyümeye cevap
verememektedir. Turizm eğitimi yeni baştan
kurgulanmalıdır.
• Konaklama sektöründe var olan çifte standartları
ortadan kaldıracak hukuki düzenlemelerin acilen
yapılması;
• Ülke imajını dünya kamuoyunda pekiştirecek
tanıtım stratejileri oluşturulmalıdır. Ayrıca ülke
içinde turizm bilincini ve turizmi hareketini artıracak
çalışmaların yapılması;
• Sürdürülebilirliğin temelini doğal ve kültürel
değerlerimiz oluşturmaktadır. Sektör mensuplarının
ve tüm ülkenin bilinçlendirilmesi ve bu prensipler
üzerinde buluşması sağlanmalıdır.
28 yıldır turizm sektörünün içinde yatırımcı ve
işletmeci olarak yer almaktayım. Yukarıda sizlere
anlatmaya çalıştığım ikinci evrenin tamamına
şahitlik ettim diyebilirim. 20 yıldır turizm ile bağlantılı
çeşitli sivil toplum örgütlerinde yer aldım ve görev
yapmaya devam ediyorum. Son iki yıldır TÜROFED
(Türkiye Otelciler Federasyonu) başkanlığını
yapmaktayım. TÜROFED, Ege, Marmara, Akdeniz,
İç Anadolu ve Karadeniz bölgelerinden on üç tane
bölgesel derneğin oluşturduğu yaklaşık 2500
civarında turistik işletme belge sahibi otel üyesi
olan bir federasyondur. Turizm sivil bir sektördür.
Bu ülkenin insanları çok önemli bir değer yarattılar
bizim gibi sivil örgütlerin görevi bu değeri korumak
ve sürdürülebilirliğini sağlayarak gelecek nesillere
devir etmektir.
Güzel yarınlara dileği ile sağlıcakla kalın.
21
HABER
HABER
düşüncelerimizi sormasını talep etmeye
başladığımız bir gerçek.
3. Sandığına sahip çıkacak gönüllüler
bulmak ve eğitmek: Sonuncu madde,
ama belki de bu projenin en somut
çıktısı. Pilot proje olarak İstanbul’a
odaklandık; ki pek de pilot proje gibi
değildi büyüklük açısından. 33.000
sandık vardı İstanbul’da. Herhangi bir
sivil hareketin bu kadar kısa zamanda bu
sayıya ulaşması başta imkansız görülebilir.
Ama yapılamayacak bir şey olmadığını
gördük. Sandıklarda siyasi partiler veya
o seçimde aday olmuş bir bağımsız aday
adına gönüllü gözetmenlik yapılabiliyor.
Bu yıllardır olan, yasal bir hak. Ama
bunu gene yıllardır yapmamamızın büyük
sebebi, hem bilmememiz, hem de uzun
bir prosedür gibi görünmesi. Biz bu
konuda aracı olduk insanlara. Siyasi
partilerden, ve gene aynı hedeflerle yola
çıkmış Sandık Başındayız’la beraber
hareket etme kararımızdan sonra onların
gösterdiği bağımsız adaydan müşahit
(gözlemci) kartları aldık. Eğitim videoları
hazırladık, yüzyüze toplantılarda sandık
gönüllülerini elimizden geldiğince eğittik.
r
e
l
y
e
ş
ı
r
l
i
B ma
p
a
y
O
HABER
y ve Ötesi, ‘bir şeyler yapmalı’ diyen
gençlerden aldığı güçle doğmuş bir
sivil proje. Haklarımızı ve özgürlüklerimizi
ilgilendiren pek çok konuda söz sahibi
olmak yerine izleyici rolünde zaman
geçirmeyi artık istemediğinin farkında olan
geniş bir kesim var. Ne mutlu ki, bu kesim
‘klavye silahşörlüğü’ dışında da inisiyatif
almaya hazır. İşte bu değişimi fark eden bir
arkadaş grubunun başlattığı bu proje, kısa
zamanda 30.000 kişi olmayı başardı.
‘İstanbul için sandıklarının başında
duracak 33.000 kişi arıyoruz’ diyerek yola
çıktığımızda, yerel seçimlere kadar 4 ay bile
zamanımız yoktu. 8 kişiydik, henüz sadece
kendi arkadaş çevremize ulaşabilmiştik.
Ancak, projenin başarıya ulaşması için
gerekli olan motivasyona sahiptik: Yıllardır
dinlediğimiz ‘seçim hilesi’ hikayelerinden
bıkmıştık, hedefimiz ve zamanlaması çok
netti, ve birilerinden bize ‘liderlik’ yapmasını
beklemek yerine elimizi taşın altına koymaya
hazırdık.
Bu 8 kişi kimdi diye sorarsanız, hepimiz
kendi işinde gücünde sade vatandaşlarız.
22
Siyasi fikirlerimiz ve duruşumuz aynı
değil, olmamalıydı da zaten. Çünkü ortak
noktamız, bu projenin kesinlikle bağımsız
olması gerektiği konusunda hemfikir
olmamızdı. Gönüllülerle her konuşmamızda
bunu vurguladık: Gönüllüler olarak birimizin
söylediği bir yargılayıcı, yaftalayıcı, taraflı
cümle; bizim dışımızda 30.000 kişiyi
etkileyebilir. Bu yüzden hem söylemlerimize,
hem de siyasi partilere karşı mesafemize
gönüllülerin farklı siyasi görüşleri olduğunu
bilerek dikkat ettik.
Tabii Türkiye’de sivil bir hareketin bu kadar
başarılı olmasına inanamayan, ve arkasında
mutlaka bu günlerde popüler hale gelmiş bir
‘güç’ arayan insanlar da oldu. Bu insanların
iyi niyetli olanları gönüllülerle tanıştıkça
samimiyetimizi anladı, gözleri parlayan bu
insanların potansiyelini görüp takdir etti.
Ama bir kısmı, ne yazık ki umudunu öyle
kesmiş olmalı ki, mutlaka ama mutlaka bir
güç aradı bu kendine inanışın arkasında.
Ben bu kişilere kızmıyorum, üzülüyorum.
Çünkü öyle bir noktaya gelinmiş ki, bu
ülkede hayal kurabilen insanların bir araya
gelip bir başarı sağlayabileceğine inançları
sıfıra inmiş. Oysaki bu kısır anlayış yüzünden
senelerdir ortaya çıkamadı gencecik
insanların potansiyelleri...
Peki projenin amaçları neydi ve
sonunda ne oldu? 3 ana amaçla ortaya
çıktı proje:
1. Oy kullanma oranını artırmak: ‘Bir oy
çok önemli’ diyerek, ‘oy veriyorum da
ne oluyor, hiçbir şeyi değiştiremiyorum
ki’ diye düşünen özellikle genç kesime
yönelik bilinçlendirme çalışmalarının
yapılması hedeflendi.
2. Oy bilincini artırmak: Yerel seçimlerde
adayların projelerini ve geçmişlerini
bilmek önemli. Seçmen adayları tanısın
diye, adaylara iki soru soruldu, ‘eğer
seçilirlerse yapmayı planladıkları projeler
ne olur’ ve ‘halkın katılımcılığını nasıl
sağlayacaklar’ diye. Özellikle bu ikinci
sorunun önemine inanıyorum. Çünkü
geçtiğimiz bir yılda ülkece katılımcılığı daha
çok sorgulamaya; çevremizi ve haklarımızı
ilgilendiren konularda otoritelerin bizim de
Bu şekilde yola çıkmış bir sivil insiyatif Oy
ve Ötesi. İlk toplantı çağrımıza sadece 3 kişi
cevap verdi. Cesaretimizi kırmadan ilerledik,
çünkü biliyorduk ki, ‘bir şey’ yapmak isteyen
çok insan var artık. O gün bu gündür
gönüllü sayısı 30.000 kişiye ulaştı. Bu
kişilerden 25.000’i sandıklara yerleştirildi
ve bu kişilerin de %92’si sandıklarının
başındaydı!
Seçim günü yaşanan deneyimler
inanılmazdı. Gönüllüler sonuçlar hakkında
ne düşünürlerse düşünsünler, vicdanları
rahat bir şekilde döndüler evlerine o gece.
O günle ilgili her gönüllünün ayrı ayrı
söyleyeceği çok şey var. Ayrıca Oy ve Ötesi
olarak seçim süreçleriyle ilgili bir rapor da
yayınlandı. Ama naçizane, kendi adıma en
önemli noktalar şöyleydi:
• Süreçteki eksikleri fark ettik: O
gün tutanaklara hangi partiye kaç oy
verildiği yazıldı. Ama bunların ne kadar
havada kalmış bir süreçten geçip o
tutanağa kadar geldiğini gördük. Gün
içinde, oyların sayımında ve tutanağın
yazılmasında o kadar eksik veya yanlış
bilgi var ki, sandıkta neden durmamız
gerektiğini çok iyi anladık. Tutanağın nasıl
doldurulacağını bilemeyen, fotoğrafını
çekip bize gönderen sandık kurulları
mı ararsınız, hangi oyların geçersiz
sayılacağını soran mı, gün bitince bütün
oyları seçim kuruluna kendi götürmek
isteyen polisler mi istersiniz. Veya
şikayet dilekçelerimizi imzalamayan
kurul başkanları mı dediniz… Matematik
hatalarıyla dolu olan tutanaklardan
bahsetmiyorum bile... Biz ‘bir oy çok
önemli’ derken, onlarca oyun o sonuçlara
nasıl yanlış yansıtıldığını gördük. Neyseki
yasal haklarını bilen gönüllüler bu
tür yanlışlıkları ellerinden geldiğince
engelledi. Ama bilinçlenmenin ne kadar
önemli olduğunu çok net görmüş olduk.
• Kadınların cesaretine hayran kaldık:
Gönüllüler arasında daha çok kadınlar
vardı. Ve en etkileyici olan, gecenin
3’ünde okulunda tek başına kalan,
başka siyasi partilerce üzerlerine
yürünen, ama o sandığın sayıldığını,
tutanağın imzalandığını görmeden dışarı
çıkmayacağını söyleyen kadınlarımızdı…
• ‘Siyasi partiler zaten orada değil mi?’
sorusuna cevabımızı aldık: Siyasi
partilerin, iktidar partisi hariç ne yazık
ki iyi organize olamadıklarını, özellikle
bazı bölgelerde sandıkta tek başına
kalan gönüllülerimizden anladık. Bir de
tabii, gönüllülerimizin üzerine yürüyen,
almaya haklarının olduğu tutanakları
ellerinden almaya çalışan, okuldan atmaya
kalkışan siyasi parti üyeleriyle mücadele
ettik. Yanlış anlamayın lütfen, tek bir
siyasi partiden bahsetmiyorum… Bu
manzaraları görünce, hepimiz şunu dedik:
İş gerçekten başa düşmüş.
• Halkı daha yakından tanıdık: Bu dergiyi
okuyan biriyseniz, muhtemelen çevrenizde
belli görüşten insanlarla birliktesinizdir
ve sandıktan çıkan sonuca hayret ederek
bakıyorsunuzdur. Sonra klasik inkar
etme süreci gelir: ‘Yok aslında, kesin
usulsüzlükler var, yoksa sonuç böyle
olmazdı’. İşte çoğu Oy ve Ötesi gönüllüsü
bu süreci yaşamıyor şimdi. Çünkü o
sandığın başında halkın kim olduğunu
kendi gözleriyle gördüler. Halk birbirini
tanıdı bir anlamda ve çoğu gönüllü şunu
dedi: ‘Ben ilk kez orada tanımadığım
ve görmezden geldiğim insanlarla
saatlerimi geçirdim, çok kızdıklarım da
oldu, ama çoğunun iyi niyetli insanlar
olduğunu gördüm... Ben artık bilmediğim
kesimlerle daha çok vakit geçirmek, onları
tanımak, kendimi de tanıtmak istiyorum...’
Artık daha iyi anlıyorlar, neden böyle
olduğunu…
Bundan sonra neler olacak kısmına
gelirsek:
1. Sandık gözetmenliği organizasyonuna
devam etmek: Önümüzde daha çok
seçim var, Ankara’daki Ankara’nın
Oyları ve İstanbul’daki Oy ve Ötesi,
Sandık Başındayız dışında başka
şehirlerde de organize olunması
gerektiği anlaşılmış durumda. İlk olarak
Yalova’da 1 Haziran’da tekrarlanacak
seçimlerde gönüllülerimizle sandıkların
başında olacağız. Ama bundan sonra
da Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde bu
organizasyonu yapacağız.
2. Seçim süreçlerindeki aksaklıklara
karşı savunuculuk: Zihinsel engellilerin
seçmen listelerinde yer alması, sandık
kurulu üyelerinin yasal ve pratik konularda
eğitimi gibi seçim sürecini direkt etkileyen
konularda siyasi partiler ve YSK bazında
çalışmalar yürütmek, halkı bilinçlendirmek
istiyoruz.
3. Yerel yönetimlerde söz sahibi
olan ve farklı kesimleri birleştiren
projeler: Hiç girmediğimiz mahallelere
girip, oraların yerel insanlarının
sorunlarını konuşmak, yeni seçtikleri
yerel yönetimlerden ne bekliyorlar
anlamak istiyoruz. Bu hem o yıllardır
birbirine yabancılaşan kesimleri birbirine
yaklaştıracak, hem de yerel yönetimlere
‘halk sizden bunu istiyor’ deme şansı
verecek. Belli mi olur, yerel yönetimlere
daha fazla dahil olan bir kitle, belki
ileriki dönemlerde bu yönetimlerde
daha çok söz sahibi olmak ister... Ve en
önemlisi, yıllardır birbirinin ihtiyaçlarını
küçümseyen bu iki kesimin birbiriyle
buluşması kimbilir neler doğurabilir...
Oy kısmında güzel tecrübeler yaşadık,
bunun devamı ‘Ötesi’ndeki projelerle
gelecek. Oy’ların Ötesi’nde ‘bir şey’ yapmak
isteyen herkesi harekete geçmeye davet
ediyoruz.
23
HABER
HABER
Ankara’nın Oyları
Seçim günü sonunda ortaya çıkan tablo, Ankara’daki yerel seçimlerde ciddi şekilde usulsüzlükler
gerçekleştiğini ve bu usulsüzlüklerin seçim sürecinin adil ve demokratik yapısını etkileyebilecek nitelikte
olduğunu gösterdi.
