Tabiat ve İnsan 2013 Mart - Türkiye Tabiatını Koruma Derneği

Transkript

Tabiat ve İnsan 2013 Mart - Türkiye Tabiatını Koruma Derneği
Mart 2013 • Yıl: 47 • ISSN: 1302-1001
SUDAN UCUZ DEĞİL…
S
u kaynaklarımızın ve suyun; geleceği, gelecek
kuşakları düşünmeden kullanılması, günümüzde artık su; ata sözünde olduğu gibi sudan
ucuz değil. Yakın gelecekte, bu günün “soğuk
su savaşlarının “ sıcak savaşlara dönüşebileceği
bildirilmektedir. Neden “su” dan sebeplerden”...
Su’dan ucuz...
Su; hayattır, yerine başka hiçbir şey konulamaz...
Su kaynakları hızla kirleniyor. Aşırı nüfus artışı, sanayileşme, sera gazlarındaki artış, küresel ısınma
ve diğerleri... Doğada insanların dışındaki canlı
türleri azalıyor ve bunların sorumlusu; birlikte
yaşadığımız kedi, köpek, gül, solucan, kurbağa,
inek, koyun, balık, tavuk, ayı, kuş, börtü, böcek,
ot değil...
Çok para kazanmak için insanların yaptıkları faaliyetler. Daha çok para kazanalım diye, göllerin doğal balıkları dişli balıklarla yok edilmedi mi? Nerede o eski balıklar, duvarlarda, fotoğraflarda, balık
müzelerinde. Göllerin kirliliğinin temel nedeni
daha çok para kazanalım diye tarım alanlarında
kullanılan yapay gübre ve tarım ilaçları değil mi?
Daha çok para kazanalım diye sanayi ve evsel
atıklarımızı arıtmadan derelerimize göllerimize
boşaltmadık mı? Tükettikçe artan enerji açığımızı
gidermek için ekosistemin değerini gözetmeksizin derelerimizi barajlarla doldurmadık mı?
Su artık, yaşamsal bir ihtiyaçtan ziyade insanı potansiyel ve zorunlu müşteriler haline getirirken,
suyu da “etinden sütünden faydalanabilir, para
kazanılabilir” hale dönüştüren ne? Kim? İnsan
suyu kendi yararına doğal olmaktan çıkararak,
önce onu kirletmiş, daha sonra da bu kirliliğinden kendisine yeni bir alan yaratmıştır. Su artık
satılabilir ve temizlenmesi gereken bir maddeye
dönüştürülmüştür. İçme suyunun plastik şişelerin içine girmesi daha çok yeni. 1990 yılında
büyük şehirlerde, 2000 yılında her yerde en çok
satılan şişe suyu oldu. İçme suyu kaynağı Eğirdir
Gölü temiz de, neden çeşme suyunu içemiyor insanlar...
Canlılardan, tekstile, elektroniğe, tarıma dayalı
sanayiye ve diğerlerine de çok su gerekli;
Bir tişört için gerekli 250 gram pamuk üretimi 25
metreküp su istiyor.
Bir kilo buğday üretmek için ortalama 750 litre su
gerekiyor.
Bir kilo et için de 10 bin litre su tüketiliyor.
İnsan vücudunun %70›i, ineği, koyunun, balığın
%65-75, elmanın %85›i, domatesin %95›i, ıspanağın %91›i, sütün % 80-90›nı su. Suyun ne kadar
temizse, yediklerin içtiklerin o kadar temiz, sağlığında o kadar sağlıklı.
Su hakkı, hukuki metin ve yorumlarda, öncelikle
“temel bir insan hakkı” olan “yaşam hakkı” kapsamında ele alınmaktadır. Şüphesiz bu yaklaşım
doğrudur, çünkü yaşam için her durumda gereksinim duyulan kaynakların başında su gelmektedir.
22 Mart Dünya Su Günü’nde insanlar gelecek nesilleri ve diğer canlıları düşünerek, suyu dikkatli
kullandığında bolluğun bereketin, suyu iyi kullanmadığında; kıtlığın felaketin geleceği unutulmamalıdır.
Su için dayanışma içinde bir yıl diler, Uluslararası
Su Dayanışma Yılınızı kutlarım.
Yrd.Doç.Dr. Erol KESİCİ
TTKD Bilim Kurulu Üyesi
1
TÜRKİYE TABİATINI
KORUMA DERNEĞİ
TURKISH ASSOCIATION FOR THE
CONSERVATION OF NATURE
TABİAT
VE İNSAN
IUCN
NATURE AND MAN
Sahibi / Owner
TTKD adına Genel Başkan
Yunus ENSARİ
The World
Conservation
Union
TTKD
Dünya Koruma
Birliği (IUCN)’nin
Üyesidir
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Serap KANTARLI
Yayın Kurulu / Editorial Board
Dr. Ülkü MERTER
Ali Rıza KOÇ
Av. Tuncay AKI
Hakan ÇELİK
Alev TAŞKIN
Onur KALE
BAŞYAZI
SUDAN UCUZ DEĞİL…....................................................................................................1
Yrd.Doç.Dr. Erol KESİCİ
Yayın: Yerel
Bilim Kurulu / Scientific Board
Prof. Dr. İrfan ALBAYRAK
Prof. Dr. Mustafa AYDOĞDU
Prof. Dr. Seyit AYDIN
Prof. Dr. Yusuf AYVAZ
Prof. Dr. Murat BARLAS
Prof. Dr. Banur BOYNUKARA
Prof. Dr. Ali ERDOĞAN
Prof. Dr. Sümer GÜLEZ
Prof. Dr. Emrullah GÜNEY
Prof. Dr. Saime ÜNVER İKİNCİKARAKAYA
Prof. Dr. Mustafa KURU
Prof. Dr. Latif KURT
Prof. Dr. Ali ÖZPINAR
Prof. Dr. Kenan PEKER
Prof. Dr. Levent TURAN
Prof. Dr. Tanay Sıdkı UYAR
Prof. Dr. Hakan YARDIMCI
Prof. Dr. Sedat YERLİ
Doç. Dr. Tamer ALBAYRAK
Doç. Dr. Adnan ALDEMİR
Doç. Dr. Güner SÜMER
Doç. Dr. Hakan SERT
Doç. Dr. Atilla YILDIZ
Yrd. Doç. Dr. Gül GÜNEŞ
Yrd. Doç. Dr. Ertuğrul GÜREŞCİ
Yrd. Doç. Dr. Erol KESİCİ
Yrd. Doç. Dr. A.Selçuk ÖZEN
Yrd. Doç. Dr. Lütfi NAZİK
Yrd. Doç. Dr. Kayhan MENEMENCİOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Fatih MÜDERRİSOĞLU
Yrd. Doç. Dr. Nahit PAMUKOĞLU
Yrd. Doç. Dr. M. Ali TABUR
Dr. Mehmet KARAKAŞ
Öğ. Elem. Uzman Aysu BESLER
Ön Kapak Fotoğrafı :
Yazılı Kanyon, Eğirdir
Yrd.Doç.Dr. Erol KESİCİ
Adres: 2. Menekşe Sk. 29/4
Kızılay 06440 ANKARA
Tel: (0.312) 425 19 44 - 419 09 91
Fax: (0.312) 417 95 52
E-posta: [email protected]
www.ttkder.org.tr
Türkİye’dekİ Meyve Yarasası (Rousettus aegyptiacus)’NIN Dİyetİ....................3
Prof.Dr. İrfan ALBAYRAK
Çanakkale Boğazı’nda (Türkiye) Yakalanan Berber Balığı,
Anthias anthias (Linnaeus, 1758), Üzerine.................................................................9
Dr. Özgür CENGİZ
Yrd.Doç.Dr. Alkan ÖZTEKİN
Can Ali KUMOVA
ENDEMİK ABANT ALASI................................................................................................13
Dr. Mehmet KARAKAŞ
DNA’LARDAN EKOSİSTEMLERE BİYOÇEŞİTLİLİK:
SUNDUĞU HİZMETLER ve FIRSATLAR ..........................................................................19
Prof. Dr. Kani IŞIK
GIDALARDA NANOTEKNOLOJİ UYGULAMALARINA FARKLI BİR BAKIŞ..................31
Süleyman GÖKMEN
Hasan YETİM
TÜRKİYE’NİN CANLARI’NDAN BİRİSİ DAHA KURTULMA YOLUNDA…
HATAY DAĞ CEYLANLARI...............................................................................................37
Doç.Dr. Yaşar ERGÜN
Abdullah ÖĞÜNÇ
DERNEĞİMİZİN GİRİŞİMİYLE İÇ ANADOLU BÖLGESİ STK’LARI ÇEVRE SORUNLARI
İÇİN EYLEM PLANI HAZIRLAMAK AMACIYLA KAYSERİ’DE BULUŞTU .....................45
Dergimiz Geri Dönüşümlü Kağıda Basılmaktadır.
Sümeyye SARAL
Yazıların tüm teknik ve hukuki sorumluluğu yazarlarına
aittir. İleri sürülen fikir ve iddialar derneğin görüşünü
yansıtmayabilir. Dergiye gönderilen yazılar yayınlansın
veya yayınlanmasın iade edilemez. Yazar ve kaynak
belirtilerek bu dergiden alıntı yapılabilir.
Hoşdere Caddesi 200/8 Çankaya / ANKARA Tel: 0 312 439 55 95 • Fax: 0 312 440 04 84
www.arkgrup.com
Grafik Tasarım: Erdinç YALÇINKAYA
Basım Tarihi: 30.03.2013
Yapım: ARK GRUP
Tabiat ve İnsan
Türkiye’deki Meyve Yarasası
(Rousettus aegyptiacus)’nın Diyeti
Diet of Fruit Bat (Rousettus aegyptiacus) in Turkey
Prof.Dr. İrfan ALBAYRAK
Kırıkkale Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Yahşihan, 71451,
Kırıkkale
3
Tabiat ve İnsan
ÖZET
ABSTRACT
Dünyadaki 1116 yarasa türünün %20’si meyve
All over the world, twenty percent of 1116 bat
species are frugivorous bats which feed on fruits.
These bats are zoochory animals, and they act as
a seed planter because seeds are left out falling
after the fruit being eaten by them. Rousettus
aegyptiacus which distributes from Hatay to
Muğla provinces along with the Mediterrane
an Region is the only fruit bat in Turkey. This
study was based on some bioecological
investigations on the Aegyptianf ruit bat,
Rousettus aegyptiacus. Feeding behaviour of this
species on fruits, protects the healty fruits from
microorganisms because they feed on fruits
which are in such a period of life cycle followed
by maturation. Some wild and cultivated plants
in the food diets of fruit bat were also recorded.
Inaddition, feding behavior of this species was
studied in natural and laboratory conditions.
This species is entitled in the category of
endangereds pecies as a result of destruction
of habitat rapidly. Rousettus aegyptiacus now
survives in the destructed habitats and needs
environmental support.
ile beslenen frugivorous yarasalardır. Bu yarasalar zookori hayvanlar olup yedikleri meyvelerin çekirdeklerini toprağa bırakırlar. Hatay’dan
Muğla’ya kadar uzanan Akdeniz şeridinde yayılış gösteren Rosettus aegyptiacus, Türkiye’de
yaşayan yegane meyve yarasasıdır. Bu araştırma
1977 ila 2010 yıllarında Mısır meyve yarasası,
Rousettus aegyptiacus üzerinde yapılan bazı
biyoekolojik araştırmalara dayanmaktadır. Bu
türün olgunlaşma dönemini tamamlamış meyvelerle beslenmesi mikroorganizmaların sağlıklı
meyvelere bulaşmasını önlemektedir. Meyve
yarasasının besin diyetinde tespit edilen bazı
yabani ve kültür bitkileri kaydedilmiştir. Ayrıca
doğal şartlarda ve laboratuar ortamında türün
beslenme davranışı incelenmiştir. Yaşam ortamlarının hızla tahrip edilmesi sonucu bu tür “nesli
tehlike altındaki türler” kategorisinde yer almaktadır. Bugün daralmış habitatlarda varlığını sürdürmekte olan Rousettus aegyptiacus çevrenin
desteğine muhtaçtır.
Anahtar kelimeler: Rousettus aegyptiacus, diyet, biyoekoloji, zookori, Türkiye
GİRİŞ
D
ünya yarasaları Chiroptera takımı içinde Megachiroptera ve Microchiroptera alttakımlarını
temsil eden 1116 türe sahiptir. Yarasalar gerçek uçuş
özelliğine sahip olup yüksek frekanslı sesle yer ve
yön tayini yaparlar. Yarasaların büyük çoğunluğu böcek ve meyve ile beslenmektedir. Ayrıca nektarla ve
bazı küçük hayvanlarla beslenen yarasalar vardır. En
ilginç olanları kanla beslenen yarasalardır (Nowak ve
Paradiso, 1983). Yarasalar pire, kene ve yarasa sineği
gibi bazı hayvan ektoparazitleri taşıdığından tifo, tifüs ve tülerami gibi hastalıkların insanlara bulaşmasına sebep olabilirler (Corbet ve Southern, 1977).
4
Keywords: Rousettus aegyptiacus,
biyoekoloji, zoochory, Turkey
diet,
Meyve yarasaları yedikleri meyvelerin çekirdeği
uçarken veya tüneklerinden toprağa bırakırlar. Böylece adeta tohum ekici çiftçi gibi bitkilerin toprakta
filizlenmesini sağlayıp yayılış alanlarının genişlemesine hizmet ederler. Dünyada 30 bitki türünün yayılışı sadece meyve yiyen yarasalar tarafından gerçekleşmektedir (Nowak and Paradiso, 1983).
Meyve yarasaları iki çeşit meyveyi tercih etmektedir. Birincisi incir gibi küçük tohumlu meyvelerdir
ve bunlar sindirim sisteminden geçtikten sonra çekirdekler dışkı ile atılmaktadır. İkincisi ise yeni dünya gibi büyük tohumlulardır ve bunlar yendikten
sonra çekirdek ağızdan dışarı bırakılmaktadır (Morrison,1978; Fleming ve Heithaus, 1978; Charles-Dominique, 1986) .
Tabiat ve İnsan
Mısır meyve yarasası Rousettus aegyptiacus’un keçi boynuzu (Ceratonia siliqua), yeni dünya (Eriobotrya japonica), incir (Ficus carica), dut (Morus nigra) ve kocayemiş (Arbutus androchne)’in çimlenmesinde önemli role sahip
olduğu kaydedilmiştir (Izhaki ve ark., 1995). Bu türün Israil’de monoöstrik değil poliöstrik olduğu ifade edilmekte olup ilkbahar ve yaz sonunda olmak üzere yılda iki defa yavru doğurduğu kaydedilmektedir (Makin, 1990).
Bu araştırmanın amacı Türkiye’deki Mısır meyve yarasası Rousettus aegyptiacus’un doğal hayat ve laboratuar
koşullarındaki beslenme biyolojisi ile ilgili besin tercihini tespit etmektir.
MATERYAL ve METOT
Bu araştırma 1977 ila 2010 yılları arasında Türkiye’nin Akdeniz Bölgesindeki Mısır meyve yarasası Rousettus aegyptiacus’un besin diyetinin tespitine dayanmaktadır. Araştırma Hatay’dan Muğla’ya kadar olan Akdeniz şeridinde yapılmıştır (Şekil 1).
Şekil 1. Rousettus aegyptiacus’un Türkiye’deki yayılışı
Besin tercihini araştırmak için laboratuara getirilen
beş hayvan, yarasa evinde beslenmiş ve bir yıllık kayıtlar değerlendirilmiştir. Meyve yarasasının doğal
yaşamdaki yediği bazı meyveler kaydedilmiş ve türün yıllık beslenme döngüsü hazırlanmıştır.
BULGULAR
Türkiye’de Megachiroptera alttakımı sadece Rousettus aegyptiacus (E.Geoffroy, 1810) türü ile temsil edilmektedir.
Arazi çalışmaları: Meyve yarasası bazı mağaralar
ile şehir içinde boş ve kullanılmayan büyük fabrika
binalarında yaşamaktadır. Bu hayvanlar büyük kauçuk ağaçı (Ficus elastica) gibi bazı yabani meyveleri
yemektedir. Yaz aylarında baraj savaklarında tünekledikleri tespit edilmiştir. Nehir kenarındaki atık su
boşaltma dehlizlerinde veya tabakhane binasında
tüneyen yarasalar akşam karanlığı ile birlikte şehir
içindeki zamzalak veya ayı fındığı (Styrax officinalis)
ile beslenmektedir. Bu yarasaların büyük mağaralarda koloniler halinde yaşadıkları tespit edilmiştir.
Bu türün limon, mandalina ve çilek yetiştirilen bazı
5
Tabiat ve İnsan
yerlerde herhangi bir problem yaratmadığı, ancak
eskisi gibi meyve yarasalarının bu bölgelerde görülmediği ifade edilmektedir. Genel olarak narenciye,
zamzalak, zeytin, yeni dünya, Trabzon hurması ve
Bağdat hurması meyve yarasasının besinini oluşturmaktadır. Bu hayvanlarla yapılan mücadele meyve
yarasası populasyonlarını zayıflatmış ve dağıtmıştır.
Doğal mağaraları tahrip edilen yarasalar şehirlerdeki
boş binalara girmek zorunda bırakılmıştır. Yarasaların
meyvelerin olgunluk dönemlerini takip ederek kısa
mesafeli göçlerle yer değiştirdikleri ve ilkbahardan
kışa kadar değişik meyveler için aynı bölgeye iki defa
geldikleri tespit edilmiştir (Şekil 2).
Meyve yarasasının sürü halinde nisan ve mayıs aylarında yenidünya, eylül ve ekim aylarında da Bağdat
hurması için aynı bölgeyi ziyaret ettiği saptanmıştır.
Bazen bu meyvelerin gündüz vakti de yarasalar tarafından yendiğine işaret edilmektedir. Hatay’da bir
mağara yakınındaki incir, üzüm, nar, hurma ve elma
ağaçlarının meyve yarasaları tarafından ziyaret edildiği belirlenmiştir.
Laboratuvar çalışmaları: İlk olarak 30 Eylül 2001 tarihinde laboratuvara getirilen biri dişi biri erkek iki
meyve yarasası özel yapılmış kafeste beslenmiştir.
Bu hayvanlar sırasıyla elma, üzüm, Trabzon hurması,
armut ve eriği tercih etmiş fakat mandalinayı yememiştir (Şekil 3).
Şekil 2. Yarasaların meyvelerin olgunlaşma zamanına bağlı olarak yaptıkları mevsimsel mağara ziyaretleri (A: Yenidünya, B: İran
Leylağı, C: Trabzon hurması, D: Bağdat hurması, E: Yarasaların
nisan ve mayıs aylarında ve F: eylül ve ekim aylarında tünedikleri
mağaralar. Mavi çizgiler nisan ve mayıs aylarında, kırmızı çizgiler ise eylül ve ekim aylarında gelen yarasaların güzergahları)
Mağaralarda meyve yarasası dışkılarına ve yenen
zamzalak meyvesi çekirdeklerine rastlanmıştır. Bu
yarasaların nisan ve mayıs aylarında yeni dünya
ve zamzalak meyvelerini salkım halinde kopararak
mağaraya taşıdıkları tespit edilmiştir. Eylül ve ekim
aylarında da yarasaların bu bölgeye tekrar Trabzon
hurması ve Bağdat hurması için geldiği görülmüştür.
Yarasaların bazen elma, incir ve zeytin yemek için bu
ağaçlara geldikleri gözlenmiştir. Ovalık alanlarda dut,
kiraz, erik ve üzümün bu yarasalar tarafından yendiği ifade edilmektedir. Bu meyvelerden ilkbaharda
olgunlaşmaya başlayan zamzalak kışı da geçirecek
şekilde bir yıl boyunca ağaçta kalmakta ve kış uykusuna yatmayan ve göç etmeyen bu yarasaların temel
besini arasında yer almaktadır.
6
Şekil 3. Meyve yarasasının elmada bıraktığı diş izleri
(Fotoğraf: İ. Albayrak, 2001)
Meyveler duvara asılı bırakılmış ve yarasalar akşam
karanlığında kafesten dışarı çıkarak meyveleri yemiştir. Bu yarasalar 27 Kasım 2001 tarihinde boş bir
odaya asılan bir yarasa evine konmuştur. Meyveler
yarasa evine asılı olarak bırakılmıştır. Yarasalar ilk kez
verilen muzu yemiş ve muzu Trabzon hurması ile armuda göre daha fazla tercih etmiştir.
Kafese 21 Aralık 2001 tarihinde bir yarasa daha konmuştur. Bu yarasalara doğal meyvelerden biri olan
zamzalak ile birlikte portakal elma, üzüm, muz konmuş ve portakalın hiç yenmediği tespit edilmiştir. Nihayet kafese 2 Ocak 2002 Cuma günü biri erkek biri
dişi iki yarasa daha konmuştur.
Tabiat ve İnsan
TARTIŞMA ve SONUÇLAR
Şekil 4. Yarasa evine asılı bazı meyveler ve yarasalar
(Fotoğraf: İ. Albayrak, 2002)
Dişi yarasanın daha aktif ve kavgacı olduğu görülmüş ve bu yarasanın 11 Şubat 2002 tarihinde muhtemelen bir kavga sonunda öldüğü tespit edilmiştir.
Yarasalara ilk defa verilen yenidünyanın tercih edildiği fakat çileğin tercih edilmediği görülmüştür. Yarasalara bu defa kayısı, karpuz, kavun, kiraz ve vişne
verilmiştir. Yarasaların 25 Kasım 2002 tarihinde verilen mandalinayı hiç yediği tespit edilmiştir (Şekil 5).
Bu araştırmada laboratuarda beslenen yarasalara
mevsime uygun meyveler verilmiş ve önce muz,
üzüm ve elmayı sonra da zamzalak ve yeni dünyayı
daha fazla tercih ettikleri saptanmıştır. Zamzalağın
kuş ve yarasa tarafından yendiğine işaret ederek büyük tohumlu yenidünya, keçi boynuzu ve hurma gibi
meyve çekirdeklerinin ağızdan, kocayemiş gibi meyvelerin küçük tohumlarını genellikle sindirimden
sonra dışkı ile dışarı atıldığına işaret edilmiştir (Korine ve ark., 1998). Bu araştırmada yarasa gübresinde
üzüm çekirdeklerine rastlanmıştır. Zamzalak İsrail’de
hiç tercih edilmezken Türkiye’de meyve yarasası tarafından yendiği görülmüştür. Ayrıca İsrail’deki meyve
yarasasının armut, elma, mandalina ve narla beslendiği rapor edilmektedir (Korine ve ark., 1998).
Bu türün giderek artan populasyonunun Ürdün’de
problem olduğu da belirtilmektedir (Qumsiyeh,
1980). İsrail’de bu yarasaların yaşadığı mağaralara
duman verilmek suretiyle uzaklaştırıldığı kaydedilmiştir (Makin, 1988). Bazı çiftçilerin meyveleri korumak için bahçelerini tel örgü ile kapattıklarına işaret
edilmektedir (Harrison ve Bates, 1991).
Yarasalar yabani meyvelerdeki renk, koku ve tadın
kültür bitkilerinde de olması nedeniyle kültür meyvelerini de yemektedir. Bu hayvanlara ağızda kolayca
ezildiğinden olgunluk dönemini geçirmeğe başlayan
meyveleri tercih etmektedir. Bu dönemdeki meyvelerin pazarda satışı yoktur. Çiftçiler meyve olgunlaşmadan dalından koparıp satışa sunar. Meyvenin
olgunlaşması için bitki tarafından etilenin üretilmesi
gerekmektedir (Burg ve Burg, 1965). Yarasanın meyveye yaptığı bir test ısırığı veya tırnakları ile bıraktığı
bir çizik bitkide etilen üretimini hızlandırmaktadır. Bu
durumda belki zamanından önce meyve prematür
bir olgunlaşma göstermektedir. Bu meyvelerin meyve suyu ve konservede kullanılmasının hiçbir sakıncası yoktur. Böylece yarasaların verdiği zararın telafisi
kısmen sağlanmış olabilir.
Şekil 5. Yarasa evinde beslenen meyve yarasaları
(Fotoğraf: İ. Albayrak, 2002)
Meyveler zararlılardan korunmak için ilaçlanmaktadır. Olgunluk dönemini geçirmiş meyvelerin yarasa
tarafından yenmesi ile meyvedeki mikroorganizmaların diğer meyvelere geçişi engellenmektedir.
Aslında meyveler doğal olarak yarasalar tarafından
denetlenerek meyvelerin dallarında daha uzun süre
sağlıklı kalması sağlanmış olmaktadır.
7
Tabiat ve İnsan
Bu hayvanlarla mücadelede Lindane (Gamma HCH)
dumanı kullanılmakta ve yarasalar taciz edilerek
uzaklaştırılmaktadır. Diğer bir yöntem ise mağaraların dinamitlenerek tahrip edilmesi olmuştur. Türkiye’de benzer metotlar uygulanarak meyve yarasası
polpulasyonu zayıflatılmıştır. Türkiye’nin taraf olduğu ulusal ve uluslararası mevzuatlara göre yaban hayatı elemanlarının korunması gerekmektedir. Meyve
yarasaları doğal mağaralarından uzaklaştırıldığında
iri vücutlu olmaları sebebiyle barınak bulmada zorluk yaşamaktadır. Meyve çekirdeği veya tohumlar
yarasa tarafından torağa bırakıldığında çimlenmekte
ve böylece bitkiler yeni yayılış imkanı bulmaktadır.
Bu hizmeti verdiği ve biyolojik zenginliğimizin bir
unsuru olduğu için meyve yarasasına gereken destek verilmelidir.
KAYNAKLAR
Burg, S.P., Burg, E.A., 1965. Relationship between Ethylene Production and Ripening in Bananas. Botanical Gazette, 126(3): 200-204.
Charles-Dominique, P., 1986. Inter-relations between frugivorous vertebrates and Pioneer plants: Cecropia, birds and bats in French Guiana. 119-135. in:
Frugivores and Seed Dispersal. (A. Estrada and T. H.
Fleming, Editors) Dr. W. Junk Publishes. Dordrecht.
Corbet, G.B., Southern, H.N., 1977. The Handbook of
British Mammals. Black well Scientific Publications,
London, 1-520.
Heithaus, E.R., Fleming, T.H., 1978. Foraging Movements of a Frugivorous Bat, Carollia perspicillata
(Phyllostomatidae). Ecological Monographs, 48: 127143.
Harrison, D.L., Bates, P.J.J., 1991. The Mammals of Arabia. Second edition, Harrison Zoological Museum.
Lakeside Printing, London, 1-354.
Korine, C., Izhaki, I., Arad, Z., 1998. Comparison of
Fruit syndromes between the Egyptian fruit-bat Rousettus aegyptiacus and birds in East Mediterranean
habitats. Acta Oecologica, 19: 147-153.
Makin, D., 1988. Biology of fruit bat Rousettus aegyptiacus in Israel. South African Journal of Science, 93:
414-418.
8
Morrison, D.W., 1978. Influence of habitat on foraging distances of the fruit bat, Artibeus jamaicensis.
J. Mammal., 59: 622–624
Nowak, R. M., Paradiso, J. L. (1983). Walker’s Mammals of the World. Fourth Edition. The Johns Hopkins
University Press, Baltimore and London, 1-1362.
Qumsiyeh, M.B., 1980. New records of Bats from Jordan. Säugetier kundliche Mitteilungen, 1: 36-39.
Tabiat ve İnsan
Çanakkale Boğazı’nda (Türkiye) Yakalanan
Berber Balığı, Anthias anthias
(Linnaeus, 1758), Üzerine
On Swallowtail seaperch, Anthias anthias (Linnaeus, 1758),
from Dardanelles (Turkey)
Dr. Özgür CENGİZ
Yrd.Doç.Dr. Alkan ÖZTEKİN
Can Ali KUMOVA
Arş. Gör.
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi
Fakültesi Avlama ve İşleme Teknolojisi Bölümü
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi
Fakültesi Avlama ve İşleme Teknolojisi Bölümü
Su Ürünleri Mühendisi
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
Urla İlçe Müdürlüğü, İzmir
9
Tabiat ve İnsan
ÖZET
ABSTRACT
Bu çalışmada Berber balığına, Anthias anthias
In this study, one specimen of Swallowtail seaperch, Anthias anthias (Linnaeus, 1758), was
captured by hand-line from Kerevizdere in Dardanelles (Turkey) on 15 December 2012. This record is second one of the species from Dardanelles. A short description certain of morphometric
and meristic features of specimen are given
(Linnaeus, 1758), ait tek birey Çanakkale Boğazsındaki Kerevizdere açıklarında olta ile 15 Aralık 2010’de yakalanmıştır. Bu tür Çanakkale için
ikinci bir kayıttır. Türün morfometrik ve meristik
özellikler kısaca verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Berber balığı, Anthias anthias, Çanakkale Boğazı, Türkiye.
Keywords: Swallowtail seaperch, Anthias anthias, Dardanelles, Turkey.
GİRİŞ
S
erranidae familyasını üyesi olan Berber balığı,
Anthias anthias, Akdeniz havzasında, Portekiz’den Azor adalarına kadar ki alanlarda ve güney
Namibya’da dağılım göstermektedir (Fricke ve ark.
2007). Bu tür yaklaşık 200 m. üzerindeki kayalık ve
çakıllı denizaltı mağaralarında bulunmaktadır (Tortonese, 1986). Bu çalışma Çanakkale Boğazı için türün ikinci kaydını içermektedir.
MATERYAL ve METOT
Berber balığına, Anthias anthias (Linnaeus, 1758),
ait tek bir birey Çanakkale Boğazı’ndaki Kerevizdere
açıklarında 25 m. den daha az olan bir derinlikte olta
ile 15 Aralık 2010’de yakalanmıştır (Şekil 1). Türün tanımlayıcı özellikleri Tortonese (1996) göre yapılmıştır.
a
b
c
d
Şekil 1. Berber balığı (Anthias anthias Linnaeus, 1758) (Orijinal Fotoğraf)
10
Tabiat ve İnsan
BULGULAR
Türün morfometrik ve meristik özellikleri Tablo 1’de gösterilmektedir.
Tablo 1. Bu türün morfometrik ve meristik özellikleri
Yazar
Standart
Toplam
Toplam
Vücut
Baş
Burun
Göz
Dorsal
Pektoral
Anal
Ventral
Lateral
Boy
Boy
Ağırlık
Yüksekliği
Yüksekliği
Uzunluğu
Çapı
Yüzgeç
Yüzgeç
Yüzgeç
Yüzgeç
Pul Sayısı
136 mm
225 mm
67,1 g.
51 mm
49 mm
11 mm
12 mm
X 15
17
III 7
I 5
38
Bu çalışma
Diğer özellikleri şu şekildedir. Oldukça derin bir vücut sahiptir, gözler büyük olup solungaç kapağı üzerinde 3
tane düz diken bulunmaktadır. Her iki çenenin önünde birkaç adet köpek dişleri mevcut olmakla beraber alt
çenedeki dişler daha belirgindir. Pullar büyük olup ktenoid puldur. Renk kırmızımsıdır. Tek bir dorsal yüzgeci
vardır. Pelvik yüzgeç, pektoral yüzgece kıyasla çok daha uzundur. Kaudal yüzgeç hilal şeklindedir. Lateral çizgi,
kaudal yüzgecin kaidesine kadar uzanmaktadır.
TARTIŞMA ve SONUÇ
Bölgede türün ilk kaydı Tunçer ve ark. (2011) tarafından verilmiştir. Bu çalışma ile diğer çalışma arasıdaki morfometrik ve meristik özelliklerin kıyaslanması Tablo 2’de sunulmaktadır.
Tablo 2. Bu çalışma ile diğer çalışma arasıdaki morfometrik ve meristik özelliklerin kıyaslanması
Standart
Toplam
Toplam
Vücut
Baş
Burun
Göz
Dorsal
Pektoral
Anal
Ventral
Lateral
Boy
Boy
Ağırlık
Yüksekliği
Yüksekliği
Uzunluğu
Çapı
Yüzgeç
Yüzgeç
Yüzgeç
Yüzgeç
Pul Sayısı
Tunçer ve ark.
(2011)
138 mm
233 mm
69,9 g.
52 mm
51 mm
11 mm
13 mm
X - 15
17
III - 7
I 5
39
Bu çalışma
136 mm
225 mm
67,1 g.
51 mm
49 mm
11 mm
12 mm
X - 15
17
III - 7
I 5
38
Yazar
11
Tabiat ve İnsan
Daha önce Labropoulou ve Papaconstantinou (2000)
Yunan sularında; Golani (2005) İsrail açıklarında türün
varlığını rapor etmiştir. Türkiye sularında ise Eryılmaz
(2003) Bozcaada’nın güney kıyılarında, Öğretmen ve
ark. (2005) ise Gökova Körfezi’nde üç tane Anthias
anthias’ı rapor etmişlerdir. İlkyaz ve ark. (2008) Ege
Denizi’nde yaptıkları çalışmada türün boy ağırlık
ilişkisini sunmuşlardır. Ege Denizi ile beraber Akdeniz’de de kaydı rapor edilmiştir (Fricke ve ark. 2007).
Bu çalışma türün ikinci kaydını rapor etmek suretiyle
dağılım alanı hakkında biraz daha bilgi sunmaktadır.
KAYNAKLAR
İLKYAZ A.T., METİN G., SOYKAN O., KINACIGİL H.,
“Length-weight relationship of 62 fish species
from the Central Aegean Sea, Turkey” Journal of
Applied Ichthyology 24: 699-702 (2008)
LABROPOULOU M., PAPACONSTANTINOU C. “Community structure of deep-sea demersal fish in the
North Aegean Sea (Northeastern Mediterranean)” Hydrobiologia 440: 281-296 (2000)
ÖĞRETMEN F., YILMAZ F., KOÇ H.T. “An Investigation
on Fishes of Gökova Bay (Southern Aegean Sea)”
Balıkesir Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi
7(2) 19-36 (2005)
ERYILMAZ L. “A study on the fishes of Bozcaada Island (North Aegean Sea)” Turkish Journal Marine
Sciences 9(2): 121-137 (2003)
TORTONESE E. “Fishes of the North-Eastern Atlantic and the Mediterranean. Serranidae” In: P.J.P.
Whitehead, M.-L. Bauchot, J.C. Hureau, J. Nielsen and
E. Tortonese (Eds), UNESCO 2: 780-792 (1986)
FRICKE R., BILECENOGLU M., SARI H.M. “Annotated
Checklist of Fish and Lamprey Species of Turkey,
including a Red List of Threatened and Declining
Species” Stuttgarter Beitrage zur Naturkunde Serie
A (Biologie) 706: 1-169 (2007)
TUNÇER S., BİLGİN S., ERYILMAZ L. “About the record Anthias anthias (Linnaeus, 1758), (Pisces:
Serranidae) in the Canakkale Strait, Turkey” Turkish Journal of Fisheries and Aquatic Sciences 11:
165-166 (2011)
GOLANI D. “Checklist of the Mediterranean Fishes
of Israel” Zootaxa 947: 1-90 (2005)
12
Tabiat ve İnsan
ENDEMİK ABANT ALASI
Endemic Abant Trout
Dr. Mehmet KARAKAŞ
Ankara Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü
13
Tabiat ve İnsan
ÖZET
ABSTRACT
Abant Gölü, Anadolu’nun kuzeybatısında bulu-
Lake Abant is a freshwater lake in northwest
nan bir tatlı su gölüdür. Bolu il sınırları içinde yer
Anatolia. Located within the borders of Bolu
alan Abant Gölü, Türkiye’nin doğal göllerinden
Province Lake Abant is one of the most scenic
birisidir. Göl 1.28 km lik bir alana sahip olup, en
lakes in Turkey. It has an area of 1.28 km2 and
2
fazla 18 m derinliğindedir. Deniz seviyesinden
1328 m yüksekliktedir. Göl bir toprak kayması sonucu oluşmuştur. Abant Gölü, Abant alası
olaraktan da adlandırılan, endemik bir kahverengi alabalık alttürüne, Salmo trutta abanticus
sahiptir. Bundan dolayı göl, Türkiye’de biyolojik
a maximum depth of 18 m. It is 1328 m above
from the sea level. It was formed as a result of
a land slide. Lake Abant has an endemic brown
trout subspecies, Salmo trutta abanticus, also
called “Abant alası”. Lake is important as a bi-
gen kaynağı olarak önem taşımaktadır. Abant ve
ological gene source for restocking in Turkey.