A
nkara’nın Oyları, Ortak Nokta Derneği ve Ankara Kent Forumu
Derneği’nin önderliğinde, sivil toplum kuruluşlarının desteği
ve gönüllülerin katılımıyla, farklı siyasi görüşlere sahip sekiz kişiden
oluşan koordinasyon ekibinin gönül vermesiyle kuruldu. Siyasi
partilerden tamamen bağımsız olan Ankara’nın Oyları olarak,
demokratik, adil ve temiz siyaset için sandıklara sahip çıkmak
amacıyla yola çıktık.
HABER
Seçimlere 1 ay kala başladığımız çalışmada, öncelikle internet
sitesinin kurulması ve sosyal medya hesaplarını oluşturulması ile
birlikte 3000 gönüllü sandık müşahidi ve 100 gezici araçla Evren
ve Çamlıdere dahil olmak üzere Ankara’nın tüm ilçelerinde görev
almayı başardık.
24
etkileyebilecek nitelikte olduğunu gösterdi.
Yaşanan problemlerden en sık görülen
bir tanesi, gönüllü müşahitlerin sınıflara
alınmaması olarak gözlemlendi. Saat 6:00
itibariyle farklı siyasi partilerin müşahitlik
kartlarıyla sandık başına giden gönüllülerin
pek çoğuna, sandık başkanları tarafından
orada bulunmalarına gerek olmadığı ve
saat 17:00’den sonra gelebilecekleri
söylendi. Seçim kanunlarına göre seçimi
izleme hakkı bulunduğunu söyleyen
gönüllülerin bazıları, polis eşliğinde okul
dışına çıkartıldı. Yapılan tartışmalar ve
avukatların müdahaleleri sonucunda saatler
sonra tekrar sınıfa girebildiler. Bir diğer
sorunsa, muhtar ve diğer oy pusulalarının
aynı zarfa konulması oldu. Müşahitler sayım
süresince muhtar oyu ile birlikte atılan
belediye meclisi, ilçe ve büyükşehir belediye
başkanlığı pusulalarını içeren zarfların
geçerli sayılmasına ilgili kanun maddesi
gereğince itirazda bulundular. Bu oylar bazı
sandıklarda uyarılara rağmen geçerli sayıldı,
bazı sandıklarda muhtar oyu geçersiz
sayılarak geri kalan oylar geçerli sayıldı,
bazı sandıklarda ise tamamen geçersiz
sayıldı. Gönüllü avukatlar ve merkez ekip
yetkililere ulaşıp ortak bir talimat verilmesi,
tümünün geçerli ya da tümünün geçersiz
sayılması konusunda bilgilendirme yapılması
ve belirsizliğin giderilmesi için talepte
bulunuldu. Ancak, bu talepler cevapsız
bırakıldı ve oyların geçerli veya geçersiz
sayılması sandık başkanının inisiyatifine
bırakıldı.
Koordinasyon ekibi olarak, seçim öncesinde gönüllüler için ilçe
ve okul bazında mümkün olduğunca çok sandık ve seçmen sayısı
kapsayacak şekilde gönüllülerin okullara atanmasını gerçekleştirdik.
Bunlara ek olarak, gezici ekiplerimizle ilçeler içerisinde aktif destek
ağları kurduk. Seçim günü boyunca koordinasyon ekibi olarak
merkezi bir yerde toplanarak gönüllülerle gerek telefon gerekse
sosyal medya araçları aracılığıyla iletişimde kalarak yaşanan
problemleri kaydettik ve ihtiyaç duyulan yerlere gezici ekipler ile
gönüllü avukatları göndererek destek olduk.
Karşılaşılan bir diğer problem ise sandık
başkanlarının pek çok yerde seçmenlerle
birlikte kabine girmesi olarak kaydedildi.
Bunlara ek olarak para karşılığı mühürlü oy
pusulası dağıtılması, müşahitlerin oyların
sayım sürecine alınmaması, başkasının
yerine imza atılması gibi diğer birçok sorun
gönüllerin gün boyunca karşılaştıkları
problemler arasına girdi. Seçim günü
yaşananların olası sonuçlarını göz önünde
bulunduran Ankara’nın Oyları koordinasyon
ekibi, gönüllülere çağrı yaparak ellerindeki
ıslak imzalı ve mühürlü tutanakları incelemek
üzere teslim aldı. Ayrıca, seçim günü
yaşanan usulsüzlüklere dair gönüllüler
tarafından tutulan tutanaklar da teslim alındı.
Seçim günü sonunda ortaya çıkan tablo, Ankara’daki yerel
seçimlerde ciddi şekilde usulsüzlükler gerçekleştiğini ve bu
usulsüzlüklerin seçim sürecinin adil ve demokratik yapısını
Eldeki veriler doğrultusunda, gece-gündüz
ara verilmeksizin tasnifler yapıldı. Eksik
tutanaklar çeşitli partilerle irtibata geçilerek
tamamlandı. ODTÜ öğrencilerinden
oluşan bir grup gönüllünün oluşturduğu
analiz tablosu, diğer üniversite öğrencileri
ve gönüllülerce tutanaklardaki bilgiler
doğrultusuna dolduruldu.
YSK verileri ile yapılan karşılaştırma
sonucunda tablonun ortaya koyduğu farklılık
sebebiyle toplamı 11600 adet tutanağın
tek incelenmesine karar verildi ve çok
sayıda usulsüz tutanak tespit edildi. Yapılan
tespitlere göre tutanaklarda belirlenen
sorunlar şu şekilde oldu:
• Seçim kanunları gereğince, her tutanağın
ve müşahitlere teslim edilen nüshanın
sandık
• başkanına teslim edilmiş olan mührü
taşıması gerekirken, 2000’den fazla
mühürlenmemiş tutanak bulundu.
• 3500 civarında tutanakta, geçeriz
oylara ayrılan bölümde geçersiz oy sayısı
belirtilmişken, gerekçe belirtilmediği
gözlemlendi. Seçim kanunlarına göre
geçersiz oy kaydedilmesi halinde
gerekçenin kanun metninde yer alan
hükümler doğrultusunda açıkça belirtilmesi
gerekiyor.
• 1300 civarında tutanakta kaydırma ve
toplama hataları yapıldığı ve tutanakta yer
alan oy toplamının, sandıkta oy kullanacak
seçmen sayısını aştığı kaydedildi.
• 68 tutanakta seçim sonuçlarını etkileyecek
oy dağılımı ve toplama hataları tespit edildi.
• 11600 adet tutanak üzerinde yapılan ve
sonuçları bir milyondan fazla oy ile toplamda
6500’den fazla sandığı ilgilendiren bu
çalışma, seçimlere yönelik itiraz ve iptal
istemlerine delil teşkil etti. Bağımsız bir
platform olan Ankara’nın Oyları tarafından
“demokratik, adil ve temiz siyaset” hedefi
doğrultusunda ilgili yerlere teslim edildi.
2014 Yerel Seçimlerinde yaptığımız analizler
doğrultusunda Ankara ile ilgili halen YSK’nın
resmi olarak yayınlamadığı 500’den fazla
tutanak mevcuttur. Bu nedenle tutanağı
eksik sandıklar için, YSK’nın sisteme giriş
yaptığı veriler analize dahil edilmek zorunda
kalınmıştır. Yayınlanmış tutanakların yarıdan
fazlasında, yukarıda belirttiğimiz sorunlar
tespit edilmiş ve kamuoyu ile paylaşılmıştır.
Mevcut koşullarda bu şekilde yapılan bir
veri analizi ile sağlıklı bir seçim sonucunda
ulaşılamamaktadır ve yapılmış olan tespitler,
kanunlara göre seçimlerin iptaline gerekçe
teşkil edecek niteliktedir. Bu durumda, ya
seçimin iptal edilmesi, ya da usulsüzlük
içeren tutanakların geçersiz sayılması
gerekmektedir. Ancak, geçersiz tutanak
sayısı çok fazla olduğundan bu tutanakların
yok sayılması, halkın iradesini yok saymak
anlamına gelecektir.
Yerel seçimlerden aldığımız ders ve
tecrübeler ışığında, yeni rotamızı 2014
Cumhurbaşkanlığı seçimleri için çizdik.
Yerel seçimlerdeki eksikliklerimizi
tamamlamak ve daha iyi bir organizasyon
için gönüllülerimizin desteğiyle yeni
çalışmalar içerisine girdik. Her sandıkta
iki gönüllü olmak üzere, toplamda 26000
gönüllü hedefiyle yola çıktık. Ayrıca, her
birinde 4 kişinin bulunacağı 200 araçlık
gezici ekip oluşturuyoruz. Toplamda 1000
kişi olacak bu gezici ekibin her aracında
bir avukat bulunmasını sağlamaya gayret
edeceğiz. Halihazırda bu yapının sağlıklı
işlemesi için en önemli konulardan biri
olan teknik altyapı çalışmalarına da eğildik.
Gerekli yazılım tamamlandığında, Ankara
için başvuruları almaya başlayacağız.
Ne kadar çok gönüllü bir araya gelirse, o
kadar çok etkili ve kuvvetli olabileceğimizi
yerel seçimlerde tecrübe ettik. Bu seçimler
bize sadece oy vermenin değil, verdiğimiz
oyun da arkasında durmanın bir görev
olduğunu hatırlattı. Biz tüm Ankara’yı kendi
oyunu kendisi sayması için davet ediyoruz
ve demokratik, adil ve temiz seçim için
sandıklarına ve oylarına sahip çıkmak
isteyen tüm gönüllüleri Ankara’nın Oyları’na
bekliyoruz.
Başvurular ve diğer çalışmalar ile ilgili
duyurular Facebook sayfamızdan, Twitter
hesabımızdan (@ankaraninoylari) ve www.
ankaraninoylari.com web sitemizden takip
edilebilir.
25
BİR ODTÜ’LÜ
BİR ODTÜ’LÜ
“ODTÜ, dönüştürücü
bir güce sahip”
“ODTÜ’nün hakikaten bize sunduğu şey nedir, bulduğunla yetinme, itiraz et. Sadece itiraz etme, nasıl
olacağını da göster ve bunu tek başına yapmak zorunda değilsin, yalnız değilsin. Dolayısıyla etrafta,
yanında, yörende senin gibi düşünen, ortak hayal kuran insanları bulup onlarla birlikte hayatı nasıl
dönüştürebilirimi ben ODTÜ’de öğrendim.”
Önce biraz Selçuk Şirin’i tanımak istersek?
1991 ODTÜ mezunuyum. Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık
yada bizim o zaman dediğimiz tabirle eğitim bilimlerinden mezun
oldum. Daha sonra kendi alanımda iş bulamayınca 90larda
pek çok ODTÜlünün yaptığı gibi bankacılık sektörüne girdim.
Ziraat Bankası Bankacılık Okulu ve ardından 5 yıl uzman olarak
çalıştıktan sonra ODTÜ’de yüksek lisans yaparak kopmadığım
akademik hayata Amerika’da devam etme kararı aldım. Şu anda
New York Üniversitesi’nde doçent olarak dersler verip araştırmalar
yapıyorum.
Uzmanlık alanınız değişti mi?
Sayılır. Davranışbilimciyim ama uzmanlığım araştırma yöntemleri
ve istatistik. Bir yöntemci olunca da geniş bir alanda farklı
sahalarda araştırmalar yapma olanağım oldu. Ellinin üzerinde
akademik yayınım Muslim American Youth adlı bir kitabım var.
Genelde azınlıklar ve marjinalleştirilmiş grupları çalıştığımı
söyleyebilirim.
SÖYLEŞİ
Türkiye’ye geliş süreciniz nasıl oldu?
Onsekiz yıl oldu Amerika’dayım. İlk on yıl doğrusu Türkiye ile pek
ilgilenemedim fakat son yıllarda New Yok Üniversitesi, Bahçeşehir
Üniversitesi ile bir anlaşma yaptı benim aracılığımla. O anlaşma
çerçevesinde BAYO’yu (Bahçeşehir Araştırma Yöntemleri
Okulu) kurduk. Ağırlıklı olarak eğitim, gençler ve çocuklar üzerine
araştırmalar yapıyoruz. Ayrıca açtığımız araştırma ve istatistik
odaklı atelye çalışmalarıyla araştırmacı kapasitesini artırıyoruz.
Amacımız Türkiye’de veriye dayalı karar verme kültürünü
çoğaltmak. BAYO’da şimdiye kadar 1000’i aşkın akademisyen,
araştırmacıya uzmanlık eğitimi verdik hafta sonu programlarıyla.
Aynı süreçte, İksara Veri Araştırma adlı araştırma şirketini kurduk.
Buradaki amacımız da Türkiye’deki veri kapasitesini arttırmak;
yani hızlı bir şekilde güvenli verinin toplanması ve bu verinin en
pratik şekilde karar vericilere ulaştırılması.Yani bir başka ifadeyle
ülkemizde gördüğüm iki ihtiyacı, araştırmacı ve veri ihtiyaçlarını,
karşılama uğraşı içindeyim.
26
Bu sene, 2012 Pisa sonuçlarını değerlendirdiğiniz “Türkiye
için Veriye Dayalı Eğitim Reformu Önerileri “ başlıklı
çalışmanızı kamuoyu ile paylaştınız. Bu kapsamda
Türkiye’nin gelecekteki eğitim politikalarının nasıl olması
gerektiği konusunda bize neler söyleyebilirsiniz?
PİSA, OECD’nin 3 yılda bir yaptığı uluslar arası bir öğrenci
değerlendirme programı.. Bu 65 ülkenin katıldığı, dünya
ekonomisinin %90’ını temsil eden bir araştırma. Güzel tarafı ise
muhakeme, tahayyül, sentez gibi ileri derecede becerileri de
ölçmesi. Maalesef bu ölçümlere baktığımız zaman son dört ölçümde
yani son 12 yılda biz çok iyi durumda değiliz. 2012 PISA sınavına
katılan 65 ülke arasından Türkiye matematik alanında 44, okuma
becerisi alanında 41 ve fen alanında 43. sırada yer aldı. PISA’da
başarılı sonuçlar alan ülkeler ise Singapur, Güney Kore, Polonya,
Finlandiya’nın yanı sıra Çin’in iki önmeli bölgesi.
Türkiye’nin PISA verilerinden yola çıkarak en az politika üreten
ülkelerden biri olduğu da belirlendi..Yani on yıldır eğitime ne kadar
yatırım yaptığımıza baktığınızda bir artış var,. Türkiye ekonomisi
büyüyor dolayısıyla pasta büyüyor, pastadan pay artıyor ama buna
rağmen çocuklarımızı daha iyi eğitemiyoruz.
Yani büyümemiz eğitime aynı oranda yansımıyor?
Türkiye ekonomik olarak son on yılda dört kat büyüdü, çok
duyuyoruz bunu. Bu doğru ama aynı zamanda kişi başına milli gelire
baktığımızda 10 yılda toplam büyüme reel bazda yanlızca %45,
%400 değil yani. Daha önceki elli yıl boyunca her on yıllık aralıklarla
aşağı yukarı ne kadar büyüdüysek son on yılda da o kadar büyüdük.
Zaten aynı dönemde Türkiye ortalaması ile Dünya ortalamasına
baktığınızda bizim fark yaratacak bir sıçrama yapmadığımızı
görürsünüz. Buradan bir noktaya varmaya çalışıyorum. Kişi başı milli
gelir hakikaten 3 bin küsur Dolar’dan 10 bin küsur Dolar’a geldi son
on yılda ama nominal bir artış, reel değil. Bu iki rakamı kabul etsek
bile bu aralık ekonomistlerin orta gelir tuzağı dediği bir aralık. Bu da
şu demek, ülkeler bu aralıkta hızlı yükseliyor hızlı düşüyorlar; yani
bizim dışımızda pek çok ülke var bu aralığı çıkıp inen. Asıl zorluk
ise 15 bin Dolar eşiğini aşıp 20 bin Dolar’ı geçmek. Orayı aşınca
da geri inmiyorsunuz, zengin bir daha kolay kolay fakir olmuyor.
Bu eşiği aşan ülkelerin sayısı çok az. En son Güney Kore başardı
bunu. Biz mesela Yunanistan çöktü battı diyoruz ya, Yunanistan
27 binden 25 bin’e, hadi olmadı 22bin’e iniyor yani iflasa varan
buhrana rağmen gelirleri hala bizim iki katımız! Dolayısıyla burada
söz konusu olan Türkiye’nin orta gelir tuzağından nasıl kurtulacağı.
EKONOMİ ve EĞİTİM
Ekonomiyle eğitim maalesef Türkiye’de birbirinzden bağımsız olarak
ele alınır. Bu belki eskiden olabilirdi ancak artık bilgiye dayalı yeni
küresel ekonomide eğitimi düşünmeyen fakirleşmeye mahkum.
Yani eğitimciler bir yerde ekonomistler bir yerde kaldığı zaman ülke
kaybeder. Hem medya hem karar vericiler anlamında bu böyle.
Mesela eğitim sayfaları ya yok gazetelerde, varsa da ekonomi kadar
gözde değil. Ama New York Times’a baktığınız zaman her gün
eğitim özel bölümlerle yer alır. Manşetler ayrılır. Her sene en çok
paylaşılan on tane makaleyi yayınlar gazete. 2013’ün on makalesine
baktım bunun dört beş tanesi ya çocuklar ya gençler ya da eğitimle
ilgili. Eğitim sayfaları çok geniş ve ekonomi sayfalarının önemli bir
kısmı da eğitimle ilgili. Eskiden doğal kaynaklara ya da ağır sanayiye
dayalı ekonomide eğitimle ekonomi arasındaki bağ bu kadar güçlü
değildi. Şimdi artık bilgi ekonomisi dediğimiz zaman bilfiil eğitime
dayalı bir ekonomiden sözeiyoruz.
OECD’nin, bir ekonomik iş birliği örgütünün en çok sözü edilen
markasının PİSA olması, bunun da eğitim ölçme ve değerlendirme
sistemi olması ekonomiyle eğitim arasındaki yeni bağa güzel bir
örnek ve veri teşkil ediyor.
Şu an ekonomi de entegre olduğu için artık ben kapalı ekonomide
şurada doğal kaynaklarımı değerlendirip burada zengin olacağım
deme lüksünüz yok. Çünkü doğal kaynak sizde olabilir ama
teknoloji yoksa o kaynağı çıkartmak da işlemek de pazarlamak
da başkasına kalıyor. O nedenle 3 bin Dolar’dan 10 bin Dolar’a
rantla, doğal kaynaklarla gelebilirsiniz ama 10 bin Dolar’dan 20 bin
27
BİR ODTÜ’LÜ
BİR ODTÜ’LÜ
“OECD’nin, bir ekonomik iş birliği örgütünün piyasada en çok sözü edilen markasının Pisa olması,
bunun da eğitim ölçme ve değerlendirme sistemi olması ekonomiyle eğitim arasındaki bağa güzel bir
örnek ve veri teşkil ediyor.”
Dolar’a gelmek için yeni Whatsapplar yeni
Samsunglar tahayyül edecek bir eğitim
sistemi kurmamız gerekiyor. Watsapp
biliyorsunuz 19 Milyar Dolar’a satıldı. 19
Milyar Dolar’ı anlamak için Türkiye’deki
en büyük 4 şirketi- Türk Telekom, Tüpraş,
Türk Hava Yolları, ve Petrol Ofisi-alın, yan
yana koyun. Bunların her biri bir dönem
tekeldi, uzunca bir süre devlet himayesinde
geliştirildi. Her bir şirkette binlerce insan
çalışıyor, binlerce gayrımenkul var vs. Ama
acı gerçek şu ki hepsini toplasanız bir tane
Watsapp etmiyor. 54 kişinin geliştirdiği
Watsapp cumhuriyet tarihi boyunca
oluşturduğunuz tekel şirketlere ve hatta
daha fazlasına denk geliyor.
SÖYLEŞİ
Bu eğitim sistemiyle bu mümkün mü?
PİSA sonuçları mümkün değil diyor. PİSA
Yaratıcı Problem Çözme testinden bir
sonuç paylaşayım. Orada 6 seviyede
ölçüm yapılıyor. Altıncı ve beşinci derece
en ileri derece yani Watsapp gibi ürünleri
tasarlayamak için becerileri içeriyor. O
seviyede olan öğrencilerimizin oranı %2.2
ki bu oran OECD ortalamasının çok altında.
Samsung’un çıktığı Güney Kore’de bu oran
%28. 1980’e kadar Türkiye ile milli geliri
benzer olan bu ülke sonra atağa geçti ama
asıl sıçramayı 90’larda yaptı. Yine mesela
Brezilya. Brezilya bütçesinden eğitime en
fazla para ayıran OECD ülkesi. Şu anda
yeni bir petrol kaynağı bulundu orada ve o
petrol gelir doğrudan eğitime aktarılacak.
Buradan şuraya geliyorum. Önce ekonomi
sonra eğitim mantığı artık yetmiyor. İlla
bir sıra olacaksa o da önce eğitim sonra
ekonomik kalkınma. Yani biraz daha
gelişelim ondan sonra öğretmenlere daha
çok para verelim, ondan sonra okul öncesi
eğitimin kalitesini arttıralım devri geçti.
Pastayı bundan sonra büyütmenin yolu
eğitimden geçiyor yani eğitim ve tabii daha
da önemlsi her alanda ortak aklı işletecek
hukuki ve demokratik reformlardan geçiyor.
Bu iki unsuru oluşturmadan 21. Yüzyılda
ekonomik pastayı büyütemezsiniz. Orta gelir
tuzağını da o yüzden anlattım.
DEMOKRASİ ve EĞİTİM
Orta gelir tuzağından nasıl kurtulacağız
derken eğitim tek başına yetmiyor.
Ortak aklın işlemesi yani demokrasi
de şart. Türkiye’de demokrasi denince
aydınlanmadan gelen bir yaklaşımla
biz demokrasiyi bireysel hak ve hukuk
çerçevesinde ele alırız hep. Özgürlüğü
de öyle, bireysel bir erdem olarak
değerlendiririz. Benim iddiam özgürlük
ve demokrasi kavramlarının ekonomik
boyutunun pek üstünde durulmamış
olmasıdır. Oysa biliyoruz ki özgürlük olmasa
inovasyon inovasyon olmasa ekonomik
kalınma olmuyor bu devirde. Türkiye’den
niye bir Watsapp çıkmıyor diye sorarken
bunu hatırlamamız lazım. Çıkabilir mi
yani gazeteciliğin durumu ortada, sosyal
medyayı yasaklıyorsunuz, youtube kapalı
böyle bir özgürlük ortamında insanların
sınırlarını çiziyorsunuz ondan sonra hadi
sen tahayyül et diyorsunuz. Eğer sofradaki
pastanın büyümesini istiyorsanız, daha çok
insan daha iyi işe kavuşsun, daha iyi yaşama
standardına kavuşsun istiyorsanız o zaman
toplumun dinamızmine set çekmemeniz
lazım. Bireylerin önünü açtığınız zaman yeni
fikirler ortaya çıkıyor onların özgürce yarıştığı
bir ortamda ortaya çıkan projeler de hukukü
teminatlarla artı değer yaratıyor. Ancak o
zaman dünyanın şu an içinde bulunduğu
ekonomik ortamda rekabet şansınız olabilir.
Başka türlü büyüme devri geçti artık.
Bir ülke gençlerinin sadece %2.2’sine
ileri derecede problem çözme becerileri
28
öğretebiliyorsa ve bundan sonraki ekonomi
daha ziyade bu tarz beceriler talep ediyorsa
orada da ciddi bir kriz var demektir.
Türkiye’nin bir an önce siyasal çalkantılar
içerisinde eğitimin önemini kavraması
lazım. geri dönüşü yüksek, katma değeri
yüksek eğitim. Sadece çoktan seçmeli
var olanı tekrar eden değil ileri derecede
becerileri açık uçlu testlerle değerlendiren
bir sınav sistemine ihtiyacımız var. Vizyon
diyoruz mesela hakikaten çok önemli, ben
onu Türkçe’ye tahayyül diye çeviriyorum.
Türkiye eğer çocuklarına, gençlerine yeni
küresel ekonomide yarışabilecek becerileri
kazandırmazsa korkarımki bu yüzyılı da
gelişmekte olan bir ülke olarak heba
edeceğiz.
Tablet dağıtımının eğitimin
kalitesindeki etkileri neler olabilir
sizce?
TİMSS diye başka bir uluslararası
değerlendirme sistem var. PİSA gibi ancak
matematik ve fen bilgisi alanında ülkeleri
karşılaştırıyor. Biz orada da maalesef OECD
ülkeleri arasında sonlardayız. En son yapılan
TİMSS sınavında sınıftaki bilgisayar kullanımı
artarsa ne oluyor diye bir soru vardı ve o
raporda çok net olarak söylenen çok az şey
var ama bir tanesi bu soru üzerineydi. Diyor
ki, sınıfta bilgisayar kullanımı artınca başarı
artmıyor. Türkiye verilerinde de derslerde
daha fazla bilgisayar kullanılan okullar
diğerlerinden görece daha düşük puan
almış. Yani tek başına bilgisayar dağıtmakla
çözülecek bir durum yok ortada. Zaten bu
tablet dağıtarak sorunu çözme mantığı bana
inşaat metaforuna takıldığımızı hatırlatıyor.
Sihirli bir teknolojiyle anında çözülecek bir
sorunumuz yok bizim. Dolayısıyla bu tablet
projesi ile iki koşul yerine gelmezse dünyanın
en büyük teknoloji çöplüğünü en hızlı sürede
en pahalı üretmiş ülkelerden biri olacağız.
O iki şey ne, birincisi içeriğin özgürce ve
devlet desteğiyle zenginleştirilmesi, ikincisi bu
tabletleri kullanacak aileler ve öğretmenlerin
çok hızlı bir şekilde bilgisayarlaştırılması,
okulllara ve dargelilrilere ücretsiz ve hızlı
internet servisinin ulaştırılması. İçeriğin
zenginleştirilmesi için dinamik bir rekabet
ortamı gerekiyor ki buradan yine demokrasiye
dönüyoruz. Yazılım sektörü bu anlamda
donanım sektöründen daha çok özgürlüğe
ihtiyaç duyan bir sektör. Siz bunu yapmadan
herkese tablet verirseniz o tabletlerin eğitimde
başarıyı etkileyeceğini ummak hayalcilik olur.
Açıkçası bizim tabletle çözecek bir sorunumuz
olduğunu düşünmüyorum.
ODTÜ’deki eğitime geri dönüp
tekrar baktığınızda okulunuz için ne
söyleyebilirsiniz?
ODTÜ gündeme geldiğinde ben hep
diyorum ki ODTÜ’de iki tane diploma aldıb
biz; bir tanesi herkesin bölümünden aldığı,
ama ondan daha önemlisi pek çoğumuzun
kampüsten aldığımız diploma. Bu ikinci
diplomayı her mezun olana vermiyorlar.
ODTÜ tarihi olan dokusu olan iklimi olan bir
kampüs. O tarihe o dokuya karışmak için
emek harcayınca ODTÜ size öyle bir dünya
bakışı armağan ediyor ki okuldan çıkınca
dünyayı değişen, dönüşen ve değiştirilebilir
bir olgu olarak görüyorsunuz. O nedenle
bu ikinci diplomayı alan ÖDTÜlüler gittiği
her yerde bulduğunu kabullenen insanlar
olmuyor. Yani eleştirmeyi seviyoruz ama aynı
zamanda tahayyül etmesini seviyoruz. Daha
da önemlisi değiştirme gücümüzün de bizde
olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla ben nereye
gitsem bu ikinci diplomahyı başarımın
önemli bir girdisi olarak görüyorum. Ama bu
sadece bana has bir şey değil, güzel tarafı
da o. Bu sadece bana has bir şey olsaydı
ben çok çalıştım ettim derdim. Hayır, ODTÜ
bunu bize öğretiyor yani deneyimlerle
öğretiyor. Bu her üniversitenin, her kurumun
söyleyeceği bir şey değil. ODTÜ kültürü
dediğimiz şeyin, hakikaten bu anlamda
dönüştürücü bir gücü var. O yüzdendir ki
orada edinilen dostluklar hayat boyu kalıyor.
Aradan neredeyse çeyrek asır geçmiş
bankacılık, Amerika yılları ki doktora eğitim
de var arada ama benim için ODTÜ’de
edindiğim dostluk hala apayrı bir yerde. O
dostluk zenginleştirici bir dostluk, yıllarla
çoğalan bir dostluk çünkü... Sadece sizin
değişip dönüştüğünüz, dostlarınızın olduğu
yerde kaldığı bir ilişki olsa zaten dost olarak
da kalamıyorsunuz.