çevresi doğal park alanı olaraktan da korunmak-
Lake Abant and its surrounding area are preser-
tadır.
ved as a natural park.
Anahtar kelimeler: Abant Gölü, Salmo trutta
Key words: Lake Abant, Salmo trutta abanticus,
abanticus, Abant alası.
Abant trout.
GİRİŞ
A
karsulardaki yaban hayatının, sağlıklı ve temiz
olduğunun en önemli göstergelerinden birisi
de alabalıklardır. Çünkü bu ortamlarda yaşayan alabalıklar, su kaynakları temiz, soğuk ve bol oksijenli
kaldığı sürece canlılıklarını koruyabilirler. Bugün insanoğlu yaşadığı çevrede akarsulardaki doğal hayatı
o kadar etkilemiştir ki, artık alabalıklar kendilerine
uygun ortam bulamaz hale gelmişlerdir. Bu yüzden,
alabalıkların akarsularda ve göllerde varlıklarının devamını sağlamak bile yetmemektedir. Bunun yerine
bütün su havzalarının bu amaca dahil edilip korunması kaçınılmaz hale gelmiştir.
Yer kürenin birçok bölgesinde olduğu gibi ülkemizde de yaşam alanları tehdit altındadır. Dağlarda
madencilik, ormanlarda tomrukçuluk, tarımda ve
hayvancılıkta gübreleme ve ilaç kullanımı, sanayi ve
şehir gelişiminde kirlilik bunun yanında su akış ve ısısını etkileyen baraj yapımı, alabalık populasyonunu
etkileyen en önemli faktörlerdendir.
14
Alabalıkların Genel Özellikleri
Oldukça hareketli hayvanlar olan alabalıklar, dikensiz
yüzgeçleri, küçük pulları ve benekli derileri olan lezzetli etçil balıklardır. Yüksek kesimlerde sıcaklığı 10–
15 °C arasında değişen iç sularda yaşarlar. Yumurtadan yeni çıkan yavru balıklar, genellikle sudaki sinek
larvalarıyla beslenir, büyüdükçe küçük balıklar, tatlı
su karidesi, sinekler ve uçan böcekleri yerler. Bunlar
ileriki dönemlerde İlkbahar ve Sonbahar aylarında
çiftleşirler. Dişi alabalık yumurtalarını çakıl ve kum
kaplı dipte, kuyruğu ile karıştırıp açtığı çukurlara yayar. Dişinin yakın çevresinde bulunan erkek alabalık
ise cinsine göre değişmekle birlikte ortalama 45 gün
ile 3 ay arasında açılacak olan yumurtaları döller. Bir
dişi alabalık bir mevsimde 5000–6000 kadar yumurta bırakabilir. Yumurtadan çıkan alabalık yavrularının
yaklaşık %90’ı ilk üç ay içinde daha büyük balıklara
yem olurlar.
Tabiat ve İnsan
Abant Gölü
Abant Gölü (40°36’N; 31°16’E), Bolu (40°44N’;
31°36’E)’nun 34 km güneybatısında bulunan, çam
ve göknar ağaçlarının baskın olduğu bir Tabiat Parkı
içinde, yaklaşık 1320 metre yükseklikte ve 125 hektar
alana sahip, derinliği 15-20 metre arasında değişen
ve heyelan sonucu vadi çukurluğunun kapanması ile
oluşmuş bir göldür (Şekil. 1). Yıllık ortalama su sıcaklığı 14 °C’dir. Yazları 25 °C’ye kadar çıkan su ısısı kış
aylarında 5 °C’ye kadar düşmektedir. Bazı kış aylarında gölün donduğu da bilinmektedir. Göl florası sucul
bitkiler ve alg yönünden zengindir. Suyun pH değeri
mevsimlere göre değişiklik gösterse de genellikle
8.0-8.5 aralığındadır.
Şekil.1 Abant Gölü (Anonim)
Abant Alası (Salmo trutta abanticus)
Yurdumuzda yaşayan alabalık türleri içinde Salmonidae familyasına ait, Latince adı Salmo trutta abanticus Tortonese, 1954 olan ve yerel isimle Abant alası
olarak adlandırılan Abant Gölü alabalığı, Türkiye’de
Abant Gölüne özgü endemik bir alttürdür (Şekil. 2).
Bu alttür Abant Gölü’nden başka Yedigöller ve civarındaki derelerde de doğal form olarak bulunmaktadır (Şekil. 3).
Tortonese, Abant alası hakkında ilk bilimsel kaynağı
vererek, balığı yeni bir form olarak isimlendirmeyi yanıltıcı bulmuş fakat böyle dar bir alana sıkışmış küçük
bir populasyona sahip olan Abant alasının kendisine
özgü bir morfolojisi olduğunu belirtmiş ve taksonomik tanımlamanın gerekli olduğunu iddia etmiştir.
Abant alasında vücut diğer alabalık tiplerine göre
daha kaba yapılı, burun kısa ve küttür. Rengi açık
sarı olup, üzerinde rasgele dağılmış iri siyah benek-
15
Tabiat ve İnsan
ler mevcuttur. Sırt profili, burun ucundan dorsal
yüzgeç başlangıcına kadar kubbemsi görünüştedir.
Çeneler genellikle birbirine eşit ise de bazen alt çene
hafifçe öne doğru çıkıntılı olabilmektedir. Vücudun
zemin rengi açık sarı olup, üzerinde gelişigüzel dağılım gösteren siyah iri benekler vardır. Boy uzunlukları 30–60 cm arasında değişmektedir (Şekil. 2).
Abant alası, Dağ alası (Salmo trutta macrostigma
Dumaril, 1858) ve Dere alasına (Salmo trutta caspius
Kessler, 1877) benzerlik gösterse de vücudunun yan
taraflarında kırmızı beneklerin bulunmaması ile onlardan kolaylıkla ayırt edilebilir. Dağ ve Dere alaba-
lıklarında vücutta çok sayıda yuvarlak, çevrelerinde
açık renkli bantlar olan koyu lekeler ile yan çizgileri
boyunca kırmızı lekeler mevcuttur. Abant alası 4-7
yaşlar arasında cinsel olgunluğa erişir. Vücut ağırlıkları 200g-1000g arasında değişim gösterir. Üreme zamanları ise yılın Kasım-Aralık aylarına rastlamaktadır.
Erginlerde cinsiyet ayrımında bazı özellikler önem
taşır. Ergin dişilerde karın şişkin ve cinsiyet açıklığının çevresi pembemsidir. Üreme zamanı erkeklerde
alt çene öne doğru hafifçe uzayarak, kanca şeklinde
yukarıya doğru kıvrılır ve vücut daha yassıdır.
Şekil.2 Salmo trutta abanticus (Abant Alası)-(Yeşil-İz Dergisi)
Şekil.3 Türkiye’de Endemik Abant Alasının Doğal Lokalizasyonu (Anonim)
16
Tabiat ve İnsan
Abant Alası İçin Tehdit Unsurları
Bugüne kadar ayrıntılı bir populasyon çalışması yapılmamış olan gölde, son yıllarda (2006) yapılmış
bazı ufak örnekleme çalışmaları ile rakamsal veriler
elde edilmiştir. Bu verilere göre populasyondaki şu
anki baskın türün kadife (Tinca tinca Linnaeus, 1758)
olduğu belirtilmiştir. Yine 2006 yılında bildirilmiş
olan ayrı bir raporda izotop analizleri sonucu küçük
ve orta boy alabalıkların beslendiği besinlerle gölde baskın durumdaki kadife balığının besinlerinin
aynı olduğu, büyük alabalıkların da besin ağının en
üstünde diğer balıklarla beslenen bir balık olduğu
saptanmıştır. Abant Gölü’nde bulunan kadife balıklarının göle ne şekilde yayıldığı ise açıklık kazanmamıştır. Ancak Tortonese 1951 yılında Abant gölünde yaptığı örneklemede Tinca sp. ve Barbus sp. (Bıyıklı balık)
türlerine rastlamıştır. Bunu takiben, 1956 yılındaki ilk
Abant alası üretim teşebbüsünde de Abant Gölü’nde
Barbus sp. ve nadir de olsa Leuciscus sp. (Tatlı su kefali) türlerine de rastlandığı bildirilmiştir. Bu verilere
göre, kadife balıklarının kökeninin de oldukça eskiye
dayandığı anlaşılmaktadır. Son yıllarda Abant Gölü’nde yer alan alabalık populasyonları artık karışmış
durumdadır. Sportif amaçlı alabalık avcılığı amacıyla
göldeki alabalık populasyonunu arttırmak için göle
dışarıdan Dağ ve Gökkuşağı (Oncorhynchus mykiss
Walbaum, 1792) alası da aşılanmıştır. Bu kaynaştırma
sonucu, orijinal Abant alası göldeki etkinliğini kaybetmiştir. Av sezonlarında Abant alası artık nadiren
yakalanmakta, yakalanan alabalıkların çoğunluğu da
morfolojik olarak melez formunda çıkmaktadır. Bu
ise Abant Gölü için endemik olan Abant alasının zamanla kaybolabileceğinin bir belirtisidir.
Abant alasını tehdit eden sadece dışarıdan göle aşılanan alabalık veya sazangiller değil, aynı zamanda
gölü olumsuz yönde etkileyen dış faktörlerdir. Balığın avlanma sezonunda aşırı ve kontrolsüz avlanması, kaçak avcılık, göl çevresine kurulan otellerin gölden sulama suyu çekmesi sonucu su seviyesindeki
azalmaya bağlı göl daralması, gölün kış turizmine de
açılması, gölün yağışlar sebebiyle de derelerden taşınan toprak dolgusuyla yer yer dolmuş olması önemli
dış faktörlerdendir.
Bunlara ilaveten, çevre köylerdeki hayvanların kıyı
şeridi boyunca otlatılması, yöre halkının turistik
amaçlı faytonculuk hizmetleri sonucu hayvan dış-
kılarının bilinçsizce göle atılması ve böylece gölün
azot ve fosfor bakımından zenginleştirilmesi sonucu
içindeki bitki yoğunluğunun artırılması da sayılabilir.
Göldeki bitki yoğunluğu arttıkça sazangiller kendileri için daha çok besin ve üreme alanı bularak, gölde
baskın tür haline gelmiştir. Abant alasının geleceği
için olumsuz koşullar yaratan bu faktörlerin ilk etapta ortadan kaldırılarak gölün kendi haline bırakılması
gerekmektedir. Bunun sonucu Abant alasının gölün
tekrar hakim türü haline gelmesi sağlanmış olacaktır.
Göl ortamına azot ve fosfor girdisinin kontrol edilmesi ile de sudaki bitki yoğunluğu azalacak, populasyon
düzeyi düşen sazangillerde besin zincirinin en üstünde bulunan alabalıklar tarafından kontrol edilmiş
olacaktır.
Son zamanlarda Milli Parklar Dairesi Abant gölü
çevresine kaldırım döşeyerek yürüme yolları ve özel
araçlarla insanları göl çevresinde gezdirme uygulamalarını başlatmayı planlamaktadır. Hatta kaldırım
taşı döşenmesi başlamış olup göle yapay dolgular bile yapılmıştır. Fakat bu uygulamalar gölün ve
çevresinin zaman içinde doğallığını kaybetmesine
neden olacak ve bölgenin doğal fauna-flora örtüsü
ile endemik türlerine zarar verecektir. Bu sonuçların
ortaya çıkmaması için göl ve çevresi kesinlikle kendi
doğal halinde bırakılmalıdır.
Abant Alası Yavru Üretimi ve
Aşılanma Çalışmaları
Abant Gölü’nde yakalanan anaç balıklar Trabzon’a
götürülerek, Trabzon Maçka Altındere Alabalık Üretme ve Yetiştirme İstasyonu’nda üretimi sağlanmaktadır. Yetiştirilen balık yavruları 13-14 aylık olduktan
sonra göle bırakılmaktadır. Bırakılan yavrular 2-3 yaşına geldiğinde üremeye başlamaktadır. Üreme döneminde bir alabalık ortalama 1000-1500 yumurta
bırakabilmektedir. Böylece bırakılan yavru balıklarla
göldeki eksilen balık populasyonunun artırılması
amaçlanmaktadır. Abant alasının neslinin devam
etmesi için uygulanan proje kapsamında ortalama
90.000-750.000 Abant alası yavrusu, 2011-2012 döneminde, Bolu ve Ankara’da 9 farklı göle bırakılmıştır.
Buna uygulamalarda:
17
Tabiat ve İnsan
Bolu (Gölcük Gölü):.......................20.000
Bolu (Sülüklü Göl)
:.......................15.000
Bolu (Sünnet Gölü)
:.................... 140.000
Bolu (Abant Gölü)
:.................... 215.000
Bolu (Yedigöller)
:.................... 150.000
Bolu (Kayabaşı Göleti)
:.................... 150.000
Ankara (Sorgun)
:.......................45.000
Ankara (Karagöl)
:.......................15.000
Bolu (Şirinyazı Göleti)
:.......................15.000
Kaynaklar:
adet balık bırakılmıştır. Bu uygulamalara ilaveten;
Uşak (Baltalı Göleti)
:.......................40.000
Ordu (Ulugöl)
:.......................15.000
Tokat (Zinav Göleti)
:.......................60.000
Tokat (Almus Baraj Gölü)
:.......................60.000
Zonguldak (Ulutan Baraj Gölü) :.......................50.000
Zonguldak (Gülüç Baraj Gölü) :.......................50.000
Karabük (Eflani Baraj Gölü)
:.......................50.000
Bolu (Köprübaşı)
:.................... 150.000
adet balıkla aşılanmıştır (2012 Temmuz-Ağustos).
(Şekil. 4)
3. Geldiay, R. Ve Balık, S. 1988. Türkiye tatlı su balıkları, Ege Üniversitesi, İzmir.
1. Akşıray, F. 1959. Abant Gölünde suni ilkah yolu
ile ilk alabalık üretilmesi hakkında. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji Enstitüsü
Dergisi, Seri A–5: 115–124.
2. Beklioğlu, M. 2006. Abant Gölü balık toplulukları
ve genel yapı üzerine değerlendirme. Bolu Dağı
Koruma Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Koruma
Şubesi Raporu.
4.
Hatipoğlu, T., Akçay, E. (2010): Fertilizing ability
of short-term preserved spermatozoa Abant
Trout (Salmo trutta abanticus T, 1954). Ankara
Üniv. Vet. Fak. Derg., 57: 33-38.
5. Tortonese, E. 1954. The trouts of Asiatic Turkey.
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji
Enstitüsü Dergisi, Seri B–2: 1–26.
6. Uysal, I., Alpbaz, A. (2002). Food intake and feed
conversion ratios in Abant Trout (Salmo trutta
abanticus T, 1954) and Rainbow Trout (Oncorhynchus mykiss W, 1792) in pond culture. Turk. J.
Biol., 26: 83-88.
7. Uysal, I., Alpbaz, A. (2002). Comparison of the
growth performance and mortality in Abant
Trout (Salmo trutta abanticus T, 1954) and Rainbow Trout (Oncorhynchus mykiss W, 1792) under
farming conditions. Turk. J. Zool., 26: 399-403.
8. Uysal, I., Alpbaz, A. (2003). Comparison of fertilization, eyeing, hatching and survival rate of
Abant Trout (Salmo trutta abanticus T, 1954) and
Rainbow Trout (Oncorhynchus mykiss W, 1792).
Ege Uni. Turk. Fish. Aquatic. Sci., 1-2: 95-101.
Şekil. 4 Yavru Balık Üretim Çalışmaları
18
Tabiat ve İnsan
DNA’LARDAN EKOSİSTEMLERE BİYOÇEŞİTLİLİK:
SUNDUĞU HİZMETLER ve FIRSATLAR
Prof. Dr. Kani IŞIK
Akdeniz Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü
19
Tabiat ve İnsan
ÖZET
Canlıların yaşadıkları ortamlar, olaylar ve etkileşim halinde bulundukları diğer canlı ve cansızlar, biyolojik
çeşitliliğin birer parçasıdır. Her canlı türü, biyosferde kurulu bulunan yaşam-destek sisteminin vazgeçilmez
birer parçasıdır. Bu sistemin bir parçası olan insan türü de, biyolojik çeşitlilikten değişik ekonomik, ekolojik,
estetik ve kültürel yararlar sağlamaktadır. Ekosistemin ve onun parçalarının bozulması, orada bulunan canlı
ve cansızların sunduğu hizmetlerin durmasına, en sonunda sistemin tümünün bozulmasına (ve kendi türümüzün de neslinin tükenmesine) yol açar.
1. ÇEŞİT ÇEŞİT CANLILAR,
ÇEŞİT ÇEŞİT BULUŞLAR…
Yazılı ve görsel basında son yıllarda çıkan haber ve
buluşlardan bazılarını kısaca tekrar hatırlayalım. Bu
ilginç haberler ve bilimsel buluşlar genlerle (DNA’larla), onları taşıyan canlı türleri ile ve onların yaşamlarını ve nesillerini sürdürdükleri yaşama ortamlarıyla
(ekosistemlerle) ilgili.
1) Dünyanın en önde gelen bilim dergilerinden biri
olan Science dergisinde (28 Şubat 2003), dört Türk
bilim insanının, önemli bir bilimsel buluşu yayınlandı
(Erbil vd. 2003). Bir gün sonra da, günlük bir gazetede şu haber yer aldı:
“Kocaeli ve Koç Üniversitesinden bilim adamlarının
geliştirdiği yeni kaplama maddesi sayesinde, trafik
tabelaları, antenler ve damlar kendi kendine temizlenecek…. Su geçirmeyen yeni kaplama su geçirmez
20
kumaşlarda, trafik işaretlerinde, kablolarda, gemi
gövdelerinde vb. yerlerde kullanılabilecek… Süper
hidrofob adı verilen sentetik maddenin üzerinde su
damlacıkları ve çamur top haline dönüşerek yüzeyde
durmuyor… Prof. Dr. ERBİL, ‘Biz nilüfer (Nymphaea)
çiçeğinden esinlendik. Bu çiçek suda yaşıyor, ancak
su tutmuyor. Biz de yaprakların yüzeyindeki etkiyi
nasıl oluştururuz diye yola çıktık… ve kendi kendini
temizleyen bir kaplama maddesi ortaya çıkardık...”
(Hürriyet 1 Mart 2003).
2) Büyük haber ajanslarından biri (Reuters News
Agency) 7 Şubat 2003 tarihinde bir haber geçti (Keating, G., 2003). Aynı haber, iki gün sonra Türkiye’de
günlük bir gazetede şu şekilde yer aldı.
“Irakta savaşmaya hazırlanan Amerikalı askerlere karides kabuğu ve sirkeden yapılmış soslar içeren bandajlar dağıtılacak... Karides kabuklu sihirli formülün
yarayı anında sararak kabuk tutmasını sağladığı ve
Tabiat ve İnsan
kanamayı durdurduğu belirtiliyor… Yaralanan askerlerde kan kaybı durdurulursa, can kaybı azalacak…
Proje sorumlusu, bandaj fikrinin nasıl ortaya çıktığını
şöyle anlattı: ‘Araştırma ekibimizden biri, karides kabuğundaki chitosen maddesinin alyuvarlarla temasa
geçince, kanın pıhtılaştığını söyledi... Bu noktadan
hareket ettik… Yeni bandaj, hem çok soğuk hem de
çok sıcak ortamlarda bozulmadan uzun süre dayanmaktadır.. Pentagon iki hafta içinde teslim edilmek
üzere, şirkete 10,000 adet karides kabuklu bandajdan ısmarladı…” (Hürriyet, 9 Şubat 2003).
3) İngiltere’de yayınlanan New Scientist dergisinde
(Haziran 19, 1999) şu bilgiler yer alıyordu:
“Pamukta zararlı böceklere karşı, biyo-pesticit olarak
kullanılan Bacillus thuringiensis (Bt) bakterisinin yeni
bir soyu bulundu. Bu yeni soyun örnekleri ilk kez Mısır’da bir pamuk tarlasında, pembe pamuk kurdunun
ölü larvalarından izole edildi. Şimdiye kadar bilinen
Bt tipleri, sadece sınırlı sayıda böcek türünü öldürüyordu. Örneğin, sivrisinek larvası için geliştirilmiş
olan Bt soyunun toksinleri, diğer böcek tırtıllarını hiç
etkilemiyordu. Geniş bir etki alanına sahip olan bu
yeni Bt soyu, 18 ayrı toksin üretmekte, bu toksinler
çok farklı gruplara ait olan böcekleri – güveleri, kabuklu böcekleri, sinekleri - ve kök kurtlarını etkisiz
hale getirmektedir…”
4) Örümcek ağındaki ipeksi maddenin çelikten beş
kat daha sağlam, naylondan iki kat daha esnek ve su
geçirmez özelliklerde olduğunu biliyor muydunuz?
Yine Science dergisinde çıkan bir yazıda Massachusetts Üniversitesinden David TIRRELL (1996) özetle
şöyle diyor:
“Örümcek ağındaki ipeksi madde, binlerce yıldan
beri doğa bilimcileri etkilemiştir… Ancak son zamanlara kadar, bu maddenin laboratuvar koşullarında
üretilmesi düşünülmemiştir. Biyoteknolojinin sağladığı yeni yöntemlerle, önce örümcek ağındaki ipeksi
maddenin moleküler yapısını anladık. Sonra da DNA
teknolojisi ile, onların aynısını laboratuvarda üretme
aşamasına geldik…”. Başka bir deyişle, bu maddenin
yapılmasında etkili olan genler örümcekten izole
edilecek, bu genler başka bir canlıya (bir aracı bakteriye) aktarılıp orada çalışır hale getirilecek, sonra da
istenilen kimyasal maddenin bu “evcilleştirilmiş bakteriler” sayesinde üretilmesine geçilecektir. Tirrell’e
göre, örümcek ağı maddesindeki bu çalışmalar, biyomateryal biliminde yepyeni başka buluşların yolunu
açacaktır.
5) Biyoteknoloji ve Gelişim Dergisi’nde (Bioechnology and Development Monitor) 1994 yılında özetle
şu bilgi yer alıyordu (Jaffe and Rojas, 1994):
“Güney Amerika’da And Dağlarındaki bir derede,
1980li yıllarda, daha önce hiç bilinmeyen küçük bir
balık türü bulundu. Bu balığa Pseudopleuronectes
americanus adı verildi. Balık, sıfırın altındaki sıcaklıklarda da rahatça yaşayabiliyordu. Araştırmacılar, bu
balığın kanındaki bir hormonun antifriz (buzlanmayı
önleyici) görevi yaptığını buldular. Sonra bu hormo-
21
Tabiat ve İnsan
nu kodlayan genleri belirleyip balık yumurtasından
izole ettiler. Daha sonra Peru’da bulunan Uluslar arası
Patates Araştırma Merkezi (International Potato Center) (CIP), bir banka (Andean Development Bank) ve
ABD’nin Louisiana Üniversitesi devreye girdi. Balık
genleri patates genlerine aktarıldı ve soğuya dayanıklı GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) patates
soyları elde edildi. Soğuk iklimlerde besin açığına ve
açlığa çare olarak görülen bu patates soyu, ilk olarak
1993 yılında, And Dağlarının yüksek yaylalarında, belirli alanlarda sınırlı da olsa yetiştirilmeye başlandı.”
6) ABD- Ulusal Kanser Enstitüsü’nün 1993 yılındaki
bir yayınında, pek çok hastaya umut veren, özet olarak şu bilgiler yer alıyordu (Adams vd. 1993):
“Kimyager Monroe Wall 1971 yılında, Pasifik Porsuk
Ağacının (Taxus brevifolia) kabuğunda bulunan ve
TAXOL denilen bir madde keşfetti. Bu maddenin anti-kanser özelliklere sahip olduğunu belirtti… Daha
sonra, ABD-Ulusal Kanser Enstitüsünün (NCI) konuya sahip çıkmasıyla, bu konuda pek çok araştırmalar
yapıldı. Bir ilaç firması (Bristol Myers-Squibb) (NCI ile
yaptığı kontrat sonucunda), Taxol içeren ilk ilaçları 1990lı yılların başında piyasaya çıkardı. Bu ilaçlar,
başta yumurtalık ve göğüs kanseri olmak üzere, pek
çok kanser çeşidini durdurucu etkilere sahiptir… Tek
bir hastanın tedavisi için 2.08 g taxol gerekli; ve bu
miktarda taxolu elde etmek amacıyla yaklaşık 5 ila 10
ağacın kabuğunun işlenmesi gerekiyor…”. Bu buluşla birlikte, ormancılıkta odun özellikleri bakımından
hiç istenmeyen, ormandan kesilip dışlanan ve kenara
atılan bir ağaç türü olan Taxus, artık çok kötü bir derde derman olan değerli bir ağaç türü oldu… Fidanları geniş alanlara dikilmeye başlandı.
7) Science dergisinde yayınlanan (Ow vd. 1986) bir
makalede, ateş böceği (Lampyris sp.) türünde ışık saçmaya yol açan luciferase geninin izole edilerek, tütün
bitkisi (Tobacco sp.) hücrelerine aktarıldığı ve ışık saçan tütün bitkisi klonları elde edildiği yazıyordu. Bu
konudaki teknoloji ilerledikçe, aynı genin, önce Noel
ağacı olarak kullanılan göknar türlerine, daha sonra
da kent sokaklarına dikilen çeşitli ağaç türlerine aktarılabileceği düşünülmektedir. Artık, sokaklarda elektrik direğine ve ampule ihtiyaç kalmayacak... Sokaklar,
kendi kendine yanıp sönen ağaçlarla donatılacak…
Yukarıda, çeşitli canlı türlerinden ve bunlarla ilgili
buluşlardan örnekler verildi. Bu ve benzeri örnekler
çoğaltılabilir. Bu örneklerin her birinde belirli canlı
türleri, onların genleri, onların yaşama ortamları söz
22
konusu. Nilüfer, karides, örümcek, And Dağları balığı, taksus ağacı, ateş böceği, pembe pamuk kurdu…
daha binlerce, milyonlarca farklı tür, sadece o türlere
özgü farklı DNA’lar… Sadece o türlerin yaşamasına
ortam hazırlayan farklı ekosistemler, farklı olaylar….
2. DNA’LARDAN EKOSİSTEMLERE
BİYOÇEŞİTLİLİK
Yukarıda adı geçen türler, taşıdıkları genler, yaşadıkları ortamlar, aralarındaki etkileşimler ve olaylar… Bu
canlıların her biri, kendi türüne özgü genleri (DNA
molekülleri = Yönetici Moleküller) taşır. Bu genetik
materyale bağlı olarak, her canlı türü ve her birey,
yalnızca kendi türüne ve kendi şahsına özgü belirli
kimyasalları üretir, belirli fizyolojik ya da yapısal özellikler sergiler. Bir bakıma canlıyı, taşıdığı DNA molekülleri ve onların “çeşit”leri yönetir.
Ayrıca, bu türlerin her biri, genlerinin belirlediği ve
uyum yapabildiği belirli habitatlarda ve belirli ekolojik ortamlarda yetişip gelişebilir. Örneğin, nilüfer
bitkisi, ancak, kirlenmemiş sulak ve bataklık arazilerde yetişir. Karidesler, genellikle tuzlu sularda, kumlu,
çamurlu ve yosunlu ortamlarda yaşayıp üreyebilirler.
Ateş böceği, nispeten açık, ağaçlık, çalılık ortamlarda, belirli bitkilere bağımlı olarak yaşayabilir. Yaşadıkları ortamlar ve bu ortamlarda bağımlı oldukları
başka canlılar yok olunca, kendileri de yok olurlar;
Tabiat ve İnsan
çünkü bağımlı oldukları ortamlar ya da canlılar yok
olunca, ilgi odağı canlı da yaşam evrelerinden birini
veya birkaçını yerine getiremiyor.
O halde biyoçeşitlilik; canlı türlerini, onların yaşadıkları ortamları, orada yaşayan başka canlılarla olan
etkileşimlerini (beslenme, barınma vb..) içine alan
çeşitliliktir. Biyoçeşitlilik söz konusu olduğunda, en
üst düzeyde ekosistemler (yaşama ortamları) yer alır.
Ekosistemlerin içinde canlı türleri, her bir canlı türü
içinde de genler yer alır. Bir de bunları birbirine bağlayan ve milyonlarca yıllık evrim süreci içinde şekillenmiş olan karmaşık yapılı ekolojik olaylar bulunur.
Bunların hepsi, kendi içlerinde ve kendi aralarında
uyumlu ve dinamik bir bütün, ya da bir sistem oluştururlar.
3. EKOSİSTEM: ADI ÜSTÜNDE BİR
“SİSTEM”DİR
Sistem; birbirine bağımlı değişik parçalardan oluşan,
kendi parçaları arasında bir eşgüdüm ve işbirliği bulunan, bu işbirliğinde her parçanın belirli bir işlevi
olan ve toplu halde belirli bir görevi yerine getiren
bütündür. Ekosistem de, adı üstünde bir “sistem”dir
ve kısaca “doğa parçası” demektir. Sözcük anlamı,
“eve ait, ev ile ilgili”, ya da yaşanılan yere ait “sistem”dir. Bulundukları coğrafyaya, bulundukları arazinin
topoğrafik yapısına, bölgesel ve yöresel iklime bağlı olarak Yerküre üzerinde farklı ekosistemler ortaya
çıkar. Bu nedenle yeryüzü üzerinde küçük, orta, ya
da geniş ölçekte alanlara yayılmış olarak sulak alan
ekosistemleri, çöl ekosistemleri, orman ekosistemleri, yüksek-dağ-kuşağı ekosistemleri, kent ekosistemleri… gibi değişik ekosistemler görülür.
Bir ekosistemin görevi, o ekosisteme özgü olan ve
orada yaşayan canlıların nesillerini sürdürmektir. Çöl
ekosistemi, çöl ortamına uyum sağlamış bir deve
türü için ne kadar önemli ve değerliyse; buzullarla
kaplı bir ekosistem de, soğuk bir ortama uyum sağlamış bir kutup ayısı türü için o kadar önemli ve değerlidir. Çünkü bu canlıların her biri, genetik, anatomik,
fizyolojik, biyokimyasal… yapısıyla bulunduğu ortama uyum sağlamıştır; o ortamda üreyip çoğalabilmekte, ancak o ortamdaki canlılarla beslenebilmekte
ve böylece neslini sürdürebilmektedir. Ekosistemler
yalnızca develerin değer yargısına göre belirlemiş olsaydı tüm dünyanın kocaman bir çöl; yalnızca kutup
ayılarının değer yargısına göre belirlemiş olsaydı her
yerin buzullarla kaplı (kutuplar gibi buz gibi) olması
beklenirdi.
4. BİYOÇEŞİTLİLİĞİN SUNDUĞU
HİZMETLER
Yeryüzünde farklı ekosistemlerde yaklaşık 15-milyon
çeşit canlı türünün var olduğu tahmin edilmektedir.
Bilim adamları tarafından, bunların yalnızca yaklaşık
onda birinin tanımı yapılabilmiş, isimlendirilmiştir.
23
Tabiat ve İnsan
Geri kalan % 90 canlı türünün ne olduğu, nerede yaşadığı, ne yiyip içtiği, ne işe yaradığı, anatomisi, fizyolojisi, genetik ve biyokimyasal özellikleri… henüz
bilinmemektedir. İnsanın kendi türü ise Yerkürede
yaşayan milyonlarca canlı türünden sadece biridir
(ki, ait olduğumuz türümüzün bilimsel adı Homo
sapiens). Diğer türlerden farklı olarak düşünebilir;
aletler yapabilir; bu aletleri kullanabilir. Diğer canlıları kendi amaçları yönünde (akıllıca veya hoyratça,
planlı veya plansız, sürdürülebilir ölçüde veya tamamen tüketerek) kullanabilir. Canlı türlerinin insan türüne sağladığı yararlar, 4E kısaltmasıyla özetlenebilir:
A- Ekonomik, B- Ekolojik, C- Estetik ve D- Etik yararlar
(Işık 1988) (Tablo 1).
Tablo 1- CANLI TÜRLERİNİN İNSAN TÜRÜ İÇİN SAĞLADIĞI YARARLAR
Kullanılış Amacı
Açıklamalar
A- EKONOMİK
Gıdalar
Bitkiler,
Hayvanlar
Gen kaynağı
Hibritlemeler
Transgenik Bitki ve hayvanlar (GDO)
Biyolojik Kontrol Araçları
Faydalı böcekler, kuşlar, faydalı bakteriler
Doğal ve endüstriyel ürünler
Pestisitler, organik gübreler,
İlaçlar, antibiyotkler,
Değişik endüstriyel maddeler
Kişisel ve teknik hizmetler
Bitkiler, hayvanlar (yunus, güvercin, at…)
Bilimsel modeller,
Biyomimetik materyaller
Bitkiler, hayvanlar
(nilüfer çiçeği, örümcek ağı….)
Gelecekte fırsatlar,
farklı seçeneklerin sunulması
Bitkiler, hayvanlar
B- EKOLOJİK
Canlıların dostluk hizmetleri
Bitkiler, hayvanlar, mikroorganizmalar
Biyolojik tehlike uyarıları
Kuş zehirlenip ölürse, sıra kime gelecek?
C- ESTETİK ve KÜLTÜREL
İlginç ve nadir Ekosistemler
Jeolojik, biyolojik, kültürel değerler
İlginç türler
Süs bitkileri, süs hayvanları
D- ETİK
Gerek dini gerekse felsefi görüşlere göre her
canlı türünün yaşama ve neslini sürdürme
hakkı vardır
A-Ekonomik yararlar
i) Gıda: İnsanoğlunun ihtiyaç duyduğu proteinlerin
% 90’dan fazlası, sadece dokuz (9) adet evcil türden
gelmektedir (bunlar sırasıyla sığır, domuz, koyun,
keçi, manda, tavuk, ördek, kaz ve hindidir). Su ürünleri veren bazı canlılar (balık, karides, midye...) ise,
evcilleştirme (çiftlik) programına sadece son yarım
yüz yıl içinde alınmıştır. Yeryüzünde 500.000’den
fazla bitki türü biliniyor. Bunlardan 40-50 bin kadar
tür, yenilebilen çeşitli ürünler (yaprak, gövde, kök,
24
meyve, tohum, özsu) veriyor. Ama bugün, dünyada
tüketilen gıda miktarının %90’ı, sadece 15 bitki türünden üretiliyor; bunun %60ı da sadece üç türden
(buğday, mısır ve pirinç) elde ediliyor (Bryant 2002).
Bunlar son 2000 yıl içinde evcilleştirilen bitkiler. Geri
kalan ve halen yabani olan on binlerce tür arasında,
gıda üretimi için büyük gizilgücü (potansiyeli) olan
bitkiler var. Bazıları yakın gelecekte evcilleştirilebilir,
ya da onların taşıdığı faydalı genler, daha önce evcilleştirilmiş türlere aktarılmak için kullanılabilir.