29
HABER
HABER
THBT AĞA Gezisi
Evet, evet.. En güzeli, Vişnelik’te toplanalım, servis bizi
havaalanına götürsün… Uzuuun süren organizasyon
çalışmalarından sonra Orkun’dan (Orkun Alparslan, EE’99)
bu iletiyi alınca fena halde içim rahat etti.. “Okulumuz”la
başlayan yolculuklar iyi gidiyor ne de olsa:)
Ayşegül Neftçi / PSY’79
A
slında telaş günler önce başlamıştı. Hava nasıl olacak, yağmur
yağacak mı? Ne götürelim!!! Yani kalın mı, ince mi.. Hava
durumu haberleri yağmur diyor ama biz THBT şansına güveniyoruz.
Evren bizi şaşırtmadı ve pırıl pırıl bir havada Van’a gittik..(Ve tüm
gezi boyunca güzel hava bizi bırakmadı. Van’ın en yüksek güneş
enerjisi potansiyeline sahip illerimizden birisi olmasının da payı var
mı acaba?)
Adını aldığı Hoşap suyunun yanında yükseliyor.. İsim de hoş ab
(tatlı su) anlamındaymış.
Yaşar Ateşoğlu’nun (ECON80) mükemmel organizasyonu, Van
havaalanına inmemizle birlikte başladı.. Otobüslere bindik, çok da
uzun olmayan bir yolculuktan sonra otelimize vardık ki… İçimizi
ısıtan bir sürpriz!!! Otele pankartımızı asmışlar!!!
Sonraki ziyaret, Çavuştepe Kalesi.. Çavuştepe, Van-Hakkari
karayolu’nda, Urartu’ların yerleşim bölgesi. Dünyanın en eski tuvalet
ve kanalizasyon sistemine sahip olduğu söyleniyor. Kale bekçisi
Mehmet amca ilginç bir kişi.. Sabahtan akşama kadar dağ bayır,
gelenleri gezdiriyor, kazılarda bulunanları anlatıyor. Yıllar önce kazı
yapılırken çıkan yazıtları merak edip sormuş, ancak arkeologlar
pek ciddiye almayıp cevap vermemişler, Mehmet amca da onlara
kızıp “Urartuca” okumayı öğrenmiş☺. Alfabeyi biliyor, yazıtları
okuyabiliyor, hatta kendisi yazıyor☺. Dünyada bu dili konuşan 36
kişiden biri o... Mehmet Kuşman’ı New York Times iki kez haber
yapmış, ABD’de, Avrupa’da sempozyumlara davet edilmiş.
Hızla işlemlerimizi yaptılar, odalarımıza yerleştik… Gezilerin en
özlemle beklenen aktivitesi, “eee? Ne yiyeceğiz” in ilk cevabı,
“hadi Van kahvaltısına” oldu… Otelimiz çarşı içindeydi, beş
dakikalık yürüyüşle kahvaltıcıya vardık. Giderken yol boyu, hemen
tüm vitrinlere Soma’ya destek mesajları, “acınızı paylaşıyoruz”
mesajları asılmış, genellikle siyah bir Van gölü siluetinin yanında…
(Otelimizde de tüm eğlence programlarının iptal edildiği
duyurulmuştu) Masaları donatıp çay servisine başlamışlardı ki elinde
tartısıyla yanımıza bir evlatçık geldi..
GEZİ
“Abla tartayım mı?” Memo 6. sınıfa giden bir öğrenci, mühendis
olmak istiyor ve çok güzel türkü söylüyor.. Masada oturanların
hemen hepsinin mühendis olduğunu duyunca yüzü ışıldadı.. Bize
bir de türkü söyledi güler yüzünü katık ederek.. Bilsek katılacaktık
ama bilmediğimiz konu çıktı, sadece dinleyip alkışladık. Gezi
programının ilk ziyareti, yörenin genç kızlarına ekmek kapısı açan
30
Dönemin insanları ya çok atletikmiş ya da çok uzun bacakları varmış
diye düşündük☺ Basamaklar doğal kayalardan oluştuğu için yer yer
diz boyuna yakın yükseklikte her biri.. Yukarıya çıkabilenler harika
manzarayla ödüllendiler..
kilim atölyesini de bünyesinde barındıran Hisar Anadolu Destek
Derneği (HADD)ne oldu.
Kar amacı gütmeyen HADD’nde yörenin genç kızları bir yandan
kilim dokumayı öğrenirken bir yandan da okuma/yazma, ana-çocuk
sağlığı bilgileriyle donanıyorlar. Derneğin kuruluşunda, kilime gönül
vermiş Enver Özkahraman ve THBTli ağabeylerimiz, İsmail Sefa
İnanç (FAS’70) ve Ateş Güneş’in (MM’69) büyük emekleri olmuş.
Atölyelerden birisi, yine THBTli ağabeyimiz Sefa Gürman’ın(CP’70)
kız kardeşi Canan Gürman Murthy (FAS’75) anısına yapılmış.
Her kilim, dokuyanın dünyasını yansıtıyor... Renklerin ve motiflerin
arasında kaldık, çıkamadık.
İkinci gün oldukça yoğun bir program vardı. Önce Hoşap kalesine
gittik.. Bu kalenin tarihinin Urartu’lara kadar gittiğini söyledi
rehberimiz. Genellikle olduğu gibi, sarp kayalıklar üzerine kurulmuş,
Ada yemyeşil, her yer badem ağacı.. Van’da neden yok ki☹ Kısa bir
tırmanışla tepeye çıktık, kilise bütün ihtişamıyla zaten denizden bile
kendini tanıtıyordu.. Surp Haç kilisesi, Kudüs’ten İran’a kaçırıldıktan
sonra 7. yüzyılda Van yöresine getirildiği rivayet edilen Hakiki Haç’ın
bir parçasını barındırmak amacıyla 915-921 yıllarında inşa edilmiş.
2005-2007 yılları arasında restore edilip 2010 da ibadete açılmış
ve ilk ayin yapılmış. O gün bu gündür her yıl Eylül ayında bütün
dünyadan ibadet için gelenlerle ayin yapılıyor.
Dönüşte hedef Van kalesi… Dimdik, dümdüz kayalıkların üzerine
kurulmuş bir kartal yuvası.. M.Ö.IX. yüzyılın ortalarında, Urartu’ların
ilk başkenti olarak kurulmuş. O zamanki adı, Tuşpa. Eteklerinde
geniş bir düzlük ve çay bahçesi var. Kale gece aydınlatılsa, bu çay
bahçesi ehil ellerde bir kültür merkezine dönüşse diye içimizden
geçmedi değil.
Üçüncü günümüz Muradiye şelalesini ziyaretle başladı. Doğubeyazıt
yolu üzerindeki Muradiye, Van’ın en eski ilçelerinden biri. Şelalenin
doğuş yeri, sönmüş bir volkan olan Tendürek dağı.
Sonraki durak Gevaş.. Artos dağının eteğine kurulmuş ilçe merkezi,
yine Urartular döneminden beri yoğun yerleşime sahne olmuş.
Halime Hatun Kümbetini çok beğenip hemen yanı başındaki
betonarme okul binasına fena halde hayıflandıktan sonra göle doğru
yola çıktık.. Hedef, Akdamar adası…
Doğubeyazıt ve Çaldıran arasındaki Tendürek dağının eteklerinden
geçerken yol boyu, kilometrelerce kare, simsiyah lav artıkları, yeni
patlamış gibi hala çok etkileyici.. Tendürek, Türkiye’nin en aktif
volkanik dağı olarak biliniyor ve bacasından hala duman tütüyor.. En
son, 1855de patlamış..
Akdamar adasına tekneyle gittik.. Tamara’nın aşkından sulara
kurban olan sevgilisi nasıl yüzüyormuş bilmem artık… Van gölü,
bildiğimiz deniz.. Ah bir de okyanuslara bağlantısı olaydı…
Van’da dağlara doyacaksınız demişti rehberimiz, haklı çıktı. Ağrı
Dağı!!! Ah Ağrı Dağı!!! Ne muhteşem, ne etkileyici..
Şansımıza hava açıktı ve otobüste giderken bile doya doya izleme
31
HABER
HABER
restorasyonu konusunda soru işaretleri
olan bir tarihi değerimiz burası.
İshak Paşa Sarayı, saraydan öte bir
külliye... Topkapı Sarayı’ndan sonra, son
devirde yapılmış sarayların en ünlüsü..
Kubbeleri Türkistan kubbelerini andırıyor,
kapıları ise Selçuklu tarzı... Aşağıda
zindanlar/kilerler, giriş katında harem,
selamlık, cami ve avluda Selçuklu mimari
tarzı kümbet bulunmakta. Gelgelelim
Üniversitesi için ODTÜ’nün çok özel bir
yeri olduğunu anlatırken hepimiz çok
duygulandık...
“…Depremi bütün Türkiye ve sizler
de bizimle birlikte yaşadınız, teşekkür
ediyoruz. Şu anda hepimizin kalbi
Soma’da attığı gibi, o zaman da, bütün
Türkiye’nin kalbi Van’da atıyordu. Hep
GEZİ
şansımız oldu.. Gerçek değilmiş gibi..
Fotoğrafları çeken biz olmasak, resim
üzerinde oynanmış diyeceğiz.. İnsana
fena halde gelgel yapıyor, dağcıların bu
kadar riski neden göze aldıklarını anlamak
hiç de zor değil.. Yol bizi İshak Paşa
Sarayı’na götürdü.. Yapımını Doğubeyazıt
Sancak beyi Çolak Abdi Bey başlatmış,
oğlu Çıldır Valisi İshak Paşa ve torunu
Mehmet Paşa tarafından tamamlanmış..
Yapılırken olmazsa olmaz bir şart konmuş.
“Bu sarayın hiçbir yerinden Ağrı Dağı
görünmeyecek, o kadar!” Aynen öyle olmuş.
Konumlandırılması, duvarları öyle yapılmış
ki, gerçekten de sarayın hiçbir yerinden Ağrı
dağı görünmüyor…
32
İki katta 336 oda var ve her odada taştan
yapılmış ocaklar var. Taş duvarlardaki
boşluklar, yapının merkezi ısıtma sistemine
sahip olduğunu gösteriyor.. Yani dünyanın
ilk kalorifer tesisatı döşenen sarayı…
Son gün, Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor
Bayramı…
Otelimize bayrak asılmış, ne güzel☺
Bayramlaşıp Van Yüzüncü Yıl
Üniversitesi’ne doğru yola çıkıyoruz..
Vardığımızda Rektör Prof. Dr. Peyami
Battal tek tek elimizi sıkarak karşılıyor..
düşünüyorduk ki, Van’ın ayağa kalkması
için Üniversite’nin ayağa kalkması
lazım, bunun için de o dönemde bize
derslik ve yurt gerekiyordu, şu anda
gördüğünüz bütün binaların desteklenmesi,
güçlendirilmesi gerekiyordu. Gece
23.30 civarında tv kanalları bizi canlı
yayına almıştı. Yıkılan otelin önünde
bize sordular, ne istersiniz, ihtiyacınız
nedir.. Eğitimi sürdürebilmek için yurt
ve derslik ihtiyacımız var dedik. O gece
yayını İsmail Işık (CE 76) bey ve Vasfiye
İpekçi (FAS70) hanım da izliyormuş,
hemen aradılar… “biz geliyoruz”.. Hemen
geldiler… Burayı planladık.. Öğrencileri
güvenli yerlere taşıdık hem yurtları, hem
derslikleri. ODTÜ geldi, Çağdaş Yaşamı
Destekleme Derneği geldi, İş Bankası
geldi, (İş Bankasındaki arkadaşlar da
ODTÜ kökenli zaten) bunu görünce dedik
ki kalpler burada atıyor ama kendileri de
burada, bu bize cesaret verdi, o günden
itibaren, 24 saat esaslı çalıştık. Gece
-20 derecelerde binaları gezip kontrolleri
yaptık. 23 Ekim ve 9 Kasımda tekrar
deprem oldu, bizi asıl 9 Kasım depremi
sarstı. Üniversite artık ayağa kalkmaz
dediler ama bizler biliyorduk ki kalkacak,
çünkü sizler bizimle berabersiniz. Şubata
kadar eğitimi erteleriz dedik. Ama 24 saat
esaslı çalışınca, 26 Aralıkta öğrencileri geri
çağırabildik. Öğrencileri parti parti çağırdık,
3000-4000 kişi gelir sandık, Martta bir
pazar günü, 6000 öğrenci birden geldi…
Hava 23 senedir görmediğim kadar soğuk
ama hepsi okulda… Öğrenciler panikte..
“Donup ölünecekse ben de buradayım,
hep beraber donarız” dedim çocuklara…
O günlerden bu günlere geldik. 300.000
metrekare alanı yeniden güçlendirdik. Her
gece her binayı, her katı tek tek dolaşıp
sabah müteahhitlere “şurayı tekrar gözden
geçirin” diyorduk.. Şu anda kampüsteki
tüm binalar, alt yapı, üst yapı, hepsi elden
geçti.. Artık çevre düzeni aşamasına
geldik… Işıklandırma, yeşillendirme de
bitmek üzere.. Sahilin 2 km lik kısmını da
düzenleyip kullanıma sunacağız…”
Sırada, Üniversite içinde Veteriner Fakültesi
denetimindeki kedi evi vardı.. Van’da
kediler çok seviliyor ve değer veriliyor.
Hemen her evin bir kedisi olur ve kedi
o evi sahiplenirmiş. Hatta yazın dağlara
gider, kışın eve geri dönermiş eskiden...
Zamane kedileri hep evlerde, bahçelerde..
Van kedisi için çok duygusal diyorlar. Kötü
muameleyle karşılaşırsa evden uzaklaşır,
hatta yemeyip içmeyip ölmeye yatarmış.. O
yüzden özellikle korunur kollanırmış.. Bir de
bu kediler su severmiş! İnanılır gibi değil,
bayağı yüzüyorlar.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Turizm
Otelcilik Y.O. mezunu rehberimiz bir
yandan anlatırken bir yandan da güzel
sesiyle pişikler(kediler) için yazılmış bir
türkü söyledi. Dün gece arayıp sözlerini
istediğimde de yazıp gönderdi. (Evin kedisi
mutfağa dalıp ne var ne yok yalayıp yutmuş,
evin hanımı öfkelenmiş, komşusu da onu
sakinleştirmeye kediyi korumaya, uğraşıyor)
pişiğin gözleri ela
açtı başıma bela
ev harabım pişigi(evimi mahvettin)
mal harabım pişiği(malımı mahvettin)
pişiğe göster eşiği pişte pişte
zıkkım yemiş
vay niye niye niye vay niye niye niye
men seni sevdim diye sen de beni sev diye
pişigin gözleri sari etti gavurmayi yari
e sucuğa doğunma bari
ev harabım pişigi mal harabım pişigi
pişige göster eşigi vay niye niye niye vay
niye niye niye
men seni sevdim diye
sende beni sev diye
pişige vurdum daş ile
gözi doldi yaş ile
kebabi yutti şiş ile
ev harabım pişigi
mal harabım pişigi
pişige göster eşigi
pişte pişte
zıkkım yemiş vay niye niye niye(zıkkım
yemiş:zakkum yemiş)
vay niye niye niye niye men seni sevdim
diye sende beni sev diye..
Her zamanki gibi bir gezi olmadı.
Türkülerimiz ağırdandı. Davul zurnamız
çalmadı. Halaylarımız, Horonlarımız,
Barlarımız, Zeybeklerimiz oynanmadı.
Varlığımız Van’da olsa da kafamız, yüreğimiz
Soma’da yaşanan iş kazası namlı katliamda
ölen madencilerin yasında ve isyanındaydı
Van’dan kocaman selamlar....
E bana da düşen, bu selamı sizlere iletmek.
33
HABER
HABER
ODTÜ Van’da Projesi
İstanbul’daki ODTÜ Mezunları tarafından kurulmuş olan EYMİR KÜLTÜR VAKFI öncülüğünde Van
depremlerinin hemen ardından 2011 Kasım ayında başlatılan “ODTÜ VAN’DA“ projesi ile o tarihte 11.000’i
Van dışından olmak üzere 18.000 öğrenciye eğitim veren, öğrenim gördükleri binaları, kaldıkları ev ve
yurtları büyük hasar gören, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi ( YYÜ ) ve öğrencilerine kalıcı destek verilmesi ve
adeta bir hayalet şehre dönen Van’a tekrar hayat verilmesi amaçlanmıştır. www.odtuvanda.org
Vasfiye İpekçi / FAS’ 1970
2012 Mart’ında ODTÜ’den getirip diktiğimiz fidanlar artık boy atmış -Mayıs 2014
Çevre düzenlemeleri devam eden yurt binamız Mayıs 2014
Açılış sırasında Eğitim Fakültesi olan bina şu
anda Güzel Sanatlar Fakültesi ve Dekanlık
olarak hizmet veriyor.
V
DOSYA
an Yüzüncü Yıl Üniversitesi kampüsünde bize tahsis edilen
arazide, ODTÜ’ lü mimar ve mühendislerimizle işbirliği
yapılarak projeler oluşturulmuş, 29 Aralık 2011 de temeli atılan,
7 derslik, 1 amfi, Öğrenim görevlileri dinlenme odası, kantin
ünitelerini içeren 500 öğrenci kapasiteli öğrenim binası sert hava
koşullarına rağmen kısa zamanda tamamlanarak 24 Mart 2012 de
üniversiteye teslim edilmiştir.
T.B.M.M’ ndeki ODTÜ’ lü Milletvekilleri harekete geçirilerek afet
bölgelerindeki okul, yurt gibi prefabrik binalar için uygulanmakta
olan % 18 KDV oranının süreli de olsa %1‘e düşürülmesi
sağlanmıştır. Böylece sadece bizim projemizde değil, Van merkez,
34
Yurt binamızdaki etüd odası
öğrencilerimize hizmet vermeye devam
ediyor Mayıs 2014
ilçe ve köylerinde okul/ yurt gibi büyük ölçekli bina yaptırmak
isteyen tüm STK ların üstünden büyük bir yük kaldırılmıştır.
Önder Focan ve arkadaşları 20 Şubat 2012 akşamı
İstanbul’da, 9 Mayıs 2012 akşamı Ankara’da konser salonlarını
tüm donanımıyla ücretsiz olarak tahsis eden Babylon ve IF
Performance Hall konser salonlarında tüm geliri bu projeye
aktarılan “ Dayanışma için Caz” konserleriyle projemize anlamlı
bir destek sağlanmıştır.
Her biri banyo ve WC donanımlı 48 yurt odası, 1 büyük etüd
salonu ,çamaşırhane, dinlenme ve yemek salonundan oluşan Kız
Yurdu Binamızın 9 Kasım 2012 törenle açılmıştır.
Eymir Kültür Vakfı öncülüğünde, ODTÜ camiasının ve
ODTÜ dostlarının katkılarıyla toplam 1.345.874 TL bedelle
tamamlanan “ODTÜ VAN’DA Projesi, fiziksel hasarların
yanı sıra morallerin sıfırlandığı Van için bir umut ışığı
olmuştur.
Van Merkezi hükümet ve yerel yönetimi,YYÜ üniversite yö
netimi,akademisyenleri,öğrencileri, çalışanları yaptıkları her
görüşme ve konuşmada depremi takiben onları ilk arayan
ve büyük bir sevgiyle yardımlarına koşan tüm ODTÜ’lülere
sevgi ve şükranlarını iletmektedirler.
35
HABER
KIRSALDAKİ ODTÜ’LÜLER
KIRSALDAN
KIRSALA…
KOS, çalışmalarına
devam ediyor
Yaklaşık 12 kişiyle başlayan “Ekokomün” çiftlik fikri, nihayete erip gerçeğe dönüştüğünde, eko yaşama
geçebileb sadece iki kişi oldu. Bu çabayı ve hikayeyi Süheylla Doğan’ndan dinledik.
DOSYA
uzey Ormanları Savunması ( KOS )
hakkında geçtiğimiz sayılarda bilgi
vermiştim. Kısaca, Türkiye’ nin ekonomi
çarklarını döndüren inşaat faaliyetlerine
yönelik proje yaratmak, buna bağlı olarak
gelişmişlik söylemi ile artan enerji ihtiyacını
karşılamak adına etik değerlere önem
vermeden, yeri geldiğinde kanunları
değiştiren, yeri geldiğinde hukuk kurallarını
hiçe sayan bir anlayışa karşı ormanı, suyu,
yaban hayatanı, kentini ve ülkesini korumaya
çalışan insanların oluşturduğu bir grup
olarak aktarmıştım.
Bu sayıda, Baraka Dergisi’ nin son
sayısından itibaren geçen kısa sürede
KOS’ un altna imza attığı bazı faliyetlere,
organizasyonlara kısaca değinmek
istiyorum. Bunlardan en önemlisi 27 Nisan’
da düzenlenen Marmara Formu oldu. KOS
bu organizasyonu, bir süredir temasta
bulunduğu Marmara Bölgesi’ndeki yerel
çevre mücadelesi yürüten sivil toplum
kuruluşlarını, akademisyenleri ve çevre
aktivistlerini bir araya getirmek amacıyla
düzenledi. Forumda; Marmara Bölgesi’nde
İğneada’dan Yalova’ya, enerji ve inşaat
projelerinin doğa üzerinde gerçekleştirdiği
talan, bu projelere karşı yürütülen
mücadeleler ve bu mücadelelere karşı
birlikte hareket etme olanağı sağlayacak
bir koordinasyonun kurulması hakkında
sunumlar yapıldı, fikirler tartışıldı.
İlk oturum, Ziraat Mühendisleri Odası
36
İstanbul Şube Başkanı Dr. Ahmet Atalık’ ın
yaptığı sunumla başladı, Atalık, içinde iki
milyon insanın yaşadığı İstanbul’ un kalan
son su havzalarının korunması gerekirken
aksine, işgal edildiğine, sanayi tesisleri
tarafından tahrip edildiğine dikkat çekti.
Orman Mühendisi Dr. Cihan Erdönmez’ in
yaptığı konuşmada ‘ Ormancılık mesleğinin
genetiğinin bozulmasına ‘ yaptığı vurgu
önemliydi.
Avukat Can Atalay ise konuşmasını
“Hukuksal olarak elimizden gelen bütün
haklarımızı kullanacağız fakat hukukun
yetmediği yerde ağaçlara sarılarak
direnmemiz gerekecek.” diyerek tamamladı.
İkinci oturumda Yalova Platformu, Saray
Doğayı Koruma Derneği, DAYKO,
İğneadağa Doğa Elçileri, BallıkayalarDağcılar Direniyor, Ağva Sürdürülebilir
Çevre ve Turizm Platformu, Şile Turizm
Derneği, Çekmeköy Halk Meclisi, Kent
Hareketleri, Zekeriyaköy ve Büyükdere
Forumları temsilcileri ve bağımsız çevre
aktivisti Nihat Güre söz aldı. Günün
sonunda, yereldeki ve bölgedeki tehlikelerin
görünür kılınması ve inisiyatifler arasında
istikrarlı bir bilgi akışı için “Marmara Bölge
Koordinasyonu” adı altında bir iletişim
ağı oluşturulmasına karar verildi. KOS’ un
bu dönemdeki ikinci etkinliği ‘ farkındalık
Yaratma’ eylemiydi. Amaç Kuzey Ormanları’
nda yaşanan ağaç kesimlerine ve adaların
imara açılmasına dikkat çekmekti. 5 Mayıs
Pazar günü Büyükdere’ den başlayıp
Bebek’ te sonlanan uluslararası yelkenli
yarışında 18 yelkenli ‘ Diren Kuzey
Ormanları ‘ , ‘ Ormanı Savun ‘, ‘ Adalar’
a Dokunma’ vb sloganlar taşıdılar. Yarışı
tamamladıktan sonra birbirlerini takip
ederek bu eylemi Heybeliada ve çevre
adalarda devam ettirdiler.
KOS, 9-11 Mayıs tarihleri arasında
yapılan ‘Türkiye Kuş Konferansı’ nın
destekçilerinden birisiydi. 16. Konferans
‘ Göç Yolları ve Tehditler ‘ adı altında
düzenlendi. KOS, bu konferansın
organizasyonuna verdiği destek yanında
Kuzey Ormanları’ nın yok olmasına sebep
olacak, aynı zamanda kuş göç yollarını
tehdit eden 3. Köprü, 3. Havaalanı, Kanal
istanbul, Yeni İstanbul projeleri hakkında
bilgilendirmelerde bulundu, 3.havaalanı
yapılması planlanan bu amaçla istimlak
edilmeye ve tahrip edilmeye başlanan
bölgelere yönelik bilgilendirme gezisi
düzenledi.
KIRSALDAN KIRSALA…
Liseyi İstanbul’da, üniversiteyi
Ankara’da okuyup yıllarca Antalya’da
yaşadıktan sonra daha önce hiç
bilmediğiniz bir yörede bir köye
yerleşmek, toprakla, tarımla,
ekolojiyle uğraşmak nereden aklınıza
geldi? Var mıydı daha önce böyle
fikirleriniz?
-90’ların sonuydu, Antalya’da kamu görevlisi
olarak çalıştığım yıllar… Ekolojik yaşamla
ilgilenen bir grup arkadaştık. Birlikte bir
şeyler yapma isteğindeydik. Aramızdaki
“kırsala özlem” sohbetlerini ciddi, ilkeli
tartışmalara dönüştürmeye karar verdik;
Ekolojik yaşamdan her birimiz ne anlıyorduk,
böyle bir ortak yaşamı nasıl, nerede
kurulabilirdik, ilkelerimiz ne olmalıydı? Ononiki kişiyle başladığımız toplantılar çok
hararetli geçiyordu. “Ekokomün Çiftlik” olarak
adlandırdığımız projemiz için saatlerce kafa
yorduk, çok güzel ilkeler belirledik, ortaklık
koşullarını yazılı hale getirdik. Komünün
zamanla el değiştirmesini önlemek amacıyla
yaşama veda ettiğimizde ortak arazimizin
kanbağı mirasçılarımıza kalmaması için
gerekli tedbirleri bile düşünüyorduk. Sıra
projeyi gerçekleştirmek için somut adım
atmaya, arazi için para bulma ve zaman
ve emek harcamaya gelince, herkesin bir
bahanesi çıkmaya başladı; Maddi olarak
biraz daha şehirde çalışmaya ihtiyaçları
vardı, henüz ruhen hazır değiller, arada bir
gelebilirlerdi falan filan… Son toplantı bizim
evde olmuştu. Soğanlı bulgur pilavı, çoban
salata ve bisküvi-gül lokumu hazırlamış, espri
olsun diye yer sofralarına ortaya koymuştum.
En hararetlilerimizden biri “Ben böyle kabuğu
soyulmamış domates salatası yemem, pilavı
da ortadan yemem.” deyip kendine yeniden
salata yapmış ve tabağını da ayırmıştı.
O günden sonra “ekokomün çiftlik”
projesinde üç kişi kaldık. Sonuçlandıran ise
Mecit (eşim) ve ben olduk.
“TAMAM, İŞTE BURASI”
Çiftlik yeri için hedefimiz Çanakkale’ydi.
2002 ilkbaharında yöreyi köy köy dolaşıp
arazi aradık. Dümrek köyünde bir zeytinlik
bulduk. Güneye bakan, on iki dönüm
bir araziydi. “Tamam, işte burası.” dedik.
Birkaç ay sonra emekli oldum. Kızımız
Zeynep o arada ODTÜ’yü kazandı. Onu
Ankara’ya uğurlayacak, biz de zeytinliğe
ev yapacaktık. Bir sürü proje çizdik. Bütün
odalar güneye bakacaktı, geniş bir kileri
olacaktı, vb… Köyde evimizi yapana kadar
kalacağımız kiralık ev aradık, bulamadık.
Canımız sıkıldı, köyden de soğuduk.
Mayıs’ta gördüğümüz zamandaki gibi güzel
ÇEVRE
K
37
KIRSALDAKİ ODTÜ’LÜLER
KIRSALDAKİ ODTÜ’LÜLER
Yabancı bir köyde önce kendini
kabulettirmek, güven sağlamak
gerekiyor. Köylüler haklı olarak
yabancılara güven duymuyor,
onlar için “yabancı” sın! Bir
şehirli neden herkesin kaçmaya
çalıştığı bir köye yerleşir ki?!
değildi, çiçekler yok olmuş, otlar kurumuştu.
Elektrik ve su getirmek maliyetliydi…
Derken kendimizi Çanakkale’nin başka bir
köyünde, Nusratlı’da bir arkadaşımızın satın
alıp ancak ciddi onarım gerektirdiği için
yaptıramadığı bir taş evde bulduk. Evimizin
onarımını doğal mimariyi korumaya ve doğal
malzeme kullanmaya özen göstererek
Mecit’le birlikte esas olarak kendimiz yaptık.
Köy yaşamımız 2002 sonunda böylece
başlamış oldu.