Tabiat ve İnsan
ii) Gen kaynağı: İnsanoğlu için, gıda üretimi bakımından, sadece sınırlı sayıda canlı türüne bağımlı
kalmak güvenli bir yol değil. Örneğin, 19. yüzyılda İrlanda’da halkın dayandığı tek gıda kaynağı olan patates, 1845 -1850 yılları arasında bir mantar hastalığına
yakalandı, üretim durdu ve milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanan açlık başladı. O nedenle, bağımlı
olduğumuz bitki ve hayvan türlerinin sayısı, çeşidi
ve genetik tabanı (çeşitliliği) artırılmalıdır. Özellikle
Tropik bölgelerde, evcilleştirme potansiyeli olan çok
tür var. Evcil türlerin yabani ataları, genetik çeşitlilik
bakımından, evcil türlere göre çok daha zengin. Evcil
bitkilere, yabani ataların bulunduğu gen merkezlerinden melezleme (hibritleme) ve son yıllarda da gen
teknolojisi yoluyla gen aktarımı yapılmaktadır. Aktarılan bu genler, özellikle mantar ve virüslerin yol açtığı
hastalıklara, böceklere, kuraklığa, herbisitlere (ot öldürücülere), depolamaya dayanıklılık sağlayan; lezzet
ve aroma veren, bağışıklık sağlayıcı vb. genlerdir.
Gen aktarımı yoluyla elde edilen canlılara kısaca GDO
(Genetik yapısı, gen teknolojisi yoluyla Değiştirilmiş
Organizmalar) denilir. Son yıllarda buğday, arpa, pirinç, mısır, patates, domates, şeker kamışı, soya fasulyesi… vb türleri içinde GDO soyları yaygınlaşmıştır.
ABD’de ekilen soya fasulyesi tohumlarının yaklaşık
%57’si, mısırın yaklaşık %30’u GDO olarak elde edilmiş soyların tohumlarıdır. GDO ile ortaya çıkan canlıların çevrede ne yapacakları, bu canlılardaki yeni
genlerin uzun sürede nasıl davranacakları konusunda yeterli bilgiler bulunmadığı için, GDO’ların yaygın
olarak yetiştirilmesi konusunda bir takım sınırlamalar
vardır. Nitekim 1999 yılına kadar ABD ve Kanada’da
64, Japonya’da 20, Avrupa’da 8 bitki varyetesi GDO
sertifikası alabilmiştir (Bryant 2002).
iii) Biyolojik kontrol araçları: Biyolojik kontrol aracı
olarak, zararlı böceklere karşı çeşitli canlılar kullanılır.
Örneğin kuşlar, değişik Bacillus thuringiensis soyları,
istenmeyen bir canlı türüne özgü hastalık ve hasar
yapan değişik mantar hastalıkları... en yaygın olan
biyolojik araçlardır. Bu uygulamalarla, tarım alanlarında böcek öldürücü ilaçların (pestisit) kullanılması
azaltılmakta ve çevre kirlenmesi önlenmeye çalışılmaktadır. Potansiyel olarak biyolojik kontrol ajanı
olarak kullanılabilecek pek çok bitki, hayvan, bakteri
ve mantar türleri vardır ve bunların tanımlanması ve
etkin biçimde kullanıma alınmaları üzerinde yoğun
araştırmalar sürmektedir.
iv) Doğal ve endüstriyel ürünler: Gıda maddesi
dışında, canlılardan elde edilen birçok ürün, binler-
ce yıldan beri insanlar tarafından kullanılmaktadır.
İlaç, ağrı giderici, sakinleştirici, keyif verici olarak;
dokumada kullanılan lif ve selüloz maddeleri; avcılık
aletleri yapılması; yapıştırıcı, inşaat malzemesi … vb
amaçlarla, birçok bitki ve hayvan türünden elde edilen ürünler, özellikle gelişmekte olan ülke toplumlarında bu gün bile geleneksel yöntemlerle elde edilip
etkin biçimde kullanılmaktadır.
Piyasada satılan ilaçların yaklaşık %25i yüksek yapılı
bitkilerden elde edilir (Örneğin, morphine, codeine,
quinine, atropine, ve digitalis içeren ilaçlar). Bütün
bunlar, tropik bölgelerde yaşayan bitki türlerinin sadece % 1’inin bilimsel anlamda denenmesiyle ortaya
çıkarılmıştır. Geride, henüz denenmemiş ve el atılmamış %99 potansiyel vardır.
Son yıllarda değişik bitki ve hayvan türleri (onların
değişik organları ve ürettikleri kimyasal maddeler)
kullanılarak anti-kanser ve anti-AIDS araştırmaları
yoğunlaşmıştır. ABD- NCI (ABD Ulusal Kanser Enstitüsü), 1991 yılına kadar 35 000 bitki ve hayvan türünü
taramış; denenen bu türlerden 800 adedi anti-HIV, 60
adedi de anti-kanser etkileri göstermiştir. Bunların da
ancak binde biri klinik test aşamasına gelmiştir (Bryant 2002). Bazı bakterilerden, mantarlardan, denizde yaşayan ilkel yapılı canlılardan önemli antibiyotikler elde edilmektedir.
Bunlardan başka, bitki ve hayvanlar, pek çok endüstriyel ürünün ortaya çıkması için hammadde kaynağı
olarak kullanılmaktadır [inşaat malzemeleri, lif, selüloz, yapıştırıcılar, çözücüler, boya maddeleri, endüstriyel yağlar, terpenler, yüzey kaplama ve koruyucu
maddeleri, biyo-polimerler... endüstriyel yağlar... enzimler (özellikle termal ortamlarda yaşayan canlılardan elde edilen sıcağa dayanıklı enzimler)].
Bütün bunlar dikkate alınınca, henüz denenmemiş,
keşfedilmemiş canlı türleri ve onların yaşadıkları ekosistemler yok olursa, kaybedeceğimiz değerlerin ne
olduğunu takdir edersiniz.
v) Bireysel ve teknik hizmetler: Evcil hayvanların ve
çiftlik hayvanlarının sağladıkları geleneksel hizmetlere ek olarak, yeni evcilleştirilen bazı türlerin sağladığı
yeni tip hizmetler de vardır. Örneğin, haberci güvercinler, savaş zamanlarında kullanılan yunus balıkları,
meyve ve kozalak toplamada kullanılan maymunlar,
mayın yerlerini bulmaya yarayan bakteriler, ağır metallerin bulunduğu ortamları ve bilinmeyen maden
yataklarını işaret eden “gösterge bitki türleri”… gibi.
Bunların pek çoğu henüz keşfedilmiş değildir.
25
Tabiat ve İnsan
vi) Bilimsel modeller: Yabani bitki ve hayvanlar,
temel bilimler için birçok yönleriyle model oluşturmaktadır. Kimyagerler, canlıların bizzat kendilerinin
ürettikleri kimyasalların önce doğal özelliklerini çalışıp öğrenir, sonra da onların bazılarını yapay olarak
üretirler. Bilgisayar teknolojisinin devreye gelmesiyle, bu yöndeki çalışmalar hızlanmıştır.
me vb. bilimsel denemelerde bu hayvan türünden
yararlanılmaktadır. Bu armadillo türü ve onun yaşadığı ekosistem yok olursa, insanlık, milyonlarca yıllık bir
evrimin birikimi olan ve bir daha hiç elde edilemeyen
bir biyolojik bilgi deposunu (organik kütüphaneyi)
tamamen kaybetmiş olacaktır.
Doğadaki canlıların sadece kimyasal yapıları değil,
anatomik ve morfolojik yapıları ve bu yapıların çalışma mekanizmaları hakkında elde edilen bilgiler,
bilimde yeni gelişmelere model olmuş ve olmaktadır (Odonata-Helikopter; Yarasa-Radar, su altı canlılar-denizaltı sanayiinde kullanılan maddeler, Beyaz
ayı - ısı tutucu elbiseler, Örümcek ağı-yeni ve dayanıklı biyo-materyaller…). Robot teknolojisinde böcekler, kırkayaklar, kertenkeleler, yengeçler … ve onların değişik özellikleri araştırılmakta, bu canlı türleri
model olarak ele alınarak insanlık için oldukça yararlı
yeni buluşlar ortaya çıkmaktadır.
B- Ekolojik hizmetler
vii) Gelecekte doğabilecek fırsatlar: Bugünkü değer sistemlerimiz ve değer yargılarımızla gelecek kuşakların değer sistemleri ve yargıları farklı olacaktır.
Bugün önemsiz sayılan, hiç istenmeyen, hatta zararlı
olan bir tür, veya bir ekosistem, gelecek kuşaklarca
çok yararlı ve aranan bir kaynak olabilir. Nitekim geçmişte hiç önemsenmeyen birçok canlı türü, bugün
önemli buluşların kaynağı olmuştur. Örneğin, Güney
Amerika’da yaşayan armadillo türü, insanlara özgü
bir hastalık olan cüzam hastalığına yakalanan tek
hayvan türüdür. Cüzam hastalığı ile ilgili aşı geliştir-
Çevremizde yaşayan canlı türleri, hem insan türü için,
hem de başka canlı türleri için yaşamsal önemde pek
çok hizmetleri yerine getirmektedir (Tablo 2). İnsanoğlu en son teknolojilerini kullanarak bu hizmetleri
yapmaya kalksa, çevremizdeki ekolojik hizmetlerin
çoğunu bu derece etkin olarak yerine getiremezdi.
Günlük yaşantımızda hiç bir bedel ödemeden bizlere yapılan bu hizmetlerin değerinin ne olduğu,
çoğumuzun hiç aklına bile gelmez... Yiyeceklerin ve
hammaddelerin üretilmesi, iklimin ve atmosferik
gazların düzenlenmesi, su düzeninin sağlanması,
toprak erozyonu kontrolü, toprak oluşması, atıkların temizlenmesi, besin elementlerinin döngüsünün
sağlanması, dinlenme (rekreasyon)... Bütün bu hizmetlerin yapılabilmesi için, bir bedel ödenmesi gerekirse bu bedel ne kadar tutar? Değişik bilim dallarında (ekolog + coğrafyacı + ekonomici+ diğerleri)
13 bilim adamının yaptığı bir grup-çalışmasına göre,
eğer bu hizmetler, bir süper-şirkete yaptırılmış olsaydı (ki böyle bir şirket de yoktur ve olamayacaktır), bu
şirkete yılda ortalama 33 trilyon dolar ödenmesi gerekirdi (Costanza et al. 1997).
Tablo 2: CANLI TÜRLERİNİN EKOLOJİK HİZMETLERİ
Hizmet Çeşidi
Hizmet Veren
Canlı Grubu
1- TOZLAŞMA (elma, incir, muz.. bahçeleri, pamuk vb. tarım alanları...)
Arılar, Kelebekler,
Böcekler, Yarasalar
2- BIYODEGRASYON (biyolojik ayrıştırma) (düşen yapraklar, çöpler, canlı atık ve artıkları...)
Böcekler, Bakteriler,
Mantarlar
3- TOPRAK VERIMLILIĞINI ARTIRMA (solucanların havalandırma, azot bağlayıcı bakteriler,)
Solucanlar, Toprak içi
canlılar, Bakteriler
4- OKSIJEN – KARBON DIOKSIT DÜZENİ (fotosentez olayı)
Bitkiler
5- İKLİMİ DÜZENLEME (CO2 tüketerek global ısınmayı önleme, hava nemi vd.)
Bitkiler
6- SU DÜZENİ
Bitkiler
7- SULARI FİLTRELEME VE TEMİZLEME (planktonları vd. Kontrol etmeleri ve deniz suyunu
temizlemeleri)
Çeşitli deniz hayvanları
8- BİYOLOJİK İYİLEŞTİRME (toksik atıkları sömürme, sağaltma...) (ağır metalleri topraktan
emip, dokularında depolayan bitkiler – örnek turpgiller: böyle bitkiler, böceklere ve ot yiyen
hayvanlara karşı da zehirlidir).
Bitkiler
26
Tabiat ve İnsan
i) Canlıların yaptığı dostluk hizmetleri: Hiç nefes
alıp vermeden, bir kaç dakika durdunuz mu? Sakın,
denemeyin! Oksijensiz kalıp hemen hayatınızı kaybedebilirsiniz. Yaşamımız için bu denli gerekli olan
bu gaz, yaptığı hizmet karşılığında hiç bir bedel istemeyen bitkiler tarafından üretiliyor. Örneğin, yeryüzünü kaplayan ormanlar yılda 93 milyar ton oksijen
üretiyor. Bu miktar, karada yaşayan bitkilerin ürettiği
oksijenin üçte ikisi kadardır. Ayrıca, suda yaşayan algler, yılda üretilen oksijenin %50’den fazlasını karşılıyor. Öte yandan bitkiler, havadaki karbondioksiti de
havadan kendine çekip bağlıyor. Bir kayın ağacı yüz
yaşına kadar, 6000 kg karbonu gövdesinde tutuyor.
Bu yüz yıl boyunca 40 milyon m3 havayı fotosentez
sırasında yapraklarından alıp süzüyor. Bu hava, her
biri yaklaşık 400 m3 iç hacme sahip olan, yaklaşık 100
bin villanın içindeki hava kadar yer tutuyor (Çepel
2000). Bitkiler, bir bakıma hiç bir yakıt ve elektrik istemeyen, bedava iş yapan havalandırma sistemleri gibi
çalışıyorlar.
Organik artıkları ve atıkları parçalayan böcekler ve
onları ayrıştırıp toprağa karıştıran binlerce çeşit mikroorganizmalar olmasaydı, bugün tüm diğer canlılar,
yer yüzeyini örten ve yüzlerce metre kalınlığında biriken çöp yığını içinde boğuşmakta olurdu...
bitki türleri vardır. Böyle bitki türleri, değişik atıkların biriktirildiği çöplük vb. alanlara ekilip dikilerek,
toprak, bu zehirli metallerden temizlenebilmektedir.
Ayrıca böyle türler, söz konusu metallerce zengin
topraklarda yetiştikleri için “gösterge türler” olarak
kullanılırlar. Bunlara ek olarak, bu bitki türleri, zehirli
metallere dayanıklı olma ve onları depolama özelliklerini sağlayan genler açısından, birer genetik kaynaktır. Bu tür bitkilerde bulunan genetik materyal,
değişik amaçlar için başka bitki türlerine de aktarılabilir.
Bir ilkbahar gününde, kırlarda uçuşup çiçekleri dolaşan bütün böceklerin işlerini bir hafta boykot ettiğini düşünün! Sadece meyve ağaçlarında tozlaşmayı
sağlayan böceklerin ait olduğu tek bir sendika bile
boykota katılsa, insan dahil, pek çok, kuş, böcek ve
hayvan türü, önümüzdeki bütün bir yıl boyunca
meyvesiz ve vitaminsiz kalırdı!...
Ağır metalleri (bakır, nikel, kurşun, kadmium, çinko,
kobalt, cıva, selenyum, krom gibi) topraktan kolaylıkla alabilen, bu zehirli (toksik) elementlere dayanıklı
olan ve bunları özel hücrelerinde depo edebilen bazı
Bitkileri gövdesine ve diğer organlarına bağlanmış
olarak onlarca, hatta yüzlerce yıl kilitli tutulan karbon
havada serbest kalsaydı, hayvan türlerinin hemen
hepsi karbon dioksit zehirlenmesinden ölürdü...
ii) Biyolojik tehlike uyarıları: Maden ocağında zehirli gaz birikmesi ve grizu patlaması olup olmayacağını anlamak için, madenciler yanlarında taşıdıkları
kafeslerde kanarya beslerler. Ocağın içindeki kafeste
kuşlar ölmeye başlamışsa, madenciler, kendileri için
de tehlikenin yaklaştığını anlar ve hemen önlem
27
Tabiat ve İnsan
alırlar... Bir canlı türü kitle halinde ölüyorsa, balıklar
sahile vuruyorlarsa, bazı türler azalıyor ve nesilleri
tükeniyorsa, bazı nadir ekosistemler bozulup değiştiriliyorsa... bunlardan bir ders almamız, doğanın
bu uyarısını doğru yorumlamamız, gerekli önlemleri almamız gerekir... Çevredeki hayvanlar ve bitkiler
yaşadıkları ekosistemleri, gıda ve yiyecek kaynaklarını, yerlerini, yuvalarını ve en sonunda canlarını ve
nesillerini kaybediyorlarsa, er ya da geç, aynı akıbete
bizim türümüz de uğrayabilir. Bunu iyi bilmeliyiz.
Son yıllarda Kuzey kutbunda buzullar erimeye başladığından beri, görsel basında bir kutup ayısı görüntüsü sıklıkla ekrana gelmektedir. Kuzey Denizinin buz
gibi suları içinde henüz erimeden kalabilmiş küçük
bir buzul adacığı ve bu adacık üzerinde tutunarak
bekleyen - ve “evi” saydığı daha büyük buzul adalarını
endişeli gözlerle ufukta arayan- çaresiz bir kutup ayısı… Bu görüntü size, madencilerle birlikte yaşadıkları
yeraltında, çok yaklaşmış olan grizu patlaması tehlikesini ölerek haber veren kanaryaları hatırlatmıyor
mu? İklimin değişmesiyle, sıcaklığın artmasıyla, havanın-suyun-toprağın kirlenmesiyle, kısacası ekosistemlerin değişmesi ve yok olmasıyla başka bazı türler
tek tek ya da kitleler halinde yok oluyorsa, bunun anlamı, “sıra bize (insan türüne) de geliyor” demek değil
midir? O nedenle önlem almalıyız, önlem alması gerekenleri de yılmadan uyarmalıyız.