çok güzel işler yaptık. O yıllarda da her
fırsatta doğaya, dağlara giderdim. Sade,
yalın, kendi kendine yetebilecek bir
yaşam özlemim vardı. Emekli olunca bir
köye yerleşmeliydim. Sonuçta amacımıza
ulaştık. Bu süreçte anne ve babamızla
da çekişmelerimiz oldu. Madem köye
yerleşecektik, neden kendi köyümüze
yerleşmiyorduk da Çanakkale’yi seçmiştik.
Haklılarmış aslında… Şimdiki aklım olsa
kendi köyümüze yerleşirdim.
ANKARA’NIN KİRLİ HAVASINDAN
ANTALYA’YA
Peki köy yaşamı zor gelmedi mi hiç,
büyük bir şehirden, büyük şehrin
olanaklarından sonra? Şehrin
alışkanlıkları da var üstelik..
Köy yaşamına alışkındım ben… Erbaa’nın
Zilhor Köyü’nde doğmuşum. Babamın da
doğduğu köy. Köy Enstitüsü mezunu olan
babam okulunu bitirince önce annemin
köyüne, sonra da kendi köyüne öğretmen
olarak atanmış. Gazi Eğitim Fakültesini
dışarıdan bitirip ortaokul öğretmeni
olunca da önce Niksar, sonra da Erbaa’da
öğretmenlik yaptı. Benim de ilkokul ve
ortaokul eğitimlerim bu kasabalarda geçti.
Annem ve babam köy kökenli olduğu için
tatillerimiz ve hafta sonlarımız köylerimizde
ve yaylalarımızda geçerdi.
“CASUS MU, TARİHİ ESER KAÇAKÇISI
MI?”
Epeyce bir zorluk yaşamış
olmalısınız… Nelerle karşılaşıyor
bilmediği bir köye yerleşen insan? Siz
nelerle karşılaştınız?
Yabancı bir köyde önce kendini kabul
ettirmek, güven sağlamak gerekiyor.
Köylüler haklı olarak yabancılara güven
duymuyor, onlar için “yabancı” sın! Bir
şehirli neden herkesin kaçmaya çalıştığı
bir köye yerleşir ki?! Ne çıkarı var?! Sırt
çantamla yürüyüş yapmaya çıktığımda
“çantasında ne var acaba, yoksa tarihi
eser kaçakçısı mı?” lafların bile dolandığını
duydum sonradan.
ÇEVRE
Liseyi İstanbul’da Robert Kolej’de burslu
okudum, sonra da Ankara-ODTÜ İnşaat
Mühendisliği. Bir süre Ankara’da mühendis
olarak çalıştıktan sonra Ankara’nın kirli
havasından Antalya’ya kaçtım. Antalya’nın
çok güzel yıllarıydı. ODTÜ mezunları
Derneği, Antalya Çağdaş Eğitim ve
Kültür Vakfı, Kent Konseyi Kadın Meclisi,
Toroslar Doğa Sporları Klübü gibi sivil
toplum örgütlerinde yoğun bir şekilde
çalıştım. Arkadaşlarımla birlikte Antalya’da
38
Bu arada ev, zeytinlik, ekoloji...?
Evimizin inşaatını tamamlayıp kendi evimize
taşınmamız bir buçuk sene sürdü. Bir yandan
da zeytinliğimizle ilgilenmeye başladık. İlk
zeytin toplama denememizde zeytinciliğin
pek de kolay olmadığını görünce yarıya
verelim dedik. Mesafe uzaktı, yakından
ilgilenemiyorduk. Ancak, bakımını bizim
yapmamıza karşın payımız her sene daha da
azalınca hasatı da kendimiz yapmaya karar
verdik. Hiç de az yağımız yokmuş! Ekolojiye
gelince… baştan beri hep organik üretim
yaptık. Ziraat mühendisi bir arkadaşımızın
önerilerini dinledik. Bir yandan da ekolojik
tarımla ilgili araştırma ve okumalar yapıyor,
öğrendiklerimizi uyguluyorduk. Ürün
miktarımız ihtiyacımızın üstüne çıkıp da
fazlasını satmaya karar verince kendimizi
kısa adı “DBB” olan Ankara Doğal Besin ve
Bilinçli Beslenme grubunun içinde bulduk.
2010’dan bu yana aracısız bir doğal ürün
ağı olan bu gıda topluluğunun içindeyiz.
Grubun kurucu ve kolaylaştırıcıları arasında
ODTÜ’lüler var. Katılımcı onay sistemi ile
yürüyen ve Türkiye’ye örnek olan, sistemin
dayattığı “organik sertifikası” gibi belgelerin
aranmadığı, beyan ve güvene dayalı bu
grup içinde kendimize çok iyi hissediyoruz.
Bu vesile ile bir sürü dostumuz oldu.
Karşılıklı çok şey öğrendik, öğreniyoruz.
Sebzemizi kendimiz yetiştiriyoruz. Fidelerimizi
de mümkün olduğunca kendimiz yerel
tohumlardan üretiyoruz. Evimizin bahçesi
geniş, meyva ağaçlarımız var. Ürettiklerimizi
ziyaretçilerimizle de paylaşıyoruz. Bazen
de fazlası ile reçel, turşu, konserve,
salça yapıyoruz. Köylülerle tohum ve fide
paylaşıyoruz. Atalık tohumları bulmaya,
yaşatmaya çalışıyoruz.
ODTÜ’LÜ OLUNUR DA BOŞ DURULUR
MU?
Köyle, köyün sorunlarıyla da yakından
ilgilendiğinizi biliyorum, bir köy
derneğiniz var, gerçekleştirdiğiniz
projeler var…
ODTÜ’lü olunur, köyde yaşanır da köyün
sorunlarına sahip çıkılmaz mı? Köyün
ekonomik ve sosyal yaşamına katkıda
bulunmak, doğal ve kültürel değerlerini
korumak amacıyla bir dernek kurmaya
karar verdik. Kararımızı Köyde yaşayan
öğretmen arkadaşımız, muhtar, imam ve
köyün ileri gelenleri ile paylaşıp olumlu
ışık alınca derneği kurduk. İlk genel
kurulumuzda erkeklerle kadınları aynı
mekânda toplamak gibi ciddi sıkıntılarla
karşılaştıysak da artık bir sürü sorunu
aştık ve çok iyi bir noktaya geldik. Nusratlı
Köyü Kültür, Turizm ve Dayanışma Derneği
olarak civar köylere model olacak bir sürü
güzel projeyi hayata geçirdik. Şimdi artık
köyümüzde 11 üretici kadının satış yaptığı
“Doğal Köy Ürünleri Satış Merkezi” var. 18
Mart Üniversitesi Ayvacık Meslek Yüksek
Okulu ve muhtarlığımızın desteklediği proje
kapsamında eski okulu tadil ettik, doğal
ürünler satış merkezini açtık, eğitim odası,
mutfak, kafeterya oluşturduk ve 25 kadına
ev pansiyonculuğu eğitimi verdik.
“ATIK YOK” PROJESİ
Şu anda “Atık Yok” başlıklı bir uluslar arası
projemiz yürüyor. Bu proje kapsamında
köyümüzden 41 kişi yurtdışına, İtalya,
Yunanistan, Romanya, İngiltere’ye
gitme şansı buldu. Köyümüzdeki eski
insanların, yaşlıların atık üretmeme, her
şeyi değerlendirme konusundaki bilgilerini
kayıt altına aldık, bu bilgileri çocuklar ve
gençlerle onların anlayacakları ortamlarda
paylaştık. Diğer ülkelerdeki benzer bilgilerle
de ortaklaştırarak bir e-kitapta toplayıp
çeşitli ortamlarda paylaşıma sunacağız.
Köyümüzde yürüyen kırsal kalkınma
projesi civar köylere örnek oldu. Bir sürü
köy gelip ziyaret edip bilgi alıyor. Bazı
köyler benzer modeller kurmaya başladı.
Şimdiye kadar tüm muhtarlarla uyum içinde
çalıştık, projelerimizde destek oldular,
maddi manevi katkıda bulundular. Dernek
olarak son etkinliğimizi 8 Mart Dünya
Kadınlar Günü’nde “Kazdağı Köyleri Kadın
Buluşması” başlığı altında gerçekleştirdik.
Komşu köyümüz Adatepe Derneği ve
Kazdağı Doğal ve Kültürel varlıkları koruma
derneği ile ortaklaşa düzenlediğimiz
etkinliğe civar köy ve kasabalardan en az
300 kadın katıldı. “Kazdağı Köyleri Kadın
Buluşması”nın teması, “Kırsal Kalkınma ve
Kadın” idi. Nusratlı Köyü kadınlarının üretim
ve satış modeli tanıtıldı.
AYLAKLIĞA ZAMAN YOK
Kadın hareketlerinden
Kazdağları’ndaki doğa talanına
ve altın madenciliğine karşı
mücadelelere kadar içinde yer
aldığınız bir çok mücadele var…
Biraz da bunlardan söz eder misiniz?
2007’de yakınımızdaki Bahçedere köyünde
altın madeni arama faaliyetinin sürdüğünü
öğrenince bölgedeki doğa korumacılarla bir
araya geldik ve Türkiye çapında ses getiren
ciddi bir mücadele yürüttük. Kazdağı Koruma
Girişimi Grubu olarak sürdürdüğümüz
mücadele dernekleşerek devam etti ve tüm
bölgedeki örgütler güçlerini birleştirerek
doğa koruma konusunda ciddi bir duyarlılık
yarattı. Bu mücadele sırasında da yeni
insanlarla tanıştık, onlarca dostumuz,
destekçimiz oldu. Son yıllarda bölgemize
yerleşen, ekolojik yaşam kurmaya çalışan
çoğunluğu genç olan bir kuşak var. Onlarla
bir araya geliyoruz, dayanışıyor, ortak iş
yapıyoruz. Bu gençlerin erken yaşta büyük
şehirlerden vazgeçip doğaya, doğal yaşama
sarılmaları çok güzel. Buğday Derneğinin
atalık tohumları koruma ve yaygınlaştırma
amaçlı “Tohum Ağı” projesi çalışmalarına
katıldık ve kısa adı ÇAYEK olan “Çanakkale
Ekolojik Yaşam İnsiyatifi” projesine de
destek verdik. Ankara DBB modeline benzer
bir aracısız, katılımcı onay sistemli gıda
topluluğu olan ÇAYEK’in üreticileri arasında
yer aldık. Nusratder’li kadın üreticilerinin de
bu ağ içerisine katılmalarını sağladık.
Günlerinizin çok yoğun, dolu dolu
geçtiği anlaşılıyor. Oysa insanların
genel kanısı köy hayatının sıkıcı
olduğudur…
Evet, gerçekten de, bizi yeni tanımaya
başlayanlar “köyde sıkılmıyor musunuz?”
diyorlar. Oysa günlük yaşamımız bütün bu
faaliyetlerin dışında da dopdolu. Hiç boş
zamanımız yok desem yanlış olmaz. Aylaklığa
zaman yok! Ziyaretçilerimiz de çok, sağ
olsunlar. Bahçemizde bir konuk evi yapıyoruz
şimdi. Üç ayrı aile gelip kalabilecek şekilde,
mutfağı falan da olacak. Kırsal yaşamı merak
edenler, denemek isteyenler gelip gönül
rahatlığı ile kalabilecekler. Bu kadar işin
içerisinde eğitimimize de devam ettik. Ben iki
yıllık Anadolu Üniversitesi “Tıbbi ve Aromatik
Bitkiler” Bölümünü bitirdim. Mecit de dört
yıllık “Türk Dili ve Edebiyatı” Bölümünü
bitirmek üzere. Ben yeni eğitimim sayesinde
doğal merhemler yapmaya başladım.
Aynısafa merhemi, sinirliot merhemi gibi.
Üretmek çok zevkli. Bu arada anneanne ve
dede de olduk.
ODTÜ’LÜ DAYANIŞMASI
90’lı yılların başından beri kadın hareketinin
içerisindeyim. Ekoloji hareketini de çok
önemsiyorum. Dünyayı kadınların ve
ekolojistlerin kurtaracağına inanıyorum
Kendimi kategorize etmem gerekirse,
“ekofeminist” olarak adlandırabilirim. Emek
ve demokrasi mücadelesine de elimden
geldiğince katılmaya çalışıyorum ancak bu
noktada gelinen bölünmüşlük canımı çok
sıkıyor. Bu arada söylemem gereken önemli
bir husus var: Hem kadın hareketi, hem
Nusratlı, hem de Kazdağı için verdiğimiz
mücadelede ODTÜ’lü arkadaşlarımın çok
büyük katkıları oldu. Ne zaman başım sıkışsa
yardım istesem maddi ve manevi destek
oldular. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Yaşasın ODTÜ’lü dayanışması!
Süheyla Doğan
ODTÜ- İnşaat 1980 mezunu
[email protected]
Nusratlı Köyü-Ayvacık, Çanakkale
39
FOTOĞRAF ÇALIŞMA GRUBU
FOTOĞRAF ÇALIŞMA GRUBU
u
b
u
r
G
a
m
ş
ı
l
a
f
Ç
a
f
r
a
ğ
r
o
ğ
t
Fo
Foto i devam
r
e
l
k
i
l
etkin
r
o
y
i
ed
DERNEK’TEN
ve
ştirdiğimiz
e gerçekle
d
n
ri
ye
i
n
ye
erneğimizin
aylarında d
rt
a
unlardı;
M
ş
iz
ve
m
t
a
inlikleri
tk
e
n
Ocak, Şub
le
ri
te
s
n
ğun ilgi gö
n Nurdoğa
oldukça yo
ini FÇG’de
s
ri
te
s
ö
g
f
nulu fotoğra
16 Gün” ko
e
’d
in
“Ç
ta
21 Ocak
kleştirdi.
Arkış gerçe
40
n
D’dan gele
rine KUFSA
ze
ü
raf
ğ
iz
to
m
ti
fo
ı iki
Dave
Mart akşam
7
2
,
n
la
s
rd
A
rile en
Yusuf
tı. Bu göste
p
ya
n
e
d
ir
b
i, hüznü
gösterisi
ki çaresizliğ
e
d
in
m
re
p
ilki Van de
nsıtan “Bir
biçimde ya
i
c
yi
ile
tk
e
eri ise Gezi
çok
Tutulur”, diğ
ı
s
a
Y
n
fı
ra
mbol
Fotoğ
n süreci, se
ya
la
ş
a
b
le
ek
direnişiy
“O Gün Ölm
n
ta
la
n
a
a
rl
ikinci
fotoğrafla
ner Kupası
ü
G
i
m
a
S
Yasak” idi.
e Yusuf
gösterilerd
u
b
,
n
e
ç
e
yazıları ve
turu g
aleminden
k
i
d
n
e
k
ın
raflar
Hoca’n
en az fotoğ
e
d
r
le
k
zi
ü
i.
seçtiği m
etkileyiciyd
landırıcı ve
u
yg
kşam
u
a
d
o
r
a
u
d
ka
ın olduğ
lım
tı
a
k
n
u
ğ
Oldukça yo
r tutuk.
aşlarımızı zo
zy
ö
g
iz
hepim
lper Baysal’ın
G’den A
izden birinin FÇ
im
iç
ne
yi
a
tt
13 Mar
nuşu vardı.
lama/tanıtım su
tekniğinin uygu
Go-Pro
a
m
ş
ı
l
a
Ç
lduğunu
una uygun o
h
ru
ın
n
a
m
biraz da za
fotoğraf
27 Şubatta
yları” konulu
la
O
zi
e
“G
z
ü
ekleştirdi.
düşündüğüm
i Kurun gerç
m
h
a
R
z
u
m
u
nuğ
gösterisini ko
u
b
u
r
G
a
m
ş
Çalı
41
EDEBİYAT KULÜBÜ
EDEBİYAT KULÜBÜ
(Asuman Büke)
Muriel Spark ve
Bayan Jean
Brodie’nin Baharı
Kabil Jose Saramago
M
P
uriel Spark 1918 yılında Edinburg’da
doğdu. James Gillespie’s High School
for Girls’de (1923 – 1935) burslu olarak
okudu, sonra ticaret okuluna gitti. Kısa bir
süre İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonra
büyük bir mağazada sekreter olarak çalıştı.
Eylül 1937 de kendinden 14 yaş büyük
Sidney Oswald Spark ile evlendi ve
öğretmen olan eşi ile Rhodesia’ya gitti.
Kısa sürede kocasının manik depresif
olduğu anlaşıldı. Spark hamile kaldığında
kocası büyük bir panik yaşadı ve çocuğu
aldırmasında israr etti. Spark bunu red etti
Temmuz 1938 de de oğlu Robin doğdu.
Kocasının kendine ve Spark’a yönelik şiddet
uygulamaları nedeniyle 1940 da kocası
ve oğlunu terk ederek Londra’ya döndü.
Spark adı ile önce şiir ve edebiyat eleştirileri
yazmaya başladı. Şiir camiasında herkesle
olan ters ilişkileri, sevgililerden ayrılması,
sosyal ilişkilerinin kötü olması etrafındakileri
olumsuz etkiledi işini kaybetti.
DERNEK’TEN
Daha sonra Katolikliğe geçişle birlikte
erkeklerle olan seks yaşamına son vererek
kadın ağırlıklı bir çevre edinmeye başladı.
Bu ise parçası olmak istediği “erkek ağırlıklı”
yayın dünyasının onu ciddiye almasında
sorunlar yaratıyordu
Atılım kitabı olan “The prime of miss Jean
Brodie” yi ailesinin Edinburg’daki dairesinde
1 ay gibi çok kısa bir sürede yazdı . 1961
de yayınlanan kitap çok başarılı oldu Spark
42
bu romanda zamanda sıçramalar ve hayali
konuşmaları geniş olarak kullanmış ve konu
ve tonlamada büyük özgünlük yakalamıştır.
Maddi durumunun düzelmesi ruh halini
değiştirdi istediği lüks yaşam tarzına
kavuşunca New York da yeni bir yaşama
başladı.
Halk “The prime of miss Jean Brodie”yi çok
beğense de bazı eleştirmenler beğenmedi.
Anthony Burgess ince ve ruhsuz buldu,
Bamber Gascoigne Karakterleri inandırıcı
bulmadı.1965 yılında “Mandelbaum gate”
romanını yazdı.
1968 de artist ve heykeltıraş ve kendisinden
15 yaş küçük Penelope Jardine ile
tanıştı. Spark giderek Jardine’ye bağımlı
olmaya başladı . Kendisi ve yakınlarının
reddetmesine rağmen lezbiyen ilişkilerinin
olduğu hep söylendi. Oğlunun mirastan
bir şey almamasından emin olmak için tüm
servetini yaşarken Jardine bıraktı
Prime of Miss Jean Brodie
“Roman, Birinci Dünya Savaşı sonrasında,
Edinburgh’ta bir kız okuluna geçiyor. Muriel
Spark kahramanlarını geleceğe yaptığı
(prolepsis) sıçramalarla uzun bir zaman
dilimine yayarak anlatıyor. Zamanda ileri–
geri sıçramalar yaparak, zaman ötesi bir
anlatı içinde hayatları algılamayı sağlayan
prolepsis tekniği, kitabı yazdığı yıllarda pek
bilinmezdi, daha sonra postmodern yazarları
tarafından geliştirilmiş ve kullanılmıştı.”
ortekiz’in en tanınmış yazarlarından
olan Jose Saramago (1922-2010),
1947 yılında ilk romanını yazmış; ilerleyen
yıllarda şiir, roman, deneme ve oyunları ile
tanınmış; çeşitli dergi ve yayınevlerinde
yayıncı ve edebiyat eleştirmeni olarak
çalışmıştır. Bir komünist olan Saramago,
Antonio Salazar’ın diktatörlüğüne karşı
mücadele etmiş ve edebiyatçı kimliğinin
yanısıra yazdığı siyasi makaleleri ile ön plana
çıkmıştır. Büyülü gerçekçilik akımının önemli
temsilcilerinden biri olarak kabul edilen
Saramago, 1991 yılında yazdığı “İsa’ya
Göre İncil” isimli eseri ile Portekiz’de Katolik
çevrelerde büyük tepki toplamış ve romanın
Katolik topluma hakaret içermekte olduğu
gerekçesiyle yazarın European Literary Prize
için adaylığı dönemin başbakanı tarafından
engellenmiştir. Çağımızın en önemli
edebiyatçıları arasında görülen Saramago,
1998 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü
almıştır.
Eserlerinde politik ve dini taşlamanın en
güzel örneklerini veren Saramago, büyülü
gerçekçiliğin en etkili silahlarından olan
fantastik unsurlardan yararlanmıştır. Öte
yandan Saramago, kaçış edebiyatı olarak
da adlandırılan fantastiğin gerçeklikle
bağını en iyi kuran ve gerçekliği hem
katlanılabilir, hem de anlaşılabilir kılan en
önemli yazarlardan biridir. Saramago’nun
yazım tekniği sıkça başvurduğu ironinin
yanısıra; virgüllerle bölümüş cümlelere
yaslanan, metni tırnak işaretleri ile kesintiye
uğratmadan akıcılığı sağlayan, okuyucu
ile sohbet havasındaki anlatım tarzıyla
dikkat çeker. Eserlerinde gerçekçi ve
gerçeküstü öğeleri bir arada kullanmanın
yanısıra metinlerarası göndermelere
de büyük ölçüde yer veren Saramago;
Kabil isimli romanında da, alegorik bir
yöntemle Tevrat’ta anlatılan hikayeleri
kinayeli bir dille yeniden ele almaktadır.
Tevrat’ta bulunan; Adem ile Havva, Habil
ile Kabil, İshak ve İbrahim, Babil Kulesi,
Sodom ve Gomora, Eyüp’ün Sabrı,
Nuh Tufanı gibi anlatıları, ironik bir dille,
alternatif bir kurmaca şeklinde aktaran
Saramago; savaş ve ekonomik çıkar
ilişkilerini dini söylenceler çerçevesinde
yeniden ele alarak derin bir sistem eleştirisi
yapmaktadır.
Roman boyunca sıklıkla araya girerek
ve okuyucuya doğrudan seslenerek, bir
yazar olarak varlığını sürekli hissettiren
Saramago; modern çağa ait teknik terim ve
kavramları sürekli olarak anlatının içerisinde
kullanmak yolu ile bir yabancılaştırma etkisi
yaratmakta ve okuyucuyu eleştirel bir gözle
düşünmeye, tartışmaya davet etmektedir.
Bu çerçevede; “aile içi emek”, “ücret”,
“patron”, “işçi”, “mülk”, “toplumsal sınıflar”,
“tanrısal diyalektik”, “işçi melekler birliği”
gibi ifadeleri alaycı bir tarzda kullanarak
insanlığı kapitalizmin hizmetindeki bir sürü
olarak tarif etmekte ve çağımızın en derin
meselelerini fantastik bir alternatif tarih
kurmacası ile yeniden ele almaktadır.
43
BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU
BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU
Geleceğe bir Köprü...
KÖPRÜ grubu üyeleri olarak “Geleceğe bir Köprü” kurmak için
20 Nisan’da biz de “Ağaç Dikme Şenliği”ndeydik.. O gün, o boş
kurak arazi 7’den 70’e herkesin bir arada olduğu tam bir şenlik
yeriydi adeta... Şimdi ise minik fidanların yeşertmeye başladığı
bir sevgi ormanı olmaya çoktan başlamış olmalı… Gelemeyenler
ve göremeyenler hiç üzülmesin, çünkü biz sizlerin yerine, sizin
çocuklarınızın, torunlarınızın ve hepimizin geleceği için onlarca fidan
diktik. Umarım yıllar sonra hepsinin büyüyüp ODTÜ’ye nefes verdiği
günleri de görürüz. Emeği geçen herkese teşekkür ederim.
Rukiye Duru BA-4
ODTÜ’ye gelmeden önce ismini hiç duymadığım bir topluluktu
KÖPRÜ. Gelip duyduğumda da benim için bu kadar önemli
olacağını hiç düşünmemiştim. Onlarsa hem enerjilerini hem
sıcacık arkadaşlıklarını gösterdiler bana. Daha ilk yılımda bir suru
güzel insanla tanışmamı sağladılar. Öğrencileri bir yana mezunları
da aynı yakınlığı gösterdi. Çok güzel etkinlikler yaptık. Ağaç Dikme
Senliğiyse belki de en sıcak, en birleştirici olanıydı şimdiye dek
olanların; hem birbirimizle hem de doğayla. Umarım birlikte çok
daha güzellerini yaşarız.
BHÇG-Köprü
Buluşması,Yemek
MART-NİSAN-MAYIS 2014 SEVDİKLERİNİZİN ANISINA
20 Nisan 2014 Ağaç Dikme Şenliği
öncesinde buluşan BHÇG ve Köprü Odtü
çarşı bölgesinde keyifli bir akşam yemeği
yedi, sohbet etti…
Sabriye Pamukçu PSY-Hazırlık
Van Giysi Yardımı
Doğa ile insanın arasında dünyanın oluşumundan bu yana
duygusal bir bağ vardır. Özellikle ağaçla insan ilişkisi sürekli
gündeme gelir ve duygusal bir bağ kurulmaya çalışılır. Son
yıllarda insanların doğaya verdiği zararlardan dolayı doğa yok
olmak üzeredir. Ben bir doğasever olarak yıllar sonra çocuğuma
gösterebileceğim ve gurur duyacağım bir projenin mimarları
arasında olmak istedim ve en büyük hayalim yıllar sonra
çocuklarımla birlikte ODTÜ ormanlarında yürüyüş yaparken,
çocuklarıma binlerce ağacın arasında seneler önce ODTÜ Köprü
topluluğuyla birlikte dikmiş olduğum küçücük bir fidanı, büyümüş
olarak görmek ve onlara bunun hikayesini anlatmak dünyanın
en mutlu anlarından biri olmalı bence. Çocuklarımıza yaşanabilir
bir dünya ve doğa bırakmak için herkesi duyarlı olmaya davet
ediyorum.
Bazıları sundukları güzellikler, faydalar için agaç dikerler bazıları
çocuğunun doğum anısına ya da doğadan aldıklarını geri vermek
adına yükümlülüklerini yerine getirmek için, insanlıkça sömürülmüş
doğaya çare olmak için sebebi her ne olursa olsun ağaç dikmek
vatanı yeşertmektir.
Cengiz Öztürkmen EE-3
Romio Alsaher PETE-0
It was an amazing feeling to be a person who helps to save the
environment. As KÖPRÜ group, we felt so proud of ourselves
with very fantastic cooperation between our group members to
plant a lot of trees. In fact, planting trees is the bridge that can
help us to save our life and save our earth.
DERNEK’TEN
Sevgili okuyucularımız, Kısaca hatırlatma yapmakta yarar gördük. Maraton kayıtları 1 Ocak 2014
ile 30 Eylül 2014 tarihleri arasında olup kayıtlar sadece http://www.istanbulmarathon.org/tr
adresindeki Maraton WEB sitesinden yapılabilmektedir. 42 ve 15 km için indirimli kayıt süresi 31
Temmuz, 10 km için 31 Ağustosta dolmakta, sonraki her ay kayıt ücreti artmaktadır. ODTÜ takımı
ile koşmak istiyorsanız lütfen kaydınızı yaptırdıktan sonra İsim , Soyisim, Cinsiyet, Göğüs Numarası,
Bölüm, Mezuniyet yılı , E-mail Adresi, Telefon Numarası, T-shirt bedeni bilgilerinizi Aşağıdaki
e-mail adresine bildirmenizi rica ediyoruz. [email protected] [email protected]
44
Bursiyerlerimizin düzenlemiş olduğu giysi
ve kırtasiye yardımı projelerinden Van,
Erciş Yoldere Köyü okulundaki miniklerin
projeye destek olanlara ilettikleri gönülden
teşekkürü sizlerle paylaşıyoruz…
İrem Gön IR-2
BU YILDA İSTANBUL MARATONU’NA KATILIYORUZ
MART-NİSAN-MAYIS 2014 - BURS VERENLER
Kütüphane Projesi
Kütüphane
kurmak üzere
bursiyerlerimizle
birlikte 16
Mayıs Cuma
günü yola
çıkıyoruz…
SEMİH ERBEK ANISINA BURSU
4,980.00
“RSY” ANISINA BURSU
2,000.00
F.NECLA KOLOĞLU ANISINA BURSU
1,500.00
AYDIN MERTDOĞAN ANISINA BURSU
1,000.00
CANAN GÜRMAN MURTHY ANISINA BURSU
500.00
SERTAÇ KENDİRCİ ANISINA BURSU
475.00
ALİ-FERİHA GÜLEN ANISINA BURSU
380.00
BÜLENT FİDAN ANISINA BURSU
360.00
ÖNER ESKİL ANISINA BURSU
250.00
SERDAR ÖZGERÇİN ANISINA BURSU
160.00
AYSEN ALTANLAR ANISINA BURSU
150.00
İLKER VE GÖKÇEN UTKUN ANISINA BURSU
150.00
YURTKAN KÖKÜÖZ ANISINA BURSU
135.00
ERTUĞRUL KARAKAYA ANISINA BURSU
130.00
VECDİ ÇELİK ANISINA BURSU
125.00
EMİNE-FEVZİ ORAY ANISINA BURSU
120.00
MART-NİSAN-MAYIS 2014 KURUMSAL BURSLAR
TUTAR/TL
GENEL ENERGY
1,860.00
TREK TURİZM (FİKRET GÜRBÜZ (ME’78)
1,000.00
KÖPRÜ(M) BURSU*
970.00
KONE ASANSÖR SANAYİİ VE TİCARET A.Ş.