Son yıllarda gelişen “ekoturizm” kavramı, aslında doğal ekosistemlerden ve oradaki canlılardan uzakta
kalan insanların yarattığı bir harekettir. Ekoturizm
etkinlikleri ile insanoğlu, atalarının yaşadığı ortama
ve kendi özüne dönüşü yaşamaktadır. Çünkü insanın
ruhsal ve bedensel yapısı, yüz binlerce yıldan beri, el
değmemiş, çağımızın her türlü kargaşasından uzak,
diğer canlı türleri ile iç içe, uçsuz bucaksız, sere serpe
uzanan doğal ekosistemlerde gelişip şekillenmiştir.
İnsan türü, ruhsal yapısı yönünden, yaşamında çeşitlilik ve sakinlik isteyen bir türdür. Bu nedenle, benim
türümün bireyleri, hangi soydan gelirlerse gelsinler,
kentlerin yapay ve gürültülü çevresinden uzaklaşıp,
bin-bir çeşitlilikle dolu doğal çevreye kavuşma tutkusu içindedir.
D- Etik nedenler
C- Estetik ve kültürel hizmetler
Gerek dini gerekse felsefi görüşlere göre her canlı türünün yaşama ve neslini sürdürme hakkı vardır. Kutsal din kitaplarında verilen bilgilere göre, Tanrı, Nuh
peygambere, her canlı türünün bir erkeğini bir de
dişisini gemisine almasını bildirmiş; afet geçtikten ve
gemi karaya oturduktan sonra bu canlılar nesillerini
sürdürmeye devam etmişlerdir. Bu dini bilgi, insanların diğer canlıları ve onların yaşama alanlarını istedikleri gibi yok etmeye hakları olmadığını, fakat her
canlı türünün yaşama ve neslini sürdürme hakkına
sahip olduğunu vurgulamaktadır.
İnsanlık tarihinin başlangıcından beri, etkileyici havası, derin sessizliği ve emsalsiz güzellikleriyle doğa
ana, insana ilham kaynağı olan cömert bir ana olmuştur. Dini bilgilere göre İsa, Musa ve Muhammet, doğal çevre ile sık sık baş başa kalmayı tercih etmişler;
“tanrıdan gelen mesajlarını” orada bulundukları sırada almışlardır. Birçok sanatçı, yazar, şair, müzisyen,
ölümsüzleşen eserlerini orada, onunla baş başa iken,
onun canlı ve cansız parçalarından ilham alarak hazırlamışlardır (Işık 1976). Doğanın ve orada yaşayan
canlıların değerini bilen toplumlarda, insanlar bilir ki,
çeşitlilik insan kültürüne renk ve çeşni katar. Bireylerin hem hayal güçleri hem de yaratma güçleri, çevrelerinde gördükleri varlıkların çeşitliliğiyle orantılı olarak artar. Bir çöl ekosisteminde yaşayan bir kabilenin
üyeleri ile, bir tropik orman ekosisteminde yaşayan
başka bir kabilenin üyelerinin yaratıcılık ve kültür
düzeyleri arasındaki fark, orman kabilesi lehine çok
fazladır. Çünkü çöl ekosistemi monoton (tekdüze) bir
yapıya, orman ekosistemi de bin bir çeşitlilikle dolu,
kamçılayıcı bir ortama sahiptir.
Yeryüzündeki canlıları yukarıdaki Tablo-1 ve Tablo-2’deki gibi sınıflandırıp okuyucularıma sunarken,
itiraf etmeliyim ki ben de önemli bir yanlışlık yaptım:
Tüm diğer canlıları, ait olduğum insan türünün önyargıları ve insan türüne özgü içgüdülerimin kesin
yönlendirmesiyle kendi türümün çıkarlarına göre
sınıflandırdım. Tüm diğer canlılara, sadece türdeşlerime sağladıkları yarar açısından baktım; onları
kendi türdeşlerimin çıkarı açısından değerlendirip
sınıflandırdım. Kendimi bu egoist önyargıdan arındırmaya ve tarafsız kalmaya çalışarak, bir biyolog ve
bilim adamı gözüyle, etik değerler açısından şunu
belirtmeliyim: Benim türüm için yararı olmayan hatta benim türüme zararlı olan bir tür, başka bir canlı
türü için vazgeçilmez bir kaynak olabilir. Aynı şekilde
benim türüm için çok değerli olan bir tür, başka bir
tür için hiç önemli sayılmayabilir. Her canlı türü, tıpkı
benim yaptığım gibi, başka canlıları, kendisine sağladığı çıkar açısından değerlendirme hakkına sahiptir.
Kim bilir, benim ait olduğum insan türü, yerküresin-
28
Tabiat ve İnsan
de yaşayan kaç türün gözünde gereksiz, zararlı ve
hatta yok edilmesi gereken amansız bir türdür? İtiraf
etmeliyim ki, bu duygularımı açıklarken, pek çok türdeşimin de duygularını paylaştığımı düşünüyorum.
Bu itirafla ve bu paylaşım duygusuyla yaşamak, etik
olarak beni (ve umarım pek çok türdeşimi) rahatlatmaktadır.
SONUÇ: Çeşitlilik zenginliktir
Özetlenirse; ekonomide, ekolojide, sanatta ve kültürde… çeşitlilik sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Bir bakıma çeşitlilik zenginliktir. Yapı ve işlev bakımından
çeşitliliğe sahip olanlar - ister bir kişi, ister bir kurum,
isterse bir varlık olsun - daha renkli, daha güzel, daha
uyarıcıdır. Çeşitlilik, onu taşıyan sistem için bir çeşit
sigortadır; ona esneklik sağlar, ona seçenekler sunar. Çeşitlilik, onu taşıyanlara direnç ve istikrar, güç
ve canlılık, tat ve çeşni kazandırır. Canlılar dünyasını
ilgilendiren çeşitlilik de biyoçeşitlilik adını alır. Biyoçeşitlilik; diğer sistemlerde bulunan çeşitlilik gibi,
aynı erdemleri, benzer özellikleri sergiler. Çeşitli özelliklere, öğelere ve canlı türlerine sahip olan bir doğa
parçası, tekdüze yapıda bir doğa parçasına göre
daha güzel, daha renkli, daha zengin, daha dirençli, daha istikrarlı, daha yaratıcıdır. Doğada çeşitlilik,
ekosistemlere (doğal ortamlara) direnç ve istikrar kazandıran, güç ve canlılık veren, sistemdeki canlıların
uyum esnekliğini artıran, canlıların nesillerinin sürdürülebilmesi için farklı seçenekler sunan… dinamik
bir özelliktir. Bu nedenle türler, o türlerin taşıdıkları
genler ve o türlerin yaşadıkları ortamlar – ve onlar
arasındaki etkileşimler- korunmalı ve sürdürülebilir
bir şekilde yönetilmelidir.
Sadece türlerin bizzat kendisini korumak yetmez.
Onlar, ait oldukları ekosistemlerle birlikte korunmalıdır. Çünkü bir tür ile o türün canlı ve cansız çevresi
arasındaki etkileşimler, ve birçok ekolojik olaylar, ancak doğal ekosistemi içinde gerçekleşir. Örneğin bilim adamları, tropik bölgelerde yaşayan milyonlarca
bitki ve mantar türleri arasında ilaç olarak kullanılabilecek olanları belirleyebilmek ve o yönde bir ipucu
yakalayabilmek için değişik yöntemlere başvururlar.
Bu yöntemlerden biri, o ekosistemlerde yaşayan
şempanzelerin davranışlarını ve bu hayvanların orada bulunan çeşitli bitkileri ne amaçla ve nasıl kullandıklarını gözlemektir. Hayvanat bahçesi gibi yapay
bir ortamda, ekosistemlerde görülen olaylar çeşitliliğini gözleyemezsiniz. Hayvanat bahçesinde, insana
bağımlı olarak yaşayan (ve nadir de olsa orada üreyebilen) bir şempanzeyi gözleyerek, böyle bir ipucunu
yakalayamaz, böyle bir etkileşimi gözleyemezsiniz.
Çevre; gerek iklim gerekse kimyasal ve fiziksel özellikleriyle (yavaş ya da hızlı, doğal ya da insan eliyle,
durmadan ya da arada bir, belli ya da belirsiz) değişmeyen bir değişim süreci içindedir. Gelecek on, elli,
yüz, bin, onbin… yıl içinde, bugün bulunduğumuz
çevre koşullarından tamamen farklı çevre koşulları ortaya çıkabilecektir. O takdirde, değişen çevreye
uyum yapabilecek çeşitli genlere, gen kombinasyonlarına ihtiyaç vardır. Onlar bir depoda, bir “banka”da,
başka bir deyişle “doğadaki gen bankası”nda depolanmalı, orada çoğalmalarına ortam yaratılmalıdır.
Biyoçeşitlilik yok olursa, pek çok gen, pek çok canlı
türü de yok olacak demektir. Ekosistemlerin bozulup
değiştirilmesine, türlerin ve ırkların yok olmasına göz
yumarsak, kendi türümüzün de yok olmasına ortam
hazırlamış oluruz. Şu ya da bu şekilde kendi türümüz
neslini sürdürmeye devam edebilse bile, geleceğin
bize sunacağı fırsatları (bugün hayal bile edemeyeceğimiz fırsatları) şimdiden yok etmiş oluruz. Bu davranış; gelecek kuşaklara karşı büyük bir sorumsuzluk,
affedilmez bir ihanet demektir.
İnsan türü; başlangıçta zekâsı ve sopasıyla, daha sonra ateşi ve okuyla, çağımızda da değişik makineleri
ve kimyasallarıyla çevresine zarar vermekte ve biyoçeşitliliği yok etmektedir. Neslini sürdürmek, her türde bir temel içgüdü olagelmiştir. Biz (insan türü) de,
kendi türümüzü ve türümüzün geleceğini, sadece
içgüdümüzün ve makinelerimizin değil, aklımızın da
gücünü kullanarak güvence altına almak zorundayız. Bugün ekosistemlerin tahrip edilmesi pahasına
biriktirilen ekonomik kapital, yakın bir gelecekte işlemez hale gelen ekolojik sistemleri (doğal kapitali)
kurtarmaya yetmeyecektir. Günümüzdeki üretim
ve tüketimle ilgili ekonomik yaklaşımlar değişmeli;
ekonomik kapital birikimi değil, doğal kapital (biyoçeşitlilik) birikimi ön plana geçmelidir. Bu konuda en
sağlam strateji, mümkün olduğu kadar daha çok seçeneği, daha çeşitli ekosistemleri, daha farklı türleri,
yok edilmeden yedekte bulundurmaktır. Hedef; biyolojik çeşitliliği yok ederek ekonomik zenginlik sağlamak değil, biyolojik çeşitliliği çoğaltarak ekolojik
zenginlik ve doğal kapital sağlamak olmalıdır. Çünkü
sürdürülebilir ekolojik zenginlik, sürekli ekonomik
zenginliği doğurur. Oysa, arkasında ve temelinde
ekolojik ve doğal zenginlik olmayan bir ekonomik
zenginlik, er ya da geç yok olmaya mahkumdur.
29
Tabiat ve İnsan
KAYNAKLAR
Adams, J.D., K.P. Flora, B.R. Goldspiel, J.W. Wilson, S.G.
Arbuck, and R. Finley. 1993. Taxol: a history of pharmaceutical development and current pharmaceutical concerns. Monogr-Natl-Cancer Inst. 15: 141-147.
Boşgelmez, A. 2006 (editör).Gölbaşı Mogan Gölü,
Andezi Taşı, Centaurea Tchihatcheffii. Bizim Büro Basımevi, Ankara. Bkz. Sayfa: 270-313.
Bryant, Peter J. 2002. Biodiversity and Conservation:
A Hypertext Book at http://darwin .bio.uci.edu/~sustain/bio65/lec07/b65lec07.htm.
Çepel, N. 2000. Orman- Erozyon ilişkisi. Yeri: Erozyonla Mücadele – TEMA Eğitim Seminer Notları. TEMA
Vakfı yayını no:26, pp:103-126.
Costanza, R., R. d’Arge, R. de Groot, S. Farber et. al.
1997. The value of world’s ecosystem services and
natural capital. Nature, May 15, 387:253-260.
Erbil, H. Y., A. L. Demirel, Y. Avcı and O. Mert. 2003.
Transformation of a Simple Plastic into a Superhydrophobic Surface. Science, 299: 1377-1380.
Graham, L.E., J. M. Graham and L. W. Wilcox. 2003.
Plant Biology. Prentice Hall, Pearson Ed. Inc., New
Jersey, 497 pp + App.
Işık, K. 1976. Doğal alanların ve canlı türlerinin korunması, insanlık için neden önem taşır? Bilim ve Teknik
(TÜBİTAK) 105 (3):6-9.
Işık, K. 1988. Doğa Koruma Biyolojisi (DBK): Genlerden Ekosistemlere. Yeri: Biyoloji Eğitiminde Çevre
Sorunları Sempozyumu. Hacettepe Üniv. Yayınları
E/1 (Editör: A. Güner, D. Kolankaya, A. İzbırak, 20-21
Aralık, 1988, Ankara). ss: 22-30.
Işık, K. 1998. Biyolojik Çeşitlilik. Yeri: Çevre ve İnsan.
Anadolu Üniv. Açık Öğt. Fakültesi yayını N: 560. Sayfa: 13-39.
Işık, K. 1999. Çevre Sorunları, Biyolojik Çeşitlilik ve
Orman Gen Kaynaklarımız. Tema Vakfı Yayın No: 25,
İstanbul, 197 Ss.
Işık, K. 2003. Genlerden Ekosistemlere: Biyoçeşitlilik
ve Sunduğu Hizmetler. Bildiri: (İngilizce olarak sunuldu). United Nations Tematic Group for Sustainable
Rural Development and Food Security. Workshop
by Sub Group on Wildlife, Biodiversity and Organic
Agriculture, Coordinated by FAO Representation in
Turkey, April 15-16, 2003, DIE / SIS Conference Hall,
Necatibey Cad. - Ankara
Işık, K. 2006 (1). Biyoçeşitlilik. Yeri: Erozyon, Doğa ve
Çevre. TEMA Vakfı yayını No. 51. Sayfa: 357-384.
Işık, K. 2006 (2). Biyoçeşitlilik. Yeri: Gölbaşı Mogan
Gölü, Andezit Taşı, Centaurea Tchihatcheffii. Bizim
Büro Basımevi, Ankara (Editör: A. Boşgelmez, 2006).
Sayfa: 270-313.
Jaffe, W. And M. Rojas. 1994. Transgenic potato tolerant to freezing. Biotechnology and Development
Monitor No:18, March, p.10
Keating, G. 2003. New field dressing uses shrimp
shells to stanch wounds. Reuters News Agency, Feb.
7, 2003 – Page A11, Los Angeles.
New Scientist, 1999 (Reports, June 19). Egyptian researchers discovered a powerful strain of the pesticide Bt in the pink boll worm dead larvae in Egypt.
Ow, D. W. et al. 1986. Transient and stable expression
of the firefly luciferase gene in plant cells and transgenic plants. Science (Nov. 14) 234: 856-859.
Tirrell, D. A. 1996. Putting a New Spin on Spider Silk.
Science, Jan.5, 271:39-40.
Yazarın bu makalesi, iki ayrı kısma bölünerek ve kısaltılarak, İSTANBUL SANAYİ ODASI
DERGİSİ’nde yayınlanmıştır. Bkz. Işık, K. 2008… İstanbul Sanayi Odası Dergisi. Kasım 2008
(512), Sayfa: 70-73 ve aynı dergi Aralık 2008 (513) sayısı, Sayfa: 68-73. Ayrıca, makalenin
daha geniş yazılmış ve fotoğraflarla desteklenmiş özgün formu, şu kitapta yer almaktadır:
Boşgelmez, A. 2006 (editör). Gölbaşı Mogan Gölü, Andezi Taşı, Centaurea Tchihatcheffii (II.
Ulusla arası Gölbaşı Göller-Andezit ve Sevgi Çiçeği Festivali). Bizim Büro Basımevi, Ankara.
Bkz. Sayfa: 270-313.
30
Tabiat ve İnsan
GIDALARDA NANOTEKNOLOJİ
UYGULAMALARINA FARKLI BİR BAKIŞ
Süleyman GÖKMEN
Hasan YETİM
Muş Alparslan Üniversitesi Meslek Yüksekokulu Gıda İşleme Bölümü
Erciyes Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü
31
Tabiat ve İnsan
ÖZET
ABSTRACT
Nanoteknoloji son yıllarda sıkça karşılaştığımız
Nanotechnology is frequently encountered in
teknolojiler arasında yerini almıştır. Nanotekno-
recent years has taken its place among the te-
lojinin tanınmasıyla ilgili olarak Amerika da 1800
chnologies. 1800 people in the United States
kişiyle yapılan anketlerde nanoteknolojilerin
on the recognition of nanotechnology as the
hayata geçirildiğini duyanların sayısı %20 nin altındayken bunu az duyan ya da hiç duymayanların sayısı yaklaşık olarak %80 civarındadır. Bu
sonuçlarda nanoteknolojinin iyi bir şekilde tanıtılmadığını ortaya koymuştur. Nanoteknoloji-
number of people who migrated to the polls
20% of nanotechnologies to life under the less
it not heard that number or not at all close to
80% approximately. According to these results
nin gıdalardaki uygulamaları mevcut olup çoğu
not recognized to reveal that in a good way of
araştırma safhasındadır. Nanoteknoloji gıdalar-
nanotechnology. Many of nanotechnology in
da bir çok uygulamalarda kullanılmakla birlikte
food applications are available trial stage. Nano-
her tekniğin olumlu yönleri olduğu gibi olumsuz
technology is a food with any technique used in
yönlerinin de olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle
many applications; the positive aspects as well
çoğu bilim adamları bu teknolojiye tedbirli yak-
as negative aspects have been reported. For this
laşmaktadır. Nanoteknolojinin birimi olan nano
reason, many scientists caution that the techno-
sensörler gıdalarda kullanılarak gıdaların zehirli
olup olmadığını bilebilmemiz için yapılan çalışmalar mevcuttur. Bununla birlikte gıdaların kalitesi ve korunmasında da kullanılmaktadır. Bu
teknolojinin olumsuz yönlerinden biri de özellik-
logy is approaching. Using nanotechnology in
foods, toxic foods, which are the nano-sensors,
might know whether the studies are available.
However, the quality and preservation of foods
le son yıllarda önemini arttıran gıda terörizminin
is also used. One of the negative aspects of this
nano teknoloji kullanılarak yaygınlaştırılması en-
technology is of increasing importance in re-
dişe verici boyutlara gelmesi ihtimalinin olması-
cent years; particularly alarming spread of food
dır. Bununla birlikte Nanopartiküllerin insanda
terrorism by using nano technology is likely to
toksikolojik olması nanopartiküllerin serbest
arrive. However, being free of nanoparticles in
olmasıyla oksidatif stres artmaktadır. Kanser,
human toxicology of nanoparticles is increa-
beyin hasarı, DNA mutasyonu hücre ölümüne
sed oxidative stress. Cancer, brain damage, cell
neden olmaktadır. Uluslar arası yasalarda bunun
bir mevzuatı yoktur. Bu nedenle nanoteknolojinin kullanılması kayıt altına alınması gerektiği ve
nanoteknoloji kullanılarak üretilmiş olan gıdalarında farklı renkli ambalaj ve/veya etiketli olması
death is caused by mutations in the DNA. A law
that no international laws. For this reason, the
use of nanotechnology should be recorded and
which is manufactured using nanotechnology
gerektiği ve bu gıdalar için ayrı bir mevzuat ya-
in foods of different colored packaging and / or
pılması gerektiğinin sonucuna varılmıştır.
it should be labeled, and concluded that these
Anahtar Kelimeler: Nanoteknoloji, Gıda, Uygulama
32
foods should be done for a separate legislation.
Key Words: Nanotecnology, Food, Application
Tabiat ve İnsan
GİRİŞ
N
ano yunanca bir kelime olup cüce anlamına
gelmektedir. Bununla birlikte 10-9 nanopartikül
boyutudur. Bu anlamda virusun boyutu da 100 nm
dir. Nanoteknolojide moleküller arasındaki manyetizma, yer ve optik etkiler önem taşımaktadır (Anonim 2012a). Nanoteknolojinin gıda sanayinde genel
anlamda besin değerinin arttırılmasında, renginin
korunmasında olduğu gibi gıdanın kalite kriterlerinin arttırılması ve bozulmasının engellenmesi için
kullanımları mevcuttur (Anonim 2012b).
1. Nanoteknolojinin Ambalajlama ve Gıda Güvenliğindeki Uygulamaları
Nanopartiküllerin insanda toksikolojik olması nanopartiküllerin serbest olmasıyla oksidatif stres
artmaktadır. Kanser, beyin hasarı, DNA mutasyonu
hücre ölümüne neden olmaktadır. Uluslararası yasalarda bunun bir mevzuatı yoktur. Sağlıklı gıdanın
geleceğini oluşturmada nanoteknoloji iyi bir rol oynayabilir. İnsan ve çevre sağlığında nanoteknolojinin
olumsuzlukları dikkate alınmaktadır(Anonim 2012c).
Nano gıdalar genellikle ürün pazarının korunması
amacıyla üretilmekte özellikle akıllı ambalajlar gibi
farklı üretim teknolojileriyle gıdalarla etkileşimler
esas alınarak nano kapsüller tat, lezzet ve renk arttırıcılar kullanılmaktadır. Nano makineler kullanılıp
nano gıda üretmek tam anlamıyla gerçeği yansıtmamaktadır. Gıda güvenliğini korumak için farklı
teknolojileri kombine kullanmak daha doğru olduğunun kanısındayım. Besin kalitesi sindirilebilirliği
esas almasından dolayı öneme sahiptir. Raf ömrünü
optimize etmekte, çevre koşullarını ve müşteri memnuniyetini optimize etmek amacıyla bu teknoloji kullanılmaktadır. Ambalaj materyalinin fiziksel, kimyasal ve mekanik özelliklerini geliştirmek amacıyla da
bu teknoloji uygulanmaktadır. Bu teknolojiyle akıllı
ambalaj pazarının kar marjı 3,7 milyar dolar artması
beklenmektedir. Akıllı ambalajlama teknolojisinde
renk değişimi esas alınarak, renk indikatörleri kullanılarak gıdaların taze ve bayat ve/veya bozulmuş ve
bozulmamış olması tespit edilebilmektedir. Yapılan
bir çalışmada KU2-2601 nolu bir ambalaj materyali
hem ısıya dayanıklı (nem, oksijen) hem de mekaniki direnç bakımından dirençli olarak üretildi(Parada
and Aguilera,2009). Yapılan bir çalışmayla raf ömrü 1
ay olan bir gıdanın raf ömrü nanokompositler kulla-
33
Tabiat ve İnsan
nılarak 26 hafta kadar arttırılmış oldu. Nanoteknoloji
kullanılarak gıdalarda E.coli ve Salmonella gibi gıda
patojenlerinin üremesini engelleyen ambalaj materyalleri geliştirilmiştir. Patojenler ve toksinleri elemine
etmek için nanosensörler geliştirildi. Pestisitler için
mikroarray sistemi geliştirilerek meyve ve sebzede
bulunan bu gıda kontaminantların engellenmesi
sağlanmıştır. Son yıllarda paketi kir tutmayan ambalaj materyalinin geliştirilmesi üzerine çalışmalar
yapılmaktadır. Magnezyum oksit ve çinko oksit nanopatikül olarak ambalaj materyaline uygulanmasıyla mikroorganizmanın öldürülmesinde etkili olmuştur. Nano sensörler kullanılarak gıdaların zehirli
olup olmadığını bilebilmemiz için yapılan çalışmalar
mevcuttur. Özellikle son yıllarda önemini arttıran
gıda terörizminin nano teknoloji kullanılarak yaygınlaştırılması endişe verici boyutlara gelmesi ihtimali
vardır. Gıda kontaminatlarından serbest radikallerin
doğal olarak yada sonradan oluşmasının önlenmesi
ve / veya temizlenmesinde nanoteknoloji de olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Gıda kalite kontrolünde
nano sensörler kullanılmıştır. Renklendirme amaçlı
kullanımı mevcuttur. Amerika da 1800 kişiyle yapılan
anketlerde nanoteknolojilerin hayata geçirildiğini
34
duyanların sayısı %20 nin altındayken bunu az duyan
ya da hiç duymayanların sayısı yaklaşık olarak %80 civarındadır (Anonim2012d ; Anonim2012e). Ekstrüzyon ürünlerinin saklanmasında biyosensörler kullanılmış ve olumlu sonuçlar alınmıştır. Biyosensörlerle
gıdalardaki bakteriyi tanımlama ile ilgili çalışmalar
mevcuttur (See and Stanley,19998). Nanoteknolojinin kromotografik ve spektrometrik yöntemlerle de
kombine kullanımına dayalı yöntemler mevcuttur.
Bunlardan 100 den fazla gıda ürünlerinde ambalaj
materyallerinde akıllı ambalajlama uygulamaları
mevcuttur. Özellikle enkapsülasyon teknolojisinde
kontrollü salınım önemlidir (Skurtys vd.,2008; Zwan
vd.,2006; Walther vd.,2004). Yapılan çalışmalarda
karbon nano tüpleri ile E. coli nin üremesi engellenmektedir. Oksidasyon, mikrobiyal üreme, solunum,
aroma kontrolü yine bu teknolojilerin kullanımıyla
gerçekleştirilmiştir. Beta karoten depolama stabilitesinin arttırılmasında olumlu sonuçlar elde edilmiştir.
Gıdalarda nanolif kullanılması da son yıllarda önem
kazanmaktadır. Nanolif elektro spin ve elektriksel bir
voltaj oluşturulmasında öneme sahiptir. Mikroemülsiyon ve nanolif birleştirilerek aktif antimikrobiyal
nano lif sistemi oluşturulmaktadır. Nano teknolojinin
Tabiat ve İnsan
kullanımıyla ilgili temel endişeler insanlar için ciddi
bir yeni toksisitelerin oluşmasına yol açmasından
endişe edilmektedir. Buna bağlı olarak çevre içinde
ciddi riskler ve yeni sorunlara yol açmasından korkulmaktadır. Nanoteknoloji atomik ve moleküler
seviyede güçlü bir teknolojidir. Nanoteknoloji çoğu
bilim adamlarına göre insan ve çevreye atom ve molekül ölçeğinde maddenin manipülasyonu ciddi yeni
farklı riskler oluşturmaktadır. Dünya da son yıllarda
nanoteknolojik sistem kullanılarak üretilmiş ancak
etiketlenmemiş gıdalar göze çarpmaktadır. Dünyada
gıdaların üretiminde farklı teknolojilerin kullanımı ve
kimyasal katkıların kullanımının artması nedeniyle
insanların organik gıdaya yönelmelerine yol açmıştır.
2. Gıdaların Üretimi ve İşlenmesinde Nanoteknolojinin Uygulanması
Gelecekte nanoteknoloji uygulamalarıyla olması
beklenen gıdaların akıllı emniyet ambalajı ile sarılması ile gıdaların bozulmalarının önüne geçilecektir.
Probiyotiklerin nanokapsülasyonu bakteriyel tanım
için kullanımı vardır (Kobashigawa vd.,2005; Parada
and Aguilera, 2007; Anonim 2012h). Nanoemülsiyonlarda zerdeçal gıdaların sarı rengini vermesinde
öneme sahiptir ( Ricardi,2007). Alerjen gıdaların(ekmek, fındık vb.) algılanabilmesinde nano sensörlerin kullanımı mevcuttur (Weiss vd.,2006; Anonim
2012g). Yapılan diğer çalışmalarda dondurmanın
tekstürünün iyileştirilmesi, süt teknolojisinde sütün
filtrasyonuyla bozulmanın önlenmesi, farklı gıdalara
omega yağ asidi takviyeleri nano teknolojik uygulamalarla sağlanmıştır(Jongsma and Litjens, 2006;
Anonim 2012f ). Ürünlerde insanların sağlık ihtiyaçlarının karşılanması için besin değeri, lezzet ve renk
geliştirmek için uygulamalar yapılmaktadır. Nanotech firmaları besinlerin kapsüllendirilmesi suretiyle
gıdaları güçlendirmek için çalışmaktadırlar. Gıdaların
yağ ve şeker içerikleri nanomodifikasyonlar tarafından devre dışı bırakılmaktadır. Dondurma, çikolata
gibi gıdalarda şeker yağ içerikleri değiştirilebilmektedir. Yine bununla bağlantılı olarak yağ şeker yerine farklı nano partiküller kullanılarak gıda sindiriminde yağ ve şekerin vücut emilimi önlenmektedir.
Bu şekilde lifli gıdaların üretimi yaygınlaşacaktır. Bu
şekilde obosite de kısmi olarak önleme imkânı sağlanmış olmaktadır. Yakın zamanlarda nanokapsüller
sağlıklı çikolata üretimi sağlanması vb. sağlığı yararlı
ürünlerin üretimine imkân sağlanacaktır. Bununla
birlikte lezzet, renk açma konsantrasyonlarına dair
çalışmalar mevcuttur. Bazı gıda uygulamalarında
örneğin osteoroporoz riski olan hastalarda kalsiyum
un serbest kalmasını sağlayacak uygulamalar mevcuttur. Akıllı ambalajlama ve izleme ile gıdaların raf
ömrü arttırılabilmektedir. Bunlar için nano sensörlerin ve anti mikrobiyal faktörlerin dikkate alınması
esastır. Nanoteknoloji son yıllarda özellikle hayvansal kaynaklardaki uygulamalarına bakıldığında balık
tadının hissetmek istemeyenler için nanokapsüllerin
geliştirilerek gıdaların besin değerlerinin bu şekilde
insanların doğrudan balık tüketmeyerek alınmasının
sağlanması başarılmıştır. Son yıllardaki çalışmalarda
nanoantimikrop salınımı yapabilen sistemlerin oluşturulması ile gıdaların raf ömrünün uzatılmasına dair
çalışmalar devam etmektedir. Yapılan bir araştırmada nanokapsüller kullanılarak lokumda doğal boyaların kullanımına olanak sağlayacaktır. Bu amaçla
lokum bilindiği üzere yapay gıdaların kullanılarak ve
nişastanın kullanılarak yapıldığı bir gıda maddesidir.
Amaç olarak β-karoteni protein-karbonhidrat matriksi içerisinde hapsederek ve antosiyaninin lokum
imalinde doğal boya kullanarak %100 doğal lokum
imal etmektir. Bu amaçla yapılan araştırmalarla 1
mg,2 mg ve 3 mg 100 gr örnek için katılarak dinlenme aşamasında bu işlem uygulanarak renk oluşumuna katkı sağlayan allurared vb. gıda boyalarının kullanımının önüne geçmektir. Böylece doğal ürünlere
doğru eğilimin arttırılması amaçlanmıştır (Parada
and Aguilera, 2009).
SONUÇ
Nanoteknoloji günümüzde etkinliğini hızla arttırmaktadır. Bu nedenle bu teknolojinin kullanımıyla
ilgili detaylı bilgilere ihtiyacımız artmaktadır. Nanoteknolojinin birçok uygulamalarında olumlu sonuçlar alınmış olmakla birlikte genetiği değiştirilmiş
gıdalarda olduğu gibi gelecekte insan ve çevre için
ne gibi riskler meydana getireceği kesin olarak bilinmemektedir. Bu nedenle gelecek nesillerde yeni risklerle karşılaşabilmemiz sürpriz olmayacaktır. Dünya
da son yıllarda nanoteknolojik sistem kullanılarak
üretilmiş ancak etiketlenmemiş gıdalar göze çarpmaktadır. Dünyada gıdaların üretiminde farklı teknolojilerin kullanımı ve kimyasal katkıların kullanımının
artması nedeniyle insanların organik gıdaya yönelmelerine yol açmıştır. Bu nedenle nanoteknolojinin
kullanılmasında tedbirli olunmalı ve bu teknolojiyle
üretilmiş gıdalar mutlaka diğerlerinden ayırt edici
özelliklere sahip olması gerektiğinin sonucuna varılmıştır.
35
Tabiat ve İnsan
KAYNAKLAR
1. Anonim 2012a,http://www.understandingnano.
com/food.html
2. Anonim2012b,http://www.understandingnano.
com/column-food.html
13. G Ricardi, G Clemente, and R Giacco. 2003.
The importance of food structure in influencing postprandial response. Nutrition Reviews
61:S56–S60.
3. Anonim2012c,http://www.nanowerk.com/spotlight/spotid=1360.php#ixzz1xItrXjod
14. MA Jongsma and RH Litjens. 2006. Self-assembling protein arrays on DNA chips by auto-labeling fusion proteins with a single DNA address.
Proteomics 6:2650–2655.
4. Anonim2012d,http://www.ncbi.nlm.nih.gov/
books/NBK32727/figure/ch2.f3/?report=objectonly
15. Anonim 2012f, http://www​.er.doe/gov​/bes/scale_of_things.html.This section is a paraphrased
summary of Jochen Weiss’s presentation.
5. Anonim 2012e, http://www.nap.edu/openbook.
php?record_id=12633&page=23
16. J Weiss, P Takhistov, and DJ McClements. 2006.
IFT Status Summary: Nanotechnology–Applications in Food Processing and Product Development. Journal of Food Science 71(9):R107–R116.
DJ McClements, J Weiss, and EA Decker. 2007.
Emulsion-based delivery systems for lipoliphic
bioactive components. Journal of Food Science
72(8):R109–R124. Reproduced with permission
of Blackwell Publishing Ltd.
6. See, JM., Aguilera, DW., 1999. Microstructural
Principles of Food Processing and Engineering,
2nd Edition. Heidelberg, Germany: Springer.
7. Skurtys, O., Bouchon, P., Aguilera, JM., 2008. Formation of bubbles and foams in gelatine solutions within a vertical glass tube. Food Hydrocolloids 22:706–714.
8. Zwan, E van der., Schroën, K., Dijke, K., Boom, R.,
2006. Visualization of droplet break-up in premix membrane emulsification using microfluidic devices. Colloids and Surfaces A: Physicochemical and Engineering Aspects 277:223–229.
9. 9. B Walther, L Hamberg, P Walkenström, and
A-M Hermansson. 2004. Formation of shaped
drops in a fast continuous flow process. Journal
of Colloid and Interface Science 270:195–204.
10. Y Kobashigawa, Y Nishimiya, K Miura, S Ohgiya,
A Miura, and S. Tsuda. 2005. A part of ice nucleating protein exhibits the ice-binding ability.
FEBS Letters 579:1493–1497.
11. J Parada and JM Aguilera. 2007. Food microstructure affects the bioavailability of several nutrients. Journal of Food Science 72:R21–R32.
12. J Parada and JM Aguilera. 2009. In vitro digestibility and glycemic response of potato starch is
related to granule size and degree of gelatinization. Journal of Food Science 74:E34–E38.
36
17. Anonim 2012g, http://www.nap.edu/openbook.
php?record_id=12633&page=23
18. Anonim 2012h, http://www.nap.edu/openbook.php?record_id=12633&page=23
19. J Parada and JM Aguilera. 2007. Food microstructure affects the bioavailability of several nutrients. Journal of Food Science 72:R21-R32.
20. J.Parada and JM Aguilera. 2009. In vitro digestibility and glycemic response of potato starch is
related to granule size and degree of gelatinization. Journal of Food Science 74:E34-E38.
21. G Ricardi, G Clemente, and R Giacco. 2003.
The importance of food structure in influencing postprandial response. Nutrition Reviews
61:S56-S60.
22. Gökmen, S. ;Yetim, H. “Lokum İmalinde beta karoten ve antosiyaninin mikroenkapsüle yöntemi
kullanılarak renk skalasının korunması “I. TİM ArGe Gıda Proje Pazarı 28-29 Mayıs 2012,S. 192,İzmir.