920.00
EVRE GIDA LTD.ŞTİ.(BÜNYAMİN ÖZDALYAN FDE’87)
750.00
BEREKET ENERJİ ÜRETİM A.Ş.
740.00
TEKNOTHERM KİMYA VE MAKİNA SAN. LTD. ŞTİ.
540.00
ÖZEL DENİZATI İLKÖĞRETİM OKULU
500.00
ÖZGÜN ŞİRKETLER GRUBU
500.00
PROTEM ELEKTRONİK MAKİNA SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ.
500.00
TESTO ELEKTRONİK VE TEST ÖLÇÜM CİH. DIŞ TİC. LTD.ŞTİ. (SELMAN
ÖLMEZ EE’82)
500.00
FOTOĞRAF KULÜBÜ BURSU
480.00
DATA MARKET BİLGİ HİZMETLERİ LTD.ŞTİ.
(MURAT BOYLA)
300.00
ENSER ENDÜSTRİYEL SERVİSLER
250.00
FAS’76 SINIFI BURSU
185.00
MM’76 SINIFI BURSU
150.00
REMEKS LTD.ŞTİ.(REMZİ SOLAK CHE’85)
150.00
UFUK YAPI SAN VE TİC LTD. ŞTİ. (ÖMER DEMİRBİLEK ME’78)
150.00
FİNANSBANK TEFTİŞ KURULU ÇALIŞANLARI
120.00
SGS TASARIM TAAHHÜT İNŞAAT SANAYİİ TİC. LTD. ŞTİ.
100.00
45
BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU
BURS HAVUZU ÇALIŞMA GRUBU
CEMAL OĞUZ BEKAR (MAN’82)
150,00
CEMAL ERDOĞAN GÜNAY
100,00
SEMA TURGUT (MAN’89)
100,00
TUTAR/
TL
CENK ALTUN-ÖZGÜR TOKGÖZ ALTUN
(MAN’94-MAN’97)
150,00
CENGİZ ERDOĞAN (ECON-STAT’79)
100,00
SERAP TELCİ (FDE’86)
100,00
AKIN ÖNGÖR (MAN’67)
1.000,00
ÇAĞLA KURTULUŞ (MAN’69)
150,00
CÜNEYTHAN MERTDOĞAN (ECON’86)
100,00
SEVGİ GÜRBÜZ (IE’83)
100,00
FİGEN KORUN (ECON’68)
1.000,00
ELİF İZGİ TOPBAŞ (ARCH’93)
150,00
ÇAĞLAR SÜRÜCÜ (CE’95)
100,00
SEYHUN ŞİRİN (GEOE’79)
100,00
SELMA YURTSEVER (IE’81)
1.000,00
ERCÜMENT YILDIZ (PHYS’83)
150,00
ÇETİN DOĞAN (ME’92)
100,00
TAMER SOYULMAZ (ME’89)
100,00
DEMET ÖZDEMİR ÖZ (MAN’91)
100,00
TEVFİK CEM BAYKARA (EE’90)
100,00
DEVRİM ÇANKAYA (ME’93)
100,00
TUFAN TUNÇYÜZ (ME’74)
100,00
DİLNİŞİN BAYEL (MAN’96)
100,00
VEYSEL BATMAZ (ADM’79)
100,00
EGEMEN LERZAN ÖRMECİ (IE’90)
100,00
YAVUZ BAYRAKTAROĞLU (METE’76)
100,00
ELİF GÜRSEL USLUER (MAN’00)
100,00
YEŞİM KANGAL (ENVE’86)
100,00
ERSOY KAYA (IE’97)
100,00
ZELİHA İLKE SELVİ (CENG’85)
100,00
ESRA BASKIN
100,00
ZEYNEP ASALI (MAN’04)
100,00
ETEM CEM UÇAR (EE’97)
100,00
ZİYA DOMANİÇ (MAN’78)
100,00
FADEN MÜGE MERSİN (CE’06)
100,00
FATMA ŞEBNEM ABAYOĞLU (EE’79)
100,00
FERYAL BEKDİK (CE’79)
100,00
FEYZULLAH ARDA (CHE’72)
100,00
İSMAİL ÖZERDİNÇ (EE’72)
500,00
FÜSUN ERİŞ (MATH’94)
100,00
ONUR GÜNGÖR (IE’03)
500,00
GÜLİS KORAL (ECON’01)
100,00
MEHMET SELMAN BENKER (EE’70)
300,00
GÜLTEKİN GÜNAL (MATH’79)
100,00
CEM SARVAN (MINE’89)
200,00
GÜLYÜZ YOLGA (ADM’76)
100,00
ÖZLEM KUCUR (CRP’92)
200,00
GÜNGÖR TUNA (ADM’79)
100,00
CİHAN ÜRTİŞ (MAN’99)
150,00
H. SİNAN TEREK (IE’80)
100,00
MELİKE HEMMAMİ
HAKAN ÖZİŞ (ECON’91)
100,00
HALİM BULUTOĞLU (MATH’79)
100,00
HAMİT AYDOĞAN (ADM’80)
100,00
HASAN KILIÇ (MAN’88)
100,00
AYDIN SALUR (GEOE’92)
HİLKAT ERKALFA (CHE’70)
100,00
ECE DÖKER (CHE’98)
HÜLYA ARAS-FUAT OBUROĞLU (ENVE’90-ARCH’78)
100,00
GİZEM ATEŞ (PSY’09)
İ.ENGİN ÖZGÜL (MAN’83)
100,00
MURAT SANCAR (ECON’90)
İBRAHİM ŞENYAY (CHE’70)
100,00
NURAY KUYUBAŞI
İPEK ARCAN (MAN’94)
100,00
İSMİNİ AÇIKLAMAK İSTEMEYEN (MAN’80)
100,00
TESTO ELEKTRONİK VE TEST ÖLÇÜM CİH. DIŞ TİC.
LTD.ŞTİ. (SELMAN ÖLMEZ EE’82)
KURTULUŞ BERKAY GEZEN (EE’95)
100,00
LAMİ YAĞCILARLIOĞLU (MAN’74)
100,00
MEHMET KOCASAKAL (CHEM’78)
100,00
MEHMET ÖZDEŞLİK (EE’78)
100,00
MELİH KIRLIDOĞ (CE’83)
100,00
DERNEK’TEN
MART-NİSAN-MAYIS 2014 BİREYSEL BURSLAR
46
OSMAN CENGİZ BİRGİLİ (CE’78)
750,00
ERSİN ÖZİNCE (MAN’75)
150,00
TUNCAY ÖZYÜREK (ADM’68)
750,00
ERTAN MESTCİ (ARCH’63)
150,00
MEHMET-MUTENA SEZGİN (MAN’84)
700,00
HALUK ERBEN (CHE’76)
150,00
TURGUT ONUR (ECON-STAT’79)
700,00
HALUK NACİ TUĞCU (METE’90)
150,00
ABDULLAH AYDIN (ME’69)
500,00
HÜLYA SİREL
150,00
F.MİNE-DENİZ ÖZGENTAŞ (MAN’82)
500,00
MEHMET MURAT ÖZKARAKAŞ (METE’79)
150,00
İSMAİL IŞIK (CE’76)
500,00
MEHMET UMUR COŞKUN (IE’74)
150,00
ALİ ARİF ERİÇ (ME’82)
400,00
MEHMET YENER (MAN’67)
150,00
ARSLAN SALMAN (EE’68)
330,00
MERAL ÇİMENBİÇER
150,00
BÜLENT OLTU (CE’73)
300,00
METE HAKAN GÜNER (MAN’95)
150,00
İRFAN ÇETİN (MAN’00)
300,00
NESRİN-EROL TUNÇMAN (CHE’79)
150,00
NURAN-İSA ÜLKER (CHED’91-ECON’83)
300,00
NURDAN TARTANOĞLU (ARCH’79)
150,00
NUR-SERHAT KURAK (CENG’87-ME’87)
300,00
OSMAN ERK (MAN’74)
150,00
FERİDE DEMİRTAŞ (ECON-STAT’79)
280,00
ÖMER VARGI (PHYS’76)
150,00
OSMAN ARI (ME’85)
270,00
ÖZEN ALTIPARMAK (MAN’76)
150,00
SEÇKİN NUZUMLALI (ME’78)
270,00
PINAR İLKİ (ARCH’93)
150,00
TAYFUR CİNEMRE (ME’78)
270,00
SERPİL-ARIL SEREN (ECON-STAT’64)
150,00
İRFAN ÇELİMLİ (ME’80)
250,00
TÜRKÜ KARAN (MAN’91)
150,00
MEHMET ALİ ACARTÜRK (MAN’78)
250,00
VELDA SAVAŞ GÜNDOĞAR (ADM’92)
150,00
NECMETTİN ATEŞ (EE’87)
250,00
YUSUF BORA IŞIK (ME’74)
150,00
NURAY AYAROĞLU (ECON’84)
250,00
AHMET GÖKHAN KORALTAN
135,00
TOLGA EGEMEN (ME’92)
250,00
EMİNE BURÇİN ALTINSAY ÖZGÜNER
135,00
ÜSTÜN SANVER (MAN’72)
250,00
FATMA MEHTAP MERTDOĞAN (MATH’89)
135,00
YUSUF KÖSE (ECON-STAT’79)
250,00
NEZİH GEÇERGİL
135,00
ZEYNEP-BÜLENT FIRAT (MAN’97-MAN’97)
250,00
NİLÜFER AĞIRDIR (MAN’79)
135,00
SAVAŞ DERİNGÖL (MAN’76)
240,00
SEMRA CENGİZ (PHYS’95)
135,00
M.ALİ ACAR (MAN’78)
225,00
ALEV KAHRAMAN (MAN’94)
130,00
ALPARSLAN TANSUĞ (MAN’75)
200,00
UĞUR AYKEN (ME’76)
130,00
BETÜL YÜCEL (PSY’06)
200,00
SERKAN TAPO (BA’04)
125,00
CEM SARVAN (MINE’89)
200,00
GÜNHAN ÖZOĞUZ (CHE’75)
120,00
DENİZ FEVZİYE KUTLUSOY (ECON’84)
200,00
H. SEÇİL SIRGÜVEN
120,00
FEVZİ TURKAY OKTAY (EE’88)
200,00
NURAY-HAKAN AKMERİÇ (CENG’82)
120,00
GÖKHAN GÜNVER (FDE’95)
200,00
SELÇUK ÖZDİL (ME’78)
120,00
KAYA ÖZGÜL (MAN’80)
200,00
MELİS TOSUN ARSLAN (EE’00)
100,00
AHMET LÜTFÜ BİLGEN (IE’80)
100,00
MEHMET MÜRŞİT ÇELİKKOL (ME’79)
200,00
MURAT DARYAL (CHEM’78)
100,00
AKIN TELATAR (MAN’90)
100,00
MELİH KARAKAŞ (CHE’72)
200,00
MURAT SANCAR (ECON’90)
100,00
ALPER BAYSAL (ENVE’93)
100,00
NAFİS YURDAL YALMAN (MAN’87)
200,00
MUSTAFA GÜÇLÜ GÖZAYDIN (ECON’96)
100,00
AYSUN ARIBAŞ ŞİŞMAN (IE’80)
100,00
OSMAN SARI (CE’70)
200,00
MUZAFFER HACIBEKİROĞLU
100,00
AYSUN MERCAN (MAN’82)
100,00
ÖZKUL KORAY (MAN’69)
200,00
NERMİN FENMEN
100,00
AYŞE AKDAŞ (MAN’93)
100,00
RUŞEN ÇETİN (EE’81)
200,00
NURAY KUYUBAŞI
100,00
AYŞE GÜLİN GÜNAL (PHIL’99)
100,00
SEÇİL ÇELİK
200,00
NURSEN TÜZÜN (MAN’86)
100,00
BAHAR AKAY (CHE’69)
100,00
ZEYNEP-ERCÜMENT GÜMRÜK (CP’81-ARCH’72)
200,00
OĞUZ ÖZDEMİR (MAN’74)
100,00
BANU BÖREKÇİ (MAN’74)
100,00
FERİDE LEYLA SERDAROĞLU
160,00
SAİME ÖZBAY (ECON’73)
100,00
BEHZAT YILDIRIMER (MAN’79)
100,00
BERK VURAL (ME’65)
150,00
SEDEF DURU ÖZKAZANÇ (MAN’91)
100,00
CAFER FINDIKOĞLU (MAN’74)
100,00
BİRİM-CEM KARAKAŞ (MAN’97)
150,00
SELDA ARKAN (CHEM’80)
100,00
CANAN-ÇAĞATAY PİŞKİN (ECON’94)
100,00
MART-NİSAN-MAYIS 2014 TEK SEFERLİK BURSLAR
TUTAR/TL
40,00
MART-NİSAN-MAYIS 2014 ARTIRIM
VELDA SAVAŞ GÜNDOĞAR (ADM’92)
MART-NİSAN-MAYIS 2014 YENİ KATILIM
İRFAN ÇELİMLİ (ME’80)
İRFAN ÇETİN (MAN’00)
NESRİN İLKER PEKER (MATH’91)
MART-NİSAN-MAYIS 2014 ADINA BURSLAR
TUTAR/TL
GÜLTEKİN KARAŞİN SCIENCE ACHIEVEMENT AWARD
300,00
*KÖPRÜ: Bursiyerlerimizin oluşturduğu grubun adı, KÖPRÜ(M):
Mezun bursiyerlerimizin
oluşturduğu grubun adı.
47
ARKA KAPAK İÇİ İLAN
ALARKO
BEKLENİYOR

Benzer belgeler