Tabiat ve İnsan
TÜRKİYE’NİN CANLARI’NDAN
BİRİSİ DAHA KURTULMA YOLUNDA…
HATAY DAĞ CEYLANLARI
Doç.Dr. Yaşar ERGÜN
Abdullah ÖĞÜNÇ
Proje Koordinatörü
TTKD Hatay Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi
TTKD Hatay Şubesi Başkanı
37
Tabiat ve İnsan
H
atay Dağ Ceylanları (Gazella gazella) ilk kez 2008
yılında Doç. Dr. Yaşar Ergün tarafından TUBİTAK
Amanoslar Doğa Okulu için alınan fotoğraf makinası ve tele-zoom objektif kullanılarak fotoğraflandı.
Geçmiş yüzyılda Anadolu topraklarından bildirilen
iki farklı ceylan türünden birisi (Gazella subgutturosa) bilinirken, diğer türün (Gazella dorcas ya da Gazella gazella) ne olduğu hakkında elde hiçbir zaman
doğrulanmış bir bilgi olmadı. İlk kez fotoğraflanmasının ardından tür Dr. Tolga Kankılıç tarafından Şanlıurfa’dan alınan örneklerle karşılaştırmalı olarak bir
TÜBİTAK projesi dahilinde yapılan genetik analizlerle
ortaya konuldu ve yeni kayıt olarak Türkiye memeli listesine nihayet dahil oldu. 2010 yılında kurulan
Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Hatay Şubesi çatısı altında yazılan ilk proje konusu olarak “Gazella
gazella’ların (Hatay Dağ Ceylanı) Yaşam Ortamlarını
İyileştirme ve Risklerin Azaltılması Projesi” 2012 yılında WWF-Türkiye “Türkiye’nin Canı Hibe Programı”na
destek için sunuldu ve WWF Türkiye tarafından desteklendi.
38
Projenin ana hedefleri
1) Bilinirliğin sağlanması
a)
Tabelalama çalışmaları
b) İlköğretim okullarındaki eğitim çalışmaları
c) Yetişkinlere ve özellikle yöredeki çobanlara yönelik eğitim çalışmaları
d) İlköğretim öğrencilerine yönelik gözlem çalışması
e) Bir gözlem yeri inşası
f ) Basın ve yayın organlarında görünürlüğün ve
türün farkındalığın sağlanması
2) Yaşam ortamının iyileştirilmesi
a)
Bölgede avcılığın engellenmesi
b) Yazın su kaynağı olmayan bölgeye bir ya da birden fazla su içecek doğala en yakın kaynağın
yapılması
Tabiat ve İnsan
3) Risklerin ortadan kaldırılması
a)
Yaşam alanındaki vahşi köpek probleminin çözülmesi
b) Yöre insanının ceylan yavrularını yakalayarak evlerde beslemelerinin önüne geçilmesi
şeklinde belirlendi ve bu amaçla eldeki kıt kaynaklar en verimli şekilde ve iyi niyetimize ortak olan iyi insanların
yardım ve destekleri ile yola çıkıldı.
Fotoğraf: Ceylanlar için bilgilendirme panosu
Hatay’da bilinirlik çalışması olarak panolar yaptırıldı
ve kendi çektiğimiz fotoğraflarla tasarladığımız tabelalar Hatay’ın ve Kırıkhan’ın muhtelif yerlerine yerleştirildi. Ceylanların yaşam alanına gitmek isteyecekler
için yönlendirme tabelaları ihmal edilmedi. Ziyaret-
çiler İncirli Köyü Perişan Mahallesinde ceylanları kolay gözleyebilsinler diye en geç bir saatlik bekleme
sonunda yılın her mevsimi güneşin olduğu her saat
mutlaka ceylan görebilecekleri bir mevkiye gözlem
yeri inşa edildi.
39
Tabiat ve İnsan
Fatoğraf: Ceylan gözlem kulesi inşaatı
Bu arada Anadolu Ajansı ve NTV ana haberde, projenin duyurusu bölgede çekilen görüntüler eşliğinde
bizim anlatımımızla kamuoyu ile paylaşıldı.
Bu esnada aldığımız bir haber bizleri çok üzdü. Ceylanların yaşadığı ana tepelik alanı çimento hammaddesi olarak kullanmak isteyen bir şirket bölgeye bir
çimento fabrikası kurmak için girişimlere başlamıştı.
ÇED sürecinde zorunlu olarak yapılması gereken halkı bilgilendirme toplantısına sivil toplum örgütleri ile
birlikte katılarak itirazlarımızı bildirdik ve bu konuda
binlerce dilekçeyi ilgili makamlara gönderdik.
Tayin edilen bilirkişi bizi haklı buldu ve bölgede çi-
mento fabrikası yapımı durduruldu diye düşünürken
bu kez aynı firma bilirkişiye itiraz etti. Yeni bilirkişi tayini sürecinde yine internet üzerinden başlattığımız
imza kampanyasına onbinlerce imza ile ülkemizin
her köşesinden ve dünyanın adını bilmediğimiz yerlerinden destek verildi. Şu an yeni tayin edilen bilirkişinin raporu beklenmekte.
Bu esnada Orman ve Su İşleri Bakanlığı yetkilileri bölgede bir ceylan üretim istasyonu kurarak üretilecek
populasyonun benzeri bir habitata yedek populasyon olarak taşınması hususunda girişimleri başlattı
ve 160 dekar alan bu iş için tahsis edildi. Yarım milyon liraya yakın bütçe 2013 için tahsis edildi.
Fotoğraf: Ceylanlar için yönlendirme levhaları
40
Tabiat ve İnsan
Ceylanlar sadece kendilerini kurtarmakla kalmadılar
hemen yanı başlarındaki kurutulan Amik Gölü’nün
son kalıntısı olan Gölbaşı Gölü’nün de ihyasına katkı sağladılar. Gölbaşı gölü sulak alan ilan edildi şu an
yönetim planı çalışmaları ve çevre düzenlemesi ceylan üretim istasyonu ile birlikte hızla devam ediyor.
Biz bu arada ceylanlara doğala en yakın olduğunu
düşündüğümüz su yalağını kayaların üzerinde imal
ettik. Yazın ceylanların burayı su kaynağı olarak kullanacaklarını umuyoruz. Eğer ceylanlar burayı benimseyip su içerlerse en az 6 bölgede daha bu kaynaktan
yapmak gerekecek.
Fotoğraf: Ceylanlar için su yalakları
TRT’de bize duyarsız kalmadı ve TRT Belgesel kanalı
için Hatay Dağ Ceylanı belgeseli hazırladı. Birinci bölüm master kopya elimize ulaştı duygulanarak seyrettik ve “TRT işi” inanılmaz bir belgeseli daha arşive
kazandırdık. İkinci bölüm mayıs ayında yavrulama
mevsiminde çekilecek. Sanırım eylül gibi yeni yayın
döneminde ilgililerin dikkatine sunulacak olan belgesel bu konudaki bir açığı kapatmış olacak.
Fotoğraf: Ceylanlarla ilgili belgesel çekimleri
41
Tabiat ve İnsan
TÜBİTAK hem keşfedilmesine hem de türün doğrulanmasına katkı sağladığı ceylanlara ocak 2013 sayısında proje yürütücüsü tarafından çekilen bir fotoğrafla iki tam sayfalık bir yer ayırdı. Proje ve koruma
çalışmasında yapılanları kısaca özetleyerek Türkiye’yi
haberdar etti. CNN Türk televizyonundan Yeşil Doğa
programı ceylanları konu alan bir Hatay bölümü ha-
zırladı ve yayınladı. Yüzlerce kez haber olduk binlerce
ve hatta on binlerce farklı ulusal ya da yerel medyada
yer aldık. 2008 senesinde ceylan ve Hatay kelimeleri
aranınca sonuç bulamayan google bugünlerde 226
000 sonuç verir oldu. Eğitim çalışmaları için okullara
gittik büyükleri ya işte ya dağda yakalayıp kendimizi
anlattık.
Fotoğraf: Okullarda ceylanlarla ilgili eğitimler ve öğrencilerin ceylan gözlemleri
Yazın ceylanların su içtiği çiftlikleri ziyaret ettik ve hedeflerimizi anlattık. Kimseyi ceza ile şikayet etmekle jandarma ile tehdit etmedik. Uzun, zor ama kalıcı olan yolları denedik. İnsanların sofrasına oturduk, dost olmaya
çalıştık, tuzumuz ekmeğimiz, selamımız, içecek çayımız oldu. Çobanlar çok sevdikleri ceylanları başkalarının da
koruduğunu öğrenince bize destek oldular.
42
Tabiat ve İnsan
Fotoğraf: Ceylanlarla ilgili halkın ve çobanların bilgilendirilmesi
Fotoğraf: Çobanlar tarafından bildirilen yaralı ceylanın tedavisi ve doğaya bırakılması
Bölgedeki sınır karakollarındaki erden tabur komutanına herkesi ziyaret ettik. Valiye, kaymakama, belediye
başkanına yaptıklarımızı anlattık.
Fotoğraf: Belediye Başkanı
Murat SAKMAN’ı ziyaretimiz.
Fotoğraf: 1. Hudut Tabur Komutanı
Piyade Yarbay Ragıp TAYGAN’ı ziyaretimiz.
43
Tabiat ve İnsan
Çok az para ile yola çıkmıştık bu kadar işi o kadar para ile yapmak çok zordu ama kimseden para da istemedik.
Proje dahilinde yapılması gerekenleri yapmak ya da satın almak için gittiğimiz yerlere kendimizi tanıttık, ne için
kullanacağımızı söyledik azımızı çoğa saydılar, yetmeyen yerde kendimiz çalıştık. İlk resim çekildiği 2008 şubatında yaklaşık 110 civarında olan ceylan sayımız 2012 sonunda yapılan resmi sayımla 230 olarak kayıt altına
alındı. Artık ceylanlar kendilerinin yıllardır yaşadığı 4.5 km’ye 11 km’lik alandan taşmaya başladılar. Sağ olsunlar
bakanlık yetkilileri olaya sahip çıktılar ve bugünlere geldik. Sivil toplum temsilcileri olarak yapılacak daha çok
şey var. Destek buldukça gerçekleştirecek daha çok projemiz var. Desteğinizi bekliyoruz.
44
Tabiat ve İnsan
DERNEĞİMİZİN GİRİŞİMİYLE İÇ ANADOLU BÖLGESİ
STK’LARI ÇEVRE SORUNLARI İÇİN EYLEM PLANI
HAZIRLAMAK AMACIYLA KAYSERİ’DE BULUŞTU
Sümeyye SARAL
TTKD
45
Tabiat ve İnsan
D
erneğimizin girişimiyle Sivil Toplum Kuruluşları
için Teknik Destek (TACSO)’nun finansal desteği
ile İç Anadolu Çevre Platformu (İÇAÇEP) İç Anadolu
Bölgesi’nin çevre sorunlarına çözüm üretmek ve harekete geçmek için 23 Mart 2013 tarihinde Kayseri’de
toplandı. Toplantıya, Türkiye Çevre Platformu (TÜRÇEP), Batı Karadeniz Çevre Platformu, Ege Çevre Platformu ve Doğu Akdeniz Çevre Platformundan temsilciler ve Erciyes Üniversitesi’nden akademisyenler
katıldı. Çalıştay, Derneğimiz adına projeyi sunan
ve yürüten Genel Başkan Yardımcısı Serap KANTARLI’nın toplantının amacı konusunda bilgi vermesiyle
başladı.
Oturum başkanı TÜRÇEP Genel Sekreteri Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, konuşmasında, İÇAÇEP’in gönüllülük
esası ile yürütülen ve toplantının yapıldığı kentin sorunları öncelikli olmak üzere yapılan bölge toplantılarının gündemini yereldeki katılımcılarla belirlemenin ve yerelde çözmenin önemini belirtti. Ayrıca toplantılarda, bilgilenmenin, birlikte değerlendirmenin
ve sonuçlarla varılan noktayı toplumsallaştırmanın
platformların temel felsefesi olduğunu söyledi.
Çalıştayın öğleden önceki oturumunda İç Anadolu
Bölgesi’nin çevre sorunlarına çeşitli sunumlarla deği46
Tabiat ve İnsan
nildi. İlk olarak İÇAÇEP’in Genel Sekreteri Abidin Özkaymak yaptığı sunumda bölgesel toplantılarda ele
alınan çevre sorunları ve sonuç bildirgeleri hakkında
bilgi verdi.
pasite çalışmamasına ve endüstriyel atıklara yönelik
tehditlere dikkat çekildi.
2005’ten günümüze kadar yapılan 10 bölgesel toplantının içerik olarak çoğunlukla göllerin ve sulak
alanların sorunlarından oluştuğu görüldü. Bölgenin
göller yöresi olması, iklim değişikliği, kuraklık ve su
sıkıntısı konuları ön plana çıktı. Seyfe Gölü, Meke
Gölü, Hürmetçi Sazlığı, Eşmekaya Sazlığı gibi önemli sulak alanların karşı karşıya kaldığı kirlilik, kuraklık
ve tuzlanma sorunlarına ve bilinçsiz saz kesimleri ile
sazlık alanların yakılması baskılarına dikkat çekildi.
Su ve sulak alanlar konusunda Doç. Dr. Fatih Duman
yaptığı sunumda ülkemiz sulak alanlarının son 40 yılda yarısının kaybedildiğine dikkat çekti. Uluslararası
Sulak Alanlarının Korunması Sözleşmesi Ramsar’a
taraf olmamızın korunması planlanan sisteme pek
bir katkısı olmadığı kimi katılımcılar tarafından vurgulandı. Sulak alanların sahip olduğu sazlıkların ticari amaçla sömürüldüğü, yeraltı sularının, İç Anadolu
bölgesi için önemi açık olmasına rağmen, kaçak kuyular aracılığıyla sulamada kullanıldığı ve bölgedeki
kuyuların kapatılması gerekliliği üzerinde duruldu.
Yapılan yorumlarda belirli göl ve bölgelerde koruma
çabalarından bahsedilerek Tuz Gölü’ne evsel atıkların bırakılmasının durdurulması gibi iyi sonuçların
alınabileceği belirtildi. Bunun yanı sıra bölgedeki
kum ocaklarının baskısı, nehir yataklarının değişmesi, Kızılırmak üzerinde faaliyete geçen yeni HES
oluşumlarına, Kayseri’deki arıtım tesislerinin tam ka-
Bu sunumların arkasından, Prof. Dr. Tanay Sıtkı Uyar,
enerji üretimi ve kullanımı üzerine Türkiye’nin yenilenebilir enerji potansiyeli ve bu potansiyelin gerçekleştirilebilirliğinin önemini anlatarak %100 yenilenebilir enerjinin Türkiye için hedef olması gerektiğinin
altını çizdi. Bunun için öncelikle enerji verimliliğinin
her alanda uygulamaya geçirilmesi gerektiğine ve
47
Tabiat ve İnsan
gelişmiş ülkelerin çevre dostu olmayan eski teknolojilerine mahkum olmak zorunda olmadığımıza
vurgu yaptı. Türkiye’de yenilebilir enerjinin önündeki yasal engellerin aşılması durumunda, yenilenebilir enerjinin toplum için özgürlük, eşitlik, barış
ve yerel iş imkanı anlamına geleceğinin altını çizdi.
Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar “toplumsal maliyet kavramının çevre sorunlarının çözümünde çok önemli bir
rol oynadığı açıktır. Değerlendirmeler yaparken bu
kavramın göz önünde bulundurulması uygulanacak
olan planın toplumsal maliyetinin çıkarılarak ne gibi
yarar ve zararlara yol açacağı tartışılmalıdır. Bununla
birlikte Aarhus Sözleşmesi’nin önemine varılmalı, bilgiye erişim, karar verme aşamasında halkın katılımı
ve çevresel meselelerde adalete erişim kavramları
adım atacağımız aşamalarda yol gösterici olmalıdır.
Platformlar nezdinde toplumsallaştırdığımızı, oy verdiğimiz siyasi partiler ekseninde de siyasallaştırmamız gerekmektedir.” değerlendirmesinde bulundu.
Katılımcılar tarafından, rüzgar enerjisinin kurulacağı
bölgelerin mera alanlarının kullanımını kısıtlamaması konusunda dikkatli olunması gerektiğine vurgu
yapıldı.
Daha sonra Yrd. Doç. Dr. Sancar Bulut tarafından bölgenin tarım kaynaklı çevre sorunları, Mustafa Kaya
48
tarafından ise çevresel ve kültürel değerlerin korunması konusunda sunumlar yapıldı. Konya kapalı havzasında yoğun su kullanımı ve şeker pancarı, mısır
gibi su ihtiyacı çok olan tarımsal ürünlerin üretiminin
havzada artış göstermesine dikkat çekildi. Özellikle
Kapadokya bölgesinde turizm faaliyetlerinin yoğunlaşması nedeniyle peri bacalarının tehdit altında olduğu belirtildi. Bölgedeki balonculuk faaliyetlerinin
düzenlenmesi ve denetlenmesi gerektiği, koruma
planlarının oluşturularak bir an önce kültürel ve doğal değerlere sahip çıkılması gerektiği bildirildi.
Çalıştay sonucunda bölgede yerel düzeyde faaliyet
gösteren STK’ların katılım desteği ile sorunlara çözüm üretecek bir eylem planının hazırlanması için
hazırlık yapıldı. Eylem planının; Türkiye’de çevresel
mücadelenin etkinliğinin artırılması; su, enerji ve
iklim değişikliği; doğal ve kültürel varlıkların korunması; TÜRÇEP ve İÇAÇEP etkinliğinin artırılması ana
başlıkları altında toplanmasına karar verildi.
Kayseri Çalıştayında İç Anadolu Çevre Plaformu
İÇAÇEP’e Nevşehir, Kayseri ve Eskişehir’den yeni katılımlar oldu. Bu katılımların Platformun ekolojik sorunlara daha güçlü ses vereceği anlamına geleceği
vurgulandı.